Ispanyol tekniği, Avrupa Resim geleneğinde
özgün bir yere sahiptir.
Bu yeri,
binlerce yıllık bir geçmişten edindiği birikimleri
yansıtma anlayışıyla kazanmıştır.
İSPANYOL RESİM
SANATI
Ispanya’da resim sanatının, daha Taş Devri’nden beri varlığı görülmektedir. Gerçekte Üst Paleolitik Çağ’ın “mağara resim”lerine Fransa’da ve Ispanya’da rastlanılmıştır. Fransa’da, Dordogne’de Eyzies yöresindeki mağaralarda, 1863 yılından beri raslanılan duvar resimleri, bilim alanında “Eyzies mağaraları” resimleri olarak tanınmaktadır. Zengin paleolitik buluntuları içeriğinde toplanan bu kültür coğrafyasında, 1923 yılında yörede bulunan bir şato müze haline getirilerek, 500.000’e yakın eser değerlendirilmiştir. Eyzies mağara grubunun en önemli duvar resimleri, kuzey doğudaki, 1940 yılında keşfedilmiş Lascaux mağarasında ve Eyzies mağaralarındaki hayvan figürleridir. Bu hayvan figürleri, hareket halinde gösterilmesine rağmen, anlatılmak istenen konunun yoksulluğundan, bu resimlerin anlatımdan çok süsleme olarak yapıldığı anlaşılmıştır. Bu eserlerin Genç Solutreen, Erken Magdalenien kültürüne bağlı olarak, 15.000 yıl önce yapıldıkları anlaşılmıştır.
İspanya’da Üst Paleolitik Çağ dönemi mağara resimleri daha farklı bir anlayışla yapılmıştır. Kuzey İspanya’da Atlantik kıyılarındaki Santander’e bağlı San- tillana del mar yakınındaki Altamira mağarası yakınında, 1879 yılında Marki de Santola’nın bulduğu duvar resimleri tamamen ayrı bir üslûp, çizgi anlayışı ve konu anlatımı göstermektedir. Altamira mağarasının yakınında top oyunu oynayan Marki de Santola’nın küçük topu Altamira mağarasına girmiş, kaybolan küçük topu aramak için mağaraya giren torunu küçük kız, mağaranın tavanında gördüğü çok renkli bizon figürlerini hayretle seyretmiş, dedesinin yanına döndüğünde, gördüklerini anlatmıştır. Marki de Santola bu resimleri incelemiş, hiçbir bulguya dayanmadan, sırf Dordogne’deki mağara resimlerini örnek göstererek, bu resimlerin paleolitik çağ insanlarının ürünleri olduklarını iddia etmiştir. Ancak, Hristiyan dinsel tutuculuğundan kurtulamayan bir grup tarihçi, din görevlileri, Marki de Santola’nm sahtekâr olduğunu, din kitaplarında anlatılanların dışında insanların yaşamadığını, bu resimleri, Marki de Santola’nın Madrid’den getirttiği ressamların yaptık-
Altamira mağarasındaki fresklerden- Alaca Boğa figürü.
kırını ileri sürmüştür. Bu hücumlara maruz kalan Marki de Santola kederinden ölmüş, ancak 20 yıl sonra Altamira mağarasının resimlerinin gerçekten Paleolitik Çağ’da yapıldıkları kabul edilmiştir. Altamira mağara resimleri Erken ve Orta Magdalenien kültürde nitelendirilmektedir. Carbon 14 metoduna göre 13.500 yılönce yapılmıştır.
Altamira mağara resimleri, savaş ve av sahneleri, basit kırmızı çizgilerle kalabalık kompozisyonlar olarak çizilmiştir. Figürlerin hareketleri bu kırmızı çizgilerle yönlendirilmiştir. Domuz, geyik ve keçi motifleri, bir düzen içinde hareket halindedir.
Ispanya’da antik çağ resim sanatı, Yunan ve Roma dönemlerinde yapıldıkları için, daha çok, antik çağ Yunan ve Roma resim sanatı içinde düşünülebilinir.
İslâm döneminde, VTII. ve XIV.y.y.’larda yapılmış olan Granada’daki Al Hamra sarayının “taht salonu” ya da “elçiler salonu”nun yemek odasının tavanı, Emirler Şöleni kompozisyonu 2 ayrı kompozisyon halinde, batı anlayışında yapılmış eserlerdir. Perspektivite anlayışı ve figürlerin boyutları, batılı ressamların ürünleri olduğu kanısına vardırmaktadır.
Ispanya’da Roman çağında resim sanatı yeni bir çığır açmış, kendine özgü karekterini yansıtmaya başlamıştır. Bu çağa ait güzel örnekler, hemen hemen dinsel konuların tanıtımı şeklindedir. Daha çok Ispanya’nın kuzeyindeki ve batısındaki kilise duvarlarında ve tonozlarında freskler, sunağı süsleyen ahşap kaplamalardaki resimlerdir. Bu ahşap süslemeler, tarihi değerleri göz önüne tutularak korunmaya alınmış, Barselona’daki Katalonia sanatı müzesine Katalonya’daki Salsona piskoposluk müzesine, Vich müzesine, Madrid’deki Pıado müzesinde kaldırılmıştır. Bu eserlerin çoğu Katalonya’daki ve Aragon'daki Roman çağı dinsel yapıtlarında, Navaran’da, Kastilya’da ve Leon’da bulunmuştur.
Altamira mağarasındaki boğa sürüsü.
Ispanya’da El Hamra Sarayının kabul salonunda tavandaki iki freskti birinde “Emirler Şöleni” kompozisyonu figüründe perspektif daha çok savaş minyatürlerinin etkilerindedir. XIII. XIV. yy.
Ispanya’da Roman sanatı uzun süre devam etmiştir. Fransa’da XII.y.y. ortalarında Gotik sanat başlamasına rağmen, Roman sanatı İspanya’da XI.y.y.-XIII. y.y.’lar arasında sürmüştür.
.y.y.’da İberik yarımadasının büyük bir bölümü Kurtuba halifesinin, Endülüs Emevilerinin yönetiminde bulunduğundan, daha çok, Arap kökenli kültürün etkisinde idi.
.y.y. başlarında, Kurtuba halifesinin yetkilerinin azalması ile, İspanya’da küçük emirlikler şeklinde Müslümanlar ayrılmış oldu. Arap emirliklerinin bazıları katolik krallarla ilişkiler içinde olduklarından, sanat eserlerinde Hristiyan ve Müslüman motifleri birlikte İspanyol sanatına yansımıştır. Zamanla Hristiyanlar güçlenerek, kuzeyden güneye doğru yayılmışlar, XI.y.y. ikinci yarısından sonra, hızla yayılan Hristiyanlar, ülkenin dışından gelen, diğer Hristiyanların da yerleşmelerini kolaylaştırmışlardır. Pisa’lılar, Ceneviz’liler, Boruguin’ler, İngiliz’ler, Nor- mand’ların yanısıra Albenga’daki Saint Martin ve Marsilya’daki Saint Victor Benedictin rahipleri ve özellikle Xİ.y.y. sonlarında Cluny’deki Fransız rahipler Na- varra (Navaron)’ya, Kastilya’ya ve Leon’a yerleşmişlerdir.
İspanya’da Roman sanatının ortaya çıkmasına sebep yeni bir üslûbun başlamasıdır. Bu yeni üslûp, bu dönemde İspanya’da yapılmış İslam minyatürlerinde görülmektedir. İspanya dışından gelen etkiler, Politiers yöresinde Leon’daki San-
İsidoro ve Osormort’ta bulunmuş minyatürlerin yanısıra, İtalya’da Lombardia’dan gelen, İtalo-Bizans etkileridir. Özellikle, Katolonya’da yaşamış iki minyatür sanatçısı Pedret üstadın ve Valitarga üstadın minyatürleri kanıtlamaktadırlar.
Ispanya’daki Roman resim sanatının özellikleri, bazılarında Yunan resim sanatındaki perspektif kurallara sadık kalınmasına rağmen iki boyutlu sanat olarak karşımıza çıkmıştır. İnsan figürleri cepheden gösterilmiş, basık ve yüzeye yapışık olarak işlenmiştir. Kilisenin absidlerinde figürler tek olarak gösterilmiş, basit konular şeklindedir. Duvarlarda ve tonozlarda daha gelişmiş ve kalabalık figürler şeklinde işlenmiştir.
Duvar resimlerindeki fresk tekniği, minyatür ya da ahşap üzerine resimlerden farklıdır. Önce kompozisyonun ana çizgileri yapılır, sonradan ayrıntılar çizilerek renklendirilir. Yüzde daha çok soluk renk kullanılır, kaşlar ve burun koyu renkte, dudaklar ve elmacık kemikleri kırmızı ve diğerleri siyah ve beyaz renkte gösterilir. Beyaz renk, göz yuvarlakları, başların arası ve burun, siyah renk ise göz, burun, kulaklar ve ağız çizgilerinde kullanılmıştır. Eşyalar ve giyisiler aynı renkte gösterilmiştir.
Çizgiler, renklendirme kadar değer kazanmıştır. İnsan figürlerinden çok eşyalara önem veren sanatçılar aynı üslûpta çalışmışlardır. Yalnız, Tahull’lu üstad ve devamcıları, insan figürlerini eşyadan daha fazla önemsemişler, insan kaderini yansıtmada başarı göstermişlerdir; ayrıntılarda ise daha sade görünüm vermişlerdir.
Ahşap üzerine yapılan resimlerin renkleri daha canlı ve güçlüdür. Duvar resimlerindeki renklendirme, duvardaki kireç ve kum rutubet verdiğinden, renklerin soluklaşmasına sebep olmuştur. Sanatçı bu soluklaşmayı nispeten giderebilmek için yumurta akı kullanarak, renklerin daha canlı kalmasına, bir süre canlılığını korumasına sebep olmuştur.
Ahşap üzerinde yapılan resimler kuyumcu ya da yontu ustası becerikliliği istemektedir. Stuk kabartmalı olanların üzerinde renkli vernik sürülmüş, kalay varak (Corladura) sürülerek renkler konulabilmiştir. Corladura denilen bu teknik bugün kullanılmamaktadır.
Pireneler’de, Katalonya’nın küçük kiliselerindeki duvarlardaki fresklerin çoğu sökülerek Barselona müzesine nakledilmiştir. Bu fresklerdeki konuların fazla değişik olmamaları, çoğu zaman birbirlerinin tekrarı olması, İspanyol resim sanatı nın gelişmesini önlemiştir. Roman çağında işlenilen konular dinsel konulardır. Hz. İsa “Pantokrator” dünyayı yöneten olarak gösterilmiştir. Hz. İsa ebemkuşağı üzerine oturmuş, ya da meleklerin taşıdığı taht üzerine oturmuş; Hz. İsa çocuk olarak Meryem’in kucağına oturmuş, Peygamberler, Havariler, meleklerden Mikail ve
Cebrail, Apokalypse’den esinlenmiş öyküler, Hz. İsa’nın doğumu, kralların secdesi, Hz. İsa’nın çocukluğu, Hz. İsa’nın ıstırapları, Eski Ahit’ten öyküler, Hz. Davud ve Goliat, kilise büyüklerinin öyküleri işlenmiştir. En sevilen konu, Yüce Hâkimin yanındaki meleklerin, ellerindeki rulodan okudukları peticius ve postulacius, sevap ve günahların okunma sahnesidir. Genellikle resimdeki kişiler, olayın geçtiği zamana ve mekâna göre giyinmişlerdir.
En eski duvar resimlerinde Hz. İsa “Pantokrator”, Havariler ve Meryem Ana figürleri yer almıştır. Zamanla konular genişlemiş, azizlerin yaşamları, din uğruna ölenlerin, şehit olanların öyküleri, meleklerin yaptıkları işler anlatılmıştır. Ahşap üzerine yapılan resimlerde saf bir karakter görülmüştür.
Her ne kadar İspanya’da Roman çağı XI.y.y.’dan itibaren görülmeye başlamışsa da, bu çağı hazırlayan emareler IX.y.y.’dan itibaren görülmüştür. Barselona yakınlarında Egarra’da (Tarrasa'da) IX.y.y.’a tarihlenen üç kutsal mekânın duvar
Roman öncesi dönemine ait Egata’de (Tarrassa) Ermiş Ezehiel gömü törenini izleyen iki genç kadın Sainte Micha kilisesinden.
resimleri bulunmuştur. Bu mekânlar Saint Pierre, Sainte Marie bazilikaları ve Saint Michel vaftiz yapılarına aittir. Sainte Marie bazilikasında XII.y.y.’da yapılmış “Thomas Becket”in de eseri bulunmaktadır.
Egarra’da, Saint Michel bazilikasının absid’inde IX.y.y.’da yapılmış Ezechi- el’in görümündeki kişiler gösterilmiştir, (detay olarak) Figürler beyaz fon üzerine, koyu renkte geniş konturlar, bazı yerlerde gri yeşilimsi renklendirilmiştir. Saçlar ve yüz şekilleri, eller ve ayaklar sarı ve açık pembe renktedir. Fon ve ayaklarının bastığı zemin, küçük, yuvarlak, birbirlerine geçmiş şekiller halindedir. Bu yuvarlak şekiller, aynı dönemdeki doğu Hristiyan resimlerinde çiçek olarak gösterilmiştir. Resmin solunda bir perde görülmektedir. IX.y.y.’da perde motifi çok kullanılmıştır. Doğu etkisindedir. Perde motifinin iki anlamı vardır. Perde aralanınca kutsal görünüm ortaya çıkmaktadır, ya da perde, imparatorun sarayında taht salonunda huzura kabulü simgelemektedir.
Salsona’daki Arkeoloji müzesinde bulunan Pedret’teki Roman öncesi, orta şapel’in duvarına ait bir freskte X.y.y.’a tarihlenmektedir. Xll.y.y.’da tamir görmüş olan, kilisenin en eski fresklerinden biridir. “Pedret’li Üstadın” yaptığı bilinen bu eserde “mozarab”, “Endülüs Emevi” üslubundaki koyu siyah ve kırmızı renk kullanılmıştır. Bir madalyonun üzerinde kuş motifi vardır.
.y.y.’da İspanya’da Roman çağı başlarken, resim sanatında Katalonya’nın kültürel merkezi olan Ripoli manastırında bulunan çeşitli yazmalar ve özellikle Roda İncilini en önemli örnekler olarak gösterebiliriz.
Bugün Barselona’daki “Katalon Sanat Müzesi”nde yer alan, XI.y.y. sonlarına ait Boi’deki Saint Jean kilisesinin duvar resmi oldukça ilginçtir. Amis cennet götürülürken görülmektedir. Boi, Roda manastırına uzak olmasına rağmen yakın bağlantısı vardır. XI.y.y.'da Salamon isimli Ripoli’li bir rahibin bir süre Boi’deki Saint Jean kilisesini yönettiği eski kayıtlarda vardır.
M.Ö. 1100’lere doğru ahşap üzerine yapılmış resim, Durro’da bulunmuş, Barselona’daki Katalon sanat eserleri müzesinde korunabilmektedir. Bu resimdeki kompozisyonda Ermiş Cyr ile Ermiş Juliet’in şehit edilmesi yer almaktadır. Hix’te bulunmuş, 1100 yıllarında yapılmış ahşap resimde Ermiş Martin’in mantosunu fakirle paylaşması konu edilmiştir. Barselona Katalon sanat eserleri müzesinde bulunmaktadır.
.y.y.’da, önemli bir sanat merkezi, Pirene dağlarında bulunan Tahull kentinde Saint Clement ve Saint Marie kiliselerinin duvarlarında üç üstadın çalıştıkları anlaşılmıştır. Bu ressamlar, Tahull’dan başka yöredeki diğer kentlerin kilise duvarlarına da resim yaptıklarından, “Tahull’u sanatçılar” olarak tanmmaktadır.Ta- hull’deki Saint Clement kilisesinin mihrabında Hz. İsa, Pantokrator olarak gösteril-
Pedret’li Üstadın Salsone Arkeoloji müzesinde sergilenen kompozisyonda Hz. İsa madalyonunu içinde kollarını açmış çemberin üzerinde kuş vardır. “Mozarab” denilen yuvarlak usulünde X. yy.’da yapılmış sonra XII.yy.’da onarılmıst"'
iniş, sökülerek Barselona’daki Katalon Sanat Eserleri Müzesi’ne kaldırılmıştır. Hz. İsa’nın yüz hatları, kaşlar, gözler, burun, ağız, saç ve sakal verilmiştir. Yüz çizgilerindeki anlatıma uygun olarak elbise kıvrımları geometrik düzenle uyum sağlamıştır.
Saint Clement kilisesinin iç kemerlerinden birinde, kompozisyonda fakir Lazarus’un köpeği ile zengin kapısına gelişi gösterilmiştir. Lazarus ve köpeği kompozisyona uygun olması için yan durmuşlardır. Lazarus’un elbise kıvrımları geometrik çizgiler şeklindedir. Sain Clement kilisesinden getirilmiş bu duvar resimleri 1123 yıllarına tarihlenirler. Fresk kiliseden sökülüp Barselona’daki Katalon Sanat Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
Madruelo’daki Sainte Croix kilisesindeki bir freskte, bugün Madrid’teki Prado müzesinde yer almıştır. 1125 yıllarına tarihlenir. Havva ile Adem’in yasak elmayı koparması resmedilmiştir. Madruelo’dan getirilmiş, Madrid’deki Prado müzesinde sergilenen Sainte Croix kilisesindeki bir freskte, Hz. İsa pantokrator olarak gösterilmiştir.
Tahull’daki Sainte Marie kilisesinde, duvar resimlerinden birinde Davud ile Golliath kompozisyonu gösterilmiştir. Kilisenin cephesini süslemiş olan bu kompozisyon, Barselona Katalon sanat eserleri müzesinde bulunmaktadır. XII.y.y.’da Ginestare de Cardos, absid duvarında bir havari figürü, Barselona Katalon sanat eserleri müzesinde bulunmaktadır.
XII.y.y. duvar resimlerinde Pedret’te yetişen bir grup ressam, Pedret’li bir ustanın yönetiminde çalışmışlardır. Literatürde “Pedret’li üstadın grubu” diye geçmektedir. Pedret’deki San Quiree kilisesindeki freskler Roman çağında yapılmıştır.
Pedret’li üstadın eserlerinde Bizans etkileri vardır. Ancak yöresel karakter daha çoktur. Pedret’li üstadın grubuna giren freskler Aneu’deki Sainte Marie kilisesinde görülmektedir. Aneu’deki Sainte Marie kilisesinde, absidde, “kralların secdesi” isimli kompozisyonda, Kral Melchior figürü Barselona Katalon sanat eserleri müzesinde bulunmaktadır. Epiphania sahnesini canlandırmıştır. El Bur- gel’de XII.y.y.’a ait bir duvar süslemesi olan fresk parçasında çifte balta motifi kullanılmıştır. Barselona Katalon Sanat Eserleri müzesindedir. Pedret’li üstadın grubuna girmektedir. Leon’daki Saint İsidor kilisesinin kapısının üzerine “Kralların Panteon”u denilen, Tahull’dakiler kadar önemli duvar resimleri bulunmaktadır. Saint İsidor duvar resimleri XII.y.y. ikinci yarısına tarihlenmektedirler. Saint İsidor’un kriptasınm üzerindeki tonozda, Hz. İsa’nın doğumunun müjdesini çobanlara ulaştırırken. Leon kenti, Limoges- Compostella yolu üzerinde olduğundan, Saint İsidor kilisesine önem verilmiştir.
Urgel yöresinde XI.y.y.’dan beri ahşap üzerine resim yapma sanatı gelişmiştir. Bir grup ressam Urgel’deki Saint Pierre de la Seo ile Hix’deki Saint Martindes
Tours ve havarilerin resimlerini yapmıştır.
XII.y.y.’da iki önemli atelye vardır, Vich ve Ripoll atölyeleridir. Ripoll atölyelerinde yapılmış Gombren’de, Saint Martin sunağının önündeki ahşıp levhada, Hz. İsa’nın ruhunun gökyüzüne çıkışı resmedilmiştir. “Sagas atölyesinde’’ yapılmış Saint Andre sunağının ahşap kaplama üzerinde Hz. İsa'nın doğumu resmedilmiştir.
“Vich atölyesinde” ahşap üzerine resim yapılmıştır.
1200 yıllarına doğru Egara’da (Tarassa) Saint l’homas Bcckelt in katledilişi, Sainte Marie kilisesinin absidindeki duvar resminde “Espinelers’li üstad’Vhn ismi vardır.
1200 yıllarına doğru Espinelers’de, Sainte Vierge kilisesinin Hz. İsa'ya tahsis edilmiş sunağın üzerinde bulunan resimde Hz. İsa’nın Kudüs’e girişi gösterilmiştir. Vich piskoposluk müzesinde bulunan bu eserde renkler canlıdır.
Vich atölyelerinde yapılmış Sescorts’daki Sainte Marguerite sunağında ah-
Vich atölyesinde ahşap. (Sunak)
şap üzerindeki resimde Hz. İsa çocuk olarak Hz. Meryem'in kucağında gösterilmiştir. Vich piskoposluk müzesinde sergilenen bu ahşap üzerine resimde, özellikle Vich atölyesinin özelliği olan elbise kıvrımlarının düz çizgiler şeklinde gösterilmesine karşı çıkılmıştır.
Secorts'da bulunmuş Vich piskopusluk müzesini süsleyen, tahta üzerindeki resimde Sainte Marguerite’in katledilişi gösterilmiştir. İnsan vücutlarındaki hacım, birtakım spiral çizgilerle hafifletilmişim Vich atölyesinin karakteristik yönü, düz çizgilerin yapılmamış olduğudur. Bu resimde de görüldüğü gibi insan vü- cutunun gerçek hacmi birtakım spirallerle hafifletilmiş olmasıdır.
XII.y.y. sonlarında yeni bir Bizans etkisi görülmektedir. XIII.y.y. süresince devam eden bu yeni akım kuzeydoğudaki Katalonya bölgesindedir. Bu yeni akımın en başarılı uygulayıcısı “Valtarga Üstad”tır. 1200 yıllarına doğru Valtarga üstadın eseri Meryem ve Vaftizci Yahya görüntülenmiştir. Ermiş Andre’ye ithaf olunmuş bu sunak önünde, ahşap üzerine yapılmış resimde, orta yerde Hz. İsa pantokrator ola- tak, iki yanında din uğruna ölenler, Meryem ve havariler ikişer gruplar halinde
Kutsal haç kilisesinden Haşmetli tsa. Madrid’le Prado müzesinde bulunmakta. 1125 yıllarında yapılmıştır.
sıralanmışlardır. Figürler kırmızı, mavi ve yeşil fon üzerinde, açık renkte yapılmıştır. Barselona Katalon sanat eserleri müzesinde sergilenmektedir.
1200 yıllarında yapılmış, Avia’da bulunmuş “Avia’lı üstadın” yaptığı anlaşılan, Sainte Marie kilisesinin sunağında, ahşap üzerindeki resimde Meryem, Hz. İsa resmedilmiştir. Barselona’daki Katalon sanat eserleri müzesindedir.
Avia’daki Sainte Marie kilisesinin sunağında, Avia’lı üstadın yaptığı Hz. İsa’nın doğumu kompozisyonunu Barselona Katalon sanal eserleri müzesindedir. Bizans etkileri “Üstad Lluçâ”nın eserlerinde de görülmektedir. Prigreig’te 1200 yıllarına doğru Üstad Lluçâ’nın kilisesinin duvarında Meryem’e ziyaret kompozisyonu yapmıştır. Casseres’de 1200 yıllarına doğru, Üstad Lluçâ’nın eseri Salso- na’daki Arkeoloji müzesinde yer almaktadır. Ermiş Paulus’e ithaf edilmiş kilisesin korosundaki duvar resminde Mahşer günü-son yargılama konu edilmiştir. Melek
Epiner’de Hz. Meryem kilisesinin absisindeki Hz. Meryem ve Hz. İsa kompozisyonlarının 1200 yıllarında Epiners’li üstad yapmıştır.
Vich Atölyesinde yapılmış Meryem ve çocuk İsa XII. yy.’da Sescartes’deki Sainte Marguerite kilisesindedir.
figürleri yer almıştır. Lluçâ Üstadın yetiştirdiği Avia’daki öğrencilerin yanı sıra batı Katalonya’da Roda ve Laıi’da atelyeleri vardır. Johannes Pintor imzasını taşıyan Chia’da bulunan kilise sunağında Saint Martin de Tours ayininde kral ve iki rahip gösterilmiştir. Barselona’daki Katalon müzesinde bulunmaktadır. Gesera’da XIII.y.y.’da yapılmış Vaftizci Yahya kilisesinin sunağında Hz. İsa’nın figürü ahşap üzerine resmedilmiştir. Barselona’da Katalon sanat eserleri müzesinde sergilenmektedir. “Soriguerola’h Üstad”ın eseri, Saint Michel kilisesinin sunağının önündeki ahşap resim Barselona Katalon sanat eserleri müzesindedir. Artık figürlerde karakter okunmaya başlanmıştır, roman olmasına rağmen, gotik etkiler başlamış. Riba vadisinde XIII.y.y.’da yapılmış Saint Michel kilisesinin sunağında Sorigu- erola üstadın eserinde Saint Michel, sevap ve günahları tartarken görülmektedir. Vich piskoposluk kilisesinde sergilenmektedir. Roman çağının sanatı, üstadları ile sonraki yüzyıllarda gelişecek olan İspanyol resim sanatına ışık tutmuştur.
.y.y.’a kadar, Katalonya’daki kiliselerin mihraplarındaki fresklerde Hz. İsa “Pantokrator” görünümünde, Hz. Meryem ile çocuk İsa’nın, konu olarak işlendiği görülmektedir. Zamanımıza kadar gelebilen bu fresklerin büyük bir bölümü
Sescortis de XIl.yy.’da sunakta Sainte Maurguerete’nin katledilişi resmedilmiştir.
yılların yıprattığı rutubetle bozulmasına rağmen, İtalyan mütehassıslar tarafından büyük bir titizlikle sökülerek, Barselona’daki müzede korunmaya alınmıştır.
I.y.y. ilk yarısında, Doğu Pireneler’deki kiliselerde, freskler Katalon ekolünü canlandırmışlardır. Gerçi bu ekol, daha XII.y.y.’da kendini göstermeye başlamış, Barselona Vich müzelerinde sergilenen, Katalonya’dan getirilen birtakım ahşap mihrap üzerine yapılmış figürlerde Katalon özellikleri şeklinde yer almış olması ve XIV.’a kadar sürmesi, ne denli güçlü olduğu kanısını kuvvetlendirmektedir. 1342 yılında Sardinya’daki ahşap mihrabın üzerindeki fresklerin, Hz. Meryem ile Hz. İsa’nın yaşam öykülerinin anlatımında, Paris gotik sanatın etkileri görülmektedir. Fransa Kralı Güzel Phillip’e ait bu etkiler, Ispanya’daki Gotik sanatın ilk belirtileridir. 1345 yılından sonra Katalon sanatına İtalyan gotik sanatın etkileriyle katılmıştır. Barselona’daki Pedralhcs manastırının fresklerinde Ferrer Bassa isimli bir sanatçının Toskana ekolünü uyguladığını görüyoruz.
V.y.y. ikinci yarısında Barselona, Doğu Akdeniz’e uzanan ticaretin çıkış noktası olmuştur. Ticaretin gelişmesi ile Katalon sanatının yayılması sağlanmıştır. Katalon sanatçıları. Avignon’da, Sardinya’da büyük atölyeler kurmuşlardır. Katalon sanatçılarının birbirine bağlı olmaları, usta-çırak ilişkileri, Katalon sanatçılarının özelliklerini uzun süre, yüzyıllar süresince devam etmesini sağlamışlardır. Bu özelliklerinin en belirgin karakteri çizgi zarafeti, anlatım kolaylığı, duygu içtenliği, zengin giyimlerindeki zevk ve görkemli gösterim merakı, tamamen İtalyan toscana ekolünün karakteridir. Cerdagne’in İspanyol kesimindeki Ger kentindeki Sainte Eugenie kilisesinin ahşap mihrabı, Barselona’daki Arts et Decoratifs müzesinde bulunmaktadır. “Soriguerola’h Üstad” ın yaptığı sanılmaktadır. Katalon sanatının önemli bir örneğidir. XIII.y.y. sonlarına tarihlenmesine rağmen XII.y.y. geleneklerini devam ettirmektedir. Kompozisyon iki sıra, sekiz sahne halinde yapılmıştır. Sainte Eugenie’nin ilginç öyküsü canlandırılmışım Üst sıradaki birinci sahnede İskenderiye valisi Phillippos’un kızı Antakyalı Eugenie, erkek giyisileri içinde bir
Riba vadisindeki Ermiş Mikail kilisesinde XIII. yy.’da yapılmış kompozisyonda Ermiş Mikail sevaplarını ve günahlarını tartmaktadır.
manastırda kendisine verilmiş iki esir Protheus ve Jacinthus’la birlikte görülmektedir. İkinci sahnede Eugenie bir piskopos tarafından vaftiz edilmektedir. Üçüncü sahnede Eugenie bir başka rahiple birlikte Kraliçe Melancia’yı ziyaret etmektedir. Dördüncü sahnede, kraliçe Eugenie’yi etkilemek istemektedir. Eugenie babasının önünde göğsünü açmaktadır. Alt sırada Eugenie Roma’ya getirilmiş, Hristiyan yasalarına göre yargılanıp mahkum edilmiştir. İkinci sırada Eugenie nin boğazına ta- ş bağlanıp Tiber ırmağına atılmaktadır. Tanrı’nın eli ile kurtulan Eugenie. boynundaki taştan kurtulup, suyun üzerinde yürümüştür. Üçüncü sahnede Hz. İsa, Euge- nie’ye hapiste iken görülmüştür. Dördüncü sahnede Eugenie boynundan vurulmuş, melekler ruhunu gökyüzüne taşımaktadır. Kompozisyondaki renkler canlıdır. Genellikle sarı, koyu lacivert, bazı yerlerde ise kırmızı ve yeşil renkler seyrek görülmekledir. Figürlerin bulunduğu zemin geometrik ve bitkisel motiflerle süslüdür. Kompozisyonda eşya, mimari elemanlar, Tiber ırmağının dalga şeklinde gösterilmesi gibi ayrıntılar aceleci ve basit çizgilerle belirtilmiş, figürlerin yüzlerinin renksiz oluşu, geniş yüzlerdeki çirkin gözler taşra sanatı havasındadır. Genelde Fransız gotik resim sanatının, Roman çağı Katalan resim sanatına etkilemesi olarak görülmektedir. XIV.y.y. sonlarına ait, Doğu Pireneler’de Cerdagne’deki Palau kilisesindeki, ahşap mihrabın orta kompozisyonundaki Hz. Meryem mütevazı şeklinde gösterilmiştir. Jaume Serra’nın yaptığı sanılmaktadır. Maalesef bitirilememiştir. Jaume Serra 1358-1389 yılları arasında Barselona’da yaşamıştır. 4 kardeşi de ressamdır. Katalon ekolünün en önemli eserlerinden biridir. Barselona ticaret merkezi olarak geliştiğinden, Ispanya’da birçok sanatçı, Barselona’ya gelerek ürünler vermişlerdir. Orta kompozisyonda, Meryem Ana, bir minder üzerinde oturmuş, bebek İsa’ya süt emzirmektedir. “Madonna dell’Umilta'' denilen, Hz. Meryem in besleyici kişilikte gösterilmesi Bizans’tan kaynaklanmış, Dominiken rahipleri tarafından çok tutulmuş ve Sienna ekolünün en çok işlendiği konu olmuştur. (Özellikle Lorenzetti’de). “Madonna dell’Umilta” kompozisyonu XIV.y.y. boyunca Avrupa’da çok yayılmıştır. Mihrabı armağan eden kişi Meryem’in dizine kapanmış dua etmektedir, kim olduğu belirsizdir. Üstteki sahnede Meryem’in ölümü, Vaftizci Yahya ve annesi Anna çömelmişler, Incil’den parçalar okumaktadırlar. "Mütevazı Meryem” kompozisyonu Katalonya’da çok sevilmiş, çok sayıda benzerleri yapılmıştır. Manressa manasatırındaki örnek, Barselona’daki “Mütevazı Meryem "in en güzel kompozisyonudur.
Bütün bu figürlerde Sienna ekolünün ince ve yumuşak anlatımı görülmektedir. Başının üzerindeki kemerin yuvarlak arabesklerle birbirlerine bağlanmış olması ilginçtir. Hz. Meryem’in yüz ve elleri, hülyalı bakışları Simone Martini yi hatırlatmaktadır. Diğer figürler, melekler ve resmi armağan eden kişinin çizgileri, giysilerinin şekilleri, figürlerinin kişiliklerinin belirtilmesinden, yarım yüzyıl önce, Tos-
cana'da uygulanan üsluba Serra’nın sadık kaldığı anlaşılmaktadır.
Ispanya’da gotik resim sanatındaki Fransız etkiler, Leon, Burgos, Tele- do’daki büyük katedrallerde, İle de France-Champagne’da gelişmiş, “Champenois sanatf’ına aittir. Halbuki Leon katedralindeki kapının üzerindeki alınlıktaki “Son Yargılama” kompozisyonu ve Burgos’daki “La puerta del Sarmental” yontuları Rcims yontu atelyelerinin etkilerini taşımaktadır. Fransız görsel sanatının etkilerinin yanı sıra Flaman resmindeki İspanyol sanatını etkileyen örnekler de vardır. 1445 yılında Luis Dalman’ın, Kuzey Fransa’da Flandres kontluğunda yapmış olduğu bir gezi sonucunda, Barselona kentine armağan ettiği ahşap mihrabın “Meclis Üyeleri” kompozisyonundaki figürler, aynı dönemde Jan van Eyck’in “Kuzu” kompozisyonunun mihrabındaki melekler ile Van der Paele’nin “diz çöken rahip” figürlerinden esinlenerek, ‘ Madonna'nın önünde diz çöken 5 figürün bunlara ben- zetildiği fark edilmektedir.
y.y. ilk yarısındaki Gotik sanatın Ispanya’da uygulanması ile resimde yeni boyutlar kazanılmıştır. Görkemli, soylu, gerçekçi, değerli, Paris’e eşit incelikte yapıtları olan ressam Lluis Borrassa bu dönemin ünlü sanatçısıdır. (Resim 36) Paris’teki Arts Dekoratifs müzesinde Lluis Borrassa’nın Ermiş Vaftizci Yahya’nın mihrap panosu. Lluis Borrassa 1383 yılından itibaren Barselona’da atölye açıp çalışmıştır. Atölyesinde yapılmış, zamanımıza kadar gelmiş 30’a yakın panosu vardır. Bu panolardan 10 tanesi 1402-1414 yıllarında yapılmıştır. Lluis Borrassa, Ja- ume Serra’nın geleneklerini devam ettirmiştir. Bu panoda büyük figür, etrafında diğer kompozisyonlar yer almışlardır. Ahşap mihrabın ortasındaki sahnede, Hz. îsa elindeki sopaya dayanmış, müritlerine öğüt vermektedir. Sopasının üstünde, yuvarlak madalyon içinde kuzu figürü görülmektedir. Sopaya sarılı kordelada ise kutsal sözcükler görülmektedir. “Ecce Agnus Dei qui tollit peccata mundi”. Üst sahnede, Hz. İsa çarmıha gerilmiş, Meryem ve Vaftizci Yahya diz çökmüş oturmaktadırlar. Sağında ve solunda alto ayrı konu, Hz. İsa’nın yaşamından alınmıştır. Soldaki kompozisyonlar, aşağıdan yukarıya doğru olanları; 1.Vaftizci Yahya’nın doğumu. 2. Meryem’e ziyaret 3. Meryem’e hamile olduğu bildirilmektedir. Sağdaki kompozisyonlar, yukarıdan aşağıya olanlar: Vaftizci Yahya’nın vaizi, 2. Hz. İsa’nın vaftiz edilişi. 3. Herod’un ziyafeti ve Vaftizci Yahya’nın başının getirilişi. Borrassa’nın kompozisyon anlayışı Serra’dan çok farklıdır. Kompozisyonda canlılık vardır. Açıklığın verdiği rahatlık ve denge daha öncekilerin özellikleri olup, Katalon sanatının karakteridir. Ancak XIV.y.y.’da bu özelliklerinin yanı sıra, önemli değişiklik de perspektif noktalarının aranılmasıdır. Ayrıca zarafetin eklenmesi de yeni bir boyut getirmiştir. Altın renkte fon üzerinde figürlerin yerleştirilmesi XIV.y.y.’dan XV.y.y.’a geçişte ve bütün XV.y.y. süresince zengin ve özen verici eserlerde kullanılmıştır. XV.y.y.’da Avrupa’daki saraylarda “Duc de Berry’nin çok zengin zaman-
Lluis Borrasa’nın resmettiği 1415-1420 yıllarında Vaftizci Yahya’nın başının kesilip Kral Herod’a sunuluşu
nı” isimli eserde görüldüğü gibi, ince narin çizgiler, küçük başlar, abartılmış zarafet, en belirgin özellikleridir. Paris’te Arts et Decoratifs müzesinde Lluis Borras- sa’nın eseri Vaftizci Yahya’nın yaşam öyküsü anlatılmasında başarı göstermiştir. Vaftizci Yahya’nın doğumunda Zacharias’ın Yahya’nın ismini zikretmesi ve hemen kayda geçirilmesi gösterilmiştir. Son sahnede “Herod’un ziyafetine getirilen Yahya’nın başı, Salome’nin ve çalgıcı giyisilerindeki renkler, Sienna’lı sanatçıların ve Fransız-Flamand ressamlarının portre anlayışları verilmiştir. Lluis Borrassa’nın bu eserine konu yönünden yaklaşabilen Barselonah ressam Juan Mates, Castres’de- ki, Pathnos’daki Vaftizci Yahya eseri ile isimleri bilinmeyen Roussillon’daki Evol kilisesindeki Vaftizci Yahya mihrabı en güzel örneklerdir. Ermiş Mikail’in öyküsünü canlandıran 2 panoyu Miguel Alcaniz’in XV.y.y.’ın ilk yarısında yaptığı sanılmaktadır. Lyon Güzel Sanatlar Akademisi müzesinde yer alan bu iki pano, ahşap bir mihraba aittir. Orta panonun nerede olduğu bilinmemektedir. Ancak, iki kanadı
Bemat Martorellın yapıtı. 1435 öncesinde yapılmış Ermiş George’nin öldürülüşü.
SANAT KİTAPLARI
kalmıştır. Her kanatta üç ayrı kompozisyon yapılmıştır. 1421 yılında bir İspanyol bilge kişi Leonardo de Saralegni’nin verdiği bilgilere göre, bu ahşap mihrabı Mı- guel Alcaniz’in, Valencia’nın kuzey batısındaki Jerico kilisesi için yapmış olduğu yazılıdır.
Sol panodaki kompozisyonda, 1. Ermiş Mikail gökyüzünden, kötü huylu melekleri kovmaktadır. 2. Cehennemin ağzından kurtulan ruhları kabul etmektedir. 3. Ermiş Mikail, bu ruhları cennetin kapısında bekleyen Ermiş Petrus’a getirmektedir. Sağ panodaki üç kompozisyonda Gargan tepesindeki kutsal alandan bahsedilmektedir. 1. Köylü Garganus koşan bir boğanın peşine düşmüş, mağarada saklanan boğaya ok atmıştır, ok geri dönerek Garganus’u alnından vurmuştur. 2. Piskopos Si- puntum (Manfredonia) oku Garganus’un alnından çıkarmış ve üç günlük oruç ver miştir. 3. Piskopos mağaraya gelmiş, resim tahrip olduğundan görülmemektedir. Ermiş Mikail, Piskoposa görünerek tahrik etmiştir.
