ÂRİFLER SULTANI BÂYEZÎD-Î BİSTÂMÎ HAYATI ve MENKIBELERİ
"DÜSTÛRÜ'L-CUMHÛR"
AHMED b. HÜSEYİN b. eş-ŞEYH el-HARAKÂNÎ
Tercüme: Ozan Yılmaz
ÖNSÖZ
Bazı tasavvufî metinler, manevi iklim sultanlarının menkıbevî hayatlarına dair bilgi verdiği için, topluma ibret olma ve insanları yönlendirme özelliğine sahiptir. Tarihin belli zamanlarında yaşamış bir velinin örnek alınacak yaşayışı, kerametleri ve sözleri, yakınları ve müridleri tarafından yayılmak istenmiş, bu amaçla birçok eser yazılmıştır.
Düstûrü’l-Cumhûr da bu tür eserler arasındadır. “Halkın düsturu/ ortak görüşü” anlamına gelen bu eserin konusunu, 9. yüzyılda yaşamış meşhur veli Bâyezid-i Bistâmî’nin hayatı, kerametleri ve sözleri oluşturmaktadır. Eser, Bayezid hazretlerinin daha sağlığındayken, “Eşkıyalar köyü Harakân’dan bir veli çıkacak, onun kokusunu duyuyorum” sözleriyle müjdelediği Ebü’l-Hasan el-Harakânî’nin torunlarından Ahmed b. Hüseyin b. eş-Şeyh el-Harakânî tarafından kaleme alınmıştır. Bâyezid-i Bistâmî’nin sağda solda dağınık bulunan bütün menkıbelerini bir araya getirmeyi hedefleyen müellif, büyük ölçüde başarılı olmuştur.
Bâyezid-i Bistâmî’nin yaşayışı etrafında anlatılan menkıbelerde, Şakîk-ı Belhî ve Zünnûn-i Mısrî gibi meşhur mutasavvıflara, dönemin sosyal hayatına dair izlere, Harakânî ve Musa Hâdim gibi safîlerin tesbitlerine ve birtakım tarihî olaylara da yer verilmiştir. Bâyezid-i Bistâmî’nin '*mirrac” bahsiyle ilgili rivayetler bir araya getirilmiş, ona ait sözler ve haller belirli bir düzen İçerisinde anlatılmıştır. Anlatılan keramet ve haller âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle desteklenmiş, yer yer konunun akışına Arapça manzum parçalar konarak mensur metnin yeknesaklığı kırılmıştır. Ayrıca aynı yahut yakın dönemde yaşamış sûfîlerin Bayezid hazretlerine özgü hal ve kerametlerle ilgili görüşleri metne ayrı bir önem kazandırmaktadır,
Eserin dili Farsça’dır. Bu çalışma, eserin Farsça’dan Türkçe’ye çevrilmesiyle hazırlanmıştır. Eserde yer alan âyet-i kerimelerin Kur’ân-ı Kerîm’deki sûre ve âyet numaraları tesbit edildikten sonra anlamları verilmiş, hadis-i şeriflerin istihracı yapılmış, Hakîm Senâî’den Sa‘dî-i Şîrâzî’ye geniş bir yelpazedeki şairlerin beyitleri Türkçe’ye aktarılmıştır, Metnin tasavvufî bir metin olduğu göz önünde bulundurularak bazı kavramlar terim şeklinde verilmiş, mümkün olduğunca sade ve anlaşılır bir dil kullanılmasına gayret edilmiştir,
Bu çalışma, Bâyezid-i Bistâmî’nin menkıbelerini derli toplu bir şekilde görmek isteyenler için son derece yararlı bir kaynak olacaktır.
GİRİŞ
BÂYEZİD-i BİSTÂMÎ (v. 234/848 [?])
İlk büyük mutasavvıflardandır. Hayatına dair kesin ve yeterli bilgi azdır. Daha çok menkıbevî kişiliği etrafında gelişen birtakım rivayetler yoluyla bazı bilgiler verilebilir. Menkıbevî hüviyeti hakkındaki en güvenilir kaynaklardan biri Sehlegî’nin Kitâbü’n-Nûr adlı eseridir. Adı Tayfûr, künyesi Ebû Yezîd, unvanı ise Sultanü’l-ârifîn (ariflerin sultanı) olarak bilinir. Ebû Yezîd kelimesi dillerde söylene söylene bir sür? sonra “Bâyezid” haline gelmiştir.
Bâyezid-i Bistâmî [kuddise sırruhû], İran’ın Horasan eyaletine bağlı Bistâm kasabasında doğdu. Dedesinin adı Sürûşân, babasının adı İsa’dır. Âdem ve Ali adlarında iki erkek kardeşi vardır. Doğduğu mahalle “Mu'bedân” adıyla bilinmektedir.
Bâyezid-i Bistâmî’nin çocukluğu Bistâm şehrinde geçti. Hayatı boyunca ilim öğrenmeye heves etmiş, daha çocukluğunda büyük hocalardan dersler almıştı. Buna rağmen bazı kaynaklar ümmî olduğunu söyler. Rivayetlere göre Ebû Ali Sindî’nin sohbetlerine katılmış, altıncı imam Cafer-I Sâdık’m müridi olmuştur. Hatta Cafer-i Sâdık’a sakalık (su hizmetinde bulunan kişi) yaptığı anlatılmaktadır.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in ömrü boyunca yalnızca bir kez hacca gittiği rivayet edilir. Yolculuğu pek sevmediği, bu yüzden Bistâm’dan pek dışarıya çıkmadığı kaydedilmektedir. İlâhî aşkın cezbesine bağlı olarak kendisinden sâdır olan sözler sebebiyle defalarca Bistâm’dan kovulduğu da anlatılır. İhtilaf kaydı olmakla birlikte 234’te (848) vefat ettiği tahmin edilir. Vefatından sonra, İlhanlI Hükümdarı Olcaytu tarafından yaptırılan Bistâm’daki kabri sürekli ziyaretçi akınına uğramıştır.
Tasavvufun doğuş devrinde yaşayan Bâyezid-i Bistâmî’nin [kuddise sırruhû], o dönemde yaşamış birçok mutasavvıfla ortak menkıbeleri vardır. Bu mutasavvıflar, Zünnûn-i Mısrî, Şakîk-ı Belhî, Hâtim-i Esam, Ahmed b. Hadraveyh, Yahya b. Muâz, Ebû Türâb en-Nahşebî ve Sehl b. Abdullah gibi önemli isimlerdir (Allah onlardan razı olsun). Bayezid hazretleri hayatı boyunca defalarca ziyaret edilmiş, çeşitli fikrî tartışmaların içinde yer almıştır.
Bâyezid-i Bistâmî’nin [kuddise sırruhû] en çok önem verdiği tasavvufî mertebe sekr (kendinden geçme) halidir. Büyük sûfîlerin kendinden geçme makamı ve sadece bu makamlara ait herkesin kolay kolay söyleyemeyeceği sözler Bayezid hazretleri için de geçerlidir. Her yönüyle bir aşk sûfîsi olan Arifler Sultanı Bayezid, söylediği iddialı sözleri aşka bağlamaktadır. Tasavvufî görüşlerini Farsça ifade etmiş, sonradan bu sözleri Arapça’ya tercüme edilmiştir.
AHMED b. HÜSEYİN b. eş-ŞEYH el-HARAKANÎ
Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Harakânî’nin torunudur. Dedesi Ha rakânî, Bistâm’ın kuzeyindeki Harakân köyünde dünyaya geldi. Bâyezid-i Bistâmî’nin manevi işareti üzerine Kur’an okumaya başlamış, onun ruhaniyetiyle terbiye olmuştur. Hatta Bayezid hazretleri, daha sağlığındayken Harakân’dan büyük bir veli çıkacağına işaret etmiştir. Bâyezid-i Bistâmî gibi Harakânî’nin de Rabb’ine ulaşmak üzere yoğun bir mücahede dönemi geçirdiği bilinir.
Attâr’ın Tezkiretü'l-Evliyâ’sında, Harakânî’ye ait birçok şathiye nakledilir. İbn Sînâ ve Gazneli Mahmud’un onu ziyaret etmek üzere Harakân’a geldiği de bilinmektedir. Başta Attâr ve Mevlânâ olmak üzere birçok mutasavvıfı derinden etkilemiştir. Vefatı 475’tir (1033).
Torunu Ahmed b. Hüseyin hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Müellif, Düstûrü’l-Cumhûr adlı eserinde, Bâyezid-i Bistâmî [kuddise sırruhû] etrafında anlatılagelen menkıbeleri bir araya getirme iddiasındadır. Önsözde, kendisini Ahmed b. Hüseyin b. eş-Şeyh el-Harakânî diye anmış, ancak yedinci bölümde “eş-Şeyh” ibaresini çıkararak, “Bu kitabın müellifi İbn Harakânî’dir” demiştir. Esasında İbn Harakânî, müellifin sağken anıldığı bir unvandır. Daha sonra, kitabın sonunda kendisinden “bu aciz/bendeniz” diye bahsedecektir.
DÜSTÛRÜ’l-CUMHÛR
Eserin tam adı Düstûrü’l-Cumhûr fi Menâkıbı Sultâni’l-Ârifîn Ebû Yezîd Tayfur’dur. “Ârifler Sultanı Bâyezid-i Bistâmî’nin menkıbelerine dair halkın ortak görüşü” anlamına gelir. Müellif, kitabı yazma sebebi olarak Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in sözlerinin dağınık olmasını, bu son derece kıymetli sözlerin toplanıp herkesin istifadesine sunulma gerekliliğini göstermiştir. Farsça kaleme alınan eser üç mukaddime, yedi bölüm ve bir hâtime şeklinde sınıflandırılmıştır. Buna göre:
Üç mukaddime:
Doğum
Kadın ve oğul
Âlim olması
Yedi bab (bölüm):
Anne, baba, ata ve kardeşleri
Hocaları, büyükleri ve yetişmesi için irade gösterenler
Sözleri, keramet ve halleri
Kendine has (sekr halindeki) sözleri
Bâtınî mi‘rac
Postunda oturanlar (halifeleri)
Diğer çocuk ve torunları
Hâtime:
Müellif metnin sonunda, kitabın bölümlendirilme usulü hakkında şu açıklamayı yapar: “Bendeniz, bu kitabı Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinden, efendiler efendisi Hz. Peygamber’in hadislerinden vetevhid ehlinin önderi Sultan Bayezid’in sözlerinden devşirdim.”
Eserde, Bâyezid-i Bistâmî’nin [kuddise sırruhû] hal ve menkıbeleri hakkında İmam Sehlegî’nin (v. 477/1084) Kitâbü’n-Nûr'u kaynak alınmıştır. Bâyezid-i Bistâmî’nin hayatı ve tasavvuf! kişiliğine dair pek çok menkıbe anlatılmıştır. Eser içerisinde âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler, Arapça-Farsça beyitler yer almaktadır.
"DÜSTÛRÜ'L-CUMHÛR"
‘Sonsuz hamd ve aralıksız şükür,
“.,. O Rabb’inden bir nur ..üzere değil midir?” (Zümer 39/22) âyeti hallerine yardımcı olsun diye kendisini sevenlerin sefa dolu kalplerini,
"Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa ...” (Zümer39/22) âyetinin nurlarıyla aydınlatan ve,
“Yüzler vardırki o gün ışıl ışıl parıldayacaktır" (Kıyâme 75/22) latifesiyle âşıklarının emellerine yoldaş olmak için, onların ışıl ışıl gözlerini,
. “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin” (Âi-ı Imrân 3/31) âyeti gereğince burakın nalının tozuyla sürmeleyen; kendisini anıp birleyenlerin övgü dolu dillerini, övgülerin en güzeli olan,
“(Allahım!) Seni layık olduğun şekilde medhü senadan acizim. Sen kendini nasıl medhü sena etmişsen öylesin” övgüsüyle süsleyen, esirgeyici olan Allah’a layıktır.
Mısra
Bir an olsun seni anmaktan vazgeçmem.
Böylece, “-.Sizi anayım” (Bakara2/152) âyetinin şerefiyle onların salih amelleri artmış olur.
Mısra
Bana kendini andırarak kıymetimi artırdın.
Ve sayısız salâtü selâm, şevk maksadı ve sıdk minderine yönelip £151; “Gözü kaymadı ve sının aşmadı” (Necm 53/17) vergisini veren her iki âlemin efendisi Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] mukaddes ruhuna saçılmaya layıktır. Tek bir adımda “iki yay aralığı yakınlık”a (kurb-i kâbe kavseyn) ulaştı. Sırrı duydu, ünsiyet şarabını tattı ve "... Hemen pabuçlarını çıkar” (Tâhâ 20/12) hükmünce her iki âlemden geçti.
“Benim Allah ile beraber olduğum bir vaktim vardır” vaktinde yüce Allah’la baş başa kaldı.
Şiir
Allah Âmine’nin oğluna salât etsin. O ki
Annesi onu, parmak uçlan yumuşak ve cömert bir halde doğurdu.
Biz kimiz ki hakkında,
“Senin ömrüne andolsun (yemin olsun)” (Hicr 15/72) ve “Sen olmasaydın” övgüleri var iken seni övmekten bahsedelim.
Ve kerem sayfaları, rıza ve nimet rızıkları; her biri, gönlü hakikat incisinin sadefi, ruhu tarikat ve şeriatın apaçık penceresi ve bâtını da İlâhî lutuflann seyircisi olan ailesi ve ashabının kalbine, bedenine ve yine kendi canına ulaşır. Âlem halkının kulağına şu ses gelir:
Şiir
Âşıkların içtiği, ancak benim artığımdır
Ve sevgide ancak benim havuzumdan geçmişlerdir.
İmdi, Düstûrü’l-Cumhûr fî Menâkıbı Sultâni’l-Ârifîn Ebû Yezîd Tayfûr adlı bu kitabın yazılış sebebi, her birtâlib-i âşık ve râgıb-ı sâdık üzerine zorunlu olduğu üzere Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in dünyaya yayılmış sözlerini bir araya getirmektir.
Nice eller uzandı bize ulaşmak için
Ama bize ulaşmak onlara nasip olmadı
Beyit
Sana kavuşma yolunda olmazsa elimden tutacak
Bedenimden gökyüzüne; feryat yükselmiş olacak
Dahasr beldem ve diyarların müridi ve müştaklarının1, alçak ya da yüksek yerlerin muhtaç ve tâliplerinin birçoğu, o sırlar madeninden haber almak ve o nur hâzinesinden aydınlanmak diliyordu. Gönütsahipierinin; gönülleri o tuzağatutulmuş ve ariflerin: canları o isim'ile: mutlu’ölmuştüi Hâsılı, her birini; bir inci kabında sıralamak o inci ve: mücevherler için son derece faydalıdır.
Beyit
Tevhid denizinin inci kabından bir inci
Te'yid bağının kökünden bir da!
Sâd’ef açanlardan; başka usta bilmezler,: felah1 ehli: ve salâh; sahiplerinin1 mutluluk kadehlerinde ve sözmicmerlerinde sundukları; o-şarap* ve1 şekerler, “Öylesine derini bir nükte” söyledi ki: gerçek şükür sahiplerinden başkası onları tanımaz.
Bu sofraya göz koymuş: halktan ve bu: faydayı arzulayan kimselerden- bir topluluk, bu: ilâhî yardim; sayesinde günahlardan korunmaya çalışan' fakir Ahmed- b. Hüseyin bı eş-Şeyh- el Harakânî’ye (Allaha neslinü salihler zümresine ilhak eylesin- ve; kendisini: son; nefeste doğra sözdün ayırmasın): işaret ederek,, “Bu dağınık incileri tek bir gerdanlık ipinde bağlamak-ve bu unufak olmuş dinarları tek bir potada nakite çevirmek senin işindir”’ dediler.
O da- cevaben: dedi, ki: “Ben nerede, memleket sırrının sözleri nerede!-”’ EJünyanıe gün' ışığı; görmeyen; körlerine güneşin1’ şeref ve güzelliğinden- nefaydâli Ve- okyanustaki! sa'def açıcıların yanında köyün; kunduracılarının’1 ne itibarî olbrli
Onlar şu sözde ısrar ettiler:' “İlmi layık olandan esirgemek helâf olmaz. Kim ilmi lâyık olandan esirgerse, o muhakkak ki zalimlerden ölür.”
O dedi ki:: “Muayd’ı duyman, onu görmenden daha iyidir.”
Onlar dediler ki: “Tembellik, bir akıllıya yüklenir, bir gafile değiL”
Beyit
İnsanların ayıplarından ki görmedim onun gibi'
Bir işi tamamlamaya gücü yettiği halde eksik bırakan gibi
Yani-,. “İnsanların kusurları arasında,, gücü yetenlerini olgunluk kazanmaktaki eksiklikleri: gibisini görmedim.”
O" dedi! ki? “Ben kendim' için, ‘İhsan'dan tedavi? eden bir tabiptir;. ancak hasta: olân kendisidir’' sözünden başka, şey bilmem.. Lâkin,. ‘Müminin (emareleri açık olan bir şey' hususundaki) zannı yanlış olmaz1' sözünün hediyesiyle mutluluk kimyasını buldümı O hidâyet kanunu' ve inayet madeniyle; Allah’ın seçkin ve sefa sahibi: dostlarının işaret ve daveti: üzere acele ettim.”’
“Halktan ya: da: seçkinlerden olsun, herkesin faydalanması: ve’ okuyup anlaması,, okudukça nasiplenmesi: için bu kitabı Fars- diliyle yazman gerekir” dediler..
Beyit:
Herkes, onun kadehini önün canıyla denk tutsun.
Herkes,, onun naklini onun akliyla tartsın.
O' işareti? boyun? eğerek kabuf ettim:.
Mısra
Dostun rızasını elde et ve gerisini bırak.
Değerli ve güvenilir kâtiplerden (melekler) daha üstün olan aşere-i mübeşşerenin sayısına muvafık olmasından hayır umarak, bu kitabı, üç mukaddime ve yedi bab üzerine düzenledim.
Birinci mukaddime: Sultan Bayezid’in doğumu, ölümü ve ömrünün tamamının beyanı hakkındadır.
İkinci mukaddime: Hanımı ve oğlu olup olmamasının beyanı hakkındadır.
Üçüncü mukaddime: Sultan Bayezid’in âlimliğinin beyanı hakkındadır.
Birinci bab: Onun annesi, babası, atalarından ve erkek kardeşlerinden bazıları ve annesine itaat etmesi hakkındadır.
İkinci bab: İmam Cafer-i Sâdık gibi, şeyhin hizmet ettiği bazı hocalar, onu anlayan bazı büyükler, ondan faydalananlar, ondan rivayette bulunanlar, onu anlamayan bir topluluk, ona mürid olan ve kendisinden rivayette bulunanlar hakkındadır.
Üçüncü bab: Bazı zamanlarda kendisinden görülüp duyulan nasihat dolu sözlerin, keramet ve hallerin beyanı hakkındadır.
Dördüncü bab: Sultana sorulan ve cevap verdiği birkaç özel durumla ilgili sözlerin beyanı hakkındadır.
Beşinci bab: Onun mi'racı, o vaktin halleri ve sözleri, Allah’a dua ederken ve yalvarırken olan haykırış ve yakarışları ve onun teşbihi be- yanındadır.
Altıncı bab: Ariflerin sultanı Bâyezid-i Bistâmî’nin ölümünden sonra onun yakınlarından hangilerinin vekili olarak onun postuna oturduğunun beyanı hakkındadır.
Yedinci bab: Bu bereketli soyun günümüze kadar gelen diğer torunları ve çocuklarının beyanı hakkındadır.
Şiir
Atalarım bana iyilik ve şeref binalarını inşa ettiler Kiremit ve çamurdan yapılmış binalar değil.
Beyit
Hepsi parlak şeriat güneşi;
Sabit, dayanıklı ve sağlam.
BİRİNCİ MUKADDİME
Benî Şeybe kabilesinden, uzun yıllar yaşamış Bağdatlı tarihçi Şeyh Kemâleddin Abdürrezzâk el-Fûtî (eş-Şeybâni) Minhâcü’d-Dîn adlı tarihinde şöyle nakleder: Âriflerin sultanı Bâyezid-i Bistâmî, İmam Cafer b. Muhammed es-Sâdık’ın [kuddise sırruhû] hizmetinde bulunmuştur.
Minhâcü’d-Dîrün verdiği güvenilir bilgiye göre, müminlerin emîri Ali b. Ebû Tâlib’in [radıyallahu anh] yiğitliğini ve Hâtim-i Tâî’nin cömertliğini tevâtüren nasıl biliyorsak, Sultan Bayezid’in İmam Cafer-i Sâdık’ın sohbeti ve hizmetinde bulunduğunu da öylece biliyoruz. Hatta bu mana, yayılma ve feyiz alma bakımından güneşten daha parlak ve dünden daha açıktır.
Beyit
Dünya, kendinden geçmiş semâ etmekte
Lâkin kör olan ne görebilir ki aynada!
İmam Cafer b. Muhammed Sâdık [kuddise sırruhû] 83 (702) yılında Medine’de doğdu.
Muhammedi şeriatın ve ahadiyyet sarayı velilerinin icmâıdır ki Sultanü’l-ârifîn Bayezid suffe-i safâ sûfîleri ve rıza çölü makbullerinin reisi ve önderi,
“Ben, beni zikredenle beraberim” meclisinin yaygısına yaklaşmışların ve,
“Muhakkak ki ben, Rabbim’in katında bulunuyorum; O beni yediriyor ve içiriyor” ünsiyeti meclisindeki sefa ehlinin kıblesidir.
“Muhakkak yaşadığınız günler içinde Rabb’inizin size gönderdiği nefahat (rahmet esintileri) vardır. Dikkat edin, bu rahmet esintilerine kalbinizi açıp hazır bulununuz.”
Din sırları hakanlarının, sahabe ile tâbiîn yolu tâliplerinin ve
“
Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur)” (Şuarâ 26/89) âyetindeki gönül sahipleri ile keçe altındaki padişahların mürşidi ve önderidir. Şiirin dediği gibi:
Beyit
Yol sâlikleri olan bu zümre
Keçe altında padişahtırlar
Onlar, sessizdirler konuşurlar, gaiptirler hazırdırlar ve padişahtırlar yamalı elbise giyerler.
Dindarlarca övülmüş ve rahmânî cezbeyi çeken böylesi İlmî dereceler ve yüksek makamlar, doğru din ile sağlam şeriatın kendileriyle yenilendiği ve mansûr olduğu ve kendileri için,
“Şüphesiz Allah, bu ümmete her yüzyılın başında dinini yenileyecek (bid'at ve hurafelerden arındıracak) birini (bir müceddid) gönderir”" hadisinin söylendiği bu toplulukta görülür ki her biri yoldan çıkmamak üzere bu durumu yüklenmiş durumdalarken,
Dünyada herkesin bir yâri var, Yusuf’tur benim yârim
Dünyada herkesin bir kârı var, aşktır benim kârım
“Allahım! Bana eşyayı olduğu gibi göster” duasının takdimi ve,
“Ona (Hızır’a) katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik" (Kehf 18/65) âyeti ile,
“Peygambersize ne verdiyse onu alın ...” (Haşr59/7) ledünnî ilminin zevkini idrakten sonra, bu yakınlaşma ve yaklaşma, görkem ve hürmet, yararlanma ve doğru yol göstermeyi, meşhur ve mezkûr Sultanü’l-ârifîn Bayezid delillendirmiş olur ki onun doğumunun ikinci yüzyılın başlarında olması uygundur.
“İşte şimdi gerçeği anlattın” (Bakara 2/71).
“Said (iyi) olan daha annesinin karnındayken saiddir’ hadisinin manası, Arifler Sultanı Bayezid’in mutluluklarının delili ve makamlarının şahididir.
Beyit
Senden ve benden önce çekildi canların yüzüne
Talihlilik tuğrası ile uğursuzluk çividi
Büyüyüp yetişmesinin başlangıcından ömrünün sonuna değin Hz.
Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem],
“Ben âdil bir padişah zamanında dünyaya geldim” sünneti kaftanının teşrifiyle şereflenmiştir.
234 (848) senesinde vefat etmiştir.
“Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır” (En*âm 6/67) âyeti hükmünce ömrünün tamamı yetmiş üç yıldır.
