Psikolojik Harekât Ve Mustafa Kemal
"Alıntı"
Barış ve savaş dönemlerinde başarısı kanıtlanmış olan
Psikolojik harekât, insanlık tarihi içerisinde çok eski zamanlardan beri
kullanılan fakat önemini yeni yeni kavradığımız silahlardan biri olmuştur.
Uluslararası ilişkilerde güç ve rekabet mücadelesinde
kullanılan araçlar, diplomasi, ticaret ve savaştır. Fakat milyonlarca insanın
yaşamına, telafi edilmesi zor yıkımlara sebep olan iki dünya savaşını yaşayan
XX. yy.ın, güç ve rekabet mücadelesi için diplomasi ve ticaretin yeterli
olmadığı, savaşın ise bütün insanlığın yok olmasına sebep olacağı gerçeği
karşısında, üçüncü bir araç ortaya çıkarılmış ve hemen hemen bütün devletlerce
kamu hizmeti niteliğine kavuşturularak açık veya örtülü bir şekilde
örgütlendirilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Bu araç, Psikolojik
harekâttır.
Psikolojik harekâtı tanımlamadan önce psikolojik savaşı tanımlamak
gerekmektedir. Psikolojik savaşı bir devletin ve devletler
topluluğunun, bir devlet veya devletler grubu üzerinde ulusal menfaatlerini
gerçekleştirmek üzere o ülkede veya başka ülkelerde seçtiği hedef kitlelerin
(dost, düşman ve tarafsız) duygu düşünce tutum ve davranışlarını kendi amaçları
doğrultusunda değiştirmek amacıyla, siyasi, askeri, ekonomik, sosyolojik,
ideolojik ve teknolojik alanda yaptığı faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Bu
tanım esas alındığında, psikolojik harekât psikolojik savaşın bir
veya birden fazla alanında yapılan operasyonudur.
Bir silah olarak Psikolojik Harekâtın önemi, ölümcül
olmamasından kaynaklanmaktadır.
İnsanlara fiziki olarak zarar vermeyen, onu yıldırarak,
tehdit ederek, icabında taviz vermek sureti ile sinirlerini tahrip ederek,
endişe ve huzursuzluk yaratarak ve buna benzer muhtelif usul, yol ve
vasıtalarla savaş dışı bırakan psikolojik harekâtın en önemli unsuru da
propagandadır.
Propaganda, kitle iletişim araçlarının kullanımının
yaygınlaşmasına paralel olarak diplomatik, ekonomik ve askeri yaptırımlarla
birlikte sıkça kullanılan bir yöntem olarak siyasal süreçteki yerini almıştır.
Bugün dünyadaki çoğu ülkede ve bilhassa gelişmiş batı ülkelerinde propaganda
ile ilgili özel teşkilatlar kurulmuş, bütçeden büyük kaynaklar ayrılmıştır.
Günümüzde insanların düşüncelerini değiştirmek ve bu yolla dış politikalar
üzerinde kendi ulusal çıkarları doğrultusunda doğrudan etki uyandırmayı
amaçlayan propaganda faaliyetleri, devletler tarafından etkin olarak
kullanılmaktadır. “Propaganda, siyasi mücadelelerinin başladığı devirle
birlikte başlamıştır” demek gerçekçi bir yaklaşım tarzı olacaktır.
Türk ve dünya tarihi, savaş içerisinde psikolojinin önemini
ortaya koyan örneklerle doludur.
Mustafa Kemal ATATÜRK savaşmaktan bıkmış, elindeki her
şeyini kaybetmiş Türk ulusunu, özgürlüğünü yitirmemesi için, öncelikle
savaşması gerektiğine inandırmış, daha sonra da her türlü imkânı kullanarak
Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasını sağlamıştır. Bu mücadele esnasında savaşın
psikolojik yönünü unutmamış, psikolojik harekât yöntemlerinin en iyi
uygulayıcılarından biri olmuştur.
Ülkemiz, tarihin her
döneminde, değişik amaç ve yöntemler izleyen iç ve dış tehdit unsurlarının
hedefi olmuştur. Coğrafi açıdan incelendiğinde Türkiye; Avrupa, Asya, Akdeniz,
Karadeniz, Ortadoğu, Kafkas ve Balkan ülkesi özelliklerinin tümünü üzerinde
taşımaktadır. Önemli güç merkezlerine, doğal kaynaklara, kara, hava ve deniz
yollarına göre konumu, bu tehditlerin sebeplerini oluşturmaktadır.
Bu tehditlerden en
önemlisi ve tehlikelisi savaş tehdidir. Bunu destekleyen örneklerden birisi
Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüdür: “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır.
Ulusu savaşa götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. Lakin ulusun hayatı,
tehlikeye uğramadıkça, savaş bir cinayettir.”[1]
Savaş, ’’Devletin
bekasını temin etmek, ulusal menfaatleri sağlamak ve ulusal hedefleri elde
etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere, devletin maddi ve manevi tüm güç
kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmaksızın kullanılmasını gerektiren
bir silahlı mücadele” olarak tanımlanmaktadır.[2]
Savaşta zafer
kazanmanın tek yolunun tahrip ve yıkmak ile olabileceğini düşünmek, savaşın
moral ve entelektüel yanlarının reddine yol açmayı gerektiren bir düşüncedir.[3]
XX. yy. geçmişteki
tüm savaş tarzlarını değiştirecek yeni ve karmaşık bir savaş çeşidini
beraberinde getirmiştir. Bu savaş çeşidinde hedef, insan ve insan
davranışlarıdır. Çok eski zamanlardan bu yana birbirine düşman fert ve
toplumların; rakiplerinin duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını etkileme
istek ve gayretleri olmuştur. Çağımızın teknolojik gelişmeleri ile kitle
iletişim araçlarının kazandığı imkân ve kabiliyetler, bu alandaki iletişimi üst
seviyeye çıkarmaktadır. Yüzyıllar boyunca ulusal hedef ve menfaatlere ulaşmanın
en etkin ve vazgeçilemez araçlarından biri olarak bilinen sıcak savaşlar, bugün
yerini büyük bir oranla kişi ve toplumların beyinlerini hedef alan psikolojik
savaşlara terk etmiştir.[4]
Psikolojik savaşın
uygulama alanı psikolojik harekâttır. Psikolojik harekât, kavram ve teknik
olarak sosyal-psikoloji ve sosyoloji ile doğrudan ilgilidir. Özellikle II.
Dünya Savaşı’nın ardından güçlü bir gelişme gösteren psikolojik harekât
tekniği, günümüzde bölge, kıta ve dünya devleti özelliklerini kazanmış bütün
uluslar tarafından kullanılmaktadır.[5]
Bir asker ve devlet
adamı olarak Atatürk, bu tekniği zamanın imkânları ölçüsünde başarılı şekilde
kullanmıştır. Bu araştırmada, psikolojik harekât, tarih içindeki psikolojik
harekât uygulamaları, Atatürk'ün ve başkanlığını yapmış olduğu TBMM’nin
Kurtuluş Savaşı esnasında yapmış olduğu psikolojik harekât faaliyetleri, Nutuk
esas alınarak örnek olaylarla desteklenerek ortaya konulmuştur.
PSİKOLOJİK HAREKÂT
Uluslararası ilişkilerde
güç ve rekabet mücadelesinde kullanılan araçlar, diplomasi, ticaret ve
savaştır.[6]
Fakat milyonlarca insanın yaşamına, telafi edilmesi zor yıkımlara sebep olan
iki dünya savaşını yaşayan XX. yy.da güç ve rekabet mücadelesi için diplomasi
ve ticaret yeterli olmamıştır. Sıcak savaşın bütün insanlığın yok olmasına
sebep olacağı gerçeği karşısında, üçüncü bir araç ortaya çıkarılmış ve hemen
hemen bütün devletlerce kamu hizmeti niteliğine kavuşturularak açık veya örtülü
şekilde örgütlendirilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Bu araç, psikolojik
harekâttır.[7]
Psikolojik harekâtı
tanımlamadan önce psikolojik savaşı tanımlamak gerekmektedir. Psikolojik savaş,
savaş ve barış döneminde dost, tarafsız veya düşman hedef toplumlarının tutum
ve davranışlarına etki ederek, politik ve askeri hedeflerin elde edilmesini
desteklemek için, ulusal güç unsurlarından -ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi,
askeri, teknolojik- tümüyle planlanarak uygulanan faaliyetlerdir.[8]
Bu tanımdan yola çıkıldığında psikolojik harekât; psikolojik savaşın kullanmış
olduğu ulusal güç unsurlarından, biri veya birkaçı ile uyguladığı
faaliyetlerdir.
Psikolojik harekât;
örgütlü, amacı sadece gerçek kişiler olan, mal ve cana yönelik şiddetten öte,
ortaya çıkardığı korku psikozuyla propaganda ve kışkırtma yöntemlerini
kullanarak zihinlerde, duygularda ve davranışlarda etki yapmaya yönelik metodik
(bilimsel), sistematik (teknik) faaliyetler olarak da tanımlanmaktadır.[9]
Psikolojik harekât ve
psikolojik savaş terimleri birbiri ile karıştırılmaktadır. Özde bu terimlerin
anlamlarının aynı olmasının yanında, psikolojik savaş, uygulama alanı olarak
psikolojik harekâtı kapsamaktadır. Psikolojik harekât, ulusal hedeflerin
gerçekleştirilmesi için, ulusal güç unsurlarından biriyle
yürütülen faaliyetler iken psikolojik savaş ulusal güç unsurlarının tümüyle
yürütülmektedir.[10]
Bu tekniğe psikolojik
harekât adının verilmesine, II. Dünya Savaşı’nda Amerikan Silâhlı Kuvvetleri’nin
dünyanın değişik bölgelerinde, farklı kültürlerle karşı karşıya kaldığı zaman
ortaya çıkan problemlerinin sebep olduğu, kaydedilmesi gereken önemli bir
husustur.[11]
Psikolojik harekâtın
amacı; özel olarak ele geçirilen haberler sayesinde düşmanın planlarını önlemek
ve önce davranarak kendi halkının ilgilendiği fakat ele geçirmekte zorlanacağı
hedeflere yönlendirmek, gizli yaptığı yayınlarla ve çeşitli propaganda
tekniklerini kullanarak düşman halkının moralini bozmaktır.[12]
Günümüzde bölge, kıta
ve dünya devleti olmuş bütün uluslar psikolojik harekât tekniğini
kullanmaktadır. Bütün psikolojik harekât planlamaları ve uygulamaları kendine
has ve özeldir; tekrarı olamaz, yalnız model olarak alınabilir ve
uyarlanabilir. Çünkü kültür adı verilen ve bir ülkenin sosyal kurumlarının
toplamı ile oluşan bütünlük, tarihî derinlik içinde meydana gelmiş tekrarlardan
günümüze taşınırken, tekliğini ve benzersizliğini oluşturur.[13]
[14]
Psikolojik harekâtta
ele geçirilmek istenen insan hayatı değil insan beynidir. Psikolojik harekâtta
kullanılan araçlar radyo, televizyon, yazılı basın, sinema, tiyatro gibi kitle
iletişim araçları ve bu araçlar ile propaganda yapan kişilerdir.
Devletler bir yandan
rakip ve muhtemel rakiplerine karşı uyguladıkları politikaları, açık ve örtülü
girişimlerini psikolojik harekât faaliyetleri ile desteklerken, diğer yandan
kendi ulusal güç unsurları üstündeki rakip ve muhtemel rakiplerin psikolojik
harekât tehditlerini önlemek ve etkisiz hale getirmek için çalışırlar.
Psikolojik harekât faaliyetleri ilk olarak destekleyici rol oynar, ikinci
olarak destekleyici rolün yanında, güçlendirici ve gereğinde doğrudan görev
üstlenici bir niteliğe sahip olur. Psikolojik harekâtı meydana getiren
faaliyetler birer kamu hizmetidir ve kamu hizmetlerinin ilkelerine, esaslarına
ve hukuki düzenlemelerine uygun bir biçimde örgütlenir. Kendisine sağlanan mali
kaynaklar ve imkânlar 14 ölçüsünde başarı sağlar.
Kesintisiz, devamlı
ve süresizdir. Maliyeti düşük olmasına rağmen etkisi büyüktür.[15]
Bütün bu özellikler sebebiyle, psikolojik harekât ilk olarak ulusal güvenlik
hedeflerinin gerçekleştirilmesini destekler. Ulusal güvenlik stratejilerine
paralel bir şekilde geliştirilir, yürütülür ve ulusal güç unsurlarını hedef
alır.[16]
Psikolojik harekâtın
en önemli silahı propagandadır.[17]
Propaganda, “bir doktrini yaymak, hedef olan ulus veya kitleyi fikri olarak
kazanmak, karşı tarafın zihin ve psikolojisini arzu edilen tesire tabi kılmak
için teşkilatlı ve devamlı bir suretle telkinlerde ve faaliyetlerde
bulunmaktır.” Kısa bir tanım ile propaganda, “bir fikrin her çeşit araçtan
istifade etmek suretiyle hedef olan kitleye telkin edilmesidir.”[18]
Propaganda kelimesi, Latince “propagare” kökünden gelmektedir. Bu “yeni
fidanlar elde etmek üzere toprağı ekmek” anlamındadır.[19]
Propagandanın tarihi
insanoğlunun tarihi kadar eskidir ve konuşmanın gelişimiyle birlikte başladığı
kabul edilmektedir.[20]
Tarihte ilk defa bazı propaganda belgelerine ve bu kelimenin kullanıldığına
açık olarak, Vatikan arşivlerinde rastlanmıştır. Protestanlık mezhebinin
papalığın nüfuzunu kırmaya başlaması üzerine, etki alanlarının daralmaya
başladığını gören Papa 15 inci Greguar, 1622 yılında “Congregation de
Propagandistes” adı verilen Kardinaller Meclisini toplantıya çağırmış ve
Protestanlığa karşı bu Meclise propaganda görevi vermiştir. [21]
XVI. yy. başlarında
Katolik inancının korunması ve geliştirilmesi adı altında, Müslüman dünyanın
tek güçlü temsilcisi Osmanlı İmparatorluğu’nun toplum ve dini yapısının
çözümlenmesi ve manevi hayatının ve toplumsal dayanışmasının güçsüz kılınarak
bir tehdit olmaktan uzaklaştırılması amacıyla papalık tarafından imparatorluğun
dini kurumlarını, Hıristiyan azınlıklarını, hedef kitle olarak planlayan
hizmetler, “Propaganda“ adı altında örgütlendirilmiştir. XIX. yy.da dini,
siyasi, askeri ve kültürel hedeflere yönlendirilen propaganda faaliyetleri
rakip veya savaşan devletlerin sivil veya asker kitlelerini etki altına almayı,
yönlendirmeyi esas almış ve propaganda bu dönemde yanıltma, taraftar kazanma,
planlanmış istekleri kabul ettirme aracı, olarak kullanılmıştır.[22]
XX. yy.ın başında
propaganda hizmetleri, haber alma faaliyetlerinin dışında bağımsız bir niteliğe
kavuşturulmuş, kamuoylarını yönlendirme ve etkileme aracı haline getirilmiştir.
