2.1.1.
Devam eden devrimci
duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi
"Oturmadı yerine lâf kocaman gedik dar
Latinci danışmanlar
bi söylerse ikidir
Köydekilerin aklı farza erene kadar
Tilki kümese girer gerisini sen getir.”
Orta Yaşlı
Bürümcüğün
Ninnisi
Yukarıda özellikle “Devrimci duyarlılık”, “Yalnızlık” ve
“Yeniden doğuş” temaları etrafında dikkat
çekmeye
çalıştığımız şiirlerin ortaya çıkmasında ana etken olarak
“herkes”lere yönelik şiirselleştirilen eleştiriler yer
almaktadır. İnsan
olmanın aslî özelliklerinden uzaklaşarak hayatlarını devam ettirmeye çalışanların eleştiriye konu
edilen gerek hayatı algılayış biçimleri,
gerekse yaşamak uğruna rıza gösterdikleri genel
kabuller, bu tarz kaleme
alınan şiirlerin temel
izleği olarak ortaya
çıkmaktadır. İsmet
Özel’in hayat karşısında
takınmış olduğu uymacı
olmayan tavrının hemen yanı başında
beliren bu şiirler, şairin bir ergen olarak
beni’ni hayat içerisinde
konumlandırmaya çalıştığı dönemlerden itibaren ortaya
çıkmış; müslüman dünya
görüşüne bağlanmadan evvel
içerisine girdiği
sorgulama süreciyle de iyice netlik kazanmıştır.
Bu süreçte beni etrafında olup biten hadiseleri bütünüyle ele
alıp kendi zihinsel gelişimi
içerisinde yoğurmaya
çalışan şair, girilen yeni ortamda ne
yaptığının farkında olan
bir ben’in sahip olduğu
özgüven içerisinde, özellikle
modern dünyanın insanlar üzerinde oluşturmuş olduğu baskı alanlarına işaret ederek eleştirilerini devam ettirir.
Burada dikkati çeken husus, Özel’in devrimci duyarlılığının, müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra almış
olduğu görünüş biçimidir. Şair, söz konusu olan
duyarlılığını,
kendine/kendiliğine ve
çevresine yabancılaşarak
yaşayıp giden “modern
insana” ve bu insanın içerisinde yer aldığı “şehre”
yönelterek devam ettirir.
Böylelikle İsmet
Özel’in biyografisindeki durakların önemli bir kavşağında
yer alan “herkes”lerin sürekli
eleştirilerek
olumsuzlanan yanları, şairin
farklı dönemlerde “devrimci duyarlılığa”, “yalnızlığa”
ve “yeniden
doğuşa” doğru yönelmesinde itici bir güç olarak rol aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim aynı duyarlılık/eleştirel bakış
açısı, şiir
yazmaya devam eden Özel’in bugün için de, hem hayatı anlamlandırmasına hem de şiirlerindeki yaratıcı
güce kaynaklık etmektedir.
İsmet
Özel’in dikkat çekeceğimiz
bu şiirlerini “İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri” ve
“‘Herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin eleştirisi” başlıkları altında ele almamız mümkündür.
2.1.1.1.
İnsanın yabancılaşmasına
yönelik yapılan eleştiri
Özel,
insanın kendi benliğiyle
olan irtibatını keserek başkalarının/“herkes”lerin
güdümü altına girmesini ve gerçek
benliğiyle olan içsel
temasını ortadan kaldırarak yabancılaşan bir varlık haline gelmesini bütün canlılığıyla
“Propaganda” adlı metninde şiirselleştirmektedir. Şair beni’nin hayat içerisinde
almış olduğu yerin verdiği tecrübe
ile üst bir perdeden seslenen Özel, ş ahsi biyografisinden hareketle ‘gördüm’ fiili etrafında
insanların/‘köleler’in/‘karavaşlar’ın yabancılaşmasına işaret eder:
Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları
sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların
kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe
basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin
bayrakları altında
olacak şey mi duymak
portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
Şairin
modern insanın kendiyle/kendiliğiyle
arasına giren dünyanın çıkmazlarını işaret ederken yukarıdaki
dizelerde ‘camekân’ kelimesini kullanması dikkat çekicidir. Simge ve metafor
olarak ayrı ayrı okunma imkânı
veren bu sözcük, satılık şeylerin
sergilendiği
“göstermelik”, diğer bir
ifadeyle sahici olmayan değerleri
akla
getirmektedir. Çevresine ve kendi varlık alanlarına yabancılaşarak yaşayan modern insanın önüne
konulanı,
kendisine “gösterilen”i seyretmekten başka şansı
bulunmamaktadır. Gasset’in ifadeleriyle söylersek gösterilene
mecbur bırakılan bu insan “her an kendi kendisi olmaktan çıkmak, biricik ve
aktarılması olanaksız benliğini
yitirmek” tehlikesiyle karşı
karşıyadır.
İsmet
Özel, “Propaganda” şiirinden
17 yıl evvel kaleme aldığı
“Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinde,
modern hayat içerisinde konumlandırmakta zorluk çektiği beni’ni, “tahta bavul” metaforuyla
imledikten sonra
yukarıdaki metinde dikkat çekilen ‘camekânlar’a, “ve anamın kanserine alıştım / ve de bir simsar gibi
asvalta ve
otobüslere / bir vitrin gibi / bir bıçak, bir / setre” (“Bir Devrimcinin
Armonikası”, Evet, İsyan,
s.13)” diyerek,
‘vitrin’ sözcüğünün çağrışım alanlarıyla işaret eder. Şair, insanların hayatın gizine sırtlarını dönerek tek tip halinde
yabancılaşarak yaşamalarını, şiirin sınırları dâhilinde söz
konusu ederken bu ‘vitrin’ kelimesine, 2005 yılında
yayımlanan “Savaş Bitti”
şiirinde tekrar
dönecektir.
(...)
Çünkü aklını yorgun düşürmeyen her insan
İçerisinde
Bir gün soğuk
ve rutubetli ve gözün
Gözü görmediği
mahzenlere düşmek
Oralarda çürümek korkusu taşır
Korkudan kurtulmanın yolu
Ben size söyleyeyim
Vitrinde
Mümkünse vitrinin göbeğinde
Kendine bir yer beğenmekten geçiyor
Gözde değilse
göz önünde o da olmadı göz altında
Aklı dinç kalan ezilir gözden uzaksa
Mahlûkat gözüne görünmemek
İşte bu olmaz
Olduğundan
fazla sanılmamayı
Dinçlik kaldıramaz
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.68)
Böylelikle “Propaganda” şiirinde ‘aklını yorgun düşürmemek’ için gözlerini ‘camekânlar’dan gelecek
olanlara
diken ‘köleler’/‘karavaşlar’/‘herkes’ler,
kendilerine/kendiliklerine yönelip “benliğe dalma” korkusundan
kurtulmak için ‘vitrinin göbeğinde’
yer alma telaşına düşmüşlerdir. Şair, “herkes’lerin bu davranışını,
‘olduğundan fazla
sanılmak’ olarak nitelendirmesi dikkat çekmektedir. Çünkü iç dünyasına çekilip
çevresindekilerin “oluş”u
üzerine fikirler üreterek onlara egemen olma olasılığını düşünmeye başlayan ve
“benliğine dalan insan”
ciddi bir zahmete girmiş olacaktır.
Aynı zamanda bireyselleşme ve hakiki anlamda aydınlanmanın da başlangıcı olan bu durum, modern
insanın
öncelediği bir şey değildir. O, sürekli ‘göz önünde’ olanla ve ‘göz
önünde’ olmakla ilgilendiği
için, “mış gibi”
yaparak anlamdan yoksun bıraktığı
hayatının aslının anlaşılmasını
istemez. Dolayısıyla herkesleşerek
yaşayan
modern insan, hep suretle ilgilenir ve “dış”ta olma halini yaşar. “İç”
olan sîret ise modern insanın/‘herkes’lerin
yaşam alanlarının çok dışındadır.
İsmet
Özel, “Propaganda” şiirinin
devamında köle ve karavaş olarak
adlandırdığı ‘herkes’lerin
arasında çıkıp
gitmek ister. Fakat şair,
bu eylemini gerçekleştirmeden
evvel başvurduğu başka bir eyleme dikkat çeker: ‘Kafa
kemiklerini eritinceye kadar düşünmek:
Gördüm
gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm kafa
kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu
köleleri.
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, 23)
Yukarıdaki dizeler, Özel’in biyografisindeki sorgulama süreci
akılda tutularak okunduğunda
farklı anlam
katmanlarına yönelerek açımlanabilmektedir. Bunlardan biri olarak gösterebileceğimiz, Hegel’in “Efendi ve
Köle
Diyalektiği”
ödünçlenerek söz konusu edilen, ‘köle-silah’ ilişkisidir. Aklın ışığında
doğaya ve hayata hâkim
olmaya çalışan modern
insanın/kölenin, bu doğrultuda
ürettiklerinin/silahların efendisi mi yoksa kölesi mi olduğu
şiirselleştirilirken Hegel’in diyalektiğinde işaret edilen noktaya yaklaşılır. Burada dikkat çeken
husus Hegel’in
"seyreden insan, seyrettiği şey tarafında ‘emilmiştir’ ve ‘bilen özne’ de, bilinen nesne
içinde ‘kendini
kaybetmiştir’”
diyerek işaret ettiği insanın “kendinin
bilincinde olma” durumunun, İsmet
Özel’in şiirinde
‘gözleri
camekânlara’ dikilen köleler ile koşutluk kurarak metnin anlamına derinlik kazdırmasıdır.
Özel, “Akla Karşı Tezler” adlı metninde, şiirin adından da anlaşılacağı
üzere, modern insanın en büyük dayanak
olarak kabul ettiği
‘akla’, ironiyle yaklaşır
ve bu insanın sıradanlaştırdığı hayata işaret eder. Numaralarla
bölümlenerek 4 ayrı kısımda meydana getirilen şiirin ilk bölümünde, bizim de daha öncesinde
Özel’deki cinsel
temalı şiirleri
incelerken dikkat çektiğimiz
cinsellik, modern insanın hayatındaki yerinin çok ince bir tarzda ironize
edilmesiyle işaret
edilir. Şairin bunu
yaparken yine ‘herkes’lerin hayatın merkezine koyduğu ‘ilm-i hilâf ü cedel’i
söz konusu etmesi dikkat çekicidir. Çünkü bu durum modern toplumda yer alan
insanların hayatlarındaki açılımı,
sürekli birbirlerine bir şeyleri
ispat ederek yaşıyor
olmalarını akla getirmekte; kalp ve ruh yaşantısının uzağına
düşerek habersiz olunan
ve ötelenen metafizik âlemi hissettirmektedir:
Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
düşünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok
ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama
sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna
doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat
nasıl da sürüklüyor kendini
ve ben bunu kanıtlayabiliyorum
şu şair halimle
böylece size ey saygıdeğer
erbab-i cumhuriyet
akıllı ve yetenekli olduğumu
kanıtlamış oluyorum
sizler de
bu derin bilgeliği
kavrayarak
kendi değerinizi ortaya
koymuş oluyorsunuz.
(“Akla Karşı
Tezler 1”, Erbain, s.185)
Şiirin
2. bölümünde şair, yine
standartlaştırılmaya
çalışılan hayatların
cenderesine sıkışmış olan insanın hayatı
algılayış biçimini
kelimelerin değişmeceli anlamlarını
önceleyerek söz konusu etmeye devam eder. Örneğin
aşağıya alıntılayacağımız dizelerde yer alan
‘ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim’ söz grubu, metaforik içeriğiyle
okunduğunda modern
insanın hayat karşısındaki
statik tavrına işaret
eder. Çünkü modern insan göz ününde
olmayı yeğlediğinden hayat içerisinde “olduğu” gibi yer almaktan kaçınır
ve sürekli başkaları
tarafından nasıl
göründüğünün hesabını
yapar. “Herkes”lerin bu tavrı, Sokrates’in çağlar ötesinden “mal mülk edinmekten, şan
ve şöhreti
önemsemekten utanmıyorsunuz ama ruhunuzla ilgilenmekten kaçınıyorsunuz” şeklinde beliren
aforizmasıyla yan yana okunduğunda
biraz daha net anlaşılabilmektedir:
Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim
tarihi bir gerçek kadar sıkılgan
bilmem ki Tesalya'daki Termofil
bir yiğitlik anısı
bir hayınlık anıtı mı olsa
yine bilmem quantum kuramını
öğrenen insan haklı
mıdır
kendini ardıçkuşu
sanmakta-
ben
yirminci yüzyılın sonlarında
en uzak uyanışlar
ikliminde yaşadım
bir imparatorluk genişliğindeki gençliğim sırasında
kadınlardan daha çok birinci şubeye
vardım.
(“Akla Karşı
Tezler 2”, Erbain, s.186)
Özel’in yukarıdaki dizelerinin ulaştığı anlam dünyasına, şairin biyografisindeki yaşanmışlıklar
da akılda tutularak
dâhil olunmaya çalışıldığında, modern insanınkinin
tersine dinamik ve sürekli akış
halinde olan bir yaşam
biçimi
ile karşılaşılacaktır. Özel, bu durumu
iyice belirginleştirmek
için geçmişte kalmış olayların “oluşu” ve sonrasında
‘herkes’lere “sunuluşu”
üzerine bir diyalektiğe
girer. Tarihe “Tesalya Savaşı”
olarak da geçen 1897 yılındaki
“Türk-Yunan Savaşı”na
‘Tesalya’daki Termofil anıtı’ dizesiyle gönderme yapan şair, Türk ordusunun geçilemez
denilen “Termopil” adlı geçidi, büyük kahramanlık göstererek 24 saat gibi kısa
bir sürede ele geçirmesine rağmen
savaş sonrasında
elimizden çıkan bu topraklar üzerine dikilen anıtın anlamını sorgular.
Özel şiirin
devamında herkesleşmekten
kurtulmanın yolu olarak ‘yüreği’,
‘geniş’, ‘dayanıklı’ ve
‘aydınlık tutmak’
gerektiğini ifade eder. Ş air, aynı zamanda insanların
kendi varlık alanlarına doğru
hareket ederek
bireyselleşmelerinin de
ön şartı olan bu duruma şiirde, ‘baca
temizleyicilerinin meslekleri gereği içerisinde
bulundukları “iş ortamı”nı
örnekleyerek dikkat çeker:
En mutlu insanlar belki de
baca temizleyicileridir
öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki
yüreklerini geniş,
dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar
buna yükümlü sayarlar kendilerini.
Baca temizleyicileri başkalarını sevmekle kalmaz
başkalarınca sevilirler
aynı zamanda
çünkü herkesi düşünmeyecek
kadar mutlu
herkes tarafından düşünülmeyecek
kadar mutludurlar.
(“Akla Karşı Tezler 2”, Erbain,
s.187)
Metnin kurgusal düzleminde, ‘dar’, ‘kara’ ve ‘karanlık’
kelimelerin zıt anlamları kullanılarak kazandırılan anlam
zenginliği, şiirin son bölümünde de
‘köylü’ ve ‘kalın surat’ sözcüklerinin çağrışım
alanı işaret edilerek
devam
ettirilir:
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Bu sorunun karşılığını bulamıyorum
içinden çıkılmaz bi olay, ama önemsiz
köylüleri öldürmesek de olur
hatta onların kalın suratlarını
görmezlikten gelebiliriz
yapılacak çok şey var
daha
sözgelimi ben, kendim
hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
değil mi ki albatrosu
Baudelaire'den
Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim
bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç
beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak
kullanabilirim.
(“Akla Karşı
Tezler 4”, Erbain, s.188)
İsmet
Özel, ‘herkes’lerin sonu gelmez bir telaş içinde modern dünyanın karnavallaşan yapısının esiri olarak
devam ettirmeye çalıştıkları
hayatlarına “Jazz” adlı şiirinde
işaret eder. Şiirinin isminin simgesel
olarak karşılık
geldiği anlam
dünyasından faydalanan şair,
söyleyişteki hızlı
ritimle beraber metinde eleştirisi
yapılan noktalara
iyice belirginlik kazandırmış olmaktadır:
Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar
belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam
nöbette uyursam eğer
kitaplarımı yakarlar
etimde şirpençe çıkar bu
kızı alamazsam
bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar
izin kağıdım yanar konuşacak olursam
bu senet bankalar kapanmadan
ruhumun rengini kapatmayacak olursa
ölür kuyuya düşen
çocuk
çocuğun mercan saati
çatlar mutlaka
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)
Modern dünyanın insan üzerindeki yaptırımlarına işaret eden yukarıdaki dizeler,
şiirin devamında
hayatının
kontrolünü kendi ellerine almak isteyen insanın gayretini imleyerek devam eder.
Özel, metnin bu kısmında
“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiirinde söz konusu ettiği “ruhu
olmak” kavramına yakın bir ses tonuyla konuşmaya başlar. Bu sefer ‘nabzımı bulmalıyım nereden bulacaksam’
diyen şair, 21. asrın
sıradanlıkları karşısında
ayık olma bilincini elde bulundurup ‘beyninin ortasında büzülerek’,
‘kalbi’ ve ‘zamanı’ arasındaki boşluğu
zedelenmeden/yabancılaşmadan
doldurmak ister. Şiirin
sonunda ise, her
şeyi akıl ve mantık ile
izah etmeye çalışan
modern insanın çıkmazının, kuyuya düşen çocuğun/Hz.
Yusuf’un
ölmemesi sonucu cevapsız kalan sorularla eleştirilmesi dikkat çekmektedir:
koşup
haber vermeliyim
yetkili memura
bahar geliyor, ilerliyor yeminler
alnımı kapıp getirmeliyim
denizi karşılamaya
kırlangıcın kanadındaki kezzap
leylakta sıkışan buhar
için
nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam
nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru, selvileri zor
durumda bıraktım
benim yongalarımdan yapıldı bu çelenkler
ben papatyaları şımartmadım
diye oldu
Mata Hari'ler casus, Al Capone'lar gangster
inmem gerek gözbebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip
kımıldayabilirim oradan sonra
dum di dum
duridum dubida
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam,
irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin
ölmesin
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16-17)
İsmet
Özel, Türkçeye “Bunlar Onlardır” şeklinde çevrilebilecek “Ils Sont Eux” adlı şiirinde, ‘herkes’lerin
eleştirisini yaptığı şiirlerinin genelinden farklı olarak, bu
“kalabalığın” kimler
olduğunu işaret eder ve dikkat
çekmek istediği
yabancılaşmayı daha
belirgin bir hale getirir. Bu şiirin
öne çıkan bir başka yanı
da, Özel’in şiir
evreninin merkezinde duran ve hayatındaki açılıma paralel olarak ilerleyen
beni’nin “Ils Sont Eux”da geri planda
kalmış olmasıdır. Bunun
bir başka örneğini “Akla Karşı Tezler’de, ‘baca
temizleyicileri’ ve ‘köylüleri’ çok sınırlı
da olsa söz konusu ederek ortaya koyan İsmet Özel, bu şiirinde bütünüyle anlatıcı pozisyonunda kalmış; “bunlar”
ve “onlar’ işaret
zamiriyle göstermek istediği
sıradanlaşan hayatlara
bütünüyle dikkat çekmek istemiştir.
“Ils Sont Eux” şiirinde, anlatı düzlemine yaklaştırılarak hayatı algılayış biçimleri şiirselleştirilen
insanların söz
konusu edilen serüvenleri, şiirin
yöneldiği anlam dünyası
merkez alınarak 3 bölümde incelenebilir. Şair, metnin
ilk bölümü olarak kabul edebileceğimiz kısımda, toplumsallaşarak kendi kimliklerinin uzağına düşen insanları
belli özellikleri ile okuyucuya tanıtır:
Ağır
ceza reisi duruşmaya
girerken
safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına
kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin
Fransız ihtilalinden kalma.
Burslu okuduğu
yıllardan kalma ceza reisinin
garip bir tarafı var
kaşlarını çatınca bir
çocukluk
dolduruyor yüzünü
ürkünç bir uğursuzluk
gülümsediği sıra.
Garip bir tarafı var valinin
makam arabasına binerken her seferinde
bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına
saçlarını parmaklarıyla taradığı
zamanlar
bu dudak
öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.
Safir göz görünmüyor yargıca
kendini valiye vermiyor bakır dudak
görmüyor alay komutanı tekmil alırken
gömleğine
bir damla civanın sızdığını
bir gözyaşı, bir ukde
anlamı kazanarak.
Kimse görmüyor buruşuk
pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu
akşam eve girince
karısı
katlanmış kilimlerle
uyum içinde
kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına
büyük kız kanepede bu ara
bir göl gezintisine çıkmıştır
kelebek ölülerinden bir ırmakta
sürüklenmektedir lisebirdeki oğlan.
Kız için
sırlara karışmaktır
bir gölün ortasında olmak
erkek kardeşi
bir türlü
varamaz herhangi bir sırra...
İki
yanında neden akar binlerce bu kelebek?
Binlerce kanatlı çekirge neden uçar
beyninin yukarsında?
Evde soba yanıyor
önce çalılar geçiyor çocukların boğazından
sonra ağaç kökleri
yırtıyor damarlarını
bütün ailenin.
Dışarda
soğuk
safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor
gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin
bekçi
mavi zehir şiddetinde
düdük çalarak
bir soru soruyor karanlığa
bütün cevaplar sendedir, saklama
diyor karanlık ona
bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü
bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor
copunu gösteriyor lisebirdeki oğlana
sonra acılı olduğu
açıkça anlaşılan
bir kadına bıyık buruyor
buruk bir sabah
başlıyor acılı olduğu
açıkça anlaşılmayan
dünyada.
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.18-20)
Böylelikle ‘herkes’lerin/“onlar”ın arasından ayırt edilerek
“bunlar” diye işaret
edilen insanlar şiirde,
‘ağır ceza
reisi’, ‘vali’, ‘alay komutanı’, ‘baba’, ‘karısı’, ‘büyük kız’, ‘lisebirdeki oğlan’, ‘bekçi’ ve ‘kadın’
olarak belirir.
Şair, hayatlarından
birtakım kesitleri öne çıkararak işaret ettiği
bu insanlardan özellikle ‘ağır
ceza reisi’, ‘vali’,
‘alay komutanı’ ve ‘bekçi’ye farklı bir boyutta dikkat çeker. Kendi bireysel yaşantılarına ait bir takım
özelliklerden çok, yapmış oldukları
meslekleriyle şiire konu
olan bu insanlar, kendi "biyografisini yaşıyor
olma” larıyla eleştirilir.
Özel, ‘ağır ceza
reisi’nin ‘duruşma’sını,
‘vali’nin ‘makam arabası’nı, ‘alay komutanı’nın
‘tekmil’ini ve ‘bekçi’nin de ‘düdüğü’nü şiire
konu ederek, kuramların insanların öz yaşamlarını ortadan
kaldırması sonucunda varılan yabancılaşmayı ve herkesleşmeyi
işaret etmiş olmaktadır.
Yukarıda ifadeye çalıştığımız
eleştirisi yapılan
husus, Jung’un "personayla özdeşleşme”/“biyografisiniyaşıyor
olma” ile ilgili söyledikleri çevresinde ele alındığında daha net anlaşılabilecektir. Jung, “dünya insanları belirli
bir davranışa
zorlar ve profesyonel insanlar bu beklentileri yerine getirmek için çaba
harcarlar. Tehlikeli olan
insanın personası’yla özdeşleşmesidir,
örneğin profesör
ders kitabıyla, tenor sesiyle özdeşleşir. Bu da onların
felaketi olur. Çünkü o zaman insan yalnızca kendi biyografisinde yaşar” demekte ve bu türden
bir tıkanıklığı
yaşayan insanların en
basit bir işi bile doğallıkla yapamayacaklarını
ifade etmektedir. İsmet
Özel, bu türden bir
eleştiriyi, “Bir
Yusuf Masalı” nın İkinci
Babı olan “Yusuf’un Kaçırılışıdır”
adlı bölümde “Giderek / Her nesne
ödeviyle / Kaybediyor nesne niteliğini / Ödevini yerine getiren “o şey” oluyor” (“Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir
Yusuf Masalı, s.72) diyerek hissettirmektedir.
İsmet
Özel’in “Ils Sont Eux” adlı şiirinden
yukarıya alıntıladığımız
dizelerinde, ikinci bir grup ve anlatım düzeyi
olarak değerlendirebileceğimiz ‘baba’, ‘karısı’, ‘büyük
kız’ ve ‘lisebirdeki oğlan’
şeklinde dikkat çekilen
insanlarla aslında bir başka
kurumun fertleri söz konusu edilmiş olur. Bu kurum, toplumsallaşma sonucu kendi
bireysel yetilerini kaybetmiş olan
ve hayatın gizine sırtını dönerek yaşayan fertlerin oluşturduğu ailedir. Şairin, bu
ailenin özelliklerini sıralarken kullanmış olduğu
‘uyum içinde’ olmak, ‘gezintiye çıkmak’, ‘sürüklenmek’ ve
‘herhangi bir sırra varamamak’ gibi söz grupları, konformizmin rahatlığını yaşayarak kendiliğini unutan
insanların dünyasını akla getirmektedir.
Özel, şiirin
ikinci bölümü olarak kabul edilebilecek mısralarda, yukarıdaki dizelerle dikkat
çektiği insanların
tekdüze haline gelmiş olan
yaşantılarından kesitler
sunmaya devam eder ve bu insanların hayatlarının anlamdan
yoksun olarak sürüp gittiğini,
‘rüya’, ‘okşayış’ ve ‘Tevrat gibi
kelimeler’in imajinatif değerlerini
akla getirerek
dikkatlere sunar. Bu bölümde dikkat çeken husus, şairin söz konusu olan ‘herkes’lerdeki yabancılaşmayı iyice
belirgin kılmak için kahramanlarından birine kendilik bilincine doğru mesafe kazandırmış olmasıdır.
Özel’in şiirlerinde
önemli bir izlek olarak devam eden “kendilik çağrısı”nı incelediğimiz kısımda da dikkat
çekmeye çalıştığımız bu duruma şair, ikinci bölümünün sonunda
kurumsallaşan boyutuyla
eleştiri getirdiği ailenin
‘buruşuk pardesülü’
babası ile işaret eder:
Ağır
ceza reisi
santa luçia söylüyor traş olurken
maiyet memurluğundan
beri aksatmadan
yaptığı
gibi vali sabah sabah
parlatıyor
zaten pırıl pırıl olan siyah
kunduralarını.
Kışlada
alay komutanı
barakaların kar altında öksüz
duruşlarına
bakarak
susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri
'güzel olan hiçbir şey
hülasa edilemez'
demiş çünkü Valery.
Çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık
şimdi mesai saati
disiplin kurulunun toplantısı var
arşivde sicil belgeleri
damgalanacak
tayinler imzaya girecek
teftişe gidecek
generaller
rüya, okşayış, Tevrat
gibi kelimeler
gündemin dışında.
Yurttaşlar uygunadım
çalışmalarıyla
söktüler karîha yarımküresini yerinden
bir pusula koydular açtıkları boşluğa
titreyen, korkak ibresiyle bu pusula
kuzeyi gösteriyor serbest
düşünme zamanlarında ;
safir bir göz görünce karıştırıyor
yönü
tırnaklarını yiyor bakır bir
dudak ona yaklaşınca ;
cıvadan bir gözyaşı
bari olsun istiyor
bütün mesai boyunca.
Buruşuk
pardesülü adam dalgın
gittikçe daha dalgın, elinde cetvel
masada hesap makinesi, pusula
yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir
urganla beline
ağır bir sandık
salıyor kendini
yeşil yosunların
kırmızı balıkların
uçan kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir sandık buluyor
yakutlar, altınlar, pırlantalar
adam dibe inmek için beline bağladığı
sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.21-24)
İsmet
Özel, bu noktadan sonra şiirin
3. bölümü olarak kabul edebileceğimiz
son kısma ulaşmış olur. Hayatını
kuşatan mecbur bırakılmışlıkların arasında ‘gittikçe
daha dalgın’ hale gelen ‘buruşuk
pardesülü adam’ın,
bunlardan sıyrılmak/'dibe inmek’ için ortaya koyduğu kazanıma paralel olarak açımlanan bu kısımda şair, diğer
kahramanlarının da sonunu şiirselleştirir. Özel’in şiirin son dizesi olarak
dikkat çektiği husus,
‘herkes’lerin
varlıklarını sürdürebilmek için kuvvet almaya çalıştığı
gelip geçici olan değerlerin
ya da kuramların yerine kendi
güç merkezini işaret
etmesi bakımından önem arz etmektedir:
Öyleyse adamın eyvah ışıdı yüreği
eve dönmesine gerekçe
bulamıyacak bir daha.
Eyvah çattı kaşlarını,
ayağa kalktı yargıç
elindeki kalemi
gülümsüyor, kıracak!
Atıldı öne, denize doğru lisebirdeki oğlan
denize, yakuta, entegral hesaplarına.
Kardeşim!
diye haykırdı ablası arkasından
fırladı kanepeden
kopardı kafasını bekçinin
safirden bir baltayla.
Anneleri
mutfakta kalan son bakır sahanı
alüminyum olanıyla değiştirdi.
Mesainin bitimine on kala
istifa etti vali
çamurlu bir yoldan
yayan yürüdü sınıf arkadaşı
olan nalbantın dükkanına.
Alay komutanı oğlu için
otomobil satın aldı
Mercury marka.
Kış geçti,
öksürük haplarıyla
geçti cumartesi
hiçbirşey söylemeyen
sözlere varmak için
herşeyin sonuna kadar
söylenmesi gerekti
incir. yarpuz... karamela...
la havle ve la kuvvete illa billah.
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.25-26)
İsmet
Özel, ‘herkes’lerin dünya ile kurmuş olduğu bağlantıyı “Bir Yusuf Masalı”
nın “Dibace” adlı bölümünde
de söz konusu etmektedir. Hayatın sahici kılınarak yaşandığı ve dünyanın henüz ‘ham’ olduğu dönemlere yönelik
öykünmeyle açılan şiir,
insanların ‘başkalarına
ait çarpı’ları üzerlerinde taşıması
sonucu dünya karşısında
‘sarkık’, ‘işaretli’ ve
‘yarım’ kalışlarının işaret edilmesiyle sona erer:
Oradaydık hepimiz, müheyya bekliyorduk
salaştı mukadderat,
bozulmuş bir nişandı
gebe rüzgar, ihanete uğramış deniz, kerrat cetveli
dünyaya sokunmuştuk,
dünya hamdı
külsüzdü ocak, tellal çarşısız
ağzımız noksandı.
Rimbaud'nun haberi yoktu Menelik'ten
Nijinski delirmemişti
Mahler'in beş
yaşındaki kızı
ölmemişti daha
nehre Haşim annesiyle
karanlık geceler
bazı çıkardı
zonklardı öpülmek için kavlamış
dudaklarımız
bekliyorduk; alnımızın çatında
hepimizin bir çarpı.
Kopmamış birer
çığlık diyesilerdi bize
verilmemiş birer söz
daha hiç çıkılmamış
birer iskeleydi bedenlerimiz
alnımız birer sayıltı
azalarımız yerli yerine çakılmamıştı
bir çift göz, bir yumruk yürek arasında
darma dumandık
küşümle
kapanırdı yüzümüz
çünkü kazınmıştı oraya
yekten
başkalarına ait bir
çarpı.
Yaşamak
çarpısı derlerdi buna, yaşamak
çarpıntısı.
Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
Yokuşu
göze almak mı? Niçin?
Bir geçit
nereye açılmak için gerekti bize?
Susmak bilmiyordu tepemizde ses, saklı ve açık:
Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!
Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
değil mi ki hepimizin
işaretli ve yarım
dünyaya sarkık.
(“Dibace”, Bir Yusuf Masalı, s.36 37)
Şair, “Bir
Yusuf Masalı”nın Üçüncü Babında, yukarıdaki dizelerle dikkat çektiği durumu, ‘eski’ ve ‘yeni
insanlar’ etrafında simgeleştirdiği hayat karşısındaki farklı kabulleniş biçimleriyle tekrar söz
konusu eder. Özel’in
burada özellikle ‘iz sürmek’ ve ‘aramak’ fiilleri etrafında oluşturmaya çalıştığı anlam birlikteliği, bir bütünün
parçası olduğu bilincini
taşıyarak buraya doğru hamleden bireyin, kendilik
bilincinden uzaklaşıp
‘çokluk içinde’
kayboluşunu
hissettirmektedir. Yine aşağıya alıntılayacağımız dizelerde modern insanın
‘kırba’ kelimesiyle
karşılanması ve
anlatımda, bu nesnenin biçimsel özelliklerinin öncelenmesi ayrıca dikkat çeker:
Eskiler iz sürerdi.
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği.
(...)
Eskiler aramaz, iz sürerdi.
Bilirlerdi Evet'le Hayır arasına Belki
Sokulduğunda
Felaket gelir.
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
Nelerin koptuğu
besbelli.
Dağılmak
eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
İz
sürerlerdi irileşmek,
ulaşmak, toparlanmak
için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.
(...)
İnsanlar
Onların birer kırba hepsi
Dış tarafları
köseledir
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi
Utanır ıslanmış
köseleden insanlar
Sahipsiz bir utanç hepsi.
(“Üçüncü Bab: Şivekâr’ın
Yolculuğudur”,
Bir Yusuf Masalı, s.77, 79, 81)
İsmet
Özel, “Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” adlı şiirinde ‘herkes’leri, içerisinde bulunmuş oldukları
yabancılaşmadan dolayı,
yaşanmışlıkların beni’ne kazandırmış olduğu güçle eleştirir. Şiirin özellikle 3. kıtasında
‘pis’ ve ‘çürük’ kelimelerinin imajinatif açılımıyla modern insanı eleştiren şair, söz konusu olan yabancılaşma
karşısında insanlara
yönelttiği kendilik çağrısının karşılıksız kaldığını da şiirselleştirmektedir:
İsa
Golgota'ya çıkarken tökezlemeden önce
Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim
Yâr idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca
Dert oldum Hira'ya beni teskine geldi Efendim
İlk
ben üşüdüm sonradır
Tur-i Sina'daki sağnak
Dağa
çıktım, kurdu geberttim beni korkuttu keme
Çalmadığım
kapı kalmadı can evimden taşarak
Duyan olmadı âvâzım ki desin Hallaç kekeme
İlenen
oylumsuz kalır kargışın
imza yeri boş
Aşka
düşmek eceliyse bedeni
coşturur anız
Ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı döş
Pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız
Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra
Bir benim sayıklayan Adem'i imlâ eden adı
Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire
Gittim çekip başımı
gittim hakikat duraksadı.