Ebû Abdullah Tahir b. Muhammed b. Ahmed b. Nasr el-Haddâ- dî’nin (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) Uyûnü’l-Mecâlis ve Sürûrü’d-Dâris kitabının on sekizinci cüzünün sonunda şöyle yazıldığını gördüm:
. Bazı şeyhlerin şöyle dediğini işittim: Ârifler Sultanı Bayezid [kuddise sırruhû] dünyadan göç edeceği zaman dostları ona, “Faydalanmamız için bir öğüt ver” dediler. “Ömrüm seksen yıla ulaştı. Bu sürede arzum, bir kere,
'Allah bana yeter’ çrevbe 9/129) demekti, diyemedim” dedi. “Zannımızca sen bir an olsun Allah’ı zikretmekten geri durmadın” dediler. Dedi ki: “Ben bu seksen yıl boyunca asla Allah’ı unutmadım. Lâkin,
‘Allah bana yeter’ (Tevbe 9/129) diyemedim. Zira eğer,
‘Allah bana yeter’ (Tevbe 9/129) desem, sonra dünya ve ahirette başka bir şeye yönelsem yüce Allah bana, ‘Ey Bayezid! Allah bana yeter, diyerek yalan söyledin. Benimle yetinmedin’ der. ”
Şöyle rivayet edilir: Bir bedevî, Hz. Muhammed Mustafa’ya [sallallahu aleyhi vesellem] hizmet için geldi ve dedi ki: “Hangi insan daha hayırlıdır?” Hz. Peygamber buyurdu: "Ömrü uzun ameli de güzel olandır.”^
Şeriat sahibi (Allah Teâlâ), bu itibar gömleğini ve keramet kaftanını karanlık geceler, hatta çok seneler ibadet seccadesinde itaat üzere sabit olan veliler sultanı ve emsalleri için dikmiştir.
“Âşıkların bir nefesi, iki cihanı yakar ve iki ateşi (dünya ve ahiret ateşini) söndürür” sözü bu topluluk içindir ve bu topluluğun sırlarının kâşifi bazı semavî kitaplarda geçen,
“Ey sadıklar! Benimle mutlu olunuz ve benim zikrimle nimetleniniz” kelâmıdır..
“Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsın” (Sâffât 37/61) haberi, onların mertebelerinin yüceliği ve hallerinin olgunluğundan nişan verir.
Güzel amelin mükâfatını gör ki zamane,
Henüzyıkmamıştır Kisrâ’nın sarayını
İKİNCİ MUKADDİME
Hafız Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ’da şöyle yazmıştır: Sultanü’l-ârifîn Bayezid, Dihistan’ın soylu kimselerinden birinin Harre adlı kızını eş olarak istemişti. Ebû Nuaym’ın bu rivayetinin doğruluğuna delil, Bâyezid-i Bistâmî’nin, üçüncü mukaddimede geçeceği üzere,
“Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür” (Bakara 2/216) meselesinin sırrına vâkıf olmasıdır.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid,
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme” (Isrâ 17/36) -senin ilmin bildiğin gibi değildir- yasağının merkezinden uzak dururdu. Yine,
“Andolsun ki Resûlullah, sizin için ... güzel bir örnektik (Ahzâb 33/21) meydanına uyarak, muhaliflere galip gelme topunu çelmişti.
Ahmed-i Muhtâr şeriatının haber ve işaretleri rıza kulağıyla işitildi ki Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],
“Islâm’da bekârlık/nikâhı terk yoktur” buyuruyor. Yine Resûlullah
[sallallahu aleyhi vesellem],
“Allahım! Açlıktan, susuzluktan, dul kalmaktan sana sığınırım”'7 buyurmuştur. Yine bir hadis-i şerifte,
“Kim benim fıtratımı (yaratılıştan sahip olduğum özellikleri) seviyorsa, sünnetlerimi yapsın. Nikâh da benim sünnetimdendir”'3 buyuruyor.
Yukarıdaki hadislerde Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem], “Islâm’da nikâhı terketmek yoktur”; “Dulluktan ve şehvetli arzulardan Allah’a sığınırım” ve, “Benim fıtratımı seven sünnetime uysun” buyurmuştur.
Resûl-i Ekrem’den [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle nakledilir:
“Ümmetim üzerinden yüz seksen yıl geçtikten sonra onlara bekârlık helaldir.’
Hâsılı, Ârifler Sultanı Bayezid zamanında bekâr olmak helâl değildi. Açıkçası, bid'at rivayet etmeyi noksanlık olarak kabul eden ve sünnet-i seniyyenin bayraktarlığını yapan şeriat ehli, bu hadise boyun eğmiş ve evlenmiştir. Nikâh sünnetini terketmek câiz sayılmamıştır.
İbn Abbas [radıyallahu anh] şöyle nakleder:
“Genç bir kimse evlenmedikçe ibadeti kâmil olmaz. ”
ibn Mesud [radıyallahu anh] şöyle der:
“On günlük ömrüm kaldığını bilseydim yine de Allah’ın huzuruna bekâr olarak çıkmaktansa evlenmeyi tercih ederdim.”
Cüneyd-i Bağdâdî [kuddise sırruhû] dedi ki: “Ben yemeğe muhtaç olduğum gibi eşe de muhtacım”. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Evli bir insanın kıldığı iki rekât namaz, evli olmayan kişinin kıldığı yetmiş rekâttan daha hayırlıdır.
Dahası eş, dünyalık değildir. Müminlerin emîri Hz. Ali [radıyallahu anh], en dindar sahabelerdendi. Kendisinin dört eşi ve on yedi çocuğu olmuştur.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîmi ve Kelâm-ı Kadîminde evli olan peygamberleri anmıştır. Derler ki: “Yahya b. Zekeriyya [aieyhimesseiâm] evlenmek istemiş, ancak kadınlara yaklaşmamıştır. İsa [aieyhîsseiâm] gökyüzünden yeryüzüne inince evlenecek ve bir çocuğu olacaktır.”
Salihlerden bazıları Bağdat’ta Şeyh Abdülkadir’e [kuddise sırruhû], “Niçin evlendin?” diye sual ettiler. Dedi ki: “Bir süredir evlenme arzu- sundaydım. Hz. Peygamberi bir gece rüyamda görünceye değin nefsimin direnmesine sabrettim. Bana ‘evlen’ dedi. Zira güzel bir şekilde sabretmiştim. Yüce Allah sabrımın bereketiyle her biri zengin olan dört eş nasip etti. Mallarını bana, kendi istekleriyle nafaka kıldılar ve ben bunu güzel sabrın meyvesi bildim.”
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir31 (Talâk 65/2-3).
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’den şöyle naklettiler: “Allah’tan, gönlümdeki kadın arzusunu gidermesini dilemek üzere niyetlendim. Ondan sonra, Hz. Peygamberin Allah’tan dilemediği bir şeyi dilemem caiz olmaz diye düşündüm ve o istekten vazgeçtim. Bu sabrın bereketiyle yüce Allah o arzuyu öylesine gönlümden giderdi ki kadın görmemle duvar görmem aynı oldu.”
Buna dayanarak sâlik, her ne zaman kadınlara şehvet duyma ve meyletme istilasına uğrasa ve nefs-i emmâresi nikâh tûfanının ateşini alevlendirmeye başlasa, helâl bir nikâhla kendi nasibini bulmak diler. Halbuki nefis, bunun tam zıddını ister. Din sahibi insan, dinin zıddına bir iş yapmaz.
Mısra
Kâbe puthane oldu, onu temizle.
Hâsılı, bu durumda er kişi Allah’a yönelir ve nefsini kahretmede yüce Allah’tan yardım diler. Ondan sonra nebilerin, şehidlerin, velilerin, sefa ehlinin ruhlarıyla başbaşa kalır. Çünkü bu er kişiler, nefislerinin isteği yerine gelmediği vakit memnun olurlar.
Mısra
Dileğimizin yerine gelmemesidir bizim devletimiz.
Onların yüzü suyu dört bir tarafa dökülür.
Beyit
Veli, kendisinden kurtulan kimsedir
Kendi yüzü suyuna ayak basarak
Dilediği şeylere ulaşmak, tehlikelere oturmak demektir.
Yüce Allah, bu hevesten onun gönlüne sabır ve nefsine kahır keramet ettikten sonra o vakit nefsinin aksince nikâha meyleder.
Avârifü’l-Maârif kitabında “fenâ” bahsinde şöyle yazdığını gördüm: “Âmir b. Abdullah der ki: Benim korkum yoktur, ha bir kadın görmüşüm ha bir duvar görmüşüm.” Bu söylediği halle, hem Allah’ın emirlerine bağlılık gösterdi hem de yasakladıklarından kaçınmış oldu.
Hâsılı, bu söz ve işaretlerden anlaşıldı ki Sultan Bayezid zâhiren şeriatla, bâtınen ise hakikatle hareket etti. Gece ve gündüzü kendi Salih amelleri için iki binek kıldı, ağyar yaygısını tamamen katlayıp kaldırdı. Âdeten evliya ve enbiyaya uymaktan vazgeçmek mümkün değildir. Sünnet, nikâhı sağlamlaştırarak korunmuş olur; yoksa Hz. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] kendisinden Allah’a sığındığı dulluk ve onun zamanında helâl olmayan bekarlıkla değil.
Bir gün, Allah Resûiü’nün yanına Akkâf b. Bişr et-Temîmî adında biri geldi. Allah Resûlü, "Yâ Akkâf! Eşin var mı?” diye sordu. Akkâf, “Hayır” dedi. “Câriyen var mı?” diye sordu. “Hayır” dedi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:
“O zaman sen şeytanın kardeşlerindensin ... Sizin en şerlileriniz bekârlarınızda.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid, bu mukaddimenin başında adı geçen Di- histanlı Harre ile evlenerek huzur buldu.
Bu Harre, Hatice bint Huveylid’in [radıyallahu anhâ], Kâinatın Efendi- si’ne hastalıkları ve acılarında yardıma gayret ettiği gibi, o da eşiyle güzel geçinmeye, Ârifler Sultanı Bayezid’in rızasını kazanmaya, ona vefa göstermeye epey uğraşmış ve çok çaba sarfetmiştir. Şunun aksine ki, “Rivayet ederler ki bir topluluk Hz. Yunus’un [aleyhisselâm] konuğu oldular. Yunus eve giriyor ve çıkıyordu. Eşi, canını sıkıyor fakat o susuyordu. Konuklar, onun bu suskunluğunu garipsediler. Yunus dedi ki: Görüyorum ki garipsiyorsunuz, bunu yüce Allah’tan ben istedim. Dedim ki: Yâ Rabbi! Biliyorum ki bana ahirette azap etmeyeceksin. Bugün bana dünyada bir azap gönder. Bunun üzerine Rabbim, ‘Senin azabın falanca kimsenin kızıdır, onu iste’ buyurdu. Ben de gidip istedim. İşte o bana gördüğünüz şeyi yapıyor ve ben de sabrediyorum.”
Bâyezid-i Bistâmî’nin Harre’den Âdem isminde bir oğlu oldu.
Şiir
“Beniyyü’l-Âmâl kabilesine müjde ver ki onları her nerede olsa çoğalmış görürsün, büyüklerin büyükleri bu kavimdedir.”
İnşallahu Teâlâ, amcasıyla aynı adı taşıyan bu Âdem b. Ebû Yezîd Tayfûr b. İsa b. Sürûşân’ın ve oğlu Musa Ebûyezîdân’ın zikri altıncı babda gelecektir.
ÜÇÜNCÜ MUKADDİME
Müminlerin emîri Hz. Ali [radıyallahu anh] Resûlullah’tan [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle naklediyor:
“Allahım, benden sonra gelecek olup hadislerimi ve sünnetimi başkalarına nakleden ve onları insanlara öğreten halifelerime merhamet eyle.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid,
“İlim Çin'de olsa bile arayınız. Muhakkak ki ilim her müslümana farzdır” hadisinin hükmünce her müslümana, farz ilimi tam bir şekilde talep etmenin gerekli olduğunu söylemiştir.
