Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

İSMET ÖZEL’İN ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME 1

 

T.C

KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

ANABİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

İSMET ÖZEL’İN ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

HAZIRLAYAN

İBRAHİM TÜZER

KIRIKKALE

ŞUBAT 2007

ÖZET

İsmet Özel’in Şiirleri Üzerine Bir İnceleme” adını taşıyan bu çalışmada, şairin 1954 yılından 2006 tarihinin
sonuna kadar yayımlamış olduğu şiirler incelenmiş; şiir üzerine kaleme aldığı poetik metinlerinden ve
konuşmalarından hareketle edebî görüşleri belirlenmiştir. Şiirinin oluşum safhalarının net olarak belirlenmesi için,
gerek şair tarafından gerekse çeşitli yazar ve eleştirmenler tarafından yazılanlar dikkate alınmış; şairin hayatındaki
önemli duraklar, kendisiyle yapılan mülâkatlarla da aydınlatılmıştır.

Modern Türk şiirinin son dönemdeki en büyük temsilcilerinden olan İsmet Özel’in şiirleri tema, içerik ve yapı
bakımından tahlile tâbi tutulmuş ve bu şiirleri ortaya çıkarırken kullanmış olduğu dil ve üslûp özelliklerine dikkat
çekilmiştir. Şiirlerin yanı sıra, 2006 yılının sonuna kadar yayımlanmış olan diğer tüm kalem faaliyetlerinin
kronolojisi, “İsmet Özel Kaynakçası” adı altında ele alınmış; yine bu kaynakçada, şair hakkında yapılan
çalışmaların ve ondan söz eden eserlerin künyesi verilmiştir.

Burada Türk şiirinin son 40 yılında önemli atılımlar meydana getirmiş, söyleyiş ve imgelemindeki zenginlik ile
birçok şairi etkilemiş olan bir sanatkârın hayatı, edebi görüşleri, şiir oluşum safhaları, şiirlerinin tema, içerik, yapı,
dil ve üslûp özellikleri hakkında kapsamlı bilgi oluşturulmuş ve şairin yazı evrenine bütüncül bir bakış getirilmeye
çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler:

Modern Türk Şiiri

Tematik İzlek

İmajinatif Söyleyiş

İsmet Özel Kaynakçası

ABSTRACT

In this study, called “An Analysis on İsmet Özel’s Poetry”, the poems of İsmet Özel that had been published
from 1954 till the end of 2006 was analyzed and his literary point of view was identified according to his poetry
and his speeches. In order to identify the stages of the creation of his poetry, reviews of both critics and the ones
written by himself was taken into account and to reveal this point more clearly important steps throughout his life
was clarified via interviews.

İsmet Özel, being one of the chief represantatives of Modern Turkish Poetry, and his poems were analyzed in
terms of content, theme and form. Additionally, his language style and techniques were drawn into attention
during his creation process. Apart from his poetry, a complete chronology of all other forms his writings were
studied under the name of ‘İsmet Özel Bibliography’ and all the previous studies on the poet and references were
outlined.

By this study, a holistic view on a poet’s life, his literary world, his literary point of view, the creation of his
poetry, and the content, theme, form, and the style of this poet which has influenced many other poets in Turkish
Poetry for the past 40 years by his rich way of saying has been provided.

Key Words:

Modern Turkish Poetry

Thematic Analysis

Imaginative Language

İsmet Özel Bibliography

ÖN SÖZ

Şiirimizin son 40 yılında, ele almış olduğu tema değerleri ve özgün söyleyişiyle önemli atılımlar meydana getiren,
böylelikle modern Türk şiirinin gelişiminde etkin bir rol oynayan şairlerin önde gelenlerinden birisi de İsmet
Özel’dir. İsmet Özel’in Şiirleri Üzerine Bir İnceleme adını taşıyan bu çalışmada, şairin 1954’ten 2006 yılının
sonuna kadar yayımlamış olduğu şiirler incelenmiş, bu metinlerden hareketle şairin şiir serüveni ve şiirlerinin
özellikleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

Dört genel Bölüm ile Sonuç, Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel Kaynakçası ve Yararlanılan
Kaynaklar’
dan oluşan çalışmamızın birinci bölümü, Hayatı - Edebî Görüşleri - Yayın Faaliyeti başğını
taşımaktadır. Bu bölümün Hayatı isimli ilk alt başğında, şairin biyografisi üzerinde durulmuş ve Özel’in
şairliğinin oluşumunda ve şiirlerinin ortaya çıkmasında etkin rol oynayan unsurlar belirlenmeye çalışılmıştır.
Şairin aile çevresi, doğumu, çocukluğu, ilk-orta-üniversite öğrenimi, gençlik yılları ve hayatında çok önemli bir
dönüm noktası olarak beliren müslüman dünya görüşüne bağlanması ve sonrasıyla ilgili bilgiler, önemli ölçüde
İsmet Özel’in bizzat kendisiyle yapmış olduğumuz görüşmeler neticesinde derlenerek yazılmıştır.

Birinci bölümün Edebî Görüşleri kısmında, Özel’in şiirin aslına ve mahiyetine ilişkin görüşleri; şairliğin nasıl
olması gerektiği yönündeki fikirleri ve şair-toplum ilişkisi; şiirin ideoloji ve sanatla olan irtibatı üzerine
şünceleri; şiir ve nesirde kullanılan dilin farklılıklarına yönelik olarak şairin işaret ettiği noktalar üzerinde
durulmuştur. Bu kısımda ayrıca şairin, modern Türk şiirinin genel açılımı ve gelişmesine dair önermelerine dikkat
çekilmiş; özellikle kendi şiirinin de anlaşılmasına kaynaklık edecek unsurlara işaret edilmiştir. Sadece “Şiir
Okuma Kılavuzu”nda yer alan yazılardan değil, 1964 yılından 2006’ya kadar kaleme almış olduğu tüm poetik
metinlerden ve şiir üzerine vermiş olduğu konferanslardan hareketle yazılan bu kısımda, İsmet Özel’in şiir üzerine
duyup düşündükleri, bir bütünlük içerisinde verilmeye çalışılmıştır.

Birinci bölümün son alt başğı olan Yayın Faaliyeti adlı kısımda ise, 1970’li yıllarda Ataol Behramoğlu ile
birlikte çıkardıkları Halkın Dostları dergisi konu edilmiş derginin şairin hayatında ve poetik duruşundaki yerine
işaret edilmiştir.

Çalışmamızın ikinci bölümü Şiirleri başğını taşımaktadır. İki genel alt başlıktan oluşan bu bölümün, Şiir kerim:
Şiir - hayat birlikteliği ve şiirinin safhaları adlı birinci kısmında, İsmet Özel şiirinin oluşum evreleri incelenmiş;
hayatında şiire çok esaslı bir yer veren şairin, söz konusu bu evreleri oluştururken merkez olarak kabul ettiği
açılım noktaları belirlenmeye çalışılmıştır. İkinci kısımda Özel’in, 1954’ten 2006 yılının sonuna kadar
yayımlanmış tüm Şiirlerinin kronolojik listesi verilmiş; oluşturulan tablolarla da Özel’in şiir kitaplarının ve
şiirlerine “toplu olarak” yer verdiği kitaplarının içerik dökümü yapılmıştır.

Şiirlerin Tema, İçerik Ve Yapı Bakımından İncelenmesi adını taşıyan üçüncü bölümde ilk olarak Özel’in şiirleri,
tema ve içerik olarak tetkik edilmiştir. Ortaya çıkan Ben’in ilk sığınağı: Çocukluk, Dünyaya konumlanmaya
çalı
şan Ben’in huzursuzluğu/‘kargaşa’sı: Cinsellik, Alt edilen mukadderat: Ölüm, Şahsî olandan toplumsal
olana yöneli
ş: Devrimci duyarlılık, Toplumsallaş(ma)ma ve ‘Otantik olma’: Yalnızlık, Arayışın izleri ve değiş
(mey)en insan: ‘Yeniden Do
ğuş ’, Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi şeklindeki tema
değerleri, şairin tüm şiir evreninden hareketle belirlenmeye çalışılmıştır. Böylelikle yedi başlıkta toplanan bu
temalar, yine kendi aralarında ikişer alt başlıkla çoğaltılarak tüm şiirlerde izleksel bir bütünlük sağlanmaya gayret
gösterilmiştir.

Üçüncü bölümün ikinci kısmında ise şairin şiirleri, yapı bakımından ele alınmış ve metinler, Nazım birimi ile
Nazım şekli başlıkları altında incelenmiştir. Aynı kısımda şiirlerin bent ve dize kuruluşları ile farklı nazım şekilleri
esas alınarak yapılanmalarına dikkat çekilmiş, kimi metinlerdeki formların tema değerleriyle kurmuş olduğu
bütünlük örneklendirilmiştir.

Şiirlerinde Dil ve Üslûp başlıklı son bölümünün Dil adlı ilk alt başğında, İsmet Özel’in tüm şiirlerinde kullanmış
olduğu kelime ve sözcük grupları incelenmiştir. Bunun sonucunda şairin, başka şairlerce pek kullanılmayan Eski
Anadolu Türkçesi ve halk dilinde kalmış arkaik kelimelerle Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve
Yunanca gibi yabancı dillerden Türkçeye geçmiş, genel kullanımda çok sık rastlanılmayan ödünçleme
sözcüklerden meydana gelen Kelime dünyası ortaya çıkarılmıştır.

Bu son bölümün Üslûp adlı ikinci alt başğında ise şairin üslûp özellikleri, şiirlerinden örneklerle incelenerek
belirgin kılınmaya çalışılmıştır. Yine bu kısımda Özel’in şiir anlatımında öne çıkan İmajinatif söyleyiş, İronik
anlatım
gibi hususlar ele alınmış ve şiirlerde görülen Sapmalar, Aktarmalar, Ses, Ritim ve Ahenk Unsurları
kendi içerisinde alt başlıklara ayrılarak detaylı bir biçimde incelenmiştir.

Sonuç ta İsmet Özel’in şiirlerinin incelenmesiyle ortaya çıkan karakteristik özelliklerin genel bir değerlendirmesi
yapılmıştır. Diğer taraftan, inceleme boyunca elde edilen veriler ilgili bölümlerin geneline yayılarak açımlanmıştır.
Çalışmamızda çoğu başğın altına şairin, kimi zaman şiirlerinden kimi zaman da nesirlerinden alıntılanarak
epigram ifadeler konulmuştur. Bu epigramlar dikkatle incelendiğinde, ele alınan konuyla ilgili çok yakın bir
anlamsal bağın var olduğu görülecektir.

İncelememizin sonuna, Bir Bibliyografya Denemesi: İsmet Özel Kaynakçası adını vererek koymuş olduğumuz
bölümde ise, şairin ilk şiirinin yayımlanma tarihi olan 1954 yılından, 2006 yılı içerisinde Ekim ayında yayımlanan
son şiirine kadar ortaya çıkan gerek İsmet Özel’in kalem faaliyetlerinin, gerekse şair hakkında yayımlanan
yazıların künyesine yer verilmiştir. Bu ürünler, iki genel başlık etrafında toplanarak kendi aralarında tasnif edilmiş
ve şairin yazdıkları ile hakkında yazılanlara, kronolojik olarak dikkat çekilmiştir.

Bu başlıklardan birincisi olan İsmet Özel’in Yazdıkları adlı bölüm, Kitaplar, Yazılar /Şiirler ve Açık Oturum /
Sempozyum / Panel / Soru
şturma / Basın Toplantısı ve Festivaller başlıklarıyla üç kısma ayrılmıştır. Özel’in
belirttiğimiz tarihler arasında dergi, gazete ve diğer yayın organlarındaki tüm yazı faaliyetlerine yer vermeye
çalışğımız bu bölümün Kitaplar kısmında Şiir, Deneme, PoetikMetin, Otobiyografik Eser, Röportajlar, Mektup
(la
şma)lar, Çeviri ve Diğer adları altında Özel’in 60 eserinin künyeleri verilmiş ve bunlardan hareketle eserlerinin
farklı basımlarına dikkat çekilmiştir.

Birinci bölümün Yazılar / Şiirler adını taşıyan ikinci kısmında, Özel’in şiirlerinin yanı sıra günlük gazetelerde
kaleme aldığı yazılarına, dergilerde kalmış poetik metinlerine ve tanıtım, cevap yazısı, inceleme gibi her türlü
kalem faaliyetine kronolojik olarak yer verilmiştir. Şiirler de dâhil olmak üzere bu ürünlerin ne tür yazılar
oldukları, (şiir, fikir yazısı, poetik yazı, söyleşi, cevap yazısı, mektup) ve daha sonradan kitap olarak
yayımlanmışsa hangi kitapta yer aldıkları, künyelerinin hemen sonunda köşeli parantez -[ ]- içerisinde belirtmek
suretiyle gösterilmiştir. Bu bölümün son kısmında ise şairin katılmış olduğu, “Açık Oturum / Sempozyum / Panel
/ Soruşturma / Basın Toplantısı ve Festival” gibi etkinliklerden ulaşılabilinenlerin kronolojik listesi sunulmuştur.

İsmet Özel Kaynakçası’nın ikinci bölümünü İsmet Özel Hakkında Yazılanlar oluşturmaktadır. Bu bölümün İsmet
Özel Üzerine Yapılmı
ş Çalışmalar adlı birinci alt kısmında, şair hakkında yazılan Kitapların; fikir yazılarını ve
şiirlerini merkez alan dergi özel Dosyalar ının; üniversitelerin değişik anabilim dallarınca yaptırılmış bitirme ve
yüksek lisans Tezler inin; şiirlerini ve biyografisindeki değişimi esas alan Makaleler / İncelemelerin; şiir
kitaplarının ve denemelerinin Tanıtımlarının yapıldığı yazıların; şiiri üzerine yapılmış Soruşturmaların;
kendisiyle yapılmış olan Söyleşiler in ve hakkında kaleme alınmış Gazete ve İnternet Yazıları ndan öne çıkanların
künyelerine kronolojik olarak yer verilmiştir.

İkinci kısımda ise İsmet Özelden Söz Eden Eserler adı altında, 1964 yılından 2006 Ekim ayına kadar
yayımlanmış, Özel’i doğrudan konu almayan fakat ona ve şiirine ilişkin bilgilerin yer aldığı Kitaplar, Makaleler /
İncelemeler, Soruşturmalar / Dosyalar, Söyleşiler, Gazete ve İnternet Yazıları gibi ürünlerden kayda değer
olanların künyesi yer almaktadır. Çalışmamızın sonunda ise Yararlanılan Kaynaklar adı altında, inceleme
boyunca dipnotlarda kullanılmış olan kaynakların yanı sıra çeşitli sebeplerle istifade edilen eserlerin listesi
verilmiştir.

Şiir üzerine düşünmeye, yazmaya ve konuşmaya devam eden, hepsinden önemlisi şiir yazmayı sürdüren bir şair
hakkında hazırlanmış bu çalışmanın mükemmellik iddiasında bulunması mümkün değildir. Bu çalışma, olması
gereken akademik disiplin içerisinde gerekli görülen her ayrıntının üzerine gitmeyi bir vazife sayarak, yıllardır
Türk şiirinin gelişmesinde önemli açılım alanları ortaya koyan ve şiirimize hizmet eden İsmet Özel’in şiir
evrenine, etraflı bir bakış açısı getirmeye çalışştır. Şair üzerine bundan sonra yapılacak olan çalışmalarda,
araştırmacılara gösterebileceği en ufak bir ışık, en büyük kazancı olacaktır.

Tüm bunlardan sonra, çalışma boyunca desteğini, ilgisini ve anlayışını hiçbir zaman eksiltmeyen, engin fikir ve
tecrübeleriyle bana yol gösteren hocam Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN’e şükranlarımı sunuyorum. Evinin kapılarını
bana açarak göstermiş olduğu misafirperverlikten ve yöneltmiş olduğum her soruyu anlayışla karşılayıp büyük
bir içtenlikle cevap vermiş olmasından dolayı İsmet ÖZEL beyefendiye saygılarımı sunuyorum. Son olarak, bu
yoğun ve yorucu çalışma boyunca kendilerine hak ettikleri zamanı ayıramadığım çocuklarım ve eşime,
gösterdikleri sabır ve anlayıştan dolayı minnettarım.

