Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Zafer ŞIK…Faydalı Bir Blog.. TANITIM


https://hazineievrak.blogspot.com/

İslam Düşmanı pierre lotinin Gerçek Yüzü

Ekim 26, 2020

İslam Düşmanı pierre lotinin Gerçek Yüzü

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhipbLgYBkwnHCLkXUAoEIbVWqrLJEgbv2j05tFJZ1Gs61AerCnN2s1ANTYcsTvts2XArDSrYx7cmrZsn9fS62Qn_09V47iY0y2W8OQX1Ynf2e2PV3zUM735q0oI6VNhioFZi14-IBtBkU/s320/Screenshot_20201026-105102_Samsung+Internet.jpg

Fransız piresinin İslamofobist olduğunu isbat eden arşiv vesikasının çevirisi;

İslam düşmanlığını kitaplaştıran pierre loti, bu tefevvühat-ı garazkaranesini 1889'da AU MAROC nam eserde meydana koymuş ama malesef bu herif-i na-şerife sonradan Türk dostu denilerek kucak açılmış! Yetmemiş Eyyüp civarında İstanbul'un en gözde mekanlarından olan ve tarihte Kasr-ı İdris Mahallesi, İdris Köşkü, İdris Köşkü Tepesi gibi isimlerle yad edilen, meşhur Heşt Behişt'in de müellifi olan İdris-i Bitlisi'in hatırası kaldırılarak, alenen İslam düşmanılığı yapan birinin adı verilmiş bu mübarek tepeye. Tepe tepe kullanılsın diye mi!

Bu pierre'nin İslam'a hakaretler yağdırdığı kitabın Fransızca pdf'si;

AU MAROC'u indir

 Kitap içerisinde İslam dinine Osmanlı sultanlarına hakaretler diz boyu. Fransızcamız yok ama ilgili bazı yerler için yardım aldım. Tam bir nefret ve kin…

Fransızcası iyi olan bir arkadaşın ilgili bölümleri çevirerek bu fransız piresinin gerçek yüzünü ortaya koyması ve belki reddiye yazması iyi olabilir. İslam'a nefret kusan birinin İslam medeniyetinin beşiği kabilinde olan İstanbul'un en güzel tepelerinden birine adının yaşaması bize yakışmaz. 

Şifre Miftahı ve Osmanlı'da Şifreli Yazışma

Şubat 20, 2020


Milletçe, öğrenilmesinde ya hiç katkısı olmayan veya az katkısı olacak meselelere acayip surette meraklıyız; bir arşiv vesikasında ne yazdığını, belgenin ruhuna nüfuz etmeyi değil de yıpranmış, kırılmış, okunamaz hale gelmiş bir kitabeyi, bir mezartaşını okuma veya okutma telaşına düşüyoruz.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAx_KLarUsBgZfrx5RJ3KGXXSOpMxc7Bbx2SDZEVDDavuYoV6vJoaI5BGKWptf9B0obGK3EY8Y71yMCt-pehVGkAW4gWo2jb-rvX5Rg_B4SnW-oxyCa7JvJTG9FBBaCkjmAOlzjzucc_s/s320/%25C5%259Fifre.jpg



Arapça yazısı havası veren ama karalamadan ibaret olan bir kolyedeki yazılar soruluyor veya bir hattatın bir ecnebi ismi yazması merak ediliyor. Ne Arapça, ne Farsça ne de Osmanlıca olmayan ama bu alfabe ile yazılan bir kelimeyi, cümleyi çözmek için günlerce uğraşılıyor. Aynı levhayı bir bakıyorsunuz 100 kişi özelden size sormuş, 1000 kişi de sosyal medyada bunu paylaşmış ne yazdığının derdine düşüyor. Bu cihette merakımızı boş şeylerden dolu meselelere kanalize etmemiz gerekiyor. Ayrıca biraz kitap, lügat karıştırmayı öğrenmemiz gerekiyor. Hiç araştırma yapmadan, 'benim kafam yorulmasın' edasıyla meşakkate girmeden, hemen bir başkasına soruyoruz. İlmin bir izzeti vardır. Siz ona eğilmezseniz o sizin kulağınıza hakikatleri fısıldamaz. En değerli bilgi de, bir konuda ciddi araştırma yapılmamış meselerde yeni bilgileri gün yüzüne çıkarıp ilme susamış insanlara bunu ikram etmeniz.
Osmanlı tarihinde özellikle son dönemki şifreli yazışma metodları üzerine tatmin edici bir çalışmanın olmadığı bilen ve bu konuda çokça soruya da maruz kalan biri olarak şifre miftahında örneklerle doyurucu bilgi vermek için bu makaleyi hazırlamak istedim. Bu bilgiler sağdan-soldan bilgi copy-past ile değil, arşiv vesikalarıyla hemhal olmanın verdiği bilgi ve tecrübeye istinaden yazıyorum. 
Şemseddin Sami, meşhur Kamus-ı Türki lügatinin 'şifre' maddesinde şöyle bir bilgi verir bize;
"Şifre [is. Fransızca Chiffre'den, o da Arapça 'cifr'den] Kimse anlamayacak sûretde mahremâne telgraf çekmekde müsta'mel rakamdan ibâret rumûz usûlü: şifre ile telgraf çekmek. Şifreyi açmak: Halletmek. Şifre miftâhı: Rumûz ittihâz olunan rakamların hangi hurûfa mukabil kullanıldığını mübeyyin cedvel ki onunla şifre hallolunur. Şifre kalemi; Hâriciyye nezâretinde ve sâir devâir-i resmiyyede sefâretlerden ve diğer yerlerden gelen şifreli telgrafnâmelerin halline ve çekilecek telgrafları şifreye çevirmeye mahsûs kalem."
Şifre miftahını veya şifre miftahı defterini kullanma kılavuzu/defteri de olurdu. Şifre miftahları genelde tek sayfadan oluşur ve o bölgenin mühim ifadeleri/kelimeleri rakam yerine münasebeti olmayan zıt veya ilginç bir kelimeyle şifreleniyordu. Şifre miftahı defterinde ise elifbatik yerine göre 90-100 sayfadan oluşan klavuzdan oluşuyordu. Kökler ayrı ekler ayrı kodlanıyordu. Bunlara tarifname defteri de denilirdi. Her şehrin ayrı bir şifre miftahı olmakla beraber bunların sıklıkla değiştirildiği hatta aynı anda birçok şifre miftahının beraber kullanıldığı da görülmüştür.
Her harfe ayrı bir kod verildiği gibi her kelimeye ayrı kodlamaların yapıldığı defterler olduğu gibi ekler için ayrı kodlamalar geliştirildiğini görüyoruz.
Harfli kodlamalarda bir miftahta elif harfinin karşılığı 7, bir başkasında 9, daha bir başkasında farklı bir sayı verilmiş. Elbette fazla gizliliğe hacet olmayan durumlarda standart kodlamalar da kullanılmış. Bu standart kodlamalardan bir tanesini daha evvel çözmüş ve paylaşmıştım.
Daha çok Dahiliye nezaretine bağlı yazışmalarda, Babıali yazışmalarında sıkça kullanılan şifreli yazışmalar, bilhassa telgrafla haberleşmenin yaygınlaştığı o dönemlerde, gizlilik esaslı olarak bir çok miftahlar geliştirildi. Öyle ki telgrafın çekildiği günün dahi önemi vardı ve o güne mahsus farklı ilave kodlar ekleniyordu. O zamanın şartlarında dahilden bir ihanet olmaması şartıyla kırılması imkansız denilebilecek metod olduğunu görebiliyoruz. Mesela bir miftahta 'Rum Taifesi' ibaresi 'şeytan' kelimesiyle, 'Devlet-i Aliyye' ifadesi, 'yaver' ile kodlanmış. Hem kelime usulü kodlama, hem harf usulü kodlamanın aynı anda kullanılması ve beraberinde 'Ahmet' yazarken bunun 'Dersaadet' manasına geldiğini ve bunlarında sürekli değiştirildiğini hayal ediniz. Ve her şehrin farklı ve birçok şifre miftahı olduğunu…
Gizlilik o kadar mühim ki yerine göre cezalar dahi verildiğini görüyoruz. Mesela DH.EUM.KLU.2-14 kodlu arşiv vesikasında Bakü'de Hariciye Nezareti'nin şifre miftahını kaybeden Sadık Bey'e nasıl bir ceza verildiğinin bildirilmesi anlatılmıştır.
Bir yerde görev yapan kim olursa olsun, oradan ayrıldığında ister vali olsun, isterse memur olsun, kendisinden şifre miftahı geri alınırdı. Bazı hallerde şifre miftahının değiştirilmesi talep edilirdi. Bütün şifre miftahlarının bir suretinin muhakkak Babıali'de bulunduğu yazışmalardan öğreniyoruz. Lüzumu halinde imha edildildikleri de olurdu.

Zafer Şık

Ayasofya'da İlk Cuma Namazını Kim Kıldırdı?

Mayıs 29, 2019

Ayasofya'da İlk Cuma Namazını Kim Kıldırdı?

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj14KsSXYb81ycCjLszDk6pcecR1u09dz3BjRyfFc8A8S8lUIBxO1wqZo_KapaIOI0U7FNU3VV8Yy9rAlkt-8bldKsxkxYwnAH2CbHUzlkIL8IsQuKPTzp_791OVJL7-D3q3BFw6jevyZg/s320/20190529_184956.jpg


Ayasofya'da ilk cuma namazını Fatih'in kıldırdığını biliyoruz. Daha doğrusu öyle biliyorduk ki günümüzde bütün tarihçiler de böyle anlatıyor. İsim zikretmeye hacet yok bu cihetten. Aksini iddia eden de yok zaten. Hatta Fatih'in cemaate dönüp, ikindinin sünnetini hiç kaçırmamış kimse varsa gelip imamlık yapsın dediği de ballandırıla ballandırıla anlatılır. Bu belgede ise Ayasofya'da 
ilk hutbeyi Fatih'in okuduğu ama namazı Akşemseddin hazretlerinin kıldırdığı yazılıyor. Şimdi hangisine itibar edeceğiz. Ben Osmanlı arşivlerine itimat etmeyi tercih ediyorum.

Zafer Şık

Hattat Abdullah Sayrafî (vefat h.745)

Mayıs 17, 2019

Hattat Abdullah Sayrafî'nin Bilinmeyen Bir Kıssası

Abdullah Sayrafî hazretleri birgün Bağdat'ta meşke kemal-i iştigalde iken pederinin bin flori mikdarı şeyini bi-kazaillahi serika itdürüb havfından nâşî mezaristana firar etmişler. Vâlidi dahi mezaristana varub Sayrafî merhumu bulub kemâl-i gadabından nâşî yazı yazdığı iki mübarek parmakların(ı) taş ile döğüb ve ezüb bırakub gitti. Sayrafî merhum ol derd u elemde iken nâgâh âna nevm galebe etti. Menamda Hızır aleyhisselamı yanında gördü. Parmağının yarasından sual ettiler. Ol dahi macerayı haber verdi. Mecruh olan parmağını mess u dua idüp eyitti ki şimdiden sonra kitabete meşgul ol ki manend-i müsta'sımî olasın, dedi. Menamdan uyanub gördü ki parmağı kemaliyle sıhhat bulub güzel oldu. Geldi validesine bu keyfiyeti haber verdikde Bârî-i Tealaya validesi hamd u sena idüb Sayrafî merhuma dahi an-samimi'l-kalb dua etti. Duaları icabete karîn olub ruz be ruz tarîkinde müntaz olub sülüs ve nesih ve muhakkakda cümlesinden serfiraz olmuşlardır. Kezâ fî risâle-i nefsîzâde

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQ5vppiBU1e8cvhOYUy1U4J5JmG-MsP01mgYtuY-P_W0qC_uWSEm_JgjEZiL0aWFtcHEL2ZZARmF-c6kSJkCANnqywj3MwDuXwoI_8ZL9SfdCprOQzZKsiZq6vJoqhQ4YqStOvWt5zhos/s320/Screenshot_20190517-134607_Drive.jpg


Sadeleştirilmiş hali;


Abdullah Sayrafî hazretleri Bağdat'ta hat sanatına büyük bir aşkla meşgul olurken birgün babasının bin flori mikdarı yani 10 bin kuruşunu Allah'ın hikmeti, çaldırır. Abdullah Sayrafi, parayı çaldırdığından dolayı korkar ve eve gidemez. Bir mezarlığa gider. Babası, oğlunun parayı çaldırdığını öğrenir ve oğlunu mezarlıkta bulur. Parayı çaldıran oğluna çok öfkelenmiştir ve bu öfkesine hakim olamayıp Sayrafî'nin yazı yazdığı iki mübarek parmağını taş ile döver ve ezer. Babası oğlunu o halde bırakıp gider. Sayrafî elem ve acı içindeyken mezarlıkta birden bire uykusu gelir. Rüyasında Hızır aleyhisselamı görür. Hızır aleyhisselam parmaklarının neden böyle yaralı olduğunu sorar. Abdullah Sayrafi başından geçenleri Hızır aleyhisselama anlatır. Bunun üzerine Hızır Aleyhisselam iki yaralı parmağını mess edip dua eder ve yazıya devam etmesini ister. Daha sonra Abdullah Sayrafi rüyasından uyanır bakar ki eli tamamen iyileşmiştir. Sonra annesine gider ve başından geçenleri tek tek anlatır. Annesi, Abdullah Sarrafi'ye bütün içtenliğiyle dua eder. Sayrafi o günden sonra nesihte, sülüste ve muhakkakda devrin en büyük hattatı olur.