Savaşta ise diğer görevleriyle birlikte muharebe alanlarını ve gerilerinin
belirlenen amaçlar doğrultusunda hedef kitle sayılarak yanıltma, kışkırtma gibi
görevleri üstlenmiştir. II. Dünya Savaşı’nda propaganda hizmet ve faaliyetleri
savaşan her ülke için savaşın hedeflerinin ele geçirilmesinde en etkin
psikolojik etkileme ve destekleme aracı olarak değerlendirilmiştir. Propaganda
kavramının kazandığı yeni boyutlar ve nitelikler ile birlikte yeni kavramlar
üretilmiştir. “Psikolojik Savunma”, “Soğuk Savaş”, “Siyasi Savaş”, “Beyaz
Savaş” gibi kavramlar, devletlerarası güç ve rekabet mücadelesinde kullanılan
araçlar olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Dost ve tarafsız ülke kamuoyları
üzerinde uygulanacak bu gibi faaliyetlerle dış politikanın destekleneceği,
kabul edilmiştir. XX. yy.ın ikinci yarısından sonra tüm ülkelerde “Psikolojik Harekât”
kamu hizmeti şeklinde örgütlenmiş, resmi olarak belgelere geçmiş ve hukuk
düzenlerinde yerini almıştır.[23]
[24]
1923 yılında La Haye’de savaş sırasında havadan propaganda
yapılabileceğinin kabul edilmesi, bu tarihten sonra propagandayı resmen meşru
bir silah olarak ilan 24 etmiştir.
Propaganda her şeyden
önce, psikolojik bir meseledir. Çünkü oynamış olduğu rol, ruh ve maneviyat ile
ilgilidir. Tek taraflı bir faaliyet olan propaganda da karşılıklı iletişimden
çok, tek taraflı bir ileti söz konusudur.[25] Propaganda için hazırlanan
mesajlar (söz, yazı, resim, broşür vb.) radyo, televizyon, gazete gibi uygun
haberleşme araçlarıyla hedef topluma iletilmektedir.25 [26]
Propaganda faaliyetleri başlangıcı itibariyle, siyasi ve askeri mücadelelerin
aracı olarak kullanılırken, XX. yy.ın son çeyreğinde ekonomik rekabet ve halkla
ilişkiler alanında da çok ön plana çıkmıştır.[27]
Propaganda genelde,
toplumda kamuoyu oluşturmak için “yalan haber üretmek ve bunu yaymak” olarak
bilinir. Propaganda sonuçta bir kamuoyu oluşturma amacını taşır; fakat yapılan
bütün propagandalar yalana dayanmaz. Propagandayı sadece, “kandırmak” veya
“yalan söylemek” şeklinde tarif etmek mümkün değildir. Propagandacı ne kadar
uğraşırsa uğraşsın, hitap ettiği kitleye karayı ak diye gösteremez.[28]
Ayrıca bütünüyle yalana dayanan propaganda beklenilmeyen farklı sonuçlar
doğurabilmektedir. Örneğin Hitler karşıtları, rejimi zayıflatmak için Führer’in
hasta olduğu söylentisini yaymışlardır. Bunun üzerine Hitler’in bakanlarından
Goebbels hemen harekete geçmiş ve kendi ajanları vasıtasıyla Hitler’in çok
hasta olduğu ve bir süre sonra da öldüğü dedikodusunu yayarak, bu söylentiyi
güçlendirmiştir. Goebbels, toplumu Hitler’in öldüğüne inandırdıktan sonra onu
canlı yayınla radyodan verilen büyük bir mitingde konuşturmuş ve böylece sadece
bu söylentiyi değil, onu yayan karşıtlarının propaganda kaynaklarının
inandırıcılığını da ortadan kaldırmıştır.[29]
Propagandada başarılı
olunmak isteniyorsa propagandacıyı seçerken büyük bir titizlik gösterilmelidir.
Başarılı olunamadığı takdirde propagandacı tamamen güvenilirliğini yitirir.
Öncelikle propagandacı, fikir belirttiği alanda uzman, saygın ve güvenilir
olmalıdır. Dinleyicinin görüşünden oldukça farklı bir görüşü savunan bir
propaganda eğer yüksek inanırlığı olan bir kaynaktan geliyorsa kişide tutum
değişimi yaratabilecektir.[30]
Almanya’nın
propaganda ile fikir alanındaki psikolojik harekâtı kaybetmesi, Birinci Dünya
Savaşı’nda Alman ordularını savaşın sonlarında teslim olmaya mecbur kılan
sebepler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Almanya Birinci Dünya Savaşı’nın
devamı boyunca yalnız askeri sırları ele geçirmekle uğraşırken, İngiltere,
propaganda silahının kitleler üzerindeki tahripkâr etkisini daha önce fark
etmiş ve bu istikametten taarruza başlamıştır. Alman Generali Ludendorf, cephe
gerisinde galibiyete olan inancın sarsıldığını, bunun da önemli bir silah olan
propagandanın eseri olduğunu anlamış, buna 1918’de bir teşkilat ile karşı
koymayı düşünmüş ise de artık savaş bitmiştir. Ludendorf “Harp Hatıratım” adlı
eserinde şöyle demiştir: “Alman
orduları, geride kendileri muzaffer bir durumda iken psikolojik savaş
mücadelesinde düşmanlarına mağlup olmuştu.“[31]
Birinci Dünya Savaşı
sonunda Almanlar, propaganda konusunda neden başarısız olduklarını incelemişler
ve propagandanın da ana ilkeleri olan şu sonuçlara ulaşmışlardır:
·
Propaganda yalnız başına etkisizdir;
etkili olabilmesi için propagandanın askeri, diplomatik ve ekonomik
faaliyetlerle birlikte yürütülmesi gerekir.
·
Propaganda faaliyeti yapan kişi ve
grupların çalışmaları esnasında birbirleri ile koordinesiz olmaları, hatta birbirlerinin
yapmış olduğu faaliyetlerden bile habersiz olmaları, yapılan en büyük hatadır.
·
Değişen olaylar ve koşullar karşısında
kendini geliştiremeyen katı bir propaganda başarısız olmaya mahkûmdur.
·
Uygulanan her propaganda hem doğru hem de
akla yakın olmalıdır.
·
Propaganda da hedef kararsız kişiler
olmalıdır.[32]
Propaganda
faaliyetleri başlangıcı itibariyle, siyasi ve askeri mücadelelerin aracı olarak
kullanılırken, XX. yy.ın ikinci yarısından sonra ekonomik rekabet ve halkla
ilişkiler alanında da ön plana çıkmıştır.[33]
Sonuç olarak: Savaş
silahları ne kadar gelişirse gelişsin, bu silahları savaşın sonucu üzerindeki
etkisi ne kadar büyük olursa olsun, savaşı sevk ve idare eden, savaşı kazanan
ve savaşın en önemli aracı insandır. Kullanılmakta ve gelişmekte olan bütün
silahların planlarını yapan, kullanıma hazırlayan, bizzat kullanan insan
olduğuna göre, savaşı kazanan bu en önemli aracının değeri kendiliğinden
anlaşılmış olur. Hedef öncelikle savaşı durdurmak veya hiç savaşmamaktır. Bu
hedefe ulaşılamıyorsa hedef zaferi kazanmak olacaktır. İnsanların hepsini
birden yok etmek imkânsız olduğundan ve böyle bir şey düşünülemeyeceğinden onu
yıldırmak, tehdit etmek, icabında taviz vermek sureti ile sinirlerini tahrip
etmek, endişe ve huzursuzluk yaratarak maddeten ve manen hayatını felce
uğratmak, buna benzer çeşitli usul, yol ve araçlar ile savaş dışı bırakmak veya
işbirliği yapmasını temin etmek, daha kolay bir araçtır. Bu da ancak psikolojik
savaşı çok iyi sevk ve idare etmekle mümkündür. Geleceğin savaşlarında tankın,
topun, uçağın her türlü deniz araçlarının, atom ve füzelerin yanında, savaşı
yakından besleyen ve destekleyen psikolojik savaş olmazsa zaferi kazanmak
imkânsız hale gelecektir. [34]
Bireysel ve kitle
iletişim araçları geliştikçe psikolojik savaş taktikleri o ölçüde
gelişmektedir. Çok karmaşık düzeylerde bir bilim ve sanat haline gelen
psikolojik savaş, XX. yy.da iletişim çağına hâkim olmuştur. Bu nedenle XX. yy.
psikolojik savaşlar çağı olarak da isimlendirilebilir.[35]
İlk zamanlar
teşkilatsız ve plansız ve hatta böyle bir savaşın mevcudiyetinden dahi habersiz
olarak kullanılan psikolojik harekât tekniklerinden ilk defa Çin ordusunun ünlü
komutanlarından Sun Tzu M.Ö. 500 yılında yazdığı “Harp Sanatı” adlı eserinde
bahsetmiştir.[36]
Orta Asya’da
birbirinin peşi sıra kurulan Türk devletlerinin yıkılışının nedenleri
incelendiğinde, dış etkenlerden çok iç etkenlere rastlanmaktadır. Güçlü Türk
devletlerinden kendilerini korumak için Çinliler, Sun Tzu’nun psikolojik
harekât tekniklerini kullanmışlardır. Göktürk yazıtlarında Çinlilerin yaptığı
bu istihbarat ve propagandalara Türklerin aldanmaması gerektiğine dair yazılar
bulunmaktadır.[37]
Hunlar, milattan
önceki yıllarda, düşmanlarının psikolojisini bozan ıslıklı veya vızıldayan oklar
icat etmişlerdir.[38]
Kartaca’nın güçlü
komutanı Hannibal, Roma üzerine yürürken, Atilla akınlarına başlarken, daima
kuvvetlerinin ezici üstünlüğü ve karşı konulmazlığı hakkında şayialar çıkararak
harekâta başlamışlar, karşılarına çıkan kuvvetleri korku ve dehşet içinde
bırakarak psikolojik olarak zayıflatmışlardır.[39] Cengiz Han savaş sırasında her askerine akşamları birer
ateş yaktırmış ve bu sayede karşı tarafın, kendi asker sayısını daha çok hayal
etmesini sağlamıştır. Böylece ordusunun çokluğu hakkında karşı taraf üzerinde
psikolojik bir baskı yaratmıştır.[40]
Timur döneminde savaş sanatının esasları, geleneksel
savaş ve tekniklerinin bulucusu olan Mete’nin ilkelerine dayanmaktadır.[41] Ancak; bu yöntem ve teknikler, gerek teknik gerekse
taktik yönünden geliştirilmiştir. Timur, daha askerliğinin ilk yıllarında cesaretinin yanında savaşlarda
kurnazca hilelere başvurarak psikolojik harekâtın ilk uygulamalarını yapmıştır.
Bu sayede imparatorluğunu çoğunlukla savaşmadan kuran Timur, kendisinin ve
askerlerinin düşmanlarına gösterdikleri acımasızlığın Asya halklarında korku
yaratması, geniş topraklarını savaşsız ele geçirmesinde en önemli etken
olmuştur. İkinci önemli etken ise hileyi her durum ve fırsatta
uygulayarak düşmanlarını alçaltması ve onları teslim olmaya zorlamasıdır.[42]
Timur, Osmanlı
Devleti’ne karşı giriştiği mücadelede propagandacılardan yararlanarak orduda
bulunan beyleri çeşitli vaatlerle kandırmak suretiyle Osmanlı Ordusunu içten
çökertmeye çalışmıştır. Ordusunun önünde, bir savaş aracı olarak filleri
yürüterek şaşkınlık, korku ve dehşet saçan güçlerinden psikolojik olarak
yararlanmıştır. Ankara Savaşı’ndan önce Timur ve Yıldırım Beyazıt morallerini
ve azimlerini kırmak için birbirlerine mektuplar yazmışlardır.[43]
Alparslan Malazgirt
Savaşı’nda Bizans ordularına karşı taarruza başlamadan hemen önce beyaz bir
atın üstünde beyaz giysileriyle askerlerine hitaben: “İşte kefenimi giydim ve ölüme hazırım; benimle
beraber ölmeyi göze alanlar bu tarafa, eşlerinin yanına dönmek isteyenler şu
tarafa ayrılsın; ölümden korkanları da ayıplamayacağım.” diye
yaptığı konuşması ve hemen arkasından askerlerin önüne geçip topluca namaz
kıldırması, askerlerin cesaretini, moral ve savaşma azmini arttırmış,
liderlerine güvenleri pekişmiştir.[44]
Osmanlı, Yıldırım
Beyazıt ile Avrupa’da ilerlerken ele geçirdikleri yerlerde idari teşkilatı adil
ve düzenli kurmuşlar, vergileri halkın verebileceği kadar almışlardır. Bu
memleketler süratle bolluğa kavuşmuş, halkın can ve mal emniyetini de sağlayan
bu durum ele geçirilen halkların Türklerle işbirliği yapmalarını temin
etmiştir. Bu durum Bizans İmparatorluğunun son kalesi olan İstanbul’da yaşayan
halkın, hatta idarecilerinin morali üzerinde bile tesirini göstermiştir.
Böylece İstanbul’u kuşatan Türkler, Bizans içinde her zaman kendilerine
yardımcı olacak birilerini bulmuşlardır. Türkler tarafından kurulan bu teşkilat
bugün tatbik edilen, takviye edici psikolojik savaş adı verilen işgal
psikolojisinin önemli örneklerinden birisidir.44 [45]
Selçuklu ordusunda ve
daha sonra Osmanlı ordularında düşman orduları üzerinde psikolojik etki yapmak
üzere “Mehter” adı verilen askeri bandolar kullanılmıştır.[46]
Osmanlı devletinde
“deliler” adı verilen süvarilerden oluşan özel bir askeri sınıf kurulmuş, savaş
sırasında korkunç kıyafetler giyerek zamanlı zamansız hiç olmadık yerlerden
çıkarak düşman ahalisini ürkütmek ve şayialar çıkartmakla görevlendirilmiştir.[47]
Psikolojik harekât tekniklerinden en çok yararlanan
liderlerden Napolyon, bir Osmanlı toprağı olan Mısır’ı 280 gemi ve 38 bin
kişilik ordusuyla işgale kalkıştığında, 2 Temmuz 1798’de İskenderiye’de ilk iş
olarak, Mısır’a geliş gayesini açıklayan duyurularla işe başlamıştır.[48] Napolyon Mısır’ın dört bir
yanına ulaştırmaya çalıştığı mesajında padişah III. Selim tarafından Mısır’da
düzeni sağlamak maksadıyla görevlendirildiğini, Fransa’dan Hıristiyanların
kovulduğunu, kendisinin ve askerlerinin Mısır’a yeni bir din aramaya
geldiklerini, var olan dinlerin arasından en iyisinin Müslümanlık olduğuna
inandıklarını ve kendilerinin de bu sebeplerle Müslüman olmaya karar
verdiklerini tüm Mısır’a ilan etmiştir. Napolyon bu taktiği sayesinde işgal
sırasında ciddi bir engelle karşılaşmamıştır. Tarihte birçok komutan ve devlet adamı başarı
ve zafer için psikolojik harekât tekniklerinden faydalanmıştır.
Savaş Öncesi Kamuoyu
Oluşturma Çabaları
Birinci Dünya Savaşı
öncesi savaşa katılan büyük devletler tarafından kamuoyu oluşturma amacıyla
psikolojik harekât teknikleri kullanılmıştır. Örneğin Fransız propagandasının
esasını, her vesile ile Fransa’nın büyüklüğünü ve şerefini, Fransız kültürünün üstünlüğünü
herkese inandırmak oluşturmuştur. Fransız propagandasının gücünü Fransızların
diğer memleketlerde açmış oldukları okullar oluşturmuştur. İngiliz propagandası
daha çok ekonomik mahiyette olmuştur. İngiltere’de ticari münasebetleri
genişletmek amaçlı propagandaları yapmak amacıyla Sömürge Enstitüsü, Asya
Cemiyeti gibi kurumlar kurulmuştur. Alman propagandasının amacı ise Almanya’yı
kuvvetli bir memleket olarak göstermek, Alman ırkının üstünlüğü ve
yenilmezliğini, yazarlar, bilim adamları, gazeteciler vasıtası ile Amerika’da,
Orta Avrupa’da, Uzak ve Yakın Doğu’da yaymak olmuştur. Almanlar, yabancı
öğrencileri de propaganda vasıtası olarak kullanmışlardır. [49]
Osmanlı Devleti ise,
kurulduğu günden itibaren, etrafındaki komşu ülkelerin kendi halklarına uyguladıkları
adaletsiz davranışlardan yararlanmayı bilmiş ve onlara daha adil bir yaşam vaat
etmek suretiyle kendi yanına çekmeyi başarmıştır. Yabancı basında Osmanlı
aleyhinde çıkan haberleri engellemek, ülke içindeki gazetelerinde ülkenin dış
dünyada zedelenmesini yol açacak yayınların yapılmasını önüne geçmek amacıyla
çalışmalar başlatılmış, yabancı basının ülke içerisinde ne şekilde yayın
yapacağı konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit
Avrupa basınının Osmanlı Devleti lehinde yayın yapmasını sağlamak amacıyla
yabancı editörlere para vermiştir. Ayrıca Osmanlının Uzakdoğu’da da tanınması
için girişimlerde bulunulmuştur. Bunun için Çin’e propaganda heyeti
gönderilmiştir. Osmanlı Devleti ayrıca Japonya’ya da dünyanın ilk özel propaganda
gemisi olan “Ertuğrul gemisini” göndermiştir. Gemi, yol üzerindeki Müslüman
ülke limanlarına uğrayarak Osmanlının propagandasını yapmak amacıyla
görevlendirilmiştir. [50]
Osmanlı Devleti’nin
Propagandası
Psikolojik savaşta
kullanılan önemli hususlardan biri haklılık ilkesidir. Haklı, güçlüdür
prensibinden hareketle taraflar kendilerini haklı çıkarma gayreti içerisine
girmek için çaba göstermektedirler. Böylece hem kendi kamuoylarını hem de dünya
kamuoylarını yanlarına çekebileceklerdir.[51]
Birinci Dünya Savaşı’nın
başlatılması konusunda da taraflar hep birbirlerini suçlamışlardır. Ayrıca,
taraflar kendi galibiyetlerini düşmanlarının ise yenilgilerini propaganda
etmişlerdir. Anlaşılacağı gibi bütün devletler güçlüyüz ve haklıyız imajını
vermek istemişler, insan topluluklarında mevcut olan kuvvetliye yönelme
psikolojisinden faydalanmaya çalışmışlardır.[52]
Osmanlı Devleti’nin
Birinci Dünya Savaşı sırasında yapmış olduğu propagandada savaşın çıkış
sebepleri, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın, bütün dünyaya hâkim olmak, bütün
ulusları esaretleri altına almak, bütün Müslümanları esir ederek
Müslümanlıklarına son vermek ve İslamiyet’i ortadan kaldırmak istemeleri olarak
ifade edilmiştir. Cihad-ı Mukaddes Beyannamesi ve diğer ilgili metinler Arapça,
Rusça ve Farsça’ya tercüme ettirilerek uçaklar, casuslar vasıtasıyla ve diğer
yöntemlerle Rusya, İran, Hindistan, Kuzey Afrika, Kafkasya, Orta Asya vb. bölgelere
gönderilmiştir.[53]
Osmanlı Devleti
propagandalarında müttefiki olan Almanya ve Avusturya- Macaristan devletlerini
İslam’ın dostu ve yardımcısı olarak belirtmiştir. İslamiyet’in düşmanlarına
katılan, yardım eden "Sahib-i şeriat ve hilafet olan" Osmanlı
Devleti'ne karşı savaşan Müslümanların dünya ve ahretlerinde sorumlu olacakları
ve cehennem ateşinde yanacakları ifade edilmiştir. [54]
Osmanlı Devleti,
Birinci Dünya Savaşı’nda istihbarat açısından ilk olumlu sonuçları almıştır.
İlk defa bu savaşta propagandanın önemi kavranarak çeşitli faaliyetlerde
bulunulmuştur. Propaganda amacıyla ilk defa Birinci Dünya Savaşı’nda uçaklardan
beyannameler atılmıştır.[55]
Türk Muhaliflerin
Propagandası
Türk muhaliflerin
propagandasında cihat ilanı eleştiri konusu yapılmış ve İslam dininin tehlikede
olmadığı, böyle bir fetvayı gerekli kılacak şartların mevcut bulunmadığı
görüşleri savunulmuştur. İngiltere’nin idaresindeki 350.000.000 Müslüman’ın
gayet iyi şartlarda bir hayat yaşadıkları halde, cihat ilanı ile Müslümanlar
arasına fitne fesat sokulduğu ve fetvayı veren Şeyhülislam Ürgüplü Hayri
Efendinin katlinin vacip olduğu ifade edilmiştir.
Osmanlı Devleti,
propagandasında Türk başarılarını ele alırken doğal olarak muhaliflerin
propagandasında da cephelerdeki Türk yenilgileri ele alınmıştır.[56]
İtilaf Devletlerinin
Propagandaları
Osmanlı Devletinin
Almanya’nın yanında savaşa girmesi ve cihat ilan etmesi üzerine, öncelikle
İngiltere olmak üzere İtilaf Devletlerince Osmanlı Devleti’ne yönelik ağır bir
propaganda, istihbarat ve casusluk faaliyeti başlatılmıştır.[57]
İtilaf Devletleri
tarafından Türk cephelerine yapılan propaganda da ana tema Osmanlı Devleti’nin
savaşa İtilaf Devletleri’nin karşısında girmesinin başlıca sorumlusu olarak
gösterilen İttihat ve Terakki aleyhtarlığıdır. İtilaf devletleri Osmanlı
padişahının ülkenin yönetiminde hiçbir söz hakkının olmadığını ve
İttihatçıların elinde esir bulunduğunu iddia etmektedirler. Padişah V.Mehmet
Reşat'ın İttihat ve Terakki Cemiyetinin baskısından bunalmış durumda bulunduğu,
padişahın ittihatçılarca sarayın bir köşesinde hapsedilmiş olduğu, saray
içerisinde dahi sözünün geçmediği ve hatta ittihatçıların onayını almadan
kızlarını bile evlendiremediği iddia edilmiştir. [58]
Sonuç olarak her ülke ve
toplum ulusal hedef ve menfaatlerini gerçekleştirebilmek diğer ülke toplumları
arasında taraftar elde etmek için gayret sarf etmektedir. Propaganda ve yayın
vasıtaları ile diğer toplumları ve kültürleri etkileyerek dünyayı kültürel ve
ekonomik yönden ele geçirmeye çalışmaktadır. Tarihin çeşitli devrelerinde
isminin ne olduğunu bilmeden birçok komutan ve devlet adamı psikolojik harekât
tekniklerini başarı ile kullanmış ve sonuca ulaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı
ile başlayan süreçte bu teknikler bilinçli ve sistemli olarak kullanılmaya
başlanmıştır.
Yakın geçmişte
devletlerin geleneksel politikalarında, hükümdarlar ve hükümetler arasındaki
kişisel fikirler rol oynamıştır. Kitlelerin düşünceleri çok defa hesaba
katılmamıştır. Bugün ise halk topluluklarının sesi daha fazla dinlenmekte,
devlet başkanları ve hükümetlerin hareket tarzları bunlar tarafından tespit
edilmektedir. Ulusların başına gelecekler, artık yöneticilerin beyninde değil,
“kitlelerin ruhunda” hazırlanmaktadır ve hazırlanacaktır. Artık şunu tahmin
etmek hiç de zor değildir. Toplumların oluşmasında yeniçağda egemen olan yeni
bir güç yer alacaktır: Kitlelerin gücü. Bu sebeple yaşadığımız ve yaşayacağımız
çağ, kelimenin tam anlamıyla “kitleler çağı” olacaktır.
Kitlelerin kazanılması ve
istenilen şekilde yönlendirilmesi olan psikolojik savaş sinsi bir savaştır.
Varlığı geç ve güç anlaşılır. Renksiz ve kokusuz bir gaz gibi olduğundan
varlığı ancak ulusal gücün manevi ve fikri yapısını tahrip ettiği zaman
anlaşılır ve savaş olduğuna inanılır.
Savaş düşman olan
kuvvetlerin orduların sadece cephede göğüs göğse çarpışması değildir. Bu
aşamaya gelinceye kadar devletler halkını maddi ve manevi olarak savaşa
hazırlamak zorundadır. Hazırlık safhasında taraflar, dünya kamuoyuna ve
birbirlerine davalarının haklılığını kabul ettirebilmek, düşmanın muharebe
gücünü zayıflatmak, karşıdaki personeli teslim olmaya teşvik etmek için çeşitli
psikolojik faaliyetlerde bulunurlar. Çünkü Savaşlarda zaferin kazanılmasında
maddi güçten daha çok manevi gücün önemi vardır. Manevi gücün, maddi güçlerin
değerini ortadan kaldırabileceğini veya üstün seviyeye yükseltebileceğini
gösteren örneklere tarih sayfalarında sıkça rastlanmaktadır. Buna ait en yakın,
en mükemmel örnek Türk ulusunun Ulusal Mücadelesi’dir.
Ulusal Mücadele, haksız
olarak vatanı işgal edilmiş olan Türk ulusunun, M.Kemal Paşa’nın önderliğinde
kendini savunmayan Osmanlı devlet yönetimine, İtilaf devletlerine, iç
düşmanlara karşı Kuvayı Milliye ruhu ile başkaldırmasıdır.
Ulusal Mücadele’nin
başında İtilaf Devletleri Sosyo - Kültürel güç hariç diğer güçleri ele
geçirmiştir. M.Kemal Paşa bunun bilincinde olarak son gücün “Sosyo - Kültürel
gücün” ele geçirilmesine karşı mücadele etmiştir.
M.Kemal Paşa Mondros
Mütarekesi’nden sonra işgaller karşısında en alt seviyeye inen morali
düzelterek halkın psikolojisini bu mücadeleye atılacak tarzda oluşturmaya
çalışmıştır. İşgallere karşı halkı bilinçlendirmek, mücadele azmi yaratmak için
mitingler düzenlettirmiş, toplantılar, kongreler yapmıştır. Ulusun mayasında
olan bağımsızlık ruhunu ortaya çıkarmış ve “Kuvayı Milliye Ruhunu”
şahlandırmıştır. Bunları yaparken kesinlikle acele etmemiş, gerekli özeni
göstererek adım adım hedefe ilerlemiştir.
M.Kemal Paşa hiçbir zaman
mücadeleyi halka rağmen yapmaya çalışmamıştır. Ordu ile temasın sağlanmasından
hemen sonra bölgesel mahiyetteki kurtuluş çabalarını topyekûn bir Ulusal
Mücadele fikri etrafında birleştirerek ulusu topyekûn tüm vatanı kurtarmak için
mücadeleye dâhil etmiş ve faaliyetleri şahsi olmaktan çıkarmak ve ulusa mal
etmek için, ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir
heyet ile mücadeleye devam etmiştir. Ulusun en zayıf noktası olan Padişah
Halifeye bağlılıklarını mücadelenin sonuna kadar dikkate almış ve Padişaha
bağlı olduğunu sık sık belirtmiştir. Ayrıca daima halkın iradesini üzerinde
hiçbir kuvvet olmayacağını söyleyerek, Padişaha karşı halkı yüceltmiştir ve
Ulusal Mücadele‘ ye sahip çıkmasını sağlamıştır.
M.Kemal Paşa’nın evrelere
ayırdığı ve ulusal bir sır olarak sakladığı bu yöntemde, hilâfet ve saltanatı
kurtarmak için çalışılıyormuş gibi gösterilen bir maske amaç vardır. Asıl amaç
ulusun üstünlüğünü benimsetme ve bundan daha büyük bir gücün olmayacağını
kabullendirme çabasıdır. Bu iki husus, hiçbir zaman birbirleri ile uyuşamaz;
çünkü birincisi saltanatı, ikincisi de cumhuriyeti simgeler. Gerçekten de,
saltanat için yapılacağı söylenen birinci husus, Cumhuriyete giden gerçek yolu,
o an için ‘’ulusal bir sır’’ gibi saklamaktadır. Görülmektedir ki, asıl amaç,
yeni Türkiye ve cumhuriyet rejimini benimseme gibi görkemli bir amacın
saklanması için, saltanat ve hilâfet rejimini, bir figüran gibi kullanmaktır.
Bu yöntem M.Kemal Paşa ve Ulusal Mücadele’nin diğer liderleri tarafından çok
iyi uygulanmıştır.
M.Kemal Paşa Ulusal
Mücadele aleyhinde kamuoyu oluşmasını önlemek için, ister istemez
ittihatçılarla hiç bir ilişkisinin olmadığını belirtmeye özen göstermiştir.
M.Kemal Paşa, basının
kamuoyu oluşturmada ki rolünü göz önünde tutarak Ulusal Mücadele boyunca basına
çok önem vermiştir. İç ve dış basın mensuplarına Ulusal Mücadele’nin amacını
açıklayıcı bilgiler verdiği gibi ulusal davanın ilk elden tüm dünyaya ve ulusa
doğru anlatılabilmesi için tüm çabasını sarf etmiştir. Bugünkü anlamda kitle
iletişim araçlarının olmadığı bir dönemde gazeteler kamuoyu oluşturmada iki
önemli görevi üstlenmiştir. Bunlardan birincisi ulusa haber anlamında bilgi
vermek, ikincisi ise ulusu eğitmek, yönlendirmek yani kamuoyu oluşturmaktır.
M.Kemal Paşa İtilaf Devletlerinin ve İstanbul Hükümetinin yapmış olduğu
bozguncu propagandayı basın aracılığı ile yüksek oranda yok etmiştir. Ulusal
Mücadele sırasında başına konmuş olan sansürün bilinen anlamda değil, daha çok
İstanbul’a gidecek ve oradan gelecek gazete, dergi ve diğer haberleşme
araçlarına karşı, onların yapacağı menfi psikolojik harekâtı önlemek için
yapılmış bir önlem biçiminde anlaşılması gereklidir.
M.Kemal Paşa, Ulusal
Mücadele’yi baltalamak için çıkartılan isyanları ve İtilaf Devletleri ile
İstanbul Hükümetinin yapmış olduğu olumsuz propagandaları yok etmek için onları
kendi silahları ile vurmuştur. Ulusal Mücadele’yi kavramış ve ona sımsıkı
sarılmış birçok aydın din adamı ulusun maneviyatının sağlam tutulmasında düşman
grupların yapmış oldukları haince planları suya düşürmekte çok önemli görevler
almışlardır. Bu aydın din adamları sayesinde ulus mücadeleye sımsıkı
sarılmıştır. M.Kemal Paşa idealine ulaşmak için Ulusal Mücadele’nin başından
sonuna kadar toplumun bütün toplumsal katmanlarıyla (her inanç ve her
kültürden) son derece iyi diyalog ve dostluklar kurmuştur. Çünkü idari
psikolojik savaşın hedeflerinden biri de sivil halkın işbirliğini sağlamaktır.
Bu nedenle ulusu mücadeleye çekmek, eskiden kalma mütecaviz ruhu yok ederek
dostça temayüller yaratmak için dinin etkinliğinden yararlanmıştır.
Ulusal mücadele boyunca
M.Kemal Paşa’nın önderliğinde kazanılan askeri zaferler TBMM’nin ve kurulan
düzenli ordunun varlığını sağlamlaştırmış ve gücünün artarak devamını
sağlamıştır. Bu askeri başarılar ulusun zafere olan inancını artırırken, meclis
içerisindeki muhalefetin ve itilaf devletlerinin kendi zaferlerine olan
inançlarını zayıflatmıştır.
Artık günümüzde
savaşlardaki harekât şekilleri eskisinden çok daha farklı olarak, daha çok
psikolojik harekâta yönelecektir; çünkü günümüzün kitle iletişim araçları ile
insanlara ulaşmak ve onları etkilemek daha kolaydır.
Daha önceleri askerlerin
veya savaşacak halkın savaş meydanlarına inmelerini engelleyecek herhangi bir
propaganda yapılması çok zor iken, şimdi televizyon, radyo, internet gibi
iletişim araçları ile insanların savaşma azmini kırmak ve hatta savaşı
akıllarına bile getirmelerini engellemek çok daha kolaylaşmıştır. Yani
psikolojik harekâtın güç artırıcı unsur olarak kullanımını, tüm zamanların en
büyük askeri taktiklerinden biri olarak kabul eden ünlü askeri düşünür Sun Tzu’nun belirttiği
gibi “ Girdiği her savaşı
kazananlar aslında usta değildirler, başka orduları savaşmadan çaresiz
bırakanlar ve yenenler, işte onlar en iyisidir.” Bu noktaya ulaşmak
artık hiç de zor değildir.
Bu iletişim araçların
hiçbirisinin olmadığı Ulusal Mücadele döneminin başlangıcında tarihteki
psikolojik harekât tekniklerini en iyi uygulayan liderlerden biri olan M.Kemal
Paşa’nın bunu nasıl başardığını, resmi sıfatını ve memuriyetini bırakıp, bir
ulus ferdi olarak ulusal mücadeleye başlamasından sonra Türk ulusu üzerindeki
yarattığı etkilerde aramak gerekmektedir.
Görev yaptığı ve büyük
başarılar kazandığı yerlerde M. Kemal Paşa komuta ettiği binlerce Türk
askerinin üzerinde büyük bir hayranlık uyandırmıştır. Mondros mütarekesine göre
güvenliği sağlayacak kuvvetler dışında, öteki Türk kuvvetleri terhis
edilmiştir. Bu maddeden ötürü birliklerinden terhis olan Türk askerleri,
memleketlerinde M.Kemal’den övgü ile bahsetmişlerdir. Bu nedenlerle onun Ulusal
Mücadele döneminin başında kitle iletişim araçları, askerlik anlayışına ve
liderliğine bizzat şahit olmuş Türk askerleri ve onların anlatımıyla M.Kemal
Paşa’yı tanıyan ve güvenen binlerce insanımız olmuştur.
Kaynak: Hüseyin GÜLNAR, Hüseyin
GÜLNAR, Psikolojik Harekat Ve Mustafa Kemal Atatürk' ün Kurtuluş Savaşı'ında
Örnek Uygulamaları, T.C. Ankara Üniversitesi İnkılâp Tarihi Enstitüsü- Yüksek
Lisans Tezi, 2006, ANKARA
[1] Utkan
Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, 1999, s.352.
[2] Servet Avşar, ”Birinci Dünya
Savaşı’ndaki Cephelerde Propaganda Beyannamelerinde Psikolojik Harekat
Uygulamaları,” Bildiriler Türk-İsrail Müşterek Askeri Tarih Konferansı
II, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
Yayınları, 2003, s.131.
[3] Hans Speier, “Psikolojik
Savaş Hakkındaki Düşüncelerin Yeniden Değelendirilmesi,” Kitle
Haberleşmesi Teorilerine Giriş, Ankara, Ankara Üniversitesi Basın-Yayın
Yüksekokulu Yayınları: 7, 1985, s.335.
[4] Necati Alkan,
Psikolojik Harekât Terörizm ve Polis, Ankara, TEMÜH Dairesi Başkanlığı
Yayınları No:5, 2000, s. 5.
[5] Cihat Özönder, ” Atatürk'ün Uyguladığı Psikolojik Harekât Tarzı ve Günümüzde Savaş Sosyolojisine Duyulan İhtiyaç,” Bilim Dergisi, Ankara, Kara Harp Okulu Yayınları:1, 1999, s.1.
[6] Ünsal Oksay, Kitle
Haberleşme Teorilerine Giriş, İstanbul, 1992, s.268.
[7] Ertuğrul
Zekai Ökte, “Uluslararası İlişkiler - Psikolojik Harekât ve Psikolojik Harekât
Tehdidi,” Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 2, Ankara, Mart 1997,
s. 117.
[8] Alkan,
a.g.e., s.7.
[9] 9 a.g.e., s.7.
[10] a.g.e., s.8.
[11] Özönder,
a.g.e., s.3.
[12] Münir Güneri,
Psikolojik Harbin Önemi ve Yönetimi, İstanbul, 1967, s.7.
[13] Özönder,
a.g.e., s.3.
[14] Ökte, a.g.e.,
s.115.
[15] Sırrı
Türkoğlu, Psikolojik Harp Harekâtının Yürütülmesi, Ankara, Genelkurmay
Basım Evi, 1969, s.107.
[16] Ökte, a.g.e.,
s.115.
[17] Ahmet Çeşme, PKK
Psikolojik Harekât ve Kansız Mücadelenin Kanlı Yüzü, İstanbul, IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, 2005, s.107.
[18] Selahattin Ertürk, Propaganda
ve Beşinci Kolun II. Dünya Harbi’nde Oynadığı Roller, Ankara, Genelkurmay
Basım Evi, 1991, s.5.
[19] J.A.C. Brown,
Beyin Yıkama ve İkna Metotları, (Çev. Behzat Tanç), İstanbul, Boğaziçi
Yayınevi, 2000, s.9.
[20] J.A.C. Brown,
Siyasal Propaganda, İstanbul, 1992, s.9.
[21] Ferhat
Başdoğan, Propaganda, Ankara, K.K.K Yayınları, 1960, s.5.
[22] Ökte, a.g.e.,
s.117.
[23] a.g.e.,
s.117-118.
[24] Niyazi
Berkes, Propaganda Nedir?, Ankara, Recep Ulusoğlu Basımevi, 1942, s.121.
[25] Mustafa
Mutlu, Vietnam’dan Körfez’e Savaşlarda Kamuoyu Oluşumu, İstanbul, Okumuş
Adam Yayınları, 2003, s.112.
[26] Nevzat
Tarhan, Psikolojik Savaş, İstanbul, Timaş Yayınları, 2003, s.35.
[27] Berkes,
a.g.e., s.121.
[28] Osman Özsoy, Propaganda
ve Kamuoyu Oluşturma, İstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım, 1998, s.8.
[29] Emre Kongar,
“Kendi Kalemize Attığımız Dezenformasyon Gölü,” Cumhuriyet Gazetesi,
3 Nisan 2003.
[30] Sarısaman,
a.g.e., s.3.
[31] Ertürk,
a.g.e., s.7.
[32] Terence H.
Qualter, Propaganda ve Psikolojik Harp, Ankara, Özel Harp Dairesi
Yayınları, s.102.
[33] Servet Avşar,
“Birinci Dünya Savaşı Sırasında İngiliz Propaganda Faaliyetleri ve Osmanlı
Devleti,” Atatürk Dergisi, C.III, Sayı.2, Ankara, Temmuz 2002,
s.121.
[34] Hulusi
Kesimli, Psikolojik Harp, 197,198 Sayılı Ordu Dergisi Eki, İstanbul,
K.K.K İstanbul Askeri Basımevi, 1961, s.28.
[35] Esra Aysun,”
Psikolojik Savaşın Türkçesi: Su Uyur Düşman Uyumaz,” Parlamenter Dergisi,
Sayı 10, Ocak 1993, s.2.
[36] Hulusi
Kesimli, a.g.e., s.7.
[37] Muharrem
Ergin, Orhun Kitabeleri, İstanbul, 1970, s.52-53.
[38] İbrahim
Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1991, s.273-274.
[39] Kesimli,
a.g.e., s.7.
[40] Osman Özsoy, Propaganda
ve Kamuoyu Oluşturma, Bursa, Alfa Yayınevi, 1998, s.41.
[41] Suat İlhan, Türk
Askeri Kültürünün Tarihi Gelişimi, İstanbul, 1999, s.40.
[42] Bahattin
Kuban ve Salih Gökçaylı, Cengiz Han ve Timurlenk Devirlerinde Moğol-Tatar Ve
Orta Asya Milletlerinin Harp Sanatı ve Fütühatları, Ankara, 1953, s.99.
[43] Robert
Marshall, Doğudan Yükselen Güç, çev. Füsun Doruker, İstanbul, 1996,
s.10-17.
[44] Necati Ulunay
Ucuzsatar, Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi, Ankara,
Gnkur. Basım Evi, 1986, s.199.
[45] Kesimli,
a.g.e., s.8.
[46] Kafesoğlu,
a.g.e., s.324.
[47] Özsoy,
a.g.e., s.59.
[48] Rıfat Uçarol,
Siyasi Tarih, İstanbul, 1985, s.58-59.
[49] a.g.e.,
s.55-58.
[50] a.g.e.,
s.59-69.
[51] Sadık
Sarısaman, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Cephelerinde Beyannamelerle
Psikolojik Harp, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1999, s.101.
[52] a.g.e., s.
102.
[53] a.g.e.,
s.17-18.
[54] a.g.e., s.18.
[55] Hülya Şahin, Milli
Mücadele’de Beyannamelerle Psikolojik Harp, (Yayınlanmamış Doktora Tezi
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü), Ankara, s.11.
[56] Sarısaman,
a.g.e., s.26.
[57] Servet Avşar,
“Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde Arap Aşiretlerini Kazanmaya
Yönelik Propaganda Faaliyetleri,” Askeri Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı.1,
Şubat 2003,s.117.
[58] a.g.e., s.29.