(“Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare”, Of NotBeingA Jew, s.7)
Özel’in, “Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” şiirinden yükselen sesle birlikte okunmaya
uygun olan bir diğer şiir de
“Kaçmak İsterken
Vuruldu” adlı metindir. Şairin
özellikle 2003 yılının Ağustos
ayından sonraki durumu ile ilgili,
‘herkes’ler tarafından verilen yargılara bir cevap olarak da okunabilecek olan
bu şiir, Özel’in modern
dünyanın
açmazları karşısında
bilinçli olarak yaptığı
tercihleri işaret etmesi
bakımından da önemlidir. Metnin söyleyişindeki
tonun özellikle ‘ey’ nidası kullanılarak yükseltildiği dizelerinde şair, ‘herkes’lerin, “Ils Sont Eux” şiirindeki kadar
olmasa da, metaforik bir anlatım içerisinden kimler olduğuna işaret etmiş olmaktadır.
Buna göre, ‘pazarlıkçı dul
kadınlar’, ‘tembel amcazadeler’, ‘sabırsızca bekleşenler’ ve ‘pişman gövdeler’, şairi kendi aralarını çekmeye
çalışan ‘herkes’ler
olarak belirmektedir.
Özel’in, ‘pazarlıkçı’, ‘tembel’, ‘sabırsız’ ve ‘pişman’ olarak nitelendirdiği bu kalabalığın içerisinden çıkıp
‘kaçmasına’ sebep sadece bunlar değildir. Şair,
olumsuzladığı bu ortamın
iyice belirgin hale gelmesi için
‘herkes’lerin yaptıklarını ‘alelusûl’, ‘ayaküstü’, ‘baştan savma’ ve ‘saydam’ kelimeleri etrafında işaret ederek bu
sözcüklerin zihinlerde meydana getireceği olumsuz çağrışımdan
da faydalanmak istemiştir:
Ey pazarlıkçı dul Ey pazarlıkçı dul kadınların dillerindeki
yapışkan!
Ey kusurları tadat edip vakit öldüren tembel amcazadeler!
Ey gişelerin
önünde sabırsızca bekleşenlerin
bahanesi!
Ey gövdelerin pişmanlığı!
Ey en çürük meyvesi dünya dillerinin!
Bayramın hamursuzu!
İftar
vaktinin kuşkusu!
Haçın dumuru!
Kaçmak isterken vuruldu.
Yetti yokuşların
yarılandığı saatte
hatırdan çıkarıldığı
Endamını ilginç bulmak yetti kilosunda esrar bulmak
Yazın kumsalda el yapımı kunduralarını görmek
Kışın
ayağında sandalet
omuzsunda harmani
Yetti alelusul yetti ayaküstü yetti baştan savma
Yetti saydamlığın
inkarı
Her kıpırdayan şeye ateş etmek
emri alan nemrutun
Silahından fırlayan kurşun değil
Beklentisindeki asit öldürdü onu
Kaçmak isterken vuruldu.
Bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz
Sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış
Yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca
Acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu
Bir sevişme
fasılasından santur imal edemiyoruz
Dolunay imbiğinden
damıtamıyoruz bir çalpara
Bizi sarmış bizi
sarmış bizi sarmış baştanbaşa mucizesizlik
Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden
Kıvrılmış son
sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu
Kaçmak isterken vuruldu.
(“Kaçmak İsterken
Vuruldu”, Of NotBeingA Jew, s.38-40)
İsmet
Özel’in son dönemde kaleme aldığı
şiirlerini, “Kaçmak İsterken Vuruldu” şiirinin arkasındaki kırılan
kalbin
ve öfkeli ben’in ışığında okumak mümkündür. Şair, örneğin “John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi
Sebebi” adlı şiirin 16.
bölümünde, ‘herkes’lerin arasından kurtulmuş olmanın haklılığını ispat edercesine bu
ortamın içerisindeki insanın yabancılaşmasını ve sıradanlıklarını gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Eleştirisinin
sınırlarını evrensel bir boyuta taşıyarak ‘herkes’leri daha geniş çapta işaret etmeye başlayan
şair, ‘ey koca dalak’
diye nitelendirdiği
insanlığa, ‘Allah bizi
kıskıvrak enseledi’ şeklinde
ayetlerden ödünçlediği
bir söyleyişle
seslenmektedir:
(...)
Neyinizle görünmüşseniz âleme çelimli ve tiz
Hangi tabaka üzerinde durulacağını kestiremediniz
Bir o yana yarım çark olmadı bir bu yana
İç
bade diyen siz değil
misiniz doldur kâse
Aranızdan kim çıkacak sorarım
Çıraklık evresini geride bırakma telaşından arık çırpınışlı rakkase
Yamaklar kiralamak istiyor yine de ikircikten
kurtulamıyorsunuz
İş talebinde
bulunan yeniyetmelerinizin zihni
Berraksa bakışları
bulanık
Berrak bakışlar
sahipleri bunlarsa ki zihin bölgesini tarayın
Karaltıdan başka
şey bulamayacaksınız
İşsizlik
ayazda kalıp yanmak demek
Tam istihdam gayet ılık
Size günü gayet ılık geçirtiyor körpe vücutlar
Gözlerinizi zayıflatıyor ve bırakıyor üstünüze argınlık
Körpe vücutlar sayesinde oltaya çorman küre akrobatı
Kokusunu iliştirip
diploma almıştınız
Şu
yaptığınızı kim beğenir kendiniz bakın
Dilencilere dönüp bize aşkı telkin etmeyin diye yalvarmalarınız
Eşiniz
armış aşınız armış işiniz varmış daha neyiniz sorgulansınmış
Ey koca dalak ey insanlık!
Vodvile konuşlandırılıyorsunuz
tık yok
Kaldıysa şairlere
emanet edecek bir şeyiniz
kaldı ama asma kilit altında
Yahudiydi Osip Mandelstam demekle avunacaksınız
Sıranız geçti kusura bakmayın yandınız
Kaldı koltuk altında bir casusun anahtarınız
Umur etmediniz şefaati bari güvenlik kamerasından
Öz benliğinizi
altlı üstlü seyrederek
Gecikme pahasına külün ne yana savrulduğu haberini bekleseydiniz
İnkâra
yeltenmeseydiniz içinizde maya taştıkça bir şeylerin
kıpırdandığını
Bileydiniz çoğalaydınız
kayda geçeydiniz allah bizi kıskıvrak enseledi diyeydiniz
Kıvraklığınızı tövbe
tövbeyi inşirah inşirahı suskunluk
perçinliyeydi.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 16”,
Of NotBein A Jew, s.134-135)
İsmet
Özel’in yukarıdaki dizelerde beliren ‘herkes’lere yönelik eleştirilerinin, hayatının
merkezine koyduğu
“sahicilik arayışı” ile
çok yakından ilgili olduğunu
ifade etmek gerekmektedir. Bu arayışın niteliğindeki
sertlik ve
kararlılığın, şairin 1966 yılında yayımladığı “Yağmurun Kapıları Karanlık” şiirindeki “Yıkıyoruz. Yıkmak,
kutsal
kini yürekli olmanın. İğrenmeden
göklere göklere bakmak.” (“Yağmurun
Kapıları Karanlık”, Geceleyin Bir Koşu,
s.14) dizeleriyle birlikte okunduğunda, çok da değişmeden devam ettiğini söylemek mümkündür.
2.1.1.2.
‘Herkes’leri barındıran
mekân olarak şehrin eleştirisi
İsmet
Özel’in şiirlerinde
ortaya çıkan farklı tema başlıklarını
incelerken de değinmeden
edemediğimiz şehir ve
beraberinde yer alan unsurlar, şairin
ilk şiirlerinden bu yana
sürekli dikkat çekilen bir izlek olarak belirmektedir.
Özel, insanların kendilerine ve birbirlerine yabancılaşan varlıklar haline gelip hayatlarını devam
ettirmeye
çalışmalarını eleştirirken de kimi şiirlerinde şehri, ‘herkes’lerin
içerisinde yuvalanıp beslendikleri bir mekân
olarak işaret eder. 1964
yılının başında
yayımlanan “Partizan” şiiriyle
‘şehrin şarkısı’nı söylemeye başlayan şair,
yine o yıllardan itibaren ‘yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir’ (“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.
38) diyerek, sahici olan değerlerin
yaşandığı bir mekânın/şehrin arayışı içerisine girer.
Özel, “Amentü”den hemen önce yayımlanan “Esenlik Bildirisi”
adlı şiirinde, beni’nin
tam anlamıyla rahat
edebilmesi için konumlanma ihtiyacı içerisinde olduğu şehirden
duyduğu huzursuzluğu bütün açıklığıyla dile
getirmektedir:
Bir şehrin
urgan satılan çarşıları
kenevir
kandil geceleri bir şehrin
buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar
ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın
vakti gelmiş demektir
Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan
şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya
kelimesini
o dünyadan, o şiirden
öcalmalı demektir
(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)
Yukarıdaki dizelerde dikkat çeken husus, şairin içerisinde yer almak
zorunda kaldığı şehirden sadece şikâyet
ediyor olmaması; şehir
karşısında etken bir
tavır içerisinde bulunuyor olmasıdır. Bu durumu, ayrı bir tema
başlığında ele alarak dikkat
çekmeye çalıştığımız gibi, İsmet Özel’in hayat ve kendine
sunulanlar karşısında
devrimci bir duyarlılıkla hareket ediyor olmasıyla açıklamak mümkündür. Nitekim
şairin, 1966 yılında
yayımladığı “Kan Kalesi”
şiirinden “Gizemli bir
dehliz gibi şehri dolaşıyorum / sıkıca tutuyorum
kendimi şehre
karışmaktan alıkoymaya”
(“Kan Kalesi, Evet, İsyan,
s.18) şeklinde yükselen
ses, yıllar sonra iyice gürleşmiş ve
Özel, ihtiyacı içerisinde olduğu
‘esenlik’ için şehir ve
içerisinde barınan ‘herkes’lerle karşı karşıya
geldiğinde
kendi olanı/kendiliğini
önceleyerek hareket etmiştir.
Yukarıdaki dizelerin devamında, bu gayretin bir ifadesi
olarak şehrin içerisinde
ne şekilde bulunulacağının
işaretlerini görmek
mümkündür. Şair, ‘esenliğin’ bildirisini yazarken, bu
karşı oluş tavrının sonucunda duyulan
şey ‘acı’ bile olsa, bir
gün öç alınacağı için
sabır/‘çıdam’ içerisinde olunması gerektiğini ifade etmektedir. İsmet
Özel’in söz konusu olan bu hususa biyografisinde vermiş olduğu yerin gerçekliği
ile ilgili olarak, kurmuş olduğu
yayınevinin ismine “Çıdam Yayınları” demesi, Özel’in şiir-hayat birlikteliğini işaret etmesi bakımından ayrıca
dikkat çekicidir:
Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insani; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtır
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir
Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun
anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.
(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)
Konformizmin
vermiş olduğu rahatlıkla sergiledikleri
davranışın anlamını
sorgulamadan yaşayan
‘herkes’lerin
eleştirisini yapan şair, şehrin içerisindeki insanın davranışının ‘haksızlık’ olduğunu fark etmesinin, ancak
aynı
haksızlığa kendi uğramasıyla mümkün olacağını, ‘haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın’ dizesiyle
hissettirmektedir. Özel, aynı ‘şehir ahalisi’ni başka birçok özelliklerini de sıralayarak “Dişlerimiz Arasındaki
Ceset” adlı metninde de okuyucunun dikkatine sunar:
Biz şehir
ahalisi, kara şemsiyeliler!
Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!
Çığlıklardan
çadır yapmak şanı
bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler
Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak
deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader
Güneş neredeysek
orada bulur bizi
Ya cünûp ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler
Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer
Biz şehir
ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları
asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
(“Dişerimiz
arsındaki Ceset”, Cinayetler Kitabı, s.12)
Yukarıdaki şiirde
‘kara şemsiyeliler’,
‘kapçıklar’, ‘evraklılar’ ve ‘örtü severler’ olarak nitelendirilen ‘şehir
ahalisi’ne yönelik yapılan eleştirinin
sınırları, “Partizan” şiirinde
‘tecimevleri’, ‘poker’, ‘sinema’ ve ‘genelev’le
simgeleştirilen ‘kendine
akarak boğulan
herkesler’le birlikte ele alındığında
daha da genişlemektedir.
Şairin şehrin
içerisine sıkışıp kalan
insanın mecbur bırakılmışlığını ifade için ‘senet’,
‘ahize’ ve ‘tren tarifesi’ne yaptığı
imajinatif göndermeler dikkat çekicidir. Çünkü modern hayatın merkezinde olan
bu unsurlar, insanı kendi varlık
alanının dışına iterek
onların birer ‘üstü çizilmiş kişiler’ haline gelmesinde çok
önemli bir görev üslenmiş
olmaktadır.
Nitekim Özel, ‘şehir ahalisi’nin bu yabancılaşmasını iyice belirgin kılmak için, dinin her insan
üzerine “iyiliği
emredip kötülükten men etme” şeklinde
yüklemiş olduğu sorumluluğu, şiirin sınırları içerisinde söz konusu
ederek dikkat çeker. “Üç Frenk Havası” adlı şiirinde, şehrin içerisinde kendine yabancılaşarak yaşayan bu
insanların özelliklerine ‘kaypak ilgileri’, ‘zarif ihanetleri’, ‘bozuk
paraları’, ‘sivilceleri’, ‘pahalı zevkleri’ ve ‘ucuz
cesaretleri’ de ekleyen şair,
modern toplumlarda mekânların/şehrin
nasıl tüketildiğine de işaret eder.
İsmet
Özel, son dönemde kaleme aldığı
şiirlerinde de
‘herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin eleştirisini
yapmaya devam etmektedir. Örneğin
“Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı”
adlı şiirinde şehrin insanını
‘köçek’ olarak tanımlayan şair,
“Savaş Bitti” adlı
metninde de ‘irinliler kabilesi’ olarak nitelendirir. Özel’in
“Savaş Bitti” şiirinde ‘şehrin insanı’ için yaptığı bu benzetme, yukarıdaki şiirde dikkat çektiğimiz ‘kapçıklar’
tanımlamasına koşutluk
kurarak açımlanmaktadır:
Satıver anasını anâsır mı olucan
Gel bu ruhtan satın al bedavacılık etme
Yut bu ruhu dökülsün barsağından solucan
Ne kalsın trahomun ne tutsun seni sıtma
Modası bu dertlerin çoktan geçti diyorsan
Riskliyse ruhu yutmak tezgâhtan gölgeni çek
Şehre
git şehirden al çünkü şehirli insan
Tınlatır boş fıçının
egzoz ritmiyle köçek
(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı”,
Of NotBeingA Jew, s.85.)
(...)
Haramdıysa prospektüs yetmez miydi yandan yana yatırıp
Tırâzende saçları büsbütün haram ettiğimiz
İnsafına sığındığımız yetmez miydi işgüzar
Kamusal ilaçlama işçisi
güruhunun
Dilenmeyi öğütlemekten
gayrı söz etmekten habersiz
Rahmi narkoz altında ameliyatla alınmış şehirlerden
Başka ne kaldı ki desek
mahremiyetimiz
Niyetleri diplerde sakladık
Whether deep or freakish ease
Saklandık niyetlerimizin esfeline
Kovcular haline dönüştük
Matbuattan gizlendi şehre inmekten maksadımız
Giderek matbuat gizledi bizden kendi maksadımızı
Yadırganmadı bu koca kaba kalabalığın
Daracık yerlerde sıkış tepiş
gizlenişi
Gizli övünmelerde yoklandı bir darp izi
Mezeler yenildi kafalar çekildi
Tarladan kovulanların irin topladı derisi
İrinliler kabilesi
Çoğalıp
sayıları göze batınca alarga durdular bizden
Sevmezlermiş bizi
raconlarının bu olduğu
söyleniyor
Yarası cerahatlenmeyeni kendilerinden saymazlarmış
Bize başından beri
başkası muamelesi
yaparlarmış
Daha yeni öğrendik
meğer biz de onlarla
mecazdan
Leff ü neşirden gayrı
alâka şimdiye kadar
kurmamışız
Doğrusu gerçekten bizmişiz başkaları
Onlara dokunmanın bizlere ar gelişi bundanmış
İrinsizlik
bilinciymiş her geçen
gün tuhaflaştıran bizi
Bizdik hey gidi bizdik biz gidi bizdik neye dokunduysak
Doğdu
o şeylerin ortadan
kalkma ihtimali
Sarktı berelendi döküldü neye dokunduysak
(“Savaş Bitti”, Of
Not Being A Jew, s.62)
Özel, “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirinin 11. ve 12.
bölümlerinde de şehir ve
içerisinde yer alan ‘herkes’lerin yabancılaşmasını konu etmektedir. Şair, MÖ 3000 yılları civarında Nuh
Tufanı’nın gerçekleştiği yer olarak düşünülen Mezopotamya Ovası'nın
Ur ve Uruk adlı şehirlerine
dikkat çekerek
şiirselleştirdiği eleştirisini, modern insanın şehirle/’panayır’la kurmuş olduğu
‘karanlık’ ilişkiyi işaret ederek
devam ettirir. Özel’in söz konusu olan bu durum için “John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi”nin
11. bölümünde, insanların 13. yüzyılda batıda kapitalizmin gelişmesiyle elde ettikleri
özgürlük için söyledikleri
‘Stadtluft macht frei’ yani “kent havası insanı özgür kılar” anlamındaki Alman
atasözünü kullanması dikkat
çekmektedir:
Gökte bulut kalpte hicran kadehte siyah bira
Doldu boşaldı
istasyonlar fabrikalar çalım caddeleri
Söylendi sanılmasın hangi İsmail'in
sonuna geldi sıra
Şehri bir içinde ahdi
gizli kalem beyan edildi.
Sana göz koymayan ey şehr
Saldı mı Ur'dan Uruk'tan beri
Ey saklı ağılların
yüksek yüzü! Mülkiyet tapıncası!
Mabudun var yılankavi mabutlar alacası
Ödümüz kopuyor senden
Mumların kıpır kıpır
Alevlerin üstümüze geldikçe
Mabudun gün ışıdıkça
yemek zerk eyliyor
Aydan ışık
sızınca içirtiyor arpa üzüm sızdırısı
Şehir
karartıyor ömrün furyasını
Karanlık bastırıyor
Yorganaltı irisi
Ur'dan Uruk'tan beri alevle kuşatılmış
Ur'lu Uruk'lularla kavranmış şehir ahalisi
Bugün artık çengilerle niçin elekten geçirilmesin
Ha ahali ha konser iskemlesi
Hazine kilit altında göz altında sergiler
Niçin cambaz çadırı ahaliyi süzmesin
Haspam çaldırır kürkünü izne çıkmıştır nefer
Çığrışır cehennem yolcusu Stadtluft
macht frei
Her Allah'ın günü panayır her yer.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 11”,
Of Not Being A Jew, s.120-121)
“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin 12.
bölümünde ise şair, şehrin içerisinde yaşamaya
mecbur bırakılmış insanın
durumuna ironiyle yaklaşır.
Modern dönemi yaşayan
insanın, kavramlar ve nesneler
karşısında iç içe giren
ve kimliksizleşen
yanlarına dikkat çeken Özel, şehrin
içindeki ‘herkes’lerin bu
keşmekeşliğine ‘ruh’ ve ‘ten’ kelimelerinin metaforik
anlamlarını önceleyerek işaret
eder:
İki
can kol geziyor şehirde
alayla
Karşılaşılıyor konaklamayı
Birine verdik ikircik ismini öteki ruh
İki
canın şehirdeki varlığı hissediliyor ama
Hangi can hangi tende bilinmiyor
Teşhis
edilemiyor üstelik canların
Hangisi ikirciktir hangisi ruh
Ruh astarlanmış
diyorlar verili olanla
Verili olan üstü sözle örtülmüş olandır diyorlar
Bundan sonrası zaten karıştırılıyor
Astarlı ruh ikirciğin ters yüzüne dikilmiş
Kemmiyet mi astarı keyfiyet kumaşının
Şehre
esmer mi desek ahaliye diyelim mi sarışın
Yoksa yerini değiştiriversek
mi bütün sıfatların
Ne neyin yerini ne kadar tutar
Şehirli
biz miyiz lök şehir mi
içimizde oturur
Bıkkınlığın
berisinde korunaksız ruhumuz
Bıkkınlık ötesinde üşüşülmüş ikircik.
Lâfa bak şehirdeki
nümayiş dirim uğruna imiş
Ya niçin iki candan başkası hep candarma
Beldeler yıkım görüyor ve tekrar yapılıyor
Kitaplar devriliyor defterler evriliyor
Biri sen diğeri
o zamirleriyle denkleşen
iki kişi
Ne acımak biliyor ne ekşimek
Ahali yanaşmıyor
onları tatlandırmaya
Tuzlayan bile çıkmıyor onları insanlar arasından
Kalıyorlar tatsız tuzsuz hep iki
Rastlaşmıyor
karşı karşıya gelmiyor bu ikisi bir
türlü
Mektupla tanışma
fırsatı bile bulamıyorlar
Düş içinde
yaşıyorlar dalarak
Benim gibi biri olmazsa olmazın dünyasına
Bencileyin biri daha olsa gerek diyorlar
Mahallede yan masada.
(...)
Mesela şehri
seçmek olmasaydı şehre
girmemiz
Şehre
bir kur' aya katılır gibi girecek olsaydık
Çalkalar karıştırabilirdik
talihi ve sevinci
Halbuki biz seçmeler zincirinde birer neyiz bakla
Bize sığmak
için şehre
Komşunu
geç diyorlar ziyaretçini hakla
Ölç diyorlar dağarcığını
kutunun kutrunu seç sığdırmak
için
Böylesi rüçhaniyetle seçtiklerimizde dua yoktu
Narayı neden attı bilmiyoruz bize uğrayan müvezzi
Geçtiğimiz
koridor bilmiyoruz neden para koktu
Mabudun rengi sarı dediği dedi çaldığı düdük
Sarardı korkudan benzimiz yaptık yapacağımızı
Püsküllü sandırdık kendimizi
Oysa biz pis küllüydük.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 12”,
Of Not Being A Jew, s.122-126)
2.2.
Şiirlerin Yapı Bakımından İncelenmesi
"Şiirin anlattığı, getirdiği yorum
ve şiir
içinde tartışılan
bütün sorunlar şiirin
biçimiyle varolur”
Devinim LX
İsmet
Özel’in şiir evreninde
ortaya çıkan temalar, şiirin
yapısı içerisinde yer alan kelime birliklerinden dize
örgülenmesine; bentlerin kuruluşundan
imlâ ve noktalamaya varıncaya kadar şairin bilinçli olarak yapmış olduğu
tercih sonrasında şekillenmektedir.
Şiire, II. Yeni şirininin biçimsel özelliklerinden
daha çok imge kullanımını
önceleyerek başlayan
Özel, ortaya çıkarmış olduğu metinlerin birçoğunda “serbest şiir”in form ve yapı açısından
şaire tanıdığı imkânlardan
faydalanmaktadır. Fakat bu imkânlar Özel’in şiirinde, Cristopher Caudwel’in “serbest
ölçü”yü esas alan şiirler
için belirttiği gibi,
insanın toplumsal ilişkilerinin
denetimini tamamen yitirdiği
için, bütün
toplumsal ilişkileri
körü körüne yadsıması sonucunda ortaya çıkmamaktadır.
Şair,
“serbest” olarak meydana getirdiği
metinlerinde de, özellikle dize içlerinden bentlere oradan da şiirin
bütününe yayılan kelimelerdeki ses, ahenk ve ritim uyumunu bir disiplin
dahilinde kullanmaya gayret
göstermektedir. Dolayısıyla Özel’in şiirlerinde kullanmış olduğu
“nazım birimi” ve “nazım şekli”
ile şiirin dış
uyumuna yönelik “ölçü”, “uyak”, “redif” gibi biçim özellikleri ve iç
uyumu sağlayan “ses”,
“ahenk” ve “ritim”
gibi şiirin “yapı”sına
ilişkin unsurlar, şairin tema değerlerindeki içeriğe paralel olarak ortaya
çıkmakta ve metnin
anlam alanlarına yönelmektedir.
İsmet
Özel’in üslûbunun oluşmasında
yapı taşı görevi gören
bu unsurlar aynı zamanda, şairin
şiir evrenindeki
izleklerin de tam olarak anlaşılmasında
önemli bir görev üstlenmektedir. Buradan hareketle Özel’in şiirlerinin
yapısına ilişkin
özelliklere, “Nazım birimi” ve “Nazım şekli” adı altında 2 ana başlıkta dikkat çekilecektir.
2.2.1.
Nazım birimi
2.2.1.1.
Bent ve dize kuruluşu
İsmet
Özel şiirinde nazmı
belirleyen temel yapı benttir. Şair,
kaleme aldığı ilk şiirlerinden itibaren bent
esaslı bir
yapı içerisinde metnin anlamını tamamlamayı öncelemektedir. Sayıları çok fazla
olmasa da özellikle son dönemde
yazdığı şiirlerinde daha çok görülmeye
başlayan 8’li, 14’lü,
16’lı, 19’lu hece ölçüsüyle kurulan “dörtlü” ve
“sekizli” şekillerde
bile Özel, şiirde esas
tuttuğu anlamın bentler
arasında tamamlanmasına dikkat etmektedir.
Şairin ilk şiir kitabı olan “Geceleyin
Bir Koşu”yu
meydana getiren şiirlerin
kuruluşuna bakıldığında daha çok 3
bentten oluşan
metinler, Özel’in şiir
yaratma hususunda ortaya koyduğu
gayretin gelişmesiyle
artmış ve şair son
dönemde yayımladığı şiirlerinde, sayıları kimi
zaman 83’e ulaşan
bir bent örgüsüne ulaşmıştır.
“Geceleyin Bir Koşu”da yer alan metinlerin daha çok ‘4’, ‘5’,
‘6’ ve ‘8’ dizeden oluşan yapısı, şiirde
ifade
edilmek istenen anlamın esasına yönelik olarak değişmektedir.
İsmet Özel’in 1953
yılında bir ilkokul gazetesinde
yayımlanan “Kış” adlı şiiri dışarıda tutulduğunda ilk çalışması olan “Yorgun” adlı
metin, şairin şiirdeki anlamı
dize boyutundan bent seviyesine çıkararak şiirin bütününe yönelik bir anlam birlikteliği oluşturması bakımından
dikkat çekicidir. Özel bu durumun bir ifadesi olarak, bu ilk şiirinin ilk dizesini büyük
harfle başlatır ve
noktayı
sadece 3. bentte biten şiirin
sonunda kullanarak şiirin
formuna da bir bütünlük kazandırmak ister:
Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar
bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır
çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.
(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)
İsmet
Özel, yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız şiirin anlamına ve yapısına
ilişkin bent esaslı
yönelimini
“Yorgun”dan sonra kaleme aldığı
kimi şiirlerinde de
devam ettirir. Bu ilk şiirdeki
“4-6-4”lü dize ve bent
formunun bir değişik kuruluşu olarak “4-4-5”, “5-5-4”,
“5-6-8”, “5-5-4-2”, “5-6-5-2” gibi yapıları deneyen
şair, yine bentlerde
ortaya konan anlam birliklerinin şiirin tamamında tek bir anlam bütünlüğü etrafında
örgülenmesine özellikle dikkat eder. Örneğin “O Bağımsız Dağların”
adını taşıyan metin,
“Yorgun” şiirindeki
gibi, tek bir büyük harfle başlamakta
ve sadece 4. bendin 2. dizesinde kullanılan nokta ile
bitmektedir:
Bendim benim gölgelerimdi
yaklaşan dağlara ayaklarını satan
ve bakır kazanlardan taşarken
roma
yorgun bir karanlığa
ileten kendini
o acı çığlıkları güzle ağartan
ben ki sesimle coşturup
al binitimi
bir koşu yetiştirdim o çılgın yaza
o zaman roma'ya tutuşurdu
tanrılar
çocuklara unutulurdu savaş giysileri
ama kimlerdi durmadan seslenen bana
kimlerdi durmadan sarışın
olanlar
kimdi o bilinmez yapının taşları
sırtında
gece gibi geçti köprülerinden şehrin
silahı kendi dalgınlığına
çarptı birden
büyük bakır kazanlarda inledi mevsim
yel çözdü saçlarımı örgülerinden
ben ki hala alnımda imparatorluklar
bezgin, yorgun yüzlü ve sarışın
olanlar.
(“O Bağımsız
Dağların”, Geceleyin
Bir Koşu,
s.12)
İsmet
Özel, ilk şiir
kitabındaki 3’lü ve 4’lü bentlerden oluşan şiir yazma anlayışını
tek bir şiiriyle bozar:
“Davun”.
Bu şiir aynı zamanda “Geceleyin
Bir Koşu”
kitabının en uzun şiiri
olan “Bakmaklar” şiirinden
sonra kaleme
alınan ikinci uzun şiir
olma özelliğiyle de şairin, sonraki şiir evrelerinde yazılacak
olan uzun şiirlerin bir
habercisi
durumundadır. Çünkü İsmet
Özel, ilk şiirlerinde
kısa tuttuğu dizelerindeki
söyleyiş gücünü
“Bakmaklar” ve
“Davun” şiirlerindeki
sayıca fazla dizeler arasında da devam ettirmiş; “Evet, İsyan” kitabıyla açılan şiir
evrenindeki uzun soluklu şiirlere
bir anlamda geçiş yapmıştır. Aşağıda tamamına yer vereceğimiz “Davun”
şiirinin 1. bendindeki
24 dizenin, 2. bentte 12 dizeye düşürülerek metnin bütününde öncelenen anlama, şiirin
formunun kullanılmasıyla da işaret
edilmesi ayrıca dikkat çekmektedir:
Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru
olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.
Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp
kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim
akşam
bir tanım değil midir o
kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru
ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.
Her tanım bir ağı
parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça
sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi
akarsuyunnan
göğsümde serinleyen
akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.
Leş yiyen
akçıl kuşları severim
çünkü
akçıl göçmen kuşları
çünkü
çünkü özentisiz taşra
yanakları
gibi çarşılara ilişkin
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.
Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka
dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
böğrümde avrupalı atları
koşuşturan
aşkım,
tanımım, yanaşmam.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28-29)
İsmet
Özel ilk şiirlerinden
itibaren, bentlerde yer alan dizelerin kuruluşunda da yer yer değişik
yönsemeler
içerisine girmektedir. Uzun ve kısa dize olarak beliren şiirin formuna ilişkin bu özellik, Özel’in şiir evreninde
sürekli öncelenen bir durum olarak varlığını koruyacaktır. Öyle ki şair, bazen tek bir heceden oluşan kelime ile
dize meydana getirecek, bazen de 35 heceden oluşan dizelerle şiir kaleme alacaktır.
Özel’in, bentlerin sadece anlam yönüyle değil nokta ile de birbirinden
ayrılmasına yönelik değişikliğin ilk örneği
olması bakımından da dikkat çeken “Waterloo’da Bir Dişi Kedi” adlı metni, şairin kısa ve uzun dizelerle meydana
getirdiği şiirlerinin ilki olması
sebebiyle; son dönemde yayımladığı
ve henüz kitaplaşmamış olan “Hişt, Baksana”
adlı şiir de Türk Şiiri içerisine başka örneğine pek rastlanılmayacak dize
yapılanmasıyla örnek gösterilebilir:
O silik aynalarda şaşırdığım pis yüzüm
daha çok insanlara benzeyen ve onlara
hırçın çalgılar yansıtan
yüzüm.
Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça
ve o külle yıkandıkça ben durmadan
utançla oğuşturduğum
yüzüm.
Zengin dul dişi
bir kedi seviyor ya kucağında
belki bu insanlara güvenimi doğuruyor durmadan
ellerim bağlı
da ondan bu belki
yaşlı
adamlar artıyor haykırışımdan
kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar
bir kadın vuruyor kuşlara
kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin
gövdesine yorgunluktan.
O silik, eski, yalnız aynalarda
kısaca insanlarda yani
kuşları eskiten kan
kurusun.
Gürültülü bir intihar başlasın akşamla
dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün
dinsin dinsin benim çağdaş olmayan iğrenç
yüzüm.
Ayın parçalanışını
bir dişi kedi gördü
Waterloo’yu gördü bir asker, bir kahraman
ama bizim için ne Waterloo, ne yağmur öncesi hüznü
bir aptalca büyü uğraştırıyor
bizi durmadan
çünkü umulmadık bir şey
oluyor artık insan
bir şey, bir kahkaha
sabahın karşısında
ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara
artık kendine yürüyor kalkıp onlardan.