Fezâil-i Tarsûs

Nisan 08, 2019

Daha evvel, fazileti üzerine kitap/risale yazılmış beş şehir olduğunu yazmıştım; Mekke, Medine, Kudüs, Şam ve Tarsus. Millet kütüphanesinden aldığım Fezail-i Tarsus isimli küçük risaleyi hatasıyla-savabıyla çevirmeye çalıştık. Dosyaya buradan erişebilirsiniz: 

Zafer Şık

Mübarek Şehir Tarsus

Mart 18, 2019

Enes ibn-i Malik radiyallahu teala anh rivayet eder. Peygamber sallallahü teala aleyhi ve sellemden- bizim üzerimize çıktı vaaz ederdi. Mübarek gözünün yaşı, mübarek sakalının üzerine akardı. Biz eyittik (dedik ki) Ya Rasulallah niye ağlarsız (ağlıyorsunuz), Rasulallah aleyhisselam eydür (dedi ki); karındaşlarınız içun ağların (ağlarım). Biz eyittik Ya Rasulallah, karındaşlarımız kimdir? Bir kavimdir ki Seyhun ile Ceyhun ardında bir şehirde sakin olurlar ve ol şehrin adı Tarsus'tur. Bir kimesne (kimse) ol zamana yetişse nasibin(i) alsın. Zira ol şehrin şehitleri Bedir gazası şehitleri gibidir. Hakk teala kıyamet gününde yüzbin şehit haşr eyleye, hesapsız cennete girer dedi…

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGdSNrUM9jm0i2U9W2KVzTIPE-TzOkDidojNAtyAJynvefXBc-fXFUxKoyB4-WxH87SKZYJJXe-G6kUKDNmHur7riGTMwmV-LcRdgvm6ZEG_eXRJNsO1m2TQ-8qpL3wbQn1lE3OH7DaxY/s320/Screenshot_20190318-145220_Drive.jpg

Kulağını Kiyiz Kursağını Deniz Yap

Ocak 15, 2019

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjh1CHEVrQBsefEqwpUOuycUGovBqqMEqOoLAcXnfcOcBRF-pMs2x9CzHNbYhUP9Q339rkTO-bg1APjTiPEROl9dtjCLUZqRVWioXzFG7OQhuy_L-QVlAmMAai7Wxif11Jzajc6Vw5PjVk/s320/FB_IMG_1547532417596.jpg

Güney ve Kuzey Türklerinde yaygın olan ama Anadolu'da unuttuğumuz hatta Google gibi arana motorlarında dahi bulamadığımız bir atasözü…
"Kulağını kiyiz, kursağını deniz yap."
Yani kulağını gayrın, el alemin, düşmanların sözlerini keçeden imal edilen kiyiz kilimi gibi yap, işitme! Karnını da deniz gibi geniş tut. Yani o tür sözleri işitsen de umursamaz ol.

Son Halife Abdülmecid'in Alem-i İslam'a Beyannamesi

Kasım 02, 2018


3 mart 1924'te hilafet ilga edilip hanedan üyeleri yurtdışına sürgün edildikten 9 gün sonra yani 12 mart 1924'te Halife Abdülmecid İsviçre'de ajanslarda alem-i İslam'a hitaben bir beyanname yazar.
Halifeliğin kaldırılma tarihinden itibaren 10 gün içinde  hanedan kanı taşıyan  bebek, yaşlı, kadın, erkek ve hatta damatların dahi bu toprakları terk etmeleri istenmişti. Ama Halife Abdülmecid'i ertesi gün sürgün ettiler, zaman tanımadılar. Hanedan üyelerinin bir daha bu topraklarda ikametleri de ebediyyen yasaklanmıştı.
Bazı kişiler Abdülmecid'in halifeliğinin şaibeli olduğunu söylese de ben bu hususa katılmıyorum. Ne olursa olsun âlem-i İslam'ın bi'at ettiği bir halifeden bahsediyoruz.
Halife Abdülmecid, hilafetin ilgası sonrasında İslam alemini bu duruma karşı birlik olmaları hususunda ajanslara beyanatta bulunur. Bu beyanatta şu ifadeler ön plana çıkmaktadır;
— Hilafetin ilgası gayr-ı dinidir.
— Peygamber efendinizin şeri'atını inkardır.
— Milletin temsilsici olan meclisin böyle bir karar almaya hakkı yoktur.
— 1,5 sene evvel âlem-i İslam'ın biat etmesiyle halife oldum.
— Bu kararı alan hükümet, dinsizdir.
— İslam âleminin ileri gelenlerinin bu konudaki tekliflerini acilen bana bildirmelerini ve bir kongre yapılmasını istiyorum.
— Böyle hayati bir meselede söz, İslam alemine aittir.

Gelelim son halife Abdülmecid'in 12 mart 1924'te ajanslara verdiği beyyaname metnine;


Halife-i İslam Abdülmecid-i Sani hazretleri tarafından alem-i İslam'a hitaben ve hilafet aleyhindeki karardan AnadolunTürk milletini tenzihen İsviçre'de ajanslara tebliğ edilen beyannamenin suret-i asliyyesidir.

Bismillahirrahmanirrahim

Halife Abdülmecid'in Alem-i İslam'a Beyannamesi

Hilafet-i müessese-i mukaddesesini hazf u ilga etmiş olmak iddiasında bulunan lâ-dînî Türk Cumhuriyeti kararıyla vatanımdan nefy u icla edildiğim cihetle bu mihman-nüvaz-ı diyar-ı gurbetten alem-i İslam'a iltihak-ı sadakat-karane davet-i pederanesini mübelliğ bu beyannamem ile tevcih-i selam ve hitap ediyorum.
Türkiye Millet Meclisi'nin ekseriyet-i hazırasınca hilafet-i mukaddese aleyhine müttahiz karar-ı gayr-ı dînî esasat ve menafi'-i âliye-i İslamiyye ile gayr-ı kâbil te'lif olduğu gibi pür-şeref-i an'anat-ı İslamiyye ve kavmiyyemiz icabatına tebe'an meclis-i hazır-ı milliyi hilafet-i mukaddeseye istinad-gah-ı hizmetini ifa ile tavzif eden necib ve kahraman Türk milletinin şart-ı esasi-i vekalet ve intihabına da kat'iyyen muğayir bulunduğundan şeri'at-ı garra-yı Ahmediyye'yi münkir böyle bir karar-ı bâtılı ke'en lem yekün 'add eylediğimin alem-i İslam'a iblağını 'uhdeme müterettib en kat'î bir vazife 'add eylerim.
Bir buçuk sene evvel makam-ı mualla-yı hilafete intihabımı bi'at-ı umumiyesiyle tasvib ve tasdik eden alem-i İslam, uhdeme müfevvez vazife-i mübecceleyi bu suretle te'yid lâ-dînî Türk Cumhuriyeti ise hakimiyet-i hakikiye-i milliyeye tecavüzüyle hakk-ı i'tiraz ve müdahelesini külliyyen iskat eylediği cihetle fî-mâ-ba'd bu mes'ele-i hayatiyye hususunda kemal-i salahiyyet ve istiklal ile ittihaz-ı mukarrerat hakkı münhasıran alem-i İslam'a aittir.
Vaziyet-i hazıranın istilzam ettiği bu mukarreratı birlikte ittihaz kasdıyla zaman ve mekan-ı münasibde beyne'l-müslimîn akdini tasavvur ettiğim mü'temer-i kebir-i dînînin ictima'ı esbabına müteallik teklifat ve müzaherat-ı fiiliyyelerini 'alâ kadri'l-imkan ser'îan bana îsal suretiyle bilcümle cemaat-i İslamiyye'nin en salahiyettar rüesâ ve mümessillerini bu gaye-i mübeccele uğrunda teşrik-i faaliyet ve gayrete davet ediyorum.
Sırf tezahurat-ı ulviyyesi ruhumu iftihar ve meserretle tehyic eden tesanüd-i 'azîm-i İslamînin hakkımda ibzal ettiği pek müşevvik ve kıymettar delail-i muhabbet ve merbutiyete istinad ve mukaddes da'va-yı dinimizin muvaffakıyyet-i nihaiyeye iktiranını Cenab-ı Kâdir Mutlak'ın inayet-i celile-i rahmâniyesinden niyaz ederim.
Triyete 5 şa'banü'l-mu'azzam 1342 (12 mart 1924)
Halife-i İslam Abdülmecid bin Abdülaziz Han

Not: Beyanname metninde geçen tarih, bir matbaa hatası olarak 1342 yerine sehven h. 1324 yazıldığı anlaşılmaktadır.


Zafer Şık

Zafer Şık

Belgeleriyle Hilafetin İlga Maddeleri ve İlave Maddeler

Ekim 30, 2018


Hilafet veya diğer adıyla halifelik, Allah'ın hâkimiyet hakkının bir tecellisi olarak İslâm hükümlerini tatbik etmeye vazifeli olan makamının adıdır.
Kamus-ı Türkî'de Şemseddin Sami 'hilafet' maddesinde, "Hatemü'l-enbiya (s.a.v) efendimize vekaleten umum ehl-i İslam'a imamet ve âmiriyet ve şeri'at-ı İslamiyye'yi himaye etmek vazife-i mukaddesesi…"  olarak hilafeti izah etmiştir. Elhak doğrudur. Hilafeti kaldırmak, doğrudan doğruya İslamiyet'i hedef almaktır.
Kamus-ı Osmani'nin müellifi Mehmed Salahî ise hilafet maddesinde şunları yazmıştır; "Hazret-i peygamber efendimizin vekalet-i mübeccele-i celilesi, hâtemü'l-enbiya aleyhi ekmelü't-tehâyâ efendimizden sonra makam-ı kudsiyyet-ittisam-ı hilafette çehar-ı yâr-ı güzin hazeratı bulunmuşlardır. Ba'dehu cedd-i büzürgvâr-ı hazret-i padişahi Yavuz Sultan Selim Han hazretlerinin ahd-i saltanatlarında (sıfat-ı mukaddese-i hilafet) (hadimü'l-haremeynü'ş-şerifeyn) unvan-ı mefharetiyle hanedan-ı celilü'ş-şan-ı Osmani'ye intikal eylemişdir. Cenab-ı Allah'ın ve hazret-i resulüllahın hilafeti demek olan (hilafet-i kübra) el-yevm din-i mübin, hâris-i şer'-i metin-i sultan-ı bî-müdânî veli-ni'met bî-minnetimiz şevketlü Gazi (Abdülhamid Han) sânî efendimiz hazretlerinin sıfat-ı mukaddeseleridir."
Alem-i İslam'ın hakiki ittihadı sadece ve sadece halifelik makamının yeniden ihyası ile mümkündür. Zaten hilafet ilga edildikten sonra bizleri İslam’la bütünleştiren unsurlar kaldırılabilmiştir; sarığın yasaklanıp şapkanın zorunlu kılınması, Kur'an harflerini kaldırıp Latin harflerinin getirilmesi, Arapça ezanın yasaklanması, medreselerin, tekkelerin, zaviyelerin kapatılması, önceki yazılarımın birinde belgeleriyle ispatladığımız yüzlerce cami ve mescidin satılması… gibi bizim İslam’la bağımızı sağlayan ne varsa hilafet kaldırıldıktan sonra yapılmıştır.
Sadece halifelik kaldırılmakla da kalınmamış, Osmanlı hanedanına kan bağı olan bütün fertler yurtdışına sürgün edilmiş ve deyim yeriyse elleri boş bırakılarak gönderilmişlerdir. Öyle ki bir daha ülkeden transit geçilmeleri kanunen yasaklanmıştır. Geçenlerde onlarca farklı ülkeden gelen hanedan mensupları TRT binasında buluştuklarını haberlerden öğrendik. Aradan neredeyse bir asır geçti. Hanedan üyelerinin gittikleri ülkede asimile olduklarını hatta Türkçeyi bilmeyen hanedan üyelerinin hislerini yazımızın devamını okuyunca anlayabileceksiniz. Kanun zoruyla Osmanlı hanedanına adeta soykırım yapıldığını göreceksiniz.
Şimdi hilafetin ilga maddelerini arşiv vesikasıyla beraber paylaşıyorum.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWOV8bJpen1pbrOWHDyv5afCfOOcdOnANsnjwfAvWHfFzNTRRyDNNzZ_PglBb-QUAAwlJ9X1bdUVBuMZZuhFrGmJPpb237ppnYEJn2ncJZ0qWyTBv0EM0zFmCZlvBdDvrnk5175dzw-hw/s320/Resim+1.jpg



Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair kanun sureti:

MADDE 1— Halife hal' edilmiştir. Hilâfet, Hükümet-i Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilâfet makamı mülgadır.
MADDE 2— Mahlû' halife ve Osmanlı saltanatı münderisesi hanedanının erkek, kadın bilcümle âzası ve damatlar, Türkiye Cumhuriyeti memaliki dahilinde ikamet etmek hakkından ebediyyen memnu'durlar. Bu hanedana mensup kadınlardan mütevellid kimseler de bu madde hükmüne tabidirler.
MADDE 3— İkinci maddede mezkûr kimseler işbu kanunun ilânı tarihinden itibaren âzami on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburdurlar.
MADDE 4— İkinci maddede mezkûr kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku merfu'dur.
MADDE 5— Bundan böyle ikinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhuriyeti dahilinde emval-i gayr-ı menkuleye tasarruf edemezler. İlişiklerinin kat'ı için bir sene müddetle bilvekâle mehakim-i devlete müracaat edebilirler. Bunlar müddetin mürurundan sonra bir mahkemeye hakk-ı müracaatları yoktur.
MADDE 6— İkinci maddede mezkûr kimselere masarif-i seferiyelerine mukabil bir defaya mahsus ve derece-i servetlerine göre mütefavit olmak üzere
hükümetçe tensip edilecek mebaliğ i'ta olunacaktır.
MADDE 7— İkinci maddede mezkûr kimseler Türkiye Cumhuriyeti
arazisi dahilindeki bilcümle emval-i gayr-ı menkulelerini bir sene zarfında Hükümetin malûmat ve muvafakati ile tasfiyeye mecburdurlar. Mezkûr emval-i gayr-ı menkuleyi tasfiye etmedikleri halde bunlar hükümet marifetiyle tasfiye olunarak bedelleri kendilerine verilecektir.
MADDE 8— Osmanlı İmparatorluğunda padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki tapuya merbut emval-i gayr-ı menkuleleri millete intikal etmiştir.
MADDE 9— Mülga padişahlık sarayları, kasırları ve emâkin-i sairesi dahilindeki mefruşat, takımlar, tablolar, asar-ı nefise ve sair bilûmum emval-i menkule millete intikal etmiştir.
MADDE 10— Emlâk-ı hakani namı altında olup evvelce millete devr edilen emlâk ile beraber mülga padişahlığa ait bilcümle emlâk ve sabık Hazine-i Hümayun muhteviyatlarıyla birlikte saray ve kasırlar ve mebani ve arazi millete intikal etmiştir.
MADDE 11— Millete intikal eden emval-i menkule ve gayr-ı menkulenin tesbit ve muhafazası için bir nizamname tanzim edilecektir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6sOp9RtpQJVM3YyuOLetjoS_ZZyTv72Y_FNyuxlh5UMpozoXDoFy1HtWCazrL4x0nMQfkcyICZ8eX6zxNeJPkDQgU6q-go9h-sK_AQsPSt8-U_jkgjpij7uI9l7K1larwHsWIgnONuXU/s320/Resim+2.jpg