Ermiş Mikail’in öyküsü, Aragon krallığının ressamlarını çok ilgilendirmiştir. Katalonya’da, Aragon’da Ermiş Mikail’in öyküsünü konu eden resimler bulunmuştur. Ancak Alcaniz bu ahşap mihraptaki kompozisyonlara sanatçı Portaco- eli’nin yapmış olduğu ve zamanımıza kadar gelmiş Chartres mihrabındaki resimlerden örnek almıştır. Miguel Alcaniz, Valencia ile Majorka’da 1431-1434 yıllarına tarihlenmektedir. Kompozisyonlardaki kayalık mekanlar Valencia ve Majorka nın güzel manzaralarından esinlenmiştir. Fondaki altın yıldız ilkel karakterini sürdürmektedir. İnsan figürlerinde hareket görülmektedir. Konudaki hareketin yanı sıra, bu yöre halkının canlılığı yansıtılmak istenmiştir. Olayı anlatım şekli değişiktir, aynı kompozisyonda olayla olacak olana aynı anda değinilmiştir. Özellikle Garganus aynı anda yayını çekmekte, aynı anda ok geri gelip alnına isabet etmektedir. Garganus’un köpeği olaydan etkilenerek havlamaktadır. Gargan dağına gelen rahiplerin duruşları, konuya hareket sağlamaktadır.
1430-1450 yılları arasında Katalon ekolünün zirveye ulaştığı görülmektedir. Kompozisyonun canlı anlatımı, Gotik sanatında güçlenme ve yenilenme fark edilmektedir. Bernat Martorell bu dönemin en büyük ustasıdır. Paris’teki Louvre müzesinde Ermiş Georges’un ahşap mihrabındaki orta kompozisyonunda görülmektedir.
Bu pano, diğer panosu ile ahşap mihrabın yan panolarıdır. Orta pano Chiga- go müzesindedir. Chigago müzesindeki orta pano kompozisyonunda Ermiş Geor- ges’un Kapadokya’yı tehdit eden ejderi öldürmesi sahnelenmiştir. Ermiş Georges kahraman şehitlerdendir. İmparator Diocletianus tarafından ölüme mahkûm edilmiştir. Mezar Haçlılar tarafından Batıya götürülmüştür. Ermiş Georges Barselona'da çok sevilmiştir. Pere Joan de Valldefogona, Ermiş Georges’un Barselona Di- putacio sarayında heykelini yaptırmıştır. Louvre müzesindeki yan panolarda 4 sahne halinde Ermiş Georges’un ölüme mahkum edilişi canlandırılmıştır. Bernat Martorell, Ermiş Georges’un kırbaçlanma kompozisyonunda hem gelenekçi hem de yenilikçi bir sanatçı olduğunu kanıtlamıştır. Gelenekçi olarak, zarafet ve süsleyici- liği yanı sıra, yenilikçi olarak da güçlü çizgilerle kabartmalı ve anıtsal özellikler vardır. Arka fondaki, kümeleşmiş insan kalabalığını belirtmek için birbirleri üzerine yığılmıştır, mızraklı savaşçılar kralın arasındaki halk gibi. B ısan yığını gotik halılarda da dikkati çekmektedir. Erkek figürlerdeki uzun sak; i kesik burunlar, nedimelerin ve cellatların yüz ifadeleri karikatürel ifade taşıma adırlar. Avrupa’da yeni başlayan Bourguignon heykel sanatı ile Flaman resim sanatının etkilerini taşımaktadır.
Katalon resim sanatının pırıltıları yarım yüzyıl daha sürmüştür. İspanya kralı 11. Jean’a karşı yapılan ihtilalin yarattığı siyasi bunalım, OsmanlIların Akdeniz’e hâkim olmalarıyla beliren ekonomik bunalıma rağmen Katalon resim sanatının değerinden bir şey kaybetmemiştir. Katalon ekolünün son temsilcisi Jaume Huguet, yalnız Katalonya’da, Barselona ve Terassa’da ün yapmıştır. Jaume Huguet’nin değerini ölçebilmek için, Louvre’deki Hz. İsa’nın mezara gömülmesi kompozisyonu en güzel örnektir.
Jaume Huguet’nin Louvre’deki “Hz. İsa’nın mezara gömülmesi”. Jaume Huguet (1415-1492) ahşap mihrabın orta panosu, resmin yapıldığı bir ahşap düzeye yapıştırılmıştır. Louis Phillip Louvres’a armağan etmiştir. Bu pano Jaume Huguet in atölyesinde 1450-1455 yıllarında yapılmıştır. Jaume Huguet’in atölyesi 1448 yılında Barselona’da açılmış, ölümüne kadar (1492 yılına kadar) çalışmıştır. Folch i Torres, Guciol, Ainaud de Lasarte isimli ressamların da emekleri vardır. Jaume Huguet’in sanatı Fransız ressamı Jean Fouquet ile rahatça karşılaştırılabiliri r. Flaman resim ustalarının etkisinde kalmıştır. Yağlıboya tekniği ve üslubu Barselona’ya yüzyılın ortalarında girmiştir. Eserlerinde anıtsallık yanında huzur verici bir sükûnet vardır. Bu sükûnet düşündürücü olup melankolik özelliktedir.
Flaman etkilerinin Katalon resim sanatında görülmektedir. Çarmıhından indirilip mezara gömülme kompozisyona derinlik verdirmiştir. Hz. İsa’nın başındaki figürlerin plastik ifadeleri yanı sıra, başlarının farklı yükseklikteki olması, başlarının inişli çıkışlı olması, plastik görünüm sağlamıştır. Yüz ifadelerindeki patetik görünümde, Flaman sanatçısı Van der Veyden’in etkileri bulunmaktadır.
Bu üstünlük XV.y.y.’da Fransa’da rahatça görülmektedir. Ispanya’da ise çoğu zaman parlak bir şekilde gelişmiştir. Bu gelişmede Katalon resim sanatının üç ayrı ekolde uygulandığı, ayrıca Majorka’da İtalyan etkilerinin daha çoğunlukta olduğu izlenilmektedir. XV.y.y.’da Valencia resim sanatı en zengin ürününe sahiptir. Barselona resimlerine analoji teşkil etse dahi, farklı bir ritm içindedir. Daha geç dönemde İtilyan etkisinde olan Lorenso Zaragosa önemli bir ressamdır. Pedro Nicolau ve Miguel Alcaniz, daha çok kuzey sanatçılarının etkisindedir. Alman sanatçı Marsal de Sax kuzeyli sanatçıların başında gelmektedir. XV.y.y. ortalarından sonra, Akdeniz’in geleneksel süsleme sanatını Jacomart Baço’da görmüştük. Jaco- mart Baço, Amiens’in kilise mihrabında “Muzdarip Üçlü” yapıtında iyi bir örnek teşkil eder. Rodrigo de Osana da İtalyan etkisinde renklendirme yapmıştır. Barselona’nın yanı sıra Valencia’da da ekonomi ve sanatta gelişme görülmüştür. 1443 yılında İspanya kralı Alphoso V, Napoli’yi aldıktan sonra Papalık makamına Bor- giasları getirmiştir. Borgiaslar, Aragon, Valencia kökenlidir, İtalya’da İspanyol nüfusu artmıştır, böylece Renaissance, İtalya kanalı ile İspanya’ya gecikerek girmiş oldu.
Aragon bölgesinde, özellikle kuzey Pirenelerde, ahşap mihrap yapımı çoğalmıştır. Bu ahşap mihraplardaki resimlerde, kaba ve katı ifade olmasına rağmen anlatımı açık ve çekicidir. Genellikle İspanya’da Bernat Mortorell’in Barselona’daki çevresindeki sanatçıların ürünleri büyük özellik taşırlar.
Pedro Garcia de Bernabarre ve Juan de la Abadia (Arts et Decoratifs müzesinde, Meryem’in taç giyme töreni). Sonradan, sanattaki canlılık Prado müzesindeki “Saint Dominique de Silos” yapıtıyla anıtlanmış, Barselona katedralindeki Bartolomeo Bermejo”nun “Yalvaran Meryem” yapıtı ile acıklı bir ifade kullanılmıştır. Bartolomeo Bermejo, Kordovah nomad bir sanatçıdır, yüzyılın son otuz yılını Valencia, Aragon ve Katalonya’da geçirmiştir. Paris’te bir süre kalmış, Petit Palais’deki “Ermiş Şövalye” tablosunu yapmıştır. Kutsal şövalye dağlık bir manzaranın önünde, güçlü bir şekilde görülmektedir.
Pedro Garcia de Banabarre’nin Paris’teki “Arts Decoratifs” müzesindeki ahşap mihrapta “Saint Vincent Ferrier’nin ödüllendirilmesi” (İlan edilmesi) isimli yapıtında, Aragonlu sanatçının XV.y.y.’da az derece Katalon ekolünün etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Pedra Garcia de Bernabarre, Huesca yöresinde doğmuş bir Aragonludur. 1456 yılında Barselona’ya gelmiş, Martorell’in yanında çalışmaya başlamıştır. Martorell’in ölümünden sonra, onun bitirmediği yapıtları tamamlayarak, Barselona’dan Lerida’ya geçmiş, Lerida’da kısa süren çalışmadan sonra Ara-
Pedro Berruguete’in I475’te yaptığı “Solon” portresi. Paris’te Louvre müzesindedir. Ispanya’daki ilk Renaissance portre yapıtıdır.
gon’a geri dönerek çalışmalarına devam etmiştir. Bernabarre nin sanatında gerçekliğe gidiş görülmektedir. İnsan figürleri bodur ve güçlü gösterilmiştir. Martorell’ın zarafetinden yoksundur. İnsan portrelerinde çağının özelliklerine uymaktadır. İnsanları gruplar halinde göstermiştir. Solda kentsoylular, sağda dindarlar olarak gös terilmiştir. Genç Ferrer, Dominiken rahip önünde diz çökmüştür. Kilise mekanı içinde yer alan bu resimde duvarda asılı bir tablo gösterilmiştir. Ermiş Petrus ve Ermiş Paulus’un ortasında Dominiken rahip gösterilmiştir.
Pedro Garcia de Bernabarre’nin, Batı Katalonya’daki Cervera'daki bir Dominiken manastırda, ahşap mihrabın ortasındaki panoda “Meryem, Ermiş Vıncent Ferrier müritleriyle birlikte” isimli yapıtı Barselona’daki bir koleksiyoncuda bulunmaktadır. Bernabarre’nin bir başka yapıtı kaybolmuş olmasına rağmen XIX.y.y. akuarel’inden fikir edinebiliyoruz.
Ressam Fernando Gallego’nun 1470 yıllarında yapmış olduğu “İncil yazarı portresi”. Bu büst resmi, büyük bir olasılıkla iki kanatlı bir ahşap mihrabına ait olmalıdır. Ancak, bu ahşap mihrabın iki yan kanadı kayıptır. Bu panoda kitap yazan bilge bir kişi canlandırılmıştır. Ermiş Jerome ya da kilisenin hizmetinde bir hekim olmalıdır. Fernando Gallego, Batı Ispanya’da yüksek değer taşıyan Salamanca ekolünün yönlendiricisidir. Bu ekol XV.y.y. ilk yarısında zirveye ulaşmıştır. Fla- mand ustalarının etkisiyle, şekiller basitleştirilmiş, gerçekçilik, hatta bazen kabalığa kaçan çizgiler görülmektedir. Bu pano Gallego hakkında yeterli fikir vermiyorsa, Gallego’nun yaptığı Zannora, Salamanca Ciudad, Rodrigo, Trujillo v.s.’deki ahşap mihraplarını görmek gerekir. Fernando Gallego’nun figürlerinde plastik ifade vardır, kaba ve toplu vücutlar dışarıya taşkın ifade taşımaktadırlar.
Ressam Pedro Berruguete’nin Paris’teki Louvre müzesinde bulunan 1475 yılında yapmış olduğu Solon’un resmi, İspanyolların ilk potre resmidir. Pedro Berru- guete bir süre İtalya’da bulunmuş, ünlü sanatçılarla tanışmıştır. Roma’da Fransız- sanatçılardan Fouguet ile tanınmıştır. Pedro Berruguete’nin, İspanya’da Renaissance çağına atik “İlkbahar öncesi” yapıtı oldukça çekicidir. Gotik resim sanatına yem bir anlayış getirmiştir. “Tiera de campos”lu olan bu Kastilyalı “Pietro Spagnualo olarak tanınmıştır. 1477 yılında Urbino’da Dük Federico de Montefeltre Pietro Spagnuolo olarak tanınmıştır. Pedro Berruguete 1483 yılında Ispanya’ya dönmüş, 1504 yılında ölümüne kadar Toledo’da Nava’nın Paredes’inde ve Avila’da birçok resim yapmıştır. Avila’da yaptığı en önemli yapıt, Dominiken manastır olan Santo Thomas’ın ahşap mihrabının resimleridir. Bu resimlerin bir kısmı Santo Thomas manastırında, diğer kısmı ise Madrid deki Prado müzesindedir.
İtalyan sanatının yenilikleri olarak görülen soyluluk ve tevazu, derinlik ve basitlik, yalnız İspanya’da birlikte uygulanmıştır. Bu soyluluk, tevazu, derinlik ve basitlik, duyguyu düşünceye sevk ettirmektedir. Bu düşünce XV.y.y.’da manastır
havasında olan ilk İspanyol ozanlarının dinsel bir ruhla yazdıkları ilahilerde ve şiirlerde görülmektedir. Bu İspanyol ozanları arasında en önemlileri Aquinalı Tho- mas ve Ermiş Petrus Martyr’dir. Duygusal düşüncenin yanı sıra sanatta hümanizm de unutulmamıştır. 1963 yılındaki sergide Pedro Berruguete’nin Platon ve Aristo’nun portrelerinin yanı sıra Solon’un portresi de birlikte sergilenmiştir. Hümanist bir hava tespit edilmiştir. Louvre müzesinde 14 önemli tarihsel kişilerin büstleri vardır. Bu büstler Urbino sarayından getirilmiştir. Dük Fedirico de Montefeltre sanatçılar için yaptığı “Studiola”yı Pedro Berruguete’e ve Flamand sanatçı Juste de Gand’a yaptırmıştır. Bu iki sanatçıya yardım eden İspanyol, İtalyan, Belçikalı Flamand sanatçılar bulunmuştur.Pampalune müzesinde Juan Olivier’nin yapmış olduğu "Hz. İsa'nın göğe çıktığı yer” olan “Calvaire” örneği gibi, XIV.y.y.’dan beri Paris sanatının hegomonyasında olan İspanyol resim sanatında Sevilla’da ve Kordo- va'da görülen "Endülüs İlkinleri” (Kordova’lı Pedro) yanı sıra, Kastilya’daki His- pano-Flamand ekolü bulunmaktadır. Pireneler’in merkezinde ve batısında Van Ey- de, Bouts, Van der VVerden’in sanatı göze çarpmaktadır. Örnek olarak gösterebilirsek Burgos, Anvers, Bruxelles, Rhenanie mimari ve yontu sanatının kolonisi olmuştur. Kraliçe Elisabeth Flamand sanatçılarının eserlerini satın almıştır. Bunların çoğu Granada’da Chapelle Royal’de ve Madrid’de Prado müzesindedir. Fernando Gallego’nun liderliğindeki Salamanca ekolü XV.y.y. son yarısında bütün batı İspanya da üstün olmuş, dışavurumculuk zaman zaman karikatürleşmiştir. Diğer atölyelerin renk ve konu farkları, üsluplarına yansımıştır. Toledo atölyelerinde daha çok Meryem’in mucizeleri konu edilmiş, XV.y.y. son yarısında Gotik Flambo- yant denilen Hypergotik dönemde, Kastilyalı Katolik kralların önemsedikleri büyük usta Pedro Berruguete, ulusunun ruhsal gücünün yanısıra, İtalyan quatrocente sanatının zarafetini yansıtmıştır. Pedro Berruguete geleneklere sadık kalırken, çağının ileri görüşlüğünden yararlanmış, Floransalı ustaların kompozisyon ve perspektif kurallarına sadık kalmıştır. Avila’daki ahşap mihrapta yapmış olduğu kompozisyonda, Katolik kralların tek varisi olarak İnfant Juan’ın portresini yapmıştır. İtalyan etkileri öylesine çoğalmıştır ki artık İspanyol ressamları İtalyan sanatçılarını taklit etmeye başlamışlardır. En önemlileri Avila ve Toledo katedrallerindeki resimleri yapan Pedro Berruguete’nin halefi Juan de Borgona Ghıarlandhjo’yu, Va- lencia katedralindeki resimleri yapan, Leonardo’nun atölyesinde çalışan iki sanatçı Ferrante İo Spagnuolo’dan biri olan Llano et Yauez Leonardo de Vinci’nin, Va- lencia da çalışan Louis de Vargas Raphaello’nun etkisinde kalmıştır. 1540’dan sonra Maduca, Allonso Berreguete, Becerra Michelangelo’nun etkisinde ve 1550 den sonra Toscana’dan gelen Manierisme sanatının etkisinde kalmıştır.
.y.y.’da Ispanya’da iki Fransız sanatçısı çalışmıştır. Bu iki Fransız ressamdan biri, Leon daki katedralin mihrabında 18 panoluk kompozisyon yapmıştır. Ka-
tedrali yaptıran, Ermiş Froilan ile Ermiş Yakub’un öykülerini altın zemin üzerine figürlerle canlandırmıştır. Duc de Berry’nin minyatürlerindeki üslubu hatırlatmaktadır.
Diğer ressam Jean de Bourgogne’nin fresklerinde Fouquet’nin minyatürlerinin etkileri vardır. Jean de Bourgogne Kardinal Ximenis’in korunmasına girmiş, yüzyılın sonlarında Toledo’daki katedralin ve manastırın duvarlarını, rahiplerin dinlenme odalarının duvarlarını ve Endülüs Emevilerinin (Mozarab) yapmış oldukları, Katolikler zamanında şapel olarak kullanılan mekânın duvarlarına 1508- 1511 yılları arasında freskler yapmıştır.
XV.y.y.’da İberik yarımadasında, Ispanya’dan başka Portekiz'de de resim sanatında canlılık görülmüştür. Portekiz ekolünün en önemli ustalarından Nûno Gonçalves, Fransız ressamı Roger de la Pasture ile Flamand sanatçısı Jan van Eyck’in etkileri görülmektedir. Kalabalık kompozisyonlarda, figürler aynı planda sıralanmıştır. Niıno Gonçalves 1428 yılında Libzon’a gelmiş, Bourgogne dükünün nişanlısının portresini yapmıştır. En önemli yapıtı, Portekiz kralı Alphonso V tarafından ısmarlanan Saint Vincent şapeli için “Lizbon’daki zelzele” kompozisyonudur. Bu eser üç panoyu kapsamaktadır. Orta panoda, Portekiz’in kutsal kralı ve denizciler, yan panolarda ise Prens Henri, gemici, piskopos, etrafı Portekiz öykü kahramanları Aleobaca’nın sistersien rahipleri, balıkçılar, ağları ve antik çağda kullanılmış avlama araçları gösterilmiştir. Balık ağlarındaki balıkların kılçıkları dahi ayrıntılı olarak çizilmiştir. İnsan karakteri, yüzlerinde yansıtılmıştır. Çizgi ustalığının yanı sıra, yerine göre sarde, yerine göre de zengin renklendirmeyi Batı resminde Frans Halls’de gömlekteyiz.
İspanya’da, Portekiz’de gotik flamboyant (olgun gotik) çağın mimari ve süsleme sanatında iki ayrı üslûp vardır. “Platoresque üslûp” ve “Menuelin üslûp” denilmektedir.
İspanya’da ve “Platoresque üslûp” iki önemli üslubun karışımından meydana gelmiştir. Dışa taşkın süslemeler kuyumcu inceliğinde işlenerek Gotik flamboyant ve Renaissance dönemlerinde uygulanmıştır. Platoresque üslubun meydana gelmesine Batı İslam sanatı sebep olmuştur. Toledo’daki SanJuan de la Rayes kilisesindeki arma süslemeleri ve Valladolid’deki Collegia de San Giorgio’nun cephesindeki süslemeler en güzel örneklerdir.
Portekiz’de XV.y.y.’da uygulanan, kral Don Manuel’in zamanına ait süsleme üslubuna “Manuelin üslup” denilmiştir. Büyük keşiflerin yarattığı lüks yaşam bu üslubun uygulanmasına sebep olmuştur. Oldukça pahalı ve davetkâr, özendirici karakter taşıyan bu sanat türünde, yuvarlak çizgiler ve beyaz mercan motifleri süsleme sanatında yer almıştın Portekiz’de Batalha’daki yapının tamamlanmamış şapelinde, Beleni’deki Hyeronymt’lerin kilise manastırında, Tajo ırmağının ağzındaki
haliçte yer alan savunma kulesinde, Themar’daki templier’lerin manastırında pencere ve pervazların en belirgin örnekleridir.
Erken Renaissance çağı, İspanyol resim sanatında, İberik yarımadasında Olgun Gotik çağda görülen Platoresque ve Manuelin üsluplar, Erken Renaissance çağında da devam etmiştir. Bu iki üslubun pek çok ortak yönleri olmasına rağmen, farklı yönleri de vardır. Platoresque üslup, Arap ve Mudejar (İspanyol-Arab-Hristi- yan) unsurlarla oluşmuştur. Manuelin üslup ise daha çok Fas ve Hint unsurlar taşımaktadır.
Ispanya’daki resim sanatının zirveye ulaşması, politik ve ekonomik yönden zayıflaması ile ilgilidir. XVII.y.y.‘a kadar, sanat kilisenin korunmasında ve emrinde olduğundan, sanatçılar resimdeki konuları dinsel öykülerden, saray yaşamları ve aristokrat sınıfın toplum içinde değerlendirmesinden almışlardır. İspanyol resim sanatı, XVII.y.y.’daki zirveye gelinceye kadar, İtalyan, Fransız ve Flamand etkileriyle yoğrulduklarından fazla gelişememiştir. Portekiz de Akdeniz ülkelerine kapalı kaldığından, İtalyan etkisinden yoksun, Fransız ve Flamand resmin parlak döneminden yararlanmıştır. Bu yüzden XVII.y.y.’a kadar İspanyol ve Portekiz resim sanatı gelişmemiştir. XVII.y.y.'da Caravaggio’nun etkisi ile İspanyol resmi kendine özgü bir yol seçmiştir.
İberik yarımadasında XVII.y.y.’dan önce yaşayan uluslara bakacak olursak. Taş Devri’nden sonra Ispanya’nın otokton ulusunun yanı sıra Kalt’ler, İber’ler, Fenikelilerin torunları Kartacalılar, Romalılar, Romalıların ticaret gayesi ile getirdikleri Yahudiler akınlar halinde İspanya’ya göç etmişlerdir. M.S. IV.y.y.’da Vizigot- lar, Vandallar, VlII.y.y.’dan sonra Emeviler, Mauriler istila etmişlerdir. 800 yıl süren Müslümanlarla Katolikler arasında sürtüşmeler sonunda Katolik krallar İspanya’ya sahip çıkmışlardır. İspanya kralı Charles ve Phellip IV, dünyanın yansına sahip olmuşlardır. (Phillip IV. 1621-1665)
İspanya Renaissance çağında kendini bulmuş, Lope de Vega (1552-1635), Cervantes (1557-1616) tiyatro yazarı olarak, Fernando de Herrera (1534-1597), Ribera Jose (1585-1656) Zurbaran (1593-1662), Velasquez (1599-1660), Murillo (1617-1682) gibi resim sanatçıları, Renaissance’nin yaşamasına sebep olmuşlardır.
İspanya kralı Phillip II (1527-1598) zamanında, İspanya politik zayıflığını müstemlekelere de yansıtmıştır. Yavaş yavaş Avrupa ülkelerindeki topraklarını kaybederken, kralın geliri de azalmış, ordusunda düzensizlik başlamıştır. Ayrıca yenilmez armada olarak bilinen savaş filosunu, İngiltere’ye gönderdiğinde, fırtına yüzünden donanma batmıştır. Bu donanma 1571 yılında, Venedik donanması ile birlikte Lepant’ta Osmanlı donanmasını yenmişti. Lepant zaferi şerefine Escurial şatosu yapılmıştır.
.y.y. son yarısına kadar, İspanyol sanatı, İtalyan, Fransız, Flamand ve hatta Afrika Müslüman sanatının etkisindedir. XVI.y.y. son yarısında, XVII.y.y. ilk yarısında, Katolik kralların desteğiyle, İspanyol resim sanatı kendi benliğine ka-
vuşmuştur. Charles Quint (Charles V. 1500-1558), İtalya’yı, Roma, Venedik ve Napoli’ye aldıktan sonra, İtalyan resim sanatı İspanyol resim sanatının bir öğreticisi olmuştur. Titinano ve Veronese’nin renk anlayışı benimsenmiş, Cenovalı Luca Cambioso ve Pelegrino’lu Tibaldi 1583 yılında Escurial şatosunun kilisesinin fresklerini, 1588 yılında da Escurial şatosunun 2. kütüphanesinin fresklerini yapmıştır. İspanyol ressamları akademik kurallar içinde, idealist bir sanat yaratmak için kendi yetenekleri ile ahşap mihrap ve süsleme geleneklerindeki üslupları dışında yeni arayışlara girmişlerdir. Ancak bu arayışlar uzun bir zaman sürecinde resim sanatında yeniliklerden alıkoymuştur. XVI.y.y.’ın bu kararsızlığı resim sanatında boşluk yaratmış, hiç bir sanatçı yüksek kalitede değerlenmemiştir. Halbuki bu yüzyıl boyunca Renaissance üslubu Avrupa’nın belli başlı ülkelerinde kendini gösterirken, Ispanya’da Gotik üslup bölgelere göre farklı yorumlanmasına rağmen devam etmiştir. Valencia’da, İtalyan etkileri Gotik sanatından ayrılma çabaları göstermektedir. Luis de Vargas’ın yanısıra Juan de Juan, ölüdoğa ve peysaj resimlerinde görüldüğü gibi, bütün saflığı ile Raphaello’ya bağlı olmasına rağmen tutucu ve yavan kalmıştır.
Sevilla’da, 1503 yılından itibaren Casa de Contratacion de İndias örgütünün Ispanya’nın denizaşırı yararlarına sahip çıkmasından sonra resim piyasasında bir canlanma olmuştur. Flandria ile ilişkiler artmış, daha çok Flandria’lı tüccar ve sanatçılar Ispanya’da çalışmaya başlamışladır. 1540 yıllarına doğru Sevilla ekolünün en gözde sanatçısı Alejo Fernandes (Germen kökenli olduğu sanılmaktadır) Sevilla’da, Marchena’da da yapmış olduğu ahşap üzerindeki Meryem Ana’nın hülyalı bakışlarında gotik karakter mevcuttur. Ancak İtalyan etkileri mimari dekorda ve perspektiv anlayışta görülmektedir. Sevilla’da çalışan Flamand ustalar Sevilla’ya manierisme sanatının habercileri olmuş, daha sonra Pereyens başta olmak üzere bir grup Flamand ressam Meksika’ya giderek Avrupa resmini yaymıştır. Sevilla’da çalışan Flamand sanatçılarından Bruxelles’li Pierre de Kampeneer (Pedro Cam- pana) yapıtlarıyla büyük bir portre sanatçısı ve acıklı kompozisyon yapımcısı olduğunu göstermiştir. Fransa’da Montpellier müzesinde yer alan Campana’nın Sevilla katedrali için yaptığı ve Murillo’nun hayranlık duyduğu “Çarmıhtan indirilme” kompozisyonu en güzel örnektir. Escorial şatosunun zenginliklerinden biri de, Venedikli dilsiz ressam Navarette’nin “Sevilen Venedik” isimli yapıtında Titziano ve Bassano’nun etkileri vardır. Kilisedeki sunakta kutsal ikili figürleri yapan Na- varette, Carjaval, Urbino gibi sanatçılar Kastilliana geleneklerini devam ettirmektedir. Sarayın portre ressamlarından Portekizli Alonso Sanches Coello, Pon- toja de la Cruz ve HollandalI Antonys mor (Moro) kral ailesi ve aristokratlarının portrelerinde güçlülüğün, soyluluğun yanı sıra Fransız ressamı Clouet gibi hüznü de belirtmişlerdir.
ll«IUIIIIIİİİİİİUIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIB|||||||||||||||
El Greco- Kont Orgaz’nın gömülüşü.
Manierist sanatçı olarak Luis de Morales, Badajoz’da çalışmış, Estremadu- re’deki birçok ahşap mihrabın resimlerini yapmıştır, Portekiz ve Fransa da, Perige- ux’deki birçok mihrabın resimlerine imzasını atmıştır. Sanatındaki hüzün dolu ifade manierist üsluba da tezahür etmiştir.
Ispanya’ya dışarıdan gelip de yerleşen, İspanyol resim sanatının bireyi olarak çalışmışların en ünlüsü Domenikos Theotocopulos isimli, Girit kökenli Venedik’te İl Greco, İspanya’da El Greco (Yunanlı) olarak tanınan büyük ressamdır.
1545 yılında doğduğu Girit adasında bir ikon atölyesinde çalışarak Bizans resim geleneklerinin takipçisi olmuştur. Girit adası Venediklilerin nüfuzunda olduğundan, El Greco’nun Venedik’e gitmesi kolaylaşmış, Venedik’te Tıtzıano, Tınto- retto Jacoppo Bassano’nun atölyelerinde, Batı resminin ruh anlayışını ve pespektı- viteyi, Renaissance etkilerini öğrenmiştir.
İ575 yılında El Greco İspanya’ya gelmiştir. İspanya’da büyük bir sevgi ile karşılanmış, Kral Phillip Il.’nin saray erkanının sevgisini kazanmış, dmseverlerin ve soyluların teşviki ile büyük eserler vermiştir. Toledo’ya yerleşen El Greco, Girit’te alıştığı Bizans ikon resim özelliklerinin yanı sıra, Venedik atölyelerinden kazandığı perspektiv görüş ve renk anlayışını, kendine özgü uzun figürler, münzevi din adamlarının yanı sıra hastalıklı ve zayıf insan figürleri çizmiştir. İnsan yüzündeki dışa vuruculuk, insan ruhunun olumsuz zorlu karakterini, güzellik ve dinamizm içinde göstermiştir.El Greco 1575 yılında Kastilya’ya gelmiştir. Escorial şatosunun süslemelerinde çalışmış, 1576 yılında Escorial şatosundaki kilise şapeli için “Şehid Ermiş Maurice” resmindeki soğuk ifadede, Hristiyan inançlarına göre ölümü yorumlamak istemiştir. 1583 yılında, Toledo katedrali için yaptığı “Espoli” (Hz. İsa’nın giysisinin çıkartılması) kompozisyonunda, Hz. İsa’nın üzerindeki giyişi çıkartmakta, katedralin rahibi izlemektedir. Figürlerin üzerindeki giysiler, hâlâ Venedik ekolünün özelliklerini yansıtmaktadır. Toledo müzesinde bulunan, San Vi- tale kilisesinden getirilmiş “Assomsion” (Meryem’in orucu) isimli yapıtında, vücuttan ayrılan renkler alev şeklinde, yukarıya doğru süzülmektedir. 1586 yılında Ermiş Thomas kilisesi için “Kont Orgaz’m gömülüşü” isimli yapıtı, Kont Orgaz’m cenaze törenini anımsamak için yapmıştır. Anlatıldığına göre, Kont Orgaz mezara gömülürken bir mucize olmuş, Ermiş Etienne ve Ermiş Augustın gökyüzünden inerek Kont Orgaz’ı mezara yerleştirmişlerdir. Ermişler, piskopos giysileri içindedirler. Ermişlerin insan figürü olarak gösterilmiş olmaları Tanrısal lütfün, Kont Orgaz kilisesine yapmış olduğu hizmetlerinden dolayı, kutsal bir cenaze töreni düzenlenmiştir. Ölü, zırhlı bir giysi içindedir. Kastilyalı soylular ciddi ve münzevi görünüştedirler. Siyah giysileri üzerinde beyaz yakalıklarıyla uyum sağlamıştır. Üst kısımda ölümün ruhu Hz. İsa tarafından kabul edilmektedir. Hz. İsa tahta oturmuş, Meryem ve Vaftizci Yahya iki yanında bulunmaktadır.
El Greco’nun Fransa’da Bayonne müzesindeki “Ermiş Jerome’”nin resminde Tıtzıano’nun ve Tıntoretto’nun etkileri görülmektedir. Lille müzesindeki “Zeytin ağacı bahçesi” yapıtında, Bizans resim sanatının izlerine rastlanmaktadır. Ermişlerin figürleri Fransisken rahipleri görünümünde, zayıf, nahif ve ıstıraplı ifade taşırlar. Lille müzesindeki Ermiş François’in Amiens’de portresi ve özellikle Ba- yonne’de Duk de Bonnavento’nun portresindeki sadelik ve hareket özgürlüğü ancak Venedikli ustaların başarılı olabileceği düzeydedirler.
El Greco’nun en etkileyici yapıtlarından biri de “El Caballero de la mano al Padro" kompozisyonunda bir süvari elini kalbine doğru tutmaktadır. Newyork Metropolitan müzesinde “Cardinal de Guevara” yapıtında Engizisyon mahkemesinin büyük yargıcı Kardinal Guevara’nın portresi, daha sonra Velasquez’in “Papa İnnocent X” portresini hatırlatmaktadır.
El Greco’nun figürlerinde, çağının resimlerinden farklı olarak, dans eden alevler izlenimim verirler. Yaşamının sonlarına doğru, astım hastalığına tutulmuş olması onda bazı huzursuzluklar yaratmıştır. Figürlerindeki uzun boylu Proporsi- onlar “Manierizm”i belirtmektedir. İtalya’da Parmegianino ve Fontainebleau ekolünden Jean Boulogne, Fransa’da Jacgues Bellange, İspanyol Morales El Greco’ya yaklaşmaktadır. Büyük manierist sanatçı, yeni bir üslubun geleceğinin ha- bercesıdır. Bu üslupta yüz ifadesinden dışa vuruculuğu ve plastik formların yenilenmesi için titrek ışık altında çizilen figürler devamlı hareketli ve huzursuz olarak gösterilmiştir. İllescas hastanesinde “Meryem’in sözlerini yazan İldefonso” kompozisyonu bu altın çağın dinsel gerçekliliğini belirtmektedir. El Greco’nun Tole- do'da yetiştirdiği sanatçılar Tristan, Orente, çok değerli yapıtlar vermiştir. İspanyol resminde yem boyutlar vererek, Caravaggio’nun zıt renklerde ışıklandırılması ve kütlevı şekillerle ve halka daha yakın kompozisyonlar üzerinde çalışmalarda Valencia’lı ve Sevilla’lı genç sanatçıları etkilemiştir. Halkın geleneksel mucize ve din uğruna ölenlere gösterdiği ilgiye saygı göstermekle, kendini sevdirmiştir.
El Greco’nun, Paris’te Louvre müzesinde “Hz. İsa çarmıhta”, “Dua eden iki erkek figürü” isimli yapıtı 1580-1585 yıllarında yapılmıştır. Toledo’daki Re- ıno’nun dindar Hieromyt’ler manastırından getirilmiştir. Hz. İsa çarmıhta konusu, El Greco’nun çok çalıştığı bir konudur. El Greco, bu eseri, Louis Phillip’in İspanyol Galerisi için yapmış ve Baron de Taylor’dan bu yapıtın ücretini almıştır. Louvre müzesine gelinceye kadar çok el değiştirmiştir. Hz. İsa’nın ince uzun vücudu, küçük başı ve hafif sakalı en belirgin özellikleridir. İtalyan manierism’nin devam- cısıdır. Arkasındaki kurşuni renge çalan bulutların derinliği, Hz. İsa ve çarmıha plastik görünüş vermişlerdir. İki yanındaki figürler, resimde konunun sağlamlılığını belirtmektedir. Hz. İsa’nın vücudundaki yumuşaklık, ıztırap çekmekten çok es-
SANAT KİTAPLARI
tetiğe önem vermiş, Hz. İsa’yı acındırmak yerine sevdirmek amacı gütmüştür. İki yanındaki rahip ve soylu kişiler, Hz. İsa’ya olayı anlatmakta, onun yorumunu beklemektedirler. El Greco’nun en güzel portreleridir. Hz. İsa ile birlikte üçgenin üç köşesini teşkil etmektedirler. Yüzleri bıçak kadar keskin, elleri hareketli, anlattıklarını güçlendirmektedir. Soylu kişi, Prado’daki “Caballero de la mano del pecho”. Bazı sanat tarihçileri, bu iki kişinin Covarrubias biraderler olduklarını söylemişlerdir. Eski kayıtlara göre, El Greco’nun çok samimi olduğu bu iki kardeşin biri rahip, öbürünün de hukukçu olduğu yazılıdır. Başka bir sanı Andres Ruiz de Madrid olduğudur. Andres Ruiz de Madrid, “Kont Orgaz’ın gömülüşü” kompozisyonunda da model olarak bulunmuştur.
Strasbourg’ta Güzel sanatlar müzesinde “Hz. Meryem” (1595-1600) isimli tablo, El Graco’nun en güzel eserlerinden biridir. Sabit bakışları, Fayoum’daki Greco Egyptien portrelerinde kendini göstermektedir. Soylu kişiliği ve düşünceli oluşu, El Greco’nun bütün eserlerinde görülen özelliklerdir. Diğer Meryem portrelerinden farklı olarak, daha genç ve çocuksu hali, Toledo katedralindeki, Mater Do- lorosa’dan farklı olması, baş örtüsünün daha ağır bir kumaştan yapılmış olmasından ileri gelmektedir.
San Fransisco de Asia,
El Caballero de la Mano en el Pecino.
La Santa Faz, kutsal yüz.
El Salvador.
Vaftizci Yahya.
Çarmıhtan indiriliş, Trinidad.
Pentecote.
Kont Orgaz’ın gömülüşü.
Caballero Lesconosito.
Virgin de la Buena Leche.
Le Triomphe du Manierisme en Europe (Avrupa’da Maureizm Zaferi): Ohio’da. Toledo Sanat Müzesi’nde en güzel örnekler bulunmaktadır. İtalyan Manierisme üslubu İspanya’ya gelmiştir, İtalyan ustaları Pellegrini Tibaldi, Luca Cambiosa, Phillippe Il’nin isteği üzerine, Escurial şatosunda birtakım süslemeler ve duvar resimleri yapmıştır. El Greco’nun sanatında Manierisme karakter vardır. Hareket serbestliği, uzun şekiller, perspektiviteden yoksun ve gerçek dışı görüntüler yapılmıştır. Bunlara rağmen manierisme çok kişisel ve etkileyici olmuştur.
El Greco-Laokoon
El Greco daha Girit adasında iken, Manierisme çalışmalarına başlamıştı. 1565 yılında, Venedik’e geldiğinde, Titiano’nun atölyesinde, özellikle Tintoret- to’nun etkisi ile Manierism ustası olmuştur. Rorna’da birkaç yıl kalmış, Michel Angelo ile ilişki kurmuştur. 1577 yılında Toledo’ya gelmiş ve yerleşmiştir. 1580 yılında Phillippe H’nin ısmarladığı “Le Martyr de Saint Maurice” isimli yapıtı ile Venedık’in asabi ve parlak figürlerine karşı hareket ve korku dolu bir ifade kullan iniştir, renkler anlatımı güçlendirmiştir.
