Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

İSMET ÖZEL’İN ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME 2

 

 

2.1.1.      Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi

"Oturmadı yerine lâf kocaman gedik dar
Latinci danı
şmanlar bi söylerse ikidir
Köydekilerin aklı farza erene kadar
Tilki kümese girer gerisini sen getir.”
Orta Ya
şlı Bürümcüğün Ninnisi

Yukarıda özellikle “Devrimci duyarlılık”, “Yalnızlık” ve “Yeniden doğuş” temaları etrafında dikkat çekmeye
çalışğımız şiirlerin ortaya çıkmasında ana etken olarak “herkes”lere yönelik şiirselleştirilen eleştiriler yer
almaktadır. İnsan olmanın aslî özelliklerinden uzaklaşarak hayatlarını devam ettirmeye çalışanların eleştiriye konu
edilen gerek hayatı algılayış biçimleri, gerekse yaşamak uğruna rıza gösterdikleri genel kabuller, bu tarz kaleme
alınan şiirlerin temel izleği olarak ortaya çıkmaktadır. İsmet Özel’in hayat karşısında takınmış olduğu uymacı
olmayan tavrının hemen yanı başında beliren bu şiirler, şairin bir ergen olarak beni’ni hayat içerisinde
konumlandırmaya çalışğı dönemlerden itibaren ortaya çıkmış; müslüman dünya görüşüne bağlanmadan evvel
içerisine girdiği sorgulama süreciyle de iyice netlik kazanmıştır.

Bu süreçte beni etrafında olup biten hadiseleri bütünüyle ele alıp kendi zihinsel gelişimi içerisinde yoğurmaya
çalışan şair, girilen yeni ortamda ne yaptığının farkında olan bir ben’in sahip olduğu özgüven içerisinde, özellikle
modern dünyanın insanlar üzerinde oluşturmuş olduğu baskı alanlarına işaret ederek eleştirilerini devam ettirir.
Burada dikkati çeken husus, Özel’in devrimci duyarlılığının, müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra almış
olduğu görünüş biçimidir. Şair, söz konusu olan duyarlılığını, kendine/kendiliğine ve çevresine yabancılaşarak
yaşayıp giden “modern insana” ve bu insanın içerisinde yer aldığı “şehre” yönelterek devam ettirir.

Böylelikle İsmet Özel’in biyografisindeki durakların önemli bir kavşağında yer alan “herkes”lerin sürekli
eleştirilerek olumsuzlanan yanları, şairin farklı dönemlerde “devrimci duyarlılığa”, “yalnızlığa” ve “yeniden
doğuşa” doğru yönelmesinde itici bir güç olarak rol aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim aynı duyarlılık/eleştirel bakış
açısı, şiir yazmaya devam eden Özel’in bugün için de, hem hayatı anlamlandırmasına hem de şiirlerindeki yaratıcı
güce kaynaklık etmektedir.

İsmet Özel’in dikkat çekeceğimiz bu şiirlerini İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri” ve
“‘Herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin eleştirisi” başlıkları altında ele almamız mümkündür.

2.1.1.1.       İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri

Özel, insanın kendi benliğiyle olan irtibatını keserek başkalarının/“herkes”lerin güdümü altına girmesini ve gerçek
benliğiyle olan içsel temasını ortadan kaldırarak yabancılaşan bir varlık haline gelmesini bütün canlılığıyla
“Propaganda” adlı metninde şiirselleştirmektedir. Şair beni’nin hayat içerisinde almış olduğu yerin verdiği tecrübe
ile    üst    bir    perdeden     seslenen      Özel,      ş  ahsi  biyografisinden        hareketle      ‘gördüm’        fiili   etrafında

insanların/‘köleler’in/‘karavaşlar’ın yabancılaşmasına işaret eder:

Köleler gördüm, karavaşlar

hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan

saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat

otobüslerde dindar

geceyi

saatlerine bakarak anlıyorlar

ve sabah

gökyüzünün karnını gerdiği zaman

dağların kokusundan fabrikalar

acıkınca

Köleler!

gözleri camekânlarda.

Silâhlar gördüm

namlusu akla çevrilmiş sahra topları

mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda

tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:

Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şey mi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)

Şairin modern insanın kendiyle/kendiliğiyle arasına giren dünyanın çıkmazlarını işaret ederken yukarıdaki
dizelerde ‘camekân’ kelimesini kullanması dikkat çekicidir. Simge ve metafor olarak ayrı ayrı okunma imkânı
veren bu sözcük, satılık şeylerin sergilendiği “göstermelik”, diğer bir ifadeyle sahici olmayan değerleri akla
getirmektedir. Çevresine ve kendi varlık alanlarına yabancılaşarak yaşayan modern insanın önüne konulanı,
kendisine “gösterilen”i seyretmekten başka şansı bulunmamaktadır. Gasset’in ifadeleriyle söylersek gösterilene
mecbur bırakılan bu insan “her an kendi kendisi olmaktan çıkmak, biricik ve aktarılması olanaksız benliğini
yitirmek”
tehlikesiyle karşı karşıyadır.

İsmet Özel, “Propaganda” şiirinden 17 yıl evvel kaleme aldığı “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinde,
modern hayat içerisinde konumlandırmakta zorluk çektiği beni’ni, “tahta bavul” metaforuyla imledikten sonra
yukarıdaki metinde dikkat çekilen ‘camekânlar’a, “ve anamın kanserine alıştım / ve de bir simsar gibi asvalta ve
otobüslere / bir vitrin gibi / bir bıçak, bir / setre” (“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)” diyerek,
‘vitrin’ sözcüğünün çağşım alanlarıyla işaret eder. Şair, insanların hayatın gizine sırtlarını dönerek tek tip halinde
yabancılaşarak yaşamalarını, şiirin sınırları dâhilinde söz konusu ederken bu ‘vitrin’ kelimesine, 2005 yılında
yayımlanan “Savaş Bitti” şiirinde tekrar dönecektir.

(...)

Çünkü aklını yorgun düşürmeyen her insan

İçerisinde

Bir gün soğuk ve rutubetli ve gözün

Gözü görmediği mahzenlere düşmek

Oralarda çürümek korkusu taşır

Korkudan kurtulmanın yolu

Ben size söyleyeyim

Vitrinde

Mümkünse vitrinin göbeğinde

Kendine bir yer beğenmekten geçiyor

Gözde değilse göz önünde o da olmadı göz altında

Aklı dinç kalan ezilir gözden uzaksa

Mahlûkat gözüne görünmemek
İşte bu olmaz

Olduğundan fazla sanılmamayı

Dinçlik kaldıramaz

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.68)

Böylelikle “Propaganda” şiirinde ‘aklını yorgun düşürmemek’ için gözlerini ‘camekânlar’dan gelecek olanlara
diken ‘köleler’/‘karavaşlar’/‘herkes’ler, kendilerine/kendiliklerine yönelip “benliğe dalma” korkusundan
kurtulmak için ‘vitrinin göbeğinde’ yer alma telaşına düşşlerdir. Şair, “herkes’lerin bu davranışını,
‘olduğundan fazla sanılmak’ olarak nitelendirmesi dikkat çekmektedir. Çünkü iç dünyasına çekilip
çevresindekilerin “oluş”u üzerine fikirler üreterek onlara egemen olma olasılığını düşünmeye başlayan ve
“benliğine dalan insan” ciddi bir zahmete girmiş olacaktır.

Aynı zamanda bireyselleşme ve hakiki anlamda aydınlanmanın da başlangıcı olan bu durum, modern insanın
öncelediği bir şey değildir. O, sürekli ‘göz önünde’ olanla ve ‘göz önünde’ olmakla ilgilendiği için, “mış gibi”
yaparak anlamdan yoksun bıraktığı hayatının aslının anlaşılmasını istemez. Dolayısıyla herkesleşerek yaşayan
modern insan, hep suretle ilgilenir ve “dış”ta olma halini yaşar. “İç” olan sîret ise modern insanın/‘herkes’lerin
yaşam alanlarının çok dışındadır.

İsmet Özel, “Propaganda” şiirinin devamında köle ve karavaş olarak adlandırdığı ‘herkes’lerin arasında çıkıp
gitmek ister. Fakat şair, bu eylemini gerçekleştirmeden evvel başvurduğu başka bir eyleme dikkat çeker: ‘Kafa
kemiklerini eritinceye kadar düşünmek:

Gördüm

gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını
şündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
şündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.

Bıkmadım

koyu renkler kullanıyorum hayatımda

koyu mavi, acıyı anlatırken

sessizce öperken, koyu beyaz

ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.

susmak elbette zehirlidir

ve rahatlık getirir yazıklanmak da.

Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!

Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, 23)

Yukarıdaki dizeler, Özel’in biyografisindeki sorgulama süreci akılda tutularak okunduğunda farklı anlam
katmanlarına yönelerek açımlanabilmektedir. Bunlardan biri olarak gösterebileceğimiz, Hegel’in “Efendi ve Köle
Diyalektiği” ödünçlenerek söz konusu edilen, ‘köle-silah’ ilişkisidir. Aklın ışığında doğaya ve hayata hâkim
olmaya çalışan modern insanın/kölenin, bu doğrultuda ürettiklerinin/silahların efendisi mi yoksa kölesi mi olduğu
şiirselleştirilirken Hegel’in diyalektiğinde işaret edilen noktaya yaklaşılır. Burada dikkat çeken husus Hegel’in
"seyreden insan, seyrettiği şey tarafında ‘emilmiştir’ ve ‘bilen özne’ de, bilinen nesne içinde ‘kendini
kaybetmi
ştir’” diyerek işaret ettiği insanın “kendinin bilincinde olma” durumunun, İsmet Özel’in şiirinde ‘gözleri
camekânlara’ dikilen köleler ile koşutluk kurarak metnin anlamına derinlik kazdırmasıdır.

Özel, “Akla Karşı Tezler” adlı metninde, şiirin adından da anlaşılacağı üzere, modern insanın en büyük dayanak
olarak kabul ettiği ‘akla’, ironiyle yaklaşır ve bu insanın sıradanlaştırdığı hayata işaret eder. Numaralarla
bölümlenerek 4 ayrı kısımda meydana getirilen şiirin ilk bölümünde, bizim de daha öncesinde Özel’deki cinsel
temalı şiirleri incelerken dikkat çektiğimiz cinsellik, modern insanın hayatındaki yerinin çok ince bir tarzda ironize
edilmesiyle işaret edilir. Şairin bunu yaparken yine ‘herkes’lerin hayatın merkezine koyduğu ‘ilm-i hilâf ü cedel’i
söz konusu etmesi dikkat çekicidir. Çünkü bu durum modern toplumda yer alan insanların hayatlarındaki açılımı,
sürekli birbirlerine bir şeyleri ispat ederek yaşıyor olmalarını akla getirmekte; kalp ve ruh yaşantısının uzağına
şerek habersiz olunan ve ötelenen metafizik âlemi hissettirmektedir:

Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
şünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat
nasıl da sürüklüyor kendini
ve ben bunu kanıtlayabiliyorum
şu şair halimle
böylece size ey saygıdeğer erbab-i cumhuriyet
akıllı ve yetenekli olduğumu
kanıtlamış oluyorum
sizler de
bu derin bilgeliği kavrayarak
kendi değerinizi ortaya koymuş oluyorsunuz.

(“Akla Karşı Tezler 1”, Erbain, s.185)

Şiirin 2. bölümünde şair, yine standartlaştırılmaya çalışılan hayatların cenderesine sıkışş olan insanın hayatı
algılayış biçimini kelimelerin değişmeceli anlamlarını önceleyerek söz konusu etmeye devam eder. Örneğin
aşağıya alıntılayacağımız dizelerde yer alan ‘ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim’ söz grubu, metaforik içeriğiyle
okunduğunda modern insanın hayat karşısındaki statik tavrına işaret eder. Çünkü modern insan göz ününde
olmayı yeğlediğinden hayat içerisinde “olduğu” gibi yer almaktan kaçınır ve sürekli başkaları tarafından nasıl
göründüğünün hesabını yapar. “Herkes”lerin bu tavrı, Sokrates’in çağlar ötesinden “mal mülk edinmekten, şan
ve
şöhreti önemsemekten utanmıyorsunuz ama ruhunuzla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz” şeklinde beliren
aforizmasıyla yan yana okunduğunda biraz daha net anlaşılabilmektedir:

Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim
tarihi bir gerçek kadar sıkılgan
bilmem ki Tesalya'daki Termofil
bir yiğitlik anısı
bir hayınlık anıtı mı olsa
yine bilmem quantum kuramını
öğrenen insan haklı mıdır
kendini ardıçkuşu sanmakta-
ben
yirminci yüzyılın sonlarında
en uzak uyanışlar ikliminde yaşadım
bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında
kadınlardan daha çok birinci şubeye vardım.

(“Akla Karşı Tezler 2”, Erbain, s.186)

Özel’in yukarıdaki dizelerinin ulaşğı anlam dünyasına, şairin biyografisindeki yaşanmışlıklar da akılda tutularak
dâhil olunmaya çalışıldığında, modern insanınkinin tersine dinamik ve sürekli akış halinde olan bir yaşam biçimi
ile karşılaşılacaktır. Özel, bu durumu iyice belirginleştirmek için geçmişte kalmış olayların “oluşu” ve sonrasında
‘herkes’lere “sunuluşu” üzerine bir diyalektiğe girer. Tarihe “Tesalya Savaşı” olarak da geçen 1897 yılındaki
“Türk-Yunan Savaşı”na ‘Tesalya’daki Termofil anıtı’ dizesiyle gönderme yapan şair, Türk ordusunun geçilemez
denilen “Termopil” adlı geçidi, büyük kahramanlık göstererek 24 saat gibi kısa bir sürede ele geçirmesine rağmen
savaş sonrasında elimizden çıkan bu topraklar üzerine dikilen anıtın anlamını sorgular.

Özel şiirin devamında herkesleşmekten kurtulmanın yolu olarak ‘yüreği’, ‘geniş’, ‘dayanıklı’ ve ‘aydınlık tutmak’
gerektiğini ifade eder. Ş air, aynı zamanda insanların kendi varlık alanlarına doğru hareket ederek
bireyselleşmelerinin de ön şartı olan bu duruma şiirde, ‘baca temizleyicilerinin meslekleri gereği içerisinde
bulundukları “iş ortamı”nı örnekleyerek dikkat çeker:

En mutlu insanlar belki de
baca temizleyicileridir
öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki
yüreklerini geniş, dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar
buna yükümlü sayarlar kendilerini.

Baca temizleyicileri başkalarını sevmekle kalmaz
başkalarınca sevilirler aynı zamanda
çünkü herkesi düşünmeyecek kadar mutlu
herkes tarafından düşünülmeyecek kadar mutludurlar.
(“Akla Karşı Tezler 2”, Erbain, s.187)

Metnin kurgusal düzleminde, ‘dar’, ‘kara’ ve ‘karanlık’ kelimelerin zıt anlamları kullanılarak kazandırılan anlam
zenginliği, şiirin son bölümünde de ‘köylü’ ve ‘kalın surat’ sözcüklerinin çağşım alanı işaret edilerek devam
ettirilir:

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Bu sorunun karşılığını bulamıyorum
içinden çıkılmaz bi olay, ama önemsiz
köylüleri öldürmesek de olur
hatta onların kalın suratlarını
görmezlikten gelebiliriz
yapılacak çok şey var daha
sözgelimi ben, kendim
hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
değil mi ki albatrosu Baudelaire'den
Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim
bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak kullanabilirim.

(“Akla Karşı Tezler 4”, Erbain, s.188)

İsmet Özel, ‘herkes’lerin sonu gelmez bir telaş içinde modern dünyanın karnavallaşan yapısının esiri olarak
devam ettirmeye çalıştıkları hayatlarına “Jazz” adlı şiirinde işaret eder. Şiirinin isminin simgesel olarak karşılık
geldiği anlam dünyasından faydalanan şair, söyleyişteki hızlı ritimle beraber metinde eleştirisi yapılan noktalara
iyice belirginlik kazandırmış olmaktadır:

Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar
belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam
nöbette uyursam eğer kitaplarımı yakarlar
etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam
bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar
izin kağıdım yanar konuşacak olursam
bu senet bankalar kapanmadan
ruhumun rengini kapatmayacak olursa

ölür kuyuya düşen çocuk
çocuğun mercan saati çatlar mutlaka

(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)

Modern dünyanın insan üzerindeki yaptırımlarına işaret eden yukarıdaki dizeler, şiirin devamında hayatının
kontrolünü kendi ellerine almak isteyen insanın gayretini imleyerek devam eder. Özel, metnin bu kısmında
“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiirinde söz konusu ettiği “ruhu
olmak” kavramına yakın bir ses tonuyla konuşmaya başlar. Bu sefer ‘nabzımı bulmalıyım nereden bulacaksam’
diyen şair, 21. asrın sıradanlıkları karşısında ayık olma bilincini elde bulundurup ‘beyninin ortasında büzülerek’,
‘kalbi’ ve ‘zamanı’ arasındaki boşluğu zedelenmeden/yabancılaşmadan doldurmak ister. Şiirin sonunda ise, her
şeyi akıl ve mantık ile izah etmeye çalışan modern insanın çıkmazının, kuyuya düşen çocuğun/Hz. Yusuf’un
ölmemesi sonucu cevapsız kalan sorularla eleştirilmesi dikkat çekmektedir:

koşup haber vermeliyim

yetkili memura

bahar geliyor, ilerliyor yeminler
alnımı kapıp getirmeliyim
denizi karşılamaya
kırlangıcın kanadındaki kezzap
leylakta sıkışan buhar için
nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam

nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru, selvileri zor durumda bıraktım
benim yongalarımdan yapıldı bu çelenkler
ben papatyaları şımartmadım diye oldu
Mata Hari'ler casus, Al Capone'lar gangster
inmem gerek gözbebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra
dum di dum
duridum dubida
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin

(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16-17)

İsmet Özel, Türkçeye “Bunlar Onlardır” şeklinde çevrilebilecek “Ils Sont Eux” adlı şiirinde, ‘herkes’lerin
eleştirisini yaptığı şiirlerinin genelinden farklı olarak, bu “kalabalığın” kimler olduğunu işaret eder ve dikkat
çekmek istediği yabancılaşmayı daha belirgin bir hale getirir. Bu şiirin öne çıkan bir başka yanı da, Özel’in şiir
evreninin merkezinde duran ve hayatındaki açılıma paralel olarak ilerleyen beni’nin “Ils Sont Eux”da geri planda
kalmış olmasıdır. Bunun bir başka örneğini “Akla Karşı Tezler’de, ‘baca temizleyicileri’ ve ‘köylüleri’ çok sınırlı
da olsa söz konusu ederek ortaya koyan İsmet Özel, bu şiirinde bütünüyle anlatıcı pozisyonunda kalmış; “bunlar”
ve “onlar’ işaret zamiriyle göstermek istediği sıradanlaşan hayatlara bütünüyle dikkat çekmek istemiştir.

“Ils Sont Eux” şiirinde, anlatı düzlemine yaklaştırılarak hayatı algılayış biçimleri şiirselleştirilen insanların söz
konusu edilen serüvenleri, şiirin yöneldiği anlam dünyası merkez alınarak 3 bölümde incelenebilir. Şair, metnin
ilk bölümü olarak kabul edebileceğimiz kısımda, toplumsallaşarak kendi kimliklerinin uzağına düşen insanları
belli özellikleri ile okuyucuya tanıtır:

Ağır ceza reisi duruşmaya girerken

safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına
kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin
Fransız ihtilalinden kalma.

Burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin
garip bir tarafı var
kaşlarını çatınca bir çocukluk
dolduruyor yüzünü
ürkünç bir uğursuzluk
gülümsediği sıra.

Garip bir tarafı var valinin

makam arabasına binerken her seferinde

bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına
saçlarını parmaklarıyla taradığı zamanlar
bu dudak

öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.

Safir göz görünmüyor yargıca

kendini valiye vermiyor bakır dudak

görmüyor alay komutanı tekmil alırken

gömleğine bir damla civanın sızdığını
bir gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.
Kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince
karısı

katlanmış kilimlerle uyum içinde

kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına
büyük kız kanepede bu ara
bir göl gezintisine çıkmıştır
kelebek ölülerinden bir ırmakta
sürüklenmektedir lisebirdeki oğlan.

Kız için

sırlara karışmaktır

bir gölün ortasında olmak

erkek kardeşi bir türlü

varamaz herhangi bir sırra...

İki yanında neden akar binlerce bu kelebek?

Binlerce kanatlı çekirge neden uçar
beyninin yukarsında?

Evde soba yanıyor

önce çalılar geçiyor çocukların boğazından
sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını
bütün ailenin.

şarda soğuk

safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor
gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin
bekçi

mavi zehir şiddetinde düdük çalarak
bir soru soruyor karanlığa
bütün cevaplar sendedir, saklama
diyor karanlık ona

bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü
bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor
copunu gösteriyor lisebirdeki oğlana
sonra acılı olduğu açıkça anlaşılan
bir kadına bıyık buruyor
buruk bir sabah
başlıyor acılı olduğu
açıkça anlaşılmayan
dünyada.

(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.18-20)

Böylelikle ‘herkes’lerin/“onlar”ın arasından ayırt edilerek “bunlar” diye işaret edilen insanlar şiirde, ‘ağır ceza
reisi’, ‘vali’, ‘alay komutanı’, ‘baba’, ‘karısı’, ‘büyük kız’, ‘lisebirdeki oğlan’, ‘bekçi’ ve ‘kadın’ olarak belirir.
Şair, hayatlarından birtakım kesitleri öne çıkararak işaret ettiği bu insanlardan özellikle ‘ağır ceza reisi’, ‘vali’,
‘alay komutanı’ ve ‘bekçi’ye farklı bir boyutta dikkat çeker. Kendi bireysel yaşantılarına ait bir takım
özelliklerden çok, yapmış oldukları meslekleriyle şiire konu olan bu insanlar, kendi "biyografisini yaşıyor
olma”
larıyla eleştirilir. Özel, ‘ağır ceza reisi’nin ‘duruşma’sını, ‘vali’nin ‘makam arabası’nı, ‘alay komutanı’nın
‘tekmil’ini ve ‘bekçi’nin de ‘düdüğü’nü şiire konu ederek, kuramların insanların öz yaşamlarını ortadan
kaldırması sonucunda varılan yabancılaşmayı ve herkesleşmeyi işaret etmiş olmaktadır.

Yukarıda ifadeye çalışğımız eleştirisi yapılan husus, Jung’un "personayla özdeşleşme”/“biyografisiniyaşıyor
olma”
ile ilgili söyledikleri çevresinde ele alındığında daha net anlaşılabilecektir. Jung, “dünya insanları belirli
bir davranı
şa zorlar ve profesyonel insanlar bu beklentileri yerine getirmek için çaba harcarlar. Tehlikeli olan
insanın personası’yla özde
şleşmesidir, örneğin profesör ders kitabıyla, tenor sesiyle özdeşleşir. Bu da onların
felaketi olur. Çünkü o zaman insan yalnızca kendi biyografisinde ya
şar” demekte ve bu türden bir tıkanıklığı
yaşayan insanların en basit bir işi bile doğallıkla yapamayacaklarını ifade etmektedir. İsmet Özel, bu türden bir
eleştiriyi, “Bir Yusuf Masalı” nın İkinci Babı olan “Yusuf’un Kaçırılışıdır” adlı bölümde “Giderek / Her nesne
ödeviyle / Kaybediyor nesne niteliğini / Ödevini yerine getiren “o şey” oluyor” (“Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir
Yusuf Masalı,
s.72) diyerek hissettirmektedir.

İsmet Özel’in “Ils Sont Eux” adlı şiirinden yukarıya alıntıladığımız dizelerinde, ikinci bir grup ve anlatım düzeyi
olarak değerlendirebileceğimiz ‘baba’, ‘karısı’, ‘büyük kız’ ve ‘lisebirdeki oğlan’ şeklinde dikkat çekilen
insanlarla aslında bir başka kurumun fertleri söz konusu edilmiş olur. Bu kurum, toplumsallaşma sonucu kendi
bireysel yetilerini kaybetmiş olan ve hayatın gizine sırtını dönerek yaşayan fertlerin oluşturduğu ailedir. Şairin, bu
ailenin özelliklerini sıralarken kullanmış olduğu ‘uyum içinde’ olmak, ‘gezintiye çıkmak’, ‘sürüklenmek’ ve
‘herhangi bir sırra varamamak’ gibi söz grupları, konformizmin rahatlığını yaşayarak kendiliğini unutan
insanların dünyasını akla getirmektedir.

Özel, şiirin ikinci bölümü olarak kabul edilebilecek mısralarda, yukarıdaki dizelerle dikkat çektiği insanların
tekdüze haline gelmiş olan yaşantılarından kesitler sunmaya devam eder ve bu insanların hayatlarının anlamdan
yoksun olarak sürüp gittiğini, ‘rüya’, ‘okşayış’ ve ‘Tevrat gibi kelimeler’in imajinatif değerlerini akla getirerek
dikkatlere sunar. Bu bölümde dikkat çeken husus, şairin söz konusu olan ‘herkes’lerdeki yabancılaşmayı iyice
belirgin kılmak için kahramanlarından birine kendilik bilincine doğru mesafe kazandırmış olmasıdır.

Özel’in şiirlerinde önemli bir izlek olarak devam eden “kendilik çağrısı”nı incelediğimiz kısımda da dikkat
çekmeye çalışğımız bu duruma şair, ikinci bölümünün sonunda kurumsallaşan boyutuyla eleştiri getirdiği ailenin
‘buruşuk pardesülü’ babası ile işaret eder:

Ağır ceza reisi

santa luçia söylüyor traş olurken

maiyet memurluğundan beri aksatmadan

yaptığı gibi vali sabah sabah

parlatıyor

zaten pırıl pırıl olan siyah
kunduralarını.

şlada alay komutanı

barakaların kar altında öksüz

duruşlarına bakarak

susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri
'güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez'
demiş çünkü Valery.

Çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık
şimdi mesai saati
disiplin kurulunun toplantısı var
arşivde sicil belgeleri damgalanacak
tayinler imzaya girecek
teftişe gidecek generaller

rüya, okşayış, Tevrat
gibi kelimeler
gündemin dışında.
Yurttaşlar uygunadım çalışmalarıyla
söktüler karîha yarımküresini yerinden
bir pusula koydular açtıkları boşluğa
titreyen, korkak ibresiyle bu pusula
kuzeyi gösteriyor serbest
şünme zamanlarında ;
safir bir göz görünce karıştırıyor yönü
tırnaklarını yiyor bakır bir
dudak ona yaklaşınca ;
cıvadan bir gözyaşı
bari olsun istiyor
bütün mesai boyunca.

Buruşuk pardesülü adam dalgın
gittikçe daha dalgın, elinde cetvel
masada hesap makinesi, pusula
yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir urganla beline
ağır bir sandık
salıyor kendini
yeşil yosunların
kırmızı balıkların
uçan kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir sandık buluyor
yakutlar, altınlar, pırlantalar
adam dibe inmek için beline bağladığı
sandığını keşfediyor dibe ulaşğında.

(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.21-24)

İsmet Özel, bu noktadan sonra şiirin 3. bölümü olarak kabul edebileceğimiz son kısma ulaşş olur. Hayatını
kuşatan mecbur bırakılmışlıkların arasında ‘gittikçe daha dalgın’ hale gelen ‘buruşuk pardesülü adam’ın,
bunlardan sıyrılmak/'dibe inmek’ için ortaya koyduğu kazanıma paralel olarak açımlanan bu kısımda şair, diğer
kahramanlarının da sonunu şiirselleştirir. Özel’in şiirin son dizesi olarak dikkat çektiği husus, ‘herkes’lerin
varlıklarını sürdürebilmek için kuvvet almaya çalışğı gelip geçici olan değerlerin ya da kuramların yerine kendi
güç merkezini işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir:

Öyleyse adamın eyvah ışıdı yüreği
eve dönmesine gerekçe
bulamıyacak bir daha.
Eyvah çattı kaşlarını, ayağa kalktı yargıç
elindeki kalemi
gülümsüyor, kıracak!

Atıldı öne, denize doğru lisebirdeki oğlan

denize, yakuta, entegral hesaplarına.

Kardeşim!

diye haykırdı ablası arkasından
fırladı kanepeden
kopardı kafasını bekçinin
safirden bir baltayla.

Anneleri
mutfakta kalan son bakır sahanı
alüminyum olanıyla değiştirdi.
Mesainin bitimine on kala
istifa etti vali
çamurlu bir yoldan
yayan yürüdü sınıf arkadaşı
olan nalbantın dükkanına.

Alay komutanı oğlu için
otomobil satın aldı
Mercury marka.

ş geçti, öksürük haplarıyla
geçti cumartesi
hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için
herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir. yarpuz... karamela...
la havle ve la kuvvete illa billah.

(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.25-26)

İsmet Özel, ‘herkes’lerin dünya ile kurmuş olduğu bağlantıyı “Bir Yusuf Masalı” nın “Dibace” adlı bölümünde
de söz konusu etmektedir. Hayatın sahici kılınarak yaşandığı ve dünyanın henüz ‘ham’ olduğu dönemlere yönelik
öykünmeyle açılan şiir, insanların ‘başkalarına ait çarpı’ları üzerlerinde taşıması sonucu dünya karşısında
‘sarkık’, ‘işaretli’ ve ‘yarım’ kalışlarının işaret edilmesiyle sona erer:

Oradaydık hepimiz, müheyya bekliyorduk
salaştı mukadderat, bozulmuş bir nişandı
gebe rüzgar, ihanete uğramış deniz, kerrat cetveli
dünyaya sokunmuştuk, dünya hamdı
külsüzdü ocak, tellal çarşısız
ağzımız noksandı.

Rimbaud'nun haberi yoktu Menelik'ten
Nijinski delirmemişti

Mahler'in beş yaşındaki kızı ölmemişti daha
nehre Haşim annesiyle karanlık geceler
bazı çıkardı
zonklardı öpülmek için kavlamış dudaklarımız
bekliyorduk; alnımızın çatında
hepimizin bir çarpı.

Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bize
verilmemiş birer söz
daha hiç çıkılmamış
birer iskeleydi bedenlerimiz

alnımız birer sayıltı

azalarımız yerli yerine çakılmamış

bir çift göz, bir yumruk yürek arasında
darma dumandık

şümle kapanırdı yüzümüz
çünkü kazınmıştı oraya yekten
başkalarına ait bir çarpı.

Yaşamak çarpısı derlerdi buna, yaşamak çarpıntısı.

Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?

Yokuşu göze almak mı? Niçin?

Bir geçit

nereye açılmak için gerekti bize?

Susmak bilmiyordu tepemizde ses, saklı ve açık:

Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!

Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
değil mi ki hepimizin
işaretli ve yarım
dünyaya sarkık.

(“Dibace”, Bir Yusuf Masalı, s.36 37)

Şair, “Bir Yusuf Masalı”nın Üçüncü Babında, yukarıdaki dizelerle dikkat çektiği durumu, ‘eski’ ve ‘yeni
insanlar’ etrafında simgeleştirdiği hayat karşısındaki farklı kabulleniş biçimleriyle tekrar söz konusu eder. Özel’in
burada özellikle ‘iz sürmek’ ve ‘aramak’ fiilleri etrafında oluşturmaya çalışğı anlam birlikteliği, bir bütünün
parçası olduğu bilincini taşıyarak buraya doğru hamleden bireyin, kendilik bilincinden uzaklaşıp ‘çokluk içinde’
kayboluşunu hissettirmektedir. Yine aşağıya alıntılayacağımız dizelerde modern insanın ‘kırba’ kelimesiyle
karşılanması ve anlatımda, bu nesnenin biçimsel özelliklerinin öncelenmesi ayrıca dikkat çeker:

Eskiler iz sürerdi.

Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.

Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize

Yansıyan bir tasarımla gerçeği.

(...)

Eskiler aramaz, iz sürerdi.

Bilirlerdi Evet'le Hayır arasına Belki

Sokulduğunda

Felaket gelir.

Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden

Nelerin koptuğu besbelli.

Dağılmak eskilerin dilinde

Ufalanmak anlamına gelirdi

İz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için

Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz

Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.

(...)

İnsanlar

Onların birer kırba hepsi

ş tarafları köseledir

Hepsi içinde taşır içilecek şeyi

Utanır ıslanmış köseleden insanlar
Sahipsiz bir utanç hepsi.

(“Üçüncü Bab: Şivekâr’ın Yolculuğudur”,

Bir Yusuf Masalı, s.77, 79, 81)

İsmet Özel, “Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” adlı şiirinde ‘herkes’leri, içerisinde bulunmuş oldukları
yabancılaşmadan dolayı, yaşanmışlıkların beni’ne kazandırmış olduğu güçle eleştirir. Şiirin özellikle 3. kıtasında
‘pis’ ve ‘çürük’ kelimelerinin imajinatif açılımıyla modern insanı eleştiren şair, söz konusu olan yabancılaşma
karşısında insanlara yönelttiği kendilik çağrısının karşılıksız kaldığını da şiirselleştirmektedir:

İsa Golgota'ya çıkarken tökezlemeden önce

Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim

Yâr idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca

Dert oldum Hira'ya beni teskine geldi Efendim

İlk ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki sağnak

Dağa çıktım, kurdu geberttim beni korkuttu keme

Çalmadığım kapı kalmadı can evimden taşarak

Duyan olmadı âvâzım ki desin Hallaç kekeme

İlenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş

Aşka düşmek eceliyse bedeni coşturur anız

Ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı döş
Pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız

Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra

Bir benim sayıklayan Adem'i imlâ eden adı

Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire
Gittim çekip başımı gittim hakikat duraksadı.

(“Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare”, Of NotBeingA Jew, s.7)

Özel’in, “Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” şiirinden yükselen sesle birlikte okunmaya uygun olan bir diğer şiir de
“Kaçmak İsterken Vuruldu” adlı metindir. Şairin özellikle 2003 yılının Ağustos ayından sonraki durumu ile ilgili,
‘herkes’ler tarafından verilen yargılara bir cevap olarak da okunabilecek olan bu şiir, Özel’in modern dünyanın
açmazları karşısında bilinçli olarak yaptığı tercihleri işaret etmesi bakımından da önemlidir. Metnin söyleyişindeki
tonun özellikle ‘ey’ nidası kullanılarak yükseltildiği dizelerinde şair, ‘herkes’lerin, “Ils Sont Eux” şiirindeki kadar
olmasa da, metaforik bir anlatım içerisinden kimler olduğuna işaret etmiş olmaktadır. Buna göre, ‘pazarlıkçı dul
kadınlar’, ‘tembel amcazadeler’, ‘sabırsızca bekleşenler’ ve ‘pişman gövdeler’, şairi kendi aralarını çekmeye
çalışan ‘herkes’ler olarak belirmektedir.

Özel’in, ‘pazarlıkçı’, ‘tembel’, ‘sabırsız’ ve ‘pişman’ olarak nitelendirdiği bu kalabalığın içerisinden çıkıp
‘kaçmasına’ sebep sadece bunlar değildir. Şair, olumsuzladığı bu ortamın iyice belirgin hale gelmesi için
‘herkes’lerin yaptıklarını ‘alelusûl’, ‘ayaküstü’, ‘baştan savma’ ve ‘saydam’ kelimeleri etrafında işaret ederek bu
sözcüklerin zihinlerde meydana getireceği olumsuz çağşımdan da faydalanmak istemiştir:

Ey pazarlıkçı dul Ey pazarlıkçı dul kadınların dillerindeki yapışkan!

Ey kusurları tadat edip vakit öldüren tembel amcazadeler!

Ey gişelerin önünde sabırsızca bekleşenlerin bahanesi!

Ey gövdelerin pişmanlığı!

Ey en çürük meyvesi dünya dillerinin!

Bayramın hamursuzu!

İftar vaktinin kuşkusu!

Haçın dumuru!

Kaçmak isterken vuruldu.

Yetti yokuşların yarılandığı saatte hatırdan çıkarıldığı

Endamını ilginç bulmak yetti kilosunda esrar bulmak

Yazın kumsalda el yapımı kunduralarını görmek

şın ayağında sandalet omuzsunda harmani

Yetti alelusul yetti ayaküstü yetti baştan savma

Yetti saydamlığın inkarı

Her kıpırdayan şeye ateş etmek emri alan nemrutun

Silahından fırlayan kurşun değil

Beklentisindeki asit öldürdü onu

Kaçmak isterken vuruldu.

Bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz

Sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış

Yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca

Acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu

Bir sevişme fasılasından santur imal edemiyoruz

Dolunay imbiğinden damıtamıyoruz bir çalpara

Bizi sarmış bizi sarmış bizi sarmış baştanbaşa mucizesizlik

Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden

Kıvrılmış son sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu
Kaçmak isterken vuruldu.

(“Kaçmak İsterken Vuruldu”, Of NotBeingA Jew, s.38-40)

İsmet Özel’in son dönemde kaleme aldığı şiirlerini, “Kaçmak İsterken Vuruldu” şiirinin arkasındaki kırılan kalbin
ve öfkeli ben’in ışığında okumak mümkündür. Şair, örneğin “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi
Sebebi” adlı şiirin 16. bölümünde, ‘herkes’lerin arasından kurtulmuş olmanın haklılığını ispat edercesine bu
ortamın içerisindeki insanın yabancılaşmasını ve sıradanlıklarını gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Eleştirisinin
sınırlarını evrensel bir boyuta taşıyarak ‘herkes’leri daha geniş çapta işaret etmeye başlayan şair, ‘ey koca dalak’
diye nitelendirdiği insanlığa, ‘Allah bizi kıskıvrak enseledi’ şeklinde ayetlerden ödünçlediği bir söyleyişle
seslenmektedir:

(...)

Neyinizle görünmüşseniz âleme çelimli ve tiz

Hangi tabaka üzerinde durulacağını kestiremediniz

Bir o yana yarım çark olmadı bir bu yana

İç bade diyen siz değil misiniz doldur kâse

Aranızdan kim çıkacak sorarım

Çıraklık evresini geride bırakma telaşından arık çırpınışlı rakkase

Yamaklar kiralamak istiyor yine de ikircikten kurtulamıyorsunuz

İş talebinde bulunan yeniyetmelerinizin zihni

Berraksa bakışları bulanık

Berrak bakışlar sahipleri bunlarsa ki zihin bölgesini tarayın

Karaltıdan başka şey bulamayacaksınız

İşsizlik ayazda kalıp yanmak demek

Tam istihdam gayet ılık

Size günü gayet ılık geçirtiyor körpe vücutlar

Gözlerinizi zayıflatıyor ve bırakıyor üstünüze argınlık

Körpe vücutlar sayesinde oltaya çorman küre akrobatı

Kokusunu iliştirip diploma almıştınız

Şu yaptığınızı kim beğenir kendiniz bakın

Dilencilere dönüp bize aşkı telkin etmeyin diye yalvarmalarınız

Eşiniz armış aşınız armış işiniz varmış daha neyiniz sorgulansınmış

Ey koca dalak ey insanlık!

Vodvile konuşlandırılıyorsunuz tık yok

Kaldıysa şairlere emanet edecek bir şeyiniz kaldı ama asma kilit altında

Yahudiydi Osip Mandelstam demekle avunacaksınız

Sıranız geçti kusura bakmayın yandınız

Kaldı koltuk altında bir casusun anahtarınız

Umur etmediniz şefaati bari güvenlik kamerasından

Öz benliğinizi altlı üstlü seyrederek

Gecikme pahasına külün ne yana savrulduğu haberini bekleseydiniz

İnkâra yeltenmeseydiniz içinizde maya taştıkça bir şeylerin kıpırdandığını

Bileydiniz çoğalaydınız kayda geçeydiniz allah bizi kıskıvrak enseledi diyeydiniz
Kıvraklığınızı tövbe tövbeyi inşirah inşirahı suskunluk perçinliyeydi.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 16”,
Of NotBein A Jew, s.134-135)

İsmet Özel’in yukarıdaki dizelerde beliren ‘herkes’lere yönelik eleştirilerinin, hayatının merkezine koyduğu
“sahicilik arayışı” ile çok yakından ilgili olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu arayışın niteliğindeki sertlik ve
kararlılığın, şairin 1966 yılında yayımladığı “Yağmurun Kapıları Karanlık” şiirindeki “Yıkıyoruz. Yıkmak, kutsal
kini yürekli olmanın. İğrenmeden göklere göklere bakmak.” (“Yağmurun Kapıları Karanlık”, Geceleyin Bir Koşu,
s.14) dizeleriyle birlikte okunduğunda, çok da değişmeden devam ettiğini söylemek mümkündür.

2.1.1.2.     ‘Herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin eleştirisi

İsmet Özel’in şiirlerinde ortaya çıkan farklı tema başlıklarını incelerken de değinmeden edemediğimiz şehir ve
beraberinde yer alan unsurlar, şairin ilk şiirlerinden bu yana sürekli dikkat çekilen bir izlek olarak belirmektedir.
Özel, insanların kendilerine ve birbirlerine yabancılaşan varlıklar haline gelip hayatlarını devam ettirmeye
çalışmalarını eleştirirken de kimi şiirlerinde şehri, ‘herkes’lerin içerisinde yuvalanıp beslendikleri bir mekân
olarak işaret eder. 1964 yılının başında yayımlanan “Partizan” şiiriyle ‘şehrin şarkısı’nı söylemeye başlayan şair,
yine o yıllardan itibaren ‘yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir’ (“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.
38) diyerek, sahici olan değerlerin yaşandığı bir mekânın/şehrin arayışı içerisine girer.

Özel, “Amentü”den hemen önce yayımlanan “Esenlik Bildirisi” adlı şiirinde, beni’nin tam anlamıyla rahat
edebilmesi için konumlanma ihtiyacı içerisinde olduğu şehirden duyduğu huzursuzluğu bütün açıklığıyla dile
getirmektedir:

Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir

Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya kelimesini
o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir
(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)

Yukarıdaki dizelerde dikkat çeken husus, şairin içerisinde yer almak zorunda kaldığı şehirden sadece şikâyet
ediyor olmaması; şehir karşısında etken bir tavır içerisinde bulunuyor olmasıdır. Bu durumu, ayrı bir tema
başğında ele alarak dikkat çekmeye çalışğımız gibi, İsmet Özel’in hayat ve kendine sunulanlar karşısında
devrimci bir duyarlılıkla hareket ediyor olmasıyla açıklamak mümkündür. Nitekim şairin, 1966 yılında
yayımladığı “Kan Kalesi” şiirinden “Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum / sıkıca tutuyorum kendimi şehre
karışmaktan alıkoymaya” (“Kan Kalesi, Evet, İsyan, s.18) şeklinde yükselen ses, yıllar sonra iyice gürleşmiş ve
Özel, ihtiyacı içerisinde olduğu ‘esenlik’ için şehir ve içerisinde barınan ‘herkes’lerle karşı karşıya geldiğinde
kendi olanı/kendiliğini önceleyerek hareket etmiştir.

Yukarıdaki dizelerin devamında, bu gayretin bir ifadesi olarak şehrin içerisinde ne şekilde bulunulacağının
işaretlerini görmek mümkündür. Şair, ‘esenliğin’ bildirisini yazarken, bu karşı oluş tavrının sonucunda duyulan
şey ‘acı’ bile olsa, bir gün öç alınacağı için sabır/‘çıdam’ içerisinde olunması gerektiğini ifade etmektedir. İsmet
Özel’in söz konusu olan bu hususa biyografisinde vermiş olduğu yerin gerçekliği ile ilgili olarak, kurmuş olduğu
yayınevinin ismine “Çıdam Yayınları” demesi, Özel’in şiir-hayat birlikteliğini işaret etmesi bakımından ayrıca
dikkat çekicidir:

Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insani; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtır
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir

Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.

(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)

Konformizmin vermiş olduğu rahatlıkla sergiledikleri davranışın anlamını sorgulamadan yaşayan ‘herkes’lerin
eleştirisini yapan şair, şehrin içerisindeki insanın davranışının ‘haksızlık’ olduğunu fark etmesinin, ancak aynı
haksızlığa      kendi   uğramasıyla     mümkün    olacağını,    ‘haksızlık     et,   haksız    olduğun                    anlaşılsın’                   dizesiyle

hissettirmektedir. Özel, aynı ‘şehir ahalisi’ni başka birçok özelliklerini de sıralayarak “Dişlerimiz Arasındaki
Ceset” adlı metninde de okuyucunun dikkatine sunar:

Biz şehir ahalisi, kara şemsiyeliler!

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir

Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz

Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler

Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze

Katliamlar ne kötü be birader

Güneş neredeysek orada bulur bizi

Ya cünûp ve yalancı veya miskin ve ülser

Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi

Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza

Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle

Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf

Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker

Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.

(“Dişerimiz arsındaki Ceset”, Cinayetler Kitabı, s.12)

Yukarıdaki şiirde ‘kara şemsiyeliler’, ‘kapçıklar’, ‘evraklılar’ ve ‘örtü severler’ olarak nitelendirilen ‘şehir
ahalisi’ne yönelik yapılan eleştirinin sınırları, “Partizan” şiirinde ‘tecimevleri’, ‘poker’, ‘sinema’ ve ‘genelev’le
simgeleştirilen ‘kendine akarak boğulan herkesler’le birlikte ele alındığında daha da genişlemektedir. Şairin şehrin
içerisine sıkışıp kalan insanın mecbur bırakılmışğını ifade için ‘senet’, ‘ahize’ ve ‘tren tarifesi’ne yaptığı
imajinatif göndermeler dikkat çekicidir. Çünkü modern hayatın merkezinde olan bu unsurlar, insanı kendi varlık
alanının dışına iterek onların birer ‘üstü çizilmiş kişiler’ haline gelmesinde çok önemli bir görev üslenmiş
olmaktadır.

Nitekim Özel, ‘şehir ahalisi’nin bu yabancılaşmasını iyice belirgin kılmak için, dinin her insan üzerine “iyiliği
emredip kötülükten men etme” şeklinde yüklemiş olduğu sorumluluğu, şiirin sınırları içerisinde söz konusu
ederek dikkat çeker. “Üç Frenk Havası” adlı şiirinde, şehrin içerisinde kendine yabancılaşarak yaşayan bu
insanların özelliklerine ‘kaypak ilgileri’, ‘zarif ihanetleri’, ‘bozuk paraları’, ‘sivilceleri’, ‘pahalı zevkleri’ ve ‘ucuz
cesaretleri’ de ekleyen şair, modern toplumlarda mekânların/şehrin nasıl tüketildiğine de işaret eder.

İsmet Özel, son dönemde kaleme aldığı şiirlerinde de ‘herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin eleştirisini
yapmaya devam etmektedir. Örneğin “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı” adlı şiirinde şehrin insanını
‘köçek’ olarak tanımlayan şair, “Savaş Bitti” adlı metninde de ‘irinliler kabilesi’ olarak nitelendirir. Özel’in
“Savaş Bitti” şiirinde ‘şehrin insanı’ için yaptığı bu benzetme, yukarıdaki şiirde dikkat çektiğimiz ‘kapçıklar’
tanımlamasına koşutluk kurarak açımlanmaktadır:

Satıver anasını anâsır mı olucan

Gel bu ruhtan satın al bedavacılık etme

Yut bu ruhu dökülsün barsağından solucan

Ne kalsın trahomun ne tutsun seni sıtma

Modası bu dertlerin çoktan geçti diyorsan

Riskliyse ruhu yutmak tezgâhtan gölgeni çek

Şehre git şehirden al çünkü şehirli insan

Tınlatır boş fıçının egzoz ritmiyle köçek

(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,

Of NotBeingA Jew, s.85.)

(...)

Haramdıysa prospektüs yetmez miydi yandan yana yatırıp

Tırâzende saçları büsbütün haram ettiğimiz
İnsafına sığındığımız yetmez miydi işgüzar
Kamusal ilaçlama işçisi güruhunun

Dilenmeyi öğütlemekten gayrı söz etmekten habersiz
Rahmi narkoz altında ameliyatla alınmış şehirlerden
Başka ne kaldı ki desek mahremiyetimiz

Niyetleri diplerde sakladık

Whether deep or freakish ease

Saklandık niyetlerimizin esfeline

Kovcular haline dönüştük

Matbuattan gizlendi şehre inmekten maksadımız

Giderek matbuat gizledi bizden kendi maksadımızı

Yadırganmadı bu koca kaba kalabalığın

Daracık yerlerde sıkış tepiş gizlenişi

Gizli övünmelerde yoklandı bir darp izi

Mezeler yenildi kafalar çekildi

Tarladan kovulanların irin topladı derisi
İrinliler kabilesi

Çoğalıp sayıları göze batınca alarga durdular bizden

Sevmezlermiş bizi raconlarının bu olduğu söyleniyor

Yarası cerahatlenmeyeni kendilerinden saymazlarmış
Bize başından beri başkası muamelesi yaparlarmış
Daha yeni öğrendik meğer biz de onlarla mecazdan
Leff ü neşirden gayrı alâka şimdiye kadar kurmamışız
Doğrusu gerçekten bizmişiz başkaları

Onlara dokunmanın bizlere ar gelişi bundanmış

İrinsizlik bilinciymiş her geçen gün tuhaflaştıran bizi

Bizdik hey gidi bizdik biz gidi bizdik neye dokunduysak

Doğdu o şeylerin ortadan kalkma ihtimali
Sarktı berelendi döküldü neye dokunduysak
(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.62)

Özel, “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirinin 11. ve 12. bölümlerinde de şehir ve
içerisinde yer alan ‘herkes’lerin yabancılaşmasını konu etmektedir. Şair, MÖ 3000 yılları civarında Nuh
Tufanı’nın gerçekleştiği yer olarak düşünülen Mezopotamya Ovası'nın Ur ve Uruk adlı şehirlerine dikkat çekerek
şiirselleştirdiği eleştirisini, modern insanın şehirle/’panayır’la kurmuş olduğu ‘karanlık’ ilişkiyi işaret ederek
devam ettirir. Özel’in söz konusu olan bu durum için “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin
11. bölümünde, insanların 13. yüzyılda batıda kapitalizmin gelişmesiyle elde ettikleri özgürlük için söyledikleri
‘Stadtluft macht frei’ yani “kent havası insanı özgür kılar” anlamındaki Alman atasözünü kullanması dikkat
çekmektedir:

Gökte bulut kalpte hicran kadehte siyah bira

Doldu boşaldı istasyonlar fabrikalar çalım caddeleri
Söylendi sanılmasın hangi İsmail'in sonuna geldi sıra
Şehri bir içinde ahdi gizli kalem beyan edildi.

Sana göz koymayan ey şehr

Saldı mı Ur'dan Uruk'tan beri

Ey saklı ağılların yüksek yüzü! Mülkiyet tapıncası!

Mabudun var yılankavi mabutlar alacası

Ödümüz kopuyor senden

Mumların kıpır kıpır

Alevlerin üstümüze geldikçe

Mabudun gün ışıdıkça yemek zerk eyliyor

Aydan ışık sızınca içirtiyor arpa üzüm sızdırısı

Şehir karartıyor ömrün furyasını

Karanlık bastırıyor

Yorganaltı irisi

Ur'dan Uruk'tan beri alevle kuşatılmış

Ur'lu Uruk'lularla kavranmış şehir ahalisi

Bugün artık çengilerle niçin elekten geçirilmesin

Ha ahali ha konser iskemlesi

Hazine kilit altında göz altında sergiler

Niçin cambaz çadırı ahaliyi süzmesin

Haspam çaldırır kürkünü izne çıkmıştır nefer

Çığşır cehennem yolcusu Stadtluft macht frei

Her Allah'ın günü panayır her yer.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 11”,
Of Not Being A Jew, s.120-121)

“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin 12. bölümünde ise şair, şehrin içerisinde yaşamaya
mecbur bırakılmış insanın durumuna ironiyle yaklaşır. Modern dönemi yaşayan insanın, kavramlar ve nesneler
karşısında iç içe giren ve kimliksizleşen yanlarına dikkat çeken Özel, şehrin içindeki ‘herkes’lerin bu
keşmekeşliğine ‘ruh’ ve ‘ten’ kelimelerinin metaforik anlamlarını önceleyerek işaret eder:

İki can kol geziyor şehirde alayla

Karşılaşılıyor konaklamayı

Birine verdik ikircik ismini öteki ruh

İki canın şehirdeki varlığı hissediliyor ama

Hangi can hangi tende bilinmiyor

Teşhis edilemiyor üstelik canların

Hangisi ikirciktir hangisi ruh

Ruh astarlanmış diyorlar verili olanla

Verili olan üstü sözle örtülmüş olandır diyorlar

Bundan sonrası zaten karıştırılıyor

Astarlı ruh ikirciğin ters yüzüne dikilmiş

Kemmiyet mi astarı keyfiyet kumaşının

Şehre esmer mi desek ahaliye diyelim mi sarışın

Yoksa yerini değiştiriversek mi bütün sıfatların

Ne neyin yerini ne kadar tutar

Şehirli biz miyiz lök şehir mi içimizde oturur

Bıkkınlığın berisinde korunaksız ruhumuz

Bıkkınlık ötesinde üşüşülmüş ikircik.

Lâfa bak şehirdeki nümayiş dirim uğruna imiş

Ya niçin iki candan başkası hep candarma

Beldeler yıkım görüyor ve tekrar yapılıyor

Kitaplar devriliyor defterler evriliyor

Biri sen diğeri o zamirleriyle denkleşen iki kişi

Ne acımak biliyor ne ekşimek

Ahali yanaşmıyor onları tatlandırmaya

Tuzlayan bile çıkmıyor onları insanlar arasından

Kalıyorlar tatsız tuzsuz hep iki

Rastlaşmıyor karşı karşıya gelmiyor bu ikisi bir türlü

Mektupla tanışma fırsatı bile bulamıyorlar

ş içinde yaşıyorlar dalarak

Benim gibi biri olmazsa olmazın dünyasına

Bencileyin biri daha olsa gerek diyorlar

Mahallede yan masada.

(...)

Mesela şehri seçmek olmasaydı şehre girmemiz

Şehre bir kur' aya katılır gibi girecek olsaydık

Çalkalar karıştırabilirdik talihi ve sevinci

Halbuki biz seçmeler zincirinde birer neyiz bakla

Bize sığmak için şehre

Komşunu geç diyorlar ziyaretçini hakla

Ölç diyorlar dağarcığını kutunun kutrunu seç sığdırmak için

Böylesi rüçhaniyetle seçtiklerimizde dua yoktu

Narayı neden attı bilmiyoruz bize uğrayan müvezzi

Geçtiğimiz koridor bilmiyoruz neden para koktu

Mabudun rengi sarı dediği dedi çaldığı düdük

Sarardı korkudan benzimiz yaptık yapacağımızı

Püsküllü sandırdık kendimizi

Oysa biz pis küllüydük.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 12”,

Of Not Being A Jew, s.122-126)

2.2.      Şiirlerin Yapı Bakımından İncelenmesi

"Şiirin anlattığı, getirdiği yorum

ve şiir içinde tartışılan bütün sorunlar şiirin biçimiyle varolur”

Devinim LX

İsmet Özel’in şiir evreninde ortaya çıkan temalar, şiirin yapısı içerisinde yer alan kelime birliklerinden dize
örgülenmesine; bentlerin kuruluşundan imlâ ve noktalamaya varıncaya kadar şairin bilinçli olarak yapmış olduğu
tercih sonrasında şekillenmektedir. Şiire, II. Yeni şirininin biçimsel özelliklerinden daha çok imge kullanımını
önceleyerek başlayan Özel, ortaya çıkarmış olduğu metinlerin birçoğunda “serbest şiir”in form ve yapı açısından
şaire tanıdığı imkânlardan faydalanmaktadır. Fakat bu imkânlar Özel’in şiirinde, Cristopher Caudwel’in “serbest
ölçü”yü esas alan şiirler için belirttiği gibi, insanın toplumsal ilişkilerinin denetimini tamamen yitirdiği için, bütün
toplumsal ilişkileri körü körüne yadsıması sonucunda ortaya çıkmamaktadır.

Şair, “serbest” olarak meydana getirdiği metinlerinde de, özellikle dize içlerinden bentlere oradan da şiirin
bütününe yayılan kelimelerdeki ses, ahenk ve ritim uyumunu bir disiplin dahilinde kullanmaya gayret
göstermektedir. Dolayısıyla Özel’in şiirlerinde kullanmış olduğu “nazım birimi” ve “nazım şekli” ile şiirin dış
uyumuna yönelik “ölçü”, “uyak”, “redif” gibi biçim özellikleri ve iç uyumu sağlayan “ses”, “ahenk” ve “ritim”
gibi şiirin “yapı”sına ilişkin unsurlar, şairin tema değerlerindeki içeriğe paralel olarak ortaya çıkmakta ve metnin
anlam alanlarına yönelmektedir.

İsmet Özel’in üslûbunun oluşmasında yapı taşı görevi gören bu unsurlar aynı zamanda, şairin şiir evrenindeki
izleklerin de tam olarak anlaşılmasında önemli bir görev üstlenmektedir. Buradan hareketle Özel’in şiirlerinin
yapısına ilişkin özelliklere, “Nazım birimi” ve “Nazım şekli” adı altında 2 ana başlıkta dikkat çekilecektir.

2.2.1.     Nazım birimi

2.2.1.1.      Bent ve dize kuruluşu

İsmet Özel şiirinde nazmı belirleyen temel yapı benttir. Şair, kaleme aldığı ilk şiirlerinden itibaren bent esaslı bir
yapı içerisinde metnin anlamını tamamlamayı öncelemektedir. Sayıları çok fazla olmasa da özellikle son dönemde
yazdığı şiirlerinde daha çok görülmeye başlayan 8’li, 14’lü, 16’lı, 19’lu hece ölçüsüyle kurulan “dörtlü” ve
“sekizli” şekillerde bile Özel, şiirde esas tuttuğu anlamın bentler arasında tamamlanmasına dikkat etmektedir.
Şairin ilk şiir kitabı olan “Geceleyin Bir Koşu”yu meydana getiren şiirlerin kuruluşuna bakıldığında daha çok 3
bentten oluşan metinler, Özel’in şiir yaratma hususunda ortaya koyduğu gayretin gelişmesiyle artmış ve şair son
dönemde yayımladığı şiirlerinde, sayıları kimi zaman 83’e ulaşan bir bent örgüsüne ulaşştır.

“Geceleyin Bir Koşu”da yer alan metinlerin daha çok ‘4’, ‘5’, ‘6’ ve ‘8’ dizeden oluşan yapısı, şiirde ifade
edilmek istenen anlamın esasına yönelik olarak değişmektedir. İsmet Özel’in 1953 yılında bir ilkokul gazetesinde
yayımlanan “Kış” adlı şiiri dışarıda tutulduğunda ilk çalışması olan “Yorgun” adlı metin, şairin şiirdeki anlamı
dize boyutundan bent seviyesine çıkararak şiirin bütününe yönelik bir anlam birlikteliği oluşturması bakımından
dikkat çekicidir. Özel bu durumun bir ifadesi olarak, bu ilk şiirinin ilk dizesini büyük harfle başlatır ve noktayı
sadece 3. bentte biten şiirin sonunda kullanarak şiirin formuna da bir bütünlük kazandırmak ister:

Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar

bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.

(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)

İsmet Özel, yukarıda dikkat çekmeye çalışğımız şiirin anlamına ve yapısına ilişkin bent esaslı yönelimini
“Yorgun”dan sonra kaleme aldığı kimi şiirlerinde de devam ettirir. Bu ilk şiirdeki “4-6-4”lü dize ve bent
formunun bir değişik kuruluşu olarak “4-4-5”, “5-5-4”, “5-6-8”, “5-5-4-2”, “5-6-5-2” gibi yapıları deneyen
şair, yine bentlerde ortaya konan anlam birliklerinin şiirin tamamında tek bir anlam bütünlüğü etrafında
örgülenmesine özellikle dikkat eder. Örneğin “O Bağımsız Dağların” adını taşıyan metin, “Yorgun” şiirindeki
gibi, tek bir büyük harfle başlamakta ve sadece 4. bendin 2. dizesinde kullanılan nokta ile bitmektedir:

Bendim benim gölgelerimdi
yaklaşan dağlara ayaklarını satan
ve bakır kazanlardan taşarken roma
yorgun bir karanlığa ileten kendini
o acı çığlıkları güzle ağartan
ben ki sesimle coşturup al binitimi
bir koşu yetiştirdim o çılgın yaza
o zaman roma'ya tutuşurdu tanrılar
çocuklara unutulurdu savaş giysileri
ama kimlerdi durmadan seslenen bana
kimlerdi durmadan sarışın olanlar
kimdi o bilinmez yapının taşları sırtında
gece gibi geçti köprülerinden şehrin
silahı kendi dalgınlığına çarptı birden
büyük bakır kazanlarda inledi mevsim
yel çözdü saçlarımı örgülerinden
ben ki hala alnımda imparatorluklar
bezgin, yorgun yüzlü ve sarışın olanlar.

(“O Bağımsız Dağların”, Geceleyin Bir Koşu, s.12)

İsmet Özel, ilk şiir kitabındaki 3’lü ve 4’lü bentlerden oluşan şiir yazma anlayışını tek bir şiiriyle bozar: “Davun”.
Bu şiir aynı zamanda “Geceleyin Bir Koşu” kitabının en uzun şiiri olan “Bakmaklar” şiirinden sonra kaleme
alınan ikinci uzun şiir olma özelliğiyle de şairin, sonraki şiir evrelerinde yazılacak olan uzun şiirlerin bir habercisi
durumundadır. Çünkü İsmet Özel, ilk şiirlerinde kısa tuttuğu dizelerindeki söyleyiş gücünü “Bakmaklar” ve
“Davun” şiirlerindeki sayıca fazla dizeler arasında da devam ettirmiş; “Evet, İsyan” kitabıyla açılan şiir
evrenindeki uzun soluklu şiirlere bir anlamda geçiş yapmıştır. Aşağıda tamamına yer vereceğimiz “Davun”
şiirinin 1. bendindeki 24 dizenin, 2. bentte 12 dizeye düşürülerek metnin bütününde öncelenen anlama, şiirin
formunun kullanılmasıyla da işaret edilmesi ayrıca dikkat çekmektedir:

Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.

Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.
Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan
ğsümde serinleyen akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.

Leş yiyen akçıl kuşları severim çünkü
akçıl göçmen kuşları çünkü
çünkü özentisiz taşra yanakları
gibi çarşılara ilişkin
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.

Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
ğrümde avrupalı atları koşuşturan

aşkım, tanımım, yanaşmam.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28-29)

İsmet Özel ilk şiirlerinden itibaren, bentlerde yer alan dizelerin kuruluşunda da yer yer değişik yönsemeler
içerisine girmektedir. Uzun ve kısa dize olarak beliren şiirin formuna ilişkin bu özellik, Özel’in şiir evreninde
sürekli öncelenen bir durum olarak varlığını koruyacaktır. Öyle ki şair, bazen tek bir heceden oluşan kelime ile
dize meydana getirecek, bazen de 35 heceden oluşan dizelerle şiir kaleme alacaktır.

Özel’in, bentlerin sadece anlam yönüyle değil nokta ile de birbirinden ayrılmasına yönelik değişikliğin ilk örneği
olması bakımından da dikkat çeken “Waterloo’da Bir Dişi Kedi” adlı metni, şairin kısa ve uzun dizelerle meydana
getirdiği şiirlerinin ilki olması sebebiyle; son dönemde yayımladığı ve henüz kitaplaşmamış olan “Hişt, Baksana”
adlı şiir de Türk Şiiri içerisine başka örneğine pek rastlanılmayacak dize yapılanmasıyla örnek gösterilebilir:

O silik aynalarda şaşırdığım pis yüzüm
daha çok insanlara benzeyen ve onlara
hırçın çalgılar yansıtan
yüzüm.

Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça

ve o külle yıkandıkça ben durmadan
utançla oğuşturduğum

yüzüm.

Zengin dul dişi bir kedi seviyor ya kucağında

belki bu insanlara güvenimi doğuruyor durmadan

ellerim bağlı da ondan bu belki

yaşlı adamlar artıyor haykırışımdan
kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar
bir kadın vuruyor kuşlara kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin gövdesine yorgunluktan.

O silik, eski, yalnız aynalarda
kısaca insanlarda yani
kuşları eskiten kan
kurusun.

Gürültülü bir intihar başlasın akşamla

dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün

dinsin dinsin benim çağdaş olmayan iğrenç yüzüm.

Ayın parçalanışını bir dişi kedi gördü

Waterloo’yu gördü bir asker, bir kahraman

ama bizim için ne Waterloo, ne yağmur öncesi hüznü

bir aptalca büyü uğraştırıyor bizi durmadan
çünkü umulmadık bir şey oluyor artık insan
bir şey, bir kahkaha sabahın karşısında
ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara
artık kendine yürüyor kalkıp onlardan.