İbrahim TÜZER

Ankara / Şubat 2007

İÇİNDEKİLER

KİŞİSEL KABUL/AÇIKLAMA................................................................................ I

ÖZET....................................................................................................................... II

ABSTRACT............................................................................................................. III

ÖN SÖZ................................................................................................................ IV

İÇİNDEKİLER...................................................................................................... IX

GENEL KISALTMALAR..................................................................................................... XV

TABLOLAR LİSTESİ............................................................................................ XVI

1.     BÖLÜM

HAYATI - EDEBÎ GÖRÜŞLERİ - YAYIN FAALİYETİ

1.1.      Hayatı........................................................................................................... 1-39

1.1.1.                          Aile çevresi ve doğumu................................................................... 4

1.1.2.                          Gölgelenen/Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk-orta öğrenimi.......... 6

1.1.3.                          Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan dünya........................... 11

1.1.4.                          Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik:
‘Müseccel komünist’/’Siyasal’lı yıllar...................................................................... 14

1.1.5.                         TİP’den Askerliğe: Herkesleş(me)me............................................... 19

1.1.6.                         Kaybederken kazanılan değer: ‘Kendilik’/'Biriciklik’ arayışı.............. 25

1.1.7.                         Ontolojik kaygı: ‘Yeniden doğuş.................................................... 29

1.1.8.                         Ve bitmeyen yolculuk...................................................................... 36

1.2.      Edebî Görüşleri........................................................................................... 40-83

1.2.1.                         Poetik yolculuk: Şiir Okuma Kılavuzu ve poetik metinler.................. 41

1.2.1.1.                                              Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti......................... 48

1.2.1.2.                                              ‘Bütün’e olan hasret ve şiirin ‘kendiliği’:
Şiirin gerçekliği               52

1.2.1.3.                                              Maliyeti yüksek bir meslek: Şairlik................................... 57

1.2.1.4.                                              ‘Çevre’nin niteliği: Şiir/Şair ve toplum.............................. 60

1.2.1.5.                                             ‘Zavallı’ insanların özlemi: Şiir ve ideoloji......................... 63

1.2.1.6.                                              Sözcüklerin oluşturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil............... 65

1.2.1.7.                                              İmar ettikçe mamur olunan uğraş: Şiir ve sanat.................. 68

1.2.1.8.                                              Bir zekâ gösterisi: ‘Intellect’ ve ‘saymaca’ şiir................... 70

1.2.1.9.                                              ‘Ethos’tan ‘pathos’a bir insanlık durumu:
Modern Türk şiiri            75

1.2.1.10.                                               ‘Az gelişmiş aydınlar ülkesi’nin ‘göre’siz kalan şiiri........ 81

1.3.      Yayın Faaliyeti............................................................................................ 83-88

1.3.1.                         II. Yeni’nin ‘vicdanı’: “Halkın Dostları” dergisi.................................... 84

2.      BÖLÜM
ŞİİRLERİ

2.1.      Şiir kerim: Şiir - hayat birlikteliği ve şiirinin safhaları.............................. 90-116

2.1.1.                          Serbest bırakılan zihin: Şiire başlaması, ilk şiirler ve
“Geceleyin Bir Koşu” / 1954 - 1965............................................................................. 92

2.1.2.                          Gırtlaktan taşan şiir: “Evet, İsyan” / 1965 - 1970.................................. 98

2.1.3.                          Geçiş sürecinin işareti: “Cinayetler Kitabı” / 1971 - 1975.................... 103

2.1.4.                          ‘Yeni Hayat’ın içinden verilen poz: “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki

Satırlar” / 1981 - 1993............................................................................................... 106

2.1.5.                          Yarım kalmış bir metin: “Bir Yusuf Masalı” / 1993 - 1999................... 110

2.1.6.                          Kırılan kalp, ‘azalan yaratıcı güç’:

“Of Not Being A Jew” / 2003 - 2006.......................................................................... 114

2.2.      Şiirlerinin kronolojik listesi.................................................................... 117-125

3.      BÖLÜM

ŞİİRLERİN TEMA, İÇERİK VE YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ

3.1.      Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi................................... 127-270

3.1.1.                          Ben’in ilk sığınağı: Çocukluk............................................................. 129

3.1.1.1.                                              Bir ergenin anılarla yücelttiği çocukluk................................ 130

3.1.1.2.                                                   Devrin     yozla ş masıyla        kar ş    ı  kar ş    ıya kalan ‘ben’in                                                     ğ ına ğ ı   olarak

çocukluk.................................................................................................................. 137

3.1.2.                          Dünyaya konumlanmaya çalışan Ben’in huzursuzluğu /
‘kargaşa’sı: Cinsellik.................................................................................................. 148

3.1.2.1.                                               Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik.................................. 149

3.1.2.2.                                               Bedenin horlanması şeklinde ortaya çıkan yıkıcılık /

‘kargaşa’ ve cinsellik.................................................................................................. 158

3.1.3.                          Alt edilen mukadderat: Ölüm.............................................................. 162

3.1.3.1.                                              En saf haliyle kabullenilen ölüm.......................................... 162

3.1.3.2.                                              Modern insanın en büyük açmazı olarak ölüm....................... 166

3.1.4.                           Şahsî olandan toplumsal olana yöneliş: Devrimci duyarlılık.............. 179

3.1.4.1.                                              ‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık........................ 180

3.1.4.2.                                               Hayatın merkezine konulan partizanlık/
devrimci duyarlılık           183

3.1.5.                          Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik olma”: Yalnızlık.............................. 195

3.1.5.1.                                              Kalabalıklar içindeki ben’in yalnızlığı.................................. 196

3.1.5.2.                                              Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık... 201

3.1.6.                          Arayışın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden Doğuş...................... 207

3.1.6.1.                                               Yaşanmışlıkların izleriyle yeniden doğan insan................. 208

3.1.6.2.                                              Yeniden doğan insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı... 225

3.1.7.                          Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi....................... 245

3.1.7.1.                                              İnsanın yabancılaşmasına yönelik yapılan eleştiri.............. 246

3.1.7.2.                                              ‘Herkes’leri barındıran mekân olarak şehrin eleştirisi......... 264

3.2.      Şiirlerin Yapı Bakımından İncelenmesi..................................................... 271-308

3.2.1.                          Nazım birimi..................................................................................... 272

3.2.1.1.                                              Bent ve dize kuruluşu......................................................... 272

3.2.2.                          Nazım şekli....................................................................................... 287

3.2.2.1.                                              Düzenli nazım   şekilleri...................................................... 288

3.2.2.1.1.                                                                   Dörtlüklerden oluşan nazım şekilleri..................... 288

3.2.2.2.                                              Serbest nazım   şekilleri...................................................... 293

3.2.2.2.1.                                                                   Eşit dizeli serbest nazım şekilleri.......................... 293

3.2.2.2.2.                                                                   Karışık dizeli serbest nazım şekilleri..................... 296

3.2.2.3.                                              Düzensiz nazım şekilleri..................................................... 299

3.2.2.3.1.                                                                   Serbest şiir........................................................... 299

3.2.2.4.                                              Görüntüye dayalı nazım şekilleri.......................................... 303

3.2.2.4.1.                                                                   Düzyazı şiir........................................................ 303

3.2.2.4.2.                                                                   Hareketli görüntü................................................. 306

4.      BÖLÜM

ŞİİRLERİNDE DİL VE ÜSLÛP

4.1.      Dil........................................................................................................... 310-323

4.1.1.                         Kelime dünyası................................................................................... 311

4.2.      Üslûp....................................................................................................... 324-463

4.2.1.                           İmge ve imajinatif söyleyiş................................................................ 324

4.2.2.                           İronik anlatım................................................................................... 332

4.2.3.                           Sapmalar........................................................................................... 338

4.2.3.1.                                               Gramatikal sapmalar........................................................... 339

4.2.3.1.1.                                                                  Yazım sapmaları.................................................. 339

4.2.3.1.2.                                                                  Ses sapmaları....................................................... 349

4.2.3.2.                                               Dilbilgisi sapmaları............................................................ 356

4.2.3.3.                                               Anlam sapmaları................................................................ 362

4.2.3.4.                                               Biçim sapmaları................................................................. 379

4.2.3.5.                                               Dilsel sapmalar.................................................................. 381

4.2.3.6.                                               Sözcük sapmaları............................................................... 387

4.2.4.                           Aktarmalar........................................................................................ 395

4.2.4.1.                                               Başka metinlerin ödünçlenmesiyle yapılan aktarmalar.... 395

4.2.4.2.                                               Özel ad aktarmaları............................................................. 399

4.2.4.3.                                               Deyim aktarmaları.............................................................. 409

4.2.5.                           Ses, ritim ve ahenk unsurları.............................................................. 417

4.2.5.1.                                               Yinelemeler....................................................................... 417

4.2.5.1.1.                                                                  Sesbirimsel yinelemeler / aliterasyon ve asonans.417

4.2.5.1.2.                                                                  Biçimbirimsel yinelemeler.................................... 424

4.2.5.1.2.1.                                                                                             Ön yineleme..................................... 424

4.2.5.1.2.2.                                                                                            Art yineleme..................................... 432

4.2.5.1.2.3.                                                                                             Bağlaç, ünlem ve edat yinelemesi.. 435

4.2.5.1.2.4.                                                                                            Kıvrımlı yineleme.............................. 440

4.2.5.1.2.5.                                                                                             İkiz yineleme.................................... 444

4.2.5.1.2.6.                                                                                            Sözdizimsel yineleme......................... 448

4.2.5.1.2.8.       İkileme, pekiştirme ve yansımalı

sözcükler

SONUÇ............................................................................................................... 464-482

BİR BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ: İSMET ÖZEL KAYNAKÇASI.. 483-655

Bibliyografyada Kullanılan Kısaltmalar................................................................. 486

1.                İSMET ÖZEL’İN YAZDIKLARI.......................................................... 488-623

1.1.                          Kitaplar............................................................................................ 488

1.1.1.                                              Şiir...................................................................................... 488

1.1.2.                                              Deneme............................................................................... 488

1.1.3.                                              Poetik Metin........................................................................ 490

1.1.4.                                              Otobiyografik Eser............................................................... 490

1.1.5.                                              Röportajlar........................................................................... 490

1.1.6.                                              Mektup(laşma)lar................................................................. 490

1.1.7.                                              Çeviri.................................................................................. 491

1.1.8.                                              Diğer................................................................................... 491

1.2.                          Yazılar / Şiirler................................................................................. 491

1.3.                          Açık Oturum / Sempozyum / Panel / Soruşturma / Basın Toplantısı                     Ve

Festivaller.................................................................................... 622

2.      İSMET ÖZEL HAKKINDA YAZILANLAR............................................... 624-655

2.1.                           İsmet Özel Üzerine Yapılmış Çalışmalar........................................... 624

2.1.1.                                               Kitaplar............................................................................... 624

2.1.2.                                               Dosyalar.............................................................................. 624

2.1.3.                                               Tezler................................................................................. 624

2.1.4.                                              Makaleler / İncelemeler........................................................ 625

2.1.5.                                               Tanıtımlar........................................................................... 634

2.1.6.                                               Soruşturmalar...................................................................... 635

2.1.7.                                               Söyleşiler............................................................................ 635

2.1.8.                                              Gazete ve İnternet Yazıları.................................................... 639

2.2.                           İsmet Özel’den Söz Eden Eserler....................................................... 643

2.2.1.                                               Kitaplar............................................................................... 643

2.2.2.                                              Makaleler / İncelemeler........................................................ 645

2.2.3.                                               Soruşturmalar / Dosyalar...................................................... 653

2.2.4.                                               Söyleşiler............................................................................ 653

2.2.5.                                              Gazete ve İnternet Yazıları.................................................... 655

YARARLANILAN KAYNAKLAR.................................................................... 656-669

ÖZGEÇMİŞ........................................................................................................... 670

GENEL KISALTMALAR

Adı Geçen Eser

Adı Geçen Söyleşiler

Agy.                 :

Adı geçen yazı

Ank.                 :

Ankara

bkz.                        :

Bakınız

bs.                        :

Baskı

C.                    :

Cilt

çev.                  :

Çeviren

Der.                        :

Derleyen

İst.                   :

İstanbul

ka., çz.             :

Kaset Çözümü

m.                    :

mektup

s.                     :

Sayfa

S.                     :

Sayı

söy.                  :

Söyleşi

sor.                  :

Soruşturma

vb.                        :

Ve benzeri

Yay. Hz.           :

Yayına Hazırlayan

 

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Poetik Metinlerin ‘Şiir Okuma Kılavuzu’

ve Diğer Kitaplardaki

Yolculuğu.................................................................................................................. 46

Tablo 2: Şiirlerin Şiir Kitaplarına Göre Dağılımı........................................................ 120

Tablo 3: Şiirlerinin “Toplu Olarak” Yayımlandıkları Kitaplara Göre Dağılımı... 124

Tablo 4: Tüm Şiirlerdeki Bent Kuruluşu, Dize ve Bölüm Sayısı.................................. 284

Tablo 5: Farklı Nazım Şekilleriyle Oluşturulan Şiirlerin Yapılanışı.............................. 308

Tablo 6: Şiirlerde Yer Alan “Farklı Sözcükler”in Görünüşü........................................ 316

Tablo 7: Şiirlerdeki Yazım Sapmalarının Sözcüklere Bağlı Olarak Görünüşü.. 347

Tablo 8: Şiirlerdeki Ses Sapmalarının Sözcüklere Bağlı Olarak Görünüşü................. 355

Tablo 9: Şiirlerde Yer Alan Özel Adlar...................................................................... 404

Tablo 10: Şiirlerde Aktarılan Deyimler...................................................................... 409

Tablo 11: Şiirlerde Yer Alan Seslerin Kullanım Sıklığı............................................... 423

Tablo 12: Şiirlerde Yer Alan İkileme, Pekiştirme ve Yansımalı Sözcükler................. 462

1. BÖLÜM

HAYATI - EDEBÎ GÖRÜŞLERİ - YAYIN FAALİYETİ

"Öncekilere benzemeyen,
sonrakilerin benzemek istemedi
ği
bir merak ça
ğının
ortaya çıkardı
ğı ve ortada bıraktığı
bir insanım ben.”

Henry Sen Neden Buradasın 1

Hayatını “Kendi Masalım” diye tanımlayan ve bu “masal’ın doğru anlaşılması için ayrı bir çaba gösteren İsmet
Özel’in, içinde bulunduğumuz zaman dilimine kadar geride bırakmış olduğu 63 yıllık hayatını doğru bir biçimde
anlayabilmek için farklı alt başlıklara ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, karşımızda duran “şair’in biyografisine dair
şünülenleri "cerh etme kararlılığı içinde” kitaplar kaleme almış olmasından ve “masalı’na dair yazılan her
şeyin "yürlırlüllıkle ve geçerli ne kadar kişilik kalıbı varsa hepsinin zelil, yürürlülükte ve geçerli ne kadar
anlatım yolu varsa hepsinin sapkın oldu
ğuna dair bir işaret çakmak” isteyerek olumsuzlamasından ileri
gelmektedir.

Merkezine İsmet Özel’in şiirlerini koyan bu çalışmada esas maksat, şairin şiir dünyasına nüfuz ederek 1960
sonrası Türk şiiri içerisindeki açılıma dikkat çekmektir. Şiir yazmaya devam eden bir şairin hayat serüvenine dair
bir takım noktalara işaret ederek onları belirginleştirmek, şairin şiirle olan irtibatının nerelere uzandığını ve ne
şekilde açımlandığını görmemize olanak verecektir. Bu işaretin tüm açıklığı ile fark edilebilmesi ise şairin
hayatının belirli noktalarının bilinmesi ile mümkündür.

Şairin hayatta oluşu, onun hayatına dair söylenenlerin “tevatür” niteliğini kontrol etmemize imkân tanımakta ve
İsmet Özel’in kendisinin de şikâyet ettiği “biyografi yazarlığı’ndan ve “bilmece çözücü’lüğünden bizi uzak
tutmaktadır. Nitekim Özel’e göre, "meraklı kimseler bizim can vermemiz üzerinden belli bir zaman geçince
hayatımızı bilmece haline getirirler. Bunun ‘biyografi yazarlı
ğı’ gibi bir meslek doğurduğu bilinir. Bu çeşitten
bir meslek edinmi
ş olmasa bile birçok kimse, hayat hikâyesi meraka değer kişilerin can verişini takip eden
yıllarda onların do
ğumlarıyla ölümleri arasında geçen müddetten bilmeceler terkip ve tertip ederler.”

Hayat ve şiir serüvenini yan yana sürdürerek her iki alandaki açılımı içi içe yaşayan Özel’in biyografisindeki
duraklar, şiirinin de merkezine yerleşmektedir. Bu durakları, “Aile çevresi ve doğumu”, “Gölgelenen/
Aydınlanan yıllar: Çocuklu
ğu ve ilk-orta öğrenimi”, “Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan
dünya”, “Tevarüs edilen tavır ve kadir
şinas itaatsizlik: ‘Müseccel’ komünist/‘Siyasal’lı yıllar”, “Tip’den
Askerli
ğe: Herkesleş(eme)me”, “Kaybederken kazanılan değer: “Kendilik”/“Biriciklik” arayışı”,
“Ontolojik kaygı: Yeniden do
ğuş” ve “Ve bitmeyen yolculuk...?” gibi başlıklarla yoklamak, şairin hayatına
ve şiirine daha derin bir bakış açısıyla bakmamıza imkân verecektir.

Bu imkân, birer fenomen olarak kabul edilebilecek olan söz konusu duraklar üzerine sosyolojik çözümleme
yapabilmek için değil, şiirlerle iç içe girmiş olduğu noktaların daha iyi anlaşılması ve doğru izleklerin ortaya
çıkarılmasına yöneliktir.

