“Geleneksel olarak gizli servisinin bazı yönlerini aşırı
gizem / mystery perdesiyle örten” Britanya istihbarat dünyası, yirminci
yüzyılın başlarına kadar resmi bir teşkilatlanmaya sahip değildi. Modern
istihbarat topluluğunun temelleri, Boer Savaşı / Boer War sonrasında yaşanan
aksaklıklar ve Almanya ile rekabetin artmasıyla atılmıştır. 1909 yılında,
yabancı casusların Birleşik Krallık topraklarındaki faaliyetlerine dair
endişeler üzerine Başbakan Herbert Asquith, İmparatorluk Savunma Komitesi’nin /
Committee of Imperial Defence tavsiyesiyle Gizli Servis Bürosu’nun / Secret
Service Bureau kurulmasına onay vermiştir. Bu gizli karar, Britanya
istihbaratının manzarasını sonsuza dek değiştirmiştir.
“Büro başlangıçta iki ana bölüme
ayrılmıştı / was divided into two main components”: İç güvenliği sağlamak ve
karşı casusluk / counter-espionage faaliyetlerini yürütmekle görevli olan ve
daha sonra Güvenlik Servisi / Security Service (MI5) adını alacak olan
bölüm ile ülke dışındaki istihbarat toplama ve örtülü faaliyetlerden / covert
operations sorumlu olan ve daha sonra Gizli İstihbarat Servisi / Secret
Intelligence Service (MI6) olarak bilinecek olan bölümdür. Güvenlik
Servisi’nin başına Yüzbaşı Vernon Kell getirilirken, Gizli İstihbarat
Servisi’nin ilk başkanı emekli deniz subayı Mansfield Cumming olmuştur.
Mansfield Cumming, istihbarat dünyasında bugün de devam eden birçok geleneği
başlatmıştır; tüm yazışmalarını isminin ve makamının baş harfi olan “C” ile
imzalamış ve notlarını özel bir yeşil mürekkeple yazmıştır.
“İstihbarat dünyasının en
çarpıcı başarılarından biri / one of the most striking successes” Birinci Dünya
Savaşı döneminde yaşanmıştır. 4 Ağustos 1914’te Almanya’ya savaş ilan edildiği
gün, Britanya ajanları takip ettikleri yirmi bir Alman casusunu yakalamayı
başarmıştır. Aynı dönemde, Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence
Division bünyesindeki “Oda 40 / Room 40” adlı şifre çözme birimi, Alman
diplomatik telgraflarını ele geçirerek büyük başarılar elde etmiştir. Özellikle
1917 tarihli Zimmermann Telgrafı’nın / Zimmermann Telegram deşifre edilmesi,
Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa girmesinde belirleyici bir rol
oynamıştır.
“Savaşlar arası dönemde / the
interwar years” istihbaratın odak noktası Sovyet Rusya ve komünist sızma /
infiltration tehdidine kaymıştır. 1927 yılında Sovyet ticaret heyeti Arcos’un
Londra’daki ofislerine yapılan baskın / raid, diplomatik ilişkilerin kesilmesine
ve şifreli telgrafların ifşa edilmesine yol açmıştır. Bu dönemde ayrıca, İşçi
Partisi hükümetini devirmek amacıyla kullanıldığı iddia edilen sahte Zinovyev
Mektubu / Zinoviev Letter gibi olaylar da büyük ses getirmiştir.
“İkinci Dünya Savaşı’nın gizli
cephesinde / on the secret front of WWII” ise Bletchley Park ve “Ultra / Ultra”
operasyonu tarihin akışını değiştirmiştir. Matematikçilerden oluşan bir ekip,
Almanların Enigma / Enigma adlı şifreleme makinesinin kodlarını kırmayı
başarmış; bu sayede müttefikler / allies düşman hareketlerini önceden öğrenerek
savaşı en az iki yıl kısaltmıştır. Ancak aynı dönemde, 1939’daki Venlo Olayı
/ Venlo Incident gibi büyük fiyaskolar da yaşanmış; Alman karşı casusluk /
counter-intelligence birimi iki Gizli İstihbarat Servisi subayını kaçırarak
Avrupa’daki Britanya ağını çökertmiştir.
“İstihbarat dünyasında yeni bir
dönemin başlangıcı / the beginning of a new era” 1947 yılında Amerika Birleşik
Devletleri’nde Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın / Central Intelligence Agency
(CIA) kurulmasıyla yaşanmıştır. Stratejik Hizmetler Ofisi’nin / Office of
Strategic Services (OSS) halefi olarak kurulan bu teşkilat, kısa sürede küresel
bir güç haline gelmiştir. 1953 yılında Merkezi İstihbarat Teşkilatı ve Gizli
İstihbarat Servisi, İran’da demokratik yollarla seçilmiş Başbakan Muhammed
Musaddık’ı devirmek için “Önyükleme Operasyonu / Operation Boot” kod adlı ortak
bir darbe / coup d'état gerçekleştirmiştir. Bu olay, istihbarat servislerinin
hükümetleri devirme konusundaki gücünü tüm dünyaya göstermiştir.
“İhanetin sanatı / the art of
betrayal” Soğuk Savaş dönemine damgasını vurmuştur. Britanya istihbaratının en
karanlık saatleri, 1950’li ve 60’lı yıllarda Cambridge Beşlisi / Cambridge Five
olarak bilinen ve Sovyetler Birliği için casusluk yapan üst düzey yetkililerin
ortaya çıkarılmasıyla yaşanmıştır. Bunların en ünlüsü olan Kim Philby, Gizli
İstihbarat Servisi’nin başına geçebilecek kadar yükselmiş ancak sonunda
Moskova’ya kaçmıştır. George Blake gibi diğer önemli isimler de yüzlerce
Britanya ajanının kimliğini ele vererek büyük zararlara yol açmıştır.
“Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde
/ in the late Cold War” istihbarat, nükleer savaşı önlemede kilit rol
oynamıştır. Sovyet subayları Oleg Penkovski ve daha sonra Oleg Gordievski gibi
değerli casuslar / assets, Batı’ya Kremlin’in / Kremlin niyetleri ve müttefiklerin
mühimmat kapasiteleri hakkında paha biçilemez bilgiler sağlamıştır.
Penkovski’nin sağladığı bilgiler, 1962 Küba Füze Krizi’nin / Cuban Missile
Crisis barışçıl yollarla çözülmesine yardımcı olmuştur.
“Modern zamanların tehditleri /
the threats of modern times” 11 Eylül 2001 saldırılarıyla birlikte istihbaratın
odağını küresel terörizmle / global terrorism mücadeleye kaydırmıştır. 2003
yılındaki Irak işgali öncesinde kitle imha silahlarına / weapons of mass
destruction dair hazırlanan yanlış istihbarat raporları, istihbarat
servislerinin güvenirliğine büyük darbe vurmuştur. Günümüzde ise istihbarat
dünyası, siber savaşlar / cyberwarfare ve dijital surveylans / surveillance
gibi yeni teknolojilerle şekillenmekte; Edward Snowden gibi sızdıranların /
whistleblowers eylemleriyle daha şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya dönüşmeye
zorlanmaktadır.
Sidney Reilly Hikâyesi
ve Alınacak Dersler
“İstihbarat dünyasının
efsanevi figürlerinden biri / one of the legendary figures” olan Sidney Reilly,
“Casusların Ası / Ace of Spies” olarak tanınmıştır. 1890’larda Britanya
için çalışmaya başlayan Reilly, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman hatlarının
gerisine sızmış, kimlik değiştirerek düşman fabrikalarından bilgi toplamış ve
gardiyanları öldürerek kaçmayı başarmıştır. Savaştan sonra Sovyet Rusya’daki
komünist rejimi devirmeyi takıntı haline getirmiş; 1925 yılında bir operasyon
sırasında yakalanarak idam edilmiştir.
Ana Fikir ve Dersler:
Sidney Reilly’nin hikâyesi, istihbaratın sadece bilgi toplama değil, aynı
zamanda kişisel hırsların ve ideolojik çatışmaların alanı olduğunu
göstermektedir. Reilly, cesaretiyle bir kahraman imajı çizse de,
denetlenemeyen bireysel eylemlerin ne kadar riskli olabileceğini kanıtlamıştır.
Günümüze bakan yönüyle ise, bir istihbaratçının ne kadar yetenekli olursa
olsun, sistemli bir denetim ve şeffaf bir hiyerarşi içinde çalışmadığında hem
kendisini hem de temsil ettiği devleti büyük tehlikelere atabileceği dersini
vermektedir. Modern
dünyada artık “yalnız kurt / lone wolf” casusların yerini, teknoloji ve veri
analiziyle desteklenen disiplinli kurumlar almıştır.
Dipnotlar ve Kaynakça
Deacon, R. (1985). C: A
biography of Sir Maurice Oldfield. Macdonald. West, N. (1983). MI6:
British Secret Intelligence Service Operations 1909-45. Random House.
Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6.
Weidenfeld and Nicolson. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret
Service. Harry N. Abrams. Stafford, D. (1998). Churchill and the
Secret Service. Harry N. Abrams. Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The
American Experience. Yale University Press. Thomas, G. (2009). Secret
Wars: One Hundred Years of British Intelligence Inside MI5 and MI6. Thomas
Dunne Books. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies.
Creative Education.
İyi Bir İstihbarat Analistinin Sahip Olması Gereken Temel
Nitelikler
“İyi bir istihbarat
analistinin sahip olması gereken temel nitelikler, ham bilgiyi sadece toplamak
değil, onu stratejik bir akılla süzmek ve yorumlamak üzerine kuruludur.”
İstihbarat dünyasının en başarılı figürlerinden biri olan ve (önceki
yazılarımızda) tarihsel gelişimine değindiğimiz Gizli İstihbarat Servisi /
Secret Intelligence Service (MI6) eski başkanı Maurice Oldfield, bu mesleğin bir "insan
sarraflığı" olduğunu vurgulamıştır. Bir analist için en kritik
özellik, toplumsal karakterleri ve ulusal eğilimleri analiz edebilme yetisidir.
Analitik yeteneklerin başında, çok büyük hacimli verileri
hızla sindirme / assimilation becerisi gelir. Başarılı bir analist, bir kitabı
veya belgeyi dakikalar içinde inceleyip içinden can alıcı detayları çekip
çıkarabilen bir "hızlı okuyucu" ve "hızlı kavrayıcı"
olmalıdır. İstihbarat toplama süreci doğası gereği çok miktarda
"çöp" / rubbish üretir; gerçek bir profesyonelin görevi, bu yığının
içinde moralini bozmadan sabırla beklemek ve "buğdayı samandan
ayıracak" analitik süzgeci kullanmaktır. Gereksiz ve hatalı bilgilerin
toplam çıktı içindeki varlığı kaçınılmazdır; ancak analist, tüm bu verileri
birleştirerek bir bütün oluşturma sabrına sahip olmalıdır.
İstihbarat analizi, teknik bir
veri setinden ziyade bir sosyal bilim dalı gibi ele alınmalıdır. Tıpkı bir
tarihçi veya şecere uzmanı gibi, analist de belgeleri ve kanıtları titizlikle
yorumlamalıdır. Bu süreçte "masked information" / maskelenmiş bilgi
denilen, gizem ve belirsizliklerle sarılı gerçeklerin peşine düşmek gerekir.
İyi bir analist, olaylara karşı mesafeli ve objektif / detachment kalabilmeli,
kararlarını kişisel hırslarından veya ön yargılarından arındırmalıdır. Maurice
Oldfield örneğinde görüldüğü gibi, analistin en büyük gücü disiplinli bir öz
denetim / self-discipline ve gerektiğinde kimliğini ve düşüncelerini
gizleyebilme becerisidir.
Sorgulama ve veri madenciliği
süreçlerinde analistin, kaynağın psikolojik durumunu anlayabilmesi hayati önem
taşır. Özellikle sığınmacıların / defectors verdikleri ilk ifadeler en
değerli olanlardır; çünkü zaman geçtikçe bu kişiler stres altında yanlış
hatırlamaya veya duymak istenilenleri söylemeye başlayabilirler. Analist,
kaynağın karakter yapısını, zayıf noktalarını ve mizah anlayışını dahi birer
test aracı olarak kullanabilmelidir.
Maurice Oldfield’ın
Analiz Metodu ve Alınacak Dersler
İstihbarat dünyasının efsanevi
isimlerinden Maurice Oldfield, bir analistin sadece dış dünyayı değil, kendi
teşkilatını da tanıması gerektiğini savunmuştur. Oldfield, karmaşık raporları,
dedikoduları ve belirsiz kavramları sistemli bir düzene sokma konusunda
ustalaşmıştı. O, çözülmesi imkânsız görünen bir problemle karşılaştığında en
verimli halini alan bir zihne sahipti.
Ana Fikir ve Dersler:
Oldfield’ın başarısının ardındaki temel ders, istihbaratın teknik bir işten
ziyade "insan odaklı" bir çalışma olduğudur. Bir analist, karşı tarafın
zihnine girebilmeli ancak kendi "kör noktalarına" / blind spots karşı
da her zaman uyanık olmalıdır. Günümüze bakan yönüyle bu durum,
yapay zekâ ve dijital veri akışının yoğun olduğu modern çağda bile, veriyi
anlamlandıracak olan "insan muhakemesinin" ve "objektif
yorumun" yerinin doldurulamaz olduğunu göstermektedir. Sistematik, istikrarlı
ve koordineli bir çalışma programı, bir ulusun hayatta kalması ve refahı için
hayati önem taşır.
Açık Kaynakların Gücü Ve Analitik
Muhakemenin Önemi Üzerine
“Açık kaynakların gücü ve
analitik muhakemenin önemi üzerine,” istihbarat dünyasının en köklü
tartışmalarından biri, gizli belgelere erişim olmadan da stratejik bir
kavrayışa ulaşıp ulaşılamayacağıdır. (Önceki yazılarımızda) istihbaratın
tarihsel gelişimine ve gizli servislerin iç işleyişine değinmiştik; ancak
modern çağda, özellikle "bilgi çağı" / information age olarak
nitelendirilen dönemde, açık kaynakların kullanımı hayati bir seviyeye
ulaşmıştır. Birleşik
Devletler'in efsanevi diplomatı George F. Kennan, yetmiş yıllık tecrübesine
dayanarak, yabancı ülkeler hakkında bilinmesi gerekenlerin yüzde 95'inin
kütüphaneler ve arşivler gibi tamamen yasal ve açık kaynaklardan elde
edilebileceğini savunmuştur. Kalan yüzde 5'lik dilim için gizli
operasyonlar / covert operations gerekse de, bu durum analiz gücünün gizli
belgelere olan mutlak bağımlılığını sarsmaktadır.
“Analitik süzgecin ve medyanın doğru okunması / media
literacy,” gizli belgelerin her zaman daha doğru bilgi içerdiği yanılsamasını /
fallacy yıkmaktadır. İstihbarat analizi, sadece veri toplamak değil, o veriyi
anlamlandırma sürecidir. Örneğin, 1960 yılında Princeton
Üniversitesi'nden Lloyd Free tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu
araştırması, Küba'daki Castro rejiminin halk desteğinin sanılanın aksine çok
yüksek olduğunu açıkça göstermişti. Ancak dönemin istihbarat servisleri, bu
açık bilgiyi sırf "gizli" olmadığı için göz ardı etmiş ve sonuç
1961'deki felaketle sonuçlanan Domuzlar Körfezi Çıkarması / Bay of Pigs
Invasion olmuştur. Bu olay, açık bir anketin, milyarlarca dolarlık gizli
operasyonlardan daha isabetli öngörüler / insights sunabileceğini
kanıtlamaktadır.
“Medyayı takip ederken satır
aralarını okumak / reading between the lines,” kurumsal ve devlet odaklı
yapıların bilgi üzerindeki dezenformasyon / disinformation çabalarını süzmek
için gereklidir. John
Perkins'e göre, günümüz medyası büyük ölçüde "korporatokrasi" /
corporatocracy dediği devasa şirket ağlarının kontrolündedir ve bu yapılar
geleceği olduğundan daha toz pembe gösterme eğilimindedir. Bu noktada
bir analistin görevi, sunulan istatistiklerin ötesine geçerek, yerel
huzursuzluklar veya ekonomik göstergelerdeki uyumsuzluklar gibi "maskelenmiş
bilgiler" / masked information üzerinden çıkarım yapmaktır. Tarihsel
olarak bakıldığında, askeri istihbarat birimlerinin subayları, gizli
raporlardan çok daha fazla zamanı yabancı gazeteleri ve yayınları okuyarak
geçirmişlerdir; çünkü gerçek eğilimler ancak bu kitlesel verilerin analiziyle /
synthesis gün yüzüne çıkmaktadır.
“Öngörüde bulunma becerisi ve stratejik hayal gücü /
strategic imagination,” günümüzde "büyük veri" / big data analiziyle
birleşmektedir. Daniel Patrick Moynihan'ın vurguladığı gibi, aşırı gizlilik
çoğu zaman ulusal güvenliği korumaktan ziyade, hükümetlerin yaptıkları hataları
gizlemek ve "kurumsal utançtan" / government embarrassment kaçınmak
için bir kalkan olarak kullanılmaktadır. Bir analist, gizli belgelere
erişimi olmasa dahi, devletlerin resmi açıklamalarındaki boşluklar, bütçe
değişimleri ve uluslararası ittifaklardaki mikro kaymalar üzerinden geleceğe
dair isabetli projeksiyonlar yapabilir. Gelişen teknolojiyle birlikte, bir
zamanlar en büyük sırlar olan uydu görüntüleri veya sinyal istihbaratı / SIGINT
verileri artık ticari kurumlar aracılığıyla sivil erişime daha açık hale
gelmiş, bu da "geleneksel gizem" perdesini inceltmiştir.
Domuzlar Körfezi ve
Kamuoyu Araştırması Hikâyesi
İstihbarat dünyasının en çarpıcı derslerinden biri, 1960
yılında Küba üzerine yapılan bir saha araştırmasıdır. Sosyal bilimci Lloyd
Free, Küba halkının o dönemki siyasi eğilimlerini ölçmek için geniş kapsamlı
bir anket yapar. Sonuçlar, halkın Castro'yu büyük oranda desteklediğini ve
dışarıdan gelecek bir "kurtarma" operasyonuna karşı mültecilerin /
exiles beklediği gibi ayaklanmayacağını bilimsel verilerle ortaya koyar. Bu
rapor Washington'da serbestçe dolaşmasına rağmen, CIA içindeki karar vericiler
"elimizdeki gizli bilgiler farklı" diyerek bu açık kaynağı
küçümserler. Sonuçta, mültecilerin adaya çıkmasıyla Küba halkının kendilerine
katılacağını sanan Amerikan yönetimi, tarihin en büyük stratejik
hezimetlerinden birini yaşar.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hikâyenin ana fikri, bilginin değerinin onun "gizliliğinden"
değil, "doğruluğundan" ve "analitik kalitesinden"
geldiğidir. Alınacak en önemli ders, elit bir grubun paylaştığı
"gizli" bilgilerin, bazen grup düşüncesi / groupthink nedeniyle kör
noktalara / blind spots sahip olabileceğidir. Günümüze bakan yüzüyle ise bu
durum; internet, sosyal medya ve açık veri setlerinin olduğu bir dünyada,
gerçekleri görmenin yolunun karanlık odalardaki dosyalardan değil, herkesin
görebildiği veriyi tarafsız bir akılla yorumlamaktan geçtiğini göstermektedir.
Şeffaflık, bir istihbarat servisi için bazen en iyi güvenlik aracıdır.
Britanya’nın Osmanlı
Devleti Ve Türkiye Cumhuriyeti Üzerindeki Stratejik Emelleri
“Britanya’nın Osmanlı Devleti ve
Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki stratejik emellerini anlamak için, gizli
belgelerde ifşa edilen operasyonel süreçlerin derinliklerine inmek zaruridir.”
İngiliz istihbaratının tarihsel gelişimi içerisinde Osmanlı coğrafyası, her
zaman "Büyük Oyun / Great Game" olarak adlandırılan stratejik
satranç tahtasının en kritik karesini oluşturmuştur,. (Önceki yazılarımızda) bu
teşkilatların kuruluş safhalarından bahsetmiştik; ancak Türkiye özelindeki
operasyonlar, istihbaratın sadece bilgi toplama değil, aynı zamanda devletleri
yıkma ve rejimleri şekillendirme gücünü nasıl kullandığını en ince detaylarıyla
ortaya koymaktadır.
“İngiliz gizli belgelerinde
Osmanlı’yı savaş dışı bırakmaya yönelik en cüretkâr girişimlerden biri / one of
the most audacious attempts,”
I. Dünya Savaşı sırasında kurgulanan devasa rüşvet operasyonudur,. Deniz
İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division (NID) başkanı Amiral 'Blinker'
Hall, kabinenin dahi bilgisi dışında, George Griffin Eady ve Edward Whittal
isimli iki ajanı görevlendirerek Türk hükümet yetkililerine 4 milyon sterlin
(bugünün parasıyla yüz milyonlarca sterlin) rüşvet teklif etmiştir,. Bu gizli
operasyonun / covert operation temel amacı, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile
olan ittifakını sonlandırıp savaştan çekilmesini sağlamaktır. Ancak bu
operasyon, İngiltere’nin aynı dönemde Rusya’ya İstanbul’u (Konstantinopolis)
vaat etmiş olması sebebiyle başarısızlığa uğramıştır; çünkü ajanlar Türklere
başkentlerinin ellerinde kalacağı sözünü verememiştir,.
“Orta Doğu’nun haritasını
yeniden çizen gizli mutabakatlar / secret agreements,” bugün bölgede yaşanan
çatışmaların kökenini oluşturmaktadır,. T.E. Lawrence (Lawrence of Arabia) gibi
askeri istihbarat subayları, Arapları Osmanlı’ya karşı bağımsızlık vaadiyle
kışkırtırken, arka planda Sykes-Picot Anlaşması ile bölgenin İngiliz ve Fransız
"nüfuz alanlarına / spheres of influence" bölünmesi
kararlaştırılmıştır,. Belgeler, Rus Devrimi sonrası Lenin’in bu gizli
anlaşmaları ifşa etmesinin, Arap dünyasında Batı’ya karşı köklü bir güvensizlik
tohumu ektiğini açıkça göstermektedir,.
“II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye, casusluk
faaliyetlerinin küresel merkezi / global center haline gelmiştir.” İngiliz
Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (SIS/MI6), İstanbul’da
Balkan İstihbarat Merkezi’ni / Balkan Intelligence Centre kurarak tüm bölgeyi
buradan yönetmiştir,. Bu dönemin en ses getiren fiyaskosu, "Cicero"
kod adlı Elyesa Bazna’nın, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Hughe
Knatchbull-Hugessen’in uşağıyken, büyükelçinin kasa anahtarlarını kopyalayıp
çok gizli belgeleri Almanlara satmasıdır,. Belgeler, büyükelçinin güvenlik
protokollerini / security protocols ağır şekilde ihlal etmesinin bu casusluk
faaliyetine zemin hazırladığını teyit etmektedir,.
“Soğuk Savaş döneminde ise Türkiye, Batı ittifakı için
ileri bir dinleme postu / listening post görevini üstlenmiştir.” Hükümet
İletişim Karargâhı / Government Communications Headquarters (GCHQ) ve müttefiki
olan siber istihbarat birimleri, Türkiye üzerinden Sovyetler Birliği’nin radyo
ve sinyal trafiklerini / signal intelligence (SIGINT) izlemiştir,. 1952 yılında
Başbakan Winston Churchill’in emriyle gerçekleştirilen gizli keşif uçuşları /
ferret flights, Türkiye topraklarını kullanarak Sovyet hava savunma
sistemlerini test etmiş ve Moskova üzerinde stratejik fotoğraflar çekmiştir,.
Ayrıca 1953 yılında İran Başbakanı Musaddık’ı devirmek için düzenlenen
"Önyükleme Operasyonu / Operation Boot" (veya CIA adıyla TP-AJAX),
Türkiye üzerinden koordine edilen ve bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol
altına almayı hedefleyen en önemli "rejim değişikliği / regime
change" operasyonlarından biridir,,.
Whittal ve Eady’nin Rüşvet
Misyonu ve Alınacak Dersler
I. Dünya Savaşı’nın en kritik
anında, İngiliz istihbaratı rüşvet vererek bir imparatorluğun kaderini
değiştirmeye çalışmıştır. George Eady ve Edward Whittal, Dedeağaç’ta (günümüzde
Yunanistan’da) Türk temsilcilerle gizlice buluşmuş ve 4 milyon sterlinlik
altını masaya koymuşlardır,. Ancak o esnada Çanakkale’nin bombalanıyor olması
ve diplomatik kanallardaki tutarsızlıklar misyonun çökmesine neden olmuştur.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hikâyenin ana fikri, istihbarat faaliyetlerinin her zaman rasyonel ve
koordineli ilerlemediğidir. Hall’un tek taraflı rüşvet girişimi, devletin diğer
kanallarının (Rusya ile yapılan gizli anlaşmalar) stratejisiyle çatıştığı için
hüsranla sonuçlanmıştır,. Buradan
çıkarılacak en temel ders; "istihbarat operasyonlarının, siyasi gerçekler
ve uzun vadeli diplomatik vaatlerle uyumlu olmadığı sürece, masaya konulan
milyonlarca altının dahi bir sonuç vermeyeceği" gerçeğidir.
Günümüze bakan yüzüyle bu durum, hibrit savaş / hybrid warfare çağında dahi,
saha operasyonlarının ancak sağlam bir diplomatik zemin üzerinde başarılı
olabileceğini kanıtlamaktadır.
Sultan
Abdülhamid'in Hüküm Sürdüğü Dönemde Modern Teknolojilerin İthaline Ve Kullanımına
Getirdiği Kısıtlamalar
“Sultan Abdülhamid'in hüküm
sürdüğü dönemde modern teknolojilerin ithaline ve kullanımına getirdiği
kısıtlamalar, imparatorluğun idari yapısından ziyade hükümdarın şahsi
güvenliğini ve mutlakiyetçi rejimini koruma saikine dayanmaktaydı.” (Önceki
yazılarımızda) Britanya istihbarat servislerinin bu dönemdeki faaliyetlerine ve
Osmanlı topraklarındaki stratejik hamlelerine değinmişken, bu dış baskıların
Sultan üzerindeki psikolojik etkilerini de göz ardı etmemek gerekir.
Sultan'ın daktilo / typewriter,
telefon / telephone ve her türlü elektrikli makinenin / electrical
machinery kullanımını yasaklamasının veya sıkı kontrol altında tutmasının
temel gerekçesi, bu araçların komplocular / conspirators tarafından
gizli tertipler / plots düzenlemek amacıyla kullanılmasından duyduğu
derin endişeydi. Abdülhamid, kendi şahsi emniyetini ve sağlığını devlet
politikasının en öncelikli meselesi haline getirmişti. Bu doğrultuda,
teknolojik yeniliklerin iletişim hızını artırması ve denetlenemeyen bir ağ
kurması, onun gözünde doğrudan bir tehdit unsuru olarak algılanıyordu.
Ayrıca bu kısıtlamaların
ideolojik bir boyutu da bulunmaktaydı. Sultan, Müslüman tebaanın Batılı
fikirlerle / Western ideas temas ederek "zehirlenmesini"
engellemeyi hedefliyordu. Onun nazarında Batılı yeniliklerin / Western
innovations kontrolsüz girişi, hürriyet taleplerini tetikleyebilir ve
nihayetinde bir ihtilale / revolution zemin hazırlayabilirdi. Bu
korku, zamanla bir hastalık ve saplantı / obsession halini alarak
basının ağır bir sansüre tabi tutulmasına ve yabancı haberlerin halka tahrif
edilerek / falsified sunulmasına yol açmıştır.
Voltaire ve Gümrük
Memuru Hikâyesi
Dönemin anlayışını resmeden
çarpıcı bir hadise, Robert Koleji’nde ders veren tanınmış bir misyonerin sınıfı
için Voltaire’in trajedilerini sipariş etmesiyle yaşanmıştır. Kitaplar gümrükte
alıkonulmuş; misyoner, kitapları kurtarmak için hiçbir yabancı dil bilmediğini
sandığı bir Türk memurla hararetli bir tartışmaya girmiştir. Memur aniden akıcı
bir İngilizce ile patlayarak şu tarihi cümleyi kurmuştur: “Neden kendi yolumuzda cehenneme
gitmemize izin vermiyorsunuz?”.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hadisenin ana fikri, teknik ve bilimsel ilerlemenin otokratik yapılar
tarafından sadece fiziksel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda kültürel ve
siyasi bir çözülme aracı olarak görüldüğüdür. Buradan çıkarılacak ders; bir
toplumun bilgiye ve teknolojiye erişimini engellemenin, o toplumun gelişimini
durdurabileceği ancak içeride biriken hoşnutsuzluğu ve dış dünyadan kopuşun
yarattığı yabancılaşmayı engelleyemeyeceğidir. Günümüze bakan yönüyle ise bu
durum, dijital surveylans / surveillance ve internet kısıtlamaları
gibi modern uygulamaların aslında tarihsel bir "otokrasiyi koruma"
refleksinin devamı olduğunu; ancak bilginin akışının eninde sonunda engelleri
aşarak toplumsal değişimleri tetiklediğini göstermektedir.
Dipnotlar ve Kaynakça
Einstein, L. (1967). A Diplomat Looks Back. Yale University Press..
Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The American Experience. Yale
University Press.. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service.
Harry N. Abrams..
İngiliz Devlet Aklının Coğrafi Bilginin Bir Devlet Politikası
Haline Gelmesi
“İngiliz devlet aklının coğrafya ve
topoğrafyayı stratejik birer silah olarak görmesi, modern istihbarat
anlayışının en temel yapı taşlarından birini oluşturmaktadır.” (Önceki
yazılarımızda) istihbaratın tarihsel gelişimine ve gizli servislerin kurumsallaşma
süreçlerine değinmiştik; ancak İngilizlerin bu alandaki gerçek ustalığı, yerin
ve mekânın bilgisine / spatial knowledge verdikleri fevkalade
ehemmiyette yatmaktadır. Britanya askeri düşüncesinde haritacılık, sadece birer
yön bulma aracı değil, imparatorluğun hayatta kalma ve yayılma stratejisinin
ayrılmaz bir parçasıdır.
“Coğrafi bilginin bir devlet
politikası haline gelmesi / institutionalization of geography,”
Napolyon Savaşları / Napoleonic Wars sırasında kurulan ancak “uzun
barış” / the long peace döneminde ihmal edilen Askeri Bilgi Deposu’nun
/ Depot of Military Knowledge küllerinden doğmuştur. Bu dairesinin
temel vazifesi, yabancı güçlerin askeri kaynakları ve arazinin yapısı hakkında
açık kaynaklardan bilgi toplamaktı. Ancak bu yapı, Kırım Savaşı / Crimean
War patlak verene kadar Topoğrafya Dairesi / Topographical Department
adı altında, pek de dikkate alınmayan bir ek birim olarak varlığını
sürdürmüştür.
“Kırım Savaşı’nın getirdiği
acı tecrübeler,” harita ve coğrafya konusundaki bu ihmalkârlığın ne denli ağır
bedelleri olabileceğini kanıtlamıştır. Britanya ordusunun komutanı Lord
Raglan, Kırım’a doğru yola çıktığında, düşman arazisine dair hiçbir haritaya
veya gizli istihbarata / secret intelligence sahip değildi; durumu
“Jason ve Argonotların iki buçuk bin yıl önceki gizemli yolculuğu”na
benzetiyordu. Bu dönemde ordunun içine düştüğü “şaşkınlık ve cehalet” / sheer
ignorance, bir imparatorluk için kabul edilemez bir zafiyetti.
“Harita dairesinin
profesyonelleşmesindeki en ilginç figür / the key figure,” Bombay
istihkamcılarından emekli Binbaşı Thomas Best Jervis’tir. Jervis, 1846 yılında
Borneo’dan Güney Amerika’ya kadar geniş bir coğrafyada “coğrafi bilgi
eksikliğinden” şikayet ederek hükümeti uyarmıştır. Kırım Savaşı
başladığında, Belçika’dan temin ettiği Rus genelkurmay haritalarını ve
Avusturya’nın Türkiye haritalarını kendi imkanlarıyla çoğaltarak Savaş
Bakanlığı’na sunmuştur. Bu çabalar neticesinde, 1855 yılında Topoğrafya ve
İstatistik Dairesi / Topographical and Statistical Department (T &
S) kurulmuş ve haritacılık ilk kez istatistiksel / statistical veri
toplama faaliyetiyle birleştirilmiştir.
“İstihbaratın haritadan bağımsız
olamayacağı anlayışı,” 1873 yılında İstihbarat Şubesi’nin / Intelligence
Branch (IB) kurulmasıyla zirveye ulaşmıştır. Bu birim, sadece bir harita
yapım merkezi değil, Prusya tarzı bir Genelkurmay’ın embriyosu / embryo
olarak tasarlanmıştır. Bu dönemdeki hassasiyet o kadar artmıştır ki, 1882
yılındaki Mısır seferinde orduya dağıtılan 400 sayfalık “Mısır El Kitabı” / Handbook
on Egypt, Mısır ordusunun savaş düzeninden / order of battle
ekmek fırınlarının kapasitesine kadar her türlü coğrafi ve lojistik detayı
barındırıyordu.
“Büyük Oyun / the Great
Game” sırasında, coğrafi istihbarat Britanya’nın Rusya’ya karşı yürüttüğü
stratejik satrançta ana hamle olmuştur. İngiliz subayları, kılık
değiştirerek veya bilimsel heyet süsü vererek Orta Asya’nın geçitlerini, su
kaynaklarını ve ikmal yollarını haritalandırmışlardır. Bu durum, stratejist
Halford Mackinder’in “pivot bölge / pivot area” teorisiyle de
desteklenmiş; Orta Avrupa ve Asya’nın kalbine hakim olanın dünyaya hakim
olacağı inancı, coğrafya dairesini devletin en mahrem / classified
birimlerinden biri haline getirmiştir.
Lord Raglan’ın Haritasız
Seferi ve Alınacak Dersler
Kırım Savaşı’nın başında Lord
Raglan, Sivastopol’a giderken elinde arazinin yapısını gösteren tek bir
güvenilir belge dahi yoktu. Askerler nereye gideceklerini, hangi tepenin
ardında ne olduğunu bilmeden savaş meydanına sürülmüşlerdi. Lucan’a verilen
“Düşmanın topları götürmesini engelleyin” emri, arazinin bilinmemesi ve
stratejik gözlem / reconnaissance eksikliği nedeniyle bir intihar
saldırısına dönüşmüştü.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hadise, bilginin olmadığı yerde cesaretin sadece bir trajedi üreteceğini
gösterir. Alınacak temel ders; "bir araziye hakim olmadan o arazide
savaş kazanılamayacağı" gerçeğidir. Günümüze bakan yönüyle ise bu
durum, fiziksel haritaların yerini alan uydu görüntüleri ve siber coğrafya / cyber
geography verilerinin neden günümüz istihbarat dünyasının kalbi olduğunu
açıklar. Veri madenciliği ve topoğrafik analiz, modern devletlerin
"stratejik öngörü" / strategic foresight kapasitesinin
temelidir.
Dipnotlar ve Kaynakça
Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British
Intelligence Community. Heinemann. Stafford, D. (1998). Churchill and
the Secret Service. Harry N. Abrams. Harper, J. L. (1994). American
Visions of Europe. Cambridge University Press. Mukherjee, M. (2010). Churchill's
Secret War. Basic Books.
Britanya Gizli Servisinin Ajan Seçimindeki
Metodolojisi Ve Türkiye Topraklarında Yürüttükleri Operasyonel
Faaliyetlerin Mahiyeti
“Britanya gizli servisinin ajan seçimindeki
metodolojisi ve Türkiye / Turkey topraklarında yürüttükleri operasyonel
faaliyetlerin mahiyeti” üzerine odaklandığımızda, (önceki yazılarımızda)
değindiğimiz kurumsal yapının insan odaklı bir stratejiyle nasıl şekillendiği
daha net anlaşılmaktadır. İngilizlerin istihbarat anlayışında ajan seçimi,
sadece profesyonel casusların görevlendirilmesi değil, hedef toplumun dokusuna
sızabilecek, uzun vadeli ve güvenilir 'etki ajanları' / agents of influence
yaratma sanatıdır.
“İngiliz
istihbarat servislerinin ajan seçme kriterleri / recruitment criteria,”
genellikle profesyonel bir kadro kurmaktan ziyade, belirli sosyal çevrelerden
ve üniversite mezunlarından / alumni gelen tavsiyelere dayanmaktadır. Britanya
yöntemi, genç ve kariyerinin başında olan, gelecekte kilit pozisyonlara gelme
potansiyeli taşıyan kişileri tespit edip, onlara uzun yıllar boyunca ödeme
yaparak ve destekleyerek 'kıymetli varlıklar' / assets haline
getirmektir. Bu kişiler genellikle resmi birer çalışan değil, 'gönüllü
muhbirler' / voluntary informers olarak sisteme dahil edilirler. Türkiye
özelinde ise bu durum, yerel çevreyi, dili ve kültürü çok iyi bilen İngiliz
kökenli levanten / levantine ailelerle veya nüfuzlu yerel figürlerle
kurulan derin bağlar üzerinden yürütülmüştür.
George Griffin Eady ve Edward Whittall Vakası
Birinci Dünya Savaşı döneminde, İngiliz
istihbarat dünyasının en cüretkâr ajanlık operasyonlarından biri yaşanmıştır.
Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division başkanı Amiral
Hall, İstanbul’u ve Osmanlı bürokrasisini çok iyi tanıyan George Griffin Eady
ve Edward Whittall’ı özel bir görevle görevlendirmiştir.
- Hikâyenin
Gelişimi:
Eady bir inşaat mühendisi, Whittall ise İstanbul’da yaşayan köklü bir
İngiliz tüccar ailesinin üyesiydi. Görevleri, Osmanlı Devleti’ni savaştan
çekilmeye ikna etmek için hükümet yetkililerine devasa bir rüşvet / bribe
teklif etmekti. Hall, kabineye haber vermeden bu ajanlara 4 milyon sterlin
(bugünün parasıyla yüz milyonlarca sterlin) harcama yetkisi vermiştir. Whittall ve Eady, 15 Mart
1915’te Dedeağaç’ta Türk temsilcilerle bir araya gelmiş ve dönemin güçlü
ismi Talat Paşa ile temas kurmuşlardır. Ancak İngiltere’nin aynı anda
Rusya ile gizli bir anlaşma / secret agreement yaparak İstanbul’u
Ruslara vaat etmesi, bu rüşvet misyonunun çökmesine neden olmuştur; çünkü
ajanlar Türklere başkentlerinin ellerinde kalacağına dair bir garanti
verememişlerdir.
- Ana Fikir ve Alınacak Dersler: Bu vaka,
istihbarat operasyonlarının tek başına para veya kişisel bağlantılarla
başarıya ulaşamayacağını, sahadaki 'kirli işlerin' mutlaka devletin genel
dış politikası ve diplomatik vaatleriyle uyumlu olması gerektiğini
göstermektedir.
- Günümüze Bakan Yüzü: Modern
dünyada hibrit savaş / hybrid warfare yöntemleri içinde yer alan
'ekonomik manipülasyon' ve 'siyasi rüşvet' taktikleri hâlâ kullanılsa da,
bu operasyonların başarısı ancak sağlam bir diplomatik zemin ve tutarlı
stratejik hedeflerle mümkündür. Gizli servislerin siyasi otoriteden
bağımsız hareket etmesi, bazen milyonlarca altının bile boşa gitmesine ve
stratejik hedeflerin ıskalanmasına yol açabilmektedir.
“İngilizlerin Türk devlet mekanizması içindeki
yerel işbirlikçileri / local collaborators,” konusu ise Soğuk Savaş / Cold
War döneminde daha sofistike bir hal almıştır. Örneğin, Türkiye’deki
Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6) istasyonu,
Türk gizli servisinin / Turkish secret service başındaki isim olan Albay
Peredzh ile yakın bir çalışma ilişkisi kurmuştu. Peredzh, MI6’dan aylık
düzenli bir ödeme / retainer almaktaydı. Bu durum, İngilizlerin bir
ülkenin en mahrem / classified güvenlik birimlerine sızarak orayı bir
'dinleme postu' / listening post olarak kullanma becerisini
kanıtlamaktadır.
“Cicero / Cicero” kod adlı Elyesa Bazna vakası
ise ajan seçimi ve güvenlik zaafları açısından ibret vericidir. Bazna,
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’in uşağıydı.
- Vaka Detayları: Bazna,
büyükelçinin güvenlik protokollerini / security protocols ihlal
ederek yatak odasında bıraktığı anahtarları kopyalamış ve en mahrem
belgeleri Almanlara satmıştır. İngiliz istihbaratı bu sızıntıyı / leak
fark etmiş olsa da, büyükelçinin yüksek rütbesi ve sosyal statüsü
nedeniyle uzun süre ciddi bir soruşturma / investigation
yürütememiştir.
- Dersler: Bir
istihbarat servisinin en zayıf halkası, o servisi yönetenlerin en
yakınındaki 'önemsiz' görünen kişilerdir. Disiplin ve kurallara uymayan
bir diplomat, en yetenekli casustan daha tehlikeli olabilir. Günümüzde
siber güvenlik / cybersecurity ne kadar önemliyse, fiziksel
güvenlik ve 'içerideki tehdit' / insider threat her zaman en kritik
risk unsuru olmaya devam etmektedir.
İngilizler, (önceki yazılarımızda) vurguladığımız
üzere, ajanlarını seçerken genellikle 'yalnız kurt' / lone wolf
maceraperestler yerine, toplumsal nüfuzu olan ve yerel otoritelerle ailevi veya
ticari bağları bulunan kişileri tercih etmişlerdir. Bu strateji, onların
Türkiye üzerindeki operasyonel etkisini yüzyılı aşkın bir süre boyunca
sürdürmelerini sağlamıştır.
Kaynakça Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The
Black Door: Spies, Secret Intelligence and British Prime Ministers.
HarperCollins. Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the
British Intelligence Community. Heinemann. Corera, G. (2011). The Art of
Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson. Dorril, S.
(2001). MI6: Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate. Judd, A.
(1999). The Quest for C: Sir Mansfield Cumming and the Founding of the
British Secret Service. HarperCollins. Stafford, D. (1998). Churchill
and the Secret Service. Harry N. Abrams. West, N. (1983). MI6: British
Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.
Yahudiler Konusu
“İngiliz devlet aklının /
statecraft Yahudi toplumuyla olan ilişkisi, tarihsel olarak derin bir önyargı /
prejudice ile kaçınılmaz bir pragmatizm / pragmatism arasındaki gerilim dolu
boşlukta şekillenmiştir.” (Önceki yazılarımızda) istihbarat teşkilatlarının
kuruluş safhalarından bahsederken belirttiğimiz üzere, Britanya
İmparatorluğu’nun bekası için her türlü enstrümanı / instrument kullanma
becerisi, kişisel nefretlerin her zaman önünde yer almıştır. İngiliz elitleri arasında
Yahudi karşıtlığı / anti-semitism yaygın bir "kurumsal hastalık"
olmasına rağmen, Yahudilerin sağladığı istihbari ve finansal güç, onları
Britanya için vazgeçilmez birer ortak / partner haline getirmiştir.
“Stratejik bir karakol ihtiyacı
ve Balfour Deklarasyonu / Balfour Declaration,” Britanya’nın Orta Doğu’daki
varlığını koruma arzusunun en somut örneğidir. İngiliz hükümeti, 1917
yılında Yahudilere bir "ulusal yurt" sözü verirken bunu insani
duygularla değil, bölgedeki sadakati şüpheli Arap dünyasına karşı "güvenli
bir stratejik ileri karakol" / strategic outpost kurma amacıyla yapmıştır.
Belgeler, Britanya’nın Yahudi toplumunu bir müttefikten ziyade,
imparatorluk çıkarlarını koruyan bir "bekçi" olarak gördüğünü açıkça
ortaya koymaktadır.
“İstihbaratın kalitesine
duyulan mecburiyet / operational necessity,” İngilizlerin bu toplumu sürekli
kullanmasının en temel nedenidir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Aaron
Aaronsohn tarafından kurulan Nili / Nili casus ağı, Türk birliklerinin
hareketleri hakkında İngilizlere paha biçilemez bilgiler sağlamıştır. Benzer
şekilde, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi gönüllüler, Alman diline ve kültürüne
olan hakimiyetleri sayesinde Nazilere karşı yürütülen aldatma operasyonlarında
/ deception operations kritik roller üstlenmişlerdir. Maurice Oldfield gibi üst
düzey istihbarat yöneticileri, Arap yanlısı Dışişleri Bakanlığı politikalarına
rağmen, Yahudi kaynakların sağladığı istihbaratın "vazgeçilmez"
olduğunu defalarca vurgulamışlardır.
“Finansal ve kurumsal örtü
sağlama kapasitesi / corporate cover,” Britanya’nın gizli operasyonlarını
yürütmesinde Yahudi iş adamlarının rolünü ön plana çıkarmıştır. MI6’nın
"Z" organizasyonu gibi yeraltı ağları, Nazi karşıtı Yahudi elmas
tüccarları ve film yapımcısı Alexander Korda gibi isimlerin ticari
imparatorluklarını birer paravan / front olarak kullanmıştır. İngiliz
aristokrasisi içindeki Yahudi karşıtlığına rağmen, bu iş birliği her iki
tarafın da hayatta kalma stratejisi haline gelmiştir.
Nili Casus Ağı ve Aaron
Aaronsohn Hikâyesi
Birinci Dünya Savaşı’nın en
kritik döneminde, Filistinli bir botanikçi olan Aaron Aaronsohn, Britanya’ya
başvurarak bir casus ağı kurmayı teklif etmiştir. Aaronsohn, hiçbir maddi
karşılık beklemeden, sadece Yahudilerin Filistin’de bir yurt edinmesi desteği
karşılığında Türk ordusunun tüm stratejik hareketlerini İngilizlere
sızdırmıştır. Kız kardeşi Sarah Aaronsohn, bu ağın en önemli halkasıyken
Türkler tarafından yakalanmış, ağır işkenceler görmüş ve sır vermemek için
intihar etmiştir.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hikâye, büyük güçlerin kendi çıkarları için en fedakâr müttefiklerini bile
nasıl birer "araç" / tool olarak kullandığını göstermektedir.
Aaronsohn ailesinin trajedisi, istihbarat dünyasında dostluğun değil, sadece
"karşılıklı çıkarların" / mutual interests baki kaldığı dersini
verir. Günümüze bakan yönüyle; devletler arasındaki ilişkilerin duygusal
sempatiler üzerine değil, paylaşılan tehdit algıları ve stratejik kazanımlar
üzerine kurulu olduğu gerçeği, modern Orta Doğu politikasının da temel taşını
oluşturmaya devam etmektedir.
Dipnotlar ve Kaynakça
Andrew, C. M. (1985). Secret
Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann.
Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6.
Weidenfeld & Nicolson. Deacon, R. (1985). C: A Biography of Sir Maurice
Oldfield. Macdonald. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British
Spies. Creative Education. Judd, A. (1999). The Quest for C: Sir
Mansfield Cumming and the Founding of the British Secret Service.
HarperCollins. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service.
Harry N. Abrams. Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass: British
Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton. West, N. (1983). MI6:
British Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.
Dışişleri Bakanı Ernest Bevin
“Britanya İmparatorluğu’nun
İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen yeni dünya düzenindeki yerini koruma
çabası, Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’in politikalarında en keskin ifadesini
bulmuştur.” Bevin’in bağımsız bir Yahudi devletinin / Jewish state kurulmasına
karşı yürüttüğü direnç, kişisel bir antipatiden ziyade, imparatorluğun bekasını
hedefleyen çok boyutlu bir jeopolitik / geopolitical stratejiye dayanmaktaydı.
(Önceki yazılarımızda) Britanya istihbarat servislerinin Orta Doğu’daki
tarihsel köklerine değinmiş olsak da, Bevin dönemindeki bu muhalefetin
temelinde yatan ana unsurlar, bölgedeki dengeleri kökten değiştirecek bir ‘uydu
devlet / satellite state’ korkusuydu.
“Bevin’in itirazlarının
merkezinde, Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’da bir köprübaşı / bridgehead elde
etmesi endişesi yer almaktaydı.”,. Bevin, kurulacak bağımsız bir Yahudi
devletinin, doğası gereği veya stratejik zorunluluklarla Sovyet yörüngesine
gireceğine ve Moskova’nın bölgedeki çıkarlarını koruyan bir mekanizmaya
dönüşeceğine inanıyordu,. Dönemin Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki ‘Arabistler
/ Arabists’ olarak bilinen bir grup yetkili, Bevin’i bu devletin bir Rus uydusu
/ satellite olacağı konusunda sürekli beslemiş; Rusya’nın o dönemde İsrail ile
özel bir ilişki kurmaya yönelik hamlelerini bu tezin kanıtı olarak sunmuştur.
“İmparatorluğun iletişim
hatlarının / communication lines güvenliği, Bevin için vazgeçilemez bir
öncelikti.”. Eğer Filistin topraklarında Sovyet etkisinde bir devlet kurulursa,
Britanya’nın Hindistan’a ve Doğu’daki petrol kaynaklarına / oil resources uzanan
stratejik yolları (Doğu İmparatorluğu / Empire of the East) doğrudan tehdit
altına girecekti,. Bu durum, sadece bir toprak kaybı değil, Britanya’nın
küresel bir güç / power olma iddiasının da fiilen çökmesi anlamına geliyordu.
“Arap dünyasıyla olan
ilişkilerin bozulması ve petrol arzının tehlikeye girmesi, Bevin’in pragmatik /
pragmatic yaklaşımının bir diğer ayağını oluşturuyordu.”,. Bevin, bağımsız bir
Yahudi devletinin ilanının tüm Arap coğrafyasını Britanya’ya karşı birleştireceğini
ve bunun sonucunda bölgedeki ‘gayri resmi imparatorluğun’ temelini sarsacağını
öngörüyordu,. Bu stratejik vizyon, onu Yahudi göçüne / immigration katı
sınırlamalar getirmeye ve Siyonist / Zionist hedefleri engellemek için
istihbarat servislerini (MI6) örtülü operasyonlarda / covert operations
kullanmaya sevk etmiştir,.
Ana Fikir ve Alınacak
Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, istihbarat dünyasında en büyük
fedakârlıkların bile her zaman karşılıklı bir sadakatle ödüllendirilmediğidir.
Yahudiler, Britanya’nın zaferi için hayati bilgiler sağlasalar da, savaş
sonrası değişen stratejik dengeler, geçmişteki kahramanlıkların üzerine soğuk
bir ‘realpolitik / realpolitik’ perdesi örtmüştür. Buradan çıkarılacak ders;
"devletlerin dostları yoktur, sadece çıkarları vardır" sözünün
istihbarat tarihindeki en somut örneğidir. Günümüze bakan yönüyle ise, bir
topluluğun veya yapının bir büyük güce sağladığı stratejik avantaj, o gücün
uzun vadeli jeopolitik korkularıyla (Bevin’in Rusya korkusu gibi) çatıştığı
anda, o topluluk kolaylıkla feda edilebilmektedir.
Dipnotlar ve Kaynakça
(APA Stilinde)
Corera, G. (2011). The Art
of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson.,,,,,,.
Deacon, R. (1985). C: A Biography of Sir Maurice Oldfield.
Macdonald.,,,,,,. Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special Operations.
Fourth Estate.,,,,,,,. Mukherjee, M. (2010). Churchill’s Secret War: The
British Empire and the Ravaging of India during World War II. Basic
Books.,,. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry
N. Abrams.,,. Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass: British
Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton.,,,,.
İngilterenin Komploculuğu
“Britanya’nın İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra bir imparatorluktan orta ölçekli bir güce gerilemesi, ancak
buna rağmen küresel arenada 'sıkletinden fazla yumruk atma' / punching above
its weight çabası,” modern istihbarat tarihinin en karmaşık sayfalarından
birini oluşturur. (Önceki yazılarımızda) değindiğimiz üzere, Birleşik Krallık
askeri ve ekonomik kaynaklarını kaybettikçe, bu boşluğu istihbarat
servislerinin "olay şekillendirme" / event shaping ve gizli operasyon
/ covert action yetenekleriyle doldurmaya çalışmıştır. Günümüze bakıldığında,
zayıflayan Krallık, stratejik hedeflerine ulaşmak için Amerika Birleşik
Devletleri’nin devasa askeri ve mali gücünü bir "kuvvet çarpanı" / force
multiplier olarak kullanma sanatında ustalaşmıştır.
“Britanya ve ABD arasındaki
'Özel İlişki' / Special Relationship ve bunun istihbarat boyutundaki
asimetrisi,” aslında bir güven ve kaygı / trust and anxiety dengesi üzerine
kuruludur. Britanya, kendisini Amerika’nın "Roma"sına karşı daha
bilge ve tecrübeli bir "Atina" olarak konumlandırmış; Amerikalıları
kendi emperyal vizyonu doğrultusunda eğitme ve yönlendirme rolünü üstlenmiştir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde MI6, al-Qaeda gibi küresel terör / global
terrorism tehditlerini ve kitle imha silahları / weapons of mass destruction
(WMD) risklerini ön plana çıkararak, Washington’ı kendi stratejik öncelikleri doğrultusunda
harekete geçirmeye odaklanmıştır.
“Modern dönemdeki komplolar ve
dış müdahaleler,” özellikle 2011 Libya müdahalesi ve Suriye’deki iç savaş
süreçlerinde belirginleşmiştir. Britanya, Libya’da Muammer Kaddafi’ye karşı
yürütülen operasyonlarda, başlangıçta SAS ve SBS gibi özel kuvvetlerini /
special forces "E
Bölüğü" / E Squadron gibi gizli yapılar altında sahaya sürmüş; ancak bu
operasyonları Amerikalıların hava gücü ve diplomatik desteğiyle tahkim
etmiştir. Suriye’de ise MI6, radikal grupların yükselişini engellemek ve
"ılımlı" muhalifleri eğitmek amacıyla 100.000 kişilik bir ordu kurma
gibi formidabl / formidable planlar üzerinde çalışmış, bu süreçte ABD’nin
lojistik imkânlarını kullanmaya gayret etmiştir.
“Teknolojik bağımlılık ve siber
surveylans / surveillance alanı,” Britanya’nın en büyük kozu olan Hükümet
İletişim Karargâhı’nın / GCHQ, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı / NSA ile olan
"umbilik" / umbilical bağı üzerinden şekillenmektedir. Britanya, bağımsız
bir casus uydu / spy satellite programını finanse edemediği için, ABD’nin "uzaydaki
gözlerine" erişim karşılığında kendi küresel dinleme istasyonlarını ve
analiz yeteneğini Washington’ın hizmetine sunmaktadır. Bu ilişki, bazen
G20 zirvelerinde müttefiklerin dahi dinlenmesi / eavesdropping gibi etik dışı
operasyonların Amerikalılarla ortaklaşa yürütülmesine zemin hazırlamıştır.
Irak Kitle İmha
Silahları (WMD) Dosyası Hikâyesi ve Alınacak Dersler
“İstihbaratın polizitize edilmesi / politicization of
intelligence” konusundaki en ibretlik vaka, 2003 yılındaki Irak işgali
öncesinde yaşanan "hazırlanmış dosya" / cooked dossier olayıdır.
Dönemin Başbakanı Tony Blair, MI6’dan gelen ham verileri, kamuoyunu savaşa ikna
etmek için "allayıp pullayarak" sunmuş; Saddam Hüseyin’in 45 dakika
içinde kimyasal silah saldırısı yapabileceği iddiasını ortaya atmıştır. MI6,
kurumsal olarak "memnun etmeye fazla istekli" / too eager to please
davranmış ve doğru olmayan verileri siyasi otoriteye altın tepside sunmuştur.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu olayın ana fikri, bir istihbarat servisinin siyasi otoriteye
"gerçekleri" değil, otoritenin "duymak istediklerini"
söylemeye başladığında, bunun felaketle sonuçlanacak bir dış politikaya yol
açacağıdır. Alınacak en önemli ders, stratejinin istihbaratı dikte etmesi /
strategy dictating intelligence durumunun, devletin karar alma mekanizmalarını
körleştireceğidir. Günümüze bakan yönüyle; Irak’taki bu fiyasko / fiasco,
Britanya’nın istihbarat itibarını / reputation zedelemiş ve Edward Snowden gibi
whitleblower / ifşaatçıların eylemleriyle gizli servislerin üzerindeki
demokratik denetim baskısını artırmıştır. Modern dünyada "gizli
belgeler" artık bir savaşın tek meşruiyet kaynağı olamaz; çünkü yanlış
istihbarat, orduları yanlış savaşlara sürükleyen bir tuzaktır.
Dipnotlar ve Kaynakça
Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The Black Door: Spies, Secret
Intelligence and British Prime Ministers. HarperCollins. Andrew, C. M.
(1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community.
Heinemann. Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of
MI6. Weidenfeld & Nicolson. Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of
Special Operations. Fourth Estate. Goodman, M. E. (2020). The SIS and
Other British Spies. Creative Education. Moynihan, D. P. (1998). Secrecy:
The American Experience. Yale University Press. Verrier, A. (1983). Through
the Looking Glass: British Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W.
Norton.
İngiliz İstihbaratının Complo Ve Manipülasyon /
Manipulation Yeteneği
“Britanya devlet aklının ve istihbarat
servislerinin dünya genelinde bir komplolar ağı örerek hâkimiyet kurma
stratejisinin altında yatan asıl neden, imparatorluğun fiziksel ve ekonomik
gücünün tükendiği noktalarda, bu boşluğu 'stratejik kurgu' ve 'olay şekillendirme'
/ event-shaping yeteneğiyle doldurma arzusudur.” (Önceki yazılarımızda)
istihbaratın tarihsel gelişimine değinirken belirttiğimiz üzere, Britanya
İmparatorluğu’nun özellikle yirminci yüzyılın ortalarından itibaren yaşadığı
gerileme, onu elindeki kısıtlı kaynakları bir 'kuvvet çarpanı' / force
multiplier olarak kullanmaya itmiştir. Bu stratejinin temelinde, sadece
bilgi toplamak değil, hedef ülkelerin iç dinamiklerine müdahale ederek
'Majestelerinin Hükümeti'nin / Her Majesty's Government çıkarlarına
uygun sonuçlar mühendisliği yapmak / engineering outcomes yatar.
“İngiliz istihbaratının complo ve manipülasyon / manipulation
yeteneğinin kurumsal temelleri,” 1909 yılında kurulan Gizli Servis Bürosu’na / Secret
Service Bureau kadar uzanmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında,
Britanya’nın Avrupa topraklarında tek bir ajanı dahi yokken ve askeri
hazırlıkları Rusya gibi devasa güçler karşısında yetersizken, 'Büyük Oyun' / Great
Game olarak adlandırılan süreçte istihbarat; rüşvet, blöf ve yerel dinsel /
dinsel olmayan unsurları kışkırtma sanatı olarak gelişmiştir. Bu dönemde
istihbaratçılar, imparatorluğun zayıf düştüğü noktalarda 'Aziz George’un
Süvarileri' / Cavalry of St. George olarak adlandırılan altın paraları
kullanarak devletleri ve liderleri satın alma yoluna gitmişlerdir.
“Savaşlar arası dönemde ve Soğuk Savaş / Cold
War sürecinde Britanya’nın stratejik hayal gücü,” Amerika Birleşik
Devletleri’nin devasa maddi gücünü kendi emperyal vizyonu doğrultusunda
yönlendirme çabasıyla şekillenmiştir. İngiliz elitleri kendilerini, Amerika’nın kaba gücüne
(Roma) karşı, dünyayı yönetmeyi bilen bilge akıl (Atina) olarak
konumlandırmışlardır. Bu durum, özellikle 1953 yılında İran’da
Muhammed Musaddık’ı devirmek için düzenlenen 'Önyükleme Operasyonu' / Operation
Boot gibi eylemlerde kendini göstermiştir; burada İngilizler planı
kurgulamış, Amerikalılar ise finansmanı ve kaba kuvveti sağlamıştır.
“İstihbaratın komplolar üzerinden dünyayı
şekillendirme arzusunun bir diğer nedeni,” sömürge sonrası dönemde / post-colonial
era Britanya’nın hala 'sıkletinden fazla yumruk atma' / punching above
its weight hırsıdır. Askeri garnizonların / garrisons ve ekonomik
hegemonyanın / hegemony sona erdiği coğrafyalarda MI6 (Gizli İstihbarat
Servisi / Secret Intelligence Service), 'örtülü faaliyetler' / covert
action ve psikolojik savaş yöntemlerini birer ikame aracı olarak
kullanmıştır. Özellikle
Orta Doğu’da kurulan haber ajansları (Arap Haber Ajansı gibi), paravan
şirketler / front companies ve rüşvet ağları, bölge halklarının
iradesini İngiliz çıkarları lehine manipüle etmek için tasarlanmıştır.
George Griffin Eady ve Edward Whittall’ın Rüşvet
Misyonu ve Alınacak Dersler
Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik aşamasında,
İngiliz Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division Başkanı
Amiral 'Blinker' Hall, Osmanlı İmparatorluğu’nu savaş dışı bırakmak için
inanılmaz bir komplo kurmuştur. İstanbul’u ve Türk bürokrasisini çok iyi
tanıyan iki 'etki ajanı' / agents of influence, George Griffin Eady ve
Edward Whittall, özel bir görevle görevlendirilmiştir.
- Hikâye: Bu iki
ajan, Mart 1915’te Dedeağaç’ta Türk temsilcilerle bir araya gelmiş ve
Osmanlı hükümetine savaştan çekilmesi karşılığında 4 milyon sterlin
(bugünün parasıyla yüz milyonlarca sterlin) değerinde bir rüşvet teklif
etmişlerdir. Ancak İngiltere’nin aynı anda Rusya ile gizli bir anlaşma
yaparak İstanbul’u Ruslara vaat etmesi, bu operasyonu imkânsız hale
getirmiştir; çünkü ajanlar Türklere başkentlerinin ellerinde kalacağı
sözünü verememişlerdir.
- Ana Fikir ve Alınacak Dersler: Bu vaka,
istihbarat komplolarının bazen devletin resmi diplomasisiyle
çatışabileceğini ve sadece para dağıtarak bir imparatorluğun kaderinin
değiştirilemeyeceğini göstermektedir. Alınacak ders, bir operasyonun
başarısının sahadaki ajanların kurnazlığından ziyade, o operasyonun
devletin genel stratejisi ve diplomatik vaatleriyle olan tutarlılığına
bağlı olduğudur.
- Günümüze Bakan Yüzü: Modern
dünyada, hibrit savaş / hybrid warfare yöntemleri içinde ekonomik
manipülasyonlar hala merkezi bir yer tutmaktadır. Ancak 1915’teki bu
başarısızlık, bugünün 'yeni dünyasında' da gizli servislerin siyasi
otoriteden bağımsız hareket etmesinin ne denli büyük stratejik hezimetlere
yol açabileceğini kanıtlamaktadır.
“Britanya’nın komplolara duyduğu bu tarihsel
meyil,” aynı zamanda bir 'gizlilik kültürü' / culture of secrecy
yaratmış ve bu gizem perdesi, teşkilatın gerçek gücünden çok daha büyük
algılanmasına yol açmıştır. Daniel Patrick Moynihan’ın da vurguladığı üzere,
bu aşırı gizlilik bazen ulusal güvenliği korumaktan ziyade, hükümetlerin
hatalarını örtbas etmek ve dünyayı 'aynaların vahşi ormanı' / wilderness of
mirrors içinde dilediği gibi yönetebileceği illüzyonunu / illusion
sürdürmek içindir.
Dipnotlar ve Kaynakça (APA Stilinde)
Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The
Black Door: Spies, Secret Intelligence and British Prime Ministers.
HarperCollins.
Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The
Making of the British Intelligence Community. Heinemann.
Bower, T. (1989). The Red Web: MI6 and the KGB
Master Coup. Aurum Press.
Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The
Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson.
Deacon, R. (1985). C: A Biography of Sir
Maurice Oldfield. Macdonald.
Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special
Operations. Fourth Estate.
Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other
British Spies. Creative Education.
Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The American
Experience. Yale University Press.
Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret
Service. Harry N. Abrams.
Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass:
British Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton.
West, N. (1983). MI6: British Secret
Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.
Britanya Devlet Aklının / Statecraft Ortadoğu
“Britanya devlet aklının / statecraft
Ortadoğu coğrafyasındaki etnik ve dini azınlıkları stratejik birer enstrüman
olarak kullanma becerisi, bu toplumların karakter yapısından ziyade, İngiliz
istihbaratının 'insan sarraflığı' / discernment ve uzun vadeli 'etki
ajanı' / agents of influence devşirme metodolojisiyle doğrudan
ilişkilidir.” (Önceki yazılarımızda) istihbaratın sadece bilgi toplama değil,
aynı zamanda toplumları içten dönüştürme ve rejimleri şekillendirme gücü
olduğundan bahsetmiştik; Kürtler ve Ermeniler üzerindeki operasyonel
faaliyetler de bu 'stratejik mühendisliğin' / strategic engineering en
somut tezahürleridir.
“İngiliz istihbarat
servislerinin ajan seçme ve toplumsal zafiyetleri kullanma yöntemleri / recruitment
criteria,” bireylerin veya toplumların doğuştan gelen karakter
özelliklerine değil, mevcut siyasi konjonktürdeki 'incinebilirliklerine' / vulnerabilities
odaklanır,. Britanya yöntemi, hedef alınan gruptaki bireyleri henüz genç ve
kariyerlerinin başındayken tespit edip, onları uzun yıllar boyunca maddi ve
manevi olarak destekleyerek 'kıymetli varlıklar' / assets haline
getirme üzerine kuruludur,. Kürt ve Ermeni grupların kullanımında da bu yöntem
izlenmiş; bu toplulukların merkezi otoriteyle (Osmanlı veya Sovyetler Birliği)
olan tarihsel kırgınlıkları ve bağımsızlık arzuları, İngiliz çıkarları
doğrultusunda 'kaldıraç' / leverage olarak kullanılmıştır,.
“Ermeni ve Kürt unsurların
operasyonel süreçlerdeki rolü / operational roles,” özellikle I. ve
II. Dünya Savaşı dönemlerinde zirveye ulaşmıştır. İngiliz Deniz İstihbarat
Bölümü / Naval Intelligence Division (NID) ve sonrasında kurulan Özel
Operasyonlar İdaresi / Special Operations Executive (SOE), Kafkasya ve
Doğu Anadolu’da Sovyet veya Alman ilerleyişini durdurmak amacıyla 'G(R) 16'
gibi son derece mahrem misyonlar kurgulamıştır,. Bu planlar kapsamında, bölgeyi
iyi bilen Kürt, Ermeni ve Gürcü gruplardan oluşan sabotaj timleri, Bakü petrol
sahaları gibi stratejik noktaları imha etmek veya isyan başlatmak üzere
eğitilmiştir,. Ancak bu durum, söz konusu milletlerin bir 'karakter zayıflığı'
değil, İngilizlerin "Aziz George’un Süvarileri" / Cavalry of St
George olarak adlandırdığı altın rüşvetleri ve siyasi vaatleri (bağımsız
devlet sözü gibi) kullanarak yerel dinamikleri manipüle etme başarısıdır,.
“İstihbari başarının temelinde yatan pragmatizm / pragmatism,”
İngilizlerin bu grupları sevdikleri için değil, operasyonel gereklilikler / operational
necessity nedeniyle kullandıklarını teyit etmektedir. Örneğin,
Ermeni azınlığın kültürel olarak daha ileri olması ve uluslararası bağlantıları
(özellikle Rusya ile), onları Britanya için hem tehlikeli bir rakip hem de
kullanışlı bir bilgi kaynağı haline getirmiştir. Benzer şekilde, Kürt
aşiretleri arasındaki iç rekabetler ve özerklik talepleri, İngiliz subaylarının
kılık değiştirerek veya bilimsel heyet süsü vererek bölgede haritalandırma ve
istihbarat toplama faaliyetleri yürütmesine zemin hazırlamıştır,.
Ancak bu 'başarı', çoğu zaman
kullanılan yerel unsurlar için trajediyle sonuçlanmıştır. (Önceki
yazılarımızda) değindiğimiz Kim
Philby gibi çift taraflı ajanların / double agents ihanetleri
sonucunda, İngilizlerin Kafkasya veya Arnavutluk gibi bölgelere sızdırdığı
Ermeni ve diğer etnik gruplara mensup ajanlar, Sovyet gizli servisi tarafından
'kuzu gibi boğazlanmak' üzere pusuya düşürülmüştür,,. Bu durum,
Britanya'nın başarısının yerel halklara olan sadakatinden değil, onları
'harcanabilir piyonlar' / expendable pawns olarak görmesinden
kaynaklandığını kanıtlamaktadır.
Bölgesel Manipülasyon ve
Alınacak Dersler
İstihbarat dünyasının en çarpıcı
derslerinden biri, büyük güçlerin yerel halkların 'milli duygularını' / nationalist
sentiments kendi küresel satranç tahtalarında nasıl feda edebildiğidir. İngilizler, özellikle Kürt
aşiretleri ve Ermeni komiteleri üzerinde uyguladıkları stratejilerde, bu
grupların 'içerideki zayıflıklarını' (ekonomik muhtaçlık, aşiret kavgaları,
bağımsızlık tutkusu) profesyonelce analiz etmişlerdir,.
Ana Fikir ve Dersler:
İngiltere'nin bu grupları kullanarak sağladığı başarı, bir milletin
karakterinden ziyade, Britanya'nın 'kurumsal hafızası' / institutional
memory ve insan faktörünü yönetme becerisinin bir ürünüdür. Alınacak ders;
"yerel unsurların, büyük devletlerin sağladığı destek ve vaatlerin aslında
birer 'operasyonel kılıf' / operational cover olduğunu fark
etmedikleri sürece, kendi emelleri yerine başkalarının stratejik hedeflerine
hizmet edecekleri" gerçeğidir. Günümüze bakan yüzüyle bu durum; modern
'hibrit savaş' / hybrid warfare çağında bile, etnik huzursuzlukların
dış güçler tarafından nasıl profesyonelce provoke edildiğini ve bilginin
doğruluğunun 'gizliliğinden' daha kıymetli olduğunu göstermektedir,.
Kaynakça (APA Stilinde)
Andrew, C. M. (1985). Secret
Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann.,.
Corera, G. (2011). The Art
of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson.,.
Dorril, S. (2001). MI6:
Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate.,,,.
Jeffery, K. (2010). MI6: The
History of the Secret Intelligence Service 1909–1949. Bloomsbury..
Stafford, D. (1998). Churchill
and the Secret Service. Harry N. Abrams.,.
West, N. (1983). MI6:
British Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.,.
İngiliz İstihbarat Servislerinin, Dini Yapıları Ve Din
Adamlarını Stratejik Kullanma
“İngiliz istihbarat
servislerinin, dini yapıları ve din adamlarını stratejik birer operasyonel örtü
/ cover olarak kullanma geleneği, teşkilatın insan odaklı analiz
yeteneğinin ve hedef toplumun dokusuna sızma becerisinin en dikkat çekici
örneklerinden biridir”. (Önceki yazılarımızda) istihbaratın tarihsel
gelişiminden ve Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service
(MI6) gibi kurumların kuruluş süreçlerinden bahsetmiştik; ancak din adamlarının
birer istihbarat unsuru olarak kullanılması, mesleğin "insan
sarraflığı" yönünü en ince detaylarıyla ortaya koymaktadır.
Bu alandaki en çarpıcı
örneklerden biri, David Balfour’dur. Kendisi, Atina Üniversitesi'nde ders veren
ve akıcı bir dile sahip olan bir akademisyenken, İkinci Dünya Savaşı sırasında "Peder
Dimitri" takma adıyla bir Ortodoks rahibi kılığına girmiştir.
Balfour, bu dini kimliği sayesinde işgal altındaki Yunanistan'da ve daha sonra
Tel Aviv’de çok gizli operasyonlar yürütmüş, yerel halkla ve üst düzey
yetkililerle kurduğu manevi bağları istihbarat toplamak amacıyla kullanmıştır.
Bir diğer önemli figür ise Gizli İstihbarat Servisi eski
başkanı Maurice Oldfield’dır. Oldfield, dini bilgisini ve ilahiyat / divinity
konusundaki uzmanlığını, Kuzey İrlanda’daki görev süresi boyunca bir silah
olarak kullanmıştır. Katolik rahiplerle ilahiyat tartışmalarına girerek
onların güvenini kazanmış ve bu sayede normal şartlarda İngiliz devletine
kapalı olan topluluklardan hayati bilgiler / insights elde etmiştir.
Oldfield, "din alimi" kimliğiyle misunderstandings / yanlış
anlaşılmaları ortadan kaldırarak İrlanda Cumhuriyet Ordusu / Irish
Republican Army (IRA) ile olan mücadelede rahipleri birer aracı / mediator
haline getirmiştir.
İngilizlerin Orta Doğu
stratejilerinde de din adamlarının kullanılması "Büyük Oyun" / Great
Game döneminden beri süregelen bir pratiktir. Özellikle İran’da
mullahların / mullahs rüşvetle ikna edilmesi süreci, istihbarat
jargonunda "St. George'un Süvarileri" / Cavalry of St. George
denilen altın paraların kullanılmasıyla yürütülmüştür. İngiliz yetkililer,
mullahların dini otoritesini kullanarak halkın Rus veya Alman sempatisini
kırmayı hedeflemişlerdir. Benzer bir durum Vatikan ile kurulan ilişkilerde de
görülmektedir; Hugh Montgomery gibi dindar Katolik subaylar, Vatikan’ın en
mahrem koridorlarında diplomatik ve istihbari bağlantılar kurmakla
görevlendirilmiştir.
Peder Dimitri (David
Balfour) ve Manevi Örtü Hikâyesi
İstihbarat dünyasının en ilginç
hikâyelerinden biri, David Balfour’un Yunanistan’da bir rahibe dönüşme
sürecidir. Balfour,
sadece cübbe giymekle kalmamış, bir din adamının sahip olması gereken tüm vakar
ve bilgiye vakıf olmuştur. Atina’da bir manastıra sığınarak kraliyet yanlısı
unsurları örgütlemiş ve müttefiklerin / allies stratejik hedeflerine
hizmet etmiştir. Bir keresinde, kendisini gerçek bir rahip sanan yerel bir
yetkilinin günahlarını dinlemiş ve bu itiraflardan elde ettiği verileri
Londra'ya raporlamıştır.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hikâyenin ana fikri, istihbaratın sadece teknik bir veri madenciliği değil,
aynı zamanda karşı tarafın en kutsal ve mahrem alanlarına girebilecek bir
"karakter inşası" süreci olduğudur. Alınacak ders, bir analistin veya
saha ajanının, hedef kitlenin inanç sistemine ve terminolojisine / terminology
tam hakimiyet sağlamasının, ona milyonlarca sterlinlik ekipmandan daha fazla
kapı açacağıdır. Günümüze bakan yüzüyle ise bu durum; modern hibrit savaşlarda
/ hybrid warfare dini ve kültürel yapıların hâlâ en hassas sızma
noktaları olduğunu ve manevi değerlerin manipülasyonunun / manipulation
kitleleri yönlendirmede en güçlü araç olarak kalmaya devam ettiğini
göstermektedir.
“Osmanlı İmparatorluğu'nun son
döneminde Britanya ile yakın diplomatik ve siyasi ilişkiler kuran, hatta
İngiliz çıkarlarına açıkça sempati duyan devlet adamları ve dini figürleri
anlamak, o devrin stratejik dengelerini çözmek adına zaruridir.” İngiliz istihbarat
ve diplomasi belgeleri, özellikle "Büyük Oyun / Great Game"
sürecinde, Osmanlı bürokrasisi ve cemiyeti içinde kendine yakın isimler
devşirme sanatını nasıl ustalıkla icra ettiklerini göstermektedir,. (Önceki
yazılarımızda) İngiliz istihbaratının yerel ağlar kurma metodolojisinden
bahsetmiştik; bu yazıda ise bizzat Osmanlı içindeki aktörlerin bu süreçteki
rollerini en ince detaylarıyla ele alacağız.
“İngiliz yanlısı devlet adamları arasında en mümtaz /
distinguished yeri şüphesiz Kıbrıslı Kâmil Paşa tutmaktadır.”
İngiliz belgelerinde "Britanya yanlısı bir Türk devlet adamı / pro-British
Turkish statesman" olarak tanımlanan Kâmil Paşa, liberal sempatileri olan
ve İngiliz yönetim tarzına derin bir hayranlık besleyen bir figürdü,. Kâmil
Paşa, Londra'daki Times gazetesinin en eski abonelerinden biri
olmasıyla ve İngiliz büyükelçileriyle olan fevkalade yakınlığıyla tanınırdı.
Birçok kez Sadrazamlık / Grand Vizier makamına getirilen Paşa, İngiliz
belgelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun bekasının ancak Britanya ile kurulacak
sıkı bir ittifak sayesinde mümkün olacağına inanıyordu,.
“Diplomatik dengeleri gözeten bir diğer isim ise Tevfik
Paşa'ydı.” İngiliz belgeleri Tevfik Paşa'yı, saraydan gelen emirleri
harfiyen yerine getiren ancak yabancı elçiliklerle, özellikle de İngiliz
elçiliğiyle her zaman dostane ve yapıcı ilişkiler sürdüren bir "eski ekol
centilmeni / gentleman of the old school" olarak tanımlar,. Tevfik Paşa,
1909 yılındaki karşı devrim / counter-revolution sürecinde Sadrazamlık görevini
üstlenmiş ve bu hassas dönemde İngiliz diplomatları için güvenilir bir muhatap
olmuştur,.
“Dini figürlerin İngiliz
operasyonel süreçlerindeki rolü, özellikle gizli pazarlıklarda ortaya
çıkmaktadır.” Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'ni savaşın dışına
itmek için kurgulanan devasa rüşvet operasyonunda, İngiliz istihbaratı çok
ilginç bir kanalı kullanmıştır. Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence
Division (NID) başkanı Amiral 'Blinker' Hall, Osmanlı yetkililerine 4 milyon
sterlin rüşvet teklif etmek üzere George Griffin Eady ve Edward Whittall'ı
görevlendirirken, bu operasyonun "başlıca aracısı / principal
intermediary" olarak Osmanlı Devleti'nin Hahambaşısı'nı / Grand Rabbi
seçmiştir,. Belgeler, bu dini otoritenin, İttihat ve Terakki Cemiyeti
hükümetindeki etkili isimlerle -özellikle de o dönemde barış görüşmelerine açık
olduğu düşünülen Talat Paşa ile- temas kurmak için kilit bir rol oynadığını
doğrulamaktadır,.
“Askeri ve siyasi kariyeri boyunca İngilizlerle
yakın temas kuran bir diğer isim ise Rauf Orbay'dır.” Rauf Bey, genç bir deniz
subayıyken, Osmanlı donanmasını güçlendirmek üzere görevlendirilen Amerikalı
"Bucknam Paşa"nın yaverliğini yapmış ve bu süreçte Batılı diplomatik
çevrelerle yakın bağlar kurmuştur,. 1909 mutfağı sırasında, İngiliz
elçiliği tarafından kılık değiştirilerek / disguised güvenli bir yere
kaçırılmasına yardımcı olunan isimler arasındaydı. Daha sonraki yıllarda
Sadrazamlık ve Londra Büyükelçiliği gibi kritik görevler üstlenmiştir.
Eady-Whittall Rüşvet
Operasyonu ve Alınacak Dersler
Amiral Hall, Osmanlı
İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesini sağlamak için kurguladığı gizli
operasyonda / covert operation, hükümetin içindeki ılımlı kanada ulaşmak adına
Hahambaşı'nın manevi ve siyasi ağırlığını bir "etki kanalı" olarak
kullanmıştır. 4 milyon sterlinlik devasa bir meblağ, dini otoritelerin de
yardımıyla Türk yetkililere teklif edilmiş, ancak İngiltere'nin Rusya ile
yaptığı gizli anlaşmalar nedeniyle bu girişim akim kalmıştır.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu hadisenin ana fikri, devletlerarası ilişkilerde rüşvet ve dini otoritelerin
aracı kılınmasının, ancak devletin temel dış politika hedefleriyle (Rusya'ya
verilen sözler gibi) çelişmediği sürece sonuç verebileceğidir. Buradan
çıkarılacak temel ders; "bir devleti içeriden manipüle etmek için
kullanılan dini ve siyasi aktörlerin gücü, uluslararası konjonktürün ve
stratejik gerçeklerin / realpolitik ötesine geçemez" gerçeğidir. Günümüze
bakan yüzüyle bu durum, hibrit savaşlar / hybrid warfare çağında dahi,
lobicilik ve nüfuz casusluğunun / espionage of influence ancak sahada
desteklenen tutarlı bir stratejiyle başarıya ulaşabileceğini, aksi takdirde en
büyük rüşvetlerin bile bir "fiyasko / fiasco" ile sonuçlanacağını
kanıtlamaktadır,.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Britanya İmparatorluğu / British
Empire İle Olan Münasebetleri
“Modern Türkiye Cumhuriyeti'nin / Republic of
Turkey kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Britanya İmparatorluğu / British
Empire ile olan münasebetleri, bir askeri dehanın tam bağımsızlık / full
independence yolunda yürüttüğü amansız mücadelenin ve sonrasında kurulan
rasyonel diplomasinin / diplomacy bir tezahürüdür.” (Önceki
yazılarımızda) Britanya istihbaratının Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzundan ve
yerel aktörleri kullanma metodolojisinden / methodology bahsetmiştik;
ancak Mustafa Kemal’in sahneye çıkışı, bu geleneksel İngiliz oyununun
kurallarını kökten değiştirmiştir.
“Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri bir lider olarak
Britanya ile ilk büyük karşılaşması, onun bir ulusal kahraman / national
hero olarak yükselmesini sağlayan Çanakkale Cephesi'dir / Gallipoli.”
1915 yılında yürütülen bu seferde, İngiliz istihbaratı ve askeri kanadı
başlangıçta Mustafa Kemal ismine pek aşina değildi; nitekim o dönemde başlıca
generallerin isimleri bile tam olarak bilinmiyordu. Ancak Mustafa Kemal,
Gelibolu’daki üstün komutanlık yeteneğiyle İngilizlerin "Donanma ile
İstanbul’a ulaşma" planlarını akim / futile bırakmış ve
Britanya’nın Orta Doğu stratejisine en ağır darbelerden birini vurmuştur.
“Türk İstiklal Harbi / Turkish War of
Independence sürecinde ise Atatürk, Britanya’nın işgalci politikalarına
karşı Başkomutan / Commander-in-chief sıfatıyla doğrudan bir mücadele
yürütmüştür.” (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere
İngilizler, yerel unsurları ve azınlıkları birer ‘kaldıraç’ / leverage
olarak kullanarak Anadolu’yu kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Mustafa
Kemal ise bu "parçala ve yönet" stratejisine karşı ulusal birliği
tesis ederek, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmayı başarmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk, İngilizlerle olan ilişkilerini düşmanlık
yerine karşılıklı saygı ve "eşitlik" esasına dayanan rasyonel bir
diplemasi zeminine oturtmuştur.
“Atatürk döneminde İngilizlerin Türkiye
üzerindeki örtülü faaliyetleri / covert operations ve iç güvenlik
tehditleri de devam etmiştir.” Kaynaklar, Atatürk’e yönelik İzmir Suikastı /
assassination attempt gibi olaylarda eski İttihatçıların ve rejim
muhaliflerinin rolüne değinmektedir. Örneğin, bu süreçte suçlu bulunan ve
idam edilen isimler arasında yer alan Şükrü Bey’in / Chukry Bey davası,
genç Cumhuriyet’in iç istikrarını koruma çabasının bir parçasıdır. Britanya,
Atatürk'ün başlattığı "kapsamlı reform programlarını" ve Türkiye’nin
modernleşme / modernization sürecini yakından izlemiştir.
Mustafa Kemal’in Askeri İstihbarat
Değerlendirmesi ve Alınacak Dersler
Atatürk, askeri kariyeri boyunca istihbaratın
önemini kavramış bir liderdir. Henüz 1897’deki Türk-Yunan Savaşı sırasında,
askeri istihbaratın sivil memurlar yerine profesyonel subaylar tarafından
yönetilmesi gerektiğini savunan görüşleri benimsemiştir.
- Hikâye: Atatürk,
Gelibolu’da yalnızca düşman birliklerinin sayısını değil, İngiliz
ordusunun içindeki moral bozukluğunu ve lojistik / logistics
zafiyetlerini de doğru analiz etmiştir. İngilizlerin kendi aralarındaki
koordinasyon / coordination eksikliği ve yerel şartlara dair
cehaleti / ignorance, onun stratejik hamlelerini zaferle
taçlandırmıştır.
- Ana Fikir ve Dersler: Bu
tarihi süreçten çıkarılacak ders; "doğru istihbarat ve yerel
dinamiklere hakimiyetin, en devasa askeri güçlerden bile daha üstün
olduğudur." İngilizlerin "Büyük Oyun" geleneği, Mustafa
Kemal'in gerçekçi ve vatansever stratejisi karşısında mağlup olmuştur.
- Günümüze Bakan Yüzü: Modern
dünyada, büyük güçlerin bölgesel müdahaleleri ve "etki ajanları"
yaratma çabaları hala devam etmektedir. Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi
ve dış müdahalelere karşı kurumsal direnç oluşturma vizyonu, bugünün
uluslararası ilişkilerinde de egemenlik haklarının korunması için temel
bir rehber niteliğindedir.
Winston Churchill ve İsmet
İnönü
“İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini
değiştirecek olan stratejik hamlelerin merkezinde, Winston Churchill’in
Türkiye’yi safına çekme arzusu ve bu doğrultuda İsmet İnönü ile kurduğu şahsi,
bir o kadar da muammalı / mysterious münasebet yatar.” (Önceki
yazılarımızda) Churchill’in "Büyük Oyun" geleneğinden gelen bir
devlet adamı olarak, Balkanlar’ı Nazilere karşı bir "yumuşak karın" /
soft underbelly olarak gördüğünü ve bu bölgeyi stratejik bir öncelik /
priority haline getirdiğini belirtmiştik. Churchill, Türkiye’nin
savaşa girmesinin, müttefiklerin / allies Rusya ile irtibatını
kolaylaştıracağına ve Alman ordusunun ikmal hatlarını / supply lines
felç edeceğine inanıyordu.
“İngiliz devlet aklının Türkiye
üzerindeki gizli operasyonları ve İnönü ile yürütülen pazarlıklar,” sadece
diplomasi masasında değil, istihbaratın en karanlık dehlizlerinde
şekillenmiştir. Britanya Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence
Service (MI6) ve Hükümet Kod ve Şifre Okulu / Government Code and
Cypher School (GC&CS), Türk diplomatik trafiğini / diplomatic
traffic düzenli olarak takip ederek İnönü’nün her adımını izliyordu.
Churchill, bizzat "Boniface" veya "Ultra" olarak kodlanan
verileri inceleyerek, Türkiye’nin Alman saldırısı karşısındaki zafiyetlerini ve
İnönü’nün müttefiklere olan gerçek bağlılığını ölçmeye çalışıyordu.
“İstihbaratın en çarpıcı ve
anlaşılması güç / cryptic detaylarından biri,” Türk devlet mekanizması
içine sızan İngiliz nüfuzudur. İngiliz belgelerine göre, o dönem Türk gizli
servisinin / Turkish secret service başında bulunan Albay Peredzh,
MI6’dan aylık düzenli bir ödeme / retainer almaktaydı. Bu durum,
Churchill’in İnönü ile masaya otururken aslında Türk tarafının en mahrem / classified
düşüncelerine ve askeri kapasitesine dair doğrudan bilgi sahibi olduğunu
kanıtlamaktadır. (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere, İngilizler bir
ülkenin lideriyle görüşmeden evvel o liderin "zihinsel haritasını"
çıkarmayı bir gelenek haline getirmişlerdi.
“Churchill ve İnönü arasındaki gizli pazarlıkların en
somut örneği,” 1943 yılındaki Adana ve Kahire buluşmalarıdır. Churchill,
Casablanca Konferansı’ndan hemen sonra Türkiye’ye gelerek İnönü’yü savaşa
girmeye ikna etmeye çalışmıştır. Bu görüşmelerde Churchill, Türkiye’ye
modern silahlar ve hava desteği vaat etmiş, ancak İnönü bu teklifleri
"milli bekâ" / national survival gerekçesiyle ve
İngilizlerin vaatlerini yerine getirme kapasitesine duyduğu şüpheyle geri
çevirmiştir. Churchill’in bu süreçteki en büyük korkusu, Türkiye’nin savaşa
girmemesi durumunda Sovyetler Birliği’nin Balkanlar’da tek hâkim güç haline
gelmesiydi.
Adana Treni’ndeki Sessiz
Düello ve Alınacak Dersler
Ocak 1943’te Adana’da bir tren vagonunda gerçekleşen
buluşmada, Churchill tüm hitabet / oratory gücünü kullanarak İnönü’ye
"tarihin akışını değiştirme" fırsatı sunmuştur. İnönü ise, meşhur
"sağırlığını" diplomatik bir silah olarak kullanarak, İngiliz
Başbakanı’nın en keskin argümanlarını duymamazlıktan gelmiş ve Türkiye’yi savaşın
yıkımından uzak tutmayı başarmıştır.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu tarihi vakadan çıkarılacak en mühim ders; "küçük ve orta ölçekli
devletlerin, devlerin savaşında hayatta kalabilmek için sadece askeri güce
değil, üstün bir denge siyasetine / realpolitik ve istihbarat
kurnazlığına ihtiyaç duyduğu" gerçeğidir. İnönü, Churchill gibi bir
"strateji dehasını" kendi oyununda durdurabilmiştir. Günümüze
Bakan Yüzü: Modern dünyada "vekalet savaşları" / proxy wars
ve bölgesel güç dengeleri hala benzer bir mantıkla işlemektedir. Devletlerin
birbirine sağladığı istihbari desteklerin veya sızmaların (Albay Peredzh
örneğinde olduğu gibi), diplomatik masadaki pazarlık gücünü nasıl derinden
etkilediği, bugünün "hibrit savaş" / hybrid warfare
konjonktüründe de geçerliliğini korumaktadır.
George F. Kennan a göre İyi
Bir Analist
“İstihbaratın özü, teknik
verilerin ötesinde, insan faktörünün ve kültürel dokunun derinlemesine tahlil
edilmesinde / analysis yatar.” (Önceki yazılarımızda) George F.
Kennan’ın dış politika üzerindeki etkilerinden bahsetmiştik; ancak onun bir
analist için sunduğu metodolojik / methodological rehberlik, modern
istihbaratın en ince detaylarını kapsayan bir disiplin niteliğindedir,.
Kennan’a göre istihbarat, sadece gizli bilgileri çalmak değil, toplumları ve
liderleri harekete geçiren temel kavramları anlamaktır.
“Analistin en temel görevi, verileri toplarken kişisel
önyargılardan arınmış bir nesnellik / objectivity sergilemektir.”
Kennan, iyi bir analistin asla aşırı iyimser olmaması gerektiğini savunur. Ona
göre, çalışma sürecinde çok fazla çöp / rubbish veri toplanması
kaçınılmazdır; analist bu yığından yılmamalı ve kestirme yollara saparak bazı
bilgileri göz ardı etmemelidir. Gerçek bir analiz, tüm verilerin, hatta en
kullanışsız görünenlerin bile biriktirilip, ardından ‘buğdayın samandan
ayrılması’ gibi titizlikle elenmesiyle ortaya çıkar,.
“İnsan sarraflığı ve ulusal
karakterin incelenmesi, analist için vazgeçilmez bir yetkinliktir.” Kennan,
istihbaratın temelde ‘insanlarla ilgili’ olduğunu defalarca vurgulamıştır,. Bir
analistin muhatabını değerlendirirken onun sadece söylediklerine değil, ulusal
karakterine ve mensup olduğu sınıfın özelliklerine odaklanması gerekir. Örneğin, Alman bir çift taraflı
ajanı / double agent değerlendirirken onun mizah anlayışına bakmak,
Kennan’a göre o kişinin potansiyelini ölçmek için geçerli bir testtir; çünkü
mizah duygusu, karakterin derinliği ve zihinsel esnekliği hakkında ipucu verir.
“Tarihsel perspektifin
korunması, bugünün karmaşasını anlamlandırmak için zaruridir.” Kennan, güvenlik çalışmalarının
tarihsel araştırma ve soybilim / genealogy ile ortak yönleri olduğuna
inanır. (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere, o dönemde analistlik yapan
birçok kişi sadece o anki krize odaklanırken, Kennan bir tarihçi titizliğiyle
geçmişin detaylı bilgisini geleceğe uygulamayı tavsiye eder. Hatta
orta çağ belgelerini / medieval documents yorumlamakla istihbarat
dünyasındaki kanıtları yorumlamanın birbirine çok benzediğini, her ikisinin de
küçük fragmanlardan / fragments yola çıkarak büyük resmi inşa etme
sanatı olduğunu belirtir,.
“Açık kaynakların gücü ve
gizlilik kültürü / culture of secrecy arasındaki dengeyi doğru kurmak
gerekir.” Kennan, bir hükümetin ihtiyaç duyduğu bilgilerin %95’inin
kütüphaneler ve arşivler gibi tamamen yasal ve açık kaynaklardan elde
edilebileceğini savunur. Analistlere, casusluk yoluyla ‘sır çalma’
takıntısından kurtulup, mevcut açık verileri yetkin bir şekilde incelemelerini
tavsiye eder. Aşırı
gizliliğin, analiz sürecini körelten ve analisti ‘aynaların vahşi ormanı’ / wilderness
of mirrors içinde oryantasyon kaybına / disorientation uğratan
bir tuzak olduğu konusunda uyarır,.
Oleg Penkovsky Vakası ve
Stratejik Analiz Hikâyesi
İstihbarat tarihinin en büyük
analitik başarılarından biri, Küba füze krizi / Cuban missile crisis
sırasında yaşanmıştır. Sovyet ajanı Oleg Penkovsky’den gelen binlerce sayfalık
belge ve film rulosu, analistlerin önüne yığıldığında büyük bir tartışma
çıkmıştır: Bu bilgiler gerçek mi, yoksa bir dezenformasyon / disinformation
ürünü müdür?,.
Maurice Oldfield gibi deneyimli
isimler, Penkovsky’nin getirdiği verilerin ‘bir mucize’ kadar kıymetli olduğunu
savunurken, Washington’daki birçok analist ‘en kötü durum’ senaryolarına
takılıp kalmıştı,. Kennan’ın yaklaşımı burada devreye girer: O, analistin sadece düşmanın
kapasitesine / capabilities (füze sayısı gibi) değil, niyetlerine / intentions
de odaklanması gerektiğini söyler,.
Ana Fikir ve Dersler:
Penkovsky hikâyesinin ana fikri, teknik verilerin ancak doğru bir zihinsel
harita ve niyet okuma ile anlam kazandığıdır. Alınacak ders; analistin rakibini
bir ‘canavar’ / monster olarak görmekten vazgeçip, onun korkularını,
dini ve kültürel geçmişini anlamaya çalışması gerektiğidir,. Günümüze bakan
yüzüyle; modern siber istihbarat / cyber intelligence çağında bile,
binlerce algoritmanın çözemediği düğümü, rakibinin zihninin içine girebilen ve
‘insan faktörünü’ doğru analiz eden bir akıl çözmektedir.
George F. Kennan’ın Dünya Geleceğine Dair Öngörüleri
“George
F. Kennan’ın dünya geleceğine dair öngörüleri, salt bir diplomatik
tahminden öte, insan doğası, tarihsel döngüler ve teknolojik gelişim arasındaki
çatışmayı analiz eden derin bir felsefi doktrine / doctrine
dayanmaktadır.” (Önceki yazılarımızda) bahsettiğimiz üzere, Kennan’ın vizyonu
sadece Soğuk Savaş’ın / Cold War sınırlarıyla mahsur kalmamış; aksine
yirminci yüzyılı "seminal bir felaket" / seminal catastrophe
olarak tanımlayarak yirmi birinci yüzyılın sancılarını on yıllar öncesinden
haber vermiştir.
“Sovyet sisteminin çöküşü ve
Almanya’nın birleşmesi,” Kennan’ın en keskin öngörülerinden biri olarak
tarihe geçmiştir. Daha
1956 yılında, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından otuz üç yıl önce, Rusya’nın bir
gün Doğu Almanya’yı terk etmek zorunda kalacağını ve Almanya’nın birleşeceğini
öngörmüştü. (Önceki yazılarımızda) değindiğimiz üzere, o, Sovyet Partisi
içindeki birliğin bozulması durumunda Rusya’nın bir gecede en güçlü devletten
en zayıf ve acınası bir topluma dönüşebileceğini savunmuştur. Bu öngörü,
sistemin "kendi içindeki yıkım tohumlarını" / seeds of its own
decay barındırdığı inancına dayanıyordu.
“Ekolojik ve demografik felaket
/ ecological and demographic disaster uyarısı,” Kennan’ın geleceğe
dair en karanlık ve en kesin gördüğü öngörüsüdür. Kennan, insanlığın nükleer bir çatışmadan ziyade,
kontrolsüz nüfus artışı, kaynakların tükenmesi ve doğanın tahribatı nedeniyle
kesin bir yıkıma sürüklendiğini savunmuştur. Ona göre, yirmi birinci
yüzyılın başında bu etkiler çok daha acı verici hissedilecek ve eğer
engellenemezse insanlık için "Yeni bir Karanlık Çağ" / New Dark
Age başlayacaktır; bu süreçte son iki bin yıllık medeniyet kazanımları
tamamen kaybolabilir.
“Teknolojiye duyulan sarsılmaz inancın / technological
frenzy yarattığı köleleşme,” Kennan’ın toplumsal öngörülerinin
merkezinde yer alır. Kennan, otomobil, televizyon ve sonrasında bilgisayar
kültürünün insanları özgürleştirmek yerine "kendi kendine
köleleşme" / self-enslavement biçimlerine hapsettiğini
savunmuştur. Teknolojinin Amerikan toplumunun dokusunu parçaladığını, topluluk
bilincini / community yok ettiğini ve insanın çevreyle olan doğal
bağını kopardığını on yıllar öncesinden dile getirmiştir.
“Nükleer imha riski ve askeri odaklı düşüncenin fiyaskosu
/ fiasco,” Kennan’a göre küresel güvenliğin önündeki en büyük
engeldir. Nükleer silahların herhangi bir makul siyasi amaca hizmet
etmediğini ve bu silahlanma yarışının bir kaza veya kontrol kaybı sonucu tüm
insanlığı yok edebileceğini öngörmüştür. Kennan’ın geleceğe dair bir diğer
ilginç / interesting öngörüsü ise liberal demokrasinin / liberal
democracy modern çağın karmaşık sorunlarıyla başa çıkma konusundaki
yetersizliğidir. Ona göre, Batı toplumları disiplinsizleşirken, daha disiplinli
ve "rutless" / ruthless (acımasız) olan Doğu toplumlarının
(özellikle Çin ve Japonya) gelecekte yönetimi ele alma ve daha etkili bir
sistem kurma ihtimali bulunmaktadır.
Alman Birleşmesi
Kehaneti ve Alınacak Dersler
1956 yılında, Soğuk Savaş’ın en
katı döneminde Kennan, Avrupa’nın bölünmüşlüğünün doğal olmadığını ve bu
durumun sonsuza dek süremeyeceğini iddia etmiştir. Rusya'nın Doğu Almanya
üzerindeki yükünün bir gün taşınamaz hale geleceğini ve bu toprakları terk etmek
zorunda kalacağını savunmuştur.
Ana Fikir ve Dersler:
Bu öngörü, büyük güçlerin coğrafi ve kültürel olarak kendilerine yabancı olan
bölgeleri askeri güçle sonsuza dek yönetemeyecekleri gerçeğine dayanır.
Alınacak ders, stratejik planlamada "insan doğası ve kültürel
aidiyetin" / human nature and cultural belonging, tank ve füze
sayılarından daha belirleyici olduğudur. Günümüze bakan yönüyle; ideolojik
körlüklerin ve askeri güç gösterilerinin, halkların doğal gelişim ve özgürlük
iradesini sadece bir süreliğine bastırabileceği, ancak tarihin akışını tamamen
durduramayacağı gerçeği modern çatışma bölgeleri için de geçerliliğini
korumaktadır.
Üçüncü Dünya Savaşı İhtimali
“Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali / probability of
World War III, tarihsel belgeler ve stratejik analizler ışığında bir
kaçınılmazlık değil, bir 'kendi kendini gerçekleştiren kehanet' / self-fulfilling
prophecy riski olarak ele alınmaktadır.”. Kaynaklar, bir savaşın
kaçınılmaz veya muhtemel olarak görülmesinin ve bu doğrultuda hazırlık
yapılmasının, o savaşın fiilen gerçekleşme şansını artırdığını vurgulamaktadır.
(Önceki yazılarımızda) nükleer stratejinin bir 'dehşet dengesi' / balance of
terror üzerine kurulu olduğundan ve bu dengenin tarafları rasyonel kalmaya
zorladığından bahsetmiştik,. Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ekonomik ve askeri olarak harap olması, Moskova'nın yeni bir dünya
çatışmasından kaçınmak için neredeyse her yolu deneyeceği gerçeğini ortaya
koymuştur,.
“Nükleer silahların varlığı, topyekûn bir zaferin
/ total victory imkânsızlığını kanıtlamış ve askeri bir hesaplaşmayı
mantıksız bir eylem haline getirmiştir.”,. George Kennan’a göre, nükleer bir saldırı başlatmak
herhangi bir hükümet için rasyonel bir hareket değildir; zira böyle bir eylem,
sadece düşmanı değil, aynı zamanda saldırganın kendi varlığını da tehlikeye
atar,. Kennan,
insanlığın önündeki asıl tehlikenin askeri bir çatışmadan ziyade, kesin olan
ekolojik ve demografik bir felaket olduğunu, Sovyet kontrolü riskinin ise bu
felaket yanında 'küçük bir kaza' / minor catastrophe kalacağını
savunmaktadır,.
“Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında müttefik
istihbarat raporları, Sovyetlerin 1956 yılına kadar önceden planlanmış bir
savaşa hazır olabileceğini öngörmüş olsa da, bu tahminler büyük ölçüde yetersiz
verilere dayanmaktaydı.”,. 1947
yılında yapılan tahminler, Sovyet ordusunun 170 tümenle kırk günde Atlantik
kıyılarına ulaşabileceğini iddia ederken, gerçekte bu tümenlerin yarısının
sadece kağıt üzerinde / on paper var olduğu sonradan anlaşılmıştır.
Britanya askeri planlamacıları, 'Unthinkable / Düşünülemez' operasyonu gibi
gizli çalışmalarla Sovyetlere karşı bir saldırı olasılığını değerlendirmiş,
ancak Dışişleri Bakanlığı bu tür hamlelerin Rusya'yı provoke edeceği / provocation
endişesiyle bu planları sınırlı tutmuştur,,. Günümüzde ise "haydut devletler" / rogue
states olarak adlandırılan yapıların tehdidi, Soğuk Savaş dönemindeki
küresel yangın / world conflagration riskinden tamamen farklı bir
ölçekte değerlendirilmektedir.
Operation Unthinkable (Düşünülemez Operasyonu)
Hikâyesi
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde, Winston
Churchill, Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’daki hızlı ilerleyişinden dehşete
düşerek askeri kurmaylarına gizli bir emir vermiştir. Bu emir, teslim olan on
Alman tümeninin İngiliz ve Amerikan birlikleriyle birleşerek 1 Temmuz 1945’te
Rusya’ya saldırmasını öngören 'Operation Unthinkable' / Düşünülemez
Operasyonu’dur. Ancak genelkurmay başkanları, Rus ordusunun büyüklüğü ve
Britanya’nın bitkinliği karşısında bu planın bir 'askeri felaket' olacağını
belirterek projeyi reddetmişlerdir.
- Ana Fikir: Askeri
coşku ve stratejik korkuların, sahadaki lojistik ve siyasi gerçeklerle her
zaman örtüşmediği gerçeğidir.
- Alınacak Dersler: Devlet
adamlarının, en kritik anlarda bile duygusal tepkiler yerine 'realpolitik'
/ realpolitik zemininde hareket etmelerinin, dünyayı yeni bir
küresel yıkımdan koruyan en önemli unsur olduğudur.
- Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada, büyük
güçler arasındaki çatışma planları hâlâ 'düşünülemez' olanı zorlamaktadır;
ancak tarih göstermiştir ki, kaba kuvvetin yetersiz kaldığı yerde
diplomasi ve istihbarat analizi / intelligence analysis hayatta
kalmanın yegâne anahtarıdır.
Hindistan Ve Pakistan’ın 1947 Yılında Birbirinden Ayrılması
“Hindistan ve Pakistan’ın 1947 yılında
birbirinden ayrılması, bölgesel istikrar ve toplumsal huzur açısından bir
iyileşme / improvement sağlamak bir yana, on yıllarca sürecek bir
düşmanlık, nükleer rekabet ve devasa bir insani trajedi döngüsünü
tetiklemiştir.” (Önceki yazılarımızda) Britanya devlet aklının / statecraft
azınlıkları ve etnik grupları stratejik birer kaldıraç / leverage olarak
kullanma becerisinden bahsetmiştik; Hindistan’ın bölünmesi de bu ‘parçala ve
yönet’ / divide and rule stratejisinin en kanlı ve kalıcı sonuçlarından
biridir.
“Britanya Başbakanı Winston Churchill’in
Hindistan politikası, bölge halklarının refahından ziyade imparatorluk
çıkarlarını ve Sovyet karşıtı jeopolitik / geopolitical hesapları
merkeze almıştır.” Churchill, Hindistan’daki Hahudi-Müslüman
çekişmesini Britanya yönetiminin bölgedeki en büyük siperi / bulwark
olarak görmüş ve bu topluluklar arasında bir birlik kurulmasının, İngilizlerin
kapının dışına konulmasıyla sonuçlanacağından endişe etmiştir. Bu bağlamda,
bağımsızlık kaçınılmaz hale geldiğinde, Hindistan’ın bütünlüğünü korumak yerine
onu bölmek, Britanya’nın bölgedeki stratejik nüfuzunu / influence
sürdürmesi için bir yöntem olarak benimsenmiştir. Özellikle kuzeybatıdaki
Müslüman bölgelerin (Pakistan) ayrılması, bu bölgenin gelecekte Sovyetler
Birliği’ne karşı bir askeri üs / military base olarak kullanılabileceği
düşüncesiyle desteklenmiştir.
“Bölünmenin yarattığı insani ve toplumsal yıkım,
'bir medeniyet gerilemesi' / retrogression of civilization olarak
nitelendirilebilecek boyutlara ulaşmıştır.” 1947 yılındaki ayrılık
sürecinde en az 1 milyon insan hayatını kaybetmiş, 10 ila 15 milyon kişi ise
evlerinden edilerek tarihin en büyük zorunlu göç / displacement
hareketlerinden birine maruz kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Bengal’de
yaşanan ve 3 milyon kişinin ölümüne yol açan kıtlık / famine, bölgenin
toplumsal dokusunu zaten parçalamışken, bölünme ile gelen şiddet bu yaraları
derinleştirmiştir. George F. Kennan’ın analizlerinde belirttiği gibi, yapay
sınırlarla bölünmüş bu tür coğrafyalar, 'aynaların vahşi ormanı' / wilderness
of mirrors içinde, rasyonel bir barış yerine sürekli bir gerginlik ve
karşılıklı şüphe / mutual suspicion iklimine hapsolmuştur.
“Günümüze bakan yüzüyle Hindistan ve Pakistan
arasındaki ayrılık, 'çözülmemiş bir jeopolitik kriz' mirası bırakmıştır.” Keşmir
üzerindeki hak iddiaları, her iki ülkenin de nükleer silahlanma yarışına
girmesine ve bölgesel bir nükleer savaş / nuclear war riskinin sürekli
canlı kalmasına neden olmuştur. Britanya’nın bölgeden çekilirken ardında
bıraktığı bu dinsel ve etnik kutuplaşma, modern 'hibrit savaşlar' / hybrid
warfare için de istismar edilebilir bir zemin oluşturmuştur.
Tamluk Gizli Hükümeti ve Direniş Hikâyesi
(Önceki yazılarımızda) bahsettiğimiz Hindistan’ın
Bengal bölgesindeki Tamluk / Tamluk kasabasında yaşananlar, bu
trajedinin yerel bir kesitini sunar.
- Hikâye: 1942
yılında "Hindistan’ı Terk Et" / Quit India hareketi
sırasında halk, Britanya yönetimine karşı kendi 'Ulusal Hükümeti'ni
kurmuştur. Bu süreçte 73 yaşındaki Matongini Hazra gibi yaşlı kadınlar
bile ellerinde bayraklarla kurşunların üzerine yürümüş, sömürge güçleri
ise köyleri yakarak ve kitlesel şiddet uygulayarak karşılık vermiştir.
Bölünme sonrasında bu kahramanlık hikâyeleri, yerini dinsel nefretin
gölgesindeki pogromlara / pogroms bırakmıştır.
- Ana Fikir ve Dersler: Bu
hikâyenin ana fikri, halkın bağımsızlık tutkusunun emperyal güçler
tarafından dinsel ayrılıklar üzerinden manipüle / manipulate
edilerek nasıl bir iç savaşa dönüştürülebileceğidir. Çıkarılacak ders;
"bir toplumun içindeki fay hatları dış güçler tarafından bir kez
kırıldığında, kazanılan bağımsızlık bile huzur getirmeye
yetmeyebilir" gerçeğidir.
- Günümüze Bakan Yüzü: Bugün
Orta Doğu ve Güney Asya’daki pek çok çatışmanın kökeninde, bu 'yapay sınır
çekme' ve 'toplumsal mühendislik' yöntemlerinin yattığı görülmektedir.
Hindistan ve Pakistan örneği, bir devletin güvenliğinin sadece askeri
güçle değil, toplumsal barışın korunmasıyla mümkün olduğunu kanıtlayan acı
bir tecrübedir.
İsrail’in Güncel Savaş Doktrini
“İsrail’in güncel savaş doktrini / doctrine
ve bu devletin Orta Doğu’daki gelecekteki varlığına dair kehanetvari / prophetic
yaklaşımları analiz etmek, bölgedeki güç dengelerinin yalnızca askeri değil,
derin istihbari ve ideolojik / ideological temellerini de anlamayı
gerektirir.” (Önceki yazılarımızda) istihbaratın toplumları içten dönüştürme ve
rejimleri şekillendirme gücünden bahsetmiştik; İsrail’in savaş politikası da bu
"stratejik mühendisliğin" / strategic engineering ve
"önleyici vuruş" / preemption mantığının en somut örneğidir.
“İsrail’in güncel savaş politikasının temelinde
yatan 'önleyicilik çağı' / age of preemption kavramı,” devletin
varlığına yönelik tehditleri henüz olgunlaşmadan bertaraf etmeyi hedefler. Bu
politika, nükleer silahlara sahip bir İran’ın yaratacağı "varoluşsal
tehdidi" / existential threat durdurmak adına suikast ve sabotaj
operasyonlarını meşru bir araç olarak görür. İsrail Gizli Servisi Mossad
bünyesindeki "Kidon" / Kidon suikast birimi, bu stratejinin
icracısı olarak, yabancı topraklarda "eylem yapılması gereken"
hedefleri doğrudan imha etme yetkisine sahiptir. Günümüzdeki bu yaklaşım, 1967
Altı Gün Savaşı’ndaki / Six-Day War baskın saldırı mantığının modern
teknoloji ve siber istihbaratla birleşmiş halidir.
“İsrail’in
istihbarat toplama ve bölgesel nüfuz kurma becerisi,” Britanya ve Amerika
Birleşik Devletleri / United States servisleriyle kurulan "arka
kanal" / back channel iletişimlerine dayanmaktadır. (Önceki
yazılarımızda) İngiliz istihbaratının yerel ağlar kurma metodolojisinden
bahsetmiştik; Mossad da benzer şekilde Orta Doğu’nun her stratejik başkentinde
"bilgi istifleyen" / information hoarders kaynaklar
devşirmiştir. Özellikle nükleer programlar üzerindeki gözetleme faaliyetleri,
teknik verilerin / technical data ötesinde, rakip liderlerin
"zihinsel haritasını" çıkarmaya odaklanır.
Nesim’in Rıhtımdaki Kehaneti ve İmparatorluk Kalkanı Hikâyesi
Ekonomik tetikçi John Perkins’in anılarında yer
alan ve İranlı bir muhalif olan Nesim ile rıhtımda yaptığı görüşme, İsrail’in
bölgedeki rolüne dair çarpıcı bir kehanet / prophecy sunar.
- Hikâye: Nesim,
1973 Yom Kippur Savaşı’nın / Yom Kippur War ardından yaptığı
analizde, İsrail’in
aslında Amerika’nın Orta Doğu’daki "uç beyi" / foot soldier
ve petrol çıkarlarını koruyan bir "bekçi köpeği" / watchdog
olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, İsrail’e verilen nükleer
başlıklar ve muazzam askeri destek, Müslüman dünyasını baskı altında
tutmak ve Batılı kurumsal yapıların / corporatocracy oylardan
ziyade petrole dayanan egemenliğini pekiştirmek içindir.
- Ana Fikir ve Dersler: Bu
hikâyenin ana fikri, İsrail’in varlığının bölgesel halklar nezdinde bir
"güvenlik kalesi" değil, emperyal / imperial bir
"insan kalkanı" / shield olarak algılanmasıdır. Alınacak
ders; "bir devletin güvenliği, eğer bölge halklarının rızasından
ziyade dış güçlerin stratejik hesaplarına / realpolitik
dayanıyorsa, o devletin varlığı her zaman küresel bir çatışmanın
tetikleyicisi olma riski taşır" gerçeğidir.
- Günümüze Bakan Yüzü: Bugün Nesim’in
kehanetlerinin gerçekleştiği; İsrail’in artan saldırganlığının ve buna
karşılık gelişen militanizmin / militancy bölgeyi bitmek bilmeyen
bir "Yeni Haçlı Seferi" / New Crusade atmosferine soktuğu
görülmektedir.
“Dünya geleceği için öngörüleriyle tanınan George
F. Kennan’ın İsrail hakkındaki mülahazaları / considerations,” modern
tartışmalara ışık tutmaktadır. Kennan, İsrail’in bekasını Amerika için "ciddi bir ilgi
alanı" olarak kabul etse de, bunu "hayati" / vital bir
ulusal çıkar olarak görmemiştir. Ona göre, binlerce mil ötedeki bir toprak
parçası için sonsuza dek askeri sorumluluk üstlenmek rasyonel / rational
değildir. Kennan, İsrail sorununun bir gün süper güçler arasında
"kıyametvari" / apocalyptic bir çatışmaya yol açabileceği
konusunda uyarmıştır.
“İsrail’in
geleceğine dair en karanlık kehanetlerden biri ise İngiliz tarihçi Arnold
Toynbee’ye aittir.” Toynbee, 1950’lerde yaptığı bir öngörüde, 21. yüzyılın asıl
savaşının komünistler ve kapitalistler arasında değil, "Hristiyanlar ve
Müslümanlar" arasında olacağını belirtmiştir. Bu
perspektiften bakıldığında, İsrail’in bölgedeki konumu, bu büyük
"medeniyetler çatışmasının" / clash of civilizations ön
cephesi olarak nitelendirilmektedir.
Öngörüler
“Dünya tarihindeki kaos ve yıkımın köklerini
incelerken, kötülüğün kaynağının metafizik / metaphysical bir şeytandan
ziyade, insan ruhunun derinliklerindeki zayıflık ve rasyonel görünen kurumsal
yapıların işleyişinde yattığını görmek mümkündür.” (Önceki
yazılarımızda) devletlerin istihbarat oyunlarından ve diplomatik
manevralarından bahsetmiştik; ancak bu kaosun altındaki asıl trajedi, kötülüğün
olağanlığı / banality of evil ve insan doğasının noksanlığıdır.
Kötülüğün temel nedenlerini şu başlıklar altında
en ince detaylarıyla inceleyebiliriz:
1. İnsan Ruhunun Noksanlığı ve Kötülüğün
Olağanlığı George F. Kennan, bu dünyadaki kötülüğün belirleyici merkezinin / decisive
seat of evil devlet adamlarının sosyal ve siyasi haksızlıklarında değil,
bizzat insan ruhunun zayıflığında ve noksanlığında / imperfection
yattığını savunur. Kötülük, genellikle canavarca bir niyetten ziyade,
"insan zayıflığına yapılan ihtiyatlı bir taviz" / prudent
concession to human weakness olarak ortaya çıkar. Michael Novak’ın Hannah Arendt'e atıfla belirttiği
gibi, hürriyet düşmanları her zaman canavarlar / monsters değildir;
aksine onlar, yeğenleri olan, özel yemekleri seven ve şakalar yapan
"oldukça sıradan insanlardır" / quite ordinary men. Kötülük,
bu sıradan insanların kendi seçtikleri eylem planlarının / chosen courses of
action sonuçlarını görmezden gelmesiyle kurumsallaşır.
2. Ekonomik Tahakküm: Korporatokrasi / Corporatocracy Modern
dünyadaki kaosu tetikleyen en büyük "günah" birimlerinden biri, John
Perkins’in tabiriyle korporatokrasi / corporatocracy sistemidir. Bu
yapı, bir grup insanın gizli komplosundan ziyade, "kutsal bir gerçek"
gibi kabul edilen yanlış kavramlar üzerine kuruludur: her türlü ekonomik
büyümenin insanlık için yararlı olduğu inancı ve bu büyümeyi sağlayanların
kutsanması gerektiği yanılsaması / fallacy. Bu sistem, korku ve borç / fear
and debt üzerine inşa edilmiştir. Borç, modern bir kölelik / enslavement
biçimi olarak kullanılırken; korku, toplumları bu sömürüye razı etmek için bir
araç haline getirilir.
3. Teknolojik Karmaşa ve "Büyük Yanlış
Anlaşılma" / Misunderstanding Kennan’ın (önceki
yazılarımızda) değindiğimiz sanayileşme eleştirisi, kötülüğün bir diğer
nedenini ortaya koyar. Anton Çehov’un analizine atıfta bulunarak, sanayi
devrimindeki sömürüyü "trajik bir yanlış anlaşılma" / tragic
misunderstanding olarak nitelendirir. Burada "Şeytan", güçlü ve
zayıf arasındaki o karşılıklı ilişkiyi yaratarak her iki tarafı da kendi
sisteminin kurbanı haline getirmiştir. Modern teknoloji, insanı kendi
doğasından kopararak onu makineye köle etmekte ve toplumsal dokuyu parçalayarak
bir çeşit "ruhsal boşluk" / spiritual vacuum yaratmaktadır.
Çehov’un
"Şeytanı" ve Fabrika Hikâyesi
(Önceki yazılarımızda) bir fabrika ziyareti
sırasında Çehov’un gözlemlerine dayanan şu anlatı, kötülüğün sistem içindeki
yerini açıklar:
- Hikâye: Bir fabrikada binlerce işçi
sefalet içinde çalışırken, sahipleri de aslında kâr hırsının ve sistemin
getirdiği korkunun esiridir. Ortada kimsenin tam olarak mutlu olmadığı,
herkesin bir çarkın parçası olarak acı çektiği bir düzen vardır. Çehov
burada asıl suçluyu bir şahısta değil, güçlü ve zayıfı birbirine mahkûm
eden o "soyut şahısta" / abstract entity yani
"Şeytan"da görür.
- Ana Fikir ve Dersler: Buradaki
ana fikir, kötülüğün sadece birilerinin birilerine zulmetmesi değil, tüm
tarafların rasyonel olmayan bir yıkım döngüsüne / vicious circle
girmesidir. Alınacak ders, bir sistemin meyveleri (kâr, teknoloji, hız)
uğruna insan onurunun feda edilmesinin, eninde sonunda sistemi kuranları
da yutacağı gerçeğidir.
- Günümüze Bakan Yüzü: Bugün
küresel "ölüm ekonomisi" / death economy, sadece
kaynakları değil, insan ruhunu da tüketmektedir. Modern kölelik artık
kırbaçla değil, "kullan-at" kültürü ve ödenemeyen borçlarla
sürdürülmektedir.
Sağcılar Ve Solcular
“Siyasi düşünce yelpazesinde sağın bir ‘düzen
koruyucusu / guardian of order’, solun ise bir ‘isyan ve değişim odağı’
olarak konumlanmasının kökenlerini incelemek, insan doğasına ve toplumsal
dinamiklere dair derin bir felsefi arayışı gerektirir.” George F. Kennan gibi
stratejik düşünürlerin ve tarihçilerin analizleri, bu iki kutup arasındaki
çatışmanın sadece politik tercihlerden değil, insan ruhuna ve toplumsal
değişimin hızına dair temel bakış açılarından kaynaklandığını göstermektedir.
(Önceki yazılarımızda) devletlerin istihbarat ve güvenlik mekanizmalarını nasıl
kurduklarından bahsetmiştik; bu yazıda ise bu mekanizmaların korumaya çalıştığı
‘düzen’ fikri ile onu yıkmaya çalışan ‘isyan’ fikrinin psikolojik kökenlerini
en ince detaylarıyla ele alacağız.
“Sağ
düşüncenin düzen koruyuculuğu, temelde insan ruhunun noksanlığına / imperfection
duyulan inanca dayanır.” Kennan’a göre, dünyadaki kötülüğün belirleyici
merkezi / decisive seat of evil siyasi kurumlarda değil, bizzat insan
ruhunun zayıflığında ve karmaşasında yatar. Bu bakış açısına göre düzen, insan
ruhundaki ilkel kaosu dizginlemek için kurulmuş ‘zaruri bir baraj’
niteliğindedir. Muhafazakarlar
/ conservatives, adaletten ziyade düzene öncelik verirler; zira adaletin
ancak istikrarlı bir düzen içerisinde tecelli edebileceğine inanırlar.
Hukukun ve devlet otoritesinin kutsallığı, toplumun kendi içindeki vahşi
itkilerle / animalistic nature boğulmasını engelleyen bir kalkan olarak
görülür.
“Solun isyan
itkisi ve anarşist fikrin gelişimi ise genellikle toplumsal yabancılaşma / alienation
ve mutlak bir haklılık duygusuyla şekillenir.” Sol düşüncede isyanın temel
motivasyonlarından biri, mevcut sistemin yetersizliğine duyulan öfke ve bu
öfkenin getirdiği ‘kendi doğruluğundan emin olma’ halidir. İsyancı, kendi
ahlaki üstünlüğünden o kadar emindir ki, karşı görüşte olanların sadece yanlış
değil, aynı zamanda ‘kötü’ olduğunu varsayar. Anarşizm ise bu tepkiyi bir adım
öteye taşıyarak, her türlü yönetimi ve düzenleyici otoriteyi ahlak dışı ilan
eder. Bu akımların 19. yüzyıldaki yükselişi, sanayileşme ve kentleşmenin
yarattığı ‘kimlik krizi’ / identity crisis ile doğrudan bağlantılıdır.
Geleneksel aidiyetlerini (aile, köy, cemaat) kaybeden kitleler, bu boşluğu
ideolojik bir kolektif gurur veya yıkıcı bir isyanla doldurmaya çalışmışlardır.
Rus Populistleri ve Modern Öğrenci Solu: Bir
Aynadaki Akisler
19. yüzyıl Rus devrimci hareketleri ile 20.
yüzyıl Amerikan öğrenci hareketleri arasındaki benzerliklere değinmiştik. Bu
karşılaştırma, isyan fikrinin nasıl evrildiğini anlamak adına mühimdir.
- Hikâye: 1860 ve 70’lerdeki Rus
populistleri / populists, kendi konforlu hayatlarını terk ederek
"halka gitme" kararı almışlardı. Kendileri orta sınıfa mensup
olsalar da, hiç tanımadıkları köylülerin dertlerini kendi dertleri
edinmişler ve mevcut sistemi tamamen yıkmak için terörist yöntemlere başvurmuşlardı.
Benzer bir durum 1960’larda Batı üniversitelerinde de yaşanmıştır.
Varlıklı ailelerin çocukları, sistemin meyvelerini (güvenlik, eğitim,
konfor) tadarken, aynı zamanda o sistemi "ahlaksız" ilan ederek
sokaklara dökülmüşler ve bazen şiddeti tek çözüm olarak görmüşlerdir.
- Ana Fikir ve Dersler: Bu
hadisenin ana fikri, isyanın her zaman doğrudan bir
"mağduriyetten" doğmadığı, aksine bazen entelektüel bir vicdan
azabı veya amaçsızlık / purposelessness duygusundan beslendiğidir.
Çıkarılacak ders şudur: "Bir toplum, gençliğine maddi refahın
ötesinde manevi bir amaç ve aidiyet hissi sunamadığında, o gençlik
enerjisini mevcut düzeni yıkmak için kullanacaktır."
- Günümüze Bakan Yüzü:
Günümüzde modern toplumların en büyük sorunu, teknolojik hızın ve
dijitalleşmenin yarattığı yeni yabancılaşma türleridir. İnsanlar bir
"meat grinder / kıyma makinesi" içindeymiş gibi
hissettiklerinde, düzenin koruyuculuğu onlara bir "hapishane"
gibi gelmekte ve rasyonel bir programı olmayan yıkıcı isyanlara
(nihilizme) daha fazla eğilim göstermektedirler.
“Sonuç olarak
sağ, insan zayıflığını bildiği için düzene sığınırken; sol, sistemin
adaletsizliğini gördüğü için isyana yönelir.” Ancak Kennan’ın uyarısı hala
geçerlidir: Bir sistemi sadece öfke ve yıkma arzusuyla (alternatif bir inşa
programı olmadan) eleştirmek, tarihte genellikle totaliter rejimlerin kapısını
aralamıştır.
Sinema Etkinlikleri
“İstihbarat ve sinema sanatı arasındaki
münasebet, yalnızca kurgusal bir eğlence / entertainment unsuru değil,
aynı zamanda devletlerin algı yönetimi / perception management ve
propaganda / propaganda mekanizmalarının ayrılmaz bir parçasıdır.”
(Önceki yazılarımızda) istihbarat servislerinin toplumları dönüştürme gücünden
bahsetmiştik; sinema da bu gücün en estetik ve etkili araçlarından biri olarak
karşımıza çıkar. Kaynaklar ışığında, casusluk dünyasının beyaz perdeye yansıyan
ve gerçek hayatla iç içe geçen detaylarını en ince ayrıntılarıyla
inceleyebiliriz.
1. Paravan Kurum Olarak Film Şirketleri: London Films
İngiliz Gizli İstihbarat Servisi / Secret
Intelligence Service (MI6), 1930’lardan itibaren operasyonlarını gizlemek
amacıyla film endüstrisini bir paravan / front olarak kullanmıştır. Dönemin MI6
şefi Hugh Sinclair, bir film tutkunu olarak, ünlü yapımcı Alexander Korda ile
iş birliği yaparak "London Films" şirketinin servis ajanları için bir
örtü / cover sağlamasına önayak olmuştur (Andrew, 1985; Thomas, 2009). Bu sayede ajanlar, film mekanı
arayan yönetmen veya yapımcı kimliğiyle normalde girmeleri imkansız olan
stratejik bölgelere rahatça sızabilmişlerdir.
2. Gerçekçiliğin Zirvesi: The Third Man / Üçüncü
Adam
Viyana’nın
İkinci Dünya Savaşı sonrası ahlaki belirsizliklerle dolu atmosferini en iyi
yansıtan eserlerden biri olan The Third Man filmi, istihbarat
dünyasıyla derin bağlar taşır. Filmin senaristi Graham Greene, bizzat MI6
bünyesinde görev yapmış bir istihbaratçıdır (Corera, 2011). Film, savaş sonrası
Viyana’nın yıkıntıları arasında casusların, karaborsacıların ve çifte ajanların
/ double agents muammalı dünyasını resmetmiştir. (Önceki yazılarımızda)
belirttiğimiz üzere, Viyana o dönemde casusların "atış poligonu" / shooting
gallery olarak anılmaktaydı ve bu film, o dönemin ruhunu sinematografik bir
belge gibi tarihe not düşmüştür.
3. James Bond: Efsane ile Hakikatin Çatışması
Popüler kültürün en bilinen casusu James Bond
(007), kaynaklarda sıkça gerçek istihbarat yöntemleriyle kıyaslanır. James Bond
karakteri, yazar Ian Fleming’in Deniz İstihbaratı / Naval Intelligence
(NID) dönemindeki tecrübelerinden ve tanıdığı eksantrik / eccentric
karakterlerden ilham alınarak yaratılmıştır (West, 1983).
- Farklılıklar: Bond’un aksiyon dolu,
agresif ve kuralları yıkan tarzının aksine, gerçek MI6 dünyası George
Smiley karakterinde vücut bulan "sabırlı, donnish / akademik,
moral belirsizliklerin farkında olan" bir profil üzerine kuruludur
(Corera, 2011).
- İlginç bir detay: Gerçek
hayattaki MI6 şefleri, Bond figürünün teşkilata kattığı
"karizma" ve "brand / marka" değerinden
memnundurlar; zira bu imaj, dünyanın dört bir yanında ajan devşirmeyi
kolaylaştırmaktadır (Thomas, 2009).
4. Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma Araçları
Sinema ve televizyon, devletlerin siyasi
hedeflerini halka aşılamak için hileli / deceitful bir şekilde
kullanılmıştır.
- Afganistan Örneği: 1980’lerde MI6, Sovyet
işgaline karşı savaşan mücahitleri / mujahedeen dünyaya
"özgürlük savaşçıları" / freedom fighters olarak tanıtmak
için video teknolojisinden yararlanmıştır (Corera, 2011). Sallantılı el
kameralarıyla çekilen görüntüler, Londra’daki stüdyolarda işlenerek Batı
medyasında Sovyet vahşetini kanıtlayan belgeler olarak sunulmuştur.
- Siyasi Kabus Filmleri: 1960’larda çekilen Seven
Days in May ve Dr. Strangelove gibi filmler, ordunun yönetimi
ele geçireceği korkusunu işleyerek dönemin liberal / liberal
endişelerini beslemiştir (Herz, 1978).
5. Eğitim Materyali Olarak Sinema
MI6 ve diğer servisler, yeni katılan personeli / recruits
eğitmek için film kayıtlarını birer laboratuvar gibi kullanmıştır.
- Hikâye: 1955 yılında gizli bir
kamerayla kaydedilen bir görüntüde, bir ajanın annesinin evinde televizyon
kameraları önünde nasıl yalan söylediği, göz hareketlerinden ses tonuna
kadar en ince detaylarıyla analiz edilmiştir (Corera, 2011).
- Ana Fikir ve Dersler: Bu
uygulamanın ana fikri, insan psikolojisinin stres altındaki tepkilerini
çözmektir. Alınacak ders; "ihanet ve sadakatsizliğin fiziksel bir
yansıması olduğu ve profesyonel bir gözün bu işaretleri asla
kaçırmayacağıdır." Günümüze bakan yüzüyle; bu tür eğitimler bugün
yapay zeka / artificial intelligence destekli yalan tespit
sistemlerinin atası sayılmaktadır.
6. Y Service ve Savaşın Gizli Dinleyicileri
1946 yapımı A Matter of Life and Death
filmi, sisli bir İngiliz Kanalı üzerinde yankılanan Morse kodlarıyla başlar ve
"büyük gemilerin bile korktuğu" o kaotik telsiz dünyasına bir giriş
yapar (McKay, 2012). Savaş döneminde Beaumanor Hall gibi dinleme
istasyonlarında görev yapan personel için sinema, ağır ve stresli işlerden tek
kaçış noktasıydı. Operatörler, Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti)
gibi filmleri izleyerek savaşın karanlığından bir an olsun uzaklaşmaya
çalışmışlardır (Goodman, 2020).
Kaynakça Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The
Making of the British Intelligence Community. Heinemann. Corera, G. (2011).
The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld &
Nicolson. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies.
Creative Education. Herz, M. F. (Ed.). (1978). Decline of the West? George
Kennan and His Critics. Ethics and Public Policy Center. McKay, S. (2012). The
Secret Listeners: How the Wartime Y Service Intercepted the Secret Code for
Bletchley Park. Aurum Press. Thomas, G. (2009). Secret Wars: One Hundred
Years of British Intelligence Inside MI5 and MI6. Thomas Dunne Books. West,
N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909-45.
Weidenfeld & Nicolson.