(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17-18)

Duyabildiysen aman suya sıtma ağacından düşen telsizin çıkardığı bir uysal şluk sesi
Beni de haberdar et ben de çekeyim sökük filintalara pasından sinmiş yasemin nefesi
Yünlüyse biz oyuzu bildirsin çaksın kafalara ketense biz onlardan değilizi ne ipeklisi
Nerde kalır valinin silindir parmak kadar çocuğun parmak izini sildiyse uçkur gailesi
Nasıl söker kirazı hasır şapkaya sokuşturan tahta bacaklı kaymakamcığın örfi idaresi
Aşkı bendim gamlandıran amma anmaz gammazı gamma delta icap eder gusül aptesi
Gam benimle gamdır yalayan ilk pulu zarfa gömen silen süpüren do re mi fa sol la si
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi
Keselerler saf oğlanı bu cadde ne de genişmiş bir yıkanışta hop çekmiş şeffaf maskesi
Çek elini çekimden itiraf et pis işlerin neşesini bul karayı bur hayayı tağyirin ardiyesi
Bak alelusul yaptıkları doldurmuş ş uzarsa bahara çıkamayız korkusu bayram sinisi
Demir tavında dövülür mantığıyla mercimeği trink fırına verdiğimiz tepsinin hadisesi
Tunç olmaz tepsi bakır gözünü aldı kalayın parıltısı sonucu verdi şırfıntılarla gezmesi
Varsın uyusun cüzdan kalça koşulu şehre ceket iç cepleri sendromu cezbetsin herkesi
Kaçmayı kaçınmaktan öğrenen ben terk ettim cumbayı tulumcuya tulumbacıya kafesi
Vazgeçen ben sırça küpte fırça perhiz korodan feragat ederek öğrenemeyerek tizi pesi
Bırakan veliahtı ben uğraşsın borsa işlemleriyle kral sorsun köşegen aklıyla neyin nesi
İnat olsun işte yazdırmayacak Azrail iki âlemde bulunmayacak fenalığın kütübü sittesi
Battıkça batık borç geçtikçe geçim dert kaygana kaynanasız erseliğe sunuldukça mersi
Şisesiz lamba yanmazdı çıt çıkar çıtırtı çıkmazdı bozduranlarındı bozulmazdı terbiyesi
Gül âşık olandı ağlayıp solandı bülbül şakradı şaşırmaktan hikâye anlatılanın tam tersi
Hafifçe çıtlat bakalım hiç oralı oluyor mu almayalım boşuna günahını kızın küllâbicisi
Bir ikramiye dedikodusudur gidiyor gitsin zamirsizleştiğinsen senindir ebenin örekesi
Makulesi kız kaçırır tonunu tutasıymış en az on sayfa Süryanice yazılasıymış makalesi
Acıkılmasaydı susanmasaydı tahtırevanlı bir beklentiye varmasaydı rayların döşenmesi
Mühür esire pazarlarında kızıllaşmasaydı kancığın adamı astırmak olmasaydı eğlencesi
O günlerde çaça yoktu bilmezdi Ruslardan başkası istimna bir Faslılar giymekteydi fesi
Bunlar mânâlıdır her mânâyı dedelerime derince tarafından ulaştırdı dedelerimin dedesi
Keşfe değerdi değdirilmeden kaldı sellerdeki balçığı çayda çakılı orta mektepte niharisi
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin feye nesi
Zaten anlayamazdı kim hafife aldıysa Fenikelileri deniz ticaretini zencefil ziyaret iadesi
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürülmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
Buseye feda edilenleri gönder sınır boylarına yoksa düşmez yakamızdan boyu devrilesi
Oğlum hariciyeci olacak benim sözünü dinletecek resmi tabakalara annesinin bir tanesi
Pus pusa biner sis sise arka çıkar göz gözü görmez bir dokunmak olur körlük göstergesi
Cayırtı merak uyandırır feryat mı istiskâl mi durmayıp hır çıkarmak bir hesabın neticesi
Kaytan bıyıklı sağdıcın hesabı bu damat eli mahkum ödeyecek kudurtmasın aile çevresi
Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi
Bunlardır coğrafya yiyip mavi avlucukta boncuk bulanlar yan taraftan iştecik geçti birisi
İnci dizerek bade süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi

Hambone, Hambone
whereyou been?
“Round the block
And back again”

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

İsmet Özel’in “Geceleyin Bir Koşu”dan sonra yayımlanan şiir kitapları, içerdiği metinlerin bent kuruluşları ve
bentlerdeki dize sayılarının birbirine yakın oluşu bakımından ilk şiir kitabındaki kadar uyum içerisinde değildir.

Fakat bu duruma bir istisna olarak “Partizan” şiirinin kuruluşundaki uyumu işaret etmek gerekmektedir.
“21-27-25” dize kuruluşuyla, “GeceleyinBir Koşu”daki şiirler gibi yapılandırılarak 3 bentten meydana getirilen
şiirin bu benzerliğini, içeriğinde öne çıkarılan tema değerinden dolayı “Evet, İsyan” kitabına dahil edilmiş
olmasıyla değil de yayımlanış tarihiyle açıklamak gerekmektedir:

Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış, ne infilak
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kağıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.

Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.

- Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha -
Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.

Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...

Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.

Yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağşımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışğı.

Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.

Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.

Radyodan silah sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!

ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan.

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7-9)

Yine Özel’in ikinci şiir kitabını, şiirdeki anlamın ve formun uyumluluğu açısından “Partizan” şiiriyle başlatması
da dikkat çekicidir. Çünkü “Evet, İsyan”ın diğer şiirleri, bu şiirdeki dize sayılarının birbirine yakın oluşları ve
dizelerin yapı itibariyle kurgulanışları açısından “Partizan” şiiri kadar uyumlu değildir. Örneğin şairin “Sevgilim
Hayat” adlı şiiri, “53” dizelik tek bir bent içerisinde başlar ve biter:

Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim senin.

Mahmur bir tohumdan delikanlı bağrıma.

Ve hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin fabrika düdüklerinin
dizlerine yatırılmış olan sabah
senin kalbini kakışlardı

Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar
polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda
patronları kudurtan gazeteler satarlardı.

Ey şehre başaklar:

militan ruhlar ekleyen hayat!

Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken

izmarit toplayan
çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme bak

ve rahmini bana doğru tekrarla
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;

yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
çünkü biz savaşmasak
Uzak Asya'dan çekik gözlerimiz
Küba'dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak

güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da

Ke san'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin
ve sen boynunu öperken beni sarhoş
bir okyanusla titreten hayat
sevgilim olur musun.

Ben savaşarak senin

bulanık saçlarından tutup

kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya

dünya

kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.

(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29-30)

Şairin yukarıya örneklediğimiz şiirinde olduğu gibi tek bent şeklinde yapılanan şiirlerinin de yine metinde
öncelenen anlam çevresinde form kazandığını belirtmek gerekmektedir. Nitekim Özel, “Sevgilim Hayat”, “Jazz”,
“Ils Sont Eux” gibi tek bentlik şiirlerinde dikkat çektiği içeriğe koşut olarak hızlı ve akıcı bir yapı meydana
getirmek ister. Şairin bu türden şiirleri için özellikle dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da bu şiirlerin
okunuşları ile ilgilidir. İsmet Özel, “Ils Sont Eux” gibi “139” dizeden meydana gelen fakat tek bentlik olan
şiirlerinin hızlı, gür ve anlama uygun olarak okunması gerekliliğini vurgular. Bunun yanı sıra Özel’in kısık sesle
ve yavaş okunması gereken şiirleri de vardır. Bu metinlerin şairi olarak İsmet Özel, kendi sesinden okuduğu
şiirlerini kaset olarak okuyucusuyla buluşturarak bu anlamda izlenecek yolu da işaret etmiş olmaktadır.

Özel, “Evet, İsyan” kitabında yer alan “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” adlı şiiriyle o zamana kadar hiç
kullanmadığı yeni bir şiir yapısına müracaat eder ve bu şiirini bölümlere ayırır. “8” bölüme ayrılan metin, şairin
bent kurgusundan farklı olarak anlamını kendi içerisinde tamamlar ve bölümler, yeni bir anlam yapılanmasıyla
şiirselleşir. Bu yapıya şair daha sonraki şiir evrelerinde de baş vuracak ve en başarılı örneğini “John Maynard
Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirle ortaya koyacaktır. Fakat “20” bölüm halinde yayımlanan bu
şiirlerin “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” ve “4” bölüm halinde yapılanmış bir başka şiir olan “Akla Karşı Tezler”
adlı şiirlerinden farkı, bölümlerin yine kendi aralarında düzensiz olarak bentlere ayrılmış olmasıdır. Aşağıya
alıntılayacağımız “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler’in tamamında, “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi
Sebebi” adlı şiirin ise 13. bölümünde söz konusu olan özelliği görmek mümkündür:

Bütün renklerimi siliyor dışardaki yağmur

derin bir bıçak izi olduğum için

artık beyaz bir yumruk gibi kaldım diye
hayatın karşısında

bütün kurnazlığımı siliyor dışardaki yağmur.

Dik bayırların üstündeki bağlar
titrek öpücükler gibi yapraklarını
kızıl, kahverengi, ıslak yapraklarını
gökgürültüsüne doğru sermektedir
kargalar Muş'un ve mezarlığın uğultusunu
tartarken kanatlarıyla
çoktan çorap örmeye başlamış dağlı kadınlardan uzakta
evine bir kumru tadı bırakarak
Zülküfün anası
şünmektedir.

Güzdür ama

avanti popolo şarkısı değildir bir ağızdan

günler ellerimi sildiğim birer üstüpüdür buralarda
kapıkulunun rezil tel örgüsü içinden
ve şakrak dostlarımdan uzakta.

4.

Şayaktan bir sabah örtüsü takılıyor aklıma
kağnılar ve mali sermaye üstüne düşündüklerim
halkın alkışlarıyla kuracağı dünya üstüne düşündüklerim
ve artık sarışın olmayan
gövdemi dünyaya bulayan sevgilim
sarışın yapraklarıyla dökülüyor aklıma.

Sis sanki ayaklandırıyor yamaçları
sisle çalkanıyor böğrümüzdeki ova
bana çarpıp kırılıyor mahpusluk düşüncesi
ben güya şiirler yazdığım için mahpusmuşum
mahpus olduğu için şiirler yazarmış Ho amca.

Nafile bir zamanın takvimidir

güz güneşi toprak damlara değince yaşanılan
çekiç örse var gücüyle vurmazsa neye yarar
partizan varlığımı dünyaya çakmadıkça
sabahın bekareti karşısında kargalar.

Adını 'bir gün fazla yaşamak' koyduk.

Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!

Ellerin ve doğurtucu erkin başdöndüren macerası!

Ey toprağın ve rahmin tükenmez hünerleri!

Güz ki ancak hainin yüreğini soğutur
bir korkağı mahzun kılar kırlangıç sürüleri
sabırla, kin tutarak
gülen günlere ulaşan sesleri bulduk
adına 'yaşamak' diyoruz
'düşmana inat bir gün fazla yaşamak! '

Kirpiklerimin ucundaki bulutlar

Muş'da güzün artık son kelimeleridir

yüzümde serin soluğunu duyuyorum dünyalı meleklerin
kar düşmeye başladı tepelerimize
beyaz bir şiir için artık
tüfeğimi doğrultuyorum.

(“Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler”, Evet, İsyan, s.35-37)

Toprak kadınla hemhal olma işaretini verir

Evlekli kesekli içe çekilir kokusu olan
Erkek müstevki edasıyla üste gelir
Başlatır tartışmayı muhakkık saban.

Bu nasıl istiladır ki açılan ülke kabarır darbelendikçe
Kaybolur dişi geçiren kası geren keyfince baskın yapan
Kaybolur ve kaybeder inkıyad ettirdiği yerde
Saklı durmaz elde tutulmaz varlık çağıntısı

Gauss dağılımı çingene teoremi çan eğrisi falan

Burada geçer debelenmek kuralı

Sevmek Merc - i Dâbık sevilmek Çaldıran.

Erkek o kadar yalnızdır kadın ne kadar yüklüyse

Yüklenen kadının erkeği nasıl sakatladığı sarahaten bilinir

Bilinir de bu kimsenin derdi değildir

Nasıl ateş ve ter ve derin bir endişeyle titreyiş

Hiç aklınıza gelmiyorsa

Siz bu nadide porselenleri seyrederken.

Tennenni tennenni tenena

Na tene dir nen.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 13”,
Of Not Being A Jew, s.127)

İsmet Özel’in “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiir, form olarak içerisine girmiş olduğu
yapılanmayla “Üç Frenk Havası” adlı şiirle benzerlik kurmaktadır. 3 ayrı bölümün 3 farklı isimle adlandırılarak
bölümlendiği bu şiir, bölümlerdeki anlam ilişkisini farklı sayıda dizelerden meydana gelen bentlerle kurmaktadır.
Toplam “119” dize sayısıyla İsmet Özel’in uzun şiirleri arasında yer alan “Üç Frenk Havası”, bölümlerin kendi
içlerinde kurmuş olduğu anlam birlikteliğiyle de bütün bir şiir izlenimi yaratmaktadır. Şiirin ilk bölümünü, bent ve
dize kuruluşunu örneklemesi açısından aşağıya alıntılıyoruz:

1. Capriccio Ölüm

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.

Ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar

kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm

(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.18)

İsmet Özel’in bent ve dize kuruluşu açısından tamamen farklı bir form içerisinde şekillenen şiirleri, “Bir Yusuf
Masalı” adı altında toplanan metinlerdir. Şairin “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif” ve “Dibace” adları altında, tam
olarak benzerlik göstermese de “Mesnevi” tarzında bölümlenerek başlayan bu kitabı, sonrasında 7 Bapla
birbirinden ayrılmış “Bir Yusuf’un Masalı”nın hikaye edilmesi ile devam eder. Her babı müstakil bir isimle
başlatan Özel, nazım birimi olarak yine bent esasını gözetmiş ve tamamen serbest tarzda, sayı olarak farklı
dizelerden oluşan bentler meydana getirmiştir.

Bu yönleriyle nazım şekli olarak da “Mesnevi”den ayrılan şiirler, bentler arasındaki geçişi anlam açısından
sağlamakta ve böylelikle bütünlük arz etmektedirler. Örneğin toplam “282” dizeyi “22” bentte bir araya getiren
“Yusuf’un                           Kaçırılı ş ıdır”                                     adlı                   İ kinci                                          Bab”,

“13-15-13-11-15-14-8-18-12-16-12-10-16-10-5-10-17-13-15-16-18-5” şeklindeki bent ve dize kuruluşuyla
yapılandırılırken, masalın son babı olan “Suyun Sızladığıdır” isimli “Yedinci Bab”, “1-1” şeklindeki tek dizeden
oluşan birer bentle örgülenir:

Sızıyı gideren su.

Suyun sızladığını kimseler bilmez.

(“Yedinci Bab: Suyun Sızladığıdır,” Bir Yusuf Masalı, s.125)

İsmet Özel’in tüm şiirlerindeki bent kuruluşu ile dize ve bölüm sayısını aşağıdaki tablodan da takip etmek
mümkündür:

3.2.2.      Nazım şekli

İsmet Özel’in şiirleri nazım şekli olarak serbest bir formda yapılanmış ve genel itibariyle de herhangi bir ölçü ya
da uyak düzenine bağlı kalınmadan meydana getirilmiştir. Fakat şair, zaman zaman kaleme aldığı kimi şiirlerinde
bu genel yapılanmanın dışına çıkmıştır. İlk olarak “Bakır Tenli Yapraklar”, “Karoon”, “Esenlik Bildirisi” ve
“Dişlerimiz Arasındaki Ceset” gibi şiirleriyle, bentler halinde kaleme alınmış serbest nazım şekline yönelen Özel,
1992 yılında yayımlanan “Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar” adlı şiiriyle de ilk olarak hece ve uyak
kuruluşuyla dörtlükler halinde meydana getirilmiş düzenli bir nazım şekli ortaya koymuştur.

2000 yılından sonra yayımladığı kimi şiirlerinde, 10 yıl öncesinin düzenli nazım şekillerine dönen şairin, tema
değerleri olarak herhangi bir izleksel sapmaya uğramadan bu formda şiirler kaleme alması dikkat çekicidir.
Özel’in şiirin formuna ilişkin olarak ortaya koymuş olduğu bu tutum bizce, “serbest şiir’ adı altında yayımlanarak
şiirin aslî özelliklerini içerisinde barındırmayan metinler ve Türkiye’de yer bulan şiir ortamı karşısında alınan bir
tavırdır. Şair, yazılan her şeyin şiir olamayacağını ve “Bir Yusuf Masalı ”nın kurgulanışı gibi geleneksel formlar
kullanılarak da çağımız insanının problemlerinin dile getirilebileceğini işaret etmek istemektedir. Diğer taraftan
Özel, bu tarz yapılandırılmış şiirleriyle hem tema hem de form olarak Türk şiirinin içinde bulunduğu tekdüzeliğe,
bir çıkış yolu da önermiş olmaktadır.

Şairin şiirlerini “Düzenli nazım şekilleri”, “Dörtlüklerden oluşan nazım şekilleri”, “Serbest nazım
şekilleri”, “Eşit dizeli serbest nazım şekilleri”, “Düzensiz nazım şekilleri”, “Serbest şiir”, “Görüntüye
dayalı nazım
şekilleri”, “Hareketli görüntü” ve “Düzyazı şiir” gibi başlıklar altında incelemek
mümkündür.

3.2.2.1.       Düzenli nazım şekilleri

3.2.2.1.1.       Dörtlüklerden oluşan nazım şekilleri

İsmet Özel’in 2006 Aralık ayına kadar yayımlanmış toplam “79” şiiri merkez alındığında şairin hece ölçüsü ve
uyak düzeni bakımından “düzenli nazım” olarak adlandırabileceğimiz şiirlerinin sayısı “4”tür. Şair, bunlardan
ilkini yukarıda da ifade edildiği gibi “Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar” adıyla yayımlar. 8 dörtlükten oluşan
ve 19’lu hece ölçüsüyle yazılan bu şiir, dörtlükler arasında kurulan anlam birlikteliğiyle de dikkat çekmektedir. İlk
üç dörtlük, mevsimler üzerine ifade edilen genel duygulanımlar olarak kabul edilirse şair, 4, 5, 6 ve 7. dörtlüklerin
her birinde sırasıyla ‘yaz’, ‘güz’, ‘kış’ ve ‘bahar’ mevsimlerine ayrı ayrı işaret etmektedir.

Çapraz uyak şeklinde kafiyeleşen şiir, içerdiği anlam birliklerinin formla kurmuş olduğu bütünlük açısından da
dikkat çekmektedir. Şair bu bütünlüğü şiirin genelinde muhafaza edebilmek ve hece veznini uydurmak için aslı
“ne olur” ve “koy” olan kelimeleri, 7.dörtlükte ‘n’olur’ ve ‘ko’ şeklinde kullanmıştır:

19 Mevsimlerin bizim âşıklarımız olduklarını bilmezdim                                               a

19 Bizi duysunlar için doluyorlarmış meğer etrafımıza b

19 Koynumuzdan her geçişinde kendine yol edermiş bir mevsim                                   a

19 Ve gelirmiş sargımız kalkıverince uyarak çağrımıza                                     b

19 Ruhu saran zevklerden sözaçtı da nice yıldır nice insan                                             c

19 Kimseler anlatmadı sargıların kaldırıldığı zamanı                                          d

19 Söylenmedi çıplak kaldı mı ruh neydi hemen rengi koyultan c

19 Neydi öperken akıtır öpülürken pıhtı kılardı kanı                                          d

19 Özlenen bir pişmanlık diye tarif ederler aşkı sorarsak                                               e

19 Ve her sevilen nobran biraz her mevsim severken birer zorba f

19 Çözülür tirleşir çatık ten sonra tekrar toparlanıcak                                         e

19 Farkederiz üstümüzde bir çentik hangi mevsimden acaba f

19 Bir yemini hatırlatsın diyedir belki de yazdansa bu iz                                                g

19 Uzayan gün bıktırıcı setreylemeyen karanlık müzevir                                                h

19 İnsan olmaktan kalan elemin zamkı gibi belli belirsiz                                                g

19 Depreşen o ilk yeminden başka yazın herşey alelâdedir                                            h

19 Herşey bir soruyu katederkenki hayatımız kadar ürkek                                              ı

19 Taze şarap herbirimiz son korkusuna garkolmaya teşne                                             i

19 Köhneleşmekten kaçarken güç ararız kahverengi ve erkek ı

19 Böyle kalır bir güz lekesi yükü artan göklerden kinâye                                              i

19 Yani hataya önceye ait önce öbür yüz öpülecekti                                          j

19 Öbür gölden içecektik kaplamasaydı çabuk sineyi ş                                               k

19 Üşüdük terkedilmekten utandık ruh kendini içe çekti                                                 j

19 Aldırdık aldanmak için çentik dedik oysa sadece yanlış                                             k

19 Koyverin matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun                                              l

19 Her yanlışı yeşeren dal fışkıran otla kapatsak da n'olur                                             m

19 Ağlayış buldu eşin neydi adı ko bahar coşkusu olsun                                                l

19 Yüze vurmaz artık elem yapışır âdeme göğsünde solur                                             m

Kitâbe

19 Bende mevsim denilen üftâdelerin yardığı yer apaçık                                                n

19 Esebilsin sevgililer diyerek cân içre dünden hazırım o

19 Korkarım kalmazsa sevişmekten bir yangılı yer ya da sıyrık n

19 Ömrüm fenâlıklara kayıp ağulanmazsa ben ne yaparım                                             o

(“Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar”,

Of Not BeingA jew, s.24-25)

Özel’in çapraz uyak düzenine uyularak şekillenen bir diğer şiiri “Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” adını
taşımaktadır. 16’lı hece vezniyle kaleme alınan ve 4 dörtlükten meydana gelen bu şiir, geleneksel nazım şekilleri
kullanılarak da modern insanın huzursuzluğunun imlenebileceğini göstermesi bakımından önemli bir örnek olarak
kabul edilebilir. Nitekim şair, şiirin iç ve dış dinamikleri göz ardı edilerek “serbest şiir” olarak kaleme alınan
metinlerdeki tıkanıklığın, hece vezninin sağlam ve disiplinli yapısı aracılığıyla aşılabileceğini “Ölüm Kere Ölüm /
Ölüm Kare” ve düzenli nazım şekillerine örnek olarak verdiğimiz şiirleriyle aşılabileceğini göstermiş olmaktadır.
Bu şiirin son dörtlüğünü Özel, diğer dörtlüklerden farklı olarak “ghıh” şeklinde kafiyeleştirmiş ve şiirin
bütünündeki uyak düzenini, dize sonlarındaki kelimelerin ses benzerliklerinden faydalanarak sağlamıştır:

16 İsa Golgota'ya çıkarken tökezlemeden önce                                      a

16 Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim                                      b

16 Yâr idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca                                            a

16 Dert oldum Hira'ya beni teskine geldi Efendim                                             b

16 İlk ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki sağnak                                            c

16 Dağa çıktım, kurdu geberttim beni korkuttu keme d

16 Çalmadığım kapı kalmadı can evimden taşarak                                            c

16 Duyan olmadı âvâzım ki desin Hallaç kekeme                                              d

16 İlenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş                                    e

16 Aşka düşmek eceliyse bedeni coşturur anız                                      f

16 Ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı döş                                            e

16 Pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız                                            f

16 Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra                                    g

16 Bir benim sayıklayan Adem'i imlâ eden adı                                      h

16 Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire ı

16 Gittim çekip başımı gittim hakikat duraksadı. h

(“Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare”, Of NotBeingA Jew, s.7)

İsmet Özel’in hece vezni ve çapraz uyak düzenine bağlı kalarak oluşturduğu yukarıdaki dörtlüklerden sonra
yayımladığı ilk şiir de aynı düzenli nazım şeklinde olmuştur. “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”
adını taşıyan bu şiir, 14’1ü hece ölçüsüne göre 14 dörtlük şeklinde düzenlenmiştir. Yine genel olarak “abab/
cdcd/...”
şeklinde kafiyeleşmiş olan metinde şair, 3., 5. ve 6. dörtlüklerdeki ‘kaprisi / köprüsü’, ‘işleri /
ya
ğışları’ ve “etme / sıtma” kelimelerinin sonlarındaki ses benzerliğini kullanarak şiirin bütünündeki uyak
düzenine uygun bir yapılanma meydana getirmiştir. Bu şiir aynı zamanda “56” dize boyunca kaybolmayan ritmi
ve söyleyişteki canlılık ile de dikkat çekmektedir:

14 Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok

14 Anılması korkulu yerlerdedir meşhedim

14 Faka bastım kaydı don çakar almaz çark amok

14 Oldum cennet aşısı binbir günah işledim

14 Anım yok. Bırakacak mirasım Hak getire

14 Rızkımla takometre sırf bu yüzden akraba

14 Müstantik olam dedim çalkap giyem setire

14 Uydurarak başımı örülmüş her çoraba

14 Örselerdi bir çorap kör nefsimi kabartan

14 Nesi körlük hangisi kadınların kaprisi

14 Yasa dışı bir zifaf bengi sulardan artan

14 Lâf çakmışlar çivisiz matematik köprüsü

14 Hiç Mao’nun, Lenin’in günahını almayın

14 Vitrinin çocukları Marquis de Sade yuttular

14 Ten sırrına ermeden başka telden çalmayın

14 Pezevenklik etmeyen İblisi de üttüler

14 Muamma mı göründü sana dünya işleri

14 Kanunların ruhunu okumak zor mu geldi

14 Haydi nem kap buluttan ve başlat yağışları

14 Ne yaptı Conte Cavour sen de yap Garibaldi

14 Satıver anasını anâsır mı olucan

14 Gel bu ruhtan satın al bedavacılık etme

14 Yut bu ruhu dökülsün barsağından solucan

14 Ne kalsın trahomun ne tutsun seni sıtma

14 Modası bu dertlerin çoktan geçti diyorsan

14 Riskliyse ruhu yutmak tezgâhtan gölgeni çek

14 Şehre git şehirden al çünkü şehirli insan

14 Tınlatır boş fıçının egzoz ritmiyle köçek

14 Üşüş ey kavruk ruha benim transit yolcum

14 Diren ey kimliğinle polis saldırısına

14 İşçim köylüm esnafım dar gelirli memurum

14 Ben ruh kavurduğumca para yakıp ısına

14 Şunu bil ki ruh satan başka eller sahtekâr

14 Hepsini declasse say ipten kazıktan kopmuş

14 Asrî çağda onları lükse boğmakla Hünkâr

14 Zindan ettiği Muğla sürgüne saldığı Muş

14 Püf noktası neden ruh kavrulmadan satılmaz

14 Çünkü çiğ ruh bulantı sebebi sevdalarda

14 Çiğ ruh bakteri dolar alaşıma katılmaz

14 Öpüşürken siğildir elinle sev dalar da

14 Durayım ruh satmaya bütün yelkenler forsa

14 şteriye havasını almadan bakmayayım

14 Façama kıymam diyen görsün ne hali varsa

14 Hoş koku duymadıkça temenna çakmayayım

14 Nerelerde kalkmışım yokum konulan yerde

14 Ansızın anısızım aşklarım vesikasız

14 Uygunsuz yakalanıp örtündüğüm bu perde

14 Ne kadar kandırıcı bir o kadar yakasız

14 Vara iksir var tin vara tılsım vara kut

14 Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı

14 Ateş yakın su uzak ara yerdeki barut

14 Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı

14 Ben benim benle doğdu ruh satanlar ruhsatı

14 Bildirildi benimle kıvam cehr uşşağına

14 Anım yok. Ha şimdi bilsin ruh ruhun kaç katı

14 Boşuna mı dikildik otoyol kavşağına.

(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.82-88)

Şairin yine 14’lü hece vezni kullanılarak yazılmış bir diğer şiiri de “Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi” adını
taşımaktadır. Henüz kitaplaşmamış olan bu şiirini Özel, yine “abab/cdcd/ef'ef'/ghglı...” şeklinde dizilen çapraz
uyak örgüsünü kullanarak meydana getirmiş, fakat şiirin son dörtlüğünü kendi içerisinde “jjjj” şeklinde
kafiyeleştirerek oluşturmuştur. Bu şiirin bir diğer özelliği de düzenli nazım şekliyle kaleme alınmış şiirler
içerisinde, durak siteminin şiirin bütününe uygulanabiliyor olmasıdır. “Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar”
şiirinin “10+9”, “Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” şiirin “8+8” ve “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı” şiirinin de “7+7” olan, fakat bu metinlerin tamamına uygulanamayan durak sistemleri, “Orta Yaş
Bürümcüğün Ninnisi”nde “7+7” olarak tüm dizelere uygulanabilmektedir. Yine Özel bu şiirinde de vezin
ölçüsünü tutturabilmek için aslı “yalın ayak” olan kelimeyi değiştirerek 4.kıtada, ‘yalnayak’ şeklinde
kullanmıştır:

14

14

14

14

Her annesi ölenle / denize açılmayın

Küser birgün bakarsın / saksağan saksağana
Bırak çoğul erisin / ğ teber yürek yağın
Tere kaç kere batmış / kapkara anakara

a

ı b

a

7+7
7+7

7+7
b

7+7

14

Yumurta topuk boyu / ampule yetmez eni

c

7+7

 

14

Arpacık gözde çıkar / gez kerteriz taşıtan

d

7+7

 

14

Çağız katkısız motor / diziyle ezileni

c

7+7

 

14

Aygırlar sorumlu mu / çıldıran yüzbaşıdan

d

7+7

 

14

Kamerada tut iffeti / aşkımız kamarada

 

e

7+7

14

Silinen borçlarımız / dikilen kızlık zarı

 

f

7+7

14

Keşiş cazda cezalı / duşun kamı arada

 

e

7+7

14

İskanbilli iskarpin / işitince azarı

f

7+7

 

14

Böyle ayıp şeylerden / ninni yapmamış olsak g

7+7

 

14

Boynu düzce devenin / gazeteler yazmadan

h

7+7

 

14

Kapmadan da parayı / un eler miydi kaltak

g

7+7

 

14

Hikmeti ne inmenin / yalnayak ayazmadan

h

7+7

 

14

Şıkıdım tek başına / bir kilidi kaldırmaz

 

ı

7+7

14

Çiftleştir şıkıdımı / sür yorgunu yokuşa

 

i

7+7

14

O zaman ayıktırır / ustasını samt çömez

 

ı

7+7

14

Bikini demezler mi / dönünce mayo kuşa

i

7+7

 

14

Oturmadı yerine / lâf kocaman gedik dar

j

7+7

 

14

Latinci danışmanlar / bi söylerse ikidir

 

j

7+7

14

Köydekilerin aklı / farza erene kadar

j

7+7

 

14

Tilki kümese girer / gerisini sen getir.

j

7+7

 

(“Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi”, merdivenşiir,

S.8, Nisan-Mayıs 2006, s.7)

3.2.2.2. Serbest nazım şekilleri

3.2.2.1.1. Eşit dizeli serbest nazım şekilleri

İsmet Özel’in serbest nazım şekli olarak kaleme alınmış 3 şiiri vardır. Bu şiirlerdeki nazım yapılanması bentlerle
kurulmuş ve her bentteki dize sayısı eşit şekilde kurgulanmıştır. “Eşit dizeli serbest nazım şekilleri” olarak
adlandırabileceğimiz bu metinlerin geneline baktığımızda ortak bir hece vezninin, uyak düzeninin yada durak
sisteminin kullanılmadığı görülmektedir. Bu forma göre şekillenmiş olan şiirlerin ilki “Esenlik Bildirisi” adlı
şiirdir. Şairin 1974 yılında yayımlanan bu şiiri, dörtlük esasına göre düzenlenerek 5 kıtada tamamlanmıştır. Şiirin
bütününde genel olarak 15’li hece ölçüsü kullanılırken 12’li, 13’lü, 14’lü ve 16’lı hece veznine göre
yapılandırılmış dizeler de vardır. “Esenlik Bildirisi”nin ilk dörtlüğü, “abba” şeklinde “sarma kafiye” ile
kafiyeleşirken 2., 3. ve 5. dörtlükleri “cdcd/efef/hıhı/” şeklinde “çapraz kafiye” ile düzenlenmiş, 4. dörtlük ise
kendi içerisinde uyaklı hale getirilerek “gggg” şeklinde “düz kafiye” olarak yapılandırılmıştır:

15 Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir                                          a

15 kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa b

15 yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa                                b

15 o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir. a

14 Duygular paketlenmiş, tecime elverişli                                            c

15 gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir d

15 gazeteler tutuklamış dünya kelimesini                                              c

15 o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir. d

15 Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız e

14 ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir                                              f

15 söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız e

17 öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir. f

12 Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır g

14 kin, susturur insani; adına çıdam denir                                             g

14 susulunca tutulan çetele simsiyahtır                                      g

16 o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir. g

12 Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın                                    h

15 ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir ı

13 haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın                                             h

16 yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir. ı

(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)

İsmet Özel’in eşit dizelere ayrılarak serbest nazımda kaleme alınmış bir diğer şiiri de “Kızkulesi Beyaz İken” adını
taşımaktadır. Genel olarak 8’li hece ölçüsüne göre yapılandırılmış olan bu şiir, her bendinde eşit sayıda 8 dizenin
yer aldığı yine 8 bentten meydana gelmiştir. Daha çok dize içlerindeki kelimelerin ses ve ahenk uyumu
öncelenerek örgülenen “Kızkulesi Beyaz İken”, kafiye açısından tamamen serbest bir şekilde oluşturulmuş ve
şiirde herhangi bir uyak düzeni gözetilmemiştir:

Kızkulesi beyaz iken
Ümitgilde biz ikimiz
Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
Sahili çitileyordu
Sürü sürü yunuslar
Kumrulardı homur homur
Manastırın camında.

