T.C
KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE
EDEBİYATI
ANABİLİM
DALI
DOKTORA TEZİ
İSMET ÖZEL’İN ŞİİRLERİ
ÜZERİNE BİR İNCELEME
HAZIRLAYAN
İBRAHİM
TÜZER
KIRIKKALE
ŞUBAT 2007
“İsmet
Özel’in Şiirleri
Üzerine Bir İnceleme”
adını taşıyan bu
çalışmada, şairin 1954 yılından 2006
tarihinin
sonuna kadar yayımlamış olduğu şiirler incelenmiş; şiir
üzerine kaleme aldığı
poetik metinlerinden ve
konuşmalarından
hareketle edebî görüşleri
belirlenmiştir. Şiirinin oluşum safhalarının net olarak
belirlenmesi için,
gerek şair tarafından
gerekse çeşitli yazar ve
eleştirmenler tarafından
yazılanlar dikkate alınmış;
şairin hayatındaki
önemli duraklar, kendisiyle yapılan mülâkatlarla da aydınlatılmıştır.
Modern Türk şiirinin
son dönemdeki en büyük temsilcilerinden olan İsmet Özel’in şiirleri tema, içerik ve yapı
bakımından tahlile tâbi tutulmuş
ve bu şiirleri
ortaya çıkarırken kullanmış olduğu dil ve üslûp özelliklerine
dikkat
çekilmiştir. Şiirlerin yanı sıra, 2006
yılının sonuna kadar yayımlanmış
olan diğer tüm
kalem faaliyetlerinin
kronolojisi, “İsmet Özel
Kaynakçası” adı altında ele alınmış; yine bu kaynakçada, şair hakkında yapılan
çalışmaların ve ondan
söz eden eserlerin künyesi verilmiştir.
Burada Türk şiirinin
son 40 yılında önemli atılımlar meydana getirmiş, söyleyiş ve imgelemindeki zenginlik ile
birçok şairi etkilemiş olan bir sanatkârın hayatı,
edebi görüşleri, şiir oluşum safhaları, şiirlerinin tema, içerik,
yapı,
dil ve üslûp özellikleri hakkında kapsamlı bilgi oluşturulmuş ve şairin
yazı evrenine bütüncül bir bakış
getirilmeye
çalışılmıştır.
Modern Türk Şiiri
Tematik İzlek
İmajinatif
Söyleyiş
İsmet
Özel Kaynakçası
In this study, called “An Analysis on İsmet Özel’s Poetry”, the
poems of İsmet Özel that
had been published
from 1954 till the end of 2006 was analyzed and his literary point of view was
identified according to his poetry
and his speeches. In order to identify the stages of the creation of his
poetry, reviews of both critics and the ones
written by himself was taken into account and to reveal this point more clearly
important steps throughout his life
was clarified via interviews.
İsmet
Özel, being one of the chief represantatives of Modern Turkish Poetry, and his
poems were analyzed in
terms of content, theme and form. Additionally, his language style and
techniques were drawn into attention
during his creation process. Apart from his poetry, a complete chronology of
all other forms his writings were
studied under the name of ‘İsmet
Özel Bibliography’ and all the previous studies on the poet and references were
outlined.
By this study, a holistic view on a poet’s life, his literary
world, his literary point of view, the creation of his
poetry, and the content, theme, form, and the style of this poet which has
influenced many other poets in Turkish
Poetry for the past 40 years by his rich way of saying has been provided.
Modern Turkish Poetry
Thematic Analysis
Imaginative Language
İsmet
Özel Bibliography
Şiirimizin
son 40 yılında, ele almış olduğu tema değerleri ve özgün söyleyişiyle önemli atılımlar meydana
getiren,
böylelikle modern Türk şiirinin
gelişiminde etkin bir
rol oynayan şairlerin
önde gelenlerinden birisi de İsmet
Özel’dir. İsmet
Özel’in Şiirleri
Üzerine Bir İnceleme
adını taşıyan bu çalışmada, şairin 1954’ten 2006 yılının
sonuna kadar yayımlamış olduğu şiirler incelenmiş, bu metinlerden hareketle şairin şiir serüveni ve şiirlerinin
özellikleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Dört genel Bölüm ile Sonuç, Bir
Bibliyografya Denemesi: İsmet
Özel Kaynakçası ve Yararlanılan
Kaynaklar’dan oluşan
çalışmamızın birinci
bölümü, Hayatı - Edebî Görüşleri - Yayın Faaliyeti başlığını
taşımaktadır. Bu bölümün
Hayatı isimli ilk alt başlığında, şairin biyografisi üzerinde durulmuş ve Özel’in
şairliğinin oluşumunda ve şiirlerinin ortaya çıkmasında
etkin rol oynayan unsurlar belirlenmeye çalışılmıştır.
Şairin aile çevresi, doğumu, çocukluğu, ilk-orta-üniversite öğrenimi, gençlik yılları ve
hayatında çok önemli bir
dönüm noktası olarak beliren müslüman dünya görüşüne bağlanması
ve sonrasıyla ilgili bilgiler, önemli ölçüde
İsmet Özel’in bizzat
kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmeler neticesinde derlenerek
yazılmıştır.
Birinci bölümün Edebî Görüşleri kısmında, Özel’in şiirin aslına ve mahiyetine
ilişkin görüşleri; şairliğin nasıl
olması gerektiği
yönündeki fikirleri ve şair-toplum
ilişkisi; şiirin ideoloji ve sanatla
olan irtibatı üzerine
düşünceleri; şiir ve nesirde kullanılan
dilin farklılıklarına yönelik olarak şairin işaret
ettiği noktalar üzerinde
durulmuştur. Bu kısımda
ayrıca şairin, modern
Türk şiirinin genel
açılımı ve gelişmesine
dair önermelerine dikkat
çekilmiş; özellikle
kendi şiirinin de anlaşılmasına kaynaklık edecek
unsurlara işaret edilmiştir. Sadece “Şiir
Okuma Kılavuzu”nda yer alan yazılardan değil, 1964 yılından 2006’ya kadar kaleme almış olduğu tüm poetik
metinlerden ve şiir
üzerine vermiş olduğu konferanslardan hareketle
yazılan bu kısımda, İsmet
Özel’in şiir üzerine
duyup düşündükleri, bir
bütünlük içerisinde verilmeye çalışılmıştır.
Birinci bölümün son alt başlığı
olan Yayın Faaliyeti adlı kısımda ise, 1970’li yıllarda Ataol Behramoğlu ile
birlikte çıkardıkları Halkın Dostları dergisi konu edilmiş derginin şairin hayatında ve poetik
duruşundaki yerine
işaret edilmiştir.
Çalışmamızın
ikinci bölümü Şiirleri
başlığını taşımaktadır. İki genel alt başlıktan oluşan bu bölümün, Şiir
kerim:
Şiir - hayat
birlikteliği ve şiirinin safhaları adlı
birinci kısmında, İsmet
Özel şiirinin oluşum evreleri incelenmiş;
hayatında şiire çok
esaslı bir yer veren şairin,
söz konusu bu evreleri oluştururken
merkez olarak kabul ettiği
açılım noktaları belirlenmeye çalışılmıştır. İkinci kısımda Özel’in,
1954’ten 2006 yılının sonuna kadar
yayımlanmış tüm Şiirlerinin kronolojik listesi
verilmiş; oluşturulan tablolarla da Özel’in
şiir kitaplarının ve
şiirlerine “toplu
olarak” yer verdiği
kitaplarının içerik dökümü yapılmıştır.
Şiirlerin
Tema, İçerik Ve
Yapı Bakımından İncelenmesi
adını taşıyan üçüncü bölümde
ilk olarak Özel’in şiirleri,
tema ve içerik olarak tetkik edilmiştir. Ortaya çıkan Ben’in ilk sığınağı: Çocukluk, Dünyaya konumlanmaya
çalışan Ben’in
huzursuzluğu/‘kargaşa’sı: Cinsellik, Alt edilen
mukadderat: Ölüm, Şahsî
olandan toplumsal
olana yöneliş:
Devrimci duyarlılık, Toplumsallaş(ma)ma ve ‘Otantik olma’: Yalnızlık, Arayışın izleri ve değiş
(mey)en insan: ‘Yeniden Doğuş ’, Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi şeklindeki tema
değerleri, şairin tüm şiir evreninden hareketle belirlenmeye
çalışılmıştır. Böylelikle yedi başlıkta toplanan bu
temalar, yine kendi aralarında ikişer alt başlıkla
çoğaltılarak tüm şiirlerde izleksel bir
bütünlük sağlanmaya
gayret
gösterilmiştir.
Üçüncü bölümün ikinci kısmında ise şairin şiirleri, yapı bakımından ele alınmış ve metinler, Nazım birimi
ile
Nazım şekli
başlıkları altında
incelenmiştir. Aynı
kısımda şiirlerin bent
ve dize kuruluşları ile
farklı nazım şekilleri
esas alınarak yapılanmalarına dikkat çekilmiş, kimi metinlerdeki formların tema değerleriyle kurmuş olduğu
bütünlük örneklendirilmiştir.
Şiirlerinde
Dil ve Üslûp başlıklı
son bölümünün Dil adlı ilk alt başlığında,
İsmet Özel’in tüm şiirlerinde kullanmış
olduğu kelime ve
sözcük grupları incelenmiştir.
Bunun sonucunda şairin,
başka şairlerce pek kullanılmayan
Eski
Anadolu Türkçesi ve halk dilinde kalmış arkaik kelimelerle Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve
Yunanca gibi yabancı dillerden Türkçeye geçmiş, genel kullanımda çok sık rastlanılmayan ödünçleme
sözcüklerden meydana gelen Kelime dünyası ortaya çıkarılmıştır.
Bu son bölümün Üslûp adlı ikinci alt başlığında ise şairin üslûp özellikleri, şiirlerinden örneklerle incelenerek
belirgin kılınmaya çalışılmıştır. Yine bu kısımda Özel’in şiir anlatımında öne çıkan İmajinatif söyleyiş, İronik
anlatım gibi hususlar ele alınmış ve şiirlerde
görülen Sapmalar, Aktarmalar, Ses, Ritim ve Ahenk Unsurları
kendi içerisinde alt başlıklara
ayrılarak detaylı bir biçimde incelenmiştir.
Sonuç ta İsmet Özel’in şiirlerinin
incelenmesiyle ortaya çıkan karakteristik özelliklerin genel bir değerlendirmesi
yapılmıştır. Diğer taraftan, inceleme boyunca
elde edilen veriler ilgili bölümlerin geneline yayılarak açımlanmıştır.
Çalışmamızda çoğu başlığın altına şairin,
kimi zaman şiirlerinden
kimi zaman da nesirlerinden alıntılanarak
epigram ifadeler konulmuştur.
Bu epigramlar dikkatle incelendiğinde,
ele alınan konuyla ilgili çok yakın bir
anlamsal bağın var olduğu görülecektir.
İncelememizin
sonuna, Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel Kaynakçası adını vererek koymuş olduğumuz
bölümde ise, şairin ilk şiirinin yayımlanma tarihi
olan 1954 yılından, 2006 yılı içerisinde Ekim ayında yayımlanan
son şiirine kadar ortaya
çıkan gerek İsmet
Özel’in kalem faaliyetlerinin, gerekse şair hakkında yayımlanan
yazıların künyesine yer verilmiştir.
Bu ürünler, iki genel başlık
etrafında toplanarak kendi aralarında tasnif edilmiş
ve şairin
yazdıkları ile hakkında yazılanlara, kronolojik olarak dikkat çekilmiştir.
Bu başlıklardan
birincisi olan İsmet
Özel’in Yazdıkları adlı bölüm, Kitaplar, Yazılar /Şiirler ve Açık Oturum /
Sempozyum / Panel / Soruşturma
/ Basın Toplantısı ve Festivaller başlıklarıyla üç kısma ayrılmıştır. Özel’in
belirttiğimiz tarihler
arasında dergi, gazete ve diğer
yayın organlarındaki tüm yazı faaliyetlerine yer vermeye
çalıştığımız bu bölümün Kitaplar
kısmında Şiir,
Deneme, PoetikMetin, Otobiyografik Eser, Röportajlar, Mektup
(laşma)lar,
Çeviri ve Diğer
adları altında Özel’in 60 eserinin künyeleri verilmiş ve bunlardan hareketle eserlerinin
farklı basımlarına dikkat çekilmiştir.
Birinci bölümün Yazılar / Şiirler adını taşıyan ikinci kısmında, Özel’in şiirlerinin yanı sıra günlük
gazetelerde
kaleme aldığı
yazılarına, dergilerde kalmış poetik
metinlerine ve tanıtım, cevap yazısı, inceleme gibi her türlü
kalem faaliyetine kronolojik olarak yer verilmiştir. Şiirler
de dâhil olmak üzere bu ürünlerin ne tür yazılar
oldukları, (şiir, fikir
yazısı, poetik yazı, söyleşi,
cevap yazısı, mektup) ve daha sonradan kitap olarak
yayımlanmışsa hangi
kitapta yer aldıkları, künyelerinin hemen sonunda köşeli parantez -[ ]- içerisinde belirtmek
suretiyle gösterilmiştir.
Bu bölümün son kısmında ise şairin
katılmış olduğu, “Açık Oturum / Sempozyum /
Panel
/ Soruşturma / Basın
Toplantısı ve Festival” gibi etkinliklerden ulaşılabilinenlerin kronolojik listesi sunulmuştur.
İsmet
Özel Kaynakçası’nın ikinci bölümünü İsmet Özel Hakkında Yazılanlar oluşturmaktadır. Bu bölümün İsmet
Özel Üzerine Yapılmış Çalışmalar adlı birinci alt
kısmında, şair hakkında
yazılan Kitapların; fikir yazılarını ve
şiirlerini merkez alan
dergi özel Dosyalar ının; üniversitelerin değişik
anabilim dallarınca yaptırılmış
bitirme ve
yüksek lisans Tezler inin; şiirlerini ve biyografisindeki değişimi
esas alan Makaleler / İncelemelerin; şiir
kitaplarının ve denemelerinin Tanıtımlarının yapıldığı yazıların; şiiri üzerine yapılmış Soruşturmaların;
kendisiyle yapılmış olan
Söyleşiler
in ve hakkında kaleme alınmış Gazete
ve İnternet
Yazıları ndan öne çıkanların
künyelerine kronolojik olarak yer verilmiştir.
İkinci
kısımda ise İsmet
Özelden Söz Eden Eserler adı altında, 1964 yılından 2006 Ekim ayına kadar
yayımlanmış, Özel’i doğrudan konu almayan fakat ona
ve şiirine ilişkin bilgilerin yer aldığı Kitaplar, Makaleler /
İncelemeler, Soruşturmalar / Dosyalar, Söyleşiler, Gazete ve İnternet Yazıları gibi
ürünlerden kayda değer
olanların künyesi yer almaktadır. Çalışmamızın sonunda ise Yararlanılan Kaynaklar adı altında,
inceleme
boyunca dipnotlarda kullanılmış
olan kaynakların yanı sıra çeşitli sebeplerle istifade edilen eserlerin listesi
verilmiştir.
Şiir
üzerine düşünmeye,
yazmaya ve konuşmaya
devam eden, hepsinden önemlisi şiir
yazmayı sürdüren bir şair
hakkında hazırlanmış bu
çalışmanın mükemmellik
iddiasında bulunması mümkün değildir.
Bu çalışma, olması
gereken akademik disiplin içerisinde gerekli görülen her ayrıntının üzerine
gitmeyi bir vazife sayarak, yıllardır
Türk şiirinin gelişmesinde önemli açılım
alanları ortaya koyan ve şiirimize
hizmet eden İsmet
Özel’in şiir
evrenine, etraflı bir bakış açısı
getirmeye çalışmıştır. Şair üzerine bundan sonra yapılacak olan çalışmalarda,
araştırmacılara
gösterebileceği en ufak
bir ışık, en büyük
kazancı olacaktır.
Tüm bunlardan sonra, çalışma boyunca desteğini, ilgisini ve anlayışını hiçbir zaman eksiltmeyen, engin fikir ve
tecrübeleriyle bana yol gösteren hocam Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN’e şükranlarımı sunuyorum. Evinin
kapılarını
bana açarak göstermiş olduğu misafirperverlikten ve
yöneltmiş olduğum her soruyu anlayışla karşılayıp büyük
bir içtenlikle cevap vermiş olmasından
dolayı İsmet ÖZEL
beyefendiye saygılarımı sunuyorum. Son olarak, bu
yoğun ve yorucu çalışma boyunca kendilerine hak
ettikleri zamanı ayıramadığım
çocuklarım ve eşime,
gösterdikleri sabır ve anlayıştan
dolayı minnettarım.
İbrahim
TÜZER
Ankara / Şubat
2007
İÇİNDEKİLER
KİŞİSEL KABUL/AÇIKLAMA................................................................................
I
ÖZET.......................................................................................................................
II
ABSTRACT.............................................................................................................
III
ÖN SÖZ................................................................................................................ IV
İÇİNDEKİLER......................................................................................................
IX
GENEL
KISALTMALAR.....................................................................................................
XV
TABLOLAR LİSTESİ............................................................................................
XVI
1.
BÖLÜM
HAYATI - EDEBÎ GÖRÜŞLERİ - YAYIN FAALİYETİ
1.1.
Hayatı........................................................................................................... 1-39
1.1.1.
Aile çevresi ve doğumu...................................................................
4
1.1.2.
Gölgelenen/Aydınlanan
yıllar: Çocukluğu ve
ilk-orta öğrenimi.......... 6
1.1.3.
Bekleme/Bilgilenme süreci:
Anlamlandırılan dünya...........................
11
1.1.4.
Tevarüs edilen tavır ve
kadirşinas itaatsizlik:
‘Müseccel komünist’/’Siyasal’lı yıllar......................................................................
14
1.1.5.
TİP’den Askerliğe: Herkesleş(me)me...............................................
19
1.1.6.
Kaybederken kazanılan değer: ‘Kendilik’/'Biriciklik’
arayışı.............. 25
1.1.7.
Ontolojik kaygı: ‘Yeniden
doğuş’.................................................... 29
1.1.8.
Ve bitmeyen yolculuk......................................................................
36
1.2.
Edebî Görüşleri........................................................................................... 40-83
1.2.1.
Poetik yolculuk: Şiir Okuma Kılavuzu ve poetik
metinler.................. 41
1.2.1.1.
Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti......................... 48
1.2.1.2.
‘Bütün’e olan hasret ve şiirin ‘kendiliği’:
Şiirin gerçekliği 52
1.2.1.3.
Maliyeti yüksek bir meslek:
Şairlik................................... 57
1.2.1.4.
‘Çevre’nin niteliği: Şiir/Şair ve toplum..............................
60
1.2.1.5.
‘Zavallı’ insanların
özlemi: Şiir ve ideoloji......................... 63
1.2.1.6.
Sözcüklerin oluşturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil...............
65
1.2.1.7.
İmar ettikçe mamur olunan uğraş: Şiir ve sanat..................
68
1.2.1.8.
Bir zekâ gösterisi:
‘Intellect’ ve ‘saymaca’ şiir................... 70
1.2.1.9.
‘Ethos’tan ‘pathos’a bir
insanlık durumu:
Modern Türk şiiri 75
1.2.1.10.
‘Az gelişmiş aydınlar ülkesi’nin ‘göre’siz kalan şiiri........ 81
1.3.
Yayın Faaliyeti............................................................................................
83-88
1.3.1.
II. Yeni’nin ‘vicdanı’:
“Halkın Dostları” dergisi....................................
84
2.
BÖLÜM
ŞİİRLERİ
2.1.
Şiir kerim: Şiir - hayat birlikteliği ve şiirinin safhaları.............................. 90-116
2.1.1.
Serbest bırakılan zihin: Şiire başlaması, ilk şiirler ve
“Geceleyin Bir Koşu” /
1954 - 1965.............................................................................
92
2.1.2.
Gırtlaktan taşan şiir: “Evet, İsyan” / 1965 - 1970..................................
98
2.1.3.
Geçiş sürecinin işareti: “Cinayetler Kitabı” / 1971 - 1975.................... 103
2.1.4.
‘Yeni Hayat’ın içinden
verilen poz: “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar” /
1981 - 1993...............................................................................................
106
2.1.5.
Yarım kalmış bir metin: “Bir Yusuf
Masalı” / 1993 - 1999...................
110
2.1.6.
Kırılan kalp, ‘azalan
yaratıcı güç’:
“Of Not Being
A Jew” / 2003 - 2006..........................................................................
114
2.2.
Şiirlerinin kronolojik listesi....................................................................
117-125
3.
BÖLÜM
ŞİİRLERİN TEMA, İÇERİK VE YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ
3.1.
Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi...................................
127-270
3.1.1.
Ben’in ilk sığınağı: Çocukluk............................................................. 129
3.1.1.1.
Bir ergenin anılarla
yücelttiği çocukluk................................ 130
3.1.1.2.
Devrin yozla ş masıyla kar
ş ı kar ş ıya
kalan ‘ben’in sı ğ ına ğ ı olarak
çocukluk..................................................................................................................
137
3.1.2.
Dünyaya konumlanmaya çalışan Ben’in huzursuzluğu /
‘kargaşa’sı: Cinsellik.................................................................................................. 148
3.1.2.1.
Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik.................................. 149
3.1.2.2.
Bedenin horlanması şeklinde ortaya çıkan
yıkıcılık /
‘kargaşa’ ve cinsellik.................................................................................................. 158
3.1.3.
Alt edilen mukadderat: Ölüm..............................................................
162
3.1.3.1.
En saf haliyle kabullenilen
ölüm..........................................
162
3.1.3.2.
Modern insanın en büyük
açmazı olarak ölüm.......................
166
3.1.4.
Şahsî olandan toplumsal olana yöneliş: Devrimci duyarlılık.............. 179
3.1.4.1.
‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık........................ 180
3.1.4.2.
Hayatın merkezine konulan
partizanlık/
devrimci duyarlılık 183
3.1.5.
Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik olma”:
Yalnızlık..............................
195
3.1.5.1.
Kalabalıklar içindeki
ben’in yalnızlığı.................................. 196
3.1.5.2.
Ben’in kendine olan
yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık... 201
3.1.6.
Arayışın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden Doğuş’......................
207
3.1.6.1.
Yaşanmışlıkların izleriyle yeniden doğan insan.................
208
3.1.6.2.
Yeniden doğan insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı... 225
3.1.7.
Devam eden devrimci
duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi....................... 245
3.1.7.1.
İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri..............
246
3.1.7.2.
‘Herkes’leri barındıran
mekân olarak şehrin eleştirisi......... 264
3.2.
Şiirlerin Yapı Bakımından İncelenmesi..................................................... 271-308
3.2.1.
Nazım birimi.....................................................................................
272
3.2.1.1.
Bent ve dize kuruluşu......................................................... 272
3.2.2.
Nazım şekli.......................................................................................
287
3.2.2.1.
Düzenli nazım şekilleri......................................................
288
3.2.2.1.1.
Dörtlüklerden oluşan nazım şekilleri..................... 288
3.2.2.2.
Serbest nazım şekilleri......................................................
293
3.2.2.2.1.
Eşit dizeli serbest nazım şekilleri.......................... 293
3.2.2.2.2.
Karışık dizeli serbest nazım şekilleri..................... 296
3.2.2.3.
Düzensiz nazım şekilleri.....................................................
299
3.2.2.3.1.
Serbest şiir........................................................... 299
3.2.2.4.
Görüntüye dayalı nazım şekilleri..........................................
303
3.2.2.4.1.
Düzyazı şiir........................................................ 303
3.2.2.4.2.
Hareketli görüntü.................................................
306
4.
BÖLÜM
ŞİİRLERİNDE DİL VE ÜSLÛP
4.1.
Dil........................................................................................................... 310-323
4.1.1.
Kelime dünyası................................................................................... 311
4.2.
Üslûp....................................................................................................... 324-463
4.2.1.
İmge ve imajinatif söyleyiş................................................................
324
4.2.2.
İronik anlatım...................................................................................
332
4.2.3.
Sapmalar........................................................................................... 338
4.2.3.1.
Gramatikal sapmalar...........................................................
339
4.2.3.1.1.
Yazım sapmaları..................................................
339
4.2.3.1.2.
Ses sapmaları.......................................................
349
4.2.3.2.
Dilbilgisi sapmaları............................................................
356
4.2.3.3.
Anlam sapmaları................................................................
362
4.2.3.4.
Biçim sapmaları.................................................................
379
4.2.3.5.
Dilsel sapmalar..................................................................
381
4.2.3.6.
Sözcük sapmaları...............................................................
387
4.2.4.
Aktarmalar........................................................................................
395
4.2.4.1.
Başka metinlerin ödünçlenmesiyle yapılan
aktarmalar.... 395
4.2.4.2.
Özel ad aktarmaları.............................................................
399
4.2.4.3.
Deyim aktarmaları..............................................................
409
4.2.5.
Ses, ritim ve ahenk
unsurları..............................................................
417
4.2.5.1.
Yinelemeler.......................................................................
417
4.2.5.1.1.
Sesbirimsel yinelemeler /
aliterasyon ve asonans.417
4.2.5.1.2.
Biçimbirimsel yinelemeler.................................... 424
4.2.5.1.2.1.
Ön yineleme.....................................
424
4.2.5.1.2.2.
Art yineleme.....................................
432
4.2.5.1.2.3.
Bağlaç, ünlem ve edat yinelemesi.. 435
4.2.5.1.2.4.
Kıvrımlı yineleme.............................. 440
4.2.5.1.2.5.
İkiz yineleme....................................
444
4.2.5.1.2.6.
Sözdizimsel yineleme......................... 448
4.2.5.1.2.8.
İkileme, pekiştirme ve yansımalı
SONUÇ............................................................................................................... 464-482
BİR
BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ: İSMET ÖZEL KAYNAKÇASI..
483-655
Bibliyografyada
Kullanılan Kısaltmalar................................................................. 486
1.
İSMET ÖZEL’İN YAZDIKLARI..........................................................
488-623
1.1.
Kitaplar............................................................................................ 488
1.1.1.
Şiir...................................................................................... 488
1.1.2.
Deneme...............................................................................
488
1.1.3.
Poetik Metin........................................................................
490
1.1.4.
Otobiyografik Eser...............................................................
490
1.1.5.
Röportajlar...........................................................................
490
1.1.6.
Mektup(laşma)lar.................................................................
490
1.1.7.
Çeviri.................................................................................. 491
1.1.8.
Diğer...................................................................................
491
1.2.
Yazılar / Şiirler.................................................................................
491
1.3.
Açık Oturum /
Sempozyum / Panel / Soruşturma
/ Basın Toplantısı Ve
Festivaller....................................................................................
622
2.
İSMET ÖZEL HAKKINDA YAZILANLAR...............................................
624-655
2.1.
İsmet Özel Üzerine Yapılmış Çalışmalar........................................... 624
2.1.1.
Kitaplar...............................................................................
624
2.1.2.
Dosyalar..............................................................................
624
2.1.3.
Tezler.................................................................................
624
2.1.4.
Makaleler / İncelemeler........................................................
625
2.1.5.
Tanıtımlar...........................................................................
634
2.1.6.
Soruşturmalar......................................................................
635
2.1.7.
Söyleşiler............................................................................ 635
2.1.8.
Gazete ve İnternet Yazıları.................................................... 639
2.2.
İsmet Özel’den Söz Eden
Eserler.......................................................
643
2.2.1.
Kitaplar...............................................................................
643
2.2.2.
Makaleler / İncelemeler........................................................
645
2.2.3.
Soruşturmalar / Dosyalar...................................................... 653
2.2.4.
Söyleşiler............................................................................ 653
2.2.5.
Gazete ve İnternet Yazıları.................................................... 655
YARARLANILAN
KAYNAKLAR....................................................................
656-669
ÖZGEÇMİŞ........................................................................................................... 670
GENEL KISALTMALAR
Adı Geçen Söyleşiler
Agy. : |
Adı geçen yazı |
Ank. : |
Ankara |
bkz. : |
Bakınız |
bs. : |
Baskı |
C. : |
Cilt |
çev. : |
Çeviren |
Der. : |
Derleyen |
İst. : |
İstanbul |
ka., çz. : |
Kaset Çözümü |
m. : |
mektup |
s. : |
Sayfa |
S. : |
Sayı |
söy. : |
Söyleşi |
sor. : |
Soruşturma |
vb. : |
Ve benzeri |
Yay. Hz. : |
Yayına Hazırlayan |
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: Poetik Metinlerin ‘Şiir Okuma Kılavuzu’
ve Diğer Kitaplardaki
Yolculuğu..................................................................................................................
46
Tablo 2: Şiirlerin Şiir Kitaplarına Göre Dağılımı........................................................ 120
Tablo 3: Şiirlerinin “Toplu Olarak” Yayımlandıkları Kitaplara
Göre Dağılımı... 124
Tablo 4: Tüm
Şiirlerdeki Bent Kuruluşu, Dize ve Bölüm Sayısı.................................. 284
Tablo 5: Farklı
Nazım Şekilleriyle Oluşturulan Şiirlerin Yapılanışı.............................. 308
Tablo 6: Şiirlerde Yer Alan “Farklı
Sözcükler”in Görünüşü........................................
316
Tablo 7: Şiirlerdeki Yazım Sapmalarının Sözcüklere Bağlı Olarak Görünüşü.. 347
Tablo 8: Şiirlerdeki Ses Sapmalarının
Sözcüklere Bağlı Olarak
Görünüşü................. 355
Tablo 9: Şiirlerde Yer Alan Özel Adlar......................................................................
404
Tablo 10: Şiirlerde Aktarılan Deyimler......................................................................
409
Tablo 11: Şiirlerde Yer Alan Seslerin
Kullanım Sıklığı...............................................
423
Tablo 12: Şiirlerde Yer Alan İkileme, Pekiştirme ve Yansımalı Sözcükler................. 462
1. BÖLÜM
HAYATI - EDEBÎ GÖRÜŞLERİ - YAYIN FAALİYETİ
"Öncekilere benzemeyen,
sonrakilerin benzemek istemediği
bir merak çağının
ortaya çıkardığı
ve ortada bıraktığı
bir insanım ben.”
Henry Sen Neden Buradasın 1
Hayatını “Kendi Masalım” diye tanımlayan ve bu “masal’ın doğru anlaşılması için ayrı bir çaba
gösteren İsmet
Özel’in, içinde bulunduğumuz
zaman dilimine kadar geride bırakmış olduğu 63
yıllık hayatını doğru
bir biçimde
anlayabilmek için farklı alt başlıklara
ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, karşımızda
duran “şair’in
biyografisine dair
düşünülenleri "cerh
etme kararlılığı
içinde” kitaplar kaleme almış
olmasından ve “masalı’na dair yazılan her
şeyin "yürlırlüllıkle
ve geçerli ne kadar kişilik
kalıbı varsa hepsinin zelil, yürürlülükte ve geçerli ne kadar
anlatım yolu varsa hepsinin sapkın olduğuna dair bir işaret çakmak” isteyerek olumsuzlamasından ileri
gelmektedir.
Merkezine İsmet
Özel’in şiirlerini koyan
bu çalışmada esas
maksat, şairin şiir dünyasına nüfuz ederek
1960
sonrası Türk şiiri
içerisindeki açılıma dikkat çekmektir. Şiir yazmaya devam eden bir şairin hayat serüvenine dair
bir takım noktalara işaret
ederek onları belirginleştirmek,
şairin şiirle olan irtibatının
nerelere uzandığını ve
ne
şekilde açımlandığını görmemize olanak
verecektir. Bu işaretin
tüm açıklığı ile fark
edilebilmesi ise şairin
hayatının belirli noktalarının bilinmesi ile mümkündür.
Şairin
hayatta oluşu, onun
hayatına dair söylenenlerin “tevatür” niteliğini kontrol etmemize imkân tanımakta ve
İsmet Özel’in kendisinin
de şikâyet ettiği “biyografi yazarlığı’ndan ve “bilmece çözücü’lüğünden bizi uzak
tutmaktadır. Nitekim Özel’e göre, "meraklı kimseler bizim can vermemiz
üzerinden belli bir zaman geçince
hayatımızı bilmece haline getirirler. Bunun ‘biyografi yazarlığı’ gibi bir meslek doğurduğu bilinir. Bu çeşitten
bir meslek edinmiş olmasa
bile birçok kimse, hayat hikâyesi meraka değer kişilerin can verişini takip eden
yıllarda onların doğumlarıyla
ölümleri arasında geçen müddetten bilmeceler terkip ve tertip ederler.”
Hayat ve şiir
serüvenini yan yana sürdürerek her iki alandaki açılımı içi içe yaşayan Özel’in biyografisindeki
duraklar, şiirinin de
merkezine yerleşmektedir.
Bu durakları, “Aile çevresi ve doğumu”, “Gölgelenen/
Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk-orta öğrenimi”, “Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan
dünya”, “Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel’ komünist/‘Siyasal’lı
yıllar”, “Tip’den
Askerliğe:
Herkesleş(eme)me”,
“Kaybederken kazanılan değer:
“Kendilik”/“Biriciklik” arayışı”,
“Ontolojik kaygı: Yeniden doğuş”
ve “Ve bitmeyen yolculuk...?” gibi başlıklarla yoklamak, şairin hayatına
ve şiirine daha derin
bir bakış açısıyla
bakmamıza imkân verecektir.
Bu imkân, birer fenomen olarak kabul edilebilecek olan söz
konusu duraklar üzerine sosyolojik çözümleme
yapabilmek için değil, şiirlerle iç içe girmiş olduğu noktaların daha iyi anlaşılması ve doğru izleklerin ortaya
çıkarılmasına yöneliktir.
“Ben İsmet Özel, şair,
kırk yaşında.
Her şey
ben yaşarken oldu,
bunu bilsin insanlar
ben yaşarken
koptu tufan
ben yaşarken yeni
baştan yaratıldı
kainat
her şeyi gördüm
içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lânet ediyor bana bakireler de.”
Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar
İsmet
Özel, 19 Eylül 1944 yılında Kayseri’nin Düvenönü’nde dünyaya gelir. Özel doğduğu sırada Kayseri’de
polis memuru olarak görev yapan babası Ahmet Bey, Süleyman Çavuş adlı Bağdatlı bir askerin oğludur.
Süleyman Çavuş,
ilk evliliğini Foça’da
hastanede tedavi görürken yatak komşusu olan arkadaşının
kız kardeşiyle
yapar. Daha sonra ikinci evliliğini
Kuşadası’nda, İsmet Özel’in babaannesi olan
Esma Hanım ile gerçekleştirir.
Esma Hanım, aslen Kuşadalı’dır ve 5 çocuktan sonuncusu olan Ahmet Beyi, 1899 yılında
Kuşadası’nda dünyaya
getirir. İsmet Özel’in
Süleyman dedesi ile ilgili detaylı bilgi bulunmamakta; Bağdat’tan savaşmak için gelmiş olan
bir Türkmen olduğu
tahmin edilmektedir.
Şairin
anne tarafından dedesi Hasan Bey, Söke’de Hacı Yüzbaşıgil olarak tanınan bir aileye mensuptur.
Hasan
Bey, yarıcılıkla uğraşmakta yani rençperlik
yapmakta; bir başkasının
toprağında emeğini ortaya koyarak çalışıp,
toprak sahibiyle hâsılayı paylaşmaktadır.
Hasan Bey, İsmet Özel’in
anneannesi olan Fadime Hanım ile Söke’de
evlenir. Bu evlilikten doğan
üç çocuğun sonuncusu, İsmet Özel’in annesi Sıdıka
Hanım’dır. Sıdıka Hanım 1902
yılında dünyaya gelir.
Ahmet Bey ile Sıdıka Hanım 1926 yılında Söke’de evlenirler.
Sıdıka Hanım toplam 9 çocuk dünyaya getirir fakat
bunlardan 6 tanesi yaşar.
İsmet Özel bu çocukların
sonuncusudur. İlk
çocukları Ali Rıza, 1927 yılında doğar.
Diğer çocuklar ise
sırayla Hüseyin, Şükrü,
Gülseren ve Aysel ismini alırlar. İsmet Özel’in ağabey
ve ablaları
yaşamış oldukları dönem içerisinde eğitimlerini en üst seviyede
almaya çalışırlar. En
büyük ağabeyi Ali Rıza
Bey,
önce Erzurum Muallim Mektebi’ni, daha sonra da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim Bölümü’nü bitirerek
resim
öğretmeni olur. Bir diğer ağabeyi Hüseyin Bey, subay olur. Ablalardan ise
Aysel Hanım, Ankara Hukuk
Fakültesi’ni bitirir.
Özel’in ağabey
ve ablalarının eğitimlerine
bu denli önem vermiş olmalarında
anne ve babanın sahip bulunduğu
kültür düzeyinin çok etkin rolü vardır. Şairin annesi Sıdıka Hanım, Sultan Reşat zamanında ilkokulu bitirmiş,
babası Ali Rıza Bey ise Rüştiye’den
mezun olarak Cumhuriyet Dönemi’nin ilk polis memurlarından olmuştur.
İsmet Özel, onlardaki bu
durumu “Benim annem ve babam eski kuşağa mensup olmalarına rağmen benim
yaşıtlarımın anne
ve babalarından daha yaşlılardı
ama her ikisinin de kültür düzeyi yaşıtlarımın anne ve
babalarından yüksekti. Her ikisinin de güzel sanatlara karşı bir yakınlığı vardı” diyerek ifade
etmektedir.
Baba Ahmet Beyin memuriyeti sebebiyle aile, birçok memleketi
dolaşmıştır. Sırasıyla İzmir ve Muğla’da polis
memuru olarak görev yapan Ahmet Bey, Van ve Hakkari’de komiser muavini; Kayseri
ve Söke’de baş komiser
olarak vazife yapmış ve
son görev yeri olan Kastamonu’dan da 1955 yılında emekliye ayrılmıştır. Aile, daha
sonra kızların liseyi okuması için başka bir şehir
merkezine, Çankırı’ya taşınır.
Çünkü o dönemde lise sadece
şehir merkezlerinde
bulunmaktadır. Bu şehrin
Çankırı olmasındaki sebep ise Ağabey
Hüseyin’in o sıralar
Çankırı’da ulaştırma üsteğmen olarak görev yapıyor
olmasıdır. Sonrasında Özel ailesi, Aysel Hanım’ın Ankara
Hukuk Fakültesi’ni kazanmasıyla Ankara’ya taşınır.
1.1.2.
Gölgelenen /
Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk - orta öğrenimi
“Mori vardı
usunu bir seccade gibi kullanan yaşamakta
Mori’nin köpekleri vardı her şeyden önce
her akşam adını
yıkardı mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
Nasıl ki doğuran
ve öldüren
köpekler gezinir herkesin şapkasında
ki herkesin şapkası
mermilerden öncedir,
-Elma dersem çıkma.”
Geceleyin Bir Koşu
İsmet
Özel, aile içerisinde en küçük çocuk olmasından dolayı her zaman ayrıcalıklı
bir yer edinir. Özellikle ağabey
ve ablalarının eğitim
seviyelerinin yüksek oluşu
ona her zaman olumlu yönde katkı sağlar. Bu katkıların belki de
en önemlisi, İsmet
Özel’in hayatının her evresine yayılan “merak” duygusunun onda çok erken
yaşlarda gelişmiş
olmasıdır.
“Benim dünyanın şekli hakkında yakınlarım dolayısıyla bir merak alanım
vardı” diyen şair,
özellikle kitaplarla
arasındaki bağı çok erken
bir zamanda kurmaya başlar.
Aslında sadece kitap değil,
resim de onun zihninin bir
köşesinde sürekli olarak
kendine yer bulur. Bunda yine en büyük ağabeyinin yaz aylarında resim yapmak için
çıktığı kırlara,
ovalara, tepelere yanında kardeşini
de götürmesinin çok etkisi vardır. Bu durum ona, hayal
dünyasının uçsuz bucaksız kapılarını aralayarak çocukluğunda, özellikle de ilköğreniminde aydınlık bir yol
açacaktır.
İsmet
Özel çocukluk döneminde, anne ve babasıyla olan iletişiminde ağabey ve ablalarıyla kurduğu iletişim kadar
başarılı olamaz. Bunda şairin, anne ve babasıyla
arasında neredeyse bir nesil denebilecek kadar fazla bir yaş farkı
olmasının çok büyük etkisi vardır. Söz konusu olan iletişimsizliği, annesinden ziyade babasıyla yaşayan İsmet
Özel, “Ben babamla o öldükten sonra yakınlık kurabilmiş olan biriyim” diyerek
yeterince telafi edilemeyen bir
sevgiye/şefkate işaret eder. Bu
“huzursuzluk/eksiklik”, şairin
çocukluk yıllarına düşen
bir gölge olarak zaman
zaman kendini şiirlerinde
hissettirecektir.
İsmet
Özel, ilkokula 1950 yılında Kastamonu Abdülhak Hamit İlkokulu’nda başlar. Annesi onu okula alışsın
diye bir yıl erken gönderir. Fakat Özel, okula normal yaşlarında giden çocuklar gibi uyum gösterince 6
yaşında
ilkokula kaydettirilir. Başarılı
bir ilkokul dönemi geçiren İsmet
Özel, bulunmuş olduğu şehrin kültürel
zenginliklerini de o yaşlardan
itibaren özümsemeye başlar.
“Taşra” olarak
adlandıracağımız bir şehrin sahip
olduğu özellikler ve
burada yaşanılanlar, şairin daha çok ilk dönem şiirlerinde çocukluk
hatıralarının izdüşümleri
olarak yer alacaktır.
İsmet
Özel, “merkez”in sahip olduğu
imkânlardan yoksun olarak geçirdiği çocukluk dönemini, “taşra”nın
imkânsızlıklarının herhangi bir çocukta meydana getirebileceği “pasif’/“silik”/“sinmiş” bir tavır içerisinde
yaşamaz. İlkokul döneminden başlayarak hayatın içerisinde
kendi “ben”ine bir yer arar ve “dünya ile hak edilmiş
bir bağı
kurabileceğine
olan inancı içerisinde taşıyarak”
yaşar. Öyle ki şair, ilkokul 2. sınıfta öğretmenlerinin
ders esnasında baskın bir tavır sergilemelerine dahi karşı çıkar. Bu tavır, ileride kendisinin ^kadirşinas
itaatsizlik” adını verdiği
davranış biçimini ortaya
çıkaracaktır.
Hayatı bu tarzda algılama biçimi, İsmet Özel’in biyografisinin tüm evrelerine
hâkim olan “karşı oluş” tavrına ve
“ben”inin “anti-konformist” bir yaklaşım içerisinde olmasına önemli ölçüde kaynaklık etmiştir. İsmet Özel’in
şiirle ilk teması da,
yukarıda ifadeye çalıştığımız, “ben”in dünya ile
kurmak istediği bağın sonucunda meydana
gelmiştir. Şair, ilkokul 3. sınıfta
okurken kendi gayretleriyle, Ankara’da yayımlanmakta olan bir ilkokul
gazetesine, “Kış” isimli
ilk şiirini yazarak
gönderir. Şiirinin
yayımlandığını ise
kendisini küçümseyen gözlerle
süzen bir öğretmenin “Sen
şair mi oldun
be!” demesinden anlar.
İsmet
Özel, 1955 yılında ilkokulu bitirir. Bu tarih aynı zamanda babasının emekli
olduğu, dolayısıyla
ailedeki kız
çocuklarının liseyi okuyabilmeleri için hep birlikte Çankırı’ya taşındıkları tarihtir. Özel,
ortaokulu ve lise 1. sınıfı
Çankırı Lisesi’nde okur. Bu şehirde
4 yıl kalan aile, daha sonra Ankara’ya taşınır ve İsmet Özel, lise öğrenimine
2. sınıftan itibaren Ankara Gazi Lisesi’nde devam eder. Şair, 1959 yılının Ankara’sını, daha öncesinde
yaşadığı
şehirlerinden farklı
bulur.
İlişkilerin daha samimi, paylaşılan değerlerin daha çok olduğu “küçük şehir”den, Cumhuriyet’in baş şehrine gelen
Özel, buraya alışmakta
zorluk çekmez. Her ne kadar Ankara, şairin “büyük şehir”
kavramıyla ilgili olarak
muhayyilesinde oluşturduğu imaja karşılık gelmese de, o yıllarda
pek rastlanılmayan "kalorifer dumanı
kokusuyla” zihnindeki yerini alır.
İsmet
Özel’in ileriki hayatını doğrudan
etkileyecek en önemli gelişmeler
lise yıllarında meydana gelir. Lise son
sınıfta matematik dersinden ikmale kalan şair, yazın kursa da devam etmesine rağmen bu dersi veremez.
Dolayısıyla 1 yıl beklemek zorunda kalır ve lise, 4 yılda biter.
1.1.3.
Bekleme/Bilgilenme süreci:
Anlamlandırılan dünya
"Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü
iniltilerden
ve mor ağzını
gecenin kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler adına
bütün fotoğraflarını
yakan
yakan ve bekleyen.”
Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli
İsmet
Özel, söz konusu olan 1 yıllık bekleme sürecinde boş durmaz. Dünyayı “merakla” araştırıp
anlamlandırmaya çalışır
ve ergen benini kurcalayan soruların peşi sıra gider. British Council’dan Amerikan
Kütüphanesi’ne, resim sergilerinden konferanslara varıncaya kadar Ankara’nın
kültür ve sanat ortamından
istifade etmeye çalışan
Özel, bu dönemde hem dünyayı hem de şiiri kavrayış açısından
köklü değişiklikler yaşar.
Bu bekleme/bilgilenme süreci için şair “İşte
o 1 senelik boş vakitte
sosyalist oldum. Şair
olmaya karar verdim”
demektedir.
Bu dönemde, insanların dünya üzerinde edinmiş oldukları yer ve kabul
ettikleri düşüncelerle
ilgili ciddi
sorgulamalar geçiren İsmet
Özel, “nasıl bir dünyada yaşandığı” sorusunun peşi sıra gider. Bir takım maddî
kazanım ve imkânları elde etmiş
olan insanların “ruhça kaba, insan ilişkileri bakımından da yıkıcı” olduklarını
fark edip hareket alanlarını ve insanlarla olan ilişkilerini buna göre düzenler. Sahip olduğu fikirlerin esasına
yönelik “bilinçlenme/aydınlanma” gayretine giren şair, bu yıllardan itibaren hayatını şiir yörüngeli yaşamaya
çalışıp şiiri kendisi için asıl ve “esas
uğraş ” olarak kabul
etmektedir. Bunun bir ifadesi olarak da düşüncelerine
sağlam bir temel bulmak
ister ve “Müslümanlığı
gündemine sokar.”
“İnancı tanımalıydım. İnandığım şeylerin
bilgisini edinmeliydim” diyen Özel, ebeveyninden ya da çevresindeki
insanlardan dinleyip/görüp “model”lediği bir inancı değil,
kendi zihin sürecinden geçirdikten sonra ancak kabul
edeceği; böylelikle
“muallâk”ta kalmaktan kurtulacak olan “ben”inin tutunabileceği bir “varlık bilinci”ne ulaşmak
ister. Kur’ân-ı Kerim’in insanlara nasıl seslendiğini ve onlardan neler istediğini öğrenmek için işe,
“bakalım
bizim temel dinî metnimizde neler var” diyerek, meal okumakla başlar. Fakat sonuç büyük bir düş kırıklığıdır.
İsmet
Özel, bu girişiminin
olumsuz sonuçlanmasını, daha sonra, "Cumhuriyetin okullarında eğitim görmüş
herkesin İslâmî
metinlere yaklaşırken
ister istemez elverişsiz
bir konumda”bulunmalarına bağlayacaktır.
“Elden
düşme kültür”le
meydana getirilen bir ortamın tüm mecbur bırakılmış ve dayatılmış olan “değer”lerine karşı
çıkan
Özel, okuduğu kitabı
geri plan kültüründe anlamlandıramadığı için din duygusuyla da irtibatını keser, hatta din
aleyhtarlığının en iyi
tutum olduğuna inanır.
Bu yıllardan başlayarak
zihninin işleyişine gelen her türlü müdahale
ya da sorgulanmadan onaylanan her çeşit düşünce
şair tarafından tamamen
reddedilir.
Böylelikle İsmet
Özel üniversite yıllarına, çocukluk döneminden bu yana ailesinden ve
çevresinden almış olduğu
eğitimin sonucu olarak,
zihinsel anlamda gelişmiş bir düzeyde başlar. Bir tür
“uyanıklık/ayıklık” da
diyebileceğimiz bu gelişmişlik şaire, hem savunduğu
fikirlerin önemini kavraması hem de şiirin, “ben”i ile
yaşanılan dünya
arasındaki yerini belirlemesi açısından çok büyük imkânlar tanır. Aynı zamanda
söz konusu olan
bu “uyanıklık/ayıklık” şairde,
vuku bulan olayların sebep ve sonuçlarını göz önünde bulunduran “sorgulayıcı
yön”ün ve çocukluğundan
bu yana var olan “uymacı olmayan tavrın” da gelişerek devam etmesine olanak tanır.
1.1.4.
Tevarüs edilen tavır ve
kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel komünist’/’Siyasal’lı
yıllar
“Ben merd-i meydan
yani toprağın ve
kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk
diye tanınan.”
Evet, İsyan
İlk ve
orta öğrenimini “Tek
Partili” yılların sona erdiği
ve Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönemde
tamamlayan ve ister istemez bu durumun toplum üzerinde meydana getirdiği etkilere şahitlik eden İsmet Özel,
üniversiteye de 1960 sonrası Türkiye’sinin içinde bulunduğu bulanık havasında başlar. Bu ortamda şairin, kısmî
olarak babasından tevarüs ettiği
ama asıl olarak da “doğuştan getirmedim, dünyadan
aldım” dediği bir
koruma
duvarı vardır. Kendi hayatıyla ilgili bilgileri, ayrıntılarına varıncaya dek,
yaşıyorken kaleme alan
ender
sanatkârlardan biri olan Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı otobiyografik
eserinde bu duvarın
özelliğini, "Kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs
edilmemiş asalet”
olarak adlandırır.
Cumhuriyet döneminin yeni şekillenmeye başlamış
bürokrasisinin halk üzerinde meydana getirdiği etkiden
dolayı, özellikle taşrada
devlet memurlarına gösterilen itibar, İsmet Özel tarafından hep şüpheyle karşılanır. Bu
türden bir ilgiyi yapmacık ve sahte bulur. "Ben çocukluğum boyunca bu sahteliğin acısını tattım” diyen şair,
bunun doğurduğu huzursuzluğu “ben”inde tüm olumsuzluğuyla hisseder fakat “insanın
kendini aristokrat
saymasının ruhuna ne büyük genişlik getirdiğini
tadabilmenin imkânı” nı da kullanmaya çalışır. Bu imkân şaire,
özellikle üniversite yıllarından itibaren, hiç kimseye karşı minnet beslemeden kadirşinaslık yapmayı ve
çocukluğundan bu yana
getirdiği
“anti-konformist” tavrın “devrimci” bir karaktere bürünmesini sağlar.
İsmet
Özel, liseyi bitirdikten sonra 1962 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne
kaydolur. Bu yıllar Özel’in,
etrafında olup biten her hâdiseyi didik didik ettiği, bir ergen cesaretiyle dünyaya merakla ve heyecanla
baktığı
yıllardır. Artık şairin
kadirşinas itaatsizliği, karşısına tek tek çıkan insanlara değil toplum kuramlarına yönelmiş;
tevarüs edilmemiş asaleti
de yön değiştirerek gözü pek ve tavizsiz
bir tarzda “iyilerin” yanında yer almaya
başlamıştır. Bundan dolayı şair, Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ne başladığı ilk günlerden itibaren
“komünist” ve
“dinsiz” olarak adlandırılma ihtimaline rağmen sosyalizan düşüncelerini ifade etmekten çekinmez.