Beyit
ilim götürürsen! Allah'ın kapısına
Değil mal mülk, makam, nefis tarafına
Herkimin ilmi yoktur, çıkar yoldan
Kısa kalır eli o saraya ulaşmaktan
İlim iki türlüdür: Farz ilmi ve fazilet ilmi. Farz ilmi, dinin hakkı gereğince insanın bilmesi gereken ilimdir. Fazilet ilmi, ihtiyaçtan fazlasıdır, lâkin Allah’ın kitabına ve Hz. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] sünnetine uygun olan ilimdir. Kitap ve Sünnet’e uygun düşmeyen her ilim, fazilet değil rezalettir.
Âlimler farz ilmi hususunda görüş ayrılığına düştüler. Şeyh Ebû Tâ- lib-i Mekkî [rahmetullahi aleyh] der ki: “Farz ilmi, İslâm ehli üzerine farz olan beş ilimdir.” Dolayısıyla her müslümana, onunla amel etmek farzdır. Onunla amel etmek farz olunca o amelle ilim etmek de farz olur.
Tevhid ilmi de buna dahildir. Zira tevhidin başı, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah” demektir.
İhlâs ilmi de,
“Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak Allah’a kulluk etmeleri... emrolunmuştu” (Beyyine 98/5) hükmünce buna dahildir. Âlimlerden bazıları, aramanın farz olduğu bir ilim de emir ve nehiy ilmidir dediler.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in emrin cemali ve nehyin kemaliyle kalp gözü öylesine açıktı ki emri yerine getirmede zerre gibi ve yasaklar karşısında yetinmede dağ gibiydi. Çünkü zerrenin özelliği hareket, dağın özelliği hareketsizliktir. Emirlere boyun eğmede hareket edici özelliğe sahip zerre, yasaklardan kaçınmada dağa hareketsizliği öğretmişti. Her an, Allah’ın sırlarından bir sır olan,
“Rabb’in, sadece kendisine kulluk etmenizi... kesin bir şekilde emretti” (Isrâ 17/23) sırrını dillendirip gönlüne nakşetti.
Beyit
Kabullenme Allah dışındaki bir şeyi
Gönlünü ağyardan tamamen çevir
.Allah’ın dışında bir şeye bakarsan
Cebrâii hizmetine gelmeyecektir
Şeyhin basiret gözü, tahkik ve tevfik sürmesiyle sürmelenince, şeriat, tarikat ve hakikati bir araya getiren hadis ilmini aramaya da gayret etmiş ve isnadı (hadis rivayetini) Hz. Peygamber’e ulaştırmış, Resûlul- lah’ın [sallallahu aleyhi vesellem], 'Allahım! Benden sonra gelecek olan halifelerimi esirge” duasıyla müşerref olmuştur.
Yani, “O bir denizdir. O denize her neresinden gelirsen gel, suyu ihsan ve sahili cömertliktir.”
Şeriat, Allah’a kulluk etmekle; hakikat, Allah’ı müşahede etmekle; tarikat ise makamlarda edebe riayet etmekle tefsir edildi.
Beyit
Seninledir küilî bilgi, sağlamlığı gökyüzünün
Böyiesi sağlam bilgiyle önder olabilmek mümkün
Bir iş ara şeriat gibi, bir iş bil hakikat gibi
Bir iş dile tarikat gibi, sür muradını tabiat gibi
Tabakâtü’s-Sûfİyye sahibi Ebû Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî [kuddise sırruhû] kitabına Ebû Said el-Hudrî’den nakledilen şu hadisi almıştır:
“Allah’ın gazabı pahasına insanları memnun etmen, Allah’ın vermiş olduğu rızka karşılık (insanlardan geldiğini düşünerek) insanlara teşekkür etmen, Allah’ın senin için takdir etmediği bir şey sebebiyle insanları kınaman, yakînin (imanın) zayıflığındandır. Zira Allah’ın (takdir etmiş olduğu) rızkını ne hırslı kimsenin hırsı (erken) getirebilir ne de rızkı istemeyen kimsenin isteksizliği (rızkın gelmesini) önleyebilir. Nitekim Allah, hükmü ve celâliyle kurtuluş ve ferahı, yakîn ve rızada; gam ve hüznü ise şek ve gazapta kılmıştır.”
Yüce Şeyh el-Hâfız Ebû Salih Ahmed b. Abdullah b. Abdül- melik el-Müezzin, sûfî şeyhlerden rivayet ettiği hadislerden oluşan Kitâbü’l-Erbaîn adlı kitabında şöyle dedi: Nüvâs b. Sem‘ân [radıyallahu anh] nakletti: Resûlullah’a iyilik ve günah hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle buyurdular:
“İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah ise kalbini huzursuz eden ve başkasının muttali (vâkıf) olmasından hoşlanmadığın şeydir.”
Mümin kimdir? Dedi ki: Meydana gelen bir kötülükten incinip, kendisinden gelen bir iyilikle mutlu olan kimsedir. Dedi ki: Takva sahibi kimdir? Dedi ki: Şüpheli olan yerde durmasını bilen kimsedir. Dedi ki: İtaatsizlik nedir? Halk zulmederken onlara yardım etmendir. Dedi ki: Hâris (hırslı) kimdir? Dedi ki: Dünyayı haksız yoldan isteyen kimsedir.
Hâsılı, Sultanü’l-ârifîn Bayezid yüce Allah’ın iradesiyle, dünyada aşk şarabı içerek saltanat tahtında cömertlik gören mutlu kimselerden olmuştur.
Beyit
Bir kadeh şarap sunarsa saki Olur fâni olan her şey baki
Hemen arkasından kurbet tacıyla taçlanıp, bast (ferahlama) süsü ve vuslat elbisesiyle süslenmiştir. O, ilk gençliğinde,
“Muhakkak ki hikmet, şerefli bir kimsenin şerefini artırır ve köle olan bir kulu padişahlık makamına oturtacak kadar yükseltir” hadisinde rivayet edildiği üzere ilim şerefinin talibi oldu.
Derler ki: “Sultanü’l-ârifîn Bayezid [kuddise sırruhû] büyük âlimlerden ve âlimlerin aradığı kimselerdendi. Öyle ki, ‘Fetva sahipleriyle otur, Allah’ın zatını bilenlerle bir arada ol ve her ikisini de bilenlerle karış’ sözü, şeriat ehlinden kendisine ulaşmıştır.”
Bâyezid-i Bistâmî’den nakledilen, mübarek hasletlerden on menkıbenin bu ilim makamında söylenip yazılması uygundur.
Şeyh Cüneyd-i Bağdâdî’ye [kuddise sırruhû] sordular: “Menkıbe dinlemenin müride faydası var mıdır?” Dedi ki: “Evliya menkıbeleri Allah’ın ordularından bir ordudur ki müridin gönlü onlarla kuvvetlenir.”
Ona, “Bu söylediğine delilin var mıdır?” diye sordular. Dedi ki: “Evet, yüce Allah’ın,
‘Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz' (Hûd 11/120) kelâmıdır. ”
Bayezid’in İlmî Vasıfları
Şeyh Ebû Abdurrahman es-Sülemî [rahmetullahi aleyh] Tabakâtü’s-Sûfiyye’sinde şöyle anlatıyor: Bayezid bir keresinde ezan okuyup namaza başlamak için kamet getirilmesini istedi. Saflara baktığında yolcu olduğu anlaşılan bir adam gördü. Yaklaştı ve ona yavaşça bir şey söyledi. Adam ayağa kalkıp mescidden çıktı.
Orada bulunanlardan bazıları adama, “Bayezid sana ne söyledi de mescidden çıktın?” diye sordular. Adam dedi ki: “Ben bir yolcuyum. Yolculuk sırasında su olmadığı için teyemmüm etmiştim. Bir yerleşim yerine ulaşıldığında teyemmümün geçersiz olduğunu unutmuşum. Bayezid gelip beni uyardı ve, ‘Yerleşim yerine varınca teyemmümün hükmü kalmaz’ dedi. O yüzden dışarı çıktım.”
Bu hikâye, mi‘rac kısmında da geleceği üzere, Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in ilmine delildir. Dedim ki: Ey Rabbim! Senin bensiz benimle olman benim sensiz kendimle olmamdan iyidir. Dedi ki: O halde şimdi şeriatı gözet, emir ve yasakların sınırlarını aşma ki çabaların benim katımda değer görsün.
Şeyh bundan sonra bir süre âlimlerle bir arada bulunup çeşitli ilimlerden nasiplenince, bu öğrenmelerinin bereketiyle göğsünde bir nur belirdi. İlim ve marifet nurlarının kapıları kendisine açıldı. Kalbinde, Hak erlerinin sevgisi sağlamca yer edindi. Öyle ki her nerede dertli bir gönül adamı, kanaatkâr ve vecd sahibi bir fakr ehli bulsa onlarla sohbet eder ve kendilerine “marifet” sözünü sorardı.
Beyit
Dervişlerin derdini sor; ki hakanlar daima,
Harap yerde saklasalar gerektir hâzineyi
Yolun öncüleri ve dergâhın kutluları olan kimselerin, sürekli olarak gönüllerinde bir yanış, canlarında bir niyaz, kalplerinde bir dert ve yüzlerinde bir toz vardır. Bunun yanı sıra, onların yolunda müjde ve gözdağı vardır. Peşin bir vaat onlar hakkındadır. Cennet, onlar için bir duraktır, amaç değildir. Onlar için Allah dışındaki her şey boş ve değersizdir.
Beyit
Yüce Allah ’ın dışındaki her şey bâtıldır.
Muhakkak ki her nimet gelip geçicidir.
Tasavvuf Yolunda Edebi
Sultanü’l-ârifîn Bayezid ilim arama âleminde olduğu için, sürekli ilim arama nergisini koklayıp ilim topunun peşinde koşmuştur. Kuşkusuz, tarikat ehlinin âdabını himaye etmekte öylesine özen göstermiştir ki bir gün hizmetkârı Ebû Musa’ya, “Kalk! Kendisini velayet sahibi olmakla meşhur eden şu adamla ilgilenmek üzere bizimle gel” dedi.
O adam, zühd ile meşhur bir kimseydi. Sultan Bayezid, onun evine yaklaşınca adam dışarı çıktı ve kıble yönüne doğru tükürdü. Şeyh, ona selâm vermeden geri döndü ve dedi ki: “O, Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] âdabına saygı göstermezken, güttüğü davaya nasıl saygı göstersin?”
Er kişi, murakabe bekçiliğini kendi hareket ve sakinliği üzerine sa- bitlemeli, şeriat ve tarikata aykırı bir nefes dahi almamalıdır. Çünkü, “Kutlu kimse, zâhiren şeriata uyup, bâtınen hakikati izleyen kişidir. Arınmışlığın sırrı, kendi hakikat ve şeriatına kalben bağlanmaktır.”
Beyit
Akıllılar katında açıktır gün gibi
Gafillerin gece gündüzünün uğursuzluğu
Din yolunda ilerle, riyazet eyle
Gafillerin kötü yolundan arındır kendini
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur:
“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.,r2B
Ebü’l-Kasım Kuşeyrî’nin Risâle’sinde, Hüccetü’l-İslâm Gazâlî’nin Ihyâü Ulûmi’d-Dîn ve Kimyâ-yı Saâdet’ine, Şeyh Şehâbeddin-i Sühreverdi’nmAvârifü’l-Maârifine, Şeyh Ziyâeddin Ebü’n-Necîb’in Necib'in Adabü'l-Müridin adlı eserinde ve diğer âlimlerin fıkıh kitaplarında zikrettiği üzere tarikat ehli, şeriatın âdap ve usulüne itikad edip ona tâlip olmuştur.
Sultanü’l-ârifîn Bayezid, bu âdabın tamamını biliyor ve bütün hallerde onu uygulamaya gayret gösteriyordu. Resûlullah’tan [sallallahu aleyhi vesellem] kendisine ulaştığı üzere ki bir gün (Hz. Peygamber) ağzını misvaklıyordu. Azrâil’in [aleyhisselâm] iş yapma kemerini kuşanmış bir halde geldiğini gördü. Azrâil dedi ki: “Ey Allah’ın habercisi! Ne buyurursun? Döneyim ya da neden geldiysem onu yapayım.” Allah Resûlü misvağı ağzından çıkarmayıp, misvaklamaya devam ederek dedi ki: “Ey Azrâil! Biz işimizi yaptığımız sürece sen de işini yap.”