(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17-18)
Duyabildiysen aman suya sıtma ağacından düşen telsizin çıkardığı bir uysal şluk
sesi
Beni de haberdar et ben de çekeyim sökük filintalara pasından sinmiş yasemin nefesi
Yünlüyse biz oyuzu bildirsin çaksın kafalara ketense biz onlardan değilizi ne ipeklisi
Nerde kalır valinin silindir parmak kadar çocuğun parmak izini sildiyse uçkur gailesi
Nasıl söker kirazı hasır şapkaya
sokuşturan tahta bacaklı
kaymakamcığın örfi
idaresi
Aşkı bendim gamlandıran
amma anmaz gammazı gamma delta icap eder gusül aptesi
Gam benimle gamdır yalayan ilk pulu zarfa gömen silen süpüren do re mi fa sol
la si
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi
Keselerler saf oğlanı bu
cadde ne de genişmiş bir yıkanışta hop çekmiş şeffaf maskesi
Çek elini çekimden itiraf et pis işlerin neşesini
bul karayı bur hayayı tağyirin
ardiyesi
Bak alelusul yaptıkları doldurmuş
kış uzarsa bahara
çıkamayız korkusu bayram sinisi
Demir tavında dövülür mantığıyla
mercimeği trink fırına
verdiğimiz tepsinin
hadisesi
Tunç olmaz tepsi bakır gözünü aldı kalayın parıltısı sonucu verdi şırfıntılarla gezmesi
Varsın uyusun cüzdan kalça koşulu
şehre ceket iç cepleri
sendromu cezbetsin herkesi
Kaçmayı kaçınmaktan öğrenen
ben terk ettim cumbayı tulumcuya tulumbacıya kafesi
Vazgeçen ben sırça küpte fırça perhiz korodan feragat ederek öğrenemeyerek tizi pesi
Bırakan veliahtı ben uğraşsın borsa işlemleriyle kral sorsun köşegen aklıyla neyin nesi
İnat olsun işte yazdırmayacak Azrail iki
âlemde bulunmayacak fenalığın
kütübü sittesi
Battıkça batık borç geçtikçe geçim dert kaygana kaynanasız erseliğe sunuldukça mersi
Şisesiz lamba yanmazdı
çıt çıkar çıtırtı çıkmazdı bozduranlarındı bozulmazdı terbiyesi
Gül âşık olandı ağlayıp solandı bülbül şakradı şaşırmaktan hikâye anlatılanın tam tersi
Hafifçe çıtlat bakalım hiç oralı oluyor mu almayalım boşuna günahını kızın küllâbicisi
Bir ikramiye dedikodusudur gidiyor gitsin zamirsizleştiğinsen senindir ebenin örekesi
Makulesi kız kaçırır tonunu tutasıymış en az on sayfa Süryanice yazılasıymış makalesi
Acıkılmasaydı susanmasaydı tahtırevanlı bir beklentiye varmasaydı rayların döşenmesi
Mühür esire pazarlarında kızıllaşmasaydı
kancığın adamı astırmak
olmasaydı eğlencesi
O günlerde çaça yoktu bilmezdi Ruslardan başkası istimna bir Faslılar giymekteydi fesi
Bunlar mânâlıdır her mânâyı dedelerime derince tarafından ulaştırdı dedelerimin dedesi
Keşfe değerdi değdirilmeden kaldı sellerdeki
balçığı çayda çakılı
orta mektepte niharisi
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin
feye nesi
Zaten anlayamazdı kim hafife aldıysa Fenikelileri deniz ticaretini zencefil
ziyaret iadesi
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürülmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
Buseye feda edilenleri gönder sınır boylarına yoksa düşmez yakamızdan boyu devrilesi
Oğlum hariciyeci olacak
benim sözünü dinletecek resmi tabakalara annesinin bir tanesi
Pus pusa biner sis sise arka çıkar göz gözü görmez bir dokunmak olur körlük
göstergesi
Cayırtı merak uyandırır feryat mı istiskâl mi durmayıp hır çıkarmak bir hesabın
neticesi
Kaytan bıyıklı sağdıcın
hesabı bu damat eli mahkum ödeyecek kudurtmasın aile çevresi
Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi
Bunlardır coğrafya yiyip
mavi avlucukta boncuk bulanlar yan taraftan iştecik geçti birisi
İnci dizerek bade
süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi
Hambone, Hambone
whereyou been?
“Round the block
And back again”
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
İsmet
Özel’in “Geceleyin Bir Koşu”dan
sonra yayımlanan şiir
kitapları, içerdiği
metinlerin bent kuruluşları
ve
bentlerdeki dize sayılarının birbirine yakın oluşu bakımından ilk şiir kitabındaki kadar uyum içerisinde değildir.
Fakat bu duruma bir istisna olarak “Partizan” şiirinin kuruluşundaki uyumu işaret etmek gerekmektedir.
“21-27-25” dize kuruluşuyla,
“GeceleyinBir Koşu”daki
şiirler gibi
yapılandırılarak 3 bentten meydana getirilen
şiirin bu benzerliğini, içeriğinde öne çıkarılan tema değerinden dolayı “Evet, İsyan” kitabına dahil
edilmiş
olmasıyla değil
de yayımlanış tarihiyle
açıklamak gerekmektedir:
Gırtlağımda
bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız
zarflarda
ne kargış, ne infilak
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle
uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında
bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kağıtlara
durarak
mevlit ilanlarına durarak.
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
- Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha -
Gırtlağımda bir harf
büyüyor
gırtlağımızda.
Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine
savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor
sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur
kendimizi
ne beklenebilir.
Yırtarak açtığımız
zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
Bereketli kuşlar
serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim
ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.
Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle
söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
Radyodan silah sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz,
yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse
ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir
ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik:
partizan.
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7-9)
Yine Özel’in ikinci şiir kitabını, şiirdeki
anlamın ve formun uyumluluğu
açısından “Partizan” şiiriyle
başlatması
da dikkat çekicidir. Çünkü “Evet, İsyan”ın diğer şiirleri,
bu şiirdeki dize
sayılarının birbirine yakın oluşları
ve
dizelerin yapı itibariyle kurgulanışları açısından “Partizan” şiiri kadar uyumlu değildir. Örneğin şairin
“Sevgilim
Hayat” adlı şiiri, “53”
dizelik tek bir bent içerisinde başlar ve biter:
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve
karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim
senin.
Mahmur bir tohumdan delikanlı bağrıma.
Ve hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin fabrika düdüklerinin
dizlerine yatırılmış olan
sabah
senin kalbini kakışlardı
Tomarla muştuyu
omuzlayarak genç adamlar
polisin sevmediği genç
adamlar sokaklarda
patronları kudurtan gazeteler satarlardı.
Ey şehre
başaklar:
militan ruhlar ekleyen hayat!
Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
izmarit toplayan
çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme bak
ve rahmini bana doğru tekrarla
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına
savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;
yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
çünkü biz savaşmasak
Uzak Asya'dan çekik gözlerimiz
Küba'dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak
güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da
Ke san'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin
ve sen boynunu öperken beni sarhoş
bir okyanusla titreten hayat
sevgilim olur musun.
Ben savaşarak
senin
bulanık saçlarından tutup
kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29-30)
Şairin
yukarıya örneklediğimiz şiirinde olduğu gibi tek bent şeklinde yapılanan şiirlerinin de yine metinde
öncelenen anlam çevresinde form kazandığını belirtmek gerekmektedir. Nitekim Özel, “Sevgilim
Hayat”, “Jazz”,
“Ils Sont Eux” gibi tek bentlik şiirlerinde
dikkat çektiği içeriğe koşut olarak hızlı ve akıcı bir yapı meydana
getirmek ister. Şairin
bu türden şiirleri için
özellikle dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da bu şiirlerin
okunuşları ile
ilgilidir. İsmet Özel,
“Ils Sont Eux” gibi “139” dizeden meydana gelen fakat tek bentlik olan
şiirlerinin hızlı, gür
ve anlama uygun olarak okunması gerekliliğini vurgular. Bunun yanı sıra Özel’in kısık sesle
ve yavaş okunması
gereken şiirleri de
vardır. Bu metinlerin şairi
olarak İsmet Özel, kendi
sesinden okuduğu
şiirlerini kaset olarak
okuyucusuyla buluşturarak
bu anlamda izlenecek yolu da işaret
etmiş olmaktadır.
Özel, “Evet, İsyan” kitabında yer alan “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” adlı şiiriyle o zamana kadar hiç
kullanmadığı yeni bir şiir yapısına müracaat eder ve
bu şiirini bölümlere
ayırır. “8” bölüme ayrılan metin, şairin
bent kurgusundan farklı olarak anlamını kendi içerisinde tamamlar ve bölümler,
yeni bir anlam yapılanmasıyla
şiirselleşir. Bu yapıya şair daha sonraki şiir evrelerinde de baş vuracak ve en başarılı örneğini “John Maynard
Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirle ortaya koyacaktır. Fakat “20” bölüm
halinde yayımlanan bu
şiirlerin “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” ve “4” bölüm
halinde yapılanmış bir
başka şiir olan “Akla Karşı Tezler”
adlı şiirlerinden farkı,
bölümlerin yine kendi aralarında düzensiz olarak bentlere ayrılmış olmasıdır. Aşağıya
alıntılayacağımız “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler’in tamamında,
“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi
Sebebi” adlı şiirin ise
13. bölümünde söz konusu olan özelliği görmek mümkündür:
Bütün renklerimi siliyor dışardaki yağmur
derin bir bıçak izi olduğum için
artık beyaz bir yumruk gibi kaldım diye
hayatın karşısında
bütün kurnazlığımı
siliyor dışardaki yağmur.
Dik bayırların üstündeki bağlar
titrek öpücükler gibi yapraklarını
kızıl, kahverengi, ıslak yapraklarını
gökgürültüsüne doğru
sermektedir
kargalar Muş'un ve
mezarlığın uğultusunu
tartarken kanatlarıyla
çoktan çorap örmeye başlamış dağlı kadınlardan uzakta
evine bir kumru tadı bırakarak
Zülküfün anası
düşünmektedir.
Güzdür ama
avanti popolo şarkısı
değildir bir ağızdan
günler ellerimi sildiğim birer üstüpüdür buralarda
kapıkulunun rezil tel örgüsü içinden
ve şakrak dostlarımdan
uzakta.
4.
Şayaktan
bir sabah örtüsü takılıyor aklıma
kağnılar ve mali sermaye
üstüne düşündüklerim
halkın alkışlarıyla
kuracağı dünya üstüne düşündüklerim
ve artık sarışın olmayan
gövdemi dünyaya bulayan sevgilim
sarışın yapraklarıyla
dökülüyor aklıma.
Sis sanki ayaklandırıyor yamaçları
sisle çalkanıyor böğrümüzdeki
ova
bana çarpıp kırılıyor mahpusluk düşüncesi
ben güya şiirler yazdığım için mahpusmuşum
mahpus olduğu için şiirler yazarmış Ho amca.
Nafile bir zamanın takvimidir
güz güneşi
toprak damlara değince
yaşanılan
çekiç örse var gücüyle vurmazsa neye yarar
partizan varlığımı
dünyaya çakmadıkça
sabahın bekareti karşısında
kargalar.
Adını 'bir gün fazla yaşamak' koyduk.
Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!
Ellerin ve doğurtucu
erkin başdöndüren
macerası!
Ey toprağın
ve rahmin tükenmez hünerleri!
Güz ki ancak hainin yüreğini soğutur
bir korkağı mahzun kılar
kırlangıç sürüleri
sabırla, kin tutarak
gülen günlere ulaşan
sesleri bulduk
adına 'yaşamak' diyoruz
'düşmana inat bir gün
fazla yaşamak! '
Kirpiklerimin ucundaki bulutlar
Muş'da
güzün artık son kelimeleridir
yüzümde serin soluğunu duyuyorum dünyalı meleklerin
kar düşmeye başladı tepelerimize
beyaz bir şiir için
artık
tüfeğimi doğrultuyorum.
(“Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler”,
Evet, İsyan,
s.35-37)
Toprak kadınla hemhal olma işaretini verir
Evlekli kesekli içe çekilir kokusu olan
Erkek müstevki edasıyla üste gelir
Başlatır tartışmayı muhakkık saban.
Bu nasıl istiladır ki açılan ülke kabarır darbelendikçe
Kaybolur dişi geçiren
kası geren keyfince baskın yapan
Kaybolur ve kaybeder inkıyad ettirdiği yerde
Saklı durmaz elde tutulmaz varlık çağıntısı
Gauss dağılımı
çingene teoremi çan eğrisi
falan
Burada geçer debelenmek kuralı
Sevmek Merc - i Dâbık sevilmek Çaldıran.
Erkek o kadar yalnızdır kadın ne kadar yüklüyse
Yüklenen kadının erkeği nasıl sakatladığı sarahaten bilinir
Bilinir de bu kimsenin derdi değildir
Nasıl ateş ve
ter ve derin bir endişeyle
titreyiş
Hiç aklınıza gelmiyorsa
Siz bu nadide porselenleri seyrederken.
Tennenni tennenni tenena
Na tene dir nen.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 13”,
Of Not Being A Jew, s.127)
İsmet
Özel’in “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiir, form olarak içerisine
girmiş olduğu
yapılanmayla “Üç Frenk Havası” adlı şiirle benzerlik kurmaktadır. 3 ayrı bölümün 3 farklı
isimle adlandırılarak
bölümlendiği bu şiir, bölümlerdeki anlam ilişkisini farklı sayıda
dizelerden meydana gelen bentlerle kurmaktadır.
Toplam “119” dize sayısıyla İsmet Özel’in uzun şiirleri
arasında yer alan “Üç Frenk Havası”, bölümlerin kendi
içlerinde kurmuş olduğu anlam birlikteliğiyle de bütün bir şiir izlenimi yaratmaktadır. Şiirin ilk bölümünü, bent ve
dize kuruluşunu
örneklemesi açısından aşağıya alıntılıyoruz:
Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla
ciddileşir.
Bize ne başkasının
ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların
ölümü
en gizli mesleğidir
hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
Ölümle şaka
olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman
da.
Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni
bir kış denizi kadar
bile
taraf tutmayan ölüm
(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.18)
İsmet
Özel’in bent ve dize kuruluşu
açısından tamamen farklı bir form içerisinde şekillenen şiirleri, “Bir Yusuf
Masalı” adı altında toplanan metinlerdir. Şairin “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif” ve “Dibace”
adları altında, tam
olarak benzerlik göstermese de “Mesnevi” tarzında bölümlenerek başlayan bu kitabı, sonrasında 7
Bapla
birbirinden ayrılmış “Bir
Yusuf’un Masalı”nın hikaye edilmesi ile devam eder. Her babı müstakil bir
isimle
başlatan Özel, nazım
birimi olarak yine bent esasını gözetmiş ve tamamen serbest tarzda, sayı olarak farklı
dizelerden oluşan
bentler meydana getirmiştir.
Bu yönleriyle nazım
şekli olarak da
“Mesnevi”den ayrılan şiirler,
bentler arasındaki geçişi
anlam açısından
sağlamakta ve böylelikle
bütünlük arz etmektedirler. Örneğin
toplam “282” dizeyi “22” bentte bir araya getiren
“Yusuf’un Kaçırılı
ş ıdır” adlı “ İ kinci Bab”,
“13-15-13-11-15-14-8-18-12-16-12-10-16-10-5-10-17-13-15-16-18-5”
şeklindeki bent ve
dize kuruluşuyla
yapılandırılırken, masalın son babı olan “Suyun Sızladığıdır” isimli “Yedinci Bab”, “1-1” şeklindeki tek dizeden
oluşan birer bentle
örgülenir:
Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını
kimseler bilmez.
(“Yedinci Bab: Suyun Sızladığıdır,” Bir Yusuf Masalı, s.125)
İsmet
Özel’in tüm şiirlerindeki
bent kuruluşu ile dize
ve bölüm sayısını aşağıdaki tablodan da takip etmek
mümkündür:
3.2.2.
Nazım şekli
İsmet
Özel’in şiirleri nazım şekli olarak serbest bir
formda yapılanmış ve
genel itibariyle de herhangi bir ölçü ya
da uyak düzenine bağlı
kalınmadan meydana getirilmiştir.
Fakat şair, zaman zaman
kaleme aldığı kimi şiirlerinde
bu genel yapılanmanın dışına
çıkmıştır. İlk olarak “Bakır Tenli
Yapraklar”, “Karoon”, “Esenlik Bildirisi” ve
“Dişlerimiz Arasındaki
Ceset” gibi şiirleriyle,
bentler halinde kaleme alınmış serbest
nazım şekline yönelen
Özel,
1992 yılında yayımlanan “Mevsimlerin İnsana Yaptığı
Fenalıklar” adlı şiiriyle
de ilk olarak hece ve uyak
kuruluşuyla dörtlükler
halinde meydana getirilmiş düzenli
bir nazım şekli ortaya
koymuştur.
2000 yılından sonra yayımladığı kimi şiirlerinde, 10 yıl öncesinin düzenli nazım şekillerine dönen şairin, tema
değerleri olarak
herhangi bir izleksel sapmaya uğramadan
bu formda şiirler kaleme
alması dikkat çekicidir.
Özel’in şiirin formuna
ilişkin olarak ortaya
koymuş olduğu bu tutum bizce, “serbest şiir’ adı altında yayımlanarak
şiirin aslî
özelliklerini içerisinde barındırmayan metinler ve Türkiye’de yer bulan şiir ortamı karşısında alınan bir
tavırdır. Şair, yazılan
her şeyin şiir olamayacağını ve “Bir Yusuf Masalı
”nın kurgulanışı gibi
geleneksel formlar
kullanılarak da çağımız
insanının problemlerinin dile getirilebileceğini işaret
etmek istemektedir. Diğer
taraftan
Özel, bu tarz yapılandırılmış şiirleriyle
hem tema hem de form olarak Türk şiirinin içinde bulunduğu tekdüzeliğe,
bir çıkış yolu da önermiş olmaktadır.
Şairin
şiirlerini “Düzenli
nazım şekilleri”,
“Dörtlüklerden oluşan
nazım şekilleri”,
“Serbest nazım
şekilleri”, “Eşit dizeli serbest nazım şekilleri”, “Düzensiz nazım şekilleri”, “Serbest şiir”, “Görüntüye
dayalı nazım şekilleri”,
“Hareketli görüntü” ve “Düzyazı şiir” gibi başlıklar altında incelemek
mümkündür.
3.2.2.1.
Düzenli nazım şekilleri
3.2.2.1.1.
Dörtlüklerden oluşan nazım şekilleri
İsmet
Özel’in 2006 Aralık ayına kadar yayımlanmış toplam “79” şiiri merkez alındığında şairin
hece ölçüsü ve
uyak düzeni bakımından “düzenli nazım” olarak adlandırabileceğimiz şiirlerinin sayısı “4”tür. Şair, bunlardan
ilkini yukarıda da ifade edildiği
gibi “Mevsimlerin İnsana
Yaptığı Fenalıklar”
adıyla yayımlar. 8 dörtlükten oluşan
ve 19’lu hece ölçüsüyle yazılan bu şiir, dörtlükler arasında kurulan anlam birlikteliğiyle de dikkat çekmektedir. İlk
üç dörtlük, mevsimler üzerine ifade edilen genel duygulanımlar olarak kabul
edilirse şair, 4, 5, 6
ve 7. dörtlüklerin
her birinde sırasıyla ‘yaz’, ‘güz’, ‘kış’ ve ‘bahar’ mevsimlerine ayrı ayrı işaret etmektedir.
Çapraz uyak şeklinde kafiyeleşen
şiir, içerdiği anlam birliklerinin formla
kurmuş olduğu bütünlük açısından da
dikkat çekmektedir. Şair
bu bütünlüğü şiirin genelinde muhafaza
edebilmek ve hece veznini uydurmak için aslı
“ne olur” ve “koy” olan kelimeleri, 7.dörtlükte ‘n’olur’ ve ‘ko’ şeklinde kullanmıştır:
19 Mevsimlerin
bizim âşıklarımız olduklarını
bilmezdim a
19 Bizi duysunlar için doluyorlarmış meğer etrafımıza b
19 Koynumuzdan her
geçişinde kendine yol
edermiş bir mevsim a
19 Ve gelirmiş sargımız kalkıverince uyarak
çağrımıza b
19 Ruhu saran
zevklerden sözaçtı da nice yıldır nice insan c
19 Kimseler
anlatmadı sargıların kaldırıldığı
zamanı d
19 Söylenmedi çıplak kaldı mı ruh
neydi hemen rengi koyultan c
19 Neydi öperken
akıtır öpülürken pıhtı kılardı kanı d
19 Özlenen bir pişmanlık diye tarif ederler aşkı sorarsak e
19 Ve her sevilen nobran biraz her
mevsim severken birer zorba f
19 Çözülür tirleşir çatık ten sonra tekrar
toparlanıcak e
19 Farkederiz üstümüzde bir çentik
hangi mevsimden acaba f
19 Bir yemini
hatırlatsın diyedir belki de yazdansa bu iz g
19 Uzayan gün
bıktırıcı setreylemeyen karanlık müzevir h
19 İnsan olmaktan kalan elemin
zamkı gibi belli belirsiz g
19 Depreşen o ilk yeminden başka yazın herşey alelâdedir h
19 Herşey bir soruyu katederkenki
hayatımız kadar ürkek ı
19 Taze şarap herbirimiz son korkusuna
garkolmaya teşne i
19 Köhneleşmekten kaçarken güç ararız kahverengi ve erkek ı
19 Böyle kalır bir güz
lekesi yükü artan göklerden kinâye i
19 Yani hataya
önceye ait önce öbür yüz öpülecekti j
19 Öbür
gölden içecektik kaplamasaydı çabuk sineyi kış k
19 Üşüdük terkedilmekten utandık
ruh kendini içe çekti j
19 Aldırdık
aldanmak için çentik dedik oysa sadece yanlış k
19 Koyverin
matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun l
19 Her yanlışı yeşeren dal fışkıran otla kapatsak da n'olur m
19 Ağlayış buldu eşin neydi adı ko bahar coşkusu olsun l
19 Yüze
vurmaz artık elem yapışır
âdeme göğsünde solur m
Kitâbe
19 Bende mevsim
denilen üftâdelerin yardığı
yer apaçık n
19 Esebilsin sevgililer diyerek cân
içre dünden hazırım o
19 Korkarım kalmazsa sevişmekten bir yangılı yer ya da
sıyrık n
19 Ömrüm
fenâlıklara kayıp ağulanmazsa
ben ne yaparım o
(“Mevsimlerin İnsana
Yaptığı Fenalıklar”,
Of Not BeingA jew, s.24-25)
Özel’in çapraz uyak düzenine uyularak şekillenen bir diğer şiiri
“Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” adını
taşımaktadır. 16’lı hece
vezniyle kaleme alınan ve 4 dörtlükten meydana gelen bu şiir, geleneksel nazım şekilleri
kullanılarak da modern insanın huzursuzluğunun imlenebileceğini göstermesi bakımından önemli bir örnek olarak
kabul edilebilir. Nitekim şair,
şiirin iç ve dış dinamikleri göz ardı
edilerek “serbest şiir”
olarak kaleme alınan
metinlerdeki tıkanıklığın,
hece vezninin sağlam ve
disiplinli yapısı aracılığıyla
aşılabileceğini “Ölüm Kere Ölüm /
Ölüm Kare” ve düzenli nazım şekillerine
örnek olarak verdiğimiz şiirleriyle aşılabileceğini göstermiş olmaktadır.
Bu şiirin son dörtlüğünü Özel, diğer dörtlüklerden farklı
olarak “ghıh” şeklinde
kafiyeleştirmiş ve şiirin
bütünündeki uyak düzenini, dize sonlarındaki kelimelerin ses benzerliklerinden
faydalanarak sağlamıştır:
16 İsa Golgota'ya çıkarken
tökezlemeden önce a
16 Önü sıra
sendeleyip ayağı
burkulan bendim b
16 Yâr idim dulda
saydı beni açmak isteyen gonca a
16 Dert oldum
Hira'ya beni teskine geldi Efendim b
16 İlk ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki
sağnak c
16 Dağa çıktım, kurdu geberttim beni korkuttu keme d
16 Çalmadığım kapı kalmadı can evimden
taşarak c
16 Duyan olmadı
âvâzım ki desin Hallaç kekeme d
16 İlenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş e
16 Aşka düşmek eceliyse bedeni coşturur anız f
16 Ruh körelten
çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı
döş e
16 Pis mürekkeple
çürük dil tokuşturanlardansanız f
16 Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra g
16 Bir benim
sayıklayan Adem'i imlâ eden adı h
16 Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire ı
16 Gittim çekip başımı gittim hakikat duraksadı. h
(“Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare”, Of NotBeingA Jew, s.7)
İsmet
Özel’in hece vezni ve çapraz uyak düzenine bağlı kalarak oluşturduğu
yukarıdaki dörtlüklerden sonra
yayımladığı ilk şiir de aynı düzenli nazım şeklinde olmuştur. “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”
adını taşıyan bu şiir, 14’1ü hece
ölçüsüne göre 14 dörtlük şeklinde
düzenlenmiştir. Yine
genel olarak “abab/
cdcd/...” şeklinde
kafiyeleşmiş olan metinde şair, 3., 5. ve 6.
dörtlüklerdeki ‘kaprisi / köprüsü’, ‘işleri /
yağışları’ ve “etme /
sıtma” kelimelerinin sonlarındaki ses benzerliğini kullanarak şiirin bütünündeki uyak
düzenine uygun bir yapılanma meydana getirmiştir. Bu şiir aynı zamanda “56” dize boyunca kaybolmayan ritmi
ve söyleyişteki canlılık
ile de dikkat çekmektedir:
14 Altmış sene yaşadım
bir tek anım bile yok
14 Anılması korkulu yerlerdedir meşhedim
14 Faka bastım kaydı don çakar almaz çark amok
14 Oldum cennet aşısı binbir günah işledim
14 Anım yok. Bırakacak mirasım Hak getire
14 Rızkımla takometre sırf bu yüzden akraba
14 Müstantik olam dedim çalkap giyem setire
14 Uydurarak başımı örülmüş her çoraba
14 Örselerdi bir çorap kör nefsimi kabartan
14 Nesi körlük hangisi kadınların kaprisi
14 Yasa dışı bir zifaf bengi sulardan artan
14 Lâf çakmışlar çivisiz matematik köprüsü
14 Hiç Mao’nun, Lenin’in günahını almayın
14 Vitrinin çocukları Marquis de Sade yuttular
14 Ten sırrına ermeden başka telden çalmayın
14 Pezevenklik etmeyen İblisi de üttüler
14 Muamma mı göründü sana dünya işleri
14 Kanunların ruhunu okumak zor mu geldi
14 Haydi nem kap buluttan ve başlat yağışları
14 Ne yaptı Conte Cavour sen de yap Garibaldi
14 Satıver anasını anâsır mı olucan
14 Gel bu ruhtan satın al bedavacılık etme
14 Yut bu ruhu dökülsün barsağından solucan
14 Ne kalsın trahomun ne tutsun seni sıtma
14 Modası bu dertlerin çoktan geçti diyorsan
14 Riskliyse ruhu yutmak tezgâhtan gölgeni çek
14 Şehre
git şehirden al çünkü şehirli insan
14 Tınlatır boş fıçının egzoz ritmiyle köçek
14 Üşüş ey kavruk ruha benim transit
yolcum
14 Diren ey kimliğinle polis saldırısına
14 İşçim
köylüm esnafım dar gelirli memurum
14 Ben ruh kavurduğumca para yakıp ısına
14 Şunu
bil ki ruh satan başka
eller sahtekâr
14 Hepsini declasse say ipten kazıktan kopmuş
14 Asrî çağda onları lükse boğmakla
Hünkâr
14 Zindan ettiği Muğla
sürgüne saldığı Muş
14 Püf noktası neden ruh kavrulmadan satılmaz
14 Çünkü çiğ ruh bulantı sebebi sevdalarda
14 Çiğ
ruh bakteri dolar alaşıma
katılmaz
14 Öpüşürken
siğildir elinle sev
dalar da
14 Durayım ruh satmaya bütün yelkenler forsa
14 Müşteriye
havasını almadan bakmayayım
14 Façama kıymam diyen görsün ne hali varsa
14 Hoş
koku duymadıkça temenna çakmayayım
14 Nerelerde kalkmışım yokum konulan yerde
14 Ansızın anısızım aşklarım vesikasız
14 Uygunsuz yakalanıp örtündüğüm bu perde
14 Ne kadar kandırıcı bir o kadar yakasız
14 Vara iksir var tin vara tılsım vara kut
14 Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı
14 Ateş
yakın su uzak ara yerdeki barut
14 Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı
14 Ben benim benle doğdu ruh satanlar ruhsatı
14 Bildirildi benimle kıvam cehr uşşağına
14 Anım yok. Ha şimdi bilsin ruh ruhun kaç katı
14 Boşuna
mı dikildik otoyol kavşağına.
(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.82-88)
Şairin
yine 14’lü hece vezni kullanılarak yazılmış bir diğer şiiri
de “Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi” adını
taşımaktadır. Henüz
kitaplaşmamış olan bu şiirini Özel, yine “abab/cdcd/ef'ef'/ghglı...”
şeklinde dizilen
çapraz
uyak örgüsünü kullanarak meydana getirmiş, fakat şiirin son dörtlüğünü
kendi içerisinde “jjjj” şeklinde
kafiyeleştirerek oluşturmuştur. Bu şiirin bir diğer özelliği
de düzenli nazım şekliyle
kaleme alınmış şiirler
içerisinde, durak siteminin şiirin
bütününe uygulanabiliyor olmasıdır. “Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar”
şiirinin “10+9”,
“Ölüm Kere Ölüm / Ölüm Kare” şiirin
“8+8” ve “Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh
Satıcısı” şiirinin de “7+7”
olan, fakat bu metinlerin tamamına uygulanamayan durak sistemleri, “Orta Yaşlı
Bürümcüğün Ninnisi”nde “7+7”
olarak tüm dizelere uygulanabilmektedir. Yine Özel bu şiirinde de vezin
ölçüsünü tutturabilmek için aslı “yalın ayak” olan kelimeyi değiştirerek 4.kıtada, ‘yalnayak’ şeklinde
kullanmıştır:
14 14 14 14 |
Her annesi ölenle / denize açılmayın Küser birgün bakarsın / saksağan saksağana |
a ı b a |
7+7 7+7 |
7+7 |
14 |
Yumurta topuk boyu / ampule yetmez eni |
c |
7+7 |
|
14 |
Arpacık gözde çıkar / gez kerteriz taşıtan |
d |
7+7 |
|
14 |
Çağız
katkısız motor / diziyle ezileni |
c |
7+7 |
|
14 |
Aygırlar sorumlu mu / çıldıran yüzbaşıdan |
d |
7+7 |
|
14 |
Kamerada tut iffeti / aşkımız kamarada |
|
e |
7+7 |
14 |
Silinen borçlarımız / dikilen kızlık zarı |
|
f |
7+7 |
14 |
Keşiş cazda cezalı / duşun kamı arada |
|
e |
7+7 |
14 |
İskanbilli
iskarpin / işitince
azarı |
f |
7+7 |
|
14 |
Böyle ayıp şeylerden
/ ninni yapmamış olsak
g |
7+7 |
|
|
14 |
Boynu düzce devenin / gazeteler yazmadan |
h |
7+7 |
|
14 |
Kapmadan da parayı / un eler miydi kaltak |
g |
7+7 |
|
14 |
Hikmeti ne inmenin / yalnayak ayazmadan |
h |
7+7 |
|
14 |
Şıkıdım
tek başına / bir
kilidi kaldırmaz |
|
ı |
7+7 |
14 |
Çiftleştir
şıkıdımı / sür
yorgunu yokuşa |
|
i |
7+7 |
14 |
O zaman ayıktırır / ustasını samt çömez |
|
ı |
7+7 |
14 |
Bikini demezler mi / dönünce mayo kuşa |
i |
7+7 |
|
14 |
Oturmadı yerine / lâf kocaman gedik dar |
j |
7+7 |
|
14 |
Latinci danışmanlar
/ bi söylerse ikidir |
|
j |
7+7 |
14 |
Köydekilerin aklı / farza erene kadar |
j |
7+7 |
|
14 |
Tilki kümese girer / gerisini sen getir. |
j |
7+7 |
|
(“Orta Yaşlı
Bürümcüğün Ninnisi”, merdivenşiir,
S.8, Nisan-Mayıs 2006, s.7)
3.2.2.2. Serbest nazım şekilleri
3.2.2.1.1. Eşit dizeli serbest nazım şekilleri
İsmet
Özel’in serbest nazım şekli
olarak kaleme alınmış 3
şiiri vardır. Bu şiirlerdeki nazım yapılanması
bentlerle
kurulmuş ve her bentteki
dize sayısı eşit şekilde kurgulanmıştır. “Eşit dizeli serbest nazım şekilleri” olarak
adlandırabileceğimiz bu
metinlerin geneline baktığımızda
ortak bir hece vezninin, uyak düzeninin yada durak
sisteminin kullanılmadığı
görülmektedir. Bu forma göre şekillenmiş olan şiirlerin ilki “Esenlik Bildirisi” adlı
şiirdir. Şairin 1974 yılında yayımlanan
bu şiiri, dörtlük esasına
göre düzenlenerek 5 kıtada tamamlanmıştır. Şiirin
bütününde genel olarak 15’li hece ölçüsü kullanılırken 12’li, 13’lü,
14’lü ve 16’lı hece veznine göre
yapılandırılmış dizeler
de vardır. “Esenlik Bildirisi”nin ilk dörtlüğü, “abba” şeklinde “sarma kafiye” ile
kafiyeleşirken 2., 3.
ve 5. dörtlükleri “cdcd/efef/hıhı/” şeklinde “çapraz kafiye” ile düzenlenmiş, 4. dörtlük ise
kendi içerisinde uyaklı hale getirilerek “gggg” şeklinde “düz kafiye” olarak
yapılandırılmıştır:
15 Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir a
15 kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa b
15 yağmurdan sonra sokaklar ortadan
kalkmıyorsa b
15 o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir. a
14 Duygular
paketlenmiş, tecime
elverişli c
15 gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir d
15 gazeteler
tutuklamış dünya
kelimesini c
15 o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir. d
15 Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız e
14 ve zekâ babacan
tavrıyla tiksinti verir f
15 söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız e
17 öcalınmazsa çocuklar bile birden
büyüyebilir. f
12 Yargı kesin: Acı duymak ruhun
fiyakasıdır g
14 kin, susturur
insani; adına çıdam denir g
14 susulunca tutulan
çetele simsiyahtır g
16 o siyah öcalmakcasına gür ve
bereketlidir. g
12 Vandal yürek!
Görün ki alkışlanasın h
15 ez bütün çiçekleri kendine canavar
dedir ı
13 haksızlık et,
haksız olduğun anlaşılsın h
16 yaşamak
bir sanrı değilse
öcalınmak gerektir. ı
(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)
İsmet
Özel’in eşit dizelere
ayrılarak serbest nazımda kaleme alınmış bir diğer şiiri
de “Kızkulesi Beyaz İken”
adını
taşımaktadır. Genel
olarak 8’li hece ölçüsüne göre yapılandırılmış olan bu şiir, her bendinde eşit sayıda 8 dizenin
yer aldığı yine 8 bentten
meydana gelmiştir. Daha
çok dize içlerindeki kelimelerin ses ve ahenk uyumu
öncelenerek örgülenen “Kızkulesi Beyaz İken”, kafiye açısından tamamen serbest bir şekilde oluşturulmuş ve
şiirde herhangi bir uyak
düzeni gözetilmemiştir:
Kızkulesi beyaz iken |
Kızkulesi beyaz iken Sözün sihri bize yârdı Ümitgillerin köpeği Sınıf ayrımı yapardı Kokartlıydı ikindimiz Japone kolluydu bayram Sezdirmez müddeiumumi Filan sokağa
sapardı |
Kızkulesi beyaz iken |
Kızkulesi beyaz iken |
Kızkulesi beyaz iken |
Kızkulesi beyaz iken Döviz yedi kilo aldı intihar Eflatun pembe boyattı |
Kızkulesi beyaz iken |
Kızkulesi beyaz iken |
(“Kızkulesi Beyaz İken”, Of Not Being A Jew, s.27-30)
Özel’in eşit
dizelerle kaleme alınmış serbest
nazımlı şiirlerine örnek
olarak vereceğimiz son
metin “Kısa Pantolon,
Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı
Pantolon, Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”
adlı şiirdir.
