T. C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜR DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI ESKİ TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI
NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ’NİN RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİ
İNCELEME VE TRANSKRİPSİYONLU METİN
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Zeliha YAMAN ALBAN
Danışman:
Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ
BURSA – 2012
T. C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda 700841003 numaralı Zeliha YAMAN ALBAN’nın hazırladığı “Nizârî-i Kuhistânî’nin Rûz ü Şeb Mesnevîsi, İnceleme ve Transkripsiyonlu Metin” konulu Yüksek Lisans Tezi ile ilgili tez savunma sınavı, 23/11/ 2012 günü 10:00 – 10:50 saatleri arasında yapılmış, sorulan sorulara alınan cevaplar sonunda adayın tezinin başarılı olduğuna oybirliği ile karar verilmiştir.
Üye (Tez Danışmanı ve Sınav Komisyonu Başkanı)
Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ
Uludağ Üniversitesi
Üye
Prof.Dr. Hatice ŞAHİN
Uludağ Üniversitesi
Üye
Yard. Doç. Dr. Hasan Basri ÖCALAN
Uludağ Üniversitesi
23/11/2012
ÖZET
Yazar Adı ve Soyadı : Zeliha YAMAN ALBAN Üniversite : Uludağ Üniversitesi
Enstitü : Sosyal Bilimler Enstitüsü
Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı
Bilim Dalı : Eski Türk Edebiyatı
Tezin Niteliği : Yüksek Lisans Tezi
Sayfa Sayısı : X + 277 Mezuniyet Tarihi : …. / …. / 2012
Tez Danışmanı : Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ
NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ’NİN RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİ
Rûz ü Şeb adlı eser, XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında yaşamış ünlü şairlerden biri olan Nizârî-i Kuhistânî’nin “Gece ve Gündüz” arasındaki münakaşayı ele aldığı alegorik tarzda bir mesnevîdir. Eserde münâzara geleneğinin uç noktalarına varılmış ve konuya yoğun tasvir ve teşbihlerle zenginlik katılmıştır.
Nizâri, mesnevîye tevhîd ile başlamış, ardından münâcât, na’t ve dönemin şahına övgülerde bulunduğu medh bölümlerine yer vermiştir. Yirmi üç bölüm ve beşyüz elli beyitten oluşan Rûz ü Şeb mesnevîsinde, Gece ve Gündüz arasındaki münakaşa, dördüncü bölümden yirmi birinci bölüme kadar olan beyitleri kapsamaktadır. Mesnevînin sonunda, Haydarîliğin kurucusu Kutbeddin Haydar ile ilgili hikâyeye yer verilmiş ve sonrasında Nizârî, mesnevînin yazılış nedeni ve eserle ile ilgili bilgiler vermesinin ardından, dönemin İran şahı Şemseddîn Ali hakkında övgüler ve peygambere salâvat ile mesnevîyi sonlandırmıştır.
Bu çalışma, öncelikle konunun işlendiği dönem olan XIII. ve XIV. yüzyıl sosyal ve edebi hareketlerinin yer aldığı giriş bölümüyle başlamakta ve ardından sırasıyla, Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserleri, Nizârî’nin mensubu olduğu öne sürülen İsmâilîlik ve Nizarîlik mezheplerinin açıklaması ve teze konu olan “Rûz ü Şeb” mesnevîsi ayrıca daha birçok edebi alanda çalışmaları bulunan Nasrullah Pürcevâdî’nin eser hakkındaki değerlendirmeleri, mesnevînin genel hatlarla ele alındığı eserin tertibi ve bölümleri, mesnevînin çevirisi, transkripsiyonlu metin, eser için hazırlanan sözlük, eserin orijinal resimleri, eserle ilgili fotoğraflar, kaynaklar ve dizinin yer aldığı yedi bölümden oluşmaktadır.
Anahtar Sözcükler:
Nizârî-i Kuhistânî Rûz ü Şeb Mesnevî XIII/XIV. yy. İran
Edebiyatı
İsmâilîlik
ABSTRACT
Name and Surname : Zeliha YAMAN ALBAN University : Uludağ University
Institution : Social Science Institution
Field : Turkish Language and Literature
Branch : Former Turkish Literature
Degree Awarded : Master
Page Number : X + 277
Degree Date : …. / …. / 2012 Supervisor (s) : Asst.Prof.Dr. Sadettin EĞRİ
THE RUZ U SHEB MESNEVI OF NIZARI KUHISTANI
The work named Rûz u Sheb is Nizârî Kuhistânî’s, who lived between end of XIII. century and begining of XIV. century, an allagorical mesnevi, which handles a dispute between “Night and Daytime”. In the work, to end-points of tradition of discussion had been reached and to subject, with intensive depictions and similes, wealthy had been contributed.
Nizârî, has started to his mesnevi with tawhid and after that has given place to yearning na’t and mehd sections which he had have praises to Sheh of the term. The Rûz u Sheb mesnevi which contains twenty three sections and five hundred fifty couplet, includes a dispute between “Night and Daytime” couplets which present between forth section and twenty first section. At the end of the mesnevi, has been given place to stories about Kutbeddin Haydar, who is the founder of the Haydari cult, and after that Nizârî gives cause of written of the mesnevi and informations about work, and has ended mesnevi with praises about Persian Sheh of the term Shemseddin Ali and salavat to prophet.
This study, primarily begins with entrance sections which contains XIII. and XIV. centuries’s movements of social and literary and after consists in order of seven sections, Nizârî’s biography literary personality and works, explanation of sects of İsmaili and Nizârî which had driven forward that Nizârî is belong to, and Rûz u Sheb mesnevi has been subject to thesis and also Nasrullah Pürcevâdi’s evaluations about this work, who has works in many more literary area, arrangement of the work and sections which handle mesnevi with general lines, translation of mesnevi, transcription text, a dictionary which prepared for the work, original pictures of the work, photographs about the work, biblography and series.
Keywords:
Nizârî Kuhistânî Rûz u Sheb Mesnevî XIII. / XIV. century
Persian Literature
Ismailism
ÖNSÖZ
“Rûz ü Şeb”, XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında yaşamış olan ve döneminin meşhur şairlerinden olmasına rağmen günümüzde pek tanınmayan Nizârî-i Kuhistânî’ye ait bir mesnevîdir. Nizârî’nin günümüzde bilinmesine mani olan sebeplerden biri, onun çok sayıda kişi tarafından İsmâilîye mezhebine mensup olduğu görüşünün kabul görmesidir. Bu görüşü destekleyebilecek en önemli bilgiler ise, İsmâilî bir ailenin çocuğu olması ve tezde de belirtildiği gibi Nizârî’nin Cafer-i Sâdık’a duyduğu hayranlıktır. Ancak edinilen bilgilere göre, net bir yargıya varmak mümkün değildir. Nizârî, her ne kadar günümüzde tanınmasa da, dil ve üslup bakımından son derece kayda değer eserler kaleme almıştır.
Onun hayatı ve edebi kişiliğini ele alırken yaşadığı dönemi de unutmamak gerekir. Öyle ki Nizârî, Moğol istilasının hüküm sürdüğü zor bir dönemde yaşamış ve eserler vermiştir. Bu döneme kısaca değinecek olursak; Moğollar, geçtikleri her yerde ağır tahribatlar bırakmış ve bunun neticesinde ilim ve edebiyatla uğraşmak oldukça güçleşmişti. Bunun yanı sıra İran’da edebiyatın yükselmesine olanak sağlayan saraylar da Moğolların eline geçmiş ve ilim ve edebiyatla uzaktan yakından ilgileri olmayan bu topluluk, İran’da var olan nitelikli şairlerin ya ölümlerine ya da varlıklarını sürdürebilmek için ülke dışına kaçmalarına sebebiyet vermiştir. Nizârî de böyle bir döneme şahit olduğu ve bu acıları yaşadığından olsa gerek, şiirlerinde aşktan çok toplumsal konulara değinmiştir.
“Rûz ü Şeb”, Gece ve Gündüz –Gece’nin Nizârî’yi, Gündüz’ün dönemin İran şahını ya da Gece’nin Sünnîliği, Gündüz’ün ise Şîîliği temsil ettiğine dair görüşler mevcuttur.- arasındaki münakaşanın ele alındığı, 550 beyitten oluşan alegorik bir mesnevîdir. Eser, ilk olarak mesnevî geleneğinde alışılageldiği üzere tevhîd bölümüyle başlamakta ve ardından kronolojik bir sıra içinde peygamberler, sahip oldukları nitelikler ve yaşadıkları dönemler hakkında bilgi verilmekte ve dönemin İran şahı medhedilmektedir. Gece ve Gündüz arasındaki münakaşanın çeşitli benzetmeler, akıcı bir dil ve derin anlamlarla yoğrulup uzunca ele alınmasının ardından, toplumsal konular ve fikir hareketlerine de yer veren Nizârî, mesnevînin sonunda, Haydariliğin kurucusu olan Kutbeddin Haydar-i Zave hakkında bir öykü nakleder. Eser hakkında bilgilerin de yer aldığı bu bölüm, dönemin İran şahı Şemseddîn Ali’ye övgüler ve peygamberimize salâvat ile son bulur.
Bu çalışma özetle; XIII. ve XIV. yüzyıl İran edebiyatını, Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserlerini, ardından dönemin fikir hareketlerinden İsmâilîlik ve Nizarîliği, eseri incelerken kaynak aldığımız Nasrullah Pürcevâdî’nin değerlendirmelerini, eserin tertibi ve bölümlerinin ardından çevirisi, transkripsiyonlu metni ve sözlüğü kapsamakta, bunlara ek olarak tezin sonuna eserin orjinal metni, tezin oluşmasına katkı sağlayan kaynaklar ve önemli şahıs ve terimlerin yer aldığı dizin ve tezle ilgili fotoğraflar yer almaktadır.
Bunlara kısaca değinecek olursak; giriş bölümü, XIII. ve XIV. yüzyıl İran edebiyatının toplumsal ve sosyal fikir hareketlerini kapsamaktadır.
- bölümde, bu dönemde yaşamış önemli şairlerden biri olan Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserleri yer almaktadır.
- bölümde, Nizârî’nin mensup olduğu öne sürülen İsmâilîlik ve Nizarîlik ve İran edebiyatıyla ilgili önemli çalışmaları bulunan ve Nizârî ile ilgili değerli fikirler öne süren Nasrullah Pürcevâdî’nin değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Ardından III. bölümde, mesnevînin konusu ile ilgili genel bilgilerin yer aldığı, eserin tertibi ve bölümleri ele alınmıştır.
- bölümde, eserin beyitler halinde çevirisi, V. bölümde ise transkripsiyonlu metin ve ardından eserle ilgili hazırlanan sözlük eklenmiştir.
Kaynaklar ve dizinin ardından tezin sonlarında yer alan “ekler” kısmı, eserin orijinal resimlerini ve bu çalışmayla ilgili fotoğrafları ihtiva etmektedir.
Son olarak; değerli öğretileri, sınırsız hoşgörüsü ve yardımlarıyla her daim desteğini yanımda hissettiğim değerli hocam Sayın Yard. Doç. Dr. Sadettin EĞRİ’ye, tezin oluşumuyla ilgili verdiği emek ve değerli katkılarından dolayı Sayın Hasan BEDEL’e, teze konu olan Rûz ü Şeb mesnevîsini temin etmemde sağladığı yardımlardan dolayı sayın Prof. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER’e ve Hamideh VALİPOUR’a, bu tezin her aşamasında gösterdikleri sonsuz sabır ve desteklerinden dolayı ailemin her bir üyesine ve en önemlisi de dünyadaki var oluşunun sonuna dek bana maddi ve manevi her türlü desteği sağlayan sevgili babam Ali YAMAN’a sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunarım.
Bursa 2012 Zeliha YAMAN ALBAN
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
TEZ ONAY SAYFASI ii
KISALTMALAR................................................................................................................ .ıx
- BÖLÜM NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ
A. Hayatı…………………………………………………………………………………...5 B. Edebi Kişiliği…………………………………………………………………………..10 C. Eserleri...……………………………………………………………………………….13
- BÖLÜM
NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ DÖNEMİ, TARTIŞMALAR, DEĞERLENDİRMELER
A. İsmâilîlik ve Nizarîlik………………………………………………………………….14
B. Nasrullah Pürcevâdî’nin Rûz ü Şeb Mesnevîsi Hakkındaki Değerlendirmeleri………16
1. Rûz ü Şeb Mesnevîsi…………………………………………………………..16
2. Mesnevînin Özeti……………………………………………………………...17
3. Rûz ü Şeb’in yapısı…………………………………………………………….20
4. Münâzara Kelimesinin İncelenmesi…………………………………………...21 5. Nizârî’nin Övgüleri……………………………………………………………22 6. Mesnevîde Rumuz……………………………………………………………..24
7. Nizârî’nin Etkilendiği Şairler………………………………………………….26 8. İsmâilî’lik ve Nizârî 28
- BÖLÜM
ESERİN TERTİBİ VE BÖLÜMLERİ
A. Eserin Tertibi…………………………………………………………………………..32 B. Eserin Bölümleri……………………………………………………………………. 33
1. Giriş bölümü…………………………………………………………………...33 2. Konunun İşlendiği Bölüm……………………………………………………..36 3. Bitiş Bölümü…………………………………………………………………...45
- BÖLÜM
RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİNİN ÇEVİRİSİ
Rûz ü Şeb Mesnevîsinin Çevirisi………………………………………………………….53
- BÖLÜM TRANSKRİPSİYONLU METİN
Transkripsiyonlu Metin…………………………………………………………………..108 Sonuç………………………………………………………………………………… 160
Sözlük ……………………………………………………………………………………164 Kaynaklar………………………………………………………………………………...202 Dizin ……………………………………………………………………………………..205
EKLER
A. Mesnevî-i Rûz ü Şeb………………………………………………………………. 210
B. Fotoğraflar……………………………………………………………………. 271
Özgeçmiş……………………………………………………………………………… 277
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
- : Beyit
Bkz. : Bakınız
bsk. : Baskı
- : Cilt
çev. : Çeviri
D.İ.A. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi EI : The Encyclopaedia of Islam
H. : Hicri
Hz. : Hazreti
M. : Miladi
md. : Madde
ö. : Ölüm
s. : Sayfa
ss. : Sayfadan sayfaya
s.a.v. : Sallallâhu aleyhi ve sellem
Ş.M. : Şarkiyat Mecmuası
ty. : Basım tarihi yok
vb. : Ve benzeri
vr. : Varak
yy. : Yüzyıl
y.y. : Basım yeri yok
TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ
ﺀ | ǿ |
ا | Ā, ā |
ث | Ŝ, ŝ |
ح | Ĥ, ĥ |
خ | Ħ, ħ |
ذ | Ź, ź |
ط | Ŧ, ŧ |
ظ | Ž, ž |
ع | Ǿ |
غ | Ġ, ġ |
ق | Ķ, ķ |
ص | Ś, ś |
ض | Ż, ż |
و | Ū, ū |
ی | Į, į |
GİRİŞ
VII/XIII. VE VIII/XIV. YÜZYIL İRAN EDEBİYATI
VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılda Farsça konuşan şairler oldukça çoktur. Bu dönemin şairlerinin aldıkları eğitim ve yaşadıkları muhitler henüz Moğol istilasından etkilenmediği için bu dönem şiir ve tasavvuf açısından bir hayli bereketliydi. Ama Moğol istilasıyla beraber eğitimli aileler ve şairler İran içi ve dışında Moğollardan âmânda kalmak için tasavvuf dergâhlarına sığınmışlardı. Son kısım şairler de İlhanlılar ve Timur Lenk döneminde yaşamış şairlerdir. Bunlar da genellikle Anadolu ve Hindistan topraklarında
yaşamışlardır. 1
İlhanlılar döneminde İran içerisinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, hükümetin uyguladığı ağır vergi politikası ve ülke içi emniyetin oldukça zayıf olması farklı halk tabakalarının Anadolu’ya göç etmesine neden olmuştur. Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra Moğolların her şeyi yakıp, yıkması İran’ı yaşanılmaz bir yer haline getirmeye yetmişti.
Türklerin kurduğu ilk devlet olan Büyük Selçuklu İmparatorluğunun 1157 yılında dağılması ile Anadolu merkez eyaletlerinde bulunan bölge sakinleri, büyük gruplar halinde Selçuklunun yavaş yavaş bozulmakta olan sınır boylarına kaymışlardır. Sınır bölgelerine göç eden gruplar yalnızca tasavvuf ve tarikat mensupları değil, Moğolların hiçbir surette itina etmedikleri bilim adamları, din âlimleri, edebiyatçılar da bu durumdan bir hayli mustarip olduklarından sınır bölgelerine kaymışlardır. Rumlu’nun kaleme aldığı “Abbasi Nazarında Dünya Tarihi” adlı kitapta şöyle geçer;
“… İran’da birçok ilim ve irfan ehli, bilge, fakih, din âlimi ve edebiyatçı zorunlu olarak ya Anadolu topraklarına ya da Hint diyarına göç etmişlerdir. Bu göçler hatta Safevi İmparatoru I. Şah Abbas dönemine değin devam etmiştir. 2
O dönem şairlerinin hemen hemen bütün hepsinin divânları günümüze değin ulaşmıştır. Bunlardan başlıcaları; Mevlânâ, Sadî-i Şîrâzî, Kirmânî, Hâfız-i Şîrâzî, Nizâm-i İsfahani, Keykavûs-i Râzî, Emir Hüseynî, Hasan-i Dehlevî, İbn-i Yamîn, Selman Saveci, Arab Şah, Irakî, Emir Hüsrev-i Dehlevî, Kânî-i Tusi, Sultan Velet, Nizârî-i Kuhistânî, Alaad Dovle-i Simnânî, İmad Fakîh, Cihan Hatun olarak sayılabilir.
1 Tercüme, www.aftabir.com/literature/history/7h-8h_literature_poem2.php
2 Mehnaz Shayestefer, “Safevi Döneminde İran ve Osmanlı Toplumsal İlişkileri”, Misbah, sayı 1, yıl 1, İstanbul, 2012.
VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılda Farsça şiirlerde henüz eski şairlerin üslup ve teknikleri terk edilmemişti. Bu olay yavaş yavaş ilerleyen yüzyıllarda vuku bulmuştur.
Bu dönemde tasavvuf ve irfani şiirler, toplumsal meseleler ve ahlaki konularla iç içeydiler. Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi de VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılda tasavvuf ve irfanın bir hayli revaçta olmasıydı. Öte yandan Attâr-i Nişâbûrî ve Sînâ’nın Fars edebiyatına kattıkları da azımsanamaz. Bu dönemin en büyük şairi de Rum diyarı mollası olarak adlandırılan ve irfani açıdan oldukça değerli bir esere sahip olan Mevlânâ Celaleddin-i Rumî sayılabilir. Bu dönemin diğer güzide eserleri arasında Sultan Velet’in Veletnâme ve Rubabnâme’si, Iraki’nin Uşşaknâme’si, Şeyh Mahmut-i Şebesteri’nin Gülşen-i Râz’ı, Avhad-i Merâki’nin Câm-i Câm’ı, Emir Hüsrev-i Dehlevî’nin Muttali’ul Envar’ı, Sadinâme veya Bostân adıyla meşhur Sadî-i Şirâzî’nin divânı sayılabilir.
Bu dönemin İran kronolojisi, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın iki ciltlik Osmanlı Tarihi kitabında şöyle anlatılmıştır:
“Fars edebiyatının durumu da bu dönemdeki diğer ilimler gibi önceki dönemle tamamen farklılık arz eder. Bu dönemi genel olarak edebiyat ve ilimlerin durumuna yakışmayan bir dönem saymak gerekir. Zira birincisi, bu dönem, içinde yaş ve kurunun birlikte yandığı kökten sarsıcı hücumlarla çağdaştı ve saldırgan Moğol ve Tatarların geçtikleri her yerden tabii olarak geriye yağmalanmış ve katliam görmüş bir avuç toprak kaldı. Ondan sonra da İran’da peş peşe devam eden inkılâplar ve iç savaşlar, Moğol hanlarının yerine geçenlerin iktidar arayışları buna eklendi ve baştan sona güvensiz, fakirlik ve tuzaklarla dolu bir dönem ortaya çıkardı ki tabii olarak ilim ve edebiyatla uğraşmaya yakışmazdı. İkinci de yaptıkları teşviklerle İran’da edebiyatın yükselmesinin ve pazarının revaç bulmasının sebebi olan saltanat ve hanedan sarayları ortadan kalktı, yerlerine oturan Moğol ve Tatarlar ne ilim ve edebiyatın alıcısıydılar ne de İranlılar gibi zevk letafetine ve yaşam inceliğine sahiptiler. Ne onlarla İranlılar arasında soy ve dil yakınlığı vardı ne de dinî inanç, gelenek ve yaşam şekilleri açısından birbirlerine yakındılar. Bu nedenle de İranlıların maddî ve manevi iyi hallerine duyarlılık ve yakınlık duymaları beklenemezdi. Üçüncüsü, VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyılların yağmalanmış halkı üzerine çöreklenmiş olan vahşet verici fakirlik ve perişanlık zevke ve sanata dair işlerle uğraşmayı zorlaştırmaktaydı. Dördüncüsü, Moğolların ve İlhanlı hükümetlerinin hücumları ve onlardan sonra gelen peş peşe inkılâplarla İran’ın Moğol istilasından önceki Harezm, Maveraunnehir, Horasan gibi medeniyet ve kültür merkezleri ve bu merkezlerde bulunan
kütüphane, medrese ve mescitler yerle bir oldu. Büyük müderrisler, âlimler, edebiyatçılar ve arifler ya öldürüldü ya da darmadağın oldular. Şair ve edebiyatçıların edebiyat kitaplarının ve şiir defterlerinin birçoğu Harezm, Maveraunnehir ve Horasan viraneleri altında ebediyete kadar gömüldüler. Genelde edebiyat pazarının kesata uğraması, âlimlerin ve eserlerinin azalması açısından büyük bir illet ortaya çıkardı. Beşincisi de bu zikredilenler Moğol sonrası İran’ın Moğollardan önceki İran’la bağlantı kökünün tamamıyla kesilmesine sebep olması ve bunun sonucu olarak da edebî dilin bozulması ve milli ve ilmî geleneklerin unutulmuşluğa terk edilmesiydi.
Ancak bu olumsuz ve yıkıcı etkenlerin yanında İran kültürünün ve Fars dilinin etkili olduğu toprakların köşe ve kenarında olumlu sebepler de göze çarpıyordu ki VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyıllardaki âlim ve ediplerin dikkate değer bir kesimin varlığına söz konusu olabiliyordu. Bu sebepler şöyle sıralanabilir:
- Moğol saldırıları zamanında yani VII/XIII. yüzyılın başlarında İslâmî İran medeniyeti İran’ın doğusunda ve merkezinde yükselişinin en üst derecesine ulaşmıştı. Âlim, edip ve ariflerden oluşan büyük bir kesim, Moğolların amansız saldırıları sırasında ortadan kalktıysa da onlardan az bir kısmı ya komşu ülkelere kaçıp o bölgelerdeki emirlerin koruması altında işlerine devam etmişler ya da İran’ın içinde bir şekilde Moğol saldırılarından canlarını kurtarabilmiş ve memleketin köşe ve kenar yerlerine sığınmışlardı. Nitekim VII/XIII. yüzyılın birinci derece yazar, şair ve âlimlerin tümü bu gruptandır.
- Bu büyüklerin eli altında bir grup âlim ve edebiyatçı eğitim gördü ki bunlar VII/XIII. yüzyılın sonlarında ve VIII/XIV. yüzyılın başlarında yaşadılar. Onlara ait çok değerli eserler elde mevcuttur.
- Moğol saldırıları ve etkileri her büyük toplumsal değişimde olduğu gibi sonuçlarını bir anda göstermedi. Aksine bu saldırının etkilerini İran’da ilim ve edebiyatın çöküş dönemi olan VIII/XIV. yüzyıldan sonrasında aramak gerekir.
- Moğol dönemindeki İran ve İran dışındaki kültür sığınakları ve “İlhânlılar ve Timurlular arası Yapılar” adıyla zikrettiğimiz İran imarı merkezleri VII/XIII. yüzyılın bir grup ilim, edebiyat ve siyaset büyüklerini veya onların çocuklarını ve öğrencilerini içinde barındırdı. Kılıçtan kurtulmuş âlim ve edebiyatçıların ünlü eserlerini ortaya çıkardıkları yerler de buralardı.
- VII/XIII. ve VIII/XIV. yüzyıllardan sonra artık İran Moğol saldırıları benzeri kökten sarsıcı ve yıkıcı saldırılarla karşılaşmadığı için bu iki yüzyılda veya ondan sonra
meydana gelen eser ve teliflerin hemen hemen tümü yerinde kaldı. Bunun da gerçeği arayan bir kimseyi, bu iki yüzyılın eserlerin ortaya çıkması, âlim ve ediplerin yetişmesi için iyi bir devre olduğu şeklindeki bir yanılgıya düşürebilmesi mümkündür.
Bu zikredilene göre, Moğol saldırısının İran medeniyet ve kültüründe, buna eşdeğer olarak da Fars edebiyatında, hızlı bir çöküşe sebep olduğu gerçeği kaçınılmazdır. Bunun sonuçları VIII/XIV. yüzyılın ortalarından itibaren İran’ın medeniyet ve kültür tarihinde açık bir şekilde göze çarpmaktadır”. 3
3 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, c.1, Ankara, 1998.
- BÖLÜM NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ
- HAYATI
Hakîm Sa'düddîn b. Şemsiddîn b. Muhammed Nizârî-i Kuhistânî, Moğollar devri İran edebiyatının en büyük şairlerinden biri olmasına rağmen, hakkında günümüze ulaşan çok az bilgi mevcuttur. Bunun en önemli nedenlerinden birisinin, mensubu olduğu İsmâilî mezhebinden kaynaklandığı düşünülmektedir. İsmâilîye mezhebine mensup olmasının, eserlerinin devrinde ve daha sonraları rağbet görmemesine ve dolayısıyla tezkirecilerin,
birbirlerinden aşağı yukarı aynen nakletmek suretiyle, hakkında kısa, kifayetsiz ve hatta esassız malumat vermelerine sebep olduğu düşünülebilir.1 Bu sebeple onun hakkındaki en doğru bilgiye sadece kendi eserlerinden ulaşmak mümkündür.
Nizârî, İran’ın Kuhistan bölgesinde Bircend şehri yakınlarındaki Tun2 kasabasında dünyaya gelmiştir ve kendisi de bu bilgiyi “Desturnâme” adlı mesnevîsinde kesin olarak doğrulamaktadır. Buna rağmen, onun yaşamının ilk yılları ve akademik kariyeri ile ilgili günümüzde çok az bilgi mevcuttur.
Çeşitli kaynaklarda 645/1247-8 yılında doğduğu bilgisi yer alsa da, doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye rastlanmamaktadır. Y. Bertels, 1926’da şairin Desturnâme’sini Rusçaya tercüme edip, yayınladığında Nizârî’nin doğum tarihi olarak “Münâzara-i Rûz ü Şeb” adlı mesnevîsindeki tarihi bir kaydı tespit etmiştir ki, o da şöyledir:3
ھﻢ ﮔﺮاﻧﯽ ﺑﻮد ﭘﺲ از ﭘﻨﺠﺎه
درھﻢ آﻣﯿﺨﺘﻦ ﺳﻔﯿﺪ و ﺳﯿﺎه4
1 Orhan Bilgin, “Nizârî Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, sayı VIII, İstanbul, 1972, s. 49.
2 Rıza Kurtuluş, “Nizârî-i Kuhistânî”, D.İ.A., c. 33, İstanbul, 2007, s. 199.
3 Bilgin, a.g.m., s. 49.
4 “Münâzara-i Rûz ü Şeb”, b. 494.
ﻧﻮ ﺑﮭﺎری ﺑﮫ ﻣﺎه ﻧﯿﺴﺎﻧﯽ
ﻧﻈﻢ ﮐﺮدم ﺟﻤﺎدی اﻟﺜﺎﻧﯽ5
ﺟﺸﻦ ﻧﻮروز ﺑﺮﻣﺒﺎرک ﻓﺎل
ﺗﺴﻊ و ﺗﺴﻌﯿﻦ و ﺳﺘﻤﺎﯾﮫ ز ﺳﺎل6
Yukarıda yer alan beyitlere bakıldığında net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmasa da Munâzara-i Rûz ü Şeb adlı mesnevîsini kaleme aldığında elli yaşını aşkın olması ve Edebnâme mesnevîsini 695/1296 yılında elli yaşında yazdığının bilinmesi7 h. 645- 650/1247-1252 yılları arasında, hatta tam olarak 645/1247-8 yılında doğmuş olduğunu doğrulamaktadır.
Şairin ve babasının ismi birçok eserde yanlış tespit edilmiş ve tekrarlanmıştır. Mesela, A. Sprenger, Takî Kâsî’nin tezkeresine istinaden, şairin ismini Nasîm al-Dîn b. Cemâl al-Dîn, H. Ethe, Riue, İsmâilîye mütehassısı W. Ivanow, ve bunların eserlerinden istifade eden hocamız A. Ateş, Na’îm al-Dîn b. Camâl al-Dîn olarak kaydetmektedir. İran’da ise Sa’d al-Dîn Nîzârî olarak bilinmektedir. Her halde ilk defa şairin isim ve künyesini doğru olarak, Külliyat’ındaki bir kaydı (vr. 292b) görüp tespit eden G. Baradin olmuştur ki, Rypka mezkûr eserinde bunu zikreder. Bu kayıt da şöyledir:
ﺷﻤﺲ اﻟﺪﯾﻦ اﺑﻦ ﻣﺤﻤﺪ ﭘﺪرم ﺗﺎب ﺛﺮاه ﯾﺎد ﻣﯿﺪارم از او ﮔﻔﺖ ﮐﮫ در ﻋﮭﺪ ﺷﺒﺎب
Onun, şiirlerinde “Nizârî” mahlasını kullanması iki farklı şekilde yorumlanabilir. Bunlardan ilki V./XI. yüzyılda İranlı İsmâilîlerin yaygın olarak bağlı oldukları Fatımîliğin Nizarî koluna bağlılıklarından kaynaklanmış bir isim olabilir ki, o aynı zamanda İsmâilî misyonerliği ile de tanınmaktadır. Hazret-i İmam Şah Nizâr’a duyduğu hayranlığın yanı sıra Şah İmami Nizarî tarikatına açıkça gösterdiği bağlılık da onun bu ismi almasında oldukça önemli rol oynadığını göstermektedir. İkincisi ise şairin fiziki görünüşüyle açıklanabilir. Öyle ki Nizârî’nin bu mahlası “nizâr” kelimesi Farsçada “zayıf, sıska,
5 “Münâzara-i Rûz ü Şeb”, b. 535.
6 “Münâzara-i Rûz ü Şeb”, b. 536.
7 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199.
çelimsiz” manasına gelmesi8 sebebiyle özellikle tercih ettiği düşünülebilir. Mesela Devletşâh her iki görüşü ifade ettikten sonra “birinci görüş akla daha yatkındır” demektedir. Nizârî fikir ve kana’tleri yönünden her ne kadar İsmâilîye mezhebine bağlı idiyse de bu, onun kendisinden en az üç asır önce yaşamış Fatimî halifesi mensubiyetini gerektirmez. Herhalde bu fikri ileri sürenler, İran İsmâilîlerinin ekseriyet itibariyle mezkûr halifeye bağlılıklarını göz önüne alarak böyle bir neticeye varmışlardır. Şair “Nizârî” mahlasının memduhu olan Kart şahlarından Şams al-Dîn b. Muhammad tarafından verildiğini ifade ediyorsa da, eserlerinde nizâr kelimesini daima zayıf, sıska, çelimsiz anlamında kullanmaktadır. Yalnız Âyati her iki ihtimali de reddederek, onun “Nizârî”
nisbesini, hocalarından Sayyid Abu’l-Hamd Mahdî b. Nizâr’a intisibı ile aldığını ileri sürer.9 İran’ın Kuhistan bölgesindeki Bircend şehrinden olduğu için o aynı zamanda Bircendli ya da Kuhistanlı olarak da tanınmaktadır.
Babasının, Kuhistan’ın büyük mülk sahiplerinden olduğu bilinmektedir. Bu bilgi göz önüne alındığında Nizârî’nin varlıklı bir aileden geldiği söylenebilir. Ancak Moğol istilası sonrasında devletin yüklediği ağır vergiler yüzünden herkes gibi onun ailesinin de durumu giderek kötüleşmiştir. Nizârî’nin, Herat’ta kurulan Kart emirliğinin hizmetine girmesinin ardından eski itibarlarını geri kazanmışlardır. Nizârî, ilk eğitimini şair olan babasından almıştır. Sonrasında döneminin büyük âlimlerinden neredeyse bütün ilimlerle ilgili ders aldığı bilinmektedir ki, bu da onun bilgi ufkunun ne kadar geniş olduğunu gösterir. Bu birikim şiirlerine de çok net bir şekilde yansımaktadır. Öyle ki onun şiirleri başta kolay görünse de, içinde anlaşılması güç, derin anlamlar barındırır. Şiirlerinde Eflâtun, Aristo, İbn Sînâ ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi filozoflardan bahsetmesi felsefe, Hallâc- ı Mansûr ve Bâyezîd-i Bistâmî’yi zikretmesi de tasavvufa olan ilgisini ortaya koymaktadır. Arapça’nın yanında Türkçe de bilen Nizârî genç yaşta şiir söylemeye başlamış, Kart’lardan
I. Şemseddin zamanında (1245-1278) saraya intisap ederek divânda görev almıştır. Şiirlerinde Firdevsî, Unsûrî, Senâî, Enverî gibi şairlerden bahsetmişse de en çok Hayyâm’ın etkisinde kalmıştır; Sadî-i Şîrâzî ile de görüşmüştür. Kendisinden etkilenenler arasında Kâsım-ı Envâr ve Ni’metullah-ı Velî anılabilir.10
8 Bilgin, a.g.m., s. 51.
9 Bilgin, a.g.m., s. 51.
10 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199.
Moğolların İran’ı istilası ve İsmâilîlere uyguladığı acımasız tutum Alamut’un küçük fakat etkili İsmâilî teokrasisini sona erdirmiştir. Moğolların ve yobaz halkın acımasız zulmünden kaçmak için Hazret-i İmam Ruknettin Hayr Şah’tan sonraki imamlar ve yandaşları dağılarak saklanmak zorunda kalmışlardır. Hazret-i İmam Şemsuddin Muhammed ve onun halefleri kendi kimliklerini sanatkâr ve tüccar kılığında gizlemek zorunda kalmışlardır. Benzer biçimde, İsmâilî Misyonerler kendi misyonerlik hareketlerini gizlice sürdürmüşlerdir. Bu süre boyunca Mistisizm (Sofizm) geniş bir halk kitlesine yayılmış ve İsmâilî Misyonerler, bu durumdan faydalanarak Mistik (Sofistik) terimleri İsmâilî Nizarî öğretisini yaymak adına araç olarak kullanmışlardır. Nizârî, bu görüşü oldukça benimseyip bu konudaki köklü inancını başarıyla açıklayıp yaymıştır. O, sahip olduğu bu inanç ve görüşlerinden dolayı her zaman sünnî muhaliflerin hedefi olmuştur. Hicri 678/1279-80 yılında hayatının iki yıllık süresini (678-679) içeren “Sefernâme”sinde kendisini çekemeyenler yüzünden seyahate çıkma mecburiyetinde kaldığını
söylemektedir.11 Seyahati esnasında İsfahan, Tebriz, Gürcistan, Derbend, Errân ve Bakü’ye
uğradı. Buralarda aralarında Vezir Şemseddin el-Cüveynî’nin bulunduğu birçok devlet adamı, âlim ve şairle görüştü.12
Nizârî, ömrünün sonuna kadar başta Kart emirleri olmak üzere birçok emir, vali ve vezire kasideler takdim etmiştir. Şairimizin esas hedefi Kart emirleri sarayında kalmak ve bu emirlere kaside sunmak suretiyle geçimini temin etmekti. Fakat her defasında kendisini çekemeyenlerin memduhuna şikâyeti neticesiyle saraydan ayrılmak ve başka Memduh aramak ve bulmak ihtiyacı duyuyordu. Her ayrılışını hüzün ve elemli bir tarzda dile getiren şair, itikat ve fikirleri sebebiyle kendini memduhuna şikâyet edenleri dinsizlik ve samimiyetsizlikle itham etmektedir.13
Nizârî’nin Nusret, Şahinşah ve Muhammed adında üç erkek evladı olduğu biliniyor. Edinilen kaynaklardan büyük oğlu Muhammed’in, babası gibi edebiyat ve şiir ile uğraşmış, fakat genç yaşta yaşamını yitirmiş olduğu bilgisine varılmaktadır. Nizârî, çocukları ile ilgili şiirlerinde (ki burada cennete olan inancını da görmekteyiz) böyle söylemiştir:
11 Bilgin, a.g.m., s. 53.
12 Bilgin, a.g.m., s. 53.
13 Bilgin, a.g.m., s. 53.
ﻣﺮا ﻓﻀﻞ ﺑﺨﺸﻨﺪه دﯾﻦ و داد دو ﻓﺮزاﻧﮫ ﻓﺮزﻧﺪ ﺷﺎﯾﺴﺘﮫ داد ﺷﮭﻨﺸﺎه و ﻧﺼﺮت ﺑﮫ ﺑﺨﺖ ﺟﻮان ﮔﺮ اﻣﯽ دو ﺷﺎﯾﺴﺘﮫ ﻣﮭﺮﺑﺎن
ﺑﻮدﻧﺪ از اﯾﺸﺎن ﯾﮑﯽ از ﻗﻀﺎ اﻟﻔﻨﺎ ﺷﺪ ﺑﮫ دار اﻟﺒﻘﺎ ﺳﮫ رﻓﺘﮫ رﺣﻤﺖ ﮐﻨﺎد ز دار ﺧﺪاوﻧﺖ ﺑﺮ
ﺑﮫ ﻓﺮدوس اﻋﻼش ﻣﺎوادھﺎد14
Yalnız Nizârî’nin meşhur seyahati sırasında bekâr olması gerekmektedir. Öyle ki;
ﻣﮭﺮ ﻓﺮزﻧﺪ و ھﻮای زن ﮐﺠﺎ ﻣﺎ از ﮐﺠﺎ ﻣﺎ ھﻢ از ﻓﺮزﻧﺪ آزاد و ھﻢ از زن ﻓﺎرﻏﯽ
diyerek yalnızlığını dile getirir.15
Son dönemlerinde aşırı İsmâilî inançlarından vazgeçip daha mutedil bir yol tercih ettiği ve eski görüşlerinin çoğunu terk ettiği söylenir. Hayatının sonuna doğru ziraat işleriyle uğraşmak üzere inzivaya çekilen Nizârî, 720/1320 yılında Bircend’de vefat etti.16 Bircend’de bulunan türbesinin yanına -Nizârî’nin anısına- kütüphane ve kültürevi yapılarak sevenlerinin hizmetine sunulmuştur.
- EDEBİ KİŞİLİĞİ
Nizârî’nin edebi kişiliğini incelemeye başlamadan önce, yaşadığı dönemin siyasi ve edebi hareketlerini göz önünde bulundurmamız, o dönemin, Nizârî üzerinde ne gibi etkiler
14 http:// hakimnezari.persianblog.com “Tanrım bana sonsuz rahmeti ile İki değerli evlat nasip etti
Genç bahtlı Şahinşah ve Nusret Değerli ve şefkatli iki evlat Üçtü bunlar fakat birisi kader
Fani dünyadan baki dünyaya göç etti Allah vefat edene rahmet eylesin
Onu kendi cennetinde yuvalandırsın.”
15 Bilgin, a.g.m., s. 55.
16 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199.
bıraktığını ortaya koymaya yardımcı olacaktır. Böylelikle onun sosyal ve edebi kişiliğinin daha doğru bir şekilde anlaşılacağına inanıyorum.
VII/XIII. yüzyılın başlarında Fars dili, güçlü bir yapıya kavuşmuştu. Bu dönemin önemli şair ve yazarları, ya Moğol saldırıları sırasında yaşamışlardı ya da VII/XIII. yüzyılın ilk yıllarında yeni yetişen ve İran’da İlhanlılar Devleti’nin kurulduğu dönemlerde yeni yeni tanınmaya başlayan şahsiyetlerdi. Bu yüzden bu dönemde kullanılan edebi dilde, olumsuz unsurlar daha az görülmektedir. Moğol saldırıları yüzünden dağılmış olan saraylarda yaşayan şair ve ediplerin hamilerinin azalması, bilim adamlarının yanı sıra edebiyatla uğraşan kesimlerin hükümet merkezlerinden uzaklaşarak etrafa dağılmaları, şiir ve şairliğin artık halkın malı olmasına yol açtı. İlim ve edebiyat merkezlerinin İran’ın Horasan gibi bölgelerinde birer birer düşmesi ile birlikte bilimsel faaliyetler, İran içinde ve dışında başka bölgelere nakledilmeye başlandı. Bu gelişmeler sonucunda yeni bir edebi akım ortaya çıktı; İran’ın batı ve orta bölgelerindeki lehçeler, edebi dili etkilerken Derî dilinin birtakım özellikleri terk edilmeye başlandı. Bu da VII/XIII. yüzyıldaki Farsça edebi eserlerde tarz değişikliklerine yol açtı.
Arapçanın Farsça üzerindeki etkisi açısından bakıldığında, bu dönem bir önceki dönemin devamı olarak kabul edilebilir. VI/XII. yüzyılın ikinci yarısı ile VII/XIII. yüzyılın ilk yarısı, Arapçanın Farsçayı çok yoğun boyutlarda etkilediği bir devredir. Öyle ki, bu devrede kaleme alınmış eserlerin önemli bir bölümünde, neredeyse bütün terkipler, Arapça olduğu gibi, kelimelerin yarıya yakını da Arapçadır. Moğol saldırılarından kaçan bilginler, siyaset adamları ve edebiyatçılardan oluşan İran halkının çeşitli tabakalarından insanlar, Hindistan’ı yeni bir Farsça ocağı ve İran kültürü merkezi haline getirdiler. Bu dönemde Selçukluların yönetimindeki Anadolu da, İranlı edebiyatçıların, tasavvuf büyüklerinin, siyaset adamları ve din bilginlerinin diğer bir sığınağı niteliğini kazanmıştı. Selçuklulardan sonra yönetime gelen Osmanlılar, bu dile ve edebiyatına çok önem vererek Farsçayı saray dili ve edebi dil haline getirdiler. Osmanlıların fetihleriyle birlikte kıtadan kıtaya açılmaları, Farsçanın da geniş bölgelere yayılma imkânı bulmasına neden oldu.
Osmanlı sultanları, daha devletlerini kurdukları günden başlayarak Fars dili ve edebiyatına özel ilgi duymuş, özellikle de tasavvuf çevrelerinde Farsça hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Osmanlı topraklarında, özellikle Mevlâna Celâleddîn’in Mesnevî’si, Sadî-i Şirâzî’nin Bostân ve Gülistân’ı, Hâfız-ı Şîrâzî’nin Divân’ı ile diğer büyük edebiyatçıların eserleri elden ele dolaşmaktaydı. Osmanlı sultanlarının bizzat
kaleme aldıkları Farsça divânlar, birtakım vesilelerle yazdıkları özel mektuplarla özel mesajlar, saraylarında görevli Farsça yazan kâtipler, Selçukluların sadece devlet yönetimi açısından Selçukluların varisleri olmayıp aynı zamanda Fars dili ve edebiyatının gelişmesi konusunda da onların başlattığı çalışmaları devam ettirdiğini göstermektedir. IX/XV. ve X/XVI. yüzyıllarda da Farsça, Moğollar döneminde olduğu gibi gelişmesini sürdürerek geniş kitlelere ulaştı.17
Bu bilgiler ışığında Nizârî’nin edebi yönünü incelemeye başlayabiliriz. O, öncelikle Moğol istilasının yıkımlarını ailesiyle birlikte derinden yaşamış biridir. Bu yıkım onun hayatını etkilediği gibi yaşadığı ıstıraplar, onun şiirlerine de yansıyıp edebi kişiliğine yön vermiştir. Daima nefsi ve dünyevi arzular peşinde koştuğu anlaşılan, aynı zulüm ve kıtali gören büyük mutasavvıf şair Mevlânâ’nın sahip olduğu tasavvufi ruh ve gönülden mahrum bulunan Nizârî’nin etrafında olup bitenlere bigâne kalması mümkün değildi. Bu sebepledir ki, bilhassa gazellerinde, muasırlarının ve daha önceki şairlerin hilafına, içtimaî hadiseleri dile getirmiştir. Kana’timizce o, gazel tarzında bu hususta en iyi şekilde istifade edenlerden biridir.
Şiirleri ilk bakışta her ne kadar sade ve basit gözükürse de aslında geniş bir tahayyül ve kültürün neticesidir. Bu sebeple bunlar, ilk bakışta görüldükleri kadar basit ve kolay değildir. Onun şiirleri, üzerinde düşündükçe mana kazanır. Bu keyfiyet bilhassa gazellerinde bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Şair, sanatı ve akidesi için ehemmiyet verdiği bir kelimeyi veya terkibi seçer ve onu nazmına o kadar ustaca yerleştirir ki, ilk bakışta bunu anlamak imkânsız gibidir. Arapça terkip ve kelimeler yanında bazen Türkçe ve Moğolca siyasi ve iktisadi ıstılahlar da kullanmaktadır. Bu tarzda Türkçe ve Moğolca ıstılahları kullanması, özellikle mesnevîlerinde, zihaf ve imale gibi vezin aksaklıklarına sebep olmaktadır. Tun mahalli şivesiyle de birkaç beyit söylemiştir.
Nizârî edebi kudretini şüphesiz gazellerinde göstermiştir. Memduhu olan emir ve padişahların saraylarında gazellerinin beslenerek zevk ve iştiyakla okunduğunu iftiharla söyler:
از ﻏﺰﻟﮭﺎی ﻧﺰاری زھﺮه ﺑﺮﺑﻂ ﻧﻮاز از ﭘﯽ ﺑﺰم ﺗﻮ ﺗﺼﻨﯿﻒ ﻓﺮاوان ﺳﺎﺧﺘﮫ
17 Nimet Yıldırım, İran Edebiyatı (Başlangıçtan İslamiyete Kadar), Pinhan Yayıncılık, 1. bsk., İstanbul, 2012, ss. 129-131
Bu bakımdan İran Edebiyatının meşhur gazel üstadı Hâfız-ı Şîrazî’ye müessir olduğu söylenmekte ise de, bilhassa Kâsım-ı Envâr ve Şah Ni’metullah’ı Velî’ye bu vadide önderlik etmiştir. Ruh, mizaç ve dini akideleri icabı Nizârî’nin kasideleri gazellerine nispetle çok sunidir; bunlar hiçbir zaman kendinden önceki Unsurî, Farruhî, Hâkânî, Anvârî gibi büyük kaside üstatlarının eserleriyle kıyas edilemez. Nizârî, edebi kudretini gazellerinin yanında kıt’a, terkib-i bend, terci-i bend ve rubailerinde göstermiştir. Fikren olduğu gibi, rubai nevinde de Hayyâm’ın tesirinde kalmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Kemiyet itibariyle eserlerinin yarıdan çoğunu teşkil eden mesnevîlerinde (sadece Ezher ü Müzhir on bin beyitten fazla) Attâr, Mevlânâ ve Nizâmî’ninkilerde olduğu gibi tatlılık ve selaset yoktur. Hâlbuki bilhassa Senâî, Attâr, Mevlânâ ve Nizâmî’ye olan hayranlığını ve onlara benzeme arzusunu eserinde izhar etmektedir. Mesnevîlerinden bilhassa Destûrnâme’nin daha sonraları büyük bir rağbet gördüğü söylenir. Nitekim nüshalarının, diğer eserlerine nispetle daha fazla ve yaygın olması bu rağbetin delili sayılabilir. Bazı lügat kitaplarına göre, eski İran hükümdarları hakkında mesnevî şeklinde manzum bir tarih yazdığı da rivayet ediliyorsa da, külliyatında böyle bir manzum tarih mevcut değildir. Şiirlerinde ziraat ve ziraatla uğraşanlara ayrı bir alaka ve sempati göstermektedir. Zamanına kadar hiçbir şairde rastlanmayan bu hususiyetiyle Nizârî,
kendinden az sonra gelen meşhur şair İbn Yamîn üzerinde mühim tesir icra etmiş olmalıdır.18
Nizârî hakkında son olarak özetle şunlar söylenebilir: Nizârî, VII/XIII. yüzyıl İran edebiyatının önemli şairlerinden biridir. O, sahip olduğu etkili üslup ve değerli eserlerine rağmen günümüzde fazla tanınmamaktadır. Bunun en önemli sebeplerden biri, İsmâilî bir şair olarak kabul edilmesidir. Ancak İsmâilî olup olmadığı hakkında çelişkiler mevcut olmakla birlikte, net bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. O, yaşadığı devrin siyasi ve ekonomik koşulları altında, içinde derin anlamlar ve geniş tahayyüller barındıran eserler ortaya koymasına rağmen ne kendisi ne de eserleri -yaşadığı dönemin siyasi ideolojisi altında ezilip- ne yazık ki hak ettiği değere ulaşamamıştır.
18 Bilgin, a.g.m., ss. 55-57.
- ESERLERİ
Hicri VII./XIII. ve VIII./XIV. yüzyıl başlarında Bircend’in tanışmış şairi olan Hakîm Sadeddin Nizârî-i Kuhistânî (H. 645-720, M. 1247-8/1320), çeşitli uzunluklarda beş mesnevi kaleme almıştır. Bunlar özetle şu şekilde sıralanabilir:
- Sefernâme: Şairin kronolojik açıdan ilk mesnevîsidir. Bu eser 1200 beyit civarında olmakla birlikte, bu mesnevînin konusunu, şairin 678-679/1279-1280 yılları arasında İsfahan, Tebriz ve Bakü gibi muhtelif şehirlere yaptığı sefer oluşturmaktadır. Nadya Ebû Cemâl bu mesnevîyi düzenleyip doktora tezi olarak New York Üniversitesi’ne sunmuştur (Lewisohn, s. 250, md. 84). Ondan sonra Orhan Bilgin de 1975 yılında, onun bir bölümünü İstanbul Üniversitesi’nde Ahmet Ateş danışmanlığında yürütülen doktora tezinde yayınlamıştır.
- Edebnâme: Nizârî’nin ikinci mesnevîsi olan bu eser 695/1295-6 yılında, mütekarib bahrinde yazılmış olup, Şemseddîn Ali Şah için kaleme alınmıştır.
- Münâzara-i Rûz ü Şeb: Nizârî’nin üçüncü mesnevîsidir. 550 beyitten oluşan (benim çalışmamda 546’sı mevcuttur) bu mesnevîde, Gece ve Gündüz arasındaki çatışma alegorik tarzda etkileyici bir şekilde işlenmiştir.
- Esher ü Müzhir: 700/1300 yılında, Attâr’ın Hüsrevnâme’si vezninde yazılmış olan bu eser, şairin dördüncü ve en uzun mesnevîsidir.
- Destûrnâme: 576 beyitten oluşan bu çalışma beşinci ve son mesnevîdir.
İlk olarak Evgenii Eduardoviç Berthels tarafından Rusça’ya çevrilerek 1926 yılında Leningrad’da basılmıştır. Ardından Müzâhir Musaffâ, bir kez daha, hat nüshalarından faydalanarak metni neşredip, Nizârî Divânı’nın mukaddimesi (c.1, s. 259-299) ne ekleyerek yayınlamıştır.19
- Diğerleri: Günümüze ulaşan divân külliyatında bu mesnevîlerin yanı sıra kaside, gazel, kıta, terkib-i bend, terci-i bend ve rubâîler de mevcuttur.
Beyit sayısı 20.000’i geçen külliyatının en geniş nüshası Saint Petersburg Devlet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Münzevî, III 1895). Divânı, Müzâhir Musaffâ tarafından neşredilmiştir (Tahran 1371-1373h./1992-1994).20
19 Nasrullah Pürcevâdî, Mesnevî-i Rûz ü Şeb, Neşr-i Ney, Tahran, 1375, ss. 7-8.
20 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199.
- BÖLÜM
NİZÂRÎ-İ KUHİSTÂNÎ DÖNEMİ, TARTIŞMALAR, DEĞERLENDİRMELER
- İSMÂİLÎLİK VE NİZARÎLİK
İsmâilîlik, İmam Cafer el-Sâdık’ın ölümünden sonra, yeni imamın, Cafer’in hangi oğlu olacağı üzerine çıkan tartışmalar sonucunda gelişen bölünme sonucu doğmuştu. Bu bölünme sonucu, bir grup İsmail b. Cafer’i, bir grup da Musa b. Cafer’i tutmuş; daha sonraki yüzyıllarda da İsmail’i seçenler İsmâilîler, Musa’yı seçenler On İki İmamcılar olarak adlandırılmışlardı. On İki İmamcılık, Bağdat’taki Sünnî otoriteyle barışık ve kentli bir görünüm arz ederken, İsmâilîlik daha çok kırsalda ve kentli hoşnutsuzlar arasında yayılmıştı.
İsmâilîliğin tarih sahnesine en somut biçimde çıkışı, ilk olarak Karmatî hareketiyle olmuş, bu hareketin bir uzantısı olarak doğan Fatimî devletiyle ise zirveye ulaşmıştı. Fatimî Halifesi el-Mustansır’ın ölümü üzerine İsmâilîliğin, Musta’lîlik ve Nizarîlik olarak ikiye ayrılmasından sonra, Nizarîlik, Fatimî yönetiminden koparak İran’da Hasan-ı Sabbah’ın önderliğinde kendi bağımsız Nizarî örgütlenmesini kurmuştu. Bu arada, Mısır’daki Fatimî devletinde yeni bir bölünme daha yaşanmış ve Musta’lîlik, Tayyibîlik ve Hâfızîlik olarak bölünmüştü. Önce Eyyübî hanedanı tarafından 1171 yılında Fatimî devletinin, yaklaşık bir yüzyıl sonra da 1256 yılında Moğollar tarafından Nizarî devletinin sonu gelecekti. Nizarî İsmâilîliği bu tariften sonra İran’da tasavvuf kisvesi altında varlığını devam ettirirken, İran dışındaki Nizarî İsmâilîleri ve Fatimîlerden kopan Tayyabî İsmâilîleri, Yemen ve Hindistan’da kendi yerel ruhanî yöneticilerinin liderliğinde varlıklarını devam ettireceklerdi.
Alamut’un düşüşü sonrası imamlarından yoksun kalan Nizarîler için tasavvuf çevreleri, gerek dönem coğrafyasının dinî-sosyal yapısından, gerek Nizarîlerin inanç ve doktrinlerinden dolayı Nizarîler için oldukça uygun bir sığınaktı. Nizarî İsmâilîliğin, tasavvuftaki mürid-şeyh ilişkisine benzer hiyerarşik yapısı, bir tarikatınki gibi dış dünyaya kapalı oluşu sayesinde, herhangi bir tasavvuf akımından pek de ayırt edilemeyecek özelliklere sahipti.
