Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

İngiliz Gizli Servisleri

 

 

Geleneksel olarak gizli servisinin bazı yönlerini aşırı gizem / mystery perdesiyle örten” Britanya istihbarat dünyası, yirminci yüzyılın başlarına kadar resmi bir teşkilatlanmaya sahip değildi. Modern istihbarat topluluğunun temelleri, Boer Savaşı / Boer War sonrasında yaşanan aksaklıklar ve Almanya ile rekabetin artmasıyla atılmıştır. 1909 yılında, yabancı casusların Birleşik Krallık topraklarındaki faaliyetlerine dair endişeler üzerine Başbakan Herbert Asquith, İmparatorluk Savunma Komitesi’nin / Committee of Imperial Defence tavsiyesiyle Gizli Servis Bürosu’nun / Secret Service Bureau kurulmasına onay vermiştir. Bu gizli karar, Britanya istihbaratının manzarasını sonsuza dek değiştirmiştir.

“Büro başlangıçta iki ana bölüme ayrılmıştı / was divided into two main components”: İç güvenliği sağlamak ve karşı casusluk / counter-espionage faaliyetlerini yürütmekle görevli olan ve daha sonra Güvenlik Servisi / Security Service (MI5) adını alacak olan bölüm ile ülke dışındaki istihbarat toplama ve örtülü faaliyetlerden / covert operations sorumlu olan ve daha sonra Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6) olarak bilinecek olan bölümdür. Güvenlik Servisi’nin başına Yüzbaşı Vernon Kell getirilirken, Gizli İstihbarat Servisi’nin ilk başkanı emekli deniz subayı Mansfield Cumming olmuştur. Mansfield Cumming, istihbarat dünyasında bugün de devam eden birçok geleneği başlatmıştır; tüm yazışmalarını isminin ve makamının baş harfi olan “C” ile imzalamış ve notlarını özel bir yeşil mürekkeple yazmıştır.

“İstihbarat dünyasının en çarpıcı başarılarından biri / one of the most striking successes” Birinci Dünya Savaşı döneminde yaşanmıştır. 4 Ağustos 1914’te Almanya’ya savaş ilan edildiği gün, Britanya ajanları takip ettikleri yirmi bir Alman casusunu yakalamayı başarmıştır. Aynı dönemde, Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division bünyesindeki “Oda 40 / Room 40” adlı şifre çözme birimi, Alman diplomatik telgraflarını ele geçirerek büyük başarılar elde etmiştir. Özellikle 1917 tarihli Zimmermann Telgrafı’nın / Zimmermann Telegram deşifre edilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa girmesinde belirleyici bir rol oynamıştır.

“Savaşlar arası dönemde / the interwar years” istihbaratın odak noktası Sovyet Rusya ve komünist sızma / infiltration tehdidine kaymıştır. 1927 yılında Sovyet ticaret heyeti Arcos’un Londra’daki ofislerine yapılan baskın / raid, diplomatik ilişkilerin kesilmesine ve şifreli telgrafların ifşa edilmesine yol açmıştır. Bu dönemde ayrıca, İşçi Partisi hükümetini devirmek amacıyla kullanıldığı iddia edilen sahte Zinovyev Mektubu / Zinoviev Letter gibi olaylar da büyük ses getirmiştir.

“İkinci Dünya Savaşı’nın gizli cephesinde / on the secret front of WWII” ise Bletchley Park ve “Ultra / Ultra” operasyonu tarihin akışını değiştirmiştir. Matematikçilerden oluşan bir ekip, Almanların Enigma / Enigma adlı şifreleme makinesinin kodlarını kırmayı başarmış; bu sayede müttefikler / allies düşman hareketlerini önceden öğrenerek savaşı en az iki yıl kısaltmıştır. Ancak aynı dönemde, 1939’daki Venlo Olayı / Venlo Incident gibi büyük fiyaskolar da yaşanmış; Alman karşı casusluk / counter-intelligence birimi iki Gizli İstihbarat Servisi subayını kaçırarak Avrupa’daki Britanya ağını çökertmiştir.

“İstihbarat dünyasında yeni bir dönemin başlangıcı / the beginning of a new era” 1947 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın / Central Intelligence Agency (CIA) kurulmasıyla yaşanmıştır. Stratejik Hizmetler Ofisi’nin / Office of Strategic Services (OSS) halefi olarak kurulan bu teşkilat, kısa sürede küresel bir güç haline gelmiştir. 1953 yılında Merkezi İstihbarat Teşkilatı ve Gizli İstihbarat Servisi, İran’da demokratik yollarla seçilmiş Başbakan Muhammed Musaddık’ı devirmek için “Önyükleme Operasyonu / Operation Boot” kod adlı ortak bir darbe / coup d'état gerçekleştirmiştir. Bu olay, istihbarat servislerinin hükümetleri devirme konusundaki gücünü tüm dünyaya göstermiştir.

“İhanetin sanatı / the art of betrayal” Soğuk Savaş dönemine damgasını vurmuştur. Britanya istihbaratının en karanlık saatleri, 1950’li ve 60’lı yıllarda Cambridge Beşlisi / Cambridge Five olarak bilinen ve Sovyetler Birliği için casusluk yapan üst düzey yetkililerin ortaya çıkarılmasıyla yaşanmıştır. Bunların en ünlüsü olan Kim Philby, Gizli İstihbarat Servisi’nin başına geçebilecek kadar yükselmiş ancak sonunda Moskova’ya kaçmıştır. George Blake gibi diğer önemli isimler de yüzlerce Britanya ajanının kimliğini ele vererek büyük zararlara yol açmıştır.

“Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde / in the late Cold War” istihbarat, nükleer savaşı önlemede kilit rol oynamıştır. Sovyet subayları Oleg Penkovski ve daha sonra Oleg Gordievski gibi değerli casuslar / assets, Batı’ya Kremlin’in / Kremlin niyetleri ve müttefiklerin mühimmat kapasiteleri hakkında paha biçilemez bilgiler sağlamıştır. Penkovski’nin sağladığı bilgiler, 1962 Küba Füze Krizi’nin / Cuban Missile Crisis barışçıl yollarla çözülmesine yardımcı olmuştur.

“Modern zamanların tehditleri / the threats of modern times” 11 Eylül 2001 saldırılarıyla birlikte istihbaratın odağını küresel terörizmle / global terrorism mücadeleye kaydırmıştır. 2003 yılındaki Irak işgali öncesinde kitle imha silahlarına / weapons of mass destruction dair hazırlanan yanlış istihbarat raporları, istihbarat servislerinin güvenirliğine büyük darbe vurmuştur. Günümüzde ise istihbarat dünyası, siber savaşlar / cyberwarfare ve dijital surveylans / surveillance gibi yeni teknolojilerle şekillenmekte; Edward Snowden gibi sızdıranların / whistleblowers eylemleriyle daha şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya dönüşmeye zorlanmaktadır.

Sidney Reilly Hikâyesi ve Alınacak Dersler

“İstihbarat dünyasının efsanevi figürlerinden biri / one of the legendary figures” olan Sidney Reilly, “Casusların Ası / Ace of Spies” olarak tanınmıştır. 1890’larda Britanya için çalışmaya başlayan Reilly, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman hatlarının gerisine sızmış, kimlik değiştirerek düşman fabrikalarından bilgi toplamış ve gardiyanları öldürerek kaçmayı başarmıştır. Savaştan sonra Sovyet Rusya’daki komünist rejimi devirmeyi takıntı haline getirmiş; 1925 yılında bir operasyon sırasında yakalanarak idam edilmiştir.

Ana Fikir ve Dersler: Sidney Reilly’nin hikâyesi, istihbaratın sadece bilgi toplama değil, aynı zamanda kişisel hırsların ve ideolojik çatışmaların alanı olduğunu göstermektedir. Reilly, cesaretiyle bir kahraman imajı çizse de, denetlenemeyen bireysel eylemlerin ne kadar riskli olabileceğini kanıtlamıştır. Günümüze bakan yönüyle ise, bir istihbaratçının ne kadar yetenekli olursa olsun, sistemli bir denetim ve şeffaf bir hiyerarşi içinde çalışmadığında hem kendisini hem de temsil ettiği devleti büyük tehlikelere atabileceği dersini vermektedir. Modern dünyada artık “yalnız kurt / lone wolf” casusların yerini, teknoloji ve veri analiziyle desteklenen disiplinli kurumlar almıştır.

Dipnotlar ve Kaynakça

Deacon, R. (1985). C: A biography of Sir Maurice Oldfield. Macdonald. West, N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909-45. Random House. Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld and Nicolson. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams. Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The American Experience. Yale University Press. Thomas, G. (2009). Secret Wars: One Hundred Years of British Intelligence Inside MI5 and MI6. Thomas Dunne Books. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies. Creative Education.

İyi Bir İstihbarat Analistinin Sahip Olması Gereken Temel Nitelikler

“İyi bir istihbarat analistinin sahip olması gereken temel nitelikler, ham bilgiyi sadece toplamak değil, onu stratejik bir akılla süzmek ve yorumlamak üzerine kuruludur.” İstihbarat dünyasının en başarılı figürlerinden biri olan ve (önceki yazılarımızda) tarihsel gelişimine değindiğimiz Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6) eski başkanı Maurice Oldfield, bu mesleğin bir "insan sarraflığı" olduğunu vurgulamıştır. Bir analist için en kritik özellik, toplumsal karakterleri ve ulusal eğilimleri analiz edebilme yetisidir.

Analitik yeteneklerin başında, çok büyük hacimli verileri hızla sindirme / assimilation becerisi gelir. Başarılı bir analist, bir kitabı veya belgeyi dakikalar içinde inceleyip içinden can alıcı detayları çekip çıkarabilen bir "hızlı okuyucu" ve "hızlı kavrayıcı" olmalıdır. İstihbarat toplama süreci doğası gereği çok miktarda "çöp" / rubbish üretir; gerçek bir profesyonelin görevi, bu yığının içinde moralini bozmadan sabırla beklemek ve "buğdayı samandan ayıracak" analitik süzgeci kullanmaktır. Gereksiz ve hatalı bilgilerin toplam çıktı içindeki varlığı kaçınılmazdır; ancak analist, tüm bu verileri birleştirerek bir bütün oluşturma sabrına sahip olmalıdır.

İstihbarat analizi, teknik bir veri setinden ziyade bir sosyal bilim dalı gibi ele alınmalıdır. Tıpkı bir tarihçi veya şecere uzmanı gibi, analist de belgeleri ve kanıtları titizlikle yorumlamalıdır. Bu süreçte "masked information" / maskelenmiş bilgi denilen, gizem ve belirsizliklerle sarılı gerçeklerin peşine düşmek gerekir. İyi bir analist, olaylara karşı mesafeli ve objektif / detachment kalabilmeli, kararlarını kişisel hırslarından veya ön yargılarından arındırmalıdır. Maurice Oldfield örneğinde görüldüğü gibi, analistin en büyük gücü disiplinli bir öz denetim / self-discipline ve gerektiğinde kimliğini ve düşüncelerini gizleyebilme becerisidir.

Sorgulama ve veri madenciliği süreçlerinde analistin, kaynağın psikolojik durumunu anlayabilmesi hayati önem taşır. Özellikle sığınmacıların / defectors verdikleri ilk ifadeler en değerli olanlardır; çünkü zaman geçtikçe bu kişiler stres altında yanlış hatırlamaya veya duymak istenilenleri söylemeye başlayabilirler. Analist, kaynağın karakter yapısını, zayıf noktalarını ve mizah anlayışını dahi birer test aracı olarak kullanabilmelidir.

Maurice Oldfield’ın Analiz Metodu ve Alınacak Dersler

İstihbarat dünyasının efsanevi isimlerinden Maurice Oldfield, bir analistin sadece dış dünyayı değil, kendi teşkilatını da tanıması gerektiğini savunmuştur. Oldfield, karmaşık raporları, dedikoduları ve belirsiz kavramları sistemli bir düzene sokma konusunda ustalaşmıştı. O, çözülmesi imkânsız görünen bir problemle karşılaştığında en verimli halini alan bir zihne sahipti.

Ana Fikir ve Dersler: Oldfield’ın başarısının ardındaki temel ders, istihbaratın teknik bir işten ziyade "insan odaklı" bir çalışma olduğudur. Bir analist, karşı tarafın zihnine girebilmeli ancak kendi "kör noktalarına" / blind spots karşı da her zaman uyanık olmalıdır. Günümüze bakan yönüyle bu durum, yapay zekâ ve dijital veri akışının yoğun olduğu modern çağda bile, veriyi anlamlandıracak olan "insan muhakemesinin" ve "objektif yorumun" yerinin doldurulamaz olduğunu göstermektedir. Sistematik, istikrarlı ve koordineli bir çalışma programı, bir ulusun hayatta kalması ve refahı için hayati önem taşır.

Açık Kaynakların Gücü Ve Analitik Muhakemenin Önemi Üzerine

“Açık kaynakların gücü ve analitik muhakemenin önemi üzerine,” istihbarat dünyasının en köklü tartışmalarından biri, gizli belgelere erişim olmadan da stratejik bir kavrayışa ulaşıp ulaşılamayacağıdır. (Önceki yazılarımızda) istihbaratın tarihsel gelişimine ve gizli servislerin iç işleyişine değinmiştik; ancak modern çağda, özellikle "bilgi çağı" / information age olarak nitelendirilen dönemde, açık kaynakların kullanımı hayati bir seviyeye ulaşmıştır. Birleşik Devletler'in efsanevi diplomatı George F. Kennan, yetmiş yıllık tecrübesine dayanarak, yabancı ülkeler hakkında bilinmesi gerekenlerin yüzde 95'inin kütüphaneler ve arşivler gibi tamamen yasal ve açık kaynaklardan elde edilebileceğini savunmuştur. Kalan yüzde 5'lik dilim için gizli operasyonlar / covert operations gerekse de, bu durum analiz gücünün gizli belgelere olan mutlak bağımlılığını sarsmaktadır.

“Analitik süzgecin ve medyanın doğru okunması / media literacy,” gizli belgelerin her zaman daha doğru bilgi içerdiği yanılsamasını / fallacy yıkmaktadır. İstihbarat analizi, sadece veri toplamak değil, o veriyi anlamlandırma sürecidir. Örneğin, 1960 yılında Princeton Üniversitesi'nden Lloyd Free tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırması, Küba'daki Castro rejiminin halk desteğinin sanılanın aksine çok yüksek olduğunu açıkça göstermişti. Ancak dönemin istihbarat servisleri, bu açık bilgiyi sırf "gizli" olmadığı için göz ardı etmiş ve sonuç 1961'deki felaketle sonuçlanan Domuzlar Körfezi Çıkarması / Bay of Pigs Invasion olmuştur. Bu olay, açık bir anketin, milyarlarca dolarlık gizli operasyonlardan daha isabetli öngörüler / insights sunabileceğini kanıtlamaktadır.

“Medyayı takip ederken satır aralarını okumak / reading between the lines,” kurumsal ve devlet odaklı yapıların bilgi üzerindeki dezenformasyon / disinformation çabalarını süzmek için gereklidir. John Perkins'e göre, günümüz medyası büyük ölçüde "korporatokrasi" / corporatocracy dediği devasa şirket ağlarının kontrolündedir ve bu yapılar geleceği olduğundan daha toz pembe gösterme eğilimindedir. Bu noktada bir analistin görevi, sunulan istatistiklerin ötesine geçerek, yerel huzursuzluklar veya ekonomik göstergelerdeki uyumsuzluklar gibi "maskelenmiş bilgiler" / masked information üzerinden çıkarım yapmaktır. Tarihsel olarak bakıldığında, askeri istihbarat birimlerinin subayları, gizli raporlardan çok daha fazla zamanı yabancı gazeteleri ve yayınları okuyarak geçirmişlerdir; çünkü gerçek eğilimler ancak bu kitlesel verilerin analiziyle / synthesis gün yüzüne çıkmaktadır.