İsmet
Özel bu şiirini “Of
Not Being A Jew” kitabına dahil ederken, ismindeki kelimelerin nazım dizilişlerinde
değişiklik yapmıştır. Şair, metnin Dergâh dergisinde yayımlandığında 2 dizede toplanan
başlığını 6. şiir kitabında
“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış
Yara / Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış
Kabuk” şeklinde 4
dizeye çoğaltarak
“mısra bölünmesi” meydana getirmiştir. Fakat Özel, bu yeni form içerisinde
şiirin ismindeki imlâ ve
noktalamaları muhafaza ederek değiştirmemiştir.
Şiirin
isminin “Of Not Being A Jew”de yer alan şekli, aynı zamanda şiirin bütünündeki forma da uygun düşmüş
olmaktadır. Çünkü Özel, 12’şer dize halinde 2 bentte topladığı bu metninde, 1. bentte
giderek artan dize sayısını
2. bentte giderek azaltarak görüntü açısından simetrik bir yapı meydana
getirmiş; şiirin ismini de bu formun
tamamlayıcı bir unsuru olarak 2 dize arttırmıştır. İsmet
Özel, bu şiirinde uyak
düzeni ve durak sistemi olarak
tamamen serbest davranmıştır.
Yalnız şair, metnin
formuna bağlı kalarak
dizelerin hece yapılanmasında elden
geldiğince aritmetik bir
düzen içerisinde olmaya da özellikle dikkat etmiştir:
KISA PANTOLON, PASLI ÇAKI,
DİZDE KABUK BAĞLAMIŞ YARA
KISA ÇAKI PASLI PANTOLON,
GÖZDE YARASI KALMIŞ KABUK
Nazlan 2
Sitem et 3
Kırıl bana 4
Beni geç vakit 5
Tek başıma suya yolla 8
Bağçede yüzünü öteye çevir 11
Güle hayret ediyormuş gibi yap 11
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla 13
Somurt avluda sadece ikimiz
kalınca 14
Kızıp en evecen adımlarla
üst kata çık 15
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden 15
Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki
sakarlık. 17
Yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan 16
Dağ sıra dağdı hangi haşin belden yol veresi 15
Gece hep süzüldü yukarıdan
lakayt kehkeşan 14
Altımda beni hep yutmaya çağladı nehir 14
Yetişir hecelemen sök beni bir kere 13
En zoruma gideni yap
hengâme getir 13
Çel beni tökezlet tuttur
çitlere 11
Ahla istida edecek ahval değil 12
Kim bana kıymazsan bilebilir 10
Dünya dedikleri samut küp 9
Acılar tıkandıkça bende 9
Hep seni seslendirir. 7
(“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara /
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,
Of Not Being A Jew, s.42)
3.2.2.2.2. Karışık dizeli serbest nazım şekilleri
İsmet
Özel’in bu başlık
altında örnek olarak verebileceğimiz
şiirleri, şekil olarak nazmedildikleri
yapı içerisinde
bir bütünlük göstermemektedir. Şairin
özellikle ilk şiir
kitabında bir araya gelen farklı sayıda dizelerden oluşan
bentlerle meydana getirilmiş kimi
şiirlerinde görülen
nazım şekli, daha çok
uyak esaslı bir yapı gözetilerek ortaya
çıkarılmıştır. Örneğin “4-4-5” şeklindeki karışık dizeli bent yapısıyla
dikkat çeken “Bakır Tenli Yapraklar” şiiri,
“abab/cdcd/efgef” şeklindeki
kafiye örgüsüyle nazmedilmiştir.
Bu şiirin sön bendinin
‘bak, ölüm güzü
kıskanıyor’ şeklinde
ifade olunan 3. dizesi, bir “ara dize” olarak kabul edildiğinde şiiri, dörtlüklerden kurulmuş ve
çapraz uyak esasına göre yapılandırılmış kafiye düzeni açısından düzenli nazım şekli olarak da görmek
mümkündür:
Bak, ölüm güzü kıskanıyor a
şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi b
ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor a
uzayor defterine uğrayan
kan lekesi b
senin kuşların olurdu mevsimi
yolculuklara çağıran c
içli taşra kızların, gizemli eviçleri d
kapıların olurdu korkudan
çok denizlere açılan c
o denize açılan ellerin
nerde simdi? d
yine bir güz büyümekte
kanında gölgelerin e
o üzünç orduları tarlalar
çiğnemekte f
bak, ölüm güzü kıskanıyor g
mevsimi aska çağıran kuşların nerde senin e
güze el değdirmeyen ellerin nerde? f
(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)
“Bakır Tenli Yapraklar” şiirinin nazım şeklinde yakın bir formda yapılandırılmış bir diğer şiir de “Karoon”dur.
Özel’in "Geceleyin Bir Koşu” kitabına dahil etmediği fakat Erbain’de şiirlerini kronolojik olarak
bir araya
getirirken ilk şiirleri
arasında yer verdiği bu şiiri, uyak düzeni bakımından
dikkat çekmektedir. “5-5-4” şeklinde
dizelenen şiirin 1. ve
2. bentlerindeki 3. ve 2. dizeler, yukarıda dikkat çektiğimiz şiirin son bendindeki gibi
kafiyeleşmektedir. Yine
bu şiirin son bendinin 1.
ve 3. dizeleri, son kelimelerinin ses benzerliği öncelenerek
oluşturulmuş ve şiirin bütünündeki uyak düzeniyle bütünlük sağlanmak istenmiştir. Şair yukarıdaki şiirde
faydalanmıştır:
15 Ne gümüş bir çocukluk ölümün mavi cinleri a
15 uykusunda
bıraktığı saçlarındaki
yangın b
14 o balçıkla
beslenen saçlarındaki yangın b
15 ona doğru uzanınca akşamın kanlı eli a
14 sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın b
14 ona cinleri sığındıran ay korkusudur c
14 ne gümüş bir çocukluk ölüler gibi sağlam d
15 ölüler gibi soyunmuş artık korkularından e
13 onu ben ne kadar buldum desem yok
olur c
14 çünkü girilmez tarlasına ay
kokusundan e
14 ya güneş ya da morluk onu ben yağmurladım f
16 takvimlere kinle baktığı zamansızlık içinde g
15 belki de yumuşak tüylerini öptü akşamın h
14 ya da oğlaklar sığınıyor çiçekliğine. g
(“Karoon”, Geceleyin Bir Koşu, s.19-20)
Karışık
dizeli serbest nazım şeklinde
kaleme alınmış şiirlere
örnek olarak gösterilebilecek son şiir “Dişlerimiz
Arsındaki Ceset” adını taşımaktadır.
5 bentten oluşan şiirin ilk 4 bendinin dize
sayısı eşittir. Hecenin
farklı
ölçüleri kullanılarak yazılmış “4-4-4-4-5”
şeklinde dizelenen
bentlerden meydana gelen şiirde
daha çok bentlerin
uyak düzeni dikkat çekmektedir. Örneğin ilk bent “aaaa” biçiminde düz uyaklı oluşturulurken 2. ve 4. bentler
“bcdc/ghıh” şeklinde
“yarı çarpraz” kafiyeyle kaleme alınmıştır:
Biz şehir ahalisi,kara şemsiyeliler! a
Kapçıklar! Evraklılar!
Örtü severler! a
Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir. a
Bizimdir yerlere
tükürülmeyen yerler a
Nezaketten,haklılardan
yanayızdır hepimiz b
Sevinmemiz çapkıncadır,ağlatır bizi küpeşteler c
Yaşamak deriz -Oh,dear- ne kadar tekdüze d
Katliamlar ne kötü be
birader c
Güneş neredeysek orada bulur bizi e
Ya cünup ve yalancı veya
miskin ve ülser f
Falımız neyse çıksın diye
açarız indeksleri e
Sayılar bizi bulur,o ayıp
işaretler f
Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi g
Hadım tarih,kundakçı
matematik,geri kafalı gramer h
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza ı
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer
Biz şehir ahalisi,üstü çizilmiş kişiler i
Kalırız orda
senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle j
Kimbilir kimden umarız
emr-i b'il-ma'ruf k
Kimbilir kimden umarız
nehy-i ani'l-münker i
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının l
Memeleri ve boynu itimat
telkin eder. i
(“Dişlerimiz
Arşındaki Ceset”,
Cellâdıma Gülümserken, s.12)
3.2.2.3.
Düzensiz nazım şekilleri
3.2.2.3.1.
Serbest şiir
İsmet
Özel’in yukarıda düzenli ve serbest nazım şekilleri olarak dikkat çektiğimiz şiirlerin dışında
kalan hemen
hemen tüm metinleri, serbest şiir
olarak kaleme alınmıştır.
Bu şiirlerinde nazım şekli olarak herhangi bir hece
veznine, uyak yada durak düzenine bağlı kalmayan şair,
şiirlerindeki anlamı
önceleyerek bent esasına göre
metinler kaleme alır. Fakat burada önemle üzerinde durulması gereken husus, kafiye
düzenini sadece mısra
sonlarındaki harf ve ses benzerliği olarak görmeyen Özel’in, alışılmamış
bağdaştırmalar ve sapmalarla
meydana
getirilmiş dizelerindeki
imajlarla zenginleştirilerek
yoğunluk kazandırılmış olan anlamın, bentlerin
içerisinde
dizelenen kelimelerin ses, ahenk ve ritim değerleriyle bir arada ele alınarak başarılı bir şekilde sunuluyor
olmasıdır. Özel bu yanıyla T. S. Eliot’ın belirttiği, “iyi bir eser yaratmak isteyen şair için, hiçbir nazım şeklinin
serbest olmadığı”
hakikatine de yaklaşmış olmaktadır.
İsmet
Özel’in “serbest şiir”
formunda kaleme alınan metinlerindeki ses, ahenk ve ritim unsurlarına, çalışmamızın
4. bölümü olan dil ve üslûp bahsinde dikkat çekilecek, böylelikle şairin üslûp özelliklerinin
bütün yönleriyle
yansıdığı bu şiirlere daha yakından bakma
imkânı elde edilmiş olacaktır.
Burada işaret etmek
istediğimiz nokta,
şairin serbest şiir olarak ifadelendirdiğimiz metinlerinin,
kelimelerin imajinatif değerleriyle
genişleyen anlam
birlikleriyle kurgulanmış olmasıdır.
Öyle ki bu özellik, dilin bütün imkânları kullanılarak bazen tek bir kelimenin
bir dize olarak yapılanması şeklinde
bazen de “248” dizelik tek bir bendin bütünü esas alınarak
yapılandırılmıştır.
Şairin
şiirlerindeki bent ve
dize kuruluşuna işaret ederken dikkat çektiğimiz serbest şiirlerdeki bu yapılanma
üzerinde burada tekrar durulmayacaktır. Fakat Özel’in bu tür şiirlerini meydana getirirken
hem bağımsız olarak
kurguladığı dize ve bent
yapılanmasına hem de bentten bentte taşınan anlamın şiirin
bütünündeki form içerisine
imlâ ve noktalama işaretleri
kullanılarak nasıl uygulandığına
örnek için, 13 bent ve “152” dizeden oluşan
“Amentü” şiiri işaret edilecektir:
İnsan
eşref-i
mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların
yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar
alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime
sürdüğüm ecza uçtu
birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
Dilce susup
bedence konuşulan
bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmıyacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak
yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey
dokunmuş olurdu sanki
dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli
olmasa.
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef
çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler,
Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen
bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.
Budur
işte
bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren
yalan
işte mevsimlerin değiştiği
yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden
işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için
kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz
bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak
hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.
İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı
bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi
minarelere:
Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin
ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan
tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın
hartasını
çıkınımda güneşler halka
dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer
ki mezarlarmış
hazırmış zaten
duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola.
Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça
da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata
karşı.
Orada
aşk ve
çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa
başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden
gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamayı.
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı
bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa
kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle
kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini
geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33-41)
3.2.2.4.
Görüntüye dayalı nazım şekilleri
İsmet
Özel, sayıları çok az olan bazı metinlerinde, şirin şekline
ait birtakım farklı yönsemeler içerisinde olmuştur.
Bu tür çalışmalar, şairin diğer şiirleriyle bir arada düşünüldüğünde “görüntüye dayalı nazım şekilleri”yle dikkat
çekmektedir.
3.2.2.4.1.
Düzyazı şiir
Özel’in “Geceleyin Bir Koşu” adlı ilk şiir kitabında bir araya gelen “Yağmurun Kapıları Karanlık” ve “Yıldızların
Uzaklığına Övgü” adlı
metinleri, düzyazı formunda kaleme alınmış nazım biçimleriyle dikkat çekmektedir. Yine
bentlerle ayrılan bu her iki şiir
de aslında, nokta ve virgülle biten her cümlenin dize olarak alt alta
yazılmasıyla
meydana getirilecek bir yapıyla da okunmaya elverişlidir. Örneğin aşağıya alıntılayacağımız “Yağmurun Kapıları
Karanlık” adlı şiirin
ilk bendi, dizeler haline getirildiğinde de anlamından bir şey kaybetmemektedir. Dolayısıyla
şairin düzyazı olarak
tertip ettiği bu
metinlerde, şiirin
içerisinde yapılanacağı
form öncelenmiş olmakta
ve ortaya
çıkacak olan görüntü, belirgin kılınmak istenmektedir:
Gençkızlıkla yarışan güvercin kanatları denize uygun adımlarla ilerler artık. Deniz
aynı
denizdir göz açtırmaz taylara, aynı denizdir lekeleri silinmez. Artık senin
tüylerin sabahı diri
kılar, uykuma kamalar uzatır senin tüylerin. Ve o ayakları dayanıklı serçeler
ezgilerimin son
mızraklarıdır. Bitmeyen sığınağıdır ellerimin.
İşte,
zehirli oklar kullanıyoruz o yanıltan savaşlarda. Yıkıyoruz, yaban çiçeklerinin açtığını
görüyoruz kıyıda. O kargaşalık
içinde ben yıldızlara bakıyorum. Çevresini soğutuyor suya
düşen ay. Yıkıyoruz.
Yıkmak, kutsal kini yürekli olmanın. İğrenmeden göklere göklere
bakmak. Ellerimiz saklamak ellerimizde.
İşte,
gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha da itmek için suya, ölüme
ölümlüğü yakıştırabilmek için cesetlerle
bezedim güzel olan her şeyi.
ELİMİN AKLIĞINDA
DAĞILIVERDİ KANIN. Elim el olmaktan
çıkıverdi. Çocuğun
yanaklarıyla boğuşuyordu
yağmur, derken yüklendik
karanlık kapılarına yağmurun,
seslerle büyüyen, seslerle yıkanan güvercin kanatları denize
giderdi.
(Yağmurun
Kapıları Karanlık,
Geceleyin Bir Koşu, s.14-15)
[ Gençkızlıkla yarışan güvercin kanatları denize uygun adımlarla ilerler
artık.
Deniz aynı denizdir göz açtırmaz taylara,
aynı denizdir lekeleri silinmez.
Artık senin tüylerin sabahı diri kılar,
uykuma kamalar uzatır senin tüylerin.
Ve o ayakları dayanıklı serçeler ezgilerimin son
mızraklarıdır.
Bitmeyen sığınağıdır ellerimin. ]
“Yıldızların Uzaklığına Övgü” adlı şiir
de aynı formda yapılanmıştır.
Bu şiirin yukarıda
dikkat çektiğimiz
düzyazı
şiirden bir farkı,
yüksek sesle okunmaya daha elverişli olmasıdır. Nitekim şair bu yapıya uygun olarak şiirin 2.
bendindeki son cümleyi, bitiminden hemen önce bölerek ayrı bir bent olarak
yapılandırmış ve vurgu
yapılması
gereken yeri işaret etmiştir:
Kargaşa.
Anılacak günlerim olmadı mi benim? Ayaklarımın
korkusuzca çiçeklendiği,
silahıma yapışıp sabahın
serinliğini
beklediğim, kuzey
gemileriyle sağır olduğum günler, sepet örmeyi
unuttuğum günler olmadı
mi? Ey geceyi ve kahverengi
bir düzeni taşıyan
ellerim! Yüzümün uğultusuyla
şaşırtın beni.
O karanlık ormanı yangına vurun. Çünkü ben de kaçarken
ardımda kalanları yakıyorum.
Ama iyi biliyorum yıldızları, ama
yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını, anılacak
günlerimin gitgide yokoldugunu
biliyorum.
Kargaşa.
Ve kolayca yıkılan inançlarım benim, benim en
sağlam
ve dağınık ellerim.
Sabahı nasıl tetikte bekliyorum. Şafakla
damar damara seviştiğini
görmek için bilgeliğin.
Ve onarıyorum
nasıl hızla kendi gücümü. Nasıl bir soylu boşluğa
çılgınca
kanayorum. Ey yangınlar artığı!
Her yangından arta kalan bir
şey, her yangından
arta kalan gerçek şey
çoğalt beni.
(“Yıldızların Uzaklığına Övgü”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
[ Kargaşa.
Anılacak günlerim olmadı mi benim?
Ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği,
silahıma yapışıp
sabahın serinliğini
beklediğim,
kuzey gemileriyle sağır
olduğum günler,
sepet örmeyi unuttuğum
günler olmadı mi?
Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim!
Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni.
O karanlık ormanı yangına vurun.
Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum.
Ama iyi biliyorum yıldızları,
ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını,
anılacak günlerimin gitgide yokoldugunu biliyorum. ]
İsmet
Özel’in form itibariyle düzyazı şiiri
içerisinde değerlendirebileceğimiz son şiiri henüz kitaplaşmamış olan
“Hişt, Baksana” adlı 44
dizeden oluşan tek
bentlik metindir. Özel bu şiirinin
30 ve 35 arasında değişen hece
sayısıyla yapılanan 40 dizesinin aynı uzunlukta olmasına özellikle
dikkat ederek görüntü açısından blok bir metin
meydana getirmiştir. Şiirin “aaaaaaaaaa...” şeklinde kafiyeleşen bu 40 dizesinden sonra şair, 1950’lilerde “The
Bell Sisters” adlı grubun seslendirdiği “Hambone” adlı şarkının ilk iki dizesini aynen son iki dizesini de
değiştirerek kullanmış ve farklı bir görüntü elde
etmiştir:
Duyabildiysen aman suya sıtma ağacından düşen telsizin çıkardığı bir uysal şluk
sesi
Beni de haberdar et ben de çekeyim sökük filintalara pasından sinmiş yasemin nefesi
Yünlüyse biz oyuzu bildirsin çaksın kafalara ketense biz onlardan değilizi ne ipeklisi
Nerde kalır valinin silindir parmak kadar çocuğun parmak izini sildiyse uçkur gailesi
Nasıl söker kirazı hasır şapkaya
sokuşturan tahta bacaklı
kaymakamcığın örfi
idaresi
Aşkı bendim gamlandıran
amma anmaz gammazı gamma delta icap eder gusül aptesi
Gam benimle gamdır yalayan ilk pulu zarfa gömen silen süpüren do re mi fa sol
la si
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi
Keselerler saf oğlanı bu
cadde ne de genişmiş bir yıkanışta hop çekmiş şeffaf maskesi
Çek elini çekimden itiraf et pis işlerin neşesini
bul karayı bur hayayı tağyirin
ardiyesi
Bak alelusul yaptıkları doldurmuş
kış uzarsa bahara
çıkamayız korkusu bayram sinisi
Demir tavında dövülür mantığıyla
mercimeği trink fırına
verdiğimiz tepsinin
hadisesi
Tunç olmaz tepsi bakır gözünü aldı kalayın parıltısı sonucu verdi şırfıntılarla gezmesi
Varsın uyusun cüzdan kalça koşulu
şehre ceket iç cepleri
sendromu cezbetsin herkesi
Kaçmayı kaçınmaktan öğrenen
ben terk ettim cumbayı tulumcuya tulumbacıya kafesi
Vazgeçen ben sırça küpte fırça perhiz korodan feragat ederek öğrenemeyerek tizi pesi
Bırakan veliahtı ben uğraşsın borsa işlemleriyle kral sorsun köşegen aklıyla neyin nesi
İnat
olsun işte yazdırmayacak
Azrail iki âlemde bulunmayacak fenalığın kütübü sittesi
Battıkça batık borç geçtikçe geçim dert kaygana kaynanasız erseliğe sunuldukça mersi
Şisesiz lamba yanmazdı
çıt çıkar çıtırtı çıkmazdı bozduranlarındı bozulmazdı terbiyesi
Gül âşık olandı ağlayıp solandı bülbül şakradı şaşırmaktan hikâye anlatılanın tam tersi
Hafifçe çıtlat bakalım hiç oralı oluyor mu almayalım boşuna günahını kızın küllâbicisi
Bir ikramiye dedikodusudur gidiyor gitsin zamirsizleştiğinsen senindir ebenin örekesi
Makulesi kız kaçırır tonunu tutasıymış en az on sayfa Süryanice yazılasıymış makalesi
Acıkılmasaydı susanmasaydı tahtırevanlı bir beklentiye varmasaydı rayların döşenmesi
Mühür esire pazarlarında kızıllaşmasaydı
kancığın adamı astırmak
olmasaydı eğlencesi
O günlerde çaça yoktu bilmezdi Ruslardan başkası istimna bir Faslılar giymekteydi fesi
Bunlar mânâlıdır her mânâyı dedelerime derince tarafından ulaştırdı dedelerimin dedesi
Keşfe değerdi değdirilmeden kaldı sellerdeki
balçığı çayda çakılı
orta mektepte niharisi
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin
feye nesi
Zaten anlayamazdı kim hafife aldıysa Fenikelileri deniz ticaretini zencefil
ziyaret iadesi
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürülmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
Buseye feda edilenleri gönder sınır boylarına yoksa düşmez yakamızdan boyu devrilesi
Oğlum hariciyeci olacak
benim sözünü dinletecek resmi tabakalara annesinin bir tanesi
Pus pusa biner sis sise arka çıkar göz gözü görmez bir dokunmak olur körlük
göstergesi
Cayırtı merak uyandırır feryat mı istiskâl mi durmayıp hır çıkarmak bir hesabın
neticesi
Kaytan bıyıklı sağdıcın
hesabı bu damat eli mahkum ödeyecek kudurtmasın aile çevresi
Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi
Bunlardır coğrafya yiyip
mavi avlucukta boncuk bulanlar yan taraftan iştecik geçti birisi
İnci dizerek bade
süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi
Hambone, Hambone
whereyou been?
“Round the block
And back again”
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
Şiirde
belirli bir düzen dahilinde azalıp çoğalarak, bentler arasında hareketli bir görüntü meydana getiren
metinlere
bu ad verilmektedir. “Sinematografik görüntü” şeklinde de adlandırılan bu tarz metinler, özellikle
hecenin uzun ve
kısa ölçüleri kullanılarak oluşturulmaktadır.
İsmet Özel’in hareketli
görüntü içerisinde nazmedilmiş tek
bir şiiri
vardır. O da “Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde
Yarısı Kalmış Kabuk”
adlı, 12’şer
dizeli 2 bentten meydana gelmiş olan şiirdir.
Özel, bu metninin 2’li hece
ölçüsünden başlayarak 17’li
heceye kadar ulaşan,
oradan da 9’lu heceye kadar azalan yapısıyla, 2 bent arasındaki
hareketliliği başarılı bir şekilde kurgulamıştır:
Nazlan
Sitem et
Kırıl bana
Beni geç vakit
Tek başıma suya yolla
Bağçede
yüzünü öteye çevir
Güle hayret ediyormuş gibi
yap
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla
Somurt avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp en evecen adımlarla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin ben
içerledikçe ruhumdaki sakarlık.
Yamru bastım iş
değildi hâke
çakılmak bayırdan
Dağ sıra dağdı hangi haşin belden yol veresi
Gece hep süzüldü yukarıdan lakayt kehkeşan
Altımda beni hep yutmaya çağladı
nehir
Yetişir hecelemen sök
beni bir kere
En zoruma gideni yap hengâme getir
Çel beni tökezlet tuttur çitlere
Ahla istida edecek ahval değil
Kim bana kıymazsan bilebilir
Dünya dedikleri samut küp
Acılar tıkandıkça bende
Hep seni seslendirir.
(“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara /
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,
Of Not Being A Jew, s.42)
İsmet
Özel’in şiirlerinde
görülen nazım şekillerini
aşağıdaki tablodan da takip etmek
mümkündür:
4.
BÖLÜM
ŞİİRLERDE
DİL VE ÜSLÛP
Üslûp, sanatkârın dil yoluyla duygu, düşünce ve hayallerini anlatış tarzı ve dili kendine has
bir yolla kullanış
biçimidir. Her metnin malzemesi dildir fakat bu malzemenin işlenişi ve sunuluş şekli farklıdır. Metin içerisinde
yer alan cümle kuruluşlarından,
ritim ve ahengi sağlayan
ses birliklerine varıncaya kadar söz konusu olan bu
malzeme, sanatkârın elinde çok farklı şekillerde ortaya konabilir. Dilin kullanılışından kaynaklanan ve “üslûp”
adı
verilen bu farklılıklar, başkalarınca
birebir taklit edilemeyecek kadar özgün ve kişisel bir söyleyiş meydana getirir.
İsmet
Özel şiirinin en önemli
özelliklerinden birisi de, ele alınan konunun çarpıcı bir biçimde dile
getiriliyor
olmasıdır. Şairin ilk
metinlerinden başlayıp
son dönemde yayımladığı şiirlerine varıncaya kadar
bütün canlılığıyla
ortaya konulan bu etkili söyleyiş,
aynı zamanda Özel’i dönemin diğer
şairleri arasında da
farklı bir konuma
oturtmaktadır. Şiir
evreni içerisinde izlek olarak devam eden tema değerlerini sert, vurucu ve radikal imgelerin
yanı sıra lirizmle buluşturmayı
başaran, dolayısıyla da
kendine has bir üslûp geliştiren
şair, buradaki en önemli
açılımı dilde ve bu dili işleyiş biçimiyle elde etmektedir.
Şiir
metni içerisinde imlâ ve noktalama işaretlerinden sözcük kullanımına, dizeden bent yapılanmasına kadar
dilin
bütün imkanları kullanılarak ortaya çıkarılan orijinal ve özgün bu üslûp, ayrı
bir dil hakimiyeti ve işçiliği
gerektirmektedir. “Hayatımı verdim şiirimi aldım” diyen İsmet Özel, söz konusu olan bu gayretini, şiire
hayatında vermiş olduğu yerle fazlasıyla ortaya
koymuş ve bunu
metinlerine işlenmiş bir dil olarak yansıtmıştır.
Şiirlerinin
kitaplarda bir araya getirilmesinden, kaset ve cd’ye okuyarak meraklısıyla buluşmasına varıncaya kadar
ayrı bir titizlik içerisinde olan şair, şahsiyetiyle
üslûbu arasındaki bağı
da kuvvetlendirmiş olmaktadır.
Mehmet
Kaplan’ın Tevfik Fikret’in üslûbunun orijinalliğini ifade ederken belirttiği gibi İsmet Özel de “hususi bir üslûp
için hususi bir şahsiyet”
sergilemiş olmakta ve şiirlerinin seslendirilişine bağlı olarak doğru bir biçimde
anlamlandırılmasın da önceleyerek Buffon’un “Le style, c’est I’homme meme”
sözünü tam anlamıyla
doğrulamaktadır. İsmet Özel’in şiirlerindeki dil ve üslûp
özelliklerine şu başlıklar altında dikkat
çekilecektir:
“Kelime dünyası”, “İmge
ve imajinatif söyleyiş”,
“İronik anlatım”,
“Sapmalar”, “Aktarmalar” ve “Ses,
ritim ve ahenk unsurları”
"Kelimeler hep bir önceki kuşağın efsanelerini yarattıkları
kelimelerdir.”
Devinim LX
İsmet
Özel’in şiir evreninde
yer alan kelimeler, şairin
bu evreni oluştururken
birer safha olarak kabul
edebileceğimiz evrelerle
zenginleşmiş ve geniş bir kelime dünyasına
yönelerek ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızın 2.
bölümünde dikkat çekmeye çalıştığımız bu şiir oluşum evreleri/safhaları, söz
konusu olan dünyanın
zenginleşmesine çok
büyük katkılar sağlamıştır. Biz bu dünyanın zenginliğini işaret etmek ve şairin kullanmış
olduğu
kelimelerle ilgili bir kanaat oluşturmak için bu bölümün sonunda “Şiirlerde Yer Alan Farklı
Sözcüklerin Görünüşü”
adını verdiğimiz bir
tablo oluşturduk.
Şairin
2006 yılının sonuna kadar yayımlamış olduğu
tüm şiirlerini tarayarak
meydana getirdiğimiz bu
tabloda
özellikle, şiir dili
içerisinde başka şairlerce pek kullanılmayan
Eski Anadolu Türkçesi ve halk dilinde kalmış
arkaik sözcüklerin yanı sıra, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca gibi yabancı dillerden
Türkçeye geçmiş ve genel
kullanımda çok sık rastlanılmayan/“farklı” kelimelerden öne çıkanlarına yer
verdik.
Şiirlerin
yer aldığı kitapları da
göz önünde bulundurarak kronolojik olarak hazırladığımız bu tablo, dikkatli bir
şekilde incelendiğinde, yukarıda sözü edilen şiir oluşum safhalarının, Özel’in
kelime dünyasındaki zenginliğe
paralel olarak açımlandığı
görülecektir. Şiire, II.
Yeni adı verilen edebî oluşumun
meydana getirdiği
ortamda
başlayan şair, özellikle ilk şiir kitabı “Geceleyin Bir
Koşu”da bir
araya gelen metinlerinde, II. Yeni şairlerinin
kullandığı kelimelere koşutluk kuran sözcüklerle şiir kaleme almıştır.
Fakat hayat içerisinde kendi olanı/kendiliğini öncelerken “beni”yle
birlikte şiirine de yön
veren şair, özellikle
1964
yılında yayımlanan “Partizan” şiiriyle
ve “Evet, İsyan”
kitabındaki diğer
metinlerle yöneldiği
evrede, kelime
dünyasının da sınırlarını genişletmiş, böylelikle “sesinin
kısılmasına” engel olarak “şiiri
yaşamın damıtık durumu”
haline getirmeye çalışmıştır. Şairin söz konusu olan bu gayreti kendini,
özellikle kelimelerin birer imge unsuru
olarak kullanılmasında ve farklı tasarımlarla ortaya çıkan imajinatif söyleyişte göstermiştir. Çalışmamızın “İmge
ve İmajinatif
Söyleyiş” adlı
kısmında işaret edeceğimiz bu husus, Özel’in
metinlerinin dizeleri arasında yer
verdiği sözcüklerin çıkış noktasını işaret etmesi bakımından önem
arz etmektedir.
Hayatı dokunulur kılmak ve sahici olanın sınırlarına yaklaşarak kendine ait bir dünya
kurmak isteyen şair,
“beni”
ile dış gerçeklik
arasındaki uyumsuzluğu
özellikle “Geceleyin Bir Koşu” kitabında bir araya gelen şiirlerin
masalsı ve çocuksu havası içerisinde aşmak ister. Bunun için de dil’in sağlamış
olduğu imkanları
kullanarak
Markutlar’dan, Pekos Biller’den, büyücülerden oluşan ve ‘kuzey gemileriyle sağır olunan’ bir dünya kurgulayan
şair, kimi zaman da
huzursuzluğunu kendi
bedeni üzerinden dışa
yansıtır.