Bu yapısal ve doktrinsel benzerlik, bu akımların, doğrudan ya da dolaylı olarak İsmâilî doktrininden etkilenmeleriyle sonuçlandı. Bu doktrin, İslâm öncesi birçok unsuru bünyesinde taşıyan, ama İslâmî bir tarzla yeniden yorumlanan yarı mistik-yarı felsefi bir doktrindi. Mistik yanını, -eski Orta Doğulu inanç sistemlerinde bulunan- kurtarıcının yeniden dünyaya geleceğine dair gnostik gizemciliğinden, felsefi yanını ise eski Yunan düşüncesinden kaynaklanan Platon, Aristo ve Platinus gibi filozofların düşüncelerinden alıyordu. Bu iki düşüncenin yarı tasavvufi bir tarzla yeniden yorumlanışı olan Yeni- Eflâtuncu düşüncenin, Fatimî dönemi İslâm filozofları tarafından yeniden şekillendirilmesi ise İsmâilî doktrininin klasik çizgisini oluşturmuştu. İşin bu kısmı, daha çok felsefe ve teolojiyle ilgilenen İsmâilî entelektüel eliti için önemliydi. Bunun yanı sıra işin bir başka tarafı da İsmâilîliğin bir de ihtilalci bir yanının olmasıydı ki, bu da en çok kırsaldaki insanları, kentlerin ezilmiş insanlarını kendine çekiyordu. Bu kitle, fırsat bulduğu her durumda Ortodoks Sünnî yönetime başkaldırıyordu. Karmatîlerin Abbasîlere karşı isyanı ya da Nizarîlerin Selçuklulara karşı isyanı, bunlara örnek verilebilir.
Alamut sonrası Nizarî İsmâilîliğinin tasavvufla ilişkisini, Alamut’un düşüşü sonrası, İran’da oraya buraya dağılan Nizarîlerin, çevrelerindeki heterodoks gruplarla olan iç içeliğinden de anlıyoruz. Özellikle Hurûfîliğin bu tarikatlar içinde önemli bir yeri vardır. Hurûfîlik, önceleri daha çok harflere ezoterik anlamlar yükleme eğilimi olarak değerlendirilirken, Fazlullah-ı Esterabadî’nin kişiliğinde XVI. yüzyılın ikinci yarısında tarikat haline gelmiştir. Hurûfîliğin asıl önemi de bundan sonra kendini göstermişti. Bu da Hurûfîliğin panteist bir tanrısallık iddiası gütmesidir ki, bu iddia, İsmâilîlikte de önemli ölçüde yer alan çevrimsel tarih, tenasüh ve hulûl gibi inançları bünyesinde taşımaktaydı. Hurûfîlik, aynı zamanda, Moğol istilaları sonrası İran’da ve Anadolu’da görülen hemen her tasavvufi zümreyi bir şekilde etkisi altına almıştı. Bu da, İsmâilîliğin, doğrudan olmasa da dolaylı olarak, özellikle de Hurûfîlik kanalıyla, dönemin çeşitli tarikat ve zümrelerine nüfuz ettiği gerçeğini göz önüne sermektedir.
Son olarak şu net bir şekilde söylenebilir ki: Alamut’un düşüşü sonrası Nizarî İsmâilîliğinin tarihi, Moğol istilası sonrası İran ve Anadolu tarihi açısından, İran’ın Şîîleşmesi ve Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecinde, bilhassa çeşitli tasavvufî zümreler üzerindeki etkisi bakımından büyük bir önem arz etmektedir.1
1 Zahide Ay, Alamut Sonrası Nizârî İsmailîliği (13-15. Yüzyıllar), Önsöz Yayıncılık, İstanbul, 2012, ss.155-158.
- NASRULLAH PÜRCEVÂDÎ2’NİN RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİ HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİ3
- Rûz ü Şeb Mesnevîsi
Bu mesnevînin ana fikri Gece ve Gündüz (ya da Güneş) arasındaki münakaşanın edebi bir üslupla ele alınmasından oluşmaktadır. Nizârî, bu mesnevîyi 699/1300 yılının Nevrûz akşamında kaleme almıştır.
Nizârî, hikâyesine yalnız başına odasında otururken, Gece’nin onunla konuşmaya başladığını ve kendisinden Gündüz’ün ona yaptığı zulüm ve insafsızlığı yazıp hükümdara göndermesini istediğini belirten sözlerle başlamaktadır. Şair, Gündüz’ün de kendisi hakkında konuşması şartı ile bunu yapmayı kabul eder. Gece ve Gündüz aynı anda birlikte bulunamadıkları için Sabâ4 rüzgârını haberci olarak seçerler. Onun Gündüz’e ilk haberinde, Gece, Gündüz’ü zararlı ve sert olmakla ve her Sabah doğudan yükselip karanlıklar ordusunu uzaklaştırarak zorluklara sebep olduğu düşüncesiyle suçlamaktadır. Ardından Gündüz’den bu duruma bir son vermesini ister. Bütün bunları hatırlattıktan sonra akşam olduğunda saldırı sırası bu kez Gece’nin olacaktır ve Gündüz’ün ordularından öylesine kan dökülecektir ki; Gündüz, dünyadan yavaşça ayrılırken her yer kırmızıya bürünecektir. Bu haberi almak Gün’ü öylesine öfkelendirir ki, Sabâ’nın daha fazla konuşmasını yasaklar ve ardından Gece’yi cahil ve saygısız olmakla suçlar. Bu gereksiz kaçışın ne kadar süreceği bilinmez. O, kaçınılmaz şekilde şafak vaktine yenilecektir.
2 Dr. Nasrullah Pürcevâdî, İslam Felsefesi, tasavvuf çalışmaları ve Fars Edebiyatı konusunda uzmanlaşmış, İranlı üretken bir yazar, çevirmen ve bilim adamıdır. İran University Press (İran Üniversitesi Yayınları)’in kurucu yöneticiliğinde yer almıştır. Prof. Nasrullah Pürcevâdî, en son Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nde akademik görevde bulunmuştur. Ondan öncesinde, Tahran Üniversitesi, Colgate Üniversitesi ve Roma’da bulunan Gregorian Üniversitesi’nde akademik görevlerde bulunmuştur. 2005 yılında Prof. Nasrullah Pürcevâdî, araştırmalarındaki mükemmellik adına Alexander von Humboldt ödülüne layık görülmüştür. O, kendisinin yazıp düzenlemiş olduğu çok sayıdaki çalışmalarının yanı sıra Peter Lamborn Wilson ile iki kitap üzerinde çalışmıştır. http://www.studiesincomparativereligion.com/public/authors/Nasrollah-Pourjavady.aspx
3 Pürcevâdî, a.g.e., ss. 8-28. (Çev.) Eser yazıldığı şekliyle tercüme edilmiş olup kaynaklar orjinalinde olduğu gibi parantez içerisinde verilmiştir.
4 Doğu cihetinden esen hafif ve latif rüzgâr. Sabâ yelinin divân şiirinde kullanımı, sevgilinin kokusunu taşıması, dağıtması ve yayması esası üzerine kurulmuştur. O, daima sevgilinin saçlarından bir iz ve koku taşır. Gülşen, bağ, bostan vs. yerleri dolaşarak oraların gelişmesine de yardımcı olur. Goncayı açıp gül eyler. Serviyi donatır, nergisin gözünü açıp lâleye kırmızılık verir. Âşıka sevgiliden haber getiren bir postacıdır. Sevgilinin saçındaki misk, anber, sünbül ve reyhan kokularına sahiptir. Âşık bazen kendini sabâ’nın ellerine bırakır ve sevgilisine götürmesini ister. İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 13. bsk., Kapı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 382.
Rûz ü Şeb’de ise Sabâ, Gece ve Gündüz arasındaki iletişimi sağlamak amacıyla elçilik görevini üstlenmiştir.
Gün’ün küstah cevabı Gece’yi çılgına çevirir. Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden düşmanına ikinci haberini gönderir ve bu haberinde özetle şöyle der: “Dünya yaratılmadan önce karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Bu nedenle Gece, içinde Güneş’inde olduğu dünyanın en yüksek konumundaydı. Üstelik Tanrı, dünyayı yarattığında Güneş’i dördüncü semaya yerleştirdi ve ona gözcülük görevi verdi. Gözcülük belli ki çok yüksek bir mevki değil. Bunun yanında Güneş’in etrafında ve üstünde başka gezegenler de var…” Bu habere cevabında Güneş, her yere ışık saçtığını ve karanlıkta kalan her yeri aydınlattığını, dağlarda pırlanta gibi değerli şeyleri şekillendirdiğini, yağmurla gelişen incilerin denizlere damladığını ve bahçelerde çeşitli ağaç ve bitkilerin yetiştiğini iddia eder. Gece ve Gündüz arasındaki çekişme devam eder ve karşılıklı yedi mesajın ardından
Gece, Gündüz’ün yani Güneş’in kendisinden daha üstün olduğunu kabul eder. Çünkü hükümdar da onunla aynı isme sahiptir. Bu da şairi, dönemin İran hükümdarı Şemseddîn Ali Şah’ı övmeye yöneltir.
- Mesnevînin Özeti
Rûz ü Şeb mesnevîsi, şairin Gece ile hayali görüşmesi ile başlamaktadır. Nevrûz akşamıdır ve diğerleri içki meclisinde eğlenirken o, davet edilmediği için üzgün bir şekilde yalnız başına bir köşede oturmaktadır:
Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį
(80. beyit)
Tam bu sırada Gece dile gelerek şairle konuşmaya başlar ve ondan Gündüz ile olan macerasını yazmasını ister.
Şeb-i rūşen dil siyah cāme
Güft: “ Ħāmį mekün bi-zen ħāme
Nažm kün mācera-yı men bā-Rūz Nedihem mühlet įn-şebet tā-rūz
Nāme-yi nažm-ı tū bahāne künem Ķıśśa-yı pįş-i şeh revāne künem
Tā-merā ez-Ǿaźāb ber-haned Dādem ez-Āftāb bestāned ”
(93-96. beyitler)
Bu beyitlerde siyah elbiseli Gece, şairden boş durmayıp Gündüz ile arasındaki macerayı kaleme almasını ve aynı gece içinde bitirmesini ister. Şair Gece’nin önerisini sorar ancak Gece, Gündüz’ün de konuşması gerektiğini söyler. Gece ve Gündüz’ün bir arada bulunma imkânı olmadığı için Gece, sözlerini bir aracı yardımıyla söylemek ister. Gece, önce karanlıktan birini bu göreve atamıştır ancak, o bunun üstesinden gelememiştir. Ardından Sabâ rüzgârını bu iş için seçer ve o da bu görevi oldukça başarılı bir şekilde yerine getirir.
Gece, Gündüz ya da Güneş’e ilk haberinde onun fitneci olduğunu ve seher vakti doğudan yükselerek Gece’nin ordusunu mağlup ettiğini söyler. Ardından da onun bu işten geri çekilmesini ve Gece ile savaşmamasını ister. Çünkü her durumda Gece gurup vakti ordularıyla Güneş’e saldırarak onun ordularını kan içinde bırakır ve o da ister istemez bu dünyadan ayrılmak zorunda kalır.
Sabâ rüzgârı, Gece’nin haberini Gündüz’e ulaştırdığında Gündüz onun saçma sapan sözlerine çok öfkelenir. Ardından da Gece için bir haber gönderir ve bu haberinde onun cahil olduğunu ve haddini aştığını söyler. Gece her durumda ölçüyü kaçırır ama sonunda Gündüz’e yenilecektir.
Gündüz’ün cevabı Gece’yi oldukça sinirlendirir ve Gündüz ya da Güneş’e diğer bir haber gönderir. Bu haberde o, yaratılışın başlangıcında sadece kendisinin olduğunu ve dünyanın hâkimi olduğunu söyler. Ardından Allah gökleri yaratmış ve Güneş’i bu dünyanın dördüncü katında gözcü olarak görevlendirmiştir. Gözcülük yüksek bir mevki değildir. Ayrıca Güneş’ten daha üstün yıldızlar da vardır.
Güneş, cevabında dünyayı aydınlattığını, yere ve göğe ışık saçtığını ve bu nedenle de yedi katın arasında bulunduğunu söyler. O, dünyanın terbiye edicisidir. Bu sebeple de dağlarda kıymetli taşlar, denizlerde inciler ve bahçelerde yeşillikler ortaya çıkmıştır.
Gece, Gündüz’e üçüncü haberinde, insanların Güneş’e sitem ettiklerini ve çölde susuzluktan mahvolduklarını ve aynı şekilde Kerbela ovasında İmam Hüseyin’i andıklarını söyler. Gündüz, Gece’ye gönderdiği cevapta, asıl zulüm ve sapkınlığı Gece’nin yaptığını, öyle ki bu zulüm ve sapkınlığın Ebû Süfyân’ın gönlündekilerle eş değer olduğunu söyler.
Gündüz’ün sözleri Gece’yi bir kez daha öfkelendirmiştir. Dördüncü haberinde Gece, Güneş’in her ne kadar dünyaya parlaklık ve ışık verse de kendisinin, onun asla göremeyeceği ve duyamayacağı şeylere tanıklık ettiğini söyler. Gece, sözlerine âlemin ufuklarının pehlivanı olduğunu ve kendi adamlarından on kişiyle iki bin kişiyi devirebileceğini söyleyerek devam eder. İnsanların sırdaşı olduğunu da sözlerine ekler. O, gece uyanık kalanların ve yanlarında sevgilisi olmayan âşıkların dostudur. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in göğe çıkması da gece gerçekleşmiştir. Oruçlular da oruçlarını gece açarlar.
Gündüz, cevabında Gece’nin gördüklerini görmemesinin aslında bir eksiklik olduğunu kabul eder. Gece, günahkârların yardımcısı ve fesatların dayanağıdır. Gece, her zaman gizli olayların olduğu ve fitne ve feryatların doğduğu zamandır. Fakat Gündüz, gizli işler ve hırsızlıklar yoktur. Gündüz çiçekler açar, insanlar sabahları Tanrı’yı hissederler ve oruçlular sabah namaz kılarlar ama Gece sadece karınları dolar ve yeryüzüne gaflet iner.
Gece ve Gündüz ya da Güneş’in söyleşileri durmadan devam eder, öyle ki yedi haberi reddettikten sonra Gece yorgun düşer ve başını öne eğip Gündüz’ün Şemseddîn Şah ile aynı isme sahip olduğu için kendisinden daha üstün olduğunu kabul eder:
Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį
(376. beyit)
Gece, sözlerinin devamında onun kendisinden daha üstün olduğunu ve Gündüz’ün hükümdarı övdüğünü söyler. Gündüz, Gece’nin teslim olduğunu ve söyledikleri için kendisinden özür dilediğini görünce tavrını değiştirir ve onunla barışır.
Nizârî, Gece ve Gündüz’ün çekişmesinin ardından bu defa da hükümdarın yanındaki yoksul ve köleleri ele alır ve Gazneli Mahmut dönemindeki şairler gibi kendisi bizzat âşıkları kaleme alır ve şöyle der:
Coz velā-yi tū der-velāyet-i dil Nįst çįzį diger zi-āb u zi-gil
(413. beyit)
getirir.
Nizârî, kendisinin günahkâr olduğunu kabul eder ve Kuhistan’da fakir kaldığını dile
Der-Ķuhistān zi-men çi bįş ü çi kem Hįç tevfįr nįst noķśān hem
(429. beyit)
Şair bu haliyle gurur duyar. O, Rûz ü Şeb hikâyesinde Gece’nin Gündüz’den şikâyetçi olduğunu işaret etmektedir. Aslında o, Gece gibi karanlık olan bahtından davacıdır ve onun hükümdardan dileği onun ricasına cevap vermesidir. Nizârî, burada içine sûfîlik elbisesini giydiğini ve her bir parçasını gizleyip köşesine çekildiğini ifade etmektedir. Rûz ü Şeb mesnevîsinin son bölümünde Nizârî’nin tasavvufi ve gizemli bir surette Kutbeddin Haydar-i Zave hakkında naklettiği bir hikâye de mevcuttur. Son olarak da hükümdardan lütfünü kendisinden esirgememesini dileyerek mesnevîyi sonlandırır.
- Rûz ü Şeb’in Yapısı
Rûz ü Şeb mesnevîsi, mütekarib5 bahrinde Senaî’nin Hadika6’sı ile aynı vezinde yazılmış olup Gece ve Gündüz arasındaki münakaşa ve çekişmeyi ele almaktadır. Nizârî 699/1300 yılının Nevrûz akşamında yazmış olduğu bu mesnevîyi, Kuhistan hükümdarı Şemseddîn Ali Şah’a Nevrûz hediyesi olarak takdim etmiş olduğunu belirtmiştir. O, bu mesnevîyi kaleme aldığı zaman yaşı elliyi geçmiştir (494. beyit). Nizârî’den iki yüzyıl önce Esedî-i Tûsî aynı şahsiyetlerin münakaşasını konu alan bir kaside yazmıştır. Fakat Nizârî’nin şiiri mesnevîdir ve onun beyitleri Esedî’nin kasidesinden defalarca daha üstündü. Delillerle anlaşılmıştır ki, bu iki eserde Gece ve Gündüz farklıdır. Onun için Nizârî’nin Esedî’nin kasidesinden etkilenmemiş olduğu görülmektedir.
5 a) faûlün faûlün faûlün faûlün
b) faûlün faûlün faûlün faûl
6 fâilâtün fâilâtün fâilün
Nizârî’nin mesnevîsi daha çok efsanevi mesnevîlere benzemektedir. Beyitlere Yüce Tanrı’yı ve Peygamber (s.a.v.)’i överek başlar ve ardından şair, Şemseddîn Ali Şah Nimrûz ve şehzade oğlu Tâcedddîn Ebü’l-Maalî Muhammed b. Ali’ye övgülerine başlar (45-83 beyitler) ve mesnevîsini bu konu üzerine kurar. Gece ve Gündüz’ün, Sabâ rüzgârının aracılığıyla yaptıkları dedikodunun üzerinde şair, hükümdara köleliği vurgulamak istemiştir ve ardından üstü kapalı olarak Kutbeddin Haydar-i Zave ile ilgili hikâyesini nakleder ve kendi iktidarı olmadığından yakınarak, hükümdardan tövbe edip köşesine çekilebilmek için izin ister. Sonunda şair, mesnevîsinin bazı beyitlerinde onun adını zikreder ve bir kez daha hükümdarına şükreder.
- Münâzara Kelimesinin İncelenmesi
Münâzara yani münakaşa ya da diğer bir deyişle çekişme kelimesi dünya edebiyatında oldukça uzun bir geçmişe sahiptir. Münâzaralar, çoğu zaman eski dillerde kullanılsa da, günümüz dilleri olan Avrupa dillerinde ve Farsça, Arapça ve Türkçede de görülmektedir. Bu kelimeyle ilgili olarak genellikle, iki şahsiyetin birbirleri arasında dil aracığıyla çekişmesi ve her birinin diğerinden daha üstün olduğunu ispatlamaya çalışması söylenebilir. Örneğin gül ve şarap, bahar ve güz ya da yaz ve kış, can ve beden, göz ve gönül, akıl ve aşk, yer ve gök, kılıç ve kalem, gece ve gündüz gibi. İki düşman ve rakip birbirleriyle çekişmekte ve bunlardan her biri diğerinin kusurlarını kendi iyilik ve kötülüklerinden daha kötü saymakta, ayrıca her biri, kendisinin karşısındakinden daha üstün olduğunu vurgulamaktadır. Bu şahsiyetlerin münâzaralarının bazılarının, yıl içindeki mevsimler ya da yer ve gök gibi dil bakımından çeşitlendiği de görülmüştür. Gece ve Gündüz birbirlerinin ezeli düşmanıdır ki bunu herkes bilmektedir.
Bu türün en eski örneği Ebû-Nasr Ahmed’e Esedî-i Tûsî tarafından yazılmış olan övgü kasidesidir. Nizârî’nin mesnevîsi bu iki şahsiyet arasındaki ikinci münâzara örneğidir. Hoca Abdullah Ensarî’ye ithaf edilmiş olan “Kenz’ül Sâlikîn” de Gece ve Gündüz ile ilgili yazılmış mesnevîlerin en kısasıdır. Lahurlu Münir’in de Gece ve Gündüz ile ilgili basılmış olan bir münâzarası bulunmaktadır. Arapçada da Cezayirli Muhammed bin Muhammed’in “gece ve gündüz” ve “bahar ve güz” arasındaki münâzaranın ele alındığı eseri basılmıştır. Gece ve Gündüz arasındaki münâzaranın ele alındığı diğer bir eser de İsfahanlı Ali Fethullah’ın İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde de el yazması
nüshasının bulunduğu eseridir. Nizârî’nin mesnevîsinin diğer bütün bu münâzaralardan daha ayrıntılı, daha şairane ve daha orijinal olduğu açıkça görülmektedir.
Nizârî’nin mesnevîsinde yenilikler dikkat çekmektedir. Bu yeniliklerden biri, mesnevîsinde ölçülerden faydalanmasıdır. Nizârî, Esedî-i Tûsî gibi bu eserde kendisini övmek istemiş ama bunu yapabilmek için kaside ölçüsünden faydalanmamıştır. Bu mesnevî, efsanevi bir hikâye olma özelliği de taşımaktadır. Hikâyeye başlamadan önce de söze ilk olarak saray mesnevîleri gibi tevhîd, hamd ve Peygamber’e (s.a.v.) övgü ile başlamıştır. Ancak Dört Halife’nin ismine yer vermemiştir.
- Nizârî’nin Övgüleri
Nizârî, şiirlerinde çeşitli şahsiyetlere övgülerde bulunmuştur. O, birçok çağdaşı gibi divânı olan Şemseddîn Muhammed’e övgüde bulunmuştur. Onun övgüleri, yedinci yüzyılın son yıllarında Bircend’e geri döndüğü zaman Şemseddîn Ali Şah’a olmuştur. Nizârî, Rûz ü Şeb mesnevîsinin yanı sıra kasideler de yazmış ve 696/1296-7 yılında onlarda Şemseddîn Ali’ye övgülerde bulunmuştur.
Mālik-i mülk-i ĥaķāyıķ ĥâzin-i genc rumūz Şāh-ı İrān Şemseddįn ĥaķ ǾAlį žillullāh
Cām ber-kef, bāde ber-ser, ber-serįr-i mülk-i bād Vįn mübārek ķaśr menzil-i ħāne-i iķbāl u cāh
Nizârî, Rûz ü Şeb mesnevîsinden bir yıl sonra yazdığı Ezher ü Müzhir’de de Şemseddîn Ali’yi övmüştür. O, Rûz ü Şeb mesnevîsini yazdığı zaman Şemseddîn Ali gücünün uç noktasındaydı. Nizârî, onu bu mesnevîde cesur, savaşçı ve aynı zamanda da erdemli ve fazilet sahibi biri olarak tanıtmış ve ona “Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem” kılıç ve kalem sahibi demiştir:
V’ān ki gerziş be-Ǿarśa-gāh nebürd Ez-ser-i düşmanān ber-āred gerd
V’ān ki kilkeş çü der-śerįr āyed Cān nev der-cihān be-berāyed
(52-53. beyitler)
ǾĀlem-i Ǿilm-rā Ǿalem başed Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem başed
(57. beyit).
Rûz ü Şeb mesnevîsinin yazılmasına Şemseddîn Ali’nin yol açtığı olaylar sebep olmuştur. Şairin bir köşede tek başına oturup, şiir yazdığı gece, Nevrûz gecesidir ve hükümdar içki meclisi düzenlemiştir. Şair de bu meclise katılmak ister, ancak hükümdar onu davet etmemiştir. Nizârî, şiirlerinde birkaç kere hükümdarın onu kahrettiğini ve bir sonraki sefer onu kabul etmesi için hükümdarı beklediğini haber vermiştir. Rûz ü Şeb mesnevîsinde de şair, bu harika meclisten mahrum bırakıldığını şu beyitlerle işaret etmiştir:
Baħt maĥrūm kerd u nevmįdem Şeb-i Ǿayş ez-viśāl ħūrşįdem
(….)
Şįşe-i dāştem zi-ħūn-ābe
Pür çünān kez şarāb-ı ķarābe
Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį
(76-80. beyitler)
söyler:
Nizârî, mesnevînin sonlarında şaha yeniden övgülerde bulunur ve ona şunları
Pād-şāhā-yi Nizārį Ǿāciz
Coz be-iħlāś dem nezed hergiz
(401. beyit)
Tā-serem ber-ten-est u ten-i zinde Bendeem bende-i tūrā bende
Men ki bāşem ki gūyem ān tevām Yekį ez-cümle-yi segān tevām
Ber-keşįdį merā u be-gezįdį Mülk dādį u māl baħşįdį
(405-407. beyitler)
Nizârî, bu beyitlerde, kendisini padişah karşısında ne kadar aciz gördüğünü vurgulamak istemiştir.
Rûz ü Şeb mesnevîsinden ortaya çıkan şey, Nizârî’nin Şemseddîn Ali Şah’ı övmesi ve yalvarırcasına ondan kendisini affetmesini dileyip, onun lütfünü kazanmak istemesidir. Kimileri bu mesnevînin, hükümdarın Nizârî’yi teselli etmesine sebep olduğu zannına kapılsalar da aslında bu mesnevîden böyle bir sonuç çıkmamaktadır.
Şemseddîn Ali Şah’a ilave olarak Nizârî, hükümdarın şehzade oğlu Tâceddîn Ebü’l-Maalî Muhammed b. Ali’ye de övgülerde bulunmuştur.
- Mesnevîde Rumuz
Nizârî, mesnevîsinin sonunda beyitlerinin tümünün rumuzlu olduğuna işaret etmiştir:
Beyt beyteş be-remz be-nüvişte Āb u ħākeş be-Ǿaşk be-sirişte
(540. beyit)
Ancak bunu abartılı kabul etmek gerekir. Çünkü ne bu mesnevînin beyitlerinin tümünün rumuz yönü vardır ne de onların temelini aşk oluşturur. Bu mesnevî, romantik bir hikâye olmamakla birlikte aslında epik bir yöne de sahiptir. Çünkü Gece ve Gündüz birbirleriyle çekişmektedir. Bu mesnevîdeki bazı beyitlerin de rumuz yönü vardır. Gece ve
Gündüz arasındaki çekişmede de gizli bir rumuz vardır. Fakat burada önemli olan birbirleriyle çekişen bu iki kahramanın ortaya çıkışının ne öznel ne de nesnel olmasıdır.
Doktor Müzâhir Musaffâ da, Nizârî’nin Divânı’nın genişletilmiş özetinde, Gece ve Gündüz’ü; aydınlık ve karanlık, beyazlık ve siyahlık ve Gündüz’ün Gece ile uzlaşmasını da aydınlığın zulme olan zaferi olarak kabul etmiştir. Elbette bu tamamıyla inkâr edilemez, her ne kadar Nizârî aydınlık ve zulmün çekişmesi konusuna yönelse de İslâmiyet’ten önce İran’da bu inanç söz konusu değildir. Ayrıca bu eserin Şîî ve Sünnî mezhepleri arasındaki çekişmeyi ele aldığı ve sonunda Şîîliğin Sünnîliğe galip geldiğini düşündürdüğü de ileri sürülmüştür, ancak bu tamamıyla asılsızdır.
Gece ve Gündüz’ün çekişmesi, dil bakımından edebi bir tarz ya da yöntem olan münâzaradır ve ilk olarak bu edebi türün diğer örneklerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bu yöntem, münâzaralarda genellikle hem eğitici hem de öğretici türde mevcuttur. Şair, edebi bir çekişmeyi kaleme almıştır ve çoğunlukla çekişen her iki tarafın olumlu ve olumsuz özelliklerini açıkladığını vurgulamıştır. Bu türün en çok örneği, saray ile ilgili münâzaraların ele alındığı türde olup şahlar, vezirler ve emirler için yazılmıştır. Bu nedenle şairler, kasidenin bir bölümündeki bu münâzaralardan kendilerini övmek için istifade etmişlerdir. Tıpkı Esedî-i Tûsî’nin münâzaralarında ya da Emir Muazza’nın kılıç ve neşterin birbirleriyle olan çekişmesinin anlatıldığı kasidesi gibi. Nizârî’de bu mesnevîde aynı şeyi yapmıştır. O, padişahı övmek, işlediği suçtan dolayı ondan özür dilemek ve onun bağışlamasını istemek için yazmak istemiş ve bunun için de Rûz ü Şeb mesnevîsini kaleme almıştır. Elbette o, bunun için mesnevî ölçüsünden faydalanmış ve bu suretle nispeten uzun bir hikâye ortaya çıkarmıştır.
Bununla birlikte, Gece ve Gündüz’ün çekişmesi az çok aynı öneme sahipti ve mesnevîdeki bu çekişmeler aynı zamanda övgü de içermekteydi. Fakat bu iki hayali şahsiyetin her birinin ortaya çıkış yeri, ya tanınmış kişiler ya da bilinen şeyler olması nedeniyle bu konuya işaret etmiştir. Öyle ki Gündüz’ün hükümdar olduğuna kuşku yoktur. Esedî-i Tûsî’nin kasidesindeki Gece ve Gündüz münâzarasında Güneş ya da Güneş ışığı gündüzle bağlantılıdır, ancak Nizârî’nin mesnevîsinde Güneş ve Gün aynıdır ve bununla birlikte Gündüz hükümdar ile aynı ada sahiptir. Gündüz şems yani Güneş’tir, hükümdar ise Şemseddîn. Nizârî bu konuyu Gece’nin dilinden açıklamıştır. Gece, sonunda Gündüz’e teslim olmuş ve Güneş’in her bakımdan kendisinden daha üstün olduğunu kabullenmiştir.
Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį
(376. beyit)
Şair bu mesnevîyi yazma sebebini açıklamak istediğinde, Gece ile aynı dili kullandıklarını şöyle açıklamaktadır:
Şüd miyān-ı men ü Şeb ez-kem ü bįş Süħanį çend ĥesab ĥālet-i ħįş
(92. beyit)
Bununla birlikte Gece, şairin Şah yani Gündüz karşısındaki durum ve mevkiini gösterebilmektedir. Elbette buradaki amaç, Gece ve Gündüz hakkında her ne söylemişse tamamen şair ve onun övgülerini doğrulama konusunda olduğu değildir. Münâzaraların şahsiyetlerinde kullanılan dil ilk olarak kendilerini göstermektedir. Şair, onların dilinde konuşarak ilk olarak, kendi durum ve niteliklerini onlara yüklemiş, daha sonra ise bu şahsiyetlerin onları gösteren kişiler ya da şeyler olduğunu söylemiştir.
- Nizârî’nin Etkilendiği Şairler
Nizârî, Ezher ü Müzhir’i yazarken Ferîdüddîn-i Attâr’dan etkilenmiş ve onu taklit etmiştir. Kendisi bu konu hakkında şöyle demiştir:
TetebbuǾ kerde-i Aŧŧâr bûdem
Ez ân zeyn şâħ ber-ħûrdâr bûdem
Zi Ħüsrevnâme bihter dâstân nîst Ki Ħüsrevnâme-i o gülistânîst
(Bayburdî, s.177)
Nizârî, bu beyitlerde Attâr’ı araştırdığını ve bundan mutluluk duyduğunu, ayrıca Hüsrevnâme’den daha iyi bir öykü olmadığını ve onun Hüsrevnâme’sinin bir gül bahçesi olduğunu söylemektedir.
Nizârî, kendisinden önceki şairler arasında Senaî’den ve özellikle de kendi çağdaşı olan Sadî’den de etkilenmiştir. Onun divânında, iki beyitini Senaî’den aldığı bir kaside mevcuttur. Âşıklar Meclisi (176. s.)’inde Nizârî’nin Şiraz’a gidip Sadî ile görüştüğüne ve aynı şekilde Sadî’nin de Nizârî’yi görmek için Bircend’e gittiğine dair bir hikâye nakledilmiştir. Ancak görünüşe bakılırsa, bunun hikâye olduğu pekte söylenemez. Elbette Nizârî’nin, Şirazlı şairlerin şiirleriyle de aşina olduğuna kuşku yoktur. O, Sadî’yi taklit ederek bir şiir yazmış ve şu dizeyi onun terci-i bendinden kendi terci-i bendine almıştır: “ be-nişînem ve śabr pîş gîrem.” (Oturup sabretmeye başlamalıyım.) Rûz ü Şeb mesnevîsinde aşağıdaki beyitte söylediklerinde:
Pāy der-dāmen śalāĥ keşem Dest der-āstįn zi-rāĥ keşem
(491. beyit) Sadî’nin şu beyitinden etkilenmiştir:
Ne dest śabr ki der-âstîn Ǿaķl be-rem
Ne pâ-yi Ǿaķl ki der-dâmen ķarar keşem
Nizârî, aynı mesnevîde, görünüşe bakılırsa kişisel bir beyiti olan Ahkemü’l
Hâkimâ7 yı nakletmek istemiştir.
Nizârî’den önceki şairlerin tesiri, sadece beyitlerde ve onun kendi şiirine aldığı mısralar ya da anlamlarda olmamakla birlikte, onlardan önemlisi Senaî, Attâr ve Sadî’den aldığı şiirlerin tasavvufi yönüdür.
Nizârî’nin şiiri de kendisinden sonraki şairleri etkilemiştir. Buna Hâfız da dâhildir. Abdülrahman Câmî, Baharistân’da Hâfız’ın üslubunun Nizârî-i Kuhistânî’ye yakın olduğunu yazmıştır.
7 Hâkimlerin en kuvvetlisi, Cenâb-ı Hak
- İsmâilîlik ve Nizârî
Nizârî-i Kuhistânî’nin mezhebi her daim tartışma konusu olmuştur. Onun ataları gibi İsmâilî olduğu kanaati yaygındır. Bununla birlikte tasavvufi söyleyişleri de dikkati çekmektedir. Bu konu Semerkantlı Devletşâh döneminde de ele alınmıştır. Devletşah’ın bu görüş hakkındaki düşünceleri ise şöyledir: “Nizârî’yi bazıları muvahhid (Tanrı’nın birliğine inanan) ve arif olarak bilirler, bazıları ise İsmâilî olduğunu söylerler” (Tezkiretü’ş-Şuara 233. s.). Nizârî, aslında İsmâilî idi, Fesih-i Hâfî, Emin Ahmed-i Râzî, Rıza Müctahidzâde (Meşhed Edebiyat Fakültesi Dergisi s. 2 ve 3, s. 84-5), Bayburdî, Zebihullâh Sefâ, Müzâhir Musaffâ, Leonard Lewisohn gibi eski ve yeni araştırmacıların çoğu bu görüşte hemfikirdir. Nadya Ebû Cemâl da Nizârî’nin İsmâilî bir dâi olduğu görüşündedir.
“Rûz ü Şeb” mesnevîsinde Nizârî, İsmâilî olduğunu kendisi açıkça söylememektedir, ancak öyle olduğuna dair bir beyit vardır ki, o da İmam Cafer-i Sâdık’ın takipçisi olduğunu ortaya koymaktadır:
Men-i mecnūn-ı vālih Ǿāşık Pes-rev reng-i CaǾfer-i Śādıķ
(457. beyit)
Gece’nin Gün’e üçüncü cevabında da Nizârî, Gece’nin ağzından Kerbela olayına işaret etmiştir:
Tū ki der-deşt-i Kerbelā dįdį Ki çi mį reft u mį pesendįdį
Geştį ān-rūz yār-ı ehl-i saǾįr Deşt ü śaĥrā be-tāftį çü eŝįr
Ķaśd-ı ferzend-i Muśŧafā kerdį Bā-peyem-ber çünįn vefā kerdį
(200-202. beyitler)
Bayburdî (172-6 s.), Baradin (198 s.) ve Musaffâ (Nizârî Divânı’nın Mukaddimesi 67-8 s.) gibi kimi araştırmacılar, açıkça ya da üstü kapalı olarak Gün’ün İsmâilîliği, Gece’nin ise Sünnîliği temsil ettiği zannına kapılmışlardır, ancak ben mesnevînin beyitlerinde doğruluğu teyit edilebilen hiçbir ize rastlamadım.
İrfani anlam ve tabirleri Rûz ü Şeb mesnevîsindeki beyitlerin bir kısmında da görmek mümkündür:
Der-ħarābāt-ı Ǿaşk-ı merdānend Kāsmān-rā çū ās-ı gerdānend
(518. beyit)
Heme hįç-est ve hįç herçi coz ū-est Heme reyn-est eger heme nįkū-est
Şirk bā-dost der-nemįgünced Her çi coz ūst der-nemįgünced
(526-7. beyitler)
Nizârî, kendi şiirlerinde Hüseyin b. Mansûr-ı Hallâc (Nizârî, Divân, c. 2. s. 156) ve İbrahim Edhem gibi tasavvuf ve irfan şahsiyetlerine işaret etmiş (Ali Rıza Müctehidzâde, s.
- ve “Rûz ü Şeb Mesnevîsi”nde ileri gelen mutasavvıflardan biri olan Matlabi’yi nakletmiştir. Bu şahıs H. VI. yüzyılın ikinci yarısı ve VII. yüzyılın başlarında Horasan’da yaşamış ve mezarı Zave eyaletindeki Haydariye türbesinde yer alan Kutbeddin Haydar-i Zave’dir.
Haydar-i Zave hakkında az bilgi bulunmaktadır. Semerkantlı Devletşâh, Kutbeddin’i “Meczûb-ı Mutlak” ve önemli dervişlerden biri olarak kabul etmekle birlikte Ferîdüddîn-i Attâr’ın babasının onun müridi olduğunu ve Attâr’ın da çocukluğunda onu görmüş olduğunu dile getirmiştir. Haydarilerin bir kısmı, ona olan bağlılıklarıyla bilinirler. Öyle ki, mutasavvıflar onun nimetlerini kapışmaktadırlar. Handemir, Şah-i Sincan lakaplı Hoca Rukneddin Mahmud’un onun hakkında yazdığı bir rubaiyi nakletmiştir (Habib’es Seyr, c. 2, s. 332):
Rindį dįdem nişeste ber-ħuşk-ı zemîn Nį-küfr u ne İslâm, ne dünyā u ne dįn
Nį-ĥaķķ ne ĥakįķat, ne ŧarįķat ne yaķįn Ender dū cihān ki rā būd zehre-i įn
Nizârî de Haydar-i Zave’yi her fırsatta övmüş ve onu dervişlerin önderi ve Allah’ın Evliyâsı olarak zikretmiştir.
Ĥaydar-i Zāve ķıdve-i abdāl Ķāyid ü sālik-i ŧarįķ-i kemāl
Būd merdį zi-dostān-ı Ħudāyį
Küfr ü dįn ber-fikende bi-ser ü pāy
(467-8. beyitler)
Nizârî, Şeyh’e olan ilgi ve ona duyduğu sonsuz saygıyı dile getirmesine rağmen onu hiç görmemiştir, çünkü Haydar-i Zave ondan önceki devirde yaşamış ve o doğmadan vefat etmiştir. Bunun yanı sıra Nizârî, kendi Sefernâme’sinde, başka bir şeyhten bahsetmiştir ki, onunla Tebriz’de görüşmüştür. Nizârî, onun lakabını “Emin-eddin” olarak zikretmiş ve onun hakkında şunları söylemiştir:
Kez men ser-geşte der-Ǿālem çū gūy Pįş-i şeyħü’l-evlįyā remzį be-gūy
Kāşif-i esrār-ı ĥaķķ-ı Şeyħü’ş-Şuyuħ Cevher-i envār-i ĥaķķ-ı Şeyħü’ş-Şuyuħ
ǾĮsā-i ŝānį Emįn-eddįn ki hest Pįş-i ķadr-i himmeteş eflāk pest
KaŧiǾ bidǾat be-şemşįr-i zemān TābiǾ emr-i Ħudāvend-i cihān
Bu Şeyhü’ş Şuyuh-i Tebrizi’dir ki Nizârî ona Şeyhlerin Evliyâsı, İkinci İsa ve Emin-eddin demiş ve Sefernâme’sini daha öncesinde tanımadığı bu kişiye takdim etmiştir. Nadya Ebû Cemâl, Nizârî onu İkinci İsa ve Dünya’nın Hâkimi (ya da öyle ki Ebû Cemâl bunu yanlışlıkla Devrin Hâkimi olarak anlamış) olarak zikrettiği için bu şahsın İsmâilî mezhebinin ileri gelenlerinden olduğu yanılgısına kapılmıştır. Ebû Cemâl’in ortaya koyduğu deliller zayıf olmakla birlikte şüphe ve tahminleri de onu kuvvetlendirmemektedir. İkinci İsa ünvanı, İsmâilîye’ye mahsus olmamakla birlikte, Sufîler’de keramet sahibi din bilginleri için bu ünvanı kullanmışlardır.
Nizârî’nin ileri gelen mutasavvıflara duyduğu saygı, onun gerçekte Sufî olduğunu göstermemektedir. Elbette onun şiiri, Sufî şairlerin şiirlerine oldukça benzemektedir, ancak bu, onun Sufî olduğunun delili değildir. Bazı araştırmacılar Nizârî’nin sufîyâne şiir dilinden sakındığı yönünde yanlış zanna kapılmışlardır (Ferhad Defteri s. 501). Ancak, doğrusu bir şairin böylesine güzel ve derin anlamları olan beyitleri korku ve riya içinde söylemiş olması oldukça zordur. Nizârî’nin maksadını anlamak için aslında onun dürüstlüğü ile ilgili şüphe etmeye gerek yoktur. Onun kullandığı sufîyâne söz ve tabirler, Nizârî dönemindeki şairler arasında revaçta olan dil ile ilgilidir.
- BÖLÜM
ESERİN TERTİBİ VE BÖLÜMLERİ
- ESERİN TERTİBİ
Rûz ü Şeb mesnevîsi; dönemin mesnevî tertibine uygun olarak giriş, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümü olmak üzere üç ana başlıktan oluşmaktadır. Giriş bölümünde, “tevhîd, münâcât, na’t ve medh” bölümleri ayrı başlıklar altında ele alınmıştır. Konunun işlendiği bölüm, dördüncü başlıktan başlayarak yirminci başlığa kadar olan bölümleri kapsamaktadır. Mesnevînin bitiş bölümünde ise; şairin, padişahtan lütfünü kendisinden esirgememesi dilediğinin yer aldığı yirmi birinci bölüm, Kutbeddin Haydar-i Zave hakkında tasavvufi dille yazılmış olan bir hikâyenin anlatıldığı yirmi ikinci bölüm ve Nizârî’nin, mesnevîyle ilgili son sözlerini naklettiği ve şaha yine övgülerde bulunduğu yirmi üçüncü bölüm yer almaktadır.
Mesnevîyi oluşturan ana başlıklar ve beyit aralıkları şair tarafından şu şekilde düzenlenmiştir:
- Der-Tevĥīd (1-28)
- Münācāt-ı Bā-Ħudā Ve NaǾt-ı Peyāmber (29-44)
- Der-Medĥ-i Şemse’d-dįn ǾAlį Şāh Nįmrūz (45-73)
- Der-Śebeb-i Nažm-ı Įn Meŝnevį ve Güft ü Gū-yı ŞāǾir Bā-Şeb (74-119)
- Bürden Bād-ı Śabā Peyām-ı Şeb-rā Ez-Berā-yı Rūz ve Āġāz-ı Peykār (120-152)
- Pāsuħ-ı Rūz Be-Şeb (153-170)
- Peyġām-ı Düvvüm-ü Şeb Berāy-i Rūz (171-181)
- Pāsuħ-ı Rūz Yā Ħūrşįd Be-Şeb (182-194)
- Peyġām-ı Süvüm-ü Şeb Berāy-i Rūz yā Ħūrşįd (195-203)
10. Pāsuħ-ı Rūz (204-216)
- Peyġām-ı Çehārüm-ü Şeb Be-Ħūrşįd (217-248)
- Pasuħ-ı Rūz Be-Şeb (249-276)
- Peyġām-ı Pencüm-i Şeb Be-Rūz (277-295)
- Pasūħ-ı Rūz Be-Şeb (296-318)
- Peyġām-ı Şeşüm Şeb (319-327)
- Pasuħ-ı Rūz yā Ħūrşįd (328-344)
- Peyġām-ı Heftüm-i Şeb (345-357)
- Melūl Şüden-i Rūz u Āħirįn Pāsuħ-ı Ū Be-Şeb (358-372)
- Teslįm Şüden Şeb Be-Āftāb ve Medĥ-i Şāh (373-388)
- Āştį Kerden Rūz Ba-Şeb ve Medĥ-i Şāh (389-400)
- İžhār-ı Bende-gį Kerden-i ŞāǾir Der-Pįş-gāh-ı Şāh (401-466)
- Dāstān-ı Mįrāŝ-ı Ķutbeddįn Ĥaydar (467-532)
- Pāyān-ı Süħan (533-546)
- ESERİN BÖLÜMLERİ
- Giriş Bölümü
Nizârî’nin Rûz ü Şeb mesnevîsi, “tevhîd” bölümüyle başlamaktadır. Nizârî, bu bölümde öncelikle Allah’a şükreder ve ardından her şeyin başlangıcının ve sonunun O’na bağlı olduğundan ve O’nun varlığın ve yokluğun yegâne yaratıcısı olduğundan bahseder. O, âşıkların ve zavallıların dostu ve yol göstericisi, geçmiş ve geleceğin sahibidir. Her şeyin başlangıcı ve kâinatın bütün sırları O’nda saklıdır. O, Hz. Âdem’den bu yana sır tutan evliyâlar ve işleri yoluna koyan peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, Hz. Muhammed ile son bulur. Nizârî, peygamberleri, yaşadıkları dönemlere ve özelliklerine göre kronolojik bir sıra içinde ele almıştır. Ayrıca Firavun’dan, Hz. İbrahim Halil’den, Hz. Meryem’den ve ruhun nasıl cisimleştiğinden de bahsetmektedir. O, Allah’a en güzel sıfatlarla seslenir ve kendisinin O’nun karşısında ne kadar aciz olduğunu şu beyitlerle dile getirir:
- Ey münezzeh-i śıfātet ez-evśāf Herçi gūyem būd muĥāl u güzāf
- Neresed der-kemāl-i tū idrāk Pįş-ez-įn nįst ĥadd-i müşt-i ħāk
- Hem-tū gūyį, ki gūyed ez-tū diger? Neresed der-tū vehm ü Ǿaķl ü nažar
- Neresed der-śıfāt-ı źāt-ı tū kes Tū tevānį resįd der-ħōd u bes
- Menem u ķaǾr-ı baĥr-ı ĥayrānį Men çi gūyem diger tū mį dānį
- Lįk negüzįred ez-münācātem Çün tū bāşį mücįb-i daǾvātem
- Vird įn Ǿāciz şikeste müdām Bes būd Źü’l-Celāli Ve’l-İkrām
İkinci bölümde “münâcât” ve “na’t” a yer verilmiştir. Nizârî, burada öncelikle Allah’tan bağışlanma ve merhamet dilemektedir. Allah’tan gönlünün kapılarını açmasını ve ona yol göstermesini ister:
- Merĥamet kün ki vaķt-i merĥamet-est Gerdenem zįr-i bār-ı maǾśįyet-est
- Hįç kem gerded ez-hizāne-i Ǿām Kį be-baħşį günāh-ı müştį-i ħām?
- Çün tū perverdįm be-evvel-i kār Hem-be-āħir mįfigenem, ber-dār
- Gerçi ez-rū-yį Ǿafv-ı tū ħacilem Raĥm kün zān ki bes şikeste dilem
- Ber-men u bį-kesį men baħşāyį Der-i derbeste-i dilem be-güşāyį
Yalnızca Allah onu dünyadaki bütün dertlerden kurtarabilme yetkisine sahiptir. O’nun sayesinde doğru yola ulaşabilir. Nizârî’ye bu yolu gösterecek olan da Resûlallâh’tır. O, insanların şefaatçisi ve yol göstericisi, “Nebîler Sultanı”dır.
“Tevhîd” ve “na’t”ın ardından üçüncü bölümde Şemseddîn Ali Şâh için kaleme alınmış “medh” bölümü yer almaktadır. Şair, bu bölümde, padişahı öylesine yüceltir ki gökyüzü bile onun yüce kudreti karşısında alçak kalmaktadır:
- Şehr-yār-ı bülend-i aħter u baħt Nāzeş u iftiħār-ı efser u taħt
- Ān ki himmet-i refįǾeş hest Āsmān bā-Ǿulüvv ķadreş pest
- ǾĀlem ez-Ǿadl-ı şāmileş ābad
Nev-ser-i efgende-i melik-rā bünyād
- Taĥt-ı emreş memālik-i Ǿālem Fevķ ber-tuħme-i benį ādem
- Şems-dįn Şāh Nįmrūz ǾAlį
Ķātil-i el-müşrikįn çün şįr-i melį
- Ān ki çün rāyeş intižām küned Nūr ez-ū āftāb vām küned
Nizârî, padişahı diğer insanlardan üstün tutmakla birlikte, onun Güneş’ten bile daha aydınlık olduğunu dile getirmekte ve onu cesur, savaşçı ve aynı zamanda erdemli ve fazilet sahibi biri olarak tanıtmakla birlikte, “Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem” (kılıç ve kalem sahibi) olarak nitelendirmektedir. Şair, padişahı övülmeye değer bütün varlıklardan daha üstün tutmakta ve ona nazar değmemesi için Allah’a dua etmektedir.
- Konunun İşlendiği Bölüm
Eserin konusu dördüncü bölümden başlayıp yirminci bölüme kadar geniş şekilde ele alınmıştır. Şair burada dönemin dil ve anlatımına uygun bir üslupla ve kelimelere yüklediği yoğun anlamlarla konuyu derinlemesine işlemiştir. Kişileştirmelere başvurmakla kalmamış, imgelere kattığı zengin anlamlarla anlatımı güçlendirmiştir.
Mesnevîdeki dördüncü bölüm, eserin yazılma sebebi ve şairin Gece ile konuşması hakkındadır. Nevrûz1 gecesi şair, padişahın düzenlediği içki meclisine davet edilmediği için yalnız kalmış ve oldukça kederlenmiştir. Diğerleri Nevrûz şenliğiyle eğlenirken, o, bir kenarda kadehi ve gözyaşı dolu şarap testisiyle gecenin karanlığında yalnızlığa mahkûm edilmiştir. Kandan kirpikli bakışlar cedvel-keş2, yürek ise ateş olup sürekli yanmaktadır. Şair bunları aşağıdaki beyitlerde şöyle dile getirir:
- Baħt maĥrūm kerd u nevmįdem Şeb-i Ǿayş ez-viśāl ħūrşįdem
1 Yeni gün. Güneşin Hamel (koç) burcuna girdiği gün olup eski Mart’ın dokuzu (şimdiki 21 Mart) olarak bilinir. İran’da eskiden beri iki ayrı güne bu ad verilir. Bunlardan biri, güneş takviminin ilk ay’ı olan Ferverdîn ayının ilk günüdür ki “nevrûz-ı âmme” olarak bilinir. Bu günde güneş, koç burcuna girer. Efsâneye göre Allah kâinatı ve insanları bu günde yaratmış ve bütün yıldızlar bu gün dönmeye başlayıp koç burcundan geçmişlerdir. Başka bir söylentiye göre Cem (Pişdâdiyan sülâlesinin dördüncü hükümdarı) bütün dünyayı dolaştıktan sonra Âzerbaycan’a gelmiş ve burasını beğenip taht kurdurmuştur. Gerek taht, gerekse mücevherlerle süslü elbise ve tâcı, doğan güneşle birlikte etrafı ışığa boğmuştur. Bu hâli görenler “Bu günde bir başkalık var, bu diğer günlere benzemiyor, yeni bir gün” demişler. Bu güne “Nevrûz” Cem’e de “şîd (ışık)” kelimesini ekleyerek Cemşîd demişler. Nevrûz adıyla anılan diğer gün ise yine Ferverdîn ayının yedinci günüdür. Buna da “nevrûz-ı hâsse” denir. Yine efsaneye göre Cemşîd, bu günde halkı toplamış ve onu, Tanrı’ya şükür ve ibadet günü olarak ilan etmiş. Eski İran şahları nevrûz-ı âmme ile nevrûz-ı hâssa arasındaki altı günde ihtiyaç sahiplerinin bütün ihtiyaçlarını gidermek üzere tahta oturur ve herkese yardım ederlermiş. Mahpusları serbest bırakır, içki ve eğlence ile vakit geçirirlermiş. Bu günlerde macunlar yenir, kırlara çıkılırmış. Divân şiirinde nevrûz, baharla ilgili özellikler içinde verilir ve bir bayram olarak kabul edilir. Pala, a.g.e., ss. 357-8.
2 Cedvel-keş; yazma kitapların sayfa kenarlarına ve yazı levhaları etrafına yaldız ve mürekkeble çizgiler çekerek onları çizgi çerçeveler içine alan sanatkârlar için kullanılan bir tabirdir.
- Cām u cān u ķarābe-i rūh-efzārį Ten bį-cān-ı men sitem-fersāyį
- Tā-negūyį meger ķarābe-i mey
Ne taśavvur çünįn mekün hey hey
- Şįşe-i dāştem zi-ħūn-ābe
Pür çünān kez şarāb-ı ķarābe
- Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį
- Ne kesm hem-zebān be-ġayr-ı ķalem Ne be-coz defterem kesį maĥrem
- Müje ez-ħūn dįde-i cedvel-keş Ciger ez-sūz-i sįne pür-āteş
Nizârî, şenliğin olduğu bahçeyi cennete benzetmekte ve yüce padişahın meclisinde bulunan insanların oldukça mutlu olduklarından ve kendisinin bundan mahrum bırakılmasından duyduğu üzüntüyü aşağıdaki beyitlerde açıkça ifade etmektedir:
- Çün būd bende-i çü men mažlūm Ez-besāŧ-ı ħudāygān maĥrūm
- Bezm-i şāh-ı cihān ħoş u ħurrem Śaĥn-i büstān-serā çü Bāġ-ı İrem
Nizârî, bu mübarek günde şenliğe davet edilmediği için kendisini dışlanmış hisseder. Şair, davet edilmemesine sebep olacak ne hata yaptığını bilememektedir.
Padişaha övgülerde bulunup bağışlanmayı diler. Onun bu hüzünlü anında Gece3 onunla konuşmaya başlar ve kendisinden Gündüz ile arasındaki macerayı kaleme almasını ister. Ancak bunun için sabaha kadar bile müddet vermemektedir:
94. Nažm kün mācera-yı men bā-Rūz Nedihem mühlet įn-şebet tā-rūz
Gece’nin bunu istemekteki amacı Gündüz’ü padişaha şikâyet etmektir. Şair, Gündüz’ün de kendisi hakkında konuşması şartı ile bunu yapmayı kabul eder. Gece ve Gündüz aynı anda birlikte bulunamadıkları için Sabâ rüzgârını haberci olarak seçerler.