Üstat Ebû Ali Dekkâk’ın [kuddise sırruhû] şöyle dediği rivayet olunur: “Kul ibadetle cennete, ibadeti edep ve usulünce yapmakla da Allah’a ulaşır.”
Ebû Hâtim-i Sicistânî’den, onun da kendi şeyhlerinden naklettiği üzere, şöyle rivayet ederler: “İman, tevhidin gereğidir. İmanı olmayan kimsenin tevhidi de olmaz. Şeriat, imanın gereğidir. Şeriatı olmayanın tevhidi de yoktur. Edep, şeriatın gereğidir. Edebi olmayanın şeriatı da olmaz, imanı da olmaz, tevhidi de olmaz.”
Müridine Verdiği Makam
“Fakih Zâhid” olarak bilinen Hüseyin b. İsa Bistâmî, Bistâm şehrinin müftüsü ve bilgesiydi. Yanında ne zaman şeyhin sözlerinden bah- setseler inkâr ederdi.
Mısra
Bela oku nerede? İşte ben karşısındayım, söyleyin gelsin!
Bir gün,
“Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz” (Enbiyâ 21/7) hükmünce şeyhin huzuruna bir mesele getirip cevap vermesi için ricada bulundu.
Şeyh cevaben şöyle buyurdu: “Sofanızın kemerine koyulmuş falanca kitabın falanca sayfasının falanca satırında bu sorunun cevabı yazılıdır. Hüseyin b. İsa kitabı alıp sağlamasını yaptı, gerçekten de öyleydi. Bundan sonra şeyhin hizmetine girerek müridi oldu. Yanında bulunmak suretiyle velayet ve rivayet sahibi oldu.
Beyit
Ey efendi! Git ve her neyin varsa
Dostluk satın al, hiçbir şeye satma
İş öyle bir noktaya geldi ki velayet sahibi oldu ve şeyh, “Ziyaretimize gelen kimsenin Hüseyin b. İsa’dan destur alması lazım gelir” buyurdu.
O zaman sevgili tek bir günahla gelir Onun iyilikleri de bin şefaatçi ile gelir.
Kur’an İlmi
Nûh b. Habîb-i Bedeşî [rahmetullahi aleyh], yüce imamlardan ve devrin şeyhlerindendir. Sultan Bayezid, gençliğinde bir gün onun yanına geldi. Nuh, öğrencilerine ders okutuyordu. Ayağa kalktı, şeyhe saygı gösterdi ve onu kendi makamına oturttu.
Şiir
Hoş sefa içinde gel ki
O mübarek yüzün güzel olsun
O soru sordu, şeyh hemen cevap verdi. Nûh-ı Bedeşî, onu iki kaşının ortasından öptü, şeyh çıktı. Öğrenciler, “Biz soru ve cevabı anlamadık” dediler. Nuh, “Biz şeyhe iki aşâ (yatsıyla seher) arasında ne yapıyorsun?” diye sorduk. O da şöyle dedi: “Her gece yatsı namazını kıldıktan sonra iki rekât daha namaz kılarım. Fâtiha’dan sonra,
'Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir (Tevbe 9/128) âyetinden başlayarak sûrenin sonuna kadar okurum.
Ben dün gece Resûlullah’ı [sallallahu aleyhi vesellem] rüyamda gördüm ki aynı şekilde Bayezid’e soru sordu ve Bayezid de aynı cevabı verdi. Hz. Peygamber onu iki kaşının ortasından öptü. Ben de Resûl-i Ekrem’den gördüğüm şekilde yaptım.
Bu, Bâyezid-i Bistâmî’nin [kuddise sırruhû] Kur’an okuma (tecvid) yöntemleri ve tefsir inceliklerini de bildiğinin delilidir. Öyle ki fetha (üstün) ile “min enfüseküm” ya da “min eşrefeküm ve efdaleküm” şeklindeki okuyuş Hz. Peygamber’in, Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma’nın (Allah onlardan razı olsun) okuyuşudur.
Beyit
Allah için zor bir şey değildir
Bütün âlemi bir kişide toplamak
' Yani, âlemi bir kimsede toplamak, yüce Allah’tan başkası için uygun değildir.
Beyit
İlimdir nimet ü ihsana delil Ne mutlu onu yoldaş edinene
İlmin sürekli dost olduğu kimse, Bayezid’dir bu böylece biline!
Marifet İlmi
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in kasabasında bir âlim vardı. Şeyhin huzuruna geldi ve,
“Bana senin hakkında garip şeyler anlatıyorlar” dedi. Şeyh de ona şöyle dedi:
“Benim hakkımda duymadığın gariplikler duyduklarından daha çoktur.” Sonra o âlim dedi ki:
“Ey şeyh! İlmin neredendir?” Bayezid,
“İlmimin bazısı sonradan öğrenmedir, bazısı da yüce Allah’ın bağışıdır. Sonradan öğrendiklerim, Hz. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem],
‘Kim bildiği ile amel ederse Allah Teâlâ onu bilmediği ilme mirasçı vâris kılar (bilmediklerini öğretir)129 hadisi vesilesiyledir.”
Ya da şu hadisi örnek veririm:
“Kim kırk gün Allah için ihlâslı bir şekilde ibadet yaparsa, kalbinden lisanına hikmet pınarları akmaya başlar. ”
Talep etmek, kazanmanın özüdür. Öyle ki Allah’ın seçkin kullarından biri olan Ebü’l-Kasım Kuşeyrî şöyle der:
Abdurrahman es-Sülemî’ye, “İhlâs nedir?” diye sordum.
0 da, “Ali b. Ebû Said’e ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Ali b. İbrahim eş-Şakîkî’ye ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Muhammed b. Cafer el-Hassâb’a ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Ahmed b. Beşşâr’a ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Ebû Yakub eş-Şürûtî’ye ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Ahmed b. Gassân’a ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Abdülvâhid b. Zeyd’e ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Hasan-ı Basrî’ye ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Huzeyfe b. Yemân’a ihlâs nedir diye sordum” dedi.
O da, “Hz. Peygamber’e [sallallahu aleyhi vesellem] ihlâs nedir diye sordum” dedi,
O da, “Yüce Allah’a ihlâs nedir diye sordum” dedi.
Allah Teâlâ da, “İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu sevdiğim kullarımın gönlüne koyarım” buyurdu.
Soru soran âlimin cevabı bir tane değildir. Zira ilim istemek hususunda on üç soru vardır. Arayanlar, çok zahmet çekmeksizin hakikatin sırrına ulaşamazlar. Çünkü lafız ve harfler, manayı anlaşılır kılan saf kaplardır. Sevilenlerden olan kimse şarabın kaynağıyla uğraşır. Hayvan olanlar ise kadehin tutsağıdır. Ariflerin sünnet ve kitabın sırları hakkın- daki anlayışları öyle bir noktaya varmıştır ki zâhir ehlinin kuruntusu o saygın haremin etrafında olmaya cesaret edemez.
Şu hadisin delalet ettiği anlam Allah’ın bir lutfudur:
“Öyle ilimler vardır ki gizli hazine gibidir. Onu ancak Allah ’ı tanıyan (marifet ehli) âlimler bilir. Onlar bu ilimden bahsettiklerinde, ancak yüce Allah’tan gafil olan kimseler bu ilimleri inkâr ederler. ”
Sonra âlim şöyle dedi: “Bizim ilmimizin tamamı, Hz. Peygamber’e [sallallahu aleyhi vesellem], ondan Hz. Cebrâil’e ve ondan yüce Allah’a kadar güvenilir kaynaklara bağlıdır.” Şeyh Bayezid şöyle dedi: “Hz. Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] Allah katında öylesine ilimlere sahipti ki Cebrâil (aleyhisselâm) oraya mahrem bile olamaz.”
Âlim, bu sözlerden hiç işitmemiş ve bu kadehten şarap tatmamıştı, bir hayli şaşırdı.
Beyit
Sırlar verilse gerek Hak âşıklarına
Ancak yeni heveslilere verilmemeli
Her ne kadar bıldırcın kuş sayılsa da
Şahinlerin lokması verilmemeli ona
Bu ilim için, kıskançlık hastalığından arınmış bir beden ve dertli gönüle uygun bir nefis lazımdır. Güzel yaratılışında tevhid ahdi nergisinin yetiştiği bir göğüs gerekir. Arzusundan vazgeçmiş bir kalp gerekir. Ruh fesleğeninin, sedefi bahçelerinde yeşerdiği bir ruh gerekir. Allah dışında her şeyden (mâsiva) kesilip Allah’ı müşahede etmeyi seçmiş bir baş gerekir. Âlim,
“O ilmin yolu nasıldır?” dedi. Şeyh şöyle cevap verdi:
“O ilim, veliler için ilham yoluyladır. Öyle ki Musa’nın (aleyhisselâm) annesine,
"... Kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver../ (Kasas28/7) ile ilham verdi. Hızır’ın [aleyhisselâm] gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi ve duvarı tamir etmesini ilham verdi.”
Ömer b. Hattâb [radıyallahu anh] cuma günü Medine’de minberdeyken hutbe okuduğu ve Sâriye’nin Nihâvend’de olduğu sırada, ilham ile, “Ey Sâriye, dağa çekil!” dedi. Dağ, Ömer’in [radıyallahu anh] sesini uzak mesafeden Sâriye’ye ulaştırdı, böylece Sâriye dağa kapanarak düşmanlara galip geldi. Sâriye’ye, “Dağa kapanmak gerektiğini nereden bildin?” diye sordular. O da, “Müminlerin emîri Ömer’in sesini işittim ki, ‘Ey Sâriye, dağa, dağa!” diyordu” diye cevap verdi.
Beyit
Er kişilerin işi peşinden acele etmek gerek
Zira her nerede mutluluk aradılar, buldular
İlmi Allah İçin İstemek
Sultanü’l-ârifîn Bayezid [kuddise sırruhû] şöyle demiştir: “Hz. Peygamberin [sallallahu aleyhi vesellem] ilim ve hadislerini istemek, bilgiden bilinene ve haberden haber edilene giden kimseden işitilmemiştir.”
Yani itibara niyetlenip saygınlık isteyen bir kimse, bu yönüyle bazılarının katında nehirsiz denize, sabahsız geceye, ilaçsız hastalığa benzemektedir.
“(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir” (Kasas 28/56).
Beyit
Peygamberler aciz kalırken bu manadan Sen niçin vazgeçmezsin bu kavgadan?
Böylece o latife ve marifetlerin vasıtasıyla ve o vazifelerin edasıyla insanın alçaklığı itibara, kötü talihi kutluluğa, uzağı yakına ve ayrılığı kavuşmaya dönüşür. Ancak, bu yeteneği sebebiyle halk kendisine rağbet etsin diye ilmi gururlanıp övünmek üzere isteyen kimse, kendisine cehennem kapısını açar. Zira Resûl-i Ekrem [sallallahu aleyhi
"Kim ilmi, âlimlerle tartışıp boy ölçüşmek veya avam kimselerle mücadele etmek yahut halkın dikkatini kendine çekmek için tahsil ederse Allah onu cehenneme atacaktır.”
Hz. Peygamberden [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle rivayet edilmiştir:
“Kimin ilmi artar da Allah’a yakınlığı artmazsa, o kimsenin ancak Allah ’a uzaklığı artar. ”
"İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir” (Ra'd 13/29).
Beyit
Ey sevgiliden haber getiren ayağı uğurlu haberci!
Sevgilinin inci saçan sözünden başkasını bana söyleme
Ne hoş olur hali İşitmek sevgilinin dilinden
Ya da sevgilinin dilinden işiten kimsenin dilinden
Beyit
Sende hayretler içinde kaldım. Elimden tut Ey hayretler içinde kalanların delili!
Beyit
Altın kaplamaları ateşe götürürler O vakit bakır mıdır altın mı belli olur!
Hakiki miske sahip değilsen konuşma!
Sahipsen de o kokusuyla belli olur.
İlimle Ameli
Sultanü’l-ârifîn Bayezid şöyle dedi: “Otuz yıl gayretle ibadet ettim.
Benim için ilim elde edip onunla amel etmekten daha zor bir iş olmadı.”
Beyit
Biz bir zaman kendimizde yok olduk
Kendimizden ve işimizden ayrı olduk
Nurdan kıvılcımlar ortaya çıktı
Biz o nurdan aydınlanmış olduk
Doğruluk ayağını dokuz kat göğün
Tepesine bastık, padişah olduk
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor:
“Bir fakihi aldatmak, şeytan için bin âbidi aldatmaktan daha zordur.”
Yani, “Bir âlim, şeytana karşı bin âbidin yapamadığını yapar.” Her şeytana karşı ilimle amel etmek er kişilerin işidir. Taliplerin nârası ve âşıkların yanışı, o bâtıl oklarının hedefini ortadan kaldırma sebebidir.
Şİblî [rahmetullahl aleyh] dedi ki:
“Bir gün pazarda şeytanı gördüm. Dedim ki: ‘Ey bedbaht! Müminler Kur’an okuyup lâ havle çekiyorlar ve sen bozguna uğramıyorsun.’ Şöyle cevap verdi:
‘Ben ancak Allah dostlarının seher vakti gönülden çektikleri ahlarla bozguna uğrarım.’”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in [kuddise sırruhû] bu beyanla işareti, otuz yıl bekâ halinde olduğuna delildir. Bâyezid-i Bistâmî hazretleri,
“Amellerin en faziletlisi meşakkati fazla olandır’ hadisini düstur edinmişti. Yüce Allah’ın hizmetinde bu meşakkati şerbet saymıştı.
Beyit
Gencin sıkıntıları, onun erdemliğlnin habercisidir
Ateşin, amberin kokusunu haber verdiği gibi
Beyit
Dostun sıkıntı çekmesi iyi
Öd ağacının ateşte olması iyi
Sâlik ve sıddıkların tamamı marifet ve muhabbet denizinde dalgıçlık ettiler, hiçbiri Arifler Sultanı Bayezid’in [kuddise sırruhû] bineği yanına bile yaklaşamadılar. Onun bineklerinden biri olan “muhabbet-niger”, onun her iki haline rıza gösterirdi.
Dahası seçkin kimseler sıkıntı ve zahmet hallerinde, bağış ve nimette bulduklarından daha fazla lezzet ve rahatlık bulurlar.
Beyit
Aşkın zorbalığı, adaletinden;
Yasak olması bağışlamasından daha güzeldir
Sultanü’l-ârifîn Bayezid, söz konusu otuz yıldan sonra fenâ haline ulaştı. Büyük âlimler ve din yolu muhakkiklerinden bir kısmı, bazı din ilimlerinin fenâ halinde fenâ makamındaki kimseyi ilme yaklaştırmadığını uygun gördüler.
Avârifü’l-Maârifte şöyle anlatılır: Abdullah b. Ömer [radıyallahu an~ hümâ] hakkında bir kimse şöyle anlattı: “Tavaftaydım. Biri ona selâm verdi, o da cevap vermedi. O kimse, ashabın bir kısmıyla birlikte Abdullah’ı şikâyet etti. Abdullah, ‘Ben o haldeyken, kendimi kaybetmiş bir şekilde Allah’ın huzurundaydım’ dedi.”
Hakk’a Yakınlığı
Avârifü’l-Maârif in 51. babı “Müridin Şeyhe Karşı Edebi”dir ve orada şöyle nakledilir: Bâyezid-i Bistâmî [kuddise sırruhû] şöyle dedi: Ebû Ali es-Sindî ile bir arada bulundum. Ben onu din ilimleri hususunda telkin ediyordum, o da bana din ilimlerini öğretiyordu.
Bu, şeyhin ilk zamanlarda din bilimlerini bilmek ve öğretmekte şöhret sahibi olduğunun delilidir. Tıpkı İmam Ahmed b. Hanbel’in, tam bir iradeyle bağlandığı Bişr-i Hâfî’yi sıkça ziyaret etmesi gibi. Ahmed b. Hanbel’in dostlan, “Sen tefsir, hadis ve fıkıhta âlim, hatta söz sahibisin, niçin sürekli onun yanına gidiyorsun, sana yakışıyor mu?” dediler. Ahmed b. Hanbel, “Bu söylediğiniz tüm ilimleri ben ondan iyi bilirim, lâkin o, yüce Allah’ı benden daha iyi bilir ve tanır” dedi.
Beyit
Bir gönül ki mana yolu sırlarından haber verir
Söylediği her ne varsa gönüllerde bırakır tesir
“İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir” (Ra‘d 13/29).
Ey sevgiliden haber getiren ayağı uğurlu haberci!
Sevgilinin inci saçan sözünden başkasını bana söyleme.
Ne hoş olur hali işitmek sevgilinin dilinden
Ya da sevgilinin dilinden işiten kimsenin dilinden
Kur’an ve Sünnete Bağlılığı
Sultanü’l-ârifîn Bayezid [kuddise sırruhû] şöyle buyurdu: “Sûfî, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i sağ elinde, Hz. Peygamber’in sünnetini sol elinde taşıyan kimsedir. Dünyayı kuşak gibi beline bağlar, ahireti şal gibi omuzuna atar. Bunların arasından yüce Allah’a yönelir ve tecrîd leb- beykinden dem vurur.”
Aynı manada Cüneyd-i Bağdâdî [kuddise sırruhû] şöyle demiştir: “Bu yol, yüce Allah’ın kitabını sağ elinde ve Hz. Peygamber’in sünnetini sol elinde taşıyan kimseye uygundur. Bu iki mumun aydınlığıyla yürür, ne şüphe toprağına düşer ne de bid‘at karanlığına.”
O halde, kim bu doğru yolda yürürse hızlıca menzile ulaşır diyebiliriz. Sağ ve solda acele eden, menzile ulaşamaz. Sıradan insanların sağ ve solda acele etmesi bedenendir, seçkin kullarda ise kalben olur. Sağında ahiret ya da solunda dünya olmayan kişi itibar bulamaz.
Beyit
Ruhum için vuslatından başka bir rahat yok.
Kalbim için de sana yakın olmaktan başka güç yok
Beyit
Bizim işimizin temeli ve kuralı yoktur
Senin huzurun olmaksızın hiç fayda yoktur
Sabır ve Şükrü
Ârifler Sultanı Bayezid şöyle dedi: Başlangıçta âlimler, öğrenciler ve marifet ehliyle uzun süre bir arada bulundum. Marifet ilmini elde edince kendi kendime, “Bu kazandığım büyük bir derecedir” dedim. Yüce Allah bana ilim nasip etti, böylece onun dergâhında âlimler ve âriflerin hürmetini gördüm. Onların mertebesini orada müşahede ettim.
Bir süre geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tutan âbidlerle bir arada bulundum, öyle ki sürekli ilk tekbiri imamla getirdim. Onların mertebelerini görünce, aralarında kendime yer olmadığını gördüm. Umutsuzca geri döndüm.
Sonra bir müddet Kabe’yi ziyaret eden hacılarla birlikte oldum. Hacıları da huzurda görmeyince onların arasında da bulunmak istemedim. .
Daha sonra biraz da mücahidlerle bir arada bulundum. Kılıç salladım, kâfir öldürdüm. Ancak kendime onların arasında da yer görmedim.
Şiir
“Ey insanların en adaletlisi! Benim davranışım dışında, düşmanlık şendendir. Düşman da sensin hüküm de sensin.”
Beyit
Mademki bütün sırlan bilmektesin
İhtiyacım yok gam kıssalarımı anlatmaya
Sonra dedim ki: “Ey Rabbim! Çaresizliğime acı ve beni, bana zahmet vermeyecek keramet makamına ulaştır.” Zira ben orada bu arkadaşlara katılmıyordum.
Yüce Allah bana şöyle ilham etti: “Ey Bayezid! Bizim huzurumuza bizde olmayıp sana da faydası olan bir şey getir!”
Dedim ki: “Yâ Rabbi! Sende olmayan şeyi ben nereden getireyim.”
Dedi ki: “Bende ihtiyaç, yoksulluk, zelillik, acizlik ve ağlama yoktur.”
Dedim ki: “Efendim! O topluluğun mertebesini bana gösterdiğin gibi bu sermayeye sahip o kavmin makamını da göster.” İcabet etti.
Bakınca onların içinde, aralarında gururlanma, kişisel çekişme, üstün gelme çabası ve birbiriyle uğraşma olmayan az bir topluluk gördüm. İhtiyaç, yoksulluk, zavallılık ve düşkünlükten başka bir şey istemeyeceğime dair söz verdim.
Beyit
Burada eski irademe gelmişim
Burada “nerede olacağım” sözü nedir ki!
Hâsılı, yüce Allah her gün bana bir başka keramet ve yeni bir şeref vesilesi bağışladı.
Daha sonra şöyle dedim: “İlâhî! Bu makam bana mı özel, yoksa halkın tamamı böyle midir?”
Şöyle buyurdu: “Bu makam, belaya sabreden; ihtiyaç, yoksulluk ve zorluk içinde bana yakınlaşıp şükreden kimselerindir.”
Beyit
İsteklerinden vazgeçmektir bu yolun azığı
Fakr içinde değil o kimse ki vardır azığı
Görünüşte fakirlik, eşdeğerdir küfürle
Manevi fakirlik (fakr) övünçtür nebîlere
Elini fakrın boynuna koy, sabrı başının altına yastık yap, arzu ve şehvetlerinin önüne geç, dilediklerinin gerçekleşmesi için Cenâb-ı Hakk’ın dergâhında yalvar yakar. Böylece yüce Allah’ın izniyle asıl dilediğine kavuşursun.
BİRİNCİ BÖLÜM
AİLESİ ve ANNESİNE İTAATİ
Bu bölüm, şeyhin annesi, babası, kardeşleri ve atalarından bir kısmının anılması ve annesine itaat etmesi beyanındadır.
Şöyle nakledilir: Bir bedevî, Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek şöyle seslendi: “Ey eşraf istiridyesinin parlak incisi ve ey eslâf cömertlik madeninin cevheri!”
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurdu: “Ey bedevî! Bu söylediğin lakap, babası Yakub, atası Ishak, atasının atası İbrahim [aieyhimesseiâm] olan Yusuf’a yaraşır.” Allah Resûlü, Hz. Yusuf’un soyunu böylesine övünce, ashabı şöyle dedi:
Şiir
Âşığın kulağı gözünden önce haberdar olur
“Mademki onun asıl soyunu söyledin, bize fazilet meyvesini de anlat ki nasiplenelim.” O anda Yusuf sûresi nazil olmuştur.
Burada, ilk olarak önceki üç mukaddimede geçtiği şekilde, yüce dergâha yakın olanların imamı, yüce Allah’ın seçkin kullarından, hakikat bahçeleri erbabının başdefteri ve mâsivadan ilgisini kesmiş şeriat tâliplerinin öncüsü, din kutublarının delili, ârifler ve veliler üzerine Allah’ın hücceti Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in [kuddise sırruhû] faziletlerinden bir kısmı, inananlar ve irşad isteyenlere ulaştırılmıştı.
Beyit
Ey kavuşma yeli! Esmektesin,
Can burnuna bir koku getirmektesin
Onun fazileti semâıyla bir sır işittiler, asıl semâma rağbet gösterdiler.
Soyu
Beyit
Ey güzeller padişahı! Söyle kimin ülkesindensin?
Ey gülen gül dalı! Söyle kimin bahçesindensin?
Bu meyve hangi ağaçtan ve bu hisse hangi hazrettendir, dediler.
Cevap budur: “O Ebû Yezîd Tayfûr b. İsa b. Sürûşân b. Mûbed el- Bistâmî’dir.”
Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in atası Mûbed, kavminin hâkimi ve valisi, asrının önde gelen büyüklerindendi. Bayezid hazretlerinin atası Sürûşân, varlıklı ve cömert bir adamdı, fakat Mecûsî idi. Ancak bu güzel hasletlerinin bereketiyle yüce Allah kendisine Islâm’ı nasip etti.
Beyit
İki âlemde de iyilik görür bir kimse Eğer Allah’ın kullarına iyilik ederse
Bu özveri ve ahlâkın sonucunda, Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in soyundaki güzel ahlâk ve cömertlik, kıyamete kadar baki kalacaktır.
Şiir
Etrafını aydınlatmayan, yeryüzünde bir eser bırakmayan kişi, delikanlı sayılmaz.