Bu durumun bir ifadesi olarak bu dönemdeki bireysel merkezli şiirlerde ortaya çıkan
sözcüklerden bazıları
şunlardır: ‘bitkinlik’,
‘eşik’, ‘taşra’, ‘yenilgi’, ‘yırtıcı’,
‘piç’, ‘büyücü’, ‘çingene’, ‘bunaltı’, ‘unutkanlık’, ‘boğuk’,
‘yitmek’, ‘cin’, ‘morluk’, ‘morarmak’, ‘örümcek’, ‘üremek’, ‘düş’, ‘sarışın’, ‘tanrılar’, ‘yorgunluk’,
‘binit’,
‘dalgınlık’, ‘imparatorluklar’, ‘bezgin’, ‘kanamak’, ‘silik’, ‘hırçın’,
‘ansıtmak’, ‘utanç’, ‘oğuşturmak’, ‘iğrenç’,
‘tiksinti’, ‘esrime’, ‘ulumak’, ‘sürüngen’, ‘mağara’, ‘kıvranış’, ‘gebe’, ‘homurtu’, ‘esneyiş’, ‘oğunmak’,
‘kanarya’, ‘erkeksi’, ‘şenlikçi’,
‘keten helvacı’, ‘bileyci’, ‘rugan’, ‘gevşemek’, ‘engerek’, ‘iğrenti’, ‘irin’,
‘kusmuk’, ‘köpeksi’, ‘haz’, ‘piçlik’, ‘sövgü’, ‘bilinç’, ‘hırlı’, ‘baldır’,
‘itlik’, ‘irkilmek’, ‘tünemek’, ‘oğlan’,
‘salgı’, ‘davun’, ‘tavsamak’, ‘hüzün’, ‘kusturucu’, ‘azgın’, ‘döllemek’, ‘akçıl’,
‘inilti’, ‘sağırlık’,
‘fırlama’,
‘yanaşma’, ‘savruk’, ‘loş’, ‘çaşıt’, ‘çelmek’, ‘göğerti’, ‘orospuluk’, v.b.
“Partizan” şiiriyle
bireysel duyarlılıktan sıyrılarak toplumsal olanın sınırlarına yaklaşan Özel, böylelikle yeni bir
şiir evresinin de kapılarını
aralar. Bu dönemde kaleme alınan şiirler, “ben”in kendi varlık alanını önceleyerek
içerisinde yer almak istediği
dünyayı, “partizanca” değiştirmeye yönelik olarak ortaya
çıkar. Söz konusu olan
eylemin metinlerde kullanılan fiillerle de hissettirilmesi ayrıca dikkat
çekmektedir. Örneğin
‘kamaşmak’,
‘serpmek’, ‘kanırtmak’, ‘şarlamak’,
‘bıngıldamak’, ‘abanmak’, ‘kağşamak’,
‘seğirtmek’, ‘yekinmek’,
‘sertelmek’, ‘dinelmek’, ‘haylamamak’, ‘debelenmek’,
‘hırpalamak’, ‘ısırmak’, ‘kakışlamak’,
‘banmak’,
‘burkulmak’, ‘cebelleşmek’,
‘ilenmek’, ‘pusmak’, ‘çapalamak’, ‘küremek’, ‘gürüldemek’, ‘şavkımak’,
‘zonklamak’ v.b. gibi fiiller, şairin
dış gerçekliğe karşı devrimci duyarlılıkla yaklaşmasını imleyerek, sert ve
yıkıcı
söyleyişinin önemli bir
özelliği olarak belirir.
Hayatın içerisinde yukarıda ifadeye çalışılan duyarlılıkla yer almak
isteyen fakat “ben”i ile dünya arasında açılan
boşluklardan dolayı
huzursuzluğu yaşamaktan kurtulamayan şair, bu boşluğu yine kendine ait oluşturmuş olduğu
dil sayesinde kapamaya çalışır
ve sonu ontik güvenliği
elde ederek köklü bir değişime varan, sorgulama sürecini
yaşar. Özel’in
“Cinayetler Kitabı” adını taşıyan
3. şiir kitabında yer
alan metinler, söz konusu olan sürecin izlerini
taşıyan ve bu dönemdeki
yaşanmışlıkların imajinatif birer
göstergesi olarak beliren kelimelerden meydana
gelmektedir. Bu şiirlerin
başlıklarında yer alan
sözcükler dahi, ifadeye çalışılan
durumu örneklemek için yeterlidir:
‘Kanla Kirlenmiş Evrak’,
‘Çözülmüş Bir Sırrın
Üzüntüsü’, ‘Tahrik’, ‘Esenlik Bildirisi’, ‘İçimden Şu Şüpheyi
Kaldır / Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır’, ‘Amentü’, ‘Sevgilime İftira’, ‘Akla Karşı Tezler’.
Varoluşsal
problemini müslüman dünya görüşüne
bağlanarak gideren şair, “beni”nin kazanmış olduğu güvenle,
ilk şiirlerinden bu yana
derin bir izlek olarak devam eden verili/sunulu olan karşısındaki antikonformist tavrını
daha net olarak ortaya koymaya başlar. Modern hayatın tükettiği değerleri
ve bu değerlere
yabancılaşarak yaşayıp
giden çağın insanını,
kimi zaman ironik bir söyleyişle
kimi zaman da kendi yaşanmışlıklarından güç alan
kelimelerin imajinatif açılımlarıyla eleştiren şair,
bu doğrultuda kelime
hazinesinin sınırlarını da oldukça genişletir.
Özel, şiir
evreninin en başından bu
yana genişleterek
meydana getirdiği bu
hazinesine, dünyayı kavramaya
yönelik olarak yaşamış olduğu köklü “değişim”
sonrasında da, yeni sözcükler eklemiştir. Şairin
üslûbunda
önemli bir açılım olarak ortaya çıkan, ‘havsala’, ‘hisab’, ‘vaha’, ‘kefaret’,
‘amentü’, ‘eşref-i
mahlûkat’,
‘tamahkâr’, ‘haç’, ‘ezan’, ‘vareden’, ‘misvak’, ‘mümin’, ‘müşrik’, ‘emr-i b'il-ma'ruf,
‘nehy-i ani'l-münker’, ‘la
havle ve la kuvvete illa billah’, ‘münacat’, ‘ademoğlu’, ‘yarabbi’, ‘ya rabbelalemin’, ‘münacat’, ‘naat’,
‘kıyam’,
‘adl’, ‘mukadderat’, ‘çalap’, ‘lebbeyk’, ‘basübadelmevt’, ‘ins ü cin’,
‘minare’, ‘rabb’, ‘havra’, ‘Yahudi’,
‘pogrom’, ‘diaspora’, ‘geniza’, ‘holokost’, ‘hutbe’, ‘Kurânî’ v.b. gibi
kelimeler, girilen yeni ortamın duygu
değerlerini
yansıtmasıyla birlikte Özel’in, şiir
dilini kurgularken önemli bir yapı taşı görevi gören sözcükleri
kullanmasındaki maharetini de ortaya koymaktadır. Nitekim, aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı
üzere şair, bu tür
kelimelerin yer aldığı
metinlerini, geniş bir
kelime dünyasıyla harmanlayarak dikkatlere sunmaktadır.
Hayatını ve şiirini
“sahicilik arayışı”yla
açımlamaya gayret gösteren İsmet
Özel, özellikle “Of Not Being A Jew”
adlı 6. şiir
kitabında bir araya getirdiği
ve son dönemde yayımladığı
şiirlerinde, geniş bir kültürün içerisinden
süzülüp gelen kelimelerle okuyucusuna ya da dinleyicisine seslenmektedir.
Derleme ve Tarama Sözlüklerinde
kalmış Eski Anadolu
Türkçesi’nden, halk ağızlarında
kullanılan sözcüklere, Batı ve Doğu dillerinde yer alan
kelimelerden, ciddi bir entelektüel birikimle elde edilebilecek hususların
sözcükler aracılığıyla şiire taşınmasına
varıncaya kadar şiir
diline, dolayısıyla da üslûbuna zenginlik ve genişlik kazandıran şair, sadece şiirlerinde ele
almış olduğu tema değerleriyle değil, işlenmiş bir dil ve özgün bir üslûpla da dikkat çekmektedir.
Özel’in kelimelerden hareketle dili kullanış biçimi ve üslûp özellikleri,
çalışmamızın ileriki
bölümlerinde, “İmge
ve imajinatif söyleyiş”,
“İronik anlatım”,
“Sapmalar”, “Aktarmalar”, “Ses, ritim ve ahenk unsurları” başlığı altında
şiirlerden örneklerle
incelendiğinde, sözü edilen
husus daha net anlaşılmış olacaktır.
4.2.
Üslûp
4.2.1
İmge ve imajinatif söyleyiş
“İmge bütün hızını kendiliğinden olmaya borçludur.
Düşüncenin
katı baskısını üstünde taşımaz.
Kendi başına bir duyarlığın ödün vermeden biçimlendiği özgür bir kuruluştur.”
Evrim
En genel tanımıyla “dış dünyaya ait nesnel gerçekliğin zihinsel tasarımı” olan imge ve imajinatif
söyleyiş, İsmet
Özel şiirinin en temel
özelliklerinden biridir. Şair,
üzerinde yaşadığımız dünyanın kendi “beni”
üzerindeki
yansımalarını ve bu dış gerçekliğin “ben”den hareketle
algılanma biçimini, dilin imkanlarını kullanarak imge
aracılığıyla ortaya
koymaktadır. Özel, şiir
evreni içerisinde dizelenen sözcüklerde olduğu gibi, imgelem yapısında
da başlangıçta, Türk şiir geleneğinde özgün imajinatif değerlerle dikkat çeken II. Yeni
şairlerinin metinlerinde
yer
alan imge yapısıyla benzerlik gösteren bir durum içerisinde olmuştur. Özellikle 1962 - 1964
tarihleri arasında
ortaya çıkan ilk şiirlerinde
şair, II. Yeni şiirinde olduğu gibi, benzetme esasına
dayalı bir imge kurgusu meydana
getirir.
Fakat burada önemle vurgulanması gereken husus, şairin bu tarihler arasında
kaleme aldığı şiirlerinde söz konusu
olan etkileşimi, sadece
kelimelerin yüklendikleri anlamları benzetme yoluyla kurarak sağlamış olmasıdır. Özel, bu
durumu meydana getirirken II. Yeni şiirinin genelinde olduğu gibi soyut unsurlardan daha çok somut bir
durumdan hareket eder ve özgün benzetmeler oluşturarak şiirinin anlam açısından kapalı olmasını engeller.
İfadeye çalıştığımız ilk dönem şiirlerindeki bu imge yapılanmasını, Özel’in “Yorgun”
adlı şiirinin şu dizelerinden
hareketle örneklemek mümkündür:
(...)
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar
bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır
çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.
(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)
Yukarıdaki dizelerde de görüldüğü gibi şair, ‘gece - ayakları kokan bir adam’, ‘eşik - aya doğru oturan çocuklar’,
‘çocuk - tüccar’, ‘gece - karanlık - çocuk’ ve ‘ölü - ölüm’ gibi somut
durumlardan hareket ederek benzetme
yoluyla meydana getirdiği
imgeleriyle, özellikle çocukluğun
anlam dünyasına dair farklı çağrışımlar oluşturmak
istemiştir. Şairin metinlerinde yer alan
imgelerin bu yapısı, özellikle “Partizan” şiiriyle açılan evreden sonra, çok
daha önemli bir noktaya yönelerek devam edecektir. Bu nokta, kaynağını somut bir durumdan alan
imgelerin aynı
zamanda bir insanlık durumuyla ve yaşamla temellenerek, insan gerçeğini ele alması yönünde belirerek açımlanır.
İsmet
Özel’in 1965 yılında kaleme aldığı
“İmge ve Açık Anlatımlı Şiir” adlı metin, şairin söz konusu olan
yöneliminin anlaşılması
bakımından önem arz etmektedir. Şair
bu yazısında, "imgeler çoğunlukla değişik
görüntüler elde etme, alışılmışın dışına çıkma isteğinin bir belirtisinden özge
bir sanı uyandırmıyor. Bana
kalırsa bu şiiri
duygusal bir gerilim olarak görmekten ve ona bu noktadan girmekten doğuyor. İmgenin
doğuşunda duygu azımsanmayacak bir
yer tutar ama soyut ve sanki şiir için hazırlanmış bir duygululuğun
uzantısı olan imgeler ortaya yalnız bir takım süslü kelime yığını koyuyor. (...) Altında
bir yaşama serüveni
yatmayan, yüzde yüz bizim olmayan, insan tekinin sorunlarıyla bağı kopmuş imgeden şiiri uzak tutmalıyız”
demektedir. Özel’in bu metnini aynı zamanda, II. Yeni şiiriyle ortaya çıkan şiir anlayışından sıyrılmak istemesi ve
kendine ait bir üslûp oluşturmaya
yönelik gayreti olarak da okumak mümkündür.
Rene Wellek ve Austin Warren’in de belirttiği gibi imgenin bir çok
sınıflaması yapılmıştır.
Bunlardan duyularla
ilgili olanları “görsel, işitsel
ve duyumsal imgeler”; hareketle ilgili olanları da “statik ve dinamik imgeler”
olarak
adlandırmak mümkündür. Yine imgeler nicelik ve nitelik olarak da
“yayılgan/gelegen imgeler”, “batık imgeler’,
“radikal imgeler”, “yoğun
imgeler” ve “dekoratif imgeler” olarak sınıflandırılmaktadır.
İsmet
Özel’in şiir evreninde
sese ve görüntüye dayalı “duyumsal imgeler” yer aldığı gibi, farklı tasarımlarla
zihinsel kurguya geniş bakış açısı kazandıran ve her
okunduğunda tekrar
anlamlandırılabilen “yayılgan/gelegen
imgeler’ de vardır. Aşağıya örnek olarak alıntılayacağımız “Acının Omuzlanışı” ve “Kaçış” adlı şiirlerin
bütününde şair, sözü
edilen her iki imge türünden de geniş ölçüde faydalanarak etkili bir söyleyiş meydana
getirmiştir:
Kadını bir gürültüye sapladılar.
Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı
kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar
fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar
bombalar, bö sesleri, savaş alaborası...
Yaşamak
bir tıkırtıydı, aldırmadılar.
Çocukların düşlerinde
bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
Markuuuut! Torbanı sarkıt.
Her doğal
güzelliğin bir ucunda
aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler
Markuuuut! Torbanı sarkıt.
Siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın
korkmayın ölüm bir başka
ağzıdır yarasaların.
Aşınmış eşikler, aşınmış
yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
Serin karanlığıma bir
çingene düşerdi
gökyüzüne birikirdi hazineleri kışın
dağların dağlarda birikirdi gölgeleri
ürkütülmüş gölgeler
kapımda çoğaldıkça
yüreğime o tedirgin
çocuklarda düşerdi
kar yürürdü gözlerime tüyden ayaklarıyla
kar yürürdü çünkü kar
o temiz eldiveni gökyüzünün
tüfengimin ıssızlığını
büyütürdü
bir dönülmez kaçışa uzanırdı
çocuklar
ve o üzünç bitkisi çocuklarda ölürdü
artık üşümek
çince bir çiçektir oralarda
yolcuların taşıyamadığı bir çiçektir
çünkü kardan yorulunca biz sıcak sulara
inip sepet öreriz ve 'gecenin
uzun ağzı sulardı
saksıları'
ve hala ay dağınık
saçlara benzer oralarda
serçelerin ayaklarına bağladığı
karanlık
kimseyi çağıramaz kendi
adıyla.
(“Kaçış”,
Geceleyin Bir Koşu,
s.13)
Özel’in şiirlerinde
imgelerin yukarıda işaret
edilen şekliyle
kullanıldığı metinlerin
sayısını çoğaltmak
mümkündür.
Şair, çocukluğundan getirmiş olduğu anılarını ve kişisel özelliklerinin birer yansıması olarak beliren
psikolojik
durumlarını, daha çok “duyumsal imgeler”le kurguladığı metinlerde söz konusu ederek şiiriyet kazandırmaktadır.
Ancak İsmet Özel’in şiir evreninde baskın olarak
ortaya çıkan imgeler, “radikal” ve “dinamik” imgelerdir. Şairin
ilk şiirlerinden son
dönemde kaleme aldığı
çalışmalarına varıncaya
kadar birer izlek olarak devam eden, “ben”in
kendi varlık alanlarını önceleyerek dünya karşısındaki “uymacı olmayan tavrı”, şiirlerde “radikal imgelerle
ortaya
çıkmakta ve “dinamik” bir kurguyla şiirin anlam alanlarında yer almaktadır.
Şairin
müslüman dünya görüşünü
benimsemesinden sonra da değişmeyen bu durum, “edebîlik adı
verilen
kavramın en yoğun
biçimde görünüşü olan ve
dilin bünyesindeki her türlü unsura sinerek ortaya çıkan lirizmle”
birleştiğinde, özgün bir üslûp olarak
belirir. İsmet Özel’i
son dönem Türk şiiri
içerisinde önemli bir konuma
yükselten husus da buradan kaynaklanmaktadır. Şair, kendi “beni”nden, diğer bir ifadeyle yaşanmışlıklardan
hareketle, insanın dünya karşısında
almış olduğu yeri, şiiri zaafa uğratmadan “radikal imgeler’le
örgülemekte ve
modern Türk şiirinin
gelişimi için esaslı bir
açılım meydana getirmektedir.
İfadeye
çalıştığımız “radikal” ve “dinamik
imge” kullanımını, Özel’in birçok şiirinde görmek mümkündür. Biz bu
kullanımlara, özellikle ilk dört kitapta yer alan şiirlerden birkaçını örnekleyerek işaret edeceğiz. Fakat öncesinde,
şiir metni içerisinde
kullanılan her türden imgenin anlamlandırmasıyla ilgili bir hususa açıklık
getirmekte fayda
vardır. O da imgelerin yapısından kaynaklanan temel özellik ile ilgilidir. Her şiir okurunun ya da dinleyenin
zihninde farklı tasarımlara yönelerek ortaya çıkan imgelerin işaret ettiği noktaları, net olarak
belirtmek mümkün
değildir. Bu aynı
zamanda, şiir metniyle
karşı karşıya kalanın zihinsel
tasarımını da sınırlandırmak ve şiiri
anlamlandırmasında onu, kendi hissettiklerimizin birer ifadesi olan
yorumlarımızla yönlendirmek olacaktır. Kaldı
ki bir okur olarak bizlerin de aynı şiiri, farklı ortam ve şartlarda başka
tasarımlarla yeniden anlamlandırması
mümkündür.
İmgelerin
işlevselliğinden hareketle dikkat
çekmeye çalıştığımız hususu Octavio Paz, şu şekilde işaret etmektedir:
“Her ifade bir başka
ifade tarafından açıklanan veya açıklanabilen bir anlam taşır. Sonuçta anlam söylemeye
çalışmak; ya da
daha doğrusu başka bir biçimde söylenebilen şeydir. İmgenin anlamı ise, bunun
tersine,
imgenin kendisidir. Öbür sözcüklerle söylenemez. İmge kendi kendisini açıklar. Söylemeye çalıştığı şeyi
kendisinin dışında
hiçbir şey
söyleyemez. Anlam ve imge aynı şeydir. Bir şiirin
kendi imgelerinden başka
hiçbir
anlamı yoktur. (...) Cümleler ve ifadeler birer yol, imge ise kendi kendisine
dayanan anlamın ta kendisidir.
Anlam imgenin içinde başlar
ve imgenin içinde biter. Şiirin
anlamı şiirin
kendisidir. İmgeler
herhangi bir
açıklamaya veya yoruma indirgenemez.”
Bundan dolayı İsmet
Özel’in şiirlerde yer
alan imgeler de, her okuyanda ve her okunduğunda farklı anlam
alanlarını çağrıştırarak ortaya çıkmakta ve
özgün birer tasarım olarak zihinlerle iletişime geçmektedir:
Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü
iniltilerden
ve mor ağzını gecenin
kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler adına
bütün fotoğraflarını
yakan
yakan ve bekleyen.
(...)
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
Binlerce binlerce çocuk
koşarak
dokumuş benim kumaşımı
hançeremdeki bu şehrin
o geçimsiz mushafı
vardım dayandığım
parmaklığına o büyük
hesapların
Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler
ey rakı sürülmüş yaralarım
gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
gök de bir mendil takınsın boynuna
benim kağşayan umutlarım
gövdeleşin
çünkü ben oraya gidiyorum: boğulmaya.
Nasıl birer suç çağrışımıyız
dünyada
adamlar, kadınlar, şehre
indirdikleri bakraçları
ne kadar uydurma
ne kolay öpüşüyorlar
yıllar süren intiharlarla
Oysa
insan zemheriyi
ve kadının doğurma
vaktini bilir
hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla
yeni şeyler, yeni şeyler yaratmak için tabi.
İşte
potin bağlıyor çocuk
bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor insanlara
ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi
oraya gidiyorum: boğulmaya.
Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi
1300 tarihli şehbenderlere
dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak, bir
setre.
Tutuşan
bir bıçak.
içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte gidiyorum
oraya: boğulmaya.
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir
kadının mihrabı
bu gövermiş güz günleri
çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür
üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.
(...)
Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları,
analarımız
aşererken toprak yiyen
analarımız
yüreğimin palamarlarını
çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
(...)
Sen şimdi
sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran
isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan...
Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım
oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan
uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)
(...)
Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın
gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk
diye tanınan.
(...)
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.23)
(...)
Yaşamak
debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş
haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık
vereceğim
Sana bir karşılık
vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan
suların imkanı
ey taşan suların
bekareti sana
bir karşılık vereceğim.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum
çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan
utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
(...)
sana yaşamak
düşer çarkların
gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit
güneşle ovulmalıdır
gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır
diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa
çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey
ıslatmasın namluları.
(“Mazot”, Erbain, s.145)
Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları
sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların
kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
(...)
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun
bu köleleri.
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
(...)
Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım
cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle
takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar
tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan
belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim,
ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)
Gerçekte var olan herhangi bir tipin, kavramın ya da olgunun
niteliklerinin veya gündelik hayat içerisinde yer alan
alışılagelmiş unsurların, veciz bir şekilde şaka yollu eleştiril bir bakış açısıyla söz konusu
edilmesi, ironik anlatımı
ortaya çıkarmaktadır. Pek çok fonksiyonu olan ironinin başlıca işlevi, “kusur bulmak, arındırmak, tasfiye
etmek,
gururunu kırmak ve hapsetmektir. İroninin iki temel çeşidi, sözel ironi ve durum ironisidir. En basit şekilde sözel
ironi, bir şeyin ne
anlama gelmediğini
söylemeyi, söylenen sözün aksinin ima edilmesini ve kelimeleri ters
anlamlarıyla kullanmayı” gerektirmektedir.
“Söylev sanatında sık kullanılan bir söz oyunu olarak da
kabul edilen ironinin en çok rastlanan biçimi, kişinin
aslında ciddi olmayan bir şeyi
ciddi olarak söylemesidir. Diğer
bir biçim ise, kişinin
ciddi bir konuyu bir espri
gibi, şaka yollu dile
getirmesidir. Ancak bu duruma daha çok mizahçılarda rastlanır.” Özellikle
yazılı metinlerde
ironi kavramının uygulama biçimleri, “herhangi bir tipin ironisi,
kavramların ironisi, sosyal bir olgunun ironisi
ve gündelik hayatın ironisi”
şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İsmet
Özel de daha çok müslüman dünya görüşünü benimsedikten sonra yayımladığı şiirlerinde,
“mutlak
emniyet”i elde etmiş olmanın
beni’ne kazandırmış olduğu güvenle birlikte,
insanların kendilerine sunulanı kolayca
kabul ediyor olmalarını, benliklerine yabancılaşarak “yaşayıp gitme”lerini ve modern dünyanın “şahsiyet”ler
üzerinde kurduğu baskı
alanlarını kimi zaman ironik bir anlatımla işaret ederek eleştirmektedir. Şair bu anlatımla
kaleme aldığı şiirlerinde, yukarıda işaret edilen ironinin uygulama
biçimlerinden daha çok “sosyal bir olgunun ve
gündelik hayatın ironisi”ni söz konusu eder. Bu metinler, özellikle
modernizm merkezli “sosyal bir olgu” olarak,
“gündelik hayatın” her alanında görülebilecek yabancılaşmanın ironize edilmesi ile dikkat çekmektedir.
Çalışmamızın
Özel’in şiirlerinin
içerik olarak tahlil edildiği
bölümde yeri geldikçe izleksel bütünlüğe uygun
olacak şekilde
açımlanmaya çalışılan bu
husus, burada tekrar edilmeyecektir. Ancak şairin metinleri arasında
ironik anlatımın öne çıktığı
şiirlere ve kimi
dizelere, aşağıdaki gibi birkaç örnekle işaret etmek mümkündür:
Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
düşünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok
ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama
sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna
doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
görüyorsunuz ilm-i hilaf ü cedel düzeniyle hayat
nasıl da sürüklüyor kendini
ve ben bunu kanıtlayabiliyorum
şu şair halimle
böylece size ey saygıdeğer
erbab-ı cumhuriyet
akıllı ve yetenekli olduğumu
kanıtlamış oluyorum
sizler de
bu derin bilgeliği
kavrayarak
kendi değerinizi ortaya
koymuş oluyorsunuz.
Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim
tarihi bir gerçek kadar sıkılgan
bilmem ki Tesalya'daki Termofil
bir yiğitlik
anısı
bir hayınlık anıtı mı olsa
yine bilmem quantum kuramını
öğrenen
insan haklı mıdır
kendini ardıçkuşu sanmakta-
ben
yirminci yüzyılın sonlarında
en uzak uyanışlar
ikliminde yaşadım
bir imparatorluk genişliğindeki
gençliğim sırasında
kadınlardan daha çok birinci şubeye
vardım.
En mutlu insanlar belki de
baca temizleyicileridir
öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki
yüreklerini geniş,
dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar
buna yükümlü sayarlar kendilerini.
Baca temizleyicileri başkalarını
sevmekle kalmaz
başkalarınca sevilirler
aynı zamanda
çünkü herkesi düşünmeyecek
kadar mutlu
herkes tarafından düşünülmeyecek
kadar mutludurlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Bu sorunun karşılığını bulamıyorum
içinden çıkılmaz bir olay, ama önemsiz
köylüleri öldürmesek de olur
hatta onların kalın suratlarını
görmezlikten gelebiliriz
yapılacak çok şey var
daha
sözgelimi ben, kendim
hiç hayıt ağacı görmemişim
görmeden ölürüm diye korkum da yok
değil mi ki albatrosu
Baudelaire'den
Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendim
bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç
beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak
kullanabilirim.
(“Akla Karşı
Tezler 1”, Erbain, s.185)
Ben İsmet
Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey
ben yaşarken oldu, bunu
bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim
rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz
kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday
saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.
Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir
zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara
sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal'de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu?
Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
şeytana satacak kadar
bile bende ondan yok.
Telaş içinde
kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki...
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz
insana.
(...)
Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler,
eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer
bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz
neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?
Bakın ben, bir çok tuhaf
marifetimin yanısıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz
dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali
hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
(...)
(Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken, s.7)
Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla
ciddileşir.
Bize ne başkasının
ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların
ölümü
en gizli mesleğidir
hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
Ölümle şaka
olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman
da.
Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm
(“Üç Firenk Havası / Capriccio Ölüm”, Cellâdıma
Gülümserken, s.24-25)
Biz şehir
ahalisi,kara şemsiyeliler!
Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!
Çığlıklardan
çadır yapmak şanı
bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler
Nezaketten,haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz çapkıncadır,ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak deriz-Oh,dear-ne
kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader
Güneş neredeysek
orada bulur bizi
Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar bizi bulur,o ayıp işaretler
Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür
ibaresini çizer
Biz şehir
ahalisi,üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları
asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
(“Dişlerimiz
Arasındaki Ceset”,
Cellâdıma Gülümserken, s.12)
(..)
Gece olur
Karanlığın
haşyetinden kapanırdı
tek kanat.
Boyasızdı tahta kapı
bu yanıyla güvenirdim ona.
Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek
üzereyken bir yaşıtımla
Malenkof! diye bağırmışım, öfkeden patlayarak.
zavallı arkadaşım
Hiçbir şey anlaşılmayan bu telaffuz karşısında
Şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.
Sonra kızlar geldi
bir kanadı açılmayan
boyasız kapının önündeki betonda
rond yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa raspa ras
Kore’ye mektup yas.
(“İki
Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)
Hayatsız kalmıştım.
Birden Dürin
Chopin’in yedi numaralı valsiyle
balkonda belirdi.
Cildi çürüyen İstanbul’un
üstünden korkulu göz
Sonbahar üstüne çöktü. Süsünden öldü şehir
hüznünden oldu. Bir de o gün Şevki
bey
biraz çekil kardeşim
demesin mi Chopin’e
ravii meçhul
ama inanmak serbest
ben kimseye yetim olduğumu
söylemedim üstelik
vesayet altında falan değilim.
sadece
hayatsız kalmıştım.
Büyüyünce geçti.
(“Demangeaisum”, Of Not Being A Jew, s.32)
Sözcüklerin ses ve biçim özellikleriyle dilin söz dizimi
açısından niteliklerinde bilinçli olarak meydana getirilen
değişiklikler olarak tanımlanabilecek
“sapmalar”, İsmet
Özel’in şiir dilinin
dolayısıyla da üslûbunun önemli bir
özelliği olarak ortaya
çıkmaktadır. Özel’in şiirleri
içerisindeki ritim ve ahenge uygun bir biçimde yapılandırılarak
metne dâhil edilen sapmalar, bir anlamda yapısal bir olgu ve şiirdeki söyleyişi tamamlayan temel bir unsur
olarak
kabul edilebilir.
Şairin,
şiirlerindeki imajinatif
söyleyişi daha etkin
kılarak okuyucunun ve dinleyicinin zihninde değişik
çağrışımlar ve duygu değerleri oluşturmak için sapmalara, ilk şiirlerinden itibaren başvurduğu görülmektedir.
İsmet Özel’in şiirlerindeki bu özellikler “Gramatikal
sapmalar”, “Dilbilgisi sapmaları”, “Anlam
sapmaları”, “Biçim sapmaları”, “Dilsel sapmalar”, ve “Sözcük sapmaları” olarak
ele alındığında şairin
üslûbuna ilişkin önemli
veriler de elde edilmiş olacaktır.
Dilin genel kullanımı içerisinde kabul görmüş kuralların bilinçli bir şekilde dışına çıkılmasıyla meydana
getirilen
sapmalardır. Dilin alışılmış kullanımındaki gramatikal
yapısı üzerinde özellikle “yazım” ve “ses” bakımından
değişikliğe gidilerek oluşturulan bu sapmaların Özel’in şiirlerindeki görünüş biçimlerini, “Yazım sapmaları” ve
“Ses sapmaları” adı altında incelemek mümkündür.
Şiirin
yazım düzeninde, gelenekselleşmiş olan biçim formlarının dışına çıkılarak meydana
getirilen değişiklikler
bu tür sapmaları içermektedir. Yazım sapmalarının, çoğu şair tarafından kullanılarak en sık yapılanı, şiirin bütünü
içerisinde imla, yazım ve noktalama kurallarını göz önünde bulundurmamaktır.
Örneğin Divan ve Halk şiirinin
yazım esaslarından olan, şiire
her mısra başında büyük
harfle başlama kuralı,
bu sapmayla ortadan kaldırılmış
olmaktadır. İsmet
Özel’in de ilk şiirlerinden
başlayarak çok sık
müracaat ettiği “yazım
sapmaları” öncelikle, şiirin
içerisinde büyük harfi sadece şiirin ilk dizesinin başında kullanmak ve nokta işaretine (.) şiirin sadece son
dizesinde yer vermek şeklinde
ortaya çıkar:
Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar
bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır
çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.
(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)
İsmet
Özel’in ilk şiiri olan
yukarıya alıntıladığımız
metinde de görüleceği
gibi şair, büyük harfi
ve nokta işaretini
şiirinde sadece bir defa
kullanmıştır. II. Yeni şairleri tarafından da çok sık
tekrarlanan yazım sapmalarının bu
biçimi, şiire II.
Yeni’nin daha çok imgesel zenginliğini tevarüs ederek başlayan Özel’in şiirin
formuna ilişkin
olarak da bu şiir
akımından etkilendiği
nokta olarak kabul edilebilir. Özel, yukarıdaki şiirle örneklediğimiz yazım
sapmasını değişik biçimlerde, “Bir Yusuf
Masalı”nın “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif’ ve “Dibace”
bölümlerinden sonra başlayan
“masal” kısmına kadar devam ettirir.
Aşağıya örnek olarak alıntılayacağımız şiirlerde, şairin bu sapmayı şiirin bütününden bentlere çekerek kullanması
ve nokta işaretine her
bendin sonunda yer vererek şiirin
bentlere yayılmış anlamına
işaret etmesi dikkat
çekmektedir:
Zengin dul dişi bir kedi seviyor ya kucağında
belki bu insanlara güvenimi doğuruyor
durmadan
ellerim bağlı da ondan
bu belki
yaşlı adamlar artıyor
haykırışımdan
kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar
bir kadın vuruyor kuşlara
kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin
gövdesine yorgunluktan.
Ayın parçalanışını bir dişi kedi gördü
Waterloo’yu gördü bir asker, bir kahraman
ama bizim için ne Waterloo, ne yağmur öncesi hüznü
bir aptalca büyü uğraştırıyor bizi durmadan
çünkü umulmadık bir şey
oluyor artık insan
bir şey, bir kahkaha
sabahın karşısında
ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara
artık kendine yürüyor kalkıp onlardan.
(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi, Geceleyin Bir Koşu, s.17”)
Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir
kadının mihrabı
bu gövermiş güz günleri
çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür
üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.
Beyaz tülbentler camın arkasında
ve çıkarılmış insan
gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
bağrına taş basan ana
o ananın ölüsünden kalkan toz
ey acılar gardiyanı, ey güz gündüzleri.
Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi
yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden
sonraki cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.
(...)
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
İsmet
Özel, “Bir Yusuf Masalı” nın “Birinci Bab: Şivekâr’ın Çıktığıdır” adlı kısmıyla birlikte, son dönemde
yayımlanan şiirleri de
dâhil olmak üzere, tüm metinlerinde bu sefer de dize başlarını sürekli büyük harfle
başlatmaktadır. Şiirin genel kabul görmüş olan yazı düzeni düşünüldüğünde, bütün bir mısra sonrası kullanılan
büyük harf geleneği, şairin bu dönemden sonraki
kimi şiirlerinde sapmaya
uğratılarak bir
kelimeden, hatta bazen
tek bir heceden sonra, bir alt dizenin başında kullanılmaya başlanmıştır.
Aşağıya, şiire başlık olarak seçilen
kelimenin tersinden tekrar edilmesiyle de ayrı bir yazım sapmasına örnek olarak
gösterilebilecek olan
“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim” adlı şiiri alıntılayarak söz konusu olan yazım sapmasına dikkat
çekmek istiyoruz:
MICHAUXNUNKIMI
imiknunxuahcim
Olmaz dedin oldurmadın mabedin çocuksusu
Kim demiş ejderhanın sırtındaki yumrular
Pençesinden evladır diye
Osu busu dediğin
Kuskus gedik
Tane dene
Önlüklüdür.
Kaymakam kaç
Çekeceksiz
Yeruşalim’de
kral
Amsterdam’da marangoz
Mavnasından.
Çok da kaygan som limonlu
Sumercimeğigillerden
Mercimeğin
kutsal kitap tersinmezi dururken
Nun. Ka.
Redife pestenkerani girmiş
Çıkarın
Neresinden dönülse üstümüze yağıyor
Üssümüze dönelim
Geber
Meğer
Nikâh
Davetiyesini
Kaybet
Memişim.
Püskülleri belden
Kayalık dağlardan
Fırdolayı fırsatlar
Abdülkasem
Çarpanınam
Şip.
(“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim”,
Of Not Being A
Jew, s.43-44)
İsmet
Özel kimi şiirlerinde de
dize içerisindeki bazı kelimelerin tamamını büyük harfle yazarak standart şiir
yazımının dışına
çıkmaktadır. Metindeki anlamın, büyük harfle yazılan kelimenin özellikle
imajinatif
çağrışımlarına bağlı kalarak iyice belirgin
kılınması için yapılan bu türden yazım sapmaları, genelde şairin ilk iki
kitabında bir araya gelen şiirlerinde
görülmektedir. “Bakmaklar”, “Davun”, “Partizan” ve “Bir Devrimcinin
Armonikası” adlı metinlerde karşımıza
çıkan bu sapmaları, aynı zamanda şiirdeki anlamı tamamlayan bir yapı
içerisinde olduklarını örneklemek için, kullanıldıkları bentlerle birlikte aşağıya alıntılıyoruz:
(...)
Ah, göğe
uzatıyorum bir cumartesiyi
hayın bir çalgıyı kuşanıyorum
göğün huysuz kuşlarıyla
GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi
bir tabut kalmıştır akşam olmaya
bir tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen bir ses gibi avlularda.
(...)
Ey irin mutluluğu!
Ey durmayıp ağrıyan
kemiği usumun!
Uğunursam
beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde
birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse
sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor
günümü.
TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir
sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir üzünç aralığındayız
artık TAN!
savulun, çıplaklığım
geliyor ardımdan.
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça
sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi
akarsuyunnan
göğsümde serinleyen
akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.29)
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
gök
şarlayarak devrilse
ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir
ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik:
partizan
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.9)
Oraya gidiyorum boğulmaya
BOĞULMAYA
bir partizanın armonikasında.
Artık mazgallardan fırlamak
büyük kamalar saplamak
böğrüne coşarlığın
büyük bir çatırtının ayaklarını ovmak
armonikamla.
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Şair
bir başka yazım sapması
olarak da sadece bir kez, “Yağmurun
Kapıları Karanlık” adlı “düzyazı şiir”inde,
dizelerden birinin tamamını büyük harfleri kullanarak yazar:
(...)
İşte,
gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha da itmek için suya, ölüme ölümlüğü
yakıştırabilmek için
cesetlerle bezedim güzel olan her şeyi. ELİMİN AKLIĞINDA
DAĞILIVERDİ KANIN. Elim el olmaktan
çıkıverdi. Çocuğun
yanaklarıyla boğuşuyordu
yağmur, derken yüklendik
karanlık kapılarına yağmurun,
seslerle büyüyen, seslerle yıkanan güvercin kanatları denize
giderdi.
(Yağmurun
Kapıları Karanlık, Geceleyin Bir Koşu, s.14)
Yine Özel “Dişlerimiz
Arasındaki Ceset” adlı şiirinde
de, küçük harfle yazılması gereken kelimelerin ilk harflerini
büyük yazarak bir başka
yazım sapmasının örneğini
vermiş olmaktadır. Aşağıya alıntılayacağımız dizelerde şair,
özellikle “Verem Olmak Üretimi Düşürür” söz grubuna ait kelimelerin ilk harflerini
büyük yazarak şiirin
bütününde ironisi yapılan yabancılaşmanın altını iyice çizmek ister. Özel, şiirlerinde pek rastlanmayan bu sapmayı
2005 yılı içerisinde yayımlanan “Savaş Bitti” adlı uzun soluklu şiirinde ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin
Yirmi Sebebi”nin 5. bölümünde tekrarlayacaktır:
(...)
Korkuya Y ağmaya Kana söz getirtmedi
Alacaklarımızın sorgucuyduk borçlarımızın çilingiri
Bizi Korku bizi Yağma bizi Kan yargıladı
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.60)
Biz şehir
ahalisi, Kara Şemsiyeliler!
Kapçıklar! Evraklılar! Örtü Severler!
Çığlıklardan
çadır yapmak şanı
bizdedir
Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler
(...)
Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer
(...)
(“Dişerimiz
arşındaki Ceset”, Cinayetler Kitabı, s.12)
(...) .
Zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu İS yazılmış
(İsmet
değil İsa da değil İsa’dan sonra)
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 5”,
Of NotBeingA Jew, s.102)
Yukarıda dikkat çektiğimiz yazım sapmalarının dışında İsmet Özel, sözcüklere bağlı olarak da sapmalar meydana
getirmiştir. Şairin ilk şiirlerinden son dönemde kaleme
aldığı metinlerine
varıncaya kadar oldukça sık rastlanan bu
sapmalar, bazen mısra sonlarında kelime bölünerek bazen de kelimelerinin
yazılışlarında
yazım kılavuzunun
dışına çıkılarak meydana
getirilir. Aşağıya alıntılayacağımız dizelerle bir kısmını örnekleyeceğimiz Özel’in
şiirlerindeki bu
sapmaların tamamına, kelimelerin doğru kullanımları da işaret edilerek hazırladığımız tabloda yer
verilecektir:
Sonradan çok sonradan
Öksürmeyi andıran bir sesle
Boğazını
temizlermiş gibi yapışlar
Dan anlaşıldı
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.47)
(...)
Filanca mı aman ha
Hiç lâfını sakınmaz denilmiyor
Mefhum - u muha
Lifinden anlıyoruz ki
Sakınılmaya değer
bir şeymiş lâf
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 14”,
Of Not Being A Jew, s.128)
(...)
düşler,
tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.
(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)
Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça
ve o külle yıkandıkça ben durmadan
utançla oğuşturduğum
yüzüm.
(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17)
bir kurbağa
zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
(...)
(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)
(...)
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.
Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka
dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
böğrümde avrupalı atları
koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28-29)
(...)
ağlıyorsun ihanete karşı şavkıyor pıçak
bir pıçak ki sevgilim, Sürmene işidir.
(“Kalk Düğüne
Gidelim”, Evet, İsyan,
s.43)
o zaman
senin çardağına çıkarken
karıştırırken şarapla kendimi sana
varsın gün geçtikçe herşeyde biraz kahır
biraz bakır çalığı olsun
lokmamızda
bana soru sor artık
beni kurtarma,konuştur
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.
(“Sevgilime İftira”,
Erbain, s.154-155)
Genel dilde kullanılan bir sözcüğün ses değerleri üzerinde değişiklik yapılarak oluşturulan sapmalar, ses
sapmaları olarak kabul edilmektedir. Ünlü ve ünsüz harflerin ses değerlerinin, kimi zaman değiştirilerek kimi
zaman eksik kullanılarak kimi zaman da uzatılarak meydana getirilen ses
sapmaları, bazen de yöresel ağız
özelliklerinin şiirde
kullanılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bir şairin şiir
dilini oluştururken
kullanmış olduğu
kelimelerin çeşitliliği oranında artabilen bu
sapmalar, İsmet Özel’in şiir evreninin her döneminde
önemli bir
özellik olarak dikkat çekmektedir.
İsmet
Özel, şiirin bütünündeki
ahenk unsurlarını ve ritmi esas alarak bazı şiirlerindeki kelimelerinin ünlü
harflerinde değişiklikler yapmış ve sözcüklerin genel dil
içerisindeki kullanımlarında sapmalar meydana
getirmiştir. Bunlardan
dikkat çekenlerini aşağıdaki gibi örneklememiz
mümkündür:
Bak, ölüm güzü kıskanıyor
şimdi ıssızdır onun
sevimli kedisi
ve herkes onun el değmedik
yerleri olduğunu
sanıyor.
uzayor defterine uğrayan
kan lekesi
(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)
ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi
düşler, tüfenkler
ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.
(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)
(...)
ben yakarım çağımın
ellerini. Ben bekliyenim.
Gecenin kıyısında benden konuşulur.
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
(...)
şehre
karışmayan bir dehliz değildim
sevinçle kovalıyordum kendimi
bunları ansımak başımı döndürüyor bazan
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.19)
(...)
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
(...)
Kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu
akşam eve girince
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.22)
Kızkulesi beyaz iken
Ümitgilde biz ikimiz
Kurabiye yiyor idik
Sütlü çayın yanında
Sahili çitileyordu
Sürü sürü yunuslar
Kumrulardı homur homur
Manastırın camında.
(“Kızkulesi Beyaz İken, Of NotBeingA Jew, s.37”)
(...)
Yeyip yuttum sanmayın bu takazayı
Ne mi yaptım size ne
(.) (“Savaş Bitti”, Of NotBeingA Jew,
s.64)
(...)
gerçi henüz kağıt
para yoktu demiyeceğim
lâfı limanlarda ibraz edilen pasaporta getirmeyeceğim
(John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 14”,
Of Not Being A Jew, s.146)
İsmet
Özel’in şiirlerinde
görülen ses sapmalarının bir kısmı da kelimelerin ünlü harfleri düşürülerek meydana
getirilmektedir. Dizelerin ses uyumuna özellikle dikkat edilerek oluşturulan bu sapmaları şöyle göstermemiz
mümkündür:
(...)
Ben şenlikçisiydim
pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan
geçerdim
(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
(...)
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
(...)
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)
(...)
Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi
yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,
sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden yaralandım dünya ırmaklarından.
(“Yaşatan”,
Evet, İsyan,
s.40)
Kanın çığrından çıktığı
saattir bu
memelerini bana sıkıca bastırdığın
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.20)
(...)
bana soru sor artık
beni kurtarma, konuştur
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.
(“Sevgilime İftira”,
Evet, İsyan,
s.22)
(...)
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar,
erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aş kî yüreklerini.
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.23)
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı
kahreden kelimeler
(...)
(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38)
(...)
varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.40)
Çeşme
var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.13)
Koyverin matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun
Her yanlışı
yeşeren dal fışkıran otla kapatsak n'olur
Ağlayış buldu eşin neydi adı ko
bahar coşkusu olsun
Yüze vurmaz artık elem yapışır âdeme göğsünde solur
(“Mevsimlerin İnsana
Yaptığı Fenalıklar”,
Of Not Being A jew, s.25)
deyim yerinde değil ulan n'olucak
deyimi yerine ben koymadım
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1”,
Of Not Being A Jew, s.129)
(...)
sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret
hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti
(...)
(“Mazot”, Erbain, s.145)
Böyle ayıp şeylerden
ninni yapmamış olsak
Boynu düzce devenin gazeteler yazmadan
Kapmadan da parayı un eler miydi kaltak
Hikmeti ne inmenin yalnayak ayazmadan
(“Orta Yaşlı
Bürümcüğün Ninnisi”, merdivenşiir,
S.8, Nisan-Mayıs 2006, s.7)
Özel, şiirlerinin
bazılarında ünlü harflerin ses değerlerini uzatarak dize içerisinde hem bir ahenk
hem de şiirin
söyleyişine bir canlılık
kazandırmak ister. "Geceleyin Bir Koşu” kitabında Edip Cansever’e ithaf ederek yer
verdiği “Acının Omuzlanışı” şiirinde ve "Bir Yusuf Masalı”nın
Altıncı Bab’ında şair, “u”
vokalini bilinçli olarak
uzatmış ve meydana
gelecek olana ses değerinden
faydalanmak istemiştir.
Özel’in her iki şiirinde
de söz konusu
olan bu özellik, şiirlerin
seslendirilişine de ayrı
bir ahenk katmaktadır:
Çocukların düşlerinde
bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
Markuuuut! Torbanı sarkıt.
Her doğal
güzelliğin bir ucunda
aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler
Markuuuut! Torbanı sarkıt.
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
Cinler kanatlarını kaldırıp
Vurdular dev kubbeye
Her vuruşta
etraf
Zangırdadı, gümbürdedi
Hem vuruyor, hem çığlık atıyorlardı:
“Yusuuuf! Çık da bir kaşık kanını içelim”
Cinler hesabına göre bu kubbe
Sayılı darbelerden sonra çökmeliydi
Fakat kubbenin direnci tahminleri aştı
Öyleyse daha sert kanat darbeleri indirmeli
Âvâzı yükseltmeli
“Yusuuuf!” “Yusuuuf!” “Yusuuuf!”
“Çık da bir kaşık
kanını içelim”
Cinler çok kanat vuruyor
Çok ağır
(“Altıncı Bab: İns ü Cin”, Bir Yusuf Masalı, s. 118-119)
Yine şairin
ses sapmasının bu şekline
örnek olabilecek kullanımına, "Bir Yusuf Masalı”nın “Şivekâr’ın
Çıktığıdır”
adlı Birinci Bab’ında ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin
19. bölümünde de
rastlanılmaktadır:
(...)
Ossaat "Breh!
Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek!''
Deyiverdi bir avcı.
Şimdi
sezdi Şivekar saklandığı yerden
Avcıların da varmış bir içlisi
Bir bilgesi
(“Birinci Bab: Şivekâr’ın Çıktığıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.48)
(...)
perde kapanıyorken elini paltona uzatıyorsun
kumaşın kalınlığını hissediyorsun yakanın
iriliğini
ilâ mâaşallah.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1”,
Of Not Being A Jew, s.129)
İsmet
Özel’in oluşturmuş olduğu şiir dili içerisinde sözcüklerin ses özellikleri üzerinde değişikliğe
gidilerek
meydana getirilen ses sapmalarının bir başka görünüşü ise, sayıları az da olsa, yöresel ağız özelliklerinin
kullanımıyla ortaya çıkmaktadır. Şair, özellikle ilk dönemde kaleme almış olduğu şiirlerinde
görülen bu
sapmayla, şiirin
bütününde dikkat çekilen anlamı daha çok belirginleştirmiş
olmaktadır. Örneğin
aşağıya
alıntılayacağımız,
“kale” kelimesinin halk ağzında
karşılaşılan ‘kal’a’ şeklindeki söyleyiş biçimini Özel’in,
şiirinde özellikle ‘kavga’
sözcüğünün hem
imajinatif hem de ses özelliklerini hissettirebilmek için bilinçli olarak
kullandığı
görülmektedir. Yine aynı şiirde
‘çerçi’, ‘çeri’ ve ‘kul’ kelimelerinin ‘halk’ kelimesiyle kurmuş olduğu
koşutluk da dikkat
çeker:
(...)
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal'am onu kal'a kılan benim
boşanır damarlarıma
yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir
benim yerim.
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.22)
Şairin
diğer şiirlerinde öne çıkan yöresel
ağız özelliklerinin
kullanımıyla ortaya çıkan sapmalardan bazılarını ise
şöyle göstermek
mümkündür:
(...)
Ah, göğe
uzatıyorum bir cumartesiyi
hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla
(...)
Sis sanki ayaklandırıyor yamaçları
sisle çalkanıyor böğrümüzdeki
ova
bana çarpıp kırılıyor mahpusluk düşüncesi
ben güya şiirler yazdığım için mahpusmuşum
mahpus olduğu için şiirler yazarmış Ho amca.
(“Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler
5”, Evet, İsyan,
s.35)
Ütüsüz bir pantolon kadar tedbirliyim
tarihi bir gerçek kadar sıkılgan
bilmem ki Tesalya'daki Termofil
bir yiğitlik
anısı
bir hayınlık anıtı mı olsa
(...)
(“Akla Karşı
Tezler”, Erbain, s.186)
(...)
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;
yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
(...)
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)
(...)
Buraya kadar geldi masal
Şimdi acep ne
olacak?
(“Dönüş”,
Bir Yusuf Masalı, s.112)
İsmet
Özel’in şiirlerinde
belirgin bir biçimde ortaya çıkan ses sapmalarının tamamını, sapmanın yer aldığı şiirin
yayımlandığı kitabın
sayfa numarasını ve kelimenin yazım kılavuzundaki doğru kullanımını da vererek
hazırladığımız aşağıdaki tablodan da takip etmek mümkündür:
Söz dizimsel sapmalar olarak da adlandırılan dilbilgisi
sapmaları, şiirlerin
dizeleri yapılandırılırken kimi söz
dizimlerinde bilinçli olarak meydana getirilen dilbilgisi kurallarına aykırı
kullanımlardır. İsmin
hallerini
değiştirmek, edatları yanlış kullanmak, nesne almayan
fiillere nesne eklemek, kelimelere yanlış ek getirmek,
geçişsiz fiilleri geçişli olarak kullanmak, dize
içerisinde kelimelerin yerlerini değiştirmek,
parantez ve kısa çizgi
içerisinde ifadelere yer vermek... gibi sözdizimindeki kurallara aykırı
kullanımlar bu sapmayı oluşturur.
Şiir
dilinin özellikle alışılmamış bağdaştırmalar ile kurulan yapısı düşünüldüğünde,
şiirlerde dilbilgisi
sapması
olarak kabul edilebilecek kullanımların sayısı oldukça artmaktadır. Bu durum,
imgeye yaslayarak açımladığı
söyleyişini, dilbilgisi
kuralları içerisinde örneğine
pek rastlanmayacak özgün söz dizimleri ve alışılmamış
tamlamalarla oluşturan
İsmet Özel şiirinin de önemli bir özelliği olarak kabul edilebilir.
Nitekim Özel, imajinatif
söyleyişin etkisini
artırmak ve şiirin
bütünü içerisinde öncelediği
anlamın sınırlarını genişletmek
için bu türden
sapmalara ilk şiirlerinden
itibaren oldukça sık müracaat etmektedir.
Şairin
üslûbundaki zenginliğe işaret eden bu türden
kullanımların özellikle ne şekilde
yapılandığına, “İmge ve
imajinatif söyleyiş”
adlı kısımda dikkat çekildiğinden
ve metinlerdeki görünüş biçimlerine
de “Anlam sapmaları”
adı altında işaret
edileceğinden dolayı
burada tekrar değinilmeyecektir.
Fakat şair, alışılmamış bağdaştırmaların
ortaya çıkardığı söz
dizimsel sapmalarla birlikte, kimi şiirlerinde yine bir dilbilgisi sapması olarak, farklı yapılarda
kurgulanmış dizeler
meydana getirmektedir. Örneğin
aşağıya “Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli” adlı
şiirden
alıntılayacağımız
dizelerde, hem alışılmamış bağdaştırmalarla hem de söz dizimindeki kelimelerin yerlerinin
değiştirilmesiyle oluşturulmuş her iki sapmayı da bir arada
görmek mümkündür:
(...)
Ürker herkes üşümüş bir anahtar
olagelmekten
bir çocuğun
şehri
çarpar yüzümün varoşlarına..
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
Yukarıdaki dizelerden özellikle sonuncusunu “bir çocuğun yüzü çarpar şehrin varoşlarına” şeklinde de
söylemek mümkündür. Fakat Özel, kelimelerin yerlerini değiştirerek hem ilginç bir söyleyiş hem de şiirin anlam
düzleminde orijinal bir imgelem meydana getirmiştir. Bu dize “bir çocuğun yüzü çarpar şehrin varoşlarına”
şeklinde söylenmiş olsa dahi, alışık olunmayan kişileştirme ve betimleme yapısıyla dikkat
çekmektedir. Şair, bu
yapıyı bir de söz dizimindeki kelimelerin yerlerine yapmış olduğu müdahaleyle daha belirgin hale getirmiştir.
İsmet
Özel’in bu tarzda meydana getirilen dilbilgisi sapmalarına birer örnek de “John
Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirinin
5. ve 12. bölümlerinden göstermek mümkündür:
(...)
Hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya
gözüyle
Bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
Neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle
kuranların haline
(^)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 5”,
Of Not Being A Jew, s.102)
(...)
Mesela şehri
seçmek olmasaydı şehre
girmemiz
Şehre
bir kur' aya katılır gibi girecek olsaydık
Çalkalar karıştırabilirdik
talihi ve sevinci
Halbuki biz seçmeler zincirinde birer neyiz bakla
Bize sığmak için şehre
Komşunu geç diyorlar ziyaretçini
hakla
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 12”,
Of Not Being A Jew, s.126)
“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin 5.
bölümünden alıntıladığımız
dizeleri, şairin
yerlerini
değiştirmiş olduğu söz gruplarını dilbilgisi kuralları içerisinde düzenleyerek, “Hayır
seni asla dünya gözüyle
bir kez bile görmek istemiyorum. / Bunların hepsi telefat. Acıdım ömrümce, /
‘neler vermezdim seni
görmek için’ gibisinden cümle kuranların haline.” şeklinde de yazmak olasıdır. Yine şairin bu türden
sapmalarla meydana getirdiği
dizelere, “Cellâdıma Gülümserken” adlı 4. şiir kitabının hemen başında yer verdiği
kısa metinde de rastlanılmaktadır. Özel, aslında “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” şeklinde sıralanan
sözcüklerden oluşan ve
tek dizede toplanabilecek olan metni, kendi içerisinde çoğaltarak 6 dizeye yaymış;
noktalama işaretlerinin
de yardımıyla şiirin hem
anlamında hem yapısında hem de söyleyişinde, her okunduğunda
farklı çağrışımlarla yeniden
anlamlandırılabilecek bir yapı meydana getirmiştir:
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.
(Cellâdıma Gülümserken, s.1)
Özel, söz konusu olan bu etkili söyleyişe, “Kuşun Ölümü” adlı şiirinde de “ve” bağlacının cümle içerisindeki
yerini değiştirerek ulaşmaktadır. II. Yeni şairleri tarafından da sıkça
kullanılan bu türden sapmaların örneğine
şairde pek rastlanılmaz
fakat şair, aşağıya alıntılayacağımız dizelerinde bu kullanımı, özellikle “mi” soru
ekini de
sapmaya uğratarak
orijinal bir söyleyiş meydana
getirmiş olur:
(...)
kuş öldü herkes mi
arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
(...)
(“Kuşun
Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)
İsmet
Özel’in şiirlerinde sık
rastlanan bir diğer
dilbilgisi sapması da, dize içlerinde parantez ve kısa çizgi
içerisinde birer ara cümle olarak kabul edilebilecek ifadelere yer veriliyor
olmasıdır. Şairin ilk şiirlerinden son
şiirlerine kadar ortaya
çıkan bu kullanım, şiirin
akışında ve anlamında
herhangi bir aksaklığa
meydan vermeyecek
şekilde kurgulanarak
meydana getirilmektedir. Örneğin
"Geceleyin Bir Koşu”
kitabında yer alan “Bakmaklar”
şiirinde iki kısa çizgi
içerisinde yer verilen ifadeler, şiirin anlamına büyük oranda katkı sağlarken aynı zamanda
metnin bütününde yer alan ünlemlerle birlikte ritme ve seslendirilişe de yardımcı olmaktadır:
Donyağından
yapılmış sabunların
ürkütüp sindirdiği
gözlerim vardı - ağır
-
ağır yani çoraplı ve
sürgün doğmanın
taşınmaz kıldığı.
Ben şenlikçisiydim
pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan
geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan
direnmenin mayasını ellemeye.
Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın
kapardım kapımı gevşeyen
bir yanımla
ve hergece yatağımda bir
engerek bulmanın
süregen iğrentisiyle
dolardım, sesim
öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.
Çünkü heryerde bir göğün ufak kaldığı vardı
- akşama özgü
göğsümü açardım
ey mutlu serin penceresi doğanın -
heryerde köpeksi koklaşmaların
sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum
hersabah.
(...)
Ben nereye adımı yazsam
nereyi göstersem parmaklarımla
orası şapkalar yüklü bir
vagondur,
nerede daralmış görsem
bir adamı
akşamın güzel buğusunda eli-ayağı tutulmuş
bir çiçeğe
uzanırken utandığını
görsem
işte iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor
ellerimde
kuşlar çoktan kapamışlar tarlalarını.
O zaman bir üzünç aralığında - herkes gibi - başlar korkum.
(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24-26)
İsmet
Özel’in diğer şiirlerinde de dikkat çeken bu
kullanıma yönelik dizelerini, içerisinde yer aldığı anlam
bütünlüğüne de dikkat
ederek aşağıdaki gibi örneklemek
mümkündür:
(...)
babam uçurtmalarımı benden çok severdi bilirsin
şimdi uçurtmalarım
büyük, o homurtu (o insan)
(•••)
(“Ölü asker İçin
İlk Türkü”, Geceleyin
Bir Koşu,
s.22)
(...)
Nasıl ki doğuran
ve öldüren
köpekler gezinir herkesin şapkasında
ki herkesin şapkası
mermilerden öncedir,
— Elma dersem çıkma.
(...)
aşk -bir
tanım değil
midir-
kusturucu güzellikler ardından.
(...)
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)
Kadınlar geçiyordu doğurgan -ve diri kızlar
Turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
(•••) .. .
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
(...)
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
-Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-
Gırtlağımda
bir harf büyüyor
gırtlağımızda.
(...)
Yırtarak açtığımız
zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde -sinemada- genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
(...)
ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse
ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik:
partizan
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7 8)
(...)
tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların
bir bazı şeyler bulmalı
yüzümüze tebelleş olan
bu korkuya
- Avluya çık
- Avluya kara bir şey bırakılmış
(bir bomba)
(...)
Açıklanacak, belletilecek olan belki
milat öncesi ve sonrası lakırdıları
karışık banka hesapları,
navlun
yani öylesine açık değil
pek
hatta
- şehir
mi, değil mi
burası -
kötürüm bir kurt çantamı karıştırıyor
neden karıştırıyor, ne
hakla
direnmeler, erzurumlar, kalfalar
gecenin ipini koparan gece safaları
- Var mısın yok yere ağlamaya... Ki bir sis
yanık bırakılmış bir
fısıltı
şehri sarıyor, bir
dehliz olan bana ulaşamıyor
ama
herkesin içinde iğdiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyorlar ocaklarına.
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18-19)
(...)
Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla
sofraya oturuyor
köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?
(...)
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.22)
(...)
Klavyeye sonradan girdiğine hepimizin
Kitap’a el basarak yemin ettiği
Eklentiyi yapanı hiçbirimizin
Şart olsun bilmediği bir tuş
Hepimizin bir yerindeki şangır
şunguru
Takır tukur tokuşturmuş
Çünkü hepimiz -erbabı böyle diyor-
Farkına varsak da varmasak da
Ya bir şangırdan
veya
Bir şungurdan
gelmekteymişiz
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 3”,
Of Not Being A Jew, s.96”)
Öldürülmeden önce çoğunu öldürmüştüm
Sonra hepsini geberteceğim canıma kıyıldıktan
Hepsini birer birer
Belimden yatağanımı
çekip kelle uçuracağım
Göğse
sertçe saplayacağım
ucuna takıp süngümü
Hançerle sustalıyla kasaturayla saldıracağım
Yöntem sıkıntısı çekmediğim apaçık
Onları üçer beşer
asacak urganlar hazırladım yağlı
Gaz odalarımı sıvayıp badanaladım
-Birkaçını canlı bırakabilir gaz kaçağı-
Neredeyse bir servet sarfedip
-Öldükten sonra paralar neme gerek-
Elektrikli sandalye ısmarladım onlar için
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 10”,
Of Not Being A Jew, s.102
(...)
Hortlak bizim memlekete uğramaz olur mu
Güruh halinde gelmiştiler bir keresinde
Etrafa baktılar ben küçüktüm o zaman
Ben küçüğüm
diye farkın ne olduğunu
bilmem sandılar
Benim ben olabileceğim ihtimali üzerinde hiç durmadılar
Adını bilselerdi bari neyi nasıl sandıklarının
Ay bayılacağım
deyip gölgesine oturdukları sancağın
-Onların hortlaklıkları da işte bu kadar-
Çarşıya
kim tarafından dikildiğini
bilselerdi
Ne olurdu
Hiç
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 18”,
Of Not Being A Jew, s.142
Söyleyişi
etkili kılmak ve şiirdeki
anlamı farklı çağrışımlarla çarpıcı bir şekilde ifade etmek için sık
olarak
kullanılan sapmalardan biri de anlamsal sapmalardır. Sözcükleri, genel
kullanımları sonucu ortaya çıkan
anlamlarının dışında,
özellikle alışık
olunmayan tamlamalar şeklinde
bir araya getirerek oluşturulan
anlam
sapmaları, okuyana ya da dinleyene daha güçlü bir dil sunmaya ve onların
zihinlerinde değişik imgeler
oluşturmaya yönelik
olarak ortaya çıkmaktadır.
İsmet
Özel’in şiirlerindeki
imge kuruluşunun ve
çarpıcı söyleyişin en
büyük dayanağı olan
anlam sapmaları,
şairin özellikle ilk
dönemdeki şiirlerinde
daha yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özel,
kendi beni’nden
hareketle konumlanmaya gayret ettiği dünya içerisinde, imgelemin çağrışımlarına
yaslayarak oluşturduğu şiir
dilini bu ilk dönemki metinlerinde, örneğine az rastlanır bir tarzda, anlamsal sapmaya uğratarak meydana
getirmektedir. Özgün birer imajinatif söyleyiş olarak değerlendirilebilecek olan bu kullanımlar, kimi zaman şairin
beni’ni kelimelerin farklı anlam değerlerini önceleyerek tanımlaması, kimi zaman da aynı ben’in
etraftaki nesneleri
alışık olunmayan
sıfatlarla betimlemesi şeklinde
ortaya çıkar.
Özel’in “Geceleyin Bir Koşu” adlı ilk şiir kitabından bir araya gelen şiirleri, ifadeye çalıştığımız durumu
örnekleyecek dizelerden meydana gelmektedir. Örneğin “Tüfenk” adlı şiir, bebeklerin ebeveynleri tarafından
uyutulurken söylenen ninnilerin ses çağrışımlarının
anlamsal sapmaya uğratılmasıyla
açımlanır ve şair devam
eden dizelerde, sıfatların da yardımıyla meydana getirmiş olduğu özgün tamlamalarla beni’ni betimleme gayretine
girer:
Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu
sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra
boyuna ateşler
söndü dağlarda
bir yıldız boyuna söndü durdu
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu
o zaman ben atlıydım işte
saçlarımda geceler morarırdı
yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü
boyuna tüfenkler doldurmuştum sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum ulu bir askerdim sanki
ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi
düşler,
tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.
(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)
Yukarıdaki şiirde
de görüldüğü gibi, ‘e
harfine / insan seslerine yaslanmış uyuyan çocuk’, ‘saçlarda gecenin
morarması’, ‘suların çığlıkları’,
‘canavarlar beslemek’, ‘uykularda örümceklerin üremesi’ ve ‘ellerin pençe gibi
olması’ gibi, dilin normal kullanımı içerisinde örneği olmayan anlam sapmaları, İsmet Özel şiirinin hem anlam
hem de söyleyiş açısından
önemli bir özelliği
olarak belirmektedir. Şairin
merkezine bu türden sapmaları koyarak
oluşturduğu üslûbunu, yine “Geceleyin
Bir Koşu”daki “Kuşun Ölümü” adlı şiirden hareketle de örneklememiz
mümkündür:
Kuş damdan
düşünce
sarışın
bir yürüyüşüdür
artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan
kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü
herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının
altındaki o yara
yağmurun
karanlığını
getiriyor geceye
yağmurun
ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce
öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen
ellerini.
(“Kuşun
Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)
Bu şiirde
Özel, ‘kuş’ kelimesi
etrafında örgülediği
sözcüklerinin uzak anlamlarının çağrıştırdığı imgelemlerden
faydalanarak, her okuyanda farklı anlam katmanları meydana getiren güzel bir
söyleyişe ulaşmıştır. Örneğin,
‘ölümün sarışın yürüyüşü’, ‘yağmurun kuraklığa açılması’, ‘gökyüzünün
ayaklarına dolanması’ ‘kızların
saçlarıyla ölümü düşünmesi’,
‘uzun bacaklı tanrıların sokaklarda koşması’, ‘yağmurun
ırmakları’, ‘ölümden
önceki küçücük yorgunluk’, ‘suların aynasında üşüyen eller’ ve ‘suların saygısıyla üşüyen eller’ gibi söz
dizimleri, anlamsal sapmaya uğratılarak
meydana getirilmiş,
gerçeklik düzleminde var olması mümkün olmayan
farklı tasarımlardır.
Şairin
bilinçli olarak kurguladığı
bu yapı içerisindeki anlamsal sapmalar, çoğu zaman şiirin bütünündeki anlamı
destekleyecek ya da o anlamı iyice belirginleştirecek bir tarzda ortaya konulmaktadır. Bu durumu
yine “Kuşun
Ölümü” adlı şiirden
hareketle işaret edecek
olursak, örneğin ‘kızlar
saçlarıyla ölümü düşünürler’
dizesi, şiirin
bütünündeki ölüm temasının altını iyice çizen bir kullanım olarak karşımıza çıkar. Çünkü kızlar
genelde saçlarıyla
ölümü değil de hayatı düşünürler ve onlar, bir cazibe
noktası haline getirerek övündükleri saçlarıyla ölümden daha
çok yaşamaya
yakındırlar. Özel, şiirindeki
bu ve benzeri anlam sapmalarıyla, aslında insanların hayatlarının
merkezinde yer alan ölümün ciddiyetini imlemiş olmaktadır.
Sözcüklerin gündelik kullanımlarındaki anlamlarından
saptırılarak birer imge olarak meydana getirildiği dizelerin
yoğun olarak yer aldığı bir diğer şiir de “Davun” adlı metindir. Özel, bu şiirinde de hazır ve
tanımlanmış olarak
bulduğu dünya içerisinde
yer almaktan duyduğu
sıkıntısını, özellikle isim ve sıfatları alışılmamış
bağdaştırmalar
şeklinde kullanarak
kurduğu tamlamalarla işaret etmektedir. Böylelikle şair, beni’ne kazandırmak istediği
özgürlük alanlarına orijinal tasarımlar ve farklı imgelerle dikkat çekmiş olur ve okuru alışık olduğu anlam alnının
dışına çeker:
Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru
olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.
Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp
kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil
midir o kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru
ölümün bacısına
parmak atmaya doğru
şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.
Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça
sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi
akarsuyunnan
göğsümde
serinleyen akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.
Leş
yiyen akçıl kuşları
severim çünkü
akçıl göçmen kuşları
çünkü
çünkü özentisiz taşra
yanakları
gibi çarşılara ilişkin
firengili göklerin altında olmak gibi
yatırları severim
paskalya tatilini.
Her tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput yıldızları aşka
dayalı duran
uç benim boynumun soytarısı
böğrümde
avrupalı atları koşuşturan
aşkım, tanımım, yanaşmam.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28-29)
İsmet
Özel kimi şiirlerindeki
anlam sapmalarını da, söz dizimi içerisinde yer verdiği kelimelerin zıt ve benzer
anlamlarına işaret
ederek yer vermektedir. Şairin
bu türden kullanımları, yine şiirin
anlam bütünlüğünü
tamamlayan önemli bir yapı unsuru olarak karşımıza çıkar. Örneğin “Karlı Bir Gece Bir Dostu Uyandırmak” adlı
şiirinden aşağıya alıntılayacağımız dizelerinde Özel, ‘ışıldamak’ ve ‘kararmak’ fiillerinin anlamsal
zıtlıklarından
faydalanarak imgesel bir anlatım meydana getirmektedir:
(...)
Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
bir güneş sayardım
kendimi denizin karşısında
çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
inanmazdım dosyalara sığacağına
gittikçe ışıldardım dükkanlar kararırken
hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.
(...)
(“Karlı Bir Gece Bir Dostu Uyandırmak”,
Cinayetler Kitabı, s.15)
Yine şair
son dönemde yayımladığı
“Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,
“John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” ve “Hişt,
Baksana” adlı şiirlerinde,
ses ve anlam bakımından benzerlik gösteren
sözcükleri kimi zaman aynı dize içerisinde, kimi zaman da alt alta kullanarak
anlamsal sapma meydana
getirmektedir. Bu sapmalar aynı zamanda, metindeki anlamı çoğaltmaya yönelik olarak da
ortaya çıkmaktadır.
Aşağıya alıntılayacağımız dizelerin ilkinde Özel, ‘sevdalarda’
kelimesini ‘sev-dalar-da’ şeklinde yapı
bozumuna uğratarak
anlamsal sapma meydana getirir. İkinci
örnekte ise ‘il(le)’ kelimesinin ‘ilçe’ kelimesiyle
kurduğu koşutluktan faydalanırken üçüncü
dizede, “F” harfinin Türkçe ve İngilizce okunuşlarındaki
sessel
benzerliğe dikkat çeker
ve şiirinin anlamını
farklı okumalarla çoğalmasına
olanak tanır:
(...)
Püf noktası neden ruh kavrulmadan satılmaz
Çünkü çiğ ruh
bulantı sebebi sevdalarda
Çiğ ruh
bakteri dolar alaşıma
katılmaz
Öpüşürken siğildir elinle sev dalar da
(...)
(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.83)
(...)
İlle
hayata atılmam mı gerekiyor
İlçe el vermez
mi.
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 6”,
Of Not Being A Jew, s.104)
(...)
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin
üstünde üstündü efin feye nesi
(...)
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
İsmet
Özel’in diğer şiirlerinde de öne çıkan
yukarıdaki örneklerle dikkat çekmeye çalıştığımız
anlam sapmalarının
imajinatif söyleyiş içerisindeki
benzer kullanımlarına, aşağıdaki gibi işaret etmemiz mümkündür.
Sınırlı olarak
alıntılayacağımız bu
örneklerden de anlaşılacağı üzere Özel’in üslûbunun çok
önemli bir özelliğini
oluşturan bu
türden kullanımlar, ilk şiir
kitabından itibaren gittikçe azalmakta ve şair, özellikle son dönemde kaleme aldığı
şiirlerinde imgeleme
yasladığı söyleyişinin çerçevesini daraltarak
daha doğrudan bir
anlatım biçimi içerisinde şiir
dilini devam ettirmektedir:
Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
(...)
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hala saçlarımda tozlu bir akşam.
(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)
Bak, ölüm güzü kıskanıyor
şimdi ıssızdır
onun sevimli kedisi
(...)
(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)
Ne gümüş bir çocukluk ölümün mavi cinleri
uykusunda bıraktığı
saçlarındaki yangın
o balçıkla beslenen saçlarındaki yangın
ona doğru
uzanınca akşamın
kanlı eli
sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın
(“Karoon”, Erbain, s.19)
Serin karanlığıma bir çingene düşerdi
gökyüzüne birikirdi hâzineleri kışın
dağların
dağlarda
birikirdi gölgeleri
ürkütülmüş gölgeler kapımda çoğaldıkça
yüreğime
o tedirgin çocuklar da düşerdi
kar yürürdü gözlerime tüyden ayaklarıyla
(...)
artık üşümek çince bir çiçektir oralarda
yolcuların taşıyamadığı bir çiçektir
çünkü kardan yorulunca biz sıcak sulara
inip sepet öreriz ve 'gecenin
uzun ağzı sulardı saksıları'
ve hala ay dağınık saçlara benzer oralarda
serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık
kimseyi çağıramaz
kendi adıyla.
(“Kaçış”,
Geceleyin Bir Koşu,
s.13)
(...)
Sinsi gülüşlerimizdir şimdi
pis bir suda yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
Ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız.
Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.
(...)
(“Gececil Kuşların
Ürkmediği Aydınlık”, Erbain,
s.40 )
Kadını bir gürültüye sapladılar.
(...)
Yaşamak
bir tıkırtıydı, aldırmadılar.
Çocukların düşlerinde
bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
(...)
Her doğal
güzelliğin bir ucunda
aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler
(...)
korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.
Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
Külden bir ağzım vardı mermilerden önce
çanların saçlarıma değdiği yerde ulurdu
Mori, bakırcı çarşısı, incitepe
ağzımın
üniformasına sokulurdu.
Bir çocuğun ağrıyan
gülüşü vardı
mermilerden önce.
Onu gizlice öperdim.
(...)
Ağzım
ağızla doluydu
mermilerden önce.
Mori vardı
usunu bir seccade gibi kullanan yaşamakta
Mori’nin köpekleri vardı her şeyden önce
her akşam
adını yıkardı mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
(...)
(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20-21)
Bulutları kovan hırçınım benim, büyücüm
doğrudur gebe
kaldığım coşkun bir akarsudan
bir bıçak alnıma çizer o homurtuyu ağırdan
altın haykırışlarla
kuşlar uçup gelir
üstümüze
gelip geceyi biriktirirler üstümüze
ben ki otobüslerde sarışın
sanmışım kendimi
uzun zaman
uzun zaman terli bir erkeğin esneyişiyle
bir kaçağın
övgüsüne saklanıp
akşam
vakitleriyle oğunup
uzun zaman
kanaryalarla kesmişim
uzayan tırnaklarımı.
Yüzümden bir tilkiyi silenim benim, büyücüm
erkeksi kadınların yasını tutmuyorum, artık sevin
ellerimde madensi gürültüler taşıyorum
(...)
her kapı gıcırtısından çocuklar dökülürdü, ne çirkin
ne çirkin, gövdemde ince bir zırh yara kabuklarından
derken hüzün! Kadın sesleri çıkaran o duman.
(•••) .. . .
(“Ölü asker İçin
İlk Türkü”, Geceleyin
Bir Koşu,
s.22-23)
Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen
yeri
iri bir kuş kendini
ağartıyor
koltukaltlarımda
geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.
Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağrıma bir
gül tünemiştir,
kanar yanakları bir oğlanın yağmurdan
hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlarımda
(...)
Üşüt,
yırtsın öpüşlerimi
paslı tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
(...)
(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)
Bağrı
çok savruk da olsa sabah
günün en çıplak vaktidir
günün en çıplak kuşları gezinir orda
ve ilkin loş bir yürek çarpıntısıyla
uyur göğsümün bedenimin çaşıtları
bütün çaşıtları
uyutur sabah
kuşların, kuşların uçuşlarını da.
(...)
Akıtıp beyaz bir bedeni boğazıma
yakıp çağlardan artan iniltileri
ağlayışlar ve bakışlar üstüne getirilen
sabahtan sonra getirilen nedir?
Kamyon tadında ve dağınık olan nedir?
Çaşıtlar
uyudu, kuşlar çıplak..
Sabah ormanın ağza bıraktığı ıssızlık gibidir
sabah günün el değilmiş bir vaktidir
(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.31)
Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim
kamaşıyor
yıldızlardan
buna da.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
(...)
Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
(...)
Şehrin
şarkısını
söylediğim zaman
yağız
bir kımıltı oluyor sesim
(...)
Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.
Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
(...)
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin
kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından,
yırtık uğultusundan
şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
ÇIKSAM
gök
şarlayarak
devrilse ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir
ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra
dirlik: partizan
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7)
Anarak buruşuk memelerini bezgin günlerin
geçiyordum hüznün arkalarından
döşümde şehrin ahengini bozan ay
resimleri
ve geceyi korkutarak durduran
tasarımlar.
Geçtim kara yağlar
sürünerek
kara yağlar sürünerek
büyüdüm
câni bir kadınla yattım ve beynim
kırık bir suyun yüzünde yorgun
yürüdüm.
Ki asfalt orada
bitiyordu
orada römorklar
kalay ve manganez ölüleri
şehrin derin
iskeletini sarsıyordu.
Yırtık tüller halinde yağan yağmur
boğazımdaki
havlayış karartısı
piyango gişeleri.
(...)
Kadınlar geçiyordu doğurgan - ve diri kızlar
turfanda yalnızlıklar almak için dünyadan
(...)
Demek ki benim
sivil, dayanılmaz bir yüreğim vardır
demek ki
başka bir
kasabada koyup gitmek dudaklarımı
ürkekliğimi başka bir denize dökmek
kolaydır.
Bir kahkaha soğutur yüzlerini
uzakta silâh tutan sivillerin.
Çığlıklarının
kuraklığı duyulur
taşraların kuşlu yastıklarında ağlayan
çarşaf bağlayan kızların.
Zedelenmiş ıtır kokuları duyulur
ve kana karışan
kaynar vakti gecenin
ve polisin ve bezzazların vakti
ve tomurcuklanan bir yerimin
demek ki benim haylaz ve militan
bir yüreğim.
Böylece dingin bir kaşıntı gibi açılır dünya
benzi aldırışsız ağaran dünya
hınçlar ve revolverler uçuşur
kabuklu yüreklerinde bazı adamların.
Dikkat, kan
bıngıldıyor
yine senin sıranı atlamıyorum
koynun güneşe çarptığında yara
geniş bir yara
yapışıyor
sevdama.
Ve artık anlatmak için yeryüzünün tuğlalarını
seni anlatıyorum
abanmak geçiyor içimden gövdenin küllerine
sana çatlarcasına inanıyorum
çünkü kopartarak geliyorsun göğün zağarlarını
canevinde tortop umudu aydınlığın.
Yüzümü kınından çıkaran sensin
pencereyi getiren aklıma
sanki güzmüş
sevecenliğe
sarınmak istiyormuş gibi
sanki canım
yüzüme sensin biriktiren kitaplara.
Çocuklar semada bir atlı alkışlıyor
bu yüzden seviyorum seni
bizimkiler bu yüzden yeniyor ötekileri
ve karnının kurşun işleyen karanlığı
hüznün namusunu savunan ellerin
Fidel Kastro’yu övüyor bana
bunun için.
Benliğim kurtlanmış bir çocuğu
sıkıştıradursun
beynimde
yengiyi yabanca söken
avucunun
avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım
böyle geçiyor içimden.
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, 10-11)
(...)
ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin
kırçıl acılarım benim
gök de bir mendil takınsın boynuna
benim kağşayan
umutlarım gövdeleşin
(...)
hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla
(...)
İşte
potin bağlıyor çocuk
bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor insanlara
(...)
Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
(...)
içerimde tozuyan bağırtılar vardır
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir kadının mihrabı
bu gövermiş güz
günleri çıldırtır
(...)
Beyaz tülbentler camın arkasında
ve çıkarılmış insan gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
bağrına
taş basan ana
o ananın ölüsünden kalkan toz
(...)
Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi
yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden
sonraları cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.
Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla
oturduğumuz
evleri tıkayan
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır.
(...)
dibeklerinde inatlarını döven
hınzır umutlarını döven kadınlar şakırtılarla.
(...)
yüreğimin
palamarlarını çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar,
talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
göğsünde
hazin ayak izleri eski Şubatların
onu yaralar kıpırdatıyor
ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
içimize güneşler bırakan nal sesleri.
Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
(...)
Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
(...)
boşanır
damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir
benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek
haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
Yıllardır çocuk başları
akıyor yamacımızdan
(...)
(...)
ıtır kokan benim yumruklarımdır
(...)
(...)
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.22 23)
(...)
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan
bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor
dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
(...)
(...)
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan
ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben
yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde
yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum.
(...)
Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
(...)
Ve hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin fabrika düdüklerinin
dizlerine yatırılmış olan
sabah
senin kalbini kakışlardı
(...)
Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
izmarit toplayan
çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme bak
ve rahmini bana doğru tekrarla
(...)
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)
Kara gözlerimde uğuldayan bu değil
ancak
elde tüfek, elde alet, yürekte kor
cebelleşmek yalanla,
kirle, tahvilatlarla
damarlarına papatyalar doldurarak
bir serinlik olup dünyaya sokulmak
(“İnce
Sızı”, Evet, İsyan,
s.31)
Tozludur saçlarım, saçlarımdan
devrilmiş sarayların dumanları savrulur
yüzüm yanıktır
yüreğime
bir karanfil sokuludur
(...)
Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
bahar da sürgülenir içime katranlar da
(...)
(...)
gökleri göğsümden aşırtarak
yürürüm
yağlı kasketimin
kıyısında nar çiçekleri.
Aynı adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim
teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş
portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
(...)
Yürüyorum
azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi taşıyorum
koltuğumdaki bir
çift somunu
hurdahaş bir
sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim nemli değil.
gözlerim namlu.
(“Aynı Adam”, Evet, İsyan, s.33)
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir
dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça kirpikli gelinler huylanır.
(...)
Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi
yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,
(...)
Kanıma kızgın demirler sokulur
ben halka bakınca
Kömür kokusunda yüzlerim kabarır
kalbim uyanır gıres lekelerinden
gök gürülder köleler kıpırdanır
uykumun rengi yayılır dünyaya
(...)
(“Yaşatan”,
Evet, İsyan,
s.40)
Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp
utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
(...)
Ağlamadan
etimin iğneli
beşiklerde
bıraktığı izlere
aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak
istiyorum.
Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
göğsünün kafesinde
yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri
(“Mazot”, Erbain, s.143)
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar
ve çakıltaşları
geçmiş günlerimi
aşağılamaktadır.
(...)
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça
inancım artıyor.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa
geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim.
Ve şimdi
birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
(“Kanla Kirlenmiş Evrak”, Cinayetler Kitabı, s.7)
Senin çağıltın
evladım
sen denizi düşününce
uğuldayan
sokaklar
açık renk bir elbiseye yakışan
alnın
(...)
bu terli, bu tozlanan bulutlar altında bile
saklı bir yerlerinde bir şeyler
parıldatan
senin çağıltın.
(...)
(“Kötü Şiirler
1”, Cinayetler Kitabı, s.8)
Uçsuz bucaksız gözyaşları.
Dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.
(“Kötü Şiirler
2”, Cinayetler Kitabı, s.9)
Bütün müsveddelerimi yırttım,
göğsümün
kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir.
(...)
(“Kötü Şiirler
3”, Cinayetler Kitabı, s.10)
Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir
adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
(...)
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların
kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını
gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan
parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
(...)
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte
ırmak! diyerek haykırınca
(...)
Gördüm
gözlerinde zindanlarla bana baktıklarını
düşündüm
yaslanarak şehrin
kasıklarına
düşündüm kafa
kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey
çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun
bu köleleri.
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar yaşlı kızların koynunda yatarken
bırakın köprülerin üstüne yağmur
ve basma perdelerden lânet bize.
(...)
yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da aktı
kovulduk ölümün geniş
resimlerinden.
Efsanelerden kovulduk
kan ve demir kelimeleri söyleyince
elbiseler içindeyiz, şehrin
içinde
önümüz iliklenmiş,
ayakkaplarımız bağlı
kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu
yok
altıkırkbeşte vapur
ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar
vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz
bunun bir delilik olduğunu bile bile
en ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde
(...)
(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.18)
Yaşamaktan
öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki
can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği
dinç duygular
nelerse ki yaşamak
sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.
(...)
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım, and içip
ayna kırdım
doğadan bir vahiy
bekledimse boşuna
(...)
(...)
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
(“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)
Bir şehrin
urgan satılan çarşıları
kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra
sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden
öcalmanın vakti gelmiş demektir
Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan
şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya
kelimesini
o dünyadan, o şiirden
öcalmalı demektir.
Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik
şarkıları gayetle
tıkız
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir.
Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insani; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahtır
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir.
Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun
anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.
(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)
Geleneksel özellik kazanmış olan şiir
formlarının dışına
çıkılarak farklı kuruluşlarla
yapılandırılan şiirlerde
görülen sapmalar, biçim sapmaları olarak değerlendirilmektedir. Bent esasına göre nazmedilen İsmet Özel şiiri,
genel itibarîyle aynı form içerisinde meydana gelmektedir. Fakat şair, sayıları sınırlı da olsa
bazı metinlerini hem
kendi şiiri içerisinde
alışılmış olan, hem de genel kabul
görmüş şiir yazma
formunun dışında oluşturmuştur. Bu
şiirlerin yapılanmasına,
Özel’in şiirlerini yapı
bakımından incelediğimiz
bölümde dikkat çektiğimiz
için tekrar
değinilmeyecektir.
Burada sadece ş
airin şiirleri
içerisinde form açısından dikkat çeken ve biçimsel sapma olarak
değerlendirebileceğimiz “Kısa Pantolon, Paslı
Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara / Kısa Çakı, Paslı
Pantolon, /
Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”
adlı, 12’şer
dizeli 2 bentten meydana gelmiş olan şiir
ve son dönemde yayımlanmış
olan “Hişt,
Baksana” adlı form ve yapı olarak Türk Şiiri içerisinde de örneğine pek rastlanamayacak metin
örneklenecektir:
Nazlan
Sitem et
Kırıl bana
Beni geç vakit
Tek başıma
suya yolla
Bağçede
yüzünü öteye çevir
Güle hayret ediyormuş gibi yap
Gülümseyerek konuş da başkalarıyla
Somurt avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp en evecen adımlarla üst kata çık
En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin ben
içerledikçe ruhumdaki sakarlık.
Yamru bastım iş
değildi hâke
çakılmak bayırdan
Dağ sıra dağdı hangi haşin belden yol veresi
Gece hep süzüldü yukarıdan lakayt kehkeşan
Altımda beni hep yutmaya çağladı
nehir
Yetişir hecelemen sök
beni bir kere
En zoruma gideni yap hengâme getir
Çel beni tökezlet tuttur çitlere
Ahla istida edecek ahval değil
Kim bana kıymazsan bilebilir
Dünya dedikleri samut küp
Acılar tıkandıkça bende
Hep seni seslendirir.
(“Kısa Pantolon, Paslı Çakı, / Dizde Kabuk Bağlamış Yara /
Kısa Çakı, Paslı Pantolon, / Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,
Of Not Being A Jew, s.42)
Duyabildiysen aman suya sıtma ağacından düşen telsizin çıkardığı bir uysal şluk
sesi
Beni de haberdar et ben de çekeyim sökük filintalara pasından sinmiş yasemin nefesi
Yünlüyse biz oyuzu bildirsin çaksın kafalara ketense biz onlardan değilizi ne ipeklisi
Nerde kalır valinin silindir parmak kadar çocuğun parmak izini sildiyse uçkur gailesi
Nasıl söker kirazı hasır şapkaya
sokuşturan tahta bacaklı
kaymakamcığın örfi
idaresi
Aşkı bendim gamlandıran
amma anmaz gammazı gamma delta icap eder gusül aptesi
Gam benimle gamdır yalayan ilk pulu zarfa gömen silen süpüren do re mi fa sol
la si
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik külhanbeyin kadifeden kesesi
Keselerler saf oğlanı bu
cadde ne de genişmiş bir yıkanışta hop çekmiş şeffaf maskesi
Çek elini çekimden itiraf et pis işlerin neşesini bul karayı bur hayayı tağyirin ardiyesi
Bak alelusul yaptıkları doldurmuş
kış uzarsa bahara
çıkamayız korkusu bayram sinisi
Demir tavında dövülür mantığıyla
mercimeği trink fırına
verdiğimiz tepsinin
hadisesi
Tunç olmaz tepsi bakır gözünü aldı kalayın parıltısı sonucu verdi şırfıntılarla gezmesi
Varsın uyusun cüzdan kalça koşulu
şehre ceket iç cepleri
sendromu cezbetsin herkesi
Kaçmayı kaçınmaktan öğrenen
ben terk ettim cumbayı tulumcuya tulumbacıya kafesi
Vazgeçen ben sırça küpte fırça perhiz korodan feragat ederek öğrenemeyerek tizi pesi
Bırakan veliahtı ben uğraşsın borsa işlemleriyle kral sorsun köşegen aklıyla neyin nesi
İnat olsun işte yazdırmayacak Azrail iki
âlemde bulunmayacak fenalığın
kütübü sittesi
Battıkça batık borç geçtikçe geçim dert kaygana kaynanasız erseliğe sunuldukça mersi
Şisesiz lamba yanmazdı
çıt çıkar çıtırtı çıkmazdı bozduranlarındı bozulmazdı terbiyesi
Gül âşık olandı ağlayıp solandı bülbül şakradı şaşırmaktan hikâye anlatılanın tam tersi
Hafifçe çıtlat bakalım hiç oralı oluyor mu almayalım boşuna günahını kızın küllâbicisi
Bir ikramiye dedikodusudur gidiyor gitsin zamirsizleştiğinsen senindir ebenin örekesi
Makulesi kız kaçırır tonunu tutasıymış en az on sayfa Süryanice yazılasıymış makalesi
Acıkılmasaydı susanmasaydı tahtırevanlı bir beklentiye varmasaydı rayların döşenmesi
Mühür esire pazarlarında kızıllaşmasaydı
kancığın adamı astırmak
olmasaydı eğlencesi
O günlerde çaça yoktu bilmezdi Ruslardan başkası istimna bir Faslılar giymekteydi fesi
Bunlar mânâlıdır her mânâyı dedelerime derince tarafından ulaştırdı dedelerimin dedesi
Keşfe değerdi değdirilmeden kaldı sellerdeki
balçığı çayda çakılı
orta mektepte niharisi
Aklı ermedi hiç ceketi mendilli muallimlerin ruyi zemin üstünde üstündü efin
feye nesi
Zaten anlayamazdı kim hafife aldıysa Fenikelileri deniz ticaretini zencefil
ziyaret iadesi
Seslerde sekt renklerde derk ruhu tüttürülmüş canı tuttururmuş eritici macunmuş busesi
Buseye feda edilenleri gönder sınır boylarına yoksa düşmez yakamızdan boyu devrilesi
Oğlum hariciyeci olacak
benim sözünü dinletecek resmi tabakalara annesinin bir tanesi
Pus pusa biner sis sise arka çıkar göz gözü görmez bir dokunmak olur körlük
göstergesi
Cayırtı merak uyandırır feryat mı istiskâl mi durmayıp hır çıkarmak bir hesabın
neticesi
Kaytan bıyıklı sağdıcın
hesabı bu damat eli mahkum ödeyecek kudurtmasın aile çevresi
Profesörlere ilk ücretlerini köle ticaretinden kazandığı paradan ödemiş Yale üniversitesi
Bunlardır coğrafya yiyip
mavi avlucukta boncuk bulanlar yan taraftan iştecik geçti birisi
İnci dizerek bade
süzerek kızını dövmeyip dizinine söverek omuza alınmışlıktan avenesi
Hambone, Hambone
whereyou been?
“Round the block
And back again”
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
Dilsel sapmalar, bir dille kurulmuş metin içine başka dillerden sözcük ve ifade aktarımlarının
yapılmasıyla
meydana gelmiş olan
sapmalardır. İsmet
Özel’in şiirleri,
“Kelime dünyası” adlı kısımda da dikkat çektiğimiz gibi,
Eski Anadolu Türkçesi’nden Yunancaya, Farsçadan Fransızcaya kadar köken
itibarîyle yabancı olan birçok
sözcükten meydana gelmiştir.
Özel, şiir dilindeki
zenginliğe işaret eden bu kullanımların dışında, kimi şiirlerinde
dize içlerinde İngilizce,
Arapça, Almanca, Fransızca ve İspanyolca
kelime ve ifadeleri olduğu
gibi kullanarak
dilsel açıdan bir sapma meydana getirir.
İlk
örneğine 1974 yılında
yayımlanan “Amentü” şiirinde
rastlanan bu sapmaların kullanımı, şiirin bütünündeki
anlamın iyice belirginleştirilmesine
yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin “Amentü” şiirinde “fly Pan Am /
drink Coca Cola” söz grubuyla ifade edilen durum, şiirin genelinde eleştirisi yapılan yabancılaşmanın dilsel olarak
bir başka düzleme çekilerek
söz konusu edilmesiyle meydana gelmektedir. Şair, aşağıya alıntılayacağımız
dizelerde, ‘çıkın’, ‘suvarmak’ ve ‘ıhtırmak’ gibi arkaik sözcüklerden hemen
sonra yer verdiği İngilizce kelimelerle
okuyucuyu, söz konusu olan yabancılaşmanın bizzat içerisine çekmiş olur:
(...)
çıkınımda güneşler
halka dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer
ki mezarlarmış
hazırmış zaten
duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)
İsmet
Özel, “Amentü” şiirindeki
dilsel sapmanın bir benzerini de “Dişlerimiz Arasındaki Ceset” isimli şiirinde
meydana getirmektedir. Şehrin
içerisinde kendine sunulanı yaşayarak
yabancılaşmaktan
kaçamayan modern
insanın durumunu eleştiren
şair, şiirin bütünündeki anlamı
ironiyle birlikte dilsel boyutta da tamamlamak ister ve
İngilizce ve Arapça
söyleyişle metinde dil
sapması oluşturur:
(...)
Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak
deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze
Katliamlar ne kötü be birader
(...)
Biz şehir
ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları
asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
(“Dişlerimiz
Arasındaki Ceset”,
Cellâdıma Gülümserken, s.12)
Şiirlerine
vermiş olduğu “Jazz,”, “Ils Sont Eux”,
“Of Not Being A Jew” “Demangeaisum”, “De La Frayeur
D’etre Plombier Borgne” gibi yabancı isimlerle de dikkat çeken İsmet Özel, İngilizce, Fransızca, Almanca
ve
İspanyolca
ifadeleri kalıp şeklinde
alıntılayarak en çok dilsel sapmaya, “John Maynard Keynes’ten Nefretimin
Yirmi Sebebi” adlı şiirinde
yer vermiştir. Şiirin hemen başında yer alan ve John Maynard
Keynes hakkında farklı
düşünürlerin
tespitlerinin yer aldığı
bu alıntılar, şiire
geçmeden evvel okuyucu için bir tür hazırlık görevi de
görmektedir.
Nitekim şair,
Keynes’ten nefretinin yirmi sebebini imajinatif söyleyişin sınırları içerisinde sıralamadan evvel söz
konusu olan bu alıntılarla okuyucuyu, belirli bir bilgi düzeyine çekmek ister.
“John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi”, alışılmış olan şiir formlarının dışında bu türden farklı bir yapılanmayla oluşturulduğu
için aynı zamanda bir başka
sapmanın örneği olarak
da gösterilebilir:
My feelings about Das Kapital are the same as my feeling
about Koran. (...) How could
either of these books carry fire and sword round half the world?
John Maynard Keynes
By a coincidence he was born in 1883, in the very year
that Karl Marx died. But the two
economists, who thus touched each other in time, although each was to exert the
profoundest influence on the philosophy of the capitalist system, could hardly
have differed
from each other more. Marx was bitter, at bay, heavy and disappointed; as we
know, he
was the draftsman of Capitalism Doomed. Keynes loved life and sailed through it
buoyant,
at ease, and consummately successful, to become architect of Capitalism Viable.
Robert L. Heilbroner
... he showsyou how far a man can go who has absolutely no
intelligence whatever.
Ludwig Wittgenstein
La realite economique est une realite psychique ou plus
exactement une realite de
comportement.
Robert Marjolin
Policy can be non-Keynesian’ without being mıonetarist’;
and it can be ‘Keynesian’
without being inflationist.
Robert Skidelsky
il y a des millions de sourds les dents serrees
ily a le sang qui commence a peine a couler
ily a la haine et c’est assez pour esperer.
Pierre Emmanuel
Hate is not the opposite of love; apathy is.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”,
Of Not Being a Jew, s.90-149)
Özel, şiirlerinin
dizeleri arasında kullanmış olduğu yabancı kelimelerle oluşturduğu dilsel sapmaları, “Üç Frenk
Havası” adlı metninde ayrılan üç bölümün her birinin başına birer yabancı müzik
terimini koyarak meydana
getirir. “Capriccio Ölüm”, “Ölüm Cantabile” ve “Requim” şeklinde sıralanan bu
sapmalar, aynı zamanda şiirin
başlığındaki ‘Üç Frenk Havası’
ibaresine de koşutluk
kurarak açımlanmaktadır. Şiirin
her bölümü adını taşıdığı
müzik teriminin içeriğine
göre yapılandırılmıştır.
Örneğin 1. bölüm,
hicivsel aktarımlı müzik parçalarına verilen
bir isim olan “Capriccio” kelimesinin anlamına uygun olarak, modern insanın
hayatından dışsallaştırdığı ölüm
düşüncesinin eleştirisiyle başlar.
“Ölüm Cantabile” adıyla dikkat çekilen 2. bölüm, yine başlıktaki İtalyanca müzik terimine uygun
düşen bir
yapılanma gösterir. Şair
bu bölümde yer verdiği
dizelerinde ses ve ahenk uyumunu daha çok belirginleştirmiş ve
her bent sonunda tekrar ettiği
kalıp ifadelerle, en önemli özelliği dinleyicisine, melodi vasıtasıyla konuşuyormuş
gibi hitap etmek olan “Cantabile”in yapısına uygun düşen bir söyleyiş meydana getirmiştir. Şiirin, “Hıristiyan
inançlarına göre ölen kişinin
ruhunu rahatlatmak amacıyla yapılan cenaze töreninde çalınan müziğe verilen isim”
olan “Requiem” adlı son bölümü ise, “ölüm ölüm / gündelik sözlerimiz arasında /
geçecek kadar kaba” dizeleriyle
anlam bulan, bizzat “ölüm duygu ve düşüncesi”nin kaybolmasının arkasından yakılan bir “ağıt” özelliği
göstermektedir.
İsmet
Özel’in şiirlerinde öne
çıkan dilsel sapmaların yer aldığı
başka dizelere aşağıdaki gibi örneklememiz
mümkündür:
West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(...)
(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)
(...)
hiçbirşey
söylemeyen sözlere varmak için
herşeyin sonuna kadar
söylenmesi gerekti
incir. yarpuz. karamela.
la havle ve la kuvvete illa billah.
(“Ils sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.23)
(.)
Eyleyenler görecek yeganelik ne imiş:
Nereden sonrası kübra
Nereden önce sagir
Kaç, kaçır, doldur ya da dök
II faut agir.
(“İkinci
Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.70)
Bir arada bulunmanın töresi, yasası var
İnsanlar bir arada.
Neden iki insan yok?
Nerede Yin?
Nerede Yang?
(“Altıncı Bab: İns u Cin”, Bir Yusuf Masalı, s.122)
(...)
Yükün ağır.
He’s so heavy
just because he’s your brother.
(...)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20)
(...)
Şunu bil ki ruh satan başka eller sahtekâr
Hepsini declasse say ipten kazıktan kopmuş
Asrî çağda onları lükse boğmakla Hünkâr
Zindan ettiği Muğla sürgüne saldığı Muş
(“Otoyoldaki Kavsakta Kavrulmus Ruh Satıcısı” Of Not Being
A Jew, s.86)
(...)
Niyeymiş boynumun tan yerine amade kılındığı silkinişler
Türk ilinde fütur eylemeksizin La Belle Dame Sans Merci
Sancak açsın diye mi
(...)
Güzideler andante ağladı
(...)
Niyetleri diplerde sakladık
Whether deep or freakish ease
Saklandık niyetlerimizin esfeline
(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.45-58-62)
(...)
Vals gibiydi vals gibiydi vals gibi
Habe ich Schuld non spiro tibi
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 4”,
Of Not Being A Jew, s.99)
(...)
Pourtant, ömrümüz heder olmasın diye uğraşırken
akıldan
Heder olmayıp da ne olur ömür sorusu kaçtı
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 9”,
Of Not Being A Jew, s.115)
(...)
Çığrışır cehennem yolcusu Stadtluft macht frei
Her Allah'ın günü panayır her yer.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 11”,
Of Not Being A Jew, s.121)
Ey koca dalak ey insanlık!
Vodvile konuşlandırılıyorsunuz tık yok
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 16”,
Of NotBeingA Jew, s.135)
Gizli günah anneciğim güzellik duygusunun aleni müttefiki
Canım annem müttefikler bize top twenty programı
tavsiye etti
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 17”,
Of Not Being A Jew, s.138)
(...)
Hambone, Hambone
where you been?
“Round the block
And back again”
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
Genel ve yaygın dilde kullanılmayan arkaik ya da yeni
türetilen sözcüklerin, şiir
içerisinde kullanılmasıyla ortaya
çıkan sapmalardır. Olağan
dilbilgisindeki kök ve ekler aracılığıyla kelimelerin bilinen yapılarını bozmak, yeni
sözcükler türetmek ve kullanımdan düşmüş eski
kelimelere metin içerisinde yer vermek, bu sapmanın ortaya
çıkmasına neden olmaktadır.
İsmet
Özel, ilk şiirlerinden
itibaren genel dil içerisinde pek kullanılmayan sözcükleri özellikle kullanmış ve bu
kelimelere şiir dili
içerisinde işlevsellik
kazandırmıştır. Şairin, Eski Anadolu
Türkçesi’nde kalan ve halk dilinde
kullanılan kelimeleri bilinçli olarak şiirlerinde kullanması, hem bu kelimelerin çağrışım yaptığı anlam değerlerini
öncelemeye, hem de köklü bir kültürün mirası olarak nesilden nesle aktarılan bu
sözcüklerle ortak bir bilinç
meydana getirmeye yöneliktir.
Özel’in şiirlerinde
kullanmış olduğu arkaik kelimelerin sayısı
oldukça fazladır. Bunları “Kelime dünyası” adlı
bölümün sonunda yer alan “Şiirlerde
Yer Alan “Farklı Sözcükler”in Görünüşü” adlı tablodan takip etmek
mümkündür. Burada, söz konusu olan bu sözcüklerin Özel’in bilinçli kullanımı
sonucu, şiir içerisinde
yüklenmiş
oldukları anlamı örneklemek için birkaçına işaret edilecektir. Örneğin “Çağdaş Bir Ürperti” adlı şiirde, halk
dilinde sıkça kullanılan ‘çavlan’ kelimesi, şiirin bütünü içerisinde söz konusu edilen anlamın
iyice
belirginleştirmek için
bilinçli olarak tercih edilmiştir:
(...)
Ki asfalt orada
bitiyordu
orada römorklar
kalay ve manganez ölüleri
şehrin derin iskeletini
sarsıyordu.
Yırtık tüller halinde yağan
yağmur
boğazımdaki havlayış karartısı
piyango gişeleri.
Ve asfalt orada
ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını
anlatıyordu
onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
koynum bir yangın çıkartıp
siniyordu koynuma.
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
Beni’nin dünya içerisinde mecbur bırakılmışlıklar karşısında sıkışıp kalmasına razı olmayan şair, kelimelerin yan
anlam değerlerini
kullanarak meydana getirdiği
imajinatif söyleyişle bu
zedelenmişliklerin
tamamına, ‘çavlan’
sözcüğü etrafında
dikkat çekmektedir. Çağlayandan
daha büyük su kütleleri için kullanılan bu kelime, büyük bir
hız ve gürültüyle hareket eden ve önüne kattığı her şeyi
içine alıp sürükleyen anlam içeriğiyle düşünüldüğünde,
şairin dünya içerisinde
neleri ‘durdurmak’ ve nelerden ‘(çağdaş bir)
ürperti’ duymak zorunda olduğunu
imlemektedir.
Şairin,
verili olan düzen içerisindeki huzursuzluğunu işaret
eden ve bu düzene karşı
devrimci duyarlılıkla
yaklaşmak gerektiğini imgeleyen “Sevgilime Bir
Kefen” adlı şiirinde de
yukarıya örneklediğimiz
dizelerdeki
sözcük sapmasıyla meydana getirilmiş durumun benzeri söz konusudur. Özel, bu metninde “kalgıtmak” fiilini
kullanarak şiirin anlam
boyutuna derinlik kazandırmış ve
okuyucuyu bu anlamın içerisine dâhil etmek istemiştir:
Bir isyankar çetecinin yağmuru altında
kendi kavruk güzelliğimi
yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden
sonraki cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarını.
Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla
oturduğumuz
evleri tıkayan
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır.
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
“Sıçramak”, “fırlamak”, “şaha kalmak” ve “birden hareketlenmek” anlamlarını taşıyan bu arkaik sözcük,
yukarıya
alıntıladığımız bent
içerisindeki anlamın merkezinde bulunan bir yapıyla karşımıza çıkar. Metindeki ‘isyankar’,
‘çeteci’, ‘yumruklamak’, ‘umut’, ‘hırçın’, ‘banknot’, ‘miting’, ‘yorgunluk’,
‘tıkamak’, ‘merak’, ‘devrimci’ ve
‘hazırlık’ kelimelerinin tamamı, ‘kalgıtmak’ eyleminin imgelem boyutunda ele
alınmasıyla farklı tasarımlara doğru
genişleyerek anlam
kazanır. Özellikle bu eylemin “aniden” gerçekleştirilmesi, ‘hırçın bir hayvan’ olarak
tanımlanan ‘umut’la bir arada düşünüldüğünde, ben’in çevresindeki
körleşme noktalarından
sıyrılarak ulaşmak
istediği özgürlük
alanlarını akla getirmektedir.
İsmet
Özel, kimi şiirlerinde
de dilin genel kullanımı içerisinde yer alan kök ve ekleri kullanarak ortak
dilde pek
alışık olunmayan farklı
kelimeler türetip sözcüksel sapmalar meydana getirmektedir. Özellikle son
dönemde
yayımladığı şiirlerde daha çok dikkat
çeken bu tür kullanımlar, okuyucuyu metnin içine çekmek ve onda, “Hişt,
Baksana” adlı şiirinin
başlığındaki ‘hişt’ kelimesinde olduğu gibi, bir tür yabancılaştırma efekti meydana
getirmeye yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Şairin kelimelerin yapısında oluşturduğu bu sapmalara örnek olarak
“MICHAUXNUNKIMI / imiknunxuahcim” adlı şiiri göstermek mümkündür:
Olmaz dedin oldurmadın mabedin çocuksusu
Kim demiş ejderhanın
sırtındaki yumrular
Pençesinden evladır diye
Osu busu dediğin
Kuskus gedik
(...)
Çok da kaygan som limonlu
Sumercimeğigillerden
Mercimeğin
kutsal kitap tersinmezi dururken
Nun. Ka.
(...)
Püskülleri belden
Kayalık dağlardan
Fırdolayı fırsatlar
Abdülkasem
Çarpanınam
Şip.
(“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim”,
Of Not Being A Jew, s.43-44)
Özel, bu şiirin
hem başlığında hem de metin içerisinde
yer verdiği kimi
kelimelerde sapma meydana getirmiştir.
Fransız şair Henri
Michaux’un soy ismine “nun”, “ki” ve “mi” eklerini getirerek türettiği kelimeyi, tersinden de
yazarak kullanan şair,
metin içerisinde de yine alışık
olunmayan sözcüklere yer verir. İsmet
Özel’in diğer
şiirlerinde de öne çıkan
bu tür kullanımlara aşağıdaki gibi işaret etmek mümkündür.
Özellikle alıntılayacağımız
son 4 örnekten de anlaşılacağı üzere şair, şiirlerinde sapmaya uğratarak yer verdiği bu sözcükleri, metnin
söyleyişi içerisindeki
ritim ve ahengi tamamlamaya yönelik olarak ortaya çıkarmakta ve şiirdeki melodiyi
önceleyerek müzikaliteye işaret
etmektedir:
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
(...)
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
(...)
(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.15)
(...)
Kopmuyordu gözgüsünü yazgısı sanma hatasından
Hatalar kime sorarsan sor
Pek zarif duruyordu bahçe kapılarında
(...)
(...)
Hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış
Diyenler arasından birini
Bunların avenesinden bir tekecik kişi
Çıkacak mı hiç sanmam
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.55, 64)
(...)
Bunca yıl bunca yıl bunca yıl modern zamanlarda
Yaylaları o sesler yakıştırdı yaylalığa
Körfez ırmak çağlayan rüya serap
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 7”,
Of Not Being A Jew, s.109)
(...)
Söz edilmedi soycak haçın üstüne aç doğuşumuzdan
Unuttuk çiviyi avucumuza hangi sarıklılar çaktı.
Paçaları tutuştu
şalvarı şaltak Osmanlıların
Suçüstü felç oldu Cumhuriyetçiler
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 9”,
Of Not Being A Jew, s.115- 117)
(...)
inmem gerek gözbebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip
kımıldayabilirim oradan sonra
dum di dum
duridum dubida
(...)
(“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.16)
(...)
Raspa raspa ras
Kore’ye mektup yas
(“İki
Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)
(...)
Geçişme
bir mesaidir ve o çalışmaya
Şahit
olduk duhul edebildiğine
ulemanın
Üdebanın küsuratın küffarın trall lall lla
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 7”,
Of Not Being A Jew, s.110)
(...)
Erkek o kadar yalnızdır kadın ne kadar yüklüyse
Yüklenen kadının erkeği nasıl sakatladığı sarahaten bilinir
Bilinir de bu kimsenin derdi değildir
Nasıl ateş ve
ter ve derin bir endişeyle
titreyiş
Hiç aklınıza gelmiyorsa
Siz bu nadide porselenleri seyrederken.
Tennenni tennenni tenena
Na tene dir nen.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 13”,
Of Not Being A Jew, s.127)
İsmet
Özel’in şiirlerindeki
sözcük sapmaları, sadece arkaik kelimelerin kullanılmasıyla ya da farklı
kelimelerin
türetilmesiyle meydana gelmemektedir. Şair, kimi metinlerinde kullanmış olduğu
argo ve cinsel içerikli
sözcüklerle, şiir
dilinin alışılmış kullanımlarının dışına çıkarak bir sapma meydana
getirir. Özel’in şiirlerinde
öne
çıkan bu tür kullanımları da, aşağıdaki gibi örneklememiz
mümkündür:
(...)
senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk çocukları
(...)
heryerde köpeksi koklaşmaların
sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum hersabah.
(...)
Ey irin mutluluğu!
Ey durmayıp ağrıyan
kemiği usumun!
Uğunursam
beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde
birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse
sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor
günümü.
(...)
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.25-26)
(...)
fırça çekmeye doğru
ölümün bacısına
parmak atmaya doğru
şiir okuyaraktan
(...)
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)
(...)
Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun
götürür ıssız bir sorumluluğa
ama gitmeyen o simsiyah tad ağzımda
ve buramda coşkun göğertisi orospuluğun
bulanık, aç ve sonuna kadar cesur
Buramı öpesi gelir kuşların
kuşların heryerimi öpesi
gelir
uzanırım aç ve sonuna kadar cesur
sabah günün en kıskanç vaktidir.
(...)
(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.31)
(...)
Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
(...)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)
(...)
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.
(...)
Öyleyse arkadaşım
sinem kanayadursun
ta ki sürgün ya da mahpus kırışıklar
yerine
yüzümüz köylü ve gurbetçi yanıklığa dursun
sevmekle doğrulanmıyor
madem kalbimiz
girelim yarimizin avlusuna tam tekmil
ve mürdüm erikleri
ve dopdolgun elmalarıyla o bahçede
o geniş kalçalı
yarimizi dört kere.
(“İnce
Sızı”, Evet, İsyan,
s.31)
(...)
Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir
zaptiyeler ve maliye
(...)
(Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar, Cellâdıma Gülümserken, s.7)
(...)
Ve derinlik karşısında gösterdikleri
Şiddetli ve tamamen mankafa tepki
(...)
(“Dördüncü Bab: Bir Yusuf, Bir Şivekâr”, Bir Yusuf Masalı, s.93)
(...)
Dile geldi seslendi:
“Şivekarım!
Şivekarım!”
İçerden yanıtlandı bu çağrı
“Lebbeyk! Sultanım!”
“Ne yapar sultanım?”
“Boklu çaputlar içinde yatar sultanın”
(...)
(“Beşinci
Bab: Dönüş”, Bir
Yusuf Masalı, s.108)
(...)
Hiç Mao’nun, Lenin’in günahını almayın
Vitrinin çocukları Marquis de Sade yuttular
Ten sırrına ermeden başka
telden çalmayın
Pezevenklik etmeyen İblisi
de üttüler
(...)
(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.83)
(...)
Çünkü sahiden çocuktuk
Büyükler o Allah’ın belâları
Anlasalardı bir ülkedir
Hem ne de çok şeyler
için
Tedarikler ülkesidir çocukluk
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 1”,
Of Not Being A Jew, s.94)
(...)
Gizli tutuluyordu resmiyetin bir osurukta ezberletildiği
Kimin aslı balçık idiyse o gizli tutuluyordu
(...)
Sözümü tersten anladı arkadaş olacak dümbelekler
Bana terslendi hepsi
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.55, 63)
(...)
Bileğimi
fırsat buldukça tükürükleyip
Şaklatmam
mı kimin ağzında
düdük varsa
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 5”,
Of Not Being A Jew, s.102)
(...)
Hissedersin her alanda sıkışıklık
Son vereydin daralmaya görecektin
Boldur Allah’ın nimeti bre zındık
(...)
(...)
Değildir
aslanımız külkedisi
Külhanede yatmıyor
Yok ona parkta rastlayanımız
Kanepeler kabasına batıyor.
(...)
Zaten neyi çekebildi ki fukara
Yirmidokuz otuz
İşte o
kadar.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 6”,
Of Not Being A Jew, s.105)
(...)
Geri kalan hödüklerin kaffesi
Anonsları dinlediler
Etiket okudular
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 9”,
Of Not Being A Jew, s.117)
(...)
deyim yerinde değil ulan
n'olucak
deyimi yerine ben koymadım
deyimi gittim başka yere
koydum
var mı diyeceğin
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 19”,
Of Not Being A Jew, s.146)
Dilin temel niteliklerinden sayılan ve şiirdeki çok anlamlılığı ortaya çıkaran etkenlerin
başında gelen
aktarmalar,
metnin bütünlüğü
içerisinde işaret edilen
anlamla bir yönden ilişkisi,
benzerliği ve yakınlığı bulunan kavramların
şiire dahil edilmesiyle
ortaya çıkmaktadır. İsmet
Özel’in şiirinde sıkça
karşılaşılan bu tür aktarımlar,
metnin
anlamının çoğalmasına
yönelik olarak meydana gelmekte ve farklı anlam alanlarına yönelerek şiire zenginlik
katmaktadır. Şairin
metinlerindeki bu tür kullanımlara, “aktarma” sözcüğünün “taşınma” ve “dahil edilme”
anlamları öncelenerek 3 başlık
altında dikkat çekilecektir. Bu başlıkları “Başka metinlerin ödünçlenmesiyle
yapılan aktarmalar”, “Özel ad aktarmaları” ve “Deyim aktarmaları” olarak
adlandırmak mümkündür.
4.2.4.1.
Başka metinlerin ödünçlenmesiyle yapılan aktarmalar:
İsmet
Özel, kimi şiirlerinde
başka metinlere ait dize
ve kavramları ödünçleyerek kullanmaktadır. “Metin ekleme”
şeklinde yapılan bu
kullanımlar, metnin yeniden anlamlandırılarak metinlerarası okumaya yönelik
olarak meydana
gelir. Şairin bu türden
kullanımlarının ilkine, “Muşta
Bir Güz İçin Prelüdler”
adlı şiirin 7. bölümünde
rastlanılmaktadır. Özel, bu bölümün ilk ve son dizelerinde, Nazım Hikmet’in
“Hapiste Yatacak Olana Bazı
Öğütler” adlı şirinden ödünçlediği ‘Düşmana inat /Bir gün fazla
yaşamak’
mısralarını alıntılar. Nazım’ın ‘Bir
gün fazla yaşamak’
dizesiyle açımlanan 7. Prelüd, yine ‘yaşamak’, ‘merak’ ve ‘hain’ kelimeleri etrafında
dizelenen imgesel anlatımla zenginleşir ve ödünçlenen mısraların tek bir dize haline getirilip
aktarılmasıyla sona
erer:
Adını “bir gün fazla
yaşamak” koyduk.
Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!
Ellerin ve doğurtucu
erkin başdöndüren
macerası
Ey toprağın ve rahmin
tükenmez hünerleri!
Güz ki ancak hainin yüreğini soğutur
bir korkağı mahzun kılar
kırlangıç sürüleri
sabırla, kin tutarak
gülen günlere ulaşan
sesleri bulduk
adına “yaşamak”
diyoruz
İsmet
Özel, bu türden aktarmaların İkincisini “Yaşatan” adlı şiirinde meydana getirmiştir. Şair,
bu şiirin sonunu
Karacaoğlan’a ait olan
bir türküden ödünçlediği
iki dizeyle bitirerek, metnin başından
bu yana sürdürülen
anlamın sınırlarını genişletmiş; “hayat” ve “ölüm” etrafında
örgülediği çağrışımsal değerlere farklı bir boyutta
tekrar anlam kazandırmıştır:
(...)
Yaşamak
güzeldir
gözlerim daha güzel
gözlerim daha güzel halka bakınca
ve sürülmüş toprağı
yaratkan beyni
işleyen
elleri huylandıran bakışlarım
yani insan türünü var kılan hız
yani hatta tarlalarda
döl yataklarında bile oyalanmayan
savaşın,
sevdanın rengi
her güzellik bu rengin ardındadır
yaşamak
bir başına bu rengi
geçebilmez
“ölümden korkup da sonunu sayan
ölür gider yar koynuna giremez.”
(“Yaşatan”,
Evet, İsyan,
s.41)
Özel, yukarıda kullanılan aktarımların bir benzerine, “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır” adlı şiirinin
başlığında ve “Savaş Bitti” şiirinin de dizeleri arasında
yer verir. Şair, sözleri
İsmail
Hakkı Özkan’a, güftesi Necdet Atılgan’a, bestesi ise Şerif İçli’ye ait olan uşşak
makamındaki “İçimden
Şu Zalim
Şüpheyi
Kaldır / Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır / Gözümü gözünün içine daldır / Ya
sen gel ya beni oraya
aldır” dizeleriyle başlayan
şarkının ilk iki
mısrasını alıntılayarak şiirinin
başlığında kullanır.
Böylelikle Özel, müslüman dünya görüşünün tam anlamıyla kabul edilmesinden evvel,
yönelinilen sorgulama
sürecine bu iki dizenin araladığı
anlam dünyasıyla da işaret
etmiş olur. “Savaş Bitti” şiirinde ise benzer kullanımı
şair, metnin içerisinde
meydana getirmektedir. Sözleri Ahmet Refik Altınay’a, bestesi ise Mısırlı İbrahim
Efendiye ait olan “Türk Aksağı”
usûlündeki şarkının iki
mısrasını Özel, şöyle
aktarmaktadır:
(...)
Şarkı
söylemek
Kendi kitaplarını ciltlemek
Gibi bir şey
haline geliverdi aniden
“Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken”
“Öksüz sanırım kendimi ben sensiz içerken”
(...)
(“Şavaş Bitti”, Of NotBeingA Jew,
s.79-80)
İsmet
Özel’in başka metinleri
ödünçleyerek meydana getirdiği
aktarmalardan bir kısmı da, şair
ve filozoflara ait
olan sözlerin şiir
içerisinde kullanmasıyla oluşmaktadır.
Bu aktarıma örnek olarak, “Ils Sont Eux” adlı Fransızca
başlıktan oluşan şiiri ve “Bir Yusuf Masalı”nın “Sebeb-i
Telif” bölümünü göstermek mümkündür. “Bunlar
Onlardır” şeklinde
Türkçeye çevrilebilecek olan “Ils Sont Eux” söz grubu, Abdülhak Hâmid Tarhan’ın
1885
yılında yayımlanan “Bunlar O’dur” adlı kitabının ismini çağrıştırmaktadır. Özel, bu şiirinde Valery’e ait olan
‘güzel olan hiçbir şey
hülasa edilemez’ sözünü alıntılayarak, anlatı konusu yaptığı ‘alay komutanı’nın
durumunu farklı bir anlam düzlemine taşır. “Sebeb-i Telif’ adlı metinde ise şair, Immanuel Kant’ın doğduğu
şehir
olan ‘Königsberg’in ismini zikredip ‘Üstümde yıldızlı gök’ / ‘içerimde ahlak
yasası’ dizeleriyle filozofun
sözlerine göndermede bulunmaktadır:
(...)
Kışlada
alay komutanı
barakaların kar altında öksüz
duruşlarına bakarak
susuyor, söylemiyor bildiği
tek şiiri
“güzel olan hiçbir şey
hülasa edilemez”
demiş çünkü Valery.
(...)
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.18)
(...)
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
(...)
(“Sebeb-i Telif’, Bir Yusuf Masalı, s.29)
İsmet
Özel’in şiirlerindeki
anlamı çoğaltmak için
müracaat ettiği aktarma
yollarından bir diğeri
de başka
metinlerde geçen kavramlarla ilgilidir. Şair, meydana getirmiş olduğu
bu kullanımlarında kendi metniyle,
ödünçlediği metinde yer
alan kavram ya da söz grubu arasında, anlama dayalı bir koşutluk meydana getirir. Bu
koşutluk, özellikle
ironize edilerek eleştirisi
yapılan hususlarda daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin
‘Savaş Bitti’ şiirinde ‘Fıskiyelerinin
ucunda ping-pong topları’ dizesiyle, Tarık Buğra’nın “Dönemeçte” adlı
romanında kurguladığı
“su topu metaforu” arasındaki benzerlik, toplumsal yabancılaşma merkezli
düşünüldüğünde, söz konusu edilen eleştirinin anlam dünyasında genişleme meydana getirmektedir.
Yine buna
benzer bir kullanım “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirin 14. ve 20. bölümlerinde
İstiklal Marşı’nın dizelerinde yer alan ‘korkma
sönmez’ ve ‘garbın afakı’ söz gruplarının ödünçlenmesiyle
oluşturulmuştur.
İfadeye
çalıştığımız hususların metindeki
görünüşlerine ve Özel’in
şiirlerinde öne çıkan bu
tür kullanımlardan
bazılarına aşağıdaki gibi işaret etmek mümkündür:
(...)
Hatalar kime sorarsan sor
Pek zarif duruyordu bahçe kapılarında
Bahçelerinde havuzlar havuzlarında fıskiyeler
Fıskiyelerinin ucunda ping-pong topları
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.55)
(...)
Korkma sönmez benim annem ne dediyse sen de de
Frengistan sanatoryum rehabilitasyon bak ben bile bir çırpıda
Yüzüm kızarmadan söyleyebildim oh be
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 4”,
Of Not Being A Jew, s.99)
(...)
Sana şarkın
sihrini işçi sınıfı
bozdu derlerse
Sen de geriye garbın afakı kaldı sözünü onlara yedirt
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 20,
Of Not Being A Jew, s.149)
(...)
Bir başkası
ne bilir oğlu kızı
olanın bildiğini
Bir ülkede akarsular oğullar gibi kızlar gibidir
Bil bil artık bil artık bil bil geh bili bili
Bil ki oğlun
kavrayasın diye fitnenin kabzesini
Boyuna yetişir
Senin kızına isim kondurduğun çiğdem
Ben küçükken köklerini yediğim sarı çiçektir
Yunus Emre dahi onu kastetti Allahü aalem
Zemin kaygan hava nemli hasret pürçektir.
(...)
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi, 15,
Of Not Being A Jew, s.131)
Locke lokma büyük sen yutma ay ne kadar Roma antik
külhanbeyin kadifeden kesesi
(“Hişt,
Baksana”, merdivenşiir,
S.10, Eylül-Ekim 2006, s.5)
İsmet
Özel şiirini
metinlerarası okumaya yönlendiren temel kullanımlardan birisi de, şairin şiirlerinde sıklıkla özel
ad aktarmalarından faydalanıyor olmasıdır. İsmet Özel şiirine yabancı olan bir okur için anlamsız ya da saçma
olarak görülebilecek olan bu kullanımlar, şair tarafından metinlerinin anlamını çoğaltmak ve şiirin bütündeki
anlamı farklı katmanlarda yeniden üretmek için bilinçli olarak meydana
getirilmektedir. Birtakım olaylara,
kavramlara ve şahıslara
bağlı olarak şiirin içerisine yerleştirilen bu özel adların
anlamlandırılması ve metindeki
anlam bütünlüğü
içerisinde doğru bir
yere oturtulması, okur için ayrı bir çaba gerektirmektedir.
Bu yönüyle Özel’in şiirleri, anlamın tamamlanması için okuyanı içerisine çekip ona
bir vazife yüklerken aynı
zamanda bu okurun zihinsel gelişimine
de katkıda bulunmuş olmaktadır.
Örneğin ‘Hanoy’da bir
uçaksavar’
şeklinde biten “Bir
Devrimcinin Armonikası” adlı şiirin
son dizesi, İsmet Özel şiirinin ifadeye çalıştığımız
yapısına yabancı olan bir okur için anlamlandırılamayacaktır. Halbuki şair, hayatının merkezine
koyduğu devrimci
duyarlılığını şiirinde söz konusu ederken
bunu yaşanılan bir
gerçeklikten hareketle de örneklemek istemiş ve
Vietnam Savaşı’na
göndermede bulunarak devrimci duyarlılığının sadece kendi ülkesinde olan haksızlıklara karşı
olmadığını okuyucuya
hissettirmiştir:
(...)
Ey çatlayan tohumun hengamesi!
İnsan,gülümsemeyi
ve ürün kaldırmasını bilir
çünkü derbeder bir okul çantasından
serin ve sevişli bir
ırmağa girilir
ve benim o boğulduğum armonika
halklara seğirtir, coşar
o, korkunç bir yekinmedir buralarda
Hanoy'da bir uçaksavar.
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Yine yukarda ifadeye çalıştığımız
durumun bir benzeri de “Kan Kalesi” adlı şiirde bulunmaktadır. Bu sefer şair,
1965 yılının mart ayında Zonguldak Kozlu’daki maden ocaklarında meydana gelen
olaylara göndermede
bulunarak devrimci duyarlılığının
yerelden (Kozlu) evrensele (Ha Noi) uzanan boyutuna işaret eder. Maden
işçileriyle güvenlik
görevlileri arasında meydana gelen bu olayı Özel, günlük gazetelere yansıyan şeklinden
ödünçleyerek dizelerinde şöyle
dile getirmektedir:
(...)
- Var mısın yok yere ağlamaya. Ki bir sis
yanık bırakılmış bir
fısıltı
şehri
sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama
herkesin içinde iğdiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyorlar ocaklarına.
(...)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)
İsmet
Özel’in şiirinde görülen
özel ad aktarmalarının bir kısmı da, mitolojik unsurların ve felsefî içerik taşıyan
kavramların kullanılmasıyla meydana gelmektedir. Bu kullanımlarında şair, mitolojik unsuru
aktarmadan evvel,
kavramın anlamsal değerlerini
de kimi zaman dizeleri arasında işaret eder. Örneğin
“İçimden Şu Zalim Şüpheyi
Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı şiirinde, Yunan mitolojisinde geçen ve suyunun insani
ölümsüz
yaptığına inanılan
cehennem nehri “Styks”u aktarmadan önce, ‘gümrah’ ve ‘ırmak’ kelimelerini
‘çarpmak’ fiiliyle
bir arada kullanarak bu unsura işaret
eder. Yine ‘Styks suları’ndan hemen sonra kullanılan ‘heyula’ kelimesi de,
bu mitolojik ırmağın
çevresinde bulunduğuna
inanılan “gömülmemiş ölüler”i
akla getirmektedir:
(...)
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan
bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
(...)
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
İsmet
Özel, “Bir Yusuf Masalı”nın “İns
ü Cin” adlı altıncı babın da da felsefî içeriği olan ‘Yin Yang’ kavramına
yer vermektedir. Bir yaşam
felsefesi olarak, dünyada uyum ve denge halinde bulunmak ve mükemmelliği
yakalamak anlamına gelen bu kavram, aynı zamanda “sınırsız güç” manasını da taşımaktadır. Özel, şiirinde
kavramın terimleşmiş anlamının yanı sıra, ‘yin’
‘yang’ kelimelerinin ayrı ayrı anlamsal değerlerine de işaret eder.
Karanlık ve soğuk
anlamına gelen ‘Yin’ kelimesi, aydınlık ve sıcak anlamındaki ‘Yang’ kelimesiyle
birleşerek
zıtlıkların bir arada bulunabileceğini imlemektedir. Şair
metinde, insanların bir arada bulunuyor olmalarını,
zıtlıklarına rağmen uyum
içerisinde olduklarından dolayı değil de, hep birbirlerine benzemelerinden dolayı
olduğunu işaret eder ve ‘nerede’
sorusuyla insanlardaki bu “herkesleşme”yi eleştirir:
(...)
Bir arada bulunmanın töresi, yasası var
İnsanlar bir arada.
Neden iki insan yok?
Nerede Yin?
Nerede Yang?
The two and the one?
(“Altıncı Bab: İns ü Cin”, Bir Yusuf Masalı, s.122)
İsmet
Özel’in şiirlerinde en
sık karşılaşılan özel ad aktarmaları, yaşamış oldukları hayatla şairin üzerinde olumlu
ya da olumsuz birtakım etkiler uyandırmış olan kişi adları kullanılarak yapılmaktadır. Yaşadıkları mahallenin
delisinden, çocukken okuduğu
çizgi romanlardaki kahramanların adlarına varıncaya kadar bir çok şair, ressam,
filozof, dansçı, tiyatro oyuncusu, devlet adamı, ekonomist, teorisyen gibi
vasıflarla tanımlanabilecek olan kişi
adlarını metinlerinde kullanan Özel, bunları şiirin anlamını tamamlayacak yönleriyle okuyucuya
aktarmaktadır.
Dolayısıyla şiirde
adı aktarılan şahsın
hayatına yönelik olarak bilinecek ya da o şahsın öne çıkan özelliğine dair
bir bilgi, şiirin daha
iyi anlamlandırılmasına yardımcı olacaktır. Özellikle son dönemde yayımladığı şiirleriyle
okuyucuyu bu türden bir gayrete yönlendiren şair, şiirin
hem yazılır hem de okunurken özel çaba gerektirecek bir
uğraş alanı olduğunu da ortaya koymuş olmaktadır. Örneğin “Savaş Bitti” şirinde Özel, 1933'le 1950
yılları
arasında Ankara ve İstanbul
Üniversitesi’nde hukuk dersleri veren Prof. Ernst Hirsch’in ismini aktarır.
Hirsch, Hitler Almanyası nedeniyle Türkiye'de görev yapmış Yahudi-Alman bilim
adamlarından biridir. İsmet
Özel’in en uzun şiiri
olan bu metnin bütününde eleştirisi
yapılan hususlardan biri olan, insanların sadece kendi
kazanımlarını önemsiyor olmaları düşünüldüğünde,
bu hukukçunun anılması anlamlıdır. Çünkü, görev yaptığı
dönem içerisinde Türkiye’de çok itibar gören, bir çok bakana danışmanlık yapan ve şimdilerde ünlü birer hukuk
adamı olan pek çok kimsenin hocası olan bu profesör, dönemin başbakanının oğluna zayıf not verince,
üniversitenin idarecileri tarafından notun düzeltmesi için baskı görür. Fakat
Hirsch, Türkiye'den sınır dışı
edilmek
hatta profesörlük hakkının elinden alınma riskine rağmen, istenileni yapmaz ve ilkelerinden taviz
vermeyerek bu
yaptırıma karşı durur. İsmet Özel de şiirinde ‘ben profesör
Hirsch’in yıllarca asistanlığını yaptım’ diyerek bu
bilim adamının yaşadığı hayatı işaret etmiş ve metninin anlam boyutuna
derinlik kazandırarak, eleştirel
bakış açısı
ile dikkat çekilen hususlarda yeni çağrışım
alanları meydana getirmiştir:
(...)
Ne kadar kullanıyorsa Avrupa’dakiler biz de
Uyandırma kerizi o kadar kullanalım
Pozitif hukuku boş ver ben profesör Hirsch’in
Yıllarca asistanlığını yaptım
Bu hazır cevaplığı sanırsın kimden kaptım
(...)
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.56)
İsmet
Özel’in tüm şiirlerinde şahıs, kavram ve yer adları kullanılarak
öne çıkan özel ad aktarımlarının metin
içerisindeki görünüşlerini
aşağıdaki tablodan takip etmek
mümkündür:
Dilin genel kullanımı içerisinde sıklıkla başvurulan deyimler, şiir dilinde de anlatım
gücünün artmasına ve farklı
çağrışım alanları meydana getirerek
yan anlamların oluşmasına
olanak sağlayan kalıplaşmış sözcük öbekleridir.
İsmet Özel de
metinlerinde deyimlerden geniş ölçüde
faydalanmaktadır. Aşağıdaki tabloda, dilimiz
içerisinde
kullanılan deyimlerin şairin
metinlerindeki görünüşlerine
dikkat çekilmektedir.
Burada önemle ayırtına varılması gereken bir hususu,
“Aktarmalar” adı altındaki incelememizin hemen başında
yer verdiğimiz dipnotta
da belirtildiği gibi,
tekrarlamak istiyoruz. “Deyim aktarmaları” söz gurubu ile,
“aralarında uzak yakın ilgi (benzerlik, işlev bilgisi, yakınlığı) bulunan iki şey arasında bir benzetme yoluyla ilişki
kurarak birinin adını ötekine aktarma sonucunda oluşan dil olayı”nı
örneklemekten ziyade, şairin
söyleyişini
zenginleştirmek ve
farklı anlam katmanları meydana getirmek için müracaat ettiği deyimlere dikkat çekmek
istiyoruz.