Beşinci bölümde, Gece’nin Sabâ aracılığıyla Gündüz’e gönderdiği ilk mesaj ve Gündüz’ün buna verdiği cevap yer almaktadır. Gece, mesajına Gündüz’ü fitnecilikle suçlamakla başlar. Yapmaktan kaçındığı her işin ardında onun olmasından yakınır. O, Gece’nin bütün vilayetlerini, ordu ve sancağını alt üst etmektedir:
- Şeb firistād pįş-i Rūz-u resūl
K: “ Ey cihān-gerd-i fitne-cū-yi fużūl
- Her şeb ez-fitne-i tū tįre-terem Çend dārį çü Rūz ħįre-serem
- Herçi be-gürįħtem zi-meşġale-yi Āmedį der-girifte-i meşġale-yi
- Heme ber-hem zedį velāyet-i men Ber-şikestį sipāh u rāyet-i men
3 Şeb, gece. Divân şiirinde daha çok rûz (gündüz) ile birlikte kullanılır. Sevgilinin yanakları rûz, saçları ise şeb olur. Gece için “karanlık” sıfatı kullanılır. Sevdalar geceleyin artar. Âşık geceleri sevgilisini düşünüp dertlenir. Geceleyin yol bulunmayışı, etrafın görülmemesi, yalnız başına yola çıkılmaması, bazı dönemlerde sokağa çıkma yasağı konması vs. de gece ile birlikte anılır. Bunun yanında bezm ve sohbet, geceleyin daha çok olur. Uyku ve yatarak dinlenme de geceye aittir. Sarhoş nâraları ile köpek sesleri de geceleyin duyulur. Dinimizce kutsal sayılan bazı geceler de divân şiirlerinde sıkça ele alınır. Âşık geceler boyu ağlayıp inler. Geceleyin ay doğar, elde fenerlerle gezilir, ases (gece bekçisi)ler sokakları denetler, rüyalar görülür. Cennette gece olmaz. Geceleyin mum yanar, pervâneler döner. Âşık geceler boyunca uyku yüzü görmez. Onun bu hâli tam bir trajedidir. Pala, a.g.e., s. 422.
Gece, ilerleyen beyitlerde, Gündüz’ün akşamdan seher vaktine kadar kendisiyle çekiştiğini ve sonunda kendisinden kaçtığını söylemektedir. Çünkü onun orduları, Gündüz’e baş kaldırarak ufukta onun askerlerini öldürür ve eteğini kana bularlar:
- Tā-be-şām ez-seĥer sitįz künį ǾĀķıbet hem-zi-men girįz künį
- Çün siyāhān-ı men ħurūc künend Der-ufuķ ber-muǾākıb-ı tū zenend
- Ez-tū çendān keşend kez bes-i ħūn Şeved ālūde-yi dāmen-i gerdūn
Gece, Gündüz’den kurtulup ondan intikam almak için isyan çıkarır. Gündüz’ü bozguna uğratmak için karanlık ordusuyla gece baskını düzenler:
- Tā-be defǿ-i tū hem-ķıyām künįm BaǾd-ez-įn ķaśd intiķām künįm
- Yek şebįħūn künem be-leşker-i zeng Ki hezįmet berį be-śed ferseng
Sabâ, elçilik vazifesini yerine getirmek üzere yola koyulur. Çeşitli zorlukların üstesinden gelerek Gündüz’ün yanına ulaşır. Ona, Gece’nin mesajını ilettiğinde Gündüz, onun saçma sapan sözlerine çok öfkelenir ve Sabâ’ya bağırarak şunları söyler:
- Bāng zed ber-Śabā ki: “ Yāve megūy Žulmet ez-ŧabǾı Āftāb mecūy
- Tā-ki başed Şeb muĥāl-ı endįş Ki firisted be-men risālet-i ħįş
- Ez-Şeb āvāre-ter-i diger ki būd? Zū ciger-i ħāre-ter-i beter ki būd?
- Be-tehevvür zi-men süħan gūyed Ki būd kū süħan zi-men gūyed!
- Key be-rāzed siyah gilįmį-rā Kū be-rāned çü men kerįmį-rā?
- Ĥükm ber-men küned be-āy u māy Be-negerįd āħir ez-berāyi Ħudāy”
Gündüz’ün Gece’ye verdiği diğer bir cevabın yer aldığı altıncı bölümün başında Gündüz, Sabâ’ya artık daha fazla konuşmamasını söyler. Ondan tek istediği elçilik görevini yerine getirmesi için yollara düşüp Gece’ye mesajını iletmesidir. Nizârî burada, Gün’ün niteliklerini bildiren çok derin anlamlar barındıran ifadelere yer vermiştir:
- Çün tū-yi-rā çi ĥadd-ı pāye-yi māst? Ħōd sevād-ı tū Ǿaks-ı sāye-yi māst
- Gehget dil ki hem-çü ruħ-i siyāh-est Rūşen ez-Ǿaks-ı şemǾdān-ı māh-est
- ŞemǾ-i mah ger nekerdemį rūşen Key şüdį gül-hen-i tū çün gül-şen
- Rū-yı tārįk-i tū çü dūd-i tenevvür Der-ħūred rāstį muķābil-i nūr
- Cā-yi tū çāh-ı teng ü tār būd Künc-i tārįk u neft u ġār būd
Öyle ki Gün, bu beyitlerde Gece’nin karanlığının ancak Güneş’in gölgesinin yansıması olduğunu, ay ışığının da kendisinin yansıması olduğunu ve bunun gibi daha birçok olayda Gece’den üstün olduğunu dile getirmektedir. Nizârî, yaptığı bu kıyaslamalarda kaleminin gücünü ortaya koymaktadır.
Sabâ, Gündüz’den müsaade isteyip tekrar Gece’nin yanına giderek Gün’ün söylediği her şeyi ona anlatır. Gece duydukları karşısında alt üst olmuştur. Gündüz’ün yazdığı her bir cevap kömürden fırlayan ateş gibidir:
- Ħānd her gūne zi-āftāb ħaber Kerd Şeb-rā çü dūd zįr ü zeber
- Her cevābį ki Rūz bāz-nüvişt Hem-çü āteş fütād der-engişt
Yedinci bölümde Gece, Gün’ün söylediklerini kabul etmeyerek, kendisinin üstünlüğünden bahsetmektedir. Ona göre, Güneş’in görevi, geçici ve alt seviyede bir görevdir. Gece, Güneş’ten rütbece yüksek, oldukça makamın var olduğunu dile getirip, tabi ki onun üstünlüğünü kabul etmemekle birlikte, kendisinin en yüksek mevkie sahip olduğunu ve hiçbir şeyin onun üzerine geçemeyeceğini söyler:
- Mā-verā-yi tū çend ĥükkām-end Kez tū ber-ter-nişįn įn-bām-end
- Heme ber-tū muĥįŧ u mā-fevk-end Heme bā-taħt u efser u ŧavķ-end
- Nįst bālā-yı men kesį diger
Menem u memleket zi-men yek-ser”
Sekizinci bölümde Gün, Gece’nin sözlerinin saçmalığından bahsedip bir kez daha kendi üstünlüğünü dile getirmiştir. Nizârî, bu bölümde doğa olaylarına değinerek Gün ile tabiat arasında teşbihler kurmuştur:
- Men cihān-dār u men cihān-tābem Ber-zemįn u ber-āsmān tābem
- Heft-iķlįm-i āsmān dārem
Der-miyān-ı taħt-geh ez-ān dārem
- Tā-būd der-miyān-ı heft-iķlįm
Rāst ez-her sū-yi se-baħş u dū-nįm
- Baĥr ü berr, ŧūl u Ǿarż, şįb u firāz Ez-heme terbiyet negįrįm bāz
- Sāl tā-sāl ŧavf mülk künem
Bįħ ü bünyād-ı cevr ü žülm künem
- Dārem ez-rāh-ı emr-i bār-ı Ħudāy Minber-i şerǾ u dār-ı Ǿadl be-pāy
- Heme der-emn u zįnhār-ı men-end Nįk-ħāh u sipās-dār-ı men-end
- Kūh ez-men kemer-i girān dāred Ez-cevāhir ki der-miyān dāred
- Baĥr ez-men küned ħezāyįn-i pür Der-kenar-ı seĥāb rįzem-i dürr
- Ħāk-ı efsürde-rā be-cūşānem Baġ-rā sürħ u sebz pūşānem
- Ħōd cihān-rā menem mürebbį u bes Çi keşem çün şeb-i dırāz-ı nefes”
Dokuzuncu bölümde Gece’nin Gündüz ya da Güneş’e verdiği üçüncü cevap yer almaktadır. Gece bir söze yüz inkârla cevap vermektedir. Bu bölümde ele alınan olay Kerbela’dır. Gece, Gün’ü çöle sıcaklığını yayıp insanları susuzluktan öldürmekle suçlamakta ve Kerbela olayında peygamberimizin torununun başına gelenlerden onu mesul tutmaktadır:
- Teşne-gān-rā besį be-teft u be-tāb Küşte-yi der-ŧārįk ĥacc bį-āb
- Tū ki der-deşt-i Kerbelā dįdį Ki çi mį reft u mį pesendįdį
- Geştį ān-rūz yār-ı ehl-i saǾįr Deşt ü śaĥrā be-tāftį çü eŝįr
- Ķaśd-ı ferzend-i Muśŧafā kerdį Bā-peyem-ber çünįn vefā kerdį
- Çi tevaķķuǾ küned zi-mihr-i tū kes Yād-gār-ı įn-münāfıķ zi-tū bes”
Gündüz, duydukları karşısında öfkelenip, bunların tamamen asılsız iftiralar olduğunu ifade eden sözler eder ve Gece’yi fitnecilikle suçlayıp, onun asla kendi dengi olamayacağını belirtir:
- Rūz güft: “ Įn çi zūr ü bühtān-est Ki riyā-ı pįşe-i tū fettān-est
….
216. Nįstį merd gūy įn meydān Ne ĥerįf menį yakin mį dān”
Gece ve Gündüz arasındaki münakaşa Gece’nin pes edip, Gün’ün her bakımdan kendisinden üstün olduğunu kabul ettiği on dokuzuncu bölüme kadar devam eder. Bu bölümde Gece, Gün’ün İran şahı ile aynı lakabı taşıdığını, bu yüzden de onun rütbece kendisinden daha üstün olduğunu söyler ve şahı övmeye başlar:
- Ser telsįm Ǿākıbet be-nihād Güft bā-Āftāb ez-ser dād:
- Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį
- Nįst įncā diger mecāl süħan MünķaŧiǾ şüd maķālet-i tū vü men
- Her-yek eknūn be-vusǾ u ŧāķat-ı ħįş Şįve-yi nįz ber-siyāķat-ı ħįş
- Pįş-gįrįm ü medĥ-i şāh künįm Rū-yi der-sāye-i Allah künįm
Gece, şahı birlikte övmeleri gerektiğini dile getirmesinin ardından, Gün’ün, şahın sayesinde bu makama ulaştığını sözlerine ekler. Ona göre Gün, şahın kalbinde önemli bir yere sahiptir:
- Tū çü iķbāl-i ū cihān-gįrį
Zān çünįn ber-felek mekān-gįrį
- Evc-i rifǾat zi-ķadr-ı ū dārį Ķalb-i rūşen zi-śadr-ı ū dārį
- Zū be-yāmuħtį dürr-efşānį
Men çi guyem diger tū ħōd dānį
- Ger ne ez-feyż-i rāy-ı ū būdį Ru-yi tū key çünįn nikū būdį?”
Yirminci bölüm, Gece ile Gündüz’ün barışması ve padişaha olan övgü hakkındadır. Gündüz, bu bölümde öncelikle Gece’den özür diler ve kalıcı barış için sözler etmeye başlar. Öyle ki, Gece ile padişah arasında bağlar kurarak onu padişahın kara hattına ve siyah zülüflerine benzetir. Şarabın mutfağa ihtiyacı olduğu gibi, gönlün de cömertliğe ihtiyacı olduğunu belirterek Gece’nin aslında âlemin varoluşundan bu yana kendisinin kadim dostu olduğunu sözlerine ekler. Bölümün sonunda da Gece’yi içten bir duaya davet eder:
- Rūz çün Şeb be-Ǿöźr ser-be-nihād Ū hem efgend şive-yi bünyād
- Güft: “ Hestį tū yār-ı dįrįne Maĥrem rüzgār-ı dįrįne
- Bitiş Bölümü
Gündüz’ün Gece karşısındaki üstünlüğünün kanıtlanmasının ardından şair, son bölümde artık mesnevînin asıl konusundan ayrılıp padişaha övgüye, konunun dışında olmasına rağmen belki de yazdıklarını destekleyeceğini düşündüğü Kutbeddin Haydar-i Zave ile ilgili bir öyküye ve son olarak da bu mesnevîyi vücuda getirirken izlediği yola değinmektedir.
Yirmi birinci bölümde şair, padişah karşısındaki acizliğinden bahsederek ona övgülerde bulunur. Bu bölümde Nizârî kendisini küçümseyip, padişahı Tanrı gibi övmeye başlar. Aslında burada üstü kapalı da olsa mesnevînin yazılış nedeni ve Nizârî’nin kendisini Gece’nin yerine koyup, Gündüz’e benzetilen şâhı yüceltmesi anlatılmaktadır.
Şair, ilk olarak, onun bu üstünlüğünün şüphe götürmez olduğundan bahseder ve onun karşısında ne kadar aciz olduğunu şu sözlerle dile getirir:
405. Tā-serem ber-ten-est u ten-i zinde Bendeem bende-i tūrā bende
406. Men ki bāşem ki gūyem ān tevām Yekį ez-cümle-yi segān tevām
Şair, onun devletini öylesine över ki, şahtan mahrum bırakılmanın onun için ölümden farkı yoktur. Mesnevînin bütünlüğü, divân şiirinde işlenen aşk unsurundan uzak ve daha çok efsanevi öğeler içerse de, bu bölümde konunun genel anlatımından farklı olarak bir varlığa duyulan derin bir manevi aşk unsuru göze çarpmaktadır. Padişahın, Allah’ın dünyadaki yansıması olduğu görüşünü ele aldığımızda; Nizârî’nin burada şâha, Allah’a duyulan derin aşk ile bağlandığı görülmektedir:
413. Coz velā-yi tū der-velāyet-i dil Nįst çįzį diger zi-āb u zi-gül
414. Der-medĥ-i tū tā-ki men bāşem Ber-ser-i iftiħār mį bāşem
415. Ħōd senā-yi tū ĥırz-i cān dārem Tā-nefes mį reved revān dārem
Nizârî ayrıca insanların hak yolunda giderek doğruya ulaşacağından söz etmektedir.
Öyle ki, kendini bulmanın yolu öncelikle buradan geçmektedir:
421. Herki ħōd-rā zi-ħįş der-yābed ǾĀķıbet devlet-i diger yābed
422. Çūn būd ber-śırāŧ-ı ĥaķķ-ı seyreş Būd encām u Ǿāķıbet-i ħayreş
Bu bölümde Nizârî, Rûz ü Şeb mesnevîsinden de bahsetmektedir. Ona göre bu mesnevî tamamlanmamıştır ve genişletilmesi gerekmektedir.
441. Ķıśśa-yı Rūz ü Şeb tamām nebūd Ki ber-ān ķıśśa ķıśśa-yi efzūd
Nizârî’nin, bu mesnevîde kendisini Gece’nin yerine koyduğu ve Gündüz’ü de şâh ile bağdaştırdığı, böylelikle kendisini onun karşısında aciz gördüğü bilinmektedir. Ayrıca o, kendisini kölelikle de nitelendirmektedir:
443. Bende ez-baħt-ı ħįşten dāred Ki heme sāle ķaśd-ı men dāred
Köleliği vurguladığı bu beyitlerin ardından Nizârî, padişahın rızasına nail olabilmek için sûfîlik elbisesini giyip bir kenara çekilerek, şaraptan ve semâdan vazgeçtiğini dile getirir. Ardından durup dikkatlice düşününce de aslında bunları yapmasının mümkün olmadığını anlar ve kendisini Cafer-i Sâdık4 yolunda divâne olmuş bir mecnun olarak tanımlar.
Bu eserin Şîî ve Sünnî mezhepler arasındaki çekişmeyi ele aldığı ve sonunda Şîîliğin Sünnîliğe galip geldiğini düşündürdüğü de ileri sürülmüştür, ancak bunun doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir.
4 Altıncı İmam Cafer-i Sâdık ( ö. 700-765) zekî, faziletli ve bilgili bir zattı. Birçok hadîsler rivayet etmiştir. İmam Cafer’e intisab edenlerin mezhebine Caferîlik denir. İmamîlere göre Cafer son imamdır. O’nun akîdeleri tamamen Sünnî olduğu halde sonra tahrif olmuştur. Anadolu’daki Bektaşî Alevîlerin birçoğu ile İran Şîîleri, Câferîliği benimserler. Dört mezhebten hiçbirine uymayan Câferîler İslâm’ın beş esasını da dinin ikinci derecede önemli unsurları arasında sayarlar. Onlara göre dinin beş şartı tevhîd (Allah’ın birliğine inanmak), adl (kendine zor geleni başkasına yapmamak), risâlet (Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu tasdik), imâmet (Peygamberimizin halefleri olan imamlara inanmak) ve miâd (âhirete îmân)dır. Dinin ikinci derecede önemli olan hususlarının ise oruç, namaz, hac, zekât, cihad, emir ve nehiy vs. olduklarını söylerler. Onlara göre din, ahlâk üzerine kurulmuştur. Hz. Ali tek dinî reistir. Pala, a.g.e., s. 81.
Şair, ardından yaptığı günahlardan pişman olup onların ağırlığı altında ezildiğini dile getirir ve şahın lütfünü kendisinden esirgediğinden yakınıp, onun rızasına nail olmaya çalışır:
449. Ki rıżā-yı tū mį künem ĥāśıl
Be-vefā-yı tū cān sipārem ü dil
Bölümün sonlarında Nizârî, yaptıklarının beyhude şeyler olduğunu söylemekte ve yoksulların yanında olduğunu belirtmektedir. Ayrıca ona göre, artık sûfîlik hırkasını giymenin de bir anlamı yoktur. Öyle ki o, bu hırkayı giyenlere acımaktadır. Çünkü onun içindeyken insanların asıl değerleri anlaşılmamaktadır.
Mesnevînin yirmi ikinci bölümünde, Haydarîliğin kurucusu olarak kabul edilen Kutbeddin Haydar isimli Türk şeyhine atfen yazılmış olan başka bir hikâye yer almaktadır. Anlatılan hikâye, yirmi birinci bölümde değinilen konuları destekler niteliktedir. Belki de bu nedenle Nizârî, bu hikâyeyi yazma gereksinimi duymuştur. Hikâyenin konusu, dini ve ahlaki unsurların yer aldığı tasavvufi öğelerden oluşmaktadır.
Nizârî, Kutbeddin Haydar’ı dervişlerin başı olarak nitelendirmekte ve onu Allah dostu olarak tanımlamasının ardından, onun küfürden ve her türlü dünyevi şeylerden uzak olduğundan bahsetmektedir:
467. Ĥaydar-i Zāve ķıdve-i abdāl Ķāyid ü sālik-i ŧarįķ-i kemāl
468. Būd merdį zi-dostān-ı Ħudāyį
Küfr ü dįn ber-fikende bi-ser ü pāy
469. Çün be-reft ez-miyāne-i şeyħ-i kebįr Zū nemed māned u āhen u zincįr
Şair, Kudbeddin Haydar’ın özelliklerini anlatırken, onun kadeh ve şaraptan, yalan ve iftiralardan uzak durduğunu nakledip şu güzel beyitle söylediklerini desteklemektedir:
479. Her ki-rā enderūn būd nā-pāk
Key namāzį şeved be-āb u be-ħāk
Kutbeddin Haydar, insanların renk ve vasıflarının önemsiz olduğu, asıl önemli olan şeyin ise gönül güzelliği olduğu görüşündedir. Onun şiirlerinde, düşmanlık ve kavgadan eser yoktur. Öyle ki, insanlar onu Hızır olarak nitelendirirler. Ancak Nizârî, onun Hızır olmadığını anlamak için ona bakmanın yeterli olduğunu söylemektedir. Çünkü o, dağ gibi aşikârdır. Nizârî’ye göre o öyle biridir ki, yakut bile yanında değersiz kalır:
483. Ħalķ ez-ānhā ki Ħıżır-rā bįnend Bįş-i peşmįne-yi nemį-bįnend
484. Žāhir kūh u cāy kān peydāst Kes nedāned velį ki genc kocāst
485. Ger ne ender penāh-ı kān būdį LāǾl çün seng-i rāygān būdį
Şair, 488. beyitte bu hikâyeyi ele almak için kendine ciddi bir söz verdiğini dile getirir. O, iyilik ve doğruluk ışığı altında bu kararı vermiştir.
488. Bā-ħōd įn Ǿahd-ı muǾteber dārem Ki çü įn ķıśśa-ı bįş ber-dārem
Şairin “ellisinden sonra saçlarında siyah ve beyazın birbirine karıştığını” belirttiği
494. beyitte onun bu mesnevîyi kaleme alırken elli yaşının üzerinde olduğu anlaşılmaktadır:
494. Hem-girānį būd pes-ez pencāh Der-hem āmįħten sefįd ü siyāh
İlerleyen beyitlerde şair, bu meclise gençken katıldığını, sonrasında bir kenara çekilip, acı çekerek hayatın tadına vardığını dile getirir. O, bu varoluş sarayında insanlığı ikiye ayırmak gerektiği görüşündedir. Lakin her şeye rağmen, insanların doyumsuz olduklarından ve sahip oldukları şeylerden şikâyet etmelerinden yakınır. Bu olanlar, onu inzivaya sürüklemiştir. Öyle ki, şair bunun neticesinde hayattan aldığı zevklerin son bulduğunu dile getirir:
496. BaǾd-ez-įn şüd kerān-ı girānį-yi men Telħ şüd źevķ-i zindegānį-yi men
497. Ādemį-rā der-įn serāy dü der
Nįst yek-dem zi-ekl ü şurb be-ser
498. Gerçi ez-her dü na-güzįr būd Bāz ez-įn her dü der-zaĥir būd
Ardından Nizârî, tek başına bir hiç olduğunu ve bütün varlığının şahı ile hayat bulduğunu dile getirerek, padişahı yeniden yüceltmeye başlar:
505. Hem-tū dānį ve hem Ħudā dāned Ki Nizārį be-ħįş netevāned
506. Bį-rıżā-yı tū dem ber-āverden Coz be-emr-i tū āb u nān ħūrden
507. Men yaķįnem egerçi men çü segem Ki heme tust ħūn u regem
Şair, ilerleyen beyitlerde, şahın Allah’tan sonra kendisini anlayabilecek tek kişi olduğunu vurgulamaktadır. Aralarında ne olursa olsun o, kendini asla şahtan ayrı görmemekte ve ondan uzak düşmek istememektedir. Hataları varsa da şahın yüce affına sığınarak onu övmeye devam eder ve doğru yolda olmanın da önemini vurgular.
Nizârî, bu bölümün sonunda, kendine tapmanın ne derece kötü ve tehlikeli olduğuna da değinmiş ve sözlerini Allah’a sığınarak peygamberimize salavât getirerek sonlandırmıştır:
532. Ħōd-perestį beter zi-ǾUzzâ vü Lāt Ber-peyām-āver-i Ħudā śalāvāt
“Pâyân-ı Sühan” başlığını taşıyan yirmi üçüncü bölüm, “Rûz ü Şeb” mesnevîsinin sonlandırıldığını bildiren bölümdür. Şair, mesnevîsini 699/1299-1300 yılı ilkbaharının Nisan ayında kaleme aldığını açıklamaktadır:
535. Nev-bahārį be-māh-ı Nįsānį Nažm kerdem Cümādü’s-Ŝānį
536. Ceşn-į Nevrūz ber-mübārek fāl TisǾa vü tisǾįn ü sitte-miǿe zi-sāl
Nizârî bu mesnevîyi yazarken, gönlünü aydınlattığını vurguladığı Nevrûz’dan ilham aldığını söylemektedir. Ardından mesnevî geleneğinde alışageldiği üzere eseriyle övünür. Öyle ki eserini “Çeşme-i Hayvân” yani Âb-ı Hayât5 denilen suyun çeşmesi olarak tanımlar. Nizârî; ay, yıldızlar ve burçlarla bir çeşit bağlantı kurarak, eserinin beş yüz elli beyitten oluştuğunu ve her bir beyitin rumuzla yazılmış olduğunu dile getirir. Bunlara ek olarak şair, her bir beyitini aşk ile yoğurduğunu da vurgulamaktadır:
5 Ölmezlik suyu, damlaları sonsuz hayat bağışlayan tatlı ve lezzetli su, bengisu. Efsaneye göre İskender-i Zülkarneyn ordusuyla birlikte bir memlekete uğramış. Orada kendisine ileride bir deniz olduğu, o deniz geçilince 3 ay süren karanlık ülkesinin başladığı ve bu ülkede âb-ı hayât olduğu söylenmiş. İskender, veziri Hızır’ı da yanına alarak denizi geçmiş ve zulumât (karanlıklar) ülkesine varmış. Bu arada İlyas (peygamber)’da yanlarındaymış. İskender’de karanlıkları aydınlatan iki mücevher (veya bayrak) varmış. Birini Hızır ile İlyas’a vermiş. Hangisi suyu bulursa yekdiğerini haberdar etmek şartıyla ayrılmışlar. Hızır ile İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını doyurmak istemişler. Hızır yanına getirmiş olduğu pişmiş balıkları çıkarmış. Pınardan elini yıkarken bir damla su balığa damlamış. Balık o anda canlanıp suya karışmış. Hızır bilmiş ki âb-ı hayât budur, kana kana içmiş. İlyas’a da içirmiş. O sırada bunlara bir emr-i İlâhî gelmiş ki bundan İskender’e söz etmesinler. Bir rivayete göre de İskender’e haber vermek için pınardan ayrılmışlar ama tekrar aynı pınarı bulamamışlar. Böylece Hızır ile İlyas ölümsüzlüğe ermişler. Kıyamete dek Hızır denizde, İlyas da karada sıkıntıya düşenlere yardım ederler ve her senenin 6 Mayıs günü İskender Seddi üzerinde buluşup Kâbe’ye hacca giderek o yıl yapacakları işleri görüşürlermiş. Doğu edebiyat ve efsanelerinde bu hikâyenin varyantlarına çok rastlanmakla birlikte Batı’da da âb-ı hayât inancı vardır. Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn, Hızır ve İlyas dolayısıyla bu sudan bahsedilir (Kefh/60,72; Saffât/123-130 ve En’am/85). Pala, a.g.e., s. 3.
539. Çün burūc-ü felek ber-encüm ü māh Beythā cümle-i pānśed ü pencāh
540. Beyt beyteş be-remz be-nüvişte Āb u ħākeş be-Ǿaşk be-sirişte
Nizârî, bu mesnevîyi, dönemin İran hükümdarı Şemseddîn Ali Şah’a atfen yazmıştır. Şair, şahtan af dilemesinin ardından onu ve makamını yüceltmeye başlar:
543. Devlet-i şāh bād pāyende Tįġeş ez-ħaśm ser-rübāyende
544. Dāyem ez-taħt u baħt ber-ħūrdār Dostān şād u düşmanān ber-dār
545. Sedd-i Ǿömreş çü Ķāf müstaĥkem Rūz ü Şeb, sāl u mah, ħoş u ħurrem
Nizârî, “Rûz ü Şeb” mesnevîsini, padişaha ettiği duanın ardından “Ve’s-selâmı alâ- Resûlallâh” diyerek sonlandırır.
- BÖLÜM
RÛZ Ü ŞEB MESNEVÎSİNİN ÇEVİRİSİ
1
Tevhîd
- Şükürler olsun O Celâl ve İkram Sahibi’ne O’ndandır başlangıç ve son yine
- Varlık ve yokluğun yaratıcısı
Yaratılışların ve sonradan var oluşların öncüsü
- Hakkı batıldan ayıran
Boş ile gerekli olanın farkına vardıran
- Hatayı görenlerin yol göstericisi
Düşkünlerin ve kalbi kırılmışların gönül elçisi
- İlk ve son varlığın sahibi
Gizli ve aşikâr tüm gerçeğin hâkimi
- Allah’ın sır saklayan velileri
O’nun emirlerini uygulayan nebileri
- İşe ilk olarak Safiyullâh1 ile başladık Ardı sıra devranları yarattık
1 “Allah’ın temiz kulu” anlamına gelen bu kelime Hz. Âdem’in lakabıdır.
- Her ne kadar bilsem de onun buğday2 olduğunu
Taş yüreklilerin itirazından korkarım söyleyemem ben onu
- Allah peygamberine her şeyi öğretti3 Muhammed nebi ile buna son verdi
- Tufan döneminde ümmetinin arasından kalktı
Ne yapsın birkaç kişiden başka doğru yola gelen olmadı
- Artık sıra Halil4’e geldi
Halka cennet çeşmelerinden içmeyi vaat etti
- O ümmetine hayırdan başka bir şey istemedi
Ama kusurlu gözler hayırdan başka her şeyi görüverdi
- Çünkü ondan sonra Kelîm5’in devri geldi Onun ümmeti de ona saygı göstermedi
2 Âdem ve Havva’ya yasaklanan meynenin ne olduğu tam olarak bilinmese de, İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü’nde bu meyvenin “elma, buğday, üzüm, zeytin, hurma, incir, kâfur veya ilim ağacı” olduğunu dile getirmektedir. Geniş bilgi için bkz., Pala, a.g.e., ss. 6-7.
3 Düşün ki Rabbin meleklere: “Ben yerde kesinlikle bir halife yapacağım” dediği vakit; “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahluk mu yaratacaksın, biz seni hamdinle tesbih ve takdîs edip dururken?..” dediler. Allah: “Herhalde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim!” buyurdu. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin” dedi. “Sübhansın Yarab! Bizim için senin bize bildirdiğinden başka ilim ne mümkün! Her şeyi bilen, hikmet sahibi sen, şüphesiz sensin!” dediler. Allah: “Ey Âdem! Bunlara onları isimleriyle haber ver!” buyurdu. Bu emir üzerine Âdem isimleriyle onları haber verince de buyurdu ki: “Demedim mi size ben her halde göklerin ve yer’in gaybını bilirim ve neyi açıklıyor, neyi gizliyorsunuz biliyorum?!” Kur’an-ı Kerim, “Bakara 2/30-32”
Allah, Âdem’i yeryüzünün halifesi yapacağını meleklerine tebliğ etmiş, Âdem’i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir. Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlâtlarının lâyık olacaklarını Allah, Âdem ile melekleri bir imtihandan geçirerek göstermiştir. http://www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/01/07.htm
4 İbrahim peygamberin lakabıdır. O, herkesin putlara taptığı bir dönemde bunun yanlış ve saçma olduğunun farkına varıp, sadece Allah’a kulluk etmiştir. Bunun için de “Halîlullâh” yani Allah dostu olarak anılır. Geniş bilgi için bkz., Pala, a.g.e., s. 185.
5 “Söz söyleyen, konuşan. Tûr-ı Sinâ’da Allah ile konuşmasından dolayı Musa peygambere verilen unvan.” Pala, a.g.e., ss. 265-266.
- Firavun her ne kadar iftira atsa da Defedemedi o yılanı başından bir daha
- İsa’yı cisme bürüdü ondan sonra Meryem oğlu İsa dedi ona cesurca
- İsa’nın nefesi her ne kadar yüz cihanı diriltse de Onun dahi gücü yetmedi cehalet ölülerini diriltmeye
- Gösterdiği mucizeler onu aya kadar götürdü Artık Allah’ın sevgili kuluna sıra gelmişti
- Gerçi bu âlemler yüzün suyu hürmetine yaratıldı6 O derin denizlerin oğlunda nice dertler vardı
- Her ne gelse bil ki O’ndan gelir O’ndan gelen her şey güzellik verir
- Firavun dahi yetkili değildi
Belki Musa da iktidar sahibi değildi7
- Hızır farkında olmadan içti Âb-ı Hayât’ı O ki tekrar arasa da ne eylesin bulamadı
- Ey bütün sıfatlardan daha yüce olan Allah’ım Benim diyeceğimden daha âlâdır senin sıfatların
- Akıl ermez senin kemalini bilmeye Bundan ötesi bir avuç toprağın ne haddine
6 Burada Hadîs-i Kudsî’ye işaret edilmiştir. Anlatılmak istenen de şudur: “Âlem’in yaratılış nedeni peygamberimizdir. Çünkü Allah ona hitaben “Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflakı yaratmazdım.” buyurmaktadır. Bu bakımdan Hz. Muhammed fahr-i âlem (âlemin öncüsü)dir” Pala, a.g.e., ss.16-17.
7 Burada anlatılmak istenen onların kudretleri ne olursa olsun Allah’ın yüce varlığının üzerine geçemeyeceğidir.
- Sen dersin diyemez senden gayrısı Varamaz sana akıl, nazar ve dahası
- Erişemez kimse senin zatının sıfatlarına Muktedirsin sen her şeyin fazlasına
- Benim o, şaşkınlık denizinin dibindeki
Sen zaten biliyorsun daha ne diyebilirim ki
- Ben kaçmam sana yalvarışlardan
Sensin benim davetlerime karşılık bulan
- Bu acizin virdi artık işlemez oldu ah
Yeter öyleyse Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm vallah
2
Allah’a Yakarış ve Peygambere Övgü
- Bana bir nazar eyle ey yol gösteren Sebebim ol ey sebepleri var eden
- Merhamet et çünkü merhamet vaktidir Boynum günahlarımın ağırlığı altında ezilir
- Senin hazinelerin hiç azalır mı?
Ne olur bağışlasan tecrübesizce yaptığım bir avuç günahı?
- Çünkü emanet ettik her işin başını sana
Senden ayrılacağımızı mı sandın idam olsa da sonunda
- Gerçi utanırım günahlarımızı bağışlamanı Rahmet et bu kırık kalbimden dolayı
- Beni ve yalnızlığımı bağışlayansın Gönlümün kapalı kapılarını açansın
- Rehbersin, yol gösterensin, yol bilensin Sen tüm hallerde durumu değiştirensin
- Kadirsin, gamı uzak eylemeye benden Ayrı koyma beni kendinden
- Aşina et beni gamımla
Boş şeylerle başımı doldurma
- Bana değerli bir kaftan vermeni dilerim Doğruluk ve ihlâs ile yol alır giderim
- Nebinin özünden nurlandır beni
Arap olan Muhammed’in has mahremine kat beni
- Doğru söyledin ey Allah’ın habercisi
Sensin ümmetinin önderi ve günahların şefaatçisi
- Sen Ensar ve Muhacirlerin önderisin Basiret sahiplerinin de yol göstericisisin
- Allah’ın deyişine göre sen son peygambersin Dünyada ve ahirette saf ve temiz insanların liderisin
- Hakkın bir delilidir ihlâs suresi Özel bir davet üzere olan son nebi
- Ne kaldı geriye? Lüzum yok daha fazla söze
Çünkü Habîbullâh demiş Allah ona, gerek yok izafeye
3
Şemseddîn Ali Şah Nimruz’a Övgü
- Peygamberi tevhîd ve na’ttan sonra
Âlem-i Şark’ın en üstün şahını övmeye gelir sıra
- Yüce bir yıldız ve talihsin sen ey padişah Övgüler olsun sana, tacına ve tahtına
- Onun yüce gayretindendir ne varsa
Gökyüzü alçak kalır onun kudreti karşısında
- Âlem onun adaleti içre abattır Yeni kanunları ile bünyattır
- Bütün memleketler onun emri altındadır Bütün âdemoğulları soyundan daha evladır
- Şemseddîn Şah Nimruz Ali
Müşriklerin Azrail’i aynı çevik bir aslan gibi
- Onun her fikri yeni bir nizam oluşturur
Öyle yücedir ki Güneş onun aydınlığından borçlu durur
- Gürzü düştüğü zaman savaş meydanında Tozunu atar düşmanın başına
- Onun kalemi ses çıkarmaya başladığında Yeni bir can katar dünyaya
- Okunu öylesine sağlam atar ki Değiştirir feleğin yörüngesini
- Sahip olabilirsem lütfüne
Doyurur artanlar yanımdakileri de
- Ve öyle ki zamanı kahredersen eğer İçtiğin panzehir zehre döner
- İlim dünyasında dalgalanan bayraksın Kılıç ve kaleminle üstatsın
- Herkes kayıtsızca boynunu eğer onun karşısında Uzak diyarların padişahları bile dâhil buna
- Askerlerinin ne ölçüsü vardır ne de sınırı
Kaf Dağı’ndan Kaf Dağı’na sarar bütün etrafı
- Gökyüzü onun sadık hizmetçisi Güneş ise itaatkâr kölesi
- Her ne desem yerli yerindedir Hatta o, varlık âleminden de ötedir
- Her ne varsa onu övmek adına
Onun her sözü aydınlık bir fikir kapısıdır aslında
- O bilinenden daha yücedir Ağızlarda olandan daha bellidir
- Hepsinden üstündür her şeyde
Hiçbirine ihtiyacı yoktur ve uyum içerisindedir her şeyle
- O, bütün güzellikleri toplamıştır kendinde Onun yorumu ayrı bir yoldur âlemde
- Ona ve diğer özelliklerine hiçbir şey diyemezsin De ki; Yanlış bir görüş olduğunu göremezsin
- Sınanmak için her ne geldiyse elimize
Onun zatı bütün bu sıfatlardan daha fazladır öyleyse
- Dua sırası gelir bundan sonra
Öyle ki duacıyım ona hayatta oldukça
- Tâceddîn, âlemin şehzadesi Yüce padişahın göz bebeği
- Fazilet babası Ali oğlu Muhammed’dir
O, yok olmayan lütuf bahçesinin meyvesidir
- İzzet ve naz ile büyütülmüş olsun Şah ondan o da şahtan fayda bulsun
- Allah onu kötü gözlerden korusun Aman ve emniyetinde tutsun
- Ömrü ve geleceği kat kat fazla olsun Öyle ki bunların sonu daim olsun
4
Mesnevînin Yazılış Sebebi ve Şairin Gece ile Konuşması
- Nevrûz gecesi kendi viranemde Kadehim, canım ve şarap testimle
- Onun verdiği emir beni yalnızlığa itti
Bu ürkütücü gecede gelen haber de neydi
- Baht, beni mahrum etti ve ümitsiz kaldım O mutlu gecede, güneşime kavuşacağım
- Kadeh, canım ve cana can katan şarap testisi Yok edensin benim cansız bedenimdeki kederi
- Hiç boşuna deme elinde şarap testisi var diye Hayır, tasavvur etme durmadan bu şekilde
- Bir şişem vardı kan ve irinle dolu Benzer bir testiye şarapla dolu
- Diğerleri Nevrûz mutluluğunda
Benim yorgun gönlüm yanık bağrımla
- Ne kalemimden başka beni anlayacak kimse var Ne de defterimden başka mahremim
- Kirpik, kanlı gözyaşı ile dolu
Ciğerim de göğsümün yangınıyla ateşler dolu
- Benim gibi zulmedilmiş bir kuldu Yüce padişahın sofrasından mahrumdu
- Dünya padişahının meclisi hoş ve hürrem Meclisin olduğu bahçe ise Bağ-ı İrem8
- Bu mübarek Nevrûz günü
Raks eder servi, cana gelir bülbülü
8 Ad kavminin kralı olan Şeddâd tarafından Tanrılık iddiasıyla cennet bahçelerinin özelliklerine benzetilerek yaptırılan bahçe. Bu bahçe Allah’ın gönderdiği bir tufan ile yere geçti, yıkılıp gitti. Pala, a.g.e., s. 54.
- Diğer kulların hepsi zevk ü sefa içinde Ben ise ayrı düştüm işte böyle
- Nankörlük ve sabırsızlık
Her ikisinden de hâsıldır naçarlık
- Hayır, ben nasıl bir hata yapıyorum, ne diyorum? Hâlbuki rıza kıblesidir benim yolum
- Allah’ın yardımıyla yâdımın hatibi
Şahı övmek için minberin üzerine çıkmış idi
- Onun varlığına şükürler ederdi Sayardı onun getirdiği nimetleri
- Onun sıfatları karşısında şaşırıp kalmıştı
Onu tanımak, kavrayabileceğinin pek dışındaydı
- Benimle Gece arasında az da olsa Birkaç kelamlık sohbet başladı anca
- Kara elbiseli, aydınlık kalpli Gece Dedi ki: “Hiç tasalanma, vur kaleme
- Aramızı yap bizim Gündüz ile
Yoksa sabah ettirmem sana bu geceyi de
- Öyle bir bahane veririm ki sana Göndermen için bunu Şah’a
- Beni onun azabından korusun
Benim derdime Güneş’ten çare bulsun”
- Dedim ki: “ Kendim huzura varsam yeğdir Bu şekilde daha uygun ve sevimlidir
- Aracısız söz ulaşmaz doğruya
Ara bulucu, korku ve ümittir aslında
- Bizim aramızda aracı olmadıkça Ayrılamaz birbirinden hak ve batıl asla
- İkinizin arasında olan hikâyeyi bir anlatın Ve bunu da bir şey katmadan insaflıca yapın
- Yoksa gidin de saraya
Her ikiniz de çıkın yargı karşısına”
- Dedi ki: “İki zıt ne zaman bir araya gelmiş? Gece’nin yolu Güneş ile ne zaman kesişmiş?
- Nerede ben çıksam o kaybolur gider Böylece bu hikâye son bulmaz devam eder”
- Haberci derhal mutfaktaki zencilerden Kendine elçi seçti o siyah tenlilerden
- Haberci haberi aldı ve gitti
Ayrıldı oradan güçlü ve hızlı kara duman gibi
- Çünkü doğuya varıncaya sabaha yakalandı Artık daha fazla gidecek mecali kalmadı
- Fırtına gibi geri döndü
Kısa zamanda uzun yoldan döndü
- Geldi ve işin zorluğundan bahsedip, yakındı “Gidemedim o mum ateşinin yanına” deyip yıkıldı
- “Ben bu yolun yolcusu değilim
Benim acizliğimin özrünü senin affından dilerim”
- Çünkü biliyordu Gece’nin mazeretinin olduğunu
Musa’nın Tur Dağı’nda gördüğü ışık karşısında aciz olduğunu
- Dedi: “Hey! Nedir uygun olan sana göre?
Nerede gördün saltanatın altüst olduğunu bir bıçak ile?
- Bu iş korkmayanların işidir öyle Rüzgâr alıp vursa da toprağı gözüne”
- Dedim ki: “Bu iş, Sabâ rüzgârının işidir aslında Heba olur ondan gayrı kim bu işi yaparsa
- Rüzgârı öyle bir zamanda çağıralım
O görevin icra edilmesi için uğraşalım
- Bu şekilde derman olamazsın derdine İtaat fermanını koy da git beline
- En yakınlar gelir araya öncelikle Saliklerin yardımcısıdır Sabâ ise
- Soru ve cevaptan sonra geldi aklıma
En doğru yolun ne olduğunu buldum sonunda
- Dedi ki: “Hiçbir art niyet yoktu benim buraya gelmemde Hayırlıdır ayırmam ve bir araya getirmem de”
- Gece ile uygun görüldü bu işi yapman
Daha uygundur bunu bizzat kendin yapman
5
Sabâ Rüzgârı’nın Gece’nin Haberini Gündüz’e Ulaştırması ve Maceranın Başlaması
- Gece, Gündüz’ün yanına yolladı bir elçi
Dedi ki: “Ey dünyayı dolaşan lüzumsuz fitneci
- Senin fitnen yüzünden daha da karardım her gece Ne yapayım çünkü Gündüz hep tepemde
- Gerçi her zahmetten ne kadar kaçsam da Geldin kuşattın beni nurunla
- Alt üst ettin bütün otoritemi Ordumun ve sancağımın kırdın belini
124. …….?
- Öyleyse vazgeç artık sen dik başlılıktan Büyüklerle aşık atmayı bırak da küçüklerle oyalan
- Minnet etmekle benim işim düzelmez İşin ne azalır ne de çoğalır hiç fark etmez
- Sabahtan akşama kadar savaşmalısın En sonunda benden kaçmalısın
- Benim karalara bürünmüş ordularım ayaklanırlar Ufka kadar seni takip eder de vururlar
- Öyle çok öldürürler ki senden
Kan olur her yer, bulaşır eteğinden
- Sen, mağrip ve senin yenilgin
Yüzünü doğuya çevirmemeyi bir bileydin
- Hem uymaya karar verirsen eğer bu şarta İsyan da sona erer, ıstırap da
- Kalk ve eğer doğrulmazsan onu da yapabilirsin Pahalıya patlar sana başındaki küçük beynin
- Seni defetmemiz için kıyam etmek gerek Ama sonrasında da intikam almak gerek
- Kara ordularımla geceyi kana çeviririm
Öyle bir hezimete uğratırım ki yüz fersah geri gidersin
- Senin fitne bayrağını yıkıveririm Seni bu cihandan da sürüveririm”
- Son olarak elçi olan Sabâ Bağladı kaftanını ve geldi lafa
- Aceleyle maksada doğru yöneldi Doğu için eve dönme vakti geldi
- Güneşin yüzünü gördü bin bir parlaklıkla Dağın ardından çıkarıyordu başını usulca
- Hüsrev’in tacı ve ateşten tahtı Etrafında öncülük eden muhafız halayı
- Onun ordusu tıpkı önden giden keskin zerreler gibi Önden ve arkadan çekmişler kılıçlarını ateş misali
- Bir yürek ve yüz binlerce zevk ü eğlence Bir beden ve bin bir nurdan çeşme
- Sabâ onun azametinden terlemeye başladı Düşe kalka bir zerre gibi ona yaklaştı
- Her ne kadar Güneş’e yaklaştıysa Isınıyordu hararetten daha da
- Eğer kavurucu bir hale dönerse Sabâ rüzgârı Sabâ’nın kalmaz Sam Yeli’nden farkı
- Gerçi yoktu mecali ama sakin sakin Vardı rüzgâr gibi yanı başına ateşin
- Gece’nin tüm sözlerini anlatır Gün’e Yanar bir anda beyni Güneş’in bu sözlerle
- Haykırır Sabâ’ya: “Boş konuşma! Karanlığı Güneş’te arama
- Görünen o ki Gece boş düşüncelere dalmış Öyle ki, bana elçisini yollamış
- Gece’den daha avare kim ola? O ciğer yiyenden kötü kim ola?
- Küstahça benim aleyhimde konuşmakta
Kim ki o benim hakkımda yorum yapmakta!
- Kim güzelleştirir kara kilimi9 benim gibi Nereye sürecekmiş benim gibi cömert birini?
- Bak hele hükmedecekmiş bana Bakın görün şunu Allah aşkına”
6
Gün’ün Gece’ye Cevabı
- Sabâ’ya dedi: “Daha fazla boş konuşma Elçilik görevin için düş artık yollara
- Dön geri, geldiğin kadar bu yolu Gece’ye De ki: “Şaşırmadım senin bu cehaletine
- Senin ne haddine bizimle aşık atmak
Senin karanlığın, bizim gölgemizin yansımasıdır ancak
- Zaman zaman gönül de kararır
Aydınlanırsa da muma benzeyen ayın yansımasıdır
- Eğer Ay mumunu aydınlatmasaydım ben Ne vakit dönerdi o kara ocağın gülşen?
- Yüzündeki karalık tıpkı tandırı andırır Bu da ancak nura tezattır
9 Burada kastedilen Gece’dir.
- Senin yerin dar ve karanlık bir kuyudur Kara kömür, zift ve ışıksız bir çukurdur
- Nereyi kavuştursam aydınlığa
Ara ara da gölge salarım başlarına
- Eğer ondan alıkorsam yansımamı Bir başına yapayalnız kalmaz mı?
- Kendi kendine düşmüşsün yanlışa Kendine eğlence çıkarmışsın boşuna
- Kan getiririm burnundan Yarına konuşmanı bırakmam
- Sen ne zaman emir verip yasaklayan oldun? Şimdi beni elinin altında bulmayı umdun
- Uzunluğun ile mağrur olma
Sen zifiri karanlıktan değilsin daha da kara
- Seni öyle bir sokarım ki yerin dibine Bir daha yâdına getiremezsin beni bile
- Geldim, kendin için bir vasiyet yazsana
Ta kıyamete kadar dönmem bir daha sana”
- Sabâ mühlet istedi ve geri döndü Çünkü yaptığı hokkabazlık suya düştü
- Güneş’e dair anlattı her şeyi Geceyi zir ü zeber eyledi
- Gün’ün verdiği her cevapla Ateş düştü Gece’nin koynuna
7
Gece’nin Gün’e İkinci Cevabı
- Gece yine haber yolladı Gün’e Dedi ki: “Öyle bayrak çekme göğe
- Ben en baştan bu âlemin sahibiyim
Ne sen, ne Ay, ne Müşterî, ne de Zühâl’din
- Allah’ın hükmüyle, benim bu dünyanın efendisi Ve açıkça görünen benim, ne gayrisi
174. …….?
- Sen buranın kalıcı bekçisisin Dev bir göz ile bekleyensin
- Faydalanmak için koydular seni buraya Şimdiye değin de tuttular seni burada
- Eğer söz muameleye dönerse Bekçinin makamı nedir sen söyle?
- Aynı İsa gibi kalırsın yolda
Eğer tartışmışsan ulu hükümdarla
- Senin ardında nice hükmedenler var Unutma senden daha üstte olanlar var
- Hepsi senden yüce ve üsttedir Hepsi taht ve kıdem sahibidir
- Yoktur benden öte bir başkası
Ben varım ve her şey benimle olmalı”
8
Gün’ün Gece’ye Cevabı
- Gün dedi ki: “Bu ne saçmalıktır böyle Boş sözde hayat var mıdır söyle
- Senin bu boş görüşün ne fayda getire Ancak bir yenilgide ney öttüre
- Ben âlemin efendisi ve aydınlatıcısıyım Yeri göğü böylece parlatırım
- Göğün yedi iklimine sahibim Onların arasında elbet vardır yerim
- Bu yedi iklim arasında var oldukça tahtım Doğrudur nereden baksan üç kısım ve iki yarım
- Deniz ve kara, en ve boy, derinlik ve yükseklik Tüm bunlardan ders almaz mıyız ey benlik!
- Yıl be yıl tavaf ederim varlık âleminde Cevr ü zulüm ederim kök ve gövdeye
- Bir yolum var yüce Allah’tan yana
Şeriat divânı ve adalet makamını kaldırırım ayağa
- Hepsi benim amanım ve güvencemdeler İyiliğimi ister ve bana dua ederler
- Dağın benimle değerli bir kuşağı var Ortasında kıymetli mücevherleri var
- Deniz benimle doldurur hazinelerini Bulut ile dökerim ona incileri
- Yorgun toprağı ben cana getiririm Bağ bahçeyi, kızıla, yeşile giydiririm
- Bu âlemi çekip çeviren benim, ne başkası Bu uzun gecede nasıl rahat nefes almalı”
9
Gece’nin Gün’e Üçüncü Cevabı
- Gece bir kez daha geçti görev başına Eyledi yüz inkârı bir cevapla
- Dedi ki: “Ey adı cevr ü zulüm ile anılan kimse Sana uzak ve yakın olan herkese
- Özeli ve geneli sürükledin zulüm ile felakete Kim itimat etsin sen gibi kirli kimseye
198. …….?
- Susuz kalmışları yakıp kavurdun Hac yolunda olanları susuz öldürdün
- Sen ki Kerbela çölüne şahit oldun Ne gördün ve neye tav oldun
- O gün cehennem ehline yar oldun Çöle, sahraya zehrini yaydın
- Mustafa’nın evladına kıydın
Sen peygambere ancak böyle vefa kıldın
- Şimdi kim senin merhametinden bir şey beklesin Bu ikiyüzlülüğün iyisi mi sana yetsin”
10
Gün’ün Cevabı
- Gün dedi: “Bu ne yalan ve iftiradır Bil ki riya senin fitne sanatındandır
- Eğer ben münafıksam, sana ne zarar Halk arasında isyan olsun, bunda ne var
- Allah kime gücü verdiyse
“İnne’l Münâfıkîn”10 ayetini kendin için oku öyleyse
- Âlem karanlıksa senin yüzündendir Bilgelerin nezdinde bu doğru ve gerçektir
- Onların hepsi hükmetti karanlık ve sapkınlığa Uğraşma boşuna yükleyemezsin bunu bana
10 Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında Müslüman olmadığı halde kendilerini öyleymiş gibi gösteren (ikiyüzlü) insanlar anlamına gelen “innel münafıkîn” kelimesi Kuran’ın çeşitli ayetlerinde (Münafıkun/1, Nisa/142, Ahzab/1, Tevbe/64, vb.) karşımıza çıkmaktadır.
- Karadır kalbi Ebû Süfyân ailesinin Hile, oyunlar ve sayıklamalarla bilesin
- Bilgi kendine yer dahi bulamadı Cehaletlerinden başka şansları kalmadı
- Gönül temiz ve saf olmalı
Ama ancak bu, görünüşte ve sözde kaldı
- Cehalette nasıl bir ışık ola? Karadan kara doğar unutma!
- O vazgeçmeyen köpeklerden âmândayım Gönlüme çarptı da ateş aldım
- Azalmadı ki gönlümden o ateş hissi Bu ateşle yanmaktayım gün gibi
- Hileye başvurma henüz yolun başında Gitme ey küstah, ejderhaların kapısına
- Sen bu meydanın eri değilsin
Benim ise asla rakibim değilsin, bunu bilesin
11
Gece’nin Gün’e Dördüncü Cevabı
- Gece bir kez daha oldu aşüfte
Dedi ki: “Gün bana olmadık sözler etti yine”
- Şaka yollu değil, bir hayli ciddi dedi Ki: “Ey her şeyi mahveden ukala kişi!”
- Gerçi sen dünyayı dolaşır, seyyahlık edersin Her yeri aydınlatan bir kandil gibisin
- Ben de çokça yerler gezmişim Oldukça garip şeyler görmüşüm
- Sen onlara hiçbir zaman ulaşamazsın Kimseden de duymuş olamazsın
- Beyninde nasıl bir kibir var ki senin Bana: “Sen nasıl bir adamsın” dedin
- Ben öyle eşi bulunmayan biriyim ki, dervişim Dilsizliğim ile sessizliği seçmişim
- Ben bu âlemin ufuklarının pehlivanıyım Senin dengin değilim ki bir tek ben varım
- Ben on tane yiğidimle iki bin kişiyi deviririm Bir gece baskını ve on bin atlı ile gelirim
- Ben vardım Rüstem’11in yanında Yoksa kim götürürdü onu Tûran’a
11 İran’ın ünlü kahramanı. Adı Şehnâme’de övgüyle anılır. “Rüstem-i Dâstân, Rüstem-i Zâl, Pûr-ı Zâl, Pûr-ı Zâl-i Zer, Pûr-ı Destân, Tehemten, Heft-hân-ı Acem” gibi sıfatlar hep onundur. Eski şiirimizde kahramanlık, acı, kuvvet ve yenilmezlik sembolü olarak özellikle kasidelerde anılan Rüstem, Cemşîd soyundan gelen Nerimân’ın torunu ve Sam’ın oğlu olan Sicistân ve Seyistân hükümdarı Zâl’in oğludur. Daha delikanlılığında birçok devleri öldürmüş ve olağanüstü başarılar göstermiştir. M.Ö. 4. asırda Keykavûs zamanında yaşadığı sanılmaktadır. Turan hükümdarlarıyla ve Efrasiyâb ile olan savaşları yanında Siyavûş’u öldürmesi ve Güştâb’ı esaretten kurtarmasıyla ünlüdür. Zerdüşt dinine girmemiş ve İsfendiyâr ile savaşmamıştır. Zâl, saçı, kaşı ve kirpikleri beyaz olarak doğduğu için bu lakabı almıştı. Kelime olarak Zâl, kocakarı demektir. Zâl-ı zer de yine bu beyazlıktan dolayı ona verilen lakaptır. Bu hali uğursuzluk sayan babası Sam, “Bu benim oğlum değildir” diyerek onu Elburz dağına atmış. Zâl, orada simurg denen kuş tarafından beslenip büyütülmüş ve kendisine “Dâstân” denilmiş. Dâstân “hile” demektir. Bu nedenle Rüstem’in adı zülf, kaş, göz, gamze gibi öldürücü ve hilekar özelliklerle birlikte çok kullanılır. Pala, a.g.e., s. 382.