MADDE 12— İşbu kanun tarih-i neşrinden itibaren mer'iyyü'l-icradır.
MADDE 13— İşbu kanunun icra-yı ahkâmına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.
26 recep sene 1342 ve fî 3 mart 1340

İstanbul Vilayet Gazete 366 numero ve fî 1 şaban sene 1342 ve fî 8 mart sene 1340 / 1924

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhuwFziPrVmT-3c-bMlmxAlgBtqyZ7Lc3V4NEDslXXLhIAiHna-rlv_N0dBey5wu0uVV5ASsLenfwY-yB_KMJwbtPqJboyF4eR6jAlYsMY5RusVC5Abd9hN4SkaGogScD6-Vs-aOQMZW8/s320/Resim+3.jpg


HİLAFETİN İLGASINA VE HANEDAN-I OSMANİ'NİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ MEMALİKİ HARİCİNE  ÇIKARILMASINA DAİR OLAN 431 SAYILI KANUNUN İKİNCİ MADDESİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ VE AYNI KANUNA BAZI MADDELER EKLENMESİ HAKKINDA 5958  SAYILI KANUN

MADDE 1— 3 mart 1340 tarihli ve 431 sayılı kanunun ikinci maddesi değiştirilmiş ve aynı kanuna aşağıda yazılı maddeler eklenmiştir.
MADDE 2— Mülga hilafet ve münderis Osmanlı saltanatı hanedanının padişahlar sulbünden olan erkek azası ve bunların erkek füru'u Türkiye’ye gelmek ve Türkiye’den transit olarak geçmekten memnu'durlar. Bunların dışında kalanlar Türkiye'ye gelebilirler.
Ek Madde 1— İkinci madde gereğince Türkiye’ye gelebileceklerin müracaatları halinde, Türkiye'ye gelmek ve Türkiye’de ikamet etmek şartları aranmaksızın vatandaşlığa alınmalarına Bakanlar Kurulu karar verir.
Ek Madde 2— İkinci madde hükmünden istifade edenler bu kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren umumi hükümler dairesinde mal edinebilirler. Bu suretle Türkiye’de mal edinenlerden ölenlerin ikinci maddeden istifade edemeyen varislerine ait hisseler sulh mahkemesince bir sene içinde tasfiye olunarak tutarı kendilerine ödenir.
Ek Madde 3— Bu kanuna müsteniden yurda gelmek hakkını haiz olanlar, 27 Ağustos 1324 ve

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz6VDf6MR0Pl9U_n4RSLPURE1qUIEnU1ktoCOJLWQxQBw2fh_52nBcQfOhe2Lj-SpSheEIOocLGU76ri8Hm7tmIAtNa7ftzob5onGR2oiI4jIvrbisafLGwbLPQnu5VsmpPVTjAQiT4u4/s320/Resim+4.jpg


20 Nisan 1325 tarihli iradeler ve 431 sayılı kanun ve Büyük Millet Meclisi’nin 245 sayılı tefsir kararı gereğince millete intikal etmiş olan bilumum menkul ve gayr-ı menkul mallar üzerinde miras sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple hak iddi'a edemezler.
Ek Madde 4— Türkiye’ye gelenler veya Türk vatandaşlığına iktisab edenler (sultan, hanımsultan, kadınefendi, prens, prenses) gibi hanedana nispet ifade eden elkab ve unvanları kullanmaktan memnu'durlar.
İkinci madde hükmünden istifade edenlerden memnu'iyet hilafına harekette bulunanlar altı aydan iki yıla ve bu unvanları bu kimseler hakkında iltizamen kullananlar üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.
MADDE 2— 431 sayılı kanunun ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri ile 5371 sayılı kanun kaldırılmıştır.
MADDE 3— Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4— Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi
Dönem 9, cild 16, Toplantı 2, S. Sayısı 201, Sahife 1-11



Zafer Şık

"Padişahınız Sultan Hamid Hazretleridir"

Ekim 26, 2018

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-7mOErGqQYPM9S3_fQJuU4oqMSxis9fmwUccfidYa-byTBwEQrQ6LbDz21zJL2DTbSjMTujY29KZJudh-ROo8sLkOZqX1AB6AMqX6A-Op5MPVeR2Cy8sKNe9l0mFOaAY2WWcXcoRsxkM/s320/Screenshot_20181018-100442_Drive.jpg


Biri seneryo diğeri yaşanmış, iki vakıadan bahsedeceğim sizi. Birini TRT'de izledik; Türkiye duydu, dünya duydu. Diğerini bilen bir elin 3-5 parmağı kadar az kişi. Bu yazıyı okuyunca sizler de bunu öğrenmiş olacaksınız.
Birinci vakıa; TRT ekranlarında yayınlanan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük hükümdarı Abdülhamid Han'ın son 13 yılını ve yaşanan siyasi gerilimleri anlatan Payitaht Abdülhamid'te, bir tüccar Peygamber efendimiz (s.a.v.)'i rüyasında görür ve biriken borçları için Peygamberimiz (s.a.v)'in; "Hamid'imize söyle, her gece getirdiği salat-ı selam ve zikri dün gece getirmeyi unuttu, git ihtiyacın olanı ondan iste." demesi üzerine gelip rüyayı padişaha anlatır.
Peygamberimiz  Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından "Hamidi'miz" denilerek müjdelendiğini duyan Abdülhamid büyük bir şaşkınlık ve mutluluk yaşayarak tüccara 4 kese altın verir.
Tahsin Paşa'nın, "Hünkarım, neredeyse üzerinizde ne varsa alacaktı." sözleri üzerine ise, Sultan Abdülhamid şu sözleri söyler:
"Sen ne dersin Paşa. Vallahi billahi tüm servetimi, saltanatımı istese verirdim. Dün gece çalışıyorduk Paşa. Masamın üzerinde uykuya kalmışız. Salavatı unutmuşuz. Halt ettik Paşa. Allah affetsin."


Bu sahneden, bir hocamızın kısa videoyu -Arapça altyazılı- göndermesiyle haberdar oldum. Ne kadar duygu yüklü de olsa ister istemez olayın hakikat olup olmadığı konusunda aklınıza soru işaretleri geliyor. Yıllardır gönüllü arşivci ve çeşitli araştırmalar yapan biri olarak benim de aklımda soru işaretleri belirmedi değil.
"Bu hadise Yavuz Sultan Selim zamanında vuku' buldu." deyip tenkit edenler de oldu.
"Bu hadisenin birebir arşiv kaynaklarında kaydını bulamadım." derken Payitaht Abdülhamid dizisinin senaristi Uğur Uzunok beyle bu mevzuyu telefonda konuşma fırsatı yakaladım. Ne Yavuz döneminde ne de Abdülhamid döneminde gerçekleşmediğini ama 1825-26'da yaşanmışlığından ve gayelerinin Abdülhamid'in Peygamberimiz (s.a.v.)'e muhabbetini göstermek olduğundan bahsetti.
Peygamber efendimiz (s.a.v)'i bir meseleye dahl ederken çokça hassas olmalı, kaş yapayım derken göz çıkartmamalıyız.
* * *
Tarihçilerin, Osmanlı tarihini, mesnetsiz ve Latin harfli kaynaklar göstererek anlatması, yazması abes olur elbette. Hatta bazen kaynakçada belirtilen kaynaklara bakıp Osmanlıca nüshasını incelediğinizde yazarın, yalan yanlış yazdığını da görüyoruz. En son Yunus Emre ile ilgili ufak bir araştırma yaptım. Hicri 1035'de Abdülgani Efendi tarafından kaleme alınan Tevarih-i Al-i Osman'ın yazma nüshasında Yunus Emre ve Tapduk Emre'nin Bayezid döneminde yaşadığını okumuş ve paylaşmıştım. Sonra TDV yani Türkiye Diyanet Vakfı'nın ansiklopedisinde, Aşıkpaşazade'nin Tevarih-i Al-i Osman'ında da aynı bilgiyi bulup teyit için kitabının Osmanlıca nüshasına baktım. Hem de TDV'de belirtilen aynı sayfalara, yani 199. ve 200. sayfalara. Aşıkpaşazade'de Yunus Emre'nin Sultan Orhan zamanında yaşadığı ve müstensihin notunda hicri 743'te de vefatını yazdığını gördüm. Demem o ki bilhassa Osmanlı tarihinde Latince kaynaklar yüzde yüz güvenilir değildir. Yazarının kim olduğunun da önemi yok. Kaldı ki Osmanlıca yazmalarda dahi birbirini tutmayan bilgiler varken kaynaksız, mesnetsiz Latin harfli eserlere daha bir dikkat edilmelidir.
* * *
Gelelim Hamid'imize… Belki bu bir senaryoydu ve gerçek değildi ama bunu teyit eden yaşanmış bir arşiv vesikası buldum. Paylaşacağım belge en az bu hadise kadar etkileyici… Önemli tarafı herkesi ilgilendiren bir tarafı var. Payitaht Abdülhamid'in senaristi Uğur Uzunok beye de bu yazacağım hadiseyi anlattım, çok etkilendi. Çünkü yaşanmışlıklarla senaryo hiç bir olur mu?!  Uğur bey istedi ve belgemizi çevirisiyle beraber ona da yolladım. Belki bu metni bir de Tv'den izleyeceksiniz, kim bilir.
Belge tarihi 1877-78. Yani 93 harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus harbi hengamı. 93 harbi sözü, malum savaşın rumi 1293'te yapılmasından bu adı almıştır. Hicri olarak da 1295 tarihi…
Maden hanedanından es-Seyyid Süleyman Faik isminde bir zat, ramazan ayının son günlerinde üç gün üstüste rüyasında Peygamberimiz (s.a.v)'i görür. Son günü de Kadr Gecesi'ne tevafuk etmektedir. Bir gaile esnasında önce Mabeyn-i Hümayun'a oradan Yıldız Sarayı'na teşrif eden Peygamberimiz (s.a.v) ve etrafındakiler, Abdülhamid Han'ı namaz kılarken görür. Resul-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz üç defa Abdülhamid'in 'mahall-i kesif'ini yani sert, sıkı yerlerini mesh eder ve Abdülhamid'i namazda bırakıp dışarı çıkar. Bu arada hırka-i saadeti de ziyaret ederler. Gaile (Osmanlı-Rus savaşı veya başka bir siyasi kargaşa) ber-taraf olmuş ve Peygamberimiz orada bulunan kalabalığa şöyle nasihat etmiştir; "Padişahınız Sultan Hamid hazretleridir. Sadakıyyet ediniz (bağlılık gösterin). Her bir emrine muti ve nehyinden tecennüb olunuz (emirlerine uyun, yasaklarından kaçının)." ferman ederek hem Abdülhamid handan razı olduğunu hem de Abdülhamid'in, kendisinin varisi ve halifesi olduğunu rüya-yı sadıkada ümmetine ders verip ihtar eder. Sonra Seyyid Süleyman Faik efendi, 'Bu rüyanın tesiriyle vücudumdaki titremeden dolayı uyandım.' demiştir.
Bu da ikinci vakıamızdı.
Buyurun şimdi de belgemizi okuyalım…

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvvsaHajiw48n5YBHjAuJ06VJcG9NFXAYTXaJ79-rZ7mvYIl6i981zljpsMxmJxc1n2KrE88kvhg_rnir2dM_IS9u3GTENV_84UqITBgGLsCVBSF2r4178KUbjZelqBBH9l1SqKaD89f0/s320/Y__PRK_AZJ__00002_00057_001_001.jpg




Şehr-i ramazanü'l-mübareğin yirmi beşinci ve altıncı ve yedinci gecelerinde âlem-i manada ale'd-devam hazret-i fahr-ı âlem ve nebi-yi muhterem sallallahü teala aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri Üsküdar'da bir çok efrad-ı müctemi'a ile beraber gailenin def'i zımnında Mabeyn-i Hümayun-ı Mülükane'ye  teşrif buyuracaklarını bi'l-irade mahall-i maksuda teşrif buyurdukda tevabi'inin bir kısmı taşrada bırakıldığı halde bir kısım da doğruca Yıldız Saray-ı feyz-ihtivasından içerüye girdiklerinde padişah-ı âlem-penah efendimiz hazretlerinin eda-yı salat ile meşgul oldukları manzur-ı sami-i risalet-penahileri buyuruldukda yümn-i saadetleriyle zat-ı hilafet-penahinin mahal-i kesifini üç defa mes iderek zat-ı hazret-i padişahiyi namazda bırakıp dışarıya çıktıktan sonra artık 'gaile bertaraf oldu' deyu şeref-vaki olan irade ve ferman-ı risalet-penahileri üzerine cemaat-i mezkureyi müstashiben doğruca hırka-i saadete avdet buyurup cemaat-i mevcude ifa-yı ziyaret olunduktan sonra yine o heyet-i müctemi'a hazır oldukları halde tekraren, "Gaile bertaraf oldu ve padişahınız Sultan Hamid hazretleridir. Sadakıyet ediniz. Emrine muti ve nehyinden tecennüb olunuz." yolunda bir takım nasayih ve iradatta bulundular. Bu rüyadan vücuduma ârız olan lerzenin tesiratıyla derhal bi-dar oluyordum.
Kendü hattıyla yazıldı.