Kızkulesi beyaz iken

Sözün sihri bize yârdı

Ümitgillerin köpeği

Sınıf ayrımı yapardı

Kokartlıydı ikindimiz

Japone kolluydu bayram

Sezdirmez müddeiumumi

Filan sokağa sapardı

Kızkulesi beyaz iken
Ne ayıptı söylemesi
Ümitgilde ikimizdik
Birbirine tutulan
Çorabımız yamalıydı
Kopçalıydı yakamız
Kimseden kopya almadık
Bahanelerimiz talan.

Kızkulesi beyaz iken
Nazar değdi çarşılara
Arnavutlar hava bastı
Hamal sandıkları Kürtler
Lokantada martı çıktı
Tezgahları kül kapladı
Yalayıp zıpır avuçlarını
Taban yağladı züğürtler.

Kızkulesi beyaz iken
Hemşeriler seslenince
Terbiyemiz yettiğince
Baktığımız taraf başka
Kol ağızları kolalı
Ağırdı çok bilet parası
Azımsayıp yanaşmadık
Bir pişirimlik aşka.

Kızkulesi beyaz iken
Ölmek fikri minnacıktı

Döviz yedi kilo aldı intihar
Gecelik faizle boy attı
Güpegündüz sarkıntılık
Hanım kudurdu bey azdı
Vücuttaki mahrem kılı

Eflatun pembe boyattı

Kızkulesi beyaz iken
Saf ipek kaşındırılmış
Mangal kangal kafiyesi
Yıpratılmışğa namzet
Yıpran berrak derlerse uç
Uçma bulandıysa hava
Yatır dizine yârini
Sihirlice bir söz söylet.

Kızkulesi beyaz iken
Yaşamak evlat acısı
Kaça çıkar diye sorduk
İş çıkardı başımıza
Çirkin ördek palaz iken
Keşişleme poyraz iken
Ümitgillere gece yatısı
Ağu dendi aşımıza.

(“Kızkulesi Beyaz İken”, Of Not Being A Jew, s.27-30)

Özel’in eşit dizelerle kaleme alınmış serbest nazımlı şiirlerine örnek olarak vereceğimiz son metin “Kısa Pantolon,
Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı Pantolon, Gözde Yarısı Kalmış Kabuk” adlı şiirdir.

İsmet Özel bu şiirini “Of Not Being A Jew” kitabına dahil ederken, ismindeki kelimelerin nazım dizilişlerinde
değişiklik yapmıştır. Şair, metnin Dergâh dergisinde yayımlandığında 2 dizede toplanan başğını 6. şiir kitabında
“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış
Kabuk” şeklinde 4 dizeye çoğaltarak “mısra bölünmesi” meydana getirmiştir. Fakat Özel, bu yeni form içerisinde
şiirin ismindeki imlâ ve noktalamaları muhafaza ederek değiştirmemiştir.

Şiirin isminin “Of Not Being A Jew”de yer alan şekli, aynı zamanda şiirin bütünündeki forma da uygun düşş
olmaktadır. Çünkü Özel, 12şer dize halinde 2 bentte topladığı bu metninde, 1. bentte giderek artan dize sayısını
2. bentte giderek azaltarak görüntü açısından simetrik bir yapı meydana getirmiş; şiirin ismini de bu formun
tamamlayıcı bir unsuru olarak 2 dize arttırmıştır. İsmet Özel, bu şiirinde uyak düzeni ve durak sistemi olarak
tamamen serbest davranmıştır. Yalnız şair, metnin formuna bağlı kalarak dizelerin hece yapılanmasında elden
geldiğince aritmetik bir düzen içerisinde olmaya da özellikle dikkat etmiştir:

KISA PANTOLON, PASLI ÇAKI,
D
İZDE KABUK BAĞLAMIŞ YARA
KISA ÇAKI PASLI PANTOLON,
GÖZDE YARASI KALMI
Ş KABUK

Nazlan                                                                                               2

Sitem et                                                                                              3

Kırıl bana                                                                                           4

Beni geç vakit                                                                                     5

Tek başıma suya yolla                                                                         8

Bağçede yüzünü öteye çevir                                                                11

Güle hayret ediyormuş gibi yap                                                           11

Gülümseyerek konuş da başkalarıyla                                                    13

Somurt avluda sadece ikimiz kalınca                                                    14

Kızıp en evecen adımlarla üst kata çık                                                  15

En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden                                                        15

Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık.                                    17

Yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan                                                16

Dağ sıra dağdı hangi haşin belden yol veresi                                        15

Gece hep süzüldü yukarıdan lakayt kehkeşan                                        14

Altımda beni hep yutmaya çağladı nehir                                               14

Yetişir hecelemen sök beni bir kere                                                      13

En zoruma gideni yap hengâme getir                                                    13

Çel beni tökezlet tuttur çitlere                                                              11

Ahla istida edecek ahval değil                                                              12

Kim bana kıymazsan bilebilir                                                               10

Dünya dedikleri samut küp                                                                               9

Acılar tıkandıkça bende                                                                       9

Hep seni seslendirir.                                                                            7

(“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara /
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,

Of Not Being A Jew, s.42)

3.2.2.2.2. Karışık dizeli serbest nazım şekilleri

İsmet Özel’in bu başlık altında örnek olarak verebileceğimiz şiirleri, şekil olarak nazmedildikleri yapı içerisinde
bir bütünlük göstermemektedir. Şairin özellikle ilk şiir kitabında bir araya gelen farklı sayıda dizelerden oluşan
bentlerle meydana getirilmiş kimi şiirlerinde görülen nazım şekli, daha çok uyak esaslı bir yapı gözetilerek ortaya
çıkarılmıştır. Örneğin “4-4-5” şeklindeki karışık dizeli bent yapısıyla dikkat çeken “Bakır Tenli Yapraklar” şiiri,
“abab/cdcd/efgef” şeklindeki kafiye örgüsüyle nazmedilmiştir. Bu şiirin sön bendinin ‘bak, ölüm güzü
kıskanıyor’ şeklinde ifade olunan 3. dizesi, bir “ara dize” olarak kabul edildiğinde şiiri, dörtlüklerden kurulmuş ve
çapraz uyak esasına göre yapılandırılmış kafiye düzeni açısından düzenli nazım şekli olarak da görmek
mümkündür:

Bak, ölüm güzü kıskanıyor                                                                              a

şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi                                                                     b

ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor a
uzayor defterine uğrayan kan lekesi                                                       b

senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran                                           c

içli taşra kızların, gizemli eviçleri                                                         d

kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan                                      c

o denize açılan ellerin nerde simdi?                                                       d

yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin                                                       e

o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte                                                     f

bak, ölüm güzü kıskanıyor                                                                               g

mevsimi aska çağıran kuşların nerde senin                                                        e

güze el değdirmeyen ellerin nerde?                                                                   f

(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)

“Bakır Tenli Yapraklar” şiirinin nazım şeklinde yakın bir formda yapılandırılmış bir diğer şiir de “Karoon”dur.
Özel’in "Geceleyin Bir Koşu” kitabına dahil etmediği fakat Erbain’de şiirlerini kronolojik olarak bir araya
getirirken ilk şiirleri arasında yer verdiği bu şiiri, uyak düzeni bakımından dikkat çekmektedir. “5-5-4” şeklinde
dizelenen şiirin 1. ve 2. bentlerindeki 3. ve 2. dizeler, yukarıda dikkat çektiğimiz şiirin son bendindeki gibi
kafiyeleşmektedir. Yine bu şiirin son bendinin 1. ve 3. dizeleri, son kelimelerinin ses benzerliği öncelenerek
oluşturulmuş ve şiirin bütünündeki uyak düzeniyle bütünlük sağlanmak istenmiştir. Şair yukarıdaki şiirde

-->tamamen serbest vezin tercih ederken “Karoon” şiirindeki

faydalanmıştır:

15 Ne gümüş bir çocukluk ölümün mavi cinleri a

15 uykusunda bıraktığı saçlarındaki yangın                                           b

14 o balçıkla beslenen saçlarındaki yangın                                            b

15 ona doğru uzanınca akşamın kanlı eli                                               a

14 sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın                                      b

14 ona cinleri sığındıran ay korkusudur c

14 ne gümüş bir çocukluk ölüler gibi sağlam                            d

15 ölüler gibi soyunmuş artık korkularından e

13 onu ben ne kadar buldum desem yok olur c

14 çünkü girilmez tarlasına ay kokusundan e

14 ya güneş ya da morluk onu ben yağmurladım                                   f

16 takvimlere kinle baktığı zamansızlık içinde g

15 belki de yumuşak tüylerini öptü akşamın                             h

14 ya da oğlaklar sığınıyor çiçekliğine.                                    g

(“Karoon”, Geceleyin Bir Koşu, s.19-20)

Karışık dizeli serbest nazım şeklinde kaleme alınmış şiirlere örnek olarak gösterilebilecek son şiir “Dişlerimiz
Arsındaki Ceset” adını taşımaktadır. 5 bentten oluşan şiirin ilk 4 bendinin dize sayısı eşittir. Hecenin farklı
ölçüleri kullanılarak yazılmış “4-4-4-4-5” şeklinde dizelenen bentlerden meydana gelen şiirde daha çok bentlerin
uyak düzeni dikkat çekmektedir. Örneğin ilk bent “aaaa” biçiminde düz uyaklı oluşturulurken 2. ve 4. bentler
“bcdc/ghıh” şeklinde “yarı çarpraz” kafiyeyle kaleme alınmıştır:

Biz şehir ahalisi,kara şemsiyeliler!                                                                   a

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!                                                     a

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir.                                              a

Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler                                                    a

Nezaketten,haklılardan yanayızdır hepimiz                                                        b

Sevinmemiz çapkıncadır,ağlatır bizi küpeşteler                                     c

Yaşamak deriz -Oh,dear- ne kadar tekdüze                                                        d

Katliamlar ne kötü be birader                                                               c

Güneş neredeysek orada bulur bizi                                                                   e

Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser                                                         f

Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri                                                        e

Sayılar bizi bulur,o ayıp işaretler                                                          f

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi                                      g

Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer h
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza                                                           ı

Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi,üstü çizilmiş kişiler                                                     i

Kalırız orda senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle                                      j

Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf                                                           k

Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker                                          i

Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının                                                 l

Memeleri ve boynu itimat telkin eder.                                                   i

(“Dişlerimiz Arşındaki Ceset”,

Cellâdıma Gülümserken, s.12)

3.2.2.3.       Düzensiz nazım şekilleri

3.2.2.3.1.       Serbest şiir

İsmet Özel’in yukarıda düzenli ve serbest nazım şekilleri olarak dikkat çektiğimiz şiirlerin dışında kalan hemen
hemen tüm metinleri, serbest şiir olarak kaleme alınmıştır. Bu şiirlerinde nazım şekli olarak herhangi bir hece
veznine, uyak yada durak düzenine bağlı kalmayan şair, şiirlerindeki anlamı önceleyerek bent esasına göre
metinler kaleme alır. Fakat burada önemle üzerinde durulması gereken husus, kafiye düzenini sadece mısra
sonlarındaki harf ve ses benzerliği olarak görmeyen Özel’in, alışılmamış bağdaştırmalar ve sapmalarla meydana
getirilmiş dizelerindeki imajlarla zenginleştirilerek yoğunluk kazandırılmış olan anlamın, bentlerin içerisinde
dizelenen kelimelerin ses, ahenk ve ritim değerleriyle bir arada ele alınarak başarılı bir şekilde sunuluyor
olmasıdır. Özel bu yanıyla T. S. Eliot’ın belirttiği, “iyi bir eser yaratmak isteyen şair için, hiçbir nazım şeklinin
serbest olmadığı” hakikatine de yaklaşş olmaktadır.

İsmet Özel’in “serbest şiir” formunda kaleme alınan metinlerindeki ses, ahenk ve ritim unsurlarına, çalışmamızın
4. bölümü olan dil ve üslûp bahsinde dikkat çekilecek, böylelikle şairin üslûp özelliklerinin bütün yönleriyle
yansıdığı bu şiirlere daha yakından bakma imkânı elde edilmiş olacaktır. Burada işaret etmek istediğimiz nokta,
şairin serbest şiir olarak ifadelendirdiğimiz metinlerinin, kelimelerin imajinatif değerleriyle genişleyen anlam
birlikleriyle kurgulanmış olmasıdır. Öyle ki bu özellik, dilin bütün imkânları kullanılarak bazen tek bir kelimenin
bir dize olarak yapılanması şeklinde bazen de “248” dizelik tek bir bendin bütünü esas alınarak yapılandırılmıştır.

Şairin şiirlerindeki bent ve dize kuruluşuna işaret ederken dikkat çektiğimiz serbest şiirlerdeki bu yapılanma
üzerinde burada tekrar durulmayacaktır. Fakat Özel’in bu tür şiirlerini meydana getirirken hem bağımsız olarak
kurguladığı dize ve bent yapılanmasına hem de bentten bentte taşınan anlamın şiirin bütünündeki form içerisine
imlâ ve noktalama işaretleri kullanılarak nasıl uygulandığına örnek için, 13 bent ve “152” dizeden oluşan
“Amentü” şiiri işaret edilecektir:

İnsan

eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı

geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından

geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı

kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme

ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup

bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmıyacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak

rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli

kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza

gençken

peşpeşe kaç gece yıllarca

acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım

bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem

kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma

Tokat

aklıma niye gelmezdi

babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur

işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;

ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.

Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
şer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:

Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmi
ş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmı
ş
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları

Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat

binlerce yılın yabancısı bir ses

değdi minarelere:

Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam

Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola.

Tutun ve yüzleştirin hayatları

biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler

ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada

aşk ve çocuk

birbirine katışmaz

nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar

sürdürür yorucu kovalamayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin

tunç surlardan berkitilmiş ülkesi

ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?

Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?

Hayat

dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.

Ve rüzgâr.

ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33-41)

3.2.2.4.       Görüntüye dayalı nazım şekilleri

İsmet Özel, sayıları çok az olan bazı metinlerinde, şirin şekline ait birtakım farklı yönsemeler içerisinde olmuştur.
Bu tür çalışmalar, şairin diğer şiirleriyle bir arada düşünüldüğünde “görüntüye dayalı nazım şekilleri”yle dikkat
çekmektedir.

3.2.2.4.1.       Düzyazı şiir

Özel’in “Geceleyin Bir Koşu” adlı ilk şiir kitabında bir araya gelen “Yağmurun Kapıları Karanlık” ve “Yıldızların
Uzaklığına Övgü” adlı metinleri, düzyazı formunda kaleme alınmış nazım biçimleriyle dikkat çekmektedir. Yine
bentlerle ayrılan bu her iki şiir de aslında, nokta ve virgülle biten her cümlenin dize olarak alt alta yazılmasıyla
meydana getirilecek bir yapıyla da okunmaya elverişlidir. Örneğin aşağıya alıntılayacağımız “Yağmurun Kapıları
Karanlık” adlı şiirin ilk bendi, dizeler haline getirildiğinde de anlamından bir şey kaybetmemektedir. Dolayısıyla
şairin düzyazı olarak tertip ettiği bu metinlerde, şiirin içerisinde yapılanacağı form öncelenmiş olmakta ve ortaya
çıkacak olan görüntü, belirgin kılınmak istenmektedir:

Gençkızlıkla yarışan güvercin kanatları denize uygun adımlarla ilerler artık. Deniz aynı
denizdir göz açtırmaz taylara, aynı denizdir lekeleri silinmez. Artık senin tüylerin sabahı diri
kılar, uykuma kamalar uzatır senin tüylerin. Ve o ayakları dayanıklı serçeler ezgilerimin son
mızraklarıdır. Bitmeyen sığınağıdır ellerimin.

İşte, zehirli oklar kullanıyoruz o yanıltan savaşlarda. Yıkıyoruz, yaban çiçeklerinin açtığını
görüyoruz kıyıda. O kargaşalık içinde ben yıldızlara bakıyorum. Çevresini soğutuyor suya
şen ay. Yıkıyoruz. Yıkmak, kutsal kini yürekli olmanın. İğrenmeden göklere göklere
bakmak. Ellerimiz saklamak ellerimizde.

İşte, gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha da itmek için suya, ölüme
ölümlüğü yakıştırabilmek için cesetlerle bezedim güzel olan her şeyi. ELİMİN AKLIĞINDA
DAĞILIVERDİ KANIN. Elim el olmaktan çıkıverdi. Çocuğun yanaklarıyla boğuşuyordu
yağmur, derken yüklendik karanlık kapılarına yağmurun,

seslerle büyüyen, seslerle yıkanan güvercin kanatları denize giderdi.

(Yağmurun Kapıları Karanlık,

Geceleyin Bir Koşu, s.14-15)

[ Gençkızlıkla yarışan güvercin kanatları denize uygun adımlarla ilerler artık.

Deniz aynı denizdir göz açtırmaz taylara,

aynı denizdir lekeleri silinmez.

Artık senin tüylerin sabahı diri kılar,

uykuma kamalar uzatır senin tüylerin.

Ve o ayakları dayanıklı serçeler ezgilerimin son mızraklarıdır.

Bitmeyen sığınağıdır ellerimin. ]

“Yıldızların Uzaklığına Övgü” adlı şiir de aynı formda yapılanmıştır. Bu şiirin yukarıda dikkat çektiğimiz düzyazı
şiirden bir farkı, yüksek sesle okunmaya daha elverişli olmasıdır. Nitekim şair bu yapıya uygun olarak şiirin 2.
bendindeki son cümleyi, bitiminden hemen önce bölerek ayrı bir bent olarak yapılandırmış ve vurgu yapılması
gereken yeri işaret etmiştir:

Kargaşa. Anılacak günlerim olmadı mi benim? Ayaklarımın
korkusuzca çiçeklendiği, silahıma yapışıp sabahın serinliğini
beklediğim, kuzey gemileriyle sağır olduğum günler, sepet örmeyi unuttuğum günler olmadı
mi? Ey geceyi ve kahverengi

bir düzeni taşıyan ellerim! Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni.

O karanlık ormanı yangına vurun. Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum.

Ama iyi biliyorum yıldızları, ama

yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını, anılacak günlerimin gitgide yokoldugunu
biliyorum.

Kargaşa. Ve kolayca yıkılan inançlarım benim, benim en

sağlam ve dağınık ellerim. Sabahı nasıl tetikte bekliyorum. Şafakla

damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin. Ve onarıyorum
nasıl hızla kendi gücümü. Nasıl bir soylu boşluğa çılgınca
kanayorum. Ey yangınlar artığı! Her yangından arta kalan bir
şey, her yangından arta kalan gerçek şey

çoğalt beni.

(“Yıldızların Uzaklığına Övgü”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)

[ Kargaşa.

Anılacak günlerim olmadı mi benim?

Ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği,
silahıma yapı
şıp sabahın serinliğini beklediğim,
kuzey gemileriyle sa
ğır olduğum günler,
sepet örmeyi unuttu
ğum günler olmadı mi?

Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim!

Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni.

O karanlık ormanı yangına vurun.

Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum.

Ama iyi biliyorum yıldızları,
ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını,
anılacak günlerimin gitgide yokoldugunu biliyorum. ]

İsmet Özel’in form itibariyle düzyazı şiiri içerisinde değerlendirebileceğimiz son şiiri henüz kitaplaşmamış olan
“Hişt, Baksana” adlı 44 dizeden oluşan tek bentlik metindir. Özel bu şiirinin 30 ve 35 arasında değişen hece
sayısıyla yapılanan 40 dizesinin aynı uzunlukta olmasına özellikle dikkat ederek görüntü açısından blok bir metin
meydana getirmiştir. Şiirin “aaaaaaaaaa...” şeklinde kafiyeleşen bu 40 dizesinden sonra şair, 1950’lilerde “The
Bell Sisters” adlı grubun seslendirdiği “Hambone” adlı şarkının ilk iki dizesini aynen son iki dizesini de
değiştirerek kullanmış ve farklı bir görüntü elde etmiştir:

Duyabildiysen aman suya sıtma ağacından düşen telsizin çıkardığı bir uysal şluk sesi
Beni de haberdar et ben de çekeyim sökük filintalara pasından sinmiş yasemin nefesi
Yünlüyse biz oyuzu bildirsin çaksın kafalara ketense biz onlardan değilizi ne ipeklisi
Nerde kalır valinin silindir parmak kadar çocuğun parmak izini sildiyse uçkur gailesi
Nasıl söker kirazı hasır şapkaya sokuşturan tahta bacaklı kaymakamcığın örfi idaresi
Aşkı bendim gamlandıran amma anmaz gammazı gamma delta icap eder gusül aptesi
Gam benimle gamdır yalayan ilk pulu zarfa gömen silen süpüren do re mi fa sol la si
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi
Keselerler saf oğlanı bu cadde ne de genişmiş bir yıkanışta hop çekmiş şeffaf maskesi
Çek elini çekimden itiraf et pis işlerin neşesini bul karayı bur hayayı tağyirin ardiyesi
Bak alelusul yaptıkları doldurmuş ş uzarsa bahara çıkamayız korkusu bayram sinisi
Demir tavında dövülür mantığıyla mercimeği trink fırına verdiğimiz tepsinin hadisesi
Tunç olmaz tepsi bakır gözünü aldı kalayın parıltısı sonucu verdi şırfıntılarla gezmesi
Varsın uyusun cüzdan kalça koşulu şehre ceket iç cepleri sendromu cezbetsin herkesi
Kaçmayı kaçınmaktan öğrenen ben terk ettim cumbayı tulumcuya tulumbacıya kafesi
Vazgeçen ben sırça küpte fırça perhiz korodan feragat ederek öğrenemeyerek tizi pesi
Bırakan veliahtı ben uğraşsın borsa işlemleriyle kral sorsun köşegen aklıyla neyin nesi

İnat olsun işte yazdırmayacak Azrail iki âlemde bulunmayacak fenalığın kütübü sittesi
Battıkça batık borç geçtikçe geçim dert kaygana kaynanasız erseliğe sunuldukça mersi
Şisesiz lamba yanmazdı çıt çıkar çıtırtı çıkmazdı bozduranlarındı bozulmazdı terbiyesi
Gül âşık olandı ağlayıp solandı bülbül şakradı şaşırmaktan hikâye anlatılanın tam tersi
Hafifçe çıtlat bakalım hiç oralı oluyor mu almayalım boşuna günahını kızın küllâbicisi
Bir ikramiye dedikodusudur gidiyor gitsin zamirsizleştiğinsen senindir ebenin örekesi
Makulesi kız kaçırır tonunu tutasıymış en az on sayfa Süryanice yazılasıymış makalesi
Acıkılmasaydı susanmasaydı tahtırevanlı bir beklentiye varmasaydı rayların döşenmesi
Mühür esire pazarlarında kızıllaşmasaydı kancığın adamı astırmak olmasaydı eğlencesi
O günlerde çaça yoktu bilmezdi Ruslardan başkası istimna bir Faslılar giymekteydi fesi
Bunlar mânâlıdır her mânâyı dedelerime derince tarafından ulaştırdı dedelerimin dedesi
Keşfe değerdi değdirilmeden kaldı sellerdeki balçığı çayda çakılı orta mektepte niharisi
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin feye nesi
Zaten anlayamazdı kim hafife aldıysa Fenikelileri deniz ticaretini zencefil ziyaret iadesi
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürülmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
Buseye feda edilenleri gönder sınır boylarına yoksa düşmez yakamızdan boyu devrilesi
Oğlum hariciyeci olacak benim sözünü dinletecek resmi tabakalara annesinin bir tanesi
Pus pusa biner sis sise arka çıkar göz gözü görmez bir dokunmak olur körlük göstergesi
Cayırtı merak uyandırır feryat mı istiskâl mi durmayıp hır çıkarmak bir hesabın neticesi
Kaytan bıyıklı sağdıcın hesabı bu damat eli mahkum ödeyecek kudurtmasın aile çevresi
Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi
Bunlardır coğrafya yiyip mavi avlucukta boncuk bulanlar yan taraftan iştecik geçti birisi
İnci dizerek bade süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi

Hambone, Hambone
whereyou been?
“Round the block
And back again”

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

3.2.2.4.2.     Hareketli görüntü

Şiirde belirli bir düzen dahilinde azalıp çoğalarak, bentler arasında hareketli bir görüntü meydana getiren metinlere
bu ad verilmektedir. “Sinematografik görüntü” şeklinde de adlandırılan bu tarz metinler, özellikle hecenin uzun ve
kısa ölçüleri kullanılarak oluşturulmaktadır. İsmet Özel’in hareketli görüntü içerisinde nazmedilmiş tek bir şiiri
vardır. O da “Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde
Yarısı Kalmış Kabuk” adlı, 12’şer dizeli 2 bentten meydana gelmiş olan şiirdir. Özel, bu metninin 2’li hece
ölçüsünden başlayarak 17’li heceye kadar ulaşan, oradan da 9’lu heceye kadar azalan yapısıyla, 2 bent arasındaki
hareketliliği başarılı bir şekilde kurgulamıştır:

Nazlan

Sitem et
Kırıl bana
Beni geç vakit
Tek başıma suya yolla

Bağçede yüzünü öteye çevir
Güle hayret ediyormuş gibi yap
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla
Somurt avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp en evecen adımlarla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık.

Yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan
Dağ sıra dağdı hangi haşin belden yol veresi
Gece hep süzüldü yukarıdan lakayt kehkeşan
Altımda beni hep yutmaya çağladı nehir
Yetişir hecelemen sök beni bir kere
En zoruma gideni yap hengâme getir
Çel beni tökezlet tuttur çitlere
Ahla istida edecek ahval değil
Kim bana kıymazsan bilebilir
Dünya dedikleri samut küp
Acılar tıkandıkça bende
Hep seni seslendirir.

(“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara /
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,
Of Not Being A Jew, s.42)

İsmet Özel’in şiirlerinde görülen nazım şekillerini aşağıdaki tablodan da takip etmek mümkündür:

4.    BÖLÜM

ŞİİRLERDE DİL VE ÜSLÛP

4.1.      Dil

Üslûp, sanatkârın dil yoluyla duygu, düşünce ve hayallerini anlatış tarzı ve dili kendine has bir yolla kullanış
biçimidir. Her metnin malzemesi dildir fakat bu malzemenin işlenişi ve sunuluş şekli farklıdır. Metin içerisinde
yer alan cümle kuruluşlarından, ritim ve ahengi sağlayan ses birliklerine varıncaya kadar söz konusu olan bu
malzeme, sanatkârın elinde çok farklı şekillerde ortaya konabilir. Dilin kullanılışından kaynaklanan ve “üslûp” adı
verilen bu farklılıklar, başkalarınca birebir taklit edilemeyecek kadar özgün ve kişisel bir söyleyiş meydana getirir.

İsmet Özel şiirinin en önemli özelliklerinden birisi de, ele alınan konunun çarpıcı bir biçimde dile getiriliyor
olmasıdır. Şairin ilk metinlerinden başlayıp son dönemde yayımladığı şiirlerine varıncaya kadar bütün canlılığıyla
ortaya konulan bu etkili söyleyiş, aynı zamanda Özel’i dönemin diğer şairleri arasında da farklı bir konuma
oturtmaktadır. Şiir evreni içerisinde izlek olarak devam eden tema değerlerini sert, vurucu ve radikal imgelerin
yanı sıra lirizmle buluşturmayı başaran, dolayısıyla da kendine has bir üslûp geliştiren şair, buradaki en önemli
açılımı dilde ve bu dili işleyiş biçimiyle elde etmektedir.

Şiir metni içerisinde imlâ ve noktalama işaretlerinden sözcük kullanımına, dizeden bent yapılanmasına kadar dilin
bütün imkanları kullanılarak ortaya çıkarılan orijinal ve özgün bu üslûp, ayrı bir dil hakimiyeti ve işçiliği
gerektirmektedir. “Hayatımı verdim şiirimi aldım” diyen İsmet Özel, söz konusu olan bu gayretini, şiire
hayatında vermiş olduğu yerle fazlasıyla ortaya koymuş ve bunu metinlerine işlenmiş bir dil olarak yansıtmıştır.

Şiirlerinin kitaplarda bir araya getirilmesinden, kaset ve cd’ye okuyarak meraklısıyla buluşmasına varıncaya kadar
ayrı bir titizlik içerisinde olan şair, şahsiyetiyle üslûbu arasındaki bağı da kuvvetlendirmiş olmaktadır. Mehmet
Kaplan’ın Tevfik Fikret’in üslûbunun orijinalliğini ifade ederken belirttiği gibi İsmet Özel de “hususi bir üslûp
için hususi bir şahsiyet” sergilemiş olmakta ve şiirlerinin seslendirilişine bağlı olarak doğru bir biçimde
anlamlandırılmasın da önceleyerek Buffon’un “Le style, c’est I’homme meme” sözünü tam anlamıyla
doğrulamaktadır. İsmet Özel’in şiirlerindeki dil ve üslûp özelliklerine şu başlıklar altında dikkat çekilecektir:
“Kelime dünyası”, “İmge ve imajinatif söyleyiş”, “İronik anlatım”, “Sapmalar”, “Aktarmalar” ve “Ses,
ritim ve ahenk unsurları”

4.1.1     Kelime dünyası

"Kelimeler hep bir önceki kuşağın efsanelerini yarattıkları kelimelerdir.”

Devinim LX

İsmet Özel’in şiir evreninde yer alan kelimeler, şairin bu evreni oluştururken birer safha olarak kabul
edebileceğimiz evrelerle zenginleşmiş ve geniş bir kelime dünyasına yönelerek ortaya çıkmıştır. Çalışmamızın 2.
bölümünde dikkat çekmeye çalışğımız bu şiir oluşum evreleri/safhaları, söz konusu olan dünyanın
zenginleşmesine çok büyük katkılar sağlamıştır. Biz bu dünyanın zenginliğini işaret etmek ve şairin kullanmış
olduğu kelimelerle ilgili bir kanaat oluşturmak için bu bölümün sonunda Şiirlerde Yer Alan Farklı
Sözcüklerin Görünü
şü” adını verdiğimiz bir tablo oluşturduk.

Şairin 2006 yılının sonuna kadar yayımlamış olduğu tüm şiirlerini tarayarak meydana getirdiğimiz bu tabloda
özellikle, şiir dili içerisinde başka şairlerce pek kullanılmayan Eski Anadolu Türkçesi ve halk dilinde kalmış
arkaik sözcüklerin yanı sıra, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca gibi yabancı dillerden
Türkçeye geçmiş ve genel kullanımda çok sık rastlanılmayan/“farklı” kelimelerden öne çıkanlarına yer verdik.

Şiirlerin yer aldığı kitapları da göz önünde bulundurarak kronolojik olarak hazırladığımız bu tablo, dikkatli bir
şekilde incelendiğinde, yukarıda sözü edilen şiir oluşum safhalarının, Özel’in kelime dünyasındaki zenginliğe
paralel olarak açımlandığı görülecektir. Şiire, II. Yeni adı verilen edebî oluşumun meydana getirdiği ortamda
başlayan şair, özellikle ilk şiir kitabı “Geceleyin Bir Koşu”da bir araya gelen metinlerinde, II. Yeni şairlerinin
kullandığı kelimelere koşutluk kuran sözcüklerle şiir kaleme almıştır.

Fakat hayat içerisinde kendi olanı/kendiliğini öncelerken “beni”yle birlikte şiirine de yön veren şair, özellikle 1964
yılında yayımlanan “Partizan” şiiriyle ve “Evet, İsyan” kitabındaki diğer metinlerle yöneldiği evrede, kelime
dünyasının da sınırlarını genişletmiş, böylelikle “sesinin kısılmasına” engel olarak “şiiri yaşamın damıtık durumu”
haline getirmeye çalışştır. Şairin söz konusu olan bu gayreti kendini, özellikle kelimelerin birer imge unsuru
olarak kullanılmasında ve farklı tasarımlarla ortaya çıkan imajinatif söyleyişte göstermiştir. Çalışmamızın İmge
ve
İmajinatif Söyleyişadlı kısmında işaret edeceğimiz bu husus, Özel’in metinlerinin dizeleri arasında yer
verdiği sözcüklerin çıkış noktasını işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir.

Hayatı dokunulur kılmak ve sahici olanın sınırlarına yaklaşarak kendine ait bir dünya kurmak isteyen şair, “beni”
ile dış gerçeklik arasındaki uyumsuzluğu özellikle “Geceleyin Bir Koşu” kitabında bir araya gelen şiirlerin
masalsı ve çocuksu havası içerisinde aşmak ister. Bunun için de dil’in sağlamış olduğu imkanları kullanarak
Markutlar’dan, Pekos Biller’den, büyücülerden oluşan ve ‘kuzey gemileriyle sağır olunan’ bir dünya kurgulayan
şair, kimi zaman da huzursuzluğunu kendi bedeni üzerinden dışa yansıtır.