1590-1598 yılları arasında yapılmış “Zeytin dağındaki Hz. İsa" resmi, yepyeni sentez ortaya koymuştur. Venedik geleneklerine zıt olan, İspanyol gizemciliği vardır. Hz. İsa kırmızı bir tunik giymiş, resmin ortasında, karşısındaki meleğe diz çökmüş merakla bakmaktadır. Kanatlı melek altın giyişi içinde, altında, bulutlar arasında uyuyan havariler, Hz. İsa’nın arkasında, uzaklarda mızraklı askerlerden bir grup durmaktadırlar. Kompozisyonda perspektivite yoktu. Figürler havada asılı gibi durmaktadır. Gerçek dışı, kayalık ve bulutlu mekânlardan figürler alınmıştır. Vücut ölçüleri nispetsiz, özellikle kanatlı meleğin iri gövdesine göre-küçük bir başla gösterilmiştir. Genelde mavi, sarı, kırmızı renkler hâkimdir. Işık soluk renklerle geniş lekeler halindedir, kompozisyona büyük aydınlık getirmiştir. El Greco barok çağın habercisi olmuş, şekiller manierist kalmıştır.
Laokoon, El Greco’nun önemli yapıtlarından biridir. Resmin konusu, Yunan mitolojisinden alınmıştır. Truvah Antenor’un oğlu sayılan Laokoon, Thymbria’da Apollon tapınağının rahibidir. Tanrı Apollon’un heykelinin önünde eşi ile seviştiği için, Tanrı Apollon’u öfkelendirmiş, onu cezalandırmıştır. Truva savaşlarından dolayı, Tanrı Poseidon’a şükretmek için, Laokoon boğa kesmesi için görevlendirilir. Laokoon boğayı keserken, denizden çıkan yılanlar Laokoon ve oğullarını öldürürler. El Greco’nun kompozisyonunda, yılanların Laokoon ve oğullarını sararak boğmak üzere olduklarını ve mücadeleyi canlandırır.
Renaissance resim sanatında, grup kompozisyonlarında figürler belirli bir merkeze toplanmaktadır. Tintoretto’da merkezdeki figürün etrafına dağılması gibi El Greco, Laokoon’da ortada çalışan figürün etrafına dağılmıştır. Renaissance de insan figürü, ayrı ayrı mücadele etmektedir. Mücadele edilen şey yılanlardır. Her figür kendi hacim ve olanaklarına göre mücadele etmektedir. Sağdaki iki figür bu mücadeleye katılmazlar, olayı seyrederler. Diğer üç figür mücadelesinde, üç ayrı yerde yatmakta olan figür şimdiki zamanı, ölmüş hareketsiz yatan figür de geçmiş zamanı simgeleler. En hareketlisi geleceği simgeleyen, en belirgini ise şimdiki zamanı belirleyen figürleridir. Her üç figür de zaman oluşumunu göstermektedir.
Batı resminde mekân anlayışı, Giotto’dan beri, Renaissance ustalarının yapıtlarında, figürler belirli bir mekân içinde oturtulmuştur. El Greco’da farklıdır. Kompozisyonda mekân belirgin değildir. Öykünün geçtiği yer Truva kentidir. Burada ise kayalık bir mekândır. Kompozisyonun derinliğinde, uzakta birtakım yapılar ve beyaz bir at, az da olsa Truva kentini ve Truva atı fikrini uyandırmaktadır.
El Greco’nun uzun figürleri, insanın salt aklının yetersiz olduğunu, tanrısal ruhun, insan aklına güç verdiğini belirtmektedir. El Greco, ışık-gölge kavramlarını, kompozisyonunda değişik olarak belirtmiştir. Işık, figürlere ve resimdeki cansız
objelere vuruca, gölge belirsizce, figürleri ve cansız objeleri ortaya çıkartmıştır. Bu durumda, ışığın figürleri ve cansız objeleri maddeden soyutlayarak çıkarmış olması, ışığın yardımı ile büyüyen figürler, insanın bakış açısını değiştirerek kompozisyonun konusu hakkında göreli (relatif) bir kanı vermektedir.
El Grcco’nun en tanınmış öğrencisi Fr. Juan Sanchez Cotan. Meryem Ana portrelerinde çiçekler yamayı sevmiştir. Naif bir portre sanatçısı, mütevazı görünüşlü bir ressam olarak tanınmaktadır. El Greco’dan itibaren, İspanyol resim sanatında yenileme görülmektedir. Caravaggio’nun karanlık tablolarında kontrans ışıklarla, modelleri üstünde güçlü şekiller çizmesi, Valencia’lı ve Sevilla’lı genç sanatçıları etkileyerek, geleneksel olarak işlenen mucizeler ve din uğruna ölenlerin konu edilişleri, birtakım dinsel tarikatların yardımı ile Avrupa saraylarına intikal etmiş, Habsbourg hanedanların son fertlerine kadar bu tür dinsel konuları yapan İspanyol ressamları çok tutulmuştur.
İspanya da Phillippe IV çağında (1621-1665) resim sanatında “Altın çağ” yaşanmıştır. Fresk sanatı İtalyan ustalara bırakılmış, tablo ressamları tamamen İspanyol ressamları olmuştur. Resim konusu olarak, mitolojik ve çağdaş olaylar azaltılarak, daha çok çıplak insan figürleri tutulmuştur. Velasquez’in “Bleda’nın teslimi” “Aynaya bakan Venüs” yapıtları en güzel örneklerdir. Portre çalışmaları çoğalmasına rağmen, dinsel konular oldukça sınırlıdır.
İspanya da Barok çağ resim sanatı, çok cüretkâr olarak “Gerçekçilik”, “Çok hareketli gizemcilik” içindedir. Dinsel konular olarak, din uğruna ölen şehitler, ölümle ilgili allegorik figürler, mistik bir anlatımla, kendinden geçen sadık Hristi- yanlar, Hz. Meryem’in orucu ile ilgili doğaüstü olaylar resimlenmiştir.
İspanya'da Barok çağının önemli kaynağı Sevilla’dır. Endülüs’ün merkezidir. Barok çağın diğer bir merkezi de Madrid ekolüdür. Madrid ekolü, Sevilla ekolünün uzantısıdır.
En önemli ressamlardan Ribalta, Kastilya’da yetişmiş bir Katalan’dır. Va- lencıaya gelerek, buradaki ekole intisap etmiştir. Ribalta, huzur verici sanatıyla, havarilerin portrelerini yapmış, Protestanların ve havarilerin figürlerini gölgeli fonda göstererek, daha parlak görülmelerini sağlamıştır. Ribalta’nın bütün eserleri, Valencia da bulunduğundan, bu güçlü usta, İspanya dışında tanınmamaktadır.
Ribalta’nın öğrencisi Joseph de Ribera (1588-1652) Endülüs’te, Valen- cia’da doğmuştur. Resmi Endülüs’te öğrenmiş, 1615 yılında Napoli’ye giderek yerleşmiştir. Napoli bu tarihlerde, İspanyol kralı Naibi tarafından yönetildiğinden, İspanyol etkisindedir. Joseph de Ribera, Napoli’de bir hayli sevilmiş, boyunun kısa oluşundan dolayı Napolılıler kendisine “Spagnoletto” (küçük İspanyol) diye lakap takmışlar; her mahallede kendisini tanıyan ve seven, sevimli İtalyan sanatseverleri
tarafından desteklenmiştir. 20 yıl Napoli’de kral naibi ve İspanya için resim yapmıştır. Yapıtlarını, karanlık, merak dolu, insafsız, kan ve ıstırap aşığı, tumturaklı ve saçma konulardan seçmiştir. 1630 yılından itibaren Ribera, kompozisyonlarını karanlıktan kurtaran Caravaggio’dan doğa kavramını almış, ışık gölge oyununa başlamıştır. Açıkhava ile ilgili manzara resimlerinde, grinin tonlarını kullanmış, figürleri resimden çok yontuyu hatırlatan, anatomik görüntüdedir. Ancak vurgulamak istediği insan figürünün, kompozisyondaki değeridir. Prado müzesindeki ' St. Bar- telemy Martyr”inde, yalnız ve bakımsız insan figürleri çizmiştir. 1633 yılında Sa- lamanca’daki Agustinas Recoletus manastırı için “Lekesiz saf kız” tablosunda genç ve zarif bir genç kızın saf güzelliğini yansıtmıştır. “Mısırlı Meryem” tablosu Montpellier Fabre müzesinde ve Rouen müzesindeki “Rahip Zacharıas”ın portresi, “Kezara konuş” ile Louvre müzesindeki “Çobanların secdesi” ve Nancy müzesindeki “Hz. İsa’nın vaftizi” isimli tablolarında, İspanyol dinsel düşüncesinin görkemli ve zengin olarak yansıtıldığı görülmektedir. Amiens müzesindeki Platon isimli yapıtında, antik düşünür bilge kişilerle hümanist insanın nasıl olabileceğini yansıtmak istemiştir. Kompozisyonlarında, 1650 yılında yapmış olduğu “Çobanların secdesi”ne,1652 yılında meydana getirdiği “Sakat ayak” figürlerinde duyguların yüzlere yansıtılarak, dışavurumcuğu yansıtmıştır. “Çobanların secdesi”ndeki Hz. Meryem’in yüzü aydınlatılarak mutluluk ve şevkat belirtilmekte, “Sakat ayak”taki, dilenci çocuğunun yüz ifadesindeki alaycı bakışlar koltuk değneğiyle duruşunda İspanyol barok çağının marazi tipini canlandırmaktadır. “Hz. İsa’nın vaftizi” tablosundaki yumuşak vücudunun, dilenci figürlerindeki yaşlı insanların vücudunu örten çatlak derisi, dışavurumculuğu göstermektedir.
“Mısırlı Meryem”, Montpellier’de Fabre müzesindeki Jose de Ribera’nın 1641 yılında yaptığı bu eser, son döneme rastlamaktadır. Meryem, münzevi ve cefakâr bir durumda gösterilmiştir. Hüzünlü bir kompozisyon olmasına rağmen aydınlık ve açık şekilde figür gösterilmiştir. Daha önceki karanlık kompozisyonlardan vazgeçilmiş, gökyüzünden gelen bir aydınlık bütün vücuduna aksetmiştir. Güzellik teması yerine gerçekçilik teması işlenmiştir. XVII.y.y.’da çok raslanan bir konu olan, kusurlarından soyutlanarak tövbekâr olup ölüme hazırlanmaktadır. Mısırlı Meryem İskenderiyeli bir fahişe olup, kutsal topraklara giderek tövbekâr olmuştur. Vücudunun açık renkte gösterilmiş olması, gökyüzünden gelen aydınlık ile içindeki aydınlığın, tanrısal aydınlık şeklinde yorumlanmış olmasındandır. Ribera 1615 yılında Napoli’ye yerleştikten sonra, bir Napolili ile evlenmiş olmasına rağmen, İspanyol olarak kaldığını tablolarında “Espanol” olarak yazmasından anlıyoruz. Hatta bazı eserlerinde, doğduğu kent olan Jâtiva’nın antik ismini kullanmıştır: “Setabensis” “Çobanların secdesi” Louvre müzesi. Ribera 1650 yılında yapmıştır. Ribera’nın en önemli yapıtlarından biridir. 1802 yılında Napoli meclisi, Duc de la
Regina’dan bu eseri satın almış, Birinci Konsül’e yollarken “Espagnolet’in bilinen, en iyi korunabilmiş, en önemli eserleridir” diye geçmektedir. Almanya’da Aac- hen’deki Süermont müzesinde bulunan “Çobanların secdesi” isimli yapıtından sonra gelişmiş bir eserdir. Burada aydınlık içinde gizemcilik vardır. Bu yapıtta Pi- bera’nın en güzel yönleri saklıdır. Huzur ve belirginlik vardır. Kalabalık resmin sağına doğru yığılmıştır. Sol tarafı, geniş aydınlık bırakılmıştır. Bu canlılık kompozisyonda ölü doğa olarak, çobanın koyun derisinden ceketi ve yerde ölü yatan tavşan, köy havası verdirmiştir. XIX.y.y.’da Gustave Courbet, Ribera’ya büyük hayranlık duymuştur. Bu kalabalığı teşkil eden insanların soylulukları, yüzlerinde heyecan dolu bir anlatımla belirtilmiştir. Meryem ananın yüzünde çocukça bir duygu sezilmektedir.
“Ermiş Donat d’Arenzo’nun mucizevi ayini”, Amiens’deki Picardie müzesindedir. Bu kompozisyonun niteliğini tespit edebilenler Jolesnus’un Benediçtin rahibi Dom Laborde ve Mile Baticle’dir. “Saint Gregoire ayini” olarak tanınan geleneksel bir ayinde, Hz. İsa çarmıha gerili bir durumda katılarak, ayini değerlendirmiş, rahip yardımcıları yerlere eğilerek Hz. İsa’nın mucizevi görünüşüne saygı duymuşlardır. Saint Gregoire ayini ile pek az benzerlik vardır. Bu kompozisyon IV.y.y.’da piskopos ve din uğruna ölmüş Ermiş Donat d’Arezzo’nun bir mucizesi ile ilgilidir. Bu öykü Napoli krallığında bile az tanınmış iken “altın öyküler” bölümünde anlatılmaktadır. Dinsizlerin tahriki ile ayin başlarken bir izdiham olmuş ve Dıakoz’un elindeki kadeh kırılmıştır. Ermiş Donat d’Arezzo’nun isteği ile kırılan kadehin parçaları, kendiliğinden birleşerek, bir mucize olmuştur. Napoli’nin 40 km. uzağında Acerno kentindeki Ermiş Donat müridlerinin manastırı için ısmarlanmışım Ribera’nın ölümünden önce (1652) yaptığı son tablo olduğu için bu yapıt bir tür vasiyetnamedir. Ribera’nın bir eseri olarak, mucizeye inanan İspanyol geleneğin yorumu vardır. Bu olaya sebep olan kişinin, ruhani kişiliği, alacakaranlık bir mekanda, üzerindeki zengin kaftanı ile tanınmaktadır. Herrera el Viejo’nun “Ermiş Bonaventuro’nun mucizevi komünyonu”, Zurbarân’ın Valdes Leal’in Guadeloupe ve Sevilla müzesindeki “P. Cabânuelas’ın ayini” Espinoza’nın, Valencia müzesindeki “Ermiş Pierre Pasqual’in ayini” ve “Madeleine’ın komünyonu”, Fr. Juan Ri- zı’nin, “Madrid’deki Ermiş Femando Akademisinde”, “Ermiş Benoit’in ayini” gibi yapıtları arasında Jose de Ribera’nınki en beğenilenidir.
Louvre müzesindeki “Sakat ayak” 1642 yılında yapmıştır. İspanyolların Pic- caro dedikleri, düzenbaz yüze sahip bir çocuğun resmidir. Çeşitli türlerde yaptığı resimlerle, büyük İspanyol ressamları arasında, kristal hümanizmden ve Hristiyan- lık öncesi öykülerden konu alınmıştır. Jose de Ribera, antik bilge kişilerin ve düşünürlerin öykülerinden yorumlanmıştır. Diğer taraftan kendi garip merakların tatmin etmek için zavallı ve sağlıksız insanların da resimlerini yapmıştır. “Kör yontu-
SANAT KİTAPLARI 44
cu”, “Sakallı kadın” gibi. Burada sakat ayaklı bir çocuğu, acınacak bir tipte göstermemiş, sakat ayağından dolayı yaşamını temin etmenin kurnazlığı ve alaycı yüzünde okunmaktadır. Bu haylaz, açık bir gökyüzünde, koltuk değneğini kalem kutusunu taşımakta ve sadaka istemektedir. Sevimli bir yüzü vardır. Aslında merhametli olmayıp küstahtır. XVII.y.y. İspanyol ressamları bu türde insanları resmet- miştir. Ribera’nın bu yapıtını Velasquez’in cüceleri ile karşılaştırabilirler.
Bu arada, Sevilla’da, biraz ağırdan, biraz da çekinerek yeni akımlar başlamıştır. Bu akıma katılan sanatçılar, Gotik-manierisme karışımı Kampeneer, ahşap yontu etkisiyle ile yaptığı resimler ile Montânes, yeni renk ve gerçekçilik anlayışı ile Juan de las Roelas’ın kişiliği bulunmaktadır. Juan de las Roelas’ın İtalya’ya gidip gitmediği bilinmemektedir, ama, sarayla ilişki kurmuş, resim görgüsünü Venedikli ustalarla geliştirmiştir. En önemli yapıtları Sevilla müzesindeki "Ermiş Andre’nin şehitliği ve San İsidoro kilisesindeki “Ermiş İsidoro’nun ölümü” yapıtlarıdır. Ribalta’nın eserleri kadar gergin olmayıp daha sıcak ve renkler daha yumuşak, Caravaggio ve Ribera’nın, Osuna manastırında 1610-1620 yıllarında yaptıkları önemli yapıtları vardır. Bir çok genç ustalar yetişmiştir, bunların arasında eklek- til ustası Pacheco, Velasquez’in ustası ve kayınpederidir. Pacheco aslında büyük bir deha olmamasına rağmen çok iyi bir yetiştiricidir. Öğrencilerine ışığın obje üzerine verdiği aydınlıkla, objede rölyef hissini uyandırmaktadır. Aslında Raphael- lo’nun idealizmine sadık kalınmak istenmiştir.
Yeni yetişenler, yeni bir sanatın peşinde koşmaktadırlar. Yeni yetişenler daha sert ve kontrast bir sanat yaratmak istiyorlardı. Bu sanat Juande las Roelas’ın daha kesif bir plastik anlayışına sahipti. Bu yeni karakterde resimler manastırlar için ısmarlanırdı; çok sayıda olması, Sevilla’nın zenginliğini arttırmıştır. Yeni dinsel çevrelerin kurulması, din dünyasında ermişlerin öykülerinin çoğalması ile ilgili olduğundan kilise ve manastırlardaki resime verilen önem bu dinsel çevrelerin gerekli gördüğünce oluşmuştur. Pacheco Sevilla müzesinde ve Ildefonso Vasquez Barselona müzesinde Ermiş Pierr Nolasque’ın yaşam öyküsüne ait kompozisyonları (1600-1601) Fransiskenlerin üniversitesi için yapmışlardır. Herrera el Vi- ejo’nun ve Zurbâran’ın “Ermiş Bonaventura’nın yaşamı” ile ilgili kompozisyonları (1628-1629) (Frasiskenlerin üniversitesi için yapmışlardır) dinsel çevrelerin istekleri üzerine yapılmışlardır. Bütün bu yapıtlarda natüralizm ve akademik kurallara uyuiduğu, her zaman aydınlık ve açıklığın yer aldığı, ışığın resme bir anlam taşıdığı, portrelerdeki canlılığın ümit ve heyecan taşıdığı görülmektedir.
Francisko de Herrera El Viejo (1585-1657) (Yaşlı Herrera olarak tanınmaktadır) Yapıtlarında canlılık olmasına rağmen, ruhsal bozukluktan dolayı, aşağılayıcı bir karakter taşımaktadır. Konuları, Michelangelo ve Caravaggio ile benzer
lik göstermektedir. Önemli eserlerinden biri “Ermiş Basil Enginzisyon rahiplerine kuralları anlatırken” tablosudur.
Louvre müzesinde bulunan “Ermiş Bonnaventura” çocuk olarak gösterilmiştir. Francisco de Herrera El Viejo’nun bu yapıtı 1963 Şubatından beri Louvre müzesinde bulunmaktadır. Altın çağın en önemli yapıtlarından biridir. “Ermiş Bonna- ventura’nın yaşamı” 1627-1630 yıllan arasında San Bonnaventura koleji, büyük San Francisco manastırının yanındaki yapıdır. Sevilla’mn en güzel yerinde, şapelin nefinde, Ermişin bütün yaşamını anlatan sekiz tabloluk seri halindedir. 1627 yılında Francisco de Herrera’ya sipariş verildiğinde, Herrera 40 yaşını geçmişti, Sevilla da haşarı bir karaktere sahip tanınan ressam sert ve garip tavırlı, fakat büyük yetenekleri ile Ermiş Bonneventura müritlerinin çevresinde biliniyordu. Bu sekiz tablodan, Herrera’ya İncil tarafında olan dört tanesi yaptırıldı ve ısmarlandı. Bilinmeyen sebeplerle, diğer dört tabloda, mektup tarafındakiler, Francisco de Zurbâ- ran aısmarlandı ve yaptırıldı. II. Dünya Savaşı öncesi, Ispanya’daki iç savaşta, bu sekiz tabloluk koleksiyon, acınacak şekilde parçalandı. Mareşal Soult, üç tabloyu İngiltere elçiliğine taşıdı. Diğerlerini de kral Louis Phillippe satın almıştır. Herre- ra’nın iki tablosunu “Louvre müzesini sevenler cemiyeti” Villandry şatosunda bulunan Dr. Carvallo'dan satın alarak, Louvre müzesine armağan etmiştir. Üçüncü tablo "Ermiş Bannaventura’nın profesyonu”, Prado müzesine armağan edilmiştir. Ermiş Bonnaventura'nın dördüncü tablosu “Ermiş Bonnaventura ve yazı yazan Aquina’lı Ermiş Thomas” Fransız isitilasında kaybolmuştur. Zurbaran’ın yapıtlarından birincisi ve en güzeli “Ermiş Bonnaventura ve Ermiş Aquina’lı Ermiş Thomas in esinlendiği çarmıhı göstermektedir” tablosu, Berlin müzesinde iken 1945 bombardımanında mahvolmuştur. İkincisi “Ermiş Bonnaventura, melekten ilham alarak Papa’nın tayini” yapıtı Dresden müzesini süslemektedir. Bu sekiz tablonun değişik yerlerde bulunması maalesef üzüntü vericidir. Ama Louvre’deki Herre- ra'nın ilk iki tablosu ile, Zurbaran’ın son iki tablosunun olması, sanat tarihi için çok önemli bir karşılaştırma olmaktadır. Herrera’nın sanatı daha barok, daha teat- raldır. Zurbaran’ınkılerde kendinden gelen hareket ve renk uyumları, daha ustaca özellikler vardır. Bu sahnede çocuk Jean da Fidanza rahatsızlanmış, annesinin ve babasının diz çökmüş yalvarışları arasından. Ermiş François çocuğu bir mucize ile iyi etmiş ve “O Bonaventura” geçmiş olsun demektedir. Herrera bu sahneyi XVII.y.y. Endülüs’te canlandırmıştır. Rahipler ve köylüler gerçekçilik içinde ağız açık, el ve kol hareketleri, yüzlerdeki mimiklerle dinsel hava içinde sergilenmiştir. Sol uçtaki yaşlı kadın, hasta çocuğun ciddi ve yalvarışsız bakışları Velasquez tiplerini anımsatmaktadır.
“Ermiş Bonnaventura’nın mucizevi komünyonu” Francesko de Herrera el Viejo’nun Louvre müzesindeki bu eserinde, Bonnevenlura’yı genç bir rahip olarak görüyoruz. Kendi vicdan azabından dolayı, Hz. İsa’nın vücudunu kabul etmeyi, kendisine layık görmemektedir. Melek, genç rahibin ağzına kutsal ekmekten bir parça koymaktadır.Şayet Herrera, daha önceki tablosundaki kişilerin karakterini bir tabloda gösterseydi, kompozisyon daha yüksek kalitede olurdu. Bu sahneyi seyrederken daha karanlıkla kalmış olmaları, onların kompozisyondaki önemini arttırmıştır. Goya, Sevilla’da bu tabloyu görmüş, “Ermiş Joseph de Calansanz’ın son komünyonu” isimli yapıtından esinlenmiştir. Kilisenin içinde az ışık olmasına rağmen, kilisenin içindeki süslemeler, kürsü şamdan, İncil ve halı gibi eşyalar oldukça net olarak verilmiştir. Kilisenin loş ışığı, bu eşyaların daha gizemli görülmesini sağlamıştır. Bu cesaret ve modern anlayışın, Velasquez’den önce yapılmış olması ilginçtir.
Francisco de Zurbaran (1598-1664) manastır ressamıdır. İtalya’ya gitmemesine rağmen tablolarında İtalyan ustalarından etkilenmiştir. Kompozisyonlarında manastır yaşamını, sade yaşamı aksettirmiştir. İtalyan karekterini etkilerken, Napoli’deki doğa anlayışını, Ombria’nın insana hoş gelen taraflarını, Assisi’nin güneş ışığını, insanların dinsel mutluluğunu önemser. Raphaello’nun yüz ifadelerindeki acımasızlığın yanı sıra, Tanrıya varışın vecdi içindedir.
Francisco de Zurbarân “Estreno” az konuşan kişiliği içinde yeteneklerini ortaya koymuştur. Manastır ressamıdır. 1626-1630 yılları arasında Dominiken, Fransisken ve Jesuitlerin çevrelerinde kendini yetiştirmiştir. Sevilla Belediyesi‘nin desteğiyle 1630-1640 yılları arasında Sevilla’nın en aranılan ressamıdır. 1630 yılında yapmış olduğu en önemli yapıtı “Aquina’lı Thomas'ın apateos u (saygınlığı)" büyük hayranlık kazanmıştır. “Ermiş Bonnaventura’nm yaşamı' konulu eserler, Louvre, Berlin ve Dresden müzelerini süslemektedir. Zurbaran, Herrera dan daha tutucu ve Gotik, daha derin ve gösterişlidir. 1638-1639 yıllarında Grenoble’deki ahşap mihrabın üzerindeki resimleri yapmıştır. 1634 yılında Madrid’deki huzur evinin süslemelerini de yapmıştır. Louvre, Berlin.ve Dresden müzelerindeki eserlerinin yanı sıra Ispanya’da ve Guadeloupe’deki Hieronymit'lerin manastırında yapmış olduğu “Ermiş Jerome’nin öyküsü” yapıtı çok ünlüdür. Madrid'deki sarayın koleksiyonunda Velasquez’le birlikte birçok yapıtı vardır. Bütün bu eserlerde renk tonlarındaki uyum ve ışığın yansıması ile kompozisyonlardaki insan figürleri ile mimari mekânın, geniş bir mekân anlayışı içinde gösterilmesi, Zurbaran’ı resim sanatında zirveye ulaştırmıştır. İspanyol resim sanatında altın çağın en yüksek derecesine gelmiştir.
“Ermiş Bonnaventura’nm vücudunun teşhiri” Louvre müzesindedir. 1274 yılında, Lyon meclisinin üyesi olarak, Bizans imparatoru Mihail Paleologos’un elçi-
Unu
İSPANYOL RESİM SANATI
sini kabul etmiş, Bizans kilisesinin batı kilisesi ile fikir ayrılığına son verilmesini istemiştir. Yumuşak başlılığı ve iyi niyetli olarak tanıdığı için Bizans imparatorunun itimadını kazanmış olan Ermiş Bonnaventura’nın içindeki güç, doğu ve batı kiliselerinin birleşmesine çalışmıştır. Bu tablo Ermiş Bonnaventura’nın ezeli gençliğe ve ateşli bir karaktere sahip olduğunu gösterir. Bonnaventura aniden öldüğü için, yüzünde herhangi bir yaşlılık çizgisi yoktur. Yorumlanan kompozisyon, Bonnaventura’nın cenazesi değil, vücudunun teşhir edilmesidir. Dindar kişilerin ıstırapları pek görülmemektedir, ölünün yattığı yatağın çevresinde toplanmış, tazim duracaklarına tumturaklı bir şekilde bulunmaktadırlar. Kümelenen bu insanlar arasında, Papa Gregoıre X ile Aragon kralı Jaime I bulunmaktadır. Zurbaran’ın büyük yapıtlarından biri sanılmaktadır. Çok figürlü büyük kompozisyon yönünden tecrübesiz sayılmasına rağmen, gerekli olan ritmi yakalamıştır. Bütün kompozisyonun diagonal hattı, yatay bir şekilde Bonnaventura’nın pozisyonuna göre ayarlanmıştır. İnsan yüzleri tahta yontulardaki gibi, kesin ve sert hatlarla renklerin ve ışığın birbirleriyle uyuşması kompozisyonunun net bir şekilde gösterilmesini sağlamıştır. Herrera'dan farklı bir yorumlamadır.
“Annonciation” (Meryem’e hamileliğinin bildirilmesi), Grenoble’de Güzel Sanatlar müzesinde bulunmaktadır. Bu yapıt ve diğer üç yapıt İspanyol resim sanatının başarılı yapıtlarındandır. 1638-1639 yıllarında yapılmıştır. Zurbaran, ahşap mihrabın ortasında iki önemli kompozisyon yaratmıştır. “Jerez savaşında Meryem Ana Meryem Ana kuzey Afrikalı MoritanyalIlar ile savaşan İspanyollara görünerek zaferi müjdelemektedir. Bu kompozisyon Newyork müzesindedir. Diğer kompozisyon Ermiş Bruno’nun vecde edilişi” Kadix müzesindedir. Keza Kadix müzesinde 4 İncil’nin öyküsünün resimleri vardır. Bu ahşap mihrabı süsleyen, 12 havari ve Hz. İsa’nın ıstırabını, tahta yontucusu Arce yapmıştır. Fransa ihtilalinden sonra kurulan hükümetin manastırları kapatmasından sonra, birçok sanat eseri dağılmıştır. Baron Taylor, Kral Louis Phillippe için 1838-1848 yılları arasında Louvre’de sergilenen İncil öykülerinin dört tablosunu satın almıştır. Birtakım olaylardan sonra bu dört tablo Grenoble müzesine gelmiştir. Zurbarân’ın saraya intikal etmesi ile ufku genişlemiş, üslubu yumuşamıştır. Artık boş alanlara daha çok figürler yerleştirmiş, arkada manzara ya da mimari mekân koymuştur. Aydınlık, karanlık, genişletilmiş ve yumuşatılmış özellikleri tablolarında göstermeye başlamıştır. İki sıra halinde bölünen mihrapta dört İncil öyküsü yer almıştır. “Meryem’e müjdeyi verme”, “Çobanların secdesi”, “Kralların secdesi”,“Sünnet” kompozisyonları vardır.
Zurbarân "Meryem’e müjdeyi verme” kompozisyonunu, Antonio Moheda- no’dan esinlenerek yapmıştır. Antonio Mohedano’nun bu yapıtı Sevilla üniversitesinin kilisesinde yer almıştır. Mohedano’nun manierism üslubuna karşılık, Zurba-
Francisco de Zurbaran - Kralların secdesi.
Francisco de Zurbaran’ın Yaptığı Ermiş Yahya ve çocuk îsa.
ran figürleri heykel karakterinde yapılmıştır. Figürler teatral özelliktedir, Biraz gizemli olmaları konuyu güçlendirmektedir. Kanatlı melek güzel bir delikanlı olarak Meryem Ana’nın önünde büyük bir saygıyla eğilmektedir. Meryem diz çökmüş, kendisini düşüncelerine bırakmış, aldığı müjdeyi sükunetle dinlemiş, derin bir haz duymuştur.
“Çobanların secdesi” Grenoble Güzel Sanatlar müzesindedir. Bu tür kompozisyonlar, bu çağda Sevilla’daki ressamlardan Juan del Castillo, Roelas, Lego- le’de görülmektedir. Genellikle köylü gruplar, çocuklar, gençler, yaşlılar toplanarak konuya güç katmaktadırlar. Zurbarân’da ise bir sadelik içinde neşeli yüzler, renk tonları ve figürlerin hareketleri uyum içindedir. Gökyüzü ve yeryüzünün birleştiği yerde, bulutların arasında, koro halinde ilahiler söyleyen meleklere seslenmektedirler. Ünlü ozan Lope de Vega’nın dizelerindeki gibi, bu melekler kompozisyona coşkunluk vermektedir. Zurbarân ölüdoğa ressamıdır. Yapıtlarında yumurta sepeti, çiçek saksısı ya da vazosu yanı sıra ayakları bağlayan figürler yer almıştır. Bu kuzunun Hz. İsa’yı sembolize edip etmediğini bilemiyoruz. Zurbarân kuzu resimleri çizmekten hoşlanmıştır. Bazen bu kuzuları bir işaretle, sembol şeklinde göstermiş, bazen de sade figürler olarak çizmiştir. Ressam Zurbarân bu yapıtında büyük bir cesaretle isminin yanına sıfatını da yazmıştır. Yalnız bu tablodaki yazıya göre “Franc Zurbarân, regis pictor” Phillippe IV özel ressamı olarak bilinmektedir.
“Kralların secdesi” Grenoble Güzel Sanatlar müzesindedir. Bu serinin en güzel yapıtlarından biridir. Krallardan biri, Meryem’in ve Hz. İsa’nın önünde diz çökmüştür. Bu çağda, Sevilla’da bu tür kompozisyonlar aynı şekilde yapılmakta idi. (Velasquez’in “Kralların secdesi” gibi kompozisyon örnek teşkil eder.) Ancak, sarayın ressamlarından Nardi’nin, Alcala de Honares’deki Bemardes manastırındaki tabloyu, Zurbarân’ın 1634 yılında gördüğünü, bazı noktalarda tespit edebiliyoruz. Her ikisi de önemli yapıtlardır.
Önemli bir noktada renklerin birbirlerine zıt olmalarına rağmen canlılık verdiğidir. Doğu havası olmasına rağmen, Venedikli bir soylu gibi durmakta olan başı miğferli kral, arkasındaki Arap giysileri içinde karanlıkta kalmış başka bir kral ile önde Hz. İsa’ya (çocuk) eğilmiş yaşlı kralın üzerinde pahalı ipekten mantosu ve hermin kürkü ile krallar içinde en görkemlisidir. Bu yaşlı kral, fransisken bir rahip gibi yumuşaktır. Ermiş Joseph’in düşünceli hali, Hz. Meryem’in debdebeli ve yumuşak duruşu ve çocuk İsa’nın güleryüzlü oluşu, Zurbarân’ın en çok beğenilen kutsal aile imajıdır.
Francisco Zurbarân’ın “Sünnet” tablosu, Grenoble Güzel Sanatlar müzesın- dedir. Kompozisyon, Jerez’deki San Miguel kilisesindeki ahşap mihraba benzemektedir. Montanes’in çizdiği, Arche’nin tamamladığı bu yapıt 1643 yılında yapılmıştır. Zurbaran’ın eseri ile 1639 yılında yapıldığına göre, Zurbarân’ın yapıtından alınmış olmalıdır. Tapınağın sessizliği içinde, dinsel görevli kişinin giydiği kaftanı, atkısı ve başlığı ile görkemli görünüşünü Zurbarân verdirmiştir. Gri ve mor renklerle kompozisyondaki havayı soğutmuştur. Öndeki çocuk, elinde taşıdığı ibrik ve tası ile sanatçının en sevimli tipidir.
“Joseph ve çocuk İsa” Paris’te Saint Medard kilisesinde, Francisco de Zurbarân 1636 yılında yapmıştır. Sevilla’daki Merced Descalza manastırının büyük sunak’ı için yapmıştır. Keza iki ayrı ahşap mihrap parçaları da vardır. Ermitage müzesindeki Saint Laurent kilise mihrabı ile Bilbao’daki Valdes koleksiyonu için Saint Antonıus figürleridir. 1843 yılında Joseph ve çocuk İsa tablosunu bilinmeyen bir hayırsever satın alarak Paris’teki Medard kilisesine armağan etmiştir.
Jerez tablolarından, sanatçının tam olarak olgunluk gösteren eserlerinde, anıtsal figürler geniş yeşilimtırak peysajlarda gösterilmiştir. Ermiş Joseph’in çocuk İsa ile olan gezintisinde, Hz. İsa’nın elinden tutmuştur. Bu konu İspanya’da resim ve yontu sanatında çok işlenmiştir. XVI.y.y. sonlarından itibaren, ressamlar arasında Montânes (Sevilla’daki San İldefonso mihrabını 1609’da yapmıştır) çok güzel örnekler vermiştir. Zurbarân’ın ermiş tipi, geniş yüzü, sakallı ve saçlarının halkalı oluşu dikkati çekmekte olup, belki Carducho’nun Ermiş Joseph tipine (1632 yılında yapılmıştır) benzerlik göstermektedir. Zurbarân’ın Ermiş Joseph’in karakteristik çizgilerine Hz. İsa figürlerinde rastlıyoruz. Zurbarân’ın Sevilla müzesinde bulunan “Hz. İsa, Ermiş Joseph’e taç giydirmektedir” ve Guadeloupe’de “Hz. İsa’nın P. Salmeron'a görünüşü” isimli yapıtındaki Hz. İsa figürlerine benzemektedir. Her ikisinin yüzlerinde geometrik düzenlenme katı olarak belirtilmiş, sert ifade sarı ve mor renklerle verilmiş, sevimlikten çok soyluluk taşıyan bir ifade olmuştur. Erkekçe görünüm çoğu zaman tatsız ve sevimsiz görünüm verse bile, burada bu tatsızlık ve sevimsizlik kaybolmuş, İspanyol resminde Zurbarân’ın en ilginç yapıtlarından biri olarak tanınmıştır.
“Ermiş Lucie” Chartres Güzel Sanatlar müzesinde bulunmaktadır. XVIII.y.y. Sevilla’da Mereed Descalza manastırındaki, büyük ahşap mihrap, din uğruna ölmüş iki kadın vardır. Bunlardan biri Louvre müzesindeki Ermiş Apoline ile Charles’teki Ermiş Lucie’nin resimleridir. Mareşal Soult bu manastırda daha birçok resim görmüştür. Zurbarân her iki ermişin resmini yaparken, Sevilla’lı iki güzel genç kadını model olarak kullanmıştır. Bu kadınlar ciddi ve süslü, zarif ve azametli olup Zurbarân dış görüntülerini tuvale yansıtmaktan çekinmemiştir. Louvre müzesindeki İskenderiyeli Ermiş Apollin’nin dişleri bir kerpetenle alınmış, Zurbarân Hz. Meryem’in acı çeken yüz ifadesini vermiştir. Syracuse’lu Ermiş Lucie ise, Zurbarân ın tanıdığı kadınlar arasında en çekici olan Prenses Casilde’yi model olarak almıştır. Syracuse’li Ermiş Lucie, elindeki madeni tabakta, işkence ile çıkartılmış
Luis Melendez Ölüdoğa (Bodegon)
gözlerini taşımaktadır. Gözlerinin kapalı olmasına rağmen ressamın yüzüne verdiği aydınlıkla yüzde huzur temin edilmiştir.
“Ermiş Agathe” (1630-1635) Montpellier’de Fabre müzesinde bulunmaktadır. Bu genç kadının da, önceki genç kadın kadar zarif ve soylu kişiliğe sahip olduğunu görüyoruz. Sevilla’dan, Soult koleksiyonundan gelmiştir. Şüphesiz bu ahşap mihrabın bir kanadı olmalıdır. Ermiş kadınlar arasında en kibarı olarak görünmektedir. Delacroix, Soult koleksiyonunu 1824 yılında görmüştür, anılarında önemle bahsetmiştir. 1891 yılında Paul Valery, yazmış olduğu dizelerinde bu tabloya yer vermiştir. Ermiş Agathe din uğruna şehit olmuştur. Ölmeden önce göğsündeki memeleri kesilmiştir. Bu kompozisyonda masum bir çocuk ifadesi, mukadderata katlanmış, elindeki tepside memeleri taşımaktadır. Saçları örgülü, omuzuna inmiş, kırmızı kurdele ile bağlanmıştır. Üzerindeki giysisi ve mantosu yumuşak hatlarla belirtilmiştir. Orleans katedralini süslemektedir.