Maden-i hanedandan
bende
Es-seyyid Süleyman Faik


Zafer Şık

Bir Çay Söyle

Ekim 23, 2018


Çay kelimesinin ebced değerinin ondört oluşundan mıdır bilinmez ama çay hem içeceklerimizden en vazgeçilmezi hem de milli içeceğimiz oldu. Çaya dair Osmanlı devrinde bir çok eser yazıldı. Mehmet İzzet'in Çay Risalesi en bilinenlerin başında geliyor. Hâlâ makaleler yazılıp araştırmalar yapılıyor.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEibB0vklQqD5eYr7EA_r3kJhlw_EDVZ1_X2S6OF4lN3gW7cjB1GcLhQ97U1wo-TM18A8zxnDnjwS-JbOVl71aSBJNear8s8SRRI6hhXL_t3sxKZHzEtTMWEEdaKhOFhiASFH-5PgQUCemQ/s320/Mehmed+izzet+-+%25C3%25A7ay+risalesi.jpg

Çay Risalesi


Kültürümüzün bir parçası haline gelen çay vesilesiyle dostluklar daha bir demlenir. Adettendir, misafirliğe gelen kişi 'yeter' demeyene kadar muhakkak çay ikram edilir, 'Bir bardak daha içermesin?' diye sormak ayıp kabul edilirdi.
Hatta Osmanlı arşivinde 'çay ziyafeti' verildiğine dair kayıtlar dahi mevcut.
Bediuzzaman Said Nursi hazretleri üstadımıza ithaf edilen, 'Çay koy keçeli, yeniden başlıyoruz.' sözü çoğumuz için yeni bir umudun sembolü mahiyetinde.
Muhabbetlerimizin vazgeçilmez içeceği çaya dair bir çok sloganlar dillendirilip güzel sözler kağıda döküldü ve nice teşbihler yapıldı.
'Çayı ve kahveyi şekersiz için ama şükürsüz içmeyin. Ne de olsa şükür, en güzel şekerdir.' emsali nice sözler… Keza;
"Bir bardak çay nafile
İki faide, üç kaide
İç dördü at derdi
Madem vardın beşe
Sür bir onbeşe" gibi sözlerle de çokça çay içme bir düstur olarak aşılanmıştır. Yalnız her şeyin aşırısının zararlı olduğunu bilmek için hekim olmaya hacet yok.
Ya ne demişti Cahit Zarifoğlu:
"…ve oturdu mu bir masaya hakkını verir çay içmenin…"
Tıp aleminde siyah çaya zararlı diyen de var, çokça faydalı olduğunu dile getirenler de var.
Sular kesildiğinde, 'Ne yani, çay içemeyecek miyiz?' diyen de, onsuz kahvaltıya oturmayan da biziz.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDK5WELdy8Zo_uDpx5FxwCxN1RZfdGRqDu1fXJvLol8m4-mW6hbfEnF3uSPwSkLEwOnkrT1nkqFVvL2JzVztSxDJ544kETpVjlpzi26hjH8_bXvJL77i3zSez88UvE-9ecGt5s2IXr4CE/s320/Besim+%25C3%2596mer.jpg


1889'da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de muallimlik yapan doktor yüzbaşı Besim Ömer'in yazdığı ve Maarif Nazırlığı izniyle tab' edilen Mükeyyifat ve Müskirattan Afyon, Kahve, Çay, Esrar isimli kitabının 85 ile 100. sayfaları arasında çayın içindeki maddeler ve çayın ne tür hastalıklara faydaları vs. detaylıca izah edilmiştir.


Aşağıdaki arşiv vesikamız da, kolera hastalığı hakkında Avrupa tarafından yapılan inceleme ve deneylerde kolera mikrobunun akarsularda bulunduğunun tesbit edildiği ve bu vesile ile kuyu ve pınar sularının içilmesi ve bol bol çay içilmesi çay bulunamaz ise adaçayı içilmesinin ahaliye tavsiye olunması hakkında irade-i seniyyedir.
Yani padişah tarafından, hastalıklara karşı ahaliyi çay içmeye teşvik etmiştir denilebilir.
İrade-i seniyye; Osmanlı Devleti'nde özel veya resmî bir iş hakkında verilen padişah emridir. Önceleri sadrazamların arzları üzerine, yani telhis ve takrirlerin üst kenarlarına yazılan padişah mütalaalarına "hatt-ı hümâyûn" denilirdi. 1839'dan itibaren ise padişah emirlerine "irâde, irâde-i şâhâne" veya "irâde-i seniyye" denilmeye başlanmıştı.
Tıbben birçok faydası olan ve metinde de,ifade edildiği gibi kolera gibi çeşitli hastalıkların adeta tabii ilaç vazifesi gören çay için, 'çay ömrü uzatıyor ' desek pek de mübalağalı olmasa gerek.


Arşivlerde Osmanlı Türkçesi olarak en eski Çay Risalesi, Damadzade Ebu'l-hayr Ahmed Efendi'ye aittir. Elbette çeşitli tıp kitapların bahse geçen fakat ayrı kitap halinde neşredilmeyen anlatımlar da var.
Bu esere ait bazı mühim yanlışları da tashih etmek istiyorum; bu küçük Çay Risalesi, Farsça telif edilen Yûsufî'nin eserinin birebir çevirisinden ibaret değildir. Latinceden ve Avrupa'da neşr olunan bazı tıp kitaplarından ilaveler de yapıldığı zaten eserin içerisinde zikredilmiş. Bir diğer husus; kitabın telif yılı bir çok yerde yazıldığı gibi 1731 olduğu kat'i değildir. Eserin, hicri 1130-1143'te yani 1718-1731'de arası bir zaman diliminde kaleme alındığını müstensih ifade etmiş. Damadzade Ebu'l-hayr Ahmed Efendi hicri 1144'de Şeyhulislam, 46'da azl ve 1154'te de vefat etmiştir.


Gelelim belgemize…
13 teşrinisani sene 1308 (25 kasım 1892) tarihli olup Erzurum, Van, Trabzon, Sivas, Bitlis, Mamuratülaziz (Elazığ), Edirne ve Kosova vilayetlerine yani valilerine hitaben yazılan 2. Abdülhamid'in emridir. Metinde geçecek olan 'âdî çay' ifadesi 'sıradan, âdet olan çay'ı yani günümüzdeki siyah çayı ifade etmektedir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTyIa9zr8XBa7hUkIleibnb26-3Qkst-cvpGZdEwiDPb_48YWZlUR3CoPq08jv0cLFr2C5jmCqlFCRiwOKpw8zKtzjAzTCtLPzJ6cruTB2n7pKmaFgGOCgyL537ktJrx-txB_NwNwT-vg/s320/BEO_000112_008338_001_001.jpg





Erzurum, Van, Trabzon, Sivas, Bitlis, Mamuratülaziz, Edirne ve Kosova vilayetlerine

Kolera hastalığı hakkında Avrupaca icrâ olunan tedkîkât ve tecârib neticesinden anlaşıldığına göre kolera mikrobu miyâh-ı câriyede yaşayub en ziyâde o vâsıta ile sirâyet etmekte olduğundan hastalık olan mahallerde ahalinin mu'tadları vechle akarsuları içmeyub kuyu ve pınar sularıyla kaya aralarından çıkan suları içmeleri ve bu nev' sular bulunmadığı halde miyah-ı cariyeyi kaynattıktan sonra şurb ve istimal etmeleri ve âdî çay bulunmadığı halde, her yerde bulunanilen adaçayının sık sık içilmesi için ahaliye, köy imamları ve sair icab edenler vasıtasıyla icra-yı nesayih ve tefhîmât olunması şeref-sâdır olan irâde-i merâhim-âde-i cenâb-ı hilâfet-penâhi iktizâ-yı âlîsinden olmağla mûcebince iktizâsının sür'at-i icrâsı matlûbdur.


Lügatler:
Tedkikat (تدقیقات): İncelemeler
Tecarib (تجارب): Denemeler, tecrübe etmeler
Miyah-ı cariye (میاه جاریه): Akarsular
Mu'tad (معتاد): Alışılmış hal
Şurb (شرب): İçmek
Nesayih (نصایح): Nasihatler
Tefhimat (تفهیمات): Anlatmalar
Şeref-sadır (شرفصادر): Şerefle çıkan (padişah emri)


Zafer Şık

Satılık Cami Var, Almaz mısınız!

Ekim 17, 2018


1932 ile 1950 tarihleri arasında Arapça ezan yasaklanmış ve 18 yıl 'Allahu Ekber' senine hasret kalmıştı bu millet. Tabii sadece ezan yasaklanmamıştı; yüzlerce cami, cami arsaları, mescidler de satıldı.
Hep aynı bahane-sebeple satıldılar; harap, metruk, ihtiyaç fazlası vs. Tek kalemde 8-10 caminin satıldığı kararnameler de var, 20 caminin satıldığı kararnameler de. 'Bazı cami ve mescitler' ibaresiyle ucu açık satış kararnameleri de var.  Türkiye'nin her şehrinde ama her şehrinde camiler, cami arsaları, mescidler satılığa çıkarılmıştı. Bunların içinde bankalara satılan da var, CHP'ye satılan da. Şaka veya yalan değil. Müslüman, şakası da doğru olandır zaten. Eylül 1928 tarihli Osmanlıca belgemiz çevirisiyle beraber CHP'ye satıldığının ispatı da aşağıda. Tek partili o dönemde, mevcut hükumet, kendi partisine cami arsası satmış. Tabii o zamanlar CHP'nin adı Cumhuriyet Halk Fırkası idi. 1935'te adı Cumhuriyet Halk Partisi olarak değişti. Hatta kuruluşundaki adı Halk Fırkası'dır. Yani adı Halk Fırkası olan bir parti, halka ait camileri halkın elinden 'kararname' ile alıp satmıştır. Anladınız mı halifeliğin neden kaldırıldığını? Fazla söze hacet yok.
Şimdi arşiv vesikalarımıza bakalım;

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzhHhCHQureQfo1XWNZ1bcfYcTMSc5GpZ43fB_JERnocd_YIOl22uRomMDP_M8w2kZmy-ZyWND1YVw808Hy9q2LT2e5ouM7PQpRdTzHNdgHdZjt5DwbvE1TytwHLc64NjlPnMHq_WXjW8/s320/030_0_18_01_01_030_54_015.jpg



Türkiye Cumhuriyeti
Başvekalet
Muamelat Müdiriyeti
Aded 7083

Kararname

İstanbul'da Aksaray yangın yerinde yanmış Kara Mehmed Paşa Camii arsasının Cumhuriyet Halk Fırkası fukara kadınlar çalıştırma yurdu binasının önüne tesadüf etmesine ve burada ihtiyaca kâfî camiler olmasından yeniden yapılmasına lüzum olmadığı cihetle mezkür cami arsasının mevzu bahis binaya ilave olunmak üzere beher metro murabba'ası takdir olunan iki lira bedel ile Cumhuriyet Halk Fırkası namına terk ve tefvizi, Evkaf Müdiriyyet-i Umumiye'sinin 25 ağustos 928 tarih ve 96 numerolu tezkiresiyle vuku' bulan teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyeti'nin 6 eylül 928 tarihli ictimaında tasvib ve kabul olunmuştur.
6 eylül (1)928
Reis-i Cumhur
Gazi M. Kemal

Hariciye Vekili
Tevfik Rüştü

Dahiliye Vekili
Şükrü Kaya

Müdafaa-i Milliye Vekili
Mustafa Abdülhalık

Adliye Vekili
Mahmut Esat bey efendi seyahatte

Başvekil
İsmet

Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili
Doktor Refik

İktisat Vekili
Mustafa Rahmi bey efendi seyahatte

Nafıa Vekili vekaleti
Mustafa Abdülhalık

Maarif Vekili
Mustafa Necati

Maliye Vekili
Saraçoğlu Mehmet Şükrü bey efendi seyahatte


1928'de vuku' bulan meş'um harf inkılabından sonra gerçekleştirilen 4 Aralık 1929 tarihli Kararname metni;

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkETyOtTM6J-mG2_7lqovlvMMs4x9OQ_R5rjyDzCw57SY6Ew3jQ63ZRF9n_zwNkMEZGmy0r6mmvAhajyAELhJ1dihvi0SXG9x37bRoI5Lb6R9NwyrdEarlRcqhfhI82gbp1qeNe9rvCCo/s320/030_0_18_01_02_6_59_009.jpg



"Mahal ve mevkilerine nazaran yeniden yapılmalarına lüzum olmadığı anlaşılan Denizli'de harap ve metrûk Karaman ve Küçük Karaman camileriyle Bağlararası ve İncirli mevkiindeki iki mescidin satılmalarına izin verilmesi, Evkaf Umum Müdürlüğü'nün 2/12/1929 tarih ve 71438/116 numaralı tezkeresiyle yapılan teklif üzerine İcra Vekilleri Heyetinin 4/12/1929 tarihli ictimaında tasvip ve kabul olunmuştur.
4/12/1929
Reisicumhur
Gazi M. Kemal


Devlet arşivlerinde, kararname ile satış kaydı bulunan bazı camilerin satılış tarihlerini belge özetiyle beraber paylaşıyorum;

— Çorum'da Piribaba Kabristanı ile dahilindeki cami ve türbenin Belediye ve İdare-i Hususiye'ye satılması. 27.11.1929
— Denizli'deki Karaman ve Küçük Karaman camileri ile iki mescidin satılması. 04.12.1929
— Edremitteki terkedilmiş Camii ile ilgili yerin açıkartırma yoluyla satılması.19.02.1930
— Gümüşhane'deki Şekerci Pilav Camii ile, Hacı Paşa Mescidi'nin müzayede ile satılması. 26.04.1930
— Divrik'deki Kara Mehmet Ağa Camii'nin satılması. 25.03.1931
— Evkaf'a ait Kızılbey Camii arsasının bedeli karşılığında, Emlak ve Eytam Bankası'na satılması. 09.08.1931
— Elaziz'in Maden ilçesindeki Kallar Camii ve arsasının takdir edilen bedelle Bakır Madeni Şirketi'ne satılması. 12.08.1928
— İstanbul'da Aksaray Karamehmetpaşa Camii arsasının Cumhuriyet Halk Fırkası'na satılması. 06.09.1928
— Bayburttaki Hakkı Efendi Mescidi'nin satılması. 12.11.1933
— Bursa'nın incirli Mektebi bitişiğindeki vakıf evle, Hasan Efendi Camii arsasının Maarife satılması. 15.11.1933
— Çankırı'nın Orta bucağı merkezi ile civar köyleri arasındaki kırda evvelce yaptırılmış olan caminin satılması. 27.02.1934
— İstanbul Yedikule'deki Muhiddin İlyas Çelebi Camii'nin satılması. 12.07.1934
— Çorum'daki Alaybey ve Hacıhasan mescitlerinin satılması. 24.10.1934
— Tekirdağ'da yıkılmış Şabanzade Camii'ne ait mezarlık arsasının.satılması. 27.10.1934
— Çorum'daki Çanakçı Mescidi'nin satılması. 18.11.1934
— Ankara'daki Tülüce Mescidi'nin açık artırma ile satılması. 07.02.1935
— Elazığ'ın Harput kazasındaki Ahmet Beye Kale Meydanı camileriyle, Mehmetağa Mescidi'nin satılması. 27.07.1935
— Bursa Mustafa Kemalpaşa'daki Balibey Mescidi'nin satılması. 14.08.1935
— Malatya Arapkir'deki Çoban Süleyman Çavuş Camiinin peşin para ile satılması. 08.08.1935
— Bursa'daki Alaca mescidinin pazarlıkla mahalli özel idareye satılması. 19.08.1935
— Bazı cami ve mescitlerle arsalarının.satılması. 02.03.1936
— Çanakkale ve Maraş'ta bulunan bazı cami ve mescidin satılması. 25.03.1936
— Babıali'deki İbrahim Paşa Camii ve arsasının, Karagümrük'teki Apardı Muslihiddin tekkesi ve mescidinin satılması. 01.04.1936
— Bazı cami ve mescitlerin arsalarının satılmasına izin verilmesi. 13.05.1936
— Bedelleri hayır işlerine tahsis edilmek üzere bazı cami, mescit ve arsaların Vakıflar Kanunu'nun 10. maddesi hükmüne göre satılması. 11.06.1936
— Vakıflar Umum Müdürlüğü'ne ait çeşitli cami, mescit ve tekke binası ile arsalarının Vakıflar Kanunu'na göre satılmasına izin verilmesi. 29.07.1936
— Bazı cami, mescit binaları ve arsalarının satılması. 14.08.1936
— Bazı cami, mescit ve arsalarının satılması. 04.09.1936
— İstanbul'un Yavedud Mahallesi'nin Toklu İbrahimdede Sokağı'nda bulunan türbe ile arsasının ve Cihangir'deki Firuzağa Camii bahçesinin satılması. 15.09.1936
— İstanbul'da Yavaşca Şahin Camii ve Tekke Arsası'nın, Zile'de 7 caminin Niksar'da 5 caminin, Bergama'da 4 mescidin satılması. 29.09.1936
— Bazı cami ve mescitlerle, cami arsalarının satılması. 15.10.1936
— Bazı cami ve mescid arsalarının Vakıflar Kanunu'na göre satılmasına izin verilmesi. 14.12.1936
— Havza ve Akhisar kazalarındaki cami ve mescitlerin Vakıflar Kanunu'na göre satılması. 02.02.1937
— İstanbul Galata'daki Yeni Cami arsasının satılması. 10.03.1937
— İstanbul Tophane'deki Gülşeni Tekkesi arsası ile Ordu Fatsa'daki Medrese adındaki caminin satılması. 02.04.1937
— 20 parça cami ve mescidin satılması. 24.04.1937
— Edremit'teki Yıldırım Camii'nin satılması. 06.05.1937
— Tarihi ve mimari kıymeti olmayan ve tasnif harici kalan 5 caminin satılması. 07.09.1937
— Galata'da Yeni Cami arsasının Vakıflar İdaresi'nce satılmasının kanunlar çerçevesinde yürütülmesi. 09.03.1938
— Sarıkamış'ta yeni bir cami yapılacağından Rus Kilisesinden çevrilmiş eski caminin satılması. 17.05.1938
— Adıyaman'daki Musalla Vakfından harap caminin satılması. 02.07.1938

Bunları ve daha yüzlerce örneğini www.devletarsivleri.gov.tr adresinden indirebilirsiniz.

Zafer Şık

Not: Bu yazımızı ayrıca 
Risale Haber'den de okuyabilirsiniz.

Yunus Emre Ne Naman Yaşamış?

Ekim 12, 2018

İki Yunus Emre'den bahsedilir. Bizim meşhur Yunus Emre'nin ise 13. yy'da Mevlana döneminde yaşadığı hep yazıldı çizildi. Elimdeki 1626 tarihli yazmada ise durum böyle değil maalesef. Yıldırım Bayezid dönemi ulemaları arasında Tapduk Emre ile beraber zikredilmiş bizim Yunus. Şöyle yazıyor;
"TAPDUK EMRE sahib-i uzlet azizdir ve sahib-i irşad ve ehl-i keramettir. Sakarya Suyu kurbunda bir köyle olurdu (olurmak: oturmak). YUNUS EMRE, Tapduk Emre musahibidir (arkadaşıdır). İlm-i tevhidde makam-ı âliyeye erişmiştir."

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixjBfWN64-7sG68Xcyn5VEWTmpLG0zz-x0uua9hZ35-D5p7S44LAWYsYlNLdipfZpRZ8b7tIqWFPn9Qts7O2Cu7N1_SXhezYmOMrjhn96TqxABH-T0MpyLF7LjLmCzGsf1cSPzRirPfOE/s320/FB_IMG_1540538646823.jpg

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTFOeitny8JGxiYn4aznUf1_RCQU2HTT14tIbF71gniMj6hO_zynTXXIhJ9jF7rFu9AokVlqh0n2yKU0QS1rSTJWsQXFVVt25Cf43QZEKXpucjrhhNovtmfmaPEFgzqD7FzJoLN-Qh6NY/s320/Screenshot_20181012-142217_Drive.jpg

Tevarih-i Âli Osman / Abdülgani Efendi

Şemseddin Sami'nin Kamusu'l-A'lâm eserinde Yunus Emre'nin hicri 843'te yani 1439'da vefat ettiği yazılıdır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpwZHGWqkgciZ3tVlWO6uCtK2jxvYaa4xoeurZERa8CpJtrk_IWnijthJkG3Y2VLXSLG7rbrb1zQszPASfaoVR5Hoir8zyri8ZZOXBXeTT4K5E0R9YCq3yR09IRRQd2lysspBRVERKaN4/s320/828-1.jpg


Lugat-ı Tarihiye ve Coğrafiye'nin müellifi olan Yağlıkcızade Ahmet Rıfat da Şemseddin Sami ile aynı görüştedir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6GHSCrOv9W8V7DfMldLDMF0lazqeNhk9Bn2ZOG3HUNytzLgdGlg6fsz1qz9gLowLSZPNeE8pfys0mE46NFGP-tWVlMy6fgWWkv1vh5moqvSa8oJdFm5omxqvy9yyZKuTyAYlFC00N_T0/s320/255-4.jpg

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7cpwnTA7eYzcgZ5Cp2-Dqzv2lBuX4s4U23fashf2GRkWMYDykt987NgxuxmnvgM4Qo5bVpVScSjMls81oeBgKplC_xJkAJLoBK-VwUqCftnaKIndk3wyBdjL5IlLOEmub2HFfXPFfXWM/s320/256-1-1.jpg



Aşıkpaşazade'nin Tevarih-i Al-i Osman eserinde ise Yunus Emre'nin Sultan Orhan zamanında yaşadığı ve müstensihin notunda hicri 743'te vefat ettiği yazılmıştır. Yani 1343 tarihinde. Yukarıdaki iki eserde 843 olan tarih burada 743 olarak kaydedilmiştir. Günümüzde yaygın bilgilerinde ise miladi vefatı 1321 olarak yazılıdır. Ayrıca Yunus Emre'nin müridi olduğunu yazan Aşıkpaşazade, Taptuk Emre'nin Hacı Bektaş-ı Veli'ye, 'taptuk sultanım' demesinden sonra bu adı aldığı ve taptuğun biat etme manasına geldiğini de yazmıştır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZnD4yNxSR51KXGGJ-XwDzeA_iYDlN7HDG7dagTy7bpU0j-Ln3LLrG36Bd4beGpNMwn__f8mc2x1NWx9yOSNruKjcY46aPioxSNAus61PYcxocQfpVXRBaBqbUhhKOB_r4LAR1op5fyiI/s320/Screenshot_20181012-172352_Drive.jpg


1944 tarihinde Yurt ve Kültür Dergisinde H. Duru, Yunus Emre'nin kabir taşının Arapça ve siyakat hattıyla hicri 790 (miladi 1388)'de vefat ettiğine dair bilgi olduğunu aktarmaktadır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvOr8K0t74YMk4VrgsBbFDwcTfTbpdYEshLG752iyzoeq_gpgReAp_DYAWTyasAr2qt7p-4z-ItPMMEjz9e7DdBKh6lIWoPHxqVvST9kPeFS-QzeCfSTC8m-49L27RTf350p9D9rITYDw/s320/Screenshot_20181031-090822_Drive.jpg

H. Duru: Büyük Şair Yunus Emreye Ait Soruların Cevabı, Yurt ve Kültür, Sayı 76-77, Ağustos-Eylül 1944, s. 16-18. 

Ayrıca Karaman'da bulunan bir Yunus Emrem var ki bu zat şair olan Yunus Emre ile karıştırıldığı görülmektedir. Biri Yunus Emre, diğeri Yunus Emrem. Karaman Larende'de bulunan Yunus Emrem'e ait devlet arşivlerinde onlarca kayıt var ki hepsinde de Yunus Emrem (یونس امرم) olarak geçmektedir.
Mesela siyakat hatlı bu vesikada;

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhy6D6rzEFmml6Y6r0HLW1pSCwV2oLW2sjR_hHTHXsFPgur1Xk-lHc0z6EXr-NdFIKfGVbxRu8ekQhGDl4xEaU3Qty_P4NsjwWeaGoAALkshCSHyvU5ss_y8bW2s4ZakZtLNfSxwL1DLFQ/s320/Screenshot_20181031-095143_Gallery.jpg

"Ber-mûceb-i defter-i hazîne
Vakf-ı zâviye-i Yunus Emrem der-nefs-i Larende" ifadesini görmekteyiz.

Yunus Emre'nin bazı şiirlerinde "Yunus Emre'm" ifadesini kullanması da karışıklığı çoğaltmış kanaatindeyim.

Taşköprî-zâde İsâmeddin Ahmed b. Mustafa eş-Şakâ'iku'n-Nu'mânîye fî Ulemâ'i'd-Devleti'l-Osmaniyye isimli Arapça eserinde Yunus Emre'nin Yıldırım Bayezid döneminde yaşadığını yazmıştır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgf5USmfsPkIodMT4x-cSNj7MjMdBZ_rCOqGFqTy4gVws0qTlmqa01IaX2chb_qUZ0fZqjMlbDsairlHwrQ6J1nNXYjNe7cfQo85iobkLgohUe1sSkSBOrKaO9buVDj-gViqRiQH-uD3mc/s320/Screenshot_20181102-134009_Drive.jpg

eş-Şakâ'iku'n-Nu'mânîye fî Ulemâ'i'd-Devleti'l-Osmaniyye (Arapça)

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEQRQvD5bRpCh5It8kkeMopOP2vc1SZFc2mEe1FUJiP9H-hIYAysRlTadL0s5xyBLeoczoovqWxGrVyKFlkkXJde_EpiIxy88QtbIr0US3T7EA3czD1XvBfs2TYA8iuLezTN4psXMbKok/s320/Screenshot_20181102-105027_Drive.jpg

eş-Şakâ'iku'n-Nu'mânîye fî Ulemâ'i'd-Devleti'l-Osmaniyye (Osmanlıca Tercümesi)

Başka Mehmed Fuad Köprülü 'İlk Mutasavvıflar' adlı eserinde olmak üzere bazı kişiler de, Yunus Emre'nin;
"Tarih dahi yediyüz yedi idi
Yunus canı bu yolda kodu idi"
Beytinden yola çıkarak 707'de vefat ettiğini iddia ederler. Bazıları da bu tarihin Yunus'un Taptuk Emre ile bu tarihte tanıştığına işaret olduğunu idda ederler.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipcEV2_kHhLVYMjMgv9a91x9IfTHVqrzYN1p_t0DZg-ZawFOKWLVokTxAtbYg0sWnCfR3oR4F8WiLrdP76ylTTqMbwLm1KfaHeSPvpRiVfdWVPNkkhGFmazfA7hMqotVWoqnJ36AxE1ng/s320/Screenshot_20181102-101128_Drive.jpg



Yunus Emre'nin hayatı arşive dayanarak yeniden yazılması gerekiyor sanırım.

Zafer Şık


Kaynak: Tevarih-i Âli Osman / Abdülgani Efendi. Millet Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
Yer Numarası: 06 Mil Yz A 3035/2

Ne Kadar da Fuzuli!

Ekim 10, 2018


Tabii allame-i cihan İnternet el-Sosyal-Medya hazretlerinden daha malumat sahibi edebiyatçılarımız da var! Evirmişler çevirmişler, altını üstüne getirip Kemalpaşazade'ye ait şiiri Fuzuli'ye bahşetmişler. Ohh ne a'lâ!

Sahtesi;
Her kimin var ise zatında şeraret küfrü
Istılâhat-i ulûm ile müselman olmaz.
Ger kara taşı kızıl kan ile rengin etsen
Tâb’ına tağyir verip lâl-i Bedehşan olmaz.
Eylesen tuti’ye talim-i eda-yı kelimat
Nutku insan olur amma ki özü insan olmaz.
(Fuzuli)

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEileGVMSpKNoAHz4axysm4NLt0NaqHjYsLeH2oIwx1IMZUhYVrLpY9JjoClzanLB9KewhSNpT9c-3tH40zzEOxhnlJehY2Su8Q20FPAGBNokburGwgW9pFyVhbUMJI0c8Q9Q_6ueMVrivA/s320/Screenshot_20181009-185721_Drive.jpg


Doğrusu;
Her kimin var ise kalbinde şeraret küfrü
Istılâhat-ı ulûm ile müselman olmaz
Tutiye eylesen ta'lim-i eda-i kelimat
Sözü insan olur amma ki özü insan olamaz
Ger kara taşı kızıl kan ile rengin etsen
Levn tağyir olur lâ'l-i Bedahşan olamaz
(Kemalpaşazade)

Zafer Şık

Ekim 09, 2018


Allame-i cihan İnternet el-Sosyal-Medya hazretlerinin naklinde geçen ve İmam-ı Rabbani'ye ithaf edilen;

Hak kulundan intikamını yine kul ile alır,
Bilmeyen ilm-i ledünü anı kul yaptı sanır.
Cümle eşya halıkındır kul eliyle işlenir,
Emri bari olmayınca sanma bir çöp deprenir.

Kıtası Kemalpaşazade'ye ait olup arşivdeki orijinal hali şöyledir;

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi24bLfSoBTdx5KhQ1DplQK1crRCSqtzhq960pQy8i1yIYHk9TnwUyFJYl2aef868HNG0uFbC7hKNucAEq0kjKJPx47ZW1wUSKwfhbWfN82uoz5q0BIjbCjrsn456BXEPYPrqoaa4gWmqk/s320/Screenshot_20181009-092139_Drive.jpg


Hakk, kulundan intikamın yine abdıyla alur
Bilmeyan ilm-i ledünnî ânı kul itti sanur
Her işin hâlıkı Hakk'dır kul elinden işlenür
Sanmayasın ilmiyâ âlemde bir çöp tebrenür

Zafer Şık

Belgelerle Fatih Sultan Mehmet, Hangi Tarihte Doğdu ve İstanbul'u Kaç Yaşında Fethetti?