- Çıktı güçlü İsfendiyâr yola
Benim kara askerlerimin korumasında
- Tüm gece bekçilik ettim ben Olmaya diye o namahrem
- Ariflerin sırrına ortağım ben Yiğitlerin başına can veririm ben
- Siyah giymiş zenciler bendendir Aslında birdir ama yüz bin bedendir
- Her daim karanlık geceden korkulur Aslanların damarlarındaki kanı dondurur
- Duramazlar ne kalıcı ne seyyar Bensiz kalınca huzursuz olurlar
- Cana yakın kalbi kırıklarla uyanığım Yalnız kalan âşıkların dert ortağıyım
- Gece yolcularının sırdaşı benim Niyaz âlemine şahitlik eden benim
- Mirâc, Kadir ve Cuma gecesi Eskiden beri benimleydi
- Oruçlular, susuzluktan bitkin düşerler Akşam, iftar için yolumu gözlerler
- Gün gelir ve güler yeniden Oruçluların ağızlarını bağlar yeniden
- Kızgın Temmuz güneşi altında susuz kalmış olan Hala şüphededir, o kızıllığı dağılmayan şafaktan
- Damın ardından gösterince ben kendimi Ardımca geldi Akşam’ın askerleri
- Verdiler Allah ü Ekber sesini
Çözdüler oruçlular boğazlarındaki düğümleri
- Leziz yemekleri sundular
Her geçen saat bunları arttırdılar
- Kadehlerdeki soğuk sular saf şaraba denk Tabaklardaki meyveler ise rengârenk
- Benim varlığımdan mutlu olurlar Hayat ve mutluluklarını arttırırlar
- Davulun sesi duyulunca seher vakti Ayrı düşer herkes eşinden sanki
- Günün heybet ve hararetinden herkes Kalır güçsüz, yorgun ve bi nefes
- Fırlarlar geceliklerinin içinden
Âmânda olurlar uyku evinde tehlikeden
- Muhtaç ellerini göğe doğru açarlar Sırlar mührünü dillerine dolarlar
- Gün oruçluların arabozucusudur Onun her zaman işi zaten budur
12
Gün’ün Gece’ye Cevabı
- Gün bir kez daha öfkelendi
O kara gecenin üstüne kükredi
- Dedi ki: “Ey kuru beyinli, ıslak etekli! Hala kapışmak mı benimle niyeti?
- Senin daha önce söylediklerin boş şeylermiş meğer Aksine, yok gibidir benim görmediğim şeyler
- Bozguncu, hırsız ve hile ehlinin Dev canavar ve korkunç şeylerin
- Sana dayanır bu fesat ehli
Çünkü senin karanlığındır bu zıtların evi
- Gece gideni, kendi gölgende gizledin Çıkış yollarını hep sen öğrettin
- Kara işler seninle anılır oldu
Edepsizlik ve bozgunculuk seninle doldu
- İlim peşinde koşanları sen yoldan çıkardın Zayıf iradeli olanları sen kandırdın
- Gündüz olunca yine ben yola getiririm O çöllerden dergâha sürüklerim
- Sensin o aldatan, bolca kandıran ve iftira atan Ve tüm bu olaylara gebe olan
- Senin gecenden gündüz olana dek İsyan, azgınlık ve fitne doğar bir tek
- Benim işim, gizli kapaklı değildir
Hırsızlık, haydutluk ve yan kesicilik seninledir
- Sen çıkınca ortaya sıkılır âlemin içi Açar gönül goncaları seher vakti
- Gecenin ürkütücü havasının aksine Ferahlık vardır sabahın erken saatinde
- Dertler ve kederler olur elbette
Hüzünlü akşam namazında halkın kalbinde
- Ayrı kalan o yiğitler, ne vakit yola düşerler Onların hepsi, sabah sükûna ererler
- Sabahın kendisi de bir fil gibidir
İyi kılıç kullanan altın askerleriyle birliktedir
- Doğudan çıkarır başını da
Günün geldiğini haber verir sonra
- Sabah vaktinde horozlar Cümle âlemi uyandırırlar
- Beytullah’ın da değerli müezzini Agâh kılar, uyuyan âlemi
- Oruçlular mutluydu benimle
Nasıl ki Halil de mutluydu ateşle12
- Kıbleye doğru namaz kılarlar
O ihtiyaçsız olana şükredip, dururlar
- Nar gibi dolu midenin korkusundan Zahmet çeker insan onun ağırlığından
- Senin ağırlığından bezgin olurlar
Yiyecek ve içeceklerle midelerini doldururlar
- Başlarını gaflet yastığına koyarlar
Rahat ve süslü elbiseleri, tenlerine asarlar
- Âlem içinde ne kadar canlı varsa Cümlesi gelir seher ile cana
- Ne dersin Akşam ve Gece için, sus hele! Satma bu dünyaya saçını, sakalını bile
- Her yerden bir yabancı olsa da Senin için gönlü hoş olan kim ola?
12Geçimini put yapıp satmakla sağlayan bir babanın oğlu olan İbrahim peygamber, putlara hiçbir zaman tapmadığı gibi çocukluğundan beri bu durumun saçmalığının farkındadır. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü’nde bu konuya şöyle değinilmiştir: “Birgün bütün insanlar kurban kesmek için şehri terkedince puthaneye girip bir balta ile bütün putları kırmış ve baltayı da en büyük putun boynuna asmıştı. Halk geri dönünce onu sorguya çekmişler, o da bu işi en büyük putun yaptığını, çünkü baltanın en büyük putun boynunda asılı olduğunu, ona sormalarını söylemişti. Halk, putun hareket etmeyeceği ve konuşamayacağını söyleyince o, “Konuşamayan ve size hiçbir fayda ve zararı dokunmayan putlara ne diye tapıyorsunuz?” demiştir. Bunun üzerine Nemrut onu cezalandırmak ve öldürmek için büyük bir ateş yaktırdı. Bir mancınık ile onu ateşe attılar. Cebrail Allah’ın emri ile onu havada tuttu ve isteğini sordu. O zaman İbrahim, “Ben Allah’ın kuluyum, dileğim O’nadır, sana değildir, Allah ne dilerse yapsın” cevabını verdi. Bu olaydan sonra İbrahim’e Halîlullah (Allah dostu) denildi. Ateşe atılan İbrahim bir gül bahçesine düştü. Ateş günlerce yandı. Oysa içi bir mucize ile gülistana dönüşmüştü. Bu ateşin bir gül bahçesi olduğunu söyleyenler de vardır.” Pala, a.g.e., ss. 224-5.
13
Gün’e Dördüncü Mesaj
- Gece bunu duyunca öfkelendi vallah
Dedi ki: “Nedir çektiğim bu aşağılık feleğin elinden, ah!
- Ben denize eteğimi öylesine çektim ki Benimle iftihar eder hepsi
- Gün der ki ben kötü işler yapıyormuşum Tövbe Ya Rab! Bu günahlardan yoruldum
- Kara giymek, kötü bir işse eğer
Dünyada bu guruptan oldukça yok mu meğer?
- Hayır, zaman zaman sen de aynısını yapıyorsun Kara bulutlardan burka yapıp etrafa saçıyorsun
- Benim alacalı siyahımla senin ne işin var? Benim bu çirkin rengimle senin ne işin var?
- Benim amberim, kara amberdir Hafif kokusu ile hoş ve tekdir
- Aynı kâfûr13 gibiyim ne soğuk ne de sıcak
13 Uzakdoğu ülkelerinde yetişen ve tıpta kullanılan bir çeşit bitki. Çiçeği, papatya çiçeğine benzer. Asıl beyaz kâfûr bu ağacın yapışkan olan zamkı; renkli, yarı şeffaf ve kolay kırılan, kuvvetli kokan bir madde imiş. Eski tıpta üçüncü dereceden soğuk ve kuru bilinir. Afiyet ve iştah açıcı, ateşli şişlikleri giderici, başağrısını dindirici, uyku verici ve cinsi istekleri artırıcı özelliklere sahip imiş. Kâfûr çok güzel kokarmış. Kâfûr ağacının kendisi büyük, odunu ak ve yumuşak olurmuş. Kâfûr bu ağacın iç kısmında bulunurmuş. Kâfûru ıtriyatta çok kullanırlar. Fensurî ve Reyâhî adlı çeşitleri içinde en iyi cins kâfûr imiş. Eskiden aydınlatıcı maddeler ve mum imalatında da kullanılırmış. Kâfûrun kırmızı olanları da vardır. Bunların suyu uçurularak beyazlaştırılırmış. Kâfûr, cennette bir ırmağın da adıdır. Eskiden ölülerin kokusu varsa gitsin ve kabirde yılan vs. hayvanlar dokunmasın diye gözlerine, kulaklarına, burnuna ve yedi secde azasına pamukla, suya karıştırılmış kâfûr koyarlarmış. Hatta bazı yerlerde ölüyü bir kere de kâfûrlu su ile yıkarlarmış. Bu yüzden kâfûr kokusu ölüme delalet eder. Edebiyatta sevgilinin bedeni ve özellikle gerdanı kâfûra benzetilir. Pala, a.g.e., ss. 251-2.
Bu özelliklerimlerim benim zenginliğimdir ancak
- Habeşilerin hepsi benden daha koyudur Zenciler benim soyum ve kulumdur
- Benim rengimdir Hintlilerin ten elbisesi Kulağıma küpedir bunların hepsi
- Halifeler bana uydukları müddetçe Birer çiçektirler İslâm bahçesinde
- Benim rengime büründüklerinde İtibarlı olur görüşleri de
- Ta ki senin görüşünü kabul ettiler Kendi benliklerinden uzak düştüler
- Onların sırları senin büyüklüğünde Açığa çıkar senin ak renginde
- Rengârenk olmak ayrılıktan başka bir şey değildir Siyahtan başka renk de, renk değildir
- Sen dışa vurursun aynı bukalemun gibi Bir zamanda, bin bir renk gibi
- Yeşil, kızıl, mor, sarı ve beyaz
Güneş’in mücevherlerle bezenmiş tacıdır biraz
- Sefaya diyecek yok o karanlıktaki
Tıpkı Mustafa’nın omzuna dökülen saçlar gibi
- Söylenen sözde bin bir çeşit incelik vardır
Âb-ı Hayat siyah bir kuyudadır”
14
Gün’ün Gece’ye Cevabı
- Gün’ün bir kez daha vurdu ateş başına Derdinden etti gömleğini paramparça
- Dedi ki: “Eğer itiraz edersen bana Karayı bürürüm beyaza
- Ben parlatırım ancak, benden başka bunu kim yapar? Ve benden daha usta kim olar?
- Senin amberin kokar tıpkı bir sarımsak gibi
Sıcaktır ve adamı öldürür aynı zehirli bir duman gibi
- Rum ve Türkistan’ın tatlı dilli kızları Gümüş tepsiyle ağza sunmaz mı elmayı?
- Zencilerin dudakları, inek böbreği gibidir Her ikisinin burunları, iki oluk gibidir
- Bu onunla, o da bununla güzel idi Dev ahu gözleriyle güzel idi
- Bulut benim kara burkam değildir
Belki de o, benim sarayımın sadık bekçisidir
- Nedir o kara bulut? Şemsiyesidir yeryüzünün Eğer baksaydın o aydınlığı zaten görürdün
- Bulut, o denizdekilere gölge verir
Susuz bedevilerin dudaklarına nem verir
- Nebatın nazlı ve cilveli oyunları yüzünden Tükenir onlar Temmuz’un zehrinden
- O, tomurcuklandırmıştır bir dalı
Arıya o vermiştir gülün yaprağını ve balı
- Onun özellikleri birçok sonuca gebedir Bunun sonucu âlemde çokça görülmektedir
- Bizim rengimizi açıkça ortaya koyarsın Sen bile ona cevap bulansın
- Sen Hızır’ın gizli şifresini bilemezsin ki Bilseydin ne iyiydi, fakat bilmezsin ki
- O Mustafa hakkında söylediklerin O sefa hakkında dediklerin
- Edilen sohbetin ne faydası var ne zararı seninle Ulaştırmaz, Allah’ın selamı olan Resûl’e
- Eğer düştüyse Âl-i Abbas birbirine İnsanoğluydu bunun sebebi de
- Ne siyah renkteydi ne de beyaz
Zenginlik ve bahtsızlık, korku ve ümitti biraz
- Yüce göğün altındaki insanlar
O ayrılığın sonunda elbet yine buluşurlar
- Hak ve batıl birbirinin zıttıdır
Herkes illa da kendi nasibini alamayacaktır
- Firavun’un büyüsü elbette yücelmez Gerçek olan da hiçbir zaman sönmez
- Hayır, derviş yoldan çıkmadıkça Görmez Vechullâh’tan başka”
15
Gece’nin Altıncı Mesajı
- Şeb-i Yelda’nın vardır karalık doğasında Testiyi de vurur eliyle taşa
- Açık yüreklilikle, söyle dedi Güneş’e: “Feleğin çevresinden toprağın merkezine
- Getirince mesajımı rüzgâr benim Gökten yere bir kuş gibi inerim
- Sen Gece ve Gündüz’e güzellik katarsın Yer küreyi baştan aşağı dolaşırsın
- Yaratandan öğrendiysen eğer cihangirliği Temizle Nevrûz’un bu utanç ve kirini
- Yılbaşı zamanında geldiğinde
Yazıktır iktidar ve malın geçmesi ondan öne
- Süt kuzusunu tandıra astılar Güzelce pişirip, sofraya koydular
- Senin büyüklüğün, hükümdarlığın
Ve başındaki taçtan gayrı neyin var bakayım
- Toprağın içinde küçük altın parçaları var Senin ağzında da onlardan var”
16
Gün ya da Güneş’in Cevabı
- Gün yine kızdı Güneş gibi
Dedi ki: “Beni balçıkla ne vakit sıvayabildiler ki?
- Ben senin karşında alçak ve küçüğüm Dünyadan ise defalarca büyüğüm
- Varılmaz iktidara minnetle
Sen Güneş’in dengi değilsin, yan kendi derdine
- Denizdir evimin en küçük hazinesi Cevzâ’14dır kapımın son hizmetçisi
- Sen kara kilimini yüzlerce ıstırapla Tıpkı bir keşiş gibi geçirmişsin başına
- Ben altından örülü kraliyet tacımla Süleyman gibi kurulmuşum feleğin tahtına
14 İkizler burcu. Mayıs ayının 21. günü güneş bu burca girer. Aslında “cevza” sırtı beyaz kara koyunlara denirse de minyatürlerde bu burcun rumuzu, belinde okluk bulunan ve elinde yay tutan bir adamın koyuna binmiş hali olarak tasvir edilir. Bu şekil adeta koyunun üzerinde iki insan varmış görüntüsünü verdiğinden adına “Zülcesedeyn”, “Dü-peyker”, veya “İkizler” denilmiştir. Aslında Tev’eman adlı birbirinden ayrılmayan iki yıldız (Pollüx ve Kastor) nedeniyle ikizler denir. İkizlerin mizacı havai olup kuru ve karanlıktır. Renklerden beyaz ve sarıya, insanlardan (iyiler için) âlim, hakîm, şair ve yazar, (kötüler için ise) hilekâr ve hırsızlara, mizaclardan civanmerd olanlara, hayvanlardan da ehli hayvanlara delil kabul edilmektedir. Pala, a.g.e., s. 91.
- Kimin talihi benimle olursa Zamanın en zengini olur aslında
- Eğer binmişsen o kara ata
Bu gece de benim merkebimdir ne ola
- Eğer senin kızıl atın hızla koşuyorsa etrafta Yükleniyordur benim kızıl atım da
- Benimle arana daha ne kadar nifak sokacaksın? Kavga ve gösterişi ne zaman bırakacaksın?
- Herkes için Gün utanç ve edep yeridir Korunma ve doğru yol onunla var idir
- Hayır, Gece onun varlığıyla olmuştur bilge Aptallar da hayâsızlık etmişlerdir bizce
- Hepsi olmayacak şeyler düşünürler Onun zülfüne ve benine meylederler
- İnatçı ve kötü gözlüdürler Korkusuzca evine ve yurduna girerler
- Gece, utanmadan ansızın giderler
Korku içinde ve düşüncesizce seyrederler
- Çünkü onun yanında bahaneler can bulur Yüzlerce hicap ortadan kaybolur
- Herkese yardımcı olur Her şeyde vefalı odur”
17
Gece’nin Yedinci Mesajı
- Gece bir kez daha dile geldi Artık korkusuzca yüz yüze geldi
- Dedi ki: “Şakayı da, haddi de aştın sen Benim hoşnutluğumu güzel gördün sen
- Ben senin gördüğün gibi değilim İtibarsız ve değersiz hiç değilim
- Dostuyum tek başına kalanların Özlemiyim arzulu olanların
- Onların her vaktinde mutlu olurum
Tüm geceler boyunca kadeh dostu olurum
- Onların muhitinde bekçiyim ben Huzurlarının kaçmasına maniyim ben
- Bazen kapısında bekçi olurum Bazen de evinde ev sahibi olurum
- Udu ve tamburu çalarım Güler yüzlü, halis bir şarabım
- Hazır isterim rakibimi de hizmetçimi de Hadi inkâr et beni de sor bir bilgeye!
- Kim istemez ki o ilahi dansı? Kim içmez ki o saf şarabı?
- O kandilin ipi yanıp durdukça Aydınlanır yalnız gece benim mumumla
- Benim olmadığım yerde
Hiç verir mi nurunu mum istese de
- Öyleyse kim benim yüzümü görmek isterse Geceyi, tüm geceyi uykusuz geçire
18
Usanmış Olan Gün’ün Gece’ye Son Cevabı
- Gün’ün gönlü yoruldu Gece ile olandan Uzak durmak istedi bu boş kil ü kaldan
- Tüm bunlarla yetinmeyi yeğledi El çekti ve itibar istedi
- Bir cevap verdi Gece’yi kınayan
Dedi ki: “Ey kibir şarabından yudumlayarak harap olan!
- Kimdir bu karanlığı aydınlatan şimdi? Kimdir masumiyeti iyice temizleyen kişi?
- Benim o, aydınlık delil şimdi
Söyle de görsünler, sen misin yoksa ben mi?
- Kâbe’nin güzelliği benimle çıkar ortaya
Bana ihtiyaç duyulur kıblenin yönünü bulmada
- Altı günde yaratılış emri, oldukça bilinir Bu da, Kelâm-ı Mecîd’de zikredilir
- Mahşer günü Gece ile ünlenmemiştir Öyle ki Kıyamet, Gün ile nitelenmiştir
- Herkes vakti gün gün sayar İyi ve kötü talihe bakar
- Güney, kuzey, doğu ve batı
Ben çekerim, düşmanı yenen kılıcı
- Her dilde şöhret bulan benim
Senin gibi karanlık ve ümitsiz değilim
- Bazen Mihr olur bazen önder bir Güneş Bazen Çeşme-i Nûr bazen de Şems
- Neyyir-i A’zam15 kıssası benim Halkın, âlemdeki aydınlık yüzü benim
- Boş ver şimdi kıyası diğerleriyle
Aynı lakabı taşırım ben Şah Şems ile”
- Bunu der ve söz kapısını kapar Artık söylenecek söz neye yarar?
19
Gece’nin Gün’e Teslimiyeti ve Şah’a Medhiye
- Uzun etekli, kısa akıllı Gece Çaresizlik içinde eğdi boynunu öne
15 Güneş, şems.
- Bir şey söylemekten aciz hale geldi Bu ateşle boynunu büküverdi
- Sonunda teslim oldu
Güneş’le konuşmaya koyuldu:
- “Sen oldukça üsttesin benden rütbece
Ki aynı lakabı taşımaktasın İran Şahı ile
- Burada artık ne hacet var söze
Son bulmalı artık benim sohbetim seninle
- Şimdi her birimiz kendi cüsse ve gücümüzce Üslup ve dilimizin döndüğünce
- Başlayalım şahı övmeye Sığınalım onun gölgesine
- Ben ve sen, şah için el ele verelim Onun için en güzel hizmeti edelim
- Öyle bir sıkalım ki kölelik kuşağını Aramızda olsun ancak can bağı
- Sen bizim yüzümüze, gözümüze dönersin Sarığımızı, cübbemizi giyersin
- Ben ve şahın atı aynı renkteniz
Her ikimiz de Kaf Dağı’na benzeriz
- O oldukça çevik, ben ise ağırcanlıyım
O gibi hareket edemem, buna yoktur dermanım
- Sen onun gözünde âlemi kuşatansın Bu yüzden feleğin yüce tahtındasın
- Onun en çok değer verdiği sensin Onun kalbindeki aydınlık gönüldesin
- İnci gibi ışık saçmayı ondan öğrendin Ben ne diyeyim başka, sen zaten bilirsin
- Olmasaydı eğer onun feyzi sana
Olur muydun hiç bu kadar güzel acaba?
20
Gün ve Gece’nin Barışı ve Şah’ın Medhi
- Gün, Gece’den özür dilemeyi kabul etti O da kalıcı bir barış için sözler etti
- Dedi ki: “Sen benim oldukça kadim dostumsun Dünya var olduğundan bu yana mahremim oldun
- Sırların arasında bir söz vardı Ben ve sen tövbeliyiz devamlı
- Sona ulaştı ve işin hedefi
Çokça inkâr ettikten sonra ikrar etti
- Öyleyse sen artık insafı hak ettin Çünkü hakkı hak sahibine devrettin
- Senin dostunum, bunu neden bilmezsin Ki şahın kin güttüğü gün de böyleydim
- Senin oldukça kuvvetli bir bağın var siyahla Tıpkı şahın mübarek hattı gibi kara
- Onun iki yana dökülen kıvrımlı saçları Bir başka Gece’dir onun her bir tutamı
- Bütün zülüflerin açıldığı zaman Şüphesiz saçların uzundur o an
- Mutfaktaki üzüm şarabı rengindesin Kuşkusuz elin ve kalbin de cömerttir senin
- Bizim işimiz dua etmekten gayrı bir şey değildir Ancak kul köle olup rıza dilemektir
- Kaldır ellerini ve içtenlikle âmin de
Allah koruyucudur, yardım eder ve gözetir de”
21
Şah’ın Yanında Şairin Kulluğunu Açığa Vurması
- Ey padişah! Bu Nizârî acizdir
Samimiyetten başka neyle kapına gelmiştir?
- Ne desem sen daha iyi bilirsin
Bütün fakirlik ve zenginlikleri ondan bilirsin
- Riyasız bir kul idim
Ömrüm oldukça da öyleyim
- Bahşettiğin nimetlerin hakkı bir hayli fazladır Onun hakkı bedende can oldukça vardır
- Ta başım bedende ve bedenim de zinde Kulunum senin, yalnız senin kulunum bende
- Ben kimim ki diyeyim buyum
Ben ancak kapındaki köpeklerden biri olurum
- Beni çekip aldın ve seçtin Mülk verdin ve mal bahşettin
- Ben kimim ki kendimden bir şey diyeyim Ne desem kendimden kötü derim
- Benim, bunca ince sözü seçen
Akıllı ve cahillere karşı mızrak gibi diken
- Ahu gözlerle avlanmış yorgun gönlüm
Birçok hayalin eşiğinde kalmış perişan gönlüm
- Aşkın makamlarında kaybolmuşum Aşkın kederleriyle doğrulmuşum
- Mesttim, sarhoştum, serap görendim, mecnundum Şimdi değil, bundan çok önceleri ben buydum
- Senin sevginden başka gönül diyarımda Yoktur hiçbir şey ne toprak ne suda
- Metholur senin incin ben oldukça Anlatırım seni iftiharla
- Seni methetmek canımın yongasıdır benim Bunu son nefesime kadar devam ettiririm
- Şayet bana bir musibet çatarsa
Senin varlığına uğrayamaz bir zarar da
- Çünkü ayakta olduğu müddetçe senin varlığın Ne zamanın kumandanı ne de iktidarın
- Gün gelir, çıkarsa çivisi âlemin
Senin devletinin kapısına gelir bunu bilesin
- Sağlık, o mavi gök kubbenin altında değildir Nasıl ki ateşten kor, denizin dibinde değildir
- Yitirtmez zamanın hiçbir vakti
Bir lahza olsa bile sana olan güvenimi
- Her kim kendini bulursa Sonunda ulaşır bir iktidara
- Çünkü yol alan Hak yolda Yaptığında hayra ulaşır sonunda
- Bir aralıktır işin başı
İstiğfardır lazım ve vacip olan bazı
- Dik başlılık yol için bir engeldir
Bu tıpkı günahtan gafil bir insan gibidir
- Saçımı ağarttım ve kararttım amel defterimi Günahtan insanı ne alıkoyar ki?
- Düşünürüm hata ve günahlarımı Böylece toprağa düşürürüm başımı
- Yaralı kalbim kebap olur Can dünyam harap olur
- Bulut gibi gözyaşım düşer
Yürek korkudan kanlı yaşa döner
- Kuhistan’da benden ne kalmıştır geriye Hiçbir şey yoktur eksik bile
- Artık hiçbir şey yok elimde avucumda Hâlbuki çok fazlaydı benim varlığım da
- Ben kendi görevime başlayayım
İş bitmeden sözümü tamamlayayım
- Bugün, benim sözün ustası
Alayım artık şiirde konuşma sırası
- Eğer bir başka işe yaraşamazsam Kendi işimi yapar kalkarım altından
- Her zaman bir hediyem vardır Ve o akılda da delilik vardır
- Endişe içinde şaraba sarıldım
İyilik ve mutluluktan yoksun kaldım
- Bundan daha ziyade bırakmaz beni işlerim Ta başımı bu hüzünden alıvereyim
- O bakire kızın fikri beni mest etti
Yalnızca halvet bir yerde, bana ancak el verdi
- Düşünmek, ancak dirençsiz bir yapı gibidir Gerçeği ise harabede bile diridir
- Toplantı meclisi tıpkı mahşer yeri gibidir
Mahşer günü, kimi kendinden haberdar edebilir?
- Sen, benden o lütfünü alma yine ne olur Benden bu uzun hikâyeyi alma yine ne olur
- Gece ile Gündüz’ün hikâyesi biter mi?
O hikâyeye şimdi bir hikâye daha eklendi
- Gece eğer Gün’den şikâyetçi olduysa Onun kendince sebepleri vardı aslında
- Kulun kendinden vardır bahtı Ki her vakit benim, onun kastı
- Baht ve servet, uymak ve boyun eğmekle olur Bütün hepsi ancak düzenli bir sıra ile olur
- O ebedi olan Yüce’den Görüşmek ve bir cevap istesem
- Yalvarırım söyleyin doğru ve yanlış nedir Ta bileyim sizin bildiğiniz nedir
- Hiç olmazsa bir işaret gösterin Bu kulunuzu doğru yola erdirin
- Bir örtüye bürünmektir niyetim İnzivaya çekilip, oradaki isteğim
- Senin rızanı kazanmaktır niyetim Senin uğruna can ü gönül veririm
- Ariflerin hırkasını çıkarır atarım Şarap ve semadan beri kalırım
- O elbise ve cübbeden arınırım Bakarım işime ta nasıl yola koyarım
- Gerçi bilirim herkesin bir rengi var Benim de testimi kıran bir taş var
- Biri der ki, bu nasıl bir dik başlılıktır Bunda nasıl bir desen ve renk vardır
- Bir diğeri de der ki benim hakkımda Nizârî ve tövbe bu olanaksız aslında
- Diğeri de der ki; korktu işte
Ya da hayal görmüştür herhalde
- Bir diğeri de bunu acizlik görür
Her biri bunu farklı bir hikâye görür
- Benim o, tutkun deli âşık
Senin yolundayım ey Cafer-i Sâdık16
16 Altıncı İmam olan Cafer-i Sadık, 699’da Medine’de dünyaya geldi. Babası beşinci İmam Muhammed Bakır’dır. İmam Cafer-i Sadık, tarihin en önemli dönemlerinden biri olan, Emevi saltanatının çöküşü ve Abbasi saltanatının başlaması döneminde yaşadı. Emevi saltanatının ortadan kaldırılıp, yerine Abbasi saltanatının kurulması ile sonuçlanan olaylar, İmam Cafer’i Sadık zamanında meydana gelmiştir. Ayaklanma hareketinin devam ettiği sırada, Ehl-i Beyt bendelerinin başında bulunan Eba Müslüm (Teberdar) Horasan’i İmam Cafer Sadık’a özel bir elçi göndererek, Halifeliği kabul etmesini istemiştir; fakat ondan red cevabı almıştır. Kabul etmeyişinin sebebi, Emeviler döneminde olan zulümlerin, Abbasi Hükümdarlığı döneminde de devam etmesinden dolayıdır… Ancak; İmam Cafer-i Sadık, saltanat sahiplerinin kendisine sunduğu bütün teklifleri red ederek bu arada binlerce insana ilmi toplantılar düzenlemiş ve dersler vermiştir. Kendinden önceki ataları gibi, derin bir bilgiye sahipti. İmam Cafer-i
- Bu işareti önceden aldım amma
Kötü oldum ve iyi şeyler gelmedi başıma
- Eğer ihanet edersem otuz yıl sonra
Dervişlik hırkama, hiç de uzak olmam aslında
- Hamdım, meğer hamlık nedir?
Hamlık benim yaptığımdır, bundan başka ne olabilir?
- Geçmiş padişaha hesap vakti geldiğinde Hesap sorulacak, ta ki son nefesine
- Zaman zaman fakirlik verir Yaradan
Alıp götürür yine aklımı başımdan Yezdan
- Ta ki kendini arındırana kadar maddiyattan
Hayatındaki değerleri kaybetmeyi nasıl göze alır insan?
- İnsanların hilesi, riyakârlık değildir Dervişlik hırkası, herkesin hakkı değildir
- İçindeki maddiyatı terk etmedikçe Akıl ve cünundan ayrı düşmedikçe
- Allah dostlarının arasına giremez
Bu muhitte başıboş olanlar yer edinemez
Sadık bu bilgilerinin, öğrencileri vasıtasıyla bütün insanlığa ulaşması için çalıştı. Altıncı imam olan Cafer- i Sadık salt dini bilgiler değil, insanlığın sorunlarına çözüm için diğer alanlarda da (fen bilimlerinde) dersler vermiştir; bu dersler sonucu, onlarca ilim sahibi insan yetiştirmiştir. Hatta bazı Sünnî âlimlerin bile, onun öğrencisi olmakla övündükleri bilinir. İmam Cafer-i Sadık, öğretmenliğinin yanı sıra, ahlâklı- faziletli kişiliği ile de kendisiyle tanışan insanları etkiliyordu. Onunla tanışan, onun derslerine, sohbetlerine katılan birçok insan, onun etkisinde kalmış, bilgisinden, davranışlarından feyz almıştır. O dönemin saltanat sahipleri, iktidarlarını tehlikeye düşürmemek için, İmam Cafer-i Sadık ile yetiştirdiği öğrencilere ve ilim adamlarına karşı kin güderek baskı uyguluyorlardı. Sonunda onu zehirletip, şehit ettiler (766). http://www.aabf-inanc-kurumu.com/12-imam/imam-cafer-i-sadik/
22
Kutbeddin Haydar’ın Mirasının Öyküsü
- Haydar-i Zave17 abdalların piridir
Bu kemal yolunun önder ve salikidir
- O idi Allah dostu adam Küfrü ve dini yere çalan
- Hiçbir şeysiz gitti Şeyh-i Kebir’den Onu bağlayamaz ne zincir ne de ahen18
- Herkes onun mirasına bir el attı
Bu, tarladaki ekinden habersiz çiftçiyle aynı
- Görünüşe aldandı ve şad oldu
Haydar’ın sırrını kimse diyemedi ne oldu
- Onun isteği ve dediği ne birliktelik, Ne sulh, ne de savaş ve düşmanlık
17 13. yüzyılda Anadolu’da en faal heterdoks tarikatlardan biri olup Yeseviliğin, Kalenderilikle karışmasından doğmuş olan Haydarîlik tarikatının kurucusudur. Haydarîlik, Türkmen mühitlerinde süratle yayıldı. Zave’de büyük bir zaviyesi olan Kutbeddin Haydar, çok şöhretli bir şahsiyetti. Onun müritleri, Moğol istilasının başlamasına kadar Orta Asya’da ve İran’da faaliyet gösteriyordu. İstilanın başlamasıyla onlar da bir koldan Hindistan içlerine, bir koldan da Anadolu’ya sığındılar. Ülkenin İslamlaşmasına önemli katkılarda bulundular. Anlaşıldığına göre Haydari dervişleri, Kalenderilerle aynı inanç ve fikirleri paylaşıyorlardı. Bunlar da benzer kıyafetleri kullanmakta, yalnız boyunlarında “Tavk-i Haydari” denilen demirden yapılmış bir halka taşımaktaydılar. Bu, onların dünyevi arzulardan tecerrüd simgesiydi. Eflaki’nin verdiği bilgiye göre, 13. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da Haydarilerin iki ünlü şeyhi bulunuyordu. Bunların ilki Hacı Mübarek-i Haydari, Konya’da yaşıyordu. Eflaki’ye göre bu şeyh Mevlânâ ile çok iyi münasebet içindeydi. İkinci ünlü şahsiyet ise bir bahçivan olup Hacı Mübarek’in yakın dostu Şeyh Muhammed-i Haydari idi. Nihayet Kutbeddin Haydar’ın Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli ile çok sıkı alakadar gösterilmesi, Bektaşiliğin teşekkülünden sonra bile bu tarikat içinde Haydariliğin hatırasının muhafaza edildiğini gösterir. Haydarîlik, hem Anadolu Selçukluları hem de Osmanlılar devrinde çok önemli roller oynamış mühim bir tarikattır. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011.
18 Demir.
- Bu hazinenin özünde büyük bir dert var Göründüğü gibi değil derinliği var
- Dinle Ey Hoca! Sakın taassuplu olma
Meşakkati yok diye Şeytanın şehvetine aldanma 475. …….?
- O söz dinlemez aşka ateş çaldı
Küfrü ve dini, yorgan döşek gibi yaktı
- İnsanların hilesine bürünemez o Çanakta ve kadehte asla olamaz o
- Temiz ve saf yürekli birisinde
Olur mu işi hiç laf getirecek palan ve elbiseyle
- Kimin iç dünyası pak değilse
Ne zaman kabul olur namaz, su ve toprak ile
- Sadıklara renk vermeye ne hacet Yakuta taş demeye de ne hacet
- Lakin sır ehli bir hayli gizlidir Ne bir renk ne de şiar gerekir
- Arif değildir ki yaratılış sırrına erişsin Hazine ve yıkık bir köşe misaline benzesin
- Halkın bir kısmı onu Hızır diye bilirler
Ama üzerindeki dervişlik hırkasını görmezler
- Dağ gibi onun yeri aşikârdır
Kim bilebilir hazine nerede saklıdır
- Eğer sen madende saklı olsaydın Yakut gibi ucuz bir taş olurdun
- Dervişlik hırkası, o gizemli insanların elbisesidir Her kim giydiyse, onun gibidir
- O elbiseye bürünmüşlerin gizli sırrı budur aslında Ama halkın yanında ayıptır bu da
- Kendimle olan bu ahtım değerlidir Çünkü bu hikâye benimledir
- Eğer senin arzundaysam bu hâsıl olsun Canında ve gönlünde bu kabul olsun
- Bütün güzellik ve çirkinliğimle geri döneyim Cehennem ve cennetten sana döneyim
- Ben uzlaşma için harekete geçerim Kolları sıvar şarap içerim
- Kimin makamı yüceldiyse İsteği yerine geldi ve etti tövbe
- İkiye bölmek gerekir zamane insanını İnzivaya çekilmeli bir yay gibi aynı
- Hem daha ağır gelmez mi elliden sonra Siyah ve beyazı birbirine katma
- Toyken girmişti bu meclise İçli dışlı olmuştu gençlerle
- Benim inzivaya çekilmem bundan sonra oldu Hayattan aldığım zevkler son buldu
- Bu iki kapılı handa insanın
Yoktur bir dem yiyip içmediği anladım
- Her ne kadar bu ikisine mecbur da olsa Her ikisinden de şikâyetçidir aslında
- Çörek görmez onu taze olmadıkça Tat verir böyle olunca
- Kolaydır bu kapta aslı korumak Başkalarının zevk ve damak tadından uzak
- Su durgundu, aynı göldeki gibi O yumuşaklığıyla, pir gibiydi
- Mey, dostların en büyük eğlencesi Çünkü eskidi ve değere bindi
- Aferinler artık kabul görmez
Ne gariptir ki zengin olan da mutluluk bilmez
- Kul, ola ki zayıf olup halden düşerse
Yükünü hafifletirsin onun kendi büyüklüğünle
- Hem sen bilirsin hem de Allah bilir Nizârî bir başına ne eyleyebilir
- Senin rızan olmadan hayata tutunmak olur mu? Senin iznin olmadan karın doyurmak olur mu?
- Şüphesiz benim inancım; ben sadık bir köpeğim Ki senindir bütün kanım ve bedenim
- Sana bir sır vermek isterim, dinler misin? Bunu sen bilirsin, ben kimim ki bileyim
- Sen beni çok iyi bilirsin Allah’tan sonra
Ki ayırabilirsin doğruyu yanlıştan bir daha
- Senden hiçbir şey saklamadım ben
Kimi koyabilirim bu âlemde senin yerine ben
- Aramızda olanlar iyi ve kötü de olsa
Ne yapabilirim yine hüsrandayım aslında
- Sen bize dost ve düşmana ziyansın Tüm bu olup bitenlerden haberdarsın
- Her ne kadar ayıplasalar da beni
Kendilerinden söylemezler mi bütün dediklerini
- Haksız yere şah kötülük etmesin
Ayıp arayanların ağzına söz vermesin
- Bu kapı bin kere daha açılsa idi
Senin kalp temizliğin ilahi aşka dönmez miydi?
- Eğer birisini garip gösteriyorsa doğruluk
Öyleyse garip değildir doğruluğu terk etmek, doğrudur
- Doğrucular bu görüşe işaret ederler Doğrusu oklar da eğri yayı isterler
- Onlar aşk yıkıntılarının yiğitleridir Gökyüzünü değirmen taşı gibi çevirir
- Eğer değilsen doğruluk topluluğunun içinde Şeyhi bir daha istemek niye
- Doğruların sözü etkin oldu Şeyh de bu sırlara vakıf oldu
- Bakmaz isen kendi kendine
Göremezsin kendindeki karışıklıkları sen bile
- Can cana, gönül gönüle denktir
Canın ve gönlün muradını bulmak gerekir
- Can ve gönlün arasında ikilik başlarsa Özürler ve bahaneler gelir vücuda
- Akıl, vehm ve hayal yok olur Dil ve edebiyatta ayrılık olur
- Canın mülkü âlemi kapsar Sonrasında her yanı güzellik kaplar
- Her şey hiçtir ve hiçbir şey ondan gayrı değildir
Her ne kadar güzel gözükse de hepsi günahın eseridir
- Dosta şirk koşmak uygun mudur? Ne varsa ondandır doğru mudur?
- Tüm bu şatafat boştur
Akıl, doğruluktan başkasında yoktur
- Selam olsun bizden onun ruhuna
Ne de güzel söylemiş Ahkemü’l Hâkimâ
- Eğer kaybettiysem ben kendimi
Ne yapabilirim, yapmaktan başka takdir edileni
- Tüm kazançlarım ziyana uğramış Şirk elbette bunların arasındaymış
- Kendine tapmak beterdir Lât ve Uzzâ’19ya tapmaktan Allah’ın o habercisine olsun selam
23
Sözün Sonu
- Çok yazmaktan sıkıntı doğar Hikâyeyi kısa tutmakta fayda var
- Eğer iki beyit yeteydi şahın gönlüne Kısaltırdım bu hikâyeyi elbette
- Nisan aylı yeni bir baharda
Nezm ettim bu şiiri, Cümâdü’s Sânî ayında
- Kutlu olsun o Nevrûz bayramı Altı yüz doksan dokuz yılı
19 Cahiliye devrinde müşrik Arapların ilah saydıkları bazı putlar vardır. Bunların en meşhurları Hubel, Lât, Menât ve Uzzâ’dır. Lât, güneş ilahı olarak bilinir. Kur’an-ı Kerîm’de iki yerde bu ad geçer (Sad/3, Necm/19). Pala, a.g.e., s. 284.
- Gönlüm aydınlansın diye yazdım bu şiiri Nevrûz için hediye olsun şimdi
- Buldum aynı Âb-ı Hayat gibi
Kara toprak üzerinde akan ışıltılı su gibi
- Ay ve yıldızların üzerinde, feleğin burçları Beş yüz ellidir beyitlerin toplamı
- Onu beyit beyit gizemli kıldım Suyuna toprağına aşk kattım
- Şahlar şahının merhametli bakışı Çıkartır ortaya saklı olanı
- Hala ümidim var, beni kabul ede Lütfüyle tutup elimden çeke
- Şahın iktidarı payidar ola Düşmanın başı kılıçla kopa
- Her daim tahtın da, bahtın da açık olsun Dostların şad, düşmanların harap olsun
- Ömrün Kaf Dağı gibi müstahkem
Günün ve gecen, yıldaki ayların hoş ve hürrem
- Hatm oldu devletli şahın duasıyla Selam olsun Allah Resûl’una
- BÖLÜM
TRANSKRİPSİYONLU METİN
1
Der-Tevĥīd
- Minnet ez-Źü’l-Celāli Ve’l-İkrām Be-dū āġāz u ġāyet ü encām
- Āferįnende-i vücūd u Ǿadem Pįş-gįrende-i ĥudūŝ u ķıdem
- Ber-güzįnende-i ĥaķķ ez-bāŧıl Kār-perdāz āmil ü ātıl
- Reh-nümāyende-i ħiŧābįnān Mūnis-i bį-dilān u miskįnān
- Mālik-i mülk-i evvel ü āħir Vāżıĥ-ı ĥakk-ı bāŧın ü žāhir
- Evliyā-yı rāz-dār-ı pinhāneş Enbiyā-yı kār-sāz-ı fermāneş
- Ez-Śafįyyullah ez-mebādį-i kār Der-girifte bidāyet-i edvār
- Gerçi dānem, negūyem ez-gendem Tersem ez-iǾtirāż nā-merdem
- Kerde ber-mūcib şümāre-i Ǿāmm Ber-Nebiyyullāh ān şümāre tamām
- Devr-i ŧūfān zi-ümmeteş ber-ħāst Çi küned coz çünān niyāmed rāst
- Çün işāret sū-yı Ħalįl āmed Ħalk-rā vaǾde selsebįl āmed
- Ū be-ümmet neħāst illā ħayr Lįk ķāśır-ı nažar be-bįned ġayr
- Pes ez-ān çün resįd devr-i Kelįm Hem nekerdend ümmeteş taǾžįm
- Lįk FirǾavn egerçi bühtān kerd Netevānįst defǾ-i ŝuǾbān kerd
- Rūĥ-rā baǾd-ez-ān mücessem kerd
Bį-meded, nāmeş ibn-i Meryem kerd
- Nefeseş gerçi śed cihān cān dāşt Mürde-i cehl-rā çi dermān dāşt
- Rāyet muǾcizāt bürde be-māh Nevbet daǾvet-i Ĥabįbullāh
- Gerçi levlāk būd der-şāneş Ġuśśahā büd zi-ibn-i Ǿummāneş
- Herçi āyed be-dān kez-ū bāşed Herçi zi-ū āyed ān nikū bāşed
- Ki ne FirǾavn iħtiyār nedāşt Belki Mūsā hem-iķtidār nedāşt
- Ħıżır nā-cüste Āb-ı Ĥayvān ħūred Ān ki cüst ü neyāft çi tevān kerd?
- Ey münezzeh śıfātet ez-evśāf Herçi gūyem būd muĥāl ü güzāf
- Neresed der-kemāl-i tū idrāk Pįş-ez-įn nįst ĥadd-i müşt-i ħāk
- Hem-tū gūyį, ki gūyed ez-tū diger? Neresed der-tū vehm ü Ǿaķl ü nežer
- Neresed der-śıfāt-ı źāt-ı tū kes Tū tevānį resįd der-ħōd u bes
- Menem u ķaǾr-ı baĥr-ı ĥayrānį Men çi gūyem diger tū mį dānį
- Lįk negüzįred ez-münācātem Çün tū bāşį mücįb-i daǾvātem
- Vird įn Ǿāciz şikeste müdām Bes būd Źü’l-Celāli Ve’l-İkrām
2
Münācāt Bā-Ħudā Ve NaǾt Peyāmber
- Nažar-i yā müfteriĥ el-elbāb Sebeb-į yā müsebbib-į el-esbāb
- Merĥamet kün ki vaķt-i merĥamet-est Gerdenem zįr-i bār-ı maǾśįyet-est
- Hįç kem gerded ez-hizāne-i Ǿām Kį be-baħşį günāh-ı müştį-i ħām?
- Çün tū perverdįm be-evvel-i kār Hem-be-āħir mįfigenem, ber-dār
- Gerçi ez-rū-yį Ǿafv-ı tū ħacilem Raĥm kün zān ki bes şikeste dilem
- Ber-men u bį-kesį men baħşāyį Der-i der-beste-i dilem be-güşāyį
- Rehber u reh-nümāy u reh-dānį Der-heme ĥāl ĥāl-i gerdānį
- Mį tevānį zi-ġam rehā-yį deh Ne zi-peyvend ħōd cüdā-yį deh
- Bā-ġam ħįşem āşinā ger-dān Ne serem hem-çü āsyā ger-dān
- Baħşişį kün zi-ħilǾat-i ħāśśem Rah-ı deh sū-yį śıdķ ü iħlāśem
- Pertevį deh zi-nūr-i nefes-i nebį Maĥrem-i Ĥaķķ-ı Muĥammed-i ǾArabį
- Śadaķallāh yā Resūlallāh Rehber-i ümmet ü şefįǾ-i günāh
- Pįşvā-yį muhācir ü enśār
Reh-nümāyende-i ūlü’l-ebśar
- Ħātim-i enbiyā be-ķavl-u Ħudāyį Hādį-i eśfiyā be-her dü serāy
- Ħüccetü’l-Ĥaķķ be-sūre-yi iħlāś Mehdį-i enbiyā be-daǾvet-i ħāś
- Çi diger māned? Şüd süħan-ı kūtāh Çün Ħudā ħāndeş Ĥabįbullāh
3
Der-Medĥ-i Şemse’d-dįn ǾAlį Şāh Nįmrūz
- BaǾd tevĥįd ü naǾt-ı peyġember Midĥat-ı şāh-ı şarķ-ı ulį’ter
- Şehr-yār-ı bülend aħter ü baħt Nāzeş u iftiħār efser ü taħt
- Ān ki himmet-i refįǾeş hest Āsmān bā-Ǿulüvv-i ķadreş pest
- ǾĀlem ez-Ǿadl-i şāmileş ābad
Nev ser-efgende melik-rā bünyād
- Taĥt-ı emreş memālik-i Ǿālem Fevķ ber-tuħme-i benį Ādem
- Şems-dįn Şāh Nįmrūz ǾAlį
Ķātil-i el-müşrikįn çün şįr-i melį
- Ān ki çün rāyeş intižām küned Nūr ez-ū āftāb vām küned
- V’ān ki gerziş be-Ǿarśa-gāh neberd Ez-ser-i düşmanān ber-āred gerd
- V’ān ki kilkeş çü der-śerįr āyed Cān nev der-cihān be-berāyed
- V’ān ki tįreş çü ez-kemān be-cehd Felek ez-rāh-ı keh-keşān be-cehd
- V’ān ki lutfeş çü dest-gįr şeved Der-mefāśıl-ı şerįk sįr şeved
- V’ān ki ger ber-zamāne ķahr küned Nūş-dārūş hem-çü zehr küned
- ǾĀlem-i Ǿilm-rā Ǿalem başed Śāĥib-i el-seyf-ul-ķalem başed
- Pįş-i ū ser-nihāde ber-ıŧlāķ Ħüsrevān memālik-i āfāķ
- Leşkereş-rā ne ĥadd ne endāze Ķāf tā Ķāf ez-ū pür-āvāze
- Āsmāneş be-ŧavǾ ħidmet-gār Āftābeş be-ŧabǾ ġāşįye-dār
- Herçi gūyem be-cāy-i ħōd başed Lįk ū mā-verāį ĥadd başed
- Herçi ān der-menāķıbeş āyed Vež der-i rāy-i ŝāķıbeş āyed
- Ū ez-ān bįş u bįşter başed
Ki der-efvāh Ebü’l-beşer başed
- Der-heme çįz ez-heme mümtāz Ez-heme bį-niyāz u bā-heme sāz
- Ū çü mecmūǾa-yı hüner bāşed Rāh-ı ū şįve-i diger bāşed
- Netevān güft ez-ū ve ez-digerį Gū be-bįn ger nedįd kej-i nažarį
- Herçi der-ĥadd-ı imtiĥān āmed Vaśf-ı źāteş verā-yı ān āmed
- BaǾd-ez-įn pes reh-i duǾā pūyem Belki tā-zindeem duǾā gūyem
- Tāce’d-dįn Şāh-zāde-i Ǿālem Ķurretü’l-Ǿayn-ı Ħüsrev-i āǾžam
- Bü’l-maǾālį-i Muĥammed bin ǾAlį Meyve-i luŧf-ı bāġ-ı lem-yezelį
- Bād der-Ǿizz u nāz-perverde Şāh ez-ū ū zi-şāh ber-ħūrde
- Ĥaķķ TeǾālā zi-çeşm-i zaħm be-dān Dāredeş der-żamān-ı emn ü emān
- ǾÖmr ü iķbāl bād-ı çendāneş Ki nebāşed pedįd pāyāneş
4
Der-Śebeb-i Nažm-ı Įn Meŝnevį ve Güft ü Gū-yı ŞāǾir Bā-Şeb
- Şeb-i Nev-rūz der-ħarābe-i ħįş Cām u cān u men u ķarābe-i ħįş
- Ħālį el-seyr būd pindārį
Bį-ħaber būdem ān şeb-i tārį
- Baħt maĥrūm kerd u nevmįdem Şeb-i Ǿayş ez-viśāl ħūrşįdem
- Cām u cān u ķarābe-i rūh-efzāy Ten-i bį-cān-ı men sitem-fersāy
- Tā-negūyį meger ķarābe-i mey
Ne taśavvur çünįn mekün hey hey
- Şįşe-i dāştem zi-ħūn-ābe
Pür çünān kez şarāb-ı ķarābe
- Dįgerān der-neşāŧ-ı Nev-rūzį Men dil-ħaste bā-ciger-sūzį
- Ne kesm hem-zebān be-ġayr-ı ķalem Ne be-coz defterem kesį maĥrem
- Müje ez-ħūn dįde-i cedvel-keş Ciger ez-sūz-i sįne pür-āteş
- Çün būd bende-i çü men mažlūm Ez-besāŧ-ı ħudāygān maĥrūm
- Bezm-i şāh-ı cihān ħoş u ħurrem Śaĥn-i büstān-serā çü Bāġ-ı İrem
- Ħāśśa ceşn-i mübārek-i ser-i sāl Serv der-raķś u bülbül ender-i ĥāl
- Bende-gān-ı diger be-Ǿayş u sürūr Geşte meşġūl u men çünįn mehcūr
- Nā-sipāsį u nā-şikįb-āyį
Her dü ĥaśıl zi-nā-tevān-āyį
- Ne ġalaŧ mį künem çi mį gūyem Būd der-ķıble-i rıżā rūyem
- Ħāŧib-i ħāŧırem bi-avnillāh Refte ber-minber menāķıb-ı şāh
- Şükr-hā ez-vücūd-ı ū mį kerd Źikr-i inǾām vücūd-ı ū mį kerd
- Müteĥayyir be-mānde der-śıfateş Ki birūn bud zi-ĥadd-ı maǾrifeteş
- Şüd miyān-ı men ü Şeb ez-kem ü bįş Süħanį çend ĥesb-i ĥālet-i ħįş
- Şeb-i rūşen dil siyah cāme
Güft: “ Ħāmį mekün be-zen ħāme
- Nažm kün mācera-yı men bā-Rūz Nedihem mühlet įn-şebet tā-rūz
- Nāme-yi nažm-ı tū bahāne künem Ķıśśa-yı pįş-i şeh revāne künem
- Tā-merā ez-Ǿaźāb ber-haned Dādem ez-Āftāb bestāned ”
- Güftem: “ Ender ĥużūr be-bāşed Tā-ki ber-ĥaķķ-ter u firih bāşed
- Bį-tavaśśuŧ-ı süħan neyāyed rāst Mutavaśśıŧ-ı miyān-ı ħavf u recāst
- Tā-tavaśśuŧ-ı miyān-ı mā neşeved Ĥaķķ u baŧıl zi-hem cüdā neşeved
- Mācerā-i her dü der-miyān ārįd Ger be-inśāf u dād be-sipārįd
- Ver-ne zān pes-be-bār-gāh revįd Her-dü bā-hem be-dād-ħāh revįd”
- Güft: “ Eżdād-ı cemǿ key būd-est? Rāh-ı Şeb pįş-i Şemǿ key būd-est?