Bu cesareti, ilk olarak kadirşinas itaatsizliğinden ve tevarüs edilmemiş asaletinden alırken ikinci olarak da
sosyalist ya da kendilerine komünist denilen yazarların hiçbir baskı ya da
güçten korkmayarak fikirlerini açıkça
ifade ediyor olmalarından alır. Diğer taraftan da konuşması ya da savunulması yasaklanan herhangi bir fikrin
veya tavrın cazibesi, şairi
her zaman kendisine çekmektedir.
İsmet
Özel, bu tutum ve davranışıyla
fakültede dikkatleri üzerine toplamakta gecikmez. Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin önemli bir organı olan Fikir Kulübü’ne çağrılır ve hemen ardından da yönetim kurulunda
sekreterlik
görevine getirilir. İlerleyen
zamanda bu kulüpte astbaşkan
olarak görev alacak olan Özel, daha sonra “Devrimci
Gençlik Federasyonu (Dev-Genç)”na dönüştürülen “Fikir Kulüpleri Federasyonu”nun kurulmasına da öncülük
edecektir. Tüm heyecanı ve hevesiyle savunduğu fikirleri kulübün kürsüsünden haykıran şair, “sosyalist
olmayanların adamdan dahi sayılamayacağı”nı düşünür. O sıralar daha çok zayıf olan tarafın yanında yer alıyor
olmayı önemseyen ve insanların haksızlıklar karşısında “tepkisiz” kalmalarından rahatsız olan şair, "siyasetin ne
teorisine ne de pratiğine
karşı derin bir
ilgi” duymaz.
Fakat bir müddet sonra Ataol Behramoğlu’nun “İsmet, nedenParti’ye
kaydolmuyorsun?” sorusuyla karşılaşınca
hayatının akışı da değişir. Özel, “Buna hiç gerek yok, üstelik ben bu konuda
hiç de pasif değilim, fakültede
dünyanın işini yapıyorum” dese de, Behramoğlu’nun İyi ama İsmet, bu adamlar partiyi her an
kapatabilirler.
Zayıf tarafta savaşa gir! Ucunda ganimet yok bu işin. Sadece zahmet ve tehlike
var” şeklindeki cevabıyla, 7
Aralık 1963 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) kaydolur. Fikir Kulübü yönetim
kurulu içerisinde TİP’e kaydını
yaptıranların ilki olan İsmet Özel, artık “müseccel bir komünist” olmuştur.
1.1.5.
TİP’den
Askerliğe: Herkesleş(me)me
“Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım
inançlarım işgal
altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca
kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi
aşağılamaktadır.”
Kanla Kirlenmiş Evrak
İsmet
Özel, içerisine girmiş olduğu mensubiyetin zamanla, kendi
seçmelerinin ve bilinçli bir zihinsel sürecin
işlemesi karşısında engel olduğunu fark eder. Çevresinde
bulunan insanların birçoğu
“doğrularına”, okuyarak
ya
da araştırarak ulaşma yerine, gazete ve
dergilerden edindikleri kültürü, mutlak doğru kabul eden ve “özgün
Marksist metinler yerine el kitapları okumayı marifet sayan” kimselerden
oluşmaktadır. Bunun yanı
sıra şair,
girmiş olduğu bu ortamda görev ve
sorumluluklarının bilinciyle çalışmakta; 1966 yılında Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nden bir grup arkadaşının
çıkarttığı “Dönüşüm” dergisinin sokaklarda
satılmasına, bizzat katılmaktadır.
Fakat Özel, bir müddet sonra Türkiye İşçi Partisi’ndeki bir kısım insanların kendisi
gibi düşünmediklerini
anlar.
Bu düşünsel faklılık
özellikle, Türkiye’de gerçekleşmesini
arzuladıkları sosyalist bir yönetimin ne şekilde
olacağına yöneliktir.
Özel, eğer böyle bir değişim olacaksa bunun demokratik tarzda ve halkın desteğinin alınarak
yapılması gerektiğine
inanır. Fakat “TİP
içinde ve TİP
dolayısıyla görüp yaşadıkları”
baştan beri karşısında
olduğu “herkesleşmek”/“sıradanlaşmak” tehlikesini ortaya
çıkarmıştır.
Ataol Behramoğlu’nun,
İsmet Özel katılmayı
reddedince, “İyi
ama İsmet, bu
adamlar partiyi her an
kapatabilirler. Zayıf tarafta savaşa gir! Ucunda ganimet yok bu işin. Sadece zahmet ve tehlike
var” diyerek
girmesi için ikna ettiği
partinin içerisinde de “bu adamlar’dan vardır. Bunlar için “sosyalizm, şematik bir iktidar
ele geçirme mazereti”nden başka
bir anlam taşımamaktadır.
Şair, söz konusu olan bu
insanların tasarruf
alanlarının içerisinde yaşıyor
olmak istemez. En yakın arkadaşlarının
bile siyasî bir takım şahsî
emellerinin olması
şairi, büsbütün bu
ortamın dışına
yönlendirir. Onun bu dönemde kafasını meşgul eden tek şey “hayatı kendi için
dokunulur kılmak”tır. Bu meşguliyetin
bir ifadesi olarak da siyasî havanın çok yoğun bir biçimde teneffüs
edildiği Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nde, derslere devam etme imkânı bulamaz. 2 sene 1. sınıfı, 2
sene de 2. sınıfı
okumak zorunda kalan İsmet
Özel, 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden “belgelenerek”
ayrılır.
Yüksek öğrenimini
yarıda bırakan İsmet
Özel, yeni bir üniversitede eğitim
almak için sınava girer. Kayıt
yaptırmak için askerlik durum belgesi gerekiyordur. Şair bu belgeyi almak için memleketi Söke’deki
askerlik
şubesine gittiğinde beklenmedik bir şekilde “asker” olur. 1967
yılının Ekim ayında “67/4 tertip er’ olarak
askerliğe başlayan Özel, “politik
maziye dayanan polis zorlaması sebebiyle" Sivas, Konya, Elazığ ve Muş’ta
toplam 24 ay askerlik yapar. 10 Ekim 1969’da terhis olan şair, içinde bulunmuş olduğu kaotik ortamdan askerlik
süresince biraz olsun uzaklaşmış olur. Özellikle, şiirle olan irtibatını sağlamlaştırarak devam ettirir ve o güne
kadarki en verimli dönemini yaşar.
Şair bu dönemde,
zihninde yer etmiş olan
bazı fikirleri de temellendirme
imkânı bulur. Yetişme
yıllarında itibaren uğruna
mücadeleye giriştiği halkı çok yakından tanıma
fırsatı elde eden
Özel, bunun bir sonucu olarak “halkın sağlığı, ülkenin biriliği üzerine ciddi kaygılar” taşımaya başlar.
İsmet
Özel askerlik boyunca Ataol Behramoğlu ile 1965’in sonlarında başlayan ve 1974 yılının ekim ayına kadar
devam edecek olan, mektuplaşmalarını
sürdürür. Sosyalizmden edebiyata -özellikle de şiire-, ruhî sıkıntılarından
heyecanlarına ve kişisel
zedelenmişliklerinden,
yarım kalan aşkına
varıncaya dek pek çok konuda, büyük bir
içtenlikle kaleme alınan bu mektuplar şairin, “herkesleşmek”ten
uzakta kendine olan yönelişi
ile beraber
okunmaya müsaittir.
Askerlik süresi boyunca ülke ve halk için neler yapabileceğini tasarlayan İsmet Özel, "ciddiyeti,
erdemi mücadele
azmini ve mücadelenin haklılığını makbul değerler haline getirmek ve bir de iş ortaya koyarak kavganın yöntemi
üzerine örnek göstermek”istemektedir. Bu fikirlerini Behramoğlu’yla paylaşan şair, ondan da sürekli olarak
geride bıraktığı ortam
hakkında bilgiler alır. Ataol Behramoğlu’nun göndermiş olduğu mektuplardan bu ortamın
hiç değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini anlayan Özel, askerden
döndükten sonra bunu bizzat görür ve
kendini sosyal çevre bakımından çok değişik bir
ortamda bulur. Bir dönem işin
aslını öğrenmek için
beraber yola
çıktığı “dostlar”ının
gündelik kazanımlar etrafında toplaştıklarını fark eder. Askerde iken, 1969 yılının Mart
ayında, babasını da kaybeden şairin
“cebindeki adresler”den umudu kalmamıştır.
İsmet
Özel, şikâyet ettiği bu durumun düzelebileceğine olan inancını yine de
yitirmez. Emperyalizme karşı
sadece
halkın değerlerine sahip
çıkılarak karşı
durulabileceğini ifade
eden şair, bu düşüncesini Ataol Behramoğlu,
Süreyya Berfe ve Özkan Mert ile beraber katıldıkları "Ant"
dergisinin “Sanat Soruşturması”nda
dile getirir. Ant
dergisi bu dört genç insanın sesini “Devrimci Genç Şairler Savaş Açıyor” şeklinde
duyurur. İsmet Özel ve
arkadaşlarının bu çıkışı, onları, mücadelelerini
daha net bir biçimde ortaya koyacakları bir dergi çıkarmaya
yönlendirecektir. Bu dergi, ilk sayısında "Gerici Sanata Hücum”
sloganıyla, Mart 1970 yılında yayın hayatına
başlayan “Halkın
Dostları” dergisidir.
Askerlik sonrasında çalışmak için İstanbul’a gelen şair,
ilk olarak 1 ay gibi kısa bir süre Meydan Larousse
Ansiklopedisi’nde çalışır.
Daha sonra “Eros Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi’nin teknik sekreterliği görevini
yürütür. Bu işinden de 3
ay sonra ayrılan Özel, Ankara’ya döner ve Nisan 1970 yılında Ankara İnşaat
Mühendisleri Odası tarafından yayımlanan “Türkiye Mühendislik Haberleri
Dergisi”nde teknik sekreter olarak
çalışmaya başlar ve 12 Mart 1971 yılında
ilan edilen sıkıyönetimce “Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”nin
yöneticileri içeri alındığı
zaman, bu derginin “her şeyiyle”
ilgilenmek durumunda kalır.
1.1.6.
Kaybederken kazanılan değer:
‘Kendilik’/’Biriciklik’ arayışı
“Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum
çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan
utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden
başka muska takmadan
konuşmak
istiyorum.”
Mazot
Yayımlanmasında çok büyük özveri ve heyecan göstererek çalıştığı “Halkın Dostları” dergisi, ilk çıkışından 12
Mart 1971 tarihinden sonraki sıkıyönetimce kapanmasına kadar geçen süreçte, İsmet Özel’in üniversite
yıllarındaki “huzursuzluğu”
ve ruhsal sıkıntıları yeniden yaşamasına;
o dönemdeki soruları sormaya başlayarak
kendine/kendiliğine
yönelmesine de sebep olur. Behramoğlu ile yapmış olduğu mektuplaşmalardan kolayca takip
edilebilen bu durum, daha en başında,
derginin adının ne olacağı
konusunda ortaya çıkan “huzursuzluk”la
kendini hissettirmiş; şairin 12. sayıdan sonra
bıraktığı “sorumlu
yönetmen” göreviyle de çıkmaza girebileceğinin
sinyalini vermiştir.
Fakat bu psikolojiden, şimdilik,
çabuk kurtulan şair ilk
başlarda bir tür
“tıkanıklığı” yaşasa da
sonradan, olayların anlamı üzerine düşünmeye başlar.
1971 yazında “Halkın Dostları” dergisinin kapanmasıyla karmaşık duygular içerisinde olan
Özel, bir müddet
sonra yurt dışına çıkmak
ve yarıda kalan üniversite eğitimini
orada tamamlamak ister. Fakat pasaport alabilmek
için giriştiği tüm çabalar sonuçsuz kalır.
Bu dönemde Akdeniz’e geziye çıkan şair, tam bir "kendine kıyma
psikozu” na girer. Bu ruh halinden ise şair, yine şiirin sağlam
bir kalkan olduğunu
akılda tutarak kurtulacaktır.
Şiirle olan irtibatında
kazanmış olduğu bu “ayıklık” İsmet Özel’e, “biricikliğinin” ne kadar önemli olduğunu ve
kendi dışında meydana
gelen her türlü hâdisenin “ben”i üzerindeki tesirini düşünmesine; böylelikle de nesnelerin
ortaya çıkardığı
durumları anlamlandırmasına imkân tanımıştır.
“Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin
kılarak, duyarak ve düşünerek,
uyanıklık içerisinde
yaşamak
istiyorum” diyen şair,
“boşunalık” duygusunun
kendisine yer etmesine izin vermez. Bu kazanım ona
“benliğ(in)e dalma”sına
olanak verecek ve “kendilik bilinci”ni elde ederek ileriki yıllarda hayatını
bütünüyle
etkileyecek olan “değişim”i/“yeniden doğuş”u yaşamasına
imkân tanıyacaktır.
1.1.7.
Ontolojik kaygı: ‘Yeniden
doğuş’
“Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler
yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde bütün
bahçeleri boşaltan
ter kokusu
yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden akması beklenilen kan da katı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.”
Tahrik
1972 yılının sonunda Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve
Edebiyatı’nda okumaya başlayan
İsmet Özel,
“Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”ndeki görevinden de ayrılır. Bu yıllarda
birçok sıkıntıyla birden
uğraşmakta olan şairi en çok da, "çoğunluğun zaten her şeyin bayağısına teşne” olduğu bir ortamda kendi
mantık düzenine uygun “dost” bulamayışı rahatsız eder. Bir taraftan da şair, “korku ve tedirginlik içerisinde
olmadan” yürünebilecek bir yolun arayışı içerisine girmiştir. Bu arayış, Özel’in bilgiyle olan arasındaki mesafeyi
daha da kısaltmakta; ontolojik olarak hiçbir dalgalanmadan etkilenmeyerek
mutlak emniyeti yaşayabileceği bir
güvenlik duvarını, “ben”inin etrafına örmesine katkıda bulunmaktadır.
İsmet Özel, söz konusu olan
ontolojik kaygıyı yaşarken
gelip geçici olan kazanımların peşi sıra gitmekten kendini
alıkoymaya çalışır.
Nitekim bu kazanımlarla elde edeceği güven duygusunun, bir gün yine yıkılabilme ihtimalini
hep akılda tutar. Bu hali yaşamasında
en önemli etken ise, önce sosyalist sonra marksist olmanın sağladığı
imkânlardan yararlanarak sıradan bir insanı bunalıma ve küskünlü
ğ e götürecek ş artlarda bile
arayışını/“aydınlanma”sını
devam ettirmiş olmasıdır.
İsmet
Özel, yetişme
yıllarından bu yana arayışının
bir ifadesi olarak, yapmak istedikleri/“niyet”i ile ortaya
koyduğu davranışları/“eylem”i arasındaki boşluğu doldurup, kendini kandırmasına engel olan
“deus otiosus”
inancının İslâm dinindeki
“Kadir-i Mutlak” inancına dönüşmesine
olanak tanır ve müslüman dünya görüşüne
bağlanır.
Bu dünyanın kapılarını aralamasında şairi yönlendiren ya da etkileyen, belirgin bir
olay veya bir kişi
yoktur.
"Miısliıımın olmak beni, kendimi bildim bileli içine düştüğüm yalnızlıktan çekip
çıkardı”diyen Özel, bu
durumu/“yeniden doğuşu”, bir mensubiyetin
içerisinde yer almış olmanın
herhangi bir insana vereceği
huzur
şeklinde duymaz.
Ontolojik kaygılarını gidererek, varlığını raptedebileceği
zemini bulan ve varoluşsal
güvenliğe
kavuşan şair, “başka Müslümanlarla tanışıp kaynaşmak için fazla aceleci
davranmaz.” Hatta müslüman dünya
görüşüne bağlandığını, müslüman olduktan bir hayli zaman sonra,
“Amentü” adlı şiirini
Sezai Karakoç’un
“Diriliş” adlı
dergisinde, 1974 yılında yayınlayarak dışa vurur.
İsmet
Özel’in sosyalist dünya görüşünden
ayrılarak müslüman dünya görüşüne
bağlanması, geniş yankılar
uyandırmış ve şair sosyalist çevrelerce
“döneklikle” suçlanmıştır.
Fakat şairin hayatını
derinden etkileyen bu
değişim, kimi entelektüeller
tarafından da haklı bulunmuş ve
şaire yöneltilen
“döneklik” suçlamalarının
“saplantılarlayaşayan
toplumlardan kalan baskıların aşılamamış ”olmasından
kaynaklandığı belirtilmiştir.
İsmet
Özel 1976 yılının başında,
Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı’ndan sınıf arkadaşı olan Necla
Aslandoğdu ile evlenir.
Aynı yıl, okurken Ticaret Bakanlığı’nda da çalışmaya
başlayan şair, burada, Müsteşarlık
Kalemi’nin Basın Bürosu’ndaki Fransızca yazışmaları takip eder. 1977 yılında üniversiteden mezun
olan Özel,
“tirajı Türkiye ortalamasına göre mütevazı olmasına rağmen, Müslümanların zihnen
gelişmeye en açık
kesimine seslenen” Yeni Devir gazetesinde, “Konuşmak” adını verdiği sütunda günlük fıkralar yazmaya başlar.
O zamana kadar hiçbir günlük gazetede yazı yazmayan şair, gazete yazarlığına başladığında
Ticaret
Bakanlığı’ndaki
görevinden de ayrılır.
Bu gazetedeki ilk yazısını "Yazmanın Vebali” başlığıyla 20 Nisan 1977 yılında yayımlayan şair, Yeni Devir’de
bir de “Abdullah Çıdamlı” müstearıyla, İslâmî bir gazetenin kaldırabileceği nitelikte, “Hayatın İçinden” adlı
magazin sayfası hazırlar. 27 Haziran 1979 tarihinde yazmış olduğu “Çin Mi Kuvvetli Amerika Mı?” başlıklı
yazısıyla, Yeni Devir’deki fıkra yazarlığına ara verir. Maddî imkânsızlıklarla tekrar boğuşmaya başlayan İsmet
Özel, “bu dönemde kütüphanesinden kitap satarak ailesinin geçimini”
temine çalışır ve bir
mimarlık dergisine
mimarîyle ilgili tercümeler yapar. Daha sonra şair, 21 Ağustos 1981’den 3 Ağustos
1982’ye kadar yine aynı
gazetede yazmaya devam edecek ve Adam yayınlarından çıkan kitabının ilk telif
ücretini almasıyla da bir daha
Yeni Devir’de yazmayacaktır.
İsmet
Özel, bilinçli inişler
ve bilinçli genişlemeler
sonucu geldiği noktada,
elde ettiği özellikle
zihinsel
kazanımların/“ayıklığın”
üzerini örtme taraftarı değildir.
“Sosyalist olarak ulaşamadığımı anladığım hedeflerin,
müslüman olarak ulaşılabileceği kapanına sıkışmayacaktım. Bunun yanı sıra
sosyalist olarak sahip olduğum
şartların eleştirisi’
gücünü feda etme yanlısı değildim” demekte ve bilgilenmenin önündeki engelleri kaldırmak
için çaba göstermektedir.
Müslüman dünya görüşüne bağlandıktan
sonra “varoluş” ile
ilgili problemlerine kesin çözümler getiren şair, bir
müddet sonra çevresinde bulunan Müslümanların aynı zihin açıklığı içerisinde olmadıklarını
fark eder.
1.1.8.
Ve bitmeyen yolculuk...
“West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.”
Mataramda Tuzlu Su
İsmet
Özel 1981 yılında, YÖK kurulduktan sonra adı “Mimar Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuarı” olarak
değiştirilecek olan, “Kültür
Bakanlığı İstanbul Devlet
Konservatuarı”nda Fransızca okutmanı olarak göreve
başlar.
1982 yılında bıraktığı
gazete yazarlığına, 2
Mayıs 1985 tarihinde Milli Gazete’de tekrar dönen şair, daha
sonradan “Gerçek Hayat” dergisine taşınacak ve “Cuma Mektupları” adıyla kitaplaşacak olan haftalık yazılarını da
bu gazetede kaleme almaya koyulur. “Bir Siperden Söz
Ediyorum” başlığıyla 4 Kasım 1988 tarihinde
kaleme
alınan ilk “Mektup”, 3 Nisan 1992 tarihinde “Mektuplar
Bitince Ne Başlayacak?”
sorusuyla Milli Gazete’de son
bulur.
1988-1994 yılları arasında Çıdam Yayınları’nı kuran ve
yöneten Özel, Ocak 1995 yılında başlayarak ve Eylül
1997’ye kadar 3 yıl devam edecek olan, Kanal 7 televizyonunda
İsmail Kara’nın sunduğu, “İsmet Özel’le
Başbaşa” adlı programa katılır.
Haftada bir gün yayımlanan bu programda, Türkiye’nin o gün için meşgul olduğu
meselelere dair entelektüel bakış
açısı oluşturmaya
çalışan şair, “evinin borçları bittiği gün, televizyondaki
programına son verir.” Milli Gazete’deki yazılarını haftada 4
gün kaleme alan Özel, 6 Şubat
1996 tarihinden
itibaren de haftada 3 gün Yeni Şafak gazetesinde yazmaya başlar. "Kiıltiırliı Oldukları Söylenen”
adlı yazısıyla
2001 yılında Yeni Şafak’taki yazılarına son veren şair, mektuplarını, yaklaşık 10 yıl sonra, Haziran 2001
tarihinden itibaren Gerçek Hayat dergisinde, karşılık bulacağı ümidiyle, tekrar göndermeye başlar.
18 yıldır sürdürdüğü Mimar Sinan Üniversitesi, Devlet Konservatuarındaki Fransızca
Okutmanlığından 1998
yılında emekliye ayrılan İsmet
Özel, aynı yıl Bilgi Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar
ve burada şiir ve
teorisi üzerine dersler verir.
4 Ağustos
2003 tarihinde, “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı” başlıklı yazısıyla “Ben sizin durduğunuz
yerden tedirgin oldum, başka
yere gidiyorum” diyen şair;
Milli Gazete’deki yazılarına ve Gerçek Hayat
dergisindeki mektuplarına son verir.
İsmet
Özel, müslüman olduktan sonra başladığı 26 yıllık gazete yazarlığı boyunca insanların
dikkatini “Kur’an-ı
Kerim”e çekmek istediğini fakat onların önlerinde duran bu hakikat karşısında “hassasiyet”
göstermediklerini
belirtir. Bu dünya görüşüne
bağlanmadan önce de,
inandığı değerlerin bilgisine varmak için
çok özel bir gayret
gösteren şair, hayatı,
biyografisinin hiçbir durağında
sıradanlaştırarak yaşamak istemez. Hayatın akışı içerisinde
“normalleşerek” yaşayıp gitmekte olan insanları
Özel, bu farkındalığa
ulaştıktan sonra
uyarmak/ayıtmak ister.
İsmet
Özel, “ben”ine dünya üzerinde bir yer aramaya başladığı
dönemden, bu yeri bulup varoluşsal
güvenliği elde
ettiği zamana kadar,
kendisine sunulanı sorgulayarak “ortalama anlayış”ın dışında
kalmaya “imtina” gösterdiği
gibi, bu gün de aynı “hassasiyeti” sergileyerek yaşamaktadır.
İngilizce,
Fransızca, Almanca, İspanyolca
ve İtalyanca bilen İsmet Özel, 1985 yılında “Taşları Yemek Yasak” adlı
kitabıyla “Türkiye Yazarlar Birliği Deneme Ödülü”ne layık görülür. 1991 yılında “XII. Dünya Şairler
Kongresi”nce verilen “Uluslararası Yunus Emre Ödülü”nü kazanan Özel, 1996’da Şilili şair Gabriela Mistreal’ın
Nobel Edebiyat Ödülünü alışı
sebebiyle her yıl bir ülkeden bir şaire verilen “Gabriela Mistreal Nişanı” ödülünün
de sahibi olur. Şair son
olarak 2005 yılında, “Türkiye Yazarlar Birliği” tarafından “Üstün Hizmet Ödülü”yle
onurlandırılmıştır.
Herhangi bir süreli yayında yer almayan ve herhangi bir işte çalışmayan şair; antikonformist tavrını ve “ayık
olma” bilinçliliğini,
vermiş olduğu konferanslarda, yapmış olduğu söyleşilerde, kaleme aldığı kitaplarda ve
özellikle yazmaya devam ettiği
şiirlerinde
sürdürmektedir.
1.2.
Edebî Görüşleri
“...Sonrası şiir kerim”
Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar
İsmet
Özel, şiirlerini kaleme
alırken aynı zamanda bunlar üzerine fikir geliştiren; kendi şiir yazma geleneğinin
sınırlarını ortaya çıkararak şiir
sanatı üzerine açılımlarda bulunan ender şairlerden birisidir. Özel’in şiirlerinin
ortaya çıktığı zaman
dilimleri kronolojik olarak takip edildiğinde, kaleme aldığı poetik metinlerle, şiir evrenindeki
genişlemenin paralellik
gösterdiği anlaşılacaktır. Şiiri hayatının merkezine
yerleştiren Özel,
biyografisindeki
serüveni bu merkezli yaşamış, kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken şiire büyük önem vermiştir.
“Şiir”in
anlaşılması ve
mahiyetinin en doğru bir
biçimde algılanması dolayısıyla meydana getirdiği metinlerinde
şair, çoğu zaman meseleye “iç”(er)den
bakar. Bu “iç”te oluş, şüphesiz Özel’in yetkin bir şair kimliğinin yanı sıra
şiiri, hayatının en
önemli meselesi olarak ele almasının da bir ifadesidir. Ancak şair, bu “hali” aynı zamanda
bir
“entelektüel” olarak yaşar
ve şiire bu bakış açısı ile de yaklaşır. Dolayısıyla şairin ele almış olduğu sorunlara
getirdiği önermeler, hem
şair olma hassasiyetinin
hem de “şiir sanatı” ile
ilgili alanda sahip olunun bilgeliğin bir
göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
İsmet
Özel’in şiir üzerine
ortaya koyduğu görüşlerin neler olduğunu belirtmeden evvel; şairin “Poetikası” olarak
adlandırabileceğimiz “Şiir Okuma Kılavuzu”
isimli kitabının hangi aşamalardan
geçtiğine ve bu kitaba
dâhil
etmediği başka poetik metinlerine işaret etmek gerekmektedir.
1.2.1.
Poetik yolculuk: Şiir
Okuma Kılavuzu ve poetik metinler
“...öyle bir kılavuz ki yolu önceden bilenler asıl yararı
sağlayacaklardır.”
Şiir Okuma
Kılavuzu
İsmet
Özel’in ilk olarak 1980 yılında yayımladığı “Şiir
Okuma Kılavuzu” içerdiği
poetik metinler itibarîyle, bu
gün için elimizde bulunan “Şiir
Okuma Kılavuzu”nun son baskısından farklıdır. A. Puşkin’den, W. B. Yeats’den
ve K. Kavafis’den çeviri şiirlerle
başlayan bu kitabında şair, 23 poetik yazıya yer
verir. Fakat bu metinler, Özel’in
o yıla kadar şiir sanatı
üzerine meydana getirdiği
tüm yazılar değildir. Şair bu kitabına 1964-1965
yıllarında
kaleme aldığı
yazılarından bölümler ilave ederken müslüman dünya görüşünü benimsedikten sonra “Mavera”
dergisinde “Şiir
Okuma Kılavuzu” başlığıyla yazdığı 3 yazıya yer vermez.
İsmet
Özel’in “Mavera”da yayınlanan bu yazıları, isminden ve şiire dair işaret ettiği noktalardan dolayı, 1980
yılında kitaplaşacak
olan “Şiir Okuma
Kılavuzu”nun habercisi niteliğindedir.
Şairin ilk olarak
Yeryüzü
Yayınlarından çıkan bu kitabı, daha sonradan Adam Yayınları tarafından 1983’de
yayınlanan “Şiir
Kitabı” nda ve
Çıdam Yayınları tarafından 1991 yılında yayımlanan “Şiir Okuma Kılavuzu”nda da
aynen yer almış; Özel,
buradaki poetik metinlerin arasına da “Mavera”daki yazılarını almamıştır.
Özel, şiir
üzerine düşünmeye, şiirin ve şairin mahiyetine ilişkin olarak metinler kaleme
almaya, poetikasının ilk
devresini oluşturan 1980
yılındaki “Şiir Okuma
Kılavuzu”ndan sonra da devam etmiştir. Şiirini
ve poetikasını
biyografisindeki durakların kendisine kazandırdığı “zihinsel ayıklık”la beraber geliştirerek devam ettiren şair,
1997 yılında yayımlanan “Şiir
Okuma Kılavuzu”na kadar önemli poetik metinler kaleme almıştır. “Sanat Olayı”,
“Yazko Edebiyat” ve “Yeni Gündem”de yer alan bu yazılar, Türk edebiyatı
içerisinde kaleme alınmış,
özellikle
“modern şiir” kavramı
üzerine bir tür düşünme
biçimi geliştiren
ilkyazılar olma özelliği
taşımaktadır. Şair, 1982
ve 1985 yılları içerisinde kaleme aldığı bu metinlere 2006 yılına kadar sadece, 1991 yılında Çıdam
yayınları
tarafından yayımlanan “Şiir
Okuma Kılavuz”nda yer vermiştir.
Özel, söz konusu olan metinleri 1997 yılında Şule
yayınları tarafından çıkarılan “Şiir
Okuma Kılavuzu”nun yeni baskısına dâhil etmemiş, 2006 yılının Eylül ayında
yayımladığı “Çenebazlık”
adlı kitabında tekrar dikkatlere sunmuştur.
Şair,
1997 yılında yayımlanan “Şiir
Okuma Kılavuzu”nun bu baskısına, 1980 ve 1991 yılındaki “Kılavuz”da yer
alan yazılardan, 1964 ve 1965 yıllarında yazılan 3 yazı hariç diğer 20 yazıyı dâhil ederken;
1990-1991 yıllarında
“Dergâh” ta yayınladığı
ve Çıdam yayınlarından çıkan “Şiir
Okuma Kılavuzu”na da dâhil ettiği
poetik metinlerine
yer vermiştir.
Böylelikle İsmet Özel,
1964 yılında başladığı poetikasını, 1980, 1982,
1985 ve 1990-1991
yıllarında kaleme aldığı
metinlerle genel olarak şekillendirmiş; bunun bir ifadesi olarak da
“Şiir Okuma
Kılavuzu”na “son” biçimini vermiştir.
İsmet
Özel’in “Şiir Okuma
Kılavuzu” adı altında farklı yayınevlerinden çıkan kitaplarda yer verdiği poetik
metinlerinin yayımlanma macerasını bu bölümün sonuna eklediğimiz, “Tablo 1: Poetik
metinlerin ‘Şiir
Okuma
Kılavuzu’ ve diğer
kitaplardaki yolculuğu”
adlı tablodan da incelemek mümkündür.
Özel’in şiir
dünyasının tam anlamıyla kavranması ve onun hayat içerisinde şiire esaslı olarak ayırmış olduğu yerin
net olarak ortaya konması, sadece “kılavuzlar”da ileri sürülen görüşlerle mümkün değildir. Bunun için şairin
hayatının her döneminde/durağında
poetikası adına kaleme aldıklarının, kendisiyle yapılan röportajlarda şiir sanatı
üzerine dile getirdiklerinin ve değişik
zamanlarda şiir üzerine
yapmış olduğu konuşmalarının da göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
İsmet
Özel, şiir sanatı
üzerine ifade ettiklerinin dışında,
yeni bir açılım ortaya koymasa da, özellikle son dönemde
vermiş olduğu konferanslarında “şiir gerçeği” üzerinde önemle
durmaktadır. Bu konferanslarda toplumu çok
yakından ilgilendiren en hayatî meselelere bile şiir perspektifinden yaklaşan şair,
bunlara şiir merkezli
bir açılım
getirmeye gayret göstermektedir. Özel’in hayatında şiire ne denli önemli bir yer vermiş olduğunun ifadesi olarak
kabul edilebilecek bu çıkarımlar, onun poetikasının bir yansıması ve şiiri algılayış biçimi olarak dikkat
çekmektedir.
İsmet
Özel’in neredeyse hayatının bütününe etki eden şiir hakkındaki görüşleri, yukarıda ifadeye çalışılan poetik
yolculuğun ışığında şu
başlıklarla incelenmeye
çalışılacaktır: “Aslı
perdelenmiş metinler:
Şiirin mahiyeti”,
“‘Bütün’e olan hasret ve şiirin
‘kendiliği’: Şiirin gerçekliği”, “Maliyeti yüksek bir
meslek: Şairlik”,
“‘Çevre’nin niteliği:
Şiir/Şair ve toplum”, “‘Zavallı’
insanların özlemi: Şiir
ve ideoloji”, “Sözcüklerin
oluşturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil”, “İmar ettikçe mamur olunan uğraş: Şiir ve sanat”, “Bir zekâ
gösterisi: ‘Intellect’ ve ‘saymaca’ şiir”, “‘Ethos’tan ‘pathos’a bir insanlık durumu:
Modern Türk şiiri”,
“‘Az gelişmiş aydınlar ülkesi’nin
‘göre’siz kalan şiiri”1.2.1.1.
Aslı perdelenmiş metinler:
Şiirin mahiyeti
“Şiir
ve bütün sanat eserleri insanın neresinden koparsa
ona muhatap olan kimsenin de orasına ulaşır.”
Mavera
İsmet
Özel’in şiir üzerine
ortaya koymuş olduğu görüşlerin merkezinde, şiirin ne olduğuna ve şiirin aslına ilişkin
problemler yatmaktadır. Şair
1964 yılındaki ilk poetik metninde, “Şiirin Özgürlüğü”nü
konu ederken “şiir
gücünü
bir düşünce
dizisinin, bir öğretinin
sözcüsü olmaya dayıyamaz” demekte ve şiirin aslî fonksiyonuna işaret
ederek, şairinden
toplumuna kadar şiirin
çevresinde meydana gelecek her türlü faaliyeti bu bakış açısıyla
değerlendirmektedir. “Şiir fikriyat ve hissiyat
sergisi” değildir
diyen şair, öz
itibarîyle şiirin
mahiyetinin
anlaşılması gerektiğini savunmaktadır.
Şiiri,
“bizim neyi simgelediğini
bilmeden de hayatımızın içinde anlamlandırabildiği-miz, neyi simgelediğini
bildiğimiz zaman
da anlamlı oluşundan
bir şey
kaybetmeyen metin” olarak kabul eden İsmet Özel, şiirin
bünyesinde barındırdığı
farklı farklı anlam değerlerinin
olduğunu ve bunların
kimi zaman “simge”ler halinde
şiirde yer aldığını belirtmektedir. Fakat şiirin mahiyeti itibarîyle,
söz konusu olan bu simgelerin neye karşılık
geldiği bilinmeden de
okuyan için bir anlam taşıyacağını ve onda bir yerlere karşılık geleceğini dikkatlere sunar.
Özel’e göre şiirin
ortaya çıkışındaki
esaslı sebep “anlatılmaz bir şeyin
anlatılmaya çabalanması, anlatılabilir bir
şeyin yeniden anlamlı
kılınması ve yeterince anlamlı kılınmayan bir şeyin etkili bir anlatıma kavuşturulmaya”
çalışılmasıdır. Şair bu türden bir çabanın,
insan ilişkilerindeki
yapaylığın ve içtensizliğin bir sonucu olarak ortaya
çıktığı görüşündedir. Söz konusu olan bu
“tıkanıklık”, insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları
sözcüklerin anlamını kaybetmesiyle bir kat daha artmaktadır. Böylelikle
“insan”lar hayatlarındaki bu olumsuz
durumun üstesinden gelmek için şiire
yaslanmakta; “kullanılan dilin gerektirdiği ilişkilere olan güvenin sarsıldığı
bir ortamda” özlenilen bir etkinlik olarak, şiire müracaat etmektedirler.
Şiiri
de şiirsel olanı
da doğrudan doğruya şiirin içinde, onun maddi
çerçevesi içinde aramalıyız” diyen şair, bu
edebî türün en önemli özelliğini,
insanoğluna ait olan
yapıp etmelerin sınırında yer alan bir etkinlik olması
dolayısıyla kazandığına
dikkat çekmektedir. Şaire
göre "şiirin nesneler dünyasındaki çok renkli, çok biçimli
yüzünün merkezinde 'beşeri olan’” bulunmaktadır. Şiiri bu anlayışın dışında
tutarak ona farklı vasıflar ve
kimlikler yüklemek, şiiri
olduğundan başka bir “tür” haline getirmek
demektir.
İsmet
Özel yukarıdaki görüşünün
bir uzantısı olarak şiiri,
insan “ben”i etrafında meydana gelen her türlü
hâdiseden nesnelliğini
muhafaza ederek sergilenen bir “duruş”, diğer
bir ifadeyle “objectification” olarak kabul
eder. Şair, buradan
hareketle "bir şiirin
nasıl söyleneceğini
hiç kimse söyleyemez, çünkü şiir söylenen şeyin
söylenişinde,
söyleyişin
içindedir. Bir sözün şiir
oluşu o sözün şiir dışında kalan bir alanda önem ve
değer
kazanmasıyla değil,
sadece şiir
kalarak önemli ve değerli
bulunuşuyladır”
demektedir.
Şiir,
sahip olduğu bu özelliğinden dolayı sözle gerçekleştirilen bütün diğer faaliyetlerden de
ayrılmaktadır. Bu
ayrılık, şiirin sözü “töz”e
ilişkin bir biçimde ele
alarak dikkatlere sunmasından kaynaklanır. Şaire göre şiir,
“tercihlerimiz arasında yer alan güzel şeyleri ortaya çıkarmakla kalmaz; aynı zamanda
istemeden elden
çıkardığımız şeylerin de hissedilmesine
imkân veren bir yapıyı göz önüne getirir.” Böylelikle şiir, insanların
doğruyu yanlıştan ayırma yetilerini de diğer yetilerinden ayırmış olmaktadır.
Fakat burada dikkat edilmesi ve şiirin mahiyeti itibarîyle ayırt edilmesi gereken bir
husus vardır. Şaire göre
şiir,
"öğretir,
ama kanıtlamaz; gösterir ama sergilemez. Şairin ve şiir okurunun şiirde buldukları sadece kendi
uçkunluklarıdır. Şiirde
emsal getirilen şey
olsa olsa söz konusu uçkunluğu onaylar, hiçbir doğruyu savunmaz.”
Hatta bunun tam tersi olarak şiir, “insanların geçmişe dair imalarında o güne kadar hesaba katmadıkları bir boyut
getirerek onların kalıplaşmış ölçülerini sarsar.” Nitekim şaire göre şiirin önemli bir vasfı da
“geride kalmış olan
bir hayat parçasını deşmek,
teşrih etmek, bize
bilincine varmadığımız
bir yanını işaret
etmektir.”
İsmet
Özel, aslına ve mahiyetine ilişkin
tüm bu özellikleri üzerinde toplayan şiiri, “bir tamamlama, bir
kaçınılmaz fazlalık, yerini bulamamış insanlığın çalkantısından doğmuş” olan bir “köpük”e benzetmektedir.
“Köpük” bir metafor olarak düşünüldüğünde farklı anlam
katmanlarına işaret
ederek, zihinsel çağrışımlara olanak
tanıyan ve tam da şiiri
tarif eden bir kelime olarak değerlendirilebilir.
1.2.1.2.
‘Bütün’e olan hasret ve şiirin
‘kendiliği’: Şiirin gerçekliği
“İnsan varlık içindeki yeri konusunda kaygıya kapıldığı zaman şiire yaklaşır.
O zaman şiire ilişkin
bir çatışmaya
girer.”
Hürriyet Gösteri
İsmet
Özel şiirin, “insanın
kendisinin de bir parçası olduğu
‘bütün’ün benimsenmesine” ilişkin
çok önemli bir
noktada yer aldığına
inanmaktadır. Şiirin,
insan hayatında yer eden bu bütünlük duygusunun dağıldığı,
parça ve
bütün kavramlarının birbirine karıştığı”
zaman, “insanın bir ezgisi” olarak ortaya çıktığını ifade eden şair; şiirin
gerçek derinliğe ve
yüceliğe de insandaki bu
“hasretgiderme” duygusuna yaklaştığı
ölçüde kazanacağını
belirtir.
Şiir
okumamızın bir nedeni olarak bu bütüne ulaşma çabamızı gösteren Özel, böylelikle yokluğunu hissettiğimiz
şeyleri tamamlamak, bir
zorluğu gidermek ve “nihayet
bir doyum sağlamak”
için şiirle “iç içe”
olunduğunu
vurgular. Fakat şaire
göre, söz konusu edilen bu “yöneliş” ve “bir bütüne ait olduğumuz duygusundan
kalkarak” şiire
yaklaşma, her insanda
gerçekleşmemektedir. Bu
durumun meydana gelmesi ve içimizde şiir
isteğini taşıyabilmemiz için her şeyden evvel, “şiir kabul edecek bir yanımız
olduğunu
varsaymamız”
gerekmektedir. “Bu varsayımın kaynağı ise kendimizin bir bütün olduğu ve kendi bütünümüzün de bir
bütüne ait
olduğu hususunda
sahip olduğumuz
duygudur.”
Şair, şiirin “büyüklüğü”nü fark eden insanların,
aslında kendi dünyaları içerisinde “büyüdüğü”nü ve şiirin
büyüklüğü hususunda
bilinçlendiklerini ifade eder. Özel’e göre, “her kim şiir önemlidir, büyüktür
derse, aslında
ben önemliyim, ben büyüğüm
diyordur.” Şiirin
canlılık kazandığı nokta
da burada başlar. Çünkü
insan, “kendi
insanlığını tartışmak istediği zaman, insanların
birbirleriyle olan bağlantılarını
tartışma alanına sokmak
istediği
zaman” şiire yaklaşır. İnsanın bu yaklaşması/“yakîn”leşmesi ise, “kendini çevreleyen nesnelerle olan bağlantısının
vehametini” kavradığında
meydana gelir. İsmet
Özel, bu tür zaman dilimlerini kritik dönemler olarak adlandırır ve
bireyin hayatında da, toplumların hayatında da şiirin “critique” dönemlerin/durumların bir sanatı
olduğuna işaret
ederek şiirin “insan
olarak konumumuzun ne olduğuna dair bir ifşaatta bulunması gerektiğine” inanır.
İsmet
Özel, şiiri modern
zamanların insanı, kendinden/“kendiliğinden” uzağa
atıp “herkes” gibi yaşamaya
mecbur
bıraktığı bir dönemde de
en büyük uğraş alanı olarak kabul eder. Bu
alanın sınırına yaklaşarak
“otantik”
olmayı/“var olmayı düşünme”yi
seçen “yapayalnız insan, seçmelerini kendine zorla kabul ettirilen düşünme
yolları içinde yapmaktan tedirginlik duyduğu zaman” şiire yaklaşmaktadır.
Çünkü şiir, insan için
serbest bir
alandır. Serbest bir alan olmakla da kalmaz, “bu dünyanın karanlık
güçleriyle işbirliği yapmaksızın, bu pis
zorbalara yaltaklanmadan insanlar arasında anlaşmaya dayanan, sevgiyi ve ruhça dayanışmayı mümkün kılan
bir ilişkiler
zincirinin de başlatıcısı
olabilir.”
Şair
bu yönüyle şiiri, “yüzümüze
çarpan bir övgü veya sövgü” olarak nitelendirmektedir. Fakat şiirin, “övgü” ya
da “sövgü” olarak ortaya çıkması insanın “hazır bulunmuş luğu” ile çok yakından ilgilidir. Eğer bir insan “kendi”
olabilmeyi başarmış, “kendilik vasfı”nı kazanmışsa, şiirle gelecek olan “kendilik bilgisi”ni
de elde edecektir. Bu
bilginin en önemli özelliği
ise “insanları tanımlara tıkmaya çalışan ve insanın kendi kendini görmesine engel olan
gerçekleri” ortadan kaldırmasıdır.
İnsan
hayatında şiire gereken
yerin verilerek, kendilik bilincinin kazanılabileceğini vurgulayan şair, insanın ancak
bu yolla “dünyadaki yerini alma onuru”na kavuşabileceğini belirtir. Şiirin
burada en önemli gerçekliği,
insanın
içinde bulunduğu
“yalnızlığını” ona fark
ettiriyor olmasındadır. Bu “farkındalık” sürecine yaklaşırken şiir insana,
hangi yolda yürüyeceğini
göstermez fakat ona “kendi olma” bilincini kazandırır ve ona “kendi içinden
bilgi
verir.” Şiir bir
bilgi olma vasfını ise, “insanın kendini öğrenmek için iştiyak duyması halinde, iyi ve kötü, doğru
ve yanlış hakkında
kendi deneyimlerinden edindiği yapı içinde bir dayanak aradığı zaman kazanır.”
İsmet
Özel, şiirin gerçekliğinin tam olarak anlaşılması sonucu elde edilen “kendilik
bilgisi”nin, insanın kendini
tasarlayabilmesinde çok önemli rol oynayacağını belirtir. Fakat bu bilginin, Sokrates’in "kendin
bil”
mottosundan ve bir yönüyle de tasavvufta yer alan "Kendini bilen
Rabbini bilir” hadis-i şerifinden
hareketle yer
etmiş olan anlayıştan farklı olduğuna dikkat çeker. Şiir dolayısıyla insan önünde
açılan “kendilik bilgisi”, ona
“beşeri duyumları
emdirir”ken; din yolunda ilerlerken karşılaşılan
“kendini bil”mek, insana kendi emniyet
bölgesini keşfetmesini
sağlar. İlkinde “insan” olmanın vasfı
gittikçe daha dokunulur kılınırken diğerinde, beşeri
duyumların insanın emniyet alanını tehlikeye sokan kısımlarının azaltılması
esastır.
Şair,
hem din aracılığıyla
“kendini bil”en hem de şiirin
gerçekliğiyle karşılaştıktan sonra “kendilik bilgisi”ni
edinen kişinin, bazı
“akrabalıkların” bilincine erdiğini
ifade eder. Fakat söz konusu olan bu “bilme”ler arasındaki
akrabalık, kelime benzerliği
kadar yakın olsa da “birer karşı-alan
olmaktan kurtulamazlar.” Özel’e göre, "kendin
tasarlama ihtiyacındaki insan şiirle içli dışlı olmaya can atar. Kendini bilen insan da gittikçe azalmayı öğrenir.
Kendilik bilgisi insana, insanlara olan ihtiyacı arttırır. Kendini bilen insan
yardımın insanlardan gelmeyeceğini
bilir.”
1.2.1.3.
Maliyeti yüksek bir meslek:
Şairlik
“Ben kendi şairliğime pek şairane
olmayan
bir açıklama getirebiliyorum: Şairliğim
bir maliyet meselesidir.”
Waldo Sen Neden Burada Değilsin
İsmet
Özel, şairin ortaya
çıkması ve “şairlik”
vasfını kazanması hususunda doğru
olarak kabul edilen genel
kabullenişlere pek
itibar etmez ve “şairin
toplumsal bir vakıa olarak” anlaşılmasını
doğru bulmaz. Şaire göre, şiir
başta olmak üzere sanat
eseri, onları ortaya koyan şartlarla
ne kadar sıkı bir ilişki
içerisinde olursa olsun, eseri
ortaya çıkaran sanatkârın “özel ve özgün, kasıtlı ve iradî biçim verme
katkısı” olmadığı
zaman meydana
gelmeyecektir.
Özel, buradan hareketle şairin yaptığının, “bir yandan kendi macerasının bütün sınırlarına yüklenerek
oradan
bütün insanların öz macerasını tahrik edecek güçte işaretler çekip çıkarmak; bir yandan da kavrama
gücünün
sınırlarından insanlara bazı işaretler
getirmek” olduğuna
dikkat çeker. Şairleri
sıradan insanların düşebilecekleri
tuzakları fark eden insanlar olarak gören şair, onları “her nasılsa genel anlayışın maddî-manevî diye ayırdığı,
gerçek düş diye ikiye
böldüğü ‘hayat’ın
parçalanamazlığını
anlamış veya 'analyiıqııe'
bir kafanın yapacağı
çözümlemeleri anlayamamış”
kimseler olarak kabul eder. “Herkes”lerin zannettiğinin tam tersine şairleri, “hayal
âlemi” nin ilk sıradaki düşmanları
olarak görür.
Fakat kimi şairler,
“ortalama anlayışın”
hayal âlemini süsleyecek şiirler
kaleme alabilmekte ve özelikle
“ideolojilerin efsunlu etkisinden” yararlanarak kendilerine insanlar
arasında imtiyazlı bir yer sağlama
çabasına
girebilmektedirler. Bu türden bir davranışı, şairlerin
“temel zaafı” olarak gören Özel, kendilerini ve toplumu
“uyanık” tutmayı amaçlayan şairlerin bu davranışlarıyla sıradanlaşarak amaçlarından uzaklaşacaklarına dikkat
çeker.
İsmet
Özel, şiirin aslî
özelliklerinin göz ardı edilerek değerinin sadece bir “meta” olarak söz konusu edildiği
modern zamanlarda “Şair
halkın neyidir?” diye sorar. “Halkın varoluş şartlarını, yaşama hakkını, özlemlerini,
korkularını ve dünyaya bakış tarzını şiirin
dokusu haline getiremeyen, halkın var oluşu ile kendi var oluşu
arasındaki ilintiyi birinci mesele olarak almayan şairin” herhangi bir
atılımı gerçekleştiremeyeceğine inanır. Bu
türden bir şairin,
“geçerlilik peşinde”
olduğunu dile getiren
Özel, şiire
“kendi/“kendiliği” için
yaklaşan kimsenin
bu tarz düşüncenin bir
ürünü olan şiiri
okuyamayacağını ifade
eder. Çünkü bu şiir
hayat için değil, bir
statüyü
elde tutabilmek için kaleme alınmıştır.
Hareket alanını şiirin aslına sadık kalarak sınırlayan şair ise, Özel’e göre “düşünceleri, yan yana, alt alta
getirmez.
Mantık ve sözü de birbiri üstüne yığmaz. Şair
önce kelimelere, sonra mısralara ve nihayet şiirin bütününe
dağılmış olan, insanların beşerî durumunu toparlar ve
varoluşa bağlı olarak ortaya çıkan endişeleri kümeler.”
İsmet Özel, şairi bu yönüyle toplum
içerisinde “ortodox” bir unsur olarak kabul eder. Şairin söz konusu olan bu
“ayrıksı” durumu, özellikle 21.yüzyılın dünyasında insanın sıkı bir
denetim altında tutularak her yönüyle
kendinden uzağa
atılmasını fark etmiş olmasındandır.
Bu yabancılaşmadan
kendini alıkoyan şair, “rezil
mutezîl dünyada çalkantıya uğramış toplumun
bel kemiğindeki
irkilişi çabucak
kavrar. Sapkınlıkla ittifak edilmemesi gereğini sezişiyle muhalif tarafta yerini alır. Gerçek
merkezin ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışı çerçevesinde bulunabileceğini fark edişiyle uyumsuzluğu seçer, çünkü
uyumlu bir tutum sapkınlıkla ittifak edilebileceği tehlikesini getirecektir. Dünyanın
i’tizâlini görmede başarısız
kalanlar şairi
heteredoks sananlardır. Gerçekte şair yaratılışın, kâinatın varlık sebebinin Ortodoks görüşüne
çekilmekten başka
bir şey yapıyor
değildir.”
1.2.1.4.
‘Çevre’nin niteliği:
Şiir/Şair ve toplum
“Şiir saygısı vardı bir zamanlar Türkiye’de ve bu saygı
insanların
saygıya değer şeylere özenmelerine de
yardımcı olurdu.
Şairler
yazdıkları üzerine titrerler, bu duyarlık şiir
okuyucusunda hak ettiği
karşılığı bulurdu.”
