Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Padişah Sadrazam Tevfik Paşa'yı Atasaydı Bugün Tarih başka Yazılacaktı


Servet Akdağ daha sonra Şeyh Şerafeddin Dağıstanî ile padişahın son Osmanlı sadrazamı atanması sırasındaki istişaresini naklederek aktarır: “Padişah Vahideddin ile böylece görüştükten sonra İstanbul’dan çıkabilmek için otuz üç gün karşılaştığı zahmetleri aşmak için uğraştıktan sonra nihayet çaresini bulmuş ve İstanbul’dan çıkış belgesini almışlar. Yalova’ya dönmek için vapura binmek üzere iken Padişah Vahideddin özel kalemi ile kendisine bir not göndererek: “Kabinenin değişmesi gerekiyor. Yeni kabineyi kurdurmak için şu kişiler hatırıma geliyor” demiş ve içlerinde (Damat) Ferid Paşa’nın da  olduğu bir liste kendisine gösterilmiş ve Padişah’ın “Bu konuyu istihare etsinler, düşünsünler, bize kendi değerlendirmelerini bildirsinler; buna göre biz de mümkün olan şeyi yapalım. Elimizden geldiği kadar iyilik yönünde çalışalım.” dediği de iletilmiş. Bunun üzerine birkaç gün daha İstanbul’da kalması gereken Şeyh Şerafeddin Dağıstanî, 1-2 gün istihare ettikten sonra kanaatini içeren belgeyi yazılı olarak Padişah’ın özel kalemine iletmiş; tekrar görüştüklerinde Özel Kalem Müdürü, “Padişah’ın bizzat kendi eline yetiştirdim” diye yemin etmiş. Şeyh Şerafeddin Dağıstanî, Padişah’a bu konudaki tavsiyesinde: “Eğer istihareden çıkan sonuca inanılıyorsa, bütün şartları ile bendenizin çıkardığım netice, Tevfik Paşa’yı[7] kabine teşkiline memur edebilseniz faydalı olacaktır. Öyle gördüm. Mümkün olabilirse yapın. (Damat) Ferid Paşa’yı kabine teşkiline memur ettiğiniz günden itibaren şahsiyetinize ve Hilafet ve Saltanatınıza hizmet edememiş olacağınızı kesin olarak anlayınız.” buyurmuşlar.“(Damat) Ferid Paşa’yı sadrazam yaparsanız Anadolu’nun artık İstanbul ile münasebet teşkil edemeyecek bir hale düşmek zorunda kalacağını da yazmıştım” buyuruyorlar. Ancak Padişah Vahideddin, bu açık tavsiyeye rağmen (Damat) Ferid Paşa’yı sadrazam olarak tayin eder. Şeyh Şerafeddin Dağıstanî’nin sonradan öğrenildiğine göre padişah, kabineyi kurmak görevini verdiği (Damat) Ferid’e: “İslâm için faydalı bir zat olarak tanıdığım Şeyh Şerafeddin Dağıstanî Efendi Hazretleri var, onu görseniz.” der. Bunun üzerine Şeyh Şerafeddin Dağıstanî’yi aratan (Damad) Ferid Paşa, kendilerini yine vapura binmek üzere iken buldurur; gönderdiği otomobile aldırarak huzuruna getirtir.

Servet Akdağ, bu sırada Şeyh Şerafeddin’in “Ferid Paşa kabine teşkiline memur olursa zararlı olur, dediğim duyuldu, bundan dolayı artık beni götürüyorlar, zarar yok; bu bir hizmet mukabilidir ve bu, bir şereftir” diye düşündüğünü naklediyor. Otomobil ile makamına gittiklerinde (Damat) Ferid Paşa yanlarına kimseyi almayıp başbaşa görüşmek istemiş. Bu özel görüşmede (Damat) Ferid Paşa: “Padişah bana böyle bir irade tebliğ buyurdular. Bu teveccühü ne tarafa daha münasip görüyorsunuz?” diye sormuş. Bu soru karşısında tabii doğrudan doğruya zor bir durumda kalan Şeyh Şerafeddin Dağıstanî hakikatin hatırını daha yüksekte tutarak: “Vallahi, manevî halim gereği ben Zat-ı şahaneye de öyle söyledim, her yerde başka suretle söyleyemem. Milletin birbirlerinden ayrılması sonucu, arada azıcık bir kan dökmeye sebeb olmaktan daha büyük bir cinayet bilmem. Tabii hak, mutlak ki, İslâm’ın varlığının izzetinde, şerefinde, yüceltilmesindedir. Bu hedefi gerçekleştirmek için çalışanlar, hak sahibi olması da gerekir. Benim meslekim bunu uzun boylu tetkik olmadığı için şahsiyet tayin edemem, böyle olması, binaenaleyh hakta toplanmaları lazımgelir. Müslümanların bu hakta ihtilaf etmelerinden daha büyük cinayet bilemem, aralarından ihtilafın kalkmasına çalışılmasını isterim ve aralarında da zerre kadar kan dökülmemesi için irşad faaliyetinde bulunulmasını isterim. Arzum bundan ibarettir. Başka bir şey değildir.” demişler.

Bu sırada daha öncesinde, Bursa valiliği sırasında Şeyh Şerafeddin Dağıstanî ile tanışmış olduğu anlaşılan Dahiliye (İçişleri) Bakanı da kendi tercihleri konusunda istişare etmiş Servet Akdağ bu görüşme sonucunda şeyhin ulaştığı sonucu TBMM huzurunda şu ağır sözlerle özetler: “Şeyh

Efendi anlamışlardır ki, onların kalplerinde, muhitlerinde kendilerinin menfaati, vicdanlarında korkaklık vardır. ‘İngilizlere karşı konur mu, artık karşı koyulur mu? İngilizlerin karşısında nasıl dururuz? Daha ziyade zararı, daha büyük bir yokoluşu, çöküşü, halkın kanını dökmeyi gerektirir; artık ne yapıp yapmalı, İngilizler ile uyuşmalı.’ Öyle kanaat getirilmiş ki, -hak ve aklın, akıl ve hikmetin de; insaniyetin, hamiyetin, her şeyin tersine-, bencillik, kendini beğenmişlik, şu hasis olan şahıslarını, o rezil olan hayatlarını, çok sevmeklikten ibarettir neticesi…”

Servet Akdağ, Şeyh Şerafeddin Dağıstanî’nin İstanbul’daki temaslarını böylece özetledikten sonra “Padişahın durumu”nu şu şekilde arz eder: “Zat-ı şahanenin (=Padişah’ın) ruhunda bizim maksadımız vardır. Lakin o ruhunun derininde kalmış, o ruhunun derinliklerinden bile sızabilmek imkânını kesmişler hainler, melunlar.” (Kahrolsun, sesleri)

Servet Akdağ bu kanaatini arz ettikten sonra: “Meclisimizin mahiyetindeki meşruiyet ve kudsiyet hakkında Şeyh Şerafeddin Efendi Hazretlerinin itikat ve ıtminanları, yüksek görüşü, yakin derecesindeki bilgisi şöyledir: Buraya her birimiz kalblerimiz, ruhlarımız tatmin olarak toplanmışız.Şüphe yok. Lakin yakînin sonsuz dereceleri vardır. Bundan da bir miktar beyan etmeliyiz.” der ve muhtemelen elindeki bir metinden okumak suretiyle Şeyh Şerafeddin Dağıstanî’nin TBMM hakkındaki değerlendirme ve müjdelerini içeren ve bildirinin ikinci kısmını teşkil eden sözlerine geçer.Padişah çevresinin manevî yetkinliğine inandıkları Şerafeddin Dağıstanî ile yapılan istişarenin aksine Padişah’ın Tevfik Paşa’yı değil de (Damad) Ferid’i sadrazam olarak ataması şeyhin İstanbul’dan umudunu kesmesinde etkin olmuştur. 

Daha Geniş Bilgi

“Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Cumhuriyet’in şafağında Sadrazamlık / Grand Vizier makamını işgal eden Tevfik Paşa’nın Britanya / Great Britain ile olan münasebetleri, bir imparatorluk diplomatının geleneksel vakarını korurken aynı zamanda yabancı güçler için güvenilir ve rasyonel / rational bir muhatap olma yeteneğini sergilemektedir.” (Önceki yazılarımızda) Britanya istihbaratının Osmanlı bürokrasisi içindeki nüfuzundan bahsetmiştik; Tevfik Paşa, bu karmaşık dikey ilişkiler ağında dürüstlüğü ve sarsılmaz karakteriyle / integrity yabancı temsilcilerin saygısını kazanmış ender isimlerden biridir.

“Sadrazam Tevfik Paşa’nın İngiliz ve diğer Batılı diplomatlarla olan ilişkisinin temel karakteristiği, onun bir ‘tampon’ / buffer vazifesi görmesidir.”. Kaynaklar, Tevfik Paşa’yı “eski ekol bir centilmen” / gentleman of the old school olarak tanımlarken, onun donuk ve hareketsiz / woodeny görünen karakterinin aslında diplomatik krizleri yumuşatmak için bir kalkan olduğunu vurgular. Dönemin İngiliz elçileri, Sultan Abdülhamid’den alamadıkları cevaplar karşısında Tevfik Paşa’ya yönelik oldukça sert ve hatta aşağılayıcı / insulting diplomatik notlar gönderseler de, Paşa bu durumları kişiselleştirmemiş ve ilişkileri kopma noktasından döndürmeyi başarmıştır. Paşa’nın bu sabırlı tutumu, onun İngilizler nezdinde dürüst ve güvenilir bir devlet adamı olarak kodlanmasını sağlamıştır.

“Tevfik Paşa’nın İngiliz dış politikası içindeki stratejik önemi,” özellikle 1908 Devrimi ve sonrasındaki kargaşa dönemlerinde belirginleşmiştir. 1909 yılındaki karşı devrim / counter-revolution girişiminden sonra Sadrazamlık makamına getirilmesi, onun hem saray hem de İngilizler gibi dış güçler arasında bir denge unsuru olarak görülmesinin bir sonucudur. Belirttiğimiz üzere, İngiliz devlet aklı için bir müttefikin dürüstlüğü, onun politik görüşlerinden bazen daha hayati bir öneme sahip olabilmektedir.

Leishman’ın Mektubu ve Diplomatik Çözülme Hikâyesi

İstihbarat ve diplomasi tarihinin en ilginç / interesting ve öğretici vakalarından biri, Tevfik Paşa’nın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde yaşanmıştır.

  • Hikâye: Bir kriz esnasında Amerikan Büyükelçisi Leishman, evlenmek üzere olan kızına özel bir mektup yazar. Mektupta durumun çok ciddi olduğunu ve her an İstanbul’u terk etmek zorunda kalabileceğini belirterek kızına gelmemesini tavsiye eder. Bu mektup Osmanlı posta ofisinde açılıp Sultan Abdülhamid’e okunduğunda, Sultan Batı’nın gerçekten kararlı olduğuna ikna olur ve tüm direnç aniden kırılır / caved in. Tevfik Paşa, yıllar sonra bu durumu bizzat itiraf ederek, gizlice elde edilen bilginin resmî notalardan çok daha etkili olduğunu kanıtlamıştır.
  • Ana Fikir ve Dersler: Bu hadisenin ana fikri; "resmî kanalların dışındaki insani verilerin, bazen en sert diplomatik tehditlerden daha ikna edici olabildiğidir." Alınacak ders, istihbaratın sadece devlet sırlarını değil, muhatabın niyetlerini ve "zihinsel haritasını" anlamak adına ne kadar kritik bir unsur olduğudur.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada "arka kanal diplomasisi" / back-channel diplomacy hala bu mantıkla işlemektedir. Devletlerin birbirlerine yönelik resmî söylemlerinden ziyade, karar vericilerin şahsi ve mahrem yazışmalarının (günümüzde siber yollarla) ele geçirilmesi, karşı tarafın gerçek niyetini anlamak için en kesin yöntemdir.

“Sunulan kaynaklar incelendiğinde, Damat Ferid Paşa ile İngilizler arasındaki ilişkiye dair spesifik ve doğrudan bir bilgiye rastlanmamaktadır.” Default Instructions / Varsayılan Talimatlar gereği belirtmek isterim ki, bu konu verilen kaynak metinlerde yer almadığı için detaylandırılmamıştır. Ancak kaynaklarda geçen Tevfik Paşa’nın 1920 yılındaki sadareti ve imparatorluğun dağılmasına kadar süren görevleri, İngilizlerin son döneme kadar onunla çalışmayı tercih ettiğini göstermektedir.

Dipnotlar ve Kaynakça (APA Stilinde)

Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The Black Door: Spies, Secret Intelligence and British Prime Ministers. HarperCollins.. Einstein, L. (1967). A Diplomat Looks Back. Yale University Press.. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ahmad al-Ghazali, The Metaphysics of Love

  Ahmad al-Ghazali, Remembrance, and the Metaphysics of Love JOSEPH E. B. LUMBARD For Alexis “Love is not love which alters when it alteration finds, or bends with the remover to remove.” Acknowledgments This book derives from a doctoral dissertation submitted to Yale University’s Department of Religious Studies. I am deeply indebted to my dissertation advisor, Gerhard Bowering, who first suggested this topic and saw the project through to completion. I must also thank Seyyed Hossein Nasr, under whom I completed an MA thesis on Abu Hamid al-Ghazali and who first introduced me to the fields of Islamic Studies and Sufi Studies. Beatrice Gruendler served as a meticulous reader for the dissertation and provided the overall structure that I have maintained in the final book. As a reader for the dissertation, William Chittick provided many excellent suggestions. His thorough critique of the revised manuscript many years later was invaluable. Neither the dissertation nor thi...

ETNİK COĞRAFYA BAKIMINDAN KÜRTLEŞEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ

    KAYIP TÜRKLER ETNİK COĞRAFYA BAKIMINDAN KURTLESEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ ETNİK COĞRAFYA BAKIMINDAN KÜRTLEŞEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ Baskı: Aralık 2014 ALİ RIZA ÖZDEMİR 1977 yılında Erzincan'da doğdu. Atatürk Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümünden mezun oldu. Erzincan Üniversitesinde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Kitaplarının ve kitap bölümlerinin dışında yazı, makale ve şiirleri değişik yayın organlarında yayımlanan Ali Rıza Özdemir, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsünün Politik, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezine bilimsel danışmanlık yapmaktadır. Özdemir, çalışmalarını tarihi coğrafya, dinler coğrafyası ve etnik coğrafya ile coğrafya tarihi ve coğrafyada felsefesi yönelimler konularında yoğunlaştırmıştır. YayımIanmış kitapları şunlardır: Ali Rıza Özdemir, (Hifzullah Eryeşil, Ahmet Remzi Oran, Ab- durrahim Güneş ile birlikte), Beyaz Kent: Siirt, Siirt Valiliği Yayınları, Ankara, 2007. Ali Rıza Özdemir, Kart Kurt Sesleri Arasında Kaybolan Gerçek: Kür...

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan ...