SEYHAN, Ahmet Emin (2014). “Ebu'l-Hasan El- Harakânî’nin Sevgi, Merhamet Ve Hoşgörü Anlayışı”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, ss. 13-29
Ahmet Emin SEYHAN*
EBU'L-HASAN
el-HARAKÂNÎ’NİN SEVGİ, MERHAMET ve
HOŞGÖRÜ ANLAYIŞI
Şeyh Ebu’l-Hasan Ali
b. Ahmed b. Cafer el-Harakânî (ö. 425/1033), miladî 960 yılında Horasan’ın
batısında Esterâbad yolu üzerinde Bistam’a bağlı Harakan köyünde[1] [2] çiftçi bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelmiştir.[3]
el-Harakânî, Âmul ve Taberistan’da
dinî ve tasavvufî konularda bilgisine başvurulan tanınmış bir İslâm âlimi olan
Ebu’l- Abbas el-Kassâb el-Âmulî’nin (ö. 409/1018)[4] yanında yetişmiş,
Kur’ân ve Sünnet’e gönülden bağlı böyle bir şahsa talebe olma
fırsatını çok iyi değerlendirmiştir. el-Harakânî, mezkûr âlimin yanında çağdaşı
Ebû Abdullah el-Dastânî (ö. 417/1026) ve Ebû Saîd Ebu’l- Hayr (ö. 440/1048)
gibi büyük zatlarla birlikte eğitim görmüş, zâhirî ve batınî ilimleri öğrenmiş
ve dinî konuları onlarla müzâkere ve mütalaa etme imkanına sahip olmuştur.[5]
el-Harakânî, manevî şeyhi ve mürşidi kabul ettiği Bâyezîd-i
Bistâmî’nin (ö. 234/848) tasavvuf tarzını benimsemiş[6] ve Hakk’a ermek için zor
riyâzetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlanmıştır. O, Bâyezîd’i her konuda
kendine örnek almış, sözlerini öğrenmiş ve kendi ifadesine göre “manevî âlemde
ondan üç derece önde olmak” için çabalamıştır.[7] el-Harakânî’nin böyle bir
otoriteyi kendisine model seçmesi[8] ve onu geçmeyi planlaması
oldukça önemlidir. Zira o, yüksek hedeflere odaklananların gösterecekleri büyük
bir azim ve gayretle manevî mertebelere ulaşacaklarını yaşayarak göstermiş ve
kendisinden sonra gelenlere bu konuda da örnek olmuştur.
el-Harakânî, sadece el-Kassâb ve Bâyezîd-i Bistâmî’yi[9] değil, aynı zamanda Cüneyd-i
Bağdâdî (ö. 297/909)[10] ve Ebû Bekir eş-Şiblî (ö.
334/946)[11] gibi Türk-İslâm âlim ve
mutasavvıflarını da kendine örnek almıştır.[12] Vefatından sonra yerine geçen
Ebû Saîd Ebu’l-Hayr[13] ve talebeleri Hâce Abdullah
Ensârî el-Herevî (ö. 481/1089),[14] Ebu’l- Kâsım el-Cürcânî (ö.
450/105)[15] gibi âlimler de onun bu
çizgisini devam ettirmişlerdir.[16]
Abdullah Ensârî, hocası el-Harakânî’nin tasavvufî merhaleleri kat
etme hususunda şeyhi el-Kassâb’ı aştığını ve zamanın efendisi olduğunu söylemiştir.[17] Abdullah Ensârî, üstadı
el-Harakânî’yi tanıtırken; “Hadis, ilim (Kur’ân) ve Şeriat’ta (fıkıh)
şeyhlerim çoktur. Fakat tasavvuf ve hakikatte benim pîrim Şeyh Ebu’l-Hasan
Harakânî’dir. Eğer onu görmeseydim hakikati nasıl öğrenirdim?”[18] ifadesini
kullanmıştır. Ebû Kâsım el-Kuşeyrî de (ö. 465/1073), el- Harakânî’yi ziyarete
gittiğinde; “Harakan vilâyetine geldiğimde o pîrin haşmetinden fesâhatım son
bulmuş ve ifade gücüm kalmamıştı. Hatta velîliğimden azlolunduğumu sanmıştım”[19] diyerek yaşadığı hayranlık,
şaşkınlık ve mahcubiyeti ifade etmiş ve onun ne denli büyük bir mutasavvıf
olduğunu söylemeye çalışmıştır.
Görüldüğü üzere dergâhında binlerce talebe yetiştiren el-
Harakânî, yaşadığı asırda pek çok kişinin dikkatini çekmiş, insanların
gönüllerini fethetmesini bilmiş[20] ve kendisinden sonra gelenlere
tesir etmiştir. Onun etkisi, yaşadığı dönemle sınırlı kalmamış, asırlarca
sürmüş ve “Horasan erenleri”nin yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Nakşibendiyye[21] silsilesinde önemli bir yere
sahip olan el- Harakânî, Aynülkudât el-Hemedânî (ö. 525/1131),[22] Ferîdüddin Attâr (ö.
618/1221),[23] Necmeddîn-i Dâye (ö. 654/1256)[24] ve Mevlânâ (ö.
670/1271) gibi pek çok mutasavvıfı da etkilemiştir. Bu nedenledir
ki; onun adına birçok tarikat silsilesinde rastlanılmaktadır.23 [25] Mevlânâ (ö. 670/1271), “Mesnevî”sinde
ondan saygıyla söz etmiş, menkabelerini anlatmış ve sözlerini yorumlamıştır.
Şems-i Tebrîzî de (ö. 645/1247) aynı şekilde “Makâlât”ında ondan övgüyle
bahsetmiş ve bazı sözlerini eserine almıştır.[26]
el-Harakânî, her ne kadar açıkça ifade etmese de, menkibelerde
anlatılanlara ve sözlerine bakıldığında, onun muhtemelen fıkhî açıdan Şâfiî ve
itikâdî açıdan da Eş’arî mezhebine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.[27]
el-Harakânî, İslâm’ı temsil ve tebliğ hususunda büyük gayret
göstermiş bir bilgedir. Onun bu başarısının arkasında yatan şeyin, insanlara
duyduğu derin sevgi, şefkat ve merhamet olduğu söylenebilir. Asırlar sonra
Yunus Emre (ö. 720/1320) tarafından dile getirilen; “Yaratılanı hoş gör,
Yaratandan ötürü”[28] özdeyişini o yüzyıllar önce
yaşayarak göstermiş bir âriftir.[29] Nitekim el-Harakânî; “Her
kim bu kapıya gelirse ekmeğini verin ve adını/inancını sormayın. Zira Ulu
Allah’ın dergâhında ruh taşımaya layık olan herkes, elbette Ebu’l-Hasan’ın
sofrasında ekmek yemeye de lâyıktır”[30] diyerek asırlar
öncesinden ötekileştirmenin, ayrımcılığın, asimilasyonun ve yok saymanın
yanlışlığına dikkat çekmiştir. O, bu sözüyle dili, dini, ırkı, rengi ve mezhebi
ne olursa olsun her insana değer verdiğini göstermiştir. Ondan yaklaşık iki
asır sonra dünyaya gelen Mevlânâ’nın; “Gene gel, gene gel, her ne isen gene
gel; kâfirsen, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan bütün bunları bir kenara
bırak, gel. Bu bizim dergâhımız, eşiğimiz ümitsizlik eşiği değildir; Yüz kere
tövbeni bozmuş olsan da gene gel”[31] özdeyişi de bundan
farklı değildir. Benzer şekilde Yunus Emre’nin, “yetmiş iki millete bir gözle
bakma” veya “cümle yaratılmışa bir gözle bakma”[32] tavsiyesi de bu açıdan oldukça
önemlidir. Zira tüm bu veciz ifadeler, adı geçen gönül sultanlarının aynı
kaynaklardan beslendiklerinin en bariz bir göstergesidir. Dolayısıyla İslâm’ı
gerçek anlamda öğrenen ve yaşayan müminler, tüm insanlara karşı aynı duygularla
hareket ederler. Onların da Yüce Allah’ı tanımaları, O’na kulluk etmeleri,
cenneti hak etmeleri ve cehennemden kurtulmaları amacıyla üstün gayret
gösterirler.
