Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

İSMET ÖZEL’İN ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME 3

 


 

4.2.4.     Ses, ritim ve ahenk unsurları

İsmet Özel şiirinin yoğun radikal ve vurucu imgelerle örülmüş yapısının hemen yanı başında beliren en önemli
özelliklerinden birisi de şairin, lirik öğeyi daima muhafaza etmiş olmasıdır. Bundan dolayı, Özel’in ilk şiirlerinden
son şiirlerine varıncaya kadar kendini hissettiren coşkulu anlatım, sürekli belirgin bir düzeyde kalır. Ataol
Behramoğlu’nun şairin ilk üç kitabından hareketle yaptığı “İsmet Özel Üzerine” adlı çözümlemesinde "senfonik
şiir” olarak tanımladığı bu yapı, metinlerde meydana getirilen dize içlerindeki ses ve kelime yinelemeleriyle
oluşturulmakta ve şiirdeki anlamın ses, ritim ve ahenk açısından da tamamlanmasına yönelik olarak ortaya
çıkmaktadır.

Özel’in şiirlerindeki bu çoksesli yapıya, “Yinelemeler” genel başğı altında topladığımız “Sesbirimsel
yinelemeler / aliterasyon ve assonans”
ve “Biçimbirimsel yinelemeler” adı altındaki başlıklar etrafında dikkat
çekilecektir.

4.2.4.1.     Yinelemeler

4.2.4.1.1.      Sesbirimsel yinelemeler / aliterasyon ve assonans

Şiir dilinin en önemli özelliklerinden birisi de, dizeler arasında yer alan sözdizimlerinin ritmik bir ses düzeni
içerisinde yapılanarak, ahenkli bir söyleyişle ortaya çıkmasıdır. Bu yapı içerisinde en küçük birim olan harf ve ses
değerleri, “orkestrasyon” adı verilen “dil olayları”nın meydana gelmesinde de temel bir fonksiyon üstlenmektedir.
Seslerin şiir metni içerisinde dizelenişi, sadece şiirin ahengini ve ritmini sağlamaya yönelik değildir. Sesbirimsel
değerler, aynı zamanda metnin anlamının çoğalmasına, farklı çağşımsal değerlerin oluşmasına ve okuyanda ya
da dinleyende yeni anlam değerlerinin meydana gelmesine de olanak tanır.

İsmet Özel’in şiirlerindeki sesbirimsel yinelemelerin önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Şair, metinlerinde yer
verdiği sözcüklerdeki sesleri, hem ahenk hem de anlam açısından “armonize” olmuş bir biçimde kullanmaya
özellikle dikkat etmekte ve şiirin bütünündeki anlamı, sesbirimsel yinelemelerle çoğaltmaya çalışarak “ses-anlam”
uyumunu belirgin kılmaya çalışmaktadır.

Bu bölümün sonuna eklediğimiz “Şiirlerde Yer Alan Seslerin Kullanım Sıklığı” adlı tablodan da anlaşılacağı
gibi İsmet Özel, metinlerindeki sözdizimleri arasında “a, e, i” ünlüleri ile “r, n, k, l, d, m” ünsüzlerini, baskın bir
şekilde ön planda tutmakta; özellikle şiirlerin genelinde ünsüz ses kullanımını, vokal kullanımına yaklaştırarak bir
uyum meydana getirmektedir. Modern sesbilim incelemelerinde ünlülerin ön planda olduğu metinler “daha
sağlam, yavaş ve dalgalı”; ünsüzlerin ön planda tutulduğu metinler ise, “daha değişken, dinamik ve süratli” olarak
tanımlanır. Özel’in ilk şiir kitabı “GeceleyinBir Koşu”da bir araya gelen şiirler de, ünlü ses kullanımlarının daha
yoğun oluşu ve konsonant kullanımındaki denge sebebiyle “yavaş ve dalgalı” bir görünüm sergilemektedir.

Bu ilk dönemki metinlerin ses ve anlam ilişkisi açısından sözü edilen yapı içerisinde olmasında hiç şüphesiz,
Özel’in “beni” etrafında “var olan / verili olan” dünyadan sıyrılarak, yoğun imgelem ve farklı tasarımlarla
oluşturmuş olduğu söyleyiş içerisinde beliren, “hayal” ve “oyun dünyası”nın da payı vardır. Örnek olarak aşağıya
alıntılayacağımız “Acının Omuzlanışı” adlı metinde şair, ünlü seslerin etrafında meydana getirdiği ses
dalgalanması (“i: 30”, “ü: 28”, “e: 27”, “u: 19”, “o: 14”, “ö: 4”) ve özellikle “a” sesini 74, “ı” sesini de 54 defa
yineleyerek assonanslı kullanımlarıyla, şiirde hem ahenk hem de anlam olarak bir bütünlük oluşturmak
istemektedir:

K a dını bir gürültüye s a pl a dıl a r.

Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı

k a hk a h a mın düşürdüğü çiçekleri bul a m a dıl a r
fırtın a lı bir geceydi çünkü bul a m a dıl a r
bomb a l a r, bö sesleri, s a v a ş a l a bora sı...

Y a ş a m a k bir tıkırtıydı, a ldırm a dıl a r.

Çocukl a rın düşlerinde bir Ma rkut
bir kurb a ğ a zıplıyor y a ş a m a mızd a n
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
M a rkuuuut! Torb a nı s a rkıt.

Her doğ a l güzelliğin bir ucund a a pta llık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

K a dın. K a dını bir dilime ka tık ettiler
M a rkuuuut! Torb a nı s a rkıt.
Siz büyüyün ka n kuşl a rı siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkm a yın
korkm a yın ölüm bir b a şk a a ğzıdır y a ra s a l a rın.
A şınmış eşikler, a şınmış y a yg a ra l a r
a sl a n gibi bir koc a sı v a r mıydı bu k a dının?
Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)

Yukarıdaki şiirle dikkat çektiğimiz yoğun vokal kullanımlarını, Özel’in bir çok şiirinde görmek mümkündür.
Özellikle “Geceleyin Bir Koşu”da biraz evvel sözünü ettiğimiz ses-anlam ilişkisi dolayısıyla bu tür kullanımlara
çokça rastlanılır. Örneğin “Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli” adlı şiirin aşağıya alıntıladığımız dizelerinde yine sıkça
kullanılan ünlü seslerin yanı sıra, “n” ve “r” sesleriyle oluşturulmuş olan aliterasyon dikkat çekmektedir. Şiirde
58 kez yinelenen “n” sesini, özellikle “-an, -en” biçiminde partisip şekliyle kullanan şair, “beni” etrafında
çevrelenmiş olan dünyadan hareketle kendini tanımlama gayretine girer. Bu şiirde 54 defa, şairin tüm metinlerinde
ise en çok tekrar edilen konsonant olan “r” sert sessizi, Özel’in içerisinde bulunduğu ortamdan çıkmak
istemesine ve dayatılan değerler karşısında “saldırgan” bir tavır almasına işaret etmektedir:

Gecenin r üstlüğünden her kes kuşkulanı r
ko r kulur o kuş yüklü iniltiler den
ve mor ağnı gecenin kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler adına

bütün fotoğ r aflar ını yakan
yakan ve bekleyen.

Çar par yüzü bi r çocuğun mezar lar a
yine de ağar tamaz tanımını gecenin.
Ezgisiz ama esnaf bakışlarıyla soyunan bir kadın
ayartılmaya uygun o çok baygın ye r ler im
ağartamaz
çünkü çocuklar yağız bir öpüşle korunur
ben yakar ım çağımın eller ini. Ben bekliyenim.
Gecenin kıyısında benden konuşulur.

Kar a bi r i r in akıyor

öpünce o yıkılmış gülüşünden çocuklar ın.

Kar a bi r salgıdı r çünkü büyük

serüvenler ve çocukların soluk alışları da.

Ürker herkes üşümüş bir anahtar olagelmekten
bi r çocuğun şehr i çar par yüzümün var oşlar ına.

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

Alışılmamış bağdaştırmalarla kurulu söyleyişin sınırlarına yaklaşıldığı metinlerin hemen hepsinde dikkat çeken bu
durum, radikal imgelerin sert ve yıkıcı havasında ortaya çıkan şiirlerde ise “daha dinamik ve süratli” bir yapı
ortaya koymaktadır. Nitekim şair, “Partizan” şiiriyle aralanan ve izleksel olarak tüm şiir evreninde devam eden
“devrimci duyarlılık”la ve kendi varlık alanının imkanlarını önceleyerek eklemlenmek istediği dünyayı
tanımlarken takındığı antikonformist tavırla yazılan şiirlerinde, özellikle sert konsonantları (“t, k, r, d”) çok daha
sık tekrar etmektedir. Örneğin aşağıya “Evet, İsyan” adlı şiirden alıntılayacağımız dizeler, sert sessizlerin şiirin
bütünündeki “yıkıcı” ve “sert” havasına koşutluk kurarak dizelenmekte ve metnin derin yapısında, anlam
açısından çoğalma meydana getirmektedir:

Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
ğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların
onu yaralar kıpırdatıyor
ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
içimize güneşler rakan nal sesleri.

Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
varınca bayrakları, marşları duyuyorum
başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor
durup dineliyorum bütün taframla
tün taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal yüreklerin olduğu orda.

(...)

Ay vurunca çatlatır ğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aş kî yüreklerini.
(...)

Ben merd-i meydan

yani toprağın ve kanın gür

güllerin bin yıllık mezarı bendedir

yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.

Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.23)

Buraya kadar örneklenen metinlerden de anlaşılacağı gibi İsmet Özel’in şiirlerinde, kimi zaman aliterasyon ve
assonans şeklinde yapılanan sesbirimsel yinelemeler, şairin temalarıyla da bütünlük oluşturarak meydana
gelmektedir. Örneğin “Evet, İsyan”dan yukarıya alıntıladığımız dizelerde de sıkça tekrar edilen “t” ve “d”
ünsüzleri, “hor görülen” ve “tiksinti duyulan” bir ortam içerisinden sert ve yıkıcı bir tavırla çıkıp kurtulmak
istencini imleyerek açımlanır ve şairin bu izlekteki tema değerleriyle bütünlük kurar. Ses birimleriyle kurulan bu
izleksel bütünlüğe, “Of Not Being A Jew” adlı şiirden alıntıladığımız aşağıdaki dizelerle de işaret etmek
mümkündür:

(...)

bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gi ttim bir kuyudan su çek tim
halka boynumdan geç ti
geç ti boynuma kemend
d
harfine bak dedim

nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin

harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri

harf ol harfle birlik te kıyam e t
harf of harfler ummanına ba t
çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
çünkü böndür al tında kaldığım töhme t
uğradığım kinayeler bön ve berbat.

Eve t, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim

taran tula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
taran tulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim

razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan

tabiattan rıza dilenmeyeceğim.

(...)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16)

İsmet Özel’in kendi şiiri dili içerisinde ortaya koyduğu ve bir tür üslûp özelliği olarak geliştirdiği sesbirimlerine
ait bu tür kullanımlar, şiir metni içerisinde biçimbirimsel yinelemelerin de yardımıyla uyum içerisinde ortaya
çıkmaktadır. Şairin tüm metinlerinde yer alan ünlü ve ünsüz sesleri, toplu ve ayrı olarak, hangi sıklıkla
kullandığını aşağıdaki tablodan takip etmek mümkündür:

4.2.4.1.2.      Biçimbirimsel yinelemeler

İsmet Özel’in şiirlerde yer alan biçimbirimsel yinelemeler, metin içerisinde belirgin kılınmak istenen anlama bağ
kalınarak meydana getirilmekte; dolayısıyla da herhangi bir şiirde biçimbirimsel yinelemelerin birçok çeşidi bir
arada bulunabilmektedir. Örneğin şair, bir metninde “ön yineleme”lerle işaret ettiği anlamı yine aynı şiirinde hem
“art yineleme”yle hem de “kıvrımlı” ya da “ikiz yineleme” ile işaret edebilmektedir.

Özel’in şiir diline olan hakimiyetini ve sözcükleri kullanmadaki maharetini sergileyen bu durum, çoğu zaman
şiirin ahengini sağlayan önemli bir yapı unsuru olarak da dikkat çekmektedir. Şairin metinlerinde öne çıkan
biçimbirimsel yinelemelerin söz konusu olan bu yapı içerisindeki görünüşlerini, “Ön yineleme”, “Art
yineleme”, “Ba
ğlaç, ünlem ve edat yinelemesi”, “Kıvrımlı yineleme”, “İkiz yineleme”, “Sözdizimsel
yineleme”, “Ek yineleme”,
ve İkileme, pekiştirme ve yansımalı sözcükler” başlıklarıyla incelemek
mümkündür.

4.2.4.1.2.1.       Ön yineleme

Birbiri peşi sıra gelen dizelerin baş tarafındaki sözcük ya da sözcük gruplarının tekrar edilmesiyle oluşturulan “ön
yinelemeler (anaphora)”, şiirdeki anlamın ritme bağlı olarak pekiştirilmesine yönelik olarak meydana
getirilmektedir. İsmet Özel’in ilk metinlerinden son metinlerine kadar rastlanılan bu tür yinelemeler, bir kavramın
ya da metnin bütünü içerisinde önem arz eden bir eylemin, hem altını çizmek hem de anlam alanını genişletmek
için oluşturulmaktadır.

Örneğin şairin “Bakmaklar” adlı şiirinden örneklediğimiz aşağıdaki dizelerde, ön yineleme olarak iki defa tekrar
edilen ‘tabut’ kelimesi, bendin bütününde yaratılmak istenen imajın merkezinde yer alan bir kavram olarak
karşımıza çıkmakta ve ‘bırakıp gitmek’, ‘ölü bir erkek’ ve ‘kurutulmuş anı’ sözcükleriyle aralanan anlam alanının
genişlemesine yardımcı olan çağşımsal yapısıyla dikkat çekmektedir. Yine Özel bu yapıyı, ‘beklemek’ fiilinin
yöneldiği ‘aydınlık’ ve ‘ses’ kelimelerinin imajinatif anlamlarını hissettirerek, ‘anne’ ve ‘baba’ imgesinin
sınırlarına yaklaştırmaktadır:

(...)

Oysa babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü
anlatacak şeyleri vardı, eğilip kalkmaları
dualar okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.
Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi
hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla
GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi
bir tabut kalmıştır akşam olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.

Anam kirliserin penceresinde doğanın
uykusu ayaklanır kanı birikir saçlarına
gözlerine uyuşuk bir hınç siner artık
ölü bir erkeği almıştır yatağına
o soğuk ölüyü, o kurutulmuş anıyı
birdenbire benim ağzıma takılır herşey
giderim akşama özgü göğsümü açmaya.

(...)

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

Yukarıdaki şiirde yer alan yapının bir benzerini şair, “Kan Kalesi” adlı metninde ‘kaldırmak’ eylemi etrafında
yinelediği sözcüklerle meydana getirmektedir. Söyleyişin etkin kılınması için iki defa tekrar edilen ‘yufka mıdır’
söz grubuyla açımlanan şiirdeki anlam, şairin dünya karşısında nasıl bir tavır alacağını kesin olarak ifade edişiyle
zenginlik kazanmaktadır. Metinde iki defa yinelenen ‘koca bir tomruk’ metaforunun, ‘kaldırmak’ fiiliyle meydana
getirdiği anlam ilişkisi etrafında ortaya konan bu tavrın, şiirin başğındaki ‘İsyan’ kelimesinin de anlamını
kuvvetlendirecek bir yapı içerisinde oluşu ayrıca dikkat çekmektedir:

(...)

Yufka mıdır

yufka mıdır benim bakışım dünyaya
ki acılarıyla başlatırım insanları
derimi yalayarak geçen mevsim

beni alır şehirden yıpranmış bakışlarla
her askere gidenin, her tören yorgunun
kondurur kemerinin kaşına.
Böylece ben, o küskün, o karışmayan dehliz
koca bir tomruğu yüklenirim arkadaşlarla
koca bir tomruğu kaldırıp kaldırıp
kümbetlere, bitkinliğin bordasına...

(...)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

İsmet Özel’in şiirleri arasında ön yinelemelerin, hem kullanım sıklığı hem de metnin anlamıyla birebir
bütünleşmiş olması bakımından en çok dikkat çeken şiiri “Of Not Being A Jew” adını taşımaktadır. Şair, bu
metninde ‘inmek’ ve ‘inlemek’ eylemleri etrafında örgülediği dizelerinin imgesel anlamlarını, tam 15 defa
yinelediği ‘bir kucak sadece’ şeklindeki söz grubundan sonra yer verdiği sıfatlarla tamamlamaktadır:

İniyorum kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
(...)

(...)

iniyorum ama indirilmedim

iniyorum çalıntı tahtımı terkederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
(...)

İniyor ve inliyorum

nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil

bir kucak
sadece bir kucak
açılınca açıkları kapatan
acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
(...)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.10-23)

İsmet Özel’in şiirlerinde öne çıkan diğer ön yinelemeleri de aşağıdaki gibi örneklememiz mümkündür:

Kuş damdan düşünce

sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün

bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan

(...)

(“Kuşun Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)

(...)

Benliğim kurtlanmış bir çocuğu

sıkıştıradursun beynimde
yengiyi yabanca söken

avucunun

avucunun ğürtlenlerine abanmak istiyor canım
böyle geçiyor içimden.

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

(...)

Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor
köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?

Asfalt yakıyor genzimi

asfalt adamlarını topluyor aramızdan

yıkılıp omuzdaşlarının seslerine

yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.

(...)

(“Evet, İsyan, Evet, İsyan, s.22)

(...)

Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye
torna tezgahlarında demir.

Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyü
şümdür yeryüzünün halleri
(...)

(...)

gözlerim nemli değil.
gözlerim namlu.

(“Aynı Adam”, Evet, İsyan, s.33)

Yaşamak güzeldir

gözlerim daha güzel

gözlerim daha güzel halka bakınca
(...)

(“Yaşatan”, Evet, İsyan, s.40)

Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.

(...)

(“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)

(...)

Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
(...)

(...)
şündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
şündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.

Bıkmadım

koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
(...)

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)

İnsan

eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı

geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
(...)

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku

işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.

(...)

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.

Ölümler

ölümler e ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

(...)

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)

Dudaklarından kalkarken boynun kurcalar beni
bir yanımı kara çıbanlara saldılar, ıslak
bir yanım hiç ayrılmamıştır, gümeçlerde saklıdır
(...)

(...)
kan değildir dostlarımın çakşırına bulaşan
kan değil, mürekkep lekesi ben bilirim
çünkü birgün gerçekten kan aktığında
ölüm çiçeklerin yırtıcı dülgerliği sanılacaktır
(...)

(...)

bana soru sor artık

beni kurtarma,konuştur

beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.

(“Sevgilime İftira”, Erbain, s.154-155)

Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
şünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
(...)

(“Akla Karşı Tezler 1”, Erbain, s.185)

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar

kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

(...)

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni

Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şey i gördüm içim rahat
(...)

(...)

verin bana

verin taammüden işlediğiniz suçları da.

(...)

üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?

Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında

Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.

Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.

(...)

(Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin

Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken, s.7)

Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle

Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf

Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
(...)

(“Dişlerimiz Arasındaki Ceset”,

Cellâdıma Gülümserken, s.12)

(...)

nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam
nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru, selvileri zor durumda bıraktım
(...)

(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)

(...)

Güzel; ama bir pürüz var

Güzel; ama başıma kim bilir ne bela açar

Güzel; ama daha temiz olabilirdi.

(...)

(“İkinci Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.65)

(...)

Aradıkça dirisin

Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.

Aradın ve anladın

(...)

Bak işte

Bir parça kuru ekmek

Kim bilir kim şürmüş

Kim bilir kim ekmeği bir kenara

Ayak altından çekmiş.

(...)

Bu bahçede her şey hayran olunmak için

Her şey kendine özen göstermiş

Her şey kendine öyle bakıtıyor ki

(...)

(Üçüncü Bab: Şivekâr’ın Yolculuğudur”, Bir Yusuf Masalı, s.77-89)

(...)

Dönem sonu sınavlarının yaklaşğı aylarda zonk

Her zonklayışta bir zarafet bulmadılarsa çatlardılar

Her zonklayış melâle aşina her hal ü kârda domino

(...)

Gök

Gök müydü dönmek için can atılacak taraf

Göktü evet gizlice göz kırptı öldürene

Göktü aynı gökyüzüydü ölene el altından

Tanışıklık veren de

(...)

(...)

Aklını yormak

Benim arkadaşlarıma göre yabancıların işi

Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda uçana

Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine batırana

(...)

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.56-57, 64)

(...)

Bu ses tabiat kanunlarıyla aynı evde kalmaz

Bu ses tabiat kanunlarının kapı komşusudur

Bak nasıl patır patır meyveler

Bak yıldızlar nasıl şangır şungur.

(John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 3”,

Of Not Being A Jew, s.97)

(...)

sonuçta bir

mücerret sen bir mücerret o

tecritten başka gereklilik fark edene aşk olsun

boğdular dirhemle yaşamakları tafsilata

boğdular bende beni benim bana

(...)

(John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 3”,

Of Not Being A Jew, s.97)

4.2.4.1.2.2.       Art yineleme

Art arda gelen dizelerin sonundaki sözcük ya da sözcük gruplarının tekrar edilmesi ile meydana getirilen
biçimbirimsel yinelemelere “art yineleme (epistrophe)” adı verilmektedir. Yalnızca ritim için değil dize sonundaki
sözcüğün metnin bütününe kattığı anlamı pekiştirmek ve vurgulamak için de kullanılan bu yineleme türü, İsmet
Özel’in şiirlerinde çok fazla kullanılmamaktadır. Bunun sebebi ise, şairin hem ritim hem de anlama yönelik olarak
dize sonlarında oluşturduğu yinelemelerini, devam eden dizelerin başında ya da ortalarında tekrar edip, ritmin ve
anlamın devam etmesini öncelemesindendir.

“Kıvrımlı yineleme (anadiplosis)” olarak adlandırılan bu tür biçimbirimsel yinelemelere, Özel’in şiirlerindeki
görünüşleri de örneklenerek daha sonra değinilecektir. Burada, şairin metinlerinde art yineleme olarak öne çıkan
bir iki kullanımın üzerinde durmak istiyoruz. Bu kullanımlardan en dikkat çekeni, ön yinelemeyi örneklerken de
üzerinde durduğumuz “Of Not Being A Jew” adlı şiirde görülmektedir.

Şair, tam 15 defa yinelediği ‘bir kucak sadece’ şeklindeki söz grubundan sonra yer verdiği sıfatları, ‘değil’
sözcüğünün anlam alanı içerisinde kullanarak ‘inmek’ ve ‘getirmek’ istediği ‘kucağın’ niteliği hakkında bilgi
vermektedir. 13 defa tekrar edilen ‘değil’ olumsuzlaması, her dizede kendinden önce gelen 2 sıfatla birlikte farklı
çağşım alanlarına yönelerek genişler. Bu alanlar, her dizede kullanılan birinci sıfatın sonraki gelen sıfatla
kurduğu anlam örtüşmesiyle birlikte daha da etkin kılınmıştır. Örneğin ‘genç’ olmayan ‘kucak’, aynı zamanda
‘diri’ de ‘değil’dir. Burada diriliğe, gençliğe ait bir özellik olarak işaret edilmesi dikkat çekmektedir. Aynı şekilde
yorgunluk da yaşlılığın hemen yanı başında zikredilerek, sıfatlar arasında da farklı çağşım alanları meydana
getirilmek istenmiştir:

İniyor ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı . değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.13)

Özel’in 1963 yılında yayımlanan ilk şiirlerinden biri olan “Kuşun Ölümü” adlı metin, kısa olmasına rağmen hem
anlamını hem de ritmini art yinelemelerle sağlaması bakımından dikkat çekmektedir. Alışılmamış bağdaştırmalarla
şiirinin anlamına dair farklı tasarımlar meydana getirmeye çalışan şair, dize başlarında ve sonlarında tekrar ettiği
sözcüklerle de bu anlamın devamına olanak tanımıştır. Özellikle ‘ölüm’ kelimesinin imajinatif değeri, ‘düşmek’
eyleminin yöneldiği farklı anlam aralıklarıyla çoğalmakta ve şair, mısra tekrarlarının da yardımıyla, kişileştirmiş
olduğu ‘kuş’ imgesinin bu anlam alanlarıyla örtüşmesine meydan vermektedir:

Kuş damdan düşünce

sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü

kansız yüzleridir diri kuşların
kuş şünce damdan

kuş şünce damdan

kızlar saçlarıyla ölümü şünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi arıyor

gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce

öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini.

(“Kuşun Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)

İsmet Özel’in şiirlerinde öne çıkan art yinelemelerin, meydana getirildikleri dizelere aşağıdaki gibi işaret etmemiz
mümkündür:

(...)

Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
(...)

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

Böylece dingin bir kaşıntı gibi açılır dünya

benzi aldırışsız ağaran dünya

hınçlar ve revolverler uçuşur

kabuklu yüreklerinde bazı adamların.

(•••)                                                                ..                      .

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

(...)

Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları, analarımız
aşererken toprak yiyen analarımız

yüreğimin palamarlarını çözüyor aya karşı

gökçe sancım zonkluyor bileklerimde

zonkluyor talaşlar, talaşlar

şakağıma vuran balyozun talaşları.

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

(...)

Kızkulesi beyaz iken

Yaşamak evlat acısı

Kaça çıkar diye sorduk

İş çıkardı başımıza

Çirkin ördek palaz iken

Keşişleme poyraz iken

Ümitgillere gece yatısı

Ağu dendi aşımıza.

(“Kızkulesi Beyaz İken, Of NotBeingA Jew, s.37”)

(...)

Oraları elleme

Bu sıkıcı konuyu kapat

Bu defteri kapat

Pencereyi kapat

Perdeyi çek

Fermuarı da

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 20”,

Of Not Being A Jew, s.147)

4.2.4.1.2.3.       Bağlaç, ünlem ve edat yinelemesi

Bu yinelemeler, sözcükler arasında, bilinçli olarak, gerek aynı türden gerekse başka türden bir çok kez bağlaç,
ünlem ve edat kullanılmasıyla meydana getirilmektedir. İsmet Özel’in şiirinde bu tür yinelemelerle kullanılan
bağlaçlar ve ünlemler, metnin anlamını kuvvetlendirmek ve söyleyişin ritmini hızlandırmak için oluşturulurken
edatlar da, benzetme yoluyla yapılan alı şılmadık bağ daştırmaların ş iir içerisindeki fonksiyonunu
belirginleştirmeye yönelik olarak ortaya çıkmaktadır.

Örneğin aşağıya örnekleyeceğimiz “Çağdaş Bir Ürperti” adlı şiirde kullanılan “ve” bağlacıyla, “İçimden Şu Zalim
Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” şiirindeki “ne.. ne” bağlacı, metnin anlam açısından
çoğalmasına, dizeler arasındaki bağlantıya ve şiirin ritminin aralıksız devamına önemli oranda katkı sağlayacak bir
yapıyla ortaya çıkmaktadır. Özellikle “ne..ne” kullanımı, şairin olumsuzladığı izleklerin net olarak anlaşılmasında

önemli bir görev üstlenmektedir:

(...)

Ve asfalt orada
ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını anlatıyordu

(...)

Zedelenmiş ıtır kokuları duyulur
ve kana karışan kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
ve tomurcuklanan bir yerimin
demek ki benim haylaz ve militan
bir yüreğim.

(•••)                                                                ..                      .

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

(...)

biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz

öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu

ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır

dev iştihasıyla bende kabaran aş
yetmez karşılamaya.

(...)

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır / Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

Özel’in şiirlerinde en çok “ey” ünlemi kullanılmaktadır. İsmet Özel şiirinin yüksek sesle okunmasına da olanak
tanıyan bu ünlem, çoğu zaman dize başlarında tekrar edilerek şiirdeki ritmin sürekli kılınması öncelenmiş; kimi
zaman da dize içlerinde yinelenerek, söz konusu olan ritmin metnin bütününe yayılması sağlanmıştır. Aşağıya
“Kaçmak İsterken Vuruldu” ve “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler”in 7. bölümünden alıntılayacağımız dizelerde bu
türden kullanımları görmek mümkündür:

Ey pazarlıkçı dul kadınların dillerindeki yapışkan!

Ey kusurları tadat edip vakit öldüren tembel amcazadeler!

Ey gişelerin önünde sabırsızca bekleşenlerin bahanesi!

Ey gövdelerin pişmanlığı!

Ey en çürük meyvesi dünya dillerinin!

Bayramın hamursuzu!

İftar vaktinin kuşkusu!

Haçın dumuru!

Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

(“Kaçmak İsterken Vuruldu”, Of Not Being A Jew, s.38)

Adını 'bir gün fazla yaşamak' koyduk.

Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!

Ellerin ve doğurtucu başdöndüren macerası!

Ey toprağın ve rahmin tükenmez hünerleri!

(...)

(“Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler 7”, Evet, İsyan, s.35)

Şairin metinlerinde yer alan edatlar ise, daha çok bağlaçlarla birlikte kullanılmaktadır. Okuyanda ve dinleyende
farklı çağşım alanları meydana getirmeye yönelik olarak yapılan alışılmamış bağdaştırmaların bir kısmı, özellikle
“gibi” ve “için” edatlarıyla oluşturularak, şiirde anlam çoğalmasına imkan tanınmaktadır. Aşağıya örneklediğimiz
“Davun”, “Bir Devrimcinin Armonikası” ve “Üç Frenk Havası” adlı metinlerde, hem edatların kullanılış
biçimlerini hem de bağlaçlarla birlikte yinelenerek şiirin ritmine olan katkılarını görmek mümkündür:

Leş yiyen akçıl kuşları severim çünkü
akçıl göçmen kuşları çünkü
çünkü
özentisiz taşra yanakları
gibi çarşılara ilişkin
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.

(...)

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.29)

(...)

ve anamın kanserine alıştım

ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere

bir vitrin gibi

bir bıçak, bir
setre.

(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

(...)

Azıcık gece alayım yanıma yalnız

serçelerin uykusuna yetecek kadar gece

böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
(...)

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.24-30)

İsmet Özel’in yukarıda örneklediğimiz şiirlerinin dışında, öne çıkan bağlaç, ünlem ve edat kullanımlarıyla
meydana getirilen yinelemelerin, dize içlerindeki görünüşlerine de aşağıdaki gibi işaret edebiliriz:

(...)

Ne beklenebilir artık namlulardan.

Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.

Yırtarak açtığımız zarflarda

büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağşımı, ne karabasan

(...)

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.9)

(...)

çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çevik ne de ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer

daha kankusturucu

sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.

(...)

(“Mazot”, Erbain, s.145)

(...)

Bekleyiş arzından kovsunlar bizi

Ne Yemen biraz öncemiz diyelim
Ne biraz sonramız Meksika

(...)

(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.21)

Kâfirdi o ki kısa bir müddet

Aklından mühim şeyler geçiriyormuş gibi susup

Bekledi bekletti işkilleri varmış gibi dingildedi
(...)

Ama kâfirde nâtıka ne gezer
Sarahatten kâfire ne.

Beni atacaklar mıymış ben mi atlayacak mışım

Ne olmuş ne oluyor ne olacak

(...)

(...)

Ne zavallı şey! Ne Grek ne İbrani ne Latin
(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6”,

Of NotBeingA Jew, s.103-107)

(...)

Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

(...)

ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti sana
bir karşılık vereceğim.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

(...)

Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!

Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!

gelin ve boğdurun bu köleleri.

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)

(...)

ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)

Ey sökülmüş cep! Ey ıslak yorgan!

Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran!

Yardım et! Yardım et!

Bana ilah mahvedecek
bir uzuv lazım.

(...)

(“Birinci Bab: Şivekâr’ın Çıktığıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.41)

(...)

aşk için karnıma veğsüme

ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

(...)

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)

(...)

Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e
(...)

(Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi, Cinayetler Kitabı, s.26)

(...)

ona cinleri sığındıran ay korkusudur
ne gümüş bir çocukluk ölüler gibi sağlam
ölüler gibi soyunmuş artık korkularından
onu ben ne kadar buldum desem yok olur
çünkü girilmez tarlasına ay kokusundan

(...)

(“Karoon”, Erbain, s.19)

(...)

Öyle sessiz, öyle gelişmeyen bir yangına

bir insan kıvranışını bırakırmış gibi

bir acı sağlanırmış gibi sol böğrüme

ellerime Mori’yi eklerdim.

Ağzım ağızla doluydu mermilerden önce.

(...)

(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20-21)
(...)

Ah, bu hep zaten böyle oluyor

İnsanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor

Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil

Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar

(...)

Yusuf'un güzelliği

Bir çarpışma gibi içrek

Bir savaş gibi yaman

Terk ediş uyandırmıyor gidişi

Bir kalış sunmuyor durduğu zaman

(...)

(“İkinci Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.54, 62)

4.2.4.1.2.4.       Kıvrımlı yineleme

Bir dizedeki son sözcüğün, daha sonra gelen dizenin başında tekrar edilmesiyle oluşturulan yinelemelere “kıvrımlı
yineleme (anadiplosis)” adı verilmektedir. “Çapraz tekrarlama” da denilen bu tür yinelemeler, İsmet Özel’in
şiirinde sıkça kullanılmaktadır. Fakat şair kıvrımlı yinelemeleri, sadece yukarıda tarif edildiği şekilde meydana
getirmez. Özel’in kimi dizelerinde bu biçimde yinelenen sözcükler, kıvrımlı yineleme tabirine tam da uygun
olarak, devam eden dize içerisinde de tekrar edilir. Şair, bu kullanımıyla şiirin ritmini arttırırken, öncelemek
istediği anlam üzerinde de vurgu meydana getirmiş olmaktadır.

İsmet Özel’in yukarıda dikkat çektiğimiz biçimiyle kıvrımlı yinelemeye örnek olarak gösterebileceğimiz en güzel
dizeleri “Of Not Being A Jew” adlı şiirinde yer almaktadır. Özel, bu şiirin bütünündeki anlama uygun olarak,
aşağıya örnekleyeceğimiz dizelerdeki ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ sözcüklerini, her 3 dizede “kıvrımlı” bir şekilde
yineleyerek ‘dönmek’ eylemi etrafında anlam çoğalması oluşturmuş ve metaforik bir anlam alanı meydana
getirmiştir: Şair, söz konusu olan bu anlam alanını, ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ kelimelerini kendi içerisinde önemine
göre bir sıralamaya tabi tutarak da hissettirmektedir. Bu sıralamanın ilk ve öncelenen şekli, son dizede ortaya
çıkar:

Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

(^)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20)

Kıvrımlı yinelemenin ifadeye çalışılan biçiminde meydana getirilmiş bir diğer dikkat çeken örneğine de, “Yıkılma
Sakın” adlı şiirde rastlanılmaktadır. Şair, bu metninde de vurgu yapmak istediği anlam alanına, ‘kelimeler’
sözcüğünü 3 defa yineleyerek işaret etmektedir:

Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler
, bazısı tüyden bazısı demir
(...)

(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38)

İsmet Özel, kıvrımlı yinelemenin bilinen şeklini meydana getirdiği kimi dizelerinde, şiirin bütününde özellikle
olumsuzlanan anlamı işaret etmek için fiil yinelemeleriyle işaret etmektedir. Aşağıya alıntılayacağımız dizelerde bu
türden bir kullanım dikkat çeker:

(...)

Güneşin

Koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği

Yazlar yok

Yok artık altında suskun yolları saklı tutan

Karla örtülmüş kırların kışı

(...)

(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.21)

Yaklaşma! Davranma yakarım!

Eller yukarı! Atları çöz! Maskeni indir!

Devamı var diyordun; getir bakalım devamını

Arkası yarın demiştin; neydi yarından kastın?

Zırlama! Gözyaşı istemiyorum

İstemiyorum mızmızlık

İstemiyorum salya

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 2”,

Of NotBeingA Jew, s.95)

İsmet Özel’in diğer şiirlerinde de belirgin olarak dikkat çeken kıvrımlı yinelemelerin, hem normal kullanımlarına
hem de yukarıda dikkat çektiğimiz biçimine, aşağıdaki gibi işaret etmek mümkündür:

(...)

bir tabut kalmıştır akşam olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.

(...)

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

(...)

yalnız o herkesler

o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışğı.

(...)

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.9)

(...)

Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
(...)

(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)

(...)

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
(...)

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)

(...)

Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılar dır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar payla
şıldı

(...)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20)

(...)

Geçtim kara yağlar sürünerek

kara yağlar sürünerek büyüdüm

câni bir kadınla yattım ve beynim

kırık bir suyun yüzünde yorgun

yürüdüm.

(•••)                                                                ..                      .

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

(...)

durup dineliyorum bütün taframla

bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal yüreklerin olduğu orda.

(...)

Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
(...)

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.23)

(...)

Azan bir hevestir artık tanyeri
söküp gövdesinde bir cehennem parçalamak ister insan
şehrin defterini dürüp uzanmak ister yanına
üstümüzü kuş sesinden bir lekeyle örtmeli
umudumuzu kapamaya gelen makinaları
bütün çirkefini şehrin çarptırıp aşkımıza
solumak gece
terlemek gece
gece
çarşaflara...

(...)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)

(...)

Sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca

Görüneceksin ahret gözüme

Ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan

Azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle
(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 5”,

Of Not Being A Jew, s.102)

(...)

Ay oğlan yiğit misin

Yiğit misin ay oğlan

Dağlarda geyik misin

Geyik misin dağlarda

Selâm verdim almadın

Almadın selâmımı

Halbuki almışselâmını Dante'nin Baudelaire

Şimdi sen neci oluyorsun büyük müsün Baudelaire'den.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 20”,

Of Not Being A Jew, s.149)

4.2.4.1.2.5.       İkiz yineleme

Dize içerisinde aynı sözcüğün bağlaçla ya da bağlaçsız olarak yinelenmesiyle meydana getirilen yinelemelere “ikiz
yineleme (gemination)” denmektedir. İsmet Özel’in şiirinde bu tür yinelemeler, anlamın kelime üzerinden
iletilmek istendiği noktada kullanılmakta ve şiirdeki ritmin etkisini artırmaya yönelik olarak ortaya çıkmaktadır.

Örneğin şairin 1964 tarihli ilk şiirlerinden olan “Acının Omuzlanışı” ve 2003 yılında yayımlanan “Otoyolda
Kavrulmuş Ruh Satıcısı” adlı metinleri, şiirdeki ses ve ritim unsurlarının ikiz yinelemelerle oluşturulmuş olması
açısından dikkat çekmektedir. Her iki şiirde de ortak olarak kullanılan ‘k’, ‘r’ konsonantları, yinelenen ‘tıkırtı’ ve
‘vara’ sözcüklerinin ritmik düzeninde önemli bir fonksiyon üstlenmektedir:

Kadını bir gürültüye sapladılar.

Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
(...)

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)

(...)

Vara iksir vara tin vara tılsım vara kut
Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı

Ateş yakın su uzak ara yerdeki barut
Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı
(...)

(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,

Of Not Being A Jew, s.88)

Metnin bütünündeki anlama yönelik vurgunun, ikiz yineleme meydana getirilerek kelime üzerinden yapılmasına
örnek olarak “Kan Kalesi” ve “Jazz” şiirlerindeki aşağıya alıntılayacağımız dizeler gösterilebilir. Özel, her iki
şiirinde de yinelediği sözcüklerle, okuyanda ya da dinleyende öncelikle dikkat uyandırmak ister. Daha sonra ise
tekrar edilen bu sözcükler üzerinden verilmek istenen anlam alanına, şiiriyle muhatap olanın dâhil olmasına imkân
tanır. Örneğin “Kan Kalesi” şiirinin bütününde hakim olan “devrimci duyarlılık” ve “ben”in içine çekilmek
istenen yaptırımlar karşısında antikonformist tavra bürünmesi, 4 kez yinelenen ‘dalaşmak’ eylemiyle işaret edilir.
Bu durum, şiirin başğındaki ‘kan’ kelimesinin çağştırdığı anlam alanlarına da yönelerek derinlik kazanır.

“Jazz” şiirinde de benzer bir kullanım, hem metnin anlam alanına hem de şiirdeki hızlı ritmin devamına yönelik
olarak ortaya çıkmaktadır. 5 defa tekrar edilen ve sonunda ‘kuyuya düşen çocuğun’ neden dolayı ölmediğine
bağlanan ‘niçin’ sözcüğü, kendine sunulanlarla çepeçevre kuşatılmış olan modern insanın zedelenmişliklerini akla
getirerek zenginleşir. Aynı zamanda, tekrar edilen bu sözcük 6 defa yinelenen ‘gerek’ eylemi etrafında
şünüldüğünde, şiire başlık olarak seçilen kelimenin meydana getirdiği imgesel anlamıyla da koşutluk
kurmaktadır. Şair, modern insanın sürekli bir yerlere yetişmesi gerektiğinden dolayı hayatının merkezinde yer
alan “tempo”ya, Jazz müziğinin akıcı ve hızlı ritmini çağştıracak bir biçimde yinelediği, ‘niçin’ ve ‘gerek’
sözcükleri etrafında hissettirmektedir:

(...)

Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?

bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil

partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak

(...)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)

(...)

koşmam gerek

yetişmem gerek yazgıma

tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek

esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin

niçin, niçin, niçin

kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin

(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)

İsmet Özel’in diğer şiirlerinde öne çıkan ikiz yineleme ile ilgili kullanımlarına da aşağıdaki gibi işaret etmek
mümkündür:

(...)

bir kadın vuruyor kuşlara kendini

vuruyor vuruyor kanatıyor belki

sonra da güneşin gövdesine yorgunluktan.

(...)

Gürültülü bir intihar başlasın akşamla

dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün

dinsin dinsin benim çağdaş olmayan iğrenç yüzüm.

(...)

(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Geceleyin Bir Koşu, s.17”)

(...)

Oysa

insan zemheriyi

ve kadının doğurma vaktini bilir

hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla

yeni şeyler, yeni şeyler yaratmak için tabi.

(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

(...)

bütün çaşıtları uyutur sabah
kuşların, kuşların uçuşlarını da.

(...)

(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.31)

Hazzın gücü Hüsnü Yusuf'u kaçırmak için yetmedi

Yalnız yönelmek gelirdi Kızguran'ın elinden

Yönelmek, yöneltmek, yönlendirmek

Sevgilim! Sevgilim! Sevgilim!

Başka ne söylenebilirdi?

(“İkinci Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.67)

(...)

bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım

gittim bir kuyudan su çektim

halka boynumdan geçti

geçti boynuma kemend
d harfine bak dedim
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf ol harfle birlikte kıyam et
harf ol harfler ummanına bat

(...)

(...)

rezeleri yerlerinden oynatan

vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.

(..)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16-17)

(...)

Bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz

Sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış

Yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca

Acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu

Bir sevişme fasılasından santur imal edemiyoruz

Dolunay imbiğinden damıtamıyoruz bir çalpara

Bizi sarmış bizi sarmış bizi sarmış baştanbaşa mucizesizlik

Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden

Kıvrılmış son sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu

Kaçmak isterken vuruldu.

(“Kaçmak İsterken Vuruldu”, Of Not Being A Jew, s.40)

(...)

her ne kadar kısa lâfa rağbet et denilse de

açıyor peşpeşe lâf lâfı

kelimeler kelimeler kelimeler

o eskidenmiş

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 14”,

Of Not Being A Jew, s.129)

4.2.4.1.2.6.       Sözdizimsel yineleme

Şiir metni içerisinde yer alan bentler ve dizeler arasındaki aynı sözdiziminin tekrar edilmesiyle meydana getirilen
yinelemelere, “sözdizimsel yinelemeler” denmektedir. Halk şiirinde “nakarat”, “bağlama” ve “kavuştak” gibi
isimlerle tanımlanan bu tür “mısra tekrarları”, İsmet Özel şiirinde belirli bir yapı dahilinde oluşturulmaktadır. Bu
yapı, bentlerin başında ve sonunda yinelenen sözdizimlerinin metnin genelindeki anlam ve ritim uyumuna
koşutluk kurarak meydana getirilir.

Örneğin 3 bentten oluşan “Geceleyin Bir Korku” adlı şiirin, her bendin sonunda ‘gözet-’, ‘üşüt-’ ve ‘uçur-’
eylemlerinin çağşımsal anlam alanlarına doğru çoğalarak yinelenen ‘tanrım, Pekos Bil’im ... beni’ sözdizimi,
şiirin bütünündeki imgesel söyleyişle oluşturulmaya çalışılan hayal dünyasının bir tamamlayıcı unsuru olarak
karşımıza çıkar. Şair, bu dünyanın sınırlarını çizgi romandan ödünçlediği Pekos Bil adlı gerçekte olmayan bir
kahramanla da hem genişletmek, hem de metninin anlam alanına genişlik kazandırmak ister:

(...)

irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda

tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.

(...)

hırlıyım böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye geçemediği

tanrım, Pekos Bil’im üşüt beni.

(...)

ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini

tanrım, Pekos Bil’im uçur beni.

(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)

Metnin bütünündeki anlam ve ritmin uyumuna yönelik olarak ortaya çıkan bu sözdizimsel yinelemeler, Özel’in
şiirlerinde bent başlarında ve sonlarında yapıldığı gibi dize içlerinde de meydana getirilmektedir. Yukarıdaki
şiirden hareketle işaret ettiğimiz yapının bir benzerine “Davun” adlı şiirde de rastlanılmaktadır. Yine serbest dizeli
3 bentten oluşan metinde şair, vurgu yapılan anlam alanlarına bu sefer ilk bendin dizeleri arasında tekrar ettiği ‘bir
tanım de
ğil midir’ sözdizimiyle dikkat çeker. Şiirin akıcı bir söyleyişle başlayarak ritmik bir düzende devam
etmesine olanak tanıyan bu yinelemeler, metnin devamındaki 2 bentte tekrar edilmez fakat, alışılmamış
bağdaştırmalarla kurulan yapı içerisinde, yinelenen bu sözdiziminin çağşımsal anlam alanı sürekli hissettirilir:

Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.

Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.

Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde

(...)

Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.

(...)

Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
ğrümde avrupalı atları koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.29)

“Geceleyin Bir Korku” ve “Davun” şiirinden hareketle dikkat çektiğimiz sözdizimleriyle oluşturulan İsmet Özel
şiirindeki bu yapıya, şairin özellikle ilk dönemde kaleme alınan metinlerinde rastlanılmaktadır. Bunun bir nedeni
de, “sahicilik arayışı”nın bir uzantısı olarak “beni”nin dünya karşısında nasıl konumlanacağının peşine düşen
şairin bu gayretini, farklı tasarımlar ve imgesel söyleyişle şiir metninin içerisine taşımış olmasıdır. Bu durumu,
“Evet, İsyan” kitabında yer alan “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirde de görmek mümkündür.

Özel, 4 bentten oluşan bu şiirinin bent başında ve sonunda yinelediği ‘oraya gidiyorum boğulmaya’
sözdizimiyle, bu dönemki şiirlerinde izleksel olarak devam ettirdiği ve bu metnin bütününe de hakim olan
“devrimci duyarlılık” çevresindeki anlam alanına vurgu yapar. Hatta şair bu vurguyu, son bentte ‘boğulmaya’
sözcüğünü büyük harflerle yazarak iyice belirginleştirir. “Ben”in kendi varlık alanını önceleyerek, “verili olan
tasarımlar” karşısındaki tavrını imleyerek genişleyen bu yinelemelerin anlam alanı, aynı zamanda şiirdeki ritmin
de azalmadan devam etmesine yönelik olarak ortaya çıkar:

Binlerce binlerce çocuk

koşarak dokumuş benim kumaşımı
hançeremdeki bu şehrin
o geçimsiz mushafı

vardım dayandığım parmaklığına o büyük hesapların
Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin
kırçıl acılarım benim

gök de bir mendil takınsın boynuna

benim kağşayan umutlarım gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya.

(...)

İşte potin bağlıyor çocuk

bütün uykularından sürülmüş kurşunlar

tütün gibi bakıyor insanlara

ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi

oraya gidiyorum: boğulmaya.

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
makina
(...)

Tutuşan bir bıçak.

içerimde tozuyan bağırtılar vardır

Ondan işte gidiyorum oraya: boğulmaya.

Oraya gidiyorum boğulmaya

BOĞULMAYA

bir partizanın armonikasında.

(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

İsmet Özel’in “Yaşamak Umrumdadır” ve “Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak” isimli şiirlerinde de
ifadeye çalışılan yapının farklı biçimleri dikkat çekmektedir. Şair, “Yaşamak Umrumdadır”ın 3. bendinin ‘sana
bir kar
şılık vereceğim’ şeklindeki son dizesini, metnin 4. bendinde yer alan dizeler arasında sürekli yineleyerek,
şiirin bitişine doğru ritmi iyice yükseltir ve şiirdeki anlamın tekrar çoğalmasını sağlar. “Karlı Bir Gece Vakti Bir
Dostu Uyandırmak” şiirinde ise Özel, metnin ritmini birinci bendin hemen başında ‘Kardeşler’ nidasıyla
yükselterek ‘Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan’ sözdizimini tekrar eder:

(...)

yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık vereceğim.

Sana bir karşılık vereceğim

toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti sana
bir kar
şılık vereceğim.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

(...)

Anmaya gücüm yetseydi de konuş saydım

diri-gergin kasları konuşsaydım

“Kardeşler!” deseydim “Kardeşlerim!”

“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan

Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan

Bakın yaklaşıyor...”

yazık, şairler kadar cesur değilim
(...)

(“Karlı Bir Gece Bir Dostu Uyandırmak”, Cinayetler Kitabı, s.15)

“Çağdaş Bir Ürperti” ve “Tahrik” adlı metinlerde de benzer durum, bu sefer sözdizimi seviyesinden, sözcük
düzlemine çekilerek meydana getirilmiştir. Özel, her iki şiirde de müstakil birer dize halinde yapılandırdığı
‘dineldim’ ve ‘biliniyor’ sözcüklerini yineleyerek, metnin bütününde farklı tasarımlarla oluşturulmuş anlam
alanlarının da sınırlarını genişletmiş olmaktadır:

(...)

Kadınlar geçiyordu doğurgan - ve diri kızlar

turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya
dineldim

dineldim
dineldim

aşk; içerimdeki ergen ölüsünü uğraştırıyordu

(•••)                                                                ..                      .

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

Biliniyor

bizim mahsustan yaşadığımız

biliniyor

şarkıların sırası bizde

biliniyor

hayat bizden razıdır

biliniyor

otların sarardığı yerlerde güneş

kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.

(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.18)

İsmet Özel, kimi şiirlerinde de sözdizimsel yinelemeleri şiir metni içerisinde, bir tür simetri oluşturacak biçimde
meydana getirmektedir. “Nakarat” olarak da adlandırabileceğimiz şairin bu tür yapılanan metinlerindeki
sözdizimleri, şiirin bütününe kattıkları ritmin yanı sıra, özellikle anlam çoğalmasındaki fonksiyonlarıyla dikkat
çekmektedir. Örneğin “Üç Firenk Havası” adını taşıyan şiirin, 3 bentten oluşan “Ölüm Cantabile” ismindeki
ikinci bölümünde, her bentten sonra nakarat halinde tekrar edilen 2’şer dizelik sözdizimleri yer almaktadır. Bu
sözdizimlerinden şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin’ şeklindeki ortaya çıkan ilk dize, bir önceki bendin son
mısrasında yer alan şehrin insanı’ söz grubuyla hem ritmik, hem de anlam açısından uyum oluşturmaktadır.
Nitekim şair, bentler içerisinde işaret ettiği “şehrin insanının / modern insanın” özelliklerini, nakaratların 2.
dizesinde net olarak dile getirir:

(...)

kaba solgun kağıtlar sunardı
şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

(...)

biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivilcelerin

(...)

ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.24)

İsmet Özel’in “Kanla Kirlenmiş Evrak” (‘Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında’), “Mataramda Tuzlu
Su” (‘Uzun yola çıkmaya hüküm giydim’), “Sebeb-i Telif” (‘Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız’),
“Kaçmak İsterken Vuruldu” (‘Kaçmak isterken vuruldu’), “Kızkulesi Beyaz İken” (‘Kızkulesi beyaz iken’)
ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 8” (‘Annelik edatını kilim altına süpürenler’) adlı
şiirlerinde, simetrik bir şekilde bent başında ya da sonunda tekrar edilen sözdizimsel yinelemelere de, aşağıdaki
gibi işaret etmek mümkündür:

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Aşklarım, inançlarım işgal altındadır

(...)

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Ve rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını

(...)

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında

öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan

(...)

(“Kanla Kirlenmiş Evrak”, Cinayetler Kitabı, s.7)

West İndies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(...)

yakın yerde soluklanacak gölge bana yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(...)

mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(...)

burada bitti artık işim, ocağım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

yaprakla yağmurun aşkı meselâ

(...)

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya

(...)

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

başkalarının düşünceleriyle değil.

(...)

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

(...)

(“Sebeb-i Telif”, Bir Yusuf Masalı, s.29)

(...)

Neye acıktığımızı tek fark eden oydu

Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

Boştaydı, bizi kollamak üzere boştaydı öbür kolu

Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

Bu bir elmas kol düğmesi tekidir ki yelek

Astarına teyellenmiş bulundu

Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

Fütursuz ömürler kısadır bilmez miydi
Bilmez miydi herkesten iyi bunu
Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

Bayramın hamursuzu!

İftar vaktinin kuşkusu!

Haçın dumuru!

Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

Her kıpırdayan şeye ateş etmek emri alan nemrutun

Silahından fırlayan kurşun değil

Beklentisindeki asit öldürdü onu

Kaçmak isterken vuruldu.

(...)

Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden

Kıvrılmış son sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu

Kaçmak isterken vuruldu.

(“Kaçmak İsterken Vuruldu”, Of Not Being A Jew, s.40)

Kızkulesi beyaz iken

Ümitgilde biz ikimiz

Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
(...)

Kızkulesi beyaz iken

Ne ayıptı söylemesi
(...)

Kızkulesi beyaz iken

Hemşeriler seslenince

Terbiyemiz yettiğince
(...)

Kızkulesi beyaz iken

Saf ipek kaşındırılmış
(...)

Kızkulesi beyaz iken

Sözün sihri bize yârdı
(...)

Kızkulesi beyaz iken

Nazar değdi çarşılara
(...)

Kızkulesi beyaz iken

Ölmek fikri minnacıktı

(...)

Kızkulesi beyaz iken

Yaşamak evlat acısı
(...)

(“Kızkulesi Beyaz İken, Of NotBeingA Jew, s.37”)

Annelik edatını kilim altına süpürenler

Şiirin de bir borsası olsun istediler
(...)

Annelik edatını kilim altına süpürenler

Sonbaharla süsledi şiiri geceyle püsledi buluttan ârî
(...)

Annelik edatını kilim altına süpürenler

Karaborsa ticaretin harçlığını verdiler bize
(...)

Annelik edatını kilim altına süpürenler

Ümmül Kur’an sözüne bir izah getiremediler
(...)

Annelik edatını kilim altına süpürenler

Aşkları kalbin inceltisiyle tersim ettiler
(...)

Annelik edatını kilim altına süpürenler

Açmış ağzını derk-i esfel onları bekler.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 8”,

Of Not Being A Jew, s.111-113)

4.2.4.1.2.7.       Ek yineleme

Dize içerisinde yer alan sözcüklere, aynı yapım ya da çekim ekinin getirilmesi ile oluşturulan yinelemelere, “ek
yineleme (homoioteleuton)” denmektedir. İsmet Özel’in şiirlerinde, özellikle dize içlerindeki ritmik ses düzeni, ek
yinelemesi ile de sağlanmaktadır. Klasik şiirde daha çok, uyak ve redif oluşturmak için dize sonlarında meydana
getirilen bu tür yinelemeler, şairin metinlerinde farklı olarak dize içlerindeki sözcüklerde oluşturulmakta ve şiirin
bütünü içerisine yayılarak anlam açısından da uyum sağlanmaya çalışılmaktadır.

Örneğin aşağıya tamamını alıntılayarak dikkat çekebileceğimiz “Seni Olan Yenilgi” ve “Dişlerimiz Arasındaki

Ceset” adlı şiirlerde, dize içlerinde ve sonlarında sıklıkla yinelenen “-lAr” çoğul eki, metnin özellikle “r”
konsonantıyla kurulan ritmik ses düzeninde ve anlamın “çoğalarak” devam etmesinde, önemli bir yapıyla
karşımıza çıkmaktadır:

Senin karanlığına kanat vuran yarasalar
başka bir göğe germişler kendilerini
rekli savaşçılar olmuşlar
gemilerini yakmışlar ve silahlarını bilerken
kanlarına yansımış gece

senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk çocukları
yanan gemilerin suya yankısı oluyorlarş
yaşlı büyücüler söylediler

çingene çocukların gülleri mor olmadı
aşka bunaltıları onlar getirmediler

onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara

saçları uzun bir unutkanlıkla örülmüş
kanlarının ardında tehlikeler rüyen
korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
tozuyan atlarının yelelerine baktılar ve
sen oldun

ve seni gördüm, eğninde bir mavi gözlerin vardı.

(Seni Olan Yenilgi, Geceleyin Bir Koşu, s.9)

Biz şehir ahalisi, kara şemsiyeliler!

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader

Güneş neredeysek orada bulur bizi

Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi

Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza

Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf

Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker

Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.

(“Dişlerimiz Arasındaki Ceset”, Cellâdıma Gülümserken, s.12)

Özel’in çoğul eklerini kullanarak şiirin ahengine yönelik meydana getirdiği bu tür tasarruflarına, birçok şiirde
rastlanılmaktadır. Fakat yukarıdaki metinlerde olduğu gibi “-lAr” eklerinin şiirdeki anlam alanlarını da
zenginleştirecek bir biçimde kullanılışını, “Bir Yusuf Masalı”nın “Naat” adlı bölümünden hareketle de
örneklemek mümkündür. Şair, bu metninde de özellikle “l” konsonantının yer aldığı sözcüklerle açılan anlam
alanını, sıfatların da yardımıyla genişletmekte ve farklı tasarımlar meydana getirerek şiirine başlamaktadır:

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar

Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin..

lden martı doğuran odalıklar

Ve kahyalar

Kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili

Şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler

Celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan

Ey hayat rengini sazendelik sanan

Yırtlaz kalabalık!

Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi,
Hepiniz kulak verin.

(...)

(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.21)

İsmet Özel’in şiirinde ek yinelemesi olarak dikkat çeken bir başka kullanım da, “-ArAk” ve “-dUkçA”
ekleriyle meydana getirilmektedir. Şair, “Savaş Bitti” adlı şiirinin aşağıya alıntılayacağımız dizelerinde bu zarf fiil
yapım eklerini, 12 kez yineleyerek metnin ritmine hız kazandırmış; böylelikle şiirin çok uzun olmasından
kaynaklanan tekdüzeliği de kırmak istemiştir. Yine bu dizeler, sözcükler arasındaki ritmin farklı yapıdaki eklerin
yinelenerek sağlanmaya çalışılması bakımından da dikkat çekmektedir:

(...)

Sevmek diyorlardı nasıl olsa hoş görmek değil midir

Yürüşten kürüşten çürüşten aldıkları

Moribond zevkle mest oluyorlar kafiye hatırına

Serbest sermest oh ne güzel şey

Başı boşluk başı hoşluk başı bozukluk hâttâ

(...)
(...)

Gök

Ey dönmek için dönerek

Ve döndükçe dönerek
Dön dükçe gözden kaybolarak
Gözden kayboldukça kalbe dolarak
Göktü ey hınç duyarak kargın vücut kaybolmuş bir vücuda
Kayıp vücut hırsını tapınan vücuttan alarak
Hınç ve hırs naz uykusu çekerek
Vücudun güzelliğini inkâr etmeyerek güm
Hayırlı olsun damgayı vurdurarak
Gümlemek her kolaya geleni bir kolaylık sandırıyor
Yalınlığa ucuzlamak aşama bildiriliyor
Gelmek mastarından isim olarak gelir
Hangi maksatla türetildiği düşünülüyor
Bedavaya geliyor aymazlık zırhı kapışılıyor
Şu serpuşa bak deniyor şems-siperleniyor
(...)

(“Savaş Bitti”, Of NotBeingA Jew, s.57)

İsmet Özel’in diğer şiirlerinde, söyleyiş ve ritmik ses düzeni açısından öne çıkan ek yinelemelerini de, aşağıdaki
dizelerle örneklemek mümkündür:

(...)
kötürüm bir kurt çantamı karıştınyor
neden karıştınyor, ne hakla
direnmeler, erzurumlar, kalfalar
gecenin ipini koparan gece Safaları
(...)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)

(...)
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin

(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)

(...)

Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire olsalar da.
Tecimenler, onlar da sahici değil
onlar da olmayan tayfaların

gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi insanlarını.

(...)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.18)

(...)

bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak

bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini

tanıdım Ademoğlu kimin nesiy miş

ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

(...)

(...)

eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce

alıcı kuş pençesiyle uçarak arın aydık

ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı

doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız

(...)

(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.12-14)

Tohumu

Anasının rahmine

Bir ilkbahar sabahı düşş.

Baharş.

şarda rüzgar.

şarda dallarda, bulutlarda

Toprakta delimsirek çırpınışlar.

Bir yanda hışır hışır emeniyor börtü böcek

İrili ufaklı bütün kuşlar

Suskun buldukları korunakta

Öte yanda tabiat

Bir kadınla bir erkeğin yatakta

Terli telaşıyla yarışa yelteniyor.

Ah, bu hep zaten böyle oluyor

İnsanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor

Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil

Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar

Sevişerek çiseliyor lar dünyayı

Yalnız ilkbahar gecelerinde değil

Sevişiyorlar

Sonbaharın mağmum karanlığında

(...)

(“İkinci Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.53-54)

(...)

Anneler ve babalar

Oğullar, kızlar, hısımlar

Komşular, hemşehriler, yurttaşlar

(...)

(“Dördüncü Bab: Bir Yusuf, Bir Şivekâr”, Bir Yusuf Masalı, s.96)

(...)

Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürürş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
(...)

İnci dizerek bade süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

4.2.4.1.2.8.       İkileme, pekiştirme ve yansımalı sözcükler

Bir metnin anlamını güçlendirmek ve pekiştirmek için kullanılan; şiirdeki kavramların ahenk açısından uyumuna
imkan veren ve “çağşıma dayanan psikolojik olayın dilimizdeki görüntüsü” olarak ortaya çıkan sözcükler,
“ikileme, pekiştirme ve yansımalı sözcükler” olarak adlandırılmaktadır. Aynı kelimenin ya da anlamları birbirine
yakın veya zıt olan, ya da sesleri birbirini andıran sözcüklerin bir arada yinelenmesiyle meydana getirilen bu söz
grupları, İsmet Özel’in şiirlerinde de oldukça sık kullanılmakta; şair, metinlerindeki ses ahengini ve anlamsal
vurguyu, kimi zaman bu sözcüklerle oluşturmaktadır.

Özel’in tüm şiirlerinde kullanılan “ikileme, pekiştirme ve yansımalı sözcükleri”, aşağıdaki tablodan takip etmek
mümkündür:

SONUÇ

İsmet Özel’in şiirlerinden hareketle yapığımız incelemelerin sonuçları genel olarak şu şekilde özetlenebilir:

19 Eylül 1944 yılında Kayseri’nin Düvenönü’nde dünyaya gelen İsmet Özel, aslen Kuşadalı olan bir babının 6.
çocuğudur. Şair doğduğu sırada Kayseri’de polis memuru olarak görev yapan baba Ahmet Bey ise Süleyman
Çavuş adlı Bağdatlı bir askerin oğludur. Süleyman Çavuş, ilk evliliğini Foça’da hastanede tedavi görürken yatak
komşusu olan arkadaşının kız kardeşiyle yapar. Daha sonra ikinci evliliğini Kuşadası’nda, İsmet Özel’in
babaannesi olan Esma Hanım ile gerçekleştirir. Esma Hanım, aslen Kuşadalı’dır ve 5 çocuktan sonuncusu olan
Ahmet Beyi, 1899 yılında Kuşadası’nda dünyaya getirir. İsmet Özel’in Süleyman dedesi ile ilgili detaylı bilgi
bulunmamakta; Bağdat’tan savaşmak için gelmiş olan bir Türkmen olduğu tahmin edilmektedir.

Şairin anne tarafından dedesi Hasan Bey, Söke’de Hacı Yüzbaşıgil olarak tanınan bir aileye mensuptur. Hasan
Bey, rençperlikle uğraşmakta; bir başkasının toprağında emeğini ortaya koyarak çalışıp, toprak sahibiyle hâsılayı
paylaşmaktadır. Hasan Bey, İsmet Özel’in anneannesi olan Fadime Hanım ile Söke’de evlenir. Bu evlilikten
doğan üç çocuğun sonuncusu, İsmet Özel’in annesi Sıdıka Hanım’dır. Sıdıka Hanım 1902 yılında dünyaya gelir.
Ahmet Bey ile Sıdıka Hanım ise 1926 yılında Söke’de evlenirler. İsmet Özel’in annesi Sıdıka Hanım, toplam 9
çocuk dünyaya getirir fakat bunlardan 6 tanesi yaşar. Şair, bu çocukların sonuncusudur.

İsmet Özel, aile içerisinde en küçük çocuk olmasından dolayı her zaman ayrıcalıklı bir yer edinir. Özellikle ağabey
ve ablalarının eğitim seviyelerinin yüksek oluşu ona her zaman olumlu yönde katkı sağlar. Bu katkıların belki de
en önemlisi, İsmet Özel’in hayatının her evresine yayılan “merak” duygusunun onda çok erken yaşlarda gelişmiş
olmasıdır.

“Benim dünyanın şekli hakkında yakınlarım dolayısıyla bir merak alanım vardı” diyen şair, özellikle kitaplarla
arasındaki bağı çok erken bir zamanda kurmaya başlar. Aslında sadece kitap değil, resim de onun zihninin bir
şesinde sürekli olarak kendine yer bulur. Bunda resim öğretmeni olan en büyük ağabeyinin çok büyük etkisi
olmuş; bu durum ona, hayal dünyasının uçsuz bucaksız kapılarını aralayarak çocukluğunda, özellikle de
ilköğreniminde aydınlık bir yol açmıştır.

İsmet Özel çocukluk döneminde, anne ve babasıyla olan iletişiminde ağabey ve ablalarıyla kurduğu iletişim kadar
başarılı olamaz. Bunda şairin, anne ve babasıyla arasında neredeyse bir nesil denebilecek kadar fazla bir yaş farkı
olmasının çok büyük etkisi vardır. Söz konusu olan iletişimsizliği, annesinden ziyade babasıyla yaşayan İsmet

Özel, “Ben babamla o öldükten sonra yakınlık kurabilmiş olan biriyim” diyerek yeterince telâfi edilemeyen bir
sevgiye/şefkate işaret eder. Bu “huzursuzluk/eksiklik”, şairin çocukluk yıllarına düşen bir gölge olarak zaman
zaman kendini şiirlerinde hissettirecektir.

İsmet Özel, ilkokula 1950 yılında Kastamonu Abdülhak Hamit İlkokulu’nda başlar. Annesi onu okula alışsın
diye bir yıl erken gönderir. Fakat Özel, okula normal yaşlarında giden çocuklar gibi uyum gösterince 6 yaşında
ilkokula kaydettirilir. Oldukça başarılı bir ilkokul dönemi geçiren İsmet Özel, bulunmuş olduğu şehrin kültürel
zenginliklerini de o yaşlardan itibaren özümsemeye başlar. “Taşra” olarak adlandıracağımız bir şehrin sahip
olduğu özellikler ve burada yaşanılanlar, şairin daha çok ilk dönem şiirlerinde çocukluk hatıralarının izdüşümleri
olarak yer alacaktır.

İsmet Özel, “merkez”in sahip olduğu imkânlardan yoksun olarak geçirdiği çocukluk dönemini, “taşra”nın
imkânsızlıklarının herhangi bir çocukta meydana getirebileceği “pasif”/“silik”/“sinmiş” bir tavır içerisinde
yaşamaz. İlkokul döneminden başlayarak hayatın içerisinde kendi “ben”ine bir yer arar ve “dünya ile hak edilmiş
bir ba
ğı kurabileceğine olan inancı içerisinde taşıyarak” yaşar. Öyle ki şair, ilkokul 2. sınıfta öğretmenlerinin
ders esnasında baskın bir tavır sergilemelerine dahi karşı çıkar. Bu tavır, ileride kendisinin ^kadirşinas
itaatsizlik”
adını verdiği davranış biçimini ortaya çıkaracaktır.

Şairin hayatı bu tarzda algılama biçimi, biyografisinin tüm evrelerine hâkim olan “karşı oluş” tavrına ve “ben”inin
“anti-konformist” bir yaklaşım içerisinde olmasına önemli ölçüde kaynaklık etmiştir. İsmet Özel’in şiirle ilk
teması da, yukarıda ifadeye çalışğımız, “ben”in dünya ile kurmak istediği bağın sonucunda meydana gelir. Şair,
ilkokul 3. sınıfta okurken kendi gayretleriyle, Ankara’da yayımlanmakta olan bir ilkokul gazetesine, “Kış” isimli
ilk şiirini yazarak gönderir. Şiirinin yayımlandığını ise kendisini küçümseyen gözlerle süzen bir öğretmenin “Sen
şair mi oldun be!” demesinden anlar.

İsmet Özel’in ileriki hayatını doğrudan etkileyecek en önemli gelişmeler lise yıllarında meydana gelir. Lise son
sınıfta matematik dersinden ikmale kalan şair, yazın kursa da devam etmesine rağmen bu dersi veremez ve 1 yıl
beklemek zorunda kalır. Özel, söz konusu olan 1 yıllık bekleme sürecinde boş durmaz. Dünyayı “merakla”
araştırıp anlamlandırmaya çalışır ve ergen benini kurcalayan soruların peşi sıra gider. Babasının emekliliğinden
sonra yerleştikleri Ankara’da, British Council’dan Amerikan Kütüphanesi’ne, resim sergilerinden konferanslara
varıncaya kadar kültür ve sanat ortamlarından istifade etmeye çalışır. Şair, bu dönemde hem dünyayı hem de şiiri
kavrayış açısından köklü değişiklikler yaşar. Bu bekleme/bilgilenme süreci için şair İşte o 1 senelik boş vakitte
sosyalist oldum.
Şair olmaya karar verdim” demektedir.

Bu dönemde insanların dünya üzerinde edinmiş oldukları yer ve kabul ettikleri düşüncelerle ilgili ciddî
sorgulamalar geçiren İsmet Özel, “nasıl bir dünyada yaşandığı” sorusunun peşi sıra gider. Bir takım maddî
kazanım ve imkânları elde etmiş olan insanların “ruhça kaba, insan ilişkileri bakımından da yıkıcı” olduklarını
fark edip, hareket alanlarını ve insanlarla olan ilişkilerini buna göre düzenler. Sahip olduğu fikirlerin esasına
yönelik “bilinçlenme/aydınlanma” gayretine giren şair, bu yıllardan itibaren hayatını şiir yörüngeli yaşamaya
çalışır ve şiiri kendisi için asıl ve “esas uğraş olarak kabul eder. Bunun bir ifadesi olarak da düşüncelerine
sağlam bir temel bulmak ister ve “Müslümanlığı gündemine sokar.”

“İnancı tanımalıydım. İnandığım şeylerin bilgisini edinmeliydim” diyen şair, ebeveyninden ya da çevresindeki
insanlardan dinleyip/görüp “model”lediği bir inancı değil, kendi zihin sürecinden geçirdikten sonra ancak kabul
edeceği; böylelikle “muallâk”ta kalmaktan kurtulacak olan “ben”inin tutunabileceği bir “varlık bilinci”ne ulaşmak
ister. Kur’ân-ı Kerim’in insanlara nasıl seslendiğini ve onlardan neler istediğini öğrenmek için işe, “bakalım
bizim temel dinî metnimizde neler var”
diyerek, meal okumakla başlar. Fakat sonuç büyük bir düş kırıklığıdır.

İsmet Özel, bu girişiminin olumsuz sonuçlanmasını, daha sonra, "C'ıımhııriyetnı okullarında eğitim görmüş
herkesin
İslâmî metinlere yaklaşırken ister istemez elverişsiz bir konumda” bulunmalarına bağlayacaktır. “Elden
şme kültür”le meydana getirilen bir ortamın tüm mecbur bırakılmış ve dayatılmış olan “değer”lerine karşı çıkan
Özel, okuduğu kitabı geri plân kültüründe anlamlandıramadığı için din duygusuyla da irtibatını keser ve din
aleyhtarlığının en iyi tutum olduğuna inanır. Bu yıllardan başlayarak zihninin işleyişine gelen her türlü müdahale
ya da sorgulanmadan onaylanan her çeşit düşünce, şair tarafından tamamen reddedilir.

Böylelikle İsmet Özel üniversite yıllarına, çocukluk döneminden bu yana ailesinden ve çevresinden almış olduğu
eğitimin sonucu olarak, zihinsel anlamda gelişmiş bir düzeyde başlar. Bir tür “uyanıklık/ayıklık” da
diyebileceğimiz bu gelişmişlik şaire, hem savunduğu fikirlerin önemini kavraması hem de şiirin, “ben”i ile
yaşanılan dünya arasındaki yerini belirlemesi açısından çok büyük imkânlar tanır. Aynı zamanda söz konusu olan
bu “uyanıklık/ayıklık” şairde, vuku bulan olayların sebep ve sonuçlarını göz önünde bulunduran “sorgulayıcı
yön”ün ve çocukluğundan bu yana var olan “uymacı olmayan tavrın” da gelişerek devam etmesine olanak tanır.

İlk ve orta öğrenimini “Tek Partili” yılların sona erdiği ve Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönemde
tamamlayan ve ister istemez bu durumun toplum üzerinde meydana getirdiği etkilere şahitlik eden İsmet Özel,
üniversiteye de 1960 sonrası Türkiye’sinin içinde bulunduğu bulanık havasında başlar. Bu ortamda şairin,
“doğuştan getirmedim, dünyadan aldım” dediği bir koruma duvarı vardır. “Waldo Sen Neden Burada

Değilsin?” adlı eserinde bu duvarın niteliğini Özel, “Kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet” olarak
adlandırır.

İsmet Özel, liseyi bitirdikten sonra 1962 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolur. Bu yıllar Özel’in,
etrafında olup biten her hâdiseyi didik didik ettiği, bir ergen cesaretiyle dünyaya merakla ve heyecanla baktığı
yıllardır. Artık şairin kadirşinas itaatsizliği, karşısına tek tek çıkan insanlara değil toplum kuramlarına yönelmiş;
tevarüs edilmemiş asaleti de yön değiştirerek, gözü pek ve tavizsiz bir tarzda “iyilerin” yanında yer almaya
başlamıştır. Bundan dolayı şair, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne başladığı ilk günlerden itibaren “komünist” ve
“dinsiz” olarak adlandırılma ihtimaline rağmen sosyalizan düşüncelerini ifade etmekten çekinmez.

Bu cesareti, ilk olarak kadirşinas itaatsizliğinden ve tevarüs edilmemiş asaletinden alırken ikinci olarak da
sosyalist ya da kendilerine komünist denilen yazarların hiçbir baskı ya da güçten korkmayarak fikirlerini açıkça
ifade ediyor olmalarından alır. Diğer taraftan da konuşması ya da savunulması yasaklanan herhangi bir fikrin
veya tavrın cazibesi, şairi her zaman kendisine çekmektedir.

İsmet Özel, bu tutum ve davranışıyla fakültede dikkatleri üzerine toplamakta gecikmez. Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin önemli bir organı olan Fikir Kulübü’ne çağrılır ve hemen ardından da yönetim kurulunda sekreterlik
görevine getirilir. İlerleyen zamanda bu kulüpte astbaşkan olarak görev alacak olan Özel, daha sonra “Devrimci
Gençlik Federasyonu (Dev-Genç)”na dönüştürülen “Fikir Kulüpleri Federasyonu”nun kurulmasına da öncülük
edecektir. Tüm heyecanı ve hevesiyle savunduğu fikirleri kulübün kürsüsünden haykıran şair, “sosyalist
olmayanların adamdan dahi sayılamayaca
ğı”nı düşünür. O sıralar daha çok zayıf olan tarafın yanında yer alıyor
olmayı önemseyen ve insanların haksızlıklar karşısında “tepkisiz” kalmalarından rahatsız olan şair, "siyasetin ne
teorisine ne de prati
ğine karşı derin bir ilgi” duymaz.

Fakat bir müddet sonra Ataol Behramoğlu’nun “İsmet, nedenParti’ye kaydolmuyorsun?” sorusuyla karşılaşınca
hayatının akış yönü de değişir. Özel, “Buna hiç gerek yok, üstelik ben bu konuda hiç de pasif değilim, fakültede
dünyanın i
şini yapıyorum” dese de, Behramoğlu’nun İyi ama İsmet, bu adamlar partiyi her an kapatabilirler.
Zayıf tarafta sava
şa gir! Ucunda ganimet yok bu işin. Sadece zahmet ve tehlike var” şeklindeki cevabıyla, 7
Aralık 1963 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) kaydolur. Fikir Kulübü yönetim kurulu içerisinde TİP’e kaydını
yaptıranların ilki olan İsmet Özel, artık “müseccel bir komünist” olmuştur.

İsmet Özel, içerisine girmiş olduğu mensubiyetin zamanla, kendi seçmelerinin ve bilinçli bir zihinsel sürecin
işlemesi karşısında engel olduğunu fark eder. Çevresinde bulunan insanların birçoğu “doğrularına”, okuyarak ya
da araştırarak ulaşma yerine, gazete ve dergilerden edindikleri kültürü, mutlak doğru kabul eden ve "özgün
Marksist metinler yerine el kitapları okumayı marifet sayan”
kimselerden oluşmaktadır. Özel, bir müddet sonra
Türkiye İşçi Partisi’ndeki bir kısım insanların kendisi gibi düşünmediklerini anlar. “TİP içinde ve TİP dolayısıyla
görüp ya
şadıkları” baştan beri karşısında olduğu “herkesleşmek”/“sıradanlaşmak” tehlikesini ortaya çıkarmıştır.

Şair, söz konusu olan bu insanların tasarruf alanlarının içerisinde yaşıyor olmak istemez. En yakın arkadaşlarının
bile siyasî bir takım şahsî emellerinin olması şairi, büsbütün bu ortamın dışına yönlendirir. Onun bu dönemde
kafasını meşgul eden tek şey “hayatı kendi için dokunulur kılmak”tır. Bunun bir ifadesi olarak da siyasî havanın
çok yoğun bir biçimde teneffüs edildiği, bir diğer ifadeyle, rahatsızlık duyduğu ortamın bütün “canlılığı’yla yer
ettiği Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, derslere devam etme imkânı bulamaz. 2 sene 1. sınıfı, 2 sene de 2. sınıfı
okumak zorunda kalan İsmet Özel, 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden “belgelenerek” ayrılır.

Yüksek öğrenimini yarıda bırakan İsmet Özel, yeni bir üniversitede eğitim almak için sınava girer. Kayıt
yaptırmak için askerlik durum belgesi gerekiyordur. Şair bu belgeyi almak için memleketi Söke’deki askerlik
şubesine gittiğinde beklenmedik bir şekilde “asker” olur. 1967 yılının Ekim ayında “67/4 tertip er’ olarak
askerliğe başlayan Özel, “politik maziye dayanan polis zorlaması sebebiyle" Sivas, Konya, Elazığ ve Muş’ta
toplam 24 ay askerlik yapar. 10 Ekim 1969’da terhis olan şair, içinde bulunmuş olduğu kaotik ortamdan askerlik
süresince biraz olsun uzaklaşş olur. Özellikle, şiirle olan irtibatını sağlamlaştırarak devam ettirir ve o güne
kadarki en verimli dönemini yaşar. Şair bu dönemde, zihninde yer etmiş olan bazı fikirleri de temellendirme
imkânı bulur. Yetişme yıllarında itibaren uğruna mücadeleye giriştiği halkı çok yakından tanıma fırsatı elde eden
Özel, bunun bir sonucu olarak “halkın sağğı, ülkenin biriliği üzerine ciddi kaygılar” taşımaya başlar.

İsmet Özel askerlik boyunca Ataol Behramoğlu ile 1965’in sonlarında başlayan ve 1974 yılının ekim ayına kadar
devam edecek olan, mektuplaşmalarını sürdürür. Sosyalizmden edebiyata -özellikle de şiire-, ruhî sıkıntılarından
heyecanlarına ve kişisel zedelenmişliklerinden, yarım kalan aşkına varıncaya dek pek çok konuda, büyük bir
içtenlikle kaleme alınan bu mektuplar şairin, “herkesleşmek’ten uzakta kendine olan yönelişi ile beraber
okunmaya müsaittir.

Askerlik süresi boyunca ülke ve halk için neler yapabileceğini tasarlayan İsmet Özel, “ciddiyeti, erdemi mücadele
azmini ve mücadelenin haklılı
ğını makbul değerler haline getirmek ve bir de iş ortaya koyarak kavganın yöntemi
üzerine örnek göstermek”
istemektedir. Bu fikirlerini Behramoğlu’yla paylaşan şair, ondan da sürekli olarak
geride bıraktığı ortam hakkında bilgiler alır. Ataol Behramoğlu’nun göndermiş olduğu mektuplardan bu ortamın
hiç değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini anlayan Özel, askerden döndükten sonra bunu bizzat görür ve
kendini sosyal çevre bakımından çok değişik bir ortamda bulur. Bir dönem işin aslını öğrenmek için beraber yola
çıktığı “dostlar”ının gündelik kazanımlar etrafında toplaştıklarını fark eder. Şairin “cebindeki adresler”den umudu
kalmamıştır.

İsmet Özel, şikâyet ettiği bu durumun düzelebileceğine olan inancını yine de yitirmez. Emperyalizme karşı sadece
halkın değerlerine sahip çıkılarak karşı durulabileceğini ifade eden şair, bu düşüncesini Ataol Behramoğlu,
Süreyya Berfe ve Özkan Mert ile beraber katıldıkları “Ant” dergisinin “Sanat Soruşturması”nda dile getirir. Ant
dergisi bu dört genç insanın sesini “Devrimci Genç Şairler Savaş Açıyor” şeklinde duyurur. İsmet Özel ve
arkadaşlarının bu çıkışı, onları, mücadelelerini daha net bir biçimde ortaya koyacakları bir dergi çıkarmaya
yönlendirecektir. Bu dergi, ilk sayısında “Gerici Sanata Hücum” sloganıyla, Mart 1970 yılında yayın hayatına
başlayan “Halkın Dostları” dergisidir.

Yayımlanmasında çok büyük özveri ve heyecan göstererek çalışğı “Halkın Dostları” dergisi, ilk çıkışından 12
Mart 1971 tarihinden sonraki sıkıyönetimce kapanmasına kadar geçen süreçte, İsmet Özel’in üniversite
yıllarındaki “huzursuzluğu” ve ruhsal sıkıntıları yeniden yaşamasına; o dönemdeki soruları sormaya başlayarak
kendine/kendiliğine yönelmesine de sebep olur. Behramoğlu ile yapmış olduğu mektuplaşmalardan kolayca takip
edilebilen bu durum, daha en başında, derginin adının ne olacağı konusunda ortaya çıkan “huzursuzluk”la kendini
hissettirmiş; şairin 12. sayıdan sonra bıraktığı “sorumlu yönetmen” göreviyle de çıkmaza girebileceğinin sinyalini
vermiştir.

1971 yazında “Halkın Dostları” dergisinin kapanmasıyla karmaşık duygular içerisinde olan Özel, bir müddet
sonra yurt dışına çıkmak ve yarıda kalan üniversite eğitimini orada tamamlamak ister. Fakat pasaport alabilmek
için giriştiği tüm çabalar sonuçsuz kalır. Bu dönemde Akdeniz’e geziye çıkan şair, tam bir "kendine kıyma
psikozu”
na girer. Bu ruh halinden ise şair, yine şiirin sağlam bir kalkan olduğunu akılda tutarak kurtulacaktır.
Şiirle olan irtibatında kazanmış olduğu bu “ayıklık” İsmet Özel’e, “biricikliğinin” ne kadar önemli olduğunu ve
kendi dışında meydana gelen her türlü hâdisenin “ben”i üzerindeki tesirini düşünmesine; böylelikle de nesnelerin
ortaya çıkardığı durumları anlamlandırmasına imkân tanımıştır.

“Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin kılarak, duyarak ve düşünerek, uyanıklık içerisinde
ya
şamak istiyorum” diyen şair, “boşunalık” duygusunun kendisine yer etmesine izin vermez. Bu kazanım ona
“benliğ(in)e dalma”sına olanak verecek ve “kendilik bilinci”ni elde ederek ileriki yıllarda hayatını bütünüyle
etkileyecek olan “değişim”i/“yeniden doğuş”u yaşamasına imkân tanıyacaktır.

1972 yılının sonunda Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı’nda okumaya başlayan İsmet Özel, o
dönemlerde birçok sıkıntıyla birden uğraşmaktadır. Şairi bu sıkıntılardan en çok da, "çoğıınlıık(ğ)un zaten her
şeyin bayağısına teşne” olduğu bir ortamda kendi mantık düzenine uygun “dost” bulamayışı rahatsız eder. Bir
taraftan da Özel, “korku ve tedirginlik içerisinde olmadan” yürünebilecek bir yolun arayışı içerisine girmiştir. Bu
arayış, şairin bilgiyle olan arasındaki mesafeyi daha da kısaltmakta; ontolojik olarak hiçbir dalgalanmadan
etkilenmeyerek mutlak emniyeti yaşayabileceği bir güvenlik duvarını, “ben”inin etrafına örmesine katkıda
bulunmaktadır.

İsmet Özel, söz konusu olan ontolojik kaygıyı yaşarken gelip geçici olan kazanımların peşi sıra gitmekten kendini
alıkoymaya çalışır. Nitekim bu kazanımlarla elde edeceği güven duygusunun, bir gün yine yıkılabilme ihtimalini
hep akılda tutar. Böylelikle şair, yetişme yıllarından bu yana arayışının bir ifadesi olarak kendini kandırmasına
engel olan “deus otiosus” inancının, İslâm dinindeki “Kadir-i Mutlak” inancına dönüşmesine olanak tanır ve
müslüman dünya görüşüne bağlanır.

Bu dünyanın kapılarını aralamasında şairi yönlendiren ya da etkileyen, belirgin bir olay veya bir kişi yoktur.
"Miısliıman olmak beni, kendimi bildim bileli içine düşğüm yalnızlıktan çekip çıkardı” diyen Özel, bu
durumu/“yeniden doğuşu”, bir mensubiyetin içerisinde yer almış olmanın herhangi bir insana vereceği huzur
şeklinde duymaz. Ontolojik kaygılarını gidererek, varlığını raptedebileceği zemini bulan ve varoluşsal güvenliğe
kavuşan şair, “başka Müslümanlarla tanışıp kaynaşmak için fazla aceleci davranmaz.” Hatta müslüman dünya
görüşüne bağlandığını, müslüman olduktan bir hayli zaman sonra, “Amentü” adlı şiirini 1974 yılında, Sezai
Karakoç’un “Diriliş” adlı dergisinde yayınlayarak dışa vurur.

Müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra “varoluş” ile ilgili problemlerine kesin çözümler getiren şair, bir
müddet sonra çevresinde bulunan Müslümanların aynı zihin açıklığı içerisinde olmadıklarını fark eder. Bilinçli
inişler ve bilinçli genişlemeler sonucu geldiği noktada, elde ettiği zihinsel kazanımların/“ayıklığın” üzerini örtme
taraftarı olmayan Özel, “sosyalist olarak ulaşamadığımı anladığım hedeflerin, müslüman olarak ulaşılabileceği
kapanına sıkı
şmayacaktım. Bunun yanı sıra sosyalist olarak sahip olduğum şarlların eleştirisi’ gücünü feda
etme yanlısı de
ğildim” demekte ve bilgilenmenin önündeki engelleri kaldırmak için çaba göstermektedir.

İsmet Özel, şiirlerini kaleme alırken aynı zamanda bunlar üzerine fikir geliştiren; kendi şiir yazma geleneğinin
sınırlarını ortaya çıkararak şiir sanatı üzerine açılımlarda bulunan ender şairlerden birisidir. Şairin metinlerinin
ortaya çıktığı zaman dilimleri kronolojik olarak takip edildiğinde, kaleme aldığı poetik metinlerle, şiir evrenindeki
genişlemenin paralellik gösterdiği anlaşılmaktadır. Şiiri hayatının merkezine yerleştiren Özel, biyografisindeki
serüveni bu merkezli yaşamış, kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken şiire de büyük önem vermiştir.

Şiirin anlaşılması ve mahiyetinin en doğru bir biçimde algılanması dolayısıyla meydana getirdiği metinlerinde şair,
çoğu zaman meseleye “iç”(er)den bakar. Bu “iç”te oluş, şüphesiz Özel’in yetkin bir şair kimliğinin yanı sıra şiiri,
hayatının en önemli meselesi olarak ele almasının da bir ifadesidir. Ancak şair, bu “hali” aynı zamanda bir
“entelektüel” olarak yaşar ve şiire bu bakış açısı ile de yaklaşır. Dolayısıyla şairin ele almış olduğu sorunlara
getirdiği önermeler, hem şair olma hassasiyetinin hem de “şiir sanatı” ile ilgili alanda sahip olunun bilgeliğin bir
göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Özel, şiir üzerine düşünmeye, şiirin ve şairin mahiyetine ilişkin olarak metinler kaleme almaya, poetikasının ilk
devresini oluşturan 1980 yılındaki “Şiir Okuma Kılavuzu”ndan sonra da devam etmiştir. Şiirini ve poetikasını
biyografisindeki durakların kendisine kazandırdığı “zihinsel ayıklık”la beraber geliştirerek devam ettiren şair,
1997 yılında yayımlanan “Şiir Okuma Kılavuzu”na kadar önemli poetik metinler kaleme alır. “Sanat Olayı”,
“Yazko Edebiyat” ve “Yeni Gündem”de yer alan bu yazılar, Türk edebiyatı içerisinde kaleme alınmış, özellikle
“modern şiir” kavramı üzerine bir tür düşünme biçimi geliştiren ilkyazılar olma özelliği taşımaktadır.

Özel’in şiir dünyasının tam anlamıyla kavranması sadece “kılavuzlar”da ileri sürülen görüşlerle mümkün değildir.
Bunun için şairin hayatının her döneminde/durağında poetikası adına kaleme aldıklarının, kendisiyle yapılan
röportajlarda şiir sanatı üzerine dile getirdiklerinin ve değişlik zamanlarda şiir üzerine yapmış olduğu
konuşmalarının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Hayatındaki tüm açılımı ve yönelimi şiir merkezli yaşayan İsmet Özel, ilk şiir kitabı “Geceleyin Bir Koşu”dan
son kitabı “Of Not Being A Jew”e kadar hayat-şiir serüvenini birlikte yaşamıştır. Şairin yaşamının farklı
evrelerinde birer “durak” olarak kabul edilen süreçler, doğrudan şiirine de etki etmiş; 1963 yılından itibaren
oluşmaya başlayan şiir evrenindeki açılım ve genişleme, söz konusu olan “durak”lardan geçerek meydana
gelmiştir. Hayatında şiire, Türk edebiyatında eşine az rastlanır bir tarzda önem veren ve şiiri hayatı içerisinde en
esaslı yere oturtan Özel, söz konusu olan yönsemeyi şiire ilk başladığı yıllardan itibaren bilerek ve isteyerek
oluşturmaya çalışır.

"Şairliğim bir maliyet meselesidir” diyen Özel, hayatında ve şiirinde merkez nokta olarak kabul edebileceğimiz,
kendine sunulanın reddini ve kendi varlık alanında hareket ederek kişiliğinden taviz vermeme imkânını, genç
yaştan itibaren şiirle kurmuş olduğu bu bağ sayesinde elde eder. Dolayısıyla İsmet Özel’in şiirinin hayatıyla
birlikte açımlanması da bu noktada belirir. Şairin “kadirşinas itaatsizliği” ve “tevarüs edilmemiş asaleti” söz
konusu olan bu birliktelikte de en önemli kazanım olarak ortaya çıkar. Genç yaşında şiirin önemli ve değerli
şeyleri dile getirdiği için değil, önemli ve değerli şeylerin varlığını bize hissettirdiği için hayatımızda yer
tuttu
ğunu” kavrayan Özel, “insan oluş bilmecesi”nin sınırlarına bu yoldan giderek ulaşmaya çalışacak ve şiire
emek vermeyi aslî vazife sayıp sürekli “sahici olan”ı önceleyecektir.

İsmet Özel’in ifadeye çalışğımız bu “şiir-hayat birlikteliği”ni, şairin tüm şiir evreninden hareketle örneklemek
mümkündür. Fakat söz konusu olan bu durum, şairin hayat içerisindeki durakları ve dolayısıyla şiirindeki açılım
sebebiyle farklı itkilerin paralelinde ortaya çıkmaktadır. Şiirlerinin yayımlanış tarihlerini merkez alarak
değerlendirdiğimiz bu yönsemeler, Özel’in şiirlerini kaleme alırken beni’nin dünyadan aldıklarından ve dünyaya
verdiklerinden ve şiir kitaplarını yayımlarken bilinçli olarak yaptığı tasniften hareketle 6 safhada belirmektedir.

İsmet Özel, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt olduğu 1962 yılından itibaren ilk şiirlerini de yazmaya başlar.
Edebiyat ortamında da yavaş yavaş tanınmaya başlayan İsmet Özel, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi II. Yeni
şairleriyle tanışıp mektuplaşmaya başlar. Burada önemli olan husus, İsmet Özel’in söz konusu olan ilk şiirleri
yayımlanmaya başladığında özellikle II. Yeni şiiriyle olan etkileşiminin anlaşılmasıdır. Özel, bu dönemde II. Yeni
şairlerinin yazdıklarını “kendi yazma serüveni için başlı başına bir imkân” olarak görmekte, kendi şiir evreninin
kapılarını bu şairlerin şiirsel tecrübeleriyle aralamaktadır. Şiiri “insanla ilgili bütün boyutları fark etme çabasında”
arayan Özel, bunun için II. Yeni şairlerinin özellikle 1954-1959 yılları arasında vermiş oldukları ürünlerle
meydana getirdikleri hazır bir “çevre” bulur.

Bu “çevre” içerisinde, “kendi olanı” yine kendinden/beni’nden hareketle ortaya koyan şair, bu dönemdeki kimi
şiirlerinde, II. Yeni şiirinin biçimsel özelliklerine de yaklaşır. Fakat bir “ergen” olarak hayat karşısında yaşadığı
deneyimleri, cinsel sıkıntılarını, gerek çocukluğundan gerekse tavrından hareketle oluşturup özgün imgelerle
parlatarak meydana getirdiği şiirlerinde, içerik ve şiirsel kurgu itibarîyle II. Yeni şiirinden ve şairlerinden ayrılır.
Şairin bu ilk dönemde yazmış olduğu şiirler ele alındığında, Türk edebiyatı içerisinde kendiyle/beni’yle bu derece
“didişen” ve bedenini böylesine horlayan ikinci bir şairin olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bu dönemden başlayarak kendi şiir poetikasını da oluşturmaya çalışan İsmet Özel, şiirin özüne ve estetiğine
uygun olarak bireysel odaklı şiirler yazar. Bu noktada en önemli dayanağı, zihinsel işleyişi tamamen serbest
bırakıp ortaya çıkan her ne ise onu, sonradan bilinçli bir düzene sokarak, şiirin sınırlarına dâhil etmektir. Şairin ilk
şiirleriyle edebiyat ortamında çarpıcı bir biçimde yer bulması, söz konusu olan bu dayanaktan hareket ederek “şair
oluş ile insan oluş” arasındaki boşluğu, imajinatif söyleyişle dolduruyor olmasıyla mümkün olur. Nitekim Özel,
bu çabası sonucunda şiirin aslına ilişkin önemli kazanımlar elde etmiş, ortaya çıkardığı metinler de “varoluş/insan
oluş” ile ilgili endişe taşıyanlarda esaslı etkiler meydana getirmiştir.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da, Özel’in 1962 yılından 1965 yılına kadar kaleme almış olduğu
ilk şiirlerinin, şiirsel olarak yetkin bir donanımla ortaya konulmuş olmasıdır. Henüz 20’li yaşlarda olan bir şair
için oldukça önemli olan bu özellik, Özel’in de sürekli akılda tuttuğu ve dönemin şairleriyle olan ilişkisinde göz
ardı etmediği bir durumdur. Ataol Behramoğlunun da belirttiği gibi şairin bu dönemde yazdıklarını anlamak
"onun genel şiir evrenini kavramada belki birçok şair için olduğundan daha fazla önem taşımaktadır.”

İsmet Özel’in şiirlerinin oluşum süreci göz önünde bulundurulduğunda "Partizan" şiiriyle başlatılabilecek yeni
bir safhadan söz edilebilir. "Geceleyin Bir Koşu” kitabını dolduran bireysel duyarlılıkla kalem alınmış şiirlerin
şına çıkarak toplumsal olana yönelmeye başlayan şair, bu evredeki şiirlerinde de kalkış noktası olarak yine
beni’nden hareket eder. Fakat toplumun kendisine dayattıklarına karşın, hayatı kendi varlık alanıyla karşılamaya
çalışan ben’in bu seferki dayanağı, sadece çocukluğa ya da geçmiş yaşantılara ait bir takım anılar değil, bizzat
içinde yaşanılan hayatın kendisidir.

Şair, her ne kadar içinde bulunduğu ortamda sunulanın reddi için aktif olarak mücadele etse ve kalemiyle de bu
“karşı oluş”u şiirselleştirse de şiirinin gündelik düşüncelerin birebir karşılığıyla uyum içerisinde olmamasına
özellikle dikkat eder ve şiirdeki politik söylemlerin okuyucuyu “ucuza kapatmak” olduğunu düşünür. Bu
tehlikenin içerisine düşmemek için de şiir uğruna giriştiği tüm çabalarının, “dünyayı anlamlandırma çabalarıyla
ortak doğrultuda birleşmesi” için çalışır. Bu durumu “estetik bir mesele” olarak kabul eden Özel, çözümü ise
“politik anıştırmaları durdukları yerden çıkarmakla ve ‘saf şiir’ söylemini de günlük hayat içinde teşhis ettiğimiz
gerçeklere bulaştırmakla” bulur.

“Evet, İsyan” kitabında yer alan şiirlerden bir kısmını askerlik yaptığı süre içerisinde yazan İsmet Özel, bu
dönemde şiirle olan irtibatını daha da sağlamlaştırır ve o güne kadar şiir bakımından hayatının en verimli
dönemini geçirerek 7 şiir kaleme alır. Şairin bu dönemde yazdığı metinlerde kullanmış olduğu terminoloji, şiire
yüzeysel olarak yaklaşıp onu kelimelerin sözlük anlamlarıyla okumaya çalışanlar için de anlamlandırmaya
müsaittir. Fakat Özel’in bu şiirlerini ideolojik bir takım yönsemelerin ışığında okuyanlar her şeyden önce şiiri
zaafa uğratmış olmaktadırlar. Radikal imajların lirizmle başarılı bir biçimde buluşturulduğu Özel’in bu dönemdeki
ş iirleri, dünyada bulunu ş unu karş ılaş ğ ı metinlerle onaylama e ğ ilimde olanlardan ziyade, bir
rahatsızlık/“farkındalık” dolayısıyla konumunu sorgulama ihtiyacı içinde olanlara yönelik olarak belirmektedir.

Bu belirginlik alanı, soru sorulmadan yalınkat kabul edilen ideolojilerin yerine, insanın var oluşunu temel alan
endişelerle birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı hale gelmektedir. Buradan hareketle “Evet, İsyan”da bir araya
getirilen şiirlerin ontik yapısının da göz ardı edilmemesi gerekmekte; bu şiirlerle, varoluşsal endişeyi taşıyan bir
ergenin “sahicilik” arayışı içerisinde bulunarak hayatı kendi için dokunulur kılma gayreti akılda tutulmalıdır.
Nitekim o dönemde, hayatın olağan akışı içerisinde "neyin olağan, neyin olağan dışı veya olağanüstü olduğunu
do
ğru dürüst tartamamanın acısını çeken” İsmet Özel, bunun ayırtına varabilmek için “mutlak emniyet”in
ihtiyacı içerisine girerek ontolojik kaygıyı yaşamaya başlayacak ve bunun bir ifadesi olarak da öncelikle şiirin
saçağı altına sığınacaktır. “Evet, İsyan” kitabının “Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Kan Kalesi”, “Bir
Devrimcinin Armonikası”, “Evet, İsyan”, “Yaşamak Umrumdadır” ve “Sevgilim Hayat” şiirleri, ifadeye
çalışğımız kaygının işaretlerini taşıması bakımından önem kazanmaktadır

İsmet Özel’de başlayan “değişim”, bu dönemde kaleme aldığı şiirlerine de doğrudan yansımıştır. Şairdeki bu
durum, “çürüksüz, çürütücü olmayan ve insanların eksilmeyen bir yararı sürekli olarak elde edebilecekleri işlere
ba
ğlanması” olarak ele alındığında, baştan beri devam eden bir arayışın neticesi olarak ortaya çıktığı
görülmektedir. Bu içerikle zenginleşen şiirlerdeki tema değerlerinin izlekleri çözümlendiğinde, tüm şiir evreninin
bu durumdan “iz”ler taşıdığı daha net anlaşılabilmektedir.

Özel, ilk şiirlerini kaleme aldığı ve bir ergen olarak bireysel varlık alanına yöneldiğinde de beni’yle
konumlanabileceği bir hayat bulamamış, bunun bir sonucu olarak da arayışını, öncelikle geçmiş yaşantısını daha
sonra da zedelenmişliklerini yücelterek ortaya koymuştur. "Geceleyin Bir Koşu”da beliren şiirler bu ben’in
arayışıdır. Daha sonra bu ben’in hem şiirsel hem de kişisel dünyasında, içinde bulunulan hayat içerisindeki
yanlışlıkların ve eksikliklerin düzeltilebilmesi için “sosyalist” duyarlılıkla belirginleştirdiği bir tür “sorumluluk”
söz konusudur. Hayatı bütünüyle kavramaya çalışan bu “bilinç”, kişisel yaşantısında ve toplumsal ilişkilerinde
“sahiciliğin” arayışı içerisinde olmuş, bunun bir sonucu olarak da “huzursuzluğu” yaşamaktan kurtulamamıştır.
“Evet, İsyan”da beliren şiirler, bu ben’in arayışının birer yansıması olarak da okunabilir.

“Cinayetler Kitabı”na gelindiğinde ise hayatî tecrübelerden/yaşanmışlıklardan ötürü, dünyayı ve tüm ilişkilerini
sorgulamak durumunda kalan bu ben’in huzursuzluğu artarak devam etmiş ve arayış, tekrar bireysel merkezli
olmaya başlamıştır. Özel’in hayatıyla şiirlerinin birebir yol aldığının verileri olarak da değerlendirilebilecek olan
bu dönemdeki ürünler, şairin “Evet, İsyan” kitabındaki şiirlerle öne çıkardığı hayatın, bütün yönleriyle
sorgulanması olarak belirmektedir. Bu dönemdeki “arayış”ın neticesi olarak şairin önünde açılan "korku ve
tedirginlik içinde olmadan yürüyebilece
ği yol” ile varmak istediği yer, "insanın içinde her tür dalgalanmadan
etkilenmeyecek bir mutlak bulundu
ğu inancı”dır.

Söz konusu olan bu gayret, her ne kadar Özel’in şiir evreninde geriye doğru gidildiğinde 1. ve 2. şiir
kitaplarındaki şiirlerle de örneklenebilirse de 1970 yılında yayımlanan “Mazot” şiiriyle ciddî işaretler vermeye
başlayacak, fakat asıl anlamını 1971 yılında “Halkın Dostları” dergisinde yayımlanan “Kötü Şiirler” ile bulacaktır.
Nitekim kitaplarında bir araya getirdiği şiirlerinin oluşturduğu anlam dünyasına dikkat eden Özel, "Cıııayeller
Kitabı”
nı “Mazot” şiirinden sadece bir bölümle başlatacak; 1970’ten 1975 yılına kadar “Halkın Dostları”, “Yeni
Dergi” ve “Diriliş”te yayımladığı şiirlerini, “Sevgilime İftira” ve “Akla Karşı Tezler’i dışarıda tutarak bir araya
getirecektir.

“Mutlak emniyet’i elde etmiş olmanın şairin beni’ne kazandırdığı güven, “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar”
adlı şiir kitabında yer alan metinlerde, bütünüyle kendini hissettirmektedir.
Özel, bu bakış açısıyla, insanların kendilerine sunulanı kolayca kabul ediyor olmalarını, benliklerine
yabancılaşarak “yaşayıp gitme’lerini ve modern dünyanın “şahsiyet’ler üzerinde kurduğu baskı alanlarını,
ironiyle karışık bir söyleyişle şiirselleştirmeye başlar. Fakat burada önemle ayırtına varılması gereken husus,
İsmet Özel’in ilk şiirlerinden bu yana devam eden “sahicilik arayışı’nın herhangi bir yönelime uğramadan devam
ediyor olmasıdır. Şair, sosyalist çevreden kopup müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra da, varlıkla ilgili
en önemli problemini halleden bir ben’in sahibi olarak, söz konusu olan “sahicilik” için “antikonformist” tavrını
devam ettirir.

Özel’in ilk üç şiir kitabında da gerek bireysel gerekse toplumsal kaynaklı olarak devam eden bu tavır, şairin tüm
şiir evreninde, şiir yazma dürtüsü olarak belirmektedir. Nitekim bu durum, bugün de içinde bulunduğumuz zaman
diliminde şiir yazmaya devam eden şaire kaynaklık etmektedir.

Özel’in bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde kendini iyice hissettirmeye başlayan ve yoğun bir şiir işçiliği
gerektiren zekâ ve kurguya dayalı şiirlerinin sayısı giderek artar. Modern dünyada yaşayan insanın ontik
çıkmazını konu ederek, şiir evreninin sınırlarını genişleten Özel, imge yoğunluğu ile kaleme aldığı şiirlerinin yanı
başına, özellikle “Evet, İsyan” kitabıyla başlayıp ve “Cinayetler Kitabıyla” devam eden süreçte, modern insanı
merkez alarak hayatı daha fazla “dokunulur kılmak” için ortaya çıkardığı şiirlerini kor.

İsmet Özel’in modern Türk şiirine olan katkısı da bu noktada belirmektedir. II. Yeni şiirinin 1950’li yılların
ortalarından 1960 yılının başına kadar hayat karşısındaki etkin tavrına şair, insanı bulunduğu yerden başka bir
yere -şiirin yapısını zedelemeden- çağırarak, önemli kazanımlar eklemiştir. Özel, imajinatif söyleyişin yoğunlukla
öne çıktığı şiirlerinde bile toplumun uzağına düşen bir şiirden kaçınmış; insanın ontolojik boyutunu, kullanmış
olduğu kelimelerin ritmini azaltmadan şiirin bütünü içerisinde işlemeyi başarabilmiştir.

İsmet Özel’in 5. şiir kitabı “Bir Yusuf Masalı”, özellikle “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif” ve “Dibace”
bölümleriyle, şairin müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra şiir alanında ulaşş olduğu yerin bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Söz konusu olan bu göstergeler, şairin hem poetik açılımı yaşayarak şiirselliğe
hâkimiyeti noktasında, hem de kelimelerin ses değerleriyle birlikte dilin kullanımına yönelik olarak belirmektedir.
Şair, “Cellâdıma Gülümserken” kitabıyla meydana getirdiği anlam dünyasına, geleneksel bir form içerisinde
modern bir söyleyiş kondurmuş olmakta ve öteden beri içerisinde olduğu “sahicilik” arayışının “Yeni Hayat”
içerisinde de devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Yapı itibarîyle Mesnevî türüne benzer tarzda bölümlenen “Bir Yusuf Masalı”, alışılmış olmayan bir söyleyiş
biçimiyle dikkatleri toplamış; örneğin ilâhî güce yakarış ve peygambere sesleniş biçiminde, sadece şairin tüm şiir
evreninde çıkış noktası olan “ben”in hareket noktası alınmasıyla değil, içerik olarak da bir kırılma meydana
getirilmiştir. Fakat bu kırılma formdan ziyade, “Münacat” ve “Naat” türleriyle insanların zihinlerinde oluşmuş
olan gelenekselleşmiş söyleyiş biçimi ve içerik hususundaki alışkanlıklar ile ilgilidir.

İsmet Özel’in şiir evrenindeki izlekler birbirine ulanarak devam ettiğinden, 5. kitabının masal kısmından da
insanlara ulaşan bir tür “kendilik” çağrısı söz konusudur. “Bir Yusuf Masalı” nın bütünü düşünüldüğünde ve
“giriş” kısmındaki şairin şahsî tecrübesinden hareketle yükselen sesle birlikte okunduğunda daha da anlamlı hale
gelen     bu çağrı,    insanın    modern    zamanlarda     “eşref-i    mahlûkat”      olarak    hiçe             sayılması   ve           mecbur

bırakılmışlıklarına yöneliktir.

İsmet Özel’in son şiir kitabım” dediği “Of Not Being A Jew” isimli 6. kitabı ise 2005 yılının son gecesinde
okuyucuyla buluşturulur. Özel’in bu kitabının bir özelliği de, henüz yazılmamış olan şiirlerin boş birer sayfa
olarak, sadece isimlerini ihtiva ediyor olmasıdır. “Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok” diyen şairin 2003
yılından sonra yazdıkları, hayatında yaşadıklarının ya da yaşamaya mecbur bırakıldıklarının, kendi bireysel
dünyasında karşılık geldiği yerden doğmakta, kimi yerde “anlaşılamamış olma”nın verdiği bir tür huzursuzluk,
kimi yerde insanların sıradanlaşşlıklarını açık etme, kimi yerde de ironiyle karışık bir tür kırgınlık olarak
belirmektedir.

Öteden beri şiirlerinde önemli bir özellik olarak varlığını koruyan “otobiyografik şiif’e şair, bu dönemde
yazdıklarıyla yenilerini eklemiş; 2005 yılında yayımlanan “Savaş Bitti” isimli şiiriyle de bunun en uzun örneğini
vermiştir. İmge yoğunluğunun daha az görüldüğü, kurguya dayanarak zekânın ve işçiliğin daha fazla yer ettiği
2003 yılından sonraki şiirler, her ne kadar şairin kendisini tekrar etmekten uzak durmak için ortaya konan
gayretler olarak anlaşılabilirse de “yaratıcı gücünün azalması” olarak da değerlendirilebilir.

İsmet Özel’in şiir evreninde ortaya çıkan temalar, şiirin yapısı içerisinde yer alan kelime birliklerinden dize
örgülenmesine; bentlerin kuruluşundan imlâ ve noktalamaya varıncaya kadar şairin bilinçli olarak yapmış olduğu
tercih sonrasında şekillenmektedir. Şair, “serbest” olarak meydana getirdiği metinlerinde de, özellikle dize
içlerinden bentlere oradan da şiirin bütününe yayılan kelimelerdeki ses, ahenk ve ritim uyumunu bir disiplin
dahilinde kullanmaya gayret göstermektedir. Dolayısıyla Özel’in şiirlerinde kullanmış olduğu “nazım birimi” ve
“nazım şekli” ile şiirin dış uyumuna yönelik “ölçü”, “uyak”, “redif” gibi biçim özellikleri ve iç uyumu sağlayan
“ses”, “ahenk” ve “ritim” gibi şiirin “yapı”sına ilişkin unsurlar, şairin tema değerlerindeki içeriğe paralel olarak
ortaya çıkmakta ve metnin anlam alanlarına yönelmektedir.

İsmet Özel şiirinin en önemli özelliklerinden birisi de, ele alınan konunun çarpıcı bir biçimde dile getiriliyor
olmasıdır. Şairin ilk metinlerinden başlayıp son dönemde yayımladığı şiirlerine varıncaya kadar bütün canlılığıyla
ortaya konulan bu etkili söyleyiş, aynı zamanda Özel’i dönemin diğer şairleri arasında da farklı bir konuma
oturtmaktadır. Şiir evreni içerisinde izlek olarak devam eden tema değerlerini sert, vurucu ve radikal imgelerin
yanı sıra lirizmle buluşturmayı başaran, dolayısıyla da kendine has bir üslûp geliştiren şair, buradaki en önemli
açılımı dilde ve bu dili işleyiş biçimiyle elde etmektedir.

Şiir metni içerisinde imlâ ve noktalama işaretlerinden sözcük kullanımına, dizeden bent yapılanmasına kadar dilin
bütün imkânları kullanılarak ortaya çıkarılan orijinal ve özgün bu üslûp, ayrı bir dil hâkimiyeti ve işçiliği
gerektirmektedir. “Hayatımı verdim şiirimi aldım” diyen İsmet Özel, söz konusu olan bu gayretini, şiire
hayatında vermiş olduğu yerle fazlasıyla ortaya koymuş ve bunu metinlerine işlenmiş bir dil olarak yansıtmıştır.

Son olarak İsmet Özel’in şiiriyle ilgili şu hususu da belirtmek gerekmektedir. Şairin metinleri, söz konusu edilen
anlamın tamamlanması için okuyanı içerisine çekip ona bir vazife yüklemekte; aynı zamanda bu okurun zihinsel
gelişimine de katkıda bulunmaktadır. İsmet Özel şiirini metinlerarası okumaya yönlendiren temel kullanımlardan
biri olarak ortaya çıkan bu durum şiirlerde, bilhassa özel ad aktarımlarının sıklıkla yapılmasıyla meydana getirilir.
Birtakım olaylara, kavramlara ve şahıslara bağlı olarak şiirin içerisine yerleştirilen bu özel adların
anlamlandırılması ve metindeki anlam bütünlüğü içerisinde doğru bir yere oturtulması, okur için ayrı bir çaba
gerektirir.

İsmet Özel şiirine yabancı olan bir okur için anlamsız ya da saçma olarak görülebilecek olan bu kullanımlar, şair
tarafından metinlerinin anlamını çoğaltmak ve şiirin bütündeki anlamı farklı katmanlarda yeniden üretmek için
bilinçli olarak oluşturulmaktadır. Özellikle son dönemde yayımladığı şiirleriyle okuyucuyu bu türden bir gayrete
yönlendiren şair, şiirin hem yazılır hem de okunurken özel çaba gerektirecek bir uğraş alanı olduğunu da ortaya
koymuş olmaktadır. Dolayısıyla Özel’in şiir metinlerine, alışılagelmiş bir tarzda bakmak ve onları klâsik şiir
çözümleme yöntemleri ile tahlil etmek, çoğu zaman istenilen sonuca ulaşmayacaktır. Modern şiir üzerine düşünme
biçimleri geliştikçe İsmet Özel’in şiirleri de daha net anlamlandırma imkânı bulmuş olacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR*

ABAK, Şaban / IŞIK, İhsan, İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”, Mavera, Y.11, S.313, Kasım 1987, s.18-
29.

ACAR, Saadettin, Sıkı Adamlar, Birey Yay., İst., 2002.

ADORNO, Theodor W., Edebiyat Yazıları, çev: S. Yücesoy; O. Koçak, Metis Yay., İst., 2004.

AKAY, Hasan, Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatında Yeni Fikirler, Kitabevi Yay., İst., 1998.

------- ,------- , Cenab Şahabeddin’in Şiirleri Üzerine Stilistik Bir Araştırma, Kitabevi Yay., İst., 1998.

------- ,------- , Şiir Yeniden Okumak (Bir Yapıçözümleme Girişimi), Kitabevi Yay., İst., 2003.

AKER, Haluk, “Çağdaş Bir Ürperti”, Soyut, S.11, Mart 1966, s.8.

AKKANAT, Cevat, Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002.

AKMAN, Nuriye, İdeal Bir İslâm Düzeni Gerekmiyor”, -Sosyalizmden İslâm’a Ulaşan Şair İsmet Özel

Zihin Serüvenini Anlattı-, Hürriyet Gzt., 5 Temmuz 1992.

------- ,------- , İslami Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcun Yok”, Zaman, 14-

17 Eylül 2003.

AKMEN, Üstün, “Bir Şiir İncelemesi”, Soyut, S.7, Kasım 1968, s. 15-16.

------- ,------- , Provasız Hayat, Epsilon Yay., Şubat, İst., 2005.

AKSAN, Doğan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, engin Yay., İst., 1999.

------- ,------- , Anlambilim, engin Yay., Ank., 1999.

AKSEKİ, Rahmi, Şiir Daha Uzak Mı?”, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.4.

AKSOY, Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yay, Ank., 1976.

AKTAŞ, Hasan, İsmet Özel’in Amentüsü, Birey Yay., İst. 2000.

AKTAŞ, Şerif, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yay., Ank., 1998.

------- ,------- , “Türk Şiir Zevkinin Gelişimi Çevresinde Şiir ve Problemleri”, yayımlanmamış doktora ders

notları.

ALKAN, Erdoğan, Şiir Sanatı, Yön Yayıncılık, İst., 1995.

ALPAY, Necmiye, Yaklaşma Çabası, Kanat Yay., İst., 2005.

ALPER, Yusuf, Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, Okuyanus Yay., İst., Şubat 2001.

ALPTEKİN, Ali Berat, “Halk Hikayelerinin Motif Yapısı”, Akçağ Yay., Ankara, 1997, s.275-277.

ALTUĞ, Taylan, Dile Gelen Felsefe, YKY, İst., Mart 2001.

ANIL, Yaşar Şahin, Sokrates, Kastaş Yay., İst., 2006.

ARİF, Ahmet, “Halkın Dostları Dergisi Çevresinde Kümeleşen Gençler İçin Ne Diyorsunuz?”, Töz Gzt., 1
Aralık 1970.

ARİSTOTALES, Retorik, YKY, çev. M. H. Doğan, İst., Eylül 2000.

ARSLANBENZER, Hakan, Türk Şiiri 2005, büyük harf Yay., İst., 2006.

AYDOĞAN, Ahmet, Metafizik Nedir?, İz Yay., İst., 2001.

AYHAN, Ece, Şiirin Bir Altın Çağı, YKY., İst., 1993.

AYVAZOĞLU, Beşir, Defterimde Kırk Sûret, Ötüken Yay., İst., 1996.

BACHELARD, Gaston, Ateşin Psikanalizi, çev: A. Yiğit, Bağlam Yay., İst., 1995.

------- ,-------- , Mekanın Poetikası, çev: A. Derman, Kesit Yay., İst., 1996.

------- ,-------- , Yok Felsefesi, çev: A. Tümertekin, YKY, İst., 2006.

BAŞKAN Özcan, Bildirişim, “Eklerle Sözcük Türetme”, Multılıngual Yay., İst., 2003.

BAUDRILLARD, Jean, Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, çev. O. Adanır, Boğaziçi Üniversitesi Yay., İst.,
2002.

------- ,-------- , Sessiz Yığınların Gölgesinde, çev: O. Adanır, Doğu Batı Yay., Nisan 2003.

BAUMAN, Zygmunt, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, çev. N. Demirdöven, Ayrıntı
Yay.,
İst., 2000.

BEHRAM, Nihat (Der.), Türk Halk ve Dünya Edebiyatında Başkaldırı Şiirleri Antolojisi, Alfa Yay., İst.,
2001.

BEHRAMOĞLU, Ataol, İsmet Özel Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.24-34.

BEHRAMOĞLU, Ataol / ÖZEL, İsmet, Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, Oğlak Yay., İst, 1995.
------- ,-------- , Şiirin Dili-Anadil, Adam Yay., İst., 1995.

BELGE, Murat, “12 Mart Romanlarına Genel Bir Bakış”, Birikim, S.12, Şubat 1976, s.10.

------- , , “Edebiyatçı Çok, Gerçek Anlamda Ürün Yok”, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım, 1982.

------- ,-------- ,   “1968 Gençlik Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.3,
1983, İst., s.810-811.

------- ,-------- ,   “Türkiye İşçi Partisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.8, 1983,

İst., s.2120-2131.

(BENGÜ), Mehmet Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yay, İst., 1996.

------- ,-------- , “Döneklik Üstüne”, Adam Sanat, S.13, Aralık 1986.

BERKOWİTZ, Peter, Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, çev: E. Demirel, Ayrıntı Yay., İst., 2003.

BEŞİRÖZ, Kenan, İki Kanat”, Dergâh, C.V, S.51, Mayıs 1994, s.3-4.

BEZİRCİ, Asım, 2.Yeni Olayı, Tel Yay., İst., 1974.

------- ,-------- , “Bütün Çiçekleri Ezme Canavar Dedirtme Kendine”, Yazko Edebiyat, C.4, S.24, Ekim 1982,
s.112-117.

BİRSEL, Salah, Şiirin İlkeleri, Adam Yay., İst., 2001.

BORA, Tanıl -Der.- , Taşraya Bakmak, İletişim Yay., İst., 2005.

BOZTAŞ, İsmail, Şiir Dilinde Sapmalar”, Kuram, S.5, Mayıs 1994, s.25-26.

BOZTEPE, Zekeriya / DEMİRER, Temel / ORHANGAZİ, Özgür, Che, Fidel, Küba..., Öteki Yayınevi, Ank.,
Mart 1999.

(BÖRTECİNE), Ahmet Oktay, Toplumsal Değişme ve Basın, B/F/S Yay., İst., 1987.

BUĞDAYCI, Ali, “Fakir ve Müslüman”, Söz Gzt., 17 Ocak 1988.

BÜLBÜL, Kudret, Bir Devlet Adamı ve Siyasal Düşünür Olarak Said Halim Paşa, Kadim Yay., Ocak, İst.,
s.2006.

Melik Bülbül, İmgesel İletişim - “Şiirde İmgesel İletişim”, Çizgi Yay., Konya, 2005.

CANSEVER, Edip, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire”, Dönem, Şubat 1964.

CANETTI, Elias, İnsanın Taşrası 1942-1972, çev: A. Cemal, Payel Yay., İst., 2004.

CAUDWEL, Cristopher, Yanılsama ve Gerçeklik, “Şiirin Temel Özellikleri”, çev: M. H. Doğan, Payel Yay.,
İst., 1998.

CEBECİ, Oğuz, Psikanalitik Edebiyat Kuramı, İthaki Yay., İst., 2004.

CEVİZCİ, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İst., 2005.

CEYHAN, Erdal, “Bazı İmgeler”, Yordam, C.3, S.19, Yaz 1968, s. 30-35.

CUDDON, A. J., The Dictionary of Literary Terms, PenguinBooks, London, 1985.

Cumhuriyet Gzt., Y.41, S.14428, 13 Mart 1965.

CÜCELOĞLU, Doğan, Özüne Yabancılaşş İnsanların Oluşturduğu ‘Mış Gibi’ Yaşamlar - “Yaşamın
‘Mı
ş Gibi’si”, RemziKitabevi, İst., 2005.

ÇAVDAR, Tevfik, “Cumhuriyet Döneminde Gençlik”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
İletişim Yay., C.3, 1983, İst., s.801-812.

ÇEBİ Hasan, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Kısakürek’in Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1987.

ÇELEBİ, Asaf Halet, “Om Mani Padme Hum, Yeditepe Yay., İst., 1953.

ÇELİK, Yakup, Şubat Yolcusu -Attilâ İlhan’ın Şiiri, Akçağ Yay., Ank., 1998.

ÇETİN, Nurullah, Şiir Çözümleme Yöntemi”, Öncü Kitap Yay., Ank., 2004.

ÇİĞDEM, Ahmet, Taşra Epiği - ‘Türk’ İdeolojileri ve İslamcılık, Birikim Yay., İst., 2001.

ÇUTSAY, Osman, 1960’larda Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu,
YGS Yay., Ank., Mart 1997.

DAĞISTANLI, Mustafa Alp / ŞABANOĞLU, Melih, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı
Ekarte Etmeliydi”,
Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.53-61.

DELLALOĞLU, Besim F., Romantik Muamma, Bağlam Yay., İst., Nisan 2002.

DEMİRALP, Oğuz, “Babasına Yenilen Savaşçının Öyküsü”, Oluşum, S.46-47, Ağustos-Eylül 1982, s.31-
33.

DEMİRCAN Ömer, Türkçenin Sesdizimi, Der Yay., İst, 1996.

DENKEL, Arda, Bilginin Temelleri,Metis Yay., İst., 1988.

DERRIDA, Jacques, Şiir Nedir?, çev: A., Sarı; A., Arslan, Babil Yay., Erzurum, 2002.

DİİN Cem, Türk Şiir Bilgisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay, Ank.,
1995.

DOĞAN, Mehmet H., “Evet İsyan’dan Sünnî Şaire”, Adam Sanat, S.57, Ağustos 1990, s.18-26.

------- ,------- , Şiirin Yalnızlığı, “Saman Sarısı Üzerine”, Broy Yay., İst., 1986.

------- ,------- , Şiir ve Eleştiri, YKY, İst., 1998.

DURMUŞ, Mitat, Melih Cevdet Anday’ın Şiirleri ve Şiir Sanatı, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Yeni Türk Edebiyatı) Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora
Tezi,
Danışman: Prof. Dr. İsmail Parlatır, Ank., 2004.

ECO, Umberto, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, çev. K. Atakay, Can Yay., İst., 1996.

------- ,------- , Yorum ve Aşırı Yorum, çev. K. Atakay, Can Yay., İst., 2003.

ELIADE, Mircae, Dinsel İnançlar ve Düşünce Tarihi, çev: A. Berktay, Kabalcı Yay., İst., 2003.

ELIOT, T.S., Edebiyat Üzerine Düşünceler, “Şiirde Musiki”, çev. S. Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı Yay.,
Ank., 1990.

------- ,------- , Çorak Ülke, Dört Kudret ve Başka Şiirler, çev: S. Aytimur, Adam Yay., İst., 1990.

ENDER, Rita, İsmet Özel İle Son Şiir Kitabı Üzerine: Of Not Being A Jew”, Şalom Gazetesi, 15 Mart
2006.

ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, RemziKitabevi, İst., 1972.

EROĞLU, Ebubekir, İmgeyi Boşlayan Şiir”, Yönelişler, Y.2, S.13, Nisan 1982, s.1-5.

------- ,------- , Modern Türk Şiirinin Doğası, YKY, İst., 2005.

ERTE, Mehmet, Şiirin Özgürlüğe İhtiyacı Yok, Özgürlüğün Şiire İhtiyacı Var”, yasakmeyve, Y.4, S.19,

Mart-Nisan 2006, s.8-20.

FAZIL, Necip, Çile, “Poetika: Şiir”, Büyük Doğu Yay., 19. Basım, İst., Eylül 1992.

FEDAİ, Celâl, İsmet Özel’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi,
Danışman: Yard. Doç. Dr. Hüseyin Tuncer, İzmir, 1998.

FONAGY, İvan, Şiir Dili: Biçim ve İşlev”, Gergedan, S.18, Ağustos, 1988, s.94-98.

FOUCAULT, Michel / GUTMAN, Huck / HUTTON, Patrıck H., Kendini Bilmek, çev: G. Güven, Om Yay.,
İst., 2003.

FRANÇAİS/TURC DİCTİONNAİRE, Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük,Milliyet, İst., 1990.

FRANKL, Victor E, Duyulmayan Anlam Çığğı, çev. S. Budak, Öteki Yay., Ank., 1999.

FREUD, Sigmund, Uygarlığın Huzursuzluğu, çev:H. Barışcan, Metis Yay., İst., 1999.

FRISCH, Max, İnsan Nedir Ki..., çev: G. Aytaç, Öteki Yayınevi, Ank., 2000.

FROMM, Erich, Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum, çev: N. Arat, Say Yay., İst., 2001.

GASSET, Ortega Y., Kütlelerin İsyanı, çev: N., Muallimoğlu, Bedir Yay., İst., 1992.

------- ,-------- , Tarihsel Bunalım ve İnsan, çev. N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1998.

------- ,-------- , İnsan ve Herkes , çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1999.

GAZÂLÎ, Meâricü’l-Kuds, cev: S. Özburun, İnsan Yay., İst., 2002.

GIDDENS, Anthony, Modernliğin Sonuçları, çev: E. Kuşdil, Ayrıntı Yay., İst., 2004.

GÖKA, Erol, Varoluşun Psikiyatrisi, Vadi Yay., Ank., 1997.

GÖKTÜRK, Akşit, Okuma Uğraşı, İnkılâp Kitapevi, İst., 1988.

GÖLDELİ, İzzet, “Yanlış Bir İsmet Özel”, Yordam, C.3, S.18, Bahar 1968, s.36-39.

GÜNAY, Doğan, Metin Bilgisi, “Şiir Dili ve Anlatımsal Özellikleri”, Multilingual Yay., İst., 2001.

GRUEN, Arno, Normalliğin Deliliği - Hastalık Olarak Geçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram,
Çitlembik Yay., çev: İ. İgan, İst., 2003.

------- ,-------- , Kendine İhanet - Kadın ve Erkekte Özerklik Korkusu, Çitlembik Yay., çev: Ü. Hastürk, İst.,
2004.

------- , ------- , İçimizdeki Yabancı - Nefretin Kökenleri Yabancı Olanan Nefret ve Sonuçları, Çitlembik
Yay.,
çev: İ. İgan, İst., 2005.

GÜLALP, Haldun, “Modernization Policies and Islamist Politics in Turkey”, Rethinking Modernity And
National Identity In Turkey,
Universty of Washington Press, Washington, 1997.

GÜLBAY, Tabip, İsmet Özel’de Yabancılaşma, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi

Anabilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Doç. Dr. Erkan AKIN, Ank., 1999.

GÜRSON, Eser, Edebiyattan Yana, YKY, İst., 2001.

------- ,------- , “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.231.

HANÇERLİOĞLU, Orhan, Ruhbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi., İst., 1997.

------- ,------- , Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 9. baskı, Ank., 1994.

HARTMANN, Heinz, Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu,Metis Yay., İst., Şubat 2004.

HATİPOĞLU, Vecibe, Türk Dilinde İkileme, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 1981.

HAYRÂT NEŞRİYAT İLMİ ARAŞTIRMA MERKEZİ MEÂL HEYETİ, Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar
Meâli,
HayrâtNeşriyat, İst., 2001.

İLERİ, Selim, “Eleştiride Düzey Ve... “Halkın Dostları”, Yeni Edebiyat, C.1, S.11, Eylül 1970, s.24-25.

İmlâ Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 2000.

İMZASIZ, “Hoş geldin İsmet Özel”, Tempo, S.2, 12-18 Ocak 1992, s.62.

İMZASIZ, İsmet Özel, Bir Yıllık Bir Aradan Sonra, Yine Dergâh Dergisinde Bir Şiir Daha Yayımladı:
Of Not Being A Jew”,
Nokta, 24-30 Ocak 1993.

İMZASIZ, “Ahmet Hakan İsmet Özel İle Konuşuyor I” (“İskele Sancak” programının kaset çözümü),
Yansıma, S.1, Eylül 2001, s.8-13.

İMZASIZ, “Ahmet Hakan İsmet Özel İle Konuşuyor II”, (“İskele Sancak” programının kaset çözümü),
Yansıma, S.2, Ekim 2001, s.8-15.

İNAM, Ahmet, “Üç Şiir Kitabı”, Soyut, S.21, Ocak 1970, s.12-14.

------- ,------- , “Kaygı Gülü Açarken”, Doğu Batı, S.6, Y.2, Şubat-Nisan 1999, s.73-91.

İNCE, Özdemir, Yazınsal Söylem Üzerine, “Şiirin Dili 1”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İst., 2000.

------- ,------- , Şiir ve Gerçeklik - İmge ve Serüvenleri”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,------ İst., 2001.

------- ,------- , “Tabula Rasa”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay, İst., 2002.

JACOBY, Russel, Belleğini Yitiren Toplum, Adler’den Laing’e Konformist Psikolojinin Eleştirisi, çev: H.

Atalay, Ayrıntı Yay., İst., 1996

JEAN, L. Joubert, Şiir Nedir?, çev: E. Kurkut, Öteki Yay., Ank., 1993.

JUNG, Carl Gustav, Analitik Psikoloji - “Analitik Psikoloji ve Şiir”, çev: E. Gürol, Payel Yay., İst., 1997.

------- ,------- , Dört Arketip, çev. Z. A. Yılmazer,Metis Yay., İst., 2003.

KAHRAMAN, Hasan Bülent, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, agorakitaplığı, İst., Kasım 2004.

KANIPAK, Şiir Yüklü Bulutlar”, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.39-41.

KAPLAN, Mehmet, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, “Armoni”, Dergâh Yay., İst., 1995.

KAPLAN, Sefa, “Koynunun Boş Veya Dolu Olması Hayatımızın Çerçevesidir”, Hürriyet Pazar, Y.57, S.
20821, 29 Ocak 2006, s.7.

KARA, İsmail, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Metinler/Kişiler III, Pınar Yay., İst., 1994.

KARAHAN, Leyla, Türkçede Sözdizimi, Akçağ Yay., Ank., 1995.

KARAKAYA, Zeki, Edebî Bir Söylem Olarak Sözsüz Aktarım, etüt yay., Samsun, 1999.

KARATAŞ, Turan, Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yay., İst., 1998.

KIERKEGAARD, S0ren, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, çev. M. M. Yakupoğlu, Doğu Batı Yay., Ank.,
2004.

------- ,-------- , İroni Kavramı, çev: S. Okur, İş Bankası Kültür Yay., İst., 2004.

KILIÇ, Mahmut Erol, Sûfî ve Şiir - Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İnsan Yay., İst., Nisan 2004.

KIRAN, Zeynel - KIRAN, Ayşe, Dilbilimine Giriş, Seçkin Yay., Ank., 2002.

KIRCAN, Talat, “Evet İsyan”, Soyut, S.23, Mart 1970, s.20.

KIZILTAŞ, Ekrem, “Değerler Karşısında Duyarlı Kişiler Miyiz? Değilsek, Çekiver Kuyruğunu...”, Milli
Gzt.,
Y.19, S.5464, 4 Temmuz 1988.

KOÇ, Atilla, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977.

KODAMAN, Bayram (Yay. Hz.), 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya Tarihi), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ank., 1993.

KOHUT, Heinz, Kendiliğin Çözümlenmesi, çev: C. Atbaşoğlu; B. Büyükkal; C. İşcan, Metis Yay., İst., 1998.

KOJEVE, Alexandre, Hegel Felsefesine Giriş, çev: S. Hilav, YKY, İst., 2001.

KORKMAZ, Ramazan, İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay., Ank., 2002.

------- ,-------- , (Editör), Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı 1839-2000, Grafiker Yay., Ank., 2004.

KURTULUŞ, Akif, “Hangi Dünyaya Kulak Kesilmişse Öbürüne Sağır”, Yarın, S.6, Şubat 1982, s.29-31.

------- ,-------- , “Politikada Emekliliği İtiraf Edemeyince”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”, Edebiyat
Dostları,
S.7, Kasım, 1987.

KUTLU, Mustafa, “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri Üzerine”, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, Yazarlar Birliği
Yay., 1984, s.194-199.

KUYAŞ, Nilüfer, İsmet Özel’in İtirafı”, E Dergisi, Mart, S.12, s.42-43.

LAKOFF, George; JOHNSON, Mark, Metaforlar -Hayat, Anlam ve Dil, çe: G.Y. Demir, Paradigma Yay.,
İst., 2005.

LE BON, Gustave, Kitleler Psikolojisi, çev: T. Sağlam, Timaş Yay., 1999.

LELEDAKİS, Kanakis, Toplum ve Bilinçdışı -Toplumsal Teori ve Toplumsalın Bilinçdışı Boyutu, çev: A.,

Yılmaz, Ayrıntı Yay., İst., 2000.

LONGMAN, Dictionary Of Contemporary English, Richard Clay Ltd., London., 1987.

MARDİN, Şerif, İyiler ve Kötüler I”, Dergâh, C.III, S.27, Mayıs, s.1, 14-15, 1992.

MARDİN, Şerif, İyiler ve Kötüler II”, Dergâh, C.III, S.28, Haziran, s.14-15, 1992.

MARSHALL, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, çev: O. Akınhay, D. Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ank., 1999.

MAY, Rollo, Yaratma Cesareti, çev: A. Oysal, Metis Yay., İst., 1987.

MENTEŞ, Murat, İsmet Özel İle Geceleyin Bir Koşu”, Dergâh, C.VI, S.72, Şubat 1996, s.3-5.

------- , -------- , “‘Son’ Kitabımı Yazdım Gayet Müsterihim”, Gerçek Hayat, Y.7, S.2006-1 (272), 6 Ocak
2006, s. 20-21, 36-37.

MERİÇ, Cemil, Jurnal, İletişim Yay., İst., 1993.

OĞUZ, Kürşat, “Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18.

------- ,--------- , “Edebiyat Tanpınar’a Geriledi”, VatanKitap, Y.1, S.2, 14 Temmuz 2004, s.16-19.

ONART, Adnan, “Bir Şiiri Okumak”, Soyut, S.2(Yeni Dizi), Haziran 1968, s.17-19.

ÖNGÖREN, Veysel, “Bir Şeyler Oluyor I-II”, Dost, C.23, S.78-79, Nisan-Mayıs 1971, s.11-13, 5-8.

ÖZBAHÇE, Osman, İsmet Özel Biyografisi”, Memleket Dergi, S.1, Nisan 2006.

ÖZEL, İsmet, Şiirin Özgürlüğü”, Evrim, S.17, Mayıs 1964, s.6.

------- ,--------- ,   İmge ve Dizgin”, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.

------- ,--------- ,   İmge ve Açıkanlatımlı Şiir”, DevinimLX, S.1, Şubat 1965, s.3,8.

------- ,--------- ,   Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Ank., Mart, 1966, 31 s.

------- ,--------- ,  Evet, İsyan, de Yay., İst., Kasım 1969, 44 s.

------- ,--------- ,  Cinayetler Kitabı, Çıdam Yay., İst., Mart 1975, 47 s.

------- ,--------- ,   Şiir Okuma Kılavuzu”,Mavera, S.2, Ocak 1977, s.18-20.

------- ,--------- ,  Şiirler 1962-1974”, Yeryüzü Yay., İst., 1980, 144 s.

------- ,--------- ,  Şiir Okuma Kılavuzu, Yeryüzü Yay., 1. bs., İst., Ocak 1980, 82 s.

------- ,--------- ,  “Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd.”, Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.12-14.

------- ,--------- ,  Şairler Intellectin Pençesinde”, Yazko Edebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97-107.

------- ,--------- ,  Şiir Kitabı, Adam Yay., İst., Haziran 1982.

------- , -------- , Şiir”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.3, 1983, İstanbul, s.
631-636)

------- , -------- , Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar, İmge Yay., İst.,
1984, 31 s.

------- ,--------- ,  “Demon-krasıye Karşı Şiir”, Yeni Gündem, Y.1, S.16, 16-28 Şubat           1985, s.84.

------- ,--------- ,  “Haziran Gibi Ölmek”, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart 1985, s.33.

------- ,--------- ,  Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, Yeni Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart          1985, s.35.

------- ,--------- ,  Şair Halkın Neyidir?”, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Nisan 1985,           s.35.

------- ,--------- ,  “Özgürlük İçin Şiir”, Dergâh, C.I, S.1, Mart 1990, s.1.

------- ,--------- ,  Şairleri Affedebiliriz”, Dergâh, C.I, S.2, Nisan 1990, s.1.

------- ,-------- ,   “Sünnî Şair Olur Mu?”, Dergâh, C.I, S.3, Mayıs 1990, s.1.

------- ,-------- ,   “Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel”, Dergâh, C.I, S.4, Haziran 1990, s.1.

------- ,--------- , “Elmanın Kalbine Eşelek Diyen Biz Türkler”, Dergâh, C.I, S.5, Temmuz 1990, s.1.

------- ,-------- ,   “Barbarın Dili Şiir”, Dergâh, C.I, S.6, Ağustos 1990, s.1.

------- ,-------- ,   “Dıchterisch Wohnt Der Menschı”, Dergâh, C.I, S.7, Eylül 1990,          s.1.

------- ,-------- ,   Şeyhim Güldür, Dergâh, C.I, S.8, Ekim 1990, s.1.

------- ,-------- ,   “Bir Şey Fazla Bir Şey Eksik”, Dergâh, C.I, S.9, Kasım 1990, s.1.

------- ,-------- ,   “Nağme Değil, Mûsikî”, Dergâh, C.I, S.10, Aralık 1990, s.1.

------- ,-------- ,   Şiir Bilgisi Gerçekleri Yok Eder”, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990,         s.1.

------- ,-------- ,   “Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak”, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1.

------- ,-------- ,   Şiir Okuma Kılavuzu, Çıdam Yay., Mart 1991, 157 s.

------- ,--------- , Sorulunca Söylenen, Şûle Yay., İst., 1997.

------- ,-------- ,   Erbain, Şûle Yay., İst., 1998.

------- ,-------- ,   Tahrir Vazifeleri, Şûle Yay., İst., 1999.

------- ,-------- ,   Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126      s.

------- ,--------- , “Modern Türk Şiirinin Savunması”, Parşömen, İstanbul Bilgi Üniversitesi Edebiyat Kulübü
Yay., C.2, S.1, İst., Güz 2000, s.28-40.

------- ,-------- ,   Faydasız Yazılar, Şûle Yay., İst., 2000.

------- ,-------- ,   Şiir Okuma Kılavuzu, Şûle Yay., İst, Eylül 2000, 89 s.

------- ,-------- ,   “Kültürlü Oldukları Söylenen”, Yeni Şafak, Y.7, S.2345, 12 Mayıs 2001.

------- ,-------- ,   Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, Şule Yay., İst., 2002.

------- ,-------- ,   “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı”,Milli Gzt, Y.31, S.11147, 4 Ağustos 2003.

------- ,-------- ,   Çatlıycak Kadar Aşkî, Adam Yay., İst., Ekim 2003, 96 s.

------- ,-------- ,   Henry Sen Neden Buradasın 1, Şûle Yay.,      İst.,2004.

------- ,-------- ,   Henry Sen Neden Buradasın 2, Şûle Yay.,     İst., 2004.

------- ,-------- ,   Cuma Mektupları 10, Şule Yay., İst., 2004.

------- ,-------- ,   “Of Not Being A Jew”, Şule Yay., Aralık 2005, 150 s.

------ ,-------- , “Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının
Tanıtım Toplantısı,
Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005.

------- ,--------- , Çenebazlık, Şule Yay., 1.bs., İst., Eylül 2006, 165 s.

ÖZGENTÜRK, Nebil, “Üç İnsan, Üç Hayat...”, Sabah, 11 Kasım 2000.

ÖZGER, Arkadaş, “Yanlış Bir İsmet Özel’e Cevap”, Yordam, C.3, S.19, Yaz 1968, s.65-66.

ÖZKAN, Apdulah, İsmet Özel”, Soyut, S.16, Ağustos 1966, s.11.

------- ,------- , “Genç Kuşak Diye”, Soyut, S.25, Mayıs 1967, s.11-12.

ÖZKAN, Fadime, “Bir Yusuf Masalı’nın Seslendirdikleri”, Yeni Şafak, 15 Şubat 2000.

------- ,------- , “Üç Cin Bir Şair”, Yeni Şafak, 21 Şubat 2000.

ÖZÜNLÜ, Ünsal, Edebiyatta Dil Kullanımları, “Şiir Dilinde Sapmalar”, multılmgual Yay., İst., 2001.

PASTERNEK, Boris, Kızkardeşim Hayat, Say Yay., İst., 1995.

PAVESE, Cesare, Yaşama Uğraşı, çev: C. Çapan, e Yay., İst., 1990.

PAZ, Octavio, Yay ve Lir / Şiir Nedir?, çev: Ö. Saruhanlıoğlu, Armoni Yay., İst., 1991.

PEKER, Hüseyin, “Geceleyin Bir Koşu”, Yordam, C.2, S.13, Kış 1967, s.58-59.

(RAN), Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1 - Şiirler 1919-1951, Steno, Varna, 1993.

------- ,------- , Dördüncü Kitap-“Memleketimden İnsan Manzaraları”, YKY, İst., 2002.

REICH, Wilhelm, Kişilik Çözümlemesi, çev: B. Onaran, Payel Yay., İst., 1997.

RİFAT, Mehmet, Gösterge Avcıları, Om Yay., İst., 2000.

RORTY, Richard, Olumsallık, İroni ve Dayanışma, çev: M. Küçük; A. Türker, Ayrıntı Yay., İst., 1995.

SARMAŞIK, Belgin, Attila İlhan’a Mektupkar, Otopsi Yay., İst., 2001.

SARTRE, Jean Paul, “Baudelaire”, çev: A. Tümertekin, İthaki Yay., İst., 2003.

(SEBER), Cemal Süreya, “Folklor Şiire Düşman”, A Dergisi, Ekim 1956.

------- ,------- , “Dergiler Arasında/Halkın Dostları”, Papirüs, S.44, Mart 1970, s.53-56.

------- ,------- , “Mavi Bir Şey Değildir, Halkın Dostları Bir Şeydir”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”,
Edebiyat Dostları, Sorular: Akif Kurtuluş, Kasım 1987, S.7, s.10-11.

SEYİTOĞLU, Bilge, Erzurum Halk Masalları Üzerinde Araştırmalar (Metinler ve Açıklamalar), Atatürk
Üniversitesi Yayınları,
Yayın No: 409, Erzurum 1975, 451 s.

SCHELER, Max, İnsanın Kosmostaki Yeri, çev: H. Tepe, Ayraç Yay., Ank., 1998.

SCHIMMEL, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yay., İst., Eylül 1999.

SHAYEGEN, Daryush, Yaralı Bilinç, çev: H. Bayrı, Metis Yay, İst., 1991.

STEINER, George, Heidegger, çev. S. Sahra, Hece Yay., Ank., 2003.

STOR, Anthony, Yaratma Dürtüsü, Yayınevi Yay., İst., 1992.

STRATHERN, Paul, 90 Dakikada Sokrates, çev: M. Ukşul, Gendaş Yay., İst., 1988.

ŞAHİN, İbrahim, “Romantik Bir Tavır Olarak İroni”, Yazgı, S.1, Ekim, 2006, s.28-31.

ŞENDERİN, Zübeyde, Turgut Uyar’ın Hayatı, Sanatı, Eserleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Yeni Türk Edebiyatı) Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ramazan Kaplanr, Ank., 2004.

TARHAN, Abdülhak Hâmid, Bütün Şiirleri 1, Yay. Hz.: İ. Enginün, Dergâh Yay., 1991.

TATAR, Burhanettin, Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti -Gadamer versus Hirsch, Vadi Yay., Ank.,

1999.

TEVFİK FİKRET, Rubâb-ı Şikeste, (Tıpkı Basım, Yay. Hz. A. Uçman), Çağrı Yay., İst., 2001.

THOMAS, Dylan, Şiir Sanatı Üzerine Notlar”, Şiir Sanatı, çev: M. Belge, S.9, Temmuz 1966, s.2-5.

THOMPSON, George, “Marksizm ve Şiir, “Ritim ve Çalışma”, çev: C. Çapan, Adam Yay., İst., 1996, s.19.

TODOROV, Tzvetan, Yazın Kuramı, çev: M. Rıfat; S. Rıfat, YKY, İst., 2005.

TOMLINSON, John, Kültürel Emperyalizm -Eleştirel Bir Giriş, çev: E. Zeybekoğlu, Ayrıntı Yay., İst., 1999.

TOURAINE, Alaın, Modernliğin Eleştirisi, çev. H. Tufan, YKY., İst., 2000.

ULAŞ, Sarp, / GÜÇLÜ, Baki / UZUN, Erkan / UZUN, Serkan / HÜSREV, YOLSAL, Hüsrev,“Felsefe

Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay., Ank., 2002.

ULUTAN, Burhan, İktisadî Doktrinler Tarihi - ‘Bölüm XXII Keynes Devrimi’, Ötüken Neşriyat, İst., 1978.

URRY, John, Mekanları Tüketmek, çev: R. G. Öğdül, Ayrıntı Yay., İst., 1999.

UYAR, Tomris (Yöneten), “Yaş ve Şiir Üstüne” Konulu Açıkoturum, Katılanlar: Cemal Süreya (BERFE),

Edip CANSEVER, Turgut UYAR, Varlık, S.906, Mart 1983, s.13-25.

UYAR, Turgut, “Çıkmazın Güzelliği”, Dönem, Kasım 1963.

WEBER, Max, Şehir -Modern Kentin Oluşumu, çev: M. Ceylan, Bakış Yay., İst., 2000.

WELLEK, Rene / VARREN, Austin, “Edebiyat İncelemesine Dış Yaklaşımlar”, Edebiyat Teorisi, çev: Ö.

F. Huyugüzel, Akademi Kitabevi, İzmir 2001.

WHİTE, John -editör-, Aydınlanma Nedir? - İç Dünyanın Keşfi, çev: C. Erengil, Ayna Yayınevi, İst., 2002.

YALÇIN, Mehmet, Şiirin Ortak Paydası Şiirbilimi Giriş, Cumhuriyet Üni., Yay., No: 35, Sivas, 1991.

YALOM, Irvın, Varoluşçu Psikoterapi, çev. Z.İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst., 1999.

YAVUZ, Hakan, Modernleşen Müslümanlar, Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş ve AK Parti, Kitapyayınevi,

Eylül, İst., 2005.

YAVUZ, Hilmi, Dilin Dili, Arma Yay., İst. 1991.

YAVUZER, Haluk, Çocuk ve Suç, Remzi Kitapevi, İst., 1992,

YAZAN, Ümit Meriç, “Türkiye Kanatlarınızın Altında”, İz Yay., İst., 1997.

YILDIRIM, Ali, FKF- Dev-Genç Tarihi (1965-1971) Belgelerle Bir Dönemin Serüveni, Doruk Yay., Ank.,

Ocak 1997.

YURTBAŞ, Metin, “Örnekleriyle Deyimler Sözlüğü”,Mem OfsetLtd. Şti., İst., 1996.

YUSUF, Selahattin (2005), Bir Masal İsmet Özel’i, Şule Yay., İst., 2005.

YÜCE, Can Bahadır -Der.-, Şiirim Gibi Yaşadım”, Dünya Kitapları Yay., Eylül, 2006.

YÜCEL, Tahsin, Anlatı Yerlemeleri, YKY, İst, 1993.

ÖZ GEÇMİŞ

1977 yılında Zile’de dünyaya geldi. İlk okulu memleketinde okudu. Orta okul ve lise tahsilini Ankara’da, 1995
yılında tamamladı. Aynı yıl, Fırat Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi. 1999 yılında mezun oldu.
Bir ders yılı, Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik yaptı. 2000 yılında, Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalında araştırma görevlisi olarak
göreve başladı. Aynı yıl güz döneminde, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalında, Yüksek Lisans eğitimine başladı. 2002 yılında “Ali Mümtaz
Arolat, Hayatı, Şairliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme” adlı tez ile Yüksek Lisans çalışmasını tamamladı. Evli ve
iki çocuk babası olan İbrahim TÜZER, halen aynı üniversitede görev yapmaktadır.

İsmet Özel’in şiirleri üzerine hazırladığımız bu çalışmanın “Hayatı” kısmındaki biyografik bilgilerin bir kısmı,
şairin kendisiyle 01.01.2006 ve 19.06.2006 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirmiş olduğumuz uzun soluklu
görüşmelerden derlenmiştir.

İsmet Özel, “Masalların en kötüsü de kendimiz hakkındaki masaldır. Herkes kendi masalını yıkmalıdır. Ben
burada kendi masalımı yıkmaya çabalayaca
ğım” dediği Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, (Şule Yay., 8. bs.,
İstanbul, Mart 2002), adlı eserinde kendi masalını şöyle anlatır: “Bir varmış bir yokmuş. Bir şair İsmet Özel
varmı
ş. İyi şiirler yazarmış. Nasıl olmuşsa bu İsmet Özel bir gün komünist olmuş. Derken efendim bir komünist
olarak da iyi
şiirler yazmayı başarmış ve hatta böylelikle yıldızı parlamış. Gel zaman git zaman, İsmet Özel’in
duyguları, dü
şünceleri, inançları değişmiş (masalın her varyasyonunda bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve
Müslümanlı
ğı bir hayat yolu olarak benimsemiş. Ama işe bakın ki adam iyi şiirler yazmaya devam etmiş. Eh o
erdiyse muradına, bizde çıkabiliriz kerevetine.”
s.14.

İsmet Özel, Henry Sen Neden Buradasın 1, Şule Yay., İst., 2004, s.11.

İsmet Özel, Henry Sen Neden Buradasın 1, s. 41.

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”, adlı eserde, kendi doğumuyla ilgili olarak şu tespitte
bulunmakta ve meseleye çok farklı bir bakış açısı kazandırmak istemektedir: “...hayatımı (masalımı) şöyle bir
cümleyle ba
şlatmam yerinde olur: Müttefik kuvvetlerin Almanya sınırlarını aşğı günlerde doğdum. Savaş
sonunda do
ğmuş olmam, bana öyle geliyor ki, nasıl bir aile içinde doğmuş olmamdan, nasıl bir eğitim
aldı
ğımdan çok daha etkililidir. Çünkü savaş sonrası düzen Türkiye’de yaşayan herkes için bazı imkânlar ve
bazı sınırlamalar getirdi.”
(s.31.)

İsmet Özel’in, doğumu üzerine geliştirmiş olduğu bu fenomonolojik dikkat, onun tüm düz yazı evrenine hâkim
olurken şiir dünyasının da temel bir izleği haline gelmektedir. [Bu durumun şiirlerine yansıması hakkında
daha geni
ş bilgi için çalışmamızın 3. Bölümünde yer alan “3.1.5. Toplumsallaş(ma)ma ve ‘Otantik olma’:
Yalnızlık” adlı kısma bkz.]

Ahmet Beyin doğum tarihi hicri olarak “1315”e denk gelmektedir. Bu tarih, I. Dünya Savaşı dolayısıyla en çok
da Tokat yöresinden, çocuk denecek yaşta insanların “Çanakkale Cephesi”nde savaşmaları için askere alındığı bir
tarihtir. Kimi halk söyleyişlerine ve türkülerine de geçmiş olan bu durum İsmet Özel’in “Amentü” (Diriliş, S.1-
2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35) adlı şiirinde de şu şekilde ifade edilir: “Tokat / aklıma bile gelmezdi / babam
onbe
şli olmasa”

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de anne ve babasının ailesi için şöyle yazmaktadır:
"İçinden çıktığım aile, herhangi bir üstünlük taşımaz. Annem bir ortakçının kızı. Babamın ailesi de arabacılık
yaparmı
ş.” (s.20)

İsmet Özel, babasının bu durumunun şöyle ifade etmektedir: "C'ıımhııriyenn kurulduğu yıllarda Rüştiye mezunu
olan birisi o günkü bo
şluktan yararlanıp birçok numaralar çekebilirdi. Babam polis olmuş. Ben bunu doğrudan
do
ğruya sosyal durumuyla açıklıyorum. Çünkü babam yüksek tabakadan bir insan değildi ve birazda tabi ahlakî
tutumla alakalı. Aslında bu gün oldu
ğu gibi. Şu gün Türkiye’de hak etmediği mevkileri işgal eden dünya kadar
insan var. O gün de mutlaka öyleydi. Ama babam buna tevessül eden birisi de
ğildi.” (Ags.)

Ags.

İsmet Özel yine bu konuda, "Annem ve babam her ikisi de, kendilerine göre şarkı mırıldanırlardı.
Söylemezlerdi ama bir kulak a
şinalığı vardı. Mesela ben şiir yazarken çoğu kez “Anne sarı bir çiçek ismi söyle”
der ona ba
şvururdum.” demektedir. (Ags.)

İsmet Özel, babasının mesleğinin karşılık geldiği kendi dünyasındaki çağşımları, şiirlerine zaman zaman konu
edinmektedir. Özellikle “Amentü” (Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35) şiiri, bu anlamda yoğun imajinatif
değerlerle örülüdür.

İsmet Özel, babası emekli olduktan sonra memleketleri olan Söke’ye değil de ablasının okuduğu yere
taşınmalarını “babamın çocuğuna para gönderip okutma gücü olmadığından hep beraber Ankara’ya taşındık”
şeklinde açıklamaktadır. (Ags.)

İsmet Özel’in “Ey merak, ey zafer haykırışı” (Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 15-17), dediği

bu duygu onun şiir evrenine de yayılmıştır. Şiirini hayatıyla aynı paralellikte sürdüren şaire göre “merak / bir devrimcini
hazırlı
ğıdır” (Sevgilime Bir Kefen, Şiir Sanatı, S.15, Ocak 1967, s.13-14) [Bu duygunun şiirlerde ele alınışa dair daha geniş

bilgi için bu çalışmanın, “3.1.4. Şahsî olandan toplumsal olana yöneliş: Devrimci duyarlılık” adlı bölümün “3.1.4.1.

‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık” isimli alt başğına bkz.]

İsmet Özel, “merak” duygusunun kendisinde çok erken yaşlarda gelişmesiyle ilgi şunları söylemektedir: “Ben 6
karde
şin en küçüğüyüm. Küçük kardeş olunca öbürlerini gözlüyorsun. Büyükler küçüklerin ne yaptığını bilmez
ama küçükler büyüklerin ne yaptı
ğını bilir ve hep merak ederler. Ne yapıyorlar, nereye gidiyorlar. Hayat nasıl.
Dünya nasıl bir
şeydir? Bunları hep merak ederdim” (Ags.)

İsmet Özel, bu durumu kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide şöyle dile getirmektedir: İnsan bir köyde
ya
şasa köylülere ait bir dünya onun dünyası olur. Ben mesela Kastamonu’da yaşadığım 7 sene boyunca il
merkezinin dı
şına hiç çıkmadım. Ama belki okumayı seven bir çocuk olduğum için okuduklarım dolayısıyla da
dünyam geli
şti. Mesela, evimizde kocaman bir ülkeler coğrafyası kitabı vardı. Hangi ağabeyimden kalma
bilmiyorum. 1. hamur kâ
ğıda basılmış, resimli, kalın bir kitaptı. Ben o kitabı, ilkokul çağlarımda, öyle lisede
falan de
ğil ilkokul 2. veya 3. sınıfta okudum. Macar ovalarını, Arjantin pampalarını merak eder okurdum. Gayet
iyi hatırlıyorum. Lise 1. sınıfta ders anlatmak üzere hoca beni tahtaya kaldırmı
ştı. Brezilyayı anlatacaktım. Ben,
şöyle bir cümleyle başladım “Mesaha itibariyle çok vasi olan bu memleket..” diye. Şimdi hoca çok şaşırdı.
Çünkü o bahsetti
ğim kitaptan okuduğum cümle öylece aklımda kalmıştı. Çocuk kitapları dolayısıyla, çizgi
romanlar dolayısıyla dünyayı didikleyen bir zihnim vardı. Benim ya
şıtlarımın evleriyle karşılaştırıldığında, hele
de ta
şrada, kitap olan bir evdi bizimki. Ben birçok yazarı evde tanıdım” (Ags.)

İsmet Özel, yine aynı konu üzerine “Gençlik Dergisi” nin 1987 yılında sormuş olduğu soruya şöyle cevap verir:
“Altı kardeşin en küçüğüyüm... Çocukluğumda benden büyük ağabeylerim ve ablalarım olduğu için ev, kitaba
uzak bir ortam de
ğildi. Çok doğal bir şekilde kitaplarla bağlantı kurabildim. Evde bulunan kitaplar yoluyla
edebiyat eserlerine kar
şı bir yakınlığım oldu. (...) Düş dünyasında yaşayan bir çocuktum, okuduğum
kitaplardan beni etkileyenlerin ismini vermek gerekirse Gorki’nin Ekmeğimi Kazanırken’ gibi romanlarından
tutunda Mike Hammer maceralarına kadar uzanan bir küme kitap. Bilgiye kar
şı müthiş açlığım vardı. Yine o
yıllarda sayfa sayfa karı
ştırmaktan keyif duyduğum ciltli bir ‘Ülkeler Coğrafyası’ kitabıydı. Onu karıştırarak
okumak ilginçti...”
(Şiire Çok İçten Bir Şarkı Denebilir”, Sorulunca Söylenen, Şûle Yay., 2. bs., İst., 1997,
s.81)

İsmet Özel, aynı bahis üzerine “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı kitabında da şunları yazmaktadır: “(...)
Daha önemlisi içinde kitaplar bulunan bir evde ya
şamamdı belki. Benden büyük beş kardeşim eğitim
görüyorlardı ve Cumhuriyet rejiminin ilk dönemlerindeki (bugünlerle kıyaslanamayacak) e
ğitim düzeyinin
havasını teneffüs etmem mümkün oldu. Her türden kitap ilgimi çekiyordu. Maksim Gorki ve Mike Hammer yan
yana. Evdeki röprodüksiyonlardan Renoir’in yaptıklarına de
ğil de Velazguez’in yaptıklarına neden daha dikkatle
baktı
ğımı bir türlü izah edemem. İzah edilemezdi ‘yolckm geçen tunç yüzlü asker’ diye I’Arlesienne söylemek,
Figaro’nun Dü
ğünü’nü ‘artık hercailik etmeyeceksin / ne gece ne gündüz gezmeyeceksin /yosmalar bıktılar artık
senden’ haline getirmek. Oklahoma adlı bir Kızılderili çocu
ğun çizgi romanını okumak yüzünden Amerikan iç
harbinde güneylilerin tarafını tutmak izah edilemezdi.”
(s.37)

Ags.

İsmet Özel’in annesiyle arasında 42, babasıyla da 45 yaş fark vardır. İster istemez bu durum şairle ebeveyni arasında bir “kuşak
farkı” ortaya çıkarmış ve bunun sonucunda da şair “ben”in de bir takım “huzursuzluk”lar meydana gelmiştir. Özel, kimi şiirlerinde
söz konusu olan bu huzursuzluğu, “ben”inden “reel olan”a, “reel olan”dan da muhayyilesinde meydana getirdiği özelikle çocukluğun
hayal ve oyun dünyasına yansıtarak imajinatif değerler olarak hissettirir. İsmet Özel’in daha çok ilk dönem şiirlerinde görülen bu
durum, psikanalitik bir bakış açısıyla ele alındığında anlamlandınlmaya daha elverişli hale gelmektedir. [İsmet Özel’in hayatında

yer eden bu durumun, şiirlerinde karşılık bulduğu anlam değerlerine yönelik inceleme için bu çalışmanın, “3.1.1. Ben’in
ilk sı
ğınağı: Çocukluk” ve “3.1.2. Dünyaya konumlanmaya çalışan Ben’in huzursuzluğu / ‘kargaşa’sı: Cinsellik” adlı
kısımlara ve alt ba
şlıklarına bkz.]

Ags.

İsmet Özel, bu durumu bir “kopukluk” olarak nitelemekte ve özellikle babasıyla arasında olan iletişimsizliği, şu
şekilde dile getirmektedir: “Mutlak manada, ebeveynlerimle aramda bir kopukluk vardı. Özellikle babamla,
şüphesiz öyle bir uzaklık vardı. Ama bu babamdan da gelen bir şeydi. Çünkü babam eski tip insanlardan, hani
çocukları sevmeyen, çocukları ok
şamayan tipler vardır ya onlardan birisiydi. Son derece mesafeli dururdu. Ben
babama hiçbir zaman “sen” diye hitap etmedim. Ama bu biraz da annemden gelen bir
şeydi. Biz babamıza
bütün karde
şler “siz” derdik. Ben babamın beni sevdiğini hatta bütün kardeşlerimi sevdiğini iyi bilirdim. Hatta
bunun somut belirtilerini de görmü
ştüm. Ama o ayrı bir şeydi. Ama annemle çok daha yakındık. Meselâ biz
çocukken babamızdan para isteyemezdik. Annemize söylerdik. Annem babama söylerdi. Babam da “Ne parası”
derdi. Annem de "Sorma ver parası” deyince o da çıkarıp verirdi.”
(Ags.)

İsmet Özel, bu durumu şöyle anlatır: “Ben ilkokula kayıtsız gittim. Öğretmen daha sonra anneme “Bu çocuğu
kaydettirin, çünkü bu di
ğerleri gibi okuyabiliyor” diye haber gönderdi. Benle beraber sınıfa kayıtsız gelen 5-6
ki
şi vardı, onlar kayıtsız olduklarını bilerek hareket ediyorlardı. Ama ben, sanki öğrenciymişim gibi hareket
ediyordum. Dolayısıyla 6 ya
şında okula başlamış oldum.” (Ags.)

İsmet Özel, yaşadıkları mahallenin delisinden kıyıda kalmış çarşılarına kadar, çocukluğunun geçtiği şehirlere ait bir takım
özelliklere şiirlerinde işaret etmektedir. Bu şiirlere konu edilen mekânlar, salt taşıdıkları özelliklerle değil, şairin yine çocukluğunda
yaşamış olduğu hatıralarla, çocukluğunun masal kahramanlarıyla, oyunlarıyla ve korkularıyla beraber ele alınmaktadır. Özel bu
durumu şöyle ifade etmektedir: “Ben, mahalle halkından, şehir halkından son derece memnundum ve onlarla birlikte bir çocukluk
geçirmi
ş olmanın hazzını o zaman da yaşardım. Hayatımın her kesiminde de bunun benim için büyük bir zenginlik olduğunu
biliyorum. Kastamonu çok yüksek bir kültürün izlerini barındıran bir yerdi en azından o yıllarda. Orada bir çe
şit insan olgunluğu,

Anadolu toprağının işlenmiş vasfı var. Ben bunu çocukluğumda çok iyi gördüm. Çocuklar sadece ailelerinin değil aynı zamanda
çevrelerinin de birimidirler. Eskiden öyleydi
şimdi öyle değil.” (Ags.) [Özel’in şiirlerindeki bu özellik etrafında yapılan
incelemeler için bu çalı
şmanın, “3.1.1.1. Bir ergenin anılarla yücelttiği çocukluk” adlı alt başğa bkz.]

İsmet Özel, bu duruma yapmış olduğumuz söyleşide şöyle açıklık getirmektedir: “Baş komiserin oğluydum ben.
Bizim evimizde manyetolu telefon vardı. Mesela sosyal statüsü bizimkinden üstün görünen insanlara özenerek
bakmıyordum. Tam tersine sanki bu bilgi donanımının bir çe
şit üstünlük sağladığını düşünerek yaşıyordum.
Mesela o sırada bir a
ğabeyim Harbiye’de, diğeri de Gazi Eğitim’de okuyordu. Dolayısıyla onların da durumu
beni yükseltiyordu.”
(Ags.)

İsmet Özel, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Ben çocukken de müthiş bir anti otoriter tavra sahiptim. Mesela
ö
ğretmenlerimi sevmezdim. Sebebi de şuydu. “Yani ne oluyor geliyor sınıfa herkesi susturuyor, ayağa falan
kaldırıyor” derdim. Birinin üzerimde baskı kurması için bir gerekçesinin olmasını beklerdim.”
(Ags.)

Şair, öğretmenlerini sevmemesinin nedeni olarak da “büyüklerin küçükleri anlayamadıklarını” göstermekte ve
bunu yaşamış olduğu bir anısıyla şöyle örneklemektedir: İlkokul 1. sınıfta bir öğretmen adayı staj dersi yaptı.
Ders de resim dersiydi. Bir Eskimo hikâyesi anlattı ve bu anlattı
ğı hikâyeden bir sahneyi resmetmemizi istedi.
Ben de hikâyede anlatıldı
ğı gibi köpeklerin çektiği bir kızak resmi çizdim. Herhalde herkes öyle yapmıştır. Fakat
benim resmimde, köpekler iki
şerli durdukları için bir köpek görünüyor fakat altında dörtten fazla ayak var.
Çünkü öbür köpe
ğin ayakları da görünüyor. Öğretmen sonunda güzel bulduğu resimleri topladı. İlkokulda
küme
şeklinde oturulurdu. Bizim kümedeki çocuklar “Öğretmenim, öğretmenim bu resimde güzel” diye benim
resmimi i
şaret ettiler. O da geldi baktı ve “hayır” dedi. “Çok fazla ayak var.” İşte bu tıpkı Antoine de Saint-
Exupery’nin “KüçükPrens”indeki kuzu gibi. Dedim ki “Bu büyükler anlamıyorlar, ö
ğretmen bunu göremedi”.

Bir köpek görünüyor ama dörtten fazla ayak var çünkü yanında öbür köpek var.” (Ags.)

Daha geniş bilgi için bu çalışmanın “1.1.3. Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel
komünist’/‘Siyasal’lı yıllar
” adlı bölümüne bakınız.

Bu “uymacı olmayan tavır”, İsmet Özel’in kaleme almış olduğu ilk şiirinden son şiirlerine kadar hemen hemen
tüm şiir evreninin önemli bir açarıdır. Çalışmamızın Şiirlerin Tema, İçerik ve Yapı Bakımından
İncelenmesi” adlı bölümde geniş bir şekilde ele alarak izini süreceğimiz bu “izleği”, şimdilik şu mısralarla
örneklememiz mümkündür: “Evet, ilmektir boynumdaki ama ben / kimsenin kölesi değilim / tarantula yazdılar
diye gö
ğsümdeki yaftaya / tarantulaymış benim adım diyecek değilim / tam düşecekken tutunduğum tuğlayı /
kendime rabb bellemeyece
ğim / razı değilim beni tanımayan tarihe / beni sinesine sarmayan / tabiattan rıza
dilenmeyece
ğim.”, (Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993, s.3-7)

İsmet Özel’in şiire başlaması, ilk, orta ve yüksek öğrenimi sırasında şiirle olan irtibatı ve biyografisinin her
aşamasında şiire ayırdığı yerle ilgili daha geniş bilgi için bu çalışmanın, “2.1. Şiir kerim: Şiir - hayat
birlikteli
ği ve şiirinin safhaları” adlı bölüme bkz.

İlkokul Gazetesi, S.32, Ankara, 28 Şubat 1954, s.4.

İsmet Özel, şiirlerinin toplu basımına yer verdiği “Erbain - kırk yılın şiirleri” (Erbain, Şûle Yay., (1. bs., 1987,
11. bs. 2001), 8. bs., İst., 1998, 238 s.) adlı kitabını “Kış” (Erbain, s.11) şiiriyle başlatır.

İsmet Özel, bu olayı şu şekilde anlatmaktadır: “Kış adlı o şiirim yayınlandığı gün anlaşılan okula gelmiş, bir
yukarıdaki sınıfın ö
ğretmeni sınıfın kapısına geldi. Zayıf, gözlüklü, beyaz tenli bir kadındı. “İsmet Özel kim”
dedi. Ben aya
ğa kalktım “Sen şair mi oldun be ”dedi. Öğretmenin bu tavrı karşısında ben hiç cevap vermeden
ko
şarak kooperatife indim. Anladım şiirimin çıktığını, gazeteyi aldım.” (Ags.)

İsmet Özel, bir başka söyleşide de öğretmenin kendisine yönelttiği küçümser tavrı şöyle yorumlamaktadır: “Bu
ilk olumsuz izlenim beni hiç yıldırmadı... O ya
şlarda bile, eğer yaptığımın doğruluğuna inandıysam,
ba
şkalarının olumsuz tepkilerine, yargılarına kulak vermedim.” (Şiire Çok İçten Bir Şarkı Denebilir”,
Sorulunca Söylenen,
Şûle Yay., 2. bs., İst., 1997, s.81)

İsmet Özel, Kastamonu ve Çankırı’dan sonra gelmiş olduğu Ankara’yı şöyle anlatır: “Ankara önceki yaşamış
oldu
ğum şehirlerden çok farklıydı tabi. Ama İstanbul her zaman Türkiye’nin başşehri olmuştur. Bundan hiç
şüphe etmemek gerek. Ankara görece bir büyük şehirdir. 1959 yılında ben Ankara’ya ilk geldiğimde ilk defa
kalorifer dumanı kokusu duydum. Ne Çankırı’da ne de Kastamonu da kalorifer dumanı yoktu. Kaloriferli bina
olsa bile öyle duyulacak gibi de
ğildi. Ama Ankara’da duyuluyordu. Özellikle, şu an Gazi Osman Paşa diye bir
semt var Ankara’da, o semtin adı 14 Mayıs mahallesi idi. 14 Mayıs nedir? Demokrat Parti’nin iktidara geldi
ği
gün. 27 Mayıs’tan sonra orası Gazi Osman Pa
şa Mahallesi oldu. Küçük Esat’ta oturduğumuz ev, şimdiki Gazi
Osman Pa
şa’ya yakın bir yerdeydi. Orası da tek katlı villaların olduğu ama hepsinin kaloriferle ısıtıldığı bir
çevreydi. Orada da kalorifer dumanının kokusunu duymak mümkündü. Dolayısıyla ilk defa bana kalorifer
dumanının kokusu, büyük
şehir imajıyla bütünleştiği için menfi bir şeymiş gibi gelmemişti.” (Ags.)

Şair “Taşra” ve “Büyükşehir” ile ilgili düşüncelerini ise şöyle dile getirmektedir: “Bu taşra - büyük şehir
meselesini
şu şekilde algılıyordum. İlkokulu bitirene kadar deniz görmemiştim. İlkokulu bitirdikten sonra,
annem, babam
Şükrü ağabeyim ve ben, memleketimiz olan Söke’ye gitmek üzere Ankara, Bursa üzerinden
İzmir’e vardık. 1955 yazında ilk defa İzmir’de Eşref Paşa’dan denizi gördüm. “Bu filmlerdeki bir şey” dedim.
Sahicisini görünce ba
şka bir şey olması gerekir diye düşünüyordum. Mesela Nil nehrini gördüğüm zaman da
“Görmez olaydım” dedim “Bu mu yani?” Zihnimdeki resim her zaman gerçekte daha parlaktı benim.”
(Ags.)
İsmet Özel, yukarıda ifade ettiği “zihindeki resmin gerçeğinden daha parlak olması” hususuna şiirinde de çok
öncelikli bir yer vermektedir. Onun şiiri’nin en önemli özelliğinden birisi de kullanılan imajlardır. Özel, gerçekte
var olanı, zihnin algılayışına göre yeniden kurgulamaya ve bunu bir “imaj” olarak gerçeğinden daha parlak ve
gerçeğin sınırlarını çok aşan bir şekle sokmaya ayrı bir özen gösterir. [Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi için
çalı
şmamızın Özel’in edebî görüşlerinin incelendiği “1.2.1.1. Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti”
ve
şairin üslûp özelliklerinin ele alındığı “4.2.1. İmge ve imajinatif söyleyiş” adlı bölümlerine bkz.]

İsmet Özel, Ankara’nın kültür ve sanat ortamıyla ilgili şunları söylemektedir: “Bu dönemde kaliteli sanat
faaliyetleri parasızdı. Onların kapısında ‘Giriş Serbesttir’ yazardı. Çünkü onların mü
şterileri yoktu. Ben de
onların parasız olmasından istifade ettim. Bir piyano resitaline para vermeden gidebiliyordun.”
(Ags.)

İsmet Özel, aynı durumu biraz da “yoksulluğuna” bağlayarak “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şöyle
ifade etmektedir: “Hiç kimseye, kendime bile itiraf edemediğim (edersem utancımdan öleceğimi sandığım), hiç
kimseden, kendimden bile saklayamadı
ğım (saklarsam kolaylıkla delireceğimi bildiğim) lânet olası yoksulluk!
Pazar sabahları 10’da açıklamalı klasik müzik (plak) konserleri. Sinemaya gidece
ğine kitap oku. (...) resitaller
(Giri
ş Serbesttir).” (s.45)

Ags. İsmet Özel, bu dönem için şunları söylemektedir. “Abidin Emre adında bir arkadaşım vardı. Lise son
sınıfta cebir dersinden ikmale kalmı
ştık. Onunla yaz aylarında cebir kursuna gittik. O sınavı verdi, liseden
mezun oldu. Ben veremedim ve 1 sene bekledim. O bir senelik bo
ş vakitte oldu ne olduysa. O sırada sosyalist
oldum,
şair olmaya karar verdim.” (Ags.)

İsmet Özel’in söz konusu olan bu 1 yıllık bekleme/bilgilenme sürecinde cevabını aradığı sorular, onun ileriki
yıllara zihinsel olarak donanımlı bir biçimde girmesine yol açacaktır. Şairin, özellikle askerlik dönüşünde daha
ciddi ve “temelli” olarak yaşayacağı bu süreç, kendini yavaş yavaş hissettirecek olan “değişim”e doğru yol
alacaktır. [Bu “değişim” hakkında daha geniş bilgi için bu çalışmanın “1.1.5. TİP’den Askerliğe:
Herkesle
ş(me)me, 1.1.6. Kaybederken kazanılan değer: “Kendilik”/“Biriciklik” arayışı ve “1.1.7.
Ontolojik kaygı: Yeniden do
ğuş” adlı bölümlerine bkz.] Hayat ve şiiri aynı eksen üzerinde devam ettiren
Özel’in yaşamış olduğu bu “süreçler” ve “değişim”, hiç şüphe yok ki doğrudan şiirine de yansımıştır. [Bu
yansımaların neler oldu
ğu hakkında geniş bilgi için çalışmamızın, İsmet Özel’in şiirlerinin incelendiği, 3.
Bölüm’ün “3.1.5. Toplumsalla
ş(ama)ma ve ‘Otantik olma’: Yalnızlık” ve “3.1.6. Arayışın izleri ve değiş
(mey)en insan: Yeniden do
ğuş” adlı bölümlerine bkz]

İsmet Özel, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Yapmacık tavırlı ve özentili bürokratların hali içler acısıydı
belki, ama paralı oldu
ğu için alafrangalık peşinde olanların yanında memurlar nispeten “işin aslını bilen”
takımı gibi görünüyordu. Belli belirsiz yapabildi
ğim bu karşılaştırma, beni bazı maddi tatmin imkânlarına sahip
olanların      budalalıktan   ve   ikinci    sınıf     kalmaktan    pek    kolay    kurtulamadıkları                  
şüncesine    götürdü.

Zenginleşmesiyle alafrangalılığı atbaşı giden insanların ruhça kaba, insan ilişkileri bakımından da yıkıcı, hatta
ifsat edici olduklarını görüyor veya öyle kabul ediyordum.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.37)

İsmet Özel bu “esas uğraş la ilgili olarak şunları belirtmektedir: Şiiri kendim için esas uğraş edinmeye karar
verdi
ğim zamanda düşünceme bir dayanak arama, sağlam bir temel bulma isteğine kapıldım. Düşüncenin
şiirini yazacak değildim elbet. Düşündüklerimi yazmaya da niyetim yoktu. Yine de şiir yazan birinin ne olduğu,
kendine hangi yeri seçti
ği önemli olsa gerekti. Şiir bir sayıklama gibi dışa vurmayacaksa şairin de bile isteye
durdu
ğu bir yer, ayık olduğunu anladığı bir alan olmalıydı. Sağlam bir dayanağım, sarsılmaz bir temelim
olmazsa yazdıklarımı neyle de
ğerlendirebilir, hangi tartıya vurabilirdim.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?,
s.38)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.38.

İsmet Özel yine aynı kitabında Müslümanlığın çocukluk ve yetişme yıllarında almış olduğu yerle ilgili olarak
şunları yazmaktadır: “Çocukluğumun ve yetişme yıllarımın bana tanıttığı anlayışlar içinde Müslümanlık ağırlıklı
bir yere sahip de
ğildi. Annem ve babam Müslüman insanlardı o kadar. Çocuklarını dindar yetiştirmek
konusunda hiçbir özel gayretleri oldu
ğunu hatırlamıyorum. Devletin resmi görüşüne terk edilmiştik. Lehte ve
aleyhte hiçbir zorlamayla kar
şılaşğımı söyleyemem. Ancak, orta mektep öğrencisi olduğum sırada, babam,
ezberleyece
ğim her namaz süresi karşılığında 2,5 lira vaadetmişti. Bu parayı kazanmak için herhangi bir çaba
harcamak gere
ği duymadım. Ne gereği vardı? Müslümanlık çok derinlerde bir duyguydu, ama bunun günlük
hayattaki tezahürü de olabildi
ğince uzağımda duruyordu. Müslümanlığın belirgin algılanışıyla çocukluğum
arasındaki rabıta bir ta
şra kentindeki ramazanların harikulâde havasını teneffüs etmiş olmamdan ibarettir.
Müslüman bir toplumda ya
şıyor olmanın güven veren bir tarafı vardı.” (s.38)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.39.

İsmet Özel, Müslümanlıkla “buluşmak” için girişmiş olduğu bu ilk denemeyi, “Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?”de şöyle yazmaktadır: “Evde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın üç cilt halinde yayınladığı Kur’ân-ı Kerîm
meâli vardı. Büyük bir samimiyetle onu okumaya koyuldum. Okumaya ba
şlamadan önce abdest alıyor, Kitab’ı
göbe
ğimin üstünde tutmaya özen gösteriyordum. 1961 yılında, dinî düşüncenin nitelikleri hakkında hiçbir temel
bilgilenme sa
ğlamamış, genel olarak düşüncelerin hangi meseleler çevresinde döndüğü konusunda donanımı
olmayan bir lise son sınıf talebesinin ‘bakahm bizim temel dinî metnimizde neler var’ merakıyla giri
ştiği
okumadan nasıl bir sonuç do
ğabilirdi? Olacak olan oldu: sonuç büyük bir düş kırıklığıydı!” (s.39)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.39.

İsmet Özel, ifade ettiği bu yargısının “doğru” anlaşılması için şunları eklemektedir: “Yanlış anlaşılmasın!
Okuryazarlarımız artık do
ğum kültürünün ürünlerini anlamayacak kadar batılı görüşü edinmişlerdir demek
istemiyorum. (...) Türkiye’de verilen e
ğitim diploma sahiplerini yeterince batılılaştıramadığı, onları Batı
dünyasının temel ürünlerine nüfuz edebilecek yeterli
ğe ulaştıramadığı için islâmî metinlere alıcı gözle
bakılamıyor. Okumu
şlarımız fantazya düşkünlükleri ve fantazya üretme güçleri bakımından doğu dünyasına
olan mensubiyetlerini devam ettiriyorlar, ama bu yönelimlerini batılı formlar altında tatmin etme hevesine
kapılıyorlar. Laik dedi
ğimiz kültür ürünleri ne kadar din aleyhtarı hükümler taşırsa taşısın, derindeki kuruluşu
bakımından, Tevrat ve
İncil’in örgüsüyle ilintilidir. Bu örgü, Türkiye’deki okumuşlar kültürüne dolaylı bir
yoldan ve ne yazık ki a
şağı dereceden bir üslûpla damgasını vurmuştur. Elden düşme kültür hiçbir iyi şeyi
anlayabilmek için elveri
şli değildir. Nitekim ben de aradığımı Kur’ân-ı Kerîm’de bulamadığım rahatlıkla
şünebildim.” (s.40)

İsmet Özel, din duygusu karşısında seçmiş olduğu “aleyhtarlığı” şöyle anlatmaktadır: “Beklentilerimin boşa
çıkması din duygusundan ümidi kesmemi kaçınılmaz kıldı. Daha da ileri gittim: Din aleyhtarlı
ğının insan için en
uygun tutum oldu
ğu sonucuna vardım. Her türlü dine, doğulu veya batılı, geleneksel veya modern, insanların
sorgulamadan kabul edip ba
ğlandıkları her şeye karşı bir husumet duydum. İnsan zihninin işlenebilir ve
geli
ştirilebilir tarafına yönelmiş terör nereden gelirse gelsin karşı çıkmalı, onunla savaşılmalıydı.” (Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?, s.40)

İsmet Özel, üniversite yıllarında ve sonrasında gelişerek devam edecek olan bu zihinsel “ayıklığın”, sebebini
şöyle açıklamaktadır: “Annem ve babamın benden çok yaşlı olmaları gelişmemde menfi bir etki uyandırmışsa,
müspet etki de bu kavrayı
şın bende oluşmasını sağlamaları dolayısıyla olmuştur. Ben, seferberlik ve İstiklâl
Harbi içerisinde bulunmu
ş bir adamın çocuğuyum. Onlar bana, bu gün yaşadığımız dünyanın dışında sahici bir
dünya oldu
ğu fikrini verdiler ve bunu içime yerleştirdiler. Dolayısıyla ben dünyayı verili olarak kabul etmedim.
Veri olarak da kabul etmedim. Bunu ben çok küçük ya
şımda kavradım. Dolayısıyla, yeni bir dünya özlemi içimde
do
ğmuşsa, bu imkânın bana çok daha sahici görünmesindendir. Yaşadığımızdan çok özlediğimiz dünya daha
reel bir
şeydi benim için. Çünkü annemin ve babamın yaşadığı dünya benim yaşadığım dünyadan daha reeldi.”
(Ags.) ..

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı kitabında, bu dönem ve toplum katmanlarında
meydana getirdiği etkilerle ilgili olarak geniş malumatlar vermektedir. Bu dönem üzerine yapılan araştırmalarla
edinilen bu malumatların bir kısmı da, şairin bizzat yaşadıklarını ve çocukluğundan hatırladıklarını içermektedir:
“İlkokula başladığım yıl Demokrat Parti iktidarının da ilk yılıydı. Büyük siyasi değişiklikle ilgili olarak hiçbir
hatıra canlanmıyor kafamda, ama bizim küçük memur ailemiz içinde ülkenin yeni cumhurba
şkanının alaya
alındı
ğına dair açık seçik hatıralarım var.” (s.34)

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide, babasından almış olduğu en önemli mirası şu şekilde ifade
etmektedir: “Şimdi ben diyorum ki babam bana kalan en büyük miras nedir? Şudur: Bir gün, babam henüz
komiser muaviniyken Van’da telefon çalar ve Van valisi der ki "gazetelerim gelmemi
ş.” Babam da cevaben
“ba
ş üstüne efendim. Bekçi gelir gelmez gazetelerinizi göndereceğim” der. Vali buna cevaben “bekçi demek ne
demek. Al kendin getir!” der. Bunun üzerine babam "ben sizin
şahsî hizmetçiniz değilim” diye cevap verir. Bu
lafı duyan vali a
ğzına ne gelirse, küfürleri savurmaya başlar. Babam da gayet sakin “aynen iade ederim
efendim” deyip telefonu yüzüne kapatır. Bu tavır, benim babamdan aldı
ğım en büyük mirastır.” (Ags.)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.19.

İsmet Özel, “‘kadirşinas itaatsizlik” ve “tevarüs edilmemiş asalet”i şu şekilde tanımlamaktadır: “Büyüklere itaatin
haklı bir sebebi olamazdı, çünkü birçok
şeyi anlayamıyorlar, birçok şeyi bilmiyorlar ve birçok şeyi doğru
yapmıyorlardı. (...) Böyle bir bakı
ş açısı ile çocukluğum boyunca ebeveynimi, öğretmenlerimi, diğer büyükleri
kendilerine zararımın dokunmamasına özen gösterdi
ğim, ama benim hakkımda karar vermeye ehil olmayan
varlıklar olarak kabul ettim. Verilen deste
ğe karşı severek hizmet, fakat asla itaat etmemek. Sonu itaate
varacaksa sunulan yardımı reddetmek ve insanların sahip oldukları yerlerin de
ğerini bilmek. (...) Kadirşinas
itaatsizli
ğimin temelinde ne kadar kişisel değerlendirmelerim varsa, tevarüs edilmemiş asaletimin temelinde de o
kadar toplum de
ğerlerinin etkisi var. Asalet hissi benim içimde taşıdığım değil, bana çevreden telkin edilmiş bir
de
ğerdir. Sebebi de çok yalın: Taşrada bir devlet memurunun çocuğu olmak. (...) Benim teneffüs ettiğim havada
çok çocuklu bir küçük memur ailesinin iki yakasını bir araya getirme sıkıntılarıyla dolu sayılırdı. Yani herhangi
bir imtiyaz duygusu ta
şımama yardımcı olacak bir hayat içinde bulunmadım.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.20-21) [İsmet Özel’in bu durumla ilgili çocukluğundan aktardığı anekdot hatırlanmalıdır.
Bkz: 21. Dipnot]

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.21.

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide “kadirşinas itaatsizlik” ve “tevarüs edilmemiş asalet” üzerine
sorduğumuz soruyu şöyle cevaplandırmaktadır: “Tevarüs edilmemiş asaleti şu manada kullanıyorum. Hani
aristokraside gerçekten lordun o
ğlu lort oluyor. Bu şekilde değil. Ama şüphesiz ki insan ilişkileri bakımından,
daha sonra da çevremde gördü
ğüm insanların da pek azında olan aile içi bir ilişkimiz vardı. Ben bunu her
zaman söylerim. Benim annem ve iki tane de ablam vardı. Ama ben evimizde Allah’ın bir günü olsun onlara ait
özel e
şyaya rastlamadım. Bunlar ne zaman yıkanırdı, ne zaman kurutulurdu ben hiç bilmedim. Böyle bir asalet.
Tevarüs edilmemi
ş diyorum ama pekâlâ bal gibi de var aslında. Ama tevarüs edilmemiş kısmı şu: Bunun bir
çizgi temin etti
ğini, aşama olduğunu anlamak bana mahsus bir şey. Bu tevarüs edilmemiş. Bunun kadrini
bilmek, benim ba
şarabildiğim bir şeydi. Belki benden daha asil ortamlarda yaşayanlar vardı ama bu asaletten
bîhaber olarak ya
şayıp geçtiler. Hatta belki bundan şikâyet bile ettiler. Kadirşinas itaatsizlik ise otorite
aleyhtarlı
ğımla alakalı bir şey. “Ben toplumun bana verdiği şeyin kadrini biliyorum, fakat bu bana verildi diye
boyun e
ğmeye hiç niyetim yok” diye düşünüyordum. Onu da fark etmiş durumdaydım. Türkiye’de yaşanan
hayatta bir yapaylık vardı. Çünkü insanlar, her
şeyin sonuna kadar gidemediklerini bilerek yaşıyorlardı. Goethe
bir kitabında “
İşeyarayan adam kimdir?” diye soruyor ve "itaat eden ve itaat ettiren kişi” diye cevap veriyor.
Ben de tam tersine “ben i
şe yaramaz adamım, bu Goethe’nin tarifine göre, ben ne itaat ederim ne de itaat
ettiririm” diyorum. Benim çocuklu
ğumdan beri sahip olduğum hususiyet bu. Ben kendini pazarlamayan bir
adamım. Bunu ekstra bir rol olarak yapmıyorum. Bu benim varlı
ğım. Ben kendimi pazarlayarak yaşayamam.
Ben insanların bir i
şi, ona sahip çıkarak yapabileceklerine inanıyorum. Ondan bir şey bekleyerek değil. Bu
İslamiyet’in de emrettiği bir şeydir. Herkes kendi yükünü tanıyarak bir şeye katkıda bulunabilir. Hz. Ebubekir’e
deveyi ıhtırmak zormu
ş. “Yahu” demişler, “bastonun düşğü zaman, deveyi ıhtırıp kendin alacağına bize
söyle, biz verelim.” “Yok” demi
ş. “Ben Resulullah’tan bunu öğrendim: Kendi işini kendin göreceksin.” (Ags.)
İsmet Özel’in “tevarüs etmemiş asalet”inin üniversite yıllarından başlayarak iyilerin yanında yer almasını, Şerif
Mardin “Özel için bu kadar ehemmiyetli görünen 'tytlerııı davası’ nedir peki?” diyerek Osmanlı toplumunda
avam ve havas arasındaki farklılıklara ve gelişime işaret ederek ele almaktadır. Dergâh dergisinde 2 sayı olarak
kaleme alınan bu çalışma ve geniş bilgi için bkz. “İyiler ve Kötüler I”, Dergâh, C.III, S.27, Mayıs, s.1, 14-15,
1992; İyiler ve Kötüler II”, Dergâh, C.III, S.28, Haziran, s.14-15, 1992.

İsmet Özel, 1960’lı yılların başlarında pozitivist ön yargılarla yüklü bir eğitimin ürünü olan bir kafa yapısıyla
yetişmiş bir gencin sosyalizan düşüncelere meyletmesi kadar olağan bir şey olamayacağını ifade etmekte ve o
dönemde sosyalizan düşüncelerin hangi anlama geldiğini şöyle açıklamaktadır: “Her ne kadar adına sosyalizm
desek ve görüntüsünü modernlikle bezesek bile o günlerde ben ya
şlardaki gençlerin temel eğilimleri yurtsever,
memleketçi ve giderek milliyetçi bir karakter sahibiydi. Yine de bu kelimeleri anmak kimsenin ho
şuna gitmezdi.
Çünkü bu kelimelerle birlikte modernlik, ilericilik, Avrupalılık elden gidiveriyordu sanki. Benzerim gençlerde
edalar, tavırlar ne kadar ödünç alınmı
ş batıcılıkla nitelendirilebilirse, bu edalar ve tavırlar içinde savunulan
tezler ve deliller yabancı aleyhtarı, millî menfaat saplantısı içinde dönüp duran görü
şlerdi.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s.45)

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde, o dönemde toplum nezdinde ‘öcü’ etkisi
uyandıran “komünist” ve “dinsiz” suçlamasına rağmen sosyalizan düşünceleri savunması ve ifade etmesinin
önündeki engeli nasıl aşğını şöyle anlatmaktadır: "Benim bu engeli aşmama yardımcı olacak iki unsur da
hazırdı. Bunlardan birincisi, sosyalist (veya kendilerine komünist denilen) yazarların yalın kılıç ortaya atılmı
ş
görünmeleriydi. Ben elbette onların hangi garantiler altında bulunduklarını bilemiyor, u
ğradıkları
kovu
şturmalardan etkileniyordum. İnsanların doğru bildikleri yolda sıkıntıya katlanıyor olmaları, rizikoyu göze
almaları benim için önemli ve de
ğerli bir şeydi (halen öyledir). Bir de buna yasakların cazibesini eklemek
gerekir sanırım.
İkinci unsur, ruhumda yer etmiş olan kadirşinas itaatsizliğim ve tevarüs edilmemiş asaletimdi.
İçinde yaşadığım topluma borcumu ödemenin yolu, bu toplumun ön yargılarına itaatten geçmediğini peşinen
kabul etmi
ştim zaten. (...) Öte yandan asaletim de kışkırtıyordu beni. İşin aslını anlayan azınlığa mensup olmak!
Anladıklarının bekçisi olmayı
şeref bilmek! Başını "benim başımı yakarlar” korkusundan uzak tutmak! Dik
tutabilmek.”
(s.44)

Mehmet Fuat (Bengü), Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yay., İst., 1996, 653 s.

Fikir Kulüpleri Federasyonu”nun kurulması ve sonrasında Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev Genç)”na
dönüştürülmesi ile ilgili bilgi için bkz: Tevfik Çavdar, “Cumhuriyet Döneminde Gençlik”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
İletişim Yay., C.3, 1983, İst., s.801-812. / Murat Belge, “1968 Gençlik
Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
İletişim Yay., C.3, 1983, İst., s.810-811. / Murat
Belge, “Türkiye İşçi Partisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.8, 1983, İst., s.
2120-2131.

Yine, “FKF” ve “Dev-Genç” ile ilgili geniş bilgi için bkz: Ali Yıldırm, FKF- Dev-Genç Tarihi (1965-1971)
Belgelerle Bir Dönemin Serüveni,
Doruk Yay., Ank., Ocak 1997, 620 s.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.46.

İsmet Özel, Ataol Behramoğlu’nun evinde arkadaşlarıyla birbirlerine şiir okumak için toplaştıklarında birden bire
gelişen bu durumu şöyle anlatmaktadır: "Benim için şaşırtıcı bir soru bu. Yıl 1963. Türkiye İşçi Partisi kurulalı
belki tam tamına iki yıl bile olmamı
ş. Bildiğim kadarıyla ülke çapında bir meşruiyet savaşı veriyor bu parti.
Herhangi bir yere tabela asması bile mesele oluyor, bir ba
şarı kabul ediliyor. Parti’nin gerçek kimliği ve yapısı
hakkında açık seçik bilgilere sahip oldu
ğu konusu da ilgilendirmiyor beni. Esasen reel varlığıyla siyasetin
benden ba
şkalarının işi olduğuna inanıyorum, nasıl mühendislik başkalarının işiyse.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s.47)

İsmet Özel, partiye katılması için yapılan teklifi ilk önce reddetmesinin gerekçesini şöyle ifade etmektedir:
“Çünkü Türkiye sosyalist düşünce bir bilgilenme ve yaygınlık kazanma aşamasındadır. Ben de bu aşamanın
gere
ği sayılabilecek tutumu takınıyorum. Partili veya partisiz bütün sosyalistler toplumun işleyişi ve yeni bir
toplum kurulu
ş unun temininin niçin zaruri, kaçınılmaz olduğu konularında halkı aydınlatmakla
yükümlüdür.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.48)

İsmet Özel, Tip’e kaydoluşunun o dönem içinde nasıl bir anlam taşıdığını şu şekilde ifade etmektedir: “Bir
partiye kaydolmak, elbette bir okula kaydolmaya benzemiyor. Hele bu parti anti-komünizmin bir de
ğer sayıldığı
bir toplumda komünist olma zannı altında bulunan bir parti ise. O yıllar üniversite ö
ğrencileri arasında bile
sosyalist dü
şüncelere meyledenlerin sayısının ihmal edilebilecek kadar düşük olduğu zamanlardı. (...)
Bazılarınca Cumhuriyet Halk Partisi paralelinde bir ilericili
ğin kalesi telakki edilen Siyasal Bilgiler
Fakültesinde bile sosyalistli
ğini deklâre edenlerin yalnızlığı ve yalıtılmışğı dikkat çekiyordu. Yine de
ö
ğrencilikle sınırlı kalan tarzdaki sosyalistliğin yüzeyde kabul edildiğini söyleyebiliriz. Gördüğüm kadarıyla
ya
şıtlarımın korkuları, ilerideki memuriyet yıllarında yükselmelerine engel olacak hataya düşme korkusuyla
ilgiliydi.
” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.50)

İsmet Özel, taşıdığı bu “yeni” sıfatın “değer”ini ve partide ne gibi işler yaptığını şöyle anlatır: “Komünist olmak
ba
şka, ‘müseccel komünist’ olmak başkaydı. Ben bir bakıma partiye kaydolmakla bu tescili kendi elimle yapmış
bulunuyordum. (...) Partideki çalı
şmalarım kaydolmamın sebebiyle sınırlı kaldı. Önüne hangi iş geldiyse
yapacaksın. Bildir mi da
ğıtılacak, basın bülteni mi, sandalye mi taşınacak, yoksa kendi yaşıtlarına bazı teorik
açıklamalar içeren bir konu
şma mı yapılacak? Hamama giren terler. Kendiliğinden talip olduğum hiçbir iş
yapmadım orada. Adam kıtlı
ğı vardı. Teşkilâtın büyük bir kısmı şekli kuruluşlardan ibaretti. Baktım, bana
Çamlıdere ilçe sekreterli
ği düşş. Zaman zaman kaymakamlığa verilmesi gereken evrak yüzünden ‘ilçeme’
yolculuk yapıyorum. Günde bir otobüs kalkıyor, dönmek için yarını beklemek gerek. Bir kahvehanenin üzerinde,
otel mi, han mı belli olmayan odalardan birinde tahtakurularının müsaade etti
ği kadar uyuyarak geçiyor o
gece.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.47)

Başlıkta kullandığımız “herkesleş(me)me” kavramını Ortega Y Gasset’in İnsan ve Herkes (Metis Yay., çev: N.
G. Işık, İst., 1999, 257 s.) adlı kitabında ifade ettiği şekliyle ele alıyoruz. Gasset “herkes”i/“herkesleşme”yi,
hayatlarını kendi bireysel zihin berraklığının ötesinde toplumun/topluluğun ifade ettiklerine göre ve onların
yaptıklarını modelleyerek yapma, bir diğer ifadeyle “toplumsallaşma” olarak ele almaktadır. Burada,
“herkes”in/“herkesleşen”in alışılmış olan içerisinde “sıradanlaşma”sı ve “gelenekselleşme”nin sınırları içerisinde
bulunan kabullerinin de anlam değerleri düşünülmelidir.

İsmet Özel’in çocukluğundan bu yana ortaya koymuş olduğu “anti-konformist/uymacı olmayan tavır”,
toplumun/“herkes”in kendisini kabule ve uymaya zorladığı durumlarla ilgilidir. Söz konusu olan bu ayıklığı hem
şiirlerinde [“3.1.7. Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi” adlı kısma bkz.] hem de düz
yazılarında ortaya koyan Özel, bu “mecbur bırakılmışlık”ların farkına varılmasının “insanlığımızın” ortaya
çıkmasıyla yakından ilgili olduğunu belirterek “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şunları yazmaktadır: “Ne
zaman zor bir durumda yalnız dü
ş üne düş üne anlayabileceğimiz, bazı araş tırmalar yaparak
açıklayabilece
ğimiz bir durumla karşılaşsak; birileri kalkıp buna kısa yoldan bir açıklama getirir, bazı kolay
adlandırmalarda bulunur, bize bir masal kurar. Biz bu masallara kandı
ğımız kadar insanlığımızı
sıradanla
ştırırız. İnsan olmanın özellikli vasıflarından uzaklaşırız. İnsanlığımızı hakkıyla yeniden ele
geçirmemiz, insan olarak kendimize gelmemiz, ancak bize uyku veren bu türden masalların etkisinden
sıyrılmakla ba
şlayabilir.” (s.11-12)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.58.

İsmet Özel, bu değişimi sağlamaya yönelen düşünceleri şöyle belirtmektedir: ^Türkiye'ye sosyalist bir müdahale
isteyen aydınlar sonradan ikiye bölünmü
şlerdi. Bir kısmı (ki ana tez buydu) müdahalenin Tanzimat’tan itibaren
bütün yenile
şme hareketlerinin yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmesini savunuyordu. Bunlara tepeden
inmeciler, ara tabakaların öncülü
ğünü benimseyenler (sous-entendu: darbe yanlıları) denirdi. Bunların
kar
şısında halkın desteğini talep edenler yer alıyordu. İkinciler demokratik örgütlenmenin, meşru zeminlerde
mücadele vermenin zorunlulu
ğunu, kaçınılmazlığını savunuyorlar ve harcanan çabalar sonucunda varılması
gereken yer sosyalizm ise halkın katılımının vazgeçilmezli
ğini öne sürüyorlardı.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.51 - 52)

İsmet Özel, içerisinde bulunduğu dönemin siyasal oluşumları ve özellikle TİP’den hangi sebeplerle ayrıldığıyla
ilgili olarak yönelttiğimiz soruya şu şekilde cevap vermektedir: “Toplumsal konum bakımından insanların
bırakıldıkları veyahut yerle
ştirildikleri yerler önemli. Birileri diyor ki “Bak, bundan sonra şunları, şunları
yapacaksın, çünkü
şunlar, şunlar olacak.” O insan da diyor ki “Çok doğru ağabey, tam da senin dediğin gibi.”
Yani, o adamın yerini bu i
şlerden anlayan başka birisi tespit etmiyor. Ben böyle bir belirlenmeye itiraz ederek
ya
şadım. Bilakis, bu belirlenmeyi benim tercihlerim sağlamalıydı. Şimdi bakıyorsunuz meseleye sosyalist
görü
şler iyi falan ama herkes aynı sosyalizmi istemiyor. Mesela çok bariz bölünmeler vardı 60’lı yıllarda.
Bunlar sizin için önemli de
ğil ama benim için çok önemli. Çok çok önemli bir ayrım vardı. Türkiye’de, şimdiye
kadar yüzyıllardan beri duruma hâkim olan çevrelerin kararları dolayısıyla bir de
ğişim mi olacak, yoksa
duruma hâkim olmayan insanların duruma hâkim olur hale gelmeleriyle mi bir de
ğişim olacak? Bu durum sol
jargonda, ara tabakaların yapaca
ğı devrimle halkın yapacağı devrim olarak ortaya çıktı. Aslında çok bariz olan
ve dillendirilen bir durumdu bu. Türkiye, ordunun yapaca
ğı bir müdahale sonucunda mı Sosyalizme giden bir
yola gidecek, ya da halkın belirleyici oldu
ğu, onun tayin edici rolünün önemsendiği bir değişimi mi yaşayacak?
Sonunda açıkça tarif edildi bu. “Milli Demokratik Devrimciler” oldu bir taraftan. Bunlar aynı zamanda
orduculardı. Bir taraftan da “Sosyalist Devrimci”ler oldu. Sonradan bu “Sosyalist Devrimciler” buharla
ştı,
eridi, yok oldu. Ve Türkiye gene sol adına sadece yüzyıllardan beri i
şe vaziyet edenlerin verdiği kararlarla,
de
ğişmeye dönük bir ülke şartları korunsun diyenlerle, karşı karşıya kaldı.” (Ags.)

Şair TİP’in içerisinde bulunan “bu adamlar” için “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şunları yazmaktadır:
"Kendime yapılmasını istemediğim şeyi, kendim bir başkasına yapma taraftarı hiç değildim. Eğer “bu
adamlar” her birimizin özgürce serpilmesine engeller koymakla hayatımızı zehir ediyorlarsa, neden ben (veya
benimle aynı dü
şüncede olanlar) “bu adamlar” haline gelip başkalarını istemedikleri, düşünmedikleri yönlere
sevk edecek, ba
şkalarının hayatına keyfimce sınırlar çizecektim? Böyle bir hakkı kim kime vermişti?” (s.53)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.58.

İsmet Özel, yer ettiği topluluk içerisindeki arkadaşlarının bu durumunu şöyle ifade etmektedir: "Herkesin, en
yakın arkada
şlarımın bile politik iştihasının kabarmış bulunması içimde iniş çıkışlar, burukluklar doğuruyordu.
Bence sosyal de
ğişmenin siyasi araçlarla fazla zorlanması felâketi çağırırdı. Eski komünistlerden biriyle bile
kar
şılaşmak istemiyordum. Silahlı mücadele lafı edenler hem cahil hem provokatördü. Hele illegal çalışma
heveslilerinin bu meselelere hiç aklının ermedi
ğini düşünüyordum.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.62)
İsmet Özel, bu çabasıyla ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Hayatı kendim için dokunulur kılmak. Büyük tutkum
bu. Marksist literatür içinde do
ğan Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmalarına umutla bakıyorum. (...) Bütün
cephelerde sava
ş verdiğimi düşündüğüm o günlerde ben bile durup kendi kendime ne yaptığımı soramazdım.
Osmanlıca ö
ğrenmeli, Fransızca öğrenmeli, tarih de fizik de okumalıydı. Kendi başına bir şeyler
ba
şaramazsan, başkalarıyla da işe yaramazsın. Neyi başaracaksın? En iyi yapabileceğin ne ise onu. Bir şeyi
senden iyi yapan olmamalı. Onu ba
şar.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.67)

İsmet Özel gelinen bu noktayı şu şekilde ifade etmektedir: “Vardığım sonucun toplum içinde geçerli değerler
bakımından hiç kar
şılığı yoktu. Sonu gelmez rahatsızlıklarım, beni fakülteye bırakmaya götürmüş, nefer olarak
askere alınmı
ş, dahası zihnen hem politik alanda dostluklar kurduğum kişilerle hem de şiir sebebiyle ilintili
oldu
ğum çevrelerle arama bir mesafe de koymuştu. Keşke’ diye yazmıştım arkadaşlarımdan birine,
‘aramızdaki mesafe sadece kilometrelerle ölçülebilen cinsten ibaret olsaydı.’”
(Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.67)

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide Siyasal Bilgiler Fakültesi ve burayı bırakması ile ilgili olarak
sorduğumuz soruya şöyle cevap vermektedir: “Bir kere çok iyi bir öğrenci tabi ki değildim. Asıl mesele kafamı
me
şgul eden başka şeylerdi. Ben kendimi biraz kayırarak şöyle diyorum, “Ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin
bana yaptıraca
ğı şeyden korktum ya da onu reddettiğim için okulu bıraktım.” Ben mesela, sosyalist
arkada
şlarımın yaptıkları tahsili, Siyasal Fakültesi mezunu olmayı önemsiyor olmalarından çok olumsuz
etkilendim. Hepimiz sosyalisttik, birçok riski göze almı
ştık falan ama onlar alacakları diplomaya fittiler. Bu
hayatımda da böyle oldu. 10 sene sonra Hacettepe Üniversitesi, Fransız Filolojisinden mezun oldu
ğumda işsiz
kaldım ve diplomamı kullanmak zorunda kaldım. 18 sene Fransızca hocalı
ğı yaptım. Demek ki insanın bir
diploması oldu
ğu zaman o ona bir şey yaptırıyor. Ben de o zaman öyle düşünmüştüm. Siyasal mezunu olunca
ne olacaksam onu olmak istemiyordum. Resmi kayıtlara göre son hakkıma kullanmayarak okulu bıraktım. Yani
ben, Siyasal Bilgiler Fakültesinden ‘belgelerdim.’”
(Ags.)

İsmet Özel, askere alınmasını şöyle dile getirmektedir: “Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ayrıldıktan sonra askere
gitmemek için sınava girdim ve kayıt olmam için askerlik durum belgesi almam gerekiyordu. O belgeyi
Ankara’dan alamadım. O belgeyi almak için Söke’ye gitti
ğimde “Aa sen mi geldin?” deyip hemen 15 dakika
içerisinde askere aldılar beni. Me
ğer 2. yoklama başkası eliyle yapılamıyormuş. Ben babama “Yapıver baba
şunu” demiştim. Dolayısıyla ben yoklama kaçağı görünüyordum orada ve hemen askere aldılar.” (Ags.)

Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 8. Mektup”, Oğlak Yay.,
1. bs., İst, Nisan 1995, s.73-75.

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide 4 farklı şehirde tamamlanan askerliğiyle ilgili şunları ifade
etmektedir: “Askerlik şubesinden beni aldıkları gibi de Sivas’a gönderdiler. Sivas’ta, 2 ayı acemi eğitimi 2 ayı da
usta e
ğitimi olmak üzere 4 ay kaldım. Ondan sonra, anlaşılan dosyam bir şekilde ulaşş olmalı ki telefon
emriyle benim da
ğıtımım durduruldu. Bir ay daha orada kaldım. Ve hayatımda ilk defa “Benim başıma ne
gelecek?” endi
şesi taşıdığım için, bir gecede saçlarıma ak düştü. Bir ay sonra beni Sivas’tan Konya’ya Eğitim
Kolordusu’na gönderdiler. Konya’da 3 ay askerlik yaptım. Sonra dosyam oraya da ula
şınca Elazığ’a
gönderdiler. Elazı
ğ meğer Muş ’a gitmem için ara durakmış. Bir ay sonra oraya da dosyam ulaşınca beni 227.
Piyade Alayı’na Mu
ş ’a gönderdiler. Bilmiyordum orası son durakmış. Orada 18 ay yaptım askerliğimi. 24 ayın
18’i de orada geçti.”
(Ags.)

Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 7. Mektup”, s.72.

İsmet Özel, halk üzerine edinmiş olduğu kanısını Ataol Behramoğlu’na yazmış olduğu bir başka mektubunda
şöyle dile getirmektedir: “Halk sanıldığı kadar büyük zenginlik taşımıyor ülkemizde. Bunu şimdi âlem yapan
çavu
şlara bakarak yazıyorum. Duyguları, beğenileri, ahlak telakkileri çok yüzeyde. Nasıl sınıf ayrımları belirgin
de
ğilse aynı biçimde yaygın bir kasabalı psikolojisi. Her neyse daha iyi bakmak gerek.” (Age., “İsmet Özel’den
Ataol Behramoğlu’na 5. Mektup”, s.52)

Söz konusu olan mektuplar üzerine daha geniş bilgi için Osman Çutsay tarafından kaleme alınan 1960’larda

Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu (YGS Yay., Ank., Mart 1997, 95
s.), adlı esere bakılabilir. Bu kitapta Çutsay, İsmet Özel’in, mektupların bir araya geldiği “Genç Bir Şairden Genç
Bir Şaire Mektuplar” kitabının “Önsözler” kısmına yazdığı “Kedi şiirinde Dizgi Yanlışı Yok” adlı yazıda ifade
ettiği “Dış görünüş bakımından bir çevreyi terk etmiş olan veya çevre bakımından kayıp olan benim. Ama bu
giri
ş yazısı vesilesiyle vurgulamak istediğim, birçok arkadaşımın, bu arada şiirdeki duyarlığına çok güvendiğim
Ataol Behramo
ğlu’nun kuşağımıza mahsus bazı şeyleri terk ettiği, birçok bakımdan onların kayıp
oldu
ğudur.” (s. 24) şeklindeki yargısını doğrulamakta ve “Bu çalışma boyunca savunulan tez, İsmet Özel’in
aslında bir dönek olmadı
ğıdır” (s.85- Not: 19) demektedir.

Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 13. Mektup”, s.93.

Ataol Behramoğlu, Özel’e göndermiş olduğu mektupların birinde bu ortamı şöyle anlatmaktadır: “Ve burada,
siyasi sol ortamdaki çirkef, kusturacak nitelikte. Niçin mücadele ediyoruz? Bir gün küfür yemek için mi? Niçin
hapiste yatıyoruz? Niçin i
ş bulamıyoruz? Niçin Avrupa’ya gidebilmek için polis bize izin vermiyor? Birtakım
yeni ve eski yetme zibidiler selamı sabahı kessin diye mi? Niçin
şiir yazıyoruz? Aptal, mankafa, budala, cahil,
sözüm ona aydın geçinen yoz bir takım burjuvalar, bürokrat sersemler
şöyle bir göz atıp geçsin diye
mi?”
(“Ataol Behramoğlu’ndan İsmet Özel’e 10. Mektup”, s.90)

İsmet Özel, 1969 baharında askerlik sonrası karşı karşıya kaldığı insanları şöyle anlatmaktadır: "Sosyalistlerin
arasına katılan yeni çehrelerin sayısında büyük bir artı
ş vardı. Bunların bir kısmı daha iki yıl önce “gel şu işin
ucundan tut” denildi
ğinde yan çizen kimselerdi. Ama bugün mangalda toz bırakmıyorlar, oradan oraya
ko
şuşturuyorlardı. Onlardan öğrendim ki meğer ben bir “oportünist” imişim! Neden? Çünkü onların sosyalist
diye bilinirlerse canlarının yanaca
ğını, gelecekteki meslekî başarılarının güme gideceğini düşündükleri
zamanlarda Türkiye’de bu alanda ne yapılabilirse yapılmalıdır diyerek ortaya atılanlardan biriydim. Peki,
benden önce, benimle birlikte ortaya atılanlar neredeydi? Onları da di
ğerlerinden ayırt etmek güçleşir olmuştu.
Herkes birbirine kar
şı gergin. Herkes diğerinin ne kadar hain olduğunu düşünmeden edemiyor. Herkes (bacak
kadar çocuklar bile) kariyerizmin bata
ğında çırpınırken yanı başında boğulan benzerini bıçaklama fırsatını
kaçırmamaya çalı
şıyor.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.79)

“Ant” dergisinin 2, 9 ve 16 Aralık 1969 tarihlerinde 153, 154 ve 155. sayılarında yayımlanan bu soruşturmada
İsmet Özel konu ile ilgili şunları belirtmektedir: “Emperyalizm bugün ülkemizde her şeyi, bu arada ahlakı ve
kültürü yerle bir etmektedir. Beyrut taklidi kentler türemekte, dejenere bir müzik ve dejenere bir edebiyat ortaya
çıkmaktadır. Halk da bu i
ğrenç düzenin türevi olsun diye uğraşılıyor. İleri sanat emperyalizme karşı dövüşte
yerini alırken bu arada yeni bir kültür ve ahlak da olu
şturmak zorundadır. Bizlerin, bu görevleri yerine
getiremeyecek olan gerici, dejenere edebiyata kar
şı çıkarken getirdiğimiz yeni değerler vardır. Burada bize
kaynaklık edecek olan
şeyin başında, halkımızın değerleri gelmektedir. Emperyalizmin kültür alanındaki
saldırısına kar
şı koyabilmek için buna başvurmak zorundayız. Halktan uzaklaşş, onun değerlerine
yabancıla
şş olan bir sanat ister istemez emperyalizmin aleti olmak zorunda kalacaktır. Halktan alacağız ve
sanatımızla halkın diri yanlarını uyarmaya çalı
şacağız. Kendimizi bununla görevli sayıyoruz.” (Ant, S.153, 2
Aralık 1969, s. 14)

Ant, S.153, 2 Aralık 1969, s. 14-15.

Halkın Dostları, Aylık Devrimci Sanat Ve Kültür Dergisi, S.1, 6 Mart 1970, 8 s. [Bu dergi hakkında geniş
bilgi için çalı
şmamızın “1.3. Yayın Faaliyeti” başlıklı bölümünün “1.3.1. II. Yeni’nin vicdanı: ‘Halkın
Dostları’ dergisi” adlı kısmına bkz.]

İsmet Özel, askerlik sonrasında çalışş olduğu bu işlerle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Askerlik
sonrasında çalı
şmak üzere İstanbul’a geldim ve “Meydan Larousse”ta işe başladım. Bu derginin sahibi olan
Sefa Kılıç, bir askerlik arkada
şımın ev sahibiydi. Onun vasıtasıyla işe başladım. Fakat orada en fazla bir ay
çalı
ştım. Oradan Artel diye bir firma vardı. Adını, Arıklı ve Telci soyadlarının birleşmesinden alıyordu. Ercan
Arıklı’nın da orta
ğı olduğu bir firmaydı. Orada “Eros Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi’nin teknik sekreterliğini
yaptım. Bu i
ş de 3 ay falan sürmüş olabilir çünkü o sırada şöyle bir şey oldu. Benim Siyasal Bilgiler
Fakültesinde okurken aldı
ğım bursu, tabi okulu bitirmediğim için geri ödememi istediler. Bunu ben nasıl
ödeyece
ğim diye düşünürken Ankara’da İnşaat Mühendisleri Odası’nda yönetim değişikliği oldu. Bu yeni
yönetime gelenler arasında arkada
şlarım vardı. Ve onlar bana orada iş verebileceklerini söylediler. "'Ilırkiye
Mühendislik Haberleri Dergisi”nde teknik sekreter olarak i
şe başladım. O yıllarda basında makam sahibi
insanların maa
şları kanunla belirleniyordu. Ve ben teknik sekreter olarak 1200 lira maaşla başladım orada.
Yani
İstanbul’da 800 lira alıyordum Ankara’da 1200 lira almaya başladım çünkü kanun öyle gerektiriyordu. 27

Mayıs devriminin öğrenciler, basında çalışanlara yönelik böyle bir takım imtiyazları vardı. Böylelikle oradan
aldı
ğım parayla çok rahatlıkla burs borcumu ödeyebildim. Böylelikle İstanbul maceram kısa sürmüş ve
Ankara’ya gelmi
ş oldum. Tarih, 1970 yılının Mayıs ayı falan.” (Ags.)

İsmet Özel bu durumla ilgili şunları ifade etmektedir: “Çalışğım yerin yöneticileri sıkıyönetimce içeri alınınca
dergide daha etkin bir konuma gelmek durumda kaldım ve bir süre "Türkiye Mühendislik Haberleri
Dergisi”nin her
şeyini ben yaptım çünkü yönetim kurulu içerdeydi.” (Ags.)

Başlıktaki “kendilik” kavramını, Carl Gustav Jung’un, Dört Arketip (Metis Yay., çev: Z. A. Yılmazer, İst.,
Mayıs 2003, 143 s.) adlı kitabında ele aldığı şekliyle kullanıyoruz. Jung, insanın hayattaki esas amacının yaşamın
merkezine “kendisi”ni koyarak, eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerinin
üstesinden gelerek “kendini” tedavi etmek olduğuna işaret eder. "Dünyayı Tamam Etme Eylemi/Yaratıcılık”
olarak adlandırdığı bu dönüşümü başarabilen insanların, aynı kalamayacaklarını; dünya görüşü ve modelinde
sarsıcı değişiklikler yaşayacaklarını belirtir. (Age., s. 14)

Yine “kendilik” kavramı, Ortega Y Gasset’in ifade ettiği "Benliğe Dalma” durumu ile de beraber
şünülmelidir. Gasset, insanın nesnelerin boyunduruğuna girerek yitip gitmemesinin ve çevresine hâkim olarak
gelecekteki eylemlerini tasarlayabilmesinin ancak iç dünyasına çekilerek “benliğe dalma”sıyla mümkün olacağını
söylemektedir. (İnsan ve Herkes, “Benliğe Dalma ve Ötekileşme”, Metis Yay., çev: N. G. Işık, İst., 1999, s.
28-52)

İsmet Özel de “kendilik” bilincinin “biriciklik” bilgisiyle aynı olduğunu ifade ederken şu noktaya işaret
etmektedir: "Kendini bilme süreci (tasavvufta görüldüğü şekliyle bile olsa) bir disiplin haline getirilemez. Bilim,
felsefe, sanat alanlarındaki bilgilerle kendimizi bilmedeki noksanımızı gideremeyiz.
İnsan gerçeğinin esasına
erenler bununla kendini bilme çabasının üstesinden gelmi
ş sayılmazlar. Çünkü "kendilik bilgisi” her kim ona
kavu
şmuşsa yalnızca kendisini kapsar. Demek ki kendilik bilgisi biriciklik bilgisidir. (...) Sahiciliğimiz
biricikli
ğimizdir.” (Henry Sen Neden Buradasın 1, s. 40)

Ataol Behramoğlu’nun derginin adının “Halkın Dostları” şeklinde olmasının sakıncaları üzerine yazdığı mektuba
İsmet Özel şöyle cevap verir: "Halkın Dostları’nı seviyorum. Bilinen bir ad olmasına karşın yeniden buldum
onu. Ben bir halkın dost’uyum. Üstelik bu sıfata sen benim kadar -ya
şayışın, düşünce biçimin, yapmak
istediklerinle- yara
şıyorsun. Ben nankör militanların dostu değilim, onlardan biriyim. Nankör lafını kendilerine
bir
şeyler açabilmek için kendimi hırpalarcasına yazmam karşın buna kulak asmayan; çokbilmişlik taslayan
birçok arkada
şa kullanıyorum. Halkın Dostları adı anılarla süslüdür benim için. Onlarla en hemdem olduğum
anda bile onlardan olmadı
ğımı anlayışım bu ada olan güvencimi artırıyor. Bu konudaki (dergi) en yakınım olan
sen bile böylesine direnirse birçok çevrelerde ne fırtınalar kopmaz bilmiyor de
ğilim. Ama bu dergi çıksın diye
hayatının bir yönünü ona göre de
ğerlendirmiş, uğruna bir çok belalara katlanmayı göze almış bir insanın
şevkini kırmak hakkını lütfen elinizde bulundurmayın. Eğer dergimizin adı değişmezse bağış toplayamayacaksak,
MDD müritleri saldıracaksa, sözde feministler sırf bu yüzden bize cephe alacaksa ko öyle olsun. Kendimizi bu
pis politik ortama göre de
ğerlendirmiyoruz. Yıkılma Sakın’lar bu ateşli militan çevrece anlaşıldı mı ki.” (Age.,
İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 16. Mektup”, s.107)

İsmet Özel, Ataol Behramoğlu’na yazmış olduğu bir mektupta kendisinde yer eden bu huzursuzluğu şöyle dile
getirmektedir: "Benim zihnim çıkmazda. Çıkmazda değil de sanırım darboğazda. Hiçbir şey yazamıyorum.
Günlük hayat yıpratıyor beni.
İçimde saklı duran şeyi yaşamak pahasına harcamayacağım elbet.” (Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na 18. Mektup”, s.126)

Şair, Behramoğlu’na yazmış olduğu bir başka mektubunda yaşadığı olumsuz olaylar üzerine “bilinçlenme”sini şu
şekilde kaleme almaktadır: "Artık her şeyi anlıyorum. Ve bu bana (garip değil mi) ızdırap veriyor. Kafamın hızla
kategorilere do
ğru yol alması, her şeyi yerli yerinde görebilme yeteneği canımı sıkıyor. Oysa daha gençken
hiçbir
şey bilmiyordum ve bilme arzusu bende büyük bir taşkınlık yaratıyordu. Şimdi her şeyi yine
B
İLMİYORUM, ama ANLIYORUM. İçimde yatan mitralyöz kullanma duygusu küllenmedi. Yine de bunu
anlıyor olmak acı veriyor bana. Mitralyöz kullanmanın gereklili
ğini anlıyorum ama eskiden yalnızca
isterdim.”
(Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 20. Mektup”, s.153-154)

İsmet Özel bu düşüncesini, 19 Kasım 1971 yılında Ataol Behramoğlu’na yazmış olduğu mektupta şöyle dile
getirmektedir: "Perşembe gecesi düşümde Fransa’ya gitmeye kara verdim. Uyandığımda kararın bilincime
yerle
şmiş olduğunu da gördüm. Eğer imkânlar diye sözünü ettiğin şeyler hala elinde ise bu hazırlığa girişmeni
senden dileyece
ğim. (Behramoğlu, Pariste Şili büyükelçisi olan Pablo Neruda’nın kendisine önerdiği Şili’de bir
ö
ğrenim bursunu İsmet Özel için düşünmüş ve bunu bir mektubunda kendisine yazmıştır. -mektup dipnotundan
aktaran:
İ. Tüzer-) Martta pasaportu alırım.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 23. Mektup”, s.
176)

Fakat Özel, martta almayı planladığı pasaportu bir türlü alamaz. Hatta bunun için bir ara Danıştay’a müracaat
etmeyi planlar fakat daha sonra bundan vazgeçer. Bu durumu arkadaşına, bir mektubunda şöyle yazmaktadır:
“Yurt dışına çıkabilmeyi esas sorun yapamıyorum kendime. Çünkü bunun hiç mümkün olmaması söz konusu.
Bu yüzden burada hayatımı yıkmamakla kar
şı karşıyayım. (...) Yargı yolunun denemedim. Artık güvenilir bir yol
yok.”
(Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 27. Mektup”, s.193)

İsmet Özel hayatının bir döneminde, yurt dışına çıkamama problemini hep yaşayacak ve kendisine yıllar sonra
pasaport verilecektir. Yapmış olduğumuz söyleşide bu konuyla ilgi olarak şair şunları belirtmektedir: “Ataol bana
“Yüzün benziyor kaderin de benzeyecek Pu
şkin’e, hiçbir zaman yurt dışına çıkamayacaksın” demişti. Bu
memlekette 17 sene bana pasaport vermediler. Ben pasaportu Almanya birle
ştikten sonra aldım. Bu konuda yeri
geldikçe söyledi
ğim bir şey var. Beni Duisburg Belediyesi 1983 yılında şiir okumak üzere davet ettiği zaman
onlara pasaportumun olmadı
ğını ve dolayısıyla davetlerine icabet edemeyeceğimi yazdım. Onlar da bana
“pasaportunuzu almak için buradan u
ğraşalım çünkü buradan yapılan müdahale daha etkili oluyor” diye cevap
yazdılar. Ve ben de onlara “asla böyle bir giri
şimde bulunmayın” diye cevap verdim. Çünkü gâvurların
torpiliyle Türk Devleti pasaportu almak istemiyordum. Ben bunu vatanseverlik övgüsü için söylemiyorum. Bu
benim, bu gün savundu
ğum görüşlerin zeminini teşkil eden bir şey. Mesela Aziz Nesin bunun tersini yaptı. Gitti
Moskova’dan ayarladı i
şini ve “köpek gibi verdiler pasaportumu” dedi. Bunu yazdı da çünkü oradan biliyoruz.
“Eve telefon edip pasaportunuz hazır gelin alın dediler” diyor ve bunu övünerek yazıyor. Ben ne olursa olsun
böyle bir insan olmadım. Bu konu
ştuğumuz salona İsveç konsolosu yanında beş memuruyla beraber geldi. Ama
ben onlara küçücük bir tebessüm bile etmedim.
İstesem uluslar arası pasaport da alırdım. Ama tabi bunun da
bir fiyatı var. Nedir o? Türkiye üzerine yapılan planların en azından bir kısmına evet diyeceksiniz. Ama ben
külliyen reddediyorum. Ne olursa olsun, bu iyi bile olsa, sizin hesabınız oldu
ğu sürece ben bunu reddediyorum.
Senin memleketin senin memleketindir. Senin memleketinin hayrı için ba
şka memleketin düşündüğünü kabul
etmek kadar haince bir
şey yoktur. Osmanlı aydınları da Cumhuriyet aydınları da bu ihanetin içine balıklama
daldılar.”
(Ags.)

İsmet Özel, çıkmış olduğu bu geziyle ilgili olarak şunları belirtmektedir: “12 Martta muhtıra verildi ben o yaz
güneye indim. Ankara’da o dönemde ya
şanmaz diye hissettim. Bindim bir otobüse Antalya’ya gittim. İlk defa
gidiyordum Antalya’ya. Oradan Alanya’ya geçtim ve 1-2 gece kaldım. Oradan gemiyle
İskenderun’a gittim.
İskenderun’dan Adana’ya gittim. Küçük ablam ve eniştem Sivas’ın Gürün ilçesinde oturuyorlardı. Haritaya
baktım. Gürün’e Malatya üzerinden gitmeyi dü
şündüm. Ve Malatya’da başıma şu olay geldi: Süt içiyordum.
Kimli
ğimi görmek isteyen bir polis geldi. Ben de sigorta kartımı gösterdim. “Başka kimliğin yok mu” dedi. Ben
de ba
şka kimlik göstermek için çantamı açarken “tamam, merkezde bakarız” dedi ve beni karakola götürdü.
Teleks çektiler Ankara’ya hakkımda bilgiler falan aldılar ve beni o gece nezarete attılar. Me
ğer şöyle olmuş. Ben
Adana’dayken
İsrail diplomatı Elron kaçırılmış. "Mahir Çayan’lar falan yaptı” denildi o zaman. Bunun üzerine
o günün
İç İşleri Bakanı bütün solculara yönelik tehditkâr bir konuşma yapıyor. Bunu da valiler ve emniyet
müdürleri emir telakki ederek bütün solcuları topluyorlar. Benim o süt içti
ğim sırada da böyle bir vaka canlı idi.
Beni bir ö
ğretmenle birlikte kelepçeleyerek Malatya’dan Elazığ a aradan da Diyarbakır’a götürdüler. Hatta o
zaman solculardan da fazlasını toplamı
şlar. Öğretmen diye herkesi toplamışlar. Okullar kapanmamıştı henüz
dolayısıyla e
ğitim duruyor tabi. Öğretmenleri bıraktılar, o furya içerisinde beni de bıraktılar. Malatya’da
tutukladıkları için beni Malatya’da serbest bıraktılar. Ben sonra Gürün’e gittim ve Ankara’ya döndüm.”
(Ags.)
İsmet Özel, bu dönemde yaşamış olduğu “ruhî tıkanık”lığı Ataol Behramoğlu’na yazdığı mektupta şöyle anlatır:
“Sana hiçbir şey yazmamış gibiyim dış görünüşte. Oysa yukarıdaki cümleyi yazarken yüreğim inip kalkıyordu,
beynim karıncalanıyor, öz geçmi
şim, tasarılarım, yaşadığım her şey... Yakmadığım iki şiir kaldı. Ötekilerden
ayrı yerdeymi
ş. Daha doğrusu son biçimlerini aldıkları için temize çekmişim onları. 10 Eylül (1972 -İ. Tüzer-)
günü bütün kitap hazırlı
ğımı yaktım. Sabahtı. Arkamda yarım kalmış hiçbir çalışma bırakmak istememiştim niye
saklamalı. 7 yıl sonra yeniden kendine kıyma psikozuna girdim. Aysel Ankara’da olmamı
ş olsaydı. Sonra
i
şimden istifa ettim. Adım atacak, dokunacak takatim kalmamıştı. Bu yıl üniversiteye gireceğim. Avutucu olacak
benim için. Birkaç yılımı ancak böyle geçirebilirim. (...) Duygularım, içgüdülerim, tasarılarım. Her
şey büyük
bir karma
şayla üstüme çullanıyor. Hayat karşısında acıdan çok bulantı duyuyorum bu bir gerçek. Bazı ön
yargılar adına yalana sapmak benden uzak olsun. Yalnızım ve en kuvvetli tarafım da bu.”
(Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na 28. Mektup”, s.199-200)

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede bu dönemle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “12 Mart
1971 önemli tabi. 27 Mayıstan sonraki ilk askeri müdahale o.
İnsanlar o güne kadar böyle bir şey olabileceğini
şünmüyorlardı. İşin içinde olanlar düşünebilir ama en azından ben düşünmüyordum. Benim zaten koptuğum
bir dünya oldu o. Sosyalist dü
şünme içinde ciddi bir bölünme vardı zaten. Türkiye’de sosyalizm, benim kendimi
içinde hissetti
ğim sorumluluğunu aldığım bir olayın dışında bir mecraya girmişti. Benim alakadar olduğum bir
şey değildi. Ben Deniz Gezmiş ’lerin idam edilmemeleri için imza verdim. İmza toplayanlardan birisi Murat
Belge idi. Ben neden imza verdi
ğimi şöyle izah ediyordum. Bunlar asılmamalıdır çünkü bunları ancak Sosyalist
bir yönetim asabilir. Ben gerçekten bu dü
şüncedeydim. Yani kopuş içinde kopuş yaşayan biriydim. Dediğim gibi
bu sırada Murat Belge de imza topluyordu. Nihat Behram kitap yazdı mesela onlar için. Ama ben onların hiç
biriyle aynı görü
şte değildim. Tabi bunu kime anlatacaksın böyle bir tuhaflık vardı. Bu şiirime de yansıyordu
tabi. “Cebimdeki adreslerden umut kalmamı
ştır” mısraım mesela.” (Ags.)

İsmet Özel, girmiş olduğu ruhsal açmazın içerisinden şiir sayesinde kurtulduğunu çoğu yerde tekrarlamaktadır.
Bunun bir ifadesi olarak da biyografisini kaleme aldığı “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” kitabını intihar
eden birkaç arkadaşına ve paranoyadan, şizofreniden mustarip birçok arkadaşına ithaf etmektedir. Onlara isabet
eden yıldırımın kendisine çarpmamasını ise “önce şiir binasının saçağı altına sıçrayacak ataklığı göstermiş
olmasına ve sonra siyasi anlamda bir ba
ğlanmamın hayat içindeki karşılığını arama çabasına borçlu”
olduğunu belirtmektedir. (Age., s.5) [Hayatında böylesine önemli yer etmiş olan şiirin İsmet Özel
tarafından ne
şekilde anlaşıldığı ve onun hayat-şiir serüveninde şiirin almış olduğu yerle ilgili daha geniş
bilgi için bu çalı
şmanın “1.2. Edebî Görüşleri” başlıklı kısmındaki “alt başlıklar”a bkz.]

İsmet Özel söz konusu olan bu durumun önemini ifade için kendisiyle yapılmış olan bir söyleşide şöyle
demektedir: “Çağımızın ya da bütün çağların en büyük belası insan teki olarak dünyadaki yerimizin
anlamlandırılması ile ilgilidir. Ne zaman bu anlam kaybedilmi
şse, belaya uğranılmış demektir.” (Ekrem Kızıltaş,
“Değerler Karşısında Duyarlı Kişiler Miyiz? Değilsek, Çekiver Kuyruğunu...”, Milli Gzt., Y.19, S.5464, 4
Temmuz 1988)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 114.

“Yeniden doğuş” tanımını, C. G. Jung’un “içsel dönüşüm”ü başarabilen insanlar için kullandığı şekliyle ele
alıyoruz. (Dört Arketip, “Yeniden Doğuş Üzerine”, Metis Yay., çev: Z. A. Yılmazer, İst., Mayıs 2003, s.
46-77) Jung’un bir “archetip” olarak ele aldığı “Yeniden doğuş” kavramı, insanların çevresinde olan nesnelerle
baş edebilmesi için ruhuna kazandırdığı genişliği ve bunun için de geçirdikleri öznel değişimi akla getirmektedir.
Bu değişimin olabilmesi için insanın öncelikle “ontolojik” anlamda varlıkla ilgili bir endişe taşıması
gerekmektedir. Burada da Martin Heidegger’in sözüne ettiği iki türlü temel varoluş şeklini hatırlamamız gerekir.
Bunlardan birincisi “otantik olmama”/“var olmayı unutma” durumu, ikincisi de “otantik olma”/“var olmayı
şünme” durumudur. İnsanların varoluşsal kimliklerine dair sorumluluklarını sorgulamaya başlaması hayatı
“farkındalık süreci”nde yaşayarak “otantik olma”sı yani “varlığı düşünme”si ile mümkündür. Var olduğunu
şünerek hareket eden insan, eşyaya ve hâdiselere sıradan hayat olayları gibi bakmaz. Kendi olanaklarını
keşfederek ne olduğunun “bilincine” varır. (Bu konuda geniş bilgi için bkz: Irvın Yalom, Varoluşçu
Psikoterapi, “Hayat, Ölüm ve Anksiyete”,
çev: Z. İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst., 1999, s.51-127)

Bu konuda İsmet Özel, insanların varlık bilgisine ulaşmak için elde ettikleri değerlerle kendi ontolojik alanlarını
oluşturduklarını; bunun için de varoluşsal güvensizliği yaşadıklarını ifade etmekte ve şunları belirtmektedir: “Bir
insanın varlık bilimsel/ontolojik bir güvenlik içine dü
şmesi, itibarını, alışkanlıklarını, sevgilerini, umutlarını
kaybetmesiyle mümkündür. (...) Varlık bilimsel güvenlik alanı, her insanın kavrayı
ş seviyesine bağlı olarak dar
veya geni
ştir. İnsanların çoğunluğu, geçim şartları, toplumsal dayanışma şartları kendilerine elverişli olduğu
kadar varlıkbilimsel güvenlik içindedir. Yani onların varlık alanındaki kaygıları algılarıyla ve algılarına kar
şılık
olan tatmin vasıtalarıyla sınırlıdır. Bu durum, kolayca elde edilen güvenli
ğin, kolayca kaybedilmesini de açıklar.
Varlıkbilimsel güvenli
ğini dar alanda temin edenler, bu güvenliği, o dar alanın dışına çıkar çıkmaz
kaybederler.”
(Faydasız Yazılar, Şûle Yay., (1. bs., 1986), 6. bs., İst., Eylül 2000, s.54-55)

İsmet Özel, dönemin şartları düşünüldüğünde oldukça iyi olan “Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”ndeki
işinden ayrılışıyla ilgili olarak şunları belirtmektedir: “Oradan ayrılırken çalışan memurlardan birisi
"Yuvarlanan ta
ş yosun tutmaz İsmet Bey” demişti. Yani "burada ne güzel işiniz var niye ayrılıyorsunuz?”
manasında. Bunu anekdot olarak hep anlatıyorum zaten. Türkiye’de e
ğer bir etiketin ya da paran yoksa akıllı
insanlarla konu
şabiliyorsun ama aptallarla konuşabilmen için mutlaka bir etikete ve paraya ihtiyacın vardır.
Türkiye’de de akıllıdan çok aptal oldu
ğu için ve hayatımı devam ettirebilmem için böyle bir işi yapmam
gerekti
ğini düşündüm. Bir fakülte diploması matah bir şey değildir bunu göstermek istedim. Tamam, ben
ba
ş arılı bir talebe değildim ama Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiremeyecek kadar da geri zekâlı
de
ğildim.” (Ags.)

İsmet Özel’in 1970’li yılların başından ortalarına kadar uğraşacağı en büyük sıkıntılarının başında maddî
imkânsızlık gelmektedir. 1971-72 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Fransız Filolojisi’ne girmeden önce bir
eczanede kalfa olarak çalışan şair, buradaki öğrenimi boyunca annesiyle birlikte yaşamış ve babasından kalan
emekli maaşla geçinmiştir. (Osman Özbahçe, “İsmet Özel Biyografisi”, Memleket Dergi, S.1, Nisan 2006.)

İsmet Özel 14 Şubat 1973 tarihinde, Behramoğlu’na yazmış olduğu bir mektupta o dönemdeki sıkıntılarını ve
içerisinde bulunduğu ortamı şu şekilde anlatmaktadır: “Fransızca çok iyi gitmiyor. Nedeni de yeterince
yo
ğunlaşamayışım.        Bu  yıl    hazırlık    sınıfındayım,    bu yıldan       sonra    filolojiye                                    başlanacak.           Onun               için

sabırsızlanıyorum. İşimden ayrıldığım için de para darlığı çektiğim oluyor. Annemin dul maaşı eve yiyecek bir
şeyler girmesine az çok yetiyor. Ama kitap vs. için para yok. Bunu pek önemsediğim de söylenemez. Paranın
gerekli oldu
ğu zamandan bu yana hep parasız oldum. Kendimi birçok harcamalardan alıkoymaya alışığım.
Ama toplum içinde ya
şamak zorunluluğu var elbette. Asıl çektiğim sıkıntı kendi mantık düzenime yakın dostumun
olmayı
şı. Belki de bir kuşak sorunu bu. Ama bizim kuşağın adamları, her kuşakta olduğu gibi ya eridiler, ya da
içerdeler. Gençlerle anla
şıyorum zaman zaman. Ama onların da yeterli içtenlik gösterdiklerinden kuşkuluyum.
Kaçınılmaz olarak a
ğabey oluyor insan. Bazen öyle oluyor ki bir şeyler söyleyecek, dinleyecek insan için
kuduruyorum. Bir tavır, bir bakı
ş, susuşun bile yeterli olacağı zamanlar bunlar. Çektiğim sıkıntının nedenini iyi
biliyorum: çok duyarlı olmak. Ya
şadığımız siyasi ortamın en öldürücü darbesi bana, benim gibilerin üstüne
indi. Pahalılık da artıyor.”
(Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 31. Mektup”, s.219-220)

İsmet Özel, kendisi için bu gün de geçerliliğini koruyan, bilgilenme/“aydınlanma” süreci ile arasındaki
münasebeti şu şekilde açıklamaktadır: “Ben bilgiye bir açılım, bir genişleme ve öğrendiklerimle dünya üzerindeki
varlı
ğımı anlamlandırma imkânı olduğu için rağbet ediyordum. Fakat bilgi olarak karşıma çıkan dünya
görü
şleri önce yeni bir ufuk gibi göründükleri halde, sonradan sadece kendi kanallarında seyretmek şartıyla
yararlanılacak bilgiler sunduklarını itiraf eden diktatörler haline dönü
şüyorlardı. Oysa benim birinci derecede
önemsedi
ğim herhangi bir dünya görüşünün bayrağının yükseltilmesi değil, kendime, birlikte yaşadığım
insanlara ve mümkünse bütün insanlı
ğa iyileştirme getirecek bilgilere varmak, bu bilgileri geçerli kılan düşünme
yollarını açık tutmaktı.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 114)

İsmet Özel, bu imkânların kendisine tanımış olduğu hareket alanlarını şu şekilde ifade etmektedir: “Neydi büyük
imkânlarım? Sosyalist olmak bana yurtseverli
ği, yani toprağı ve insanıyla kendi ülkemin benimsenişini
getirmi
şti. Kendi ülkemde tehlikede olmamak, kendi ülkemi tehlikeye atmamak fikri beli bir psikolojik rahatlık
sa
ğlıyordu bana. Bunun ötesinde doğru şeylerin ancak kendimize ait bir kültürel donatım sayesinde
yapılabilece
ğini kafama iyice yerleştirdiğimden elverişli araçlar bulabilmek için çaba harcıyordum. Meselâ,
devrimci bir grubun toplantılarına katılma teklifini, cumartesi günleri Farsça dersine gitmek zorunda
oldu
ğumdan reddedebilecek güvene sahiptim. (...) Marksist olmamın bana sağladığı imkan ise her türlü
dogmatizme kar
şı durabilecek araştırıcılıkla, yeniliğe açık olmakla bağlantılıydı.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s. 80-81)

“Deus Otiosus”, Annamarie Schimmel’in, Dinler Tarihine Giriş (Kırkambar Yay., İst., Eylül 1999) adlı
kitabında şu şekilde anlatılmaktadır: “Tembel, çalışmayan ilâh: Âlemi yarattıktan sonra oradan çekilip, dünya
nizamına bakmayan yaratan ve bazen de kültür getiren ilâh.” (s.290) Yine aynı kavram, Mircae Eliade’in, Dinsel
İnançlar ve Düşünce Tarihi, (çev: A. Berktay, Kabalcı Yay., İst., 2003) adlı kitabında da şöyle belirtilmektedir:
“Kendi köşesine çekilmiş, insanlardan uzak olan yüce tanrısal varlık.”

İsmet Özel, düşünce dünyasında meydana gelen bu köklü değişimi ve bunun için zihnini kurcalayan soruları şu
şekilde ifade etmektedir: İnsan hem haklı olduğunu, doğru davranış içinde olduğunu bilip hem de güvenlik
içinde bulunabilir mi? Kim beni yargılayacak? E
ğer hata ve yanlış içindeysem beni kim bu halimle kabul
edebilir. (...) Hangi ahlâk? Bu soruyu “yaratılı
şı, varlığı mümkün kılan ahlâk” diye cevaplandırabildim.
Yeniden do
ğmayı, dirilmeyi mümkün kılan ahlâk, ancak yaratılmayı mümkün kılan ahlâk olabilirdi. Varlığımı
borçlu oldu
ğum, doğru mu eğri mi davrandığımı karara bağlayan olabilirdi ancak.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s. 92-93)

İsmet Özel, Müslüman dünya görüşüne bağlanmasıyla ilgili olarak şunları belirtmektedir: “Basit gibi görünen
ama insan hayatında çok önemli yer tutan bir noktayı vurgularsam, masalımın içinde neden Müslüman
kelimesinin yer aldı
ğını açıklamam mümkün olacak. Basit ama önemli nokta: İnziva. 12 Mart 1971 sonrası,
sosyal hayattan el etek çekmemi sa
ğlamadı ama birlikte bazı işler başardığımız, dünyayı tanımada
yardımla
şğımız, birbirimizin dilinden anladığımıza inandığımız arkadaşlarımın hemen hepsi uzağımdaydı.
Bense hep dü
şünüyor, düşünmenin gücüne varmaya çabalıyordum. Bu düşüncelerim neyi, nasıl, niçin
yaptı
ğımla doğrudan ilişkiliydi. Bana kişilik kazandırmış değerler nelerdi? Bu değerler kendi başlarına ayakta
kalabilirler miydi? Bu de
ğerleri bana yakın kılan daha temel değerler var mıydı? Neyi, hangi insanlarla
yapıyordum? (...)
İnzivaya çekilmedim, fiili olarak. Fakat düşüncemi bulandıracak, düşünmekte olduklarımı
kesintiye u
ğratacak ilişkiler ortadan kalktı.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 91)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 96.

İsmet Özel, müslüman olmakla yalnız olmaktan kurtulduğunu “Yalnızlar Allah’ın kendilerine kendilerini
unutturdu
ğu insanlardır” şeklinde anlamakta ve kendi kurtuluşu için şunları belirtmektedir: “Nasıl oldu? Yeni
dostlar, aralarında kendimi emniyet içerisinde hissedece
ğim kardeşler, ihvan, bir cemaat mi buldum? Hayır.
Yalnızlıktan kurtulu
şum bir bakıma modern bir insan olmaktan kurtuluşum sayılır. (...) Benim yalnızlıktan
kurtulu
şum birinci aşamada emperyalizmin beni mahkum ettiği cehaleti reddetmekle başladı. (...) İkinci
a
şamada kültürden bağımsız bir değişme yaşadım. Buna yaratılmış olmayı kavrama diyorum. Persona’mı,
şahsiyetimi, kimliğimi kültüre borçluyum ama mevcudiyetimi, varlığımı, uzay/zaman içindeki ne’liğimi borçlu
oldu
ğum ve benim kişiliğimden de, kimliğimden de bağımsız bir “O” var. Hû. Yaratılmış olmayı kavradıktan
sonradır ki yalnızlık benim için çok uzak bir duygu, uzakla
şan bir duygu. Çünkü yaratılmış olmayı kavramak.
Yaratan’ın iradesine sürekli duyarlı kalmayı gerektirir. Yaratılmı
ş olmayı kavramamış veya bunu untmuş
insanlar içinde ba
ğımsız bir dış dünya, küçük harfle yazılacak bir “o” vardır.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s. 104-105)

İsmet Özel, gelmiş olduğu bu noktanın bir “ontolojik güvenlik” arayışı olduğunu Murat Belge ile 1982 yılında
yapmış olduğu röportajda şöyle dile getirmektedir: “Beni sosyalist olmaya iten etkenler, müslüman olmaya da
itti. Ben aynı yol üstünde yürüyüp müslüman oldum. Daha sarih bir güvenlik noktasıdır benim müslüman
olmam. Belki hayatımdaki bütün de
ğişiklikleri bir “securite ontoloqique” arayışı olarak tanımlamak
mümkündür.
İnsan iki şeyin peşindedir: Ya özgürlüğünü arar, ya güvenliğini. Aslında birini bulmadan öbürünü
sa
ğlaması mümkün değil. Özgürlük büyük ölçüde dışa doğru, güvenlik içe doğru bir edimdir. Ben bu gün
Kur’ân’a ba
ğlanmakla varoluşsal güvenliğime kavuştum inancındayım.” (Murat Belge, “Edebiyatçı Çok,
Gerçek Anlamda Ürün Yok”,
Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım, s.9 )

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.106.

İsmet Özel, Müslüman olduktan hemen sonra başka Müslümanlarla tanışmamasının şöyle izah etmektedir:
“Esasen bu mümkün de değildi. Benimle belli bir kültürel dili paylaşğına inandığım hiçbir müslüman
tanımıyordum. Edebiyat dünyasında, ismen tanıyıp
şiirine büyük değer verdiğim bir Sezai Karakoç vardı.
Onunla tanı
şmanın yolunu arayıp buldum. (...) Yeni bir çevre "benim çevrem” olabilir miydi? Benim safıyane
yakla
şımlarıma rağmen, böyle bir vakıanın gerçekleşemeyeceğini bilmeliydim.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.106)

Amentü, Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35.

Mehmet Fuat (Bengu), “Döneklik Üstüne”, Adam Sanat, S.13, Aralık 1986, s.7.

Osman Çutsay da, İ smet Özel ve Ataol Behramoğlu’nun portrelerini, şairlerin birbiriyle olan
mektuplaşmalarından hareketle tahlil etmeye çalışğı kitabında, söz konusu olan bu değişimi şöyle tahlil
etmektedir: “İsmet Özel tipolojisi, eğer böyle bir izlenime izin varsa, zor zamanda yükün altına girebilen bir
resim veriyor. A
ğlayıp sızlamadan. Kimseye hiçbir şeye, hele hele ‘Batı’ya hiç yaltaklanmadan’, kendi gücüyle ve
ayaklarıyla kaygan topra
ğın üzerinde yardımcısız durabileceğini, belki başkalarına değil, ama en azından
kendine kanıtlayabildi. Bugün bulundu
ğu yerde, Ataol’dan çok daha tutarlıdır. Sosyalistliği ile Müslümanlığı
gerçekten devamlılık arz eder ve bu da zaten
İsmet Özel’in her fırsatta tekrarladığı temel savıdır. Yükselen
dalganın kuca
ğında, hayatından memnun bir Ataol Behramoğlu’nun ne kadar modacı bir yüzü varsa, İsmet o
kadar kendisidir.”
(1960’larda Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu,
YGS Yay., Ank., Mart 1997, s.28)

Yine, 1975 yılında Ataol Behramoğlu tarafından kaleme alınan “İsmet Özel Üzerine” adlı yazıda, şairin
müslüman dünya görüşüne bağlanmasıyla ilgili yapılan eleştiriler şöyle değerlendirilmektedir: İsmet Özel’in bu
günkü konumunu paravana ederek, gerek onun, gerek 1960 sonrası toplumcu edebiyatımızın getirdi
ği değerleri,
boyutları küçümsemeye kalkı
şan bireyciler, II. Yeni’nin’ artıkları, bu tutumlarıyla şiir konusundaki zavallı
bilgisizliklerini ve toplumcu edebiyat konusunda art niyetlerini sergilemekten ba
şka bir şey yapmamış
olmaktadırlar.”
(Militan, S.11, Kasım 1975, s.34)

15 Ocak 1976 yılında evlenen İsmet Özel’in, bu evlilikten 4 çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklardan ilki 1976
doğumlu olan Hasan Sacit, bilgisayar teknisyeni olarak görev yapmaktadır. İkinci çocuğu Oruç, 1978 yılında
dünyaya gelmiştir. Elektrik yüksek mühendisi olan Oruç, bir firmada çalışmaktadır. Esma Bike, 1983 yılında
dünyaya gelmiştir. Başörtülü olduğundan dolayı üniversite sınavına giremediğinden Güney Afrika Birliği’nde,
uzaktan eğitimle, linguistik okumaktadır. 1985 doğumlu olan Hesna Begüm ise, Bilgi üniversitesi’nde sosyoloji
eğitimi almaktadır.

İsmet Özel, Ticaret Bakanlığı’ndaki görevini bırakıp Yeni Devir’de köşe yazarlığına başlaması ile ilgili olarak,
kendisiyle yaptığımız söyleşide şunları ifade etmektedir. “Yeni Devir’de yazmaya başladığım zaman Ticaret
Bakanlı
ğı’ndaki görevimden istifa ettim. Zaten Yeni Devir’de de yazmamın sebebi oydu. ‘Bana bakanlıktan
ödenen parayı öderlerse gazetede yazarım’ demi
ştim.” (Ags.)

Yine şair, bir gazetede günlük fıkralar yazmaya başlamasını “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şu
cümlelerle anlatmaktadır: “(...) bir gazetede günlük fıkralar yazma yükünü üzerime alırken beni düşündüren
husus elimdeki imkânın suistimale ve duygu istismarına ne çok müsait oldu
ğuydu. Yazılarımı hâdis-i şerifin
bana sa
ğladığı “Müslim, Müslümanların dilinden ve elinden salim oldukları kişidir” anlayışına uyarak kaleme
alma çabası gösterdim. Yazılarımda bir
İslâmî mücahededen, Türkiye’de ulaşmayı dilediğimiz bir İslâmî hayat
tarzının meselelerinden bahis açtım ama kuru sıkı bir cihad ça
ğrısının Müslüman çoğunluğu kolayca
şüncesizliğe sevk edebileceğini akılda tuttum. Eğer Türkiye’de İslâmî değerlerin belirleyici olduğu bir toplum
düzeni tesis edilebilecekse, bunun bir siyasi iktidar de
ğişikliğinden çok, Müslümanların böyle bir toplumun
gerçekle
ştirilebilir olduğunu sosyal alanda gösterme yeterliliğine ulaşmalarına bağlı olduğunu savundum.” (s.
110-111)

“Yazmanın Vebali”, Yeni Devir, Y.1, S.27, 20 Nisan 1977, s.3.

İsmet Özel’in Yeni Devir ve diğer gazetelerde kaleme almış olduğu yazılarının künyelerinin de yer aldığı tüm yazı
faaliyetini ve hakkında yayımlanmış olan tüm yazıları kronolojik olarak takip edebilmek için bu çalışmamızın “Bir
Bibliyografya Denemesi:
İsmet Özel Kaynakçası” adlı bölümüne bkz.

Yeni Devir, Y.3, S.815, 27 Haziran 1979, s.3.

İsmet Özel, Yeni Devir’de ara verdiği yazarlığı ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “1977yılının baharından
1979 yılının yazına kadar, kaleme aldı
ğım günlük fıkraların Türkiye’de Müslümanlık meselesini birinci derecede
önemseyen kaç ki
şiye, ne anlam ifade ettiğini bilememenin tedirginliği içinde, gazete yazarlığına ara verdim. Bir
dergi çıkarma hazırlı
ğına giriş tiğimde gördüm ki birlikte yola çıkabileceğim nitelikte hiçbir insan
tanımıyormu
şum. Bu bilgiyi edinmem, doğrusu, hayata bakışım açısından bana çok yararlı oldu.” (Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?, s.113-114)

Osman Özbahçe, “İsmet Özel Biyografisi”, Memleket Dergi, S.1, Nisan 2006.

İsmet Özel, sadece Yeni Devir’deki yazarlığı ile ilgili değil, Milli Gazete ve Yeni Şafak’taki yazarlıklarıyla da
ilgili olarak şunları ifade etmektedir: "Benim düz yazı yazmam, şiirime her zaman çok ket vurmuştur. Gazetede
yazmak-yazmamak meselesi do
ğrudan geçimle ilgili bir durumdur. Meselâ bir keresinde Adam Yayınları’ndan
çıkan bir kitabımın
(Şiir Kitabı, Adam Yay., 1. bs., İst., Haziran 1982, 137 s. -İ. Tüzer-) ilk telif taksitini
aldıktan sonra yazmayı bıraktım. Yetmiyordu ö
ğretmenlikten aldığım para.” (Ags.)

İsmet Özel, hayatını bu tür bir bilinçlenme aşamalarını yaşayarak devam ettiren insanın hakiki anlamda “insan
hayatı” yaşadığını dile getirmekte ve şunları eklemektedir: “Dünya hayatının sükûnete kavuşması canlılığın terki
anlamına gelir. Ya
şadım diyen günaha daldım demiş olur. Dolayısıyla bir beşerin hayat akışı bilincin devreye
girdi
ği farklı yönsemeler eşliğinde sürüp gitmemişse, bilinçli inişler, bilinçli çıkışlar geçirmemiş, bilinçli
daralmalardan, bilinçli geni
şlemelerden etkilenmemişse; bazen hızı, bazen durgunluğu yüzünden biçim
de
ğiştirmemişse o beşerin hayatının insan adını taşıyacak bir makama yükselmediğini ileri sürebilir.” (Henry
Sen Neden Buradasın 2,
Şule Yay., İst.,, 2004, s.15)

İsmet Özel’in insan hayatını bu şekilde yaklaşması, Platon’un “Mağara Alegor”isinde dikkatlere sunduğu
hikâyeyi ve bu hikâyeyi “Diyalektik Yürüyüş” olarak çözümleyen Heidegger’i akla getirmektedir. (Bu konuda
geniş bilgi için bkz: Orhan Hançerlioglu, Felsefe Sözlüğü - “Eflatun'un Mağara Alegorisi”, Remzi Kitabevi,
9. baskı, Ank., 1994, s. 335. - Ahmet Aydoğan (haz.), Metafizik Nedir?, Platon’un Hakikat Doktrini /
Martin Heidegger,
İz Yay., İst., 2001, s.85-116)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.108.

Yine İsmet Özel, kendisiyle yapılan bir röportajda konu ile ilgili şunları ifade etmektedir: "Benim taraftar
oldu
ğum siyasi görüş, bir hesaplaşmayı ihtiva eder. Ama, ne eyyamcı bir müslüman bakış açısı gibi uzlaşmaya,
ne de doktriner
İslâmcı görüş gibi muhayyel bir düzen adına eyleme yatkındır. Meselemiz, kendi hayatımız
hakkında verilen kararlarda aldanı
şa razı olmadığımızı ortaya koymakla sınırlı.” (Ali Buğdaycı, “Fakir ve
Müslüman”,
Söz Gzt., 17 Ocak 1988)

İsmet Özel, sorularının cevap bulduğu kaynakları “Faydasız Yazılar” adlı kitabında şöyle belirtmektedir:
“Müslüman olmak yani Hakk’a teslimiyet, bana yaratılmış olma bilmecesinin önce çözülebilir olduğunu, sonra
da çözümün Kur’ân ve Sünnet yolundan sa
ğlanabileceğini öğretiyor. Bu noktada hiçbir endişem yoksa,
bilmecenin çözümünden ba
şka bir yan araç ve gereç bulma arzusunu içimde taşımıyorsam, yolun beni salimen
güvene, emniyete, iman bölgesine götürece
ğine inanıyorsam, artık başkalarına karşı tedirginliğimden,
müslüman olmayanlar arasındaki dü
şünce dalgalanmalarından, kedin tavırlarımda ne büyük bir haklılık payı
oldu
ğunu başkalarına ispat etme telaşından arınmış olurum. Çünkü niçin gittiğim konusunda emniyete sahibim
ve bu emniyet, beni oldu
ğu kadar başkalarını da güvenli kılmaya başlamıştır.” (s. 63-64)

İsmet Özel, müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra da devam eden sorgulayıcı tavrı ve bu çevre
içerisinde yavaş yavaş meydana gelecek olan huzursuzlukla ilgili yönelttiğimiz soruya şöyle cevap vermektedir:
“Gerçekle olan ilişkimi hiçbir zaman gerçeğin sınırları dolayısıyla kurmadım. Karar vermek, çocukluğumdan
beri çok aslî bir
şeydi. Algı ile çok bağlı saymadım kendimi. Kendimi bağlı saydığım şey karar idi. Bu karar da
benim karar verdi
ğim şey olabiliyordu ancak. Bir de telkin edilmiş karar olabiliyor. İşte anneniz, babanız,
a
ğabeyiniz, ablanız bir şeyi tercih ettiği için üzerinizde baskı yapabiliyor. Sevgiliniz, karınız neyse yani. “O
seviyor demek ki bunda bir
şey var” diyebilirsiniz. Ben de bu olmadı. Belki de biraz tersi oldu. Başkalarının
tercihleri, “Dur bakalım bir de biz gözden geçirelim, elden geçirelim”
şeklinde bir etki uyandırdı bende. Siyasi
tercihlerimde de böyle oldu. Mesela Sosyalist oldu
ğun zaman herkes gibi Sosyalist olmadım. Herkesten başka
mı oldum? Tam tersine, insanların e
ğer sosyalizmle ilişkisi sosyalizmin aslî vasıflarından farklı bir tarzda
kurulmu
şsa bunu görebilecek bir elden geçirme yaşadım ben. Aynı şey İslâm içinde geçerli oldu. Ben mesela bu
Maveracıları falan tanıdım baktım ki dangıl dungul hiç bir
şeyden anladıkları yok. Ben hâlbuki yeni ihtida etmiş
bir insandım. Onlar neredeyse bu i
şin içinde büyümüşlerdi. Ama pek o kadar da işin mahiyetine vakıf
olmadıklarını görüverdim. Bu benim zekâmla, kabiliyetimle ilgili bir
şey değil. Ama biraz evvel söylediğim
karara verdi
ğim önemle alakalı bir durumdu.” (Ags.)

Şairin sözünü ettiği durum onun şiir evreninde de kuvvetli bir tema olarak işlenmekte; şiirinin/hayatının geçirmiş olduğu önceki
safhalarında yer alan izleklerle birleşmektedir. Özellikle son dönemde kaleme aldığı şiirlerinde Özel, eskiden olduğu gibi,
huzursuzluğunu şiirselleştirerek ortaya koymaktadır. [Daha geniş bilgi için çalışmamızın, konunun şiirlerle örneklendiği
“3.I.6.2. Yeniden do
ğan insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı” ve 3.1.7. Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin
ele
ştirisi” adlı bölümlerine bkz.]

İsmet Özel’in Milli Gazete’de yayımlanmış olan bu yazıları, toplamda 10 kitap olan “Cuma Mektupları”nın ilk 5
kitabını meydana getirmektedir.

Nuriye Akman, İslami Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcun Yok”, Zaman,
14-17 Eylül 2003. [söy.]

Yeni Şafak, Y.7, S.2345, 12 Mayıs 2001.

Yeni Şafak’taki yazarlığının sona ermesini İsmet Özel, daha sonradan, kendisiyle röportaj yapan Nuriye
Akman’a şöyle açıklayacaktır: “(...) Yeni Şafak’taki problemim de, gazetenin Müslüman olmayan yazarlarına
tanıdı
ğı hem maddi, hem manevi yer olmuştur. Ben Yeni Şafak ile o gün bana verilen ücretlerin en üstünü, yani
yazarlara ödediklerinin üstünde, üstelik bir misli para vermesi
şartıyla kabul etmiştim. Bir yıl sonra zam
yapılması gerekti. Yüzde 30 herkese zam yaptılar ve bana yapmadılar. Alenen yüzüme dediler ki: “Biz filanca
yazara yüzde yüz zam yapıyoruz, ama onun aldı
ğı senin almakta olduğuna halen yetişmiyor.” Ben de onlara
dedim ki: “Ben bu para için yazıyorum, para için yazmıyorum.” Çünkü o sırada borçlarım vardı.”
(“İslâmî
Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuru
ş Borcum Yok”, Zaman, 14 - 17 Eylül 2003)
Gerçek Hayat dergisinde yayımlanan ilk “Cuma Mektubu”, "Knınn Restini Görmek Kime Düşer” (S. 2001-23
(33), 8 Haziran 2001, s.20-21) adıyla kaleme alınmıştır. Dergideki son yazı ise “Şuara-i Türkî vü Menafi-i
Millî”
, (S. 2003-22(136), 30 Mayıs 2003, s.20-21) adını taşır. Gerçek Hayat’ta yazılmış olan bu “Mektuplar”,
“Cuma Mektupları”nın son 5 kitabını oluşturmaktadır. Bu kitapların sonuncusu olan “Cuma Mektupları 10”a,
İsmet Özel’in aynı zamanda Milli Gazetedeki son yazısı olan “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı” adlı yazı ve

Celal Fedai’nin hazırlamış olduğu İsmet Özel’in Cuma Mektupları Boyunca Türkiye’de ve Dünyada Neler
Oldu?”
(Cuma Mektupları 10, Şule Yay., İst., 2004, s.103-158) başlıklı çalışması da ilave edilmiştir.

İsmet Özel, Bilgi Üniversitesi’nde vermiş olduğu derslerle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Ben Bilgi
Üniversitesi’nde 3 ders veriyordum. Bu derslerden 1’i 2 sömestrlik, 2’si de 1'er sömestrlikti. “Modern Türk
Şiiri” 1 sömestrlik, "Modern Avrupa Şiiri” 1 sömestrlik ve “Şiirin Gelişimi” adlı ders de 2 sömestrlikti. Yani, 4
sene 1'er sömestr ders verdim. Bir seneyi de 2 ders vererek geçirdim.”
(Ags.)

Milli Gazete, Y.31, S.11147, 4 Ağustos 2003.

İsmet Özel’in bu yazısı süreli yayınlarda yer alan son yazısıdır. Şair, bu yazısıyla bir daha hiçbir gazetede ve
dergide “siyasete dair” yazı yazmayacağını ifade etmekte ve şunları eklemektedir. "Benim için gazete yazarlığı
ba
ğlamındaki seyahat tamamlandı. Bundan sonra gazete yazısı yazmayacağım. Yirmi altı sene önce bir yandan
inancıma ortak saydı
ğım kimselere laf anlatmak, diğer yandan geçim derdiyle şoför mahalline bir şekilde
oturdu
ğum bu arabayı sürmem için hiçbir ahlaki gerekçe kalmadı artık. Neydi gazete yazısı yazmamdaki ahlâkî
Gerekçe?
İslâmî siyaset yaklaşımı başını dik tutmak istiyorsa, ona destek olmaktı. Çok önemli ve işlev değeri çok
yüksek bir i
şe giriştiğimi düşündüm. Yıllar ve yıllar boyunca çabalarımı hafife almadım. O kadar ki benden
ba
şka bir kalemle ikame edilebilecek bir tek satır yazmadım. Devran döndü ve benim niyetlerimle olduğu kadar,
benim ciddiyetimle ortamın ahvali arasında herhangi bir irtibat bulunmadı
ğı ortaya çıktı.” (Milli Gzt., Agy.)
İsmet Özel, gazete yazarlığına başladığı 1977 yılından bu yazarlığa son verdiği 2003 tarihine kadar kaleme aldığı
yazılarında, okuyucusunun hep seviyesini yükseltmeye çalışş ve onlara zihin ayıklığı önermiştir. Yanlış
bulduğu davranış ve durumları, yazmakta olduğu gazetenin “benimsediği” fikirlere ters düşse bile ifade etmekten
çekinmemiştir. Şair, bu durumun bir ifadesi olarak “Henry Sen Neden Buradasın 1” adlı kitabında şunları
yazmaktadır: "Okuyucusunun nabzına göre şerbet veren her yazar bir ikbal avcısıdır. Oltama birileri takılsın
diye dert çekmiyorum. Okuyucularımı bana iltifat etsinler diye hak etmedikleri bir mevkie yerle
ştirmek niyeti
ta
şımaktan Allah’a sığınırım.” (s.93)

İsmet Özel, insanların dikkatini çekmek istediği bu hususu son yazısında şöyle belirtmektedir: “Dikkatler benim
yazdıklarım dolayısıyla Kur’an-ı Kerîm’de yo
ğunlaştı mı? Hayır, hiç öyle olmadı. Meseleye “itibar” açısından
bakarsanız yirmi altı senelik gazete yazarlı
ğım pek parlaktır. Meseleyi önümüze “hakikate yönelmek”
hassasiyetiyle koyarsak ortada tam bir fiyasko vardır.”
(Milli Gazete, Y.31, S.11147, 4 Ağustos 2003.)

İsmet Özel, bazı kimselerin fark etmeyerek arkasını döndüğü “hakikat”in kendisi için ne anlam ifade ettiğini,
“Bana neyin nasıl göründüğü pek mi önemli” diye sorduktan sonra, şöyle dikkatlere sunmaktadır: “Evet,
mühim; hem çok mühim. Her ne olursa olsun, her kimin gözünde olursa olsun nasıl göründü
ğü çok önemli.
Çünkü neyin do
ğru, neyin yanlış olduğunu görüşlerden, görünüşlerden çıkarıyoruz. İnsanlar soruyorlar: ne
fark eder?
İnsanlar cevap veriyorlar: Fark etmez! İnsanların farktan imtina etmeleri cehaleti koyulaştırıyor,
zulmü a
ğırlaştırıyor. Farka nail olmamız için kimin neyi, nasıl gördüğünü zihnimiz açık seçik kavramalıdır.
İnsanlar arası dürüst ilişkiler bu zihin açıklığı sayesinde kurulur.” (Henry Sen Neden Burada Değilsin 1, s.11-
12)        ..

İsmet Özel, Sosyalistken de, Marksistken de; Müslüman olduktan ve Müslümanların arasında huzursuz olduktan
sonra da “hayatı” kendisine verilmiş en önemli bir fırsat olarak değerlendirir. Bunda çocukluğunun, yetişme
yıllarının, bilgiye/bilgilenmeye vermiş olduğu önemin ve bir de şiirin çok önemli katkısı vardır. Hayata/“yaşıyor
olmaya” vermiş olduğu değeri ifade için, müslüman olduktan sonra kaleme almış olduğu şu satırlar önem arz
etmektedir: “(.) hayatıma şekil verme işini hiçbir zaman oluruna bırakmadım. Beni hayatın orta yerine kadar
yeden ipin ucunu koyuvermedim. Ya
şamanın neye değdiği hususundaki bilgilenmem yolunda yılgınlık hissine
kapılmadım. Ruhumu yerlerde sürünür bırakmamak için ve esen rüzgârla savrulan bir ruhla ya
şamayı nefsime
yediremedi
ğim için bana ne kadar imkân bahşedildiyse hepsini amaca yaraşır biçimde sarf ettim. Ettiğim
masraf yerini buldu, hem çok i
şime yaradı. Süreç içinde ruhumu yükselttiğimin, sefaletten kurtardığımın
itminanına vardım.”
(Henry Sen Neden Burada Değilsin 1, s.13)

İsmet Özel bu çabasını şöyle ifade etmektedir: “Neye kendi maceram diyorsam, hiçbir bakımdam kendime
mahsus bir macera sayılmayaca
ğı bilinmelidir. Yaşadıklarım vesilesiyle dikkatleri gücüm yettiğince şu hususa
çekmek istiyorum: Bugün, 2004 yılının Türkiye’sinde hayatın akı
şına bir anlayış ortalaması hükümrandır.
Anlayı
ş ortalaması demek ne şiş yansın, ne kebap demektir, aleladelik demektir, sivriliklerden arındırılmışlık
demektir, sıradanlık demektir, baya
ğılık demektir. Nihayet Türkiye’de insanlar çıkmalarına izin verilen sahnede
baya
ğılıklarıyla övünebiliyorlar. Çünkü bayağılık normallik anlamına geliyor.” (Henry Sen Neden Burada
Değilsin 1, s.21)

İsmet Özel’in 1999 yılında Bilgi Üniversitesi’nde başlayan görevi 2005 yılının haziran ayında sona ermiştir.
Hayatında ilk defa bir işyerinden kendi isteğinin dışında ayrılmak zorunda kaldığını belirten şair, buradaki
görevinin sonlanışı ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Bilgi Üniversitesi’ndekiler ya benim o üniversitede
bulunarak bir
şeylere şahit olmamı istemediler yahut da “Niye bu adama maaş ödeyelim” dediler ve ayrılmak
zorunda kaldım. Hayatımda ilk defa Bilgi Üniversitesi’ndeki i
şim dolayısıyla bir iş yerinden kendi isteğim
şında ayrıldım. Şimdiye kadar çok işyerinden ayrılmıştım ama hepsine ben kendim veda etmiştim. Burası öyle
olmadı.”
(Ags.)

İsmet Özel’in, “Edebî Görüşleri” başğı altında, deneme yazarlığı, çevirmenliği ve bir kısım tahlil yazılarını
kaleme almış olan biri olarak eleştirmenliği etrafında ortaya koymuş olduğu görüşler, söz konusu edilebilir. Fakat
biz, konu bütünlüğünün bozulmaması için ve ş iirlerinin arkasında duran poetik oluş umu dikkatlere
sunacağımızdan dolayı bu kısımda, Özel’in şiir üzerine ileri sürdüğü fikirleri incelemeye çalışacağız. Böylelikle
şairin, şiir evrenini örgülerken aynı zamanda şiir sanatını nasıl ortaya çıkardığına yakından bakma imkânını elde
etmiş olacağız.

Türk edebiyatı içerisinde Poetikalarını kaleme almış olan şairler hakkında geniş bilgi için Prof. Dr. Orhan
Okay’ın, Poetika Dersleri, (Hece Yay., Ank., Kasım 2004, 215 s.) adlı kitabına bkz.

İsmet Özel’in 1954 yılında, İlkokul 3. sınıfta okurken yazmış olduğu “Kış” isimli şiiri ayrı tutulursa, ilk şiirini
Ocak 1963 yılında yayımlar. (Yorgun, Yelken, C.VII, S.71, Ocak 1963, s.26) Şairin ilk poetik yazısı ise Mayıs
1964 tarihinde yayımlanmıştır. (Şiirin Özgürlüğü, Evrim, S.17, Mayıs 1964, s.6S)

İsmet Özel’in hayatında şiirin ne nedenli yer tuttuğunu, şairin 8 Şubat 1970 yılında Ataol Behramoğlu’na yazdığı
mektuptaki satırlar ortaya koymaktadır. Şairin mektubunu özellikle “Sonrası şiir kerim” diye bitirmesi, Özel’in
“ben”inin hayat içerisinde edineceği yer için şiire olan güvenini ve dünyaya dair “bilgilenme” sürecinde şiir ile
olan etkileşiminin ne denli derin olduğunu akla getirmektedir: “Bayramda Edirne’ye gitmeyi 2 ay önceden
planlamı
ştım. Bu hafta içinde gelebilirsen hem derginini basımını görebilirsin. Hem dertleşiriz. Son gördüğün
zamandaki huzursuzlu
ğum geçti. Bir pansiyonda kalıyorum. (...) İşim’e alışmak üzereyim. Bunlar her şeyi
kolayla
ştıracak. Sonrası şiir kerim.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 15. Mektup”, s.103)

Şair, kendisiyle yapış olduğumuz söyleşide, şiir üzerine kaleme almış olduğu poetik metinlerin anlaşılıp
anlaşılmadığı ile ilgili sorumuza şöyle yanıt vermektedir: “Evet, Yeni Gündem’deki yazıları İdris Küçükömer’den
ba
şka anlayan olmadı. Murat Belge’den duymuştum. Küçükömer, o yazıları çok önemsedi. Şerif Mardin de,
‘Yale Üniversitesi’ndefalan bunları tartı
şıyorlar’demiş.” (Ags.)

Yine İsmet Özel, “Şiir Okuma Kılavuzu”nda ileri sürülen görüşlerin karşılık bulup bulmadığı ve söz konusu
metinlerin yanına konabilecek başka yazıların yayınlanıp yayınlanmadığı ile ilgili sorumuzu ise şöyle
yanıtlamaktadır: “Peki şiir yazıldı mı? Çok önemli bir şey bu. İnsanlar halen şair kabul edilmek derdiyle
u
ğraşıyorlar. Hiç kimse, “Beni şair saysalar da saymasalar da yazılacak olan budur” diye bir yol tutturmuş
de
ğil. Dikkat etmiyor musunuz buna. Türkiye’de genç ya da yaşlı herkes kabul edilebilirlik alanı içinde şiir
yazıyor. Ve reddedilmekten korkuyorlar. Hâlbuki
şiir tam tersine, önce reddedilen sonra ister istenilmez kabul
edilen bir metindir.
Şiir bu güne kadar hep böyle olmuştur. Önce “Bu nedir böyle” dedirtmiş, sonra “Ha
buymu
ş ” dedirtmiştir. Bu Shakspeare için de böyle Baudelaire için de böyledir” (Ags.)

Şiir Okuma Kılavuzu, Yeryüzü Yay., 1. bs., İst., Ocak 1980, 82 s.

Şiir Okuma Kılavuzu, Şûle Yay., İst, Eylül 2000, 89 s.

Şiirin Özgürlüğü, Evrim, S.17, Mayıs 1964, s.6.

İmge ve Dizgin, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.

İmge ve Açıkanlatımlı Şiir, DevinimLX, S.1, Şubat 1965, s.3,8.

İsmet Özel’in 1964 ve 1965 yıllarında kaleme aldığı bu metinler onun şiir üzerine yazdığı ilk yazılardır. Şair 1980
yılında yayımlanan “Şiir Okuma Kılavuzu”na bu yazıları dâhil etmesinin sebebini yine aynı kitabında şöyle
belirtmektedir: “Henüz yirmi yaşındayken savunduğum şiir anlayışına hâlâ sadık kalmanın gönül rahatlığı
içinde, yapılarında anlatım eksikli
ği taşısalar bile, 1964 yılında yayınlanmış iki yazının hemen hemen tümünü,
1965 yılında yayınlanmı
ş bir yazının ise küçük bir parçasını Şiir Okuma Kılavuzu’na ekliyorum. Dikkatli bir
okuyucu bu gençlik dü
şüncelerimin Dylan Thomas’ın şiir anlayışıyla yakınlık taşıdığı görebilecektir. Hele şu
satırlarda
şaşırtıcı bir benzerlik var: ‘...imgeler kâğıda ulaşmadan önce insan usunun bütün aklî süreçlerinden
geçmelidirler.’ (D.T.) ‘Şiirin ortaya konmasında geçti
ği üçüncü evre imgenin ussal ve eleştirel güçle
sınırlanması. ’ (
İ.Ö.) Böyle gizili bir akrabalıktan duyduğum hoş nutluğu gizlemeye gerek
görmüyorum.”
(Age., s.75)

Şiir Okuma Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.18-20.

Şiir Okuma Kılavuzu, Mavera, S.3, Şubat 1977, s.47-49.

Şiir Okuma Kılavuzu,Mavera, S.5, Nisan 1977, s.13-16.

İsmet Özel, “Kılavuzları”nın hiç birine almadığı bu yazılardaki ana sorunsalı kaleme alacağı diğer poetik
metinlerinde devam ettirmiştir. Bunun bir ifadesi olarak “Mavera”daki bu yazıların ilkini şair, şöyle bitirmektedir:
“Adını “Şiir Okuma Kılavuzu” koyduğumuz bu yazı dizisinde tembel okuyucuya şiiri anlayıvermesi için pratik
usuller i
şaret etmek niyetinde değiliz. Tersine, işin zorluğunu göstermek isteriz. Nitekim kılavuz yolu kaybetmeyi
önlemek üzere kullanılır.
Şiir bir bilgi dalı mıdır? Kendine has mantığı var mıdır? Şiire yaklaşmanın kazancı
nedir? Türündeki sorulara cevaplar bulmaya çalı
şacağız. Bu yazının gerçek ve sınırlı amacı, okuyucuya şiir
hakkında kuramsal aydınlık sa
ğlamaktan çok, şaire yaklaşmasının, onunla bir maceraya girişmesinin
mümkünlerini göstermektir. Böylece
şiirin, okuyucunun kavrayışına göre anlam kazandığı da görülecektir. Şiir
okumayı ö
ğrenilecek bir husus kabul etmek şiire doğru atılacak ilk ve kaçınılmaz adımdır.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.20)

Şiir Kitabı, Adam Yay., 1. bs., İst., Haziran 1982, 137 s.

Şiir Okuma Kılavuzu, Çıdam Yay., Mart 1991, 157 s.

Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd., Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.12-14.

Şairler Intellectin Pençesinde, YazkoEdebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97-107.

Demon-krasıye Karşı Şiir, Yeni Gündem, Y.1, S.16, 16-28 Şubat 1985, s.84.

Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart 1985, s.33.

Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?, Yeni Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart 1985, s.35.

Şair Halkın Neyidir?, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Nisan 1985, s.35.

İsmet Özel’in kendisinin kurmuş olduğu Çıdam yayınları tarafından yayımlanan bu “Şiir Okuma Kılavuzu”
içerdiği metinler itibariyle yayımlanmış olan en kapsamlı “Şiir Okumam Kılavuzu”dur. Şair bu kitabında, Mavera
dergisinde yayımladığı metinler hariç, şiir üzerine kaleme aldığı tüm poetik yazılarına yer vermiştir.

Çenebazlık, Şule Yay., 1.bs., İst., Eylül 2006, 165 s.

İsmet Özel bu kitabında, 1964 yılından bu yana şiir üzerine kaleme aldığı poetik metinlerinden ve şiir üzerine
vermiş olduğu konferanslardan hareketle yaptığı seçkiye yer vermiştir. Şairin önsözüyle sunulan kitapta yer alan
metinlerin ve konuşmaların künyesi şöyledir:

Şiirin Özgürlüğü, Evrim, S.17, Mayıs 1964, s.6.

İmge ve Dizgin, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.

İmge ve Açıkanlatımlı Şiir, DevinimLX, S.1, Şubat 1965, s.3,8.

Tanrı Mezarını Isıtsın, Halkın Dostları, S.1, Mart 1970, s.7.

Ahmed Arife Dostça Bir Açıklama, Halkın Dostları, S.11, Ocak 1971, s.1-3.

Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd., Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.12-14.

Şairler Intellectin Pençesinde, YazkoEdebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97-107.

Demon-krasıye Karşı Şiir, Yeni Gündem, Y.1, S.16, 16-28 Şubat 1985, s.84.

Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart 1985, s.33.

Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?, Yeni Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart 1985, s.35.

Şair Halkın Neyidir?, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Nisan 1985, s.35.

Modern Türk Şiirinin Savunması, Parşomen, İstanbul Bilgi Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yay., C.2, S.1, İst.,
Güz 2000, s.28-40.

“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının Tanıtım Toplantısı,
Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005.

“Türkiye Üzerinde Oyun Oynayan İnsanların Alamadıkları Tek Kale Kaldı: Şiir!”, "Türklük Şuuru" Konulu
Konferans,
Kültür Ocağı Vakfı, İst.,, 21 Ocak 2006.

Şiir Çizgi - Şiir Nokta” Konulu Konferans, TÜYAP Fuarcılık Yapım A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği,
Uluslararası Fuar Ve Kongre Merkezi, Bursa, 4 Mart 2006.

Şiir Kokusu” Konulu Konferans, İzmir Kültürpark Fuar Alanı, İzmir, 30 Nisan 2006.

“Açık Yol: Şiir Kimi Kurtarır?” Konulu Konferans, KTO-TÜYAP, Konya Uluslararası Fuar Merkezi, Konya,
27 Mayıs 2006.

Özgürlük İçin Şiir, Dergâh, C.I, S.1, Mart 1990, s.1.

Şairleri Affedebiliriz, Dergâh, C.I, S.2, Nisan 1990, s.1.

Sünnî Şair Olur Mu?, Dergâh, C.I, S.3, Mayıs 1990, s.1.

Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel, Dergâh, C.I, S.4, Haziran 1990, s.1.

Elmanın Kalbine Eşelek Diyen Biz Türkler, Dergâh, C.I, S.5, Temmuz 1990, s.1.

Barbarın Dili Şiir, Dergâh, C.I, S.6, Ağustos 1990, s.1.

Dıchterisch Wohnt Der Menschı, Dergâh, C.I, S.7, Eylül 1990, s.1.

Şeyhim Güldür, Dergâh, C.I, S.8, Ekim 1990, s.1.

Bir Şey Fazla Bir Şey Eksik, Dergâh, C.I, S.9, Kasım 1990, s.1.

Nağme Değil, Mûsikî, Dergâh, C.I, S.10, Aralık 1990, s.1.

Şiir Bilgisi Gerçekleri Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1.

Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1.

Buna örnek olarak İsmet Özel’in Bilgi Üniversitesi’nde verdiği “Modern Türk Şiirinin Savunması” (İstanbul
Bilgi Üniversitesi Edebiyat Kulübü, İst., Güz 2000) başlıklı konuşmasını göstermek mümkündür. Daha sonradan
“Parşömen” dergisinde de yayımlanan (“Modern Türk Şiirinin Savunması”, Parşömen, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yay., C.2, S.1, İst., Güz 2000, s.28-40) bu metin, şairin modern şiirin Türk
edebiyatı içerisindeki gelişimine işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir.

Yine şairin, Cumhuriyet dönemi Türk şiirini değerlendirdiği tahlil yazısı (Şiir”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi,
İletişim Yay., C.3, 1983, İstanbul, s.631-636) da, bir dönemin şiirini, poetikasını oluşturmuş olan
bir şairin bakış açısıyla okumak bakımından önem kazanmaktadır.

İsmet Özel’in son dönemde vermiş olduğu söz konusu olan bu konferanslarına, örnek olarak 30 Aralık 2005
gecesi Cemal Reşit Rey Konferans Salonu’nda yaptığı, daha sonradan “merdivenşiir’ dergisinde de yayımlanan,
(“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, Merdivenşiir, S.7, Şubat-Mart, 2005, s.27-33)
konuşması (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının
Tanıtım Toplantısı.
Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005) gösterilebilir.

Yine şairin, aynı bakış açısıyla vermiş olduğu "Tiırkliık Şuuru” konulu (“Türkiye Üzerinde Oyun Oynayan
İnsanların Alamadıkları Tek Kale Kaldı: Şiir!”, "Türklük Şuuru" Konulu Konferans, Kültür Ocağı Vakfı,
İst., 21 Ocak 2006) ve TÜYAP Kitap Fuarı’ndaki Şiir Çizgi - Şiir Nokta” adındaki konferansı (TÜYAP
Fuarcılık Yapım A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği, Uluslararası Fuar Ve Kongre Merkezi, Bursa, 4 Mart 2006)
bir başka örnek olarak gösterilebilir.

İsmet Özel, yukarıda adları anılan şiir üzerine vermiş olduğu konferanslarının yanı sıra yine 2006 yılı içerisinde
Şiir Kokusu” (İzmir Kültürpark Fuar Alanı, İzmir, 30 Nisan 2006) ve “Açık Yol: Şiir Kimi
Kurtarır?”
(KTO-TÜYAP, Konya Uluslararası Fuar Merkezi, Konya, 27 Mayıs 2006) adlı konuşmalarını
“Çenebazlık” (Şule Yay., 1.bs., İst., Eylül 2006, 165 s.) adlı kitabında da bir araya getirmiştir.

Şaban Abak / İhsan Işık, İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”, Mavera, Y.11, S.313, Kasım 1987, s.18-29,
[söy.]

Şiirin Özgürlüğü, Evrim, S.17, Mayıs 1964, s.6.

İsmet Özel, bu yazısında şiirdeki en önemli kalkanın, “imge’ler olduğunu ifade etmektedir. Düşüncenin şiirde yer
almasını ve “söz’ün herhangi bir baskı unsurunun ifadesi olarak şiire yansımasını filtreleyen en önemli
mekanizmanın “imge” ile işlediğine dikkat çeken şair, şunları belirtmektedir: Şiirde alttan alta bir düşüncenin
(anlamın ya da bilincin) varlı
ğını kabul ediyorum. Bu düşünce tohumunda özgürlüğü taşıyan ve insanın birçok
kesimlerini durmadan de
şen, açığa vuran (betimleyen değil) tedirgin edici bir noktadır. Bu deşmek eyleminde
ussal akımların, felsefelerin ve ö
ğretilerin tuttuğundan ayrı bir yol tutar. Bu yolla onları aşıp gelişim yönünü
ço
ğaltır. Bu yol imgenin açtığı yoldur. İmge bütün hızını kendiliğinden olmaya borçludur. Düşüncenin katı
baskısını üstünde ta
ş ımaz. Kendi baş ına bir duyarlığın ödün vermeden biçimlendiği özgür bir
kurulu
ştur.” (Agy., s.6)

Şiire, “insan oluş bilmecesi” içerisinde çok önemli bir yer veren İsmet Özel, şiirde yer alan “imge’lerin ve
imajinatif söyleyişin yapı itibariyle kazanmış olduğu “kendindeliği’ne de çok önem vermekte; bunu şiirde insan
“giz’inin ortaya çıkmasında esaslı bir unsur olarak değerlendirmektedir. [Geniş bilgi için bu çalışmanın,
Özel’in
şiirin bu yönüne dair ortaya sürdüğü görüşlerinin incelendiği “1.2.1.2. “Bütün”e olan hasret ve
şiirin “kendi(nde)lik”(ğ)i: Şiirin gerçekliği” başlıklı kısma bkz.]

Şiir Okuma Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.18-20.

İsmet Özel, adı geçen yazıda bunun sebebini ise şöyle açıklamaktadır: “Çünkü şiir sadece başlar ve başlatır. Şiir
bilineni veya anla
şılmış olanı yem olarak kullanır, amaç bilinmeye, anlaşılmaya değer olana doğru yol almaktır.
Bu yolculukta bilinenin (bilindi
ği, anlaşıldığı varsayılanın) tahribi de şiirin zorunlu çeşnisidir.” (s.19)

İsmet Özel bu hususu “Şiir Okuma Kılavuzu”nda şöyle belirtmektedir: “(...) şiirin bütünüyle bir başka şeyin
simgesi olması da gerekmez. Simyacılı
ğın, psikanalizin, Marksizmin, mitolojinin, tarihin imalarıyla anlam
kazanan, yani onların simgesel de
ğerleriyle bir varlık olan şiir, simgeler yerli yerine oturduktan sonra belki şiir
olmaktan çıkacaktır. (...) Bir mısra i
şittiğimiz zaman, bir şiir okuduğumuzda yahut, oradaki bir yargı, bir
betimleme, bir sıralanı
ş, bir kesinti ya da ne olduğunu bilmediğimiz bir şey bizde bir onama duygusu yaratır.
Biz bu onamaya kelimeleri ayrı
ştırmaksızın, dilbilimsel hiçbir çözümlemeye başvurmaksızın sahip oluruz. Şiir
biz de bir
şeyle mutabakat kurmuş, insan vasıflarımızdan birine tetabuk etmiştir. Daha da ötede 'hızım' olmuş
ve belki ‘biz’ olmu
ştur.” (s.40)

İsmet Özel, “Niçin şiir okuruz?” şeklindeki soruyla başladığı bir yazısına “Herhalde yokluğunu hissettiğimiz
bir
şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak için” diye cevaplandırmakta;
insanların şiirle uğraşmalarını şöyle ifade etmektedir: “Ne zaman insan karanlık bir yerde sayıklamaya itilmiş,
insan ili
şkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz
anlamını kaybetmi
ş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle
u
ğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.18)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.29.

İsmet Özel, bu yazısında “beşeri olanı” şu şekilde açıklama ihtiyacı hissetmektedir: Şiir denilen insan etkinliği
(ki bu etkinlik sözlü dilin sabit bir biçim almasıyla dı
şa vurur, algılanabilir duruma gelir) beşeri olanı (yani
insano
ğluna ait olanı, değer yargılarının yükü binmesin diye insani, humane demedim; daha tarafsız bir deyimi
seçtim: Be
şeri, human) merkez kabul ederek halka halka dünyaya yayılan bir etkinliktir.” (Şiir Okuma Kılavuzu,
s.27)

İsmet Özel, özellikle bilimde, felsefede, siyasette ve gündelik hayatta “şiir’ olarak nitelenen bölgelere şiir
denemeyeceğini ifade etmektedir. Şair, “öteden beri devrim önderlerine, halk kahramanlarına, bilginlere, kâşiflere
ve mucitlere tek mısra yazmadıkları halde şairlik yakıştırmasının yapıldığını” bazen de bir romanın şiirsel bir dille
yazıldığının” söylendiğini belirtmekte ve buna itiraz etmektedir. Meseleye, dilin poetik özelliklerini göz ününde
tutarak ve şiirin insana ait olanı anlattığı gerçeğinden hareketle yaklaşan şair, bu anlayışın meydana getireceği
aksaklığa şöyle dikkat çekmektedir: “Bu anlatım kolaylığı bulmak için insanların başvurduğu bir hile. Şiirin
ırasındaki gücü ba
şka üstünlükleri vurgulamak için kullanıyorlar. Bence şiiri her şeye bulaştırmak, her şeyi de
şiire batırmak doğru değil. Böyle bir tutumu benimseyecek olursak hem şiiri hiçbir belirgin vasfı yokmuş gibi
kimliksizle
ştiririz, hem de şiirin belirgin vasıflarını yalnızca biçim özellikleri düzeyine indirmiş oluruz, yani şiir
dilin süslü bir durumu olur sadece.
Şiir ancak kendi onuruna sahip çıkarak bize kadar gelirse şiirdir. Başka bir
etkinlik içinde
şiir aramak fanteziden öte anlam taşımaz.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.27)

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde ileri sürdüğü bu görüşünü şöyle devam
ettirmektedir: "Şiirin bütün diğer sanatlardan ayrı bir özelliği daha vardır. Şiirin temel özelliği, kendini var kılan
parçalara ayrılamayı
ş ında ve/veya ş iirin ortaya çıkış ının daha önceden izlenebilir bir yönteme
ba
ğlanamayışında bulunabilir. Şiirin yalnızca şiire özgü bir malzemesi, ham maddesi, birimleri, çerçevesi,
mantı
ğı yoktur. (...) Yani anlamlı bir sözü şiir olarak bir türlü, düzyazı olarak başka türlü düzenleyemeyiz. Bir
söz
şiir olduğu için ‘öyle’ değildir, öyle olduğu için ‘şiir’cUr. (...) İnsanın nerede, ne zaman ve nasıl durduğu
bizi
şiire götüren ok işaretleri görevi görürler, ama bu işaretler şiiri orada tutan dayanaklar değildir. Şiir
orada durdu
ğu takdirde bu ok işaretleri anlam taşırlar, şiirin orada durduğunu, orada bir insan duruşu
bulundu
ğunu gösterebilirler. (...) Demek ki şiiri bizim için gerçek kılan şiirin üstün, ince, yüksek düzeyde bir söz
sanatı olu
şu değil, bizim ona tutunma tercihimizdir. Bu yüzden şiiri temessül edebilmemiz şiirin şifresinin
çözmemizle mümkün olmaz.
Şiirin aslında, yani görünen biçimin altında veya üstünde, derininde, yücesinde ne
dedi
ğini bilmek üzerine bir çalışma yapılamaz. Çünkü şiir aslında odur ve şair şiirin aslına ilişkin olanı
perdeleyen sözleri silmi
ş bir insandır.” (s. 16-17)

İsmet Özel, “Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel” adını taşıyan yazısında sözün “töz”le yani şiirin aslî gerçeği
diyebileceğimiz “cevher’le ilişkisini şöyle kurmaktadır: “(...) Sözlü bir yapının şiir değeri kazanabilmesi
kar
şılaşğımız metnin veciz, fasih, mahirane bir ifade kazanması yüzünden değildir. Asıl kazanç ‘anlama’mn
kuralı konamayan alanına geçi
şimizle elde edilir. (...) Şairin neleri yazdığı kadar, neleri yazmadığı da
önemlidir. Çünkü töz bütündür ve
şair çekip aldığı zaman boşluğu, kesip yonttuğu zaman artan kısmı bilgi
alanında muhafaza etmekle etkinlik kurar.
Şiir sözel olanın tözel olanla ilişkisini (bütün diğer sanatlarda,
bilimde, felsefede oldu
ğu gibi) kaosu kosmosa dönüştürerek kurmaz, kosmosun kaostan türediğini vurgulayarak
kurar.”
(Dergâh, C.I, S.4, Haziran 1990, s.1)

İsmet Özel, şiirin bu özelliğinin de “beşeri olan”la ilgili olduğunu belirtmektedir: “Beşeri olan bir hayret, bir
niçin sorusu; insani olan bir onay, bir çünküdür.
Şiir bize ‘beşeri olanı’ verir. İnsanlık durumunun neden bize
verilmi
ş olduğunu sormakla girdiğimiz anma katında şiir bizim beşeri varlığımızın 'varlık' karşısında ister
istemez oynadı
ğını bildirdiği zaman parlar.” Şair bu düşünceden hareketle de şiirin konusunun olmadığını
savunmaktadır: “Konusu yoktur şiirin, bu demektir ki dilde karşılığını gördüğümüz nesnelere dayanarak bir
yapı kurmaz. Kurdu
ğu yapı nesneleri bahane ederek dili açar. Dilin şiir dışındaki alanlarda kullanılışı bir
dünyayı      belirginle
ştirmeye    yarar.    Böylece    bir   düzenden,     bir    işleyişten,    bir                 görünümden            haberdar

oluruz.” (Şeyhim Güldür, Dergâh, C.I, S.8, Ekim 1990, s.1)

İsmet Özel, şiirin bu vasfını idrak edip, “bilince” varabilmek için okurun ayrı bir gayret göstermesi gerektiğini
şöyle belirtmektedir: Şiir okumak isteyen kimse gelenekçiliğin ve ilericiliğin entelektüel yükünü bir yana
bırakmadıkça giri
ştiği işin altından kalkamayacaktır. Şiirin ne gelenekle ne de beklenen hayatla başı hoş
de
ğildir. Geçmiş ve gelecek şiir için (ve içinde) yabancılaştırıcı öğelerdir. Şiir okumanın hasadı ancak
bilinmeyen eski ile tanı
şılmamış yeni arasında toplanır. Şiir okumak, ancak ‘şimdUi’nin olağanüstü vuruculuğu,
tadılan somut ya
şama anının tazeliği ve uyarıcılığı ile doğru çizgiye oturur.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.35)

İsmet Özel, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mısrayı anlatabilmek için kullandığı “köpük” kelimesinin şiir içinde
kullanılabileceğini belirterek şuna dikkat çekmektedir: “Şiir de köpük cinsi bir şeydir doğrusu. Bir hareket, bir
çalkantı, bir ameliyenin bulundu
ğu yerden çıkar. Koşan atların, kuduz hayvanların, saralı insanların ağzında,
dalgaların çarptı
ğı, çağlayanların düşğü yerde köpük olur. Bir de maden eritilen potalarda rastlarsınız
köpü
ğe. Madenlerin erimesi, ırmakların akması, atların koşmasıdır esas olan. Köpük bazen bir belirti, ama her
zaman bir artıktır. Köpük gider, geriye onun belirmesini gerektiren i
ş kalır. Şiir de bütün öteki sanatlar gibi asıl
hareketin kendisine özgü dı
şa vuruşudur.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.34)

Başlıkta kullandığımız “kendilik” kavramına, çalışmamızın, şairin hayatını ele aldığımız “1.1.6. Kaybederken
kazanılan de
ğer: “Kendilik”/“Biriciklik” arayışı” adlı kısmında da dikkat çekmiştik. Kavramın ne şekilde ele
alındığının hatırlanması için 75. Dipnot’a bkz.

Murat Belge, “Edebiyatçı Çok, Gerçek Anlamda Ürün Yok”, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım 1982, s.
7-9, [söy.]

İsmet Özel, söz konusu olan bu “bütün”e ilişkin şunları belirtmektedir: “Açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla
beliren etkinlikler ve edilgenlikler canlı cansız bütün yaratıkları hem kendi yapılarında, hem de birbirleriyle olan
ba
ğlantıları bakımından bir bütün haline sokmuştur. Bu bütün, her çağda ve her yerde son derece karmaşık,
kendisi hakkında getirilecek her açıklamayı kısa sürede gülünç kılacak kadar da çetrefillidir.”
(Şiir Okuma
Kılavuzu, s.19)

İsmet Özel, insanın şiir aracılığıyla “bütün”e doğru çıkacağı yolculuğun, tasavvufî anlamda da ele alınabileceğini;
bu yönelişin insandaki mutlak gerçeğe ulaşma isteğinin bir ifadesi olarak da kabul edilebileceğini belirtir ve
^Müslümanların dünyasındaki bütüne yönelmeyle şiir dünyasındaki bütüne yönelme arasında bir koşutluk
oldu
ğuna” dikkat çeker. (Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1)

İsmet Özel, insanın “bütün”le olan ilişkisini dikkatlere sunmak için şunları belirtmektedir: " İnsanoğlmımı
ya
şaması, bir parçası olduğu bu bütüne sıkı sıkıya bağlıdır ve belki de bütünün her birimine bağımlıdır. Büyük
bütünün ancak belli bir yerinde bulunan insan kendi yapısı içinde de bir bütündür, üstelik bir parça ve bir bütün
olarak nerede bulundu
ğunu kavrama gayretindedir. (...) Yokluğunu hissettiğimiz şey içimizde bulunması
gereken ‘zımmî’ bütünlük, bütüne ait olma duygusudur. Zaten sevmemizin, acımamızın, öfkelenmemizin,
böbürlenmemizin, zavallıla
şmamızın, tanrılaşmamızın bu bütünle, bu bütünü anlamak isteyişimizle bir ilgisi
vardır.”
(Şiir Okuma Kılavuzu, s.19)

İsmet Özel, “bütün” duygusuna ulaşmak için, esasında çevremizde var olan “işret”lere ve bunları fark ettikten
sonraki “bilinçlilik durumu”na ise şöyle dikkat çekmektedir: “Sözlü dil, onu anlama ve kullanmayı öğrenme
süreci boyunca bize soyutlamaya kavu
şmuş ifadelerin -kelimelerin, cümlelerin ve bunların ortaya çıkması için
gerekli algıların, mantık i
şlemlerinin- bütünü belirten birer işaret olduğunu göstermiş, bizi insanların dışında da
bir anlama sahip ve insanları da içine alan bir bitinde yer aldı
ğımıza ikna etmiş, hatta bizlerin ancak bu
i
şaretlerle güvenlik içinde olabileceğimize gizlice inandırmıştır. Şiirden (belki söz sanatları başta olmak üzere
bütün sanatlardan) aldı
ğımız doyum, işte bu önceden sahip olduğumuz inancın pekişmesidir. ne var ki şiirle elde
edilen doyum aynı zamanda bir açlı
ğın başlangıcıdır çünkü her şiir insanın bütünle arasında bulunan mesafe
hakkında sahip oldu
ğu bilinçlilik durumudur, her şiir insanın bütüne olan hasretini kamçılar.” (Şiir Okuma

Kılavuzu, s.20)

İsmet Özel, bu durumu şöyle belirtmektedir: “Birey olarak da tür olarak da insan kendi önemini ileri sürmek
gere
ğini duyduğu zaman şiire sarılmıştır. İnsanoğlunun en sahici dili şiirdir ve insan en soyutlanmış ve fakat en
somut görünümüyle
şiir çerçevesi içinde belirginleşir.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.21)

İsmet Özel, şiirin tüm canlılığıyla ortaya çıktığı kritik dönemleri/durumları şöyle izah etmektedir: İnsan kendi
do
ğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermez. Kendini bir başkasına yansıtarak görmek
istiyorsa, kendini bir ba
şkasına söyleyerek işitmek, başkasına öğreterek kendini öğrenmek istiyorsa şiire
ba
şvurur. Böyle bir isteğin insanın içinde kabarması için insanın kendi doğruları ile dış dünyanın somutluğu
arasında bir uyumsuzluk, bir basınç farkı olması gerekir.
İnsanoğlu kendi dilini kullanmadan yaşayamayacağını
anlarsa, böylesine “critique” bir durumda sayarsa kendini,
şiirle bağ kurar.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.22)

Mustafa Alp Dağıstanlı / Melih, Şabanoğlu, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı Ekarte
Etmeliydi”,
Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.59, [söy.]

Şair, yapayalnız insanın kendine zorla kabul ettirilen seçmelerini ise şöyle dikkatlere sunmaktadır: İçinde
ya
şadığımız dünya vakur bir insan için şiiri kaçınılmaz bir uğraşı kılan, kılması gereken bir dünyadır. Çünkü bu
dünya bütün toplumsal kurumlarına, devlet biçimlerine, sigorta esaslarına, titiz ve ayrıntılı örgütlenmesine,
insanın hayatını birbirine çirkince ba
ğımlı kılmasına rağmen insanı yapayalnız bırakan bir dünyadır.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.22)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.22.

Şiir Bilgisi Gerçekleri Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1.

İsmet Özel, “kendimizi şiire açtığımız zaman başka yazı türlerinde bulamadığımız bir bilgi türü ile bağlantılar
kurmaya ba
şladığımızı” ifade etmektedir. Bu bilgi türünün mahiyetine ilişkin ise şair şunları belirtmektedir:
“Hangi türden bir bilgiyle karşılaşğımızı merak ettiğimizde ilk varacağımız sonuç bunun ‘kendilik bilgisi’
denilebilecek özellikte oldu
ğudur. (...) Şiir bana bedenimle ilgili bilgiler sunmuyor. Nasıl bir çevrede yaşadığımı,
ne gibi evrelerden geçerek
şimdiki duruma geldiğimi, varoluşumun hangi gerçekliği taşıdığını, giderek
varolu
şumun gerçek olup olmadığını öğretmiyor bana şiir. Dahası da var: Bundan sonra atacağım adımların
neler olması gerekti
ği konusunda şiirden yardım ummak yapabileceğim en aptalca şey olabilirdi. Andığımız
bütün bu alanlarda
şiir bizi bilgiyle donatmıyorsa şiirin bir bilgi türü olduğu düşüncesinden vazgeçmek, bu
konuda yanlı
şğa düşğümüzü kabul etmek zorunda değil miyiz? Hayır, asıl yanlışa düşğümüz nokta şiirden
bize ula
şan ‘kendilik bilgisi’nin ne gibi sorulara karşılık olabileceğini tespit noktasıdır.” (Şiir Bilgisi Gerçekleri
Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1)

İsmet Özel, “şiir bilgisi”nin diğer bir ifadeyle “kendilik bilgisi”nin ne tür insanlarda farkındalık meydana
getirerek önem kazandığını şu satırlarla ileri sürmektedir: "Şiirin bir kendilik bilgisi oluşu ancak ‘kendi’ olması
yüzünden ba
şına dert açmış ‘olan’ için bir bilgi özelliği taşıyabilir ve yalnızca olmak yüzünden yeni, ayrı, farklı
bir bilgi türü do
ğabilir. (...) Olmak önemliyse şiir nerede olmanın hiç de önem taşımadığı bir bilgi olarak
getirecektir. Oldu
ğunu anlamakla övünenin ne kadar sövgüye müstahak olduğu şiir bilgisiyle fark edilir.
Olmaktan korkanların korkularının bo
ş olduğuna, olmaya aldırmayanlara nasıl aldırmayabileceğimize şiir
bilgisinden geçerek varabiliriz. Oldu
ğuna sevinmenin ağıtını, olduğuna üzülmenin hicvini şiir bilgisini edindikten
sonra okuruz.”
(Şiir Bilgisi Gerçekleri Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1)

Şair, insanın önünde şiir aracılığıyla açılan “kendi olma” imkânını ve bu imkânla kazanılabilecek olan “bilgi”nin
niteliğini şöyle açıklamaktadır: “İnsanın kendi olmayı önemsemesi ancak kendisi hakkında bir bilgi, bir bilinç
hem içkin (immanent) hem a
şkın (transcentdant) bir kavrayış elde etmesiyle mümkün olur. Bu bilgiyi, bu bilinç
ve kavrayı
şı elde etmenin yolu, insan hayatında şiire gereken yeri vermekten geçer. (...) Şiir insana kendi içinden
bilgi verir.
İnsanı insanların dışına çıkabilmiş gibi betimlemez, açıklamaz, gidilecek yolu göstermez. Beşerî bir
sestir o, insan sesidir, hemcinslerine seslenir. Bu yüzden
şiirin sunduğu bilgi insanların kendi insanlıklarını
hissettikleri bir alanda algılanabilen bilgidir; hiçbir ölçüm aygıtının, hiçbir sayacın birimleri arasına alınabilir
cinsten de
ğildir.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.23)

Sokrates’e dayandırılan ve Antik Yunanca’da “Gnothi Seauton/Kendini Tanı” manasına gelen bu söz,
döneminde Yunan birliğinin sağlanmasında önemli bir rol üstlenen ve Hz. İsa’dan önce 420 yılında “Pelopones
Savaşları” sırasında yıkılan “Delphoi”deki Apollon Tapınağı’nın kapısında yazmaktadır. Yine aynı tapınakta bu
sözden sonra ' HYPERLINK "http://www.eksiseyler.com/show.asp?t=meden+agan" Meden Agan' yani 'Pek Bir
Şey Yok' sözü gelmektedir. Sokrates, insanların düşüncelerini dünya yerine kendi üzerlerine yoğunlaştırmalarını
istediği için bu sözü benimsemiştir. (Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: Paul Strathern, 90 Dakikada

Sokrates, çev: M. Ukşul, Gendaş Yay., İst., 1988, 80 s. / Yaşar Şahin Anıl, Sokrates, Kastaş Yay., İst., 2006,
256 s.)

Mekteb-i aşkta, “Men Aref” dersleri de denilen “Men Arefe Nefsehu -Fekad- Arefe Rabbehu / Kişi Kendini
Tanırsa Ancak Rabbini Tanır” hadis-i şerifinin işaret ettiği “hakikat”in özellikle Klasik Şiir’de almış olduğu yerle
ilgili bilgi için bkz: “Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir - Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İnsan Yay., İst.,
Nisan 2004, 208 s.”

İsmet Özel, bu farklılığa şunları da eklemektedir: "Şiirle oluşan kendilik bilgisi insana şunu söyler: Sen güncel
olan kendiliksin. Bak kendini gör: Hep kendin, hep kendin. Duyumsanan her
şeyde kendi katkını, kendi katılımını
görmüyor musun? Öte yandan dine uyarak kendini bilme giri
şimindeki insan kendi olan kısmın yalnızca bir
görevi yerine getirebilecek kadar oldu
ğunu anlar. Kendini bil ve riayet et. Dinin veya bilgeliğin söylediği budur.”
(Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1)

İsmet Özel, bu “akrabalık” hususunda şunları kaleme almaktadır: "Şiirden doğan kendilik bilgisi ben’in (ene,
self, le moi) mevcudatla olan akrabalı
ğını tınlatır. Şiir insanı yaprakların, köklerin, tırnakların, yelelerin,
sinelerin, öfkelerin, sevinçlerin, kırgınlıkların arasına koyar.
Şiirde mevcudatla olan bu akrabalık, bu kardeşlik
tınılar. Ama bu dil, bu musiki öylesine pürüzlüdür, öylesine çapaklarla doludur ve o kadar yo
ğundur ki hiçbir
zaman bir yön belirleyici nitelik kazanamaz. Akrabalı
ğın değerini işaret eden bilgelik ve din ‘kendini bil’
buyru
ğuyla otlarla ve yağmurla ve kan bağından başlayarak bütün insanlarla ilişkide insana nasıl bir yerin
biçildi
ğini anlatır. Kendini bil ve çevrimdeki yerine yaraşan davranışı yerine getir. Demek ki insanoğlu dine
ba
ğlanarak kendini bilme cehdini göstermekle ister istemez kendine hayatiyet veren ilkeye uymayı kabullenir. Bu
kabulleni
ş, bu teslimiyet insanın kendine ben dediği alanın sönükleşmesine, ilkenin belirginleşmesine sebep
olur
.” (Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1)
“Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak”, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1.

İsmet Özel, yukarıda sıralamaya çalışğımız, şiirin mahiyetine ve aslına ilişkin görüşleriyle, “poetika”sını kaleme
almış olan yine önemli bir başka şairimiz Necip Fazıl’dan ayrılmaktadır. Fazıl, şiiri "eşya ve hâdiselerin, bütün
mantık yasaklarına ra
ğmen en mahrem, en mahcup, en nazik ve en hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini
bularak mutlak hakikati arama i
şi” (“Poetika: Şiir”, Çile, Büyük Doğu Yay., 19. Basım, İst., Eylül 1992, s.472)
olarak görürken, Özel, şiiri, insana yapışık bir olay olarak kabul eder. Ona göre şiir, merkezinde insanın yapıp
etmeleri olmak kaydıyla meydana gelen beşerî bir tecrübe ve bu tecrübenin sözle ifade olunuşudur. “Hakikati”
arama işinin ilk durağı Özel’in şiirinde, insan “ben”i etrafında şekillenecek olan etkileşimlerdir. Bu etkileşimden
sonra ancak, “bütün”e/“hakikat”e ulaşılabilir.

İsmet Özel, şairin ne olduğuna ve bu konuda zihinlerde yer etmiş olan genel inanışlara şöyle işaret etmektedir:
"Şair Kimdir? Kendisine yaratılıştan şiir söyleme gücü verilmiş üstün yetenekli biri mi? Yoksa aldığı eğitim
sonucu ba
şarılı şiirler kurma gücüne ermiş bir usta mı? Yahut bazı mahrumiyetleri bünyesinde yücelterek şair
olmak zorunda bırakılmı
ş bir çaresiz mi? Belki her şair için bu üç soruya uygun düşen durumlar olabilir.
Diyebilir ki
şairin ortaya çıkışında yeteneğin, eğitimin ve sosyo-psikolojik zorlamaların belli dozlarda etkisi
vardır. Bu takdirde
şairi toplumsal bir vakıa olarak anlamamız gerekir ki ben, böyle bir anlayışı doğru
bulmuyorum.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.15)

İsmet Özel’in sormuş olduğu sorularla “kim” olduğunu anlamaya çalışğı şair ve onun hangi şartlar içerisinde
ortaya çıktığı, “Edebiyat Teorisi”nin de başlıca sorunsalı olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle kimi zaman
şairler, şiirlerini ortaya çıkardıkları durumlara göre farklı “tip” ve “grup”lara ayrılmışlardır. Kendi dışında bir
kuvvete esir olmuş gibi otomatik bir şekilde şiir yazan, kâhin şairler: “Meczup Cezbeli Tip”; iyi bir eğitimden
geçmiş, usta, yaptığı işin sorumluluğunu bilen zanaatkâr şairler: “Emekçi Tip” olarak değerlendirilmektedir.
(
Daha geniş bilgi içi bkz: Rene Wellek / Austin Varren, “Edebiyat İncelemesine Dış Yaklaşımlar”, Edebiyat
Teorisi,
çev: Ö. F. Huyugüzel, AkademiKitabevi, İzmir 2001, s.55-103)

Burada Nietzsche’nin, Yunan mitolojisinde Apollon - Dionysos adı verilen sanat tanrılarının temsil ettiği iki farklı
sanat yaratma sürecinden hareketle oluşturduğu “grup” da akla gelmektedir. Nietzsche’nin temeline “tragedya”yı
koyarak tasnif ettiği bu grubunda, psikolojik bir rüya halini yaşarken ortaya çıkarılan heykel, resim ve mimarî
eserler: “Apollaniyen Sanat”ı; vecd içinde kendinden geçme haliyle ortaya çıkarılan şarkı, müzik ve şiir de:
“Dionysos Sanat”ı oluşturmaktadır. (Daha geniş bilgi için bkz: Peter Berkowitz, Nietzsche: Bir Ahlak
Kar
şıtının Etiği, çev: E. Demirel, Ayrıntı Yay., İst., 2003, 384 s.; Rene Wellek / Austin Varen, Age.)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.16.

Şiir Okuma Kılavuzu,Mavera, S.3, Şubat 1977, s.49.

İsmet Özel, kabul görmüş birçok görüşün aksine şiiri “hayal âlemi”nin bir mahsulü, şairi de bu âleme can veren
bir kişi olarak görmez. Tam tersine şiiri ve şairini, insanları bu “hayal âlemi”nden uyandıran bir yapı içerisinde
kabul eder. Özel’in bu şekilde düşünmesinde, bizim de şairin görüşlerinden hareketle dikkat çektiğimiz, şiirin
aslına ve şairin fonksiyonelliğine/“ayık”lığına ilişkin taşıdığı inanç vardır. İsmet Özel, “hayal âlemi”ne ilişkin
şunları belirtmektedir: Şiir kelimelerin güç verdiği bir gerçekliğin canlanıp, renklenip boyutlanmasın sağlarken
gerçeklik olarak ya
şayan birçok olguyu da durgunlaştırıp soldurur ve boyutsuz kılar. ‘Hayal âlemi’ keyfi
yönlendirmelerin, denetimsiz atılımların, öncüllerin mahkûmiyeti altındaki biçimsel dünyadır.
Şiir dünyası ise
gerçekli
ği bütün deneyimlerde arayan, insana var olanı bütün sarsıcılığı ile gösteren, muhteva ile görünüm
çakı
şması suretiyle belirginleşen bir dünyadır. (...) İnsanlar, ego’nun mutlaklığı, düşüncelerin dünyayı
biçimlendirmesi, üretim süreci, tarihin akı
şı gibi hayalleri seçtikleri zaman şiirden uzaklaşırlar. Şiirle aralarına
hayali âlemi’ girer. E
ğer şiir onları uyandırmamışsa hayalleri içinde kaybolup gideceklerdir.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.47)

İsmet Özel, özellikle çağımızdaki şairlerde çok daha fazla görülebilecek olan bu “temel zaafı” şöyle
belirtmektedir: “Bu durumlarda şairler eserlerine insanların hayal dünyalarını onaylayacak işaretler koyarlar.
Zaten hayalin büyüsündeki insanlar da bu i
şaretlerle kendi öznel dünyalarını kaynaştırıp, böylece bir haklılık
alanı kazanıp kendi hayal âlemlerinin gerektirdi
ği davranışları gösterme rahatlığı elde ederler.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.48)

Şair Halkın Neyidir ?, Yeni Gündem, S.19, Nisan 1985, s. 35.

İsmet Özel, yukarıda adını zikrettiğimiz yazısında Türkiye’deki şiir ortamını, şairleri ve dolayısıyla da insanların
şiiri kabulleniş biçimlerini şöyle değerlendirmektedir: “Günümüz Türkiye’sinde şiir edebiyatın bir kesiminden
fazlası de
ğil. Düşünce dünyasıyla ilgisi dıştan ve saymacadır. Böyle oluşunun sebebi de Türk insanının varoluş
kaygısından kopuk bir üretim niteli
ğini kabullenişidir. Yüzyıllardan beri ilk defa şiirin meta olarak değeri söz
konusu oluyor ülkemizde. Yüzyıllardan beri ilk defa
şiirin varlığı ve yokluğu ülke hayatında hesaba katılmıyor.
Bir
şeylerin birileri tarafından anlaşılması gerek. Eğer bunu ilk şairler anlamayacaksa hiç kimse anlamayacak
demektir. (...) Her ça
ğda şiiri yozlaştıran eğilim şiirin bir edebiyat türü olarak ele alınması, ontolojik
konumundan koparılarak bir ‘sanat’ sayılmasıdır. Bu durumda
şiir düşünce dünyasıyla bir zoraki nikâh altında
tutulmakta ve bu beraberlikten taraflar kadar etrafta zarar görmekte. Nitekim Türkiye’nin varolu
ş şartlarının
zorunlu kıldı
ğı İslâmcılık, Türkçülük ve Marksizm gibi ideoloji alanları ideolojik kalıplarla şiire müdahale
ettikleri veya
şiiri ideolojilerin doğrıuı'ar'yaı donattıkları oranda hem şiiri etkisiz kılmış hem de ideolojik
yönsemenin sulandırılmasına sebep olmu
ştur.” (s.35)

İsmet Özel, “başkası için yazan” şairler ve şiirleri için şunları belirtmektedir: “Bu durumda şiir adı altında
geçerlili
ğini koruyan metin ‘ideal’ sayılmış, bizim bazı ide’lerimiz dolayısıyla değerli ve önemli bulunmuştur. Bu
idelerin politik olmaları da
şart değil, edebiyat ortamı hangi tür metni ideal saymışsa ideler de ona uygun
kılınmı
ştır. Şair geçerlilik peşindedir ve bu yüzden onun yazdıklarını kendimiz için okuyamayız. Şiire hayatımız
bakımından de
ğil, bir statüyü elde tutmak için gerek duyarız. Yani şiir bazı düşünceler taşıyormuş gibi görünse
de, dü
şünce şiir olarak beliremediği ve şiir düşünceleşemediği için şiir ve düşünce bize onlar için sağduyunun
gösterdi
ği alanlarda kalır, biri diğerini güçten düşürür.” (Şair Halkın Neyidir ?, Agy., s.35)

İsmet Özel, bu yüzden gerçek şairin ortaya çıkardığı şiirle, düşünce arasında bir bağ aramanın anlamsız olduğunu
belirtmekte ve şunları eklemektedir: “Ama şiir düşünmenin farklı bir türü olarak karşımıza çıkar. Hiç kimse
şündüklerinin şiirini yazamaz, yazmakta olduğu şiire düşündüklerini ekleme başarısını gösteremez.” (Şair
Halkın Neyidir ?, Agy., s.35)

Sünnî Şair Olur Mu?, Dergâh, C.I, S.3, Mayıs 1990, s.1.

İsmet Özel, dünya içerisinde şaire vermiş olduğu bu yerle ilgili şunları kaleme almaktadır: “Şair toplum içinde
i’tizâl etmi
ş (heterodox) unsur olarak mı değer sahibidir, yoksa şairi değerli kılan onun toplumdaki sahih
(ortodox) varlık
şartlarına olan bağlılığı mıdır? Okur-yazarlar dünyasındaki yaygın anlayış şairin bir ortodoks
olmaktan ziyade bir heterodoks oldu
ğuna inanmaya yatkındır. Hele modern şiirin bir tenakuz olarak başladığını
biliyorsak muhalif
şiirin aynı zamanda ayrıksı (eccentric) bir özelliği olduğunu kabulde güçlük çekmeyiz. Ama
bu i
ş hiç de göründüğü gibi değildir. Yamukluk şairden değil dünyanın aldığı biçimden geliyor. Genetik
mühendisli
ği yoluyla insan imal etmeye yönelmiş bir dünya, nükleer ve kimyasal silahlarla siyaseti yönlendiren
bir dünya, elektronik sanayin her türlü çılgınlı
ğa meydan verdiği bir dünya, trafik lambalarından tutun da kitle
ileti
şim araçlarına kadar her alanda insan denen canlıyı sıkı bir denetim altına alan bir dünya mutezîl bir
dünyadır.”
(s.1)

İsmet Özel, “ortodoks” şairin kendini kuşatan şartlar dolayısıyla farkına vardığı “boşluk”ta, nasıl davranacağını
yazının devamında şöyle kaleme almaktadır: “Eğer rezil mutezîl dünya karşısına kendi insan özelliklerini,
insanca özlem ve korkularını koyacaksa bu, yeni bir rezalet ve bir ba
şka i’tizâldir; yok eğer dünya karşısında
geri çekilecekse böyle yapmakla kendini sıfıra irca etmi
ş olacak ve dünyanın rezaletini belirtmenin imkânlarını
kundaklamı
ş olacaktır. Hayata karşı sanatı öneremez çünkü kalkış noktası dirimdir. Sanatı yok sayarak hayatı
yüceltemez çünkü hayatı ö
ğrenmedeki tek aracı sanattır.” (Agy., s.1)

İsmet Özel, bir zamanlar var olduğuna inandığı, şiirin ne olduğunun farkına varan ve şairin neye yöneldiğinin
bilincinde olan bu “çevre”yi şöyle anlatmaktadır: Şiiri mihver kılan bu edebiyat çevresi, toplum yapısı göz önüne
alınırsa, hiç de egemen sınıfların bir birimi de
ğildi. Şiir saygısını içinde barındıran bu çevrenin gelir düzeyi
bakımından, devlet mekanizmasında tuttukları yer bakımından, toplumun geçerli saydı
ğı üstünlükler bakımından
hiçbir ortak paydası yoktu. Gerçi bu çevreyi olu
şturan kişiler bir çeşit aydınlardı ama onların aydın nitelikleri ne
ö
ğrenim kurumlarının onayıyla ne de bilgiç bir yetkenin vizesiyle belirginleşmişti. Hatta onlara aydın demek bile
onları gerçek niteliklerinden uzak bir tanıma soku
şturmaya yarardı.(...) Şiirin saygısını üstün tutan ve artık
ba
şka renkleri, başka biçimleri nedeniyle görünemez olmuş bu insanlara o sıralarda ‘çevre’ demek bile fazlaydı.
Çünkü tuhaftır, bu insanlar aynı yerde, aynı ya
ş grubunda, aynı kültürel eğilimde olmadıkları gibi, birbirlerini
ço
ğunlukla tanımazlardı bile. Ama tercihlerinde şaşılacak bir benzerlik, edebiyata bağlı ahlaklarında inanılmaz
bir ilke birli
ği taşırlardı. Bir evrak memuruyla bir aktörün, yatılı bir öğrenciyle bir tezgâhtarın dikkatlerini aynı
mısraya çevirdiklerini görmek, dostluklarını aynı
şiir dolayısıyla pekiştirdiklerine tanık olmak mümkündü. Bu
çevre bir insanın adamdan sayılmasının
şiire verdiği yerle, şiiri sevme derecesiyle, şiire yaklaşma inceliğiyle
ölçüldü
ğü bir çevreydi.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.10)

İsmet Özel, “Ben şiiri böylesi bir ortamda tanıdım” demekte ve şöyle devam etmektedir: “(Bu) ortam
Türkçenin henüz sevildi
ği bir ortamdı. Belki bu sevgi yüzünden şiirin uyardığı birçok başka şey de seviliyor,
hayat kar
şısında vekar ve sevecenlik elde tutulmaya çabalanıyordu. Bu çabaların boşuna olduğunu, o dönemleri
ya
şamış hiç kimse söyleyemez. Şiir kendisini besleyenlere hizmet eder, şiirden beklenen yarar ne ise o elde
edilirdi. Yani bu insanlar iç dünyalarında belirginlik kazanmı
ş değerlerden ötürü başlarını dik tutmayı, ucuz ve
baya
ğı değerlere dirsek çevirmeyi bilirlerdi.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.11)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.11.

İsmet Özel, “yaşayan (insan) olmak”tan neyi kastettiğini şu şekilde açıklamaktadır: “Yaşayan olmak, somut
ya
şama alanında kalmak, zorbaca benimsetilmek istenen kuralların dışında olmak demektir. Standart ölçülerin
benimsenmesi,
şiire düşman olmak, soyutlamaların yok edici bölgesinde erimek demektir. İçinde bulunduğu
durumu zihnen do
ğrulamaktan başka çıkar yol bulamayan insan, yani bütün imkânın yaşanmakta olandan
ibaret oldu
ğunu kabul eden ve bu kabulünü ‘tarihin akışı’, ‘objektifkoşullar', ‘insanhk ideali’, ‘tanrısal ilke’ gibi
soyut, baskıcı kavramlarla haklıla
ştırmak isteyen insan, yeryüzündeki bütün pislikleri üzerine almaya
hazırlanmı
ş, bütün zorbalarla işbirliğine önceden razı olmuştur.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.50)

İsmet Özel’in belirttiği “yaşayan” insanın özellikleri, kendi varlık alanlarına yönelerek etrafındaki nesnelere ve
meydana gelen hadiselere karşı duyarlı olan ve bu yönüyle hayatın anlamına dair endişe taşıyan insanı akla
getirmektedir. Ahmet İnam da, hayatını bu türden bir yapı içerisinde kurgulayan insan için “yaşayan” insan
derken, tersi durumda olan insan için “yaşayıpgiden” demektedir. (Bu konuda geniş bilgi için bkz: Ahmet İnam,
“Kaygı Gülü Açarken”, Doğu Batı, S.6, Y.2, Şubat-Nisan 1999, s.73-91)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.56.

İsmet Özel’in şiiri bu tarz ele alışı, Kur’an-ı Kerim’in “Şuarâ Suresi”nin 224-227. ayetlerinde şairlerle ilgili
olarak zikredilen durumla koşutluk kurmaktadır. [Kur’ân-ı Kerim’de şair ve şiirden bahseden diğer sure ve
ayet-i kerimeler
şunlardır: Tûr Suresi, 30. ayet / Sâffât Suresi, 35- 36. ayetler / Yâ-Sîn Suresi, 69. ayet /
Enbiyâ Suresi, 5. ayet].
Kur’ân-ı Kerim’in Şuarâ Suresi’nde şairlerle ilgili olarak şu ayet-i kerimeler
geçmektedir: “224- O şuarâ’ya (şairlere) gelince, onlara azgınlar uyar. 225- Görmedin mi? Gerçekten onlar (o
şairler) her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar (da her türlü yalan ve çirkin sözü söylerler). 226- Ve doğrusu onlar,
yapmayacakları şeyleri söylerler. 227- Ancak îmân edip Sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve
kendilerine zulmedildikten sonra (şiirleriyle) intikamlarını alan (mümin şâir)ler müstesnâ! Zulmedenler ise, nasıl
bir inkılab yerine (dünyadaki hallerinin zıddına) döneceklerini yakında bilecek(ler)dir” (Hayrât Neşriyat İlmi
Araştırma Merkezi Meâl Heyeti, Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001, s.375) Ayet-
i kerimede şiir yazmasına müsaade edilen 3 gruptan sonuncusu olan "kendilerine zulmedildikten sonra
(
şiirleriyle) intikamlarını alan (mümin şâir)ler” grubuna dâhil edebileceğimiz İsmet Özel de şiiri, “baskıya,
zorbalığa karşı koyanların sesi; haksızlığa uğrayanların bir haykırışı” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.49) olarak
görmektedir. Şair, şiirin toplum içerisindeki üstlenmiş olduğu bu işlevselliğine şöyle dikkat çekmektedir: Şiir
ba
şkaldıranların, haksızlığa uğrayanların sesidir, evet; şiir çoğunluğun kabullerindeki hapishaneyi, herkesin
rahatlık duydu
ğu değerlerindeki işkence aletini görebilme ayrıcalığına sahip insanların yakınlık duydukları bir
etkinliktir.
Şiir okumak bu büyük hapishanedeki kardeşlerin birbirlerinden haberleri olmalarına, işkenceye
birlikte direnmelerine yarar.”
(Şiir Okuma Kılavuzu, s.50)

İsmet Özel, şiirin toplum içerisinde edinmiş olduğu yerin, “barbar”ın tuttuğu yere uygun düşeceğini belirterek
şunları öne sürmektedir: “(...) barbar, medenilerin iletişim kurma yollarına da yabancılaşştır. Bir hak arama
dili olarak
şiirin modern dünyada tuttuğu yer toplum ilişkileri içinde barbarın tuttuğu yere uygun düşer. Her
ikisi de asıl söylenecek
şeyin söylenmekte olandan farklı olduğuna işaret ederler. Şiir yabancılığı üstlenir, çünkü
geçerli dil ula
şılacak hiçbir menzil bulunmadığı görüşünü haklılaştırmak üzere kullanılmaktadır. Barbar
yabancılı
ğı üstlenir, çünkü geçerli insan ilişkileri insan türünü şerefinden yoksun bırakmaktadır. Şiiri medeniler
anlayamaz, anlayacak olursa felce u
ğramaktan korkar. Barbarın niçin böyle davrandığını medeniler
anlamazlıktan gelir, anlama çabalarının kendi çürümü
şlüklerini kabullenmek olduğunu bilir. Şiir bir ayağını
insan olma haysiyetine basarak yürümeye ba
şlar, öteki ayağının basacağı yeri önceden kestirmek mümkün değil.
Barbar milk-i bekadan gelmi
ştir, nereye gideceğini Allah bilir.” (Barbarın Dili Şiir, Dergâh, C.I, S.6, Ağustos
1990, s.1)

İsmet Özel, şiirin gerçek yerini, her şeye rağmen, toplum içerisinde muhafaza etmek ve yaşatmakla görevli olan
şairler için şunları belirtmektedir: “Şairsen sen de bir şeyin fazla, bir şeyin eksik olması gerek. Fazla olan
toplumun ola
ğan eğilimlerindeki çürütücü özellikleri görebilecek kadar yukarıdan, üst kattan bakıştır. Eksik olan
toplumun u
ğradığı her belâdan etkilenecek kadar aşağıda kalış, alta düşüştür. (...) Şairde fazla olan şeyle eksik
kalan
şey türdeş değildir. Yine de her ikisinin ortaklaşa bir özelliği var: Sanatçı ne eksiğiyle, ne fazlasıyla toplum
ortalamasını gözetmez. Her zaman ortalamanın altında ve üstündedir.”
(Bir Şey Fazla Bir Şey Eksik, Dergâh,
C.I, S.9, Kasım 1990, s.1)

Atilla Koç, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977, [söy.]

Şiirlerin bir dünya görüşünün kaynak metinleri olmadığına işaret eden İsmet Özel, bu düşüncesini şöyle devam
ettirmektedir: “Hangi metnin bir dünya görüşünün kaynağı olduğunu söylerseniz, o metnin artık şiir olmadığını
söylemi
ş olursunuz. Biz bir şiiri herhangi bir dünya görüşü sahibi olmak, ya da bir dünya görüşü içinde haklı
delillerle kendimizi beslemek için okumayız. (...) Benimsedi
ği düşüncelerin şiirlerde ‘terennüm’ edilmesini
özleyen insan ne zavallıdır! Dü
şüncelerinin anlatım imkânını şiirlerin çerçevesine sığıştırmak yahut şiirlerde
şüncelerini seyretmek çaresizliğine düşştür.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.31)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.30.

Şiir Okuma Kılavuzu, s.31.

İsmet Özel, şairlerin bu tutumunu şöyle eleştirmektedir: “Başka bir şey daha var: O da bazı şairlerin kendilerini
siyasi do
ğruları, inanç soyutlamalarını savunabileceklerine inandırmış olmalarıdır. Ama ideolojik doğrular her
zaman
şiirin taşıdığı canlı işaretten daha aşağı düzeydedir. Şair başkasından öğrendiği doğruları savunmaya
kalktı mı, ya o do
ğruların darlığında tıkanacak ya da şiirin vereceği asıl şey neyse onu feda edecektir.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.30)

Şair Halkın Neyidir ?, Yeni Gündem, S.19, Nisan 1985, s. 35.

Şiir Okuma Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.19.

İsmet Özel, şiirin, özellikle partiler tarafından kullanılıp, birer ideoloji olarak kabul edilmesine şöyle karşı
çıkmaktadır: “Sistemli veya sistemsiz, tutarlı veya tutarsız: varlığı siyasetin hedeflerine ayarlanmış şünce,
şiirin kaynaklanacağı bir kalkış noktası olarak düşünülüyorsa parti başından kaybedilmiş demektir. Çünkü
ideolojilerin do
ğruları, şiirin doğrularının çok gerisindedir. Bir başka tespit de şairlerin siyasi doğruları
savunabileceklerine kendilerini inandırmı
ş olmalarıdır. Şiirin oluşurkenki zorlu ve coşkulu zihin dalgalanmaları
şaire pek düzayak gelen düşünce alanında da kolay yapılabileceği izlenimini getiriyor. Oysa belli bir düşüncenin
şiirde yansıyıp somutlaşması, şiirin, o sadık kaldığı gerçekler ayarında kalmasını zorunlu kılar. Bu sınırlar
içinde de
şiir kaçınılmaz olarak belâgate dönüşür.” (Agy., s.19)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.5.

Atilla Koç, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977, [söy.]

İsmet Özel, özellikle “Evet, İsyan” ve “Cinayetler Kitabı” adlı şiir kitaplarında sıkça karşılaşğımız siyasi
terminolojinin ne şekilde anlaşılması gerektiği ile ilgili şunları ifade etmektedir: Şiir metin olarak karşımıza
geldi
ği zaman, onu biz kendi seviyemizle değerlendiririz. Bizim seviyemiz, eğer ancak onu siyasi terminoloji
içerisinde kavramaya müsait olursa biz ancak o
şekilde kavrayabiliriz. Eğer bizim seviyemiz, bu siyasi
terminolojiye alet ederek i
şaret edilmek istenen başka bir şeyi kavrayabilecek düzeyde, seviyede ise biz onu
kavramaya gayret ederiz.
Şimdi benim şiirlerimde şüphesiz siyaseti yakından ilgilendiren deyimler, terminoloji
yer almı
ştır. Sözgelimi bir şiirin adı Propaganda. Demek ki siyaset görünüşte dahi olsa şiirin adeta yapısını
olu
şturur. (...) Ancak, siyasi şuurumuzun yücelmesi için şiir bir âlet olarak kullanabiliriz. Yani bizim siyasi
alandaki olgunlu
ğumuz şiirle daha yukarı bir seviyeye çıkabilir. Bu bakımdan ben her zaman siyasetin üstüne
üstüne gittim. Yani siyaseti adeta birinci problemmi
ş gibi vazettim. Yalnız şunu söylememe müsaade edin. Benim
şiirlerimde siyasi terminoloji aptallar içindir. Yani aptallar siyasi terminolojiye takılır kalırlar. Zeki olanlar
siyasi terminolojiyi a
şarlar.” (Atilla Koç, Ags.)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.24.

İsmet Özel, dilin kelime dolayısıyla insan hayatında almış olduğu yere ve şiir dolayısıyla da meydana getirdiği
etkiye şöyle işaret etmektedir: İnsanoğlu anadilini öğrenirken kelimeler ve konuşmalar onun zihnine yalnız
anlamlarıyla girmezler, her kelimenin ve hatta her sesin i
şaret ettiği nesneye veya kavrama bağlı olan yahut
olmayan bir rengi, kokusu, tınısı, sertli
ği, yumuşaklığı, sıcaklığı, soğukluğu ve burada sayamayacağımız, bizim
bilemeyece
ğimiz birçok özelliği de kelimeyle birlikte insanın zihnine girer. Yada tersi olur, insanın içinde hazır
bulunan bir rengi, kokuyu, ısıyı, her neyse i
şte onu bir ses, bir kelime kışkırtır, harekete geçirir. (...) Kelimelerin,
ça
ğştırdığı tatlardan öte, işaret ettikleri anlamlardan öte insan hayatında bir yeri vardır. Sözler, yalnızca
mevcut oldukları için insanın içinde bir güven duygusu üretmi
şlerdir. (...) Sözler, söz dizileri insanların
bebekliklerinden beri çok kendilerine has bir
şeyler geliştirdikleri güvenlik alanını pekiştirirler. İnsanlar
mısralarda,
şiirlerde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir yurt' bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven
duyar.”
(Şiir Okuma Kılavuzu, s.24)

İsmet Özel’in dil’e ve dil’in şiir içerisindeki kullanıma yönelik ileri sürdüğü fikirler, felsefe-dil dolayımında söz
konusu edilerek tartışılan görüşleri akla getirmektedir. Martin Heidegger’in, “dil varlığın evidir” aksiyomu, Jonn
Locke’un “ide” ve “sözcük” ilişkisine dair öngörüsü burada ifade edilebilir. (Felsefe-dil ilişkisinin nerelere kadar
uzandığı ve dil’in taşımış olduğu anlam katmanları üzerine geniş bilgi için bkz: Taylan Altuğ, Dile Gelen Felsefe,
YKY,
İst., Mart 2001, 248 s.)

Dil aracılığıyla meydana gelen şiirin, "kendini oluşturan öğelerin üstünde varlık kazanan, yani insana ‘imkân’
tanıyan bir
şey” olduğunu belirten İsmet Özel, insanın özellikle şiirden kendisine yönelen kelimelerle olan
ilişkisine şöyle işaret etmektedir: “Okuduğumuz mısra, işittiğimiz şiir kullanılan dile bağlı bir gerçeklik olmakla
kalmaz; kelimenin dı
şına çıkar ve bizi kendi dışımızdaki bir somutluğa yerleştirir. Artık dil olmayan bir
gerçekli
ğe intibak etmek üzere ‘özneliiğimizden’ ayrılırız. Kelime kendisinden çıkar ve biz de kendimizdeki
kelimeden çıkarız. Kelime kendi anlamının çevresindeki haleden ötürü bir yere sahiptir, kelimenin yanı ve yöresi
vardır, bizim yanımız ve yöremiz vardır:
İşte şiirin aşkın vasfı da böylece belirginleşir.” (Şiir Okuma Kılavuzu,
s.40)

İsmet Özel, bu görüşünü şu şekilde devam ettirmektedir: “Renkle resmin bağlantısını, musiki ile sesin veya
tınının ba
ğlantısını belirtebilmeye gücüm yetmez, ama rengin ve tınının resim ve musikide tuttukları yerin,
kelimenin
şiirde tuttuğu yerle aynı yahut eşdeğerde olduklarını sanmıyorum. Renk de, ses de sınırlı öğelerdir.
Prusya mavisi, bu rengi tanıyan herkesin üzerinde ittifak kurabilecekleri sınırlılıkta algılanan bir renktir. Bir de
‘Prusya mavisi’ sözünü dü
şünün, iki insanı olsun bu sözün anlamı üzerinde uzlaşmaya, anlaşmaya
vardırabilecek misiniz? (...)
Şiir kelimenin bir belirti olmasının ötesinde başlayan bir şeydir. Renkleri sıcak ve
so
ğuk, sesleri tiz ve pes diye ayırmak ve her birine birer simgesel değer yüklemek mümkündür. Renklerin ve
seslerin gerçekten, insan için simgesel de
ğerleri vardır. bu da onlara insanda bıraktıkları etki bakımından bir
ba
şka sınır koyar. Oysa kelime ortaya çıkışını zaten bir simge olmaya borçludur.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.39-
40)

İsmet Özel, kendi şiirsel deneyimi içerisinde de çok önemli bir yeri olan “imge/imgelem” için 1964 yılında
kaleme aldığı “İmge ve Dizgin” (Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6) adlı yazıda şunları kaleme almaktadır: "Şiiri
simgeye de
ğil, imgeye dayanmış kabul etmek, şiirin bir kopya değil, bir yaratılış olduğunu anlamakla kolayca
varılabilecek bir noktadır. (...)
Şiir ortaya konurken üç evreden geçtiğini göz önünde tutuyorum. Birincisi şiir
öncesi duyarlı
ğı, ikincisi duyarlığın yarattığı imge, üçüncüsü imgenin ozanın ussal ve eleştirel gücüyle sınırlanıp
şiirleşmesi. Bu evrenin sınırları kesin değildir, yer yer birbiri içine girmiş olabilir.” (s.6)

İsmet Özel’in henüz 20 yaşlarındayken kaleme aldığı bu yazıdaki “imge” ile ilgili görüşleri, şairin kendisinin de
“Böyle gizili bir akrabalıktan duyduğum hoşnutluğu gizlemeye gerek görmüyorum.” (Şiir Okuma Kılavuzu,
Yeryüzü Yay., 1. bs., İst., Ocak 1980, s.75) diyerek ifade ettiği gibi, Dylan Thomas’ın imgeye yönelik fikirleriyle
benzerlik göstermektedir. (Dylan Thomas’ın imge ile ilgili görüşleri için bkz: Dylan Thomas, Şiir Sanatı
Üzerine Notlar”
, Şiir Sanatı, çev: Murat Belge, S.9, Temmuz 1966, s.2-5)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.38.

İsmet Özel, yine bu yazısında imge ile ilgili şunları belirtmektedir: “İmgelem, tanıdığımız biçimlerden yapılmış
bir yeni resim; bildi
ğimiz seslerin söylediği yeni bir şarkı; aşina olduğumuz yargılardan çıkan, yabancısı
oldu
ğumuz bir sonuçtur. İmgelem bize ulaşğı zaman hem yaşadığımız bir anın sıcaklığını, hem de farklı bir
şeyle karşılaşş olmanın serinliğini duyarız. Hemen belirtmek gerekir ki şiirin dili soğuk olmaktan çok sıcak
olmaya yatkındır, yani
şiir onaylamanın güvenilir havasını, yeni bir kanıtlama alanına girmenin ürpertisinden
daha çok ta
şır.” (Age., s.38)

İmge ve Dizgin”, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.

Şiir Okuma Kılavuzu, s.23-24.

Şiir Okuma Kılavuzu”, Mavera, S.3, Şubat 1977, s.47-49.

İsmet Özel, şiirde ve düz yazıda kullanılan dilin aynı olmadığına ve bunların arasında esaslı farkların
bulunduğuna ilk poetik metinlerden bu yana değinmektedir. Bu yazılardan biri olan “Mavera”daki, “Şiir Okuma
Kılavuzu”nun (S.3, Şubat 1977, s.47-49) ikincisinde şair, şunları ifade etmektedir: "Dilin şiirde aldığı biçim
uzunca bir süredir
şiirin diğer edebiyat dallarından farklılığını belirginleştiren bir ayraç olarak kabul ediliyor.
Şiirdeki di’’ ile düzyazıdaki ‘di’’in farkını inkâra zaten kimse yanaşmıyor. Ancak, mesele şiirin düzyazıdan
farkının arızî mi, aslî mi oldu
ğu noktasında düğümleniyor. Eğer şiiri düzyazıdan ayıran özellikler: a) Dilin
yapısına yönelmi
ş değişiklikler (deformation syntaxque), b) Vezin ve kafiyeye dayalı farklılıklar, c) Şaire ve
topluma has mu
ğlak ve batınî (esoterique) işaretler, olarak görülüyorsa şiirin düzyazıdan farkı arızî demektir.
Dolayısıyla bu engeller a
şıldığı zaman şiir düzyazıya irca edilebilecektir. Yok eğer şiir düzyazı ile varılması
mümkün olmayan bir özün biçimi ise, o zaman
şiir düzyazı ile düzyazının farkı aslîdir ve düzyazıdan beklenen
hiçbir görev
şiire yüklenemez. Bu durumda dil birinde ne ise ötekinde o değildir. ” (s.47)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.24.

İsmet Özel dilin, yukarıda sayılan edebî türler içerisinde kullanılmasıyla, “müphemlikten tamamen arınmış bir dil
olmaya”
yöneldiğini ifade etmekte, bunun içinde düzyazının dili, gizemden arıtmaya gayret gösterdiğine dikkat
çekmektedir. Özel’in dilin farklı kullanımına ilişkin kaleme aldığı şu satırlar, “su” kelimesinden hareketle yapılan
örnekle de, meseleye geniş bir izah getirmektedir: “Bilim dilinde ‘su’ kelimesi geçiyorsa neden söz edildiği
nesnenin ölçülebilir özellikleriyle ortaya konulmaya çalı
şılır. Bilimde söylenen her şey onun ‘ağyarım mani,
efradını câmi’ tanımı esas alınarak söylenir. Dile gayri
şahsi bir kimlik verilmek ve muğlaklık asgariye
indirilmek istenir. Ama yine de her zaman bilim dilinde nisbî bir mu
ğlaklık, anlatılan ile anlatılmak istenen
arasında bir mesafe olacaktır. Felsefe dilinde ‘su’ denildi
ği zaman ne denilmek, istendiğini filozofun ona
yükledi
ği anlamı veya sistem içinde kelimenin yerini bilmekle kavramamız mümkün. Felsefede de bilimde olduğu
gibi dil kesin anlamlı olmaya yönelmi
ştir, ancak kesinlik bilimde âlemşümul olmak isterken, felsefede sistem
içinde kalmaya rıza gösterir.
Şiirde ‘su’ kelimesi geçtiği zaman damladan ummana kadar geniş mesafeli bir
belirsizlik de göz önüne getirilmi
ş oluyor. Şiirde kelime, ne bilimde olduğu gibi tanımı üzerinde taşır ne de
felsefede oldu
ğu gibi düşünürün yüklediği ile bağlıdır. Şiirde kelime bir varlık kazanmıştır ve Varlık’la temasa
methaldir. Bir ba
şka deyişle bilimde dil kâinatın resmini çizmeye çalışır; felsefede kâinatın resmini değiştirmeye
(müdahaleye, yorumlamaya) çalı
şır; şiirde ise dil kâinatın resmi olmaya çalışır. Şiirde dil ne işaret ettiği
nesneyle ne de
şairin niyetiyle bitişik bir durumda kendini ortaya kor.” (“Şiir Okuma Kılavuzu”, Mavera, S.3,
Şubat 1977, s.47-48)

İsmet Özel, dilin şiir dışındaki alanlarda kullanışının bir dünyayı belirginleştirmeye yarayacağına işaret ederken
şunları ifade etmektedir: “Konusu yoktur şiirin, bu demektir ki dilde karşılığını gördüğümüz nesnelere
dayanarak bir yapı kurmaz. Kurudu
ğu yapı nesneleri bahane ederek dili açar. (...) Şiirin getirdiği dil düzene
girenin yanı sıra ele girmez olanı, fı
şkıranın içinde dumura uğramışı, canlıda yaşayan ölüyü gösterir. Şiirde
kelimeler dökülen
şeyin (kimileri bunu tema sanır) bize ulaşan şey olmadığını bildiğimiz halde döner döner o
kelimeleri okuruz.”
(Şiir Okuma Kılavuzu, s.77)

“De la musique avant toute chose /De la musique encore et toujours” Hereşeyden evvel musiki, yine ve her
zaman musiki” şeklinde Türkçe’ye çevrilen bu söze ilişkin İsmet Özel, 10 yıl sonra yazdığı “Nağme Değil,
Mûsikî” (Dergâh, C.I, S.10, Aralık 1990, s.1), adlı yazısında şunları kaleme almaktadır: “(...) Şair ‘her şeyden
önce musiki’ diyerek ba
şlattığı Şiir Sanatı’nı ‘ve artakalanın hepsi edebiyat’ diye bitirir. Şairden edebiyat
yapmasını bekleyemeyiz yani.
Şairin bize bir nağme terennüm etmesi bir şey değildir.” (s.1)

Şair, yine bu konuyla ilgili, “musiki ve onu mümkün kılan sanatlı sözler şiirin belkemiğini teşkil etseydi, tıkanık,
ayrıntılardan kurulu Divan Edebiyatı’nı
şiir için vazgeçilmez saymamız gerekirdi.” demekte (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.41) ve 10 yıl sonraki metninde bu konuya tekrar dönmektedir: “Divan Edebiyatı içine doğduğu hayat
dolayısıyla bir
şeydi. Divan şiiri onu kabul eden zihin yapısı içinde bir iletmeyi mümkün kılıyordu. Ne zaman ki
Divan
şiirini yaşatan yaşama biçimi ortadan kalktı, o zaman Divan edebiyatının tıkanıklığından söz etmek
mümkün olabildi.”
(“Nağme Değil, Mûsikî”, Dergâh, C.I, S.10, Aralık 1990, s.1)

Atilla Koç, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977, [söy.]

İsmet Özel, sanatın insan hayatında “doğrudan kavrayış”la aldığı yerini şu şekilde açıklamaktadır: “Doğrudan
kavrayı
ş, kuralları bilinen anlama ve akıl yürütme yollarının ötesinde bir ‘edinme’ yoludur. Sanat dışındaki
şünme alanlarında, zihin çabalarından herhangi bir şeyi kavramak için adım adım bazı bağlantıların,
ili
şkilerin evrelerinden geçilir, öğeler arasındaki ilgi dolayısıyla bir ‘doğru’ kavranılır. Sanat ise adım adım
kavranabilen, açıklamalar yoluyla yakla
şılabilen bir doğru sunmaz insanlara. Bütün ince işlere, yıllar süren
sanat çalı
şmalarına rağmen sanat temas edildiği anda ortaya çıkan ve hiçbir zaman bazı aracılar
gerektirmeyen bir etki ile insan hayatında yer eder.”
(Şiir Okuma Kılavuzu, s.45)

Şiir Okuma Kılavuzu, s.46.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.24.

İsmet Özel, sanat eserinin, sanatçıyı ele vermek ve ifşâ etmek için meydana getirilmediği fikrini, şu cümleleriyle
temellendirmekte ve sanat eserinin mahiyetine ilişkin şunları belirtmektedir: “Eğer sanat eseri bir hünerden
ibaret olsa idi biz sadece o hüneri tanıyacak ve temas kurdu
ğumuz üründen dolayı kendimizi yoklama
giri
şiminde bulunmayacaktık. Sanat eseri sanatçının ‘tausühğmı’ değil, ‘niçinliğini’ düşündürür ve ifşa edilen bir
şey varsa o bizim de kendimizin, kendimize, kendimiz hakkındaki ifşaatını içine alır.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.24-25)

“Sanat eserlerinin iki sahibinin birden olamayacağına” dikkat çeken İsmet Özel, bu görüşünü şu şekilde devam
ettirmektedir: “Sanat eseri keşfedilmek üzere bir yerde bekliyor değildir. On yedinci yüzyılın son çeyreğinde
Leibniz ve Newton birbirlerinden habersiz infmitesimal hesaplamayı bulmu
şlardı. Sanat alanında böyle
yakınlıklar gerçekle
şmemiştir. İngiliz tarihinin bir başka Cromwell ortaya çıkarabileceğini düşünebiliriz, ama
İngiliz edebiyatının bir başka Milton vereceği söylenemez. Kolomb yeni bir kıta bulduğunu bilmeden öldü.
Sanatçıların ba
şına böyle kazalar gelmez. Kısacası sanat gayri şahsi kılınamaz.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin ?, s.16)

Mustafa Alp Dağıstanlı / Melih, Şabanoğlu, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı Ekarte
Etmeliydi”,
Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.58, [söy.]

İsmet Özel, kendisiyle yapılan bu söyleşide, yine sanat üzerine şunları dile getirmektedir: “Sanat dediğimiz şey ne
menem bir
şeydir ki, insanlar için farklı bir dünya kuruyor olsun. Neden yaşadıklarımızla örtüşmeyen bazen
görsel, bazen zihni, bazen i
şitsel bir dünya var? Acaba insanların öznel yapıtları mıdır sanat dediğimiz şey?
Yoksa sanatla birlikte algılarımızın ötesindeki bir dünyaya mı adım atıyoruz? Ki bu yüzden sanatçıların herkes
gibi algıladı
ğımız hayatlarının dışında, eserleri dolayısıyla algıladığımız ayrı bir hayatları olduğunun farkına
varıyoruz. Acaba yazmakla ya
şamak birbirine zıt uğraşılar mı, yoksa biri öbürünün gölgesi ya da türevi mi?
Bence yazmak i
şi yaşamanın kaçınılmaz bir uzantısıdır.” (Ags., s.58)

İsmet Özel, “Intellect” kelimesinin anlamını şu şekilde açıklamaktadır: “Intellect” kelimesine TDK’nun önerdiği
kar
şılık ‘anhk’tır. Eskiden ‘müdrike’ denirmiş. Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen, bilgi yetileri
basamaklamasında akıldan bir alt basama
ğa konulan düşünme ve bilme yetisi. Bu yeti: a. kavramlar, kurallar,
kategoriler, açık, somut dü
şünceler yetisi olarak; b. ayırma, çözümleme, soyut düşünme yetisi olarak; c. kılgılı
(pratik) yönden planlar yapan yeti olarak dü
şünülüyor. / TDK, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Bedia
Akarsu”
(“Şairler Intellectin Pençesinde”, YazkoEdebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97)

İsmet Özel, “Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd”, Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.13-14.

“Sanat Soruşturması”, Ant, Yöneten: Osman S. Arolat, Katılanlar: İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Süreyya
Berfe, Özkan Mert, S.153-154-155, 2-9-16 Aralık 1969.

İsmet Özel’in şiire dair ifade ettikleri dolayısıyla en çok eleştirildiği nokta “II. Yeni Şiiri”ne yönelik, özellikle
“Ant” dergisinin “Sanat Soruşturması”nda ve “Halkın Dostları” dergisinin ilk sayısında kaleme aldığı “Tanrı
Mezarını Isıtsın” (S.1, Mart 1970, s.7) adlı yazısında yaptığı tespitleri nedeniyledir. Halkın değerlerini ön plana
alma endişesiyle II. Yeni’ye yönelik yapılan bu tespitler, şairin 1980 yıllardan itibaren yazdığı yazılarda gelişerek
farklı bir düzleme taşınır. Fakat bu dönemde de bu açılım dolayısıyla eleştirilen Özel kimilerince, önceden yerdiği
II. Yeni’yi bu sefer modern Türk şiirinin kaynağı olarak göstermekle suçlanır. Yine şair, değişik dönemlerde
yazdığı poetik metinlerinde Türk şiiri ve şairleri hakkındaki tespitlerini örneklememekle ve öne sürdüğü
yargılarını temellendirmemekle eleştirilmektedir. Şairin kaleme aldığı poetik metinler ve yazdığı şiirler dolayısıyla
tenkide uğradığı bir başka nokta da, müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra değiştirdiği iddia edilen “dili”
ve “kelime dünyası”yla ilgilidir.

İsmet Özel’e yönelik yapılan bu eleştiriler için bkz:

Cemal Süreya (Seber), “Dergiler Arasında/Halkın Dostları”, Papirüs, S.44, Mart 1970, s.53-56.

Selim İleri, “Eleştiride Düzey Ve... “Halkın Dostları”, Yeni Edebiyat, S.11, Eylül 1970, s.24-25.

Akif Kurtuluş, “Hangi Dünyaya Kulak Kesilmişse Öbürüne Sağır”,Yarın, S.6, Şubat 1982, s.29-31.

Asım Bezirci, “Bütün Çiçekleri Ezme Canavar Dedirtme Kendine”, Yazko Edebiyat, C.4, S.24, Ekim 1982,
s.112-117.

Mehmet H. Doğan, “Evet İsyan’dan Sünnî Şaire”, Adam Sanat, S.57, Ağustos 1990, s.18-26.
“Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd”., Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.12.

İsmet Özel, bu “atılım” üzerine şunları kaleme almaktadır: “Bu atılımın ‘akmt’ olarak değeri sıfıra indirgendi
çoktan, ama tek tek
şairlerin kurup geliştirdikleriyle oluşan özsu uzun süre ülke şiirini besledi. Yirmi yıldır Türk
şiirinde ‘atdım’ yok. Bu süre içinde şiire can katmış olanlar ne verebileceklerse verdiler. Kendi çemberini kapattı
onlar.
Şimdi gençlerden söz ediliyor. Niçin genç oldukları, hatta niçin ‘oldukları’ herkese (kendilerine bile) bir
muamma olan gençlerden.”
(Agy., s.12)

Yine şair, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide “1954 - 1959” tarihinin önemi ve bu tarih aralığını bilinçli
olarak kullanmasıyla ilgili olarak şunları belirtmiştir: “Her şey birbiriyle bağlantılı. Ben diyorum ki Türk şiiri
modernle
şmesini 1954-59 yılları arasında tamamladı. Bu tarihleri şuna göre söylüyorum: 1960 ihtilâlinin
olmaması. 1960 dersem, o tarihte bitti i
ş. 1954 yılını da ortaya konan şiirler ile. Bir de Demokrat Parti 1950 de
iktidarı devraldı. 1954’de de ikinci kez kazandı. Bu önemli bir de
ğişim, hasbelkader bir iktidar değişikliği
de
ğildi. Türk Milleti bu değişikliği onayladı demek ki. Çünkü 1950’de Cumhuriyet Halk Partisi seçimi kaybetti.
Demokrat parti bir
şey kazanmadı. 1950’de Cumhuriyet Halk Partisinin karşısına kim çıkarsa çıksın o
kazanacaktı zaten. Ama 1954’de seçimin CHP’nin oylarını iyice azaltması Türkiye’de bir
şeylerin olduğunu
gösteriyordu.
Şiir de bu şartlarda modernleşmesini gerçekleştirdi ama tamamladı da. Tanzimat’la başlayan
de
ğişim noktayı koydu o zaman.” (Ags.)
“Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd.”, s.13.

İsmet Özel, bu “ideolojik yönseme” sonucunda meydana gelen şiir ortamını şöyle anlatmaktadır: Şairler kendi
i
şlevlerini ancak hiçbir ‘düşünsel’ metnin yüklenemeyeceği ağırlıkta bir sorumluluğu omuzladıkları zaman
yerine getirebilece
ğini ileri sürseler, karşılarındapolitik-felsefi-bilimsel bir cephenin kurulacağını ve bu cephenin
tehditkâr bakı
şları altında soğuk terler dökeceklerini biliyorlar. Çünkü şairler son 20 yıldır, görünürdeki
şairliklerini bu politik-bilimsel-felsefi cephenin siperlerini tahkim ederek elde edebildiler, ya da elde tutabildiler.
(Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd., s.14)
“Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd.”, s.14.

İsmet Özel, bu “büzülme” sonucunda “asalaklaşan” Türk şiirinin “atılımdan yoksun bir ortamda yalınkat
olumlamalar ve değillemeler düzeyini aşamadığı, okuyucuya yeni bir kavrayış alanı sokamadığı, toplumun
kavrayış tarzını sorgulama gücünü gösteremediği ve önceden çiğnenmiş sakızları ağzında gevelemekten fazlasını
yapamadığı halde” nasıl olup da geçerliliğini koruduğunu şöyle izah etmektedir: “Bugün Türk şiirinin varlığı
saymaca (itibarî, conventional)dır.
Şairler şair oldukları, yani okuyucularında bir karşılık buldukları,
okuyucuları için vazgeçilmez açılımların ba
şlatıcıları oldukları için değil, ‘filancalardan biri’ oldukları için
geçerliliklerini koruyorlar. Her ‘filancalar kümesi’ kendi birimini gümrük duvarıyla korumaktadır. Metni
yazanın ‘bizden’ olup olmaması onun gümrü
ğümüz koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağını
belirler.”
(Agy., s.14)

Şairler Intellectin Pençesinde”, s.97-107.

İsmet Özel, alıntı yaptığımız yazısını 1982 yılında kaleme aldığı için, fikirlerini son yirmi yılın şiir ortamından
hareketle ileri sürmektedir. Biz yukarıdaki metinde “son yıllarda” ifadesini bilinçli olarak kullandık. Çünkü şair,
yaklaşık 25 yıl önceki şiir ortamına dair düşüncelerini bugün de taşımakta, aynı fikirleri yine ileri sürmektedir.
Buna örnek olarak İsmet Özel’in 15 Ocak 2006 tarihinde Kürşat Oğuz ile yaptığı söyleşi gösterilebilir. Şair,
Oğuz’un sorduğu “Takip ediyor musunuz genç şairleri” şeklindeki sorusunu “Bir dönem takip ettim ama
ümidim kırıldı. Yazdı
ğı dilin sorumluluğunu üstlenme gücünde şair çıkmadı.” diye cevaplandırmaktadır. (Kürşat
Oğuz, “Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18)

Ayrıca Özel’in Türkiye’deki edebiyat ortamının durumu ile ilgili ileri sürdüğü görüşleri için yine Kürşat Oğuz’la
yaptığı şu söyleşiye bkz: Kürşad Oğuz “Edebiyat Tanpınar’a Geriledi”, VatanKitap, Y.1, S.2, 14 Temmuz
2006, s.16-19.

Yine İsmet Özel’in, kendisiyle yaptığımız söyleşide “Şiir Okuma Kılavuzu” ile ilgili sorumuza verdiği şu cevap
bu çerçevede de değerlendirilebilir: “İnsanlar halen şair kabul edilmek derdiyle uğraşıyorlar. Hiç kimse, “Beni
şair saysalar da saymasalar da yazılacak olan budur” diye bir yol tutturmuş değil. Dikkat etmiyor musunuz
buna. Türkiye’de genç ya da ya
şlı herkes kabul edilebilirlik alanı içinde şiir yazıyor. Ve reddedilmekten
korkuyorlar. Hâlbuki
şiir tam tersine, önce reddedilen sonra ister istenilmez kabul edilen bir metindir. Şiir bu
güne kadar hep böyle olmu
ştur. Önce “Bu nedir böyle” dedirtmiş, sonra “Ha buymuş” dedirtmiştir. Bu
Shakspeare için de böyle Baudelaire için de böyledir”
(Ags.)
Şairler Intellectin Pençesinde”, 100.

İsmet Özel, “Şairler Intellectin Pençesinde” adlı metninde öne sürdüğü “şair-şiir-intellect” sorunsalına, modern
şiir    perspektifinden   yaklaşmakta     ve   önermelerini,     “Modern    şiire    varan    yolun     ilk         durağında           Divina

Commedia’nın bulunduğunu söyleyebiliriz” (s.98) diyerek, Dante’nin “İlahi Komedi” adlı eserinden hareketle
dikkatlere sunmaktadır. Özel, şairin “ilk defa bu eserde evrenle olan alışverişinin bilincine, dili bu alışverişin içine
sokarak” vardığını ifade eder ve şairin, şiir aracılığıyla anlamlandırmaya çalışğı evren dolayımında, şiir sanatının
açıklığa kavuşması bakımından çok önemli olan şu görüşlere işaret eder: İnsanın evrenle olan alışverişi, gerek
bir çatı
şmayı gerekse bir uyumluluğu dile getirmek üzere bütün insan faaliyetlerinde belirgindir, ama şiir, içinde
şairin de bulunduğu evreni oluşturan birimlerin berisine çekilerek sorulan soru ile doğar. Şairin eseri evrene
kar
şı konulmuştur. Bu durumundan ötürü şiire bir ‘karşdık’, bir ‘cevap’ dememiz gerekirdi. Ne var ki cevap,
şiddeti ne olursa olsun edilgin bir tavrın uzantısıdır. Şiir ise evrene karşılık olurken, evrende gedikler açar.
Şairin sorduğu      soru yani     şiir   bir uyumsuzluğun      vurgulanmasından     başka   bir   şey                            değildir.      Öteki insan

etkinliklerinde ise insanoğlu evrenle uyumunu arar. Böylece doğan koşullara bir cevap hazırlamış olur. Şair
merak eder, ara
ştırır ve sorar. Şiir dediğimiz araştırma ve sorgulama yolunun açılmasını gerekli ve zorunlu
kılan ortam, evrenin nesnel ve somut bir gerçeklik olarak insan teki için anlamını yitirdi
ği bir ortamdır. İnsan
teki fiilen yürürlülükte olan dünya düzeni ile, ili
şkiler zinciri ile bağlantısını anlaşılır kılamamakta, dünyaya
uydu
ğu zaman dünya görüşüne sırt çevirmek, dünya görüşüne sadık kaldığı zaman ise dünyadan kopmak
zorunda kalmaktadır. Evrenin kavranılı
şı ile gerçek zıtlık içindedir. ” (Agy., s.98-99)
Şairler Intellectin Pençesinde”, s.100.

İsmet Özel, öz’den yoksun olarak ortaya çıkarılan bu türden bir şiirin etkisini “ispirtizma”nın etkisine
benzetmekte ve bu görüşünü şu şekilde devam ettirmektedir: “Güzel söz sanatı olarak şiirin etkisini
ispirtizmanın etkisine benzetmek büyük yanlı
ş sayılmaz. Yeni Dünya’da şair sahneye çıkmıştır ama programını
bitirip yerini kendi cinsinden bir ba
şka göstericiye bırakacaktır. Programı süresince size çok nefis dakikalar,
saatler ya
şatabilir, ama bunu sizi avutarak yapacaktır. Daha sonraları modern şiirin size bir dünya vererek
yaptı
ğı uyarıcı etkiyi yaratmaktan uzaktır.” (“Şairler Intellectin Pençesinde”, s.104)

İsmet Özel, “bir edebiyat türü olarak şiir”den şöyle söz etmektedir: “(...) sakat bulduğumuz yaklaşım şiirin
‘manzumeleştirilmesi ’ ve söz sanatları aracılı
ğıyla bazı doğruların aktarılabileceğine inanılmasıdır. Kelimenin
en kötü anlamıyla edebiyat yapılmaktadır. (...) Bu yüzden bir
şiirde yer alan yargıların doğru veya yanlış
olduklarına, bizim dü
şüncelerimize uygun düşüp düşmediğine bakarak bir metne şiirdir, şiir değildir dememiz
söz konusu de
ğil.” (“Şairler Intellectin Pençesinde”, s.104)

‘Ethos’ ve ‘Pathos’ kelimelerini, Aristotales’in “Retorik” adlı eserinde, insanlara bir şeyi anlatmak için tercih
edilen ikna yollarından ikisi için işaret ettiği şekliyle kullanıyoruz. Aristoteles’e göre ‘ethos’ insanın düşünsel
yanından çok ahlâksal yanını temsil eder ve insan karakterlerini betimler. Günümüz toplum bilimlerinde ise ethos,
bir kültürün, topluluğun ya da toplumun kendine özgü niteliği; ruhu ya da tini anlamında kullanılmaktadır.
‘Pathos’ ise konuşmacının izleyicisinin duygularına hitap edebilmesi için sahip olması gereken erdemler bütünü
ve merhamet, sempati gibi his uyandırma yeteneğidir. Bu ikna yollarından üçüncüsü de ‘Logos’tur. Bu kelime,
akıl ve söz anlamında kullanılır. Aristotales’e göre bir insanı ikna etmek için üçüncü bir yol olarak aklın ve sözün
ustalığı kullanılır. (Bu konuda geniş bilgi için bkz: Aristotales, Retorik, YKY, çev. M. H. Doğan, İst., Eylül
2000, 293 s.; Sarp Erk Ulaş; A. Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ümüt Hüsrev Yolsal, Felsefe Sözlüğü,
Bilim ve Sanat Yay, Ank., 2002, 1728 s.)

İsmet Özel de şiirin, retoriğin yukarıda ifade edilen yollarını deneyerek, “yöneldiği eksen doğrultusunda
eylemlerle ba
ğlantısını ya ethos ağırlıklı olarak veyapathos ağırlıklı olarak” kurduğunu ileri sürmektedir. (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.58)

İsmet Özel, “Modern Türk Şiirinin Savunması”, Parşömen, İstanbul Bilgi Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yay.,
C.2, S.1, İstanbul, Güz 2000, s.28-40.

İsmet Özel, Türklerin veya Türkiye’nin modernliğe olan katkısı nedir? Sorusunun zihninde nasıl ortaya çıktığını
şöyle ifade etmektedir: “Berlin'de bir panel dolayısıyla bulunurken, bizi, Türkiye’den giden insanları,
ö
ğrencileri arsında çok Türk çocuğu bulunan bir okula, okulun öğretmenleriyle görüşmeye çağırdılar. O
toplantıda, ister istemez, düzenlenen panel dolayısıyla, Laik-
İslamcı ayrımı Türkiye’den gelenler arasında var
gibiydi. Laik' adı verilen kesimin temsilcileri sayılabilecek isimler modernlikten söz etmeye ba
şlayınca, Alman
ö
ğretmenlerden birisi araya girip şöyle bir soru sordu; Tüırklerın veya Türkiye’nin modernliğe katkısı nedir?’
Bu soru orada bulunan herkesi çok
şaşırttı ve ben o zaman içimden modern Türk şiirinin, modernliğe
Türkiye’nin yaptı
ğı katkı olduğunu düşüncesini geçirdim.” (“Modern Türk Şiirinin Savunması”, Parşomen,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yay., C.2, S.1, İstanbul, Güz 2000, s.28)
“Modern Türk Şiirinin Savunması”, s.28.

İsmet Özel, gerek düz yazılarında gerekse şiirlerinde oluşturduğu anlam dünyasıyla, modern dünyanın insanı
yabancılaştırıp kendinden uzağa fırlatan bir yapı içerisinde olduğuna işaret eder ve bu türden bir “modernite”yi
olumlamaz. Müslüman dünya görüşünü bağlandıktan sonra kaleme aldığı “Üç Mesele”(7. bs., Şûle Yay.,
(1.bs.,Çıdam Yay., Haziran 1976), 1998, 164 s.) adlı kitabında da bu düşüncesini kuramsal bir çerçeve içerisinde
ortaya kor. Şair, modern Türk şiiri söz konusu olduğunda modernliğin ne şekilde savunulacağını ise şöyle
belirtmektedir:    “Eskiler    ve   modernler     arasındaki     tartışmada,    eskilerin     savunduğu                          tez,           Greko-Romen

medeniyetinin ürettiği kültürel değerler aşılamaz, dolayısıyla en fazla modern çağda bu değerlerin paralelinde,
taklidi olabilecek ürünler verilebilir idi. Modernler ise diyorlar ki, ‘Hayır, insan daha üretken bir yaratıktır.
Elbette Greko-Romen medeniyetinin yaptıkları önemli, de
ğerli, hesaba katılır şeylerdir ama biz pekâlâ bu çağda
onların yaptıklarından daha önemlisini yapabiliriz; insanın imkânları, insanın üretkenlik ve yaratım gücü eski
ça
ğın verimleriyle donmamıştır’ tezini savunuyorlar. Ve modern, böyle bir yaklaşım olarak, o günden bu güne
edebiyatta varlı
ğını koruyor ya da gücünü berkitiyor. Bu manada, modernliği bir açılım olarak kabul etmek
şartıyla savunabiliriz. Yoksa modern, dünyanın doğuşuyla birlikte insanlığın başına salınan belaların
savunulması de
ğildir.” (Agy., s.28)

[İsmet Özel’in şiirlerinden, modern dünyanın çıkmazları içerisinde sıkışıp kalan insan “ben”inin aldığı durumun
yansıması ile ilgili bilgi için bu çalı
şmanın, “3.1.3.2. Modern insanın en büyük açmazı olarak ölüm” ve “3.1.7. Devam
eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin ele
ştirisi” adlı bölümlerine bkz.]

“Modern Türk Şiirinin Savunması”, s.29.

İsmet Özel, kendisiyle yapılan bir söyleşide yine bu konuyla ilgili olarak ve “eski edebiyatımızdan, divan şiiri,
halk
şiiri vb., nasıl yararlanabiliriz?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermektedir: “Önce Türk şiirinin
geleneksel yapısını muhafaza etmeyi
şiyle Türk toplumunun geleneksel yapısını muhafaza etmeyişi arasında tabii
bir ba
ğ olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’de niçin Divan Edebiyatı’nın uzantıları yaşasın ki, eğer Divan
Edebiyatı’nı mümkün kılan hayat yoksa? Böyle bir
şey yapmaya çalışmak çok züppece bir heves olabilir ancak.
Şimdi mesela, halk dediğimiz zaman aklımıza heybeli, çarıklı insan gelmesi artık mümkün değil. Bugün halk
edebiyatı demeyeyim ama halk sanatı bir bakıma belki avami
şeylerde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.
(...) E
ğer oluyorsa, mesela birisi bize bir edebiyat ürünü ortaya çıkarmışsa ve bu da hakikaten hem bizi
bugünün insanları olarak çok ilgilendiriyor, hem de geleneksel dedi
ğimiz ürünlerle bağını kurabilmişse onu
artık ça
ğdaş bir edebiyat ürünü olarak gerektiği yere, layık olduğu yere yerleştiririz. Ama ben geleneksel
de
ğerlerden yararlanmanın bir gereklilik, ideolojik tutumun kılıfı, tezahürü gibi sunulmasının yakıştırma bir şey
oldu
ğuna inanıyorum. Bunu olumlu bir şey saymıyorum.” (Şaban Abak / İhsan Işık, “İsmet Özel’le Şiirimiz
Çevresinde”, Mavera, Y.11, S.313, Kasım 1987, s.26)

İsmet Özel, bu konuyla ilgili olarak “Özgürlük İçin Şiir” adlı yazısında da şunları kaleme almaktadır: “Türk şiiri,
Osmanlı dü
şünme tarzıyla kaim bir ritmi, Batı dünyasıyla şöyle veya böyle ilişki kuran zihnin meşguliyet alanı
içinde tüketti. Tanzimat’tan bugüne esrarengiz temasın bütün imkânı, bütün hazzı,, bütün azabı
bitti.”
(“Özgürlük İçin Şiir”, Dergâh, C.I, S.1, Mart 1990, s.1)

Şiiri, “hatırlanan ve seçkinleştirilen ve kendisine günlük dilin kullanımında farklı bir yer ayrılan şey” olarak
kabul eden İsmet Özel, modernist şiirin ne olduğunu anlatmak için verdiği örnek bir hayli ilgi çekicidir:
“Fantastik bir benzetmeyle, modernist şiiri anlatmak istiyorum. Modernist şiir şöyle bir şey olsa gerek: İki kişi
yan yana yürüyorlar, bir merdivenden çıkıyorlar ya da bir merdivenden iniyorlar. Bir tanesinin aya
ğı kayıyor,
paldır küldür merdivenlerden yuvarlanıyor. Dü
şğü yerde yarı baygın halde. Arkadaşı -yanındaki-
omuzlarından sarsarak, ‘Bir
şeyle söyle, bir şeyler söyle’ diyor. O, travmaya maruz kalmış olan, gözlerini
aralıyor, bir
şeyle söylüyor: İşte o söylediği şiirdir. Ama dinleyen de şiir okuyucusudur. O dinleyen, onun ne
dedi
ğine dikkat etmez, çünkü o bir şeyler söylemesini istiyordur. O anlamda şiirde belli bir insanlık durumunun
ifadesi birinci plândadır. Ama merdivenden paldır küldür yuvarlanmı
ş birinin söylediği, yani dünyanın halinden
etkilenmi
ş, olumsuz etkilenmiş birinin söylediği bir şeydir bu ve böylelikle bir yer sahibidir hayatımızda.” (Agy.,
s.29)

Şairleri Affedebiliriz”, Dergâh, C.I, S.2, Nisan 1990, s.1.

İsmet Özel yine bu konuyla ilgili olarak, modern Türk şiirinin kaynağına, bir konferansında “Logos”u da
eklemektedir. “Akif Paşa-Sadullah Paşa” çizgisinin ‘Logos’ yoluyla şiir üretme çabasında olduklarını ileri süren
şair, “Ethos” ve “Pathos” ağırlıklı gelişen şiir çizgisinin “Fikret-Akif-Nâzım” ve “Yahya Kemal-Ahmet Haşim”
öncesini ise şöyle değerlendirmektedir: “Divan Edebiyatı terk edilip batı edebiyatı tercih edildiğinde bize bugün
garip gelecek bir
şekilde Türkiye’de eli kalem tutan ve “yeni bir kültür üretirsek millet olarak varlığımızı devam
ettirebiliriz” diye dü
şünen insanlar retoriğin bu yollarını deneyerek yeni edebiyat kurmaya çalıştılar. Akif Paşa
Tanzimat öncesinde ve Tanzimat sırasında Sadullah Pa
şa, “Logos” yoluyla bir yeni şiir üretme çabası
gösterdi. Namık Kemal, Ziya Pa
şa gibiler “Ethos” yoluyla yeni bir şiir kurma çabası gösterdiler. Recaizade,
Abdülhak Hamid gibiler de “Pathos” yoluyla bir yeni
şiir kurma çabası gösterdiler. Bu dönem, emekleme ya da
iki medeniyet arasındaki tercihte rastlanılan zorluklar, esasların fark edilmesi, tereddütler, sallantılar
dönemiydi. Ve “Bu sahip oldu
ğumuz dille Avrupai edebiyat yapabilir miyiz” sorusu Tanzimat Edebiyatı
sırasında muallakta bir soru idi. Ama hemen Serveti-Fünun’la, yani bir bakıma Tevfik Fikret’le beraber bu
mesele a
şıldı. Hem Ethos yoluyla Avrupai edebiyat yapılabileceği hem Pathos yoluyla Avrupai edebiyat
yapılabilece
ği (Cenap Şehabettin Pathos kanadını, Tevfik Fikret Ethos kanadını temsil ediyordu) sarahaten
görüldü. Çok kısa bir zamanda bu dil, bu lisan, dünya ölçüsünde bir
şiir kurmanın imkânını gösterdi, bu
imkânın varoldu
ğunu gösterdi ve kanıtladı. Böylece Türk şiirinin modernleşmesine doğru giderken bir Ethos
kanalı kullanıldı.
İşte bu, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet kanalıdır; bir de Pathos kanalı kullanıldı. O
da Cenap
Şehabettin, Ahmet Haşim, Yahya Kemal kanalıdır.” (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire
Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının Tanıtım Toplantısı, Cemal Reşit Rey Konferans Salonu,
İst., 31 Aralık 2005)
Şairleri Affedebiliriz”, s.1.

İsmet Özel, ethos ağırlıklı oluşan çizginin “yeri, zamanı, insanı yoğurmayı gözeten” bir çizgi olduğunu
belirtmekte ve şunları kaleme almaktadır: “Fikret-Akif-Nazım çizgisi, hamurun mevcut olduğuna, milletin
dinamizminin
şiire ilişkin değerleri besleyip büyüteceğine inanırlar. Kararlara doğrudur bu şiir. Bu şiiri önemli
ve de
ğerli kılan kararların neler olduğu değil; kararlılığın olduğudur.” (Agy., s.1)
Şairleri Affedebiliriz”, s.1.

İsmet Özel, pathos ağırlıkla oluşan bu çizginin bir diğer özelliğine şöyle dikkat çekmektedir: “Yahya Kemal ve
Ahmet Ha
şim’in temsil ettiği şiir çizgisinde estetik yapı dildeki içkin özelliklerde aranır. Dille mekân arasındaki
ba
ğlantıyı verilmiş sayarlar. Dilin zamanı yaratabileceğine, insanların dilde mukim oluşlarının meseleyi
çözece
ğine inanırlar.” (“Şairleri Affedebiliriz”, s.1)

İsmet Özel, Türk şiirinin modernleşmesi için bir uğrak olarak gösterdiği “ethos” ve “pathos” kanallarına, son
dönemde kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle değinmektedir: “Osmanlı devleti dolayısıyla kültür meselelerini
ele alan kamp ve Osmanlı devletinin varlı
ğını esas almadan kültür meselelerini ele alan iki ayrı kamp var. Nazım
Hikmet’in Türk
şiirinde ait olduğu çizgi geriye doğru gidersek, Mehmet Akif ve Tevfik Fikret’tir, o gelenekten
geliyor. Bir de Cenap
Şahabettin dolayısıyla başlayan bir gelenek var, o da Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’le
devam ediyor. Asıl ayrılma noktaları ise devlet. Devlete do
ğru fikri bir tür şiiri doğurmuş; devletten itibaren fikri
ba
şka bir şiiri. Bir şiir devlete doğru gidiyor, öbür şiir devletten geliyor. Bu devlet, Tevfik Fikret’in mantalitesine
göre pozitivist esaslara sahip bir devlet, Akif’in kafasına göre
İlam esaslarına sahip bir devlet, Nazım Hikmet’e
göre de Marksist esaslara sahip devlete do
ğru giden bir eğilim ilki. Ama Cenap Şahabettin’le başlayıp Haşim ve
Yahya Kemal’le devam eden e
ğilimde ise kültürel ocak vazifesi gören bir devlet olduğu varsayılıyor.” (Kürşat
O
ğuz, “Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.17)

İsmet Özel, bu görüşünü şöyle açıklamaktadır: “Bu gerçek ne kadar belirgin olursa olsun; bir yandan devletin
şairleri umursamaz tutumu, diğer yandan şiir dilinin günden güne millete açılmak zorunda kalışı hem anlayışta,
hem söyleyi
şte bir kırma (hybride) tür ortaya çıkardı. Şairler milleti gücendirdiler, devlete yaranamadılar.
Seçkinlere yara
şan bir şiir anlayışı yetkisiz ve etkisiz bir insan kümesinden ilgi görüyor; yetkili ve etkili insanlar
seçkin vasıflara sahip de
ğil.” (“Şairleri Affedebiliriz”, s.1)

İsmet         Özel,  ‘ethos’    ve    ‘pathos’     ağırlıklı    kanaldan     akarak    gerçekleş meye baş layan                 Türk   ş iirinin

modernleşmesinin, Cumhuriyet ile birlikte değişme sebebine şöyle işaret etmektedir: “Bu Cumhuriyet’in
kurulmasıyla birlikte bamba
şka bir şekil almak zorunda kaldı. Çünkü Osmanlı batılılaşmasıyla Cumhuriyet
batılıla
şması tab’an birbirinden ayrı şeylerdi. Mahiyet itibariyle farklı şeylerdi. Yani sanıldığı gibi 3.Seinm'den
ba
şlayan ıslahat hareketleri, bütün yenileşme olayları Türkiye’yi Cumhuriyet’e getirmedi; bu ikisi ayrı
hadiselerdir. Osmanlı batılıla
şmasıyla Cumhuriyet batılılaşması, eğer böyle bir şey varsa., (Cumhuriyet’te
batılıla
şma diye bir şey yoktu, artık batılı kabul ediliyordu Türkiye,) iki ayrı olaydır bunlar. Farkları
şurdadır: Osmanlı batılılaşması temelleri İslam’da olan bir toplumun kapitalist dünyada kendine yer açıp
açamayaca
ğı sorusuyla vücut bulan, vuku bulan bir batılılaşmaydı. Hâlbuki Cumhuriyet batılılaşmasında böyle
bir “köken” meselesi yoktu. Kökleri
İslam’da olan bir toplumun yenidünya şartlarında kendine yer araması diye
bir
şey yoktu. Doğrudan doğruya dünyanın kabul edeceği bir toplumu inşa etmek, kurulmak diye bir mesele
vardı.
Şiir doğrudan doğruya bu olay içinde şekillendi ve tabii ki şeklini bulurken kendi vasfını tanımak
mecburiyetindeydi
.” (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir
Kitabının Tanıtım Toplantısı,
Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005)

İsmet Özel, Türk şiirinin dünya şiiri içinde hatırı sayılır, reddedilemez bir yere sahip olması işini, Nazım Hikmet
ve Orhan Veli’den başlayarak, “II. Yeni” olarak adlandırılan şairlerin üstlendiğini ifade etmekte ve şunları
belirtmektedir: "Birinci Dünya Savaşı sonucunun bizi nerelere götüreceği meselesini tahlil eden ve bu konuda
sondajlamarda bulunan
şiir olarak iki şiir karşımıza çıkıyor birisi Nazım Hikmet’in kurduğu diğeri de Orhan
Veli’nin kurdu
ğu şiir. Bu iki şiirden biri, Orhan Veli’nin kurduğu şiir, diyor ki: “Biz halkın davasını değil halkın
zevkini savunuyoruz.” Dolayısıyla Nazım Hikmet’in
şiirini, halkın davasını savunan şiir olarak bir yere
oturtmu
ş oluyor. Ama biz biliyoruz ki Nazım Hikmet şiirinin “geriye doğru sulbünde” önce Mehmet Akif sonra
Tevfk Fikret var. Bu halkın davası halkın zevki meselesi,
İkinci Yeni adını verdiğimiz şiir akımında daha ihatalı
ve daha öze ili
şkin bir şekilde ele alınıyor.” (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of Not
Being A Jew’ Adlı
Şiir Kitabının Tanıtım Toplantısı, Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005)
İsmet Özel’in yine bu konuyla ilgili olarak, kendisiyle yapılan bir söyleşide dile getirdiği şu hususlar, modern
Türk şiirinin gelişim seyrini daha net ortaya koymaktadır: “Osmanlı devletinden kalan kültür sorunlarıyla
gırtla
ğına kadar batmış olan şiirsel yaklaşım Garip akımıyla birden başka bir şekle girdi. Asaf Halet Çelebi gibi
şairlerde bu tutumun başka bir yönüydü. İkisi de Osmanlı’nın kültürel meselelerinin dışında kaldılar. Orada çok
önemli bir çizgi ortaya çıktı. Orhan Veli ve arkada
şları, Asaf Halet, belki bir taraftan Cahit Sıtkı ve Ziya Osman
Saba Türkiye’nin insan mayası neden müte
şekkilidir meselesini enine boyuna ele aldılar. Sonuçta nasıl bir
dünyada ya
şadığımız meselesinde hepsi bir çıkmaza girdi. Bu çıkmazı çıkar hale getiren, yanlış bir şekilde adına
İkinci Yeni dediğimiz şiir oldu. Yani modernleşmenin son aşamasını 1954-59 yılları arasında yapan Türk şiiri
bizi ya
şadığımız kültürün sahici bireyleri haline soktu. Bir çeşit kimlik belgesi verdi İkinci Yeni şiiri Türk
toplumuna.
İkinci Yeni bizi modern dünyanın yan unsuru değil asli unsuru haline getirdi.” (Kürşat Oğuz,
“Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.17)

İsmet Özel, dünya şairleri ile birlikte özellikle Türk modernist şairlerinin de maruz kaldığı bu “travma”ya ilişkin
şunları vurgulamaktadır: “Bu hadise nedir, travma nedir ve nasıl olmuş da 1950’li yıllarda bazı şairler
dünyanın tecrübesiyle özde
ş bir durumun temsilcisi haline gelmişlerdir? Bu Batı medeniyeti dediğimiz bütünün
u
ğradığı travma ile alâkalı. Batı medeniyeti kuşkusuz, on ikinci yüzyıldan beri, belli alanlarda kendini
tamamlayarak gelen bir bütün. I. Dünya Sava
şı çıkana kadar Batı medeniyetinin kültür üreticileri, bu
medeniyetin üstün ve ileri de
ğerleri temsil ettiği ve insanlığı mutlaka daha olumlu, bütün dünya tarihinin taşıdığı
de
ğerlerin üstünde noktalara götüreceği konusunda kuşkuya düşmemişlerdi. (...) Fakat I. Dünya Savaşı, çok
bariz bir
şekilde Batı medeniyetini savunan herkesi şaşkınlığa uğrattı. Çünkü I. Dünya Savaşı’nda Avrupalılar
birbirlerini o ele
ştirdikleri dünyanın tarzında öldürdüler. (...)I. Dünya Savaşı büyük bir travmaydı Batı
medeniyeti için ve Batı medeniyetinin de
ğerlerinden şüphe etme meselesi, savaşın hemen akabinde, Avrupa’da
dadaist ve sürrealist akımların canlanması ile sanat dünyasına yansıdı.”
(“Modern Türk Şiirinin Savunması”, s.
30)

Şairler Intellectin Pençesinde”, s.106.

Modernizm ve şiir kavramlarının birbiriyle olan ilişkisi ve modern Türk şiirinin hangi koşullarda ve ne türden
dürtülerle ortaya çıktığını üzerine geniş bilgi için bkz: Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir,
agorakitaplığı, İst., Kasım 2004, 538 s.

İsmet Özel, Mustafa Kutlu’nun kendisiyle yapmış olduğu “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri Üzerine” adlı söyleşide,
modernist şairler ve şiirleri için şunları dile getirmektedir: “1954-59 arasını özellikle ayırıyorum. Bu yıllarda
Türk
şiiri, modern şiirin mantık alanına girdi. Sözünü ettiğim atılımı gerçekleştiren bazı şairlerden çok bazı
şiirlerdi. Önemine, atılımcı gücüne inandığım şiirlerin birkaçı şunlar: Dalga (Cemal Süreya), Balkon (Sezai
Karakoç),
İntihar Anlaşması (Ülkü Tamer), Tel Cambazının Kendi Başına Söylediği Şiirdir (Turgut Uyar),
Fayton (Ece Ayhan), Masa da Masaymı
ş Ha (Edip Cansever). Saydıklarımın yanı sıra anılacaklar da vardır
elbet. Bu
şiirle açılan ufuk henüz aşılabilmiş değil.” (Mustafa Kutlu, “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri Üzerine”,
Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, Yazarlar Birliği Yay., 1984, s.194-199)

İsmet Özel, modernist Türk şiirinde hece veznini kullanan şairlerin de olduğunu, hatta kimi şiirlerde aruz vezni
kullanılmasa da, aruz sesinin duyulduğunu ifade ederek, şiirde “biçim” meselesine şöyle yaklaşmaktadır:
Modernist Türk şairleri biçimde bir uzlaşmayı reddetti. Bunu niçin yaptılar? Herkesin şahsiyetini tanıyabilmek
için. Biçimde bir donma, biçimde bir kalıpla
şma, gayri şahsi bir alanı beslediği için ve herkesin şahsiyetinin
tanına bilmesi ve herkese bir
şahsiyet tanıyabilmek için biçimde uzlaşma olmaması gerekiyordu. Eğer biçimde
bir uzla
şma olsaydı gayrı şahsi bir anlatımda kilitleneceklerdi ve gerçekliğin üstünde veya dışında bir gerçeklik
üretmi
ş olacaklardı.” (“Modern Türk Şiirinin Savunması”, s.36)

İsmet Özel, kendisine şiirde “biçim” meselesi ile ilgili sorulan bir soruyu şöyle yanıtlamaktadır: Şiir bir bakıma
biçimin kendisidir. Yani
şiirde özel olarak bir biçim problemi yoktur. Dışardan taşınan bir biçim problemi
yoktur.
Şiir ortaya çıkmış haliyle bir biçimi dile getirir. Müzik icraatında prozodi denilen şey gibi, yani sözle
melodinin uyumu.
Şimdi Türk müziği dinlediğimiz zaman bakıyoruz, başarı kazanmış bütün eserler, bunu
yakalayabilmi
ş olan, yani sözle melodiyi en uygun biçimde mecz edebilmiş olanlardır. Demek ki biçim dediğimiz
şey aslında bize kendisini kabul ettiren anlamdır aynı zamanda. Anlamın kendisi bir biçimdir. Zaten bütün
sanatlarda yenilik getiren adamlar formlarda yenilik getirmi
şlerdir. Çünkü sanat o formu gerektirmiştir.
Nesirde de öyledir. (...) Sanat eseri ortaya çıkar, e
ğer sanat eseri hitap ettiği insanlarla üretken ve yerinde bir
ba
ğ kurabilmişse artık onunla biçimden, özünden ayrı ayrı bahsetmek doğru değildir.” (Şaban Abak / İhsan
Işık, İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”,Mavera, Y.11, S.313, Kasım 1987, s.27)

Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart 1985, s.33.

İsmet Özel, özellikle 1950’lerin ortalarından sonlarına kadar devam eden, şairlerdeki bu “sahicilik arayışı/ontik
kaygı” sebebiyle, insan kalabalığı içinde sıradanlaşmadan doğan yozlaşmaya bir saldırıda bulunduklarını
belirtmekte ve bu yozlaşmanın karşısına şairlerin özgünlükle çıktıklarına dikkat çekmektedir. Özel, söz konusu
olan “ontik kaygı”yla ilgili şunları dile getirmektedir: “Türk şiiri bizi çağımızla yüz yüze bırakıyor. Bizzat
kendimizle hesapla
şacağımız bir alan açıyor. (...) Modern Türk şiiriyle yüz yüze geldiğimiz zaman ilk fark
etti
ğimiz, bu şiirin bizi tetikte olmaya zorladığıdır. Bu yüzden modern Türk şiiri, dünyadaki bütün modernist
şairlerin, bunlar hangi dilde yazarlarsa yazsınlar, yaptığını yapmaya başlıyor, üzerimizdeki bu etkiyi
uyandırmaya ba
şlıyor. Bu da bizi sahtecilikten kurtarıyor. 50’li yıllarda ve 60 yılların ilk yarısında Türk
aydınının
şu gün olduğundan çok daha az sahteci olduğunu yaşayanlar bilir. Modernist Türk şairlerini
okuyarak dünyada bilgeli
ğin üstün bir yere sahip olmadığını fark edecek bilgeliğe kavuşuyoruz.” (Modern Türk
Şiirinin Savunması, s.38)

İsmet Özel, “Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, Yeni Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart 1985, s.35.

İsmet Özel, 1960’lı yıllarda başlayan Türk şiirindeki sönükleşmenin geri planını şu şekilde izah etmektedir:
“Geleneksel toplum içinde hayat nasıl bir çevrim içinde dönerse, şiir de önceki ustaların örneklerinin
canlandırılması, canlı tutulması yoluyla ‘döner.’ Modern
şiir ise (dünyada Dante, Türkiye’de Şeyh Galip’ten
sonra) öncekilerin yaptıklarına göre farklı bir yapı kurmakla kendini var kılar. Bu fark bazen tepki biçiminde
belirir, bazen açılan yolun geni
şletilmesidir. Ama her zaman öncekilerin çalışması, ürünü bir bellilik alanı
olarak hesaba katılır. Bir bakıma her
şairin kendi varlık alanı başka şairlerin varlık alanlarıyla ayırması, bir
sınır koymasıdır. (...) E
ğer Nazım Hikmet şiirini bir bellilik alanı olarak kabul etmezseniz, Orhan Veli’nin ve
Attilâ
İlhan’ın şiirde gerçekleştirmek istediklerini herhangi bir yere oturtamazsanız. Aynı şekilde 1954-59
atılımını yapan
şairler de her ikisine göre bir yer tutabilmişlerdir (...) Türk şiiri acaba neden ‘göre’siz bir
duruma dü
ştü? Bu sorunun benim kafamda açık seçik bir cevabı var: Çünkü Türk kültürü üzerinde söz sahibi
ki
şiler toplumumuzun kendi özgün bileşkesiyle dünya üzerinde bir yer tutması iddiasından, sömürge kültürünün
şartlarını rahatlıkla benimsediler. Başka bir yazımda da söylediğim gibi, az gelişmiş ülke aydınları yok artık, az
geli
şmiş aydınlar ülkesi var. Türk kültüründe sömürgeleşme olgusu en belirgin gelişmesini şiirde gösterdi. Yani
ilk defa
şiirde yeni şartlara uyarlanmak adına birey kendi toplumsal sorumluluklarını, daha doğrusu kendine
bulundu
ğu yeri sağlamış andı çiğnedi.” (“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35)

İsmet Özel, “az gelişmiş aydınlar ülkesi”de şimdilerde ise “son aşama”nın yaşandığını şöyle belirtmektedir:
"Türkiyede eskiden az gelimi
ş ülke aydınları vardı. Ülke az gelişmişti ve o ülkenin aydınları vardı. Sonra ne
oldu? Az geli
şmiş aydınlar ülkesi haline geldi Türkiye. Şimdi de lumpen entelijansiya var. Entelektüel hayatın
hırsızları, sapıkları, canileri, döküntüleri, ne kadar olumsuz sıfat bulursan hepsi olan mürekkep yalamı
ş bir
guruh var. Bunların bir ço
ğunun diploması, şöhreti, parası var ama entelektüel namusu hiç birinde
yok.”
(Kürşat Oğuz, “Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.18)

İsmet Özel, söz konusu olan bu edebî oluşumların, modern şiirinin dünyadaki gelişimine koşut olarak ortaya
çıktığını işaret ederek bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde meydana geldiğine şöyle dikkat çekmektedir: "Tanzimat
şiiri, Servet-i Fünun, Fecri Âti, Milli Cereyan, Hececiler, Toplumcu şairler ve nihayet Garip şairleri birbirleriyle
gerek etki-tepki yoluyla, gerek ortakla
şa veya kuşak kuşak yaşanan siyasi, sosyal değişimin esintisi sebebiyle bir
ilinti içinde oldular. Hepsinin bir ‘göre’si vardı ve en önemlisi her ku
şak kendi açısından sahip olduğu edebiyat
ve
şiir anlayışına uygun olarak Türk kültürünün dünya üzerinde tutacağı yerin inşasıyla uğraşıyordu. Bu da
Türk
şiirinin kendi iç dinamiğini, belki hiçbir edebiyatta bulunmayan özgün meselelerini sağlıyordu.” (“Şiir
‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35)

İsmet Özel, bu atılımı gerçekleştiren Garip ve İkinci Yeni şairlerini 1960 yılından sonra benimsemiş oldukları şiir
anlayışları dolayısıyla şu görüşleri ileri sürmektedir: "Türk şiirinin 1954-59 yıllarında gerçekleştirdiği
modernle
şme atılımı beraberinde bir tuhaflık getirdi. Garip kuşağının sağ kalan iki şairi, kendilerinden sonra
gelenlerin getirdi
ği şiirsel değerleri benimsediler. Yahya Kemal toplumsal sorumluluğu gereği eski şiirin
rüzgârıyla
şiirini sürdürmek zorundaydı, bu ona bulunduğu yeri sağlayan andın gereğiydi. Orhan Veli gibi
yazamazdı. Bırakın Yahya Kemal’i, Dranas bile, bütün yakınlı
ğına rağmen yeni şiirin örneklerine kendini
ayarlasa adını bozmu
ş olurdu. Ama Melih Cevdet pekâlâ Ülkü Tamer gibi yazdı ve asıl garip olan o ki edebiyat
ortamında yadırganmadan yer aldı. Böylesi bir tutum 1960’tan sonra toplumcu dü
şüncenin siyasi ortamla güç
kazanması sonucu modernist Türk
şairlerine de bulaştı. (“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35)

Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 19. Mektup”, s.141.

İsmet Özel’in gazete ve deneme yazarlığının sınırlarının nerelere kadar uzandığını belirlemek, kanaatimizce ayrı
bir çalışmanın konusu olmalıdır. Çünkü şair, söz konusu olan bu ürünlerinde insanı ilgilendiren her türlü
meseleye temas etmiş, problemlere çözüm önerileri getirmiş ve özellikle Müslümanların dünyayı algılama ve
biçimlendirme esaslarına yönelik temelli fikirler ileri sürmüştür. Sadece Türkiye’de değil dünyanın başka
ülkelerinde de karşılık bulan bu fikirler, hem sosyolojinin hem iktisadın hem de toplumbiliminin diğer alanlarında
ele alınarak, üzerinde dikkatli incelemeler gerektiren önermelerdir.

İsmet Özel’in gazete ve deneme yazarlığının muhteviyatına yönelik olarak bireysel planda kaleme alının birçok
yazı mevcuttur. Bunlar çalışmamızın ““Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel Kaynakçası” adlı kısmından
da takip edilebilir. Burada anmamız gereken ve şairin özellikle “Cuma Mektupları” merkezli deneme yazarlığını
konu edinen çalışma ise, “Kitap Haber” dergisi tarafından hazırlanmış olan “Siperden Cepheye: İsmet Özel’in
Cuma Mektupları”
adlı dosyadır. (Daha geniş bilgi için bkz.: S.17, Haziran-Temmuz 2003, s.36-75)

Cemal Süreya (Seber), “Mavi Bir Şey Değildir, Halkın Dostları Bir Şeydir”, “’Halkın Dostları’ Konulu
Soruşturma”, Edebiyat Dostları, Sorular: Akif Kurtuluş, Kasım 1987, S.7, s.10-11.

İsmet Özel, Ataol Behramoğlu’na yazdığı bir mektubunda dergiyi aslında 1 Şubat 1970 tarihinde çıkarmayı
planladıklarını haber vermekte ve şunları belirtmektedir: "Halkın Dostlar için yeterli potansiyel var. Bu cumartesi
-yarın- yeniden toplanaca
ğız. 1 şubatta çıkmasına karar verildi. Beni sorumlu atadılar yani benim çok laf
söylememe gerek olmaksızın görev vermesi gereken ki
şi olduğum kabul edildi.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 14. Mektup”, s.96-97)

Fakat dergi, Mart 1970 tarihine ancak yetişir. İsmet Özel, 8 Şubat 1970 tarihinde yazdığı mektubunda
Behramoğlu’na bu durumla ilgili şunları yazmaktadır: “Cumartesi günü ilk tashih provalarını göndereceklerdi.
Göndermediler. Yani bu gidi
şle bir hafta sonra dergi hazır. Ancak bayram tatili piyasaya çıkmak için son derece
uygunsuz. Mart 1 tarihi atarak
şubatın son haftasında taşraya dağıtım yapıp, martın l'ınde Ankara ve
İstanbul’da görünmeye ne dersin? Biz bu arada 2’nci sayının hazırlıklarını bitirir ve hatta basımına hazırlanır,
böylece belki 70 yılını sa
ğ salim atlatırız.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 15. Mektup”, s.
102-103)

İsmet Özel, Ant dergisindeki bu soruşturmayı yöneten, 1920’li yıllarda saf şiir anlayışı çevresinde eser veren
şairlerden Ali Mümtaz Arolat’ın oğlu olan Osman Saffet Arolat’ın “Halkın Dostları dergisinde toplanacak olan
arkada
şların amacı nedir?” şeklindeki sorusunu şöyle cevaplandırmaktadır: “Halkın Dostları dergisi
emperyalizme ve tüm gericili
ğe karşı bir kültür cephesi kurmak istiyor. Ülkemizde yürütülen devrimci kavganın
edebiyat ve kültür alanındaki uzantısını ortaya koyacak bir hareketi ba
şlatmış oluyoruz böylece. Edebiyat, müzik,
tiyatro, resim, sinema ve öteki sanat ve kültür dallarında yürütülmek istenen devrimci mücadelenin bir
toparlayıcısı olmaya çalı
şacağız. Türkiye halklarına yaraşan devrimci sesi bir vurucu güç haline sokmak
zorundayız. Halkımızın de
ğerlerini yaşatmak, yaymak, ileri götürmek, yüceltmek dileğindeyiz. Bu amacı
benimseyen her devrimcinin saflarımızda yeri vardır.”
(Ant, S.155, 16 Aralık 1969, s. 13)

Ayrıca, ‘Bir Gemi Yelken Açtı’ şairi olarak şöhret bulan Ali Mümtaz Arolat’ın hayatı ve şiirleriyle ilgili geniş
bilgi için bkz: İbrahim Tüzer, Ali Mümtaz Arolat, Hayatı, Şairliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. İbrahim Şahin, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2002 Kırıkkale, XI+180 s.

Bu mektuplaşmaların birinde Ataol Behramoğlu İsmet Özel’e, Halkın Dostları dergisinin planı ve kimin ne
yapacağıyla ilgili örnek bir tasarıyı şöyle belirtmektedir: İşte size çatı: Serim: Kültür emperyalizminin
Türkiye’de yaptı
ğı namussuzluklar. (Bu konuda İsmet’in ağzı iyi laf yapıyor.) Düğüm: Türkiye sanatının rezalet
durumu. (Bu konuda fikirlerim size ı
şık tutabilir.) Gerici sanat meselesi. Sonuç: Ne yapmalıyız? - Devrimci
teorinin ı
şığı (Özkan) - Ah halk (Süreyya) - Birleşelim, güç olalım (Koro) Elden geldiğince ağırbaşlı bir dil
kullanmalı. Objektif durum ortaya serilmeli. Sadece bireycilere çatmakla kalmayıp kültür müste
şarı, milliyetçi
şair ve idare meclisi üyesi, tiyatro müdürü faşistlere de gerekenler söylenmeli. Kültür emperyalizmine karşı
ortak cephe ça
ğrısı inançla belirtilmeli.” (Age., “Ataol Behramoğlu’ndan İsmet Özel’e 12. Mektup”, s.99-10)

İsmet Özel, Ant’taki soruşturmada Halkın Dostları dergisinin çıkış sebebini, kendilerinden önceki şiir
ortamlarıyla ilişkilendirerek şöyle izah etmektedir: “Bizlerin iyi ve ilerici bir edebiyattan yana olduğumuz açıkça
ortadadır. Giderek Türkiye’mizde yalnızca iyi (yani belli bir edebi düzeyin üzerinde) edebiyatçının bile i
şlevi
olamayaca
ğı görüşüne varıyorum. Karşı olduğumuz, dergileri doldurdukları için de başat gibi görünen şiir ve
edebiyat anlayı
şının ilerici olmak bir yana iyi olma niteliğini de taşımadıkları kanısındayım. Çünkü artık bir şiire
bakarken ne söylüyor? Diye bakıyoruz. Ne güzel bir bulu
ş! Dediğimiz dönem çok gerilerde kalmıştır.
Kar
şımızda esasen iflas etmiş bir şiir vardır. Eğer böyle olmasaydı, bu şairler günü geçmiş fakat yine de iyi
şairler olarak sayılabilirdi. Önce İkinci Yeni akımı adı verilen bir anlayış içinde ortaya çıkan, sonra da tek tek
şiir evrenlerini kurmuş olan bu şairler, bir kent yalnızlığını, kentli bunalımını dile getirdiler denebilir. Ama
şiirlerin gereği olan kültürel temelleri atamadılar ya da şiirlerini çürük, sudan temellere dayandırdılar. Tıkanıp
kalmaları, büyük boyutlara ula
şamamaları bundandır. Temellerinin çürük oluşu yüzünden Türkiye’de 1960
sonrası sosyal uyanı
şı başlayınca bu şairler bu uyanışa ayak uydurmaya çalıştılar. Bir anlamda günah
çıkartmaydı bu. Ama kısa zamanda, böyle bir
şiiri kaldıramayacak hafiflik içinde olduklarını gördüler.” (Ant, S.
155, 16 Aralık 1969, s. 13)

“Tanrı Mezarını Isıtsın”, Halkın Dostları, S.1, Mart 1970, s.7.

II. Yeni şiirinin artık geride kaldığını ve bu yönüyle edebiyat tarihçileri için ilginç bir konu olacağını dile getiren
İsmet Özel, yine aynı yazısında şunları belirtmektedir: “Lautreamont’dan, Appolinaire’den, Pound’dan, T.S.
Eliot’dan yararlanarak bir
şiir dünyası kurmaya girişen Türk şairi, ne bu toplumların gelişimi ve diyalektiği, ne
de kendi toplumunun varlı
ğından haberdar olduğu içindir ki sonuçta şiirin yeni tadından duyduğu heyecan
dönemi geçince ya Turgut Uyar gibi toplumun tutucu-gerici safında yer alıyor, ya Cemal Süreya gibi niteliksiz
bir anla
şmaya bel bağlıyor ya da Edip Cansever gibi bir şiir fetişisti olup çıkıyor.” (Agy., s.7)
Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35.

Cemal Süreya, “Folklor Şiire Düşman”, A Dergisi, Ekim 1956.

Turgut Uyar, “Çıkmazın Güzelliği”, Dönem, Kasım 1963.

Edip Cansever, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire”, Dönem, Şubat 1964.

İsmet Özel, Halkın Dostları dergisinin çıkışında temel aldığı poetik düzleme şu şekilde işaret etmektedir: “ Cemal
Süreya’nın Folklor
Şiire Düşman’ yazısındaki gerçek bildiriyi özümsediğimizi kabul ediyorduk. Gerek
kelimenin
şiirdeki yeri konusunda, gerek şairin özgünlüğüyle kişiliğinin kaynaşıklığı konusunda geri dönülmez
bir kazanç elde edildi
ğinin bilincindeydik. Turgut Uyar ‘Çıkmazın Güzelliği’ ile bize beşeri karşılığı olmayan
şiirin geçersizliğini bütün açıklığıyla göstermişti. ‘Toplumsal dayanakların değişmesinden söz etmekle yeni bir
atılım için mu
ştu veriyordu sanki. Edip Cansever Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire’ geçmeyi önerirken, ‘Şiirin
yapısında,
şiirin dokusunda bilinçli, özgün, vurucu bir düşünce-yaşam birliğinin yer alması gerekiyor’ diyerek
yeni bir
şiire açılan kapıyı gösteriyordu. Bütün bu yaklaşımlar şiirin bir kabuk değiştirmesinin belirtileriydi.
Ama geçen kısa bir süre andı
ğımız şairlerin kendi sözünü ettikleri beklentileri yerine getiremeyeceklerini
gösterdi. O zaman ‘görece geri’ bir durumu dü
şüp kınadıkları her şey oldular. Cemal Süreya kentli,
sanayile
şmiş bir folklora eğildi, Turgut Uyar toplumsal dayanağını Divan’ını alkışlayanlarda aradı, Edip
Cansever dü
şünce-yaşam birliğini küskünlük olarak somutlaştırdı. (...) Kısacası Halkın Dostları’nın göre’si
vardı ve üstelik Türk
şiirini eldeki bütün kazançlar korunmak kaydıyla yeni bir değerlendirmeye açma
dile
ğindeydi.” (“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35)
Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35.

Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart 1985, s.33.

İsmet Özel, bu yazısında derginin çıkış amacını özetleyerek bunu kısa ve net olarak şöyle maddeleştirmektedir:
“Bir avuç okumuşun koruyuculuğu ile yaşatılmış bir medium’u, bir siyasi hareketin koruyuculuğuna devretmek
ister gibiydik. Dergi çıkı
ş bildirisinde ajitasyon ve propaganda gereğinden söz ediyor, ama günlük politikanın
durmadan de
ğişen sorunlarına yanaşmamak gibi bir tutumu benimsiyordu. Görev olarak kendine: 1. Devrimin
öncü kesimlerini belli bir duyarlılı
ğa itmek. 2.Onları duygularında terbiye etmek. 3. Onları diri tutmak gibi
aslında hiç de doktriner denilemeyecek hedefleri seçmi
şti.” (“Haziran Gibi Ölmek”, s.33)

İsmet Özel, Halkın Dostları dergisi yayımlandığı sırada yapılan eleştirilere, söz konusu olan bu yazısına kadar,
sadece yine Halkın Dostları’nda “Ahmet Arife Dostça Bir Açıklama” (Halkın Dostları, S.11, Ocak 1971, s.1-3)
adıyla yayımlanan metninde cevap vermiştir. “Haziran Gibi Ölmek” adlı bu yazısında da açıkça eleştirilere cevap
veriyor değildir fakat yazılanlar, o dönem için yapılan eleştirilere bir karşılık olarak da okunmaya müsaittir.

Halkın Dostları üzerine yapılan bu eleştirilerin yer aldığı yazılarla ilgili olarak bkz:

Ahmet Arif, “Halkın Dostları Dergisi Çevresinde Kümeleşen Gençler İçin Ne Diyorsunuz?”, Töz Gzt., 1
Aralık 1970.

Veysel Öngören, “Bir Şeyler Oluyor I-II”, Dost, C.23, S.78-79, Nisan-Mayıs 1971, s.11-13, 5-8.

Cemal Süreya (Seber), “Dergiler Arasında/Halkın Dostları”, Papirüs, S.44, Mart 1970, s.53-56.

Selim İleri, “Eleştiride Düzey Ve... “Halkın Dostları”, Yeni Edebiyat, S.11, Eylül 1970, s.24-25.

İsmet Özel, bu eksikliğin her zaman geçerli olduğunu vurgulayarak şunları belirtmektedir: “Nitekim Türkiye’de
aynı sınırlandırma Türkçülük ve
İslâmcılık düşünme biçimleri adına da yapılabilirdi, yapıldı da. Şiirin ise
kendine dayanak olarak bazı yapıntı (fictif) unsurları almakla bir halkın konu
şmasından can alıp, ona yeniden
can veremeyece
ğini bugün yeterli açıklıkla biliyoruz. Bu gün Fikret’i şair kılan özelliklerin pozitivizmde, Akif’i
şair kılan özelliklerin şeriatçılıkta, Nazım’ı şair kılan özelliklerin de Marksizm’de bulunmadığını bilebilecek bir
olgunlu
ğu elde tutan bir anlayışa ulaşş olmamız gerekir.” (“Haziran Gibi Ölmek”, s.33)

Derginin 12. sayısından sonra kapanmasını isteyen İsmet Özel, bir taraftan da dergi içerisinde gelişen kişisel bir
takım olaylardan rahatsızlık duymaktadır. Şairin, Halkın Dostları yayımlanmaya başlarken yurt dışına giden Ataol
Behramoğlu ile mektuplaşmalarından da anlaşıldığı üzere, bu huzursuzluğunun bir sebebi de Behramoğlu’nun,
kardeşi Nihat Behram’ın tavrıdır. Özel, bu rahatsızlığını o sırada Paris’te olan Behramoğlu’na yazmış olduğu
14.08.1971 tarihli mektubunda şöyle dile getirmektedir: “Burada olsaydın bazı tatsız olayların olması
önlenebilirdi sanıyorum. Nihat’la mektupla
şmanız ne yazık ki dergiyi bütünüyle benimsemiş olan arkadaşlarla
olan ili
şkiye kötü etkiler yaptı. Nihat benimle, Murat’la, Ayhan’la olan ilişkisinde anlaşılmaz bir tutuma girmişti
çoktandır. Ankara’daki iki gün önce geçen tartı
şma zihnimde birçok şeyi sürprizli olmayan bir biçimde
aydınlattı. Söz konusu tartı
şma üzüntü verici bir sertlikte ve her ikimizin sinirli havasının yarattığı düşük
seviyede oldu. Nihat’a ısrarla derginin tek sorumlusu sensin diyerek onun tavrına kaynak olu
şuna rağmen,
burada olu
şun hiç şüphe yok ki anlaşmanın, olumlu sonuçlara varan bir anlaşmamnın zemini için gerek şart
olacaktı. Bence Halkın Dostları sorumlulu
ğu asgari 4 (A. Behramoğlu, İ. Özel, M. Belge, A. Gerçeker) kişiye ait
olan bir dergidir. Nihat, derginin saygı duymayan ki
şiyi küçültecek bir yükünü omuzlamış durumda. Ama bu
önemli yükü ta
şımak öteki arkadaşların ne sorumluluğunu azaltır, ne de dergiye hâlâ sebebini makul
göremedi
ğim bir egemenliği haklı kılar.” (Age., İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 22. Mektup, s.164)

Şair, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide bu konuyla ilgili şunları ifade etmektedir: “Ben esasında 12.
sayıdan sonra derginin kapanmasını istiyordum. Daha çok Ataol’un edebî endi
şelerinin çok sudanlaşğını
hissetti
ğim için “lanet olsun ne yaparsanız yapın” deyip çekildim. Defne Sandalcı’nın bir yazısı basılmış
dergide Ataol’un
şiiri üzerine. Ben o yazının basılabileceğine ihtimal vermiyordum. Hatta şöyle bir şart
ko
şmuştum. “Ataol basılsın diyorsa hemen basılsın. Nasıl olsa demez. Bu yazının çok zayıf bir yazı olduğunu o
da bilir”
şeklinde düşünüyordum. Ama O, bu yazıyı çok önemsedi ve düzeyli buldu. Murat Belge olsun, Ataol
olsun bizim edebî endi
şelerimiz gençlik yıllarımızda çok yukarılardaydı. Ben de dâhil olmak üzere hepimize 25
ya
şlarındayken bizlerin şimdi yazdıklarını bize gösterselerdi “lanet olsun biz böyle şeyler yapmayız” derdik
yani. Bizim gözümüzü dikti
ğimiz yer çok yukardaydı. Şiir olarak değil düz yazı olarak söylüyorum bunu. Ama bu
hale geldik.”
(Ags.)

İsmet Özel, “Edebiyat Dostları” dergisinde Halkın Dostları ile ilgili yapılan soruşturmada da bu konuyla ilgili
şunları ifade etmektedir: İlk üç sayı İstanbul’da çıktı. Ankara’ya dönmek zorunda kaldık. 12. sayıdan sonra
aramızda bir
şeyler oluyordu. Garip garip şeyler. Dediğim gibi bir tek ben Türkiye’deydim. Gerçi onuncu
sayıdan itibaren Murat da dönmü
ştü. O da İstanbul’daydı. Ben yoruldum bu işten. Bu yorgunluk kesinlikle fiziki
bir yorgunluk de
ğildi. Bence HD’nin çıkış amaçlarına hizmet etmeyen bir anlayış, sürekli dışardan baskı
yapıyordu dergiye. Onu için ben Yazı
İşleri Müdürlüğü’nü Nihat’a bıraktım.” (Akif Kurtuluş, “Politikada
Emeklili
ği İtiraf Edemeyince”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”, Edebiyat Dostları, S.7, Kasım, 1987)”
Age., Ataol Behramoğlu’nda İsmet Özel’e 26. Mektup, s.156.

Nihat Behram, 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde gerçekleşen bu “devir teslim” olayını şöyle anlatmaktadır: “12
Mart... Dergide bir aksama var. ‘Çıkahm, çıkmayalım’ gibi tartı
şmalar. Bir günde dört beş mektup falan
attı
ğım oluyor Fransa’ya Ataol’a Necmiye’ye... Onlar da yazıyorlar! ‘Dergi çıkmalı’ diyorlar. İkide bir posta
kutusuna bakmaya iniyorum. Neredeyse postahane önünde sabahlayaca
ğım. Halkın Dostları PK 892. Zor
günler. Tutuklanan tutuklanana. Mektupları okuyup yırtıyorum.
İsmet’le haberleşme aksamış. Aksama ondan
kaynaklanıyor. Dergi dursun’ falan diyormu
ş. Niye? Nasıl olur? Kişisel keyfi kararların virajı artık dönülmüş.
Ankara’ya gidiyorum.
İsmet’le buluşuyoruz. Biraz zor oluyor ama buluşuyoruz. Neyse İsmet, yazı işleri
sorumlulu
ğu ve sahipliğini kazasız belasız bana devrediyor. Mühür, imza falan. Eşrefe saatinde, iyi ayrılıyoruz.
Gerçi sonradan durmasa da söz veriyor, 'Yamaya devam ederim’falan diyor.”
(Akif Kurtuluş, “Genç Bir
Dergiydi Hep Genç Kaldı”,
“‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”, Edebiyat Dostları, S.7, Kasım, 1987)”
Kötü Şiirler, Halkın Dostları, S.14, Mayıs 1971, s.5-6.

Sevgilime İftira, Halkın Dostları, S.17, Ağustos 1971, s.4-5.

İsmet Özel, Halkın Dostları’nın kapanmasıyla ilgili şunları belirtmektedir: “Ben Ankara’dayım, dergi İstanbul’da
kapatılıyor. Ama kapatılır kapatılmaz
İstanbul’a geldim. Nihat’la Sıkıyönetim’e, Selimiye’ye ifade vermeye
gittik.”.
(Akif Kurtuluş, “Politikada Emekliliği İtiraf Edemeyince”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”,
Edebiyat Dostları, Kasım, S.7)”

Mehmet Erte, Şiirin Özgürlüğe İhtiyacı Yok, Özgürlüğün Şiire İhtiyacı Var”, yasakmeyve, Y.4, S.19,
Mart-Nisan 2006, s.8-20, [söy.]

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, Şule Yay., 8. bs., İstanbul, Mart 2002, s.18.

Çalışmamızın “Hayatı” kısmında şairin çocukluğundan, ailesi ve çevresiyle girmiş olduğu ilişkiye varıncaya dek
etraflıca ele almaya çalışğımız bu husus, şiir ile kurulan “bağ”ın da sebebidir. İsmet Özel bu durumu, “Waldo
Sen Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde şöyle dikkatlere sunmaktadır: “Yetişme yıllarımda kendi önümde
açılan yolun bir sanat alanından geçti
ğini sezmiştim. Ama hangi sanat alanı? Müzik ve resim yüksek maliyetlerle
çalı
şılan alanlardı. Bu yüksek maliyetler sadece parayla ölçülebilen cinsten sayılmaz. Asıl belirleyici o olmakla
birlikte, bana çok yüksek gelen maliyet, bu alanlarda kendi yolumu bulmak için çok erken ya
şlarda birilerine,
kimilerine ‘eyvallah’ etme mecburiyetiydi. Edebiyat alanı benim yeti
ştiğim yıllarda nisbi bir bağımsızlığa imkân
veren nitelikteydi. Yani bir insan olarak varlı
ğını tebarüz ettirebilmek için kimse kişiliğinden taviz vermek
zorunda kalmadı
ğı gibi edebiyat alanında hesaba katılabilir bir seviye gösteren her çalışma kendini
gösterebiliyordu.”
(s.19)

İsmet Özel, şiiriyle hayatının örtüşğü ve “şiir-hayat birlikteliği”nin gerçekliğine işaret için şunları ifade
etmektedir: “Ben kendimi şair sanarak değil, şair olmanın gereğine inanarak ve şiirin gereğini yerine
getirmeksizin bu alanda gerçek bir çalı
şma yürütülemeyeceğini kabul ederek işe koyuldum. Yolumun her
dura
ğında, yürüdüğüm mesafenin, göze aldığım mesafe yanında kısa kaldığını anlayacak bir hazırlığım vardı.

Bu hazırlığı da doğuştan getirmedim, dünyadan aldım. Hazırlığımın, bu gün de beni ayakta, aklı başında tutan
hazırlı
ğımın özelliği ikidir: Kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.19)

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.23.

İsmet Özel, hem hayatında hem de şiir evreninde çok önemle üzerinde durduğu bu gayretini, henüz yolun
başında olduğu dönemde nasıl oluşturmaya çalışğını şöyle ifade etmektedir: "Neyin önemli, neyin değerli
oldu
ğunu bilmiyor, ama bilmek istiyordum. Şiirde sözler büyük bir anlamı açıklamaları sebebiyle bana
ula
şmıyorlardı. Sözlerin şiir biçiminde bana ulaşmaları, onların bizatihi bir söz olma gücünü kazanmaları
yüzündendi. O zaman
şiir kendi başına bir önem ve değer olmayı başarmış bir sözdü.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s.23)

İsmet Özel, şairin “ben”i ile dünya arasında bir “alış-veriş” olduğunu belirterek şunlara dikkat çekmektedir:
air dünyadan alır ve dünyaya verir. Şairin dünyadan neler aldığını bütün ayrıntılarıyla ve hatta onu şiire
götüren ve okuyanlar olarak bizi
şiire yönelten aslî bağ bakımından bilemeyebiliriz. Çoğu zaman bilmeyiz.
Aldı
ğı başka verdiği başkadır. Şair almakla ve vermekle bulunduğu mekândaki yoğunluğu gösterir. Alınan ve
verilen bir
şeylerin bulunduğunu işaret eder. Beşeriyetin varlığına tanıklık eder.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.27)

Özel’in bu dikkati kaleme almış olduğu şiirlerinin hemen hemen tamamının çıkış noktasını oluşturmaktadır. Şair
kendisiyle yapılan bir söyleşide bu noktaya şöyle dikkat çeker: "Benim şahsen şiirde yapmaya çalışğım şey,
zihnimizi i
şgal eden gerek teorik, gerek güncel yapılarla bu şiir söyleme tarzının nasıl yan yana getirilebileceği
yahut nasıl tek
şey haline getirilebileceğiydi. Dolayısıyla ben şiir serüvenimi bir bakıma tasarı ile varlık
arasındaki ili
şkiye oturttum. Yani, çok net olarak söylersek birtakım teorilere yakınlığım var. Bir de ben varım.
Sınırları fark edilebilir bir varlık olarak bu ikisinin neyi ortaya koyabilece
ğiydi benim meselem. Bu ikisinden
nelerin çıkabilece
ğiydi.” (Mustafa Alp Dağıstanlı / Melih, Şabanoğlu, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi
Çıkıp Kitabımı Ekarte Etmeliydi”,
Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.58)

İsmet Özel, "Ben birinci kitabımı artık böyle şiirler yazmıyorum diye yayınladım” demekte ve yayımlamış
olduğu her yeni şiirle yeni bir dünyanın sınırlarını zorladığını ileri sürerek buna örnek olarak “Partizan” şiirini
göstermektedir. Şair, kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede bu hususta şunları ifade etmektedir: "Partizan
şiirinin tarihi, Şubat 1965'lır; Geceleyin Bir Koşu’nun yayın tarihi Mart 1966’dır. Oysa Geceleyin Bir Koşuda
Partizan yok. Dolayısıyla, bir
şiir kitabı tıpkı bir resim sergisine benzer. Ressamlar atölyelerindeki
tamamlanmı
ş resimlerin hepsini bir sergiye koymazlar. Resim sergisi gibi bir şiir kitabının da bir bütünlük arz
etmesi, bir karakterinin olması beklenir.”
(Ags.)

İlkokul Gazetesi, S.32, Ankara, 28 Şubat 1954, s.4.

İsmet Özel henüz 10 yaşındayken yayımlanan bu şiiriyle ilgili olarak şunları kaydetmektedir: "Ben Kış ’ şiirinden
daha sa
ğlam bir metin bekliyordum ama şoke de olmadım. Vay be bunu yazmışsın tüh!’ demedim. Fena değil.
Ama sanki daha çarpıcı bir
şiir çıkarmış gibi bekliyordum.” (Ags)

Yine şairin bu şiirinin ilkokul gazetesinde yayımlandığını nasıl öğrendiğine dair anlattıkları için çalışmamızın
“Hayatı” bölümde yer alan 26. Dipnota bkz.

İsmet Özel, ilk kez karşılaşğı bu şiir antolojiyse ilgili olarak şunları dile getirmektedir: "'Şiirimiz 1956’
adındaki bu antoloji dolayısıyla, 1956 yılı içerisinde hangi
şairler neler yapmış bundan 1956’da haberim vardı.
Mesela, Sezai Karakoç’un "Pink Ponk Masası” adlı
şiiri var o antolojide, şiirleri okuyorum ama böyle bir
adam varmı
ş, bu işler böyle yürürmüş bilmiyorum tabi.” (Ags.)

İsmet Özel bu dönemle ilgili olarak şunları belirtmektedir: "Abidin Emre diye bir arkadaşım vardı. Onunla yaz
aylarında cebir kursuna gittik. Cebirden ikmale kalmı
ştık. O verdi, liseden mezun oldu. Ben veremedim 1 sene
bekledim. Edebiyattan tamamen habersiz bir insan de
ğildim ama aktüel olarak edebiyatta ne olup bittiğini o
yıllarda o çocuktan ö
ğrendim. İşte o bir senelik boşlukta hem metinlere ulaşma açısından hem de hadisenin
cereyanı açısından daha anla
şılır bir duruma geldim. Bir de o sıra Ankara’da "Değişim” diye bir edebiyat
dergisi çıkıyordu. Onu sürekli almaya ba
şladım. O dönemde sadece bu tür dergilerle değil, Ankara’daki
sefaretler, kültür merkezleri dolayısıyla birçok
şeyle yüz yüze geldim.” (Ags.)

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde, lise son sınıftaki şiirle olan irtibatını anlatırken
etkileşim içerisinde bulunduğu modern Türk şairleri olarak şu isimleri belirlemekte ve şunları ifade etmektedir:
"Her sanat eseri herkesi ilgisini çekmez, kendi sanatçısını kendi şairini arar insanlar. Belki ben de kendi şairimi
arıyor ve böylece okumu
ş bulunduklarıma benzer şeyler yazmamın hiçbir yarar getirmeyeceğine inanıyordum.

Kendi okumamı haklı kılacak şeyi yazabilirdim ancak. Bu süreç içinde geç de olsa (Lise son sınıftaydım,
arkada
şım Abidin’in edebiyata olan geniş ilgisi yardımcı oldu bana) modern Türk şairlerini tanıdım. T.
Uyar’ın, E. Cansever’in, C. Süreya’nın, S. Karakoç’un, E. Ayhan’ın, M. Elo
ğlu’nun, Ü. Tamer’in, K. Özer’in o
dönemde yazdıkları (1962)
şiir adına büyük bir imkânı temsil etmekteydi.” (s.25)

Yorgun, Yelken, C.VII, S.71, Ocak 1963, s.26.

Karoon, Yelken, C.VII, S.75, Mayıs 1963, s.23.

İsmet Özel’in şiirlerinin dergilerdeki yayımlanma macerası çalışmamızın “Şiirleri” adlı bölümünün sonunda
bulunan “2.3. Şiirlerinin Kronolojisi” adlı kısımdan ve “Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel
Kaynakçası”
adlı bölümden de takip edilebilir.

O Bağımsız Dağların, Dost, C.XI, S.25, Nisan 1963, s.17.

Kuşun Ölümü, Dost, C.XI, S.26, Mayıs 1963, s.12.

O Bağımsız Dağların, Dost, C.XI, S.25, Nisan 1963, s.17.

İsmet Özel’in yayımlanan bu ilk şiirleriyle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “‘Yelken’ dergisi adı
duyulmamı
ş şairlerin şiirlerini yayınlayan yegâne dergiydi ve edebiyat dergisi vasfı taşıyordu. Ben zarf içerisine
ba
şka hiç bir şey koymadan, şiirlerimi koyarak dergiye gönderdim ve hiç kimse beni tanımadığı halde
yayınlandı. O günlerde Türk Edebiyatı bu vakanın cereyan edebilece
ği kadar işe kıymet veren insanların
alanıydı. O sıralar “Dost” dergisinin
şiir seçimlerini Turgut Uyar yapardı. Ben bu sefer “Dost” dergisine bazı
şiirlerimi gönderdim ve birkaç şiirim de orada yayınlandı. Daha sonra Turgut Uyar, Asım Bezirci ve Hüseyin
Cöntürk “Dönem” dergisini çıkardılar, orda da genç
şairlerin orta sayfada birkaç şiiri birden yayınlanırdı,
orda da 5
şiirim yayınlandı. Genç ümit veren şairler olarak oradaydık. Onlardan biriydim ben de. O zaman bu
o kadar dikkat çeken bir
şey değildi. Belki yaşımın diğerlerine göre biraz daha küçük oluşu dikkat çekiyordu.
Mesela Ataol benden daha büyüktü. O 42’lidir, ben 44’lüyüm.”
(Ags.)

İsmet Özel, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi şairlerle olan tanışmasını şu şekilde dile
getirmektedir: “Ben Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken Turgay Gönenç diye birisi vardı. Ben 1’deyken o 4.
sınıftaydı. Turgay o günlerde resim ve
şiir üzerine konferanslar veren bir çocuktu. O sıralarda “Bozgunda”
diye de bir kitabı çıkmı
ştı. Turgay’a resim kâğıdının pütürlü tarafına daktiloyla yazılmış 5-6 şiir verip “şunlara
bir bakıver” dedim. Ertesi gün Turgay sınıfa geldi. Kapıdan girince beni aradı
ğını fark ettim. Dersten çıktım ve
beraberce sütunlu salona gittik. Orada verdi
ğim şiirlere baktık. Benim özenerek yazdığım mısraların üzeri falan
çizilmi
ş, daire içerisine alınmıştı. Çok canım sıkıldı tabi ilk başta. Sonra, Turgay’ın ilk cümlesi şu oldu:
Şiirlerini Turgut Uyar’la okuduk. Mayası temiz dedi.” Daha sonra, “Bugün Edip gelecek, istersen sen de gel”
dedi. Edip Cansever
İstanbul’da oturuyor, ben tabi Ankara’dayım, gitmez olur muyum? Benim hayatımda
önemli
şeylerden biridir o. Birçok fırsatta da anlatmışımdır herhalde. “Kareli” diye bir meyhane vardı.
A
ğabeylerimden subay olanı içki içerdi. Hepsi içerdi de, en çok o içerdi. Ona sordum, “Ne yapacağım ben
şimdi?” diye. O da dedi ki, "Biranı alırsın, geçer bir yere oturursun...” Onun tarif ettiği üzere biramı aldım ve
geçtim bir yerde oturdum. O ortamlara o kadar yabancıydım ki, epey bir zaman sonra, gözüm etrafa alı
ştıktan
sonra, onların zaten orada oturmakta olduklarını fark ettim. Sonra bira barda
ğımı alıp onların masasına
geçtim. O gün öyle birkaç meyhane dola
ştık. Mülkiyeliler Birliğinde de Cemal Süreya ile karşılaştık. Ayrılırken
Edip Cansever’e “Size
şiirlerimi göndereceğim” dedim ve dediğimi de yaptım. Edip Cansever’den heyecan ve
övgü dolu bir mektup aldım. Mektupta diyordu ki “Bize
şiirlerini gönderen çok olur, sanma ki herkese böyle
sözlerle cevap veririm.” Böylece Edip Cansever’le yazı
şmamız da başlamış oldu. Fakat ben o ilk mektubu
kaybettim, di
ğerleri duruyor ama onu kaybettim. Bir yerde düşürdüm herhalde çünkü çok okuyordum, hep
yanımda ta
şıyordum.” (Ags.)

İsmet Özel, şiir yazmaya koyulduğu dönemde II. Yeni şiiriyle önünde açılmış olan bu imkâna şöyle işaret
etmektedir: “Ben bu şairlerin ortaya koyduklarını kendi yazma serüvenim için başlı başına bir imkân olarak
gördüm.
İşte neyi yazdığım ön plana çıkmaksızın yazmanın önemini yaşayabilirdim. Benim başından beri
istedi
ğim buydu.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.25)

Sözüne ettiğimiz “çevre”nin özellikleri için çalışmamızın İsmet Özel’in “Edebî Görüşleri”nin incelendiği
bölümdeki “1.2.1.4. ‘Çevre’nin niteliği: Şiir/Şair ve toplum” adlı kısmına bkz.

İsmet Özel şiirinin II. Yeni şiiriyle olan ilişkisi hususunda Ebubekir Eroğlu şunları kaydetmektedir: İsmet
Özel’in
şiiri tek başına ele alındığında, ikinci yeni şiirinin başka bir şiir dili içinde yeniden hayat bulmuş bir
uygulamasıdır. Kendisinin,
şiiri ilkin o yolda algıladığı ve hareketli duyarlığını hep o algıya giydirdiği ve böylece
sonraki serüvenden çok, kendisini önceleyen
şiire “bitişik” olduğu düşünülebilir. Bana öyle geliyor ki 1970’lerde
İsmet Özel çıksa 'ikinciyeni şiirini bir duvarın dibinde sızıp kalmaktan ben kurtardım” dese, bir iki homurtu
yanında bu sözüne yanda
ş bulabilirdi.” (“İmgeyi Boşlayan Şiir”, Yönelişler, Y.2, S.13, Nisan 1982, s.1-5.)

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede “Geceleyin Bir Koşu”daki birçok şiirin ortaya çıkışını
hazırlayan bu hususla ilgili sorumuzu şu şekilde cevaplandırmıştır: "Evet. Benim mısraım var. “Dinsin benim
ça
ğdaş olmayan iğrenç yüzüm” mesela. "Bacaklarımı hor görürüm o aynalarda” Tabi şüphesiz böyle bir
durum var. Bunu
şiirlerimin toplu basımında da yazdım. “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir” diye.
Burada asıl, annemin babamın ya
şlı olmasından çok, varlığımın insan ilişkilerinde eşya ile olan ilişkilerindeki
denk gelmeyi
şi beni tabi çok etkiliyordu. Sebebini tam olarak kavrayamasam bile insanların olağan buldukları
şeyleri olağan bulmamaktan doğan bir tedirginlik vardı içimde. Halen var mıdır? Çok yaşadığım için o çok
törpülendi. Kendimi eskisine göre çok daha rahat hissediyorum. Ama eskiden çok gergindim. Ben 40 ya
şıma
kadar tırnaklarımı ve bıyıklarımı yedim ve hiçbir
şekilde kendimin bir şeylere tetâbuk edememesi gibi bir
meseleyi ya
şadım. Bu her şekilde böyle oldu. Bu çok bariz bir durum. İnsanlar benim gibi yaşamıyorlar. Aslında
bilmiyorum yüceltiyor muyum ama... Ben 12 Eylül 1980 darbesi oldu
ğu zaman düşündüm ki hiç kimse o beş
generalin olu
şturmuş olduğu kurucu meclise başvurmayacak ve onlar da bunu kuramayacaklar. Anlata biliyor
muyum? Ben böyleyim. Bu tür durumları çok ciddiye alan bir insanım. "Bu beni böyle sanıyor, öyleyse ben de
onun beni böyle sanmasından istifade ederek bunu böyle götürüp ya
şayayım” demedim ben. Bu tabi vücudumla
da çok alakalı bir durum. Kadınlarla ili
şkimde falan bunlar beni çok etkileyen durumlardı. 62 yaşında İsmet
Özel diye bir adam var. Bu adam 9 ya
şında da bu adamdı, 21 yaşında da bu adamdı, 35 yaşında da bu adamdı.
Adam “göz” arıyor. Ben sahici bir
şey arıyorum. Onu nasıl bulabilirim, o bana yeterdi. Dolayısıyla insanların
yanlı
ş yargılarından rahatsız olmaya hakkım yok mu? Bu vücudumdan, kendimden falan filan iğrenmek gibi
şeyler bunlarla alakalı. Bu aslında benim bazı yazılarımda da yazdığım şeylerle ilgili. İntihar diğerlerine bir
saldırıdır. Hayatta kalanlara bir saldırıdır. Bu da benim yaptı
ğım bir şeydir.” (Ags.)

Şairin şiirlerinde söz konusu olan durumun görünüş şekliyle ilgili geniş bilgi için çalışmamızın “Şiirlerin Tema, İçerik ve Yapı

Bakımdan İncelenmesi” adlı bölümün “3.1.2. Dünyaya konumlanmaya çalışan Ben’in huzursuzluğu/'kargaşa’sı: Cinsellik”
adlı kısmındaki, “3.1.2.1. Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik” ve “3.1.2.2. Bedenin horlanması şeklinde ortaya çıkan
yıkıcılık/‘karga
şa’ ve cinsellik” adlı alt başlıklarına bkz.

İsmet Özel tüm şiir evrenine yayılan bu hassasiyetine, henüz yolun başında olduğu dönemde nasıl yaklaşğını
şöyle işaret etmektedir: “Yazma işinde giriştiğim birçok acemice tecrübeyi kendi gözümde sınamaya tâbi tuttum.
Pek özenle, önemli bir bulu
şmuş gibi yazdığım nice söz, neden kısa süre sonra bana yersiz ve gülünç
görünüyor; buna kar
şılık laf olsun diye karaladığım bazı sözler de sonradan bana düşündürücü, cazip ve
isabetli neden görünüyordu? Bu sorunun cevabını bulmak kolay olmadı. Zamanla
şiiri, dünya hakkında sahip
oldu
ğum tasavvurların yedeğinde ve beklentilerimin doğrultusunda yazamayacağımı anladım. Bu yönde
yaptı
ğım alıştırmalar beni ‘ilk çıkış ’ sözleriyle gerektiğinde ‘son düzenleme’ düzeyinde yapılara ulaşabilecek
kıvama getirdi. Gördüm ki
şair oluşumu insan oluşuma ne kadar yakın kılabilirsem kendiliğinden dışa
vurduklarımla, bilinçli bir çabayla seçtiklerim arasında yakınlık do
ğuyor.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.25-26)

İsmet Özel, imgelerin ve imajinatif söyleyişin zihinsel süreçten geçip ortaya çıktığında insanlarla olan
etkileşimine şöyle işaret etmektedir: “Yaptığım düzenleme yüzünden başka insanlar da kendi varlıklarının belli
noktalarında bazı yorgunluklar sa
ğlıyor olsa gerekti. Ben kedi yoklayışlarım sırasında nasıl belli alanlara
takılmı
şsam başkalarının takıldıkları alanlar benimkilerle denk düşebilirdi. Böylelikle insan oluşumuzun başka
hiçbir araçla yoklanamayan yerleri fark edilebilir kılınacaktı.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.30-32)
İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide bu durumu şöyle ifade etmektedir: "Benim şiirde yaptığım
şey, öyle küller arasından oryaya çıkan bir şey olarak doğmadı. Ben, şairler açısından düşündüğümüzde,
yıkanmı
ş, tozu alınmış bir şekilde idim daha işin başında. Ben acemilik falan çekmedim şiirde. Zaten büyük şair
olarak ba
şladım ben şiire. Yazdım ve "bu budur” dedim. “Acaba tutuyor mu tutmuyor mu?” diye bakmadım.
Şüphesiz II. Yeni şiirinin birtakım özelliklerini tabiî ki kullandım. Ama bu durum II. Yeni’den etkilenmekten çok
ona mensup olmakla alakalı. Bu bir yakla
şım çabası değil, doğrudan doğruya “bu böyledir şeklinde” yazılan
bir    
şey.  Tomris     Uyar ’la   tanışğımda    yazdığım    şiirlerden    hareketle     “ben   sizi    35         yaşının            üzerinde

zannediyordum” dedi. Şiir yazmaya başladığım zaman “eh bu çocuk da adam olur” demediler, “bak bu neler
yazıyor” dediler bana hep. Edip Cansever ile ki
şisel ilişkimiz vardı. O İstanbul’da oturuyordu ama her
Ankara’ya geli
şinde görüşürdük. Bir yamak gibi ilişkim yoktu onunla. Bu ondan gelen bir şeydi. O beni
kar
şısında eşit düzeyde bir insan olarak görürdü. Aynı şekilde Turgut Uyar’la da öyleydi ilişkimiz. Ankara’daki
çalı
şğı bürosuna giderdim zaman zaman. Uzun süre hiçbir şey konuşmadan susardı. Bir gün konuşma
sırasında öylesine “yazları bir yere gidemem” dedim. Turgut Uyar, “ne müthi
ş bir mısra” dedi. Hatta benim
ya
şıtım olan arkadaşlar, “sen normal konuşamaz mısın?” derlerdi. Mısra mısra konuştuğumu düşünürlerdi.
Çünkü ben bir kere ba
şladım o işe ve başka bir şey düşünmedim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bırakırken de öyle.
“Siyasal! neyine güveniyorsun da bırakıyorsun?” diye kendime sordu
ğumda kendi kendime, “yazdığım şiirler
dayanmaya müsait” diye dü
şündüm ben. Ama bu durum benim hoppadak ortaya çıkardığım bir şey değildi.
Türkiye’de entelektüel ortam buydu o zamanlar.
İnsanlar görüyorlardı bir şeyi ve bekliyorlardı ” (Ags.)

Ataol Behramoğlu, “İsmet Özel Üzerine” kaleme aldığı uzun yazısında şairin ilk şiir kitabı için şu
değerlendirmede bulunmaktadır: “Geceleyin Bir Koşu önemli, ilginç bir kitap. Ergenlik boğuntularını, irinleri ve
yıkıntıları, bütün gizleri tek ba
şına çözmek zorunda bırakılmışğı (milyonlarca ergenin yaşadığını) içtenlikle,
olanca açıklı
ğıyla anlatan bir şairin kitabı. Bu açıdan, önemli bir kitap şiirimizde. İsmet Özel’in şiir dünyasını,
bu günkü konumunu kavramak için de mutlak tanınması gerekli bir kitap.”
(İsmet Özel Üzerine”, Militan, S.
11, Kasım 1975, s.24-34)

Bakır Tenli Yapraklar, Türk Dili, S.148, Ocak 1964, s.262.

Partizan, Şiir Sanatı, S.6-7, Ocak-Şubat 1964, s.11-15.

Seni Olan Yenilgi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.4.

Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.5.

Ölü Asker İçin İlk Türkü, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.4.

Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.5.

Geceleyin Bir Koşu, Dönem, S.16, Mart 1964, s.7.

Bakmaklar, Dönem, S.2, Haziran 1964, s.6.

Tüfenk, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.10.

Kaçış, Dost, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.10.

Acının Omuzlanışı, Evrim, S.18, Haziran 1964, s.3.

Geceleyin Bir Korku, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.9.

Davun, Yapraklar, S.4, Kasım 1964, s.12-13.

Yıldızların Uzaklığına Övgü, Mülkiye, S.15, Şubat 1965, s.11.

Sabah Ayartması, DevinimLX, Nisan 1965, S.3, s.17.

Geceleyin Bir Koşu, de Yay., (2. bs., Oğlak Yay., İst, Mart 1994, 72 s.), Ank., Mart, 1966, 31 s.

İsmet Özel, bu ilk şiir kitabının yayımlanmasında göstermiş olduğu heyecanı şu şekilde dile getirmektedir: “Ben
ilk kitabımı 800 liraya bastırdım ama Kemal Özer daha öncesinde söz vermi
şti kitabımı basacağına. Çocukluk
demek ki, bekleyemedim birkaç ay.”
(Ags.)

Yine şair “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de konuyla ilgili olarak şunları kaleme almaktadır: “Partizanla
kendi
şiirimde yeni bir evrenin başladığına inandığım için önceden yazdıklarımı ‘Geceleyin Bir Koşu’ adlı ilk
kitabımda toplayıp yayınlıyorum. Kemal Özer, kitabımı U
ğrak yayınları arasında basacağını vaat ettiği halde
neden birkaç ay bekleyemedi
ğimi kim anlayabilirdi?” (s64)

Bu şiirler “Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli” ve “Yağmurun Kapıları Karanlık” adlı şiirlerdir.

İsmet Özel, daha sonra 1980 yılında Şiirler 1962-1974” (Yeryüzü Yay., 1.bs., İst., 1980, 144 s.) ve 40 yaşına
kadar yazdığı şiirlerinin toplu olarak yayımlandığı “Erbain” (Şule Yay., İst., 1987, 238 s.) adlı kitaplarında yer
verdiği bu iki şiiri, “Geceleyin Bir Koşu”ya almamasıyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: "Karoon'ıı
kitabıma almayı
şımın sebebi çok esoterik bulmamdır. O metinde dünyada hiçbir zaman başka insanları
ilgilendirmeyece
ğini varsaydığım şeylerin bulunduğunu düşünüyorum. Diğeri de çok açık bulduğum için. Birini
çok gizli buldu
ğum için birini de çok açık, “yani bu kadar da kör kör parmağım gözüne olur mu?” dediğim için
koymamı
şımdır. Ama namuslu olalım, ikisinde de kendi ölçülerime göre teknik zaaf olduğunu ve henüz son
a
şamaya varmamış olduklarını düşünüyordum. Bu benim kendime göre bir “oldu”ya da “olmadı” dediğim bir
durumla alakalı. “Bu henüz ham, bu olgunla
şmadı” dediğim bir durumla.” (Ags.)

Çağdaş Bir Ürperti, Şiir Sanatı, S.4, Şubat 1966, s.4-5.

Sevgilime Bir Kefen, Şiir Sanatı, S.15, Ocak 1967, s.13-14.

Evet, İsyan, Şiir Sanatı, S.16, Şubat 1967, s.28-29.

Kan Kalesi, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.28-30.

Bir Devrimcinin Armonikası, Papirüs, S.6, Kasım 1966, s.25-26.

Yaşamak Umrumdadır, Papirüs, S.19, Aralık 1967, s.34-35.

Sevgilim Hayat, Papirüs, S.24, Haziran 1968, s.40-41.

İnce Sızı, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 12-13.

Aynı Adam, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 14.

Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 15-17.

Yıkılma Sakın, Yeni Dergi, Y.5, S.57, Haziran 1969, s. 540-541.

Yaşatan, Yeni Dergi, S.60, Eylül 1969, s.16-18.

Kalk Düğüne Gidelim, Halkın Dostları, S.1, Mart 1970, s.4.

Evet, İsyan, de Yay., (2. bs., Oğlak Yay., İst., Temmuz 1996, 88 s.), İst., Kasım 1969, 44 s.

İsmet Özel, bireysel duyarlılıktan toplumsal olana yönelmesiyle birlikte yön değiştiren söz konusu bu “yıkıcılık”
üzerine şunları ifade etmektedir: “Psikanaliz yapacaksak eğer şunu göz önünde tutmak mümkün, ben çok
çelimsiz çocuktum. Gençli
ğim de öyle geçti yaşlılığımda da böyleyim. İnsanlar beni görünce çok şaşırıyorlar.
Çünkü çok cüsseli falan tahayyül ediyorlar. Yazdı
ğım yazılar ve şiirler dolayısıyla vurduğunu devirir yani. Hem
de böyle
şimdi konuştuğum gibi bu tonda falan konuşmaz diye düşünüyorlar. Belki bu bir telafi mekanizmasıdır.
Ben böyle bir insan olmak istedim mi, vuran deviren falan hayır. Ama hep bunun suiistimaline kar
şı bir şey
yapılmalıdır diye dü
şündüm hep. Mesela ben hiçbir zaman iyi futbol oynayamadım. Ama beni küçükken takıma
büyük çocukların aya
ğına iyi giriyor diye alırlardı. Çok küçük bir çocuktum. Diğer çocuklarda küçüktü ama
onlar girmezlerdi. Ben korkusuzca girerdim yaralanma pahasına. Ba
ş komiserin de oğlusun. Öyle kaçmak
maçmak da olmazdı. Tabi buna ya
şım ilerledikçe çok güzel ideolojik kılıflar bulabildim. Haklı taraftaydım,
dolayısıyla haksızlara
şiddet uygulamak kaçınılmazdı. Daha doğrusu o şiddete şiddet de denmezdi, şiddet karşıtı
bir
şiddet idi bu bir bakıma. Ama daha da korkunç olanı hayat karşısında tahripkâr bir eğilimim vardı. Şu
manada, bu istemedi
ğimiz şeyleri niçin bize güzel gösteriyorlar. Mesela diyelim ki kadınların tırnaklarını
boyamaları hiçbir zaman güzel görünmemi
ştir bana. Bunun güzel bir tarafını bulmadım. Bulana da
rastlamadım. Bunu belki bir saldırı olarak yapıyorlar. Buna benzer birçok
şey var hayatımızda. Mesela 15
ya
şından beri içimde bir tür mitralyöz kullanma duygusu vardı. Yani taramak. Neyi? Vitrinleri. Bunda acaba o
vitrinlerde sergilenen
şeylere ulaşamamanın sıkıntısı mı var? Bir sağcıya sorarsan evet. Ama bence böyle değil.
O düzenin ne kadar büyük bir baskı oldu
ğunu hatta baskıdan da öte insanları iğfal ettiğini birinin anlamsı ve
ona tepki göstermesi gerekti
ğini hep düşündüm 15 yaşımdan beri. Bu manada içimde hep bir yıkıcılık
vardı.”
(Ags.) İsmet Özel’in şiirlerinde söz konusu olan durumun görünüş şekliyle ilgili geniş bilgi için
çalışmamızın “Şiirlerin Tema, İçerik ve Yapı Bakımdan İncelenmesi” adlı bölümün “3.I.2.2. Bedenin
horlanması
şeklinde ortaya çıkan yıkıcılık/'kargaşa’ ve cinsellik” adlı alt başğa ve “3.1.4. Şahsî olandan
toplumsal olana yöneli
ş: Devrimci duyarlılık” adlı kısma bkz.

İsmet Özel’in söz konusu olan bu dönemiyle ilgili geniş bilgi için çalışmamızın “Hayatı” bölümündeki “1.1.4.
Tevarüs edilen tavır ve kadir
şinas itaatsizlik: ‘Müseccel komünist’/‘Siyasal’lı yıllar” adlı kısma bkz.

İsmet Özel, özellikle bu dönem kaleme alınan şiirlerinde çok ince bir çizgi halinde devam eden bu hususa şöyle
değinmektedir: "lenuı'in ‘bir çocukluk hastalığı’ dediği sol komünizm Türkiye’de aydınlar arasında yıldırım
hızıyla yayılmaya ba
şlamıştı. Ama henüz veba mahzenlerdeydi ve merdivenleri inerken ayağımıza bir fare
ölüsünün takıldı
ğı vaki değildi. Yaşayıp düşündüklerimin yazdıklarıma etkimesi, yazdıklarımın kendi zamanımın
rengiyle koyula
şması süreci hızlandı bu dönemde.” fWaldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.53)

Eser Gürson, “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.231.

İsmet Özel’in şiirlerinin farklı bakışlarla ele alındığı o dönemdeki eleştirel ve tanıtım yazıları için bkz:

Rahmi Akseki, Şiir Daha Uzak Mı?”, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.4.

Haluk Aker, “Çağdaş Bir Ürperti”, Soyut, S.11, Mart 1966, s.8.

Kanıpak, Şiir Yüklü Bulutlar”, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.39-41.

Apdulah Özkan, İsmet Özel”, Soyut, S.16, Ağustos 1966, s.11.

Apdulah Özkan, “Genç Kuşak Diye”, Soyut, S.25, Mayıs 1967, s.11-12.

Hüseyin Peker, “Geceleyin Bir Koşu”, Yordam, C.2, S.13, Kış 1967, s.58-59.

İzzet Göldeli, “Yanlış Bir İsmet Özel”, Yordam, C.3, S.18, Bahar 1968, s.36-39.

Arkadaş Özger, “Yanlış Bir İsmet Özel’e Cevap”, Yordam, C.3, S.19, Yaz 1968, s.65-66.

Adnan Onart, “Bir Şiiri Okumak”, Soyut, S.2(Yeni Dizi), Haziran 1968, s.17-19.

Erdal Ceyhan, “Bazı İmgeler”, Yordam, C.3, S.19, Yaz 1968, s. 30-35.

Üstün Akmen, “Bir Şiir İncelemesi”, Soyut, S.7, Kasım 1968, s. 15-16.

Ahmet İnam, “Üç Şiir Kitabı”, Soyut, S.21, Ocak 1970, s.12-14.

Talat Kırcan, “Evet İsyan”, Soyut, S.23, Mart 1970, s.20.

İsmet Özel’in edebî faaliyetlerinin bütününe ilişkin kaleme alınan yazılar kronolojik olarak, çalışmamızın “Bir
Bibliyografya Denemesi:
İsmet Özel Kaynakçası” adlı bölümünden de takip edilebilir.

İsmet Özel söz konusu olan bu tehlikeden nasıl kurtulduğunu şu şekilde izah etmektedir: “Uzun süre şiirdeki
politik anı
ştırmaları okuyucuyu ucuza kapatma gayretlerinin sonucu olarak gördüm ve kendi okurlarımın
yazdıklarımdaki insan problemi kar
şısında üst düzey bir zihnî çabaya meşgul kimseler olduklarını varsaydım.
Çünkü ben onlardan biriydim, yani ben de meselelerin neler oldu
ğunu tanıdıkça ilerleyebilen, bilebildiklerime
tutuna tutuna yürüyen ve her adımını
şiirin damgalamasını uman biriydim. Kafamda çakan imgelerin üzerinde
ya
şadığım toprakla, aralarında bulunduğum insanlarla olan ilgisinin aşkın bir dolayımdan geçilerek nasıl olsa
kurulaca
ğı hususunda sebepsiz bir güven taşıyordum. Bu güven aksi istikamette de yol alabileceğim düşüncesini
besledi içimde. Bu kez okurlarımın politik anı
ştırmaları yüzeydeki anlamlarıyla değil zenginleştirilmiş bir insanî
özün dinamosu yede
ğinde kabul edecekleri görüşüne yakınlık duymaya başladım. Böyle olsun istiyordum, zira
şiir uğruna giriştiğim çabalarla, dünyayı anlamlandırma (veya dünyada neler olup bittiğini anlama)
çabalarımın ortak do
ğruda birleşmesini istiyordum. Böyle bir doğrultu edinebilirsem hem kendi zihnimi
parçalanmaya varacak bir rahatsızlıktan kurtaracak hem de daha üretken bir sanatçı olmayı
ba
şaracaktım.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.53-54)

İsmet Özel, şiir ve ideolojinin bir arada bulunmasını ve kendi şiiri üzerinde de duran “politiko-sosyal” etiketi
“Partizan” şiiri dolayısıyla şu şekilde açıklamaktadır: “Hiçbir sanatçı kendisine gösterilen ilgiye duyarsız
kalamaz.
İşte, böylesi duyarlılıklar içinde 'Partizan' doğdu. Gerçekte, bu bir cüret göstergesiydi. Türk şiirinin
modernist e
ğilimlerinin imgesel yığını üzerine bir politiko-sosyal etiket kondurulmuştu. Ama acaba yapılan iş bu
kadarcık ve bundan ibaret miydi?
İtiraf etmeli ki kurduğum yapının mekanik bir tarafı, zorlama, yapıştırma bir
tarafı vardı.
Şiire özgü zihnî işleyiş biçimleri (yani söze birçok açıdan bakabilme imkânı), insanın toplum
içindeki yerini anlamak üzere kullanılan zihnî i
şleyiş biçimiyle temasa geçmeye kalkışınca bir zorlamanın hemen
bizi beklemesi kaçınılmazdı. Esasen benim göze aldı
ğımda bu zorlamayı aşabilmek ve mekanik yanyanalığı
organik duruma dönü
ştürmek çabası idi. İlk aşamada üstesinden gelmeyi düşündüğüm estetik bir mesele vardı
ve bu (diyelim ki) bakırla mermerin aynı heykelde nasıl kullanılabilece
ğiydi. Bu iş bakır bakırlığından, mermer
de mermerli
ğinden hangi ölçüde vazgeçebilirse o ölçüde başarılabilecekti.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.55)

İsmet Özel, askerlik döneminde yazmış olduğu şiirlerin başka başka illerde kaleme alındığını ifade etmektedir.
Şair, bu dönemde kaleme alınan ve daha sonra, Ataol Behramoğlu ile karşılıklı yazdıkları şiirle birlikte “Yıkılma
Sakınlar”
diye şöhret bulacak olan “Yıkılma Sakın” adlı şiiriyle ilgili şu hatırayı anlatmaktadır: "Şiirlerin hepsi
Mu
ş ’ta yazılmadı. "Sevgilim Hayat” mesela Sivas’ta yazıldı. “Yıkılma Sakın” Muş ’ta yazıldı. Onun hikâyesi de
vardır. O sırada Ataol, Trabzon’dan Malazgirt’e sürgün ve hapis gitmi
şti. Ve elden bana “Yıkılma Sakın” adlı
kendi
şiirini gönderdi. Yedek subay askerdi. Bir subaya karşı gelmekten hapsedilmişti. Muş ’a gelen Malazgirtli
Orhan adında bir çocuk, Ataol’un
şiirini getirdi bana. Ben de ona bir şiirle cevap vereyim edim. Ama nasıl
yapaca
ğım? Hem askerlik, hem şiir olmuyor? Hemen bir formül buldum. Diş çektirene üç gün istirahat
veriyorlardı. A
ğzımda da çürük diş kökleri vardı. Dişçiye çıktım, üç diş kökü aldırdım ve üç gün istirahat aldım.
Üç gün u
ğraştım, didindim, ama şiir bitmedi. Bitmeyince gene dişçiye çıktım, dedim ki “Şu dişleri çek.” Çürük
olan ama tedaviyle kurtarılabilecek olan iki di
şimi çektirdim. Dolayısıyla üç gün daha dinlenme imkânı doğdu ve
altı gün içinde
şiiri bitirdim.” (Ags.)

Yazdığı metinlerin nereye varacağı noktasında bilinçli olan şair, şiirini ideolojik söylemlere kurban etmemek için
ayrı bir çaba göstermektedir. İsmet Özel, “Evet, İsyan” kitabında bir araya gelen şiirlerini yazdığı dönemdeki bu
hassasiyetine şöyle işaret etmektedir: Şiirdi benim alanım. Bu demekti ki şiiri zaafa uğratmakla kendi alanımı
daraltır ve belki yok ederdim.
Şiirin güçten düşmesi demek, kendime duyduğum öz saygının azalması demekti.
Bu yüzden
şiirimin devrimci niteliğine ne kadar önem veriyorsam, devrimin şairi olmak gibi bir zaafın içine
şmemeye de o kadar özen gösteriyordum. Yazdıklarım, belli düşüncelerin desteğiyle ayakta duran metinler ise
onların okunmaya de
ğer metinler olma niteliği de tartışmalı hale düşerdi. Şiirlerimle yüz yüze gelenler dünya ile
olan ilgilerinde yeni bir açılımı, gerekirse bir rahatsızlı
ğı fark etmeliydiler. Bu yüzden genel kabul içinde şiire
yakı
şır sayılana değil, şiire girdiği zaman bir şeyleri kurcalar olana rağbet ediyordum.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s.56)

İsmet Özel’in “Şiir ve İdeoloji”den ne anladığı ve şiirin aslına ilişkin düşüncelerinin ne olduğu hususunda geniş
bilgi için çalışmamızın “1.2. Edebî Görüşleri” bahsindeki “1.2.1.5. Zavallı insanların özlemi: Şiir ve ideoloji”
ve “1.2.1.1. Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti” başlıklı kısımlara bkz.

İsmet Özel kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede, “Evet, İsyan” kitabında belirerek “Cinayetler Kitabı”nda
daha çok yoğunluk kazanan “ontik kaygı” ile ilgili sorumuza şöyle cevap vermiştir: “Evet. "Ontik kaygı” lafını
ba
şka bir yerde de zikretmişimdir herhalde. Hani Heidegger der ya "Modern felsefe varlık problemini unuttu”
diye. Bence "Evet
İsyan”da ciddi bir biçimde varlık problemine dönüş çağrısı vardır. Mesela, "Partizan” şiirini
şünelim. "Gırtlağımda bir harf büyüyor” diye başlar. Varoluşumuzun algılanabilir kısmı aynı zaman da baş
edilebilir kısmıdır. Ama "sarp bir güvercin dü
şüyor yüreğimizden”, güvercin niye sarp, neden yüreğimizden
şüyor ayrıca konuşulabilir ama varoluşumuzun bir tasarımı doğru yönelen kısmı tadılması gereken, tadıldığı
zaman ancak varlı
ğı anlaşılan bir alandır. Böyle bir tasarıma doğru kendini fırlatmanın varlık kazanma
endi
şesiyle olan bağı, ontolojik boyutudur bu kitabın. Aslında bunun insanlık tarihiyle de, Türkiye’nin tarihiyle
de yakından bir ba
ğı var. Çünkü mesela Nazım Hikmetin de Mehmet Akif’in de "Yeni Dünya” imajları, belirli
şartların içinde oluşmuş imajlardır. Halbuki İsmet Özel’in "Evet İsyan”ında varoluş problemini çözmeden
ula
şılamayacak bir projeksiyon var. Varoluş vuku bulduğu zaman istenilen bir rotaya oturulacak. Bir izah ile
dünyanın nasıl oldu
ğuna dair bir izah ile açıklanamayan ama o dünyayı oluşturmak ya da o dünyanın tayin
edici unsur haline gelmek suretiyle
şahit olacağın bir gelecek. Böyle bir durum, belki Türk şiirinde değil
yalnızca, Türk dü
şüncesinde de "Evet İsyan” dolayısıyla varlık kazanmıştır. Bu gözle okursanız "Sevgilime Bir
Kefen”de de böyle bir endi
şe vardır. Dediğim gibi, bir projeyi, proje olarak değil, o projenin gerçekleşmesini
sa
ğlayan insan haline gelerek gerçeklik alanına taşımak.” (Ags.)

Şairin şiirlerinden hareketle çözümlemeye çalışğımız bu konuyla ilgili geniş bilgi için çalışmamızın. 3. Bölümünde yer alan

“3.1.5. Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik olma”: Yalnızlık” ve “3.1.6. Arayışın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden

Doğuş’” başlıklı kısımlara bkz.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.63.

İsmet Özel, biyografisinden izlenebilecek temelli “değişim”i yaşamadan evvel şiirinin gelmiş olduğu noktayı şu
şekilde değerlendirmektedir: "Şiirler ortaya çıktıkça farkına vardığım husus kendi alanıma iyi intibak ettiğimdi.
Prokrustes’in yata
ğından kurtulmuş, kendi yatağıma kavuşmuştum. Artık şiirim için ne mermer ne de bakır
arama, bunları de
ğişime uğratmak için çaba harcamaya gerek yoktu. Çünkü kelimeler arasından bir uygun
kelime seçme gibi
şüpheli yolu geride bırakmış hangi kelime olursa olsun, onun aydınlandığı, bana aydınlık
getirdi
ği yola girmiş tim. Daha doğrusu ş iir benim için kazarsam çıkarabileceğim, arıtırsam
belirginle
ştireceğim, yoğurursam özü hissedilen kendime ilişkin bir nesneydi sanki. Böyle bir sonuca varmamda
etkili olan tek
şeyin inanç olduğunu biliyordum. Biliyordum ki başından beri şu veya bu çevreden, şu veya bu
sayıda insanın iyi ya da sevimli
şiiri yazmak mümkündü. Böyle bir yolu seçmek, geçerli olan ortalamayı fark
edip o normlara uygun olanı üretmekle sürdürülebilirdi. Ama hem ortalamanın de
ğişmesiyle hem de şairin
kendini dı
şarıdan izlemek zorunda kalışıyla batağa giden bir yoldu bu.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.
65)

Bu hususta geniş bilgi için bkz: “1.1.5. TİP’den Askerliğe: Herkesleş(me)me” ve “1.1.6. Kaybederken
kazanılan de
ğer: ‘Kendilik’/‘Biriciklik’ arayışı”

İsmet Özel, şiir dolayımıyla söz konusu ettiği bu duruma şöyle dikkat çekmektedir: "Başkalarını oyuna getirmek
suretiyle ba
şarılan, başkalarının oyuna geldiği varsayılarak kurulan her iş, özünde peşin bir çürüme
barındırıyordu. Bunu ben en iyi ve en kolay
şiir alanında anlamıştım. Şair olarak, istesem başkalarının zevk
düzeyini, bilinç düzeyini, bilgilenme imkânlarını veri kabul ederek bir
şeyler yazar ve / veya sözün akrobasisini
yapardım.
Şiirle uğraşan herkes bu mesleğin göz bağıcılığa ne kadar elverişli olduğunu bilir. Halis şiire varmak
istek ve iradesi
şaire kalmış bir şey.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 69)

Cinayetler Kitabı, Çıdam Yay., (2. bs., Oğlak Yay., İst., Temmuz 1984, 80 s.), İst., Mart 1975, 47 s.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 70.

Kötü Şiirler, Halkın Dostları, S.14, Mayıs 1971, s.5-6.

“Cinayetler Kitabı”na, Mart 1970 yılında Halkın Dostları dergisinin 2. sayısında yayımlanan bu şiirinin
"Ağlamadan / dillerim dolaşmadan / yumruğum çözülmeden gecenin karşısında / şafaktan utanmayıp
utandırmadan a
şkı / üzerime yüreğimden başka muska takmadan / konuşmak istiyorum.” mısralarını alan İsmet
Özel, kitabın Oğlak yayınları tarafından çıkarılan Temmuz 1996 yılındaki 2.baskısında şiirin tamamına “Ekler”
adı altındaki bölümde yer vermiştir.

Sevgilime İftira, Halkın Dostları, S.17, Ağustos 1971, s.4-5.

Kanla Kirlenmiş Evrak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.38-39.

Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.39-40.

Tahrik, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.41.

Propaganda, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.41-42.

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.41.

Esenlik Bildirisi, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.42.

Amentü, Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35.

Akla Karşı Tezler, Diriliş, S.4, Aralık 1974, s.78-79.

Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi, Diriliş, S.5, Ocak 1975, s.32-33.

İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır, Diriliş, S.6, Şubat 1975, s.73-74.

Şair “Sevgilime İftira” şiiriyle birlikte bu şiirine de “Cinayetler Kitabı”nın Oğlak yayınlarlından çıkan 2.
baskısında “Ekler” adı altındaki bölümde yer vermiştir.

İsmet Özel, bu geçiş sürecinde şiirlerle verilen işaretlere “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde
şöyle dikkat çekmektedir: “Eğer şiir anlatılmayan bir şeyin anlaşılır anlaşılır kılınmasında bir görev
üstlenmi
şse, Kötü Şiirler’den başlayarak yazdıklarım tarih sırasıyla, yani Sevgilime İftira (hayata iftira demektir
bu), Kanla Kirlenmi
ş Evrak, Karlı Bir Gece Vakti, Propaganda, Tahrik, Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Esenlik
Bildirisi, Amentü sırası gözetilerek okunursa ya
şadığım geçiş sürecinin işaretleri fark edilebilir. Gerçi bu
i
şaretler çok gerilere uzanarak da bulunmaz değil ancak arayışımın en belirgin dönemi bu şiirleri yazdığım
günlere denk dü
şmektedir.” (Age., s93)

Şiirler 1962-1974, Yeryüzü Yay., 1.bs., İst., 1980, 138 s.

Şiir Okuma Kılavuzu, Yeryüzü Yay., (3.bs., Çıdam Yay., İst., Mart 1991, 158 s.; Sonraki bs., Şûle Yay., İst.,
2000, 89 s.), 1.bs., İst., Ocak 1980, 82 s.

İsmet Özel, şiir üzerine yazdığı yazılarını, “Şiir Okuma Kılavuzu”nun değişik baskılarında bir takım tasniflere tabi
tutmuştur. Söz konusu olan bu durum çalışmamızın “Edebî Görüşler” başlıklı bölümünün “1.2.1. Poetik
Yolculuk:
Şiir Okuma Kılavuzu” kısmından ve “Tablo 1: Poetik metinlerin ‘Şiir Okuma Kılavuzu’ndaki
yolculu
ğu” adlı tablodan takip edilebilir.

Üç Frenk Havası, Sanat Olayı, S.3, Mart 1981, s.46-47.

Jazz, Sanat Olayı, S.5, Mayıs 1981, s.36.

Mataramda Tuzlu Su, Sanat Olayı, S.9, Eylül 1981, s.43.

Ataol Behramoğlu, “İsmet Özel Üzerine”, Militan, S.11, Kasım 1975, s.34.

Behramoğlu, İsmet Özel’in müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra şairliğinin nasıl devam edebileceği
hususundaki öngörülerini şöyle belirtmektedir: “İdealist dünya görüşünden kaynaklanan bir şiir yazmasına
olanak vermeyecek ölçüde güçlü bir
şiir ve toplumcu bilinç geçmişi olduğunu gerek şiirleri, gerek kişiliği
konusundaki gözlemlerimle biliyorum. Kaldı ki ya
şadığımız çağda ve yaşadığımız Türkiye’de böyle bir dünya
görü
şünün büyük şiire kaynak olabileceğine inanmıyorum. Biçim konusunda edinmiş olduğu ustalıklar ona belki
bir süre daha ilginç görünümlü
şiirler yazdıracak. Fakat bu ustalıklar özde gelip saplandığı açmazın şiirini
gittikçe çöküntüye u
ğratmasına engel olamayacaktır. Kişisel bunalımların ve tutkuların onu daha sakat ve kişi
olarak da yok edici bir siyasal angajman çizgisine sürüklememesini dilerim.”
(Agy., s.34)

İsmet Özel’in biyografisinden takip edildiğinde daha net olarak anlaşılabilecek bu husus için çalışmamızın
“Hayatı” bölümünde dikkate sunmaya çalışğımız ve “1.1.7. Ontolojik kaygı: ‘Yeniden doğuş’” adlı kısma
bkz.

Dişlerimiz Arasındaki Ceset, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım 1982, s.6.

Şiir Kitabı, Adam Yay., 1. bs., İst., Haziran 1982, 137 s.

İsmet Özel’in adı geçen bu kitabına, o zamana kadar tüm yazdıklarını dâhil ederken 2. şiir kitabı “Evet, İsyan”ı
almamış olması, Mehmet H. Doğan tarafından şu şekilde değerlendirilerek eleştirilmiştir: “1982 de Adam
Yayınları arasından çıkan
Şiir Kitabı’na ilk şiir kitabı Geceleyin Bir Koşu’yu alırken Evet İsyan adlı 1969 yılında
yayımlanan
şiir kitabını almamıştır. Özel, düşünsel, sanatçı gelişim sürecinde bir kesinti, bir yön değiştirme
olmadı
ğını söylerken, Şubat 1965’le Haziran 1969 tarihleri arasında yazdığı şiirleri reddetmektedir. Çünkü
İslam’da parti yoktur, dolayısıyla Partizan da olamaz. Halk yoktur, cemaat vardır. Ve '(löderım / ne güzeldir
cemaate bakınca’ gibi dizeler söylemenin olana
ğı da yoktur.” (“Evet İsyan’dan Sünnî Şaire”, Adam Sanat, S.

57, Ağustos 1990, s.26)

Fakat Doğan’a itiraz o dönemde Adam Yayınları’nın ve Adam Sanat dergisinin genel yayın yönetmeni olan
Mehmet Fuat’tan gelmiş ve bu durum “Bir Açıklama” olarak söz konusu olan yazının hemen bitiminde aynı
dergide yayımlanmıştır. Mehmet Fuat’ın açıklaması şöyledir: “Mehmet H. Doğan’ın yazısını yayımlarken İsmet
Özel’in açıklamak istemeyebilece
ği bir durumu benim açıklamam gerektiği kanısındayım. Şairin Adam
Yayınlarından çıkan
Şiir Kitabı’nda daha önce basılmış olan üç kitabı yer almıştır: Şiir Okuma Kılavuzu;
Geceleyin Bir Ko
şu; Cinayetler Kitabı. Bunların arasında Evet, İsyan da olacaktı. Başlangıçta öyle
şünmüştük. Ama 1982 yılının ağır siyasal havasında birkaç şiirin sakıncalı görünebileceği kanısına vardık.
Onları çıkarmayı önerdim.
Şair Evet, İsyan’da bir ayıklama yapmanın okurları yanıltabileceği, bazı şiirlerini
redde'Uı
ğir izlenimini doğurabileceği kaygısıyla bu kitabını bütünüyle derleme dışı bırakmayı yeğledi.” “Bir
Açıklama”, Adam Sanat, S.57, Ağustos, s.26)

Bu şiirlerden biri, kitaba da adını veren “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar”,
diğeri de “Ils Sont Eux” adındaki şiirdir.

Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar, İmge Yay., (2. bs. Oğlak Yay.,
İst., Temmuz 1994, 50 s.), İst., 1984, 31 s.

II. Yeni Şiiri’nin modern Türk şiiri içerisindeki yeri ve bu şiirin gelenekle olan bağının hangi bağlamda ilerlemiş
olduğuna dair geniş bilgi için bkz: Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, agorakitaplığı, İst.,
Kasım 2004, 538 s. / Cevat Akkanat, Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002, 362 s.

İsmet Özel, henüz 1966 yılının başlarındayken Ataol Behramoğlu’na göndermiş olduğu mektubunda kendi
şiiriyle yapmak istediği açılımı, Behramoğlu’nun şiirinden hareketle, şu şekilde işaret etmektedir: "Türkiye'nin
devrim sancıları çeken
şu döneminde, zaten köksüz değil ama kökünden habersiz (üstelik durgun ve giderek
yozla
şma tehlikesiyle karşı karşıya) olan edebiyatımızın, daha doğrusu şiirimizin önemli kişileri olmak
zorundayız. (...) Yani kararlı planlı, bile bile bir
şiir kurmak; bunu kendimizin bir sonucu kılmak zorundayız. Bu
toplumun bizden istedi
ği biraz da budur. (...) Benimse çağştırmak istediğim başka dünyalar özlemidir.
Metafizik olarak de
ğil ama insanı başka yere (neresi olursa olsun değil) çağırmak. Burada, olduğu yerde
durmamasını ö
ğütlemek istiyorum. Çıkışım bu. Bütün sanat kollarının yönelmesini beklediğim nokta da bu.
Kısaca böyle bir duygu kapmadı
ğım yapıta ısınamıyorum bir türlü. Turgut Uyar’ın o şiiri sevmesini de şiiri
kendine yakın bulmasına ba
ğlıyorum. O da sıkıntısını anlatan ama yalnızca anlatan bir edilgin ozan. O. Veli
etkin. Nazım etkin. Mevlana etkin. Hatta Ece Ayhan kelimenin (yer yer çarpık ve rastlantısal) a
ğırlığını öylesine
koyuyor ki
şiire, ona da etkin bir ozan diyebilirim.” (Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na 1. Mektup”, Oğlak Yay., 1. bs., İst, Nisan 1995, s.27-28)

Of Not Being A Jew’dan, Adam Sanat, S.12, Kasım 1986, s.12-13.

Erbain, Şûle Yay., 1. bs., İst., 1987, 238 s.

Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar, Dergâh, C.II, S.23, Ocak 1992, s.3.

İsmet Özel’in şiiriyle ilgili bu dönemde, özellikle diğer şairler tarafından söylenenler için bkz: İmzasız, “Hoş
geldin
İsmet Özel”, Tempo, S.2, 12-18 Ocak 1992, s.62; İmzasız, İsmet Özel, Bir Yıllık Bir Aradan Sonra,
Yine Dergâh Dergisinde Bir
Şiir Daha Yayımladı: Of Not Being A Jew”, Nokta, 24-30 Ocak 1993.

Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993, s.3-7.

Münacat, Dergâh, C.V, S.53, Temmuz 1993, s.3-4.

İki Kanat, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.

Demangeaisum, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.

Naat, Dergâh, C.V, S.55, Eylül 1994, s.3-4.

Sebeb-i Telif,Dergâh, S.57, Kasım 1994, s.3.

Dibace, Dergâh, C.IX, S.104, Ekim 1998, s.1.

Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.

İsmet Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide “Bir Yusuf Masalı”nı yazmaya 1967 yılında karar verdiğini
ifade etmekte ve metnin ortaya çıkmasını şu şekilde anlatmaktadır: “1967 yılında yazmaya karar verdim “Bir
Yusuf Masalı”nı. Bu fikrimi Edip Cansever’e söyledi
ğim zaman o burun kıvırdı bana. Fakat metnin doğmasında
iki insanın çok büyük katkısı var. Bunlardan biri Bilge Karasu di
ğeri Bülent Oran. Bilge Karasu’ya bir masal
yazmak istedi
ğimi söylediğim zaman onun tepkisi şu oldu. “Demek ki başka bir alanda yürümeyi öğreneceksin.”
Bu büyük bir katkı oldu benim için. Bülent Oran’ın katkısı da
şu oldu. Yıllar geçmişti aradan o zaman. Bülent
Oran’ı ben 1989da falan tanıdım. O, benim bu metni elden çıkarmakta, daha do
ğrusu doğurmakta
zorlandı
ğımı hissettiği için dedi ki “Bir kere bu masalı en aptal, en beceriksiz, en zevksiz adam nasıl yazarsa
öyle yaz” dedi. Çünkü “
şurası böyle olmaz burası şöyle olmaz” dediğim için yazamıyorum. O, “Aman canım
böyle de yazılır mı? denecek
şekilde yaz ondan sonra üzerinde çalışırsın” dedi. Bu da Bilge Karasu’nun
katkısından sonra ikinci önemli bir katkı oldu benim için.”
(Ags.)

Şair, “müsvedde” olarak kabul ettiği “Bir Yusuf Masalı”nın 7 bölümüyle ilgili yapmak istediği değişikliği şöyle
anlatmaktadır: “Orada çok barizdir. “Münacat”, “Naat” ve “Sebeb-i Telif” kısımlarının işlenmişliği ile diğer
metnin i
şlenmişliği arasında bir fark vardır. Yani bence vardır. Bunu düzeltmeyi düşünüyorum elbette. Yalnız
şuna karar verdim. Hiçbir mısra çıkarmadan yapacağım bunu. İnsanlara şunu göstermek istiyorum. “Bu zaten
yazılacaktı. Ama hepsi bundan ibaret de
ğildi” bunu göstermek istiyorum. Bu metin kalacak, altında üstünde
ba
şka metinler yer alacak. Tabi, yeni mısralar ekleneceği için yeni bir metin çıkacak ortaya. Belki yeni şiirler de
olacak arada.”
(Ags.)

Şule Yayınları tarafından organize edilen bu kitap tanıtım programı, 28 Aralık 1999 akşamı gerçekleştirilmiştir.

Dikkate sunmaya çalışğımız bu tespit, “Bir Yusuf Masalı” yayımlandıktan bir süre sonra bazı yazarların da
dikkatini çekmiştir. Bu yazarlardan biri olan Nilüfer Kuyaş’, bizim “sahicilik” dediğimiz arayışa şöyle işaret
etmektedir: “Burada asıl önemli olan şey, İsmet Özel’in insanı kendisi olmaktan engelleyen unsurların, o donuk
“kubbenin” her yerde olabilece
ği görüşünü savunma cesaretini göstermesi. İnsan Allah’a teslim oldu ve
müslüman ümmetine girdi diye böyle bir sonuç garantilenmi
ş olmuyor. İnsan pek ala o kubbede de düş
kırıklı
ğına uğrayabilir. Bence İsmet Özel Bir Yusuf Masalında bir cemaatin ya da ümmetin bağrında aradığı
güzelli
ği bulamadığının, aynı hatta belki daha beter sıradanlıklarla boğuştuğunun gecikmiş haberini vermektedir
bize.
İnançlı olsun ya da olmasın mesaj herkesedir.” (“İsmet Özel’in İtirafı”, E Dergisi, Mart, S.12, s.42-43)

“Bir Yusuf Masalı”nın yayımlanmasının hemen ardından farklı görüşler ileri sürülmüş, Özel’in şiirinde bir
gerilemenin ya da yeni bir açılımın varlığından söz edilmiştir. Enis Batur gibi bir takım şairler Özel’in son
kitabıyla “mehter adım” gittiğini ileri sürerken İlhan Berk gibi kimi şairler de “Hep şaşırttı beni İsmet Özel’in
şiiri. Hiç yanıltmadı. Bir Yusuf Masalı da öyle” diyerek görüşlerini ifade etmişlerdir. Bu hususta şairlerin
görüşleri için bkz.: “Fadime Özkan, “Bir Yusuf Masalı’nın Seslendirdikleri”, Yeni Şafak, 15 Şubat 2000.

Geniş bilgi için bkz.: Bilge Seyitoğlu, Erzurum Halk Masalları Üzerinde Araştırmalar (Metinler ve
Açıklamalar),
Atatürk Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 409, Erzurum 1975, 451 s.

Geniş bilgi için bkz.: Ali Berat Alptekin, “Halk Hikayelerinin Motif Yapısı”, Akçağ Yay., Ankara, 1997, s.
275-277.

İsmet Özel bir Yusuf Masalı’nı yazma fikrinin nasıl ortaya çıktığını, kendisiyle yapılan bir söyleşide şu şekilde
ifade etmektedir: “Bir kere bu, Yeni Türk şiirinde yapılmamış bir şeydi. Benim gençliğimde de denenmemiş bir
şeydi. İlk adımı atan olmak, gençliğimde hoşuma gitmişti. Ama onun dışında masalların bütün dinleyenlere
verecek bir
şeyi olduğunu da hesaba katarak, günlük konuşmamızda güvenilmez, gerçek dışı çağşım yapan
masalın tam tersine, çok önemli göndermeler barındıran bir yapı oldu
ğunu göz önüne aldım. Ama daha da
önemlisi, bu benim annem tarafından bana anlatılmı
ş bir masal. Çocukluğumda, her tablosu beni çok etkilemiş
bir masal.
Şunu itiraf edeyim ki; zihnimdeki bu masalla ilgili zenginliğin çok azı metinde var. Yani bence masal,
benim dünyamda metne döktü
ğümden çok daha boyutlu bir yere sahip. Ben metni kaleme alırken masalı; bu
şüphesiz ki aynı zamanda bir şiir, tam olarak verip vermediğim endişesini taşıdım. Ve metni olumlu karşılayan
insanlara ilk sordu
ğum sorularından birisi bu. "Masal ortaya çıkıyor mu, masal beliriyor mu?" diye soruyorum
ve bu konuda olumlu cevaplar da aldım.”
(Fadime Özkan, “Üç Cin Bir Şair”, Yeni Şafak, 21 Şubat 2000)

“Bir Yusuf Masalı” kitabıyla aralanan anlam dünyasının Özel’in şiir evreninde karşılık geldiği çözümlemeler için bkz. “3.1.5.2.

Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık”, “3.1.6.2. Yeniden doğan insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı”

ve “3.1.7. Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi” adlı kısımlar.

Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara, Kısa Çakı, Paslı Pantolon, Gözde Yarısı Kalmış
Kabuk, Dergâh, C.IX, S.107, Ocak 1999, s.1.

Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare, Gerçek Hayat, 2001- 24(34), 15 Haziran, s.20.

Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar, Dergâh, C.II, S.23, Ocak 1992, s.3.

Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993, s.3-7.

İki Kanat, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.

Demangeaisum, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.

Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı, Çatlıycak Kadar Aşkî, Adam Yay., 1.bs., İst., Ekim 2003, s.

17-19.,

Çatlıycak Kadar Aşkî, Adam Yay., 1.bs., İst., Ekim 2003, 96 s.

İsmet Özel’in şiir kitaplarının dışında yayımladığı birer “Toplu Şiirler’ olarak kabul edebileceğimiz kitaplarının
içeriğini, “Şiirlerinin Kronolojik Listesi” adlı kısımda bulunan “Tablo 3: Şiirlerinin “Toplu Olarak”
Yayımlandıkları Kitaplara Göre Da
ğılımı”ndan da takip etmek mümkündür.

İsmet Özel’in “4 Ağustos 2003” tarihli Milli Gazete’deki yazısından. (Y.31, S.11147)

Söz konusu olan bu izler, çalışmamızın İsmet Özel’in biyografisinden hareketle dikkatlere sunmaya çalışğımız
“Hayatı” adlı bölümündeki alt başlıklarla birlikte okunulduğunda daha net ortaya çıkmaktadır. Şairin Ağustos
2003 yılındaki durumuyla ilgili olarak bkz.: “1.1.8. Ve bitmeyen yolculuk...”

Şule Yayınları tarafından organize edilen bu kitap tanıtım programı, 31 Aralık 2005 akşamı gerçekleştirilmiştir.
İsmet Özel, 2005 yılının Aralık ayında yayımladığı “Of Not Being A Jew” (Şule Yay., 1.bs., Aralık 2005, 150
s.) adlı şiir kitabının son şiir kitabı olduğunu, “Of Not Being A Jew” çıktıktan sonra kendisiyle yapılan
söyleşilerde ifade etmektedir. Bu söyleşiler için bkz: Murat Menteş, “‘Son’ Kitabımı Yazdım Gayet
Müsterihim”,
Gerçek Hayat, Y.7, S.2006-1 (272), 6 Ocak 2006, s. 20-21, 36-37; Kürşat Oğuz, “Hayatımı
Verdim
Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18; Sefa Kaplan, “Koynunun Boş Veya
Dolu Olması Hayatımızın Çerçevesidir”,
Hürriyet Pazar, Y.57, S.20821, 29 Ocak 2006, s.7; Rita Ender,
İsmet Özel İle Son Şiir Kitabı Üzerine: Of Not Being A Jew”, Şalom Gazetesi, 15 Mart 2006; Mehmet Erte,
Şiirin Özgürlüğe İhtiyacı Yok, Özgürlüğün Şiire İhtiyacı Var”, yasakmeyve, Y.4, S.19, Mart-Nisan 2006,
s.8-20.

Of Not Being A Jew, Şule Yay., 1.bs., Aralık 2005, 150 s.

Kaçmak İsterken Vuruldu, ismetozel.org., 18 Temmuz 2004.

MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim, ismetozel.org., 8 Eylül 2004.

Savaş Bitti, merdivenşiir, S.2, Mart-Nisan 2005, s.5-25.

Kızkulesi Beyaz İken, merdivenşiir, S.3, Mayıs-Haziran 2005, s. 4-5.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1, 2, 3, 4, 5, merdivenşiir, S.4, Temmuz- Ağustos 2005, s.
4-13.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 16, 17, merdivenşiir, S.5, Eylül-Ekim 2005, s. 4-7.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6, 7, 8, 9, 10, merdivenşiir, S.6, Kasım-Aralık 2005, s. 4-
15.

İsmet Özel bu son kitabına, ismi olup da cismi olmayan yazmayı tasarladığı 6 şiirinin ismini boş birer sayfa
olarak koymuş ve bu şiirlerin yazıldıkça yine “Of Not Being A Jew” kitabına dâhil edileceğini ifade etmiştir.
Fakat şair, “Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi” (merdivenşiir, S.8, Nisan-Mayıs, s.7) ve “Hışt
Baksana” (merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5) adlarını taşıyan ve “Of Not Being A Jew” kitabında boş
sayfalarla belirtilen şiirlerin içerisinde olmayan yeni şiirler yayımlamıştır. Bunların da son kitabına dâhil olacağını
belirten İsmet Özel kendisiyle yaptığımız söyleşi de konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Şiir
yazmayaca
ğım dememiştim, şiir kitabı yayımlamayacağım demiştim. Bu şiir de “Of Not Being A Jew” kitabına
girecek. Orada ismi olmasa da. Buna hakkım yok mu benim? Daha ba
şka şiirler de olacak ama hepsi bu son
kitabımda toplanacak.”
(Ags.)

Yine bu hususla ilgili olarak şairle yapılmış olan şu söyleşiye de bakılabilir: Mehmet Erte, "Son Kitabımda Adını
Duyurduğum Şiirleri Terk Etmek İstiyorum", Kitap-lık, S. 94, Mayıs 2006, s.34-44.

Şair kendisiyle yaptığımız görüşmede bu duruma “Aynı Adam” adlı şiirinin uymadığını söyler ve bu şiirin adının
şiir yazıldıktan sonra konduğunu belirtir. Fakat özellikle son şiir kitabındaki adı olup da kendi olmayan şiirler için
Özel, “Ben, mesela Amentü’ şiirini Allah bana ihtida nasip etmeden önce düşündüm ve adını koydum.
Dolayısıyla bunu ben zaten yapıyordum, ama insanlar bunu bilmiyorlardı,
şimdi biliyorlar” demektedir. (Ags.)
İsmet Özel yine, şiir yazma sürecini şöyle belirtmektedir: Şiiri, ben gençliğimden beri ilk önce kafamda
yazarım. Ço
ğu zaman ilk önce ismi konur. Kafamda mısradan önce şiirin biçim kazanmamış bir ruhu doğar.
Ondan sonra bazı mısralar parlar zihnimde. Bunları not ederim. Gençli
ğimde hep böyleydi. Günün herhangi
bir saati hiç fark etmez. Onları not ederim. Onlar kocaman müsvedde tomarları olurlar. Çünkü kocaman
ğıtta 3 kelime vardır mesela. Ondan sonra otururum ben adam gibi şiirimi yazarım. O bir seferde bitmez.
Neler gelir ba
şına. Bu anlamda bir işçilik şüphesiz yapıyorum. Ama böyle olmayan şiirlerim de var. Mesela en
son yazdıklarımdan “Kızkulesi Beyaz
İken” böyle hemencecik oturup baştan sona yazdım. Gerçekten de
vapurda Üsküdar’dan Eminönü’ne geçerken kafama takıldı. Çünkü yıllarca ben bu yerden geçmi
şim ve kule
beyazdı. Ama artık de
ğil.” (Ags.)

İsmet Özel bu tutumunu, Walt Whitman’ın “Leaves Of Grass / Çimen Yaprakları” adlı kitabını örnekleyerek
ifade etmekte ve şunları belirtmektedir: “Ben 62 yaşındayım, “Of Not Being A Jew”in son kitabım olmasından
normal ne var yani. Walt Whitman’ın kaç kitabı var? Bir: “Leaves Of Grass” Onun ilk baskısı var bende,
incecik bir kitap. Ama
şimdi bir “Leaves Of Grass” alırsın görürsün ki gayet hacimli bir kitaptır.” (Murat
Menteş, “‘Son’ Kitabımı Yazdım Gayet Müsterihim”, Gerçek Hayat, Y.7, S.2006-1 (272), 6 Ocak 2006, s.
20-21)

Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı, ÇatlıycakKadar Aşkî, Adam Yay., 1.bs., İst., Ekim 2003, s.17.
Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi, merdivenşiir, S.8, Nisan-Mayıs 2006, s.7.

Hişt, Baksana, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5

Şairin diğer şiirlerindeki dize sayılarını karşılaştırmak için bkz: “Tablo 4: Tüm Şiirlerdeki Bent Kuruluşu,
Dize ve Bölüm Sayısı”

İsmet Özel, son dönemde yazdığı uzun şiirleriyle ve bu şiirlerin “yaş” ile olan ilgisine şöyle işaret etmektedir:
"Şiirin aslında kısa olması bir şekilde zarurettir. Bu da insanın doğrudan doğruya yaratıcı gücüyle alakalı bir
durum. Yaratıcı gücünüz zayıfladıkça
şiirler uzar. Bu da benim yaşımla alakalı bir şey. Ama burada bir şeyi
ayırmak lazım. Yaratıcı güçle hüner arasında bir ayrım vardır. John Byras adında bir kadın
şair var. O belli
ya
ştan sonra şan dersi aldı. Belli bir dönemden sonra insan, müzik bilerek değil müzik severek yapar bu işi.
Ama bir süre sonra onu ö
ğrenilen bir şeyle, teknikle desteklemek gerekir. Bunu başka yerlerde de söyledim.
Gençli
ğim boyunca her şiirimi bu benim son şiirim diyerek yazdım. Çok dikkat etmek zorundaydım. Ne fazla ne
eksik olmalıydı
şiirlerim. (Ags.)

“Yaş ve Şiir Üstüne” Konulu Açıkoturum, Yöneten: Tomris Uyar, Katılanlar: Cemal Süreya (Berfe), Edip
Cansever, Turgut Uyar, Varlık, S.906, Mart 1983, s.13-25.

Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, çev: K. Atakay, Can Yay., İst., 1996, 167 s.

Umberto Eco, adı geçen kitabında bir metnin iki tür okuyucuya hitap ettiğini ifade etmekte ve bunlardan
birincisinin, herhangi bir anlatının nasıl sona ereceğini sadece merak eden “birinci düzey bir örnek okur”
olduğunu kaydetmektedir. Bu gruba giren okuyucu için söz konusu olan metni "bir kez okumakyeterlidir” diyen
Eco, ikinci okur türünü de “ikinci düzey örnek okur” şeklinde adlandırmaktadır. Bu okuyucunun en önemli
özelliği ise, metnin anlamını tamamlamak için metne dâhil olması ve bunun için metni tekrar tekrar okuma ihtiyacı
hissetmesidir. (Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, s.35-58)

Akşit Göktürk, Okuma Uğraşı, İnkılâp Kitapevi, İst., 1988, 152 s.

Murat Belge, 12 Mart (1970) dönemimin anlatı metinlerine nasıl yansıdığını incelediği yazısında İsmet Özel’in,
yaşanılan olaylara nasıl “iç’ten/iç’erden” baktığını şairin “Kanla Kirlenmiş Evrak” şiirinden hareketle şu şekilde
ifade etmektedir: Şaşırtıcı gelebilir ama ‘içerde’ olmanın örneğini İsmet Özel’den vereceğim. İsmet Özel’in
Marksizm’i bırakıp ‘Müslüman olmaya’ karar vermeden önce yazdı
ğı bir şiirde şunları söylüyordu: (Belge
burada,
İsmet Özel’in Kanla Kirlenmiş Evrak’ adlı şiirinin ilk bölümünü alıntılar. -İ. Tüzer- ) Öteki
‘içerdkkdler’, cebindeki adreslerden umut kalmamanın anlamını çok iyi bilirler. Çapa yapan adamların
geçmi
şlerini niçin aşağıladığını da sonradan çok kişi anladı. Şiirin sonu şöyle geliyor: Ve şimdi birçok sayfasını
atlayarak bitirdi
ğim kitabın / başından başlayabilirim.’ 12 Mart yaşantısı için söylenebilecek en büyük
do
ğrulardan biri bu olsa gerek. İşte, yaşantıyı içerden' yaşamak derken böyle bir şeyi anlatmak istiyorum.
Bunları yazabilen
İsmet Özel’in şimdi bambaşka yerlerde olması talihin bir cilvesi tabiî. Ama bu durum dahi,
onun sorunu o vakitler ne kadar içerden ya
şadığının bir kanıtı aslında. Bu olayı böylesine kanıyla canıyla
ya
şadığı için, seçimi de böyle oldu İsmet Özel’in. Onun geçtiği süreci anlamak da bir bakıma 12 Mart
ya
şantısını epey zengin bir kaynaktan okumak demektir.” (“12 Mart Romanlarına Genel Bir Bakış”, Birikim,
S.12, Şubat 1976, s.10)

İsmet Özel’in ilk şiir kitabı Geceleyin Bir Koşu’daki bu içeriğe dikkat çeken incelemelere örnek olarak şu
çalışmalar gösterilebilir:

Eser Gürson, “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.229-232.

Hüseyin Peker, “Geceleyin Bir Koşu”, Yordam, C.2, S.13, Kış 1967, s.58-59.

Oğuz Demiralp, “Babasına Yenilen Savaşçının Öyküsü”, Oluşum, S.46-47, Ağustos-Eylül 1982, s.31-33.
Murat Menteş, İsmet Özel İle Geceleyin Bir Koşu”, Dergâh, C.VI, S.72, Şubat 1996, s.3-5.

Celâl Fedai, İsmet Özel’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, Dokuz Eylül Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman:
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Tuncer, İzmir, 1998, 377 s.

Bu hususla ilgili olarak çalışmamızın “Hayatı” bölümünde dikkat çekmeye çalışğımız “1.1.2. Gölgelenen /
Aydınlanan yıllar: Çocuklu
ğu ve ilk-orta öğrenimi” başlıklı kısma bkz.

Yelken, C.VII, S.71, Ocak 1963, s.26.

“Yazdığım her dizenin kendimce bir hikâyesi var” diyen şair, ilk şiirinin ilk mısrasıyla ilgili olan hikâyeyi
“Waldo Sen Neden Burada Değilsin” adlı kitabında dikkatlere sunmuştur. Özel’in şiirinin oluşum sürecini dair
ipuçları vermesi bakımından önemli olan bu “karşılaşmayı” buraya alıntılıyoruz: “Ankara’nın bir ilçesinde,
gösteri
şsiz bir parkta birkaç kişi oturuyoruz. Hemen yanımızda bir mezarlık var. Anadolu’nun birçok yerinde
oldu
ğu gibi ağaçlık olduğu için, anlaşılan mezarlığın bir kısmını park yapmışlar. Nedendir, bilmem ama
çocuklu
ğumdan beri mezarlıklar bana ürküntü verem mekânlar olmamışlardır, hele taşra kentlerinin her zaman
manzarayı tamamlayan ve hatta çevreye uyumuyla insana bir sükûnet veren mezarlıkları. Önümüzde, a
şağıda
bir vadi boyunca kavaklar, meyve a
ğaçları uzanıyor. Kasabanın öte yakasında sarp kayalıkların altından akan
dereye varmak için bu
ğday tarlalarını geçmek gerekiyor. Ne bulunduğum yerin ne de bulunduğum zamanın
ola
ğanüstü bir tarafı yok. Sıradan bir yaz günündeyiz diyelim. Neyin olağan, neyin olağanüstü olduğu; hayatın
tekdüze olup olmadı
ğı insanın neye nereden baktığıyla alakalı değil mi? Şiir de olağan akış dediğimiz ortam
içinden bize bakılmaya de
ğer, görülmeye değer olanı çekip çıkardığı için şiir olmuyor mu? Nitekim ilk dizenin
do
ğuşu da böyle: Olağan bir tavırla cebimden pipomu çıkarıp doldurmaya başlıyorum. (...) Karşımda elinde
ba
ğlamasıyla oturan, sigara içen 12-13 yaşlarındaki çocuk soruyor: ‘Dolu mu içiyorsun, abi?’ Ben bu soruyu
anlamıyorum, bu bacaksızın pipoyu doldurarak mı içti
ğimi merak ettiğini sanıyorum. Cevabım evet. İnsan
olarak budalalıklarımızın hepsi de
ğilse bile çoğu karşımızdakini budala sanmaktan doğar. Pipomu yaktıktan
sonra budalalı
ğım kafama dank etti. Çocuk pipomu doldurup doldurmadığımı değil, içtiğim şeyin esrar (veya
bir ba
şka uyuşturucu) olup olmadığını sormuş ve ben de soruyu anlamadığım için ona evet demiştim. Şu anda
onun gözünde esrar içen biriydim. Yüzümü mezarlı
ğa çevirdim. Bütün varlığım sosyal, kültürel, ahlaki, fizik
yo
ğunluğuyla         ş a   taş ma    basıncı     altındaydı.     Mısra     zihnimde     parladı:     ‘Ölüler                             beni    serinliğe

yakıştıramaz.’” (Age., s.27-28)

İsmet Özel, daha sonradan şiirlerini bir araya getirdiği “Erbain” kitabına, “Geceleyin Bir Koşu”nun başına
koyduğu bu iki mısraı koymamıştır.

Seni Olan Yenilgi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.4.

Tüfenk, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.10.

Geceleyin Bir Koşu, Dönem, S.16, Mart 1964, s.7.

Acının Omuzlanışı, Evrim, S.18, Haziran 1964, s.3.

Geceleyin Bir Korku, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.9.

Şiirde geçen Mori’nin, İsmet Özel’in yaşadıkları mahallenin delisi olduğunu, Ataol Behramoğlu “İsmet Özel
Üzerine” kaleme aldığı yazısında şöyle ifade etmektedir: '"Geceleyin Bir Koşu’ şiirinin, İsmet’in çocukluğuna
ili
şkin anılardan kaynaklandığını biliyorum. Şiirde adını ettiği Mori’nin gerçekten tanıdığı bir kimse olduğunu
(yanlı
ş anımsamıyorsam, mahallenin delisi belki de) söylemişti.” (Militan, S.11, Kasım 1975, s.27)

İsmet Özel’in çocukluğunu geçirdiği Kastamonu’da, uslu durmayan çocukları korkutmak için anlatılan bir hikâye
kahramanı olan “Markut”, “Acının Omuzlanışı” adlı şiirde geçen söyleyişle, Asaf Halet Çelebi’nin “Harpût”
şiirinde geçen ‘harpût / kulaklarını sarkıt’ dizelerini akla getirmektedir. Şiirin tamamı için bkz: “Om Mani Padme
Hum,
Yeditepe Yay., İst., 1953, 75 s.”

Vahşi batılı bir kovboyu canlandıran Pekos Bil’in adını verdiği dergi, Türkiye’nin ilk iyi kâğıda basılı, renkli ve
resimli çizgi roman dergisidir.

İki Kanat, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.

Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası, Kesit Yay., çev: A. Derman, İst., 1996, s.32-34.

Kenan Beşiröz, İki Kanat”, Dergâh, C.V, S.51, Mayıs 1994, s.3-4.

Çalışmamızın 1. bölümünde de yer yer kullandığımız bu kavramla ilgili olarak ve özellikle insan psikolojisindeki
tesirleri hakkında geniş bilgi için bkz.: Russel Jacoby, Belleğini Yitiren Toplum, Adler’den Laing’e
Konformist Psikolojinin Ele
ştirisi, çev: H. Atalay, Ayrıntı Yay., İst., 1996, 184s.

“Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.229.

Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.5.

Bakmaklar, Dönem, S.2, Haziran 1964, s.6.

Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ankara, s.30.

Bkz: Çalışmamızın I. Bölümünde yer alan “1.1.3. Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan dünya” adlı
kısım.

Partizan, Şiir Sanatı, S.6-7, Ocak-Şubat 1964, s.11-15.

Bir Devrimcinin Armonikası, Papirüs, S.6, Kasım 1966, s.25-26.

Besim F. Dellaloğlu, Romantik Muamma, Bağlam Yay., İst., Nisan 2002, s.14.

Mazot, Halkın Dostları, S.2, Mart 1970, s.5.

Sevgilim Hayat, Papirüs, S.24, Haziran 1968, s.40-41.

Evet, İsyan, Şiir Sanatı, S.16, Şubat 1967, s.28-29.

Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.39-40.

Propaganda, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.41-42.

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.41.

Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993, s.3-7.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1, 2, 3, 4, 5, merdivenşiir, S.4, Temmuz-Ağustos 2005, s.
4-13.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 16, 17, merdivenşiir, S.5, Eylül-Ekim 2005, s. 4-7.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6, 7, 8, 9, 10, merdivenşiir, S.6, Kasım-Aralık 2005, s. 4-
15.

John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 11, 12, 13, 14, 15, 18, 19, 20, Of Not Being Ajew, Şule
Yay.,
İst., Aralık 2005, 150 s.

İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, ekonomiyi yalnız piyasaya bağlamak isteyen klasik ekonomi kavramlarını
yıkmış ve getirmiş olduğu teorilerle hemen hemen bütün kapitalist devletlerin ekonomisini etkilemiştir. Keynes,
işsizlik karşısında ekonomiyi yeniden canlandırmak için devletin önlem almasını talep etmiş; 1936'da yayımlamış
olduğu “Çalışma, Faiz, ve Para Genel Teorisi” (“The General Theory Of Employment, Interest And Money”) adlı
yapıtıyla da 20. yüzyılın ekonomi kavramına yeni bir açılım getirmiştir. 2. Dünya Savaşı'nda İngiltere Hazinesine
danışmanlık yapan Keynes, savaşın finanse edilmesi için bir plan geliştirmiş ve “Savaş Masrafları Nasıl
Karşılanmalı?” (“How To Pay For The War?”) adlı kitabını 1940 yılında yayımlamıştır. 1942'de “Bank of
England”a müdür olarak atanmış ve aynı yıl içinde Kral VI. George tarafından kendisine “asalet” unvanı
verilmiştir. Savaş sonrası para politikalarının saptandığı konferanslarda İngiltere’yi temsil eden Keynes,
uluslararası para sisteminin mimarlarından biri olarak tarihe geçmiştir. 1946 yılında İngiltere’nin Amerika’dan
talep ettiği 3 milyar dolarlık borç paranın görüşmeleri için gittiği toplantı dönüşünde geçirdiği kalp kriziyle
hayatını kaybetmiştir. Kendisini oldukça üzdüğü anlaşılan bu borçlanma hakkında “The Economist” dergisinde
yayımladığı makalesinde “Dilencilerin tercih hakları yoktur. Onlar kendilerine verileni kabul etmeğe
mecburdurlar” diye yazmıştır. (John Maynard Keynes ve getirmiş olduğu ekonomik teorilerle ilgili geniş bilgi
için bkz: “Burhan Ulutan, İktisadî Doktrinler Tarihi - ‘Bölüm XXII Keynes Devrimi’, Ötüken Neşriyat, İst.,
1978, s.465-508”)

İsmet Özel’in yukarıda dikkate sunduğumuz John Maynard Keynes hakkındaki görüşleri, kendisiyle yapmış
olduğumuz görüşmede bu hususa ilişkin yönelttiğimiz sorulara verdiği cevaplardan derlenmiştir. Şair, yine bu
durumla ilgili olarak şunları dile getirmektedir: "Bugün dünyada zararını çektiğimiz ya da üzerimize kötülük
olarak boca edilmi
ş olan şey ne Türkiye’ye ne Orta Doğu’ya has. Ne de dünyanın herhangi bir yerine ait. Bütün
insanlık bugün bir kaynaktan gelen zararı çekiyor. "John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı
şiir bunun bir ifadesi. O çok önemli bir şey aslında. Türkiye’de insanların ne cesareti ne de bilgisi bununla
me
şgul olmaya yetti anlaşılan. John Maynard Keynes, şiirin başındaki alıntıda da belirtildiği gibi, yaşayabilir
bir kapitalizmin mimarı adam. Hiç kimse "bu, bugün insanlara bir
şey söylemiyor” diyemez. Bugün çektiğimiz
birçok alandaki sıkıntı, kültürel, iktisadi dert bu, II. Dünya Sava
ş ı’nın sonunda kapitalizmin çökmemesiyle
alakalı. Çökmedi kapitalizm II. Dünya sava
ş ı’ndan sonra. Ve çökmemek bir yana bir daha çökme tehlikesiyle
kar
şı karşıya kalmamak üzere kendini tazeledi.” (Ags.)

Yusuf Alper, Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, Okuyanus Yay., İst., Şubat 2001, s.15.

Yine şairlerin söz konusu olan “yaratma süreci”ni nasıl yaşadıkları ve ortaya çıkardığı metinlerin bu süreçle olan
ilişkisine dair ileri sürülen fikirlere yönelik geniş bilgi için bkz.:

Anthony Stor, Yaratma Dürtüsü, Yayınevi Yay., İst., 1992, 230 s.

Rollo May, Yaratma Cesareti, çev: A. Oysal, Metis Yay., İst., 1987, 147 s.

Oğuz Cebeci, Psikanalitik Edebiyat Kuramı, İthaki Yay., İst., 2004, 485 s.

Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji - “Analitik Psikoloji ve Şiir”, çev: E. Gürol, Payel Yay., İst., 1997, s.
308-325.

Heinz Hartmann, Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu, Metis Yay., İst., Şubat 2004, s.30.

İsmet Özel kendisiyle yaptığımız söyleşide cinsel içerikli şiirlerin meydana çıkmasına kaynaklık eden psikoloji ile
ilgili sorduğumuz sorulara şöyle yanıt vermiştir: “Ben bir kere ilkokul 3. sınıfa kadar çocukların cinsel temas
sonucu do
ğduğunu bilmezdim. Hani mahallede sin kaf ederek konuşulur ya bazen. Bu kötü bir şeydir. Buradan
hareketle bu i
şin de kötü olduğunu düşünürdüm. “Bir kere peygamberimizin de çocukları oldu. Bu kötü şeyi o
yapmı
ş olamaz. Annemle babam da yapmış olamazlar” diye düşünürdüm. Dolayısıyla cinsellikle aramızda
böyle bir mesafe vardı. Ben kavrayamadım o i
şi. Ondan sonra da tabiî ki insansın. Ergenlik geçiriyorsun falan.
Bütün bu durumlarda hissettiklerimle bulduklarım arasında bir uyum aradım ben. Yani iyi bir
şey elime geçmeli
diye dü
şündüm. İyi bir şey derken, cinsel birleşme aynı zamanda insan için büyük katkı olmalı diye
şünüyordum ben. Cinsel birleşmeyi yemek yemek spor yapmak gibi bir vücut rahatlığı değil de mükâfat gibi
algılıyordum ergenlik ca
ğlarımda. Ve böyle olmayacağını da aklım kesiyordu. Bir de kızların tavrı da çok önemli
tabi. Kızlar tabi ben de onların gözünde görmeye gayret ediyorum. Kızlar neyin mü
şterisiydiler. Onların
şterisi oldukları şey ben de var mıydı? Bu açıdan bütün gençlik yıllarım büyük sıkıntılar içerisinde geçti. Bir
keresinde benimle ten teması yapan bir kız, çalı
şğım yere gelip bana çok büyük sıkıntı verdi. Çünkü o işler
yapılırken kızın bana sürekli sordu
ğu soru şuydu “en çok nerem hoşuna gitti?” Bu bana çok büyük, çok korkunç
tesir yaptı. Cinsel hayatı omurga olmamı
ş kim var? Öyle bir şey yoktur. Ancak şöyle olur. Konvansiyonel bir
şekilde cinselliği bir yere oturtur insanlar, toplumdaki uzlaşım neyse o kabul edilmiştir. Bu duruma uygun
şünce de insanlar kendilerini cinsel sorunları olmayan insanlar gibi yuttururlar. Bence cinsel sorunu
olmayan insan olamaz.”
(Ags.)

Ölü Asker İçin İlk Türkü, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.4.

Ataol Behramoğlu, İsmet Özel Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.12.

Jean Paul Sartre, Baudelaire’in, kendisine ilişkin yapmış olduğu itiraflarından ve yakınlarıyla yazışmalarından
hareketle çözümlemeye giriştiği kişiliğini, “Baudelaire” isimli kitabında (çev: A. Tümertekin, İthaki Yay., İst.,
2003, 163 s.) dikkatlere sunarken şu hususa dikkat çekmektedir: “Baudelaire: kendisinin uçurum olduğunu
hisseden adam. Gurur, sıkıntı, ba
ş dönmesi: kendini ta kalbinin derinliklerine dek gören, kimseyle kıyaslanmaz,
kimsenin ileti
şim kuramayacağı, yaratılmamış, saçma, yarasız, tam bir yalnızlık içine bırakılmış, kendi yükünü
tek ba
şına taşıyan, tek başına varoluşunu doğrulamaya mahkum edilmiş ve durmadan kendi ellerinden kaçan,
kendi avuçları arasından kayan, kendi içine dönüp gözleyen, ama, bir yandan da kendi dı
şında sonsuz bir
kovalamacaya atılmı
ş, dipsiz, duvarsız ve karanlıksız bir uçurum, öngörülemeyen ve de pek iyi bilinen,
apayadınlıktaki bir gizem.(...) Baudelaire kendi insanlık durumunu en derin biçimde duyup da, en tutkulu
biçimde bunu kendinden saklamaya çalı
şan adamdır.” (Age., s.33)

Eser Gürson, “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.226-227.

İsmet Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin” adlı eserinde, bu şiirinin son bendinde geçen ‘yırtsın
öpü
şlerimi paslı tenekeler, soyunup org çalayım’ dizesiyle ilgili şu tespitte bulunmaktadır: "Frendim
yazdıklarına göre rüyada çıplak olarak piyano çalmak obje olmaksızın bir cinsel doyum iste
ğinin belirtisiydi.
Pes do
ğrusu! Tam isabet! Gerçi ben mısramın imgesine rüyada ulaşmamıştım ama şiir, uyanıkken rüya görmek
de
ğil mi?” (s.85)

Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.5.

Sabah Ayartması, DevinimLX, Nisan 1965, S.3, s.17.

Çağdaş Bir Ürperti, Şiir Sanatı, S.4, Şubat 1966, s.4-5.

Kan Kalesi, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.28-30.

Sevgilim Hayat, Papirüs, S.24, Haziran 1968, s.40-41.

İnce Sızı, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 12-13.

Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 15-17.

İsmet Özel, bu şiiri dergide yayımlayıp “Evet, İsyan” kitabına dâhil ederken ‘ve inzal’ dizesini çıkarmış fakat
daha sonra “Erbain”de “İnce Sızı”yı yine ‘ve inzal’ ile bitirmiştir.

Muş’ta askerliğini yaparken nişanlanan İsmet Özel, Ataol Behramoğlu’na 18 Ocak 1969 tarihinde göndermiş
olduğu mektupta bu olaydan şöyle söz etmektedir: "Nişanlandım. Gülseren (Hüseyin’in kız kardeşi) benimle
aynı sınıfsal kökten gelen, akıllı, bana her konuda yardımcı olacak bir kızdır. Çok iyi bir karar verdi
ğim
kanısındayım.”
(Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 10.

Mektup”, Oğlak Yay., 1. bs., İst, Nisan 1995, s.79)

Daha sonra bu nişanlısından ayrılan şair, bunun sebebini hayatında şiire ve sahiciliğe vermiş olduğu yerin
önemine işaret için şöyle ifade etmektedir: “Ben daha önce nişanlandım. Nişanlı olduğum kız "ben iyi bir
devrimci karısı olurum ama iyi bir
şair karısı olacağımı sanmıyorum” dediği için onunla bağımı kopardım.
Rilke’nin sevgililerinden birisi fark ediyor ki onunla birlikte oldu
ğu zamanlarda Rilke yazamıyor. Ve adamı terk
ediyor. Kadınlık budur i
şte.” (Ags.)

Akla Karşı Tezler, Diriliş, S.4, Aralık 1974, s.78-79.

Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.

Söz konusu olan şiirlerin ortaya çıkış sebeplerinin net olarak anlaşılabilmesi için, Özel’in şiirlerinin oluşum
safhalarını incelediğimiz çalışmamızın ikinci bölümünde özellikle “2.1.1. Serbest bırakılan zihin: Şiire
ba
şlaması, ilk şiirler ve “Geceleyin Bir Koşu” / 1954 - 1965” ve “2.1.2. Gırtlaktan taşan şiir: “Evet,
İsyan” / 1965 - 1970” adlı başlıklar hatırlanmalı; 20. ve 41. dipnotlarda şairin bizzat kendisinin dikkat çektiği
hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Arno Gruen, Normalliğin Deliliği, Çitlembik Yay., çev: İ. İgan, İst., 2003, 255 s.

Age., s.15.

Age., “Gerçeklik Adına Gerçekliğin Reddi”, s.15-42.

Yağmurun Kapıları Karanlık, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.14.

Yıldızların Uzaklığına Övgü, Mülkiye, S.15, Şubat 1965, s.11.

O Bağımsız Dağların, Dost, C.XI, S.25, Nisan 1963, s.17.

Ataol Behramoğlu, İsmet Özel Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.12.

Kuşun Ölümü, Dost, C.XI, S.26, Mayıs 1963, s.12.

Bakır Tenli Yapraklar, Türk Dili, S.148, Ocak 1964, s.262.

Karoon, Yelken, C.VII, S.75, Mayıs 1963, s.23.

Sevgilime Bir Kefen, Şiir Sanatı, S.15, Ocak 1967, s.13-14.

Aynı Adam, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 14.

Savaş Bitti, merdivenşiir, S.2, Mart-Nisan 2005, s.5-25.

Irvın Yalom, Varoluşçu Psikoterapi, çev: Z.İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst., 1999, s.54.

İsmet Özel, Tahrir Vazifeleri, Şûle Yay., İst., 1999, s.88.

Nuriye Akman, İdeal Bir İslâm Düzeni Gerekmiyor”, -Sosyalizmden İslâm’a Ulaşan Şair İsmet Özel

Zihin Serüvenini Anlattı-, Hürriyet Gzt., Y.44, S.15888, 5 Temmuz 1992, [söy.]

Esenlik Bildirisi, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.42.

Zygmunt Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, çev: N. Demirdöven, Ayrıntı Yay.,
İst., 2000, s.127.

Jean Baudrillard, Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, çev: O. Adanır, Boğaziçi Üniversitesi Yay., İst., 2002, s.197.

Üç Firenk Havası, Sanat Olayı, S.3, Mart 1981, s.46-47.

Alaın Touraine, Modernliğin Eleştirisi, çev: H. Tufan, YKY, İst., 2000, s.34.

Ortega Y. Gasset, Tarihsel Bunalım ve İnsan, çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1998, s.41.

Zygmunt Bauman, Age., s.51.

Orhan Hançerlioğlu, Ruhbilim Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İst., 1997, s.50.

İsmet Özel, Henry Sen Neden Buradasın 1, Şûle Yay., İst., 2004, s.41.

S0ren Kıerkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, çev: M. M. Yakupoğlu, Doğu Batı Yay., Ankara, 2004, s.13.

Yıkılma Sakın, Yeni Dergi, Y.5, S.57, Haziran 1969, s. 540-541.

Amentü, Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35.

George Steiner, Heidegger, çev: S. Sahra, Hece Yay., Ankara, 2003, s.75-83.

İsmet Özel, Henry Sen Neden Buradasın 2, Şûle Yay., İst., 2004, s.13.

Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis Yay., İst., 2003, s.9.

İsmet Özel, Henry Sen Neden Buradasın 2, Şûle Yay., İst., 2004, s.15.

Bakara Sûresi 2/243, Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001.

Longman, Dictionary Of Contemporary English, Richard Clay Ltd., London, 1987, p.885.

Ahmet Aydoğan, Metafizik Nedir?, İz Yay., İst., 2001, s.27.

Jean Baudrillard, Age., s.290.

Jean Baudrillard, Age., s.294.

Zygmunt Bauman, Age., s.241.

Bkz.: “1.1.4. Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel komünist’/'Siyasal’lı yıllar”

Ags., Yine “merak” unsurunun şairin çocukluğunda ne şeklide yer aldığıyla ilgili geniş bilgi için bkz.: “1.1.2.

Gölgelenen / Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk - orta öğrenimi”

Doğan Cüceloğlu, Özüne Yabancılaşş İnsanların Oluşturduğu ‘Mış Gibi’ Yaşamlar - “Yaşamın ‘Mış
Gibi’si”,
RemziKitabevi, İst., Ekim 2005, s.329-351.

Français/Turc Dictionnaire, Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük,Milliyet, İst., 1990, s.476.

Adnan Onart, “Bir Şiiri Okumak”, Soyut, S.2, Haziran 1968, s.17.

Nazım Hikmet, Dördüncü Kitap-“Memleketimden İnsan Manzaraları”, YKY, İst., 2002, s.456.

Ahmed İnam, “Üç Şiir Kitabı”, Soyut, S.21, Ocak 1970, s.14.

Yaşamak Umrumdadır, Papirüs, S.19, Aralık 1967, s.34-35.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.64.

İsmet Özel, yine bu şiirinin Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair’leriyle olan ilişkisini Ataol Behramoğlu’na 1967
yılında gönderdiği mektubunda şöyle kaleme alır: İşte bitirebildim şiirimi. Ama rahat değilim. Özellikle biçimde
ve dilde beni rahatsız eden yerleri var. Bu bakımlardan a
şılmamış buluyorum belki onu. Ancak dünyaya bakış
tarzını çok be
ğeniyorum bu son şiirimin. Nazım’ın Yaşamaya Dair’lerinden çok değişik ve çağımıza uygun
derim.”
(“Age., İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 3. Mektup”, s.46)

İsmet Özel, bu mektuptan yaklaşık 20 gün sonra Behramoğlu’na gönderdiği bir başka mektubunda, yukarıda
sözünü ettiği kendisini rahatsız eden biçim ve dil özelliklerini aşğını ifade eder. Bkz.: “İsmet Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 4. Mektup”, s.50.

Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1 - Şiirler 1919-1951, Steno, Varna, 1993, s.331-333.

Boris Pasternek, Kızkardeşim Hayat, Say Yay., İst., 1995, s.55.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.65.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.57.

İsmet Özel adı geçen kitabında, “Çağdaş Bir Ürperti” adlı şiirinde Fidel Castro’yu anışını şöyle açıklamaktadır:
“Ernesto ve Fidel, Küba Devrimi’ni başarıya götüren iki lider. Bunlardan biri kendi ülkesi ve kendi insanlarını
ön plana alıp Küba’da kalıyor. Di
ğeri Latin Amerika’da başka devrimler yapabilmek için yeni cepheler açmaya
ko
şuyor. Benim için bu iki tercih önemliydi ve hala önemlidir. Bir kere devrimci tavrın mitoslarla beslenip
şişirilmesi her zaman midemi bulandırmıştır, ikincisi eğer gelecek günler iyi günler olacaksa söz konusu iyilik
bir in
şa faaliyetinin sonucu olabilirdi. (...) Ernesto Che Guevara anılarında bir an ilaç kutusu ile mermi kutusu
arasında bir seçme zorunlulu
ğu karşısında kaldığını ve yanına ilaçları değil mermileri aldığını anlatır. Bence
her iki seçim de birbiriyle ba
ğlantılıdır; öyle düşünüyorum ki Küba’yı seçen Fidel, bir bakıma ilaç kutusunu
seçme dirayetini de göstermi
ş sayılırdı. Adının anlamı da zaten 'sadıktı ve o sadakatini Jose Marti’ye
göstermi
şti (Marx'a değil).” (Age., s.57)

Che Guevara, Fidel Kastro ve Küba Devrimi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Zekeriya Boztepe; Temel Demirer;
Özgür Orhangazi, Che, Fidel, Küba..., Öteki Yayınevi, Ank., Mart 1999, 135 s.

İsmet Özel’in “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinin son dizesinin anlaşılmasında önemli yeri olan bu bilgi,
Celâl Fedai’nin, İsmet Özel’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, adlı basılmamış yüksek
lisans tezinden (Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Danışman:
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Tuncer, İzmir, 1998, s.135) alınmıştır.

İsmet Özel, “Sevgilim Hayat’ı “Erbain’e dâhil ederken, “Evet, İsyan’daki ‘Ke San'da, ümüğüne basılır mı
vah
şetin’ şeklinde olan dizesini 'Ke San'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin’ biçiminde değiştirmiştir.
Şairin şiirleri üzerine yaptığı iki değişiklikten biri de budur. Bu değişikliklerin diğeri ise “İnce Sızı” şiirindeki ‘ve
İnzal’ kelimesiyle ilgilidir. (Bkz.: 55. Dipnot)

12 Mart 1965 yılında meydana gelen bu olay, Cumhuriyet Gazetesi’nden okuyucuya şöyle duyurulmaktadır:
"Kanunsuz grev büyüdü. Bir mühendis linç edilmek istendi, iki işçi de yaralandı. Kozlu’da ayaklanma. 6 bin işçi
Kozlu’ya kimseyi sokmuyor. Asayi
şi temin için olay yerine bir tümen sevk edildi. Ayaklanma baş gösteriyor.
Gelik oca
ğında başlayıp Karadon, Kilimli ve Çaydamar ocaklarına sirayet eden huzursuzluk, Kozlu ocaklarında
da ba
ş göstermiş ve saat 24 vardiyasının işçileri ocaklarına inmemişlerdir.” (Cumhuriyet Gzt., Y.41, S.
14428, 13 Mart 1965)

Şair, bu haberin boldla dikkat çektiğimiz son cümlesini değiştirerek şiirinde kullanmıştır.

Yaşatan, Yeni Dergi, S.60, Eylül 1969, s.16-18.

Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev: O. Akınhay, D. Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ank., 1999, s.760.
Irvın Yalom, Varoluşçu Psikoterapi, “Hayat, Ölüm ve Anksiyete”, çev: Z. İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst.,
1999, s.51-127.

Söz konusu olan bu “farkındalık süreci”nin şairin hayatında karşılık geldiği dönemle ilgili incelememiz için bkz:
“1.1.5. Tİ P’den Askerliğe: Herkesleş (me)me” ve “1.1.6. Kaybederken kazanılan değ er:
‘Kendilik’/‘Biriciklik’ arayı
şı”

Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç, çev: H. Bayrı, Metis Yay, İst., 1991, s.43-44.

Ortega Y Gasset, İnsan ve Herkes, çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1999, s.26.

Kitle psikolojisi ve özellikle kalabalıkların etkileşimi hakkında geniş bilgi için Gustave Le Bon’un Kitleler
Psikolojisi
(çev: T. Sağlam, Timaş Yay., 1999, 152 s.) adlı kitabına bakılabilir.

Naat, Dergâh, C.V, S.55, Eylül 1994, s.3-4.

Burada yığınların/kalabalıkların toplumsallaşarak tek tipleşmiş kitleler haline gelme süreci hakkında geniş bilgi
için Jean Baudrıllard’ın, Sessiz Yığınların Gölgesinde (Doğu Batı Yay., çev: O. Adanır, Nisan 2003, 87 s.) adlı
kitabına müracaat edilebilir.

Davun, Yapraklar, S.4, Kasım 1964, s.12-13.

Sebeb-i Telif,Dergâh, S.57, Kasım 1994, s.3.

Königsberg, eleştirel felsefenin babası olarak kabul edilen Alman filozof Immanuel Kant’ın (1724-1804)
doğmuş olduğu Doğu Prusya'nın Kaliningrad şehrindeki kasabanın adıdır. Şiirde geçen “Üstümde yıldızlı gök”,
“içerimde ahlak yasası” sözleri ise Kant’ın şu cümlesinden ödünçlenmiştir: “İki şey var ki, ruhumu hep yeni bir
şaşkınlık ve hayranlıkla dolduruyorlar; durup üzerinde ne denli sık, ne denli uzun, ne denli derin düşünürsem o
şaşkınlığım ve hayranlığım o denli artıyor: başımın üstündeki yıldızlı gökyüzü ile içimdeki ahlak yasası. Her
ikisini, karanlıklarda gizlenmi
ş ya da benim ufkumun ötesinde aşkın alanda imişlercesine aramama ve sırf
tahmin etmeme gerek yok; onları önümde ve do
ğrudan doğruya benim kendi varoluşumun bilincine
ba
ğlıyorum...”

Hayatını ve şiirlerini aynı paralellikte sürdüren şairin, söz konusu etmeye çalışğımız yöneliminin biyografisinde
karşılık geldiği yerle ilgili bilgi için çalışmamızın I. Bölümünde yer alan “1.1.7. Ontolojik kaygı: ‘Yeniden
do
ğuşadlı başğa bkz.

İsmet Özel’in biyografisindeki değişiklikten ve bu değişikliğin şiirlerine yansıyan izleklerinden hareketle
kullandığımız “Yeniden doğuş” tanımı ile ilgili geniş bilgi için çalışmamızın I. Bölümünde yer verdiğimiz “86.
Dipnot”
hatırlanmalıdır.

Michel Foucault / Huck Gutman / Patrıck H. Hutton, Kendini Bilmek, çev: G. Güven, Om Yay., İst., 2003, s.
12.

Kötü Şiirler, Halkın Dostları, S.14, Mayıs 1971, s.5-6.

Sevgilime İftira, Halkın Dostları, S.17, Ağustos 1971, s.4-5.

Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis Yay., İst., 2003, s.13.

Kanla Kirlenmiş Evrak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.38-39.

Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.39-40.

Tahrik, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.41.

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.41.

Söz konusu olan bu mektuptan (Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, İsmet Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 28. Mektup”, Oğlak Yay., 1. bs., İst, Nisan 1995, s.197-200) hareketle şairin biyografisinde
bilinmesi gereken noktalarla ve İsmet Özel’in bu dönemdeki şartlardan dolayı içerisine girmiş olduğu “kendine
kıyma psikozu” ile ilgili olarak çalışmamızın I. Bölümünde yer alan “1.1.6. Kaybederken kazanılan değer:
‘Kendilik’/‘Biriciklik’ arayı
şı” adlı kısım hatırlanmalıdır.

Maitrayana Upanişad, bu durum için "Kendisinin Kendi’ olduğunu anladığında kişi ‘kendi-siz’ olur... Bu en
büyük sırdır.”
demektedir. (John White -editör-, Aydınlanma Nedir? - İç Dünyanın Keşfi, çev: C. Erengil,
Ayna Yayınevi, İst., 2002, s.15)

Ümit Meriç Yazan’ın, “Türkiye Kanatlarınızın Altında” (İz Yay., İst., 1997, 300 s.) adlı kitabından aktarım.

Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis Yay., İst., 2003, s.56.

Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi, Diriliş, S.5, Ocak 1975, s.32-33.

İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır, Diriliş, S.6, Şubat 1975, s.73-74.

Victor E. Frankl, Duyulmayan Anlam Çığğı, çev. S. Budak, Öteki Yay., Ank., 1999, s.111.

Mataramda Tuzlu Su, Sanat Olayı, S.9, Eylül 1981, s.43.

Carl Gustav Jung, Dört Arketip, “Yeniden Doğuş Üzerine” çev: Z. A. Yılmazer, Metis Yay., İst., 2003, s.
46-77.

Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar,
İmge Yay., İst., 1984, s.1-9.

İsmet Özel’in hayatında şiire vermiş olduğu yerle ilgili daha geniş bilgi için, çalışmamızın “2.1. Şiir kerim: Şiir -
hayat birlikteli
ği ve şiirinin safhaları” adlı II. Bölümüne de bakılabilir.

Gazâlî, Meâricü’l-Kuds, cev: S. Özburun, İnsan Yay., İst., 2002, s.23.

Şiir Okuma Kılavuzu, s.50.

Jazz, Sanat Olayı, S.5, Mayıs 1981, s.36.

İsmet Özel, özellikle müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra hayatını daha çok sahici kılmaya çalışmasını,
dolayısıyla da Müslümanlık söz konusu olduğunda daha hassas davranmasını Nuriye Akman’a verdiği bir
röportajda şöyle ifade etmektedir: “Ben hayatının orta yaşlarında İslamiyet'i seçmiş bir insan olarak çok daha
bilinçliyim birçok insandan. Yıllar önce,
İzmir İlahiyat Fakültesinde konuşuyorlar. 'Niye İsmet Özel, İslamiyet'e
bu kadar kıskançlık gösteriyor?' diyor biri. Öteki
şöyle diyor: 'Herkesini gözü görüyor. Ama gözü sonradan
açılmı
ş olan adam mı gözüne ihtimam gösterir, yoksa doğuştan beri zaten görmekte olan adam mı?'” (İslami

Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcun Yok”, Zaman, 14-17 Eylül 2003)
Nuriye Akman, Ags.

Ils Sont Eux, Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar, İmge Yay., İst., 1984, s.
29-40.

Münacat, Dergâh, C.V, S.53, Temmuz 1993, s.3-4.

Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis Yay., İst., 2003, s.14.

Milli Gazete, Y.31, S.11147, 4 Ağustos 2003.

Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı, Çatlıyacak Kadar Aşkî, Adam Yay., 1.bs., İst., Ekim 2003, s.
17-19.

“Herkes”ler ve “Herkesleşme” kavramlarıyla ilgili kullanımlarda nelerin karşılık alındığıyla ilgili olarak,
çalışmamızın 1.bölümünde yer alan “1.1.5. TİP’den Askerliğe: Herkesleş(me)me” adlı kısım ve 54.dipnot
hatırlanmalıdır.

“Yabancılaşma” kavramının ortaya çıkışı ile ilgili olarak ve kullanılan farklı anlamlarına yönelik geniş bilgi için
bkz.: Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay, İst., 2005, s.1728-1731.

Ayrıca, “Yabancılaşma Sorunu”nun İsmet Özel’in düzyazılarında ele alınış biçimiyle ilgili geniş bilgi için bkz.:
Tabip Gülbay, İsmet Özel’de Yabancılaşma, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi
Anabilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr.
Erkan AKIN, Ank., 1999, 103 s.

Ortega Y Gasset, İnsan ve Herkes, çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1999, s.40.

Hegel’in “Efendi ve Köle Diyalektiği” ile geniş bilgi için bkz.: Alexandre Kojeve, Hegel Felsefesine Giriş, çev:
S. Hilav, YKY, İst., 2001, 280 s.

Alexandre Kojeve, Age., s.79.

Yaşar Şahin Anıl, Sokrates, Kastaş Yay., İst., 2006.

Bu savaş hakkında geniş bilgi için bkz.: Bayram Kodoman (Yay. Hz.), 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya
Tarihi),
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu
Basımevi,
Ank., 1993, 118 s.

Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis Yay., İst., 2003, s.55.

Dibace, Dergâh, C.IX, S.104, Ekim 1998, s.1.

Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.

Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare, Gerçek Hayat, 2001- 24(34), 15 Haziran, s.20.

Kaçmak İsterken Vuruldu, ismetozel.org., 18 Temmuz 2004.

İsmet Özel’in Şuara Sûresinin 189. ayetine yapmış olduğu telmihle ilgili olarak bkz.:

Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001.

Dişlerimiz Arasındaki Ceset, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım 1982, s.6.

Modern toplumlarda mekânların algılanış biçimleri üzerine yapılan çözümlemeler için bkz.: John Urry,
Mekanları Tüketmek, çev: R. G. Öğdül, Ayrıntı Yay., İst., 1999, 339 s.

İmge ve Açık Anlatımlı Şiir, Devinim LX, S.1, Şubat 1965, s.8.

Cristopher Caudwel, Yanılsama ve Gerçeklik, “Şiirin Temel Özellikleri”, çev: M. H. Doğan, Payel Yay., İst.,
1998, s.146-159.

İsmet Özel’in tüm şiirlerindeki bent kuruluşu, dize ve bölüm sayısı ile ilgili dağılım için bkz.: “Tablo 4 Tüm
şiirlerdeki bent kuruluşu, dize ve bölüm sayısı”

Metin içerisinde “bold” karakter kullanarak belirginleştirilen yazımlar bize aittir. Yukarıdaki şiirde olduğu gibi
sonrasında verilecek örneklerde de bu tür belirginleştirmeler kullanılacak ve şiirin formuna ilişkin dikkat çekmek
istediğimiz noktalar işaret edilecektir.

“Mısraları Birleştirme” ve “Mısra Bölünmesi” olarak adlandırılan şiirin şekline ait bu özellikle ilgili bilgi için
bkz.: Nurullah Çetin, Şiir Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap Yay., Ank., 2004, s. 131-132.

“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5.

“Mesnevi” türünde şekillenen nazım birimiyle ilgili geniş bilgi için bkz.: Cem Dilçin, Türk Şiir Bilgisi, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay.,
Ank., 1995, s167-201.

Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar, Dergâh, C.II, S.23, Ocak 1992, s.3.

İsmet Özel, hece vezninin sıkı ve disiplinli yapısı içerisinde kalınarak da modern şiirler yazılabileceğini 2000
yılından sonra, hem yayımlamış olduğu şiirlerle hem de katıldığı programlarda ve kendisiyle yapılan söyleşilerde
önemle işaret etmektedir. Şairin bu konu üzerine yaptığı açıklamalar için örnek olarak bkz.: Şaban Abak / İhsan
Işık, İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”, Mavera, Y.11, S.313, Kasım 1987, s.18-29. / Mustafa Alp
Dağıstanlı / Melih Şabanoğlu (1988), “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı Ekarte
Etmeliydi”,
Argos, C.1, S.3, Kasım, s.53-61. / Ahmet Hakan Çoşkun, İskele Sancak Programı”, Kanal 7,
1-2 Haziran 2001. (Bu programın yayımlanmış kaset çözümü için bkz.: “Ahmet Hakan İsmet Özel İle
Konu
şuyor I”, Yansıma, S.1, Eylül 2001, s.8-13. / “Ahmet Hakan İsmet Özel İle Konuşuyor II”, Yansıma,
S.2, Ekim 2001, s.8-15 / Ahmet Hakan Çoşkun, İskele Sancak’ta İsmet Özel İle Sohbet”, Tezkire, S.20,
Eylül 2001, 56 s.)

Yine şair kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide, son dönem Türk Şiiri ve Süleyman Çobanoğlu’nun şiiri
çevresinde hece vezniyle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: Şiir yazmak sadece donanım değil aynı zamanda
da bir iddia meselesi. Yani bir adam çıkacak “ben Türk
şiirinde şunu yapacağım” ya da “şiire şunu
getirece
ğim” diyecek. Ben niye Süleyman Çobanoğlu’na “Heyhat” dedim. Dedim ve adam sonunda televizyon
dizisi yazarı oldu. Ama en azından hece vezniyle yazıyor olması falan. O çocuk
şiiri ciddiye almış olsaydı bu gün
“Türkiye’deki metinler ancak bu ruha sadık kalınarak üretilebiliyor” diyebilecektik. Serbestle bir
şey olmuyor
görüyorsun. Serbestle yazan adam hem bir
şey söylememiş oluyor hem de yazdığı şiir olmuyor. Bunun içinde
sıkıntıyı göze almak zorunda
şair.” (Ags.)

Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi, merdivenşiir, S.8, Nisan-Mayıs 2006, s.7.

Kızkulesi Beyaz İken, merdivenşiir, S.3, Mayıs-Haziran 2005, s. 4-5.

Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara, Kısa Çakı, Paslı Pantolon, Gözde Yarısı Kalmış
Kabuk, Dergâh, C.IX, S.107, Ocak 1999, s.1.

T.S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, “Şiirde Musiki”, çev. S. Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı Yay., Ank.,
1990, s.139.

“Görüntüye Dayalı Nazım Şekilleri”yle ilgili bilgi için bkz.: Nurullah Çetin, Age., s.159-163.

Nurullah Çetin, Age., s.82-83.

Dil ve üslûp ilişkisi ve edebî metinlerdeki üslûbun incelenmesiyle ilgili geniş bilgi için bkz.: Şerif Aktaş,
Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yay., Ank., 1998, 159 s.

Kürşat Oğuz, “Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18. [söy.]

Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, “Üslûp”, Dergâh Yay., İst., 1995, s.194.

Buffon’un bu sözünü Cenap Şahabettin “Edâ-yı lisan timsâl-i insandır” şekliyle tercüme etmektedir. Geniş bilgi
için bkz.: Hasan Akay, Cenab Şahabeddin’in Şiirleri Üzerine Stilistik Bir Araştırma, “Şiirde Dil ve
Üslûp”,
Kitabevi Yay., İst., 1998, s.26-28.

İsnet Özel, İmge ve Açık Anlatımlı Şiir, Devinim LX, S.1, Şubat 1965, s.3.

İsmet Özel, “İmge ve Açık Anlatımlı Şiir’ adlı yazısında “şiiri yaşamın damıtık durumu” haline getirmek için işe,
bir önceki kuşağın (II. Yeni şairlerinin) kullandıkları kelimeleri terk etmekle başlanması gerektiğine işaret etmekte
ve bu hususla ilgili olarak şunları kaleme almaktadır: "Kelimeler bir önceki kuşağın efsanelerini yarattıkları
kelimelerdir. Artık gördü
ğümüz birçok kelimeyi (kan, alkol, çarşı, geyik, orman, uğultu, eskimek, fayton vb.)
arkamıza bakmadan bir yere oturtamıyoruz. Çünkü aynılık yalnız kelime seçili
şinden ileri gelmiyor, genç
ozanlar kavramlarda, dize yapısında,
şiirin kuruluşunda da bir önceki kuşağın değerlerini sürdürüyorlar.
Bunların genç bir ozanın sesinin kısılmasına her gün biraz daha yardım edecekleri için sakıncalı olduklarına
inanıyorum.”
(Agy., s.3)

İsmet Özel’in müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra, şiir dilini ve kelime dünyasını da değiştirdiği
yönünde ileri sürülen öngörü ve eleştiriler için bkz.: Mehmet H. Doğan, “Evet İsyan’dan Sünnî Şaire”, Adam
Sanat,
S.57, Ağustos 1990, s.18-26.

İsmet Özel, Şiirin Özgürlüğü”, Evrim, S.17, Mayıs, 1964, s.6.

Ramazan Korkmaz, İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay., Ank., 2002, s.275.

Agy., s. 8.

İsmet Özel’in şiir dili içerisinde yer alan imgelerle ilgili görüşleri hakkında geniş bilgi için çalışmamızın, şairin
edebî görüşlerini incelediğimiz I. Bölümdeki “1.2.1.1. Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti” ve “1.2.1.6.
Sözcüklerin oluşturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil” başlıklı kısımlara bakılabilir.

Rene Wellek / Austin Varren, “Edebiyat Teorisi “İmaj, İstiare, Sembol, Mit”, çev: Ö. F. Huyugüzel,
Akademi Kitabevi, İzmir 2001, s.161.

Nicelik ve nitelik bakımından yukarıdaki gibi sınıflandırılan imgeler hakkında geniş bilgi için bkz.: Ramazan
Korkmaz, Age., “Cahit Sıtkı’nın Sembol ve İmge Dünyası / İmge”, s.274-300.

Yine imgeler, Özdemir İnce tarafından da “duyusal imgeler” ve “ussal imgeler’ şeklinde, 2 ana başlıkta
sınıflandırılmaktadır. Geniş bilgi için bkz.: Şiir ve Gerçeklik - İmge ve Serüvenleri”, Türkiye İş Bankası
Kültür Yay.,
İst., 2001, s.19-59.

Şerif Aktaş, “Türk Şiir Zevkinin Gelişimi Çevresinde Şiir ve Problemleri”, yayımlanmamış doktora ders
notları.

Octavio Paz, Yay ve Lir -I / Şiir Nedir?, “”çev: Ö. Saruhanlıoğlu, Armoni Yay., İst., 1991, s.93.

Yine imgelerle ortaya çıkan anlamın kendi içerisinde tamamlandığıyla ilgili bilgi için bkz.: Melik Bülbül, İmgesel
İletişim - “Şiirde İmgesel İletişim”, Çizgi Yay., Konya, 2005, s.52-58.

A.J.Cuddon, The Dictionary Of Terms - “Ironi”, PenguinBooks, London, 1985, p.335-340.

S0ren Kierkegaard, İroni Kavramı, çev: S. Okur, İş Bankası Kültür Yay., İst., 2004, s.227-228.

Yine ironi kavramı hakkında ve bu kavramın kullanımıyla ilgili geniş bilgi için bkz.: Richard Rorty, Olumsallık,
İroni ve Dayanışma, çev: M. Küçük; A. Türker, Ayrıntı Yay., İst., 1995, 275 s.

İbrahim Şahin, “Romantik Bir Tavır Olarak İroni”, Yazgı, S.1, Ekim, 2006, s.28-31.

İsmet Özel’in şiirlerindeki ironinin, daha çok hangi tema başlıklarında yapıldığıyla ilgili olarak çalışmamızın şu kısımlarına bkz.:

“3.I.3.2. Modern insanın en büyük açmazı olarak ölüm”, “3.1.4.1. ‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık”,
“3.1.7.1.
İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri”, “3.I.7.2. ‘Herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin
ele
ştirisi”

Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, “Şiir Dilinde Sapmalar” engin Yay., İst., 1999, s.166-184.

Sapmaların şiir dili içerisinde “yalnızca kendi içindeki değeriyle söylem’e dıştan eklenen bir ‘bezek’ değil, bir
anlamlama örnekçesi sunan yapısal bir olgu olduğu ve söylemin oluşumunu belirleyecek temel ulamalar
içermesiyle” ilgili olarak geniş bilgi için Mehmet Yalçın’ın, Şiirin Ortak Paydası Şiirbilimi Giriş (Cumhuriyet
Üni., Yay.,
No: 35, Sivas, 1991) adlı kitabının “Sapmacaya Dönüş(s.47-50) isimli bölümüne bkz.

Ses sapmalarının söz konusu olan bu özellikleri ve şiir dili içerisinde ortaya çıkışıyla ilgili geniş bilgi için bkz.:
Ünsal Özünlü, Edebiyatta Dil Kullanımları, “Şiir Dilinde Sapmalar”, multılıngual Yay., İst., 2001, s.

141-154. / Özdemir İnce, Yazınsal Söylem Üzerine, “Şiirin Dili 1”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İst., 2000,
s.12-33. / Nurullah Çetin, Şiir Çözümleme Yöntemi, “Ses Sapmaları”, Öncü Kitap Yay., Ank., 2004, s.
171-172.

Burada olduğu gibi, örneklediğimiz dizelerdeki işaret etmek istediğimizin dışında oluşturulmuş olan sapmalara da
bold ve italik karakter ile dikkat çekilmiştir.

Dilbilgisi sapmalarının Türk Şiirinden örneklenerek yer verildiği bilgiler için bkz.: Doğan Aksan, Age., s.
174-176. / Nurullah Çetin, Age., s.179-182. / Ünsal Özünlü, Age., s.147-150. / İsmail Boztaş, Şiir Dilinde
Sapmalar”,
Kuram, S.5, Mayıs 1994, s.25-26.

Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz., Doğan Aksan, Age., s.176-177. / Doğan Aksan, Anlambilim, “Sözcük
Anlambilimi”,
engin Yay., Ank., 1999, s.27-93. / Ünsal Özünlü, Age., s.150-151. / Özdemir İnce, Age., s.25.

Şiirin anlamını çoğaltmaya yönelik olarak meydana getirilen yöntemlerle ilgili olarak geniş bilgi için bkz.:
Nurullah Çetin, Age., “Şiirde Anlam Çoğaltma Yöntemleri”, s.112-120.

Konuyla ilgili olarak yaptığımız inceleme için çalışmamızın “3.2. Şiirlerin Yapı Bakımından İncelenmesi” adlı bölümün

“3.2.1.1. Bent ve dize kuruluşu” ile “3.2.2.4. Görüntüye dayalı nazım şekilleri” adlı kısımlarına bkz.

İsmet Özel’in 6. şiir kitabı “Of Not Being A Jew”de ismi olup da cismi olmayan şiirlerinden.

Longman, Dictionary Of Contemporary English, Richard Clay Ltd., London, 1987, p.885.

Sözcük sapmalarıyla ilgili geniş bilgi için bkz: Doğan Günay, Metin Bilgisi, “Şiir Dili ve Anlatımsal
Özellikleri”,
Multilingual Yay, İst., 2001, s.218-228. / Nurullah Çetin, Age., s.173-178. / Ünsal Özünlü, Age.,
s.145-147. / İsmail Boztaş, Agm, s.25-26.

Dilin mevcut yapısı içerisindeki kök ve ekler kullanılarak yeni kelimler türetilmesi ile ilgili geniş bilgi için bkz.:
Özcan Başkan, Bildirişim, “Eklerle Sözcük Türetme”,Multılıngual Yay, İst., 2003, s.120-125.

Şiir metni içerisinde kullanılan argo ve cinsel içerikli sözcüklerin meydana getirmiş olduğu sapmalarla ilgili bilgi
için bkz.: Nurullah Çetin, Age.., “Argo, Küfür ve Ayıp Sözler”, s.174-177.

“Aktarma” sözcüğü ile dilin genel kullanımı içerisinde yer alan yerli ve yabancı “özel ad” ve “deyim” gibi dilsel
olguların, şair tarafından kendi metinleri içerisine “taşınması”nı ve başka şairlerce kaleme alınmış kimi dizelerin
ödünçlenerek şiirlere “dahil edilmesi”ni vurgulamak istiyoruz. Diğer taraftan, şiir dilinde etkileme öğesi olarak
başvurulan ve yan anlamların oluşmasına yönelik olarak meydana getirilerek “aktarmalar” olarak adlandırılan ve
göstergenin bir başka gösterge kullanılarak anlatılmasını önceleyen anlam olaylarını kastetmiyoruz.

“Aktarmalar”la ilgili geniş bilgi için bkz.: Doğan Aksan, Anlambilim, “Aktarmalar”, engin Yay., Ank., 1999,
s.62-83, 113-136. Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, “Şiir Dilinde Aktarmalar”, engin Yay., İst., 1999,
s.126-148.

“Alıntı metinler” olarak da adlandırılan bu tarz kullanımlar için bkz.: Nurullah Çetin, Age, s.122-125.

Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1 - Şiirler 1919-1951, Steno, Varna, 1993, s.358-359.

Nihat Behram (Der.), Türk Halk ve Dünya Edebiyatında Başkaldırı Şiirleri Antolojisi, Alfa Yay., İst., 2001,
372 s.

Abdülhak Hâmid Tarhan, Bütün Şiirleri 1, Yay. Hz.: İ. Enginün, Dergâh Yay., 1991, s.135-179.

Çalışmamızın “3.1.5.2. Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık” adlı kısmında da dikkat
çektiğimiz şiirde geçen “Üstümde yıldızlı gök”, “içerimde ahlak yasası” sözleri ise Kant’ın şu cümlesinden
ödünçlenmiştir: İki şey var ki, ruhumu hep yeni bir şaşkınlık ve hayranlıkla dolduruyorlar; durup üzerinde ne
denli sık, ne denli uzun, ne denli derin dü
şünürsem o şaşkınlığım ve hayranlığım o denli artıyor: başımın
üstündeki yıldızlı gökyüzü ile içimdeki ahlak yasası. Her ikisini, karanlıklarda gizlenmi
ş ya da benim ufkumun
ötesinde a
şkın alanda imişlercesine aramama ve sırf tahmin etmeme gerek yok; onları önümde ve doğrudan
do
ğruya benim kendi varoluşumun bilincine bağlıyorum...”

Tarık Buğra, Dönemeçte, Ötüken Yay., İst., 1997, 248 s.

Çalışmamızın “3.1. Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi” adlı bölümün “3.1.4.2. Hayatın merkezine konulan

partizanlık/devrimci duyarlılık” isimli kısmında da dikkat çektiğimiz bu dizenin anlamı, Vietnam Savaşı ile ilgili şu bilgi
hatırda tutulduğunda daha net anlaşılmaktadır: “1965 yılında savaşla ilgili barış görüşmelerinin sürdüğü bir sırada Amerika Birleşik
Devletleri, Vietnam’ın başkenti Ha Noi’yi bombardımana tutmuş ve 17.000 Vietnamlının ölümüne neden olmuştur. Bombardıman
boyunca Vietnam kuvvetleri de 15 Amerikan B52 bombardıman uçağını düşürmeyi başarmıştır.”

12 Mart 1965 yılında meydana gelen bu olay, Cumhuriyet Gazetesi’nden okuyucuya şöyle duyurulmaktadır:
“Kanunsuz grev büyüdü. Bir mühendis linç edilmek istendi, iki işçi de yaralandı. Kozlu’da ayaklanma. 6 bin işçi
Kozlu’ya kimseyi sokmuyor. Asayi
şi temin için olay yerine bir tümen sevk edildi. Ayaklanma baş gösteriyor.
Gelik oca
ğında başlayıp Karadon, Kilimli ve Çaydamar ocaklarına sirayet eden huzursuzluk, Kozlu ocaklarında
da ba
ş göstermiş ve saat 24 vardiyasının işçileri ocaklarına inmemişlerdir. (Cumhuriyet Gzt., Y.41, S.
14428, 13 Mart 1965)

Şair, bu haberin boldla dikkat çektiğimiz son cümlesini değiştirerek şiirinde kullanmıştır.

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, RemziKitabevi, İst., 1972.

Nebil Özgentürk, “Üç İnsan, Üç Hayat...”, Sabah, 11 Kasım 2000.

Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, “Şiir Dilinde Aktarmalar”, engin Yay., İst., 1999, s.127.

Ataol Behramoğlu, İsmet Özel Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.24-34.

Şiir dilinin temel yapı taşlarından olan “ritmi”, George Thompson’un ele aldığı şekliyle kullanıyoruz. Thompson
ritmi, “en geniş anlamıyla perde ve temposu belli aralıklarla düzenlenmiş sesler dizisi” olarak tanımlanmaktadır.
Bu konuda geniş bilgi için bkz.: George Thompson, “Marksizm ve Şiir, “Ritim ve Çalışma”, Çev.: C. Çapan,
Adam Yay., İst., 1996, s.19.

Rene Wellek ve Austın Warren, Rus dilbilimcilerinin yazarın sesleri belirli bir amaç için kullandığını vurgulamak
maksadıyla ifade ettikleri “orkestrasyon” tabiri içerisine giren “dil olayları”nı şöyle işaret etmektedirler: “Ses tonu,
sesin süresi, vurgusu, tekrarlanması gibi azlık çoklukla ilgili özelliklere imkan veren bütün ses unsurları. Ses
tonu ya daha yüksek ya daha alçak, süresi ya daha uzun ya daha kısa, vurgusu ya daha güçlü ya daha zayıftır;
tekrarlardaki sıklık ya daha çoktur ya daha azdır.”
Bu konuda geniş bilgi için bkz.: Rene Wellek / Austin
Varren, Age., “Ses Ahengi, Ritim ve Vezin”, s.133-134.

Şiir metni içerisinde kullanılan sözcüklerdeki ses-anlam ilişkisinden doğan “armoni”yle ilgili bilgi için bkz.:
Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, “Armoni”, Dergâh Yay., İst., 1995, s.201-211.

Şiir metinlerinde, dizelerdeki sözdizimleri arasında “ses-anlam” ilişkisi hakkında geniş bilgi için şu çalışmalara
bkz.: Hasan Akay, Cenab Şahabeddin’in Şiirleri Üzerine Stilistik Bir Araştırma, “Stilistik Açıdan Şiir
Tahlilleri”,
Kitabevi Yay., İst., 1998, s.38-300. / Hasan Çebi, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Kısakürek’in
Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1987, s.96-106. / Ömer Demircan, Türkçenin Sesdizimi, Der Yay., İst,
1996, s.123-148. / Zeynel Kıran - Ayşe Kıran, Dilbilimine Giriş, “Sesbilgisi ve Sesbilim”, Seçkin Yay., Ank.,
2002, s.232-235. / Hilmi Yavuz, Dilin Dili, Arma Yay., İst. 1991, s.29-34. / İvan Fonagy, Şiir Dili: Biçim ve
İşlev”, Gergedan, S.18, Ağustos, 1988, s.94-98.

L. Joubert-Jean, Şiir Nedir?, çev: E. Kurkut, Öteki Yay., Ank., 1993, s.85.

Sözdizimi içerisinde yer alan seslerin, metnin bütününde anlamla kurduğu derin ilişkiye dikkat çeken Macar
dilbilimci İvan Fonagy, “t”, “k” ve “r” seslerini “saldırgan sesler” olarak adlandırmaktadır. “l” ve “m”
seslerini de “yumuşak sesler” olarak tanımlayan Fonagy, anaokul, ortaöğretim ve yetişkinlerde daha sonra da
doğuştan sağır ve kör olanlar üzerinde yaptığı denemelerde, “sesbilimlerinin iletisi”ni ise şöyle açıklamaktadır:
İ”: Aydınlık, “U”: Karanlık, “R”: Erkeksi, “L”: Kadınsı, “T”, “K”, “R”: Sert, “M”, “L”: Yumuşak.” (İvan
Fonagy, Agm., s.94.)

Çağdaş dil kuramcısı Maurice Grammond, sözcükler arasında yer alan “t” ve “d” seslerini, telaffuz edilirken
dudaklarda meydana gelen şişkinlikten dolayı “hor görme” ve “tiksinti anlatan sesler” olarak tanımlamaktadır.
(L. Joubert-Jean, Age., -aktarma-, s.86)

“Ön yinelemeler” hakkında geniş bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., “Dilbilim ve Yazın Konusu Olarak
Yinelemeler”
, s.118. / Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, “Öteki Yineleme Türleri”, engin Yay., İst.,
1999, s.218-230.

“Art yinelemeler” hakkında geniş bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., “Dilbilim ve Yazın Konusu Olarak
Yinelemeler”
, s.118-119. / Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, “Öteki Yineleme Türleri”, engin Yay.,
İst., 1999, s.218-230.

“Bağlaç yinelemesi” ile ilgili geniş bilgi için bkz.:, Ünsal Özünlü, Age., “Bağlaç Yinelemesi”, s.117-118. Yine
bağlaç, edat ve ünlemlerin Türkçe sözdizimi içerisindeki fonksiyonlarıyla ilgili bilgi için bkz.: Leyla Karahan,
Türkçede Sözdizimi, Akçağ Yay., Ank., 1995, s.28-31, 33-34.

“Kıvrımlı Yineleme” ile ilgili geniş bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., “Kıvrımlı Yineleme”, s.120.
“Çapraz Tekrarlama” ile ilgili geniş bilgi için bkz.: Nurullah Çetin, Age., “Çapraz Tekrarlama”, s.252.

Ünsal Özünlü, Age., s. 121.

“Sözdizimsel Yineleme” ile ilgili bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., s. 123-124.

Geniş bilgi için bkz.: Nurullah Çetin, Age., “Mısra Tekrarı”, s.255-259.

Geniş bilgi için bkz.: Vecibe Hatipoğlu, Türk Dilinde İkileme, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 1981, s.25. /
Nurullah Çetin, Age., “İkilemeler”, s.254.

* “Yararlanılan Kaynaklar”, çalışma boyunca dipnotlarda kullanılmış olan kaynakların yanı sıra çeşitli sebeplerle
istifade edilen eserlerden meydana gelmiştir. Bu kaynaklar, yazarların soy isimlerinin alfabetik olarak dizilmesiyle
oluşturulmuştur.

PAGE

PAGE 2

PAGE 211

PAGE 361

PAGE

PAGE 503


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to