- Her kücā men derāyem ū be-reved Hergiz įn mācerā nikū nereved”
- Ez-siyāhān-i maŧbaħī der-ĥāl Nām-zed kerd ķaśidį çü nekāl
- Ķāśıd-ı ānkį peyām bürd u be-reft Hem-çü dūd-ı siyeh be-tāb u be-teft
- Çün be-maşrıķ resįd śubh be-tāft Bįş reften diger mecāl neyāft
- Bāz-gerdįd hem-çü bād-ı debūr Der-zemānį be-reft rāhį dūr
- Āmed u zįnhār ħāst žalūm
Ki: “ Nerefte-est pįş-i āteş-i mūm
- Nįstem merd įn risāle u rāh
ǾÖźr Ǿaczem zi-Ǿafv-ı ħįş be-ħāh”
- Çün be-dānist Şeb ki maǾźūr-est ǾAcz-i Mūsā u āteş-i Ŧūr-est
- Güft: “ Hān, maślaĥat çi mį bįnį Saltanat key reved be-sikkįnį
- Hest įn kār kār-ı nā-bākį
Bād der-çeşm-i ū zend ħākį”
- Güftem: “ Įn reh be-pāy-ı bād-ı Śabāst Her ki diger reved be-dest-i hebāst”
- Bād-rā der-zamān ŧaleb fermūd Tā-bedān bende-gį ķıyām nümūd
- Derd-rā çün nebūd dermāneş Best ĥālį kemer be-fermāneş
- Der-miyān şüd muķaddem-i nuķabā Ķudve-i sālikān bürįd Śabā
- Pįşem āmed pes ez-sūāl u cevāb Āħirü’l-emr ber-ŧarįķ-i śevāb
- Güft: “ Men bį-ġareż-ı miyān-bendem Ki be-ħayr-est ķaŧǾ u peyvendem”
- Bā-Şeb įn-maślaĥat ķarār girift Hem-ber-įn-ŧāliǾ iħtiyār girift
5
Bürden Bād-ı Śabā Peyām-ı Şeb-rā Ez-Berā-yı Rūz ve Āġāz-ı Peykār
- Şeb firistād pįş-i Rūz resūl
K: “ Ey cihān-gerd-i fitne-cū-yi fużūl
- Her şeb ez-fitne-i tū tįre-terem Çend dārį çü Rūz ħįre-serem
- Herçi be-gürįħtem zi-meşġale-yi Āmedį der-girifte-i meşǾale-yi
- Heme ber-hem zedį velāyet-i men Ber-şikestį sipāh u rāyet-i men
- Pā-yı bįrūn-i mene zi-ĥadd-ı ķıyās Ber-rehm bįş ez-įn merįz elmās
- BaǾd-ez-įn terk ser-firāzį kün Bā-büzürgān be-ħurde-bāzį kün
- Bā-minnet dest-i dürüstem neşeved Kāret ez-pįş bįş u kem neşeved
- Tā-be-şām ez-seĥer sitįz künį ǾĀķıbet hem-zi-men girįz künį
- Çün siyāhān-ı men ħurūc künend Der-ufuķ ber-muǾākıb tū zenend
- Ez-tū çendān keşend kez bes-i ħūn Şeved ālūde-yi dāmen-i gerdūn
- Tū-yį u maġrib u hezįmet-i ħįş
Sū-yi maşrıķ mekün Ǿazįmet-i bįş
- Hem-ber-įn şarŧ eger ķarār dehį Terk āşūb u ıżŧırār dehį
- Ħįz u ger nįz-rāy-i ān dārį
Ser zi-maġz-ı sebük-i girān dārį
- Tā-be defǿ-i tū hem-ķıyām künįm BaǾd-ez-įn ķaśd intiķām künįm
- Yek şebįħūn künem be-leşker-i zeng Ki hezįmet berį be-śed ferseng
- ǾElem-i fitne-i ser-nigūn künemet Ez-ĥudūd-ı cihān birūn künemet”
- Āħirü’l-emr įlçį-i Śabā
Şüd güşāde-zebān u beste-i ķabā
- Rāh maķśad girift musteǾcel
Tā-be-ħāver ki būd ser-i menzil
- Rāyetį dįd ba-hezār şükūh
Ki ber-āverd ser zi-ķulle-i kūh
- Ħüsrevį tāc u taħteş ez-āteş Çarħ der-mevkibeş Ǿammārį keş
- Leşkerį hem-çü źerre bįş ez-bįş Tiġha ber-keşįde ez-pes u pįş
- Yek-dil u śed-hezār sūr u sürūr Yek-ten u śed-hezār çeşme-i nūr
- Şüd zi-heybet-i Śabā Ǿaraķ-rįzān Reft çūn źerre-i üftān-ħįzān
- Herçi nezdįk-ter be-ħūr mį şüd Ez-tef u tāb germ-ter mį şüd
- Çün şeved muĥteriķ Śabā çün berķ Ez-Śabā tā-sümūm nebūd ferķ
- Gerçi ŧāķat nedāşt hem ħoş ħoş Reft çün bād der-dem-i āteş
- Heme peyġām-ı şeb güzāred be-Rūz Germ şüd maġz-ı Āftāb ez-sūz
- Bāng zed ber-Śabā ki: “ Yāve megūy Žulmet ez-ŧabǾı Āftāb mecūy
- Tā-ki başed Şeb muĥāl-ı endįş Ki firisted be-men risālet-i ħįş
- Ez-Şeb āvāre-ter-i diger ki būd? Zū ciger ħāre-ter-i beter ki būd?
- Be-tehevvür zi-men süħan gūyed Ki būd kū süħan zi-men gūyed!
- Key be-rāzed siyah gilįmį-rā Kū be-rāned çü men kerįmį-rā?
- Ĥükm ber-men küned be-āy u māy Be-negerįd āħir ez-berāyi Ħudāy”
6
Pāsuħ-ı Rūz Be-Şeb
- Bā-Śabā güft: “ Dem mezen diger Be-risālet ķadem be-zen diger
- Bāz-gerd ez-hemįn ķadr su-yi Şeb Ki: Zi-nā-dānį tū nįst Ǿaceb
- Çün tū-yi-rā çi ĥadd-ı pāye-yi māst? Ħōd sevād-ı tū Ǿaks-ı sāye-yi māst
- Gehget dil ki hem-çü ruħ-i siyāh-est Rūşen ez-Ǿaks-ı şemǾdān-ı māh-est
- ŞemǾ-i mah ger nekerdemį rūşen Key şüdį gül-hen-i tū çün gül-şen
- Rū-yı tārįk-i tū çü dūd-i tenevvür Der-ħūred rāstį muķābil-i nūr
- Cā-yi tū çāh-ı teng ü tār būd Künc-i tārįk u neft u ġār būd
- Her-maķāmį ki bāz-perdāzem Geh-geheş sāye ber-ser-endāzem
- Çün şeved Ǿaks-i men ez-ū ħālį Ħalvet-i ābād-ı ħōd künį ĥālį
- Der-ġalaŧ üftāde-yi bā-ħįş Ser ü kārį nihāde-yi bā-ħįş
- Ez-dimaġet birūn künem sevdā Negüzārem ki dem-i zen-i ferdā
- Ki çünįn būdį āmir u nāhį Ki merā zir-dest mį ħāhį?
- Be-dırāzį-yi ħōd meşev maġrūr Tįrē-ter hem nebāşį ez-deycūr
- Men çünānet fürū berem be-zemįn Ki zi-men yād nāverį pes ez-įn
- Āmedem, berg kār-ı ħįş be-sāz Tā-ķıyāmet zi-tū ne-gerdem bāz”
- Ħāst ruħśat-ı Śabā u bāz āmed Çün meşǾaviź ki mühre-bāz āmed
- Ħānd her gūne zi-āftāb ħaber Kerd Şeb-rā çü dūd zįr ü zeber
- Her cevābį ki Rūz bāz-nüvişt Hem-çü āteş fütād der-engişt
7
Peyġām-ı Düvvüm-i Şeb Berāy-i Rūz
- Bāz Şeb dād rūz-rā peyġām
Ki: “ Çenįn ber-mekeş be-çarħ-ı aǾlām
- Men cihān-dār būdem ez-evvel
Ne tū ne Meh ne Müşterį ne Züĥal
- Ked-hüdā-yi cihan be-ĥükm-ü Ħudāy Menem u men be-Ǿaķl-rūşen-i rāy
- Ķullē-i įn bülend ŧārem-rā YaǾnį įn-ķalǾa-i çehārüm-rā
- Dįde-bānį muķįm mį bāyest Çeşm-dārį Ǿažįm mį bāyest
- Behr-i ān ber-gümāştend tu-rā Tā-be-eknūn be-dāştend tu-rā
- Ger süħan der-muǾamilet başed Didē-bān-rā çi menzilet başed?
- Hem-çü ǾĮsa be-māndē der-rāhį Çün künį daǾva-i şehen-şāhį?
- Mā-verā-yi tū çend ĥükkām-end Kez tū ber-ter-nişįn įn-bām-end
- Heme ber-tū muĥįŧ u mā-fevk-end Heme bā-taħt u efser u ŧavķ-end
- Nįst bālā-yı men kesį diger
Menem u memleket zi-men yek-ser”
8
Pāsuħ-ı Rūz yā Ħūrşįd Be-Şeb
- Rūz güfteş: “ Çi türrehāt-est įn Süħan-ı ħaşv bi-ĥayāt-est įn
- Rā-yi tārįk-i tū çi rāy zened Meger ender-i hezįme nāy zened
- Men cihān-dār u men cihān-tābem Ber-zemįn u ber-āsmān tābem
- Heft-iķlįm-i āsmān dārem
Der-miyān-ı taħt-geh ez-ān dārem
- Tā-būd der-miyān-ı heft-iķlįm Rāst ez-her sū-yi se-baħş u dū-nįm
- Baĥr ü berr, ŧūl u Ǿarż, şįb u firāz Ez-heme terbiyet negįrįm bāz
- Sāl tā-sāl ŧavf mülk künem
Bįħ ü bünyād-ı cevr ü žülm künem
- Dārem ez-rāh emr-i bār-ı Ħudāy Minber-i şerǾ u dār Ǿadl be-pāy
- Heme der-emn u zįnhār-ı men-end Nįk-ħāh u sipās-dār-ı men-end
- Kūh ez-men kemer-i girān dāred Ez-cevāhir ki der-miyān dāred
- Baĥr ez-men küned ħezāyįn pür Der-kenar-ı seĥāb rįzem dürr
- Ħāk-ı efsürde-rā be-cūşānem Baġ-rā sürħ u sebz pūşānem
- Ħōd cihān-rā menem mürebbį u bes Çi keşem çün şeb-i dırāz nefes”
9
Peyġām-ı Süvüm-i Şeb Berāy-i Rūz yā Ħūrşįd
- Şeb diger-bāre reft bā-ser-kār Kerd ber-yek cevāb śed inkār
- K: “ Ey be-cevr u sitem şüde meşhūr Be-tū nezdįk būd u zi-tū dūr
- Ħāśśa u Ǿāmme-rā vebāl u helāk Ki küned iǾtimād ber-nā-pāk?
- Dūd bį-behre ez-tū vü tārįk Bāyedeş sūħt çün şeved nezdįk
- Teşne-gān-rā besį be-teft u be-tāb Küşte-yi der-ŧārįk ĥacc bį-āb
- Tū ki der-deşt-i Kerbelā dįdį Ki çi mį reft u mį pesendįdį
- Geştį ān-rūz yār-ı ehl-i saǾįr Deşt ü śaĥrā be-tāftį çü eŝįr
- Ķaśd-ı ferzend-i Muśŧafā kerdį Bā-peyember çünįn vefā kerdį
- Çi tevaķķuǾ küned zi-mihr-i tū kes Yād-gār-ı įn-münāfıķ zi-tū bes”
10
Pāsuħ-ı Rūz
- Rūz güft: “ Įn çi zūr ü bühtān-est Ki riyā pįşe-i tū fettān-est
- Ger münāfıķ menem tū-rā çi ħalel Çend ez-āşūb-i ümmetān cedel
- Tā-Ħuda ber-ki efgend tāvān
Tū ħōd İnne’l-Münāfıķįn ber-ħān
- Der-cihān žulmet ez-netįcē-i tūst Nezd-i dānā ĥaķįķāt-est u dürüst
- Ān-heme žulmet u đalālet kerd Netevānį be-men ĥavālet kerd
- Dil-i tārįk-i āl-ı Ebū-Süfyān
Būd ber-mekr u ĥiyelet u heźeyān
- MaǾrifet der-miyān mecāl nedāşt Cehl-şān coz ber-ān muĥāl nedāşt
- Sįne bāyed ki pāk u śāf būd Reng-i žāhir muĥāl u lāf būd
- Ez-đelālet çi rūşenį āyed? Ez-siyāhį siyāhį efzāyed
- Ġayret-i ān segān-ı bį-āzerm
Ber-dilem zed şüdem çü āteş-i germ
- Kem ne-şüd hergiz ez-dilem ān sūz Hem ber-įn āteşem çenįn zān rūz
- Dest-i ĥiyelet mezen tū ber-ser-i şāħ Der-dem-i ejdehā merev güstāħ
- Nįstį merd gūy įn meydān Ne ĥerįf menį yakin mį dān”
11
Peyġām-ı Çehārüm-i Şeb Be-Ħūrşįd
- Şeb diger bār geşt āşüfte
Ki: “ Merā Rūz nā-sezā güfte”
- Güft ez-rū-yi cidd ne ez-ser-i lāġ
K: “ Ey tebeh kerde ez-fużūl-i dimāġ
- Gerçi Ǿālem ne-verd u seyyāĥį Nūr baħşende hem-çü mıśbāĥį
- Men besį cāyhā resįdestem Çįzhāyi Ǿacįb dįdestem
- Ki tū hergiz be-dān resįde ne-į Ez-kesį nįz hem-şenįde ne-į
- Der-dimāġet çi naħvet-est u menį
Ki merā güftē-yį: “ Ne merd-i menį”
- Men çünįn ferd-i ħırķa-pūşįem Bā-çünįn bį-zebān ħamūşįem
- Men cihān-ı pehlevān-ı āfāķem Cüft-i tū nįstem ki men ŧāķem
- Men be-deh merd be-şikenem dü hezār Yek şebįħūn u deh hezār sevār
- Men budem hem-reh-i töhmeten gürd Verne tenhā ki reh be-Tūrān bürd
- Refte İsfendiyār-ı rūyįn-ten
Der-penāh-ı sevād-ı leşker-i men
- Heme şeb kerde-em Ǿases ber-kār Tā-negerded zi-ħaremges deyyār
- Sırr-ı merdān rāz dārem men Sırr-ı merdān cān-sipārem men
- Zengyān-ı siyāh-pūş menend Ki yekį-end u śed hezār tenend
- Şeb-i tār ez-nehįbşān her dem Be-füsürd der-Ǿurūķ-ı şįrān dem
- Nenihāyend ŝābit u seyyār Be-kesį bi-ĥużūr-ı men dįdār
- Mūnis-i bį-dilān bį-dārem Hem-dem-i Ǿāşıkān bį-yārem
- Hem-reh-i şeb-i revān rāz menem Meşhed-i Ǿālem niyāz menem
- Şeb-i miǾrāc u ķadr u ādįne Der-berāt menend dįrįne
- Rūze-dārān ki teşne-i zārāned Çeşm ber rāh-ı Şām-ı men dārend
- Mį reved Rūz u bāz mį ħended Dehen-i rūze-dār mį bended
- Teşne ez-teff-i āftāb-ı Temmūz Vez şafaķ der-şekk üftāde henüz
- Men çü ħōd-rā nümūdem ez-ser-i bām Ber-Ǿaķab der-resįd leşger-i Şām
- Bāng-i Allahü ekber āverdend Girih ez-nā-yi rūze vā kerdend
- Āşhā-yi leźįź pįş ārend
Bįş-i her sāǾatį zi-pįş ārend
- Der-ķadeĥ-i ābhā serd çü zeng Ber ŧabaķ-ı mįvēhā reng-ā-reng
- Ez-vücūd-i men ihtizāz künend Der-Ǿayş u neşāŧ bāz künend
- Bāng-ı kūs seĥer çü ber-ħįzed Herkes ez-cüft-i ħįş be-gürįzed
- Cümle ez-heybet u ĥarāret-i nūr Geşte bį-tūş ü tāb u ķuvve ü zūr
- Ber-cehend ez-miyān-ı cāme-i ħāb Der-şevend ez-ħatar be ħāne-i ħāb
- Dest-i ĥācet ber-āsmān gįrend Mühr-i esrār ber-zebān gįrend
- Rūz gammāz-ı rūze-dārān-est Ne ki ū-rā hemįşe kār-ı ān-est”
12
Pasuħ-ı Rūz Be-Şeb
- Rūz bār-ı diger be-cūş āmed Bā-şeb-i tįre der-ħurūş āmed
- Güft: “ Ey ħuşk-i maġzter-i dāmen Çend ħāhį cedel zeden bā-men
- Meger ān-cā ki mį resį Ǿadem-est Verne nā-dįde der-vücūd kem-est
- Yāver-i fāsıķān-ı düzd-i firįb Ejdehā-yı heybet u neheng-i nihįb
- Be-tū müstažhirend ehl-i fesād Çün tū der-žulmetend ehl-i teżād
- Zįr-i dāmen girifte şeb-rev-ra Rāheş āmūħte birūn şev-rā
- Be-tū mensūb şüd siyah-kārį Çend bį-şerm-į u tebeh-kārį
- Ŧālibān-rā zi-rāh mį fikenį Püşt-i müşt-i żaǾįf mį şikenį
- Rūz-şān bāz men be-rāh ārem Ez-beyābān be-ħāne-ķāh ārem
- Tū-yi ān zāl-ı pür-firįb ü fiten Be-ħavādiŝ-i hemişe ābisten
- Ez-tū her şeb ki rūz mį āyed Şeġab u şūr u fitne mį zāyed
- Ne-būd kār-ı men nihān-kārį Düzd-į ü şeb-revį ü ŧarrārį
- Tū der-āyį cihān şeved dil-gįr
Śubĥ-dem be-şiküft çü ġonce-i żamįr
- Ber-ħilāf nehįb-i şeb-i hengām Feriĥį hest der-sepįde-i bām
- Būd elbette ez-çi ez-hemm ü ġam Dil-i merdüm namāz-ı şām-ı düjem
- Naķd-i merdān ki reh şitāfteend Heme der-ceyb-i śubĥ yāfteend
- Śubĥ der-nefes-i ħįş pįl-ten-est Bā-ŧelāye-yi sipāh-ı tįġ-zen-est
- Çün ber-āred zi-ceyb-i maşrıķ ser Der-dehend ez-vuśūl-i rūz ħaber
- Hem-ħurūsān bāmdād-engįz Der-cihān efgenend rüst-ā-ħįz
- Hem-münādį-i girān-ı Beytullah ǾĀlemį ħufte-rā künend āgāh
- Tā-būd rūze-dār bā-men ħoş Ħoş būd çün Ħalįl ber-āteş
- Rū-yi der-ķıble-i namāz künend Şükr-i inǾām bį-niyāz künend
- Zi imtilā-yı bįm ānki hem-çü enār Be-mükidd-i merdüm ez-girānį bār
- Çün şüdend ez-girānį-yi tū melūl Şikemį pür zi-meşreb ü me’kūl
- Ser be-bālįn-i ġaflet āverdend Cāme çün müsterāĥ pür kerdend
- Der-cihān herçi cān-ver başed Cümle-rā cünbiş ez-seĥer başed
- Çend gūyį zi-Şām u Şeb, ħāmūş Ber-ser u rįş-i ħōd cihān mefrūş
- Ger heme sū zi-yek ġarįb būd Key-et ez-ħoş-dilį naśįb būd?”
13
Peyġām-ı Pencüm-i Şeb Be-Rūz
- Şeb çü be-şenįd ŧıyre geşt Ǿažįm Güft: “ Āh ez-cefā-yi çerħ-i le’įm
- Men çü deryā keşįdeem dāmen Ser büzürgį hemį küned bā-men
- Rūz mį gūyedem siyeh-kārį Tevbe yā Rabb ez-įn güneh-kārį
- Pes siyeh-pūş eger siyeh-kār-est Der-cihān zi-įn gürūh bisyār-est
- Ne tevehhüm geh-gehį zi-ŧennāzį BürkaǾ ez-ebr-i tįre mį sāzį?
- Be-siyāhį şikest-i men çi künį Śıfat-ı reng-i gest-i men çi künį
- ǾAnberem, Ǿanber-i siyeh-çerde Ħū-yi ħoş bāz bū-yi ħoş kerde
- Ki ne serd u ħunük çü kāfūrem Be-dū cevv-i dest-gāh maġrūrem
- Ĥabeşiyān cümle dāġ-dār-ı menend Zengiyān tuħme ü tebār-ı menend
- Hinduvān reng-pūş-i men bāşend Heme ĥalķa be-gūş-i men bāşend
- Ħulefā tā-mürįd-i men būdend Baġ-ı islām-rā çemen būdend
- Tā-be-reng-i men āmedend birūn Reft ber-vefķ-i rāyeşān gerdūn
- Tā-şiǾār-ı tū pįşvā kerdend Resm u āyįn-i ħōd rehā kerdend
- Sırrşān ez-büzürg-vārį-yi tū Fāş şüd ez-sefįd-kārį-yi tū
- Heme rengį be-coz tebāhį nįst Reng-i yek-reng coz siyāhį nįst
- Tū birūn āverį çü buķalemūn Der-zemānį hezār-reng birūn
- Sebz ü surħ ü benefş ü zerd ü sefįd Heme tāc-ı muraśśaǾ-yi ħūrşįd
- Der-siyāhį besį Śafā dįdend Çü dü gįsū-yi Muśŧafa dįdend
- Der-süħan śed-hezār bārįk-įst Āb-ı Ĥayvān derūn-i tārįk-įst”
14
Pasūħ-ı Rūz Be-Şeb
- Rūz der-tāb şüd diger-bāre Kerd ez-ġuśśa-i pįrehen pāre
- Güft: “ Eger ber-men iǾtirāż künį Çün sevād-ı ħōdem beyāż künį
- Men zenem śayķalet, diger ki zened? Vez-men üstād-vārter ki zened?
- ǾAnberį lįk būynāk çü ŝūm
Germ ü merdüm-küşį çü dūd-ı semūm
- Leb-i şįrįn-lebān-ı Rūm u Ħotan Ber-sįmįn ber-ān sįb-i źeķan
- Dü leb-i zengiyān çü girde-i gāv Her dü sūrāħ-ı enfşān çü dü nāv
- Įn-be-ān ān-be-įn nikū māned Dįv bā-ĥūr Ǿayn nikū māned
- Ebr ne bürķaǾ-yı siyāh-ı men-est Belki saķķā-yı bār-gāh-ı men-est
- Çįst ebr-i siyāh? Çetr-i zemįn Egeret dįde-yi rūşen-est be-bįn
- Tā dehed ebr-i sāye-dār ez-yemm Be-leb-i teşne-gān-ı bādiye nemm
- LuǾbetān-ı nebāt be-gürāzend
Vez semūm-i Temmūz be-güdāzend
- Şāħ-rā ez-nebāt naħl dehend
Berg-i gül ü engübįn be-naĥl dehend
- Der-ħavāśśeş netįce-yi bisyār-est Įn ħōd ender-i cihān pedįdār-est
- Reng-i mā-rā ki ber-şümürdestį Hem tū ān-rā cevāb kerdestį
- Tū nedānį ki remz-i Ħıżır çi būd Ger nedānį nikū ve-ger ne çi sūd
- Ān-çi der-bāb-ı Muśŧafā güftį Ān süħan rū-yi der-śafā güftį
- Çün tū-yį-rā süħan be-rāh u ne rāh Neresed der-Resūl-ı Śallallāh
- Āl-i ǾAbbās eger ber-üftādend Çün tevān kerd ādemį zādend
- Ne be-reng-i siyāh būd ü sefįd Devlet ü nekbet-est ve bįm ü ümįd
- Ħalķ-rā zįr-i āsmān-ı bülend ǾĀķıbet munķaŧiǾ şeved peyvend
- Ĥaķķ u bāŧıl ħilāf yek-digerāned Herkes illā naśįb-i ħōd nebürend
- Siĥr-i FirǾavn mürtefiǾ neşeved Rişte-yi aśl-ı munķaŧiǾ neşeved
- Nįst, ger kej ne-dįd sālik rāh Hįç bāķį bi-ġayr-i Vechullāh”
15
Peyġām-ı Şeşüm Şeb
- Şeb-i Yeldā sirişt zengį reng Dest çün bürd ber-sebū zed seng
- Güft bā-Āftāb rūşen-dil
“ Kez muĥįŧ-i felek be-merkez-i gil
- Der-zemānį çü bād-peymāyem Hem-çü mürġ ez-havā furūd āyem
- Tū be-Rūz ü Şeb-į be-raǾnā-yį Küre-i ħāk-rā be-peymā-yį
- Ger cihān-gįrį ez-dey āmūzį Be-bürį neng ü Ǿār-ı Nev-rūzį
- Ser sālet be-cā-yı ħįş āred
Ĥayf ez-ān ħān u mān ki pįş āred
- Bere-yį der-tennūr āvįzend Nįm sįret zi-ħān ber-engįzend
- Ez-büzürgį ü şehr-yārį tū Coz külle gūşe-yi çi dārį tū
- Gil hemān rįzehā-yi zer dāred Der-dehān-ı tū nįz eger dāred”
16
Pasuħ-ı Rūz yā Ħūrşįd
- Rūz şüd bāz germ ve ber-cūşįd
Ki: “ Merā key tevān be-gil pūşįd?
- Men ki pįş-i tū ħurd u muħtaśarem Çend bār ez-cihān-ı büzürgterem
- Neresed bā-menet büzürg-serį Ġam-ı ħōd ħūr ki tū merd-i ħūrį
- Kemterįn genc ħāneem deryā-est Vā-pesįn çāker direm-i Cevzā-est
- Tū pelās-ı siyeh be-śed teşvįş
Be-ser ender keşįde-yi hem-çü keşįş
- Men mütevvec be-efser-i zer-keş Ber-serįr-i felek-i Süleyman veş
- Herki-rā ŧāliǾeş zi-men başed Mālik-i mülket zemen başed
- Ger tū hestį sevār ber-edhem Bār-gįr-i men-est im-şeb hem
- Ger siyāh-ı tū dūr tāzendest Çerde-yi men henüz bārendest
- Bā-men āħir-i nifāķ çend künį? DaǾva <u > ŧumŧuraķ çend künį?
- Heme kes-rā zi-Rūz şerm ü ĥayāst Pāy-i setr ü śalāĥ ez-ū ber-ħāst
- Ne çü Şeb kez vücūd-ı ū fuķehā Bį-ĥayā-yi künend çün süfehā
- Heme endįşe-yi muĥāl künend Meyl u raġbet be-zülf u ħāl künend
- Şūħ-çeşm ü sitįze-rūy şevend
Bį-muĥābā be-bām u kūy şevend
- Şeb-i nā-gāh bį-ĥecįb revend
Ki tehį maġz u pür-nehįb revend
- Çün zi-pįşeş bahāne ber-ħįzed Śad ĥicāb ez-miyāne ber-ħįzed
- Bā-heme kes çü pįş-kār şeved Der-heme çįz yār-ġār şeved”
17
Peyġām-ı Heftüm-i Şeb
- Şeb diger bāre der-muĥākā şüd Çün muĥāzāt bį-muĥābā şüd
- Güft: “ Şūħį ü ĥadd be-bürd-į tū Ħoş ħoşem nįk ber-şümürd-į tū
- Men ne ānem ki nisbetem kerdį Saħt bį-vaķǾ u rütbetem kerdį
- Yār-ı ħalvet-nişįn-i Ǿuşşāķem Ārzū-mend-i yār-ı müştāķem
- Vaķt-ı įşān-ı hemįşe ħoş dārem Heme şeb-şān-ı piyāle-keş dārem
- Ber-ser-i kūy-şān Ǿases bāşem Ba-şükr-i māniǾ meges bāşem
- Gāh ber-bām pās-bān bāşem Gāh der-ħāne mįz-bān bāşem
- Zaħme-yi Ǿūd u zaħme-yi ŧanbūr Rū-yi ħūb u ħulāśa-yı engūr
- Ħāhem āmāde bā-ĥarįf ü nedįm Münkirem gev suāl kün zi-ĥakįm
- Ki neħāhed semāǾ-ı rūĥānį? Ki nenūşed şarāb-ı reyĥānį?
- Ħāl-i mıśbāĥ çün ber-efrūzed Şeb-i ħalvet zi-şemǾ-i men sūzed
- Bį-ĥużūr vücūd-ı men der-cemǾ Nedihed hįç rūşenāyį şemǾ
- Bes ki ħāhed ki rū-yi men bįned Şeb-i heme şeb zi-pā-yi nenişįned”
18
Melūl Şüden Rūz u Āħirįn Pāsuħ-ı Ū Be-Şeb
- Ruz-rā dil zi-Şeb melāl girift Terk bį-hūde ķįl ü ķāl girift
- Ber-hemįn faśl-ı iħtiśār-nümūd Dest-bürdį be-iǾtibār-nümūd
- Dad Şeb-rā zi-ru-yi ŧaǾne-yi cevāb Ki: “ Zi-cām-ı ġurūr mest-i ħarāb
- Kįst rūşen-künende-yi žulmet? Kįst śayķal-dihende-yi Ǿiśmet?
- Menem įnek be-ĥüccet-i rūşen Gū be-bįnend yā tū-yį yā men
- KaǾbe ber-seyr-i men künend ķıyās Be-men-est iĥtiyāc ķıble-şinās
- Ĥükm-i şeş-rūz kevn meşhūr-est Der-Kelām-ı Mecįd mesŧūr-est
- Rūz-i maĥşer be-Şeb ne maǾrūf-est Ki ķıyāmet be-Rūz mevśuf-est
- Heme ħōd rūz rūz mį şümürend ŦāliǾ saǾd u naĥs mį negirend
- Maşrıķ ü Maġrib ü cenūb ü şimāl Men güşāyem be-tįġ-i düşman-māl
- Şöhre başed be-her-zebān nāmem Ne çü tū mužlim u siyah-kāmem
- Gāh Mihrem geh Āftāb-ı sürūr Gāh Ħūrşįd gāh Çeşme-i Nūr
- Menem el-ķıśśa neyyir-i aǾžam Merdüm-i çeşm-i rūşen-i Ǿālem
- Heme be-güźār ez-ki kem bāşem Şāh Şems-est men lāķab-tāşem”
- Įn be-güft ü der-süħan der-best DefǾ ber-ħāst çün süħan be-nişest
19
Teslįm Şüden Şeb Be-Āftāb ve Medĥ-i Şāh
- Şeb dāmen-dırāz kūteh-rāy Ser bi-çāregį-figend be-pāy
- ǾĀciz āmed zi-ĥüccet āverden Tāb bisyār dād ber-gerden
- Ser telsįm Ǿākıbet be-nihād Güft bā-Āftāb ez-ser dād:
- Tū be-rütbet-i firih zi-men zānį Ki lāķab-tāş-ı Şāh-ı Įrānį
- Nįst įncā diger mecāl süħan MünķaŧiǾ şüd maķālet-i tū vü men
- Her-yek eknūn be-vusǾ u ŧāķat-ı ħįş Şįve-yi nįz ber-siyāķat-ı ħįş
- Pįş-gįrįm ü medĥ-i şāh künįm Rū-yi der-sāye-i Allah künįm
- Men ü tū her dü dest-yār şevįm Ħidmetį-rā meger be-kār şevįm
- Kemer-bendegį çünān bendįm
Ki çü cān ber-miyān-mān bendįm
- Tū be-rūy u be-rāy mānendį Be-külāh u ķabāy mānendį
- Men ü şeb-reng-i şāh hem-rengįm Her dü bā-kūh-i Kāf hem-tengįm
- Ū sebk-i ħįz ü men girān-cānem Men çü ū seyr kerd netevānem
- Tū çü iķbāl-i ū cihān-gįrį
Zān çünįn ber-felek mekān-gįrį
- Evc-i rifǾat zi-ķadr-ı ū dārį Ķalb-i rūşen zi-śadr-ı ū dārį
- Zū be-yāmuħtį dürr-efşānį
Men çi guyem diger tū ħōd dānį
- Ger ne ez-feyż-i rāy-ı ū būdį Ru-yi tū key çünįn nikū būdį?”
20
Āştį Kerden Rūz Ba-Şeb Ve Medĥ-i Şāh
- Rūz çün Şeb be-Ǿöźr ser-be-nihād Ū hem efgend şive-yi bünyād
- Güft: “ Hestį tū yār-ı dįrįne Maĥrem rüzgār-ı dįrįne
- Süħanį būd der-miyān-ı ķāyim Men ü tū her dü müddeį dāyim
- Be-nihāyet resįd ü ġayet kār Kerdį iķrār baǾd çend inkār
- Pes be-inśāf müstaĥaķķ geştį
Çün siperdį be-ĥaķķ muĥiķķ geştį
- Dostār tevām çirā dānį
Ki be-rūz-ı Ǿadū-yi şeh-mānį
- Nisbetį bā-şüden be-rū-yi siyah Bā-sevād-ı ħaŧŧ-ı mübārek-i şāh
- Ser-i gįsū-yi pest-i pür-ħem-i ū Ki şebį diger-est ber-ħum-i ū
- Külle perçemeş çü bāz şeved Rāst çūn zülf-i tū dırāz şeved
- Reng-i engūr maŧbaħį dārį
Lā-cerem dest ü dil-i saħį dārį
- Kār-ı mā nįst coz duāǾ-gūyį Bende-gį kerden ve rıżā-cūyį
- Dest ber-dār u gū be-śıdķ āmįn Įzidet ĥāfıž ü naśįr ü muǾįn”
21
İžhār-ı Bende-gį Kerden-i ŞāǾir Der-Pįş-gāh-ı Şāh
- Pād-şāhā Nizārį Ǿāciz
Coz be-iħlāś dem nezed hergiz
- Herçi gūyem tū ħōd nikū dānį Heme ġaŝŝ ü ŝemįn-i ū dānį
- Bį-riyā bende-i tū būdestem
Hem-çünān tā ki zindeem hestem
- Ĥaķķ-ı inǾām-ı tū firāvān-est Ĥaķķ-ı ū ber-men-est tā-cān-est
- Tā-serem ber-ten-est u ten-i zinde Bendeem bende-i tūrā bende
- Men ki bāşem ki gūyem ān tevām Yekį ez-cümle-yi segān tevām
- Ber-keşįdį merā u be-gezįdį Mülk dādį u māl baħşįdį
- Men ki bāşem ki men zi-ħōd gūyem Herçi gūyem zi-ħįş bed gūyem
- Menem u įn ķadar süħan-ı rįze Bā-Ǿuķūl u cehūl hem nįze
- Dil-i fertūt śayd-ı çeşm-i ġazāl Maġz-ı āşüfte vaķf-ı ħayl-i ħayāl
- Der-maķāmāt-ı Ǿaşķ bāħteem Bā- Ǿalāmāt-ı Ǿaşķ sāħteem
- Mest ü maǾtūh ü valih ü mecnūn Piş-ez-in nįz būdeem, ne künūn
- Coz velā-yi tū der-velāyet-i dil Nįst çįzį diger zi-āb u zi-gil
- Der-medĥ-i tū tā-ki men bāşem Ber-ser-i iftiħār mį bāşem
- Ħōd senā-yi tū ĥırz-i cān dārem Tā-nefes mį reved revān dārem
- Ger merā nekbetį resed şāyed Bi-ħalel devlet-i tū mį bāyed
- Çün būd devlet-i tū pā-ber-cā Gū çi serdār-ı rüzgār çi pā
- Rüzgār er be-berg ü sāz āyed Be-der-i devlet-i tū bāz āyed
- ǾĀķıbet zįr-i çarħ-ı aħżār nįst Zānki der-baĥr-ı cāy-i aħger nįst
- Hįç bend ez-zamāne negüşāyed Ki demį iǾtimād-ra şāyed
- Herki ħōd-rā zi-ħįş der-yābed ǾĀķıbet devlet-i diger yābed
- Çūn būd ber-śırāŧ-ı ĥaķķ-ı seyreş Būd encām u Ǿāķıbet-i ħayreş
- Yek şikāf-est ez-mebādį-yi kār Vācib ü lāzım-est istiġfār
- Ħıyregį hem-ĥicāb reh başed Ādemį ġāfil-est ez-güneh başed
- Mūy kerdem sefįd ü nāme-i siyāh Çün būd ādemį berį zi-günāh?
- Çün ber-endįşem ez-ħaŧā u zelel Tā-be-gerden fürū şevem be-vehel
- Dil-rįşem kebāb mį gerded ǾĀlem-i cān ħarāb mį gerded
- Ābem ez-dįde mį reved çü seĥāb Zehre ez-bįm mį şeved ħūn-āb
- Der-Ķuhistān zi-men çi bįş ü çi kem Hįç tevfįr nįst noķśān hem
- Çün nebāşed be-dest-i men kārį Piş-ez-įn bįş ez-įn būd bārį
- Hem-be-teklįf-i ħōd ķıyām künem Nįm-kār süħan tamām künem
- Menem imrūz ūstād-ı süħan Bostānem be-ŧabǾ dād süħan
- Ger be-kārį diger nemį şāyem Kār-ı ħōd-rā be-kār ü bār āyem
- Her zamān tuĥfe-i birūn ārem Ki ez-ān Ǿaķıl-rā cünūn āyed
- Tā-be-teşvįş-i rāĥ meşġūlem Ez-śalāĥ u felāĥ maǾzūlem
- İştiġālem nemį güźāred bįş Ki ber-ārem ser-melāl ez-bįş
- Duħter-i fikr-i bikr mest merā Coz be-ħalvet nedād dest merā
- Fikr der-seyr-i süst-bünyād-est Aśl-ı ū künc ħalvet-i ābād-est
- Maĥfil-i Ǿām maĥşerį diger-est
Rūz-i maĥşer kera zi-ħōd ħaber-est?
- Tū zi-men luŧf-i ħįş bāz megįr Ber-men ez-ķıśśa-yı dırāz megįr
- Ķıśśa-yı Rūz ü Şeb tamām nebūd Ki ber-ān ķıśśa ķıśśa-yi efzūd
- Şeb ger ez-Rūz dād-ħāhį ħāst Ū diger-gūne resm ü rāy-į dāşt
- Bende ez-baħt-ı ħįşten dāred Ki heme sāle ķaśd-ı men dāred
- Baħt u devlet muŧįǾ ü rām āyend Heme der-silk-i intižām āyend
- Dāştem ez-cenāb-ı ħuld-meāb
Ki müşerref şevem be-Ǿizz-i cevāb
- Ānç ez-įn mültemes śevāb u ħaŧā-est Tā çi ber-muķteżā-yi rāy-i şümāst
- Yek işāret der-ān be-fermāyend Bende-rā rāh-ı rāst be-nümāyend
- ǾAzm dārem ki şuķķa pūşem Gūşe-i gįrem ü der-ān kūşem
- Ki rıżā-yı tū mį künem ĥāśıl Be-vefā-yı tū cān sipārem ü dil
- Ħırķa-i śūfi-yāne der-fikenem Vez şarāb u semāǾ ber-şikenem
- Ez-libās-ı ķabā birūn āyem
Be-nigerem tā-zi-kār çün āyem
- Gerçi dānem ki her kes ez-rengį Ber-sebūyem zenend ħer-sengį
- Ān yekį gūyed įn çi ser-tįzįst Nakş-bendį u reng-āmįzįst
- Ve ān diger gūyedįm be-nisbet-i ĥāl Ki Nizārį ve tevbe įnet muĥāl
- Digerį gūyedem betr seyide-est Yā ħayālį diger meger dįde-est
- Ve ān diger yek be-Ǿaciz be-nişāned Her yek el-ķıśśa ķıśśa-į ħāned
- Men-i mecnūn-ı vālih Ǿāşık Pes-rev reng-i CaǾfer-i Śādıķ
- Dāştem evvel įn şiǾār ü lįk
Bed şüdem ber-sereş neyāmed nįk
- Ger iǾādet künem pes ez sį-sāl Ber-ser-i ħırķa, nįst dūr ez-ĥāl
- Ħām būdem meger, meger çi būd Ħāmį įn-est ü bes, diger çi būd?
- Devlet-i refte rā meǾād ez-pes Der-ĥesāb-est tā-be-ķaŧǾ nefes
- Mį dihed faķr geh-gehį yārem Mį büred bāz bā-serem kārem
- Tā-zi-ħōd pāk vā-neperdāzend Mühre-i nerd-i ħįş çün bāzend?
- Reng-i merdān ne rengį sālūs-est Ħırķa-pūşį be-her-kes efsūs-est
- Tā-zi-hestį ħōd birūn neşevend Fāriġ ez-Ǿaķl u ez-cünūn neşevend
- Netevān der-libās-ı merdān şüd Ser-serį der-muĥįŧ netevān şüd
22
Dāstān-ı Mįrāŝ-ı Ķutbeddįn Ĥaydar
- Ĥaydar-i Zāve ķıdve-i abdāl Ķāyid ü sālik-i ŧarįķ-i kemāl
- Būd merdį zi-dostān-ı Ħudāyį
Küfr ü dįn ber-fikende bi-ser ü pāy
- Çün be-reft ez-miyāne Şeyħ-i Kebįr Zū nemed māned u āhen u zincįr
- Herkesį dest zed der-ān mįrāŝ Bi-ħaber ez-zirāǾat-ı ĥarrāŝ
- Žāhireş ber-girift ü şüd ħoşnūd Sırr-ı Ĥaydar kesį negüft çi būd
- Ne murād ez-şiǾār-ı ū reng-est Ne salāĥ-ı ħuśūmet u ceng-est
- Ber-ser įn genc ħāzinį dāred Žāhir emr-i bāŧınį dāred
- YaǾnį ey ħōca bāş reng peźįr Dįv şehvet medār bį-zincįr
- Nefes-rā çün nemed be-māl nuħust Tā-nemed der-seret nümāyed çust
- Ber-füruz āteş muĥabbet saħt
Küfr ü dįn-rā be-sūz büngah u raħt
- Reng-i merdān be-reng netevān dāşt Be-sifāl u be-ping netevān dāşt
- Merd-rā sįne-i pāk bāyed u śāf Ez-cüll ü cāme çend daǾvā u lāf
- Her ki-rā enderūn būd nā-pāk Key namāzį şeved be-āb u be-ħāk
- Śādıķān-rā be-reng ĥācet nįst LāǾl kān-rā be-seng ĥācet nįst
- Lįk çün ehl-i rāz mestūrāned Be-şiǾār u be-reng maǾźūrāned
- Ki ne Ǿārif be-künh ħalķānend Meŝel-i genc ü künc vįrānend
- Ħalķ ez-ānhā ki Ħıżır-rā bįnend Bįş-i peşmįne-yi nemį-bįnend
- Žāhir kūh u cāy kān peydāst Kes nedāned velį ki genc kocāst
- Ger ne ender penāh-ı kān būdį LāǾl çün seng-i rāygān būdį
- Ħırķa-i ser-pūş sırr-ı merdān-est Her ki pūşįde māned merd ān-est
- Sırr-ı pūşįdgān ġayb-ı įn-est Lįk nezdįk-i ħalk Ǿayb-ı įn-est
- Bā-ħōd įn Ǿahd-ı muǾteber dārem Ki çü įn ķıśśa-ı bįş ber-dārem
- Ger rıżā-yı tevām şeved ĥāśıl Müteķabbil şevem be-cān u be-dil
- Kez heme ħūn ü zişt bāz-āyem Ez-caĥįm u behişt bāz-āyem
- Pāy der-dāmen śalāĥ keşem Dest der-āstįn zi-rāĥ keşem
- Rāstį her ki zād-ı mih-ter şüd Tevbe kün gu-gereş müyesser şüd
- Çü dü-tā kerden-est merd-i zemān Gūşe bāyed girifteneş çü kemān
- Hem-girānį būd pes-ez pencāh Der-hem āmįħten sefįd ü siyāh
- Bā-cevānį be-meclis āverden Ba-cevānān muħālaŧat kerden
- BaǾd-ez-įn şüd kerān-ı girānį-yi men Telħ şüd źevķ-i zindegānį-yi men
- Ādemį-rā der-įn serāy dü der
Nįst yek-dem zi-ekl ü şurb be-ser
- Gerçi ez-her dü na-güzįr būd Bāz ez-įn her dü der-zaĥir būd
- Nān nebįnį ki çün būd tāze Mį resed leźźetį be-endāze
- Çün şüd āsūde der-bün kersān Şüd be-źevķ ü be-ŧaǾm-ı diger sān
- Āb çün sākin ġadįr būd Ba-leŧāfet ki hest pįr būd
- Mey ki revĥ-i muǾāşırān başed Çün kühen-geşt hem-girān başed
- Er zihį (?) hem-çü nā-ķabūl şeved Çi Ǿaceb ger mülk-ü melūl şeved
- Bende şāyed çü şod żaǾif ü naĥįf Kez girānį-yi ħōd küned taħfįf
- Hem-tū dānį ve hem Ħudā dāned Ki Nizārį be-ħįş netevāned
- Bį-rıżā-yı tū dem ber-āverden Coz be-emr-i tū āb u nān ħūrden
- Men yaķįnem egerçi men çü segem Ki heme tust ħūn u regem
- Çün künem ber-tū Ǿurża-yı esrārį? Ki tū dānį vü men ki-em bārį
- Çün tū dānį merā zi-baǾd-ı Ħudā Ki küned rāst ez-dürūġ-i cüdā
- Ez-tū çįzį nekerdeem pinhān Ber-tū güzįdeem kesį be-cihān
- Nįk u bed bā-tū der-miyān būd-est Çi künem sūd-u men ziyān būd-est
- Tū be-mān dost-kām u düşman-māl Pes żamįr-i tū şāhįd-i aĥvāl
- Gerçi ber-bende Ǿayb mį cūyend Heme ānç ez-ħōdend mį gūyend
- Neküned şāh bed-cūyı bį-rāhān Be-süħan rįze-i ġaraż-i ħāhān
- Ger ez-įn der-hezār bāz būd Dil-i pāk-ı tū pāk-bāz būd
- Ger kesį-rā Ǿaceb nümāyed rāst Bes Ǿaceb nįst terk rāst kerāst
- Rāst-ān kez nažar-ı nişān ŧalebend Rāstį ez-ħam-ı kemān ŧalebend
- Der-ħarābāt-ı Ǿaşk merdānend Kāsmān-rā çū ās gerdānend
- Ger der-ān cemǾ rāstį nebudį Şeyħ-rā bāz ħāstį nebudį
- Nažar-ı rāstį müesser şüd
Ver ne şeyħ ez-çi-vaķf-ı sırr şüd
- Tā-be-ħōd hem-zi-ħōd nažar neküned Bį-ħodį rā zi-ħōd ħaber neküned
- Cān be-cān dil be-dil muķābil şüd Dil ü cān-rā murād ĥāśıl şüd
- Çün düyį ez-miyāne ber-ħįzed Öźr ü defǾ ü bahāne ber-ħįzed
- ǾAķl ü vehm ü ħayāl maĥv şevend Fāriġ ez-vażǾ śarf ü naĥv şevend
- Mülk cān-ı ālemį fürū gįred BaǾd-ez-įn revnaķį nikū gįred
- Heme hįç-est ve hįç herçi coz ū-est Heme reyn-est eger heme nįkū-est
- Şirk bā-dost der-nemįgünced Her çi coz ūst der-nemįgünced
- Įn heme ŧumŧurāķ-ı bį-hūde-est ǾAķıl coz rāstį nefermūde-est
- Ki be-rūheş selām-ı bād ez-mā Ħūb gufte-est Aĥkemü’l-Ĥākimā
- Rāstį nefs eger be-bāħteem
Çi künem bā-ķażā be-sāħteem
- Heme tevfįr-i men ziyān būde-est Şirk elbette der-miyān būde-est
- Ħōd-perestį beter zi-ǾUzzâ vü Lāt Ber-peyām-āver-i Ħudā śalāvāt
23
Pāyān-ı Süħan
- Ez-maķālat melālet efzāyed Ķıśśa ger muħtaśar künem şāyed
- Yek-dü beyt-er būd pesende-i şāh Bes būd ķıśśa mį künem kūtāh
- Nev-bahārį be-māh-ı Nįsānį Nažm kerdem Cümādü’s-Ŝānį
- Ceşn-į Nev-rūz ber-mübārek fāl TisǾa vü tisǾįn ü sitte-miǿe zi-sāl
- Sāħtem ez-pey dil-efrūzį Tuĥfe-i ĥāliyā be-Nev-rūzį
- Kerdeem hem-çü Çeşme-i Ĥayvān Āb-ı rūşen zi-ħāk tįre revān
- Çün burūc-i felek ber-encüm ü māh Beythā cümle-i pānśed ü pencāh
- Beyt beyteş be-remz be-nüvişte Āb u ħākeş be-Ǿaşk be-sirişte
- Nažar-ı re’fet-i şehen-şāhį Ānk dāred zi-ġayb-ı āgāhį
- Dārem ümįd-i ānkį be-peźįred Luŧf-i ħōd dest-yār-ı men gįred
- Devlet-i şāh bād pāyende Tįġeş ez-ħaśm ser-rübāyende
- Dāyem ez-taħt u baħt ber-ħūrdār Dostān şād u düşmanān ber-dār
- Sedd-i Ǿömreş çü Ķāf müstaĥkem Rūz ü şeb, sāl u mah ħoş u ħurrem
- Ħatm şüd ber-duāǾ-yı devlet-şāh Ve’s-selāmı Ǿalā-Resūlallāh
SONUÇ
Bu çalışma, XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında yaşamış önemli şairlerden Nizârî-i Kuhistâni’nin “Rûz ü Şeb” adlı mesnevîsinin, dönemin edebi ve sosyal hareketleri ekseninde ele alınıp incelenmesinden oluşmaktadır. Bunu yaparken, çeşitli kaynaklardan edinilen bilgiler yardımıyla, öncelikle Nizârî’nin yaşadığı dönemin anlaşılması hedeflenmiş, bu bilgiler doğrultusunda hayatı ve edebi kimliği hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. Sayın Orhan Bilgin’in Nizârî hakkında yaptığı çalışmalar haricinde ülkemizde şairle ilgili yeterli bilgi mevcut olmadığından İran kaynaklarına başvurulmuştur. Ancak şairimizin İsmâilî olduğu düşüncesi yaygın olduğundan, orada dahi hakkından çok fazla bilgi mevcut değildir. Elimizde bulunan kaynaklar ışığında hazırlanmış olan bu tez, giriş bölümünü müteakip beş ana bölümden oluşmaktadır. Bölümler ve içerikleri özetle şunlardır:
Giriş Bölümü: Bu bölüm, Nizârî’nin yaşadığı dönemi ele alan XIII. ve XIV. yüzyıl sosyal ve edebi fikir hareketlerini ele almaktadır. Bunların ne olduğuna kısaca değinecek olursak; bu dönem Mevlânâ, Sadî, Hâfız gibi günümüzde de varlığını devam ettiren birçok önemli şairin ortaya çıktığı bir dönemdir. Ancak İran’ın Moğol istilasına uğramasının ardından bu şairler ve dönemin diğer önemli şahsiyetleri ya ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ya da öldürülmüşlerdir. Dolayısıyla bu zorbalıklar altında yaşamın iyice zorlaştığı bu dönemde, edebiyatla uğraşmak oldukça güçleşmiş ve edebiyat, İran hanedanlığından halka kadar gerilemiştir. İşte Nizâri’de böyle bir döneme şahit olmuş ve bu yıkımları derinden yaşamıştır. Onun hayatı, edebi kimliği ve eserleri bu bilgiler doğrultusunda ele alınmıştır.
- Bölüm: Nizârî’nin hayatı, edebi kişiliği ve eserlerinin ele alındığı bu bölüm, üç alt başlıktan oluşmaktadır. Bu alt başlıkların ilkinde Nizârî’nin hayatı ele alınmış, devamında edebi kişiliği ve eserleri hakkında bilgiler verilmiştir.
Nizârî, İran’ın Kuhistan bölgesinde, tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgi olmamasına rağmen, 695/1295-6 yılında kaleme aldığı “Edebnâme” adlı eserinde elli yaşında olduğu bilgisinin yer alması ve “Rûz ü Şeb” mesnevîsinde yaşının elliyi aşkın olduğunu beyan etmesi neticesinde h. 645/1247-8 yılında doğduğu bilgisine ulaşılmaktadır. Şair bir babanın evladı olan Nizârî, dönemin ünlü
şahsiyetlerinden ilim, dil ve edebiyatla ilgili birçok konuda dersler almış ve kendisini geliştirmiştir. İsmâilî mezhebine mensup bir aileden geldiği için onun da İsmâilî olduğu görüşü kabul görmüş olmasına rağmen bununla ilgili net bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Günümüzde tanınmamasının en önemli nedenlerinden biri, onun bu mezhebe mensup olduğu görüşünün yaygın olmasının, eserlerine verilen değerin düşmesine neden olmasından kaynaklanmaktadır.
Edebi kişiliğine geldiğimizde Nizârî, yaşadığı dönemin etkisiyle olsa gerek eserlerinde aşktan çok sosyal ve tasavvufi konulara yer vermiştir. O, geçimini saraylarda şiir yazarak sağlamış ancak, Şîî olduğu görüşünden dolayı, memduhuna yapılan şikâyetler neticesinde sürekli oradan oraya savrulmuştur. Bu durum onun eserlerine de yansımaktadır. Öyle ki, Nizârî “Sefernâme” adlı eserinde bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve bu yüzden, aynı zamanda bu eserin konusu oluşturan iki yıl süren bir sefere çıkmıştır. Nizârî’nin dili sade ve çabuk anlaşılır gibi görünse de, onun eserleri, içinde derin anlamlar ve hayaller barındırmaktadır. Onun kalemini önemli kılan da budur.
Nizârî’nin çeşitli uzunluklarda beş tane mesnevîsi mevcuttur. Bunlardan ilki şairin 678-679/1279-80 yılları arasında İsfahan, Tebriz ve Bakü’yü kapsayan iki yıllık gezisini kaleme aldığı 1200 beyit civarındaki “Sefernâme”dir. İkincisi, 695/1295-6 yılında, Şemseddîn Ali Şah için kaleme aldığı “Edebnâme” adlı eseridir. Üçüncüsü, tezin konusunu oluşturan “Rûz ü Şeb” mesnevîsidir. Dördüncü ve en uzun mesnevîsi, 700/1300 yılında kaleme aldığı 10 000 beyitten oluşan “Ezher ü Müzhir”dir. Beşinci ve son mesnevî ise, 576 beyitlik “Destûrnâme”dir.
Bunlara ek olarak Nizârî’nin günümüze ulaşan divân külliyatında kaside, gazel, kıta, terkib-i bend, terci-i bend ve rubailer de mevcuttur. Beyit sayısı 20.000’i geçen külliyatının en geniş nüshası Saint Petersburg Devlet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.1
- Bölüm: Bu bölümde, Nizârî’nin mensup olduğu düşünülen İsmâilîlik ve Nizarîlik mezheplerinin tanıtılması ve Nizârî ve Rûz ü Şeb hakkında değerli bir çalışması bulunan Nasrullah Pürcevâdî’nin şair ve mesnevî ile ilgili değerlendirmelerinin aktarılması hedeflenmiştir.
1 Kurtuluş, a.g.e., “Nizârî-i Kuhistânî” s. 199.
İsmâilîlik özetle, İmam Cafer-i Sâdık’ın ölümünden sonra onun yerine kimin geçeceğiyle ilgili çıkan tartışmalar sonucunda oluşmuştur. İsmâilîliğin öğretileri: İsmâilîler kutsal metin ve dini emirlerde zahir (dışrak/exoteric) ve bâtın (içrek/ezoterik) şeklinde iki temel yapı olduğunu ve literal (sözcüğü sözcüğüne) anlamın bâtıni yani gizli ve içsel gerçekliğe işaret ettiğini kabul etmişler ve Kur’an’da bulunan bu söz konusu değişmez ve içrek hakikatleri ortaya çıkarmak için agnostik bir düşünce sistemi geliştirmişlerdi. Bu ilk dönem İsmâilîler aynı zamanda peygamberler veya söz sahipleri (Nutaqa) tarafından izah edilen dini yasaların dönem dönem değişiklik geçirmesine karşın hakikatin sonsuza kadar baki kaldığını ifade etmekteydiler. Peygamberlerin halifeleri olan Evliyâ veya İmamlar ise
her devirde tevil veya ezoterik yorum yoluyla vahiylerdeki gizli anlamları açıklamaktaydılar.2
Nizarîlik ise İsmâilîliğin Fatimîlikten kopan alt kollarından biridir. Onun öğretilerine geldiğimizde ise: Nizarî İsmâilîliğin, tasavvuftaki mürid-şeyh ilişkisine benzer hiyerarşik yapısı, bir tarikatınki gibi dış dünyaya kapalı oluşu sayesinde, herhangi bir tasavvuf akımından pek de ayırt edilemeyecek özelliklere sahipti. Bu yapısal ve doktrinsel benzerlik, bu akımların, doğrudan ya da dolaylı olarak İsmâilî doktrininden etkilenmeleriyle sonuçlandı. Bu doktrin, İslâm öncesi birçok unsuru bünyesinde taşıyan, ama İslâmî bir tarzla yeniden yorumlanan yarı mistik-yarı felsefi bir doktrindi.3
- bölüm: Eserin özeti mahiyetindeki bu bölümde Rûz ü Şeb’in konusunun genel hatlarla ortaya konulması hedeflenmiştir. Bunu yaparken izlenen yol ise şöyledir: Eserle ilgili verilen kısa bilginin ardından, eserin bölümleri gösterilmiş ve bu bölümler; giriş bölümü, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümü olmak üzere üç alt başlıkta ele alınmıştır.