Bu durumun bir ifadesi olarak bu dönemdeki bireysel merkezli şiirlerde ortaya çıkan sözcüklerden bazıları
şunlardır: ‘bitkinlik’, ‘eşik’, ‘taşra’, ‘yenilgi’, ‘yırtıcı’, ‘piç’, ‘büyücü’, ‘çingene’, ‘bunaltı’, ‘unutkanlık’, ‘boğuk’,
‘yitmek’, ‘cin’, ‘morluk’, ‘morarmak’, ‘örümcek’, ‘üremek’, ‘düş’, ‘sarışın’, ‘tanrılar’, ‘yorgunluk’, ‘binit’,
‘dalgınlık’, ‘imparatorluklar’, ‘bezgin’, ‘kanamak’, ‘silik’, ‘hırçın’, ‘ansıtmak’, ‘utanç’, ‘oğuşturmak’, ‘iğrenç’,
‘tiksinti’, ‘esrime’, ‘ulumak’, ‘sürüngen’, ‘mağara’, ‘kıvranış’, ‘gebe’, ‘homurtu’, ‘esneyiş’, ‘oğunmak’,
‘kanarya’, ‘erkeksi’, ‘şenlikçi’, ‘keten helvacı’, ‘bileyci’, ‘rugan’, ‘gevşemek’, ‘engerek’, ‘iğrenti’, ‘irin’,
‘kusmuk’, ‘köpeksi’, ‘haz’, ‘piçlik’, ‘sövgü’, ‘bilinç’, ‘hırlı’, ‘baldır’, ‘itlik’, ‘irkilmek’, ‘tünemek’, ‘oğlan’,
‘salgı’, ‘davun’, ‘tavsamak’, ‘hüzün’, ‘kusturucu’, ‘azgın’, ‘döllemek’, ‘akçıl’, ‘inilti’, ‘sağırlık’, ‘fırlama’,
‘yanaşma’, ‘savruk’, ‘loş’, ‘çaşıt’, ‘çelmek’, ‘göğerti’, ‘orospuluk’, v.b.

“Partizan” şiiriyle bireysel duyarlılıktan sıyrılarak toplumsal olanın sınırlarına yaklaşan Özel, böylelikle yeni bir
şiir evresinin de kapılarını aralar. Bu dönemde kaleme alınan şiirler, “ben”in kendi varlık alanını önceleyerek
içerisinde yer almak istediği dünyayı, “partizanca” değiştirmeye yönelik olarak ortaya çıkar. Söz konusu olan
eylemin metinlerde kullanılan fiillerle de hissettirilmesi ayrıca dikkat çekmektedir. Örneğin ‘kamaşmak’,
‘serpmek’, ‘kanırtmak’, ‘şarlamak’, ‘bıngıldamak’, ‘abanmak’, ‘kağşamak’, ‘seğirtmek’, ‘yekinmek’,

‘sertelmek’, ‘dinelmek’, ‘haylamamak’, ‘debelenmek’, ‘hırpalamak’, ‘ısırmak’, ‘kakışlamak’, ‘banmak’,
‘burkulmak’, ‘cebelleşmek’, ‘ilenmek’, ‘pusmak’, ‘çapalamak’, ‘küremek’, ‘gürüldemek’, ‘şavkımak’,
‘zonklamak’ v.b. gibi fiiller, şairin dış gerçekliğe karşı devrimci duyarlılıkla yaklaşmasını imleyerek, sert ve yıkıcı
söyleyişinin önemli bir özelliği olarak belirir.

Hayatın içerisinde yukarıda ifadeye çalışılan duyarlılıkla yer almak isteyen fakat “ben”i ile dünya arasında açılan
boşluklardan dolayı huzursuzluğu yaşamaktan kurtulamayan şair, bu boşluğu yine kendine ait oluşturmuş olduğu
dil sayesinde kapamaya çalışır ve sonu ontik güvenliği elde ederek köklü bir değişime varan, sorgulama sürecini
yaşar. Özel’in “Cinayetler Kitabı” adını taşıyan 3. şiir kitabında yer alan metinler, söz konusu olan sürecin izlerini
taşıyan ve bu dönemdeki yaşanmışlıkların imajinatif birer göstergesi olarak beliren kelimelerden meydana
gelmektedir. Bu şiirlerin başlıklarında yer alan sözcükler dahi, ifadeye çalışılan durumu örneklemek için yeterlidir:
‘Kanla Kirlenmiş Evrak’, ‘Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü’, ‘Tahrik’, ‘Esenlik Bildirisi’, ‘İçimden Şu Şüpheyi
Kaldır / Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır’, ‘Amentü’, ‘Sevgilime İftira’, ‘Akla Karşı Tezler’.

Varoluşsal problemini müslüman dünya görüşüne bağlanarak gideren şair, “beni”nin kazanmış olduğu güvenle,
ilk şiirlerinden bu yana derin bir izlek olarak devam eden verili/sunulu olan karşısındaki antikonformist tavrını
daha net olarak ortaya koymaya başlar. Modern hayatın tükettiği değerleri ve bu değerlere yabancılaşarak yaşayıp
giden çağın insanını, kimi zaman ironik bir söyleyişle kimi zaman da kendi yaşanmışlıklarından güç alan
kelimelerin imajinatif açılımlarıyla eleştiren şair, bu doğrultuda kelime hazinesinin sınırlarını da oldukça genişletir.

Özel, şiir evreninin en başından bu yana genişleterek meydana getirdiği bu hazinesine, dünyayı kavramaya
yönelik olarak yaşamış olduğu köklü “değişim” sonrasında da, yeni sözcükler eklemiştir. Şairin üslûbunda
önemli bir açılım olarak ortaya çıkan, ‘havsala’, ‘hisab’, ‘vaha’, ‘kefaret’, ‘amentü’, ‘eşref-i mahlûkat’,
‘tamahkâr’, ‘haç’, ‘ezan’, ‘vareden’, ‘misvak’, ‘mümin’, ‘müşrik’, ‘emr-i b'il-ma'ruf, ‘nehy-i ani'l-münker’, ‘la
havle ve la kuvvete illa billah’, ‘münacat’, ‘ademoğlu’, ‘yarabbi’, ‘ya rabbelalemin’, ‘münacat’, ‘naat’, ‘kıyam’,
‘adl’, ‘mukadderat’, ‘çalap’, ‘lebbeyk’, ‘basübadelmevt’, ‘ins ü cin’, ‘minare’, ‘rabb’, ‘havra’, ‘Yahudi’,
‘pogrom’, ‘diaspora’, ‘geniza’, ‘holokost’, ‘hutbe’, ‘Kurânî’ v.b. gibi kelimeler, girilen yeni ortamın duygu
değerlerini yansıtmasıyla birlikte Özel’in, şiir dilini kurgularken önemli bir yapı taşı görevi gören sözcükleri
kullanmasındaki maharetini de ortaya koymaktadır. Nitekim, aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere şair, bu tür
kelimelerin yer aldığı metinlerini, geniş bir kelime dünyasıyla harmanlayarak dikkatlere sunmaktadır.

Hayatını ve şiirini “sahicilik arayışı”yla açımlamaya gayret gösteren İsmet Özel, özellikle “Of Not Being A Jew”
adlı 6. şiir kitabında bir araya getirdiği ve son dönemde yayımladığı şiirlerinde, geniş bir kültürün içerisinden
süzülüp gelen kelimelerle okuyucusuna ya da dinleyicisine seslenmektedir. Derleme ve Tarama Sözlüklerinde
kalmış Eski Anadolu Türkçesi’nden, halk ağızlarında kullanılan sözcüklere, Batı ve Doğu dillerinde yer alan
kelimelerden, ciddi bir entelektüel birikimle elde edilebilecek hususların sözcükler aracılığıyla şiire taşınmasına
varıncaya kadar şiir diline, dolayısıyla da üslûbuna zenginlik ve genişlik kazandıran şair, sadece şiirlerinde ele
almış olduğu tema değerleriyle değil, işlenmiş bir dil ve özgün bir üslûpla da dikkat çekmektedir.

Özel’in kelimelerden hareketle dili kullanış biçimi ve üslûp özellikleri, çalışmamızın ileriki bölümlerinde, “İmge
ve imajinatif söyleyiş”, “İronik anlatım”, “Sapmalar”, “Aktarmalar”, “Ses, ritim ve ahenk unsurları” başğı altında
şiirlerden örneklerle incelendiğinde, sözü edilen husus daha net anlaşılmış olacaktır.

4.2.      Üslûp

4.2.1        İmge ve imajinatif söyleyiş

“İmge bütün hızını kendiliğinden olmaya borçludur.

şüncenin katı baskısını üstünde taşımaz.

Kendi başına bir duyarlığın ödün vermeden biçimlendiği özgür bir kuruluştur.”

Evrim

En genel tanımıyla “dış dünyaya ait nesnel gerçekliğin zihinsel tasarımı” olan imge ve imajinatif söyleyiş, İsmet
Özel şiirinin en temel özelliklerinden biridir. Şair, üzerinde yaşadığımız dünyanın kendi “beni” üzerindeki
yansımalarını ve bu dış gerçekliğin “ben”den hareketle algılanma biçimini, dilin imkanlarını kullanarak imge
aracılığıyla ortaya koymaktadır. Özel, şiir evreni içerisinde dizelenen sözcüklerde olduğu gibi, imgelem yapısında
da başlangıçta, Türk şiir geleneğinde özgün imajinatif değerlerle dikkat çeken II. Yeni şairlerinin metinlerinde yer
alan imge yapısıyla benzerlik gösteren bir durum içerisinde olmuştur. Özellikle 1962 - 1964 tarihleri arasında
ortaya çıkan ilk şiirlerinde şair, II. Yeni şiirinde olduğu gibi, benzetme esasına dayalı bir imge kurgusu meydana
getirir.

Fakat burada önemle vurgulanması gereken husus, şairin bu tarihler arasında kaleme aldığı şiirlerinde söz konusu
olan etkileşimi, sadece kelimelerin yüklendikleri anlamları benzetme yoluyla kurarak sağlamış olmasıdır. Özel, bu
durumu meydana getirirken II. Yeni şiirinin genelinde olduğu gibi soyut unsurlardan daha çok somut bir
durumdan hareket eder ve özgün benzetmeler oluşturarak şiirinin anlam açısından kapalı olmasını engeller.
İfadeye çalışğımız ilk dönem şiirlerindeki bu imge yapılanmasını, Özel’in “Yorgun” adlı şiirinin şu dizelerinden
hareketle örneklemek mümkündür:

(...)

gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
e
şiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar

yani çocuk o güzel tüccar

yorgunluklar alıp kargılar dağıtan

geceye karanlıktan önce gelen çocuklar

bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.

(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)

Yukarıdaki dizelerde de görüldüğü gibi şair, ‘gece - ayakları kokan bir adam’, ‘eşik - aya doğru oturan çocuklar’,
‘çocuk - tüccar’, ‘gece - karanlık - çocuk’ ve ‘ölü - ölüm’ gibi somut durumlardan hareket ederek benzetme
yoluyla meydana getirdiği imgeleriyle, özellikle çocukluğun anlam dünyasına dair farklı çağşımlar oluşturmak
istemiştir. Şairin metinlerinde yer alan imgelerin bu yapısı, özellikle “Partizan” şiiriyle açılan evreden sonra, çok
daha önemli bir noktaya yönelerek devam edecektir. Bu nokta, kaynağını somut bir durumdan alan imgelerin aynı
zamanda bir insanlık durumuyla ve yaşamla temellenerek, insan gerçeğini ele alması yönünde belirerek açımlanır.

İsmet Özel’in 1965 yılında kaleme aldığı “İmge ve Açık Anlatımlı Şiir” adlı metin, şairin söz konusu olan
yöneliminin anlaşılması bakımından önem arz etmektedir. Şair bu yazısında, "imgeler çoğunlukla değişik
görüntüler elde etme, alı
şılmışın dışına çıkma isteğinin bir belirtisinden özge bir sanı uyandırmıyor. Bana
kalırsa bu
şiiri duygusal bir gerilim olarak görmekten ve ona bu noktadan girmekten doğuyor. İmgenin
do
ğuşunda duygu azımsanmayacak bir yer tutar ama soyut ve sanki şiir için hazırlanmış bir duygululuğun
uzantısı olan imgeler ortaya yalnız bir takım süslü kelime yı
ğını koyuyor. (...) Altında bir yaşama serüveni
yatmayan, yüzde yüz bizim olmayan, insan tekinin sorunlarıyla ba
ğı kopmuş imgeden şiiri uzak tutmalıyız”
demektedir. Özel’in bu metnini aynı zamanda, II. Yeni şiiriyle ortaya çıkan şiir anlayışından sıyrılmak istemesi ve
kendine ait bir üslûp oluşturmaya yönelik gayreti olarak da okumak mümkündür.

Rene Wellek ve Austin Warren’in de belirttiği gibi imgenin bir çok sınıflaması yapılmıştır. Bunlardan duyularla
ilgili olanları “görsel, işitsel ve duyumsal imgeler”; hareketle ilgili olanları da “statik ve dinamik imgeler” olarak
adlandırmak mümkündür. Yine imgeler nicelik ve nitelik olarak da “yayılgan/gelegen imgeler”, “batık imgeler’,
“radikal imgeler”, “yoğun imgeler” ve “dekoratif imgeler” olarak sınıflandırılmaktadır.

İsmet Özel’in şiir evreninde sese ve görüntüye dayalı “duyumsal imgeler” yer aldığı gibi, farklı tasarımlarla
zihinsel kurguya geniş bakış açısı kazandıran ve her okunduğunda tekrar anlamlandırılabilen “yayılgan/gelegen
imgeler’ de vardır. Aşağıya örnek olarak alıntılayacağımız “Acının Omuzlanışı” ve “Kaçış” adlı şiirlerin
bütününde şair, sözü edilen her iki imge türünden de geniş ölçüde faydalanarak etkili bir söyleyiş meydana
getirmiştir:

Kadını bir gürültüye sapladılar.
Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
bombalar, bö sesleri, savaş alaborası...

Yaşamak bir tıkırtıydı, aldırmadılar.

Çocukların düşlerinde bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
Markuuuut! Torbanı sarkıt.

Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler

Markuuuut! Torbanı sarkıt.

Siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın
korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.
Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
Serin karanlığıma bir çingene düşerdi
gökyüzüne birikirdi hazineleri kışın
dağların dağlarda birikirdi gölgeleri
ürkütülmüş gölgeler kapımda çoğaldıkça
yüreğime o tedirgin çocuklarda düşerdi
kar yürürdü gözlerime tüyden ayaklarıyla

kar yürürdü çünkü kar

o temiz eldiveni gökyüzünün
tüfengimin ıssızlığını büyütürdü
bir dönülmez kaçışa uzanırdı çocuklar
ve o üzünç bitkisi çocuklarda ölürdü

artık üşümek çince bir çiçektir oralarda
yolcuların taşıyamadığı bir çiçektir
çünkü kardan yorulunca biz sıcak sulara
inip sepet öreriz ve 'gecenin
uzun ağzı sulardı saksıları'

ve hala ay dağınık saçlara benzer oralarda

serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık
kimseyi çağıramaz kendi adıyla.

(“Kaçış”, Geceleyin Bir Koşu, s.13)

Özel’in şiirlerinde imgelerin yukarıda işaret edilen şekliyle kullanıldığı metinlerin sayısını çoğaltmak mümkündür.
Şair, çocukluğundan getirmiş olduğu anılarını ve kişisel özelliklerinin birer yansıması olarak beliren psikolojik
durumlarını, daha çok “duyumsal imgeler”le kurguladığı metinlerde söz konusu ederek şiiriyet kazandırmaktadır.
Ancak İsmet Özel’in şiir evreninde baskın olarak ortaya çıkan imgeler, “radikal” ve “dinamik” imgelerdir. Şairin
ilk şiirlerinden son dönemde kaleme aldığı çalışmalarına varıncaya kadar birer izlek olarak devam eden, “ben”in
kendi varlık alanlarını önceleyerek dünya karşısındaki “uymacı olmayan tavrı”, şiirlerde “radikal imgelerle ortaya
çıkmakta ve “dinamik” bir kurguyla şiirin anlam alanlarında yer almaktadır.

Şairin müslüman dünya görüşünü benimsemesinden sonra da değişmeyen bu durum, “edebîlik adı verilen
kavramın en yoğun biçimde görünüşü olan ve dilin bünyesindeki her türlü unsura sinerek ortaya çıkan lirizmle”
birleştiğinde, özgün bir üslûp olarak belirir. İsmet Özel’i son dönem Türk şiiri içerisinde önemli bir konuma
yükselten husus da buradan kaynaklanmaktadır. Şair, kendi “beni”nden, diğer bir ifadeyle yaşanmışlıklardan
hareketle, insanın dünya karşısında almış olduğu yeri, şiiri zaafa uğratmadan “radikal imgeler’le örgülemekte ve
modern Türk şiirinin gelişimi için esaslı bir açılım meydana getirmektedir.

İfadeye çalışğımız “radikal” ve “dinamik imge” kullanımını, Özel’in birçok şiirinde görmek mümkündür. Biz bu
kullanımlara, özellikle ilk dört kitapta yer alan şiirlerden birkaçını örnekleyerek işaret edeceğiz. Fakat öncesinde,
şiir metni içerisinde kullanılan her türden imgenin anlamlandırmasıyla ilgili bir hususa açıklık getirmekte fayda
vardır. O da imgelerin yapısından kaynaklanan temel özellik ile ilgilidir. Her şiir okurunun ya da dinleyenin
zihninde farklı tasarımlara yönelerek ortaya çıkan imgelerin işaret ettiği noktaları, net olarak belirtmek mümkün
değildir. Bu aynı zamanda, şiir metniyle karşı karşıya kalanın zihinsel tasarımını da sınırlandırmak ve şiiri
anlamlandırmasında onu, kendi hissettiklerimizin birer ifadesi olan yorumlarımızla yönlendirmek olacaktır. Kaldı
ki bir okur olarak bizlerin de aynı şiiri, farklı ortam ve şartlarda başka tasarımlarla yeniden anlamlandırması
mümkündür.

İmgelerin işlevselliğinden hareketle dikkat çekmeye çalışğımız hususu Octavio Paz, şu şekilde işaret etmektedir:
“Her ifade bir başka ifade tarafından açıklanan veya açıklanabilen bir anlam taşır. Sonuçta anlam söylemeye
çalı
şmak; ya da daha doğrusu başka bir biçimde söylenebilen şeydir. İmgenin anlamı ise, bunun tersine,
imgenin kendisidir. Öbür sözcüklerle söylenemez.
İmge kendi kendisini açıklar. Söylemeye çalışğı şeyi
kendisinin dı
şında hiçbir şey söyleyemez. Anlam ve imge aynı şeydir. Bir şiirin kendi imgelerinden başka hiçbir
anlamı yoktur. (...) Cümleler ve ifadeler birer yol, imge ise kendi kendisine dayanan anlamın ta kendisidir.
Anlam imgenin içinde ba
şlar ve imgenin içinde biter. Şiirin anlamı şiirin kendisidir. İmgeler herhangi bir
açıklamaya veya yoruma indirgenemez.”

Bundan dolayı İsmet Özel’in şiirlerde yer alan imgeler de, her okuyanda ve her okunduğunda farklı anlam
alanlarını çağştırarak ortaya çıkmakta ve özgün birer tasarım olarak zihinlerle iletişime geçmektedir:

Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü iniltilerden
ve mor ağzını gecenin kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler adına
bütün fotoğraflarını yakan
yakan ve bekleyen.

(...)

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

Binlerce binlerce çocuk

koşarak dokumuş benim kumaşımı
hançeremdeki bu şehrin
o geçimsiz mushafı

vardım dayandığım parmaklığına o büyük hesapların

Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
gök de bir mendil takınsın boynuna
benim kağşayan umutlarım gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya.

Nasıl birer suç çağşımıyız dünyada
adamlar, kadınlar, şehre indirdikleri bakraçları
ne kadar uydurma
ne kolay öpüşüyorlar yıllar süren intiharlarla
Oysa
insan zemheriyi
ve kadının doğurma vaktini bilir

hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla
yeni şeyler, yeni şeyler yaratmak için tabi.

İşte potin bağlıyor çocuk
bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor insanlara
ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi
oraya gidiyorum: boğulmaya.

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi
1300 tarihli şehbenderlere dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak, bir
setre.

Tutuşan bir bıçak.

içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte gidiyorum oraya: boğulmaya.

(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir kadının mihrabı
bu gövermiş güz günleri çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.

(...)

Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları, analarımız
aşererken toprak yiyen analarımız
yüreğimin palamarlarını çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

(...)

Sen şimdi sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan...

Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)

(...)

Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

(...)

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.23)

(...)

Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık vereceğim

Sana bir karşılık vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim

birbiri üstüne yığılırken günler

ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti sana
bir karşılık vereceğim.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

Ağlamadan

dillerim dolaşmadan

yumruğum çözülmeden gecenin karşısında

şafaktan utanmayıp utandırmadan aş
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.

(...)

sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde

bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir

bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin

yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
ki

ölüm

her yerde uyanıktır

alestadır korkunun yardakçıları

tez kızaran güllerden kendini sakın

sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-

Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine

bıraktın vazgeçilmez ırmakları

gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.

(“Mazot”, Erbain, s.145)

Köleler gördüm, karavaşlar

hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan

saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat

otobüslerde dindar

geceyi

saatlerine bakarak anlıyorlar

ve sabah

gökyüzünün karnını gerdiği zaman

dağların kokusundan fabrikalar

acıkınca

Köleler!

gözleri camekânlarda.

(...)

Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!

Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!

gelin ve boğdurun bu köleleri.

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)

(...)

Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)

4.2.2        İronik anlatım

Gerçekte var olan herhangi bir tipin, kavramın ya da olgunun niteliklerinin veya gündelik hayat içerisinde yer alan
alışılagelmiş unsurların, veciz bir şekilde şaka yollu eleştiril bir bakış açısıyla söz konusu edilmesi, ironik anlatımı
ortaya çıkarmaktadır. Pek çok fonksiyonu olan ironinin başlıca işlevi, “kusur bulmak, arındırmak, tasfiye etmek,
gururunu kırmak ve hapsetmektir. İroninin iki temel çeşidi, sözel ironi ve durum ironisidir. En basit şekilde sözel
ironi, bir şeyin ne anlama gelmediğini söylemeyi, söylenen sözün aksinin ima edilmesini ve kelimeleri ters
anlamlarıyla kullanmayı” gerektirmektedir.

“Söylev sanatında sık kullanılan bir söz oyunu olarak da kabul edilen ironinin en çok rastlanan biçimi, kişinin
aslında ciddi olmayan bir şeyi ciddi olarak söylemesidir. Diğer bir biçim ise, kişinin ciddi bir konuyu bir espri
gibi, şaka yollu dile getirmesidir. Ancak bu duruma daha çok mizahçılarda rastlanır.” Özellikle yazılı metinlerde
ironi kavramının uygulama biçimleri, “herhangi bir tipin ironisi, kavramların ironisi, sosyal bir olgunun ironisi
ve gündelik hayatın ironisi”
şeklinde ortaya çıkmaktadır.

İsmet Özel de daha çok müslüman dünya görüşünü benimsedikten sonra yayımladığı şiirlerinde, “mutlak
emniyet”i elde etmiş olmanın beni’ne kazandırmış olduğu güvenle birlikte, insanların kendilerine sunulanı kolayca
kabul ediyor olmalarını, benliklerine yabancılaşarak “yaşayıp gitme”lerini ve modern dünyanın “şahsiyet”ler
üzerinde kurduğu baskı alanlarını kimi zaman ironik bir anlatımla işaret ederek eleştirmektedir. Şair bu anlatımla
kaleme aldığı şiirlerinde, yukarıda işaret edilen ironinin uygulama biçimlerinden daha çok “sosyal bir olgunun ve
gündelik hayatın ironisi”
ni söz konusu eder. Bu metinler, özellikle modernizm merkezli “sosyal bir olgu” olarak,
“gündelik hayatın” her alanında görülebilecek yabancılaşmanın ironize edilmesi ile dikkat çekmektedir.

Çalışmamızın Özel’in şiirlerinin içerik olarak tahlil edildiği bölümde yeri geldikçe izleksel bütünlüğe uygun
olacak şekilde açımlanmaya çalışılan bu husus, burada tekrar edilmeyecektir. Ancak şairin metinleri arasında
ironik anlatımın öne çıktığı şiirlere ve kimi dizelere, aşağıdaki gibi birkaç örnekle işaret etmek mümkündür:

Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
şünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat
nasıl da sürüklüyor kendini
ve ben bunu kanıtlayabiliyorum
şu şair halimle
böylece size ey saygıdeğer erbab-ı cumhuriyet
akıllı ve yetenekli olduğumu
kanıtlamış oluyorum
sizler de
bu derin bilgeliği kavrayarak
kendi değerinizi ortaya koymuş oluyorsunuz.

Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim

tarihi bir gerçek kadar sıkılgan

bilmem ki Tesalya'daki Termofil

bir yiğitlik anısı

bir hayınlık anıtı mı olsa

yine bilmem quantum kuramını

öğrenen insan haklı mıdır

kendini ardıçkuşu sanmakta-
ben

yirminci yüzyılın sonlarında

en uzak uyanışlar ikliminde yaşadım

bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında
kadınlardan daha çok birinci şubeye vardım.

En mutlu insanlar belki de
baca temizleyicileridir
öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki
yüreklerini geniş, dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar
buna yükümlü sayarlar kendilerini.
Baca temizleyicileri başkalarını sevmekle kalmaz
başkalarınca sevilirler aynı zamanda
çünkü herkesi düşünmeyecek kadar mutlu
herkes tarafından düşünülmeyecek kadar mutludurlar.

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Bu sorunun karşılığını bulamıyorum
içinden çıkılmaz bir olay, ama önemsiz
köylüleri öldürmesek de olur
hatta onların kalın suratlarını
görmezlikten gelebiliriz
yapılacak çok şey var daha
sözgelimi ben, kendim
hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
değil mi ki albatrosu Baudelaire'den
Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim
bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak kullanabilirim.

(“Akla Karşı Tezler 1”, Erbain, s.185)

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte

evi Nepal'de kalmış

Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?

Ola ki
şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.

Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki...

Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana.

(...)

Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.

Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, bir çok tuhaf
marifetimin yanısıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi

üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?

Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!

Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.

(...)

(Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin

Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken, s.7)

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.

Ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm

(“Üç Firenk Havası / Capriccio Ölüm”,                                                             Cellâdıma

Gülümserken, s.24-25)

Biz şehir ahalisi,kara şemsiyeliler!

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

Nezaketten,haklılardan yanayızdır hepimiz

Sevinmemiz çapkıncadır,ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak deriz-Oh,dear-ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader

Güneş neredeysek orada bulur bizi

Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur,o ayıp işaretler

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi,üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.

(“Dişlerimiz Arasındaki Ceset”,
Cellâdıma Gülümserken, s.12)

(..)

Gece olur

Karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat.

Boyasızdı tahta kapı
bu yanıyla güvenirdim ona.
Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla
Malenkof! diye bağırmışım, öfkeden patlayarak.
zavallı arkadaşım
Hiçbir şey anlaşılmayan bu telaffuz karşısında
Şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.

Sonra kızlar geldi
bir kanadı açılmayan
boyasız kapının önündeki betonda
rond yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa raspa ras
Kore’ye mektup yas.

(“İki Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)

Hayatsız kalmıştım. Birden Dürin
Chopin’in yedi numaralı valsiyle
balkonda belirdi.

Cildi çürüyen İstanbul’un üstünden korkulu göz
Sonbahar üstüne çöktü. Süsünden öldü şehir
hüznünden oldu. Bir de o gün Şevki bey
biraz çekil kardeşim demesin mi Chopin’e
ravii meçhul
ama inanmak serbest
ben kimseye yetim olduğumu
söylemedim üstelik
vesayet altında falan değilim. sadece
hayatsız kalmıştım. Büyüyünce geçti.

(“Demangeaisum”, Of Not Being A Jew, s.32)

4.2.3.      Sapmalar

Sözcüklerin ses ve biçim özellikleriyle dilin söz dizimi açısından niteliklerinde bilinçli olarak meydana getirilen
değişiklikler olarak tanımlanabilecek “sapmalar”, İsmet Özel’in şiir dilinin dolayısıyla da üslûbunun önemli bir
özelliği olarak ortaya çıkmaktadır. Özel’in şiirleri içerisindeki ritim ve ahenge uygun bir biçimde yapılandırılarak
metne dâhil edilen sapmalar, bir anlamda yapısal bir olgu ve şiirdeki söyleyişi tamamlayan temel bir unsur olarak
kabul edilebilir.

Şairin, şiirlerindeki imajinatif söyleyişi daha etkin kılarak okuyucunun ve dinleyicinin zihninde değişik
çağşımlar ve duygu değerleri oluşturmak için sapmalara, ilk şiirlerinden itibaren başvurduğu görülmektedir.
İsmet Özel’in şiirlerindeki bu özellikler “Gramatikal sapmalar”, “Dilbilgisi sapmaları”, “Anlam
sapmaları”, “Biçim sapmaları”, “Dilsel sapmalar”,
ve “Sözcük sapmaları” olarak ele alındığında şairin
üslûbuna ilişkin önemli veriler de elde edilmiş olacaktır.

4.2.3.1.      Gramatikal sapmalar

Dilin genel kullanımı içerisinde kabul görmüş kuralların bilinçli bir şekilde dışına çıkılmasıyla meydana getirilen
sapmalardır. Dilin alışılmış kullanımındaki gramatikal yapısı üzerinde özellikle “yazım” ve “ses” bakımından
değişikliğe gidilerek oluşturulan bu sapmaların Özel’in şiirlerindeki görünüş biçimlerini, “Yazım sapmaları” ve
“Ses sapmaları” adı altında incelemek mümkündür.

4.2.3.1.1.      Yazım sapmaları

Şiirin yazım düzeninde, gelenekselleşmiş olan biçim formlarının dışına çıkılarak meydana getirilen değişiklikler
bu tür sapmaları içermektedir. Yazım sapmalarının, çoğu şair tarafından kullanılarak en sık yapılanı, şiirin bütünü
içerisinde imla, yazım ve noktalama kurallarını göz önünde bulundurmamaktır. Örneğin Divan ve Halk şiirinin
yazım esaslarından olan, şiire her mısra başında büyük harfle başlama kuralı, bu sapmayla ortadan kaldırılmış
olmaktadır. İsmet Özel’in de ilk şiirlerinden başlayarak çok sık müracaat ettiği “yazım sapmaları” öncelikle, şiirin

içerisinde büyük harfi sadece şiirin ilk dizesinin başında kullanmak ve nokta işaretine (.) şiirin sadece son
dizesinde yer vermek şeklinde ortaya çıkar:

Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz

çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları

gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar

bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.

(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)

İsmet Özel’in ilk şiiri olan yukarıya alıntıladığımız metinde de görüleceği gibi şair, büyük harfi ve nokta işaretini
şiirinde sadece bir defa kullanmıştır. II. Yeni şairleri tarafından da çok sık tekrarlanan yazım sapmalarının bu
biçimi, şiire II. Yeni’nin daha çok imgesel zenginliğini tevarüs ederek başlayan Özel’in şiirin formuna ilişkin
olarak da bu şiir akımından etkilendiği nokta olarak kabul edilebilir. Özel, yukarıdaki şiirle örneklediğimiz yazım
sapmasını değişik biçimlerde, “Bir Yusuf Masalı”nın “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif’ ve “Dibace”
bölümlerinden sonra başlayan “masal” kısmına kadar devam ettirir.

Aşağıya örnek olarak alıntılayacağımız şiirlerde, şairin bu sapmayı şiirin bütününden bentlere çekerek kullanması
ve nokta işaretine her bendin sonunda yer vererek şiirin bentlere yayılmış anlamına işaret etmesi dikkat
çekmektedir:

Zengin dul dişi bir kedi seviyor ya kucağında
belki bu insanlara güvenimi doğuruyor durmadan
ellerim bağlı da ondan bu belki
yaşlı adamlar artıyor haykırışımdan
kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar
bir kadın vuruyor kuşlara kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin gövdesine yorgunluktan.

Ayın parçalanışını bir dişi kedi gördü

Waterloo’yu gördü bir asker, bir kahraman

ama bizim için ne Waterloo, ne yağmur öncesi hüznü
bir aptalca büyü uğraştırıyor bizi durmadan
çünkü umulmadık bir şey oluyor artık insan
bir şey, bir kahkaha sabahın karşısında
ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara
artık kendine yürüyor kalkıp onlardan.

(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Geceleyin Bir Koşu, s.17”)

Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir kadının mihrabı
bu gövermiş güz günleri çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.

Beyaz tülbentler camın arkasında
ve çıkarılmış insan gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
bağrına taş basan ana
o ananın ölüsünden kalkan toz
ey acılar gardiyanı, ey güz gündüzleri.

Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden sonraki cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.

(...)

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

İsmet Özel, “Bir Yusuf Masalı” nın “Birinci Bab: Şivekâr’ın Çıktığıdır” adlı kısmıyla birlikte, son dönemde
yayımlanan şiirleri de dâhil olmak üzere, tüm metinlerinde bu sefer de dize başlarını sürekli büyük harfle
başlatmaktadır. Şiirin genel kabul görmüş olan yazı düzeni düşünüldüğünde, bütün bir mısra sonrası kullanılan
büyük harf geleneği, şairin bu dönemden sonraki kimi şiirlerinde sapmaya uğratılarak bir kelimeden, hatta bazen
tek bir heceden sonra, bir alt dizenin başında kullanılmaya başlanmıştır. Aşağıya, şiire başlık olarak seçilen
kelimenin tersinden tekrar edilmesiyle de ayrı bir yazım sapmasına örnek olarak gösterilebilecek olan
“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim” adlı şiiri alıntılayarak söz konusu olan yazım sapmasına dikkat
çekmek istiyoruz:

MICHAUXNUNKIMI

imiknunxuahcim

Olmaz dedin oldurmadın mabedin çocuksusu

Kim demiş ejderhanın sırtındaki yumrular

Pençesinden evladır diye

Osu busu dediğin

Kuskus gedik

Tane dene

Önlüklüdür.

Kaymakam kaç

Çekeceksiz

Yeruşalim’de kral

Amsterdam’da marangoz
Mavnasından.

Çok da kaygan som limonlu

Sumercimeğigillerden

Mercimeğin kutsal kitap tersinmezi dururken

Nun. Ka.

Redife pestenkerani girmiş

Çıkarın

Neresinden dönülse üstümüze yağıyor

Üssümüze dönelim

Geber

Meğer

Nikâh

Davetiyesini

Kaybet

Memişim.

Püskülleri belden

Kayalık dağlardan

Fırdolayı fırsatlar

Abdülkasem

Çarpanınam
Şip.

(“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim”,
Of Not                         Being A Jew, s.43-44)

İsmet Özel kimi şiirlerinde de dize içerisindeki bazı kelimelerin tamamını büyük harfle yazarak standart şiir
yazımının dışına çıkmaktadır. Metindeki anlamın, büyük harfle yazılan kelimenin özellikle imajinatif
çağşımlarına bağlı kalarak iyice belirgin kılınması için yapılan bu türden yazım sapmaları, genelde şairin ilk iki
kitabında bir araya gelen şiirlerinde görülmektedir. “Bakmaklar”, “Davun”, “Partizan” ve “Bir Devrimcinin
Armonikası” adlı metinlerde karşımıza çıkan bu sapmaları, aynı zamanda şiirdeki anlamı tamamlayan bir yapı
içerisinde olduklarını örneklemek için, kullanıldıkları bentlerle birlikte aşağıya alıntılıyoruz:

(...)

Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi
hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla
GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi
bir tabut kalmıştır akşam olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.

(...)

Ey irin mutluluğu!

Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!

Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.

TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir
sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir üzünç aralığındayız artık TAN!
savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan.

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan
ğsümde serinleyen akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.29)

Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!

ÇIKSAM

gök
şarlayarak devrilse ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.9)

Oraya gidiyorum boğulmaya

BOĞULMAYA

bir partizanın armonikasında.

Artık mazgallardan fırlamak
büyük kamalar saplamak
ğrüne coşarlığın
büyük bir çatırtının ayaklarını ovmak
armonikamla.

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Şair bir başka yazım sapması olarak da sadece bir kez, “Yağmurun Kapıları Karanlık” adlı “düzyazı şiir”inde,
dizelerden birinin tamamını büyük harfleri kullanarak yazar:

(...)

İşte, gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha da itmek için suya, ölüme ölümlüğü
yakıştırabilmek için cesetlerle bezedim güzel olan her şeyi. ELİMİN AKLIĞINDA
DA
ĞILIVERDİ KANIN. Elim el olmaktan çıkıverdi. Çocuğun yanaklarıyla boğuşuyordu
yağmur, derken yüklendik karanlık kapılarına yağmurun,

seslerle büyüyen, seslerle yıkanan güvercin kanatları denize giderdi.

(Yağmurun Kapıları Karanlık, Geceleyin Bir Koşu, s.14)

Yine Özel “Dişlerimiz Arasındaki Ceset” adlı şiirinde de, küçük harfle yazılması gereken kelimelerin ilk harflerini
büyük yazarak bir başka yazım sapmasının örneğini vermiş olmaktadır. Aşağıya alıntılayacağımız dizelerde şair,
özellikle “Verem Olmak Üretimi Düşürür” söz grubuna ait kelimelerin ilk harflerini büyük yazarak şiirin
bütününde ironisi yapılan yabancılaşmanın altını iyice çizmek ister. Özel, şiirlerinde pek rastlanmayan bu sapmayı
2005 yılı içerisinde yayımlanan “Savaş Bitti” adlı uzun soluklu şiirinde ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin
Yirmi Sebebi”nin 5. bölümünde tekrarlayacaktır:

(...)

Korkuya Y ağmaya Kana söz getirtmedi

Alacaklarımızın sorgucuyduk borçlarımızın çilingiri

Bizi Korku bizi Yağma bizi Kan yargıladı

(...)

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.60)

Biz şehir ahalisi, Kara Şemsiyeliler!

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü Severler!

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir

Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

(...)

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi

Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

(...)

(“Dişerimiz arşındaki Ceset”, Cinayetler Kitabı, s.12)

(...)                                                                                         .

Zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu İS yazılmış

(İsmet değil İsa da değil İsa’dan sonra)

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 5”,

Of NotBeingA Jew, s.102)

Yukarıda dikkat çektiğimiz yazım sapmalarının dışında İsmet Özel, sözcüklere bağlı olarak da sapmalar meydana
getirmiştir. Şairin ilk şiirlerinden son dönemde kaleme aldığı metinlerine varıncaya kadar oldukça sık rastlanan bu
sapmalar, bazen mısra sonlarında kelime bölünerek bazen de kelimelerinin yazılışlarında yazım kılavuzunun
şına çıkılarak meydana getirilir. Aşağıya alıntılayacağımız dizelerle bir kısmını örnekleyeceğimiz Özel’in
şiirlerindeki bu sapmaların tamamına, kelimelerin doğru kullanımları da işaret edilerek hazırladığımız tabloda yer
verilecektir:

Sonradan çok sonradan

Öksürmeyi andıran bir sesle

Boğazını temizlermiş gibi yapışlar

Dan anlaşıldı

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.47)

(...)

Filanca mı aman ha

Hiç lâfını sakınmaz denilmiyor

Mefhum - u muha

Lifinden anlıyoruz ki

Sakınılmaya değer bir şeymiş lâf

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 14”,

Of Not Being A Jew, s.128)

Tüfenk

(...)

şler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.

(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)

Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça
ve o külle yıkandıkça ben durmadan
utançla oğuşturduğum
yüzüm.

(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17)

bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
(...)

(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)

(...)

firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.

Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
ğrümde avrupalı atları koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28-29)

(...)
ağlıyorsun ihanete karşı şavkıyor pıçak
bir pıçak ki sevgilim, Sürmene işidir.

(“Kalk Düğüne Gidelim”, Evet, İsyan, s.43)

o zaman
senin çardağına çıkarken
karıştırırken şarapla kendimi sana
varsın gün geçtikçe herşeyde biraz kahır
biraz bakır çalığı olsun lokmamızda
bana soru sor artık
beni kurtarma,konuştur

beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.

(“Sevgilime İftira”, Erbain, s.154-155)

4.2.3.1.2.       Ses sapmaları

Genel dilde kullanılan bir sözcüğün ses değerleri üzerinde değişiklik yapılarak oluşturulan sapmalar, ses
sapmaları olarak kabul edilmektedir. Ünlü ve ünsüz harflerin ses değerlerinin, kimi zaman değiştirilerek kimi
zaman eksik kullanılarak kimi zaman da uzatılarak meydana getirilen ses sapmaları, bazen de yöresel ağız
özelliklerinin şiirde kullanılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bir şairin şiir dilini oluştururken kullanmış olduğu
kelimelerin çeşitliliği oranında artabilen bu sapmalar, İsmet Özel’in şiir evreninin her döneminde önemli bir
özellik olarak dikkat çekmektedir.

İsmet Özel, şiirin bütünündeki ahenk unsurlarını ve ritmi esas alarak bazı şiirlerindeki kelimelerinin ünlü
harflerinde de
ğişiklikler yapmış ve sözcüklerin genel dil içerisindeki kullanımlarında sapmalar meydana
getirmiştir. Bunlardan dikkat çekenlerini aşağıdaki gibi örneklememiz mümkündür:

Bak, ölüm güzü kıskanıyor
şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi
ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor.
uzayor defterine uğrayan kan lekesi

(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)

ve artık çirkinim

uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi
şler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.

(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)

(...)

ben yakarım çağımın ellerini. Ben bekliyenim.

Gecenin kıyısında benden konuşulur.

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

(...)

şehre karışmayan bir dehliz değildim

sevinçle kovalıyordum kendimi

bunları ansımak başımı döndürüyor bazan
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)

(...)

Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah

sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni

Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

(...)

Kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.22)

Kızkulesi beyaz iken
Ümitgilde biz ikimiz
Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
Sahili çitileyordu
Sürü sürü yunuslar
Kumrulardı homur homur
Manastırın camında.

(“Kızkulesi Beyaz İken, Of NotBeingA Jew, s.37”)

(...)

Yeyip yuttum sanmayın bu takazayı
Ne mi yaptım size ne
(.)                                                       (“Savaş Bitti”, Of NotBeingA Jew, s.64)

(...)

gerçi henüz kağıt para yoktu demiyeceğim
lâfı limanlarda ibraz edilen pasaporta getirmeyeceğim
(John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 14”,
Of Not Being A Jew, s.146)

İsmet Özel’in şiirlerinde görülen ses sapmalarının bir kısmı da kelimelerin ünlü harfleri düşürülerek meydana
getirilmektedir. Dizelerin ses uyumuna özellikle dikkat edilerek oluşturulan bu sapmaları şöyle göstermemiz
mümkündür:

(...)

Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim
(...)

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

(...)
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan

(...)

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

(...)

Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi

yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,
sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca

yeniden yaralandım dünya ırmaklarından.

(“Yaşatan”, Evet, İsyan, s.40)

Kanın çığrından çıktığı saattir bu
memelerini bana sıkıca bastırdığın

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.20)

(...)

bana soru sor artık
beni kurtarma, konuştur

beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.

(“Sevgilime İftira”, Evet, İsyan, s.22)

(...)

canlarım, kollarında Parti pazubentleri

dik başlar, erkek haykırışlarla

göndere, en yukarlara çekiyorlar

en yukarlara çatlıycak kadar aş kî yüreklerini.

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.23)

Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
(...)

(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38)

(...)

varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza

yaşamak

bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.

(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.40)

Çeşme var, kurnası murdar
yazgım

kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.13)

Koyverin matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun

Her yanlışı yeşeren dal fışkıran otla kapatsak n'olur

Ağlayış buldu eşin neydi adı ko bahar coşkusu olsun

Yüze vurmaz artık elem yapışır âdeme göğsünde solur
(“Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar”,

Of Not Being A jew, s.25)

deyim yerinde değil ulan n'olucak
deyimi yerine ben koymadım

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1”,

Of Not Being A Jew, s.129)
(...)

sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret

hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti

(...)

(“Mazot”, Erbain, s.145)

Böyle ayıp şeylerden ninni yapmamış olsak

Boynu düzce devenin gazeteler yazmadan

Kapmadan da parayı un eler miydi kaltak

Hikmeti ne inmenin yalnayak ayazmadan

(“Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi”, merdivenşiir,

S.8, Nisan-Mayıs 2006, s.7)

Özel, şiirlerinin bazılarında ünlü harflerin ses değerlerini uzatarak dize içerisinde hem bir ahenk hem de şiirin
söyleyişine bir canlılık kazandırmak ister. "Geceleyin Bir Koşu” kitabında Edip Cansever’e ithaf ederek yer
verdiği “Acının Omuzlanışı” şiirinde ve "Bir Yusuf Masalı”nın Altıncı Bab’ında şair, “u” vokalini bilinçli olarak
uzatmış ve meydana gelecek olana ses değerinden faydalanmak istemiştir. Özel’in her iki şiirinde de söz konusu
olan bu özellik, şiirlerin seslendirilişine de ayrı bir ahenk katmaktadır:

Çocukların düşlerinde bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
Markuuuut!
Torbanı sarkıt.

Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler

Markuuuut! Torbanı sarkıt.

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)

Cinler kanatlarını kaldırıp

Vurdular dev kubbeye

Her vuruşta etraf

Zangırdadı, gümbürdedi

Hem vuruyor, hem çığlık atıyorlardı:

“Yusuuuf! Çık da bir kaşık kanını içelim”

Cinler hesabına göre bu kubbe

Sayılı darbelerden sonra çökmeliydi

Fakat kubbenin direnci tahminleri aş

Öyleyse daha sert kanat darbeleri indirmeli

Âvâzı yükseltmeli

“Yusuuuf!” “Yusuuuf!” “Yusuuuf!”

“Çık da bir kaşık kanını içelim”

Cinler çok kanat vuruyor

Çok ağır

(“Altıncı Bab: İns ü Cin”, Bir Yusuf Masalı, s. 118-119)

Yine şairin ses sapmasının bu şekline örnek olabilecek kullanımına, "Bir Yusuf Masalı”nın “Şivekâr’ın

Çıktığıdır” adlı Birinci Bab’ında ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin 19. bölümünde de
rastlanılmaktadır:

(...)

Ossaat "Breh!

Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek!''

Deyiverdi bir avcı.

Şimdi sezdi Şivekar saklandığı yerden

Avcıların da varmış bir içlisi

Bir bilgesi

(“Birinci Bab: Şivekâr’ın Çıktığıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.48)

(...)

perde kapanıyorken elini paltona uzatıyorsun
kumaşın kalınlığını hissediyorsun yakanın iriliğini
ilâ mâaşallah.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1”,

Of Not Being A Jew, s.129)

İsmet Özel’in oluşturmuş olduğu şiir dili içerisinde sözcüklerin ses özellikleri üzerinde değişikliğe gidilerek
meydana getirilen ses sapmalarının bir başka görünüşü ise, sayıları az da olsa, yöresel ağız özelliklerinin
kullanımı
yla ortaya çıkmaktadır. Şair, özellikle ilk dönemde kaleme almış olduğu şiirlerinde görülen bu
sapmayla, şiirin bütününde dikkat çekilen anlamı daha çok belirginleştirmiş olmaktadır. Örneğin aşağıya
alıntılayacağımız, “kale” kelimesinin halk ağzında karşılaşılan ‘kal’a’ şeklindeki söyleyiş biçimini Özel’in,
şiirinde özellikle ‘kavga’ sözcüğünün hem imajinatif hem de ses özelliklerini hissettirebilmek için bilinçli olarak
kullandığı görülmektedir. Yine aynı şiirde ‘çerçi’, ‘çeri’ ve ‘kul’ kelimelerinin ‘halk’ kelimesiyle kurmuş olduğu
koşutluk da dikkat çeker:

(...)

bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal'am onu kal'a kılan benim
boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.22)

Şairin diğer şiirlerinde öne çıkan yöresel ağız özelliklerinin kullanımıyla ortaya çıkan sapmalardan bazılarını ise
şöyle göstermek mümkündür:

(...)

Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi

hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla

(...)

Sis sanki ayaklandırıyor yamaçları
sisle çalkanıyor böğrümüzdeki ova
bana çarpıp kırılıyor mahpusluk düşüncesi
ben güya şiirler yazdığım için mahpusmuşum
mahpus
olduğu için şiirler yazarmış Ho amca.

(“Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler 5”, Evet, İsyan, s.35)

Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim
tarihi bir gerçek kadar sıkılgan
bilmem ki Tesalya'daki Termofil
bir yiğitlik anısı
bir hayınlık anıtı mı olsa
(...)

(“Akla Karşı Tezler”, Erbain, s.186)

(...)

ben öyle bilirim ki yaşamak

berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun

yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;

yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
(...)

(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)

(...)

Buraya kadar geldi masal
Şimdi acep ne olacak?

(“Dönüş”, Bir Yusuf Masalı, s.112)

İsmet Özel’in şiirlerinde belirgin bir biçimde ortaya çıkan ses sapmalarının tamamını, sapmanın yer aldığı şiirin
yayımlandığı kitabın sayfa numarasını ve kelimenin yazım kılavuzundaki doğru kullanımını da vererek
hazırladığımız aşağıdaki tablodan da takip etmek mümkündür:

4.2.3.2.      Dilbilgisi sapmaları

Söz dizimsel sapmalar olarak da adlandırılan dilbilgisi sapmaları, şiirlerin dizeleri yapılandırılırken kimi söz
dizimlerinde bilinçli olarak meydana getirilen dilbilgisi kurallarına aykırı kullanımlardır. İsmin hallerini
değiştirmek, edatları yanlış kullanmak, nesne almayan fiillere nesne eklemek, kelimelere yanlış ek getirmek,
geçişsiz fiilleri geçişli olarak kullanmak, dize içerisinde kelimelerin yerlerini değiştirmek, parantez ve kısa çizgi
içerisinde ifadelere yer vermek... gibi sözdizimindeki kurallara aykırı kullanımlar bu sapmayı oluşturur.

Şiir dilinin özellikle alışılmamış bağdaştırmalar ile kurulan yapısı düşünüldüğünde, şiirlerde dilbilgisi sapması
olarak kabul edilebilecek kullanımların sayısı oldukça artmaktadır. Bu durum, imgeye yaslayarak açımladığı
söyleyişini, dilbilgisi kuralları içerisinde örneğine pek rastlanmayacak özgün söz dizimleri ve alışılmamış
tamlamalarla oluşturan İsmet Özel şiirinin de önemli bir özelliği olarak kabul edilebilir. Nitekim Özel, imajinatif
söyleyişin etkisini artırmak ve şiirin bütünü içerisinde öncelediği anlamın sınırlarını genişletmek için bu türden
sapmalara ilk şiirlerinden itibaren oldukça sık müracaat etmektedir.

Şairin üslûbundaki zenginliğe işaret eden bu türden kullanımların özellikle ne şekilde yapılandığına, “İmge ve
imajinatif söyleyiş” adlı kısımda dikkat çekildiğinden ve metinlerdeki görünüş biçimlerine de “Anlam sapmaları”
adı altında işaret edileceğinden dolayı burada tekrar değinilmeyecektir. Fakat şair, alışılmamış bağdaştırmaların
ortaya çıkardığı söz dizimsel sapmalarla birlikte, kimi şiirlerinde yine bir dilbilgisi sapması olarak, farklı yapılarda
kurgulanmış dizeler meydana getirmektedir. Örneğin aşağıya “Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli” adlı şiirden
alıntılayacağımız dizelerde, hem alışılmamış bağdaştırmalarla hem de söz dizimindeki kelimelerin yerlerinin
değiştirilmesiyle oluşturulmuş her iki sapmayı da bir arada görmek mümkündür:

(...)

Ürker herkes üşümüş bir anahtar olagelmekten
bir çocu
ğun şehri çarpar zümün varoşlarına..

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

Yukarıdaki dizelerden özellikle sonuncusunu “bir çocuğun yüzü çarpar şehrin varoşlarına” şeklinde de
söylemek mümkündür. Fakat Özel, kelimelerin yerlerini değiştirerek hem ilginç bir söyleyiş hem de şiirin anlam
düzleminde orijinal bir imgelem meydana getirmiştir. Bu dize “bir çocuğun yüzü çarpar şehrin varoşlarına”
şeklinde söylenmiş olsa dahi, alışık olunmayan kişileştirme ve betimleme yapısıyla dikkat çekmektedir. Şair, bu
yapıyı bir de söz dizimindeki kelimelerin yerlerine yapmış olduğu müdahaleyle daha belirgin hale getirmiştir.

İsmet Özel’in bu tarzda meydana getirilen dilbilgisi sapmalarına birer örnek de “John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirinin 5. ve 12. bölümlerinden göstermek mümkündür:

(...)

Hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle

Bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce

Neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
(^)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 5”,

Of Not Being A Jew, s.102)

(...)

Mesela şehri seçmek olmasaydı şehre girmemiz

Şehre bir kur' aya katılır gibi girecek olsaydık

Çalkalar karıştırabilirdik talihi ve sevinci

Halbuki biz seçmeler zincirinde birer neyiz bakla

Bizeğmak için şehre

Komşunu geç diyorlar ziyaretçini hakla

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 12”,

Of Not Being A Jew, s.126)

“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin 5. bölümünden alıntıladığımız dizeleri, şairin yerlerini
değiştirmiş olduğu söz gruplarını dilbilgisi kuralları içerisinde düzenleyerek, “Hayır seni asla dünya gözüyle
bir kez bile görmek istemiyorum. / Bunların hepsi telefat. Acıdım ömrümce, / ‘neler vermezdim seni
görmek için’ gibisinden cümle kuranların haline.”
şeklinde de yazmak olasıdır. Yine şairin bu türden
sapmalarla meydana getirdiği dizelere, “Cellâdıma Gülümserken” adlı 4. şiir kitabının hemen başında yer verdiği
kısa metinde de rastlanılmaktadır. Özel, aslında “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” şeklinde sıralanan
sözcüklerden oluşan ve tek dizede toplanabilecek olan metni, kendi içerisinde çoğaltarak 6 dizeye yaymış;
noktalama işaretlerinin de yardımıyla şiirin hem anlamında hem yapısında hem de söyleyişinde, her okunduğunda
farklı çağşımlarla yeniden anlamlandırılabilecek bir yapı meydana getirmiştir:

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?

Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?

-Yaşama!

-Ya bileydim?

Yazar: Mıydım
Hiç:
Şiir.

(Cellâdıma Gülümserken, s.1)

Özel, söz konusu olan bu etkili söyleyişe, “Kuşun Ölümü” adlı şiirinde de “ve” bağlacının cümle içerisindeki
yerini değiştirerek ulaşmaktadır. II. Yeni şairleri tarafından da sıkça kullanılan bu türden sapmaların örneğine
şairde pek rastlanılmaz fakat şair, aşağıya alıntılayacağımız dizelerinde bu kullanımı, özellikle “mi” soru ekini de
sapmaya uğratarak orijinal bir söyleyiş meydana getirmiş olur:

(...)
kuş öldü herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
(...)

(“Kuşun Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)

İsmet Özel’in şiirlerinde sık rastlanan bir diğer dilbilgisi sapması da, dize içlerinde parantez ve kısa çizgi
içerisinde birer ara cümle olarak kabul edilebilecek ifadelere yer veriliyor olmasıdır. Şairin ilk şiirlerinden son
şiirlerine kadar ortaya çıkan bu kullanım, şiirin akışında ve anlamında herhangi bir aksaklığa meydan vermeyecek
şekilde kurgulanarak meydana getirilmektedir. Örneğin "Geceleyin Bir Koşu” kitabında yer alan “Bakmaklar”
şiirinde iki kısa çizgi içerisinde yer verilen ifadeler, şiirin anlamına büyük oranda katkı sağlarken aynı zamanda
metnin bütününde yer alan ünlemlerle birlikte ritme ve seslendirilişe de yardımcı olmaktadır:

Donyağından yapılmış sabunların
ürkütüp sindirdiği gözlerim vardı - ağır -
ağır yani çoraplı ve sürgün doğmanın
taşınmaz kıldığı.

Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan
direnmenin mayasını ellemeye.

Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın
kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla
ve hergece yatağımda bir engerek bulmanın
süregen iğrentisiyle dolardım, sesim
öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.

Çünkü heryerde bir göğün ufak kaldığı vardı
- akşama özgü göğsümü açardım
ey mutlu serin penceresi do
ğanın -
heryerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum hersabah.

(...)

Ben nereye adımı yazsam
nereyi göstersem parmaklarımla
orası şapkalar yüklü bir vagondur,
nerede daralmış görsem bir adamı
akşamın güzel buğusunda eli-ayağı tutulmuş
bir çiçeğe uzanırken utandığını görsem
işte iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor ellerimde
kuşlar çoktan kapamışlar tarlalarını.

O zaman bir üzünç aralığında - herkes gibi - başlar korkum.

(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24-26)

İsmet Özel’in diğer şiirlerinde de dikkat çeken bu kullanıma yönelik dizelerini, içerisinde yer aldığı anlam
bütünlüğüne de dikkat ederek aşağıdaki gibi örneklemek mümkündür:

(...)

babam uçurtmalarımı benden çok severdi bilirsin
şimdi uçurtmalarım büyük, o homurtu (o insan)
(•••)

(“Ölü asker İçin İlk Türkü”, Geceleyin Bir Koşu, s.22)

(...)

Nasıl ki doğuran ve öldüren
köpekler gezinir herkesin şapkasında
ki herkesin şapkası mermilerden öncedir,
— Elma dersem çıkma.

(...)

aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.

(...)

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

Kadınlar geçiyordu doğurgan -ve diri kızlar
Turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
(•••)                                                               ..                       .

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

(...)

Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.

-Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-

Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.

(...)

Yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde -sinemada- genelevlerde
ne bir suçlu çağşımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışğı.

(...)

ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-

yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7 8)

(...)

tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların
bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya
- Avluya çık

- Avluya kara bir şey bırakılmış
(bir bomba)

(...)

Açıklanacak, belletilecek olan belki
milat öncesi ve sonrası lakırdıları
karışık banka hesapları, navlun
yani öylesine açık değil pek
hatta

- şehir mi, değil mi burası -
kötürüm bir kurt çantamı karıştırıyor
neden karıştırıyor, ne hakla
direnmeler, erzurumlar, kalfalar
gecenin ipini koparan gece safaları

- Var mısın yok yere ağlamaya... Ki bir sis
yanık bırakılmış bir fısıltı
şehri sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama
herkesin içinde iğdiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyorlar ocaklarına.

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18-19)

(...)

Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor
köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?

(...)

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.22)

(...)

Klavyeye sonradan girdiğine hepimizin

Kitap’a el basarak yemin ettiği

Eklentiyi yapanı hiçbirimizin
Şart olsun bilmediği bir tuş
Hepimizin bir yerindeki şangır şunguru
Takır tukur tokuşturmuş

Çünkü hepimiz -erbabı böyle diyor-

Farkına varsak da varmasak da

Ya bir şangırdan veya

Bir şungurdan gelmekteymişiz

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 3”,
Of Not Being A Jew, s.96”)

Öldürülmeden önce çoğunu öldürmüştüm

Sonra hepsini geberteceğim canıma kıyıldıktan

Hepsini birer birer

Belimden yatağanımı çekip kelle uçuracağım

ğse sertçe saplayacağım ucuna takıp süngümü

Hançerle sustalıyla kasaturayla saldıracağım

Yöntem sıkıntısı çekmediğim apaçık

Onları üçer beşer asacak urganlar hazırladım yağ

Gaz odalarımı sıvayıp badanaladım

-Birkaçını canlı bırakabilir gaz kaçağı-

Neredeyse bir servet sarfedip

-Öldükten sonra paralar neme gerek-

Elektrikli sandalye ısmarladım onlar için

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 10”,

Of Not Being A Jew, s.102

(...)

Hortlak bizim memlekete uğramaz olur mu

Güruh halinde gelmiştiler bir keresinde

Etrafa baktılar ben küçüktüm o zaman

Ben küçüğüm diye farkın ne olduğunu bilmem sandılar

Benim ben olabileceğim ihtimali üzerinde hiç durmadılar

Adını bilselerdi bari neyi nasıl sandıklarının

Ay bayılacağım deyip gölgesine oturdukları sancağın

-Onların hortlaklıkları da işte bu kadar-

Çarşıya kim tarafından dikildiğini bilselerdi

Ne olurdu

Hiç

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 18”,
Of Not Being A Jew, s.142

4.2.3.3.       Anlam sapmaları

Söyleyişi etkili kılmak ve şiirdeki anlamı farklı çağşımlarla çarpıcı bir şekilde ifade etmek için sık olarak
kullanılan sapmalardan biri de anlamsal sapmalardır. Sözcükleri, genel kullanımları sonucu ortaya çıkan
anlamlarının dışında, özellikle alışık olunmayan tamlamalar şeklinde bir araya getirerek oluşturulan anlam
sapmaları, okuyana ya da dinleyene daha güçlü bir dil sunmaya ve onların zihinlerinde değişik imgeler
oluşturmaya yönelik olarak ortaya çıkmaktadır.

İsmet Özel’in şiirlerindeki imge kuruluşunun ve çarpıcı söyleyişin en büyük dayanağı olan anlam sapmaları,
şairin özellikle ilk dönemdeki şiirlerinde daha yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özel, kendi beni’nden
hareketle konumlanmaya gayret ettiği dünya içerisinde, imgelemin çağşımlarına yaslayarak oluşturduğu şiir
dilini bu ilk dönemki metinlerinde, örneğine az rastlanır bir tarzda, anlamsal sapmaya uğratarak meydana
getirmektedir. Özgün birer imajinatif söyleyiş olarak değerlendirilebilecek olan bu kullanımlar, kimi zaman şairin
beni’ni kelimelerin farklı anlam değerlerini önceleyerek tanımlaması, kimi zaman da aynı ben’in etraftaki nesneleri
alışık olunmayan sıfatlarla betimlemesi şeklinde ortaya çıkar.

Özel’in “Geceleyin Bir Koşu” adlı ilk şiir kitabından bir araya gelen şiirleri, ifadeye çalışğımız durumu
örnekleyecek dizelerden meydana gelmektedir. Örneğin “Tüfenk” adlı şiir, bebeklerin ebeveynleri tarafından
uyutulurken söylenen ninnilerin ses çağşımlarının anlamsal sapmaya uğratılmasıyla açımlanır ve şair devam
eden dizelerde, sıfatların da yardımıyla meydana getirmiş olduğu özgün tamlamalarla beni’ni betimleme gayretine
girer:

Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu

sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra

boyuna ateşler söndü dağlarda
bir yıldız boyuna söndü durdu
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu

o zaman ben atlıydım işte

saçlarımda geceler morarırdı

yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü

boyuna tüfenkler doldurmuştum sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum
ulu bir askerdim sanki

ve artık çirkinim

uykularımda örümcekler üreyor şimdi

gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim

ellerim hala pençe gibi

şler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.

(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)

Yukarıdaki şiirde de görüldüğü gibi, ‘e harfine / insan seslerine yaslanmış uyuyan çocuk’, ‘saçlarda gecenin
morarması’, ‘suların çığlıkları’, ‘canavarlar beslemek’, ‘uykularda örümceklerin üremesi’ ve ‘ellerin pençe gibi
olması’ gibi, dilin normal kullanımı içerisinde örneği olmayan anlam sapmaları, İsmet Özel şiirinin hem anlam
hem de söyleyiş açısından önemli bir özelliği olarak belirmektedir. Şairin merkezine bu türden sapmaları koyarak
oluşturduğu üslûbunu, yine “Geceleyin Bir Koşu”daki “Kuşun Ölümü” adlı şiirden hareketle de örneklememiz
mümkündür:

Kuş damdan düşünce

sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün

bir yağmurdur açılan kuraklığa

bir yağmurdur kulübesi nisandan

ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü

kansız yüzleridir diri kuşların

kuş şünce damdan

kuş şünce damdan

kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler

uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda

kuş öldü herkes mi arıyor

gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor

onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü

küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce

öldü, kim ısıtır artık onun ellerini

suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla ü
şüyen ellerini.

(“Kuşun Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)

Bu şiirde Özel, ‘kuş’ kelimesi etrafında örgülediği sözcüklerinin uzak anlamlarının çağştırdığı imgelemlerden
faydalanarak, her okuyanda farklı anlam katmanları meydana getiren güzel bir söyleyişe ulaşştır. Örneğin,
‘ölümün sarışın yürüyüşü’, ‘yağmurun kuraklığa açılması’, ‘gökyüzünün ayaklarına dolanması’ ‘kızların
saçlarıyla ölümü düşünmesi’, ‘uzun bacaklı tanrıların sokaklarda koşması’, ‘yağmurun ırmakları’, ‘ölümden
önceki küçücük yorgunluk’, ‘suların aynasında üşüyen eller’ ve ‘suların saygısıyla üşüyen eller’ gibi söz
dizimleri, anlamsal sapmaya uğratılarak meydana getirilmiş, gerçeklik düzleminde var olması mümkün olmayan
farklı tasarımlardır.