Ekim 01, 2018


Arif Nihat Asya'nın meşhur şiiri/marşı olan Fetih Marşı'nı bilmeyenimiz yoktur her halde. Özellikle nakarat olarak da geçen "
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!" mısraı, şiirin bile önüne geçmiş ve dillerde pelesenk olmuştur.
Bugün resmî ve gayr-ı resmî bütün kitaplarda Fatih'in İstanbul'u 21 yaşında olduğu yazılır. Hatta Yeniakit'te bu 19'a kadar bile düşürüldü (
www.yeniakit.com.tr/haber/fatih-sultan-mehmet-istanbulu-kac-yasinda-fethetti-438200.html). Peki bu iddiaların muteber kaynaklara ve birçok arşiv belgeleriyle ispatlanmasına ihtiyacı yok mu? Açıkça ifade edebilirim ki Osmanlıca yazılı onlarca kaynaktan sadece bir ikisinde bu bilgi vardır. Sadece bir iki esere bakıp onlarca muteber kaynağı yok saymak tarihçilikle bağdaşmaz bir durumdur.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMnvzGcOGNWmMj9I3VLrrIGvu2GVqHhEDXEfbmSu64te3lE37Cnwmqfow7koQZio7okzq_7CjR3L5lmhMgfMxgrY0CthnpKnoID5TA9tDcIZsDUBRi6fa9gcV1U4WGjZJHmbwczsXV-2g/s320/unnamed.jpg



Yakın dönem mühim tarihçilerimizden olan merhum Halil İnalcık hocamızın, Fatih'in 27 Recep 835' de doğduğunu yazması Behcetü't-tevarih ve İbn-i Kemal'in Tevarih-i Âl-i Osman eserleri gibi oldukça sınırlı kaynakta geçmektedir. Bu sayının 5 misli kadar muteber kaynaklarda tarih 833'tür.
Özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde mekteplerde ve birkaçı Darülfünun'da ders kitabı olarak da okutulan, Cam-ı Cem Ayin, Solakzade ve onlarca kitabı tedkik ettim ve hemen hemen bütününde Fatih Sultan Mehmet'in hicri 833 tarihinde doğduğu açıkça yazılıdır. Sadece bir ikisinde bu tarih 832 ve bir ikisinde de 835 olarak kaydedilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de de zikredilen '
beldetün tayyibetün' (بلدة طیبة) ifadesinin İstanbul'un fetih tarihine ilâhî bir işaret olarak ebced değerinin 857 (miladi 1453) çıktığını bilmeyen tarihçi azdır. Her halde toplama çıkarma bilen herkes Fatih'in fetih esnasındaki yaşını rahatlıkla bu sayılardan çıkarır. Günümüz okul müfredatlarında ise Fatih'in 1432'de doğduğu yazılıdır. Muhtemel ki doğru dürüst arşiv araştırması yapmadan hicri 832-33 tarihini, miladi 1432 zannetmişler! Tarih alanında tezli yüksek lisans veya doktora yapanlar veya yapmış olanların çoğu, tezlerini kendileri yazmak yerine ücret mukabilinde çeviri yaptırdılar ve hâlâ yaptırıyorlar. Muhtemel ki bunların içinden şu an en üst akademik düzeye gelenler de vardır. Maalesef durum bundan ibaret! Bu cihette de yazılı tez yerine, ciddi bir 'belge okuma mülakatı' getirilebilir, getirilmelidir de.
Ha 21 yaş, ha 23-24 yaş ne fark eder düşünenlerdenseniz büyük yanılgı içerisindesiniz. Dünya tarihine imza atmış ve klasik ifadeyle bir çağ açıp bir çağ kapayan bir hükümdarın yaşını dahi -bilerek- yanlış öğretenler, kim bilir daha ne gibi yanlış bilgilerle bizi aldattılar!
Burada matbu’ ve rik'a bir kaç vesika paylaşıp gerisini sizin Osmanlı arşivi araştırmalarınıza bırakıyorum. Bu belgelerden en mühimi şüphesiz 
Câm-ı Cem Ayin kitabıdır ki, Osmanlı arşivinin en önde simalarından biri olan hemşehrim Ali Emiri Efendi (1857-1924) bu eseri matbu' olarak tab' etmiştir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0uJsel5wLRlhrJycBUb1CNDNqlZ54Jz9W-TBXDh2HWtw38uJqV0gQ5r4eAQd6GumJCRaHdCU1L7F4Gx118qmrVXlGhyphenhyphenF05Ovtw9je7tKmcaSN3K-_EP4bts56zz9dpNeo8ZDNKAFEL-4/s320/Tacuttevarih.jpg

Tâcü't-Tevârih adlı eserin 346. sayfası

Kaldı ki muteber tarihçilerimizden olan ve padişah hocalığı ile şeyhulislamlığı (22. şeyhulislam) beraber yaptığı için Cami'u'r-Riyaseteyn unvanını alan 
Hoca Mehmed Sadeddin İbn Hasancan'ın (1536-1599) yazdığı Tacü't-tevarih adlı 2 ciltlik meşhur risalesinin 1. cildinin 346. sayfasında Fatih'in  833 (selase ve selasin ve semane mie) tarihinde ve Recebin 7'si Cumartesi (yevm-i sebt) günü doğduğunu, 'Bağı Murat'ta gül-i Muhammedî açıldı.' gibi zarif ve aşikar sözlerle ifade edilmiştir.
Hazin bir tarafı Fatih'e ait bu bilgiler bazı latin harfli kaynaklarda da mevcut olmasına rağmen, hicri 7 Recep 833 tarihinin miladi karşılığı olarak da 30 mart 1432 yazarlar. Ki bu tarih 27 Recep 835'in karşılığıdır. Bu hal, bir tarihçi için utanç vericidir! Türk Tarih Kurumu'nun web sayfasında 'tarih çevirme' uygulaması bulunmaktadır. Hicri tarihi miladiye çevirmeyi bilmeyenler buraya müracaat edebilirler. Tacü't-tevârih ve Solakzade Tarihi başta olmak üzere, bu kitaplara göre miladi olarak Fatih'in doğumu 1 nisan 1430'da gerçekleşmiştir. Doğrusu da budur. Yani Sultan Fatih, İstanbul'un fethi hengamında 23 yaşını doldurmuştu.
Osmanlı Devleti'nde resmî ve özel kurumlar tarafından bir sene boyunca gerçekleşen olayları topluca göstermek üzere hazırlanan yapıtlar olan son dönem salnamelerde de o zamana kadar padişahların kısaca hayatı özetlenmiş ve verdiğimiz bilgilerle birebir örtüşmektedir. Bu salnamelerden en az elli tanesine İBB arşivinden internet üzerinden erişebilirsimiz. Keza TBMM'nin açık erişimli arşivinde de Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'ye ulaşmanız mümkün.
Osmanlı tarihinde en önemli eserlerden biri de Solakzade Tarihi'dir.
Solakzade Mehmed Hemdemî Efendi (1592-1658) 17. yüzyıl Osmanlı şairi, bestekârı ve tarihçisidir. Sülalesinin kapıkulu yeniçeri ocağına dahil olduğu bilinmekte ve babası bu ordu ocağında önemli bir mevki olan Solakbaşı rütbesinde olduğu için Solakzade olarak anılmıştır. Evet, Solakzade demiş:
"Tulû'-ı kevkeb Sultan Mehmed. İradet-i Rabbaniyye ve meşiyyet-i sübhaniyye ile sekizyüz otuzüç recebinin yedinci şenbih gününde ravza-i Murad'ta gûl-i Muhammedî açıldı. Yani Ebu'l-feth ve'l-mağazi Sultan Mehmed Han doğmakla âleme gülâb-ı meserrey saçıldı."

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSNWHi1tSQkUOdN-HiZbnksQbSlY5k_J_pqcQ9xNLhJLzPrtW3xg5NYDU8gJgsybMKomafvJiOSLrCc8XiqCoezlXKTcdinGZPdvBvw8Rshi_7S67_oxH61euruekGsDVKIKVOQWmM9hU/s320/Screenshot_20181003-144909_Drive.jpg

Solakzade Tarihi / Solakzade Mehmed Hemdemî

Osmanlı tarihinde en önemli ve büyük şeyhulislamlarından biri de Fenarizade Muhyiddin Çelebidir. 1548'de vefat eden Mehmed Muhyiddin Çelebi 12 sene şeyhulislamlık yaptıktan sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. Bu zata ait Tevarih-i Âl-i Osman eserinde Fatih'in veladeti 832 olarak verilmiştir. Bu eserin istinsah tarihi hicri 1096 olup Milli Kütüphane'de mevcuttur.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCKzJDUdX4OCItfoEQMlblQhyphenhyphenvAcHzCROprAfzkzAIaMCweX53C35HBvZRu3NJfteTxK2VJZhhLz2z_f9iW7e6PU4OVVyLhgbdAHds3y-r3rX1r8p-QazGJKGv-mbbrhk4BjMHP3ItLg0/s320/Screenshot_20181012-135105_Drive.jpg

Tevarih-i Al-i Osman / Mehmed Muhyîddîn Çelebî

Belgelerle Fatih Sultan Mehmet Han'ın doğumu ve İstanbul'u fetih yaşı;

Katip Çelebi'nin Takvimü't-tevarih'inden;

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgPv7lj2YFpqb-FYcJ-5RyoG9XY-QJM9Q5f2kqgbTOc_3m0VknJIpAn7DjPjMVr-rkidPMQEycsPsNZn6uTRU2-0_HZjq_5V5ziKHs94e6dQHUCe8uFRjR2UTUORyVDOaHPduq11wXTb-Q/s320/Screenshot_20181006-114218_Drive.jpg

Takvîmü't-Tevârîhi'l-Kâtip Çelebi / Katip Çelebi (1609-1657). Hicri 1146/1733. İbrahim Müteferrika tab' etmiştir. 103. sayfa.

Câm-ı Cem Âyîn'den:

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigPTnDLcDvcawjOjE_xcrXZKkjAkTfLlA2j6Yu-DzkVzjLW0m03Wjfa4zfqIzBptiKBr8NjHL-R4b0MZY7BEqRlw-Hr28pUTJP_Mi7uA2xR1Zj0F4qDlA76Z3nfA29HfQ1aVvXfCbg8TM/s320/Screenshot_20181002-201641_Drive.jpg

Câm-ı Cem Âyîn


"Fatih-i Kostantiniyye Sultan Muhammed Han Gazi; veladet-i şerifleri sekizyüz otuzüç şuhûrunda vâki' olub cülus-ı hümâyunları sekizyüz ellibeş müyesser olduktan sonra - el-himmetü'l-uzmâ - feth-i Kostantiniyye hadis-i şerifine mazhar düşüb ve İstanbul'u alub Ayasofya'yı cami' edinip…"

Başka bir belgede de;

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXKJsmPhKY4uvfzfYE8NbbmY5tSDu4QeB-czzP7sVWiZuiEI-8MEQJa_r1DvGOMBAN2oLpwn9gEJu2ElIi48nmHspkdwKgYdWpQE7r0m4kvDXFGawPLAPQDr3HKK_wpnJ0A42V6xMnHfw/s320/Fatihin+hayat%25C4%25B1.jpg


"Sekizyüz otuzüç senesinde piraye-i âlem-i vücud olub sekizyüz ellibeşte ikinci defa olarak taht-ı Osmanîye cülûs eyledi ki o zaman yaşları yirmi ikiye varmıştı. …"

Evet, belgelerle Fatih'in 22 yaşlarında padişah olduğu ve 23 veya 24 yaşlarında büyük fethi gerçekleştirdiği görülmektedir. 23 veya 24 dememizin sebebi hicri-miladi takvimdeki gün farklılığından dolayıdır. Kısacası hicri tarih olarak Fatih Sultan Mehmet 24, miladi olarak da 23 yaşında iken bu büyük fethi yapmıştır.
Konuşacaksak eğer belgeyle, Osmanlıca varakalarla konuşmalıyız. Bu biz Türklerin şanlı tarihi. Hatasıyla-savâbıyla bizim tarihimiz. Kendi tarihimizi kalkıp İngilizce, Fransızca, Latince vs. kitaplardan okuyup o anlatımları hakikatmiş gibi bu topraklarda anlatmak ve yazmak, ecdadımıza hakarettir.

Büyük beklenti içerisinde olduğumuz yenice tayin edilen Milli Eğitim Bakanımız sayın 
Ziya Selçuk ve konuyla alakadar sâir devlet erkânımızın bu gibi tarihi yanlışlıkları düzeltmede ne gibi gayretleri olacağını bekleyip göreceğiz artık.