Rûz ü Şeb, münâzara geleneğinde kaleme alınmış alegorik tarzda bir mesnevîdir. Eserin konusunu, Gece ve Gündüz arasında geçen münakaşa oluşturmakta ve şair bunu yaparken eşsiz benzetmelere başvurmaktadır. Rûz ü Şeb, mesnevî geleneğine uygun olarak, tevhîd ile başlamakta ve bunu münâcât ve na’t bölümleri takip etmekte, mesnevînin konusunu oluşturan bölümün ardından dönemin İran şahı Şemseddîn Ali’ye övgülere yer verilmektedir.
2 Farhad Daftary, “Mediaeval IsmaǾili History and Thougth” The Institute of IsmaǾili Studies, Cambridge University Press, Introduction, Cambridge, 1996, s. 2.
3 Zahide Ay, a.g.e., ss. 156-7.
- bölümde eserin çevirisi yer almaktadır. Bu bölüm, mesnevînin aslına paralel olarak beyitlerin yine tek tek beyitler halinde çevrilip, gerekli görülen yerlerde dipnotlara başvurulmasıyla oluşturulmuştur.
- yani son bölümde eserin transkripsiyonlu metni yer almaktadır. Bu bölümde kullanılan kelimeler, Türk dili ve edebiyatına yakınlık göstermesi açısından, Osmanlıca okunuşları ile hazırlanmıştır. Bunu yaparken de Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ından faydalanılmıştır.
Beşinci bölümün ardında Rûz ü Şeb’in daha kolay anlaşılması hedeflenerek hazırlanmış olan sözlük yer almaktadır.
Sözlüğün ardından tezin oluşumuna katkı sağlayan kaynaklar belirtilmiş ve sonrasında tez içinde yer alan şahıs ve terimlere kolay ulaşılması sağlayan dizine yer verilmiştir.
Tezin sonlarında yer alan “ekler” kısmında eserin orijinal metnine yer verilmiş olup ardından eserle ilgili fotoğraflar eklenmiştir.
SÖZLÜK
A
āb آب (f.i.): su.
ābād آﺑﺎد (f.s.): 1. mamur, şen, bayındır.
2. f.e. çokluk bildirir.
abdāl آﺑﺪال (a.i. ve s.): 1. dünya ile ilgisini kesip, Tanrı’ya bağlanmış olan derviş. [Evliyâdan 70 kişilik bir cemaat ve zümreye verilmiş bir addır.
Afganistan’da bir Türk topluluğunun, Anadolu’’da göçebe bir halkın adıdır. Aşırı Alevi olup kendilerine “ Seyyid Gazi Yetimleri”, büyüklerine de “dede” derlerdi.]. 2. aptal, şaşkın, alık, ahmak, budala.
āfāķ آﻓﺎق (a.i.): 1. ufuklar. 2. dünya. āferįnende آﻓﺮﯾﻨﻨﺪه (f.b.s.): 1. yaratıcı. 2. yaratan.
āftāb آﻓﺘﺎب (f.b.i.): 1. Güneş. 2. Güneşin ışığı. 3. güzel [kadın]. 4. güzel yüz. 5. şarap.
Ǿafv ﻋﻔﻮ (a.i.): 1. suçunu bağışlama. 2. özür dileme.
āgāh آﮔﺎه (f.s.): bilgili, haberli, uyanık. āgāhį آﮔﺎھﯽ (f.i.): haberdar olma, haberli ve uyanık olma.
Ǿahd ﻋﮭﺪ (a.i.): 1. söz verme. 2. and, yemin. 3. devir, zaman, gün.
āhen آھﻦ (f.i.): 1. demir. 2. zincir. 3. kılıç. 4. s. sert, katı.
āb-ı ĥayvān, āb-ı ĥayāt
آب ﺣﯿﻮان، آب ﺣﯿﺎت
aħger آﺧﮕﺮ (f.i.): yanar kömür, ateş koru,
(f.b.i.): ölmezlik suyu, damlaları sonsuz hayat bağışlayan tatlı ve lezzetli su, bengisu. 2. mec. çok tatlı ve hafif su. ābisten آﺑﺴﺘﻦ (f.s.): 1. gebe. 2. dişi.
Ǿacz ﻋﺠﺰ (a.i.): 1. becerisizlik. 2. ed. düz yazıda bir fıkranın son cümlesi. 3. manzumede beytin ikinci dizesinin son yarısı.
Ǿadem ﻋﺪم (a.i.): yokluk, bulunmama.
ādįne آدﯾﻨﮫ (a.i.): Cuma günü.
Ǿadl ﻋﺪل (a.i.): doğruluk.
Ǿadū ﻋﺪو (a.i.): düşman.
kızıl ateş.
āħir آﺧﺮ (a.zf.): son, sonraki, en sonra. āħirįn آﺧﺮﯾﻦ (a.s.): sonrakiler, sonlar. āħirü’l-emr : en nihayet, sonunda. aĥkem اﺣﮑﻢ (a.s.): en çok hükmeden; (daha, en veya çok) kuvvetli.
Aĥkemü’l-Ĥākimā: hakimlerin en kuvvetlisi, Cenabıhak.
aħter اﺧﺘﺮ (f.i.): yıldız.
aĥvāl اﺧﻮال (a.i.): 1. haller, oluşlar, bulunuşlar, durumlar. 2. serüven. aħżār اﺣﺬار (a.i.): endişeler, ihtiyatlar.
Ǿaķab ﻋﻘﺐ (a.i.): arka, art (Akabinde: arkası sıra, derhal).
āl آل (a.i.): 1. aile, 2. evlat, 3. sülale.
aǾlām اﻋﻼم (a.i.): 1. bayraklar, sancaklar.
- sınır işaretleri. 3. yüksek dağlar. 4. kabile başkanları. 5. has isimler. Ǿalāmāt ﻋﻼﻣﺎت (a.i.): izler, nişanlar. Ǿalem ﻋﺎﻟﻢ (a.i.): 1. işaret. 2. sancak. 3. bayrak. 4. alem.
ālūde آﻟﻮده (f.s.): bulaşmış, bulaşık.
Ǿām ﻋﺎم (a.i.): sene, yıl.
āmāde آﻣﺎده (f.s.): hazır, hazırlanmış.
āmed آﻣﺪ (f.i.): gelme, geliş.
āmįħten آﻣﯿﺨﺘﻦ (f.m.): 1. karışmak. 2.
karıştırmak. 3. gidip gelmek. 4. dostluk kurmak, kaynaşmak.
Ǿāmil ﻋﺎﻣﻞ (a.s.): 1. sebep. 2. işleyen. 3.
- vergi tahsiline memur kimse. 4. vali. āmir آﻣﺮ (a.s.): emreden, buyuran. Ǿāmm ﻋﺎم (a.i.): umûmî, genel, herkese âit.
Ǿammār ﻋﻤﺎر (a.s.): mamur eden, bayındırlaştıran.
Ǿāmme ﻋﺎﻣﮫ (a.s.): umuma mahsus olan.
āmuħte آﻣﻮﺧﺘﮫ (f.s.): okumuş, öğrenmiş.
-āmūz آﻣﻮز- (f.s.): bilen, öğrenmiş, öğreten.
Ǿanber ﻋﻨﺒﺮ (a.s.): 1. ada balığının bağırsaklarında toplanan yumuşak, yapışkan ve misk gibi kokan, kül renginde bir madde. 2. gül koku. 3. güzellerin saçı.
Ǿaraķ-rįz رﯾﺰ ﻋﺮق (a.f.b.s.): ter döken, terleyen.
Ǿarż ﻋﺮض (a.i.): 1. en, genişlik. 2. astr.
enlem.
ārzū-mend آرزوﻣﻨﺪ (f.b.s.): istekli, hevesli.
ās آس (f.i.): 1. değirmen. 2. kakım denilen bir hayvan.
Ǿases ﻋﺴﺲ (a.i.): gece devriye gezen, gece bekçisi.
āsmān آﺳﻤﺎن (f.i.): gök, sema.
āstįn آﺳﺘﯿﻦ (f.i.): 1. elbise kolu, yen. 2. etek. 3. yol.
āsūde آﺳﻮده (f.s.): rahat, gailesiz, dinç [olan].
āsyā آﺳﯿﺎ (f.i.): 1. su değirmeni. 2. Asya
āştį آﺷﺘﯽ (f.i.): sulh, barışıklık.
âştį kerden ﮐﺮدن آﺷﺘﯽ (f.m.): barışmak. āşūb آﺷﻮب (f.i.): 1. kargaşalık. 2. s. karıştırıcı.
āşüfte آﺷﻔﺘﮫ (f.s.): 1. karışık. 2. perişan. 3.
dağınık. 4. kızgın, öfkeli. 5. heyecanlı.
6. çıldırırcasına seven, bu yüzden perişan bir halde, azgın ve baştan çıkmış deli gibi olan iffetsiz kadın. Ǿāŧıl ﻋﺎﻃﻞ (a.s.): 1. tembel, üşengen. 2. boş, faydasız.
-āver آور- (f.s.): getiren, taşıyan [Peyām- āver (Peygamber): haber getiren].
āvįz آوﯾﺰ (f.s.): asılı bulunan, asılan. Ǿayb ﻋﯿﺐ (a.i.): utanılacak şey, ayıp, kusur, leke.
āyįn آﯾﯿﻦ (f.i.): 1. merasim, tören. 2. Alevî’lerin içki sohbetleri.
Ǿayn ﻋﯿﻦ(a.i.): 1. göz. 2. aslı, kendisi. 3. bir şeyin eşi, tıpkısı. 4. kaynak, pınar. Ǿayş ﻋﯿﺶ (a.i.): yaşama. 2. eğlence, zevk ve sefa sürme.
āǾžam اﻋﻈﻢ (a.s.): (daha, pek, en, çok) büyük.
āzerm آزرم (f.i.): 1. utanma, hayâ. 2. şefkat. 3. haşmet.
Ǿazįmet ﻋﺰﯾﻤﺖ (a.i.): gitme, gidiş (Ǿazįmet-i rāh: yola çıkış. Ǿazįmet ve avdet: gidip gelme).
Ǿazm ﻋﺰم (a.i.): kasıt, niyet, karar.
B
bāb ﺑﺎب (a.i.): 1. kapı. 2. geçit, boğaz. 3. bölüm. 4. iş, şekil, mesele, yol, mevzu.
4. tas. tövbe. 5. f.s. layık, uygun, elverişli, hayır, uğur.
bād ﺑﺎد (f.e.): 1. yel, rüzgar. 2. nefes, soluk. 3. ah sesi, ah çekme. 4. tas. Allah’ın yardımı. 5. mec. övme, söz. 6. büyüklük taslama, kibir. 7. şarap.
bād-i sabā: doğudan esen hafif, hoş rüzgar.
baǾd ﺑﻌﺪ (a.zf.): sonra.
baǾd-ez-įn: bundan sonra, bundan böyle.
bādiye ﺑﺎدﯾﮫ (a.i.): çöl, kır.
bād-peymā ﭘﯿﻤﺎ ﺑﺎد (f.b.s.): 1. rüzgarı ölçen, pek çabuk giden. 2. serseri, başıboş, boş gezen.
bāġ-ı İrem ارم ﺑﺎغ (f.b.i.): Âd kavminin kralı olan Şeddâd tarafından Tanrılık iddiasıyla cennet bahçelerinin özelliklerine benzetilerek yaptırılan bahçe.
baĥr ﺑﺤﺮ (a.i.): 1. deniz. 2. büyük göl veya nehir.
bahr ü berr: deniz ve kara. baħş ﺑﺨﺶ (f.i.): bağış, ihsan. baħşiş ﺑﺨﺸﺶ (f.i.): bahşiş, bağış. bāħten ﺑﺎﺧﺘﻦ (f.m.): 1. kumarda
kaybetmek. 2. oynamak. 3. meşgul olmak. 4. çevirmek, döndürmek.
bālā ﺑﺎﻻ (f.s.): yüksek, yukarı, üst, yüce. bālįn ﺑﺎﻟﯿﻦ (f.i.): 1. yastık, koltuk. 2. başucu.
bām ﺑﺎم (f.i. ve zf.): 1. sabah, sabahleyin.
2. s. parlayan.
bām ﺑﺎم (f.i.): çatı, dam, kubbe.
bāmdād ﺑﺎﻣﺪاد (f.i. ve zf.): sabah, sabahleyin, seher vakti, seher vaktinde, tan yeri.
bāng ﺑﺎﻧﮓ (f.i.): ses, seda, haykırma.
-bār ﺑﺎر- (f.e.): yağdıran, serpen, saçan, döken.
bār ﺑﺎر (f.i.): 1. Tanrı, Allah. 2. yük. bār-gāh ﺑﺎرﮔﺎه (f.b.i.): girmek için izin almak lazım gelen, girilebilecek yer,
çadır, yüksek divân, saray, huzur (Bār- gāh-ı kibriyā: Tanrı huzuru).
bār-gįr ﺑﺎرﮔﯿﺮ (f.b.i.): 1. yük tutan, yük kaldıran. 2. beygir, at.
bār-ı Ħüdā: Tanrı.
bārį ﺑﺎری (f.e.): hiç olmazsa, bir kere; hasılı, hülasa.
bārįk ﺑﺎرﯾﮏ (f.s.): nazik, dakik, ince. bāŧın ﺑﺎﻃﻦ (a.i.): 1. iç. 2. iç yüz. 3. gizli, görünmeyen nesne. 4. Tanrı. 5. içteki, içyüzdeki.
bāŧınį ﺑﺎﻃﻨﯽ (a.s.): dahili, sır ve hakikatle ilgili.
bāz ﺑﺎز (a.zf.): 1. geri, gerisin geriye. 2. tekrar, yeniden.
bāz ﺑﺎز (f.i.): 1. doğan [kuş], şehbaz, şahin. 2. s. açık. 3. s. oynatıcı, oynayan.
4. tekrar, geri, yine. 5. bir kulaç boyu. 6. iniş. 7. fark etme, ayırma. 8. yan taraf.
- karış. 10. dönük. 11. şarap.
bed ﺑﺪ (f.s.): 1. fena, yaramaz, çirkin. 2.
- kötülük.
behişt ﺑﮭﺸﺖ (f.i.): cennet, uçmak. behr ﺑﮭﺮ (a.i.): 1. uzaklık, mesafe. 2. felaket. 3. ümidin boşa çıkması. bend ﺑﻨﺪ (f.i.): 1. bağ, yular, rabıta,
bağlama. 2. birini emri altına alma. 3. boğum, mafsal. 4. makale, fıkra, madde.
5. su biriktirmek için iki dağ arasında yapılan set, baraj. 6. su mecrası için yapılan kemer. 7. s. bağlayan, bağlamış, bağlı. 8. ed. Başından sonuna kadar aynı vezinde birçok beyitli parçalardan meydana gelen ve kısım kısım, gazel
tarzında kafiyeleri değişen manzumelerin her bir parçası. bende (f.i.): kul, köle, bağlı.
bende-gān ﮔﺎن ﺑﻨﺪه (f.i.): 1. kullar, köleler.
2. padişah hizmetinde olanlar. bende-gį ﮔﯽ ﺑﻨﺪه (f.b.i.): 1. bendelik, kulluk, kölelik. 2. bendeye mensup, köleye ait.
benefş ﺑﻨﻔﺶ (f.s.): mor renk, menekşe rengi.
benį Ādem آدم ﺑﻨﯽ (a.b.i.): Ademoğulları, insanlar.
ber-āverde آورده ﺑﺮ (f.s.): 1. yukarı kaldırılmış ve yükseğe götürülmüş şey.
2. iltimas ve himaye ile ileri sürülmüş kimse. 3. ayrılmış, seçilmiş şey.
ber-āverden آوردن ﺑﺮ (f.m.): 1. yerine getirmek. 2. çıkarmak.
ber-dār دار ﺑﺮ (f.s.): asılmış [insan].
bere ﺑﺮه (f.i.): kuzu.
berg ﺑﺮگ (f.i.): yaprak.
berg ü sāz: malzeme, gereç, mal, yük. [kelime Farsçada “azık, yiyinti; hazırlık; azm; niyet; takat, kuvvet, ahenk, nağme; dervişlerin bellerine bağladıkları
pösteki; Tahran’da hamurdan yapılan erişte yemeği” manalarına da gelir]. ber-ħāst ﺧﺎﺳﺖ ﺑﺮ (f.b.s.): kalkmış, ayaklanmış.
ber-hem ھﻢ ﺑﺮ (f.s.): karışık, dağınık, ters.
ber-ħįz ﺧﯿﺰ ﺑﺮ (f.b.s.): kalkan, sıçrayan, atılan.
ber-ħūrdār ﺧﻮردار ﺑﺮ (f.b.s.): 1. hissesini alan. 2. muradına ermiş. 3. mutlu.
berį ﺑﺮی (a.s.): salim, kurtulmuş; temiz.
berķ ﺑﺮق (a.i.): şimşek, yoldırım.
ber-keşįde ﮐﺸﯿﺪه ﺑﺮ (f.b.s.): 1. çekilmiş, kınından çıkarılmış; mec. çekilip meydana getirilmiş, ilerletilmiş.
ber-mūcib ﻣﻮﺟﺐ ﺑﺮ (f.a.zf.): mucibince, gereğince, uyarına göre.
berr ﺑﺮ (a.i.): kara toprak.
bes ﺑﺲ (f.e.): 1. yeter, yetişir, tamam, kâfi. 2. çok.
besāŧ ﺑﺴﺎط (a.i.): 1. yaygı, sofra. 2. geniş alan. 3. tezgâh.
betr ﺑﺘﺮ (a.i.): 1. kesme. 2. kusurlu, eksik bırakma. 3. beter, daha kötü.
beyābān ﺑﯿﺎﺑﺎن (f.i.): kır, çöl.
Beytullah اﷲ ﺑﯿﺖ (a.h.i.): “Allah’ın evi”: Kâbe.
bezm ﺑﺰم (f.i.): içkili, eğlenceli meclis. bi-Ǿavnillāh اﷲ ﺑﻌﻮن (a.b.zf.): Allah’ın yardımıyla.
bį-āzer آزر ﺑﯽ (f.b.s.): zararsız.
bį-behre ﺑﮭﺮه ﺑﯽ (f.b.s.): 1. behresiz, nasipsiz, mahrum. 2. değersiz.
bi-çāregį ﮔﯽ ﭼﺎره ﺑﯽ (f.b.i.): biçarelik, zavallılık.
bįdār ﺑﯿﺪار (f.b.s.): uyanık, uyumayan, uykusuz.
bį-ġareż ﻏﺮض ﺑﯽ (f.a.b.s.): 1. maksatsız, hedefsiz, isteksiz. 2. tarafsız, taraf tutmayan.
bįħ ﺑﯿﺦ (f.i.): 1. kök, asıl, temel. 2. kaynak.
bį-ħodį ﺑﯿﺨﻮدی (f.b.i.): 1. baygınlık. 2. durup dururken. 3. karışıklık.
bį-hūde ﺑﯿﮭﻮده (f.b.s.): boşuna, boş yere, beyhude.
bikr ﺑﮑﺮ (a.i.): dokunulmamış, kızoğlan kız, genç kız.
fikr-i bikr: ilk olarak söylenen fikir.
bįm ﺑﯿﻢ (f.i.): 1. korku. 2. tehlike.
bįm ü ümįd: korku ile ümit, kararsızlık. bį-muĥābā ﻣﺤﺎﺑﺎ ﺑﯽ (f.b.s.): çekinmeksizin, çekinmeden, sakınmadan.
-bįn ﺑﯿﻦ- (f.s.): gören, görücü.
bį-niyāz ﺑﯿﺎز ﺑﯽ (f.b.s.): yalvarmasız, yakarmasız, ihtiyaçsız.
bį-rāh ﺑﯿﺮاه (f.b.s.): 1. yolunu kaybetmiş.
2. insafsız. 3. yakışıksız işler yapan.
bį-riyā رﯾﺎ ﺑﯽ (f.a.b.s.): riyasız, yalansız, samimi.
birūn ﺑﯿﺮون (f.i.): 1. dışarı. 2. s. dış, harici. 3. zf. fazla, dışarıda.
bi-ser ü pā ﭘﺎ و ﺳﺮ ﺑﯽ (f.b.s.): 1. serseri. 2. ne idüğü belirsiz. 3. alçak. 4. aciz. 5. güçsüz. 6. sıradan kimse.
bisyār ﺑﺴﯿﺎر (f.s.): çok.
bįş ﺑﯿﺶ (f.zf.): 1. çok, fazla, -den fazla.
2. diğer, artık. 3. misli.
bį-tūş ﺗﻮش ﺑﯽ (f.b.s.): güçsüz, takatsiz.
bį-zūr زور ﺑﯽ (f.b.s.): güçsüz, kuvvetsiz.
bostān ﺑﻮﺳﺘﺎن (f.i.): 1. gül ve çiçek kokularının çok olduğu yer, bahçe. 2. Şiraz’lı Şeyh Sâdî’nin ünlü eseri. bū[y] [ی]ﺑﻮ (f.i.): koku.
būden ﺑﻮدن (f.m.): 1. olmak. 2. kalmak, bulunmak. 3. sahip olmak. 4. var olmak.
5. hazır olmak. 6. zaman geçirmek. 7. değerini bilmek, elde tutmak, saklamak, korumak.
buķalemūn ﺑﻮﻗﻠﻤﻮن (f.i.): 1. bulunduğu yerin rengine giren ve böcek yiyen, sıçan büyüklüğünde bir hayvan. 2. mec. düşüncesini, kana’tini ve işini sık sık değiştiren kimse.
bürkaǾ ﺑﺮﻗﻊ (a.i.): kadınların örtündükleri peçe, tül, yaşmak, yüz örtüsü.
büstān-serā ﺳﺮا ﺑﺴﺘﺎن (a.b.i.): iç bahçe. büzürgį ﺑﺰرﮔﯽ (f.i.): büyüklük, ululuk. büzürg-serį ﺳﺮی ﺑﺰرگ (f.b.i.): 1. büyük başlılık. 2. ikiyüzlülük. 3. ileri gelen, başkan, reis, önder.
büzürg-vār ﺑﺰرﮔﻮار (f.b.s.): büyük, ulu, saygıdeğer [kimse].
büzürg-vārį ﺑﺰرﮔﻮاری (f.b.i.): ululuk, büyüklük, saygıdeğerlik.
C
burūc ﺑﺮوج (a.i.): burçlar.
būynāk ﺑﻮﯾﻨﺎک (f.s.): kötü kokulu.
cā, cāy
mekan.
ﺟﺎی ، ﺟﺎ (f.i.): yer, mevki,
büd ﺑﺪ (f.s.): çare.
bühtān ﺑﮭﺘﺎن (a.i.): yalan, iftira. bülend ﺑﻠﻨﺪ (f.s.): yüksek, yüce. bü’l-maǾālį ﻣﻌﺎﻟﯽ ﺑﻮل (a.s.): fazilet babası.
bün ﺑﻦ (f.i.): esas, kök, temel, dip, son. büngah ﺑﻨﮕﺎه (f.i.): içine para, eşya ve yolculuk malzemesi konulan oda, yer, çadır, şey.
bünyād ﺑﻨﯿﺎد (f.i.): asıl, esas, temel. bürd ﺑﺮد (f.i.): bilmece, bulmaca, muamma.
-bürde ﺑﺮده- (f.b.): isimlere eklenerek “ götürülmüş, götürmüş, götüren” manalarına birleşik kelimeler yapar (Dil-bürde: âşık gibi).
caĥįm ﺟﺤﯿﻢ (a.i.): cehennem.
cām ﺟﺎم (f.i.): 1. sırça, cam, bardak, kadeh, şişe ve toprak cinsinden şarap kadehi. 2. tas. Tanrı âşığının yüreği. cāme ﺟﺎﻣﮫ (f.i.): elbise, çamaşır.
cāme-i ħāb: gecelik.
cām-ı ġurūr: gurur veren içki kadehi. cān-sipār ﺟﺎﻧﺴﭙﺎر (f.b.s.): canını teslim eden, canını feda eden.
cān-ver ﺟﺎﻧﻮر (f.b.s.): canlı, yaşayan. cedel ﺟﺪل (a.i.): 1. sert münakaşa, tartışma. 2. kavga.
cedvel-keş ﺟﺪوﻟﮑﺶ (a.f.b.s.): cetvel çeken sanat erbabı, yalnız güzel çizgi çizmekle uğraşan sanatkâr.
cehd ﺟﮭﺪ (a.i.): çalışma, çabalama.
cehend ﺟﮭﻨﺪ (f.s.): 1. sıçrayan, fırlayan.
2. sıçramış, fırlamış.
cehl ﺟﮭﻞ (a.i.): bilmezlik, cehalet.
cehūl ﺟﮭﻮل (a.s.): pek cahil.
cemǾ ﺟﻤﻊ (a.i.): 1. toplama, yığma. 2. birden fazla insan, hayvan ve eşyayı gösteren isim. 3. a. gr. çoğul.
cemǾ-i eżdād اﺿﺪاد ﺟﻤﻊ (a.b.i.): birbirine zıt olan şeyleri bir araya toplama.
cenāb ﺟﻨﺎب (a.i.): 1. “şeref, onur ve büyüklük” terimi olarak kullanılır, hazret. 2. huzur.
ceng ﺟﻨﮓ (f.i.): savaş, vuruşma.
cenūb ﺟﻨﻮب (a.i.): güney.
ceşn ﺟﺸﻦ (f.i.): 1. ziyafet, şölen. 2. bayram, eğlence.
cevāhir ﺟﻮاھﺮ (a.i.): 1. cevherler, elmaslar, kıymetli taşlar. 2. mayalar, özler.
cevįden ﺟﻮﯾﺪن (f.m.): çiğnemek.
cevv ﺟﻮ (a.i.): hava, boşluk.
Cevzā ﺟﻮزا (a.i.): ast. İkizler burcu, semanın kuzey yarım küresinde görünen iki parlak yıldızlı bir burç olup Güneş, mayıs ayında bu burca girer.
ceyb ﺟﯿﺐ (a.i.): 1. cep. 2. yaka. 3. geo.
sinüs.
cidd ﺟﺪ (a.i.): 1. bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. ciddilik.
ciger-ħār ﺟﮕﺮﺧﻮار (f.b.s.): kederli, sıkıntılı (kimse).
ciger-sūz ﺟﮕﺮﺳﻮز (f.b.s.): bağır yakan, acıklı.
cihān-dār دار ﺟﮭﺎن (f.b.s.): cihanı, Dünyayı tutan hükümdar, padişah. cihān-gerd ﮔﺮد ﺟﮭﺎن (f.b.s.): cihanı, Dünya’yı dolaşan.
cihān-gįr ﺟﮭﺎﻧﮕﯿﺮ (f.b.s.): cihanı, Dünyayı zapteden.
cihān-tāb ﺟﮭﺎﻧﺘﺎب (f.a.b.s.): Dünyaya sıcaklık ve ışık veren.
cū ﺟﻮ (f.i.): arama, sorma, araştırma.
cūş ﺟﻮش (f.i.): coşma, kaynama. cūş ü ħurūş: coşma ve gürültü. cüdā ﺟﺪا (f.s.): ayrı, ayrı düşmüş, ayrılmış.
cüdāyį ﺟﺪاﯾﯽ (f.i.): 1. ayrılık. 2. yalnızlık.
cüll ﺟﻞ (a.i.): çul.
cümāde’l-ŝānį اﻟﺜﺎﻧﯽ ﺟﻤﺎدی (a.i.): Arabi aylarından biri.
cünbiş ﺟﻨﺒﺶ (f.i.): 1. kımıldanma, hareket. 2. cümbüş, zevk, eğlence. cünūn ﺟﻨﻮن (a.i.): 1. delirme, çıldırma,
delilik. 2. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi. cüst ü cū ﺟﻮ و ﺟﺴﺖ (f.b.i.): arayıp sorma, araştırma.
Ç
çāh ﭼﺎه (f.i.): kuyu, çukur.
çāker ﭼﺎﮐﺮ (f.i.): kul, köle, cariye, yanaşma.
çarħ ﭼﺮخ (f.i.): 1. çark, tekerlek. 2. felek, gök. 3. s. devreden, dönen.
çarħ-ı aħżār, çarħ-ı aħdār: mavi gök kubbesi.
çemen ﭼﻤﻦ (f.i.): 1. yeşil ve kısa otlarla örtülü yer, çimen. 2. ağaç ve çiçeği olan çayır.
çend ﭼﻨﺪ (f.s.): 1. birkaç [Çend-bār: birkaç defa]. 2. zf. her ne kadar. çendān ﭼﻨﺪان (f.zf.): o kadar.
çerde ﭼﺮده (f.s.): renk, yağız.
çeşm-dār ﭼﺸﻤﺪار (f.b.s.): gözleyen, bekleyen.
çeşme-i ĥayvān ﺣﯿﻮان ﭼﺸﻤﮫ (f.b.i.): Âb-ı Hayât denilen suyun, bengisu’yun çeşmesi.
çeşme-i nūr ﻧﻮر ﭼﺸﻤﮫ (f.b.i.): Güneş. çeşm-i rūşen روﺷﻦ ﭼﺸﻢ (f.b.i.): Güneş. çetr ﭼﺘﺮ (f.i.): 1. çadır, gölgelik. 2. gece. çįz ﭼﯿﺰ (f.i.): şey, nesne.
çust ﭼﺸﺖ (f.s.): 1. çevik, atik, kıvrak, çabuk. 2. dar.
çü ﭼﻮ (f.e.): 1. –ince, -diği zaman. 2. mademki, -e göre, -diğine göre. 3. gibi, benzeri. 4. çünkü, zira.
D
dād داد (f.i.): 1. kanun. 2. adalet. 3. insaf.
4. imdat. 5. feryat, figan.
dād-ħāh ﺧﻮاه داد (f.b.s.): hak, adalet isteyen, şikayetçi, davacı.
dāġ-dār داﻏﺪار (f.b.s.): 1. kızgın demirle nişanlanmış, dağlı, yaralı. 2. mec. pek müteessir, çok üzgün.
dāmen داﻣﻦ (f.i.): etek.
dāmen-dırāz داﻣﻨﺪراز (f.b.s.): “eteği uzun”
: mec. ahmak.
dānisten داﻧﺴﺘﻦ (f.m.): bilmek.
dāşten داﺷﺘﻦ (f.m.): 1. sahip olmak. 2. bulundurmak. 3. bulunmak. 4. zapt
etmek. 5. zannetmek. 6. uzamak. 7. zorlamak, teşvik etmek. 8. koymak. debūr دﺑﻮر (a.i.): batı rüzgârı, batı tarafından esen yel.
dehān دھﺎن (f.i.): ağız.
dehen دھﻦ (f.i.): ağız.
dem دم (f.i.): 1. soluk, nefes. 2. içki. 3. an, vakit, saat, zaman.
dem zeden زدن دم (f.m.): 1. söz etmek, bahsetmek, konuşmak. 2. nefes almak.
3. kaçınmak.
der در (f.e.): 1. –de, içinde. 2. i. kapı.
-derā, derāy درای- ، درا- (f.s.): “durmadan söylenen, dırlanan” manasına sıfat yapar (Herze-derāy, Yāve-derāy: saçma sapan şeyler söyleyen).
der-best, der-best درﺑﺴﺘﮫ ، درﺑﺴﺖ (f.b.s.):
1. kapalı kapı. 2. kapalı, kapanmış, susmuş.
derhem درھﻢ (f.s.): 1. karışık, karmakarışık. 2. muzdarip. 3. i. incinme. dest دﺳﺖ (f.i.): 1. el. 2. fayda, menfaat.
3. zafer, galebe, üstünlük. 4. yüksek yer, mevki. 5. güç, kuvvet. 6. tarz, üslup.
dest-bürd دﺳﺘﺒﺮد (f.i.): kuvvet, üstünlük, zafer.
dest-gāh دﺳﺘﮕﺎه (f.b.i.): 1. tezgah, dokuma aleti, atölye. 2. zenginlik. dest-gįr دﺳﺘﮕﯿﺮ (f.b.i.): elinden tutan, yardımcı.
dest-yār دﺳﺘﯿﺎر (f.b.i.): yardımcı, arka. deşt دﺷﺖ (f.i.): bozkır, çöl, ova, kır. devlet دوﻟﺖ (a.i.): 1. devlet. 2. talih, şans, devlet, ikbal. 3. tas. güzel tesadüf.
dey دی (f.i.): 1. yaratıcı. 2. İran takviminin 10. ayı, Dey, Deymâh (21 Aralık-21 Ocak)
deycūr دﯾﺠﻮر (a.s.): çok karanlık (Şeb-i deycūr: karanlık gece).
deyyār دﯾﺎر (a.i.): 1. biri, bir kimse, bir fert. 2. manastır sahibi.
dırāz دراز (f.s.): uzun.
dįdār دﯾﺪار (f.i.): 1. yüz, çehre. 2. görme.
3. görüşme, karşılaşma. 4. göz. 5. kavuşma.
dįde-bān دﯾﺪﺑﺎن (f.b.i.): gözcü, gözleyici, bekçi, kolcu, nöbetçi.
diger-bār دﮔﺮﺑﺎر (f.b.zf.): başka defa, başka zaman.
diger-gūn ﮔﻮن دﮔﺮ (f.b.s.): 1. bozuk, değişmiş, başkalaşmış. 2. mec. ölmüş. dil دل (f.i.): gönül, yürek, kalp.
dil-efrūz اﻓﺮوز دل (f.b.s.): gönül aydınlatan.
dil-gįr دﻟﮕﯿﺮ (f.b.s.): gönül tutan, kalbe sıkıntı veren, gücenik, kırgın.
dil-ħaste دﻟﺨﺴﺘﮫ (f.b.s.): gönlü hasta, hasta gönüllü.
dil-rįş دﻟﺮﯾﺶ (f.b.s.): yüreği yaralı, dertli.
direm درم (f.i.): 1. akça, para. 2. dirhem.
3. gümüş para.
dįrįne دﯾﺮﯾﻨﮫ (f.s.): eski, kadim.
dįv دﯾﻮ (f.i.): dev.
dost-kām دوﺳﺘﮑﺎم (f.b.s.): 1. arkadaş. 2. sevgili.
dūd دود (f.i.): 1. duman, tütün. 2. nefes.
3. üzüntü. 4. toz. duħter دﺧﺘﺮ (f.i.): kız. dūr دور (f.s.): uzak.
düjem دژم (f.s.): 1. üzgün, kederli. 2. öfkeli.
dürr در (a.i.): inci.
dürr-efşān دراﻓﺸﺎن (a.f.b.s.): inci serpen, inci gibi söz söyleyen ağız.
dürūġ دروغ (f.i.): yalan, gerçek olmayan söz.
düyį دوﯾﯽ (f.i.): ikilik.
düzd دزد (f.s.): hırsız.
E
ebr اﺑﺮ (f.i.): bulut.
Ebü’l-beşer اﺑﻮاﻟﺒﺸﺮ (a.b.i.): Hz. Âdem. edhem ادھﻢ (a.i.): 1. kara yağız at. 2. yeni izler. 3. bağ.
edvār ادوار (a.i.): devirler, zamanlar, asırlar.
efgende اﻓﮕﻨﺪه (f.s.): 1. yıkılmış, yıkık, düşürülmüş, yere atılmış. 2. düşkün, biçare.
-efrūz اﻓﺮوز- (f.s.): 1. aydınlatan, parlatan [Ālem-efrūz, Cihān-efrūz:
dünyayı aydınlatan]. 2. tutuşturan, yakan.
efser اﻓﺴﺮ (f.i.): taç.
efsūs! اﻓﺴﻮس (f.e.): yazık, eyvah! gibi bir teessür edatı.
efsürde اﻓﺴﺮده (f.s.): donmuş, donuk;
mec. kansız, gayretsiz, duygusuz.
-efşān اﻓﺸﺎن- (f.s.): saçan, serpen, dağıtan, silken.
efvāh اﻓﻮاه (a.i.): ağızlar, menfezler.
-efzā اﻓﺰا- (f.s.): arttıran, çoğaltan.
-efzūd اﻓﺰود- (f.s.): çoğalan, artan; çoğaltan, arttıran, arttırıcı.
ejdehāا اژدھﺎ (f.i.): ejderha, büyük yılan, korkunç ve hayali bir hayvan.
ekl اﮐﻞ (a.i.): bir şey yeme[k], yenilme.
ekl ü şurb: yeme içme.
eknūn اﮐﻨﻮن (f.zf.): şimdi, hala.
elbāb اﻟﺒﺎب (a.i.): akıllar, akıllı kimseler. emn ü emān اﻣﺎن و اﻣﻦ (a.b.i.): korkusuzluk, güven.
enār اﻧﺎر (f.i.): nar.
enbiyā اﻧﺒﯿﺎ (a.i.): müstakil şeriat sahibi olmayan peygamberler, yalvaçlar. encām اﻧﺠﺎم (a.i.): nihayet, son.
encüm اﻧﺠﻢ (a.i.): yıldızlar.
endāze اﻧﺪازه (f.i.): 1. ölçü. 2. tahmin, takdir. 3. mertebe, derece.
enderūn اﻧﺪرون (f.b.i.): 1. bir şeyin iç tarafı, dahili, içyüz; harem dairesi. 2. kalb. 3. [evvelce] Hırka-i Saadet ile Hazine-i Hümayun’un bulunduğu saray.
enf اﻧﻒ (a.i.): burun, her şeyin ön kısmı, uç.
engişt اﻧﮕﺸﺖ (f.i.): kömür.
-engįz اﻧﮕﯿﺰ- (f.s.): koparan, karıştıran, depreten.
engūr اﻧﮕﻮر (f.i.): üzüm [Āb-ı engūr: üzüm suyu, şarap].
engübįn اﻧﮕﺒﯿﻦ (f.i.): bal.
enśār اﻧﺼﺎر (a.i.): yardımcılar, koruyucular.
esbāb اﺳﺒﺎب (a.i.): sebepler, nedenler. eśfiyā اﺻﻔﯿﺎ (a.i.): temiz ve saf kimseler. eŝįr اﺛﯿﺮ (a.i.): 1. atmosfer, gökyüzü. 2. yüce, yüksek.
esrār اﺳﺮار (a.i.): 1.gizlenilen ve bilinmeyen şeyler, aklın eremeyeceği işler. 2. Hint kenevirinden çıkarılan, uyuşturucu ve sarhoş edici tesirleri olan bir zehir.
evc اوج (a.i.): 1. 1. yüce, yüksek, bir şeyin en yüksek noktası, doruk. 2. astr. 21 Haziranda arzın mahreki üzerinde Güneşten en uzak bulunduğu nokta. evc-i rifǾat: yüksekliğin tepesi, son noktası.
evśāf اوﺻﺎف (a.i.): sıfatlar.
eżdād اﺿﺪاد (a.i.): karşı olan şeyler, karşıtlar.
F
faķr ﻓﻘﺮ (a.i.): fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık.
fāriġ ﻓﺎرغ (a.s.): 1. vazgeçmiş, çekilmiş.
2. rahat, asude. 3. boş, boş kalmış, işini bitirmiş, işsiz. 4. huk. bir mülkün, tassaruf, sahip olma, kullanma hakkını başkasına terk eden.
fāsıķ ﻓﺎﺳﻖ (a.s.): Allah’ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden.
faśl ﻓﺼﻞ (a.i.): 1. ayrıntı, ayırma, ayrılma, kesme, kesinti, bölüm. 2. halletme, neticelendirme. 3. aleyhte bulunma, adam çekiştirme. 4. bir kitabın başlıca bölüntülerinden her biri. 5. ed. kelimeler, terkipler ve cümleler arasında bağlantı edatı bulunmadan yazı yazma usulü. 6. müz. bir defada çalınan peşrev, şarkı vesairenin hepsi. 7. tiyatro oyununun başlıca kısımlarından her biri.
8. dört mevsimden her biri:
fāş ﻓﺎش (f.i.): meydana çıkma, duyulma, açığa vurma, dile verme.
felāĥ ﻓﻼح (a.i.): 1. kurtuluş, selamet, onma. 2. mutluluk, kutluluk.
felek ﻓﻠﮏ (a.i.): gökyüzü, sema.
feriĥ ﻓﺮح (a.s.): sevinçli, neşeli. fermāyende ﻓﺮﻣﺎﯾﻨﺪه (f.s.): emir veren, buyuran.
fermūde ﻓﺮﻣﻮده (f.s.): 1. emrolunmuş, buyurulmuş. 2. i. emir, ferman, irade.
-fersā ﻓﺮﺳﺎ- (f.s.): aşındıran, mahveden, yoran.
ferseng ﻓﺮﺳﻨﮓ (f.i.): fersah; muhtelif mesafelere tekabül eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü.
fertūt ﻓﺮﺗﻮت (f.s.): pek ihtiyar, pir, kocamış, bunak.
fevķ ﻓﻮق (a.i.): üst, üst taraf, yukarı.
feyż ﻓﯿﺾ (a.i.): 1. suyun taşıp akması. 2. bolluk, çokluk, verimlilik, fazlalık, gürlük, ilerleme, çoğalma.
-figen ﻓﮕﻦ- (f.s.): atıcı, yıkıcı, düşürücü.
-figend ﻓﮕﻨﺪ- (f.s.): yıkılmış, yıkık, düşkün.
firāvān ﻓﺮاوان (f.s.): çok, bol, fazla, aşırı.
-firįb ﻓﺮﯾﺐ- (f.i.): aldatan, aldatıcı (Dil- firįb: gönül aldatan. Nazar-firįb: göz aldatan).
firih ﻓﺮه (f.s.): 1.çok, bol. 2. güzel, beğenilir.
firistāde ﻓﺮﺳﺘﺎده (f.i.): 1. peygamber. 2. s.
gönderilmiş, elçi.
fiten ﻓﺘﻦ (a.i.): fitneler, ayartmalar, azdırmalar, ara bozmalar.
fitne-cū ﺟﻮ ﻓﺘﻨﮫ (a.f.b.s.): fesat arayan, fitneci, bölücü, bozguncu.
fuķehā ﻓﻘﮭﺎ (a.s.): 1. fıkıh (din, şeriat) ilminin üstadı. 2. zeki, anlayışlı [kimse]. fużūl ﻓﻀﻮل (a.s.): lüzumsuz, fazla şey veya söz.
fürū ﻓﺮو (f.i.) aşağı.
-füruz ﻓﺮوز- (f.s.): parlatan, aydınlatan.
füsürde ﻓﺴﺮده (f.s.): donmuş.
G
ġadįr ﻏﺪﯾﺮ (a.i.): 1. sel ile peyda olan birikinti su, durgun su, göl. 2 küçük ırmak.
ġāfil ﻏﺎﻓﻞ (a.s.): gaflette bulunan, ihmal eden, ilerisini iyi düşünmeyen, dikkatsiz, ihtiyatsız, dalgın, tembel.
ġayb ﻏﯿﺐ (a.s.): 1. gizli olan, göze görünmeyen şey, kayıp. 2. belirsiz, bilinmeyen şeyler.
ġāyet ﻏﺎﯾﺖ (a.i.): 1. nihayet, uç, son. 2. zf. çok, fazla, son derece.
ġazāl ﻏﺰال (a.i.): 1. ceylan. 2. geyik, maral, ahu. 3. geyik yavrusu. 4. güzel göz [Çeşm-i ġazāl: iri ve güzel göz].
gāh, geh
ﮔﮫ ﮔﺎه، (f.e.): 1. zaman bildiren
gehį ﮔﮭﯽ (f.zf.): bazen, arasıra.
edat [Śubĥ-gāh: sabah vakti]. 2. yer bildiren edat [Secde-gāh: ibadet edilecek, namaz kılınacak yer]. 3. zf. arasıra, kimi, bazı.
ġalaŧ ﻏﻠﻂ (a.s.): yanlış, yanılma, hata. gammāz ﻏﻤﺎز (a.s.): 1. birine iftira ederek zarar veren, münafık, fitneci. 2. ed. sevgilinin gözü.
ġār ﻏﺎر (a.i.): mağara, in [Yār-ı ġār (mağara dostu): Hz. Ebûbebir; çok vefalı, çok sadık arkadaş]. 2. defne ağacı.
ġaraż ﻏﺮض (a.i.): 1. hedef, gaye, maksat, meyil, istek. 2. gizli düşmanlık, kin, kötü niyet.
ġaŝŝ ﻏﺚ (a.s.): 1. ince. 2. zavallı. 3. tatsız, yavan. 4. incelik, zavallılık.
ġaŝŝ ü ŝemįn: 1. zayıf ve semiz. 2. fakir ve zengin.
ġāşįye-dār دار ﻏﺎﺷﯿﮫ (a.f.b.s.): hizmetçi, at uşağı, seyis.
gāv ﮔﺎو (f.i.): öküz, sığır.
genc ﮔﻨﺞ (f.i.): 1. hazine. 2. gömü, define. 3. sayılamayacak kadar çok mal varlığı. 4. amaç, maksat. 5. ticarethane. gerdān ﮔﺮدان (f.s.): 1. dönücü, dönen, devreden. 2. i. felek, dünya, sema. gerdūn ﮔﺮدون (f.s.): 1. dönücü, dönen, devreden. 2. i. felek, dünya, sema.
germ ﮔﺮم (f.s.): sıcak.
germ ü serd (sıcak ve soğuk): iyilik kötülük; darlık genişlik; acı tatlı.
gest ﮔﺴﺖ (f.s.): 1. çirkin. 2. utanç verici. geşt ﮔﺸﺖ (f.i.): 1. gezme, seyretme, dolaşma. 2. geçme.
gev ﮔﻮ (f.s.): kahraman, bahadır, yiğit. gezįden ﮔﺰﯾﺪن (f.m.): seçmek [Ber- gezįden: tercih etmek, yeğlemek].
gil ﮔﻞ (f.i.): balçık, su ile ıslanmış toprak, kil.
girān ﮔﺮان (f.s.): 1. ağır, sakil [maddi, manevi]. 2. fena, korkmuş. 3. bıktırıcı, usandırıcı. 4. sert, katı.
girān-cān ﮔﺮاﻧﺠﺎن (f.b.s.): ağır canlı, kanı ağır, can sıkıcı (adam).
girānį ﮔﺮاﻧﯽ (f.i.): 1. pahalılık. 2. ağırlık.
3. kıymetlilik. 4. güçlük. 5. tahammül edilemez. 6. bolluk.
girde ﮔﺮده (f.s.,zf.): bütün, hepsi.
girift ﮔﺮﻓﺖ (f.i.): 1. tutma, yakalama. 2. dolaşık, birbiri içine girgin, karışık [Girift yazı: karışık yazı].
girifte ﮔﺮﻓﺘﮫ (f.s.): 1. alınmış. 2. tutulmuş, yakalanmış (girifte-i dām: tuzağa tutulmuş). 3. yakalanmış, tutulmuş (bir hastalığa). 4. esir (tutsak). 5. üzgün, kederli.
giriften ﮔﺮﻓﺘﻦ (f.m.): 1. almak. 2. tutmak.
3. tutturmak. 4. kaplamak. 5. kısılmak.
6. kabul etmek. 7. seçmek. 8. tesir etmek. 9. evlenmek. 10. farz etmek. 11. fethetmek. 12. çalmak. 13. yakalamak.
14. avlamak. 15. donmak. 16. yemek.
17. tutulmak. 18. kavramak. 19. kaynaşmak. 20. isabet etmek. 21. takılmak. 22. başlamak. 23. indirgemek.
24. kapmak. 25. ilgi görmek, tutmak.
26. sarmak, istila etmek. 27. koparmak.
28. düzeltmek.
girih ﮔﺮه (f.i.): düğüm, bağ.
girįz, gürįz ﮔﺮﯾﺰ (f.i.): 1. kaçma. 2. s.
kaçkın, kaçan.
gįsū ﮔﯿﺴﻮ (f.i.): omuza dökülen saç, uzun saç, saç örgüsü, kahkül.
ġuśśa ﻏﺼﮫ (a.i.): keder, kaygı, tasa. gūş ﮔﻮش (f.i.): 1. kulak. 2. işitme, dinleme.
gūşe ﮔﻮﺷﮫ (f.i.): köşe, bucak.
-güdāz ﮔﺪاز- (f.s.): eriten, yakan, mahveden.
güft ü gū ﮔﻮ و ﮔﻔﺖ (f.i.): dedikodu.
gül-ħen ﮔﻠﺨﻦ (f.b.i.): 1. ocak. 2. hamam ocağı, külhan.
gül-şen ﮔﻠﺸﻦ (f.b.i.): gül bahçesi. gümāşten ﮔﻤﺎﺷﺘﻦ (f.m.): görevlendirmek, görev vermek.
güncįden ﮔﻨﺠﯿﺪن (f.m.): 1. sığmak, içine almak. 2. doğrulamak.
gürd ﮔﺮد (f.s.): cesur, kahraman, yiğit. gürįħte ﮔﺮﯾﺨﺘﮫ (f.s.): kaçmış, kaçkın. güstāħ ﮔﺴﺘﺎخ (f.s.): küstah, hayâsız, arsız, edepsiz, saygısız.
-güşā ﮔﺸﺎ- (f.s.): açan, açıcı.
güşāde ﮔﺸﺎده (f.s.): açılmış, açık, ferah, şen.
güzāf ﮔﺰاف (f.s.): beyhude, boş (lakırdı, söz).
güźār ﮔﺬار (f.i.): 1. geçme, geçiş. 2. s. geçirici, geçiren [birleşik sıfat olduğu zaman]. 3. s. beceren, ödeyen, yapan. güzįde ﮔﺰﯾﺪه (f.s.): seçkin, seçilmiş, beğenilmiş.
güzįr ﮔﺰﯾﺮ (f.i.): çare, derman. [Nā-güzįr: çaresiz].
H
Ĥabeş ﺣﺒﺶ (a.h.i.): Afrika’nın doğusunda, Yemen’in karşı kıyısında bulunan ve halkının çoğu Hıristiyan
olan, Habeşistan kıtasında yaşayan yerli halk.
ĥācet ﺣﺎﺟﺖ (a.i.): ihtiyaç, lüzum, gereklilik, muhtaçlık.
ħacil ﺧﺠﻞ (a.s.): utanmış, utancından yüzü kızarmış.
ĥadd ﺣﺪ (a.i.): sınır.
hādį ھﺎدی (a.s.): hidayet eden, doğru yolu gösteren.
ħāhān ﺧﻮاھﺎن (f.s.): istekli.
ħāk ﺧﺎک (f.i.): toprak.
ħākį ﺧﺎﮐﯽ (f.s.): toprak rengi, toprakla ilgili.
ĥakįm ﺣﮑﯿﻢ (a.s.): âlim, bilgin, her şeyi bilen, tabiatı inceleyen, felsefeci, tabip, doktor.
ĥaķķ ﺣﻖ (a.i.): 1. Allah, Tanrı. 2. doğruluk ve insaf. 3. bir insana ait olan şey. 4. dava ve iddiada hakikate uygunluk, doğruluk. 5. geçmiş, harcanmış emek. 6. pay, hisse. 7. s. doğru, gerçek. 8. layık, münasip.
ħalel ﺧﻠﻞ (a.i.): 1. iki şey aralığı, boşluk.
- bozma, bozukluk, eksiklik. 3. kötülük, dağınıklık.
ħālį ﺧﺎﻟﯽ (a.s.): tenha, boş, sahipsiz yer. ħālį el-seyr اﻟﺴﯿﺮ ﺧﺎﻟﯽ (a.b.s.): diğerlerinden ayrı olan, yalnız giden. ĥāliyā ﺣﺎﻟﯿﺎ (a.zf.): şimdiki zamanda, şimdiki halde.
ħalķān ﺧﻠﻘﺎً (a.zf.): yaradılışça.
ħalvet ﺧﻠﻮت (a.i.): 1. yalnız, tenha kalma, tenhaya çekilme, tenhalık. 2. tenha yer.
- hamamın sıcak bölgesi.
ħalvet-nişįn ﻧﺸﯿﻦ ﺧﻠﻮت (a.f.b.s.): halvette, yalnızlıkta oturan.
ħām ﺧﺎم (f.s.): 1. işlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. 2. boş, nafile, beyhude. ħam ﺧﻢ (f.s.): eğri, bükülmüş.
ħāme ﺧﺎﻣﮫ (f.i.): kalem.
ĥāmį ﺣﺎﻣﯽ (a.s.): koruyan, koruyucu, sahip çıkan, gözeten.
ħāmį ﺧﺎﻣﯽ (f.i.): hamlık, gevşeklik. ħamūş ﺧﺎﻣﻮش (f.s.): susmuş, sessiz. hān! ھﺎن (f.e.): 1. sakın!, aman! 2. hey!
3. çabuk, acele et. 4. ha, tamam.
ħān ﺧﺎن (f.i.): 1. han, kervansaray, otel.
2. dükkân, meyhane.
-ħān ﺧﻮان- (f.s.): okuyan, okuyucu, çağıran.
ħān u mān: ev, aile, ocak.
ħānden ﺧﻮاﻧﺪن (f.m.): 1. okumak. 2.
ötmek. 3. öğrenim görmek. 4. şarkı
söylemek. 5. demek. 6. çağırmak. 7. ilan vermek.
ħāne-ķāh ﻗﺎه ﺧﺎﻧﮫ (f.b.i.): ev. ħarābāt ﺧﺮاﺑﺎت (f.i.): 1. harabeler, viraneler. 2. meyhaneler.
ĥarįf ﺣﺮﯾﻒ (a.i.): 1. meslektaş, sanat arkadaşı. 2. herif, adi ve bayağı adam. 3. teklifsiz dost.
ĥarrāŝ ﺣﺮاث (a.i.): ekinci, çiftçi, toprağı işleyip ekin eken.
ĥāśıl ﺣﺎﺻﻞ (a.s.): 1. netice, sonuç, hâsıl.
2. ürün. 3. kar, fayda. 4. varlık. 5. geri kalmış.
ħaśm ﺧﺼﻢ (a.i. ve s.): 1. düşman. 2. muhalif, karşı taraf.