Şiir
Okuma Kılavuzu
İsmet
Özel, “şiirle içli dışlı olmaya heves ettiği zamanlarda, ülkede genel
olarak sanata, ama özellikle de şiire
saygı
duyan insanların bulunduğunu
ve bu insanların bir ‘çevre’” meydana getirdiklerini ifade eder. Bu çevreyi
oluşturan insanların en
büyük özelliği ise, “şiire olan saygıyı ayakta
tutmaları ve beğenisi
incelmiş insanlar
olarak,
şiirin tanımlanamaz
tadına” çok yüksek değer
vermeleridir. Öyle ki bu çevrenin ‘“şiir okuyucusu, şairin
gösterdiği inceliği kendisine gösterilmiş bir saygı kabul eder, önemli
bulduğu şairdeki özensizliği kendine
yönelmiş bir
hakaret sayardı.”
Şair, şimdilerde böyle bir durumun
söz konusu bile olamayacağını,
dikkat çekmeye gayret gösterdiği
“çevre”nin
yerini “piyasa”nın aldığını
düşünmektedir. “Artık
şiir(!) değerlendirmelerine paranın,
apoletlerin ve koltukların
gölgesi düşmüştür” diyen Özel, şiirden bir şeyler elde etmenin, okuyarak
ya da tadılarak değil,
pazarlıkta
uyuşarak mümkün olduğunu belirtir.
İsmet
Özel, şiiri, toplum
içerisinde baş kaldıranların
sesi olarak da görmektedir. Fakat şair bu düşüncesini,
çoğunluğun sahip olduğu anlayışın aksine, şiire bir “eylem” yükleyerek
temellendirmez. Bu bakış açısından
hareketle Özel’e göre şiir,
“kuralların kişiliksiz
yapısını yıkmak isteyenlerin, her zaman bir tazelik olma imkânını
arayanların, taze kalabilenlerin bölgesinde tutunmakta ısrar edenlerin
sesidir.” Böylelikle “yaşayan” bir insan
olunabileceğine dikkat
çeken şair, zorbaca
dayatılmak istenen kuralların da dışına çıkılabileceğini
vurgulamakta;
şiirin “haksızlığa bir tepki olduğuna, en azından olması
gerektiğine
inanıyorum” demektedir.
Şair,
toplum ilişkileri içinde
şiirin tutmuş olduğu yerin çok farklı olduğunu vurgulamaktadır. “İnsan olma
haysiyetini kendilerine mesele” yapanların şiirle çok daha kolay etkileşime geçebileceklerine işaret eden Özel,
modern toplumlarda şiir
dolayısıyla ortaya çıkacak aslî değerlerin modern insan tarafından anlaşılamayacağını
belirtir. Fakat yine de şairin
bir “toplum ortalaması” gözetmeden ve şiiri bir söz ustalığı olarak kabul etmeden,
toplum tarafından benimsenen genel kabullerin dışına çıkması gerekliliğini vurgular. Özel’e göre, “toplumun
değişme, değerlerin altüst olma süreci içinde şairlerin durmayı seçtikleri
yer, aynı zamanda onların şiire
emek
vermeyi kabul veya reddettiklerinin de göstergesidir.”
1.2.1.5.
‘Zavallı’ insanların
özlemi: Şiir ve ideoloji
"Benim şiirlerimde siyasî terminoloji aptallar içindir.”
Yeni Devir
İsmet
Özel, hiçbir şiirin
insanlara herhangi bir dünya görüşünün ana metinleri kadar açık ve doyurucu malzeme
sunamayacağını belirtir.
“Benimsenen düşünce ve
sahip olunan değer
yargıları dolayısıyla şiire
yaklaşmanın,
vakit kaybetmek olacağını”
ifade eden şair, şiirin iyi ya da kötü oluşunun o şiirde yer alan yargıların doğru veya
yanlış kabul edilmesiyle
ilgili olamayacağına
vurgu yapar.
Şiirle
irtibatını, sözü edilen türden bir ilişki içerisinde kuranların zihinlerinin, “azdırılmış bir ideoloji, ideolojiyle
yere çalınmış bir
şiir özentisi”
ile dolacağına dikkat
çeken Özel, bu “donuk hayallerin, şiirin devingen gerçeğini
de karartacağını”
belirtir. Şair burada
asıl “suçlu”nun, kaleme almış olduğu şiirlerini ideolojinin emrine veren ve
kendilerini birer “icra sanatçısı”, birer “muganni” sayan şiir yazanlarda olduğunu ifade eder.
Özel, “şiirin
ideolojiler arası bir yerden konuşmasının ona sağlam
bir basamak teşkil
etmeyeceğini” dikkatlere
sunar ve tam tersine; şiirin
asıl basamağının,
“bizzat ideolojilerin de varoluşlarını
borçlu oldukları, o dili konuşan
halkın bir bakıma kavrayış gücünü
temsil eden bilgi basamağı”
olduğunu belirtir. Fakat
şaire göre, bu durumun
ayrımına varamayan özellikle “siyaset, şiirin dilini kullanmaya heveslenmekte ve şiir siyasete tercüme edilmek
istenmektedir.” Bunun sonucunda elde edilen netice ise, "siyasetin
hülyalı çerçeveler içinde ve şiirin rüya
zenginliği yağmalanmış olarak yozlaşması” olmaktadır.
“Şiir ve siyaset bana verilen bir tekinlikti” diyen İsmet Özel, hayatında yaşamış olduğu birçok sıkıntıdan, “şiir
binasının saçağı altına
sıçrayacak ataklığı
göstermiş olması ve
siyasî anlamda bir bağlanmanın
hayat içindeki
karşılığını arama çabası” sayesinde
kurtulduğunu ifade
etmektedir. Fakat şairin
bu çabası, şiiri,
siyasetin ya da
ideolojilerin güdümünde veya propagandasında kullanarak bir “kabul görme”
alanının meydana getirilmesi olarak
anlaşılmamalıdır.
Şiirin
siyasetle olan bağını “çokyukarı
seviyede bir bağ” şeklinde değerlendiren şair, bu bağın günlük politik
sahada kullanılamayacağına
da işaret eder. Ona göre
günlük hayat gibi siyaset de “ebedî hâdiselere temas” için
sadece bir vesiledir ve şiire
ancak bu hususiyeti ile konu edilebilir. Fakat söz konusu olan bu durumu,
vesile
olmaktan çıkarıp “amaç” haline getiren şairler ve şiire bu “amaçları” doğrultusunda yaklaşanlar,
şiirle çok aşağı
seviyeden bir bağ kuruyorlar
demektir. İsmet Özel,
kendi şiirinde çok yoğun olarak karşımıza çıkan siyasî
terminolojiyi bu şekliyle
anlayıp ona takılıp kalanları, “aptallar” olarak adlandırmaktadır.
1.2.1.6.
Sözcüklerin oluşturduğu
‘yurt’: Şiirden nesire dil
“Dil, benim için şiir içinde şu veya bu biçime girmekle herhangi bir anlamı ifade
eden ‘malzeme’ olmaktan
çıkmış ve
bizatihi kendisini gösteren bir varlık kazanmıştı.”
Waldo Sen Neden Burada Değilsin?
İsmet
Özel, insanların farkında olsun ya da olmasın kullandıkları dile karşı bir sıcaklık duyduklarını
belirtir. Şaire
göre bunun en önemli sebebi, "ınsanoğluınuın dil yoluyla hayatiyetini kazandığının, insan olarak varlığını dil
yoluyla sürdürebileceğinin
bilincine varması” değil;
konuşmaya ve dile kendi
varlıkları dolayısıyla yüklemiş
olduğu bazı değerlerdir. “Kelimelerin, konuşma dilinde ve edebiyatta
yaptıkları çağrışım ve ilettikleri haberlerle
büyük bir yer tuttuğunu”
belirten Özel, şiirde
ise kelimelerin bu özelliklerinin yanı sıra, bir de sırf kelime
oldukları için çok daha önem kazandığına dikkat çeker.
Şiiri,
“dil aracılığıyla
dilin anlatım olanaklarının aşılması” olarak gören şair, kelimelerin şiirde kazanmış
oldukları önemin, “insanın içine, dışına ve bütün yönlere doğru sonsuz bir biçimde genişlemesinden kazandığını
belirtir ve kelimelerin bir anlamda insan” olduklarına dikkat çeker.
Fakat İsmet Özel bu
noktada, şiirde
kelimenin
önemini açığa çıkarmak
için ifade edilen ve genel kabul görmüş olan, “resim için renk, musiki için tını ne ise, şiir
için de kelime odur” anlayışından
uzaklaşmaktadır. Şair bu yargıyla varılan,
kelimenin şiirin bir
birimi olduğu
fikrine karşı “şiirde
kelimeden vazgeçilmez ama şiir kelime sanatı değildir” demekte; rengin ve tınının “sınırlı”
oluşunun kelime için
söylenemeyeceğine vurgu
yapmaktadır.
Özel, şiirin
kelimeyle kazanmış olduğu bu dinamizmin asıl kaynağını, “imgelem”de bulduğunu belirtir.
Böylelikle kelimelerin, “kendi başlarına ve öteki kelimelerle olan bağlantıları içinde kuvvet kazandıklarını” ileri
süren şair, imgelemin
“içkin ve aşkın
niteliklerini aynı anda bünyesinde barındırdığına” dikkat çeker. İmgenin,
"özgürlüğünü
engelleyecek her şeyin
sınırlarını zorlayacak ve kendiliğindenliği hep elinde tutacağını ve dural
düzenleri yıkacağını”
belirtir.
İsmet
Özel, “şiirde kullanılan
kelimelerin hem boş, hem
de dolu olan bir hale ile birlikte insanın içinde yer
tuttuğunu; her sesin,
sesler kümesinin, anlamı bilinen veya bilinmeyen kelime ve kelime öbeklerinin
insanların
içinde hazır bulunan bazı boşluk
ve doluluklara dokunduklarını” dile getirirken, imgelerin ve imajinatif söyleyişin
işlevselliğine işaret etmektedir. İnsanlar şiiri, onları bir araya getiren kelimelerden hareketle okuduklarında,
sözü
edilen “boş” ve “dolu”
olan yanları, farklı anlam katmanlarına yönelir. Bu hareketliliği sağlayan ise, “ben”in
dünya içerisindeki yerinden dolayı imgelemdir.
Özel, düzyazıda kullanılan dilin, şiirdekinden çok başka bir yapı içerisinde varolduğuna işaret eder. İmajların
ve
sözcüklerin, zaman içerisinde yüklenmiş oldukları çok yönlü anlam değerleriyle, şiir diline kazandırmış oldukları
“çağrışım” özelliğinin, düzyazıda olmaması
gerektiğini vurgular. “Düzyazıdan
beklenen hiçbir görev şiire
yüklenemez” diyen şair,
“düzyazının, derece derece hikâyenin, romanın, denemenin ve bilimin dili” olduğuna
dikkat çeker. Düzyazıda kullanılan dilin bu özelliğinden dolayı, insanların “bir düzenden, bir işleyişten, bir
görünümden haberdar” olacaklarını belirtir. Şair, şiirin
düzyazıyla arasındaki farkın belirlenmesinin, aynı
zamanda manzume ve şiir
arasındaki ayrışımın da
netlik kazanması demek olduğuna
işaret eder. Özel’e
göre,
şiirin ayırıcı vasfı
vezin, kafiye, mısra düzeni, musiki gibi biçime bağlı olarak ortaya çıkan özellikler değildir.
Hatta Verlaine’nın ifade ettiği
“De la musique avant toute chose” sözünün tam olarak anlaşılmadığını
düşünmektedir.
1.2.1.7.
İmar ettikçe mamur olunan uğraş:
Şiir ve sanat
“Aslında sanatın temelinde olan ve insanda kendini ifade
etmeye zorlayan temel soru:
Ben neyim sorusudur?”
Yeni Devir
İsmet
Özel, “ne kadar özgün nitelikler taşısa da, şiirin
sanatlardan bir sanat olduğunu
ve öteki bütün sanatların
ortaklaşa sahip
oldukları özellikle insan hayatında önemli bir yer” tuttuğunu belirtir. Sanatın insan
hayatındaki
yerinden dolayı meydana getireceği
etkinin gelip geçici olmadığını,
“tam tersine etkisini insanın tinsel
bütünlüğünde uzun süre
devam ettirdiğini” dile
getiren şair, “sözle,
sesle, görüntüyle, renkle, hacimle hangi
araçlarla ortaya konulursa konulsun sanat eserlerinin insan zihnine ve ruhuna
olan katkısını, bazı şeyleri
doğrudan
kavramaya yardımcı oluşlarıyla”
açıklar.
“Sanat eseri” olarak adlandırabileceğimiz ürüne yaklaşabilmek için bazı “ön hazırlıklara, hatta zihin
idmanlarına”
ihtiyaç olabileceğini
vurgulayan Özel, bu ihtiyacın tam anlamıyla yerine getirildiğinde bile, sanat eserinin
mahiyetine ilişkin
“bilgi”ye vakıf olunamayacağına
dikkat çeker ve “sanata yaklaşmak her zaman için
‘doğrudan doğruya’dır”der.
Şair, sanata ilişkin bu görüşünün bir ifadesi olarak da,
sanat eserinin, sanatkârını
“olduğu gibi
değil, olduğu kadarıyla değil; oluşa yönelişiyle, olma yönünde bir
istikamet tutuşuyla”
muhatabına
açacağını, diğer bir ifadeyle “karşı”daki ile “yakîn”leşme meydana getireceğini düşünür.
İsmet
Özel, sanatı ortaya koyan ile muhatabı arasında bu türden bir ilişkinin oluşması ve eserle bağlantı
kurulabilmesi için ön koşul
olarak sanatçının açtığının
muhatabı için de bir açılım olması gerektiğini gösterir.
“Sanatçıyı açan şeyin bizi
de açtığı zaman eserle
bağlantı kurabileceğimize” işaret eden Özel, bu bağlantının “bizi
sanatçıya götürmeyeceğini,
kendimizi tanımaya götüreceğini”
vurgular ve “bu sebepten dolayıdır ki her sanat
eseri herkesin ilgisini çekmez, kendi sanatçısını, kendi şairini arar insanlar”
der.
Sanatın “gayri şahsi kılınamayacağını”
belirten İsmet Özel,
sanat eserinin, onları meydana getiren şartlarla ilişkisi
ne kadar iyi olursa olsun bunun çok önemli olmadığını ifade eder. Şairin mahiyeti ve şiirle olan ilişkisini ele
aldığımız kısımda da
üzerinde durduğumuz
gibi, sanat eserinin ortaya çıkmasında en önemli fonksiyonun “özel
ve özgün, kasıtlı ve iradî biçim verme katkısı” ile sanatkâra ait olduğuna işaret eder ve “bu şartlarda nasıl olsa
böyle bir sanatçı çıkacaktı” demlemeyeceğini dile getirir. Sanat uğraşısının,
“bir şeylerin yanlış gittiğine dair ciddi
uyarılar alındığında ve
bu yanlışlığın kendisi hakkında bilgi
sahibi olunmak istendiğinde”
ortaya çıkacağını
belirten Özel; tek şartın
bu yanlışlığı fark etmek olduğunu ifade eder.
1.2.1.8.
Bir zekâ gösterisi:
‘Intellect’ ve ‘saymaca’ şiir
“Gencim yaşlısını ayırt etmeden söyleyebiliriz ki günümüzde yayın alanını
kaplayan şiir
asalaktır. Yalnızca
başka bir
gövdeden beslendiği
için değil, aynı
zamanda köklerini hayatın içine salmadığı, intellect’in baskısı
altında ezildiği
için böyledir.”
Sanat Olayı
İsmet
Özel, şiirin mahiyetine
ve şairin fonksiyonuna
ilişkin poetik
metinlerini kaleme alırken, genelde “varlık”
kazanmış olan şiir’in aslî özelliklerinden,
özelde ise Türk şiirinin
içinde bulunduğu
durumdan hareket eder. Türk
edebiyatı tarihi içerisinde beraberinde getirdiği önermeler ile önemli bir yere sahip olan “Ant”
dergisindeki “Sanat
Soruşturması”ndan,
kaleme aldığı
yazılarına; yapılan söyleşilerdeki
sorulara verdiği
cevaplardan konferanslarına
kadar aynı bakış açısıyla
davranan şair,
biyografisinde yer alan “farklı” duraklar sebebiyle, kimi zaman şiire dair
taşıdığı görüşler dolayısıyla da eleştirilir.
Kendi şiir
evreninin netlik kazanmaya başladığı 1980’li yılların başından itibaren, Türk şiirinin içinde bulunduğu
durumu ve şairlerin
hangi bilinç dolaylarında şiirler
yazdıklarını daha yetkin ve tutarlı bir konumda değerlendiren
Özel, Türk şiirinin “son
büyük atılımını 1954-59 yılları arasında” yaptığını belirtir. Günümüz şiirlerinin
“eskitilmiş anlatım
imkânlarının yağmalanması
sonucu ortaya çıktığını”
işaret eden şair, bu metinlerde “şiirin
gürlük döneminde birçok şairin
belirli bağlamlarda
kendilerine özgü kıldıkları kelimelerin fütursuzca
tekrarlanmakta olduğunu
ve mısra tekniğinin
sanki birçok şairi özgün
kılmamış gibi anonimleştirildiğini”
vurgulamaktadır.
"Yenileştirici tekniğiyle göze çarpan şairle karşı karşıya değiliz”
diyen İsmet Özel, artık
“Türk şiirinin beşerî
meseleyi bütün boyutlarıyla yüklenme gücünde olmadığını” ileri sürmektedir. Şair bunun sebebini “her yönüyle
bayat ve yavan” olan şiir
dünyasının “ideolojikyönseme”lerin merkezinde kalmış olmasına ve şiir dışı etkenleri
kendi alanına buyur edip şiir
olarak bir büzülmeye uğramasına
bağlamaktadır. Özel’e
göre “Türk şiiri,
edebiyat
dışı, şiir dışı etkenlerin yanı başında, o etkenlerle baş edebilecek ağırlık ve güçte bir söylem
getirememekten
ötürü asalaklaşmış tır.”
Özel, böyle bir ortamda şairden “edinilmeye değer” herhangi bir şey beklenemeyeceğini; yapabilirse ancak bazı
hazır “sağlam düşünceleri” parlatarak sunma
hünerini gösterebileceğini
ifade eder. Böylesi bir görevin şairler
tarafından “son yıllarda”, anlaşılmaz
bir coşkuyla benimsendiğini ileri süren Özel, bu
durumun “şairlerin
kendilerini intellect’in pençesine bırakmalarına, şairliklerini gönüllüce iğdiş etmelerine” kadar vardığını belirtir.
Intellect’in sınırları içerisinde hareket eden bir şairin, dil’i de aslî özelliği ile kullanamayacağını belirten Özel,
“intellect, kendi varlığını ortaya koyabilmek için saymaca (conventionel) bir dili
kaçınılmaz sayar” demekte ve
şiirde dilin kişisel olduğuna vurgu yapmaktadır.
Yazılmış olan bir şiirin, okuyucu tarafından karşılık bulup
anlaşılabilmesindeki
öncelikli şart, şairin şiirlerini kaleme alırken çekilmiş bulunduğu sabit merkezli evrene,
okuyucunun da kendini çekmesidir. İsmet Özel, söz konusu olan “bu başarıya intellect alanının dışında”
varılacağına ve
böylelikle “tek insana özgü ve üzerinde uzlaşılabilir sabit bir anlama indirgenemeyen bir sesin
yakalanabileceğine” işaret eder.
“İşte
bu tek insan özgü sese şiirin
başlangıcı
diyoruz” diyen şair,
şiirin bir ustalık
olarak ve dilin belli ölçülere
uyup maharetle kullanılması şeklinde
kabul edilmesinin ise bizi, “tek insana özgü bu sese ve içten, içerden bilgiye
götürmeyeceğini; tam
tersine, bir zekâ gösterisini, bir nükte yeteneğini şiir
diye kabul etmeye götüreceğini”
belirtmektedir. Şiiri,
bu durumuyla intellect’e koşut
gören Özel, intellect’in ise “kendi dümen suyuna girecek her
şeyin özünü boşaltacak, saymaca değerlere indirgeyebilecek bir
güçte” olduğuna
dikkat çeker.
Özel, şiirin
intellect’in sözünü geçiremediği
bir bölgede egemenliğini
kurabilmesi için, “kendi biricikliğinden
kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan
bir alanı işaret etmesi
gerektiğini” ileri
sürer. Aksi takdirde şiirin,
“ancak bir
edebiyat türü olarak şiir
olabileceğini; o zaman
da bu edebî türün, düşüncelerin
yedeğinde bir süs
olmaktan
kurtulamayacağını”
vurgular. Bu şiirin şairinin ise Özel, ister
istemez, “tuttuğu
tarafın mugannisi” olmaktan
kurtulamayacağını
belirtir.
1.2.1.9.
‘Ethos’tan ‘pathos’a bir
insanlık durumu: Modern Türk şiiri
“Modern Türk şiirinin dünyada hesaba katılabilir bir yerinin
olması,
bilhassa geleneğin
değerlerini alt
edebilmiş olmasıyla
açıklanabilir.”
Parşömen
İsmet
Özel, intellect’in ışığında meydana getirilen şiirin özelliklerini yukarıda
dikkatlere sunmaya çalıştığımız gibi
sıralayıp, aslî şiirle
olan farkına işaret
ettikten sonra modern Türk şiirinin
doğuşu ve gelişimi üzerine de çarpıcı
görüşler ileri
sürmektedir. Şair,
Türklerin veya Türkiye’nin modernliğe olan katkısının şiir
dolayımında meydana
geldiğini belirtmekte ve
“modern Türk şiiri,
bizi dünyayla intibak edilebilir hale getirmesi bakımından
savunulabilir” demektedir.
Fakat Özel, modern Türk şiirinin modernliğe yapmış olduğu bu
katkının, genel kanının tersine, tarih boyunca
nesilden nesle aktarılarak geliştirilen
Türk şiir geleneği ile olmadığını ileri sürmektedir. Özel’e
göre, “Türkiye’de
şiirin önemli ve büyük
yeri, güçlü bir şiir
geleneğinden hareket
ediyor oluşundan” değildir. Batılılaşma /
“Yenileşme” döneminden
itibaren, bilimde ya da teknolojide istenilen seviyenin yakalanamamasına rağmen, Türk
şiirinin "dünyada
hesaba katılır, modernleşmenin
yüz akı sayılacak bir şey”
olması, modern Türk şiirinin
bilhassa geleneğin değerlerini alt edebilmiş olmasıyla açıklanabilir.
“İster
Türk şiiri olsun, ister
modern şiir olsun,
isterse gelenek içindeki şiir
olsun, şiirin ne olduğu meçhulümüz
olan bir şey değildir” diyen şair, “bizim insan olarak,
konuşma ötesinde dilde
ihtiyaç duyduğumuz şey”in şiir
olduğunu belirtir. Özel,
buradan hareketle, şiirin
başlangıcının ninnilere
kadar götürülebileciğine
işaret eder ve
özellikle modernist şiirin
“belli bir insanlık durumunun ifadesi” olarak ortaya çıktığını vurgular.
İsmet
Özel, söz konusu olan bu “belli bir insanlık durumunun” modern Türk şiirine giden yol üzerindeki
iki ana
çizgide ortaya çıktığını
ileri sürmektedir. Şair,
bunlardan birinin “ethos ağırlıklı
Fikret-Akif-Nâzım çizgisi,
diğerinin de pathos ağırlıklı Yahya Kemal-Ahmet Haşim çizgisi” olduğunu belirtir. Birinci şiir çizgisinin estetik
yapısını, dilin coşkun,
sarsıcı özelliklerinde aradığını;
ikincisinin ise bu yapıyı, dildeki içkin özelliklerde meydana
getirdiğine dikkat çeken
şair, Fikret-Akif-Nâzım
kanalında “ulaşılacak
bir yer, hissedilecek bir zaman ve
birlikteliğinden
yarar umulan insanlar vardır” demektedir.
Yahya
Kemal ve Ahmet Haşim’in
temsil ettiği şiir çizgisinde ise Özel’e
göre, toplum örgüsüne duyulan güven
vardır. "Devlete giden bir şiir değildir onlarınki, devletten gelen bir şiirdir. Karar şiir dışındaki bir alanda
verilmiş bulunduğundan onlara kararın derinliğini ve yüceliğini iskandil etmek kalmıştır.” Türk şiirinin
modernleş mesini, “ethos ağırlıklı kanaldan değ il de, daha ziyade pathos ağ ırlıklı kanaldan akarak
gerçekleştirdiğine” inanan İsmet Özel, bunun sebebini
“geçen zaman içinde şairlerin
devlete milletten daha fazla
yaslanmakta sakınca görmeyişlerinde”
bulmaktadır.
Fakat Özel, Cumhuriyetin kurulması ile Türk şiirindeki bu modernleşmenin, bambaşka bir şekil aldığını ve
1950’li yıllara gelindiğinde
gerçek zeminine oturmaya başladığını ileri sürmektedir.
1954-1959 yılları arasında
Türk şirinin, söz konusu
olan sahadaki atılımını gerçekleştirdiğine işaret eden şairin bu fikrinin temelinde yatan
düşünce ise, I. Dünya
Savaşı ile birlikte Batı
medeniyetinin uğramış olduğu “travma”ya Türk şairlerinin de
tutulmuş olmalarıdır.
"Modern şiiri, 'modern' yapan öğe, şairin dünyaya gösterdiği tepkidir” diyen İsmet Özel, modern şiirin
gerçekten kaçmadığı için
günlük hayatın derinlemesine bir değerlendirmesini yapabileceğine işaret
eder. Şaire
göre modern şiir, “bir
edebiyat türü olarak değil,
bir yaşantı olarak doğmuştur. Varlığı dünyanın aldığı biçimle,
insan kavrayışının
niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır.” Türk insanı bu şiirle, dünyada yaşanan travmaya paralel bir
koşutluk kurmuş ve içinde yaşadığı toplumun kültürünün zorunlu kıldığı tepkiler yüzünden modern şiire
yaslanmıştır.
Modern Türk şiirini
başlı başına, kendine has bir düşünce biçimi olarak değerlendiren Özel, modernist
Türk
şairlerinin dünya içinde
bulunuşun bilincini geliştirdiklerini ve hayat
içerisinde karşılaşılan her şeyin bakılmaya ve
tadılmaya değer olduğu noktasından hareket
ettiklerini vurgular. Bu anlayışlarının
bir ifadesi olarak da bu
şairlerin, “olağan, tabii şeyler içinde canlı ne varsa,
onların harikuladeliğini
bulup çıkarmak uğraşı içine
girdiklerini” kaydeder.
İsmet
Özel, modern Türk şairlerinin
söz konusu olan bu uğraşlarını, “yeni bir biçim
bularak” yaptıklarını
vurgulamaktadır. Fakat şairin,
“yeni biçim”den kastı, var olanı zekice parlatarak, diğer bir ifadeyle intellect’in
sınırlarına yaklaşarak, şiir yazma kurallarının bir
adım ileriye götürülmesi değildir.
Özel’e göre modernist Türk
şiirinin kalkış noktası, biçimde uzlaşmayı reddetmek ve “şiirin bir yazılma formülünün
bulunmadığı noktasıdır.”
1954-59 yılları arasında, modernist duyarlılığın her yönüyle şiire hâkim olduğuna dikkat çeken şair, bu
dönemdeki asıl ana çizginin bir tür “sahicilik arayışı” olduğunu belirtir. Bu arayışı, "oontic kaygı” sözü ile de
karşılayan Özel, bu
döneme damgasını vuran İkinci
Yeni şairlerinin
“kaygılarının bir ifadesi olarak “kelimeye,
Türk şiirinde o güne
kadar sağlanamamış bir yer sağladıklarını, fiillerin
kullanılışında,
takıların ele alınışında
ve
tamlamaları alışılmadık
bir yapıda kuruşlarında
günlük anlayışın
ötesinde sahiciliğe ulaşma çabası gösterdiklerini”
belirtir.
1.2.1.10.
‘Az gelişmiş
aydınlar ülkesi’nin ‘göre’siz kalan şiiri
“Modern şiir görecedir ve görece evrelerle yenilenir.
Bugün ‘neye göre’ yenileşeceğini bilemediğimiz şiirin yine de yenileşmesini istiyoruz.
Ayağımızı
basabileceğimiz
bir sağlam
basamak var mı, yok mu”
Yeni Gündem
İsmet
Özel, 1960’lı yıllardan itibaren modern Türk şiirinin atılımını yitirdiğini ve modernist Türk şairlerin artık,
toplumcu düşüncenin
siyasal ortamla güç kazanması sonucu, şiirin aslına yönelik çabaların uzağında kaldıklarını
işaret eder. Böylelikle,
Tanzimat ile başlayan
“modernleşme” ve “yenileşme” cereyanı içerisinde,
kendi “ben”ini
bir yere konumlandırmaya çalışan
Türk şairi, Türk
kültürünün dünya üzerindeki yerini bulma çabasıyla meydana
getirdiği edebî oluşumların da uzağına düşmüş olmaktadır.
“Bugün Türk şiirinin ‘göre’si yok” diyen Özel, bunun sebebi
olarak Cumhuriyet rejiminin yetiştirdiği iki şair
kuşağının kendi şairliklerini haddinden fazla
plastik saymış olmalarını
göstermektedir. “Garipçiler”in ve
“Modernistler”in en büyük eksikliklerini, “sezgiyle farkına vardıkları şiirsel gerçeği, kültürel temelleri
itibariyle
savunamamış olmaları” şeklinde somutlaştıran şair, bugünden atılımın yapıldığı döneme bakıldığında söz konusu
olan şairlerin isabetli
bir tepkiyle ortaya çıktıklarını vurgulamaktadır.
Fakat daha sonra bu şairlerin “kendilerini şair kılan değerlere
sırt çevirdiklerine işaret
eden Özel, Melih Cevdet
Anday, Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever gibi birçok şairin yalnız şiirlerinin değil hayatlarının da
kaldıramayacağı
‘toplumsalcı’ bir edaya büründüklerine dikkat çeker.”
“Her yazın bir kitabın bir makalesi gibi düşünülmeli.”
Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar
Gençlik yıllarından itibaren “ben”i ile ilgili olana kayıtsız
kalmayan ve dünya üzerindeki varlığını
anlamlandırmaya çalışan İsmet Özel, bu gayretini, şiirlerinin dışında, kimi zaman da dergi
çıkararak, fikrî yönü
ağır gelen gazete yazıları,
denemeler, otobiyografik eserler kaleme alarak ve bu yönde yazılmış eserleri Türkçe’ye
kazandırarak ortaya koymaktadır. Şairliğinin
yanı sıra, gazetelerdeki köşesinde
ve kitaplarında dünya ve memleket
meselelerine dair yazdıklarıyla da, 1980 sonrasında çok ayrı bir yer edinen
Özel, bu eserlerinde özellikle
entelektüel birikimin kendisine kazandırmış olduğu
perspektiften hareket etmektedir.
2003 yılının Ağustos
ayından sonra günlük herhangi bir süreli yayında yazı kaleme almayan fakat
“deneme”leriyle, yayın faaliyetini devam ettiren Özel’in meydana getirdiği eserlerin künyelerini çalışmamızın “Bir
Bibliyografya Denemesi: İsmet
Özel Kaynakçası” adlı kısımdan takip etmek mümkünüdür. Bu kısımda,
çalışmamızın esasına
uygun olarak, İsmet
Özel’in gazete yazılarının veya deneme kitaplarının herhangi bir tahlili
yapılmamakta; şairin
Ataol Behramoğlu ile
birlikte çıkardıkları dergiye “II. Yeni’nin vicdanı: Halkın
Dostları”, adı altında dikkat çekilmektedir.
1.3.1.
II. Yeni’nin ‘vicdanı’:
“Halkın Dostları” Dergisi
“(...) aslında Halkın Dostları bir İsmet Özel kişiliğidir.
Bence bir kişiye
indirgenirse, bir şey
hiçbir zaman tek kişiye
indirgenemez,
ama indirgenirse, tavır olarak İsmet Özeldir. ”
Cemal Süreya
Mart 1970 yılında yayın hayatına başlayan Halkın Dostları dergisinin çıkışı ve bu dergide bir araya
gelecek
insanların amacının ne olacağı
Ant dergisindeki soruşturmada
açıkça ortaya konulmuş;
bu soruşturmadan
yaklaşık 2 ay sonra da
dergi yayın hayatına başlamıştır. Derginin ilk sayısında
“Gerici Sanata Hücum” sloganıyla
çıkış yapmasının
arkasında, aslında uzun süredir devam eden ve İsmet Özel’in askerliği süresince Ataol
Behramoğlu ile mektuplaşmalarıyla olgunlaşan bir zihinsel süreç vardır.
Modernist bir kimliğe bürünmesindeki en büyük kazanımı 1954-59 yılları arasında sağlayan Türk şiirinin,
1960’ların ortasından itibaren “iflas etmiş ” olduğunu belirten Halkın Dostları şairleri; bu düşünceleriyle yukarıda
ifadeye çalıştığımız zihinsel süreci, daha
hızlı bir biçimde yaşamışlardır. Derginin ilk sayısına
tüm canlılığıyla
yansıyan bu durum, İsmet
Özel’in “TanrıMezarını Isıtsın” adlı yazısında da kendini ortaya
koymaktadır. “İkinci
Yeni şairleri
küçük şairlerdir.
Mevlana’nın yaşadığı ülkede toplumun atardamarı,
vicdanı olamamışlardır”
diyen Özel, bu şiir
hareketinin 1960 sonrası durumu sebebiyle “yöneliş”ten öteye geçemediğine dikkat çeker.
Özel, Halkın Dostları’nın bir çıkış yaparken “en sağlam güvencesinin kendinden önce gelen kuşağın edebiyat
değerlerine olan
sadakati” olduğunu
belirtir. Nazım Hikmet’in şiirde
yapmak istediğinin ne
olduğunu ilk
anlayanlardan birinin Ahmet Haşim
olduğuna dikkat çekerek,
kendilerinin de “savundukları değerlerin
bir önceki
kuşak tarafından kolayca
anlaşılabileceğini umduklarını” ifade eder. Şair, bu beklentilerinin
yersiz olmadığını da
“bir önceki kuşak” diye
tanımladığı II. Yeni
mensupları tarafından kaleme alınan, şiirin aslına ve mahiyetine
ilişkin taşınan endişelerin birer ifadesi olan,
poetik metinlere işaret
ederek ortaya kor.
Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman”, Turgut Uyar’ın “Çıkmazın Güzelliği” ve Edip Cansever’in “Tek Sesli
Şiirden Çok Sesli Şiire” adlı yazılarında, şiir üzerine söylediklerinin
kendilerine cesaret verdiğini
belirten İsmet
Özel; fakat zamanla bu şairlerin
“kınadıkları her şey”e
ters düştüklerini ifade
eder. Bu duruma yine en sert
tepkinin, modernleşen
Türk şiirinin
kazançlarının değerini
bilen genç insanlardan geldiğini
vurgulayan şair,
“Halkın Dostları 1954-59 yıllarında atılım yapan şairlerin vicdanıydı”
demektedir.
Özel, bu çıkışın
anlaşılamadığını ve bir grup gencin taşıdığı endişelerin hiç kimse tarafından paylaşılmadığını ileri
sürerken, Halkın Dost’ları dergisinin de eleştirilecek bir takım yanlarının bulunduğunu belirtir. 1985 yılında
kaleme aldığı “Haziran
Gibi Ölmek” adlı yazısında derginin çıkış amacına özellikle işaret ederken aynı zamanda
da bir öz eleştiri
yapar. Şair, Halkın
Dostları dergisinin eleştirilecek
en önemli yanının ne heyecanı ne de şiir
meselelerine yaklaşırken
benimsediği yön olmadığını; yalnızca, derginin
haberleşme aracı olarak "kendini
niçin
Marsksizm’le sınırlandırdığını” işaret
eder.
İsmet
Özel, Halkın Dostları dergisinin 1. yılını doldurduktan sonra artık kapanma
zamanı geldiğini düşünür.
Bunun sebebi olarak da derginin çıkış amaçlarına hizmet etmeyen bir anlayışın, Halkın Dostları’na baskı yapmaya
başlamış olmasını göstermektedir.
Kuruculuğunu beraber
üstlendiği Ataol Behramoğlu bu fikre, “Halkın
Dostları çıkmayacaksa eğer,
hükümet tarafından kapatılarak çıkmamalıdır” diyerek karşı çıkar.
Bu durum karşısında
Özel, “Sorumlu Yönetmen” görevini Behramoğlu’nun kardeşi olan Nihat Behram’a
devreder. 13. sayıdan sonra Behram’ın idaresinde yayımlanmaya başlayan Halkın Dostları
dergisinde İsmet Özel,
derginin 14. ve 17. sayılarında yayımlanan iki şiirin dışında hiçbir yazı kaleme almaz. Fakat derginin künyesinde
Ataol Behramoğlu ile
birlikte, “Kurucuları” ve “Sahibi” olarak görünmeye devam eder.
Murat Belge, Ayhan Gerçeker, Özkan Mert, Haluk Şahin, Bedrettin Cömert, Asım
Bezirci, Nedim Gürsel,
Mehmet Selahattin, Bekir Yıldız gibi Halkın Dostları yazarlarının arasına,
derginin 12. sayısından sonra
İstanbul’a taşınmasıyla Tan Oral, Aziz
Nesin, Abdullah Özkan, Süreyya Berfe, Adnan Özyalçıner ve Defne
Sandalcı gibi yazarlar da katılır. 1971 yılının Eylülüne kadar çıkmaya devam
eden Halkın Dostları,
Behramoğlu’nun dediği gibi, 12 Mart 1971 yılında
ilân edilen sıkıyönetimce yayını durdurularak kapatılır.
2.
BÖLÜM
ŞİİRLERİ
2.1.
‘Şiir
kerim’: Şiir - hayat birlikteliği
ve şiirinin safhaları
“Hayatım bir şairin hayatından daha çok bir şiirin hayatına benzer.
Bir şair
hayatından hiç haberim olmadı, olamadı.
Yazanı değil, yazılanı yaşadım: Şiiri”
yasakmeyve
Hayatındaki tüm açılımı ve yönelimi şiir merkezli yaşayan İsmet
Özel, ilk şiir kitabı “Geceleyin
Bir Koşu”dan
son kitabı “Of Not Being A Jew”e kadar hayat-şiir serüvenini birlikte yaşamıştır. Şairin yaşamının
farklı
evrelerinde birer “durak” olarak kabul edilen süreçler, doğrudan şiirine de etki etmiş; 1963 yılından itibaren
oluşmaya başlayan şiir evrenindeki açılım ve genişleme, söz konusu olan
“durak”lardan geçerek meydana
gelmiştir. Hayatında şiire, Türk edebiyatında eşine az rastlanır bir tarzda
önem veren ve şiiri
hayatı içerisinde en
esaslı yere oturtan Özel, söz konusu olan yönsemeyi şiire ilk başladığı
yıllardan itibaren bilerek ve isteyerek
oluşturmaya çalışır.
“Şairliğim bir maliyet meselesidir” diyen Özel, hayatında ve şiirinde merkez nokta olarak
kabul edebileceğimiz,
kendine sunulanın reddini ve kendi varlık alanında hareket ederek kişiliğinden taviz vermeme imkânını, genç
yaştan itibaren şiirle kurmuş olduğu bu bağ sayesinde elde eder. Dolayısıyla İsmet Özel’in şiirinin hayatıyla
birlikte açımlanması da bu noktada belirir. Şairin “kadirşinas itaatsizliği”
ve “tevarüs edilmemiş asaleti”
söz
konusu olan bu birliktelikte de en önemli kazanım olarak ortaya çıkar. Genç yaşında “şiirin önemli ve değerli
şeyleri dile
getirdiği için değil, önemli ve değerli şeylerin varlığını bize hissettirdiği için hayatımızda yer
tuttuğunu”
kavrayan Özel, “insan oluş bilmecesi”nin
sınırlarına bu yoldan giderek ulaşmaya çalışacak
ve şiire
emek vermeyi aslî vazife sayıp sürekli “sahici olan”ı önceleyecektir.
İsmet
Özel’in ifadeye çalıştığımız bu şiir-hayat birlikteliğini, şairin tüm şiir evreninden hareketle örneklemek
mümkündür. Fakat söz konusu olan bu durum şairin hayat içerisindeki durakları ve dolayısıyla şiirindeki açılım
sebebiyle farklı itkilerin paralelinde ortaya çıkmaktadır. Şiirlerinin yayımlanış tarihlerini merkez alarak
değerlendirebileceğimiz bu yönsemeleri, Özel’in şiirlerini kaleme alırken
beni’nin dünyadan aldıklarından ve
dünyaya verdiklerinden ve şiir
kitaplarını yayımlarken bilinçli olarak yaptığı tasniften hareketle 6 safhada ele
alabiliriz.
Nitekim şair,
yayımlamış olduğu şiir kitaplarının anlam dünyasını önceleyerek
araladığı dünyanın
sınırlarını
ben’iyle yoklamakta; her şiir
kitabında yer alan şiirler
de bu ben’in hemen yanı başındaki
ürünler olarak
belirmektedir. Burada dikkat edilecek husus, bu safhaların şairin şiir kitaplarının yayımlanış tarihlerinden ziyade
şiirlerinin yayımlanış tarihlerine göre dikkatlere
sunulacak olmasıdır.
Söz konusu olan bu safhalar, “Serbest bırakılan zihin: Şiire başlaması, ilk şiirler ve “Geceleyin Bir Koşu” /
1954 - 1965”, “Gırtlaktan taşan şiir:
“Evet, İsyan” /
1965 - 1970”, “Geçiş sürecinin
işareti:
“Cinayetler
Kitabı” / 1971 - 1975”, ‘Yeni Hayat’ın içinden verilen poz: “Cellâdıma
Gülümserken Çektirdiğim
Son
Resmin Arkasındaki Satırlar” / 1981 - 1993”, “Yarım kalmış bir metin: “Bir Yusuf
Masalı” / 1993 -
1999” ve “Kırılan kalp, ‘azalan yaratıcı güç’: “Of Not Being A Jew” / 2003 -
2006” gibi başlıklar
altında ele
alındığında, hem Özel’in
şiire hayat içerisinde
vermiş olduğu esaslı yer anlaşılmış olacak hem de şairin şiir
serüveni netlik kazanacaktır.
2.1.1.
Serbest bırakılan zihin: Şiire
başlaması, ilk şiirler ve “Geceleyin Bir Koşu”
/ 1954 - 1965
“Yaz gitti, güz gitti
Yine geldi kış baba”
Kış
İsmet
Özel’in şiirle ilk
teması, ilkokul 3. sınıfta okurken Ankara’da yayımlanmakta olan bir ilkokul
gazetesine
kendi gayretleriyle gönderdiği,
“Kış” isimli şiiriyle başlar. Henüz 10 yaşında olan bir ilkokul öğrencisinin bu
hareketi, içinde bulunulan ortamın eğitim düzeyiyle yakından ilgilidir. Daha sonra şairin şiirle olan münasebeti
Orta 1. sınıfta, “Şiirimiz
1956” isimli, Hüseyin Karakan tarafından hazırlanmış olan bir antolojiyi okumasıyla
devam eder.
Özel’in şiirle
olan asıl irtibatı, Halide Nusret Zorlutuna’nın da jürisi olduğu ve İsmet Özel’e “sen şair olacaksın
çocuk” dediği lise
2. sınıftaki şiir okuma
yarışmasında 5.
olmasıyla başlayacaktır.
Şaire bu başarısından dolayı
“Yeni Türk Şiiri Antolojisi”
hediye edilir ve Özel ilk olarak bu kitap dolayısıyla II. Yeni şairlerinden haberdar
olur. Fakat İsmet Özel,
hem metinlere ulaşma hem
de şiirin aslına ilişkin bilgilenme sürecini, lise
son sınıfta
ikmale kaldığı cebir
dersini veremeyip 1 yıl “beklemek” zorunda kalınca yaşayacaktır.
Çalışmamızın
“Hayatı” kısmında da “Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan dünya”
başlığıyla, şairin
biyografisindeki önemi üzerine durduğumuz bu 1 yıllık süreçte Özel, sanat çevreleriyle ilişki kurmaya, edebiyat
ve şiir dergilerini
takip etmeye başlar.
Modern Türk şairlerini
bu dönemde tanıyıp okuyarak, neyi nasıl
yazabileceğinin peşine düşer.
İsmet
Özel, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt olduğu 1962 yılından itibaren ilk şiirlerini de yazmaya başlar ve
şairin 1963 yılında,
2’si “Yelken” dergisinde 2’si de “Dost” dergisinde olmak üzere 4 şiiri yayımlanır. Edebiyat
ortamında da yavaş yavaş tanınmaya başlayan İsmet Özel, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi II.
Yeni şairleriyle
tanışıp mektuplaşmaya başlar. Burada dikkat çekilmesi
gereken husus, İsmet
Özel’in söz konusu olan ilk şiirleri
yayımlanmaya başladığında özellikle II. Yeni şiiriyle olan etkileşiminin anlaşılmasıdır. Özel, bu dönemde
II. Yeni
şairlerinin yazdıklarını
“kendi yazma serüveni için başlı
başına bir imkân” olarak
görmekte, kendi şiir
evreninin
kapılarını bu şairlerin şiirsel tecrübeleriyle
aralamaktadır. Şiiri
“insanla ilgili bütün boyutları fark etme çabasında”
arayan Özel, bunun için II. Yeni şairlerinin özellikle 1954-1959 yılları arasında vermiş oldukları ürünlerle
meydana getirdikleri hazır bir “çevre” bulur.
Bu “çevre” içerisinde, “kendi olanı” yine kendinden/beni’nden
hareketle ortaya koyan şair,
bu dönemdeki kimi
şiirlerinde, II. Yeni şiirinin biçimsel
özelliklerine de yaklaşır.
Fakat bir “ergen” olarak hayat karşısında yaşadığı
deneyimleri, cinsel sıkıntılarını, gerek çocukluğundan gerekse tavrından hareketle oluşturup özgün imgelerle
parlatarak meydana getirdiği
şiirlerinde, içerik ve şiirsel kurgu itibarîyle II.
Yeni şiirinden ve şairlerinden ayrılır.
Hatta şairin bu dönemde
yazmış olduğu şiirler ele alındığında, Türk edebiyatı içerisinde kendiyle/beni’yle bu
derece “didişen” ve
bedenini böylesine horlayan ikinci bir şairin olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bu dönemden başlayarak
kendi şiir poetikasını
da oluşturmaya çalışan İsmet Özel, şiirin özüne ve estetiğine
uygun olarak bireysel odaklı şiirler
yazar. Bu noktada en önemli dayanağı, zihinsel işleyişi tamamen serbest
bırakıp ortaya çıkan her ne ise onu, sonradan bilinçli bir düzene sokarak şiirin sınırlarına dâhil
etmektir. Şairin ilk
şiirleriyle edebiyat
ortamında çarpıcı bir biçimde yer bulması da söz konusu olan bu dayanaktan
hareket ederek
“şair oluş ile insan oluş” arasındaki boşluğu imajinatif söyleyişle dolduruyor olmasıyla mümkün olur. Nitekim
Özel, bu çabası sonucunda şiirin
aslına ilişkin önemli
kazanımlar elde etmiş,
ortaya çıkardığı
metinler de “varoluş/
insan oluş” ile ilgili
endişe taşıyanlarda esaslı etkiler
meydana getirmiştir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da, Özel’in 1962 yılından 1965 yılına
kadar kaleme almış olduğu
ilk şiirlerinin, şiirsel olarak yetkin bir
donanımla ortaya konulmuş olmasıdır.
Henüz 20’li yaşlarda
olan bir şair
için oldukça önemli olan bu özellik, Özel’in de sürekli akılda tuttuğu ve dönemin şairleriyle olan ilişkisinde göz
ardı etmediği bir
durumdur. Ataol Behramoğlunun
da belirttiği gibi şairin bu dönemde yazdıklarını
anlamak
"onun genel şiir
evrenini kavramada belki birçok şair için olduğundan daha fazla önem taşımaktadır.”
İsmet
Özel, 1965 yılının ortalarına kadar “Türk Dili”, “Şiir Sanatı”, “Dönem”, “Dost”, “Evrim”, “Yapraklar”,
“Mülkiye” ve “Devinim/..V" gibi dergilerde yayımladığı 20 şiirinden 18’ini, Mart 1966 yılında "Geceleyin
Bir
Koşu” adıyla
kitaplaştırır. Şair bu kitabına daha evvel
hiçbir dergide yayımlamadığı
2 yeni şiir eklemiş, bunun
yanı sıra 4 şiirini de
kitaba dâhil etmemiştir.
Bunlardan “Karoon” ve “Gececil Kuşların Ürkmediği
Aydınlık”
adını taşıyan şiirlerini “henüz son aşamaya varmadıklarını” düşündüğü için kitabına koymayan Özel, “Partizan”
ve “Çağdaş Bir Ürperti” adlı çalışmalarını da yeni bir şiir evreninin kapılarını
araladığı için
“Geceleyin Bir
Koşu”dan çıkarır.
Nitekim Şubat 1964
tarihinde kaleme alınan “Partizan” ve Şubat 1966 yılında yazılan “Çağdaş
Bir Ürperti”, 1969 yılında yayımlanan “Evet, İsyan” kitabına
girecektir.
2.1.2.
Gırtlaktan taşan
şiir: “Evet, İsyan” / 1965 - 1970
“Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle
söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.”
Partizan
İsmet
Özel’in şiirlerinin oluşum süreci göz önünde
bulundurulduğunda “Partizan” şiiriyle başlatılabilecek yeni
bir safhadan söz edilebilir. “Geceleyin Bir Koşu” kitabını dolduran bireysel duyarlılıkla
kalem alınmış şiirlerin
dışına çıkarak toplumsal
olana yönelmeye başlayan
şair, bu evredeki şiirlerinde de kalkış noktası olarak yine
beni’nden hareket eder. Fakat toplumun kendisine dayattıklarına karşın, hayatı kendi varlık
alanıyla karşılamaya
çalışan ben’in bu
seferki dayanağı sadece
çocukluğa ya da geçmiş yaşantılara ait bir takım anılar değil bizzat
içinde yaşanılan hayatın
kendisidir.
Bu anlamda şirinin
evrenini de giderek genişleten
Özel, belli başlı
izleklerine de anlam dünyasında açılım
meydana getirir ve “Şiir
Sanatı”, “Papirüs”, “Yeni Dergi” ve “Halkın Dostları” gibi dergilerde
yayımlanan 14
şiirini 1969 yılında “Evet,
İsyan” adıyla
kitaplaştırır. Çalışmamızın ileriki bölümünde şairin metinlerinden
örneklerle dikkate sunulmaya çalışılacak olan bu açılım şimdilik, “Geceleyin Bir Koşu”daki kimi şiirlerin
yazılması için “itici güç” görevi gören “yıkıcılığın”, şairin
bedeninden, toplumu kendi güdümüne çekmeye çalışan
değerlere yönelik olarak
yön değiştirmiş olmasıyla ifade edilebilir.
Şiirsel
olanın sınırlarından çıkıp reel olana yaklaştığımızda,
Özel’in bu dönemde, daha çok “sosyalist” olarak
adlandırabileceğimiz, yoğun bir faaliyet içerisinde
olduğu görülür. Fakat şairin, şiirsel olanla reel olanı
birbirine
yaklaştırmak istediğinden ve şiirindeki açılımı dünyaya
konumlanmaya çalışan
beni’yle birlikte yaşadığından,
devrimci duyarlılığının şiirine de yansımamış olması düşünülemez. Nitekim henüz
birinci şiir kitabı
yayımlanmadan dergilerde boy gösteren “Partizan” ve “Çağdaş Bir Ürperti” şiirleriyle
başlayan bu duyarlılık,
dönemin eleştirmenleri
tarafından da dikkatle izlenir.