2. Murat ve Fatih dönemini en iyi ve sade üskupla anlatanlardan biri olarak kabul edilen ve aynı zamanda hem Fatih devrinde hem de 2. Beyazıt devrinde yaşamış olan Oruç b. Âdil el-kazzâz kâtibü'l- Edrenevî (vefat 1501) Tevârih-i Âl-i Osmân eserinin 49. sayfasında Fatih 833'te doğduğunu yazmakla beraber, doğum günü olarak recebin 27'si demiştir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiy19hfEtMNBBe0N5_ThaWzxA3H98GHv4msgqIJ8TgMI_5XaSBjXzWn9rCdAXsu70-q2o7DX_Ph0sA5zoOfNNF6vpv8Jr6ALZaN7bJVlqlzfFYZ5WL3cqUNhZAIOkhRTGoHuy2_KgHXHkc/s320/Screenshot_20181003-183701_Drive.jpg

Tevarih-i Âl-i Osman / Oruç b. Âdil el-kazzâz kâtibü'l- Edrenevî

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhb-ytLqKHL2mtznaBrbGvREi3L3T88XsNEAgXejsq3MeeB-bGcYBJuQVhUdredSmYlmM6i0FeTyPq03387IjnCKlqJEvdzUFMX1VA21HMSfuRFDY0ZF9ofSZeIOxxdpuDxlU0KxkE7Kxo/s320/Screenshot_20181006-104716_Drive.jpg

Nuhbetü't-tevarih ve'l-ahbar / Edirneli Mehmed b. Mehmed. Matbaa-i amire, 1860

Hezarfen Hüseyin Efendi'nin 1672'de kaleme aldığı Telhisü’l-Beyân Fî Kavânîn-i Âl-i Osmân eserinde Fatih'in 833'de doğduğu yazılmıştır. Kitapta sehven 813 yazıldığını görmekteyiz.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEinUZPbstqyktScT2jeK6wKj4lH1Tj6GU1RtOOsV2AGaNiM7ApB0ijkgWS8-lRPmCkORG0tlDsOWFJTUi6qpnhfNHyFGImV6EJWomVrkPbBnSikE8t0iI0DZviTJELz8KYDPSgKg0phzT0/s320/Screenshot_20201022-134829_Adobe+Acrobat.jpg

Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyân Fî Kavânîn-i Âl-i Osmân

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghg6n-Ve7ByENvqGa29Spu0S5foUD68ceZMWBFH_PLfUj30TeC43IvVchJ76OhlAHxahrhP80WnrBymosNTW7BPbYFE0NQw9qwXMjkL5etF2IZAoQyO4MSGf8k_0RySA775NKc8bWK-OM/s320/Screenshot_20181006-112725_Drive.jpg

Esmarü't-tevârîh / Mehmed Şem'î, h.1267

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9vMB7B3Wirq0oFpk5ciWIkTivCXqCpgmBp1x-2g8Chyphenhyphen_3P9pl904Ik0lIngl7fPP5pE8D8A8_QDavQDf-pV_SeYYP08tpzfTbb0byzjuCc2-0TLJ8D2zuSKhf23pvww8XwBrt_S2HHLw/s320/209-3.jpg

Kâmusu'l-a'lâm lügatinden

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-DdKYDwaaa6Is7M4COV-jOzaL_4PNWPyu7rqT1cWXuSKp0ajQ8hRrhsyFqDA70dp8Wo5imVGvoBgctGguV0ERKptgxHeNJq7aXt4UYsohGLga9BPjG9TmbmdmQ0LrCiB3FXafRW954Xs/s320/Tarihi+salat%25C4%25B1ni+osmaniye.png

Târih-i Selâtîn-i Osmaniyye'den

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbdAVSJd2YzWjX-IjXeoutESb6kXRl_GBNDld_JPZ3YVGr1zW2IeL6yUfv16y3wU6ARRGkG8jU8_L8cuBivLUfVM40XW1gG7JUSiMTZ1rEU53SBmaAueGQ182_UidKgqRuw7hYwuSYa4Q/s320/M%25C3%25BCkemel+Osmanl%25C4%25B1+tarihi.png

Mükemmel Osmanlı Tarihi kitabından

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhx0c_imyO1TCjfsWaUqFjRuGjBTFTegGLG8Wel1DerpX0TCmE0wo3Wt04ZmVvIS_M9WIEGGSY7cXEsR8mkeuGWUzQppfcuMSAS5hzO9j7SXoU8C_f_IliRnZ6aDNVLxv8I3AM7VuxK5VE/s320/Screenshot_20181006-111728_Drive.jpg

Mir'ât-ı Târîh-i Osmânî / Müellifleri: Sami, Aziz, Şevki. Ortaokullarda (Rüşdiye) okutulmak için yazılmış bir Osmanlı tarihi ders kitabı.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwPV-Vj1bQ0M1uPJQJFF4tqTmBfrQC8nuiRxQpoFJpomVWElgZ9IC1houFyZux2Ig8Gx_UDjpaikMCq5C-82FwHj1Q3fowJZnGTHP9fhtRw33bAsQ-2aoBHvRvrRftHpU54ZUYLyzhcvc/s320/Screenshot_20190228-102812_Drive.jpg

Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye


Bazı kaynaklarda da Fatih'in 7 recep 833'te cumartesi doğduğu yazılıyken veya 834 yılı rivayet edildiği notu düşülmüştür.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ4ggSJk-_S6CC3_jF9FXShvPqr_gURO8OsOK58TqkzXRrTc8P_W1Fn62TMv18c7mJ_ehSKhOJTSRMHkmRugVytrJChmeLAHzJueF8xjhY83uoOy0EFRybEUfKMVNxp04H9kUGRN0gisQ/s320/Screenshot_20181003-070827_Drive.jpg

Sahaifü'l-ahbar / Müneccimbaşı Dede Derviş Ahmed; 3. cilt, sayfa 365


Lütfi Paşa'nın meşhur eseri Tevarih-i Al-i Osman'da, Tacü't-tevarihten Farsça bir beyit iktibas ederek, Fatih'in veladet ve vefat tarihini yazmış.
Farsça beyitte geçen; "هشتصد و سی و سه" tarihi 833'tür.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqgL_jZPshyBLfjmkM0HWRGuYWfj3RlwzF-XRnlmjeq-Jm708NyHk1BinHqshCwhTcZretXoJmJhRSvJN77IipUW8WmQods3fEd4TAkMDsRblXPF-bwfpXdm_HQnPhZ4i6GGvv1r9hkok/s320/Screenshot_20181003-081034_Drive.jpg

Tevârih-i Âl-i Osmân / Lütfi Paşa (Haşiye olarak)


Lütfipaşa kitabında Fatih'in babası 2. Murat için;
"Hicretin sekizyüz otuz üçünde sefer etmeyip Sultan Mehmed vücuda geldi." demiştir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIqWXwO_TeaKODQvZha564rux-SiZW9sLXmNGdfVox7uH_8VRzv1L_13N9-SlnqDI2ebpPhcXWJnQJicMMatpxkL_rHTKmPyVDs8x21tCS5Rnl0RNqhkm0i-gftymWlgPsMIfauI1evZ8/s320/Screenshot_20181003-093907_Drive.jpg

Tevârih-i Âl-i Osmân / Lütfi Paşa, 88. sayfa

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigw1Q-l11wi1JOMCqfn4Tq-VZxKs_NSzq6pxE7xbnkMLxo21wXqhajQIiCDQ14zRhJi2diUl-dyFE-H2bgINomBvNMzwRwPctETC1HGgZr3Nj2WRAReny4TT-mwAJ0jv0vmJkDxgZxHIo/s320/Screenshot_20181006-103333_Drive.jpg

Tarih-i Devlet-i Osmaniyye / Abdurrahman Şeref. Karabet matbaası 1315, 2. cild, sayfa 155

Farklı Yazanlar:

Aşıkpaşazade Tarihi kitabında ise o döneme kadar gelen padişahların bilgileri, genel olarak bilinenin dışındadır. Mesela Fatih için, 'Babası vefat ettiğinde 17 yaşındaydı.' yazılmıştır. Sair padişahların hem yaşları hem de saltanat müddetleri burada 2-3 sene farklılık gösterdiği görülmektedir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiotqB1y14V_S7GXcZ3nfhryjSceH2bsaa_jBHKa31INBKgNaN_5cG2hUY4BgTI_teR93PafnoasSz4kAqijf7FU6YVrZS77D6Rc4k97G2u1ToIlBj4fAe_R7HVp_h-YabZjItPcPTb1MU/s320/Screenshot_20181003-134012_Drive.jpg

Tevarih-i Al-i Osman / Aşıkpaşazade

Fatih Sultan Mehmed'in 27 Recep 835'te doğduğunu yazan ve aslı Farsça olan eser olan Behcetü't-tevârih'i Şükrüllah b. Şihabeddin Ahmed Amasi (ö. 864 H.) yazmış ve daha sonra da Mahbûb-i Kulûbi'l-ârifîn kitap ismiyle Mustafa Farisi Osmanlıca'ya çevirmiştir.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEif398ouRqk_JJ2U9umk7TOt6PF1K7LC2ABPz0NFLIx7kcVvDOajHNs6YX6x5jCr2tWyfD2KanHIndkLai_ofhOikEys8N66vNwO9O56MDYOKrXZSIEyiqqccqa6gIUnaBVnCHB_4zEMNI/s320/Screenshot_20181003-153917_Drive.jpg

Behcetü't-tevarih'in Türkçesi olan Mahbûb-i Kulûbi'l-ârifîn, 525. Sayfa

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5SD5War8tBHXx7YzRg_J1V3Ib-tYc-zzd0C60CFeizL7Do0upcrkRcfe21viWyE9okn-9OR-FHVcOMuSCXQ9YiYEVu-uv5z4xNLx6BYBJ574Q1jqRJAlyg02tLtsQWH011KcxWmSlfAE/s320/Screenshot_20181009-214311_Drive.jpg

Tevarih-i Âl-i Osman / İbn-i Kemal (Kemalpaşazade). Sayfa 611



Mehmed Çelebi'nin (v.1571) Tarih-i Küçüknişancı isimli kitabında da Fatih'in 835'te tevellüd ettiği yazılıdır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaf43FR396LEhWUQu_iNJ88iTIHZTj2Ncsud1hOFabSXLMrZChTOTojUYIazHWW9qEtGkNKsqa6CbZQMSkRYuwSFmCd1QHaxclgmeI1A0WonL7Tnr8MR5jwHqlPtcW2hVc-fiXaUR58mM/s320/Screenshot_20201022-141913_Adobe+Acrobat.jpg

Tarih-i Küçüknişancı / Ramazanzade Mehmed Çelebi



Bazı Osmanlıca Kaynaklar:

Câm-ı Cem Âyin / Hasan b. Mahmud Bayâtî, hicri 886 (Ali Emiri, 1331 tarihinde Silsilename-i Salatin-i Osmaniyye ismiyle Dersaadet'te Kader matbaasında neşretmiştir.)
Tâcü't-tevârih / Hoca Mehmed Sadeddin İbn Hasancan. Matbaa-i Amire, 1279
Solakzade Tarihi / Solakzade Mehmed Hemdemî. Mahmut Bey Matbaası, 1297. Sayfa 163.
Kamusu'l-a'lâm / Şemseddin Sami. 5. cild Mehmed Hân-ı Sâni maddesi, 1889
Küçük Osmanlı Tarihi / İbrahim Hakkı. İstanbul: Karabet Matbaası, rumi 1308.
Mükemmel Osmanlı Tarihi / Ali Cevad. Kasbar Matbaası, rumi 1316
Tevarih-i Âl-i Osman [تواريخ آل عثمان] / Oruç b. Adil el-Kazzaz. Şark Kütüphanesi 1343
Tarih-i Selatin-i Osmaniyye / Muhammed Necib. Bursa, Emri Matbaası, rumi 1321
Musavver Büyük Osmanlı Tarihi /Selanikli Hilmi. Kasbar Matbaası, 1329
Camiu'd-düvel / Müneccimbaşı Ahmed Dede b. Lutfullah (Arapça olub Türkçe çevirisi mevcuttur)
Hülasa-i Tarih-i Umumi / Hüseyin Hıfzî
Ebdau ma kane fi suveri Selatin-i Âl-i Osman [ابداع ما كان فى صور سلاطين آل عثمان] / Selim Faris Efendi
Selâtin-i Osmaniye / Şemseddin Sami b. Halid (Fraşherî). Askeri tedrisat kitabı. Mekteb-i harbiyye matbaası, 1328. Sayfa 28.
Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, (Elli ikinci sene), 1314. Sayfa 25
Sahaifü'l-ahbar / Müneccimbaşı Dede Derviş Ahmed; 3. cilt, sayfa 365
Tevârih-i Âl-i Osman / Lütfi Paşa. 1341 matbaa-i amire. Sayfa 88 ve 190

Yiğit Çıplak Doğar Anadan

Eylül 21, 2018

Not: Bu yazımızı Risale Haber'den de okuyabilirsiniz.

Ali Akbaş'ın yazdığı ve İbrahim Sadri'den yıllarca dinlediğimiz, 
Sirkeci'den Tren Gider şiirinden bir mısradır bu; 'yiğit çıplak doğar anadan' ifadesi. Sirkeci Tren Garı'nın ilk adı Gazi Ahmed Muhtar Paşa Garı imiş. Sonradan bu adı almış.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdDAtwrlcaRHo_hxKTu1DtW3M4TKWtlcmqmBNFMWCaHZZivV_hNT6GcJ1fJyrWvIfLmK8YuwtWS29m5pcW3sGkVBGyxyhnHb1xDlxhPIv5NUav6dyavhAkG1t7bUx8aclaQBF16jwe5RQ/s320/Krt_009744.jpg

Gazi Ahmed Muhtar Paşa Bursa Hanedanından


Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Osmanlı'nın son döneminde hem siyasi hem askeri hem de bilimsel  alanlarda, damga vurmuş biridir.
Tabii deryalar mesabesinde olan Osmanlı arşivlerinde böyle güzide şahsiyetlerin elyazısıyla karşılaşmak, okumak ve dahası bunu paylaşmak ayrı bir sevinç, ayrı bir heyecan hissi yaşamamıza vesile oluyor.
Ahmet Muhtar Paşa bu metinde kendisini mi tasvir etmiş bilinmez ama bir yiğidin ana özelliklerini yazmış; yiğit adam; hayatî bir yanlışa imza atmak yerine ölümü göze alıp hak ve hakikati savunan kişidir, diye özetleyebiliriz. Gazi Ahmet Muhtar Paşa imzalı bu vesikada yiğitliğin tarifini bir de orijinal nüshasından okuyalım.


https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhS5ecJ5s7X6TveBPa_YEN3aAiAdl0Bp3CB0ERa06NxHj5g7kbGqpA5SwbHCL9wwervmk38ljA5TxS1RZ-OlvFrFC4shyphenhyphenZSR3GFtvAwKXU9wngu7p_N6OwyKfCo2NZc9NcwBQEuOYpX-O0/s320/Ahmed+Muhtar+Pa%25C5%259Fa.jpg



Belgenin çevirisi;


Mücerred menâfi'-i zâtiyesi uğrunda her nev' me'âyibi kabûl ve icrâya cân atan kimesne elbette cebîndir.
Çünkü şecî', me'âyibden hiçbir şey kabûl edemez. Eğer kabûlde muztar kalırsa sonradan bir düziye rûhunun yarasını tahatturla müteellim olmağa bedel o anda ölümü tercîh eder. Hâsılı şecî', mahâsinle mülevven; cebîn, me'âyible mülevvestir.
Ne mutlu ol kimesneler ki şecî'ler kafâ-dârı ola.
fî 2 Receb sene 1316
Gazi Ahmed Muhtâr