Dedesinin Müslüman Oluşu
Beyit
Dünyada iyi addan başkası kalmaz
Her kim iyi bir son istiyorsa bilsin
Sürûşân’ın müslüman olma sebebi, başlangıçta Bistâm halkına İslâmiyet’i getiren kişinin şehir kumandanı sıfatıyla Bistâm’a gelen, şeriat kıvılcımını uyandıran ve İslâm’ın hükümlerini uygulayan Arap asıllı Ebû İbrahim Av olmasıydı.
Bu İbrahim’in oğlu, Sürûşân’la bir arada bulunur ve dostluk ederdi. Babası bu dostluk ve birlikteliği öğrenince oğlunu, “Neden bir Mecûsî ile dostluk ediyorsun?” diye azarladı.
Beyit
Musa'nın nurunu nasıl görsün kör!
Isa'nın konuşmasını nasıl duysun sağır!
Oğul şöyle dedi: “Ey baba! O, güzel hasletlere sahip bir adam. Asla soru soranları eli boş göndermiyor. Konuksever, cömert, ihsanı bol ve bütün işlerinde kusursuz.”
Baba dedi ki: “Ona, babam senin misafirin olacak diye haber ver.” Oğul, Sürûşân’a haber verdi. O da şöyle dedi: “Gelirse saygı gösterip ikramda bulunmak başım gözüm üstüne.” İbrahim gelince Sürûşân yemeği hazırladı. İbrahim, “Eğer dileğimi yerine getirmezsen bu yemeği yemem” dedi. “Ne istiyorsun?” dedi. “Müslüman olmalısın” diye cevap verdi. Sürûşân, kelime-i şehadet getirdi. Müslüman olduktan sonra Kur’an üzerine o kadar gayret gösterdi ki sonunda onu hıfzetti.
Baba ve Annesinin Takvası
Bu Sürûşân’ın liyakatli, doğruluk ve dürüstlükle donanmış İsa adında bir oğlu vardı.
İlmiyle âmil, olgun bir dindardı. Daima âlimler, salihler ve hayırlı kimselerle bir arada bulunurdu. Hicaz’a gitti ve hac vazifesini yerine getirdi.
Hacdan dönüşü sırasında bir ırmağın kenarına oturmuştu ki bir elmanın bahçeden kopup geldiğini gördü. Su, elmayı sürükleyip götürüyordu. Aldı ve elmanın yarısını yedi. Pişman olup bahçe sahibinden helâllik dilemek üzere bahçeye gitti. Bahçıvan, “Bahçe sahibi Şam’da oturur. Ben bahçıvanım, sahibi değilim” dedi. Bahçe sahibinin adını öğrenip Şam’a gitti ve o adamı buldu. Varlıklı, salih ve güvenilir biriydi. İsa, “Ben bu kadar yolu, yarım bir elma için senden helâllik dilemek üzere katettim” dedi.
Adam, İsa’nın sözünü işitip dindarlığını anlayınca cevaben, “Evimde sağır, kör ve topal bir kızım var, onu nikâhına kabul edersen sana o zaman helâllik veririm” dedi. İsa razı oldu ve yarım elmanın helâlliği için o kızı nikâhına aldı. Kız, İsa’nın evine geldiğinde bütün organları sağlıklıydı.
Mısra
Onun yüzüne benim gözümle bakınız.
Kızı öyle sağlıklı görünce şaşırdı ve babasının dediklerini kıza söyledi. Kız şöyle dedi: “Ben görülmemesi gereken şeyi görmem, duyulmaması gereken şeyi duymam ve gidilmemesi gereken yere gitmem.” Bu kız, böylesi övülmüş ahlâkı ve güzel hasletleriyle soylu bir aileye mensuptu. Ataları ve ailesi meşhur şeyhler ve âlimlerden oluşmaktaydı. Kızın adı İzzülâzîz’di. Bazılarına göre Zünnûn-i Mısrî’nin halası, Velîyi Hânî’nin kız kardeşiydi.
Kız İsa’ya teslim edildikten sonra İsa kırk gün ona dokunmadı. Anne ve babasının evinde yediği yemekten bedeninin temizlenmesini (beklediğini) söyledi..
Şeyh Bayezid annesinin karnındayken annnesi, ne zaman şüpheli bir yerde yemek yiyecek olsa elini yemeğe süremezdi.
Anlatırlar ki annesi şüpheli bir durumda ağzına bir lokma koysa Bayezid, o lokmayı savuşturuncaya kadar annesinin karnında çırpınırdı.
İsa’nın ayağı doğrulukta ve canı aşkta olduğu için, o namus bahçesinde dikilen ikbal fidanı, sonunda,
"... kökü (yerde) sabit, dallan gökte olan...” (İbrahim 14/24) sağlam bir ağaç olarak yeşerdi.
Mısra
Ey Rabbim! Sahip olduğumuz bu devlet âlemde kimde var?
Bayezid’in Müjdesi
Şöyle nakledilir: Ârifler Sultanı Bayezid doğmadan önce Es- terâbâd’da din büyüklerinden biri rüyasında, Bistâm’da annesinin karnında Ebû Yezîd adında bir çocuğun olduğunu ve yüce Allah’ın seksen bin meleği o ve ailesi için cennette köşkler inşa etmek üzere görevlendirdiğini gördü.
İsa’nın bu kadından üç oğlu oldu: Âdem, Ebû Yezîd Tayfûr ve Ali. İki de kızı oldu: Biri henüz çocukken vefat etti, diğeri uzun yıllar şeyhin hizmetinde bulundu. Şeyh onu el üstünde tutardı. Üç oğlu da dindarlar zümresindendl. Marifet, hidayet ve inâyetle donanmışlardı.
Şiir
“Zalimleri marifetle ödüllendirip kötülere ihsan ederler, bir kimse onlara zulmederse bağışlarlar, bir kimse kendilerine kötülük ederse ona iyilik ederler. Sanırsın ki Allah, cümle insan içinde, kendisinden korkması için onlardan başkasını yaratmamıştır.”
Beyit
Kim O’nun hidayetinin bekçisidir
Ezelden ebede O’nun velayetindedir
Gökyüzünde vurdu ikbal kösüne
Kim ki öncüdür O’nun İnâyetine
Ancak Bayezid ortanca oğuldu, din gerdanlığının ortasındaydı.
İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır.’’
“Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra çok iyi öğreneceksiniz” (Sâd 38/88) âyetini yakînen bilme devletinin sahibiydi.
Şiir
“Büyüklüğün yüzü, övdüğümün asker olduğu bir karargâhtır. Hidayet süsü, övdüğümün baş köşesinde olduğu bir meclistir. Onun
37 Ibn Ebû Şey be, el-Musannef, 8/246; Beyhakî, Şuabü’l-lmân, nr. 6601; Aclûnî, Keşfü’l- Hafâ.nr. 1247.
yaptıkları dışındakiler cömertlik değil, ona duyulmayan ümit de ümit değildir.”
Beyit
Allah dostlan ve din kutublan katında
Marifet, beğenilmiş bir zerredir
Onun himmeti gözünde bütün dünya,
Bir bakışa bile değmeyecek yerdir
Şöyle nakledilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid Mûbedân mahallesinde dünyaya geldi. Daha sonra Vâfedân mahallesine taşındılar. O mahallenin sakinlerinden bir bedevî olan Vâfed, orada oturduğu için mahalleye onun adını verdiler. Günümüzde o mahalleye Bûyezîdân derler.
O mahallede bir mescid vardı, Bâyezid-i Bistâmî orada namaz kılardı. Fakat küçük bir mesciddi. O mescidin yakınında Vâfed’e ait bir samanlık vardı. Bir gece şeyhin hatırına bu mescidin daha büyük olması gerektiği geldi. Aynı anda yüce Allah Vâfed*in gönlüne, o samanlığı mescid yapması ve şeyhin mescidiyle birleştirmesi düşüncesini yerleştirdi. Şeyh bundan epeyce mutluluk duyup teselli buldu.
Şöyle nakledilir: Halk Bayezid’in doğduğu eve saygı ve ihtiramlarından dolayı orada oturmaz sadece namaz kılarlardı. O evin bulunduğu sokakta şeyhin yakınlarından Muallim-i Zergerân adlı biri otururdu. Bedevinin biri, bu Muallim’in konuğu oldu. Muallim ona, “Sarhoşluk verici şeyler içtiğinde o eve gitme, zira İyilerin evi ve hayırlıların konağıdır” dedi. Bedevî, onun öğüdünü dinlemedi. Bir gece sarhoş bir şekilde o evde uyudu. Aynı gece o evden çıplak bir şekilde dışarı fırladı. O evde bulunan neyi varsa yanmıştı.
Şiir
Ey kişi! Bırak artık uyumayı gaflet içinde
Uyku haramdır sarhoş ve baygınların gözüne
Şöyle nakledilir: Ebû Ali Şakîk b. İbrahim el-Belhî [rahmetullahi aleyh] hacca giderken yolu Bistâm’a düştü. Orada kaldığı müddet zarfında minberden halka vaaz verirdi.
Günün birinde Bistâm’ın mahallelerinden Kurgan denilen bir mahallede, o mahallenin mescidlerinden bir mescidde -ki o devirde mes- cid, şehrin toplantı yeriydi- bir toplantı düzenledi. Çocuklar mescidin kapısında oyun oynuyordu. Ebû Yezîd de çocuktu ve o çocukların arasındaydı. Babası ölmüştü, dört yaşlarındaydı. Ara ara mescidin kapısına geliyor ve Şakîk’ın minberde vaaz esnasında söylediği sözlerden bazısını dinliyor sonra gülüp gidiyordu. Şeyh Şakîk [kuddise sırruhû],
“Müminin ferasetinden sakınınız; çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar”3 hükmünce şöyle dedi: “Bu çocuk kısa zamanda Allah dostlarından biri olacak.”
Şeyhin annesi, bu haberi duyunca mutlu oldu. Onun terbiyesine daha fazla önem verdi. Kur’an öğrenmesi için bir hocaya gönderdi. Şeyh o denli yetenekliydi ki hocasından bir kez duyduğunu öğreniyor, Kur’an’dan bazı âyetlerin anlamlarıyla ilgili sorular soruyordu.
Bir gün hocasına Lokman sûresinde geçen,
"... Önce bana, sonra da anne babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur” (Lokman 31/14) âyetinin anlamını sordu. Hocası da ona söyledi. Derhal izin alıp evine gitti.
Annesi, “Ey Tayfûr! Bugün çabuk geldin, neden?” diye sordu. Şöyle cevap verdi: “Anne! Yüce Allah’ın kitabından bir âyete rastladım ki yüce Allah bana kendi hizmetinde ve senin hizmetinde olmayı buyuruyor. Ben iki evin hizmetini yerine getiremem. Ya benim için Allah’tan dile hep seninle olayım ya da beni Allah’la bırak ki hep O’nunla olayım.”
Annesi, “Ey Tayfûr! Ben seni Allah’a bıraktım, git hep O’nunla ol” dedi.
Şiir
İğnenin deliği sevilenle geniştin
Güzel yüzü vasfeden kimsenin dili fasihtir.
Beyit
Halk kapısında hep ikiyüzlülük, aldatma, heves var
Sığınacak kapı âlemin efendisidir, o kadar!
Şöyle nakledilir: Şeyh henüz yedi yaşındayken sürekli mükâşefeler denizine dalıyor, müşahede pınarında yok oluyordu. Allah’ı müşahedenin yer edindiği her gözde, diğer bütün müşahedeler, o müşahede ile dağılır gider.
Beyit
Onunla yalnızlığım yok olur; başkasını istemem
Onu kaybedip bir daha görmemekten korkarım
Mısra
Yüzünden başka hiçbir yüzü görmek istemem.
Annesinin gönlü, onda meydana gelen bu hal yüzünden perişan oldu ve Şeyh Şakîk-ı Belhî’nin minberde söylediği sözü beklemeye başladı. Öyle ki bir gece ansızın Şeyh Bayezid yerinden sıçradı ve çöle doğru yöneldi.
Onun durumunu gözleyen annesi de arkasından yola koyuldu.
Beyit
Kişi o vakit delikanlı olur
Ne vakit çöl rüzgârı gibi olur
Şeyh, hayran kalmış bir şekilde gidiyordu ve annesi arkasındaydı. Bistâm’dan güneydoğu tarafına 1 fersaha yakın yol gittiler.
Altı adam görünüp şeyhe selam verdiler. Şeyhin elini tutup bir tarafa götürdüler. Leğen, ibrik ve su getirdiler. Şeyhin elbisesini çıkardılar, beline bir kuşak bağladılar. Şeyh abdest aldı ve gusletti. Beyaz bir hırka getirip şeyhe giydirdiler. Başına külah ve sarık, ayağına bir çift nalın giydirdiler.
Şiir
“Yüce Allah ona büyüklük elbisesi giydirdi. Ne uzundu ne kısa, tam onun boyuna göreydi.”
Beyit
Bu âşıklık hırkası yakışır o kimseye
Ki olur on sekiz bin âlemden âzâde
Şeyhi makamına oturttular. Edeple şeyhin karşısına geçtiler, konuşup dinlediler.
Şeyhin annesi öne çıkıp onlara selâm vererek, “Bu benim oğlum ve ben sizi tanımıyorum” dedi.
Onlar da, “Biz Lübnan dağından onu aramak için geldik. Zamanın kutbu, bizim önderimizdir. O, ölümü yaklaşınca şöyle vasiyet etti: ‘Öldüğümde siz aldınız, hep beraber hırkamı, külahımı, sarığımı, nalınımı, şu leğen ve ibriği alıp Horasan tarafına gidiniz. Kum vilayetinde yedi yaşında velayet mertebesine erişmiş bir çocuk var.
Beyit
Senin boyun bahçedeki selvi olsa gerek
Yüzün gökyüzündeki ay olsa gerek
Senin doğuşuna bakınca gördüm ki
Senin tuzağında yüz bin can olsa gerek
Adı Tayfûr, künyesi Ebû Yezîd’dir. Oraya vardığınızda ‘Ey Bayezid’ diye sesleniniz. O duyar ve yanınıza gelir. Bu suyla gusledin; şu hırka, külah, sarık ve nalını ona giydirin. Selâmımı ona ulaştırın. Zira zamanın kutbu ve sizin önderiniz benden sonra o olacaktır.’ Biz, kutbumuzun işaretiyle buraya geldik” dediler.
Annesi ağlayarak, “Ben oğlum olmadan duramam” dedi. “O senin hizmetinde olacak. Biz ne zaman istersek onu bulabiliriz” dediler.
Onlar Şeyh Bayezid’in alnından öptüler ve onu annesiyle aynı yere bıraktılar.
Şeyh Bayezid, onlar gittikten sonra feryat figan ağlamaya başladı. Zira gönül kulağına, “Yüce Allah seni hesap gününden önce bağışladı ve dua etmeksizin sana icabet etti” hitabı geldi. Aynı şekilde Şiblî’den şöyle nakledilir: Ona, “Ariflerin gönlü neye özlem duyar?” diye sordular. “Var olmadan önce ezelde Allah huzurunda adlarının takdir edilmesine” diye cevap verdi.
Annesi, “Ey Tayfûr! Sakin ol” deyince şeyh sakinleşip huzur buldu.
Beyit
Onun takdirinin hükmü bela olmaz
Ne gelirse bağıştan başkası olmaz
Hükmü sopası karşısında top gibi ol
Hem “işittik” hem de “itaat ettik” de
Hakk’ın Hükmü
Yüce Allah’ın kulları üzerinde âdil ve değişmeyen bir kazâ hükmü vardır. Bu hüküm ezelde isim isim takdir edilmiştir. Bu hüküm saadet ya da bedbahtlık olabilir.
O’ndan bir kavim istediler, sonra onları,
“Benim huzurumda söz değiştirilmez ...” (Kâf 50/29) hükmünce hor ve perişan kıldı.
Mısra
Senin aşkın nefes dahi alamadan öldürür,
Yani, bir kavim kaçıyordu. Sonra itibar nidası ve sebepsiz yardım peş peşe geliyordu. Zira, “Ben sizin leyim, dilerseniz, yoksa siz benim- siniz, isteseniz de istemeseniz de.” Çünkü;
“işte bu Allah'ın lutfudur ki onu dilediğine verir” (Hadîd 57/21).
Mısra
Bu âşıklık kurasını ezelde sen çektin.
Bu manada Sultanü’l-ârifîn Bayezid’in bir beyanı vardır. Öyle ki Şeyh Abdurrahman es-Sülemî’nin Tabakâtü’s-Sûfiyye’sinde gördüm. Bâyezid-i Bistâmî der ki: Vuslata ermeden önce, O’nu (gerçek anlamda) zikrettiğimi, (tam manasıyla) tanıdığımı, (çok sevdiğimi ve gereği gibi) istediğimi düşünüyordum. Vuslata erdikten sonra, bu dört şeyde yanıldığımı farkettim. O’nun zikrinin, benim zikrimi, marifetinin benim marifetimi, muhabbetinin benim muhabbetimi ve talebinin de benim talebimi geçtiğini gördüm.
Şeyhin kastı şudur: Dediler ki tâlip isteğinde dürüst olunca istenen istendiğinde gelmelidir. Öyle ki öncelikle Tûrisînâ makamı, Musa [aleyhisselâm] istekli olduğu için Musa’nın isteğiyle harekete geçti. Öncelikle “kav- seyn” makamı Hz. Peygamber’in aşkıyla ortaya çıktı, o vakit Resûlullah’ın makamına burakı gönderdiler. İlk önce Yusuf’un [aleyhisselâm] güzelliği Ya- kub’un [aieyhîsseiâm] aşkına tâlip oldu, böylece Yakub, aşk kemerini kuşandı.
Buna benzer olarak, müminlerin emîri ve takva sahiplerinin imamı, Allah’ın aslanı, daima galip Ali b. Ebû Tâlib’in [radıyallahu anh] şöyle dediği nakledilir: “Zikir, iki zikir arasında; İslâm, iki kılıç arasında ve günah, iki farz arasındadır.” Yani yüce Allah ilk önce lütfedip kulunu anar ve o zaman kul,
"... beni anın ..." (Bakara 2/152) makamında Allah’ı anar. Daha sonra o yüzden yüce Allah kulunu,
"... ben de sizi anayım” (Bakara2/152) âyeti üzerine anar. İkincisi kişi, ilk önce kılıç kullanıp kâfirle savaşır, tâ ki kâfir müslüman olana değin.
Ondan sonra İslâm’dan caymak isterse, onu İslâm’da sabit kılmak için kılıçla tehdit ederler.
Üçüncüsü ise günah işlememek kulun üzerine farzdır. Günah işlerse tövbe etmesi de farzdır.
Benzer şekilde Hz. Peygamberden [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle rivayet edilir:
“Ben nebî iken, Âdem ruh ile ceset arasında bulunuyordu.”
Yani, nuruyla nübüvvet makamını süsleyen Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurdu: “Henüz insanoğlu yaratılmadan evvel ben yaratılmıştım.”
Şöyle rivayet edilir: Sultanü’l-ârifîn Bayezid şöyle dedi: “Bir bahçede bizim gibi bir gül açılabilmesi için iki yüzyıl gerekir.” Bu “iki yüz”, çok yıl anlamına gelse gerektir.
Zira, “mieteyn” (iki yüz) lafzını söylemiş, dolaylı olarak “çok” anlamını kastetmiştir.
Mecazen (kül) olarak, Bakara sûresinde geçmektedir:
“Nice az sayıda bir birlik, Allah ’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir” (Bakara 2/249).
Parça (cüz) olarak da Enfâl sûresinde geçmektedir:
“Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler” (Enfâl 8/65).
Hz. Peygamberle [sallallahu aleyhi vesellem] diğer peygamberler arasındaki fark gibi, Bayezid ve diğer evliya arasındaki birinci fark budur. Yüce Allah şöyle seslenir: “Ey iffet özü ve ey saygınlık (hürmet) çeşmesi! Biz seni öyle bir yere indirdik ki yüz yirmi bin peygamber ne kadar cezbeye uğrarsa uğrasın yaratılış bakımından senin mertebene erişemez.”
Âlimler şöyle der: Amel senin gayretinledir, cezbe O’nun yardımıyla. Bir zerre cezbe, binlerce mi‘rac demektir. Dahası, erenlerin başlangıcı ve sonunu işaret etmektedir. Zira, “mieteyn" (iki yüz) arasında, erenlerden bazılarının sonu; ikinci bölümde ise Cüneyd’in söylediği üzere, Sultan Bayezid gibi bazılarının da başlangıcı vardır.
Annenin Rızası
Şöyle nakledilir: Sultan Bayezid şöyle dedi: Âlimi kural ve kaidelerle meşgul ama Allah’ın kurallarını boşvermiş gördüm. Bense yakınlık, azap ve belalardan hediyeler seçip kabul edilerek şereflenmeyi bekledim. İyice düşününce gördüm ki bir iş bütün işlerin sonu ve işlerin en önceliklisiydi: Annenin razı olması.
Riyâzetler, mücâhedeler ve kurbetin tamamı sırasında aradığım ‘ şeyi, anne rızasını kazanmaya çalışırken elde ettim. Ezelde,
"... anne babaya... ihsan edeceksiniz” (Bakara2/83) âyetine uymanın yardımıyla Sultan Bayezid’e değer verdiler. Kendisine,
"... biz, güzel işler yapanların ecrini zayi etmeyiz” (Kehf 18/30) kaftanını giydirdiler.
Beyit
Çok var değerli taşlarla süslü kaftan
Kaftanı süsleyecek bedendir lazım olan
Hâsılı, onun gönül bağında,
“Allah’ın rızası anne babanın rızasındadır” hadisinin süseni yeşermiş ve kalp bağında,
“Cennet annelerin ayakları altındadır” hadisinin gönül okşayıcı gülü açmıştı. Annesi hayattaydı, gitmemesini söyledi. O da ona hizmet etti.
Şeyhin şöyle dediği nakledilir: “İki kere annemin sözüne uymadım. Her ikisinde de yara aldım:
Birinde annem, ‘Tavandan bir parça devaotu (dermene) indir’ dedi. Bir miktar indirdim, ‘yeterli’ dedi. Birazını elimde tutuyordum, yere attım. Sonra pişman oldum. Annemin sözüne uymuş olmak için yerine koymak istedim. Çatıdan düştüm ve epey canım acıdı.
Bir keresinde de bana dedi ki: ‘Bir testi al ve su getir.’ Ben iki testi aldım. Yolda bir sarhoşla karşılaştım. Beni tartakladı ve testinin biri kırıldı.”
Ey aceleci kimse! Öğüdü ganimet bil Bak! Öğüt veren seni hiç sıkıntıya atıyor mu?
Şöyle nakledilir: Şeyhin annesi, kış gecelerinden bir gece ondan su istedi. Hazırda su yoktu. Şeyh su aramak üzere çıktı. Geri geldiğinde annesi uyumuştu. Elinde testi olduğu halde annesi uyanana kadar bekledi. “Tayfûr su getir” dedi. Testi olan eli öndeydi. Annesi testiyi onun elinden çekti. Kış soğuğunda şeyhin elinin derisi testinin kulpuna yapışmıştı. Elinin derisi soyuldu ve testinin kulpunda kaldı. Annesi bu hali görünce, “Ey Rabbim! Ben Tayfûr’dan razıyım, sen de razı ol” dedi.
Beyit
Ona bir şey verirsen, sen bir din ver Rızası üzere kendisine bir yakîn ver
Şöyle nakledilir: Şeyh bir gece evden çıktı. Annesi, “Ey Tayfûr! Kapıyı yarım aralık bırak” dedi. (Yarımdan) eksik ya da fazla olmasın diye sabaha kadar uğraştı. Kapıyı yarım aralık bıraktığında sabah olmak üzereydi. Bu itaatinin bereketiyle marifet, tevhid, kurtuluş ve has kul olma kapıları ona açıldı. Gaybdan kendisine şöyle seslenildi: “Ey Bayezid! O (çektiğin) yorgunluk ve sınava düşen pay şudur:
İşte bu bizim bağışımızdır. İster ver, ister (elinde) tut; hesapsızdır” (Sâd 38/39).
Beyit
Yıllarca canın diledikleri peşinde dolaştık
Dost evde, oysa biz dünyayı dolaştık