Eser Gürson’un "Geceleyin Bir Koşu” yayımlandıktan sonra,
Özel’in bu kitaptaki şiirleriyle
dergilerde kalan
“Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti” ve “Evet, İsyan” gibi şiirlerine yansıyan psikolojik
verilerden hareketle kaleme
aldığı yazısında, söz
konusu ettiğimiz bu duyarlılığı “Bu tip sancılı şairlerin garip yazgısıdır: Ya
Rimbaud gibi
yirmi birinde kopacak şiirden,
ya Necip Fazıl gibi İslamiyet
yoluyla bir dinginlik kaynağı bulacak, ya da İsmet
Özel gibi partizan olacak”
şeklinde öngörür.
Fakat şair,
her ne kadar içinde bulunduğu
ortamda sunulanın reddi için aktif olarak mücadele etse ve kalemiyle de
bu “karşı oluş”u şiirselleştirse de şiirinin gündelik düşüncelerin birebir karşılığıyla
uyum içerisinde olmamasına
özellikle dikkat eder ve şiirdeki
politik söylemlerin okuyucuyu “ucuza kapatmak” olduğunu düşünür.
Bu
tehlikenin içerisine düşmemek
için de şiir uğruna giriştiği tüm çabalarının, “dünyayı anlamlandırma
çabalarıyla
ortak doğrultuda birleşmesi” için çalışır. Bu durumu "eslelık
bir mesele” olarak kabul eden Özel, çözümü ise
“politik anıştırmaları
durdukları yerden çıkarmakla ve ‘saf şiir’ söylemini de günlük hayat içinde teşhis ettiğimiz
gerçeklere bulaştırmakla”
bulur.
“Evet, İsyan” kitabında yer alan şiirlerden bir kısmını askerlik yaptığı süre içerisinde yazan İsmet Özel, bu
dönemde şiirle olan
irtibatını daha da sağlamlaştırır ve o güne kadar şiir bakımından hayatının en
verimli
dönemini geçirerek 7 şiir
kaleme alır. Şairin bu
dönemde yazdığı şiirlerinde kullanmış olduğu terminoloji, şiire
yüzeysel olarak yaklaşıp
onu kelimelerin sözlük anlamlarıyla okumaya çalışanlar için de anlamlandırmaya
müsaittir. Fakat Özel’in bu şiirlerini
ideolojik bir takım yönsemelerin ışığında
okuyanlar her şeyden
önce şiiri
zaafa uğratmış olmaktadırlar. Radikal
imajlarla örülü olan Özel’in bu dönemdeki şiirleri, dünyada bulunuşunu
karşılaştığı metinlerle onaylama eğilimde olanlardan ziyade bir rahatsızlık /
“farkındalık” dolayısıyla konumunu
sorgulama ihtiyacı içinde olanlara yönelik olarak belirmektedir.
Bu belirginlik alanı, soru sorulmadan yalınkat kabul edilen
ideolojilerin yerine insanın var oluşunu temel alan
endişelerle birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı hale gelmektedir. Buradan
hareketle “Evet, İsyan”da
bir araya
getirilen şiirlerin
ontik yapısının da göz ardı edilmemesi gerekmekte; bu şiirlerle, varoluşsal endişeyi taşıyan
bir
ergenin “sahicilik” arayışı
içerisinde bulunarak hayatı kendi için dokunulur kılma gayreti akılda
tutulmalıdır.
Nitekim o dönemde, hayatın olağan
akışı içerisinde "neyin
olağan, neyin olağan dışı veya olağanüstü olduğunu
doğru dürüst
tartamamanın acısını çeken”
İsmet Özel, bunun ayırtına varabilmek için “mutlak emniyet”in
ihtiyacı içerisine girerek ontolojik kaygıyı yaşamaya başlayacak ve bunun bir ifadesi olarak da öncelikle şiirin
saçağı altına sığınacaktır. "Evet, İsyan” kitabının
“Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Kan Kalesi”,
“Bir
Devrimcinin Armonikası”, “Evet, İsyan”, “Yaşamak Umrumdadır” ve “Sevgilim Hayat” şiirleri, ifadeye
çalıştığımız kaygının işaretlerini taşıması bakımından önem
kazanmaktadır
2.1.3.
Geçiş
sürecinin işareti: “Cinayetler Kitabı” /
1971 - 1975
“Bütün müsveddelerimi yırttım,
göğsümün
kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir.
Sana çok önceden, bir yaz sonu, bir parkta
sıkılmış yumruğumu ısırarak
buna benzer bir şeyler
söylemiştim
milât yok
demiştim, milât
yer almayacak hayatımızda.”
Kötü Şiirler
Çalışmamızın
“Hayatı” kısmında sebepleri ve oluşum süreci üzerinde etraflıca durmaya çalıştığımız İsmet
Özel’de
başlayan “değişim”, bu dönemde kaleme aldığı şiirlerine de doğrudan
yansımıştır. Şairdeki bu durum, “çürüksüz,
çürütücü olmayan ve insanların eksilmeyen bir yararı sürekli olarak elde
edebilecekleri işlere
bağlanması”
olarak ele alındığında,
baştan beri devam eden
bir arayışın neticesi
olarak ortaya çıktığı
görülmektedir. Bu içerikle
zenginleşen şiirlerdeki tema değerlerinin izlekleri
çözümlendiğinde, tüm şiir evreninin bu durumdan
“iz”ler
taşıdığı daha net anlaşılabilecektir.
Özel, ilk şiirlerini
kaleme aldığı ve bir
ergen olarak bireysel varlık alanına yöneldiğinde de beni’yle
konumlanabileceği bir
hayat bulamamış bunun
bir sonucu olarak da arayışını,
öncelikle geçmiş yaşantısını daha
sonra da zedelenmişliklerini
yücelterek ortaya koymuştur.
“Geceleyin Bir Koşu”da
beliren şiirler bu
ben’in
arayışıdır. Daha sonra
bu ben’in hem şiirsel
hem de kişisel
dünyasında, içinde bulunulan hayat içerisindeki
yanlışlıkların ve
eksikliklerin düzeltilebilmesi için “sosyalist” duyarlılıkla belirginleştirdiği bir tür “sorumluluk”
söz konusudur. Hayatı bütünüyle kavramaya çalışan bu “bilinç”, kişisel yaşantısında ve toplumsal ilişkilerinde
“sahiciliğin” arayışı içerisinde olmuş, bunun bir sonucu olarak da
“huzursuzluğu” yaşamaktan kurtulamamıştır.
“Evet, İsyan”da
beliren şiirler, bu
ben’in arayışının birer
yansıması olarak da okunabilir.
“Cinayetler Kitabı”na gelindiğinde ise hayatî tecrübelerden/yaşanmışlıklardan ötürü, dünyayı ve tüm ilişkilerini
sorgulamak durumunda kalan bu ben’in huzursuzluğu artarak devam etmiş ve arayış, tekrar bireysel merkezli
olmaya başlamıştır. Özel’in hayatıyla şiirlerinin birebir yol aldığının verileri olarak da değerlendirilebilecek olan
bu dönemdeki ürünler, şairin
“Evet, İsyan”
kitabındaki şiirlerle
öne çıkardığı hayatın,
bütün yönleriyle
sorgulanması olarak belirmektedir. Bu dönemdeki “arayış”ın neticesi olarak şairin önünde açılan “korku ve
tedirginlik içinde olmadan yürüyebileceği yol” ile varmak istediği yer, "nisanın içinde her tür
dalgalanmadan
etkilenmeyecek bir mutlak bulunduğu inancı”dır.
Söz konusu olan bu gayret, her ne kadar Özel’in şiir evreninde geriye doğru gidildiğinde 1. ve 2. şiir
kitaplarındaki şiirlerle
de örneklenebilirse de 1970 yılında yayımlanan “Mazot” şiiriyle ciddi işaretler vermeye
başlayacak, fakat asıl
anlamını 1971 yılında “Halkın Dostları” dergisinde yayımlanan “Kötü Şiirler” ile bulacaktır.
Nitekim kitaplarında bir araya getirdiği şiirlerinin
oluşturduğu anlam dünyasına dikkat eden
Özel, "Cinayetler
Kitabı” nı “Mazot” şiirinden
sadece bir bölümle başlatacak;
1970’ten 1975 yılına kadar “Halkın Dostları”, “Yeni
Dergi” ve “Diriliş”te
yayımladığı şiirlerini, “Sevgilime İftira” ve “Akla Karşı Tezler’i dışarıda tutarak bir araya
getirecektir.
İsmet
Özel, "(Cinayetler Kitabı”nın ilk 9 şiiriyle ortaya koyduğu huzursuzluğunu ve beraberinde gelen arayışını,
Sezai Karakoç’un “Diriliş”
dergisinde yayımladığı
“Amentü” adlı şiiriyle
1974 yılında sonlandırmış olmaktadır.
Böylelikle müslüman dünya görüşüne
bağlanan şair, var oluşunun anlamını ben’i etrafında
ördüğü “mutlak
emniyet” alanıyla netleştirmiş ve ontik kaygısını gidererek
aslî/varoluşsal
sıkıntısına çözüm bulmuştur.
Şairin 3.
şiir kitabının adının "Cinayetler
Kitabı” olması da anlamlıdır. Daha önceki iki şiir kitabına ve “Cinayetler
Kitabı” ndan sonra yayımlayacağı 3 şiir
kitabına, kitabın içerisinde bulunan şiirlerden birinin adını veren Özel, bu
kitabına vermiş olduğu bağımsız bir isimle, sorgulama sürecinden sonra
özellikle biyografisinde meydana gelecek
değişikliğe/“Yeniden doğuş”a
işaret etmektedir.
Özel’in şiirlerinin
yayımlanış tarihlerini
göz önünde bulundurulduğunda,
“Amentü” şiirinden sonra
1975 yılının
Ocak ve Şubat aylarında
yine “Diriliş”
dergisinde yayımlanan “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi” ve
“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni Oraya Aldır” adlı şiirler,
şairin henüz tam olarak
sorgulama sürecini geride bırakmadığının bir ifadesi olarak anlaşılabilir. Özellikle “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora
Çalan Mavisi”nin anlam dünyası düşünüldüğünde
bu şiirin, “Amentü” şiirini hazırlayan bir yapı
içerisinde
olduğu belirmekte;
yayımlanış tarihi daha
sonra olsa da kaleme alınışı
“Amentü” şiiri öncesi
olabileceğini akla
getirmektedir.
Özel’in varoluşsal
sıkıntısının tam olarak sona erdiğinin göstergesi olarak kabul edilebilecek metinler ise, 6 yıl
gibi uzun bir süre sonra yazılmaya başlanacak olan şiirler
ile ortaya çıkacaktır.
2.1.4.
‘Yeni Hayat’ın içinden
verilen poz: “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar” / 1981 - 1993”
“Kış
geçti, öksürük haplarıyla
geçti cumartesi
hiçbir şey
söylemeyen sözlere varmak için
her şeyin sonuna
kadar söylenmesi gerekti
incir... yarpuz... karamda...
lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.”
Ils Sont Eux
"("inayetler
Kitabı” çıktıktan sonra 1981 yılına kadar herhangi bir şiir yayımlamayan İsmet Özel, 1980 yılında,
1964 ile 1974 yılları arasında kaleme aldığı şiirlerini
"Şiirler 1962-1974” adını verdiği kitapta bir araya getirir.
Yine aynı yılın Ocak ayında, şiire
dair görüşlerini "Şiir Okuma Kılavuzu”nda
ortaya koyan Özel, sessizliğini
“Sanat Olayı” dergisinde yayımladığı 3 şiirle bozar. "Şiirine bir zamanlar kaynaklık eden ergenlik
boğuntularının
ona şiirini bu
yönde sürdürmeye olanak verebilmeleri ölçüsünde genç bir şair değil artık”
şeklinde yapılan
yargılarla, yeni girdiği
“hayat” içerisinde nasıl bir şiir
ortaya koyacağı merakla
beklenen şair,
varoluşla ilgili
problemlerine çözüm bulmuş bir
insan olarak şiirler
yazmaya devam eder.
“Mutlak emniyet”i elde etmiş olmanın şairin beni’ne kazandırdığı güven, bu dönemde kaleme almış olduğu
şiirlerinde bütünüyle
kendini hissettirmektedir. Özel, bu bakış açısıyla, insanların kendilerine sunulanı kolayca
kabul ediyor olmalarını, benliklerine yabancılaşarak “yaşayıp gitme”lerini ve modern dünyanın “şahsiyet”ler
üzerinde kurduğu baskı
alanlarını ironiyle karışık
bir söyleyişle şiirselleştirmeye başlar. Fakat burada önemle
ayırtına varılması gereken husus, İsmet Özel’in ilk şiirlerinden
bu yana devam eden “sahicilik arayışı”nın
herhangi bir yönelime uğramadan
devam ediyor olmasıdır. Şair,
sosyalist çevreden kopup müslüman dünya
görüşüne bağlandıktan sonra da, varlıkla
ilgili en önemli problemini halleden bir ben’in sahibi olarak, söz konusu
olan “sahicilik” için “antikonformist” tavrını devam ettirir.
Özel’in ilk üç şiir kitabında da gerek bireysel gerekse toplumsal kaynaklı olarak
devam eden bu tavır, şairin
tüm
şiir evreninde, şiir yazma dürtüsü olarak
belirmektedir. Nitekim bu durum, bugün de içinde bulunduğumuz zaman
diliminde şiir yazmaya
devam eden şaire
kaynaklık etmektedir.
İsmet
Özel, 1982 yılında kaleme aldığı
tek şiirini “Hürriyet
Gösteri” dergisinde yayımlamadan önce, "Şiir Okuma
Kılavuzu”, "Geceleyin Bir Koşu” ve "Cinayetler Kitabı” adlı
metinlerinin tamamını, 1982 yılının Haziran ayında
"Şiir
Kitabı” adıyla “Adam Yayınları”ndan bastırır. Daha sonra şair, hiçbir yerde yayımlamadığı 2 şiirini de ilave
ederek 1984 yılında “Cellâdıma Gülümserken” adıyla 4. şiir kitabını çıkarır.
Özel’in bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde
kendini iyice hissettirmeye başlayan
ve yoğun bir şiir işçiliği
gerektiren zekâ ve kurguya dayalı şiirlerinin sayısı giderek artar. Modern dünyada yaşayan insanın ontik
çıkmazını konu ederek, şiir
evreninin sınırlarını genişleten
Özel, imge yoğunluğu ile kaleme aldığı şiirlerinin yanı
başına, özellikle “Evet,
İsyan”
kitabıyla başlayıp ve "Cinayetler
Kitabıyla” devam eden süreçte, yaşayan insanı
merkez alarak hayatı daha fazla “dokunulur kılmak” için ortaya çıkardığı şiirlerini kor.
İsmet
Özel’in modern Türk şiirine
olan katkısı da bu noktada belirmektedir. II. Yeni şiirinin 1950’li yılların
ortalarından 1960 yılının başına
kadar hayat karşısındaki
etkin tavrına şair,
insanı bulunduğu yerden
başka bir
yere -şiirin yapısını
zedelemeden- çağırarak,
önemli kazanımlar eklemiştir.
Özel, imajinatif söyleyişin
yoğunlukla
öne çıktığı şiirlerinde bile toplumun uzağına düşen bir şiirden kaçınmış; insanın ontolojik boyutunu, kullanmış
olduğu
kelimelerin ritmini azaltmadan şiirin
bütünü içerisinde işlemeyi
başarabilmiştir.
Tamamı 1993 yılının başında yayımlanacak olan “Of Not Being A Jew” adlı şiirinin bir bölümünü “Of Not
Being
A Jew’dan” adıyla 1986 yılının sonunda “Adam Sanat” dergisinde yayımlayan İsmet Özel, 1987 yılında da
tüm
şiirlerini “Erbain” adlı
kitapta bir araya getirir. Daha sonra uzun bir suskunluk dönemine giren şair, 1992 yılının
başına kadar şiir yayımlamaz. Bu yıl
içerisinde “Dergâh”ta “Mevsimlerin İnsana Yaptığı
Fenalıklar” adlı şiirini
yayımlayan Özel, 1993 yılı içerisinde de, şiirinin tükendiğine dair yorumlar yapılırken, yine aynı dergide 4 şiir
kaleme alır.
Bu şiirlerden
özellikle “Of Not Being A Jew”, Özel’in o zamana kadar yazdığı şiirler içerisinde en uzun şiir olma
özelliği taşırken, girmiş olduğu “yeni hayat” içerisinde de devam eden
kendine sunulan karşısındaki
huzursuzluğunu/“farkındalığını” baştan sona kaybolmayan şiirsellik ve düşmeyen ritimle dikkate sunması
bakımından önem arz etmektedir. Bu şiirde, özellikle “ev”, “şarkı” ve “kalp” metaforlarıyla kurulan koşutluk, söz
konusu olan farkındalığın
“dönmek” fiiliyle meydana getirdiği açılımı imlemesi bakımından ayrıca önem taşır.
Yine şair bu dönemde,
yazmış olduğu bu uzun soluklu şiirinin yanında “İki Kanat” ve “Demangeaisum ”
adlı kısa
2 şiirle de "Geceleyin
Bir Koşu” da
beliren ürünlerin sınırına yaklaşmış olmaktadır.
2.1.5.
“Yarım kalmış
bir metin: “Bir Yusuf Masalı” / 1993 - 1999”
“Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez”
Yedinci Bab
İsmet
Özel, 1993 ve 1994 yılları içerisinde yayımladığı “Münacat”, “Naat”, ve “Sebeb-i Telif” isimli şiirleriyle
1998 yılında yayımladığı
“Dibace” adlı şiirini
1999 yılının Aralık ayında 5. şiir
kitabı olan “Bir Yusuf Masalı”nın
giriş kısmı olarak
yayımlar. Bu kitabın “masal” kısmını oluşturan “7 Bab” ise daha önceden hiçbir yerde
yayımlanmadan bu kitaba dâhil edilir. Şair, bu kitabının giriş kısmıyla asıl metin arasında şiirin işlenmişliği
açısından fark olduğunu
ifade etmekte ve masal kısmını elden geçirerek, “hiçbir mısraı çıkarmadan, değiştirmeden
yapacağı ilavelerle
metne hem güç hem de genişlik
kazandırmayı tasarlamaktadır.”
Milenyuma 2 gün kala Muammer Karaca Tiyatro Salonu’nda, şairin bizzat kendisinin
kitabın tamamını okuyarak
okuyucuyla buluşturduğu “Bir Yusuf Masalı”, özellikle
“Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif’ ve “Dibace”
bölümleriyle, şairin
müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra şiir alanında ulaşmış olduğu yerin bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Söz konusu olan bu göstergeler şairin hem poetik açılımı yaşayarak şiirselliğe
hâkimiyeti noktasında, hem de kelimelerin ses değerleriyle birlikte dilin kullanımına yönelik olarak
belirmektedir.
Özel, “Cellâdıma Gülümserken” kitabıyla meydana
getirdiği anlam
dünyasına, geleneksel bir form içerisinde
modern bir söyleyiş kondurmuş olmakta ve öteden beri
içerisinde olduğu
“sahicilik” arayışının
“Yeni Hayat”
içerisinde de devam ettiğini
ortaya koymaktadır.
Yapı itibarîyle Mesnevî türüne benzer tarzda bölümlenen bu
kitap, alışılmış olmayan bir söyleyiş biçimiyle
dikkatleri toplamış;
örneğin ilâhî güce
yakarış ve peygambere
sesleniş biçiminde,
sadece şairin tüm şiir evreninde
çıkış noktası olan
“ben’in hareket noktası alınmasıyla değil, içerik olarak da bir kırılma meydana getirilmiştir.
Fakat bu kırılma formdan ziyade, “Münacat” ve “Naat” türleriyle insanların
zihinlerinde oluşmuş olan
gelenekselleşmiş söyleyiş biçimi ve içerik hususundaki
alışkanlıklar ile
ilgilidir.
Kitabın “anlatı” bölümü, bu gün halen Erzurum yöresinde
anlatılan “Hüsnü Yusuf’ masalı ve “Yusuf İle
Züleyha” hikâyesiyle benzerlik göstererek ilerlemektedir. Fakat şairin annesinden dinlediği ve 1967 yılından beri
yazmayı planladığı bu
masal, “Yusuf’ ile birlikte diğer
kahramanlara yüklenmiş simgesel
değerlerle farklı anlam
katmanlarına yönelir. Çalışmamızın
Özel’in şiirinin tema
bakımından ve içerik olarak incelendiği bölümünde de
görüleceği gibi bu anlam
katmanları, şairin diğer şiirlerinin “derin yapısı’nda da ortaya çıkan
okumalardan çok
ayrı bir yerde durmamaktadır.
İsmet
Özel’in şiir evrenindeki
izlekler birbirine ulanarak devam ettiğinden, 5. kitabının masal kısmından da
insanlara ulaşan bir tür
“kendilik” çağrısı söz
konusudur. “Bir Yusuf Masalı” nın bütünü düşünüldüğünde
ve
“giriş” kısmındaki şairin şahsî tecrübesinden hareketle yükselen sesle
birlikte okunduğunda
daha da anlamlı hale
gelen bu çağrı, insanın modern zamanlarda “eşref-i mahlûkat” olarak hiçe sayılması ve mecbur
bırakılmışlıklarına
yöneliktir.
Özel, 1999 yılının başında yayımladığı “Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara, Kısa Çakı, Paslı
Pantolon, Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”,
adlı şiirinden sonra
2001 yılında “Gerçek Hayat” dergisinde bir şiir
yayımlar. Bu şiirlerle
birlikte daha önce kitaplarında yer vermediği 4 şiiri
ve yeni yazdığı 1 şiirini şair, eski
şiirlerinden yapmış olduğu seçkiyle birlikte 2003 yılında “ÇatlıycakKadar
Aşkî” adıyla
kitaplaştırır.
Bu kitapta ilk defa okuyucuyla buluşturulan “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı” adlı metin, İsmet
Özel’in Ağustos 2003
tarihinde “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum” diyerek
çıkmış olduğu “yolculuk”tan izler taşımaktadır. Şairin bu tarihten itibaren
kaleme almış olduğu şiirleri bu bakış
açısıyla değerlendirildiğinde, 60 yaşını geçen İsmet Özel’i yeni şiirler yazmaya sevk eden
“dürtü”nün mahiyeti
biraz olsun anlaşılabilecektir.
2.1.6.
Kırılan kalp, ‘azalan
yaratıcı güç’: “Of Not Being A Jew” / 2003 - 2006
“Arkadaşlarıma söyledim
Soluyor solduruyoruz
Hiçbir şehrin
Montevideo’nun bile
Sundurmasında soluk bırakmadılar dedim
Sözümü tersten aldı arkadaş olacak dümbelekler
Bana terslendi hepsi”
Savaş Bitti
İsmet
Özel, 2005 yılının son gecesinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nunda “son şiir kitabım” dediği “Of Not
Being A Jew” isimli 6. kitabını kendi sesinden okuyarak okuyucuyla buluşturur. Yalnızca “Çatlıycak
Kadar
Aşkî” adlı şiir seçkisinde yer verdiği, daha evvel kitaplarına
girmemiş şiirleriyle,
2003 tarihinden sonra
“ismetozel.org”da ve “merdivenşiir”de
yayımladıklarını bir araya getiren Özel, “John Maynerd Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” isimli şiirinin
“11, 12, 13, 14, 15, 18, 19 ve 20.” bölümlerini de ilk olarak son
kitabında yayımlar. Özel’in bu kitabının bir özelliği de, henüz yazılmamış olan şiirlerin
boş birer sayfa olarak,
sadece isimlerini ihtiva ediyor olmasıdır. "Bennım hemen bütün şiirlerim adı önceden konmuş şiirlerdir” diyen
şair, bundan sonra
yazacağı tüm şiirleri “son” kitabına dâhil
ederek yayımlayacağını
belirtir.
“Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok”
diyen İsmet Özel’in 2003
yılından sonra yazdıkları, hayatında
yaşadıklarının ya da yaşamaya mecbur
bırakıldıklarının, kendi bireysel dünyasında karşılık geldiği yerden
doğmakta, kimi yerde “anlaşılamamış olma”nın verdiği bir tür huzursuzluk, kimi yerde insanların
sıradanlaşmışlıklarını açık etme, kimi
yerde de ironiyle karışık
bir tür kırgınlık olarak belirmektedir. Öteden beri
şiirlerinde önemli bir
özellik olarak varlığını
koruyan “otobiyografik şiir’e
şair, bu dönemde
yazdıklarıyla
yenilerini eklemiş; 2005
yılında yayımlanan “Savaş Bitti”
isimli şiiriyle de bunun
en uzun örneğini vermiştir.
Özel’in bu dönemde yazdığı şiirlerden
“MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim”i, “Kızkulesi Beyaz İken” adlı
metinleri ve 2006 yılında yayımlanan henüz kitaplaşmamış
olan “Orta Yaşlı
Bürümcüğün Ninnisi” ve
“Hişt,
Baksana” adlı şiirleri
ayrı tutulursa, diğer şiirlerin Özel’in şiir evreninde başka örneklerine
rastlanamayacak
uzunlukta olduğu
görülmektedir. Özellikle “Savaş Bitti” şiiri
“663”, “John Maynerd Keyners’ten Nefretimin
Yirmi Sebebi” adlı şiir
de “953” dize sayısıyla Türk Edebiyatı’nda benzerine az rastlanır bir uzunluğa sahiptir.
İlk şiirlerinden başlayarak kısa şiirlerin yanı sıra kaleme
aldığı, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Kan Kalesi”, “Amentü”,
“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim
Son Resmin Arkasındaki Satırlar”, “Ils Sont Eux”, “Üç Frenk Havası”,
“Of Not Being A Jew” ve “Bir Yusuf Masalı” gibi uzun şiirlerin şairi olarak İsmet Özel, “Savaş
Bitti”de şiirin
ritminin zaman zaman düşmesine
engel olamaz. Fakat yine uzun bir şiir olan “John Maynerd Keyners’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi”, bölümlerle ayrılmış olmasına rağmen ritim, söyleyiş
ve bütünlük açısından daha
başarılıdır.
Özel, uzun şiirlerin,
bir şairin “yaratıcı
gücü” ile çok yakın ilgisi olduğunu
belirtmekte ve esas olanın, şiirin
kısa
olması gerektiğine işaret ederek “yaratıcı
gücünüz zayıfladıkça şiirler
uzar” demektedir. Yaratıcı gücünün
zayıflamasını ise şair,
ilerleyen yaşına bağlamaktadır. Turgut Uyar, 1983
yılında katılmış olduğu “Yaş ve Şiir”
konulu açıkoturumda, şairlerin
yaşlarının ilerlemesiyle
konuya yaslanacaklarını ve biçim oyunlarına gireceklerini
belirterek “Birçok yaşlanmış şair, son dönemlerinde
vezinli-kafyeli tekrarlı mısralara kapılırlar. Hep
gördüğümüz bir şey bu” demektedir.
Uyar’ın şairler
için ileri sürdüğü bu
öngörüsünün tamamı İsmet
Özel için geçerli olmasa da; şairin
son dönemde
kaleme aldığı şiirlerindeki dikkat çeken bir
başka durumu da akla
getirmektedir. İmge yoğunluğunun daha az
görüldüğü, kurguya
dayanarak zekânın ve işçiliğin daha fazla yer ettiği 2003 yılından sonraki şiirler, her ne kadar
şairin kendisini tekrar
etmekten uzak durmak için ortaya konan gayretler olarak anlaşılabilirse de “yaratıcı
gücünün azalması” olarak da değerlendirilebilir.
3.
BÖLÜM
ŞİİRLERİN TEMA, İÇERİK VE YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ
3.1.
Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi
İsmet
Özel şiirinin tema ve
içerik bakımından incelenmesi, şairin
ilk şiirinden son şiirlerine varıncaya kadar
içerik
olarak öncelediği
vurguların belirlenmesine ve baskın olarak ortaya çıkan temaların işaret edilmesine imkân
verecektir. Fakat burada akılda tutulması gereken önemli bir nokta, bu türden
bir incelemenin ve şiiri
böylesi bir
tasnife tabi tutmanın pedagojik açıdan İsmet Özel şiirinin anlaşılmasına
katkıda bulunacak olmasıdır. Diğer
taraftan şiir, şairiyle ve kendini var kılan
diğer parçalarla
birlikte bir bütün olarak ortaya çıkmakta ve onunla
etkileşime/iletişime geçen her okuyucuda
farklı anlam katmanları meydana getirmektedir. Dolayısıyla herhangi bir
şiirde ortaya konan
vurguların anlamlandırılması doğrudan
doğruya o şiire “yaklaşan” okuyucunun hazır
bulunmuşluğuyla, estetik beklentileriyle
ve şiire olan yaklaşım tarzıyla ilgilidir.
Şiire
hangi açıdan “yaklaştığı” ve bunu yaparken de şiirle olan etkileşimde/iletişimde nasıl bir “açılım”
gösterdiği
tam da kestirilemeyecek olan okurun durumu, Umberto Eco’nun yapmış olduğu tasnif içerisinde ele alınabilir.
Eco, “bir metni kat etmenin iki yolu vardır” demekte ve özellikle şiire “kinci düzey örnek
okur” seviyesinden
yaklaşmak gerektiğine işaret etmektedir. Metnin içerisine kendini
dâhil ederek anlamın tamamlanmasında etkin rol
oynayan ikinci düzey örnek okur, böylelikle şiiri her okuduğunda farklı anlam katmanları içerisinde tekrar inşa
edebilme imkânını elde etmiş olmaktadır.
Akşit Göktürk’ün de
vurguladığı gibi, bir
metnin anlamını “metiniçi
göstergeler ile okurun düş gücü
arasındaki alışveriş belirler ve metnin işlevi okurda bütünlenir.”
Söz konusu olan bu yaklaşım tarzı çocukluğundan, şiir yazmaya başladığı ergenlik dönemine, oradan
da farklı
‘durak’larda eğleşerek dünyayı “ben”iyle
yoklamaya gayret gösteren bir şairin
şiirine “yaklaşırken” akılda
tutulması gereken önemli bir araç olarak belirmektedir. Buradan hareket edildiğinde Özel’in şiiri bir bütün olarak
karşımıza çıkmakta ve bu
“bütün”ün içerisinde farklı içeriklerle belirginleşen temalar, şair ben’inin izlenimleri ve
algılama biçimleri olarak belirmektedir. Dolayısıyla Özel, toplumsal olanı şiirleştirirken de yine bireysel olandan
hareket etmekte ve “dış dünya”ya
“iç’ten/iç’erden” bakmaktadır. İsmet
Özel şirinin en önemli
özelliğinden biri
olan bu durum, şiirler
kronolojik olarak ele alındığında
daha net anlaşılacak ve
ortaya konabilecektir.
Bu bakış açısıyla
Özel’in şiirlerinde
belirginleşen temalar, şu başlıklar altında incelenmeye çalışılacak; bu temalar
söz konusu edilirken farklı içeriklerle dikkatlere sunulacaktır: “Ben’in ilk
sığınağı: Çocukluk”, “Dünyaya
konumlanmaya çalışan
Ben’in huzursuzluğu/‘kargaşa’sı: Cinsellik”, “Alt edilen
mukadderat: Ölüm”,
“Şahsî olandan
toplumsal olana yöneliş:
Devrimci duyarlılık”, “Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik
olma”: Yalnızlık”, “Arayışın
izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden Doğuş’”, “Devam eden devrimci
duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi”
3.1.1.
Ben’in ilk sığınağı:
Çocukluk
“Ey çocukluk! Ey Romasızlık!”
John MaynardKeynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi
“Çocukluk”, Özel’in ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar içerik olarak sürekli yer bulan bir
tema olarak karşımıza
çıkmaktadır. İsmet
Özel’in şiiri üzerine değerlendirmede/eleştiride bulunanlar “çocukluk”
söz konusu olduğunda
şairin ilk kitabını
merkez almakta ve buradan hareketle yargıda bulunmaktadırlar. "Geceleyin
Bir Koşu”daki
şiirleri kaleme aldığında 18-20 yaşlarında olan şair, 60 yaşını geçtiği dönemde yazdığı kimi şiirlerinde de
çocukluğa içerik olarak
yer vermektedir.
Hayata ben’iyle konumlanmaya çalışan ve kendi olanı, yaşamı içerisinde sürekli önceleyen bir şairin çocukluğa
bu denli önem vermesi çok doğaldır.
Çünkü çocukluk, her haliyle en temiz ve doğal olanı karşılarken aynı
zamanda da “ilk karşılaşma”nın gerçekleştiği bir alandır. Çocukluk döneminde meydana
gelen bu ilk
karşılaşmanın, hayatın diğer dönemlerinde olabilecek
karşılaşmalardan ayrı bir yönü
vardır. Çocuklukta meydana
gelen nesnelerle, olaylarla ve kişilerle olan bu karşılaşma her şeyden öte “sahici”dir ve
taklit edilemez. Bu durum,
o karşılaşmayı yaşayana özeldir ve onun anlam
dünyasında uçsuz bucaksız bir derinlik kazanabilir.
Hayatını sürekli olarak “sahicilik” arayışıyla açımlayan bir şairin şiiri de bu merkezde ortaya çıkacak bunun için
de “çocukluk” ve beraberindeki anlam dünyası bu şairin en önemli sığınağı
olacaktır. İsmet Özel’de
şiirleşen
“çocukluk” bu tarzda ele alınmakta, hayatının her döneminde bir öykünme alanı
olarak değil de gerektiğinde
anılarına, masal kahramanlarına ve yaşanmış hatıraların
esasına yönelik olarak müracaat edilebilecek ve referans
alınabilecek bir alan olarak ortaya çıkmaktadır.
İsmet
Özel’in tüm şiir evreni
söz konusu edildiğinde
çocukluğa iki farklı şekilde yönelmemiz mümkündür. İlk
olarak, "Geceleyin Bir Koşu”daki şiirlerin bir kısmının da çıkış noktasını oluşturan, “Bir ergenin anılarla
yücelttiği
çocukluk” söz konusu edilebilir. Daha sonra ise, şairin bu gün de kaleme aldığı kimi şiirlerde bir izlek
olarak devam eden “çocukluk”, “Devrin yozlaşmasıyla karşı karşıya kalan ‘ben’in sığınağı olarak”
dikkatlere sunulabilir.
3.1.1.1.
Bir ergenin anılarla
yücelttiği çocukluk
Şairin
hayatını ele aldığımız
bölümde de dikkatlere sunmaya çalıştığımız
gibi, Özel’in çocukluğu
babasının
memuriyeti dolayısıyla farklı kültür değerlerini bir arada yaşatan Anadolu’nun değişik
yerleşim bölgelerinde
geçer. “Taşra”
diyebileceğimiz bu
yerler Özel’in çocukluğunda,
hem kültürel hem de bölgesel özellikleriyle yer
etmiş; şair bu yerlerde olması
muhtemel mahrumiyetleri kendi iç dünyasına yönelik bir hayal ve oyun âlemi
meydana getirerek giderebilmiştir.
Bunda şüphesiz ağabey ve ablalarının eğitim düzeyi dolayısıyla
kitaplarla
kurmuş olduğu ilişkinin de çok önemli bir payı vardır.
İsmet
Özel’in “çocukluk” temalı şiirleri
içerik olarak, çocukluğun
geçmiş olduğu taşra havasının beni’nde
bıraktığı izleri taşımaktadır. 1963 yılında
kaleme aldığı “Yorgun”
adlı ilk şiiri, insanlar
tarafından sürekli ötelenen
ölüm duygusunun taşrada
büyüyen çocukların oyun dünyalarıyla özdeşleştirilerek
ele alınması bakımından dikkat
çekicidir:
Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmaz istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları
gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar
(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)
Hayata kendi ben’iyle konumlanmaya gayret gösteren şairin bu çabası, ilk şirinin ilk mısrasında
belirmekte; Özel,
çocukluk yaşantısından
hareketle şiirselleştirdiği kareleri ölüm ve beraberinde gelen farklı
anlam değerleriyle
konu etmektedir. Yukarıda ifadeye çalıştığımız ve
“ilk karşılaşma” olarak sözünü ettiğimiz durum burada kendini
göstermektedir. Şair,
ölüm duygusunu bu şiiri
kaleme aldığı hali
hazırdaki durumunun yanı sıra, bir Anadolu
mezarlığında elinde bağlaması sigara içen 12-13 yaşlarındaki bir çocuğun ruh dünyasına yaklaşmaya gayret
ederek şiirselleştirmeye çalışır. Dolayısıyla şiirde birbiri ardına
sıralanan kelimeler, aynı zamanda kendi
çocukluğuna ait
hatıraları imleyen birer imge olarak şairin zihninde parlar.
Örneğin
'ekıner çocukların en rahat uykuları’ mısrası, taşrada yetişen çocukların sıkça yaşadıkları, göğe karşı
ekinlerin içerisine boylu boyunca uzanarak uyuma, rahatlığını akla getirirken aynı
zamanda öldükten sonra
kendisine hiçbir şeyin
zararı dokunamayacak olan cesedi imlemektedir. Yine çocuklardaki bitmek
tükenmek
bilmeyen enerji, ‘tüccar’ kelimesi ile karşılanmakta ve bu kelimenin çağrışım yaptığı
anlam katmanları kullanılarak
yorgunluğun karşılığında kazanılanın uçarı bir haylazlık olduğu akla getirilmektedir.
Nitekim gündüzünde
yorulup tükenen ayaklar gece olup eşiğe
oturularak aya karşı
dinlendirildiğinde daha
fazla dayanamayacak ve
çocuklar tıpkı ölümde olduğu
gibi uykuya dalacaktır.
Şiirin
isminin “Yorgun” olduğu
ve şairin bu ilk şiirlerini "güzelim
yaratık, şarkılarım
benim /haylaz oğlanların,
utangaç kızların coşkusu...” şeklinde adlandırdığı düşünüldüğünde söz konusu olan bu ilk şiirle aralanan anlam
dünyası daha net anlaşılacaktır.
Yine Özel’in “Seni Olan Yenilgi” ve “Tüfenk” isimli şiirleri, çocuklukta anlatılan
masalların birer izdüşümü
olarak açımlanan ve şiiriyet
kazanarak devam eden metinler olarak kabul edilebilir. Şair, bu şiirlerinde
oluşturmaya çalıştığı anlam dünyasıyla hem çocukluğun masalsı dünyasını
yüceltmekte hem de reel zamanda
konumlandırmakta zorluk çektiği
ben’ine bir dayanak ve kuvvet kazandırmış olmaktadır. “Seni Olan Yenilgi”de
‘karanlık’, ‘yarasa’, ‘kan’, ‘gece’, ‘mor’ ve ‘bunaltı’ kelimeleriyle oluşturulan anlam dünyası;
masallardan
ödünçlenen ‘yürekli savaşçılar’,
‘aşk çocukları’ ve ‘yaşlı büyücüler’le dağıtılmak istenmektedir:
Senin karanlığına
kanat vuran yarasalar
başka bir göğe germişler kendilerini
yürekli savaşçılar olmuşlar
gemilerini yakmışlar ve
silahlarını bilerken
kanlarına yansımış gece
senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk
çocukları
yanan gemilerin suya yankısı oluyorlarmış
yaşlı büyücüler
söylediler
çingene çocukların gülleri mor olmadı
aşka bunaltıları onlar
getirmediler
(“Seni Olan Yenilgi”, Geceleyin Bir Koşu, s.9)
Aynı durumu “Tüfenk” şiirinde de devam ettiren şair, ebeveyni tarafından “eee, eee” ninnisiyle
uyutulan bir
çocuğun uykuya daldıktan
sonra göreceği olağan üstü rüyalarla kendine ait
bir dünya oluşturmasını şiirselleştirir:
Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu
sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra
boyuna ateşler söndü dağlarda
bir yıldız boyuna söndü durdu
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu
o zaman ben atlıydım işte
saçlarımda geceler morarırdı
yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü
boyuna tüfenkler doldurmuştum
sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum ulu bir askerdim sanki
(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)
Fakat sadece rüyalarda ulaşılabilen çocukların bu masalsı dünyasından, içinde
bulunduğu dünyaya
yönelen şair,
ben’iyle ilgili olanı dikkate sunmadan edemez. Bu durum, aynı zamanda çocukla
ergen’in yaşadıkları
dünyanın,
uykularına varıncaya kadar, farkını gözlemlemek açısından da önemlidir. Özel,
kaleme almış olduğu ilk dönem
şiirlerinde bu ayrımı
“Tüfenk” şiirinde bütün
açıklığıyla ifade eder:
ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi
düşler, tüfenkler ve
ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.
(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)
İsmet
Özel, çocukluğa ait
özellikleri konu ederek kaleme aldığı bu şiirlerin
yanı sıra, “Geceleyin Bir Koşu”yu
oluşturan kimi şiirlerde de, çocukluğunu geçirmiş olduğu taşradaki bölgelerin yerel özelliklerini şiire dâhil eder.
Bu özellikler, çocukların oynadıkları oyunlarda kullandıkları kalıp ifadelerden
yer adlarına, yaşadıkları
mahallenin
delisinden okumuş olduğu çizgi romanların
kahramanlarına kadar birer malzeme olarak şiirde işlenir. “Geceleyin
Bir Koşu”, “Acının
Omuzlanışı” ve
“Geceleyin Bir Korku” şiirleri
söz konusu olan bu malzemelerin imgelerle
açımlanmasıyla meydana getirilmiş
metinler olarak kabul edilebilir.
Çocukluğun
geçtiği yer adlarıyla başlayan “Geceleyin Bir Koşu” şiirinin özellikle son bölümü, çocukluğunda yer
etmiş olan Mori’nin
anlatı konusu yapılması ve beklenmedik bitişi ile dikkat çekmektedir:
Külden bir ağzım
vardı mermilerden önce
çanların saçlarıma değdiği yerde ulurdu
Mori, bakırcı çarşısı,
incitepe
ağzımın üniformasına
sokulurdu.
(...)
Mori vardı
usunu bir seccade gibi kullanan yaşamakta
Mori’nin köpekleri vardı her şeyden
önce
her akşam adını yıkardı
mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
Nasıl ki doğuran ve
öldüren
köpekler gezinir herkesin şapkasında
ki herkesin şapkası
mermilerden öncedir,
— Elma dersem çıkma.
(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
Yine aynı söyleyiş Edip Cansever’e ithaf edilen “Acının Omuzlanışı” şiirinde ve “Geceleyin Bir Korku”da da
görülmektedir. “Markuuuut! Torbanı sarkıt” şeklinde çocuk oyunlarında yer alan kalıp ifadeler ve
1952 yılında
haftalık olarak yayımlanmaya başlayan
bir çizgi romanın silah kullanmayan kementli kahramanı “Pekos Bil”,
Özel’in bu şiirlerinde
aynen kullanılarak çocukluğun
anlam dünyasına göndermelerde bulunulur:
Çocukların düşlerinde
bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
Markuuuut! Torbanı sarkıt.
Her doğal
güzelliğin bir ucunda
aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
tanrım, Pekos Bil'im uçur beni.
(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)
İsmet
Özel, 1993 yılında yayımladığı
“İki Kanat” adlı şiirinde çocukluğunun geçtiği Kastamonu’daki evlerinin
ahşap kapısını konu
eder:
Bizim ahşap
evimizin kapısı Kastamonu’da
iki kanatlıydı. Biri
hep kapalı dururdu kanatların
ardında demir dayak.
Gece olur
karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat.
boyasızdı tahta kapı
bu yanıyla güvenirdim ona.
(“İki
Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)
Nesnelerin çocukların oyun dünyasında kazandığı farklı anlamları
örneklemesi bakımından dikkat çekici olan bu
dizeler, aynı zamanda şairin
çocukken eviyle kurduğu
bağı da ortaya
koymaktadır. ‘Evimiz’ ifadesiyle bu mekânı
ve içindekileri sahiplenerek buraya ilişkin anılarını canlı tutan Özel, Gaston Bachelard’ın
mekânın poetikasını
çözümlediği kitabında
“değer verilen ev”e ilişkin söz konusu ettiği hususları akla
getirmektedir. "Evimiz bizim
dünya köşemizdir,
ilk evrenimizdir” diyen Bachelard, “geçmişte oturduğumuz evlerin içimizde ölümsüzleşmiş
olduğunu bundan
dolayı da eski evlerin anılarını düş gibi yeniden yaşadığımızı” ileri sürmekte ve
“evin düşü
barındırdığını, düş kuranı koruduğunu” ifade etmektedir.
Şiire
konu edilen kapının ‘boyasız’ olduğunu özellikle vurgulayan şair, ‘bu yanıyla güvenirdim ona’ söz grubuyla
da çocukların masumiyetine işaret
etmektedir. Nitekim “boya” sahiciliğin üzerini örten ve öz’e ilişkin olanı
saklayandır. Çocukların dünyası ise tıpkı ‘boyasız’ olan gibi saf ve katışıksızdır/sahicidir. Şiirin devamında
‘boyasız kapı’ya tekrar dönecek olan Özel, çocukken başından geçen bir olayı da şöyle şiirleştirir:
Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla
Malenkof! Diye bağırmışım
öfkeden patlayarak
zavallı arkadaşım
hiçbir şey anlaşılmayan bu telaffuz karşısında
şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.
Sonra kızlar geldi
bir kanadı açılmayan
boyasız kapının önündeki betonda
rond yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa raspa ras
Kore’ye mektup yas.
(“İki
Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)
İsmet
Özel, çocukluğuna ait bir
hatırayı şiiriyeti en
yüksek dozda tutarak ironi ile birlikte dikkatlere sunmuş ve
zekâ gerektiren kelime oyunlarıyla orijinal bir söyleyişe ulaşmıştır.
1953 yılı, Türkiye’nin de aralarında
bulunduğu Birleşmiş Milletler Kuvvetleri ve Amerika ile Çin ve
Rusya arasında, Kore’de 3 yıldır devam eden
savaşın sona erdiği tarihtir. Şiirin son dizesinde ‘Kore’ye
mektup yas’ diyerek Türkiye’nin Rusya karşısında
girmiş olduğu bu savaşa işaret eden şair, “yaz” kelimesini ‘yas’ şeklinde kullanarak da, bu harekâtın eleştirisini
yapmakta ve mektupları cevapsız kalan şehit yakınlarını akla getirmektedir. Özel aynı zamanda, bir Rus
oyunu
olan raspa’da tekrar edilen ‘Raspa raspa ras’ kelimeleriyle, Rus askerlerinin
talimlerde söyledikleri Rusça “rast
dva”, yani “bir iki” sözlerine de atıfta bulunmaktadır.
Rusya’nın Stalin’den sonraki lideri olan “Malenkof’un adı,
Anadolu’da bir hakaret sözcüğü
olarak halen
kullanılmaktadır. Şair,
arkadaşının korkup
kaçmasına neden olan bu kelimeyi çocukken, muhtemelen çevresinden
duymuş ve küfür
söylüyormuş gibi
telaffuz etmiştir.
Güvendiği boyasız
kapının önünde oynanan oyunlar ise,
şairin ‘ahşap ev’ ve ‘boyasız kapı’ ile
simgeleştirdiği masumiyetine dışarıdan yapılan bir müdahale
olarak
belirmektedir. Nitekim boyasız kapının önündeki ‘beton’ kelimesi, “dondurulmuş” ve “kalıplaşmış” yan anlam
değerleriyle, ‘raspa’
kelimesi “iri dişli
törpü” anlamıyla da okunabilir.
3.1.1.2.
Devrin yozlaşmasıyla
karşı karşıya kalan ‘ben’in sığınağı
olarak çocukluk
İsmet
Özel’in yoğun olarak ilk
şiir kitabında karşılaştığımız fakat daha sonrasında da devam eden “çocukluk”
temalı şiirlerinde,
devrin kimliksizleşerek
yozlaşmasından şikâyetçi olan anti-konformist
tavrının izlerini görmek
mümkündür. Bu izleklerin ilk şiirlerde
yoğunlaşması özellikle, Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nin kaotik ortamını
derinden yaşayan şairin, sahicilik arayışıyla açıklanabilir. Şiir yazmaya koyulduğu dönemden itibaren başlayan ve
Özel’in tüm şiir
evrenine yayılan, akıp giden hayata eklemlenmek yerine kendi varlık alanının
sınırları içerisinde
hareket ederek “yaratılmış bulunma
bilmecesi”ni çözme gayreti, zaman zaman çocukluğun duru ve taklit
edilemeyen dünyasına sığınarak
kuvvet kazanmış olmaktadır.
Özel, bir ergen olarak ilk dönem itibariyle karşı karşıya kaldığı mecbur bırakılmışlıkları ve devrin yozlaşmasını,
taşrada geçen çocukluğun anılarına, dinlemiş ve okumuş olduğu masallardan hareketle iç dünyasında meydana
getirdiği hayal âlemine
sığınarak telafi eder.
Dikkat çekmeye çalıştığımız ergen şairin bu hususiyeti Eser
Gürson
tarafından da şu şekilde belirtilmektedir: “Ergenlik
belki yarı çocukluktur ama gelişim ileriye doğrudur. İsmet
Özel’de ise bu durum ileriye değil, ters bir yönde, geriye (çocukluğa) doğru gelişmektedir. Zihni gelişmeme
anlamına kaymaması için geriye doğru gelişme değil de çocukluğa doğru
çekilme diye tanımlamak daha doğru
olur bu durumu. Denilebilirse, çocukluğunu yeni baştan yaşama (imgesel yaşamadır bu), şairin benliğine
yapışık bir
zorunluluk olarak belirir. Yüzünü geçmiş yıllarından ayıramayan ve geri geri, ergenliğin cazibesine
doğru koşar adımla çekilen bir görünüş içindedir şair.”
Bu hususiyet Özel’in şiirlerinde bir tür kaçıştan daha çok, şiirin imkânları içerisinde bilerek ve isteyerek
oluşturulmaya çalışılan “tekinlik alanı” ile
ilgilidir. Söz konusu olan bu “tekinlik alanı” İsmet Özel’in şiir
evreninde, kelimelerin ilk anlamlarından ziyade imajinatif değerleriyle yer eder.
Dolayısıyla şairin
ben’inden
yansıyan çocukluk anıları, masal ve çizgi filmlerden ödünçlenen kahramanların,
büyücülerin, cinlerin, savaşçıların
maceraları ve yaşanılan
mahallenin akılda yer etmiş olan
delisi, hep şahsi/imajinatif
bir söyleyişle şiirselleştirilir.
Özel’in bu dönemde kaleme aldığı
şiirlerinde dikkati
çeken bu gayret, aynı zamanda yaşanılan
hayatın zorlukları
karşısında diri durmak ve
güç kazanmak için konan, kabul edilmiş değerler
olarak da karşımıza
çıkar.
1964 yılının Şubat
ayında yayımlanan “Gececil Kuşların
Ürkmediği Aydınlık” şiiri, dünyayı beni’nden
hareketle
anlamlandırmaya çalışan
Özel’in, içinde bulunduğu
huzursuzluktan çocukluğun
sahici olan dünyasına yönelerek
kurtulmaya çalışmasını
örneklemesi bakımından dikkat çekicidir. Şiirin özellikle ilk bölümünde, ‘gemi’, ‘anne’,
‘çocuk’ ve ‘eski günler’ kelimeleriyle çocukların oyun dünyasına dair bir anlam
birlikteliği oluşturulmakta;
‘günlerimiz’ ve ‘devinen bir sancı’ kelimeleriyle de bu anlam dünyasından
yoksun olunuşa
belirginlik
kazandırılmaktadır:
Günlerimize
o ilkel sesleri karışır
ya
gemileri annelerinden çok seven çocukların
bir adam gelir ya
devinen bir sancıdır artık
gelir eski günlerden
ve uzar sanki uzar
ırzına geçilmiş bir
kahramanlık.
(“Gececil Kuşların
Ürkmediği Aydınlık”, Erbain,
s.40)
Şiirin
devamında Özel, içinde bulunduğu
durumun özelliklerini sıralar fakat bu ‘sinsi gülüşlerle’ çevrelenmiş
ortam içerisinde, ‘ayın yükselmesinden, kuşların uçuşundan ve hiç sökmeyeceğini bilse bile şafaktan’
bir
beklentisi vardır. “Kara bir zırh” ile karşılanan bu ortamda şair, ‘yüreğinden akan derin su’yun dinmesini
istememektedir:
Sinsi gülüşlerimizdir
şimdi pis bir suda
yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
Ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız,
Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.
Ama kim? Ben miyim burda bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm?
Aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı.
Oysa yüreğimden akan o
derin suda
kırmızılar öylesine yırtılır ki
siner kan,
huysuz kemanlar dolar şahdamarıma,
yansır kin savaşçıları,
gürül gürül ordular
utancın köpürttüğü
yanaklarımdan.
Köz komamış ateşinden bize o adam
şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç
ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.
(“Gececil Kuşların
Ürkmediği Aydınlık”, Erbain,
s.40)
Özel’in çocukluk anılarından büyük izler taşıyan “Geceleyin Bir Koşu” adlı şiiri, yukarıda örneklediğimiz ve bu
anıların birer yansıması olarak beliren dizelerin yanı sıra, şairin 20’li yaşları yaşayan bir ergen olarak içinde
bulunduğu durumdan
çocukluğa ve bu dönemin
anılarına sığınması
olarak da kabul edilebilir. Şiirde
özellikle
“mermi” ile sembolleştirilen
hâlihazırdaki hayat ve içerisindekiler, çocukluğun masalsı dünyasının karşısına
konarak iyice belirginleştirilmeye,
çocukluğun sahici olan
dünyasına göndermede bulunulmaktadır:
Bir çocuğun
ağrıyan gülüşü vardı mermilerden önce.
Onu gizlice öperdim.
Onu sürüngen yumurtaları ve mezarlarla
birbirine açılan karanlık mağaralarla
öperdim.
Öyle sessiz, öyle gelişmeyen bir yangına
bir insan kıvranışını bırakırmış gibi
bir acı sağlanırmış gibi sol böğrüme
ellerime Mori’yi eklerdim.
Ağzım
ağızla doluydu
mermilerden önce.
(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
Yine “Geceleyin Bir Koşu” şiirine
yakın bir anlatımla ortaya konan “Bakmaklar” şiirindeki çocukların dünyasına
ait özellikler, şairin
beni’ne kuvvet kazandırarak zedelenmişlikleri karşısında
diri durmasını sağlayacak
unsurlar
olarak şiire dâhil
edilmiştir:
(...)
Ben şenlikçisiydim
pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan
geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
İsmet
Özel’in yaşanılan hayat
içerisindeki yozlaşmadan
ötürü çocukları en açık biçimiyle konu ettiği şiirlerden
birisi de “Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli” şiiridir.
Şiirin hemen giriş bölümünde beni’nin dünya
içerisindeki yeri
ile ilgili tanımlamalarda bulunan şair, özellikle ‘mor’ kelimesinin renk olarak çağrıştırdığı anlam dünyasındaki
imajinatif açılımdan faydalanmaktadır:
Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü
iniltilerden
ve mor ağzını gecenin
kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler adına
bütün fotoğraflarını
yakan
yakan ve bekleyen.
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
Son dizenin anlamı, Özel’in biyografisinde de karşılaştığımız dünyayı kendi varlık alanı içerisinde meydana
getireceği bir kazanım
ve “bilgilenme” ile anlamlandırmak için, lise sonrası 1 yıllık “bekleme”
sürecine koşutluk
kurarak genişlemektedir.
Beni’ni dünyanın kendisine sundukları içerisine konumlandıramayan şair, söz konusu
olan huzursuzluğunu
çocukların simgesel olarak karşılık
geldiği değerleri şiirselleştirerek dikkatlere sunar:
Çarpar yüzü bir çocuğun mezarlara
yine de ağartamaz
tanımını gecenin.
Ezgisiz ama esnaf bakışlarıyla
soyunan bir kadın
ayartılmaya uygun o çok baygın yerlerim
ağartamaz
çünkü çocuklar yağız bir
öpüşle korunur
ben yakarım çağımın
ellerini. Ben bekliyenim.
Gecenin kıyısında benden konuşulur.
Kara bir irin akıyor
öpünce o yıkılmış gülüşünden
çocukların.
Kara bir salgıdır çünkü büyük
serüvenler ve çocukların soluk alışları da.
Ürker herkes üşümüş bir anahtar olagelmekten
bir çocuğun şehri çarpar yüzümün varoşlarına.
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
1964 yılının başından itibaren kaleme alınan şiirlerde “şehrin” ve içerisinde barınan “herkes”lerin kısık bir tonda
da olsa eleştirisi
yapılmaya başlanır. Bu
dönemki şiirlerde
dikkati çeken bir diğer
özellik de şairin
kendine/beni’ne
olan güveninin açıklıkla ortaya konarak, ne türden yozlaşmaların karşısında olduğunun ifade edilmesidir. Özel’in
tüm şiir evreninde
önemli bir izlek olarak devam eden bu durum, ilgili tema başlıkları incelendiğinde tekrar
dikkatlere sunulacaktır. Burada üzerinde duracağımız nokta, söz konusu olan yozlaşmalar işlenirken kimi şiirlerde
çocuklara ve çocukluğun
anlam dünyasına göndermeler yapılıyor olmasıdır.
Bu durum kanaatimizce, çocukluk dönemlerindeki yaşantının yapmacık
özelliklerden uzak olmasından ötürü,
eleştirisi yapılan
durumlara iyice belirginlik kazandırılmak istenmesinden dolayıdır. Örneğin şairin, şiir evreni
içerisinde özellikle "Geceleyin Bir Koşu” kitabındaki şiirlerden içerik olarak ayrılan ve yeni bir
söyleyişin ifadesi
olarak kabul edilebilecek “Partizan” isimli şiirin sert ve radikal söylemi içerisine, çocukluğun naif ve dokunaklı
tarafı 2 defa söz konusu edilmiştir.
‘Yavrum’ kelimesinin çağrıştırdığı anlam dünyasından faydalanan şair,
böylelikle şiirinin hem
içerik hem de ritmik düzenine kuvvet kazandırmış olmaktadır:
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7)
Özel’in “Partizan”a yakın bir sesle okunabilecek “Bir
Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinde
de aynı durumu
görmek mümkündür. Her şeyden
önce şiirin adı,
armonika çalan bir devrimciyi işaret
etmesi bakımından
okuyucusunu romantik bir dünyanın sınırlarına yaklaştırmaktadır. Şair bu duruma şiirin hemen ilk dizelerinde de
işaret ederek, hesaplaşacağı mecbur bırakılmışlıkların karşısına çocuklardan ve onların dünyasına ait olan
değerlerden aldığı güçle çıkacağının sinyalini verir:
Binlerce binlerce çocuk
koşarak
dokumuş benim kumaşımı
hançeremde bu şehrin
o geçimsiz mushafı
vardım dayandım parmaklığına
o büyük hesapların.
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Devrimcilere pek de has olmayan şairdeki bu romantik tavır, ilerleyen dizelerde
çocukların dünyasından sahici
davranışların
örneklenmesiyle devam ederek romantizmin önemli bir özelliği olan “estetik ya da şiirselliğin öne
çıkarılması”nı akla getirmektedir. Özellikle, çocukların okul sonrası oyun âlemine
dalmak için gösterdikleri
sabırsızlığı imleyen şu dizeler dikkat çekmektedir:
İşte
potin bağlıyor çocuk
bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor insanlara
(...)
Ey çatlayan tohumun hengâmesi!
İnsan,
gülümsemeyi
ve ürün kaldırmasını bilir
çünkü derbeder bir okul çantasından
serin ve sevişli bir
ırmağa girilir
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
İsmet
Özel, devrin yozlaşmasından
hareketle bir sığınak ve
güç merkezi olarak gördüğü
çocukluğu, devrimci
duyarlılıkla kendi olanı aradığı
“Mazot” adlı şiirinde de
konu edinir:
Aşktır
diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa
çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey
ıslatmasın namluları.
(“Mazot”, Erbain, s.143)
Karşısında
olduğu değerlerle mücadele için ‘çocuk
sesleri’nin kendisine yeteceğine
vurgu yapan şairin bu
sesleri
‘gönlüne kar yağdırması’
olarak ele alması, kar tanesindeki beyazlıktan ötürü çağrışım yapan doğallığı akla
getirmektedir. Sahicilik arayışını
hayatının, dolayısıyla da şiirinin
merkezine koyan Özel, “Sevgilim Hayat” adlı
şiirinde de ‘çocuk
sesleri’ ve “doğallık/sahicilik”
arasında kurmuş olduğu bu koşutluğa, ‘berrak bir gök’ imajını
da ekler.
Bu sefer şair,
‘sevgili’ olarak nitelendirdiği
ve her yanını dokunulur kılarak yaşamak istediği
hayatı, “çocuklar’
adına savaşarak “yaşanılır/sahici” kılmak
istemektedir. Çünkü çocuklar, en azından şairin çocukluğunu yaşadığı
ortamdan farklı olarak yozlaşmış akşamların içinde büyümektedirler. Özel’in burada
kendi çocukluğunu anarken
kullanmış olduğu ‘ıscacık’ ve ‘benek’
kelimeleri, bu döneme ait hatıraların sıcaklığına ve renkliliğine işaret
etmesi
bakımından dikkat çekicidir:
Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
izmarit toplayan çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme bak
ve rahmini bana doğru tekrarla
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına
savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;
yayılırlar toprağa
etlerimiz kokar
gökyüzünü kokutur
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)
Özel, “Sevgilim Hayat” şiirindeki “Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
/ izmarit toplayan çocukların
üstüne” dizesiyle açılan anlam birlikteliğine, “Evet, İsyan” şiirinde
de işaret etmektedir.
‘Okşayış’ ve ‘çocuk’
kelimelerinin anlamlarını ‘hırpanî’ ve ‘akşam’/“karanlık” kelimeleriyle öne çıkaran şair, savaşmanın ve ‘isyan’
etmenin mazeretini de belirlemiş
olmaktadır:
Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
Hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.22)
İsmet
Özel, biyografisinde meydana gelecek olan “değişim”in
işaretlerini verdiği kimi şiirlerinde de çocukluğu
mısralarının arasına işlemiş; özellikle geçmişin sorgulandığı metinlerde “çocukluk” yine
en saf ve gösterişsiz
eylemlerin sahibi olarak şiirin
anlam yapısına derinlik kazandırmıştır. “Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu
Uyandırmak” şiirindeki
‘çocukların üşüdükleri
anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan’ (Cinayetler
Kitabı, s.15) dizesi
bunun en güzel açılımı olarak kabul edilebilir. Yine “Propaganda” şiirinde, ‘kumru’ ve ‘ırmak’
kelimeleriyle
anılan ‘çocuk’; ‘zabıtalar’ ile simgelenen modern zamanların karşısına konarak geçmiş günlere atıfta
bulunulmaktadır:
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak!
diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık
bir aşk pıhtılanınca:
(...)
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun
bu köleleri.
(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)
Hemen bu şiirden
sonra kaleme alınan “Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü” adlı şiirde
de Özel, kendini iyice
hissettiren sorgulama süreci sonrasındaki huzursuzluğu yaşamakta ve zihinsel dönüşümün sinyallerini
vermektedir. Fakat Özel şiirin
son dörtlüğünde, ‘yara’
ve ‘çocuk’ kelimeleriyle, yaşanılanların
kolayca
silinemeyeceğini de
vurgulamaktadır. Nitekim çocukken alınan yaralar bir ömür boyu izini devam ettirmektedir:
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim
daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
(“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)
Yukarıdaki dizelerin anlamı, 20 yıl sonra kaleme alınacak
olan “Of Not Being A Jew” şiirinde
‘çocuk’ ve
‘acılar’ın yan yana anılmasıyla iyice belirginlik kazanacaktır. Şair, çocuklarda açılan
‘yaralar’ın kapanmayacağını,
yaşanılan acıların
çocuklarda bıraktığı
etkiye dikkat çekerek tekrar söz konusu eder. ‘Yaralar’ sözcüğü ile neyin
karşılanmak istendiği ise, ‘dişli gıcırtıları’ ve ‘çocuk çığlıkları’ söz gruplarıyla
aralanan anlam dünyasıyla 20 yıl
öncesinden kurulan koşutluk
ile hissettirilmek istenmektedir:
(...)
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı
acılar
çocuklar paylaşıldı
(...)
hâlâ ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
(...)
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16)
İsmet
Özel, çocukluğun anlam
dünyasına ilişkin en
çarpıcı ve derin söyleyişi,
2005 yılının sonuna doğru
yayımlamaya başladığı “John Maynard Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirin
ilk bölümünde dile
getirir. John Maynard Keynes ( HYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/wiki/5_Haziran"
\o "5 Haziran" 5 HaziranHYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/wiki/1883" \o
"1883"
1883- HYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/w/
index.php?title=Cambridge&action=edit" \o "Cambridge" Cambridge,
21 Nisan 1946 HYPERLINK "http://
tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Sussex&action=edit" \o
"Sussex" Sussex), I. Dünya Savaşı sonrasında baş
gösteren ekonomik krize karşı önermiş olduğu çözümlerle “Keynesci
ekonomi akımı”nı oluşturarak
“Milletler
Arası Para Fonu” (IMF), “Milletler Arası İmar ve Kalkınma Fonu” (Dünya Bankası) ve “Dünya
Ticaret Örgütü”
gibi kuruluşların
kurulmasına öncülük eden ekonomisttir.
İsmet
Özel, şiirinin hemen başına almış olduğu İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolca epigramlarla
Keynes’in kişiliğine ve zihin dünyasına dair
bilgiler vererek, niçin ondan nefret ettiğini hissettirmeye çalışır ve
okuyucuyu düşünmeye sevk
ederek metnin içerisine çeker.
Şaire
göre John Maynard Keynes, “II. Dünya Savaşı sonunda dünya düzeninin yeniden şekillenmesinde birinci
derecede rol oynamış bir
insandır. Özel, bugün kültürel, iktisadi ve daha birçok başka alanda çekilen sıkıntının
sebebini, II. Dünya Savaşı’nın
sonunda kapitalizmin çökmemesine ve bir daha çökme tehlikesiyle de karşı
karşıya kalmamak üzere
kendini tazelemesine bağlamakta;
bunun sorumlularından biri olarak da Keynes’i
görmektedir.” Nitekim şair,
şiirin başındaki alıntıların birinde
Robert Heilbroner’in şu
sözlerine yer vermektedir:
“Çökmeye mahkûm kapitalizmin teknik ressamıydı Marx. Keynes ise yaşayabilecek Kapitalizmin
mimarı olmak
üzere yol aldı.”
Özel, şiirin
ilk bölümünde Keynes’ten nefretinin birinci sebebi olarak, kapitalizme
kazandırmış olduğu kuvvetle
çocukluğu unutturmuş olmasını gösterir. John
Maynard Keynes’in hayattaki tüm oluşumu maddî olanla/
kapitalizmle izah etmesi şaire
göre, çocukluğun anlam
dünyasının üstünü örtmüş ve
bu hayal âleminin
sıradanlaşmasına
sebebiyet vererek insanları “yarım” bırakmıştır. Özel, ‘Allah’ın belaları büyükler’in çocukların
dünyalarına ait bitmez tükenmez güzelliklerin farkına varmamalarını şöyle şiirselleştirir:
Dönüş o
dönüştür
Çocuğuyuz
yaralardan berelere dönüşün
Ötelerden çıkışın
berileri yıkışın
Bağrımız
pîşân sinelerimiz
hıçkırıklı
Neler neler kurutup bıraktığımız beden kıvrımlarında
Sevinçten taştıkça
yapmışız çocukluk
heyecanıyla
Sevinmese miydik?
Taşmasa
mıydık?
Kırıp döktük
Kıramazmışız
kırdık
Dökemezmişiz
döktük
Sevdik ekmek banmayı
Çünkü sahiden çocuktuk
Büyükler o Allah’ın belaları
Anlasalardı bir ülkedir
Hem de ne çok şeyler
için
Tedarikler ülkesidir çocukluk
Bekleyebilseydi büyükler karşılarına
Bir alan rengârenk çıkınca sürülmemiş hiç boya
Ses çıkarmadan şaşmayı öğrenebilselerdi
Bakmasalardı kusura
Heyhat! Ancak orada çocuklukta
Kalmıştır
son soy saydam sahi masura
Sarkaç kerpeten falçata oluk
Ey çocukluk! Ey Romasızlık!
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1”,
Of NotBeingA Jew, s.94)
3.1.2.
Dünyaya konumlanmaya çalışan
Ben’in huzursuzluğu/'kargaşa’sı:
Cinsellik
“her yerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum her sabah.”
Bakmaklar
İsmet
Özel, bireysel duyarlılıkla kaleme alınan "Geceleyin Bir Koşu” daki kimi şiirlerde, bir ergen olarak
beni’nin
dünyaya nasıl konumlanacağının
işaretini vermektedir.
Fakat bu işaretler,
henüz 18-22 yaş aralığını yaşayan ve
çocukluğun anlam
dünyasını önceleyen bir ben’in, yaşanılan zaman içerisinde tam olarak açılım bulamayarak
kargaşa içerisinde olduğunu ve bir tür huzursuzluğu yaşadığını imlemektedir. Önceden algılanan nesnelerin
zihinde net olarak canlandırılmasıyla oluşturulan imajinatif söyleyişin doruğa ulaştığı ve imgelemin tüm
canlılığıyla ortaya
konduğu bu şiirlerde Özel, pek çok şairin kullanmaya cesaret
edemeyeceği ve
vurgulamaktan
kaçınacağı hem
cinsellikle ilgili kavramları hem de kendi bedenini hor gören bir söyleyişi, şiiriyeti zaafa
uğratmadan kullanabilmiştir.
1962 yılından itibaren yazılan bu şiirlerin ortaya çıkış süreçleri, şairin biyografisiyle paralel olarak incelendiğinde,
bu sürece etki eden “yaratma dürtüsü”nün mahiyeti anlaşılmış olacak ve İsmet
Özel’in özelikle cinsellik ve
bedeniyle ilgili şiirlerdeki
“yaratıcılığı”
belirginleşecektir.
“Varoluşa yeni şeylerin katıldığı bir zihinsel süreç olan
yaratıcılık”, aynı zamanda bireyselleşmenin de bir ifadesidir. Dünyayı kendi varlık alanı içerisinde
meydana
getirdiği “gerçeklik”
içerisinde anlamlandırmaya çalışan
Özel, sonraki şiir
evrelerinde yön değiştirerek devam
edecek olan “yıkıcılığı”
ve kargaşayı olumlayan
tavrını, ilk dönem şiirlerinde
kendi bedeni ve cinsellik üzerinden
dikkatlere sunarak sıradanlığa
ve tek tipleşmeye karşı durmuş olmaktadır.
Şairin
şahsî bir söyleyiş geliştirerek ortaya koyduğu bu temadaki şiirleri, bilinç dışı uyarıların ve çatışmaların
yüceltilmesi ve bastırılmamış duyguların
birer telafisi olarak anlamak, kanaatimizce basit ve kolay bir izah olarak
görünmektedir. Nitekim şairler
“gerçeklik” ile olan ilişkilerinde
kimi zaman “dolambaçlı yollar”a girmekte;
gerçekliğe uyum için ilk
başta gerçek durumdan
kesin olarak uzaklaştıran
yollar izleyebilmektedirler.
Ben Psikolojisi’nin kurucularından olan Heinz Hartmann, “Ben
Psikolojisi ve Uyum Sorunu”nu incelediği
kitabında, “ruhsal yaşamı
problemsiz olan sağlıklı
bir yetişkinin de kimi
zaman, bazı gerçekliklerin
yadsınmasından ve yerine fantezi oluşumun konmasından tam olarak kurtulamayacağını” belirtir ve özellikle
“fantezi” kavramına dikkat çeker. Hartmann’a göre fantezi, "danua başlangıçtaki gerçek duruma sırt
çevrilmesini gerektirse de, aynı zamanda gerçeklik için bir hazırlık işlevi görüp, ona daha fazla
hâkim
olunmasını da sağlayabilir.
Gereksinimlerimiz ve hedeflerimiz ile bunları gerçekleştirmenin olası yolları
arasında geçici bağlantılar
kurarak bir sentez işlevi
görebilir.”
İnsanları
dışsal gerçeklikten
uzaklaştırırken ona
içsel gerçekliğin
kapılarını açan fanteziler, şairlerde
bir tür “şiir
oluşturma yetisi”
olarak, diğer
insanlardan çok daha fazla ve uyarılmaya elverişli bulunabilmektedir. İsmet
Özel’in de burada dikkatlere sunacağımız metinleri, dünyaya konumlanmaya çalışan bir ben’in yaratıcı
muhayyilesini kullanarak içinde bulunduğu huzursuzluğun şiirselleştirilmesi olarak belirmektedir.
Bu tema
içerisinde ele alacağımız
şiirleri “Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik” ve
“Bedenin horlanması şeklinde
ortaya çıkan yıkıcılık/‘kargaşa’ ve cinsellik” başlıklarıyla ele almak mümkündür.
3.1.2.1.
Huzursuzluğun
sebebi olarak cinsellik
İsmet
Özel’in ilk şiirlerinde
“cinsellik”, belirgin biçimde işlenen
bir tema olarak karşımıza
çıkmakta ve dünyaya
konumlanmaya çalışan
beni’nden hareketle ortaya çıkan huzursuzluğun sebeplerinden biri olarak gözükmektedir.
Cinsellikle arasındaki mesafeyi kavrarken de sahici olanın sınırlarına yaklaşma çabasında olduğuna dikkat çeken
Özel, cinsellik hususunda hissettikleri ile buldukları arasındaki uyuma
özellikle önem vererek yaşadığını ifade
etmektedir. Dolayısıyla şairin
peşinde olduğu bu “uyum”, yaşanılan ilişkilerde tam olarak karşılık bulamayınca
cinsel kaynaklı huzursuzluk/“uyumsuzluk” olarak ortaya çıkmakta ve şiire de bu haliyle
yansımaktadır.
Şairin
“Ölü Asker İçin İlk Türkü”, “Bakmaklar’ ve
“Geceleyin Bir Korku” adlı şiirleri,
birbirine yakın içerik ve
söyleyişle kaleme alınmış, yukarıda ifadeye çalıştığımız uyumsuzluğun yansımasıyla beliren dizelerden
oluşmaktadır. Cinsel
yönelimli bu uyumsuzluk söz konusu olan şiirlerde kimi zaman objesi olmadan ulaşılan
cinsel bir doyuma, kimi zaman da gerçek anlamından saptırılarak dikkat çekilen
bir cinsel birleşmeyi işaret ederek
ortaya çıkmaktadır. Örneğin,
“Ölü Asker İçin İlk Türkü” şiirindeki şu dizeler, şairin bir ergen olarak
cinselliğe
bakışını ve bunu
kullandığı imge yoğunluğu ile şiirselleştirmesi bakımından dikkat çekicidir:
(...)
altın haykırışlarla
kuşlar uçup gelir
üstümüze
gelip geceyi biriktirirler üstümüze
ben ki otobüslerde sarışın sanmışım kendimi uzun zaman
uzun zaman terli bir erkeğin esneyişiyle
bir kaçağın
övgüsüne saklanıp
akşam
vakitleriyle oğunup uzun
zaman
kanaryalarla kesmişim uzayan tırnaklarımı.
(...)
erkeksi kadınların yasını tutmuyorum, artık sevin
ellerimde madensi gürültüler taşıyorum
(...)
eskiden her üzgün bakışımı Pegasus'a harcardım
her kapı gıcırtısından çocuklar dökülürdü, ne çirkin
ne çirkin, gövdemde ince bir zırh yara kabuklarından
derken hüzün! Kadın sesleri çıkaran o duman.
(“Ölü Asker İçin
İlk Türkü”, Geceleyin
Bir Koşu,
s.22)
İsmet
Özel’in cinsel temalı şiirlerin
hemen hemen tamamında kullandığı
“kuş” imgesi, sadece
erkeklerin cinsel
organına karşılık gelen
bir kullanım olarak belirmemekte, farklı anlam değerlerini de akla getirmektedir. Erkek ve
kadın bedenleri şeklinde
simgeleşerek cinselliğin düşünsel ve eylemsel olarak birebir karşılığı biçiminde de kabul
edilebilecek bu imaj, “uçmak” ve “uçup konmak”la da ilgili bir kullanımdır.
Çünkü insanlar bu hisleri söz konusu
olduğunda hem
“havalanır” hem “konar” hem de “çırpınır”lar. Yukarıdaki şiirde de bu derin anlamıyla
kullanılan
‘kuşların uçup’
gelmesine, ‘sarışın’,
‘terli bir erkeğin esneyişi’ ve ‘oğunmak’ kelimeleriyle de
açılım getirilmiştir.
Yine bu şiirde
geçen Yunan mitolojisinin “uçan” atı ‘Pegasus’, eski Yunan dilindeki “uçan su”
ve “fışkıran su”
anlamlarıyla objesi olmadan ulaşılan
cinsel doyumu imlemektedir. Ataol Behramoğlu, “cinsel karmaşa” olarak
nitelendirdiği Özel’deki
bu durumu, yukarıya bir kısmını alıntıladığımız dizelerdeki cinsel içeriğe dikkat çekerek
“bir başka
insan olma (belki büyüyüp erkek olma) özleminde bir kurtuluş ar (an) iyor”
demekte ve "ergenliğin
belli dönemine özgü homoseksüelce bir duygu (nun), üstü kapalı da olsa
yansımakta” olduğunu
ileri sürmektedir.
Şair
cinsellikle kurmuş olduğu bu türden bir yaklaşımı “Bakmaklar” ve “Geceleyin
Bir Korku” şiirlerinde
de
devam ettirir. “Bakmaklar” şiirinde
şu dizeler ifadeye çalıştığımız anlam dünyasını işaret etmesi bakımından
önemlidir:
(...)
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan
direnmenin mayasını ellemeye.
Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın
kapardım kapımı gevşeyen
bir yanımla
ve hergece yatağımda bir
engerek bulmanın
süregen iğrentisiyle
dolardım, sesim
öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.
Çünkü her yerde bir göğün
ufak kaldığı vardı
- akşama özgü göğsümü açardım
ey mutlu seri penceresi doğanın
-
her yerde köpeksi koklaşmaların
sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum
her sabah.
(...)
Ey irin mutluluğu!
Ey durmayıp ağrıyan
kemiği usumun!
Uğunursam
beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde
birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse
sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor
günümü.
TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir
sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir üzünç aralığındayız
artık TAN!
savulun, çıplaklığım
geliyor ardımdan.
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
Eser Gürson, Özel’deki bu durumu, kurulu düzene baş kaldırıp ‘normal’e aykırı düşmesiyle, Baudelaire’e
benzetmektedir. Şairin
çocuklukla birlikte cinselliği
bu derece öncelemesi ve “aykırı” bir söyleyişle bu durumu
şiirselleştirmesi, Gürson’a göre Özel’i
“patolojik bir karmaşa
içine düşürüp
sancılı (bir) şair”
yapmaktadır.
Devam eden bir izlek olarak bu dizelerle beraber okunması gereken “Geceleyin
Bir Korku” adlı şiirin
özellikle
son bendi, ergen olarak dünyaya konumlanmaya çalışan şair
beni’nin içinde bulunduğu
durumu/huzursuzluğu
tam anlamıyla ortaya koymaktadır.
Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
iri bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlarımda
geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.
(...)
Üşüt,
yırtsın öpüşlerimi paslı
tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
tanrım, Pekos Bil’im uçur beni.
(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
“Waterloo’da Bir Dişi Kedi” adlı şiir,
şairin insanlarla olan
ilişkisini cinsellik
dolayımında ele alması bakımından
ilgi çekicidir. İnsanlara
nasıl güvenebileceğinin
cevabını arayan Özel, ‘kuş’
kelimesinin zihinlerde yarattığı
imajinatif anlam değerlerinden
bu şiirinde de
faydalanmış; özellikle
‘dişi’, ‘kucak’, ‘kanat
çırpmak’, ‘vurmak’,
‘kanatmak’ ve ‘yorgunluk’ kelimeleriyle bu anlamı pekiştirmiştir. Nitekim ‘kanatlarını bembeyaz çırpan kuşlar’
ve ‘bir kadının kendini kuşlara
vurması’ cinsel birleşme
istencinin imajinatif bir söyleyişi olarak kabul edilebilir.
Zengin bir dul dişi bir kedi seviyor ya kucağında
belki bu insanlara güvenimi doğuruyor
durmadan
ellerim bağlı da ondan
bu belki
yaşlı adamlar artıyor
haykırışımdan
kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar
bir kadın vuruyor kuşlara
kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin
gövdesine yorgunluktan.
(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17)
“Acının Omuzlanışı”nın son dizelerinde dikkate sunulan ‘kadın’ da şairin gömleğini, yukarıdaki şiirde örgülenen
söyleyişe yakın bir
sesle ‘zorlamak’tadır:
Aşınmış eşikler, aşınmış
yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.
(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli” şiirinde
yine aynı söyleyiş,
‘gece’, ‘kuş’ ve
‘inilti’ kelimelerinin oluşturduğu
anlam birlikteliğiyle şöyle ifade edilmektedir:
Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü
iniltilerden
(“Bir Ağrı
Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)
İsmet
Özel, cinselliği
“huzursuzluk” şeklinde
yoğun olarak işlediği yukarıdaki şiirlerinden başka, disiplinize
edilmiş biçimiyle
metinlerinde ele almaya devam eder. Yer yer eski yönsemesine müracaat etse de şair, bu
şiirlerde cinselliğe ergen bunalımlarının
hafiflemesi ve beni’nin, konumlanacağı dünya karşısında
kazandığı
kuvvetle, “huzursuzluğu”nu
azaltmış olarak yaklaşır. "Gecelevııı Bir
Koşu” nun son
şiiri olan “Sabah
Ayartması”
adlı metnin bütününde söz konusu edilen cinsellik, bu yönüyle dikkat
çekmektedir:
Bağrı
çok savruk da olsa sabah
günün en çıplak vaktidir
günün en çıplak kuşları
gezinir orda
ve ilkin loş bir yürek
çarpıntısıyla
uyur göğsümün bedenimin
çaşıtları
bütün çaşıtları uyutur
sabah
kuşların, kuşların uçuşlarını da.
Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun
götürür ıssız bir sorumluluğa
ama gitmeyen o simsiyah tad ağzımda
ve buramda coşkun göğertisi orospuluğun
bulanık, aç ve sonuna kadar cesur
Buramı öpesi gelir kuşların
kuşların heryerimi öpesi
gelir
uzanırım aç ve sonuna kadar cesur
sabah günün en kıskanç vaktidir.
(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
‘Savruk’, ‘çaşıt’,
‘orospuluk’ ve ‘cesur’ kelimeleriyle insanların yasak ilişki kurmaya olan meylini,
sabahla
birlikte uyanan cinsel istekle hissettiren şair, aynı söyleyişi 1 yıl sonra yayımladığı “Çağdaş Bir Ürperti”de de
devam ettirir. Şehrin
beni’nde bıraktığı
‘ürperti’yi şiirselleştirirken cinselliğe başvuran Özel, insanların cinsel
iştihasını/‘çavlanını’
dindirmek için yol kenarlarında/‘asfalt’ta otostop çekerek yasak ilişkiye/‘suç’a davet eden
‘kocamış kuşlar’ı dikkatlere sunar.
Ve asfalt orada
ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını
anlatıyordu
onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
koynum bir yangın çıkartıp
siniyordu koynuma.
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)
İsmet
Özel, “Evet, İsyan”
kitabında beliren cinsel temalı şiirlerinde
ortaya koymuş olduğu söyleyişle, söz konusu
olan huzursuzluktan sıyrılmış ve
cinselliğe belirgin bir
görünüş kazandırmıştır. Hayatı tüm açıklığıyla yaşayarak
“beni” için dokunulur kılmak isteyen şairin cinselliği
de bu çerçevede yeniden yapılanmıştır denebilir. “Kan
Kalesi”, “Sevgilim Hayat”, “İnce
Sızı” ve “Muş’ta Bir Güz
İçin Prelüdler 4” şiirlerindeki cinsel tema, bu
bakış
açısıyla ele alınabilir.
“Kan Kalesi” şiirinden
yükselttiği sert ve coşkun sesle şair, cinsel huzursuzluğunu kendisine sunulan mecbur
bırakılmışlıklara
“isyan” ederek bir parça olsun gidermiş görünmektedir:
Sen şimdi
sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran
isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan...
Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.
“Sevgilim Hayat” şiirinde Özel’in hayat ve cinsellik kavramlarını iç içe
kullanarak, “yaşamayı
doyuma ulaşma
olarak” ele alması, “Kan Kalesi”nden yükselen ‘isyan’ı tamamlayan bir içerik
olarak önem kazanmaktadır:
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu
leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve
karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim
senin.
(...)
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)
Yukarıdaki iki şiirde radikal imgelerle öne çıkarılan sesin arkasından
hissettirilen cinsellik, “İnce
Sızı” ve “Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler
4”de iyiden iyiye netleştirilmiş ve gelinen noktadaki
cinsellik ile olan etkileşim
dizelere
yansıtılmıştır. “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” şiirini yazdığında nişanlı olan Özel, bu hususta
artık ‘gövdesinin
sarışın’ olmadığına özellikle şiiriyet kazandırmaktadır:
Öyleyse arkadaşım
sinem kanayadursun
ta ki sürgün ya da mahpus kırışıklar
yerine
yüzümüz köylü ve gurbetçi yanıklığa dursun
sevmekle doğrulanmıyor
madem kalbimiz
girelim yarimizin avlusuna tam tekmil
ve mürdüm erikleri
ve dopdolgun elmalarıyla o bahçede
o geniş kalçalı yarimizi
dört kere.
(“İnce
Sızı”, Evet, İsyan,
s.31)
Şayaktan
bir sabah örtüsü takılıyor aklıma
kağnılar ve mali sermaye
üstüne düşündüklerim
halkın alkışlarıyla
kuracağı dünya üstüne düşündüklerim
ve artık sarışın olmayan
gövdemi dünyaya bulayan sevgilim
sarışın yapraklarıyla
dökülüyor aklıma.
(“Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler
4”, Evet, İsyan,
s.35)
Özel’in devam eden şiir evrelerinde cinsellik artık bir huzursuzluk olarak değil, şiirin anlam dünyasına
kazandırdığı derin
açılımıyla ele alınmaktadır. Örneğin, şairin
müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra
Diriliş dergisinde
yayımlanan “Akla Karşı
Tezler 1” şiirinde karşılaştığımız cinsellik, ironiyle birlikte hayatın
bütünü içerisinde yer alan bir unsur olarak dikkatlere sunulur:
Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
düşünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok
ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama
sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna
doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş
(“Akla Karşı
Tezler”, Erbain, s.185)
Cinselliğin
dikkate sunmaya çalıştığımız kullanımı, şair tarafından “Bir Yusuf
Masalı” adlı eserinde de devam
ettirilmektedir. Masalın ‘İkinci
Bab’ı olan ‘Yusuf’un Kaçırılışıdır’
adlı kısmında Özel cinselliği,
‘sevişmek’ fiili
etrafında insanlara bitişik
olarak devam eden bir unsur olarak dikkatlere sunar. Şair bu dizelerde ‘kuş’ kelimesini
ilk olarak, yukarıda izaha çalıştığımız yan anlam değerleriyle değil de ilk anlamıyla kullanmış ve cinselliği/
sevişmeyi, ‘bulut’ ve
‘ırmak’ kelimelerinin imajinatif açılımıyla şiirselleştirmiştir:
Tohumu
Anasının rahmine
Bir ilkbahar sabahı düşmüş.
Baharmış.
Dışarda
rüzgâr.
Dışarda
dallarda, bulutlarda
Toprakta delimsirek çırpınışlar.
Bir yanda hışır
hışır emeniyor börtü
böcek
İrili
ufaklı bütün kuşlar
Suskun buldukları korunakta
Öte yanda tabiat
Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telâşıyla yarışa yelteniyor.
Ah, bu hep zaten böyle oluyor
İnsanlar
tabiatı her zaman heyecana boğuyor
Çünkü kuşlar
ve böcekler gibi değil
Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar
Sevişerek
çiseliyorlar dünyayı
Yalnız ilkbahar gecelerinde değil
Sevişiyorlar
Sonbaharın mağmum
karanlığında
Kış gelince
hakaretamiz bir soğuk
çattığında
Yaz olunca ısınan baygınlığın çözeltisi yüzünden
Sürgün günlerinin birinin batımında
Birisi bir başkası
yerine seyahat ederken
Yusuf'a doğru giden her
eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor
Sevişme
ânı.
(“İkinci
Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”,
Bir Yusuf Masalı, s.51)
3.1.2.2.
Bedenin horlanması şeklinde
ortaya çıkan yıkıcılık/'kargaşa’ ve cinsellik
İsmet
Özel kendi varlık alanı içerisinde hareket için peşine düştüğü sahicilik arayışı neticesinde içine girdiği
huzursuzluğu, cinsel
temalı şiirlerinin yanı
sıra kimi metinlerinde de kendi bedenini horlayıp vücudunun azalarını
çirkin görerek şiirin
sınırlarına dâhil eder. Bu şiirlere
hâkim olan genel atmosfer, bir müddet sonra varoluş
problemine aranacak cevaplarla sosyalizmden İslamiyet’e evrilerek yön değiştirecek olan yıkıcılık ve kargaşadır.
Arno Gruen, insandaki yıkıcılığın
temellerine ilişkin
öngörüde bulunduğu
“Normalliğin Deliliği” adlı kitabında,
"nisanın kendi kendisine saygı duyma ihtiyacıyla, boyun eğerek iktidarla iş birliği yapma eğilimi arasındaki
çelişki”ye
dikkat çekmekte ve bu durumun “insan ruhundaki en temel belki de ilk yarılma”
olduğunu ifade
etmektedir.
Yıkıcılığın
ve huzursuzluğun söz
konusu olan “çelişki”
sonrasında ortaya çıkacağını
belirten Gruen, “bu
çelişki’yi içselleştirerek toplumsal
ideolojilere itaat edenlerin kargaşa yaşamayacağını fakat özgürlük peşinde olan
‘itaatsiz’ kimselerin hoşnutsuzluk
yaratacağını ve
güçlülerin himayesinden, dolayısıyla iktidarlardan pay alma
şanslarının riske gireceğini öne sürer.” İsmet Özel’de öncelikle kendi
bedenine ve çevresine yönelerek ortaya
çıkan bu durum, "Geceleyin Bir Koşu”da bir araya getirilen şiirlerde yansımasını bulacak ve hayatının
ileriki
safhalarında da devam ederek, şair
her zaman için bu anlamda “güçlülerde” hoşnutsuzluk yaratacaktır.
Özel’in “Yıldızların Uzaklığına Övgü” ve “Yağmurun Kapıları Karanlık” adlı şiirleri, hem söyleyiş hem de
içerdiği kelimelerin
imajinatif açılımı nedeniyle dikkat çekmekte; yukarıda söz konusu edilen “çelişki”yi ve
sonrasındaki yıkıcılığı/kargaşayı hissettirmektedir. Şairin diğer şiirlerinden farklı olarak “düzyazı şiir” formunda
kaleme alınan bu metinlerdeki ‘zehirli ok’, ‘savaş’, ‘yıkmak’, ‘kan’, ‘ceset’, ‘kargaşa’, ‘kin’, ‘iğrenmek’,
‘boğmak’, ‘yangın’ ve
‘kanamak’ gibi kelimeler, Özel’in içinde bulunduğu huzursuzluğun birer yansıması olarak
da okunabilmektedir:
Kargaşa.
Ve kolayca yıkılan inançlarım benim, benim en
sağlam ve dağınık ellerim. Sabahı nasıl
tetikte bekliyorum. Şafakla
damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin. Ve onarıyorum
nasıl hızla kendi gücümü. Nasıl bir soylu boşluğa
çılgınca
kanayorum. Ey yangınlar artığı!
Her yangından arta kalan bir
şey, her yangından arta
kalan gerçek şey
çoğalt
beni.
(“Yıldızların Uzaklığına Övgü”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
(...)
İşte,
zehirli oklar kullanıyoruz o yanıltan savaşlarda. Yıkıyoruz,
yaban çiçeklerinin açtığını
görüyoruz kıyıda. O kargaşalık
içinde
ben yıldızlara bakıyorum. Çevresini soğutuyor suya düşen
ay.
Yıkıyoruz. Yıkmak, kutsal kini yürekli olmanın. İğrenmeden
göklere göklere bakmak. Ellerimizi saklamak ellerimizde.
İşte,
gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha
da itmek için suya, ölüme ölümlülüğü yakıştırabilmek
için cesetlerle
bezedim güzel olan her şeyi.
ELİMİN AKLIĞINDA DAĞILIVERDİ
KANIN. Elim el olmaktan çıkıverdi. Çocuğun yanaklarıyla
boğuşuyordu yağmur, derken yüklendik
karanlık kapılarına
yağmurun.
(“Yağmurun
Kapıları Karanlık”, Geceleyin Bir Koşu, s.14)
İsmet
Özel, içerisinde bulunduğu
bu kargaşayı kendi
bedenini horlayarak dikkatlere sunduğunda, cinsel içerikli
bir söyleyişe yaklaşmaktadır. Cinselliğin yoğun bir biçimde kullanıldığı şiirlere baktığımızda şairin bedeninin
farklı uzuvlarına karşı
Türk şiirinde örneğine rastlanmayacak bir
sertlik ve cesaretle yaklaştığı görülmektedir. “O
Bağımsız Dağların”, “Tüfenk”,
“Waterloo’da Bir Dişi
Kedi” “Geceleyin Bir Korku” ve “Evet, İsyan” adlı
şiirlerde bunun
örneklerini görmek mümkündür.
‘Bezgin’, ‘yorgun’, ‘pis’, ‘çirkin’, ‘iğrenç’, ‘karakavruk’ olan ve
‘utançla oğuşturulan’ yüz; ‘hor’ görülen
‘bacaklar’; ‘sarışın’
olan bir beden ve dahası, Özel’in şiirlerinde kolayca söz konusu edilir. Ataol
Behramoğlu’nun da
belirttiği gibi "bedeniyle
bu denli uğraşan, kendini fiziksel olarak
bu denli horlayan bir
başka şair göstermek” gerçekten
zordur:
Bendim benim gölgelerimdi
yaklaşan dağlara ayaklarını satan
ve bakır kazanlardan taşarken
roma
yorgun bir karanlığa
ileten kendini
o acı çığlıkları güzle ağartan
(...)
ben ki hala alnımda imparatorluklar
bezgin, yorgun yüzlü ve sarışın
olanlar.
(“O Bağımsız
Dağların”, Geceleyin
Bir Koşu,
s.12)
ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi
(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)
O silik aynalarda şaşırdığım pis yüzüm
daha çok insanlara benzeyen ve onlara
hırçın çalgılar ansıtan
yüzüm.
Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça
ve o külle yıkandıkça ben durmadan
utançla oğuşturduğum
yüzüm.
(...)
O silik, eski, yalnız aynalarda
kısaca insanlarda yani
kuşları eskiten kan
kurusun.
Gürültülü bir intihar başlasın akşamla
dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün
dinsin dinsin benim çağdaş olmayan iğrenç yüzüm.
(...)
ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara
(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17)
Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağrıma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir oğlanın yağmurdan
hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlarımda
hırlıyım böylece büyür askın bir salgıdan öteye geçemediği
tanrım, Pekos Bil'im üşüt
beni.
(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)
ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm
ağrıyı bırakıyorum
(“Evet, İsyan”, Evet,
İsyan, s.22)
3.1.3.
Alt edilen mukadderat: Ölüm
“savaşın, sevdanın rengi
her güzellik bu rengin ardındadır
yaşamak
bir başına bu
rengi geçebilmez
'öüümden korkup da sonunu sayan
ölür gider yar koynuna giremez.'”
Yaşatan
İsmet
Özel, bireysel duyarlılıkla kaleme aldığı ve daha çok “Geceleyin Bir Koşu” adıyla kitaplaştırdığı şiirlerinde
temalaşan çocukluk ve
anılarına; cinsellik ve beraberindeki huzursuzluğa; yıkıcılıkla birlikte ortaya konan bedenin
horlanışına hep beni’nin
dünya ile olan etkileşiminden
hareketle şiiriyet
kazandırmaktadır. Şairin
bu ilk dönem
şiirleriyle beraber ele
alınabilecek fakat yine bu ilk dönemdeki şiirlerde öncelenen vurguların, sonrasında tüm şiir
evreninde devam ettirilmesi gibi sürekli işlenecek olan bir tema da “ölüm” ve beraberindeki
anlam içeriğidir. Şair,
kaleme aldığı “Yorgun”
adlı ilk şiirinden, bu
gün de yazdığı şiirlerinin dizelerinde “ölüm”
temini
hissettirmektedir.
Özel, “ölüm” ve yaptığı zihinsel çağrışımları,
yukarıda ifadeye çalıştığımız temaların kimi
içeriklerinde olduğu
gibi, “huzursuzluk” ya da bir tür “sıkıntı” olarak ele almaz. İlk şiir kitabında beliren “ölüm” düşüncesinin öne
çıkarıldığı şiirlerinde bile şair, bu duyguyu ya çocukluğun ölümle ilgili anlam
dünyasından hareketle ele almış
ya
da ölümü “saf” ve kabullenilesi bir olgu olarak dikkatlere sunmuştur. Daha sonrasında zengin
anlam açılımıyla
Özel’in şiir evreninde
devam eden “ölüm” düşüncesi
ise, daha çok modern insanın içselleştiremediği
ve
anlamlandıramadığı bir
“sorun” olarak ironiyle beraber şiire
konu edilir. Şairin tüm şiir evrenindeki ölüm ile
ilgili
izlekler, “En saf haliyle kabullenilen ölüm” ve “Modern insanın en
büyük açmazı olarak ölüm” başlıkları
altında incelenebilir.
3.1.3.1.
En saf haliyle kabullenilen
ölüm
İsmet
Özel’in ilk dizelerinden itibaren karşılaştığımız “ölüm” olgusu,
kaybedilenin acısıyla isyan edilen ya da
kabullenilmeyen bir tema olarak örgülenmemekte; bu anlayışın bir ifadesi olarak “çocuk”
ve onun anlam
dünyasıyla beraber ele alınmaktadır. Kanaatimizce Özel’in şiirlerindeki bu durum,
çocukların zorluklar karşısında
korumasız olmaları nedeniyle hayattan ziyade ölüme yakın oluşlarıyla açıklanabilir.
Nitekim “Kuşun Ölümü”
adlı
şiirde sözü edilen ‘damdan
düşme’ eylemiyle böyle
bir dünyanın kapıları aralanmakta, çocukluğun saf dünyası
“kuş” kelimesine
yüklenen “can” anlamıyla dikkatlere sunulmaktadır. Yine bu şiirin ilk dizelerinde
‘ölümün’,
‘sarışın’ kelimesiyle
karşılanması, bir tür
“naifliği” akla
getirmesi bakımından dikkat çekmektedir:
Kuş damdan
düşünce
sarışın
bir yürüyüşüdür artık
ölümün
bir yağmurdur
açılan kuraklığa
bir yağmurdur
kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan
kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur
sokaklarda
kuş öldü
herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının
altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını
getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce
(“Kuşun
Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)
İnsanların
ölüm fikrinden kaçamayacaklarını ‘kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler’ dizesiyle imleyen şair, ‘küçücük
bir yorgunluk’ kelime grubuyla da “Yorgun” şiirinde dikkatlere sunduğu çocukların oyun dünyasına gönderme
yapmaktadır. Özel, bu şiirden
6 ay sonra yayımlanan “Bakır Tenli Yapraklar” adlı şiirinde ölüm duygusunu,
“Kuşun Ölümü”ne yakın
bir ses ve söyleyişle
ortaya koymaktadır:
Bak, ölüm güzü kıskanıyor
şimdi
ıssızdır onun sevimli kedisi
ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu
sanıyor.
uzayor defterine uğrayan kan lekesi
senin kuşların
olurdu mevsimi yolculuklara çağıran
içli taşra kızların
gizemli eviçleri
kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan
o denize açılan ellerin nerde şimdi?
yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin
o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte
bak, ölüm güzü kıskanıyor
mevsimi aşka
çağıran kuşların nerde senin
güze el değdirmeyen
ellerin nerde?
(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)
Yukarıdaki her iki şiirde de yaşanmış çocukluklardan hareketle
meydana getirdiği
“çocuk” ve “ölüm”ün anlam
birlikteliğini şair, “Karoon” şiirinde de devam ettirir.
“Çalgı ile eşlik edilen şarkı” anlamına gelen şiirin isminden
de anlaşılacağı gibi, şairin özellikle, anlatılan
cin ve peri masallarıyla çocuk muhayyilesinde oluşturulan korku’ya
dikkat çekip, ölüm olgusuyla özdeşlik kurarak meydana getirdiği imajinatif söyleyişi ve akıcı üslûbu dikkat
çekmektedir:
Ne gümüş bir
çocukluk ölümün mavi cinleri
uykusunda bıraktığı
saçlarındaki yangın
o balçıkla beslenen saçlarındaki yangın
ona doğru uzanınca akşamın kanlı eli
sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın
ona cinleri sığındıran
ay korkusudur
ne gümüş bir çocukluk
ölüler gibi sağlam
ölüler gibi soyunmuş artık
korkularından
onu ben ne kadar buldum desem yok olur
çünkü girilmez tarlasına ay kokusundan
(“Karoon”, Erbain, s.19)
İsmet
Özel, ölüm gerçeğinin
kabullenilmesi gereken bir olgu olduğunu ve ondan kaçılamayacağı gerçeğini
“Sevgilime Bir Kefen”, “Aynı Adam” ve “Mazot” adlı şiirlerinde de dile getirmektedir. ‘Dünyaya doğru
yürümekle meşhur’ olan şair, bizzat kendi yaşanmışlıklarına ve düşünsel serüvenine/“yürüyüşüne” şiiriyet
kazandırdığı “Aynı Adam”
adlı şiirinde
“yürünülmeyen”in ölüm olduğunu
ifade etmektedir. İnsanın
elindeki
‘yürüme’/“bilgilenme” şansının
ölüme kadar geçerli olacağını
Özel, şiirinin şu dizeleriyle akla getirir:
Ben dünyaya doğru
yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar
çarelenir
dağların esmer ve yaban
telaşından kurtula diye
torna tezgahlarında demir.
Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür
yeryüzünün halleri
kanla dolar pazuları tarladakinin
hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
yağlı kasketimin
kıyısında nar çiçekleri.
(“Aynı Adam”, Evet, İsyan, s.33)
“Sevgilime Bir Kefen” ve “Mazot” şiirlerinde Özel, içinde bulunduğu devrimciliğin ölüm ile ne kadar yakın
olduğunu ve bu yolda
olanların ölümle her an yüz yüze gelebileceklerini hissettirmekte; bu durumu
kabul
edilebilir bir olgu olarak dikkatlere sunmaktadır. “Sevgilime Bir Kefen” şiirinde ölümün sessiz bir şekilde/‘alçacık
bir sesle’ gelebileceğini
imleyen Özel; “Mazot” şiirinde
de ölümün insanı her an bulabileceğini ‘uyanık’
kelimesiyle belirtir ve ‘korku’ ve ‘alesta’ sözcükleriyle de ölümün bu
engellenemez gelişine işaret eder:
(...)