1.1.1.      Aile çevresi ve doğumu

“Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben ya
şarken koptu tufan
ben ya
şarken yeni baştan yaratıldı kainat
her
şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahi
şelerin
lânet ediyor bana bakireler de.”

Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar

İsmet Özel, 19 Eylül 1944 yılında Kayseri’nin Düvenönü’nde dünyaya gelir. Özel doğduğu sırada Kayseri’de
polis memuru olarak görev yapan babası Ahmet Bey, Süleyman Çavuş adlı Bağdatlı bir askerin oğludur.

Süleyman Çavuş, ilk evliliğini Foça’da hastanede tedavi görürken yatak komşusu olan arkadaşının kız kardeşiyle
yapar. Daha sonra ikinci evliliğini Kuşadası’nda, İsmet Özel’in babaannesi olan Esma Hanım ile gerçekleştirir.

Esma Hanım, aslen Kuşadalı’dır ve 5 çocuktan sonuncusu olan Ahmet Beyi, 1899 yılında Kuşadası’nda dünyaya
getirir. İsmet Özel’in Süleyman dedesi ile ilgili detaylı bilgi bulunmamakta; Bağdat’tan savaşmak için gelmiş olan
bir Türkmen olduğu tahmin edilmektedir.

Şairin anne tarafından dedesi Hasan Bey, Söke’de Hacı Yüzbaşıgil olarak tanınan bir aileye mensuptur. Hasan
Bey, yarıcılıkla uğraşmakta yani rençperlik yapmakta; bir başkasının toprağında emeğini ortaya koyarak çalışıp,
toprak sahibiyle hâsılayı paylaşmaktadır. Hasan Bey, İsmet Özel’in anneannesi olan Fadime Hanım ile Söke’de
evlenir. Bu evlilikten doğan üç çocuğun sonuncusu, İsmet Özel’in annesi Sıdıka Hanım’dır. Sıdıka Hanım 1902
yılında dünyaya gelir.

Ahmet Bey ile Sıdıka Hanım 1926 yılında Söke’de evlenirler. Sıdıka Hanım toplam 9 çocuk dünyaya getirir fakat
bunlardan 6 tanesi yaşar. İsmet Özel bu çocukların sonuncusudur. İlk çocukları Ali Rıza, 1927 yılında doğar.
Diğer çocuklar ise sırayla Hüseyin, Şükrü, Gülseren ve Aysel ismini alırlar. İsmet Özel’in ağabey ve ablaları
yaşamış oldukları dönem içerisinde eğitimlerini en üst seviyede almaya çalışırlar. En büyük ağabeyi Ali Rıza Bey,
önce Erzurum Muallim Mektebi’ni, daha sonra da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim Bölümü’nü bitirerek resim
öğretmeni olur. Bir diğer ağabeyi Hüseyin Bey, subay olur. Ablalardan ise Aysel Hanım, Ankara Hukuk
Fakültesi’ni bitirir.

Özel’in ağabey ve ablalarının eğitimlerine bu denli önem vermiş olmalarında anne ve babanın sahip bulunduğu
kültür düzeyinin çok etkin rolü vardır. Şairin annesi Sıdıka Hanım, Sultan Reşat zamanında ilkokulu bitirmiş,
babası Ali Rıza Bey ise Rüştiye’den mezun olarak Cumhuriyet Dönemi’nin ilk polis memurlarından olmuştur.
İsmet Özel, onlardaki bu durumu “Benim annem ve babam eski kuşağa mensup olmalarına rağmen benim
ya
şıtlarımın anne ve babalarından daha yaşlılardı ama her ikisinin de kültür düzeyi yaşıtlarımın anne ve
babalarından yüksekti. Her ikisinin de güzel sanatlara kar
şı bir yakınlığı vardı” diyerek ifade etmektedir.

Baba Ahmet Beyin memuriyeti sebebiyle aile, birçok memleketi dolaşştır. Sırasıyla İzmir ve Muğla’da polis
memuru olarak görev yapan Ahmet Bey, Van ve Hakkari’de komiser muavini; Kayseri ve Söke’de baş komiser
olarak vazife yapmış ve son görev yeri olan Kastamonu’dan da 1955 yılında emekliye ayrılmıştır. Aile, daha
sonra kızların liseyi okuması için başka bir şehir merkezine, Çankırı’ya taşınır. Çünkü o dönemde lise sadece
şehir merkezlerinde bulunmaktadır. Bu şehrin Çankırı olmasındaki sebep ise Ağabey Hüseyin’in o sıralar
Çankırı’da ulaştırma üsteğmen olarak görev yapıyor olmasıdır. Sonrasında Özel ailesi, Aysel Hanım’ın Ankara
Hukuk Fakültesi’ni kazanmasıyla Ankara’ya taşınır.

1.1.2.    Gölgelenen / Aydınlanan yıllar: Çocukluğu ve ilk - orta öğrenimi

“Mori vardı
usunu bir seccade gibi kullanan ya
şamakta
Mori’nin köpekleri vardı her
şeyden önce
her ak
şam adını yıkardı mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
Nasıl ki do
ğuran ve öldüren
köpekler gezinir herkesin
şapkasında
ki herkesin
şapkası mermilerden öncedir,
-Elma dersem çıkma.”

Geceleyin Bir Koşu

İsmet Özel, aile içerisinde en küçük çocuk olmasından dolayı her zaman ayrıcalıklı bir yer edinir. Özellikle ağabey
ve ablalarının eğitim seviyelerinin yüksek oluşu ona her zaman olumlu yönde katkı sağlar. Bu katkıların belki de
en önemlisi, İsmet Özel’in hayatının her evresine yayılan “merak” duygusunun onda çok erken yaşlarda gelişmiş
olmasıdır.

“Benim dünyanın şekli hakkında yakınlarım dolayısıyla bir merak alanım vardı” diyen şair, özellikle kitaplarla
arasındaki bağı çok erken bir zamanda kurmaya başlar. Aslında sadece kitap değil, resim de onun zihninin bir
şesinde sürekli olarak kendine yer bulur. Bunda yine en büyük ağabeyinin yaz aylarında resim yapmak için
çıktığı kırlara, ovalara, tepelere yanında kardeşini de götürmesinin çok etkisi vardır. Bu durum ona, hayal
dünyasının uçsuz bucaksız kapılarını aralayarak çocukluğunda, özellikle de ilköğreniminde aydınlık bir yol
açacaktır.

İsmet Özel çocukluk döneminde, anne ve babasıyla olan iletişiminde ağabey ve ablalarıyla kurduğu iletişim kadar
başarılı olamaz. Bunda şairin, anne ve babasıyla arasında neredeyse bir nesil denebilecek kadar fazla bir yaş farkı
olmasının çok büyük etkisi vardır. Söz konusu olan iletişimsizliği, annesinden ziyade babasıyla yaşayan İsmet
Özel, “Ben babamla o öldükten sonra yakınlık kurabilmiş olan biriyim” diyerek yeterince telafi edilemeyen bir
sevgiye/şefkate işaret eder. Bu “huzursuzluk/eksiklik”, şairin çocukluk yıllarına düşen bir gölge olarak zaman
zaman kendini şiirlerinde hissettirecektir.

İsmet Özel, ilkokula 1950 yılında Kastamonu Abdülhak Hamit İlkokulu’nda başlar. Annesi onu okula alışsın
diye bir yıl erken gönderir. Fakat Özel, okula normal yaşlarında giden çocuklar gibi uyum gösterince 6 yaşında
ilkokula kaydettirilir. Başarılı bir ilkokul dönemi geçiren İsmet Özel, bulunmuş olduğu şehrin kültürel
zenginliklerini de o yaşlardan itibaren özümsemeye başlar. “Taşra” olarak adlandıracağımız bir şehrin sahip
olduğu özellikler ve burada yaşanılanlar, şairin daha çok ilk dönem şiirlerinde çocukluk hatıralarının izdüşümleri
olarak yer alacaktır.

İsmet Özel, “merkez”in sahip olduğu imkânlardan yoksun olarak geçirdiği çocukluk dönemini, “taşra”nın
imkânsızlıklarının herhangi bir çocukta meydana getirebileceği “pasif’/“silik”/“sinmiş” bir tavır içerisinde
yaşamaz. İlkokul döneminden başlayarak hayatın içerisinde kendi “ben”ine bir yer arar ve “dünya ile hak edilmiş
bir ba
ğı kurabileceğine olan inancı içerisinde taşıyarak” yaşar. Öyle ki şair, ilkokul 2. sınıfta öğretmenlerinin
ders esnasında baskın bir tavır sergilemelerine dahi karşı çıkar. Bu tavır, ileride kendisinin ^kadirşinas
itaatsizlik”
adını verdiği davranış biçimini ortaya çıkaracaktır.

Hayatı bu tarzda algılama biçimi, İsmet Özel’in biyografisinin tüm evrelerine hâkim olan “karşı oluş” tavrına ve
“ben”inin “anti-konformist” bir yaklaşım içerisinde olmasına önemli ölçüde kaynaklık etmiştir. İsmet Özel’in
şiirle ilk teması da, yukarıda ifadeye çalışğımız, “ben”in dünya ile kurmak istediği bağın sonucunda meydana
gelmiştir. Şair, ilkokul 3. sınıfta okurken kendi gayretleriyle, Ankara’da yayımlanmakta olan bir ilkokul
gazetesine, “Kış” isimli ilk şiirini yazarak gönderir. Şiirinin yayımlandığını ise kendisini küçümseyen gözlerle
süzen bir öğretmenin “Sen şair mi oldun be!” demesinden anlar.

İsmet Özel, 1955 yılında ilkokulu bitirir. Bu tarih aynı zamanda babasının emekli olduğu, dolayısıyla ailedeki kız
çocuklarının liseyi okuyabilmeleri için hep birlikte Çankırı’ya taşındıkları tarihtir. Özel, ortaokulu ve lise 1. sınıfı
Çankırı Lisesi’nde okur. Bu şehirde 4 yıl kalan aile, daha sonra Ankara’ya taşınır ve İsmet Özel, lise öğrenimine
2. sınıftan itibaren Ankara Gazi Lisesi’nde devam eder. Şair, 1959 yılının Ankara’sını, daha öncesinde yaşadığı
şehirlerinden farklı bulur.

İlişkilerin daha samimi, paylaşılan değerlerin daha çok olduğu “küçük şehir”den, Cumhuriyet’in baş şehrine gelen
Özel, buraya alışmakta zorluk çekmez. Her ne kadar Ankara, şairin “büyük şehir” kavramıyla ilgili olarak
muhayyilesinde oluşturduğu imaja karşılık gelmese de, o yıllarda pek rastlanılmayan "kalorifer dumanı
kokusuyla”
zihnindeki yerini alır.

İsmet Özel’in ileriki hayatını doğrudan etkileyecek en önemli gelişmeler lise yıllarında meydana gelir. Lise son
sınıfta matematik dersinden ikmale kalan şair, yazın kursa da devam etmesine rağmen bu dersi veremez.
Dolayısıyla 1 yıl beklemek zorunda kalır ve lise, 4 yılda biter.

1.1.3.    Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan dünya

"Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o ku
ş yüklü iniltilerden
ve mor a
ğzını gecenin kumuna batıran ben

çağdaş serüvenler adına
bütün foto
ğraflarını yakan
yakan ve bekleyen.”
Bir A
ğrı Yakıldıkça Sevilmeli

İsmet Özel, söz konusu olan 1 yıllık bekleme sürecinde boş durmaz. Dünyayı “merakla” araştırıp
anlamlandırmaya çalışır ve ergen benini kurcalayan soruların peşi sıra gider. British Council’dan Amerikan
Kütüphanesi’ne, resim sergilerinden konferanslara varıncaya kadar Ankara’nın kültür ve sanat ortamından
istifade etmeye çalışan Özel, bu dönemde hem dünyayı hem de şiiri kavrayış açısından köklü değişiklikler yaşar.
Bu bekleme/bilgilenme süreci için şair İşte o 1 senelik boş vakitte sosyalist oldum. Şair olmaya karar verdim”
demektedir.

Bu dönemde, insanların dünya üzerinde edinmiş oldukları yer ve kabul ettikleri düşüncelerle ilgili ciddi
sorgulamalar geçiren İsmet Özel, “nasıl bir dünyada yaşandığı” sorusunun peşi sıra gider. Bir takım maddî
kazanım ve imkânları elde etmiş olan insanların “ruhça kaba, insan ilişkileri bakımından da yıkıcı” olduklarını
fark edip hareket alanlarını ve insanlarla olan ilişkilerini buna göre düzenler. Sahip olduğu fikirlerin esasına
yönelik “bilinçlenme/aydınlanma” gayretine giren şair, bu yıllardan itibaren hayatını şiir yörüngeli yaşamaya
çalışıp şiiri kendisi için asıl ve “esas uğraş olarak kabul etmektedir. Bunun bir ifadesi olarak da düşüncelerine
sağlam bir temel bulmak ister ve “Müslümanlığı gündemine sokar.”

“İnancı tanımalıydım. İnandığım şeylerin bilgisini edinmeliydim” diyen Özel, ebeveyninden ya da çevresindeki
insanlardan dinleyip/görüp “model”lediği bir inancı değil, kendi zihin sürecinden geçirdikten sonra ancak kabul
edeceği; böylelikle “muallâk”ta kalmaktan kurtulacak olan “ben”inin tutunabileceği bir “varlık bilinci”ne ulaşmak
ister. Kur’ân-ı Kerim’in insanlara nasıl seslendiğini ve onlardan neler istediğini öğrenmek için işe, “bakalım
bizim temel dinî metnimizde neler var”
diyerek, meal okumakla başlar. Fakat sonuç büyük bir düş kırıklığıdır.

İsmet Özel, bu girişiminin olumsuz sonuçlanmasını, daha sonra, "Cumhuriyetin okullarında eğitim görmüş
herkesin
İslâmî metinlere yaklaşırken ister istemez elverişsiz bir konumda”bulunmalarına bağlayacaktır. “Elden
şme kültür”le meydana getirilen bir ortamın tüm mecbur bırakılmış ve dayatılmış olan “değer”lerine karşı çıkan
Özel, okuduğu kitabı geri plan kültüründe anlamlandıramadığı için din duygusuyla da irtibatını keser, hatta din
aleyhtarlığının en iyi tutum olduğuna inanır. Bu yıllardan başlayarak zihninin işleyişine gelen her türlü müdahale
ya da sorgulanmadan onaylanan her çeşit düşünce şair tarafından tamamen reddedilir.

Böylelikle İsmet Özel üniversite yıllarına, çocukluk döneminden bu yana ailesinden ve çevresinden almış olduğu
eğitimin sonucu olarak, zihinsel anlamda gelişmiş bir düzeyde başlar. Bir tür “uyanıklık/ayıklık” da
diyebileceğimiz bu gelişmişlik şaire, hem savunduğu fikirlerin önemini kavraması hem de şiirin, “ben”i ile
yaşanılan dünya arasındaki yerini belirlemesi açısından çok büyük imkânlar tanır. Aynı zamanda söz konusu olan
bu “uyanıklık/ayıklık” şairde, vuku bulan olayların sebep ve sonuçlarını göz önünde bulunduran “sorgulayıcı
yön”ün ve çocukluğundan bu yana var olan “uymacı olmayan tavrın” da gelişerek devam etmesine olanak tanır.

1.1.4.    Tevarüs edilen tavır ve kadirşinas itaatsizlik: ‘Müseccel komünist’/’Siyasal’lı yıllar

“Ben merd-i meydan
yani topra
ğın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, a
şk diye tanınan.”
Evet,
İsyan

İlk ve orta öğrenimini “Tek Partili” yılların sona erdiği ve Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönemde
tamamlayan ve ister istemez bu durumun toplum üzerinde meydana getirdiği etkilere şahitlik eden İsmet Özel,
üniversiteye de 1960 sonrası Türkiye’sinin içinde bulunduğu bulanık havasında başlar. Bu ortamda şairin, kısmî
olarak babasından tevarüs ettiği ama asıl olarak da “doğuştan getirmedim, dünyadan aldım” dediği bir koruma
duvarı vardır. Kendi hayatıyla ilgili bilgileri, ayrıntılarına varıncaya dek, yaşıyorken kaleme alan ender
sanatkârlardan biri olan Özel, “Waldo Sen Neden Burada Değilsin?” adlı otobiyografik eserinde bu duvarın
özelliğini, "Kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet” olarak adlandırır.

Cumhuriyet döneminin yeni şekillenmeye başlamış bürokrasisinin halk üzerinde meydana getirdiği etkiden
dolayı, özellikle taşrada devlet memurlarına gösterilen itibar, İsmet Özel tarafından hep şüpheyle karşılanır. Bu
türden bir ilgiyi yapmacık ve sahte bulur. "Ben çocukluğum boyunca bu sahteliğin acısını tattım” diyen şair,
bunun doğurduğu huzursuzluğu “ben”inde tüm olumsuzluğuyla hisseder fakat “insanın kendini aristokrat
saymasının ruhuna ne büyük geni
şlik getirdiğini tadabilmenin imkânı” nı da kullanmaya çalışır. Bu imkân şaire,
özellikle üniversite yıllarından itibaren, hiç kimseye karşı minnet beslemeden kadirşinaslık yapmayı ve
çocukluğundan bu yana getirdiği “anti-konformist” tavrın “devrimci” bir karaktere bürünmesini sağlar.

İsmet Özel, liseyi bitirdikten sonra 1962 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolur. Bu yıllar Özel’in,
etrafında olup biten her hâdiseyi didik didik ettiği, bir ergen cesaretiyle dünyaya merakla ve heyecanla baktığı
yıllardır. Artık şairin kadirşinas itaatsizliği, karşısına tek tek çıkan insanlara değil toplum kuramlarına yönelmiş;
tevarüs edilmemiş asaleti de yön değiştirerek gözü pek ve tavizsiz bir tarzda “iyilerin” yanında yer almaya
başlamıştır. Bundan dolayı şair, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne başladığı ilk günlerden itibaren “komünist” ve
“dinsiz” olarak adlandırılma ihtimaline rağmen sosyalizan düşüncelerini ifade etmekten çekinmez.

Bu cesareti, ilk olarak kadirşinas itaatsizliğinden ve tevarüs edilmemiş asaletinden alırken ikinci olarak da
sosyalist ya da kendilerine komünist denilen yazarların hiçbir baskı ya da güçten korkmayarak fikirlerini açıkça
ifade ediyor olmalarından alır. Diğer taraftan da konuşması ya da savunulması yasaklanan herhangi bir fikrin
veya tavrın cazibesi, şairi her zaman kendisine çekmektedir.

İsmet Özel, bu tutum ve davranışıyla fakültede dikkatleri üzerine toplamakta gecikmez. Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nin önemli bir organı olan Fikir Kulübü’ne çağrılır ve hemen ardından da yönetim kurulunda sekreterlik
görevine getirilir. İlerleyen zamanda bu kulüpte astbaşkan olarak görev alacak olan Özel, daha sonra “Devrimci
Gençlik Federasyonu (Dev-Genç)”na dönüştürülen “Fikir Kulüpleri Federasyonu”nun kurulmasına da öncülük
edecektir. Tüm heyecanı ve hevesiyle savunduğu fikirleri kulübün kürsüsünden haykıran şair, “sosyalist
olmayanların adamdan dahi sayılamayaca
ğı”nı düşünür. O sıralar daha çok zayıf olan tarafın yanında yer alıyor
olmayı önemseyen ve insanların haksızlıklar karşısında “tepkisiz” kalmalarından rahatsız olan şair, "siyasetin ne
teorisine ne de prati
ğine karşı derin bir ilgi” duymaz.

Fakat bir müddet sonra Ataol Behramoğlu’nun “İsmet, nedenParti’ye kaydolmuyorsun?” sorusuyla karşılaşınca
hayatının akı
şı da değişir. Özel, “Buna hiç gerek yok, üstelik ben bu konuda hiç de pasif değilim, fakültede
dünyanın i
şini yapıyorum” dese de, Behramoğlu’nun İyi ama İsmet, bu adamlar partiyi her an kapatabilirler.
Zayıf tarafta sava
şa gir! Ucunda ganimet yok bu işin. Sadece zahmet ve tehlike var” şeklindeki cevabıyla, 7
Aralık 1963 yılında Türkiye
İşçi Partisi’ne (TİP) kaydolur. Fikir Kulübü yönetim kurulu içerisinde TİP’e kaydını
yaptıranların ilki olan
İsmet Özel, artık “müseccel bir komünist” olmuştur.

1.1.5.     TİP’den Askerliğe: Herkesleş(me)me

“Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Aşklarım inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar

cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
topra
ğa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yakla
şınca kumlar ve çakıl taşları
geçmi
ş günlerimi aşağılamaktadır.”
Kanla Kirlenmi
ş Evrak

İsmet Özel, içerisine girmiş olduğu mensubiyetin zamanla, kendi seçmelerinin ve bilinçli bir zihinsel sürecin
işlemesi karşısında engel olduğunu fark eder. Çevresinde bulunan insanların birçoğu “doğrularına”, okuyarak ya
da araştırarak ulaşma yerine, gazete ve dergilerden edindikleri kültürü, mutlak doğru kabul eden ve “özgün
Marksist metinler yerine el kitapları okumayı marifet sayan”
kimselerden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra şair,
girmiş olduğu bu ortamda görev ve sorumluluklarının bilinciyle çalışmakta; 1966 yılında Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nden bir grup arkadaşının çıkarttığı “Dönüşüm” dergisinin sokaklarda satılmasına, bizzat katılmaktadır.

Fakat Özel, bir müddet sonra Türkiye İşçi Partisi’ndeki bir kısım insanların kendisi gibi düşünmediklerini anlar.
Bu düşünsel faklılık özellikle, Türkiye’de gerçekleşmesini arzuladıkları sosyalist bir yönetimin ne şekilde
olacağına yöneliktir. Özel, eğer böyle bir değişim olacaksa bunun demokratik tarzda ve halkın desteğinin alınarak
yapılması gerektiğine inanır. Fakat “TİP içinde ve TİP dolayısıyla görüp yaşadıkları” baştan beri karşısında
olduğu “herkesleşmek”/“sıradanlaşmak” tehlikesini ortaya çıkarmıştır.

Ataol Behramoğlu’nun, İsmet Özel katılmayı reddedince, İyi ama İsmet, bu adamlar partiyi her an
kapatabilirler. Zayıf tarafta sava
şa gir! Ucunda ganimet yok bu işin. Sadece zahmet ve tehlike var” diyerek
girmesi için ikna ettiği partinin içerisinde de “bu adamlar’dan vardır. Bunlar için “sosyalizm, şematik bir iktidar
ele geçirme mazereti”
nden başka bir anlam taşımamaktadır. Şair, söz konusu olan bu insanların tasarruf
alanlarının içerisinde yaşıyor olmak istemez. En yakın arkadaşlarının bile siyasî bir takım şahsî emellerinin olması
şairi, büsbütün bu ortamın dışına yönlendirir. Onun bu dönemde kafasını meşgul eden tek şey “hayatı kendi için
dokunulur kılmak”
tır. Bu meşguliyetin bir ifadesi olarak da siyasî havanın çok yoğun bir biçimde teneffüs
edildiği Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, derslere devam etme imkânı bulamaz. 2 sene 1. sınıfı, 2 sene de 2. sınıfı
okumak zorunda kalan İsmet Özel, 1966 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden “belgelenerek” ayrılır.

Yüksek öğrenimini yarıda bırakan İsmet Özel, yeni bir üniversitede eğitim almak için sınava girer. Kayıt
yaptırmak için askerlik durum belgesi gerekiyordur. Şair bu belgeyi almak için memleketi Söke’deki askerlik
şubesine gittiğinde beklenmedik bir şekilde “asker” olur. 1967 yılının Ekim ayında “67/4 tertip er’ olarak
askerliğe başlayan Özel, “politik maziye dayanan polis zorlaması sebebiyle" Sivas, Konya, Elazığ ve Muş’ta
toplam 24 ay askerlik yapar. 10 Ekim 1969’da terhis olan şair, içinde bulunmuş olduğu kaotik ortamdan askerlik
süresince biraz olsun uzaklaşş olur. Özellikle, şiirle olan irtibatını sağlamlaştırarak devam ettirir ve o güne
kadarki en verimli dönemini yaşar. Şair bu dönemde, zihninde yer etmiş olan bazı fikirleri de temellendirme
imkânı bulur. Yetişme yıllarında itibaren uğruna mücadeleye giriştiği halkı çok yakından tanıma fırsatı elde eden
Özel, bunun bir sonucu olarak “halkın sağğı, ülkenin biriliği üzerine ciddi kaygılar” taşımaya başlar.

İsmet Özel askerlik boyunca Ataol Behramoğlu ile 1965’in sonlarında başlayan ve 1974 yılının ekim ayına kadar
devam edecek olan, mektuplaşmalarını sürdürür. Sosyalizmden edebiyata -özellikle de şiire-, ruhî sıkıntılarından
heyecanlarına ve kişisel zedelenmişliklerinden, yarım kalan aşkına varıncaya dek pek çok konuda, büyük bir
içtenlikle kaleme alınan bu mektuplar şairin, “herkesleşmek”ten uzakta kendine olan yönelişi ile beraber
okunmaya müsaittir.

Askerlik süresi boyunca ülke ve halk için neler yapabileceğini tasarlayan İsmet Özel, "ciddiyeti, erdemi mücadele
azmini ve mücadelenin haklılı
ğını makbul değerler haline getirmek ve bir de iş ortaya koyarak kavganın yöntemi
üzerine örnek göstermek”
istemektedir. Bu fikirlerini Behramoğlu’yla paylaşan şair, ondan da sürekli olarak
geride bıraktığı ortam hakkında bilgiler alır. Ataol Behramoğlu’nun göndermiş olduğu mektuplardan bu ortamın
hiç değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini anlayan Özel, askerden döndükten sonra bunu bizzat görür ve
kendini sosyal çevre bakımından çok değişik bir ortamda bulur. Bir dönem işin aslını öğrenmek için beraber yola
çıktığı “dostlar”ının gündelik kazanımlar etrafında toplaştıklarını fark eder. Askerde iken, 1969 yılının Mart
ayında, babasını da kaybeden şairin “cebindeki adresler”den umudu kalmamıştır.

İsmet Özel, şikâyet ettiği bu durumun düzelebileceğine olan inancını yine de yitirmez. Emperyalizme karşı sadece
halkın değerlerine sahip çıkılarak karşı durulabileceğini ifade eden şair, bu düşüncesini Ataol Behramoğlu,
Süreyya Berfe ve Özkan Mert ile beraber katıldıkları "Ant" dergisinin “Sanat Soruşturması”nda dile getirir. Ant
dergisi bu dört genç insanın sesini “Devrimci Genç Şairler Savaş Açıyor” şeklinde duyurur. İsmet Özel ve
arkadaşlarının bu çıkışı, onları, mücadelelerini daha net bir biçimde ortaya koyacakları bir dergi çıkarmaya
yönlendirecektir. Bu dergi, ilk sayısında "Gerici Sanata Hücum” sloganıyla, Mart 1970 yılında yayın hayatına
başlayan “Halkın Dostları” dergisidir.

Askerlik sonrasında çalışmak için İstanbul’a gelen şair, ilk olarak 1 ay gibi kısa bir süre Meydan Larousse
Ansiklopedisi’nde çalışır. Daha sonra “Eros Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi’nin teknik sekreterliği görevini
yürütür. Bu işinden de 3 ay sonra ayrılan Özel, Ankara’ya döner ve Nisan 1970 yılında Ankara İnşaat
Mühendisleri Odası tarafından yayımlanan “Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”nde teknik sekreter olarak
çalışmaya başlar ve 12 Mart 1971 yılında ilan edilen sıkıyönetimce “Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”nin
yöneticileri içeri alındığı zaman, bu derginin “her şeyiyle” ilgilenmek durumunda kalır.

1.1.6.    Kaybederken kazanılan değer: ‘Kendilik’/’Biriciklik’ arayışı

“Ağlamadan
dillerim dola
şmadan
yumru
ğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aş
üzerime yüre
ğimden başka muska takmadan
konu
şmak istiyorum.”
Mazot

Yayımlanmasında çok büyük özveri ve heyecan göstererek çalışğı “Halkın Dostları” dergisi, ilk çıkışından 12
Mart 1971 tarihinden sonraki sıkıyönetimce kapanmasına kadar geçen süreçte, İsmet Özel’in üniversite
yıllarındaki “huzursuzluğu” ve ruhsal sıkıntıları yeniden yaşamasına; o dönemdeki soruları sormaya başlayarak
kendine/kendiliğine yönelmesine de sebep olur. Behramoğlu ile yapmış olduğu mektuplaşmalardan kolayca takip
edilebilen bu durum, daha en başında, derginin adının ne olacağı konusunda ortaya çıkan “huzursuzluk”la
kendini hissettirmiş; şairin 12. sayıdan sonra bıraktığı “sorumlu yönetmen” göreviyle de çıkmaza girebileceğinin
sinyalini vermiştir. Fakat bu psikolojiden, şimdilik, çabuk kurtulan şair ilk başlarda bir tür “tıkanıklığı” yaşasa da
sonradan, olayların anlamı üzerine düşünmeye başlar.

1971 yazında “Halkın Dostları” dergisinin kapanmasıyla karmaşık duygular içerisinde olan Özel, bir müddet
sonra yurt dışına çıkmak ve yarıda kalan üniversite eğitimini orada tamamlamak ister. Fakat pasaport alabilmek
için giriştiği tüm çabalar sonuçsuz kalır. Bu dönemde Akdeniz’e geziye çıkan şair, tam bir "kendine kıyma
psikozu”
na girer. Bu ruh halinden ise şair, yine şiirin sağlam bir kalkan olduğunu akılda tutarak kurtulacaktır.
Şiirle olan irtibatında kazanmış olduğu bu “ayıklık” İsmet Özel’e, “biricikliğinin” ne kadar önemli olduğunu ve
kendi dışında meydana gelen her türlü hâdisenin “ben”i üzerindeki tesirini düşünmesine; böylelikle de nesnelerin
ortaya çıkardığı durumları anlamlandırmasına imkân tanımıştır.

“Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin kılarak, duyarak ve düşünerek, uyanıklık içerisinde
ya
şamak istiyorum” diyen şair, “boşunalık” duygusunun kendisine yer etmesine izin vermez. Bu kazanım ona
“benliğ(in)e dalma”sına olanak verecek ve “kendilik bilinci”ni elde ederek ileriki yıllarda hayatını bütünüyle
etkileyecek olan “değişim”i/“yeniden doğuş”u yaşamasına imkân tanıyacaktır.

1.1.7.    Ontolojik kaygı: ‘Yeniden doğuş

Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yoku
şu
sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
pe
şimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu
yankımız soyunup sevap rahatlı
ğı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap de
ğiştirirken
bizden akması beklenilen kan da katı
kovulduk ölümün geni
ş resimlerinden.”

Tahrik

1972 yılının sonunda Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı’nda okumaya başlayan İsmet Özel,
“Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi”ndeki görevinden de ayrılır. Bu yıllarda birçok sıkıntıyla birden
uğraşmakta olan şairi en çok da, "çoğunluğun zaten her şeyin bayağısına teşne” olduğu bir ortamda kendi
mantık düzenine uygun “dost” bulamayışı rahatsız eder. Bir taraftan da şair, “korku ve tedirginlik içerisinde
olmadan”
yürünebilecek bir yolun arayışı içerisine girmiştir. Bu arayış, Özel’in bilgiyle olan arasındaki mesafeyi
daha da kısaltmakta; ontolojik olarak hiçbir dalgalanmadan etkilenmeyerek mutlak emniyeti yaşayabileceği bir
güvenlik duvarını, “ben”inin etrafına örmesine katkıda bulunmaktadır.

İsmet Özel, söz konusu olan ontolojik kaygıyı yaşarken gelip geçici olan kazanımların peşi sıra gitmekten kendini
alıkoymaya çalışır. Nitekim bu kazanımlarla elde edeceği güven duygusunun, bir gün yine yıkılabilme ihtimalini
hep akılda tutar. Bu hali yaşamasında en önemli etken ise, önce sosyalist sonra marksist olmanın sağladığı
imkânlardan       yararlanarak     sıradan     bir    insanı     bunalıma     ve    küskünlü ğ e     götürecek                         ş artlarda bile

arayışını/“aydınlanma”sını devam ettirmiş olmasıdır.

İsmet Özel, yetişme yıllarından bu yana arayışının bir ifadesi olarak, yapmak istedikleri/“niyet”i ile ortaya
koyduğu davranışları/“eylem”i arasındaki boşluğu doldurup, kendini kandırmasına engel olan “deus otiosus”
inancının İslâm dinindeki “Kadir-i Mutlak” inancına dönüşmesine olanak tanır ve müslüman dünya görüşüne
bağlanır.

Bu dünyanın kapılarını aralamasında şairi yönlendiren ya da etkileyen, belirgin bir olay veya bir kişi yoktur.
"Miısliıımın olmak beni, kendimi bildim bileli içine düşğüm yalnızlıktan çekip çıkardı”diyen Özel, bu
durumu/“yeniden doğuşu”, bir mensubiyetin içerisinde yer almış olmanın herhangi bir insana vereceği huzur
şeklinde duymaz. Ontolojik kaygılarını gidererek, varlığını raptedebileceği zemini bulan ve varoluşsal güvenliğe
kavuşan şair, “başka Müslümanlarla tanışıp kaynaşmak için fazla aceleci davranmaz.” Hatta müslüman dünya
görüşüne bağlandığını, müslüman olduktan bir hayli zaman sonra, “Amentü” adlı şiirini Sezai Karakoç’un
“Diriliş” adlı dergisinde, 1974 yılında yayınlayarak dışa vurur.