İşte el-Harakânî, insanlığı İslâm ile tanıştırmak ve gönülleri
Allah ile buluşturmak için gece gündüz çalışıp çabalamıştır. Anadolu’nun
İslâmlaşması için bizzat fetih hareketlerine katılmış, İslâm’ı tebliğ görevinin[33] bilincinde bir mütefekkir
olarak karanlıklar içinde bocalayan insanları inkâr, isyan, fısk, şirk ve günah
bataklığından kurtarmak ve Yüce Allah’a giden aydınlık yolları[34] göstermek için
mücadele etmiştir.
el-Harakânî’nin İnsanlara Şefkati
el-Harakânî engin manalarla dolu bir sözünde şöyle söylemiştir:
“Hak Teala bana öyle bir fikir (sağlam ve sarsılmaz iman ve
teslimiyet sonucu ulaşılan engin bir hoşgörü ve empati yapabilme yeteneği)[35] verdi ki, O’nun bütün
mahlukatını onda gördüm (bu düşünce sayesinde artık tüm yaratılmışlara şefkat
ve merhamet hissi ile baktım); onda kalıp durdum; gece gündüz onun meşguliyeti
beni sardı, (bu fikirde iyice derinleştim ve bu) fikir (zamanla) basirete dönüştü;
(Daha sonra ise) küstahlık (Yüce Allah’a ve tüm insanlığa karşı aşırı derecede
adeta taparcasına bir sevgiye) ve muhabbete dönüştü; (Daha sonra) heybet ve
vakara dönüştü; o fikirle O’nun birliğini (çok daha iyi) kavradım ve öyle bir
mertebeye ulaştım ki (bu) fikir hikmete (Kur’ân ve Sünnet’ten doğru hükümler
çıkarma yönteminde derinleşmeye) dönüştü. (Sonra) dosdoğru yola (istikamet
üzere olma) ve halka şefkat (ve merhamet) haline dönüştü. (Bunun üzerine) O’nun
halkına (yarattığı tüm varlıklara) karşı kendimden daha şefkatlisini 35 görmedim.”
Görüldüğü üzere el-Harakânî, bu sözüyle insanlara gösterdiği
şefkat ve merhametin arkasında yatan temel ilkelere ve bu ilkelerin
birbirleriyle bağlantısına dikkat çekmektedir.
Şurası unutulmamalıdır ki el-Harakânî’nin yaşadığı bu engin manevî
tecrübeler her asırda tekrarlanabilir. Son ve mükemmel din olan İslâm’ı gerçek
anlamda özümseyen ve yaşayan bütün müminler, bu manevî mertebelere erişebilir
ve tüm insanlığı aynı duygularla kucaklayıp sevebilir. Bu nedenledir ki
el-Harakânî; “Varlıklara (insanlara ve tüm mahlûkata) karşı merhameti
olmayan kişi Allah sevgisini kalbinde taşıyamaz”[36] [37] derken yaratılanı Yaratandan
ötürü sevmeyi, kâinatta mevcut her varlığın Allah’ı tesbih ettiğini bilmeyi[38] ve onlara şefkatle
davranmayı dile getirmektedir. Nitekim âyetlerde de ifade edildiği üzere Allah
sevgisiyle dolu bir kalp[39] mahlûkatı sever ve hiçbir
kimseye zulmedemez. Zira Yüce Allah, kendisi için rahmeti ilke edinmiş[40] ve rahmetinin her şeyi
kuşattığını[41] haber vermiştir. Yüce Allah,
rahmet sahibi olup[42] rahmeti çok geniştir.[43] O, muhsinlere yani “kendisini
görüyormuşçasına ibadet edenlere ve yaptığı işi mükemmel yapanlara” rahmetinin
yakın olacağını[44] ve böyle kullarının
mükâfatlarını asla zayi etmeyeceğini[45] bildirmiştir. Dolayısıyla
kâmil bir mümin, “Merhamet etmeyene merhamet olunamayacağı”[46] ilkesini bilir ve bu prensibe
göre davranışlarını şekillendirir.
İşte el-Harakânî, Yüce Allah’ın bu engin rahmetini kavramış biri
olarak mahlûkata karşı şefkatle davranmış ve çevresindekilere de bu yönde
telkin ve tavsiyelerde bulunmuştur. Nitekim o, bir sözüne bunu şu şekilde ifade
etmiştir:
“Keşke bütün halkın
(insanların) yerine ben ölseydim de halkın ölüm acısını tatması gerekmeseydi.
Keşke bütün halkın hesabını (Allah) benden sorsaydı da halkın kıyamette hesap
vermesi gerekmeseydi. Keşke bütün halkın cezasını (Allah) bana çektirseydi de
insanların cehennemi görmeleri gerekmeseydi.”[47] Yine o şöyle demiştir: “Türkistan’dan
Şam kapısına kadar birinin parmağına bir diken batarsa, o diken benim parmağıma
batmıştır. Aynı şekilde Türkistan ’dan Şam ’a kadar birinin ayağı bir taşa
çarparsa, onun acısı benim acımdır; eğer bir kalpte hüzün olsa, o kalp
benim kalbimdir.” [48]
el-Harakânî, bu özlü ifadeleri kullanırken ulaştığı aşkın
dereceleri ve tamamen içselleştirdiği “kendisini başkasının yerine koyabilme/empati
yapabilme” erdemini dışa yansıtmaktadır. O, farklı dilden, dinden, ırktan ve
mezhepten insanlar için böyle bir endişe taşıdığını göstermekte, onların
acılarını paylaştığını ifade etmekte, engin bir merhamet ve şefkat hissiyle bu
sözleri söylemektedir. Nitekim Yüce Allah’ın görevlendirdiği tüm peygamberlerin
de aynı şekilde insanlığa derin bir sevgi, şefkat ve merhamet[49] [50] besledikleri bilinmektedir.
Dolayısıyla peygamberlerle aynı yolu takip eden müttakîlere önder bu gibi
mümtaz şahsiyetlerin de benzer duygu ve düşüncede olmaları, beslendikleri
kaynağın aynı olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
el-Harakânî, tüm insanlara ve evrendeki diğer canlılara merhameti
olmayanın Allah sevgisini kalbinde taşıyamayacağına inananlardandır. Onun manevî
mürşidlerinden Cüneyd-i Bağdâdî de; "Sufî toprak gibidir; ona her türlü pislik
atılır, ondan ise ancak güzellikler çıkar. Bulut gibidir, her şeyi gölgeler.
Yağmur damlası gibidir, her şeyi sular ”44 derken gerçek
bir civanmerdin tüm insanları ve mahlûkâtı sevmesi, şefkat göstermesi ve onları
koruma noktasında çok duyarlı olması gerektiğine işaret etmektedir. Bu
nedenledir ki, Cüneyd-i Bağdâdî ile aynı yolu takip eden el-Harakânî de,
yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven bir kimsenin Cenâb-ı Hakk’a daha yakın
olacağını ve fenâ mertebesine çok daha çabuk ulaşacağını ifade etmiştir.
el-Harakânî’nin İnsanlara Merhameti
el-Harakânî, talebelerine insanlara karşı merhametli olmalarını
tavsiye ederken gerçek Allah dostlarının[51] kimseye yük olmayacağını ve
kalplerinin daima Allah aşkı ile yanacağını şöyle ifade etmiştir:
“Her kim beni dost bilirse Hakk’ı sevmiş olur. Her kim Hakk’ı
severse civanmertlerin (eğitim öğretim amaçlı) sohbetine aralıksız devam eder.
Her kim civanmertlerin sohbetine devam ederse Hakk’ın sohbetine devam etmiş
olur, (zira bu dergâhta bulunanlar Yüce Allah’ı tanırlar, O’nu bütün
kalpleriyle severler ve tüm dünyaya O’nun adını duyurma bilincine ulaşırlar.
Onların tek amaçları vardır; o da Hakk’ın rızasını kazanmaktır.)”[52]
Görüldüğü üzere el-Harakânî, bu sözüyle kendi kalbinin nasıl Allah
sevgisi ile dolu olduğunu, insanların Hakkı bulmaları ve hidayete ermeleri için
çok uğraştığını ve onlara karşı ne denli büyük bir şefkat ve merhamet beslediğini
ortaya koymaktadır.
el-Harakânî’ye göre kâmil bir müminin amacı, Allah ve Rasûlü’nü
tanımak, onları sevmek ve itaat etmek, İslâm’ı tüm dünyaya duyurma gayreti
içinde olmaktır.[53] Bunun bilincinde olan el-
Harakânî, çevresine sürekli bu mesajı vermiş ve bu düşünceyi benimseyen insan-ı
kâmil yetiştirmek için uğraşmıştır. Bu nedenledir ki onun insanlık anlayışında
egoizm yoktur; herkese merhametle muamele vardır. Zira onun amacı tüm insanlığa
hizmet etmektir.[54] Nitekim o, bunu şu
sözüyle ortaya koymuştur: “Âlim sabah kalkar ve ilmini artırmak için
çabalar. Zâhid ise zühdünü artırma derdindedir. Ama Ebu’l-Hasan ise bir (insan)
kardeşinin gönlüne yücelik (İslâm’ı) ulaştırma (tebliğ ve temsil) derdindedir.”[55]
el-Harakânî’nin bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere onun tek
gayesi, Hz. Muhammed ve Sahâbe’nin yaptığı gibi İslâm’ı en güzel şekilde tüm
insanlığa duyurmaktır.[56] O, canıyla ve malıyla bu yolda
olduğunu göstermiş bir İslâm âlimidir. Nitekim el-Harakânî, bunu şu sözüyle
ifade etmiştir:
“Müminlerin organlarından (herhangi) birinin aralıksız Yüce Allah
(O’nun emir ve tavsiyeleri) ile meşgul olması gerekir. Ya O’nu kalbiyle anmalı
ya da diliyle O’nu zikretmelidir. Ya gözle O’nun görmek istediğini görmeli, ya
eliyle cömertlik yapmalı ya da ayağıyla insanları ziyaret etmelidir. (Yani, tüm
insanların dert ve problemlerini dinlemeli, çözüm önerileri geliştirmeli, her
konuda onlara yardım elini uzatmalı, karşılık beklemeden hizmet etmeli, daha
sonra da onlara İslâm’ı anlatmalı ve Allah’ı tanıtmalıdır.) Veya başıyla
(aklıyla, fikir ve düşünceleriyle) inananlara hizmette bulunmalıdır. Veyahut
kesin bir inanç ile (elinden başka bir şey gelmiyorsa kabul olunacağına içten
inanarak) Allah’a dua etmelidir. Ya da aklından (zihin ve düşünce dünyasında)
marifete ulaşmaya (tefekküre devam edip Allah’a yakın olmaya, fenâ mertebesine
vasıl olmaya) çalışmalı veya her işinde ihlaslı olmalıdır. Ya da kıyâmet
gününün çetin geçeceği konusunda tüm insanları uyarmalı (en güzel metot ile
emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker yapmalı)dır. Böyle bir kimsenin
(yeniden diriliş gününde) kabirden başını kaldırır kaldırmaz kefenini sürte
sürte cennete gireceğine ben kefilim.”[57]
el-Harakânî, “çokluk içinde birlik” ilkesini Kur’ân-ı Kerim ve
Sahih Sünnet’ten alarak etrafındakilere tavsiye etmiş, Hz. Muhammed salla'llâhü
aleyhi ve sellem’in “Medine Şehir Devleti”ni
kurduğunda yaptığı gibi,[58] o da yaşadığı dönemde farklı
inanç ve görüşten insanların bir arada, barış ve huzur içinde yaşamaları için[59] elinden geleni yapmıştır. Bu
nedenledir ki, söz konusu ilke üzerinde Selçuklu medeniyeti inşa edilmiş,[60] Osmanlı Devleti de aynı şaşmaz
ilke sayesinde asırlarca geniş bir coğrafyada farklı dil, din ve ırktan insanı
barış ve huzur içinde yaşatma becerisini göstermiştir.
el-Harakânî’nin başkalarının inanç ve düşünce özgürlüğüne saygı
gösterilmesi tavsiyesi, onun kendi inanç ve kanaatlerine bağlı olmadığı veya
bütün inanç ve düşünceler karşısında kayıtsız kaldığı anlamına gelmemektedir.
Zira onun insan sevgisi ve hoşgörü anlayışı, fikrî manada bir başıboşluk
olmadığı gibi şahsiyetten de fedakârlık değildir. Kısaca onun hoşgörü anlayışı,
“insanları kendi konumlarında oldukları gibi kabul etmek”tir.[61] Bu anlayış, sadece bir dinin
farklı mezhep ve grupları için değil, farklı dinler için de geçerlidir. Çünkü
el-Harakânî, tüm insanlara ulaşmayı ve onların gönüllerini fethetmeyi
hedeflemektedir.[62] Onun çağrısı, kendi şahsına
değil en son gönderilen İslâm’adır.[63] O, tüm insanlığın Yüce Allah’ı
bilmesini ve tanımasını istemektedir.[64] Nitekim el-Harakânî gibi
İslâm’ı gerçek anlamda içselleştirmiş hakikî Allah dostlarının gösterdiği
yoldan gitmek insanı Hakk’a yaklaştırır; Allah ve Rasûlü’nü tanımayı
kolaylaştırır; insanlarda Allah’a karşı sorumluluk bilincini derinleştirir. Tüm
bunları başaran bir müminin gönlü ise zaten mahlûkata karşı sevgi ve merhametle
dolup taşar.
el-Harakânî gibi şahsiyetleri manevî anlamda besleyen Kur’ân ve
Sünnet doğru bir şekilde anlaşıldığında, İslâm medeniyetinin yeniden güçlü bir
şekilde tarih sahnesindeki yerini alması söz konusu olabilir. Dolayısıyla
el-Harakânî’yi değerli ve vazgeçilmez yapan şey, onu yönlendiren ve ona
kılavuzluk eden Kur’ân-ı Kerim ve Sahih Sünnet’tir, denilebilir.
el-Harakânî’deki engin hoşgörüden bahsedip, onun bu iki temel
kaynağa vurgusunu ve onlardan aldığı evrensel ilkeleri göz ardı etmek büyük bir
eksiklik olarak değerlendirilebilir. Bu itibarla, her çağda böyle adanmış gönül
erlerinin yetiştirilebilmesi için öncelikle bu iki kaynağın doğru anlaşılması,
yorumlanması ve hayata aktarılması gerektiği ifade edilebilir. Nitekim
el-Harakânî, İslâm’ın iki temel kaynağının emir ve yasaklarını iyi bilmesi ve
Sahâbe’nin yolundan gitmesi nedeniyle yaşadığı dönemin olaylarını doğru analiz
etmiş, kendisiyle görüşmeye gelen devlet adamlarına ve yöneticilere nasihatler
etmiş ve hedeflerini çok büyük tutmalarını onlardan istemiştir. Kendisi ise
dünyevî herhangi bir beklenti içinde olmaksızın müminlerin gönüllerini Allah
sevgisi ile doldurma gayreti içinde olmuştur. el-Harakânî, tefekkürün,[65] güzel ahlâkın, erdemin,
dürüstlüğün, irfanın, adâletin, şefkatin ve merhametin önemini çok iyi kavrayan
civanmertler[66] yetiştirmekle meşgul olmuş,
gerektiğinde siyâsî otoritenin aldığı karara uyarak gönülleri İslâm ile
buluşturma harekâtına katılmış ve bu uğurda savaşırken şehadet rütbesine
erişmiştir.