“Hz. İsa omuzunda haçı taşımaktadır”. Orleans katedralini süslemektedir. 1653 yılında yapılmıştır. Bu yapıtta da aynı soyluluk görülmektedir. 1635-1640’ta çalıştığı yapıtlardaki, yuvarlak ve yumuşak çizgiler, büyük bir melankolik karakterde tekrarlanmıştır. Hz. İsa’nın üzerindeki tunik morumsu renkte. Zurbaran daha önceki yapıtlarındaki giyisilerde lâl renginde göstermişti. Altın renkte şafak vakti
Juan de Zurbaran’ın kahvaltıda çikolata yapıtı
sarımtırak renkte yeşillik ve sisler arkasında seçilebilen dağ silsilesi, peysajı tamamlamaktadır. Hz. İsa’nın sırtındaki istavros’un ağırlığından beli bükülmüş, ağır adımlarla yürümekte, yüzünde hüzün ve merak dolu bakışlarla geleceği düşünmektedir. Gökyüzünde profilden ve cepheden gösterilmiş iki insan yüzü yer almaktadır. Bu tablo Madrid’li Carmen Descalzo’dan gelmektedir. 1812 yılında Mr. Lcb- run’un organize ettiği satışdan alınmıştır. Carmen Descalzo, Orleans katedraline armağan etmiştir.
Lyon’da Güzel Sanatlar müzesinde “Ermiş François” tablosu, Zurbaran’ın son dönemine aittir. El Greco gibi Zurbaran da “Ermiş François” kompozisyonlarına önem vermiştir. İspanyol tarzında bir “Ermiş François” imajı görüntülemiştir. Tanrının Ermiş François'in içine verdiği ateşle kendinden geçen yüzündeki kabalığı silen bu dinsel kişi, Zurbaran’ın büyük hünerini ispatlamaktadır. Zurbaran yaşamı boyunca, 2-3 fransisken tipler yaratmış, galiba, bu sonuncu tipi olmalıdır. Bu tip çok zayıf, Zurbaran’ın 1630-1640 yıllarında çizdiği tiplerden daha ince sakallıdır. 1659 yılında yapmış olduğu Bilbao’daki Valdes koleksiyonuna ait “Ermiş François diz çökmüş” kompozisyonunda bir ölü başı gibi kendinden geçmiştir. Bu kompozisyon 1659 yılında yapılmıştır. Ermiş François sanki canlı değil, mumyalanmış vücudu ayakta durmaktadır. Dinsel bir öyküye göre, Assisi’deki bazilikada, bir mahzende Papa Nicolas V tarafından, Ermiş François’in ölümünden iki yüz yıl sonra cesedi bulunmuştur. İntakt bir durumda duran cesedin üzerinde “yaşamak ve tekrar ıstırab çekmek” yazılıdır. Bu tema çok işlenmiştir. Laurent de la Hire’nin Louvre’deki güzel bir tablosuna ve Toledo katedralinde yer alan Pedro de Me- na’nın bir heykeline ilham olmuştur. Pedro de Mena Endülüslü olup, 1660 yılında Kastilya’ya gelmiştir. Zurbaran Madrid’de 1658 yılından beri bulunuyordu. Bu figürün çok basit ve çok kapalı oluşu, hiçbir çizginin bozulmamasını sağlamış, plastik şekil vermiştir. Kollarını öne kavuşturması, başla birlikte geometriktir. Zurbaran, daha gençliğinden beri, Sevillalı sanatçıların Hz. İsa’nın çarmıha gerilme sahnesinde geometrik form kullandıklarını görmüştür. Özellikle San Pablo manastırındaki Hz. İsa imajını gösterebiliriz. Ermiş François’in bu dönemdeki görüntülerinde olduğu gibi, ışık-gölge oyunlarında çok iyi ayarlanmıştır. Zurbaran, burada, Ermiş François’in yüzüne aydınlık vererek, dışa vurumculuğu belirtmiştir. Ermiş François’in bu portresinde benzer yüz hatları, Barselona ve Boston müzesindeki Ermiş François portrelerinde de vardır. Ancak Lyon müzesindeki en güzel örnektir.
“Kahvaltıda çikolata” Juan de Zurbaran’a atfedilen bu yapıt Beşançon Güzel Sanatlar müzesindedir. Francisko Zurbaran’ın ilk evliliğinden olan tek oğlu daha babasının sağlığında ressam olmuştur. Juan de Zurbaran’ın son yıllarda bulunmuş iki ölü doğa tabloları Kiev müzesinde ve Bordeaux’daki Long koleksiyonunu süslemektedir. 1633 yılında yapmış olduğu bu tablonun başarılı olmasına rağmen, Juan de Zurbaran musiki ve şiire merak sarmıştır. Maceralı bir yaşam sürmüş, babasının şöhretinden şımararak, sanatçı yaşamından çok salon yaşamını tercih etmiştir. 1649 yılında veba hastalığından rahatsızlanmış, 29 yaşında iken yaşamını yitirmiştir. (1620-1649). Beşançon’daki bu “Kahvaltıda çikolata” ölü-doğa yapıtı, kakao değirmeni, çiçekli fincanlar, çanak, bakır tabak ve kap Kiev’deki yapıtı ile benzerlik göstermektedir. Bu yapıt Endülüs, ölüdoğa tabloları arasında en mükemmel olanlardan biridir.
1550-1690 yılları “Altın Çağ”ın bir dönemidir. Kral Phillipe IV., savaşçı, iyi bir süvari, görkemli, zevk ve eğlenceye düşkün, tiyatro âşığı, resim koleksiyoncusu, tarihte daima iyi sözlerle anılacak bir kraldı. İspanya iki kıta üzerinde imparatorluk kurmuş, en güçlü ülkelerin en önde geleni iken, gücünden düşmeye başlamıştır. Portekiz ayrılmış, Katalonya’da 1640’da ihtilâl olmuş, Fransa ile başarısız savaşlar gücünden düşmesine sebep olmuştur.
Kont Olivares, güçlü bir devlet adamı, Endülüslü sanatçıları koruyan, soylu, “Retiro madrilene” (1634-1635 yıllarında) isimli bir saray yaptırmıştır. Kentin dışında olan bu yeni saray, büyük bahçesiyle, Velasquez’in ve diğer ressamların yaptıkları süslemelerle “Altın Çağ”ın en güzel yapıtlarından biridir. Bu Altın Çağ yuvarlak olarak 1550-1650 yılları arasındadır. Cervantes, Gongora, Lope de Vega, bu
ııılı«ılılllıılllılllllllllllllllllllllllllllllllllllinilllll|||||||W
çağda yetişmiştir. (Roman, şiir ve tiyatro) Lope’den sonra Tirsa de Molina, Alar- con ve moralistler Quevedo, Graciân yetişmiştir. Halbuki resim sanatında XVII.y.y. sonuna kadar usta yetişmiştir.
Renaissance sonrası, ilk otuz yılında, kaybolan resim sanatı, hiçbir kök bıra- kılmamasına rağmen, çok çabuk filizlenmiş, yeni bir resim üslubu doğmuş, filiz- lentniş Valencia’da, Sevilla’da ve sarayda kendini göstermiştir. Caravaggio ve Karanlık kompozisyonlar, manastır zevkine göre resim anlayışı yeni bir üslubun doğmasına sebep olmuşlardır. Bu yeni üslupta daha plastik görünüş, daha dışavurumculuk, daha gerçekçilik ve içtenlik vardır. 1635 yılında, çağın başlangıç noktası olup, resim sanatında olgunluk dönemine giriş olarak kabul edilmektedir. Napoli’deki Ribera gibi, Zurbaran manastır çevrelerinin ressamı olarak, Velasquez kralın portre sanatçısı olmuştur. Zurbaran Sevilla’da, Velasquez Madrid’deki sarayda çalışmalarıyla Avrupa sanatına girmişlerdir. İspanyol resim sanatı, XVII.y.y.’daki Barok ve Karanlık kompozisyon yapma gibi iki değişik akım içine girmiştir. Karanlık kompozisyon yapma eylemi, otokton kültürü sayılmaktadır. Sanat tarihçileri karanlık kompozisyonları Caravaggio’dan önce yani 1580 yılından önce, Venedik gece manzaraları, Titiano ve Bassano’nun son tablolarından olup Escorial Şato- su’nda Venedikli usta Nazarette’nin, Toledo’da El Greco’nun etrafında toplanmışlardır. Ribalda dahi kendisi karanlık kompozisyon (tenebrisme) yapma eğilimi göstermiştir. Karanlık kompozisyon yapma eğilimine tepki olarak ışık gölge oyunları ile kompozisyonu canlandırma olanağı vermiştir. Bu yeni akımda yorumlanan konular mütevazı insanların yaşantıları ve harcıâlem eşyaların görüntüleridir. Akade- mizmin teorisyenlerinden kralın ressamı, Floransa kökenli Carducho gibi sanatçılara küstahlık ederek, bu yeni akımda çalışanlar için “Resmin canavarları” diye hakaret ederek, portre ressamları için “retratodosres”, “doğayı maksatsız yansıtmadıklarını iddia etmişlerdir. Carducho akademizme zıt olan bu sanatçılara karşı cephe almışsa da, yeni akımın ustalarına etkili olamamışlardır. Caravaggio’dan çok Raphaello’ya yakın olmuşlardır. Carducho 1633’de yazdığı “Resim Üzerine Di- aloglar” zamanında, bu yeni tür İspanya’da yayılmıştı. Sonraki yıllarda, kompozisyonlardaki figürlerin çokluğu ve hacimlerini belirlemek için ışık oyunlarından yararlanmıştır. Böylece, İspanyol resminde harcıâlem yapımlarından kurtulmuş oldu. İşte bu sıralarda, Ribera, gökyüzünün varlığını tuvale aksettirebilmiştir. Gri rengin tonlarını tuvalle istediği şekilde gösterebilmiştir. Bu yansıtmadan Velasquez yararlanarak tuvallerinde, kral ailesi kompozisyonlarında yeşil ve mavi fon üzerine gü- müşümtrak beyazlıkta ışık vererek, figürlerin canlı olmasını sağlayarak, Zurbaran, tefekkür halinde ermişlerin büyük portrelerini (Ermiş Laurent, Ermiş Antonie, Ermiş Bruno) yapmış, arka planda ağaçlar, kayalar, kiliseler, açık renkteki gökyüzün-
de daha belirgin gösterilmiştir. Artık zaman değişmiştir. “Bol ışık içinde gizlemci- lik” benimsenmiştir.
“Tenebrisme” cereyanı, kararsız ve zengin şekillerden oluşan kompozisyonlarda hareketli ve yapmacıklı bir anlatım göstermiştir. Dans eden figürler, kapı, pencere gibi mimari unsurlar içinde göz aldatmaca yönünde gidilmiştir.
İtalya’dan yayılan “barok üslup”, kuzey Fransa’da, Belçika’da (Flandria’da), Almanya’da süratle yayılmış, İspanya bu akıma uzun zaman yabancı kalmıştır. Kasterien düşüncenin “Descartes Felsefesi”nin yarattığı engeller yüzünden, barok üslubuna yabancı kalmış olmasına rağmen, sonradan, İspanya’da daha büyük bir ilgi görmüş, özellikle resim sanatında, büyük ahşap mihrap resimlerinde ve büyük tahta heykellerde Barok üslubun çok sevildiği görülmektedir. Barok üslupta resim genellikle geniş duvarlarda, tavanlarda, kubbelerde görülürler. İspanya’daki kiliselerde neflerdeki duvarlarda asılmış olan tablolarda, Ermişlerin ve Havarilerin yaşamları ile ilgili kompozisyonlarda görülmektedir.
1660-1665 yılları arasında kısa süren bir boşluk vardır. Phillippe IV 1665’te ölünce, zayıf ve sağlıksız Charles II tahta çıkmış, otuz beş yıl yönetimde kalmış olması ile Ispanya’nın uzun bir süre suskunluk sürmesine sebep olmuştur. Charles Il.’nin mirasçı bırakmamış olması, ölümünden sonra İspanya tahtına Bourbon ailesine bırakmasına sebep olmuştur. Zaten, Velasquez 1660 yılında, Zurbaran’ın 1664’de, Cano’nun 1668 yılında ölmüş olmalarıyla bu dönemin kapandığı görülmektedir. Sevilla’da Valdes Leal ve Murillo’nun, Granada’da Cano’nun öğrencileri, Madrid’de ise Velasquez’in öğrencileri Barok çağını başlatmışlardır. Van Dyck’ın etkilerinin yanısıra, Madrid’de, İtalyan bezeme sanatçılarının da etkileri vardır. İtalyan bezeme sanatını Roma’dan getiren Colanna ve Mitelli, Phillippe IV zamanının sonlarında İspanya’ya gelmişlerdir. Daha sonraları Carreno, Fr. Rizi, Claudio Coello İspanya saraylarını süslemişler, Napolili büyük sanatçı Luca Gior- dano 1692 yılında İspanya’ya gelmiş, Madrid sarayını süslemiştir.
.y.y.’da, İspanyol resim sanatı kendi boyutlarını koruyabilmiştir. Kompozisyonlarda, insan figürleri büyük boyutlarda yapılmıştır. Bazen, insan figürleri tabloyu delip geçecekmiş hissini verdirmektedir. Renk olarak sarı, gri ve siyah kullanılmaktadır. İnsanların üzerindeki giysiler ağır, kalın kadife, ya da brokarlar şeklindedir. Kompozisyonlar, basit ve açık, bazen küçük bir konu şeklinde, bazen de ev (Genre) sahneleri şeklindedir. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, anlatımda hiçbir özellik olmayan, hafif ve havası olmayan, monoton, tekdüze, yalnız güç ve büyüklük kapalı bir şekilde anlatılmak istenmiştir. Yağlıboya tablolarının yanı sıra, İspanyol ressamları desen çalışmaları da yapmıştır. Gerçi Velasquez’in, Zurba- ran’ın herhangi bir desen çalışmasına rastlanmamasına rağmen, ikinci planda kalan
İSPANYOL RESİM SANATI
Antonio del Castilano ile çok değerli bir sanatçı olan Allonso Cano’nun ahşap mihrap, tak-ı zafer ve lahit süslemelerinin desen taslakları bulunmuştur.
Fresk çalışmaları ise daha çok, bir öykünün yer yer anlatılması şeklindedir. XVII.y.y. başlarında Sevilla’da ve XVII.y.y. sonlarında Madrid’de görülmüştür. Fresk çalışan ustalar İtalya’dan gelmişlerdir.
İspanyollar öyküsel konulara çok duyarlı olmuşlardır. Ribera dışında İspanyol resim ustaları, krallarının kahramanlık ya da trajik konularda gösterilen yolundan gitmemişlerdir. Roma mitolojisindeki Tanrıların ve kahramanların aşk öyküleri, Katolik dininin baskısı yüzünden günah olarak görülmüştür. Manastır ressamı olan Camillo’nun yapmış olduğu kompozisyonlarda, kral Phillippe IV Jüpiter’i Hz. İsa’ya, Venüs’ü Hz. Meryem’e benzettiği için ciddiye alınmamıştır. Zurba- ran’ın, Madrid’de Retiro’da yapmış olduğu “Herakles’in işleri” konulu kompozisyonda büyük günah işlediği söylenmiştir. İspanyolların tek mitolojik kompozisyonudur. Velasquez bu kompozisyonda, ebedi insan varlığını mitolojik öykülerde bulmuştur. Tanrıların insanlar gibi kişiliklere bürünmesi gülünç olmuştur. Mars bir savaşçı subay gibi, Esopes yaşlı yıllanmış bir aktör şeklinde, “Aynalı Venüs” kompozisyonunda, Venüs Madridli bir fahişe ve “Arachne’li hizmetçileri” halı dokuyucu kadınlar şeklinde de mitolojinin bütün etkinliğini taşımaktadır.
Roma mitolojisinden başka Tevrat öyküleri ve tarihi kahramanlar, Jacop’un oğlu Peygamberler, Cesar ve diğerleri İspanya kralları ya da Endülüs kahramanları şeklinde gösterilerek Madrid ve Sevilla saraylarını süslemişlerdir.
Az sayıda İspanyol manzara ressamları “Collantes” denilen zaman ve iklimi gösterme, “Aguero” denilen dekoratif özellikteki manzarayı gösterme çabasında bulunuyorlardı. Valesquez, Collantes ve Aguero etüdlerini Villa Medici’den getirmiştir. Genre resimlerinin (Hollanda ve Flamand sanatçılarının iç mekan sahnelerini ve sokaktan bir kesit) İspanya’da pek önem kazanmadığını görmekteyiz.
İkinci sınıf ressamların yaptıkları bazı kompozisyonlarda, Tablonun ortasında bir insan figürü konuyu anlatmaktadır. Antolinez’in “Simsar”, Antoni Pu- ga’nm “Bileyci” gibi, Velasquez’in “Dalkavukları” gibi aşağılık insanların portreleri yapılmıştır.
Altın çağın tabloları arasında, din dışı konulardan önemlileri portre ve ölüdoğa çalışmalarıdır. İspanyolların “bodegon” dedikleri (yenilecek ölü doğa parçaları, jambon, meyve, reçel ve içecekler) ve “Florero” (çiçekler). Erkek portreleri ve hareketsiz yaratıklar portrelerde karakterde hükmetme ve sonsuza kadar yaşama izlenimleri vardır. Sonsuza kadar yaşam izlenimi, cismani varlıktan çok ruh varlığını koruma düşüncesindedir. Yüksek rütbeli insanların aralarındaki rütbe farkı ne olursa olsun seyirci ile arasındaki mesafe değişmez; “Bodegon” (ölü doğa) ustaları, Sanchez, Cotân, Vanderhamen, Camprobin eşdeğerle eserler vermişlerdir. İnsan
Bartolemeo Estaban Murillo, Lekesiz Kavram.
figürlerinde, satıcıların yorgun ve bitkin yüzlerinde, ölüme yaklaşan bir izlenim yaratmaktadır. Ispanya’da geçici bir yaşam kavramı oldukça yaygındır. Bu düşünce, insanı kendine öz varlığından vazgeçilmiş, zaman zaman zavallı durumuna düşürmüştür. Bu fedakârlık sanatçıyı dinsel konulara itmiştir. Dinsel düşünce, acıma hissinden çok düşünce özelliğine sahiptir. Büyük insan figürleri, hekim ya da münzevi kişiler, çıplak duruşları fon olarak, portik ya da bir tapınak önünde, gizemli konuşmalarla, mucizelerin, doğaüstü olayların, Hz. İsa Meryem ve ermişlerin görüntülendiği kompozisyonlar var. Bu, temiz hislerin sergilendiği soylu bir ırkın güzelliği ve iyiliği düşlemesi şeklindedir. Gerek dinsel, gerekse günlük yaşama ait kompozisyonları, Ispanya’nın birçok kentinde uygulanmasına rağmen, büyük ustalar, sarayın desteğiyle, Herrera, Zurbaran, Cano, Velasquez gibi sanatçılar, Sevilla ve Madrid’de çalışmışlardır. Bu iki kent hariç diğer kentlerde de küçük bir grup Jusepo ve Antonio Martinez, Rabiello vs. Murcia’da yüzyılın sonlarına doğru Mateo Gilarte’nin etrafında toplanmışlardır. Kordova’da Zurbaran’ın öğrencisi Antonio del Castillo’nun etrafında toplanmışlar, Granada’da Alonso Cano’nun öğrencileri vardır. Madrid’deki sanatçılar, bunlardan farklı olarak, ekol kurmuşlardır. Sevilla üç yüz yıl süresince çalışmalarını aksatmamış Madrid ise Kastilya ruhunu taşıyarak, Toledo ve Valladolid atölyelerini içeriğinde toplamış, XVII.y.y. ikinci yarısından sonra üstünlük kurmuş, Velasquez’in mirasını alarak Madrid’e, Sevil- la’ya zenginlik ve yetenek yönünden geçmiştir.
Sevilla ekolünün XVII.y.y.’daki temsilcilerinde Pacheco, manierism ve realizm akımlarının başarılı sanatçısıdır. Yine bu XVII.y.y. içinde, önemli bir sanatçı olan Alonso Cano’nun hangi ekole ait olduğu belirsizdir. Zira, Sevilla, Madrid ve Granada atölyelerinde çalışmıştır. Değişken ve nomad bir karektere sahip olan Cano, bazı zorunluklar yüzünden, yaşamını bu üç kentte geçirmiştir. İkinci eşinin katledilmesinden dolayı, haksız olarak, katil olarak itham edilmiş, Granada’da dinsel tarikatlardan birine girmiş ve bazı dereceler kazanmıştır. Bu olaylar özele yaşamını etkilemiştir. Alonso Cano’nun Zurbaran ile Murillo arasında önemli bir yeri vardır. Madrit yakınındaki Gatafe’deki ahşap mihrap resimleri, Granada’daki, Mala- ga’daki katedrallerde ve Granada müzesinde çok sayıda eserleri vardır. Granada’daki çalışmaları esnasında oldukça değerli ressamlar çevresi oluşmuştur. Bu ressamlar arasında en çalışkanı Bocanegra, en canlısı Juan de Sevilla gibi sanatçılar vardır.
Alonso Cano ressam olduğu kadar mimar, ahşap mihrapların desenlerini çizen, heykeltraş olarak Renaissance’nin mirasçısı, güzellik anlayışı ve zarafet yönünden İspanya dışında da kendini tanıtmıştır. Louis Phillippe, Galerie Espagno- le’de çok sayıda eserleri sergilenmiştir.
1650 yılından sonra Francisco de Zurbaran’ın şöhretinin azaldığını görmek-
teyiz. Maddi sıkıntılar sanatçıyı zorlamış, evlenmiş, geniş bir aileye sahip olmuştur. Zurbaran’ın şöhretinin azalmasına sebep, genç Murillo’nun Zurbaran’ın müşterilerini kapmış olmasındadır. Zurbaran’ın özellikle yapmış olduğu din görevlilerinin resimlerinde, çok iyi bir portre sanatçısı olduğunu, fizyolojisini dokunaklı olarak yansıtmasıyla, beyaz, koyu ve siyah giysili rahiplerin, aristokrat sınıfının, yüksek kademelerindeki kişilerin ve halkın içinden verdiği örneklerde büyük bir galeri sahibi olduğu anlaşılmıştır.
Bartolome Estaban Murillo (1617-1682) Sevilla’da doğmuş, ışık ressamıdır. Mistik ve gerçekçi bir havaya sahip olmasına rağmen cazip ve duygusaldır. En önemli eseri “Hz. Meryem Ana’nın gebe kalışı” görüntüsüdür. Temiz ve saf bir ru- %
ha sahip olduğu yüzünden belli olan Meryem Ana’nın etrafını tombul çocuk şeklinde melekler çevirmiştir. Altın renkli hilal yere inince gebe kalmış olacaktır. Simgesel olarak anlatım vardır. Tiziano ve Corregio’dan sonra en önemli bir yorumdur. Büyük kurtarıcıyı dünyaya getirmekle Havva Ana’nın günahı affolunacaktır.
Murillo fakir insanları ve çocukları resmetmiştir. Dinsel resimlerde ciddi ve katı anlatım içinde, dini sevdirici, tatlı bir yorumlama vardır, ancak, bazılarında gerçekçilik, sert ve kayıtsızdır. Sevilla’daki Fransiskenlerin manastırında bulunmaktadır.
Murillo’nun gerçekçiliğe yakın yapıtlarında “Muchachos” dediği, Sevilla’lı dilenci çocuklarının yaşamlarından alınan sahnelerde, dilenci çocukların zar atarken, pirelerini temizlerken, üzüm ve pestil yerken kompozisyonları, Ribera'nın “Küçük dilenci” kompozisyonunu hatırlatmaktadır.
Barthelome Esteban Murillo’nun gençliğinde yaptığı eserler, Zurbaran’ın yapıtlarına yaklaşmaktadır. Daha çok manastır resimlerinde duygusal ve güzel resim yapma yeteneği vardır. Louvre müzesini süsleyen “Meleklerin Mutfağı” ve Toulo- se müzesini süsleyen “Alcalâ’lı Ermiş Diego’nun rüyası”, Dresden müzesinde çok önemli Fransisken tarikatı ile ilgili resimler yapmıştır. Sevilla’daki San Fransisco manastırı için 1645’te yaptığı eser çok önemlidir. 1665 yıllarına doğru, Murillo’nun kapalı tipleri, yarı karanlık mekândan çıkmaktadır. İnsanın iç dünyasını yüz ifadesinde yansıtma kompozisyonları, Prado müzesindeki Ermiş Santa Maria la Bianca’nın rüyasında, Sevilla’daki Caridad’ta bulunan "Ermiş Elisabethin kelleri iyleştirmesi” kompozisyonunda, Murillo, dinsel konularda çoğu zaman yumuşak ve duygusal lirizm kullanmıştır. Sevilla kilisesindeki' Meryem in doğuşu", "Santa Maria la Bianca’da”, “Lekesiz ve saf Meryem’in görünüşü”, “Kutsal Aile”.
Murillo, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi konusu üzerinde de çalışmıştır. Cherbo- urg’daki Hz. İsa ve Meryem’in çarmıhın gerildiği tepeye doğru gidişi iyimser görünüşünü yansıtmıştır. Istırabı tatlı bir şekilde yorumlamış, yumuşak çizgiler yanında, yüzde çocuksu bir ifade almıştır.
Murillo, Zurbaran’dan ve Valdes legal’den farklı olarak, Sevilla’da sokak çocuklarının karakterini taşımaktadır. Gençliğinde ve yaşlılığında aynı karakteri koruyabilmiştir. Sokaklarda dolaşan haylaz çocukların portrelerini yapan bu değerli ressam sadelikten ve gerçekçilikten hiçbir zaman ayrılmamıştır. XVIII.y.y. sonlarında Murillo’nun takipçileri olmuşsa da Murillo kadar başarılı olmamıştır.
“Alcalâ’lı Ermiş Diego’nun rüyası” Toulouse’de Augustin’ler müzesindedir. Murillo 1640 yıllarında yeni yeni üne kavuşurken, Zurbaran şöhretinin zirvesinde idi. Zurbaran’ın Endülüs’teki manastırının resimlerini yaparken aniden, fransisken rahipler, Zurbaran’ın resimlerindeki katı ifade için, Murillo’yu tercih etmişlerdir. 1645 yılında Sevilla’daki “Claustro duco”da yapmış olduğu resimler belgelenmektedir. Günümüze kadar kalabilen 11 kompozisyonun bazıları kare tuvaller üzerinde, diğerleri uzun frizler halindedir. Tarikatın kurucusunun ve önemlikişilerin mucizeleri canlandırılmıştır. Bunlardan birinin bu tarikatta önemli yeri vardır. Mütevazı bir rahip hizmetkârı olan Diego, manastır yaşamına intibak edememiş, fakat iyilikseverlik dolu, kendini inanca vermiş, Alcala manastırında, XV.y.y.’da yaşamış, ancak 1588 yılında Azizlik mertebesine kavuşturulmuştur. Diego, manastırın bahçesinde yere dikilmiş bir haçın önünde kendinden geçmiş, bir grup fransisken rahibi ve Sevilla piskoposu Cardinal Spinola, arkasında bu rüyayı hayretle izlemekte ve yorumlamaktadır.
“Hz. Meryem’in doğuşu”, Paris’te Louvre müzesindedir. Murillo 1655 yıllarında manastır çevresine girdiği zamanın başında yapmıştır. Kompozisyon diago- nal bir çizgi üzerine kurulmuştur. Bu diagonal çizgi, yay şeklinde kıvrılmış, kıvrımın içini tombul çocuklar, melekler çevirmişler ve özellikle bütün tablonun formunu bu tür çocuk ve meleklerle sarmıştır. Figürler kompozisyonda kadife gibi yumuşak olarak satıhtan dışarı çıkmakta ve seyirciye hayranlık vermektedir. Sevgi dolu bir gösteriş içinde heyecan vermektedir. Murillo’nun çevresi bu tür resimlerden hoşlandıkları için, Murillo onları tatmin etmek istemiştir. İnsan figürlerinin dağınık olarak gösterilmesi huzursuzluktan çok heyecan duygusundadır. Bu kompozisyon Simon Vouerit’nin bir gravüründen alınmadır. Renk tonlarının canlı oluşu, daha sonraki Goya’nın eserlerinde daha çok görülmektedir.
“Dilenci çocuk” Paris’te Louvre müzesindedir. Murillo’nun bu tablosu, İspanyol resim sanatının XVIII.y.y. sonunda, Fransız resim amatörlerinin bir başlangıcı olmuştur. Fransa kralı Louis XVI, 1782 yılında satın almıştır. Bu tür halk kompozisyonlarına Flamand ve HollandalI ressamlar daha çok çalışmışlardır. Sevilla sokaklarında her zaman raslanan haylaz ve fakir çocukların görüntüsünü Murillo tuvale geçirmiştir. Ribella’nın “Topal Çocuk” tablosu ile eşdeğerdedir. Güneş ışığının verdiği aydınlık, çocuğun vücudunun bir bölümünü ve duvarı daha temiz ve net göstermektedir.
Prado müzesinden:
Lekesiz Kavram
Fragman (başka bir kompozisyon)
Çocuklar kuzu ile oynuyor
İyi çoban, fragman
İyi çoban
Vaftizci Yahya, çocuk, fragman....
Ecce Homo (İşte insan)
Escorial şatosunda, Lekesiz kavram
Escorial şatosunda
Kutsal aile
Juan de Valdes Leal (1618-1682) Sevilla’da doğmuş ve ölmüştür. Babası Portekizli, annesi Endülüs’lüdür. Annesi alt tabakadan gelmedir. Juan de Valdes Leal’in gençliği Kardova’ya geçmiş, Kardova’da evlenmiştir. İki değişik karakter taşımaktadır. Endülüs ağırbaşlılığının yanı sıra, Portekizlilere mahsus melankolisi vardır. Barok ressamları eserlerinde haşinliği, üzüntüyü anlatmak istemiştir. Düşündürücü ve manastır havası olan eserlerinden en önemlileri Mans’taki “Sainte Paule” ile Grenoble’deki “Fransisken Atanasio de Ocanâ” Sevilla’da yapıtığı tablolar arasında en önemlileridir. Bu eserler Zurbaran’ın üslubunu hatırlatmaktadır. “Ermiş Jeröme’nun yaşamı” isimli yapıtı daha etkileyici olup, rahip figürlerinde daha gizemli ve saklayıcıdır. Valencia’daki “Çarmıha gerilen tepeye çıkış” isimli yapıtı dokunaklı ve duygusaldır. Valdes Leal’in “Ermiş Catherine’in gizli nikâhı” ve Louvre’deki “Ermiş Pierre ve Ermiş Paul ile arınma” isimli yapıtlarında barok bezemelerinin yanı sıra, küçük melekler, aynalar, mücevher görülmektedir. Sevil- la’daki “Hayırseverlik hastanesi” (L’höpital de Caridad) için yapmış olduğu “Son Anlar” isimli eserinde ölüm anında insan hayatının son anlarını aksettirmek istemiştir. Anıtsal bir eserde, insanın geçiciliği, din uğruna ölmüş şehitlerin kafaları, kırmızı tabaklarda akan kan gösterilmiştir.
Valdes de Leal ailesinden gelen bir başka ressam da Sebastian de Llanos Valdes 1675 yılında yapmış olduğu “Vaftizci Yahya’nın başı” Louvre müzesindedir. Valdes Leal’in “Son anlar” isimli yapıtını hatırlatmaktadır.
XVII.y.y. ikinci yarısındaki önemli bir ressam da Jeronimos Jacinto de Es- pinosa Zurbaran’ın ailesinden gelmektedir. Sakin ve sağlıklı, kompozisyon yorumlamasında biraz ağır ve karanlık, manastır havasında ve mucizelere dayana konular işlenmiştir. Ribalta gibi, yaptığı eserlerinde Valencia müzesindekiler “Made- leine’in komünyonu”, “Ermiş Pierre Pascual’in duası” önemli eserlerdir. Bu dönemde diğer önemli ressamlardan Orrente, Valencia’daki katedralde yapmış olduğu “San Sabestian” tablosu ile, Bassano tarzında yapmış olduğu İncikle ilgili öyküleri canlandırmıştır. Riom’daki “Çobanların secdesi” en güzel örnektir. Ressam Estaban March ise savaş sahnelerini yapmakla ün kazanmıştır. “Jericho’da Jo- use’nin savaşı” en önemli eseridir.
Kastilya’da resime gösterilen ilgi, her kentte aynı ölçüde olmamıştır. Madrid ekolü XVII.y.y. ortalarına kadar önemli bir merkez olmuştur. 1625 yılına kadar To- ledo önemini korumuş, Valladolid, Phillippe III zamanında, gözden düşmüş, yalnız sarayda birkaç sanatçı kalmıştır. Toledo’da El Greco’nun ölümünden sonra Louis Tristan isminde bir ressam, El Greco’nun yerini almış, Kastilya’dan “Tenebrisme” (karanlıkçı) akımının temsilcisi olmuştur. Louis Tristian kompozisyon fikrini ve kişileri El Greco’dan almıştır. Onların bazı ilanlarla daha güçlü ve sağlıklı bir kompozisyon vermelerini sağlamıştır.
Madrid ekolünde ölüdoğa (bodegon) kompozisyonları da yapılmıştır. Flan- dres ile İspanyollar arasında bulunan Vanderhamen çok güzel eserler yaratmıştır. Saraya ait ressamlar daha başarılı olmuştur. İtalyan-İspanyol karışımı Caxes ve Carducho, İspanyol Bartholome Gonzeles geç kalanlardan ya da kararsızlardandır. Velasquez’in 1624 yılında saraya intikal edişine kadar, saraydaki portre ressamları fazla varlık gösterememişlerdir. Caxes yumuşak karakterini eserlerinde göstermiş, Bartholome Gonzeles kötü bir portre sanatçısı olmasına rağmen manastır resimlerinde başarı göstermiştir, Carducho bütün Ispanya’ya yayılmış olan 54 yapıtında ve manastır ressamı Sanchez Cotân XVII.y.y. ilk yarısındaki İspanyol resminin karakterini yansıtmışlardır.
Juan de Valdes Leal’in açmış olduğu çığırda “Ölümle ilgili gerçeklik” akımına, sonraki yüzyıllarda, zaman zaman diğer sanatçılar da katılmışlardır. Valdes Le- al”in l’hopital de la Caridat’ta “Vaftizci Yahya’nın başı” dehşet verici şekilde gösterilmiştir. Ölümlü insanları allegorik olarak göstermiş olması ile anlatmak istediği Finiş Gloria Mundi fikridir.
1630 yıllarına doğru, yeni nesil, eskilerden Caxes, Carducho ve Dominica- in Mayno’nun yanı başında, Madrid’deki Retiro’nun dekorlarını yapan Arias Fernande Bartolome Roman, Leonardo en ünlüleridir. Keza bu yeni nesilden sayılan Fr. Juan Ries ve Antonio de Pereda önemli eserler vermişlerdir.
Antonio de Pereda Vallodolid’li bir resim sanatçısının oğludur. Vallodolid ile Madrid’de çalışmıştır. Büyük kompozisyonlarında renk yönündan başarılı olduğu görülmüştür. Ölüdoğa yapıtlarında da çok yetenekli olmasına rağmen üslubunda zayıflatıcı noktalar bulunmaktadır. Marsilya müzesindeki “Çarmıhtan indiriliş” kompozisyonunda Venedik etkilerinin büyüklüğü görülmektedir. Paris’te Saint Suplice kilisesinde yer alan, Vallodolid’den getirilmiş “Meryem’in düğünü” isimli tablosunda, düğüne gelen davetli kadınlara, Kastilyalı genç kadınlar havasını ver- dirmiştir.
Daha az yetenekli gruba giren önemli ressamlardan Collantes, İtalyan ve Fransız tarihi manzaraları yapım yeteneğine sahiptir. Louvre müzesinde Ateşli Çalılık” tablosu vardır. Arellano çiçek ressamıdır. Yüzyılın ortalarında Madrid’de yaptığı “Floreros” (vazo çiçekleri) yapıtı Besançon müzesindedir. Antonio Pon- ce’nin Ispanya’da çok az eseri bulunmaktadır. Çiçek ressamı olup perspektifte büyük başarı göstermiştir. Strasbourg müzesinde “Floreros” eseri önemlidir. Jean Montero de Rojas’ın Madrid’de bulunan “Hz. Nuh’un sarhoşluğu” yapıtı önemlidir. Tevrat’taki öykülerde sözü geçen düşük ve günahkâr insanları yorumladığından pek sevilmemesine rağmen usta bir sanatçıdır.
“Fr. Atanasio de Ocana”, Juan de Valdes Leal tarafından yapılmıştır. Grenob- le Güzel Sanatlar Akademisi müzesindedir. XVII.y.y. ortalarına doğru Zurbaran’ın resim geleneğini ve anlayışını Murillo ile birlikte Juan de Valdes Leal almıştır. Endülüs manastırları için resim çalışmaları yapmıştır. Sevilla yakınlarındaki Buena- nos’taki San Jeronimo manastırındaki kutsal eşyanın saklandığı yere konulmuştur. 1665 yılında yapılmıştır. Hieronimit tarikatı XIVy.y. sonlarında kurulmuştur. Kral Phillippe II (1527-1578) zamanında Escorial şatosunda bu tarikat korunmuştur. Merkezi Güney Ispanya’da, Portekiz’de, Napoli krallığında yayılmıştır. Münzevi bir yaşam isteyen bu tarikat mensupları, bilimle uğraşmışlar ve yayılmasını sağlamışlardır. Fr. Atanasio de Ocâna’yı yalnız P. Suguenza’nın Kastilya’daki manastırlarda yaşayanların manzum şeklinde yazdığı kronoğinden tanıyoruz. Ressam Valdes de Leal, duaya hazırlanmış mütevazı bir rahip, elinde tuttuğu ibriğin içinde kutsal su vardır. Ayaklarında, bir katil tarafından kendisine fırlatılmış bir kargı, bir mucize ile kırılarak düşmüş olarak gösterilmiştir.
Fr. Atanasio de Ocana diğer inançlar ve tarikatlar gibi, Zurbaran’ın yapmış olduğu tek figür geleneğini devam ettirmiştir. Bu tek figür yüzlerindeki endişe ve üzüntü Valdes Leal’in tiplerinde de devam etmiştir. Rahibin arkasındaki manzara bulutlu gökyüzünde Hz. Meryem’in heykeli bulunmaktadır.
Juan de Valdes Leal’in “Golgotta tepesine çıkış” yapıtı Valencia’da Güzel Sanatlar Akademisi Müzesinde bulunmaktadır. Juan de Valdes Leal’in iki karakterli barok sanatçısı olduğu anlaşılmaktadır. Bir yüzünde düşünceli, öbür yüzünde görkemli şiddetli özellikleri vardır. Her iki yönü ile bu tuvale aksetmiştir. Morumsu zemin üzerine renk ile karışıklığı güçlü bir hava verdirilerek, ürpertici şekillerle
kötü sonuca hızla yaklaşan bir yorumlama vardır. Bu tür anlatımlar batıda dinsel resimlerde çok görülmüştür. İspanyol ressamlarının Sevilla müzesinde bu karaktar- de kompozisyonları çok sayıda bulunmaktadır. En iyi yorumlama Juan de Valdes Leal’in eseridir.
Antonio de Pereda’nın (1608-1678) “Çocuk İsa, dünya kurtarıcısı”nı 1640 yıllarından sonra yaptığı anlaşılmaktadır. Sanatçının en güzel yapıtlarından biridir. Maalesef 1852 yılına kadar önemsenmemiş, Kraliçe Maria Christina Arc-et-Se- nans kilisesi için satın almış ve armağan etmiştir. Savaş sonrası restore edilmiştir.
Antonio de Pereda Valladolid’de doğmuş, Madrid’e yerleşmiştir. Velasqu- ez’in çağdaşının en önemli sanatçısıdır. 1635 yılında, Retiro sarayının ek yapısı olan Salon de Renos’un duvarlarını süslemiştir. Dinsel konuda resimler yapmıştır. Bu büyük tabloyu Toledo’daki bir manastır için yapmıştır. Yapıtında temanın özü, çağında Avrupa’da reformu engelleyenlere karşı yapılan hareketlerin simgesi olarak belirtilmektedir. Çocuk îsa, dünyayı kurtarmak için alacağı güç, dayandığı haçtır dünyevi olaylarının hepsi geçicidir. Zenginlik ve güç de geçicidir. Ölüm her şeyin sonudur. Bu geçicilik (fanilik) konusu çok işlenmiştir. En önemlisi Sevilla’daki Caritad hastanesindeki Valdes Leal’in tablolarıdır: İn İctu Oculi ve Finiş Gloria Mundi. Barok duyarlığını çok iyi şekilde yorumlamaktadır. Pereda’nın başka bir kompozisyonu, Velasquez etkisi olanı, Madrid’deki San Fernando Akademisinde bulunur. “Bir şövalyenin rüyası” yapıtında bir melek şövalyenin rüyasında yaşamını, krallığını ve son yargının yaklaştığını anlatmaktadır. Burada Pereda ümit vermektedir. Yaşanılan dünya ile ölüler dünyasını ve günahkârlar dünyasını birtakım sembollerle göstermiştir. Güller, silahlar, dünya haritası, yılan, Havva’nın elması, bunların arasında cefa ve meşakat için, araçlar ve çalışanlardan yapılmış bir taç vardır. Tablonun 2/3 bölümü Çocuk İsa’nın etkisindedir. Ölülere karşı kazandığı zafer ile dünyayı takdis etmektedir. Kendisinden büyük bir haça yaslanmaktadır.
Etrafında çocuk şeklinde meleklerle çevrilmiştir. Maalesef çocuk İsa şişman ve sevimlilikten yoksun gösterilmiştir. Pereda burada İsa’ya gerçeklilik izlenimi verdirmek istemiştir. Çocuk İsa olaylardan hoşlanmamış, sıkıntılı gösterilmiştir, sıkıntıları gidermek için dünyayı kurtaracaktır. Çocuk İsa’nın yaklaşımı sıcak değildir, olaylardan kaygılıdır.
Pereda’nın bu eserlerden başka Madrid’de, San Sustoy Pastor kilisesinde, aynı boyutlarda, aynı konuyu işlediği başka bir eseri vardır. Çok kötü durumdadır.
Macaristan Kraliçesi Marie d’Autriche’nin portresi XVII.y.y. ikinci çeyreğinde yapılmıştır. Ajaccio’da Fresh müzesinde bulunmaktadır. İspanyol ekolüne aittir. İspanya kralı Phillippe IV ilk eşi Elisabeth de Bourbon’un portresi ile birlikte bulunmuştur. Sanchez Coello isimli bir portre ressamının yaptığı düşünülmekte-
dir. Kraliçenin sağ elinde bir eldiven ya da bir yelpaze yapılması unutulmuştur. Sağ kol bir koltuğa dayanmaktadır. Altın ve gümüş süslemeli gösterişli giysi ile gösterişli bir şekilde durmaktadır.
Bu yapıtın sanatçılarının kim olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Sanchez Coello olmadığına göre Bartholome Gonzales’in yaptığı sanılmıştır. Bartholome Gonzales İspanya kralı Phillippe III kızı Marie de Hongrie (1606-2646) İmparator Ferdinand’ın eşidir. Bu iki portre arasında üslup farkları vardır. Sarayın diğer ressamları Pedro Vidal, Diricksen, Viilandrando çok az kişileştiklerinden bu yapı tın sahibi olamaz. Velasquez’in uslübunu anımsatmaktadır.
Evrenselleşmeye yönelen İspanyol resim sanatı XVII.y.y. sonlarına doğru, bir grup İspanyol sanatçısı, sonraki yüzyılda İspanyol resmini zirveye ulaştıracak, İspanyol resminin doğmasına sebep olmuştur. XVII.y.y. da resim merkezleri değişmiş, Toledo kenti, El Greco’nun 1614 yılında ölümü ile önemini kaybetmiştir. Madrit, Phillippe H’nin kral olması ile kazanmış (1557-1598), Philippe IV. zamanında (1621-1665) çok önemli bir kent olmuştur. Bu arada Sevilla kenti, IV.y.y’da, Ispanya’nın tarım alanında çok önemli bir kenti olmuş, refah sanatta yoğunluk getirmiştir. Bu refahı oluşturan Amerika ile yapılan ticarettir. XVII.y.y.’da Sevilla'da üç büyük ressam, İspanyol resmine yön vermişlerdir. Zurbaran, Alanso Cano ve Diego Rodriguez de Sylva Velasquez’dir. Ayrıca bu gruba dahil, Velancia’lı Joseph de Ribera (Espagnoletto), 18 yaşında Napoli’ye gidip yerleşmesine rağmen İspanyol resim sanatına yön vermiştir.
Diego Rodriguez de Sylva Velasquez annesinin adını almıştır. 1599 yılında Sevilla’da doğmuştur. Babası Portekizlidir. Porto’dan Sevilla’ya gelmiştir. Zaten İspanya kralı Phillippe II ve Phillippe IV zamanlarında İspanya ve Portekiz’e hükmetmiştir.
Velasquez çocuk yaşta resim atölyelerinde çalışmaya başlamıştır. İlk önce Francisco de Herrera yenilikçi bir sanatçı olduğundan, kendi çağını aşmak istemiş, Manierismi yeterli görmemiş, Herrera’nın atölyesinde kısa bir süre çalıştıktan sonra, 11 yaşında Francisco de Pacheco, Velesquez 1610 yılında 11 yaşında iken Pac- heco’nun atölyesinde çalışmaya başlanmıştır. Akademik bir üsluba sahip Pacheco, Velasquez’e resimde duygularını olduğu gibi yansıtmasını öğretmiştir. 1617 yılında Francisco Pacheco’nun takdirini kazanarak ustalığa yükselmiştir. Daha çıraklığında Velasquez İspanyol resmindeki eksikleri görmüş, kendisinde oluştuğu fikirlerle, Herrera’nın etkisiyle onu yeni arayışlara götürmüştür. Pacheco ise, Velasqu- ez’in dinamizmini bir düzene sokmak istemiş, akademik kuralları öğretmeye çalışmıştır. Pacheco’nun atölyesinde yaptığı çalışmalarla, ustasının alışılagelmiş kompozisyonları yerine, gerçeğe en kısa yolda yaklaşımı tercih etmiştir. Bu kompozis- yontar, çevresinde bulunan her şey ile ilgilenmiş, gerçeği kendi başına vermek istemiştir. Her konu onu ilgilendirilmiş, anlatım şekli, yaşam ev hayatı, mutfak, taverna vs. gibi. Renaissance’den beri yalnız estetik peşinde koşan sanatçıların aksine, anlamsız güzelliğin resmin amacım vermediği fikrini savunmuştur.
1618 yılında Velasquez, ustası Pacheco’nun kızı ile evlenmiştir. Bütün yaşamı boyunca Juana Pacheco de Miranda eşi Diego Velasquez’in ölümünden sekiz gün sonra ölmüştür.
Velasquez’in eserlerine göre, gelişim süreci saptanabilirse de, 1617-1623 yıllarını kapsayan birinci bölümündeki eserlerini Sevilla’da yapmıştır. Bu bölümdeki yapıtların özellikleri: aydınlık-karanlık, renklerin sıcaklığı, vücutlardaki plastik ifadenin zayıflığı görülmektedir. Ancak bu yapıtlarda bir fırça darbesiyle anlatım güçlüğü, resmin değerini verebilecek noktaların aranılışı, her eşyanın görülebilecek şekilde sunuluşu dikkati çekmektedir. İyi portre sanatçısı olduğundan, portresi yapılan kişinin karakterini, imkân dahilinde vermek istemiştir. Daha 20 yaşında iken, 1619 yılında yapmış olduğu, Prado müzesini süsleyen “Kralların secdesi” kompozisyonu ile kayınpederi Padheco kadar kendisi de ün yapmıştır.
1621 yılında Phillippe III ölmüş, oğlu Phillippe IV, 16 yaşında tahta çıkmıştır. Phillippe IV (1621-1665) başvekil olarak Don Gaspar de Guzman’ı Kont Olivares olarak atamıştır. Kont Olivares Sevilla’lı aristokrat aileden gelmiş, Salamanca’da öğrenim görmüş, sanata ve bilime yakınlık duymuştur. Başvekil olunca, hemen sanatçıları himayesine almıştır. Aslında hiç de başarılı yönetici olmamıştır. Kont Olivares Francisco Pacheco’nun kızı ile Velasquez’in nikâh şahidi olmuştur. Kont Olivares Velasquez’i 1622 yılında saraya davet etmiş, portre ressamı olarak görevlendirmiştir. Ozan Gongora’nın portresini yapmıştır. Başarılı olan bu yapıtla, “kralın ressamı" unvanını almıştır. 37 yıl sarayda bu görevde kalmasına sebep olmuştur. Bu süre içinde Velasquez saray yaşamına katılmış, törenlerde, protokolde yerini almış, saray eğlencelerine, gösterilerine, av partilerine katılmıştır. Madrid’deki Alka- zar’da Velasquez kendisini geliştirmiş, saraydaki tablo koleksiyonunu zaman zaman incelemiş, kendi kişiliğini kaybetmeden, bu eserlerden bir şeyler kapmaya çalışmıştır.
Artık, tavernaları, mutfakları tuvaline aksettireceğine, kralın, prenslerin, yöneticilerin portrelerini yorumlamaya çalışmıştır. Gerçi saray mensubu kişilerin portresi için fazla fiziki çekicilikleri olmamalarına rağmen, onlara hoş görünmek için, riyakârlığa kapılmadan, güzel göstermeye çalışmıştır. Yaptığı modelin durumuna ve büyüklüğüne göre güzel göstermeye çalışmıştır. Velasquez tuvallerinde, modellerini estetik bir görüşle yorumlamış, gerçeğe bağlı kalmadan güzel göstermeye çalışmıştır. Yaptığı modelin durumuna ve büyüklüğüne göre güzel gösterme-
ye çalışmıştır. Kişinin güzelliğinin içindeki cevherin parıldamasından ileri geldiğini söylemiştir. Saraydaki çalışmaları, kralın ve ailesinin portrelerinin yanı sıra dalkavuklarını ve cücelerini de, büyük bir estetik anlayış içinde güzel göstermeye çalışmıştır. Velasquez’e göre yorumladığı eserin muhteviyatından çok sanatını gösterebilecek yorumlama şekli önemlidir. Zaten resim sanatında, Renaissance den beri muhteviyatından çok yorumlama öngörülmüştür.
Velasquez, kompozisyonlarında yorumladığı portre, dinsel konu, interieur resmi, savaşta daima estetik duygusuna önem vermiştir.
1628 yılında Madrid’de gelen Rubens, Velasquez’le karşılaşmış. Eserlerini görünce, Velasquez’in yeteneklerine hayret etmiştir. Onun İtalya’ya gitmesini, orada büyük ustalarla tanışmasını ve büyük yapıtlarını görmesini önermiştir. Velasqu- ez “İçki İçenler” isimli yapıtında Bacchus’ü yorumlarken, mitolojik kişiliği olarak değil de, genç bir adam görüntüsünde, köylü arkadaşları ile bir işret sofrasında, içlerinden birisine taç taktırmaktadır.
1630-1631 yılında İtalya’da kalmış, gelirken İtalya’da yaptığı iki tablosunu getirmiştir. Bu yapıtlardan biri, Prado müzesindeki “Tanrı Vulkan’ın demir ocağında” diğeri ise Escorial’daki İncil’den bir sahnede “Ermiş Yusuf’un kanlı tuniği”. Bu iki yapıtta da çıplak adaleli vücutları, olasılıkla İtalya’da gördüğü heykellerin etkisiyle yapmıştır. Ayrıca, İtalya’da öğrendikleriyle resim tekniğini değiştirmiş, duvar fresklerinde kullanılan yassı fırçaları ile figürlerin ana hatlarını yaparak renklerin taşmasını öğrenmiştir.
İlk önemli yapıtı olan “İçki İçenler”de (Los Borrachos) gerçekçilik açık bir şekilde gösterilmiştir. Öylesine ki bir mitolojik olayı en aşalığıyıcı şekilde göstermiştir. Önünde diz çökmüş bir at adama tebriklerini sunmaktadır. Kompozisyondaki diğer figürler ise yüzleriyle, dilenciler sarhoşluktan mutlu olmuşlardır. Tebrik için sıralarını beklemektedirler. Bu tür eğlenceli konular saray ressamı için utanç vericidir.
Klasik Yunan dönemine ait iki önemli kişinin de kompozisyonlarını yapmıştır. Madrid’deki Prado müzesinde yer almış bu önemli kişiler Aiosopos ve Menip- pe’dir. Aiosopos hayvanlar dünyasını dile getirir, hayvanların insanlara benzer yaşamını, insanlara ders verici nitelikteki öykülerini anlatmıştır. Menippe ise Dioge- nes’in öğrencisi kinik bir filozofdur. Aiosopos hür olmayan, kambur, acayip vücut yapısına sahip, ezik ve karışık ruh karakterine sahip bir kişidir.
Diego Velasquez’in savaş tablolarından biri Londra’da National Galery’deki “Öldürülen savaşçı” yapıtıdır. Savaşta ölmüş, yerde yatmaktadır. Başının yanında ve ayaklarının ucunda kafatasları görülmektedir. Savaşçının giysisi siyahtır. Siyah zemin üzerine yatmaktadır. Karanlığın içinde sarımtırak ışık veren zayii bir mum-
yanmaktadır. Ölü savaşçı Ispanya’nın ruhunu taşımaktadır. XVI.y.y.da, aşağı yukarı dünyanın yarısına sahip olan İspanya, Avrupa’da Belçika, Hollanda ve Kuzey Fransa’nın topraklarına sahip olmuş Almanya’nın bir bölümüne sahip olan Avusturya’ya karşı yaptığı savaşlardan sonra, yüz yıl içinde Avrupa’daki topraklarını kaybetmiş, yalnız İberik yarımadasında varlığını sürdürebilmiştir. Engizisyon mahkemesi Ispanya'yı karanlığa boğmuş, Velasquez bu eserinde ölen savaşçıyı, karanık içinde İspanya olarak yorumlamıştır.
1631 yılındaki İtalya dönüşünden yıllar sonra dinsel konulu konular yapmıştır. Orleans müzesindeki “Ermiş Thomas”, Londra National Galery’de “Colona’da- ki Hz. İsa” (Hz. İsa ve Hristiyanlık ruhu) Prado müzesindeki “Çarmıha geriliş” gibi yapıtlardır. Çağının ressamları gibi, dinsel konulara tamamen bağlı kalmamış, çeşitli konular üzerinde de çalışmıştır. Kiliselere, manastırlara oldukça az resim yapmıştır. Denilebilir ki çağının tek din dışı ressamıdır.
Batı Avrupa yeniden savaşlara başlamış, Otuz yıl savaşlarına İskandinav devletleri de katılmıştır. İspanya Kuzey Fransa’daki Flandria’da ve İtalya’da hakimiyetine son vermek isteyen Fransa ile mücadeleye girişmiş, Olivares, Fransız Kardinal Richeulieu karşısında aceleci ve aciz kalarak, yönetimi sırasında Ispanya’da sert tedbirler almak zorunda kalmış, İspanya’nın gücü zayıflamıştır. Bütün bu olup bitenlerden kralın rahatsız olmaması için, Olivares, zaten uyuşuk mizaca sahip olan kral Phillippe IV’e çeşitli eğlenceler ve bayramlar düzenleterek, onu devlet işlerinden uzaklaştırmaya çalışmıştır.
Olivares, kral Phillippe IV’e San Jeronimo manastırı yakınında büyük bahçeleri olan geniş bir mekân yaptırmıştır. Buen Retiro denilen bir sarayda sayısız tiyatro, komediler, gösteriler, eğlenceler düzenleyerek, İspanya saray mensuplarının günlerinin hoşça geçirilmesi sağlanmıştır. Böylece birçok yazar ve ozanın yanı sıra, Velasquez ve saray ressamları, saray yaşamını güzelleştirmek için gayret sarfet- mişler, uyuşuk ve beceriksiz kralın moralini düzeltmek için, sarayda ve halk arasında kralı güçlü gösterebilmek için yeni kompozisyonlar yaratmışlardır. 1625 yılında, tarihi tabloların en önemlilerinden biri olan “Lanzas” (mızraklar) isimli yapıtı, İspanyol ordusunun HollandalI askerlere karşı kazandığı zaferi edebiyatta ve resim sanatında yorumlamıştır. Bu kompozisyonda, İspanyol savaşçılarının önünde, komutan Marki Spinola, büyük bir nezaketle HollandalIların önündeki Bre- da’yı teslim almaktadır.
Velasquez, bu arada 4 eser daha vermiştir. Phillippe III, Marguerite d’Autric- he, Isabelle de Bourbon’un yanı sıra kral Phillippe IV ve İnfant Balthazar Carlos (İnfant İspanya ve Portekiz krallarının birinci çocukları). Bu yapıtlarda Velasqu- ez’in gençliğinde kullandığı sarı renk kaybolmuş, gri ve canlı renkler kullanılmaya
Francisco Goya- Don Manuel Osori.
başlanılmıştır. Kırmızı, mavi, yeşil gibi güçlü renklere sadık kalarak kullanmıştır. Bazı peyzaj resimlerinde “ Pardo ormanı”, “Guardarama tepesi” gibi yapıtlarda Velasquez’in peyzaj anlayışı belirlenmektedir.
Peyzaj resimlerinden önce ölüdoğa resimlerinde de çalışmıştır. İspanyollar bu tür yapıtlara “bodegones” demişlerdir.
Velasquez siyah, beyaz, pembe ve gümüş renkleri seçmiştir. Sarışın tenin zayıf renk altında solgun kalmasını ve titreyen vücudunun renginin karanlıkta kalmasını, Velasquez kadar hiçbir sanatçı yorumlamamıştır. Figürlerinde vücutlar ve yüzler sakin duruş kadar ve donuk görünmesine rağmen bir şeyler anlatmak istercesine dopdoludur. Kompozisyonlarındaki bütün figürler seyirciye dönük yorumlamadır. Seyirciye dönük olması kibarlığa verdiği önemden dolayıdır. Olgunluk çağında saray ressamı olarak kral ailesini, soyluları, hizmetkârları olduğu gibi yansıtmaya çalışmıştır. Bu eserlerinde konuya, fikre, heyecana, duyguya yer vermemiş, yalnız şekil yaratmak istemiştir. Işık-gölge oyunlarına başlayan resim sanatçılarına Velasquez rehber olmuştur. Gerçekten Velesquez renk tonlarındaki canlılıkları ve renklerin figürler üzerindeki belirli, belirsiz gölgeler üzerine ağırlığını azaltarak daha hareketli görünüm vermiştir.
Velasquez kralın av partilerine katılmış, 1630 yıllarında yaptığı, Prado müzesindeki bir eserinde Kral Phillippe IV, Kardinal Don Femando, İnfant Balthazar Carlos midilli üzerinde bir av kompozisyonunda yer almışlardır. Ormanlık bir manzarada, av köpeklerinin çevirdiği bir grubun içinde göstermiştir. Yeşil gri renklerin üstün olduğu ve uzaktan mavi rengin daha etkili olduğu renk uyumu vardır. Av köpeklerinin yanı sıra, şahane bir geyik başı kompozisyonun güzelleşmesini sağlamıştır.
1638 yıllarına doğru kızı Francesca’yı, kendi yetiştirdiği ressam Juan Ba- utista Martinez del Mazo’ya vermiştir. Bu yıllarda Kont Dük de Olivares’in portresini yapmıştır. Bu portrede “Gururun zirvesini” yorumlamıştır. Velasquez hiç bir eserini tekrarlamak istememiştir. Yaptığı eserlerinde yeni bir problemi halletmek istemiştir. Bazı müzelerde Velasquez’e atfedilen yapıtların bir kısmını damadı Juan Bautista Martinez del Mazo’nun yaptığını, belki bazı yerlerde Velasquez’in rötuşlar yaptığını düşünülebilir. Ressam Mazoda, ustası gibi, objeleri gerçek renkleriyle aksettirmek istemiştir.
Velasquez, yalnız sarayın ressamı olarak kalmamış, 1643 yılında sarayın mabeyincisi unvanını da kazanmıştır. Kral Phillippe IV resim çalışmalarıyla ilgilenmiş, Alcazar sarayının salonlarını süslemiştir.
Velasquez 1638 yılında Modeno dükünün Mardrid’i ziyareti sırasında portresini yapmıştır, bu yapıt Modeno pinakotekinde bulunmaktadır. Prado müzesindeki
Martinez Montenes’in portresini, Dresden müzesindeki kralın avcısı Juan Mate- os’un portresini ve kimlikleri belli olmayan bir sürü portreler yapmıştır. Velasqu- ez’in portresini yaptığı yazar Quevedo’nun portresinin, aslı kayıp olduğu için ancak başkalarının tarafından yapılmış kopyaları vardır.
Velasquez, yalnız güzelliği aksettirmekle kalmamış, kişiliği, karakteride yorumlamak istemiştir. Dalkavukları, soytarıları, cüceleri, garipleri ve kabaları, onların güzel yönlerini yansıtarak, hiçbir zaman estetik duygularını yitirmemiştir. “Pri- cipium individuationis” düşüncesi ile, bu tür insanların kadere rıza gösterdiklerine, kendi istekleriyle bu durumda olmadıklarına, onların bile güzel tarafları olduklarına inanmıştır.
1640 yılları İspanya monarşisi için oldukça sıkıntılı geçmiştir. Eyaletlerde ayaklanmalar, askeri alanda yenilgiler, devlet kasasının boşaltılması, Katalan bölgesinde Fransız ordusunun istilası, iktisadi durumun bozulması sonucu, Kont-Dük Olivares milletinin kötüleşmesinin sorumluluğunu taşıdığından, halkın şikayeti üzerine, kral, Kont-Dük Olivares’i azletmiştir. Fransızların Katalonya’yı istilası üzerine, kral ordunun başına geçerek, Fransızlarla mücadeleye girişmiştir. Velas- quez, kralın savaşlarına katılmış, 1642-1646 yıllarını cephede geçirmiştir. 1644 yılında sınır yakınında Fraga kentinde, kral Phillippe IV’ün askeri giysi ile en güzel eserlerinden birini yapmıştır. Bu yapıt, bugün Frick koleksiyonundadır. Bu yapıtta renk zenginliği vardır. Pembe, gümüş ve siyah renkler gösterişsiz bir şekilde uyum sağlamıştır. Askeri seferlere kral ile katılan sarayın dalkavuklarının ve cücelerinin de portrelerini çizmiştir. İsabetle de Bourbon ve l’İnfant Balthazar’ın ölümü ile Velasquez, iki önemli modelini kaybetmiş oldu. Morali çökmüş olan Phillippe IV. Avusturya ile Vestfalya antlaşması yapmış, siyasal kriz hafifleyince kral Phillippe IV yeniden evlenmiştir.
1649 yılında Velasquez, Dük de Najera ile birlikte kral Phillippe IV’ün yeni eşini almak için, Malaga’dan gemiye binip, bir aylık maceralı yolculuktan sonra Cenova’ya gitmiştir. Velasquez İtalya’dan Venedik’e geçmiş, İspanya elçisine ait konakta kalmıştır. Velasquez, Venedik’te Venedik ekolünün eserlerini tetkik etmiş, Tintoretto’nun ve Veronese’nin birkaç yapıtını İspanya kralı adına satın almıştır. Venedikli ressam Marco Baschini’yi diğerlerinden farklı bulmuş, onunla dostluk kurmuş, İtalyan Renaissance’i için görüşlerini bildirmiştir. Mario Baschini anılarında, Velasquez’in Raphaello’yu beğenmediğini, Venedik ekolüne hayran kaldığını, özellikle Titziano’yu çok beğendiğini söylemiştir. Gerçekten estetiğe önem veren Velasquez, Venedik’te uygulanan resim sanatının akıcılığını, yaşamı duyarak, görsel olmayan şeylerin etkisinde kalmadan kendi gördüğü gibi resmetmeyi istemiştir. İki yüz yıl sonra izlenimciler, Velasquez’in bu düşüncelerini daha güzel yerine getirmişlerdir.
Venedik’ten Napoli’ye geçmiş, sonradan Roma’ya geçerek Papa İnnocent X (Doria Pomphili)nin portresini yapmıştır. San Lucas Akademisi Velasquez’i 19 Mart 1650 günü Pantheon’daki sergide gösterdiği başarıdan dolayı üye seçmiştir. Yardımcısı melez ressam Juan de Pareja’nın portresini yapmış, Pontificale erkânına ait kişilerin portrelerini yapmış, Prado müzesinde bulunan, Villas Medicis’de, iki emalsiz peysaj tablosunun açık havada yaptığı izlenimciliğin öncüleri oldukları söylenmektedir. Kral Phillippe IV Velasquez’i devamlı geri çağırmasına rağmen, İtalya’daki kalışını uzatmıştır. Phillippe IV yeni eşinin ve kızının portrelerini yaptırmak istemiştir. Diğer taraftan Marie Therese, evlenmeden önce Velasquez’i devamlı Paris’e çağırtmış, portresini yaptırmak istemişse de, İspanya ile Fransa arasındaki savaş durumu, Velasquez’in Paris’e gitmesini önlemiştir. 1651 Haziran’ın- da İspanya’ya geri dönmüştür.
Velasquez’in en önemli ve tanınmış mitolojik tablosu “Venüs ve Cupidon” Londrada’dır. Bu yapıt sanatçının estetik duyarlılığını çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Velasquez klasik çizgilerin dışına çıkmış, alışagelmiş bir İspanyol dilberinin vücudunu aksettirmiştir. Velasquez’in bu konuda başka tabloları olup olmadığı bilinmemektedir.
Velasquez, yaşamının son yıllarında, saray erkânının bir sürü portrelerini yapmıştır. Bu dönem eserlerinde renk zenginliği vardır. Fraga’nın portresiyle başlayan bu son dönem çalışmalarında, kraliçe Marie Anne, barok çağının modasına göre giyinmiş, boynundaki yakalığı, dökülmüş saçı ile yüzünü çerçevelemiştir. İnfant Marie Therese’nin portresinde (Fransa kralı Louis XIV’ün eşi olmuştur.) yüzünde de AvusturyalIlara mahsus hatlar ve Fransız annesinden aldığı güzellik görünmektedir. Daha sonraları kralın ailesine ait fertlerin portrelerinde Avrupa resmine ışık tutan yapıtları vardır.
Çocuk portreleri arasında İnfant Phillippe Prosper’i tahtın varisi olduğundan, görkemli bir şekilde tuvalde göstermiştir. İnfante Marguerite, 1653’te yaptığı portresinde, pembe ve gümüş renkte giysiler içinde çiçekle beraber iki yaşında olarak görüntülenmiştir. Viyana müzesindeki bu yapıtın yanı sıra İnfante Marguerite’e ait 1656 ve 1659 yılında yaptığı resimler de önemlidir. Kral Phillippe IV. son dönem portrelerinde, Madrid’deki Prado ve Londra’daki National Galery’de bulunmaktadır. Bu portrelerde, kral büstü olarak gösterilmiş, siyahlar giydirilmiştir.
1652 yılında sarayın yüksek rütbeli subayları arasında bulunmaktadır. Kralın özel isteği üzerine Velasquez, kral nezdinde “Büyük Mareşal” unvanını almıştır. Artık, Velasquez kral Phillippe IV’e daha çok bağlanmış, yeni görevler edinmiştir. Resim çalışmalarına az zaman ayırabilmiştir. Bir süre sonra kral Velasquez’e soyluluk unvanı vermiş, Santiago şövalyesi payesi ile soylular arasına girmiştir. Tabii soylu doğanlar, kendi aralarına böyle bir sanatçının katılmasını hoş karşılamamışlar, kıskanmışlardır.
Yaşamının sonlarına doğru Velasquez’in iki önemli yapıtı vardır. “Les Menines” ve “Les Fileuses” (İplik bükenler), (Menines- prenseslerin hizmetlerindeki genç kızlar), 1656 yılında yapmıştır. “Les Menines” isimli yapıtında İnfante Marguerite, saray erkânının kızları olan küçük kızlar, cüceler ve diğerleri refakatinde iki nedime arasında resmin ön planında yer almıştır. Yanında iki cüce bulunmaktadır. Nedimelerden biri Prensese çiçek verirken, diğeri kral ve kraliçeye saygı ile eğilmişlerdir. Mekân sarayın bir salonudur, aynı zamanda Velasquez’in atölyesidir. Kral ve kraliçenin ancak görüntüsü aynada aksetmektedir. Aynada ressamın görüntüsü de vardır. Resim Alcazar’ın bir salonunda, yarı aydınlık bir mekânda yapılmıştır. Mekânın derinliği verilmiş, figürlerde yalın fakat net bir görüntü verilmiştir. Bir anlık bir durum içinde, sanatçı figürlerin hareketini yansıtmıştır. Şekillerin anlatımında, gerçek ile gerçek dışı ayırt edilebilmektedir.
“Les Fileuses” (İplik bükenler) isimli yapıtında, mitolojik bir konu resmedilmiştir. Tanrıça Athena’nın, Lidya’lı genç kız Arachne ile dokuma yarışmasıdır. Tanrıça Athena, Olympos Tanrıçalarının yardımı ile bir bez dokumuştur. Arach- ne’de gergefte Olympos Tanrıçalarının serüvenlerini yansıtmaktadır. Athena Arch- ne’nin dokuduğu gergefin kendisinkinden daha güzel olduğunu görünce kıskanmış, Arachne’nin gergefini kırmış, Arachne’yi örümcek şekline sokmuş, böylece ömür boyu dokuduğu ağın hiçbir işe yaramadığı, ancak nafakasını temin için ağını kurması şeklinde cezalandırmıştır. Bu mitolojik öyküyü, güneş ışınlarının vurduğu aydınlık bir fonda canlandırmak kolay olmasa gerekir. Velasquez bu öyküyü günlük yaşamdan alınmış bir olay gibi ele almış ve resmi izleyenlere öyküyü yaklaştırmıştır. İşçi kadınlar gergef işlemek için yün yumaklarım hazırlamaktadır. Resmin derinliğinde gergef örecek kadınlar görülmektedir. Velasquez’in anlatım üslubuna göre, resmin önünde günlük yaşam sahneleri konularak, anlatımda daha yaklaşabilirle olanağı yaratılmaktadır.
Viyana Sanat Tarihi müzesinde bulunan ünlü yapıtı, İspanya tahtının varisi Phillippe Prosper 2 yaşındaki görüntüsünde en önemli kırmızı rengin çeşitli tonlarını kullanmıştır.
Velasquez’in sarayda yaptığı hizmetler, Fransa ile İspanya arasındaki büyük dostluk gösterisidir. Bu iki ülkenin sınırında bulunan Bidasaon’da; İle des Faisans’da, Pontarabia’da yapılan büyük bir düğünü hazırlamak olmuştur. Phillippe IV’ün kızı Marie Therese d’Autriche ile Fransa kralı Louis XIV 7 Haziran 1660’da evlenmişlerdir. Velasquez, İspanya kralının “Büyük Mareşal” unvanı ile törenin yapıldığı paviyonu zengin dekorla süslemiştir. Kralın koleksiyonundaki çok güzel halıları duvarlara ve yola döşemiş, güzel resimlerle süslemiştir. Aylarca süren çalışmalar sonunda Madrid’e döndüğünde yorgun, bitkin ve hastalıklı olarak evine gelmiştir. Kralın doktorları gerekli ihtimamı göstermelerine rağmen 6 Ağustos 1660 yılında kral hâzinesinin bulunduğu “Hötel des Monnaies”deki evinde ölmüştür.
Velasquez yapıtlarında modern düşüncenin kaynağını taşımıştır. Yaşadığı çağ XVII.y.y. modern felsefenin, modern fiziğin, modern matematiğin kuruluş zamanıdır. Velasquez’den başka Madrid ekolünde önemli ressamlar bulunmaktadır. Velas- quez’in damadı Martinez del Mazo ve Juan Carino de Miranda. Bu sanatçılardan sonra XVII.y.y’da İspanyol resim sanatı kalitesini yitirmiştir. Ancak XVIII.y.y’da Francisco Goya İspanyol resim sanatını yüceltmiştir.
XVII.y.y’da İspanyol resim sanatında çok önemli bir gelişme vardır. Siyah ve kırmızı rengin kullanılması bu gelişmedir. Venedik ressamlarının tenebrisme akımı ile alınan siyah rengin yanı sıra en çok kullanılan kırmızı renk ise İspanyol ulusunun akıtılan kanını simgeler. Bu renk daima kullanılmıştır. Kompozisyonlarda masa örtüsü, kuşak, kadın şalı, çiçek vs. objelerin kırmızı ile gösterilmesi İspanyol yönetiminin kan dökücü karakterini simgelemektedir.
İspanyol ressamları açık renkli “Sainte Agnese”, “Sainte Cecile” kompozisyonlarında aydınlık renkler kullanılmıştır. Rahip Ventura de Ranlica, St. Antonio ve St. François, St. Bonaventura’nın başlarında ışık haleleri vardır. Burada kullanılan aydınlık renkler, doğadaki aydınlık olmayıp, dinsel dünyada, iman gücü ile kazanılan renklerdir.
Herrera, Ribera ve Zurbaran’ın ilk kompozisyonlarında, donuk bir ışık, karanlığın içinde olayın anlatımında yardımcı olmaktadır. Dinsel konulu tablolarda ise Hz. İsa’nın, Azizlerin ve Ermişlerin çektiği ıstırab, İspanyol ulusunun çektiği sıkıntıyı simgelemektedir.
Herrera, Ribera ve Zurbaran’ın sonraki tablolarında kardinallerin, soylu kişilerin, hükümdarın ve ailesinin, yöneticilerin portrelerindeki ve kompozisyonlarındaki siyah renk üstünlüğü, iç mekânlarda pencere ve kapı yapılmayarak, mekânın karanlık kalmasını sağlamaktadırlar. Bu sanatçıların büyük karamsarlıklar içinde bulunduklarını işaretlemektedir. İnsan yüzlerindeki solgun renkler, İspanyol ırkı, XVI ve XVIJ.y.y’larda, İspanyol ulusunun baskı altında bulunduğunu, kralların merhametsiz oluşunu, kilisenin ve engizisyonun verdiği korku ve dehşeti anlatmakta.
XVI.y.y.’da Hollanda’nın güneyi İspanyol sömürgesi idi. Katolik mezhebini uygulayan Güney Hollanda, İspanyol etkisine din yolu ile girmiştir.
XVIII.y.y. sonuna kadar Madrid’den başka, Viyana, Bruxelles, Anvers Katolik mezhebinin en iyi koruyucuları olmuştur. Jesuitlerin yaydıkları bu mezhebin sanata getirdiği yaratıcılık, Katolik Hollanda’da barok üslubunun gelişmesine sebep olmuştur.
Siyah rengin yan ısıra, en çok kullanılan kırmızı renk, engizisyonda ve savaşta dökülen kanın rengi olarak kullanılmıştır. Ancak kırmızı renk, siyah rengin resme getirdiği durgunluk yerine, kompozisyona canlılık ve hareket katmıştır.
“Ermiş Thomas” Orleans Güzel Sanatlar müzesindedir. Fransa’da Velasqu- ez’in üç yapıtı vardır. Bu yapıt kilise için yapılmış, insanın yüz hatlarına sadık kalınmıştır. Biraz gerçekçilik sezilmektedir. Tiziano ve Rubens’den etkilenmiştir. Karanlık içinde Ermiş Thomas aydınlanmıştır.
“Demokrites” Rouen Güzel Sanatlar Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu bilgin kişi gülerekten eliyle dünya küresini göstermektedir. Bu yapıtın XIX.y.y. sonuna kadar, Ribera’ya ait olduğu iddia edilmiştir. XIX.y.y. sonlarında Velasquez’e ait olduğu kanıtlanmıştır. Kompozisyon ise, uzun zaman “Coğrafya ya da dünya küreli adam" şeklinde tanımıştır. XVII.y.y. sonlarına doğru Marki del Caspio’ya ait bir bölgedeki adamın Demokrites olduğu yazılıdır. Demokrites iyimser ve olaya bir bakışla dünya haritasını göstermektedir. Erasmus’a dünya haritasını göstermektedir. Velasquez, Demokrites’i saray aristokrasisine ait bir soylu şeklinde göstermiştir. 1630-1635 yılları arasında yapılmıştır. Zurbaran’ın “Ermiş François” isimli yapıtı ile birlikte Ispanya’dan satın alınmıştır.
“İnfante Marguerite” Paris Louvre müzesindedir. Bu tablo 1789’dan önce Fransa kralının koleksiyonuna girmiştir. 1654 yılında, İspanya kralı Phillippe IV. kızkardeşi Anne d’Autriche’ye armağan etmiştir. 1960 yılında tablo restore edilerek Madrid’de Velasquez’in 300. kutlama şenliğine katılmıştır.
Velasquez’in son on yılı “İzlenimcilik” dönemidir. Prenses Marguerite’in annesi Marie Anne d’Autriche, Phillippe IV’ün ikinci eşidir. Prenses Marguerite sonradan kraliçe olmuştur. (1651-1673) Tuvalde pembe ve gri renkler büyük bir ustalıkla kullanılarak, diğer renklerin tonlarıyla birleşmiştir. İnfante Marguerite Louvre'deki tablosunda üç yaşında iken yapmıştır. Viyana’daki tablosunda biraz daha büyük iken Velasquez yapmıştır. 1656’da Velasquez’in yaptığı “Menines-Nedime- ler" isimli kompozisyonunda Marguerite başlıca figür olarak gösterilmiştir.
Diego Velasquez “Hz. İsa Martha’nm evinde” Londra National Galery’dedir. Velasquez’in gençlik çağı eseridir. 1619 yılında yaptığı “Kralların secdesi” isimli yapıtından daha önce yaptığı sanılmaktadır. Velasquez bu yapıtında iki ayrı konuyu canlandırmıştır. Büyük kompozisyonda yaşlı bir adam, aşçı kadına bir şey anlatmaktadır. Aşçı kadın, yaşlı adamı dinlerken, havanda bir şey dövmektedir. Masanın üzerinde sarımsak, tabak içinde balıklar ve başka bir tabakta iki adet yumurta yer almıştır. Duvardaki resim içinde ise tuvale isim veren Hz. İsa oturmuş, Mourtha’ya ve arkasındaki kadına öğüt vermektedir. Velasquez birinci planda ölü- doğa ve halktan bir sahne, ikinci planda dinsel bir öykü ve dini ikinci planda getir-
inektedir. Önce insanların yaşamı söz konusudur. Işık, gölge oyununda başarılı olup ışık vererek figürlerin yüz ifadelerine ağırlık vermişlerdir. Bu yapıt 1892 yılında National Galery’ye gelmiştir.
“Sevilla’lı Saka” Londra’da Apsley House’de bulunmaktadır. Velasquez’in Sevilla’da yaptığı önemli yapıtlarından biridir. Grup kompozisyonudur. Figürler üçgen şekil ederler. Velasquez daha çok yuvarlak çizgilerle karakterize edilmiştir. Yuvarlak çizgiler, testilerde ve bardaklarda kendini göstermiştir. Renk tonları gayet uyumludur. Kenardan aydınlık gelmektedir. 1620 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Bu yapıt, Madrid’de kral sarayında bulunurken, Napoleon Bonaparte, Ispanya’yı istilası sırasında, tabloyu almış, Fransa’ya getirmiştir. Yanında bulundurmuştur. Waterloo savaşında Wellington dükü Napoleon’u hezimete uğratırken, tabloyu savaş ganimeti olarak almış, İngiltere’ye getirmiştir.
“Ozan Gongora” Boston (Massachousetts’de) Güzel Sanatlar Müzesinde bulunmaktadır. Ünlü ozan Kordovalı Louis de Gongora (1561-1627) portresidir. Louis de Gongora, şiirde İspanyol dilini en iyi şekilde kullananlardandır. İspanyol edebiyatında lirik-barok döneminin “Culteranisme” akımını kuranlardandır. Velas- quez bu ünlü portresini 1622 yılında Madrid’e ilk geldiğinde, kayınpederi Frances- co Pacheco’nun emri ile yapmıştır. Gorgora, sert, haşmetli ve yaşlı gösterilmiştir. Velasquez kendi üslubunu ortaya koymuş, Gorgora’ya plastik ifade verdirmiştir. Garip bir alın, kanca şeklinde bir burun, çıkıntılı bir çene yapmıştır. Figürün sağ tarafına ışık vemiş, sol tarafı gölgede kalmıştır. Boston müzesinde bunun kopyaları vardır.
“Don Gaspar de Guzman, Kont-Dük de Olivares” New York, Hispanic Soci- ety of America’da bulunmaktadır. Kont-Dük de Olivares önceleri, Prens Don Phil- lippe’in en yakın arkadaşı olmuş, 1621 yılında Phillippe IV. kral olmuş, başvekil seçilmiş ve Velasquez’i saray ressamı tayin etmiştir. Tumtunaklı duruşu, sol eli kılıcının kabzasını örtmüş, sağ eli ise dik duran kamçısını tutmaktadır. Figürün yanında ve arkasında duvar kâğıdı gösterilmiştir. Figürün yüzündeki büyük bıyıkları, çevresine açılmış yelpaze gibi sakalı, başını örten perukası ile, sert ve keskin bakışı, kralın yardımcısı ve yönetimine ortak olduğunu seyirciye anlatmak istemektedir. Göğsünü kaplayan kadife giysisinin üzerinde alcantara rütbesindeki altın haç, omuzundan beline diagonal inen altın zincir ve bir ruban dikkati çekmektedir. Ve- lasquez figürlerinde içtenliği, ciddiyeti, geleneklerini ve karakterim göstermiştir. Figür, mantosunun geliş şekli ile bir üçgene oturtmuştur. Tablonun 1625 yılında yapıldığı tespit edilmiştir.
“İnfant Don Carlos” Prens Don Carlos d’Autriche, kral Phillippe IV’ün kardeşidir. (1607-1632) Velasquez bu yapıtını 1625-1626 yıllarında yapmıştır. En za-
Francisco Goya- Kral Ailesi. (Detay)
rif eserlerinden biridir. Figürün yüzünde hâlâ renklerin tazeliği vardır. Sevilla atölyelerinin renk anlayışına uygundur. Don Carlos’un sağ elinde tuttuğu eldiveninin teki, aristokrat sınıfa ait bir işarettir. Siyah renkteki giysi ile çeşitli desenlerle ustaca siyah rengin ayrımı yapılmıştır. Don Carlos ayakta durmaktadır. Üzerinde soylulara ait aksesuar bulunmaktadır. Omuzundan bele inen altın zincir gösterilmiştir.
“İspanya kralı Phillippe IV” Madrid’de Prado müzesindedir. Kral ayakta durmaktadır. Velasquez kralın resmini yaptıktan sonra, kralın emriyle iki yerde değiştirmiştir. İlk yaptığında ayaklar pergel şeklinde açılmış ve kollarında, bilek kısmında gömleğin süslü manşonu vardır. Ayaklarının açıklığı değiştirilmiş, birbirlerine yakın durması sağlanmış, bu pozisyonda vücudun taşıması güçleşmiştir. Ayrıca, boğazındaki yuvarlak yakalığın sade olmasını kral istemiştir. Kralın sol eli küçük bir masaya dayanmış, masada kralın şapkası var. Portrenin basit ve canlı oluşu, Ve- lasquez’in özelliğidir. 1627-1628 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır.
“İçki İçenler-Bachus’un zaferi” Madrid’de Prado müzesindedir. Velasqu- ez’in ilk mitolojik kompozisyonudur. Velasquez hayali güzellik peşinde koşma- mıştır. Büyük boyda yapılmış olan bu tabloda, görünebilen şeyleri, gerçekçi bir anlayışla yorumlamıştır. En önemlisi, belirtmek istediği Bachus’un çıplak vücududur. Bir fıçının üstüne oturmuş, önündeki kişiye, asma yaprağından yapılmış bir çelen- gi başına koymaktadır. Etrafında bir sürü aylak tip alaycı gözlerle olayı izlemektedir. Bachus’un vücudu arkaya doğru kıvrılmış, elinde şarap çanağı tutmaktadır. Kompozisyondaki kişilerin yüz ifadelerinin değişik olmaları, Velasquez’in Sevil- la’da yetiştirdiği yetenektir. Halk tipleri, çıplak vücutlar, fondaki manzara kompozisyonu çağının üslubunu yansıtmaktadır. Temmuz 1629’da tablonun ücreti kral tarafından ödendiği için, 1629’da yapıldığı anlaşılmaktadır. İtalya gezisinden öncedir.
“Yusuf’un tuniği” Madrid’de Escorial şatosundaki San Lorenzo manastırında bulunmaktadır. Velasquez 1630 yıllarında yapmıştır. İtalya gezisinden dönüşte getirdiği “Vulcan’ın demir atölyesi” isimli yapıtı ile çıplak erkek vücutlarını res- metmiştir. İtalya’daki Roma devri çıplak heykellerinin etkisinde kalmıştır. Ya- kub’un oğlu Yusuf kötü kardeşlerinin oyununa gelmiştir. Kardeşler, babaları Ya- kub’a oğlu Yusuf’un kanlı tuniğini (gömleğini) ayaklarının altına atmıştır. Yakub en sevdiği oğlu Yusuf’un kanlı gömleğini görünce yeise kapılmış, bastonunu düşürmüş, küçük bir beyaz köpek yalanı yakalamış havlamaktadır. Beyaz köpek daha aydınlık gösterilmiştir. Köpek kırmızımtırak bir hah üzerindedir. Kardeşlerinin arkasında güzel bir manzara görülmektedir. Yusuf’un kardeşleri yarı çıplak ve giyimli, sözde üzülmüş, korku dolu bakışları vardır. Renklerde uyum vardır.
“Valladolid’li Pablilos” Madrid’de Prado müzesindedir. Eğlence insanıdır. Sarayın komiği Valladolid’li Pablos, Velasquez’in en başarılı yapıtlarından biridir. Fırçası ile, figürün küstüğünü, üzüntüsünü duruşunda yüzündeki ifadede göstermek istemiştir. Komik adam anlatacağı hikayeyi kolları ve elleriyle canlandırmak için hazırlanmaktadır. Figürü siyah giysili gösteren, siyah rengi, figürü daha iyi göstermek için tercih etmiştir. Velasquez İtalya dönüşünde, 1631 yılında bu eseri yapmıştır.
“Breda’nın teslimi-Mızraklar” Madrid’de Prado müzesindedir. Kompozisyon ikiye bölünmüştür. Sağ tarafta İspanyollar, sol tarafta HollandalIlar. Her iki ordunun askerleri, iki ünlü komutanı çevirmişlerdir. HollandalI askerlerin kumandanı Justin de Nassau, İspanyol askerleri komutanı, aslen Cenovalı bir aileden gelen Ambroise de Spinola’ya teslim olmaktadır. Nassau yere diz çökmekte iken, Spino- la elini onun omuzuna koyarak, fazla eğilmesine engel olmakta, büyük bir nezaketle, güler yüzle, misafir karşılar gibi, düşman kumandanının uzattığı anahtarı alacaktır. Kompozisyonda verilen hava ve kişilerin bu karşılaşmada olaydan duydukları heyecan ve merak, yapılacak barışla huzura kavuşacaktır. Sanatçı, savaşa katı- lanların duygularını yüzlerinde göstermek istemiştir. Spinola’nın atı, arkası dönük olarak, seyisinin dizginleri ile zaptedilmiş görülmektedir. Kompozisyonda askerlerinin arkada kalmasına sebep olmuştur. Yuvarlak hatlarla, askerlerin dikey mızrakları yumuşatılmaktadır. Keza HollandalI askerlerin sırttan gösterilmesi, atın arkadan çizilmesi, oval bir alanı kapsamaktadır. HollandalI askerlerin mızrakları ve bayrağı ile sırtı dönük HollandalI askerin yan duran mızrağı, kumandan Nassau’nun ayağına kadar gelmesi, dikey çizgilerin birbirlerine bağlanmasını sağlamıştır. İspanyol askerlerinin mızrakların dikey durması, İspanyol askerlerinin daha canlı gösterilmesini sağlamıştır. Galip tarafın İspanya olduğu anlatılmak istenmiştir. Sol taraftaki HollandalI asker, şapkalı figür Velasquez’in kendisidir. Sanatçı seyirciye bir düşman askeri kılığında olayı anlatmaktadır. Velasquez kendi portresini yapmıştır. Velasquez, kumandan Spinola ile birlikte 1629 yılında Barselona’dan Cenova’ya gitmiş, kendisi ile dost olmuştur. Velasquez bu tabloyu 1635 yılında yaptığı zaman Spinola (1569-1630) yılında ölmüştü. Velasquez savaşın geçtiği yerde hiçbir zaman bulunmamıştır. Hollanda’ya gitmemiştir. HollandalI sanatçı Peter Smeyers’in üç tablosunu görmüş, ondan esinlenerek resmin fonunu gösteren manzarayı yapmıştır. Savaş 1625 yılında olmuştur. Buen Retiro sarayının Salon des Reins için yapmıştır.
“Prens Don Baltazar at üzerinde” Madrid’de Prado müzesindedir. Prens don Baltazar Carlos, kral Phillippe IV’ün ilk oğlu ve tahtın varisidir. 1629 yılında doğmuştur. 1634 yılında Velasquez’in yaptığı bu tabloda Prens 5 yaşındadır. Resmin fonunda Sierra de Guadarrama’nm manzarası görülmektedir. Buen Retiro sarayının Salon des Reinos için yapılmıştır. Kompozisyonda Prens aydınlık bir yüze sahiptir. Açıklık ve renk uyumu vardır. Gölge fazla verilmemiş, çocuksu ifade yerine ciddi ve kararsız bir ifade verilmiş. Tablo yüksek yere konması için yapıldığından Prens seyirciye yakından bakar.
“İnfant (Velihat prens) Don Baltazar Carlos av köpeğiyle” Madrid’de Prado müzesindedir. Velasquez bu tabloyu Buen Retiro sarayının Salon de Reinos (Salon des Provinces) için bir seri avcı portresi yapmıştır. 1636-1637 yıllarında yapmıştır. Prens 6 yaşındadır. Sonbahar havası içinde, gerçek bir dağlık manzara önünde, çocuk prens, koyu renkteki av kıyafeti ile sağ elinde tüfek tutmaktadır. Prensin gözünde aydınlık vardır. Velasquez renk uyumu sağlamıştır. Prensin yanı başında köpek uyumaktadır. Prensin arkasındaki ağaç, şemsiye gibi üzerini örtmüş, arkada uzayıp giden bir yol vardır.
“Meryem’in taç giyme töreni” Madrid’de Prado müzesindedir. Madrid’deki sarayın kraliçenin ibadet ettiği şapel için yapılmıştır. Belki kraliçe İsabelle de Bo- urbon 1641-1642 yıllarında yaptırmıştır. Kompozisyonda barok bir hava vardır. Figürler Velasquez’in dinsel tablolarında görülen kişilerdir. Renk olarak daha çok mor, lal rengi, kahverengi ve mavi kullanmıştır. Böyle bir hayali kompozisyonla Velasquez gerçeğe yaklaşmak istemiştir. Hz. İsa ve yaşlı figürler o derece gerçeğe yakın karekter taşımaktadır. Her ikisi de Meryem’in başının üzerindeki tacı tutmaktadır. Ruh-ül-Kudüs beyaz güvercin şeklinde her tarafa kutsal ışık saçmaktadır.
“Askeri giysili kral Phillippe IV”, NewYork’ta Frick koleksiyonunda bulunmaktadır. Kral Phillipppe IV Aragon’da, Fraga kentinde Haziran 1644 yılında yaptırmıştır. Bu sıralarda Fransa ile savaşta olan İspanya, Fransızlar tarafından istilaya uğramıştır. Louis XIII’un ordusu Katalonya’yı istila etmiş, Lorida’yı almıştır. Phillippe IV Kont-Dük de Olivares’ten ordunun kumandanı olarak askerlerin başına geçmiş, Fransızlara karşı savaşmıştır. Kral portreyi kraliçeye göndermiştir. Kraliçe de birkaç gün sonra, ekim ayında ölmüş, sonradan kral saraya gelmiştir. Fraga’da yapılan Phillippe IV portresinde renk uyumu vardır. Kral hem cüretkar, hem de ka- naatkâr bir görüntü vermiştir. Elbisesinin pembe rengi tonlarının yanı sıra kol bileklerinde ve boynunda beyaz dantel ve bu açık renklere zıt olan siyah şapka, koyu renk fon üzerine yapılmış bu resim, kralın duruşu, boynundaki dantel ve elbisinde- ki diagonal çizgilerle dikey duruşu bozmaktadır. Ayrıca kollar, baston ve şapka po- ligonal çizgiler vermektedir. Bu portre Madrid’de kral sarayında iken, XVI- Il.y.y’da Parma’daki saraya geçmiş, 1907 yılında Viyana’da Henri Clay Frick’e satılmıştır.
“Güldürücü Calabacillas” Madrid’de Prado müzesindedir. Velasquez’in en güzel güldürücü portrelerinden biridir. Sisler arasında olması, figürün fondan biraz taşkın görülmesini sağlamıştır. Güldürücünün aptalca suratını sevimli göstermek için yüzüne bir tebessüm vermiş, ellerini önde kavuşturmuştur. Güldürücünün duruşu bir olayın neticesini bekler gibi ellerini göstermektedir. Sarayın tanınmış cücesi Don Juan Calabazas’dır. Velasquez, Calabazas’ın iki resmini yapmıştır. Don Juan Cazabazas’ın ölümü saray kayıtlarında 1639 yılıdır. Ancak Velasquez bu tuvali daha geç yapmıştır.
“Don Diego de Acedo” El Primo Madrid’de Prado müzesinde bulunmaktadır. Velasquez bu tabloyu Fraga’da 1644 yılında yapmıştır. Don-Diego de Acedo kralın kuzeni olup, kralın mühürünü ve yazılarını muhafaza ederdi. 1635 yılından itibaren, sarayın en itibarlı akrabasıdır. Aslında birkaç fırça darbesi ile manzara seçilmektedir. Don Diego de Acedo’nun önünde kitapları, kalemler ve mürekkep hokkaları gösterilmiştir.
“Don Sebastien de Morra” Madrid’de Prado müzesindedir. Velasquez’in cüce resimlerinden biri daha gösterilmiştir. Don Sebastien de Morra 1643 yılında sarayda görevlendirildiği için bu resmin 1643’ten sonra yapılmış olduğu bilinmektedir. 1649 yılında Don Sebastien de Morra ölmüştür. Don Sebastien’in erkeksi görüşü, etkileyici bakışları ile ilginç bir karakter çizmektedir. Otururken seyirciden kısa boyun verdiği şişkinliği saklamaktadır. Şayet Velasquez, Don Sebastien’i ayakta göstermiş olsa idi çirkinliği resmetmiş olurdu. Buna rağman sanatçı bu çirkin adamın kişiliğini, saraydaki yerini koruyabilmesi için gösterdiği gayreti hoşgörülülükle, küçümsemeden yansıtmıştır. Figürün arkasındaki fonda hiçbir şeyin gösterilmemiş olması, figürün resminden çıkacak etkisini vermesinden ileri gelmektedir.
“Aynalı Venüs” Londra National Galery’dedir. Sanat tarihçileri Velasquez’in Venüs’ünü çağın en güzel çıplak kadın vücudu olarak gösterirler. Dünyanın sayılı eserlerinden biridir. Velasquez, Venüs ile Cupidon’un üç kompozisyonunu yapmıştır. Yalnız elimizde bu eser kalmıştır. 1658 yılında yapıldığı söylenmesine rağmen, bu yapıtı Velasquez ikinci İtalya seyahatinde yapmış olmalıdır. Sanatçı İtalya’dan İspanya’ya yollanmış olmalıdır. 1906 yılında National Galery satın almıştır. Venüs’ün yüzü, Cupidon’un tuttuğu aynada yansımaktadır. Venüs’ün vücudu Akdeniz kadınlarının vücuduna benzemektedir. Kompozisyonda yuvarlak çizgiler hâkimdir. Vücudun çizgileri yumuşak, Cupidon’un küçük karı şişmiş, rehavet içindedir. Venüs’ün güzelliği onu etkilemiştir. Venüs ve Cupidon’un vücutlarının renklerinin fildişi açıklığına aynen uyması için pembe ve sıcak kırmızı renk gösterilmiştir. Bu tür renk uyumu Venedik ustalarının etkisidir. Bu yapıt Velasquez’i çağının çok ötesinden bir anlayışa götürmüştür.
“Küçük kız büstü” New York Hispanic Society’de muhafaza edilmektedir.
Velasquez 1649 İtalya gezisinden önce yapmıştır. Zarif serbest ve kuvvetli bir portre anlayışı görülmektedir. Şaşırtıcı bir teknikle basitleştirilmiş, gri rengin resime güzel uyum sağladığı ve genç kız büstünün tamamlanmamış olduğu tespit edilmektedir. Bu resim torunlarından biri olmalıdır.
“Geyik başı” Madrid’de Kont Baguer’in koleksiyonundadır. Hayvan resimlerinin arasında önemli bir yeri vardır. Daha önce yapmış olduğu av resimlerinin bir parçasıdır. Ava çıkan krala refakat etmiş, av hayvanlarının resimlerini yapmıştır. Velasquez portre sanatında gösterdiği bireyciliği av hayvanlarında da göstermiştir.
“Juan de Pareja” Langford Castle, Earl of Radnor’da bulunmaktadır. Juan de Pareja Velasquez’in melez hizmetkârı olup sonradan çırağı olmuştur. Prado’da Juan de Pareja’mn portresine ait ve diğer müzelerde ve koleksiyonlarda çok sayıda portresi vardır. Pareja, Velasquez’e ikinci İtalya seyahatinde refakat etmiştir. Velas- quez İtalya’da aylarca hiçbir resim yapmamıştır. Ancak, çalışmadığı bu dönemde yalnız Pareja’nın portresini yapmıştır. Bu tablo Roma’daki Pantheon’da 19.03.1650 tarihinde sergilenmiştir. O yıllardaki kayıtlarda Velasquez’in portresi Romalı ressamları etkilemiştir. San Lucas Akademisine üye seçilmiştir. Bu portre olasılıkla İtalya’da kalmıştır. İspanya’daki hiçbir kayıtta raslanmaz.
“Papa İnnocent X”, Roma Galeria Doria Pamphili’de bulunmaktadır. Gi- ovanni Batista Pamphili 1647 yılında Roma’daki ruhani meclis tarafından Katolik kilisesinin Papası olarak seçilmiştir. İnnocent X ismini almıştır. Velasquez bu yapıtında zengin renk kullanmıştır. Papaya ait üzerindeki erguvani renkteki şal beyaz ve altın yaldızla bezenmiş olarak portreye ihtişam vermektedir. Velasquez’in çok becerikli olduğu, figürün çirkin yüzünü, kırmızımtırak ve yağlı suratını, seyrek sakalını yan bakışı ile kapatmak istemiştir.
Velasquez Papa’nın portresini yaptığında 70 yaşında yaşlı bir ihtiyardı. İsteksizce Papa’yı görkemli göstermek zorunda kalmıştır. 1650 yılında, ikinci İtalya seyahatinde yapmıştır. Papa’nın yanındaki kişiler de kendi portrelerini Velasquez’e yaptırmak istemiştir. Papa’nın yanındaki kişilerin portrelerini yapmış olmasına rağmen, biri dışında diğerleri kaybolmuştur. Ancak Kardinal Astili Pamphili’nin portresi, New York’ta Hispanic Society’de bulunmaktadır. Velasquez, Papa İnnocent X’un portresi için hiçbir ücret almamıştır. Hiçbir ödülü kabul etmemiştir. Bu portre Papa’nın ailesinde kalmıştır. Bugün Prens Doria Pamphili sahiptir. Velasqu- ez’in estetik anlayışında ferdiyetçilik görülmektedir.
“Öğle vakti Villa Medicis’nin bahçesinde” Madrit’te Prado müzesindedir. Velasquez 1650 yılında bu tabloyu yapmıştır. 1630 yılındaki İtalya seyahatinde, Roma’da Villa Medicis’de kaldığı için 1630 yılında yapıldığı sanılmışsa da, ancak 1650 yılında yaptığı, tekniğinin olgunlaşmış olmasından anlaşılmakladır. Papa İn- nocent X portresindeki teknik gibi hafif fırça darbesi ve fluğ görüntüde olan obje ler, izlenimcilik karakterini taşımaktadır. Görüntüler taslak şeklinde, güneş ışığının objeye süzülerek bir anlık kırılması olarak çizilmiştir. Güneş ışığı ağaç yapraklarından süzülerek yere inmekte, insanları ancak ayrıntısız gösterebilmektedir. Sol taraftaki kemerin altında uyuyan Arian’ın heykeli gölgenin verdiği karanlıkta seçi- lebiliniyor. Kemerin arkasındaki manzarada evler ve selvi ağaçları bulunmaktadır.
“Öğleden sonra Villa Medicis’den” Madrit’teki Müze Prado’dadır. Daha önceki kompozisyondan farklıdır. Manzara resmi olmasına rağmen, objelerde ve zamanda fark vardır. Bahçenin arkasında manzara yok. Bahçe, büyük bir bahçe duvarı ile kesilmektedir. Bahçe duvarının üstü gezinti yeridir. Alt kısımda bir iniş içinde Mercür (Hermes) heykeli vardır, arkasında gölge vardır. Kemerli olan mekânda bir tamirat olduğu için tahtalarla kapatılmıştır. Sakil görünüşü kompozisyonunu etkilemektedir. Gerçi şapkalı kişiler, tamirat hakkında konuşmaktadırlar. Kemerin arkasında yüksek boylu selvi ağaçları bulutlu havaya kapamaktadır.
“İspanya kralı Phillippe IV’ün İkinci eşi olan Marianne d’Autriche” Madrid’de Prado müzesindedir. Kral Phillippe IV’ün İkinci eşi olan Marianne d’Autriche, barok çağı İspanyol kostümünü çan etekli olarak göstermiştir. Çan etekli elbisenin üzeri altın yaldızlı işleme ile süslenmiştir. İspanya’da bu tür elbiseye (elbise yastığı) vertugadin denilmektedir. Bu görkemli giysiye uyum sağlayan saç tuvaleti yüzü çerçevelemiş, yanaklarına ve dudaklarına kırmızı renkler verilerek yüzdeki açık renkler donuk ifadeye canlılık vermiştir. Velasquez bu donuk ifadeye ustalığı sayesinde anlamsız olmaktan kurtarmıştır. Kadife giysisine siyah, gümüş sırma, kırmızı süslemeler, erguvan renginde duran kağıtlar, masadaki altın saat bu canlılığı vermiştir. Kraliçe Marie-Anne, Phillippe IV’ün yeğeni olup 1634’te doğmuştur. 1649 yılında evlendiğinde, eşi ile aralarında 29 yaş fark vardı. Velasquez bu tabloyu, ikinci İtalya gezisi dönüşünde, 1652 yılında yapmıştır.
“İnfante Marie Therese” Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ndedir. İnfante Marie Therese’nin birçok portresi zamanımıza kadar gelmiştir. En önceleri ve başarılısı bu portredir. Renk olarak gri-fildişi, aralarında kırmızı noktalar vardır. Duvara yeşil kâğıt konulmuştur. Renk uyumu başarılıdır. Marie-Anne d’Autriche’nin portresinden farklıdır. 1653 yılında yapılmış, Viyana sarayına yollanmıştır. İnfante Marie-Therese, Phillippe IV ile İsabelle de Bourbon’un kızıdır. Marie Therese 1660 yılında Fransa kralı Louis XIV ile evlenmiştir.
“İnfante Marguerite, çiçek vazosu ile” Viyana Sanat Tarihi müzesindedir. Ve- lasquez’in en önemli yapıtlı portrelerdir. Bütün yaşamını portre sanatı üzerinde çalışmakla geçiren sanatçı, yaşamının sonlarına doğru, insan yüzünde çok önemli noktalar keşfetmiştir. Özellikle son portrelerinde görülen, yüz batlarındaki incelik ve uyumu, daha önceki portrelerinden çok farklıdır. Viyana sarayına yolladığı eserlerin çoğunluğu, en başarılı olduğu portrelerdir. Çocuk portreleri içinde bu portre en zarif, modelini en güzel gösteren, renk ihtişamını paletindeki gücü ve yeteneği göstermiştir. Küçük uzun elbisesindeki pembe ve gümüş renklerin uyumu açık renkteki vücudu ve sarı saçlarına, masa örtüsünün yeşili, kırmızımtırak hah çok iyi uyum sağlamıştır. Velasquez’in bu yapıtında ölüdoğa ustası olduğu kristal bir vazonun içindeki çiçeklerinden anlaşılmaktadır. Çiçeklerin renk hafifliği ve rengin çeşitli tonları ile birlikte bir leke şeklinde gösterilmesi oldukça başarılıdır. İnfante Marguerite 1651 yılında doğmuştur. Bu tablo 1653 yılında yapılmıştır.
“Phillippe IV büstü” Madrid’de Prado müzesindedir. Zamanımıza kadar kalan son yapıtlarından biridir. Ciddi ve kararlı görünüşü, gerçek yaşamdaki kabullenilmeyen bir aldatmaca olarak gösterilmiştir. Yüzündeki çizgileri, yıpranan ve üzgün karekterine vermiştir. Bu portre 1655-1653 yılları arasında yapılmıştır. Velas- quez’in tekniği basitleşmiş, fırça darbelerinde bir serbestlik görülmektedir. Kostümde siyah renk kırışıklıkları, yüzünün aydınlığı, fonun ve elbisenin koyu rengine kontrast teşkil etmektedir.
“Les Menines- Nedimeler” Madrid’deki Prado müzesindedir. XVII.y.y. sonlarında yaşayan eleştirmen Palomino’ya, Velasquez bu tabloyu 1656 yılında yapmıştır. Bu tarih, İnfante Marguerite’nin yaşı ile ilgilidir. Velasquez bu yapıtında kompozisyon metodunu uygulamakta, zirveye çıktığını göstermektedir. Tablonun gerisinde görüntülediği kompozisyon ile esas kompozisyon arasında organik bir bağ kurulmuştur. Tablonun gerisindeki görüntülediği kompozisyonda kral Phillippe IV ile Marie-Anne’in aynadan yansıyan görüntüleri sanatçı tuvale çiziyormuş izlemini bırakmaktadır. Velasquez’in anlatmak istediği, çalışırken, 5 yaşındaki İnfante Marguerite’nin aniden atölyeye geldiğidir; beraberinde nedimeleri, cüceleri, dadısı ve hizmetkârı arkada beklemektedir. Velasquez, sanki modelleri karşısındaymış gibi resim yapmaktadır. İnfante Marguerite su içmek istemiş, nedimelerinden Dona Maria Agustina Sarmiento, bir toprak kâse içinde reverans yaparak sunmaktadır. Sağdaki nedime esmer Dona İsabelle de Velasco bulunmaktadır. Cüce kız Maribarbola ve küçük Nicolas ayağı ile köpeği kaldırmaktadır. Köpek kompozisyonun önünde uğraşmaktadır. Kompozisyon Madrid’deki Alcazar’da geçmektedir. Burası daha önece İnfant Baltazar’ın odası idi. İnfant Baltazar’ın ölümünden sonra saray ressamlarının çalışma odası olmuştur. Velasquez büyük boyda tablo yaparken daima ışık vermeyi yeğlemiş, bu ışığından kompozisyonu aydınlatmada yararlanmıştır. Tablonun sağ tarafında pencere varsayımı olarak ışığın geldiği yeri göstermiştir. Kompozisyonda dikkat, İnfante Marguerite’nin yüzüne teksif edil-
SANAT KİTAPLARI 86
miştir. Aslında Velasquez seyirciyi, kompozisyonun içine sokmuştur. Kompozisyonun sonunda bir kapı açılmış, bol ışıklı bir mekânla bir erkek figürü, sağda bir kişiyi göstermiştir. Velasquez yalnız ışık ve mekân sorununu halletmekle kalmamış, ışık, pozisyon ve insanların hareketlerini göstermiştir. Tabloda değişik kişilerle bir bütünleşmeye gitmiştir. Velasquez’in bu yapıtı ile izlenimcilik öncüsü sayılmıştır. Aynı zamanda İspanya kralı ailesinin yaşamınından bir kesit olarak göstermektedir.
“Mercür ve Argus” Madrid, Prado müzesindedir. Velasquez’in mitolojik konulu yapıtlarından biridir. 1659 yılında yapmıştır. Madrid’de Alcazar sarayında, Aynalı salonda bulunuyordu. Mercür, sinsice uyumakta olan Argus’a yaklaşmakta ve ineği çalmaya hazırlanmaktadır. Bu resim bir kapının üstü için ve ışık alan yer için yapılmıştır. Çok basit bir mitolojik konuyu yorumlarken, derinlik ve zengin anlamlı bir anlatım vermiştir. Velasquez’in izlenimcilik akımının öncüsü olan yapıtlardan biri sayılan bu tuvalde ışık süzülerek gelmiş, insan ve obje belirli ve belirsiz bir görünüm vermiştir.
“Minevra (Athena) ve Arachne-İplikçiler” Madrid’de Prado müzesindedir. Velasquez’in mitolojik konulu tablolarından biridir. 1659 yılında yapılmıştır. Madrid’de Alcazar sarayının Aynalı salonunda bulunuyordu. Uzun zaman kompozisyonun neyi yorumladığı bilinmiyordu. Yeni bulunan belgelerle, *bu kompozisyonda Velasquez’in mitolojik bir öyküyü canlandırdığı tespit edilmiştir. Konu, çok becerikli Lidya’lı bir genç kız olan Arachne, Tanrıça Athena ile gergef işlemekte; Arachne Olympus tanrılarının kusurlarını gergefte resmetmiş, tanrılar gücenince Tanrıça Athena, Olympus tanrılarının yardımı ile gergef dukumuşsa da Arachne kadar güzel olmamıştır. Tarıça Athena, Arachne’yi örümcek haline getirmiş, böyle- ce Arachne sabahtan akşama kadar ördüğü ağdan nafakasını çıkarabilmiştir. Kompozisyonun ön mekânında Arachne atölyesinde çalışmaktadır. Yardımcıları ip büküyorlar, topluyorlar, Arachne’nin gergefine yardım ediyorlar. Kompozisyonun ortasında kemerli kapının ardından, gökyüzünü aydınlatan güneş çok yaklaşmış, Tanrıça Athena bir tahta oturmuş, diğer tanrıçalara emir vermektedir. Tanrıçalar, panik halinde. Ön planda Arachne ve yardımcıları İspanyol dokuma işçileri görünümde orta mekândaki Athena ve diğer tanrıçalar İspanyol aristokrat sınıfı mensup hanımları görülmektedir. Bu kompozisyonda Velasquez olayının bir enstantanesi görüntülenmiştir. Bu tablo 1734 yılınaki Madrid yangınında çok zarar görmüştür.
“Prens Phillippe Prosper” Viyana Sanat Tarihi müzesindedir. Velasquez’in renk çeşitlerini en zengin kullandığı eserlerden biridir. 1659 yılında yapmıştır. İncelik ve zarafet gösterir. Mekân ve boyut yönünden başarılıdır. Ayrıca kompozisyonu süsleyen küçük bir beyaz köpek sevimli bir şekilde şeytanca bakışı ile kol
tukta oturmuştur. Koltuk vişne çürüğü renkte kadifedir. Phillippe Prosper 1657 yılında doğmuştur. Phillippe IV ile Marie-Anne d’autriche’in çocuklarıdır. 1661’de ölmüştür. Ölümünden önce yapılmıştır.
“İnfante Marguerite manşonlu” Viyana Sanat Tarihi jnüzesindedir. 1656 yılında yapılmıştır. Prens Phillippe Prosper’in portresi kadar zengin renkleri vardır. Ondan farklı olarak arkada masa gösterilmiştir. Masada, bronz aksesuar yanında bulunmaktadır. Velasquez mavi rengi, erguvan renginin içine karıştırmıştır. Üzerindeki kadife giyisisinin altın zinciri, gümüş sırması ve altın sarısı saçlar, elindeki manşonda sıcak renkler hâkimdir. Bu da donuk kırmızı İnfante Marguerite 1666 yılında Avusturya İmparatoru Leopold II ile evlenmiştir.
“Gümüş elbiseli İnfante Marguerite” Madrid’de Prado müzesindedir. Velas- quez bu tabloya başladığı zaman Avusturya İmparatoru Leopold Il’nin İnfante Marguerite’ye talip olduğu zamana Taslamaktadır. Velasquez bu tabloyu bitireme- miştir. Damadı Mazo tabloyu bitirmiştir. Belki de Mazo yapmıştır. Burada gümüş renk elbise rengi olarak kullanılmıştır. Velasquez’de raslanmayan gümüşi tül perde, büyük bir yer kaplamaktadır. Yüz, saçlar ve eller, Velasquez’in hiçbir eserine benzemez.
XVII.y.y. ikinci yarısında. İspanya’da Velasquez’in açtığı çığırı sürdüren palet ustaları Correno, Francisco Rizzi, Escalente, Cerezo, Antolinez, Claudio Coello, siyah ve kırmızı renkleri, güzel bir uyum içinde kullanmışlardır. Bu sanatçılar arasında Carreno, Martinez del Mazo, Velasquez’in kompozisyonu ve renk anlayışını sürdürebilmiştir.
Ressam Juan Correno de Miranda’nın Louvre müzesinde bulunmuş, Tole- do’da yapmış olduğu dinsel resim “Villeneuve’deki Ermiş Thomas sadaka toplarken” yorumlamasında fazla bir aşırılık olmamasına rağmen, barok çağının zarafetini yansıtmaktadır. “Genç kral Charles II” nin portresinde ise Correno’yu sarayın sanatçısı olarak hizmete almıştır. Genç hükümdarın barışçı bir ifadesi, kasvetli Al- cazar sarayı ortamında, Velasquez’in tahtın varisi prens portrelerinin aksine, melankolik bir karakter verdirmiştir.
Halbuki İspanyol barok ressamları daha gamlı yapıtlar vermiştir. Velasqu- ez’den sonra gelen Madrid ekolü sanatçıları, örnek olarak yapıtları gösterilirse, Be- ziers müzesinde, Escalante’nin “Annonciation-Meryem’e müjdeyi verme”, Mont- pellier müzesindeki Antollinez’in erkek portresi, en güzel barok çağı eserleridir.
Claudio Coello çok yönlü bir sanatçıdır. Güçlü bir yorumlamaya sahiptir. Kompozisyonlarında anlatım çoğu zaman sade bir heyecan vermektedir. Madrid’deki San Placidio manastırındaki resimlerinde görüldüğü gibi dinsel öyküleri canlandırmıştır. Sarragosa’daki Mantesia gibi ender rastlanan bir dekoratördür. Ve-
MIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIUIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIM
o
Luis Melendez 1746 yılında kendi portresini yapmıştır.
lasquez tipi portreler yapmıştır. Escorial şatosundaki kutsal eşyanın saklandığı Sağra Forum’da, “Büyük cezalandırma töreni” kompozisyonu yapmıştır. Bu kompozisyon müthiş heyecan verici bir duygu taşımaktadır.
Diego Velasquez ile Francisco Goya arasındaki dönemde yetişen sanatçılar çok az daha yeteneklidirler. Tıpkı primitifler ile El Greco arasındaki sanatçıların kalitelerine eşdeğerdedirler.
XVIII. y.y. İspanyol resmi artık milli karakterini kaybederek, uluslararası bir karektere sahip olmuştur. Bu durumda iki önemli akım İspanyıl resmini etkilemiştir. Bu iki önemli akım Versailles ve İtalyan resminin XVIII. y.y.’daki etkileridir. İspanya kralı Phillippe V (1683-1746) Fransa kralı Louis XIV torunu olup 1683 yılında Versailles’de doğmuştur. Anjou dükünün unvanı ile 1700 yıllarında İspanya kralı olmuştur. Phillippe V İspanya’nın kaybettiği ününe ve gücüne kavuşması için büyük gayret göstermiştir. İtalyan prensesi İsabella Farnese ile evlenmiştir. Phillippe V ve İsabelle Farnese, Fransız portre sanatçılarını getirtmiştir. Houasse en verimli ve en değişik olanıdır. Dinsel konular üzerine eserler vermiştir. Paysaj ustasıdır. Goya’yı hazırlayan halkın günlük yaşamından kompozisyonları vardır. Rasse, L-M Vanloo ve İtalyan dekoratörlerinden Giagninto, Amiconi barok üslubu devam ettirmişlerdir. 1760 yılından sonra Roma neoklasik dönemi başlamıştır. Akademik çalışmalara dayanan bu üslubun en güzel örneklerini Madrid’deki kral sarayını 1734 yılındaki yangında harap olan salonlarının dekorlarını da yapmışlardır.
Tiepolo 1770 yılında Madrid’de ölmüştür. Kral sarayının taht salonunun duvarlarını süslemiştir. Çek romantik ressam Raphael Mengs, kral Charles IlI’ün sembolik figürünü yapmıştır. Rapheal’in çizgilerine benzer dekorla süslemiştir. Ispanya’da eyelatlerde çalışan, dinsel resmin geleneklerini taşıyan ressamlara sarayda çalışma imkânı verilmiştir. Endülüs’te Murillo’nun ününü devam ettiren bir grup ressam vardır. Kordova’da Cobas Guzmon, Sevilla’da Domingo Martinez, Bernardo’da German Llorente Flaman etkisinde kalarak çok sayıda eserler vermişlerdir.
Katalonya resim sanatı dinamik olup Viladomat Katalonya ekolünün başına geçmiştir. Manastır resimleri yapmış olan Lusan’da resim çalışmalarını başlatmıştır. Lusan’daki bu ressamlar çerçevesinde sonradan Goya yetişmiştir. Bu Aragonlu sanatçılar arasında Madridli sanatçılar da bulunmuştur. XVIII.y.y. ortalarına doğru başarılı bir resim ustasına rastlıyoruz. Luis Melendez İspanyol portre sanatı geleneğini devam ettirmiştir.
Luis Melendez’in “Ölüdoğa-bodegon” Paris’te Louvre müzesindedir. Bazen Melendez diye imza atmıştır. Melendez İspanyol geleneklerini devam ettirmesine rağmen, İtalyan-Fransız etkilerinde bulunmuştur. Louis Melendez bir ressam
ailesinden gelmiştir. Napoli’de doğmuştur. Bir sürü ressam Louis Michel Van Loo’nun öğrencisi olmuştur. Louis Michel Van Loo, İspanya kralı Phillippe V tarafından Ispanya’ya çağırılmıştır.
Louis Melendez saray ressamı olmuş, çeşitli türde yapıtları vardır. Bu yapıtlar arasında, dinsel konular, portreler, ölüdoğa tablolarıdır. Özellikle ölüdoğalarda oldukça başarılıdır. İspanya sarayında Louis Melendez’le birlikte, ölüdoğa üzerine çalışan sanatçılar Ven der Hansen, Sanchez Colan, Campnobin’in yapıtlarıyla boy ölçüşebilir.
Louvrc müzesindeki bu eser, renk tonlarının sadeliği ve kompozisyondaki başarısı en güzelidir. Chardin’in ölüdoğa yapıtlarıyla karşılaştırılınca, pek az yakınlık görülebilir. Goya ve ışık reflelerindeki gizemcilik, daha uyumlu anlattımla, Madrid ile Paris arasındaki farklar görülebilinir.
“Louis Melendez’in kendi portresi” Louvre müzesindedir. Bu yapıt 1926 yılında Louvre müzesine gelmiştir. Bu yapıtta İspanyol ressamlarının bu devirde iki akım arasında kaldıklarını görüyoruz. Fransız ve İspanyol akımlarıdır. Sanatçı Fransız giyisisi ile İspanyol stili saç şekli “panuelo de Cabera” olarak kendi portresini yapmıştır. Louis Melendez ustası Louis Michel Van Loo’nun etikisinde kalmış, onun kral Phillippe V’in portrelerinin etkileri bu tuvale yansımıştır. Sanatçı tuvalde daha az gösterişlidir. Seyirciye dönüktür. Akademik hava vermiştir. Louis Melen- dez’den sonraki neslin en başarılı sanatçılarından Louis Paret Alcazar Madrid sosyal yaşamını yöresel giysiler içinde yansıtmıştır. Joseph Vernet ise İspanya sahillerindeki limanların resimlerini yapmıştır. Madrid’deki kral sarayının tavanlarını, kilisenin kubbelerini ve Saragossa’daki alanın tavanını resimle süsleyen İspanyol ressamları bu çağı yansıtmışlardır. Bu ressamların ustalığı, yaptıkları kompozisyonları içlerinden geldikleri gibi, sıcak ve parlak bir duygu içinde başarı göstermeleriyle görülür.
Kral sarayının bir salonunun tavanını süsleyen kompozisyonunda, Kristof Colombo Katolik krallara yeni bir dünya sunmaktadır. Antonio Gonzales Velas- quez tarafından yapılmıştır. Ressam Maella, müze Agen’deki küçük Charles III portresini yapmıştır.
Sanatçı Mengs, resim sanatındaki otoritesini halk sanatında göstermiştir. Halı tasvirlerinde, Madrid'deki gezinti yolundan görüntüler, çeşitli uğraşılar ve halkın çeşitli eğlenceleri görüntülenmiştir. Keza Antee de Faible, Morella, Jose de Cas- tillo, Francisco ve Ramön Bayeu, halı kartonları yapmışlardır. Bu kartonlardaki kompozisyonlarda hareket ve canlılık Francisco Goya’yı etkilemiştir.
İspanyol resminin modem çağdaki en büyük ustası olan Francisco Lucientes Goya, Zurbaran vc Velasqucz’in aksine, uzun zamanda kıvamına ermiş bir sanatçıdır. Francisco Lucientes Goya (1746-1828) ateşli bir mizaca sahip, çok yetenekli ve kendisinden çok şey beklenen bir ressam olarak yaşamını sürdürmüştür. Önceleri bir kilise ressamı olarak, duvar freskleri yaparak kendini tanıtabilmiş, mihrap ve duvarlardaki kompozisyonlarını, yorumlama vc renklendirme ustalığını, olağan resim geleneğinde değerini gösterebilmiştir.
Francisco Lucientes Goya, kilise fresklerinde, büyük boydaki ermiş portrelerindeki yapıtlarını, kendince, “küçük işler” diye nitelendirmiş; halı kartonlarındaki desenlerini “olağan işler” diye küçümsemiş, çevresindeki olumsuzluklara ve düzensizliklere ilgi göstermesine sebep olmuştur. Hocası ve kayınbiraderi ressam Ra- mon Bayeu’nun onu saraya tanıtması ile başlayan saray ressamlığı, saraydan aldığı resim siparişlerinin verdiği maddi olanaklar Goya’yı tatmin edememiştir. İlgilendiği konular, Madrid’de yaşamdır. Saray ve aristokrat sınıfın yaşantılarının yanı sıra “majos” ve “toresos” konularına büyük bir iştahla eğilmiş, yapıtlarında resim tekniğini geliştirerek, daha anlamlı fırça kullanmıştır. Böylece, halkın yaşamını daha gerçekçi olarak işlemiştir. Aragonlu üstad, yaşamı seven, neşeli ve iyi kalpli, 1783 yılında yaptığı, bugün Agen müzesinde bulunan “kendi portresi”nde, yaşamı seven, yaşamdan zevk duyan bir tip olarak kendini çizmiştir.
Francisco Lucientes Goya 1792 yılında geçirdiği bir rahatsızlık yaşamını ve karakterini etkilemiş, duygusuz olarak kendini beğenmişliğe götürmüştür. Casst- res’deki “kendi portresi” bugün Bayonne müzesindedir. Yüzünün zayıflığı, gözlüğünün arkasındaki endişeli bakışlarıyla Agen’de 1783 yılında yapmış olduğu portresinin tamamen aksine bir ifade taşımaktadır.
XVIII.y.y.’da Avrupa resmindeki yenileşme çalışmalarında, İspanyol resminin büyük ustaları Zurbaran, Murillo, Velasquez’in devamcısı olan Goya gelmektedir. Francisco Goya, resmi Velasquez, Rembrandt ve doğadan öğrendiğini söylemiş olsa bile, kendisinin XVII. ve XVIII.y.y. ressamlarının etkisinde olduğu anlaşılmaktadır. Madrid’de çalışmış geç Barok devri İtalyan ressamları Luca Giardano ve Corrado Giaquinto, Venedikli Giovanni Batista ve büyük fresk ustası Tiepo- lo’nun etikileri vardır. İspanyol resim geleneğini iyi bilen Goya, Fransız neoklasik resim öncüsü Jacques Louis David (1748-1825), Yunan Roma resimlerindeki vücut motiflerindeki soyluluk ifadesinin yanısıra, ayrıntıları, renk çeşitliliği ve karışık perspektif özelliklerini benimsemiştir. Portrelerde Van Eyck, Reynolds’u, giyisiler- de ve eşyalarda Tizino ve Velasquez’i hatırlatmaktadır. Ancak Goya bu ustalardan farklı olarak, saray erkânını bütün çirkinliğiyle, aç gözlülüğü ile kofluğu ve boşluğuyla ortaya koymuştur. Hiçbir ressam Goya kadar cesur olmamıştır. Portre sanatında, Velasquez’in yeknesak portrelerinden farklı olarak, arkasında manzara olan
portreler yapmıştır. 1808 yılında Agen’de yapmış olduğu Ferdinand Vll.’nin portresinde, Louvre’deki Fransız Directoire hükümetinin İspanya Büyükelçisi olan “Guillemardet” sırtında üniforması ile görüntülendiği portresi, 1816 yılında yaptığı Bayonne müzesindeki “Osuna Dükü”nün portresi önemli eserlerdir.
Francisco Lucientes Goya pek çok portre yapmıştır. Belli başlı yapıtları arasında, Strasburg müzesindeki 1792 yılında yaptığı “Tarım bakanı Yriarte” bir Fransız entellektüeli görünümündedir. 1800 yıllarında yapmış olduğu Louvre müzesindeki “Evaristo Perez de Castro” ve 1810 yıllarında yaptığı Castres müzesindeki “Francisco del Mazo”nun portresini ve Louvre müzesindeki “Marki de la Solana” portresinde kadın zarafetini, aristokrat yaşamının inceliklerini, çağının modasına uygun giysisi ile göstermiştir. Louvre’deki “Yelpazeli Kadın”, belki de ressamın gelini olabilir, diğer yapıtların aynı özelliklerini taşımaktadır.
1700 yıllarında, Goya, San Antonio kilisesinin kubbesinin fresklerini yapmıştır. San Antonio kilisesinin kubbesindeki San Antonio’nun mucizeleri kompozisyonundaki renk zenginliği, XIX.y.y. resmindeki renk zenginliğinin en güzel örneklerinden biridir.
Napoleon’un istilasından sonra, Ispanya’da özgürlük savaşı ve sonrası bozulan toplumun şiddet ve ümitsizliğe uğraması, ortaya çıkan kabalık ve zorbalık Go- ya’yı düşündüren kompoziyonlar olmuştur. Sanatçı kötü ruhları düşünmek, insanın gaddarlığını ortaya koyup insan ruhunun azap çekmesini engellemek istemiştir. Yapıtlarındaki kompozisyonlarda, haydutluk, ırza geçme, katliam gibi insanlık dışı sahnelerle dehşet verici ve garip huylu karakterli “Jesuitlerin katliamı”nı canlandırmıştır. Bu yapıt Besançon müzesindedir. Lille müzesindeki “İhtiyar kadınlar” tablosunu, Goya alaycı bir üslupta yapmıştır. Son zamanlarında, dinsel yapıtları az olmasına rağmen, El Greco ve Rembrandt gibi eserler vermiştir. “Calansantz’daki Ermiş Yusuf’un son komünyonu” en güzel örnektir.
Castres müzesindeki “La Junta de Filipinas” yapıtı Goya’nın en önemli tablolarından biridir. Velasquez’in “Menines-Nedimeler” yapıtına en yakın olanıdır. Francisco Goya’nın yapıtlarında, XIX.y.y. son yarısında erken izlenimcilik (imp- ressionnisme) ve erken dışavurumculuk (expressinnisme) akımlarının eğilimleri bulunmaktadır. Renaissance’den beri devam eden, İtalyan ve Flamand resim geleneklerinin dışına çıkmaya çalışmıştır. Dinsel konuları tarihi ve mitolojik kompozisyonlarından kurtarmaya çalışan İspanyol resim ustaları, florero (çiçek resimleri), bodegon (ölüdoğa, mutfak eşyaları ve yemek resimleri) konulara gösterilen ilgiyle, Goya’nın bireysel duygusu ve hiciv anlayışı ile izlenimciliğe ve dışa vurum- culuğa geçilmek istenmiştir. “Su taşıyan kadın”, “Sokak bileycisi”, “Ulusal beşikler”, “Boğa güreşçileri” yapıtları halkın yaşamını gerçekçi bir anlatımla dile getir- mişlir. Ünlü yapıtlarından “Yoksulların eğlence âlemleri”, “Engizisyon mahkemesi”, “Deliler yurdu”, “Savaş dehşeti”, “Bobabilicon” daha çok insanların kötü olan iç dünyalarını yansıtmıştır. İnsanların budalalıklarına, boş amaçlarına, alçaklıklarına ve uzaktan uğradıkları haksızlıklara karşı tepkilerini yansıtmıştır. Goya’nın yaşadığı çevre Goya’yı suçlamış, Goya’nın büyük bir ışık ve renk ustası olmasına rağmen, aşağılık duygularına sahip, soysuz biri olduğu söylenmiştir.
Ünlü eserlerinden “Mahkûm”un konusu insan değildir. İnsanın hapsedilen özgürlüğüdür. Hapsedilen kişinin yüzünün gösterilmemiş olması, insanı bir obje olarak aldığı şeklinde yorumlanmaktadır. Kompozisyon mekan olarak, zindan duvarı, hapsedilme olayını yansıtmaktadır. Duvar, zincir ve kelepçeye hapsedilmiş olması, hapis görüntüsünü güçlendirmektedir. Mahpusun üzerindeki giysisinin basit ve vücuda yapışık olması, hapisin daha kapalı olmasını sağlamıştır. Resmin karanlık olması, özgürlüğünün elinden alındığını göstermekte, yukarıdan gelen ışık, mekânı ve mahkûmu az da olsa aydınlatmaktadır.
Gerek vücut çizgileri, gerek renkler, birbirlerini zıt kesen çizgiler şeklindedir. İnsan figürü öylesine hacimli ki, resmin dışına taşmaktadır. Her ne kadar barok üslup görülse de, gerçekçilik daha belirgindir.
Goya’da çizgi serbestliğinin yanısıra, gölgeli bölümleri “Aquantina” (leke baskı) (asit oyma da denilir.) denilen teknikte yapılan bir tür resim görülmektedir. Aquantina resimlerinde kutsal kitaplardan, tarihten, günlük yaşamdan alınan konular işlenmiştir. Goya’nın bu konuları seçmesinin sebebi, acımasızlığa, baskıya, aptallığa, gericiliğe karşı eylemde bulunmuş olmasıdır. Kişisel kâbusların, saplantıların, allegorik yada sembolik figürlerle anlatılmış olmak istenmesidir.
Goya’nın bir Aquantina kompozisyonu olan “Dev” yapıtı, toprağın kıyısına çekilmiş dev figür yapmıştır. Bu kompozisyonda evler, şatolar birer nokta gibi gösterilmiştir. Ay motifi geceyi simgelemektedir. Gece gelen kâbus olarak düşünmüştür. Bu kompozisyonda Goya savaşın ve diktanın altında ezilen insan toplumu- nu anlatmak istemiştir. Resim sanatı Goya için, bir olayı anlatmayı, bir objeyi görüntülemeyi, hoşa giden süslemelerle insanı görüntülemeyle kalmayıp, kendi iç duygularını, olayı yorumlama, korku ve kasveti anlatma şeklindedir.
Castres müzesindeki “kendi portresi”. En güzel portrelerinden biridir. Agen müzesindeki 1783 yılında yaptığı “gençlik portresi”nden sonra, 1815 yılında San Fernando Akademisi’ndeki “yaşlılık portresi”nden daha önce yapılmıştır. Her üç portrede de bakışlarındaki ışıltıda değişiklik yoktur. Castres müzesindeki bu portre 1788-1798 yıllarında yapılmış olmalıdır. Goya’nın sağır olmasına sebep olan rahatsızlıktan önce ya da sonra olduğu belli değildir. Yüzüne ve giysisine gölge az verilmiş, yüz açık renkte, yarı karanlıktan tamamen sıyrılmıştır. Kompozisyonda
Francisco Goya- Mektup okuyan genç kız.
izlenimcilik akımının öncülüğü vardır. Bakışları canlı olmasına rağmen, gözlerinin miyop olması, gözlükle belirtilmiş, ancak bakışlarının kararsız ve şüpheli bir ifade taşıdığı anlaşılmaktadır. Tarihleme bakımından. Charles IV’ün ailesi kompozisyonundaki sanatçı portresi ile aynı döneme ait olabilir. Bu dönem 1800 yıllarına doğrudur. En başarılı portresi olduğu sanılmaktadır. Sanatçıda kararsızlık ve mahzun bir ifade vardır.
“Gençler-mektup okuyan genç kadın” Lille müzesindedir. Bu tablo Goya’nın en çok tanınan yapıtlarından biridir. 1874 yılında Lille müzesi için almıştır. Kompozisyonda, ön planda iki hanım durmaktadır. Genç olan gün ışığıyla aydınlanmış, mektup okumaktadır. Yaşlı olanı da, güneş ışığına karşı tuttuğu şemsiyeyi doğrultmaktadır. Kompozisyon “Kapris” yapıtı gibi alaycı bir tarzda yapılmıştır. Kadın giysilerine ve eteklerine göre, bu yapıt 1815-1818 yıllarının ürünüdür. Kompozisyonda iki ayrı grup vardır. İki kadın güneşli bir günde gezintiye çıkmışlar, Manza- ranas kıyılarında çamaşır yıkayan kadınlar görülmektedir. Her iki grup da birbirle- riyle ilgisizdirler. Genç kadın Madrid aristokrat sınıfına mensup, dadısının getirdiği mektubu okumaktadır. Dadısı da şemsiyeyi doğrultmaktadır. Genç kadının küçük köpeği merakla, ön ayaklarıyla şaşkın ve kararsız, genç hanımına sarılmıştır. Sahibesinin aldığı haberin yaratacağı tepkiyi beklemektedir. Arka planda çamaşır yıkayan kadınlar, birbirleriyle konuşmakta, neşe içinde çamaşır yıkamaktadır.
“İhtiyar kadınlar” Lille müzesindedir. Goya bu yaptım “Caprices” konusunu işledikten birkaç yıl sonra ele almıştır. Yaşlı kadınlar oturmuşlardır, siyah giyimli olanın elindeki aynadan ıstırap duyarak kendisini seyretmekte ve aynanın arkasında “Que tal-ne düşünüyorsunuz?” yazılıdır. “Caprices” estamplerindeki “Hasta -la Muerta” kompozisyonuyla bazı noktalarda benzerlik vardır. Arkalarında zaman allegorik yaşlı figür olarak gösterilmiş, elindeki süpürge ile yaşlıları da süpürecektir. Yaşlı kadınlar öylesine ıstırap içindedir ki, beyaz giysilinin gözbebeklerinin etrafı kırmızı ile renklendirilmiş, korkulu bir ifade verilmiştir. Bu üç figür piramidal bir fonu teşkil ederler. Figürlerin yüzlerindeki yaşlılıklarını ve karakterini belirtmek için duvarı yıkmış, içeri aydınlık getirmiştir. Ancak, bu aydınlık yalnız kişilerin daha hüzünlü olmasına yaramaktadır.
İhtiyar kadınlar kompozisyonu, her yönü ile kaderin gaddarlığını sergilemektedir. Goya’nın kötümser açıdan bakışı, çok sevdiği eşini 1812 yılında kaybetmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yapıt 1812 yılından sonra yapılmıştır.
“Balon” Agen belediye müzesindedir. Fransa’nın Madrid’deki büyükelçisi olarak 1874-1878 yıllarında görev yapan Kont Chaudorey, İspanya dönüşünde Go- ya’nın birçok yapıtını getirmiştir. Bu yapıtlar içinde en güzellerinden biri de “Balon” isimli yapıtıdır. Bu yapıt önceleri Goya’nın oğlu tarafından saklanmıştır. Son-
Francisco Goya- Çıplak Masa.
radan İspanyol sosyetesinin tanınmış soylusu, portre ressamı, Prado müzesi müdürü Fedirico de Madrazo, Fransız elçisine satmıştır. Tablonun yapılış tarihi kesin olmamasına rağmen, Goya’nın zamanında Madrid’de iki defa balon uçurulduğu, 1792 ve 1810 yıllarında olacağı düşünülebilirse de 1792 yılındaki balonun uçurul- masında Goya bulunmuştur. Ancak 1792 yılında yapıldığı düşünülmez. Gerek üslup, gerekse renk analıyışı bakımından son döneme ait olmalıdır. Ancak, bu kompozisyon yarı gerçek, yarıda hayaldir. 1792 yılında gördüğü uçan balonu ancak hatırlayabileceği kadar gerçek yapmıştır. Gökyüzünde bulutlar, balonun hareketli olduğunu göstermek için çizilmiştir. Yeryüzünün engebeli oluşu, seyirciler, atlılar, arkadaki dağlar gökyüzündeki harekete uyum sağlamıştır. Goya’nın “Balon” isimli yapıtından Odillon Redon esinlenerek “Rüya’da” ya da “Edgar Poe’nin anısına” adlı yapıtlarını vermiştir.
“Flipinas Junta’sı” Castres müzesindedi. Goya’nın boyutları en büyük olan yapıtıdır. Kral Ferdinand Vll.’nin bulunmasına rağmen Phillippennes adaları (Filipinler) için toplanmış bir hükümet meclisi olmayıp, kralın sahip olduğu, yarı resmi nitelikte “Real Compania de Filipinos” isimli bir ticari şirket toplantısıdır. Bu şirket 1785 yılında, kral Charles III tarafından kurulmuş, Asya ve Amerika’ya
Francisco Goya- Dev Adam.
yapılan ticareti yönetmektedir. Kral bu şirketin sahibidir. 1815 yılında bu şirketin yöneticisi Jose de Munarriz olmuştur. Sanat meraklısı, San Fernando Güzel Sanatlar Akademisi azası ve mali destekçisi olan Jose de Munarriz Goya’ya 1818 yılında portresini yaptırmıştır. 1815 yılında Jose de Munarriz, Goya’dan bu tabloyu yapmasını istemiştir. Madrid’deki Puerta del Sol yakınındaki Plazuda del Angel’de yapılan toplantının gösterilmesini ve hatıra olarak salona asmayı düşünmüştür.
Bu dönemde Goya dul, yalnız, hastalıklı, yarı yarıya gözden düşmüş, kralın mutlak yönetimine karşı çıkan vatanseverler tarafından hor görülmüş, kendi kendini karanlık dünyasına sokmaktadır. Böyle bir toplantıyı “Ahiret toplantısı” olarak görmüş, hayaletler toplantısını kuklaları ile oynadıklarını söylemiştir. Kralın etrafındakiler, Hindistan Bakanı Lardizabel ve Başkan Munarriz ve aynı sırada oturan bir takım önemsiz kişilerin görüntüsünde, bir çeşit düşünceli insanlar gibi, tavana bakmaktadırlar.
Meclisin toplandığı büyük mekân, yüksek tavanlı duvarlar ve ortasının boş olması, geometrik nispetlerin ölçülü olması, Lemonnier’in bir tablosunu hatırlatmaktadır. Geoffrin’nin salonu 1814 yılında yapılmış, Goya’yı etkilemiştir. Duvarlardan gelen ışık, pencerelerin büyük tül perdelerle kapatılmış olduğunu göstermektedir. Pencerelerdeki ışık, orta yerdeki halının renk toplarını belirtmektedir. Goya’nın Junta yapıtında, yaşlanmakta olan sanatçının yıllar süren tecrübesinin yansıdığını görmekteyiz.
XVIII.y.y. sonuna kadar İspanyol resim sanatını özetleyecek olursak, Roman çağından beri dinsel konular işlenmiştir. XVIII.y.y.’da dinsel konular ve öğütler İspanyol sanatçıları dolaylı ya da dolaysız olarak işlediklerinden dinsel konular üzerinde çalışmalarına devam etmişlerdir. Dinsel konulardan başka, gündelik yaşamı yansıtan konular, florero (çiçek), bodegon (ölüdoğa, mutfak eşyaları ve yemek resimleri) gibi konuların yanı sıra, portre yapımında da ileri gitmişlerdir. İspanyol portre sanatçıları, diğer ülkelerin portre sanatçıları gibi ideal güzellik yerine, dışa vurumculuk, ifadeciliği ilke olarak ele alınmıştır. Genre resimlerinde ise flamand resimlerindeki genre konularından farklı olarak, objeler, semboller ve allegorik figürler olarak düşünülmüştür. Paysaj resmindeki başarısızlıklar doğadan çok insana değer vermelerinden ileri gelmektedir. Ancak, doğa kavramı olarak insanın yaşadığı açık hava mekânı görülür. Zaten iç mekân mimarisi, mobilya, aksesuar gibi elemanlarında fazla üzerine düşülmemiştir. Renk olarak da XVIII.y.y.’a kadar daha çok toprak rengi, kirli sarı, kahverengi, zeytin yeşili, kiremit kırmızısı ve siyah kullanmışlar. Ancak, Barok ve Rokoko çağında renk çeşitliliği başlamıştır. Genellikle Venedik ekolünün Tenebrisme akımının (karanlık) XVI-XVIll.y.y.’larda büyük etkisinde kalmış, İtalyan, Flaman ve Fransız resim ustalarından etkilenmelerine rağmen İspanyol özellikleri, karakteri ve duygusallığı daima ön planda görülmüştür.
Ispanya’da romantizm çağı, Goya’nın ölümünden sonra oldukça sönük geçmiştir. Gerçi Ispanya’da değişikliklerin olduğu görülse de İspanyol karakterini vurgulayacak özellikler yansımaktadır. Eugenio Lııcas, İspanyol romantik sanatçılardan en yeteneklisi olup, yapmış olduğu portrelerinde gerçek modelden pek az bir farklılık görülmektedir.
Bir İspanyol ressamı olan Federico de Mandrazo, Paris’te İngresin atölyesinde bir süre çalışmıştır. Federico de Mandrazo, bir yabancı olmasına rağmen Ver- sailles sarayında “Savaşlar galerisi”sinde tarihi bir olayın yansıtılması için sipariş almıştır. Godefroy de Boillon’un (haçlı seferi komutanı) Kudüs kralı ilan edilmesi isimli tablosunu yapmıştır. Madrid’de Museo Romantico’da İspanya’da yaptığı tarihi tabloları bulunmaktadır. Bu yapıtlar “Kraliçe Katolik İsabella’nın vasiyetnamesi”, “Kral Phillippe H’nin Escorial şatosunun yapılışında ziyareti”dir.
Romantik çağın en tanınmış Katalonyalı sanatçısı Mariano Fortuny (18381874) büyük bir aquarell ustasıdır. Theophile Gautier kendisinden büyük methiyelerle bahsetmiştir. Goya’nın takipçisi olarak gösterilmektedir. Ancak, akademik kurallara sadık kaldığı görülmektedir.
Fransız romantik resim sanatının etkisinde kalan Portekizli sanatçılardan en önemlileri, Antonio de Sequeira’nın, Fransız ressamı Pierre Paul Prudhon’dan etkilendiği görülmektedir. Tarihi tablolar yapan Lupi, Paul de la Roche’nin etkilerini yansıtmaktadır. Paysaj ustası Silva Porto Fransız paysaj ustası Charles François Danbigny’nin etkisinde kalmıştır. Oise kıyılarını resmetmiştir. Porto’da denize dökülen Douro ırmağının kıyılarının resimlerini yapmıştır.
İspanya’da Akademik dönemin en önemli sanatçısı, Basklı sanatçı Ignacio Zuloaga (1870-1945), ülkesinin tanınmış kişilerinin portrelerini yapmıştır. El Gre- co’nun, Velasquez’in, Goya’nın, Edouard Manet’in etkileri vardır. En önemli yapıtı “Maurice Barres’in portresi” Toledo panoramasın önündeki bu yapıtlar haşin ve ciddi karakteri vermiştir.
Fransa’ya sürülmüş bir İspanyol ailesinin çocuğu olan Narcisse Diaz de la Penna (1807-1876) Bordeaux’da doğmuştur. Önceleri, porselen üzerine resim yaparak çalışan bu imperessionnist sanatçı, sonradan peysaj ustası olmuştur. Fonta- inebleau yakınındaki Barbizon köyüne giden ressamların arasına katılmıştır. Barbi- zon ressamlarının tablolarında renkler ışık pırıltıları ile mükemmel bir şekilde uyuşmaktadır. Orman manzaralarında güneş ışığının süzülerek ağacın gövdesine ve yapraklarına inmesine büyük bir canlılık ve hareket vermiştir. Ormanda yalnızlık, hem de sevimli çingeneleri hayalinde canlandırdığı ışık dünyası içindedir. Parlak noktalar, çok sayıda kompozisyonda gölgeler vererek belirtilmiştir. Parlak
renklerin yanı sıra, koyu yeşil, sarı, kırmızı ve demir pası renklerini çok kullanmıştır.
Ispanya’da figüratif sanatın başlıca ustaları Jose Maria Sert Katalonyalı büyük dekoratördür. Vich katedralinin koro kısmındaki resimleri yapmıştır. ,Ioaquim Sorella Valensiyalı balıkçıların resimlerini yapmıştır.
Portekiz’de figüratif sanattaki Fransız sanatının etkileri Columbano ve So- uza Lopez’de görülmüştür.
Ispanya’da abstre sanalının yayılmasına ve gelişmesine sebep olan çok sayıda resim ustaları vardır.
Francisco Bores I898’de Madrid’de doğmuştur. 17 yaşında Madrid’deki özel akademiye girmiş, Prado müzesindeki büyük boyda tablolarını kopya ederek akademik resim eğitimi görmüştür. 1922 yılında edebiyat ve sanat öncü gruplarından birine katılarak ressam arkadaşlarıyla dostlup kurup, onlardan resim tecrübeleri edinmiştir. 1925 yılında İberik sanatçıları salonunda 20 kadar yapıtıyla kişisel sergisini açmıştır. Sergiden birkaç ay sonra, Paris’e gelerek yerleşmiştir. Paris’te Juan Gris ile tanınmış, ona olan hayranlığını, onun eserlerini ve fikirlerini benimseyerek gerçeği bulduğunu sanmıştır. Fakat, kısa süre sonra kübizm düşüncesine karşı çıkmıştır. Kendisinin, geometrik düşüncenin, resmin yapılaşmasında önemli bir unsur olduğunu, maddenin dinamik bir yapıya sahip olduğunu sanmıştır. Aynı zamanda mekân içinde dinamizmi aramış, bu dinamizmi bulunduğu atmosfere göre şekillendirmiştir. Haziran 1927 yılında, Galerie Percier’de ilk önemli sergisini açmıştır. Bu sergideki yapıtların çeşitliliği, dengesi bozulmayan şekillerin ince çizgilerle gösterilmiş olması ile kendini tanıtmıştır. 1929 yılında Francisco Bores ger- çeküstücülerin (sürrealistlerin) hareketlerine yaklaşmış, doğaya daha sadık kalarak, optik etkilerle yaratıcılığa geçmiştir. Bu yeni durum bazen kaba soyutlama ile alaycı bir üsluba doğru meyillenmiştir. Daima gerçeğe yaklaşmak istemiş, beklenmedik sonuca giderken, birtakım hayal gücü unsurlarla karşılaşmıştır. Daha sonra gelişerek eserlerini soyutlamış ve daha sade resim sanatına ulaşmıştır.
Jose Gutierrez Solana 1885 yılında Madrid’de doğmuş, 1945 yılında Madrid’de ölmüştür. Ailesi Santander’den gelmedir. Küçük yaşta resim yapmaya başlamış, hiçbir öğretim görmeden kendini yetiştirmiştir. Fevkalâde hassas bünyeye sahip olması ve değişik karakterde görünmesi, onun bu görsel sanat içinde yerini bulmasını sağlamıştır. Solana’nın eserlerinde, nadiren rastlanılan özellikler, zor ve acı dolu bir görüntünün yanısıra, onun ilgi duyduğu ve incelemek zorunda olduğu konularda yaşantısını sürdürdüğü, Madrid’in işçi mahallelerindeki ve Kastilya’nın fakir köylerindeki insanların yaşantısıdır. Köylülerin bayramlarda, maskeli şenliklerindeki sade ve sert görünümlerinde daha önce yaşadıkları görkemli bir hayatın izleri görülmektedir. Madrid’deki bitpazarı olan “Rastro”dan geçmişte kullanılmış eşyaları almış, atölyesine getirerek onlara, çeşidi düzenlemelerden esinlenerek, değişik türde kompozisyonlar vermiştir. Solana, özellikle bebeklerden başlamıştır. Kompozisyonlarında topladığı bebeklerden yararlanmıştır. Paris’teki, Grevin müzesindeki figürlerden 1789 Fransız ihtilâline ait kompozisyonlar çıkarmıştır. (Charlotte Corday, Madame Roland) Dostlarının, arkadaşlarının grup resimlerinde başarılı olmuştur. Genellikle tek kişinin resminden çok grup resimlerinde başarılı olmuştur. “Koro şarkıcıları”, “Mirastan mahrum olanlar” ve diğerleri gibi, Solana kır manzaralarını çok sayıda yapmıştır. Bu resimlerin çoğu kasvetlidir. Bulutların aralarından şimşek çakmış, kan kırmızısı renkte bulutlar Goya’yı hatırlatmaktadır. Yapıtları fizik resmi çalışması şeklinde olup, daha çok sanatçının zevki ve eğilimi, güçlü, yitirilmiş çirkin şekilde kendini göstermektedir. Çok sayıdaki grafik yapıtlarındaki, kompozisyonlarındaki renk azlığına rağmen, çok etkileyici olmuştur. Arada beğenilmemiş yapıtları olmasına rağmen çalışmalarında ününü koruyabilmiş, kompozisyonlarında İspanyol halkının tipleri oldukları gibi kısmen anlaşılmaktadır. Resim sergilerine, yurtdışındaki sergilere katılmıştır. Kısa zamanda dünyaya açılmıştır. Buna rağmen Madrid’e geri dönmüştür. Ürküntü ve korkudan kurtulma, ümitsizliğin verdiği elem, dağılmakta olan halkın ifadesini yansıtır. Çağdışı büyük İspanyol yazarları Unamuno, Ganiverti, Ortega, İspanyol toplumunun çöküşünü incelemiş ve önleyici önlemler aramışlardır. Solana onlardan intikal eden bu incelemeleri reddetmiş, daha üstüne gitmiş, çünkü İspanyol toplumunun fakirliğini onlar kadar tanımıştır.
Juan Gris (1887-1927) Madrid’de doğmuş, Boulogne sur Seine’de ölmüştür. Kastilyalı bir baba ile Endülüslü bir anneden olmadır. Önderi Jose Victoriano Gonzales ismini taşıyordu. Jose Madrid’de Sanat ve Ticaret okulunda okurken, ailesinin geçim zorluğuna girmesi ile okuldan ayrılarak yaşamını kazanmaya çalışmıştır. Madrid’de yayımlanmakta olan bir tür güldürü gazetesinde karikatürler çizmiştir. Az zaman sonra Madrid’de eski bir akadeîhi olan Moreno Carbuero’ya girmiştir. Bu akademide, ressamlar ve yazarlar arasına katılmış, kendini daha kolay tanıtmak için “Juan Gris” ismini kullanmaya başlamıştır. Artık Juan Gris bu yeni çevrede edindiği dostlar ve materyal ile gelişmeye başlamıştır. Alman sanat dergilerinden görerek, Alman sanatçılarının açık olması Juan Gris üzerine büyük etki yapmıştır. “Jugend stili-Art nouveau” akımına katılmıştır. 1906 yılında, 19 yaşında iken Juan Gris Paris’e gitmiştir. Paris’e gitmek için, elindeki yapıtlarını Madrid’te yok pahasına satarak gereken maddi olanakları temin etmiştir. Pasapotsuz Fransa’ya gelen Juan Gris askerlik yapmadığı için Ispanya’ya dönmemiş, Fransız uyruğuna geçmiştir. Paris’te önceleri güldürü dergilerine karikatür yaparak yaşamını sürdürmeye çalışmıştır. Bu dönemde yapıtları “Yağlı tabak”, “Paris bağırıllısı”, “Le Charivari” ve “Tanık” önemlidir. Her şeye rağmen kendisi için çalışmıştır. 4-5 yıl sıkı bir çalışmadan sonra, yapıtlarını ortaya çıkarmaya başlamıştır. 1912 yılında ilk kişisel sergisini “Salon des Independants”ta açmıştır. Aynı yıl içinde yapıtlarını, Barselona’da Rouen’de “Section d’Or” sergilerine katılarak kendini tanıtmıştır. 1907 yılından beri tanıştığı David Henri Kahnweiler, tablolarının satıcısı olmuştur. Kahnweıller 1946 yılında yayımladığı, Juan Gris hakkında kitabında Juan Gris'in en iyi dostu olduğunu, ona yapıtlarını nasıl bir esinti ve duygu ile yaptığını anlatmıştır.
Juan Gris, 1911 yılından itibaren kompozisyonlarında, objeleri küçük düz yüzeylere bölerek analitik kübizm’e başlamıştır. Gertrude Stein (1874-1946), Lconce Rosenberg, Alfred Flechtheim yapıtlarıyla analitik kübizm akımına katılmışlardır. Kübizm’in geçirdiği evreler üç aşamada olmuştur. 1906-1909 analitik kübizm 1909-1912 çözümleyici kübizm 1902-1914 sentezci kübizm, (birleştirici kübizm) aşamalarıdır. Juan Gris kendisinden önce başlamış olan analitik kübizm akımına katılmış, Picasso ve Braque gibi objelerin yapısal değerleri olan, düz çizgileri ve düz yüzeyleri bölerek, kompozisyonda hacim, mekân, merkezi perspektif, açık ve koyu renk tonları olmaksızın göstermiştir. Objeyi çarpıtmayı düşünmeden, parçalara ayırarak, yeniden yapılaşma şekillerinde tasarımdır. Bu tasarıma karşı çıkanlar olmuştur. Parçalara ayrılan objenin ışığı yansıtmayacağını, ancak herhangi bir yapıtta, objeye çeşitli açılardan bakıldığında, yanyana birtakım fasetlerden oluştuğunu, bazen objenin kesiti alınarak çözümleme yapılabileceğini savunmuştur.
Juan Gris’in analitik kübizm’de yaptığı ilk önemli yapıtları portre çalışmalarıdır. Kübist’ler daha sonra kompozisyonlarında, gerçek noktaları ortaya koyarak, resmin konusunu yorumlamak istediklerini, dayanak noktalar olarak görmüşlerdir. Kübistlerdenn Georges Braque, kompozisyonun strüktüel değerlerini (yapısal değerlerini), düz çizgilerin yüzeyde harmoni (uyum) teşkil etmesini istemiştir. “Çivi” isimli yapıtında, kompozisyonun üst kısmında, seyirciye asılacakmış etkisini vermiştir. Juan Gris, Kübizm’in bütün olanaklarını zorlamış, modern resmin düşünsel temelini Picasso ve Braque ile birlikte atmıştır. Sentezci kübizmin III. aşamasındaki (1912-1914) birleştirici kübizmin yerleşmesinde önemli rol oynamıştır.
Juan Gris 1919 yazında Picasso ile birlikte, Doğu Pireneler’deki Ceret kasabasında buluşmuştur. Birbirlerine cesaret vererek, Manolo ile birlikte, sonu gelmeyen konuşmalarla kübizmi fikren geliştirmişlerdir. Bu gayretlerden sonra, kübizm açıklığa kavuşmuş, güçlenmiş, dokunulmazlık kazanmıştır. Süratle oluşan bu hararet, şaşkınlık yaratmış, kübizm akımının fikri yanlış yorumlanmışsa da Juan Gris in çalışmaları sayesinde, modem zamanların bu “büyük üslubunun” yerleş meşini sağlamıştır.
Juan Gris 1912-1914 yıllarında oluşan birleştirici kübizmi (scntezci kübizm) uygularken, resmin yapısı ile rengini ayırmış, ayrı unsurlar olarak düşünmüştür. Renkler bazen bir leke olarak görülmüş resmin yapısını dokunmaksızın, yapışmış kâğıtların (papiers coles) bazılarını değiştirmiştir. Juan Gris in metodunun çıkar noktası budur. Kahnvveiler 1920 yılında bu konu üzerinde durmuş, bir açıklama yapmıştır: “Resimdeki figürü yapıyorum, sonra ona ait konuyu çiziyorum” Başka bir açıklamasında “Hayal unsuru şeylerle uğraşmıyorum, soyut olanları somutla- mayı deniyorum. Konuyu yeni bir anlatımla yorumlamak istiyorum, özelliği olan kişileri seçiyorum, onları önemsiz kişiler şeklinde gösteriyorum. Cezanne bu tür çalışmaları, bir düzeyde silindiıik şekillerle yapmıştır, ben de bir silindir bir şişe yapıyorum”. Şayet Juan Gris resmin matematik yapısından bahsediyorsa, nazariyattan ve soyut bir anlayışla sanatçının yansıtması gerektiği şekilde işlenerek, büyük bir beceri ile insan üstü yetenekleri meydana getirmiştir. Kahnweiler bu konuyu açıklamıştır. “Sanatçı yaptığı bir eserde, kendini incelemiş, daha önceki yapıtlarında görülen çizgilerden değişik olması yem bir fikrin oluşması ile ilgilidir. Bu yeni fikir geometrik düzen içinde hayal gücü ile entellektüel birikimin birlikte yansımasıdır. Bu yapılaşma, dış görünüş bakımından bir uyum içinde bulunmalı ki seyirciye bir şeyler anlatabilsin. Bu yansıma müzisyenlerin, ozanların ve yazarların aynı duygu ve mantık içinde yansıması olamayacağını, onların daha değişik bir türde yansıttığını belirtmiştir. Öyle geliyor ki Juan Gris’in metodunu yansıtma olayı çoğalmıştır. Klasik yapıtların, temiz, soylu, keskin çizgilerle anlatım tarzına tamamen aykırı görünmekte, kaldı ki mizah türüne yakın olmasına rağmen, hiçbir acayiplik bulunmamaktadır. Juan Gris’in sanatı bol figürlü, simgesel ve mecazi özelliktedir. Mantıklı oluşu çok şekilli bir sistemde, esinlendiğini sabırla uyguladığı görülmektedir.
1920 yılında Juan Gris, ağır zatürcemp hastalığı geçirmiştir. Max Jacobs’un bir kitabını resimlemiştir. Yeni resimler yapmıştır. Diaghilev bir İspanyol balesinin dekor ve kostümlerini yapmasını ondan istemişs^de yapmamıştır. Juan Gris, 1921 kışını Ceret’de geçirmiş, ilkbaharda Paris’e gitmiştir. Boulogne’de, Rue de la Ma- irie’de oturmuştur. Pazar günleri ressamlar, müzisyenler, ozanlar, eleştirmenler onu ziyaret ederek çoğunlukla sanat içerikli konuşmalarda bulunmuşlardır. Bazı tatil akşamlarında, dansa olan tutkusundan dans edilen yerlerde hoşça vakit geçirmiştir. Böylece vaktini resim yaparak, birtakım sanatçılarla kaynaşarak geçirmiştir. 20.03.1923-05.04.1923 tarihleri arasında Galene Simon’da, yapmış olduğu yapıtları bir sergi düzenleyerek halka sunmuştur. Diaghilev’in Juan Gris’e yeniden birtakım projelerden bahsetmiş ve Juan Gris’i kendi bale yapımlarına angaje etmiştir. Juan Gris, önce “Çoban kızının istekleri” balesinde Louis XIV döneminin kostüm-
Juan Gris Belleune.
terini hazırlamıştır. Versailles sarayındaki tiyatroda “Görkemli bayram” yapıtını sahneye koymuş ve Charles Counod’nun “Güvercin” operasının sahne dekorlarını hazırlamıştır. Juan Gris, Emannuel Chabrier’in “L’education manquee” isimli yapıtının sahne koyuculuğunu yapmıştır. 15 Mayıs’ta Juan Gris’in, Paris’te, Sorbon- ne’de felsefe bölümünde “Resim sanatının olanakları” isimli konuşmasını, Fransızca, Almanca ve İspanyolca olarak tekrarlanmıştır. 1925 yılındaki bu başarısı, Juan Gris’in akıllı ve yenilikçi bir ressam olduğunu ortaya çıkarmıştır. Artık sağlığı iyiden iyiye bozulmaya başlamış, 1925-1926 kışını Güney Fransa’da Toulon’da ve Hynes’de geçirmiştir. 11 Mayıs 1927 tarihinde Paris’te ölmüştür.
.Juan Mirö (1893-1983) Montwig’te, Tarragona yakınlarında (Barselona civarında) doğmuştur. 14 yaşmda Barselona Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiş, sonradan Akademi Galli’deki kurslara devam etmiştir/1915 yılında genç Juan Mirö, Akademideki derslerin yararlı olmasından çok zararlı olduğuna karar vermiş ve kendi başına çalışmaya başlamıştır. Şans eseri olarak Dalmaus’un Barselona’daki sanat eserleri satan müessesenin yöneticiliğini yapıyordu. Dalmaus’un himayesinde ilk sergisini 1918 yılında açmıştır. Bu dönemde Mirö’nun eserlerinin, “Şoför” gibi “Bir eşikte manzara” Van Gogh’un etkisinde olduğu görülmektedir. Sanatçı 1919 yılında Paris’te bir süre bulunmuş ve sanatında stilini değiştirmeye çalışmıştır. Kübislerin etkisinde kalmaya başlamıştır. Figüratif resimlerinde bile, kübistle- rin etkisi görülmüştür. Resmi kurudur, resmin yüzeyinde katılık vardır, renklerde canlılık olmasına rağmen sıcak değildir.
1921 yılında Juan Mirö’nun “La Licorne” galerisinde açmış olduğu resim sergisinde yapıtlarını, eliştirmen Maurice Raynal yapıcı eleştirisi ile incelemiş, kübizmin pek az etkisinde olduğunu, daha çok Katalon ressamların etkisinde kaldığm, resmi içgüdü ile yaptığını, saflığı, ilgisizliği temelinde anti-entellektüel özellikler olduğunu açık, hatları düzgün renkle konuyu resmetmiştir. Juan Mirö 1921 yılında son bulan anti sanat hareketi olan Dadaizm’e katılmıştır. Ancak bu hareket son yıllarında olduğu için fazla etkilenmemiştir. Kendisi Dada sanatçıları arasına girmemiş ancak arada bulunmakla yetinmiştir. Birtakım sanatçılar, ozanlar ve genç devrimcilerin arasında bulunarak Sürrealizm (Gerçeküstücülük) hareketinin patlamasına sebep olmuştur. Gerçekte Juan Mirö’ya kadar hiç kimse, sürrealizm düşüncesini, içeriğinin ne olduğunu ne kadar katı bir disipline sahip olduğunu bilmiyordu. Juan Mirö’nun başkaldırma mizacında oluşu, geleneklere karşı gelebileceğini belirtmektedir. Juan Mirö’nun doğal yapısı, onun alışılagelmiş gelenek ve kültürünün dışına çıkmak istemesi, akıl yolu ile hareket etmesinden ileri gelmektedir. Bu akıl yolu, gerçeği ve üstün olma duygusundan geçmektedir. Kompozisyonlarındaki belirginsizlik değişkendir. Herhangi bir şekil yorumlamaya göre
Juan Mirö, Şeytanlar Karnavalı
değişebilir. Canlı bir yaratık da olabilir, cansız bir eşya da. Somut örneklerden soyut resim yapmaktır.
1924 yılına kadar hiçbir sergiye katılmadan resim çalışmıştır. Paris’te ve Barselona’da zamanını geçirmiştir. Manzara resimlerinin yanı sıra figüratif yapıtları vardır. 1924 yılında ilk defa sübjektif ve gerçek dışı bir resim yapmıştır. “Terre Labouree” (ekilmiş toprak) 1925 yılında Andre Bretton’un yönetiminde Galerie Pi- erre’de ilk defa Sürrealizm (Gerçeküstücülük) hakkında açıklayıcı konferans vermiştir. Aynı yıl Galerie Pierre’de açılmış olan Sürrealistler sergisine katılmıştır. Ernst’le birlikte Diaghilev’in yönettiği Rus balesinde “Romeo Juliet” eseri için sahne dekorları ve kostümleri yapmıştır. Bu olayı da tuvale geçirerek “Karnaval des Arlequins” ismi vermiştir. (1925) Bugün Bufalo’da (ABD) Albright Art Ga- lery’de bulunmaktadır. Bu yapıtlar kübizm akımının başlangıcı olmuştur. Mirö bütün yapıtlarını sistematik şekilde biçimlendirmiş, sanata doymuş, koyu renk lekeleri, büyük bir sabırla işlemiş hayal gücünün, espri anlayışının, olanaksızlıklarının, Afrika ormanlarında ya da Hindistan kırsal yörelerden getirilmiş el işleriyle yakınlığı olan el işlerinden esinlendiği görülmektedir. Bütün bunlar çok yönlü olarak düşünülmüştür.
1928 yılında Hollanda’ya giden Joan Mirö Hollanda’da çok eserler yapmıştır. Bunlar arasında üç yapıt vardır. Hollanda ev içi görünümleri konulu kompozisyonlardır. Sürrealizm otomatizm doğrultusunda yeni ve beklenmedik biçimler ve renkler yaratmıştır. Hollanda’dan döndükten kısa bir süre sonra ABD’ye gitmiştir .New York’ta Galeri Valentin’de büyük etkinlikler yansıtan sergisini açmıştır.
1930 yılında Paris’te Galerie Goemani’de açtığı sergide yapıştırma tekniğindeki eserlerini sergilemiştir. 1931 yılında Monte Carlo balesinde “Jeux d’enfants” için dekorasyon ve kostüm çalışmalarında bulunmuştur. 1937 yılında büyük bir sergi açarak duvar süslemeleri yapıtlarını sergilemiştir. 1940 yılında Fransa’dan ayrılarak Ispanya’ya Katalonya’ya dönmüş, kısa süre sonra Palma de Mallorca’ya giderek oraya yerleşmiştir. Savaşın zorluklarına aldırmadan çalışan Joan Mirö osamblaj, kolaj, tahta üzeri resim, gravür, litografi, heykel yapmıştır. 1944’de Paris’e dönmüş, Barselona’da ve Paris’te çeşitli sergiler açmıştır. Çok defa Galerie Maegt’te açtığı sergilerde, resim, seramik, halı, plastik eserler, birlikte sergilenmiştir. Joan Mirö’nun yaşamı alışılagelmişin dışında bir yaşamdır. Yaşamında gösteriş ve tuhaflıklar görülmemektedir. Halkın duyarlılığını kazanabilecek romantizme de girmemiştir. Kendi kendini eleştirir. Kendi eserlerini methetme gibi özellikleri yoktur. Oldukça gösterişsiz ve mütevazıdır. Şayet herhangi bir yapıtı beğenmiyorsa, ondan konuşuluyorsa o sessizce bir kenera çekilip önemsiz ve habersiz biri olarak kendini saklamıştır.
SANAT KİTAPLARI
l(IS
Juan Miro’nun Miss Wills’in portresi
Joan Mirö’nun yapıtlarında şekil önemli değildir. Resmi meydana getiren unsurlar, ilkel figürler önemlidir. Tıpıkı küçük çocukların duvarlara yaptıkları figürler gibi. Renklere gelince, Maurice Raynal, Joan Mirö’nun övücü bir yazısında bahsettiği gibi, canlı renkler kullanmıştır. Fauvistlerden Matisse’nin kullandığı renkler gibi. Mavi, zincifre kırmızısı, sarı, yeşil, siyah az miktarda kullanmıştır. Joan Mirö’nun kompozisyon anlayışı ise keten bezi üzerine eşit şekilde çizgiler ve lekelerden oluşmaktadır. Kompozisyona ne taraftan bakılırsa bakılsın hiçbir değişiklik olmayacağı gibi yüzeysel ya da derinlik sorunları yoktur. Bu kompozisyonlarda değişik motifler bulunur. Kan kırmızısı renginde yarım şekiller, elektrik akımının mavi rengi, yumuşak siyah bir kütle, protoplazma, çekirdeğe sarılmış bir nesne, çocukça taslaklar, acemi ressamın yaptığı salkım saçak sicim kordon gibi ,birbirlerine karışmış işkembe gibi figürler, hiç beklenmedik kendi kendine oluşan canlılar, tuhaf yüzler, maskeler, deniz yıldızları, amipler, uzun ve helezon şekilde kıvrılmış telleri, öteye beriye giden çizgileri, bardak kılıfları ve kağıt balonlar şeklindedir. Bütün bu motifler bir teknik ustabaşının rüyasında seçebildiği renkler ve motiflerdir.
Andre Bretton’un 1928 yılında yazdıklarından anlaşıldığına göre “Mirö hepimizden çok gerçeküstücü idi.” Doğal olarak Mirö gerçeküstücüdür, özellikleri alışılagelmişin dışında, abartmadan büyük bir tevazu içinde kendini kanıtlamıştır. Gerçekten Mirö yegane sürrealist ressam olarak el işleriyle ilgili formlar bularak yapıtlarını yaratmıştır. Şayet yapıtlarında madde yoksa, obje yoksa, hacim yoksa, mantıklı yapılaşma yoksa, gerçekten sürrealist olabilecek unsurlar vardır. Bu unsurlar, atölyedeki çalışma üslubu, estetik cazibe ve anlatım gücünü Katalan sanatında bulabiliriz. Aslında, sanatçının hiçbir sıkıntısı yoksa, hiçbir şey yaratamaz. Yaratması için mutlak bir şeyler olması gerekmektedir. Geleneksel kalıntılardan yararlanmazsa, çevredeki en küçük formları değerlendirmektedir. Gerçeküstü sanatçılar çevresindeki en basit olaylardan yararlanmaktadırlar. Küçük çocukların dünyasındaki anılamı yansıtmak istedikleri kompozisyonlardır.
Juan Mirö osamblaj, kolaj, tahta üzerine resim, gravür, litografi ve heykel gibi teknikleri denemiştir. 1954 yılında Venedik Bienalini kazanmıştır.
Joan Mirö 1959 yılında Paris’te UNESCO merkezinde seramik panolar için ödül kazanmıştır. Tek renkli zemin üzerine çok renkli çizgilerle, lekelerle süslemiştir. 1983 yılında Palma de Mollarca’da ölmüştür.
■ Salvadore Dali (1904-1988) Katalonya’da Figueras’da doğmuştur. Gençliğinde Madrid’e gelmiş, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenim de her ne kadar melodik ve bilimsel şekilde derslere bağlanmış olsa bile, daha çok felsefe kurslarına devam etmiştir. Kübizm, fütürizm ve metafizik resimlerle çok ilgilenmiştir. Fe-
derico Garcia Lorca ile dostluk kurmuştur. Her ikisi de aynı sorunlarla uğraşmıştır. Lorca uyutucu, uçucu bir fanteziye sahip olmuş. Dali ise somut şekilleri tercih etmiştir. Gerçekçiliğe olan eğilimi, onu inceden inceye eleyerek konu aramasına, buna sebep de resmi canlı gibi göstermeme, taslaklı resmin fotoğrafla benzer olmasına sebep olmuştur. İlk önemli sergisini 1925 yılında Barselona’da Dalmau’da ve 1926 yılında Madrid’de “İberik sanatçıları grubu” ile Ferraut, Palence, Cassio ve Bores ile birlikte açmıştır. Bu sergideki yapıtlarında resimde gizemcilik ve kendini teksif etme ruhsal olaylarını içeriğinde toplamak için her türlü olanaklardan yararlanmıştır. Kübizmin kısa süren etkisinden sonra Gris, Chiıico ve Carra gibi geçmişin teknik bilgilerinden yararlanarak bilimsel araştırma isteğiyle kendi iç dünyasını yansıtmıştır. Kıyı manzaraları uzak perspektifi ile açık bol ışıklı olarak iki duvar arasında büyük bir pencereden bakılırsa ön kısmında kadın silueti görülmektedir. Fakat bu heyecan, duygu onun sanatsal davranışlarını tatmin etmemiştir. Yeteneğini geliştirmek, görgüsünü artırmak için Paris’e gitmiş, Picasso ile tanışmış, Versail- les’in Musee Grevin’in görülmeye layık eserlerini görmüş ve incelemiştir. Gerçeküstücülük (Sürrealizm) akımına girmiş, ilk önemli gerçeküstücü yapıtı olan “Kan baldan tatlıdır” resmini yapmıştır. Bu yapıtı 1928 yılında Barselona’daki “Agrasif Manifesto” olan “Groc” (Saldırganlar beyannamesi) Galerie Goemans’da fevkalade başarılı düzenlenen sergiye katılmıştır. Salvadore Dali, aynı yıl Gala Elouard’la evlenmiştir. Bu sıralarda sürrealist ressamlarda bir hareket görülmüştür. Masson, Soupault, Leiris, Desnas ayrılırlar. Kalanlar arasında dahi doğrudan doğruya tutuculuk, doğruluk ve açıksözlülükle kendini tanıtmıştır. Gerçeküstücülük yeni bir boyut getirmiştir. Paranoyak-Kritik aktivitesini ortaya koymuştur. Burada kendi ruhsal gücünü çabuk etkilenerek şiddetli olarak birtakım kıvrıntılar, dengesizlikler, ateşli sayıklamalar gibi ruhsal durumlarda ve fantastik düşüncelerin, alışılagelmişin dışındaki olayların etkisi ile yaratılan, ortaya konulan kompozisyonlardır. Büyük bir ustalıkla kullanılan yetenekler gösteriyor ki, bilgisi ve sanatasal değeri yapıtlarında fiziki ve ruhsal rahatsızlığına üstün gelerek onları disipline etmiştir. Dali resimlerindeki temayülü, gerçeği arama çabası her şeye üstün gelmiştir. Yapıtlarının temelini daima unsurlar tamamen mekanik şekiller şeklinde karakterize etmiştir. Bir figür ya da yüzün resmindeki şekli, onun etkilendiği şekil olarak çizilmiştir.
Bu etkilenme figürün ya da konunun çözülmesi şeklindedir. Resim bu çözülme içinde erimektedir. Resmin asıl kendisi bir ölçüde yumuşamakta ya da parçalara ayrılmak durumundadır. Bu tür kompozisyonda figürlerin çürümesinden, kokuşmasından söz edilmektedir. Bu şekilde resmin daha önceki şeklinden uzaklaşmış, bambaşka bir gösterime girmiştir.
< Dali gerçeküstücülük yapıtlarıyla, mitolojik havaya girmiştir. Kendi patolo-
Salvador Dalli “İç Savaşın ilanı”
jik ve hastalıklı durumu,yapıtlarında dışa karşı bir bozulma şeklinde görülmektedir. Sanat yaşamının kısa bir döneminde, 1937-1938 yıllarında İtalyan Renaissan- ce’nin etkisinde kaldığı, sonradan klasik çizgilere döndüğü görülmektediı/ 1940 yıllarında Amerika’da değişik üsluplar denemiştir./Ispanya’ya dönüşte barok gelenekleri göz önüne alarak tekrar gerçekçiliğe dönmüştür. Klasisizmde Rafael- lo’nun büyük etkileri vardjrf
Pablo Picasso 1881 yılında Ispanya’da Malaga’da doğmuştur. Her ne kadar yaşamının büyük bir bölümünü Fransa’da geçirmiş ise de, İspanyol karakterini korumuştur. Çünkü bütün yaşamı boyunca, düşüncesinde, esinlenmesinde, görkemli duyguların ağırlığı olan İspanyol atalarının ruhunu, yapmış olduğu resimlerine, yontularına, grafik ve seramik yapıtlarına taşımıştır. Yoğun sanat yaşamı Fransa’da zirveye ulaşmasına rağmen, pek az Fransız etkileri taşımaktadır.
Picasso’nun babası Bask asıllı bir resim öğretmeni Jose Ruiz Blasco, annesi Cenovalı Maria Picasso’dur. Çocukluğunda çoğu kez resim yaparak zaman geçiren Picasso, Barselona Sanat Okulu’nda yetişmiştir. 1900 yıllarında Paris’e gelmiştir. Paris’te Van Gogh’un, Toulouse Lautrec’in yapıtlarından çok etkilenmiştir. Sanatçı yaşamına Paris’te yön vermiş, Mavi Çağ denilen (1901-1904) bir çağ yaşamıştır. Fakirleri, hastaları, zavallıları, toplum dışında kalmış, hakları alınmış, her türlü haktan yararlanamayan kişileri model olarak seçmiştir. İspanyol sanatında sevilen konulardan zavallılık, tevazu, üzüntü gibi kompozisyonları Fransız etkisi ile işlemiştir. Tek ya da grup halinde olan kompozisyonlarda daima açıklık göstermiş, şekiller mübalağalı gösterilerek yorumlamada, konunun anlatımını güçlendirmiştir. Mavi rengi gizemciliği ve geceyi anlatımda kullanmıştır. “Dilenciler”, “Kimsesizler”, “Aylaklar” bu dönemin eserleridir.
Picasso mavi çağın sonunda, 1904 yılında, 23 yaşında ünü kendi çevresini aşarak yalnız resim çevrelerinde değil diğer sanat çevrelerinde de etkin olmaya başlamıştır. 1904 yılından beri “Bateau Lavoir” dediği atölyesinde zaman zaman sanatçılarla, eleştirmenlerle toplanarak sanatın boyutları, estetik görünüşü, gelişmesi hakkında uzun konuşmalarda yer almıştır. Bu toplantılara katılmış olanlar arasında Guillaume Apollinaire, Max Jacob, Andre Salmon, Pierre Reverdy, Andre Derrain, Van Dongen ve Juan Gris, 1907 yılından sonra da Georges Braque bulunmaktadır. Guillaume Apollinaire, Georges Braque’nin bu toplantılara devamlı gelişini sağlamıştır. Bu toplantılara katılanlardan Fernande Olivier, Picasso’yu tanımlarken onun görüntüsünü yazmıştır. “... küçük, esmer, tıknaz, güçlü, huysuz, endişeli, telaşlı, karamsar, hassas, iri gözlü, solak, kadın meraklısı, kötü giyimli, kendisine pek az özen gösteren, alnı çevreleyen koyu siyah saçları, akıllı ve kararlı bir görünüşe sahip olduğunu göstermektedir. Yarı avare, yarı çalışkan karakteriyle daima üzerinde yeni olmayan ceketle dolaşmaktadır.”
Picasso- kendi portresi
Pablo Picasso- Yalan Kadın
Picasso’nun 1905-1906 yıllarında Pembe çağı yaşadığı bilinmektedir. Picasso bu dönemde gösteri soytarılarını, sokak oyuncularını, tiyatro komiklerini, sirk sanatçılarım, palyaçoları, çizgilerini ve elbiselerini yansıtmaktan hoşlanmıştır. Aslında bu figürlerin ve giysilerinin gerçek nıolillerinin bozulmuş olmaları onu il- gilendirmemiştir. Renk olarak, Japon süsleme sanatında kullanılan renkleri almıştır. Hastalıklı bir duygu ile, kesin olmayan fikirlerle, belirsiz bir sevgi ile, hiçbir sağlamlığı olmayan, hiçbir şeye dayanmayan şekilleri, en küçük parçalarını kendisi renklendirerek tuvale yansıtmıştır. Yorumlarındaki plastik anlatımlar, yontu, çizgi, resim tekniğinin gelişmesinden ileri gelmektedir. XX.y.y’ın ilk yarısında, batı dünyasında çok ilgi gören Afrika fetişlerinin etkileri de Picasso’da kendini göstermiştir. Bu etkinlikler, şekillerin bozulması olarak düşünülmüşse de, Picasso’nun yorumlamasında bu şekillerin hacimleri olduğu, insanlara heyecan verdiklerini söylenmiştir. Picasso primitif sanatta duyarlılık, dinamizm, sertlik bulmuş, primitif sanatın somutluk özelliğinin çok anlamlı oluşu ve 1907 yılında mütevazı atölyesi “Bateau lavoir”de ilk defa dostlarına gösterdiği “Avignon’lu Genç Kızlar” yapıtı ilk modern sanatı başlatmıştır. Bugün Nevvyork modem sanat müzesinde yer almakta olan ünlü yapıtta hiçbir bütünlük yoktur. Renkler donuk ve kuru, hareketli figürlerde plastik anlatım eksikliği vardır, renkler yüzeye yapışmıştır. Çizgiler basık, açılı, yüzeydeki duruş, modern resmin yönlendirildiğini işaretlemektedir. “Avignon’lu Genç Kızlar” yapıtını yalnız resim olarak görmemek lazımdır. Bu yapıt resim sanat tarihinde önemli bir olaydır. Ucello’nun savaş tabloları gibi, Delac- roix’in Dante-Barke yapıtı gibi olay yaratmıştır.
Picasso 1907 yılında yapmış olduğu “Avignon’lu Genç Kızlar” yapıtında Mavi Çağın (1901-1904) şiirsel melankolik karakteri, Pembe Çağın (1905-1906) sağlamlığı olmayan motiflerin renk çeşitliliği ile Afrika fetişlerinden etkilendikleri şekil bozulmaları dışta kalarak yeni biçim ve üslup arayışına girmiştir. 1907 yılında yaptığı bu kompozisyonda anlatım yerini sessizliğe bırakmıştır. Beş çıplak genç kız, büyük bir hareket içinde seyircinin istediği gibi yorumlamasını sağlamıştır. Kompozisyonda beş genç kız sahneyi ikiye bölmüştür. Soldaki üç çıplak genç kız klasik özellikte, sağdaki iki çıplak genç kız primitif özelliktedir. Beş genç kzı, her birinin taşıdığı özellikler yanı sıra kübizm anlayışı içersinde gösterilmiştir. Genelde figürler, klasik güzellikler dışında kalmıştır. İnsan vücudunun orantıları, bütünü, yapısal ilişkileri belirtilmiştir. Figürlerin gölgeleri figürlerin üç boyutlu bir görünüm sağlayabilecek şekilde bazı yerlerde kütleler halinde, bazı yerlerde de parçalanmış lekeler şeklinde gösterilmiştir.
Picasso, Gaugin’in, Matisse’in primitif sanata olana meraklarına katılmıştır. Gaugin’in, Matisse’nin doğadaki şekillerini yassı bir kalıba yerleştirmeleri, doğa biçimlerini Cezanne gibi hacim koruyabilmesini öğrenerek kendi yapıtlarına yansıtmaya çalışmıştır.
SANAT KİTAPLARI!16
Picasso’nun ustaca fırça vuruşları gibi kübizmin parçalanması şeklinde 1910 yılından sonra birlikle görülmüştür. Arlık Faııvismc tükenmeye başlamış, geçen yüzyıl resim akımları gibi geride kalmıştır. Sanatçılar yavaş yavaş yeni akımlar peşinde koşmaya başlamışlardır. Bu sırada, Picasso’nun atölyesi yanmış, kullandığı eşyalar, boyalar, fırçalar her şey paramparça olmuştur. Yanmış olanlar dağınık bir görünüm vermiştir. Bu görüntü Picasso’nun resim yapabileceği yeni metod bulmasına sebep olmuştur. Artık onun için obje parçalanmıştır. Parçalardan istenilen bütün elde edilebilinir. Yeni model olarak seçtiği balık, sürahi, bardak, tabak, gazete vs. gibi objeler kullanmıştır. Artık herşey onun için yenidir. Herşeyi kendi tasarladığı gibi tuvale geçirmiş, kendi isteği biçimine sokmuş, istediği şekilde bölüp parçalamıştır. Böylece kübizm başlamıştır. Gaugin’dc başlayıp Cezanne’de olgunlaşan kübizmi Picasso yıllar sonra tekrar ele alarak bir sonuca vardırmışım Cezaime genç ressamları, doğadaki varlıkları küresel, konik ve silindirik görmelerini istemiştir. Konu olarak, doğadaki cisimlerin hacim ve derinliği ön plana alınarak cisimleri soyutlamış, cisimleri olduğu gibi göstererek yerine, insan aklının algılayabileceği birtakım hacimler içinde, derinlik verilerek şekillenmesini sağlamıştır. Gerçek ve gerekli olan cisimlerin hacmi ile mekânın uyuşmasıdır. Fauvistlerin akla karşı geldiğini o günün yazarları iddia etmişlerdir. 1908 yılında Georges Braque kübizmi benimsemiş, Picasso ile yakın çalışmalarda bulmuştur. Picasso’da Bıaque de Fauvismeden kurtulmanın çarelerini Kübizm’de buluşmuşlardır. Cisim resmin yüzeyine yapıştırılarak değilde hacim ile bulunduğu mekâna uyumunu sağlamaya çalışmışlardır. Braque ve Picasso’nun yakın çalışmaları kübizmi güçlü bir duruma getirmiştir. Cezaime fikirlerini geliştirerek analatik kübizmi aşmıştır. 1909-1912 sürecinde uygulanan çözümleyici kübizmi yaratmışlardır. Picasso’nun bu yeni aşamalarda çalışmaları sayesinde 1915 yılına kadar, yenilikçi yapıtlar vermişlerdir. Bu arayışlar Picasso’ya gerçeği yansıtma çabasıdır. Öznel, otonom, kesin olarak gerçeğe varma çabasıdır. Picasso için resim bir algılama, bir duygu ve mantık ürünüdür. Herhangi bir duygu mantık-dışı olamaz ve algılanmadan kaybolamaz. Resim yapma şekli değişmiş, kişiliksiz renk yüzünden az ve yetersiz malzeme düzgün değildir ve bulanıktır. Kübizmde önemli olan çizgi ve şekildir. Her ne kadar çizgiler temiz olsa da geometri ve proporsion ölçüleri mükemmel görünse de kompozisyonun üzüntü verici tarafları vardır. Her haliyle Picasso eskimiş üslubu bırakmış, yeni bir doktrin peşinde koşmuştur.
Georges Braque ile Pablo Picasso’nun birbirlerini etkiledikleri önemli yapıtları arasında, Picasso nun “Hasır iskemle” ile Braque’nin “Le Courrier” yapıtlarında kullanılan malzeme yönünden benzerlik vardır. Her iki yapıtın malzeme kaynağı çöp sepeti artıklarıdır. Bu çöp sepeti artıkları Collage (yapıştırma) tekniği ile tuvalde şekillendirilmiştir. Artık yeni bir düşünceyi oluşturmak uğraşısı içinde gerçekleri anlatma tekniği yöntemi kullanılmıştır.
Pablo Picasso, kübizmin bilini ı acımasında “l’iıccl kübizm” diye isimlendirilen mekânda derinlik olan koınpo/ısyoııhıı yapmıştır. “Avignon’lu genç kızlar bu aşamanın en güzel örneğidir.
Kübizm ikinci aşamasında “( ollagr” tekniği diye isimlendirdiği resmin önyüzü, resmindeki mekânın arkasındadır. Mcân, matematik perspektifi kısaltarak, bazı aldatmacalar kullanarak gerçekleştirilmiştir.
Picasso ve Braquc yeni bir resim düşüncesi oluşturmuşlardır. Resmettikleri kompozisyonlar birbirleriyle ilgisiz olsalar dahi birlikte aynı şeyi anlatmaktadırlar. Anlatımda uyum gösterirler. Aranılan iki unsur vardır. Bu unsurlar gerçek ve anlatımdır. XX.y.y.’da resimde büyük bir devrim olan kübizmde Facet ve Collage teknikleri, kendi içinde oluşturduğu değişimlerdir.
Facet kübizmde görülen “Avignon’lu genç kızlar” yapıtında figürler, resim geleneklerine karşı çıkmışlardır. İnsan anatomisi, Picasso’nun hayal gücünde değişime uğramıştır. Abartılmış yönleriyle insan vücutları acayip gülünç ve korkunç karakterdedir. İnsan vücudunun aslı ile gölgesi birbirlerine karışmıştır.
Pablo Picasso’nun 1920 yılında yaptığı Üç Dansçı, Collage kübizme girmektedir. Desenli duvar kağıtlarına ya da kumaş parçalarına benzer bir görüntü vermektedir. “Üç dansçı”daki dansçı figürleri, Matisse’nin “Yaşam sevinci” ile karşı- laştırılabilinir.
Picasso ile Braque I. ve II. aşamalardan sonra III. aşamaya geçmişlerdir. Picasso “Üç müzisyen”! 1921 yılında yapmıştır. Resmin bulunduğu düz satıha bazı figürleri yapıştırma gibi koyarak III. aşamaya geçilmiştir. Düz satıh mekân, figürler bu mekâna yapışmışlardır. “Üç müzisyen” yapıtında konu insandır. Giysilerinin içinde oturan üç insan kapalı form teşkil ederler. Picasso insanı araştırmayı gerekli
Pablo Picasso- La Guamica.
görmüştür. Aslında III. aşama, II. aşama olan “Collagc”nin gelişmiş şeklidir. İnsanların renklerinde gölge yoktur. İnsanın gölgesi, insanın içinde saklanmıştır. 1925 yılında yaptığı “Anne ve çocuğu” III. aşamadaki “Üç müzisyen” yapıtının daha değişik bir versiyonudur. Figürler yuvarlak çizgiler şeklindedir. 1906 yılında ayrıldığı “Mavi Çağ”a yeniden dönüş olarak görülmektedir.
Bugün Newyork’taki Modern Sanatlar Müzesi’ni süsleyen Pablo Picas- so’nun “Kemanlı ölüdoğa” yapıtı kübizmin en güzel örneğini yansıtmaktadır. İlk bakışta bu yapıtta konudan çok dağılmış birtakım figürler yer almıştır. Daha Önceki resimlere kıyasla, anlamsız ve anlatımsız şekillerin ne işe yaradıkları bilinmeyen görünümdedirler. Bu düzensizlik ve işe yaramazlık içinde Picasso’nun vurguladığı önemli noktalar resmin anlamsızlığını ortadan kaldırmaktadırlar.
İnsanın aklında algılayabileceği şekiller ve hacimler anlamsızlığı kaldırmaktadırlar. Kübizmde ressamların yorumlamak istedikleri konu, olaydan çok maddedir. Bu maddeyi resmi izleyenlerin iyice algılamaları, taramaları gerekmektedir. Yoksa birtakım şekillerin boşlukta bulunması, bu şekillerin hangi maddeden parçalandıkları eğer madde izleyicileri tarafından bilinmiyorsa, hiçbir zaman bu maddeden bütünleşmeye gidilmez.
Picasso devamlı arayış içinde olmuştur. Aramak için devamlı yöntem değiştirmiştir. Resim çalışmalarının yanısıra, seramik çalışmaları da vardır. Seramik üzerine yaptığı ilkel resimlerle anlatmak istediği şekli, yalın olarak anlatım ile yetinmiştir. Picasso aradığını resmetmez, bulduğunu resmeder. İlkel resimlerinde figürleri anlatmak yerine, figürlerin anlatmak istediğini anlamak gereklidir. Picasso’nun bu tür sanatı yorumlaması XX.y.y. özelliğidir.
Diaghilev’in Rus balesi için “Parade” ve “Tricorne” gösterilerinin sahne dekorlarını ve kostümlerini hazırlamak için aldığı siparişi yerine getirir. Daha önce çalıştığı temaları, akrobatların, palyoçaların, dans eden kızların figürlerini yeniden çizer. Bu sefer antik Yunan ve Roma sanatından esinlendiği klasik çizgileri kullanarak yapmıştır. 1923 yılına kadar huzur ve tam sağlıklı çalışan Picasso yeni arayışlar peşinde koşmuştur.
Birkaç yıl önce “Collage” tekniğini kullanan Picasso, bu sefer gazete parçasını ve kibrit kutusunu katmakta, “göz yanıltması” ingres gibi objeye göz atarak yapma şekline geçmiştir. Picasso kübizm akımı ile yetinmeyerek sürrealizme (gerçeküstücülük) geçmiştir. Picasso, kübizm ile sürrealizm arasında sentez oluşturmuştur. Leonardo da Vinci doğayı düzene sokmak için anlatılan konunun en açık şekilde görünmesini sağlamak için geometriden yararlanmıştı. Geometri doğa düzeninin arkasındadır. Picasso’da ise doğa geometrik düzen içinde kaybolmuştur. Üçgen ve dikdörtgen şekiller yuvarlak şekille bağlanmıştır. Anlatmak istediği,
hiçbir uyumu olmayım şckıllcı bıılrpm <■ yem İm geıçck oıtaya çıkmıştır. Bu yeni gerçek, insanın aradığı gerçeğin doğuda olmadığı, kendi içinde yaratacağı gerçektir.
Picasso’ya göre sanatçı daha önceki etkenlerden kendini korumalı, çağının akımlarını değerlendirerek yapıllaımı ve kendini yönlendirmelidir. Sanatçı gerçe- küstücü akımının yaşadığı çağın gerekliliği olduğunu ileri sürmüştür. Bu düşünce yöntemi insanları nihilizme götürmüş, onlara hiçbir şeyin değeri olmadığı, her şeyi bozmayı ve yok etmeyi isteğini vermiştir. Kısa bir romantik dönemde çizdiği, İspanyol yaşamı ile ilgili ve hayvan mücadelesi resimlerinden 1923 yılında gerçeküstücülük tasarımlarını uygulamaya başlamıştır. Kendisi gibi İspanyol olan Dali ve Miro ile metafizik felsefe ve edebiyatta Andre Breton, Picasso’ya katılmışlardır. Picasso 1926-1935 yılları arasında çeşitli kompozisyonlar yapmış, hepsinde de canlandırdığı şekilleri tuvale geçirmiş, fırçaları ile ayrıntıları bırakarak şematik çizmiş, az renklendirme ile figürlerin kalın ve ağır hacimlerini belirtmiştir. Bir yönden gerçeküstü kompozisyonların somut ve tuhaf bir görünümü vardır. Derinliği olmayan bir oda, mekân olarak görüntülenen objelerde, bu derinliği olmayan mekanda sıralanmışlardır. 1932 yılında düz çizgiler kaybolmuş, daha uzun ve bü- külebilen kavisli çizgiler yerini almıştır. Basit çizgiler yerini arabesk motiflere bırakmış, siyah ve koyu renklerle figürleri boyamıştır.
Picasso 1935 yılında bir seri genç kız resmi yapmıştır. Bu genç kızlardaki yüz ifadeleri Picasso’nun yeniden dışavurumculuğa (Expressionnisme) geçtiğini göstermiş, ülkesinde yaşamakta olduğu üzücü bir olayın genç kızların yüzlerine vermiştir.
1937 yılında Paris’te uluslararası fuarda, İspanyol pavyonunda teşhir edilmiş olan Picasso’nun “Guemica” isimli yapıtı ile yeni döneme girmiştir. Yapıtın konusu kuzey Ispanya’daki Bask milliyetçilerinin bombaladıkları eski başkentten esinlenerek yapılmıştır. Yapıtın konusu bombardımanın yarattığı korku; Guernica kentinin bombalanmasında uğradığı dehşet gösterilmek istenmiştir. Kompozisyonun amacı toplumsal savaşa karşı gelinmektir. Sonradan olacak II. Dünya savaşı ile günümüzdeki nükleer savaşın getirebileceği felaketi bir önsezi ile dile getirmiştir.
“Guernica” yapıtında simgecilik (symbolisme) vardır. Kompozisyondaki ölmüş çocuğun arkasından ağlayan kadın “Pieta”, özgürlük sembolünü “lambalı kadın”, kahramanca savunan vatanseveri “eli kılıç tutan savaşçı”, ölen halkı “alevler içindeki kadın”, kaçan düşmanı “boğa”, karanlığı ve kötülüğü “can çekişen at”, ölümsüzlüğü “kuş” simgelemektedir. Bütün bu simgeler kompozisyondaki niteliklerden çok neyi anlatmak isteklerine ilişkindir.
“Gucınıca" yapılı sıyalı bey.u t ozisyondakı siyah renk, konuyu anlatmakla güçlü olması için tercih cı liıiı, ıı. Picasso’nıın sanatsal değerini yükselten palelik özellikteki bu yapıtında büyü1; bir tahrik vardır ve savaşın getirdiği felaketi anlatmaktadır. Kompozisyondaki yorumlama Goya ya da Dclacroix gibi ışık, gölge ve renk oyunlarına girmeden, kanlı sahnelere başvurulmadan, ancak simgeleyen formlarla canlandırılmışım
1948 yılından sonra Akdeniz sahillerinde çok vaktini geçiren Picasso, antik dünyanın kahramanları ile ilgilenmiştir. Periler, kentavroslar, nimpheler, yaptığı portre, manzara ve yaşamla ilgili konularda yer almışlardır. Her şeyden önce hayvanları, güvercinleri, baykuşları, kurbağaları, atları, sığırları çizmiştir. Eşini ve çocuklarını model olarak kullanmıştır. Resim yapmış, litografi çalışmış, heykel yapmış, seramik çalışmıştır. Bütün bunları, kendi sert karakteriyle yaşama sevgisinin kaynaştığı bir başkaldınnacılık (anarehisme) ile yoğurmuştur. 1948 yılından 1973 yılına kadar verdiği ürünlerde, bu eğilimler ve atılımlar yansımaktadır. Hiçbir üslup ve düşüncede devamlı olmamış, doğacılıktan dışavurumculuğa, klasizme, duy- gusalcılığa, gerçekçiliğe, somut resime, cesaretle korku arasında, huzursuzlukla, huzur arasında, zarafetle kabalık arasında değişen özellikler taşımaktadır. Yapıtları o anda esinlendiği konunun önünde, tutumuna ve eğilimine bağlıdır. Picasso, “Ben aramıyorum, buluyorum” demekle çevresine karşı ne derece duyarlı olduğunu göstermiştir.
Picasso, resim dünyasında gerçeküstücükle kübizm arasında sentez oluşturmuştur. Avrupa resim sanatına sınırsız ve cüretkâr bir özgürlük kazandırmıştır.