İsmet Özel’in sosyalist dünya görüşünden ayrılarak müslüman dünya görüşüne bağlanması, geniş yankılar
uyandırmış ve şair sosyalist çevrelerce “döneklikle” suçlanmıştır. Fakat şairin hayatını derinden etkileyen bu
değişim, kimi entelektüeller tarafından da haklı bulunmuş ve şaire yöneltilen “döneklik” suçlamalarının
“saplantılarlayaşayan toplumlardan kalan baskıların aşılamamış olmasından kaynaklandığı belirtilmiştir.

İsmet Özel 1976 yılının başında, Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı’ndan sınıf arkadaşı olan Necla
Aslandoğdu ile evlenir. Aynı yıl, okurken Ticaret Bakanlığı’nda da çalışmaya başlayan şair, burada, Müsteşarlık
Kalemi’nin Basın Bürosu’ndaki Fransızca yazışmaları takip eder. 1977 yılında üniversiteden mezun olan Özel,
“tirajı Türkiye ortalamasına göre mütevazı olmasına rağmen, Müslümanların zihnen gelişmeye en açık
kesimine seslenen”
Yeni Devir gazetesinde, “Konuşmak” adını verdiği sütunda günlük fıkralar yazmaya başlar.
O zamana kadar hiçbir günlük gazetede yazı yazmayan şair, gazete yazarlığına başladığında Ticaret
Bakanlığı’ndaki görevinden de ayrılır.

Bu gazetedeki ilk yazısını "Yazmanın Vebali” başğıyla 20 Nisan 1977 yılında yayımlayan şair, Yeni Devir’de
bir de “Abdullah Çıdamlı” müstearıyla, İslâmî bir gazetenin kaldırabileceği nitelikte, “Hayatın İçinden” adlı
magazin sayfası hazırlar. 27 Haziran 1979 tarihinde yazmış olduğu “Çin Mi Kuvvetli Amerika Mı?” başlıklı
yazısıyla, Yeni Devir’deki fıkra yazarlığına ara verir. Maddî imkânsızlıklarla tekrar boğuşmaya başlayan İsmet
Özel, “bu dönemde kütüphanesinden kitap satarak ailesinin geçimini” temine çalışır ve bir mimarlık dergisine
mimarîyle ilgili tercümeler yapar. Daha sonra şair, 21 Ağustos 1981’den 3 Ağustos 1982’ye kadar yine aynı
gazetede yazmaya devam edecek ve Adam yayınlarından çıkan kitabının ilk telif ücretini almasıyla da bir daha
Yeni Devir’de yazmayacaktır.

İsmet Özel, bilinçli inişler ve bilinçli genişlemeler sonucu geldiği noktada, elde ettiği özellikle zihinsel
kazanımların/“ayıklığın” üzerini örtme taraftarı değildir. “Sosyalist olarak ulaşamadığımı anladığım hedeflerin,
müslüman olarak ula
şılabileceği kapanına sıkışmayacaktım. Bunun yanı sıra sosyalist olarak sahip olduğum
şartların ele
ştirisi’ gücünü feda etme yanlısı değildim” demekte ve bilgilenmenin önündeki engelleri kaldırmak
için çaba göstermektedir.

Müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra “varoluş” ile ilgili problemlerine kesin çözümler getiren şair, bir
müddet sonra çevresinde bulunan Müslümanların aynı zihin açıklığı içerisinde olmadıklarını fark eder.

1.1.8.     Ve bitmeyen yolculuk...

“West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Beyazların yöresinde nasibim kalmadı

yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vah
şetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.”

Mataramda Tuzlu Su

İsmet Özel 1981 yılında, YÖK kurulduktan sonra adı “Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı” olarak
değiştirilecek olan, “Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Konservatuarı”nda Fransızca okutmanı olarak göreve

başlar. 1982 yılında bıraktığı gazete yazarlığına, 2 Mayıs 1985 tarihinde Milli Gazete’de tekrar dönen şair, daha
sonradan “Gerçek Hayat” dergisine taşınacak ve “Cuma Mektupları” adıyla kitaplaşacak olan haftalık yazılarını da

bu gazetede kaleme almaya koyulur. “Bir Siperden Söz Ediyorum” başğıyla 4 Kasım 1988 tarihinde kaleme

alınan ilk “Mektup”, 3 Nisan 1992 tarihinde “Mektuplar Bitince Ne Başlayacak?” sorusuyla Milli Gazete’de son
bulur.

1988-1994 yılları arasında Çıdam Yayınları’nı kuran ve yöneten Özel, Ocak 1995 yılında başlayarak ve Eylül

1997’ye kadar 3 yıl devam edecek olan, Kanal 7 televizyonunda İsmail Kara’nın sunduğu, “İsmet Özel’le

Başbaşa” adlı programa katılır. Haftada bir gün yayımlanan bu programda, Türkiye’nin o gün için meşgul olduğu
meselelere dair entelektüel bakış açısı oluşturmaya çalışan şair, “evinin borçları bittiği gün, televizyondaki

programına son verir.” Milli Gazete’deki yazılarını haftada 4 gün kaleme alan Özel, 6 Şubat 1996 tarihinden

itibaren de haftada 3 gün Yeni Şafak gazetesinde yazmaya başlar. "Kiıltiırliı Oldukları Söylenen” adlı yazısıyla

2001 yılında Yeni Şafak’taki yazılarına son veren şair, mektuplarını, yaklaşık 10 yıl sonra, Haziran 2001
tarihinden itibaren Gerçek Hayat dergisinde, karşılık bulacağı ümidiyle, tekrar göndermeye başlar.

18 yıldır sürdürdüğü Mimar Sinan Üniversitesi, Devlet Konservatuarındaki Fransızca Okutmanlığından 1998
yılında emekliye ayrılan İsmet Özel, aynı yıl Bilgi Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar
ve burada şiir ve teorisi üzerine dersler verir.

4 Ağustos 2003 tarihinde, “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı” başlıklı yazısıyla “Ben sizin durduğunuz
yerden tedirgin oldum, ba
şka yere gidiyorum” diyen şair; Milli Gazete’deki yazılarına ve Gerçek Hayat
dergisindeki mektuplarına son verir.

İsmet Özel, müslüman olduktan sonra başladığı 26 yıllık gazete yazarlığı boyunca insanların dikkatini “Kur’an-ı

Kerim”e çekmek istediğini fakat onların önlerinde duran bu hakikat karşısında “hassasiyet” göstermediklerini
belirtir. Bu dünya görüşüne bağlanmadan önce de, inandığı değerlerin bilgisine varmak için çok özel bir gayret
gösteren şair, hayatı, biyografisinin hiçbir durağında sıradanlaştırarak yaşamak istemez. Hayatın akışı içerisinde
“normalleşerek” yaşayıp gitmekte olan insanları Özel, bu farkındalığa ulaştıktan sonra uyarmak/ayıtmak ister.

İsmet Özel, “ben”ine dünya üzerinde bir yer aramaya başladığı dönemden, bu yeri bulup varoluşsal güvenliği elde
ettiği zamana kadar, kendisine sunulanı sorgulayarak “ortalama anlayış”ın dışında kalmaya “imtina” gösterdiği
gibi, bu gün de aynı “hassasiyeti” sergileyerek yaşamaktadır.

İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca ve İtalyanca bilen İsmet Özel, 1985 yılında “Taşları Yemek Yasak” adlı
kitabıyla “Türkiye Yazarlar Birliği Deneme Ödülü”ne layık görülür. 1991 yılında “XII. Dünya Şairler
Kongresi”nce verilen “Uluslararası Yunus Emre Ödülü”nü kazanan Özel, 1996’da Şilili şair Gabriela Mistreal’ın
Nobel Edebiyat Ödülünü alışı sebebiyle her yıl bir ülkeden bir şaire verilen “Gabriela Mistreal Nişanı” ödülünün
de sahibi olur. Şair son olarak 2005 yılında, “Türkiye Yazarlar Birliği” tarafından “Üstün Hizmet Ödülü”yle
onurlandırılmıştır.

Herhangi bir süreli yayında yer almayan ve herhangi bir işte çalışmayan şair; antikonformist tavrını ve “ayık
olma” bilinçliliğini, vermiş olduğu konferanslarda, yapmış olduğu söyleşilerde, kaleme aldığı kitaplarda ve
özellikle yazmaya devam ettiği şiirlerinde sürdürmektedir.

1.2.      Edebî Görüşleri

“...Sonrası şiir kerim”

Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar

İsmet Özel, şiirlerini kaleme alırken aynı zamanda bunlar üzerine fikir geliştiren; kendi şiir yazma geleneğinin
sınırlarını ortaya çıkararak şiir sanatı üzerine açılımlarda bulunan ender şairlerden birisidir. Özel’in şiirlerinin
ortaya çıktığı zaman dilimleri kronolojik olarak takip edildiğinde, kaleme aldığı poetik metinlerle, şiir evrenindeki
genişlemenin paralellik gösterdiği anlaşılacaktır. Şiiri hayatının merkezine yerleştiren Özel, biyografisindeki
serüveni bu merkezli yaşamış, kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışırken şiire büyük önem vermiştir.

Şiir”in anlaşılması ve mahiyetinin en doğru bir biçimde algılanması dolayısıyla meydana getirdiği metinlerinde
şair, çoğu zaman meseleye “iç”(er)den bakar. Bu “iç”te oluş, şüphesiz Özel’in yetkin bir şair kimliğinin yanı sıra
şiiri, hayatının en önemli meselesi olarak ele almasının da bir ifadesidir. Ancak şair, bu “hali” aynı zamanda bir
“entelektüel” olarak yaşar ve şiire bu bakış açısı ile de yaklaşır. Dolayısıyla şairin ele almış olduğu sorunlara
getirdiği önermeler, hem şair olma hassasiyetinin hem de “şiir sanatı” ile ilgili alanda sahip olunun bilgeliğin bir
göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

İsmet Özel’in şiir üzerine ortaya koyduğu görüşlerin neler olduğunu belirtmeden evvel; şairin “Poetikası” olarak
adlandırabileceğimiz Şiir Okuma Kılavuzu” isimli kitabının hangi aşamalardan geçtiğine ve bu kitaba dâhil
etmediği başka poetik metinlerine işaret etmek gerekmektedir.

1.2.1.      Poetik yolculuk: Şiir Okuma Kılavuzu ve poetik metinler

“...öyle bir kılavuz ki yolu önceden bilenler asıl yararı sağlayacaklardır.”
Şiir Okuma Kılavuzu

İsmet Özel’in ilk olarak 1980 yılında yayımladığı “Şiir Okuma Kılavuzu” içerdiği poetik metinler itibarîyle, bu
gün için elimizde bulunan “Şiir Okuma Kılavuzu”nun son baskısından farklıdır. A. Puşkin’den, W. B. Yeats’den
ve K. Kavafis’den çeviri şiirlerle başlayan bu kitabında şair, 23 poetik yazıya yer verir. Fakat bu metinler, Özel’in
o yıla kadar şiir sanatı üzerine meydana getirdiği tüm yazılar değildir. Şair bu kitabına 1964-1965 yıllarında
kaleme aldığı yazılarından bölümler ilave ederken müslüman dünya görüşünü benimsedikten sonra “Mavera”
dergisinde “Şiir Okuma Kılavuzu” başğıyla yazdığı 3 yazıya yer vermez.

İsmet Özel’in “Mavera”da yayınlanan bu yazıları, isminden ve şiire dair işaret ettiği noktalardan dolayı, 1980
yılında kitaplaşacak olan “Şiir Okuma Kılavuzu”nun habercisi niteliğindedir. Şairin ilk olarak Yeryüzü
Yayınlarından çıkan bu kitabı, daha sonradan Adam Yayınları tarafından 1983’de yayınlanan Şiir Kitabı” nda ve
Çıdam Yayınları tarafından 1991 yılında yayımlanan Şiir Okuma Kılavuzu”nda da aynen yer almış; Özel,
buradaki poetik metinlerin arasına da “Mavera”daki yazılarını almamıştır.

Özel, şiir üzerine düşünmeye, şiirin ve şairin mahiyetine ilişkin olarak metinler kaleme almaya, poetikasının ilk
devresini oluşturan 1980 yılındaki “Şiir Okuma Kılavuzu”ndan sonra da devam etmiştir. Şiirini ve poetikasını
biyografisindeki durakların kendisine kazandırdığı “zihinsel ayıklık”la beraber geliştirerek devam ettiren şair,
1997 yılında yayımlanan “Şiir Okuma Kılavuzu”na kadar önemli poetik metinler kaleme almıştır. “Sanat Olayı”,
“Yazko Edebiyat” ve “Yeni Gündem”de yer alan bu yazılar, Türk edebiyatı içerisinde kaleme alınmış, özellikle
“modern şiir” kavramı üzerine bir tür düşünme biçimi geliştiren ilkyazılar olma özelliği taşımaktadır. Şair, 1982
ve 1985 yılları içerisinde kaleme aldığı bu metinlere 2006 yılına kadar sadece, 1991 yılında Çıdam yayınları
tarafından yayımlanan “Şiir Okuma Kılavuz”nda yer vermiştir. Özel, söz konusu olan metinleri 1997 yılında Şule
yayınları tarafından çıkarılan “Şiir Okuma Kılavuzu”nun yeni baskısına dâhil etmemiş, 2006 yılının Eylül ayında
yayımladığı “Çenebazlık” adlı kitabında tekrar dikkatlere sunmuştur.

Şair, 1997 yılında yayımlanan “Şiir Okuma Kılavuzu”nun bu baskısına, 1980 ve 1991 yılındaki “Kılavuz”da yer
alan yazılardan, 1964 ve 1965 yıllarında yazılan 3 yazı hariç diğer 20 yazıyı dâhil ederken; 1990-1991 yıllarında
“Dergâh” ta yayınladığı ve Çıdam yayınlarından çıkan “Şiir Okuma Kılavuzu”na da dâhil ettiği poetik metinlerine
yer vermiştir. Böylelikle İsmet Özel, 1964 yılında başladığı poetikasını, 1980, 1982, 1985 ve 1990-1991
yıllarında kaleme aldığı metinlerle genel olarak şekillendirmiş; bunun bir ifadesi olarak da “Şiir Okuma
Kılavuzu”na “son” biçimini vermiştir.

İsmet Özel’in “Şiir Okuma Kılavuzu” adı altında farklı yayınevlerinden çıkan kitaplarda yer verdiği poetik
metinlerinin yayımlanma macerasını bu bölümün sonuna eklediğimiz, “Tablo 1: Poetik metinlerin ‘Şiir Okuma
Kılavuzu’ ve di
ğer kitaplardaki yolculuğu” adlı tablodan da incelemek mümkündür.

Özel’in şiir dünyasının tam anlamıyla kavranması ve onun hayat içerisinde şiire esaslı olarak ayırmış olduğu yerin
net olarak ortaya konması, sadece “kılavuzlar”da ileri sürülen görüşlerle mümkün değildir. Bunun için şairin
hayatının her döneminde/durağında poetikası adına kaleme aldıklarının, kendisiyle yapılan röportajlarda şiir sanatı
üzerine dile getirdiklerinin ve değişik zamanlarda şiir üzerine yapmış olduğu konuşmalarının da göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.

İsmet Özel, şiir sanatı üzerine ifade ettiklerinin dışında, yeni bir açılım ortaya koymasa da, özellikle son dönemde
vermiş olduğu konferanslarında “şiir gerçeği” üzerinde önemle durmaktadır. Bu konferanslarda toplumu çok
yakından ilgilendiren en hayatî meselelere bile şiir perspektifinden yaklaşan şair, bunlara şiir merkezli bir açılım
getirmeye gayret göstermektedir. Özel’in hayatında şiire ne denli önemli bir yer vermiş olduğunun ifadesi olarak
kabul edilebilecek bu çıkarımlar, onun poetikasının bir yansıması ve şiiri algılayış biçimi olarak dikkat
çekmektedir.

İsmet Özel’in neredeyse hayatının bütününe etki eden şiir hakkındaki görüşleri, yukarıda ifadeye çalışılan poetik
yolculuğun ışığında şu başlıklarla incelenmeye çalışılacaktır: “Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti”,
“‘Bütün’e olan hasret ve
şiirin ‘kendiliği’: Şiirin gerçekliği”, “Maliyeti yüksek bir meslek: Şairlik”,
“‘Çevre’nin niteli
ği: Şiir/Şair ve toplum”, “‘Zavallı’ insanların özlemi: Şiir ve ideoloji”, “Sözcüklerin
olu
şturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil”, “İmar ettikçe mamur olunan uğraş: Şiir ve sanat”, “Bir zekâ
gösterisi: ‘Intellect’ ve ‘saymaca’
şiir”, “‘Ethos’tan ‘pathos’a bir insanlık durumu: Modern Türk şiiri”,
“‘Az geli
şmiş aydınlar ülkesi’nin ‘göre’siz kalan şiiri”1.2.1.1. Aslı perdelenmiş metinler: Şiirin mahiyeti

Şiir ve bütün sanat eserleri insanın neresinden koparsa
ona muhatap olan kimsenin de orasına ula
şır.”
Mavera

İsmet Özel’in şiir üzerine ortaya koymuş olduğu görüşlerin merkezinde, şiirin ne olduğuna ve şiirin aslına ilişkin
problemler yatmaktadır. Şair 1964 yılındaki ilk poetik metninde, “Şiirin Özgürlüğü”nü konu ederken “şiir gücünü
bir dü
şünce dizisinin, bir öğretinin sözcüsü olmaya dayıyamaz” demekte ve şiirin aslî fonksiyonuna işaret
ederek, şairinden toplumuna kadar şiirin çevresinde meydana gelecek her türlü faaliyeti bu bakış açısıyla
değerlendirmektedir. Şiir fikriyat ve hissiyat sergisi” değildir diyen şair, öz itibarîyle şiirin mahiyetinin
anlaşılması gerektiğini savunmaktadır.

Şiiri, “bizim neyi simgelediğini bilmeden de hayatımızın içinde anlamlandırabildiği-miz, neyi simgelediğini
bildi
ğimiz zaman da anlamlı oluşundan bir şey kaybetmeyen metin” olarak kabul eden İsmet Özel, şiirin
bünyesinde barındırdığı farklı farklı anlam değerlerinin olduğunu ve bunların kimi zaman “simge”ler halinde
şiirde yer aldığını belirtmektedir. Fakat şiirin mahiyeti itibarîyle, söz konusu olan bu simgelerin neye karşılık
geldiği bilinmeden de okuyan için bir anlam taşıyacağını ve onda bir yerlere karşılık geleceğini dikkatlere sunar.

Özel’e göre şiirin ortaya çıkışındaki esaslı sebep “anlatılmaz bir şeyin anlatılmaya çabalanması, anlatılabilir bir
şeyin yeniden anlamlı kılınması ve yeterince anlamlı kılınmayan bir şeyin etkili bir anlatıma kavuşturulmaya”
çalışılmasıdır. Şair bu türden bir çabanın, insan ilişkilerindeki yapaylığın ve içtensizliğin bir sonucu olarak ortaya
çıktığı görüşündedir. Söz konusu olan bu “tıkanıklık”, insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları
sözcüklerin anlamını kaybetmesiyle bir kat daha artmaktadır. Böylelikle “insan”lar hayatlarındaki bu olumsuz
durumun üstesinden gelmek için şiire yaslanmakta; “kullanılan dilin gerektirdiği ilişkilere olan güvenin sarsıldığı
bir ortamda”
özlenilen bir etkinlik olarak, şiire müracaat etmektedirler.

Şiiri de şiirsel olanı da doğrudan doğruya şiirin içinde, onun maddi çerçevesi içinde aramalıyız” diyen şair, bu
edebî türün en önemli özelliğini, insanoğluna ait olan yapıp etmelerin sınırında yer alan bir etkinlik olması
dolayısıyla kazandığına dikkat çekmektedir. Şaire göre "şiirin nesneler dünyasındaki çok renkli, çok biçimli
yüzünün merkezinde 'beşeri olan’”
bulunmaktadır. Şiiri bu anlayışın dışında tutarak ona farklı vasıflar ve
kimlikler yüklemek, şiiri olduğundan başka bir “tür” haline getirmek demektir.

İsmet Özel yukarıdaki görüşünün bir uzantısı olarak şiiri, insan “ben”i etrafında meydana gelen her türlü
hâdiseden nesnelliğini muhafaza ederek sergilenen bir “duruş”, diğer bir ifadeyle “objectification” olarak kabul
eder. Şair, buradan hareketle "bir şiirin nasıl söyleneceğini hiç kimse söyleyemez, çünkü şiir söylenen şeyin
söyleni
şinde, söyleyişin içindedir. Bir sözün şiir oluşu o sözün şiir dışında kalan bir alanda önem ve değer
kazanmasıyla de
ğil, sadece şiir kalarak önemli ve değerli bulunuşuyladır” demektedir.

Şiir, sahip olduğu bu özelliğinden dolayı sözle gerçekleştirilen bütün diğer faaliyetlerden de ayrılmaktadır. Bu
ayrılık, şiirin sözü “töz”e ilişkin bir biçimde ele alarak dikkatlere sunmasından kaynaklanır. Şaire göre şiir,
“tercihlerimiz arasında yer alan güzel şeyleri ortaya çıkarmakla kalmaz; aynı zamanda istemeden elden
çıkardı
ğımız şeylerin de hissedilmesine imkân veren bir yapıyı göz önüne getirir.” Böylelikle şiir, insanların
doğruyu yanlıştan ayırma yetilerini de diğer yetilerinden ayırmış olmaktadır.

Fakat burada dikkat edilmesi ve şiirin mahiyeti itibarîyle ayırt edilmesi gereken bir husus vardır. Şaire göre şiir,
ğretir, ama kanıtlamaz; gösterir ama sergilemez. Şairin ve şiir okurunun şiirde buldukları sadece kendi
uçkunluklarıdır.
Şiirde emsal getirilen şey olsa olsa söz konusu uçkunluğu onaylar, hiçbir doğruyu savunmaz.”
Hatta bunun tam tersi olarak şiir, “insanların geçmişe dair imalarında o güne kadar hesaba katmadıkları bir boyut
getirerek onların kalıplaşş ölçülerini sarsar.” Nitekim şaire göre şiirin önemli bir vasfı da “geride kalmış olan
bir hayat parçasını deşmek, teşrih etmek, bize bilincine varmadığımız bir yanını işaret etmektir.”

İsmet Özel, aslına ve mahiyetine ilişkin tüm bu özellikleri üzerinde toplayan şiiri, “bir tamamlama, bir
kaçınılmaz fazlalık, yerini bulamamı
ş insanlığın çalkantısından doğmuş olan bir “köpük”e benzetmektedir.
“Köpük” bir metafor olarak düşünüldüğünde farklı anlam katmanlarına işaret ederek, zihinsel çağşımlara olanak
tanıyan ve tam da şiiri tarif eden bir kelime olarak değerlendirilebilir.

1.2.1.2.      ‘Bütün’e olan hasret ve şiirin ‘kendiliği’: Şiirin gerçekliği

“İnsan varlık içindeki yeri konusunda kaygıya kapıldığı zaman şiire yaklaşır.

O zaman şiire ilişkin bir çatışmaya girer.”

Hürriyet Gösteri

İsmet Özel şiirin, “insanın kendisinin de bir parçası olduğu ‘bütün’ün benimsenmesine” ilişkin çok önemli bir
noktada yer aldığına inanmaktadır. Şiirin, insan hayatında yer eden bu bütünlük duygusunun dağıldığı, parça ve
bütün kavramlarının birbirine karışğı” zaman, “insanın bir ezgisi” olarak ortaya çıktığını ifade eden şair; şiirin
gerçek derinliğe ve yüceliğe de insandaki bu “hasretgiderme” duygusuna yaklaşğı ölçüde kazanacağını belirtir.

Şiir okumamızın bir nedeni olarak bu bütüne ulaşma çabamızı gösteren Özel, böylelikle yokluğunu hissettiğimiz
şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve “nihayet bir doyum sağlamak” için şiirle “iç içe” olunduğunu
vurgular. Fakat şaire göre, söz konusu edilen bu “yöneliş” ve “bir bütüne ait olduğumuz duygusundan
kalkarak”
şiire yaklaşma, her insanda gerçekleşmemektedir. Bu durumun meydana gelmesi ve içimizde şiir
isteğini taşıyabilmemiz için her şeyden evvel, şiir kabul edecek bir yanımız olduğunu varsaymamız”
gerekmektedir. “Bu varsayımın kaynağı ise kendimizin bir bütün olduğu ve kendi bütünümüzün de bir bütüne ait
oldu
ğu hususunda sahip olduğumuz duygudur.”

Şair, şiirin “büyüklüğü”nü fark eden insanların, aslında kendi dünyaları içerisinde “büyüdüğü”nü ve şiirin
büyüklüğü hususunda bilinçlendiklerini ifade eder. Özel’e göre, “her kim şiir önemlidir, büyüktür derse, aslında
ben önemliyim, ben büyü
ğüm diyordur.” Şiirin canlılık kazandığı nokta da burada başlar. Çünkü insan, “kendi
insanlığını tartışmak istediği zaman, insanların birbirleriyle olan bağlantılarını tartışma alanına sokmak istediği
zaman” şiire yaklaşır. İnsanın bu yaklaşması/“yakîn”leşmesi ise, “kendini çevreleyen nesnelerle olan bağlantısının
vehametini” kavradığında meydana gelir. İsmet Özel, bu tür zaman dilimlerini kritik dönemler olarak adlandırır ve
bireyin hayatında da, toplumların hayatında da şiirin “critique” dönemlerin/durumların bir sanatı olduğuna işaret
ederek şiirin “insan olarak konumumuzun ne olduğuna dair bir ifşaatta bulunması gerektiğine” inanır.

İsmet Özel, şiiri modern zamanların insanı, kendinden/“kendiliğinden” uzağa atıp “herkes” gibi yaşamaya mecbur
bıraktığı bir dönemde de en büyük uğraş alanı olarak kabul eder. Bu alanın sınırına yaklaşarak “otantik”
olmayı/“var olmayı düşünme”yi seçen “yapayalnız insan, seçmelerini kendine zorla kabul ettirilen düşünme
yolları içinde yapmaktan tedirginlik duyduğu zaman” şiire yaklaşmaktadır. Çünkü şiir, insan için serbest bir
alandır. Serbest bir alan olmakla da kalmaz, “bu dünyanın karanlık güçleriyle işbirliği yapmaksızın, bu pis
zorbalara yaltaklanmadan insanlar arasında anla
şmaya dayanan, sevgiyi ve ruhça dayanışmayı mümkün kılan
bir ili
şkiler zincirinin de başlatıcısı olabilir.”

Şair bu yönüyle şiiri, “yüzümüze çarpan bir övgü veya sövgü” olarak nitelendirmektedir. Fakat şiirin, “övgü” ya
da “sövgü” olarak ortaya çıkması insanın “hazır bulunmuş luğu” ile çok yakından ilgilidir. Eğer bir insan “kendi”
olabilmeyi başarmış, “kendilik vasfı”nı kazanmışsa, şiirle gelecek olan “kendilik bilgisi”ni de elde edecektir. Bu
bilginin en önemli özelliği ise “insanları tanımlara tıkmaya çalışan ve insanın kendi kendini görmesine engel olan
gerçekleri” ortadan kaldırmasıdır.

İnsan hayatında şiire gereken yerin verilerek, kendilik bilincinin kazanılabileceğini vurgulayan şair, insanın ancak
bu yolla “dünyadaki yerini alma onuru”na kavuşabileceğini belirtir. Şiirin burada en önemli gerçekliği, insanın
içinde bulunduğu “yalnızlığını” ona fark ettiriyor olmasındadır. Bu “farkındalık” sürecine yaklaşırken şiir insana,
hangi yolda yürüyeceğini göstermez fakat ona “kendi olma” bilincini kazandırır ve ona “kendi içinden bilgi
verir.”
Şiir bir bilgi olma vasfını ise, “insanın kendini öğrenmek için iştiyak duyması halinde, iyi ve kötü, doğru
ve yanlı
ş hakkında kendi deneyimlerinden edindiği yapı içinde bir dayanak aradığı zaman kazanır.”

İsmet Özel, şiirin gerçekliğinin tam olarak anlaşılması sonucu elde edilen “kendilik bilgisi”nin, insanın kendini
tasarlayabilmesinde çok önemli rol oynayacağını belirtir. Fakat bu bilginin, Sokrates’in "kendin bil”
mottosundan ve bir yönüyle de tasavvufta yer alan "Kendini bilen Rabbini bilir” hadis-i şerifinden hareketle yer
etmiş olan anlayıştan farklı olduğuna dikkat çeker. Şiir dolayısıyla insan önünde açılan “kendilik bilgisi”, ona
“beşeri duyumları emdirir”ken; din yolunda ilerlerken karşılaşılan “kendini bil”mek, insana kendi emniyet
bölgesini keşfetmesini sağlar. İlkinde “insan” olmanın vasfı gittikçe daha dokunulur kılınırken diğerinde, beşeri
duyumların insanın emniyet alanını tehlikeye sokan kısımlarının azaltılması esastır.

Şair, hem din aracılığıyla “kendini bil”en hem de şiirin gerçekliğiyle karşılaştıktan sonra “kendilik bilgisi”ni
edinen kişinin, bazı “akrabalıkların” bilincine erdiğini ifade eder. Fakat söz konusu olan bu “bilme”ler arasındaki
akrabalık, kelime benzerliği kadar yakın olsa da “birer karşı-alan olmaktan kurtulamazlar.” Özel’e göre, "kendin
tasarlama ihtiyacındaki insan
şiirle içli dışlı olmaya can atar. Kendini bilen insan da gittikçe azalmayı öğrenir.
Kendilik bilgisi insana, insanlara olan ihtiyacı arttırır. Kendini bilen insan yardımın insanlardan gelmeyece
ğini
bilir.”

1.2.1.3.     Maliyeti yüksek bir meslek: Şairlik

“Ben kendi şairliğime pek şairane olmayan
bir açıklama getirebiliyorum:
Şairliğim bir maliyet meselesidir.”
Waldo Sen Neden Burada De
ğilsin

İsmet Özel, şairin ortaya çıkması ve “şairlik” vasfını kazanması hususunda doğru olarak kabul edilen genel
kabullenişlere pek itibar etmez ve “şairin toplumsal bir vakıa olarak” anlaşılmasını doğru bulmaz. Şaire göre, şiir
başta olmak üzere sanat eseri, onları ortaya koyan şartlarla ne kadar sıkı bir ilişki içerisinde olursa olsun, eseri
ortaya çıkaran sanatkârın “özel ve özgün, kasıtlı ve iradî biçim verme katkısı” olmadığı zaman meydana
gelmeyecektir.

Özel, buradan hareketle şairin yaptığının, “bir yandan kendi macerasının bütün sınırlarına yüklenerek oradan
bütün insanların öz macerasını tahrik edecek güçte işaretler çekip çıkarmak; bir yandan da kavrama gücünün
sınırlarından insanlara bazı işaretler getirmek” olduğuna dikkat çeker. Şairleri sıradan insanların düşebilecekleri
tuzakları fark eden insanlar olarak gören şair, onları “her nasılsa genel anlayışın maddî-manevî diye ayırdığı,
gerçek düş diye ikiye böldüğü ‘hayat’ın parçalanamazlığını anlamış veya 'analyiıqııe' bir kafanın yapacağı
çözümlemeleri anlayamamış” kimseler olarak kabul eder. “Herkes”lerin zannettiğinin tam tersine şairleri, “hayal
âlemi”
nin ilk sıradaki düşmanları olarak görür.

Fakat kimi şairler, “ortalama anlayışın” hayal âlemini süsleyecek şiirler kaleme alabilmekte ve özelikle
“ideolojilerin efsunlu etkisinden” yararlanarak kendilerine insanlar arasında imtiyazlı bir yer sağlama çabasına
girebilmektedirler. Bu türden bir davranışı, şairlerin “temel zaafı” olarak gören Özel, kendilerini ve toplumu

“uyanık” tutmayı amaçlayan şairlerin bu davranışlarıyla sıradanlaşarak amaçlarından uzaklaşacaklarına dikkat
çeker.

İsmet Özel, şiirin aslî özelliklerinin göz ardı edilerek değerinin sadece bir “meta” olarak söz konusu edildiği
modern zamanlarda “Şair halkın neyidir?” diye sorar. “Halkın varoluş şartlarını, yaşama hakkını, özlemlerini,
korkularını ve dünyaya bakı
ş tarzını şiirin dokusu haline getiremeyen, halkın var oluşu ile kendi var oluşu
arasındaki ilintiyi birinci mesele olarak almayan
şairin” herhangi bir atılımı gerçekleştiremeyeceğine inanır. Bu
türden bir şairin, “geçerlilik peşinde” olduğunu dile getiren Özel, şiire “kendi/“kendiliği” için yaklaşan kimsenin
bu tarz düşüncenin bir ürünü olan şiiri okuyamayacağını ifade eder. Çünkü bu şiir hayat için değil, bir statüyü
elde tutabilmek için kaleme alınmıştır.

Hareket alanını şiirin aslına sadık kalarak sınırlayan şair ise, Özel’e göre “düşünceleri, yan yana, alt alta getirmez.
Mantık ve sözü de birbiri üstüne yığmaz. Şair önce kelimelere, sonra mısralara ve nihayet şiirin bütününe
dağılmış olan, insanların beşerî durumunu toparlar ve varoluşa bağlı olarak ortaya çıkan endişeleri kümeler.”
İsmet Özel, şairi bu yönüyle toplum içerisinde “ortodox” bir unsur olarak kabul eder. Şairin söz konusu olan bu
“ayrıksı” durumu, özellikle 21.yüzyılın dünyasında insanın sıkı bir denetim altında tutularak her yönüyle
kendinden uzağa atılmasını fark etmiş olmasındandır.