Lügatler:
Hû (هو): Hüve, O, Allah. Besmelenin arşivdeki kodu.
Mücerred (مجرد): Yalnız, sadece, soyut
Menafi'-i zâtiyye (منافع ذاتیە): Şahsi çıkar
Her nev' (هر نوع): Her türlü
Me'âyib (معایب): Ayıplar, kusurlar
İcrâ (اجرا): Uygulamak
Kimesne (كمسنە): Kimse, kişi
Cebîn (جبین): Korkak, yüreksiz
Şecî' (شجیع): Cesur, yürekli, yiğit
Muztar (مضظر): Mecbur olmak, çaresiz kalmak
Bir düziye (بر دوزی یە): Sürekli olarak, hep aynı şekilde
Tahattur (تخطر): Hatırlamak
Müteellim (متألم): Elem duyan, acı çeken
Tercîh (ترجیح): Üstün tutma, iki şeyden biri beğenme, seçmek
Hâsıl (حصل): Sonuç, netice; sözün özü
Mahâsin (محاسن): Güzellikler
Mülevven (ملون): Renkli, rengarenk, renk renk
Mülevves (ملوث): Kirlenmiş, pis, lekeli
Ol: O
Kafâ-dâr (قفادار):  Aynı düşüncede olan kişiler


Zafer Şık
Arşiv Uzmanı




Ek Malumat;
Gazi Ahmed Muhtar Paşa (Katırcıoğlu)
(1839-1919)

Gâzi Ahmet Muhtar Paşa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nin Kafkasya cephesi komutanı, asker, gökbilimci, yazar, eğitici ve devlet adamıydı. Ayrıca 1912 yılında kısa bir süreyle Osmanlı İmparatorluğu’nun sadrazamlığını yapmıştır.
Ahmet Muhtar 1839 yılında Bursa’da doğdu. Babası İpekçi Halil Efendi’ydi. Babası 6 yaşında ölünce dedesi tarafından büyütülen Ahmet Muhtar İlk ve Orta eğitimini Bursa’da tamamladı. Bursa Askeri İdadisini bitirdikten sonra İstanbul’a giderek öğrenimini Harbiye Mektebi’nde sürdürdü. 1860 yılında Harbiye’yi birincilikle bitirerek kurmay yüzbaşı oldu.
Ahmet Muhtar Harbiye’den mezun olduktan sonraki ilk görevi Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın yanında Karadağ Savaşlarına katılmak oldu. Savaş sırasında küçük bir süvari birliğiyle Ustruck Geçidi’ni ele geçirmeyi ve iki yerinden yaralanmasına rağmen destek kuvvetler gelene kadar geçidi elinde tutmayı başardı. Bu başarısından dolayı binbaşılığa yükseltildi. Harbiye Mektebi’ne dönerek bir süre eğiticilik yaptı. 1864 yılında Abdülaziz’in oğlu şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin öğretmeni oldu. Şehzadeyle birlikte 1864-1867 yılları arasında İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya’ya geziler yaptı.
Ahmet Muhtar 1867 yılında tekrar Karadağ’a döndü ve Karadağlılara karşı büyük başarılar kazandı. 1869 yılında Yemen’e tayin edildi. Yemen’deki Arap isyanlarına karşı kazandığı başarılardan dolayı 1871 yılında 33 yaşında Müşir (general) rütbesini kazandı ve Yemen’e vali oldu. Daha sonra Şumnu, Erzurum, Bosna-Hersek ve Karadağ’da görev yaptı. 93 Harbi’nin arifesinde padişah II. Abdülhamit tarafından Kafkas cephesinin başkomutanlığına getirildi.
Ahmet Muhtar Paşa başkomutanlık görevini üstlenmek üzere 16 Mart 1877 tarihinde deniz yoluyla Trabzon’a, oradan da 30 Mart 1877’de Erzurum’a ulaştı. 27 Nisan’da Rus birlikleri Doğubeyazıt’ı işgal ettiler. 17 Mayıs’ta Ardahan Rusların eline geçti. Ahmed Muhtar Paşa Erzurum’u savunmak için Zivin’de bir savunma hattı oluşturdu. Komuta ettiği ordular Ruslara karşı 25 Ağustos’ta Gedikler Muharebesi, 24 Ekim’de ise Yahniler Muharebesini kazandılar. Mareşal rütbesine yükseltildi ve Gâzi ünvanını aldı.
Ancak Alacadağ Muharebesinde komuta ettiği Osmanlı ordusu yenilince, Ahmed Muhtar Paşa ordusuyla Erzurum’a çekildi. Ruslara karşı çok daha az bir asker gücüyle savaşmasına rağmen Aziziye Tabyası’nda Rusları defalarca geri püskürtmeyi başardı. İstanbul’dan asker desteği istemesine rağmen asker yardımı alamayınca Kafkas ordusunu Bayburt’a çekmeğe karar verdi.
Bu sırada Tuna Cephesindeki Rus ordularının İstanbul’a yaklaşması üzerine İstanbul’a çağrıldı ve Çatalca’da Ruslara karşı bir savunma hattı kurmakla görevlendirildi. Ruslarla Ayastefanos Antlaşması görüşmeleri başlayınca savunma hattı Bakırköy’e kadar çekti. Savaşın son günlerinde Erkan-ı Harbiye başkanlığına getirildi.
Ahmed Muhtar Paşa 93 Harbi sonrasında Tophane-i Amire yöneticiliği, Manastır Valiliği ve Üçüncü Ordu müfettişliği gibi görevlerde bulundu. 1882-1908 yılları arasında Fevkalade Komiser görevine atanarak 26 yıl Mısır’da yaşadı. Balkan Savaşı’nda az önce V. Mehmet Reşat saltanatında 22 Temmuz 1912 – 29 Ekim 1912 tarihleri arasında üç ay sekiz gün Sadrazam oldu. Ancak bu görev kısa ömürlü oldu. Balkan Savaşları’nın çıkması üzerine Ahmed Muhtar Paşa’nın önerisiyle 5 Ağustos 1912’de 4. Meclis-i Mebusan dağıtıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. 29 Ekim 1912’de de Ahmed Muhtar Paşa sadrazamlık görevinden istifa etti.
93 Harbi’ndeki anılarını savaşın ardından Sergüzeşt-i Hayatım’ın Cild-i Sanisi adlı bir eserde toplamıştır. Ahmed Muhtar Paşa askerlik yeteneğinin yanısıra gökbilim ve matematiğe ilgi duymaktaydı. Uluslararası saat sistemi ve Miladi takvim sisteminin kullanılmasını Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk defa ileri sürdü. Bu konuda Islahatül'-Takvim adlı bir kitap yazmıştır. Ayrıca İstanbul’daki Darüşşafaka Lisesi’nin kurucusudur.
21 Ocak 1919 yılında 80 yaşındayken İstanbul’da vefat etti ve Fatih Camii avlusuna gömüldü.


Kronolojisi;
Yemen vâlisi Eylül 1871-Mayıs 1873; Nafıa nazırı Mayıs-Temmuz 1873; 2.Ordu komutanı Ağustos 1873-Eylül 1874; Erzurum vâlisi ve 4. Ordu komutanı Kasım 1874-Aralık 1875; Hassa Ordusu komutanı Aralık 1875-Haziran 1876; Girit vâlisi Ocak-Şubat 1877; 4. Ordu komutanı Mart 1877-Ocak 1878 ilaveten 1877-78 Osmanlı-Rus
harbinde Anadolu Ordusu komutanı Nisan-Aralık 1877; Tophane müşiri Nisan-Haziran 1878; 3. Ordu komutanı ve Manastır vâlisi Mart 1879-Ağustos 1880; Mısır fevkalade komiseri Aralık 1885-Ocak 1909; Meclis-i â’yân azası Aralık 1908; Meclis-i â’yân reisi Eylül 1911-Temmuz 1912; Sadrazam Temmuz-Ekim 1912.

Edeb Başa Tac İmiş

Eylül 21, 2018


Son günlerde bir 
düşme akımı / modasıdır aldı başını gidiyor. İnsanın ve insanlığın yükselmesi gerekirken nedir bu yerlere yatmalar, resimler, videolar çekip sosyal medyada paylaşmalar! Özellikle bu rezîl hal, kadınlar arasında daha bir hızlı intişar ediyor. Ve maalesef ki bazı başörtülü kızlar da bu hastalığa tutuldu. Bunların yüzünden başörtüye saldırılar yapılıyor sosyal medyada.
Tamam, illa yuvarlanacaklarsa, yerlerde edepsizce uzanıp poz vereceklerse mümkünse mukaddes saydığımız bu örtü ile yapmasınlar. 28 şubat hengâmında başörtüsü uğruna eğitim hayatlarına nokta koymuş o kadar mağdur hanım kardeşlerimiz vardı ki… İster istemez bu iki resmi mukayese ediyoruz.
Yani 
eskiden başörtü mağduru hanımları varken şimdi ise başörtüyü mağdur edenler var.
Bu hal aslında bedenlerin değil ruhların yerde süründüğünün acı bir göstergesidir. Daha da acısı, edepsizliğin sınırını zorlamaktır.
Bu elîm hâl; manevi cihetlerde ne kadar hasta bir toplum olduğumuzun vahim tablosudur.
Düşme modası psikolojik bir vakı'a olmaktan ma'da; inançsızlığın veya zayıf bir imanın göstergesidir. 
Belki de insanlık vasfı ağır geldi de bazı hayvanları taklide başladılar!
Geçenlerde başörtülü bir hanım -adı lâzım değil. Ki adını zikretmekle yazıma leke düşürmek de istemem- bir haber sitesinde bî-edebâne ifâdeler kullanarak hakaretlerle, yalanlarla, iftiralarla dolu bir yazı yazmış köşesinde ve bu fakire de sokak ağzıyla hakaret etmiş. 
Tabii bir insanın ismi, mülevves lisanlarda zikredilince o isim de kirleniyor değil. Ne demişler, 'Herkes kendi yakışanı söyler, yapar.'. Mevzu' bu!
Müslüman, edeplidir. Bilhassa cem'iyyet içinde adab-ı muaşerete ciddi riayet eden kişidir. Edebi olmayan kişiden her türlü rezalet beklenilir ve kaçınılmazdır da.
Bu hususta yazılacak, söylenecek çok şeyler olabilir.
Osmanlı arşivinde edebe dair güzel bir vesika aklıma geldi ve bu belgeyi sizlere aktarma ihtiyacı hissettim. Katipzade Mehmet Nuri imzalı 1889 tarihli vesikadaki Hafız Şirazi'nin beyti ezberlenecek ve hatta serlevha olarak bulundurulacak güzelliktedir. Hafız, 'Edepsizler, sohbet edilmeye layık değiller.' diyor bize.
Evet, bu dünyada herkesin ve her şeyin ekmek gibi, su gibi, hava gibi edebe ihtiyacı var. İnsanlığın olmazsa olmaz göstergesi yine edeptir.

Ne güzel demiş Mevlana;
Edep bir tâc imiş nûr-ı Hüdâdan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan.

Yunus Emre de şöyle der;
İlim meclislerinde aradım kıldım talep
İlim geride kaldı illâ edep illâ edep.

Aşağıdaki arşiv belgemizin özü de şu; 
insanın ederi, edebi kadardır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisbnh4sATnqJ1NPGyUF_TGDGAQD-dQpWz7dJjvDH_FwHUHmsuL904d7bBVT-wn4rCRcb0tVshFoN7vdt8tbHrwRvpWjAVcPOw7EHH-rn7TosQ9_uxdADvOKD-2UQLzU_1KcasbsrX7cz4/s320/FB_IMG_1537171587263.jpg




Vesikanın çevirisi;

Kâr-ı e'âliden olan edeb bir mi'râc-ı ma'âlidir ki âna mütesâ'id olanlar ihrâz-ı mürâtib teâli ederler. Hangi zevât ve hangi makâmât vardır ki edebe ihtiyâcı olmasın. Ve hangi ehl-i edeb ki mizâc-ı âlemle imtizâcı revâc bulmasın. Demek ki def'-i ihtiyaç ve âlemdeki şu imtizâc vücûd-ı edebe muhtaçdır. "Her ki rânist edeb, lâyık-ı sohbet nebûd" ilâc-ı edebî isti'mâl ile emrâz-ı tabâyi'ni izâle ve târâc eden saâdet ve istikâmet-i devletini sertâc ediyor. İşte öyle olan insan meyân-ı âlemiyânda sahîh ve mes'udiyet-i hâl ile gayet ferîh geçinir.
Fî 23 Kânun-i evvel sene (1)307
Ed-dâî
Kâtibzâde Mehmed Nuri


Lügatler:
Kâr-ı e'âlî (كار اعالی): Büyük kazanç
Mi'râc-ı ma'âli (معراج معالی): Yüksek miraç.
Âna (آڭا): Ona
İhrâz-ı merâtip (احراز مراتب): Mertebeler kazanmak
Te'âlî (تعالی): Yükselmek
Zevât (ذوات): Zatlar, kişiler, ileri gelenler
Makâmât (مقامات): Makamlar, dereceler, rütbeler
Ehl-i edeb (اهل ادب): Edep sahibi
Mizâc-ı âlem (مزاج عالم): Alemin/insanın huyu
İmtizâc (امتزاج): Birbirini tutma, uygunluk, karışabilme
Revâc (رواج): Kıymet, ilgi
Def'-i ihtiyâc (دفع احتیاج): İhtiyaçları defetmek, gidermek
Vücûd-ı edeb (وجود ادب): Edebin varlığı
Her ki rânist edeb, lâyık-ı sohbet nebûd (هر كه رانیست ادب لایق صحبت نبود): Hafız'a ait bir Farsça bir beyit; edepsiz kişi sohbet edilmeye layık değildir
İlâc-ı edeb (علاج ادب): Edep ilacı
İsti'mâl (استعمال): Kullanmak
Emrâz-ı tabâyi' (امراض طبایع): Hastalıklı tabiatlar, kötü huylar
İzâle (ازالە): Giderme, yok etme
Târâc (تاراج): Yağma
İstikâmet-i devlet (استقامت دولت): Devletin/kişinin doğruluğu
Sertâc (سرتاج): Baştacı olan, sevilen
Meyân-ı âlemiyân (میان عالمیان): İnsanlar arasında
Sahîh (صحیح): Doğru, gerçek
Mes'udiyet-i hâl (مسعودیت حال): Sevinçli hal
Ferîh (فریح): Övünen
Ed-dâ'î (الداعی): Dua eden, duacı. Ulema sınıfının çok zaman imza veya mühür üstüne koydukları ve 'duacınız' manasında klişe bir ifade.


Zafer Şık
Arşiv Uzmanı


Ek malumat:
Katipzade Mehmet Nuri (1844-1882)
Asıl mesleği doktorluktur. Çeviri kitapları da mevcuttur; fizyoloji alanında Türkçe ilk ders kitabını, Fransız Fizyolog Jules Béclard'ın  (1817-1887) kitabını çevirerek hazırlamıştır.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to