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
(“Mazot”, Erbain, s.143)
Yine Özel, “Savaş Bitti” adlı uzun soluklu şiirinin dizeleri arasında ölümün insanları yüz
yüze/‘ru be ru’
karşıladığı gerçeğine işaret etmekte ve bunu ‘enselemek’ fiiliyle
dikkatlere sunmaktadır. Dizelerde yer alan ‘Tren’
kelimesin, trenin ince bir ray hattı üzerinde yavaş yavaş
ilerliyor olmasıyla, birbirine eklenmiş bulunan
vagonlarıyla ve duraklarda inip binen yolcularıyla birlikte metafor olarak düşünüldüğünde, “ölüm”ün imajinatif
açılımına boyut kazandıran bir yapı içerisinde olduğu hissedilmektedir:
Trenli hayatların bir gereği bu
Trenin bütün yolcularına ölüm
İltimas
olsun diye
Bir kalkış noktası
hediye ederek
Her birini tek tek
Üç tarzda uğurluyor
Durulan her istasyonda onları
Yine ölüm karşılıyordu
ru be ru
Gizli pazarlıkların mahfillerinde ölüm
Onları eliyle koymuş gibi enseliyordu
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.53)
3.1.3.2.
Modern insanın en büyük
açmazı olarak ölüm
Ölüm ve beraberinde gelen düşünceler, insanoğlunun zihnini sürekli kurcalayan en büyük
problemlerinden biri
olmuştur. Kimilerine
göre ölüm bir kurtuluş ve
hayat karşısında “diri”
durmanın vazgeçilmez koşulu
iken;
kimilerine göre en büyük anksiyete kaynağı ve bir “son”dur. İnsanların ölüm karşısında almış olduğu
tavır,
onların varlık sebeplerini kavrayışlarıyla doğrudan
ilgilidir. Ne zaman ve nasıl sona ereceği belli olmayan, ama bir
gün mutlaka bitecek olan bu hayatın anlamına dair herhangi bir endişesi olmayan insanın, ölüm karşısında da
tükenmesi kaçınılmazdır.
İnsanoğlunun mevcut olan diğer canlılardan farkı, sadece
bir gün öleceğini
biliyor olmasında değildir.
En büyük
fark, insanın ölümle karşı
karşıya olduğunun bilincine varması ve
varoluşunu ölüme doğru yaptığı yolculukta
kazandığını bilmesidir.
Dolayısıyla ölüm, hayatımızı “otantik bir tarzda yaşamamız için olası kılan bir
durum” dur. Her ne kadar "(ölümün fizikselliği insanı tahrip etse de ölüm
fikri insanı korur” ve onun gündelik
kazanımların peşi sıra
tükenip yitmesini engeller. Bu bilinçlenme sayesinde insan diğer canlılardan ayrılmakla
kalmaz, beşer içerisinde
de farklı bir konuma yükselir.
İsmet
Özel de “insan kılığında
karşımıza çıkan bir
kimsenin insan olup olmadığını
ölüm karşısında takınmış
olduğu tavır
dolayısıyla anlayabileceğimizi”
ifade etmekte ve ölümün “insan hayatı”na katmış olduğu
anlamı ifade
için Heidegger’den hareketle “yalnızca insanlar ölür, diğerleri telef olur”
demektedir. Şaire göre
“insan” olmak,
telef olmaktan kurtulmaktır. Özel, ilk şiirlerinde en saf haliyle kabullenilen bir olgu
olarak işlemeye başladığı
ölüm temini, müslüman dünya görüşüne
bağlanmadan evvel yaşadığı sancılı zihin sürecinde de, ontolojik
problemini hallettikten sonra da söz konusu etmeye devam etmiştir.
Özellikle müslüman dünya görüşünü benimsemesinden sonra kaleme aldığı şiirlerinde şair ölüm olgusunu,
modern insanın en büyük açmazı olarak ironiyle birlikte zekâ ürünü
sayılabilecek dizelerde dikkatlere sunar. 1974
yılının hemen başında
yayımlanan ve şairin
zihinsel dönüşümüne dair
önemli işaretler veren
“Esenlik Bildirisi”
adlı şiir, ölüm
duygusunun modern zamanlardaki kavranış biçimini örneklemesi bakımından dikkat çekmektedir:
Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tikiz
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir.
(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)
Modern dünyanın insanlar ve eşyalar üzerindeki yıpratıcılık ve “kimliksizleştirme” çabası, etkisini en
çok da ölüm
düşüncesi üzerinde
göstermiştir. Öyle ki
modern zamanın insanı, hayatın sıradanlıkları arasında körleştiğinden,
ölebileceğini dahi
aklına getirmez. Her şeyin
akılla/‘zekâ’ ile izaha çalışıldığı böyle bir ortam içerisinde
‘ölüm
duygusu’nun saygısızca karşılanması
normaldir. Zygmunt Bauman, “Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat
Stratejileri” adlı kitabında, modern öncesi çağda yaşayan insanların ölümü hayatlarının bir parçası haline getirerek
"evcilleştirmiş ” olmalarının, modern
insanlar tarafından anlaşılamayacağını ifade etmektedir. Çünkü
“otantik”
olmayan bu hayat tarzı içinde ölüm ve ölüler aklın öngördüğü şekliyle mekândan/kentten uzağa atılır.
Baudrillard, “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm” adlı kitabında
ölülerin zaman içerisinde, köy ve kent merkezlerinin
sıcaklığını yansıtan ve insanların
bir araya toplanmak için de kullandıkları mezarlıklardan alınarak “dış”a doğru
atıldıklarına dikkat çekmekte ve "yem kentler ya da çağdaş metropollerde gerek fiziksel
mekân gerekse zihinsel
mekân anlamında ölüler için öngörülen hiçbir şey”in olmadığını söylemektedir.
İsmet
Özel, ölüm üzerine en geniş açılımlı
ve derin anlamlı söyleyişini
“Üç Firenk Havası” adlı şiiriyle
ortaya
koymaktadır. Baştan sona
ölüm temasıyla örgülenen üç bölümlük şiir, oldukça uzun olmasına karşın ritmini ve
şiiriyetini kaybetmeden
devam eder. Şiirin
bütününe konu edilen modern insanın ölüm karşısındaki tavrı,
“Capriccio Ölüm”, “Ölüm Cantabile” ve “Requiem” başlıkları altında çok farklı yönleriyle ele
alınmaktadır.
Öncelikle şiirin isminin
“Üç Firenk Havası” olması “bildik”, “tanıdık” olmayan ve okuyucunun geri plan
kültüründe karşılığını tam olarak bulamayacağı bir dünyanın varlığını hissettirir. “Frenk”
kelimesi, Osmanlıların
Avrupalılara özellikle Fransızlara taktıkları bir isimdir. Geleneksel kültüre
yani alaturka olana ters düşerek,
alafranga yaşam biçimini
benimsemiş olanlara da
aynı ismin verildiği
görülür.
Alafranga hayat tarzını yaşayan Frenklerin memleketi Fransa, insanoğlunun aklın önderliğinde hareket ederek
tabiatı, daha genel anlamda “var olan”ı değiştirebileceğinin farkına vardığı yerdir. “Modernlikle aklın
özdeşleştirilmesi daha çok Fransa’ya
özgü bir eğilimdir.”
Aydınlanma Devri’ni, Rönesans’ı, Reform’u ve Fransız
Devrimi’ni “skolâstik” zihniyetten sıyrılarak, kendi iradesiyle gerçekleştiren ve modern dünyanın
kapılarını
aralayan 19. yy. insanı, ölüm karşısında da aklıyla baş başa
kalmıştır. Dolayısıyla o
maddî olanın peşi sıra
gittiğinden, metafizik
olana sırtını dönmüş ve
ölümün gerçek anlamını idrak edemeyerek "ruhıımın dış
alanlarından merkezine yöneleme”miştir.
İsmet
Özel, bu dönem insanının ölüm karşısındaki duyuş tarzına,
aslında “Üç Firenk Havası”nın en başında işaret
etmiştir. Şiirin başlığında kullanılan ‘hava’ kelimesi, aynı zamanda
müzik parçalarında bir tür olarak da
kullanılmaktadır. Böylelikle “Frenk Havası” dendiğinde, “dans havası”, “roman havası”, “oyun havası”
gibi
müzikal bir dünyanın sınırlarına girmiş oluruz. Bu dünyada önemli olan, keyif ve neşe halinin devam etmesidir.
Ne olursa olsun bu ‘hava’nın bozulmasına izin verilmez. Özel, bu kelime
oyunuyla modern insanın ölüm gibi çok
önemli bir varoluş tarzı
karşısında takınmış olduğu tavra işaret eder. Burada dikkati çeken önemli bir özellik,
bölüm başlıklarının şiirin ismiyle hem içerik hem
de kurgusal düzlemde paralellik gösteriyor olmasıdır.
Şiirin
ilk bölümü ‘Capriccio Ölüm’ adını taşır. Neşe
ve keyif anlamlarına gelen “Capriccio” kelimesi, hicivsel
aktarımlı müzik parçalarına da verilen bir isimdir. İsmet Özel, bu bölümün hemen başında:
Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorsak sanırım
işimiz
fazlasıyla ciddileşir.
Bize ne başkasının
ölümünden demeyiz
çünkü başka
insanların ölümü
en gizli mesleğidir
hepimizin
başka
ölümler çeker bizi
ve bazan başkaları
ölümü çeker bizim için.
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.24)
diyerek, alışılmadık
bir söylemle, tam da başlığa uygun olarak dikkatleri
ölümün üzerine çeker. Bauman,
insanların kendi ölümlerine tanık olmasalar da başkalarının ölümüne tanık olduklarını ve bunun da
insanların
başarılarına anlam kattığını yazar. Bunun anlamı: “Biz
ölmemişiz, biz
hâlâ yaşıyoruz
demektir. Çoğu
kültürde
böylesine büyük yeri olan, uzun yaşama duyulan arzu, gerçekte çoğu insanın kendi akranları
öldüğünde bile
yaşıyor olmayı
istemesi anlamına” gelmektedir.
Özellikle, hayata göbek bağıyla bağlanmış olan
modern insanda görülen bu tavır, şiirde ironik bir tarzda ele
alınır. Nitekim bencilliği
şiddetle savunan ve “Benden
gayrisi benim umurumda değildir.
Beni benden başka
hiçbir şey
ilgilendirmez. İnsanı
insan eden bencilliğidir.”
diyen anarşizmin
savunucusu Max Stirner’in (1806-
1856) ve 1918 tarihinde Lenin’e suikast girişiminde bulunan, fakat başarılı olamayınca üç gün sonra kendisi
suikastla öldürülen Fanya Kaplan’ın nasıl yaşadığı
değil ne şekilde öldüğü merak konusudur.
İsmet
Özel, “Henry Sen Neden Buradasın” isimli kitabının birinci bölümünde, başka insanların ölümünün bu
denli merak edilmesinin "biyografi yazarlığı” gibi bir meslek doğurduğunu dile getirir ve sona eren hayatların
sadece birer bilmece olduğunu
söyler. Bu bilmeceyi çözmek de ‘başka insanların ölümü’nü ‘en gizli mesleği’
haline getirenlere düşmektedir.
Max Stirner ve Fanya Kaplan’ın ölümü bu açıdan değerlendirildiğinde ayrı bir
anlam kazanır. Gerçekten de Fanya Kaplan’ın ölümü üzerine söz söyleyeceklerin işi, şairin dediği gibi,
‘fazlasıyla ciddi’dir. Çünkü Lenin gibi birine suikast girişiminde bulunan kişi, (üstelik bir de bayan
olunca)
biyografi yazarlarına, sonunda bir sineğin yüzünden bile ölmüş olsa, bireyin hayat içerisindeki yerini kafa
kurcalayan sorularla belirlemeye çalışan Max Stirner’den daha fazla malzeme vermektedir.
İsmet
Özel birinci bölümün devamında, ölüm gerçeğinin modern zamanı yaşayan insan tarafından nasıl
değiştirildiğini/gizlendiğini dile getirmeye devam
eder:
Ölümle şaka
olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman
da.
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.25)
Ölümün/ölümlülüğün üstesinden gelemeyen modernite, bu büyük gerçeği göz önünden ve zihinden
uzaklaştırma
yollarını arar. Onu başa
çıkılabilir küçük parçalar halinde “akla uydurma”ya çalışır. Ölümün metafizik
boyutuyla
ilgilenmeyen modern insan için artık o, evcil değildir. “Kalabalıkların” mutluluğunu düşünen modern zamanın
“yönlendiriciler”i ölümü vazgeçilmez bir tüketim aracı olarak görürler.
Hastalıklarla boğuşan insan, ölümün
soğuk nefesini
hissetmeye başlayıp yok
olup gideceğini anladığında, Kierkegaard’ın
ifadeleriyle söylersek,
“ölümcül hastalık” olan "umutsuzluk"la baş başa kaldığında kendisini hiç çekinmeden modern tıbbın/tüketimin
kucağına atar. Ölümü bu şekilde uzaklaştırdığına inanan ve “var olmayı unutma” durumunda yaşamaktan kendini
alamayan modern insan, ölür gider fakat arkasında, kendisine ‘önce öl sonra
ödersin denilen bir yığın
“tedavi”
masrafları kalır.
İsmet
Özel, bu bölümün sonunda ölümün farklı bir yönünü nazara vermeye başlar. Bu frenk havasının şen ve
şakrak kısmının da artık
sonuna gelindiğinin bir
işaretidir:
Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri şehrin
varoşlarında ikâmete
mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı
mı solcu mu olduğu
sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun
kadar
kurşunî
bir kış denizi kadar
bile
taraf tutmayan ölüm.
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.25)
Her zaman ve her yerde uyanık olan ölüm, artık daha dar bir
çerçevede ele alınmaktadır. Bu çerçevenin sınırları
İsmet Özel’in bizzat
kendisi tarafından da çok iyi bilinir. Toplumsal alandaki çalkantıyı kendi
biyografisinde de
yaşayan şair, kontrol edilen/güdülen
kalabalıkların bir çırpıda ölümle nasıl buluşturulduklarına işaret eder. Sona
eren hayatların hiç kimse için bir kıymeti yoktur. Önemli olan, varoluş sebebini umursamayarak
“otantik olma”
sınırının çok uzaklarında yaşayan
insanların kişisel/ideolojik
doyumlarıdır.
Şair,
ölüm düşüncesiyle ilgili
olarak bu söyleyişin bir
benzerini 1969 yılında Ataol Behramoğlu için yazdığı
“Yıkılma Sakın” adlı şiirinde
de ortaya koymaktadır. Bu dizelerde Özel, “sahicilik” arayışının bir ifadesi olarak,
sorumlu olduğu işi sonuna kadar inanarak ve
samimiyetle yapmak gerektiğinin
işaretlerini verir.
Özellikle son
dizenin anlamı “öl’mek/ol’mak” biçiminde okunduğunda yapılan işe duyulan sorumluluk bilinci iyice
belirmektedir:
(...)
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda
gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıranda
bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.
(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38)
İsmet
Özel, ölüm düşüncesi
dolayısıyla yukarıdaki şiirde
beliren yaşam biçiminin
anlamını, “Üç Firenk
Havası”ndan 7 yıl evvel yayımladığı “Amentü” şiirinde
de şiirin sınırları
içerisine dâhil etmektedir. Şair,
iki ayrı
varoluş tarzının
kabulüyle yaşanan
hayatları yüzleştirirken,
ölüm düşüncesini şöyle dikkatlere sunmaktadır:
Tutun ve yüzleştirin
hayatları
biri kör batakların çırpınışında
kutsal
biri serkeş ama oldukça
da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata
karşı.
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)
“Üç Frenk Havası” şiirinin ikinci bölümünün adı “Ölüm Cantabile”dir. İtalyanca bir müzik terimi
olan
“Cantabile”in en önemli özelliği
dinleyicisine, melodi vasıtasıyla konuşuyormuş gibi
hitap etmesidir. Özel, bu
bölümde ölüm olgusuna doğrudan
modern insanın/‘şehrin
insanı’nın açmazlarını konu ederek yaklaşır ve “Frenk
Havası”ından söylemeye devam ederek şiirin hemen başında
yüksek bir perdeden konuşmaya
başlar:
Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerimi yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan beyaz bir aygırla taşardım
derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekasıyla doymak
isterdim
kaba solgun kağıtlar
sunardı
şehrin insanı bana
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.26)
Hayata dalgınlıkla bakmış olmak, Heidegger’in ifade ettiği “var olmayı unutma”
durumunda olmak demektir.
Eşyanın
ve etrafta olup biten hadiselerin “oluş”u üzerine düşünmeden
“hayret” içerisinde kalıp, sıradanlaşarak/
körleşerek yaşamak demektir. İsmet Özel, “Henry Sen Neden
Buradasın” isimli kitabının ikinci bölümünde
“Hayrete uğramak
sıkıntılarımızdan kurtulmamıza yarayan yolu açmıyorsa hayret ettikçe salaklaşırız.
Salaklaştıkça da titizlik gösterme yetimizi kullanamayan bir kimse
oluruz.” demekte; bunun sonucunda da
titizliğini elden
kaçırmış birinin ahlak
sahibi olamayacağını
belirtmektedir.
Şair
sıkıntısının yani “dalgınlığın”
farkındadır. Şehrin
insanının sahip olduğu
“kaypak ilgilerin” ve “zarif
ihanetlerin”, kendisini “otantik olmaktan/ahlak sahibi olmaktan” alıkoyduğuna inanır. Yeri bu
insanların yanı
değildir. Bunu belirtmek
için kullanılan kelimeler, imajinatif değeri son derece yüksek olan söz dizimleridir.
Göllerden ‘beyaz aygır’la taşmak,
‘derin ormanlara’ ‘gebe kısrakla’ kaçmak ve ‘güneşin zekâsıyla’ doymak
istemek. Bu kelimeler hep, tertemiz ve duru olana ulaştıktan sonra orada çoğalma istencinin birer ifadesi, anti-
konformizmin bir uzantısıdır. Tertemiz ve duru olan ise, varoluş sebebine uygun hareket
edilen ve “oluşun”
arkasındaki büyük sırra erişilen
yerdedir. Fakat şehrin
insanı onu, ‘kaba solgun kâğıtlar’
sunarak konformizmin
içerisine çekip sıradanlaştırmak
ister.
Şairin
bu “farkındalık süreci”ne gelmesi birden bire olmaz. Artık burada, yaşanmış olan şahsi tecrübelerden
hareketle konuşan bir
“ben”in varlığı söz
konusudur. Bu “ben”, kendi eksikliklerini tamamlamak ve
zedelenmişliklerinin
acısını dindirmek ister. Bunu başarmak
için de, Carl Gustav Jung’un dediği eylemi, dünyayı
merkezinde kendisi olmak kaydıylayeniden, “tamam-etme eylemi”ni gerçekleştirmeye çalışır. Bu durum şiirin
devamında şöyle dile
getirilir:
Ogün bugün, şehri
dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin
mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin
insanı
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivilcelerin
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.26)
Şehir şatafatlıdır, görkemlidir. İçerisinde kendinden uzaklaşmış bir yığın kibirli kalabalığı barındırır. Şehrin ve
“kalabalığın” bilincine
varan “ben”, artık “kendine dönmek” ister. Bu dönüşüm ister istemez, “ben”in dünya
modeli ve görüşünde
sarsıcı bir değişikliği de beraberinde getirecektir. Bu yeni oluşturulan dünyada, şehrin
insanının sürekli beraber olduğu
fakat bir türlü farkına varamadığı
değerler vardır. Bunlar,
şair tarafından ‘gece’,
‘rutubet’, ‘kuytu’ ve ‘sis’; ‘serçe’, ‘böcek’, ‘örümcek’ ve ‘yabani güvercin’
kelimelerinin imajinatif açılımıyla
okuyucuya hissettirilir ve bu kavramlar “ben”in, tam anlamıyla kendisini
bulabilmesi için asıl gerekli olan varlık
şartını imler.
Nasıl böcekler rutubette, örümcekler kuytuda, yabani
güvercinler de sabah sisinde hayat bulup, var olabiliyorsa,
“ben” de gecenin o saran ve huzur veren dinginliğinde “olmak” istemektedir. Şiirde kullanılan ‘gümüş maşrapa’
metaforu, “ben”in “arınmak” için ihtiyaç duyduğu “su”ya gönderme yapar. Bu varoluş tarzı “şehrin insanı”nın
anlayabileceği bir durum
değildir. O, modern
dünyanın kendisine sunmuş olduğu “yasak” elmalardan
nemalanıp,
yağlı yiyeceklerle iyice
semirir ve sivilceleriyle baş başa kalır. İsmet Özel, gidilecek yerin
neresi olduğunu şiirin
ikinci bölümünün son kısmında dile getirir:
işte
öldüm, işte son kadife
çiçekleri
son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için ince bir melhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar
yanlarında saklayacak
benim ölümümden yayılan kırpıntıları
boğaz
tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerine
benim ölmüş olmamı
hiç bir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiç bir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin
insanı
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.27)
Dünyayı,
kendi varoluş sebebini
merkeze koyarak tamam etme eylemi sona ermiş, “ben” bir parçası olduğu
“bütüne” yani hakikî “ruh”a kavuş muştur. "Bilinçli inişler”, “bilinçli çıkışlar” geçirmiş; “bilinçli
daralmalardan”, "bilinçli genişlemelerden” etkilenmiş “insan”ın hayatı artık sona
ermiştir. Bu aynı
zamanda
insanın “tazelenebilmesinin de sonudur.” Çünkü insan, Özel’in
dile getirdiği gibi,
“can taşıdığı müddetçe her an
içten içe kaynıyor demektir. Bu kaynayış artık ölümle son bulmuştur.” Fakat sona eren “ben”/“ruh” değil,
“tazelenmenin” ne olduğu
hakkında bilgisi olmayan şehrin
insanının çok değer
verdiği maddî varlık,
yani
“beden”dir.
Bu “ben”in hayatı ve modern zamanların/‘şehrin’ insanına karşı ortaya koymuş olduğu “uymacı olmayan tavır”,
‘kadife çiçekleri’ ve ‘defneler’le bezenmiş bir hayattır. Fakat şehrin insanı, ölen bu “beden”e “baldıranlar” lâyık
görür. Çünkü nefes alıp veriyorken bu “ben”, şehrin insanının ezberini bozmuş onu, mecbur bırakılmışlıklarını
hatırlattığı için,
huzursuz etmiştir. Şairin adı geçen çiçekleri şiirinde kullanması boşuna değildir. Yaz kış
yaprakları yeşil
olan defnelerin ve her zaman parlaklığını muhafaza eden kadife çiçeklerinin karşısına, zehirli bir
ot olan baldıranlar çıkarılarak, şiirin en başından
beri dikkatlere sunulan iki farklı hayat tarzı sembolleştirilir.
Böylelikle ikinci bölümün başından beri “Cantabile”in nakarat bölümü gibi
tekrarlanan şehrin
insanının
özellikleri netlik kazanmış olur.
Buna göre şehrin insanı,
‘kaypak ilgilerin’, ‘zarif ihanetlerin’, ‘bozuk paraların’,
‘sivilcelerin’, ‘pahalı zevklerin’ ve ‘ucuz cesaretlerin’ esiri olan konformist
bir insandır. Şehirli
olanlar, yani
“kaçaklar’, “hoşnutsuzlar”
ve “boğaz tokluğuna çalışanlar’ bu “ruh”un hapsedildiği kafesin/bedenin ölümünü,
kendi hesaplarına çarçabuk tüketmeye çalışırlar. Çünkü hayattayken sürekli olarak yenilenmek,
toplumsallaşma
süreci içerisinde kendisine sunulanı/dayatılanı peşinen kabul eden şehrin insanına göre değildir.
Şair
bu noktadan sonra şiirin
üçüncü bölümünün de temelini oluşturan
önemli bir yere varır. Artık “ben’in/
ruh’un” taşıdığı değerler bir insana, daha geniş bir ifadeyle bir “ölümlüye”
ait değildir. Gündelik
yani gelip geçici
olanın sınırları içerisinde değerlendirilemeyecek
olan bu kazanımlar doğrudan,
yaratılış sebebinin ve
ölümün
doğru olarak kavranıldığı bir hayat tarzına işaret eder. Bu hayat tarzında,
“var edilen” her şey,
yaratıcısından izler
taşır. ‘Yaprağın damarında’ da, ‘suyun
özünde’ de varlık/hayat, yokluk/ölüm bir aradadır. Fakat şehrin insanı
bunu ‘hiçbir vakit’, asırlar öncesinden haber verilmiş olmasına rağmen, ‘hiçbir ayetten’ anlayamaz.
Onun durumu veba salgınından kaçarak ölümden kurtulduklarını
zanneden ve ibret için önce öldürülüp sonra da
diriltilen halkınkine benzer: “Kendileri binlerce oldukları hâlde, ölüm
korkusuyla yurtlarından çıkanları
görmedin mi? Bunun üzerine Allah onlara: “Ölün” (diye) buyurdu, sonra da onları
diriltti. Şüphesiz
ki Allah,
insanlara karşı
gerçekten büyük ihsan sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmezler.”
Şiirin
üçüncü ve son bölümünün adı “Requiem”dır. Kelime anlamı olarak “ağıt” demek olan requiem,
Hıristiyan
inançlarına göre, ölen kişinin
ruhunu rahatlatmak amacıyla yapılan cenaze töreninde çalınan müziğe de denir.
Mozart’ın ölüler için bestelediği
ve çok beğenilen
eserinin adı da “Requiem”dır. İsmet
Özel artık “Üç Firenk
Havası”ndan sonuncusunu seslendirir. Neşeli bir girişin ve “dinleyici”yi içine çeken bir söyleyişin ardından
gelen “ağıt” havası,
ölüm ve ölümlülük üzerine söylenen tam bir final havası niteliğindedir:
Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir
güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.
(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.28)
Şiirin
özellikle ikinci bölümünün tamamında kendini hissettiren “ben”, artık yerini
yukarıda da ifade edildiği
gibi,
varoluş sebebinin ve
ölümün doğru olarak
kavranıldığı bir hayat
tarzına bırakmıştır.
Böyle bir hayat, Gabriel
Marcel’in “içi boşalmış hayatlar” diye adlandırdığı ve yaşamların kesintisiz şekilde geçici kazanımlara
dayanarak devam ettiği
bir hayatın tam karşısında
yer alır. Bu hayatta ölüm fikri günün her saatinde ve yılın her
mevsiminde dipdiridir. Bölümün isminden de anlaşılacağı
üzere, “oluş”a hayranlık
duyanların ve “ölüm”ü
huzurla karşılayanların
sonuna kadar yaşadıkları
bu hayat, artık geride kalmış ve
özlemle anılır olmuştur:
Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin
ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı
bey çocukları
müminler müşriklerle
savaşırdı.
Toprak ve yağmur
savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.
Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
serüvenler peşinden
yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.
(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.28 29)
Bütün sükûneti ve anlamıyla, “var olmayı düşünme” durumunda yaşayanlara cesaret kaynağı olan bu hayatta,
toprağa atılır atılmaz
yeni filizler, yeni uçlar vermek için “ölen”, ‘tohumların bilgisine’ dahi
“yakîn” olunur.
Böyle olunca ‘kavga’ çıkarmak, ‘dövüş’ başlatmak,
‘çarpış’mak hatta ‘savaş’mak bile ayrı bir anlam
kazanır bu
hayatta. Bir evin içerisinde bir odadan diğer bir odaya geçme rahatlığında karşılanır ölüm bu hayatın insanı için.
Ne var ki kendi kuyusunda kaybolmuş olan modern dünyanın/şehrin insanı, bunlardan hiçbirinin anlamını
kavrayamaz. Her geçen gün insan iradesine ve zekâsına mahkûm olan fakat ölüm
fikrini evcilleştiremeyen
modern dünyada, rüyalarda verilen müjdeler, asırlar öncesinden yazıya dökülmüş “söz”ler, birer işaret fişeği
görevi görmezler. İsmet
Özel, bu noktadan sonra şiirin
sonuna doğru yaklaşıldığının işaretini verir ve şiirin sesi
birden artar:
Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu
yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa
fermuarladı.
akşam gezmesine çıkan
emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını
(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.28)
Ölüm fikrini “öldüremeyen” modern insanın, bu “gerçek” karşısında başvurduğu çarelere dikkat çeker şair
burada. Artık söz konusu olan, arkasından ağıtlar yakılan ve ölümün tevekkülle karşılandığı bir hayat tarzı
değildir. Modern zamanın
insanı, ölümü ve ölümlülüğü
hayatından çıkarmak için ne gerekiyorsa yapar.
Baudrillard, “batı kültürünün tümüyle sağlıklı olma, yani yaşamı ölümden temizleyip kazıma, üzerine
oturtulduğunu” söyler.
Ölümü her ne pahasına olursa olsun arınık hale getirmek, örtmek, gerekmektedir.
Hayattaki varoluşlarını
mideleriyle orantılayan ‘genç burjuvalar’ da ölüm fikrini ‘fermuarlayarak’ şimdilik,
hayatlarından uzağa
atarlar. Böylelikle, alışılageldiği gibi gündelik işlerini yapmaya devam eden ve
hayatlarının
sonuna yaklaşan
emekliler de “ölmek”ten rahatsız olmamış olurlar. Şiirin son kısmında, ölüm düşüncesinin
modern insanın hayatındaki yeri üzerine kesin hüküm verilir:
Bir soğuk
uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara
karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan ölüm götürdü seni
ölüm ölüm
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.
(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.30)
Hem ölümün bizzat kendisi hem de ölüm fikri, modern dünyada
sıradan işler kadar dahi
yer almaz. İnsanların
hayatlarından sınır dışı
edilen ölüm, etraftakilerin keyfini kaçırdığından “müstehcen ve rahatsız edici bir şey”
haline gelmiştir.
Çevreden geçenlerin gözleri ve duyguları rahatsız olmasın diye cenaze alayı
programları bile en
düşük seviyede tutulur.
Böylesine ‘kaba’ olan bir “gerçeğin”,
kimliklerin ve sözcüklerin içinin boşaltıldığı
“uzay-zamanı” nı yaşayan
modern insanın hayatında, bir boşluktan
ve hiçlikten öteye gitme şansı
yoktur.
3.1.4.
Şahsî olandan toplumsal olana
yöneliş: Devrimci
duyarlılık
“bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal’am onu kal’a kılan benim
boşanır
damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir
benim yerim.”
Evet, İsyan
İsmet
Özel’in şiir evrelerini
incelerken de önemine ve şairin
şiir oluşum süreci içerisindeki yerine
dikkat
çektiğimiz “Partizan” şiiri ve beraberinde gelen
devrimci duyarlılık, içerik olarak "Geceleyin Bir Koşu”daki
şiirlerden ayrı bir
yerde durmaktadır. Dünyaya konumlanmaya gayret gösteren bir ben’in sahibi olarak
Özel, ilk
şiirlerinde yukarıda
dikkat çektiğimiz,
bireysel kaynaklı bir takım “huzursuzluklarına şiiriyet kazandırırken,
“Partizan”la şahsî
olandan toplumsal olana yönelmeye başlar. Çalışmamızın
“Hayatı” kısmında sebepleri üzerine
detaylı olarak durmaya çalıştığımız bu yönelim, Özel’in
hayatıyla şiirinin
paralel olarak ilerlemesinin de bir
göstergesi olarak kabul edilebilir.
İsmet
Özel, dünyayı anlamlandırma yolunda eğleştiği sosyalizm durağında, özellikle TİP’e kaydolup ‘müseccel
komünist’ olduktan sonra almış olduğu tüm görevlerde sorumluluk
bilinciyle hareket etmiş;
beni’nin arayışı
içerisinde olduğu
“sahiciliği” bu yolla
gidermeye çalışmıştır. Fakat bir müddet sonra
bu “durak”taki insanların
gündelik kazanımların peşi
sıra giden kimseler olduğunu
fark eden şair, söz
konusu olan arayışını
devam
ettirecektir. Kanaatimizce şairin
“devrimciliği” de bu
noktada belirmektedir. Dönemin koşulları düşünüldüğünde
büyük sarsıntılar geçiren topluma ve onun kendi gibi huzursuz olan insanına en
doğru yolu göstermek inancıyla
sosyalist olan şair,
almış olduğu sorumlulukları devrimci
duyarlılıkla yerine getirmekte ve her şeyden önemlisi bu
durumu şiirine konu
ederken şiirin estetiğine zarar vermemeye çalışmaktadır.
"Evet, İsyan” kitabında bir araya gelen ve devam eden süreçte
de izlek olarak varlığını
koruyan devrimcilik temalı
şiirler, yaptığı işi/“partizanlığı”/“devrimciliği” hayatının en önemli uğraşı
sayan bir ben’in radikal ve sert üslupla
ortaya koyduğu metinler
olarak kabul edilebilir. Özel’in devrimci duyarlılıkla yazılmış şiirlerindeki temel
izlekleri
“‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık” ve “Hayatın merkezine konulan
partizanlık/devrimci
duyarlılık” şeklinde
ele almamız mümkündür.
3.1.4.1.
‘Merak’ etrafında gelişen
devrimci duyarlılık
İsmet
Özel’in dünyayı anlamak ve içindekiler hakkında bilgi sahibi olmak için çocukluğundan bu yana ayrı bir
çaba içerisinde olduğu
anlaşılmaktadır. “Benim
dünyanın şekli
hakkında yakınlarım dolayısıyla bir merak alanım
vardı” diyen şair,
sorgulayan ve “didikleyen” bu yönünü, devrimci duyarlılıkla kaleme aldığı şiirlerinde “merak”
unsuru etrafında hissettirir.
“Sevgilime Bir Kefen” adlı şiirinde Özel, konumlanmaya çalıştığı dünya karşısında “hazırlıksız” olmak istemez.
Fakat şaire/“devrimci”ye
göre en önemli ‘hazırlık’, klişeleşmiş söylemler, broşürler ya da sloganlar değil de
“merak etmek”tir. Bilgilenmenin ve aydınlanmanın kapısının ilk olarak “merak”
edilerek açılacağı
düşünüldüğünde, şiirde bir devrimcinin merak unsurunu en önemli
bir hazırlık olarak kabul etmesi dikkat
çekmektedir. Çünkü genelde devrimcilerin harekete geçmesi için toplumsal
“dürtü”ler veya kalabalık psikolojisi
yeterli olmakta; anlamını kaybederek “kitsche”leşmiş eylemler
ve içi boşaltılarak “mış gibi” hareket etmeler kâfi
gelmektedir. Bir ‘devrimcinin’ önemli bir özelliği olarak kabul ettiği bu ‘merak’ unsuruna Özel, metinde şu
satırlarla şiiriyet
kazandırır:
(...)
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür
üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.
(...)
Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla
oturduğumuz evleri
tıkayan
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır.
(...)
Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları,
analarımız
aşererken toprak yiyen
analarımız
yüreğimin palamarlarını
çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.
(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)
Özel, “Evet, İsyan”
şiirinde de yukarıdaki şiirde olduğu gibi merak unsurunun bir
devrimcinin hayatındaki
önemine gönderme yapmaktadır. Yine bu şiirde dikkat çeken önemli bir özellik, şairin şahsî olandan toplumsal
olana açtığı pencere ile
toparlanmış ve kuvvet
kazanmış gözüken beni’ne
olan güvenidir. İsmet
Özel, bu güven
dolayısıyla devrimciliğini
daha da belirgin kılmakta; en önemli kazanım olarak gördüğü “merak”ı iyice
yüceltmektedir. Şiirde
‘toprak’, ‘kan’, ‘mezar’, ‘pusat’, ‘yumruk’ ve ‘kavga’ sözcüklerinin ilk anlam
değerleriyle
oluşturulan devrimci
duyarlılık, ‘merak’ etrafında örgülenen ‘sabah’ ve ‘gök’ kelimelerinin uzak
anlam
değerleriyle karşılanmak istenmekte; “örnek
okur”a metnin anlamını tamamlaması için davetiye çıkarılmaktadır:
Ben merd-i meydan
yani toprağın
ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk
diye tanınan.
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.22)
“Merak”ın “yaşamak”
ile birlikte anılıp, ‘hainin’ ve ‘korkağın’ karşısına konulduğu
bir diğer şiir de “Muş’ta Bir
Güz İçin Prelüdler” şiirinin 7. bölümüdür. Özel’in
‘ey’ nidasıyla merak için yaptığı
tanımlar, şairin
devrimci
duyarlılığı ile bu
özelliğinin ne kadar
birbirine bitişik
ilerlediğini ortaya
koyması bakımından önem arz etmektedir.
Yine bu şiirdeki söyleyişin, şiirin adına uygun olarak açımlanması da dikkat
çekmektedir. “Ses veya düzen
denemesi” anlamına gelen Prelüd, şiirde ses ve ritmik düzenin ahenk ile olan uyumu gözetilerek
örneklenmiş
olmaktadır:
Adını 'bir gün fazla yaşamak' koyduk.
Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!
Ellerin ve doğurtucu
erkin başdöndüren
macerası!
Ey toprağın
ve rahmin tükenmez hünerleri!
Güz ki ancak hainin yüreğini soğutur
bir korkağı
mahzun kılar kırlangıç sürüleri
sabırla, kin tutarak
gülen günlere ulaşan sesleri bulduk
adına 'yaşamak'
diyoruz
'düşmana
inat bir gün fazla yaşamak!
'
(“Muş'ta
Bir Güz İçin Prelüdler 7
”, Evet, İsyan,
s.35)
Özel, “İnce
Sızı” adlı şiirinde
devrimciliğin önemli bir
safhası olarak gördüğü
“merak”ı, yukarıda örneklediğimiz
şiirlerden farklı olarak
dikkatlere sunar. Bu şiirlerde
şair, merakı bizzat
ismini anarak şiirselleştirirken, “İnce
Sızı”da devrimci duyarlılık çevresinde sorduğu sorularla bir “duygu” olarak ele almaktadır. Şiirde ‘nalça’
kelimesinin sözlük anlamı öncelenerek kişileştirilen
‘sevincin’, yaklaşırken
çıkaracağı “ses” merak
edilmekte;
‘dost’ kelimesinin yaptığı
imajinatif çağrışımla da bu sevincin istendiği hissedilmektedir:
Var mıdır nalçaları sevincin
gün tene değince
kanatları uzar mı
derin bir secde gibi rüzgâra aşılanmak
dostları düşünmenin
çarpıntısından mı
(...)
ben bir deli fışkın değil
miyim
sahibim Köroğlu'nun
da sahibi değil mi
ve çocukların ezbere bildiği
gömleğimin
kendirini kendim ekmedim mi
(“İnce Sızı”, Evet, İsyan, s.31)
3.1.4.2.
Hayatın merkezine konulan
partizanlık/devrimci duyarlılık
Sosyalist olarak devrimciliği hayatının merkezine koyan ve bu duyarlılıkla
dünyayı anlamlandırmaya başlayan
İsmet Özel, müslüman
dünya görüşüne bağlandıktan sonra da bu
duyarlılığını devam
ettirir. Modern dünyaya ve
onun insanı esir alan mecbur bırakılmışlıklarına yönelerek devam eden bu durumu, çalışmamızın ileriki
kısımlarında şiirlerinden
hareketle örneklemeye çalışacağız. Burada dikkat çekmek
istediğimiz husus, ergen
bunalımlarını terk eden bir ben’in toplumsal olanın sınırlarına yaklaşıp halkın sıkıntılarını konu
ederken
devrimciliğe “samimi”
bir biçimde yönelmesi ve bu inanmışlığını da şiirin imkânları dâhilinde
sonuna kadar
işlemesidir.
Şairin
“Partizan” şiirinden
yansıyan devrimci duyarlılık, ifadeye çalıştığımız
hususu örnekleyecek dizelerden
oluşmaktadır. “Partizan”
kelimesi, Türk şiirinde İsmet Özel’den önce Nazım
Hikmet tarafından da kullanılmıştır.
Nazım Hikmet, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın dördüncü kitabında “Zoe”
adındaki genç bir kızın
Almanlara karşı olan
mücadelesini ve sonunda asılışını
şiiri içerisinde
hikâyeleştirerek “Göğsüne bir de yazı
yazdılar: /PARTİZAN”
dizeleriyle “Partizan” kelimesine yumuşak ve sempatik bir söyleyiş katar.
Partizan şiirinin
özellikle ilk “7-11” dizelerini Nazım Hikmet’ten esinlenerek yazdığı ileri sürülen İsmet Özel, sert
ve radikal bir söyleyişle
şirine konu ettiği “Partizan”ı, Nazım
Hikmet’ten farklı bir biçimde ele alır. Şair,
“Partizan”ı anlatı konusu olarak değil de, ben’den hareketle bizzat hayatın merkezine konumlandırılan
yaşanılası
bir durum olarak değerlendirir.
Özel’de söz konusu olan bu durum, insanın ontolojik boyutuna yaptığı
göndermelerle değerlendirilir
ve içi boş anlamsız
eylemlerden daha çok, bütünüyle çözümü hedefleyen bir yapıyla
ortaya konulur. Türkiye’nin 1960 yıllarındaki içinde bulunduğu kaotik ortam düşünüldüğünde “Partizan” şiiriyle
ışıyan anlam dünyası
daha belirginlik kazanmaktadır.
Kendi içerisinde 3 bölüme ayrılan “Partizan” şiiri, bütün olarak bakıldığında “dayanacağım”, “dayanmalıyım” ve
“dayanamam” fiilleri etrafında örgülenmektedir. Şairin partizanlığından/devrimciliğinden bir şey kaybetmemek
için kendinden emin olarak “dayanacağım” dediği
“rahatsızlık”, ‘harf ve ‘yıldız’ kelimeleriyle hissettirilir. Bu
kelimelerden ‘harf, söz konusu olan rahatsızlara karşı öfkeyle söylenecek bir “sözü/küfrü”
imlerken; ‘yıldız’
kelimesi de, sıradanlaşmak
olarak beliren bu rahatsızlıklara katışmamak kararlılığını
akla getirmektedir. Nitekim
şiirin 5. dizesinden
sonra şair, ‘Artık’
sözcüğüyle, geride kalan
ve kendisinin de onayladığı
değerlerin olmadığını
işaret etmekte;
özellikle ‘banker’, ‘noter’ ve ‘mevlit ilanı’yla simgeleşen modern zamanlara karşı duran ‘ergen’i ve
onun partizanlığını
yüceltmektedir:
Gırtlağımda
bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış, ne infilak
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın
benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında
bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kağıtlara
durarak
mevlit ilanlarına durarak.
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
- Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha -
Gırtlağımda
bir harf büyüyor
gırtlağımızda.
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7)
Şairin
partizanlığı, şiirin ikinci bölümünde bir
zorunluluk bildiren “dayanmalıyım” kelimesi etrafında açımlanarak
devam eder. Özel’in dayanması gereken ‘sarp bir güvercin’in “yürek”ten düşmesidir. ‘Yürek’ ve
‘güvercin’
kelimelerinin derin anlamda meydana getirdiği birliktelik, ‘sarp’ imajıyla farklı anlam
katmanlarına çağrışım
yapmaktadır. Baştan sona
imajinatif bir içerik taşıyan
bu söyleyiş, şiirin devamında, birinci
bölümde olduğu gibi,
yüceltilen ‘ergen ölüleri’nin karşısında olduğu
değerlerin nazara
verilmesiyle iyice netleştirilir.
Özellikle,
‘tecimevleri’, ‘poker’, ‘sinema’ ve ‘genelev’le simgeleşen modern insan/‘herkesler’, “Üç Firenk
Havası” şiirinde
özellikleri sıralanarak eleştirilen
‘şehrin insanı’na yaklaştırılarak şiire dâhil edilir:
Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine
savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor
sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur
kendimizi
ne beklenebilir.
Yırtarak açtığımız
zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
Bereketli kuşlar
serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim
ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.8)
Özel’in yukarıya alıntıladığımız şiirde
dikkat çeken devrimci duyarlılığının
aynı söyleyiş ve
içerikle, “İnce Sızı”
şiirinde de ortaya
konulduğunu görmekteyiz.
Şairin, ‘dünyaya
sokulmak’ için, modern insanla özdeşleştirdiği
‘yalan’, ‘kir’ ve ‘tahvilat’la ‘cebelleşmek’ isteğini dile getirirken, ‘düşünmek’ ve ‘güdebilmek’ eylemleriyle işaret
ettiği anlam dünyası
dikkat çekmektedir:
Yokum arkadaş
düşünmekle
varılan tada
hayata yalnızca kafanı banmak
gövdende namusluca güdebilmek sevinci
elbet burkulup kalmaktan iyi.
Kara gözlerimde uğuldayan
bu değil ancak
elde tüfek, elde alet, yürekte kor
cebelleşmek yalanla,
kirle, tahvilatlarla
damarlarına papatyalar doldurarak
bir serinlik olup dünyaya sokulmak
(“İnce
Sızı”, Evet, İsyan,
s.31)
Partizan” şiirinin
son bölümü şairin
“dayanamayacağı” değerlerin söz konusu
edilmesiyle başlar.
Özel,
‘dinmeyen bir mavilik’ ve ‘bir çeteci’nin ‘kanındaki çiviyi’ sökmesi karşısında savunmasızdır. 3.
bölümün ilk
dizesinde yer alan ‘dinmeyen bir mavilik’, şairin hayatı, devrimci duyarlılıkla anlamlı,
dokunulur ve “sahici”
kılarak yaşamak istemesi
olarak da okunabilir. Bu anlamda “yaşama sevinci”ni, hayatının merkezine koyduğu
eylemle/devrimci duyarlılıkla birebir örtüştüren şair,
şiirinin sonunda
‘ÇIKSAM’ kelimesi etrafında yükselttiği
sesle de bunu dikkatlere sunar:
Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle
söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
Radyodan silah sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz,
yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse
ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir
ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik:
partizan
(“Partizan”, Evet, İsyan, s.8)
İsmet
Özel’in “Yaşamak
Umrumdadır” adlı şiiri,
“Partizan” şiirinin
özellikle son bölümünde beliren hayata,
devrimci duyarlılıkla yönelerek “yaşama sevinci”ni kaybetmemenin devamı olarak okunabilir. Özel,
“Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?”
adlı eserinde bu şiirini,
Nazım Hikmet’in “Yaşamaya
Dair” adlı şiirini
olumlamadığı
için kaleme aldığını
ifade eder. Nazım Hikmet, 1948 tarihini taşıyan “Yaşamaya Dair 1, 2, 3” şiirlerinde,
‘Yaşadım diyebilmek
için...’ (“Yaşamaya Dair
3”, Bütün Eserleri, s.333) hayatı dolu dolu yaşamak gerektiğine,
ameliyat masasında ya da hapiste olunsa da hayattan ümidi kesmemek gerektiğine işaret ederek hayata, bir anlatı
konusu olarak şiiriyet
kazandırır. İsmet
Özel’in “Yaşamak
Umrumdadır”ında ise, şiirin
başlığından itibaren hayat,
ben’in hissedebileceği,
coşkuyla yaşanarak ‘karşılık’ verilebilecek bir unsur
olarak ele alınır. Şair,
“dokunulur
kılarak” yaşamak istediği hayatı, devrimci
duyarlılıkla birleştirerek
şöyle şiirselleştirir:
(...)
Yaşamak
debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş
haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık
vereceğim
Sana bir karşılık
vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken
günler
ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti
sana
bir karşılık vereceğim.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
Yukarıda örneklenen şiirde olduğu
gibi “Sevgilim Hayat” şiirinde
de hayat, uğrunda
devrimci duyarlılıkla
mücadeleye girilecek bir ‘sevgili’ gibi ele alınır. Bu ‘sevgili’yle/hayatla beraber
olunurken âdeta ulaşılan
cinsel bir
doyum söz konusudur. Özel’in şiirlerindeki
cinsel içeriği
incelerken dikkat çektiğimiz
bu hususu şair,
özellikle
meydana getirdiğini
Boris Pasternek’in “Kızkardeşim
Hayat” adlı şiirinden
hareketle ifade eder. Pasternek’in
aşağıya alıntılayacağımız dizelerini çok “soğuk, zihinsel ve sexless”
bulan şair, doğrusunun “Sevgilim Hayat”
olması gerektiğini
belirtir ve kendi metninde, yaşadığından sorumlu bir ben’in
sahibi olarak hayatı her yönüyle
şiirine dâhil eder:
Kızkardeşim
hayat bu gün de su taşkınlıklarında
Bahar yağmurlarıyla
her şeye çarptı
yaralandı,
Ama insanlar madalyonlar içinde soylu homurdanışlarla
Ve incelikle ısırıyorlar yılanlar gibi yulaf aralarında.
Yüksektekilerin buna kendi dayanakları var
Tartışmasız
tartışmasız gülünesidir
senin dayanacağın
Hani boralarda leylakidir gözler ve çayırlar
Ve rutubetli yerlerde kokar engin.
(...)
(“Kızkardeşim
Hayat”, Kızkardeşim
Hayat, s.5)
İsmet
Özel, “Çağdaş Bir Ürperti” adlı metninde
de, yukarıdaki şiirlerle
örneklemeye çalıştığımız hayatın
merkezine koyduğu
devrimci duyarlılığını şiirin sınırları içerisinde işlemeye devam eder. Bu şiirde özellikle
“dinelmek” eyleminin 3 kez tekrar edilmesiyle meydana getirilmek istenen
atmosfer dikkat çekmektedir. Yine
şiirin sonunda Özel’in,
Turgut Uyar’ın kendisine “Che Guevara’nın burada daha iyi gideceğini” söylemesine
karşın Fidel Kastro’yu
konu etmesi, şairin “işi gücü çatışmadan ibaret ve dövüş zevkini tatminden öteye
gitmeyen bir devrimcilik”ten uzak durmasıyla yakından ilgili bir durumdur:
(...)
ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya
dineldim
dineldim
dineldim
aşk; içerimdeki ergen
ölüsünü uğraştırıyordu.
(...)
ve karnının kurşun işleyen
karanlığı
hüznün namusunu savunan ellerin
Fidel Kastro’yu övüyor bana
Bunun için.
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.11-12)
Devrimci duyarlılığı hayatın merkezine koyma noktasında, “Partizan” ve “Çağdaş Bir Ürperti” şiirleriyle beraber
okunması gereken bir diğer
şiir de “Bir Devrimcinin
Armonikası”dır. Bu şiirde
şairin, bireysel
huzursuzluğunu
konu ettiği şiirlerindeki kadar olmasa da,
devrimcilikle beraber gelen sorumluluktan ve modern dünyanın
sıradanlıklarından kaynaklanan bir “sıkıntı” söz konusudur. Sıradanlaşarak hayatlarını devam
ettiren insanlarla bir
arada bulunuyor olmanın huzursuzluğunu ve onların dünyalarına ayak uyduramamanın ‘acemi’liğini, ‘makine’/
modern çağ karşısındaki gövdesini ‘tahta bir
bavul’a yani oradan oraya taşınan/sürüklenen
bir “eşya”ya
benzeterek dışa vuran şair, ‘boğulmak’ ve ‘gitmek’ fiilleri
etrafında oluşturduğu imajinatif söyleyişle de bir
çözüme ulaşmak
istemektedir. Bu dizelerle aralanan anlam dünyası, şairin varoluşsal güvenliği
elde ettikten sonra
kaleme aldığı “Of Not
Being A Jew” şiirinden,
‘kalbe’, ‘eve’ ve ‘şarkıya’
“dönmek” etrafında yükselen ses ile
birlikte okunduğunda,
öncelenen anlam biraz daha netleşmektedir:
(...)
ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi
oraya gidiyorum : boğulmaya.
Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insan kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi
1300 tarihli şehbenderlere
dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak,bir
setre.
Tutuşan
bir bıçak.
içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte gidiyorum
oraya : boğulmaya.
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Burada dikkat çeken bir diğer nokta, Özel’in devrimci duyarlılığının yerel sınırları aşarak evrensel bir düzeye
ulaşmış olmasıdır. “Çağdaş Bir Ürperti” şiirinde Fidel Kastro’yu söz konusu eden şair, bu şiirinin son
dizesindeki ‘Hanoy’da bir uçaksavar’ (“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.15) söz grubuyla
da
Vietnam Savaşı’na
göndermede bulunur. 1965 yılında savaşla ilgili barış görüşmelerinin sürdüğü bir sırada
Amerika Birleşik
Devletleri, Vietnam’ın başkenti
Ha Noi’yi bombardımana tutmuş ve
17.000 Vietnamlının
ölümüne neden olmuştur.
Bombardıman boyunca Vietnam kuvvetleri de 15 Amerikan B52 bombardıman uçağını
düşürmeyi başarmıştır.
İsmet
Özel, “Bir Devrimcinin Armonikası”nı yazdığı sıralarda devam eden Vietnam’daki bu olayı şiiri içerisinde
işleyerek, devrimci
duyarlılığının sadece
kendi ülkesinde olan haksızlıklara karşı olmadığını
okuyucuya
hissettirmiş olmaktadır.
Aynı duyarlılığı
“Sevgilim Hayat” şiirinde
de ortaya koyan şair,
Amerikanın Vietnam’da
ki tutumunun yanına bu sefer, -şiirlerini
“Erbain” adlı kitabında toplu olarak bir araya getirirken,- Rusya’nın
Afganistan’da yaptığı
‘vahşetin’ eleştirisini koymaktadır:
Uzak Asya'dan çekik gözlerimiz
Küba'dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak
güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da
Ke san'da, Kandehar'da ümüğüne
basılır mı vahşetin
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.30)
Yukarıya alıntıladığımız şiirlerle
dikkat çektiğimiz bu
durum, şairin devrimci
duyarlılığının hayatın
merkezinden
aldıklarıyla şekillenip
kuvvet kazanması sonucu ortaya çıkmaktadır. “Kan Kalesi” şiirinde bu hususunun yerel
bir
yansımasına şiiriyet
kazandıran Özel, 1965 yılının mart ayında Zonguldak Kozlu’daki olayları şiirine konu eder.
Maden ocaklarındaki işçilerle güvenlik görevlileri arasında meydana gelen
bu olayı şair, günlük
gazetelere
yansıyan şeklinden
ödünçleyerek dizelerinde şöyle
dikkatlere sunar:
(...)
herkesin içinde iğdiş bir
bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyorlar ocaklarına.
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.20)
İsmet
Özel, devrimci duyarlılıkla kaleme aldığı şiirlerinde,
yukarıya örneklediğimiz
gibi, halka ve onu ilgilendiren
unsurlara şiirin
sınırları içerisinde özellikle eğilmektedir.
Askerliğini farklı şehirlerde yapması sonucu
halkları/
insanları daha yakından tanıma fırsatı bulan şair bu metinlerinde “halkı”, devrimciliğine güç katan bir unsur
olarak
dikkatlere sunar. Özel’in “Yaşatan”
adını taşıyan şiiri, ifadeye çalıştığımız hususu, güzel söyleyişi ve derin
içeriğiyle dikkatlere
sunması bakımından önem arz etmektedir:
Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça kirpikli gelinler huylanır.
Ben halka bakınca terlenirim
yaslanırım tarlaların gölgesine, tozuna
kirlenir gülkurusu mendilim.
Benim rengimle kim yarışabilir
sancımı kimler altedebilir ben halka bakınca?
Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi
yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,
sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden yaralandım dünya ırmaklarından.
(“Yaşatan”,
Evet, İsyan,
s.40)
Şiirin
devamında Özel, halkın içinde bulunduğu olumsuz şartları
dile getirirken bunun sorumlusu olarak yine
‘şehrin insanı’nı
görmektedir. ‘Üniforma’ ve ‘kravat’ kelimelerinin çağrıştırdığı
uzak anlamlarından faydalanan
şair, halkın hak ettiği yeri bulması için girilen
mücadeleleri anımsar ve tekrar devrimciliği yüceltir. Bu sefer şair,
aynı duygu değerini
paylaştığı ‘arkadaşlar’ına olan güvenini de söz
konusu eder:
Dünyanın ırmakları dediğim yer
aydınlık, gülümserlik ve sevda
Oysa halkın göz çukurları çamurlanmıştır
kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara
yazlık sinemalarda, üniformalar altında
banknotların, kıravatların saltanatıyla
çürütülmektedir halk.
Gözlerim
ne güzeldir halka bakınca
gözlerimde böğürtlendir
avuçlarımda nar,
ayaklarını çıplatıp sulardan geçen çocuklar
sevinçle kıpırdatır yapraklarımı.
Halkım
pıçaklanmış bir
kadın gibidir
kaygular içinde yapayalnız
zehirli çiçeklerin uğultusu
uzaklaşmaz kulaklardan.
Gözlerim
neden güzeldir halka bakınca
beni neden küflemez o çökertilmiş
anlam
herdaim karnımda tıkılı duran şafak
dünyalar biriktirir halk adına?
Çünkü bana göbek bağımdan işliyor
toprak
hançeri ellerinde neşter
kılan
arkadaşlarım var dağlarda.
Kara yerden kırmızı gelincikler biterken
leylekler kirlenirken bin bereket uğruna
şeffaf, bakire kızlar
pencerelerden
kaçırılmak için elederken delikanlılara
o zaman benim gözlerim işte
kavi bir mavzer olur halka.
(“Yaşatan”,
Evet, İsyan,
s.40-41)
Özel, devrimci duyarlılıkla haksızlıkların ve mecbur
bırakılmışlıkların
üzerine gidilmesini şiirselleştirirken halkı
ve onun zedelenmişliklerini
söz konusu ettiği bir diğer şiiri de “Yıkılma Sakın”dır. Şair, bu şiirinde de
“Yaşatan”da olduğu gibi, aynı mücadeleyi veren
‘devrimcileri’ dikkate sunar ve ‘dört duvarın’, ‘tel örgünün’,
‘meşhur yasakların
sahipleri’ne karşı
sürdürülen savaşı, şiirin imkânları içerisinde
hissettirir:
Yaraların kabuğu
kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan
dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan
sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur
yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
Boşuna
mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu
vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı
değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya
alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları,
sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
(...)
(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38-39)
İsmet
Özel, “Kan Kalesi” şiirinde
‘elbet bir hinlik vardır seni sevişimde / ey kanıma çakıllar karıştıran
isyan’ (“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.20) diyerek yücelttiği devrimciliğini, “Evet, İsyan”
şiirinde de ‘alanlara’
çağırdığı ‘çatlıycak kadar aşkî yürekler’le özdeşleştirmektedir. Şiirin en başında ‘demirden sağanaklar
altında’
uyutulan sevgili, son bentte gelindiğinde ‘yüzüne ay kırıkları çarpıp’ uyandırılmak istenir. Şiirin açılışı ve
kapanışı olarak da düşünülebilecek bu kurgu, ‘uyur
sevdiğim’ sözleriyle başlatılıp ‘uyansın sevdiğim’ söz
grubuyla sona erdirilmektedir. Şiirin
yine son bendinde ‘isyan’ın, ‘kan’ ve ‘karanlık’ kelimeleriyle kurduğu
koşutluk dikkat
çekmektedir:
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir
benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek
haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî
yüreklerini.
(...)
Alanlara çok bilenmiş yüreğim
alanlara
vurulsun kösleri şu
gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
(“Evet, İsyan”,
Evet, İsyan,
s.23)
Şairin
devrimcileri yüreklendirdiği
bu dizeler, “Mazot” şiirinde
tekrar söz konusu edilir. Şiirin
sonunda
‘devrimcinin’ ‘çarpıntısız dakikası’ olmayacağını ifade eden Özel, ona ‘yangınların üstüne’ korkusuzca
yürümesini öğütler:
Sana yaşamak
düşer çarkların
gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit
güneşle ovulmalıdır
gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
(“Mazot”, Erbain, s.143)
Fakat şair
bu söyleyişini yine tüm şiirlerinin çıkış noktası olan kendi beni’nden
hareketle yapmaktadır. Bu
noktadan bakıldığında,
Özel’in ‘devrimci’ dolayımında yükselttiği ses, aslında kendinden yükselmekte ve kendine
yönelmektedir. İfadeye
çalıştığımız bu durum, “Mazot” şiirinin “giriş” kısmı olarak kabul
edilebilecek dizelerden
anlaşılmaktadır. Nitekim
‘ağlamadan’, ‘utanmadan’
ve ‘yumruğu çözülmeden’
yalın yürek ‘konuşmak’
isteyen
şairin bizzat
kendisidir:
Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum
çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan
utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
(“Mazot”, Erbain, s.143)
3.1.5.
Toplumsallaş(ma)ma
ve “Otantik olma”: Yalnızlık
"inmem gerek göz bebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip
kımıldayabilirim oradan sonra”
Jazz
İsmet
Özel hayatının her devresinde, ortalama bir anlayış tutturularak kalıplaşmış formlar
içerisinde yaşanılıp
tüketilen bir hayatın karşısında
olmuş; kabule zorlanılan
mecbur bırakılmışlıkların
farkına vararak bunların,
öncelikle kendi yaşantısını
etki altına almaması için gayret göstermiştir. Şairin
biyografisinden de kolaylıkla takip
edilebilecek olan bu husus, Özel’in ontolojik güvenliğiyle ilgili problemlerini Müslümanlığın merkezinde bulunan
“kadir-i mutlak” anlayışına
bağlanarak sona
erdirmesiyle de artarak devam etmiştir.
Kendi/ben’i ile ilgili olanı hayat içerisinde
konumlandırırken “sahiciliğe”
çok önem veren şair,
insanların
toplumsallaşarak tek tip
hale getirip sıradanlaştırdıkları
yaşamları için sürekli
eleştirilerde bulunmuştur. Söz
konusu olan bu eleştirilerini
düz yazılarında temellendirerek etraflıca dikkatlere sunmaya çalışan Özel, şiirin
imkânları dâhilinde de modern insanın farkında olmadan yitirdiği değerlere ilişkin dikkatlerini imajinatif bir
söyleyişin arkasından
hissettirir.
Modern insanın yaşam biçimi ve kabullerine yönelik sert imgelerle yapılan eleştirileri, çalışmamız içerisinde
“Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi” adlı bir başka tema başlığı
etrafında dikkate sunmaya
çalışacağız. Burada işaret etmek istediğimiz husus, İsmet Özel’in hayatının erken
dönemlerinden itibaren
toplumsallaşma adı
verilen “insanların, gerek toplumun norm ve değerlerini içselleştirerek gerekse toplumsal
rollerini yerine getirmeyi öğrenerek,
toplum üyeleri haline gelme” sürecine karşı durup çevresindeki ‘herkesler’
gibi davranmadığından
dolayı içerisine girmiş olduğu “yalnızlık”tır.
Şairin
ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar farklı
izlekler altında kendini hissettiren bu “yalnızlık” teması, ilk olarak
kalabalıklar içerisinde bulunulmasına rağmen sahicilik arayışı etrafında kendine sunulanın reddiyle birlikte
belirmektedir. Sonrasında ise, Martin Heidegger’in “var olmayı düşünme” durumunda yaşanılan hayatın
sınırlarına yaklaşmak
için atlanılması gereken bir eşik
olarak ifade ettiği
“farkındalık süreci”nin aşılıp,
hayatın
otantik bir tarzda kavranılmaya çalışılmasıyla ortaya çıkan “yalnızlık” söz konusudur. İsmet Özel’in bu tema
etrafında bir araya gelen şiirlerini
“Kalabalıklar içindeki ben’in yalnızlığı” ve “Ben’in kendine olan
yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık” başlıkları altında ele almamız mümkündür.
3.1.5.1.
Kalabalıklar içindeki
ben’in yalnızlığı
İsmet
Özel’in şiirlerinde söz
konusu edilen yalnızlık, şikâyet
edilen ya da insanlarla birlikte olamamanın
sıkıntısıyla beliren bir huzursuzluk değildir. Şair, etrafını çevreleyen “kalabalık” içerisinde yalnızlığı, bilerek ve
isteyerek yaşayıp şiirlerinde bu isteminin
sınırlarına yaklaşır.
Yukarıda da ifade edildiği
gibi, dünyayı kendi varlık
alanı içerisinde algılayıp yine ona, başkalarının hayatından ödünçlenen tavır ve davranışlarla değil de kendi yapıp
etmeleri ile bir karşılık
vermeye başladığı erken yaşlardan itibaren Özel, söz
konusu olan bu yalnızlığı
yaşamaya
başlar.
İsmet Özel
bu durumu, toplumsallaşmama
için bir imkân olarak görmekte; hayatındaki bu açılım sayesinde
sıradanlaşarak tek tipleşmenin çevresinde toplaşan “kalabalık”dan da kurtulmuş olmaktadır. Burada dikkat
çekilmesi gereken husus şairin
sözü edilen temanın izleklerinin sürülebileceği şiirlerinde
çocukluğun ve onlara ait
hayal ve oyun dünyasının sınırlarına daha çok yaklaşıyor olmasıdır. Bu durum, “çocukluk” temalı şiirleri
incelerken ifade ettiğimiz
gibi çocukların, henüz bozulmamış
olan saf ve duru yönlerinin şiirin sınırlarına dâhil
edilerek, yalnız kalarak kendiyle/kendiliğiyle baş başa olan
şairin kuvvet kazandığı merkezin işaret edilmesi
bakımından da dikkat çekicidir.
İsmet
Özel’in kendilerine yabancılaşarak
yaşayan insanların
arasındaki yalnızlığını
en açık bir biçimde ifade eden
satırlar “Bir Devrimci’nin Armonikası” ve “Kan Kalesi” adlı şiirlerde yer almaktadır.
Çocuklardan aldığı
güçle,
her şeyin aklın
diktatörlüğünde
yürütüldüğü bir çağla hesaplaşmaya duran şair, bu karşı oluşa armonika çalan
romantik bir devrimci duyarlılığıyla
yaklaşmak istemektedir. İnsanlar arasında ne kadar
yalnız ve ‘acemi’
olduğunun farkında olan
Özel, bu durumu ‘gövde’sini/kimliğini/benliğini,
insanların kendi varlık alanlarına
yaklaşıp bireyselleşerek kuracakları bir yaşam biçiminin yerine ikame
edilmeye çalışılan
makine karşısında
benzettiği ‘tahta bir
bavul’ metaforu ile işaret
etmektedir:
Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
(...)
(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)
Tahta bavulun insan yapımı olan bir eşya özelliği taşıdığı ve tahta olmayan bavullara
nazaran “eğilip
bükülmeden”
hatlarını sonuna kadar muhafaza ettiği düşünülürse
şairin, ‘makina’
kelimesi ile eleştiri
getirdiği toplumsallaşma
sonucu meydana gelen sıradanlıkların ve yabancılaşmanın anlam dünyası biraz daha genişlemektedir. Özel,
yukarıdaki mısralarla hissettirilmeye çalışılan modern dünyanın insanlara dayattıkları karşısında durabilmek ve
bireyselleşerek “sahici”
olabilmenin imkânını elde edebilmek için “yalnız” olunması gerektiğini “Kan Kalesi”
şiirinde de dile
getirmektedir:
(...)
saçlarıma bin küsur yalnızlığı takıp girdiğim şehre
insan varlığımızdan
tuhaf tohumlar bıraksın
günü geçmiş bir gazete,
toprak bir çanak
bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan,
s.18)
Şair
tarafından modern zamanların yaşandığı mekânlar olarak öne
çıkarılan ‘şehir’,
“insan”a ait değerlerin
muhafaza edilerek yaşandığı bir ortam olarak ele alınmaz.
Bu mekân içerisinde her şey
güncelliğini ve yeni
olma
özelliğini muhafaza
etmeli; “eski”ye/“insanî olan”a ait herhangi bir söyleme yer verilmemelidir.
Özel’in, modern
zamanların yıpratıcılığına
karşın bir tür savunma
mekanizması olarak öne çıkardığı
“yalnızlık”, ‘günü geçmiş bir
gazete’, ‘toprak bir çanak’ ve ‘bakır maşrapa’ söz gruplarının imlediği anlam dünyasıyla okunduğunda daha net
ortaya çıkmaktadır.
Ş ehir
tarafından ku ş atılarak
toplumsallaş maya mahkûm
edilmiş olan insan,
kendine ve çevresine
yabancılaşmaktan
kurtulamaz ve Daryush Shayegan’ın ifadesiyle “yaralı bilinç” halinde yaşar gider. Geleneksel
toplumlarda meydana gelen kültürel şizofreniyi inceleyen Shayegan’a göre “bütün toplumsal evrimler
birer
yabancılaşma sürecidir.
Çünkü insanın doğal
karakterini değiştiren ve onu, tutkuları ve
tatmin edilmemiş
arzularıyla yaşayan
yabancılaşmış bir varlık haline getiren
bizzat toplumdur.” Burada Ortega Y Gasset’in
“toplum, topluluk, koskoca bir ruhsuzluktur” yargısını da hatırlamak
isabetli olacaktır. Gasset, topluluğu
“doğalaşmış, mekanikleşmiş, neredeyse mineralleşmiş insanlık” olarak
tanımlarken insanın burada kendini
“insanlık”tan çok "insanlık dışı ortam” içinde bulacağını belirtir.
Beni’nde, dışarıdan
yapılan dayatmacı müdahalelerle meydana gelebilecek her türlü değişime kendini kapayan
Özel, “Kan Kalesi” şiirinin
devamında ‘şehre karışarak’ yaralı bir bilinci yaşamaktan uzak kalışını yine
“yalnızlık” temasın etrafında örgüleyerek dikkatlere sunmaktadır:
Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum
sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya
her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz
makina
kangren oluyorum bahar geldiği için
urlarımı kesiyorum kör bir usturayla
ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor
bırakabileceğim
her şeyi bıraktırıyor
bana
kızlardan geçilmiyor köprüler, ayak bileklerime dek
yükseliyor kız tortuları
tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların
bir bazı şeyler
bulmalı yüzümüze tebelleş olan
bu korkuya
-
Avluya çık
-
Avluya kara bir şey bırakılmış
(bir bomba)
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)
İsmet
Özel, içerisinde bulunduğu
kalabalığın
özelliklerini ve kendilerinden uzaklaşarak kitle psikolojisi ile hareket
eden insanların durumlarını “Bir Yusuf Masalı” adlı kitabının neredeyse
tamamında söz konusu eder ve bu
duruma şiirin imkânları
içerisinde eleştirel bir
bakış açısı ile yaklaşır. Kitabın “Naat” adlı
bölümünde, Hz.
Muhammed zamanında yaşanılan
hayatın anlam dünyasından haberdar edilmek istenen ‘yırtlaz kalabalığa’ şöyle
seslenilmektedir.
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar
Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!
Külden martı doğuran odalıklar
ve kahyalar
kara pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili
şehvetsiz
çilingirler, yaltak çerçiler
celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!
(..)
Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!
Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveyla heybesini atın
boşa çıksın reislerin,
kahinlerin, şairlerin
kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
ağız dolusu gülmeden taşlıkta.
(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.17)
Şairin,
“devrimci duyarlılık” temasıyla kaleme aldığı şiirlerini
incelerken, zaman zaman söz konusu olan bu
duyarlılığı, halk ve
haksızlıklar için paylaştığı ‘arkadaşlar’ını dikkatlere sunduğunu ifade etmiştik. Özel, 2006 yılı
içerisinde yayımladığı
ve şiirleri içerisinde
en uzun şiirlerden biri
olma özelliği taşıyan “Savaş Bitti” adlı metninde
de ‘arkadaşlar’ını bu
sefer, kendisini anlayamadıklarından dolayı küçümseyerek söz konusu etmekte ve
yalnızlığının bir başka nedenini
hissettirmektedir:
(...)
Arkadaşlarıma
söyledim
Soluyor solduruyoruz
Hiçbir şehrin
Montevideo’nun bile
Sundurmasında soluk bırakmadılar dedim
Sözümü tersten aldı arkadaş olacak dümbelekler
Bana terslendi hepsi
Yüzüme ters bakmakla iktifa etselerdi
Tahammül eder sizin cirminiz
Ancak bu kadar derdim ama onlar
Susturamadı içlerinde cirit atan ifriti
Ne çekilmez bir adamsın sen dediler
Hem şikâyet
ediyorsun savaştan
Hem koynunda saklıyorsun sevdiğin kızı
Yeyip yuttum sanmayın bu takazayı
Ne mi yaptım size ne
Kokuşmuşa paha biçerek geçinene
Ne yaptığımı
hiç kimseye anlatmam
Bu çapraşık
dünyaya bir de ben düğüm
atmam
Yola getirsem elime ne geçecek
Hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış
Diyenler arasından birini
Bunların avenesinden bir tekecik kişi
Çıkacak mı hiç sanmam
Aklını dünya hayatında benim hisseme
Akşam
bulutuna iliştirilmiş bir şey
Düştüğüne yoracak
O şey
Oyalıyor beni
Benim bütün kenarlarım
O şeyle
işli
Aklını yormak
Benim arkadaşlarıma
göre yabancıların işi
Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda uçana
Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine batırana
Ne arkadaşmış bunlar bir işin düşecek olsa
Çat Beykoz’dadırlar çat Kumkapı’da
Ha Beykoz’dadırlar ha Kumkapı’da
Uyar mıyım aklı vücuda merbut kılmayan bu takıma
Tünemeye fırsat bulduklarında
Ayırt etmeyeceklerdir hani halı hani kilim
Bir ağız
mutlaka öğrenmek
gerekiyorsa
Neme yetmez benceğize kendi halim
Baktım hiç işe
yaramıyor
Deniz sularında köpekleme yüzmelerim
Kulaç attım yağsız
karnım elverdiğince
Yettiğince
çelimsiz kollarım
İki
yakamı bir araya getirmek
Konusunda sebat ettim
Bunu kolay bir şey sanan
Varsa denesin de göreyim
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.63-65)
3.1.5.2.
Ben’in kendine olan
yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık
İçerisinde
bulunduğu toplumun
sıradanlıkları karşısında
ayık kalmaya gayret gösteren İsmet
Özel, uzak durmaya
çalıştığı baskı alanları sonucunda
kendine yönelmiş ve
kendi ile ilgili olan söz konusu olduğunda çok ayrı bir
titizlik göstermiştir.
Bu durum şairin, birey
olarak kendi zihinsel etkileşimini
yönlendirmesine, kendi yapıp
etmeleri ve seçmelerinde özgürce karar verebilmesine olanak tanımıştır.
Çalışmamızın
1. bölümünde Özel’in hayatı üzerine yaptığımız incelemeden de takip edilebilecek olan bu
“herkesleşmeme”
neticesinde şair, ister
istemez “yalnız” kalmış;
kendi varoluşuyla ilgili
kararları alma
sorumluluğundan kaçarak
ortalama kabullerin kendilerine sağlamış olduğu rahatlığı yaşayan “sessiz yığınların
gölgesinde ”n uzak durmuştur.
Burada dikkat çekmek istediğimiz
“yalnızlık”, otantik tarzda yaşanmak
istenen ve
merkezine sahiciliğin
konmasıyla, kalabalıklar içerisinde yaşanılan yalnızlıkta olduğu gibi, isteyerek hatta
özlenerek yaşanmak
istenen bir durumdur.
“Yalnızlık” duygusunun ifadeye çalıştığımız görünüş biçimi,
şairin “‘sahicilik arayışı”nın hemen yanı başında
hayatının merkezine koyduğu
“devrimci duyarlılık” ile ele alındığında daha net anlaşılabilmektedir.
Nitekim
“Çağdaş Bir Ürperti” şiirinden “... / ve ben
gövdemi denkleştirmek
için doğaya / dineldim /
dineldim / dineldim”
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10) şeklinde yükselen ses ve bu
sesin bir tamamlayıcısı olarak “Mazot”
şiirinden “... / üzerime
yüreğimden başka muska takmadan / konuşmak istiyorum.” (“Mazot”, Erbain,
s.143)
biçiminde yankılanan nida, sözünü ettiğimiz yalnızlığın
mahiyeti hakkında bilgi vermekte ve bu türden bir
yalnızlığın görünüşü olarak belirmektedir.
İsmet
Özel, kaleme aldığı ilk şiirlerinden biri olan “Davun”
adlı şiirinde kendilik
bilincinden uzak, başkalarına
ait
olan ‘tanım’larla anlamlandırılan değerleri ve bu adlandırmaların sınırları içerisinde hareket eden
bir çevrenin
varlığını
hissettirmektedir. Şiirin
adından da anlaşılacağı gibi böyle bir davranış biçimini bir tür “veba”
olarak
değerlendiren şair, metnin söyleyişine 3 kez tekrar ederek katmış olduğu ‘değil mi’ söz grubuyla da insanlardan
birbirlerine salgın bir hastalık gibi geçen bu durumu olumlamadığının işaretini verir:
Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru
olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.
Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp
kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim
akşam
bir tanım değil midir o
kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru
ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)
Özel’in
yukarıdaki dizelerde, ‘tanım’ sözcüğünü ‘akşam’
kelimesiyle bir arada anıyor olması, akşamın imajinatif
olarak zihinlerde meydana getirdiği “her yerin karanlıkta kalması”nı çağrıştırmaktadır.
Bu durum ise karanlığın,
içinde olanın özelliklerini saklayarak bir tür belirsizliğe yol açmasını akla getirmesi
bakımından ilgi çekicidir.
Nitekim başkalarınca
tanımlanarak adı konulan değerler,
yakından bakılıp üzerlerindeki tanım/karanlık kaldırılınca
başka anlamlar
kazanabilmektedir. Özel, şiirinin
devamında sözüne ettiğimiz
rahatsızlığı iyice netleştirerek ‘bıktım
tanımlanmaktan’ demekte ve ‘fırlama’ kelimesi etrafında
açımlanan anlamla birlikte kendi seçmeleri
doğrultusunda
belirecek hareket alanına dikkat çekmektedir:
Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça
sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi
akarsuyunnan
göğsümde serinleyen
akçıl kuşların
esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de
geceleyin dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki
sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.
(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)
İsmet
Özel, hayatı kendi varlık alanı içerisinde yaşayarak dokunulur kılabilmek, diğer bir ifadeyle “farkındalık”
eşiğini atlayıp beni ile dünya
arasındaki etkileşimi
“sahici” bir tarzda gerçekleştirebilmek
için var olanı/varoluşu
düşünme yolunda bir
gayret içerisine girmiştir.
Özel’in gençlik yıllarından başlayarak
hayat içerisindeki “otantik”
duruşu bu gayretinin
yanı başında önemli bir
kazanım olarak belirmiş;
biyografisinde köklü bir değişikliğe
meydan verecek olan müslüman dünya görüşüne bağlanmasında
da çok önemli rol üstlenmiştir.
“Yeniden doğuş” olarak adlandırdığımız bu değişimin izleri, Özel’in şiirlerine yansıyan şekliyle, ayrı bir tema
başlığı etrafında takip
edilecektir. Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, hayatın otantik
tarzda
yaşanmak istenmesi
sonucu içerisine girilen yalnızlığın, şairin
hayat karşısındaki etken
tavrından ve baskın
tutumundan herhangi bir şey
kaybettirmemiş olmasıdır.
Dolayısıyla İsmet
Özel’in yalnızlığı,
statik ve konformist
bir özellik göstermez. Aksine, kendini bulması/bilmesi için önünde açılan
önemli bir imkân alanı olarak belirir.
Şairin
“Yaşamak Umrumdadır”
adlı şiiri, dikkat
çekmek istediğimiz
noktayı örneklemesi bakımından önem arz
etmektedir. ‘Ben topraktan sıyrılıyorum’ diyen şair, Tevfik Fikret’in “Ömr-i Muhayyel” adlı şiirinde “Hakilere
bahşeyleyerek hak-i
siyahı” (“Ömr-i Muhayyel”, Rubâb-ı Şikeste, s.142) şeklinde seslendirdiği söyleyişe yaklaşır
fakat Fikret gibi “Dûşunda
beyaz bir bulutun göklere âzim / (...) / Âh istiyorum göklere âmâde-i pervâz”
(“Ömr-i
Muhayyel”, Rubâb-ı Şikeste,
s.142-143) etmek istemez. Şairin
sıyrılmak istediği toprağa/dünyaya asılı kalanların
yaşam biçimleri, hayatı
algılayış tarzlarıdır:
Sabah şairin
üstüne saldırıyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıyrılıyor
topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir
ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştırıyor
ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını taşlıyor onun
onun için develer kesiyor halk
aşka ve kavgaya aydınlık
getiren kalbi
topraktan sıyrılıyor.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
Şair, şiirin devamında ‘topraktan
sıyrılmış’ olunmasına rağmen merkezine hayatı
dokunulur kılmayı koyan bir
benin, girmiş olduğu mücadeleyi şiirselleştirir. Bu dizelerde hayatı
algılayış biçiminden
dolayı yalnız kalan şairin,
kendiliğine/“içe” olan
yönelimi dolayısıyla beni’ne olan güveni ayrıca dikkat çekmektedir:
Ben
topraktan sıyrılıyorum
buğular
ve aşiret rüzgarları
kanımda.
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan
ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben
yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde yaratkan,
patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum.
Benim hayranlığımdan
inlerdi şehir
ben atlara ve uzaklar hayrandım
kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.
(“Yaşamak
Umrumdadır”, Evet, İsyan,
s.24)
Özel, kendine olan bu yönelimini “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” adlı şiirinin 1. bölümünde, ‘yağmur’
kelimesinin çağrışım yaptığı uzak anlam değerlerine koşutluk kurarak hissettirmektedir.
Hayatı/“dış”ı rengârenk
olarak anlamlandıran şair,
kendini/“iç”i ‘beyaz’ renginin imajinatif açılımıyla dikkatlere sunar. “Dış”tan “içe”
geçiş ise arındıran
özelliği sayesinde ‘yağmur’un, aslî ve sahici/kendi
olanı ortaya çıkarmasıyla imlenmektedir:
Bütün renklerimi siliyor dışardaki yağmur
derin bir bıçak izi olduğum
için
artık beyaz bir yumruk gibi kaldım diye
hayatın karşısında
bütün kurnazlığımı
siliyor dışardaki yağmur.
(“Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler
1”, Evet, İsyan,
s.35)
İsmet
Özel’in “Bir Yusuf Masalı” nın “Sebeb-i Telif’ adlı bölümünden yükselen
ses, yukarıda örneklediğimiz
dizelerle birlikte okunabilme imkânına sahiptir. ‘Yağmur’ imgesine bu şiirinde de yer veren şair, bu sefer ona
‘mâşukunun’/yaprağın ve de ‘başkalarının’ kendi olması için
“irkiltme”/“kendine getirme” anlamı da
yüklemektedir:
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor
bizi
imreniyoruz başkalarının
mahvına.
Yağmur
mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlaya.
(“Sebeb-i Telif’, Bir Yusuf Masalı, s.27)
“Bir Yusuf Masalı”nın “yazılma sebebi”ni, bu noktadan
hareket ederek, hayatlarını ‘başkaları’nınkinden
ödünçleyen insanlara yönelik yapılan “kendilik” çağrısı olarak göstermemiz mümkündür. 1964 yılında
kaleme
aldığı “Davun” şiirinde ‘bıktım
tanımlanmaktan’ diyerek kendi olanın peşi sıra giderek yalnızlığı yaşayan
şair,
aradan geçen 30 yılın ardından yaşanmışlıkların
verdiği tecrübeyle,
‘yasa’larla hayatlarının içi boşaltılmış
‘başkalarına’
dikkat çekmekte ve otantik olmanın çağrısını yapmaktadır:
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının
düşünceleriyle değil.
“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster
gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökte bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
(“Sebeb-i Telif’, Bir Yusuf Masalı, s.29)
Immanuel Kant’ın doğduğu şehrin ismini zikredip
filozofa ait görüşlere
yer vererek şiirinde
anlam genişlemesine
olanak sağlayan Özel,
aynı zamanda dünya karşısında
kendi beni’nin almış olduğu yeri de işaret etmektedir.
Toplumsallaşma karşısında ‘girmem, girmedim
mangalara’ şeklinde dile
getirilen kesin yargı, “ben’in etrafta olup
biten hadiselerin “gidiş”
karşısında hayrete düşüp sıradanlaşmasından ziyade, varlıkta yer
edenlerin “oluş”u
üzerine düşünmesiyle
daha netlik kazanmaktadır:
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının
hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar,
ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik
düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.
Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar
hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim,
hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı
başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne
kendim yazarım.
(“Sebeb-i Telif”’, Bir Yusuf Masalı, s.31)
3.1.6.
Arayışın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden doğuş’
“Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan başka
derdi yok.
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik
vaktine erişsin
istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.”
Şivekâr’ın
Yolculuğudur
İsmet
Özel, "Geceleyin Bir Koşu” ve “Evet, İsyan” adlı kitaplarında yer alan şiirleriyle “beni”nin dünya
karşısında alacağı tavra ilişkin işaretler verirken, 1970 yılından sonra kaleme
aldığı ve "Cinayetler
Kitabı” nda bir
araya gelen metinleriyle de söz konusu olan tavrın sonrasında gelinen noktayı
dikkatlere sunar. Bu nokta, benin
dünya ile etkileşimi
esnasında zihnin yaşamış olduğu açılımı ve bu açılım ile birlikte şairin şahsi biyografisinden
hareketle yer yer imlenen zedelenmişlikleri hissettirmesi bakımından dikkat çekmektedir.
“Amentü” adlı şiiriyle
müslüman dünya görüşüne
bağlandığını deklare ederek hayatında
köklü bir değişime giden
şair, bu şiirinden daha evvel yazdığı kimi şiirlerinde de bu değişimin hazırlığı içerisine girer. Burada ayırtına
varılması gereken önemli bir husus, şairin Müslümanlığın
esasını oluşturan
“kadir-i mutlak” inancıyla ontolojik
problemlerine cevap bulmuş olması;
diğer bir ifadeyle
hayatının çok erken dönemlerinden başlayarak kendini
hissettiren otantik duruşunun
neticesi olarak “yeniden doğuş”u gerçekleştirmiş olmasıdır.
Bu noktadan değerlendirildiğinde Özel, Michel Foucault’un
bu türden bir içsel dönüşümü
gerçekleştirerek
"kendini bilmek” dolayımında önemli kazanımlar elde eden kişiler için dediği gibi, “başlangıçtaki insan” değildir
artık. Yaşamını ve çalışmalarını, sürekli gündeminde
tuttuğu varoluşsal endişe ve sahicilik arayışının yardımıyla,
başlangıçtaki insan
olmamak için ayarlayabilmiştir.
Burada bir noktanın daha altını çizmek gerekmektedir. Şairin müslüman olmasıyla son
bulan husus, yukarıda da
değinildiği gibi, mutlak emniyet
alanlarına yönelik endişelerdir.
Diğer taraftan şair, bu emniyeti elde etmiş
olmanın rahatlığı
içerisinde olmamış;
Müslüman dünyanın içerisinde var olan sıradanlaşmayı da çabuk fark
etmiştir. Kendini bu
durumun yıpratıcılığından
uzak tutmak için dünya karşısındaki
otantik duruşunu devam
ettiren İsmet Özel
“yeniden doğuş”unu, hayat, insanlar ve
modern dünya karşısındaki
duruşu nedeniyle
tavrında
herhangi bir “değişme” meydana gelmeden gerçekleştirmiştir.
“Arayışın
izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden doğuş’” temasını, Özel’in şiirlerinden yansıyan izleklerin
ışığında “Yaşanmışlıkların izleriyle yeniden doğan insan” ve “Yeniden
doğan insanın değişmeyen
“Kendilik” çağrısı”
adları altında incelememiz mümkündür.
3.1.6.1.
Yaşanmışlıkların izleriyle yeniden doğan insan
“Yalnızlık” teması etrafında incelemeye çalıştığımız İsmet Özel’in kendine olan yönelimi, 1970 yılından sonra
kaleme alınan şiirlerde
daha derinlemesine kendini hissettirmektedir. Özel’in şahsî tecrübesinden kaynaklanan
yaşanmışlıklarla zenginlenen bu
temadaki şiirler
kronolojik olarak ele alındığında
şairi, “yeniden doğuş”a götüren
süreç daha net anlaşılabilmektedir.
Buradan hareket edildiğinde
ele alınabilecek ilk şiir
“Kötü Şiirler”dir.
Özel’in numaralarla ayırarak 3 bölümde kaleme aldığı şiirin ilk bölümünde, toplumsallaşma sürecine dâhil olunup
‘herkes’ler karşısında
‘marifetli’ olmanın şartı
olarak ‘kalbin rehnedilmesi’ gösterilir. Fakat şair bu durumu
‘sanmak’ fiili etrafında dikkatlere sunduğu için, “mış gibi yapmak” sahteliğini de akla getirmekte ve
kendi
biyografisindeki yaşanmışlıkları da imleyerek şiirin anlam dünyasını genişletmektedir:
Senin çağıltın
evlâdım
sen denizi düşününce
uğuldayan sokaklar
açık renk bir elbiseye yakışan
alnın
sabah şehre henüz
kamyonlar girerken
bir kadın kıvranışını
hatırlayıp kuduran
ve zaten
bu terli, bu tozlanan bulutlar altında bile
saklı bir yerlerinde bir şeyler
parıldatan
senin çağıltın.
Seni marifetli sanacaklardı
karşısında
uçurumlar çağıldamayan
herkes
seni marifetli sanacaklardı
kalbini
rehnedebilseydin eğer.
(“Kötü Şiirler
1”, Cinayetler Kitabı, s.8)
Hayata eklemlenmek yerine ona kendi ‘çağıltı’sını getirmek isteyen
ben’in söz konusu olan bu istemi, ‘deniz’,
‘açık renk’, ‘sabah’ ve ‘parıldatmak’ kelimelerinin imgesel açılımı etrafında
okunduğunda işaret edilmek istenen
dünyanın sınırları daha netlik kazanmaktadır. Özel, şiirin 2. bölümünde ‘tımarlanmış ruh’ metaforuyla karşıladığı
‘dünya’yı, ‘gözyaşları’
kelimesi etrafında dikkatlere sunar:
Uçsuz bucaksız gözyaşları.
Dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.
Uçsuz bucaksız gözyaşları.
Bir nehrin bir yüzyıla benzediği zamanlardan.
Yaşadıklarının
hepsi göçmen kuşlara
bütün sevdiklerini
çocukların hepsine paylaştıran
bir dostumun
gözlerini karartacak kadar
uçsuz bucaksız gözyaşları
(“Kötü Şiirler
2”, Cinayetler Kitabı, s.9)
‘Bir dostun’ şahsında
söz konusu edilerek yaşanmışlıklardan duyulan pişmanlığı imleyen bu dizeler, şiirin son
bölümünde artık şairin
bizzat kendisi tarafından dillendirilir. Özel’in burada, ‘bütün müsveddelerimi
yırttım’
diyerek hayat karşısında
otantik kalışı
yüceltirken hemen arkasından aslî şiirin mahiyetine dikkat çekmesi, sahici
kılınarak yaşanılan bir
hayatla sahici şiirin
kurduğu koşutluğu işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir:
Bütün müsveddelerimi yırttım,
göğsümün
kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir.
Sana çok önceden, bir yaz sonu, bir parkta
sıkılmış yumruğumu ısırarak
buna benzer bir şeyler
söylemiştim
milât yok
demiştim, milât yer
almayacak hayatımızda.
İşte bütün
müsveddelerimi yırttım
işte artık göğsümün kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor
şiir
işte onlar artık saçların
kadar Boşnak
karşılıksız mektuplarım
gibi yepyenidir.
(“Kötü Şiirler
3”, Cinayetler Kitabı, s.10)
İsmet
Özel, “Sevgilim Hayat” ve “Yaşamak
Umrumdadır” adlı şiirlerinde
kendi varlık alanına ait yapıp etmeleri
merkeze koyarak coşkuyla
bağlandığı ve bir ‘sevgili’ olarak
gördüğü hayatı,
1970’lere gelindiğinde
farklı bir
düzlemde ele almaya başlar.
İçselleştirerek beni’nin huzur
bulabileceği bir hayata
dışarıdan yapılan
müdahaleleri
‘iftira’ olarak değerlendiren
şair, bu duruma karşılık verme gayreti içerisine
girer. Özel’in sıradanlıklar karşısında
ayık olma halinin devamıyla birlikte “yeniden doğuş”a
giden yolda önemli bir kazanım olarak beliren bu gayreti,
“Sevgilime İftira” adını
taşıyan şiirde imajinatif açılımıyla
dikkatlere sunulur:
Dudaklarından kalkarken boynun kurcalar beni
bir yanımı kara çıbanlara saldılar, ıslak
bir yanım hiç ayrılmamıştır, gümeçlerde saklıdır
ondan ki nefret içinde omzunu okşuyorum
ama bana şimdi gerçekten
zor gelen şey
bir grevin çocuklara kazınmış izlerini
hatırlamak
sözlerimi etime bastırıyorum
içimde çalılıkları yaran bir postalın tortusu
benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak
tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu
(“Sevgilime İftira”, Erbain,
s.152)
Var olmayı düşünerek
“herkesleşmek”ten
kurtulmuş olmanın bir diğer göstergesi de yaşadıklarından sorumlu
olmaktır. İçsel dönüşümü gerçekleştirmeye yönelik önemli bir aşama olan bu süreçte kişi, bireyselleşmenin
sınırına yaklaşarak aynı
zamanda, Carl Gustav Jung’un ifade ettiği gibi, “tüm insanlığın ortak bilincine bir sunuda
ve katkıda bulunmuş olmaktadır.”
Şair, ‘karanlık’ ve
‘gül’ kelimelerinin imgesel açılımı etrafında yayılan anlam
değerlerini de akla
getirerek, iki farklı hayatı imlerken kendisinin ‘zorla, zorlayarak’ da olsa
hangi tarafta yer
alacağını ifade eder. Bu
süreçte şairin
‘sözlerimi etime bastırıyorum’ şeklinde
ifade olunan gayreti, ben’in kendine
olan yönelimiyle elde etmiş olduğu kuvveti işaret etmesi bakımından önem
arz etmektedir.
Özel, şiirin
devamında ‘sası karanlığı’
zorlamak için sevgilisinden/hayattan son bir şans daha istemektedir.
‘Banka’/'mühür’, ‘silah fabrikaları’/‘buhar’ kelimeleri ve ‘kara köpük’
metaforuyla tanımladığı
dünya içerisinde
‘çalakalem sevebilme’den yaşamış olması şairi güçlü kılmakta ve ona
‘taptaze’ kalabilmesi için imkân
vermektedir:
yeter ki
sağlam
senetler verilmiş sanılırken
aşkı karartmak için
sen bir daha beni saçlarınla sıyır
ağdalanmış sevincimi hışırdat, bunu yapabilirsin
çünkü bütün bankalar, silah fabrikaları
her gün bacaklarımıza sırnaşan kara köpük
senin sessiz gururunda homurdanan tufanı
hesabetmiş değil
bilmemişler
hıncımın yaban otlar suladığını
çalakalem sevebilmek elimden gelmiyor
belki evet
onların mühürlerini kımıldatan barut dumanlarını
solumaktan
biraz çopurlanmıştır sesim
senin göğsünü
ağartırken yıpranılacak elbet
bakışlar
tozlanacak dolukmuş sofalardan
ezikliğin
şehveti yayılınca
taptaze yaşlanmayı
da öğrenmem gerekecek
(“Sevgilime İftira”, Erbain,
s.153)
Özel, şiirin
son kısmında sesini iyice yükseltir ve “yeniden doğuş”a
doğru önemli bir mesafe
daha kat ederek
dünya görüşü ve
modelinde, dolayısıyla da yaşamında
sarsıcı bir değişime doğru yol alır. Şair bu süreçte artık,
yaşanmışlıklardan ötürü duyduğu öfkeyi saklamamakta ve
hayatındaki açılımın başkalarınca
değil, kendi vereceği
karşılıkla/cevaplarla
ilerlemesini istemektedir:
karaysam şimdi
öfkenin payı vardır karanlığımda
aşktandır
titrediğim eğer ki titriyorsam
sözlerim öcalan ağza misvak, iyice anlaşılsın
bu dağlanmış toprağa süzülen ayaklarımdan
keşke kan olsa
o zaman
senin çardağına
çıkarken
karıştırırken
şarapla kendimi sana
varsın gün geçtikçe herşeyde biraz kahır
biraz bakır çalığı olsun lokmamızda
bana soru sor artık
beni kurtarma, konuştur
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.
(“Sevgilime İftira”,
Erbain, s.154-155)
İsmet
Özel’in geçmiş yaşantısını söz konusu ederek yaşanacak günlerin nereye doğru yol alacağının işaretini
verdiği önemli şiirlerinden bir diğeri de “Kanla Kirlenmiş Evrak” adlı şiirdir. Şair, hayatını, aşklarını, inançlarını
ve arkadaşlarını
sorguladığı bu şiirinde, yaşanmışlıkların verdiği zedelenmişliğin
acısını dindirmek için varmak
istediği huzuru, yıllar
önce anlamlandırmayı denediği
fakat başaramadığı ‘kitabın’ sayfalarına
tekrar dönerek
işaret eder. Şairdeki bu yönelim, herhangi
bir çaresizliğin ifadesi
olarak değil de, hayatın
içerisinde bütünüyle yer
almış olan ben’in ‘küfre
yaklaştıkça’ fark ettiği yabancılaşma neticesinde, sahici olanın
arayışını daha fazla
istemesi şeklinde anlaşılmalıdır:
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım,
inançlarım işgal
altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa
sokulduğum zaman çapa
vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar
ve çakıltaşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgâr buruşturuyor
polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça
inancım artıyor.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa
geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim.
Ve şimdi
birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.
(“Kanla Kirlenmiş Evrak”, Cinayetler Kitabı, s.7)
Şairin
yaşadıkları söz konusu
olduğunda “Kanla
Kirlenmiş Evrak”tan
yükselen ses, “Karlı Bir Gece Vakti Bir
Dostu Uyandırmak” adlı şiirde
de yankılanmaktadır. Yaşanılanların
herkes için birer tehlike olduğunu
konuş amamaktan şikâyet eden şair bu durumu, ‘şairler kadar cesur’ olmadığından ve gücü yetmediğinden dolayı
yapamadığını dile
getirir:
Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Hergün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olsaydım
ölüm ve acılar çatsaydı beni
düşüncem
yapma çiçekler kadar gösterişli
ve parlak
sözlerim ihanete varacak doğrulukta
olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuş saydım
diri-gergin kasları konuşsaydım
“Kardeşler!” deseydim
“Kardeşlerim!”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor...”
yazık, şairler kadar
cesur değilim
çocukların üşüdükleri
anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.
(“Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak”,
Cinayetler Kitabı, s.15)
Burada dikkat çeken husus, Özel’in şiirin hemen başında trajik bir biçimde de olsa beni’nin övgüsünü
yaparak
kendine olan güvenini yüceltmesine rağmen söz konusu olan tehlikeyi dillendirememiş olmasıdır. Bunun
açıklaması ise İsmet
Özel’e “Cinayetler Kitabı” nın özellikle ilk 9 şiirini yazdıran toplumsal havada ve şairin ilişki
içerisinde bulunduğu
çevrede aranmalıdır. Özel’in şiirlerinin
meydana gelmesinde çok önemli yeri olan ve bizim
de şairin biyografisinden
hareketle çalışmamızın
ilk bölümünde üzerinde durduğumuz
bu ortama İsmet Özel,
yukarıdaki şiirde geçen
‘yapma çiçekler’, ‘gösterişli’
ve ‘parlak’ kelimeleriyle işaret
eder. Şair, ‘düşünce’nin,
‘sözler’in ve de şairlerin
bu türden olanlarının itibar gördüğü bir ortamda böylesi bir sahteciliğe düşmemek
için
‘şairler kadar cesur’
davranamamış ve
çocukların üşümesine
engel olamamıştır.
Özel, “yeniden doğuş”a giden
süreçte geçirmiş olduğu sorgulamalarının birer izleği olarak kabul edilebilecek
işaretleri “Amentü”
öncesinde “Tahrik” ve “Çözülmüş
Bir Sırrın Üzüntüsü” adlı şiirlerinde de vermektedir. Her
iki şiirde de şairin şahsi biyografisinden hareketle çok yakından
bildiği dünyanın
sıradanlaşmışlıkları ve insanı
kendinden uzağa atan
körleşme noktaları eleştirilmektedir. “Tahrik” şiirinde, metnin isminden de
anlaşılacağı
üzere, insanı içine çekerek kendi kuyusunda kaybolması için tahrik eden
dünyanın sınırlarından şair,
‘acıyan
yüreğine’ rağmen kurtulmak ister:
Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar yaşlı kızların
koynunda yatarken
bırakın köprülerin üstüne yağmur
ve basma perdelerden lânet bize.
Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde bütün
bahçeleri boşaltan ter
kokusu
yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da aktı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.
(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.18)
“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”nde ise Özel, öncelikle gündelik kazanımlarla ve kitle
psikolojisiyle içi
boşaltılarak anlamsız
hale getirilen eski yaşanmışlıkların neticesinde eline
geçenlerin neler olduğuna
işaret eder:
Yaşamaktan
öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın
ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği
dinç duygular
nelerse ki yaşamak
sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.
(“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)
Çözülen yaşamak
sırrından ve bu sırrın karşılığı olarak elinde kalanlardan
dolayı ‘üzüntü’ duyan şair,
‘lekesiz’,
‘umutlu’ ve ‘budala’ olarak nitelendirdiği eski günlerinden kurtulmak istemektedir. Özel’in
yukarıdaki dizelerde,
insan emeğiyle işlenen toprağı ve madenleri, ‘can’ ve
‘büyü’ kelimeleri etrafında açımlayıp böylesi bir yaşam
tarzını ‘lekesiz’ ve ‘umutlu’ olarak adlandırırken, ideolojik saplantıları akla
getiren ‘yasak kitapların verdiği
dinç
duyguları’, ‘budala’ olarak tanımlaması dikkat çekmektedir.
Şiirin
devamında şairin,
hayatını ‘meşru’laştırmak için neler yaptığını şiirselleştirirken kullandığı ‘ayna’ kelimesi
özellikle dikkat çekmektedir. Bir metafor olarak kullanıldığında ayna, insana
kendini/kendiliğini karşılaştırma ve
sorgulama imkânı veren bir obje olarak kabul edilebilir. Şair, aynadan yansıyacak olan
kendiyle/beni’yle
yüzleşme cesaretini
gösterdiğinde, ‘meşru’ olarak kabul etmediği ve ‘herkesin’ki gibi
sıradanlaşmış olan bir
hayattan kurtulmak istemektedir:
Denedim. Soğuk
sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım, and içip ayna
kırdım
doğadan bir vahiy
bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin
kabul ettiği kadar akşamdı
hiç bir meşru yanı
kalmamıştı hayatımın.
(“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)
“Tahrik” ve “Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü” şiirlerinin son bölümleri ise, birbirine yakın bir ses ve anlam
birlikteliği ile
okunmaya elverişlidir.