Bu yabancılaşmadan kendini alıkoyan şair, “rezil mutezîl dünyada çalkantıya uğramış toplumun bel kemiğindeki
irkili
şi çabucak kavrar. Sapkınlıkla ittifak edilmemesi gereğini sezişiyle muhalif tarafta yerini alır. Gerçek
merkezin ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayı
şı çerçevesinde bulunabileceğini fark edişiyle uyumsuzluğu seçer, çünkü
uyumlu bir tutum sapkınlıkla ittifak edilebilece
ği tehlikesini getirecektir. Dünyanın i’tizâlini görmede başarısız
kalanlar
şairi heteredoks sananlardır. Gerçekte şair yaratılışın, kâinatın varlık sebebinin Ortodoks görüşüne
çekilmekten ba
şka bir şey yapıyor değildir.”

1.2.1.4.      ‘Çevre’nin niteliği: Şiir/Şair ve toplum

“Şiir saygısı vardı bir zamanlar Türkiye’de ve bu saygı insanların
saygıya de
ğer şeylere özenmelerine de yardımcı olurdu.

Şairler yazdıkları üzerine titrerler, bu duyarlık şiir
okuyucusunda hak etti
ği karşılığı bulurdu.”

Şiir Okuma Kılavuzu

İsmet Özel, “şiirle içli dışlı olmaya heves ettiği zamanlarda, ülkede genel olarak sanata, ama özellikle de şiire saygı
duyan insanların bulunduğunu ve bu insanların bir ‘çevre’” meydana getirdiklerini ifade eder. Bu çevreyi
oluşturan insanların en büyük özelliği ise, “şiire olan saygıyı ayakta tutmaları ve beğenisi incelmiş insanlar olarak,
şiirin tanımlanamaz tadına” çok yüksek değer vermeleridir. Öyle ki bu çevrenin ‘“şiir okuyucusu, şairin
gösterdi
ği inceliği kendisine gösterilmiş bir saygı kabul eder, önemli bulduğu şairdeki özensizliği kendine
yönelmi
ş bir hakaret sayardı.”

Şair, şimdilerde böyle bir durumun söz konusu bile olamayacağını, dikkat çekmeye gayret gösterdiği “çevre”nin
yerini “piyasa”nın aldığını düşünmektedir. “Artık şiir(!) değerlendirmelerine paranın, apoletlerin ve koltukların
gölgesi dü
şştür” diyen Özel, şiirden bir şeyler elde etmenin, okuyarak ya da tadılarak değil, pazarlıkta
uyuşarak mümkün olduğunu belirtir.

İsmet Özel, şiiri, toplum içerisinde baş kaldıranların sesi olarak da görmektedir. Fakat şair bu düşüncesini,
çoğunluğun sahip olduğu anlayışın aksine, şiire bir “eylem” yükleyerek temellendirmez. Bu bakış açısından
hareketle Özel’e göre şiir, “kuralların kişiliksiz yapısını yıkmak isteyenlerin, her zaman bir tazelik olma imkânını
arayanların, taze kalabilenlerin bölgesinde tutunmakta ısrar edenlerin sesidir.”
Böylelikle “yaşayan” bir insan
olunabileceğine dikkat çeken şair, zorbaca dayatılmak istenen kuralların da dışına çıkılabileceğini vurgulamakta;
şiirin “haksızlığa bir tepki olduğuna, en azından olması gerektiğine inanıyorum” demektedir.

Şair, toplum ilişkileri içinde şiirin tutmuş olduğu yerin çok farklı olduğunu vurgulamaktadır. “İnsan olma
haysiyetini kendilerine mesele” yapanların şiirle çok daha kolay etkileşime geçebileceklerine işaret eden Özel,
modern toplumlarda şiir dolayısıyla ortaya çıkacak aslî değerlerin modern insan tarafından anlaşılamayacağını
belirtir. Fakat yine de şairin bir “toplum ortalaması” gözetmeden ve şiiri bir söz ustalığı olarak kabul etmeden,
toplum tarafından benimsenen genel kabullerin dışına çıkması gerekliliğini vurgular. Özel’e göre, “toplumun
değişme, değerlerin altüst olma süreci içinde şairlerin durmayı seçtikleri yer, aynı zamanda onların şiire emek
vermeyi kabul veya reddettiklerinin de göstergesidir.”

1.2.1.5.      ‘Zavallı’ insanların özlemi: Şiir ve ideoloji

"Benim şiirlerimde siyasî terminoloji aptallar içindir.”

Yeni Devir

İsmet Özel, hiçbir şiirin insanlara herhangi bir dünya görüşünün ana metinleri kadar açık ve doyurucu malzeme
sunamayacağını belirtir. “Benimsenen düşünce ve sahip olunan değer yargıları dolayısıyla şiire yaklaşmanın,
vakit kaybetmek olacağını” ifade eden şair, şiirin iyi ya da kötü oluşunun o şiirde yer alan yargıların doğru veya
yanlış kabul edilmesiyle ilgili olamayacağına vurgu yapar.

Şiirle irtibatını, sözü edilen türden bir ilişki içerisinde kuranların zihinlerinin, “azdırılmış bir ideoloji, ideolojiyle
yere çalınmı
ş bir şiir özentisi” ile dolacağına dikkat çeken Özel, bu “donuk hayallerin, şiirin devingen gerçeğini
de karartacağını” belirtir. Şair burada asıl “suçlu”nun, kaleme almış olduğu şiirlerini ideolojinin emrine veren ve
kendilerini birer “icra sanatçısı”, birer “muganni” sayan şiir yazanlarda olduğunu ifade eder.

Özel, “şiirin ideolojiler arası bir yerden konuşmasının ona sağlam bir basamak teşkil etmeyeceğini” dikkatlere
sunar ve tam tersine; şiirin asıl basamağının, “bizzat ideolojilerin de varoluşlarını borçlu oldukları, o dili konuşan
halkın bir bakıma kavrayış gücünü temsil eden bilgi basamağı” olduğunu belirtir. Fakat şaire göre, bu durumun
ayrımına varamayan özellikle “siyaset, şiirin dilini kullanmaya heveslenmekte ve şiir siyasete tercüme edilmek
istenmektedir.” Bunun sonucunda elde edilen netice ise, "siyasetin hülyalı çerçeveler içinde ve şiirin rüya
zenginli
ği yağmalanmış olarak yozlaşması” olmaktadır.

“Şiir ve siyaset bana verilen bir tekinlikti” diyen İsmet Özel, hayatında yaşamış olduğu birçok sıkıntıdan, “şiir
binasının saçağı altına sıçrayacak ataklığı göstermiş olması ve siyasî anlamda bir bağlanmanın hayat içindeki
karşılığını arama çabası” sayesinde kurtulduğunu ifade etmektedir. Fakat şairin bu çabası, şiiri, siyasetin ya da
ideolojilerin güdümünde veya propagandasında kullanarak bir “kabul görme” alanının meydana getirilmesi olarak
anlaşılmamalıdır.

Şiirin siyasetle olan bağını “çokyukarı seviyede bir bağ şeklinde değerlendiren şair, bu bağın günlük politik
sahada kullanılamayacağına da işaret eder. Ona göre günlük hayat gibi siyaset de “ebedî hâdiselere temas” için
sadece bir vesiledir ve şiire ancak bu hususiyeti ile konu edilebilir. Fakat söz konusu olan bu durumu, vesile
olmaktan çıkarıp “amaç” haline getiren şairler ve şiire bu “amaçları” doğrultusunda yaklaşanlar, şiirle çok aşağı
seviyeden bir bağ kuruyorlar demektir. İsmet Özel, kendi şiirinde çok yoğun olarak karşımıza çıkan siyasî
terminolojiyi bu şekliyle anlayıp ona takılıp kalanları, “aptallar” olarak adlandırmaktadır.

1.2.1.6.     Sözcüklerin oluşturduğu ‘yurt’: Şiirden nesire dil

“Dil, benim için şiir içinde şu veya bu biçime girmekle herhangi bir anlamı ifade eden ‘malzeme’ olmaktan
çıkmı
ş ve bizatihi kendisini gösteren bir varlık kazanmıştı.”
Waldo Sen Neden Burada De
ğilsin?

İsmet Özel, insanların farkında olsun ya da olmasın kullandıkları dile karşı bir sıcaklık duyduklarını belirtir. Şaire
göre bunun en önemli sebebi, "ınsanoğluınuın dil yoluyla hayatiyetini kazandığının, insan olarak varlığını dil
yoluyla sürdürebilece
ğinin bilincine varması” değil; konuşmaya ve dile kendi varlıkları dolayısıyla yüklemiş
olduğu bazı değerlerdir. “Kelimelerin, konuşma dilinde ve edebiyatta yaptıkları çağşım ve ilettikleri haberlerle
büyük bir yer tuttuğunu” belirten Özel, şiirde ise kelimelerin bu özelliklerinin yanı sıra, bir de sırf kelime
oldukları için çok daha önem kazandığına dikkat çeker.

Şiiri, “dil aracılığıyla dilin anlatım olanaklarının aşılması” olarak gören şair, kelimelerin şiirde kazanmış
oldukları önemin, “insanın içine, dışına ve bütün yönlere doğru sonsuz bir biçimde genişlemesinden kazandığını
belirtir ve kelimelerin bir anlamda insan” olduklarına dikkat çeker. Fakat İsmet Özel bu noktada, şiirde kelimenin
önemini açığa çıkarmak için ifade edilen ve genel kabul görmüş olan, “resim için renk, musiki için tını ne ise, şiir
için de kelime odur”
anlayışından uzaklaşmaktadır. Şair bu yargıyla varılan, kelimenin şiirin bir birimi olduğu
fikrine karşı “şiirde kelimeden vazgeçilmez ama şiir kelime sanatı değildir” demekte; rengin ve tınının “sınırlı”
oluşunun kelime için söylenemeyeceğine vurgu yapmaktadır.

Özel, şiirin kelimeyle kazanmış olduğu bu dinamizmin asıl kaynağını, “imgelem”de bulduğunu belirtir.
Böylelikle kelimelerin, “kendi başlarına ve öteki kelimelerle olan bağlantıları içinde kuvvet kazandıklarını” ileri
süren şair, imgelemin “içkin ve aşkın niteliklerini aynı anda bünyesinde barındırdığına” dikkat çeker. İmgenin,
"özgürlüğünü engelleyecek her şeyin sınırlarını zorlayacak ve kendiliğindenliği hep elinde tutacağını ve dural
düzenleri yıkaca
ğını” belirtir.

İsmet Özel, “şiirde kullanılan kelimelerin hem boş, hem de dolu olan bir hale ile birlikte insanın içinde yer
tuttuğunu; her sesin, sesler kümesinin, anlamı bilinen veya bilinmeyen kelime ve kelime öbeklerinin insanların
içinde hazır bulunan bazı boşluk ve doluluklara dokunduklarını” dile getirirken, imgelerin ve imajinatif söyleyişin
işlevselliğine işaret etmektedir. İnsanlar şiiri, onları bir araya getiren kelimelerden hareketle okuduklarında, sözü
edilen “boş” ve “dolu” olan yanları, farklı anlam katmanlarına yönelir. Bu hareketliliği sağlayan ise, “ben”in
dünya içerisindeki yerinden dolayı imgelemdir.

Özel, düzyazıda kullanılan dilin, şiirdekinden çok başka bir yapı içerisinde varolduğuna işaret eder. İmajların ve
sözcüklerin, zaman içerisinde yüklenmiş oldukları çok yönlü anlam değerleriyle, şiir diline kazandırmış oldukları
“çağşım” özelliğinin, düzyazıda olmaması gerektiğini vurgular. “Düzyazıdan beklenen hiçbir görev şiire
yüklenemez”
diyen şair, “düzyazının, derece derece hikâyenin, romanın, denemenin ve bilimin dili” olduğuna
dikkat çeker. Düzyazıda kullanılan dilin bu özelliğinden dolayı, insanların “bir düzenden, bir işleyişten, bir
görünümden haberdar”
olacaklarını belirtir. Şair, şiirin düzyazıyla arasındaki farkın belirlenmesinin, aynı
zamanda manzume ve şiir arasındaki ayrışımın da netlik kazanması demek olduğuna işaret eder. Özel’e göre,
şiirin ayırıcı vasfı vezin, kafiye, mısra düzeni, musiki gibi biçime bağlı olarak ortaya çıkan özellikler değildir.
Hatta Verlaine’nın ifade ettiği “De la musique avant toute chose” sözünün tam olarak anlaşılmadığını
şünmektedir.

1.2.1.7.      İmar ettikçe mamur olunan uğraş: Şiir ve sanat

“Aslında sanatın temelinde olan ve insanda kendini ifade etmeye zorlayan temel soru:
Ben neyim sorusudur?”

Yeni Devir

İsmet Özel, “ne kadar özgün nitelikler taşısa da, şiirin sanatlardan bir sanat olduğunu ve öteki bütün sanatların
ortaklaşa sahip oldukları özellikle insan hayatında önemli bir yer” tuttuğunu belirtir. Sanatın insan hayatındaki
yerinden dolayı meydana getireceği etkinin gelip geçici olmadığını, “tam tersine etkisini insanın tinsel
bütünlüğünde uzun süre devam ettirdiğini” dile getiren şair, “sözle, sesle, görüntüyle, renkle, hacimle hangi
araçlarla ortaya konulursa konulsun sanat eserlerinin insan zihnine ve ruhuna olan katkısını, bazı şeyleri doğrudan
kavramaya yardımcı oluşlarıyla” açıklar.

“Sanat eseri” olarak adlandırabileceğimiz ürüne yaklaşabilmek için bazı “ön hazırlıklara, hatta zihin idmanlarına”
ihtiyaç olabileceğini vurgulayan Özel, bu ihtiyacın tam anlamıyla yerine getirildiğinde bile, sanat eserinin
mahiyetine ilişkin “bilgi”ye vakıf olunamayacağına dikkat çeker ve “sanata yaklaşmak her zaman için
‘doğrudan do
ğruya’dır”der. Şair, sanata ilişkin bu görüşünün bir ifadesi olarak da, sanat eserinin, sanatkârını
“olduğu gibi değil, olduğu kadarıyla değil; oluşa yönelişiyle, olma yönünde bir istikamet tutuşuyla” muhatabına
açacağını, diğer bir ifadeyle “karşı”daki ile “yakîn”leşme meydana getireceğini düşünür.

İsmet Özel, sanatı ortaya koyan ile muhatabı arasında bu türden bir ilişkinin oluşması ve eserle bağlantı
kurulabilmesi için ön koşul olarak sanatçının açtığının muhatabı için de bir açılım olması gerektiğini gösterir.
“Sanatçıyı açan şeyin bizi de açtığı zaman eserle bağlantı kurabileceğimize” işaret eden Özel, bu bağlantının “bizi
sanatçıya götürmeyeceğini, kendimizi tanımaya götüreceğini” vurgular ve “bu sebepten dolayıdır ki her sanat
eseri herkesin ilgisini çekmez, kendi sanatçısını, kendi
şairini arar insanlar” der.

Sanatın “gayri şahsi kılınamayacağını” belirten İsmet Özel, sanat eserinin, onları meydana getiren şartlarla ilişkisi
ne kadar iyi olursa olsun bunun çok önemli olmadığını ifade eder. Şairin mahiyeti ve şiirle olan ilişkisini ele
aldığımız kısımda da üzerinde durduğumuz gibi, sanat eserinin ortaya çıkmasında en önemli fonksiyonun “özel
ve özgün, kasıtlı ve iradî biçim verme katkısı”
ile sanatkâra ait olduğuna işaret eder ve “bu şartlarda nasıl olsa
böyle bir sanatçı çıkacaktı”
demlemeyeceğini dile getirir. Sanat uğraşısının, “bir şeylerin yanlış gittiğine dair ciddi
uyarılar alındığında ve bu yanlışğın kendisi hakkında bilgi sahibi olunmak istendiğinde” ortaya çıkacağını
belirten Özel; tek şartın bu yanlışğı fark etmek olduğunu ifade eder.

1.2.1.8.     Bir zekâ gösterisi: ‘Intellect’ ve ‘saymaca’ şiir

“Gencim yaşlısını ayırt etmeden söyleyebiliriz ki günümüzde yayın alanını kaplayan şiir asalaktır. Yalnızca
ba
şka bir gövdeden beslendiği için değil, aynı zamanda köklerini hayatın içine salmadığı, intellect’in baskısı
altında ezildi
ği için böyledir.”

Sanat Olayı

İsmet Özel, şiirin mahiyetine ve şairin fonksiyonuna ilişkin poetik metinlerini kaleme alırken, genelde “varlık”
kazanmış olan şiir’in aslî özelliklerinden, özelde ise Türk şiirinin içinde bulunduğu durumdan hareket eder. Türk
edebiyatı tarihi içerisinde beraberinde getirdiği önermeler ile önemli bir yere sahip olan “Ant” dergisindeki “Sanat
Soruşturması”ndan, kaleme aldığı yazılarına; yapılan söyleşilerdeki sorulara verdiği cevaplardan konferanslarına
kadar aynı bakış açısıyla davranan şair, biyografisinde yer alan “farklı” duraklar sebebiyle, kimi zaman şiire dair
taşıdığı görüşler dolayısıyla da eleştirilir.