Şurası özellikle belirtilmelidir ki el-Harakânî, Kur’ân-ı Kerim[67] ve Sünnet’i[68] çok iyi bilmekte ve hayatının
her anında bu iki kaynağı[69] kendisine referans almaktadır.
Nitekim o şöyle söylemiştir: “Kur’ân, kulun Allah ’ı aradığı her vesileden
daha üstündür. Öyleyse Allah ’ı sadece Kur’ân’la ara!”[70] “Allah kelamındaki zevki
(manalarındaki inceliği ve derinliği) tatmadan bu dünyadan giden hiçbir şeyden
nasibini almamıştır.”[71] Onun bu sözleri, Kur’ân’a
verdiği önemi ve değeri göstermektedir.
Aynı şekilde el-Harakânî’nin şu sözleri de Hz. Muhammed’e
bağlılığının ve Sünnet’i rehber edindiğinin bir delili olarak gösterilebilir:
“Allah ’ın bana ihsan ettiği şu makama yeryüzündeki halk için de,
göklerdeki melekler için de yol yoktur. Eğer bu makamda Muhammed Mustafa’nın Şeriatından başka bir şey görecek olsam derhal
gerisin geri dönerim. Çünkü ben başkomutanı (önderilideri) Muhammed olmayan bir
kervanda bulunmam!”[72] “İlâhî! Her koşulda Senin ve Rasûlü
’nün bendesi (kulu, kölesi ve esiriyim), halkının (tüm insanların)
hizmetçisiyim!”[73]
Ondan iki asır sonra yaşayan Mevlânâ da tıpkı onun gibi Kur’ân ve
Sünnet’i çok iyi bilmekte ve bunu şu sözüyle ortaya koymaktadır: “Ben
yaşadıkça Kur’ân’ın bendesiyim. Hz. Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum. Biri
benden bundan başkasını naklederse, ondan da o sözden de şikâyetçiyim!”[74] Görüldüğü üzere tüm bu
gönül dostları, aynı kaynaklardan beslenerek yüksek manevî derecelere ulaşmış,
asırlar sonra gelerek kendilerini yanlış tanıtması muhtemel bazı kimseleri bu
şekilde uyarmışlardır.
el-Harakânî; “Fütüvvet ehli (gerçek civanmertler, müttakî
kullar) cennete giden yolda değil, Allah’a giden (O’nun mağfiretini ve rızasını
kazanmayı her şeyden önemli ve öncelikli gören kimselerin gittiği) yoldadır”[75] diyerek önemli olanın
cennet arzusu ya da cehennem korkusu olmadığını, Yüce Allah’ın rızası,
bağışlaması ve hoşnutluğu olduğunu[76] dile getirmiş ve evrensel
ilkeleri içinde barındıran Kur’ân’ı rehber[77] edindiğini bir kez daha
göstermiştir.
Eserlerinden ve kendisinden nakledilen sözlerden anlaşıldığına
göre el-Harakânî, içinde yaşadığı toplumu bu tür veciz sözleriyle ve
uygulamalarıyla irşad etmiştir. el-Harakânî, Allah’ı gönülden seven bir
mürşid-i kâmil olarak insanların alkışına, takdirine, övgüsüne değil sadece
Rabbin rızasına bakmıştır. Böylece Kur’ân’ı ne kadar doğru anladığını bir kez
daha göstermiş ve dünyanın geçici güzelliklerine itibar etmemiştir. Dergâhında
yetişen binlerce civanmert de onun gösterdiği yoldan gitmiş ve Kur’ân’da
özellikleri anlatılan hakikî birer Allah dostu[78] olmaya çalışmışlardır.
Bu tebliğde ortaya konulan bilgi ve delillerden de anlaşılacağı
üzere Ebu’l-Hasan el-Harakânî, büyük bir Türk-İslâm âlim ve mutasavvıfıdır. O,
yaşadığı dönemdeki İslâm âlimlerinden dersler almış, İslâmî ilimleri tedris
etmiş, hayatı boyunca İslâm’ı anlatmaya ve yaşamaya özen göstermiş bir
bilgedir. Onu manevî anlamda besleyen, yönlendiren ve kılavuzluk eden Kur’ân-ı
Kerim ve Sahih Sünnet’in şaşmaz ilkeleridir.
el-Harakânî’nin sözleri incelendiğinde Kur’ân ve Sünnet’i çok iyi
bildiği ve tasavvufî konularda derinleşmiş tahkik ehli bir sûfî olduğu
anlaşılmaktadır. el-Harakânî, kendisinden önce yaşamış büyük sûfîlerin
fikirlerinin önde gelen varisi ve takipçisi olmuş, varlığın gayesini insana
hizmet olarak görmüş ve bunun da “insanın eğitilmesi hizmeti” olduğuna
özellikle vurgu yapmıştır. Onun düşüncesine göre bir insan, yaşam boyu
öğrenmeden yana olmalı ve öğrendiklerini de hayatında uygulamalıdır. Bu
itibarla, el-Harakânî’nin öğretisinde bulunan sevgi, şefkat, merhamet ve
hoşgörüye işaret edilip, onun beslendiği kaynaklardan aldığı ilham ve ilkelerin
göz ardı edilmesi büyük bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla
her çağda böyle örnek ve önder müminlerin yetiştirilebilmesi için söz konusu
kaynakların doğru şekilde anlaşılması, yorumlanması, hayata aktarılması ve
model bir İslâm toplumunun inşa edilmesi gerekir.
el-Harakânî, öğrencilerini dinî, insanî ve ahlâkî konularda
yetiştirirken Hz. Peygamber’in “Ashâb-ı Suffe” ile yaptığının benzerini yapmış,
sürekli talebelerinin eğitimiyle ilgilenmiş ve hocalarından öğrendiklerini
civanmertlerine aktarmıştır. Bu yüzden de eser yazmaktan ziyade, gönül adamı
insan-ı kâmil yetiştirmeye daha fazla zaman ayırmıştır. el-Harakânî,
civanmertlerini yetiştirirken onlara daima büyük hedefler göstermiş, ufuk açıcı
sözler söylemiş ve yaşantısıyla onlara iyi bir rol model olmuştur.
el-Harakânî, toplumdan hiçbir zaman kopmamış, bir köşeye çekilip
sırf ibadetle meşgul olmamış, dini, ırkı, rengi ve mezhebi ne olursa olsun tüm
insanların sorunlarıyla ilgilenmeyi kendine bir vazife bilmiştir. el-Harakânî,
ömrü boyunca insanların Yüce Allah’ı tanımaları, O’nu bütün kalpleriyle
sevmeleri ve O’ndan başkasına kulluk etmemeleri için uğraşmıştır. Onun
düşüncesine göre, her mümin Yüce Allah’a büyük bir aşk ve sevdayla bağlanmalı,
gönlünde İslâm’a ve tüm insanlığa hizmet ideali bulunmalıdır.
el-Harakânî, yaklaşık on asır evvel Hz. Peygamber ve Sahâbe’nin
yolunu takip ederek dergâhında yetiştirdiği talebelerinin gönüllerini iman,
ilâhî aşk, şefkat, merhamet ve hoşgörü ile doldurmuştur. O ve takipçileri,
“Horasan erenleri” diye bilinen kâmil insanların yetişmesinde öncü rol
üstlenmişlerdir. Nitekim el-Harakânî, Yusuf Hemedânî (ö. 535/1140), Ahmet Yesevî
(ö. 562/1166), Hacı Bektâşi Velî (ö. 670/1271) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö.