‘Mahsustan’ yaşadığının “farkına” varan ve
bundan dolayı ürken Özel,
‘kurşunun değdiği tende’ kalan ‘heves’in gitmeyeceğinden ve ‘yağmurun çocuklarda açtığı yaralar’ın
kapanmayacağından dolayı
“yeniden doğuş”a hazırlıklı olmadığını düşünmektedir:
Biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların
sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun
değdiği tende heves kalmıştır.
(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.20)
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun
açtığı yaralar
çocuklarda.
(“Çözülmüş Bir
Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.12)
İsmet
Özel, “yeniden doğuş”a tam olarak ulaşabilmek ve girilecek olan
yeni hayat biçiminin tüm yönleriyle sahici
kılınabilmesi için “ben”in yapmış
olduğu
hazırlıkları “Amentü” şiirinde
hissettirmektedir. Söz konusu olan bu
hazırlıklar, yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız
şiirlerde “yaşanmışlıkların izleri” şeklinde belirirken, “Amentü”
şiirinde net olarak
ortaya konmakta ve devamında ulaşılan
müslüman dünya görüşü
nazara verilmektedir.
Otobiyografik şiirin
en güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilecek olan “Amentü” şiiri, Özel’in
biyografisindeki “durak”lara, beni’nin üzerine aldığı sorulara diyalektik yöntemle vermiş olduğu cevaplarla
ulaşmış olmasını imleyen dizelerle
açımlanır. Şiirin hemen
başında şair, babasının kendisine
tekrar ettiği ‘eşref-i
mahlûkattır’ sözünün zaman içerisinde nasıl anlamlandırdığına dikkat çeker:
İnsan
eşref-i
mahlûkattır, derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların
yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime
kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)
Şairin,
“insan yaratılmış olanların
en şereflisidir” sözünün
anlamını “idrak” etmesi kolay olmamıştır. Toplumsal
koşullar ve Özel’in
çevresinde bulunan insanlarla olan etkileşimi, şairi
"kendine kıyma psikozu” içerisine girme
noktasına kadar getirmiş;
özellikle bu ortamlardaki yabancılaşma ve insanların kimliksizleşerek yaşayıp gitmeleri,
varlığının dünya
içerisinde durduğu yeri
sorgulayan Özel’i ‘bir eylül günü bilek damarları’nı kesmeye
yöneltmiştir. Şiirin sınırları içerisinden
okuyucuya aktarılan bu durumun reel zamandaki, diğer bir ifadeyle şairin
biyografisindeki karşılığını, Özel’in Ataol Behramoğlu’na 21 Eylül 1971 tarihinde
göndermiş olduğu mektuptan
takip etmek mümkündür.
Şairin,
‘eşref-i mahlûkata’
namzet olabilecek bir insanın hayatı algılayış biçimini işaret edip geçirmiş
olduğu
değişime dikkat çekerken,
‘çıvgın’, ‘çıban’, ‘reklâm’, ‘tamahkâr tüccar’ ve ‘kararmış rakam’ gibi söz gruplarını
kullanması dikkat çekicidir. Aslında şiirin bütününe bakıldığında şair,
“yeniden doğuş”la ulaşmış olduğu noktayı
olumlamak için, “eski” ve “yeni” yaşam biçimini sürekli olarak karşılaştırır.
Bunun en açık şekliyle
dile getirildiği
“Tutun ve yüzleştirin
hayatları / biri kör batakların çırpınışında kutsal / biri serkeş ama oldukça da
haklı” (“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.39) mısralarını, hayatı bilinçli
seçmelerle yaşamış bir “ben”in yargısı
olarak da değerlendirmek
mümkündür.
İsmet
Özel, şiirin devamında
yüzleştirilecek
hayatların özelliklerini vermeye devam eder. Özellikle, aşağıya
alıntılayacağımız
dizelerde yer alan ‘Dilce susup bedence konuşulan bir çağ’ tanımlaması, şairin
modern
zamanlarda insan ilişlilerine
yöneltmiş olduğu eleştirel bakışı örneklemesi bakımından dikkat çekmektedir:
Dilce susup
bedence konuşulan
bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmıyacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak
yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey
dokunmuş olurdu sanki
dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli
olmasa.
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.34)
Özel, yaşanmışlıkların vermiş olduğu ayıklıkla, sürdürülen modern hayat
içerisinde sahici olanın sınırlarına
yaklaşmanın kolay olmadığının bilincindedir. Bunun
ayırtına varmış olmakla
ötekileşmeden sıyrılan
ve kendi
varlık alanlarına yönelen şair,
aynı zamanda gerçek anlamda “aydınlanma” yolunda da önemli kazanımlar elde
etmiş olmaktadır.
Nitekim insanın kendisinin “zamansız, sınırsız ve dolayısıyla kozmik olarak
özgür olduğunun
bilincine varması, başkalarından
korunmak için bireysel ve toplumsal olarak oluşturduğu
tüm acı verici ve yok
edici savunmalarını sona erdirmektedir.”
Şair,
‘kanıt’, ‘ifade’, ‘resmi mühür’ ve ‘imza’ kelimeleriyle işaret ettiği ‘yanık yağda boğulan yapıların arasında’
oturanların dünyasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştır. Çünkü bu hayat tarzı şairin ‘saatlerin alaturka
vakitlere’ ayarlı olduğu
bir zaman diliminin insana verdiği
huzurdan çok uzaktadır. Ahmet Haşim’in
dediği gibi,
“ışıkta başlayıp ışıkta biten, 12 saatlik kısa,
hafif, yaşanması kolay
bir gün yoktur artık. Alafranga saatin kabulü
ve alaturka saatin camilere, türbeler ve muvakkithanelere bırakılmış bir ‘eski saat’ haline gelişi, insanların hayata
bakış tarzını bütünüyle
altüst etmiştir.”
Bizim “sahicilik arayışı” ve “otantik duruş” adı vererek ilk şiirlerden itibaren izini sürmeye çalıştığımız hayat
karşısında ayık olma
halinin ‘gençken’ başladığını ifade eden şair, şiirin devamında varoluşsal bilincin uzağına
düşmüş olan modern çağın insanlarını şöyle tanımlar:
İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara
düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer
de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:
Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.36)
‘Gölgesiyle tanımlanan’ bir insan, artık kendi ışığını kesmekte ve kendi tuzağına düşerek “gölgesi tarafından ele
geçirilmiş” olmaktadır.
Jung, bu tehlikeyi yaşayan
insanların, “ellerine geçen her fırsatta başkaları üzerinde
olumsuz etki bırakmayı tercih ettiklerini ve çoğunlukla şanssız kişi
konumunda olduklarını ifade eder.” Çünkü bu
insanlar başkaları
tarafından ‘marşlar’la
kontrol edildikleri için kendi düzeylerinin altında yaşamakta, kalabalık
psikolojisiyle hareket etmektedirler.
İsmet
Özel, “Amentü” şiirinde
kendi biyografisinde meydana gelen değişimi şiirsel düzlemde dikkatlere
sunarken, modern zamana ve insanına yönelttiği eleştirel
dikkatiyle aynı zamanda toplumsal değişime de işaret
eder. Bunu şiirin
anlatım düzeyinde başarılı
bir biçimde kurgulayarak şiirin
zaman boyutunda ileri ve geri gidiş-
gelişlerle meydana
getirir. Şairin,
toplumun Cumhuriyet kurulduktan sonraki serüvenini şiirselleştirip eleştirel
bir
bakış açısıyla dikkat
çekmeye çalıştığı yabancılaşmayı işaret ederken kullandığı özne “baba”dır.
Çalışmamızın
önceki bölümlerinde şairin
babasıyla arasında 45 yaş fark
olmasından dolayı iletişimsizlikten
doğan
bir tür “kopukluk” olduğunu
ifade etmiştik. Bu durum
sebebiyle babasının kendisine hayattayken tekrar ettiği
anlaşılan ‘insan eşref-i mahlûkattır’ sözünün
anlamını, babası öldükten sonra kavrayan Özel, aynı babanın hayatı
algılayış tarzı
üzerinden toplumsal çözülüşe
dikkat çeker. Şair,
babasının yaşadığı hayatın, kendi hayatı
yanında
daha anlamlı bir yaşam
biçimi olduğunu aslında
çok önceleri fark etmiştir.
1964 yılında kaleme aldığı
“Bakmaklar” şiirinde bu
duruma şöyle dikkat
çeker:
(...)
Oysa babam bilirdi yaşadığını
aptes alırdı çünkü
anlatacak şeyleri vardı,
eğilip kalkmaları
dualar okuması, doğum
sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.
(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)
Fakat Özel, babasının hayatını her ne kadar anlamlı bulsa da
“Amentü” şiirinde aynı
babanın hayatında bir
şeylerin eksik olduğunu ve onun da diğer insanlar gibi sıradanlaşmanın eşiğinde kaldığına işaret
eder:
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef
çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler,
Gide mesela.
Kar yağarken
kirlenen bir şeydi benim
yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.36)
Özel’in “yeniden doğuş”u yaşayan bir insanın ayıklığıyla, zaman içerisinde geriye
dönerek şiiriyet kattığı
yukarıdaki durumda eksik olan ve eleştirisi yapılan husus, babanın varoluş bilincinden uzakta, Özel’in ifadesiyle
‘varlık sancısı’nı çekmeden, yaşamış olmasıdır. Çünkü memleket
toprağının düşmandan temizlenmesi için
seferberliğe katılan ve
‘mekkâre’ olarak görev yapan bir insan/‘baba’, savaş sonrasında geçimini sağlamak için
bile olsa, o toprağı işgal edenlerin firmasında çalışmamalıdır. Nitekim bu
“titizlik”ten uzak kalınarak ‘Pan-Am’
havayolları ile uçulup ‘Coca Cola’ içildiğinden dolayı şairin babası ‘Cumhuriyetin bir kulu’ olmaktan
kurtulamamış ve
‘binlerce yılın yabancısı olan bir ses’, ‘minarelere değmiştir.’
Özel’in şiirin
imkânları içerisinde, ‘baba’ özelinden toplum geneline yayarak işaret ettiği bu yabancılaşmayı,
hayatının her devresinde öncelediği “sahicilik arayışı”
ve “toplumsallaşmaya”
karşı oluşuyla da açıklamamız
mümkündür. Şiirin
sonunda bu tavrına dikkat çeken şair,
‘eşref-i mahlûkat’ın
sırrına tam olarak ermesini, sormuş
olduğu sorularla
babasının hayata dair eklediklerinin yanına kendi beni’ni de ekleyerek ifade
eder:
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla
çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa
kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir,
derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
Ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini
geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.37)
Benimsemiş olduğu yeni dünya görüşünü “Amentü” şiiriyle ortaya koyan İsmet Özel’in şiirlerine kronolojik
olarak bakıldığında, şairin bu şiirden sonra yayımlanan
“Akdeniz’in Ufka Doğru
Mora Çalan Mavisi” ve
“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni Oraya Aldır” adlı şiirleriyle,
“yeniden doğuş” öncesi son
bir sorgulama içerisine girdiği
görülmektedir. Özellikle “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi” adlı şiir,
İsmet Özel’in 12 Mart
muhtırasının verildiği
1971 yazında Akdeniz’e yapmış olduğu gezinin, şairin bireysel
dünyasındaki anlam değerine
yakınlaştırılarak okunduğunda söz konusu olan
sorgulama süreci daha net
anlaşılabilmektedir:
Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın
dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e
Meryemoğlu sanıp ben
zavallı ademi
çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.
Çok zaman önceydi ki otobüsler
mermer sütunlu şehirlerden
sahil çardaklarına
nice yılgın havarilerle gidip geldi.
Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler karşısında
harami
gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu bir tan çıkarmayı denedik
kayser makinasından
anneler
sevecen gözyaşlarıyla
korurdular bizi.
(“Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi”,
Yukarıdaki dizelerde ‘gizli bir yanlış’ söz grubuyla tanımlanan yaşanmışlıklar, şiirin hemen devamında ayırtına
varılan ve ‘dehşetengiz
yeteneği’nin fark edildiği bir yaşam biçimi olarak dikkatlere
sunulur. Şair yaşadıklarının
gerçek anlamını düş ünmeye
baş layıp, uğrunda mücadeleye giriş tiği değerlerin/‘esrar’ın aslına iliş kin
bilinçlenmesini, gerçekler karşısında
‘yalın yürek’ kalmış olmakla
ifade etmektedir. Bu durum aynı zamanda
şairin yaklaşmış olduğu “farkındalık süreci”ni işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir:
Bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen ey loş çalgıları
uykulardan çıkarıp
Bahçelerin hayatına yerleştiren
esrar
bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
ve ben güneş altında
kendini bize öptüren neyse
gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o zaman yalın yürek kaldım şiddetin
çölünde
aldanışların çölünde
korkudan
denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.
Bu kadar, bu kadardı Akdeniz
aslı yokmuş dinlediklerimin
eski moda güneş sanrılarından
bir şair cesedinden hiç
farkı yok denizin.
(“Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi”,
Cinayetler Kitabı, s.27)
İsmini,
sözleri İsmail Hakkı
Özkan’a, güftesi Necdet Atılgan’a, bestesi ise Şerif İçli’ye
ait olan uşşak
makamındaki şarkıdan
alan “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni Oraya Aldır” adlı şiir
bütünüyle, müslüman dünya görüşünün
tam anlamıyla kabul edilmesinden evvel yaşanmışlıkların
tesiriyle
yönelinilen sorgulama sürecine dikkat çekmektedir. Şiirin hemen başında Özel, ‘susayış’, ‘yağmur’,
‘tomurcuk’
ve ‘çocuk’ kelimelerinin anlam değerleri etrafında çıkılan yolculuğun sınırlarına işaret eder ve “eski” ve “yeni”
olarak adlandırabileceğimiz
hayatı algılama biçimlerini şiirselleştirir:
Ağzının
bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar
yaratan yağmurlara
açıldım
kalmışsa tomurcuklar
önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar
ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.
Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın
dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan
bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende
kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
Özel’in biyografisiyle yan yana okunmaya elverişli olan yukarıdaki satırlar,
özellikle şairin hayat
karşısındaki
dinamik ve etken tavrına işaret
etmekte ve ‘aşk’
kelimesi etrafında açımlanarak şiirin
bütününe yayılmaktadır.
Metnin devamında, sadece insanî ilişkilerde ve hayatı algılayış tarzında değil nesnelerle olan etkileşiminde de
önemli bir kazanım elde ettiğini
ifade eden şair,
böylelikle tam olarak “yeniden doğuş”u
gerçekleştirmiş
olmaktadır:
İnsanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen
birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun
zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca
güneş
can çekişen
bir sansar edasıyla
uğultudan
farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın
da sürüldüğüne
inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında
eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana
merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların
gövdemden ağdığını.
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
Yukarıdaki bölümde ‘nicedir kavrayamam haller içinde halim’
dizesiyle şiirselleşen farkındalık süreci, şiirin en
sonunda, kutsal metinlerden ödünçlenen bir söyleyişle zirveye ulaşır ve şair
“Mazot” şiirinden
yükselen, ‘üzerine
yüreğinden başka muska takmadan konuşmak’ istencine koşutluk kurarak açımlanan ‘bir
ses sahibi’ kılınmayı
ister. İlahi bir yakarış olarak da değerlendirilebilecek olan bu
durum, beni’ni hayatın merkezine koyarak kendi ile
ilgili olanı sürekli önceleyen şairin
müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra, beşer olarak kendi yapabilirlik
sınırlarının farkına varıp “mutlak kudret”e teslim oluşunu imlemesi bakımdan da dikkat çekmektedir:
Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık
şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
(“İçimden
Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)
3.1.6.2.
Yeniden doğan insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı
İsmet
Özel, Müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra da
yıllardır karşısında
olduğu ve şiirin imkânlarını
kullanarak dikkat çektiği
“anlam”dan yoksun bir hayatın ağına
düşmekten kendini uzak
tutmaya çalışır. Victor
Frankl’ın bu gayret içerisinde olan insanlara yönelik olarak dediği gibi “benliğin asıl gerçekliğe uyanması” için
kendi varlık alanlarında hareket etmeye devam eder ve olabilecek körleşme noktalarından kaçınır.
Yukarıda da
ifade edildiği gibi
Özel, ontolojik problemlerine cevap bulmuş olan bir insanın elde etmiş olduğu iç huzuru/
güvenliği, konformizmin
kucağında sıradanlaştırarak tüketmemeye özellikle
dikkat eder.
Özel, yaşanmışlıkların tesiriyle yöneldiği “yeniden doğuş”a doğru
yol alırken içerisine girdiği
ve yukarıdaki
şiirlerle örneklemeye
çalıştığımız sorgulama süreci
sonrasında, 6 yıl gibi uzun bir süre hiçbir şiir yayımlamaz.
1982 yılının ilk aylarından itibaren tekrar şiire dönen şair, huzursuzluklarından kurtulmuş bir “ben”in sahibi
olarak, içerisinde yaşadığı modern toplumun
çıkmazlarına işaret
eden, ironiyle karışık
eleştirel şiirler kaleme
almaya başlar. Özel’in
devrimci duyarlılığının,
müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra almış olduğu
görünüş biçimi olarak değerlendireceğimiz bu duruma çalışmamızın ilerleyen kısmında
dikkat çekeceğiz.
Burada işaret
etmek istediğimiz husus,
şairin “yeniden doğuş” sonrasında da hayat ve olaylar karşısındaki
değişmeyen tavrıdır. Bu tavrın
izleri yeni dönemde kaleme alınan şiirlerde sürüldüğünde,
şairin kendi beni’nden
yükselerek insanlara ulaşan
bir tür “kendilik” çağrısının
var olduğu
görülmektedir. Bu çağrı,
Özel’in tüm şiir
evreni göz önünde bulundurulduğunda,
şair tarafından merkeze
konulan “sahicilik arayışı”
ve “otantik olma”
durumu ile de beraber okunmaya elverişlidir.
İsmet
Özel, “Mataramda Tuzlu Su” adlı şiirinde
söz konusu olan çağrıyı,
ayık olma halini kaybetmemek için
öncelikle, kendinden hareketle söz konusu eder. “Yolculuk” metaforu etrafında
açımlanarak farklı anlam
katmanlarına yönelen metin, aslında şairin tüm hayatının ve buna paralel olarak gelişerek devam eden şiir
evreninin özünü de imlemektedir:
West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı
şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)
Şairin
çıkmaya ‘hüküm giydiği’
‘uzun yol’, yaşanmışlıklardan dolayı aslında
mecbur olunan bir “yolculuktur.”
Aydınlanma dolayımında önemli kazanımlar elde ederek hayatında köklü değişikliklere meydan veren şair,
ruhuna kazandırmış olduğu içsel genişliğin büyüklüğü nispetinde zor görevlere/‘acı kök tadı’na talip
olmaktadır.
Bu durum, Carl Gustav Jung’un ifade ettiği “personasıyla özdeşleşmekten
kaçınarak ruhlarına kazandırmış
oldukları genişlik
sayesinde, nesnelerinin büyüklüğüyle
baş edebilen insanların
durumunu akla getirmektedir.”
İsmet Özel de metnin
devamında, asıl anlamını “Of Not Being A Jew” şiirinde ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ metaforları
eşliğinde ‘dönmek’ eylemiyle
bulacak olan, nesnesinin büyüklüğü
ile baş edebilmek için
‘çıkmaya hüküm giydiği
uzun yolu’ kişisel
serüveninden hareketle şöyle
şiirselleştirmektedir:
Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı
ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler
beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım
gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden
tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı
gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım
cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle
takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar
tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan
belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim,
ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.15)
‘Ismarlama bir hayatı’ bırakarak şairin kendine/“kendiliğine” olan yönelimine “yaşanmışlıkların
izleriyle yeniden
doğan insan” adını taşıyan bir önceki kısımda
dikkat çekmiştik. Şairin “Amentü” sonrası girmiş olduğu yeni
dünya görüşü içerisinde
yine bu duruma, “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar” adlı şiirin
ilk bölümünde bütün açıklığıyla
işaret eder:
Ben İsmet
Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey
ben yaşarken oldu, bunu
bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim
rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz
kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday
saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.
(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.7)
‘Her şey
ben yaşarken oldu’ diyen
şair, bu tanıklığın vermiş olduğu sorumlulukla beni’ni her zamankinden daha
fazla yüceltmektedir. Özel’deki bu durum bizce, şairin biyografisindeki eğleştiği duraklardan hareketle
hayatın her
alanından yaşanmış izler taşıması ve bu tecrübelerini, şair olmanın avantajını
kullanarak, sürekli muhasebe altında
tuttuğu beni’nden
hareketle topluma yönelttiği
eleştirilerle ortaya
koyması ile ilgili görünmektedir. Nitekim
“Cellâdıma Gülümserken” adlı 4. şiir kitabının hemen başına;
Yaşamayı
bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim
yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.
(Cellâdıma Gülümserken, s.1)
mısralarını koyan şair, şiir
yazıyor olmakla yaşıyor
olmayı bir tutmakta ve şiirin
hayatındaki yerine işaret
etmiş
olmaktadır.
“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” şiiri, sözüne ettiğimiz aynı duyarlılıkla
devam eder. Özel, şiirin
bu bölümünde kendilik bilincinin hatırda tutulması olarak da okunabilecek olan
‘ruhu
olmak’ kavramı etrafında şiirsel
bir açılım meydana getirmektedir. Bu kavram Gazali’nin “Meâricü’l-
Kuds” (Hakikat Bilgisine Yükseliş)
adlı eserinde “ruh bir cevherdir” dedikten sonra “insan” olabilmenin
gereği
olarak işaret ettiği, “ruhu olmak ve onunla
beslenmek” hakikati etrafında düşünüldüğünde
daha derin anlamlara
doğru açılım
gösterebilmektedir:
Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir
zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara
sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal'de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu?
Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
şeytana
satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde
kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki...
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz
insana.
(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.8-9)
Yukarıdaki dizelerde ironiyle birlikte eleştirisi yapılan toplumsal
mecbur bırakılmışlıkların
arasından şair, ‘aynada
iskeletini görmeye kadar varan’ bir muhasebeden sonra kurtulabilmiştir. Fakat Özel’deki bu
durum, toplumdan
kendini soyutlamak şeklinde
belirmemiş tam aksine şair, yine ‘herkesin
ortasında’ fakat herkesleşmeden
yaşayabilmenin imkânını
zorlamıştır:
Ben oysa
herkes gibi
herkesin ortasında
burada, bu istasyonda, bu siyah
paltolu casusun eşliğinde
en okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye
önümde bir yığın
açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çenekli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir
diyecek.
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi
var şunun şurasında?
(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.10)
Hayatta daima “taze kalabilmek” için elde etmeye çalıştığı ayıklık halini Özel, şiirin devamında ironinin dozunu
bir hayli yükselterek hissettirir. İnsanlara önermiş olduğu ilginç bir pazarlıkla
toplumsal yozlaşmalara,
kişiliksiz
yapılanmalara ve anlamdan yoksun bırakılarak içi boşaltılmış hayatlara dikkat çeker. Aşağıya
örnekleyeceğimiz
dizelerde beliren ve özellikle dikkat çekilmesi gereken husus, şairin üzerine almak istediği tüm olumsuzluklarla
işaret etmek istediği noktadır:
Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz
düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz
günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız
şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz
neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?
Bakın ben, bir çok tuhaf
marifetimin yanısıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek
toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali
hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız
karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi
toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.
(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdi ğ im Son Resmin
Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.11-12)
İsmet
Özel, kendi beni’nden hareketle eleştiri getirdiği
bu noktaya, Şiir Okuma
Kılavuzu’nda aslî şiirin
mahiyetine ilişkin dikkatlerini
sunarken şöyle dile
getirir: "Şiir, kuralların kişiliksiz yapısını yıkmak isteyenlerin,
her zaman bir tazelik olma imkânını arayanların, taze kalabilenlerin bölgesinde
tutunmakta ısrar edenlerin
sesidir. Yaşayan
olmak, somut yaşama
alanında kalmak, zorbaca benimsetilmek istenen kuralların dışında
olmak demektir. Standart ölçülerin benimsenmesi, şiire düşman olmak, soyutlamaların yok edici bölgesinde
erimek demektir. İçinde
bulunduğu durumu
zihnen doğrulamaktan
başka çıkar yol
bulamayan insan, yani bütün
imkânın yaşanmakta
olandan ibaret olduğunu
kabul eden ve bu kabulünü ‘tarihin akışı’, ‘objektif koşullar’,
‘insanhk ideali’, 'tanrısal ilke’ gibi soyut, baskıcı
kavramlarla haklılaştırmak
isteyen insan, yeryüzündeki bütün
pislikleri üzerine almaya hazırlanmış, bütün zorbalarla işbirliğine önceden razı olmuştur.”
İsmet
Özel’in yine biyografisindeki yaşanmışlıkların izlerini şiirselleştirerek, kendilik çağrısını yaptığı en önemli
şiirlerinden bir diğeri de “Of Not Being A Jew”
adlı şiirdir. Söyleyiş ve ritimdeki ahengin
kaybolmadan toplam
313 dizede devam ettiği
uzun soluklu bu şiire,
“inmek”, “inlemek” ve “dönmek” eylemlerinin kelimelerle kurduğu
imajinatif açılımları etrafında dikkat çekmek mümkündür. Söz konusu olan bu
eylemler özellikle, şairin
geçirmiş
olduğu içsel dönüşümle birlikte düşünüldüğünde, okuru farklı anlam katmanlarına da
yöneltebilmektedir. Şiirin
hemen başında şair, ‘inmek’ fiili etrafında
huzursuzluğunun kaynağı olarak beliren ortam
içerisinden “çıkmak”
istediğini hissettirir:
İniyorum
kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla
birlikte
değdikçe ayaklarım
merdiven alçalıyor
açılıyor leşlerin,
atmıkların cesurane
canlıların korka korka uzandıkları zemin
ağzımda kef
iki gözIerimde mil
iniyorum kulelerinden
katil.
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.10)
Bu ortamın, yukarıdaki dizelerden yansıyan ‘kule’, ‘minare’,
‘taraça’ ve ‘bahçe’ kelimelerinin gönderme yaptığı
anlam bütünlüğü düşünüldüğünde, “şehir” olduğu akla gelmektedir. Şehrin insanı cezbeden ve kendine doğru
çeken yönleri ise ‘alçalan merdiven’ metaforu ile hissettirilir. Şairin, sıradanlaşmanın, yabancılaşmanın ya da
olumsuzladığı hususların
farkına varabilmesi için öncelikle şehrin içerisine inmesi gerekmektedir. Bu durumun
açılımı, “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiirde sözü edilen, insanlarla
yapılmak istenen ‘pazarlık’la ve “Kanla Kirlenmiş Evrak”a eklenen “küfre yaklaştıkça inancım artıyor” yargısıyla
birlikte düşünüldüğünde daha netlik
kazanmaktadır. Nitekim şiirin
devamında Özel, ‘inilen’ bu ortamı şöyle dile
getirir:
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da
uğultum uzaktan
beni çağırmaktadır?
Göklerin çökeltisinden başkaca soy
toprağın
tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
iniyorum kirli eteklerine
beni emziren kaltak şehrin
iniyorum ama indirilmedim
iniyorum çalıntı tahtımı terkederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni bir
bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu, çapraşık,
koklanmamış
ihmalkâr gözle okunmuş bir
kitap
bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim
yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
benimle açsaydı ağırdan
tükeniş faslını mızrap.
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.11)
İnilen
bu ortam ‘kaltak’ olarak tanımlanan şehirdir. Fakat şair,
burada başkalarının
zorlamasıyla ya da
yönlendirmesiyle yer almaz. ‘İniyorum
ama indirilmedim’ şeklinde
beliren kesin ifadeyle, böyle bir ortamda yer
almanın tercihi bizzat şair
tarafından yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bu
durum, Özel’in beni’ni hayatın merkezine
koyarak yaşadıklarının
tümünü birden dokunulur kılmak gayretiyle de yakından ilgilidir. Şair, ‘bir bekleyen’i
olmadığı ve ‘biçilmiş bir ot gibi’ tek başınalığı yaşadığı
inilen bu şehirdeki
huzursuzluğunu, ‘puslu’,
‘çapraşık’,
‘koklanmamış’ ve
‘ihmalkâr’ kelimelerinin çağrışım yaptığı uzak anlamlarıyla
hissettirirken asıl olmak istediğini/
kendindeliğini ‘yoğrulmak’ kelimesiyle
dikkatlere sunmaktadır. Nitekim ‘yoğrulmuş olanın,
benle bir daha
yoğrulması’ için kişinin farkındalık eşiğini atlaması gerekmektedir. Şiirin devamında ise bu süreç, ‘inilen’ yerde
şairin yaşamaktan kendini alamadığı, ‘inlemek’ hali çevresinde
söz konusu edilir:
İniyor
ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı
ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi
değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık
değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak
açılınca açıkları kapatan
acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne
kadar da ölçülü
darası alınmaz yüküm bu benim
kayda geçirilemez, narhı konulmaz
resmen ve alenen ifade usulü yok
gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
dizimin dermanıdır o
buradan gelir cesaretim
bende bu kucak olduktan sonra
iyi veya kötü ne yapılabilir
kendi hayatı aleyhine
binlerce defa dolap
çevirmiş olan bana?
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.13)
Şair
‘indiği’ yerde insanı
saran, sarmalayan ve kuşatan
yanlarıyla bir ‘kucak’ istemektedir. Fakat yukarıdaki
dizelerde özellikleri sıralanan bu kucağın asıl mahiyeti, ona yöneltilecek olan ‘sonluluk
sorgusuyla’ ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla şairin
dikkat çekmek istediği
ve ‘kucak’ eğretilemesi
ile işaret ettiği hususa, hayatı
algılayış tarzının
ontolojik boyutunu göz önünde bulundurarak da yaklaşmamız mümkündür. Varoluşsal
güvenliği elde ederek,
hiçbir dalgalanmadan etkilenmeyip mutlak emniyeti yaşayabileceği bir güvenlik duvarını
“ben”inin etrafında örmek isteyen şair, şehrin
kendisine sunduğu
‘kucak’ları değil de,
‘sadece açılınca açıkları
kapatan’ ve ‘acıkınca doyuran’ bir kucak istemektedir. Hayatı otantik olarak yaşamanın da bir ifadesi
sayılabilecek bu istenç, aynı zamanda şairin ‘gözünün feri’, ‘dizinin dermanı’dır ve kuvvet kazandığı yerdir.
Söz konusu olan bu kendilik isteği, Özel’in “Jazz” isimli şiirinden “inmem gerek gözbebeklerimin altına /
beynimin ortasına büzülmeliyim / genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra” (“Jazz”, Cellâdıma
Gülümserken, s.
16) şeklinde
yankılanmaktadır. “Of Not Being A Jew”in devamında ise yine aynı durum,
toplumsallaşmamak için
verilen çabanın söz konusu edilmesiyle şu dizelerle dikkatlere sunulur:
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım
diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni
tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
Gittim su çekdim en derin kuyudan
en hileli desteden
kendi kartımı çektim
yaktım belgeleri
bütün tanıkları yoketmek için
ricacıları öldürdüm
onlar bu dumanlı dünyanın
beni nasıl özlediğini
görmüş olabilirdi
gerçekten özlemişti beni
dünya öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
bu dokunuş parlatınca
beni
benden biraz dünya
isteyen ricacıları
öldürdüm ve
kıtal bitti.
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16-17)
“Of Not Being A Jew”in yukarıya alıntıladığımız dizelerinden sonra İsmet Özel, “çıkmak” için
‘indiği’ şehirde
sıradanlaşmadan kendi
kalabilmenin beni’ne kazandırdığı
kuvvetle yolculuğunu devam
ettirir. Şiirin ikinci
bölümü olarak ele alabileceğimiz
bu noktadan sonra şair,
‘inilecek kadar indim’ diyerek metne yeni bir boyut ve
anlam genişliği kazandırmış olur. Metnin söz konusu olan
bu genişliği, şairin müslüman dünya görüşüne
bağlanmadan evvel
geçirdiği muhasebe
neticesinde ruhuna kazandırmış olduğu içsel genişliğine paralel olarak
ilerlemekte ve yeni ortam içerisindeki insanların hayatı algılayış tarzlarına getirilen eleştirilerle beraber farklı
anlam
katmanlarına yönelmektedir:
Yazık.
Yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim.
Hayfa.
Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin tayfası yine hep buradalar
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada hayza benzeyen aynı koku
binalara yaklaşırken
eskisi gibi
sıklet artıyor
hâlâ ayırdedilemiyor dişli
gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
tanıyorum bunlar
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
bu da deniz
hırs püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku muallâk deniz, bir yanımda
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta...
Niye indim buraya ben?
Boşuna
mıydı yol boyunca benliğime
musallat olan belâ?
Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
Yine mi döndüm başa?
Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse başa dönmemiştir, dönemez
hele sen geçtiğin o
ormanlar
rüyalarındaki canavarlardan sonra
çok uzaksın o ilk
fırlatıldığın zamana.
Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire ofsalar da.
Tecimenler, onlar da sahi değil
onlar da olmayan tayfaların
gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi
insanlarını.
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.17-18)
Yukarıdaki dizeler, İsmet Özel’in müslüman dünya görüşüne bağlandıktan
sonra da, sahicilik arayışı
neticesinde
ortaya çıkan huzursuzluğunun
devam ettiğini
hissettirmektedir. Metinde ‘inilecek kadar’ inildikten sonra ‘Hayfa’
olarak beliren şehrin
izi, şairin
biyografisinden hareketle takip edildiğinde karşımıza
Müslüman dünya görüşüne
bağlanıldıktan sonra
girilen yeni ortam çıkar. Özel, “yeniden doğuş”/‘inilecek
kadar inmek’ sonrasında girilen bu
yeni yaşam alanlarındaki
huzursuzluğuna, tarih
boyunca ‘kovalanan’ Yahudilerle özdeşim kurarak dikkat
çekmekte ve Yahudilerin dünyasında açılım bulan kelimeleri kullanarak metnine derinlik
kazandırmış olmaktadır:
Sen ve yağmur.
Başa
dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yokederek
gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa
dönemezsin
gitmek zorundasın
kovalanan bir Yahudi gibi
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
herşey çok yetersiz
senin için
herşey sana çok fazla
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça
uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.
Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.
Yükün ağır.
He’s so heavy
just because he’s your brother.
Kardeşlerin
pogrom sana.
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.
Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa
dönemezsin
ama dön
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.17-18)
Şair,
her şeye rağmen elde ettiğini yitirmek ve
“farkındalık”tan geriye dönmek istememektedir. Müslümanların
arasında gördüğü,
anlamını kaybettiği için
çarçabuk tüketilen ve sıradanlaştırılan
değerlerin aslına ilişkin bilinci
elde tutmak ister ve “ayıklayarak”, ‘ayık durabilerek’ yaşama gayretine girer. Burada şairin yaşadıklarından
hareketle kendindeliğini,
“yağmur”un gökyüzünden
kopup geldiği ana
benzetmesi ve yağmur
kelimesinin
imajinatif açılımlarını akla getirerek nitelendirmesi ayrıca dikkat
çekmektedir. Çünkü yağmur
sadece yağarken
katışıksız ve
saftır/rahmettir. Damla halinde toprağa düştükten
sonra artık başkalaşmış ve özelliğini kaybetmiştir.
Yağmurla kurulan bu koşutluk içerisinde “sen yalnız
senken sensin” diyen Özel, şiirin
bu noktasından sonra
sesini iyice yükselterek başından
beri neyin hazırlığı
içerisinde olduğunu
“dönmek” fiili etrafında dikkatlere
sunar:
Eve dön! Şarkıya
dön! Kalbine dön!
Şarkıya
dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20-21)
İsmet
Özel’in içerisinde bulunduğu
ortamın sıradanlıklarına katışmamak
için beni’nden hareketle insanlara
ulaştırdığı ve yukarıdaki dizelerde tam
olarak karşılık bulan
“kendilik çağrısı”,
‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’
kelimeleri
etrafında birer metafor olarak anlamlandırılmaya elverişlidir. Metin bu yönüyle okuyucuyu içine
çekerek, anlamın
tamamlanması için adeta kendisine bir davetiye sunar. Özel, 3 dizede tekrar
ettiği ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’
kelimelerini kendi içerisinde önemine göre bir sıralamaya tabi tutmuştur. Bu sıralamanın ilk ve
öncelenen şekli,
son dizede ortaya çıkar. Çünkü ‘ev’e ve ‘şarkı’ya dönmenin öncelikli şartı, ‘kalbe’ dönmektir. Şair şiirin
devamında, ‘ev’, ‘şarkı’
ve ‘kalp’ kelimeleri ile neleri karşılamak istediğinin
altını biraz daha belirginleştirir:
Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka
nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım
zamanlar
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün sabuklamalardan bana kalan..
Evde
anlaşılmaz bir tını
bilmem nereden gelir
uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
bilemem Yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
ömrüm burada
bütün Yahudiler gibi
raflara doğru,
çekmecelere
sahanlıklara doğru geçti
yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
bir sıvaydım kendime kendi ellerimde
tıpkı Yahudiler gibi
buraların yerlisi ben değilim.
Şarkıya
dönersem ense köküm seyrelecek
ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
şehrin insanları
yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
ben şarkıya dönünce
boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
ve onun yerine hergünkü işleri
yaparken
kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
kalbe gizlice batan kıymık geçecek
şarkıya dönersem, yanık
bir şarkıya
holokost neymiş meğer
herkes bilecek.
Kalbime döneceğim,
ama hangi yolla?
Yedeğimdeki
okunaksız
şarapla lekelenmiş, solgun harita
uyduruk bir şey mi
bilmiyorum
yoksa sahiden definenin yeri
gösteriliyor mu orada?
Ama boşver...
Nasıl bir ilgi olabilir
kalbe dönmekle define bulmak arasında?
(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.21-23)
İçerisinden
‘anlaşılmaz bir tını’
gelen ‘ev”, yüzyıllardır gelişerek
devam etmiş olan kültür
birikimiyle üzerinde
yaşadığımız ve kimliğimizle, şahsiyetimizi bulmamızda en
önemli dayanak noktası olan ülke/yurt olarak
belirmektedir. Özel’in, şiirde
‘uyku’, ‘çakıl’ ve ‘unutkanlık’ kelimeleri etrafında hissettirmeye çalıştığı söz konusu
‘ev’e/‘yurt’a olan yabancılaşma
ayrıca dikkat çeker. ‘Şarkı’,
‘ev’in “iç”i ile ilgili bilinçlenme sonrasında
söylenecek olan “şiir’i
akla getirmektedir. Bu duruma ‘dönmek’ fiili etrafında kazandırılan işteşlik ise, aslî şiirin
fonksiyonları söz konusu edilerek insanların önünde açılacak olan imkân
alanlarını hissettirir. Yine ‘şarkıya
dönmek’, ‘ben şarkıya
dönünce / boğazlarında
boğum insanların
epriyecek’ dizelerinin paralelinde okunduğunda,
Özel’in yaklaşık 10 yıl
ara verdikten sonra yazmaya başladığı şiirlerini ve bu şiirlerle yukarıda sözünü ettiğimiz
imkân alanlarının, gündelik kazanımların peşi sıra giden insanları rahatsız edeceğini düşündürmektedir.
Tüm bunlar ise ‘kalbe’ dönmenin aşamaları olarak belirir. ‘Ev’e ve ‘şarkı’ya dönüldükten sonra
gelinecek yer,
bizim kendilik bilinci olarak adlandırdığımız ‘kalp’tir. Bu yer, aynı zamanda bir merkez ve
her şeyin kontrol
altında tutulabildiği
bir “odak nokta”/“iç” olarak da kabul edilebilir. İsmet Özel, kendisiyle yapılan bir söyleşide
‘kalp’le, Kâbe’nin kastedildiğini
ve Hz. İbrahim’in
elinden çıkan Kâbe’nin ilk halinin kalp şeklinde olduğunu
ifade etmektedir.
Şair,
“Of Not Being A Jew” adlı metninde kalbe ulaşmanın bir harita gerektirdiğini ve ulaşılan yerde de ‘define’
bulunacağından söz
etmektedir. Özel, “kalp” ve “define” arasında kurmuş olduğu
bu koşutluğa “Of Not Being A
Jew” şiirinden 9 yıl
önce yayımladığı “Ils
Sont Eux” adlı şiirinde
de dikkat çeker. İnsanın
kendine olan
yönelimini ‘buruşuk
pardesülü adam’ın şahsında
şiirselleştiren şair, modern hayatın mecbur bırakılmışlıklarından
sıyrılarak keşfedilen sandığa/defineye şu dizelerle işaret eder:
Buruşuk
pardesülü adam dalgın
gittikçe daha dalgın, elinde cetvel
masada hesap makinesi, pusula
yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir
urganla beline
ağır bir sandık
salıyor kendini
yeşil yosunların
kırmızı balıkların
uçan kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir sandık buluyor
yakutlar, altınlar, pırlantalar
adam dibe inmek için beline bağladığı
sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.
(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.22)
İsmet
Özel, “Bir Yusuf Masalı” nın “Münacat” adlı kısmında, “Of Not Being A
Jew” şiirinde özellikle
‘kalbe’
dönmek etrafında yükseltilen sesin yansımasını dua şeklinde şiirselleştirir.
Söz konusu olan bu yakarış,
yaklaşık
20 yıl evvel “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya
Beni Oraya Aldır” şiirinin
sonunda istenilen ‘ses
sahibi kıl’ınmayla birlikte okunduğunda, şairin
müslüman dünya görüşüne
bağlandıktan sonra hiç
eksilmeyen
kendilik çağrısı daha
net anlaşılmış olacaktır. Ne var ki aynı çağrı/bilinçlenme, şairin “yeniden doğuşa” doğru
yöneldiği yolculukta da
çok önemli bir kazanım olarak ortaya çıkmıştır:
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin
beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile
tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret
yer
çiğ tanesi sanmak ne
cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu
cevher.
Şimdi
tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,
kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak
suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.15)
Böylelikle Özel’in “Mataramda Tuzlu Su” şiirinde kelimelerin metaforik
anlamları öncelenerek şiirselleştirilen
‘çıkmaya hüküm giyilen uzun yol’, “Of Not Being A Jew” şiirinde “ev’e”, “şarkı’ya” ve “kalp’e” ‘dönmek’
eylemi etrafında sürekli devam edecek olan bir “yolculuğu” ve dinamizmi imlemiş olur. Çünkü insanın kendini
keşfetme yolunda yapacağı içsel yolculuğunun sınırları yoktur ve bu
yolda sürekli olarak bireyselleşmeye/“tekil
insanlığa” doğru bir yöneliş söz konusudur. Bu yönelişin merkezinde ise Jung’un
deyimiyle, “içkin ve aşkın
olan
kendilik” bulunmaktadır.
Bu hususu, İsmet
Özel’in 2003 yılının Ağustos
ayından sonra “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum,
başka yere
gidiyorum” diyerek Müslümanlara ait herhangi bir süreli yayında yazı
yazmama kararından ve bugün
de içinde bulunduğu
durumdan hareketle örnekleyecek olursak söz konusu olan yolculuğun şair için devam
ettiğini söylemek
mümkündür. Nitekim Özel, bu tarihten sonra kaleme aldığı şiirlerinde de aynı ayıklık halini
sürdürmekte ve bu sefer Müslüman çevre içerisindeki yaşanmışlıklarını da şiirine
konu ederek kendilik çağrısını
devam ettirmektedir. Örneğin
şair, bu tarihten hemen
sonra kaleme aldığı ve
‘altmış sene yaşadım bir tek anım
bile yok’ dediği
“Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı”
adlı şiirinde, bu durum şöyle dile getirilir:
Durayım ruh satmaya bütün yelkenler forsa
Müşteriye
havasını almadan bakmayayım
Façama kıymam diyen görsün ne hali varsa
Hoş koku duymadıkça
temenna çakmayayım
Nerelerde kalkmışım yokum konulan yerde
Ansızın anısızım aşklarım vesikasız
Uygunsuz yakalanıp örtündüğüm bu perde
Ne kadar kandırıcı bir o kadar yakasız
Vara iksir var tin vara tılsım vara kut
Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı
Ateş yakın
su uzak ara yerdeki barut
Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı
Ben benim benle doğdu ruh satanlar ruhsatı
Bildirildi benimle kıvam cehr uşşağına
Anım yok. Ha şimdi
bilsin ruh ruhun kaç katı
Boşuna
mı dikildik otoyol kavşağına.
(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh
Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.87-88)
İsmet
Özel, yayımladığı son şiirlerinden olan “Savaş Bitti” ve “John Maynard
Keynes’ten Nefretimin Yirmi
Sebebi” adlı metinlerinde de kendi önünde/kendiliğinde açılan “yolculuğun” devamına ilişkin dizelere yer
vermiştir. Özellikle
“Savaş Bitti” şiirinde şair, çıkılan bu yolda
toplumsallaşmaktan uzak
durarak bireysel varlık
alanlarına yönelişini,
çocukluğundan beri
önemli bir mesele haline getirdiğini
ifade eder ve bu tavrını, çok uzun
bir metin olan bu şiirin
geneline hâkim olan yaşanmışlıkların şair beni’nde açtığı izlerden hareketle
dikkatler
sunar:
(...)
Bana bunlar yaramaz
Ben çocukluk çağlarımdan beri
Görülen görünen gösterilen dünyaya
Alışmamak
inadında kararlı takımı tuttum
Nefsim âsi aklım yorgun şefkatlidir yüreğim
Neden koynuma göz koyan kıza hayır olmaz diyeyim
(...)
Ellerimde dinç akıllı kimselerin
Ne mânâya geldiğini merak ettikleri yüzükler taşıyorum
Yüzük taşlarımın
altına arsenik sıvaştırmadan
yaşıyorum
İflâh
olmaz diktatör işte o
bensem
O bir köprüyse işte
sırat dedikleri
Benim orayı biri çıkıp söyleyebilir mi
Gurultuyu çaktırmadan deneyip cambazlığı
Façama toz kondurmayıp hiç azar işitmeden
Geçmenin fırsatını kullandığımı
Yo hayır böyle bir beyan sadır olamayacak
Sırat
Oradan geçmedim ben
Benden ısrarla nefsimi ıslah etmemi istediler
Nerede bende o göz
Var mı bende öylesine bir dirim
Nefsimi
Söylesinler kimler hesabına ıslah edecekmişim
Sayıp dökülecek cinsten şeyler mi
Nefsimi ayarlayacağım şeyler
Kitapta yeri var mı benden istenenlerin
Çizmiş mi
müstakbel şemailimi
kalem
(...)
Yüküm her gün biraz daha
Ağırlaştığı için yavaşım
Yaşımın
ilerlediğini merceğimin gevşediğini
Gördükleri için yoldan çıkacağımı sanan kalpazanların
Alnını karışlarım
Vazgeçer miyim ömrümü adadığım diktatörlükten
Olacak şey
mi bu hiç olur mu
Benim gibilere küçükken
Sıkı dur oğlum
Türk çocuğusun
sen dendiği unutulur mu
Turşu
küpü kırk paranın tırtırlısı
Tarlaların uzaklığı bana yeten bir dersti
Fırçanın hiçbir türünü şimdiye kadar yüksündürmedim
Saatten benim üç parmağımla kurulma
İşlemine
bir itiraz gelmedi
Önüme ağılanmadan
geçilmez caddeler açılmıştı
Cinnete göz yummasam
Cinayeti yarıda kesmek için
Bir şey
yapacak olsam
Hazırdı yağlı
urgan gaz odası giyotin
Pis işlere
bulaşmamı allı morlu
Keyiflerle imrendirdikleri zaman
Parmak kadardım
Tabiatı icabı tuzak
Ortalık ışımadan
kuruldu
Yol kesenler çetelesinde
Diğerlerinden
biraz erken
Tespit edildi yerim
Akşam
eve yorgun ve yufka
Yüreğimi
sorgulamış olarak
dönmeme rağmen
Hava karardığı
zaman
Kol kanat germiş bir vaziyette durmuyor
Sorgulayıcı bir edayla sarıyordu üstümü çatı
Dişiyle
tırnağıyla diyorlardı
Dişiyle
tırnağıyla ne
Savaş vardı
İstenilmeyen
her şey yakındı.
(“Savaş Bitti”,
Of Not Being A Jew, s.69-73)
“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin
özellikle 5. bölümü, “Savaş Bitti”
şiirinden yukarıya
örneklediğimiz dizelerle
beraber okunmaya elverişlidir.
Bu bölümde şair,
Keynes’ten nefretinin 20 sebebinden
biri olarak sistemli bir hale gelen kapitalizmin insanları kendilerinden/kendiliklerinden
uzağa atmış olmasını
şiirselleştirmekte ve bunu yine kendi
yaşanmışlıklarından hareketle
yapmaktadır. Özel’in, hayat karşısındaki
otantik duruşundan ve
sahicilik arayışından
kaynaklanan yalnızlığının,
bir tür ‘keşiş yalnızlığı’ olarak
anlaşılmaması gerektiğini ifade ederek, bölümün
sonunda tüm yaşadıklarına
sadece ‘şiiri şahit’ tutması ayrıca
dikkat çeker:
Seni dünya gözüyle bir daha görmek! Bunu da nereden çıkardın?
İçimde
boşuna arama bulamazsın
böyle bir isteğin
kırıntısını
Bilmez idiysen öğren duymadıysa iyi açılsın kulağın
Dünyadaki gözüme çarpmadın sen şimdiye dek
Baktın. Nasıl bakmayı optik okumakla öğrenmedinse
Yaşadın.
Hiçbir zaman vesikaya bindirmedin yaşamayı
Kurduğun
vaki değil polislerle
bir ahbap çavuş ilişkisi
Dudaklarında bir gülümseme yaklaşmadın banka personeline
Kaç litre süt sağdıysan
Sattığının
hepsi o kadardı
En beğendikleri
pilavda kullanıldı
Senin ayıkladığın
pirinç
Alış verişe çıktığın günler
Haddini bildi çarşılar
Esnafı kendine getiren senin suallerindi
Sen arşınlıyorken
bambaşkaydı kaldırım
Üstünkörü geçmedi seninle geçirdiğimiz hiçbir saat
Lopsa loptu tartaklanan okşanan rafadansa rafadandı.
Dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin
Biri sıkıysa çıksın da seyrettiğimi
söylesin aval aval olan biteni
Meselâ sen beraberliğimiz
boyunca kaval dinlediğime
tanıklık edebilir misin
Ah sen yanımda yokken bak bakalım tuz yalamışa benziyor mu dilim
Yüz veririm sanılmasın keşiş yalnızlığının tafralarına
Yoktur seyislerin bilgiç edalarında hevesim
Ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime
Ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla geçirdim
Spekülasyon henüz arsa üzerindendi
Akideydi inanca müteallik bir şeydi şeker
Havraydı
Sinagog denilmezdi
Etiyopya oldu çıktı Habeşistan olarak bildiğimiz yer
Hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle
Bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
Neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline
Uğruna
dağları delmem ummana
dalmam atmam ateşe naçiz
bedenimi
Kovalamam peşini davet
etse bile eteklerin
Hepsi yerin dibine geçsin daüssıla malihulya nostalgia
Sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca
Görüneceksin ahret gözüme
Ahret gözüm ağır
gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan
Azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle
Zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu İS yazılmış
(İsmet
değil İsa da değil İsa’dan sonra)
Zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurmam konusunda
Koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların
Gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa
Bileğimi
fırsat buldukça tükürükleyip
Şaklatmam
mı kimin ağzında düdük
varsa
Uyluk kemiğimi
bu sebepten kırdılar
Ben de diz çökmedim bahane bu ya
Seni dünya gözüyle bir kez daha görmek isteyen
Biri varsa buna şiir şahittir
ben değilim.
(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”,
Of Not Being A Jew, s.100-102)