“Öngörüde bulunma becerisi ve stratejik hayal gücü / strategic imagination,” günümüzde "büyük veri" / big data analiziyle birleşmektedir. Daniel Patrick Moynihan'ın vurguladığı gibi, aşırı gizlilik çoğu zaman ulusal güvenliği korumaktan ziyade, hükümetlerin yaptıkları hataları gizlemek ve "kurumsal utançtan" / government embarrassment kaçınmak için bir kalkan olarak kullanılmaktadır. Bir analist, gizli belgelere erişimi olmasa dahi, devletlerin resmi açıklamalarındaki boşluklar, bütçe değişimleri ve uluslararası ittifaklardaki mikro kaymalar üzerinden geleceğe dair isabetli projeksiyonlar yapabilir. Gelişen teknolojiyle birlikte, bir zamanlar en büyük sırlar olan uydu görüntüleri veya sinyal istihbaratı / SIGINT verileri artık ticari kurumlar aracılığıyla sivil erişime daha açık hale gelmiş, bu da "geleneksel gizem" perdesini inceltmiştir.

Domuzlar Körfezi ve Kamuoyu Araştırması Hikâyesi

İstihbarat dünyasının en çarpıcı derslerinden biri, 1960 yılında Küba üzerine yapılan bir saha araştırmasıdır. Sosyal bilimci Lloyd Free, Küba halkının o dönemki siyasi eğilimlerini ölçmek için geniş kapsamlı bir anket yapar. Sonuçlar, halkın Castro'yu büyük oranda desteklediğini ve dışarıdan gelecek bir "kurtarma" operasyonuna karşı mültecilerin / exiles beklediği gibi ayaklanmayacağını bilimsel verilerle ortaya koyar. Bu rapor Washington'da serbestçe dolaşmasına rağmen, CIA içindeki karar vericiler "elimizdeki gizli bilgiler farklı" diyerek bu açık kaynağı küçümserler. Sonuçta, mültecilerin adaya çıkmasıyla Küba halkının kendilerine katılacağını sanan Amerikan yönetimi, tarihin en büyük stratejik hezimetlerinden birini yaşar.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, bilginin değerinin onun "gizliliğinden" değil, "doğruluğundan" ve "analitik kalitesinden" geldiğidir. Alınacak en önemli ders, elit bir grubun paylaştığı "gizli" bilgilerin, bazen grup düşüncesi / groupthink nedeniyle kör noktalara / blind spots sahip olabileceğidir. Günümüze bakan yüzüyle ise bu durum; internet, sosyal medya ve açık veri setlerinin olduğu bir dünyada, gerçekleri görmenin yolunun karanlık odalardaki dosyalardan değil, herkesin görebildiği veriyi tarafsız bir akılla yorumlamaktan geçtiğini göstermektedir. Şeffaflık, bir istihbarat servisi için bazen en iyi güvenlik aracıdır.

 Britanya’nın Osmanlı Devleti Ve Türkiye Cumhuriyeti Üzerindeki Stratejik Emelleri

“Britanya’nın Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki stratejik emellerini anlamak için, gizli belgelerde ifşa edilen operasyonel süreçlerin derinliklerine inmek zaruridir.” İngiliz istihbaratının tarihsel gelişimi içerisinde Osmanlı coğrafyası, her zaman "Büyük Oyun / Great Game" olarak adlandırılan stratejik satranç tahtasının en kritik karesini oluşturmuştur,. (Önceki yazılarımızda) bu teşkilatların kuruluş safhalarından bahsetmiştik; ancak Türkiye özelindeki operasyonlar, istihbaratın sadece bilgi toplama değil, aynı zamanda devletleri yıkma ve rejimleri şekillendirme gücünü nasıl kullandığını en ince detaylarıyla ortaya koymaktadır.

“İngiliz gizli belgelerinde Osmanlı’yı savaş dışı bırakmaya yönelik en cüretkâr girişimlerden biri / one of the most audacious attempts,” I. Dünya Savaşı sırasında kurgulanan devasa rüşvet operasyonudur,. Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division (NID) başkanı Amiral 'Blinker' Hall, kabinenin dahi bilgisi dışında, George Griffin Eady ve Edward Whittal isimli iki ajanı görevlendirerek Türk hükümet yetkililerine 4 milyon sterlin (bugünün parasıyla yüz milyonlarca sterlin) rüşvet teklif etmiştir,. Bu gizli operasyonun / covert operation temel amacı, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile olan ittifakını sonlandırıp savaştan çekilmesini sağlamaktır. Ancak bu operasyon, İngiltere’nin aynı dönemde Rusya’ya İstanbul’u (Konstantinopolis) vaat etmiş olması sebebiyle başarısızlığa uğramıştır; çünkü ajanlar Türklere başkentlerinin ellerinde kalacağı sözünü verememiştir,.

“Orta Doğu’nun haritasını yeniden çizen gizli mutabakatlar / secret agreements,” bugün bölgede yaşanan çatışmaların kökenini oluşturmaktadır,. T.E. Lawrence (Lawrence of Arabia) gibi askeri istihbarat subayları, Arapları Osmanlı’ya karşı bağımsızlık vaadiyle kışkırtırken, arka planda Sykes-Picot Anlaşması ile bölgenin İngiliz ve Fransız "nüfuz alanlarına / spheres of influence" bölünmesi kararlaştırılmıştır,. Belgeler, Rus Devrimi sonrası Lenin’in bu gizli anlaşmaları ifşa etmesinin, Arap dünyasında Batı’ya karşı köklü bir güvensizlik tohumu ektiğini açıkça göstermektedir,.

“II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye, casusluk faaliyetlerinin küresel merkezi / global center haline gelmiştir.” İngiliz Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (SIS/MI6), İstanbul’da Balkan İstihbarat Merkezi’ni / Balkan Intelligence Centre kurarak tüm bölgeyi buradan yönetmiştir,. Bu dönemin en ses getiren fiyaskosu, "Cicero" kod adlı Elyesa Bazna’nın, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’in uşağıyken, büyükelçinin kasa anahtarlarını kopyalayıp çok gizli belgeleri Almanlara satmasıdır,. Belgeler, büyükelçinin güvenlik protokollerini / security protocols ağır şekilde ihlal etmesinin bu casusluk faaliyetine zemin hazırladığını teyit etmektedir,.

“Soğuk Savaş döneminde ise Türkiye, Batı ittifakı için ileri bir dinleme postu / listening post görevini üstlenmiştir.” Hükümet İletişim Karargâhı / Government Communications Headquarters (GCHQ) ve müttefiki olan siber istihbarat birimleri, Türkiye üzerinden Sovyetler Birliği’nin radyo ve sinyal trafiklerini / signal intelligence (SIGINT) izlemiştir,. 1952 yılında Başbakan Winston Churchill’in emriyle gerçekleştirilen gizli keşif uçuşları / ferret flights, Türkiye topraklarını kullanarak Sovyet hava savunma sistemlerini test etmiş ve Moskova üzerinde stratejik fotoğraflar çekmiştir,. Ayrıca 1953 yılında İran Başbakanı Musaddık’ı devirmek için düzenlenen "Önyükleme Operasyonu / Operation Boot" (veya CIA adıyla TP-AJAX), Türkiye üzerinden koordine edilen ve bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol altına almayı hedefleyen en önemli "rejim değişikliği / regime change" operasyonlarından biridir,,.

Whittal ve Eady’nin Rüşvet Misyonu ve Alınacak Dersler

I. Dünya Savaşı’nın en kritik anında, İngiliz istihbaratı rüşvet vererek bir imparatorluğun kaderini değiştirmeye çalışmıştır. George Eady ve Edward Whittal, Dedeağaç’ta (günümüzde Yunanistan’da) Türk temsilcilerle gizlice buluşmuş ve 4 milyon sterlinlik altını masaya koymuşlardır,. Ancak o esnada Çanakkale’nin bombalanıyor olması ve diplomatik kanallardaki tutarsızlıklar misyonun çökmesine neden olmuştur.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, istihbarat faaliyetlerinin her zaman rasyonel ve koordineli ilerlemediğidir. Hall’un tek taraflı rüşvet girişimi, devletin diğer kanallarının (Rusya ile yapılan gizli anlaşmalar) stratejisiyle çatıştığı için hüsranla sonuçlanmıştır,. Buradan çıkarılacak en temel ders; "istihbarat operasyonlarının, siyasi gerçekler ve uzun vadeli diplomatik vaatlerle uyumlu olmadığı sürece, masaya konulan milyonlarca altının dahi bir sonuç vermeyeceği" gerçeğidir. Günümüze bakan yüzüyle bu durum, hibrit savaş / hybrid warfare çağında dahi, saha operasyonlarının ancak sağlam bir diplomatik zemin üzerinde başarılı olabileceğini kanıtlamaktadır.

 

Sultan Abdülhamid'in Hüküm Sürdüğü Dönemde Modern Teknolojilerin İthaline Ve Kullanımına Getirdiği Kısıtlamalar

 “Sultan Abdülhamid'in hüküm sürdüğü dönemde modern teknolojilerin ithaline ve kullanımına getirdiği kısıtlamalar, imparatorluğun idari yapısından ziyade hükümdarın şahsi güvenliğini ve mutlakiyetçi rejimini koruma saikine dayanmaktaydı.” (Önceki yazılarımızda) Britanya istihbarat servislerinin bu dönemdeki faaliyetlerine ve Osmanlı topraklarındaki stratejik hamlelerine değinmişken, bu dış baskıların Sultan üzerindeki psikolojik etkilerini de göz ardı etmemek gerekir.

Sultan'ın daktilo / typewriter, telefon / telephone ve her türlü elektrikli makinenin / electrical machinery kullanımını yasaklamasının veya sıkı kontrol altında tutmasının temel gerekçesi, bu araçların komplocular / conspirators tarafından gizli tertipler / plots düzenlemek amacıyla kullanılmasından duyduğu derin endişeydi. Abdülhamid, kendi şahsi emniyetini ve sağlığını devlet politikasının en öncelikli meselesi haline getirmişti. Bu doğrultuda, teknolojik yeniliklerin iletişim hızını artırması ve denetlenemeyen bir ağ kurması, onun gözünde doğrudan bir tehdit unsuru olarak algılanıyordu.

Ayrıca bu kısıtlamaların ideolojik bir boyutu da bulunmaktaydı. Sultan, Müslüman tebaanın Batılı fikirlerle / Western ideas temas ederek "zehirlenmesini" engellemeyi hedefliyordu. Onun nazarında Batılı yeniliklerin / Western innovations kontrolsüz girişi, hürriyet taleplerini tetikleyebilir ve nihayetinde bir ihtilale / revolution zemin hazırlayabilirdi. Bu korku, zamanla bir hastalık ve saplantı / obsession halini alarak basının ağır bir sansüre tabi tutulmasına ve yabancı haberlerin halka tahrif edilerek / falsified sunulmasına yol açmıştır.

Voltaire ve Gümrük Memuru Hikâyesi

Dönemin anlayışını resmeden çarpıcı bir hadise, Robert Koleji’nde ders veren tanınmış bir misyonerin sınıfı için Voltaire’in trajedilerini sipariş etmesiyle yaşanmıştır. Kitaplar gümrükte alıkonulmuş; misyoner, kitapları kurtarmak için hiçbir yabancı dil bilmediğini sandığı bir Türk memurla hararetli bir tartışmaya girmiştir. Memur aniden akıcı bir İngilizce ile patlayarak şu tarihi cümleyi kurmuştur: “Neden kendi yolumuzda cehenneme gitmemize izin vermiyorsunuz?”.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hadisenin ana fikri, teknik ve bilimsel ilerlemenin otokratik yapılar tarafından sadece fiziksel bir tehdit olarak değil, aynı zamanda kültürel ve siyasi bir çözülme aracı olarak görüldüğüdür. Buradan çıkarılacak ders; bir toplumun bilgiye ve teknolojiye erişimini engellemenin, o toplumun gelişimini durdurabileceği ancak içeride biriken hoşnutsuzluğu ve dış dünyadan kopuşun yarattığı yabancılaşmayı engelleyemeyeceğidir. Günümüze bakan yönüyle ise bu durum, dijital surveylans / surveillance ve internet kısıtlamaları gibi modern uygulamaların aslında tarihsel bir "otokrasiyi koruma" refleksinin devamı olduğunu; ancak bilginin akışının eninde sonunda engelleri aşarak toplumsal değişimleri tetiklediğini göstermektedir.

Dipnotlar ve Kaynakça Einstein, L. (1967). A Diplomat Looks Back. Yale University Press.. Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The American Experience. Yale University Press.. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams..

İngiliz Devlet Aklının Coğrafi Bilginin Bir Devlet Politikası Haline Gelmesi

 “İngiliz devlet aklının coğrafya ve topoğrafyayı stratejik birer silah olarak görmesi, modern istihbarat anlayışının en temel yapı taşlarından birini oluşturmaktadır.” (Önceki yazılarımızda) istihbaratın tarihsel gelişimine ve gizli servislerin kurumsallaşma süreçlerine değinmiştik; ancak İngilizlerin bu alandaki gerçek ustalığı, yerin ve mekânın bilgisine / spatial knowledge verdikleri fevkalade ehemmiyette yatmaktadır. Britanya askeri düşüncesinde haritacılık, sadece birer yön bulma aracı değil, imparatorluğun hayatta kalma ve yayılma stratejisinin ayrılmaz bir parçasıdır.

“Coğrafi bilginin bir devlet politikası haline gelmesi / institutionalization of geography,” Napolyon Savaşları / Napoleonic Wars sırasında kurulan ancak “uzun barış” / the long peace döneminde ihmal edilen Askeri Bilgi Deposu’nun / Depot of Military Knowledge küllerinden doğmuştur. Bu dairesinin temel vazifesi, yabancı güçlerin askeri kaynakları ve arazinin yapısı hakkında açık kaynaklardan bilgi toplamaktı. Ancak bu yapı, Kırım Savaşı / Crimean War patlak verene kadar Topoğrafya Dairesi / Topographical Department adı altında, pek de dikkate alınmayan bir ek birim olarak varlığını sürdürmüştür.

“Kırım Savaşı’nın getirdiği acı tecrübeler,” harita ve coğrafya konusundaki bu ihmalkârlığın ne denli ağır bedelleri olabileceğini kanıtlamıştır. Britanya ordusunun komutanı Lord Raglan, Kırım’a doğru yola çıktığında, düşman arazisine dair hiçbir haritaya veya gizli istihbarata / secret intelligence sahip değildi; durumu “Jason ve Argonotların iki buçuk bin yıl önceki gizemli yolculuğu”na benzetiyordu. Bu dönemde ordunun içine düştüğü “şaşkınlık ve cehalet” / sheer ignorance, bir imparatorluk için kabul edilemez bir zafiyetti.

“Harita dairesinin profesyonelleşmesindeki en ilginç figür / the key figure,” Bombay istihkamcılarından emekli Binbaşı Thomas Best Jervis’tir. Jervis, 1846 yılında Borneo’dan Güney Amerika’ya kadar geniş bir coğrafyada “coğrafi bilgi eksikliğinden” şikayet ederek hükümeti uyarmıştır. Kırım Savaşı başladığında, Belçika’dan temin ettiği Rus genelkurmay haritalarını ve Avusturya’nın Türkiye haritalarını kendi imkanlarıyla çoğaltarak Savaş Bakanlığı’na sunmuştur. Bu çabalar neticesinde, 1855 yılında Topoğrafya ve İstatistik Dairesi / Topographical and Statistical Department (T & S) kurulmuş ve haritacılık ilk kez istatistiksel / statistical veri toplama faaliyetiyle birleştirilmiştir.

“İstihbaratın haritadan bağımsız olamayacağı anlayışı,” 1873 yılında İstihbarat Şubesi’nin / Intelligence Branch (IB) kurulmasıyla zirveye ulaşmıştır. Bu birim, sadece bir harita yapım merkezi değil, Prusya tarzı bir Genelkurmay’ın embriyosu / embryo olarak tasarlanmıştır. Bu dönemdeki hassasiyet o kadar artmıştır ki, 1882 yılındaki Mısır seferinde orduya dağıtılan 400 sayfalık “Mısır El Kitabı” / Handbook on Egypt, Mısır ordusunun savaş düzeninden / order of battle ekmek fırınlarının kapasitesine kadar her türlü coğrafi ve lojistik detayı barındırıyordu.

“Büyük Oyun / the Great Game” sırasında, coğrafi istihbarat Britanya’nın Rusya’ya karşı yürüttüğü stratejik satrançta ana hamle olmuştur. İngiliz subayları, kılık değiştirerek veya bilimsel heyet süsü vererek Orta Asya’nın geçitlerini, su kaynaklarını ve ikmal yollarını haritalandırmışlardır. Bu durum, stratejist Halford Mackinder’in “pivot bölge / pivot area” teorisiyle de desteklenmiş; Orta Avrupa ve Asya’nın kalbine hakim olanın dünyaya hakim olacağı inancı, coğrafya dairesini devletin en mahrem / classified birimlerinden biri haline getirmiştir.

Lord Raglan’ın Haritasız Seferi ve Alınacak Dersler

Kırım Savaşı’nın başında Lord Raglan, Sivastopol’a giderken elinde arazinin yapısını gösteren tek bir güvenilir belge dahi yoktu. Askerler nereye gideceklerini, hangi tepenin ardında ne olduğunu bilmeden savaş meydanına sürülmüşlerdi. Lucan’a verilen “Düşmanın topları götürmesini engelleyin” emri, arazinin bilinmemesi ve stratejik gözlem / reconnaissance eksikliği nedeniyle bir intihar saldırısına dönüşmüştü.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hadise, bilginin olmadığı yerde cesaretin sadece bir trajedi üreteceğini gösterir. Alınacak temel ders; "bir araziye hakim olmadan o arazide savaş kazanılamayacağı" gerçeğidir. Günümüze bakan yönüyle ise bu durum, fiziksel haritaların yerini alan uydu görüntüleri ve siber coğrafya / cyber geography verilerinin neden günümüz istihbarat dünyasının kalbi olduğunu açıklar. Veri madenciliği ve topoğrafik analiz, modern devletlerin "stratejik öngörü" / strategic foresight kapasitesinin temelidir.

Dipnotlar ve Kaynakça Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams. Harper, J. L. (1994). American Visions of Europe. Cambridge University Press. Mukherjee, M. (2010). Churchill's Secret War. Basic Books.

Britanya Gizli Servisinin Ajan Seçimindeki Metodolojisi Ve Türkiye   Topraklarında Yürüttükleri Operasyonel Faaliyetlerin Mahiyeti

“Britanya gizli servisinin ajan seçimindeki metodolojisi ve Türkiye / Turkey topraklarında yürüttükleri operasyonel faaliyetlerin mahiyeti” üzerine odaklandığımızda, (önceki yazılarımızda) değindiğimiz kurumsal yapının insan odaklı bir stratejiyle nasıl şekillendiği daha net anlaşılmaktadır. İngilizlerin istihbarat anlayışında ajan seçimi, sadece profesyonel casusların görevlendirilmesi değil, hedef toplumun dokusuna sızabilecek, uzun vadeli ve güvenilir 'etki ajanları' / agents of influence yaratma sanatıdır.

“İngiliz istihbarat servislerinin ajan seçme kriterleri / recruitment criteria,” genellikle profesyonel bir kadro kurmaktan ziyade, belirli sosyal çevrelerden ve üniversite mezunlarından / alumni gelen tavsiyelere dayanmaktadır. Britanya yöntemi, genç ve kariyerinin başında olan, gelecekte kilit pozisyonlara gelme potansiyeli taşıyan kişileri tespit edip, onlara uzun yıllar boyunca ödeme yaparak ve destekleyerek 'kıymetli varlıklar' / assets haline getirmektir. Bu kişiler genellikle resmi birer çalışan değil, 'gönüllü muhbirler' / voluntary informers olarak sisteme dahil edilirler. Türkiye özelinde ise bu durum, yerel çevreyi, dili ve kültürü çok iyi bilen İngiliz kökenli levanten / levantine ailelerle veya nüfuzlu yerel figürlerle kurulan derin bağlar üzerinden yürütülmüştür.

George Griffin Eady ve Edward Whittall Vakası

Birinci Dünya Savaşı döneminde, İngiliz istihbarat dünyasının en cüretkâr ajanlık operasyonlarından biri yaşanmıştır. Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division başkanı Amiral Hall, İstanbul’u ve Osmanlı bürokrasisini çok iyi tanıyan George Griffin Eady ve Edward Whittall’ı özel bir görevle görevlendirmiştir.

  • Hikâyenin Gelişimi: Eady bir inşaat mühendisi, Whittall ise İstanbul’da yaşayan köklü bir İngiliz tüccar ailesinin üyesiydi. Görevleri, Osmanlı Devleti’ni savaştan çekilmeye ikna etmek için hükümet yetkililerine devasa bir rüşvet / bribe teklif etmekti. Hall, kabineye haber vermeden bu ajanlara 4 milyon sterlin (bugünün parasıyla yüz milyonlarca sterlin) harcama yetkisi vermiştir. Whittall ve Eady, 15 Mart 1915’te Dedeağaç’ta Türk temsilcilerle bir araya gelmiş ve dönemin güçlü ismi Talat Paşa ile temas kurmuşlardır. Ancak İngiltere’nin aynı anda Rusya ile gizli bir anlaşma / secret agreement yaparak İstanbul’u Ruslara vaat etmesi, bu rüşvet misyonunun çökmesine neden olmuştur; çünkü ajanlar Türklere başkentlerinin ellerinde kalacağına dair bir garanti verememişlerdir.
  • Ana Fikir ve Alınacak Dersler: Bu vaka, istihbarat operasyonlarının tek başına para veya kişisel bağlantılarla başarıya ulaşamayacağını, sahadaki 'kirli işlerin' mutlaka devletin genel dış politikası ve diplomatik vaatleriyle uyumlu olması gerektiğini göstermektedir.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada hibrit savaş / hybrid warfare yöntemleri içinde yer alan 'ekonomik manipülasyon' ve 'siyasi rüşvet' taktikleri hâlâ kullanılsa da, bu operasyonların başarısı ancak sağlam bir diplomatik zemin ve tutarlı stratejik hedeflerle mümkündür. Gizli servislerin siyasi otoriteden bağımsız hareket etmesi, bazen milyonlarca altının bile boşa gitmesine ve stratejik hedeflerin ıskalanmasına yol açabilmektedir.

“İngilizlerin Türk devlet mekanizması içindeki yerel işbirlikçileri / local collaborators,” konusu ise Soğuk Savaş / Cold War döneminde daha sofistike bir hal almıştır. Örneğin, Türkiye’deki Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6) istasyonu, Türk gizli servisinin / Turkish secret service başındaki isim olan Albay Peredzh ile yakın bir çalışma ilişkisi kurmuştu. Peredzh, MI6’dan aylık düzenli bir ödeme / retainer almaktaydı. Bu durum, İngilizlerin bir ülkenin en mahrem / classified güvenlik birimlerine sızarak orayı bir 'dinleme postu' / listening post olarak kullanma becerisini kanıtlamaktadır.

“Cicero / Cicero” kod adlı Elyesa Bazna vakası ise ajan seçimi ve güvenlik zaafları açısından ibret vericidir. Bazna, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’in uşağıydı.

  • Vaka Detayları: Bazna, büyükelçinin güvenlik protokollerini / security protocols ihlal ederek yatak odasında bıraktığı anahtarları kopyalamış ve en mahrem belgeleri Almanlara satmıştır. İngiliz istihbaratı bu sızıntıyı / leak fark etmiş olsa da, büyükelçinin yüksek rütbesi ve sosyal statüsü nedeniyle uzun süre ciddi bir soruşturma / investigation yürütememiştir.
  • Dersler: Bir istihbarat servisinin en zayıf halkası, o servisi yönetenlerin en yakınındaki 'önemsiz' görünen kişilerdir. Disiplin ve kurallara uymayan bir diplomat, en yetenekli casustan daha tehlikeli olabilir. Günümüzde siber güvenlik / cybersecurity ne kadar önemliyse, fiziksel güvenlik ve 'içerideki tehdit' / insider threat her zaman en kritik risk unsuru olmaya devam etmektedir.

İngilizler, (önceki yazılarımızda) vurguladığımız üzere, ajanlarını seçerken genellikle 'yalnız kurt' / lone wolf maceraperestler yerine, toplumsal nüfuzu olan ve yerel otoritelerle ailevi veya ticari bağları bulunan kişileri tercih etmişlerdir. Bu strateji, onların Türkiye üzerindeki operasyonel etkisini yüzyılı aşkın bir süre boyunca sürdürmelerini sağlamıştır.

Kaynakça Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The Black Door: Spies, Secret Intelligence and British Prime Ministers. HarperCollins. Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann. Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson. Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate. Judd, A. (1999). The Quest for C: Sir Mansfield Cumming and the Founding of the British Secret Service. HarperCollins. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams. West, N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.

Yahudiler Konusu

“İngiliz devlet aklının / statecraft Yahudi toplumuyla olan ilişkisi, tarihsel olarak derin bir önyargı / prejudice ile kaçınılmaz bir pragmatizm / pragmatism arasındaki gerilim dolu boşlukta şekillenmiştir.” (Önceki yazılarımızda) istihbarat teşkilatlarının kuruluş safhalarından bahsederken belirttiğimiz üzere, Britanya İmparatorluğu’nun bekası için her türlü enstrümanı / instrument kullanma becerisi, kişisel nefretlerin her zaman önünde yer almıştır. İngiliz elitleri arasında Yahudi karşıtlığı / anti-semitism yaygın bir "kurumsal hastalık" olmasına rağmen, Yahudilerin sağladığı istihbari ve finansal güç, onları Britanya için vazgeçilmez birer ortak / partner haline getirmiştir.

“Stratejik bir karakol ihtiyacı ve Balfour Deklarasyonu / Balfour Declaration,” Britanya’nın Orta Doğu’daki varlığını koruma arzusunun en somut örneğidir. İngiliz hükümeti, 1917 yılında Yahudilere bir "ulusal yurt" sözü verirken bunu insani duygularla değil, bölgedeki sadakati şüpheli Arap dünyasına karşı "güvenli bir stratejik ileri karakol" / strategic outpost kurma amacıyla yapmıştır. Belgeler, Britanya’nın Yahudi toplumunu bir müttefikten ziyade, imparatorluk çıkarlarını koruyan bir "bekçi" olarak gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

“İstihbaratın kalitesine duyulan mecburiyet / operational necessity,” İngilizlerin bu toplumu sürekli kullanmasının en temel nedenidir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Aaron Aaronsohn tarafından kurulan Nili / Nili casus ağı, Türk birliklerinin hareketleri hakkında İngilizlere paha biçilemez bilgiler sağlamıştır. Benzer şekilde, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi gönüllüler, Alman diline ve kültürüne olan hakimiyetleri sayesinde Nazilere karşı yürütülen aldatma operasyonlarında / deception operations kritik roller üstlenmişlerdir. Maurice Oldfield gibi üst düzey istihbarat yöneticileri, Arap yanlısı Dışişleri Bakanlığı politikalarına rağmen, Yahudi kaynakların sağladığı istihbaratın "vazgeçilmez" olduğunu defalarca vurgulamışlardır.

“Finansal ve kurumsal örtü sağlama kapasitesi / corporate cover,” Britanya’nın gizli operasyonlarını yürütmesinde Yahudi iş adamlarının rolünü ön plana çıkarmıştır. MI6’nın "Z" organizasyonu gibi yeraltı ağları, Nazi karşıtı Yahudi elmas tüccarları ve film yapımcısı Alexander Korda gibi isimlerin ticari imparatorluklarını birer paravan / front olarak kullanmıştır. İngiliz aristokrasisi içindeki Yahudi karşıtlığına rağmen, bu iş birliği her iki tarafın da hayatta kalma stratejisi haline gelmiştir.

Nili Casus Ağı ve Aaron Aaronsohn Hikâyesi

Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik döneminde, Filistinli bir botanikçi olan Aaron Aaronsohn, Britanya’ya başvurarak bir casus ağı kurmayı teklif etmiştir. Aaronsohn, hiçbir maddi karşılık beklemeden, sadece Yahudilerin Filistin’de bir yurt edinmesi desteği karşılığında Türk ordusunun tüm stratejik hareketlerini İngilizlere sızdırmıştır. Kız kardeşi Sarah Aaronsohn, bu ağın en önemli halkasıyken Türkler tarafından yakalanmış, ağır işkenceler görmüş ve sır vermemek için intihar etmiştir.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hikâye, büyük güçlerin kendi çıkarları için en fedakâr müttefiklerini bile nasıl birer "araç" / tool olarak kullandığını göstermektedir. Aaronsohn ailesinin trajedisi, istihbarat dünyasında dostluğun değil, sadece "karşılıklı çıkarların" / mutual interests baki kaldığı dersini verir. Günümüze bakan yönüyle; devletler arasındaki ilişkilerin duygusal sempatiler üzerine değil, paylaşılan tehdit algıları ve stratejik kazanımlar üzerine kurulu olduğu gerçeği, modern Orta Doğu politikasının da temel taşını oluşturmaya devam etmektedir.

Dipnotlar ve Kaynakça

Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann. Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson. Deacon, R. (1985). C: A Biography of Sir Maurice Oldfield. Macdonald. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies. Creative Education. Judd, A. (1999). The Quest for C: Sir Mansfield Cumming and the Founding of the British Secret Service. HarperCollins. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams. Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass: British Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton. West, N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.

Dışişleri Bakanı Ernest Bevin

“Britanya İmparatorluğu’nun İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen yeni dünya düzenindeki yerini koruma çabası, Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’in politikalarında en keskin ifadesini bulmuştur.” Bevin’in bağımsız bir Yahudi devletinin / Jewish state kurulmasına karşı yürüttüğü direnç, kişisel bir antipatiden ziyade, imparatorluğun bekasını hedefleyen çok boyutlu bir jeopolitik / geopolitical stratejiye dayanmaktaydı. (Önceki yazılarımızda) Britanya istihbarat servislerinin Orta Doğu’daki tarihsel köklerine değinmiş olsak da, Bevin dönemindeki bu muhalefetin temelinde yatan ana unsurlar, bölgedeki dengeleri kökten değiştirecek bir ‘uydu devlet / satellite state’ korkusuydu.

“Bevin’in itirazlarının merkezinde, Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’da bir köprübaşı / bridgehead elde etmesi endişesi yer almaktaydı.”,. Bevin, kurulacak bağımsız bir Yahudi devletinin, doğası gereği veya stratejik zorunluluklarla Sovyet yörüngesine gireceğine ve Moskova’nın bölgedeki çıkarlarını koruyan bir mekanizmaya dönüşeceğine inanıyordu,. Dönemin Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki ‘Arabistler / Arabists’ olarak bilinen bir grup yetkili, Bevin’i bu devletin bir Rus uydusu / satellite olacağı konusunda sürekli beslemiş; Rusya’nın o dönemde İsrail ile özel bir ilişki kurmaya yönelik hamlelerini bu tezin kanıtı olarak sunmuştur.

“İmparatorluğun iletişim hatlarının / communication lines güvenliği, Bevin için vazgeçilemez bir öncelikti.”. Eğer Filistin topraklarında Sovyet etkisinde bir devlet kurulursa, Britanya’nın Hindistan’a ve Doğu’daki petrol kaynaklarına / oil resources uzanan stratejik yolları (Doğu İmparatorluğu / Empire of the East) doğrudan tehdit altına girecekti,. Bu durum, sadece bir toprak kaybı değil, Britanya’nın küresel bir güç / power olma iddiasının da fiilen çökmesi anlamına geliyordu.

“Arap dünyasıyla olan ilişkilerin bozulması ve petrol arzının tehlikeye girmesi, Bevin’in pragmatik / pragmatic yaklaşımının bir diğer ayağını oluşturuyordu.”,. Bevin, bağımsız bir Yahudi devletinin ilanının tüm Arap coğrafyasını Britanya’ya karşı birleştireceğini ve bunun sonucunda bölgedeki ‘gayri resmi imparatorluğun’ temelini sarsacağını öngörüyordu,. Bu stratejik vizyon, onu Yahudi göçüne / immigration katı sınırlamalar getirmeye ve Siyonist / Zionist hedefleri engellemek için istihbarat servislerini (MI6) örtülü operasyonlarda / covert operations kullanmaya sevk etmiştir,.

Ana Fikir ve Alınacak Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, istihbarat dünyasında en büyük fedakârlıkların bile her zaman karşılıklı bir sadakatle ödüllendirilmediğidir. Yahudiler, Britanya’nın zaferi için hayati bilgiler sağlasalar da, savaş sonrası değişen stratejik dengeler, geçmişteki kahramanlıkların üzerine soğuk bir ‘realpolitik / realpolitik’ perdesi örtmüştür. Buradan çıkarılacak ders; "devletlerin dostları yoktur, sadece çıkarları vardır" sözünün istihbarat tarihindeki en somut örneğidir. Günümüze bakan yönüyle ise, bir topluluğun veya yapının bir büyük güce sağladığı stratejik avantaj, o gücün uzun vadeli jeopolitik korkularıyla (Bevin’in Rusya korkusu gibi) çatıştığı anda, o topluluk kolaylıkla feda edilebilmektedir.