Şairin bilinçli olarak kurguladığı bu yapı içerisindeki anlamsal sapmalar, çoğu zaman şiirin bütünündeki anlamı
destekleyecek ya da o anlamı iyice belirginleştirecek bir tarzda ortaya konulmaktadır. Bu durumu yine “Kuşun
Ölümü” adlı şiirden hareketle işaret edecek olursak, örneğin ‘kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler’ dizesi, şiirin
bütünündeki ölüm temasının altını iyice çizen bir kullanım olarak karşımıza çıkar. Çünkü kızlar genelde saçlarıyla
ölümü değil de hayatı düşünürler ve onlar, bir cazibe noktası haline getirerek övündükleri saçlarıyla ölümden daha
çok yaşamaya yakındırlar. Özel, şiirindeki bu ve benzeri anlam sapmalarıyla, aslında insanların hayatlarının
merkezinde yer alan ölümün ciddiyetini imlemiş olmaktadır.

Sözcüklerin gündelik kullanımlarındaki anlamlarından saptırılarak birer imge olarak meydana getirildiği dizelerin
yoğun olarak yer aldığı bir diğer şiir de “Davun” adlı metindir. Özel, bu şiirinde de hazır ve tanımlanmış olarak
bulduğu dünya içerisinde yer almaktan duyduğu sıkıntısını, özellikle isim ve sıfatları alışılmamış bağdaştırmalar
şeklinde kullanarak kurduğu tamlamalarla işaret etmektedir. Böylelikle şair, beni’ne kazandırmak istediği
özgürlük alanlarına orijinal tasarımlar ve farklı imgelerle dikkat çekmiş olur ve okuru alışık olduğu anlam alnının
şına çeker:

benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi
bana doğru olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.

Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye do
ğru ölümün bacısına
parmak atmaya do
ğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.

Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar bo
şandıkça sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan
ğsümde serinleyen akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısımor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.

Leş yiyen akçıl kuşları severim çünkü
akçıl göçmen kuşları çünkü
çünkü özentisiz taşra yanakları
gibi çarşılara ilişkin
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.

Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
ğrümde avrupalı atları koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28-29)

İsmet Özel kimi şiirlerindeki anlam sapmalarını da, söz dizimi içerisinde yer verdiği kelimelerin zıt ve benzer
anlamlarına işaret ederek yer vermektedir. Şairin bu türden kullanımları, yine şiirin anlam bütünlüğünü
tamamlayan önemli bir yapı unsuru olarak karşımıza çıkar. Örneğin “Karlı Bir Gece Bir Dostu Uyandırmak” adlı
şiirinden aşağıya alıntılayacağımız dizelerinde Özel, ‘ışıldamak’ ve ‘kararmak’ fiillerinin anlamsal zıtlıklarından
faydalanarak imgesel bir anlatım meydana getirmektedir:

(...)

Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
inanmazdım dosyalara sığacağına
gittikçe ışıldardım dükkanlar kararırken
hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.

(...)

(“Karlı Bir Gece Bir Dostu Uyandırmak”,

Cinayetler Kitabı, s.15)

Yine şair son dönemde yayımladığı “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”, “John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” ve “Hişt, Baksana” adlı şiirlerinde, ses ve anlam bakımından benzerlik gösteren
sözcükleri kimi zaman aynı dize içerisinde, kimi zaman da alt alta kullanarak anlamsal sapma meydana
getirmektedir. Bu sapmalar aynı zamanda, metindeki anlamı çoğaltmaya yönelik olarak da ortaya çıkmaktadır.
Aşağıya alıntılayacağımız dizelerin ilkinde Özel, ‘sevdalarda’ kelimesini ‘sev-dalar-da’ şeklinde yapı
bozumuna uğratarak anlamsal sapma meydana getirir. İkinci örnekte ise ‘il(le)’ kelimesinin ‘ilçe’ kelimesiyle
kurduğu koşutluktan faydalanırken üçüncü dizede, “F” harfinin Türkçe ve İngilizce okunuşlarındaki sessel
benzerliğe dikkat çeker ve şiirinin anlamını farklı okumalarla çoğalmasına olanak tanır:

(...)

Püf noktası neden ruh kavrulmadan satılmaz

Çünkü çiğ ruh bulantı sebebi sevdalarda

Çiğ ruh bakteri dolar alaşıma katılmaz
Öpüşürken siğildir elinle sev dalar da

(...)

(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,

Of Not Being A Jew, s.83)

(...)

İlle hayata atılmam mı gerekiyor
İlçe el vermez mi.

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6”,

Of Not Being A Jew, s.104)

(...)

Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin feye nesi
(...)

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

İsmet Özel’in diğer şiirlerinde de öne çıkan yukarıdaki örneklerle dikkat çekmeye çalışğımız anlam sapmalarının
imajinatif söyleyiş içerisindeki benzer kullanımlarına, aşağıdaki gibi işaret etmemiz mümkündür. Sınırlı olarak
alıntılayacağımız bu örneklerden de anlaşılacağı üzere Özel’in üslûbunun çok önemli bir özelliğini oluşturan bu
türden kullanımlar, ilk şiir kitabından itibaren gittikçe azalmakta ve şair, özellikle son dönemde kaleme aldığı
şiirlerinde imgeleme yasladığı söyleyişinin çerçevesini daraltarak daha doğrudan bir anlatım biçimi içerisinde şiir
dilini devam ettirmektedir:

Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz

çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı

çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler

ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir

(...)

ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir ak
şam.

(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)

Bak, ölüm güzü kıskanıyor
şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi
(...)

(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)

Ne gümüş bir çocukluk ölümün mavi cinleri
uykusunda bıraktı
ğı saçlarındaki yangın
o balçıkla beslenen saçlarındaki yangın
ona do
ğru uzanınca akşamın kanlı eli
sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın

(“Karoon”, Erbain, s.19)

Serin karanlığıma bir çingene düşerdi

gökyüzüne birikirdi hâzineleri kışın

dağların dağlarda birikirdi gölgeleri

ürkütülmüş gölgeler kapımda çoğaldıkça

yüreğime o tedirgin çocuklar da düşerdi
kar yürürdü gözlerime tüyden ayaklarıyla

(...)

artık üşümek çince bir çiçektir oralarda

yolcuların taşıyamadığı bir çiçektir

çünkü kardan yorulunca biz sıcak sulara

inip sepet öreriz ve 'gecenin

uzun ağzı sulardı saksıları'

ve hala ay dağınık saçlara benzer oralarda

serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık

kimseyi çağıramaz kendi adıyla.

(“Kaçış”, Geceleyin Bir Koşu, s.13)

(...)

Sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
Ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrı
ya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız.

Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.

(...)

(“Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık”, Erbain, s.40 )

Kadını bir gürültüye sapladılar.

(...)

Yaşamak bir tıkırtıydı, aldırmadılar.

Çocukların düşlerinde bir Markut

bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan

(...)

Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık

öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler

(...)

korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.

Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar

aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?

Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)

Külden bir ağzım vardı mermilerden önce

çanların saçlarıma değdiği yerde ulurdu

Mori, bakırcı çarşısı, incitepe

ağzımın üniformasına sokulurdu.

Bir çocuğun ağrıyan gülüşü vardı mermilerden önce.

Onu gizlice öperdim.

(...)

Ağzım ağızla doluydu mermilerden önce.

Mori vardı

usunu bir seccade gibi kullanan yaşamakta

Mori’nin köpekleri vardı her şeyden önce
her akşam adını yıkardı mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
(...)

(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20-21)

Bulutları kovan hırçınım benim, büyücüm
doğrudur gebe kaldığım coşkun bir akarsudan
bir bıçak alnıma çizer o homurtuyu a
ğırdan
altın haykırı
şlarla kuşlar uçup gelir üstümüze
gelip geceyi biriktirirler üstümüze
ben ki otobüslerde sarı
şın sanmışım kendimi uzun zaman
uzun zaman terli bir erkeğin esneyişiyle
bir kaçağın övgüsüne saklanıp
ak
şam vakitleriyle oğunup uzun zaman
kanaryalarla kesmi
şim uzayan tırnaklarımı.

Yüzümden bir tilkiyi silenim benim, büyücüm
erkeksi kadınların yasını tutmuyorum, artık sevin
ellerimde madensi gürültüler taşıyorum
(...)
her kapı gıcırtısından çocuklar dökülürdü, ne çirkin
ne çirkin, gövdemde ince bir zırh yara kabuklarından
derken hüzün! Kadın sesleri çıkaran o duman.

(•••)                                             ..              .      .

(“Ölü asker İçin İlk Türkü”, Geceleyin Bir Koşu, s.22-23)

Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
iri bir ku
ş kendini ağartıyor koltukaltlarımda
geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.

Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağrıma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir oğlanın                              yağmurdan

hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlarımda
(...)

Üşüt, yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
(...)

(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)

Bağrı çok savruk da olsa sabah

günün en çıplak vaktidir

günün en çıplak kuşları gezinir orda

ve ilkin loş bir yürek çarpıntısıyla

uyur göğsümün bedenimin çaşıtları

bütün çaşıtları uyutur sabah
kuşların, kuşların uçuşlarını da.

(...)

Akıtıp beyaz bir bedeni boğazıma

yakıp çağlardan artan iniltileri

ağlayışlar ve bakışlar üstüne getirilen

sabahtan sonra getirilen nedir?

Kamyon tadında ve dağınık olan nedir?

Çaşıtlar uyudu, kuşlar çıplak..

Sabah ormanın ağza bıraktığı ıssızlık gibidir

sabah günün el değilmiş bir vaktidir

(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.31)

Gırtlağımda bir harf büyüyor

buna dayanacağım

dişlerim kamaşıyor yıldızlardan

buna da.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.

(...)

Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden

buna dayanmalıyım

(...)

Şehrin şarkısını söylediğim zaman

yağız bir kımıltı oluyor sesim

(...)

Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma

genzimi yakarak

bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.

Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor

buna dayanamam

bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi

buna da.

(...)

aksayan bir şey örtüyor

yüreğimin kabzasını

olmadık sesler geliyor radyodan

beynimde korkunç bir vida olarak

ergen ölüleri

artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam

boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlı
ğından, yırtık uğultusundan şehrin.

Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.

Kuşandığımız

bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!

ÇIKSAM

gök

şarlayarak devrilse ardımdan

- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7)

Anarak buruşuk memelerini bezgin günlerin
geçiyordum hüznün arkalarından
şümde şehrin ahengini bozan ay resimleri
ve geceyi korkutarak durduran
tasarımlar.

Geçtim kara yağlar sürünerek
kara yağlar sürünerek büyüdüm
câni bir kadınla yattım ve beynim
kırık bir suyun yüzünde yorgun
yürüdüm.

Ki asfalt orada
bitiyordu
orada römorklar
kalay ve manganez ölüleri
şehrin derin iskeletini sarsıyordu.

Yırtık tüller halinde yağan yağmur
bo
ğazımdaki havlayış karartısı
piyango gişeleri.

(...)

Kadınlar geçiyordu doğurgan - ve diri kızlar
turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
(...)

Demek ki benim
sivil, dayanılmaz bir yüreğim vardır
demek ki

başka bir kasabada koyup gitmek dudaklarımı
ürkekli
ğimi başka bir denize dökmek
kolaydır.

Bir kahkaha soğutur yüzlerini
uzakta silâh tutan sivillerin.

Çığlıklarının kuraklığı duyulur
taşraların kuşlu yastıklarında ağlayan
çarşaf bağlayan kızların.

Zedelenmiş ıtır kokuları duyulur
ve kana karışan kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
ve tomurcuklanan bir yerimin

demek ki benim haylaz ve militan

bir yüreğim.

Böylece dingin bir kaşıntı gibi açılır dünya

benzi aldırışsız ağaran dünya

hınçlar ve revolverler uçuşur

kabuklu yüreklerinde bazı adamların.

Dikkat, kan

bıngıldıyor

yine senin sıranı atlamıyorum

koynun güneşe çarptığında yara
geni
ş bir yara yapışıyor sevdama.

Ve artık anlatmak için yeryüzünün tuğlaları

seni anlatıyorum

abanmak geçiyor içimden gövdenin küllerine

sana çatlarcasına inanıyorum

çünkü kopartarak geliyorsun göğün zağarlarını

canevinde tortop umudu aydınlığın.

Yüzümü kınından çıkaran sensin

pencereyi getiren aklıma

sanki güzmüş

sevecenliğe sarınmak istiyormuş gibi

sanki canım

yüzüme sensin biriktiren kitaplara.

Çocuklar semada bir atlı alkışlıyor

bu yüzden seviyorum seni

bizimkiler bu yüzden yeniyor ötekileri

ve karnının kurşun işleyen karanlığı

hüznün namusunu savunan ellerin

Fidel Kastro’yu övüyor bana
bunun için.

Benliğim kurtlanmış bir çocuğu

sıkıştıradursun beynimde

yengiyi yabanca söken

avucunun

avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım

böyle geçiyor içimden.

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, 10-11)

(...)

ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin

kırçıl acılarım benim

gök de bir mendil takınsın boynuna
benim ka
ğşayan umutlarım gövdeleşin

(...)

hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla

(...)

İşte potin bağlıyor çocuk

bütün uykularından sürülmüş kurşunlar

tütün gibi bakıyor insanlara

(...)

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul

gibi duruyorum insanın kıyısında

(...)

içerimde tozuyan bağırtılar vardır

(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Alçak sesle uçuyor üzerimden

saçları kına yakılmış bir kadının mihrabı
bu gövermiş güz günleri çıldırtır

(...)

Beyaz tülbentler camın arkasında

ve çıkarılmış insan gözleri

kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri

bağrına taş basan ana

o ananın ölüsünden kalkan toz

(...)

Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor ö
ğleden sonraları cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.

Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla
oturdu
ğumuz evleri tıkayan
merak

bir devrimcinin hazırlığıdır.

(...)

dibeklerinde inatlarını döven

hınzır umutlarını döven kadınlar şakırtılarla.

(...)

yüreğimin palamarlarını çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde

zonkluyor talaşlar, talaşlar

şakağıma vuran balyozun talaşları.

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim

ğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların
onu yaralar kıpırdatıyor

ve o sertelmektedir yaralardan

kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri

saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran

içimize güneşler bırakan nal sesleri.

Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın

(...)

Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
(...)
boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.

Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
(...)

(...)
ıtır kokan benim yumruklarımdır
(...)

(...)

Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.22 23)

(...)
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni
: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
(...)

(...)

Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum.

(...)

Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.

Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

(...)

Ve hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin fabrika düdüklerinin
dizlerine yatırılmı
ş olan sabah
senin kalbini kakışlardı
(...)

Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken

izmarit toplayan
çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme bak

ve rahmini bana doğru tekrarla

(...)

(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)

Kara gözlerimde uğuldayan bu değil ancak
elde tüfek, elde alet, yürekte kor
cebelleşmek yalanla, kirle, tahvilatlarla
damarlarına papatyalar doldurarak
bir serinlik olup dünyaya sokulmak

(“İnce Sızı”, Evet, İsyan, s.31)

Tozludur saçlarım, saçlarımdan

devrilmiş sarayların dumanları savrulur
yüzüm yanıktır

yüreğime bir karanfil sokuludur

(...)

Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
bahar da sürgülenir içime katranlar da
(...)

(...)

gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
ya
ğlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

Aynı adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim
teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş
portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
(...)

Yürüyorum

azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi ta
şıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
hurdaha
ş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim nemli değil.

gözlerim namlu.

(“Aynı Adam”, Evet, İsyan, s.33)

Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir

(...)

Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça kirpikli gelinler
huylanır.

(...)

Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi
yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,
(...)

Kanıma kızgın demirler sokulur
ben halka bakınca

Kömür kokusunda yüzlerim kabarır
kalbim uyanır gıres lekelerinden
gök gürülder köleler kıpırdanır
uykumun rengi yayılır dünyaya
(...)

(“Yaşatan”, Evet, İsyan, s.40)

Ağlamadan

dillerim dolaşmadan

yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aş

üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.

(...)

Ağlamadan
etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.

Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
ğsünün kafesinde yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri

(“Mazot”, Erbain, s.143)

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıltaşları
geçmi
ş günlerimi aşağılamaktadır.

(...)

çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.

Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yakla
ştıkça inancım artıyor.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim.

Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.

(“Kanla Kirlenmiş Evrak”, Cinayetler Kitabı, s.7)

Senin çağıltın evladım

sen denizi düşününce uğuldayan sokaklar
açık renk bir elbiseye yakışan alnın
(...)
bu terli, bu tozlanan bulutlar altında bile
saklı bir yerlerinde bir şeyler parıldatan
senin çağıltın.

(...)

(“Kötü Şiirler 1”, Cinayetler Kitabı, s.8)

Uçsuz bucaksız gözyaşları.

Dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.

(“Kötü Şiirler 2”, Cinayetler Kitabı, s.9)

Bütün müsveddelerimi yırttım,
ğsümün kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharla
şıyor şiir.

(...)

(“Kötü Şiirler 3”, Cinayetler Kitabı, s.10)

Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmı
şlar
(...)
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
da
ğların kokusundan fabrikalar
acıkınca

Köleler!

gözleri camekânlarda.

Silâhlar gördüm

namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandı
ğını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
(...)

Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca

(...)

Gördüm

gözlerinde zindanlarla bana baktıklarını
şündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
şündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları

silahların köleleri olmaktan başka.

Bıkmadım

koyu renkler kullanıyorum hayatımda

koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf
sarıyor beni.

susmak elbette zehirlidir

ve rahatlık getirir yazıklanmak da.

Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!

Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!

gelin ve boğdurun bu köleleri.

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)

Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde

paralar yaşlı kızların koynunda yatarken

bırakın köprülerin üstüne yağmur
ve basma perdelerden lânet bize.

(...)

yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap de
ğiştirirken

bizden artık akması beklenilen kan da aktı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.

Efsanelerden kovulduk

kan ve demir kelimeleri söyleyince
elbiseler içindeyiz, şehrin içinde
önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağ
kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok
altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz

bunun bir delilik olduğunu bile bile

en ıssız duyguların ucunda karakollar

asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde

(...)

(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.18)

Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.

(...)

ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım, and içip ayna kırdım
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
(...)

(...)

Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:

Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.

(“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)

Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir

kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
ya
ğmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o
şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir

Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kı
şkırtan şiir sahtedir
gazeteler tutuklamı
ş dünya kelimesini
o dünyadan, o
şiirden öcalmalı demektir.

Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, karde
şlik şarkıları gayetle tıkız
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir.

Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insani; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtır
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir.

Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız oldu
ğun anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.

(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)

1.1.1.4.      Biçim sapmaları

Geleneksel özellik kazanmış olan şiir formlarının dışına çıkılarak farklı kuruluşlarla yapılandırılan şiirlerde
görülen sapmalar, biçim sapmaları olarak değerlendirilmektedir. Bent esasına göre nazmedilen İsmet Özel şiiri,
genel itibarîyle aynı form içerisinde meydana gelmektedir. Fakat şair, sayıları sınırlı da olsa bazı metinlerini hem
kendi şiiri içerisinde alışılmış olan, hem de genel kabul görmüş şiir yazma formunun dışında oluşturmuştur. Bu
şiirlerin yapılanmasına, Özel’in şiirlerini yapı bakımından incelediğimiz bölümde dikkat çektiğimiz için tekrar
değinilmeyecektir.

Burada sadece ş airin şiirleri içerisinde form açısından dikkat çeken ve biçimsel sapma olarak
değerlendirebileceğimiz “Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı Pantolon, /
Gözde Yarısı Kalmış Kabuk” adlı, 12’şer dizeli 2 bentten meydana gelmiş olan şiir ve son dönemde yayımlanmış
olan “Hişt, Baksana” adlı form ve yapı olarak Türk Şiiri içerisinde de örneğine pek rastlanamayacak metin
örneklenecektir:

Nazlan

Sitem et

Kırıl bana

Beni geç vakit

Tek başıma suya yolla

Bağçede yüzünü öteye çevir

Güle hayret ediyormuş gibi yap

Gülümseyerek konuş da başkalarıyla
Somurt avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp en evecen adımlarla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık.

Yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan
Dağ sıra dağdı hangi haşin belden yol veresi
Gece hep süzüldü yukarıdan lakayt kehkeşan
Altımda beni hep yutmaya çağladı nehir
Yetişir hecelemen sök beni bir kere
En zoruma gideni yap hengâme getir
Çel beni tökezlet tuttur çitlere
Ahla istida edecek ahval değil
Kim bana kıymazsan bilebilir
Dünya dedikleri samut küp
Acılar tıkandıkça bende
Hep seni seslendirir.

(“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara /
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,
Of Not Being A Jew, s.42)

Duyabildiysen aman suya sıtma ağacından düşen telsizin çıkardığı bir uysal şluk sesi
Beni de haberdar et ben de çekeyim sökük filintalara pasından sinmiş yasemin nefesi
Yünlüyse biz oyuzu bildirsin çaksın kafalara ketense biz onlardan değilizi ne ipeklisi
Nerde kalır valinin silindir parmak kadar çocuğun parmak izini sildiyse uçkur gailesi
Nasıl söker kirazı hasır şapkaya sokuşturan tahta bacaklı kaymakamcığın örfi idaresi
Aşkı bendim gamlandıran amma anmaz gammazı gamma delta icap eder gusül aptesi
Gam benimle gamdır yalayan ilk pulu zarfa gömen silen süpüren do re mi fa sol la si
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi
Keselerler saf oğlanı bu cadde ne de genişmiş bir yıkanışta hop çekmiş şeffaf maskesi

Çek elini çekimden itiraf et pis işlerin neşesini bul karayı bur hayayı tağyirin ardiyesi
Bak alelusul yaptıkları doldurmuş ş uzarsa bahara çıkamayız korkusu bayram sinisi
Demir tavında dövülür mantığıyla mercimeği trink fırına verdiğimiz tepsinin hadisesi
Tunç olmaz tepsi bakır gözünü aldı kalayın parıltısı sonucu verdi şırfıntılarla gezmesi
Varsın uyusun cüzdan kalça koşulu şehre ceket iç cepleri sendromu cezbetsin herkesi
Kaçmayı kaçınmaktan öğrenen ben terk ettim cumbayı tulumcuya tulumbacıya kafesi
Vazgeçen ben sırça küpte fırça perhiz korodan feragat ederek öğrenemeyerek tizi pesi
Bırakan veliahtı ben uğraşsın borsa işlemleriyle kral sorsun köşegen aklıyla neyin nesi
İnat olsun işte yazdırmayacak Azrail iki âlemde bulunmayacak fenalığın kütübü sittesi
Battıkça batık borç geçtikçe geçim dert kaygana kaynanasız erseliğe sunuldukça mersi
Şisesiz lamba yanmazdı çıt çıkar çıtırtı çıkmazdı bozduranlarındı bozulmazdı terbiyesi
Gül âşık olandı ağlayıp solandı bülbül şakradı şaşırmaktan hikâye anlatılanın tam tersi
Hafifçe çıtlat bakalım hiç oralı oluyor mu almayalım boşuna günahını kızın küllâbicisi
Bir ikramiye dedikodusudur gidiyor gitsin zamirsizleştiğinsen senindir ebenin örekesi
Makulesi kız kaçırır tonunu tutasıymış en az on sayfa Süryanice yazılasıymış makalesi
Acıkılmasaydı susanmasaydı tahtırevanlı bir beklentiye varmasaydı rayların döşenmesi
Mühür esire pazarlarında kızıllaşmasaydı kancığın adamı astırmak olmasaydı eğlencesi
O günlerde çaça yoktu bilmezdi Ruslardan başkası istimna bir Faslılar giymekteydi fesi
Bunlar mânâlıdır her mânâyı dedelerime derince tarafından ulaştırdı dedelerimin dedesi
Keşfe değerdi değdirilmeden kaldı sellerdeki balçığı çayda çakılı orta mektepte niharisi
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin feye nesi
Zaten anlayamazdı kim hafife aldıysa Fenikelileri deniz ticaretini zencefil ziyaret iadesi
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürülmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
Buseye feda edilenleri gönder sınır boylarına yoksa düşmez yakamızdan boyu devrilesi
Oğlum hariciyeci olacak benim sözünü dinletecek resmi tabakalara annesinin bir tanesi
Pus pusa biner sis sise arka çıkar göz gözü görmez bir dokunmak olur körlük göstergesi
Cayırtı merak uyandırır feryat mı istiskâl mi durmayıp hır çıkarmak bir hesabın neticesi
Kaytan bıyıklı sağdıcın hesabı bu damat eli mahkum ödeyecek kudurtmasın aile çevresi
Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi
Bunlardır coğrafya yiyip mavi avlucukta boncuk bulanlar yan taraftan iştecik geçti birisi
İnci dizerek bade süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi

Hambone, Hambone
whereyou been?
“Round the block
And back again”

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

1.1.1.5.     Dilsel sapmalar

Dilsel sapmalar, bir dille kurulmuş metin içine başka dillerden sözcük ve ifade aktarımlarının yapılmasıyla
meydana gelmiş olan sapmalardır. İsmet Özel’in şiirleri, “Kelime dünyası” adlı kısımda da dikkat çektiğimiz gibi,
Eski Anadolu Türkçesi’nden Yunancaya, Farsçadan Fransızcaya kadar köken itibarîyle yabancı olan birçok
sözcükten meydana gelmiştir. Özel, şiir dilindeki zenginliğe işaret eden bu kullanımların dışında, kimi şiirlerinde
dize içlerinde İngilizce, Arapça, Almanca, Fransızca ve İspanyolca kelime ve ifadeleri olduğu gibi kullanarak
dilsel açıdan bir sapma meydana getirir.

İlk örneğine 1974 yılında yayımlanan “Amentü” şiirinde rastlanan bu sapmaların kullanımı, şiirin bütünündeki
anlamın iyice belirginleştirilmesine yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin “Amentü” şiirinde “fly Pan Am /
drink Coca Cola” söz grubuyla ifade edilen durum, şiirin genelinde eleştirisi yapılan yabancılaşmanın dilsel olarak
bir başka düzleme çekilerek söz konusu edilmesiyle meydana gelmektedir. Şair, aşağıya alıntılayacağımız
dizelerde, ‘çıkın’, ‘suvarmak’ ve ‘ıhtırmak’ gibi arkaik sözcüklerden hemen sonra yer verdiği İngilizce kelimelerle
okuyucuyu, söz konusu olan yabancılaşmanın bizzat içerisine çekmiş olur:

(...)

çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)

İsmet Özel, “Amentü” şiirindeki dilsel sapmanın bir benzerini de “Dişlerimiz Arasındaki Ceset” isimli şiirinde
meydana getirmektedir. Şehrin içerisinde kendine sunulanı yaşayarak yabancılaşmaktan kaçamayan modern
insanın durumunu eleştiren şair, şiirin bütünündeki anlamı ironiyle birlikte dilsel boyutta da tamamlamak ister ve
İngilizce ve Arapça söyleyişle metinde dil sapması oluşturur:

(...)

Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz

Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler

Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader

(...)

Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle

Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf

Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker

Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının

Memeleri ve boynu itimat telkin eder.

(“Dişlerimiz Arasındaki Ceset”,

Cellâdıma Gülümserken, s.12)

Şiirlerine vermiş olduğu “Jazz,”, “Ils Sont Eux”, “Of Not Being A Jew” “Demangeaisum”, “De La Frayeur
D’etre Plombier Borgne” gibi yabancı isimlerle de dikkat çeken İsmet Özel, İngilizce, Fransızca, Almanca ve

İspanyolca ifadeleri kalıp şeklinde alıntılayarak en çok dilsel sapmaya, “John Maynard Keynes’ten Nefretimin
Yirmi Sebebi” adlı şiirinde yer vermiştir. Şiirin hemen başında yer alan ve John Maynard Keynes hakkında farklı
şünürlerin tespitlerinin yer aldığı bu alıntılar, şiire geçmeden evvel okuyucu için bir tür hazırlık görevi de
görmektedir.

Nitekim şair, Keynes’ten nefretinin yirmi sebebini imajinatif söyleyişin sınırları içerisinde sıralamadan evvel söz
konusu olan bu alıntılarla okuyucuyu, belirli bir bilgi düzeyine çekmek ister. “John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi”, alışılmış olan şiir formlarının dışında bu türden farklı bir yapılanmayla oluşturulduğu
için aynı zamanda bir başka sapmanın örneği olarak da gösterilebilir:

My feelings about Das Kapital are the same as my feeling about Koran. (...) How could
either of these books carry fire and sword round half the world?

John Maynard Keynes

By a coincidence he was born in 1883, in the very year that Karl Marx died. But the two
economists, who thus touched each other in time, although each was to exert the
profoundest influence on the philosophy of the capitalist system, could hardly have differed
from each other more. Marx was bitter, at bay, heavy and disappointed; as we know, he
was the draftsman of Capitalism Doomed. Keynes loved life and sailed through it buoyant,
at ease, and consummately successful, to become architect of Capitalism Viable.

Robert L. Heilbroner

... he showsyou how far a man can go who has absolutely no intelligence whatever.

Ludwig Wittgenstein

La realite economique est une realite psychique ou plus exactement une realite de
comportement.

Robert Marjolin

Policy can be non-Keynesian’ without being mıonetarist’; and it can be ‘Keynesian’
without being inflationist.

Robert Skidelsky

il y a des millions de sourds les dents serrees

ily a le sang qui commence a peine a couler
ily a la haine et c’est assez pour esperer.

Pierre Emmanuel

Hate is not the opposite of love; apathy is.

Rollo May

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”,

Of Not Being a Jew, s.90-149)

Özel, şiirlerinin dizeleri arasında kullanmış olduğu yabancı kelimelerle oluşturduğu dilsel sapmaları, “Üç Frenk

Havası” adlı metninde ayrılan üç bölümün her birinin başına birer yabancı müzik terimini koyarak meydana
getirir. “Capriccio Ölüm”, “Ölüm Cantabile” ve “Requim” şeklinde sıralanan bu sapmalar, aynı zamanda şiirin
başğındaki ‘Üç Frenk Havası’ ibaresine de koşutluk kurarak açımlanmaktadır. Şiirin her bölümü adını taşıdığı
müzik teriminin içeriğine göre yapılandırılmıştır. Örneğin 1. bölüm, hicivsel aktarımlı müzik parçalarına verilen
bir isim olan “Capriccio” kelimesinin anlamına uygun olarak, modern insanın hayatından dışsallaştırdığı ölüm
şüncesinin eleştirisiyle başlar.

“Ölüm Cantabile” adıyla dikkat çekilen 2. bölüm, yine başlıktaki İtalyanca müzik terimine uygun düşen bir
yapılanma gösterir. Şair bu bölümde yer verdiği dizelerinde ses ve ahenk uyumunu daha çok belirginleştirmiş ve
her bent sonunda tekrar ettiği kalıp ifadelerle, en önemli özelliği dinleyicisine, melodi vasıtasıyla konuşuyormuş
gibi hitap etmek olan “Cantabile”in yapısına uygun düşen bir söyleyiş meydana getirmiştir. Şiirin, “Hıristiyan
inançlarına göre ölen kişinin ruhunu rahatlatmak amacıyla yapılan cenaze töreninde çalınan müziğe verilen isim”
olan “Requiem” adlı son bölümü ise, “ölüm ölüm / gündelik sözlerimiz arasında / geçecek kadar kaba” dizeleriyle
anlam bulan, bizzat “ölüm duygu ve düşüncesi”nin kaybolmasının arkasından yakılan bir “ağıt” özelliği
göstermektedir.

İsmet Özel’in şiirlerinde öne çıkan dilsel sapmaların yer aldığı başka dizelere aşağıdaki gibi örneklememiz
mümkündür:

West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(...)

(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)

(...)

hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için
herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir. yarpuz. karamela.

la havle ve la kuvvete illa billah.

(“Ils sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.23)

(.)

Eyleyenler görecek yeganelik ne imiş:

Nereden sonrası kübra
Nereden önce sagir
Kaç, kaçır, doldur ya da dök
II faut agir.

(“İkinci Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.70)

Bir arada bulunmanın töresi, yasası var
İnsanlar bir arada. Neden iki insan yok?
Nerede Yin?

Nerede Yang?

The two and the one?

(“Altıncı Bab: İns u Cin”, Bir Yusuf Masalı, s.122)

(...)

Yükün ağır.

He’s so heavy

just because he’s your brother.

(...)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20)

(...)

Şunu bil ki ruh satan başka eller sahtekâr

Hepsini declasse say ipten kazıktan kopmuş

Asrî çağda onları lükse boğmakla Hünkâr

Zindan ettiği Muğla sürgüne saldığı Muş

(“Otoyoldaki Kavsakta Kavrulmus Ruh Satıcısı” Of Not Being A Jew, s.86)

(...)

Niyeymiş boynumun tan yerine amade kılındığı silkinişler

Türk ilinde fütur eylemeksizin La Belle Dame Sans Merci

Sancak açsın diye mi

(...)

Güzideler andante ağladı

(...)

Niyetleri diplerde sakladık

Whether deep or freakish ease

Saklandık niyetlerimizin esfeline

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.45-58-62)

(...)

Vals gibiydi vals gibiydi vals gibi

Habe ich Schuld non spiro tibi

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 4”,

Of Not Being A Jew, s.99)

(...)

Pourtant, ömrümüz heder olmasın diye uğraşırken akıldan

Heder olmayıp da ne olur ömür sorusu kaçtı

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 9”,

Of Not Being A Jew, s.115)

(...)