833/1429) başta olmak üzere pek çok gönül sultanına ilim ve irfan noktasında
kaynaklık etmiş ve düşünceleriyle onları etkilemiştir.
İslâm’ın tüm dünyaya doğru bir şekilde tanıtılabilmesi için böyle
yol ve ufuk gösteren gerçek İslâm düşünürlerine her dönemde ihtiyaç vardır. Bu
itibarla, muasır milletlerle yarışmak, her alanda onları geçmek ve tüm dünyaya
örnek olacak davranışlar sergilemek isteyen müminlere düşen görev; el-Harakânî
gibi şahsiyetlerin Kur’ân ve Sünnet’ten ilham alarak geliştirdikleri evrensel
öğretiden dersler almak, bunları tüm dünyaya duyurmak ve model bir İslâm
toplumu inşa etme projesinde yer almaktır.
Sonuç olarak, İslâm’ı gönülden özümseyen el-Harakânî, sadece Anadolu
ve Balkanlar’ın değil, aynı zamanda Hindistan bölgesinin de İslâmlaşma sürecine
engin düşünce ve fikirleriyle katkı sağlamış, İslâm’ı temsil, tebliğ ve
yeryüzünde adaleti tesis etme görevinin farkında olmuş ve dünyevî makam ve
mevkilere itibar etmemiştir. el-Harakânî, asırlar önce yaşamış olmasına rağmen
geride bıraktığı hikmet dolu sözleriyle, yetiştirdiği talebeleriyle ve
gerçekleştirdiği müspet ve etkileyici faaliyetleriyle hâlâ günümüze ışık
tutmaya devam etmektedir.
Abdulbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l
Kur’âni’l-Kerim, Çağrı Yay., İstanbul, 1986.
Algar, Hamid, “Nakşibendiyye”, DİA, İstanbul, 2006, XXXII,
335342.
Attâr, Ferîdüddîn, Evliya Tezkireleri, Çev.: Süleyman
Uludağ, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2007.
Aydın, Mehmet Akif, “Anayasa”, DİA, İstanbul, 1991, III,
153-163.
Bolay, Süleyman Hayri, “Yetmiş İki Millete Bir Gözle Bakılabilir
mi?”, Kur’ân’da Evrensel Hoşgörü, Nesil Basım Yay., İstanbul, 1997.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, (ö. 256/870), Sahîhu’l-
Buhârî, (I-VIII), Çağrı Yay., İstanbul, 1992.
Çiftçi, Hasan, “Mevlânâ İle Şems-i Tebrîzî’ye Göre Ebu’l-Hasan-i
Harakânî”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, (Mevlânâ Özel
Sayısı), Ankara, 2005, Yıl, 6, Sayı: 14, (s. 565590).
Çiftçi, Hasan, Şeyh Ebü’l-Hasan-i Harakânî, (Hayatı, Çevresi,
Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri) Nûru’l-‘Ulûm ve Münâcât’ı
(Çeviri-Açıklama-Metin), Şehit Ebü’l-Hasan Harakânî Derneği Yay., Ankara,
2004.
Çiftçi, Hasan, “Şeyh Harakânî İle Şeyh Bâyezîd Arasındaki
İlginç Manevî İlişki”, Şarkiyât Araştırmaları Dergisi, 2003, C. 3, Sayı:
11, (s. 22-40).
Ebu’l-Hasan Harakânî, Nûru’l-Ulûm ve Münâcât’ı, (Çeviri-
Açıklama-Metin), Haz.: Hasan Çiftçi, Şehit
Ebü’l-Hasan Harakânî Derneği Yay., Ankara, 2004.
Ebu’l-Hasan Harakânî, Nûru’l-Ulûm, Haz.: Şenol Kantarcı,
Ankara, 1997.
Esed, Muhammed, (ö. 1413/1992), Kur’ân Mesajı Meal-Tefsir,
Çev.: Cahit Koytak/Ahmet Ertürk, İşaret Yay., İstanbul, 2000.
Güneş, Ahmet, “Medine Vesikasının İslâm Hukuku Açısından Kaynak Değeri”,
EKEV Akademi Dergisi -Sosyal Bilimler-, 2008, C. 12, Sayı: 34, (s.
211-222).
Güneş, Ahmet, “Medine Vesikası ve Ehl-i Kitab”, Kur’ân-ı
Kerim’de Ehl-i Kitab -Tartışmalı İlmî Toplantı- İstanbul, 2007,
(s. 243-254).
Gürer, Dilaver, “Şiblî, Ebû Bekir”, DİA, İstanbul, 2010,
XXXIX, 125126.
Hakîkat, Abdurrefî’, Tarîh-i İrfân ve Ârifân-i Îrân, İntişârât-i
Kumiş, Tahran, 1372 hş.
Hamevî, Yâkût b. Abdillah, (ö. 626/1229), Mu’cemu’l-Buldân,
(I-II), Beyrut, 1977.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, Çev.: Salih Tuğ,
Yeni Şafak, Ankara, 2003.
Hücvîrî, Ali b. Osman Cüllâbî, (ö. 465/1072), Keşfu'l-Mahcûb,
Hakikat Bilgisi, Haz.: Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., İstanbul, 1982.
Karabulut, Ali Rıza, İstanbul ve Anadolu Kütüphanelerinde
Mevcut El Yazması Eserler Ansiklopedisi, Akabe Kitabevi, Kayseri, ts.
Mevlânâ, Celâleddin Rûmî, Dîvân-ı Kebîr, Haz.:
Abdülbâkî
Gölpınarlı, Ankara, 1992,
Mevlânâ, Celâleddin Rûmî, Rubâîler, Trc.: Abdülbâkî
Gölpınarlı, Ankara, 1982.
Minovi, Müctebâ, Ahvâl-i ve Akvâl-i Şeyh Ebu’l-Hasan Harakânî,
Kitâbhâne-i Tahûrî, Tahran, 1372 hş.
Muhammed b. Münevver, (ö. 574/1178), el-Esrâru’t-Tevhîd
fî
Makâmâti’ş-Şeyh Ebi’s-Saîd, Nşr.: Muhammed Rızâ Şefi’i-yi
Kedkenî, (I-II), Müessese-i İntişârât-i Âgâh, Tahran, 1339-1345 hş.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, (ö. 261/875), Sahîhu Müslim,
(I- III), Thk.: Muhammed Fuad Abdulbâkî, Çağrı Yay., İstanbul, 1992.
Okudan, Rifat, “Ebû Bekir Şiblî: Hayatı ve Tasavvuf Tarihindeki
Yeri”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Dergisi, Yıl, 8 (2007), Sayı: 19, (s.
211-234).
Okuyan, Mehmet, “Necmeddîn-i Dâye”, DİA, İstanbul, 2006,
XXXII, 496-497.
Önder, Mehmet, “Bir İddiaya Cevap: Yine Gel, Yine Gel... Rubâîsi
Mevlânâ’nındır”, I. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi, Konya, 1998, (s.
117-120).
Öngören, Reşat, “Tasavvuf”, DİA, İstanbul, 2011, XL, 124.
Schimmel, Annemarie, İslâmın Mistik Boyutları, Çev.: Orhan
Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001.
Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin İlim Anlayışı”, JASSS,
International Journal of Social Science, Fransa, May 2013, Volume 6 Issue
5, (p. 1049-1083).
Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'de Kur'an Kültürünün
Yansımaları”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Ankara Turkey, Volume 8/6
Spring 2013, (p. 641-664).
Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin Sünnet
Anlayışı”, Hikmet Yurdu, Yıl: 7, C: 7, Sayı: 13, Ocak-Haziran 2014/1,
(s. 101-126).
Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin Sünnete
Bağlılığı ve Hadis Anlayışı”, JASSS, International Journal of Social
Science, Fransa, October 2013, Volume 6 Issue 8, (p. 551-588).
Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin Tefekkür
Anlayışı”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Ankara, Turkey, Volume 8/8
Summer 2013, (p. 2053-2071).
Seyhan, Ahmet Emin, “Şehit Ebu’l-Hasan el-Harakânî’den Sarıkamış
Şehitlerine İslâm’ın Cihat Ruhu”, Yayınlanmamış ilmî makale, (s. 1-25).
Sühreverdî, Şihâbuddin, Avârifü’l-Meârif, (Tasavvufun
Hakikatleri), Çev.: Abdulvehhâb Öztürk, Saadet Yay., İstanbul, 2010.
Şahinoğlu, M. Nazif, “Ferîdüddin Attâr”, DİA, İstanbul,
1991, IV, 9598.
Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı, MEB Yay., Ankara, 2005.
Tirmizî, Muhammed b. İsâ, (ö. 279/892), el-Câmiu’s-Sahîh,
(I-IV), Çağrı Yay., İstanbul, 1992.
Uludağ, Süleyman, “Bâyezîd-i Bistâmî”, DİA, İstanbul, 1992,
V, 240.
Uludağ, Süleyman, “Cüneyd-i Bağdâdî”, DİA, İstanbul,
1993, XIII, 120.
Uludağ, Süleyman, “Harakânî”, DİA, İstanbul, 1997, XVI, 93.
Uludağ, Süleyman-Bayburtlugil, Nurettin, “Aynülkudât el-
Hemedânî”, DİA, İstanbul, 1991, IV, 280-282.
Yazıcı, Tahsin-Uludağ, Süleyman, “Herevî Hâce Abdullah”, DİA, İstanbul,
1998, XVII, 222-226.
Yazıcı, Tahsin, “Ebû Saîd Ebü’l-Hayr”, DİA, İstanbul, 1994,
X, 220222.
Yazoğlu, Ruhattin, “Ebu’l-Hasan Harakânî’de Hoşgörü ve İnsan
Sevgisi”, KAÜİFD, Kars, 2014, Sayı: 1, (s. 1-10).
Yılmaz, Hasan Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar,
Ensâr Neşriyat, İstanbul, 2000.
Yunus Emre, Dîvân, Dersaadet, 1327.
[2] el-Hamevî, Yâkût b. Abdillah, Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut,
1977, II, 360; Minovi, Müctebâ, Ahvâl-i ve Akvâl-i Şeyh Ebu’l-Hasan Harakânî,
Kitâbhâne-i Tahûrî, Tahran, 1372 hş, s. 10-185; Karabulut, Ali Rıza, İstanbul
ve Anadolu Kütüphanelerinde Mevcut El Yazması Eserler Ansiklopedisi, Akabe
Kitabevi, Kayseri, ts., II, 912-913; Uludağ, Süleyman, “Harakânî”, DİA, İstanbul,
1997, XVI, 94.
[3] Schimmel, Annemarie, İslâmın Mistik Boyutları, (Çev.:
Orhan Kocabıyık), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001, s. 100; Çiftçi, Hasan, Şeyh
Ebü’l-Hasan-i Harakânî, (Hayatı, Çevresi, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri)
Nûru’l-‘Ulûm ve Münâcât’ı (Çeviri-Açıklama- Metin), Şehit Ebu’l-Hasan
Harakânî Derneği Yay., Ankara, 2004, s. 29, 32-33, 49.
[4] Çiftçi, a.g.e., s. 75.
[5] Muhammed b. Münevver, el-Esrâru’t-Tevhîd fî Makâmâti’ş-Şeyh
Ebi’s-Saîd, Nşr.: Muhammed Rızâ Şefi’i-yi Kedkenî, Müessese-i İntişârât-i
Âgâh, Tahran, 1339-1345 hş. I, 49- 50’den naklen Çiftçi, a.g.e., s. 77-78,
98-99. Kelâmî konuları hocaları ile tartıştıkları diğer örnekler için bkz.
Attâr, Ferîdüddîn, Evliya Tezkireleri, Çev.: Süleyman Uludağ, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 627, 633.
[6] el-Harakânî’nin Bâyezîd’i her konuda kendisine örnek aldığı ve
onu geçmek için uğraştığıyla ilgili değerlendirmeler için bkz. Seyhan, Ahmet
Emin, “Ebu'l-Hasan el- Harakânî'nin İlim Anlayışı”, JASSS, International
Journal of Social Science, Fransa, May 2013, Volume 6 Issue 5, s.
1056-1060. Her ikisi arasındaki manevî ilişkiden bahseden bir başka çalışma
için bkz. Çiftçi, Hasan, “Şeyh Harakânî İle Şeyh Bâyezîd Arasındaki İlginç
Manevî İlişki”, Şarkiyât Araştırmaları Dergisi, 2003, C. 3, Sayı: 11, s.
29-35.
[7] Attâr, a.g.e., s. 612.
[8] el-Harakânî ve Bâyezîd’in bazı ortak fikirleri ile ilgili
bilgiler için bkz. Çiftçi, a.g.e., s. 154169.
[9] Bâyezîd hakkında bilgi için bkz. Uludağ, Süleyman, “Bâyezîd-i
Bistâmî”, DİA, İstanbul, 1992, V, 240.
[10] Cüneyd-i Bağdâdî, Bâyezîd’i tanıtırken; “Bâyezîd-i Bistâmî’nin
sûfîler arasındaki rolü, Cebrâil’in melekler arasındaki rolüne benzerdi”
demektedir. Bkz. Uludağ, Süleyman, “Cüneyd-i Bağdâdî”, DİA, İstanbul,
1993, XIII, 120. Max Horten ve Richard Hartman gibi şarkiyatçılar, İbrahim b.
Edhem (ö. 161/777), Şakik Belhî (ö. 194/809) ve Bâyezîd gibi sûfîlerin Türk
asıllı olduklarını söylemektedir. Ayrıntılar için bkz. Öngören, Reşat,
“Tasavvuf”, DİA, İstanbul, 2011, XL, 124.
[11] Ebû Bekir eş-Şiblî’nin, Cüneyd-i Bağdâdî’nin yetiştirdiği büyük
bir Türk-İslâm âlimi ve mutasavvıfı olduğuyla alakalı bir çalışma için bkz.
Okudan, Rifat, “Ebû Bekir Şiblî: Hayatı ve Tasavvuf Tarihindeki Yeri”, Tasavvuf
İlmî ve Akademik Dergisi, Yıl, 8 (2007), Sayı: 19, s. 211, 225, 234. Ayrıca
Şiblî’nin Türk asıllı olduğu, kendisini çok iyi yetiştirdiği ve tasavvufî eğitimini
Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanında tamamladığı ile ilgili bkz. Gürer, Dilaver,
“Şiblî, Ebû Bekir”, DİA, İstanbul, 2010, XXXIX, 125-126.
[12] el-Harakânî’nin şu sözü mezkûr İslâm âlimlerine verdiği değeri
göstermektedir. Bir gün kendisine semâ (raks) hakkında sorulmuş o da şu cevabı
vermiştir: “Semâ, yere ayağını vurunca yerin en dibine kadar (uzanan, yeri
titreten ve oradan ses getiren) ve kolunu kaldırınca Arş’a kadar gören (Yüce
Allah’ı tüm ruhunda hisseden) erin (gerçek Allah dostunun/müttakînin) işidir;
bunun dışında olan semâ, Bâyezîd, Cüneyd ve Şiblî’nin şerefini düşürür!”
Bkz. Ebu’l-Hasan Harakânî, Nûru’l-Ulûm, Haz.: Şenol Kantarcı, Ankara,
1997, s. 81; Şeyh Ebu’l-Hasan Harakânî, Nûru’l-Ulûm ve Münâcât’ı, (Çeviri-Açıklama-Metin),
Haz.: Hasan Çiftçi, Şehit Ebü’l-Hasan Harakânî Derneği Yay., Ankara, 2004, s.
226.
[13] Ebû Saîd, Bâyezîd ve Hallâc-ı Mansûr tarzı bir tasavvuf
anlayışına sahip olup, inancı sağlam bir âlim ve sûfîdir. Ayrıca o Mevlânâ gibi
semaı çok sevmektedir. Onun hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yazıcı, Tahsin,
“Ebû Saîd Ebü’l-Hayr”, DİA, İstanbul, 1994, X, 220222.
[14] Yazıcı, Tahsin-Uludağ, Süleyman, “Herevî Hâce Abdullah”, DİA, İstanbul,
1998, XVII, 222-226; Çiftçi, a.g.e., s. 100-108.
[15] Yılmaz, Hasan Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar,
Ensâr Neşriyat, İstanbul, 2000, s. 123-124.
[16] Çiftçi, a.g.e., s. 75.
[17] Çiftçi, a.g.e., s. 76.
[18] Hakîkat, Abdurrefî’, Tarîh-i İrfân ve Ârifân-i Îrân, İntişârât-i
Kumiş, Tahran, 1372 hş., s. 379’den naklen bkz. Çiftçi, a.g.e., s. 17, 106.
Ayrıca bkz. Yazıcı, T., Uludağ, S., “Herevî, Hâce Abdullah”, XVII, 223.
[19] Hücvîrî, Ali b. Osman Cüllâbî, Keşfu'l-Mahcûb,
Hakikat Bilgisi, Haz.: Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., İstanbul, 1982, s.
268. Ayrıca bkz. Attâr, a.g.e., s. 597.
[20] Çiftçi, a.g.e., s. 27.
[21] Bu tarikat hakkında bilgi için bkz. Algar, Hamid, “Nakşibendiyye”,
DİA, İstanbul, 2006, XXXII, 335-342.
[22] Bu mutasavvıf hakkında bilgi için bkz. Uludağ,
Süleyman-Bayburtlugil, Nurettin, “Aynülkudât el-Hemedânî”, DİA, İstanbul,
1991, IV, 280-282.
[23] Bu mutasavvıf hakkında bilgi için bkz. Şahinoğlu, M. Nazif,
“Ferîdüddin Attâr”, DİA, İstanbul, 1991, IV, 95-98.
[24] Bu mutasavvıf hakkında bilgi için
bkz. Okuyan, Mehmet, “Necmeddîn-i Dâye”, DİA, İstanbul, 2006, XXXII,
496-497.
[25] Uludağ, “Harakânî”, XVI, 94.
[26] Bkz. Çiftçi, Hasan, “Mevlânâ İle Şems-i Tebrîzî’ye Göre Ebu’l-Hasan-i
Harakânî”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, (Mevlânâ Özel
Sayısı), Ankara, 2005, Yıl, 6, Sayı: 14, s. 565-590.
[27] Çiftçi, a.g.e., s. 96.
[28] Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı, MEB Yay., Ankara, 2005,
II, 43, 102.
[29] Hoşgörü, kendi dışımızdaki kişilerle birlikte onları
utandırmadan, rencide etmeden, sabır, anlayış ve sevgi ile yaklaşarak beraberce
yaşamaktır. Bkz. Bolay, Süleyman Hayri, “Yetmiş İki Millete Bir Gözle
Bakılabilir mi?”, Kur’ân’da Evrensel Hoşgörü, Nesil Basım Yay.,
İstanbul, 1997, s. 143.
[30] Çiftçi, a.g.e., s. 21.
[31] Mevlânâ, Celâleddin Rûmî, Rubâîler, Trc.: Abdülbâkî
Gölpınarlı, Ankara, 1982, s. 23. Bu rubâînin Mevlânâ’ya değil de Ebû Saîd
Ebu’l-Hayr’a ait olduğu iddiasına verilen cevapla ilgili bkz. Önder, Mehmet,
“Bir İddiaya Cevap: Yine Gel, Yine Gel... Rubâîsi Mevlânâ’nındır”, I.
Milletlerarası Mevlânâ Kongresi, Konya, 1998, s. 117-120.
[32] Yunus Emre, Dîvân,
Dersaadet, 1327, s. 66.
[33] el-Hac, 22/78; el-Ankebût, 29/6;
el-Âl-i İmrân, 3/142, 200; en-Nisâ, 4/84.
[34] el-Bakara, 2/257; el-Mâide, 5/16;
İbrâhim, 14/1; el-Ahzâb, 33/43; el-Hadîd, 57/9; et-Talâk, 65/11.
[35] Bu tebliğde el-Harakânî’ye ait sözleri daha anlaşılır kılmak için
yapılan tüm parantez içi açıklamalar tarafımıza aittir. Bu açıklamalar
yapılırken bütüncül bir yaklaşımla el- Harakânî’nin tüm sözleri ve düşünceleri
değerlendirilmiş ve onun daha doğru tanıtılması amacıyla böyle bir yol tercih
edilmiştir.
[36] Attâr, a.g.e., s. 606. Ayrıca bkz. Çiftçi, a.g.e., s. 21.
[37] Harakânî, Nûru’l-Ulûm Haz.:
Çiftçi, s. 247.
[38] el-İsrâ, 17/44; en-Nûr, 24/41; el-Mü’min, 40/7, 55; eş-Şûrâ,
42/5; el-Hadîd, 57/1; el-Cumâ, 62/1; et-Teğâbun, 64/1.
[39] el-Bakara, 2/165; el-Âl-i İmrân,
3/159; en-Nisâ, 4/125; eş-Şûrâ, 42/23.
[40] el-Enâm, 6/12, 54.
[41] el-A’râf, 7/156.
[42] el-Enâm, 6/133; el-Kehf, 18/58.
[43] el-Enâm, 6/147.
[44] el-A’râf, 7/56.
[45] Yûsuf, 12/56.
[46] Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî,
Çağrı Yay., İstanbul, 1992, 97/Tevhîd, 2 (VIII, 165), 78/Edeb, 27 (VII, 78);
Müslim, Müslim, Ebu’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, Thk.: Muhammed
Fuad Abdulbâkî, Çağrı Yay., İstanbul, 1992, 43/Fedâil, 15 (II, 1809), nr: 65,
66; Tirmizî, Muhammed b. İsâ, el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yay., İstanbul,
1992, 25/Birr, 12, 16 (IV, 318, 323).
[47] Attâr, a.g.e., s. 606.
[48] Attâr, a.g.e., s. 604; Çiftçi,
a.g.e., s. 21.
[49] et-Tevbe, 9/128; Hûd, 11/75;
el-Fetih, 48/29; el-Beled, 90/17.
[50] Sühreverdî, Şihâbuddin, Avârifü’l-Meârif,
(Tasavvufun Hakikatleri), Çev.: Abdulvehhâb Öztürk, Saadet Yay., İstanbul,
2010, s. 74.
[51] “Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur (şeytan ve şeytanlaşmış
insanlardır). (Tâğût da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır
(götürür.) Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.” Bakara, 2/257.
Yüce Allah’ın inananların ve müttakîlerin dostu ve yardımcısı olduğuyla alakalı
bazı âyetler için bkz. el-Âl-i İmrân, 3/68; el-Enâm, 6/127; el-Câsiye, 45/19.
[52] Attâr, a.g.e., s. 611.