Dipnotlar ve Kaynakça (APA Stilinde)

Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson.,,,,,,. Deacon, R. (1985). C: A Biography of Sir Maurice Oldfield. Macdonald.,,,,,,. Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate.,,,,,,,. Mukherjee, M. (2010). Churchill’s Secret War: The British Empire and the Ravaging of India during World War II. Basic Books.,,. Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams.,,. Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass: British Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton.,,,,.

İngilterenin Komploculuğu

“Britanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir imparatorluktan orta ölçekli bir güce gerilemesi, ancak buna rağmen küresel arenada 'sıkletinden fazla yumruk atma' / punching above its weight çabası,” modern istihbarat tarihinin en karmaşık sayfalarından birini oluşturur. (Önceki yazılarımızda) değindiğimiz üzere, Birleşik Krallık askeri ve ekonomik kaynaklarını kaybettikçe, bu boşluğu istihbarat servislerinin "olay şekillendirme" / event shaping ve gizli operasyon / covert action yetenekleriyle doldurmaya çalışmıştır. Günümüze bakıldığında, zayıflayan Krallık, stratejik hedeflerine ulaşmak için Amerika Birleşik Devletleri’nin devasa askeri ve mali gücünü bir "kuvvet çarpanı" / force multiplier olarak kullanma sanatında ustalaşmıştır.

“Britanya ve ABD arasındaki 'Özel İlişki' / Special Relationship ve bunun istihbarat boyutundaki asimetrisi,” aslında bir güven ve kaygı / trust and anxiety dengesi üzerine kuruludur. Britanya, kendisini Amerika’nın "Roma"sına karşı daha bilge ve tecrübeli bir "Atina" olarak konumlandırmış; Amerikalıları kendi emperyal vizyonu doğrultusunda eğitme ve yönlendirme rolünü üstlenmiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde MI6, al-Qaeda gibi küresel terör / global terrorism tehditlerini ve kitle imha silahları / weapons of mass destruction (WMD) risklerini ön plana çıkararak, Washington’ı kendi stratejik öncelikleri doğrultusunda harekete geçirmeye odaklanmıştır.

“Modern dönemdeki komplolar ve dış müdahaleler,” özellikle 2011 Libya müdahalesi ve Suriye’deki iç savaş süreçlerinde belirginleşmiştir. Britanya, Libya’da Muammer Kaddafi’ye karşı yürütülen operasyonlarda, başlangıçta SAS ve SBS gibi özel kuvvetlerini / special forces "E Bölüğü" / E Squadron gibi gizli yapılar altında sahaya sürmüş; ancak bu operasyonları Amerikalıların hava gücü ve diplomatik desteğiyle tahkim etmiştir. Suriye’de ise MI6, radikal grupların yükselişini engellemek ve "ılımlı" muhalifleri eğitmek amacıyla 100.000 kişilik bir ordu kurma gibi formidabl / formidable planlar üzerinde çalışmış, bu süreçte ABD’nin lojistik imkânlarını kullanmaya gayret etmiştir.

“Teknolojik bağımlılık ve siber surveylans / surveillance alanı,” Britanya’nın en büyük kozu olan Hükümet İletişim Karargâhı’nın / GCHQ, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı / NSA ile olan "umbilik" / umbilical bağı üzerinden şekillenmektedir. Britanya, bağımsız bir casus uydu / spy satellite programını finanse edemediği için, ABD’nin "uzaydaki gözlerine" erişim karşılığında kendi küresel dinleme istasyonlarını ve analiz yeteneğini Washington’ın hizmetine sunmaktadır. Bu ilişki, bazen G20 zirvelerinde müttefiklerin dahi dinlenmesi / eavesdropping gibi etik dışı operasyonların Amerikalılarla ortaklaşa yürütülmesine zemin hazırlamıştır.

Irak Kitle İmha Silahları (WMD) Dosyası Hikâyesi ve Alınacak Dersler

“İstihbaratın polizitize edilmesi / politicization of intelligence” konusundaki en ibretlik vaka, 2003 yılındaki Irak işgali öncesinde yaşanan "hazırlanmış dosya" / cooked dossier olayıdır. Dönemin Başbakanı Tony Blair, MI6’dan gelen ham verileri, kamuoyunu savaşa ikna etmek için "allayıp pullayarak" sunmuş; Saddam Hüseyin’in 45 dakika içinde kimyasal silah saldırısı yapabileceği iddiasını ortaya atmıştır. MI6, kurumsal olarak "memnun etmeye fazla istekli" / too eager to please davranmış ve doğru olmayan verileri siyasi otoriteye altın tepside sunmuştur.

Ana Fikir ve Dersler: Bu olayın ana fikri, bir istihbarat servisinin siyasi otoriteye "gerçekleri" değil, otoritenin "duymak istediklerini" söylemeye başladığında, bunun felaketle sonuçlanacak bir dış politikaya yol açacağıdır. Alınacak en önemli ders, stratejinin istihbaratı dikte etmesi / strategy dictating intelligence durumunun, devletin karar alma mekanizmalarını körleştireceğidir. Günümüze bakan yönüyle; Irak’taki bu fiyasko / fiasco, Britanya’nın istihbarat itibarını / reputation zedelemiş ve Edward Snowden gibi whitleblower / ifşaatçıların eylemleriyle gizli servislerin üzerindeki demokratik denetim baskısını artırmıştır. Modern dünyada "gizli belgeler" artık bir savaşın tek meşruiyet kaynağı olamaz; çünkü yanlış istihbarat, orduları yanlış savaşlara sürükleyen bir tuzaktır.

Dipnotlar ve Kaynakça Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The Black Door: Spies, Secret Intelligence and British Prime Ministers. HarperCollins. Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann. Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson. Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies. Creative Education. Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The American Experience. Yale University Press. Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass: British Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton.

İngiliz İstihbaratının Complo Ve Manipülasyon / Manipulation Yeteneği

“Britanya devlet aklının ve istihbarat servislerinin dünya genelinde bir komplolar ağı örerek hâkimiyet kurma stratejisinin altında yatan asıl neden, imparatorluğun fiziksel ve ekonomik gücünün tükendiği noktalarda, bu boşluğu 'stratejik kurgu' ve 'olay şekillendirme' / event-shaping yeteneğiyle doldurma arzusudur.” (Önceki yazılarımızda) istihbaratın tarihsel gelişimine değinirken belirttiğimiz üzere, Britanya İmparatorluğu’nun özellikle yirminci yüzyılın ortalarından itibaren yaşadığı gerileme, onu elindeki kısıtlı kaynakları bir 'kuvvet çarpanı' / force multiplier olarak kullanmaya itmiştir. Bu stratejinin temelinde, sadece bilgi toplamak değil, hedef ülkelerin iç dinamiklerine müdahale ederek 'Majestelerinin Hükümeti'nin / Her Majesty's Government çıkarlarına uygun sonuçlar mühendisliği yapmak / engineering outcomes yatar.

“İngiliz istihbaratının complo ve manipülasyon / manipulation yeteneğinin kurumsal temelleri,” 1909 yılında kurulan Gizli Servis Bürosu’na / Secret Service Bureau kadar uzanmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Britanya’nın Avrupa topraklarında tek bir ajanı dahi yokken ve askeri hazırlıkları Rusya gibi devasa güçler karşısında yetersizken, 'Büyük Oyun' / Great Game olarak adlandırılan süreçte istihbarat; rüşvet, blöf ve yerel dinsel / dinsel olmayan unsurları kışkırtma sanatı olarak gelişmiştir. Bu dönemde istihbaratçılar, imparatorluğun zayıf düştüğü noktalarda 'Aziz George’un Süvarileri' / Cavalry of St. George olarak adlandırılan altın paraları kullanarak devletleri ve liderleri satın alma yoluna gitmişlerdir.

“Savaşlar arası dönemde ve Soğuk Savaş / Cold War sürecinde Britanya’nın stratejik hayal gücü,” Amerika Birleşik Devletleri’nin devasa maddi gücünü kendi emperyal vizyonu doğrultusunda yönlendirme çabasıyla şekillenmiştir. İngiliz elitleri kendilerini, Amerika’nın kaba gücüne (Roma) karşı, dünyayı yönetmeyi bilen bilge akıl (Atina) olarak konumlandırmışlardır. Bu durum, özellikle 1953 yılında İran’da Muhammed Musaddık’ı devirmek için düzenlenen 'Önyükleme Operasyonu' / Operation Boot gibi eylemlerde kendini göstermiştir; burada İngilizler planı kurgulamış, Amerikalılar ise finansmanı ve kaba kuvveti sağlamıştır.

“İstihbaratın komplolar üzerinden dünyayı şekillendirme arzusunun bir diğer nedeni,” sömürge sonrası dönemde / post-colonial era Britanya’nın hala 'sıkletinden fazla yumruk atma' / punching above its weight hırsıdır. Askeri garnizonların / garrisons ve ekonomik hegemonyanın / hegemony sona erdiği coğrafyalarda MI6 (Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service), 'örtülü faaliyetler' / covert action ve psikolojik savaş yöntemlerini birer ikame aracı olarak kullanmıştır. Özellikle Orta Doğu’da kurulan haber ajansları (Arap Haber Ajansı gibi), paravan şirketler / front companies ve rüşvet ağları, bölge halklarının iradesini İngiliz çıkarları lehine manipüle etmek için tasarlanmıştır.

George Griffin Eady ve Edward Whittall’ın Rüşvet Misyonu ve Alınacak Dersler

Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik aşamasında, İngiliz Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division Başkanı Amiral 'Blinker' Hall, Osmanlı İmparatorluğu’nu savaş dışı bırakmak için inanılmaz bir komplo kurmuştur. İstanbul’u ve Türk bürokrasisini çok iyi tanıyan iki 'etki ajanı' / agents of influence, George Griffin Eady ve Edward Whittall, özel bir görevle görevlendirilmiştir.

  • Hikâye: Bu iki ajan, Mart 1915’te Dedeağaç’ta Türk temsilcilerle bir araya gelmiş ve Osmanlı hükümetine savaştan çekilmesi karşılığında 4 milyon sterlin (bugünün parasıyla yüz milyonlarca sterlin) değerinde bir rüşvet teklif etmişlerdir. Ancak İngiltere’nin aynı anda Rusya ile gizli bir anlaşma yaparak İstanbul’u Ruslara vaat etmesi, bu operasyonu imkânsız hale getirmiştir; çünkü ajanlar Türklere başkentlerinin ellerinde kalacağı sözünü verememişlerdir.
  • Ana Fikir ve Alınacak Dersler: Bu vaka, istihbarat komplolarının bazen devletin resmi diplomasisiyle çatışabileceğini ve sadece para dağıtarak bir imparatorluğun kaderinin değiştirilemeyeceğini göstermektedir. Alınacak ders, bir operasyonun başarısının sahadaki ajanların kurnazlığından ziyade, o operasyonun devletin genel stratejisi ve diplomatik vaatleriyle olan tutarlılığına bağlı olduğudur.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada, hibrit savaş / hybrid warfare yöntemleri içinde ekonomik manipülasyonlar hala merkezi bir yer tutmaktadır. Ancak 1915’teki bu başarısızlık, bugünün 'yeni dünyasında' da gizli servislerin siyasi otoriteden bağımsız hareket etmesinin ne denli büyük stratejik hezimetlere yol açabileceğini kanıtlamaktadır.

“Britanya’nın komplolara duyduğu bu tarihsel meyil,” aynı zamanda bir 'gizlilik kültürü' / culture of secrecy yaratmış ve bu gizem perdesi, teşkilatın gerçek gücünden çok daha büyük algılanmasına yol açmıştır. Daniel Patrick Moynihan’ın da vurguladığı üzere, bu aşırı gizlilik bazen ulusal güvenliği korumaktan ziyade, hükümetlerin hatalarını örtbas etmek ve dünyayı 'aynaların vahşi ormanı' / wilderness of mirrors içinde dilediği gibi yönetebileceği illüzyonunu / illusion sürdürmek içindir.

Dipnotlar ve Kaynakça (APA Stilinde)

Aldrich, R. J., & Cormac, R. (2016). The Black Door: Spies, Secret Intelligence and British Prime Ministers. HarperCollins.

Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann.

Bower, T. (1989). The Red Web: MI6 and the KGB Master Coup. Aurum Press.

Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson.

Deacon, R. (1985). C: A Biography of Sir Maurice Oldfield. Macdonald.

Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate.

Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies. Creative Education.

Moynihan, D. P. (1998). Secrecy: The American Experience. Yale University Press.

Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams.

Verrier, A. (1983). Through the Looking Glass: British Foreign Policy in an Age of Illusions. W. W. Norton.

West, N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.

Britanya Devlet Aklının / Statecraft Ortadoğu

“Britanya devlet aklının / statecraft Ortadoğu coğrafyasındaki etnik ve dini azınlıkları stratejik birer enstrüman olarak kullanma becerisi, bu toplumların karakter yapısından ziyade, İngiliz istihbaratının 'insan sarraflığı' / discernment ve uzun vadeli 'etki ajanı' / agents of influence devşirme metodolojisiyle doğrudan ilişkilidir.” (Önceki yazılarımızda) istihbaratın sadece bilgi toplama değil, aynı zamanda toplumları içten dönüştürme ve rejimleri şekillendirme gücü olduğundan bahsetmiştik; Kürtler ve Ermeniler üzerindeki operasyonel faaliyetler de bu 'stratejik mühendisliğin' / strategic engineering en somut tezahürleridir.

“İngiliz istihbarat servislerinin ajan seçme ve toplumsal zafiyetleri kullanma yöntemleri / recruitment criteria,” bireylerin veya toplumların doğuştan gelen karakter özelliklerine değil, mevcut siyasi konjonktürdeki 'incinebilirliklerine' / vulnerabilities odaklanır,. Britanya yöntemi, hedef alınan gruptaki bireyleri henüz genç ve kariyerlerinin başındayken tespit edip, onları uzun yıllar boyunca maddi ve manevi olarak destekleyerek 'kıymetli varlıklar' / assets haline getirme üzerine kuruludur,. Kürt ve Ermeni grupların kullanımında da bu yöntem izlenmiş; bu toplulukların merkezi otoriteyle (Osmanlı veya Sovyetler Birliği) olan tarihsel kırgınlıkları ve bağımsızlık arzuları, İngiliz çıkarları doğrultusunda 'kaldıraç' / leverage olarak kullanılmıştır,.

“Ermeni ve Kürt unsurların operasyonel süreçlerdeki rolü / operational roles,” özellikle I. ve II. Dünya Savaşı dönemlerinde zirveye ulaşmıştır. İngiliz Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division (NID) ve sonrasında kurulan Özel Operasyonlar İdaresi / Special Operations Executive (SOE), Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Sovyet veya Alman ilerleyişini durdurmak amacıyla 'G(R) 16' gibi son derece mahrem misyonlar kurgulamıştır,. Bu planlar kapsamında, bölgeyi iyi bilen Kürt, Ermeni ve Gürcü gruplardan oluşan sabotaj timleri, Bakü petrol sahaları gibi stratejik noktaları imha etmek veya isyan başlatmak üzere eğitilmiştir,. Ancak bu durum, söz konusu milletlerin bir 'karakter zayıflığı' değil, İngilizlerin "Aziz George’un Süvarileri" / Cavalry of St George olarak adlandırdığı altın rüşvetleri ve siyasi vaatleri (bağımsız devlet sözü gibi) kullanarak yerel dinamikleri manipüle etme başarısıdır,.

“İstihbari başarının temelinde yatan pragmatizm / pragmatism,” İngilizlerin bu grupları sevdikleri için değil, operasyonel gereklilikler / operational necessity nedeniyle kullandıklarını teyit etmektedir. Örneğin, Ermeni azınlığın kültürel olarak daha ileri olması ve uluslararası bağlantıları (özellikle Rusya ile), onları Britanya için hem tehlikeli bir rakip hem de kullanışlı bir bilgi kaynağı haline getirmiştir. Benzer şekilde, Kürt aşiretleri arasındaki iç rekabetler ve özerklik talepleri, İngiliz subaylarının kılık değiştirerek veya bilimsel heyet süsü vererek bölgede haritalandırma ve istihbarat toplama faaliyetleri yürütmesine zemin hazırlamıştır,.

Ancak bu 'başarı', çoğu zaman kullanılan yerel unsurlar için trajediyle sonuçlanmıştır. (Önceki yazılarımızda) değindiğimiz Kim Philby gibi çift taraflı ajanların / double agents ihanetleri sonucunda, İngilizlerin Kafkasya veya Arnavutluk gibi bölgelere sızdırdığı Ermeni ve diğer etnik gruplara mensup ajanlar, Sovyet gizli servisi tarafından 'kuzu gibi boğazlanmak' üzere pusuya düşürülmüştür,,. Bu durum, Britanya'nın başarısının yerel halklara olan sadakatinden değil, onları 'harcanabilir piyonlar' / expendable pawns olarak görmesinden kaynaklandığını kanıtlamaktadır.

Bölgesel Manipülasyon ve Alınacak Dersler

İstihbarat dünyasının en çarpıcı derslerinden biri, büyük güçlerin yerel halkların 'milli duygularını' / nationalist sentiments kendi küresel satranç tahtalarında nasıl feda edebildiğidir. İngilizler, özellikle Kürt aşiretleri ve Ermeni komiteleri üzerinde uyguladıkları stratejilerde, bu grupların 'içerideki zayıflıklarını' (ekonomik muhtaçlık, aşiret kavgaları, bağımsızlık tutkusu) profesyonelce analiz etmişlerdir,.

Ana Fikir ve Dersler: İngiltere'nin bu grupları kullanarak sağladığı başarı, bir milletin karakterinden ziyade, Britanya'nın 'kurumsal hafızası' / institutional memory ve insan faktörünü yönetme becerisinin bir ürünüdür. Alınacak ders; "yerel unsurların, büyük devletlerin sağladığı destek ve vaatlerin aslında birer 'operasyonel kılıf' / operational cover olduğunu fark etmedikleri sürece, kendi emelleri yerine başkalarının stratejik hedeflerine hizmet edecekleri" gerçeğidir. Günümüze bakan yüzüyle bu durum; modern 'hibrit savaş' / hybrid warfare çağında bile, etnik huzursuzlukların dış güçler tarafından nasıl profesyonelce provoke edildiğini ve bilginin doğruluğunun 'gizliliğinden' daha kıymetli olduğunu göstermektedir,.

Kaynakça (APA Stilinde)

Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann.,.

Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson.,.

Dorril, S. (2001). MI6: Fifty Years of Special Operations. Fourth Estate.,,,.

Jeffery, K. (2010). MI6: The History of the Secret Intelligence Service 1909–1949. Bloomsbury..

Stafford, D. (1998). Churchill and the Secret Service. Harry N. Abrams.,.

West, N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909–45. Random House.,.

İngiliz İstihbarat Servislerinin, Dini Yapıları Ve Din Adamlarını Stratejik Kullanma

“İngiliz istihbarat servislerinin, dini yapıları ve din adamlarını stratejik birer operasyonel örtü / cover olarak kullanma geleneği, teşkilatın insan odaklı analiz yeteneğinin ve hedef toplumun dokusuna sızma becerisinin en dikkat çekici örneklerinden biridir”. (Önceki yazılarımızda) istihbaratın tarihsel gelişiminden ve Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6) gibi kurumların kuruluş süreçlerinden bahsetmiştik; ancak din adamlarının birer istihbarat unsuru olarak kullanılması, mesleğin "insan sarraflığı" yönünü en ince detaylarıyla ortaya koymaktadır.

Bu alandaki en çarpıcı örneklerden biri, David Balfour’dur. Kendisi, Atina Üniversitesi'nde ders veren ve akıcı bir dile sahip olan bir akademisyenken, İkinci Dünya Savaşı sırasında "Peder Dimitri" takma adıyla bir Ortodoks rahibi kılığına girmiştir. Balfour, bu dini kimliği sayesinde işgal altındaki Yunanistan'da ve daha sonra Tel Aviv’de çok gizli operasyonlar yürütmüş, yerel halkla ve üst düzey yetkililerle kurduğu manevi bağları istihbarat toplamak amacıyla kullanmıştır.

Bir diğer önemli figür ise Gizli İstihbarat Servisi eski başkanı Maurice Oldfield’dır. Oldfield, dini bilgisini ve ilahiyat / divinity konusundaki uzmanlığını, Kuzey İrlanda’daki görev süresi boyunca bir silah olarak kullanmıştır. Katolik rahiplerle ilahiyat tartışmalarına girerek onların güvenini kazanmış ve bu sayede normal şartlarda İngiliz devletine kapalı olan topluluklardan hayati bilgiler / insights elde etmiştir. Oldfield, "din alimi" kimliğiyle misunderstandings / yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırarak İrlanda Cumhuriyet Ordusu / Irish Republican Army (IRA) ile olan mücadelede rahipleri birer aracı / mediator haline getirmiştir.

İngilizlerin Orta Doğu stratejilerinde de din adamlarının kullanılması "Büyük Oyun" / Great Game döneminden beri süregelen bir pratiktir. Özellikle İran’da mullahların / mullahs rüşvetle ikna edilmesi süreci, istihbarat jargonunda "St. George'un Süvarileri" / Cavalry of St. George denilen altın paraların kullanılmasıyla yürütülmüştür. İngiliz yetkililer, mullahların dini otoritesini kullanarak halkın Rus veya Alman sempatisini kırmayı hedeflemişlerdir. Benzer bir durum Vatikan ile kurulan ilişkilerde de görülmektedir; Hugh Montgomery gibi dindar Katolik subaylar, Vatikan’ın en mahrem koridorlarında diplomatik ve istihbari bağlantılar kurmakla görevlendirilmiştir.

Peder Dimitri (David Balfour) ve Manevi Örtü Hikâyesi

İstihbarat dünyasının en ilginç hikâyelerinden biri, David Balfour’un Yunanistan’da bir rahibe dönüşme sürecidir. Balfour, sadece cübbe giymekle kalmamış, bir din adamının sahip olması gereken tüm vakar ve bilgiye vakıf olmuştur. Atina’da bir manastıra sığınarak kraliyet yanlısı unsurları örgütlemiş ve müttefiklerin / allies stratejik hedeflerine hizmet etmiştir. Bir keresinde, kendisini gerçek bir rahip sanan yerel bir yetkilinin günahlarını dinlemiş ve bu itiraflardan elde ettiği verileri Londra'ya raporlamıştır.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, istihbaratın sadece teknik bir veri madenciliği değil, aynı zamanda karşı tarafın en kutsal ve mahrem alanlarına girebilecek bir "karakter inşası" süreci olduğudur. Alınacak ders, bir analistin veya saha ajanının, hedef kitlenin inanç sistemine ve terminolojisine / terminology tam hakimiyet sağlamasının, ona milyonlarca sterlinlik ekipmandan daha fazla kapı açacağıdır. Günümüze bakan yüzüyle ise bu durum; modern hibrit savaşlarda / hybrid warfare dini ve kültürel yapıların hâlâ en hassas sızma noktaları olduğunu ve manevi değerlerin manipülasyonunun / manipulation kitleleri yönlendirmede en güçlü araç olarak kalmaya devam ettiğini göstermektedir.

“Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Britanya ile yakın diplomatik ve siyasi ilişkiler kuran, hatta İngiliz çıkarlarına açıkça sempati duyan devlet adamları ve dini figürleri anlamak, o devrin stratejik dengelerini çözmek adına zaruridir.” İngiliz istihbarat ve diplomasi belgeleri, özellikle "Büyük Oyun / Great Game" sürecinde, Osmanlı bürokrasisi ve cemiyeti içinde kendine yakın isimler devşirme sanatını nasıl ustalıkla icra ettiklerini göstermektedir,. (Önceki yazılarımızda) İngiliz istihbaratının yerel ağlar kurma metodolojisinden bahsetmiştik; bu yazıda ise bizzat Osmanlı içindeki aktörlerin bu süreçteki rollerini en ince detaylarıyla ele alacağız.

“İngiliz yanlısı devlet adamları arasında en mümtaz / distinguished yeri şüphesiz Kıbrıslı Kâmil Paşa tutmaktadır.” İngiliz belgelerinde "Britanya yanlısı bir Türk devlet adamı / pro-British Turkish statesman" olarak tanımlanan Kâmil Paşa, liberal sempatileri olan ve İngiliz yönetim tarzına derin bir hayranlık besleyen bir figürdü,. Kâmil Paşa, Londra'daki Times gazetesinin en eski abonelerinden biri olmasıyla ve İngiliz büyükelçileriyle olan fevkalade yakınlığıyla tanınırdı. Birçok kez Sadrazamlık / Grand Vizier makamına getirilen Paşa, İngiliz belgelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun bekasının ancak Britanya ile kurulacak sıkı bir ittifak sayesinde mümkün olacağına inanıyordu,.

“Diplomatik dengeleri gözeten bir diğer isim ise Tevfik Paşa'ydı.” İngiliz belgeleri Tevfik Paşa'yı, saraydan gelen emirleri harfiyen yerine getiren ancak yabancı elçiliklerle, özellikle de İngiliz elçiliğiyle her zaman dostane ve yapıcı ilişkiler sürdüren bir "eski ekol centilmeni / gentleman of the old school" olarak tanımlar,. Tevfik Paşa, 1909 yılındaki karşı devrim / counter-revolution sürecinde Sadrazamlık görevini üstlenmiş ve bu hassas dönemde İngiliz diplomatları için güvenilir bir muhatap olmuştur,.

“Dini figürlerin İngiliz operasyonel süreçlerindeki rolü, özellikle gizli pazarlıklarda ortaya çıkmaktadır.” Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'ni savaşın dışına itmek için kurgulanan devasa rüşvet operasyonunda, İngiliz istihbaratı çok ilginç bir kanalı kullanmıştır. Deniz İstihbarat Bölümü / Naval Intelligence Division (NID) başkanı Amiral 'Blinker' Hall, Osmanlı yetkililerine 4 milyon sterlin rüşvet teklif etmek üzere George Griffin Eady ve Edward Whittall'ı görevlendirirken, bu operasyonun "başlıca aracısı / principal intermediary" olarak Osmanlı Devleti'nin Hahambaşısı'nı / Grand Rabbi seçmiştir,. Belgeler, bu dini otoritenin, İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümetindeki etkili isimlerle -özellikle de o dönemde barış görüşmelerine açık olduğu düşünülen Talat Paşa ile- temas kurmak için kilit bir rol oynadığını doğrulamaktadır,.

Askeri ve siyasi kariyeri boyunca İngilizlerle yakın temas kuran bir diğer isim ise Rauf Orbay'dır.” Rauf Bey, genç bir deniz subayıyken, Osmanlı donanmasını güçlendirmek üzere görevlendirilen Amerikalı "Bucknam Paşa"nın yaverliğini yapmış ve bu süreçte Batılı diplomatik çevrelerle yakın bağlar kurmuştur,. 1909 mutfağı sırasında, İngiliz elçiliği tarafından kılık değiştirilerek / disguised güvenli bir yere kaçırılmasına yardımcı olunan isimler arasındaydı. Daha sonraki yıllarda Sadrazamlık ve Londra Büyükelçiliği gibi kritik görevler üstlenmiştir.

Eady-Whittall Rüşvet Operasyonu ve Alınacak Dersler

Amiral Hall, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesini sağlamak için kurguladığı gizli operasyonda / covert operation, hükümetin içindeki ılımlı kanada ulaşmak adına Hahambaşı'nın manevi ve siyasi ağırlığını bir "etki kanalı" olarak kullanmıştır. 4 milyon sterlinlik devasa bir meblağ, dini otoritelerin de yardımıyla Türk yetkililere teklif edilmiş, ancak İngiltere'nin Rusya ile yaptığı gizli anlaşmalar nedeniyle bu girişim akim kalmıştır.

Ana Fikir ve Dersler: Bu hadisenin ana fikri, devletlerarası ilişkilerde rüşvet ve dini otoritelerin aracı kılınmasının, ancak devletin temel dış politika hedefleriyle (Rusya'ya verilen sözler gibi) çelişmediği sürece sonuç verebileceğidir. Buradan çıkarılacak temel ders; "bir devleti içeriden manipüle etmek için kullanılan dini ve siyasi aktörlerin gücü, uluslararası konjonktürün ve stratejik gerçeklerin / realpolitik ötesine geçemez" gerçeğidir. Günümüze bakan yüzüyle bu durum, hibrit savaşlar / hybrid warfare çağında dahi, lobicilik ve nüfuz casusluğunun / espionage of influence ancak sahada desteklenen tutarlı bir stratejiyle başarıya ulaşabileceğini, aksi takdirde en büyük rüşvetlerin bile bir "fiyasko / fiasco" ile sonuçlanacağını kanıtlamaktadır,.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Britanya İmparatorluğu / British Empire İle Olan Münasebetleri

“Modern Türkiye Cumhuriyeti'nin / Republic of Turkey kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Britanya İmparatorluğu / British Empire ile olan münasebetleri, bir askeri dehanın tam bağımsızlık / full independence yolunda yürüttüğü amansız mücadelenin ve sonrasında kurulan rasyonel diplomasinin / diplomacy bir tezahürüdür.” (Önceki yazılarımızda) Britanya istihbaratının Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzundan ve yerel aktörleri kullanma metodolojisinden / methodology bahsetmiştik; ancak Mustafa Kemal’in sahneye çıkışı, bu geleneksel İngiliz oyununun kurallarını kökten değiştirmiştir.

“Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri bir lider olarak Britanya ile ilk büyük karşılaşması, onun bir ulusal kahraman / national hero olarak yükselmesini sağlayan Çanakkale Cephesi'dir / Gallipoli.” 1915 yılında yürütülen bu seferde, İngiliz istihbaratı ve askeri kanadı başlangıçta Mustafa Kemal ismine pek aşina değildi; nitekim o dönemde başlıca generallerin isimleri bile tam olarak bilinmiyordu. Ancak Mustafa Kemal, Gelibolu’daki üstün komutanlık yeteneğiyle İngilizlerin "Donanma ile İstanbul’a ulaşma" planlarını akim / futile bırakmış ve Britanya’nın Orta Doğu stratejisine en ağır darbelerden birini vurmuştur.

“Türk İstiklal Harbi / Turkish War of Independence sürecinde ise Atatürk, Britanya’nın işgalci politikalarına karşı Başkomutan / Commander-in-chief sıfatıyla doğrudan bir mücadele yürütmüştür.” (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere İngilizler, yerel unsurları ve azınlıkları birer ‘kaldıraç’ / leverage olarak kullanarak Anadolu’yu kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Mustafa Kemal ise bu "parçala ve yönet" stratejisine karşı ulusal birliği tesis ederek, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmayı başarmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk, İngilizlerle olan ilişkilerini düşmanlık yerine karşılıklı saygı ve "eşitlik" esasına dayanan rasyonel bir diplemasi zeminine oturtmuştur.

“Atatürk döneminde İngilizlerin Türkiye üzerindeki örtülü faaliyetleri / covert operations ve iç güvenlik tehditleri de devam etmiştir.” Kaynaklar, Atatürk’e yönelik İzmir Suikastı / assassination attempt gibi olaylarda eski İttihatçıların ve rejim muhaliflerinin rolüne değinmektedir. Örneğin, bu süreçte suçlu bulunan ve idam edilen isimler arasında yer alan Şükrü Bey’in / Chukry Bey davası, genç Cumhuriyet’in iç istikrarını koruma çabasının bir parçasıdır. Britanya, Atatürk'ün başlattığı "kapsamlı reform programlarını" ve Türkiye’nin modernleşme / modernization sürecini yakından izlemiştir.

Mustafa Kemal’in Askeri İstihbarat Değerlendirmesi ve Alınacak Dersler

Atatürk, askeri kariyeri boyunca istihbaratın önemini kavramış bir liderdir. Henüz 1897’deki Türk-Yunan Savaşı sırasında, askeri istihbaratın sivil memurlar yerine profesyonel subaylar tarafından yönetilmesi gerektiğini savunan görüşleri benimsemiştir.

  • Hikâye: Atatürk, Gelibolu’da yalnızca düşman birliklerinin sayısını değil, İngiliz ordusunun içindeki moral bozukluğunu ve lojistik / logistics zafiyetlerini de doğru analiz etmiştir. İngilizlerin kendi aralarındaki koordinasyon / coordination eksikliği ve yerel şartlara dair cehaleti / ignorance, onun stratejik hamlelerini zaferle taçlandırmıştır.
  • Ana Fikir ve Dersler: Bu tarihi süreçten çıkarılacak ders; "doğru istihbarat ve yerel dinamiklere hakimiyetin, en devasa askeri güçlerden bile daha üstün olduğudur." İngilizlerin "Büyük Oyun" geleneği, Mustafa Kemal'in gerçekçi ve vatansever stratejisi karşısında mağlup olmuştur.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada, büyük güçlerin bölgesel müdahaleleri ve "etki ajanları" yaratma çabaları hala devam etmektedir. Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi ve dış müdahalelere karşı kurumsal direnç oluşturma vizyonu, bugünün uluslararası ilişkilerinde de egemenlik haklarının korunması için temel bir rehber niteliğindedir.

Winston Churchill  ve İsmet İnönü

“İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirecek olan stratejik hamlelerin merkezinde, Winston Churchill’in Türkiye’yi safına çekme arzusu ve bu doğrultuda İsmet İnönü ile kurduğu şahsi, bir o kadar da muammalı / mysterious münasebet yatar.” (Önceki yazılarımızda) Churchill’in "Büyük Oyun" geleneğinden gelen bir devlet adamı olarak, Balkanlar’ı Nazilere karşı bir "yumuşak karın" / soft underbelly olarak gördüğünü ve bu bölgeyi stratejik bir öncelik / priority haline getirdiğini belirtmiştik. Churchill, Türkiye’nin savaşa girmesinin, müttefiklerin / allies Rusya ile irtibatını kolaylaştıracağına ve Alman ordusunun ikmal hatlarını / supply lines felç edeceğine inanıyordu.

“İngiliz devlet aklının Türkiye üzerindeki gizli operasyonları ve İnönü ile yürütülen pazarlıklar,” sadece diplomasi masasında değil, istihbaratın en karanlık dehlizlerinde şekillenmiştir. Britanya Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6) ve Hükümet Kod ve Şifre Okulu / Government Code and Cypher School (GC&CS), Türk diplomatik trafiğini / diplomatic traffic düzenli olarak takip ederek İnönü’nün her adımını izliyordu. Churchill, bizzat "Boniface" veya "Ultra" olarak kodlanan verileri inceleyerek, Türkiye’nin Alman saldırısı karşısındaki zafiyetlerini ve İnönü’nün müttefiklere olan gerçek bağlılığını ölçmeye çalışıyordu.

“İstihbaratın en çarpıcı ve anlaşılması güç / cryptic detaylarından biri,” Türk devlet mekanizması içine sızan İngiliz nüfuzudur. İngiliz belgelerine göre, o dönem Türk gizli servisinin / Turkish secret service başında bulunan Albay Peredzh, MI6’dan aylık düzenli bir ödeme / retainer almaktaydı. Bu durum, Churchill’in İnönü ile masaya otururken aslında Türk tarafının en mahrem / classified düşüncelerine ve askeri kapasitesine dair doğrudan bilgi sahibi olduğunu kanıtlamaktadır. (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere, İngilizler bir ülkenin lideriyle görüşmeden evvel o liderin "zihinsel haritasını" çıkarmayı bir gelenek haline getirmişlerdi.

“Churchill ve İnönü arasındaki gizli pazarlıkların en somut örneği,” 1943 yılındaki Adana ve Kahire buluşmalarıdır. Churchill, Casablanca Konferansı’ndan hemen sonra Türkiye’ye gelerek İnönü’yü savaşa girmeye ikna etmeye çalışmıştır. Bu görüşmelerde Churchill, Türkiye’ye modern silahlar ve hava desteği vaat etmiş, ancak İnönü bu teklifleri "milli bekâ" / national survival gerekçesiyle ve İngilizlerin vaatlerini yerine getirme kapasitesine duyduğu şüpheyle geri çevirmiştir. Churchill’in bu süreçteki en büyük korkusu, Türkiye’nin savaşa girmemesi durumunda Sovyetler Birliği’nin Balkanlar’da tek hâkim güç haline gelmesiydi.

Adana Treni’ndeki Sessiz Düello ve Alınacak Dersler

Ocak 1943’te Adana’da bir tren vagonunda gerçekleşen buluşmada, Churchill tüm hitabet / oratory gücünü kullanarak İnönü’ye "tarihin akışını değiştirme" fırsatı sunmuştur. İnönü ise, meşhur "sağırlığını" diplomatik bir silah olarak kullanarak, İngiliz Başbakanı’nın en keskin argümanlarını duymamazlıktan gelmiş ve Türkiye’yi savaşın yıkımından uzak tutmayı başarmıştır.

Ana Fikir ve Dersler: Bu tarihi vakadan çıkarılacak en mühim ders; "küçük ve orta ölçekli devletlerin, devlerin savaşında hayatta kalabilmek için sadece askeri güce değil, üstün bir denge siyasetine / realpolitik ve istihbarat kurnazlığına ihtiyaç duyduğu" gerçeğidir. İnönü, Churchill gibi bir "strateji dehasını" kendi oyununda durdurabilmiştir. Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada "vekalet savaşları" / proxy wars ve bölgesel güç dengeleri hala benzer bir mantıkla işlemektedir. Devletlerin birbirine sağladığı istihbari desteklerin veya sızmaların (Albay Peredzh örneğinde olduğu gibi), diplomatik masadaki pazarlık gücünü nasıl derinden etkilediği, bugünün "hibrit savaş" / hybrid warfare konjonktüründe de geçerliliğini korumaktadır.

 George F. Kennan a göre İyi Bir Analist

“İstihbaratın özü, teknik verilerin ötesinde, insan faktörünün ve kültürel dokunun derinlemesine tahlil edilmesinde / analysis yatar.” (Önceki yazılarımızda) George F. Kennan’ın dış politika üzerindeki etkilerinden bahsetmiştik; ancak onun bir analist için sunduğu metodolojik / methodological rehberlik, modern istihbaratın en ince detaylarını kapsayan bir disiplin niteliğindedir,. Kennan’a göre istihbarat, sadece gizli bilgileri çalmak değil, toplumları ve liderleri harekete geçiren temel kavramları anlamaktır.

“Analistin en temel görevi, verileri toplarken kişisel önyargılardan arınmış bir nesnellik / objectivity sergilemektir.” Kennan, iyi bir analistin asla aşırı iyimser olmaması gerektiğini savunur. Ona göre, çalışma sürecinde çok fazla çöp / rubbish veri toplanması kaçınılmazdır; analist bu yığından yılmamalı ve kestirme yollara saparak bazı bilgileri göz ardı etmemelidir. Gerçek bir analiz, tüm verilerin, hatta en kullanışsız görünenlerin bile biriktirilip, ardından ‘buğdayın samandan ayrılması’ gibi titizlikle elenmesiyle ortaya çıkar,.

“İnsan sarraflığı ve ulusal karakterin incelenmesi, analist için vazgeçilmez bir yetkinliktir.” Kennan, istihbaratın temelde ‘insanlarla ilgili’ olduğunu defalarca vurgulamıştır,. Bir analistin muhatabını değerlendirirken onun sadece söylediklerine değil, ulusal karakterine ve mensup olduğu sınıfın özelliklerine odaklanması gerekir. Örneğin, Alman bir çift taraflı ajanı / double agent değerlendirirken onun mizah anlayışına bakmak, Kennan’a göre o kişinin potansiyelini ölçmek için geçerli bir testtir; çünkü mizah duygusu, karakterin derinliği ve zihinsel esnekliği hakkında ipucu verir.

“Tarihsel perspektifin korunması, bugünün karmaşasını anlamlandırmak için zaruridir.” Kennan, güvenlik çalışmalarının tarihsel araştırma ve soybilim / genealogy ile ortak yönleri olduğuna inanır. (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere, o dönemde analistlik yapan birçok kişi sadece o anki krize odaklanırken, Kennan bir tarihçi titizliğiyle geçmişin detaylı bilgisini geleceğe uygulamayı tavsiye eder. Hatta orta çağ belgelerini / medieval documents yorumlamakla istihbarat dünyasındaki kanıtları yorumlamanın birbirine çok benzediğini, her ikisinin de küçük fragmanlardan / fragments yola çıkarak büyük resmi inşa etme sanatı olduğunu belirtir,.

“Açık kaynakların gücü ve gizlilik kültürü / culture of secrecy arasındaki dengeyi doğru kurmak gerekir.” Kennan, bir hükümetin ihtiyaç duyduğu bilgilerin %95’inin kütüphaneler ve arşivler gibi tamamen yasal ve açık kaynaklardan elde edilebileceğini savunur. Analistlere, casusluk yoluyla ‘sır çalma’ takıntısından kurtulup, mevcut açık verileri yetkin bir şekilde incelemelerini tavsiye eder. Aşırı gizliliğin, analiz sürecini körelten ve analisti ‘aynaların vahşi ormanı’ / wilderness of mirrors içinde oryantasyon kaybına / disorientation uğratan bir tuzak olduğu konusunda uyarır,.

Oleg Penkovsky Vakası ve Stratejik Analiz Hikâyesi

İstihbarat tarihinin en büyük analitik başarılarından biri, Küba füze krizi / Cuban missile crisis sırasında yaşanmıştır. Sovyet ajanı Oleg Penkovsky’den gelen binlerce sayfalık belge ve film rulosu, analistlerin önüne yığıldığında büyük bir tartışma çıkmıştır: Bu bilgiler gerçek mi, yoksa bir dezenformasyon / disinformation ürünü müdür?,.

Maurice Oldfield gibi deneyimli isimler, Penkovsky’nin getirdiği verilerin ‘bir mucize’ kadar kıymetli olduğunu savunurken, Washington’daki birçok analist ‘en kötü durum’ senaryolarına takılıp kalmıştı,. Kennan’ın yaklaşımı burada devreye girer: O, analistin sadece düşmanın kapasitesine / capabilities (füze sayısı gibi) değil, niyetlerine / intentions de odaklanması gerektiğini söyler,.

Ana Fikir ve Dersler: Penkovsky hikâyesinin ana fikri, teknik verilerin ancak doğru bir zihinsel harita ve niyet okuma ile anlam kazandığıdır. Alınacak ders; analistin rakibini bir ‘canavar’ / monster olarak görmekten vazgeçip, onun korkularını, dini ve kültürel geçmişini anlamaya çalışması gerektiğidir,. Günümüze bakan yüzüyle; modern siber istihbarat / cyber intelligence çağında bile, binlerce algoritmanın çözemediği düğümü, rakibinin zihninin içine girebilen ve ‘insan faktörünü’ doğru analiz eden bir akıl çözmektedir.

George F. Kennan’ın Dünya Geleceğine Dair Öngörüleri

George F. Kennan’ın dünya geleceğine dair öngörüleri, salt bir diplomatik tahminden öte, insan doğası, tarihsel döngüler ve teknolojik gelişim arasındaki çatışmayı analiz eden derin bir felsefi doktrine / doctrine dayanmaktadır.” (Önceki yazılarımızda) bahsettiğimiz üzere, Kennan’ın vizyonu sadece Soğuk Savaş’ın / Cold War sınırlarıyla mahsur kalmamış; aksine yirminci yüzyılı "seminal bir felaket" / seminal catastrophe olarak tanımlayarak yirmi birinci yüzyılın sancılarını on yıllar öncesinden haber vermiştir.

“Sovyet sisteminin çöküşü ve Almanya’nın birleşmesi,” Kennan’ın en keskin öngörülerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Daha 1956 yılında, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından otuz üç yıl önce, Rusya’nın bir gün Doğu Almanya’yı terk etmek zorunda kalacağını ve Almanya’nın birleşeceğini öngörmüştü. (Önceki yazılarımızda) değindiğimiz üzere, o, Sovyet Partisi içindeki birliğin bozulması durumunda Rusya’nın bir gecede en güçlü devletten en zayıf ve acınası bir topluma dönüşebileceğini savunmuştur. Bu öngörü, sistemin "kendi içindeki yıkım tohumlarını" / seeds of its own decay barındırdığı inancına dayanıyordu.

“Ekolojik ve demografik felaket / ecological and demographic disaster uyarısı,” Kennan’ın geleceğe dair en karanlık ve en kesin gördüğü öngörüsüdür. Kennan, insanlığın nükleer bir çatışmadan ziyade, kontrolsüz nüfus artışı, kaynakların tükenmesi ve doğanın tahribatı nedeniyle kesin bir yıkıma sürüklendiğini savunmuştur. Ona göre, yirmi birinci yüzyılın başında bu etkiler çok daha acı verici hissedilecek ve eğer engellenemezse insanlık için "Yeni bir Karanlık Çağ" / New Dark Age başlayacaktır; bu süreçte son iki bin yıllık medeniyet kazanımları tamamen kaybolabilir.

“Teknolojiye duyulan sarsılmaz inancın / technological frenzy yarattığı köleleşme,” Kennan’ın toplumsal öngörülerinin merkezinde yer alır. Kennan, otomobil, televizyon ve sonrasında bilgisayar kültürünün insanları özgürleştirmek yerine "kendi kendine köleleşme" / self-enslavement biçimlerine hapsettiğini savunmuştur. Teknolojinin Amerikan toplumunun dokusunu parçaladığını, topluluk bilincini / community yok ettiğini ve insanın çevreyle olan doğal bağını kopardığını on yıllar öncesinden dile getirmiştir.

“Nükleer imha riski ve askeri odaklı düşüncenin fiyaskosu / fiasco,” Kennan’a göre küresel güvenliğin önündeki en büyük engeldir. Nükleer silahların herhangi bir makul siyasi amaca hizmet etmediğini ve bu silahlanma yarışının bir kaza veya kontrol kaybı sonucu tüm insanlığı yok edebileceğini öngörmüştür. Kennan’ın geleceğe dair bir diğer ilginç / interesting öngörüsü ise liberal demokrasinin / liberal democracy modern çağın karmaşık sorunlarıyla başa çıkma konusundaki yetersizliğidir. Ona göre, Batı toplumları disiplinsizleşirken, daha disiplinli ve "rutless" / ruthless (acımasız) olan Doğu toplumlarının (özellikle Çin ve Japonya) gelecekte yönetimi ele alma ve daha etkili bir sistem kurma ihtimali bulunmaktadır.

Alman Birleşmesi Kehaneti ve Alınacak Dersler

1956 yılında, Soğuk Savaş’ın en katı döneminde Kennan, Avrupa’nın bölünmüşlüğünün doğal olmadığını ve bu durumun sonsuza dek süremeyeceğini iddia etmiştir. Rusya'nın Doğu Almanya üzerindeki yükünün bir gün taşınamaz hale geleceğini ve bu toprakları terk etmek zorunda kalacağını savunmuştur.

Ana Fikir ve Dersler: Bu öngörü, büyük güçlerin coğrafi ve kültürel olarak kendilerine yabancı olan bölgeleri askeri güçle sonsuza dek yönetemeyecekleri gerçeğine dayanır. Alınacak ders, stratejik planlamada "insan doğası ve kültürel aidiyetin" / human nature and cultural belonging, tank ve füze sayılarından daha belirleyici olduğudur. Günümüze bakan yönüyle; ideolojik körlüklerin ve askeri güç gösterilerinin, halkların doğal gelişim ve özgürlük iradesini sadece bir süreliğine bastırabileceği, ancak tarihin akışını tamamen durduramayacağı gerçeği modern çatışma bölgeleri için de geçerliliğini korumaktadır.

Üçüncü Dünya Savaşı İhtimali

“Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali / probability of World War III, tarihsel belgeler ve stratejik analizler ışığında bir kaçınılmazlık değil, bir 'kendi kendini gerçekleştiren kehanet' / self-fulfilling prophecy riski olarak ele alınmaktadır.”. Kaynaklar, bir savaşın kaçınılmaz veya muhtemel olarak görülmesinin ve bu doğrultuda hazırlık yapılmasının, o savaşın fiilen gerçekleşme şansını artırdığını vurgulamaktadır. (Önceki yazılarımızda) nükleer stratejinin bir 'dehşet dengesi' / balance of terror üzerine kurulu olduğundan ve bu dengenin tarafları rasyonel kalmaya zorladığından bahsetmiştik,. Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomik ve askeri olarak harap olması, Moskova'nın yeni bir dünya çatışmasından kaçınmak için neredeyse her yolu deneyeceği gerçeğini ortaya koymuştur,.

“Nükleer silahların varlığı, topyekûn bir zaferin / total victory imkânsızlığını kanıtlamış ve askeri bir hesaplaşmayı mantıksız bir eylem haline getirmiştir.”,. George Kennan’a göre, nükleer bir saldırı başlatmak herhangi bir hükümet için rasyonel bir hareket değildir; zira böyle bir eylem, sadece düşmanı değil, aynı zamanda saldırganın kendi varlığını da tehlikeye atar,. Kennan, insanlığın önündeki asıl tehlikenin askeri bir çatışmadan ziyade, kesin olan ekolojik ve demografik bir felaket olduğunu, Sovyet kontrolü riskinin ise bu felaket yanında 'küçük bir kaza' / minor catastrophe kalacağını savunmaktadır,.

“Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında müttefik istihbarat raporları, Sovyetlerin 1956 yılına kadar önceden planlanmış bir savaşa hazır olabileceğini öngörmüş olsa da, bu tahminler büyük ölçüde yetersiz verilere dayanmaktaydı.”,. 1947 yılında yapılan tahminler, Sovyet ordusunun 170 tümenle kırk günde Atlantik kıyılarına ulaşabileceğini iddia ederken, gerçekte bu tümenlerin yarısının sadece kağıt üzerinde / on paper var olduğu sonradan anlaşılmıştır. Britanya askeri planlamacıları, 'Unthinkable / Düşünülemez' operasyonu gibi gizli çalışmalarla Sovyetlere karşı bir saldırı olasılığını değerlendirmiş, ancak Dışişleri Bakanlığı bu tür hamlelerin Rusya'yı provoke edeceği / provocation endişesiyle bu planları sınırlı tutmuştur,,. Günümüzde ise "haydut devletler" / rogue states olarak adlandırılan yapıların tehdidi, Soğuk Savaş dönemindeki küresel yangın / world conflagration riskinden tamamen farklı bir ölçekte değerlendirilmektedir.

Operation Unthinkable (Düşünülemez Operasyonu) Hikâyesi

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde, Winston Churchill, Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’daki hızlı ilerleyişinden dehşete düşerek askeri kurmaylarına gizli bir emir vermiştir. Bu emir, teslim olan on Alman tümeninin İngiliz ve Amerikan birlikleriyle birleşerek 1 Temmuz 1945’te Rusya’ya saldırmasını öngören 'Operation Unthinkable' / Düşünülemez Operasyonu’dur. Ancak genelkurmay başkanları, Rus ordusunun büyüklüğü ve Britanya’nın bitkinliği karşısında bu planın bir 'askeri felaket' olacağını belirterek projeyi reddetmişlerdir.

  • Ana Fikir: Askeri coşku ve stratejik korkuların, sahadaki lojistik ve siyasi gerçeklerle her zaman örtüşmediği gerçeğidir.
  • Alınacak Dersler: Devlet adamlarının, en kritik anlarda bile duygusal tepkiler yerine 'realpolitik' / realpolitik zemininde hareket etmelerinin, dünyayı yeni bir küresel yıkımdan koruyan en önemli unsur olduğudur.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Modern dünyada, büyük güçler arasındaki çatışma planları hâlâ 'düşünülemez' olanı zorlamaktadır; ancak tarih göstermiştir ki, kaba kuvvetin yetersiz kaldığı yerde diplomasi ve istihbarat analizi / intelligence analysis hayatta kalmanın yegâne anahtarıdır.

Hindistan Ve Pakistan’ın 1947 Yılında Birbirinden Ayrılması

“Hindistan ve Pakistan’ın 1947 yılında birbirinden ayrılması, bölgesel istikrar ve toplumsal huzur açısından bir iyileşme / improvement sağlamak bir yana, on yıllarca sürecek bir düşmanlık, nükleer rekabet ve devasa bir insani trajedi döngüsünü tetiklemiştir.” (Önceki yazılarımızda) Britanya devlet aklının / statecraft azınlıkları ve etnik grupları stratejik birer kaldıraç / leverage olarak kullanma becerisinden bahsetmiştik; Hindistan’ın bölünmesi de bu ‘parçala ve yönet’ / divide and rule stratejisinin en kanlı ve kalıcı sonuçlarından biridir.

“Britanya Başbakanı Winston Churchill’in Hindistan politikası, bölge halklarının refahından ziyade imparatorluk çıkarlarını ve Sovyet karşıtı jeopolitik / geopolitical hesapları merkeze almıştır.” Churchill, Hindistan’daki Hahudi-Müslüman çekişmesini Britanya yönetiminin bölgedeki en büyük siperi / bulwark olarak görmüş ve bu topluluklar arasında bir birlik kurulmasının, İngilizlerin kapının dışına konulmasıyla sonuçlanacağından endişe etmiştir. Bu bağlamda, bağımsızlık kaçınılmaz hale geldiğinde, Hindistan’ın bütünlüğünü korumak yerine onu bölmek, Britanya’nın bölgedeki stratejik nüfuzunu / influence sürdürmesi için bir yöntem olarak benimsenmiştir. Özellikle kuzeybatıdaki Müslüman bölgelerin (Pakistan) ayrılması, bu bölgenin gelecekte Sovyetler Birliği’ne karşı bir askeri üs / military base olarak kullanılabileceği düşüncesiyle desteklenmiştir.

“Bölünmenin yarattığı insani ve toplumsal yıkım, 'bir medeniyet gerilemesi' / retrogression of civilization olarak nitelendirilebilecek boyutlara ulaşmıştır.” 1947 yılındaki ayrılık sürecinde en az 1 milyon insan hayatını kaybetmiş, 10 ila 15 milyon kişi ise evlerinden edilerek tarihin en büyük zorunlu göç / displacement hareketlerinden birine maruz kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Bengal’de yaşanan ve 3 milyon kişinin ölümüne yol açan kıtlık / famine, bölgenin toplumsal dokusunu zaten parçalamışken, bölünme ile gelen şiddet bu yaraları derinleştirmiştir. George F. Kennan’ın analizlerinde belirttiği gibi, yapay sınırlarla bölünmüş bu tür coğrafyalar, 'aynaların vahşi ormanı' / wilderness of mirrors içinde, rasyonel bir barış yerine sürekli bir gerginlik ve karşılıklı şüphe / mutual suspicion iklimine hapsolmuştur.

“Günümüze bakan yüzüyle Hindistan ve Pakistan arasındaki ayrılık, 'çözülmemiş bir jeopolitik kriz' mirası bırakmıştır.” Keşmir üzerindeki hak iddiaları, her iki ülkenin de nükleer silahlanma yarışına girmesine ve bölgesel bir nükleer savaş / nuclear war riskinin sürekli canlı kalmasına neden olmuştur. Britanya’nın bölgeden çekilirken ardında bıraktığı bu dinsel ve etnik kutuplaşma, modern 'hibrit savaşlar' / hybrid warfare için de istismar edilebilir bir zemin oluşturmuştur.

Tamluk Gizli Hükümeti ve Direniş Hikâyesi

(Önceki yazılarımızda) bahsettiğimiz Hindistan’ın Bengal bölgesindeki Tamluk / Tamluk kasabasında yaşananlar, bu trajedinin yerel bir kesitini sunar.

  • Hikâye: 1942 yılında "Hindistan’ı Terk Et" / Quit India hareketi sırasında halk, Britanya yönetimine karşı kendi 'Ulusal Hükümeti'ni kurmuştur. Bu süreçte 73 yaşındaki Matongini Hazra gibi yaşlı kadınlar bile ellerinde bayraklarla kurşunların üzerine yürümüş, sömürge güçleri ise köyleri yakarak ve kitlesel şiddet uygulayarak karşılık vermiştir. Bölünme sonrasında bu kahramanlık hikâyeleri, yerini dinsel nefretin gölgesindeki pogromlara / pogroms bırakmıştır.
  • Ana Fikir ve Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, halkın bağımsızlık tutkusunun emperyal güçler tarafından dinsel ayrılıklar üzerinden manipüle / manipulate edilerek nasıl bir iç savaşa dönüştürülebileceğidir. Çıkarılacak ders; "bir toplumun içindeki fay hatları dış güçler tarafından bir kez kırıldığında, kazanılan bağımsızlık bile huzur getirmeye yetmeyebilir" gerçeğidir.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Bugün Orta Doğu ve Güney Asya’daki pek çok çatışmanın kökeninde, bu 'yapay sınır çekme' ve 'toplumsal mühendislik' yöntemlerinin yattığı görülmektedir. Hindistan ve Pakistan örneği, bir devletin güvenliğinin sadece askeri güçle değil, toplumsal barışın korunmasıyla mümkün olduğunu kanıtlayan acı bir tecrübedir.

İsrail’in Güncel Savaş Doktrini

“İsrail’in güncel savaş doktrini / doctrine ve bu devletin Orta Doğu’daki gelecekteki varlığına dair kehanetvari / prophetic yaklaşımları analiz etmek, bölgedeki güç dengelerinin yalnızca askeri değil, derin istihbari ve ideolojik / ideological temellerini de anlamayı gerektirir.” (Önceki yazılarımızda) istihbaratın toplumları içten dönüştürme ve rejimleri şekillendirme gücünden bahsetmiştik; İsrail’in savaş politikası da bu "stratejik mühendisliğin" / strategic engineering ve "önleyici vuruş" / preemption mantığının en somut örneğidir.

“İsrail’in güncel savaş politikasının temelinde yatan 'önleyicilik çağı' / age of preemption kavramı,” devletin varlığına yönelik tehditleri henüz olgunlaşmadan bertaraf etmeyi hedefler. Bu politika, nükleer silahlara sahip bir İran’ın yaratacağı "varoluşsal tehdidi" / existential threat durdurmak adına suikast ve sabotaj operasyonlarını meşru bir araç olarak görür. İsrail Gizli Servisi Mossad bünyesindeki "Kidon" / Kidon suikast birimi, bu stratejinin icracısı olarak, yabancı topraklarda "eylem yapılması gereken" hedefleri doğrudan imha etme yetkisine sahiptir. Günümüzdeki bu yaklaşım, 1967 Altı Gün Savaşı’ndaki / Six-Day War baskın saldırı mantığının modern teknoloji ve siber istihbaratla birleşmiş halidir.

“İsrail’in istihbarat toplama ve bölgesel nüfuz kurma becerisi,” Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri / United States servisleriyle kurulan "arka kanal" / back channel iletişimlerine dayanmaktadır. (Önceki yazılarımızda) İngiliz istihbaratının yerel ağlar kurma metodolojisinden bahsetmiştik; Mossad da benzer şekilde Orta Doğu’nun her stratejik başkentinde "bilgi istifleyen" / information hoarders kaynaklar devşirmiştir. Özellikle nükleer programlar üzerindeki gözetleme faaliyetleri, teknik verilerin / technical data ötesinde, rakip liderlerin "zihinsel haritasını" çıkarmaya odaklanır.

Nesim’in Rıhtımdaki Kehaneti ve İmparatorluk Kalkanı Hikâyesi

Ekonomik tetikçi John Perkins’in anılarında yer alan ve İranlı bir muhalif olan Nesim ile rıhtımda yaptığı görüşme, İsrail’in bölgedeki rolüne dair çarpıcı bir kehanet / prophecy sunar.

  • Hikâye: Nesim, 1973 Yom Kippur Savaşı’nın / Yom Kippur War ardından yaptığı analizde, İsrail’in aslında Amerika’nın Orta Doğu’daki "uç beyi" / foot soldier ve petrol çıkarlarını koruyan bir "bekçi köpeği" / watchdog olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, İsrail’e verilen nükleer başlıklar ve muazzam askeri destek, Müslüman dünyasını baskı altında tutmak ve Batılı kurumsal yapıların / corporatocracy oylardan ziyade petrole dayanan egemenliğini pekiştirmek içindir.
  • Ana Fikir ve Dersler: Bu hikâyenin ana fikri, İsrail’in varlığının bölgesel halklar nezdinde bir "güvenlik kalesi" değil, emperyal / imperial bir "insan kalkanı" / shield olarak algılanmasıdır. Alınacak ders; "bir devletin güvenliği, eğer bölge halklarının rızasından ziyade dış güçlerin stratejik hesaplarına / realpolitik dayanıyorsa, o devletin varlığı her zaman küresel bir çatışmanın tetikleyicisi olma riski taşır" gerçeğidir.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Bugün Nesim’in kehanetlerinin gerçekleştiği; İsrail’in artan saldırganlığının ve buna karşılık gelişen militanizmin / militancy bölgeyi bitmek bilmeyen bir "Yeni Haçlı Seferi" / New Crusade atmosferine soktuğu görülmektedir.

“Dünya geleceği için öngörüleriyle tanınan George F. Kennan’ın İsrail hakkındaki mülahazaları / considerations,” modern tartışmalara ışık tutmaktadır. Kennan, İsrail’in bekasını Amerika için "ciddi bir ilgi alanı" olarak kabul etse de, bunu "hayati" / vital bir ulusal çıkar olarak görmemiştir. Ona göre, binlerce mil ötedeki bir toprak parçası için sonsuza dek askeri sorumluluk üstlenmek rasyonel / rational değildir. Kennan, İsrail sorununun bir gün süper güçler arasında "kıyametvari" / apocalyptic bir çatışmaya yol açabileceği konusunda uyarmıştır.

“İsrail’in geleceğine dair en karanlık kehanetlerden biri ise İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’ye aittir.” Toynbee, 1950’lerde yaptığı bir öngörüde, 21. yüzyılın asıl savaşının komünistler ve kapitalistler arasında değil, "Hristiyanlar ve Müslümanlar" arasında olacağını belirtmiştir. Bu perspektiften bakıldığında, İsrail’in bölgedeki konumu, bu büyük "medeniyetler çatışmasının" / clash of civilizations ön cephesi olarak nitelendirilmektedir.

Öngörüler

“Dünya tarihindeki kaos ve yıkımın köklerini incelerken, kötülüğün kaynağının metafizik / metaphysical bir şeytandan ziyade, insan ruhunun derinliklerindeki zayıflık ve rasyonel görünen kurumsal yapıların işleyişinde yattığını görmek mümkündür.” (Önceki yazılarımızda) devletlerin istihbarat oyunlarından ve diplomatik manevralarından bahsetmiştik; ancak bu kaosun altındaki asıl trajedi, kötülüğün olağanlığı / banality of evil ve insan doğasının noksanlığıdır.

Kötülüğün temel nedenlerini şu başlıklar altında en ince detaylarıyla inceleyebiliriz:

1. İnsan Ruhunun Noksanlığı ve Kötülüğün Olağanlığı George F. Kennan, bu dünyadaki kötülüğün belirleyici merkezinin / decisive seat of evil devlet adamlarının sosyal ve siyasi haksızlıklarında değil, bizzat insan ruhunun zayıflığında ve noksanlığında / imperfection yattığını savunur. Kötülük, genellikle canavarca bir niyetten ziyade, "insan zayıflığına yapılan ihtiyatlı bir taviz" / prudent concession to human weakness olarak ortaya çıkar. Michael Novak’ın Hannah Arendt'e atıfla belirttiği gibi, hürriyet düşmanları her zaman canavarlar / monsters değildir; aksine onlar, yeğenleri olan, özel yemekleri seven ve şakalar yapan "oldukça sıradan insanlardır" / quite ordinary men. Kötülük, bu sıradan insanların kendi seçtikleri eylem planlarının / chosen courses of action sonuçlarını görmezden gelmesiyle kurumsallaşır.

2. Ekonomik Tahakküm: Korporatokrasi / Corporatocracy Modern dünyadaki kaosu tetikleyen en büyük "günah" birimlerinden biri, John Perkins’in tabiriyle korporatokrasi / corporatocracy sistemidir. Bu yapı, bir grup insanın gizli komplosundan ziyade, "kutsal bir gerçek" gibi kabul edilen yanlış kavramlar üzerine kuruludur: her türlü ekonomik büyümenin insanlık için yararlı olduğu inancı ve bu büyümeyi sağlayanların kutsanması gerektiği yanılsaması / fallacy. Bu sistem, korku ve borç / fear and debt üzerine inşa edilmiştir. Borç, modern bir kölelik / enslavement biçimi olarak kullanılırken; korku, toplumları bu sömürüye razı etmek için bir araç haline getirilir.

3. Teknolojik Karmaşa ve "Büyük Yanlış Anlaşılma" / Misunderstanding Kennan’ın (önceki yazılarımızda) değindiğimiz sanayileşme eleştirisi, kötülüğün bir diğer nedenini ortaya koyar. Anton Çehov’un analizine atıfta bulunarak, sanayi devrimindeki sömürüyü "trajik bir yanlış anlaşılma" / tragic misunderstanding olarak nitelendirir. Burada "Şeytan", güçlü ve zayıf arasındaki o karşılıklı ilişkiyi yaratarak her iki tarafı da kendi sisteminin kurbanı haline getirmiştir. Modern teknoloji, insanı kendi doğasından kopararak onu makineye köle etmekte ve toplumsal dokuyu parçalayarak bir çeşit "ruhsal boşluk" / spiritual vacuum yaratmaktadır.

Çehov’un "Şeytanı" ve Fabrika Hikâyesi

(Önceki yazılarımızda) bir fabrika ziyareti sırasında Çehov’un gözlemlerine dayanan şu anlatı, kötülüğün sistem içindeki yerini açıklar:

  • Hikâye: Bir fabrikada binlerce işçi sefalet içinde çalışırken, sahipleri de aslında kâr hırsının ve sistemin getirdiği korkunun esiridir. Ortada kimsenin tam olarak mutlu olmadığı, herkesin bir çarkın parçası olarak acı çektiği bir düzen vardır. Çehov burada asıl suçluyu bir şahısta değil, güçlü ve zayıfı birbirine mahkûm eden o "soyut şahısta" / abstract entity yani "Şeytan"da görür.
  • Ana Fikir ve Dersler: Buradaki ana fikir, kötülüğün sadece birilerinin birilerine zulmetmesi değil, tüm tarafların rasyonel olmayan bir yıkım döngüsüne / vicious circle girmesidir. Alınacak ders, bir sistemin meyveleri (kâr, teknoloji, hız) uğruna insan onurunun feda edilmesinin, eninde sonunda sistemi kuranları da yutacağı gerçeğidir.
  • Günümüze Bakan Yüzü: Bugün küresel "ölüm ekonomisi" / death economy, sadece kaynakları değil, insan ruhunu da tüketmektedir. Modern kölelik artık kırbaçla değil, "kullan-at" kültürü ve ödenemeyen borçlarla sürdürülmektedir.

Sağcılar Ve Solcular

“Siyasi düşünce yelpazesinde sağın bir ‘düzen koruyucusu / guardian of order’, solun ise bir ‘isyan ve değişim odağı’ olarak konumlanmasının kökenlerini incelemek, insan doğasına ve toplumsal dinamiklere dair derin bir felsefi arayışı gerektirir.” George F. Kennan gibi stratejik düşünürlerin ve tarihçilerin analizleri, bu iki kutup arasındaki çatışmanın sadece politik tercihlerden değil, insan ruhuna ve toplumsal değişimin hızına dair temel bakış açılarından kaynaklandığını göstermektedir. (Önceki yazılarımızda) devletlerin istihbarat ve güvenlik mekanizmalarını nasıl kurduklarından bahsetmiştik; bu yazıda ise bu mekanizmaların korumaya çalıştığı ‘düzen’ fikri ile onu yıkmaya çalışan ‘isyan’ fikrinin psikolojik kökenlerini en ince detaylarıyla ele alacağız.

“Sağ düşüncenin düzen koruyuculuğu, temelde insan ruhunun noksanlığına / imperfection duyulan inanca dayanır.” Kennan’a göre, dünyadaki kötülüğün belirleyici merkezi / decisive seat of evil siyasi kurumlarda değil, bizzat insan ruhunun zayıflığında ve karmaşasında yatar. Bu bakış açısına göre düzen, insan ruhundaki ilkel kaosu dizginlemek için kurulmuş ‘zaruri bir baraj’ niteliğindedir. Muhafazakarlar / conservatives, adaletten ziyade düzene öncelik verirler; zira adaletin ancak istikrarlı bir düzen içerisinde tecelli edebileceğine inanırlar. Hukukun ve devlet otoritesinin kutsallığı, toplumun kendi içindeki vahşi itkilerle / animalistic nature boğulmasını engelleyen bir kalkan olarak görülür.

“Solun isyan itkisi ve anarşist fikrin gelişimi ise genellikle toplumsal yabancılaşma / alienation ve mutlak bir haklılık duygusuyla şekillenir.” Sol düşüncede isyanın temel motivasyonlarından biri, mevcut sistemin yetersizliğine duyulan öfke ve bu öfkenin getirdiği ‘kendi doğruluğundan emin olma’ halidir. İsyancı, kendi ahlaki üstünlüğünden o kadar emindir ki, karşı görüşte olanların sadece yanlış değil, aynı zamanda ‘kötü’ olduğunu varsayar. Anarşizm ise bu tepkiyi bir adım öteye taşıyarak, her türlü yönetimi ve düzenleyici otoriteyi ahlak dışı ilan eder. Bu akımların 19. yüzyıldaki yükselişi, sanayileşme ve kentleşmenin yarattığı ‘kimlik krizi’ / identity crisis ile doğrudan bağlantılıdır. Geleneksel aidiyetlerini (aile, köy, cemaat) kaybeden kitleler, bu boşluğu ideolojik bir kolektif gurur veya yıkıcı bir isyanla doldurmaya çalışmışlardır.

Rus Populistleri ve Modern Öğrenci Solu: Bir Aynadaki Akisler

  19. yüzyıl Rus devrimci hareketleri ile 20. yüzyıl Amerikan öğrenci hareketleri arasındaki benzerliklere değinmiştik. Bu karşılaştırma, isyan fikrinin nasıl evrildiğini anlamak adına mühimdir.

  • Hikâye: 1860 ve 70’lerdeki Rus populistleri / populists, kendi konforlu hayatlarını terk ederek "halka gitme" kararı almışlardı. Kendileri orta sınıfa mensup olsalar da, hiç tanımadıkları köylülerin dertlerini kendi dertleri edinmişler ve mevcut sistemi tamamen yıkmak için terörist yöntemlere başvurmuşlardı. Benzer bir durum 1960’larda Batı üniversitelerinde de yaşanmıştır. Varlıklı ailelerin çocukları, sistemin meyvelerini (güvenlik, eğitim, konfor) tadarken, aynı zamanda o sistemi "ahlaksız" ilan ederek sokaklara dökülmüşler ve bazen şiddeti tek çözüm olarak görmüşlerdir.
  • Ana Fikir ve Dersler: Bu hadisenin ana fikri, isyanın her zaman doğrudan bir "mağduriyetten" doğmadığı, aksine bazen entelektüel bir vicdan azabı veya amaçsızlık / purposelessness duygusundan beslendiğidir. Çıkarılacak ders şudur: "Bir toplum, gençliğine maddi refahın ötesinde manevi bir amaç ve aidiyet hissi sunamadığında, o gençlik enerjisini mevcut düzeni yıkmak için kullanacaktır."
  • Günümüze Bakan Yüzü: Günümüzde modern toplumların en büyük sorunu, teknolojik hızın ve dijitalleşmenin yarattığı yeni yabancılaşma türleridir. İnsanlar bir "meat grinder / kıyma makinesi" içindeymiş gibi hissettiklerinde, düzenin koruyuculuğu onlara bir "hapishane" gibi gelmekte ve rasyonel bir programı olmayan yıkıcı isyanlara (nihilizme) daha fazla eğilim göstermektedirler.

“Sonuç olarak sağ, insan zayıflığını bildiği için düzene sığınırken; sol, sistemin adaletsizliğini gördüğü için isyana yönelir.” Ancak Kennan’ın uyarısı hala geçerlidir: Bir sistemi sadece öfke ve yıkma arzusuyla (alternatif bir inşa programı olmadan) eleştirmek, tarihte genellikle totaliter rejimlerin kapısını aralamıştır.

Sinema Etkinlikleri

“İstihbarat ve sinema sanatı arasındaki münasebet, yalnızca kurgusal bir eğlence / entertainment unsuru değil, aynı zamanda devletlerin algı yönetimi / perception management ve propaganda / propaganda mekanizmalarının ayrılmaz bir parçasıdır.” (Önceki yazılarımızda) istihbarat servislerinin toplumları dönüştürme gücünden bahsetmiştik; sinema da bu gücün en estetik ve etkili araçlarından biri olarak karşımıza çıkar. Kaynaklar ışığında, casusluk dünyasının beyaz perdeye yansıyan ve gerçek hayatla iç içe geçen detaylarını en ince ayrıntılarıyla inceleyebiliriz.

1. Paravan Kurum Olarak Film Şirketleri: London Films

İngiliz Gizli İstihbarat Servisi / Secret Intelligence Service (MI6), 1930’lardan itibaren operasyonlarını gizlemek amacıyla film endüstrisini bir paravan / front olarak kullanmıştır. Dönemin MI6 şefi Hugh Sinclair, bir film tutkunu olarak, ünlü yapımcı Alexander Korda ile iş birliği yaparak "London Films" şirketinin servis ajanları için bir örtü / cover sağlamasına önayak olmuştur (Andrew, 1985; Thomas, 2009). Bu sayede ajanlar, film mekanı arayan yönetmen veya yapımcı kimliğiyle normalde girmeleri imkansız olan stratejik bölgelere rahatça sızabilmişlerdir.

2. Gerçekçiliğin Zirvesi: The Third Man / Üçüncü Adam

Viyana’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası ahlaki belirsizliklerle dolu atmosferini en iyi yansıtan eserlerden biri olan The Third Man filmi, istihbarat dünyasıyla derin bağlar taşır. Filmin senaristi Graham Greene, bizzat MI6 bünyesinde görev yapmış bir istihbaratçıdır (Corera, 2011). Film, savaş sonrası Viyana’nın yıkıntıları arasında casusların, karaborsacıların ve çifte ajanların / double agents muammalı dünyasını resmetmiştir. (Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere, Viyana o dönemde casusların "atış poligonu" / shooting gallery olarak anılmaktaydı ve bu film, o dönemin ruhunu sinematografik bir belge gibi tarihe not düşmüştür.

3. James Bond: Efsane ile Hakikatin Çatışması

Popüler kültürün en bilinen casusu James Bond (007), kaynaklarda sıkça gerçek istihbarat yöntemleriyle kıyaslanır. James Bond karakteri, yazar Ian Fleming’in Deniz İstihbaratı / Naval Intelligence (NID) dönemindeki tecrübelerinden ve tanıdığı eksantrik / eccentric karakterlerden ilham alınarak yaratılmıştır (West, 1983).

  • Farklılıklar: Bond’un aksiyon dolu, agresif ve kuralları yıkan tarzının aksine, gerçek MI6 dünyası George Smiley karakterinde vücut bulan "sabırlı, donnish / akademik, moral belirsizliklerin farkında olan" bir profil üzerine kuruludur (Corera, 2011).
  • İlginç bir detay: Gerçek hayattaki MI6 şefleri, Bond figürünün teşkilata kattığı "karizma" ve "brand / marka" değerinden memnundurlar; zira bu imaj, dünyanın dört bir yanında ajan devşirmeyi kolaylaştırmaktadır (Thomas, 2009).

4. Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma Araçları

Sinema ve televizyon, devletlerin siyasi hedeflerini halka aşılamak için hileli / deceitful bir şekilde kullanılmıştır.

  • Afganistan Örneği: 1980’lerde MI6, Sovyet işgaline karşı savaşan mücahitleri / mujahedeen dünyaya "özgürlük savaşçıları" / freedom fighters olarak tanıtmak için video teknolojisinden yararlanmıştır (Corera, 2011). Sallantılı el kameralarıyla çekilen görüntüler, Londra’daki stüdyolarda işlenerek Batı medyasında Sovyet vahşetini kanıtlayan belgeler olarak sunulmuştur.
  • Siyasi Kabus Filmleri: 1960’larda çekilen Seven Days in May ve Dr. Strangelove gibi filmler, ordunun yönetimi ele geçireceği korkusunu işleyerek dönemin liberal / liberal endişelerini beslemiştir (Herz, 1978).

5. Eğitim Materyali Olarak Sinema

MI6 ve diğer servisler, yeni katılan personeli / recruits eğitmek için film kayıtlarını birer laboratuvar gibi kullanmıştır.

  • Hikâye: 1955 yılında gizli bir kamerayla kaydedilen bir görüntüde, bir ajanın annesinin evinde televizyon kameraları önünde nasıl yalan söylediği, göz hareketlerinden ses tonuna kadar en ince detaylarıyla analiz edilmiştir (Corera, 2011).
  • Ana Fikir ve Dersler: Bu uygulamanın ana fikri, insan psikolojisinin stres altındaki tepkilerini çözmektir. Alınacak ders; "ihanet ve sadakatsizliğin fiziksel bir yansıması olduğu ve profesyonel bir gözün bu işaretleri asla kaçırmayacağıdır." Günümüze bakan yüzüyle; bu tür eğitimler bugün yapay zeka / artificial intelligence destekli yalan tespit sistemlerinin atası sayılmaktadır.

6. Y Service ve Savaşın Gizli Dinleyicileri

1946 yapımı A Matter of Life and Death filmi, sisli bir İngiliz Kanalı üzerinde yankılanan Morse kodlarıyla başlar ve "büyük gemilerin bile korktuğu" o kaotik telsiz dünyasına bir giriş yapar (McKay, 2012). Savaş döneminde Beaumanor Hall gibi dinleme istasyonlarında görev yapan personel için sinema, ağır ve stresli işlerden tek kaçış noktasıydı. Operatörler, Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti) gibi filmleri izleyerek savaşın karanlığından bir an olsun uzaklaşmaya çalışmışlardır (Goodman, 2020).

Kaynakça Andrew, C. M. (1985). Secret Service: The Making of the British Intelligence Community. Heinemann. Corera, G. (2011). The Art of Betrayal: The Secret History of MI6. Weidenfeld & Nicolson. Goodman, M. E. (2020). The SIS and Other British Spies. Creative Education. Herz, M. F. (Ed.). (1978). Decline of the West? George Kennan and His Critics. Ethics and Public Policy Center. McKay, S. (2012). The Secret Listeners: How the Wartime Y Service Intercepted the Secret Code for Bletchley Park. Aurum Press. Thomas, G. (2009). Secret Wars: One Hundred Years of British Intelligence Inside MI5 and MI6. Thomas Dunne Books. West, N. (1983). MI6: British Secret Intelligence Service Operations 1909-45. Weidenfeld & Nicolson.

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ahmad al-Ghazali, The Metaphysics of Love

  Ahmad al-Ghazali, Remembrance, and the Metaphysics of Love JOSEPH E. B. LUMBARD For Alexis “Love is not love which alters when it alteration finds, or bends with the remover to remove.” Acknowledgments This book derives from a doctoral dissertation submitted to Yale University’s Department of Religious Studies. I am deeply indebted to my dissertation advisor, Gerhard Bowering, who first suggested this topic and saw the project through to completion. I must also thank Seyyed Hossein Nasr, under whom I completed an MA thesis on Abu Hamid al-Ghazali and who first introduced me to the fields of Islamic Studies and Sufi Studies. Beatrice Gruendler served as a meticulous reader for the dissertation and provided the overall structure that I have maintained in the final book. As a reader for the dissertation, William Chittick provided many excellent suggestions. His thorough critique of the revised manuscript many years later was invaluable. Neither the dissertation nor thi...

ETNİK COĞRAFYA BAKIMINDAN KÜRTLEŞEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ

    KAYIP TÜRKLER ETNİK COĞRAFYA BAKIMINDAN KURTLESEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ ETNİK COĞRAFYA BAKIMINDAN KÜRTLEŞEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ Baskı: Aralık 2014 ALİ RIZA ÖZDEMİR 1977 yılında Erzincan'da doğdu. Atatürk Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümünden mezun oldu. Erzincan Üniversitesinde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Kitaplarının ve kitap bölümlerinin dışında yazı, makale ve şiirleri değişik yayın organlarında yayımlanan Ali Rıza Özdemir, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsünün Politik, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezine bilimsel danışmanlık yapmaktadır. Özdemir, çalışmalarını tarihi coğrafya, dinler coğrafyası ve etnik coğrafya ile coğrafya tarihi ve coğrafyada felsefesi yönelimler konularında yoğunlaştırmıştır. YayımIanmış kitapları şunlardır: Ali Rıza Özdemir, (Hifzullah Eryeşil, Ahmet Remzi Oran, Ab- durrahim Güneş ile birlikte), Beyaz Kent: Siirt, Siirt Valiliği Yayınları, Ankara, 2007. Ali Rıza Özdemir, Kart Kurt Sesleri Arasında Kaybolan Gerçek: Kür...

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan ...