4.2.4.
Ses, ritim ve ahenk
unsurları
İsmet
Özel şiirinin yoğun radikal ve vurucu
imgelerle örülmüş yapısının
hemen yanı başında
beliren en önemli
özelliklerinden birisi de şairin,
lirik öğeyi daima
muhafaza etmiş olmasıdır.
Bundan dolayı, Özel’in ilk şiirlerinden
son şiirlerine varıncaya
kadar kendini hissettiren coşkulu
anlatım, sürekli belirgin bir düzeyde kalır. Ataol
Behramoğlu’nun şairin ilk üç kitabından
hareketle yaptığı “İsmet Özel Üzerine” adlı
çözümlemesinde "senfonik
şiir” olarak
tanımladığı bu yapı,
metinlerde meydana getirilen dize içlerindeki ses ve kelime yinelemeleriyle
oluşturulmakta ve şiirdeki anlamın ses, ritim ve
ahenk açısından da tamamlanmasına yönelik olarak ortaya
çıkmaktadır.
Özel’in şiirlerindeki
bu çoksesli yapıya, “Yinelemeler” genel başlığı
altında topladığımız “Sesbirimsel
yinelemeler / aliterasyon ve assonans” ve “Biçimbirimsel yinelemeler” adı
altındaki başlıklar
etrafında dikkat
çekilecektir.
4.2.4.1.
Yinelemeler
4.2.4.1.1.
Sesbirimsel yinelemeler /
aliterasyon ve assonans
Şiir
dilinin en önemli özelliklerinden birisi de, dizeler arasında yer alan
sözdizimlerinin ritmik bir ses düzeni
içerisinde yapılanarak, ahenkli bir söyleyişle ortaya çıkmasıdır. Bu yapı içerisinde en küçük
birim olan harf ve ses
değerleri,
“orkestrasyon” adı verilen “dil olayları”nın meydana gelmesinde de temel bir
fonksiyon üstlenmektedir.
Seslerin şiir metni
içerisinde dizelenişi,
sadece şiirin ahengini
ve ritmini sağlamaya
yönelik değildir.
Sesbirimsel
değerler, aynı zamanda
metnin anlamının çoğalmasına,
farklı çağrışımsal değerlerin oluşmasına ve okuyanda ya
da dinleyende yeni anlam değerlerinin
meydana gelmesine de olanak tanır.
İsmet
Özel’in şiirlerindeki
sesbirimsel yinelemelerin önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Şair, metinlerinde yer
verdiği sözcüklerdeki
sesleri, hem ahenk hem de anlam açısından “armonize” olmuş bir biçimde kullanmaya
özellikle dikkat etmekte ve şiirin
bütünündeki anlamı, sesbirimsel yinelemelerle çoğaltmaya çalışarak “ses-anlam”
uyumunu belirgin kılmaya çalışmaktadır.
Bu bölümün sonuna eklediğimiz “Şiirlerde Yer Alan Seslerin Kullanım Sıklığı” adlı tablodan da anlaşılacağı
gibi İsmet Özel,
metinlerindeki sözdizimleri arasında “a, e, i” ünlüleri ile “r, n, k,
l, d, m” ünsüzlerini, baskın bir
şekilde ön planda
tutmakta; özellikle şiirlerin
genelinde ünsüz ses kullanımını, vokal kullanımına yaklaştırarak bir
uyum meydana getirmektedir. Modern sesbilim incelemelerinde ünlülerin ön planda
olduğu metinler “daha
sağlam, yavaş ve dalgalı”; ünsüzlerin ön
planda tutulduğu
metinler ise, “daha değişken, dinamik ve süratli”
olarak
tanımlanır. Özel’in ilk şiir
kitabı “GeceleyinBir Koşu”da bir araya gelen şiirler de, ünlü ses kullanımlarının daha
yoğun oluşu ve konsonant kullanımındaki
denge sebebiyle “yavaş ve
dalgalı” bir görünüm sergilemektedir.
Bu ilk dönemki metinlerin ses ve anlam ilişkisi açısından sözü edilen
yapı içerisinde olmasında hiç şüphesiz,
Özel’in “beni” etrafında “var olan / verili olan” dünyadan sıyrılarak, yoğun imgelem ve farklı
tasarımlarla
oluşturmuş olduğu söyleyiş içerisinde beliren, “hayal” ve “oyun dünyası”nın da
payı vardır. Örnek olarak aşağıya
alıntılayacağımız
“Acının Omuzlanışı” adlı
metinde şair, ünlü
seslerin etrafında meydana getirdiği ses
dalgalanması (“i: 30”, “ü: 28”, “e: 27”, “u: 19”, “o: 14”, “ö: 4”) ve özellikle
“a” sesini 74, “ı” sesini de 54 defa
yineleyerek assonanslı kullanımlarıyla, şiirde hem ahenk hem de anlam olarak bir bütünlük oluşturmak
istemektedir:
K a dını bir gürültüye s a
pl a dıl a r.
Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı,
tıkırtı
k a hk a h a mın
düşürdüğü çiçekleri bul a
m a dıl a r
fırtın a lı bir geceydi çünkü bul a
m a dıl a r
bomb a l a r, bö sesleri, s a v a ş a l a
bora sı...
Y a ş a m a k bir tıkırtıydı,
a ldırm a dıl a r.
Çocukl a rın düşlerinde bir Ma rkut
bir kurb a ğ a
zıplıyor y a ş a m a mızd a
n
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
M a rkuuuut! Torb a nı s a rkıt.
Her doğ a
l güzelliğin bir ucund a
a pta llık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
K a dın. K a dını
bir dilime ka tık ettiler
M a rkuuuut! Torb a nı s a rkıt.
Siz büyüyün ka n kuşl a rı siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkm a
yın
korkm a yın ölüm bir b a şk a a ğzıdır y a ra
s a l a rın.
A şınmış eşikler, a şınmış y a yg a ra
l a r
a sl a n gibi bir koc a sı v a
r mıydı bu k a dının?
Gömleğimi zorlayan
kuş sesleri.
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
Yukarıdaki şiirle
dikkat çektiğimiz yoğun vokal kullanımlarını,
Özel’in bir çok şiirinde
görmek mümkündür.
Özellikle “Geceleyin Bir Koşu”da
biraz evvel sözünü ettiğimiz
ses-anlam ilişkisi
dolayısıyla bu tür kullanımlara
çokça rastlanılır. Örneğin
“Bir Ağrı Yakıldıkça
Sevilmeli” adlı şiirin aşağıya alıntıladığımız dizelerinde yine sıkça
kullanılan ünlü seslerin yanı sıra, “n” ve “r” sesleriyle oluşturulmuş olan aliterasyon dikkat
çekmektedir. Şiirde
58 kez yinelenen “n” sesini, özellikle “-an, -en” biçiminde
partisip şekliyle
kullanan şair, “beni”
etrafında
çevrelenmiş olan
dünyadan hareketle kendini tanımlama gayretine girer. Bu şiirde 54 defa, şairin tüm metinlerinde
ise en çok tekrar edilen konsonant olan “r” sert sessizi, Özel’in
içerisinde bulunduğu
ortamdan çıkmak
istemesine ve dayatılan değerler
karşısında “saldırgan”
bir tavır almasına işaret
etmektedir:
Gecenin dü r üstlüğünden her
kes kuşkulanı r
ko r kulur o kuş yüklü iniltiler den
ve mor ağzını
gecenin kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler
adına
bütün fotoğ r aflar ını yakan
yakan ve bekleyen.
Çar par yüzü bi r
çocuğun mezar
lar a
yine de ağar
tamaz tanımını gecenin.
Ezgisiz ama esnaf bakışlarıyla
soyunan bir kadın
ayartılmaya uygun o çok baygın ye r
ler im
ağartamaz
çünkü çocuklar yağız bir öpüşle korunur
ben yakar ım çağımın eller ini. Ben bekliyenim.
Gecenin kıyısında benden konuşulur.
Kar a bi r i r in
akıyor
öpünce o yıkılmış gülüşünden
çocuklar ın.
Kar a bi r salgıdı r
çünkü büyük
serüvenler ve çocukların
soluk alışları
da.
Ürker herkes üşümüş bir anahtar
olagelmekten
bi r çocuğun
şehr i
çar par yüzümün var oşlar ına.
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
Alışılmamış bağdaştırmalarla kurulu söyleyişin sınırlarına yaklaşıldığı
metinlerin hemen hepsinde dikkat çeken bu
durum, radikal imgelerin sert ve yıkıcı havasında ortaya çıkan şiirlerde ise “daha dinamik ve
süratli” bir yapı
ortaya koymaktadır. Nitekim şair,
“Partizan” şiiriyle
aralanan ve izleksel olarak tüm şiir
evreninde devam eden
“devrimci duyarlılık”la ve kendi varlık alanının imkanlarını önceleyerek
eklemlenmek istediği
dünyayı
tanımlarken takındığı
antikonformist tavırla yazılan şiirlerinde,
özellikle sert konsonantları (“t, k, r, d”) çok daha
sık tekrar etmektedir. Örneğin
aşağıya “Evet, İsyan” adlı şiirden alıntılayacağımız dizeler, sert
sessizlerin şiirin
bütünündeki “yıkıcı” ve “sert” havasına koşutluk kurarak dizelenmekte ve metnin derin yapısında,
anlam
açısından çoğalma
meydana getirmektedir:
Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
göğsünde hazin
ayak izleri eski Şubatların
onu yaralar kıpırdatıyor
ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
içimize güneşler bırakan
nal sesleri.
Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
varınca bayrakları, marşları duyuyorum
başım çılgınca sarsılan
dallarla uğraşıyor
durup dineliyorum bütün taframla
bütün taframla, bütün yumruklarım,
bütün
hantal yüreklerin olduğu orda.
(...)
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar,
erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aş kî yüreklerini.
(...)
Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin
pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.
Alanlara çok bilenmiş yüreğim
alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp
uyansın sevdiğim.
(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.23)
Buraya kadar örneklenen metinlerden de anlaşılacağı gibi İsmet Özel’in şiirlerinde, kimi zaman aliterasyon ve
assonans şeklinde
yapılanan sesbirimsel yinelemeler, şairin temalarıyla da bütünlük oluşturarak meydana
gelmektedir. Örneğin
“Evet, İsyan”dan
yukarıya alıntıladığımız
dizelerde de sıkça tekrar edilen “t” ve “d”
ünsüzleri, “hor görülen” ve “tiksinti duyulan” bir ortam
içerisinden sert ve yıkıcı bir tavırla çıkıp kurtulmak
istencini imleyerek açımlanır ve şairin bu izlekteki tema değerleriyle bütünlük kurar. Ses birimleriyle kurulan bu
izleksel bütünlüğe, “Of
Not Being A Jew” adlı şiirden
alıntıladığımız aşağıdaki dizelerle de işaret etmek
mümkündür:
(...)
bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gi ttim
bir kuyudan su çek tim
halka boynumdan geç ti
geç ti boynuma kemend
d harfine bak dedim
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf ol harfle birlik te kıyam e t
harf of harfler ummanına ba t
çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
çünkü böndür al tında kaldığım töhme t
uğradığım kinayeler bön ve berbat.
Eve t, ilmektir boynumdaki
ama ben
kimsenin kölesi değilim
taran tula yazdılar diye
göğsümdeki yaftaya
taran tulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken
tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim
beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
(...)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16)
İsmet
Özel’in kendi şiiri dili
içerisinde ortaya koyduğu
ve bir tür üslûp özelliği
olarak geliştirdiği sesbirimlerine
ait bu tür kullanımlar, şiir
metni içerisinde biçimbirimsel yinelemelerin de yardımıyla uyum içerisinde
ortaya
çıkmaktadır. Şairin tüm
metinlerinde yer alan ünlü ve ünsüz sesleri, toplu ve ayrı olarak, hangi
sıklıkla
kullandığını aşağıdaki tablodan takip etmek mümkündür:
4.2.4.1.2.
Biçimbirimsel yinelemeler
İsmet
Özel’in şiirlerde yer
alan biçimbirimsel yinelemeler, metin içerisinde belirgin kılınmak istenen
anlama bağlı
kalınarak meydana getirilmekte; dolayısıyla da herhangi bir şiirde biçimbirimsel
yinelemelerin birçok çeşidi
bir
arada bulunabilmektedir. Örneğin
şair, bir metninde “ön
yineleme”lerle işaret
ettiği anlamı yine aynı şiirinde hem
“art yineleme”yle hem de “kıvrımlı” ya da “ikiz yineleme” ile işaret edebilmektedir.
Özel’in şiir
diline olan hakimiyetini ve sözcükleri kullanmadaki maharetini sergileyen bu
durum, çoğu zaman
şiirin ahengini sağlayan önemli bir yapı unsuru
olarak da dikkat çekmektedir. Şairin
metinlerinde öne çıkan
biçimbirimsel yinelemelerin söz konusu olan bu yapı içerisindeki görünüşlerini, “Ön yineleme”,
“Art
yineleme”, “Bağlaç,
ünlem ve edat yinelemesi”, “Kıvrımlı yineleme”, “İkiz yineleme”, “Sözdizimsel
yineleme”, “Ek yineleme”, ve “İkileme, pekiştirme ve yansımalı sözcükler” başlıklarıyla incelemek
mümkündür.
Birbiri peşi
sıra gelen dizelerin baş tarafındaki
sözcük ya da sözcük gruplarının tekrar edilmesiyle oluşturulan “ön
yinelemeler (anaphora)”, şiirdeki
anlamın ritme bağlı
olarak pekiştirilmesine
yönelik olarak meydana
getirilmektedir. İsmet
Özel’in ilk metinlerinden son metinlerine kadar rastlanılan bu tür yinelemeler,
bir kavramın
ya da metnin bütünü içerisinde önem arz eden bir eylemin, hem altını çizmek hem
de anlam alanını genişletmek
için oluşturulmaktadır.
Örneğin
şairin “Bakmaklar” adlı şiirinden örneklediğimiz aşağıdaki dizelerde, ön yineleme olarak iki defa tekrar
edilen ‘tabut’ kelimesi, bendin bütününde yaratılmak istenen imajın merkezinde
yer alan bir kavram olarak
karşımıza çıkmakta ve
‘bırakıp gitmek’, ‘ölü bir erkek’ ve ‘kurutulmuş anı’ sözcükleriyle aralanan anlam alanının
genişlemesine yardımcı
olan çağrışımsal yapısıyla dikkat
çekmektedir. Yine Özel bu yapıyı, ‘beklemek’ fiilinin
yöneldiği ‘aydınlık’ ve
‘ses’ kelimelerinin imajinatif anlamlarını hissettirerek, ‘anne’ ve ‘baba’
imgesinin
sınırlarına yaklaştırmaktadır:
(...)
Oysa babam bilirdi yaşadığını
aptes alırdı çünkü
anlatacak şeyleri vardı,
eğilip kalkmaları
dualar okuması, doğum
sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.
Ah, göğe uzatıyorum bir
cumartesiyi
hayın bir çalgıyı kuşanıyorum
göğün huysuz kuşlarıyla
GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi
bir tabut kalmıştır
akşam olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.
Anam kirliserin penceresinde doğanın
uykusu ayaklanır kanı birikir saçlarına
gözlerine uyuşuk bir
hınç siner artık
ölü bir erkeği almıştır yatağına
o soğuk ölüyü, o
kurutulmuş anıyı
birdenbire benim ağzıma
takılır herşey
giderim akşama özgü göğsümü açmaya.
(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
Yukarıdaki şiirde
yer alan yapının bir benzerini şair,
“Kan Kalesi” adlı metninde ‘kaldırmak’ eylemi etrafında
yinelediği sözcüklerle
meydana getirmektedir. Söyleyişin
etkin kılınması için iki defa tekrar edilen ‘yufka mıdır’
söz grubuyla açımlanan şiirdeki
anlam, şairin dünya karşısında nasıl bir tavır alacağını kesin olarak ifade edişiyle
zenginlik kazanmaktadır. Metinde iki defa yinelenen ‘koca bir tomruk’
metaforunun, ‘kaldırmak’ fiiliyle meydana
getirdiği anlam ilişkisi etrafında ortaya konan
bu tavrın, şiirin başlığındaki ‘İsyan’ kelimesinin de anlamını
kuvvetlendirecek bir yapı içerisinde oluşu ayrıca dikkat çekmektedir:
(...)
yufka mıdır benim bakışım dünyaya
ki acılarıyla başlatırım
insanları
derimi yalayarak geçen mevsim
beni alır şehirden
yıpranmış bakışlarla
her askere gidenin, her tören yorgunun
kondurur kemerinin kaşına.
Böylece ben, o küskün, o karışmayan
dehliz
koca bir tomruğu
yüklenirim arkadaşlarla
koca bir tomruğu
kaldırıp kaldırıp
kümbetlere, bitkinliğin
bordasına...
(...)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)
İsmet
Özel’in şiirleri
arasında ön yinelemelerin, hem kullanım sıklığı hem de metnin anlamıyla birebir
bütünleşmiş olması bakımından en çok
dikkat çeken şiiri “Of
Not Being A Jew” adını taşımaktadır.
Şair, bu
metninde ‘inmek’ ve ‘inlemek’ eylemleri etrafında örgülediği dizelerinin imgesel
anlamlarını, tam 15 defa
yinelediği ‘bir kucak
sadece’ şeklindeki söz
grubundan sonra yer verdiği
sıfatlarla tamamlamaktadır:
İniyorum
kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
(...)
(...)
iniyorum ama indirilmedim
iniyorum çalıntı tahtımı terkederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni
bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
(...)
İniyor ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak
açılınca açıkları kapatan
acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne
kadar da ölçülü
(...)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.10-23)
İsmet
Özel’in şiirlerinde öne
çıkan diğer ön
yinelemeleri de aşağıdaki gibi örneklememiz
mümkündür:
Kuş damdan
düşünce
sarışın
bir yürüyüşüdür artık
ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi
nisandan
(...)
(“Kuşun
Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)
(...)
Benliğim
kurtlanmış bir çocuğu
sıkıştıradursun
beynimde
yengiyi yabanca söken
avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım
böyle geçiyor içimden.
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
(...)
Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla
sofraya oturuyor
köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?
Asfalt yakıyor genzimi
asfalt adamlarını topluyor aramızdan
yıkılıp omuzdaşlarının seslerine
yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.
(...)
(“Evet, İsyan,
Evet, İsyan,
s.22)
(...)
Ben dünyaya doğru
yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar
çarelenir
dağların esmer ve yaban
telaşından kurtula diye
torna tezgahlarında demir.
Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür
yeryüzünün halleri
(...)
(...)
gözlerim nemli değil.
gözlerim namlu.
(“Aynı Adam”, Evet, İsyan, s.33)
Yaşamak
güzeldir
gözlerim daha güzel
gözlerim daha güzel halka bakınca
(...)
(“Yaşatan”,
Evet, İsyan,
s.40)
Yaşamaktan
öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın
ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği
dinç duygular
nelerse ki yaşamak
sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.
(...)
(“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)
(...)
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
(...)
(...)
düşündüm yaslanarak
şehrin kasıklarına
düşündüm kafa
kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
(...)
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
İnsan
eşref-i
mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların
arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların
yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime
kadar alçaldı
(...)
Budur
işte bir
daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte
şehirleri bayındır
gösteren yalan
işte mevsimlerin
değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır
bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
(...)
Tutun ve yüzleştirin
hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama
oldukça da haklı.
Ölümler
ölümler e ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata
karşı.
(...)
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)
Dudaklarından kalkarken boynun kurcalar beni
bir yanımı kara çıbanlara saldılar, ıslak
bir yanım hiç ayrılmamıştır,
gümeçlerde saklıdır
(...)
(...)
kan değildir
dostlarımın çakşırına
bulaşan
kan değil,
mürekkep lekesi ben bilirim
çünkü birgün gerçekten kan aktığında
ölüm çiçeklerin yırtıcı dülgerliği
sanılacaktır
(...)
(...)
bana soru sor artık
beni kurtarma,konuştur
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.
(“Sevgilime İftira”,
Erbain, s.154-155)
Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
düşünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok
ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama
sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
(...)
(“Akla Karşı
Tezler 1”, Erbain, s.185)
Ağzının
bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar
yaratan yağmurlara
açıldım
kalmışsa tomurcuklar
önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.
(...)
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
Ben İsmet
Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu
tufan
ben yaşarken yeni
baştan yaratıldı kainat
her şey
i gördüm içim rahat
(...)
(...)
verin bana
verin taammüden işlediğiniz
suçları da.
(...)
üyesi olduğunuz
dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız
karşısına.
(...)
(Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken, s.7)
Biz şehir
ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
(...)
(“Dişlerimiz
Arasındaki Ceset”,
Cellâdıma Gülümserken, s.12)
(...)
nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam
nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru, selvileri zor
durumda bıraktım
(...)
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)
(...)
Güzel; ama bir pürüz var
Güzel; ama başıma kim bilir ne bela açar
Güzel; ama daha temiz olabilirdi.
(...)
(“İkinci
Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.65)
(...)
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
(...)
Bak işte
Bir parça kuru ekmek
Kim bilir kim düşürmüş
Kim bilir kim ekmeği bir kenara
Ayak altından çekmiş.
(...)
Bu bahçede her şey hayran olunmak için
Her şey
kendine özen göstermiş
Her şey
kendine öyle bakıtıyor ki
(...)
(Üçüncü Bab: Şivekâr’ın
Yolculuğudur”, Bir
Yusuf Masalı, s.77-89)
(...)
Dönem sonu sınavlarının yaklaştığı
aylarda zonk
Her zonklayışta bir zarafet bulmadılarsa çatlardılar
Her zonklayış melâle aşina her hal ü kârda domino
(...)
Gök müydü dönmek için can atılacak taraf
Göktü evet gizlice göz kırptı öldürene
Göktü aynı gökyüzüydü ölene el altından
Tanışıklık
veren de
(...)
(...)
Aklını yormak
Benim arkadaşlarıma göre yabancıların işi
Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda
uçana
Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine
batırana
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.56-57, 64)
(...)
Bu ses tabiat kanunlarıyla aynı evde kalmaz
Bu ses tabiat kanunlarının kapı komşusudur
Bak nasıl patır patır meyveler
Bak yıldızlar nasıl şangır şungur.
(John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 3”,
Of Not Being A Jew, s.97)
(...)
sonuçta bir
mücerret sen bir mücerret o
tecritten başka
gereklilik fark edene aşk
olsun
boğdular
dirhemle yaşamakları
tafsilata
boğdular
bende beni benim bana
(...)
(John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 3”,
Of Not Being A Jew, s.97)
Art arda gelen dizelerin sonundaki sözcük ya da sözcük
gruplarının tekrar edilmesi ile meydana getirilen
biçimbirimsel yinelemelere “art yineleme (epistrophe)” adı verilmektedir.
Yalnızca ritim için değil
dize sonundaki
sözcüğün metnin bütününe
kattığı anlamı pekiştirmek ve vurgulamak için de
kullanılan bu yineleme türü, İsmet
Özel’in şiirlerinde çok
fazla kullanılmamaktadır. Bunun sebebi ise, şairin hem ritim hem de anlama yönelik olarak
dize sonlarında oluşturduğu yinelemelerini, devam eden
dizelerin başında ya da
ortalarında tekrar edip, ritmin ve
anlamın devam etmesini öncelemesindendir.
“Kıvrımlı yineleme (anadiplosis)” olarak adlandırılan bu tür
biçimbirimsel yinelemelere, Özel’in şiirlerindeki
görünüşleri de
örneklenerek daha sonra değinilecektir.
Burada, şairin
metinlerinde art yineleme olarak öne çıkan
bir iki kullanımın üzerinde durmak istiyoruz. Bu kullanımlardan en dikkat
çekeni, ön yinelemeyi örneklerken de
üzerinde durduğumuz “Of
Not Being A Jew” adlı şiirde
görülmektedir.
Şair,
tam 15 defa yinelediği
‘bir kucak sadece’ şeklindeki
söz grubundan sonra yer verdiği
sıfatları, ‘değil’
sözcüğünün anlam alanı
içerisinde kullanarak ‘inmek’ ve ‘getirmek’ istediği ‘kucağın’ niteliği
hakkında bilgi
vermektedir. 13 defa tekrar edilen ‘değil’ olumsuzlaması, her dizede kendinden önce gelen 2 sıfatla
birlikte farklı
çağrışım alanlarına yönelerek genişler. Bu alanlar, her dizede
kullanılan birinci sıfatın sonraki gelen sıfatla
kurduğu anlam örtüşmesiyle birlikte daha da
etkin kılınmıştır. Örneğin ‘genç’ olmayan ‘kucak’,
aynı zamanda
‘diri’ de ‘değil’dir.
Burada diriliğe, gençliğe ait bir özellik olarak işaret edilmesi dikkat
çekmektedir. Aynı şekilde
yorgunluk da yaşlılığın hemen yanı başında zikredilerek, sıfatlar arasında
da farklı çağrışım alanları meydana
getirilmek istenmiştir:
İniyor
ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı . değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.13)
Özel’in 1963 yılında yayımlanan ilk şiirlerinden biri olan “Kuşun Ölümü” adlı metin, kısa
olmasına rağmen hem
anlamını hem de ritmini art yinelemelerle sağlaması bakımından dikkat çekmektedir. Alışılmamış bağdaştırmalarla
şiirinin anlamına dair
farklı tasarımlar meydana getirmeye çalışan şair,
dize başlarında ve
sonlarında tekrar ettiği
sözcüklerle de bu anlamın devamına olanak tanımıştır. Özellikle ‘ölüm’ kelimesinin imajinatif değeri, ‘düşmek’
eyleminin yöneldiği
farklı anlam aralıklarıyla çoğalmakta
ve şair, mısra
tekrarlarının da yardımıyla, kişileştirmiş
olduğu ‘kuş’ imgesinin bu anlam
alanlarıyla örtüşmesine
meydan vermektedir:
Kuş damdan düşünce
sarışın
bir yürüyüşüdür artık
ölümün
bir yağmurdur
açılan kuraklığa
bir yağmurdur
kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan
kuş düşünce
damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi
arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının
altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun
ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce
öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen
ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini.
(“Kuşun
Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)
İsmet
Özel’in şiirlerinde öne
çıkan art yinelemelerin, meydana getirildikleri dizelere aşağıdaki gibi işaret etmemiz
mümkündür:
(...)
Ben şenlikçisiydim
pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan
geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
Böylece dingin bir kaşıntı gibi açılır dünya
benzi aldırışsız
ağaran dünya
hınçlar ve revolverler uçuşur
kabuklu yüreklerinde bazı adamların.
(•••) .. .
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
(...)
Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları, analarımız
aşererken toprak
yiyen analarımız
yüreğimin
palamarlarını çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
(...)
Kızkulesi beyaz iken
Yaşamak
evlat acısı
Kaça çıkar diye sorduk
İş çıkardı
başımıza
Çirkin ördek palaz iken
Keşişleme poyraz iken
Ümitgillere gece yatısı
Ağu
dendi aşımıza.
(“Kızkulesi Beyaz İken, Of NotBeingA Jew, s.37”)
(...)
Oraları elleme
Bu sıkıcı konuyu kapat
Bu defteri kapat
Pencereyi kapat
Perdeyi çek
Fermuarı da
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 20”,
Of Not Being A Jew, s.147)
4.2.4.1.2.3.
Bağlaç, ünlem ve edat yinelemesi
Bu yinelemeler, sözcükler arasında, bilinçli olarak, gerek
aynı türden gerekse başka
türden bir çok kez bağlaç,
ünlem ve edat kullanılmasıyla meydana getirilmektedir. İsmet Özel’in şiirinde bu tür yinelemelerle kullanılan
bağlaçlar ve ünlemler,
metnin anlamını kuvvetlendirmek ve söyleyişin ritmini hızlandırmak için oluşturulurken
edatlar da, benzetme yoluyla yapılan alı şılmadık bağ daştırmaların
ş iir içerisindeki
fonksiyonunu
belirginleştirmeye
yönelik olarak ortaya çıkmaktadır.
Örneğin
aşağıya örnekleyeceğimiz “Çağdaş Bir Ürperti” adlı şiirde kullanılan “ve” bağlacıyla, “İçimden Şu Zalim
Şüpheyi Kaldır Ya Sen
Gel Ya Beni Oraya Aldır” şiirindeki
“ne.. ne” bağlacı,
metnin anlam açısından
çoğalmasına, dizeler
arasındaki bağlantıya ve
şiirin ritminin
aralıksız devamına önemli oranda katkı sağlayacak bir
yapıyla ortaya çıkmaktadır. Özellikle “ne..ne” kullanımı, şairin olumsuzladığı izleklerin net olarak anlaşılmasında
önemli bir görev üstlenmektedir:
(...)
Ve asfalt orada
ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını
anlatıyordu
(...)
Zedelenmiş ıtır
kokuları duyulur
ve kana karışan
kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
ve tomurcuklanan bir yerimin
demek ki benim haylaz ve militan
bir yüreğim.
(•••) .. .
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
(...)
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla
bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
(...)
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır / Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
Özel’in şiirlerinde
en çok “ey” ünlemi kullanılmaktadır. İsmet Özel şiirinin yüksek sesle okunmasına da olanak
tanıyan bu ünlem, çoğu
zaman dize başlarında
tekrar edilerek şiirdeki
ritmin sürekli kılınması öncelenmiş; kimi
zaman da dize içlerinde yinelenerek, söz konusu olan ritmin metnin bütününe
yayılması sağlanmıştır. Aşağıya
“Kaçmak İsterken
Vuruldu” ve “Muş’ta Bir
Güz İçin Prelüdler”in 7.
bölümünden alıntılayacağımız
dizelerde bu
türden kullanımları görmek mümkündür:
Ey pazarlıkçı dul kadınların dillerindeki yapışkan!
Ey kusurları tadat edip vakit öldüren tembel
amcazadeler!
Ey gişelerin
önünde sabırsızca bekleşenlerin
bahanesi!
Ey gövdelerin pişmanlığı!
Ey en çürük meyvesi dünya dillerinin!
Bayramın hamursuzu!
İftar
vaktinin kuşkusu!
Haçın dumuru!
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
(“Kaçmak İsterken
Vuruldu”, Of Not Being A Jew, s.38)
Adını 'bir gün fazla yaşamak' koyduk.
Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!
Ellerin ve doğurtucu
başdöndüren macerası!
Ey toprağın ve rahmin tükenmez hünerleri!
(...)
(“Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler
7”, Evet, İsyan,
s.35)
Şairin
metinlerinde yer alan edatlar ise, daha çok bağlaçlarla birlikte kullanılmaktadır. Okuyanda ve
dinleyende
farklı çağrışım alanları meydana getirmeye
yönelik olarak yapılan alışılmamış bağdaştırmaların bir kısmı, özellikle
“gibi” ve “için” edatlarıyla oluşturularak, şiirde anlam çoğalmasına
imkan tanınmaktadır. Aşağıya örneklediğimiz
“Davun”, “Bir Devrimcinin Armonikası” ve “Üç Frenk Havası” adlı metinlerde, hem
edatların kullanılış
biçimlerini hem de bağlaçlarla
birlikte yinelenerek şiirin
ritmine olan katkılarını görmek mümkündür:
Leş yiyen
akçıl kuşları severim çünkü
akçıl göçmen kuşları
çünkü
çünkü özentisiz taşra
yanakları
gibi çarşılara
ilişkin
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.
(...)
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.29)
(...)
ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asvalta ve
otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak, bir
setre.
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
(...)
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
(...)
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.24-30)
İsmet
Özel’in yukarıda örneklediğimiz
şiirlerinin dışında, öne çıkan bağlaç, ünlem ve edat
kullanımlarıyla
meydana getirilen yinelemelerin, dize içlerindeki görünüşlerine de aşağıdaki
gibi işaret edebiliriz:
(...)
Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur
kendimizi
ne beklenebilir.
Yırtarak açtığımız
zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
(...)
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.9)
(...)
çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çevik ne de
ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer
daha kankusturucu
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.
(...)
(“Mazot”, Erbain, s.145)
(...)
Bekleyiş arzından
kovsunlar bizi
Ne Yemen biraz öncemiz diyelim
Ne biraz sonramız Meksika
(...)
(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.21)
Kâfirdi o ki kısa bir müddet
Aklından mühim şeyler geçiriyormuş
gibi susup
Bekledi bekletti işkilleri varmış gibi
dingildedi
(...)
Ama kâfirde nâtıka ne gezer
Sarahatten kâfire ne.
Beni atacaklar mıymış ben mi atlayacak mışım
Ne olmuş
ne oluyor ne olacak
(...)
(...)
Ne zavallı şey! Ne Grek ne İbrani ne Latin
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6”,
Of NotBeingA Jew, s.103-107)
(...)
Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım
gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
(...)
ey taşan
suların imkanı
ey taşan suların
bekareti sana
bir karşılık vereceğim.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
(...)
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
(...)
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)
Ey sökülmüş cep! Ey ıslak yorgan!
Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran!
Yardım et! Yardım et!
Bana ilah mahvedecek
bir uzuv lazım.
(...)
(“Birinci Bab: Şivekâr’ın Çıktığıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.41)
(...)
aşk için
karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve
ölüm bana yeniden
su ve ateş ve
toprak
yeniden yorumlandı.
(...)
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)
(...)
Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın
dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e
(...)
(Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi, Cinayetler Kitabı, s.26)
(...)
ona cinleri sığındıran
ay korkusudur
ne gümüş bir
çocukluk ölüler gibi sağlam
ölüler gibi soyunmuş artık
korkularından
onu ben ne kadar buldum desem yok olur
çünkü girilmez tarlasına ay kokusundan
(...)
(“Karoon”, Erbain, s.19)
(...)
Öyle sessiz, öyle gelişmeyen bir yangına
bir insan kıvranışını bırakırmış gibi
bir acı sağlanırmış gibi
sol böğrüme
ellerime Mori’yi eklerdim.
Ağzım
ağızla doluydu
mermilerden önce.
(...)
(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20-21)
(...)
Ah, bu hep zaten böyle oluyor
İnsanlar
tabiatı her zaman heyecana boğuyor
Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
(...)
Yusuf'un güzelliği
Bir çarpışma
gibi içrek
Bir savaş gibi
yaman
Terk ediş uyandırmıyor
gidişi
Bir kalış sunmuyor
durduğu zaman
(...)
(“İkinci
Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.54, 62)
4.2.4.1.2.4.
Kıvrımlı yineleme
Bir dizedeki son sözcüğün, daha sonra gelen dizenin başında tekrar edilmesiyle oluşturulan yinelemelere
“kıvrımlı
yineleme (anadiplosis)” adı verilmektedir. “Çapraz tekrarlama” da denilen bu
tür yinelemeler, İsmet
Özel’in
şiirinde sıkça
kullanılmaktadır. Fakat şair
kıvrımlı yinelemeleri, sadece yukarıda tarif edildiği şekilde
meydana
getirmez. Özel’in kimi dizelerinde bu biçimde yinelenen sözcükler, kıvrımlı
yineleme tabirine tam da uygun
olarak, devam eden dize içerisinde de tekrar edilir. Şair, bu kullanımıyla şiirin ritmini arttırırken, öncelemek
istediği anlam üzerinde
de vurgu meydana getirmiş olmaktadır.
İsmet
Özel’in yukarıda dikkat çektiğimiz
biçimiyle kıvrımlı yinelemeye örnek olarak gösterebileceğimiz en güzel
dizeleri “Of Not Being A Jew” adlı şiirinde yer almaktadır. Özel, bu şiirin bütünündeki anlama uygun olarak,
aşağıya örnekleyeceğimiz dizelerdeki ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ sözcüklerini,
her 3 dizede “kıvrımlı” bir şekilde
yineleyerek ‘dönmek’ eylemi etrafında anlam çoğalması oluşturmuş ve
metaforik bir anlam alanı meydana
getirmiştir: Şair, söz konusu olan bu anlam
alanını, ‘ev’, ‘şarkı’
ve ‘kalp’ kelimelerini kendi içerisinde önemine
göre bir sıralamaya tabi tutarak da hissettirmektedir. Bu sıralamanın ilk ve
öncelenen şekli, son
dizede ortaya
çıkar:
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya
dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
(^)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20)
Kıvrımlı yinelemenin ifadeye çalışılan biçiminde meydana getirilmiş bir diğer dikkat çeken örneğine de, “Yıkılma
Sakın” adlı şiirde
rastlanılmaktadır. Şair,
bu metninde de vurgu yapmak istediği anlam alanına, ‘kelimeler’
sözcüğünü 3 defa yineleyerek
işaret etmektedir:
Sana durlanmış
kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı
kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
(...)
(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38)
İsmet
Özel, kıvrımlı yinelemenin bilinen şeklini meydana getirdiği kimi dizelerinde, şiirin bütününde özellikle
olumsuzlanan anlamı işaret
etmek için fiil yinelemeleriyle işaret etmektedir. Aşağıya alıntılayacağımız dizelerde bu
türden bir kullanım dikkat çeker:
(...)
Güneşin
Koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
Yazlar yok
Yok artık altında suskun yolları saklı tutan
Karla örtülmüş
kırların kışı
(...)
(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.21)
Yaklaşma!
Davranma yakarım!
Eller yukarı! Atları çöz! Maskeni indir!
Devamı var diyordun; getir bakalım devamını
Arkası yarın demiştin; neydi yarından kastın?
Zırlama! Gözyaşı
istemiyorum
İstemiyorum
mızmızlık
İstemiyorum
salya
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 2”,
Of NotBeingA Jew, s.95)
İsmet
Özel’in diğer şiirlerinde de belirgin olarak
dikkat çeken kıvrımlı yinelemelerin, hem normal kullanımlarına
hem de yukarıda dikkat çektiğimiz
biçimine, aşağıdaki gibi işaret etmek mümkündür:
(...)
bir tabut kalmıştır akşam
olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.
(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
(...)
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
(...)
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.9)
(...)
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
(...)
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)
(...)
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef
çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler,
Gide mesela.
(...)
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)
(...)
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılar dır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı
acılar
çocuklar paylaşıldı
(...)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20)
(...)
Geçtim kara yağlar sürünerek
kara yağlar sürünerek büyüdüm
câni bir kadınla yattım ve beynim
kırık bir suyun yüzünde yorgun
yürüdüm.
(•••) .. .
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
(...)
durup dineliyorum bütün taframla
bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal yüreklerin olduğu
orda.
(...)
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir
benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek
haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
(...)
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.23)
(...)
Azan bir hevestir artık tanyeri
söküp gövdesinde bir cehennem parçalamak ister insan
şehrin defterini dürüp
uzanmak ister yanına
üstümüzü kuş sesinden
bir lekeyle örtmeli
umudumuzu kapamaya gelen makinaları
bütün çirkefini şehrin
çarptırıp aşkımıza
solumak gece
terlemek gece
gece çarşaflara...
(...)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)
(...)
Sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca
Görüneceksin ahret gözüme
Ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan
Azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 5”,
Of Not Being A Jew, s.102)
(...)
Ay oğlan yiğit misin
Yiğit
misin ay oğlan
Dağlarda geyik misin
Geyik misin dağlarda
Selâm verdim almadın
Almadın selâmımı
Halbuki almıştı selâmını Dante'nin Baudelaire
Şimdi
sen neci oluyorsun büyük müsün Baudelaire'den.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 20”,
Of Not Being A Jew, s.149)
Dize içerisinde aynı sözcüğün bağlaçla
ya da bağlaçsız olarak
yinelenmesiyle meydana getirilen yinelemelere “ikiz
yineleme (gemination)” denmektedir. İsmet Özel’in şiirinde
bu tür yinelemeler, anlamın kelime üzerinden
iletilmek istendiği
noktada kullanılmakta ve şiirdeki
ritmin etkisini artırmaya yönelik olarak ortaya çıkmaktadır.
Örneğin
şairin 1964 tarihli ilk şiirlerinden olan “Acının
Omuzlanışı” ve 2003
yılında yayımlanan “Otoyolda
Kavrulmuş Ruh Satıcısı”
adlı metinleri, şiirdeki
ses ve ritim unsurlarının ikiz yinelemelerle oluşturulmuş olması
açısından dikkat çekmektedir. Her iki şiirde de ortak olarak kullanılan ‘k’, ‘r’ konsonantları,
yinelenen ‘tıkırtı’ ve
‘vara’ sözcüklerinin ritmik düzeninde önemli bir fonksiyon üstlenmektedir:
Kadını bir gürültüye sapladılar.
Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
(...)
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
(...)
Vara iksir vara tin vara tılsım vara kut
Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı
Ateş yakın
su uzak ara yerdeki barut
Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı
(...)
(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.88)
Metnin bütünündeki anlama yönelik vurgunun, ikiz yineleme
meydana getirilerek kelime üzerinden yapılmasına
örnek olarak “Kan Kalesi” ve “Jazz” şiirlerindeki aşağıya alıntılayacağımız dizeler gösterilebilir.
Özel, her iki
şiirinde de yinelediği sözcüklerle, okuyanda ya da
dinleyende öncelikle dikkat uyandırmak ister. Daha sonra ise
tekrar edilen bu sözcükler üzerinden verilmek istenen anlam alanına, şiiriyle muhatap olanın dâhil
olmasına imkân
tanır. Örneğin “Kan
Kalesi” şiirinin
bütününde hakim olan “devrimci duyarlılık” ve “ben”in içine çekilmek
istenen yaptırımlar karşısında
antikonformist tavra bürünmesi, 4 kez yinelenen ‘dalaşmak’ eylemiyle işaret edilir.
Bu durum, şiirin başlığındaki ‘kan’ kelimesinin çağrıştırdığı anlam alanlarına da yönelerek derinlik kazanır.
“Jazz” şiirinde
de benzer bir kullanım, hem metnin anlam alanına hem de şiirdeki hızlı ritmin devamına yönelik
olarak ortaya çıkmaktadır. 5 defa tekrar edilen ve sonunda ‘kuyuya düşen çocuğun’ neden dolayı ölmediğine
bağlanan ‘niçin’ sözcüğü, kendine sunulanlarla
çepeçevre kuşatılmış olan modern insanın
zedelenmişliklerini akla
getirerek zenginleşir.
Aynı zamanda, tekrar edilen bu sözcük 6 defa yinelenen ‘gerek’ eylemi etrafında
düşünüldüğünde, şiire başlık olarak seçilen kelimenin meydana getirdiği imgesel anlamıyla da koşutluk
kurmaktadır. Şair,
modern insanın sürekli bir yerlere yetişmesi gerektiğinden dolayı hayatının merkezinde yer
alan “tempo”ya, Jazz müziğinin
akıcı ve hızlı ritmini çağrıştıracak bir biçimde yinelediği, ‘niçin’ ve ‘gerek’
sözcükleri etrafında hissettirmektedir:
(...)
Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
partizanlığım
dalaşmak istiyor
anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
(...)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)
(...)
koşmam
gerek
yetişmem
gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek,
bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen
çocuk niçin ölmesin
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)
İsmet
Özel’in diğer şiirlerinde öne çıkan ikiz
yineleme ile ilgili kullanımlarına da aşağıdaki
gibi işaret etmek
mümkündür:
(...)
bir kadın vuruyor kuşlara kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin
gövdesine yorgunluktan.
(...)
Gürültülü bir intihar başlasın akşamla
dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün
dinsin dinsin benim çağdaş olmayan
iğrenç yüzüm.
(...)
(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Geceleyin Bir Koşu, s.17”)
(...)
Oysa
insan zemheriyi
ve kadının doğurma
vaktini bilir
hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla
yeni şeyler, yeni şeyler yaratmak için tabi.
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
(...)
bütün çaşıtları
uyutur sabah
kuşların, kuşların uçuşlarını da.
(...)
(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.31)
Hazzın gücü Hüsnü Yusuf'u kaçırmak için yetmedi
Yalnız yönelmek gelirdi Kızguran'ın elinden
Yönelmek, yöneltmek, yönlendirmek
Sevgilim! Sevgilim! Sevgilim!
Başka
ne söylenebilirdi?
(“İkinci
Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.67)
(...)
bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gittim bir kuyudan su çektim
halka boynumdan geçti
geçti boynuma kemend
d harfine bak dedim
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf ol harfle birlikte kıyam et
harf ol harfler ummanına bat
(...)
(...)
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
(..)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16-17)
(...)
Bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz
Sessiz kalmakla ıssız kalmak
arasına sarkıtıldığımız
kadarmış
Yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca
Acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu
Bir sevişme
fasılasından santur imal edemiyoruz
Dolunay imbiğinden
damıtamıyoruz bir çalpara
Bizi sarmış bizi sarmış bizi sarmış baştanbaşa
mucizesizlik
Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden
Kıvrılmış son
sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu
Kaçmak isterken vuruldu.
(“Kaçmak İsterken
Vuruldu”, Of Not Being A Jew, s.40)
(...)
her ne kadar kısa lâfa rağbet et denilse de
açıyor peşpeşe lâf lâfı
o eskidenmiş
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 14”,
Of Not Being A Jew, s.129)
4.2.4.1.2.6.
Sözdizimsel yineleme
Şiir
metni içerisinde yer alan bentler ve dizeler arasındaki aynı sözdiziminin
tekrar edilmesiyle meydana getirilen
yinelemelere, “sözdizimsel yinelemeler” denmektedir. Halk şiirinde “nakarat”, “bağlama” ve “kavuştak” gibi
isimlerle tanımlanan bu tür “mısra tekrarları”, İsmet Özel şiirinde belirli bir yapı dahilinde oluşturulmaktadır. Bu
yapı, bentlerin başında
ve sonunda yinelenen sözdizimlerinin metnin genelindeki anlam ve ritim uyumuna
koşutluk kurarak meydana
getirilir.
Örneğin
3 bentten oluşan
“Geceleyin Bir Korku” adlı şiirin,
her bendin sonunda ‘gözet-’, ‘üşüt-’ ve ‘uçur-’
eylemlerinin çağrışımsal anlam alanlarına doğru çoğalarak yinelenen ‘tanrım, Pekos Bil’im ...
beni’ sözdizimi,
şiirin bütünündeki
imgesel söyleyişle oluşturulmaya çalışılan hayal dünyasının bir
tamamlayıcı unsuru olarak
karşımıza çıkar. Şair, bu dünyanın sınırlarını
çizgi romandan ödünçlediği
Pekos Bil adlı gerçekte olmayan bir
kahramanla da hem genişletmek,
hem de metninin anlam alanına genişlik kazandırmak ister:
(...)
irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.
(...)
hırlıyım böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye geçemediği
tanrım, Pekos Bil’im üşüt beni.
(...)
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
tanrım, Pekos Bil’im uçur beni.
(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)
Metnin bütünündeki anlam ve ritmin uyumuna yönelik olarak
ortaya çıkan bu sözdizimsel yinelemeler, Özel’in
şiirlerinde bent başlarında ve sonlarında yapıldığı gibi dize içlerinde de
meydana getirilmektedir. Yukarıdaki
şiirden hareketle işaret ettiğimiz yapının bir benzerine
“Davun” adlı şiirde de
rastlanılmaktadır. Yine serbest dizeli
3 bentten oluşan metinde
şair, vurgu yapılan
anlam alanlarına bu sefer ilk bendin dizeleri arasında tekrar ettiği ‘bir
tanım değil
midir’ sözdizimiyle dikkat çeker. Şiirin akıcı bir söyleyişle başlayarak
ritmik bir düzende devam
etmesine olanak tanıyan bu yinelemeler, metnin devamındaki 2 bentte tekrar
edilmez fakat, alışılmamış
bağdaştırmalarla kurulan yapı
içerisinde, yinelenen bu sözdiziminin çağrışımsal
anlam alanı sürekli hissettirilir:
Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru
olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.
Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp
kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim
akşam
bir tanım değil
midir o kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru
ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.
Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
(...)
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.
(...)
Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka
dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
böğrümde avrupalı atları
koşuşturan
aşkım,
tanımım, yanaşmam.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.29)
“Geceleyin Bir Korku” ve “Davun” şiirinden hareketle dikkat çektiğimiz sözdizimleriyle oluşturulan İsmet Özel
şiirindeki bu yapıya, şairin özellikle ilk dönemde
kaleme alınan metinlerinde rastlanılmaktadır. Bunun bir nedeni
de, “sahicilik arayışı”nın
bir uzantısı olarak “beni”nin dünya karşısında nasıl konumlanacağının peşine düşen
şairin bu gayretini,
farklı tasarımlar ve imgesel söyleyişle şiir
metninin içerisine taşımış olmasıdır. Bu durumu,
“Evet, İsyan”
kitabında yer alan “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirde de görmek mümkündür.
Özel, 4 bentten oluşan bu şiirinin
bent başında ve sonunda
yinelediği ‘oraya
gidiyorum boğulmaya’
sözdizimiyle, bu dönemki şiirlerinde
izleksel olarak devam ettirdiği
ve bu metnin bütününe de hakim olan
“devrimci duyarlılık” çevresindeki anlam alanına vurgu yapar. Hatta şair bu vurguyu, son bentte
‘boğulmaya’
sözcüğünü büyük
harflerle yazarak iyice belirginleştirir. “Ben”in kendi varlık alanını önceleyerek, “verili olan
tasarımlar” karşısındaki
tavrını imleyerek genişleyen
bu yinelemelerin anlam alanı, aynı zamanda şiirdeki ritmin
de azalmadan devam etmesine yönelik olarak ortaya çıkar:
Binlerce binlerce çocuk
koşarak
dokumuş benim kumaşımı
hançeremdeki bu şehrin
o geçimsiz mushafı
vardım dayandığım
parmaklığına o büyük
hesapların
Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım
gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
gök de bir mendil takınsın boynuna
benim kağşayan
umutlarım gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya.
(...)
İşte
potin bağlıyor çocuk
bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor insanlara
ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi
oraya gidiyorum: boğulmaya.
Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
makina
(...)
Tutuşan
bir bıçak.
içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte
gidiyorum oraya: boğulmaya.
Oraya gidiyorum boğulmaya
BOĞULMAYA
bir partizanın armonikasında.
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
İsmet
Özel’in “Yaşamak
Umrumdadır” ve “Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak” isimli şiirlerinde de
ifadeye çalışılan
yapının farklı biçimleri dikkat çekmektedir. Şair, “Yaşamak Umrumdadır”ın 3. bendinin ‘sana
bir karşılık
vereceğim’ şeklindeki son dizesini,
metnin 4. bendinde yer alan dizeler arasında sürekli yineleyerek,
şiirin bitişine doğru ritmi iyice yükseltir ve şiirdeki anlamın tekrar çoğalmasını sağlar. “Karlı Bir Gece Vakti
Bir
Dostu Uyandırmak” şiirinde
ise Özel, metnin ritmini birinci bendin hemen başında ‘Kardeşler’ nidasıyla
yükselterek ‘Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta
olan’ sözdizimini tekrar eder:
(...)
yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık
vereceğim.
Sana bir karşılık vereceğim
toprağı
deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık
vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık
vereceğim
birbiri üstüne yığılırken
günler
ey taşan suların imkanı
ey taşan suların
bekareti sana
bir karşılık
vereceğim.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
(...)
Anmaya gücüm yetseydi de konuş saydım
diri-gergin kasları konuşsaydım
“Kardeşler!” deseydim “Kardeşlerim!”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor...”
yazık, şairler
kadar cesur değilim
(...)
(“Karlı Bir Gece Bir Dostu Uyandırmak”, Cinayetler Kitabı,
s.15)
“Çağdaş Bir Ürperti” ve “Tahrik”
adlı metinlerde de benzer durum, bu sefer sözdizimi seviyesinden, sözcük
düzlemine çekilerek meydana getirilmiştir. Özel, her iki şiirde de müstakil birer dize halinde yapılandırdığı
‘dineldim’ ve ‘biliniyor’ sözcüklerini yineleyerek, metnin
bütününde farklı tasarımlarla oluşturulmuş anlam
alanlarının da sınırlarını genişletmiş olmaktadır:
(...)
Kadınlar geçiyordu doğurgan - ve diri kızlar
turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
ve ben gövdemi denkleştirmek
için doğaya
dineldim
aşk;
içerimdeki ergen ölüsünü uğraştırıyordu
(•••) .. .
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
Biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların
sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun
değdiği tende heves kalmıştır.
(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.18)
İsmet
Özel, kimi şiirlerinde
de sözdizimsel yinelemeleri şiir
metni içerisinde, bir tür simetri oluşturacak biçimde
meydana getirmektedir. “Nakarat” olarak da adlandırabileceğimiz şairin bu tür yapılanan metinlerindeki
sözdizimleri, şiirin
bütününe kattıkları ritmin yanı sıra, özellikle anlam çoğalmasındaki fonksiyonlarıyla dikkat
çekmektedir. Örneğin “Üç
Firenk Havası” adını taşıyan
şiirin, 3 bentten oluşan “Ölüm Cantabile” ismindeki
ikinci bölümünde, her bentten sonra nakarat halinde tekrar edilen 2’şer dizelik sözdizimleri yer
almaktadır. Bu
sözdizimlerinden ‘şehrin
insanı, şehrin
insanı, şehrin’ şeklindeki ortaya çıkan ilk
dize, bir önceki bendin son
mısrasında yer alan ‘şehrin
insanı’ söz grubuyla hem ritmik, hem de anlam açısından uyum oluşturmaktadır.
Nitekim şair, bentler
içerisinde işaret ettiği “şehrin insanının / modern insanın”
özelliklerini, nakaratların 2.
dizesinde net olarak dile getirir:
(...)
kaba solgun kağıtlar
sunardı
şehrin insanı bana
şehrin
insanı, şehrin
insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin
(...)
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin
insanı
şehrin
insanı, şehrin
insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivilcelerin
(...)
ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin
insanı
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.24)
İsmet
Özel’in “Kanla Kirlenmiş Evrak”
(‘Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında’), “Mataramda Tuzlu
Su” (‘Uzun yola çıkmaya hüküm giydim’), “Sebeb-i Telif” (‘Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız’),
“Kaçmak İsterken
Vuruldu” (‘Kaçmak isterken vuruldu’), “Kızkulesi Beyaz İken” (‘Kızkulesi beyaz
iken’)
ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 8” (‘Annelik edatını
kilim altına süpürenler’) adlı
şiirlerinde, simetrik
bir şekilde bent başında ya da sonunda tekrar
edilen sözdizimsel yinelemelere de, aşağıdaki
gibi işaret etmek
mümkündür:
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım,
inançlarım işgal
altındadır
(...)
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgâr buruşturuyor
polis raporlarını
(...)
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
(...)
(“Kanla Kirlenmiş Evrak”, Cinayetler Kitabı, s.7)
West İndies,
Kızıl Elma, İtaki,
Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(...)
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(...)
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(...)
burada bitti artık işim, ocağım
yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun
aşkı meselâ
(...)
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının
başkayla kurduğu bağlantıya
(...)
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının
düşünceleriyle değil.
(...)
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
(...)
(“Sebeb-i Telif”, Bir Yusuf Masalı, s.29)
(...)
Neye acıktığımızı
tek fark eden oydu
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
Boştaydı,
bizi kollamak üzere boştaydı
öbür kolu
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
Bu bir elmas kol düğmesi tekidir ki yelek
Astarına teyellenmiş bulundu
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
Fütursuz ömürler kısadır bilmez miydi
Bilmez miydi herkesten iyi bunu
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
Bayramın hamursuzu!
İftar
vaktinin kuşkusu!
Haçın dumuru!
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
Her kıpırdayan şeye ateş etmek
emri alan nemrutun
Silahından fırlayan kurşun değil
Beklentisindeki asit öldürdü onu
Kaçmak isterken vuruldu.
(...)
Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden
Kıvrılmış son
sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu
Kaçmak isterken vuruldu.
(“Kaçmak İsterken
Vuruldu”, Of Not Being A Jew, s.40)
Ümitgilde biz ikimiz
Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
(...)
Ne ayıptı söylemesi
(...)
Hemşeriler
seslenince
Terbiyemiz yettiğince
(...)
Saf ipek kaşındırılmış
(...)
Sözün sihri bize yârdı
(...)
Nazar değdi
çarşılara
(...)
Ölmek fikri minnacıktı
(...)
Yaşamak
evlat acısı
(...)
(“Kızkulesi Beyaz İken, Of NotBeingA Jew, s.37”)
Annelik edatını kilim altına süpürenler
Şiirin de bir borsası olsun istediler
(...)
Annelik edatını kilim altına süpürenler
Sonbaharla süsledi şiiri geceyle püsledi buluttan ârî
(...)
Annelik edatını kilim altına süpürenler
Karaborsa ticaretin harçlığını verdiler bize
(...)
Annelik edatını kilim altına süpürenler
Ümmül Kur’an sözüne bir izah getiremediler
(...)
Annelik edatını kilim altına süpürenler
Aşkları
kalbin inceltisiyle tersim ettiler
(...)
Annelik edatını kilim altına süpürenler
Açmış ağzını derk-i esfel onları
bekler.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 8”,
Of Not Being A Jew, s.111-113)
Dize içerisinde yer alan sözcüklere, aynı yapım ya da çekim
ekinin getirilmesi ile oluşturulan
yinelemelere, “ek
yineleme (homoioteleuton)” denmektedir. İsmet Özel’in şiirlerinde, özellikle dize içlerindeki ritmik ses
düzeni, ek
yinelemesi ile de sağlanmaktadır.
Klasik şiirde daha çok,
uyak ve redif oluşturmak
için dize sonlarında meydana
getirilen bu tür yinelemeler, şairin
metinlerinde farklı olarak dize içlerindeki sözcüklerde oluşturulmakta ve şiirin
bütünü içerisine yayılarak anlam açısından da uyum sağlanmaya çalışılmaktadır.
Örneğin
aşağıya tamamını alıntılayarak
dikkat çekebileceğimiz
“Seni Olan Yenilgi” ve “Dişlerimiz
Arasındaki
Ceset” adlı şiirlerde,
dize içlerinde ve sonlarında sıklıkla yinelenen “-lAr” çoğul eki, metnin özellikle “r”
konsonantıyla kurulan ritmik ses düzeninde ve anlamın “çoğalarak” devam etmesinde,
önemli bir yapıyla
karşımıza çıkmaktadır:
Senin karanlığına kanat vuran yarasalar
başka bir göğe germişler kendilerini
yürekli savaşçılar
olmuşlar
gemilerini yakmışlar
ve silahlarını bilerken
kanlarına yansımış gece
senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk
çocukları
yanan gemilerin suya yankısı oluyorlarmış
yaşlı büyücüler
söylediler
çingene çocukların gülleri mor olmadı
aşka bunaltıları
onlar getirmediler
onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara
saçları uzun bir unutkanlıkla örülmüş
kanlarının ardında tehlikeler yürüyen
korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
tozuyan atlarının yelelerine baktılar ve
sen oldun
ve seni gördüm, eğninde bir mavi gözlerin vardı.
(Seni Olan Yenilgi, Geceleyin Bir Koşu, s.9)
Biz şehir
ahalisi, kara şemsiyeliler!
Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!
Çığlıklardan
çadır yapmak şanı
bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler
Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır
bizi küpeşteler
Yaşamak deriz
-Oh, dear- ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader
Güneş neredeysek
orada bulur bizi
Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler
Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı
gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer
Biz şehir
ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve
tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları
asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
(“Dişlerimiz
Arasındaki Ceset”, Cellâdıma Gülümserken, s.12)
Özel’in çoğul
eklerini kullanarak şiirin
ahengine yönelik meydana getirdiği
bu tür tasarruflarına, birçok şiirde
rastlanılmaktadır. Fakat yukarıdaki metinlerde olduğu gibi “-lAr” eklerinin şiirdeki anlam alanlarını da
zenginleştirecek bir
biçimde kullanılışını,
“Bir Yusuf Masalı”nın “Naat” adlı bölümünden hareketle de
örneklemek mümkündür. Şair,
bu metninde de özellikle “l” konsonantının yer aldığı sözcüklerle açılan anlam
alanını, sıfatların da yardımıyla genişletmekte ve farklı tasarımlar meydana getirerek şiirine başlamaktadır:
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Falları grafiklerde bakılanlar siz
de işitin..
Külden martı doğuran odalıklar
Ve kahyalar
Kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili
Şehvetsiz
çilingirler, yaltak çerçiler
Celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
Ey hayat rengini sazendelik sanan
Yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki kırgın ikindiyi,
Hepiniz kulak verin.
(...)
(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.21)
İsmet
Özel’in şiirinde ek
yinelemesi olarak dikkat çeken bir başka kullanım da, “-ArAk” ve “-dUkçA”
ekleriyle meydana getirilmektedir. Şair, “Savaş Bitti” adlı şiirinin
aşağıya alıntılayacağımız dizelerinde bu zarf fiil
yapım eklerini, 12 kez yineleyerek metnin ritmine hız kazandırmış; böylelikle şiirin çok uzun olmasından
kaynaklanan tekdüzeliği
de kırmak istemiştir.
Yine bu dizeler, sözcükler arasındaki ritmin farklı yapıdaki eklerin
yinelenerek sağlanmaya
çalışılması bakımından
da dikkat çekmektedir:
(...)
Sevmek diyorlardı nasıl olsa hoş görmek değil midir
Yürüyüşten kürüyüşten çürüyüşten aldıkları
Moribond zevkle mest oluyorlar kafiye hatırına
Serbest sermest oh ne güzel şey
Başı
boşluk başı hoşluk başı bozukluk hâttâ
(...)
(...)
Gök
Ey dönmek için dönerek
Ve döndükçe dönerek
Dön dükçe gözden kaybolarak
Gözden kayboldukça kalbe dolarak
Göktü ey hınç duyarak kargın vücut kaybolmuş bir vücuda
Kayıp vücut hırsını tapınan vücuttan alarak
Hınç ve hırs naz uykusu çekerek
Vücudun güzelliğini
inkâr etmeyerek güm
Hayırlı olsun damgayı vurdurarak
Gümlemek her kolaya geleni bir kolaylık sandırıyor
Yalınlığa ucuzlamak
aşama bildiriliyor
Gelmek mastarından isim olarak gelir
Hangi maksatla türetildiği
düşünülüyor
Bedavaya geliyor aymazlık zırhı kapışılıyor
Şu serpuşa bak deniyor şems-siperleniyor
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of NotBeingA Jew, s.57)
İsmet
Özel’in diğer şiirlerinde, söyleyiş ve ritmik ses düzeni
açısından öne çıkan ek yinelemelerini de, aşağıdaki
dizelerle örneklemek mümkündür:
(...)
kötürüm bir kurt çantamı karıştınyor
neden karıştınyor,
ne hakla
direnmeler, erzurumlar, kalfalar
gecenin ipini koparan gece Safaları
(...)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)
(...)
koşmam gerek
yetişmem gerek
yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam,
irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin
ölmesin
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)
(...)
Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire olsalar da.
Tecimenler, onlar da sahici değil
onlar da olmayan tayfaların
gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi insanlarını.
(...)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.18)
(...)
bir düşü
düşlere dalmaksızın
kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu
kimin nesiy miş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
(...)
(...)
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle
uçarak arın aydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu
böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
(...)
(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.12-14)
Tohumu
Anasının rahmine
Bir ilkbahar sabahı düşmüş.
Baharmış.
Dışarda
rüzgar.
Dışarda
dallarda, bulutlarda
Toprakta delimsirek çırpınışlar.
Bir yanda hışır
hışır emeniyor
börtü böcek
İrili
ufaklı bütün kuşlar
Suskun buldukları korunakta
Öte yanda tabiat
Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telaşıyla
yarışa yelteniyor.
Ah, bu hep zaten böyle oluyor
İnsanlar
tabiatı her zaman heyecana boğuyor
Çünkü kuşlar
ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
Sevişerek
çiseliyor lar dünyayı
Yalnız ilkbahar gecelerinde değil
Sevişiyorlar
Sonbaharın mağmum
karanlığında
(...)
(“İkinci
Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.53-54)
(...)
Anneler ve babalar
Oğullar,
kızlar, hısımlar
Komşular,
hemşehriler,
yurttaşlar
(...)
(“Dördüncü Bab: Bir Yusuf, Bir Şivekâr”, Bir Yusuf Masalı, s.96)
(...)
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürürmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
(...)
İnci
dizerek bade süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza
alınmışlıktan avenesi
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
4.2.4.1.2.8.
İkileme, pekiştirme ve
yansımalı sözcükler
Bir metnin anlamını güçlendirmek ve pekiştirmek için kullanılan; şiirdeki kavramların ahenk
açısından uyumuna
imkan veren ve “çağrışıma dayanan psikolojik olayın
dilimizdeki görüntüsü” olarak ortaya çıkan sözcükler,
“ikileme, pekiştirme ve
yansımalı sözcükler” olarak adlandırılmaktadır. Aynı kelimenin ya da anlamları
birbirine
yakın veya zıt olan, ya da sesleri birbirini andıran sözcüklerin bir arada
yinelenmesiyle meydana getirilen bu söz
grupları, İsmet Özel’in şiirlerinde de oldukça sık
kullanılmakta; şair,
metinlerindeki ses ahengini ve anlamsal
vurguyu, kimi zaman bu sözcüklerle oluşturmaktadır.
Özel’in tüm şiirlerinde
kullanılan “ikileme, pekiştirme
ve yansımalı sözcükleri”, aşağıdaki tablodan takip etmek
mümkündür:
İsmet
Özel’in şiirlerinden
hareketle yapığımız
incelemelerin sonuçları genel olarak şu şekilde
özetlenebilir:
19 Eylül 1944 yılında Kayseri’nin Düvenönü’nde dünyaya gelen İsmet Özel, aslen Kuşadalı olan bir babının 6.
çocuğudur. Şair doğduğu sırada Kayseri’de polis memuru olarak görev yapan baba Ahmet
Bey ise Süleyman
Çavuş adlı Bağdatlı bir askerin oğludur. Süleyman Çavuş, ilk evliliğini Foça’da hastanede tedavi
görürken yatak
komşusu olan arkadaşının kız kardeşiyle yapar. Daha sonra ikinci
evliliğini Kuşadası’nda, İsmet Özel’in
babaannesi olan Esma Hanım ile gerçekleştirir. Esma Hanım, aslen Kuşadalı’dır ve 5 çocuktan sonuncusu olan
Ahmet Beyi, 1899 yılında Kuşadası’nda
dünyaya getirir. İsmet
Özel’in Süleyman dedesi ile ilgili detaylı bilgi
bulunmamakta; Bağdat’tan
savaşmak için gelmiş olan bir Türkmen olduğu tahmin edilmektedir.
Şairin
anne tarafından dedesi Hasan Bey, Söke’de Hacı Yüzbaşıgil olarak tanınan bir aileye mensuptur.
Hasan
Bey, rençperlikle uğraşmakta; bir başkasının toprağında emeğini ortaya koyarak çalışıp, toprak sahibiyle hâsılayı
paylaşmaktadır. Hasan
Bey, İsmet Özel’in
anneannesi olan Fadime Hanım ile Söke’de evlenir. Bu evlilikten
doğan üç çocuğun sonuncusu, İsmet Özel’in annesi Sıdıka
Hanım’dır. Sıdıka Hanım 1902 yılında dünyaya gelir.
Ahmet Bey ile Sıdıka Hanım ise 1926 yılında Söke’de evlenirler. İsmet Özel’in annesi Sıdıka
Hanım, toplam 9
çocuk dünyaya getirir fakat bunlardan 6 tanesi yaşar. Şair,
bu çocukların sonuncusudur.
İsmet
Özel, aile içerisinde en küçük çocuk olmasından dolayı her zaman ayrıcalıklı
bir yer edinir. Özellikle ağabey
ve ablalarının eğitim
seviyelerinin yüksek oluşu
ona her zaman olumlu yönde katkı sağlar. Bu katkıların belki de
en önemlisi, İsmet
Özel’in hayatının her evresine yayılan “merak” duygusunun onda çok erken
yaşlarda gelişmiş
olmasıdır.
“Benim dünyanın şekli hakkında yakınlarım dolayısıyla bir merak alanım
vardı” diyen şair,
özellikle kitaplarla
arasındaki bağı çok
erken bir zamanda kurmaya başlar.
Aslında sadece kitap değil,
resim de onun zihninin bir
köşesinde sürekli olarak
kendine yer bulur. Bunda resim öğretmeni
olan en büyük ağabeyinin
çok büyük etkisi
olmuş; bu durum ona,
hayal dünyasının uçsuz bucaksız kapılarını aralayarak çocukluğunda, özellikle de
ilköğreniminde aydınlık
bir yol açmıştır.
İsmet
Özel çocukluk döneminde, anne ve babasıyla olan iletişiminde ağabey ve ablalarıyla kurduğu iletişim kadar
başarılı olamaz. Bunda şairin, anne ve babasıyla
arasında neredeyse bir nesil denebilecek kadar fazla bir yaş farkı
olmasının çok büyük etkisi vardır. Söz konusu olan iletişimsizliği, annesinden ziyade babasıyla yaşayan İsmet
Özel, “Ben babamla o öldükten sonra yakınlık kurabilmiş olan biriyim” diyerek
yeterince telâfi edilemeyen bir
sevgiye/şefkate işaret eder. Bu “huzursuzluk/eksiklik”,
şairin çocukluk
yıllarına düşen bir
gölge olarak zaman
zaman kendini şiirlerinde
hissettirecektir.
İsmet
Özel, ilkokula 1950 yılında Kastamonu Abdülhak Hamit İlkokulu’nda başlar. Annesi onu okula alışsın
diye bir yıl erken gönderir. Fakat Özel, okula normal yaşlarında giden çocuklar gibi uyum gösterince 6
yaşında
ilkokula kaydettirilir. Oldukça başarılı bir ilkokul dönemi geçiren İsmet Özel, bulunmuş olduğu
şehrin kültürel
zenginliklerini de o yaşlardan
itibaren özümsemeye başlar.
“Taşra” olarak
adlandıracağımız bir şehrin sahip
olduğu özellikler ve
burada yaşanılanlar, şairin daha çok ilk dönem şiirlerinde çocukluk
hatıralarının izdüşümleri
olarak yer alacaktır.
İsmet
Özel, “merkez”in sahip olduğu
imkânlardan yoksun olarak geçirdiği çocukluk dönemini, “taşra”nın
imkânsızlıklarının herhangi bir çocukta meydana getirebileceği “pasif”/“silik”/“sinmiş” bir tavır içerisinde
yaşamaz. İlkokul döneminden başlayarak hayatın içerisinde
kendi “ben”ine bir yer arar ve “dünya ile hak edilmiş
bir bağı
kurabileceğine
olan inancı içerisinde taşıyarak”
yaşar. Öyle ki şair, ilkokul 2. sınıfta öğretmenlerinin
ders esnasında baskın bir tavır sergilemelerine dahi karşı çıkar. Bu tavır, ileride kendisinin ^kadirşinas
itaatsizlik” adını verdiği
davranış biçimini ortaya
çıkaracaktır.
Şairin
hayatı bu tarzda algılama biçimi, biyografisinin tüm evrelerine hâkim olan “karşı oluş” tavrına ve “ben”inin
“anti-konformist” bir yaklaşım
içerisinde olmasına önemli ölçüde kaynaklık etmiştir. İsmet
Özel’in şiirle ilk
teması da, yukarıda ifadeye çalıştığımız, “ben”in dünya ile
kurmak istediği bağın sonucunda meydana gelir. Şair,
ilkokul 3. sınıfta okurken kendi gayretleriyle, Ankara’da yayımlanmakta olan
bir ilkokul gazetesine, “Kış”
isimli
ilk şiirini yazarak
gönderir. Şiirinin
yayımlandığını ise
kendisini küçümseyen gözlerle süzen bir öğretmenin “Sen
şair mi oldun
be!” demesinden anlar.
İsmet
Özel’in ileriki hayatını doğrudan
etkileyecek en önemli gelişmeler
lise yıllarında meydana gelir. Lise son
sınıfta matematik dersinden ikmale kalan şair, yazın kursa da devam etmesine rağmen bu dersi veremez ve 1 yıl
beklemek zorunda kalır. Özel, söz konusu olan 1 yıllık bekleme sürecinde boş durmaz. Dünyayı “merakla”
araştırıp
anlamlandırmaya çalışır
ve ergen benini kurcalayan soruların peşi sıra gider. Babasının emekliliğinden
sonra yerleştikleri
Ankara’da, British Council’dan Amerikan Kütüphanesi’ne, resim sergilerinden
konferanslara
varıncaya kadar kültür ve sanat ortamlarından istifade etmeye çalışır. Şair, bu dönemde hem dünyayı hem de şiiri
kavrayış açısından köklü
değişiklikler yaşar. Bu bekleme/bilgilenme
süreci için şair “İşte o 1 senelik boş vakitte
sosyalist oldum. Şair
olmaya karar verdim” demektedir.
Bu dönemde insanların dünya üzerinde edinmiş oldukları yer ve kabul
ettikleri düşüncelerle
ilgili ciddî
sorgulamalar geçiren İsmet
Özel, “nasıl bir dünyada yaşandığı” sorusunun peşi sıra gider. Bir takım maddî
kazanım ve imkânları elde etmiş
olan insanların “ruhça kaba, insan ilişkileri bakımından da yıkıcı” olduklarını
fark edip, hareket alanlarını ve insanlarla olan ilişkilerini buna göre düzenler. Sahip olduğu fikirlerin esasına
yönelik “bilinçlenme/aydınlanma” gayretine giren şair, bu yıllardan itibaren hayatını şiir yörüngeli yaşamaya
çalışır ve şiiri kendisi için asıl ve “esas
uğraş ” olarak kabul eder.
Bunun bir ifadesi olarak da düşüncelerine
sağlam bir temel bulmak
ister ve “Müslümanlığı
gündemine sokar.”
“İnancı tanımalıydım. İnandığım şeylerin
bilgisini edinmeliydim” diyen şair, ebeveyninden ya da çevresindeki
insanlardan dinleyip/görüp “model”lediği bir inancı değil,
kendi zihin sürecinden geçirdikten sonra ancak kabul
edeceği; böylelikle
“muallâk”ta kalmaktan kurtulacak olan “ben”inin tutunabileceği bir “varlık bilinci”ne ulaşmak
ister. Kur’ân-ı Kerim’in insanlara nasıl seslendiğini ve onlardan neler istediğini öğrenmek için işe,
“bakalım
bizim temel dinî metnimizde neler var” diyerek, meal okumakla başlar. Fakat sonuç büyük bir düş kırıklığıdır.
İsmet
Özel, bu girişiminin
olumsuz sonuçlanmasını, daha sonra, "C'ıımhııriyetnı okullarında eğitim görmüş
herkesin İslâmî
metinlere yaklaşırken
ister istemez elverişsiz
bir konumda” bulunmalarına bağlayacaktır. “Elden
düşme kültür”le
meydana getirilen bir ortamın tüm mecbur bırakılmış ve dayatılmış olan “değer”lerine karşı
çıkan
Özel, okuduğu kitabı
geri plân kültüründe anlamlandıramadığı için din duygusuyla da irtibatını keser ve din
aleyhtarlığının en iyi
tutum olduğuna inanır.
Bu yıllardan başlayarak
zihninin işleyişine gelen her türlü müdahale
ya da sorgulanmadan onaylanan her çeşit düşünce,
şair tarafından tamamen
reddedilir.
Böylelikle İsmet
Özel üniversite yıllarına, çocukluk döneminden bu yana ailesinden ve
çevresinden almış olduğu
eğitimin sonucu olarak,
zihinsel anlamda gelişmiş bir düzeyde başlar. Bir tür
“uyanıklık/ayıklık” da
diyebileceğimiz bu gelişmişlik şaire, hem savunduğu
fikirlerin önemini kavraması hem de şiirin, “ben”i ile
yaşanılan dünya
arasındaki yerini belirlemesi açısından çok büyük imkânlar tanır. Aynı zamanda
söz konusu olan
bu “uyanıklık/ayıklık” şairde,
vuku bulan olayların sebep ve sonuçlarını göz önünde bulunduran “sorgulayıcı
yön”ün ve çocukluğundan
bu yana var olan “uymacı olmayan tavrın” da gelişerek devam etmesine olanak tanır.
İlk ve
orta öğrenimini “Tek
Partili” yılların sona erdiği
ve Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönemde
tamamlayan ve ister istemez bu durumun toplum üzerinde meydana getirdiği etkilere şahitlik eden İsmet Özel,
üniversiteye de 1960 sonrası Türkiye’sinin içinde bulunduğu bulanık havasında başlar. Bu ortamda şairin,
“doğuştan getirmedim, dünyadan
aldım” dediği bir
koruma duvarı vardır. “Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?”
adlı eserinde bu duvarın niteliğini
Özel, “Kadirşinas
itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet” olarak
adlandırır.
İsmet
Özel, liseyi bitirdikten sonra 1962 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne
kaydolur. Bu yıllar Özel’in,
etrafında olup biten her hâdiseyi didik didik ettiği, bir ergen cesaretiyle dünyaya merakla ve heyecanla
baktığı
yıllardır. Artık şairin
kadirşinas itaatsizliği, karşısına tek tek çıkan insanlara değil toplum kuramlarına yönelmiş;
tevarüs edilmemiş asaleti
de yön değiştirerek, gözü pek ve tavizsiz
bir tarzda “iyilerin” yanında yer almaya
başlamıştır. Bundan dolayı şair, Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ne başladığı ilk günlerden itibaren
“komünist” ve
“dinsiz” olarak adlandırılma ihtimaline rağmen sosyalizan düşüncelerini ifade etmekten çekinmez.
Bu cesareti, ilk olarak kadirşinas itaatsizliğinden ve tevarüs edilmemiş asaletinden alırken ikinci olarak da
sosyalist ya da kendilerine komünist denilen yazarların hiçbir baskı ya da
güçten korkmayarak fikirlerini açıkça
ifade ediyor olmalarından alır. Diğer taraftan da konuşması ya da savunulması yasaklanan herhangi bir fikrin
veya tavrın cazibesi, şairi
her zaman kendisine çekmektedir.
İsmet
Özel, bu tutum ve davranışıyla
fakültede dikkatleri üzerine toplamakta gecikmez. Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin önemli bir organı olan Fikir Kulübü’ne çağrılır ve hemen ardından da yönetim kurulunda
sekreterlik
görevine getirilir. İlerleyen
zamanda bu kulüpte astbaşkan
olarak görev alacak olan Özel, daha sonra “Devrimci
Gençlik Federasyonu (Dev-Genç)”na dönüştürülen “Fikir Kulüpleri Federasyonu”nun kurulmasına da öncülük
edecektir. Tüm heyecanı ve hevesiyle savunduğu fikirleri kulübün kürsüsünden haykıran şair, “sosyalist
olmayanların adamdan dahi sayılamayacağı”nı düşünür. O sıralar daha çok zayıf olan tarafın yanında yer alıyor
olmayı önemseyen ve insanların haksızlıklar karşısında “tepkisiz” kalmalarından rahatsız olan şair, "siyasetin ne
teorisine ne de pratiğine
karşı derin bir
ilgi” duymaz.
Fakat bir müddet sonra Ataol Behramoğlu’nun “İsmet, nedenParti’ye
kaydolmuyorsun?” sorusuyla karşılaşınca
hayatının akış yönü de
değişir. Özel, “Buna hiç gerek
yok, üstelik ben bu konuda hiç de pasif değilim, fakültede
dünyanın işini
yapıyorum” dese de, Behramoğlu’nun
İyi ama İsmet, bu adamlar partiyi her
an kapatabilirler.
Zayıf tarafta savaşa
gir! Ucunda ganimet yok bu işin. Sadece zahmet ve tehlike var” şeklindeki cevabıyla, 7
Aralık 1963 yılında Türkiye İşçi
Partisi’ne (TİP) kaydolur.
Fikir Kulübü yönetim kurulu içerisinde TİP’e kaydını
yaptıranların ilki olan İsmet
Özel, artık “müseccel bir komünist” olmuştur.
İsmet
Özel, içerisine girmiş olduğu mensubiyetin zamanla, kendi
seçmelerinin ve bilinçli bir zihinsel sürecin
işlemesi karşısında engel olduğunu fark eder. Çevresinde
bulunan insanların birçoğu
“doğrularına”, okuyarak
ya
da araştırarak ulaşma yerine, gazete ve
dergilerden edindikleri kültürü, mutlak doğru kabul eden ve "özgün
Marksist metinler yerine el kitapları okumayı marifet sayan” kimselerden
oluşmaktadır. Özel, bir
müddet sonra
Türkiye İşçi
Partisi’ndeki bir kısım insanların kendisi gibi düşünmediklerini anlar. “TİP içinde ve TİP dolayısıyla
görüp yaşadıkları”
baştan beri karşısında olduğu “herkesleşmek”/“sıradanlaşmak” tehlikesini ortaya
çıkarmıştır.
Şair,
söz konusu olan bu insanların tasarruf alanlarının içerisinde yaşıyor olmak istemez. En yakın
arkadaşlarının
bile siyasî bir takım şahsî
emellerinin olması şairi,
büsbütün bu ortamın dışına
yönlendirir. Onun bu dönemde
kafasını meşgul eden tek
şey “hayatı kendi
için dokunulur kılmak”tır. Bunun bir ifadesi olarak da siyasî havanın
çok yoğun bir biçimde
teneffüs edildiği, bir
diğer ifadeyle,
rahatsızlık duyduğu
ortamın bütün “canlılığı’yla
yer
ettiği Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde, derslere devam etme imkânı bulamaz. 2 sene 1. sınıfı, 2 sene de
2. sınıfı
okumak zorunda kalan İsmet
Özel, 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden “belgelenerek”
ayrılır.
Yüksek öğrenimini
yarıda bırakan İsmet
Özel, yeni bir üniversitede eğitim
almak için sınava girer. Kayıt
yaptırmak için askerlik durum belgesi gerekiyordur. Şair bu belgeyi almak için memleketi Söke’deki
askerlik
şubesine gittiğinde beklenmedik bir şekilde “asker” olur. 1967
yılının Ekim ayında “67/4 tertip er’ olarak
askerliğe başlayan Özel, “politik
maziye dayanan polis zorlaması sebebiyle" Sivas, Konya, Elazığ ve Muş’ta
toplam 24 ay askerlik yapar. 10 Ekim 1969’da terhis olan şair, içinde bulunmuş olduğu kaotik ortamdan askerlik
süresince biraz olsun uzaklaşmış olur. Özellikle, şiirle olan irtibatını sağlamlaştırarak devam ettirir ve o güne
kadarki en verimli dönemini yaşar.
Şair bu dönemde,
zihninde yer etmiş olan
bazı fikirleri de temellendirme
imkânı bulur. Yetişme
yıllarında itibaren uğruna
mücadeleye giriştiği halkı çok yakından tanıma
fırsatı elde eden
Özel, bunun bir sonucu olarak “halkın sağlığı, ülkenin biriliği üzerine ciddi kaygılar” taşımaya başlar.
İsmet
Özel askerlik boyunca Ataol Behramoğlu ile 1965’in sonlarında başlayan ve 1974 yılının ekim ayına kadar
devam edecek olan, mektuplaşmalarını
sürdürür. Sosyalizmden edebiyata -özellikle de şiire-, ruhî sıkıntılarından
heyecanlarına ve kişisel
zedelenmişliklerinden,
yarım kalan aşkına
varıncaya dek pek çok konuda, büyük bir
içtenlikle kaleme alınan bu mektuplar şairin, “herkesleşmek’ten
uzakta kendine olan yönelişi
ile beraber
okunmaya müsaittir.
Askerlik süresi boyunca ülke ve halk için neler yapabileceğini tasarlayan İsmet Özel, “ciddiyeti,
erdemi mücadele
azmini ve mücadelenin haklılığını makbul değerler haline getirmek ve bir de iş ortaya koyarak kavganın yöntemi
üzerine örnek göstermek” istemektedir. Bu fikirlerini Behramoğlu’yla paylaşan şair, ondan da sürekli olarak
geride bıraktığı ortam
hakkında bilgiler alır. Ataol Behramoğlu’nun göndermiş olduğu mektuplardan bu ortamın
hiç değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini anlayan Özel, askerden
döndükten sonra bunu bizzat görür ve
kendini sosyal çevre bakımından çok değişik bir
ortamda bulur. Bir dönem işin
aslını öğrenmek için
beraber yola
çıktığı “dostlar”ının
gündelik kazanımlar etrafında toplaştıklarını fark eder. Şairin “cebindeki adresler”den umudu
kalmamıştır.
İsmet
Özel, şikâyet ettiği bu durumun düzelebileceğine olan inancını yine de
yitirmez. Emperyalizme karşı
sadece
halkın değerlerine sahip
çıkılarak karşı
durulabileceğini ifade
eden şair, bu düşüncesini Ataol Behramoğlu,
Süreyya Berfe ve Özkan Mert ile beraber katıldıkları “Ant” dergisinin “Sanat
Soruşturması”nda
dile getirir. Ant
dergisi bu dört genç insanın sesini “Devrimci Genç Şairler Savaş Açıyor” şeklinde
duyurur. İsmet Özel ve
arkadaşlarının bu çıkışı, onları, mücadelelerini
daha net bir biçimde ortaya koyacakları bir dergi çıkarmaya
yönlendirecektir. Bu dergi, ilk sayısında “Gerici Sanata Hücum”
sloganıyla, Mart 1970 yılında yayın hayatına
başlayan “Halkın
Dostları” dergisidir.
Yayımlanmasında çok büyük özveri ve heyecan göstererek çalıştığı “Halkın Dostları” dergisi, ilk çıkışından 12
Mart 1971 tarihinden sonraki sıkıyönetimce kapanmasına kadar geçen süreçte, İsmet Özel’in üniversite
yıllarındaki “huzursuzluğu”
ve ruhsal sıkıntıları yeniden yaşamasına;
o dönemdeki soruları sormaya başlayarak
kendine/kendiliğine
yönelmesine de sebep olur. Behramoğlu ile yapmış olduğu mektuplaşmalardan kolayca takip
edilebilen bu durum, daha en başında,
derginin adının ne olacağı
konusunda ortaya çıkan “huzursuzluk”la kendini
hissettirmiş; şairin 12. sayıdan sonra
bıraktığı “sorumlu
yönetmen” göreviyle de çıkmaza girebileceğinin sinyalini
vermiştir.
1971 yazında “Halkın Dostları” dergisinin kapanmasıyla karmaşık duygular içerisinde olan
Özel, bir müddet
sonra yurt dışına çıkmak
ve yarıda kalan üniversite eğitimini
orada tamamlamak ister. Fakat pasaport alabilmek
için giriştiği tüm çabalar sonuçsuz kalır.
Bu dönemde Akdeniz’e geziye çıkan şair, tam bir "kendine kıyma
psikozu” na girer. Bu ruh halinden ise şair, yine şiirin sağlam
bir kalkan olduğunu
akılda tutarak kurtulacaktır.
Şiirle olan irtibatında
kazanmış olduğu bu “ayıklık” İsmet Özel’e, “biricikliğinin” ne kadar önemli olduğunu ve
kendi dışında meydana
gelen her türlü hâdisenin “ben”i üzerindeki tesirini düşünmesine; böylelikle de nesnelerin
ortaya çıkardığı
durumları anlamlandırmasına imkân tanımıştır.
“Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin
kılarak, duyarak ve düşünerek,
uyanıklık içerisinde
yaşamak
istiyorum” diyen şair,
“boşunalık” duygusunun
kendisine yer etmesine izin vermez. Bu kazanım ona
“benliğ(in)e dalma”sına
olanak verecek ve “kendilik bilinci”ni elde ederek ileriki yıllarda hayatını
bütünüyle
etkileyecek olan “değişim”i/“yeniden doğuş”u yaşamasına
imkân tanıyacaktır.
1972 yılının sonunda Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve
Edebiyatı’nda okumaya başlayan
İsmet Özel, o
dönemlerde birçok sıkıntıyla birden uğraşmaktadır.
Şairi bu sıkıntılardan
en çok da, "çoğıınlıık(ğ)un zaten her
şeyin bayağısına teşne” olduğu bir ortamda kendi mantık
düzenine uygun “dost” bulamayışı
rahatsız eder. Bir
taraftan da Özel, “korku ve tedirginlik içerisinde olmadan”
yürünebilecek bir yolun arayışı
içerisine girmiştir. Bu
arayış, şairin bilgiyle olan arasındaki
mesafeyi daha da kısaltmakta; ontolojik olarak hiçbir dalgalanmadan
etkilenmeyerek mutlak emniyeti yaşayabileceği
bir güvenlik duvarını, “ben”inin etrafına örmesine katkıda
bulunmaktadır.
İsmet
Özel, söz konusu olan ontolojik kaygıyı yaşarken gelip geçici olan kazanımların peşi sıra gitmekten kendini
alıkoymaya çalışır.
Nitekim bu kazanımlarla elde edeceği güven duygusunun, bir gün yine yıkılabilme ihtimalini
hep akılda tutar. Böylelikle şair,
yetişme yıllarından bu
yana arayışının bir
ifadesi olarak kendini kandırmasına
engel olan “deus otiosus” inancının, İslâm dinindeki “Kadir-i Mutlak” inancına dönüşmesine olanak tanır ve
müslüman dünya görüşüne
bağlanır.
Bu dünyanın kapılarını aralamasında şairi yönlendiren ya da etkileyen, belirgin bir
olay veya bir kişi
yoktur.
"Miısliıman olmak beni, kendimi bildim bileli içine düştüğüm yalnızlıktan çekip
çıkardı” diyen Özel, bu
durumu/“yeniden doğuşu”, bir mensubiyetin
içerisinde yer almış olmanın
herhangi bir insana vereceği
huzur
şeklinde duymaz. Ontolojik
kaygılarını gidererek, varlığını
raptedebileceği zemini
bulan ve varoluşsal
güvenliğe
kavuşan şair, “başka Müslümanlarla tanışıp kaynaşmak için fazla aceleci
davranmaz.” Hatta müslüman dünya
görüşüne bağlandığını, müslüman olduktan bir hayli zaman sonra,
“Amentü” adlı şiirini
1974 yılında, Sezai
Karakoç’un “Diriliş”
adlı dergisinde yayınlayarak dışa
vurur.
Müslüman dünya görüşüne bağlandıktan
sonra “varoluş” ile
ilgili problemlerine kesin çözümler getiren şair, bir
müddet sonra çevresinde bulunan Müslümanların aynı zihin açıklığı içerisinde olmadıklarını
fark eder. Bilinçli
inişler ve bilinçli genişlemeler sonucu geldiği noktada, elde ettiği zihinsel
kazanımların/“ayıklığın”
üzerini örtme
taraftarı olmayan Özel, “sosyalist olarak ulaşamadığımı anladığım hedeflerin, müslüman olarak ulaşılabileceği
kapanına sıkışmayacaktım.
Bunun yanı sıra sosyalist olarak sahip olduğum şarlların eleştirisi’ gücünü feda
etme yanlısı değildim”
demekte ve bilgilenmenin önündeki engelleri kaldırmak için çaba göstermektedir.
İsmet
Özel, şiirlerini kaleme
alırken aynı zamanda bunlar üzerine fikir geliştiren; kendi şiir yazma geleneğinin
sınırlarını ortaya çıkararak şiir
sanatı üzerine açılımlarda bulunan ender şairlerden birisidir. Şairin metinlerinin
ortaya çıktığı zaman
dilimleri kronolojik olarak takip edildiğinde, kaleme aldığı poetik metinlerle, şiir evrenindeki
genişlemenin paralellik
gösterdiği anlaşılmaktadır. Şiiri hayatının merkezine
yerleştiren Özel,
biyografisindeki
serüveni bu merkezli yaşamış, kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken şiire de büyük önem vermiştir.
Şiirin
anlaşılması ve
mahiyetinin en doğru bir
biçimde algılanması dolayısıyla meydana getirdiği metinlerinde şair,
çoğu zaman meseleye
“iç”(er)den bakar. Bu “iç”te oluş,
şüphesiz Özel’in yetkin
bir şair kimliğinin yanı sıra şiiri,
hayatının en önemli meselesi olarak ele almasının da bir ifadesidir. Ancak şair, bu “hali” aynı zamanda
bir
“entelektüel” olarak yaşar
ve şiire bu bakış açısı ile de yaklaşır. Dolayısıyla şairin ele almış olduğu sorunlara
getirdiği önermeler, hem
şair olma hassasiyetinin
hem de “şiir sanatı” ile
ilgili alanda sahip olunun bilgeliğin bir
göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Özel, şiir
üzerine düşünmeye, şiirin ve şairin mahiyetine ilişkin olarak metinler kaleme
almaya, poetikasının ilk
devresini oluşturan 1980
yılındaki “Şiir Okuma
Kılavuzu”ndan sonra da devam etmiştir. Şiirini
ve poetikasını
biyografisindeki durakların kendisine kazandırdığı “zihinsel ayıklık”la beraber geliştirerek devam ettiren şair,
1997 yılında yayımlanan “Şiir
Okuma Kılavuzu”na kadar önemli poetik metinler kaleme alır. “Sanat Olayı”,
“Yazko Edebiyat” ve “Yeni Gündem”de yer alan bu yazılar, Türk edebiyatı
içerisinde kaleme alınmış,
özellikle
“modern şiir” kavramı
üzerine bir tür düşünme
biçimi geliştiren ilkyazılar
olma özelliği taşımaktadır.
Özel’in şiir
dünyasının tam anlamıyla kavranması sadece “kılavuzlar”da ileri sürülen görüşlerle mümkün değildir.
Bunun için şairin
hayatının her döneminde/durağında
poetikası adına kaleme aldıklarının, kendisiyle yapılan
röportajlarda şiir
sanatı üzerine dile getirdiklerinin ve değişlik
zamanlarda şiir üzerine
yapmış olduğu
konuşmalarının da göz
önünde bulundurulması gerekmektedir.
Hayatındaki tüm açılımı ve yönelimi şiir merkezli yaşayan İsmet
Özel, ilk şiir kitabı “Geceleyin
Bir Koşu”dan
son kitabı “Of Not Being A Jew”e kadar hayat-şiir serüvenini birlikte yaşamıştır. Şairin yaşamının
farklı
evrelerinde birer “durak” olarak kabul edilen süreçler, doğrudan şiirine de etki etmiş; 1963 yılından itibaren
oluşmaya başlayan şiir evrenindeki açılım ve genişleme, söz konusu olan
“durak”lardan geçerek meydana
gelmiştir. Hayatında şiire, Türk edebiyatında eşine az rastlanır bir tarzda
önem veren ve şiiri
hayatı içerisinde en
esaslı yere oturtan Özel, söz konusu olan yönsemeyi şiire ilk başladığı
yıllardan itibaren bilerek ve isteyerek
oluşturmaya çalışır.
"Şairliğim bir maliyet meselesidir” diyen Özel, hayatında
ve şiirinde merkez nokta
olarak kabul edebileceğimiz,
kendine sunulanın reddini ve kendi varlık alanında hareket ederek kişiliğinden taviz vermeme imkânını, genç
yaştan itibaren şiirle kurmuş olduğu bu bağ sayesinde elde eder. Dolayısıyla İsmet Özel’in şiirinin hayatıyla
birlikte açımlanması da bu noktada belirir. Şairin “kadirşinas itaatsizliği”
ve “tevarüs edilmemiş asaleti”
söz
konusu olan bu birliktelikte de en önemli kazanım olarak ortaya çıkar. Genç yaşında “şiirin önemli ve değerli
şeyleri dile
getirdiği için değil, önemli ve değerli şeylerin varlığını bize hissettirdiği için hayatımızda yer
tuttuğunu”
kavrayan Özel, “insan oluş bilmecesi”nin
sınırlarına bu yoldan giderek ulaşmaya çalışacak
ve şiire
emek vermeyi aslî vazife sayıp sürekli “sahici olan”ı önceleyecektir.
İsmet
Özel’in ifadeye çalıştığımız bu “şiir-hayat birlikteliği”ni, şairin tüm şiir evreninden hareketle örneklemek
mümkündür. Fakat söz konusu olan bu durum, şairin hayat içerisindeki durakları ve dolayısıyla şiirindeki açılım
sebebiyle farklı itkilerin paralelinde ortaya çıkmaktadır. Şiirlerinin yayımlanış tarihlerini merkez alarak
değerlendirdiğimiz bu yönsemeler, Özel’in şiirlerini kaleme alırken
beni’nin dünyadan aldıklarından ve dünyaya
verdiklerinden ve şiir
kitaplarını yayımlarken bilinçli olarak yaptığı tasniften hareketle 6 safhada belirmektedir.
İsmet
Özel, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt olduğu 1962 yılından itibaren ilk şiirlerini de yazmaya başlar.
Edebiyat ortamında da yavaş yavaş tanınmaya başlayan İsmet Özel, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi II.
Yeni
şairleriyle tanışıp mektuplaşmaya başlar. Burada önemli olan
husus, İsmet Özel’in söz
konusu olan ilk şiirleri
yayımlanmaya başladığında özellikle II. Yeni şiiriyle olan etkileşiminin anlaşılmasıdır. Özel, bu dönemde
II. Yeni
şairlerinin yazdıklarını
“kendi yazma serüveni için başlı
başına bir imkân” olarak
görmekte, kendi şiir
evreninin
kapılarını bu şairlerin şiirsel tecrübeleriyle
aralamaktadır. Şiiri
“insanla ilgili bütün boyutları fark etme çabasında”
arayan Özel, bunun için II. Yeni şairlerinin özellikle 1954-1959 yılları arasında vermiş oldukları ürünlerle
meydana getirdikleri hazır bir “çevre” bulur.
Bu “çevre” içerisinde, “kendi olanı” yine kendinden/beni’nden
hareketle ortaya koyan şair,
bu dönemdeki kimi
şiirlerinde, II. Yeni şiirinin biçimsel
özelliklerine de yaklaşır.
Fakat bir “ergen” olarak hayat karşısında yaşadığı
deneyimleri, cinsel sıkıntılarını, gerek çocukluğundan gerekse tavrından hareketle oluşturup özgün imgelerle
parlatarak meydana getirdiği
şiirlerinde, içerik ve şiirsel kurgu itibarîyle II.
Yeni şiirinden ve şairlerinden ayrılır.
Şairin bu ilk dönemde
yazmış olduğu şiirler ele alındığında, Türk edebiyatı içerisinde kendiyle/beni’yle bu
derece
“didişen” ve bedenini
böylesine horlayan ikinci bir şairin
olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Bu dönemden başlayarak
kendi şiir poetikasını
da oluşturmaya çalışan İsmet Özel, şiirin özüne ve estetiğine
uygun olarak bireysel odaklı şiirler
yazar. Bu noktada en önemli dayanağı, zihinsel işleyişi tamamen serbest
bırakıp ortaya çıkan her ne ise onu, sonradan bilinçli bir düzene sokarak, şiirin sınırlarına dâhil
etmektir. Şairin ilk
şiirleriyle edebiyat
ortamında çarpıcı bir biçimde yer bulması, söz konusu olan bu dayanaktan
hareket ederek “şair
oluş ile insan oluş” arasındaki boşluğu, imajinatif söyleyişle dolduruyor olmasıyla mümkün olur. Nitekim
Özel,
bu çabası sonucunda şiirin
aslına ilişkin önemli
kazanımlar elde etmiş,
ortaya çıkardığı
metinler de “varoluş/insan
oluş” ile ilgili endişe taşıyanlarda esaslı etkiler meydana getirmiştir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da, Özel’in 1962 yılından 1965 yılına
kadar kaleme almış olduğu
ilk şiirlerinin, şiirsel olarak yetkin bir
donanımla ortaya konulmuş olmasıdır.
Henüz 20’li yaşlarda
olan bir şair
için oldukça önemli olan bu özellik, Özel’in de sürekli akılda tuttuğu ve dönemin şairleriyle olan ilişkisinde göz
ardı etmediği bir durumdur.
Ataol Behramoğlunun da
belirttiği gibi şairin bu dönemde yazdıklarını
anlamak
"onun genel şiir
evrenini kavramada belki birçok şair için olduğundan daha fazla önem taşımaktadır.”
İsmet
Özel’in şiirlerinin oluşum süreci göz önünde
bulundurulduğunda "Partizan" şiiriyle başlatılabilecek yeni
bir safhadan söz edilebilir. "Geceleyin Bir Koşu” kitabını dolduran
bireysel duyarlılıkla kalem alınmış şiirlerin
dışına çıkarak toplumsal
olana yönelmeye başlayan
şair, bu evredeki şiirlerinde de kalkış noktası olarak yine
beni’nden hareket eder. Fakat toplumun kendisine dayattıklarına karşın, hayatı kendi varlık
alanıyla karşılamaya
çalışan ben’in bu
seferki dayanağı, sadece
çocukluğa ya da geçmiş yaşantılara ait bir takım anılar değil, bizzat
içinde yaşanılan hayatın
kendisidir.
Şair,
her ne kadar içinde bulunduğu
ortamda sunulanın reddi için aktif olarak mücadele etse ve kalemiyle de bu
“karşı oluş”u şiirselleştirse de şiirinin gündelik düşüncelerin birebir karşılığıyla
uyum içerisinde olmamasına
özellikle dikkat eder ve şiirdeki
politik söylemlerin okuyucuyu “ucuza kapatmak” olduğunu düşünür.
Bu
tehlikenin içerisine düşmemek
için de şiir uğruna giriştiği tüm çabalarının, “dünyayı anlamlandırma
çabalarıyla
ortak doğrultuda birleşmesi” için çalışır. Bu durumu “estetik bir
mesele” olarak kabul eden Özel, çözümü ise
“politik anıştırmaları
durdukları yerden çıkarmakla ve ‘saf şiir’ söylemini de günlük hayat içinde teşhis ettiğimiz
gerçeklere bulaştırmakla”
bulur.
“Evet, İsyan” kitabında yer alan şiirlerden bir kısmını askerlik yaptığı süre içerisinde yazan İsmet Özel, bu
dönemde şiirle olan
irtibatını daha da sağlamlaştırır ve o güne kadar şiir bakımından hayatının en
verimli
dönemini geçirerek 7 şiir
kaleme alır. Şairin bu
dönemde yazdığı
metinlerde kullanmış olduğu terminoloji, şiire
yüzeysel olarak yaklaşıp
onu kelimelerin sözlük anlamlarıyla okumaya çalışanlar için de anlamlandırmaya
müsaittir. Fakat Özel’in bu şiirlerini
ideolojik bir takım yönsemelerin ışığında
okuyanlar her şeyden
önce şiiri
zaafa uğratmış olmaktadırlar. Radikal
imajların lirizmle başarılı
bir biçimde buluşturulduğu Özel’in bu dönemdeki
ş iirleri, dünyada
bulunu ş unu karş ılaş tı ğ ı metinlerle onaylama e ğ ilimde olanlardan ziyade, bir
rahatsızlık/“farkındalık” dolayısıyla konumunu sorgulama ihtiyacı içinde
olanlara yönelik olarak belirmektedir.
Bu belirginlik alanı, soru sorulmadan yalınkat kabul edilen
ideolojilerin yerine, insanın var oluşunu temel alan
endişelerle birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı hale gelmektedir. Buradan
hareketle “Evet, İsyan”da
bir araya
getirilen şiirlerin
ontik yapısının da göz ardı edilmemesi gerekmekte; bu şiirlerle, varoluşsal endişeyi taşıyan
bir
ergenin “sahicilik” arayışı
içerisinde bulunarak hayatı kendi için dokunulur kılma gayreti akılda
tutulmalıdır.
Nitekim o dönemde, hayatın olağan
akışı içerisinde "neyin
olağan, neyin olağan dışı veya olağanüstü olduğunu
doğru dürüst
tartamamanın acısını çeken”
İsmet Özel, bunun ayırtına varabilmek için “mutlak emniyet”in
ihtiyacı içerisine girerek ontolojik kaygıyı yaşamaya başlayacak ve bunun bir ifadesi olarak da öncelikle şiirin
saçağı altına sığınacaktır. “Evet, İsyan” kitabının
“Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Kan Kalesi”,
“Bir
Devrimcinin Armonikası”, “Evet, İsyan”,
“Yaşamak Umrumdadır” ve
“Sevgilim Hayat” şiirleri,
ifadeye
çalıştığımız kaygının işaretlerini taşıması bakımından önem
kazanmaktadır
İsmet
Özel’de başlayan “değişim”, bu dönemde kaleme aldığı şiirlerine de doğrudan
yansımıştır. Şairdeki bu
durum, “çürüksüz, çürütücü olmayan ve insanların eksilmeyen bir yararı
sürekli olarak elde edebilecekleri işlere
bağlanması”
olarak ele alındığında,
baştan beri devam eden
bir arayışın neticesi
olarak ortaya çıktığı
görülmektedir. Bu içerikle zenginleşen şiirlerdeki
tema değerlerinin
izlekleri çözümlendiğinde,
tüm şiir evreninin
bu durumdan “iz”ler taşıdığı daha net anlaşılabilmektedir.
Özel, ilk şiirlerini
kaleme aldığı ve bir
ergen olarak bireysel varlık alanına yöneldiğinde de beni’yle
konumlanabileceği bir
hayat bulamamış, bunun
bir sonucu olarak da arayışını,
öncelikle geçmiş yaşantısını daha
sonra da zedelenmişliklerini
yücelterek ortaya koymuştur.
"Geceleyin Bir Koşu”da
beliren şiirler bu
ben’in
arayışıdır. Daha sonra
bu ben’in hem şiirsel
hem de kişisel
dünyasında, içinde bulunulan hayat içerisindeki
yanlışlıkların ve
eksikliklerin düzeltilebilmesi için “sosyalist” duyarlılıkla belirginleştirdiği bir tür “sorumluluk”
söz konusudur. Hayatı bütünüyle kavramaya çalışan bu “bilinç”, kişisel yaşantısında ve toplumsal ilişkilerinde
“sahiciliğin” arayışı içerisinde olmuş, bunun bir sonucu olarak da
“huzursuzluğu” yaşamaktan kurtulamamıştır.
“Evet, İsyan”da
beliren şiirler, bu
ben’in arayışının birer
yansıması olarak da okunabilir.
“Cinayetler Kitabı”na gelindiğinde ise hayatî tecrübelerden/yaşanmışlıklardan ötürü, dünyayı ve tüm ilişkilerini
sorgulamak durumunda kalan bu ben’in huzursuzluğu artarak devam etmiş ve arayış, tekrar bireysel merkezli
olmaya başlamıştır. Özel’in hayatıyla şiirlerinin birebir yol aldığının verileri olarak da değerlendirilebilecek olan
bu dönemdeki ürünler, şairin
“Evet, İsyan”
kitabındaki şiirlerle
öne çıkardığı hayatın,
bütün yönleriyle
sorgulanması olarak belirmektedir. Bu dönemdeki “arayış”ın neticesi olarak şairin önünde açılan "korku ve
tedirginlik içinde olmadan yürüyebileceği yol” ile varmak istediği yer, "insanın içinde her tür
dalgalanmadan
etkilenmeyecek bir mutlak bulunduğu inancı”dır.
Söz konusu olan bu gayret, her ne kadar Özel’in şiir evreninde geriye doğru gidildiğinde 1. ve 2. şiir
kitaplarındaki şiirlerle
de örneklenebilirse de 1970 yılında yayımlanan “Mazot” şiiriyle ciddî işaretler vermeye
başlayacak, fakat asıl
anlamını 1971 yılında “Halkın Dostları” dergisinde yayımlanan “Kötü Şiirler” ile bulacaktır.
Nitekim kitaplarında bir araya getirdiği şiirlerinin
oluşturduğu anlam dünyasına dikkat eden
Özel, "Cıııayeller
Kitabı” nı “Mazot” şiirinden
sadece bir bölümle başlatacak;
1970’ten 1975 yılına kadar “Halkın Dostları”, “Yeni
Dergi” ve “Diriliş”te
yayımladığı şiirlerini, “Sevgilime İftira” ve “Akla Karşı Tezler’i dışarıda tutarak bir araya
getirecektir.
“Mutlak emniyet’i elde etmiş olmanın şairin beni’ne kazandırdığı güven, “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiir kitabında yer alan metinlerde, bütünüyle kendini
hissettirmektedir.
Özel, bu bakış açısıyla,
insanların kendilerine sunulanı kolayca kabul ediyor olmalarını, benliklerine
yabancılaşarak “yaşayıp gitme’lerini ve modern
dünyanın “şahsiyet’ler
üzerinde kurduğu baskı
alanlarını,
ironiyle karışık bir
söyleyişle şiirselleştirmeye başlar. Fakat burada önemle
ayırtına varılması gereken husus,
İsmet Özel’in ilk şiirlerinden bu yana devam
eden “sahicilik arayışı’nın
herhangi bir yönelime uğramadan
devam
ediyor olmasıdır. Şair,
sosyalist çevreden kopup müslüman dünya görüşüne bağlandıktan
sonra da, varlıkla ilgili
en önemli problemini halleden bir ben’in sahibi olarak, söz konusu olan
“sahicilik” için “antikonformist” tavrını
devam ettirir.
Özel’in ilk üç şiir kitabında da gerek bireysel gerekse toplumsal kaynaklı olarak
devam eden bu tavır, şairin
tüm
şiir evreninde, şiir yazma dürtüsü olarak
belirmektedir. Nitekim bu durum, bugün de içinde bulunduğumuz zaman
diliminde şiir yazmaya
devam eden şaire
kaynaklık etmektedir.
Özel’in bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde
kendini iyice hissettirmeye başlayan
ve yoğun bir şiir işçiliği
gerektiren zekâ ve kurguya dayalı şiirlerinin sayısı giderek artar. Modern dünyada yaşayan insanın ontik
çıkmazını konu ederek, şiir
evreninin sınırlarını genişleten
Özel, imge yoğunluğu ile kaleme aldığı şiirlerinin yanı
başına, özellikle “Evet,
İsyan”
kitabıyla başlayıp ve “Cinayetler
Kitabıyla” devam eden süreçte, modern insanı
merkez alarak hayatı daha fazla “dokunulur kılmak” için ortaya çıkardığı şiirlerini kor.
İsmet
Özel’in modern Türk şiirine
olan katkısı da bu noktada belirmektedir. II. Yeni şiirinin 1950’li yılların
ortalarından 1960 yılının başına
kadar hayat karşısındaki
etkin tavrına şair,
insanı bulunduğu yerden
başka bir
yere -şiirin yapısını
zedelemeden- çağırarak,
önemli kazanımlar eklemiştir.
Özel, imajinatif söyleyişin
yoğunlukla
öne çıktığı şiirlerinde bile toplumun uzağına düşen bir şiirden kaçınmış; insanın ontolojik boyutunu, kullanmış
olduğu
kelimelerin ritmini azaltmadan şiirin
bütünü içerisinde işlemeyi
başarabilmiştir.
İsmet
Özel’in 5. şiir kitabı “Bir
Yusuf Masalı”,
özellikle “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif” ve “Dibace”
bölümleriyle, şairin
müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra şiir alanında ulaşmış olduğu yerin bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Söz konusu olan bu göstergeler, şairin hem poetik açılımı yaşayarak şiirselliğe
hâkimiyeti noktasında, hem de kelimelerin ses değerleriyle birlikte dilin kullanımına yönelik olarak
belirmektedir.
Şair, “Cellâdıma
Gülümserken” kitabıyla meydana getirdiği anlam dünyasına, geleneksel bir form içerisinde
modern bir söyleyiş kondurmuş olmakta ve öteden beri
içerisinde olduğu
“sahicilik” arayışının
“Yeni Hayat”
içerisinde de devam ettiğini
ortaya koymaktadır.
Yapı itibarîyle Mesnevî türüne benzer tarzda bölümlenen “Bir
Yusuf Masalı”, alışılmış olmayan bir söyleyiş
biçimiyle dikkatleri toplamış; örneğin
ilâhî güce yakarış ve
peygambere sesleniş biçiminde,
sadece şairin tüm şiir
evreninde çıkış noktası
olan “ben”in hareket noktası alınmasıyla değil, içerik olarak da bir kırılma meydana
getirilmiştir. Fakat bu
kırılma formdan ziyade, “Münacat” ve “Naat” türleriyle insanların zihinlerinde
oluşmuş
olan gelenekselleşmiş söyleyiş biçimi ve içerik hususundaki
alışkanlıklar ile
ilgilidir.
İsmet Özel’in şiir evrenindeki izlekler
birbirine ulanarak devam ettiğinden,
5. kitabının masal kısmından da
insanlara ulaşan bir tür
“kendilik” çağrısı söz
konusudur. “Bir Yusuf Masalı” nın bütünü düşünüldüğünde
ve
“giriş” kısmındaki şairin şahsî tecrübesinden hareketle yükselen sesle
birlikte okunduğunda
daha da anlamlı hale
gelen bu çağrı, insanın modern zamanlarda “eşref-i mahlûkat” olarak hiçe sayılması ve mecbur
bırakılmışlıklarına
yöneliktir.
İsmet
Özel’in son şiir
kitabım” dediği “Of
Not Being A Jew” isimli 6. kitabı ise 2005 yılının son gecesinde
okuyucuyla buluşturulur.
Özel’in bu kitabının bir özelliği
de, henüz yazılmamış olan
şiirlerin boş birer sayfa
olarak, sadece isimlerini ihtiva ediyor olmasıdır. “Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok”
diyen şairin 2003
yılından sonra yazdıkları, hayatında yaşadıklarının ya da yaşamaya mecbur bırakıldıklarının, kendi bireysel
dünyasında karşılık
geldiği yerden doğmakta, kimi yerde “anlaşılamamış olma”nın verdiği bir tür huzursuzluk,
kimi yerde insanların sıradanlaşmışlıklarını açık etme, kimi
yerde de ironiyle karışık
bir tür kırgınlık olarak
belirmektedir.
Öteden beri şiirlerinde
önemli bir özellik olarak varlığını
koruyan “otobiyografik şiif’e
şair, bu dönemde
yazdıklarıyla yenilerini eklemiş;
2005 yılında yayımlanan “Savaş Bitti”
isimli şiiriyle de bunun
en uzun örneğini
vermiştir. İmge yoğunluğunun daha az görüldüğü, kurguya dayanarak zekânın ve işçiliğin
daha fazla yer ettiği
2003 yılından sonraki şiirler,
her ne kadar şairin
kendisini tekrar etmekten uzak durmak için ortaya konan
gayretler olarak anlaşılabilirse
de “yaratıcı gücünün azalması” olarak da değerlendirilebilir.
İsmet
Özel’in şiir evreninde
ortaya çıkan temalar, şiirin
yapısı içerisinde yer alan kelime birliklerinden dize
örgülenmesine; bentlerin kuruluşundan
imlâ ve noktalamaya varıncaya kadar şairin bilinçli olarak yapmış olduğu
tercih sonrasında şekillenmektedir.
Şair, “serbest” olarak
meydana getirdiği
metinlerinde de, özellikle dize
içlerinden bentlere oradan da şiirin
bütününe yayılan kelimelerdeki ses, ahenk ve ritim uyumunu bir disiplin
dahilinde kullanmaya gayret göstermektedir. Dolayısıyla Özel’in şiirlerinde kullanmış olduğu “nazım birimi” ve
“nazım şekli” ile şiirin dış uyumuna yönelik “ölçü”,
“uyak”, “redif” gibi biçim özellikleri ve iç uyumu sağlayan
“ses”, “ahenk” ve “ritim” gibi şiirin
“yapı”sına ilişkin
unsurlar, şairin tema değerlerindeki içeriğe paralel olarak
ortaya çıkmakta ve metnin anlam alanlarına yönelmektedir.
İsmet
Özel şiirinin en önemli
özelliklerinden birisi de, ele alınan konunun çarpıcı bir biçimde dile
getiriliyor
olmasıdır. Şairin ilk
metinlerinden başlayıp
son dönemde yayımladığı şiirlerine varıncaya kadar
bütün canlılığıyla
ortaya konulan bu etkili söyleyiş,
aynı zamanda Özel’i dönemin diğer
şairleri arasında da
farklı bir konuma
oturtmaktadır. Şiir
evreni içerisinde izlek olarak devam eden tema değerlerini sert, vurucu ve radikal imgelerin
yanı sıra lirizmle buluşturmayı
başaran, dolayısıyla da
kendine has bir üslûp geliştiren
şair, buradaki en önemli
açılımı dilde ve bu dili işleyiş biçimiyle elde etmektedir.
Şiir
metni içerisinde imlâ ve noktalama işaretlerinden sözcük kullanımına, dizeden bent yapılanmasına kadar
dilin
bütün imkânları kullanılarak ortaya çıkarılan orijinal ve özgün bu üslûp, ayrı
bir dil hâkimiyeti ve işçiliği
gerektirmektedir. “Hayatımı verdim şiirimi aldım” diyen İsmet Özel, söz konusu olan bu gayretini, şiire
hayatında vermiş olduğu yerle fazlasıyla ortaya
koymuş ve bunu
metinlerine işlenmiş bir dil olarak yansıtmıştır.
Son olarak İsmet
Özel’in şiiriyle ilgili şu hususu da belirtmek
gerekmektedir. Şairin
metinleri, söz konusu edilen
anlamın tamamlanması için okuyanı içerisine çekip ona bir vazife yüklemekte;
aynı zamanda bu okurun zihinsel
gelişimine de katkıda
bulunmaktadır. İsmet
Özel şiirini
metinlerarası okumaya yönlendiren temel kullanımlardan
biri olarak ortaya çıkan bu durum şiirlerde, bilhassa özel ad aktarımlarının sıklıkla yapılmasıyla
meydana getirilir.
Birtakım olaylara, kavramlara ve şahıslara bağlı
olarak şiirin içerisine
yerleştirilen bu özel
adların
anlamlandırılması ve metindeki anlam bütünlüğü içerisinde doğru bir yere oturtulması, okur için ayrı bir çaba
gerektirir.
İsmet
Özel şiirine yabancı
olan bir okur için anlamsız ya da saçma olarak görülebilecek olan bu
kullanımlar, şair
tarafından metinlerinin anlamını çoğaltmak ve şiirin
bütündeki anlamı farklı katmanlarda yeniden üretmek için
bilinçli olarak oluşturulmaktadır.
Özellikle son dönemde yayımladığı
şiirleriyle okuyucuyu bu
türden bir gayrete
yönlendiren şair, şiirin hem yazılır hem de
okunurken özel çaba gerektirecek bir uğraş alanı
olduğunu da ortaya
koymuş olmaktadır.
Dolayısıyla Özel’in şiir
metinlerine, alışılagelmiş bir tarzda bakmak ve onları
klâsik şiir
çözümleme yöntemleri ile tahlil etmek, çoğu zaman istenilen sonuca ulaşmayacaktır. Modern şiir üzerine düşünme
biçimleri geliştikçe İsmet Özel’in şiirleri de daha net
anlamlandırma imkânı bulmuş olacaktır.
ABAK, Şaban
/ IŞIK, İhsan, “İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”, Mavera,
Y.11, S.313, Kasım 1987, s.18-
29.
ACAR, Saadettin, Sıkı Adamlar, Birey Yay., İst., 2002.
ADORNO, Theodor W., Edebiyat Yazıları, çev: S.
Yücesoy; O. Koçak, Metis Yay., İst., 2004.
AKAY, Hasan, Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatında Yeni
Fikirler, Kitabevi Yay., İst., 1998.
------- ,------- ,
Cenab Şahabeddin’in
Şiirleri Üzerine
Stilistik Bir Araştırma,
Kitabevi Yay., İst.,
1998.
------- ,------- ,
Şiir Yeniden Okumak
(Bir Yapıçözümleme Girişimi),
Kitabevi Yay., İst.,
2003.
AKER, Haluk, “Çağdaş Bir Ürperti”, Soyut, S.11, Mart 1966, s.8.
AKKANAT, Cevat, Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002.
AKMAN, Nuriye, “İdeal Bir İslâm Düzeni Gerekmiyor”, -Sosyalizmden İslâm’a Ulaşan Şair İsmet Özel
Zihin Serüvenini Anlattı-, Hürriyet Gzt., 5
Temmuz 1992.
------- ,------- ,
“İslami
Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcun Yok”, Zaman, 14-
17 Eylül 2003.
AKMEN, Üstün, “Bir Şiir İncelemesi”, Soyut, S.7, Kasım 1968, s. 15-16.
------- ,------- ,
Provasız Hayat, Epsilon Yay., Şubat, İst., 2005.
AKSAN, Doğan,
Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, engin Yay., İst., 1999.
------- ,------- ,
Anlambilim, engin Yay., Ank., 1999.
AKSEKİ,
Rahmi, “Şiir
Daha Uzak Mı?”, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.4.
AKSOY, Ömer Asım, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Türk Dil Kurumu
Yay, Ank., 1976.
AKTAŞ,
Hasan, İsmet Özel’in
Amentüsü, Birey Yay.,
İst. 2000.
AKTAŞ,
Şerif, Edebiyatta
Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yay., Ank., 1998.
------- ,------- ,
“Türk Şiir Zevkinin
Gelişimi
Çevresinde Şiir
ve Problemleri”, yayımlanmamış doktora ders
notları.
ALKAN, Erdoğan,
Şiir Sanatı, Yön
Yayıncılık, İst.,
1995.
ALPAY, Necmiye, Yaklaşma Çabası, Kanat Yay., İst., 2005.
ALPER, Yusuf, Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, Okuyanus Yay., İst., Şubat
2001.
ALPTEKİN,
Ali Berat, “Halk Hikayelerinin Motif Yapısı”, Akçağ Yay., Ankara, 1997,
s.275-277.
ALTUĞ,
Taylan, Dile Gelen Felsefe, YKY, İst., Mart 2001.
ANIL, Yaşar
Şahin, Sokrates, Kastaş Yay., İst., 2006.
ARİF,
Ahmet, “Halkın Dostları Dergisi Çevresinde Kümeleşen Gençler İçin Ne Diyorsunuz?”, Töz
Gzt., 1
Aralık 1970.
ARİSTOTALES,
Retorik, YKY, çev. M. H. Doğan, İst.,
Eylül 2000.
ARSLANBENZER, Hakan, Türk Şiiri 2005, büyük harf Yay., İst., 2006.
AYDOĞAN,
Ahmet, Metafizik Nedir?, İz Yay., İst.,
2001.
AYHAN, Ece, Şiirin Bir Altın Çağı, YKY., İst., 1993.
AYVAZOĞLU,
Beşir, Defterimde
Kırk Sûret, Ötüken Yay., İst., 1996.
BACHELARD, Gaston, Ateşin Psikanalizi, çev: A. Yiğit, Bağlam Yay., İst., 1995.
------- ,-------- ,
Mekanın Poetikası, çev: A. Derman, Kesit Yay., İst., 1996.
------- ,-------- ,
Yok Felsefesi, çev: A. Tümertekin, YKY, İst., 2006.
BAŞKAN
Özcan, Bildirişim,
“Eklerle Sözcük Türetme”, Multılıngual Yay., İst., 2003.
BAUDRILLARD, Jean, Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, çev. O. Adanır,
Boğaziçi
Üniversitesi Yay., İst.,
2002.
------- ,-------- ,
Sessiz Yığınların
Gölgesinde, çev: O. Adanır, Doğu Batı Yay., Nisan 2003.
BAUMAN, Zygmunt, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, çev.
N. Demirdöven, Ayrıntı
Yay., İst., 2000.
BEHRAM, Nihat (Der.), Türk Halk ve Dünya Edebiyatında Başkaldırı Şiirleri Antolojisi, Alfa
Yay., İst.,
2001.
BEHRAMOĞLU,
Ataol, “İsmet
Özel Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.24-34.
BEHRAMOĞLU, Ataol / ÖZEL, İsmet, Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, Oğlak Yay., İst, 1995.
------- ,-------- , Şiirin
Dili-Anadil, Adam Yay., İst., 1995.
BELGE, Murat, “12 Mart Romanlarına Genel Bir Bakış”, Birikim, S.12, Şubat 1976, s.10.
------- , , “Edebiyatçı
Çok, Gerçek Anlamda Ürün Yok”, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım,
1982.
------- ,-------- , “1968 Gençlik Hareketleri”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim
Yay., C.3,
1983, İst., s.810-811.
------- ,-------- , “Türkiye İşçi Partisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.8, 1983,
İst.,
s.2120-2131.
(BENGÜ), Mehmet Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yay, İst., 1996.
------- ,-------- ,
“Döneklik Üstüne”, Adam Sanat, S.13, Aralık 1986.
BERKOWİTZ,
Peter, Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, çev: E. Demirel, Ayrıntı Yay., İst., 2003.
BEŞİRÖZ,
Kenan, “İki
Kanat”, Dergâh, C.V, S.51, Mayıs 1994, s.3-4.
BEZİRCİ, Asım, 2.Yeni Olayı, Tel
Yay., İst., 1974.
------- ,-------- ,
“Bütün Çiçekleri Ezme Canavar Dedirtme Kendine”, Yazko Edebiyat,
C.4, S.24, Ekim 1982,
s.112-117.
BİRSEL,
Salah, Şiirin İlkeleri, Adam Yay., İst., 2001.
BORA, Tanıl -Der.- , Taşraya Bakmak, İletişim Yay., İst.,
2005.
BOZTAŞ,
İsmail, “Şiir Dilinde Sapmalar”, Kuram,
S.5, Mayıs 1994, s.25-26.
BOZTEPE, Zekeriya / DEMİRER, Temel / ORHANGAZİ, Özgür, Che, Fidel, Küba..., Öteki
Yayınevi, Ank.,
Mart 1999.
(BÖRTECİNE),
Ahmet Oktay, Toplumsal Değişme
ve Basın, B/F/S Yay.,
İst., 1987.
BUĞDAYCI,
Ali, “Fakir ve Müslüman”, Söz Gzt., 17 Ocak 1988.
BÜLBÜL, Kudret, Bir Devlet Adamı ve Siyasal Düşünür Olarak Said Halim Paşa, Kadim Yay.,
Ocak, İst.,
s.2006.
Melik Bülbül, İmgesel İletişim - “Şiirde İmgesel İletişim”, Çizgi Yay.,
Konya, 2005.
CANSEVER, Edip, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire”, Dönem, Şubat 1964.
CANETTI, Elias, İnsanın Taşrası
1942-1972, çev: A. Cemal, Payel Yay., İst., 2004.
CAUDWEL, Cristopher, Yanılsama ve Gerçeklik, “Şiirin Temel Özellikleri”, çev:
M. H. Doğan, Payel
Yay.,
İst., 1998.
CEBECİ,
Oğuz, Psikanalitik
Edebiyat Kuramı, İthaki
Yay., İst., 2004.
CEVİZCİ, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İst., 2005.
CEYHAN, Erdal, “Bazı İmgeler”, Yordam, C.3, S.19, Yaz 1968, s.
30-35.
CUDDON, A. J., The Dictionary of Literary Terms, PenguinBooks,
London, 1985.
Cumhuriyet Gzt., Y.41, S.14428, 13 Mart 1965.
CÜCELOĞLU,
Doğan, Özüne
Yabancılaşmış İnsanların Oluşturduğu ‘Mış Gibi’ Yaşamlar - “Yaşamın
‘Mış Gibi’si”, RemziKitabevi, İst., 2005.
ÇAVDAR, Tevfik, “Cumhuriyet Döneminde Gençlik”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
İletişim Yay., C.3, 1983, İst., s.801-812.
ÇEBİ Hasan,
Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Kısakürek’in Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1987.
ÇELEBİ,
Asaf Halet, “Om Mani Padme Hum, Yeditepe Yay., İst., 1953.
ÇELİK,
Yakup, Şubat Yolcusu
-Attilâ İlhan’ın Şiiri, Akçağ Yay., Ank., 1998.
ÇETİN,
Nurullah, “Şiir
Çözümleme Yöntemi”, Öncü Kitap Yay., Ank., 2004.
ÇİĞDEM,
Ahmet, Taşra
Epiği - ‘Türk’ İdeolojileri ve İslamcılık, Birikim
Yay., İst., 2001.
ÇUTSAY, Osman, 1960’larda Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu,
YGS Yay., Ank., Mart 1997.
DAĞISTANLI,
Mustafa Alp / ŞABANOĞLU, Melih, “Zekâsı,
Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı
Ekarte Etmeliydi”, Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.53-61.
DELLALOĞLU,
Besim F., Romantik Muamma, Bağlam Yay., İst., Nisan 2002.
DEMİRALP,
Oğuz, “Babasına
Yenilen Savaşçının
Öyküsü”, Oluşum,
S.46-47, Ağustos-Eylül
1982, s.31-
33.
DEMİRCAN
Ömer, Türkçenin Sesdizimi, Der Yay., İst, 1996.
DENKEL, Arda, Bilginin Temelleri,Metis Yay., İst., 1988.
DERRIDA, Jacques, Şiir Nedir?, çev: A., Sarı; A., Arslan, Babil
Yay., Erzurum, 2002.
DİLÇİN Cem, Türk Şiir Bilgisi, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay, Ank.,
1995.
DOĞAN,
Mehmet H., “Evet İsyan’dan
Sünnî Şaire”, Adam
Sanat, S.57, Ağustos
1990, s.18-26.
------- ,------- ,
Şiirin Yalnızlığı, “Saman Sarısı Üzerine”, Broy
Yay., İst., 1986.
------- ,------- ,
Şiir ve Eleştiri, YKY, İst., 1998.
DURMUŞ,
Mitat, Melih Cevdet Anday’ın Şiirleri ve Şiir Sanatı, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Yeni Türk Edebiyatı) Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Danışman:
Prof. Dr. İsmail
Parlatır, Ank., 2004.
ECO, Umberto, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, çev.
K. Atakay, Can Yay., İst.,
1996.
------- ,------- ,
Yorum ve Aşırı
Yorum, çev. K. Atakay, Can Yay., İst., 2003.
ELIADE, Mircae, Dinsel İnançlar ve Düşünce Tarihi, çev: A. Berktay, Kabalcı Yay., İst., 2003.
ELIOT, T.S., Edebiyat Üzerine Düşünceler, “Şiirde Musiki”, çev. S.
Kantarcıoğlu, Kültür
Bakanlığı Yay.,
Ank., 1990.
------- ,------- ,
Çorak Ülke, Dört Kudret ve Başka Şiirler, çev: S. Aytimur, Adam Yay., İst., 1990.
ENDER, Rita, “İsmet Özel İle Son Şiir Kitabı Üzerine: Of Not Being A Jew”, Şalom Gazetesi, 15 Mart
2006.
ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, RemziKitabevi, İst., 1972.
EROĞLU,
Ebubekir, “İmgeyi
Boşlayan Şiir”, Yönelişler, Y.2, S.13, Nisan
1982, s.1-5.
------- ,------- ,
Modern Türk Şiirinin
Doğası, YKY, İst., 2005.
ERTE, Mehmet, “Şiirin Özgürlüğe İhtiyacı Yok, Özgürlüğün Şiire İhtiyacı
Var”, yasakmeyve, Y.4, S.19,
Mart-Nisan 2006, s.8-20.
FAZIL, Necip, Çile, “Poetika: Şiir”, Büyük Doğu Yay., 19. Basım, İst., Eylül 1992.
FEDAİ,
Celâl, İsmet Özel’in
Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Danışman:
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Tuncer, İzmir,
1998.
FONAGY, İvan,
“Şiir Dili:
Biçim ve İşlev”, Gergedan,
S.18, Ağustos, 1988,
s.94-98.
FOUCAULT, Michel / GUTMAN, Huck / HUTTON, Patrıck H., Kendini
Bilmek, çev: G. Güven, Om Yay.,
İst., 2003.
FRANÇAİS/TURC
DİCTİONNAİRE, Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük,Milliyet, İst., 1990.
FRANKL, Victor E, Duyulmayan Anlam Çığlığı, çev. S. Budak, Öteki
Yay., Ank., 1999.
FREUD, Sigmund, Uygarlığın Huzursuzluğu, çev:H. Barışcan, Metis Yay., İst., 1999.
FRISCH, Max, İnsan Nedir Ki..., çev: G. Aytaç, Öteki Yayınevi, Ank.,
2000.
FROMM, Erich, Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum, çev: N. Arat, Say Yay., İst., 2001.
GASSET, Ortega Y., Kütlelerin İsyanı, çev: N., Muallimoğlu, Bedir Yay., İst., 1992.
------- ,-------- ,
Tarihsel Bunalım ve İnsan,
çev. N. G. Işık, Metis
Yay., İst., 1998.
------- ,-------- ,
İnsan ve Herkes ,
çev: N. G. Işık, Metis
Yay., İst., 1999.
GAZÂLÎ, Meâricü’l-Kuds, cev: S. Özburun, İnsan Yay., İst., 2002.
GIDDENS, Anthony, Modernliğin Sonuçları, çev: E. Kuşdil, Ayrıntı Yay., İst., 2004.
GÖKA, Erol, Varoluşun Psikiyatrisi, Vadi Yay., Ank., 1997.
GÖKTÜRK, Akşit,
Okuma Uğraşı, İnkılâp Kitapevi, İst., 1988.
GÖLDELİ,
İzzet, “Yanlış Bir İsmet Özel”, Yordam,
C.3, S.18, Bahar 1968, s.36-39.
GÜNAY, Doğan,
Metin Bilgisi, “Şiir
Dili ve Anlatımsal Özellikleri”, Multilingual Yay., İst., 2001.
GRUEN, Arno, Normalliğin Deliliği - Hastalık Olarak Geçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine
Bir Kuram,
Çitlembik Yay., çev: İ.
İgan, İst., 2003.
------- ,-------- ,
Kendine İhanet
- Kadın ve Erkekte Özerklik Korkusu, Çitlembik Yay., çev: Ü.
Hastürk, İst.,
2004.
------- , ------- ,
İçimizdeki Yabancı -
Nefretin Kökenleri Yabancı Olanan Nefret ve Sonuçları, Çitlembik
Yay., çev: İ. İgan, İst., 2005.
GÜLALP, Haldun, “Modernization Policies and Islamist
Politics in Turkey”, Rethinking Modernity And
National Identity In Turkey, Universty of Washington Press,
Washington, 1997.
GÜLBAY, Tabip, İsmet Özel’de Yabancılaşma, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kamu Yönetimi
Anabilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Doç. Dr.
Erkan AKIN, Ank., 1999.
GÜRSON, Eser, Edebiyattan Yana, YKY, İst., 2001.
------- ,------- ,
“Geceleyin Bir Koşu”,
Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.231.
HANÇERLİOĞLU, Orhan, Ruhbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi., İst., 1997.
------- ,------- ,
Felsefe Sözlüğü,
Remzi Kitabevi, 9. baskı, Ank., 1994.
HARTMANN, Heinz, Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu,Metis
Yay., İst., Şubat 2004.
HATİPOĞLU, Vecibe, Türk Dilinde İkileme, Türk Dil
Kurumu Yay., Ank., 1981.
HAYRÂT NEŞRİYAT İLMİ ARAŞTIRMA
MERKEZİ MEÂL HEYETİ, Kur’ân-ı Kerim ve
Muhtasar
Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001.
İLERİ, Selim, “Eleştiride Düzey Ve... “Halkın
Dostları”, Yeni Edebiyat, C.1, S.11, Eylül 1970, s.24-25.
İmlâ
Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 2000.
İMZASIZ,
“Hoş geldin İsmet Özel”, Tempo,
S.2, 12-18 Ocak 1992, s.62.
İMZASIZ,
“İsmet Özel,
Bir Yıllık Bir Aradan Sonra, Yine Dergâh Dergisinde Bir Şiir Daha Yayımladı:
Of Not Being A Jew”, Nokta, 24-30 Ocak 1993.
İMZASIZ,
“Ahmet Hakan İsmet
Özel İle Konuşuyor I” (“İskele Sancak” programının
kaset çözümü),
Yansıma, S.1, Eylül 2001, s.8-13.
İMZASIZ,
“Ahmet Hakan İsmet
Özel İle Konuşuyor II”, (“İskele Sancak” programının
kaset çözümü),
Yansıma, S.2, Ekim 2001, s.8-15.
İNAM,
Ahmet, “Üç Şiir
Kitabı”, Soyut, S.21, Ocak 1970, s.12-14.
------- ,------- ,
“Kaygı Gülü Açarken”, Doğu Batı, S.6, Y.2, Şubat-Nisan 1999, s.73-91.
İNCE,
Özdemir, Yazınsal Söylem Üzerine, “Şiirin Dili 1”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İst., 2000.
------- ,------- ,
“Şiir ve
Gerçeklik - İmge
ve Serüvenleri”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,------ İst.,
2001.
------- ,------- ,
“Tabula Rasa”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay, İst., 2002.
JACOBY, Russel, Belleğini Yitiren Toplum, Adler’den Laing’e Konformist Psikolojinin Eleştirisi, çev: H.
Atalay, Ayrıntı Yay., İst., 1996
JEAN, L. Joubert, Şiir Nedir?, çev: E. Kurkut, Öteki Yay.,
Ank., 1993.
JUNG, Carl Gustav, Analitik Psikoloji - “Analitik
Psikoloji ve Şiir”,
çev: E. Gürol, Payel Yay., İst., 1997.
------- ,------- ,
Dört Arketip, çev. Z. A. Yılmazer,Metis Yay., İst., 2003.
KAHRAMAN, Hasan Bülent, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, agorakitaplığı, İst., Kasım 2004.
KANIPAK, “Şiir Yüklü Bulutlar”, Papirüs, S.2, Temmuz 1966,
s.39-41.
KAPLAN, Mehmet, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, “Armoni”, Dergâh
Yay., İst., 1995.
KAPLAN, Sefa, “Koynunun Boş Veya Dolu Olması Hayatımızın Çerçevesidir”, Hürriyet
Pazar, Y.57, S.
20821, 29 Ocak 2006, s.7.
KARA, İsmail,
Türkiye’de İslamcılık
Düşüncesi
Metinler/Kişiler
III, Pınar Yay., İst.,
1994.
KARAHAN, Leyla, Türkçede Sözdizimi, Akçağ Yay., Ank., 1995.
KARAKAYA, Zeki, Edebî
Bir Söylem Olarak Sözsüz Aktarım, etüt yay., Samsun, 1999.
KARATAŞ,
Turan, Doğu’nun
Yedinci Oğlu
Sezai Karakoç, Kaknüs Yay., İst., 1998.
KIERKEGAARD, S0ren, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, çev.
M. M. Yakupoğlu, Doğu Batı Yay., Ank.,
2004.
------- ,-------- ,
İroni Kavramı, çev:
S. Okur, İş Bankası
Kültür Yay., İst.,
2004.
KILIÇ, Mahmut Erol, Sûfî
ve Şiir - Osmanlı Tasavvuf Şiirinin
Poetikası, İnsan Yay., İst., Nisan 2004.
KIRAN, Zeynel - KIRAN, Ayşe, Dilbilimine Giriş, Seçkin Yay., Ank., 2002.
KIRCAN, Talat, “Evet İsyan”, Soyut, S.23, Mart 1970, s.20.
KIZILTAŞ, Ekrem, “Değerler Karşısında Duyarlı Kişiler Miyiz? Değilsek, Çekiver Kuyruğunu...”, Milli
Gzt., Y.19, S.5464, 4 Temmuz 1988.
KOÇ, Atilla, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”,
Yeni Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977.
KODAMAN, Bayram (Yay. Hz.), 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya Tarihi), Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ank., 1993.
KOHUT, Heinz, Kendiliğin Çözümlenmesi, çev: C. Atbaşoğlu; B. Büyükkal; C. İşcan, Metis Yay., İst., 1998.
KOJEVE, Alexandre, Hegel Felsefesine Giriş, çev: S. Hilav, YKY, İst., 2001.
KORKMAZ, Ramazan, İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay., Ank., 2002.
------- ,-------- , (Editör), Yeni
Türk Edebiyatı El Kitabı 1839-2000, Grafiker Yay., Ank., 2004.
KURTULUŞ,
Akif, “Hangi Dünyaya Kulak Kesilmişse Öbürüne Sağır”, Yarın, S.6, Şubat 1982, s.29-31.
------- ,-------- ,
“Politikada Emekliliği
İtiraf
Edemeyince”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”, Edebiyat
Dostları, S.7, Kasım, 1987.
KUTLU, Mustafa, “Cumhuriyet Devri Türk Şiiri Üzerine”, Türkiye
Kültür ve Sanat Yıllığı,
Yazarlar Birliği
Yay., 1984, s.194-199.
KUYAŞ,
Nilüfer, “İsmet
Özel’in İtirafı”,
E Dergisi, Mart, S.12, s.42-43.
LAKOFF, George; JOHNSON, Mark, Metaforlar -Hayat, Anlam ve
Dil, çe: G.Y. Demir, Paradigma Yay.,
İst., 2005.
LE BON, Gustave, Kitleler Psikolojisi, çev: T. Sağlam, Timaş Yay., 1999.
LELEDAKİS, Kanakis, Toplum ve Bilinçdışı -Toplumsal Teori ve Toplumsalın Bilinçdışı Boyutu, çev: A.,
Yılmaz, Ayrıntı Yay., İst., 2000.
LONGMAN, Dictionary Of Contemporary English, Richard
Clay Ltd., London., 1987.
MARDİN,
Şerif, “İyiler ve Kötüler I”, Dergâh,
C.III, S.27, Mayıs, s.1, 14-15, 1992.
MARDİN,
Şerif, “İyiler ve Kötüler II”, Dergâh,
C.III, S.28, Haziran, s.14-15, 1992.
MARSHALL, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, çev: O. Akınhay, D. Kömürcü,
Bilim ve Sanat Yay., Ank., 1999.
MAY, Rollo, Yaratma Cesareti, çev: A. Oysal, Metis
Yay., İst., 1987.
MENTEŞ,
Murat, “İsmet
Özel İle
Geceleyin Bir Koşu”,
Dergâh, C.VI, S.72, Şubat
1996, s.3-5.
------- , -------- ,
“‘Son’ Kitabımı Yazdım Gayet Müsterihim”, Gerçek Hayat, Y.7,
S.2006-1 (272), 6 Ocak
2006, s. 20-21, 36-37.
MERİÇ,
Cemil, Jurnal, İletişim Yay., İst., 1993.
OĞUZ,
Kürşat, “Hayatımı
Verdim Şiirimi
Aldım”, Akşam
Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18.
------- ,--------- ,
“Edebiyat Tanpınar’a Geriledi”, VatanKitap, Y.1, S.2, 14 Temmuz
2004, s.16-19.
ONART, Adnan, “Bir Şiiri Okumak”, Soyut, S.2(Yeni Dizi),
Haziran 1968, s.17-19.
ÖNGÖREN, Veysel, “Bir Şeyler Oluyor I-II”, Dost, C.23, S.78-79,
Nisan-Mayıs 1971, s.11-13, 5-8.
ÖZBAHÇE, Osman, “İsmet Özel Biyografisi”, Memleket Dergi,
S.1, Nisan 2006.
ÖZEL, İsmet,
“Şiirin
Özgürlüğü”, Evrim,
S.17, Mayıs 1964, s.6.
------- ,--------- , “İmge ve Dizgin”, Evrim, S.21, Eylül 1964,
s.6.
------- ,--------- , “İmge ve Açıkanlatımlı Şiir”, DevinimLX, S.1, Şubat 1965, s.3,8.
------- ,--------- , Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Ank.,
Mart, 1966, 31 s.
------- ,--------- , Evet, İsyan, de Yay., İst., Kasım 1969, 44 s.
------- ,--------- , Cinayetler Kitabı, Çıdam Yay., İst., Mart 1975, 47 s.
------- ,--------- , “Şiir Okuma Kılavuzu”,Mavera, S.2, Ocak
1977, s.18-20.
------- ,--------- , “Şiirler 1962-1974”, Yeryüzü Yay., İst., 1980, 144 s.
------- ,--------- , Şiir Okuma Kılavuzu, Yeryüzü Yay., 1. bs., İst., Ocak 1980, 82 s.
------- ,--------- , “Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd.”, Sanat
Olayı, S.13, Ocak 1982, s.12-14.
------- ,--------- , “Şairler Intellectin Pençesinde”, Yazko
Edebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97-107.
------- ,--------- , Şiir Kitabı, Adam Yay., İst., Haziran 1982.
------- , -------- ,
“Şiir”,
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.3, 1983, İstanbul, s.
631-636)
------- , -------- ,
Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar, İmge Yay., İst.,
1984, 31 s.
------- ,--------- , “Demon-krasıye Karşı Şiir”, Yeni Gündem,
Y.1, S.16, 16-28 Şubat 1985, s.84.
------- ,--------- , “Haziran Gibi Ölmek”, Yeni Gündem,
Y.1, S.17, 1-15 Mart 1985, s.33.
------- ,--------- , “Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, Yeni Gündem, Y.1, S.18, 13-31
Mart 1985, s.35.
------- ,--------- , “Şair Halkın Neyidir?”, Yeni Gündem, Y.1,
S.17, 1-15 Nisan 1985, s.35.
------- ,--------- , “Özgürlük İçin Şiir”, Dergâh, C.I, S.1, Mart 1990, s.1.
------- ,--------- , “Şairleri Affedebiliriz”, Dergâh, C.I, S.2,
Nisan 1990, s.1.
------- ,-------- , “Sünnî Şair Olur Mu?”, Dergâh, C.I, S.3, Mayıs
1990, s.1.
------- ,-------- , “Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel”, Dergâh,
C.I, S.4, Haziran 1990, s.1.
------- ,--------- ,
“Elmanın Kalbine Eşelek
Diyen Biz Türkler”, Dergâh, C.I, S.5, Temmuz 1990, s.1.
------- ,-------- , “Barbarın Dili Şiir”, Dergâh, C.I,
S.6, Ağustos 1990, s.1.
------- ,-------- , “Dıchterisch Wohnt Der Menschı”, Dergâh,
C.I, S.7, Eylül 1990, s.1.
------- ,-------- , “Şeyhim Güldür, Dergâh, C.I, S.8, Ekim 1990,
s.1.
------- ,-------- , “Bir Şey Fazla Bir Şey Eksik”, Dergâh, C.I, S.9, Kasım 1990,
s.1.
------- ,-------- , “Nağme Değil, Mûsikî”, Dergâh, C.I, S.10, Aralık 1990, s.1.
------- ,-------- , “Şiir Bilgisi Gerçekleri Yok Eder”, Dergâh,
C.I, S.11, Ocak 1990, s.1.
------- ,-------- , “Kendini Tasarlamak Versus Kendini
Azaltmak”, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1.
------- ,-------- , Şiir Okuma Kılavuzu, Çıdam Yay., Mart 1991, 157 s.
------- ,--------- ,
Sorulunca Söylenen, Şûle
Yay., İst., 1997.
------- ,-------- , Erbain, Şûle Yay., İst., 1998.
------- ,-------- , Tahrir Vazifeleri, Şûle Yay., İst., 1999.
------- ,-------- , Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.
------- ,--------- ,
“Modern Türk Şiirinin
Savunması”, Parşömen, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Edebiyat Kulübü
Yay., C.2, S.1, İst.,
Güz 2000, s.28-40.
------- ,-------- , Faydasız Yazılar, Şûle Yay., İst., 2000.
------- ,-------- , Şiir Okuma Kılavuzu, Şûle Yay., İst, Eylül 2000, 89 s.
------- ,-------- , “Kültürlü Oldukları Söylenen”, Yeni
Şafak, Y.7,
S.2345, 12 Mayıs 2001.
------- ,-------- , Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, Şule Yay., İst., 2002.
------- ,-------- , “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı”,Milli
Gzt, Y.31, S.11147, 4 Ağustos
2003.
------- ,-------- , Çatlıycak Kadar Aşkî, Adam Yay., İst., Ekim 2003, 96 s.
------- ,-------- , Henry Sen Neden Buradasın 1, Şûle Yay., İst.,2004.
------- ,-------- , Henry Sen Neden Buradasın 2, Şûle Yay., İst., 2004.
------- ,-------- , Cuma Mektupları 10, Şule Yay., İst., 2004.
------- ,-------- , “Of Not Being A Jew”, Şule Yay., Aralık 2005,
150 s.
------ ,-------- , “Türk Milleti Olarak
Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of
Not Being A Jew’ Adlı Şiir
Kitabının
Tanıtım Toplantısı, Cemal Reşit
Rey Konferans Salonu, İst.,
31 Aralık 2005.
------- ,--------- ,
Çenebazlık, Şule
Yay., 1.bs., İst.,
Eylül 2006, 165 s.
ÖZGENTÜRK, Nebil, “Üç İnsan, Üç Hayat...”, Sabah, 11 Kasım 2000.
ÖZGER, Arkadaş,
“Yanlış Bir İsmet Özel’e Cevap”, Yordam,
C.3, S.19, Yaz 1968, s.65-66.
ÖZKAN, Apdulah, “İsmet Özel”, Soyut, S.16, Ağustos 1966, s.11.
------- ,------- ,
“Genç Kuşak
Diye”, Soyut, S.25, Mayıs 1967, s.11-12.
ÖZKAN, Fadime, “Bir Yusuf Masalı’nın Seslendirdikleri”, Yeni
Şafak, 15 Şubat 2000.
------- ,------- ,
“Üç Cin Bir Şair”,
Yeni Şafak,
21 Şubat 2000.
ÖZÜNLÜ, Ünsal, Edebiyatta Dil Kullanımları, “Şiir Dilinde Sapmalar”, multılmgual
Yay., İst., 2001.
PASTERNEK, Boris, Kızkardeşim Hayat, Say Yay., İst., 1995.
PAVESE, Cesare, Yaşama Uğraşı,
çev: C. Çapan, e Yay., İst., 1990.
PAZ, Octavio, Yay ve Lir / Şiir Nedir?, çev: Ö. Saruhanlıoğlu, Armoni Yay., İst., 1991.
PEKER, Hüseyin, “Geceleyin Bir Koşu”, Yordam, C.2,
S.13, Kış 1967, s.58-59.
(RAN), Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1 - Şiirler 1919-1951, Steno,
Varna, 1993.
------- ,------- ,
Dördüncü Kitap-“Memleketimden İnsan Manzaraları”, YKY, İst., 2002.
REICH, Wilhelm, Kişilik Çözümlemesi, çev: B. Onaran, Payel Yay., İst., 1997.
RİFAT,
Mehmet, Gösterge Avcıları, Om Yay., İst., 2000.
RORTY, Richard, Olumsallık, İroni ve Dayanışma, çev: M. Küçük; A. Türker, Ayrıntı
Yay., İst., 1995.
SARMAŞIK,
Belgin, Attila İlhan’a
Mektupkar, Otopsi Yay., İst., 2001.
SARTRE, Jean Paul, “Baudelaire”, çev: A. Tümertekin, İthaki Yay., İst., 2003.
(SEBER), Cemal Süreya, “Folklor Şiire Düşman”, A Dergisi,
Ekim 1956.
------- ,------- ,
“Dergiler Arasında/Halkın Dostları”, Papirüs, S.44, Mart 1970,
s.53-56.
------- ,------- ,
“Mavi Bir Şey
Değildir, Halkın
Dostları Bir Şeydir”,
“‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”,
Edebiyat Dostları, Sorular: Akif Kurtuluş, Kasım 1987, S.7, s.10-11.
SEYİTOĞLU, Bilge, Erzurum Halk
Masalları Üzerinde Araştırmalar
(Metinler ve Açıklamalar), Atatürk
Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 409, Erzurum 1975, 451 s.
SCHELER, Max, İnsanın Kosmostaki Yeri, çev: H. Tepe, Ayraç Yay.,
Ank., 1998.
SCHIMMEL, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yay., İst., Eylül 1999.
SHAYEGEN, Daryush, Yaralı Bilinç, çev: H. Bayrı, Metis
Yay, İst., 1991.
STEINER, George, Heidegger, çev. S. Sahra, Hece Yay.,
Ank., 2003.
STOR, Anthony, Yaratma Dürtüsü, Yayınevi Yay., İst., 1992.
STRATHERN, Paul, 90 Dakikada Sokrates, çev: M. Ukşul, Gendaş Yay., İst., 1988.
ŞAHİN, İbrahim, “Romantik Bir Tavır Olarak İroni”, Yazgı, S.1,
Ekim, 2006, s.28-31.
ŞENDERİN, Zübeyde, Turgut Uyar’ın
Hayatı, Sanatı, Eserleri Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Yeni Türk Edebiyatı)
Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Danışman:
Prof. Dr. Ramazan Kaplanr, Ank., 2004.
TARHAN, Abdülhak Hâmid, Bütün Şiirleri 1, Yay. Hz.: İ. Enginün, Dergâh Yay.,
1991.
TATAR, Burhanettin, Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti
-Gadamer versus Hirsch, Vadi Yay., Ank.,
1999.
TEVFİK
FİKRET, Rubâb-ı Şikeste, (Tıpkı Basım,
Yay. Hz. A. Uçman), Çağrı
Yay., İst., 2001.
THOMAS, Dylan, “Şiir Sanatı Üzerine Notlar”, Şiir Sanatı, çev: M.
Belge, S.9, Temmuz 1966, s.2-5.
THOMPSON, George, “Marksizm ve Şiir, “Ritim ve Çalışma”, çev: C. Çapan, Adam
Yay., İst., 1996,
s.19.
TODOROV, Tzvetan, Yazın Kuramı, çev: M. Rıfat; S.
Rıfat, YKY, İst.,
2005.
TOMLINSON, John, Kültürel Emperyalizm -Eleştirel Bir Giriş, çev: E. Zeybekoğlu, Ayrıntı Yay., İst., 1999.
TOURAINE, Alaın, Modernliğin Eleştirisi, çev. H. Tufan, YKY., İst., 2000.
ULAŞ,
Sarp, / GÜÇLÜ, Baki / UZUN, Erkan / UZUN, Serkan / HÜSREV, YOLSAL, Hüsrev,“Felsefe
Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay., Ank., 2002.
ULUTAN, Burhan, İktisadî Doktrinler Tarihi - ‘Bölüm XXII Keynes Devrimi’, Ötüken
Neşriyat, İst., 1978.
URRY, John, Mekanları Tüketmek, çev: R. G. Öğdül, Ayrıntı Yay., İst., 1999.
UYAR, Tomris (Yöneten), “Yaş ve Şiir Üstüne” Konulu Açıkoturum, Katılanlar: Cemal
Süreya (BERFE),
Edip CANSEVER, Turgut UYAR, Varlık, S.906, Mart 1983,
s.13-25.
UYAR, Turgut, “Çıkmazın Güzelliği”, Dönem, Kasım
1963.
WEBER, Max, Şehir -Modern Kentin Oluşumu, çev: M. Ceylan, Bakış Yay., İst., 2000.
WELLEK, Rene / VARREN, Austin, “Edebiyat İncelemesine Dış Yaklaşımlar”, Edebiyat Teorisi, çev:
Ö.
F. Huyugüzel, Akademi Kitabevi, İzmir 2001.
WHİTE,
John -editör-, Aydınlanma Nedir? - İç Dünyanın Keşfi, çev: C. Erengil, Ayna Yayınevi, İst., 2002.
YALÇIN, Mehmet, Şiirin Ortak Paydası Şiirbilimi Giriş, Cumhuriyet Üni., Yay., No: 35, Sivas,
1991.
YALOM, Irvın, Varoluşçu Psikoterapi, çev. Z.İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst., 1999.
YAVUZ, Hakan, Modernleşen Müslümanlar, Nurcular, Nakşiler,
Milli Görüş ve AK Parti, Kitapyayınevi,
Eylül, İst.,
2005.
YAVUZ, Hilmi, Dilin Dili, Arma Yay., İst. 1991.
YAVUZER, Haluk, Çocuk ve Suç, Remzi Kitapevi, İst., 1992,
YAZAN, Ümit Meriç, “Türkiye Kanatlarınızın Altında”, İz Yay., İst., 1997.
YILDIRIM, Ali, FKF- Dev-Genç Tarihi (1965-1971) Belgelerle
Bir Dönemin Serüveni, Doruk Yay., Ank.,
Ocak 1997.
YURTBAŞ,
Metin, “Örnekleriyle Deyimler Sözlüğü”,Mem OfsetLtd. Şti., İst., 1996.
YUSUF, Selahattin (2005), Bir Masal İsmet Özel’i, Şule Yay., İst., 2005.
YÜCE, Can Bahadır -Der.-, “Şiirim Gibi Yaşadım”, Dünya Kitapları Yay., Eylül,
2006.
YÜCEL, Tahsin, Anlatı Yerlemeleri, YKY, İst, 1993.
ÖZ GEÇMİŞ
1977 yılında Zile’de dünyaya geldi. İlk okulu memleketinde okudu. Orta okul ve lise
tahsilini Ankara’da, 1995
yılında tamamladı. Aynı yıl, Fırat Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümüne girdi. 1999 yılında mezun oldu.
Bir ders yılı, Milli Eğitim
Bakanlığı’nda öğretmenlik yaptı. 2000
yılında, Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalında
araştırma görevlisi
olarak
göreve başladı. Aynı yıl
güz döneminde, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve
Edebiyatı
Bölümü, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalında, Yüksek Lisans eğitimine başladı. 2002 yılında “Ali
Mümtaz
Arolat, Hayatı, Şairliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme” adlı tez ile Yüksek Lisans çalışmasını tamamladı. Evli ve
iki çocuk babası olan İbrahim
TÜZER, halen aynı üniversitede görev yapmaktadır.
İsmet
Özel’in şiirleri üzerine
hazırladığımız bu çalışmanın “Hayatı” kısmındaki
biyografik bilgilerin bir kısmı,
şairin kendisiyle
01.01.2006 ve 19.06.2006 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirmiş olduğumuz uzun soluklu
görüşmelerden derlenmiştir.
İsmet
Özel, “Masalların en kötüsü de kendimiz hakkındaki masaldır. Herkes kendi
masalını yıkmalıdır. Ben
burada kendi masalımı yıkmaya çabalayacağım” dediği Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, (Şule Yay., 8. bs.,
İstanbul, Mart 2002),
adlı eserinde kendi masalını şöyle
anlatır: “Bir varmış bir
yokmuş. Bir şair İsmet Özel
varmış. İyi şiirler yazarmış. Nasıl olmuşsa bu İsmet Özel bir gün komünist
olmuş. Derken
efendim bir komünist
olarak da iyi şiirler
yazmayı başarmış ve hatta böylelikle yıldızı
parlamış. Gel
zaman git zaman, İsmet
Özel’in
duyguları, düşünceleri,
inançları değişmiş (masalın her varyasyonunda
bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve
Müslümanlığı bir
hayat yolu olarak benimsemiş. Ama işe
bakın ki adam iyi şiirler
yazmaya devam etmiş.
Eh o
erdiyse muradına, bizde çıkabiliriz kerevetine.” s.14.
İsmet
Özel, Henry Sen Neden Buradasın 1, Şule Yay., İst., 2004, s.11.
İsmet
Özel, Henry Sen Neden Buradasın 1, s. 41.
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”, adlı eserde, kendi doğumuyla ilgili olarak şu tespitte
bulunmakta ve meseleye çok farklı bir bakış açısı kazandırmak istemektedir: “...hayatımı
(masalımı) şöyle
bir
cümleyle başlatmam
yerinde olur: Müttefik kuvvetlerin Almanya sınırlarını aştığı günlerde doğdum. Savaş
sonunda doğmuş olmam, bana öyle geliyor ki,
nasıl bir aile içinde doğmuş olmamdan, nasıl bir eğitim
aldığımdan çok
daha etkililidir. Çünkü savaş sonrası düzen Türkiye’de yaşayan herkes için bazı imkânlar ve
bazı sınırlamalar getirdi.” (s.31.)
İsmet
Özel’in, doğumu üzerine
geliştirmiş olduğu bu fenomonolojik dikkat, onun tüm düz yazı
evrenine hâkim
olurken şiir dünyasının
da temel bir izleği
haline gelmektedir. [Bu durumun şiirlerine yansıması hakkında
daha geniş bilgi
için çalışmamızın
3. Bölümünde yer alan “3.1.5. Toplumsallaş(ma)ma ve ‘Otantik olma’:
Yalnızlık” adlı kısma bkz.]
Ahmet Beyin doğum
tarihi hicri olarak “1315”e denk gelmektedir. Bu tarih, I. Dünya Savaşı dolayısıyla en çok
da Tokat yöresinden, çocuk denecek yaşta insanların “Çanakkale Cephesi”nde savaşmaları için askere alındığı bir
tarihtir. Kimi halk söyleyişlerine
ve türkülerine de geçmiş olan
bu durum İsmet Özel’in “Amentü”
(Diriliş,
S.1-
2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35) adlı şiirinde de şu
şekilde ifade edilir: “Tokat
/ aklıma bile gelmezdi / babam
onbeşli olmasa”
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de anne ve babasının ailesi için şöyle yazmaktadır:
"İçinden çıktığım
aile, herhangi bir üstünlük taşımaz. Annem bir ortakçının kızı. Babamın ailesi de arabacılık
yaparmış.”
(s.20)
İsmet
Özel, babasının bu durumunun şöyle
ifade etmektedir: "C'ıımhııriyenn kurulduğu yıllarda Rüştiye mezunu
olan birisi o günkü boşluktan
yararlanıp birçok numaralar çekebilirdi. Babam polis olmuş. Ben bunu doğrudan
doğruya sosyal
durumuyla açıklıyorum. Çünkü babam yüksek tabakadan bir insan değildi ve birazda tabi ahlakî
tutumla alakalı. Aslında bu gün olduğu gibi. Şu gün Türkiye’de hak etmediği mevkileri işgal eden dünya kadar
insan var. O gün de mutlaka öyleydi. Ama babam buna tevessül eden birisi değildi.” (Ags.)
Ags.
İsmet
Özel yine bu konuda, "Annem ve babam her ikisi de, kendilerine göre şarkı mırıldanırlardı.
Söylemezlerdi ama bir kulak aşinalığı
vardı. Mesela ben şiir
yazarken çoğu kez
“Anne sarı bir çiçek ismi söyle”
der ona başvururdum.”
demektedir. (Ags.)
İsmet
Özel, babasının mesleğinin
karşılık geldiği kendi dünyasındaki çağrışımları, şiirlerine zaman zaman konu
edinmektedir. Özellikle “Amentü” (Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974,
s.32-35) şiiri, bu
anlamda yoğun imajinatif
değerlerle örülüdür.
İsmet
Özel, babası emekli olduktan sonra memleketleri olan Söke’ye değil de ablasının okuduğu yere
taşınmalarını “babamın
çocuğuna para
gönderip okutma gücü olmadığından hep beraber Ankara’ya taşındık”
şeklinde
açıklamaktadır. (Ags.)
İsmet
Özel’in “Ey merak, ey zafer haykırışı” (Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak
1969, 15-17), dediği
bu duygu onun şiir
evrenine de yayılmıştır.
Şiirini hayatıyla aynı
paralellikte sürdüren şaire
göre “merak / bir devrimcini
hazırlığıdır”
(Sevgilime Bir Kefen, Şiir
Sanatı, S.15, Ocak 1967, s.13-14) [Bu duygunun şiirlerde ele alınışa dair daha geniş
bilgi için bu çalışmanın, “3.1.4. Şahsî olandan toplumsal olana yöneliş: Devrimci duyarlılık” adlı
bölümün “3.1.4.1.
‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık” isimli alt başlığına bkz.]
İsmet
Özel, “merak” duygusunun kendisinde çok erken yaşlarda gelişmesiyle ilgi şunları
söylemektedir: “Ben 6
kardeşin en küçüğüyüm. Küçük kardeş olunca öbürlerini
gözlüyorsun. Büyükler küçüklerin ne yaptığını bilmez
ama küçükler büyüklerin ne yaptığını bilir ve hep merak ederler. Ne yapıyorlar, nereye
gidiyorlar. Hayat nasıl.
Dünya nasıl bir şeydir?
Bunları hep merak ederdim” (Ags.)
İsmet
Özel, bu durumu kendisiyle yapmış
olduğumuz söyleşide şöyle dile getirmektedir: “İnsan bir köyde
yaşasa köylülere
ait bir dünya onun dünyası olur. Ben mesela Kastamonu’da yaşadığım 7 sene boyunca il
merkezinin dışına
hiç çıkmadım. Ama belki okumayı seven bir çocuk olduğum için okuduklarım
dolayısıyla da
dünyam gelişti.
Mesela, evimizde kocaman bir ülkeler coğrafyası kitabı vardı. Hangi ağabeyimden kalma
bilmiyorum. 1. hamur kâğıda
basılmış,
resimli, kalın bir kitaptı. Ben o kitabı, ilkokul çağlarımda, öyle lisede
falan değil
ilkokul 2. veya 3. sınıfta okudum. Macar ovalarını, Arjantin pampalarını merak
eder okurdum. Gayet
iyi hatırlıyorum. Lise 1. sınıfta ders anlatmak üzere hoca beni tahtaya
kaldırmıştı.
Brezilyayı anlatacaktım. Ben,
şöyle bir
cümleyle başladım
“Mesaha itibariyle çok vasi olan bu memleket..” diye. Şimdi hoca çok şaşırdı.
Çünkü o bahsettiğim
kitaptan okuduğum
cümle öylece aklımda kalmıştı. Çocuk kitapları dolayısıyla, çizgi
romanlar dolayısıyla dünyayı didikleyen bir zihnim vardı. Benim yaşıtlarımın evleriyle karşılaştırıldığında, hele
de taşrada, kitap
olan bir evdi bizimki. Ben birçok yazarı evde tanıdım” (Ags.)
İsmet
Özel, yine aynı konu üzerine “Gençlik Dergisi” nin 1987 yılında sormuş olduğu soruya şöyle cevap verir:
“Altı kardeşin
en küçüğüyüm...
Çocukluğumda
benden büyük ağabeylerim
ve ablalarım olduğu
için ev, kitaba
uzak bir ortam değildi.
Çok doğal bir şekilde kitaplarla bağlantı kurabildim. Evde
bulunan kitaplar yoluyla
edebiyat eserlerine karşı
bir yakınlığım
oldu. (...) Düş dünyasında
yaşayan bir
çocuktum, okuduğum
kitaplardan beni etkileyenlerin ismini vermek gerekirse Gorki’nin Ekmeğimi
Kazanırken’ gibi romanlarından
tutunda Mike Hammer maceralarına kadar uzanan bir küme kitap. Bilgiye karşı müthiş açlığım vardı. Yine o
yıllarda sayfa sayfa karıştırmaktan
keyif duyduğum
ciltli bir ‘Ülkeler Coğrafyası’
kitabıydı. Onu karıştırarak
okumak ilginçti...” (“Şiire Çok İçten
Bir Şarkı
Denebilir”, Sorulunca Söylenen, Şûle Yay., 2. bs., İst., 1997,
s.81)
İsmet
Özel, aynı bahis üzerine “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı kitabında da şunları yazmaktadır: “(...)
Daha önemlisi içinde kitaplar bulunan bir evde yaşamamdı belki. Benden büyük beş kardeşim eğitim
görüyorlardı ve Cumhuriyet rejiminin ilk dönemlerindeki (bugünlerle
kıyaslanamayacak) eğitim
düzeyinin
havasını teneffüs etmem mümkün oldu. Her türden kitap ilgimi çekiyordu. Maksim
Gorki ve Mike Hammer yan
yana. Evdeki röprodüksiyonlardan Renoir’in yaptıklarına değil de Velazguez’in
yaptıklarına neden daha dikkatle
baktığımı bir
türlü izah edemem. İzah
edilemezdi ‘yolckm geçen tunç yüzlü asker’ diye I’Arlesienne söylemek,
Figaro’nun Düğünü’nü
‘artık hercailik etmeyeceksin / ne gece ne gündüz gezmeyeceksin /yosmalar
bıktılar artık
senden’ haline getirmek. Oklahoma adlı bir Kızılderili çocuğun çizgi romanını okumak
yüzünden Amerikan iç
harbinde güneylilerin tarafını tutmak izah edilemezdi.” (s.37)
Ags.
İsmet
Özel’in annesiyle arasında 42, babasıyla da 45 yaş fark vardır. İster istemez bu durum şairle ebeveyni arasında bir “kuşak
farkı” ortaya çıkarmış ve
bunun sonucunda da şair
“ben”in de bir takım “huzursuzluk”lar meydana gelmiştir. Özel, kimi şiirlerinde
söz konusu olan bu huzursuzluğu,
“ben”inden “reel olan”a, “reel olan”dan da muhayyilesinde meydana getirdiği özelikle çocukluğun
hayal ve oyun dünyasına yansıtarak imajinatif değerler olarak hissettirir. İsmet Özel’in daha çok ilk dönem şiirlerinde görülen bu
durum, psikanalitik bir bakış açısıyla
ele alındığında
anlamlandınlmaya daha elverişli
hale gelmektedir. [İsmet
Özel’in hayatında
yer eden bu durumun, şiirlerinde karşılık bulduğu anlam değerlerine yönelik inceleme için bu çalışmanın, “3.1.1. Ben’in
ilk sığınağı: Çocukluk” ve “3.1.2.
Dünyaya konumlanmaya çalışan
Ben’in huzursuzluğu
/ ‘kargaşa’sı:
Cinsellik” adlı
kısımlara ve alt başlıklarına
bkz.]
Ags.
İsmet
Özel, bu durumu bir “kopukluk” olarak nitelemekte ve özellikle babasıyla
arasında olan iletişimsizliği, şu
şekilde dile
getirmektedir: “Mutlak manada, ebeveynlerimle aramda bir kopukluk vardı.
Özellikle babamla,
şüphesiz öyle bir
uzaklık vardı. Ama bu babamdan da gelen bir şeydi. Çünkü babam eski tip insanlardan, hani
çocukları sevmeyen, çocukları okşamayan tipler vardır ya onlardan birisiydi. Son
derece mesafeli dururdu. Ben
babama hiçbir zaman “sen” diye hitap etmedim. Ama bu biraz da annemden gelen
bir şeydi. Biz
babamıza
bütün kardeşler
“siz” derdik. Ben babamın beni sevdiğini hatta bütün kardeşlerimi sevdiğini iyi bilirdim. Hatta
bunun somut belirtilerini de görmüştüm. Ama o ayrı bir şeydi. Ama annemle çok daha yakındık. Meselâ
biz
çocukken babamızdan para isteyemezdik. Annemize söylerdik. Annem babama söylerdi.
Babam da “Ne parası”
derdi. Annem de "Sorma ver parası” deyince o da çıkarıp verirdi.”
(Ags.)
İsmet
Özel, bu durumu şöyle
anlatır: “Ben ilkokula kayıtsız gittim. Öğretmen daha sonra anneme “Bu çocuğu
kaydettirin, çünkü bu diğerleri
gibi okuyabiliyor” diye haber gönderdi. Benle beraber sınıfa kayıtsız gelen 5-6
kişi vardı, onlar
kayıtsız olduklarını bilerek hareket ediyorlardı. Ama ben, sanki öğrenciymişim gibi hareket
ediyordum. Dolayısıyla 6 yaşında okula başlamış oldum.”
(Ags.)
İsmet
Özel, yaşadıkları
mahallenin delisinden kıyıda kalmış çarşılarına
kadar, çocukluğunun
geçtiği şehirlere ait bir takım
özelliklere şiirlerinde
işaret etmektedir. Bu şiirlere konu edilen mekânlar,
salt taşıdıkları
özelliklerle değil, şairin yine çocukluğunda
yaşamış olduğu hatıralarla, çocukluğunun masal kahramanlarıyla, oyunlarıyla ve
korkularıyla beraber ele alınmaktadır. Özel bu
durumu şöyle ifade
etmektedir: “Ben, mahalle halkından, şehir halkından son derece memnundum ve onlarla
birlikte bir çocukluk
geçirmiş olmanın
hazzını o zaman da yaşardım.
Hayatımın her kesiminde de bunun benim için büyük bir zenginlik olduğunu
biliyorum. Kastamonu çok yüksek bir kültürün izlerini barındıran bir yerdi en
azından o yıllarda. Orada bir çeşit insan olgunluğu,
Anadolu toprağının işlenmiş vasfı var. Ben bunu çocukluğumda çok iyi gördüm. Çocuklar sadece ailelerinin değil aynı zamanda
çevrelerinin de birimidirler. Eskiden öyleydi şimdi öyle değil.” (Ags.) [Özel’in şiirlerindeki bu özellik
etrafında yapılan
incelemeler için bu çalışmanın,
“3.1.1.1. Bir ergenin anılarla yücelttiği çocukluk” adlı alt başlığa bkz.]
İsmet
Özel, bu duruma yapmış olduğumuz söyleşide şöyle açıklık getirmektedir: “Baş komiserin oğluydum ben.
Bizim evimizde manyetolu telefon vardı. Mesela sosyal statüsü bizimkinden üstün
görünen insanlara özenerek
bakmıyordum. Tam tersine sanki bu bilgi donanımının bir çeşit üstünlük sağladığını düşünerek yaşıyordum.
Mesela o sırada bir ağabeyim
Harbiye’de, diğeri
de Gazi Eğitim’de
okuyordu. Dolayısıyla onların da durumu
beni yükseltiyordu.” (Ags.)
İsmet
Özel, bu durumu şöyle
ifade etmektedir: “Ben çocukken de müthiş bir anti otoriter tavra sahiptim. Mesela
öğretmenlerimi
sevmezdim. Sebebi de şuydu.
“Yani ne oluyor geliyor sınıfa herkesi susturuyor, ayağa falan
kaldırıyor” derdim. Birinin üzerimde baskı kurması için bir gerekçesinin
olmasını beklerdim.” (Ags.)
Şair,
öğretmenlerini
sevmemesinin nedeni olarak da “büyüklerin küçükleri anlayamadıklarını”
göstermekte ve
bunu yaşamış olduğu bir anısıyla şöyle örneklemektedir: “İlkokul 1. sınıfta bir öğretmen adayı staj dersi
yaptı.
Ders de resim dersiydi. Bir Eskimo hikâyesi anlattı ve bu anlattığı hikâyeden bir sahneyi
resmetmemizi istedi.
Ben de hikâyede anlatıldığı
gibi köpeklerin çektiği
bir kızak resmi çizdim. Herhalde herkes öyle yapmıştır. Fakat
benim resmimde, köpekler ikişerli durdukları için bir köpek görünüyor fakat altında dörtten
fazla ayak var.
Çünkü öbür köpeğin
ayakları da görünüyor. Öğretmen
sonunda güzel bulduğu
resimleri topladı. İlkokulda
küme şeklinde
oturulurdu. Bizim kümedeki çocuklar “Öğretmenim, öğretmenim bu resimde güzel” diye benim
resmimi işaret
ettiler. O da geldi baktı ve “hayır” dedi. “Çok fazla ayak var.” İşte bu tıpkı Antoine de
Saint-
Exupery’nin “KüçükPrens”indeki kuzu gibi. Dedim ki “Bu büyükler anlamıyorlar, öğretmen bunu göremedi”.
Bir köpek görünüyor ama dörtten fazla ayak var çünkü
yanında öbür köpek var.” (Ags.)
Daha geniş bilgi
için bu çalışmanın “1.1.3.
Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel
komünist’/‘Siyasal’lı yıllar” adlı bölümüne bakınız.
Bu “uymacı olmayan tavır”, İsmet Özel’in kaleme almış olduğu
ilk şiirinden son şiirlerine kadar hemen hemen
tüm şiir evreninin
önemli bir açarıdır. Çalışmamızın
“Şiirlerin
Tema, İçerik ve
Yapı Bakımından
İncelenmesi” adlı
bölümde geniş bir şekilde ele alarak izini
süreceğimiz bu “izleği”, şimdilik şu mısralarla
örneklememiz mümkündür: “Evet, ilmektir boynumdaki ama ben / kimsenin kölesi
değilim /
tarantula yazdılar
diye göğsümdeki
yaftaya / tarantulaymış benim
adım diyecek değilim
/ tam düşecekken
tutunduğum tuğlayı /
kendime rabb bellemeyeceğim
/ razı değilim
beni tanımayan tarihe / beni sinesine sarmayan / tabiattan rıza
dilenmeyeceğim.”,
(Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993, s.3-7)
İsmet
Özel’in şiire başlaması, ilk, orta ve yüksek öğrenimi sırasında şiirle olan irtibatı ve
biyografisinin her
aşamasında şiire ayırdığı yerle ilgili daha geniş bilgi için bu çalışmanın, “2.1. Şiir kerim: Şiir - hayat
birlikteliği ve şiirinin safhaları” adlı
bölüme bkz.
İlkokul
Gazetesi, S.32, Ankara, 28 Şubat
1954, s.4.
İsmet
Özel, şiirlerinin toplu
basımına yer verdiği
“Erbain - kırk yılın şiirleri”
(Erbain, Şûle
Yay., (1. bs., 1987,
11. bs. 2001), 8. bs., İst.,
1998, 238 s.) adlı kitabını “Kış”
(Erbain, s.11) şiiriyle
başlatır.
İsmet
Özel, bu olayı şu şekilde anlatmaktadır: “Kış adlı o şiirim yayınlandığı gün anlaşılan okula gelmiş, bir
yukarıdaki sınıfın öğretmeni
sınıfın kapısına geldi. Zayıf, gözlüklü, beyaz tenli bir kadındı. “İsmet Özel
kim”
dedi. Ben ayağa
kalktım “Sen şair
mi oldun be ”dedi. Öğretmenin
bu tavrı karşısında
ben hiç cevap vermeden
koşarak
kooperatife indim. Anladım şiirimin çıktığını, gazeteyi aldım.” (Ags.)
İsmet
Özel, bir başka söyleşide de öğretmenin kendisine yönelttiği küçümser tavrı şöyle yorumlamaktadır: “Bu
ilk olumsuz izlenim beni hiç yıldırmadı... O yaşlarda bile, eğer yaptığımın doğruluğuna inandıysam,
başkalarının
olumsuz tepkilerine, yargılarına kulak vermedim.” (“Şiire Çok İçten Bir Şarkı Denebilir”,
Sorulunca Söylenen, Şûle
Yay., 2. bs., İst.,
1997, s.81)
İsmet
Özel, Kastamonu ve Çankırı’dan sonra gelmiş olduğu
Ankara’yı şöyle anlatır:
“Ankara önceki yaşamış
olduğum şehirlerden çok farklıydı
tabi. Ama İstanbul
her zaman Türkiye’nin başşehri
olmuştur. Bundan
hiç
şüphe etmemek
gerek. Ankara görece bir büyük şehirdir. 1959 yılında ben Ankara’ya ilk geldiğimde ilk defa
kalorifer dumanı kokusu duydum. Ne Çankırı’da ne de Kastamonu da kalorifer
dumanı yoktu. Kaloriferli bina
olsa bile öyle duyulacak gibi değildi. Ama Ankara’da duyuluyordu. Özellikle, şu an Gazi Osman Paşa diye bir
semt var Ankara’da, o semtin adı 14 Mayıs mahallesi idi. 14 Mayıs nedir?
Demokrat Parti’nin iktidara geldiği
gün. 27 Mayıs’tan sonra orası Gazi Osman Paşa Mahallesi oldu. Küçük Esat’ta oturduğumuz ev, şimdiki Gazi
Osman Paşa’ya
yakın bir yerdeydi. Orası da tek katlı villaların olduğu ama hepsinin kaloriferle
ısıtıldığı bir
çevreydi. Orada da kalorifer dumanının kokusunu duymak mümkündü. Dolayısıyla
ilk defa bana kalorifer
dumanının kokusu, büyük şehir
imajıyla bütünleştiği için menfi bir şeymiş gibi gelmemişti.” (Ags.)
Şair
“Taşra” ve “Büyükşehir” ile ilgili düşüncelerini ise şöyle dile getirmektedir: “Bu
taşra - büyük şehir
meselesini şu şekilde algılıyordum. İlkokulu bitirene kadar deniz
görmemiştim. İlkokulu bitirdikten sonra,
annem, babam Şükrü
ağabeyim ve ben,
memleketimiz olan Söke’ye gitmek üzere Ankara, Bursa üzerinden
İzmir’e vardık.
1955 yazında ilk defa İzmir’de
Eşref Paşa’dan denizi gördüm. “Bu
filmlerdeki bir şey”
dedim.
Sahicisini görünce başka
bir şey olması
gerekir diye düşünüyordum.
Mesela Nil nehrini gördüğüm
zaman da
“Görmez olaydım” dedim “Bu mu yani?” Zihnimdeki resim her zaman gerçekte daha
parlaktı benim.” (Ags.)
İsmet Özel, yukarıda
ifade ettiği “zihindeki
resmin gerçeğinden daha
parlak olması” hususuna şiirinde
de çok
öncelikli bir yer vermektedir. Onun şiiri’nin en önemli özelliğinden birisi de kullanılan imajlardır. Özel, gerçekte
var olanı, zihnin algılayışına
göre yeniden kurgulamaya ve bunu bir “imaj” olarak gerçeğinden daha parlak ve
gerçeğin sınırlarını çok
aşan bir şekle sokmaya ayrı bir özen
gösterir. [Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi için
çalışmamızın
Özel’in edebî görüşlerinin
incelendiği
“1.2.1.1. Aslı perdelenmiş
metinler: Şiirin
mahiyeti”
ve şairin üslûp
özelliklerinin ele alındığı
“4.2.1. İmge ve
imajinatif söyleyiş”
adlı bölümlerine bkz.]
İsmet
Özel, Ankara’nın kültür ve sanat ortamıyla ilgili şunları söylemektedir: “Bu dönemde kaliteli sanat
faaliyetleri parasızdı. Onların kapısında ‘Giriş Serbesttir’ yazardı. Çünkü
onların müşterileri
yoktu. Ben de
onların parasız olmasından istifade ettim. Bir piyano resitaline para vermeden
gidebiliyordun.” (Ags.)
İsmet
Özel, aynı durumu biraz da “yoksulluğuna” bağlayarak
“Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şöyle
ifade etmektedir: “Hiç kimseye, kendime bile itiraf edemediğim (edersem utancımdan öleceğimi sandığım), hiç
kimseden, kendimden bile saklayamadığım (saklarsam kolaylıkla delireceğimi bildiğim) lânet olası yoksulluk!
Pazar sabahları 10’da açıklamalı klasik müzik (plak) konserleri. Sinemaya
gideceğine kitap
oku. (...) resitaller
(Giriş Serbesttir).”
(s.45)
Ags. İsmet
Özel, bu dönem için şunları
söylemektedir. “Abidin Emre adında bir arkadaşım vardı. Lise son
sınıfta cebir dersinden ikmale kalmıştık. Onunla yaz aylarında cebir kursuna gittik. O
sınavı verdi, liseden
mezun oldu. Ben veremedim ve 1 sene bekledim. O bir senelik boş vakitte oldu ne olduysa. O
sırada sosyalist
oldum, şair
olmaya karar verdim.” (Ags.)
İsmet
Özel’in söz konusu olan bu 1 yıllık bekleme/bilgilenme sürecinde cevabını aradığı sorular, onun ileriki
yıllara zihinsel olarak donanımlı bir biçimde girmesine yol açacaktır. Şairin, özellikle askerlik
dönüşünde daha
ciddi ve “temelli” olarak yaşayacağı bu süreç, kendini yavaş yavaş hissettirecek olan “değişim”e doğru
yol
alacaktır. [Bu “değişim” hakkında daha geniş bilgi için bu çalışmanın “1.1.5. TİP’den Askerliğe:
Herkesleş(me)me,
1.1.6. Kaybederken kazanılan değer: “Kendilik”/“Biriciklik” arayışı ve “1.1.7.
Ontolojik kaygı: Yeniden doğuş”
adlı bölümlerine bkz.] Hayat ve şiiri aynı eksen üzerinde devam ettiren
Özel’in yaşamış olduğu bu “süreçler” ve “değişim”, hiç şüphe
yok ki doğrudan şiirine de yansımıştır. [Bu
yansımaların neler olduğu
hakkında geniş bilgi
için çalışmamızın,
İsmet Özel’in şiirlerinin incelendiği, 3.
Bölüm’ün “3.1.5. Toplumsallaş(ama)ma ve ‘Otantik olma’: Yalnızlık” ve “3.1.6. Arayışın izleri ve değiş
(mey)en insan: Yeniden doğuş” adlı bölümlerine bkz]
İsmet Özel, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Yapmacık
tavırlı ve özentili bürokratların hali içler acısıydı
belki, ama paralı olduğu
için alafrangalık peşinde
olanların yanında memurlar nispeten “işin aslını bilen”
takımı gibi görünüyordu. Belli belirsiz yapabildiğim bu karşılaştırma, beni bazı maddi tatmin imkânlarına sahip
olanların budalalıktan ve ikinci sınıf kalmaktan pek kolay kurtulamadıkları düşüncesine götürdü.
Zenginleşmesiyle alafrangalılığı atbaşı giden insanların ruhça kaba, insan ilişkileri bakımından da yıkıcı,
hatta
ifsat edici olduklarını görüyor veya öyle kabul ediyordum.” (Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?,
s.37)
İsmet
Özel bu “esas uğraş ” la ilgili olarak şunları belirtmektedir: “Şiiri kendim için esas uğraş edinmeye karar
verdiğim zamanda
düşünceme bir
dayanak arama, sağlam
bir temel bulma isteğine
kapıldım. Düşüncenin
şiirini yazacak
değildim elbet.
Düşündüklerimi
yazmaya da niyetim yoktu. Yine de şiir yazan birinin ne olduğu,
kendine hangi yeri seçtiği
önemli olsa gerekti. Şiir
bir sayıklama gibi dışa
vurmayacaksa şairin
de bile isteye
durduğu bir yer,
ayık olduğunu
anladığı bir alan
olmalıydı. Sağlam
bir dayanağım,
sarsılmaz bir temelim
olmazsa yazdıklarımı neyle değerlendirebilir, hangi tartıya vurabilirdim.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?,
s.38)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.38.
İsmet
Özel yine aynı kitabında Müslümanlığın çocukluk ve yetişme yıllarında almış
olduğu yerle
ilgili olarak
şunları yazmaktadır: “Çocukluğumun ve yetişme yıllarımın bana tanıttığı anlayışlar içinde Müslümanlık ağırlıklı
bir yere sahip değildi.
Annem ve babam Müslüman insanlardı o kadar. Çocuklarını dindar yetiştirmek
konusunda hiçbir özel gayretleri olduğunu hatırlamıyorum. Devletin resmi görüşüne terk edilmiştik. Lehte ve
aleyhte hiçbir zorlamayla karşılaştığımı söyleyemem. Ancak, orta
mektep öğrencisi
olduğum sırada,
babam,
ezberleyeceğim
her namaz süresi karşılığında 2,5 lira vaadetmişti. Bu parayı kazanmak için
herhangi bir çaba
harcamak gereği
duymadım. Ne gereği
vardı? Müslümanlık çok derinlerde bir duyguydu, ama bunun günlük
hayattaki tezahürü de olabildiğince uzağımda
duruyordu. Müslümanlığın
belirgin algılanışıyla
çocukluğum
arasındaki rabıta bir taşra
kentindeki ramazanların harikulâde havasını teneffüs etmiş olmamdan ibarettir.
Müslüman bir toplumda yaşıyor
olmanın güven veren bir tarafı vardı.” (s.38)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.39.
İsmet
Özel, Müslümanlıkla “buluşmak”
için girişmiş olduğu bu ilk denemeyi, “Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?”de şöyle yazmaktadır: “Evde
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın üç cilt halinde
yayınladığı
Kur’ân-ı Kerîm
meâli vardı. Büyük bir samimiyetle onu okumaya koyuldum. Okumaya başlamadan önce abdest alıyor,
Kitab’ı
göbeğimin üstünde
tutmaya özen gösteriyordum. 1961 yılında, dinî düşüncenin nitelikleri hakkında hiçbir temel
bilgilenme sağlamamış, genel olarak düşüncelerin hangi meseleler
çevresinde döndüğü
konusunda donanımı
olmayan bir lise son sınıf talebesinin ‘bakahm bizim temel dinî metnimizde
neler var’ merakıyla giriştiği
okumadan nasıl bir sonuç doğabilirdi? Olacak olan oldu: sonuç büyük bir düş kırıklığıydı!” (s.39)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.39.
İsmet
Özel, ifade ettiği bu
yargısının “doğru” anlaşılması için şunları eklemektedir: “Yanlış anlaşılmasın!
Okuryazarlarımız artık doğum
kültürünün ürünlerini anlamayacak kadar batılı görüşü edinmişlerdir demek
istemiyorum. (...) Türkiye’de verilen eğitim diploma sahiplerini yeterince batılılaştıramadığı, onları Batı
dünyasının temel ürünlerine nüfuz edebilecek yeterliğe ulaştıramadığı için islâmî metinlere alıcı
gözle
bakılamıyor. Okumuşlarımız
fantazya düşkünlükleri
ve fantazya üretme güçleri bakımından doğu dünyasına
olan mensubiyetlerini devam ettiriyorlar, ama bu yönelimlerini batılı formlar
altında tatmin etme hevesine
kapılıyorlar. Laik dediğimiz
kültür ürünleri ne kadar din aleyhtarı hükümler taşırsa taşısın, derindeki kuruluşu
bakımından, Tevrat ve İncil’in
örgüsüyle ilintilidir. Bu örgü, Türkiye’deki okumuşlar kültürüne dolaylı bir
yoldan ve ne yazık ki aşağı dereceden bir üslûpla
damgasını vurmuştur.
Elden düşme
kültür hiçbir iyi şeyi
anlayabilmek için elverişli
değildir. Nitekim
ben de aradığımı
Kur’ân-ı Kerîm’de bulamadığım rahatlıkla
düşünebildim.”
(s.40)
İsmet
Özel, din duygusu karşısında
seçmiş olduğu “aleyhtarlığı” şöyle anlatmaktadır: “Beklentilerimin boşa
çıkması din duygusundan ümidi kesmemi kaçınılmaz kıldı. Daha da ileri gittim:
Din aleyhtarlığının
insan için en
uygun tutum olduğu
sonucuna vardım. Her türlü dine, doğulu veya batılı, geleneksel veya modern, insanların
sorgulamadan kabul edip bağlandıkları her şeye karşı
bir husumet duydum. İnsan
zihninin işlenebilir
ve
geliştirilebilir
tarafına yönelmiş terör
nereden gelirse gelsin karşı çıkmalı, onunla savaşılmalıydı.” (Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?,
s.40)
İsmet
Özel, üniversite yıllarında ve sonrasında gelişerek devam edecek olan bu zihinsel “ayıklığın”, sebebini
şöyle açıklamaktadır: “Annem
ve babamın benden çok yaşlı
olmaları gelişmemde
menfi bir etki uyandırmışsa,
müspet etki de bu kavrayışın
bende oluşmasını
sağlamaları
dolayısıyla olmuştur.
Ben, seferberlik ve İstiklâl
Harbi içerisinde bulunmuş
bir adamın çocuğuyum.
Onlar bana, bu gün yaşadığımız dünyanın dışında sahici bir
dünya olduğu
fikrini verdiler ve bunu içime yerleştirdiler. Dolayısıyla ben dünyayı verili olarak kabul
etmedim.
Veri olarak da kabul etmedim. Bunu ben çok küçük yaşımda kavradım. Dolayısıyla,
yeni bir dünya özlemi içimde
doğmuşsa, bu imkânın bana çok daha
sahici görünmesindendir. Yaşadığımızdan
çok özlediğimiz
dünya daha
reel bir şeydi
benim için. Çünkü annemin ve babamın yaşadığı dünya benim yaşadığım
dünyadan daha reeldi.”
(Ags.) ..
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı kitabında, bu dönem ve toplum
katmanlarında
meydana getirdiği
etkilerle ilgili olarak geniş malumatlar
vermektedir. Bu dönem üzerine yapılan araştırmalarla
edinilen bu malumatların bir kısmı da, şairin bizzat yaşadıklarını ve çocukluğundan hatırladıklarını içermektedir:
“İlkokula başladığım yıl Demokrat Parti
iktidarının da ilk yılıydı. Büyük siyasi değişiklikle ilgili olarak hiçbir
hatıra canlanmıyor kafamda, ama bizim küçük memur ailemiz içinde ülkenin yeni
cumhurbaşkanının
alaya
alındığına dair
açık seçik hatıralarım var.” (s.34)
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide, babasından almış olduğu en önemli mirası şu şekilde ifade
etmektedir: “Şimdi ben diyorum ki babam bana kalan en büyük miras nedir? Şudur: Bir gün, babam henüz
komiser muaviniyken Van’da telefon çalar ve Van valisi der ki "gazetelerim
gelmemiş.” Babam
da cevaben
“baş üstüne
efendim. Bekçi gelir gelmez gazetelerinizi göndereceğim” der. Vali buna cevaben
“bekçi demek ne
demek. Al kendin getir!” der. Bunun üzerine babam "ben sizin şahsî hizmetçiniz değilim” diye cevap verir. Bu
lafı duyan vali ağzına
ne gelirse, küfürleri savurmaya başlar. Babam da gayet sakin “aynen iade ederim
efendim” deyip telefonu yüzüne kapatır. Bu tavır, benim babamdan aldığım en büyük mirastır.”
(Ags.)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?,
s.19.
İsmet
Özel, “‘kadirşinas
itaatsizlik” ve “tevarüs edilmemiş asalet”i şu
şekilde tanımlamaktadır:
“Büyüklere itaatin
haklı bir sebebi olamazdı, çünkü birçok şeyi anlayamıyorlar, birçok şeyi bilmiyorlar ve birçok şeyi doğru
yapmıyorlardı. (...) Böyle bir bakış açısı ile çocukluğum boyunca ebeveynimi, öğretmenlerimi, diğer büyükleri
kendilerine zararımın dokunmamasına özen gösterdiğim, ama benim hakkımda karar vermeye ehil
olmayan
varlıklar olarak kabul ettim. Verilen desteğe karşı severek hizmet, fakat asla itaat etmemek. Sonu itaate
varacaksa sunulan yardımı reddetmek ve insanların sahip oldukları yerlerin değerini bilmek. (...) Kadirşinas
itaatsizliğimin
temelinde ne kadar kişisel
değerlendirmelerim
varsa, tevarüs edilmemiş
asaletimin temelinde de o
kadar toplum değerlerinin
etkisi var. Asalet hissi benim içimde taşıdığım değil,
bana çevreden telkin edilmiş bir
değerdir. Sebebi
de çok yalın: Taşrada
bir devlet memurunun çocuğu
olmak. (...) Benim teneffüs ettiğim havada
çok çocuklu bir küçük memur ailesinin iki yakasını bir araya getirme
sıkıntılarıyla dolu sayılırdı. Yani herhangi
bir imtiyaz duygusu taşımama
yardımcı olacak bir hayat içinde bulunmadım.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.20-21) [İsmet Özel’in bu durumla
ilgili çocukluğundan
aktardığı anekdot
hatırlanmalıdır.
Bkz: 21. Dipnot]
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.21.
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide “kadirşinas itaatsizlik” ve “tevarüs
edilmemiş asalet”
üzerine
sorduğumuz soruyu şöyle cevaplandırmaktadır: “Tevarüs
edilmemiş asaleti
şu manada
kullanıyorum. Hani
aristokraside gerçekten lordun oğlu lort oluyor. Bu şekilde değil. Ama şüphesiz ki insan ilişkileri bakımından,
daha sonra da çevremde gördüğüm insanların da pek azında olan aile içi bir ilişkimiz vardı. Ben bunu her
zaman söylerim. Benim annem ve iki tane de ablam vardı. Ama ben evimizde
Allah’ın bir günü olsun onlara ait
özel eşyaya
rastlamadım. Bunlar ne zaman yıkanırdı, ne zaman kurutulurdu ben hiç bilmedim.
Böyle bir asalet.
Tevarüs edilmemiş diyorum
ama pekâlâ bal gibi de var aslında. Ama tevarüs edilmemiş kısmı şu: Bunun bir
çizgi temin ettiğini,
aşama olduğunu anlamak bana mahsus bir şey. Bu tevarüs edilmemiş. Bunun kadrini
bilmek, benim başarabildiğim bir şeydi. Belki benden daha asil
ortamlarda yaşayanlar
vardı ama bu asaletten
bîhaber olarak yaşayıp
geçtiler. Hatta belki bundan şikâyet bile ettiler. Kadirşinas itaatsizlik ise otorite
aleyhtarlığımla
alakalı bir şey.
“Ben toplumun bana verdiği
şeyin kadrini
biliyorum, fakat bu bana verildi diye
boyun eğmeye hiç
niyetim yok” diye düşünüyordum.
Onu da fark etmiş durumdaydım.
Türkiye’de yaşanan
hayatta bir yapaylık vardı. Çünkü insanlar, her şeyin sonuna kadar gidemediklerini bilerek yaşıyorlardı. Goethe
bir kitabında “İşeyarayan
adam kimdir?” diye soruyor ve "itaat eden ve itaat ettiren kişi” diye cevap veriyor.
Ben de tam tersine “ben işe
yaramaz adamım, bu Goethe’nin tarifine göre, ben ne itaat ederim ne de itaat
ettiririm” diyorum. Benim çocukluğumdan beri sahip olduğum hususiyet bu. Ben kendini pazarlamayan bir
adamım. Bunu ekstra bir rol olarak yapmıyorum. Bu benim varlığım. Ben kendimi pazarlayarak
yaşayamam.
Ben insanların bir işi,
ona sahip çıkarak yapabileceklerine inanıyorum. Ondan bir şey bekleyerek değil. Bu
İslamiyet’in de
emrettiği bir şeydir. Herkes kendi yükünü
tanıyarak bir şeye
katkıda bulunabilir. Hz. Ebubekir’e
deveyi ıhtırmak zormuş.
“Yahu” demişler,
“bastonun düştüğü zaman, deveyi ıhtırıp
kendin alacağına
bize
söyle, biz verelim.” “Yok” demiş. “Ben Resulullah’tan bunu öğrendim: Kendi işini kendin göreceksin.” (Ags.)
İsmet Özel’in “tevarüs
etmemiş asalet”inin
üniversite yıllarından başlayarak
iyilerin yanında yer almasını, Şerif
Mardin “Özel için bu kadar ehemmiyetli görünen 'tytlerııı davası’ nedir
peki?” diyerek Osmanlı toplumunda
avam ve havas arasındaki farklılıklara ve gelişime işaret
ederek ele almaktadır. Dergâh dergisinde 2 sayı olarak
kaleme alınan bu çalışma
ve geniş bilgi için bkz.
“İyiler ve Kötüler I”,
Dergâh, C.III, S.27, Mayıs, s.1, 14-15,
1992; İyiler ve
Kötüler II”, Dergâh, C.III, S.28, Haziran, s.14-15, 1992.
İsmet
Özel, 1960’lı yılların başlarında
pozitivist ön yargılarla yüklü bir eğitimin ürünü olan bir kafa yapısıyla
yetişmiş bir gencin sosyalizan düşüncelere meyletmesi kadar olağan bir şey olamayacağını ifade etmekte ve o
dönemde sosyalizan düşüncelerin
hangi anlama geldiğini şöyle açıklamaktadır: “Her
ne kadar adına sosyalizm
desek ve görüntüsünü modernlikle bezesek bile o günlerde ben yaşlardaki gençlerin temel eğilimleri yurtsever,
memleketçi ve giderek milliyetçi bir karakter sahibiydi. Yine de bu kelimeleri
anmak kimsenin hoşuna
gitmezdi.
Çünkü bu kelimelerle birlikte modernlik, ilericilik, Avrupalılık elden
gidiveriyordu sanki. Benzerim gençlerde
edalar, tavırlar ne kadar ödünç alınmış batıcılıkla nitelendirilebilirse, bu edalar ve
tavırlar içinde savunulan
tezler ve deliller yabancı aleyhtarı, millî menfaat saplantısı içinde dönüp
duran görüşlerdi.”
(Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s.45)
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”
adlı eserinde, o dönemde toplum nezdinde ‘öcü’ etkisi
uyandıran “komünist” ve “dinsiz” suçlamasına rağmen sosyalizan düşünceleri savunması ve ifade etmesinin
önündeki engeli nasıl aştığını şöyle anlatmaktadır: "Benim bu engeli aşmama yardımcı olacak iki
unsur da
hazırdı. Bunlardan birincisi, sosyalist (veya kendilerine komünist denilen)
yazarların yalın kılıç ortaya atılmış
görünmeleriydi. Ben elbette onların hangi garantiler altında
bulunduklarını bilemiyor, uğradıkları
kovuşturmalardan
etkileniyordum. İnsanların
doğru bildikleri
yolda sıkıntıya katlanıyor olmaları, rizikoyu göze
almaları benim için önemli ve değerli bir şeydi (halen öyledir). Bir de buna yasakların
cazibesini eklemek
gerekir sanırım. İkinci
unsur, ruhumda yer etmiş
olan kadirşinas
itaatsizliğim ve
tevarüs edilmemiş asaletimdi.
İçinde yaşadığım topluma borcumu ödemenin
yolu, bu toplumun ön yargılarına itaatten geçmediğini peşinen
kabul etmiştim
zaten. (...) Öte yandan asaletim de kışkırtıyordu beni. İşin aslını anlayan azınlığa mensup olmak!
Anladıklarının bekçisi olmayı şeref bilmek! Başını "benim başımı yakarlar” korkusundan uzak tutmak! Dik
tutabilmek.” (s.44)
Mehmet Fuat (Bengü), Çağdaş Türk Şiiri
Antolojisi, Adam Yay., İst.,
1996, 653 s.
Fikir Kulüpleri Federasyonu”nun kurulması ve sonrasında
Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev Genç)”na
dönüştürülmesi ile
ilgili bilgi için bkz: Tevfik Çavdar, “Cumhuriyet Döneminde Gençlik”,
Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim
Yay., C.3, 1983, İst.,
s.801-812. / Murat Belge, “1968 Gençlik
Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.3, 1983, İst., s.810-811. / Murat
Belge, “Türkiye İşçi
Partisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.8, 1983, İst., s.
2120-2131.
Yine, “FKF” ve “Dev-Genç” ile ilgili geniş bilgi için bkz: Ali Yıldırm,
FKF- Dev-Genç Tarihi (1965-1971)
Belgelerle Bir Dönemin Serüveni, Doruk Yay., Ank., Ocak 1997, 620 s.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.46.
İsmet
Özel, Ataol Behramoğlu’nun
evinde arkadaşlarıyla
birbirlerine şiir okumak
için toplaştıklarında
birden bire
gelişen bu durumu şöyle anlatmaktadır: "Benim
için şaşırtıcı bir soru bu. Yıl 1963.
Türkiye İşçi
Partisi kurulalı
belki tam tamına iki yıl bile olmamış. Bildiğim kadarıyla ülke çapında bir meşruiyet savaşı veriyor bu parti.
Herhangi bir yere tabela asması bile mesele oluyor, bir başarı kabul ediliyor. Parti’nin
gerçek kimliği ve
yapısı
hakkında açık seçik bilgilere sahip olduğu konusu da ilgilendirmiyor beni. Esasen reel varlığıyla siyasetin
benden başkalarının
işi olduğuna inanıyorum, nasıl mühendislik
başkalarının işiyse.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s.47)
İsmet
Özel, partiye katılması için yapılan teklifi ilk önce reddetmesinin gerekçesini
şöyle ifade etmektedir:
“Çünkü Türkiye sosyalist düşünce bir bilgilenme ve yaygınlık kazanma aşamasındadır. Ben de bu aşamanın
gereği
sayılabilecek tutumu takınıyorum. Partili veya partisiz bütün sosyalistler
toplumun işleyişi ve yeni bir
toplum kuruluş unun
temininin niçin zaruri, kaçınılmaz olduğu konularında halkı aydınlatmakla
yükümlüdür.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.48)
İsmet
Özel, Tip’e kaydoluşunun
o dönem içinde nasıl bir anlam taşıdığını şu şekilde ifade etmektedir: “Bir
partiye kaydolmak, elbette bir okula kaydolmaya benzemiyor. Hele bu parti
anti-komünizmin bir değer
sayıldığı
bir toplumda komünist olma zannı altında bulunan bir parti ise. O yıllar
üniversite öğrencileri
arasında bile
sosyalist düşüncelere
meyledenlerin sayısının ihmal edilebilecek kadar düşük olduğu zamanlardı. (...)
Bazılarınca Cumhuriyet Halk Partisi paralelinde bir ilericiliğin kalesi telakki edilen
Siyasal Bilgiler
Fakültesinde bile sosyalistliğini deklâre edenlerin yalnızlığı ve yalıtılmışlığı dikkat çekiyordu. Yine de
öğrencilikle
sınırlı kalan tarzdaki sosyalistliğin yüzeyde kabul edildiğini söyleyebiliriz. Gördüğüm kadarıyla
yaşıtlarımın
korkuları, ilerideki memuriyet yıllarında yükselmelerine engel olacak hataya düşme korkusuyla
ilgiliydi. ” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.50)
İsmet
Özel, taşıdığı bu “yeni” sıfatın “değer”ini ve partide ne gibi işler yaptığını şöyle anlatır: “Komünist olmak
başka, ‘müseccel
komünist’ olmak başkaydı.
Ben bir bakıma partiye kaydolmakla bu tescili kendi elimle yapmış
bulunuyordum. (...) Partideki çalışmalarım kaydolmamın sebebiyle sınırlı kaldı. Önüne
hangi iş geldiyse
yapacaksın. Bildir mi dağıtılacak,
basın bülteni mi, sandalye mi taşınacak, yoksa kendi yaşıtlarına bazı teorik
açıklamalar içeren bir konuşma mı yapılacak? Hamama giren terler. Kendiliğinden talip olduğum hiçbir iş
yapmadım orada. Adam kıtlığı vardı. Teşkilâtın büyük bir kısmı şekli kuruluşlardan ibaretti. Baktım, bana
Çamlıdere ilçe sekreterliği
düşmüş. Zaman zaman kaymakamlığa verilmesi gereken evrak
yüzünden ‘ilçeme’
yolculuk yapıyorum. Günde bir otobüs kalkıyor, dönmek için yarını beklemek
gerek. Bir kahvehanenin üzerinde,
otel mi, han mı belli olmayan odalardan birinde tahtakurularının müsaade ettiği kadar uyuyarak geçiyor o
gece.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.47)
Başlıkta
kullandığımız “herkesleş(me)me” kavramını Ortega Y
Gasset’in İnsan ve
Herkes (Metis Yay., çev: N.
G. Işık, İst., 1999, 257 s.) adlı
kitabında ifade ettiği şekliyle ele alıyoruz. Gasset
“herkes”i/“herkesleşme”yi,
hayatlarını kendi bireysel zihin berraklığının ötesinde toplumun/topluluğun ifade ettiklerine göre ve onların
yaptıklarını modelleyerek yapma, bir diğer ifadeyle “toplumsallaşma” olarak ele almaktadır. Burada,
“herkes”in/“herkesleşen”in
alışılmış olan içerisinde “sıradanlaşma”sı ve “gelenekselleşme”nin sınırları içerisinde
bulunan kabullerinin de anlam değerleri
düşünülmelidir.
İsmet
Özel’in çocukluğundan bu
yana ortaya koymuş olduğu “anti-konformist/uymacı
olmayan tavır”,
toplumun/“herkes”in kendisini kabule ve uymaya zorladığı durumlarla ilgilidir. Söz konusu olan bu
ayıklığı hem
şiirlerinde [“3.1.7.
Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi” adlı kısma bkz.] hem de düz
yazılarında ortaya koyan Özel, bu “mecbur bırakılmışlık”ların farkına varılmasının “insanlığımızın” ortaya
çıkmasıyla yakından ilgili olduğunu
belirterek “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şunları
yazmaktadır: “Ne
zaman zor bir durumda yalnız düş üne düş üne
anlayabileceğimiz,
bazı araş tırmalar
yaparak
açıklayabileceğimiz
bir durumla karşılaşsak; birileri kalkıp buna
kısa yoldan bir açıklama getirir, bazı kolay
adlandırmalarda bulunur, bize bir masal kurar. Biz bu masallara kandığımız kadar insanlığımızı
sıradanlaştırırız.
İnsan olmanın
özellikli vasıflarından uzaklaşırız. İnsanlığımızı hakkıyla yeniden ele
geçirmemiz, insan olarak kendimize gelmemiz, ancak bize uyku veren bu türden
masalların etkisinden
sıyrılmakla başlayabilir.”
(s.11-12)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.58.
İsmet
Özel, bu değişimi sağlamaya yönelen düşünceleri şöyle belirtmektedir: ^Türkiye'ye sosyalist bir müdahale
isteyen aydınlar sonradan ikiye bölünmüşlerdi. Bir kısmı (ki ana tez buydu) müdahalenin
Tanzimat’tan itibaren
bütün yenileşme
hareketlerinin yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmesini savunuyordu. Bunlara tepeden
inmeciler, ara tabakaların öncülüğünü benimseyenler (sous-entendu: darbe yanlıları)
denirdi. Bunların
karşısında halkın
desteğini talep
edenler yer alıyordu. İkinciler
demokratik örgütlenmenin, meşru zeminlerde
mücadele vermenin zorunluluğunu, kaçınılmazlığını savunuyorlar ve harcanan çabalar sonucunda varılması
gereken yer sosyalizm ise halkın katılımının vazgeçilmezliğini öne sürüyorlardı.”
(Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.51 - 52)
İsmet
Özel, içerisinde bulunduğu
dönemin siyasal oluşumları
ve özellikle TİP’den
hangi sebeplerle ayrıldığıyla
ilgili olarak yönelttiğimiz
soruya şu şekilde cevap vermektedir: “Toplumsal
konum bakımından insanların
bırakıldıkları veyahut yerleştirildikleri yerler önemli. Birileri diyor ki “Bak, bundan sonra şunları, şunları
yapacaksın, çünkü şunlar,
şunlar olacak.” O
insan da diyor ki “Çok doğru
ağabey, tam da
senin dediğin
gibi.”
Yani, o adamın yerini bu işlerden anlayan başka birisi tespit etmiyor. Ben böyle bir belirlenmeye itiraz
ederek
yaşadım. Bilakis,
bu belirlenmeyi benim tercihlerim sağlamalıydı. Şimdi bakıyorsunuz meseleye sosyalist
görüşler iyi
falan ama herkes aynı sosyalizmi istemiyor. Mesela çok bariz bölünmeler vardı
60’lı yıllarda.
Bunlar sizin için önemli değil ama benim için çok önemli. Çok çok önemli bir ayrım vardı.
Türkiye’de, şimdiye
kadar yüzyıllardan beri duruma hâkim olan çevrelerin kararları dolayısıyla bir
değişim mi olacak, yoksa
duruma hâkim olmayan insanların duruma hâkim olur hale gelmeleriyle mi bir değişim olacak? Bu durum sol
jargonda, ara tabakaların yapacağı devrimle halkın yapacağı devrim olarak ortaya çıktı.
Aslında çok bariz olan
ve dillendirilen bir durumdu bu. Türkiye, ordunun yapacağı bir müdahale sonucunda mı
Sosyalizme giden bir
yola gidecek, ya da halkın belirleyici olduğu, onun tayin edici rolünün önemsendiği bir değişimi mi yaşayacak?
Sonunda açıkça tarif edildi bu. “Milli Demokratik Devrimciler” oldu bir
taraftan. Bunlar aynı zamanda
orduculardı. Bir taraftan da “Sosyalist Devrimci”ler oldu. Sonradan bu
“Sosyalist Devrimciler” buharlaştı,
eridi, yok oldu. Ve Türkiye gene sol adına sadece yüzyıllardan beri işe vaziyet edenlerin verdiği kararlarla,
değişmeye dönük bir ülke şartları korunsun diyenlerle,
karşı karşıya kaldı.” (Ags.)
Şair TİP’in içerisinde bulunan “bu
adamlar” için “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şunları yazmaktadır:
"Kendime yapılmasını istemediğim şeyi, kendim bir başkasına yapma taraftarı hiç değildim. Eğer “bu
adamlar” her birimizin özgürce serpilmesine engeller koymakla hayatımızı zehir
ediyorlarsa, neden ben (veya
benimle aynı düşüncede
olanlar) “bu adamlar” haline gelip başkalarını istemedikleri, düşünmedikleri yönlere
sevk edecek, başkalarının
hayatına keyfimce sınırlar çizecektim? Böyle bir hakkı kim kime vermişti?” (s.53)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.58.
İsmet
Özel, yer ettiği
topluluk içerisindeki arkadaşlarının
bu durumunu şöyle ifade
etmektedir: "Herkesin, en
yakın arkadaşlarımın
bile politik iştihasının
kabarmış bulunması
içimde iniş çıkışlar, burukluklar doğuruyordu.
Bence sosyal değişmenin siyasi araçlarla fazla
zorlanması felâketi çağırırdı.
Eski komünistlerden biriyle bile
karşılaşmak istemiyordum. Silahlı
mücadele lafı edenler hem cahil hem provokatördü. Hele illegal çalışma
heveslilerinin bu meselelere hiç aklının ermediğini düşünüyordum.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.62)
İsmet Özel, bu çabasıyla
ilgili olarak şunları
yazmaktadır: “Hayatı kendim için dokunulur kılmak. Büyük tutkum
bu. Marksist literatür içinde doğan Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmalarına umutla bakıyorum.
(...) Bütün
cephelerde savaş verdiğimi düşündüğüm o günlerde ben bile durup
kendi kendime ne yaptığımı
soramazdım.
Osmanlıca öğrenmeli,
Fransızca öğrenmeli,
tarih de fizik de okumalıydı. Kendi başına bir şeyler
başaramazsan, başkalarıyla da işe yaramazsın. Neyi başaracaksın? En iyi yapabileceğin ne ise onu. Bir şeyi
senden iyi yapan olmamalı. Onu başar.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.67)
İsmet
Özel gelinen bu noktayı şu
şekilde ifade
etmektedir: “Vardığım
sonucun toplum içinde geçerli değerler
bakımından hiç karşılığı yoktu. Sonu gelmez
rahatsızlıklarım, beni fakülteye bırakmaya götürmüş, nefer olarak
askere alınmış,
dahası zihnen hem politik alanda dostluklar kurduğum kişilerle hem de şiir sebebiyle ilintili
olduğum
çevrelerle arama bir mesafe de koymuştu. Keşke’ diye yazmıştım arkadaşlarımdan birine,
‘aramızdaki mesafe sadece kilometrelerle ölçülebilen cinsten ibaret olsaydı.’”
(Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.67)
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide Siyasal Bilgiler
Fakültesi ve burayı bırakması ile ilgili olarak
sorduğumuz soruya şöyle cevap vermektedir: “Bir
kere çok iyi bir öğrenci
tabi ki değildim.
Asıl mesele kafamı
meşgul eden başka şeylerdi. Ben kendimi biraz
kayırarak şöyle
diyorum, “Ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin
bana yaptıracağı şeyden korktum ya da onu
reddettiğim için
okulu bıraktım.” Ben mesela, sosyalist
arkadaşlarımın
yaptıkları tahsili, Siyasal Fakültesi mezunu olmayı önemsiyor olmalarından çok
olumsuz
etkilendim. Hepimiz sosyalisttik, birçok riski göze almıştık falan ama onlar
alacakları diplomaya fittiler. Bu
hayatımda da böyle oldu. 10 sene sonra Hacettepe Üniversitesi, Fransız
Filolojisinden mezun olduğumda
işsiz
kaldım ve diplomamı kullanmak zorunda kaldım. 18 sene Fransızca hocalığı yaptım. Demek ki insanın
bir
diploması olduğu
zaman o ona bir şey
yaptırıyor. Ben de o zaman öyle düşünmüştüm. Siyasal mezunu olunca
ne olacaksam onu olmak istemiyordum. Resmi kayıtlara göre son hakkıma
kullanmayarak okulu bıraktım. Yani
ben, Siyasal Bilgiler Fakültesinden ‘belgelerdim.’” (Ags.)
İsmet
Özel, askere alınmasını şöyle
dile getirmektedir: “Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ayrıldıktan sonra
askere
gitmemek için sınava girdim ve kayıt olmam için askerlik durum belgesi almam
gerekiyordu. O belgeyi
Ankara’dan alamadım. O belgeyi almak için Söke’ye gittiğimde “Aa sen mi geldin?”
deyip hemen 15 dakika
içerisinde askere aldılar beni. Meğer 2. yoklama başkası eliyle yapılamıyormuş. Ben babama “Yapıver baba
şunu” demiştim. Dolayısıyla ben yoklama
kaçağı
görünüyordum orada ve hemen askere aldılar.” (Ags.)
Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 8. Mektup”, Oğlak Yay.,
1. bs., İst, Nisan
1995, s.73-75.
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide 4 farklı şehirde tamamlanan askerliğiyle ilgili şunları ifade
etmektedir: “Askerlik şubesinden
beni aldıkları gibi de Sivas’a gönderdiler. Sivas’ta, 2 ayı acemi eğitimi 2 ayı da
usta eğitimi
olmak üzere 4 ay kaldım. Ondan sonra, anlaşılan dosyam bir şekilde ulaşmış olmalı ki telefon
emriyle benim dağıtımım
durduruldu. Bir ay daha orada kaldım. Ve hayatımda ilk defa “Benim başıma ne
gelecek?” endişesi
taşıdığım için, bir gecede saçlarıma
ak düştü. Bir ay
sonra beni Sivas’tan Konya’ya Eğitim
Kolordusu’na gönderdiler. Konya’da 3 ay askerlik yaptım. Sonra dosyam oraya da
ulaşınca Elazığ’a
gönderdiler. Elazığ meğer Muş ’a gitmem için ara durakmış. Bir ay sonra oraya da dosyam
ulaşınca beni
227.
Piyade Alayı’na Muş ’a
gönderdiler. Bilmiyordum orası son durakmış. Orada 18 ay yaptım askerliğimi. 24 ayın
18’i de orada geçti.” (Ags.)
Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
7. Mektup”, s.72.
İsmet
Özel, halk üzerine edinmiş olduğu kanısını Ataol Behramoğlu’na yazmış olduğu bir başka mektubunda
şöyle dile
getirmektedir: “Halk sanıldığı kadar büyük zenginlik taşımıyor ülkemizde. Bunu şimdi âlem yapan
çavuşlara bakarak
yazıyorum. Duyguları, beğenileri,
ahlak telakkileri çok yüzeyde. Nasıl sınıf ayrımları belirgin
değilse aynı
biçimde yaygın bir kasabalı psikolojisi. Her neyse daha iyi bakmak gerek.”
(Age., “İsmet Özel’den
Ataol Behramoğlu’na 5.
Mektup”, s.52)
Söz konusu olan mektuplar üzerine daha geniş bilgi için Osman Çutsay tarafından
kaleme alınan 1960’larda
Şairin
Genç Bir Adam Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu (YGS Yay., Ank., Mart 1997, 95
s.), adlı esere bakılabilir. Bu kitapta Çutsay, İsmet Özel’in, mektupların bir araya geldiği “Genç Bir Şairden Genç
Bir Şaire Mektuplar”
kitabının “Önsözler” kısmına yazdığı “Kedi şiirinde
Dizgi Yanlışı
Yok” adlı yazıda ifade
ettiği “Dış görünüş bakımından bir çevreyi terk
etmiş olan veya
çevre bakımından kayıp olan benim. Ama bu
giriş yazısı
vesilesiyle vurgulamak istediğim, birçok arkadaşımın, bu arada şiirdeki duyarlığına çok güvendiğim
Ataol Behramoğlu’nun
kuşağımıza mahsus bazı şeyleri terk ettiği, birçok bakımdan onların
kayıp
olduğudur.”
(s. 24) şeklindeki
yargısını doğrulamakta
ve “Bu çalışma
boyunca savunulan tez, İsmet
Özel’in
aslında bir dönek olmadığıdır”
(s.85- Not: 19) demektedir.
Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
13. Mektup”, s.93.
Ataol Behramoğlu,
Özel’e göndermiş olduğu mektupların birinde bu
ortamı şöyle
anlatmaktadır: “Ve burada,
siyasi sol ortamdaki çirkef, kusturacak nitelikte. Niçin mücadele ediyoruz? Bir
gün küfür yemek için mi? Niçin
hapiste yatıyoruz? Niçin iş bulamıyoruz? Niçin Avrupa’ya gidebilmek için polis bize izin
vermiyor? Birtakım
yeni ve eski yetme zibidiler selamı sabahı kessin diye mi? Niçin şiir yazıyoruz? Aptal,
mankafa, budala, cahil,
sözüm ona aydın geçinen yoz bir takım burjuvalar, bürokrat sersemler şöyle bir göz atıp geçsin diye
mi?” (“Ataol Behramoğlu’ndan
İsmet Özel’e 10.
Mektup”, s.90)
İsmet
Özel, 1969 baharında askerlik sonrası karşı karşıya
kaldığı insanları şöyle anlatmaktadır: "Sosyalistlerin
arasına katılan yeni çehrelerin sayısında büyük bir artış vardı. Bunların bir kısmı
daha iki yıl önce “gel şu
işin
ucundan tut” denildiğinde
yan çizen kimselerdi. Ama bugün mangalda toz bırakmıyorlar, oradan oraya
koşuşturuyorlardı. Onlardan öğrendim ki meğer ben bir “oportünist” imişim! Neden? Çünkü onların
sosyalist
diye bilinirlerse canlarının yanacağını, gelecekteki meslekî başarılarının güme gideceğini düşündükleri
zamanlarda Türkiye’de bu alanda ne yapılabilirse yapılmalıdır diyerek ortaya
atılanlardan biriydim. Peki,
benden önce, benimle birlikte ortaya atılanlar neredeydi? Onları da diğerlerinden ayırt etmek güçleşir olmuştu.
Herkes birbirine karşı
gergin. Herkes diğerinin
ne kadar hain olduğunu
düşünmeden
edemiyor. Herkes (bacak
kadar çocuklar bile) kariyerizmin batağında çırpınırken yanı başında boğulan benzerini bıçaklama
fırsatını
kaçırmamaya çalışıyor.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?,
s.79)
“Ant” dergisinin 2, 9 ve 16 Aralık 1969 tarihlerinde 153, 154
ve 155. sayılarında yayımlanan bu soruşturmada
İsmet Özel konu ile
ilgili şunları
belirtmektedir: “Emperyalizm bugün ülkemizde her şeyi, bu arada ahlakı ve
kültürü yerle bir etmektedir. Beyrut taklidi kentler türemekte, dejenere bir
müzik ve dejenere bir edebiyat ortaya
çıkmaktadır. Halk da bu iğrenç
düzenin türevi olsun diye uğraşılıyor.
İleri sanat
emperyalizme karşı
dövüşte
yerini alırken bu arada yeni bir kültür ve ahlak da oluşturmak zorundadır. Bizlerin,
bu görevleri yerine
getiremeyecek olan gerici, dejenere edebiyata karşı çıkarken getirdiğimiz yeni değerler vardır. Burada bize
kaynaklık edecek olan şeyin
başında,
halkımızın değerleri
gelmektedir. Emperyalizmin kültür alanındaki
saldırısına karşı
koyabilmek için buna başvurmak
zorundayız. Halktan uzaklaşmış,
onun değerlerine
yabancılaşmış olan bir sanat ister istemez
emperyalizmin aleti olmak zorunda kalacaktır. Halktan alacağız ve
sanatımızla halkın diri yanlarını uyarmaya çalışacağız. Kendimizi bununla görevli sayıyoruz.” (Ant,
S.153, 2
Aralık 1969, s. 14)
Ant, S.153, 2 Aralık 1969, s. 14-15.
Halkın Dostları, Aylık Devrimci Sanat Ve Kültür Dergisi, S.1,
6 Mart 1970, 8 s. [Bu dergi hakkında geniş
bilgi için çalışmamızın
“1.3. Yayın Faaliyeti” başlıklı
bölümünün “1.3.1. II. Yeni’nin vicdanı: ‘Halkın
Dostları’ dergisi” adlı kısmına bkz.]
İsmet
Özel, askerlik sonrasında çalışmış olduğu bu işlerle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Askerlik
sonrasında çalışmak
üzere İstanbul’a
geldim ve “Meydan Larousse”ta işe başladım.
Bu derginin sahibi olan
Sefa Kılıç, bir askerlik arkadaşımın ev sahibiydi. Onun vasıtasıyla işe başladım. Fakat orada en fazla
bir ay
çalıştım. Oradan
Artel diye bir firma vardı. Adını, Arıklı ve Telci soyadlarının birleşmesinden alıyordu. Ercan
Arıklı’nın da ortağı
olduğu bir
firmaydı. Orada “Eros Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi’nin teknik sekreterliğini
yaptım. Bu iş de
3 ay falan sürmüş olabilir
çünkü o sırada şöyle
bir şey oldu.
Benim Siyasal Bilgiler
Fakültesinde okurken aldığım
bursu, tabi okulu bitirmediğim için geri ödememi istediler. Bunu ben nasıl
ödeyeceğim diye
düşünürken
Ankara’da İnşaat Mühendisleri Odası’nda
yönetim değişikliği oldu. Bu yeni
yönetime gelenler arasında arkadaşlarım vardı. Ve onlar bana orada iş verebileceklerini
söylediler. "'Ilırkiye
Mühendislik Haberleri Dergisi”nde teknik sekreter olarak işe başladım. O yıllarda basında
makam sahibi
insanların maaşları
kanunla belirleniyordu. Ve ben teknik sekreter olarak 1200 lira maaşla başladım orada.
Yani İstanbul’da
800 lira alıyordum Ankara’da 1200 lira almaya başladım çünkü kanun öyle gerektiriyordu. 27
Mayıs devriminin öğrenciler, basında çalışanlara yönelik böyle bir takım imtiyazları
vardı. Böylelikle oradan
aldığım parayla
çok rahatlıkla burs borcumu ödeyebildim. Böylelikle İstanbul maceram kısa sürmüş ve
Ankara’ya gelmiş oldum.
Tarih, 1970 yılının Mayıs ayı falan.” (Ags.)
İsmet
Özel bu durumla ilgili şunları
ifade etmektedir: “Çalıştığım
yerin yöneticileri sıkıyönetimce içeri alınınca
dergide daha etkin bir konuma gelmek durumda kaldım ve bir süre "Türkiye
Mühendislik Haberleri
Dergisi”nin her şeyini
ben yaptım çünkü yönetim kurulu içerdeydi.” (Ags.)
Başlıktaki
“kendilik” kavramını, Carl Gustav Jung’un, Dört Arketip (Metis Yay.,
çev: Z. A. Yılmazer, İst.,
Mayıs 2003, 143 s.) adlı kitabında ele aldığı şekliyle
kullanıyoruz. Jung, insanın hayattaki esas amacının yaşamın
merkezine “kendisi”ni koyarak, eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve
zedelenmişliklerinin
üstesinden gelerek “kendini” tedavi etmek olduğuna işaret
eder. "Dünyayı Tamam Etme Eylemi/Yaratıcılık”
olarak adlandırdığı
bu dönüşümü başarabilen insanların, aynı
kalamayacaklarını; dünya görüşü
ve modelinde
sarsıcı değişiklikler yaşayacaklarını belirtir. (Age.,
s. 14)
Yine “kendilik” kavramı, Ortega Y Gasset’in ifade ettiği "Benliğe Dalma” durumu ile de
beraber
düşünülmelidir. Gasset,
insanın nesnelerin boyunduruğuna
girerek yitip gitmemesinin ve çevresine hâkim olarak
gelecekteki eylemlerini tasarlayabilmesinin ancak iç dünyasına çekilerek “benliğe dalma”sıyla mümkün olacağını
söylemektedir. (İnsan
ve Herkes, “Benliğe
Dalma ve Ötekileşme”,
Metis Yay., çev: N. G. Işık, İst.,
1999, s.
28-52)
İsmet
Özel de “kendilik” bilincinin “biriciklik” bilgisiyle aynı olduğunu ifade ederken şu noktaya işaret
etmektedir: "Kendini bilme süreci (tasavvufta görüldüğü şekliyle bile olsa) bir
disiplin haline getirilemez. Bilim,
felsefe, sanat alanlarındaki bilgilerle kendimizi bilmedeki noksanımızı
gideremeyiz. İnsan
gerçeğinin
esasına
erenler bununla kendini bilme çabasının üstesinden gelmiş sayılmazlar. Çünkü
"kendilik bilgisi” her kim ona
kavuşmuşsa yalnızca kendisini kapsar.
Demek ki kendilik bilgisi biriciklik bilgisidir. (...) Sahiciliğimiz
biricikliğimizdir.”
(Henry Sen Neden Buradasın 1, s. 40)
Ataol Behramoğlu’nun
derginin adının “Halkın Dostları” şeklinde olmasının sakıncaları üzerine yazdığı mektuba
İsmet Özel şöyle cevap verir: "Halkın
Dostları’nı seviyorum. Bilinen bir ad olmasına karşın yeniden buldum
onu. Ben bir halkın dost’uyum. Üstelik bu sıfata sen benim kadar -yaşayışın, düşünce biçimin, yapmak
istediklerinle- yaraşıyorsun.
Ben nankör militanların dostu değilim, onlardan biriyim. Nankör lafını kendilerine
bir şeyler
açabilmek için kendimi hırpalarcasına yazmam karşın buna kulak asmayan; çokbilmişlik taslayan
birçok arkadaşa
kullanıyorum. Halkın Dostları adı anılarla süslüdür benim için. Onlarla en
hemdem olduğum
anda bile onlardan olmadığımı
anlayışım bu ada
olan güvencimi artırıyor. Bu konudaki (dergi) en yakınım olan
sen bile böylesine direnirse birçok çevrelerde ne fırtınalar kopmaz bilmiyor değilim. Ama bu dergi çıksın
diye
hayatının bir yönünü ona göre değerlendirmiş, uğruna bir çok belalara katlanmayı göze almış bir insanın
şevkini kırmak
hakkını lütfen elinizde bulundurmayın. Eğer dergimizin adı değişmezse bağış toplayamayacaksak,
MDD müritleri saldıracaksa, sözde feministler sırf bu yüzden bize cephe
alacaksa ko öyle olsun. Kendimizi bu
pis politik ortama göre değerlendirmiyoruz. Yıkılma Sakın’lar bu ateşli militan çevrece anlaşıldı mı ki.” (Age.,
“İsmet Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 16.
Mektup”, s.107)
İsmet
Özel, Ataol Behramoğlu’na
yazmış olduğu bir mektupta kendisinde yer
eden bu huzursuzluğu şöyle dile
getirmektedir: "Benim zihnim çıkmazda. Çıkmazda değil de sanırım darboğazda. Hiçbir şey yazamıyorum.
Günlük hayat yıpratıyor beni. İçimde saklı duran şeyi yaşamak pahasına harcamayacağım elbet.” (Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
18. Mektup”, s.126)
Şair,
Behramoğlu’na yazmış olduğu bir başka mektubunda yaşadığı
olumsuz olaylar üzerine “bilinçlenme”sini şu
şekilde kaleme
almaktadır: "Artık her şeyi anlıyorum. Ve bu bana (garip değil mi) ızdırap veriyor. Kafamın hızla
kategorilere doğru
yol alması, her şeyi
yerli yerinde görebilme yeteneği canımı sıkıyor. Oysa daha gençken
hiçbir şey
bilmiyordum ve bilme arzusu bende büyük bir taşkınlık yaratıyordu. Şimdi her şeyi yine
BİLMİYORUM, ama ANLIYORUM. İçimde yatan mitralyöz
kullanma duygusu küllenmedi. Yine de bunu
anlıyor olmak acı veriyor bana. Mitralyöz kullanmanın gerekliliğini anlıyorum ama eskiden
yalnızca
isterdim.” (Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
20. Mektup”, s.153-154)
İsmet
Özel bu düşüncesini, 19
Kasım 1971 yılında Ataol Behramoğlu’na
yazmış olduğu mektupta şöyle dile
getirmektedir: "Perşembe gecesi düşümde Fransa’ya gitmeye kara verdim. Uyandığımda kararın bilincime
yerleşmiş olduğunu da gördüm. Eğer imkânlar diye sözünü ettiğin şeyler hala elinde ise bu
hazırlığa girişmeni
senden dileyeceğim.
(Behramoğlu,
Pariste Şili
büyükelçisi olan Pablo Neruda’nın kendisine önerdiği Şili’de bir
öğrenim bursunu İsmet Özel için düşünmüş ve bunu bir mektubunda
kendisine yazmıştır.
-mektup dipnotundan
aktaran: İ.
Tüzer-) Martta pasaportu alırım.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 23. Mektup”, s.
176)
Fakat Özel, martta almayı planladığı pasaportu bir türlü alamaz. Hatta bunun için
bir ara Danıştay’a
müracaat
etmeyi planlar fakat daha sonra bundan vazgeçer. Bu durumu arkadaşına, bir mektubunda şöyle yazmaktadır:
“Yurt dışına
çıkabilmeyi esas sorun yapamıyorum kendime. Çünkü bunun hiç mümkün olmaması söz
konusu.
Bu yüzden burada hayatımı yıkmamakla karşı karşıyayım. (...) Yargı yolunun denemedim. Artık güvenilir bir yol
yok.” (Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
27. Mektup”, s.193)
İsmet
Özel hayatının bir döneminde, yurt dışına çıkamama problemini hep yaşayacak ve kendisine yıllar sonra
pasaport verilecektir. Yapmış olduğumuz söyleşide bu konuyla ilgi olarak şair şunları belirtmektedir: “Ataol bana
“Yüzün benziyor kaderin de benzeyecek Puşkin’e, hiçbir zaman yurt dışına çıkamayacaksın” demişti. Bu
memlekette 17 sene bana pasaport vermediler. Ben pasaportu Almanya birleştikten sonra aldım. Bu konuda
yeri
geldikçe söylediğim
bir şey var. Beni
Duisburg Belediyesi 1983 yılında şiir okumak üzere davet ettiği zaman
onlara pasaportumun olmadığını ve dolayısıyla davetlerine icabet edemeyeceğimi yazdım. Onlar da bana
“pasaportunuzu almak için buradan uğraşalım çünkü buradan yapılan müdahale daha etkili oluyor” diye
cevap
yazdılar. Ve ben de onlara “asla böyle bir girişimde bulunmayın” diye cevap verdim. Çünkü gâvurların
torpiliyle Türk Devleti pasaportu almak istemiyordum. Ben bunu vatanseverlik
övgüsü için söylemiyorum. Bu
benim, bu gün savunduğum
görüşlerin
zeminini teşkil
eden bir şey.
Mesela Aziz Nesin bunun tersini yaptı. Gitti
Moskova’dan ayarladı işini
ve “köpek gibi verdiler pasaportumu” dedi. Bunu yazdı da çünkü oradan
biliyoruz.
“Eve telefon edip pasaportunuz hazır gelin alın dediler” diyor ve bunu övünerek
yazıyor. Ben ne olursa olsun
böyle bir insan olmadım. Bu konuştuğumuz salona İsveç konsolosu yanında beş memuruyla beraber geldi. Ama
ben onlara küçücük bir tebessüm bile etmedim. İstesem uluslar arası pasaport da alırdım. Ama
tabi bunun da
bir fiyatı var. Nedir o? Türkiye üzerine yapılan planların en azından bir
kısmına evet diyeceksiniz. Ama ben
külliyen reddediyorum. Ne olursa olsun, bu iyi bile olsa, sizin hesabınız olduğu sürece ben bunu
reddediyorum.
Senin memleketin senin memleketindir. Senin memleketinin hayrı için başka memleketin düşündüğünü kabul
etmek kadar haince bir şey
yoktur. Osmanlı aydınları da Cumhuriyet aydınları da bu ihanetin içine
balıklama
daldılar.” (Ags.)
İsmet
Özel, çıkmış olduğu bu geziyle ilgili olarak şunları belirtmektedir: “12
Martta muhtıra verildi ben o yaz
güneye indim. Ankara’da o dönemde yaşanmaz diye hissettim. Bindim bir otobüse Antalya’ya
gittim. İlk defa
gidiyordum Antalya’ya. Oradan Alanya’ya geçtim ve 1-2 gece kaldım. Oradan
gemiyle İskenderun’a
gittim.
İskenderun’dan
Adana’ya gittim. Küçük ablam ve eniştem Sivas’ın Gürün ilçesinde oturuyorlardı. Haritaya
baktım. Gürün’e Malatya üzerinden gitmeyi düşündüm. Ve Malatya’da başıma şu olay geldi: Süt içiyordum.
Kimliğimi görmek
isteyen bir polis geldi. Ben de sigorta kartımı gösterdim. “Başka kimliğin yok mu” dedi. Ben
de başka kimlik
göstermek için çantamı açarken “tamam, merkezde bakarız” dedi ve beni karakola
götürdü.
Teleks çektiler Ankara’ya hakkımda bilgiler falan aldılar ve beni o gece
nezarete attılar. Meğer
şöyle olmuş. Ben
Adana’dayken İsrail
diplomatı Elron kaçırılmış.
"Mahir Çayan’lar falan yaptı” denildi o zaman. Bunun üzerine
o günün İç İşleri Bakanı bütün solculara
yönelik tehditkâr bir konuşma yapıyor. Bunu da valiler ve emniyet
müdürleri emir telakki ederek bütün solcuları topluyorlar. Benim o süt içtiğim sırada da böyle bir vaka
canlı idi.
Beni bir öğretmenle
birlikte kelepçeleyerek Malatya’dan Elazığ a aradan da Diyarbakır’a götürdüler. Hatta o
zaman solculardan da fazlasını toplamışlar. Öğretmen diye herkesi toplamışlar. Okullar kapanmamıştı henüz
dolayısıyla eğitim
duruyor tabi. Öğretmenleri
bıraktılar, o furya içerisinde beni de bıraktılar. Malatya’da
tutukladıkları için beni Malatya’da serbest bıraktılar. Ben sonra Gürün’e
gittim ve Ankara’ya döndüm.” (Ags.)
İsmet Özel, bu dönemde
yaşamış olduğu “ruhî tıkanık”lığı Ataol Behramoğlu’na yazdığı mektupta şöyle
anlatır:
“Sana hiçbir şey
yazmamış gibiyim
dış görünüşte. Oysa yukarıdaki cümleyi
yazarken yüreğim
inip kalkıyordu,
beynim karıncalanıyor, öz geçmişim, tasarılarım, yaşadığım her şey...
Yakmadığım iki şiir kaldı. Ötekilerden
ayrı yerdeymiş.
Daha doğrusu son
biçimlerini aldıkları için temize çekmişim onları. 10 Eylül (1972 -İ. Tüzer-)
günü bütün kitap hazırlığımı
yaktım. Sabahtı. Arkamda yarım kalmış hiçbir çalışma bırakmak istememiştim niye
saklamalı. 7 yıl sonra yeniden kendine kıyma psikozuna girdim. Aysel Ankara’da
olmamış olsaydı.
Sonra
işimden istifa
ettim. Adım atacak, dokunacak takatim kalmamıştı. Bu yıl üniversiteye gireceğim. Avutucu olacak
benim için. Birkaç yılımı ancak böyle geçirebilirim. (...) Duygularım,
içgüdülerim, tasarılarım. Her şey büyük
bir karmaşayla
üstüme çullanıyor. Hayat karşısında acıdan çok bulantı duyuyorum bu bir gerçek. Bazı ön
yargılar adına yalana sapmak benden uzak olsun. Yalnızım ve en kuvvetli tarafım
da bu.” (Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
28. Mektup”, s.199-200)
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede bu dönemle ilgili olarak
şunları ifade
etmektedir: “12 Mart
1971 önemli tabi. 27 Mayıstan sonraki ilk askeri müdahale o. İnsanlar o güne kadar böyle
bir şey olabileceğini
düşünmüyorlardı. İşin içinde olanlar düşünebilir ama en azından ben
düşünmüyordum.
Benim zaten koptuğum
bir dünya oldu o. Sosyalist düşünme içinde ciddi bir bölünme vardı zaten. Türkiye’de sosyalizm,
benim kendimi
içinde hissettiğim
sorumluluğunu
aldığım bir
olayın dışında
bir mecraya girmişti.
Benim alakadar olduğum
bir
şey değildi. Ben Deniz Gezmiş ’lerin idam edilmemeleri
için imza verdim. İmza
toplayanlardan birisi Murat
Belge idi. Ben neden imza verdiğimi şöyle
izah ediyordum. Bunlar asılmamalıdır çünkü bunları ancak Sosyalist
bir yönetim asabilir. Ben gerçekten bu düşüncedeydim. Yani kopuş içinde kopuş yaşayan biriydim. Dediğim gibi
bu sırada Murat Belge de imza topluyordu. Nihat Behram kitap yazdı mesela onlar
için. Ama ben onların hiç
biriyle aynı görüşte
değildim. Tabi
bunu kime anlatacaksın böyle bir tuhaflık vardı. Bu şiirime de yansıyordu
tabi. “Cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır” mısraım mesela.” (Ags.)
İsmet
Özel, girmiş olduğu ruhsal açmazın içerisinden şiir sayesinde kurtulduğunu çoğu yerde tekrarlamaktadır.
Bunun bir ifadesi olarak da biyografisini kaleme aldığı “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” kitabını intihar
eden birkaç arkadaşına
ve paranoyadan, şizofreniden
mustarip birçok arkadaşına
ithaf etmektedir. Onlara isabet
eden yıldırımın kendisine çarpmamasını ise “önce şiir binasının saçağı altına sıçrayacak ataklığı göstermiş
olmasına ve sonra siyasi anlamda bir bağlanmamın hayat içindeki karşılığını arama çabasına borçlu”
olduğunu
belirtmektedir. (Age., s.5) [Hayatında böylesine önemli yer etmiş olan şiirin İsmet Özel
tarafından ne şekilde
anlaşıldığı ve onun hayat-şiir serüveninde şiirin almış olduğu yerle ilgili daha geniş
bilgi için bu çalışmanın
“1.2. Edebî Görüşleri”
başlıklı
kısmındaki “alt başlıklar”a
bkz.]
İsmet
Özel söz konusu olan bu durumun önemini ifade için kendisiyle yapılmış olan bir söyleşide şöyle
demektedir: “Çağımızın
ya da bütün çağların
en büyük belası insan teki olarak dünyadaki yerimizin
anlamlandırılması ile ilgilidir. Ne zaman bu anlam kaybedilmişse, belaya uğranılmış demektir.” (Ekrem Kızıltaş,
“Değerler Karşısında Duyarlı Kişiler Miyiz? Değilsek, Çekiver Kuyruğunu...”, Milli Gzt.,
Y.19, S.5464, 4
Temmuz 1988)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 114.
“Yeniden doğuş” tanımını, C. G. Jung’un “içsel
dönüşüm”ü başarabilen insanlar için
kullandığı şekliyle ele
alıyoruz. (Dört Arketip, “Yeniden Doğuş Üzerine”, Metis Yay., çev: Z. A. Yılmazer, İst., Mayıs 2003, s.
46-77) Jung’un bir “archetip” olarak ele aldığı “Yeniden doğuş”
kavramı, insanların çevresinde olan nesnelerle
baş edebilmesi için ruhuna
kazandırdığı genişliği ve bunun için de geçirdikleri öznel değişimi akla getirmektedir.
Bu değişimin olabilmesi için insanın
öncelikle “ontolojik” anlamda varlıkla ilgili bir endişe taşıması
gerekmektedir. Burada da Martin Heidegger’in sözüne ettiği iki türlü temel varoluş şeklini hatırlamamız
gerekir.
Bunlardan birincisi “otantik olmama”/“var olmayı unutma” durumu,
ikincisi de “otantik olma”/“var olmayı
düşünme” durumudur. İnsanların varoluşsal kimliklerine dair
sorumluluklarını sorgulamaya başlaması
hayatı
“farkındalık süreci”nde yaşayarak
“otantik olma”sı yani “varlığı
düşünme”si ile
mümkündür. Var olduğunu
düşünerek hareket eden
insan, eşyaya ve
hâdiselere sıradan hayat olayları gibi bakmaz. Kendi olanaklarını
keşfederek ne olduğunun “bilincine” varır. (Bu
konuda geniş bilgi için
bkz: Irvın Yalom, Varoluşçu
Psikoterapi, “Hayat, Ölüm ve Anksiyete”, çev: Z. İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst., 1999, s.51-127)
Bu konuda İsmet
Özel, insanların varlık bilgisine ulaşmak için elde ettikleri değerlerle kendi ontolojik alanlarını
oluşturduklarını; bunun
için de varoluşsal
güvensizliği yaşadıklarını ifade etmekte ve şunları belirtmektedir: “Bir
insanın varlık bilimsel/ontolojik bir güvenlik içine düşmesi, itibarını, alışkanlıklarını, sevgilerini,
umutlarını
kaybetmesiyle mümkündür. (...) Varlık bilimsel güvenlik alanı, her insanın
kavrayış seviyesine
bağlı olarak dar
veya geniştir. İnsanların çoğunluğu, geçim şartları, toplumsal dayanışma şartları kendilerine elverişli olduğu
kadar varlıkbilimsel güvenlik içindedir. Yani onların varlık alanındaki
kaygıları algılarıyla ve algılarına karşılık
olan tatmin vasıtalarıyla sınırlıdır. Bu durum, kolayca elde edilen güvenliğin, kolayca kaybedilmesini de
açıklar.
Varlıkbilimsel güvenliğini
dar alanda temin edenler, bu güvenliği, o dar alanın dışına çıkar çıkmaz
kaybederler.” (Faydasız Yazılar, Şûle Yay., (1. bs., 1986), 6. bs., İst., Eylül 2000, s.54-55)
İsmet
Özel, dönemin şartları
düşünüldüğünde oldukça iyi olan
“Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”ndeki
işinden ayrılışıyla ilgili olarak şunları belirtmektedir: “Oradan
ayrılırken çalışan
memurlardan birisi
"Yuvarlanan taş yosun
tutmaz İsmet Bey”
demişti. Yani
"burada ne güzel işiniz
var niye ayrılıyorsunuz?”
manasında. Bunu anekdot olarak hep anlatıyorum zaten. Türkiye’de eğer bir etiketin ya da paran
yoksa akıllı
insanlarla konuşabiliyorsun
ama aptallarla konuşabilmen
için mutlaka bir etikete ve paraya ihtiyacın vardır.
Türkiye’de de akıllıdan çok aptal olduğu için ve hayatımı devam ettirebilmem için böyle bir
işi yapmam
gerektiğini düşündüm. Bir fakülte diploması
matah bir şey değildir bunu göstermek istedim.
Tamam, ben
baş arılı bir
talebe değildim
ama Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitiremeyecek kadar da geri zekâlı
değildim.”
(Ags.)
İsmet
Özel’in 1970’li yılların başından
ortalarına kadar uğraşacağı en büyük sıkıntılarının başında maddî
imkânsızlık gelmektedir. 1971-72 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi,
Fransız Filolojisi’ne girmeden önce bir
eczanede kalfa olarak çalışan
şair, buradaki öğrenimi boyunca annesiyle
birlikte yaşamış ve babasından kalan
emekli maaşla geçinmiştir. (Osman Özbahçe, “İsmet Özel Biyografisi”, Memleket
Dergi, S.1, Nisan 2006.)
İsmet Özel 14 Şubat 1973 tarihinde, Behramoğlu’na yazmış olduğu bir mektupta o dönemdeki sıkıntılarını ve
içerisinde bulunduğu
ortamı şu şekilde anlatmaktadır: “Fransızca
çok iyi gitmiyor. Nedeni de yeterince
yoğunlaşamayışım. Bu yıl hazırlık sınıfındayım, bu yıldan sonra filolojiye başlanacak. Onun için
sabırsızlanıyorum. İşimden ayrıldığım için de para darlığı çektiğim oluyor. Annemin dul maaşı eve yiyecek bir
şeyler girmesine
az çok yetiyor. Ama kitap vs. için para yok. Bunu pek önemsediğim de söylenemez. Paranın
gerekli olduğu
zamandan bu yana hep parasız oldum. Kendimi birçok harcamalardan alıkoymaya alışığım.
Ama toplum içinde yaşamak
zorunluluğu var
elbette. Asıl çektiğim
sıkıntı kendi mantık düzenime yakın dostumun
olmayışı. Belki
de bir kuşak
sorunu bu. Ama bizim kuşağın adamları, her kuşakta olduğu gibi ya eridiler, ya da
içerdeler. Gençlerle anlaşıyorum
zaman zaman. Ama onların da yeterli içtenlik gösterdiklerinden kuşkuluyum.
Kaçınılmaz olarak ağabey
oluyor insan. Bazen öyle oluyor ki bir şeyler söyleyecek, dinleyecek insan için
kuduruyorum. Bir tavır, bir bakış, susuşun bile yeterli olacağı zamanlar bunlar. Çektiğim sıkıntının nedenini iyi
biliyorum: çok duyarlı olmak. Yaşadığımız siyasi ortamın en öldürücü darbesi bana, benim gibilerin
üstüne
indi. Pahalılık da artıyor.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 31. Mektup”, s.219-220)
İsmet
Özel, kendisi için bu gün de geçerliliğini koruyan, bilgilenme/“aydınlanma” süreci ile arasındaki
münasebeti şu şekilde açıklamaktadır: “Ben
bilgiye bir açılım, bir genişleme ve öğrendiklerimle
dünya üzerindeki
varlığımı
anlamlandırma imkânı olduğu
için rağbet
ediyordum. Fakat bilgi olarak karşıma çıkan dünya
görüşleri önce
yeni bir ufuk gibi göründükleri halde, sonradan sadece kendi kanallarında
seyretmek şartıyla
yararlanılacak bilgiler sunduklarını itiraf eden diktatörler haline dönüşüyorlardı. Oysa benim birinci
derecede
önemsediğim
herhangi bir dünya görüşünün
bayrağının
yükseltilmesi değil,
kendime, birlikte yaşadığım
insanlara ve mümkünse bütün insanlığa iyileştirme getirecek bilgilere varmak, bu bilgileri
geçerli kılan düşünme
yollarını açık tutmaktı.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 114)
İsmet
Özel, bu imkânların kendisine tanımış olduğu
hareket alanlarını şu şekilde ifade etmektedir: “Neydi
büyük
imkânlarım? Sosyalist olmak bana yurtseverliği, yani toprağı ve insanıyla kendi ülkemin benimsenişini
getirmişti. Kendi
ülkemde tehlikede olmamak, kendi ülkemi tehlikeye atmamak fikri beli bir
psikolojik rahatlık
sağlıyordu bana.
Bunun ötesinde doğru
şeylerin ancak
kendimize ait bir kültürel donatım sayesinde
yapılabileceğini
kafama iyice yerleştirdiğimden elverişli araçlar bulabilmek için
çaba harcıyordum. Meselâ,
devrimci bir grubun toplantılarına katılma teklifini, cumartesi günleri Farsça
dersine gitmek zorunda
olduğumdan
reddedebilecek güvene sahiptim. (...) Marksist olmamın bana sağladığı imkan ise her türlü
dogmatizme karşı
durabilecek araştırıcılıkla,
yeniliğe açık
olmakla bağlantılıydı.”
(Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s. 80-81)
“Deus Otiosus”, Annamarie Schimmel’in, Dinler Tarihine
Giriş (Kırkambar
Yay., İst., Eylül
1999) adlı
kitabında şu şekilde anlatılmaktadır:
“Tembel, çalışmayan
ilâh: Âlemi yarattıktan sonra oradan çekilip, dünya
nizamına bakmayan yaratan ve bazen de kültür getiren ilâh.” (s.290) Yine aynı
kavram, Mircae Eliade’in, Dinsel
İnançlar ve Düşünce Tarihi, (çev: A.
Berktay, Kabalcı Yay., İst.,
2003) adlı kitabında da şöyle
belirtilmektedir:
“Kendi köşesine çekilmiş, insanlardan uzak olan yüce
tanrısal varlık.”
İsmet
Özel, düşünce dünyasında
meydana gelen bu köklü değişimi ve bunun için zihnini
kurcalayan soruları şu
şekilde ifade
etmektedir: “İnsan
hem haklı olduğunu,
doğru davranış içinde olduğunu bilip hem de güvenlik
içinde bulunabilir mi? Kim beni yargılayacak? Eğer hata ve yanlış içindeysem beni kim bu halimle kabul
edebilir. (...) Hangi ahlâk? Bu soruyu “yaratılışı, varlığı mümkün kılan ahlâk” diye cevaplandırabildim.
Yeniden doğmayı,
dirilmeyi mümkün kılan ahlâk, ancak yaratılmayı mümkün kılan ahlâk olabilirdi.
Varlığımı
borçlu olduğum,
doğru mu eğri mi davrandığımı karara bağlayan olabilirdi ancak.”
(Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s. 92-93)
İsmet
Özel, Müslüman dünya görüşüne
bağlanmasıyla ilgili
olarak şunları
belirtmektedir: “Basit gibi görünen
ama insan hayatında çok önemli yer tutan bir noktayı vurgularsam, masalımın
içinde neden Müslüman
kelimesinin yer aldığını
açıklamam mümkün olacak. Basit ama önemli nokta: İnziva. 12 Mart 1971 sonrası,
sosyal hayattan el etek çekmemi sağlamadı ama birlikte bazı işler başardığımız, dünyayı tanımada
yardımlaştığımız, birbirimizin dilinden
anladığımıza
inandığımız
arkadaşlarımın
hemen hepsi uzağımdaydı.
Bense hep düşünüyor,
düşünmenin gücüne
varmaya çabalıyordum. Bu düşüncelerim neyi, nasıl, niçin
yaptığımla doğrudan ilişkiliydi. Bana kişilik kazandırmış değerler nelerdi? Bu değerler kendi başlarına ayakta
kalabilirler miydi? Bu değerleri
bana yakın kılan daha temel değerler var mıydı? Neyi, hangi insanlarla
yapıyordum? (...) İnzivaya
çekilmedim, fiili olarak. Fakat düşüncemi bulandıracak, düşünmekte olduklarımı
kesintiye uğratacak
ilişkiler ortadan
kalktı.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 91)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 96.
İsmet
Özel, müslüman olmakla yalnız olmaktan kurtulduğunu “Yalnızlar Allah’ın kendilerine kendilerini
unutturduğu
insanlardır” şeklinde
anlamakta ve kendi kurtuluşu
için şunları
belirtmektedir: “Nasıl oldu? Yeni
dostlar, aralarında kendimi emniyet içerisinde hissedeceğim kardeşler, ihvan, bir cemaat mi
buldum? Hayır.
Yalnızlıktan kurtuluşum
bir bakıma modern bir insan olmaktan kurtuluşum sayılır. (...) Benim yalnızlıktan
kurtuluşum
birinci aşamada
emperyalizmin beni mahkum ettiği cehaleti reddetmekle başladı. (...) İkinci
aşamada kültürden
bağımsız bir değişme yaşadım. Buna yaratılmış olmayı kavrama diyorum.
Persona’mı,
şahsiyetimi,
kimliğimi kültüre
borçluyum ama mevcudiyetimi, varlığımı, uzay/zaman içindeki ne’liğimi borçlu
olduğum ve benim
kişiliğimden de, kimliğimden de bağımsız bir “O” var. Hû.
Yaratılmış olmayı
kavradıktan
sonradır ki yalnızlık benim için çok uzak bir duygu, uzaklaşan bir duygu. Çünkü yaratılmış olmayı kavramak.
Yaratan’ın iradesine sürekli duyarlı kalmayı gerektirir. Yaratılmış olmayı kavramamış veya bunu untmuş
insanlar içinde bağımsız
bir dış dünya,
küçük harfle yazılacak bir “o” vardır.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s. 104-105)
İsmet
Özel, gelmiş olduğu bu noktanın bir “ontolojik
güvenlik” arayışı olduğunu Murat Belge ile 1982
yılında
yapmış olduğu röportajda şöyle dile getirmektedir: “Beni
sosyalist olmaya iten etkenler, müslüman olmaya da
itti. Ben aynı yol üstünde yürüyüp müslüman oldum. Daha sarih bir güvenlik
noktasıdır benim müslüman
olmam. Belki hayatımdaki bütün değişiklikleri bir “securite ontoloqique” arayışı olarak tanımlamak
mümkündür. İnsan
iki şeyin peşindedir: Ya özgürlüğünü arar, ya güvenliğini. Aslında birini bulmadan
öbürünü
sağlaması mümkün
değil. Özgürlük
büyük ölçüde dışa
doğru, güvenlik
içe doğru bir
edimdir. Ben bu gün
Kur’ân’a bağlanmakla
varoluşsal
güvenliğime kavuştum inancındayım.” (Murat
Belge, “Edebiyatçı Çok,
Gerçek Anlamda Ürün Yok”, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım, s.9 )
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.106.
İsmet
Özel, Müslüman olduktan hemen sonra başka Müslümanlarla tanışmamasının şöyle
izah etmektedir:
“Esasen bu mümkün de değildi. Benimle belli bir kültürel dili paylaştığına inandığım hiçbir müslüman
tanımıyordum. Edebiyat dünyasında, ismen tanıyıp şiirine büyük değer verdiğim bir Sezai Karakoç vardı.
Onunla tanışmanın
yolunu arayıp buldum. (...) Yeni bir çevre "benim çevrem” olabilir miydi?
Benim safıyane
yaklaşımlarıma rağmen, böyle bir vakıanın
gerçekleşemeyeceğini bilmeliydim.” (Waldo
Sen Neden Burada
Değilsin?, s.106)
Amentü, Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35.
Mehmet Fuat (Bengu), “Döneklik Üstüne”, Adam Sanat,
S.13, Aralık 1986, s.7.
Osman Çutsay da, İ smet Özel ve Ataol Behramoğlu’nun portrelerini, şairlerin birbiriyle olan
mektuplaşmalarından
hareketle tahlil etmeye çalıştığı kitabında, söz konusu olan
bu değişimi şöyle tahlil
etmektedir: “İsmet Özel tipolojisi, eğer böyle bir izlenime izin varsa, zor zamanda yükün
altına girebilen bir
resim veriyor. Ağlayıp
sızlamadan. Kimseye hiçbir şeye, hele hele ‘Batı’ya hiç yaltaklanmadan’, kendi gücüyle ve
ayaklarıyla kaygan toprağın
üzerinde yardımcısız durabileceğini, belki başkalarına değil,
ama en azından
kendine kanıtlayabildi. Bugün bulunduğu yerde, Ataol’dan çok daha tutarlıdır. Sosyalistliği ile Müslümanlığı
gerçekten devamlılık arz eder ve bu da zaten İsmet Özel’in her fırsatta tekrarladığı temel savıdır. Yükselen
dalganın kucağında,
hayatından memnun bir Ataol Behramoğlu’nun ne kadar modacı bir yüzü varsa, İsmet o
kadar kendisidir.” (1960’larda Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi: İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu,
YGS Yay., Ank., Mart 1997, s.28)
Yine, 1975 yılında Ataol Behramoğlu tarafından kaleme alınan “İsmet Özel Üzerine” adlı yazıda, şairin
müslüman dünya görüşüne
bağlanmasıyla ilgili
yapılan eleştiriler şöyle değerlendirilmektedir: “İsmet Özel’in bu
günkü konumunu paravana ederek, gerek onun, gerek 1960 sonrası toplumcu
edebiyatımızın getirdiği
değerleri,
boyutları küçümsemeye kalkışan bireyciler, II. Yeni’nin’ artıkları, bu tutumlarıyla şiir konusundaki zavallı
bilgisizliklerini ve toplumcu edebiyat konusunda art niyetlerini sergilemekten
başka bir şey yapmamış
olmaktadırlar.” (Militan, S.11, Kasım 1975, s.34)
15 Ocak 1976 yılında evlenen İsmet Özel’in, bu evlilikten 4 çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklardan ilki 1976
doğumlu olan Hasan
Sacit, bilgisayar teknisyeni olarak görev yapmaktadır. İkinci çocuğu Oruç, 1978 yılında
dünyaya gelmiştir.
Elektrik yüksek mühendisi olan Oruç, bir firmada çalışmaktadır. Esma Bike, 1983 yılında
dünyaya gelmiştir. Başörtülü olduğundan dolayı üniversite
sınavına giremediğinden
Güney Afrika Birliği’nde,
uzaktan eğitimle,
linguistik okumaktadır. 1985 doğumlu
olan Hesna Begüm ise, Bilgi üniversitesi’nde sosyoloji
eğitimi almaktadır.
İsmet
Özel, Ticaret Bakanlığı’ndaki
görevini bırakıp Yeni Devir’de köşe yazarlığına
başlaması ile ilgili
olarak,
kendisiyle yaptığımız
söyleşide şunları ifade etmektedir. “Yeni
Devir’de yazmaya başladığım zaman Ticaret
Bakanlığı’ndaki
görevimden istifa ettim. Zaten Yeni Devir’de de yazmamın sebebi oydu. ‘Bana
bakanlıktan
ödenen parayı öderlerse gazetede yazarım’ demiştim.” (Ags.)
Yine şair,
bir gazetede günlük fıkralar yazmaya başlamasını “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de şu
cümlelerle anlatmaktadır: “(...) bir gazetede günlük fıkralar yazma yükünü
üzerime alırken beni düşündüren
husus elimdeki imkânın suistimale ve duygu istismarına ne çok müsait olduğuydu. Yazılarımı hâdis-i şerifin
bana sağladığı “Müslim, Müslümanların
dilinden ve elinden salim oldukları kişidir” anlayışına uyarak kaleme
alma çabası gösterdim. Yazılarımda bir İslâmî mücahededen, Türkiye’de ulaşmayı dilediğimiz bir İslâmî hayat
tarzının meselelerinden bahis açtım ama kuru sıkı bir cihad çağrısının Müslüman çoğunluğu kolayca
düşüncesizliğe sevk edebileceğini akılda tuttum. Eğer Türkiye’de İslâmî değerlerin belirleyici olduğu bir toplum
düzeni tesis edilebilecekse, bunun bir siyasi iktidar değişikliğinden çok, Müslümanların
böyle bir toplumun
gerçekleştirilebilir
olduğunu sosyal
alanda gösterme yeterliliğine
ulaşmalarına bağlı olduğunu savundum.” (s.
110-111)
“Yazmanın Vebali”, Yeni Devir, Y.1, S.27, 20 Nisan
1977, s.3.
İsmet
Özel’in Yeni Devir ve diğer
gazetelerde kaleme almış olduğu yazılarının künyelerinin de
yer aldığı tüm yazı
faaliyetini ve hakkında yayımlanmış olan tüm yazıları kronolojik olarak takip edebilmek için bu çalışmamızın “Bir
Bibliyografya Denemesi: İsmet
Özel Kaynakçası” adlı bölümüne bkz.
Yeni Devir, Y.3, S.815, 27 Haziran 1979, s.3.
İsmet
Özel, Yeni Devir’de ara verdiği
yazarlığı ile ilgili
olarak şunları ifade
etmektedir: “1977yılının baharından
1979 yılının yazına kadar, kaleme aldığım günlük fıkraların Türkiye’de Müslümanlık
meselesini birinci derecede
önemseyen kaç kişiye,
ne anlam ifade ettiğini
bilememenin tedirginliği
içinde, gazete yazarlığına
ara verdim. Bir
dergi çıkarma hazırlığına
giriş tiğimde gördüm ki birlikte yola
çıkabileceğim
nitelikte hiçbir insan
tanımıyormuşum.
Bu bilgiyi edinmem, doğrusu,
hayata bakışım
açısından bana çok yararlı oldu.” (Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?,
s.113-114)
Osman Özbahçe, “İsmet Özel Biyografisi”, Memleket Dergi, S.1, Nisan 2006.
İsmet
Özel, sadece Yeni Devir’deki yazarlığı ile ilgili değil,
Milli Gazete ve Yeni Şafak’taki
yazarlıklarıyla da
ilgili olarak şunları
ifade etmektedir: "Benim düz yazı yazmam, şiirime her zaman çok ket
vurmuştur.
Gazetede
yazmak-yazmamak meselesi doğrudan geçimle ilgili bir durumdur. Meselâ bir keresinde Adam
Yayınları’ndan
çıkan bir kitabımın (Şiir Kitabı, Adam Yay., 1. bs., İst., Haziran 1982, 137 s. -İ. Tüzer-) ilk telif
taksitini
aldıktan sonra yazmayı bıraktım. Yetmiyordu öğretmenlikten aldığım para.” (Ags.)
İsmet
Özel, hayatını bu tür bir bilinçlenme aşamalarını yaşayarak devam ettiren insanın hakiki anlamda “insan
hayatı” yaşadığını dile getirmekte ve şunları eklemektedir: “Dünya
hayatının sükûnete kavuşması
canlılığın terki
anlamına gelir. Yaşadım
diyen günaha daldım demiş
olur. Dolayısıyla bir beşerin hayat akışı bilincin devreye
girdiği farklı
yönsemeler eşliğinde sürüp gitmemişse, bilinçli inişler, bilinçli çıkışlar geçirmemiş, bilinçli
daralmalardan, bilinçli genişlemelerden etkilenmemişse; bazen hızı, bazen durgunluğu yüzünden biçim
değiştirmemişse o beşerin hayatının insan adını taşıyacak bir makama yükselmediğini ileri sürebilir.” (Henry
Sen Neden Buradasın 2, Şule
Yay., İst.,, 2004,
s.15)
İsmet
Özel’in insan hayatını bu şekilde
yaklaşması, Platon’un
“Mağara Alegor”isinde
dikkatlere sunduğu
hikâyeyi ve bu hikâyeyi “Diyalektik Yürüyüş” olarak çözümleyen Heidegger’i akla getirmektedir.
(Bu konuda
geniş bilgi için bkz:
Orhan Hançerlioglu, Felsefe Sözlüğü - “Eflatun'un Mağara Alegorisi”, Remzi Kitabevi,
9. baskı, Ank., 1994, s. 335. - Ahmet Aydoğan (haz.), Metafizik Nedir?, Platon’un Hakikat
Doktrini /
Martin Heidegger, İz
Yay., İst., 2001,
s.85-116)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.108.
Yine İsmet
Özel, kendisiyle yapılan bir röportajda konu ile ilgili şunları ifade etmektedir: "Benim
taraftar
olduğum siyasi
görüş, bir
hesaplaşmayı
ihtiva eder. Ama, ne eyyamcı bir müslüman bakış açısı gibi uzlaşmaya,
ne de doktriner İslâmcı
görüş gibi
muhayyel bir düzen adına eyleme yatkındır. Meselemiz, kendi hayatımız
hakkında verilen kararlarda aldanışa razı olmadığımızı ortaya koymakla sınırlı.” (Ali Buğdaycı, “Fakir ve
Müslüman”, Söz Gzt., 17 Ocak 1988)
İsmet
Özel, sorularının cevap bulduğu
kaynakları “Faydasız Yazılar” adlı kitabında şöyle belirtmektedir:
“Müslüman olmak yani Hakk’a teslimiyet, bana yaratılmış olma bilmecesinin önce
çözülebilir olduğunu,
sonra
da çözümün Kur’ân ve Sünnet yolundan sağlanabileceğini öğretiyor. Bu noktada hiçbir endişem yoksa,
bilmecenin çözümünden başka
bir yan araç ve gereç bulma arzusunu içimde taşımıyorsam, yolun beni salimen
güvene, emniyete, iman bölgesine götüreceğine inanıyorsam, artık başkalarına karşı tedirginliğimden,
müslüman olmayanlar arasındaki düşünce dalgalanmalarından, kedin tavırlarımda ne büyük
bir haklılık payı
olduğunu başkalarına ispat etme telaşından arınmış olurum. Çünkü niçin gittiğim konusunda emniyete sahibim
ve bu emniyet, beni olduğu
kadar başkalarını
da güvenli kılmaya başlamıştır.” (s. 63-64)
İsmet
Özel, müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra da
devam eden sorgulayıcı tavrı ve bu çevre
içerisinde yavaş yavaş meydana gelecek olan
huzursuzlukla ilgili yönelttiğimiz
soruya şöyle cevap
vermektedir:
“Gerçekle olan ilişkimi
hiçbir zaman gerçeğin
sınırları dolayısıyla kurmadım. Karar vermek, çocukluğumdan
beri çok aslî bir şeydi.
Algı ile çok bağlı
saymadım kendimi. Kendimi bağlı saydığım
şey karar idi. Bu
karar da
benim karar verdiğim
şey olabiliyordu
ancak. Bir de telkin edilmiş karar olabiliyor. İşte anneniz, babanız,
ağabeyiniz,
ablanız bir şeyi
tercih ettiği
için üzerinizde baskı yapabiliyor. Sevgiliniz, karınız neyse yani. “O
seviyor demek ki bunda bir şey var” diyebilirsiniz. Ben de bu olmadı. Belki de biraz tersi
oldu. Başkalarının
tercihleri, “Dur bakalım bir de biz gözden geçirelim, elden geçirelim” şeklinde bir etki uyandırdı
bende. Siyasi
tercihlerimde de böyle oldu. Mesela Sosyalist olduğun zaman herkes gibi
Sosyalist olmadım. Herkesten başka
mı oldum? Tam tersine, insanların eğer sosyalizmle ilişkisi sosyalizmin aslî vasıflarından farklı bir tarzda
kurulmuşsa bunu
görebilecek bir elden geçirme yaşadım ben. Aynı şey İslâm içinde geçerli oldu. Ben mesela bu
Maveracıları falan tanıdım baktım ki dangıl dungul hiç bir şeyden anladıkları yok. Ben
hâlbuki yeni ihtida etmiş
bir insandım. Onlar neredeyse bu işin içinde büyümüşlerdi. Ama pek o kadar da işin mahiyetine vakıf
olmadıklarını görüverdim. Bu benim zekâmla, kabiliyetimle ilgili bir şey değil. Ama biraz evvel söylediğim
karara verdiğim
önemle alakalı bir durumdu.” (Ags.)
Şairin
sözünü ettiği durum onun
şiir evreninde de
kuvvetli bir tema olarak işlenmekte;
şiirinin/hayatının
geçirmiş olduğu önceki
safhalarında yer alan izleklerle birleşmektedir. Özellikle son dönemde kaleme aldığı şiirlerinde Özel, eskiden olduğu gibi,
huzursuzluğunu şiirselleştirerek ortaya koymaktadır. [Daha
geniş bilgi için
çalışmamızın,
konunun şiirlerle
örneklendiği
“3.I.6.2. Yeniden doğan
insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı” ve 3.1.7. Devam
eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin
eleştirisi” adlı
bölümlerine bkz.]
İsmet
Özel’in Milli Gazete’de yayımlanmış olan bu yazıları, toplamda 10 kitap olan “Cuma Mektupları”nın
ilk 5
kitabını meydana getirmektedir.
Nuriye Akman, “İslami Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcun Yok”, Zaman,
14-17 Eylül 2003. [söy.]
Yeni Şafak,
Y.7, S.2345, 12 Mayıs 2001.
Yeni Şafak’taki
yazarlığının sona
ermesini İsmet Özel,
daha sonradan, kendisiyle röportaj yapan Nuriye
Akman’a şöyle
açıklayacaktır: “(...) Yeni Şafak’taki problemim de, gazetenin Müslüman olmayan yazarlarına
tanıdığı hem
maddi, hem manevi yer olmuştur. Ben Yeni Şafak ile o gün bana verilen ücretlerin en üstünü, yani
yazarlara ödediklerinin üstünde, üstelik bir misli para vermesi şartıyla kabul etmiştim. Bir yıl sonra zam
yapılması gerekti. Yüzde 30 herkese zam yaptılar ve bana yapmadılar. Alenen
yüzüme dediler ki: “Biz filanca
yazara yüzde yüz zam yapıyoruz, ama onun aldığı senin almakta olduğuna halen yetişmiyor.” Ben de onlara
dedim ki: “Ben bu para için yazıyorum, para için yazmıyorum.” Çünkü o sırada
borçlarım vardı.” (“İslâmî
Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcum Yok”, Zaman, 14 - 17 Eylül
2003)
Gerçek Hayat dergisinde yayımlanan ilk “Cuma Mektubu”, "Knınn Restini
Görmek Kime Düşer”
(S. 2001-23
(33), 8 Haziran 2001, s.20-21) adıyla kaleme alınmıştır. Dergideki son yazı ise “Şuara-i Türkî vü
Menafi-i
Millî”, (S. 2003-22(136), 30 Mayıs 2003, s.20-21) adını taşır. Gerçek Hayat’ta yazılmış olan bu “Mektuplar”,
“Cuma Mektupları”nın son 5 kitabını oluşturmaktadır. Bu kitapların sonuncusu olan “Cuma
Mektupları 10”a,
İsmet Özel’in aynı
zamanda Milli Gazetedeki son yazısı olan “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı” adlı
yazı ve
Celal Fedai’nin hazırlamış olduğu
“İsmet Özel’in
Cuma Mektupları Boyunca Türkiye’de ve Dünyada Neler
Oldu?” (Cuma Mektupları 10, Şule Yay., İst.,
2004, s.103-158) başlıklı
çalışması da ilave
edilmiştir.
İsmet
Özel, Bilgi Üniversitesi’nde vermiş olduğu
derslerle ilgili olarak şunları
ifade etmektedir: “Ben Bilgi
Üniversitesi’nde 3 ders veriyordum. Bu derslerden 1’i 2 sömestrlik, 2’si de
1'er sömestrlikti. “Modern Türk
Şiiri” 1
sömestrlik, "Modern Avrupa Şiiri” 1 sömestrlik ve “Şiirin Gelişimi” adlı ders de 2 sömestrlikti. Yani, 4
sene 1'er sömestr ders verdim. Bir seneyi de 2 ders vererek geçirdim.”
(Ags.)
Milli Gazete, Y.31, S.11147, 4 Ağustos 2003.
İsmet
Özel’in bu yazısı süreli yayınlarda yer alan son yazısıdır. Şair, bu yazısıyla bir daha
hiçbir gazetede ve
dergide “siyasete dair” yazı yazmayacağını ifade etmekte ve şunları eklemektedir. "Benim için gazete yazarlığı
bağlamındaki
seyahat tamamlandı. Bundan sonra gazete yazısı yazmayacağım. Yirmi altı sene önce bir
yandan
inancıma ortak saydığım
kimselere laf anlatmak, diğer yandan geçim derdiyle şoför mahalline bir şekilde
oturduğum bu
arabayı sürmem için hiçbir ahlaki gerekçe kalmadı artık. Neydi gazete yazısı
yazmamdaki ahlâkî
Gerekçe? İslâmî
siyaset yaklaşımı
başını dik tutmak
istiyorsa, ona destek olmaktı. Çok önemli ve işlev değeri çok
yüksek bir işe
giriştiğimi düşündüm. Yıllar ve yıllar
boyunca çabalarımı hafife almadım. O kadar ki benden
başka bir kalemle
ikame edilebilecek bir tek satır yazmadım. Devran döndü ve benim niyetlerimle
olduğu kadar,
benim ciddiyetimle ortamın ahvali arasında herhangi bir irtibat bulunmadığı ortaya çıktı.” (Milli
Gzt., Agy.)
İsmet Özel, gazete
yazarlığına başladığı 1977 yılından bu yazarlığa son verdiği 2003 tarihine kadar kaleme
aldığı
yazılarında, okuyucusunun hep seviyesini yükseltmeye çalışmış ve onlara zihin ayıklığı önermiştir. Yanlış
bulduğu davranış ve durumları, yazmakta olduğu gazetenin “benimsediği” fikirlere ters düşse bile ifade etmekten
çekinmemiştir. Şair, bu durumun bir ifadesi
olarak “Henry Sen Neden Buradasın 1” adlı kitabında şunları
yazmaktadır: "Okuyucusunun nabzına göre şerbet veren her yazar bir ikbal avcısıdır.
Oltama birileri takılsın
diye dert çekmiyorum. Okuyucularımı bana iltifat etsinler diye hak etmedikleri
bir mevkie yerleştirmek
niyeti
taşımaktan
Allah’a sığınırım.”
(s.93)
İsmet
Özel, insanların dikkatini çekmek istediği bu hususu son yazısında şöyle belirtmektedir: “Dikkatler benim
yazdıklarım dolayısıyla Kur’an-ı Kerîm’de yoğunlaştı mı? Hayır, hiç öyle olmadı. Meseleye “itibar” açısından
bakarsanız yirmi altı senelik gazete yazarlığım pek parlaktır. Meseleyi önümüze “hakikate
yönelmek”
hassasiyetiyle koyarsak ortada tam bir fiyasko vardır.” (Milli Gazete,
Y.31, S.11147, 4 Ağustos
2003.)
İsmet Özel, bazı kimselerin fark etmeyerek arkasını döndüğü “hakikat”in kendisi için ne
anlam ifade ettiğini,
“Bana neyin nasıl göründüğü pek mi önemli” diye sorduktan sonra, şöyle dikkatlere sunmaktadır: “Evet,
mühim; hem çok mühim. Her ne olursa olsun, her kimin gözünde olursa olsun nasıl
göründüğü çok
önemli.
Çünkü neyin doğru,
neyin yanlış olduğunu görüşlerden, görünüşlerden çıkarıyoruz. İnsanlar soruyorlar: ne
fark eder? İnsanlar
cevap veriyorlar: Fark etmez! İnsanların farktan imtina etmeleri cehaleti koyulaştırıyor,
zulmü ağırlaştırıyor. Farka nail olmamız
için kimin neyi, nasıl gördüğünü zihnimiz açık seçik kavramalıdır.
İnsanlar arası
dürüst ilişkiler
bu zihin açıklığı
sayesinde kurulur.” (Henry Sen Neden Burada Değilsin 1, s.11-
12) ..
İsmet
Özel, Sosyalistken de, Marksistken de; Müslüman olduktan ve Müslümanların
arasında huzursuz olduktan
sonra da “hayatı” kendisine verilmiş en önemli bir fırsat olarak değerlendirir. Bunda çocukluğunun, yetişme
yıllarının, bilgiye/bilgilenmeye vermiş olduğu
önemin ve bir de şiirin
çok önemli katkısı vardır. Hayata/“yaşıyor
olmaya” vermiş olduğu değeri ifade için, müslüman olduktan sonra kaleme
almış olduğu şu satırlar önem arz
etmektedir: “(.) hayatıma şekil verme işini hiçbir zaman oluruna bırakmadım. Beni hayatın orta yerine
kadar
yeden ipin ucunu koyuvermedim. Yaşamanın neye değdiği hususundaki bilgilenmem yolunda yılgınlık hissine
kapılmadım. Ruhumu yerlerde sürünür bırakmamak için ve esen rüzgârla savrulan
bir ruhla yaşamayı
nefsime
yediremediğim
için bana ne kadar imkân bahşedildiyse hepsini amaca yaraşır biçimde sarf ettim. Ettiğim
masraf yerini buldu, hem çok işime yaradı. Süreç içinde ruhumu yükselttiğimin, sefaletten kurtardığımın
itminanına vardım.” (Henry Sen Neden Burada Değilsin 1, s.13)
İsmet
Özel bu çabasını şöyle
ifade etmektedir: “Neye kendi maceram diyorsam, hiçbir bakımdam kendime
mahsus bir macera sayılmayacağı bilinmelidir. Yaşadıklarım vesilesiyle dikkatleri gücüm yettiğince şu hususa
çekmek istiyorum: Bugün, 2004 yılının Türkiye’sinde hayatın akışına bir anlayış ortalaması hükümrandır.
Anlayış ortalaması
demek ne şiş yansın, ne kebap demektir,
aleladelik demektir, sivriliklerden arındırılmışlık
demektir, sıradanlık demektir, bayağılık demektir. Nihayet Türkiye’de insanlar
çıkmalarına izin verilen sahnede
bayağılıklarıyla
övünebiliyorlar. Çünkü bayağılık normallik anlamına geliyor.” (Henry Sen Neden Burada
Değilsin 1, s.21)
İsmet
Özel’in 1999 yılında Bilgi Üniversitesi’nde başlayan görevi 2005 yılının haziran ayında sona ermiştir.
Hayatında ilk defa bir işyerinden
kendi isteğinin dışında ayrılmak zorunda kaldığını belirten şair, buradaki
görevinin sonlanışı ile
ilgili olarak şunları
ifade etmektedir: “Bilgi Üniversitesi’ndekiler ya benim o üniversitede
bulunarak bir şeylere
şahit olmamı
istemediler yahut da “Niye bu adama maaş ödeyelim” dediler ve ayrılmak
zorunda kaldım. Hayatımda ilk defa Bilgi Üniversitesi’ndeki işim dolayısıyla bir iş yerinden kendi isteğim
dışında ayrıldım.
Şimdiye kadar çok
işyerinden
ayrılmıştım ama
hepsine ben kendim veda etmiştim. Burası öyle
olmadı.” (Ags.)
İsmet
Özel’in, “Edebî Görüşleri”
başlığı altında, deneme yazarlığı, çevirmenliği ve bir kısım tahlil
yazılarını
kaleme almış olan biri
olarak eleştirmenliği etrafında ortaya koymuş olduğu görüşler, söz konusu edilebilir. Fakat
biz, konu bütünlüğünün
bozulmaması için ve ş iirlerinin
arkasında duran poetik oluş umu
dikkatlere
sunacağımızdan dolayı bu
kısımda, Özel’in şiir
üzerine ileri sürdüğü
fikirleri incelemeye çalışacağız. Böylelikle
şairin, şiir evrenini örgülerken aynı
zamanda şiir sanatını
nasıl ortaya çıkardığına
yakından bakma imkânını elde
etmiş olacağız.
Türk edebiyatı içerisinde Poetikalarını kaleme almış olan şairler hakkında geniş bilgi için Prof. Dr. Orhan
Okay’ın, Poetika Dersleri, (Hece Yay., Ank., Kasım 2004, 215 s.)
adlı kitabına bkz.
İsmet
Özel’in 1954 yılında, İlkokul
3. sınıfta okurken yazmış olduğu “Kış” isimli şiiri ayrı tutulursa, ilk şiirini
Ocak 1963 yılında yayımlar. (Yorgun, Yelken, C.VII, S.71, Ocak 1963,
s.26) Şairin ilk
poetik yazısı ise Mayıs
1964 tarihinde yayımlanmıştır.
(Şiirin
Özgürlüğü, Evrim,
S.17, Mayıs 1964, s.6S)
İsmet
Özel’in hayatında şiirin
ne nedenli yer tuttuğunu,
şairin 8 Şubat 1970 yılında Ataol
Behramoğlu’na yazdığı
mektuptaki satırlar ortaya koymaktadır. Şairin mektubunu özellikle “Sonrası şiir kerim” diye
bitirmesi, Özel’in
“ben”inin hayat içerisinde edineceği yer için şiire
olan güvenini ve dünyaya dair “bilgilenme” sürecinde şiir ile
olan etkileşiminin ne
denli derin olduğunu
akla getirmektedir: “Bayramda Edirne’ye gitmeyi 2 ay önceden
planlamıştım. Bu
hafta içinde gelebilirsen hem derginini basımını görebilirsin. Hem dertleşiriz. Son gördüğün
zamandaki huzursuzluğum
geçti. Bir pansiyonda kalıyorum. (...) İşim’e alışmak üzereyim. Bunlar her şeyi
kolaylaştıracak.
Sonrası şiir
kerim.” (Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
15. Mektup”, s.103)
Şair,
kendisiyle yapış olduğumuz söyleşide, şiir üzerine kaleme almış olduğu poetik metinlerin anlaşılıp
anlaşılmadığı ile ilgili sorumuza şöyle yanıt vermektedir: “Evet,
Yeni Gündem’deki yazıları İdris Küçükömer’den
başka anlayan
olmadı. Murat Belge’den duymuştum. Küçükömer, o yazıları çok önemsedi. Şerif Mardin de,
‘Yale Üniversitesi’ndefalan bunları tartışıyorlar’demiş.” (Ags.)
Yine İsmet
Özel, “Şiir Okuma
Kılavuzu”nda ileri sürülen görüşlerin
karşılık bulup bulmadığı ve söz konusu
metinlerin yanına konabilecek başka
yazıların yayınlanıp yayınlanmadığı ile ilgili sorumuzu ise şöyle
yanıtlamaktadır: “Peki şiir yazıldı mı? Çok önemli bir şey bu. İnsanlar halen şair kabul edilmek derdiyle
uğraşıyorlar. Hiç kimse, “Beni şair saysalar da saymasalar da
yazılacak olan budur” diye bir yol tutturmuş
değil.
Dikkat etmiyor musunuz buna. Türkiye’de genç ya da yaşlı herkes kabul edilebilirlik
alanı içinde şiir
yazıyor. Ve reddedilmekten korkuyorlar. Hâlbuki şiir tam tersine, önce reddedilen sonra ister
istenilmez kabul
edilen bir metindir. Şiir
bu güne kadar hep böyle olmuştur. Önce “Bu nedir böyle” dedirtmiş, sonra “Ha
buymuş ” dedirtmiştir. Bu Shakspeare için de
böyle Baudelaire için de böyledir” (Ags.)
Şiir
Okuma Kılavuzu, Yeryüzü Yay., 1. bs., İst., Ocak 1980, 82 s.
Şiir
Okuma Kılavuzu, Şûle
Yay., İst, Eylül
2000, 89 s.
Şiirin
Özgürlüğü, Evrim,
S.17, Mayıs 1964, s.6.
İmge
ve Dizgin, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.
İmge
ve Açıkanlatımlı Şiir, DevinimLX,
S.1, Şubat 1965, s.3,8.
İsmet
Özel’in 1964 ve 1965 yıllarında kaleme aldığı bu metinler onun şiir üzerine yazdığı ilk yazılardır. Şair 1980
yılında yayımlanan “Şiir
Okuma Kılavuzu”na bu yazıları dâhil etmesinin sebebini yine aynı kitabında şöyle
belirtmektedir: “Henüz yirmi yaşındayken savunduğum şiir anlayışına
hâlâ sadık kalmanın gönül rahatlığı
içinde, yapılarında anlatım eksikliği taşısalar bile, 1964 yılında yayınlanmış iki yazının hemen hemen
tümünü,
1965 yılında yayınlanmış
bir yazının ise küçük bir parçasını Şiir Okuma Kılavuzu’na ekliyorum. Dikkatli bir
okuyucu bu gençlik düşüncelerimin
Dylan Thomas’ın şiir
anlayışıyla
yakınlık taşıdığı görebilecektir. Hele şu
satırlarda şaşırtıcı bir benzerlik var:
‘...imgeler kâğıda
ulaşmadan önce
insan usunun bütün aklî süreçlerinden
geçmelidirler.’ (D.T.) ‘Şiirin ortaya konmasında geçtiği üçüncü evre imgenin ussal
ve eleştirel güçle
sınırlanması. ’ (İ.Ö.)
Böyle gizili bir akrabalıktan duyduğum hoş nutluğu
gizlemeye gerek
görmüyorum.” (Age., s.75)
Şiir
Okuma Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.18-20.
Şiir
Okuma Kılavuzu, Mavera, S.3, Şubat 1977, s.47-49.
Şiir
Okuma Kılavuzu,Mavera, S.5, Nisan 1977, s.13-16.
İsmet
Özel, “Kılavuzları”nın hiç birine almadığı bu yazılardaki ana sorunsalı kaleme alacağı diğer poetik
metinlerinde devam ettirmiştir.
Bunun bir ifadesi olarak “Mavera”daki bu yazıların ilkini şair, şöyle bitirmektedir:
“Adını “Şiir
Okuma Kılavuzu” koyduğumuz
bu yazı dizisinde tembel okuyucuya şiiri anlayıvermesi için pratik
usuller işaret
etmek niyetinde değiliz.
Tersine, işin
zorluğunu
göstermek isteriz. Nitekim kılavuz yolu kaybetmeyi
önlemek üzere kullanılır. Şiir bir bilgi dalı mıdır? Kendine has mantığı var mıdır? Şiire yaklaşmanın kazancı
nedir? Türündeki sorulara cevaplar bulmaya çalışacağız. Bu yazının gerçek ve sınırlı amacı, okuyucuya şiir
hakkında kuramsal aydınlık sağlamaktan çok, şaire yaklaşmasının,
onunla bir maceraya girişmesinin
mümkünlerini göstermektir. Böylece şiirin, okuyucunun kavrayışına göre anlam kazandığı da görülecektir. Şiir
okumayı öğrenilecek
bir husus kabul etmek şiire
doğru atılacak
ilk ve kaçınılmaz adımdır.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.20)
Şiir
Kitabı, Adam Yay., 1. bs., İst., Haziran 1982, 137 s.
Şiir
Okuma Kılavuzu, Çıdam Yay., Mart 1991, 157 s.
Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd., Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982,
s.12-14.
Şairler
Intellectin Pençesinde, YazkoEdebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97-107.
Demon-krasıye Karşı Şiir, Yeni
Gündem, Y.1, S.16, 16-28 Şubat
1985, s.84.
Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart
1985, s.33.
Şiir
‘Neye Göre’ Yenileşir?, Yeni
Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart 1985, s.35.
Şair
Halkın Neyidir?, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Nisan 1985, s.35.
İsmet
Özel’in kendisinin kurmuş olduğu Çıdam yayınları tarafından
yayımlanan bu “Şiir
Okuma Kılavuzu”
içerdiği metinler
itibariyle yayımlanmış olan
en kapsamlı “Şiir Okumam
Kılavuzu”dur. Şair bu
kitabında, Mavera
dergisinde yayımladığı
metinler hariç, şiir
üzerine kaleme aldığı
tüm poetik yazılarına yer vermiştir.
Çenebazlık, Şule Yay., 1.bs., İst., Eylül 2006, 165 s.
İsmet
Özel bu kitabında, 1964 yılından bu yana şiir üzerine kaleme aldığı poetik metinlerinden ve şiir üzerine
vermiş olduğu konferanslardan hareketle
yaptığı seçkiye yer
vermiştir. Şairin önsözüyle sunulan
kitapta yer alan
metinlerin ve konuşmaların
künyesi şöyledir:
Şiirin
Özgürlüğü, Evrim,
S.17, Mayıs 1964, s.6.
İmge
ve Dizgin, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.
İmge
ve Açıkanlatımlı Şiir, DevinimLX,
S.1, Şubat 1965, s.3,8.
Tanrı Mezarını Isıtsın, Halkın Dostları, S.1, Mart
1970, s.7.
Ahmed Arife Dostça Bir Açıklama, Halkın Dostları,
S.11, Ocak 1971, s.1-3.
Demokrat -O- Federal Şiircilik Ltd., Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982,
s.12-14.
Şairler
Intellectin Pençesinde, YazkoEdebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97-107.
Demon-krasıye Karşı Şiir, Yeni
Gündem, Y.1, S.16, 16-28 Şubat
1985, s.84.
Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart
1985, s.33.
Şiir
‘Neye Göre’ Yenileşir?, Yeni
Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart 1985, s.35.
Şair
Halkın Neyidir?, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Nisan 1985, s.35.
Modern Türk Şiirinin
Savunması, Parşomen, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Edebiyat Kulübü Yay., C.2, S.1, İst.,
Güz 2000, s.28-40.
“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire
Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının Tanıtım Toplantısı,
Cemal Reşit Rey
Konferans Salonu, İst.,
31 Aralık 2005.
“Türkiye Üzerinde Oyun Oynayan İnsanların Alamadıkları Tek Kale Kaldı: Şiir!”, "Türklük Şuuru" Konulu
Konferans, Kültür Ocağı
Vakfı, İst.,, 21 Ocak
2006.
“Şiir
Çizgi - Şiir
Nokta” Konulu Konferans, TÜYAP Fuarcılık Yapım A.Ş. ve Türkiye Yayıncılar Birliği,
Uluslararası Fuar Ve Kongre Merkezi, Bursa, 4 Mart 2006.
“Şiir
Kokusu” Konulu Konferans, İzmir
Kültürpark Fuar Alanı, İzmir,
30 Nisan 2006.
“Açık Yol: Şiir Kimi Kurtarır?” Konulu Konferans, KTO-TÜYAP,
Konya Uluslararası Fuar Merkezi, Konya,
27 Mayıs 2006.
Özgürlük İçin
Şiir, Dergâh,
C.I, S.1, Mart 1990, s.1.
Şairleri
Affedebiliriz, Dergâh, C.I, S.2, Nisan 1990, s.1.
Sünnî Şair
Olur Mu?, Dergâh, C.I, S.3, Mayıs 1990, s.1.
Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel, Dergâh, C.I, S.4, Haziran
1990, s.1.
Elmanın Kalbine Eşelek Diyen Biz Türkler, Dergâh, C.I, S.5, Temmuz 1990,
s.1.
Barbarın Dili Şiir,
Dergâh, C.I, S.6, Ağustos
1990, s.1.
Dıchterisch Wohnt Der Menschı, Dergâh, C.I, S.7, Eylül
1990, s.1.
Şeyhim
Güldür, Dergâh, C.I, S.8, Ekim 1990, s.1.
Bir Şey
Fazla Bir Şey Eksik, Dergâh,
C.I, S.9, Kasım 1990, s.1.
Nağme
Değil, Mûsikî, Dergâh,
C.I, S.10, Aralık 1990, s.1.
Şiir
Bilgisi Gerçekleri Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1.
Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh,
C.I, S.12, Şubat 1990,
s.1.
Buna örnek olarak İsmet Özel’in Bilgi Üniversitesi’nde verdiği “Modern Türk Şiirinin Savunması” (İstanbul
Bilgi Üniversitesi Edebiyat Kulübü, İst., Güz 2000) başlıklı
konuşmasını göstermek
mümkündür. Daha sonradan
“Parşömen”
dergisinde de yayımlanan (“Modern Türk Şiirinin Savunması”, Parşömen, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yay., C.2, S.1, İst., Güz 2000, s.28-40) bu metin, şairin modern şiirin Türk
edebiyatı içerisindeki gelişimine
işaret etmesi bakımından
önem arz etmektedir.
Yine şairin,
Cumhuriyet dönemi Türk şiirini
değerlendirdiği tahlil yazısı (“Şiir”, Cumhuriyet Dönemi
Türkiye
Ansiklopedisi, İletişim Yay., C.3, 1983, İstanbul, s.631-636) da, bir
dönemin şiirini,
poetikasını oluşturmuş olan
bir şairin bakış açısıyla okumak bakımından
önem kazanmaktadır.
İsmet
Özel’in son dönemde vermiş olduğu söz konusu olan bu konferanslarına,
örnek olarak 30 Aralık 2005
gecesi Cemal Reşit Rey
Konferans Salonu’nda yaptığı,
daha sonradan “merdivenşiir’
dergisinde de yayımlanan,
(“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire
Borçluyuz”, Merdivenşiir, S.7, Şubat-Mart,
2005, s.27-33)
konuşması (“Türk
Milleti Olarak Varlığımızı
Şiire Borçluyuz”,
‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının
Tanıtım Toplantısı. Cemal Reşit
Rey Konferans Salonu, İst.,
31 Aralık 2005) gösterilebilir.
Yine şairin,
aynı bakış açısıyla
vermiş olduğu "Tiırkliık Şuuru” konulu (“Türkiye
Üzerinde Oyun Oynayan
İnsanların
Alamadıkları Tek Kale Kaldı: Şiir!”, "Türklük Şuuru" Konulu Konferans, Kültür Ocağı Vakfı,
İst., 21 Ocak 2006) ve
TÜYAP Kitap Fuarı’ndaki “Şiir Çizgi - Şiir Nokta” adındaki konferansı (TÜYAP
Fuarcılık Yapım A.Ş. ve
Türkiye Yayıncılar Birliği,
Uluslararası Fuar Ve Kongre Merkezi, Bursa, 4 Mart 2006)
bir başka örnek olarak
gösterilebilir.
İsmet
Özel, yukarıda adları anılan şiir
üzerine vermiş olduğu konferanslarının yanı sıra
yine 2006 yılı içerisinde
“Şiir Kokusu” (İzmir Kültürpark Fuar Alanı, İzmir, 30 Nisan 2006) ve “Açık
Yol: Şiir Kimi
Kurtarır?” (KTO-TÜYAP, Konya Uluslararası Fuar Merkezi, Konya, 27
Mayıs 2006) adlı konuşmalarını
“Çenebazlık” (Şule
Yay., 1.bs., İst.,
Eylül 2006, 165 s.) adlı kitabında da bir araya getirmiştir.
Şaban
Abak / İhsan Işık, “İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”, Mavera,
Y.11, S.313, Kasım 1987, s.18-29,
[söy.]
Şiirin
Özgürlüğü, Evrim,
S.17, Mayıs 1964, s.6.
İsmet
Özel, bu yazısında şiirdeki
en önemli kalkanın, “imge’ler olduğunu ifade etmektedir. Düşüncenin şiirde
yer
almasını ve “söz’ün herhangi bir baskı unsurunun ifadesi olarak şiire yansımasını filtreleyen
en önemli
mekanizmanın “imge” ile işlediğine dikkat çeken şair, şunları belirtmektedir: “Şiirde alttan alta bir düşüncenin
(anlamın ya da bilincin) varlığını kabul ediyorum. Bu düşünce tohumunda özgürlüğü taşıyan ve insanın birçok
kesimlerini durmadan deşen,
açığa vuran
(betimleyen değil)
tedirgin edici bir noktadır. Bu deşmek eyleminde
ussal akımların, felsefelerin ve öğretilerin tuttuğundan ayrı bir yol tutar. Bu yolla onları aşıp gelişim yönünü
çoğaltır. Bu yol
imgenin açtığı
yoldur. İmge
bütün hızını kendiliğinden
olmaya borçludur. Düşüncenin
katı
baskısını üstünde taş ımaz.
Kendi baş ına bir
duyarlığın ödün
vermeden biçimlendiği
özgür bir
kuruluştur.”
(Agy., s.6)
Şiire,
“insan oluş bilmecesi”
içerisinde çok önemli bir yer veren İsmet Özel, şiirde
yer alan “imge’lerin ve
imajinatif söyleyişin
yapı itibariyle kazanmış olduğu “kendindeliği’ne de çok önem vermekte;
bunu şiirde insan
“giz’inin ortaya çıkmasında esaslı bir unsur olarak değerlendirmektedir. [Geniş bilgi için bu çalışmanın,
Özel’in şiirin bu
yönüne dair ortaya sürdüğü
görüşlerinin
incelendiği
“1.2.1.2. “Bütün”e olan hasret ve
şiirin
“kendi(nde)lik”(ğ)i:
Şiirin gerçekliği” başlıklı kısma bkz.]
Şiir
Okuma Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.18-20.
İsmet
Özel, adı geçen yazıda bunun sebebini ise şöyle açıklamaktadır: “Çünkü şiir sadece başlar ve başlatır. Şiir
bilineni veya anlaşılmış olanı yem olarak kullanır,
amaç bilinmeye, anlaşılmaya
değer olana doğru yol almaktır.
Bu yolculukta bilinenin (bilindiği, anlaşıldığı varsayılanın) tahribi de şiirin zorunlu çeşnisidir.” (s.19)
İsmet
Özel bu hususu “Şiir
Okuma Kılavuzu”nda şöyle
belirtmektedir: “(...) şiirin bütünüyle bir başka şeyin
simgesi olması da gerekmez. Simyacılığın, psikanalizin, Marksizmin, mitolojinin, tarihin
imalarıyla anlam
kazanan, yani onların simgesel değerleriyle bir varlık olan şiir, simgeler yerli yerine
oturduktan sonra belki şiir
olmaktan çıkacaktır. (...) Bir mısra işittiğimiz zaman, bir şiir okuduğumuzda
yahut, oradaki bir yargı, bir
betimleme, bir sıralanış,
bir kesinti ya da ne olduğunu
bilmediğimiz bir şey bizde bir onama duygusu
yaratır.
Biz bu onamaya kelimeleri ayrıştırmaksızın, dilbilimsel hiçbir çözümlemeye başvurmaksızın sahip oluruz. Şiir
biz de bir şeyle
mutabakat kurmuş,
insan vasıflarımızdan birine tetabuk etmiştir. Daha da ötede 'hızım' olmuş
ve belki ‘biz’ olmuştur.” (s.40)
İsmet
Özel, “Niçin şiir
okuruz?” şeklindeki
soruyla başladığı bir yazısına “Herhalde
yokluğunu
hissettiğimiz
bir şeyleri
tamamlamak, bir zorluğu
gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak için” diye cevaplandırmakta;
insanların şiirle uğraşmalarını şöyle ifade etmektedir: “Ne zaman insan karanlık
bir yerde sayıklamaya itilmiş,
insan ilişkileri
karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere
bürünmüş, insanın
bir başka insana
söyleyeceği söz
anlamını kaybetmiş,
insan davranışları
yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle
uğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.18)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.29.
İsmet
Özel, bu yazısında “beşeri
olanı” şu şekilde açıklama ihtiyacı
hissetmektedir: “Şiir
denilen insan etkinliği
(ki bu etkinlik sözlü dilin sabit bir biçim almasıyla dışa vurur, algılanabilir duruma
gelir) beşeri
olanı (yani
insanoğluna ait
olanı, değer
yargılarının yükü binmesin diye insani, humane demedim; daha tarafsız bir
deyimi
seçtim: Beşeri,
human) merkez kabul ederek halka halka dünyaya yayılan bir etkinliktir.” (Şiir Okuma Kılavuzu,
s.27)
İsmet
Özel, özellikle bilimde, felsefede, siyasette ve gündelik hayatta “şiir’ olarak nitelenen
bölgelere şiir
denemeyeceğini ifade
etmektedir. Şair,
“öteden beri devrim önderlerine, halk kahramanlarına, bilginlere, kâşiflere
ve mucitlere tek mısra yazmadıkları halde şairlik yakıştırmasının yapıldığını”
bazen de bir romanın şiirsel
bir dille
yazıldığının” söylendiğini belirtmekte ve buna
itiraz etmektedir. Meseleye, dilin poetik özelliklerini göz ününde
tutarak ve şiirin insana
ait olanı anlattığı gerçeğinden hareketle yaklaşan şair, bu anlayışın meydana getireceği
aksaklığa şöyle dikkat çekmektedir: “Bu
anlatım kolaylığı
bulmak için insanların başvurduğu bir hile. Şiirin
ırasındaki gücü başka
üstünlükleri vurgulamak için kullanıyorlar. Bence şiiri her şeye bulaştırmak, her şeyi de
şiire batırmak doğru değil. Böyle bir tutumu
benimseyecek olursak hem şiiri
hiçbir belirgin vasfı yokmuş gibi
kimliksizleştiririz,
hem de şiirin
belirgin vasıflarını yalnızca biçim özellikleri düzeyine indirmiş oluruz, yani şiir
dilin süslü bir durumu olur sadece. Şiir ancak kendi onuruna sahip çıkarak bize kadar
gelirse şiirdir.
Başka bir
etkinlik içinde şiir
aramak fanteziden öte anlam taşımaz.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.27)
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”
adlı eserinde ileri sürdüğü
bu görüşünü şöyle devam
ettirmektedir: "Şiirin bütün diğer sanatlardan ayrı bir özelliği daha vardır. Şiirin temel özelliği, kendini var kılan
parçalara ayrılamayış ında
ve/veya ş iirin
ortaya çıkış ının
daha önceden izlenebilir bir yönteme
bağlanamayışında bulunabilir. Şiirin yalnızca şiire özgü bir malzemesi, ham
maddesi, birimleri, çerçevesi,
mantığı yoktur.
(...) Yani anlamlı bir sözü şiir olarak bir türlü, düzyazı olarak başka türlü düzenleyemeyiz. Bir
söz şiir olduğu için ‘öyle’ değildir, öyle olduğu için ‘şiir’cUr. (...) İnsanın nerede, ne zaman ve
nasıl durduğu
bizi şiire
götüren ok işaretleri
görevi görürler, ama bu işaretler
şiiri orada tutan
dayanaklar değildir.
Şiir
orada durduğu
takdirde bu ok işaretleri
anlam taşırlar, şiirin orada durduğunu, orada bir insan duruşu
bulunduğunu
gösterebilirler. (...) Demek ki şiiri bizim için gerçek kılan şiirin üstün, ince, yüksek
düzeyde bir söz
sanatı oluşu değil, bizim ona tutunma
tercihimizdir. Bu yüzden şiiri
temessül edebilmemiz şiirin
şifresinin
çözmemizle mümkün olmaz. Şiirin
aslında, yani görünen biçimin altında veya üstünde, derininde, yücesinde ne
dediğini bilmek
üzerine bir çalışma
yapılamaz. Çünkü şiir
aslında odur ve şair
şiirin aslına ilişkin olanı
perdeleyen sözleri silmiş
bir insandır.” (s. 16-17)
İsmet
Özel, “Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel” adını taşıyan yazısında sözün “töz”le yani şiirin aslî gerçeği
diyebileceğimiz
“cevher’le ilişkisini şöyle kurmaktadır: “(...)
Sözlü bir yapının şiir
değeri
kazanabilmesi
karşılaştığımız metnin veciz, fasih,
mahirane bir ifade kazanması yüzünden değildir. Asıl kazanç ‘anlama’mn
kuralı konamayan alanına geçişimizle elde edilir. (...) Şairin neleri yazdığı kadar, neleri yazmadığı da
önemlidir. Çünkü töz bütündür ve şair çekip aldığı zaman boşluğu, kesip yonttuğu zaman artan kısmı bilgi
alanında muhafaza etmekle etkinlik kurar. Şiir sözel olanın tözel olanla ilişkisini (bütün diğer sanatlarda,
bilimde, felsefede olduğu
gibi) kaosu kosmosa dönüştürerek
kurmaz, kosmosun kaostan türediğini vurgulayarak
kurar.” (Dergâh,
C.I, S.4, Haziran 1990, s.1)
İsmet Özel, şiirin bu özelliğinin de “beşeri olan”la ilgili olduğunu belirtmektedir: “Beşeri olan bir hayret, bir
niçin sorusu; insani olan bir onay, bir çünküdür. Şiir bize ‘beşeri olanı’
verir. İnsanlık
durumunun neden bize
verilmiş olduğunu sormakla girdiğimiz anma katında şiir bizim beşeri varlığımızın 'varlık' karşısında ister
istemez oynadığını
bildirdiği zaman
parlar.” Şair bu düşünceden hareketle de şiirin konusunun olmadığını
savunmaktadır: “Konusu yoktur şiirin, bu demektir ki dilde karşılığını gördüğümüz nesnelere dayanarak bir
yapı kurmaz. Kurduğu
yapı nesneleri bahane ederek dili açar. Dilin şiir dışındaki alanlarda kullanılışı bir
dünyayı belirginleştirmeye yarar. Böylece bir düzenden, bir işleyişten, bir görünümden haberdar
oluruz.” (Şeyhim Güldür, Dergâh, C.I, S.8, Ekim 1990, s.1)
İsmet
Özel, şiirin bu vasfını
idrak edip, “bilince” varabilmek için okurun ayrı bir gayret göstermesi gerektiğini
şöyle belirtmektedir: “Şiir okumak isteyen kimse gelenekçiliğin ve ilericiliğin entelektüel yükünü bir
yana
bırakmadıkça giriştiği işin altından kalkamayacaktır. Şiirin ne gelenekle ne de
beklenen hayatla başı
hoş
değildir.
Geçmiş ve gelecek
şiir için (ve
içinde) yabancılaştırıcı
öğelerdir. Şiir okumanın hasadı ancak
bilinmeyen eski ile tanışılmamış yeni arasında toplanır. Şiir okumak, ancak ‘şimdUi’nin
olağanüstü
vuruculuğu,
tadılan somut yaşama
anının tazeliği
ve uyarıcılığı
ile doğru çizgiye
oturur.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.35)
İsmet
Özel, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mısrayı anlatabilmek için kullandığı “köpük” kelimesinin şiir içinde
kullanılabileceğini
belirterek şuna dikkat
çekmektedir: “Şiir de
köpük cinsi bir şeydir
doğrusu. Bir
hareket, bir
çalkantı, bir ameliyenin bulunduğu yerden çıkar. Koşan atların, kuduz hayvanların, saralı insanların ağzında,
dalgaların çarptığı,
çağlayanların düştüğü yerde köpük olur. Bir de
maden eritilen potalarda rastlarsınız
köpüğe.
Madenlerin erimesi, ırmakların akması, atların koşmasıdır esas olan. Köpük bazen bir belirti,
ama her
zaman bir artıktır. Köpük gider, geriye onun belirmesini gerektiren iş kalır. Şiir de bütün öteki sanatlar
gibi asıl
hareketin kendisine özgü dışa vuruşudur.”
(Şiir Okuma Kılavuzu,
s.34)
Başlıkta
kullandığımız “kendilik”
kavramına, çalışmamızın,
şairin hayatını ele aldığımız “1.1.6. Kaybederken
kazanılan değer:
“Kendilik”/“Biriciklik” arayışı” adlı kısmında da dikkat çekmiştik. Kavramın ne şekilde ele
alındığının hatırlanması
için 75. Dipnot’a bkz.
Murat Belge, “Edebiyatçı Çok, Gerçek Anlamda Ürün Yok”, Hürriyet
Gösteri, Y.2, S.24, Kasım 1982, s.
7-9, [söy.]
İsmet
Özel, söz konusu olan bu “bütün”e ilişkin şunları
belirtmektedir: “Açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla
beliren etkinlikler ve edilgenlikler canlı cansız bütün yaratıkları hem kendi
yapılarında, hem de birbirleriyle olan
bağlantıları
bakımından bir bütün haline sokmuştur. Bu bütün, her çağda ve her yerde son derece karmaşık,
kendisi hakkında getirilecek her açıklamayı kısa sürede gülünç kılacak kadar da
çetrefillidir.” (Şiir
Okuma
Kılavuzu, s.19)
İsmet
Özel, insanın şiir
aracılığıyla “bütün”e doğru çıkacağı yolculuğun, tasavvufî anlamda da ele
alınabileceğini;
bu yönelişin insandaki
mutlak gerçeğe ulaşma isteğinin bir ifadesi olarak da
kabul edilebileceğini
belirtir ve
^Müslümanların dünyasındaki bütüne yönelmeyle şiir dünyasındaki bütüne yönelme arasında bir
koşutluk
olduğuna”
dikkat çeker. (Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I,
S.12, Şubat 1990, s.1)
İsmet
Özel, insanın “bütün”le olan ilişkisini
dikkatlere sunmak için şunları
belirtmektedir: " İnsanoğlmımı
yaşaması, bir
parçası olduğu bu
bütüne sıkı sıkıya bağlıdır
ve belki de bütünün her birimine bağımlıdır. Büyük
bütünün ancak belli bir yerinde bulunan insan kendi yapısı içinde de bir
bütündür, üstelik bir parça ve bir bütün
olarak nerede bulunduğunu
kavrama gayretindedir. (...) Yokluğunu hissettiğimiz şey içimizde bulunması
gereken ‘zımmî’ bütünlük, bütüne ait olma duygusudur. Zaten sevmemizin,
acımamızın, öfkelenmemizin,
böbürlenmemizin, zavallılaşmamızın, tanrılaşmamızın bu bütünle, bu bütünü anlamak isteyişimizle bir ilgisi
vardır.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.19)
İsmet
Özel, “bütün” duygusuna ulaşmak
için, esasında çevremizde var olan “işret”lere ve bunları fark ettikten
sonraki “bilinçlilik durumu”na ise şöyle dikkat çekmektedir: “Sözlü dil, onu anlama ve kullanmayı
öğrenme
süreci boyunca bize soyutlamaya kavuşmuş ifadelerin -kelimelerin, cümlelerin ve bunların ortaya çıkması
için
gerekli algıların, mantık işlemlerinin- bütünü belirten birer işaret olduğunu göstermiş, bizi insanların dışında da
bir anlama sahip ve insanları da içine alan bir bitinde yer aldığımıza ikna etmiş, hatta bizlerin ancak bu
işaretlerle
güvenlik içinde olabileceğimize
gizlice inandırmıştır.
Şiirden (belki
söz sanatları başta
olmak üzere
bütün sanatlardan) aldığımız
doyum, işte bu
önceden sahip olduğumuz
inancın pekişmesidir.
ne var ki şiirle
elde
edilen doyum aynı zamanda bir açlığın başlangıcıdır çünkü her şiir insanın bütünle arasında bulunan mesafe
hakkında sahip olduğu
bilinçlilik durumudur, her şiir insanın bütüne olan hasretini kamçılar.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.20)
İsmet
Özel, bu durumu şöyle
belirtmektedir: “Birey olarak da tür olarak da insan kendi önemini ileri
sürmek
gereğini duyduğu zaman şiire sarılmıştır. İnsanoğlunun en sahici dili şiirdir ve insan en soyutlanmış ve fakat en
somut görünümüyle şiir
çerçevesi içinde belirginleşir.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.21)
İsmet
Özel, şiirin tüm canlılığıyla ortaya çıktığı kritik dönemleri/durumları şöyle izah etmektedir: “İnsan kendi
doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermez. Kendini bir
başkasına
yansıtarak görmek
istiyorsa, kendini bir başkasına
söyleyerek işitmek,
başkasına öğreterek kendini öğrenmek istiyorsa şiire
başvurur. Böyle
bir isteğin
insanın içinde kabarması için insanın kendi doğruları ile dış dünyanın somutluğu
arasında bir uyumsuzluk, bir basınç farkı olması gerekir. İnsanoğlu kendi dilini kullanmadan
yaşayamayacağını
anlarsa, böylesine “critique” bir durumda sayarsa kendini, şiirle bağ kurar.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.22)
Mustafa Alp Dağıstanlı
/ Melih, Şabanoğlu, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı
Ekarte
Etmeliydi”, Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.59, [söy.]
Şair,
yapayalnız insanın kendine zorla kabul ettirilen seçmelerini ise şöyle dikkatlere sunmaktadır: “İçinde
yaşadığımız dünya vakur bir insan
için şiiri
kaçınılmaz bir uğraşı kılan, kılması gereken bir
dünyadır. Çünkü bu
dünya bütün toplumsal kurumlarına, devlet biçimlerine, sigorta esaslarına,
titiz ve ayrıntılı örgütlenmesine,
insanın hayatını birbirine çirkince bağımlı kılmasına rağmen insanı yapayalnız bırakan bir dünyadır.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.22)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.22.
Şiir
Bilgisi Gerçekleri Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1.
İsmet
Özel, “kendimizi şiire
açtığımız zaman
başka yazı
türlerinde bulamadığımız
bir bilgi türü ile bağlantılar
kurmaya başladığımızı” ifade etmektedir.
Bu bilgi türünün mahiyetine ilişkin
ise şair şunları belirtmektedir:
“Hangi türden bir bilgiyle karşılaştığımızı
merak ettiğimizde
ilk varacağımız
sonuç bunun ‘kendilik bilgisi’
denilebilecek özellikte olduğudur. (...) Şiir bana bedenimle ilgili bilgiler sunmuyor. Nasıl bir çevrede yaşadığımı,
ne gibi evrelerden geçerek şimdiki duruma geldiğimi, varoluşumun hangi gerçekliği taşıdığını, giderek
varoluşumun
gerçek olup olmadığını
öğretmiyor bana şiir. Dahası da var: Bundan
sonra atacağım
adımların
neler olması gerektiği
konusunda şiirden
yardım ummak yapabileceğim
en aptalca şey
olabilirdi. Andığımız
bütün bu alanlarda şiir
bizi bilgiyle donatmıyorsa şiirin bir bilgi türü olduğu düşüncesinden vazgeçmek, bu
konuda yanlışlığa düştüğümüzü kabul etmek zorunda değil miyiz? Hayır, asıl yanlışa düştüğümüz nokta şiirden
bize ulaşan
‘kendilik bilgisi’nin ne gibi sorulara karşılık olabileceğini tespit noktasıdır.” (Şiir Bilgisi Gerçekleri
Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1)
İsmet
Özel, “şiir bilgisi”nin
diğer bir ifadeyle
“kendilik bilgisi”nin ne tür insanlarda farkındalık meydana
getirerek önem kazandığını
şu satırlarla ileri
sürmektedir: "Şiirin bir kendilik bilgisi oluşu ancak ‘kendi’ olması
yüzünden başına
dert açmış ‘olan’
için bir bilgi özelliği
taşıyabilir ve
yalnızca olmak yüzünden yeni, ayrı, farklı
bir bilgi türü doğabilir.
(...) Olmak önemliyse şiir
nerede olmanın hiç de önem taşımadığı
bir bilgi olarak
getirecektir. Olduğunu
anlamakla övünenin ne kadar sövgüye müstahak olduğu şiir bilgisiyle fark edilir.
Olmaktan korkanların korkularının boş olduğuna, olmaya aldırmayanlara nasıl aldırmayabileceğimize şiir
bilgisinden geçerek varabiliriz. Olduğuna sevinmenin ağıtını, olduğuna üzülmenin hicvini şiir bilgisini edindikten
sonra okuruz.” (Şiir
Bilgisi Gerçekleri Yok Eder, Dergâh, C.I, S.11, Ocak 1990, s.1)
Şair,
insanın önünde şiir
aracılığıyla açılan
“kendi olma” imkânını ve bu imkânla kazanılabilecek olan “bilgi”nin
niteliğini şöyle açıklamaktadır: “İnsanın
kendi olmayı önemsemesi ancak kendisi hakkında bir bilgi, bir bilinç
hem içkin (immanent) hem aşkın (transcentdant) bir kavrayış elde etmesiyle mümkün olur. Bu bilgiyi, bu
bilinç
ve kavrayışı elde
etmenin yolu, insan hayatında şiire gereken yeri vermekten geçer. (...) Şiir insana kendi içinden
bilgi verir. İnsanı
insanların dışına
çıkabilmiş gibi
betimlemez, açıklamaz, gidilecek yolu göstermez. Beşerî bir
sestir o, insan sesidir, hemcinslerine seslenir. Bu yüzden şiirin sunduğu bilgi insanların kendi
insanlıklarını
hissettikleri bir alanda algılanabilen bilgidir; hiçbir ölçüm aygıtının, hiçbir
sayacın birimleri arasına alınabilir
cinsten değildir.”
(Şiir Okuma Kılavuzu,
s.23)
Sokrates’e dayandırılan ve Antik Yunanca’da “Gnothi
Seauton/Kendini Tanı” manasına gelen bu söz,
döneminde Yunan birliğinin
sağlanmasında önemli bir
rol üstlenen ve Hz. İsa’dan
önce 420 yılında “Pelopones
Savaşları” sırasında
yıkılan “Delphoi”deki Apollon Tapınağı’nın kapısında yazmaktadır. Yine aynı tapınakta bu
sözden sonra ' HYPERLINK "http://www.eksiseyler.com/show.asp?t=meden+agan"
Meden Agan' yani 'Pek Bir
Şey Yok' sözü
gelmektedir. Sokrates, insanların düşüncelerini dünya yerine kendi üzerlerine yoğunlaştırmalarını
istediği için bu sözü
benimsemiştir. (Bu
konuda daha geniş bilgi
için bkz: Paul Strathern, 90 Dakikada
Sokrates, çev: M. Ukşul, Gendaş Yay., İst., 1988, 80 s. / Yaşar Şahin
Anıl, Sokrates, Kastaş Yay., İst.,
2006,
256 s.)
Mekteb-i aşkta,
“Men Aref” dersleri de denilen “Men Arefe Nefsehu -Fekad- Arefe Rabbehu / Kişi Kendini
Tanırsa Ancak Rabbini Tanır” hadis-i şerifinin işaret
ettiği “hakikat”in
özellikle Klasik Şiir’de
almış olduğu yerle
ilgili bilgi için bkz: “Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir - Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İnsan Yay., İst.,
Nisan 2004, 208 s.”
İsmet
Özel, bu farklılığa şunları da eklemektedir: "Şiirle
oluşan kendilik
bilgisi insana şunu
söyler: Sen güncel
olan kendiliksin. Bak kendini gör: Hep kendin, hep kendin. Duyumsanan her şeyde kendi katkını, kendi
katılımını
görmüyor musun? Öte yandan dine uyarak kendini bilme girişimindeki insan kendi olan
kısmın yalnızca bir
görevi yerine getirebilecek kadar olduğunu anlar. Kendini bil ve riayet et. Dinin veya
bilgeliğin
söylediği budur.”
(Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1)
İsmet
Özel, bu “akrabalık” hususunda şunları
kaleme almaktadır: "Şiirden doğan kendilik bilgisi ben’in (ene,
self, le moi) mevcudatla olan akrabalığını tınlatır. Şiir insanı yaprakların, köklerin, tırnakların,
yelelerin,
sinelerin, öfkelerin, sevinçlerin, kırgınlıkların arasına koyar. Şiirde mevcudatla olan bu
akrabalık, bu kardeşlik
tınılar. Ama bu dil, bu musiki öylesine pürüzlüdür, öylesine çapaklarla doludur
ve o kadar yoğundur
ki hiçbir
zaman bir yön belirleyici nitelik kazanamaz. Akrabalığın değerini işaret eden bilgelik ve din
‘kendini bil’
buyruğuyla
otlarla ve yağmurla
ve kan bağından
başlayarak bütün
insanlarla ilişkide
insana nasıl bir yerin
biçildiğini
anlatır. Kendini bil ve çevrimdeki yerine yaraşan davranışı yerine getir. Demek ki insanoğlu dine
bağlanarak
kendini bilme cehdini göstermekle ister istemez kendine hayatiyet veren ilkeye
uymayı kabullenir. Bu
kabulleniş, bu
teslimiyet insanın kendine ben dediği alanın sönükleşmesine, ilkenin belirginleşmesine sebep
olur.” (Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak, Dergâh, C.I,
S.12, Şubat 1990, s.1)
“Kendini Tasarlamak Versus Kendini Azaltmak”, Dergâh, C.I, S.12, Şubat 1990, s.1.
İsmet
Özel, yukarıda sıralamaya çalıştığımız, şiirin mahiyetine ve aslına ilişkin görüşleriyle, “poetika”sını kaleme
almış olan yine önemli
bir başka şairimiz Necip Fazıl’dan
ayrılmaktadır. Fazıl, şiiri
"eşya ve
hâdiselerin, bütün
mantık yasaklarına rağmen
en mahrem, en mahcup, en nazik ve en hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini
bularak mutlak hakikati arama işi” (“Poetika: Şiir”, Çile, Büyük Doğu Yay., 19. Basım, İst., Eylül 1992, s.472)
olarak görürken, Özel, şiiri,
insana yapışık bir olay
olarak kabul eder. Ona göre şiir,
merkezinde insanın yapıp
etmeleri olmak kaydıyla meydana gelen beşerî bir tecrübe ve bu tecrübenin sözle ifade olunuşudur. “Hakikati”
arama işinin ilk durağı Özel’in şiirinde, insan “ben”i
etrafında şekillenecek olan
etkileşimlerdir. Bu
etkileşimden
sonra ancak, “bütün”e/“hakikat”e ulaşılabilir.
İsmet
Özel, şairin ne olduğuna ve bu konuda zihinlerde
yer etmiş olan genel
inanışlara şöyle işaret etmektedir:
"Şair Kimdir? Kendisine yaratılıştan şiir söyleme gücü verilmiş üstün yetenekli biri mi? Yoksa aldığı eğitim
sonucu başarılı şiirler kurma gücüne ermiş bir usta mı? Yahut bazı
mahrumiyetleri bünyesinde yücelterek şair
olmak zorunda bırakılmış
bir çaresiz mi? Belki her şair için bu üç soruya uygun düşen durumlar olabilir.
Diyebilir ki şairin
ortaya çıkışında
yeteneğin, eğitimin ve sosyo-psikolojik
zorlamaların belli dozlarda etkisi
vardır. Bu takdirde şairi
toplumsal bir vakıa olarak anlamamız gerekir ki ben, böyle bir anlayışı doğru
bulmuyorum.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.15)
İsmet
Özel’in sormuş olduğu sorularla “kim” olduğunu anlamaya çalıştığı şair ve onun hangi şartlar
içerisinde
ortaya çıktığı,
“Edebiyat Teorisi”nin de başlıca
sorunsalı olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle kimi zaman
şairler, şiirlerini ortaya çıkardıkları
durumlara göre farklı “tip” ve “grup”lara ayrılmışlardır. Kendi dışında bir
kuvvete esir olmuş gibi
otomatik bir şekilde şiir yazan, kâhin şairler: “Meczup Cezbeli Tip”;
iyi bir eğitimden
geçmiş, usta, yaptığı işin sorumluluğunu bilen zanaatkâr şairler: “Emekçi Tip” olarak değerlendirilmektedir.
(Daha geniş bilgi
içi bkz: Rene Wellek / Austin Varren, “Edebiyat İncelemesine Dış Yaklaşımlar”, Edebiyat
Teorisi, çev: Ö. F. Huyugüzel, AkademiKitabevi, İzmir 2001, s.55-103)
Burada Nietzsche’nin, Yunan mitolojisinde Apollon - Dionysos
adı verilen sanat tanrılarının temsil ettiği iki farklı
sanat yaratma sürecinden hareketle oluşturduğu
“grup” da akla gelmektedir. Nietzsche’nin temeline “tragedya”yı
koyarak tasnif ettiği bu
grubunda, psikolojik bir rüya halini yaşarken ortaya çıkarılan heykel, resim ve mimarî
eserler: “Apollaniyen Sanat”ı; vecd içinde kendinden geçme haliyle ortaya
çıkarılan şarkı, müzik
ve şiir de:
“Dionysos Sanat”ı oluşturmaktadır.
(Daha geniş bilgi için
bkz: Peter Berkowitz, Nietzsche: Bir Ahlak
Karşıtının Etiği, çev: E. Demirel, Ayrıntı
Yay., İst., 2003,
384 s.; Rene Wellek / Austin Varen, Age.)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?,
s.16.
Şiir
Okuma Kılavuzu,Mavera, S.3, Şubat 1977, s.49.
İsmet
Özel, kabul görmüş birçok
görüşün aksine şiiri “hayal âlemi”nin bir
mahsulü, şairi de bu
âleme can veren
bir kişi olarak görmez.
Tam tersine şiiri ve şairini, insanları bu “hayal
âlemi”nden uyandıran bir yapı içerisinde
kabul eder. Özel’in bu şekilde
düşünmesinde, bizim de şairin görüşlerinden hareketle dikkat
çektiğimiz, şiirin
aslına ve şairin
fonksiyonelliğine/“ayık”lığına ilişkin taşıdığı inanç vardır. İsmet
Özel, “hayal âlemi”ne ilişkin
şunları belirtmektedir: “Şiir kelimelerin güç verdiği bir gerçekliğin canlanıp, renklenip boyutlanmasın
sağlarken
gerçeklik olarak yaşayan
birçok olguyu da durgunlaştırıp
soldurur ve boyutsuz kılar. ‘Hayal âlemi’ keyfi
yönlendirmelerin, denetimsiz atılımların, öncüllerin mahkûmiyeti altındaki
biçimsel dünyadır. Şiir
dünyası ise
gerçekliği bütün
deneyimlerde arayan, insana var olanı bütün sarsıcılığı ile gösteren, muhteva ile
görünüm
çakışması
suretiyle belirginleşen
bir dünyadır. (...) İnsanlar,
ego’nun mutlaklığı,
düşüncelerin
dünyayı
biçimlendirmesi, üretim süreci, tarihin akışı gibi hayalleri seçtikleri zaman şiirden uzaklaşırlar. Şiirle aralarına
hayali âlemi’ girer. Eğer
şiir onları
uyandırmamışsa
hayalleri içinde kaybolup gideceklerdir.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.47)
İsmet
Özel, özellikle çağımızdaki
şairlerde çok daha fazla
görülebilecek olan bu “temel zaafı” şöyle
belirtmektedir: “Bu durumlarda şairler eserlerine insanların hayal dünyalarını
onaylayacak işaretler
koyarlar.
Zaten hayalin büyüsündeki insanlar da bu işaretlerle kendi öznel dünyalarını kaynaştırıp, böylece bir haklılık
alanı kazanıp kendi hayal âlemlerinin gerektirdiği davranışları gösterme rahatlığı elde ederler.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.48)
Şair
Halkın Neyidir ?, Yeni Gündem, S.19, Nisan 1985, s. 35.
İsmet
Özel, yukarıda adını zikrettiğimiz
yazısında Türkiye’deki şiir
ortamını, şairleri ve
dolayısıyla da insanların
şiiri kabulleniş biçimlerini şöyle değerlendirmektedir: “Günümüz
Türkiye’sinde şiir
edebiyatın bir kesiminden
fazlası değil. Düşünce dünyasıyla ilgisi dıştan ve saymacadır. Böyle oluşunun sebebi de Türk insanının
varoluş
kaygısından kopuk bir üretim niteliğini kabullenişidir. Yüzyıllardan beri ilk defa şiirin meta olarak değeri söz
konusu oluyor ülkemizde. Yüzyıllardan beri ilk defa şiirin varlığı ve yokluğu ülke hayatında hesaba
katılmıyor.
Bir şeylerin
birileri tarafından anlaşılması
gerek. Eğer bunu
ilk şairler
anlamayacaksa hiç kimse anlamayacak
demektir. (...) Her çağda
şiiri yozlaştıran eğilim şiirin bir edebiyat türü
olarak ele alınması, ontolojik
konumundan koparılarak bir ‘sanat’ sayılmasıdır. Bu durumda şiir düşünce dünyasıyla bir zoraki
nikâh altında
tutulmakta ve bu beraberlikten taraflar kadar etrafta zarar görmekte. Nitekim
Türkiye’nin varoluş şartlarının
zorunlu kıldığı İslâmcılık, Türkçülük ve
Marksizm gibi ideoloji alanları ideolojik kalıplarla şiire müdahale
ettikleri veya şiiri
ideolojilerin doğrıuı'ar'yaı
donattıkları oranda hem şiiri
etkisiz kılmış hem
de ideolojik
yönsemenin sulandırılmasına sebep olmuştur.” (s.35)
İsmet
Özel, “başkası
için yazan” şairler
ve şiirleri için şunları belirtmektedir: “Bu
durumda şiir adı
altında
geçerliliğini
koruyan metin ‘ideal’ sayılmış, bizim bazı ide’lerimiz dolayısıyla değerli ve önemli bulunmuştur. Bu
idelerin politik olmaları da şart değil,
edebiyat ortamı hangi tür metni ideal saymışsa ideler de ona uygun
kılınmıştır. Şair geçerlilik peşindedir ve bu yüzden onun
yazdıklarını kendimiz için okuyamayız. Şiire hayatımız
bakımından değil,
bir statüyü elde tutmak için gerek duyarız. Yani şiir bazı düşünceler taşıyormuş gibi görünse
de, düşünce şiir olarak beliremediği ve şiir düşünceleşemediği için şiir ve düşünce bize onlar için sağduyunun
gösterdiği
alanlarda kalır, biri diğerini
güçten düşürür.”
(Şair Halkın Neyidir ?,
Agy., s.35)
İsmet
Özel, bu yüzden gerçek şairin
ortaya çıkardığı şiirle, düşünce arasında bir bağ aramanın anlamsız olduğunu
belirtmekte ve şunları
eklemektedir: “Ama şiir
düşünmenin farklı
bir türü olarak karşımıza
çıkar. Hiç kimse
düşündüklerinin şiirini yazamaz, yazmakta olduğu şiire düşündüklerini ekleme başarısını gösteremez.” (Şair
Halkın Neyidir ?, Agy., s.35)
Sünnî Şair
Olur Mu?, Dergâh, C.I, S.3, Mayıs 1990, s.1.
İsmet
Özel, dünya içerisinde şaire
vermiş olduğu bu yerle ilgili şunları kaleme almaktadır:
“Şair toplum
içinde
i’tizâl etmiş (heterodox)
unsur olarak mı değer
sahibidir, yoksa şairi
değerli kılan
onun toplumdaki sahih
(ortodox) varlık şartlarına
olan bağlılığı mıdır? Okur-yazarlar
dünyasındaki yaygın anlayış şairin bir ortodoks
olmaktan ziyade bir heterodoks olduğuna inanmaya yatkındır. Hele modern şiirin bir tenakuz olarak başladığını
biliyorsak muhalif şiirin
aynı zamanda ayrıksı (eccentric) bir özelliği olduğunu kabulde güçlük çekmeyiz. Ama
bu iş hiç de
göründüğü gibi değildir. Yamukluk şairden değil dünyanın aldığı biçimden geliyor. Genetik
mühendisliği
yoluyla insan imal etmeye yönelmiş bir dünya, nükleer ve kimyasal silahlarla siyaseti
yönlendiren
bir dünya, elektronik sanayin her türlü çılgınlığa meydan verdiği bir dünya, trafik lambalarından tutun da
kitle
iletişim
araçlarına kadar her alanda insan denen canlıyı sıkı bir denetim altına alan
bir dünya mutezîl bir
dünyadır.” (s.1)
İsmet
Özel, “ortodoks” şairin
kendini kuşatan şartlar dolayısıyla farkına
vardığı “boşluk”ta, nasıl davranacağını
yazının devamında şöyle
kaleme almaktadır: “Eğer
rezil mutezîl dünya karşısına
kendi insan özelliklerini,
insanca özlem ve korkularını koyacaksa bu, yeni bir rezalet ve bir başka i’tizâldir; yok eğer dünya karşısında
geri çekilecekse böyle yapmakla kendini sıfıra irca etmiş olacak ve dünyanın
rezaletini belirtmenin imkânlarını
kundaklamış olacaktır.
Hayata karşı
sanatı öneremez çünkü kalkış noktası dirimdir. Sanatı yok sayarak hayatı
yüceltemez çünkü hayatı öğrenmedeki
tek aracı sanattır.” (Agy., s.1)
İsmet
Özel, bir zamanlar var olduğuna
inandığı, şiirin ne olduğunun farkına varan ve şairin neye yöneldiğinin
bilincinde olan bu “çevre”yi şöyle
anlatmaktadır: Şiiri
mihver kılan bu edebiyat çevresi, toplum yapısı göz önüne
alınırsa, hiç de egemen sınıfların bir birimi değildi. Şiir saygısını içinde barındıran bu çevrenin gelir
düzeyi
bakımından, devlet mekanizmasında tuttukları yer bakımından, toplumun geçerli
saydığı
üstünlükler bakımından
hiçbir ortak paydası yoktu. Gerçi bu çevreyi oluşturan kişiler bir çeşit aydınlardı ama onların aydın nitelikleri ne
öğrenim
kurumlarının onayıyla ne de bilgiç bir yetkenin vizesiyle belirginleşmişti. Hatta onlara aydın demek
bile
onları gerçek niteliklerinden uzak bir tanıma sokuşturmaya yarardı.(...) Şiirin saygısını üstün tutan
ve artık
başka renkleri,
başka biçimleri
nedeniyle görünemez olmuş
bu insanlara o sıralarda ‘çevre’ demek bile fazlaydı.
Çünkü tuhaftır, bu insanlar aynı yerde, aynı yaş grubunda, aynı kültürel eğilimde olmadıkları gibi,
birbirlerini
çoğunlukla
tanımazlardı bile. Ama tercihlerinde şaşılacak bir benzerlik, edebiyata bağlı ahlaklarında inanılmaz
bir ilke birliği
taşırlardı. Bir
evrak memuruyla bir aktörün, yatılı bir öğrenciyle bir tezgâhtarın dikkatlerini aynı
mısraya çevirdiklerini görmek, dostluklarını aynı şiir dolayısıyla pekiştirdiklerine tanık olmak
mümkündü. Bu
çevre bir insanın adamdan sayılmasının şiire verdiği yerle, şiiri sevme derecesiyle, şiire yaklaşma inceliğiyle
ölçüldüğü bir
çevreydi.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.10)
İsmet
Özel, “Ben şiiri
böylesi bir ortamda tanıdım” demekte ve şöyle devam etmektedir: “(Bu) ortam
Türkçenin henüz sevildiği
bir ortamdı. Belki bu sevgi yüzünden şiirin uyardığı birçok başka şey de seviliyor,
hayat karşısında
vekar ve sevecenlik elde tutulmaya çabalanıyordu. Bu çabaların boşuna olduğunu, o dönemleri
yaşamış hiç kimse söyleyemez. Şiir kendisini besleyenlere hizmet
eder, şiirden
beklenen yarar ne ise o elde
edilirdi. Yani bu insanlar iç dünyalarında belirginlik kazanmış değerlerden ötürü başlarını dik tutmayı, ucuz ve
bayağı değerlere dirsek çevirmeyi
bilirlerdi.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.11)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.11.
İsmet
Özel, “yaşayan (insan)
olmak”tan neyi kastettiğini
şu şekilde açıklamaktadır: “Yaşayan olmak, somut
yaşama alanında
kalmak, zorbaca benimsetilmek istenen kuralların dışında olmak demektir. Standart
ölçülerin
benimsenmesi, şiire
düşman olmak,
soyutlamaların yok edici bölgesinde erimek demektir. İçinde bulunduğu
durumu zihnen doğrulamaktan
başka çıkar yol
bulamayan insan, yani bütün imkânın yaşanmakta olandan
ibaret olduğunu
kabul eden ve bu kabulünü ‘tarihin akışı’, ‘objektifkoşullar', ‘insanhk ideali’, ‘tanrısal ilke’ gibi
soyut, baskıcı kavramlarla haklılaştırmak isteyen insan, yeryüzündeki bütün pislikleri
üzerine almaya
hazırlanmış,
bütün zorbalarla işbirliğine önceden razı olmuştur.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.50)
İsmet
Özel’in belirttiği “yaşayan” insanın özellikleri,
kendi varlık alanlarına yönelerek etrafındaki nesnelere ve
meydana gelen hadiselere karşı
duyarlı olan ve bu yönüyle hayatın anlamına dair endişe taşıyan insanı akla
getirmektedir. Ahmet İnam
da, hayatını bu türden bir yapı içerisinde kurgulayan insan için “yaşayan” insan
derken, tersi durumda olan insan için “yaşayıpgiden” demektedir. (Bu konuda geniş bilgi için bkz: Ahmet İnam,
“Kaygı Gülü Açarken”, Doğu Batı, S.6, Y.2, Şubat-Nisan 1999, s.73-91)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.56.
İsmet
Özel’in şiiri bu tarz
ele alışı, Kur’an-ı
Kerim’in “Şuarâ
Suresi”nin 224-227. ayetlerinde şairlerle
ilgili
olarak zikredilen durumla koşutluk
kurmaktadır. [Kur’ân-ı Kerim’de şair ve şiirden bahseden diğer sure ve
ayet-i kerimeler şunlardır:
Tûr Suresi, 30. ayet / Sâffât Suresi, 35- 36. ayetler / Yâ-Sîn Suresi, 69. ayet
/
Enbiyâ Suresi, 5. ayet]. Kur’ân-ı Kerim’in Şuarâ Suresi’nde şairlerle ilgili olarak şu ayet-i kerimeler
geçmektedir: “224- O şuarâ’ya
(şairlere)
gelince, onlara azgınlar uyar. 225- Görmedin mi? Gerçekten onlar (o
şairler) her
vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar
(da her türlü yalan ve çirkin sözü söylerler). 226- Ve doğrusu onlar,
yapmayacakları şeyleri
söylerler. 227- Ancak îmân edip Sâlih ameller işleyenler, Allah’ı çok zikredenler ve
kendilerine zulmedildikten sonra (şiirleriyle) intikamlarını alan (mümin şâir)ler müstesnâ!
Zulmedenler ise, nasıl
bir inkılab yerine (dünyadaki hallerinin zıddına) döneceklerini yakında
bilecek(ler)dir” (Hayrât Neşriyat İlmi
Araştırma Merkezi Meâl
Heyeti, Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001, s.375) Ayet-
i kerimede şiir
yazmasına müsaade edilen 3 gruptan sonuncusu olan "kendilerine
zulmedildikten sonra
(şiirleriyle)
intikamlarını alan (mümin şâir)ler” grubuna dâhil edebileceğimiz İsmet
Özel de şiiri, “baskıya,
zorbalığa karşı koyanların sesi; haksızlığa uğrayanların bir haykırışı” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.49) olarak
görmektedir. Şair, şiirin toplum içerisindeki
üstlenmiş olduğu bu işlevselliğine şöyle
dikkat çekmektedir: “Şiir
başkaldıranların,
haksızlığa uğrayanların sesidir, evet; şiir çoğunluğun kabullerindeki
hapishaneyi, herkesin
rahatlık duyduğu
değerlerindeki işkence aletini görebilme
ayrıcalığına
sahip insanların yakınlık duydukları bir
etkinliktir. Şiir
okumak bu büyük hapishanedeki kardeşlerin birbirlerinden haberleri olmalarına, işkenceye
birlikte direnmelerine yarar.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.50)
İsmet
Özel, şiirin toplum
içerisinde edinmiş olduğu yerin, “barbar”ın tuttuğu yere uygun düşeceğini belirterek
şunları öne sürmektedir:
“(...) barbar, medenilerin iletişim kurma yollarına da yabancılaşmıştır. Bir hak arama
dili olarak şiirin
modern dünyada tuttuğu
yer toplum ilişkileri
içinde barbarın tuttuğu
yere uygun düşer.
Her
ikisi de asıl söylenecek şeyin
söylenmekte olandan farklı olduğuna işaret
ederler. Şiir
yabancılığı
üstlenir, çünkü
geçerli dil ulaşılacak
hiçbir menzil bulunmadığı
görüşünü haklılaştırmak üzere
kullanılmaktadır. Barbar
yabancılığı
üstlenir, çünkü geçerli insan ilişkileri insan türünü şerefinden yoksun bırakmaktadır. Şiiri medeniler
anlayamaz, anlayacak olursa felce uğramaktan korkar. Barbarın niçin böyle davrandığını medeniler
anlamazlıktan gelir, anlama çabalarının kendi çürümüşlüklerini kabullenmek olduğunu bilir. Şiir bir ayağını
insan olma haysiyetine basarak yürümeye başlar, öteki ayağının basacağı yeri önceden kestirmek mümkün değil.
Barbar milk-i bekadan gelmiştir, nereye gideceğini Allah bilir.” (Barbarın Dili Şiir, Dergâh, C.I, S.6,
Ağustos
1990, s.1)
İsmet
Özel, şiirin gerçek
yerini, her şeye rağmen, toplum içerisinde
muhafaza etmek ve yaşatmakla
görevli olan
şairler için şunları belirtmektedir: “Şairsen sen de bir şeyin fazla, bir şeyin eksik olması gerek.
Fazla olan
toplumun olağan eğilimlerindeki çürütücü
özellikleri görebilecek kadar yukarıdan, üst kattan bakıştır. Eksik olan
toplumun uğradığı her belâdan etkilenecek
kadar aşağıda kalış, alta düşüştür. (...) Şairde fazla olan şeyle eksik
kalan şey türdeş değildir. Yine de her ikisinin
ortaklaşa bir
özelliği var:
Sanatçı ne eksiğiyle,
ne fazlasıyla toplum
ortalamasını gözetmez. Her zaman ortalamanın altında ve üstündedir.” (Bir Şey Fazla Bir Şey Eksik, Dergâh,
C.I, S.9, Kasım 1990, s.1)
Atilla Koç, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni
Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977, [söy.]
Şiirlerin
bir dünya görüşünün
kaynak metinleri olmadığına
işaret eden İsmet Özel, bu düşüncesini şöyle devam
ettirmektedir: “Hangi metnin bir dünya görüşünün kaynağı olduğunu söylerseniz, o metnin artık şiir olmadığını
söylemiş olursunuz.
Biz bir şiiri
herhangi bir dünya görüşü
sahibi olmak, ya da bir dünya görüşü içinde haklı
delillerle kendimizi beslemek için okumayız. (...) Benimsediği düşüncelerin şiirlerde ‘terennüm’
edilmesini
özleyen insan ne zavallıdır! Düşüncelerinin anlatım imkânını şiirlerin çerçevesine sığıştırmak yahut şiirlerde
düşüncelerini
seyretmek çaresizliğine
düşmüştür.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.31)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.30.
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.31.
İsmet
Özel, şairlerin bu
tutumunu şöyle eleştirmektedir: “Başka bir şey daha var: O da bazı şairlerin kendilerini
siyasi doğruları,
inanç soyutlamalarını savunabileceklerine inandırmış olmalarıdır. Ama ideolojik
doğrular her
zaman şiirin taşıdığı canlı işaretten daha aşağı düzeydedir. Şair başkasından öğrendiği doğruları savunmaya
kalktı mı, ya o doğruların
darlığında
tıkanacak ya da şiirin
vereceği asıl şey neyse onu feda edecektir.”
(Şiir
Okuma Kılavuzu, s.30)
Şair
Halkın Neyidir ?, Yeni Gündem, S.19, Nisan 1985, s. 35.
Şiir
Okuma Kılavuzu, Mavera, S.2, Ocak 1977, s.19.
İsmet
Özel, şiirin, özellikle
partiler tarafından kullanılıp, birer ideoloji olarak kabul edilmesine şöyle karşı
çıkmaktadır: “Sistemli veya sistemsiz, tutarlı veya tutarsız: varlığı siyasetin hedeflerine
ayarlanmış düşünce,
şiirin
kaynaklanacağı
bir kalkış noktası
olarak düşünülüyorsa
parti başından
kaybedilmiş demektir.
Çünkü
ideolojilerin doğruları,
şiirin doğrularının çok gerisindedir.
Bir başka tespit
de şairlerin
siyasi doğruları
savunabileceklerine kendilerini inandırmış olmalarıdır. Şiirin oluşurkenki zorlu ve coşkulu zihin dalgalanmaları
şaire pek düzayak
gelen düşünce
alanında da kolay yapılabileceği izlenimini getiriyor. Oysa belli bir düşüncenin
şiirde yansıyıp
somutlaşması, şiirin, o sadık kaldığı gerçekler ayarında
kalmasını zorunlu kılar. Bu sınırlar
içinde de şiir
kaçınılmaz olarak belâgate dönüşür.” (Agy., s.19)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.5.
Atilla Koç, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni
Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977, [söy.]
İsmet
Özel, özellikle “Evet, İsyan”
ve “Cinayetler Kitabı” adlı şiir
kitaplarında sıkça karşılaştığımız siyasi
terminolojinin ne şekilde
anlaşılması gerektiği ile ilgili şunları ifade etmektedir: “Şiir metin olarak karşımıza
geldiği zaman,
onu biz kendi seviyemizle değerlendiririz. Bizim seviyemiz, eğer ancak onu siyasi terminoloji
içerisinde kavramaya müsait olursa biz ancak o şekilde kavrayabiliriz. Eğer bizim seviyemiz, bu siyasi
terminolojiye alet ederek işaret edilmek istenen başka bir şeyi kavrayabilecek düzeyde, seviyede ise biz onu
kavramaya gayret ederiz. Şimdi
benim şiirlerimde
şüphesiz siyaseti
yakından ilgilendiren deyimler, terminoloji
yer almıştır.
Sözgelimi bir şiirin
adı Propaganda. Demek ki siyaset görünüşte dahi olsa şiirin adeta yapısını
oluşturur. (...)
Ancak, siyasi şuurumuzun
yücelmesi için şiir
bir âlet olarak kullanabiliriz. Yani bizim siyasi
alandaki olgunluğumuz
şiirle daha
yukarı bir seviyeye çıkabilir. Bu bakımdan ben her zaman siyasetin üstüne
üstüne gittim. Yani siyaseti adeta birinci problemmiş gibi vazettim. Yalnız şunu söylememe müsaade edin.
Benim
şiirlerimde
siyasi terminoloji aptallar içindir. Yani aptallar siyasi terminolojiye takılır
kalırlar. Zeki olanlar
siyasi terminolojiyi aşarlar.”
(Atilla Koç, Ags.)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.24.
İsmet
Özel, dilin kelime dolayısıyla insan hayatında almış olduğu
yere ve şiir dolayısıyla
da meydana getirdiği
etkiye şöyle işaret etmektedir: “İnsanoğlu anadilini öğrenirken kelimeler ve konuşmalar onun zihnine yalnız
anlamlarıyla girmezler, her kelimenin ve hatta her sesin işaret ettiği nesneye veya kavrama bağlı olan yahut
olmayan bir rengi, kokusu, tınısı, sertliği, yumuşaklığı, sıcaklığı,
soğukluğu ve burada sayamayacağımız, bizim
bilemeyeceğimiz
birçok özelliği
de kelimeyle birlikte insanın zihnine girer. Yada tersi olur, insanın içinde
hazır
bulunan bir rengi, kokuyu, ısıyı, her neyse işte onu bir ses, bir kelime kışkırtır, harekete geçirir.
(...) Kelimelerin,
çağrıştırdığı tatlardan öte, işaret ettikleri anlamlardan
öte insan hayatında bir yeri vardır. Sözler, yalnızca
mevcut oldukları için insanın içinde bir güven duygusu üretmişlerdir. (...) Sözler, söz
dizileri insanların
bebekliklerinden beri çok kendilerine has bir şeyler geliştirdikleri güvenlik alanını pekiştirirler. İnsanlar
mısralarda, şiirlerde
hiç kimsenin elinden alamayacağı bir yurt' bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven
duyar.” (Şiir Okuma
Kılavuzu, s.24)
İsmet
Özel’in dil’e ve dil’in şiir
içerisindeki kullanıma yönelik ileri sürdüğü fikirler, felsefe-dil dolayımında söz
konusu edilerek tartışılan
görüşleri akla
getirmektedir. Martin Heidegger’in, “dil varlığın evidir” aksiyomu, Jonn
Locke’un “ide” ve “sözcük” ilişkisine
dair öngörüsü burada ifade edilebilir. (Felsefe-dil ilişkisinin nerelere kadar
uzandığı ve dil’in taşımış olduğu anlam katmanları üzerine geniş bilgi için bkz: Taylan Altuğ, Dile Gelen Felsefe,
YKY, İst., Mart
2001, 248 s.)
Dil aracılığıyla meydana gelen şiirin, "kendini oluşturan öğelerin üstünde varlık
kazanan, yani insana ‘imkân’
tanıyan bir şey”
olduğunu belirten İsmet Özel, insanın özellikle şiirden kendisine yönelen
kelimelerle olan
ilişkisine şöyle işaret etmektedir: “Okuduğumuz mısra, işittiğimiz şiir kullanılan dile bağlı bir gerçeklik olmakla
kalmaz; kelimenin dışına
çıkar ve bizi kendi dışımızdaki
bir somutluğa
yerleştirir.
Artık dil olmayan bir
gerçekliğe intibak
etmek üzere ‘özneliiğimizden’ ayrılırız. Kelime kendisinden çıkar ve biz de
kendimizdeki
kelimeden çıkarız. Kelime kendi anlamının çevresindeki haleden ötürü bir yere
sahiptir, kelimenin yanı ve yöresi
vardır, bizim yanımız ve yöremiz vardır: İşte şiirin aşkın
vasfı da böylece belirginleşir.” (Şiir
Okuma Kılavuzu,
s.40)
İsmet
Özel, bu görüşünü şu şekilde devam ettirmektedir: “Renkle resmin
bağlantısını,
musiki ile sesin veya
tınının bağlantısını
belirtebilmeye gücüm yetmez, ama rengin ve tınının resim ve musikide tuttukları
yerin,
kelimenin şiirde
tuttuğu yerle
aynı yahut eşdeğerde olduklarını sanmıyorum.
Renk de, ses de sınırlı öğelerdir.
Prusya mavisi, bu rengi tanıyan herkesin üzerinde ittifak kurabilecekleri
sınırlılıkta algılanan bir renktir. Bir de
‘Prusya mavisi’ sözünü düşünün,
iki insanı olsun bu sözün anlamı üzerinde uzlaşmaya, anlaşmaya
vardırabilecek misiniz? (...) Şiir kelimenin bir belirti olmasının ötesinde başlayan bir şeydir. Renkleri sıcak ve
soğuk, sesleri
tiz ve pes diye ayırmak ve her birine birer simgesel değer yüklemek mümkündür.
Renklerin ve
seslerin gerçekten, insan için simgesel değerleri vardır. bu da onlara insanda bıraktıkları etki
bakımından bir
başka sınır
koyar. Oysa kelime ortaya çıkışını zaten bir simge olmaya borçludur.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.39-
40)
İsmet
Özel, kendi şiirsel
deneyimi içerisinde de çok önemli bir yeri olan “imge/imgelem” için 1964
yılında
kaleme aldığı “İmge ve Dizgin” (Evrim,
S.21, Eylül 1964, s.6) adlı yazıda şunları kaleme almaktadır: "Şiiri
simgeye değil,
imgeye dayanmış kabul
etmek, şiirin bir
kopya değil, bir
yaratılış olduğunu anlamakla kolayca
varılabilecek bir noktadır. (...) Şiir ortaya konurken üç evreden geçtiğini göz önünde tutuyorum.
Birincisi şiir
öncesi duyarlığı,
ikincisi duyarlığın
yarattığı imge,
üçüncüsü imgenin ozanın ussal ve eleştirel gücüyle sınırlanıp
şiirleşmesi. Bu evrenin sınırları
kesin değildir,
yer yer birbiri içine girmiş olabilir.” (s.6)
İsmet
Özel’in henüz 20 yaşlarındayken
kaleme aldığı bu
yazıdaki “imge” ile ilgili görüşleri,
şairin kendisinin de
“Böyle gizili bir akrabalıktan duyduğum hoşnutluğu
gizlemeye gerek görmüyorum.” (Şiir Okuma Kılavuzu,
Yeryüzü Yay., 1. bs., İst.,
Ocak 1980, s.75) diyerek ifade ettiği gibi, Dylan Thomas’ın imgeye yönelik fikirleriyle
benzerlik göstermektedir. (Dylan Thomas’ın imge ile ilgili görüşleri için bkz: Dylan Thomas, “Şiir Sanatı
Üzerine Notlar”, Şiir
Sanatı, çev: Murat Belge, S.9, Temmuz 1966, s.2-5)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.38.
İsmet
Özel, yine bu yazısında imge ile ilgili şunları belirtmektedir: “İmgelem, tanıdığımız biçimlerden yapılmış
bir yeni resim; bildiğimiz seslerin söylediği yeni bir şarkı; aşina olduğumuz yargılardan çıkan, yabancısı
olduğumuz bir
sonuçtur. İmgelem
bize ulaştığı zaman hem yaşadığımız bir anın sıcaklığını, hem de farklı bir
şeyle karşılaşmış olmanın serinliğini duyarız. Hemen belirtmek
gerekir ki şiirin
dili soğuk
olmaktan çok sıcak
olmaya yatkındır, yani şiir
onaylamanın güvenilir havasını, yeni bir kanıtlama alanına girmenin
ürpertisinden
daha çok taşır.”
(Age., s.38)
“İmge
ve Dizgin”, Evrim, S.21, Eylül 1964, s.6.
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.23-24.
“Şiir
Okuma Kılavuzu”, Mavera, S.3, Şubat 1977, s.47-49.
İsmet
Özel, şiirde ve düz
yazıda kullanılan dilin aynı olmadığına ve bunların arasında esaslı farkların
bulunduğuna ilk poetik
metinlerden bu yana değinmektedir.
Bu yazılardan biri olan “Mavera”daki, “Şiir Okuma
Kılavuzu”nun (S.3, Şubat
1977, s.47-49) ikincisinde şair,
şunları ifade
etmektedir: "Dilin şiirde aldığı
biçim
uzunca bir süredir şiirin
diğer edebiyat
dallarından farklılığını
belirginleştiren
bir ayraç olarak kabul ediliyor.
Şiirdeki di’’ ile
düzyazıdaki ‘di’’in farkını inkâra zaten kimse yanaşmıyor. Ancak, mesele şiirin düzyazıdan
farkının arızî mi, aslî mi olduğu noktasında düğümleniyor. Eğer şiiri
düzyazıdan ayıran özellikler: a) Dilin
yapısına yönelmiş değişiklikler (deformation
syntaxque), b) Vezin ve kafiyeye dayalı farklılıklar, c) Şaire ve
topluma has muğlak
ve batınî (esoterique) işaretler,
olarak görülüyorsa şiirin
düzyazıdan farkı arızî demektir.
Dolayısıyla bu engeller aşıldığı zaman şiir düzyazıya irca
edilebilecektir. Yok eğer
şiir düzyazı ile
varılması
mümkün olmayan bir özün biçimi ise, o zaman şiir düzyazı ile düzyazının farkı aslîdir ve
düzyazıdan beklenen
hiçbir görev şiire
yüklenemez. Bu durumda dil birinde ne ise ötekinde o değildir. ” (s.47)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.24.
İsmet
Özel dilin, yukarıda sayılan edebî türler içerisinde kullanılmasıyla, “müphemlikten
tamamen arınmış bir
dil
olmaya” yöneldiğini
ifade etmekte, bunun içinde düzyazının dili, gizemden arıtmaya gayret gösterdiğine dikkat
çekmektedir. Özel’in dilin farklı kullanımına ilişkin kaleme aldığı şu
satırlar, “su” kelimesinden hareketle yapılan
örnekle de, meseleye geniş bir
izah getirmektedir: “Bilim dilinde ‘su’ kelimesi geçiyorsa neden söz edildiği
nesnenin ölçülebilir özellikleriyle ortaya konulmaya çalışılır. Bilimde söylenen her şey onun ‘ağyarım mani,
efradını câmi’ tanımı esas alınarak söylenir. Dile gayri şahsi bir kimlik verilmek ve
muğlaklık
asgariye
indirilmek istenir. Ama yine de her zaman bilim dilinde nisbî bir muğlaklık, anlatılan ile
anlatılmak istenen
arasında bir mesafe olacaktır. Felsefe dilinde ‘su’ denildiği zaman ne denilmek, istendiğini filozofun ona
yüklediği anlamı
veya sistem içinde kelimenin yerini bilmekle kavramamız mümkün. Felsefede de
bilimde olduğu
gibi dil kesin anlamlı olmaya yönelmiştir, ancak kesinlik bilimde âlemşümul olmak isterken,
felsefede sistem
içinde kalmaya rıza gösterir. Şiirde ‘su’ kelimesi geçtiği zaman damladan ummana kadar geniş mesafeli bir
belirsizlik de göz önüne getirilmiş oluyor. Şiirde kelime, ne bilimde olduğu gibi tanımı üzerinde taşır ne de
felsefede olduğu
gibi düşünürün
yüklediği ile bağlıdır. Şiirde kelime bir varlık
kazanmıştır ve
Varlık’la temasa
methaldir. Bir başka
deyişle bilimde
dil kâinatın resmini çizmeye çalışır; felsefede kâinatın resmini değiştirmeye
(müdahaleye, yorumlamaya) çalışır; şiirde
ise dil kâinatın resmi olmaya çalışır. Şiirde dil ne işaret ettiği
nesneyle ne de şairin
niyetiyle bitişik
bir durumda kendini ortaya kor.” (“Şiir Okuma Kılavuzu”, Mavera, S.3,
Şubat 1977, s.47-48)
İsmet
Özel, dilin şiir dışındaki alanlarda kullanışının bir dünyayı belirginleştirmeye yarayacağına işaret ederken
şunları ifade
etmektedir: “Konusu yoktur şiirin, bu demektir ki dilde karşılığını gördüğümüz nesnelere
dayanarak bir yapı kurmaz. Kuruduğu yapı nesneleri bahane ederek dili açar. (...) Şiirin getirdiği dil düzene
girenin yanı sıra ele girmez olanı, fışkıranın içinde dumura uğramışı, canlıda yaşayan ölüyü gösterir. Şiirde
kelimeler dökülen şeyin
(kimileri bunu tema sanır) bize ulaşan şey olmadığını
bildiğimiz halde
döner döner o
kelimeleri okuruz.” (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.77)
“De la musique avant toute chose /De la musique encore et
toujours” Hereşeyden
evvel musiki, yine ve her
zaman musiki” şeklinde
Türkçe’ye çevrilen bu söze ilişkin
İsmet Özel, 10 yıl sonra
yazdığı “Nağme Değil,
Mûsikî” (Dergâh, C.I, S.10, Aralık 1990, s.1), adlı yazısında şunları kaleme almaktadır: “(...)
Şair ‘her şeyden
önce musiki’ diyerek başlattığı Şiir Sanatı’nı ‘ve artakalanın
hepsi edebiyat’ diye bitirir. Şairden edebiyat
yapmasını bekleyemeyiz yani. Şairin bize bir nağme terennüm etmesi bir şey değildir.” (s.1)
Şair,
yine bu konuyla ilgili, “musiki ve onu mümkün kılan sanatlı sözler şiirin belkemiğini teşkil etseydi, tıkanık,
ayrıntılardan kurulu Divan Edebiyatı’nı şiir için vazgeçilmez saymamız gerekirdi.” demekte
(Şiir Okuma
Kılavuzu, s.41) ve 10 yıl sonraki metninde bu konuya tekrar dönmektedir: “Divan
Edebiyatı içine doğduğu hayat
dolayısıyla bir şeydi.
Divan şiiri onu
kabul eden zihin yapısı içinde bir iletmeyi mümkün kılıyordu. Ne zaman ki
Divan şiirini yaşatan yaşama biçimi ortadan kalktı, o
zaman Divan edebiyatının tıkanıklığından söz etmek
mümkün olabildi.” (“Nağme
Değil, Mûsikî”, Dergâh,
C.I, S.10, Aralık 1990, s.1)
Atilla Koç, “Sanatın Temelinde Olan Ben Neyim Sorusudur”, Yeni
Devir Gzt., Y.1, S.26-27, 19-20 Nisan
1977, [söy.]
İsmet
Özel, sanatın insan hayatında “doğrudan kavrayış”la
aldığı yerini şu şekilde açıklamaktadır: “Doğrudan
kavrayış,
kuralları bilinen anlama ve akıl yürütme yollarının ötesinde bir ‘edinme’
yoludur. Sanat dışındaki
düşünme
alanlarında, zihin çabalarından herhangi bir şeyi kavramak için adım adım bazı bağlantıların,
ilişkilerin
evrelerinden geçilir, öğeler
arasındaki ilgi dolayısıyla bir ‘doğru’ kavranılır. Sanat ise adım adım
kavranabilen, açıklamalar yoluyla yaklaşılabilen bir doğru sunmaz insanlara. Bütün ince işlere, yıllar süren
sanat çalışmalarına
rağmen sanat
temas edildiği
anda ortaya çıkan ve hiçbir zaman bazı aracılar
gerektirmeyen bir etki ile insan hayatında yer eder.” (Şiir Okuma Kılavuzu, s.45)
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.46.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.24.
İsmet
Özel, sanat eserinin, sanatçıyı ele vermek ve ifşâ etmek için meydana getirilmediği fikrini, şu cümleleriyle
temellendirmekte ve sanat eserinin mahiyetine ilişkin şunları
belirtmektedir: “Eğer
sanat eseri bir hünerden
ibaret olsa idi biz sadece o hüneri tanıyacak ve temas kurduğumuz üründen dolayı kendimizi
yoklama
girişiminde
bulunmayacaktık. Sanat eseri sanatçının ‘tausühğmı’ değil, ‘niçinliğini’ düşündürür ve ifşa edilen bir
şey varsa o bizim
de kendimizin, kendimize, kendimiz hakkındaki ifşaatını içine alır.” (Waldo Sen Neden
Burada
Değilsin?, s.24-25)
“Sanat eserlerinin iki sahibinin birden olamayacağına” dikkat çeken İsmet Özel, bu görüşünü şu şekilde devam
ettirmektedir: “Sanat eseri keşfedilmek üzere bir yerde bekliyor değildir. On yedinci yüzyılın
son çeyreğinde
Leibniz ve Newton birbirlerinden habersiz infmitesimal hesaplamayı bulmuşlardı. Sanat alanında böyle
yakınlıklar gerçekleşmemiştir. İngiliz tarihinin bir başka Cromwell ortaya
çıkarabileceğini
düşünebiliriz,
ama
İngiliz
edebiyatının bir başka
Milton vereceği
söylenemez. Kolomb yeni bir kıta bulduğunu bilmeden öldü.
Sanatçıların başına
böyle kazalar gelmez. Kısacası sanat gayri şahsi kılınamaz.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin ?, s.16)
Mustafa Alp Dağıstanlı
/ Melih, Şabanoğlu, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı
Ekarte
Etmeliydi”, Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.58, [söy.]
İsmet
Özel, kendisiyle yapılan bu söyleşide, yine sanat üzerine şunları dile getirmektedir: “Sanat dediğimiz şey ne
menem bir şeydir
ki, insanlar için farklı bir dünya kuruyor olsun. Neden yaşadıklarımızla örtüşmeyen bazen
görsel, bazen zihni, bazen işitsel bir dünya var? Acaba insanların öznel yapıtları mıdır sanat
dediğimiz şey?
Yoksa sanatla birlikte algılarımızın ötesindeki bir dünyaya mı adım atıyoruz?
Ki bu yüzden sanatçıların herkes
gibi algıladığımız
hayatlarının dışında,
eserleri dolayısıyla algıladığımız ayrı bir hayatları olduğunun farkına
varıyoruz. Acaba yazmakla yaşamak birbirine zıt uğraşılar mı, yoksa biri öbürünün gölgesi ya da türevi mi?
Bence yazmak işi
yaşamanın
kaçınılmaz bir uzantısıdır.” (Ags., s.58)
İsmet
Özel, “Intellect” kelimesinin anlamını şu şekilde
açıklamaktadır: “Intellect” kelimesine TDK’nun önerdiği
karşılık
‘anhk’tır. Eskiden ‘müdrike’ denirmiş. Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen, bilgi yetileri
basamaklamasında akıldan bir alt basamağa konulan düşünme ve bilme yetisi. Bu yeti: a. kavramlar,
kurallar,
kategoriler, açık, somut düşünceler yetisi olarak; b. ayırma, çözümleme, soyut düşünme yetisi olarak; c.
kılgılı
(pratik) yönden planlar yapan yeti olarak düşünülüyor. / TDK, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Bedia
Akarsu” (“Şairler
Intellectin Pençesinde”, YazkoEdebiyat, S.18, C.3, Nisan 1982, s.97)
İsmet
Özel, “Demokrat -O- Federal Şiircilik
Ltd”, Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.13-14.
“Sanat Soruşturması”,
Ant, Yöneten: Osman S. Arolat, Katılanlar: İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Süreyya
Berfe, Özkan Mert, S.153-154-155, 2-9-16 Aralık 1969.
İsmet
Özel’in şiire dair ifade
ettikleri dolayısıyla en çok eleştirildiği nokta “II. Yeni Şiiri”ne yönelik, özellikle
“Ant” dergisinin “Sanat Soruşturması”nda
ve “Halkın Dostları” dergisinin ilk sayısında kaleme aldığı “Tanrı
Mezarını Isıtsın” (S.1, Mart 1970, s.7) adlı yazısında yaptığı tespitleri nedeniyledir.
Halkın değerlerini ön
plana
alma endişesiyle II.
Yeni’ye yönelik yapılan bu tespitler, şairin 1980 yıllardan itibaren yazdığı yazılarda gelişerek
farklı bir düzleme taşınır.
Fakat bu dönemde de bu açılım dolayısıyla eleştirilen Özel kimilerince, önceden yerdiği
II. Yeni’yi bu sefer modern Türk şiirinin kaynağı
olarak göstermekle suçlanır. Yine şair, değişik dönemlerde
yazdığı poetik
metinlerinde Türk şiiri
ve şairleri hakkındaki
tespitlerini örneklememekle ve öne sürdüğü
yargılarını temellendirmemekle eleştirilmektedir. Şairin
kaleme aldığı poetik
metinler ve yazdığı şiirler dolayısıyla
tenkide uğradığı bir başka nokta da, müslüman dünya
görüşüne bağlandıktan sonra değiştirdiği
iddia edilen “dili”
ve “kelime dünyası”yla ilgilidir.
İsmet
Özel’e yönelik yapılan bu eleştiriler
için bkz:
Cemal Süreya (Seber), “Dergiler Arasında/Halkın Dostları”,
Papirüs, S.44, Mart 1970, s.53-56.
Selim İleri,
“Eleştiride
Düzey Ve... “Halkın Dostları”, Yeni Edebiyat, S.11, Eylül 1970,
s.24-25.
Akif Kurtuluş,
“Hangi Dünyaya Kulak Kesilmişse Öbürüne Sağır”,Yarın, S.6, Şubat 1982, s.29-31.
Asım Bezirci, “Bütün Çiçekleri Ezme Canavar Dedirtme Kendine”,
Yazko Edebiyat, C.4, S.24, Ekim 1982,
s.112-117.
Mehmet H. Doğan,
“Evet İsyan’dan
Sünnî Şaire”, Adam
Sanat, S.57, Ağustos
1990, s.18-26.
“Demokrat -O- Federal Şiircilik
Ltd”., Sanat Olayı, S.13, Ocak 1982, s.12.
İsmet
Özel, bu “atılım” üzerine şunları
kaleme almaktadır: “Bu atılımın ‘akmt’ olarak değeri sıfıra indirgendi
çoktan, ama tek tek şairlerin
kurup geliştirdikleriyle
oluşan özsu uzun
süre ülke şiirini
besledi. Yirmi yıldır Türk
şiirinde ‘atdım’
yok. Bu süre içinde şiire
can katmış olanlar
ne verebileceklerse verdiler. Kendi çemberini kapattı
onlar. Şimdi
gençlerden söz ediliyor. Niçin genç oldukları, hatta niçin ‘oldukları’ herkese
(kendilerine bile) bir
muamma olan gençlerden.” (Agy., s.12)
Yine şair,
kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide “1954 - 1959” tarihinin
önemi ve bu tarih aralığını
bilinçli
olarak kullanmasıyla ilgili olarak şunları belirtmiştir:
“Her şey
birbiriyle bağlantılı.
Ben diyorum ki Türk şiiri
modernleşmesini
1954-59 yılları arasında tamamladı. Bu tarihleri şuna göre söylüyorum: 1960 ihtilâlinin
olmaması. 1960 dersem, o tarihte bitti iş. 1954 yılını da ortaya konan şiirler ile. Bir de Demokrat
Parti 1950 de
iktidarı devraldı. 1954’de de ikinci kez kazandı. Bu önemli bir değişim, hasbelkader bir iktidar
değişikliği
değildi. Türk
Milleti bu değişikliği onayladı demek ki. Çünkü
1950’de Cumhuriyet Halk Partisi seçimi kaybetti.
Demokrat parti bir şey
kazanmadı. 1950’de Cumhuriyet Halk Partisinin karşısına kim çıkarsa çıksın o
kazanacaktı zaten. Ama 1954’de seçimin CHP’nin oylarını iyice azaltması
Türkiye’de bir şeylerin
olduğunu
gösteriyordu. Şiir
de bu şartlarda
modernleşmesini
gerçekleştirdi
ama tamamladı da. Tanzimat’la başlayan
değişim noktayı koydu o zaman.”
(Ags.)
“Demokrat -O- Federal Şiircilik
Ltd.”, s.13.
İsmet
Özel, bu “ideolojik yönseme” sonucunda meydana gelen şiir ortamını şöyle anlatmaktadır: “Şairler kendi
işlevlerini ancak
hiçbir ‘düşünsel’ metnin yüklenemeyeceği ağırlıkta bir sorumluluğu omuzladıkları zaman
yerine getirebileceğini
ileri sürseler, karşılarındapolitik-felsefi-bilimsel
bir cephenin kurulacağını
ve bu cephenin
tehditkâr bakışları
altında soğuk
terler dökeceklerini biliyorlar. Çünkü şairler son 20 yıldır, görünürdeki
şairliklerini bu
politik-bilimsel-felsefi cephenin siperlerini tahkim ederek elde edebildiler,
ya da elde tutabildiler.
” (Demokrat -O- Federal Şiircilik
Ltd., s.14)
“Demokrat -O- Federal Şiircilik
Ltd.”, s.14.
İsmet
Özel, bu “büzülme” sonucunda “asalaklaşan” Türk şiirinin
“atılımdan yoksun bir ortamda yalınkat
olumlamalar ve değillemeler
düzeyini aşamadığı, okuyucuya yeni bir kavrayış alanı sokamadığı, toplumun
kavrayış tarzını
sorgulama gücünü gösteremediği
ve önceden çiğnenmiş sakızları ağzında gevelemekten fazlasını
yapamadığı halde” nasıl
olup da geçerliliğini
koruduğunu şöyle izah etmektedir: “Bugün
Türk şiirinin
varlığı
saymaca (itibarî, conventional)dır. Şairler şair oldukları, yani okuyucularında bir karşılık buldukları,
okuyucuları için vazgeçilmez açılımların başlatıcıları oldukları için değil, ‘filancalardan biri’
oldukları için
geçerliliklerini koruyorlar. Her ‘filancalar kümesi’ kendi birimini gümrük
duvarıyla korumaktadır. Metni
yazanın ‘bizden’ olup olmaması onun gümrüğümüz koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağını
belirler.” (Agy., s.14)
“Şairler
Intellectin Pençesinde”, s.97-107.
İsmet
Özel, alıntı yaptığımız
yazısını 1982 yılında kaleme aldığı için, fikirlerini son yirmi yılın şiir ortamından
hareketle ileri sürmektedir. Biz yukarıdaki metinde “son yıllarda” ifadesini
bilinçli olarak kullandık. Çünkü şair,
yaklaşık 25 yıl önceki şiir ortamına dair düşüncelerini bugün de taşımakta, aynı fikirleri yine
ileri sürmektedir.
Buna örnek olarak İsmet
Özel’in 15 Ocak 2006 tarihinde Kürşat Oğuz
ile yaptığı söyleşi gösterilebilir. Şair,
Oğuz’un sorduğu “Takip ediyor musunuz genç şairleri” şeklindeki sorusunu “Bir
dönem takip ettim ama
ümidim kırıldı. Yazdığı
dilin sorumluluğunu
üstlenme gücünde şair
çıkmadı.” diye cevaplandırmaktadır. (Kürşat
Oğuz, “Hayatımı
Verdim Şiirimi
Aldım”, Akşam
Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18)
Ayrıca Özel’in Türkiye’deki edebiyat ortamının durumu ile
ilgili ileri sürdüğü
görüşleri için yine Kürşat Oğuz’la
yaptığı şu söyleşiye bkz: Kürşad Oğuz “Edebiyat Tanpınar’a Geriledi”, VatanKitap,
Y.1, S.2, 14 Temmuz
2006, s.16-19.
Yine İsmet
Özel’in, kendisiyle yaptığımız
söyleşide “Şiir Okuma Kılavuzu” ile
ilgili sorumuza verdiği şu cevap
bu çerçevede de değerlendirilebilir:
“İnsanlar halen şair
kabul edilmek derdiyle uğraşıyorlar. Hiç kimse, “Beni
şair saysalar da
saymasalar da yazılacak olan budur” diye bir yol tutturmuş değil. Dikkat etmiyor musunuz
buna. Türkiye’de genç ya da yaşlı herkes kabul edilebilirlik alanı içinde şiir yazıyor. Ve
reddedilmekten
korkuyorlar. Hâlbuki şiir
tam tersine, önce reddedilen sonra ister istenilmez kabul edilen bir metindir. Şiir bu
güne kadar hep böyle olmuştur.
Önce “Bu nedir böyle” dedirtmiş, sonra “Ha buymuş” dedirtmiştir.
Bu
Shakspeare için de böyle Baudelaire için de böyledir” (Ags.)
“Şairler Intellectin
Pençesinde”, 100.
İsmet Özel, “Şairler Intellectin
Pençesinde” adlı metninde öne sürdüğü “şair-şiir-intellect” sorunsalına,
modern
şiir perspektifinden yaklaşmakta ve önermelerini, “Modern şiire varan yolun ilk durağında Divina
Commedia’nın
bulunduğunu
söyleyebiliriz” (s.98) diyerek, Dante’nin “İlahi Komedi” adlı eserinden hareketle
dikkatlere sunmaktadır. Özel, şairin
“ilk defa bu eserde evrenle olan alışverişinin
bilincine, dili bu alışverişin içine
sokarak” vardığını ifade
eder ve şairin, şiir aracılığıyla anlamlandırmaya çalıştığı evren dolayımında, şiir sanatının
açıklığa kavuşması bakımından çok önemli
olan şu görüşlere işaret eder: “İnsanın evrenle olan alışverişi, gerek
bir çatışmayı
gerekse bir uyumluluğu
dile getirmek üzere bütün insan faaliyetlerinde belirgindir, ama şiir, içinde
şairin de bulunduğu evreni oluşturan birimlerin berisine
çekilerek sorulan soru ile doğar. Şairin
eseri evrene
karşı konulmuştur. Bu durumundan ötürü şiire bir ‘karşdık’, bir
‘cevap’ dememiz gerekirdi. Ne var ki cevap,
şiddeti ne olursa
olsun edilgin bir tavrın uzantısıdır. Şiir ise evrene karşılık olurken, evrende gedikler açar.
Şairin sorduğu soru yani şiir bir uyumsuzluğun vurgulanmasından başka bir şey değildir. Öteki insan
etkinliklerinde ise insanoğlu evrenle uyumunu arar. Böylece doğan koşullara bir cevap hazırlamış olur. Şair
merak eder, araştırır
ve sorar. Şiir
dediğimiz araştırma ve sorgulama yolunun
açılmasını gerekli ve zorunlu
kılan ortam, evrenin nesnel ve somut bir gerçeklik olarak insan teki için
anlamını yitirdiği
bir ortamdır. İnsan
teki fiilen yürürlülükte olan dünya düzeni ile, ilişkiler zinciri ile bağlantısını anlaşılır kılamamakta, dünyaya
uyduğu zaman
dünya görüşüne
sırt çevirmek, dünya görüşüne
sadık kaldığı
zaman ise dünyadan kopmak
zorunda kalmaktadır. Evrenin kavranılışı ile gerçek zıtlık içindedir. ” (Agy., s.98-99)
“Şairler Intellectin
Pençesinde”, s.100.
İsmet
Özel, öz’den yoksun olarak ortaya çıkarılan bu türden bir şiirin etkisini
“ispirtizma”nın etkisine
benzetmekte ve bu görüşünü
şu şekilde devam ettirmektedir: “Güzel
söz sanatı olarak şiirin
etkisini
ispirtizmanın etkisine benzetmek büyük yanlış sayılmaz. Yeni Dünya’da şair sahneye çıkmıştır ama programını
bitirip yerini kendi cinsinden bir başka göstericiye bırakacaktır. Programı süresince size
çok nefis dakikalar,
saatler yaşatabilir,
ama bunu sizi avutarak yapacaktır. Daha sonraları modern şiirin size bir dünya vererek
yaptığı uyarıcı
etkiyi yaratmaktan uzaktır.” (“Şairler Intellectin Pençesinde”, s.104)
İsmet
Özel, “bir edebiyat türü olarak şiir”den
şöyle söz etmektedir: “(...)
sakat bulduğumuz
yaklaşım şiirin
‘manzumeleştirilmesi ’ ve söz sanatları aracılığıyla bazı doğruların aktarılabileceğine inanılmasıdır. Kelimenin
en kötü anlamıyla edebiyat yapılmaktadır. (...) Bu yüzden bir şiirde yer alan yargıların doğru veya yanlış
olduklarına, bizim düşüncelerimize uygun düşüp düşmediğine
bakarak bir metne şiirdir,
şiir değildir dememiz
söz konusu değil.”
(“Şairler Intellectin
Pençesinde”, s.104)
‘Ethos’ ve ‘Pathos’ kelimelerini, Aristotales’in “Retorik”
adlı eserinde, insanlara bir şeyi
anlatmak için tercih
edilen ikna yollarından ikisi için işaret ettiği
şekliyle kullanıyoruz.
Aristoteles’e göre ‘ethos’ insanın düşünsel
yanından çok ahlâksal yanını temsil eder ve insan karakterlerini betimler.
Günümüz toplum bilimlerinde ise ethos,
bir kültürün, topluluğun
ya da toplumun kendine özgü niteliği; ruhu ya da tini anlamında kullanılmaktadır.
‘Pathos’ ise konuşmacının
izleyicisinin duygularına hitap edebilmesi için sahip olması gereken erdemler
bütünü
ve merhamet, sempati gibi his uyandırma yeteneğidir. Bu ikna yollarından üçüncüsü de ‘Logos’tur. Bu
kelime,
akıl ve söz anlamında kullanılır. Aristotales’e göre bir insanı ikna etmek için
üçüncü bir yol olarak aklın ve sözün
ustalığı kullanılır. (Bu
konuda geniş bilgi için
bkz: Aristotales, Retorik, YKY, çev. M. H. Doğan, İst., Eylül
2000, 293 s.; Sarp Erk Ulaş;
A. Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ümüt Hüsrev Yolsal, Felsefe Sözlüğü,
Bilim ve Sanat Yay, Ank., 2002, 1728 s.)
İsmet
Özel de şiirin, retoriğin yukarıda ifade edilen
yollarını deneyerek, “yöneldiği eksen doğrultusunda
eylemlerle bağlantısını
ya ethos ağırlıklı
olarak veyapathos ağırlıklı
olarak” kurduğunu
ileri sürmektedir. (Şiir
Okuma Kılavuzu, s.58)
İsmet
Özel, “Modern Türk Şiirinin
Savunması”, Parşömen, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Edebiyat Kulübü Yay.,
C.2, S.1, İstanbul, Güz
2000, s.28-40.
İsmet
Özel, Türklerin veya Türkiye’nin modernliğe olan katkısı nedir? Sorusunun zihninde nasıl ortaya
çıktığını
şöyle ifade etmektedir: “Berlin'de
bir panel dolayısıyla bulunurken, bizi, Türkiye’den giden insanları,
öğrencileri arsında
çok Türk çocuğu
bulunan bir okula, okulun öğretmenleriyle görüşmeye çağırdılar. O
toplantıda, ister istemez, düzenlenen panel dolayısıyla, Laik-İslamcı ayrımı Türkiye’den
gelenler arasında var
gibiydi. Laik' adı verilen kesimin temsilcileri sayılabilecek isimler
modernlikten söz etmeye başlayınca, Alman
öğretmenlerden
birisi araya girip şöyle
bir soru sordu; Tüırklerın veya Türkiye’nin modernliğe katkısı nedir?’
Bu soru orada bulunan herkesi çok şaşırttı ve ben o zaman içimden modern Türk şiirinin, modernliğe
Türkiye’nin yaptığı
katkı olduğunu düşüncesini geçirdim.”
(“Modern Türk Şiirinin
Savunması”, Parşomen,
İstanbul Bilgi
Üniversitesi Edebiyat Kulübü Yay., C.2, S.1, İstanbul, Güz 2000, s.28)
“Modern Türk Şiirinin
Savunması”, s.28.
İsmet Özel, gerek düz
yazılarında gerekse şiirlerinde
oluşturduğu anlam dünyasıyla, modern
dünyanın insanı
yabancılaştırıp
kendinden uzağa fırlatan
bir yapı içerisinde olduğuna
işaret eder ve bu türden
bir “modernite”yi
olumlamaz. Müslüman dünya görüşünü
bağlandıktan sonra
kaleme aldığı “Üç
Mesele”(7. bs., Şûle
Yay.,
(1.bs.,Çıdam Yay., Haziran 1976), 1998, 164 s.) adlı kitabında da bu düşüncesini kuramsal bir çerçeve
içerisinde
ortaya kor. Şair, modern
Türk şiiri söz konusu
olduğunda modernliğin ne şekilde savunulacağını ise şöyle
belirtmektedir: “Eskiler ve modernler arasındaki tartışmada, eskilerin savunduğu tez, Greko-Romen
medeniyetinin ürettiği kültürel değerler aşılamaz, dolayısıyla en fazla modern çağda bu değerlerin paralelinde,
taklidi olabilecek ürünler verilebilir idi. Modernler ise diyorlar ki, ‘Hayır,
insan daha üretken bir yaratıktır.
Elbette Greko-Romen medeniyetinin yaptıkları önemli, değerli, hesaba katılır şeylerdir ama biz pekâlâ bu çağda
onların yaptıklarından daha önemlisini yapabiliriz; insanın imkânları, insanın
üretkenlik ve yaratım gücü eski
çağın
verimleriyle donmamıştır’
tezini savunuyorlar. Ve modern, böyle bir yaklaşım olarak, o günden bu güne
edebiyatta varlığını
koruyor ya da gücünü berkitiyor. Bu manada, modernliği bir açılım olarak kabul
etmek
şartıyla
savunabiliriz. Yoksa modern, dünyanın doğuşuyla birlikte insanlığın başına salınan belaların
savunulması değildir.”
(Agy., s.28)
[İsmet
Özel’in şiirlerinden,
modern dünyanın çıkmazları içerisinde sıkışıp kalan insan “ben”inin aldığı durumun
yansıması ile ilgili bilgi için bu çalışmanın, “3.1.3.2. Modern insanın en büyük açmazı
olarak ölüm” ve “3.1.7. Devam
eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi” adlı bölümlerine bkz.]
“Modern Türk Şiirinin
Savunması”, s.29.
İsmet
Özel, kendisiyle yapılan bir söyleşide yine bu konuyla ilgili olarak ve “eski edebiyatımızdan,
divan şiiri,
halk şiiri vb.,
nasıl yararlanabiliriz?” şeklindeki
bir soruya şöyle cevap
vermektedir: “Önce Türk şiirinin
geleneksel yapısını muhafaza etmeyişiyle Türk toplumunun geleneksel yapısını muhafaza
etmeyişi arasında
tabii
bir bağ olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’de
niçin Divan Edebiyatı’nın uzantıları yaşasın ki, eğer Divan
Edebiyatı’nı mümkün kılan hayat yoksa? Böyle bir şey yapmaya çalışmak çok züppece bir heves olabilir ancak.
Şimdi mesela,
halk dediğimiz
zaman aklımıza heybeli, çarıklı insan gelmesi artık mümkün değil. Bugün halk
edebiyatı demeyeyim ama halk sanatı bir bakıma belki avami şeylerde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.
(...) Eğer
oluyorsa, mesela birisi bize bir edebiyat ürünü ortaya çıkarmışsa ve bu da hakikaten hem
bizi
bugünün insanları olarak çok ilgilendiriyor, hem de geleneksel dediğimiz ürünlerle bağını kurabilmişse onu
artık çağdaş bir edebiyat ürünü olarak
gerektiği yere,
layık olduğu yere
yerleştiririz.
Ama ben geleneksel
değerlerden
yararlanmanın bir gereklilik, ideolojik tutumun kılıfı, tezahürü gibi
sunulmasının yakıştırma
bir şey
olduğuna
inanıyorum. Bunu olumlu bir şey saymıyorum.” (Şaban Abak / İhsan
Işık, “İsmet Özel’le Şiirimiz
Çevresinde”, Mavera, Y.11, S.313, Kasım 1987, s.26)
İsmet
Özel, bu konuyla ilgili olarak “Özgürlük İçin Şiir”
adlı yazısında da şunları
kaleme almaktadır: “Türk şiiri,
Osmanlı düşünme
tarzıyla kaim bir ritmi, Batı dünyasıyla şöyle veya böyle ilişki kuran zihnin meşguliyet alanı
içinde tüketti. Tanzimat’tan bugüne esrarengiz temasın bütün imkânı, bütün
hazzı,, bütün azabı
bitti.” (“Özgürlük İçin
Şiir”, Dergâh,
C.I, S.1, Mart 1990, s.1)
Şiiri,
“hatırlanan ve seçkinleştirilen ve kendisine günlük dilin kullanımında farklı bir yer
ayrılan şey”
olarak
kabul eden İsmet Özel,
modernist şiirin ne olduğunu anlatmak için verdiği örnek bir hayli ilgi
çekicidir:
“Fantastik bir benzetmeyle, modernist şiiri anlatmak istiyorum. Modernist şiir şöyle bir şey olsa gerek: İki kişi
yan yana yürüyorlar, bir merdivenden çıkıyorlar ya da bir merdivenden
iniyorlar. Bir tanesinin ayağı kayıyor,
paldır küldür merdivenlerden yuvarlanıyor. Düştüğü yerde yarı baygın halde. Arkadaşı -yanındaki-
omuzlarından sarsarak, ‘Bir şeyle söyle, bir şeyler söyle’ diyor. O, travmaya maruz kalmış olan, gözlerini
aralıyor, bir şeyle
söylüyor: İşte o
söylediği şiirdir. Ama dinleyen de şiir okuyucusudur. O dinleyen,
onun ne
dediğine dikkat
etmez, çünkü o bir şeyler
söylemesini istiyordur. O anlamda şiirde belli bir insanlık durumunun
ifadesi birinci plândadır. Ama merdivenden paldır küldür yuvarlanmış birinin söylediği, yani dünyanın halinden
etkilenmiş,
olumsuz etkilenmiş birinin
söylediği bir şeydir bu ve böylelikle bir
yer sahibidir hayatımızda.” (Agy.,
s.29)
“Şairleri
Affedebiliriz”, Dergâh, C.I, S.2, Nisan 1990, s.1.
İsmet
Özel yine bu konuyla ilgili olarak, modern Türk şiirinin kaynağına, bir konferansında “Logos”u da
eklemektedir. “Akif Paşa-Sadullah
Paşa” çizgisinin ‘Logos’
yoluyla şiir üretme
çabasında olduklarını ileri süren
şair, “Ethos” ve
“Pathos” ağırlıklı gelişen şiir çizgisinin “Fikret-Akif-Nâzım” ve “Yahya
Kemal-Ahmet Haşim”
öncesini ise şöyle değerlendirmektedir: “Divan
Edebiyatı terk edilip batı edebiyatı tercih edildiğinde bize bugün
garip gelecek bir şekilde
Türkiye’de eli kalem tutan ve “yeni bir kültür üretirsek millet olarak varlığımızı devam
ettirebiliriz” diye düşünen
insanlar retoriğin
bu yollarını deneyerek yeni edebiyat kurmaya çalıştılar. Akif Paşa
Tanzimat öncesinde ve Tanzimat sırasında Sadullah Paşa, “Logos” yoluyla bir yeni şiir üretme çabası
gösterdi. Namık Kemal, Ziya Paşa gibiler “Ethos” yoluyla yeni bir şiir kurma çabası gösterdiler. Recaizade,
Abdülhak Hamid gibiler de “Pathos” yoluyla bir yeni şiir kurma çabası gösterdiler.
Bu dönem, emekleme ya da
iki medeniyet arasındaki tercihte rastlanılan zorluklar, esasların fark
edilmesi, tereddütler, sallantılar
dönemiydi. Ve “Bu sahip olduğumuz dille Avrupai edebiyat yapabilir miyiz” sorusu Tanzimat
Edebiyatı
sırasında muallakta bir soru idi. Ama hemen Serveti-Fünun’la, yani bir bakıma
Tevfik Fikret’le beraber bu
mesele aşıldı.
Hem Ethos yoluyla Avrupai edebiyat yapılabileceği hem Pathos yoluyla Avrupai edebiyat
yapılabileceği
(Cenap Şehabettin
Pathos kanadını, Tevfik Fikret Ethos kanadını temsil ediyordu) sarahaten
görüldü. Çok kısa bir zamanda bu dil, bu lisan, dünya ölçüsünde bir şiir kurmanın imkânını
gösterdi, bu
imkânın varolduğunu
gösterdi ve kanıtladı. Böylece Türk şiirinin modernleşmesine doğru giderken bir Ethos
kanalı kullanıldı. İşte
bu, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet kanalıdır; bir de Pathos kanalı
kullanıldı. O
da Cenap Şehabettin,
Ahmet Haşim,
Yahya Kemal kanalıdır.” (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire
Borçluyuz”, ‘Of Not Being A Jew’ Adlı Şiir Kitabının Tanıtım Toplantısı, Cemal Reşit Rey Konferans Salonu,
İst., 31 Aralık 2005)
“Şairleri
Affedebiliriz”, s.1.
İsmet
Özel, ethos ağırlıklı
oluşan çizginin “yeri,
zamanı, insanı yoğurmayı
gözeten” bir çizgi olduğunu
belirtmekte ve şunları
kaleme almaktadır: “Fikret-Akif-Nazım çizgisi, hamurun mevcut olduğuna, milletin
dinamizminin şiire
ilişkin değerleri besleyip büyüteceğine inanırlar. Kararlara doğrudur bu şiir. Bu şiiri önemli
ve değerli kılan
kararların neler olduğu
değil; kararlılığın olduğudur.” (Agy., s.1)
“Şairleri
Affedebiliriz”, s.1.
İsmet
Özel, pathos ağırlıkla
oluşan bu çizginin bir
diğer özelliğine şöyle dikkat çekmektedir: “Yahya Kemal ve
Ahmet Haşim’in
temsil ettiği şiir çizgisinde estetik yapı
dildeki içkin özelliklerde aranır. Dille mekân arasındaki
bağlantıyı
verilmiş sayarlar.
Dilin zamanı yaratabileceğine,
insanların dilde mukim oluşlarının meseleyi
çözeceğine
inanırlar.” (“Şairleri
Affedebiliriz”, s.1)
İsmet
Özel, Türk şiirinin
modernleşmesi için bir uğrak olarak gösterdiği “ethos” ve “pathos”
kanallarına, son
dönemde kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle
değinmektedir: “Osmanlı
devleti dolayısıyla kültür meselelerini
ele alan kamp ve Osmanlı devletinin varlığını esas almadan kültür meselelerini ele alan iki
ayrı kamp var. Nazım
Hikmet’in Türk şiirinde
ait olduğu çizgi
geriye doğru
gidersek, Mehmet Akif ve Tevfik Fikret’tir, o gelenekten
geliyor. Bir de Cenap Şahabettin
dolayısıyla başlayan
bir gelenek var, o da Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’le
devam ediyor. Asıl ayrılma noktaları ise devlet. Devlete doğru fikri bir tür şiiri doğurmuş; devletten itibaren fikri
başka bir şiiri. Bir şiir devlete doğru gidiyor, öbür şiir devletten geliyor. Bu
devlet, Tevfik Fikret’in mantalitesine
göre pozitivist esaslara sahip bir devlet, Akif’in kafasına göre İlam esaslarına sahip bir
devlet, Nazım Hikmet’e
göre de Marksist esaslara sahip devlete doğru giden bir eğilim ilki. Ama Cenap Şahabettin’le başlayıp Haşim ve
Yahya Kemal’le devam eden eğilimde ise kültürel ocak vazifesi gören bir devlet olduğu varsayılıyor.” (Kürşat
Oğuz, “Hayatımı
Verdim Şiirimi
Aldım”, Akşam
Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.17)
İsmet
Özel, bu görüşünü şöyle açıklamaktadır: “Bu
gerçek ne kadar belirgin olursa olsun; bir yandan devletin
şairleri
umursamaz tutumu, diğer
yandan şiir
dilinin günden güne millete açılmak zorunda kalışı hem anlayışta,
hem söyleyişte
bir kırma (hybride) tür ortaya çıkardı. Şairler milleti gücendirdiler, devlete yaranamadılar.
Seçkinlere yaraşan
bir şiir anlayışı yetkisiz ve etkisiz bir
insan kümesinden ilgi görüyor; yetkili ve etkili insanlar
seçkin vasıflara sahip değil.”
(“Şairleri
Affedebiliriz”, s.1)
İsmet Özel, ‘ethos’ ve ‘pathos’ ağırlıklı kanaldan akarak gerçekleş meye baş layan Türk ş iirinin
modernleşmesinin,
Cumhuriyet ile birlikte değişme sebebine şöyle işaret etmektedir: “Bu Cumhuriyet’in
kurulmasıyla birlikte bambaşka bir şekil
almak zorunda kaldı. Çünkü Osmanlı batılılaşmasıyla Cumhuriyet
batılılaşması
tab’an birbirinden ayrı şeylerdi.
Mahiyet itibariyle farklı şeylerdi. Yani sanıldığı gibi 3.Seinm'den
başlayan ıslahat
hareketleri, bütün yenileşme
olayları Türkiye’yi Cumhuriyet’e getirmedi; bu ikisi ayrı
hadiselerdir. Osmanlı batılılaşmasıyla Cumhuriyet batılılaşması, eğer böyle bir şey varsa., (Cumhuriyet’te
batılılaşma diye
bir şey yoktu,
artık batılı kabul ediliyordu Türkiye,) iki ayrı olaydır bunlar. Farkları
şurdadır: Osmanlı
batılılaşması
temelleri İslam’da
olan bir toplumun kapitalist dünyada kendine yer açıp
açamayacağı
sorusuyla vücut bulan, vuku bulan bir batılılaşmaydı. Hâlbuki Cumhuriyet batılılaşmasında böyle
bir “köken” meselesi yoktu. Kökleri İslam’da olan bir toplumun yenidünya şartlarında kendine yer
araması diye
bir şey yoktu. Doğrudan doğruya dünyanın kabul edeceği bir toplumu inşa etmek, kurulmak diye bir
mesele
vardı. Şiir doğrudan doğruya bu olay içinde şekillendi ve tabii ki şeklini bulurken kendi vasfını
tanımak
mecburiyetindeydi.” (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of
Not Being A Jew’ Adlı Şiir
Kitabının Tanıtım Toplantısı, Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005)
İsmet
Özel, Türk şiirinin
dünya şiiri içinde
hatırı sayılır, reddedilemez bir yere sahip olması işini, Nazım Hikmet
ve Orhan Veli’den başlayarak,
“II. Yeni” olarak adlandırılan şairlerin
üstlendiğini ifade
etmekte ve şunları
belirtmektedir: "Birinci Dünya Savaşı sonucunun bizi nerelere götüreceği meselesini tahlil eden ve
bu konuda
sondajlamarda bulunan şiir
olarak iki şiir
karşımıza çıkıyor
birisi Nazım Hikmet’in kurduğu diğeri
de Orhan
Veli’nin kurduğu şiir. Bu iki şiirden biri, Orhan Veli’nin
kurduğu şiir, diyor ki: “Biz halkın
davasını değil
halkın
zevkini savunuyoruz.” Dolayısıyla Nazım Hikmet’in şiirini, halkın davasını
savunan şiir
olarak bir yere
oturtmuş oluyor.
Ama biz biliyoruz ki Nazım Hikmet şiirinin “geriye doğru sulbünde” önce Mehmet Akif sonra
Tevfk Fikret var. Bu halkın davası halkın zevki meselesi, İkinci Yeni adını verdiğimiz şiir akımında daha ihatalı
ve daha öze ilişkin
bir şekilde ele
alınıyor.” (“Türk Milleti Olarak Varlığımızı Şiire Borçluyuz”, ‘Of Not
Being A Jew’ Adlı Şiir
Kitabının Tanıtım Toplantısı, Cemal Reşit Rey Konferans Salonu, İst., 31 Aralık 2005)
İsmet Özel’in yine bu
konuyla ilgili olarak, kendisiyle yapılan bir söyleşide dile getirdiği şu
hususlar, modern
Türk şiirinin gelişim seyrini daha net ortaya
koymaktadır: “Osmanlı devletinden kalan kültür sorunlarıyla
gırtlağına kadar
batmış olan şiirsel yaklaşım Garip akımıyla birden başka bir şekle girdi. Asaf Halet Çelebi
gibi
şairlerde bu
tutumun başka bir
yönüydü. İkisi de
Osmanlı’nın kültürel meselelerinin dışında kaldılar. Orada çok
önemli bir çizgi ortaya çıktı. Orhan Veli ve arkadaşları, Asaf Halet, belki bir
taraftan Cahit Sıtkı ve Ziya Osman
Saba Türkiye’nin insan mayası neden müteşekkilidir meselesini enine boyuna ele aldılar.
Sonuçta nasıl bir
dünyada yaşadığımız meselesinde hepsi bir
çıkmaza girdi. Bu çıkmazı çıkar hale getiren, yanlış bir şekilde adına
İkinci Yeni dediğimiz şiir oldu. Yani modernleşmenin son aşamasını 1954-59 yılları
arasında yapan Türk şiiri
bizi yaşadığımız kültürün sahici
bireyleri haline soktu. Bir çeşit kimlik belgesi verdi İkinci Yeni şiiri Türk
toplumuna. İkinci
Yeni bizi modern dünyanın yan unsuru değil asli unsuru haline getirdi.” (Kürşat Oğuz,
“Hayatımı Verdim Şiirimi
Aldım”, Akşam
Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.17)
İsmet
Özel, dünya şairleri ile
birlikte özellikle Türk modernist şairlerinin de maruz kaldığı bu “travma”ya ilişkin
şunları vurgulamaktadır:
“Bu hadise nedir, travma nedir ve nasıl olmuş da 1950’li yıllarda bazı şairler
dünyanın tecrübesiyle özdeş bir durumun temsilcisi haline gelmişlerdir? Bu Batı medeniyeti
dediğimiz bütünün
uğradığı travma ile alâkalı. Batı
medeniyeti kuşkusuz,
on ikinci yüzyıldan beri, belli alanlarda kendini
tamamlayarak gelen bir bütün. I. Dünya Savaşı çıkana kadar Batı medeniyetinin kültür üreticileri,
bu
medeniyetin üstün ve ileri değerleri temsil ettiği ve insanlığı mutlaka daha olumlu, bütün dünya tarihinin taşıdığı
değerlerin
üstünde noktalara götüreceği konusunda kuşkuya düşmemişlerdi. (...) Fakat I. Dünya
Savaşı, çok
bariz bir şekilde
Batı medeniyetini savunan herkesi şaşkınlığa
uğrattı. Çünkü I.
Dünya Savaşı’nda
Avrupalılar
birbirlerini o eleştirdikleri
dünyanın tarzında öldürdüler. (...)I. Dünya Savaşı büyük bir travmaydı Batı
medeniyeti için ve Batı medeniyetinin değerlerinden şüphe etme meselesi, savaşın hemen akabinde, Avrupa’da
dadaist ve sürrealist akımların canlanması ile sanat dünyasına yansıdı.”
(“Modern Türk Şiirinin
Savunması”, s.
30)
“Şairler
Intellectin Pençesinde”, s.106.
Modernizm ve şiir
kavramlarının birbiriyle olan ilişkisi ve modern Türk şiirinin hangi koşullarda
ve ne türden
dürtülerle ortaya çıktığını
üzerine geniş bilgi için
bkz: Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir,
agorakitaplığı, İst., Kasım 2004, 538 s.
İsmet
Özel, Mustafa Kutlu’nun kendisiyle yapmış olduğu
“Cumhuriyet Devri Türk Şiiri
Üzerine” adlı söyleşide,
modernist şairler ve şiirleri için şunları dile getirmektedir: “1954-59
arasını özellikle ayırıyorum. Bu yıllarda
Türk şiiri,
modern şiirin
mantık alanına girdi. Sözünü ettiğim atılımı gerçekleştiren bazı şairlerden çok bazı
şiirlerdi.
Önemine, atılımcı gücüne inandığım şiirlerin
birkaçı şunlar:
Dalga (Cemal Süreya), Balkon (Sezai
Karakoç), İntihar
Anlaşması (Ülkü
Tamer), Tel Cambazının Kendi Başına Söylediği
Şiirdir (Turgut
Uyar),
Fayton (Ece Ayhan), Masa da Masaymış Ha (Edip Cansever). Saydıklarımın yanı sıra
anılacaklar da vardır
elbet. Bu şiirle
açılan ufuk henüz aşılabilmiş değil.” (Mustafa Kutlu, “Cumhuriyet
Devri Türk Şiiri
Üzerine”,
Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, Yazarlar Birliği Yay., 1984, s.194-199)
İsmet
Özel, modernist Türk şiirinde
hece veznini kullanan şairlerin
de olduğunu, hatta kimi şiirlerde aruz vezni
kullanılmasa da, aruz sesinin duyulduğunu ifade ederek, şiirde
“biçim” meselesine şöyle
yaklaşmaktadır:
“Modernist Türk şairleri
biçimde bir uzlaşmayı
reddetti. Bunu niçin yaptılar? Herkesin şahsiyetini tanıyabilmek
için. Biçimde bir donma, biçimde bir kalıplaşma, gayri şahsi bir alanı beslediği için ve herkesin şahsiyetinin
tanına bilmesi ve herkese bir şahsiyet tanıyabilmek için biçimde uzlaşma olmaması gerekiyordu. Eğer biçimde
bir uzlaşma
olsaydı gayrı şahsi
bir anlatımda kilitleneceklerdi ve gerçekliğin üstünde veya dışında bir gerçeklik
üretmiş olacaklardı.”
(“Modern Türk Şiirinin
Savunması”, s.36)
İsmet
Özel, kendisine şiirde
“biçim” meselesi ile ilgili sorulan bir soruyu şöyle yanıtlamaktadır: “Şiir bir bakıma
biçimin kendisidir. Yani şiirde
özel olarak bir biçim problemi yoktur. Dışardan taşınan bir biçim problemi
yoktur. Şiir
ortaya çıkmış haliyle
bir biçimi dile getirir. Müzik icraatında prozodi denilen şey gibi, yani sözle
melodinin uyumu. Şimdi
Türk müziği
dinlediğimiz
zaman bakıyoruz, başarı
kazanmış bütün
eserler, bunu
yakalayabilmiş olan,
yani sözle melodiyi en uygun biçimde mecz edebilmiş olanlardır. Demek ki biçim
dediğimiz
şey aslında bize
kendisini kabul ettiren anlamdır aynı zamanda. Anlamın kendisi bir biçimdir.
Zaten bütün
sanatlarda yenilik getiren adamlar formlarda yenilik getirmişlerdir. Çünkü sanat o formu
gerektirmiştir.
Nesirde de öyledir. (...) Sanat eseri ortaya çıkar, eğer sanat eseri hitap ettiği insanlarla üretken ve
yerinde bir
bağ kurabilmişse artık onunla biçimden,
özünden ayrı ayrı bahsetmek doğru değildir.”
(Şaban Abak / İhsan
Işık, “İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”,Mavera,
Y.11, S.313, Kasım 1987, s.27)
Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart
1985, s.33.
İsmet
Özel, özellikle 1950’lerin ortalarından sonlarına kadar devam eden, şairlerdeki bu “sahicilik
arayışı/ontik
kaygı” sebebiyle, insan kalabalığı
içinde sıradanlaşmadan
doğan yozlaşmaya bir saldırıda
bulunduklarını
belirtmekte ve bu yozlaşmanın
karşısına şairlerin özgünlükle
çıktıklarına dikkat çekmektedir. Özel, söz konusu
olan “ontik kaygı”yla ilgili şunları
dile getirmektedir: “Türk şiiri bizi çağımızla yüz yüze bırakıyor. Bizzat
kendimizle hesaplaşacağımız bir alan açıyor. (...)
Modern Türk şiiriyle
yüz yüze geldiğimiz
zaman ilk fark
ettiğimiz, bu şiirin bizi tetikte olmaya
zorladığıdır. Bu
yüzden modern Türk şiiri,
dünyadaki bütün modernist
şairlerin, bunlar
hangi dilde yazarlarsa yazsınlar, yaptığını yapmaya başlıyor, üzerimizdeki bu etkiyi
uyandırmaya başlıyor.
Bu da bizi sahtecilikten kurtarıyor. 50’li yıllarda ve 60 yılların ilk
yarısında Türk
aydınının şu gün
olduğundan çok
daha az sahteci olduğunu
yaşayanlar bilir.
Modernist Türk şairlerini
okuyarak dünyada bilgeliğin
üstün bir yere sahip olmadığını fark edecek bilgeliğe kavuşuyoruz.” (Modern Türk
Şiirinin Savunması,
s.38)
İsmet
Özel, “Şiir ‘Neye Göre’
Yenileşir?”, Yeni
Gündem, Y.1, S.18, 13-31 Mart 1985, s.35.
İsmet
Özel, 1960’lı yıllarda başlayan
Türk şiirindeki sönükleşmenin geri planını şu şekilde izah etmektedir:
“Geleneksel toplum içinde hayat nasıl bir çevrim içinde dönerse, şiir de önceki ustaların
örneklerinin
canlandırılması, canlı tutulması yoluyla ‘döner.’ Modern şiir ise (dünyada Dante,
Türkiye’de Şeyh
Galip’ten
sonra) öncekilerin yaptıklarına göre farklı bir yapı kurmakla kendini var
kılar. Bu fark bazen tepki biçiminde
belirir, bazen açılan yolun genişletilmesidir. Ama her zaman öncekilerin çalışması, ürünü bir bellilik alanı
olarak hesaba katılır. Bir bakıma her şairin kendi varlık alanı başka şairlerin varlık alanlarıyla
ayırması, bir
sınır koymasıdır. (...) Eğer
Nazım Hikmet şiirini
bir bellilik alanı olarak kabul etmezseniz, Orhan Veli’nin ve
Attilâ İlhan’ın şiirde gerçekleştirmek istediklerini herhangi
bir yere oturtamazsanız. Aynı şekilde 1954-59
atılımını yapan şairler
de her ikisine göre bir yer tutabilmişlerdir (...) Türk şiiri acaba neden ‘göre’siz bir
duruma düştü? Bu
sorunun benim kafamda açık seçik bir cevabı var: Çünkü Türk kültürü üzerinde
söz sahibi
kişiler
toplumumuzun kendi özgün bileşkesiyle dünya üzerinde bir yer tutması iddiasından, sömürge
kültürünün
şartlarını
rahatlıkla benimsediler. Başka bir yazımda da söylediğim gibi, az gelişmiş ülke aydınları yok artık, az
gelişmiş aydınlar ülkesi var. Türk
kültüründe sömürgeleşme
olgusu en belirgin gelişmesini
şiirde gösterdi.
Yani
ilk defa şiirde
yeni şartlara
uyarlanmak adına birey kendi toplumsal sorumluluklarını, daha doğrusu kendine
bulunduğu yeri sağlamış andı çiğnedi.” (“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35)
İsmet
Özel, “az gelişmiş aydınlar ülkesi”de şimdilerde ise “son aşama”nın yaşandığını şöyle belirtmektedir:
"Türkiyede eskiden az gelimiş ülke aydınları vardı. Ülke az gelişmişti ve o ülkenin aydınları vardı.
Sonra ne
oldu? Az gelişmiş aydınlar ülkesi haline geldi
Türkiye. Şimdi de
lumpen entelijansiya var. Entelektüel hayatın
hırsızları, sapıkları, canileri, döküntüleri, ne kadar olumsuz sıfat bulursan
hepsi olan mürekkep yalamış bir
guruh var. Bunların bir çoğunun diploması, şöhreti, parası var ama entelektüel namusu hiç birinde
yok.” (Kürşat Oğuz, “Hayatımı Verdim Şiirimi Aldım”, Akşam Kitap, Y.1, S. 4, 15
Ocak 2006, s.18)
İsmet
Özel, söz konusu olan bu edebî oluşumların, modern şiirinin
dünyadaki gelişimine koşut olarak ortaya
çıktığını işaret ederek bir sebep sonuç
ilişkisi içerisinde
meydana geldiğine şöyle dikkat çekmektedir: "Tanzimat
şiiri, Servet-i
Fünun, Fecri Âti, Milli Cereyan, Hececiler, Toplumcu şairler ve nihayet Garip şairleri birbirleriyle
gerek etki-tepki yoluyla, gerek ortaklaşa veya kuşak kuşak yaşanan
siyasi, sosyal değişimin esintisi sebebiyle bir
ilinti içinde oldular. Hepsinin bir ‘göre’si vardı ve en önemlisi her kuşak kendi açısından sahip olduğu edebiyat
ve şiir anlayışına uygun olarak Türk
kültürünün dünya üzerinde tutacağı yerin inşasıyla uğraşıyordu. Bu da
Türk şiirinin
kendi iç dinamiğini,
belki hiçbir edebiyatta bulunmayan özgün meselelerini sağlıyordu.” (“Şiir
‘Neye Göre’ Yenileşir?”,
s.35)
İsmet
Özel, bu atılımı gerçekleştiren
Garip ve İkinci Yeni şairlerini 1960 yılından sonra
benimsemiş oldukları şiir
anlayışları dolayısıyla şu görüşleri ileri sürmektedir: "Türk şiirinin 1954-59 yıllarında
gerçekleştirdiği
modernleşme
atılımı beraberinde bir tuhaflık getirdi. Garip kuşağının sağ kalan iki şairi, kendilerinden sonra
gelenlerin getirdiği
şiirsel değerleri benimsediler. Yahya
Kemal toplumsal sorumluluğu
gereği eski şiirin
rüzgârıyla şiirini
sürdürmek zorundaydı, bu ona bulunduğu yeri sağlayan andın gereğiydi. Orhan Veli gibi
yazamazdı. Bırakın Yahya Kemal’i, Dranas bile, bütün yakınlığına rağmen yeni şiirin örneklerine kendini
ayarlasa adını bozmuş olurdu.
Ama Melih Cevdet pekâlâ Ülkü Tamer gibi yazdı ve asıl garip olan o ki edebiyat
ortamında yadırganmadan yer aldı. Böylesi bir tutum 1960’tan sonra toplumcu düşüncenin siyasi ortamla güç
kazanması sonucu modernist Türk şairlerine de bulaştı. (“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35)
Age., “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
19. Mektup”, s.141.
İsmet
Özel’in gazete ve deneme yazarlığının
sınırlarının nerelere kadar uzandığını belirlemek, kanaatimizce ayrı
bir çalışmanın konusu
olmalıdır. Çünkü şair,
söz konusu olan bu ürünlerinde insanı ilgilendiren her türlü
meseleye temas etmiş,
problemlere çözüm önerileri getirmiş ve özellikle Müslümanların dünyayı algılama ve
biçimlendirme esaslarına yönelik temelli fikirler ileri sürmüştür. Sadece Türkiye’de değil dünyanın başka
ülkelerinde de karşılık
bulan bu fikirler, hem sosyolojinin hem iktisadın hem de toplumbiliminin diğer alanlarında
ele alınarak, üzerinde dikkatli incelemeler gerektiren önermelerdir.
İsmet
Özel’in gazete ve deneme yazarlığının
muhteviyatına yönelik olarak bireysel planda kaleme alının birçok
yazı mevcuttur. Bunlar çalışmamızın
““Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel Kaynakçası” adlı kısmından
da takip edilebilir. Burada anmamız gereken ve şairin özellikle “Cuma Mektupları” merkezli deneme
yazarlığını
konu edinen çalışma ise,
“Kitap Haber” dergisi tarafından hazırlanmış olan “Siperden Cepheye: İsmet Özel’in
Cuma Mektupları” adlı dosyadır. (Daha geniş bilgi için bkz.: S.17, Haziran-Temmuz 2003, s.36-75)
Cemal Süreya (Seber), “Mavi Bir Şey Değildir, Halkın Dostları Bir Şeydir”, “’Halkın
Dostları’ Konulu
Soruşturma”, Edebiyat
Dostları, Sorular: Akif Kurtuluş, Kasım 1987, S.7, s.10-11.
İsmet
Özel, Ataol Behramoğlu’na
yazdığı bir mektubunda
dergiyi aslında 1 Şubat
1970 tarihinde çıkarmayı
planladıklarını haber vermekte ve şunları belirtmektedir: "Halkın Dostlar için yeterli
potansiyel var. Bu cumartesi
-yarın- yeniden toplanacağız.
1 şubatta
çıkmasına karar verildi. Beni sorumlu atadılar yani benim çok laf
söylememe gerek olmaksızın görev vermesi gereken kişi olduğum kabul edildi.” (Age.,
“İsmet Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 14.
Mektup”, s.96-97)
Fakat dergi, Mart 1970 tarihine ancak yetişir. İsmet Özel, 8 Şubat 1970 tarihinde yazdığı mektubunda
Behramoğlu’na bu durumla
ilgili şunları
yazmaktadır: “Cumartesi günü ilk tashih provalarını göndereceklerdi.
Göndermediler. Yani bu gidişle bir hafta sonra dergi hazır. Ancak bayram tatili piyasaya
çıkmak için son derece
uygunsuz. Mart 1 tarihi atarak şubatın son haftasında taşraya dağıtım yapıp, martın l'ınde Ankara ve
İstanbul’da
görünmeye ne dersin? Biz bu arada 2’nci sayının hazırlıklarını bitirir ve hatta
basımına hazırlanır,
böylece belki 70 yılını sağ salim atlatırız.” (Age., “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 15. Mektup”, s.
102-103)
İsmet
Özel, Ant dergisindeki bu soruşturmayı
yöneten, 1920’li yıllarda saf şiir
anlayışı çevresinde eser
veren
şairlerden Ali Mümtaz
Arolat’ın oğlu olan Osman
Saffet Arolat’ın “Halkın Dostları dergisinde toplanacak olan
arkadaşların
amacı nedir?” şeklindeki
sorusunu şöyle
cevaplandırmaktadır: “Halkın Dostları dergisi
emperyalizme ve tüm gericiliğe karşı
bir kültür cephesi kurmak istiyor. Ülkemizde yürütülen devrimci kavganın
edebiyat ve kültür alanındaki uzantısını ortaya koyacak bir hareketi başlatmış oluyoruz böylece. Edebiyat,
müzik,
tiyatro, resim, sinema ve öteki sanat ve kültür dallarında yürütülmek istenen
devrimci mücadelenin bir
toparlayıcısı olmaya çalışacağız. Türkiye halklarına yaraşan devrimci sesi bir vurucu
güç haline sokmak
zorundayız. Halkımızın değerlerini
yaşatmak, yaymak,
ileri götürmek, yüceltmek dileğindeyiz. Bu amacı
benimseyen her devrimcinin saflarımızda yeri vardır.” (Ant, S.155, 16 Aralık
1969, s. 13)
Ayrıca, ‘Bir Gemi Yelken Açtı’ şairi olarak şöhret bulan Ali Mümtaz Arolat’ın hayatı ve şiirleriyle ilgili geniş
bilgi için bkz: İbrahim
Tüzer, Ali Mümtaz Arolat, Hayatı, Şairliği ve Şiirleri
Üzerine Bir İnceleme,
Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Danışman:
Prof. Dr. İbrahim Şahin, Kırıkkale Üniversitesi,
Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2002 Kırıkkale, XI+180 s.
Bu mektuplaşmaların
birinde Ataol Behramoğlu
İsmet Özel’e, Halkın
Dostları dergisinin planı ve kimin ne
yapacağıyla ilgili örnek
bir tasarıyı şöyle
belirtmektedir: “İşte
size çatı: Serim: Kültür emperyalizminin
Türkiye’de yaptığı
namussuzluklar. (Bu konuda İsmet’in ağzı
iyi laf yapıyor.) Düğüm:
Türkiye sanatının rezalet
durumu. (Bu konuda fikirlerim size ışık tutabilir.) Gerici sanat meselesi. Sonuç: Ne
yapmalıyız? - Devrimci
teorinin ışığı (Özkan) - Ah halk (Süreyya)
- Birleşelim, güç
olalım (Koro) Elden geldiğince
ağırbaşlı bir dil
kullanmalı. Objektif durum ortaya serilmeli. Sadece bireycilere çatmakla
kalmayıp kültür müsteşarı,
milliyetçi
şair ve idare
meclisi üyesi, tiyatro müdürü faşistlere de gerekenler söylenmeli. Kültür
emperyalizmine karşı
ortak cephe çağrısı
inançla belirtilmeli.” (Age., “Ataol Behramoğlu’ndan İsmet Özel’e 12. Mektup”, s.99-10)
İsmet
Özel, Ant’taki soruşturmada
Halkın Dostları dergisinin çıkış
sebebini, kendilerinden önceki şiir
ortamlarıyla ilişkilendirerek
şöyle izah etmektedir: “Bizlerin
iyi ve ilerici bir edebiyattan yana olduğumuz açıkça
ortadadır. Giderek Türkiye’mizde yalnızca iyi (yani belli bir edebi düzeyin
üzerinde) edebiyatçının bile işlevi
olamayacağı görüşüne varıyorum. Karşı olduğumuz, dergileri doldurdukları
için de başat
gibi görünen şiir
ve
edebiyat anlayışının
ilerici olmak bir yana iyi olma niteliğini de taşımadıkları kanısındayım. Çünkü artık bir şiire
bakarken ne söylüyor? Diye bakıyoruz. Ne güzel bir buluş! Dediğimiz dönem çok gerilerde
kalmıştır.
Karşımızda esasen
iflas etmiş bir şiir vardır. Eğer böyle olmasaydı, bu şairler günü geçmiş fakat yine de iyi
şairler olarak
sayılabilirdi. Önce İkinci
Yeni akımı adı verilen bir anlayış içinde ortaya çıkan, sonra da tek tek
şiir evrenlerini
kurmuş olan bu şairler, bir kent yalnızlığını, kentli bunalımını dile
getirdiler denebilir. Ama
şiirlerin gereği olan kültürel temelleri
atamadılar ya da şiirlerini
çürük, sudan temellere dayandırdılar. Tıkanıp
kalmaları, büyük boyutlara ulaşamamaları bundandır. Temellerinin çürük oluşu yüzünden Türkiye’de 1960
sonrası sosyal uyanışı
başlayınca bu şairler bu uyanışa ayak uydurmaya çalıştılar. Bir anlamda günah
çıkartmaydı bu. Ama kısa zamanda, böyle bir şiiri kaldıramayacak hafiflik içinde olduklarını
gördüler.” (Ant, S.
155, 16 Aralık 1969, s. 13)
“Tanrı Mezarını Isıtsın”, Halkın Dostları, S.1, Mart
1970, s.7.
II. Yeni şiirinin
artık geride kaldığını
ve bu yönüyle edebiyat tarihçileri için ilginç bir konu olacağını dile getiren
İsmet Özel, yine aynı
yazısında şunları
belirtmektedir: “Lautreamont’dan, Appolinaire’den, Pound’dan, T.S.
Eliot’dan yararlanarak bir şiir dünyası kurmaya girişen Türk şairi, ne bu toplumların gelişimi ve diyalektiği, ne
de kendi toplumunun varlığından
haberdar olduğu
içindir ki sonuçta şiirin
yeni tadından duyduğu
heyecan
dönemi geçince ya Turgut Uyar gibi toplumun tutucu-gerici safında yer alıyor,
ya Cemal Süreya gibi niteliksiz
bir anlaşmaya bel
bağlıyor ya da
Edip Cansever gibi bir şiir
fetişisti olup
çıkıyor.” (Agy., s.7)
“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35.
Cemal Süreya, “Folklor Şiire Düşman”, A Dergisi, Ekim 1956.
Turgut Uyar, “Çıkmazın Güzelliği”, Dönem, Kasım
1963.
Edip Cansever, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire”, Dönem, Şubat 1964.
İsmet
Özel, Halkın Dostları dergisinin çıkışında temel aldığı
poetik düzleme şu şekilde işaret etmektedir: “ Cemal
Süreya’nın Folklor Şiire
Düşman’
yazısındaki gerçek bildiriyi özümsediğimizi kabul ediyorduk. Gerek
kelimenin şiirdeki
yeri konusunda, gerek şairin
özgünlüğüyle kişiliğinin kaynaşıklığı konusunda geri dönülmez
bir kazanç elde edildiğinin
bilincindeydik. Turgut Uyar ‘Çıkmazın Güzelliği’ ile bize beşeri karşılığı olmayan
şiirin geçersizliğini bütün açıklığıyla göstermişti. ‘Toplumsal dayanakların
değişmesinden söz etmekle yeni bir
atılım için muştu
veriyordu sanki. Edip Cansever Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire’ geçmeyi önerirken, ‘Şiirin
yapısında, şiirin
dokusunda bilinçli, özgün, vurucu bir düşünce-yaşam birliğinin yer alması gerekiyor’ diyerek
yeni bir şiire
açılan kapıyı gösteriyordu. Bütün bu yaklaşımlar şiirin bir kabuk değiştirmesinin belirtileriydi.
Ama geçen kısa bir süre andığımız şairlerin
kendi sözünü ettikleri beklentileri yerine getiremeyeceklerini
gösterdi. O zaman ‘görece geri’ bir durumu düşüp kınadıkları her şey oldular. Cemal Süreya
kentli,
sanayileşmiş bir folklora eğildi, Turgut Uyar toplumsal
dayanağını
Divan’ını alkışlayanlarda
aradı, Edip
Cansever düşünce-yaşam birliğini küskünlük olarak somutlaştırdı. (...) Kısacası Halkın
Dostları’nın göre’si
vardı ve üstelik Türk şiirini
eldeki bütün kazançlar korunmak kaydıyla yeni bir değerlendirmeye açma
dileğindeydi.”
(“Şiir ‘Neye Göre’
Yenileşir?”, s.35)
“Şiir ‘Neye Göre’ Yenileşir?”, s.35.
Haziran Gibi Ölmek, Yeni Gündem, Y.1, S.17, 1-15 Mart
1985, s.33.
İsmet
Özel, bu yazısında derginin çıkış
amacını özetleyerek bunu kısa ve net olarak şöyle maddeleştirmektedir:
“Bir avuç okumuşun
koruyuculuğu ile
yaşatılmış bir medium’u, bir siyasi hareketin
koruyuculuğuna
devretmek
ister gibiydik. Dergi çıkış bildirisinde ajitasyon ve propaganda gereğinden söz ediyor, ama günlük
politikanın
durmadan değişen sorunlarına yanaşmamak gibi bir tutumu
benimsiyordu. Görev olarak kendine: 1. Devrimin
öncü kesimlerini belli bir duyarlılığa itmek. 2.Onları duygularında terbiye etmek. 3.
Onları diri tutmak gibi
aslında hiç de doktriner denilemeyecek hedefleri seçmişti.” (“Haziran Gibi
Ölmek”, s.33)
İsmet
Özel, Halkın Dostları dergisi yayımlandığı sırada yapılan eleştirilere, söz konusu olan bu yazısına kadar,
sadece yine Halkın Dostları’nda “Ahmet Arife Dostça Bir Açıklama” (Halkın
Dostları, S.11, Ocak 1971, s.1-3)
adıyla yayımlanan metninde cevap vermiştir. “Haziran Gibi Ölmek” adlı bu yazısında da açıkça eleştirilere cevap
veriyor değildir fakat
yazılanlar, o dönem için yapılan eleştirilere bir karşılık
olarak da okunmaya müsaittir.
Halkın Dostları üzerine yapılan bu eleştirilerin yer aldığı yazılarla ilgili olarak bkz:
Ahmet Arif, “Halkın Dostları Dergisi Çevresinde Kümeleşen Gençler İçin Ne Diyorsunuz?”, Töz
Gzt., 1
Aralık 1970.
Veysel Öngören, “Bir Şeyler Oluyor I-II”, Dost, C.23, S.78-79,
Nisan-Mayıs 1971, s.11-13, 5-8.
Cemal Süreya (Seber), “Dergiler Arasında/Halkın Dostları”,
Papirüs, S.44, Mart 1970, s.53-56.
Selim İleri,
“Eleştiride
Düzey Ve... “Halkın Dostları”, Yeni Edebiyat, S.11, Eylül 1970,
s.24-25.
İsmet
Özel, bu eksikliğin her
zaman geçerli olduğunu
vurgulayarak şunları
belirtmektedir: “Nitekim Türkiye’de
aynı sınırlandırma Türkçülük ve İslâmcılık düşünme biçimleri adına da yapılabilirdi, yapıldı da. Şiirin ise
kendine dayanak olarak bazı yapıntı (fictif) unsurları almakla bir halkın konuşmasından can alıp, ona
yeniden
can veremeyeceğini
bugün yeterli açıklıkla biliyoruz. Bu gün Fikret’i şair kılan özelliklerin
pozitivizmde, Akif’i
şair kılan
özelliklerin şeriatçılıkta,
Nazım’ı şair
kılan özelliklerin de Marksizm’de bulunmadığını bilebilecek bir
olgunluğu elde
tutan bir anlayışa
ulaşmış olmamız gerekir.”
(“Haziran Gibi Ölmek”, s.33)
Derginin 12. sayısından sonra kapanmasını isteyen İsmet Özel, bir taraftan da
dergi içerisinde gelişen
kişisel bir
takım olaylardan rahatsızlık duymaktadır. Şairin, Halkın Dostları yayımlanmaya başlarken yurt dışına giden Ataol
Behramoğlu ile mektuplaşmalarından da anlaşıldığı üzere, bu huzursuzluğunun bir sebebi de Behramoğlu’nun,
kardeşi Nihat Behram’ın
tavrıdır. Özel, bu rahatsızlığını
o sırada Paris’te olan Behramoğlu’na
yazmış olduğu
14.08.1971 tarihli mektubunda şöyle
dile getirmektedir: “Burada olsaydın bazı tatsız olayların olması
önlenebilirdi sanıyorum. Nihat’la mektuplaşmanız ne yazık ki dergiyi bütünüyle benimsemiş olan arkadaşlarla
olan ilişkiye
kötü etkiler yaptı. Nihat benimle, Murat’la, Ayhan’la olan ilişkisinde anlaşılmaz bir tutuma girmişti
çoktandır. Ankara’daki iki gün önce geçen tartışma zihnimde birçok şeyi sürprizli olmayan bir
biçimde
aydınlattı. Söz konusu tartışma üzüntü verici bir sertlikte ve her ikimizin sinirli havasının
yarattığı düşük
seviyede oldu. Nihat’a ısrarla derginin tek sorumlusu sensin diyerek onun
tavrına kaynak oluşuna
rağmen,
burada oluşun hiç
şüphe yok ki anlaşmanın, olumlu sonuçlara varan
bir anlaşmamnın
zemini için gerek şart
olacaktı. Bence Halkın Dostları sorumluluğu asgari 4 (A. Behramoğlu, İ. Özel, M. Belge, A. Gerçeker) kişiye ait
olan bir dergidir. Nihat, derginin saygı duymayan kişiyi küçültecek bir yükünü
omuzlamış durumda.
Ama bu
önemli yükü taşımak
öteki arkadaşların
ne sorumluluğunu
azaltır, ne de dergiye hâlâ sebebini makul
göremediğim bir
egemenliği haklı
kılar.” (Age., İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
22. Mektup, s.164)
Şair,
kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide bu konuyla ilgili şunları ifade etmektedir: “Ben
esasında 12.
sayıdan sonra derginin kapanmasını istiyordum. Daha çok Ataol’un edebî endişelerinin çok sudanlaştığını
hissettiğim için
“lanet olsun ne yaparsanız yapın” deyip çekildim. Defne Sandalcı’nın bir yazısı
basılmıştı
dergide Ataol’un şiiri
üzerine. Ben o yazının basılabileceğine ihtimal vermiyordum. Hatta şöyle bir şart
koşmuştum. “Ataol basılsın diyorsa
hemen basılsın. Nasıl olsa demez. Bu yazının çok zayıf bir yazı olduğunu o
da bilir” şeklinde
düşünüyordum. Ama
O, bu yazıyı çok önemsedi ve düzeyli buldu. Murat Belge olsun, Ataol
olsun bizim edebî endişelerimiz
gençlik yıllarımızda çok yukarılardaydı. Ben de dâhil olmak üzere hepimize 25
yaşlarındayken
bizlerin şimdi
yazdıklarını bize gösterselerdi “lanet olsun biz böyle şeyler yapmayız” derdik
yani. Bizim gözümüzü diktiğimiz yer çok yukardaydı. Şiir olarak değil düz yazı olarak söylüyorum bunu. Ama bu
hale geldik.” (Ags.)
İsmet
Özel, “Edebiyat Dostları” dergisinde Halkın Dostları ile ilgili yapılan soruşturmada da bu konuyla ilgili
şunları ifade
etmektedir: “İlk
üç sayı İstanbul’da
çıktı. Ankara’ya dönmek zorunda kaldık. 12. sayıdan sonra
aramızda bir şeyler
oluyordu. Garip garip şeyler.
Dediğim gibi bir
tek ben Türkiye’deydim. Gerçi onuncu
sayıdan itibaren Murat da dönmüştü. O da İstanbul’daydı.
Ben yoruldum bu işten.
Bu yorgunluk kesinlikle fiziki
bir yorgunluk değildi.
Bence HD’nin çıkış amaçlarına
hizmet etmeyen bir anlayış,
sürekli dışardan
baskı
yapıyordu dergiye. Onu için ben Yazı İşleri Müdürlüğü’nü Nihat’a bıraktım.” (Akif Kurtuluş, “Politikada
Emekliliği İtiraf Edemeyince”, “‘Halkın
Dostları’ Konulu Soruşturma”,
Edebiyat Dostları, S.7, Kasım, 1987)”
Age., Ataol Behramoğlu’nda
İsmet Özel’e 26. Mektup,
s.156.
Nihat Behram, 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde gerçekleşen bu “devir teslim” olayını şöyle anlatmaktadır: “12
Mart... Dergide bir aksama var. ‘Çıkahm, çıkmayalım’ gibi tartışmalar. Bir günde dört beş mektup falan
attığım oluyor
Fransa’ya Ataol’a Necmiye’ye... Onlar da yazıyorlar! ‘Dergi çıkmalı’ diyorlar. İkide bir posta
kutusuna bakmaya iniyorum. Neredeyse postahane önünde sabahlayacağım. Halkın Dostları PK 892.
Zor
günler. Tutuklanan tutuklanana. Mektupları okuyup yırtıyorum. İsmet’le haberleşme aksamış. Aksama ondan
kaynaklanıyor. Dergi dursun’ falan diyormuş. Niye? Nasıl olur? Kişisel keyfi kararların virajı artık dönülmüş.
Ankara’ya gidiyorum. İsmet’le
buluşuyoruz.
Biraz zor oluyor ama buluşuyoruz.
Neyse İsmet, yazı
işleri
sorumluluğu ve
sahipliğini
kazasız belasız bana devrediyor. Mühür, imza falan. Eşrefe saatinde, iyi
ayrılıyoruz.
Gerçi sonradan durmasa da söz veriyor, 'Yamaya devam ederim’falan diyor.”
(Akif Kurtuluş, “Genç
Bir
Dergiydi Hep Genç Kaldı”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”, Edebiyat Dostları,
S.7, Kasım, 1987)”
Kötü Şiirler, Halkın
Dostları, S.14, Mayıs 1971, s.5-6.
Sevgilime İftira,
Halkın Dostları, S.17, Ağustos
1971, s.4-5.
İsmet
Özel, Halkın Dostları’nın kapanmasıyla ilgili şunları belirtmektedir: “Ben Ankara’dayım, dergi İstanbul’da
kapatılıyor. Ama kapatılır kapatılmaz İstanbul’a geldim. Nihat’la Sıkıyönetim’e, Selimiye’ye
ifade vermeye
gittik.”. (Akif Kurtuluş,
“Politikada Emekliliği
İtiraf
Edemeyince”, “‘Halkın Dostları’ Konulu Soruşturma”,
Edebiyat Dostları, Kasım, S.7)”
Mehmet Erte, “Şiirin Özgürlüğe İhtiyacı Yok, Özgürlüğün Şiire İhtiyacı
Var”, yasakmeyve, Y.4, S.19,
Mart-Nisan 2006, s.8-20, [söy.]
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, Şule Yay., 8. bs., İstanbul, Mart 2002, s.18.
Çalışmamızın
“Hayatı” kısmında şairin
çocukluğundan, ailesi ve
çevresiyle girmiş olduğu ilişkiye varıncaya dek
etraflıca ele almaya çalıştığımız bu husus, şiir ile kurulan “bağ”ın da sebebidir. İsmet Özel bu durumu, “Waldo
Sen Neden Burada Değilsin?”
adlı eserinde şöyle
dikkatlere sunmaktadır: “Yetişme yıllarımda kendi önümde
açılan yolun bir sanat alanından geçtiğini sezmiştim. Ama hangi sanat alanı? Müzik ve resim yüksek
maliyetlerle
çalışılan
alanlardı. Bu yüksek maliyetler sadece parayla ölçülebilen cinsten sayılmaz.
Asıl belirleyici o olmakla
birlikte, bana çok yüksek gelen maliyet, bu alanlarda kendi yolumu bulmak için
çok erken yaşlarda
birilerine,
kimilerine ‘eyvallah’ etme mecburiyetiydi. Edebiyat alanı benim yetiştiğim yıllarda nisbi bir bağımsızlığa imkân
veren nitelikteydi. Yani bir insan olarak varlığını tebarüz ettirebilmek için kimse kişiliğinden taviz vermek
zorunda kalmadığı
gibi edebiyat alanında hesaba katılabilir bir seviye gösteren her çalışma kendini
gösterebiliyordu.” (s.19)
İsmet
Özel, şiiriyle hayatının
örtüştüğü ve “şiir-hayat birlikteliği”nin gerçekliğine işaret
için şunları ifade
etmektedir: “Ben kendimi şair sanarak değil, şair
olmanın gereğine
inanarak ve şiirin
gereğini yerine
getirmeksizin bu alanda gerçek bir çalışma yürütülemeyeceğini kabul ederek işe koyuldum. Yolumun her
durağında, yürüdüğüm mesafenin, göze aldığım mesafe yanında kısa kaldığını anlayacak bir hazırlığım vardı.
Bu hazırlığı da doğuştan getirmedim, dünyadan
aldım. Hazırlığımın,
bu gün de beni ayakta, aklı başında tutan
hazırlığımın
özelliği ikidir:
Kadirşinas
itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.19)
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.23.
İsmet
Özel, hem hayatında hem de şiir
evreninde çok önemle üzerinde durduğu bu gayretini, henüz yolun
başında olduğu dönemde nasıl oluşturmaya çalıştığını şöyle ifade etmektedir: "Neyin önemli, neyin değerli
olduğunu
bilmiyor, ama bilmek istiyordum. Şiirde sözler büyük bir anlamı açıklamaları sebebiyle
bana
ulaşmıyorlardı.
Sözlerin şiir
biçiminde bana ulaşmaları,
onların bizatihi bir söz olma gücünü kazanmaları
yüzündendi. O zaman şiir
kendi başına bir
önem ve değer
olmayı başarmış bir sözdü.” (Waldo Sen
Neden
Burada Değilsin?, s.23)
İsmet
Özel, şairin “ben”i ile
dünya arasında bir “alış-veriş” olduğunu belirterek şunlara dikkat çekmektedir:
"Şair dünyadan
alır ve dünyaya verir. Şairin
dünyadan neler aldığını
bütün ayrıntılarıyla ve hatta onu şiire
götüren ve okuyanlar olarak bizi şiire yönelten aslî bağ bakımından bilemeyebiliriz. Çoğu zaman bilmeyiz.
Aldığı başka verdiği başkadır. Şair almakla ve vermekle
bulunduğu
mekândaki yoğunluğu gösterir. Alınan ve
verilen bir şeylerin
bulunduğunu işaret eder. Beşeriyetin varlığına tanıklık eder.”
(Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.27)
Özel’in bu dikkati kaleme almış olduğu
şiirlerinin hemen hemen
tamamının çıkış noktasını
oluşturmaktadır. Şair
kendisiyle yapılan bir söyleşide
bu noktaya şöyle dikkat
çeker: "Benim şahsen
şiirde yapmaya
çalıştığım şey,
zihnimizi işgal
eden gerek teorik, gerek güncel yapılarla bu şiir söyleme tarzının nasıl yan yana
getirilebileceği
yahut nasıl tek şey
haline getirilebileceğiydi.
Dolayısıyla ben şiir
serüvenimi bir bakıma tasarı ile varlık
arasındaki ilişkiye
oturttum. Yani, çok net olarak söylersek birtakım teorilere yakınlığım var. Bir de ben varım.
Sınırları fark edilebilir bir varlık olarak bu ikisinin neyi ortaya koyabileceğiydi benim meselem. Bu
ikisinden
nelerin çıkabileceğiydi.”
(Mustafa Alp Dağıstanlı
/ Melih, Şabanoğlu, “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi
Çıkıp Kitabımı Ekarte Etmeliydi”, Argos, C.1, S.3, Kasım 1988, s.58)
İsmet
Özel, "Ben birinci kitabımı artık böyle şiirler yazmıyorum diye yayınladım” demekte
ve yayımlamış
olduğu her yeni şiirle yeni bir dünyanın
sınırlarını zorladığını
ileri sürerek buna örnek olarak “Partizan” şiirini
göstermektedir. Şair,
kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede bu hususta şunları ifade etmektedir: "Partizan
şiirinin tarihi, Şubat 1965'lır; Geceleyin Bir
Koşu’nun yayın
tarihi Mart 1966’dır. Oysa Geceleyin Bir Koşuda
Partizan yok. Dolayısıyla, bir şiir kitabı tıpkı bir resim sergisine benzer. Ressamlar
atölyelerindeki
tamamlanmış resimlerin
hepsini bir sergiye koymazlar. Resim sergisi gibi bir şiir kitabının da bir bütünlük
arz
etmesi, bir karakterinin olması beklenir.” (Ags.)
İlkokul
Gazetesi, S.32, Ankara, 28 Şubat
1954, s.4.
İsmet
Özel henüz 10 yaşındayken
yayımlanan bu şiiriyle
ilgili olarak şunları
kaydetmektedir: "Ben Kış ’ şiirinden
daha sağlam bir
metin bekliyordum ama şoke
de olmadım. Vay be bunu yazmışsın tüh!’ demedim. Fena değil.
Ama sanki daha çarpıcı bir şiir çıkarmış
gibi bekliyordum.” (Ags)
Yine şairin
bu şiirinin ilkokul
gazetesinde yayımlandığını
nasıl öğrendiğine dair anlattıkları için
çalışmamızın
“Hayatı” bölümde yer alan 26. Dipnota bkz.
İsmet
Özel, ilk kez karşılaştığı bu şiir antolojiyse ilgili olarak şunları dile getirmektedir: "'Şiirimiz 1956’
adındaki bu antoloji dolayısıyla, 1956 yılı içerisinde hangi şairler neler yapmış bundan 1956’da haberim
vardı.
Mesela, Sezai Karakoç’un "Pink Ponk Masası” adlı şiiri var o antolojide, şiirleri okuyorum ama böyle
bir
adam varmış, bu işler böyle yürürmüş bilmiyorum tabi.” (Ags.)
İsmet
Özel bu dönemle ilgili olarak şunları
belirtmektedir: "Abidin Emre diye bir arkadaşım vardı. Onunla yaz
aylarında cebir kursuna gittik. Cebirden ikmale kalmıştık. O verdi, liseden mezun
oldu. Ben veremedim 1 sene
bekledim. Edebiyattan tamamen habersiz bir insan değildim ama aktüel olarak
edebiyatta ne olup bittiğini
o
yıllarda o çocuktan öğrendim.
İşte o bir
senelik boşlukta
hem metinlere ulaşma
açısından hem de hadisenin
cereyanı açısından daha anlaşılır bir duruma geldim. Bir de o sıra Ankara’da "Değişim” diye bir edebiyat
dergisi çıkıyordu. Onu sürekli almaya başladım. O dönemde sadece bu tür dergilerle değil, Ankara’daki
sefaretler, kültür merkezleri dolayısıyla birçok şeyle yüz yüze geldim.” (Ags.)
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”
adlı eserinde, lise son sınıftaki şiirle olan irtibatını anlatırken
etkileşim içerisinde
bulunduğu modern Türk şairleri olarak şu isimleri belirlemekte ve şunları ifade etmektedir:
"Her sanat eseri herkesi ilgisini çekmez, kendi sanatçısını kendi şairini arar insanlar. Belki
ben de kendi şairimi
arıyor ve böylece okumuş
bulunduklarıma benzer şeyler yazmamın hiçbir yarar getirmeyeceğine inanıyordum.
Kendi okumamı haklı kılacak şeyi yazabilirdim ancak. Bu süreç içinde geç de
olsa (Lise son sınıftaydım,
arkadaşım
Abidin’in edebiyata olan geniş ilgisi yardımcı oldu bana) modern Türk şairlerini tanıdım. T.
Uyar’ın, E. Cansever’in, C. Süreya’nın, S. Karakoç’un, E. Ayhan’ın, M. Eloğlu’nun, Ü. Tamer’in, K.
Özer’in o
dönemde yazdıkları (1962) şiir adına büyük bir imkânı temsil etmekteydi.” (s.25)
Yorgun, Yelken, C.VII, S.71, Ocak 1963, s.26.
Karoon, Yelken, C.VII, S.75, Mayıs 1963, s.23.
İsmet
Özel’in şiirlerinin
dergilerdeki yayımlanma macerası çalışmamızın “Şiirleri”
adlı bölümünün sonunda
bulunan “2.3. Şiirlerinin
Kronolojisi” adlı kısımdan ve “Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel
Kaynakçası” adlı bölümden de takip edilebilir.
O Bağımsız
Dağların, Dost,
C.XI, S.25, Nisan 1963, s.17.
Kuşun
Ölümü, Dost, C.XI, S.26, Mayıs 1963, s.12.
O Bağımsız
Dağların, Dost,
C.XI, S.25, Nisan 1963, s.17.
İsmet
Özel’in yayımlanan bu ilk şiirleriyle
ilgili olarak şunları
ifade etmektedir: “‘Yelken’ dergisi adı
duyulmamış şairlerin
şiirlerini
yayınlayan yegâne dergiydi ve edebiyat dergisi vasfı taşıyordu. Ben zarf içerisine
başka hiç bir şey koymadan, şiirlerimi koyarak dergiye
gönderdim ve hiç kimse beni tanımadığı halde
yayınlandı. O günlerde Türk Edebiyatı bu vakanın cereyan edebileceği kadar işe kıymet veren insanların
alanıydı. O sıralar “Dost” dergisinin şiir seçimlerini Turgut Uyar yapardı. Ben bu sefer
“Dost” dergisine bazı
şiirlerimi
gönderdim ve birkaç şiirim
de orada yayınlandı. Daha sonra Turgut Uyar, Asım Bezirci ve Hüseyin
Cöntürk “Dönem” dergisini çıkardılar, orda da genç şairlerin orta sayfada birkaç şiiri birden yayınlanırdı,
orda da 5 şiirim
yayınlandı. Genç ümit veren şairler olarak oradaydık. Onlardan biriydim ben de. O zaman bu
o kadar dikkat çeken bir şey
değildi. Belki yaşımın diğerlerine göre biraz daha
küçük oluşu
dikkat çekiyordu.
Mesela Ataol benden daha büyüktü. O 42’lidir, ben 44’lüyüm.” (Ags.)
İsmet
Özel, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi şairlerle olan tanışmasını şu şekilde
dile
getirmektedir: “Ben Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken Turgay Gönenç diye
birisi vardı. Ben 1’deyken o 4.
sınıftaydı. Turgay o günlerde resim ve şiir üzerine konferanslar veren bir çocuktu. O
sıralarda “Bozgunda”
diye de bir kitabı çıkmıştı.
Turgay’a resim kâğıdının
pütürlü tarafına daktiloyla yazılmış 5-6 şiir verip “şunlara
bir bakıver” dedim. Ertesi gün Turgay sınıfa geldi. Kapıdan girince beni aradığını fark ettim. Dersten
çıktım ve
beraberce sütunlu salona gittik. Orada verdiğim şiirlere baktık. Benim özenerek yazdığım mısraların üzeri falan
çizilmiş, daire
içerisine alınmıştı.
Çok canım sıkıldı tabi ilk başta. Sonra, Turgay’ın ilk cümlesi şu oldu:
“Şiirlerini
Turgut Uyar’la okuduk. Mayası temiz dedi.” Daha sonra, “Bugün Edip gelecek, istersen
sen de gel”
dedi. Edip Cansever İstanbul’da
oturuyor, ben tabi Ankara’dayım, gitmez olur muyum? Benim hayatımda
önemli şeylerden
biridir o. Birçok fırsatta da anlatmışımdır herhalde. “Kareli” diye bir meyhane vardı.
Ağabeylerimden
subay olanı içki içerdi. Hepsi içerdi de, en çok o içerdi. Ona sordum, “Ne
yapacağım ben
şimdi?” diye. O
da dedi ki, "Biranı alırsın, geçer bir yere oturursun...” Onun tarif ettiği üzere biramı aldım ve
geçtim bir yerde oturdum. O ortamlara o kadar yabancıydım ki, epey bir zaman
sonra, gözüm etrafa alıştıktan
sonra, onların zaten orada oturmakta olduklarını fark ettim. Sonra bira bardağımı alıp onların masasına
geçtim. O gün öyle birkaç meyhane dolaştık. Mülkiyeliler Birliğinde de Cemal Süreya ile karşılaştık. Ayrılırken
Edip Cansever’e “Size şiirlerimi
göndereceğim”
dedim ve dediğimi
de yaptım. Edip Cansever’den heyecan ve
övgü dolu bir mektup aldım. Mektupta diyordu ki “Bize şiirlerini gönderen çok olur,
sanma ki herkese böyle
sözlerle cevap veririm.” Böylece Edip Cansever’le yazışmamız da başlamış oldu. Fakat ben o ilk
mektubu
kaybettim, diğerleri
duruyor ama onu kaybettim. Bir yerde düşürdüm herhalde çünkü çok okuyordum, hep
yanımda taşıyordum.”
(Ags.)
İsmet
Özel, şiir yazmaya
koyulduğu dönemde II.
Yeni şiiriyle önünde açılmış olan bu imkâna şöyle işaret
etmektedir: “Ben bu şairlerin
ortaya koyduklarını kendi yazma serüvenim için başlı başına bir imkân olarak
gördüm. İşte neyi
yazdığım ön plana
çıkmaksızın yazmanın önemini yaşayabilirdim. Benim başından beri
istediğim buydu.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?,
s.25)
Sözüne ettiğimiz
“çevre”nin özellikleri için çalışmamızın
İsmet Özel’in “Edebî
Görüşleri”nin incelendiği
bölümdeki “1.2.1.4. ‘Çevre’nin niteliği: Şiir/Şair
ve toplum” adlı kısmına bkz.
İsmet
Özel şiirinin II. Yeni şiiriyle olan ilişkisi hususunda Ebubekir Eroğlu şunları kaydetmektedir: “İsmet
Özel’in şiiri tek
başına ele alındığında, ikinci yeni şiirinin başka bir şiir dili içinde yeniden hayat
bulmuş bir
uygulamasıdır. Kendisinin, şiiri ilkin o yolda algıladığı ve hareketli duyarlığını hep o algıya giydirdiği ve böylece
sonraki serüvenden çok, kendisini önceleyen şiire “bitişik” olduğu düşünülebilir. Bana öyle geliyor ki 1970’lerde
İsmet Özel çıksa
'ikinciyeni şiirini
bir duvarın dibinde sızıp kalmaktan ben kurtardım” dese, bir iki homurtu
yanında bu sözüne yandaş
bulabilirdi.” (“İmgeyi Boşlayan
Şiir”, Yönelişler, Y.2, S.13, Nisan
1982, s.1-5.)
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede “Geceleyin Bir Koşu”daki birçok şiirin ortaya çıkışını
hazırlayan bu hususla ilgili sorumuzu şu şekilde
cevaplandırmıştır: "Evet.
Benim mısraım var. “Dinsin benim
çağdaş olmayan iğrenç yüzüm” mesela.
"Bacaklarımı hor görürüm o aynalarda” Tabi şüphesiz böyle bir
durum var. Bunu şiirlerimin
toplu basımında da yazdım. “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir” diye.
Burada asıl, annemin babamın yaşlı olmasından çok, varlığımın insan ilişkilerinde eşya ile olan ilişkilerindeki
denk gelmeyişi
beni tabi çok etkiliyordu. Sebebini tam olarak kavrayamasam bile insanların olağan buldukları
şeyleri olağan bulmamaktan doğan bir tedirginlik vardı
içimde. Halen var mıdır? Çok yaşadığım
için o çok
törpülendi. Kendimi eskisine göre çok daha rahat hissediyorum. Ama eskiden çok
gergindim. Ben 40 yaşıma
kadar tırnaklarımı ve bıyıklarımı yedim ve hiçbir şekilde kendimin bir şeylere tetâbuk edememesi gibi
bir
meseleyi yaşadım.
Bu her şekilde
böyle oldu. Bu çok bariz bir durum. İnsanlar benim gibi yaşamıyorlar. Aslında
bilmiyorum yüceltiyor muyum ama... Ben 12 Eylül 1980 darbesi olduğu zaman düşündüm ki hiç kimse o beş
generalin oluşturmuş olduğu kurucu meclise başvurmayacak ve onlar da bunu
kuramayacaklar. Anlata biliyor
muyum? Ben böyleyim. Bu tür durumları çok ciddiye alan bir insanım. "Bu
beni böyle sanıyor, öyleyse ben de
onun beni böyle sanmasından istifade ederek bunu böyle götürüp yaşayayım” demedim ben. Bu tabi
vücudumla
da çok alakalı bir durum. Kadınlarla ilişkimde falan bunlar beni çok etkileyen durumlardı. 62
yaşında İsmet
Özel diye bir adam var. Bu adam 9 yaşında da bu adamdı, 21 yaşında da bu adamdı, 35 yaşında da bu adamdı.
Adam “göz” arıyor. Ben sahici bir şey arıyorum. Onu nasıl bulabilirim, o bana yeterdi.
Dolayısıyla insanların
yanlış yargılarından
rahatsız olmaya hakkım yok mu? Bu vücudumdan, kendimden falan filan iğrenmek gibi
şeyler bunlarla
alakalı. Bu aslında benim bazı yazılarımda da yazdığım şeylerle ilgili. İntihar diğerlerine bir
saldırıdır. Hayatta kalanlara bir saldırıdır. Bu da benim yaptığım bir şeydir.” (Ags.)
Şairin
şiirlerinde söz konusu
olan durumun görünüş şekliyle
ilgili geniş bilgi için
çalışmamızın “Şiirlerin Tema, İçerik ve Yapı
Bakımdan İncelenmesi”
adlı bölümün “3.1.2. Dünyaya konumlanmaya çalışan Ben’in huzursuzluğu/'kargaşa’sı: Cinsellik”
adlı kısmındaki, “3.1.2.1. Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik” ve “3.1.2.2.
Bedenin horlanması şeklinde
ortaya çıkan
yıkıcılık/‘kargaşa’
ve cinsellik” adlı alt başlıklarına
bkz.
İsmet
Özel tüm şiir evrenine
yayılan bu hassasiyetine, henüz yolun başında olduğu dönemde nasıl yaklaştığını
şöyle işaret etmektedir: “Yazma işinde giriştiğim birçok acemice tecrübeyi
kendi gözümde sınamaya tâbi tuttum.
Pek özenle, önemli bir buluşmuş gibi
yazdığım nice
söz, neden kısa süre sonra bana yersiz ve gülünç
görünüyor; buna karşılık
laf olsun diye karaladığım
bazı sözler de sonradan bana düşündürücü, cazip ve
isabetli neden görünüyordu? Bu sorunun cevabını bulmak kolay olmadı. Zamanla şiiri, dünya hakkında sahip
olduğum
tasavvurların yedeğinde
ve beklentilerimin doğrultusunda
yazamayacağımı
anladım. Bu yönde
yaptığım alıştırmalar beni ‘ilk çıkış ’
sözleriyle gerektiğinde
‘son düzenleme’ düzeyinde yapılara ulaşabilecek
kıvama getirdi. Gördüm ki şair oluşumu
insan oluşuma ne
kadar yakın kılabilirsem kendiliğinden dışa
vurduklarımla, bilinçli bir çabayla seçtiklerim arasında yakınlık doğuyor.” (Waldo Sen Neden
Burada
Değilsin?, s.25-26)
İsmet Özel, imgelerin ve
imajinatif söyleyişin
zihinsel süreçten geçip ortaya çıktığında insanlarla olan
etkileşimine şöyle işaret etmektedir: “Yaptığım düzenleme yüzünden başka insanlar da kendi
varlıklarının belli
noktalarında bazı yorgunluklar sağlıyor olsa gerekti. Ben kedi yoklayışlarım sırasında nasıl belli
alanlara
takılmışsam başkalarının takıldıkları
alanlar benimkilerle denk düşebilirdi. Böylelikle insan oluşumuzun başka
hiçbir araçla yoklanamayan yerleri fark edilebilir kılınacaktı.” (Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?,
s.30-32)
İsmet Özel, kendisiyle
yapmış olduğumuz söyleşide bu durumu şöyle ifade etmektedir: "Benim
şiirde yaptığım
şey, öyle küller
arasından oryaya çıkan bir şey olarak doğmadı. Ben, şairler
açısından düşündüğümüzde,
yıkanmış, tozu
alınmış bir şekilde idim daha işin başında. Ben acemilik falan
çekmedim şiirde.
Zaten büyük şair
olarak başladım
ben şiire. Yazdım
ve "bu budur” dedim. “Acaba tutuyor mu tutmuyor mu?” diye bakmadım.
Şüphesiz II. Yeni
şiirinin birtakım
özelliklerini tabiî ki kullandım. Ama bu durum II. Yeni’den etkilenmekten çok
ona mensup olmakla alakalı. Bu bir yaklaşım çabası değil, doğrudan doğruya “bu böyledir şeklinde” yazılan
bir şey. Tomris Uyar ’la tanıştığımda yazdığım şiirlerden hareketle “ben sizi 35 yaşının üzerinde
zannediyordum” dedi. Şiir yazmaya başladığım zaman “eh bu çocuk da adam olur” demediler, “bak bu neler
yazıyor” dediler bana hep. Edip Cansever ile kişisel ilişkimiz vardı. O İstanbul’da oturuyordu ama her
Ankara’ya gelişinde
görüşürdük. Bir
yamak gibi ilişkim
yoktu onunla. Bu ondan gelen bir şeydi. O beni
karşısında eşit düzeyde bir insan olarak
görürdü. Aynı şekilde
Turgut Uyar’la da öyleydi ilişkimiz. Ankara’daki
çalıştığı bürosuna giderdim zaman
zaman. Uzun süre hiçbir şey
konuşmadan
susardı. Bir gün konuşma
sırasında öylesine “yazları bir yere gidemem” dedim. Turgut Uyar, “ne müthiş bir mısra” dedi. Hatta benim
yaşıtım olan
arkadaşlar, “sen
normal konuşamaz
mısın?” derlerdi. Mısra mısra konuştuğumu düşünürlerdi.
Çünkü ben bir kere başladım
o işe ve başka bir şey düşünmedim. Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ni bırakırken de öyle.
“Siyasal! neyine güveniyorsun da bırakıyorsun?” diye kendime sorduğumda kendi kendime, “yazdığım şiirler
dayanmaya müsait” diye düşündüm
ben. Ama bu durum benim hoppadak ortaya çıkardığım bir şey değildi.
Türkiye’de entelektüel ortam buydu o zamanlar. İnsanlar görüyorlardı bir şeyi ve bekliyorlardı ”
(Ags.)
Ataol Behramoğlu,
“İsmet Özel Üzerine”
kaleme aldığı uzun
yazısında şairin ilk şiir kitabı için şu
değerlendirmede
bulunmaktadır: “Geceleyin Bir Koşu önemli, ilginç bir kitap. Ergenlik boğuntularını, irinleri ve
yıkıntıları, bütün gizleri tek başına çözmek zorunda bırakılmışlığı (milyonlarca ergenin yaşadığını) içtenlikle,
olanca açıklığıyla
anlatan bir şairin
kitabı. Bu açıdan, önemli bir kitap şiirimizde. İsmet Özel’in şiir dünyasını,
bu günkü konumunu kavramak için de mutlak tanınması gerekli bir kitap.” (“İsmet Özel Üzerine”, Militan,
S.
11, Kasım 1975, s.24-34)
Bakır Tenli Yapraklar, Türk Dili, S.148, Ocak 1964,
s.262.
Partizan, Şiir
Sanatı, S.6-7, Ocak-Şubat
1964, s.11-15.
Seni Olan Yenilgi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.4.
Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.5.
Ölü Asker İçin
İlk Türkü, Dönem,
S.5, Şubat 1964, s.4.
Gececil Kuşların
Ürkmediği Aydınlık, Dönem,
S.5, Şubat 1964, s.5.
Geceleyin Bir Koşu, Dönem, S.16, Mart 1964, s.7.
Bakmaklar, Dönem, S.2, Haziran 1964, s.6.
Tüfenk, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.10.
Kaçış,
Dost, Geceleyin Bir Koşu,
de Yay., Mart, 1966, Ank., s.10.
Acının Omuzlanışı, Evrim, S.18, Haziran 1964, s.3.
Geceleyin Bir Korku, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.9.
Davun, Yapraklar, S.4, Kasım 1964, s.12-13.
Yıldızların Uzaklığına Övgü, Mülkiye, S.15, Şubat 1965, s.11.
Sabah Ayartması, DevinimLX, Nisan 1965, S.3, s.17.
Geceleyin Bir Koşu, de Yay., (2. bs., Oğlak Yay., İst, Mart 1994, 72 s.), Ank.,
Mart, 1966, 31 s.
İsmet
Özel, bu ilk şiir
kitabının yayımlanmasında göstermiş olduğu
heyecanı şu şekilde dile getirmektedir: “Ben
ilk kitabımı 800 liraya bastırdım ama Kemal Özer daha öncesinde söz vermişti kitabımı basacağına. Çocukluk
demek ki, bekleyemedim birkaç ay.” (Ags.)
Yine şair
“Waldo Sen Neden Burada Değilsin?”de
konuyla ilgili olarak şunları
kaleme almaktadır: “Partizanla
kendi şiirimde yeni
bir evrenin başladığına inandığım için önceden yazdıklarımı
‘Geceleyin Bir Koşu’
adlı ilk
kitabımda toplayıp yayınlıyorum. Kemal Özer, kitabımı Uğrak yayınları arasında basacağını vaat ettiği halde
neden birkaç ay bekleyemediğimi kim anlayabilirdi?” (s64)
Bu şiirler
“Bir Ağrı Yakıldıkça
Sevilmeli” ve “Yağmurun
Kapıları Karanlık” adlı şiirlerdir.
İsmet
Özel, daha sonra 1980 yılında “Şiirler 1962-1974” (Yeryüzü Yay., 1.bs., İst., 1980, 144 s.) ve 40 yaşına
kadar yazdığı şiirlerinin toplu olarak
yayımlandığı “Erbain”
(Şule Yay., İst., 1987, 238 s.) adlı
kitaplarında yer
verdiği bu iki şiiri, “Geceleyin Bir Koşu”ya almamasıyla ilgili
olarak şunları ifade
etmektedir: "Karoon'ıı
kitabıma almayışımın
sebebi çok esoterik bulmamdır. O metinde dünyada hiçbir zaman başka insanları
ilgilendirmeyeceğini
varsaydığım şeylerin bulunduğunu düşünüyorum. Diğeri de çok açık bulduğum için. Birini
çok gizli bulduğum
için birini de çok açık, “yani bu kadar da kör kör parmağım gözüne olur mu?” dediğim için
koymamışımdır.
Ama namuslu olalım, ikisinde de kendi ölçülerime göre teknik zaaf olduğunu ve henüz son
aşamaya varmamış olduklarını düşünüyordum. Bu benim kendime
göre bir “oldu”ya da “olmadı” dediğim bir
durumla alakalı. “Bu henüz ham, bu olgunlaşmadı” dediğim bir durumla.” (Ags.)
Çağdaş Bir Ürperti, Şiir Sanatı, S.4, Şubat 1966, s.4-5.
Sevgilime Bir Kefen, Şiir Sanatı, S.15, Ocak 1967, s.13-14.
Evet, İsyan,
Şiir Sanatı,
S.16, Şubat 1967,
s.28-29.
Kan Kalesi, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.28-30.
Bir Devrimcinin Armonikası, Papirüs, S.6, Kasım 1966,
s.25-26.
Yaşamak
Umrumdadır, Papirüs, S.19, Aralık 1967, s.34-35.
Sevgilim Hayat, Papirüs, S.24, Haziran 1968, s.40-41.
İnce
Sızı, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 12-13.
Aynı Adam, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 14.
Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler, Yeni
Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 15-17.
Yıkılma Sakın, Yeni Dergi, Y.5, S.57, Haziran 1969, s.
540-541.
Yaşatan,
Yeni Dergi, S.60, Eylül 1969, s.16-18.
Kalk Düğüne
Gidelim, Halkın Dostları, S.1, Mart 1970, s.4.
Evet, İsyan, de Yay., (2. bs., Oğlak Yay., İst., Temmuz 1996, 88 s.), İst., Kasım 1969, 44 s.
İsmet
Özel, bireysel duyarlılıktan toplumsal olana yönelmesiyle birlikte yön değiştiren söz konusu bu “yıkıcılık”
üzerine şunları ifade
etmektedir: “Psikanaliz yapacaksak eğer şunu göz önünde tutmak mümkün, ben çok
çelimsiz çocuktum. Gençliğim
de öyle geçti yaşlılığımda da böyleyim. İnsanlar beni görünce çok şaşırıyorlar.
Çünkü çok cüsseli falan tahayyül ediyorlar. Yazdığım yazılar ve şiirler dolayısıyla vurduğunu devirir yani. Hem
de böyle şimdi
konuştuğum gibi bu tonda falan konuşmaz diye düşünüyorlar. Belki bu bir
telafi mekanizmasıdır.
Ben böyle bir insan olmak istedim mi, vuran deviren falan hayır. Ama hep bunun
suiistimaline karşı
bir şey
yapılmalıdır diye düşündüm
hep. Mesela ben hiçbir zaman iyi futbol oynayamadım. Ama beni küçükken takıma
büyük çocukların ayağına
iyi giriyor diye alırlardı. Çok küçük bir çocuktum. Diğer çocuklarda küçüktü ama
onlar girmezlerdi. Ben korkusuzca girerdim yaralanma pahasına. Baş komiserin de oğlusun. Öyle kaçmak
maçmak da olmazdı. Tabi buna yaşım ilerledikçe çok güzel ideolojik kılıflar bulabildim. Haklı
taraftaydım,
dolayısıyla haksızlara şiddet
uygulamak kaçınılmazdı. Daha doğrusu o şiddete
şiddet de
denmezdi, şiddet
karşıtı
bir şiddet idi bu
bir bakıma. Ama daha da korkunç olanı hayat karşısında tahripkâr bir eğilimim vardı. Şu
manada, bu istemediğimiz
şeyleri niçin
bize güzel gösteriyorlar. Mesela diyelim ki kadınların tırnaklarını
boyamaları hiçbir zaman güzel görünmemiştir bana. Bunun güzel bir tarafını bulmadım. Bulana
da
rastlamadım. Bunu belki bir saldırı olarak yapıyorlar. Buna benzer birçok şey var hayatımızda. Mesela 15
yaşından beri
içimde bir tür mitralyöz kullanma duygusu vardı. Yani taramak. Neyi?
Vitrinleri. Bunda acaba o
vitrinlerde sergilenen şeylere
ulaşamamanın
sıkıntısı mı var? Bir sağcıya
sorarsan evet. Ama bence böyle değil.
O düzenin ne kadar büyük bir baskı olduğunu hatta baskıdan da öte insanları iğfal ettiğini birinin anlamsı ve
ona tepki göstermesi gerektiğini hep düşündüm
15 yaşımdan beri.
Bu manada içimde hep bir yıkıcılık
vardı.” (Ags.) İsmet
Özel’in şiirlerinde söz
konusu olan durumun görünüş şekliyle
ilgili geniş bilgi için
çalışmamızın “Şiirlerin Tema, İçerik ve Yapı Bakımdan İncelenmesi” adlı bölümün “3.I.2.2.
Bedenin
horlanması şeklinde
ortaya çıkan yıkıcılık/'kargaşa’ ve cinsellik” adlı alt başlığa
ve “3.1.4. Şahsî
olandan
toplumsal olana yöneliş:
Devrimci duyarlılık” adlı kısma bkz.
İsmet
Özel’in söz konusu olan bu dönemiyle ilgili geniş bilgi için çalışmamızın “Hayatı” bölümündeki “1.1.4.
Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel komünist’/‘Siyasal’lı yıllar” adlı
kısma bkz.
İsmet
Özel, özellikle bu dönem kaleme alınan şiirlerinde çok ince bir çizgi halinde devam eden bu
hususa şöyle
değinmektedir: "lenuı'in
‘bir çocukluk hastalığı’
dediği sol
komünizm Türkiye’de aydınlar arasında yıldırım
hızıyla yayılmaya başlamıştı. Ama henüz veba
mahzenlerdeydi ve merdivenleri inerken ayağımıza bir fare
ölüsünün takıldığı
vaki değildi. Yaşayıp düşündüklerimin yazdıklarıma
etkimesi, yazdıklarımın kendi zamanımın
rengiyle koyulaşması
süreci hızlandı bu dönemde.” fWaldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.53)
Eser Gürson, “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi,
Y.2, S.24, Eylül 1966, s.231.
İsmet
Özel’in şiirlerinin
farklı bakışlarla ele
alındığı o dönemdeki eleştirel ve tanıtım yazıları
için bkz:
Rahmi Akseki, “Şiir Daha Uzak Mı?”, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.4.
Haluk Aker, “Çağdaş Bir Ürperti”, Soyut, S.11, Mart 1966, s.8.
Kanıpak, “Şiir Yüklü Bulutlar”, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.39-41.
Apdulah Özkan, “İsmet Özel”, Soyut, S.16, Ağustos 1966, s.11.
Apdulah Özkan, “Genç Kuşak Diye”, Soyut, S.25, Mayıs 1967,
s.11-12.
Hüseyin Peker, “Geceleyin Bir Koşu”, Yordam, C.2,
S.13, Kış 1967, s.58-59.
İzzet
Göldeli, “Yanlış Bir
İsmet Özel”, Yordam,
C.3, S.18, Bahar 1968, s.36-39.
Arkadaş Özger,
“Yanlış Bir İsmet Özel’e Cevap”, Yordam,
C.3, S.19, Yaz 1968, s.65-66.
Adnan Onart, “Bir Şiiri Okumak”, Soyut, S.2(Yeni Dizi),
Haziran 1968, s.17-19.
Erdal Ceyhan, “Bazı İmgeler”, Yordam, C.3, S.19, Yaz 1968, s.
30-35.
Üstün Akmen, “Bir Şiir İncelemesi”, Soyut, S.7, Kasım 1968, s. 15-16.
Ahmet İnam,
“Üç Şiir
Kitabı”, Soyut, S.21, Ocak 1970, s.12-14.
Talat Kırcan, “Evet İsyan”, Soyut, S.23, Mart 1970, s.20.
İsmet
Özel’in edebî faaliyetlerinin bütününe ilişkin kaleme alınan yazılar kronolojik olarak, çalışmamızın “Bir
Bibliyografya Denemesi: İsmet
Özel Kaynakçası” adlı bölümünden de takip edilebilir.
İsmet
Özel söz konusu olan bu tehlikeden nasıl kurtulduğunu şu
şekilde izah etmektedir:
“Uzun süre şiirdeki
politik anıştırmaları
okuyucuyu ucuza kapatma gayretlerinin sonucu olarak gördüm ve kendi okurlarımın
yazdıklarımdaki insan problemi karşısında üst düzey bir zihnî çabaya meşgul kimseler olduklarını
varsaydım.
Çünkü ben onlardan biriydim, yani ben de meselelerin neler olduğunu tanıdıkça ilerleyebilen,
bilebildiklerime
tutuna tutuna yürüyen ve her adımını şiirin damgalamasını uman biriydim. Kafamda çakan
imgelerin üzerinde
yaşadığım toprakla, aralarında
bulunduğum
insanlarla olan ilgisinin aşkın bir dolayımdan geçilerek nasıl olsa
kurulacağı
hususunda sebepsiz bir güven taşıyordum. Bu güven aksi istikamette de yol alabileceğim düşüncesini
besledi içimde. Bu kez okurlarımın politik anıştırmaları yüzeydeki anlamlarıyla değil zenginleştirilmiş bir insanî
özün dinamosu yedeğinde
kabul edecekleri görüşüne
yakınlık duymaya başladım.
Böyle olsun istiyordum, zira
şiir uğruna giriştiğim çabalarla, dünyayı
anlamlandırma (veya dünyada neler olup bittiğini anlama)
çabalarımın ortak doğruda
birleşmesini
istiyordum. Böyle bir doğrultu
edinebilirsem hem kendi zihnimi
parçalanmaya varacak bir rahatsızlıktan kurtaracak hem de daha üretken bir
sanatçı olmayı
başaracaktım.”
(Waldo Sen Neden Burada Değilsin?,
s.53-54)
İsmet
Özel, şiir ve
ideolojinin bir arada bulunmasını ve kendi şiiri üzerinde de duran “politiko-sosyal” etiketi
“Partizan” şiiri
dolayısıyla şu şekilde açıklamaktadır: “Hiçbir
sanatçı kendisine gösterilen ilgiye duyarsız
kalamaz. İşte,
böylesi duyarlılıklar içinde 'Partizan' doğdu. Gerçekte, bu bir cüret göstergesiydi. Türk şiirinin
modernist eğilimlerinin
imgesel yığını
üzerine bir politiko-sosyal etiket kondurulmuştu. Ama acaba yapılan iş bu
kadarcık ve bundan ibaret miydi? İtiraf etmeli ki kurduğum yapının mekanik bir tarafı, zorlama, yapıştırma bir
tarafı vardı. Şiire
özgü zihnî işleyiş biçimleri (yani söze birçok
açıdan bakabilme imkânı), insanın toplum
içindeki yerini anlamak üzere kullanılan zihnî işleyiş biçimiyle temasa geçmeye kalkışınca bir zorlamanın hemen
bizi beklemesi kaçınılmazdı. Esasen benim göze aldığımda bu zorlamayı aşabilmek ve mekanik yanyanalığı
organik duruma dönüştürmek
çabası idi. İlk aşamada üstesinden gelmeyi düşündüğüm estetik bir mesele vardı
ve bu (diyelim ki) bakırla mermerin aynı heykelde nasıl kullanılabileceğiydi. Bu iş bakır bakırlığından, mermer
de mermerliğinden
hangi ölçüde vazgeçebilirse o ölçüde başarılabilecekti.” (Waldo Sen Neden Burada
Değilsin?, s.55)
İsmet
Özel, askerlik döneminde yazmış
olduğu şiirlerin başka başka illerde kaleme alındığını ifade etmektedir.
Şair, bu dönemde kaleme
alınan ve daha sonra, Ataol Behramoğlu ile karşılıklı
yazdıkları şiirle
birlikte “Yıkılma
Sakınlar” diye şöhret
bulacak olan “Yıkılma Sakın” adlı şiiriyle ilgili şu
hatırayı anlatmaktadır: "Şiirlerin hepsi
Muş ’ta
yazılmadı. "Sevgilim Hayat” mesela Sivas’ta yazıldı. “Yıkılma Sakın” Muş ’ta yazıldı. Onun hikâyesi
de
vardır. O sırada Ataol, Trabzon’dan Malazgirt’e sürgün ve hapis gitmişti. Ve elden bana “Yıkılma
Sakın” adlı
kendi şiirini
gönderdi. Yedek subay askerdi. Bir subaya karşı gelmekten hapsedilmişti. Muş ’a gelen Malazgirtli
Orhan adında bir çocuk, Ataol’un şiirini getirdi bana. Ben de ona bir şiirle cevap vereyim edim. Ama
nasıl
yapacağım? Hem
askerlik, hem şiir
olmuyor? Hemen bir formül buldum. Diş çektirene üç gün istirahat
veriyorlardı. Ağzımda
da çürük diş kökleri
vardı. Dişçiye
çıktım, üç diş kökü
aldırdım ve üç gün istirahat aldım.
Üç gün uğraştım, didindim, ama şiir bitmedi. Bitmeyince gene
dişçiye çıktım,
dedim ki “Şu dişleri çek.” Çürük
olan ama tedaviyle kurtarılabilecek olan iki dişimi çektirdim. Dolayısıyla üç gün daha
dinlenme imkânı doğdu
ve
altı gün içinde şiiri
bitirdim.” (Ags.)
Yazdığı
metinlerin nereye varacağı
noktasında bilinçli olan şair,
şiirini ideolojik
söylemlere kurban etmemek için
ayrı bir çaba göstermektedir. İsmet
Özel, “Evet, İsyan”
kitabında bir araya gelen şiirlerini
yazdığı dönemdeki bu
hassasiyetine şöyle işaret etmektedir: “Şiirdi benim alanım. Bu
demekti ki şiiri
zaafa uğratmakla
kendi alanımı
daraltır ve belki yok ederdim. Şiirin güçten düşmesi demek, kendime duyduğum öz saygının azalması demekti.
Bu yüzden şiirimin
devrimci niteliğine
ne kadar önem veriyorsam, devrimin şairi olmak gibi bir zaafın içine
düşmemeye de o
kadar özen gösteriyordum. Yazdıklarım, belli düşüncelerin desteğiyle ayakta duran metinler ise
onların okunmaya değer
metinler olma niteliği
de tartışmalı
hale düşerdi. Şiirlerimle yüz yüze gelenler
dünya ile
olan ilgilerinde yeni bir açılımı, gerekirse bir rahatsızlığı fark etmeliydiler. Bu
yüzden genel kabul içinde şiire
yakışır sayılana
değil, şiire girdiği zaman bir şeyleri kurcalar olana rağbet ediyordum.” (Waldo
Sen Neden
Burada Değilsin?, s.56)
İsmet
Özel’in “Şiir ve İdeoloji”den ne anladığı ve şiirin aslına ilişkin düşüncelerinin
ne olduğu hususunda geniş
bilgi için çalışmamızın
“1.2. Edebî Görüşleri”
bahsindeki “1.2.1.5. Zavallı insanların özlemi: Şiir ve ideoloji”
ve “1.2.1.1. Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti” başlıklı kısımlara bkz.
İsmet
Özel kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmede, “Evet, İsyan” kitabında belirerek
“Cinayetler Kitabı”nda
daha çok yoğunluk
kazanan “ontik kaygı” ile ilgili sorumuza şöyle cevap vermiştir: “Evet. "Ontik kaygı” lafını
başka bir yerde
de zikretmişimdir
herhalde. Hani Heidegger der ya "Modern felsefe varlık problemini unuttu”
diye. Bence "Evet İsyan”da
ciddi bir biçimde varlık problemine dönüş çağrısı vardır. Mesela, "Partizan” şiirini
düşünelim.
"Gırtlağımda
bir harf büyüyor” diye başlar.
Varoluşumuzun
algılanabilir kısmı aynı zaman da baş
edilebilir kısmıdır. Ama "sarp bir güvercin düşüyor yüreğimizden”, güvercin niye sarp,
neden yüreğimizden
düşüyor ayrıca
konuşulabilir ama
varoluşumuzun bir
tasarımı doğru
yönelen kısmı tadılması gereken, tadıldığı
zaman ancak varlığı
anlaşılan bir
alandır. Böyle bir tasarıma doğru kendini fırlatmanın varlık kazanma
endişesiyle olan
bağı, ontolojik
boyutudur bu kitabın. Aslında bunun insanlık tarihiyle de, Türkiye’nin
tarihiyle
de yakından bir bağı
var. Çünkü mesela Nazım Hikmetin de Mehmet Akif’in de "Yeni Dünya”
imajları, belirli
şartların içinde
oluşmuş imajlardır. Halbuki İsmet Özel’in "Evet İsyan”ında varoluş problemini çözmeden
ulaşılamayacak
bir projeksiyon var. Varoluş vuku bulduğu
zaman istenilen bir rotaya oturulacak. Bir izah ile
dünyanın nasıl olduğuna
dair bir izah ile açıklanamayan ama o dünyayı oluşturmak ya da o dünyanın tayin
edici unsur haline gelmek suretiyle şahit olacağın bir gelecek. Böyle bir durum, belki Türk şiirinde değil
yalnızca, Türk düşüncesinde
de "Evet İsyan”
dolayısıyla varlık kazanmıştır. Bu gözle okursanız "Sevgilime Bir
Kefen”de de böyle bir endişe vardır. Dediğim gibi, bir projeyi, proje olarak değil, o projenin gerçekleşmesini
sağlayan insan
haline gelerek gerçeklik alanına taşımak.” (Ags.)
Şairin
şiirlerinden hareketle
çözümlemeye çalıştığımız bu konuyla ilgili geniş bilgi için çalışmamızın. 3. Bölümünde yer
alan
“3.1.5. Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik olma”: Yalnızlık” ve “3.1.6.
Arayışın izleri
ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden
Doğuş’” başlıklı kısımlara bkz.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.63.
İsmet
Özel, biyografisinden izlenebilecek temelli “değişim”i
yaşamadan evvel şiirinin gelmiş olduğu noktayı şu
şekilde değerlendirmektedir: "Şiirler ortaya çıktıkça
farkına vardığım
husus kendi alanıma iyi intibak ettiğimdi.
Prokrustes’in yatağından
kurtulmuş, kendi
yatağıma kavuşmuştum. Artık şiirim için ne mermer ne de
bakır
arama, bunları değişime uğratmak için çaba harcamaya
gerek yoktu. Çünkü kelimeler arasından bir uygun
kelime seçme gibi şüpheli
yolu geride bırakmış hangi
kelime olursa olsun, onun aydınlandığı, bana aydınlık
getirdiği yola girmiş tim. Daha doğrusu ş iir benim için kazarsam
çıkarabileceğim,
arıtırsam
belirginleştireceğim, yoğurursam özü hissedilen
kendime ilişkin
bir nesneydi sanki. Böyle bir sonuca varmamda
etkili olan tek şeyin
inanç olduğunu
biliyordum. Biliyordum ki başından beri şu
veya bu çevreden, şu
veya bu
sayıda insanın iyi ya da sevimli şiiri yazmak mümkündü. Böyle bir yolu seçmek, geçerli
olan ortalamayı fark
edip o normlara uygun olanı üretmekle sürdürülebilirdi. Ama hem ortalamanın değişmesiyle hem de şairin
kendini dışarıdan
izlemek zorunda kalışıyla
batağa giden bir
yoldu bu.” (Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.
65)
Bu hususta geniş bilgi için bkz: “1.1.5. TİP’den Askerliğe: Herkesleş(me)me” ve “1.1.6. Kaybederken
kazanılan değer:
‘Kendilik’/‘Biriciklik’ arayışı”
İsmet
Özel, şiir dolayımıyla
söz konusu ettiği bu
duruma şöyle dikkat
çekmektedir: "Başkalarını
oyuna getirmek
suretiyle başarılan,
başkalarının
oyuna geldiği
varsayılarak kurulan her iş, özünde peşin
bir çürüme
barındırıyordu. Bunu ben en iyi ve en kolay şiir alanında anlamıştım. Şair olarak, istesem başkalarının zevk
düzeyini, bilinç düzeyini, bilgilenme imkânlarını veri kabul ederek bir şeyler yazar ve / veya sözün
akrobasisini
yapardım. Şiirle
uğraşan herkes bu mesleğin göz bağıcılığa ne kadar elverişli olduğunu bilir. Halis şiire varmak
istek ve iradesi şaire
kalmış bir şey.” (Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?, s. 69)
Cinayetler Kitabı, Çıdam Yay., (2. bs., Oğlak Yay., İst., Temmuz 1984, 80 s.), İst., Mart 1975, 47 s.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s. 70.
Kötü Şiirler,
Halkın Dostları, S.14, Mayıs 1971, s.5-6.
“Cinayetler Kitabı”na, Mart 1970 yılında Halkın Dostları
dergisinin 2. sayısında yayımlanan bu şiirinin
"Ağlamadan
/ dillerim dolaşmadan
/ yumruğum
çözülmeden gecenin karşısında
/ şafaktan utanmayıp
utandırmadan aşkı
/ üzerime yüreğimden
başka muska
takmadan / konuşmak
istiyorum.” mısralarını alan İsmet
Özel, kitabın Oğlak
yayınları tarafından çıkarılan Temmuz 1996 yılındaki 2.baskısında şiirin tamamına “Ekler”
adı altındaki bölümde yer vermiştir.
Sevgilime İftira,
Halkın Dostları, S.17, Ağustos
1971, s.4-5.
Kanla Kirlenmiş
Evrak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.38-39.
Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Yeni Dergi,
Y.9, S.102, Mart 1973, s.39-40.
Tahrik, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.41.
Propaganda, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973,
s.41-42.
Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.41.
Esenlik Bildirisi, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974,
s.42.
Amentü, Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35.
Akla Karşı
Tezler, Diriliş,
S.4, Aralık 1974, s.78-79.
Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi, Diriliş, S.5, Ocak 1975, s.32-33.
İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni Oraya Aldır, Diriliş, S.6, Şubat
1975, s.73-74.
Şair
“Sevgilime İftira” şiiriyle birlikte bu şiirine de “Cinayetler
Kitabı”nın Oğlak
yayınlarlından çıkan 2.
baskısında “Ekler” adı altındaki bölümde yer vermiştir.
İsmet
Özel, bu geçiş sürecinde
şiirlerle verilen işaretlere “Waldo Sen Neden
Burada Değilsin?” adlı
eserinde
şöyle dikkat çekmektedir:
“Eğer şiir anlatılmayan bir şeyin anlaşılır anlaşılır kılınmasında bir görev
üstlenmişse, Kötü
Şiirler’den başlayarak yazdıklarım tarih
sırasıyla, yani Sevgilime İftira (hayata iftira demektir
bu), Kanla Kirlenmiş Evrak,
Karlı Bir Gece Vakti, Propaganda, Tahrik, Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Esenlik
Bildirisi, Amentü sırası gözetilerek okunursa yaşadığım geçiş sürecinin işaretleri fark edilebilir. Gerçi bu
işaretler çok
gerilere uzanarak da bulunmaz değil ancak arayışımın en belirgin dönemi bu şiirleri yazdığım
günlere denk düşmektedir.”
(Age., s93)
Şiirler
1962-1974, Yeryüzü Yay., 1.bs., İst., 1980, 138 s.
Şiir
Okuma Kılavuzu, Yeryüzü Yay., (3.bs., Çıdam Yay., İst., Mart 1991, 158 s.;
Sonraki bs., Şûle
Yay., İst.,
2000, 89 s.), 1.bs., İst.,
Ocak 1980, 82 s.
İsmet
Özel, şiir üzerine yazdığı yazılarını, “Şiir Okuma Kılavuzu”nun değişik baskılarında bir takım tasniflere tabi
tutmuştur. Söz konusu
olan bu durum çalışmamızın
“Edebî Görüşler” başlıklı bölümünün “1.2.1.
Poetik
Yolculuk: Şiir
Okuma Kılavuzu” kısmından ve “Tablo 1: Poetik metinlerin ‘Şiir Okuma Kılavuzu’ndaki
yolculuğu” adlı
tablodan takip edilebilir.
Üç Frenk Havası, Sanat Olayı, S.3, Mart 1981, s.46-47.
Jazz, Sanat Olayı, S.5, Mayıs 1981, s.36.
Mataramda Tuzlu Su, Sanat Olayı, S.9, Eylül 1981,
s.43.
Ataol Behramoğlu,
“İsmet Özel Üzerine”,
Militan, S.11, Kasım 1975, s.34.
Behramoğlu,
İsmet Özel’in müslüman
dünya görüşüne bağlandıktan sonra şairliğinin nasıl devam edebileceği
hususundaki öngörülerini şöyle
belirtmektedir: “İdealist dünya görüşünden kaynaklanan bir şiir yazmasına
olanak vermeyecek ölçüde güçlü bir şiir ve toplumcu bilinç geçmişi olduğunu gerek şiirleri, gerek kişiliği
konusundaki gözlemlerimle biliyorum. Kaldı ki yaşadığımız çağda ve yaşadığımız Türkiye’de böyle bir dünya
görüşünün büyük şiire kaynak olabileceğine inanmıyorum. Biçim
konusunda edinmiş olduğu ustalıklar ona belki
bir süre daha ilginç görünümlü şiirler yazdıracak. Fakat bu ustalıklar özde gelip saplandığı açmazın şiirini
gittikçe çöküntüye uğratmasına
engel olamayacaktır. Kişisel
bunalımların ve tutkuların onu daha sakat ve kişi
olarak da yok edici bir siyasal angajman çizgisine sürüklememesini dilerim.”
(Agy., s.34)
İsmet
Özel’in biyografisinden takip edildiğinde daha net olarak anlaşılabilecek bu husus için çalışmamızın
“Hayatı” bölümünde dikkate sunmaya çalıştığımız
ve “1.1.7. Ontolojik kaygı: ‘Yeniden doğuş’” adlı kısma
bkz.
Dişlerimiz
Arasındaki Ceset, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım 1982, s.6.
Şiir
Kitabı, Adam Yay., 1. bs., İst., Haziran 1982, 137 s.
İsmet
Özel’in adı geçen bu kitabına, o zamana kadar tüm yazdıklarını dâhil ederken 2.
şiir kitabı “Evet, İsyan”ı
almamış olması, Mehmet
H. Doğan tarafından şu şekilde değerlendirilerek eleştirilmiştir: “1982 de Adam
Yayınları arasından çıkan Şiir Kitabı’na ilk şiir kitabı Geceleyin Bir Koşu’yu alırken Evet İsyan adlı 1969 yılında
yayımlanan şiir
kitabını almamıştır.
Özel, düşünsel,
sanatçı gelişim
sürecinde bir kesinti, bir yön değiştirme
olmadığını
söylerken, Şubat
1965’le Haziran 1969 tarihleri arasında yazdığı şiirleri reddetmektedir. Çünkü
İslam’da parti
yoktur, dolayısıyla Partizan da olamaz. Halk yoktur, cemaat vardır. Ve
'(löderım / ne güzeldir
cemaate bakınca’ gibi dizeler söylemenin olanağı da yoktur.” (“Evet İsyan’dan Sünnî Şaire”, Adam Sanat,
S.
57, Ağustos
1990, s.26)
Fakat Doğan’a
itiraz o dönemde Adam Yayınları’nın ve Adam Sanat dergisinin genel yayın
yönetmeni olan
Mehmet Fuat’tan gelmiş ve
bu durum “Bir Açıklama” olarak söz konusu olan yazının hemen bitiminde aynı
dergide yayımlanmıştır.
Mehmet Fuat’ın açıklaması şöyledir:
“Mehmet H. Doğan’ın
yazısını yayımlarken İsmet
Özel’in açıklamak istemeyebileceği bir durumu benim açıklamam gerektiği kanısındayım. Şairin Adam
Yayınlarından çıkan Şiir
Kitabı’nda daha önce basılmış olan üç kitabı yer almıştır: Şiir Okuma Kılavuzu;
Geceleyin Bir Koşu;
Cinayetler Kitabı. Bunların arasında Evet, İsyan da olacaktı. Başlangıçta öyle
düşünmüştük. Ama 1982 yılının ağır siyasal havasında birkaç şiirin sakıncalı görünebileceği kanısına vardık.
Onları çıkarmayı önerdim. Şair Evet, İsyan’da
bir ayıklama yapmanın okurları yanıltabileceği, bazı şiirlerini
redde'Uığir
izlenimini doğurabileceği kaygısıyla bu kitabını
bütünüyle derleme dışı
bırakmayı yeğledi.”
“Bir
Açıklama”, Adam Sanat, S.57, Ağustos, s.26)
Bu şiirlerden
biri, kitaba da adını veren “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar”,
diğeri de “Ils Sont Eux”
adındaki şiirdir.
Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar, İmge
Yay., (2. bs. Oğlak
Yay.,
İst., Temmuz 1994,
50 s.), İst., 1984, 31
s.
II. Yeni Şiiri’nin
modern Türk şiiri
içerisindeki yeri ve bu şiirin
gelenekle olan bağının
hangi bağlamda ilerlemiş
olduğuna dair
geniş bilgi için bkz:
Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir, agorakitaplığı,
İst.,
Kasım 2004, 538 s. / Cevat Akkanat, Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002, 362
s.
İsmet
Özel, henüz 1966 yılının başlarındayken
Ataol Behramoğlu’na
göndermiş olduğu mektubunda kendi
şiiriyle yapmak istediği açılımı, Behramoğlu’nun şiirinden hareketle, şu şekilde işaret etmektedir: "Türkiye'nin
devrim sancıları çeken şu
döneminde, zaten köksüz değil ama kökünden habersiz (üstelik durgun ve giderek
yozlaşma
tehlikesiyle karşı
karşıya) olan
edebiyatımızın, daha doğrusu
şiirimizin önemli
kişileri olmak
zorundayız. (...) Yani kararlı planlı, bile bile bir şiir kurmak; bunu kendimizin
bir sonucu kılmak zorundayız. Bu
toplumun bizden istediği
biraz da budur. (...) Benimse çağrıştırmak istediğim başka
dünyalar özlemidir.
Metafizik olarak değil
ama insanı başka
yere (neresi olursa olsun değil) çağırmak.
Burada, olduğu
yerde
durmamasını öğütlemek
istiyorum. Çıkışım
bu. Bütün sanat kollarının yönelmesini beklediğim nokta da bu.
Kısaca böyle bir duygu kapmadığım yapıta ısınamıyorum bir türlü. Turgut Uyar’ın o şiiri sevmesini de şiiri
kendine yakın bulmasına bağlıyorum. O da sıkıntısını anlatan ama yalnızca anlatan bir
edilgin ozan. O. Veli
etkin. Nazım etkin. Mevlana etkin. Hatta Ece Ayhan kelimenin (yer yer çarpık ve
rastlantısal) ağırlığını öylesine
koyuyor ki şiire,
ona da etkin bir ozan diyebilirim.” (Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, “İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
1. Mektup”, Oğlak
Yay., 1. bs., İst,
Nisan 1995, s.27-28)
Of Not Being A Jew’dan, Adam Sanat, S.12, Kasım 1986,
s.12-13.
Erbain, Şûle Yay., 1. bs., İst., 1987, 238 s.
Mevsimlerin İnsana
Yaptığı Fenalıklar, Dergâh,
C.II, S.23, Ocak 1992, s.3.
İsmet
Özel’in şiiriyle ilgili
bu dönemde, özellikle diğer
şairler tarafından
söylenenler için bkz: İmzasız,
“Hoş
geldin İsmet
Özel”, Tempo, S.2, 12-18 Ocak 1992, s.62; İmzasız, “İsmet Özel, Bir Yıllık Bir Aradan Sonra,
Yine Dergâh Dergisinde Bir Şiir Daha Yayımladı: Of Not Being A Jew”, Nokta, 24-30 Ocak
1993.
Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993,
s.3-7.
Münacat, Dergâh, C.V, S.53, Temmuz 1993, s.3-4.
İki
Kanat, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.
Demangeaisum, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.
Naat, Dergâh, C.V, S.55, Eylül 1994, s.3-4.
Sebeb-i Telif,Dergâh, S.57, Kasım 1994, s.3.
Dibace, Dergâh, C.IX, S.104, Ekim 1998, s.1.
Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.
İsmet
Özel, kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide “Bir Yusuf Masalı”nı
yazmaya 1967 yılında karar verdiğini
ifade etmekte ve metnin ortaya çıkmasını şu şekilde
anlatmaktadır: “1967 yılında yazmaya karar verdim “Bir
Yusuf Masalı”nı. Bu fikrimi Edip Cansever’e söylediğim zaman o burun kıvırdı
bana. Fakat metnin doğmasında
iki insanın çok büyük katkısı var. Bunlardan biri Bilge Karasu diğeri Bülent Oran. Bilge
Karasu’ya bir masal
yazmak istediğimi
söylediğim zaman
onun tepkisi şu
oldu. “Demek ki başka
bir alanda yürümeyi öğreneceksin.”
Bu büyük bir katkı oldu benim için. Bülent Oran’ın katkısı da şu oldu. Yıllar geçmişti aradan o zaman. Bülent
Oran’ı ben 1989da falan tanıdım. O, benim bu metni elden çıkarmakta, daha doğrusu doğurmakta
zorlandığımı
hissettiği için
dedi ki “Bir kere bu masalı en aptal, en beceriksiz, en zevksiz adam nasıl
yazarsa
öyle yaz” dedi. Çünkü “şurası
böyle olmaz burası şöyle
olmaz” dediğim
için yazamıyorum. O, “Aman canım
böyle de yazılır mı? denecek şekilde yaz ondan sonra üzerinde çalışırsın” dedi. Bu da Bilge
Karasu’nun
katkısından sonra ikinci önemli bir katkı oldu benim için.” (Ags.)
Şair,
“müsvedde” olarak kabul ettiği
“Bir Yusuf Masalı”nın 7 bölümüyle ilgili yapmak istediği değişikliği şöyle
anlatmaktadır: “Orada çok barizdir. “Münacat”, “Naat” ve “Sebeb-i Telif”
kısımlarının işlenmişliği ile diğer
metnin işlenmişliği arasında bir fark vardır.
Yani bence vardır. Bunu düzeltmeyi düşünüyorum elbette. Yalnız
şuna karar verdim.
Hiçbir mısra çıkarmadan yapacağım bunu. İnsanlara
şunu göstermek
istiyorum. “Bu zaten
yazılacaktı. Ama hepsi bundan ibaret değildi” bunu göstermek istiyorum. Bu metin kalacak,
altında üstünde
başka metinler
yer alacak. Tabi, yeni mısralar ekleneceği için yeni bir metin çıkacak ortaya. Belki yeni şiirler de
olacak arada.” (Ags.)
Şule
Yayınları tarafından organize edilen bu kitap tanıtım programı, 28 Aralık 1999
akşamı gerçekleştirilmiştir.
Dikkate sunmaya çalıştığımız bu
tespit, “Bir Yusuf Masalı” yayımlandıktan bir süre sonra bazı yazarların da
dikkatini çekmiştir. Bu
yazarlardan biri olan Nilüfer Kuyaş’, bizim “sahicilik” dediğimiz arayışa şöyle işaret
etmektedir: “Burada asıl önemli olan şey, İsmet Özel’in insanı kendisi olmaktan engelleyen unsurların, o
donuk
“kubbenin” her yerde olabileceği görüşünü
savunma cesaretini göstermesi. İnsan Allah’a teslim oldu ve
müslüman ümmetine girdi diye böyle bir sonuç garantilenmiş olmuyor. İnsan pek ala o kubbede de düş
kırıklığına
uğrayabilir.
Bence İsmet Özel
Bir Yusuf Masalında bir cemaatin ya da ümmetin bağrında aradığı
güzelliği
bulamadığının,
aynı hatta belki daha beter sıradanlıklarla boğuştuğunun gecikmiş haberini vermektedir
bize. İnançlı
olsun ya da olmasın mesaj herkesedir.” (“İsmet Özel’in İtirafı”, E Dergisi, Mart, S.12,
s.42-43)
“Bir Yusuf Masalı”nın yayımlanmasının hemen ardından farklı
görüşler ileri sürülmüş, Özel’in şiirinde bir
gerilemenin ya da yeni bir açılımın varlığından söz edilmiştir. Enis Batur gibi bir takım şairler Özel’in son
kitabıyla “mehter adım” gittiğini ileri sürerken İlhan Berk gibi kimi şairler de “Hep şaşırttı beni İsmet
Özel’in
şiiri. Hiç
yanıltmadı. Bir Yusuf Masalı da öyle” diyerek görüşlerini ifade etmişlerdir. Bu hususta şairlerin
görüşleri için bkz.:
“Fadime Özkan, “Bir Yusuf Masalı’nın Seslendirdikleri”, Yeni Şafak, 15 Şubat 2000.
Geniş bilgi
için bkz.: Bilge Seyitoğlu,
Erzurum Halk Masalları Üzerinde Araştırmalar (Metinler ve
Açıklamalar), Atatürk Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 409, Erzurum
1975, 451 s.
Geniş bilgi
için bkz.: Ali Berat Alptekin, “Halk Hikayelerinin Motif Yapısı”, Akçağ Yay., Ankara, 1997, s.
275-277.
İsmet
Özel bir Yusuf Masalı’nı yazma fikrinin nasıl ortaya çıktığını, kendisiyle yapılan bir
söyleşide şu şekilde
ifade etmektedir: “Bir kere bu, Yeni Türk şiirinde yapılmamış bir şeydi. Benim gençliğimde de denenmemiş bir
şeydi. İlk adımı atan olmak, gençliğimde hoşuma gitmişti. Ama onun dışında masalların bütün
dinleyenlere
verecek bir şeyi
olduğunu da
hesaba katarak, günlük konuşmamızda güvenilmez, gerçek dışı çağrışım
yapan
masalın tam tersine, çok önemli göndermeler barındıran bir yapı olduğunu göz önüne aldım. Ama daha
da
önemlisi, bu benim annem tarafından bana anlatılmış bir masal. Çocukluğumda, her tablosu beni çok
etkilemiş
bir masal. Şunu
itiraf edeyim ki; zihnimdeki bu masalla ilgili zenginliğin çok azı metinde var. Yani
bence masal,
benim dünyamda metne döktüğümden çok daha boyutlu bir yere sahip. Ben metni kaleme alırken
masalı; bu
şüphesiz ki aynı
zamanda bir şiir,
tam olarak verip vermediğim
endişesini taşıdım. Ve metni olumlu karşılayan
insanlara ilk sorduğum
sorularından birisi bu. "Masal ortaya çıkıyor mu, masal beliriyor
mu?" diye soruyorum
ve bu konuda olumlu cevaplar da aldım.” (Fadime Özkan, “Üç Cin Bir Şair”, Yeni Şafak, 21 Şubat 2000)
“Bir Yusuf Masalı” kitabıyla aralanan anlam dünyasının
Özel’in şiir evreninde
karşılık geldiği çözümlemeler için bkz. “3.1.5.2.
Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık”,
“3.1.6.2. Yeniden doğan
insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı”
ve “3.1.7. Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin
eleştirisi” adlı
kısımlar.
Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara, Kısa Çakı, Paslı Pantolon, Gözde Yarısı
Kalmış
Kabuk, Dergâh, C.IX, S.107, Ocak 1999, s.1.
Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare, Gerçek Hayat, 2001-
24(34), 15 Haziran, s.20.
Mevsimlerin İnsana
Yaptığı Fenalıklar, Dergâh,
C.II, S.23, Ocak 1992, s.3.
Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993,
s.3-7.
İki
Kanat, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.
Demangeaisum, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.
Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı, Çatlıycak
Kadar Aşkî,
Adam Yay., 1.bs., İst.,
Ekim 2003, s.
17-19.,
Çatlıycak Kadar Aşkî, Adam Yay., 1.bs., İst., Ekim 2003, 96 s.
İsmet
Özel’in şiir
kitaplarının dışında
yayımladığı birer “Toplu
Şiirler’ olarak kabul
edebileceğimiz
kitaplarının
içeriğini, “Şiirlerinin Kronolojik
Listesi” adlı kısımda bulunan “Tablo 3: Şiirlerinin “Toplu Olarak”
Yayımlandıkları Kitaplara Göre Dağılımı”ndan da takip etmek mümkündür.
İsmet
Özel’in “4 Ağustos 2003”
tarihli Milli Gazete’deki yazısından. (Y.31, S.11147)
Söz konusu olan bu izler, çalışmamızın İsmet Özel’in biyografisinden hareketle dikkatlere sunmaya çalıştığımız
“Hayatı” adlı bölümündeki alt başlıklarla birlikte okunulduğunda daha net ortaya çıkmaktadır. Şairin Ağustos
2003 yılındaki durumuyla ilgili olarak bkz.: “1.1.8. Ve bitmeyen
yolculuk...”
Şule
Yayınları tarafından organize edilen bu kitap tanıtım programı, 31 Aralık 2005
akşamı gerçekleştirilmiştir.
İsmet Özel, 2005 yılının
Aralık ayında yayımladığı
“Of Not Being A Jew” (Şule
Yay., 1.bs., Aralık 2005, 150
s.) adlı şiir kitabının
son şiir kitabı olduğunu, “Of Not Being A Jew”
çıktıktan sonra kendisiyle yapılan
söyleşilerde ifade
etmektedir. Bu söyleşiler
için bkz: Murat Menteş, “‘Son’
Kitabımı Yazdım Gayet
Müsterihim”, Gerçek Hayat, Y.7, S.2006-1 (272), 6 Ocak 2006, s.
20-21, 36-37; Kürşat Oğuz, “Hayatımı
Verdim Şiirimi
Aldım”, Akşam
Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18; Sefa Kaplan, “Koynunun Boş Veya
Dolu Olması Hayatımızın Çerçevesidir”, Hürriyet Pazar, Y.57,
S.20821, 29 Ocak 2006, s.7; Rita Ender,
“İsmet Özel İle Son Şiir Kitabı Üzerine: Of Not
Being A Jew”, Şalom
Gazetesi, 15 Mart 2006; Mehmet Erte,
“Şiirin Özgürlüğe İhtiyacı Yok, Özgürlüğün Şiire İhtiyacı Var”, yasakmeyve,
Y.4, S.19, Mart-Nisan 2006,
s.8-20.
Of Not Being A Jew, Şule Yay., 1.bs., Aralık 2005, 150 s.
Kaçmak İsterken
Vuruldu, ismetozel.org., 18 Temmuz 2004.
MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim, ismetozel.org., 8 Eylül 2004.
Savaş Bitti,
merdivenşiir,
S.2, Mart-Nisan 2005, s.5-25.
Kızkulesi Beyaz İken, merdivenşiir, S.3, Mayıs-Haziran 2005, s. 4-5.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1, 2, 3, 4,
5, merdivenşiir,
S.4, Temmuz- Ağustos
2005, s.
4-13.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 16, 17, merdivenşiir, S.5, Eylül-Ekim 2005,
s. 4-7.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6, 7, 8, 9,
10, merdivenşiir,
S.6, Kasım-Aralık 2005, s. 4-
15.
İsmet
Özel bu son kitabına, ismi olup da cismi olmayan yazmayı tasarladığı 6 şiirinin ismini boş birer sayfa
olarak koymuş ve bu şiirlerin yazıldıkça yine “Of
Not Being A Jew” kitabına dâhil edileceğini ifade etmiştir.
Fakat şair, “Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi” (merdivenşiir, S.8, Nisan-Mayıs,
s.7) ve “Hışt
Baksana” (merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5) adlarını taşıyan ve “Of Not Being A Jew” kitabında boş
sayfalarla belirtilen şiirlerin
içerisinde olmayan yeni şiirler
yayımlamıştır. Bunların
da son kitabına dâhil olacağını
belirten İsmet Özel
kendisiyle yaptığımız
söyleşi de konuyla
ilgili olarak şunları
ifade etmektedir: “Şiir
yazmayacağım
dememiştim, şiir kitabı yayımlamayacağım demiştim. Bu şiir de “Of Not Being A Jew”
kitabına
girecek. Orada ismi olmasa da. Buna hakkım yok mu benim? Daha başka şiirler de olacak ama hepsi bu
son
kitabımda toplanacak.” (Ags.)
Yine bu hususla ilgili olarak şairle yapılmış olan şu
söyleşiye de
bakılabilir: Mehmet Erte, "Son Kitabımda Adını
Duyurduğum Şiirleri Terk Etmek İstiyorum", Kitap-lık,
S. 94, Mayıs 2006, s.34-44.
Şair
kendisiyle yaptığımız
görüşmede bu duruma
“Aynı Adam” adlı şiirinin
uymadığını söyler ve bu şiirin adının
şiir yazıldıktan sonra
konduğunu belirtir.
Fakat özellikle son şiir
kitabındaki adı olup da kendi olmayan şiirler için
Özel, “Ben, mesela Amentü’ şiirini Allah bana ihtida nasip etmeden önce düşündüm ve adını koydum.
Dolayısıyla bunu ben zaten yapıyordum, ama insanlar bunu bilmiyorlardı, şimdi biliyorlar”
demektedir. (Ags.)
İsmet Özel yine, şiir yazma sürecini şöyle belirtmektedir: “Şiiri, ben gençliğimden beri ilk önce kafamda
yazarım. Çoğu
zaman ilk önce ismi konur. Kafamda mısradan önce şiirin biçim kazanmamış bir ruhu doğar.
Ondan sonra bazı mısralar parlar zihnimde. Bunları not ederim. Gençliğimde hep böyleydi. Günün
herhangi
bir saati hiç fark etmez. Onları not ederim. Onlar kocaman müsvedde tomarları
olurlar. Çünkü kocaman
kâğıtta 3 kelime
vardır mesela. Ondan sonra otururum ben adam gibi şiirimi yazarım. O bir seferde
bitmez.
Neler gelir başına.
Bu anlamda bir işçilik
şüphesiz
yapıyorum. Ama böyle olmayan şiirlerim de var. Mesela en
son yazdıklarımdan “Kızkulesi Beyaz İken” böyle hemencecik oturup baştan sona yazdım. Gerçekten de
vapurda Üsküdar’dan Eminönü’ne geçerken kafama takıldı. Çünkü yıllarca ben bu
yerden geçmişim
ve kule
beyazdı. Ama artık değil.”
(Ags.)
İsmet
Özel bu tutumunu, Walt Whitman’ın “Leaves Of Grass / Çimen Yaprakları” adlı
kitabını örnekleyerek
ifade etmekte ve şunları
belirtmektedir: “Ben 62 yaşındayım, “Of Not Being A Jew”in son kitabım olmasından
normal ne var yani. Walt Whitman’ın kaç kitabı var? Bir: “Leaves Of Grass” Onun
ilk baskısı var bende,
incecik bir kitap. Ama şimdi
bir “Leaves Of Grass” alırsın görürsün ki gayet hacimli bir kitaptır.”
(Murat
Menteş, “‘Son’
Kitabımı Yazdım Gayet Müsterihim”, Gerçek Hayat, Y.7, S.2006-1
(272), 6 Ocak 2006, s.
20-21)
Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı, ÇatlıycakKadar
Aşkî, Adam
Yay., 1.bs., İst., Ekim
2003, s.17.
Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi, merdivenşiir, S.8, Nisan-Mayıs
2006, s.7.
Hişt,
Baksana, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5
Şairin
diğer şiirlerindeki dize sayılarını
karşılaştırmak için bkz: “Tablo 4:
Tüm Şiirlerdeki
Bent Kuruluşu,
Dize ve Bölüm Sayısı”
İsmet
Özel, son dönemde yazdığı
uzun şiirleriyle ve bu şiirlerin “yaş” ile olan ilgisine şöyle işaret etmektedir:
"Şiirin aslında kısa olması bir şekilde zarurettir. Bu da insanın doğrudan doğruya yaratıcı gücüyle alakalı
bir
durum. Yaratıcı gücünüz zayıfladıkça şiirler uzar. Bu da benim yaşımla alakalı bir şey. Ama burada bir şeyi
ayırmak lazım. Yaratıcı güçle hüner arasında bir ayrım vardır. John Byras
adında bir kadın şair
var. O belli
yaştan sonra şan dersi aldı. Belli bir
dönemden sonra insan, müzik bilerek değil müzik severek yapar bu işi.
Ama bir süre sonra onu öğrenilen
bir şeyle,
teknikle desteklemek gerekir. Bunu başka yerlerde de söyledim.
Gençliğim boyunca
her şiirimi bu
benim son şiirim
diyerek yazdım. Çok dikkat etmek zorundaydım. Ne fazla ne
eksik olmalıydı şiirlerim.
(Ags.)
“Yaş
ve Şiir
Üstüne” Konulu Açıkoturum, Yöneten: Tomris Uyar, Katılanlar: Cemal Süreya
(Berfe), Edip
Cansever, Turgut Uyar, Varlık, S.906, Mart 1983, s.13-25.
Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, çev: K.
Atakay, Can Yay., İst.,
1996, 167 s.
Umberto Eco, adı geçen kitabında bir metnin iki tür okuyucuya
hitap ettiğini ifade
etmekte ve bunlardan
birincisinin, herhangi bir anlatının nasıl sona ereceğini sadece merak eden “birinci düzey bir
örnek okur”
olduğunu
kaydetmektedir. Bu gruba giren okuyucu için söz konusu olan metni "bir
kez okumakyeterlidir” diyen
Eco, ikinci okur türünü de “ikinci düzey örnek okur” şeklinde adlandırmaktadır. Bu
okuyucunun en önemli
özelliği ise, metnin
anlamını tamamlamak için metne dâhil olması ve bunun için metni tekrar tekrar
okuma ihtiyacı
hissetmesidir. (Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, s.35-58)
Akşit
Göktürk, Okuma Uğraşı, İnkılâp Kitapevi, İst., 1988, 152 s.
Murat Belge, 12 Mart (1970) dönemimin anlatı metinlerine
nasıl yansıdığını
incelediği yazısında İsmet Özel’in,
yaşanılan olaylara nasıl
“iç’ten/iç’erden” baktığını
şairin “Kanla Kirlenmiş Evrak” şiirinden hareketle şu şekilde
ifade etmektedir: “Şaşırtıcı gelebilir ama ‘içerde’
olmanın örneğini İsmet Özel’den vereceğim. İsmet Özel’in
Marksizm’i bırakıp ‘Müslüman olmaya’ karar vermeden önce yazdığı bir şiirde şunları söylüyordu: (Belge
burada, İsmet
Özel’in Kanla Kirlenmiş Evrak’
adlı şiirinin ilk
bölümünü alıntılar. -İ.
Tüzer- ) Öteki
‘içerdkkdler’, cebindeki adreslerden umut kalmamanın anlamını çok iyi bilirler.
Çapa yapan adamların
geçmişlerini
niçin aşağıladığını da sonradan çok kişi anladı. Şiirin sonu şöyle geliyor: Ve şimdi birçok sayfasını
atlayarak bitirdiğim
kitabın / başından
başlayabilirim.’
12 Mart yaşantısı
için söylenebilecek en büyük
doğrulardan biri
bu olsa gerek. İşte,
yaşantıyı
içerden' yaşamak
derken böyle bir şeyi
anlatmak istiyorum.
Bunları yazabilen İsmet
Özel’in şimdi
bambaşka yerlerde
olması talihin bir cilvesi tabiî. Ama bu durum dahi,
onun sorunu o vakitler ne kadar içerden yaşadığının bir kanıtı aslında. Bu olayı böylesine kanıyla canıyla
yaşadığı için, seçimi de böyle oldu İsmet Özel’in. Onun geçtiği süreci anlamak da bir
bakıma 12 Mart
yaşantısını epey
zengin bir kaynaktan okumak demektir.” (“12 Mart Romanlarına Genel Bir
Bakış”, Birikim,
S.12, Şubat 1976,
s.10)
İsmet
Özel’in ilk şiir kitabı
Geceleyin Bir Koşu’daki
bu içeriğe dikkat çeken
incelemelere örnek olarak şu
çalışmalar
gösterilebilir:
Eser Gürson, “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi,
Y.2, S.24, Eylül 1966, s.229-232.
Hüseyin Peker, “Geceleyin Bir Koşu”, Yordam, C.2,
S.13, Kış 1967, s.58-59.
Oğuz
Demiralp, “Babasına Yenilen Savaşçının Öyküsü”, Oluşum, S.46-47, Ağustos-Eylül 1982, s.31-33.
Murat Menteş, “İsmet Özel İle Geceleyin Bir Koşu”, Dergâh, C.VI,
S.72, Şubat 1996, s.3-5.
Celâl Fedai, İsmet Özel’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri
Üzerine Bir İnceleme,
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman:
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Tuncer, İzmir,
1998, 377 s.
Bu hususla ilgili olarak çalışmamızın “Hayatı” bölümünde dikkat çekmeye çalıştığımız “1.1.2. Gölgelenen /
Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk-orta öğrenimi” başlıklı
kısma bkz.
Yelken, C.VII, S.71, Ocak 1963, s.26.
“Yazdığım her dizenin kendimce bir
hikâyesi var” diyen şair,
ilk şiirinin ilk
mısrasıyla ilgili olan hikâyeyi
“Waldo Sen Neden Burada Değilsin”
adlı kitabında dikkatlere sunmuştur.
Özel’in şiirinin oluşum sürecini dair
ipuçları vermesi bakımından önemli olan bu “karşılaşmayı”
buraya alıntılıyoruz: “Ankara’nın bir ilçesinde,
gösterişsiz bir
parkta birkaç kişi
oturuyoruz. Hemen yanımızda bir mezarlık var. Anadolu’nun birçok yerinde
olduğu gibi ağaçlık olduğu için, anlaşılan mezarlığın bir kısmını park yapmışlar. Nedendir, bilmem ama
çocukluğumdan
beri mezarlıklar bana ürküntü verem mekânlar olmamışlardır, hele taşra kentlerinin her zaman
manzarayı tamamlayan ve hatta çevreye uyumuyla insana bir sükûnet veren
mezarlıkları. Önümüzde, aşağıda
bir vadi boyunca kavaklar, meyve ağaçları uzanıyor. Kasabanın öte yakasında sarp
kayalıkların altından akan
dereye varmak için buğday
tarlalarını geçmek gerekiyor. Ne bulunduğum yerin ne de bulunduğum zamanın
olağanüstü bir
tarafı yok. Sıradan bir yaz günündeyiz diyelim. Neyin olağan, neyin olağanüstü olduğu; hayatın
tekdüze olup olmadığı
insanın neye nereden baktığıyla alakalı değil mi? Şiir
de olağan akış dediğimiz ortam
içinden bize bakılmaya değer,
görülmeye değer
olanı çekip çıkardığı
için şiir olmuyor
mu? Nitekim ilk dizenin
doğuşu da böyle: Olağan bir tavırla cebimden
pipomu çıkarıp doldurmaya başlıyorum. (...) Karşımda elinde
bağlamasıyla
oturan, sigara içen 12-13 yaşlarındaki çocuk soruyor: ‘Dolu mu içiyorsun, abi?’ Ben bu soruyu
anlamıyorum, bu bacaksızın pipoyu doldurarak mı içtiğimi merak ettiğini sanıyorum. Cevabım evet. İnsan
olarak budalalıklarımızın hepsi değilse bile çoğu karşımızdakini budala sanmaktan doğar. Pipomu yaktıktan
sonra budalalığım
kafama dank etti. Çocuk pipomu doldurup doldurmadığımı değil, içtiğim şeyin esrar (veya
bir başka uyuşturucu) olup olmadığını sormuş ve ben de soruyu anlamadığım için ona evet demiştim. Şu anda
onun gözünde esrar içen biriydim. Yüzümü mezarlığa çevirdim. Bütün varlığım sosyal, kültürel, ahlaki,
fizik
yoğunluğuyla dış a taş ma basıncı altındaydı. Mısra zihnimde parladı: ‘Ölüler beni serinliğe
yakıştıramaz.’”
(Age., s.27-28)
İsmet
Özel, daha sonradan şiirlerini
bir araya getirdiği “Erbain”
kitabına, “Geceleyin Bir Koşu”nun başına
koyduğu bu iki mısraı
koymamıştır.
Seni Olan Yenilgi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.4.
Tüfenk, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.10.
Geceleyin Bir Koşu, Dönem, S.16, Mart 1964, s.7.
Acının Omuzlanışı, Evrim, S.18, Haziran 1964, s.3.
Geceleyin Bir Korku, Evrim, S.20, Ağustos 1964, s.9.
Şiirde
geçen Mori’nin, İsmet
Özel’in yaşadıkları
mahallenin delisi olduğunu,
Ataol Behramoğlu “İsmet Özel
Üzerine” kaleme aldığı
yazısında şöyle ifade
etmektedir: '"Geceleyin Bir Koşu’ şiirinin, İsmet’in
çocukluğuna
ilişkin anılardan
kaynaklandığını
biliyorum. Şiirde
adını ettiği
Mori’nin gerçekten tanıdığı
bir kimse olduğunu
(yanlış anımsamıyorsam,
mahallenin delisi belki de) söylemişti.” (Militan, S.11, Kasım 1975, s.27)
İsmet
Özel’in çocukluğunu
geçirdiği Kastamonu’da,
uslu durmayan çocukları korkutmak için anlatılan bir hikâye
kahramanı olan “Markut”, “Acının Omuzlanışı” adlı şiirde geçen söyleyişle, Asaf Halet Çelebi’nin “Harpût”
şiirinde geçen ‘harpût /
kulaklarını sarkıt’ dizelerini akla getirmektedir. Şiirin tamamı için bkz: “Om Mani Padme
Hum, Yeditepe Yay.,
İst., 1953, 75 s.”
Vahşi
batılı bir kovboyu canlandıran Pekos Bil’in adını verdiği dergi, Türkiye’nin ilk iyi kâğıda basılı, renkli ve
resimli çizgi roman dergisidir.
İki
Kanat, Dergâh, C.IV, S.44, Ekim 1993, s.3.
Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası, Kesit Yay.,
çev: A. Derman, İst.,
1996, s.32-34.
Kenan Beşiröz,
“İki Kanat”, Dergâh,
C.V, S.51, Mayıs 1994, s.3-4.
Çalışmamızın
1. bölümünde de yer yer kullandığımız
bu kavramla ilgili olarak ve özellikle insan psikolojisindeki
tesirleri hakkında geniş bilgi
için bkz.: Russel Jacoby, Belleğini Yitiren Toplum, Adler’den Laing’e
Konformist Psikolojinin Eleştirisi, çev: H. Atalay, Ayrıntı Yay., İst., 1996, 184s.
“Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi, Y.2, S.24, Eylül 1966, s.229.
Gececil Kuşların
Ürkmediği Aydınlık, Dönem,
S.5, Şubat 1964, s.5.
Bakmaklar, Dönem, S.2, Haziran 1964, s.6.
Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ankara, s.30.
Bkz: Çalışmamızın
I. Bölümünde yer alan “1.1.3. Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan
dünya” adlı
kısım.
Partizan, Şiir
Sanatı, S.6-7, Ocak-Şubat
1964, s.11-15.
Bir Devrimcinin Armonikası, Papirüs, S.6, Kasım 1966,
s.25-26.
Besim F. Dellaloğlu, Romantik Muamma, Bağlam Yay., İst., Nisan 2002, s.14.
Mazot, Halkın Dostları, S.2, Mart 1970, s.5.
Sevgilim Hayat, Papirüs, S.24, Haziran 1968, s.40-41.
Evet, İsyan,
Şiir Sanatı,
S.16, Şubat 1967,
s.28-29.
Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Yeni Dergi,
Y.9, S.102, Mart 1973, s.39-40.
Propaganda, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973,
s.41-42.
Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.41.
Of Not Being A Jew, Dergâh, C.III, S.35, Ocak 1993,
s.3-7.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1, 2, 3, 4,
5, merdivenşiir,
S.4, Temmuz-Ağustos
2005, s.
4-13.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 16, 17, merdivenşiir, S.5, Eylül-Ekim
2005, s. 4-7.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6, 7, 8, 9,
10, merdivenşiir,
S.6, Kasım-Aralık 2005, s. 4-
15.
John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 11, 12, 13,
14, 15, 18, 19, 20, Of Not Being Ajew, Şule
Yay., İst., Aralık
2005, 150 s.
İngiliz
iktisatçı John Maynard Keynes, ekonomiyi yalnız piyasaya bağlamak isteyen klasik ekonomi
kavramlarını
yıkmış ve getirmiş olduğu teorilerle hemen hemen bütün kapitalist
devletlerin ekonomisini etkilemiştir.
Keynes,
işsizlik karşısında ekonomiyi yeniden
canlandırmak için devletin önlem almasını talep etmiş; 1936'da yayımlamış
olduğu “Çalışma, Faiz, ve Para Genel
Teorisi” (“The General Theory Of Employment, Interest And Money”) adlı
yapıtıyla da 20. yüzyılın ekonomi kavramına yeni bir açılım getirmiştir. 2. Dünya Savaşı'nda İngiltere Hazinesine
danışmanlık yapan
Keynes, savaşın finanse
edilmesi için bir plan geliştirmiş ve “Savaş Masrafları Nasıl
Karşılanmalı?” (“How To
Pay For The War?”) adlı kitabını 1940 yılında yayımlamıştır. 1942'de “Bank of
England”a müdür olarak atanmış ve
aynı yıl içinde Kral VI. George tarafından kendisine “asalet” unvanı
verilmiştir. Savaş sonrası para politikalarının
saptandığı
konferanslarda İngiltere’yi
temsil eden Keynes,
uluslararası para sisteminin mimarlarından biri olarak tarihe geçmiştir. 1946 yılında İngiltere’nin Amerika’dan
talep ettiği 3 milyar
dolarlık borç paranın görüşmeleri
için gittiği toplantı
dönüşünde geçirdiği kalp kriziyle
hayatını kaybetmiştir.
Kendisini oldukça üzdüğü
anlaşılan bu borçlanma
hakkında “The Economist” dergisinde
yayımladığı makalesinde
“Dilencilerin tercih hakları yoktur. Onlar kendilerine verileni kabul etmeğe
mecburdurlar” diye yazmıştır.
(John Maynard Keynes ve getirmiş
olduğu ekonomik
teorilerle ilgili geniş bilgi
için bkz: “Burhan Ulutan, İktisadî
Doktrinler Tarihi - ‘Bölüm XXII Keynes Devrimi’, Ötüken Neşriyat, İst.,
1978, s.465-508”)
İsmet
Özel’in yukarıda dikkate sunduğumuz
John Maynard Keynes hakkındaki görüşleri, kendisiyle yapmış
olduğumuz görüşmede bu hususa ilişkin yönelttiğimiz sorulara verdiği cevaplardan derlenmiştir. Şair, yine bu
durumla ilgili olarak şunları
dile getirmektedir: "Bugün dünyada zararını çektiğimiz ya da üzerimize kötülük
olarak boca edilmiş olan
şey ne Türkiye’ye
ne Orta Doğu’ya
has. Ne de dünyanın herhangi bir yerine ait. Bütün
insanlık bugün bir kaynaktan gelen zararı çekiyor. "John Maynard
Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı
şiir bunun bir
ifadesi. O çok önemli bir şey aslında. Türkiye’de insanların ne cesareti ne de bilgisi
bununla
meşgul olmaya
yetti anlaşılan.
John Maynard Keynes, şiirin
başındaki
alıntıda da belirtildiği
gibi, yaşayabilir
bir kapitalizmin mimarı adam. Hiç kimse "bu, bugün insanlara bir şey söylemiyor” diyemez. Bugün
çektiğimiz
birçok alandaki sıkıntı, kültürel, iktisadi dert bu, II. Dünya Savaş ı’nın sonunda kapitalizmin
çökmemesiyle
alakalı. Çökmedi kapitalizm II. Dünya savaş ı’ndan sonra. Ve çökmemek bir yana bir daha çökme
tehlikesiyle
karşı karşıya kalmamak üzere kendini
tazeledi.” (Ags.)
Yusuf Alper, Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, Okuyanus Yay., İst., Şubat
2001, s.15.
Yine şairlerin
söz konusu olan “yaratma süreci”ni nasıl yaşadıkları ve ortaya çıkardığı metinlerin bu süreçle olan
ilişkisine dair ileri
sürülen fikirlere yönelik geniş
bilgi için bkz.:
Anthony Stor, Yaratma Dürtüsü, Yayınevi Yay., İst., 1992, 230 s.
Rollo May, Yaratma Cesareti, çev: A. Oysal, Metis
Yay., İst., 1987,
147 s.
Oğuz
Cebeci, Psikanalitik Edebiyat Kuramı, İthaki Yay., İst., 2004, 485 s.
Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji - “Analitik Psikoloji
ve Şiir”, çev:
E. Gürol, Payel Yay., İst.,
1997, s.
308-325.
Heinz Hartmann, Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu, Metis
Yay., İst., Şubat 2004, s.30.
İsmet
Özel kendisiyle yaptığımız
söyleşide cinsel
içerikli şiirlerin
meydana çıkmasına kaynaklık eden psikoloji ile
ilgili sorduğumuz
sorulara şöyle yanıt
vermiştir: “Ben bir
kere ilkokul 3. sınıfa kadar çocukların cinsel temas
sonucu doğduğunu bilmezdim. Hani mahallede
sin kaf ederek konuşulur
ya bazen. Bu kötü bir şeydir.
Buradan
hareketle bu işin
de kötü olduğunu
düşünürdüm. “Bir
kere peygamberimizin de çocukları oldu. Bu kötü şeyi o
yapmış olamaz.
Annemle babam da yapmış olamazlar”
diye düşünürdüm. Dolayısıyla
cinsellikle aramızda
böyle bir mesafe vardı. Ben kavrayamadım o işi. Ondan sonra da tabiî ki insansın. Ergenlik
geçiriyorsun falan.
Bütün bu durumlarda hissettiklerimle bulduklarım arasında bir uyum aradım ben.
Yani iyi bir şey
elime geçmeli
diye düşündüm. İyi bir şey derken, cinsel birleşme aynı zamanda insan için
büyük katkı olmalı diye
düşünüyordum ben.
Cinsel birleşmeyi
yemek yemek spor yapmak gibi bir vücut rahatlığı değil de mükâfat gibi
algılıyordum ergenlik cağlarımda.
Ve böyle olmayacağını
da aklım kesiyordu. Bir de kızların tavrı da çok önemli
tabi. Kızlar tabi ben de onların gözünde görmeye gayret ediyorum. Kızlar neyin
müşterisiydiler.
Onların
müşterisi
oldukları şey ben
de var mıydı? Bu açıdan bütün gençlik yıllarım büyük sıkıntılar içerisinde
geçti. Bir
keresinde benimle ten teması yapan bir kız, çalıştığım yere gelip bana çok büyük sıkıntı verdi. Çünkü o işler
yapılırken kızın bana sürekli sorduğu soru şuydu “en çok nerem hoşuna gitti?” Bu bana çok büyük, çok korkunç
tesir yaptı. Cinsel hayatı omurga olmamış kim var? Öyle bir şey yoktur. Ancak şöyle olur. Konvansiyonel bir
şekilde cinselliği bir yere oturtur insanlar,
toplumdaki uzlaşım
neyse o kabul edilmiştir.
Bu duruma uygun
düşünce de
insanlar kendilerini cinsel sorunları olmayan insanlar gibi yuttururlar. Bence
cinsel sorunu
olmayan insan olamaz.” (Ags.)
Ölü Asker İçin
İlk Türkü, Dönem,
S.5, Şubat 1964, s.4.
Ataol Behramoğlu,
“İsmet Özel
Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.12.
Jean Paul Sartre, Baudelaire’in, kendisine ilişkin yapmış olduğu itiraflarından ve yakınlarıyla yazışmalarından
hareketle çözümlemeye giriştiği kişiliğini, “Baudelaire” isimli kitabında (çev: A. Tümertekin, İthaki Yay., İst.,
2003, 163 s.) dikkatlere sunarken şu hususa dikkat çekmektedir: “Baudelaire: kendisinin uçurum
olduğunu
hisseden adam. Gurur, sıkıntı, baş dönmesi: kendini ta kalbinin derinliklerine dek
gören, kimseyle kıyaslanmaz,
kimsenin iletişim
kuramayacağı,
yaratılmamış,
saçma, yarasız, tam bir yalnızlık içine bırakılmış, kendi yükünü
tek başına taşıyan, tek başına varoluşunu doğrulamaya mahkum edilmiş ve durmadan kendi ellerinden
kaçan,
kendi avuçları arasından kayan, kendi içine dönüp gözleyen, ama, bir yandan da
kendi dışında
sonsuz bir
kovalamacaya atılmış,
dipsiz, duvarsız ve karanlıksız bir uçurum, öngörülemeyen ve de pek iyi
bilinen,
apayadınlıktaki bir gizem.(...) Baudelaire kendi insanlık durumunu en derin
biçimde duyup da, en tutkulu
biçimde bunu kendinden saklamaya çalışan adamdır.” (Age., s.33)
Eser Gürson, “Geceleyin Bir Koşu”, Yeni Dergi,
Y.2, S.24, Eylül 1966, s.226-227.
İsmet
Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin”
adlı eserinde, bu şiirinin
son bendinde geçen ‘yırtsın
öpüşlerimi paslı
tenekeler, soyunup org çalayım’ dizesiyle ilgili şu tespitte bulunmaktadır: "Frendim
yazdıklarına göre rüyada çıplak olarak piyano çalmak obje olmaksızın bir cinsel
doyum isteğinin
belirtisiydi.
Pes doğrusu! Tam
isabet! Gerçi ben mısramın imgesine rüyada ulaşmamıştım ama şiir, uyanıkken rüya görmek
değil mi?”
(s.85)
Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Dönem, S.5, Şubat 1964, s.5.
Sabah Ayartması, DevinimLX, Nisan 1965, S.3, s.17.
Çağdaş Bir Ürperti, Şiir Sanatı, S.4, Şubat 1966, s.4-5.
Kan Kalesi, Papirüs, S.2, Temmuz 1966, s.28-30.
Sevgilim Hayat, Papirüs, S.24, Haziran 1968, s.40-41.
İnce
Sızı, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 12-13.
Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler, Yeni
Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 15-17.
İsmet
Özel, bu şiiri dergide
yayımlayıp “Evet, İsyan”
kitabına dâhil ederken ‘ve inzal’ dizesini çıkarmış fakat
daha sonra “Erbain”de “İnce
Sızı”yı yine ‘ve inzal’ ile bitirmiştir.
Muş’ta
askerliğini yaparken nişanlanan İsmet Özel, Ataol Behramoğlu’na 18 Ocak 1969 tarihinde
göndermiş
olduğu mektupta
bu olaydan şöyle söz
etmektedir: "Nişanlandım.
Gülseren (Hüseyin’in kız kardeşi) benimle
aynı sınıfsal kökten gelen, akıllı, bana her konuda yardımcı olacak bir kızdır.
Çok iyi bir karar verdiğim
kanısındayım.” (Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, “İsmet Özel’den Ataol Behramoğlu’na 10.
Mektup”, Oğlak Yay., 1. bs., İst, Nisan 1995, s.79)
Daha sonra bu nişanlısından ayrılan şair, bunun sebebini hayatında şiire ve sahiciliğe vermiş olduğu
yerin
önemine işaret için şöyle ifade etmektedir: “Ben
daha önce nişanlandım.
Nişanlı olduğum kız "ben iyi bir
devrimci karısı olurum ama iyi bir şair karısı olacağımı sanmıyorum” dediği için onunla bağımı kopardım.
Rilke’nin sevgililerinden birisi fark ediyor ki onunla birlikte olduğu zamanlarda Rilke yazamıyor.
Ve adamı terk
ediyor. Kadınlık budur işte.”
(Ags.)
Akla Karşı
Tezler, Diriliş,
S.4, Aralık 1974, s.78-79.
Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.
Söz konusu olan şiirlerin ortaya çıkış sebeplerinin net olarak anlaşılabilmesi için, Özel’in şiirlerinin oluşum
safhalarını incelediğimiz
çalışmamızın ikinci
bölümünde özellikle “2.1.1. Serbest bırakılan zihin: Şiire
başlaması, ilk şiirler ve “Geceleyin Bir Koşu” / 1954 - 1965” ve “2.1.2.
Gırtlaktan taşan şiir: “Evet,
İsyan” / 1965 -
1970” adlı başlıklar
hatırlanmalı; 20. ve 41. dipnotlarda şairin bizzat kendisinin dikkat çektiği
hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Arno Gruen, Normalliğin Deliliği, Çitlembik Yay., çev: İ. İgan, İst., 2003, 255 s.
Age., s.15.
Age., “Gerçeklik Adına Gerçekliğin Reddi”, s.15-42.
Yağmurun
Kapıları Karanlık, Geceleyin Bir Koşu, de Yay., Mart, 1966, Ank., s.14.
Yıldızların Uzaklığına Övgü, Mülkiye, S.15, Şubat 1965, s.11.
O Bağımsız
Dağların, Dost,
C.XI, S.25, Nisan 1963, s.17.
Ataol Behramoğlu,
“İsmet Özel
Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.12.
Kuşun
Ölümü, Dost, C.XI, S.26, Mayıs 1963, s.12.
Bakır Tenli Yapraklar, Türk Dili, S.148, Ocak 1964,
s.262.
Karoon, Yelken, C.VII, S.75, Mayıs 1963, s.23.
Sevgilime Bir Kefen, Şiir Sanatı, S.15, Ocak 1967, s.13-14.
Aynı Adam, Yeni Dergi, Y.5, S.52, Ocak 1969, 14.
Savaş Bitti,
merdivenşiir,
S.2, Mart-Nisan 2005, s.5-25.
Irvın Yalom, Varoluşçu Psikoterapi, çev: Z.İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst., 1999, s.54.
İsmet
Özel, Tahrir Vazifeleri, Şûle Yay., İst.,
1999, s.88.
Nuriye Akman, “İdeal Bir İslâm Düzeni Gerekmiyor”, -Sosyalizmden İslâm’a Ulaşan Şair İsmet Özel
Zihin Serüvenini Anlattı-, Hürriyet Gzt., Y.44,
S.15888, 5 Temmuz 1992, [söy.]
Esenlik Bildirisi, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974,
s.42.
Zygmunt Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, çev:
N. Demirdöven, Ayrıntı Yay.,
İst., 2000, s.127.
Jean Baudrillard, Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, çev: O. Adanır,
Boğaziçi
Üniversitesi Yay., İst.,
2002, s.197.
Üç Firenk Havası, Sanat Olayı, S.3, Mart 1981,
s.46-47.
Alaın Touraine, Modernliğin Eleştirisi, çev: H. Tufan, YKY, İst., 2000, s.34.
Ortega Y. Gasset, Tarihsel Bunalım ve İnsan, çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1998, s.41.
Zygmunt Bauman, Age., s.51.
Orhan Hançerlioğlu, Ruhbilim Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İst., 1997, s.50.
İsmet
Özel, Henry Sen Neden Buradasın 1, Şûle Yay., İst., 2004, s.41.
S0ren Kıerkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, çev:
M. M. Yakupoğlu, Doğu Batı Yay., Ankara,
2004, s.13.
Yıkılma Sakın, Yeni Dergi, Y.5, S.57, Haziran 1969, s.
540-541.
Amentü, Diriliş, S.1-2, Eylül-Ekim 1974, s.32-35.
George Steiner, Heidegger, çev: S. Sahra, Hece
Yay., Ankara, 2003, s.75-83.
İsmet
Özel, Henry Sen Neden Buradasın 2, Şûle Yay., İst., 2004, s.13.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis
Yay., İst., 2003,
s.9.
İsmet
Özel, Henry Sen Neden Buradasın 2, Şûle Yay., İst., 2004, s.15.
Bakara Sûresi 2/243, Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001.
Longman, Dictionary Of Contemporary English, Richard
Clay Ltd., London, 1987, p.885.
Ahmet Aydoğan,
Metafizik Nedir?, İz
Yay., İst., 2001,
s.27.
Jean Baudrillard, Age., s.290.
Jean Baudrillard, Age., s.294.
Zygmunt Bauman, Age., s.241.
Bkz.: “1.1.4. Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel
komünist’/'Siyasal’lı yıllar”
Ags., Yine “merak” unsurunun şairin çocukluğunda ne şeklide yer aldığıyla
ilgili geniş bilgi için
bkz.: “1.1.2.
Gölgelenen / Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk - orta öğrenimi”
Doğan
Cüceloğlu, Özüne
Yabancılaşmış İnsanların Oluşturduğu ‘Mış Gibi’ Yaşamlar - “Yaşamın ‘Mış
Gibi’si”, RemziKitabevi, İst., Ekim 2005, s.329-351.
Français/Turc Dictionnaire, Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük,Milliyet, İst., 1990, s.476.
Adnan Onart, “Bir Şiiri Okumak”, Soyut, S.2, Haziran 1968,
s.17.
Nazım Hikmet, Dördüncü Kitap-“Memleketimden İnsan Manzaraları”, YKY,
İst., 2002, s.456.
Ahmed İnam,
“Üç Şiir
Kitabı”, Soyut, S.21, Ocak 1970, s.14.
Yaşamak
Umrumdadır, Papirüs, S.19, Aralık 1967, s.34-35.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.64.
İsmet
Özel, yine bu şiirinin
Nazım Hikmet’in “Yaşamaya
Dair’leriyle olan ilişkisini
Ataol Behramoğlu’na 1967
yılında gönderdiği
mektubunda şöyle kaleme
alır: “İşte
bitirebildim şiirimi.
Ama rahat değilim.
Özellikle biçimde
ve dilde beni rahatsız eden yerleri var. Bu bakımlardan aşılmamış buluyorum belki onu. Ancak
dünyaya bakış
tarzını çok beğeniyorum
bu son şiirimin.
Nazım’ın Yaşamaya
Dair’lerinden çok değişik ve çağımıza uygun
derim.” (“Age., İsmet
Özel’den Ataol Behramoğlu’na
3. Mektup”, s.46)
İsmet
Özel, bu mektuptan yaklaşık
20 gün sonra Behramoğlu’na
gönderdiği bir başka mektubunda, yukarıda
sözünü ettiği kendisini
rahatsız eden biçim ve dil özelliklerini aştığını
ifade eder. Bkz.: “İsmet
Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 4.
Mektup”, s.50.
Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1 - Şiirler 1919-1951, Steno,
Varna, 1993, s.331-333.
Boris Pasternek, Kızkardeşim Hayat, Say Yay., İst., 1995, s.55.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.65.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, s.57.
İsmet
Özel adı geçen kitabında, “Çağdaş Bir Ürperti” adlı şiirinde Fidel Castro’yu anışını şöyle açıklamaktadır:
“Ernesto ve Fidel, Küba Devrimi’ni başarıya götüren iki lider. Bunlardan biri kendi ülkesi ve
kendi insanlarını
ön plana alıp Küba’da kalıyor. Diğeri Latin Amerika’da başka devrimler yapabilmek için yeni cepheler
açmaya
koşuyor. Benim
için bu iki tercih önemliydi ve hala önemlidir. Bir kere devrimci tavrın
mitoslarla beslenip
şişirilmesi her zaman midemi
bulandırmıştır,
ikincisi eğer
gelecek günler iyi günler olacaksa söz konusu iyilik
bir inşa
faaliyetinin sonucu olabilirdi. (...) Ernesto Che Guevara anılarında bir an
ilaç kutusu ile mermi kutusu
arasında bir seçme zorunluluğu karşısında
kaldığını ve
yanına ilaçları değil
mermileri aldığını
anlatır. Bence
her iki seçim de birbiriyle bağlantılıdır; öyle düşünüyorum ki Küba’yı seçen Fidel, bir bakıma ilaç
kutusunu
seçme dirayetini de göstermiş sayılırdı. Adının anlamı da zaten 'sadıktı ve o sadakatini Jose
Marti’ye
göstermişti
(Marx'a değil).”
(Age., s.57)
Che Guevara, Fidel Kastro ve Küba Devrimi hakkında ayrıntılı
bilgi için bkz.: Zekeriya Boztepe; Temel Demirer;
Özgür Orhangazi, Che, Fidel, Küba..., Öteki Yayınevi, Ank., Mart
1999, 135 s.
İsmet
Özel’in “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinin son dizesinin anlaşılmasında önemli yeri olan bu bilgi,
Celâl Fedai’nin, İsmet
Özel’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, adlı basılmamış yüksek
lisans tezinden (Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü, Danışman:
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Tuncer, İzmir,
1998, s.135) alınmıştır.
İsmet
Özel, “Sevgilim Hayat’ı “Erbain’e dâhil ederken, “Evet, İsyan’daki ‘Ke San'da, ümüğüne basılır mı
vahşetin’ şeklinde olan dizesini 'Ke
San'da, Kandehar'da ümüğüne
basılır mı vahşetin’
biçiminde değiştirmiştir.
Şairin şiirleri üzerine yaptığı iki değişiklikten biri de budur. Bu değişikliklerin diğeri
ise “İnce Sızı” şiirindeki ‘ve
İnzal’
kelimesiyle ilgilidir. (Bkz.: 55. Dipnot)
12 Mart 1965 yılında meydana gelen bu olay, Cumhuriyet
Gazetesi’nden okuyucuya şöyle
duyurulmaktadır:
"Kanunsuz grev büyüdü. Bir mühendis linç edilmek istendi, iki işçi de yaralandı. Kozlu’da
ayaklanma. 6 bin işçi
Kozlu’ya kimseyi sokmuyor. Asayişi temin için olay yerine bir tümen sevk edildi.
Ayaklanma baş gösteriyor.
Gelik ocağında başlayıp Karadon, Kilimli ve
Çaydamar ocaklarına sirayet eden huzursuzluk, Kozlu ocaklarında
da baş göstermiş ve saat 24 vardiyasının işçileri ocaklarına inmemişlerdir.” (Cumhuriyet
Gzt., Y.41, S.
14428, 13 Mart 1965)
Şair,
bu haberin boldla dikkat çektiğimiz
son cümlesini değiştirerek şiirinde kullanmıştır.
Yaşatan,
Yeni Dergi, S.60, Eylül 1969, s.16-18.
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev: O. Akınhay, D.
Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ank., 1999, s.760.
Irvın Yalom, Varoluşçu
Psikoterapi, “Hayat, Ölüm ve Anksiyete”, çev: Z. İ. Babayiğit, Kabalcı Yay., İst.,
1999, s.51-127.
Söz konusu olan bu “farkındalık süreci”nin şairin hayatında karşılık geldiği dönemle ilgili incelememiz
için bkz:
“1.1.5. Tİ P’den
Askerliğe:
Herkesleş (me)me”
ve “1.1.6. Kaybederken kazanılan değ er:
‘Kendilik’/‘Biriciklik’ arayışı”
Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç, çev: H. Bayrı, Metis
Yay, İst., 1991,
s.43-44.
Ortega Y Gasset, İnsan ve Herkes, çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1999, s.26.
Kitle psikolojisi ve özellikle kalabalıkların etkileşimi hakkında geniş bilgi için Gustave Le Bon’un
Kitleler
Psikolojisi (çev: T. Sağlam,
Timaş Yay.,
1999, 152 s.) adlı kitabına bakılabilir.
Naat, Dergâh, C.V, S.55, Eylül 1994, s.3-4.
Burada yığınların/kalabalıkların
toplumsallaşarak tek
tipleşmiş kitleler haline gelme süreci
hakkında geniş bilgi
için Jean Baudrıllard’ın, Sessiz Yığınların Gölgesinde (Doğu Batı Yay., çev: O.
Adanır, Nisan 2003, 87 s.) adlı
kitabına müracaat edilebilir.
Davun, Yapraklar, S.4, Kasım 1964, s.12-13.
Sebeb-i Telif,Dergâh, S.57, Kasım 1994, s.3.
Königsberg, eleştirel felsefenin babası olarak kabul edilen Alman filozof
Immanuel Kant’ın (1724-1804)
doğmuş olduğu Doğu Prusya'nın Kaliningrad şehrindeki kasabanın adıdır. Şiirde geçen “Üstümde yıldızlı gök”,
“içerimde ahlak yasası” sözleri ise Kant’ın şu cümlesinden ödünçlenmiştir: “İki şey var ki, ruhumu hep yeni bir
şaşkınlık ve hayranlıkla
dolduruyorlar; durup üzerinde ne denli sık, ne denli uzun, ne denli derin düşünürsem o
şaşkınlığım ve hayranlığım o denli artıyor: başımın üstündeki yıldızlı
gökyüzü ile içimdeki ahlak yasası. Her
ikisini, karanlıklarda gizlenmiş ya da benim ufkumun ötesinde aşkın alanda imişlercesine aramama ve sırf
tahmin etmeme gerek yok; onları önümde ve doğrudan doğruya benim kendi varoluşumun bilincine
bağlıyorum...”
Hayatını ve şiirlerini
aynı paralellikte sürdüren şairin,
söz konusu etmeye çalıştığımız yöneliminin
biyografisinde
karşılık geldiği yerle ilgili bilgi için
çalışmamızın I.
Bölümünde yer alan “1.1.7. Ontolojik kaygı: ‘Yeniden
doğuş’ adlı başlığa bkz.
İsmet
Özel’in biyografisindeki değişiklikten ve bu değişikliğin
şiirlerine yansıyan
izleklerinden hareketle
kullandığımız “Yeniden
doğuş” tanımı ile ilgili geniş bilgi için çalışmamızın I. Bölümünde yer
verdiğimiz “86.
Dipnot” hatırlanmalıdır.
Michel Foucault / Huck Gutman / Patrıck H. Hutton, Kendini
Bilmek, çev: G. Güven, Om Yay., İst., 2003, s.
12.
Kötü Şiirler,
Halkın Dostları, S.14, Mayıs 1971, s.5-6.
Sevgilime İftira,
Halkın Dostları, S.17, Ağustos
1971, s.4-5.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis
Yay., İst., 2003,
s.13.
Kanla Kirlenmiş
Evrak, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.38-39.
Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak, Yeni Dergi,
Y.9, S.102, Mart 1973, s.39-40.
Tahrik, Yeni Dergi, Y.9, S.102, Mart 1973, s.41.
Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü, Yeni Dergi, Y.10, S.112, Ocak 1974, s.41.
Söz konusu olan bu mektuptan (Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar, “İsmet Özel’den Ataol
Behramoğlu’na 28.
Mektup”, Oğlak
Yay., 1. bs., İst,
Nisan 1995, s.197-200) hareketle şairin biyografisinde
bilinmesi gereken noktalarla ve İsmet
Özel’in bu dönemdeki şartlardan
dolayı içerisine girmiş olduğu “kendine
kıyma psikozu” ile ilgili olarak çalışmamızın I. Bölümünde yer alan “1.1.6. Kaybederken kazanılan değer:
‘Kendilik’/‘Biriciklik’ arayışı” adlı kısım hatırlanmalıdır.
Maitrayana Upanişad, bu durum için "Kendisinin Kendi’ olduğunu anladığında kişi ‘kendi-siz’ olur... Bu en
büyük sırdır.” demektedir. (John White -editör-, Aydınlanma Nedir? - İç Dünyanın Keşfi, çev: C. Erengil,
Ayna Yayınevi, İst.,
2002, s.15)
Ümit Meriç Yazan’ın, “Türkiye Kanatlarınızın Altında” (İz Yay., İst., 1997, 300 s.) adlı
kitabından aktarım.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis
Yay., İst., 2003,
s.56.
Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi, Diriliş, S.5, Ocak 1975, s.32-33.
İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni Oraya Aldır, Diriliş, S.6, Şubat
1975, s.73-74.
Victor E. Frankl, Duyulmayan Anlam Çığlığı, çev. S. Budak, Öteki
Yay., Ank., 1999, s.111.
Mataramda Tuzlu Su, Sanat Olayı, S.9, Eylül 1981,
s.43.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, “Yeniden Doğuş Üzerine” çev: Z. A.
Yılmazer, Metis Yay., İst.,
2003, s.
46-77.
Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma
Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar, İmge Yay., İst.,
1984, s.1-9.
İsmet
Özel’in hayatında şiire
vermiş olduğu yerle ilgili daha geniş bilgi için, çalışmamızın “2.1. Şiir kerim: Şiir -
hayat birlikteliği
ve şiirinin
safhaları” adlı II. Bölümüne de bakılabilir.
Gazâlî, Meâricü’l-Kuds, cev: S. Özburun, İnsan Yay., İst., 2002, s.23.
Şiir
Okuma Kılavuzu, s.50.
Jazz, Sanat Olayı, S.5, Mayıs 1981, s.36.
İsmet
Özel, özellikle müslüman dünya görüşüne bağlandıktan
sonra hayatını daha çok sahici kılmaya çalışmasını,
dolayısıyla da Müslümanlık söz konusu olduğunda daha hassas davranmasını Nuriye Akman’a verdiği bir
röportajda şöyle ifade
etmektedir: “Ben hayatının orta yaşlarında İslamiyet'i seçmiş bir insan olarak çok daha
bilinçliyim birçok insandan. Yıllar önce, İzmir İlahiyat Fakültesinde konuşuyorlar. 'Niye İsmet Özel, İslamiyet'e
bu kadar kıskançlık gösteriyor?' diyor biri. Öteki şöyle diyor: 'Herkesini gözü
görüyor. Ama gözü sonradan
açılmış olan adam
mı gözüne ihtimam gösterir, yoksa doğuştan beri zaten görmekte olan adam mı?'” (“İslami
Medyada Tenezzülen Yazdım Benim Onlara Tek Kuruş Borcun Yok”, Zaman,
14-17 Eylül 2003)
Nuriye Akman, Ags.
Ils Sont Eux, Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar, İmge Yay., İst., 1984, s.
29-40.
Münacat, Dergâh, C.V, S.53, Temmuz 1993, s.3-4.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis
Yay., İst., 2003,
s.14.
Milli Gazete, Y.31, S.11147, 4 Ağustos 2003.
Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı, Çatlıyacak
Kadar Aşkî,
Adam Yay., 1.bs., İst.,
Ekim 2003, s.
17-19.
“Herkes”ler ve “Herkesleşme” kavramlarıyla ilgili kullanımlarda nelerin karşılık alındığıyla ilgili olarak,
çalışmamızın 1.bölümünde
yer alan “1.1.5. TİP’den
Askerliğe:
Herkesleş(me)me” adlı
kısım ve 54.dipnot
hatırlanmalıdır.
“Yabancılaşma”
kavramının ortaya çıkışı
ile ilgili olarak ve kullanılan farklı anlamlarına yönelik geniş bilgi için
bkz.: Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay, İst., 2005, s.1728-1731.
Ayrıca, “Yabancılaşma Sorunu”nun İsmet
Özel’in düzyazılarında ele alınış
biçimiyle ilgili geniş bilgi
için bkz.:
Tabip Gülbay, İsmet
Özel’de Yabancılaşma,
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi
Anabilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr.
Erkan AKIN, Ank., 1999, 103 s.
Ortega Y Gasset, İnsan ve Herkes, çev: N. G. Işık, Metis Yay., İst., 1999, s.40.
Hegel’in “Efendi ve Köle Diyalektiği” ile geniş bilgi için bkz.: Alexandre Kojeve, Hegel
Felsefesine Giriş,
çev:
S. Hilav, YKY, İst.,
2001, 280 s.
Alexandre Kojeve, Age., s.79.
Yaşar Şahin Anıl, Sokrates, Kastaş Yay., İst., 2006.
Bu savaş hakkında
geniş bilgi için bkz.:
Bayram Kodoman (Yay. Hz.), 1897 Türk-Yunan Savaşı (Tesalya
Tarihi), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ank., 1993, 118 s.
Carl Gustav Jung, Dört Arketip, çev: Z. A. Yılmazer, Metis
Yay., İst., 2003,
s.55.
Dibace, Dergâh, C.IX, S.104, Ekim 1998, s.1.
Bir Yusuf Masalı, Şûle Yay., 1.bs., İst., Aralık 1999, 126 s.
Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare, Gerçek Hayat, 2001-
24(34), 15 Haziran, s.20.
Kaçmak İsterken
Vuruldu, ismetozel.org., 18 Temmuz 2004.
İsmet
Özel’in Şuara Sûresinin
189. ayetine yapmış olduğu telmihle ilgili olarak
bkz.:
Kur’ân-ı Kerim ve Muhtasar Meâli, HayrâtNeşriyat, İst., 2001.
Dişlerimiz
Arasındaki Ceset, Hürriyet Gösteri, Y.2, S.24, Kasım 1982, s.6.
Modern toplumlarda mekânların algılanış biçimleri üzerine yapılan çözümlemeler için
bkz.: John Urry,
Mekanları Tüketmek, çev: R. G. Öğdül, Ayrıntı Yay., İst., 1999, 339 s.
İmge
ve Açık Anlatımlı Şiir, Devinim
LX, S.1, Şubat 1965,
s.8.
Cristopher Caudwel, Yanılsama ve Gerçeklik, “Şiirin Temel Özellikleri”, çev:
M. H. Doğan, Payel
Yay., İst.,
1998, s.146-159.
İsmet
Özel’in tüm şiirlerindeki
bent kuruluşu, dize ve
bölüm sayısı ile ilgili dağılım
için bkz.: “Tablo 4 Tüm
şiirlerdeki bent
kuruluşu, dize ve
bölüm sayısı”
Metin içerisinde “bold” karakter kullanarak belirginleştirilen yazımlar bize aittir.
Yukarıdaki şiirde olduğu gibi
sonrasında verilecek örneklerde de bu tür belirginleştirmeler kullanılacak ve şiirin formuna ilişkin dikkat çekmek
istediğimiz noktalar işaret edilecektir.
“Mısraları Birleştirme” ve “Mısra Bölünmesi” olarak adlandırılan şiirin şekline ait bu özellikle ilgili bilgi için
bkz.: Nurullah Çetin, Şiir
Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap Yay., Ank., 2004, s. 131-132.
“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5.
“Mesnevi” türünde şekillenen nazım birimiyle ilgili geniş bilgi için bkz.: Cem Dilçin, Türk Şiir Bilgisi, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 1995,
s167-201.
Mevsimlerin İnsana
Yaptığı Fenalıklar, Dergâh,
C.II, S.23, Ocak 1992, s.3.
İsmet
Özel, hece vezninin sıkı ve disiplinli yapısı içerisinde kalınarak da modern şiirler yazılabileceğini 2000
yılından sonra, hem yayımlamış olduğu şiirlerle hem de katıldığı programlarda ve kendisiyle yapılan söyleşilerde
önemle işaret
etmektedir. Şairin bu
konu üzerine yaptığı
açıklamalar için örnek olarak bkz.: Şaban Abak / İhsan
Işık, “İsmet Özel’le Şiirimiz Çevresinde”, Mavera,
Y.11, S.313, Kasım 1987, s.18-29. / Mustafa Alp
Dağıstanlı / Melih Şabanoğlu (1988), “Zekâsı, Bilgisi ve İçtenliğiyle Birisi Çıkıp Kitabımı
Ekarte
Etmeliydi”, Argos, C.1, S.3, Kasım, s.53-61. / Ahmet Hakan Çoşkun, “İskele Sancak Programı”, Kanal
7,
1-2 Haziran 2001. (Bu programın yayımlanmış kaset çözümü için bkz.: “Ahmet Hakan İsmet Özel İle
Konuşuyor I”, Yansıma,
S.1, Eylül 2001, s.8-13. / “Ahmet Hakan İsmet Özel İle Konuşuyor II”, Yansıma,
S.2, Ekim 2001, s.8-15 / Ahmet Hakan Çoşkun, “İskele Sancak’ta İsmet Özel İle Sohbet”, Tezkire, S.20,
Eylül 2001, 56 s.)
Yine şair
kendisiyle yapmış olduğumuz söyleşide, son dönem Türk Şiiri ve Süleyman Çobanoğlu’nun şiiri
çevresinde hece vezniyle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Şiir yazmak sadece donanım değil aynı zamanda
da bir iddia meselesi. Yani bir adam çıkacak “ben Türk şiirinde şunu yapacağım” ya da “şiire şunu
getireceğim”
diyecek. Ben niye Süleyman Çobanoğlu’na “Heyhat” dedim. Dedim ve adam sonunda
televizyon
dizisi yazarı oldu. Ama en azından hece vezniyle yazıyor olması falan. O çocuk şiiri ciddiye almış olsaydı bu gün
“Türkiye’deki metinler ancak bu ruha sadık kalınarak üretilebiliyor”
diyebilecektik. Serbestle bir şey olmuyor
görüyorsun. Serbestle yazan adam hem bir şey söylememiş oluyor hem de yazdığı şiir olmuyor. Bunun içinde
sıkıntıyı göze almak zorunda şair.” (Ags.)
Orta Yaşlı
Bürümcüğün Ninnisi, merdivenşiir, S.8, Nisan-Mayıs
2006, s.7.
Kızkulesi Beyaz İken, merdivenşiir, S.3, Mayıs-Haziran 2005, s. 4-5.
Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara, Kısa Çakı, Paslı Pantolon, Gözde Yarısı
Kalmış
Kabuk, Dergâh, C.IX, S.107, Ocak 1999, s.1.
T.S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, “Şiirde Musiki”, çev. S.
Kantarcıoğlu, Kültür
Bakanlığı Yay.,
Ank.,
1990, s.139.
“Görüntüye Dayalı Nazım Şekilleri”yle ilgili bilgi için bkz.: Nurullah Çetin,
Age., s.159-163.
Nurullah Çetin, Age., s.82-83.
Dil ve üslûp ilişkisi ve edebî metinlerdeki üslûbun incelenmesiyle ilgili geniş bilgi için bkz.: Şerif Aktaş,
Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yay., Ank., 1998, 159 s.
Kürşat
Oğuz, “Hayatımı
Verdim Şiirimi
Aldım”, Akşam
Kitap, Y.1, S. 4, 15 Ocak 2006, s.16-18. [söy.]
Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, “Üslûp”, Dergâh
Yay., İst., 1995,
s.194.
Buffon’un bu sözünü Cenap Şahabettin “Edâ-yı lisan timsâl-i insandır” şekliyle tercüme etmektedir.
Geniş bilgi
için bkz.: Hasan Akay, Cenab Şahabeddin’in Şiirleri Üzerine Stilistik Bir Araştırma, “Şiirde Dil ve
Üslûp”, Kitabevi Yay., İst., 1998, s.26-28.
İsnet
Özel, İmge ve Açık
Anlatımlı Şiir, Devinim
LX, S.1, Şubat 1965,
s.3.
İsmet
Özel, “İmge ve Açık
Anlatımlı Şiir’ adlı
yazısında “şiiri yaşamın damıtık durumu” haline
getirmek için işe,
bir önceki kuşağın (II. Yeni şairlerinin) kullandıkları
kelimeleri terk etmekle başlanması
gerektiğine işaret etmekte
ve bu hususla ilgili olarak şunları
kaleme almaktadır: "Kelimeler bir önceki kuşağın efsanelerini yarattıkları
kelimelerdir. Artık gördüğümüz
birçok kelimeyi (kan, alkol, çarşı, geyik, orman, uğultu, eskimek, fayton vb.)
arkamıza bakmadan bir yere oturtamıyoruz. Çünkü aynılık yalnız kelime seçilişinden ileri gelmiyor, genç
ozanlar kavramlarda, dize yapısında, şiirin kuruluşunda da bir önceki kuşağın değerlerini sürdürüyorlar.
Bunların genç bir ozanın sesinin kısılmasına her gün biraz daha yardım
edecekleri için sakıncalı olduklarına
inanıyorum.” (Agy., s.3)
İsmet
Özel’in müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra, şiir dilini ve kelime
dünyasını da değiştirdiği
yönünde ileri sürülen öngörü ve eleştiriler için bkz.: Mehmet H. Doğan, “Evet İsyan’dan Sünnî Şaire”, Adam
Sanat, S.57, Ağustos
1990, s.18-26.
İsmet
Özel, “Şiirin
Özgürlüğü”, Evrim,
S.17, Mayıs, 1964, s.6.
Ramazan Korkmaz, İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay., Ank., 2002, s.275.
Agy., s. 8.
İsmet
Özel’in şiir dili
içerisinde yer alan imgelerle ilgili görüşleri hakkında geniş bilgi için çalışmamızın, şairin
edebî görüşlerini
incelediğimiz I.
Bölümdeki “1.2.1.1. Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin
mahiyeti” ve “1.2.1.6.
Sözcüklerin oluşturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil” başlıklı kısımlara bakılabilir.
Rene Wellek / Austin Varren, “Edebiyat Teorisi “İmaj, İstiare, Sembol, Mit”, çev:
Ö. F. Huyugüzel,
Akademi Kitabevi, İzmir
2001, s.161.
Nicelik ve nitelik bakımından yukarıdaki gibi sınıflandırılan
imgeler hakkında geniş bilgi
için bkz.: Ramazan
Korkmaz, Age., “Cahit Sıtkı’nın Sembol ve İmge Dünyası / İmge”, s.274-300.
Yine imgeler, Özdemir İnce tarafından da “duyusal imgeler” ve “ussal
imgeler’ şeklinde, 2 ana
başlıkta
sınıflandırılmaktadır. Geniş bilgi
için bkz.: “Şiir
ve Gerçeklik - İmge
ve Serüvenleri”, Türkiye İş Bankası
Kültür Yay., İst.,
2001, s.19-59.
Şerif
Aktaş, “Türk Şiir Zevkinin Gelişimi Çevresinde Şiir ve Problemleri”, yayımlanmamış doktora ders
notları.
Octavio Paz, Yay ve Lir -I / Şiir Nedir?, “”çev: Ö.
Saruhanlıoğlu, Armoni
Yay., İst., 1991,
s.93.
Yine imgelerle ortaya çıkan anlamın kendi içerisinde
tamamlandığıyla ilgili
bilgi için bkz.: Melik Bülbül, İmgesel
İletişim - “Şiirde İmgesel İletişim”, Çizgi Yay.,
Konya, 2005, s.52-58.
A.J.Cuddon, The Dictionary Of Terms - “Ironi”, PenguinBooks,
London, 1985, p.335-340.
S0ren Kierkegaard, İroni Kavramı, çev: S. Okur, İş Bankası Kültür Yay., İst., 2004, s.227-228.
Yine ironi kavramı hakkında ve bu kavramın kullanımıyla
ilgili geniş bilgi için
bkz.: Richard Rorty, Olumsallık,
İroni ve Dayanışma, çev: M. Küçük; A.
Türker, Ayrıntı Yay., İst.,
1995, 275 s.
İbrahim
Şahin, “Romantik Bir
Tavır Olarak İroni”,
Yazgı, S.1, Ekim, 2006, s.28-31.
İsmet
Özel’in şiirlerindeki
ironinin, daha çok hangi tema başlıklarında
yapıldığıyla ilgili
olarak çalışmamızın şu kısımlarına bkz.:
“3.I.3.2. Modern insanın en büyük açmazı olarak ölüm”,
“3.1.4.1. ‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık”,
“3.1.7.1. İnsanın
yabancılaşmasına
yönelik yapılan eleştiri”,
“3.I.7.2. ‘Herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin
eleştirisi”
Doğan
Aksan, Şiir Dili ve
Türk Şiir Dili, “Şiir Dilinde Sapmalar” engin
Yay., İst., 1999,
s.166-184.
Sapmaların şiir
dili içerisinde “yalnızca kendi içindeki değeriyle söylem’e dıştan eklenen bir ‘bezek’ değil, bir
anlamlama örnekçesi sunan yapısal bir olgu olduğu ve söylemin oluşumunu belirleyecek temel ulamalar
içermesiyle” ilgili olarak geniş
bilgi için Mehmet Yalçın’ın, Şiirin Ortak Paydası Şiirbilimi Giriş (Cumhuriyet
Üni., Yay., No: 35, Sivas, 1991) adlı kitabının “Sapmacaya Dönüş” (s.47-50) isimli
bölümüne bkz.
Ses sapmalarının söz konusu olan bu özellikleri ve şiir dili içerisinde ortaya
çıkışıyla ilgili geniş bilgi için bkz.:
Ünsal Özünlü, Edebiyatta Dil Kullanımları, “Şiir Dilinde Sapmalar”, multılıngual
Yay., İst., 2001, s.
141-154. / Özdemir İnce, Yazınsal Söylem Üzerine, “Şiirin Dili 1”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İst., 2000,
s.12-33. / Nurullah Çetin, Şiir
Çözümleme Yöntemi, “Ses Sapmaları”, Öncü Kitap Yay., Ank., 2004, s.
171-172.
Burada olduğu
gibi, örneklediğimiz
dizelerdeki işaret etmek
istediğimizin dışında oluşturulmuş olan sapmalara da
bold ve italik karakter ile dikkat çekilmiştir.
Dilbilgisi sapmalarının Türk Şiirinden örneklenerek yer verildiği bilgiler için bkz.: Doğan Aksan, Age., s.
174-176. / Nurullah Çetin, Age., s.179-182. / Ünsal Özünlü, Age., s.147-150.
/ İsmail Boztaş, “Şiir Dilinde
Sapmalar”, Kuram, S.5, Mayıs 1994, s.25-26.
Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz., Doğan Aksan, Age., s.176-177. / Doğan Aksan, Anlambilim, “Sözcük
Anlambilimi”, engin Yay., Ank., 1999, s.27-93. / Ünsal Özünlü, Age.,
s.150-151. / Özdemir İnce,
Age., s.25.
Şiirin
anlamını çoğaltmaya
yönelik olarak meydana getirilen yöntemlerle ilgili olarak geniş bilgi için bkz.:
Nurullah Çetin, Age., “Şiirde Anlam Çoğaltma Yöntemleri”, s.112-120.
Konuyla ilgili olarak yaptığımız inceleme için çalışmamızın “3.2. Şiirlerin Yapı Bakımından İncelenmesi” adlı bölümün
“3.2.1.1. Bent ve dize kuruluşu” ile “3.2.2.4.
Görüntüye dayalı nazım şekilleri”
adlı kısımlarına bkz.
İsmet
Özel’in 6. şiir kitabı
“Of Not Being A Jew”de ismi olup da cismi olmayan şiirlerinden.
Longman, Dictionary Of Contemporary English, Richard
Clay Ltd., London, 1987, p.885.
Sözcük sapmalarıyla ilgili geniş bilgi için bkz: Doğan Günay, Metin Bilgisi, “Şiir Dili ve Anlatımsal
Özellikleri”, Multilingual Yay, İst., 2001, s.218-228. / Nurullah Çetin, Age., s.173-178.
/ Ünsal Özünlü, Age.,
s.145-147. / İsmail
Boztaş, Agm, s.25-26.
Dilin mevcut yapısı içerisindeki kök ve ekler kullanılarak
yeni kelimler türetilmesi ile ilgili geniş bilgi için bkz.:
Özcan Başkan, Bildirişim, “Eklerle Sözcük Türetme”,Multılıngual
Yay, İst., 2003,
s.120-125.
Şiir
metni içerisinde kullanılan argo ve cinsel içerikli sözcüklerin meydana getirmiş olduğu sapmalarla ilgili bilgi
için bkz.: Nurullah Çetin, Age.., “Argo, Küfür ve Ayıp Sözler”, s.174-177.
“Aktarma” sözcüğü ile dilin genel kullanımı içerisinde yer alan yerli
ve yabancı “özel ad” ve “deyim” gibi dilsel
olguların, şair
tarafından kendi metinleri içerisine “taşınması”nı ve başka şairlerce
kaleme alınmış kimi
dizelerin
ödünçlenerek şiirlere “dahil
edilmesi”ni vurgulamak istiyoruz. Diğer taraftan, şiir dilinde etkileme öğesi olarak
başvurulan ve yan
anlamların oluşmasına
yönelik olarak meydana getirilerek “aktarmalar” olarak adlandırılan ve
göstergenin bir başka
gösterge kullanılarak anlatılmasını önceleyen anlam olaylarını kastetmiyoruz.
“Aktarmalar”la ilgili geniş bilgi için bkz.: Doğan Aksan, Anlambilim, “Aktarmalar”, engin
Yay., Ank., 1999,
s.62-83, 113-136. Doğan
Aksan, Şiir Dili ve
Türk Şiir Dili, “Şiir Dilinde Aktarmalar”, engin
Yay., İst., 1999,
s.126-148.
“Alıntı metinler” olarak da adlandırılan bu tarz kullanımlar
için bkz.: Nurullah Çetin, Age, s.122-125.
Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1 - Şiirler 1919-1951, Steno,
Varna, 1993, s.358-359.
Nihat Behram (Der.), Türk Halk ve Dünya Edebiyatında Başkaldırı Şiirleri Antolojisi, Alfa
Yay., İst., 2001,
372 s.
Abdülhak Hâmid Tarhan, Bütün Şiirleri 1, Yay. Hz.: İ. Enginün, Dergâh Yay.,
1991, s.135-179.
Çalışmamızın
“3.1.5.2. Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık” adlı
kısmında da dikkat
çektiğimiz şiirde geçen “Üstümde yıldızlı
gök”, “içerimde ahlak yasası” sözleri ise Kant’ın şu cümlesinden
ödünçlenmiştir: “İki şey var ki, ruhumu hep yeni
bir şaşkınlık ve hayranlıkla
dolduruyorlar; durup üzerinde ne
denli sık, ne denli uzun, ne denli derin düşünürsem o şaşkınlığım
ve hayranlığım o
denli artıyor: başımın
üstündeki yıldızlı gökyüzü ile içimdeki ahlak yasası. Her ikisini,
karanlıklarda gizlenmiş ya
da benim ufkumun
ötesinde aşkın
alanda imişlercesine
aramama ve sırf tahmin etmeme gerek yok; onları önümde ve doğrudan
doğruya benim
kendi varoluşumun
bilincine bağlıyorum...”
Tarık Buğra,
Dönemeçte, Ötüken Yay., İst., 1997, 248 s.
Çalışmamızın
“3.1. Şiirlerin
Tema ve İçerik
Bakımından İncelenmesi”
adlı bölümün “3.1.4.2. Hayatın merkezine konulan
partizanlık/devrimci duyarlılık” isimli kısmında da
dikkat çektiğimiz bu
dizenin anlamı, Vietnam Savaşı
ile ilgili şu bilgi
hatırda tutulduğunda
daha net anlaşılmaktadır:
“1965 yılında savaşla
ilgili barış görüşmelerinin sürdüğü bir sırada Amerika Birleşik
Devletleri, Vietnam’ın başkenti
Ha Noi’yi bombardımana tutmuş ve
17.000 Vietnamlının ölümüne neden olmuştur. Bombardıman
boyunca Vietnam kuvvetleri de 15 Amerikan B52 bombardıman uçağını düşürmeyi başarmıştır.”
12 Mart 1965 yılında meydana gelen bu olay, Cumhuriyet
Gazetesi’nden okuyucuya şöyle
duyurulmaktadır:
“Kanunsuz grev büyüdü. Bir mühendis linç edilmek istendi, iki işçi de yaralandı. Kozlu’da ayaklanma.
6 bin işçi
Kozlu’ya kimseyi sokmuyor. Asayişi temin için olay yerine bir tümen sevk edildi.
Ayaklanma baş gösteriyor.
Gelik ocağında başlayıp Karadon, Kilimli ve
Çaydamar ocaklarına sirayet eden huzursuzluk, Kozlu ocaklarında
da baş göstermiş ve saat 24 vardiyasının işçileri ocaklarına inmemişlerdir.” (Cumhuriyet
Gzt., Y.41, S.
14428, 13 Mart 1965)
Şair,
bu haberin boldla dikkat çektiğimiz
son cümlesini değiştirerek şiirinde kullanmıştır.
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, RemziKitabevi, İst., 1972.
Nebil Özgentürk, “Üç İnsan, Üç Hayat...”, Sabah, 11 Kasım 2000.
Doğan
Aksan, Şiir Dili ve
Türk Şiir Dili, “Şiir Dilinde Aktarmalar”, engin
Yay., İst., 1999,
s.127.
Ataol Behramoğlu,
“İsmet Özel
Üzerine”,Militan, S.11, Kasım 1975, s.24-34.
Şiir
dilinin temel yapı taşlarından
olan “ritmi”, George Thompson’un ele aldığı şekliyle
kullanıyoruz. Thompson
ritmi, “en geniş anlamıyla
perde ve temposu belli aralıklarla düzenlenmiş sesler dizisi” olarak tanımlanmaktadır.
Bu konuda geniş bilgi
için bkz.: George Thompson, “Marksizm ve Şiir, “Ritim ve Çalışma”, Çev.: C. Çapan,
Adam Yay., İst.,
1996, s.19.
Rene Wellek ve Austın Warren, Rus dilbilimcilerinin yazarın
sesleri belirli bir amaç için kullandığını vurgulamak
maksadıyla ifade ettikleri “orkestrasyon” tabiri içerisine giren “dil
olayları”nı şöyle işaret etmektedirler: “Ses
tonu,
sesin süresi, vurgusu, tekrarlanması gibi azlık çoklukla ilgili özelliklere
imkan veren bütün ses unsurları. Ses
tonu ya daha yüksek ya daha alçak, süresi ya daha uzun ya daha kısa, vurgusu ya
daha güçlü ya daha zayıftır;
tekrarlardaki sıklık ya daha çoktur ya daha azdır.” Bu konuda geniş bilgi için bkz.: Rene Wellek
/ Austin
Varren, Age., “Ses Ahengi, Ritim ve Vezin”, s.133-134.
Şiir
metni içerisinde kullanılan sözcüklerdeki ses-anlam ilişkisinden doğan “armoni”yle ilgili bilgi için bkz.:
Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser, “Armoni”, Dergâh Yay., İst., 1995, s.201-211.
Şiir
metinlerinde, dizelerdeki sözdizimleri arasında “ses-anlam” ilişkisi hakkında geniş bilgi için şu çalışmalara
bkz.: Hasan Akay, Cenab Şahabeddin’in Şiirleri Üzerine Stilistik Bir Araştırma, “Stilistik Açıdan Şiir
Tahlilleri”, Kitabevi Yay., İst., 1998, s.38-300. / Hasan Çebi, Bütün Yönleriyle Necip
Fazıl Kısakürek’in
Şiiri, Kültür
Bakanlığı Yay.,
Ank., 1987, s.96-106. / Ömer Demircan, Türkçenin Sesdizimi, Der Yay., İst,
1996, s.123-148. / Zeynel Kıran - Ayşe Kıran, Dilbilimine Giriş, “Sesbilgisi ve Sesbilim”, Seçkin Yay.,
Ank.,
2002, s.232-235. / Hilmi Yavuz, Dilin Dili, Arma Yay., İst. 1991, s.29-34. / İvan Fonagy, “Şiir Dili: Biçim ve
İşlev”, Gergedan,
S.18, Ağustos, 1988,
s.94-98.
L. Joubert-Jean, Şiir Nedir?, çev: E. Kurkut, Öteki Yay., Ank., 1993,
s.85.
Sözdizimi içerisinde yer alan seslerin, metnin bütününde
anlamla kurduğu derin
ilişkiye dikkat çeken
Macar
dilbilimci İvan Fonagy, “t”,
“k” ve “r” seslerini “saldırgan sesler” olarak
adlandırmaktadır. “l” ve “m”
seslerini de “yumuşak
sesler” olarak tanımlayan Fonagy, anaokul, ortaöğretim ve yetişkinlerde daha sonra da
doğuştan sağır ve kör olanlar üzerinde yaptığı denemelerde,
“sesbilimlerinin iletisi”ni ise şöyle
açıklamaktadır:
“İ”:
Aydınlık, “U”: Karanlık, “R”: Erkeksi, “L”: Kadınsı, “T”, “K”, “R”: Sert, “M”,
“L”: Yumuşak.”
(İvan
Fonagy, Agm., s.94.)
Çağdaş dil kuramcısı Maurice
Grammond, sözcükler arasında yer alan “t” ve “d” seslerini,
telaffuz edilirken
dudaklarda meydana gelen şişkinlikten dolayı “hor
görme” ve “tiksinti anlatan sesler” olarak tanımlamaktadır.
(L. Joubert-Jean, Age., -aktarma-, s.86)
“Ön yinelemeler” hakkında geniş bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., “Dilbilim ve
Yazın Konusu Olarak
Yinelemeler”, s.118. / Doğan
Aksan, Şiir Dili ve
Türk Şiir Dili,
“Öteki Yineleme Türleri”, engin Yay., İst.,
1999, s.218-230.
“Art yinelemeler” hakkında geniş bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., “Dilbilim ve
Yazın Konusu Olarak
Yinelemeler”, s.118-119. / Doğan Aksan, Şiir
Dili ve Türk Şiir
Dili, “Öteki Yineleme Türleri”, engin Yay.,
İst., 1999,
s.218-230.
“Bağlaç
yinelemesi” ile ilgili geniş bilgi
için bkz.:, Ünsal Özünlü, Age., “Bağlaç Yinelemesi”, s.117-118. Yine
bağlaç, edat ve
ünlemlerin Türkçe sözdizimi içerisindeki fonksiyonlarıyla ilgili bilgi için
bkz.: Leyla Karahan,
Türkçede Sözdizimi, Akçağ Yay., Ank., 1995, s.28-31, 33-34.
“Kıvrımlı Yineleme” ile ilgili geniş bilgi için bkz.: Ünsal Özünlü, Age., “Kıvrımlı
Yineleme”, s.120.
“Çapraz Tekrarlama” ile ilgili geniş bilgi için bkz.: Nurullah Çetin, Age., “Çapraz Tekrarlama”, s.252.
Ünsal Özünlü, Age., s. 121.
“Sözdizimsel Yineleme” ile ilgili bilgi için bkz.: Ünsal
Özünlü, Age., s. 123-124.
Geniş bilgi
için bkz.: Nurullah Çetin, Age., “Mısra Tekrarı”, s.255-259.
Geniş bilgi
için bkz.: Vecibe Hatipoğlu,
Türk Dilinde İkileme,
Türk Dil Kurumu Yay., Ank., 1981, s.25. /
Nurullah Çetin, Age., “İkilemeler”, s.254.
* “Yararlanılan Kaynaklar”, çalışma boyunca dipnotlarda kullanılmış olan kaynakların yanı sıra
çeşitli sebeplerle
istifade edilen eserlerden meydana gelmiştir. Bu kaynaklar, yazarların soy isimlerinin
alfabetik olarak dizilmesiyle
oluşturulmuştur.
PAGE
PAGE 2
PAGE 211
PAGE 361
PAGE
PAGE 503