ħāśśa ﺧﺎﺻﮫ (a.i.): 1. özel, mahsus. 2. seçkin, mümtaz. 3. özellikle, bilhassa. ħāsten ﺧﻮاﺳﺘﻦ (f.m.): 1. istemek, dilemek. 2. rica etmek. 3. çağırmak. 4. davranmak. 5. gr. gelecek zaman oluşturulmasında yardımcı fiil görevini üstlenir.
ĥaşv ﺣﺸﻮ (a.i.): uzun ve faydasız söz, dolma ve doldurma söz.
ħaŧar ﺧﻄﺮ (a.i.): tehlike.
ħāŧib ﺧﺎﻃﺐ (a.s.): 1. hitabeden, söz ħātim ﺧﺎﺗﻢ (a.s.): 1. sonuncu, son. 2. bitiren.
söyleyen. 2. görücü.
ħaŧŧ ﺧﻂ (a.i.): 1. çizgi. 2. satır. 3. yol. 4. yazı. 5. padişah yazısı, ferman, buyruk.
6. sıra, saf.
ħavāśś ﺧﻮاص (a.s.): 1. hassalar, keyfiyetler. 2. muhterem, saygın olanlar, seçkin kişiler. 3. özellikler. ħāver ﺧﺎور (f.i.): şark, doğu yönü, gün doğusu.
ħavf ﺧﻮف (a.i.): korku, korkma. 2. psik.
fobya, yılgı.
ĥayā ﺣﯿﺎ (a.i.): 1. utanma, sıkılma. 2. ar, namus, edep. 3. Allah korkusu ile günahtan kaçınma.
ħayl ﺧﯿﻞ (a.i.): 1. at. 2. at sürüsü. 3. atlı sürüsü. 4. zümre, takım, güruh.
hebā ھﺒﺎ (a.i.): 1. gayet ince toz, zerre. 2. yok yere, boş, nafile.
ħem ﺧﻢ (f.s.): 1. eğri, eğik. 2. kıvrık, kıvrımlı. 3. kırışık.
hemān ھﻤﺎن (f.zf.): 1. hemen, derhal, o anda, çarçabuk. 2. öylece, böylece.
hem-dem ھﻤﺪم (f.b.i.): 1. dost, arkadaş. 2. aynı dili konuşan. 3. içki arkadaşı. 4. dert ortağı.
hemįn ھﻤﯿﻦ (f.e.zf. ve s.): bu bile, tıpkı bu, çok.
hemişe ھﻤﯿﺸﮫ (f.zf.): daima, her vakit, her zaman.
hemm ھﻢ (a.i.): gam, keder, tasa, kaygı. hem-reh ھﻤﺮه (f.b.i.): yoldaş, yol arkadaşı.
hengām ھﻨﮕﺎم (f.i.): zaman, çağ, sıra, vakit, mevsim.
hergiz ھﺮﮔﺰ (f.zf.): asla, katiyen, hiç bir vakit, hiç bir suretle.
ħer-seng ﺧﺮﺳﻨﮓ (f.b.i.): değerli taş. ĥesb-i ĥāl ﺣﺎل ﺣﺴﺐ (a.b.i.): 1. durum raporu, hasbıhal. 2. zf. yettiği kadar, yeterince.
hey ھﯽ (f.n.): 1. hey!, ey! 2. zf. habire, durmadan.
hezār ھﺰار (f.i.): 1. bülbül. 2. s. bin. 3. s.
pek çok.
heźeyān ھﺰﯾﺎن (a.i.): sayıklama. 2. saçma sapan konuşma.
hezįmet ھﺰﯾﻤﺖ (a.i.): bozgun, bozgunluk, savaşta bir taraf askerinin bozulması. ħırķa-pūşį ﭘﻮﺷﯽ ﺧﺮﻗﮫ (a.f.b.i.): 1. fakirlik, dervişlik. 2. tasavvuf.
ĥırz ﺣﺮز (a.i.): 1. sığınak. 2. nazar değmemesi için kullanılan muska, nazar boncuğu. 3. tılsım.
ĥırz-i cān: canı gibi saklama.
ħıyregį ﺧﯿﺮﮔﯽ (f.i.): donukluk, kamaşıklık [göz hakkında]; şaşkınlık. Ħıżır ﺧﻀﺮ (a.h.i.): içenlere ölmezlik veren Âb-ı Hayât’ı içmiş bulunan ve kul sıkıldığı zaman imdadına yetişmekle meşhur olan peygamber.
ĥicāb ﺣﺠﺎب (a.i.): 1. utanma, sıkılma. 2. perde.
ħidmet ﺧﺪﻣﺖ (a.i.): 1. iş, hizmet, vazife (görev). 2. iş görme, birinin işini görme. ħilāf ﺧﻼف (a.i.): 1. karşı, zıt. 2. yalan. ħilǾat ﺧﻠﻌﺖ (a.i.): eskiden, padişah veya vezir tarafından takdir edilen, beğenilen kimseye giydirilen süslü elbise, kaftan. himmet ھﻤﺖ (a.i.): gayret, emek, çalışma, çabalama.
ħįre-ser ﺳﺮ ﺧﯿﺮه (f.b.s.): sersem, alık. ħįş ﺧﻮﯾﺶ (f.i.): 1. kendi, kendisi. 2. yakın, akraba.
ĥiyel ﺣﯿﻞ (a.i.): oyunlar, aldatmalar. ħįz ﺧﯿﺰ (f.s.): coşkunluk, dalgalanma. hizāne ﺧﺰاﻧﮫ (a.i.): 1. hazne, hazine. 2. kalp, gönül. 3. hazinedarlık.
ħōd ﺧﻮد (f.zm.): kendi.
ħōd-perest ﭘﺮﺳﺖ ﺧﻮد (f.b.s.): kendine tapan, kendini beğenmiş.
ħoş ħoş ﺧﻮش ﺧﻮش (f.s.): 1. az az, yavaş yavaş. 2. tedricen.
Ħotan ﺧﺘﻦ (f.h.i.): şarki Türkistan’da büyük bir şehir olup ahalisi Müslüman’dır.
ħūb ﺧﻮب (f.s.): güzel, hoş, iyi. ħudāygān ﺧﺪاﯾﮕﺎن (f.b.i.): ulu padişah, büyük hükümdar.
ĥudūŝ ﺣﺪوث (a.i.): sonradan peyda olma, yeniden meydana gelme, yok iken vücuda gelme.
ħufte ﺧﻔﺘﮫ (f.s.): yatmış, uyumuş. ħulāśa ﺧﻼﺻﮫ (a.i.): bir şeyin, bir sözün özü (özet).
ħuld ﺧﻠﺪ (a.i.): 1. sürüp giden, sonu olmayan varlık. 2. bitmeyiş, devamlılık.
3. sekiz cennetten biri.
ħulefā ﺧﻠﻔﺎ (a.i.): halifeler [ħulefā-i rāşidįn (ilk dört halife): Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali].
ħum ﺧﻢ (f.i.): küp, şarap küpü.
ħūn ﺧﻮن (f.i.): 1. kan. 2. öldürme, öc. ħūn-āb, ħūn-ābe ﺧﻮﻧﺎب ﺧﻮﻧﺎﺑﮫ، (f.b.i.): 1. kanlı su. 2. gözyaşı.
ħunük ﺧﻨﮏ (f.n.): ne güzel!, ne mutlu!, yaşa!
ĥūr ﺣﻮر (a.i.): 1. ahu gözlüler, gözlerinin akı karasından çok olanlar. 2. cennet kızları, huriler.
ħūr ﺧﻮر (f.i.): 1. Güneş. 2. yiyecek, yiyinti.
ħurd ﺧﺮد (f.s.): 1. küçük, ufak. 2. kırık.
3. ehemmiyetsiz.
ħūrde ﺧﻮرده (f.s.): yemiş, yenilmiş.
ħūrden ﺧﻮردن (f.m.): 1. yemek. 2. içmek.
3. çarpmak, isabet etmek. 4. uymak. 5. geçmek. 6. düşmek 7. değmek. 8. kemirmek.
ħurrem ﺧﺮم (f.s.): şen, sevinçli, güler yüzlü, gönül açan.
ħūrşįd ﺧﻮرﺷﯿﺪ (f.i.): Güneş.
ħurūc ﺧﺮوج (a.i.): çıkış, çıkma, dışarı çıkma, ayaklanma, isyan.
ħurūş ﺧﺮوش (f.i.): coşma, çağıltı, gürültü, şamata, telaş.
ħuśūmet ﺧﺼﻮﻣﺖ (a.i.): 1. hasımlık, düşmanlık. 2. kıskançlık, çekememezlik.
ħuşk ﺧﺸﮏ (f.s.): 1. kuru. 2. boş.
ĥüccet ﺣﺠﺖ (a.i.): 1. senet, vesika, delil [eskiden, şeriat mahkemesinden verilen bir hak veya bir sahiplik gösteren resmi vesika (belge)]. 2. seçkin âlimlere verilen ünvan.
ĥükkām ﺣﮑﺎم (a.i.): hâkimler. ħüsrevān ﺧﺴﺮوان (f.i.): padişahlar, hükümdarlar, sultanlar.
I
ıŧlāķ اﻃﻼق (a.i.): salıverme, koyuverme. ıżŧırār اﺿﻄﺮار (a.i.): mecburiyet, çaresizlik, ihtiyaç.
İ
iħlāś اﺧﻼص (a.i.): 1. halis, temiz, doğru sevgi. 2. gönülden gelen dostluk, samimiyet, doğruluk, bağlılık.
iħtiśā اﺧﺘﺼﺎر (a.i.): 1. kısaltma; sözü, yazıyı kısaltma. 2. mat. sadeleştirme, basitleştirme.
iħtiyār اﺧﺘﯿﺎر (a.i.): 1. seçme, seçilme. 2. katlanma.
ihtizāz اھﺘﺰاز (a.i.): 1. titreme, deprenme.
2. sevinme. 3. sıçrayıp oynama, sallanma.
iķbāl اﻗﺒﺎل (a.i.): 1. birine doğru dönme.
2. baht, talih. 3. işlerin yolunda gitmesi, bahtlı, saadetli, mutlu olma. 4. arzu, istek.
iķrār اﻗﺮار (a.i.): 1. saklamayıp söyleme (itiraf). 2. dil ile söyleme, bildirme. 3. tasdik, kabul. 4. huk. birinin, başka birinin, kendisinde olan hakkını, alacağını haber vermesi.
įlçį اﯾﻠﭽﯽ (t.i.): elçi, sefir.
im-şeb اﻣﺸﺐ (f.zf.): bu gece.
imtilā اﻣﺘﻼ (a.i.): dolgunluk, doluluk. inǾām اﻧﻌﺎم (a.i.): 1. nimet verme. 2. iyilik etme. 3. bağış. 3. bahşiş. 4. ihsan. intižām اﻧﺘﻈﺎم (a.i.): nizamlı, tertipli, düzgün olma, düzgünlük.
Ǿiśmet ﻋﺼﻤﺖ (a.i.): 1. masumluk, günahsızlık, temizlik. 2. haramdan, namusa dokunur hallerden çekinme.
istiġfār اﺳﺘﻐﻔﺎر (a.i.): 1. Allah’tan, günahın bağışlanmasını isteme. 2. “estağfurullah” deme. 3. tövbe etme. iştiġāl اﺷﺘﻐﺎل (a.i.): meşgul olma, bir şeyle uğraşma.
ižhār اﻇﮭﺎر (a.i.): 1. gösterme, meydana çıkarma. 2. yalandan gösteriş.
Įzid اﯾﺰد (f.h.i.): 1. Allah. 2. Zerdüştlerin hayır tanrısı.
Ǿizz ﻋﺰ (a.i.): 1. değer, kıymet. 2. yücelik, ululuk. 3. güçlülük.
K
ķabāǾ ﻗﺒﺎء (a.i.): üste giyilen elbise, cübbe, kaftan.
ķadr ﻗﺪر (a.i.): 1. değer, itibar. 2. onur, şeref, haysiyet. 3. rütbe, derece.
kāfūr ﮐﺎﻓﻮر (a.i.): 1. Uzak Doğu’da yetişir bir çeşit taflandan elde edilen ve hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarı saydam, kolaylıkla parçalanan, ıtırı kuvvetli bir madde. 2. mec. kar.
ķalǾa-i çehārüm ﭼﮭﺎرم ﻗﻠﻌﮫ (a.f.b.i.): Güneş’in bulunduğu dördüncü felek. kān ﮐﺎن (f.i.): 1. maden ocağı, maden kuyusu. 2. bir şeyin membaı, kaynağı. ķaǾr ﻗﻌﺮ (a.i.): 1. çukur şeyin dibi, dip, nihayet. 2. derinlik.
kār ﮐﺎر (f.i.): 1. iş güç, iş. 2. kazanç. 3. meşguliyet; sanat. 4. işleme, tesir. 5. savaş.
kār ü bār: 1. iş güç, kazanç.
ķarābe ﻗﺮاﺑﮫ (a.i.): 1. büyük testi. 2. şarap testisi.
kār-sāz ﮐﺎرﺳﺎز (f.b.s.): iş işleyen, becerikli.
kās ﮐﺎس (f.i.): 1. kase. 2. kadeh.
ķāśır ﻗﺎﺻﺮ (a.s.): 1. kusurlu, eksikli. 2. güçsüz. 3. kıt.
ķaśid ﻗﺎﺻﺪ (a.s.): 1. kasteden, tasarlayan; kıyan. 2. i. postacı, haberci, tatar, ulak. ķaŧǿ ﻗﻄﻊ (a.i.): 1. kesme, kesilme, biçme.
2. halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme. 3. geçme, ilerleme, yol alma. ķāyid ﻗﺎﯾﺪ (a.i.): önder, lider, komutan. ķāyim ﻗﺎﯾﻢ (a.s.): 1. ayakta. 2. tellak. 3. daimi, kalıcı. 4. hayvan ayağı. 5. kılıç kabzası. 6. gizli. 7. sağlam. 8. yüksek ses. 9. dik.
kebįr ﮐﺒﯿﺮ (a.s.): 1. büyük, ulu. 2. yaşça büyük, yaşlı. 3. çocukluktan çıkmış genç.
ked-hüdā ﺧﺪا ﮐﺪ (f.b.i.): kethüdâ, kâhya. keh-keşān ﮐﮭﮑﺸﺎن (f.b.i.): saman yolu, hacılar yolu.
kej ﮐﮋ (f.s.): eğri, çarpık.
kelįm ﮐﻠﯿﻢ (a.s.): 1. söz söyleyen, konuşan. 2. i. ikinci şahıs (muhâtab). 3. Tûr-i Sînâ’da Cenâbıhak’la konuşması dolayısıyla Hz. Musa’nın ünvanı.
kem ﮐﻢ (f.s.): 1. az, eksik. 2. fena, kötü, bozuk.
kemāl ﮐﻤﺎل (a.i.): 1. olgunluk, yetkinlik, tamlık, eksiksizlik. 2. en yüksek değer,
mükemmellik; değer, baha. 3. bilgi, fazilet.
kemān ﮐﻤﺎن (f.i.): 1. yay (ok atan). 2. kavis. 3. keman.
kemer-bend ﺑﻨﺪ ﮐﻤﺮ (f.b.i.): 1. kemer bağı. 2. s. belinde kemer olan. 3. mec. derviş.
kemter ﮐﻤﺘﺮ (f.b.s.): 1. daha aşağı, aşağıda bulunan, hakir, itibarsız. 2. eksik, noksan.
ker ﮐﺮ (f.s.): 1. sağır. 2. i. kuvvet, kudret. 3. meram ve maksat.
kerān ﮐﺮان (f.i.): kenar, uç, kıyı. [Bį- kerān: kenarsız, uçsuz bucaksız kıyısız]. kersān ﮐﺮﺳﺎن (f.i.): ekmek veya başka şeyleri koymaya yarayan kap.
kes ﮐﺲ (f.i.): kimse, kişi.
keşįde ﮐﺸﯿﺪه (f.s. ve i.): 1. çekilmiş, çekiliş. 2. tartılmış. 3. tertibedilmiş,
dizilmiş. 4. yazılmış.
keşįş ﮐﺸﯿﺶ (f.i.): papaz, karabaş, kilise papazı.
kevn ﮐﻮن (a.i.): 1. olma. 2. var olma, varlık, vücut.
key ﮐﯽ (f.zf.): ne zaman, ne vakit. kez ﮐﺰ {ki+ez}(f.zf.): ki..den, ki..den beri.
ķıdem ﻗﺪم (a.i.): öncelik ve eskilik, evveli bulunmamak, başlangıcı olmayacak kadar eski; ezeli olmak, Cenab-ı Hak’ın “kıdem” sıfatı yani ebedi ve ezeli oluşu.
ķıdve ﻗﺪوه (a.i.): 1. kendisine uyulup ardından gidilecek kimse. 2. bir sınıfın veya topluluğun başında olan kimse. 2. önder, lider.
ķıdve-i abdāl: dervişlerin önderi.
ķıśśa ﻗﺼﮫ (a.i.): 1. fıkra, hikâye, rivayet.
- vaka, macera. El-kıśśa: hâsılı, sözün kısası.
ķıyām ﻗﯿﺎم (a.i.): 1. kalkma, ayağa kalkma, ayakta durma. 2. bir işe kalkışma, başlama. 3. ayaklanma, isyan. ķıyām kerden ﮐﺮدن ﻗﯿﺎم (f.m.): 1. kalkmak. 2. ayaklanmak, başkaldırmak.
- icra etmek. 4. meşgul olmak, ilgilenmek.
ķįl ﻗﯿﻞ (a.i.): söz.
ķįl ü ķāl: dedikodu, çok konuşma. kilk ﮐﻠﮏ (f.i.): ney, kamış, kalem. ķudve ﻗﺪوه (a.i.): önder, lider.
kūh ﮐﻮه (f.i.): dağ.
ķulle ﻗﻠﮫ (a.i.): 1. dağ tepesi, doruk. 2. kule.
ķurre ﻗﺮه (a.i.): 1. soğuk. 2. ışık, tazelik, parlaklık.
ķurretü’l-Ǿayn: 1. göz nuru. 2. s.
parlak, nurlu.
kūs ﮐﻮس (f.i.): kös, eski savaşlarda, alaylarda deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul. kūtāh, kūteh ﮐﻮﺗﺎه ﮐﻮﺗﮫ، (f.s.): kısa.
kūy ﮐﻮی (f.i.): 1. köy. 2. mahalle ve işlek yol, sokak. 3. sevgilinin bulunduğu yer.
kühen ﮐﮭﻦ (f.s.): 1. eski, yıpranmış, modası geçmiş. 2. mec. dünya. külle ﮐﻠﮫ (f.i.): kakül, topuk.
künc ﮐﻨﺞ (f.i.): köşe, bucak.
künende ﮐﻨﻨﺪه (f.s.): edici, yapıcı, eden, yapan.
künh ﮐﻨﮫ (a.i.): 1. bir şeyin aslı, hakikati, temeli. 2. kök, dip. 3. fels. esas, öz. künūn ﮐﻨﻮن (f.zf.): şimdi.
küre ﮐﺮه (a.i.): 1. yuvarlak, toparlak. 2.
geo. küre.
küre-i ħāk: yeryüzü.
L
lā-cerem ﻻﺟﺮم (a.s.zf.): şüphesiz, besbelli, elbette.
lāġ ﻻغ (f.i.): 1. şaka, latife. 2. oyun.
Lāt ﻻت (a.i.): İslâm’dan önce, Arapların Kâbe’de bulunan putlarından biri.
le’įm ﻟﺌﯿﻢ (a.s.): alçak, aşağılık, cimri [kimse].
leb ﻟﺐ (f.i.): dudak.
lem-yezel ﯾﺰل ﻟﻢ (a.b.s.): kalıcı, baki, yok olmayan, eksilmeyen (Allah’ın sıfatlarındandır).
leşker ﻟﺸﮑﺮ (f.i.): 1. asker. 2. mec. yiğit, kahraman, cesur.
leŧāfet ﻟﻄﺎﻓﺖ (a.i.): 1. latiflik, hoşluk. 2. güzellik. 3. nezaket. 4. yumuşaklık.
libās ﻟﺒﺎس (a.i.): elbiseler, giyecek şeyler.
lįk ﻟﯿﮏ (f.e.): lâkin, fakat, amma, ancak.
luǾbet ﻟﻌﺒﺖ (a.i.): 1. oynanan, oynanılan şey, oyuncak, oyun. 2. herkesi hayrette bırakan şey, hal. 3. sevgili. 4. put.
M
maǾālį ﻣﻌﺎﻟﯽ (a.i.): yüksek, derin fikirler. mā-fevk ﻣﺎﻓﻮق (a.i.): 1. üst, yukarı. 2. üstte, üst derecede bulunan kimse.
Maġrib ﻣﻐﺮب (a.h.i.): garp, batı tarafında olan memleketler; Afrika’nın Mısır ötesindeki şimal (kuzey) kısmı, İspanya, Portekiz.
maġrūr ﻣﻐﺮور (a.s.): 1. gururlu. 2. bir şeye güvenen. 3. güvenilmeyecek şeye güvenip aldanan, kendini beğenmiş [kimse]. 4. büyüklük taslayan.
maġz ﻣﻐﺰ (f.i.): 1. beyin, dimağ. 2. iç, öz.
maĥfil ﻣﺤﻔﻞ (a.i.): 1. oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri 2. büyük camilerde hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıkla çevrilmiş olan, yerden biraz yüksek yer.
maĥv ﻣﺤﻮ (a.i.): 1. yok etme, ortadan kaldırma, harabetme, perişan etme, batma, yok olma.
maķāmāt ﻣﻘﺎﻣﺎت (a.i.): 1. makamlar. 2. meclisler, topluluklar, kalabalıklar.
-māl ﻣﺎل- (f.s.): “süren, sürülen, takılan, sarılan” manalarıyla terkipler yapar. [düşman-māl: düşman(lık) süren].
mānde ﻣﺎﻧﺪه (f.s.): kalmış olan, gitmiş olan.
mānend ﻣﺎﻧﻨﺪ (f.i.): benzer, eş [Bį- mānend: eşsiz, emsalsiz].
māniǾ ﻣﺎﻧﻊ (a.s.): 1. meneden, geri bırakan, alıkoyan, engel olan. 2. i. engel, özür.
maǾrūf ﻣﻌﺮوف (a.s.): 1. herkesçe bilinen, tanınmış, belli. 2. meşhur, ünlü. 3. şeriatın emrettiği, uygun gördüğü. maǾśįyet ﻣﻌﺼﯿﺖ (a.i.): asilik, itaatsizlik, isyan, günah.
maślaĥat ﻣﺼﻠﺤﺖ (a.i.): 1. iş, emir, husus, madde, keyfiyet. 2. ehemmiyetli iş. 3. barış, dirlik, düzenlik.
maşrıķ ﻣﺸﺮق (a.i.): Güneş’in doğduğu taraf, doğu.
maŧbaħ ﻣﻄﺒﺦ (a.i.): mutfak. maǾtūh ﻣﻌﺘﻮه (a.s.): ateh getirmiş, bunamış, bunak.
mā-verā ﻣﺎوراء (a.i.): ard, geri, bir şeyin ötesinde, arkasında bulunan.
mā-verāį ﻣﺎوراﺋﯽ (a.s.): öteye mensup, öteki alemle ilgili.
maǾzūl ﻣﻌﺰول (a.s.): 1. görevden alınmış, azledilmiş. 2. ayrılmış.
-meāb ﻣﺂب- (a.i.): 1. geri dönülecek yer.
- sığınılacak yer.
meǾād ﻣﻌﺎد (a.i.): tas. âhiret.
mebādį ﻣﺒﺎدی (a.i.): evveller, başlangıçlar, prensipler, ilk unsurlar.
mecįd ﻣﺠﯿﺪ (a.s.): 1. Allah’ın adlarındandır. 2. şan ve şeref sahibi, büyük, ulu.
medĥ ﻣﺪح (a.i.): övme.
mefāśıl ﻣﻔﺎﺻﻞ (a.i.): oynak yerleri, eklemler.
mefāśıl-ı şerįk ﺷﺮﯾﮏ ﻣﻔﺎﺻﻞ (a.b.i.): yan yana oturan, komşu.
mefrūş ﻣﻔﺮوش (a.s.): döşenmiş.
meges ﻣﮕﺲ (f.i.): sinek.
meh ﻣﮫ (f.i.): astr. Ay.
mehcūr ﻣﮭﺠﻮر (a.s.): 1. terk olunmuş, bırakılmış, kullanılmaz olmuş, unutulmuş. 2. uzaklaşmış, ayrılmış. mehdį ﻣﮭﺪی (a.s.): hidayete eren, doğru yolu tutan.
mekr ﻣﮑﺮ (a.i.): 1. hile, düzen. 2. hile ile aldatma, maksadından vazgeçirme (birini).
me’kūl ﻣﺄﮐﻮل (a.i.): yenmiş şey, yiyecek. melāl ﻣﻼل (a.i.): 1. usanç, usanma, bıkma. 2. sıkılma, sıkıntı.
melį ﻣﻠﯽ (a.s.): 1. çevik. 2. çabuk.
melik ﻣﻠﯿﮏ (a.s.): 1. Allah’ın adlarındandır. 2. mal sahibi. 3. padişah, hakan, hükümdar.
melūl ﻣﻠﻮل (a.s.): 1. usanmış, bıkmış, bezmiş. 2. mahzun.
memālik ﻣﻤﺎﻟﮏ (a.i.): 1. memleketler, ülkeler. 2. bir devletin toprağı. 3. köleler, kullar.
menāķıb ﻣﻨﺎﻗﺐ (a.i.): övünülecek vasıflar.
menį ﻣﻨﯽ (f.i.): 1. benlik. 2. kibirlenme.
menzilet ﻣﻨﺰﻟﺖ (a.i.): 1. derece, rütbe, yüksekli derecesi. 2. inecek yer, konak yeri; ev, hane.
merdān ﻣﺮدان (f.i.): 1. mertler, insanlar, erkekler, yiğitler. 2. bir çeşit ney. merdüm ﻣﺮدم (f.i.): 1. insan, adam. 2. gözbebeği.
merdüm-i çeşm: gözbebeği.
merdüm-keş ﮐﺶ ﻣﺮدم (f.b.i. ve s.): lider, önder.
merdüm-küş ﮐﺶ ﻣﺮدم (f.b.s.): adam öldüren, katil.
meŝel ﻣﺜﻞ (a.i.): 1. örnek, benzer, numune. 2. dokunaklı ve manalı söz. 3. terbiye ve ahlaka faydalı, yararlı olan hikâye.
mest ﻣﺴﺖ (f.s.): sarhoş.
mest-i ħarāb: harabolmuş sarhoş, yıkılasıya içmiş adam.
mesŧūr ﻣﺴﻄﻮر (a.s.): 1. setrolunmuş, örtülü, kapalı, gizli. 2. açık saçık gezmeyen namuslu kadın.
meşǾale ﻣﺸﻌﻠﮫ (a.i.): 1. aydınlatıcı, alet, lamba, kandil. 2. ucunda alev çıkararak yanan bir madde bulunan değnek, sopa.
- nur.
meşǾaviź ﻣﺸﻌﻮذ (f.i.): sihirbaz, hokkabaz. meşhed ﻣﺸﮭﺪ (a.i.): 1. şehitlik. 2. İran’da ziyaretgâh olan meşhur şehir.
meşreb ﻣﺸﺮب (a.i.): 1. içecek yer. 2. felsefi ve dini yol. 3. yaradılış, tabiat, mizaç, huy, ahlak.
mevkib ﻣﻮﮐﺐ (a.i.): atlı veya yaya olarak maiyette yürüyen alay, kafile.
mevśuf ﻣﻮﺻﻮف (a.s.): 1. vasfolunmuş, vasıflanmış. 2. gr. belirtilen [sıfat takımlarında].
mıśbāĥ ﻣﺼﺒﺎح (a.i.): 1. kandil, çıra, meşale; az ışıklı kandil. 2. sabah vakti şarap içilecek büyük kâse.
midĥat ﻣﺪﺣﺖ (a.i.): methetme, övme. miǿe ﻣﺎﺋﮫ (a.s.): yüz. TisǾa miǿe: dokuz yüz.
mihr ﻣﮭﺮ (f.i.): Güneş.
mih-ter ﻣﮭﺘﺮ (f.s.): 1. daha büyük. 2. i.
yüksek rütbeli hizmetkâr.
mįve ﻣﯿﻮه (f.i.): [meyvenin aslıdır] meyve.
miyān ﻣﯿﺎن (f.i.): 1. orta. 2. meyan, ara, aralık. (Der-miyān: ortada, arada.
Miyān-ı güft ü gū: laf arası).
miyāne ﻣﯿﺎﻧﮫ (f.i.): 1. orta [vasat]. 2. ara.
3. gerdanlığın ortasındaki büyük inci. 4.
g.s. ortaya serilen halı.
mįz-bān ﻣﯿﺰﺑﺎن (f.b.i.): misafiri, konuğu ağırlayan, ev sahibi.
mū[y] [ی]ﻣﻮ (f.i.): 1. tüy. 2. kıl. 3. saç. muǾāķıb ﻣﻌﺎﻗﺐ (a.s.): cezalandıran. muǾāşır ﻣﻌﺎﺷﺮ (a.s.): 1. muaşeret eden, birlikte yaşayan. 2. i. dost, arkadaş. muĥābā ﻣﺤﺎﺑﺎ (a.i.): koku, ihtiraz, çekingenlik [Bį-muĥābā: korkusuz, çekinmeden].
muĥākā ﻣﺤﺎﮐﺎ (a.i.): birbirine hikaye söyleme.
muĥāl ﻣﺤﺎل (a.s.): mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak.
muħālaŧat ﻣﺨﺎﻟﻄﺎت (a.i.): 1. karışmalar. 2. güzel anlaşmalar.
muĥāzāt ﻣﺤﺎزات (a.i.): yüz yüze gelme. muĥiķķ ﻣﺤﻖ (a.s.): 1. ihkak eden, hakkı yerine getiren. 2. haklı, doğru.
muĥįŧ ﻣﺤﯿﻂ (a.s.): 1. kapsayan, kuşatan.
- çevre. 3. ortam, muhit. 4. haberli. 5.
coğ. okyanus.
muħtaśar ﻣﺨﺘﺼﺮ (a.s.): ihtisar edilmiş, kısaltılmış, kısaltma, kısa.
muĥteriķ ﻣﺤﺘﺮق (a.s.): tutuşup yanan, yakıcı, yanık.
muǾįn ﻣﻌﯿﻦ (a.s.): yardımcı.
muķābil ﻣﻘﺎﺑﻞ (a.s.): 1. karşı karşıya gelen, bir şeyin karşısında bulunan. 2. bir şeye karşı, bir şeye karşılık yapılan.
- i. karşılık. 4. zf. karşılığında.
muķįm ﻣﻘﯿﻢ (a.s.): 1. ikamet eden, oturan, yerleşik. 2. sürekli, daimi.
muķteżā ﻣﻘﺘﻀﯽ (a.s.): 1. gerekli, gereken. 2. istenmiş. 3. anlaşılmış. mūnis ﻣﻮﻧﺲ (a.s.): 1. alışılan, yadırganmaz, alışılmış, alışık. 2. cana yakın, sevimli. 3. insandan kaçmayan.
- yakın dost, can yoldaşı, arkadaş. munķaŧį ﻣﻨﻘﻄﻊ (a.s.): 1. inkıta eden, kesilen, kesilmiş, kesik, aralıklı. 2. arkası gelmeyen, son bulan. 3. arada bağ kalmayan, ayrılmış. 4. herkesten ayrılıp bir kişiye bağlı kalan. 5. geo. süreksiz.
muraśśaǾ ﻣﺮﺻﻊ (a.s.): 1. kıymetli taşlarla bezenmiş. 2. ed. iki mısraı veya iki fıkrası kelime kelime birbiriyle aynı vezin ve kafiyede olan [söz, beyit]. 3.
g.s. bir yazı sitili.
musteǾcel ﻣﺴﺘﻌﺠﻞ (a.s.): acil. mutavaśśıŧ ﻣﺘﻮﺻﻂ (a.s.): 1. vasıta olan, aracılık eden, aracı. 2. orta, ortalama. muǾteber ﻣﻌﺘﺒﺮ (a.s.): 1. itibarlı, hatırı
sayılır, saygın. 2. inanılır, güvenilir. 3. yürürlükte olan, geçer.
muŧįǾ ﻣﻄﯿﻊ (a.s.): 1. itaat eden, boyun eğen. 2. bağlı. 3. rahat.
mužlim ﻣﻈﻠﻢ (a.s.): 1. karanlık. 2. bilinmeyen, şüpheli. 3. dehşetli, kara, uğursuz.
mücessem ﻣﺠﺴﻢ (a.s.): tecessüm etmiş, cisimlenmiş, cisimli.
mücįb ﻣﺠﯿﺐ (a.s.): 1. gereken, gerektiren. 2.i. sebep, vesile.
müdām ﻣﺪام (a.s.): devam eden, süren, sürekli.
müddeį ﻣﺪﻋﯽ (a.s.): 1. iddia eden, davacı. 2. bir hükümde ayak direyen. 3. inatçı.
müeŝŝer ﻣﺆﺛﺮ (a.s.): 1. kendisine bir şey tesir etmiş olan. 2. etkili, tesirli. müfteriĥ ﻣﻔﺘﺮح (a.s.): şen, keyifli.
mühr ﻣﮭﺮ (f.i.): 1. mühür, imza. 2. ed.
sevgilinin ağzı.
mühre ﻣﮭﺮه (f.i.): 1. bir çeşit yuvarlak şey. 2. cam boncuk. 3. deniz böceği kabuğu. 4. çekiç. 5. anat. omurga
kemiği. 6. kağıt ve saire cilalamak için kullanılan billur top.
mühre-i nerd: zar ve pul.
mühre-bāz ﺑﺎز ﻣﮭﺮه (f.b.s.): 1. yuvarlak taşlarla gözbağcılık ve el çabukluğu gösteren oyuncu. 2. mühreci, cilacı. müje ﻣﮋه (f.i.): kirpik.
mültemes ﻣﻠﺘﻤﺲ (a.s.): istek, hacet, istenilen, rica edilen, yakarılan. münācāt ﻣﻨﺎﺟﺎت (a.i.): Allah’a dua etme, yalvarma.
münādį ﻣﻨﺎدی (a.s.): 1. nida eden, tellal.
2. müezzin.
münkir ﻣﻨﮑﺮ (a.s.): inkar eden, kabul etmeyen.
mürebbį ﻣﺮﺑﯽ (a.s.): terbiye eden.
mürġ ﻣﺮغ (f.i.): kuş.
mürįd ﻣﺮﯾﺪ (a.s.): 1. irade eden, emreden, buyuran. 2. i. bir şeyhe bağlı olan
kimse.
mürtefiǾ ﻣﺮﺗﻔﻊ (a.s.): irtifa eden, yükselen, yükselmiş, yüksek, yüce. müsebbib ﻣﺴﺒﺐ (a.s.): 1. sebep olan. 2. icat eden.
müstaĥkem ﻣﺴﺘﺤﮑﻢ (o.s.): sağlam, dayanıklı.
müstažhir ﻣﺴﺘﻈﮭﺮ (a.s.): 1. istizhar eden, dayanan, arka veren, güvenen. 2. yardım isteyen, zahir, arka olmasını isteyen.
müsterāĥ ﻣﺴﺘﺮاح (a.i.): rahat edilecek yer.
müşrikįn ﻣﺸﺮﮐﯿﻦ (a.s.): Allah’a şerik, ortak koşanlar.
müşt ﻣﺸﺖ (f.i.): 1. yumruk. 2. avuç. müştāķ ﻣﺸﺘﺎق (a.s.): iştiyaklı, özleyen, göreceği gelen, can atan.
Müşterį ﻣﺸﺘﺮی (a.h.i.): astr. Sakıt, Erendiz, Jüpiter, Mars.
müteĥayyir ﻣﺘﺤﯿﺮ (a.s.): şaşmış, şaşırmış. müteķabbil ﻣﺘﻘﺒﻞ (a.s.): kabul eden, üstüne alan.
mütevvec ﻣﺘﻮج (a.s.): taçlı, taç giymiş. müyesser ﻣﯿﺴﺮ (a.s.): 1. kolayı bulunup yapılan, mümkün, kolay gelen, kolaylıkla olan. 2. hazır.
N
nā ﻧﺎ (f.i.): 1. gemi. 2. gırtlak. 3. güç, takat.
nā-bākį ﻧﺎﺑﺎﮐﯽ (f.i.): korkusuzluk, cesurluk.
nā-gāh ﻧﺎﮔﺎه (f.b.s.): 1. vakitsiz. 2. zf. ansızın, birdenbire.
nāhį ﻧﺎھﯽ (a.s.): meneden, yasak eden, önleyen.
naĥįf ﻧﺤﯿﻒ (a.s.): zayıf.
naħl ﻧﺨﻞ (a.i.): 1. hurma ağacı. 2. ed. ince, uzun, narin vücutlu dilber. naĥl ﻧﺤﻞ (a.i.): arı, bal arısı.
naĥs ﻧﺤﺲ (a.i.): 1. uğursuzluk. 2. s.
uğursuz, bahtsız.
naħvet ﻧﺨﻮت (a.i.): kibir, gurur, büyüklenme, ululanma, kurulma, böbürlenme.
nakş-bendį ﻧﻘﺸﺒﻨﺪی (a.f.b.i.): 1. nakışbendîlik, ressamlık; süslemeli dokuma sanatı. 2. Şeyh Muhammed Bahâüddîn Nakşbend’in kurduğu zühde, mürâkabeye ve hafî zikre dayanan tarikatine girmiş kimse.
nām ﻧﺎم (f.i.): 1. isim, ad. 2. ün, lakap.
nām-zed ﻧﺎﻣﺰد (f.b.s.): 1. aday. 2.
zikredilen. 3. nişanlı.
nān ﻧﺎن (f.i.): ekmek.
nā-sezā ﻧﺎﺳﺰا (f.b.s.): 1. layık olmayan, yaraşmayan. 2. küfür, uygunsuz söz. 3. alçak. 4. kötü iş.
nā-sipās ﻧﺎﺳﭙﺎس (f.b.s.): şükretmeyen, nankör.
naśįr ﻧﺼﯿﺮ (a.s.): nusret eden, yardımcı.
nā-şikįb ﻧﺎﺷﮑﯿﺐ (f.b.s.): sabırsız.
nāv ﻧﺎو (f.i.): 1. içi kovuk, oyuk şey. 2. küçük gemi, kayık.
nāver ﻧﺎور (f.s.): mümkün, kabil, olabilir. nāz-perverde ﻧﺎزﭘﺮورده (f.b.s.): naz içinde büyümüş, terbiye olmuş, nazlı.
nebāt ﻧﺒﺎت (a.i.): topraktan biten, çıkan her türlü şey, bitki.
neberd ﻧﺒﺮد (f.i.): harp, savaş.
nedįm ﻧﺪﯾﻢ (a.i.): 1. meclis arkadaşı, sohbet arkadaşı. 2. s. büyükleri, fıkra ve hikâyeleriyle eğlendiren. 3. s. güzel hikâye anlatan, tatlı konuşan. 4. tar.
İmparatorluk devrinde Yeniçeri ocağına yeni yazılan kimse.
neft ﻧﻔﺖ (f.i.): petrol.
neheng ﻧﮭﻨﮓ (f.i.): timsah.
nehįb ﻧﮭﯿﺐ (a.s.): 1. yağmacı, çapulcu. 2. dehşet, korku.
nekāl ﻧﮑﺎل (a.i.): 1. azap, işkence. 2. ibret, bir olaydan alınan ders. 3. kömür. nekbet ﻧﮑﺒﺖ (a.i.): 1. talihsizlik, bahtsızlık. 2. düşkünlük. 3. felaket, musibet.
nemed ﻧﻤﺪ (f.i.): keçe, kebe.
nemm ﻧﻢ (a.i.): söz getirip götürme, koğuculuk etme.
neng ﻧﻨﮓ (f.i.): 1. ayıp, utanma. 2. şöhret, ün.
neşāŧ ﻧﺸﺎط (a.i.): sevinç, neşe, şenlik. nevbet ﻧﻮﺑﺖ (a.i.): 1. vakit, zaman. 2. kez, kere, defa. 3. fırsat.
nevmįd ﻧﻮﻣﯿﺪ (f.s.): ümitsiz, ümidi kırık. neyyir ﻧﯿﺮ (a.s.): 1. nurlu, parlak. 2. ışıklı cisim, cisimlenmiş nur. 3. Güneş.
nezdįk ﻧﺰدﯾﮏ (f.s.): yakın.
nifāķ ﻧﻔﺎق (a.i.): 1. münafıklık, iki yüzlülük, ara bozukluğu, bozuşukluk. 2. Müslüman görünüp kâfir olma.
nihād ﻧﮭﺎد (f.i.): tabiat, huy, yaradılış. nihāde ﻧﮭﺎده (f.s.): konmuş, konulmuş, koymuş.
nihān ﻧﮭﺎن (f.s.): 1. gizli, saklı. 2. bulunmayan, görünmeyen. 3. i. sır.
nihįb ﻧﮭﯿﺐ (f.i.): 1. korkutma, yıldırma.
2. heybet. 3. nara, haykırış. 4. gözdağı, korkutma. 5. çıkışma.
nįk ﻧﯿﮏ (f.s.): iyi, hoş, güzel, beğenilen.
nįk ü bed: iyi, kötü.
nįk-ħāh ﺧﻮاه ﻧﯿﮏ (f.b.s.): iyilik düşünen, herkesin iyiliğini isteyen.
nikū ﻧﯿﮑﻮ (f.s.): iyi, hoş.
nįm ﻧﯿﻢ (f.s.): yarı, yarım, buçuk. nisbet ﻧﺴﺒﺖ (a.i.): 1. bağlılık, ilgi. 2. kıyaslama, ölçü. 3. mat., fels. oran. 4. inat olsun diye yapılan iş. 5. zf. inat olarak.
nişest ﻧﺸﺴﺖ (f.i.): oturan.
-nişįn ﻧﺸﯿﻦ- (f.s.): “oturan, oturmuş” manasıyla kelimeleri sıfatlandırır [Ħalvet-nişįn: yalnız oturan, tenhada oturan. Kūşe-nişįn: köşede oturan].
nįz ﻧﯿﺰ (f.e.): “-de, -da, dahi” anlamında bir atıf edatı.
nįze ﻧﯿﺰه (f.i.): kargı, mızrak, süngü, harbe.
nuħust ﻧﺨﺴﺖ (f.s.): ilk, birinci.
nuķabā ﻧﻘﺒﺎ (a.i.): önderler, liderler, ileri gelenler.
-nūş ﻧﻮش- (f.s.): “içen, içici” manalarıyla kelimelere takılır [Bāde-nuş: şarap içen… gibi].
nūş-dārū ﻧﻮﺷﺪارو (f.b.i.): 1. panzehir. 2. şarap.
nümāyende ﻧﻤﺎﯾﻨﺪه (f.b.s.): gösterici, görünücü.
-nümūd ﻧﻤﻮد- (f.s.): “gösteren, görünen, benzeyen” manalarıyla kelimeleri sıfatlandırır. Ķıyām-nümūd: ayaklanma gösteren. Kerem-nümūd: kerem gösteren.
nüvişt ﻧﻮﺷﺖ (f.s.): 1. yazılı, yazılmış (Ser-nüvişt: alın yazısı). 2. i. mektup.
P
pā ﭘﺎ (f.i.): 1. ayak. 2. bacak. 3. bir adımlık ölçü, kadem. 4. kök, temel, esas. 5. güç, kudret. 6. dip. 7. başucu. pā-ber-cā ﭘﺎﺑﺮﺟﺎ (f.b.s.): 1. sağlam, dayanıklı. 2. devamlı, kalıcı. 3. kararlı.
4. yerinde.
pāk ﭘﺎک (f.s.): 1. temiz, arık, pak. 2. saf, halis, hilesiz. 3. kutsal, mübarek.
pāk-bāz ﭘﺎﮐﺒﺎز (f.b.s.): 1. kumarda varını yoğunu kaybeden. 2. aşkı uğruna her şeyi gözden çıkaran âşık. 3. Tanrı aşığı
4. mec. sadakatli aşık. 5. fedai.
pāre ﭘﺎره (f.i.): 1. parça. 2. sayı, bölük. 3. para.
pās-bān ﭘﺎﺳﺒﺎن (f.b.i.): gece bekçisi.
pāsuħ ﭘﺎﺳﺦ (f.i.): cevap, karşılık.
pāy ﭘﺎی (f.i.): 1. ayak. 2. esas, kaide. 3. kök, dip.
pāyān ﭘﺎﯾﺎن (f.i.): 1. son, nihayet. 2. tas.
sofînin ulaşacağı birlik âlemi.
pāye ﭘﺎﯾﮫ (f.i.): rütbe, derece.
pāyende ﭘﺎﯾﻨﺪه (f.s.): 1. edebi, kalıcı, sürekli. 2. sağlam. 3. i. destek, dayak.
pedįd ﭘﺪﯾﺪ (f.s.): görünür, açık, belli. pedįdār ﭘﺪﯾﺪار (f.s.): meşhur, görünür, açık, meydanda.
pelās ﭘﻼس (f.i.): 1. eski kilim, keçe. 2. aba, çul.
penāh ﭘﻨﺎه (f.i.): sığınma, sığınacak yer.
pencāh ﭘﻨﺠﺎه (f.s.): elli [sayı].
perçem ﭘﺮﭼﻢ (f.i.): 1. kakül. 2. tepede bırakılan saç. 3. yele. 4. mızrak, bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler.
-perdāz ﭘﺮداز- (f.s.): “tertipleyen, düzenleyen, düzeltici” manalarıyla birleşik kelimeler yapar.
pertev ﭘﺮﺗﻮ (f.i.): ışık, parlaklık.
perverden ﭘﺮوردن (f.m.): 1. hazırlamak.
2. eğitmek. 3. himaye etmek.
pesende ﭘﺴﻨﺪه (f.s.): beğenilmiş, seçilmiş. pesendįde ﭘﺴﻨﺪﯾﺪه (f.s.): beğenilmiş, seçilmiş.
pes-rev ﭘﺴﺮو (f.b.s.): “arkadan gelen” : uşak.
pest ﭘﺴﺖ (f.s.): alçak, aşağı. peşmįne ﭘﺸﻤﯿﻨﮫ (f.i.): 1. yünden, yapağıdan yapılma. 2. sof elbise;
sofuların giydiği sade, süssüz elbise. pey ﭘﯽ (f.i.): 1. ayak. 2. ayak izi. 3. iz, işaret. 4. ard, arka. 5. direnme gücü, takat. 6. temel. 7. kaide. 8. defa. peyām ﭘﯿﺎم (f.i.): haber, başkasından alınan bilgi.
peyġām ﭘﯿﻐﺎم (f.i.): haber.
peyvend ﭘﯿﻮﻧﺪ (f.i.): 1. ulaşma, varma. 2. bağ, ilgi.
-peźįr ﭘﺬﯾﺮ- (f.s.): “kabul eden, edici, alan; kabul edilebilir” manalarıyla Arapça ve Farsça kelimelere eklenerek birleşik kelimeler yapar. [Şifā-peźįr: şifa bulan. Terbiye-peźįr: terbiye edilebilir… gibi].
pįl-ten ﺗﻦ ﭘﯿﻞ (f.b.s.): fil vücutlu, fil gibi. pindār ﭘﻨﺪار (f.i.): 1. sanma, sanış. 2. böbürlenme. 3. nasihat, öğüt.
ping ﭘﻨﮓ (f.i.): 1. fincan, tas. 2. bardak, kadeh, şişe ve toprak cinsinden şarap kadehi.
pinhān ﭘﻨﮭﺎن (f.s.): gizli, saklı, sır.
pįr ﭘﯿﺮ (f.s.): 1. yaşlı, ihtiyar. 2. i. bir tarikatın ilk kurucusu. 3. her meslek ve sanatın kurucusu, öncüsü. [Pirimiz üstadımız… Hem-pįr: ustaları aynı]. pįrehen ﭘﯿﺮھﻦ (f.i.): gömlek.
pįş ﭘﯿﺶ (f.i.): ön, ileri, ön taraf.
pįş āverden آوردن ﭘﯿﺶ (f.b.m.): 1. yaklaştırmak. 2. huzura getirmek, huzura çıkarmak. 3. başlamak. 4.
yararlanmak. 5. faydalanmak. 6. dikkate almak, gündeme getirmek.
pįş giriften ﮔﺮﻓﺘﻦ ﭘﯿﺶ (f.b.m.): 1. zamanından önce almak. 2. karşısına almak. 3. öne atmak. 4. bağışlamak, tutturmak.
pįşe ﭘﯿﺸﮫ (f.i.): 1. sanat, meslek. 2. iş. 3. huy, tabiat, âdet, alışkanlık.
pįş-gāh ﭘﯿﺸﮕﺎه (f.b.i.): ön, huzur.
pįş-gįr ﭘﯿﺸﮕﯿﺮ (f.b.i.): 1. peşkir, havlu. 2.
s. önleyen.
pįş-giriften ﮔﺮﻓﺘﻦ ﭘﯿﺶ (f.b.m.): 1. zamanından önce almak. 2. karşısına almak. 3. öne atmak. 4. başlamak, tutturmak.
pįş-kār ﭘﯿﺸﮑﺎر (f.b.i.): 1. yardımcı. 2.
hizmetçi. 3. çırak. 4. mübaşir.
pįşvā ﭘﯿﺸﻮا (f.i.): reis, başkan.
piyāle-keş ﮐﺶ ﭘﯿﺎﻟﮫ (f.b.s.): içki içen. pūş ﭘﻮش (f.i.): 1. örtü, örtünecek şey, elbise. 2. zırh.
pūşįde ﭘﻮﺷﯿﺪه (f.s.): 1. örtülmüş. 2. örtü. pūşįden ﭘﻮﺷﯿﺪن (f.m.): 1. giymek, giyinmek. 2. örtmek. 3. gizlemek,
saklamak. 4. boşamak(kadını). 5. ışığa
tutmak. 6. kapamak. 7. affetmek. pür-nihįb ﭘﺮﻧﮭﯿﺐ (f.b.zf.): korkarak, ürkerek.
püşt ﭘﺸﺖ (f.i.): arka, sırt.
R
raħt رﺧﺖ (f.i.): 1. giysi, elbise. 2. ev eşyası. 3. at koşum takımı. 4. yol levazımı.
rām رام (f.s.): 1. itaat eden, boyun eğen, kendini başkasının emirlerine bırakan.
2. tas. insanın bütün varlığıyla Allah’a bağlanması.
raǾnā رﻋﻨﺎ (a.s.): güzel, latif, hoş görünen.
rāst راﺳﺖ (f.s.): 1. doğru. 2. sağ. 3. c. rāstān: haklı, doğru, gerçek. 4. uygunluk.
rāstį راﺳﺘﯽ (f.i.): doğruluk, gerçeklik. rāy رای (a.i.): 1. rey, fikir, oy. (Hod-râ, Hod-rây: bildiğinden şaşmayan) 2. sancak, bayrak.
rāyet راﯾﺖ (a.i.): sancak, bayrak.
rāygān راﯾﮕﺎن (f.b.s.): 1. bedava, parasız.
2. pek çok, pek bol. 3. değersiz. rāz-dār رازدار (f.b.s.): sır tutan. recā رﺟﺎ (a.i.): 1. ümit, umma. 2. yalvarma. 3. istek, dilek.
re’fet رأﻓﺖ (a.i.): merhamet etme[k], acıma[k], esirgeme[k].
refįǾ رﻓﯿﻊ (a.s.): yüksek, yüce. refte رﻓﺘﮫ (f.s.): gitmiş, geçmiş. reg رگ (f.i.): damar.
reh ره (f.i.): yol.
rehā رھﺎ (f.i.): kurtulma, kurtuluş.
reh-dān دان ره (f.b.s.): yol bilen.
reh-nümā رھﻨﻤﺎ (f.b.s.): yol gösteren, kılavuz.
remz رﻣﺰ (a.i.): 1. işaret, işaretle anlatma, sembol. 2. gizli ve kapalı bir surette söyleme, sır.
reng رﻧﮓ (f.i.): 1. renk. 2. hile, oyun. 3. suret, şekil.
reng-āmįz رﻧﮕﺎﻣﯿﺰ (f.b.s.): renk renk, türlü renkli.
resįden رﺳﯿﺪن (f.m.): 1. yetişmek, varmak, ulaşmak, kavuşmak, gelmek. 2. ermek. 3. olgunlaşmak. 4. katılmak.
5. gerçekleşmek, vaki olmak. 6. fırsat bulmak.
revān روان (f.s.): 1. yürüyen, giden, akan, su gibi akıp giden (söz). 2. i. ruh, can.
revāne رواﻧﮫ (f.s.): 1. giden, yürüyen. 2. gönderme.
revĥ روح (a.i.): 1. rahat, gönül rahatlığı.
2. rahmet. 3. hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık.
revnaķ روﻧﻖ (a.i.): parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
reyĥānį رﯾﺤﺎﻧﯽ (a.s.): 1. fesleğen gibi ince nakışlı. 2. bir yazı türü. 3. saf şarap.
reyn رﯾﻦ (a.i.): 1. kir pas. 2. gönül sıkıntısı, iç üzüntüsü [işlenen bir günahtan dolayı].
rıżā-cūyį رﺿﺎﺟﻮﯾﯽ (a.f.b.i.): razı etmeye çalışma.
rifǾat رﻓﻌﺖ (a.i.): yükseklik, yücelik, büyük ve büyük rütbe.
risāle رﺳﺎﻟﮫ (a.i.): 1. mektup. 2. kısa yazılmış küçük kitap. 3. mecmua, dergi. rįş رﯾﺶ (f.i.): 1. yara. 2. s. yaralı. 3. sakal.
rişte رﯾﺸﺘﮫ (f.i.): 1. iplik. 2. ilgi, bağ. rįze رﯾﺰه (f.i.): kırıntı, döküntü, saçıntı, ufak parça.
rū[y] [ی]رو (f.i.): yüz, çehre.
ruħ رخ (f.i.): yanak, yüz, çehre.
rūĥ-efzā اﻓﺰا روح (f.b.s.): ömür arttıran, cana can katan.
rūşen روﺷﻦ (f.s.): 1. aydın, parlak. 2. belli, meydanda, aşikâr.
rūşenāyį روﺷﻨﺎﯾﯽ (f.i.): 1. aydınlık, açıklık. 2. belli olma. 3. bir tarikatın adı.
4. Halvetiye’nin Rūşeni kolunun kurucusu olan Aydınlı Ömer Dede. rūyįn-ten ﺗﻦ روﯾﯿﻦ (f.b.s.): tunç vücutlu, güçlü kuvvetli.
rūz روز (f.i.): 1. gün. 2. gündüz.
rūz ü şeb: gündüz ve gece.
rūze روزه (f.i.): oruç.
rūze-dār دار روزه (f.b.s.): oruçlu.
rüst-ā-ħįz رﺳﺘﺎﺧﯿﺰ (f.i.): kıyamet, mahşer.
S
śabā ﺻﺒﺎ (a.i.): gün doğusundan esen hafif ve latif rüzgâr.
śad ﺻﺪ (f.s.): yüz [sayı].
saǾd ﺳﻌﺪ (a.i.): 1. kutluluk. 2. uğur. 3. s.
kutlu, uğurlu.
śādıķān ﺻﺎدﻗﺎن (a.s.): 1. doğru kimseler.
2. sadakatli, içten bağlılığı olan kimseler.
śadr ﺻﺪر (a.i.): 1. göğüs. 2. yürek. 3. her şeyin önü, başı, ilerisi, en yukarı, en
baş. 4. oturulacak en iyi yer. 5. baş, başkan (reis). 6. kazasker. 7. sadrazam sözünün kısaltılmışı.
Śafā ﺻﻔﺎ (a.h.i.): Mekke civarında bir yer olup hacılar, burası ile Merve denilen yer arasında Hz. Hacer’in gidiş
geliş hareketini remzederek dört defa gidip üç defa gelirler.
śafā ﺻﻔﺎ (a.i.): 1. saflık, berraklık. 2. gönül şenliği, kedersizlik, neşe, zevk ve eğlence.
śafiyy ﺻﻔﯽ (a.s.): 1. temiz, pak, saf, arı.
2. samimi dost. 3. seçkin. 4. halis.
śafįyyullah: Hz. Âdem
saħį ﺳﺨﯽ (a.s.): cömert, eli açık.
śaĥn ﺻﺤﻦ (a.i.): avlu, orta, meydan.
saħt ﺳﺨﺖ (f.s.): 1. katı, sert, çetin, pek.
2. kuvvetli, güçlü, sağlam. 3. güç, zor.
4. sımsıkı. 5. şiddetli. 6. sağanak. 7. kaba, iri. 8. acımasız, taş yürekli. sāħten ﺳﺎﺧﺘﻦ (f.m.): 1. yapmak. 2. bina etmek, inşa etmek. 3. icat etmek. 4. yaratmak, var etmek. 5. yetinmek,
uymak, katlanmak. 6. geçinmek, birlikte olmak. 7. tertip etmek, düzenlemek. 8.
tayin etmek. 9. süslemek. 10. okşamak.
11. donatmak. 12. pişirmek. 13. telif etmek. 14. tedbir almak.
saǾįr ﺳﻌﯿﺮ (a.i.): 1. ateş, alevli ateş. 2. Tamu, Cehennem (Ehl-i saǾįr: cehennemde bulunacak kimseler). ŝāķıb ﺛﺎﻗﺐ (a.s.): parlak ışıklı, aydınlık, parlak.
saķķā ﺳﻘﺎ (a.i.): su dağıtan, saka.
sāl ﺳﺎل (f.i.): yıl.
śalāĥ ﺻﻼح (a.i.): 1. düzelme, iyileşme, iyilik. 2. rahatlık, barış. 3. dine olan bağlılık.
sāle ﺳﺎﻟﮫ (f.s.): senelik, yıllık.
sālik ﺳﻠﮏ (a.s.): 1. bir yola giren, bir yolda giden. 2. bir tarikata girmiş bulunan, derviş.
sālikān ﺳﺎﻟﮑﺎن (a.f.s.): salikler, bir tarikata bağlanmış, bir şeyhe uymuş olanlar.
sālūs ﺳﺎﻟﻮس (f.s.): riyakar, ikiyüzlü. Merd-i sālūs: riyakâr adam.
-sān ﺳﺎن- (f.s.): “benzer, andırır” manalarına gelerek birleşik kelimeler yapar. [Yek-sān: bir gibi].
śarf ﺻﺮف (a.i.): 1. harcama, masraf etme, gider. 2. para bozma. 3. çevirme, döndürme. 4. değişme. 5. gramer, dilbilgisi.
śarf ü naĥv: gr. dilbilgisi.
śayd ﺻﯿﺪ (a.i.): 1. av. 2. avlama, avlanma.
sāye ﺳﺎﯾﮫ (f.i.): 1. gölge. 2. koruma, sahip çıkma. 3. yardım.
sāye-dār دار ﺳﺎﯾﮫ (f.b.s.): 1. gölgeli, gölgesi olan, gölge eden. 2. koruyan, sahip çıkan.
sāye-i Allah, sāye-i Ħudā (f.b.i.): Allah’ın gölgesi. mec. halife.
śayķal ﺻﯿﻘﻞ (a.i.): 1. cilacı. 2. cila aleti.
3. s. parlak, cilalı.
sebk ﺳﺒﮏ (a.i.): 1. bir şeyi eritme, kalıba dökme. 2. ed. ibarenin tarz ve tertibi, üslup, metot.
sebū ﺳﺒﻮ (f.i.): 1. testi. 2. şarap kabı. sebük ﺳﺒﮏ (f.s.): 1. hafif. 2. çabuk 3. ağırlığı, ağırbaşlılığı olmayan. 4. ilgisiz.
sebz ﺳﺒﺰ (f.s.): yeşil, yeşil renkli.
sedd ﺳﺪ (a.i.): 1. kapama, tıkama, kapanma, tıkanma, engel olma. 2. set, tümsek. 3. baraj.
sefįd ﺳﻔﯿﺪ (f.s.): 1. beyaz, ak. 2. zahir, aşikâr, ortada.
seg ﺳﮓ (f.i.): 1. köpek, it. 2. mec.
dayanıklı.
seĥāb ﺳﺤﺎب (a.i.): 1. bulut. 2. karanlık. 3. bulut gibi uçuşan böcekler.
semāǾ ﺳﻤﺎء (a.i.): gökyüzü.
semāǾ ﺳﻤﺎع (a.i.): 1. işitme, duyma. 2. mevlevi ayinlerinde tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi, zikretmesi.
semūm ﺳﻤﻮم (a.i.): 1. sam yeli, sıcak rüzgar. 2. zehirli şey.
senā ﺳﻨﺎ (a.i.): övme, övüş.
seng ﺳﻨﮓ (f.i.): 1.taş. 2. tartı, ölçü, ağırlık.
sepįde ﺳﭙﯿﺪه (f.i.): tan vakti.
ser ﺳﺮ (f.i.): 1. baş, kafa, kelle. 2. baş, başkan. 3. tepe, doruk. 4. uç, kenar. 5. nihayet, son.
ser ü kār: iş güç, canla başla girişilen iş.
serdār ﺳﺮدار (f.b.i.): 1. kumandan. 2. lider, önder. 3. kabile reisi.
ser-efgende ﺳﺮاﻓﮕﻨﺪه (f.b.s.): 1. başını eğen. 2. utanan, utangaç. 3. alçak gönüllü.
ser-endāz ﺳﺮاﻧﺪاز (f.b.s.): çekinmez, korkusuz, fedakar, pervasız.
ser-firāz ﺳﺮﻓﺮاز (f.b.s.): 1. başını yukarı kaldıran, yükselten, benzerinden üstün olan. 2. kıvançlı, onurlu.
serįr ﺳﺮﯾﺮ (a.i.): 1. taht. 2. yatacak yer. śerįr ﺻﺮﯾﺮ (a.i.): 1. bağırma. 2. kalem sesi. 3. gıcırtı.
ser-kār ﺳﺮﮐﺎر (f.b.i.): işbaşı, müdür, kahya.
ser-nigūn ﺳﺮﻧﮕﻮن (f.b.s.): 1. baş aşağı olmuş, ters dönmüş. 2. talihsiz, bahtsız. ser-nihāden ﺳﺮﻧﮭﺎدن (f.m.): 1. başını öne eğmek. 2. başı kesilmek.
ser-pūş ﺳﺮﭘﻮش (f.b.i.): başa giyilen şey, başlık.
ser-serį ﺳﺮﺳﺮی (f.s.): 1. serseri, ötede beride başıboş gezen. 2. boş, beyhude söz.
ser-tįz ﺳﺮﺗﯿﺰ (f.b.s.): ucu, baş tarafı sivri olan; keskin.
setr ﺳﺘﺮ (a.i.): örtme, kapama, gizleme. śevāb ﺻﻮاب (a.s.): 1. doğru, dürüst, uygun. 2. sevap. 3. uygun, yaraşır, münasip.
sevād ﺳﻮاد (a.i.): 1. karalık, siyahlık, karartı. 2. yazı, karalama.
sevār ﺳﻮار (f.i.): 1. binme. 2. ata binme.
3. s. atlı. 4. nehir kıyısı.
sevdā ﺳﻮدا (a.s.): 1. çok kara, çok siyah.
2. karasevda, melankoli. 3. aşk.
seyf ﺳﯿﻒ (a.i.): kılıç.
seyr ﺳﯿﺮ (a.i.): 1. yürüme, yürüyüş; gitme, hareket. 2. yolculuk. 3. gezme, gezinme. 4. eğlenmek üzere bakma
(temaşa). 5. uzaktan bakıp karışmama.
6. gezilecek, görülecek şey.
seyyid ﺳﯿﺪ (a.i.): önder, lider.
śıdķ ﺻﺪق (a.i.): 1. doğruluk, gerçeklik.
2. iç, yürek temizliği. śırāŧ ﺻﺮاط (a.i.): yol. sįb ﺳﯿﺐ (f.i.): elma.
sįb-i zenahdān / źeķan: sevgilinin elmayı andıran çenesi.
sifāl ﺳﻔﺎل (f.i.): 1. testi ve saksı parçaları.
2. çanak, çömlek. 3. fıstık, ceviz, badem kabuğu. 4. orak.
sikkįn ﺳﮑﯿﻦ (a.i.): bıçak, kalemtıraş. silk ﺳﻠﮏ (a.i.): 1. iplik. 2. sıra, dizi. 3. yol; meslek, tutulan yol.
sįmįn ﺳﯿﻤﯿﻦ (f.s.): gümüşten, gümüş gibi, gümüşe benzer.
sįmįn-ber ﺑﺮ ﺳﯿﻤﯿﻦ (f.b.s.): gümüş vücutlu, vücudu gümüş gibi olan. sipāh ﺳﭙﺎه (f.i.): asker, ordu.
sipārden ﺳﭙﺎردن (f.m.): 1. ısmarlamak. 2. teslim etmek.
sipās-dār ﺳﭙﺎﺳﺪار (f.b.s.): hamdeden, şükreden.
sįr şüden ﺷﺪن ﺳﯿﺮ (f.m.): doymak, bezmek, usanmak.
sįret ﺳﯿﺮت (a.i.): 1. bir kimsenin içi, hali, tavrı, gidişi, ahlakı. 2. hal tercümesi. sirişte ﺳﺮﺷﺘﮫ (f.s.): yoğrulmuş, karıştırılmış.
sitįz ﺳﺘﯿﺰ (f.i.): kavga, çekişme. sitįze-rū رو ﺳﺘﯿﺰه (f.b.s.): suratı asık, somurtkan.
sitte ﺳﺘﮫ (a.s.): altı.
siyāh-kām ﮐﺎم ﺳﯿﺎه (f.b.s.): ümitsiz, üzgün.
siyāh-kārį ﮐﺎری ﺳﯿﺎه (f.b.i.): günahlılık, suçluluk.
siyāh-pūş ﭘﻮش ﺳﯿﺎه (f.b.s.): 1. karalar giymiş. 2. yaslı, matemli.
siyāķ ﺳﯿﺎق (a.i.): üslup, tarz.
siyeh-çerde ﺳﯿﮭﭽﺮده (f.b.s.): esmer. siyeh-pūş ﺳﯿﮭﭙﻮش (f.b.s.): 1. karalar giymiş. 2. yaslı, matemli. 3. i. seyis, uşak.
sū ﺳﻮ (a.i.): 1. kötülük, fenalık. 2. kötü, fena.
ŝuǾbān ﺛﻌﺒﺎن (a.i.): büyük yılan, ejderha. śubĥ ﺻﺒﺢ (a.i.): sabah, sabah vakti. śubĥ-dem ﺻﺒﺤﺪم (a.f.zf.): sabah vakti. sūd ﺳﻮد (a.s. ve i.): sevdalar.
sūd ﺳﻮد (f.i.): 1. fayda, kar, kazanç. [Bį- sūd: faydasız, karsız. Çi-sūd: ne fayda, neye yarar.]
śūfį ﺻﻮﻓﯽ (a.i.): 1. tasavvuf ehli. 2. sofu. śūfi-yāne ﺻﻮﻓﯿﺎﻧﮫ (a.f.b.zf.): mutasavvıflara yakışan yolda,
tasavvufla ilgili.
sūħte ﺳﻮﺧﺘﮫ (f.s.): yanmış, tutuşmuş, yanık. Dil-sūhte: gönlü yanmış, kederli. ŝūm ﺛﻮم (a.i.): sarımsak.
sūr ﺳﻮر (f.i.): 1. düğün. 2. ziyafet. 3. şenlik.
sūrāħ ﺳﻮراخ (f.i.): delik, gedik.
sūz ﺳﻮز (f.i.): 1. yanma, tutuşma, ateş, sıcaklık. 2. dert, ıstırap, acı.
süfehā ﺳﻔﮭﺎ (a.s.): 1. sefihler, zevk ve eğlenceye düşkün, parasını pulunu israf eden akılsızlar. 2. huk. iradesine hakim olamayan [kimseler].
süħan ﺳﺨﻦ (f.i.): söz, lakırdı.
süħan güften ﮔﻔﺘﻦ ﺳﺨﻦ (f.m.): 1. konuşmak. 2. bahsetmek, söz etmek. sümūm ﺳﻤﻮم (a.i.): 1. sıcak ve öldürücü rüzgâr. 2. zehirler.
sürħ ﺳﺮخ (f.s.): kırmızı, kızıl, al.
sürūr ﺳﺮور (a.i.): sevinç, neşe, keyif.
süst ﺳﺴﺖ (f.s.): 1. gevşek. mec. tembel.
2. manasız, değersiz [kelime].
Ş
şāħ ﺷﺎخ (f.i.): 1. dal, budak. 2. parça. 3. geyik ve benzeri gibi hayvanların dallı boynuzu.
şām ﺷﺎم (f.i.): akşam.
şāmil ﺷﺎﻣﻞ (a.s.): içine alan, kaplayan, çevreleyen.
şāyesten ﺷﺎﯾﺴﺘﻦ (f.m.): 1. yaraşmak, layık olmak, yakışmak, yakışık almak. 2. mümkün olmak.
şeb ﺷﺐ (f.i.): gece.
rūz ü şeb: gündüz ve gece.
şeb-i tārį : karanlık gece.
şeb-i yeldā: yılın en uzun gecesi (23-24 Aralık)
şebįħūn ﺷﺒﯿﺨﻮن (f.i.): gece baskını.
şeb-rev ﺷﺒﺮو (f.b.s.): 1. gece giden, gece yolculuğu eden. 2. hırsız. 3. dindar.
şefįǾ ﺷﻔﯿﻊ (a.s.): şefaat eden, bir suçun bağışlanması için aracılık eden.
şeġab ﺷﻐﺐ (a.s.): 1. fitne uyandıran. 2. fesat çıkarma, karışıklık, fesat.
şehen-şāhį ﺷﮭﻨﺸﺎھﯽ (f.b.i.): ulu hükümdarlık.
şehr-yār ﺷﮭﺮﯾﺎر (f.b.i.): padişah, hükümdar.
şekk ﺷﮏ (a.i.): şüphe, zan, tereddüt.
Bilā-şek, Bį-şek: şüphesiz.
şemǾ ﺷﻤﻊ (a.i.): mum.
şems ﺷﻤﺲ (a.i.): Güneş.
şenįden ﺷﻨﯿﺪن (f.m.): 1. işitmek, duymak.
2. dinlemek, kulak vermek. 3. farketmek, anlamak. 4. itaat etmek. şerǾ ﺷﺮع (a.i.): Allah’ın emri, ayet, hadis.
şerįk ﺷﺮﯾﮏ (a.i.): ortak.
şerm ﺷﺮم (f.i.): utanma (Bį-şerm: utanmaz).
şiǾār ﺷﻌﺎر (a.i.): 1. alamet, işaret, iz. 2. ayırıcı işaret, ayırt edici âdet.
şįb ﺷﯿﺐ (f.i.): iniş; aşağı doğru eğiklik.
şįb u firāz: iniş ve çıkış.
şikāf ﺷﮑﺎف (f.i.): aralık, yarık, yırtık, çatlak.
-şiken ﺷﮑﻦ- (f.s.): “kıran, kırıcı” manalarına gelerek birleşik kelimeler meydana getirir (Dil-şiken: gönül kıran, gönül kırıcı).
şikest ﺷﮑﺴﺖ (f.s.): 1. kırılmış, kırık. 2. i.
kırma, kırılma. 3. i. yenilme.
şiküfte ﺷﮑﻔﺘﮫ (f.s.): açılmış.
şimāl ﺷﻤﺎل (a.i.): 1. sol, sol taraf. 2. coğr.
kuzey.
-şinās ﺷﻨﺎس- (f.s.): “anlayan, tanıyan, bilen” manalarına gelerek birleşik kelimeler meydana getirir [Ħāŧır-şinās: hatır sayan, hatır kırmayan, hatır bilen]. şįr ﺷﯿﺮ (f.i.): arslan.
şöhre ﺷﮭﺮه (a.s.): şöhretli, ünlü, şöhreti ağızlarda dolaşan.
şūħ ﺷﻮخ (f.s.): 1. hareketlerinde serbest.
2. neşeli, şen ve oynak [kadın]. 3. açık saçık, hayâsız [kadın].
şūħ-çeşm ﭼﺸﻢ ﺷﻮخ (f.b.s.): edepsiz, utanmaz, arsız, küstah.
şuķķa ﺷﻘﮫ (a.i.): 1. parça, kumaş veya kağıt parçası. 2. küçük tezkere, yazı. şūr ﺷﻮر (f.s.): şamata, gürültü.
şükūh ﺷﮑﻮه (f.i.): ululuk.
şümürde ﺷﻤﺮده (f.s.): hesabedilmiş, sayılmış.
T
tāb ﺗﺎب (f.i.): 1. güç, kuvvet, takat. 2. ışık, parlaklık. 3. hararet. (Bį-tāb: takatsiz, güçsüz, yorgun).
ŧabǾ ﻃﺒﻊ (a.i.): tabiat, huy, yaratılış. tāfte ﺗﺎﻓﺘﮫ (f.i.): 1. büzülmüş, katlanmış, bükülmüş. 2. s. yanmış, yanık. 3. s. aydınlık, parlak. 4. s. üzgün, kederli. taħfįf ﺗﺨﻔﯿﻒ (a.i.): 1. hafifletilme. 2. yükünü azaltma.
ŧāliǾ ﻃﺎﻟﻊ (a.i.): 1. tulû’ eden, doğan. Kamer-i ŧāliǾ: doğan ay. 2. talih, kısmet, kader, baht.
ŧaǾm ﻃﻌﻢ (a.i.): 1. yeme. 2. tad, lezzet, zevk.
ŧaǾne ﻃﻌﻨﮫ (a.i.): sövme, zemmetme, çekiştirme, yerme.
tār ﺗﺎر (f.s.): 1. karanlık (Şeb-i tār: karanlık gece). 2. i. tel, saç teli. ŧarįķ ﻃﺮﯾﻖ (a.i.): 1. yol. 2. usul. 3. meslek. 4. vasıta, sebep. 5. tas. bir
velinin Tanrı’ya ulaşması için tuttuğu yol.
tārįk ﺗﺎرﯾﮏ (f.s.): karanlık [Şeb-i tārįk:
karanlık gece].
ŧarrār ﻃﺮار (a.i.): yankesici.
ŧavǾ ﻃﻮع (a.i.): itaat etme, boyun eğme, dinleme.
ŧavf ﻃﻮف (a.i.): tavaf; etrafını dolaşma. ŧavķ ﻃﻮق (a.i.): 1. gerdanlık. 2. takat, güç.
ŧavaśśuŧ ﻃﻮﺳﻂ (a.i.): araya girme, aracılık, ara bulma, aracılık etme. tāzende ﺗﺎزﻧﺪه (f.s. ve i.): koşucu [Esb-i tāzende: koşucu at, yarış atı].
taǾžįm ﺗﻌﻈﯿﻢ (a.i.): 1. büyükleme, ululama, büyük sayma. 2. saygı gösterme, ikram etme.
tebāhį ﺗﺒﺎھﯽ (a.i.): övünme.
tebār ﺗﺒﺎر (f.i.): asıl, soy.
tebeh ﺗﺒﮫ (f.i. ve s.): 1. bozuk, çürük, berbat, yıkılmış, harap. 2. mahvolma, yıkıntı, tükenme.
tebeh-kārį ﺗﺒﮭﮑﺎری (f.b.i.): harâbetme, mahvetme, bitirme.
tef ﺗﻒ (f.i.): 1. sıcaklık. 2. buhar.
teft ﺗﻔﺖ (f.i.): 1. sıcaklık, hararet. 2. öfkelenmek. 3. kızdırmak. 4. salınmak. tehevvür ﺗﮭﻮر (a.i.): öfkelenme, köpürme.
tehį ﺗﮭﯽ (f.s.): 1. boş. 2. zf. boşuna. 3. hünersiz, marifetsiz, bilgisiz. 3. zf. boşu boşuna, nafile.
ŧelāye ﻃﻼﯾﮫ (a.i): ask. öncü, keşif kolu.
telħ ﺗﻠﺦ (f.s.): acı.
tenevvür ﺗﻨﻮر (a.i.): nurlanma, parlama, ışıldama, aydınlık olma.
teng ﺗﻨﮓ (f.s.): 1. dar, sıkıntılı (şey, yer).
- küçük. 3. sıkı, yapışık. 4. zavallı. 5. nadir. 6. zor. 7. bağ, kayış.
ŧennāzį ﻃﻨﺎزی (a.f.s.): cilveli.
tennūr ﺗﻨﻮر (a.i.): 1. fırın. 2. tandır.
teşne ﺗﺸﻨﮫ (f.s.): 1. susuz, susamış. 2. çok istekli.
teşne-gān ﺗﺸﻨﮕﺎن (f.s.): 1. susamışlar. 2. istekliler.
teşvįş ﺗﺸﻮﯾﺶ (a.i.): 1. karıştırma, karmakarışık etme. 2. kargaşa, karışıklık. 3. endişe. 4. telaş. 5. ıstırap. tevaķķuǾ ﺗﻮﻗﻊ (a.i.): bekleme, umma, umulma; arzu etme, isteme.
tevān ﺗﻮان (f.i.): güç, takat.
tevfįr ﺗﻮﻓﯿﺮ (a.i.): 1. çoğaltma, artırma, tasarrufla artırma. 2. tam hakkını verme.
- mal biriktirme. 4. çoğalma. 5. fark.
ŧıyre ﻃﯿﺮه (a.i.): 1. gücenme, darılma. 2. gücenen, darılan.
tįġ ﺗﯿﻎ (f.i.): kılıç.
tįġ-zen زن ﺗﯿﻎ (f.b.s.): iyi kılıç kullanan.
tįr ﺗﯿﺮ (f.i.): ok.
tįre ﺗﯿﺮه (f.s.): bulanık, kara, karanlık (Şeb-i tįre: karanlık gece).
tisǾa ﺗﺴﻌﮫ (a.s.): dokuz.
tisǾįn ﺗﺴﻌﯿﻦ (a.s.): doksan: 90.
töhmet ﺗﮭﻤﺖ (a.i.): suçlama.
tuĥfe ﺗﺤﻔﮫ (a.i.): 1. hediye, armağan. 2. yeni çıkma, hoşa gider, güzel şey. tuħme ﺗﺨﻤﮫ (f.i.): soy
ŧūl ﻃﻮل (a.i.): 1. uzunluk, boy. 2. zaman çokluğu, uzun müddet.
Tūrān ﺗﻮران (f.h.i.): eski İranlılar tarafından Türk diyarına verilen ad. ŧumŧuraķ ﻃﻤﻄﺮاق (f.i.): gösteri, debdebe, söylenişi parlak görünen [ibare], gösteriş, görkem.
türrehāt ﺗﺮھﺎت (a.i.): saçma sapan sözler.
U
Ǿuķūl ﻋﻘﻮل (a.i.): akıllar, zihinler, uslar. ulį اوﻟﯽ (a.s.): 1. öncelikli. 2. üstün. 3. sahip.
ulû اوﻟﻮ (a.i.): sahipler.
ūlü’l-ebśar اﻻﺑﺼﺎر اوﻟﻮ (a.i.): 1. görüş sahipleri. 2. göz sahipleri.
Ǿulüvv ﻋﻠﻮ (a.i.): yükseklik, büyüklük, yücelik.
Ǿurūķ ﻋﺮوق (a.i.): ırklar, kökler, damarlar.
Ǿurża ﻋﺮﺿﮫ (a.i.): hedef, amaç, gaye.
Ǿuşşāķ ﻋﺸﺎق (a.i.): âşıklar.
Uzzā ﻋﺰا (a.i.): Cahiliyye devrinde müşrik Arapların ilah saydıkları üç puttan biridir. Diğer ikisi Lāt ve Menāt’tır.
Ü
üftāde اﻓﺘﺎده (f.s.): 1. düşmüş, düşkün, biçare. 2. âşık.
üftān اﻓﺘﺎن (f.s. ve zf.): düşen, düşerek.
üftān-ħįzān: düşe kalka (gitme).
V
vā kerden ﮐﺮدن وا (f.b.fi.): 1. açmak. 2. çözmek. 3. ayırmak. 4. serbest bırakmak.
vācib واﺟﺐ (a.s.): 1. terki caiz olmayan, yapılması gerekli. 2. yapılması şer’an lüzumlu olan, farz derecesine yakın bulunan. [Kur’an’da zımni delille emredilen: bayram namazları, adaklar gibi]. 3. fels. zorunlu.
vaķǾ وﻗﻊ (a.i.): 1. iniş. 2. şeref, itibar [Bį- vaķǾ: şerefsiz, itibarsız]. 3. görkem. valih واﻟﮫ (a.s.): şaşakalmış, şaşırmış. vām وام (f.i.): borç.
vā-pesįn واﭘﺴﯿﻦ (f.b.s.): son, en sondaki, en gerideki.
vażǾ وﺿﻊ (a.i.): 1. koyma, konulma. 2. tayin etme. 3. kurma, icat etme. 4. mant. bir şeye ad koyma. 5. meydana getirme.
6. duruş, tavır, hareket.
vāżıĥ واﺿﺢ (a.s.): açık, meydanda, belli, kapalı olmayan (söz, cümle).
vech وﺟﮫ (a.i.): 1. yüz, surat, çehre. 2. üst, satıh, düz, yüz.
Vechullâh : Allah’ın Yüzü
vefķ وﻓﻖ (a.i.): 1. uyma, uygun gelme, uygunluk. 2. uygun. 3. tılsımlı dua, muska.
vehel وھﻞ (a.s.): bataklık, balçık.
vehm وھﻢ (a.i.): 1. kuruntu, yersiz korku.
- şüphe, tereddüt.
velā وﻻ (a.i.): 1. yakınlık, sahiplik. 2. efendisinin, azat ettiği köle ve cariyesi ile olan münasebeti ve onlar üzerindeki hakkı.
velāyet وﻻﯾﺖ (a.i.): 1. velilik, ermişlik. 2. veli ve ermiş olan kimsenin hali ve sıfatı. 3. başkasına sözünü geçirme. 4. dostluk, sadakat. 5. tas. Tanrı dostluğu. ver ور (f.e.): ve, eğer.
verā ورا (a.i.): arka, geri, öte.
ver-ne ورﻧﮫ [ve+eger+ne]: yoksa, aksi takdirde.
-veş وش- (f.e.): gibi manasını veren bir benzetme edatı [Mah-veş: Ay gibi]. vird ورد (a.i.): 1. günlük iş. 2. askeri birlik. 3. ateş. 4. dua. 5. zikir.
viśāl وﺻﺎل (a.i.): 1. ulaşma. 2. sevgiliye kavuşma.
vusǾ وﺳﻊ (a.i.): bir işi yapabilme gücü. vuśūl وﺻﻮل (a.i.): ulaşma, gelme, varma, erişme, yetişme.
Y
-yāb ﯾﺎب- (f.s.): 1. yaften mastarından emr-i hazır. 2. “ bulucu, bulan; bulunan, ele geçen” manalarına gelerek birleşik kelimeler yapar. [Nā- yāb: bulunmaz, bulunmayan, Şifā-yāb: şifa bulan, iyileşen.. gibi].
-yāfte ﯾﺎﻓﺘﮫ- (f.s.): “bulmuş, bulunmuş, bulunan” manalarına gelerek birleşik kelimeler yapar (Husul-yāfte: hâsıl olmuş, meydana gelmiş).
yaķįn ﯾﻘﯿﻦ (a.i.): 1. kuşkusuz, mutlaka. 2. kesin bilgi. 3. bilme.
yār-ı ġār ﻏﺎر ﯾﺎر (f.b.i.): (mağara dostu): Hicret esnasında Hz. Muhammed’e mağarada arkadaşlık etmiş olan Hz.
Ebûbekir. mec. çok vefalı, çok sadık arkadaş
yāve-gū ﮔﻮ ﯾﺎوه (f.b.s.): saçmalayan, saçma sapan konuşan.
yāver ﯾﺎور (f.i.): yardımcı, imdatçı.
yek-ser ﯾﮑﺴﺮ (f.zf.): 1. yalnız başına. 2. bir baştan bir başa. 3. ansızın.
yeldā ﯾﻠﺪا (f.s.): uzun [Şeb-i yeldā: yılın en uzun gecesi (23-24 Aralık)].
yemm ﯾﻢ (a.i.): deniz.
Z
-zā[y] [ی]زا (f.s.): “doğuran” manasına gelerek birleşik kelimeler yapar (Fitne- zā: karışıklık doğuran, karışıklık meydana getiren).
-zād زاد- (f.s.): “doğma, doğmuş” manasına gelerek birleşik kelimeler yapar [Nev-zād: yeni doğmuş].
zaĥir زﺣﯿﺮ (a.i.): 1. inleyiş, inilti. 2. iç ağrısı.
žāhir ﻇﺎھﺮ (a.s.): 1. görünen, görünücü, açık, belli, meydanda. 2. zf. elbette, şüphesiz, öyledir ya. 3. zf. galiba, zannederim, umulur ki. 4. zf. görünüşe göre, anlaşılan, meğer. 5. i. dış yüz, görünüş.
zaħme زﺧﻤﮫ (f.i.): 1. vurma. 2. yara. 3. çalgıç, tazene. 4. kudüme vurulan uzunca ve ucu topuzlu değnek. 5. üzengi kayışı.
zaħm زﺧﻢ (f.i.): yara.
zaħm-i çeşm : (göz yarası) göz değmesi, nazar.
żaǾįf ﺿﻌﯿﻒ (a.s.): 1. zayıf, güçsüz, kuvvetsiz, takatsiz, kansız, arık. 2. gevşek. 3. tembel.
zāl زال (f.s.): 1. ihtiyar, aksakallı, zalim, acımasız. 2. (h.i.): eski Fars kahramanlarından meşhur pehlivan Rüstem’in babasının adı.
żamān ﺿﻤﺎن (a.i.): kefil olma, kefillik.
zār زار (f.s.): perişan, bitkin.
zebān زﺑﺎن (f.i.): 1. dil, lisan. 2. anat. dil.
- lügat, lehçe.
zed زد (f.i.): vurma, dövme. zehre زھﺮه (a.i.): çiçek. źeķan ذﻗﻦ (a.i.): çene.
zelel زﻟﻞ (a.i.): 1. eksiklik. 2. s. kayağan [yer]. 3. hata.
zend زﻧﺪ (f.s.): 1. büyük. 2. güçlü, kuvvetli.
zeng زﻧﮓ (f.i.): 1. zenci. 2. üzüntü, keder. 3. saf şarap.
zer زر (f.s.): 1. sarı. 2. i. altın, akçe, para.
zerd زرد (f.s.): 1. sarı. 2. sararmış, solgun, soluk.
zer-keş زرﮐﺶ (f.b.s.): 1. altın tel yapan, sırmacı. 2. altın işlemeli, altın kakmalı, sırmalı.
zihį زھﯽ (a.e.): 1. ne güzel, ne hoş. 2. aferin, bravo!.
zinde زﻧﺪه (f.s.): 1. diri, yaşayan, canlı. 2. dinç, sağlam, güçlü kuvvetli.
zindegānį زﻧﺪﮔﺎﻧﯽ (f.i.): 1. dirilik, hayat.
- yaşayış, geçim.
zįnhār زﯾﻨﮭﺎر (f.e.): 1. sakın! asla, olmaya, aman! 2. i. azarlama.
zįr زﯾﺮ (f.i.): alt, aşağı.
zįr ü zeber : alt üst.
zir-dest زﯾﺮدﺳﺖ (f.b.s.): 1. el altındaki ahali, el altında bulunan aciz (halk). 2. kıdemsiz.
zişt زﺷﺖ (f.s.): çirkin.
žulmet ﻇﻠﻤﺖ (a.i.): karanlık.
zūr زور (a.s.): yalan, asılsız, uydurma (söz).
Züĥal زﺣﻞ (a.h.i.): astr. Sekendiz, Satürn gezegeni. (Nahs-ı ekber sayılır, gam, kaygı vericidir. Ahmaklık, cahillik, pintilik, yalan ve fenalık, bu yıldızın altında doğanlarda olur).
KAYNAKLAR
AK Coşkun, Osmanlıca, Nobel Yayın Dağıtım, 3. bsk., Ankara, 2006.
ATTÂR Ferîdüddîn, Hüsrevnâme, Teshîh-i (Hazırlayan) Ahmed Suheylî Hânsârî, Kitâbfurûşî-i Zevvâr, Tahran, 1339.
AY Zahide, Ortaçağ İranı’nda ve Anadolusu’nda Şîîlik İzlerinin Arka Planı: Alamut Sonrası Nizarî İsmâilîliği (13-15. Yüzyıllar), Önsöz Yayıncılık, İstanbul, 2012.
BARADİN J. K., “Hakîm Nizârî Kuhistani”, Ferheng-i İran Zemin, c.6, y.y., 1377, ss.
178-203.
BAYBURDİ Cengiz Gulam Ali, Zindegî u Eser-i Nizârî, Tercüme-i (Çeviren) Mühnaz Sadri, Tahran, 1370.
BEGDİLİ Azer, Ateşkede, Emir Kebir Yayınları, Tahran, 1336. BEHAR Melik eş Şuera, Târîh-i Sistan, Tahran, 1314.
BİLGİN Orhan, “Nizârî, Hayatı ve Eserleri”, Şarkiyat Mecmuası, VIII, İstanbul, 1972, ss. 49-58.
CAMİ Abdurrahman, Baharistân, Teshîh-i (Hazırlayan) İsmail Hâkemî, İntişarat-i İttilaat, Tahran, 1367.
DAFTARY Farhad, Mediaeval IsmaǾili History and Thougth, The Institute of IsmaǾili Studies, Cambridge University Press, Introduction, Cambridge, 1996.
DE BRUİJN J.T.P, “Nizârî-i Kuhistânî”, EI2, y.y., c. VIII, ty.
DEFTERİ Ferhad, Târîh u Ekâyid-i İsmâilîye, Tercüme-i (Çeviren) Ferîdûn Bedreî, Neşr- i Ferzan Ruz, Tahran, 1375.
DEVELİOĞLU Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, 26. bsk., Ankara, 2010.
EBOO JAMAL Nadia, Surviving The Mongols: Nizârî Kuhistâni and the Continuity of İsmâilî Tradition in Persia, I.B. Tauris in Association with the Institute of İsmâilî Studies, London, 2002.
GÂZURGÂHÎ Kemâleddin Hüseyin, Mecâlis’ul Uşşâk, Kûşeş-i (Derleyen) Golâm Rızâ Tebâtebâyî Muhammed, Tahran, 1375.
KANAR Mehmet, Farsça-Türkçe Sözlük, Deniz Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000. KANAR Mehmet, Türkçe-Farsça Sözlük, Bayrak Yayıncılık, İstanbul, 2007.
KERBELÂ-i Hâfiz Hüseyin, Rovzât’ul Cinan u Cennât’ul Cinan, Teshîh-i (Hazırlayan) Sultân Elkerâyî, c.1, Tahran, 1344.
KHAND MİR İyaseddin, Târîh-i Habib’us Seyr, Zîr-i Nezer-i (Gözetiminde) Muhammed Debîr-i Siyâkî, c.2, Tahran, 1353.
KURTULUŞ Rıza, “Nizârî-i Kuhistânî” Maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 33, İstanbul, 2007.
LEWİSOHN Leonard, Sufism and İsmâilî Doktrine in the Persian Poetry of Nizârî-i Kuhistânî, İran, c. XLI, 2003.
MUSTAVEFİ Hamdullah, Nizhat’ul Kulûb, Çâp-ı Ofset, Tahran, 1362. MÜCTEHİDZÂDE Ali Rıza, “Sad’ul Millet’ul Eddîn Nizârî-i Kuhistânî”, Mecelle-i
Dânişkede-i Edebiyât-i Meşhed, Meşhed, 1345, ss. 71-100 ve 298-315.
NİZÂRÎ KUHİSTÂNÎ, Hakîm Sadüddin, Dîvân, Teshîh-i (Hazırlayan) Seyyid Ali Rızâ Müctehidzâde, be Kûşeş u bâ Dîbâçe-i Muzâhir Musaffâ, c. 2, Tahran, 1371.
OCAK Ahmet Yaşar, Babaîler İsyanı, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011.
PALA İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, 13. bsk., İstanbul, 2004.
PÜRCEVÂDÎ Nasrullah, Mesnevî-i Rûz ü Şeb, Neşr-i Ney, Tahran, 1375.
RÂZÎ Emin Ahmed, Tezkire-i Heft İklim, Teshîh-i (Hazırlayan) Muhammed Rızâ Tâhirî, c.1, İntişarat-i Suruş, Tahran, 1378.
RYPKA Jan, History of İranian Literature, Dordrecht, 1968.
SAFA Zîbhullah, Târîh-i Edebiyât der İran, c.3, bahş 2, Tahran, 1363.
SEMERKANDİ, Devletşâh, Tezkiretü’ş Şuara, Teshîh-i (Hazırlayan) Eduardo Braun, Çâp-ı Ofset, İntişarat-i Esatir, Tahran, 1382.
SHAYESTEFER Mehnaz, “Safevi Döneminde İran ve Osmanlı Toplumsal İlişkileri”,
Misbah, yıl 1, sayı 1, İstanbul, 2012.
ŞİRAZİ Masûm Ali Şah (Nâyib’el Sadr), Teraîk’ul Hakâîk, Teshîh-i (Hazırlayan) Muhammed Cafer Mehcûb, c. 2, Tahran, 1339.
ŞUŞTERİ Gazi Nurullah, Mecâlis-i Mu’minin, c.1, Tahran, 1375.
TEBRİZİ Ebulmecid, Sefine-i Tebriz, Merkez-i Neşr-i Dânişgâhî, Tahran, 1381.
UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, c. 1. Ankara, 1998. YAZIR Elmalılı Muhammed Hamdi, Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Kervan Yayın-
Dağıtım, Konya, 2009.
YILDIRIM Nimet, İran Edebiyatı (Başlangıçtan İslâmiyete Kadar), Pinhan Yayıncılık, 1.bsk., İstanbul, 2012.
İnternetten Faydalanılan Kaynaklar
Âdem, http://www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/01/07.htm
Cafer, http://www.aabf-inanc-kurumu.com/12-imam/imam-cafer-i-sadik/
Nizârî, http://hakimnezari.persianblog.com
XIII/XIV. yy. www.aftabir.com/literature/history/7h-8h_literature_poem2.php
Pürvecâdi,
http://www.studiesincomparativereligion.com/public/authors/Nasrollah-Pourjavady.aspx
DİZİN
A
- Sprenger, 6 Abbasîler, 15 Abdülrahman Câmî, 27
Âb-ı Hayât, 51, 55, 171, 179
Ahkemü’l Hâkimâ, 27, 106, 164
Ahmet Ateş, 13
Akşam, 77, 80, 196
Alaad Dovle-i Simnânî, 1 Alamut, 8, 14, 15, 202
Âlem-i Şark, 58
Âl-i Abbas, 84
Ali oğlu Muhammed, 60
Ali Rıza Müctehidzâde, 28, 29, 203
Allah, 18, 30, 33, 34, 35, 36, 44, 46, 48,
50, 51, 53, 54, 55, 56, 57, 60, 62,
68, 70, 71, 73, 77, 84, 93, 99, 100,
103, 104, 106, 107, 130, 144, 166,
168, 174, 177, 178, 181, 183, 184,
187, 191, 193, 196, 199, 205
Allah’ın Evliyâsı, 30 Allah ü Ekber, 77
Anadolu, 1, 10, 15, 164, 202
Anvârî, 12
Arab Şah, 1
Arapça, 1, 10, 11, 21, 190
Aristo, 7, 15
Âşıklar Meclisi, 27
Attâr, 2, 12, 13, 26, 27, 29, 202
Attâr-i Nişâbûrî, 2
Avrupa dilleri, 21
Ay, 68, 107, 199, 202
Âyati, 7
Azrail, 58
B
Bağdat, 14
Bağ-ı İrem, 61
Baharistân, 27, 202
Bakü, 8, 13, 161
bâtın, 162
bâtıni, 162
Bayburdî, 26, 28, 29
Bâyezîd-i Bistâmî, 7
Bircend, 5, 7, 9, 13, 22, 27, 272, 273
Bostan, 2, 11
Bostân ve Gülistân, 2, 10
Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 1
C
Cafer, 14, 28, 47, 98, 161, 203, 204
Cafer-i Sâdık, 28, 47, 98, 162
Cümâdü’s Sânî, 106
Cevzâ, 86
Cezayirli Muhammed bin Muhammed, 21
Cihan Hatun, 1
Cuma, 76, 164
Ç
Çeşme-i Hayvân, 51
Çeşme-i Nûr, 90
D
Derbend, 8
Derî dili, 10
derviş, 29, 30, 48, 75, 85, 99, 101, 102,
164, 167, 179, 182, 193
dervişlik hırkası, 99, 101, 102
Destûrnâme, 12, 13, 161
Devletşâh, 7, 28, 29, 203
Devrin Hâkimi, 31
Divân, 1, 2, 7, 10, 13, 22, 25, 27, 29,
46, 71, 161, 166, 203
Dört Halife, 22, 179
E
Ebû Süfyân, 19, 74
Ebû-Nasr Ahmed, 21
Eflâtun, 7, 15
Emin Ahmed-i Râzî, 28, 203
Emin-eddin, 30, 31
Emir Hüseynî, 1
Emir Hüsrev-i Dehlevî, 1, 2
Emir Muazza, 25
Ensar, 57
Enverî, 7
Errân, 8
Esedî-i Tûsî, 20, 21, 22, 25 Evgenii Eduardoviç Berthels, 13 Evliyâ, 30, 31, 33, 162, 164
Eyyübî, 14
Ezher ü Müzhir, 12, 22, 26, 161
F
Farruhî, 12
Farsça, 1, 2, 6, 10, 11, 21, 167, 190, 202
Fatımîlik, 6, 162
Fatimî, 7, 14, 15
Fatimî Halifesi el-Mustansır, 14 Fazlullah-ı Esterabadî, 15
Ferhad Defteri, 31
Ferîdüddîn-i Attâr, 26, 29, 202
Ferit Develioğlu, 163, 202
Fesih-i Hâfî, 28
Firavun, 33, 55, 85
Firdevsî, 7
G
- Baradin, 6, 29
gazel, 11, 12, 13, 161, 167
Gazneli Mahmut, 19
Gece, 13, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 24, 25,
26, 36, 38, 41, 43, 44, 45, 60, 62,
65, 67, 70, 72, 74, 80, 81, 85, 87,
88, 89, 90, 97, 162, 196
Gece ve Gündüz, 13, 16, 17, 18, 19, 20,
21, 24, 25, 26, 38, 44, 85, 162, 192,
196
Gülşen-i Râz,
Gün, 25, 41, 71, 73, 74, 76, 77, 78, 81,
86, 87, 90, 92, 95, 192
Gündüz, 13, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 24,
24, 26, 38, 39, 40, 41, 43, 44, 45,
47, 62, 65, 78, 85, 97, 162, 192, 196
Güneş, 16, 17, 18, 19, 25, 36, 41, 43,
58, 59, 62, 63, 66, 67, 69, 82, 85,
86, 90, 91, 164, 171, 179, 180, 185,
188, 196
Gürcistan, 8
H
- Ethe, 6 Habeşiler, 82 Habeşistan, 177 Habib’es Seyr, 29 Habîbullâh, 57 Hadika, 20
Hâfız, 27, 160
Hâfız-ı Şîrâzî, 1, 10, 12
Hâfızîlik, 14
Hâkânî, 12
halife, 7, 14, 22, 82, 162, 179, 193
Halil, 54, 80
Hallâc-ı Mansûr, 7, 29
Handemir, 29
Harezm, 2,3
Hasan-ı Sabbah, 14
Hasan-i Dehlevi, 1
Haydar-i Zave, 20, 21, 29, 30, 32, 45,
100, 276
Haydariye, 29
Hayâm, 7, 12
Hazret-i İmam Ruknettin Hayr Şah, 8 Hazret-i İmam Şah Nizâr, 6
Hazret-i İmam Şemsuddin Muhammed, 8
Herat, 7
Hızır, 49, 55, 84, 101
Hindistan, 1, 10, 14
Hintli, 82
Hoca Abdullah Ensarî, 21 Hoca Rukneddin Mahmud, 29 Horasan, 2, 3, 10, 29
Hurûfîlik, 15
Hüseyin b. Mansûr-ı Hallâc, 29 Hüsrev, 67
Hüsrevnâme, 13, 27, 202
Hz. Âdem, 193
Hz. İbrahim Halil, 33
Hz. Muhammed, 19, 33, 55, 200
I
Iraki, 2
Ivanow, W., 6
İ
İbn Sînâ, 7
İbn Yamîn, 1,12
İbrahim Edhem, 29
İkinci İsa, 31
İlhanlılar, 1,10
İlhanlılar Devleti, 10
İmad Fakîh, 1
İmam Cafer el-Sâdık, 14 İmam Hüseyin, 10, 19
İnne’l Münâfıkîn, 73, 127
İran, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 10, 12, 14, 15,
17, 25, 44, 52, 91, 160, 162, 172,
185, 198, 202, 203, 204, 272
İran Şahı, 44, 91, 162
İsa, 31, 55, 70
İsfahan, 8, 13, 21, 161 İsfahanlı Ali Fethullah, 21 İsfendiyâr, 76
İslâm, 15, 30, 82, 162, 183, 203, 204
İslâmî, 3, 15, 162 İsmail b. Cafer, 14
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 2, 203
İsmâilî, 5, 6, 7, 8, 9, 12,14, 28, 31, 160,
161, 162, 202, 203
İsmâilî Misyonerler, 8
İsmâilîler, 6, 7, 8, 14, 161, 162
İsmâilîlik, 14, 15, 28, 161, 162
İsmâîlîye, 5, 6, 7, 31, 202
İstanbul Üniversitesi, 13,21
K
Kâbe, 89, 168, 183
Kadir, 76
Kaf Dağı, 59, 91, 107
kâfûr, 81
Kânî-i Tusi, 1
Karmatî, 14
Karmatîler, 15
Kart, 7, 8
Kâsım-ı Envâr, 7, 12
Kaside, 8, 12, 13, 20, 21, 22, 25
Kelâm-ı Mecîd, 89
Kelîm, 54
Kenz’ül Sâlikîn, 21
Kerbela, 19, 28, 43, 73
Keykavûs-i Râzî, 1
Kıyamet, 69, 90, 192
Kirmânî, 1
Kuhistan, 5, 7, 20, 96, 160
Kur’an, 162, 199, 203
Kutbeddin Haydar-i Zave, 20, 21, 29,
32, 45, 276
külliyat, 6, 12, 13, 161
kütüphane, 3, 9, 13, 21, 161, 273
L
Lahurlu Münir, 21
Lât, 106
Leningrad, 13
Leonard Lewisohn, 28, 203
literal, 162
M
mahşer, 90, 97, 192
Matlabi, 29
Maveraunnehir, 2, 3
Meczûb-ı Mutlak, 29
medrese, 3
memduh, 7, 8, 12, 161
Meryem, 33, 55, 109
mescit, 3
mesnevî, 5, 6, 11, 12, 13, 16, 17, 20, 21,
22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 32,
33, 36, 45, 46, 47, 48, 49, 51, 52,
53, 60, 160, 161, 162, 163, 203, 210
Meşhed, 130, 185, 203
Meşhed Edebiyat Fakültesi Dergisi, 28 Mevlânâ, 1, 2, 10, 12, 160
Mevlânâ Celaleddin-i Rumî, 2
Mısır, 14, 183
Mihr, 90, 185
Mirâc, 76
mistik, 8, 15, 162
Mistisizm, 8
misyonerlik, 8
Moğol, 1, 2, 3, 4, 7, 10, 11, 15, 160
Moğolca, 11
Moğollar, 1, 2, 3, 5, 8, 11, 14
Muhacir, 57
Muhammed, 8, 54, 57
Musa, 55
Musa b. Cafer, 14 Musta’lîlik, 14
Mustafa, 73, 82, 84
Muttali’ul Envar, 2
münâcât, 32, 34, 162
münâzara, 5, 13, 21, 22, 25, 26, 162
Münzevî, 13
Müşterî, 70
Müzâhir Musaffâ, 13, 25, 28
N
na’t, 32, 34, 35, 58, 162
Nadia Eboo Jamal, 202 Nadya Ebû Cemâl, 13, 28, 31
NaǾîm al-Dîn b. Camâl al-Dîn, 6 Nasîm al-Dîn b. Cemâl al-Dîn, 6 Nasîrüddîn-i Tûsî, 7
Nasrullah Pürcevâdî, 16, 161, 203
Nebîler Sultanı, 35
Nevrûz, 16, 17, 20, 23, 36, 51, 60, 61,
85, 106, 107
New York Üniversitesi, 13 Neyyir-i A’zam, 90
Ni’metullah-ı Velî, 7, 12
Nisan, 51, 106
Nizâmî, 12
Nizâm-i İsfahani, 1
nizâr, 7
Nizârî, 6, 7, 10, 12, 13, 20, 25, 29, 30,
31, 40, 45, 46, 51, 93, 98, 103, 160,
161, 202, 203
Nizârî Divânı
Nizârî-i Kuhistânî1, 5, 13, 27, 28, 202,
203
Nizarîlik, 14, 161, 162
Nusret, 8
O
On İki İmamcılar, 14 On İki İmamcılık, 14
Orhan Bilgin, 13, 160, 202
Orta Doğu, 15
Ortodoks, 15
Osmanlı Tarihi, 2, 203
Osmanlıca, 163, 202
P
padişah, 12, 24, 25, 32, 35, 36, 37, 38,
45, 46, 47, 50, 52, 58, 59, 60, 61,
93, 99, 167, 170, 178, 169, 180,
184, 196
Platinus, 15
Platon, 15
R
Resûl, 84, 107
Resûlallâh, 35, 52
Riue, 6
Rubabnâme, 2
rubai, 12, 29, 161
Rum, 2, 83
Rum diyarı, 2
Rusça, 5, 13
Rûz, 5, 6, 13, 16, 17, 20, 22, 23, 24, 25,
27, 28, 29, 32, 33, 47, 51, 52, 53,
160, 161, 162, 163, 203 210
Rûz ü Şeb, 5, 6, 13, 16, 17, 20, 22, 23,
24, 25, 27, 28, 29, 32, 33, 47, 51,
52, 53, 160, 161, 162, 163, 203, 210
Rypka, 6, 203
S
Sabâ, 16, 18, 21, 38, 39, 40, 41, 64, 65,
66, 67, 68, 69
Sadî, 27, 160
Sadî-i Şirâzî, 1, 2, 7, 10
Sadinâme, 2
Safevi İmparatoru I. Şah Abbas, 1 Safiyullâh, 53
Saint Petersburg Devlet Kütüphanesi, 13, 161
Salavât, 51
Sam Yeli, 67, 194 SaǾd al-Dîn Nîzârî, 6
Sayyid Abu’l-Hamd Mahdî b. Nizâr, 7 Sefernâme, 8, 13, 30, 31, 161
Selçuklular, 10, 11, 15
Selman Saveci, 1
Semerkantlı Devletşâh, 28, 29
Senâî, 7, 12
Sînâ, 2, 7
Sofistik, 8
Sofizm, 8
Sufî, 31
sufîyâne, 31
Sultan Velet, 1, 2
Süleyman, 86
Sünnî, 8, 14, 15, 25, 29, 47
Ş
şah, 13, 17, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 26,
35, 44, 36, 48, 50, 52, 58, 60, 62,
90, 91, 92, 93, 104, 106, 107, 161,
162
Şah İmami Nizârî, 6 Şah Şems, 90
Şah-i Sincan, 29
Şahinşah, 8
Şams al-Dîn b. Muhammad, 7
Şeb, 5, 6, 13, 16, 17, 20, 22, 23, 24, 25,
26, 27, 28, 29, 32, 33, 35, 36, 38,
40, 41, 43, 45, 47, 51, 52, 53, 85,
115, 116, 117, 118, 119, 121, 122,
124, 125, 126, 128, 130, 131, 134,
136, 138, 140, 141, 142, 143, 145,
150, 160, 161, 162, 163, 192, 196,
203, 210
Şeb-i Yelda, 85
Şemseddîn Ali Şah, 7, 13, 17, 20, 22,
23, 24, 35, 52, 161, 162
Şemseddîn Ali Şah Nimrûz, 21 Şemseddin el-Cüveynî, 8
Şemseddin Muhammed, 22
Şeyh, 14, 30, 105, 162, 187, 193
Şeyh-i Kebir, 100
Şeyhlerin Evliyâsı, 31
Şeyhü’ş Şuyuh, 31
Şîî, 25, 47, 161
Şîîleşme, 15
Şiraz, 27
T
Tâceddîn Ebû’l Me’âlî Muhammed b.
Alî, 21, 24
Tâceddîn, 60
Tahran, 13, 167, 202
Takî Kâsî, 6
Tanrı, 17, 19, 21, 28, 45, 164, 166, 167,
169, 177, 189, 197, 199
Tatarlar, 2
Tayyibîlik, 14
Tebriz, 8, 13, 30, 161, 203
Temmuz, 77, 84
terci-i bend, 12, 13, 27, 161
terkib-i bend, 12, 13, 161
tevhîd, 22, 32, 33, 35, 53, 58, 162
Tezkiretü’ş-Şuara, 28, 203
Timur Lenk, 1
Timurlular, 3
Tufan, 54
Tun, 5, 11
Tur dağı, 64
Tûran, 75
Türk Tarih Kurumu, 2, 203
Türkçe, 7, 11, 21, 163, 202
Türkistan, 83, 179
Türkleşme, 15
U
Unsûrî, 7
Uşşaknâme, 2
Uzzâ, 106, 199
V
Vechullâh, 85, 199
Veletnâme, 2
Y
Y. Bertels, 5 Yemen, 14, 176
Yeni-Eflâtuncu düşünce, 15
Yezdan, 99
Yunan, 15
Z
Zave, 29, 276
Zebihullâh Sefâ, 28
Zenci, 63, 76, 82, 83, 201
Zühâl, 70
Zü’l-Celâli Ve’l-İkrâm, 56