[53] el-Mâide, 5/35, 54; en-Nisâ,
4/94-96; el-Hucurât, 49/15; et-Tevbe, 9/41, 44, 73; es-Saff, 61/4.
[54] Seyhan, Ahmet Emin, “Şehit
Ebu’l-Hasan el-Harakânî’den Sarıkamış Şehitlerine İslâm’ın Cihat Ruhu”,
Yayınlanmamış ilmî makale, s. 4-7.
[55] Attâr, a.g.e., s. 611, 632.
[56] el-Mâide, 5/67, 92, 99; en-Nahl, 16/35, 82; en-Nûr, 24/54;
el-Ankebût, 29/18; el-Yâsin, 36/17; et-Tegâbûn, 64/12.
[57] el-Harakânî, Nûru’l-Ulûm, Haz.: Kantarcı, s. 43. Ayrıca
bkz. el-Harakânî, Nûru’l-Ulûm, Haz.: Çiftçi, s. 240.
[58] Medine Sözleşmesi/Medine Anayasası veya Medine Vesikası diye de
bilinen antlaşma, farklı din ve ırktan insanları “Medine vatandaşlığı”
temelinde bir araya getirmiş, barış ve huzur içinde bir arada yaşamalarını
teminat altına almıştır. Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hamidullah,
Muhammed, İslâm Peygamberi, Çev.: Salih Tuğ, Yeni Şafak, Ankara, 2003,
I, 188-189; 190-213. Ayrıca bkz. Aydın, Mehmet Akif, “Anayasa”, DİA, İstanbul,
1991, III, 153-163; Güneş, Ahmet, “Medine Vesikasının İslâm Hukuku Açısından
Kaynak Değeri”, EKEV Akademi Dergisi -Sosyal Bilimler-, 2008, C. 12,
Sayı: 34, s. 211-222; Güneş, Ahmet, “Medine Vesikası ve Ehl-i Kitab”, Kur’ân-ı
Kerim’de Ehl-i Kitab -Tartışmalı İlmî Toplantı- İstanbul, 2007, s. 243-254.
[59] Farklı inanç mensuplarının bir arada, barış ve huzur içinde
yaşayabileceklerine ilişkin âyetler için bkz. el-Mümtehine, 60/8; el-Hucurât,
49/13. Ayrıca bkz. el-Mâide, 5/48; Yûnus, 10/99; eş-Şûrâ, 42/8; el-Enâm, 6/107;
Hûd, 11/118; er-Râd, 13/31; el-Bakara, 2/253; en-Nahl, 16/9, 93; eş-Şuarâ,
26/4; es-Secde, 32/13.
[60] Şeker, a.g.e., s. 148, 160.
[61] Yazoğlu, Ruhattin, “Ebu’l-Hasan Harakânî’de Hoşgörü ve İnsan
Sevgisi”, KAÜİFD, Kars, 2014, Sayı: 1, s. 7-8.
[62] Yazoğlu, a.g.m., s. 8-9.
[63] el-Âl-i İmrân, 3/19, 85, 102.
[64] el-Harakânî, ibâdetin önemini kabul etmekle beraber, muhtaç
insanların yardımına koşmayı, tüm insanlığın İslâm’ı tanımaları için Allah
yolunda mücadele etmeyi, kalplerin Allah ile buluşmasının önündeki her türlü
engeli kaldırmayı, namaz, oruç, hac ve zikir gibi ibâdetlerden çok daha önemli
ve öncelikli görmektedir. Ayrıntılar için bkz. Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan
el-Harakânî'nin Sünnet Anlayışı”, Hikmet Yurdu, Yıl: 7, C: 7, Sayı: 13,
Ocak-Haziran 2014/1, s. 112-113.
[65] el-Harakânî’nin tefekküre verdiği önemi gösteren bir çalışma için
bkz. Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin Tefekkür Anlayışı”, Turkish
Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of
Turkish or Turkic, Ankara, Turkey, Volume 8/8 Summer 2013, s. 2053-2071.
[66] Türkçe’de “alperen, eren veya erenler”; Arapça’da “ricâlullah,
fetâ”; Farsça’da ise, “merd-i Hüdâ, merdân-i Hudâ veya civanmerd” diye
isimlendirilen bu kimseler hamâsî ve dini hisleri mükemmel şekilde kaynaştıran
gezgin mücâhit/dervişlerdir. Bu itibarla, civanmert kavramının içinde cihat
fikrinin mündemiç olduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Çiftçi, a.g.e., s. 69.
[67] el-Harakânî’nin Kur’ân’a vukûfiyeti konusunda yapılmış bir
çalışma için bkz. Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî’de Kur'an Kültürünün
Yansımaları”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Ankara Turkey, Volume 8/6
Spring 2013, s. 641-664.
[68] el-Harakânî’nin Sünnet’e bağlılığı ve hadis anlayışıyla ilgili
bir çalışma için bkz. Seyhan, Ahmet Emin, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin Sünnete
Bağlılığı ve Hadis Anlayışı”, JASSS, International Journal of Social
Science, Fransa, October 2013, Volume 6 Issue 8, s. 551588. Onun Sünnet
anlayışıyla ilgili bkz. Seyhan, “Ebu'l-Hasan el-Harakânî'nin Sünnet Anlayışı”,
s. 101-126.
[69] Hz. Muhammed’e ittibâ etmeyi emreden âyetler için bkz. el-Âl-i
İmran, 3/31-32; el-A’râf, 7/158; el-Enfâl, 8/24; el-Ahzâb, 33/21; el-Yâsin,
36/20-21; ez-Zuhruf, 43/61; el-Ahkâf, 46/31.
[70] el-Hânî, Abdulmecîd b. Muhammed, Hadâiku’l-Verdiyye fî Hakâiki
Ecillâ’i Nakşbendiyye, (Nşr.: Abdulvekîl ed-Derûnî), Dimeşk, ts., s.
105’den naklen Çiftçi, a.g.e., s. 46.
[71] Attâr, a.g.e., s. 630. Rehberinin Kur’ân-ı Kerim olduğuyla
alakalı bir diğer sözü için bkz. Attâr, a.g.e., s. 623.
[72] Attâr, a.g.e., s. 605.
[73] Attâr, a.g.e., s. 616. Aynı
konuyla ilgili benzer sözleri için bkz. Attâr, a.g.e., s. 609, 613, 626, 627,
635.
[74] Mevlânâ, Celâleddin Rûmî, Dîvân-ı
Kebîr, Haz.: Abdülbâkî Gölpınarlı, Ankara, 1992, II, 1387.
[75] Attâr, a.g.e., s. 623.
[76] Allah’ın rızasının önemli olduğuyla ilgili âyetler için bkz.
el-Âl-i İmrân, 3/157; el-Hadid, 57/20. Ayrıca bkz. el-Bakara, 2/207; el-Âl-i
İmrân, 3/15; el-Mâide, 5/16; et-Tevbe, 9/72; er- Rad, 13/22-24; el-Kehf, 18/28;
el-İnsân, 76/9-10; el-Leyl, 92/19-21; er-Rûm, 30/39; el-Haşr, 59/8.
[77] Kur’ân-ı Kerim’in bir rehber olduğuyla ilgili âyetler için bkz.
el-Bakara, 2/97, 185; el-Âl-i İmrân, 3/138; el-Enâm, 6/88-90; Yûnus, 10/57;
en-Nahl, 16/89; en-Neml, 27/1-3; Lokmân, 31/2-3; el-Fussilet, 41/44; el-Câsiye,
45/11, 20; el-Ahkâf, 46/12.
[78] Allah dostlarının özellikleri
hakkında bkz. el-Bakara, 2/257; el-Âl-i İmrân, 3/68, 146, 199; el-Mâide, 5/55;
el-Enâm, 6/14; el-Arâf, 7/196; et-Tevbe, 9/23.