Çığrışır cehennem yolcusu Stadtluft macht frei

Her Allah'ın günü panayır her yer.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 11”,

Of Not Being A Jew, s.121)

Ey koca dalak ey insanlık!

Vodvile konuşlandırılıyorsunuz tık yok

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 16”,

Of NotBeingA Jew, s.135)

Gizli günah anneciğim güzellik duygusunun aleni müttefiki

Canım annem müttefikler bize top twenty programı tavsiye etti

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 17”,

Of Not Being A Jew, s.138)

(...)

Hambone, Hambone

where you been?

“Round the block

And back again”

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

1.1.1.6.       Sözcük sapmaları

Genel ve yaygın dilde kullanılmayan arkaik ya da yeni türetilen sözcüklerin, şiir içerisinde kullanılmasıyla ortaya
çıkan sapmalardır. Olağan dilbilgisindeki kök ve ekler aracılığıyla kelimelerin bilinen yapılarını bozmak, yeni
sözcükler türetmek ve kullanımdan düşş eski kelimelere metin içerisinde yer vermek, bu sapmanın ortaya
çıkmasına neden olmaktadır.

İsmet Özel, ilk şiirlerinden itibaren genel dil içerisinde pek kullanılmayan sözcükleri özellikle kullanmış ve bu
kelimelere şiir dili içerisinde işlevsellik kazandırmıştır. Şairin, Eski Anadolu Türkçesi’nde kalan ve halk dilinde
kullanılan kelimeleri bilinçli olarak şiirlerinde kullanması, hem bu kelimelerin çağşım yaptığı anlam değerlerini
öncelemeye, hem de köklü bir kültürün mirası olarak nesilden nesle aktarılan bu sözcüklerle ortak bir bilinç
meydana getirmeye yöneliktir.

Özel’in şiirlerinde kullanmış olduğu arkaik kelimelerin sayısı oldukça fazladır. Bunları “Kelime dünyası” adlı
bölümün sonunda yer alan “Şiirlerde Yer Alan “Farklı Sözcükler”in Görünüşü” adlı tablodan takip etmek
mümkündür. Burada, söz konusu olan bu sözcüklerin Özel’in bilinçli kullanımı sonucu, şiir içerisinde yüklenmiş
oldukları anlamı örneklemek için birkaçına işaret edilecektir. Örneğin “Çağdaş Bir Ürperti” adlı şiirde, halk
dilinde sıkça kullanılan ‘çavlan’ kelimesi, şiirin bütünü içerisinde söz konusu edilen anlamın iyice
belirginleştirmek için bilinçli olarak tercih edilmiştir:

(...)

Ki asfalt orada
bitiyordu
orada römorklar
kalay ve manganez ölüleri
şehrin derin iskeletini sarsıyordu.
Yırtık tüller halinde yağan yağmur
boğazımdaki havlayış karartısı
piyango gişeleri.

Ve asfalt orada
ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını anlatıyordu
onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
koynum bir yangın çıkartıp
siniyordu koynuma.

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

Beni’nin dünya içerisinde mecbur bırakılmışlıklar karşısında sıkışıp kalmasına razı olmayan şair, kelimelerin yan
anlam değerlerini kullanarak meydana getirdiği imajinatif söyleyişle bu zedelenmişliklerin tamamına, ‘çavlan’
sözcüğü etrafında dikkat çekmektedir. Çağlayandan daha büyük su kütleleri için kullanılan bu kelime, büyük bir
hız ve gürültüyle hareket eden ve önüne kattığı her şeyi içine alıp sürükleyen anlam içeriğiyle düşünüldüğünde,
şairin dünya içerisinde neleri ‘durdurmak’ ve nelerden ‘(çağdaş bir) ürperti’ duymak zorunda olduğunu
imlemektedir.

Şairin, verili olan düzen içerisindeki huzursuzluğunu işaret eden ve bu düzene karşı devrimci duyarlılıkla
yaklaşmak gerektiğini imgeleyen “Sevgilime Bir Kefen” adlı şiirinde de yukarıya örneklediğimiz dizelerdeki
sözcük sapmasıyla meydana getirilmiş durumun benzeri söz konusudur. Özel, bu metninde “kalgıtmak” fiilini
kullanarak şiirin anlam boyutuna derinlik kazandırmış ve okuyucuyu bu anlamın içerisine dâhil etmek istemiştir:

Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden sonraki cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.

Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla

oturduğumuz evleri tıkayan

merak

bir devrimcinin hazırlığıdır.

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

“Sıçramak”, “fırlamak”, “şaha kalmak” ve “birden hareketlenmek” anlamlarını taşıyan bu arkaik sözcük, yukarıya
alıntıladığımız bent içerisindeki anlamın merkezinde bulunan bir yapıyla karşımıza çıkar. Metindeki ‘isyankar’,
‘çeteci’, ‘yumruklamak’, ‘umut’, ‘hırçın’, ‘banknot’, ‘miting’, ‘yorgunluk’, ‘tıkamak’, ‘merak’, ‘devrimci’ ve
‘hazırlık’ kelimelerinin tamamı, ‘kalgıtmak’ eyleminin imgelem boyutunda ele alınmasıyla farklı tasarımlara doğru
genişleyerek anlam kazanır. Özellikle bu eylemin “aniden” gerçekleştirilmesi, ‘hırçın bir hayvan’ olarak
tanımlanan ‘umut’la bir arada düşünüldüğünde, ben’in çevresindeki körleşme noktalarından sıyrılarak ulaşmak
istediği özgürlük alanlarını akla getirmektedir.

İsmet Özel, kimi şiirlerinde de dilin genel kullanımı içerisinde yer alan kök ve ekleri kullanarak ortak dilde pek
alışık olunmayan farklı kelimeler türetip sözcüksel sapmalar meydana getirmektedir. Özellikle son dönemde
yayımladığı şiirlerde daha çok dikkat çeken bu tür kullanımlar, okuyucuyu metnin içine çekmek ve onda, “Hişt,
Baksana” adlı şiirinin başğındaki ‘hişt’ kelimesinde olduğu gibi, bir tür yabancılaştırma efekti meydana
getirmeye yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Şairin kelimelerin yapısında oluşturduğu bu sapmalara örnek olarak
“MICHAUXNUNKIMI / imiknunxuahcim” adlı şiiri göstermek mümkündür:

MICHAUXNUNKIMI
imiknunxuahcim

Olmaz dedin oldurmadın mabedin çocuksusu

Kim demiş ejderhanın sırtındaki yumrular

Pençesinden evladır diye

Osu busu dediğin

Kuskus gedik

(...)

Çok da kaygan som limonlu

Sumercimeğigillerden

Mercimeğin kutsal kitap tersinmezi dururken

Nun. Ka.

(...)

Püskülleri belden

Kayalık dağlardan

Fırdolayı fırsatlar

Abdülkasem

Çarpanınam

Şip.

(“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim”,

Of Not Being A Jew, s.43-44)

Özel, bu şiirin hem başğında hem de metin içerisinde yer verdiği kimi kelimelerde sapma meydana getirmiştir.
Fransız şair Henri Michaux’un soy ismine “nun”, “ki” ve “mi” eklerini getirerek türettiği kelimeyi, tersinden de
yazarak kullanan şair, metin içerisinde de yine alışık olunmayan sözcüklere yer verir. İsmet Özel’in diğer
şiirlerinde de öne çıkan bu tür kullanımlara aşağıdaki gibi işaret etmek mümkündür. Özellikle alıntılayacağımız
son 4 örnekten de anlaşılacağı üzere şair, şiirlerinde sapmaya uğratarak yer verdiği bu sözcükleri, metnin
söyleyişi içerisindeki ritim ve ahengi tamamlamaya yönelik olarak ortaya çıkarmakta ve şiirdeki melodiyi
önceleyerek müzikaliteye işaret etmektedir:

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan

(...)

çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer

(...)

(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.15)

(...)

Kopmuyordu gözgüsünü yazgısı sanma hatasından

Hatalar kime sorarsan sor

Pek zarif duruyordu bahçe kapılarında

(...)

(...)

Hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış

Diyenler arasından birini

Bunların avenesinden bir tekecik kişi

Çıkacak mı hiç sanmam
(...)

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.55, 64)

(...)

Bunca yıl bunca yıl bunca yıl modern zamanlarda

Yaylaları o sesler yakıştırdı yaylalığa

Körfez ırmak çağlayan rüya serap

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 7”,
Of Not Being A Jew, s.109)

(...)

Söz edilmedi soycak haçın üstüne aç doğuşumuzdan

Unuttuk çiviyi avucumuza hangi sarıklılar çaktı.

Paçaları tutuştu şalvarı şaltak Osmanlıların

Suçüstü felç oldu Cumhuriyetçiler

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 9”,

Of Not Being A Jew, s.115- 117)

(...)

inmem gerek gözbebeklerimin altına

beynimin ortasına büzülmeliyim

genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra
dum di dum

duridum dubida

(...)

(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)

(...)

Raspa raspa ras

Kore’ye mektup yas

(“İki Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)

(...)

Geçişme bir mesaidir ve o çalışmaya

Şahit olduk duhul edebildiğine ulemanın

Üdebanın küsuratın küffarın trall lall lla

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 7”,

Of Not Being A Jew, s.110)

(...)

Erkek o kadar yalnızdır kadın ne kadar yüklüyse

Yüklenen kadının erkeği nasıl sakatladığı sarahaten bilinir

Bilinir de bu kimsenin derdi değildir

Nasıl ateş ve ter ve derin bir endişeyle titreyiş

Hiç aklınıza gelmiyorsa

Siz bu nadide porselenleri seyrederken.

Tennenni tennenni tenena
Na tene dir nen.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 13”,
Of Not Being A Jew, s.127)

İsmet Özel’in şiirlerindeki sözcük sapmaları, sadece arkaik kelimelerin kullanılmasıyla ya da farklı kelimelerin
türetilmesiyle meydana gelmemektedir. Şair, kimi metinlerinde kullanmış olduğu argo ve cinsel içerikli
sözcüklerle, şiir dilinin alışılmış kullanımlarının dışına çıkarak bir sapma meydana getirir. Özel’in şiirlerinde öne
çıkan bu tür kullanımları da, aşağıdaki gibi örneklememiz mümkündür:

(...)

senin sularına inen yırtıcılar

ve piçler yani aşk çocukları

(...)

(...)
heryerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum hersabah.
(...)

Ey irin mutluluğu!

Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!

Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.
(...)

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.25-26)

(...)
fırça çekmeye doğru ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
(...)

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

(...)

Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun
götürür ıssız bir sorumluluğa
ama gitmeyen o simsiyah tad ağzımda
ve buramda coşkun göğertisi orospuluğun
bulanık, aç ve sonuna kadar cesur
Buramı öpesi gelir kuşların
kuşların heryerimi öpesi gelir
uzanırım aç ve sonuna kadar cesur
sabah günün en kıskanç vaktidir.
(...)

(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.31)

(...)

Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
(...)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

(...)
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.

(...)

Öyleyse arkadaşım sinem kanayadursun
ta ki sürgün ya da mahpus kırışıklar yerine
yüzümüz köylü ve gurbetçi yanıklığa dursun
sevmekle doğrulanmıyor madem kalbimiz
girelim yarimizin avlusuna tam tekmil
ve mürdüm erikleri

ve dopdolgun elmalarıyla o bahçede
o geniş kalçalı yarimizi dört kere.

(“İnce Sızı”, Evet, İsyan, s.31)

(...)

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
(...)

(Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken, s.7)

(...)

Ve derinlik karşısında gösterdikleri

Şiddetli ve tamamen mankafa tepki
(...)

(“Dördüncü Bab: Bir Yusuf, Bir Şivekâr”, Bir Yusuf Masalı, s.93)

(...)

Dile geldi seslendi:

Şivekarım! Şivekarım!”
İçerden yanıtlandı bu çağ
“Lebbeyk! Sultanım!”
“Ne yapar sultanım?”

Boklu çaputlar içinde yatar sultanın”
(...)

(“Beşinci Bab: Dönüş”, Bir Yusuf Masalı, s.108)

(...)

Hiç Mao’nun, Lenin’in günahını almayın

Vitrinin çocukları Marquis de Sade yuttular
Ten sırrına ermeden başka telden çalmayın
Pezevenklik etmeyen İblisi de üttüler

(...)

(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,

Of Not Being A Jew, s.83)

(...)

Çünkü sahiden çocuktuk

Büyükler o Allah’ın belâları

Anlasalardı bir ülkedir

Hem ne de çok şeyler için
Tedarikler ülkesidir çocukluk

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 1”,

Of Not Being A Jew, s.94)

(...)

Gizli tutuluyordu resmiyetin bir osurukta ezberletildiği

Kimin aslı balçık idiyse o gizli tutuluyordu

(...)

Sözümü tersten anladı arkadaş olacak dümbelekler

Bana terslendi hepsi

(...)

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.55, 63)

(...)

Bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip

Şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 5”,

Of Not Being A Jew, s.102)

(...)

Hissedersin her alanda sıkışıklık

Son vereydin daralmaya görecektin

Boldur Allah’ın nimeti bre zındık

(...)

(...)

Değildir aslanımız külkedisi

Külhanede yatmıyor

Yok ona parkta rastlayanımız

Kanepeler kabasına batıyor.

(...)

Zaten neyi çekebildi ki fukara

Yirmidokuz otuz

İşte o kadar.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 6”,

Of Not Being A Jew, s.105)

(...)

Geri kalan hödüklerin kaffesi

Anonsları dinlediler

Etiket okudular

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 9”,

Of Not Being A Jew, s.117)

(...)
deyim yerinde değil ulan n'olucak
deyimi yerine ben koymadım
deyimi gittim başka yere koydum
var mı diyeceğin
(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 19”,
Of Not Being A Jew, s.146)

4.2.4.      Aktarmalar

Dilin temel niteliklerinden sayılan ve şiirdeki çok anlamlılığı ortaya çıkaran etkenlerin başında gelen aktarmalar,
metnin bütünlüğü içerisinde işaret edilen anlamla bir yönden ilişkisi, benzerliği ve yakınlığı bulunan kavramların
şiire dahil edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. İsmet Özel’in şiirinde sıkça karşılaşılan bu tür aktarımlar, metnin
anlamının çoğalmasına yönelik olarak meydana gelmekte ve farklı anlam alanlarına yönelerek şiire zenginlik
katmaktadır. Şairin metinlerindeki bu tür kullanımlara, “aktarma” sözcüğünün “taşınma” ve “dahil edilme”
anlamları öncelenerek 3 başlık altında dikkat çekilecektir. Bu başlıkları “Başka metinlerin ödünçlenmesiyle
yapılan aktarmalar”, “Özel ad aktarmaları”
ve “Deyim aktarmaları” olarak adlandırmak mümkündür.

4.2.4.1.       Başka metinlerin ödünçlenmesiyle yapılan aktarmalar:

İsmet Özel, kimi şiirlerinde başka metinlere ait dize ve kavramları ödünçleyerek kullanmaktadır. “Metin ekleme”
şeklinde yapılan bu kullanımlar, metnin yeniden anlamlandırılarak metinlerarası okumaya yönelik olarak meydana
gelir. Şairin bu türden kullanımlarının ilkine, “Muşta Bir Güz İçin Prelüdler” adlı şiirin 7. bölümünde
rastlanılmaktadır. Özel, bu bölümün ilk ve son dizelerinde, Nazım Hikmet’in “Hapiste Yatacak Olana Bazı
Öğütler” adlı şirinden ödünçlediği ‘Düşmana inat /Bir gün fazla yaşamak’ mısralarını alıntılar. Nazım’ın ‘Bir
gün fazla yaşamak’ dizesiyle açımlanan 7. Prelüd, yine ‘yaşamak’, ‘merak’ ve ‘hain’ kelimeleri etrafında
dizelenen imgesel anlatımla zenginleşir ve ödünçlenen mısraların tek bir dize haline getirilip aktarılmasıyla sona
erer:

Adını “bir gün fazla yaşamak” koyduk.

Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!

Ellerin ve doğurtucu erkin başdöndüren macerası
Ey toprağın ve rahmin tükenmez hünerleri!

Güz ki ancak hainin yüreğini soğutur
bir korkağı mahzun kılar kırlangıç sürüleri
sabırla, kin tutarak
gülen günlere ulaşan sesleri bulduk
adına “yaşamak” diyoruz

“düşmana inat bir gün fazla yaşamak!”

İsmet Özel, bu türden aktarmaların İkincisini “Yaşatan” adlı şiirinde meydana getirmiştir. Şair, bu şiirin sonunu
Karacaoğlan’a ait olan bir türküden ödünçlediği iki dizeyle bitirerek, metnin başından bu yana sürdürülen
anlamın sınırlarını genişletmiş; “hayat” ve “ölüm” etrafında örgülediği çağşımsal değerlere farklı bir boyutta
tekrar anlam kazandırmıştır:

(...)

Yaşamak güzeldir

gözlerim daha güzel

gözlerim daha güzel halka bakınca
ve sürülmüş toprağı
yaratkan beyni

işleyen elleri huylandıran bakışlarım

yani insan türünü var kılan hız

yani hatta tarlalarda

döl yataklarında bile oyalanmayan

savaşın, sevdanın rengi

her güzellik bu rengin ardındadır

yaşamak bir başına bu rengi geçebilmez

“ölümden korkup da sonunu sayan
ölür gider yar koynuna giremez.”

(“Yaşatan”, Evet, İsyan, s.41)

Özel, yukarıda kullanılan aktarımların bir benzerine, “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır” adlı şiirinin başğında ve “Savaş Bitti” şiirinin de dizeleri arasında yer verir. Şair, sözleri İsmail
Hakkı Özkan’a, güftesi Necdet Atılgan’a, bestesi ise Şerif İçli’ye ait olan uşşak makamındaki İçimden Şu Zalim
Şüpheyi Kaldır / Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır / Gözümü gözünün içine daldır / Ya sen gel ya beni oraya
aldır”
dizeleriyle başlayan şarkının ilk iki mısrasını alıntılayarak şiirinin başğında kullanır.

Böylelikle Özel, müslüman dünya görüşünün tam anlamıyla kabul edilmesinden evvel, yönelinilen sorgulama
sürecine bu iki dizenin araladığı anlam dünyasıyla da işaret etmiş olur. “Savaş Bitti” şiirinde ise benzer kullanımı
şair, metnin içerisinde meydana getirmektedir. Sözleri Ahmet Refik Altınay’a, bestesi ise Mısırlı İbrahim
Efendiye ait olan “Türk Aksağı” usûlündeki şarkının iki mısrasını Özel, şöyle aktarmaktadır:

(...)

Şarkı söylemek

Kendi kitaplarını ciltlemek

Gibi bir şey haline geliverdi aniden

“Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken”

“Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken”

(...)

(“Şavaş Bitti”, Of NotBeingA Jew, s.79-80)

İsmet Özel’in başka metinleri ödünçleyerek meydana getirdiği aktarmalardan bir kısmı da, şair ve filozoflara ait
olan sözlerin şiir içerisinde kullanmasıyla oluşmaktadır. Bu aktarıma örnek olarak, “Ils Sont Eux” adlı Fransızca
başlıktan oluşan şiiri ve “Bir Yusuf Masalı”nın “Sebeb-i Telif” bölümünü göstermek mümkündür. “Bunlar
Onlardır” şeklinde Türkçeye çevrilebilecek olan “Ils Sont Eux” söz grubu, Abdülhak Hâmid Tarhan’ın 1885
yılında yayımlanan “Bunlar O’dur” adlı kitabının ismini çağştırmaktadır. Özel, bu şiirinde Valery’e ait olan
‘güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez’ sözünü alıntılayarak, anlatı konusu yaptığı ‘alay komutanı’nın
durumunu farklı bir anlam düzlemine taşır. “Sebeb-i Telif’ adlı metinde ise şair, Immanuel Kant’ın doğduğu şehir
olan ‘Königsberg’in ismini zikredip ‘Üstümde yıldızlı gök’ / ‘içerimde ahlak yasası’ dizeleriyle filozofun
sözlerine göndermede bulunmaktadır:

(...)

şlada alay komutanı

barakaların kar altında öksüz
duruşlarına bakarak
susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri
“güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez”
demiş çünkü Valery.

(...)

(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.18)

(...)

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.

“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li

“içerimde ahlâk yasası”.

Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?

(...)

(“Sebeb-i Telif’, Bir Yusuf Masalı, s.29)

İsmet Özel’in şiirlerindeki anlamı çoğaltmak için müracaat ettiği aktarma yollarından bir diğeri de başka
metinlerde geçen kavramlarla ilgilidir. Şair, meydana getirmiş olduğu bu kullanımlarında kendi metniyle,
ödünçlediği metinde yer alan kavram ya da söz grubu arasında, anlama dayalı bir koşutluk meydana getirir. Bu
koşutluk, özellikle ironize edilerek eleştirisi yapılan hususlarda daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin
‘Savaş Bitti’ şiirinde ‘Fıskiyelerinin ucunda ping-pong topları’ dizesiyle, Tarık Buğra’nın “Dönemeçte” adlı
romanında kurguladığı “su topu metaforu” arasındaki benzerlik, toplumsal yabancılaşma merkezli
şünüldüğünde, söz konusu edilen eleştirinin anlam dünyasında genişleme meydana getirmektedir. Yine buna
benzer bir kullanım “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirin 14. ve 20. bölümlerinde
İstiklal Marşı’nın dizelerinde yer alan ‘korkma sönmez’ ve ‘garbın afakı’ söz gruplarının ödünçlenmesiyle
oluşturulmuştur.

İfadeye çalışğımız hususların metindeki görünüşlerine ve Özel’in şiirlerinde öne çıkan bu tür kullanımlardan
bazılarına aşağıdaki gibi işaret etmek mümkündür:

(...)

Hatalar kime sorarsan sor

Pek zarif duruyordu bahçe kapılarında

Bahçelerinde havuzlar havuzlarında fıskiyeler

Fıskiyelerinin ucunda ping-pong topları

(...)

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.55)

(...)

Korkma sönmez benim annem ne dediyse sen de de

Frengistan sanatoryum rehabilitasyon bak ben bile bir çırpıda

Yüzüm kızarmadan söyleyebildim oh be

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 4”,

Of Not Being A Jew, s.99)

(...)

Sana şarkın sihrini işçi sınıfı bozdu derlerse

Sen de geriye garbın afakı kaldı sözünü onlara yedirt

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 20,

Of Not Being A Jew, s.149)

(...)

Bir başkası ne bilir oğlu kızı olanın bildiğini

Bir ülkede akarsular oğullar gibi kızlar gibidir

Bil bil artık bil artık bil bil geh bili bili

Bil ki oğlun kavrayasın diye fitnenin kabzesini

Boyuna yetişir

Senin kızına isim kondurduğun çiğdem

Ben küçükken köklerini yediğim sarı çiçektir

Yunus Emre dahi onu kastetti Allahü aalem

Zemin kaygan hava nemli hasret pürçektir.

(...)

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 15,

Of Not Being A Jew, s.131)

Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi

(“Hişt, Baksana”, merdivenşiir, S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)

4.2.4.2.     Özel ad aktarmaları

İsmet Özel şiirini metinlerarası okumaya yönlendiren temel kullanımlardan birisi de, şairin şiirlerinde sıklıkla özel
ad aktarmalarından faydalanıyor olmasıdır. İsmet Özel şiirine yabancı olan bir okur için anlamsız ya da saçma
olarak görülebilecek olan bu kullanımlar, şair tarafından metinlerinin anlamını çoğaltmak ve şiirin bütündeki
anlamı farklı katmanlarda yeniden üretmek için bilinçli olarak meydana getirilmektedir. Birtakım olaylara,
kavramlara ve şahıslara bağlı olarak şiirin içerisine yerleştirilen bu özel adların anlamlandırılması ve metindeki
anlam bütünlüğü içerisinde doğru bir yere oturtulması, okur için ayrı bir çaba gerektirmektedir.

Bu yönüyle Özel’in şiirleri, anlamın tamamlanması için okuyanı içerisine çekip ona bir vazife yüklerken aynı
zamanda bu okurun zihinsel gelişimine de katkıda bulunmuş olmaktadır. Örneğin ‘Hanoy’da bir uçaksavar’
şeklinde biten “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirin son dizesi, İsmet Özel şiirinin ifadeye çalışğımız
yapısına yabancı olan bir okur için anlamlandırılamayacaktır. Halbuki şair, hayatının merkezine koyduğu devrimci
duyarlılığını şiirinde söz konusu ederken bunu yaşanılan bir gerçeklikten hareketle de örneklemek istemiş ve
Vietnam Savaşı’na göndermede bulunarak devrimci duyarlılığının sadece kendi ülkesinde olan haksızlıklara karşı
olmadığını okuyucuya hissettirmiştir:

(...)

Ey çatlayan tohumun hengamesi!

İnsan,gülümsemeyi
ve ürün kaldırmasını bilir
çünkü derbeder bir okul çantasından
serin ve sevişli bir ırmağa girilir
ve benim o boğulduğum armonika
halklara seğirtir, coşar
o, korkunç bir yekinmedir buralarda
Hanoy'da bir uçaksavar.

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Yine yukarda ifadeye çalışğımız durumun bir benzeri de “Kan Kalesi” adlı şiirde bulunmaktadır. Bu sefer şair,
1965 yılının mart ayında Zonguldak Kozlu’daki maden ocaklarında meydana gelen olaylara göndermede
bulunarak devrimci duyarlılığının yerelden (Kozlu) evrensele (Ha Noi) uzanan boyutuna işaret eder. Maden
işçileriyle güvenlik görevlileri arasında meydana gelen bu olayı Özel, günlük gazetelere yansıyan şeklinden
ödünçleyerek dizelerinde şöyle dile getirmektedir:

(...)

- Var mısın yok yere ağlamaya. Ki bir sis
yanık bırakılmış bir fısıltı

şehri sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama
herkesin içinde iğdiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri

inmiyorlar ocaklarına.

(...)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

İsmet Özel’in şiirinde görülen özel ad aktarmalarının bir kısmı da, mitolojik unsurların ve felsefî içerik taşıyan
kavramların kullanılmasıyla meydana gelmektedir. Bu kullanımlarında şair, mitolojik unsuru aktarmadan evvel,
kavramın anlamsal değerlerini de kimi zaman dizeleri arasında işaret eder. Örneğin “İçimden Şu Zalim Şüpheyi
Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı şiirinde, Yunan mitolojisinde geçen ve suyunun insani ölümsüz
yaptığına inanılan cehennem nehri “Styks”u aktarmadan önce, ‘gümrah’ ve ‘ırmak’ kelimelerini ‘çarpmak’ fiiliyle
bir arada kullanarak bu unsura işaret eder. Yine ‘Styks suları’ndan hemen sonra kullanılan ‘heyula’ kelimesi de,
bu mitolojik ırmağın çevresinde bulunduğuna inanılan “gömülmemiş ölüler”i akla getirmektedir:

(...)

Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah

sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu

sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
(...)

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

İsmet Özel, “Bir Yusuf Masalı”nın “İns ü Cin” adlı altıncı babın da da felsefî içeriği olan ‘Yin Yang’ kavramına
yer vermektedir. Bir yaşam felsefesi olarak, dünyada uyum ve denge halinde bulunmak ve mükemmelliği
yakalamak anlamına gelen bu kavram, aynı zamanda “sınırsız güç” manasını da taşımaktadır. Özel, şiirinde
kavramın terimleşmiş anlamının yanı sıra, ‘yin’ ‘yang’ kelimelerinin ayrı ayrı anlamsal değerlerine de işaret eder.
Karanlık ve soğuk anlamına gelen ‘Yin’ kelimesi, aydınlık ve sıcak anlamındaki ‘Yang’ kelimesiyle birleşerek
zıtlıkların bir arada bulunabileceğini imlemektedir. Şair metinde, insanların bir arada bulunuyor olmalarını,
zıtlıklarına rağmen uyum içerisinde olduklarından dolayı değil de, hep birbirlerine benzemelerinden dolayı
olduğunu işaret eder ve ‘nerede’ sorusuyla insanlardaki bu “herkesleşme”yi eleştirir:

(...)

Bir arada bulunmanın töresi, yasası var
İnsanlar bir arada. Neden iki insan yok?

Nerede Yin?

Nerede Yang?

The two and the one?

(“Altıncı Bab: İns ü Cin”, Bir Yusuf Masalı, s.122)

İsmet Özel’in şiirlerinde en sık karşılaşılan özel ad aktarmaları, yaşamış oldukları hayatla şairin üzerinde olumlu
ya da olumsuz birtakım etkiler uyandırmış olan kişi adları kullanılarak yapılmaktadır. Yaşadıkları mahallenin
delisinden, çocukken okuduğu çizgi romanlardaki kahramanların adlarına varıncaya kadar bir çok şair, ressam,
filozof, dansçı, tiyatro oyuncusu, devlet adamı, ekonomist, teorisyen gibi vasıflarla tanımlanabilecek olan kişi
adlarını metinlerinde kullanan Özel, bunları şiirin anlamını tamamlayacak yönleriyle okuyucuya aktarmaktadır.

Dolayısıyla şiirde adı aktarılan şahsın hayatına yönelik olarak bilinecek ya da o şahsın öne çıkan özelliğine dair
bir bilgi, şiirin daha iyi anlamlandırılmasına yardımcı olacaktır. Özellikle son dönemde yayımladığı şiirleriyle
okuyucuyu bu türden bir gayrete yönlendiren şair, şiirin hem yazılır hem de okunurken özel çaba gerektirecek bir
uğraş alanı olduğunu da ortaya koymuş olmaktadır. Örneğin “Savaş Bitti” şirinde Özel, 1933'le 1950 yılları
arasında Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nde hukuk dersleri veren Prof. Ernst Hirsch’in ismini aktarır.

Hirsch, Hitler Almanyası nedeniyle Türkiye'de görev yapmış Yahudi-Alman bilim adamlarından biridir. İsmet
Özel’in en uzun şiiri olan bu metnin bütününde eleştirisi yapılan hususlardan biri olan, insanların sadece kendi
kazanımlarını önemsiyor olmaları düşünüldüğünde, bu hukukçunun anılması anlamlıdır. Çünkü, görev yaptığı
dönem içerisinde Türkiye’de çok itibar gören, bir çok bakana danışmanlık yapan ve şimdilerde ünlü birer hukuk
adamı olan pek çok kimsenin hocası olan bu profesör, dönemin başbakanının oğluna zayıf not verince,
üniversitenin idarecileri tarafından notun düzeltmesi için baskı görür. Fakat Hirsch, Türkiye'den sınır dışı edilmek
hatta profesörlük hakkının elinden alınma riskine rağmen, istenileni yapmaz ve ilkelerinden taviz vermeyerek bu
yaptırıma karşı durur. İsmet Özel de şiirinde ‘ben profesör Hirsch’in yıllarca asistanlığını yaptım’ diyerek bu
bilim adamının yaşadığı hayatı işaret etmiş ve metninin anlam boyutuna derinlik kazandırarak, eleştirel bakış açısı
ile dikkat çekilen hususlarda yeni çağşım alanları meydana getirmiştir:

(...)

Ne kadar kullanıyorsa Avrupa’dakiler biz de

Uyandırma kerizi o kadar kullanalım

Pozitif hukuku boş ver ben profesör Hirsch’in

Yıllarca asistanlığını yaptım

Bu hazır cevaplığı sanırsın kimden kaptım
(...)

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.56)

İsmet Özel’in tüm şiirlerinde şahıs, kavram ve yer adları kullanılarak öne çıkan özel ad aktarımlarının metin
içerisindeki görünüşlerini aşağıdaki tablodan takip etmek mümkündür:

4.2.4.3.     Deyim aktarmaları

Dilin genel kullanımı içerisinde sıklıkla başvurulan deyimler, şiir dilinde de anlatım gücünün artmasına ve farklı
çağşım alanları meydana getirerek yan anlamların oluşmasına olanak sağlayan kalıplaşş sözcük öbekleridir.
İsmet Özel de metinlerinde deyimlerden geniş ölçüde faydalanmaktadır. Aşağıdaki tabloda, dilimiz içerisinde
kullanılan deyimlerin şairin metinlerindeki görünüşlerine dikkat çekilmektedir.

Burada önemle ayırtına varılması gereken bir hususu, “Aktarmalar” adı altındaki incelememizin hemen başında
yer verdiğimiz dipnotta da belirtildiği gibi, tekrarlamak istiyoruz. “Deyim aktarmaları” söz gurubu ile,
“aralarında uzak yakın ilgi (benzerlik, işlev bilgisi, yakınlığı) bulunan iki şey arasında bir benzetme yoluyla ilişki
kurarak birinin adını ötekine aktarma sonucunda olu
şan dil olayı”nı örneklemekten ziyade, şairin söyleyişini
zenginleştirmek ve farklı anlam katmanları meydana getirmek için müracaat ettiği deyimlere dikkat çekmek
istiyoruz.


Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to