Kendi şiir evreninin netlik kazanmaya başladığı 1980’li yılların başından itibaren, Türk şiirinin içinde bulunduğu
durumu ve şairlerin hangi bilinç dolaylarında şiirler yazdıklarını daha yetkin ve tutarlı bir konumda değerlendiren
Özel, Türk şiirinin “son büyük atılımını 1954-59 yılları arasında” yaptığını belirtir. Günümüz şiirlerinin
“eskitilmiş anlatım imkânlarının yağmalanması sonucu ortaya çıktığını” işaret eden şair, bu metinlerde “şiirin
gürlük döneminde birçok şairin belirli bağlamlarda kendilerine özgü kıldıkları kelimelerin fütursuzca
tekrarlanmakta olduğunu ve mısra tekniğinin sanki birçok şairi özgün kılmamış gibi anonimleştirildiğini”
vurgulamaktadır.

"Yenileştirici tekniğiyle göze çarpan şairle karşı karşıya değiliz” diyen İsmet Özel, artık “Türk şiirinin beşerî
meseleyi bütün boyutlarıyla yüklenme gücünde olmadığını” ileri sürmektedir. Şair bunun sebebini “her yönüyle
bayat ve yavan”
olan şiir dünyasının “ideolojikyönseme”lerin merkezinde kalmış olmasına ve şiir dışı etkenleri
kendi alanına buyur edip şiir olarak bir büzülmeye uğramasına bağlamaktadır. Özel’e göre “Türk şiiri, edebiyat
şı, şiir dışı etkenlerin yanı başında, o etkenlerle baş edebilecek ağırlık ve güçte bir söylem getirememekten
ötürü asalakla
şş tır.”

Özel, böyle bir ortamda şairden “edinilmeye değer” herhangi bir şey beklenemeyeceğini; yapabilirse ancak bazı
hazır “sağlam düşünceleri” parlatarak sunma hünerini gösterebileceğini ifade eder. Böylesi bir görevin şairler
tarafından “son yıllarda”, anlaşılmaz bir coşkuyla benimsendiğini ileri süren Özel, bu durumun şairlerin
kendilerini intellect’in pençesine bırakmalarına,
şairliklerini gönüllüce iğdiş etmelerine” kadar vardığını belirtir.
Intellect’in sınırları içerisinde hareket eden bir şairin, dil’i de aslî özelliği ile kullanamayacağını belirten Özel,
“intellect, kendi varlığını ortaya koyabilmek için saymaca (conventionel) bir dili kaçınılmaz sayar” demekte ve
şiirde dilin kişisel olduğuna vurgu yapmaktadır. Yazılmış olan bir şiirin, okuyucu tarafından karşılık bulup
anlaşılabilmesindeki öncelikli şart, şairin şiirlerini kaleme alırken çekilmiş bulunduğu sabit merkezli evrene,
okuyucunun da kendini çekmesidir. İsmet Özel, söz konusu olan “bu başarıya intellect alanının dışında”
varılacağına ve böylelikle “tek insana özgü ve üzerinde uzlaşılabilir sabit bir anlama indirgenemeyen bir sesin
yakalanabileceğine” işaret eder.

İşte bu tek insan özgü sese şiirin başlangıcı diyoruz” diyen şair, şiirin bir ustalık olarak ve dilin belli ölçülere
uyup maharetle kullanılması şeklinde kabul edilmesinin ise bizi, “tek insana özgü bu sese ve içten, içerden bilgiye
götürmeyeceğini; tam tersine, bir zekâ gösterisini, bir nükte yeteneğini şiir diye kabul etmeye götüreceğini”
belirtmektedir. Şiiri, bu durumuyla intellect’e koşut gören Özel, intellect’in ise “kendi dümen suyuna girecek her
şeyin özünü boşaltacak, saymaca değerlere indirgeyebilecek bir güçte” olduğuna dikkat çeker.

Özel, şiirin intellect’in sözünü geçiremediği bir bölgede egemenliğini kurabilmesi için, “kendi biricikliğinden
kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alanı işaret etmesi gerektiğini” ileri sürer. Aksi takdirde şiirin, “ancak bir
edebiyat türü olarak şiir olabileceğini; o zaman da bu edebî türün, düşüncelerin yedeğinde bir süs olmaktan
kurtulamayacağını” vurgular. Bu şiirin şairinin ise Özel, ister istemez, “tuttuğu tarafın mugannisi” olmaktan
kurtulamayacağını belirtir.

1.2.1.9.     ‘Ethos’tan ‘pathos’a bir insanlık durumu: Modern Türk şiiri

“Modern Türk şiirinin dünyada hesaba katılabilir bir yerinin olması,
bilhassa gelene
ğin değerlerini alt edebilmiş olmasıyla açıklanabilir.”
Par
şömen

İsmet Özel, intellect’in ışığında meydana getirilen şiirin özelliklerini yukarıda dikkatlere sunmaya çalışğımız gibi
sıralayıp, aslî şiirle olan farkına işaret ettikten sonra modern Türk şiirinin doğuşu ve gelişimi üzerine de çarpıcı
görüşler ileri sürmektedir. Şair, Türklerin veya Türkiye’nin modernliğe olan katkısının şiir dolayımında meydana
geldiğini belirtmekte ve “modern Türk şiiri, bizi dünyayla intibak edilebilir hale getirmesi bakımından
savunulabilir”
demektedir.

Fakat Özel, modern Türk şiirinin modernliğe yapmış olduğu bu katkının, genel kanının tersine, tarih boyunca
nesilden nesle aktarılarak geliştirilen Türk şiir geleneği ile olmadığını ileri sürmektedir. Özel’e göre, “Türkiye’de
şiirin önemli ve büyük yeri, güçlü bir şiir geleneğinden hareket ediyor oluşundan” değildir. Batılılaşma /
“Yenileşme” döneminden itibaren, bilimde ya da teknolojide istenilen seviyenin yakalanamamasına rağmen, Türk
şiirinin "dünyada hesaba katılır, modernleşmenin yüz akı sayılacak bir şey” olması, modern Türk şiirinin
bilhassa geleneğin değerlerini alt edebilmiş olmasıyla açıklanabilir.

İster Türk şiiri olsun, ister modern şiir olsun, isterse gelenek içindeki şiir olsun, şiirin ne olduğu meçhulümüz
olan bir şey değildir” diyen şair, “bizim insan olarak, konuşma ötesinde dilde ihtiyaç duyduğumuz şey”in şiir
olduğunu belirtir. Özel, buradan hareketle, şiirin başlangıcının ninnilere kadar götürülebileciğine işaret eder ve
özellikle modernist şiirin “belli bir insanlık durumunun ifadesi” olarak ortaya çıktığını vurgular.

İsmet Özel, söz konusu olan bu “belli bir insanlık durumunun” modern Türk şiirine giden yol üzerindeki iki ana
çizgide ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Şair, bunlardan birinin “ethos ağırlıklı Fikret-Akif-Nâzım çizgisi,
diğerinin de pathos ağırlıklı Yahya Kemal-Ahmet Haşim çizgisi” olduğunu belirtir. Birinci şiir çizgisinin estetik
yapısını, dilin coşkun, sarsıcı özelliklerinde aradığını; ikincisinin ise bu yapıyı, dildeki içkin özelliklerde meydana
getirdiğine dikkat çeken şair, Fikret-Akif-Nâzım kanalında “ulaşılacak bir yer, hissedilecek bir zaman ve
birlikteli
ğinden yarar umulan insanlar vardır” demektedir.

Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in temsil ettiği şiir çizgisinde ise Özel’e göre, toplum örgüsüne duyulan güven
vardır. "Devlete giden bir şiir değildir onlarınki, devletten gelen bir şiirdir. Karar şiir dışındaki bir alanda
verilmi
ş bulunduğundan onlara kararın derinliğini ve yüceliğini iskandil etmek kalmıştır.” Türk şiirinin
modernleş mesini,      “ethos   ağırlıklı    kanaldan    değ il   de,    daha    ziyade    pathos    ağ ırlıklı                                kanaldan               akarak

gerçekleştirdiğine” inanan İsmet Özel, bunun sebebini “geçen zaman içinde şairlerin devlete milletten daha fazla
yaslanmakta sakınca görmeyişlerinde” bulmaktadır.

Fakat Özel, Cumhuriyetin kurulması ile Türk şiirindeki bu modernleşmenin, bambaşka bir şekil aldığını ve
1950’li yıllara gelindiğinde gerçek zeminine oturmaya başladığını ileri sürmektedir. 1954-1959 yılları arasında
Türk şirinin, söz konusu olan sahadaki atılımını gerçekleştirdiğine işaret eden şairin bu fikrinin temelinde yatan
şünce ise, I. Dünya Savaşı ile birlikte Batı medeniyetinin uğramış olduğu “travma”ya Türk şairlerinin de
tutulmuş olmalarıdır.

"Modern şiiri, 'modern' yapan öğe, şairin dünyaya gösterdiği tepkidir” diyen İsmet Özel, modern şiirin
gerçekten kaçmadığı için günlük hayatın derinlemesine bir değerlendirmesini yapabileceğine işaret eder. Şaire
göre modern şiir, “bir edebiyat türü olarak değil, bir yaşantı olarak doğmuştur. Varlığı dünyanın aldığı biçimle,
insan kavrayışının niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır.” Türk insanı bu şiirle, dünyada yaşanan travmaya paralel bir
koşutluk kurmuş ve içinde yaşadığı toplumun kültürünün zorunlu kıldığı tepkiler yüzünden modern şiire
yaslanmıştır.

Modern Türk şiirini başlı başına, kendine has bir düşünce biçimi olarak değerlendiren Özel, modernist Türk
şairlerinin dünya içinde bulunuşun bilincini geliştirdiklerini ve hayat içerisinde karşılaşılan her şeyin bakılmaya ve
tadılmaya değer olduğu noktasından hareket ettiklerini vurgular. Bu anlayışlarının bir ifadesi olarak da bu
şairlerin, “olağan, tabii şeyler içinde canlı ne varsa, onların harikuladeliğini bulup çıkarmak uğraşı içine
girdiklerini” kaydeder.

İsmet Özel, modern Türk şairlerinin söz konusu olan bu uğraşlarını, “yeni bir biçim bularak” yaptıklarını
vurgulamaktadır. Fakat şairin, “yeni biçim”den kastı, var olanı zekice parlatarak, diğer bir ifadeyle intellect’in
sınırlarına yaklaşarak, şiir yazma kurallarının bir adım ileriye götürülmesi değildir. Özel’e göre modernist Türk
şiirinin kalkış noktası, biçimde uzlaşmayı reddetmek ve “şiirin bir yazılma formülünün bulunmadığı noktasıdır.”

1954-59 yılları arasında, modernist duyarlılığın her yönüyle şiire hâkim olduğuna dikkat çeken şair, bu
dönemdeki asıl ana çizginin bir tür “sahicilik arayışı” olduğunu belirtir. Bu arayışı, "oontic kaygı” sözü ile de
karşılayan Özel, bu döneme damgasını vuran İkinci Yeni şairlerinin “kaygılarının bir ifadesi olarak “kelimeye,
Türk şiirinde o güne kadar sağlanamamış bir yer sağladıklarını, fiillerin kullanılışında, takıların ele alınışında ve
tamlamaları alışılmadık bir yapıda kuruşlarında günlük anlayışın ötesinde sahiciliğe ulaşma çabası gösterdiklerini”
belirtir.

1.2.1.10.       ‘Az gelişmiş aydınlar ülkesi’nin ‘göre’siz kalan şiiri

“Modern şiir görecedir ve görece evrelerle yenilenir.
Bugün ‘neye göre’ yenile
şeceğini bilemediğimiz şiirin yine de yenileşmesini istiyoruz.

Ayağımızı basabileceğimiz bir sağlam basamak var mı, yok mu”

Yeni Gündem

İsmet Özel, 1960’lı yıllardan itibaren modern Türk şiirinin atılımını yitirdiğini ve modernist Türk şairlerin artık,
toplumcu düşüncenin siyasal ortamla güç kazanması sonucu, şiirin aslına yönelik çabaların uzağında kaldıklarını
işaret eder. Böylelikle, Tanzimat ile başlayan “modernleşme” ve “yenileşme” cereyanı içerisinde, kendi “ben”ini
bir yere konumlandırmaya çalışan Türk şairi, Türk kültürünün dünya üzerindeki yerini bulma çabasıyla meydana
getirdiği edebî oluşumların da uzağına düşş olmaktadır.

“Bugün Türk şiirinin ‘göre’si yok” diyen Özel, bunun sebebi olarak Cumhuriyet rejiminin yetiştirdiği iki şair
kuşağının kendi şairliklerini haddinden fazla plastik saymış olmalarını göstermektedir. “Garipçiler”in ve
“Modernistler”in en büyük eksikliklerini, “sezgiyle farkına vardıkları şiirsel gerçeği, kültürel temelleri itibariyle
savunamamış olmaları” şeklinde somutlaştıran şair, bugünden atılımın yapıldığı döneme bakıldığında söz konusu
olan şairlerin isabetli bir tepkiyle ortaya çıktıklarını vurgulamaktadır.

Fakat daha sonra bu şairlerin “kendilerini şair kılan değerlere sırt çevirdiklerine işaret eden Özel, Melih Cevdet
Anday, Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever gibi birçok şairin yalnız şiirlerinin değil hayatlarının da
kaldıramayacağı ‘toplumsalcı’ bir edaya büründüklerine dikkat çeker.”

1.3.      Yayın Faaliyeti

“Her yazın bir kitabın bir makalesi gibi düşünülmeli.”

Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar

Gençlik yıllarından itibaren “ben”i ile ilgili olana kayıtsız kalmayan ve dünya üzerindeki varlığını
anlamlandırmaya çalışan İsmet Özel, bu gayretini, şiirlerinin dışında, kimi zaman da dergi çıkararak, fikrî yönü
ağır gelen gazete yazıları, denemeler, otobiyografik eserler kaleme alarak ve bu yönde yazılmış eserleri Türkçe’ye
kazandırarak ortaya koymaktadır. Şairliğinin yanı sıra, gazetelerdeki köşesinde ve kitaplarında dünya ve memleket
meselelerine dair yazdıklarıyla da, 1980 sonrasında çok ayrı bir yer edinen Özel, bu eserlerinde özellikle
entelektüel birikimin kendisine kazandırmış olduğu perspektiften hareket etmektedir.

2003 yılının Ağustos ayından sonra günlük herhangi bir süreli yayında yazı kaleme almayan fakat
“deneme”leriyle, yayın faaliyetini devam ettiren Özel’in meydana getirdiği eserlerin künyelerini çalışmamızın “Bir
Bibliyografya Denemesi:
İsmet Özel Kaynakçası” adlı kısımdan takip etmek mümkünüdür. Bu kısımda,
çalışmamızın esasına uygun olarak, İsmet Özel’in gazete yazılarının veya deneme kitaplarının herhangi bir tahlili
yapılmamakta; şairin Ataol Behramoğlu ile birlikte çıkardıkları dergiye “II. Yeni’nin vicdanı: Halkın
Dostları”,
adı altında dikkat çekilmektedir.

1.3.1.    II. Yeni’nin ‘vicdanı’: “Halkın Dostları” Dergisi

“(...) aslında Halkın Dostları bir İsmet Özel kişiliğidir.
Bence bir ki
şiye indirgenirse, bir şey hiçbir zaman tek kişiye indirgenemez,
ama indirgenirse, tavır olarak
İsmet Özeldir. ”

Cemal Süreya

Mart 1970 yılında yayın hayatına başlayan Halkın Dostları dergisinin çıkışı ve bu dergide bir araya gelecek
insanların amacının ne olacağı Ant dergisindeki soruşturmada açıkça ortaya konulmuş; bu soruşturmadan
yaklaşık 2 ay sonra da dergi yayın hayatına başlamıştır. Derginin ilk sayısında “Gerici Sanata Hücum” sloganıyla
çıkış yapmasının arkasında, aslında uzun süredir devam eden ve İsmet Özel’in askerliği süresince Ataol
Behramoğlu ile mektuplaşmalarıyla olgunlaşan bir zihinsel süreç vardır.

Modernist bir kimliğe bürünmesindeki en büyük kazanımı 1954-59 yılları arasında sağlayan Türk şiirinin,
1960’ların ortasından itibaren “iflas etmiş olduğunu belirten Halkın Dostları şairleri; bu düşünceleriyle yukarıda
ifadeye çalışğımız zihinsel süreci, daha hızlı bir biçimde yaşamışlardır. Derginin ilk sayısına tüm canlılığıyla
yansıyan bu durum, İsmet Özel’in “TanrıMezarını Isıtsın” adlı yazısında da kendini ortaya koymaktadır. İkinci
Yeni
şairleri küçük şairlerdir. Mevlana’nın yaşadığı ülkede toplumun atardamarı, vicdanı olamamışlardır”
diyen Özel, bu şiir hareketinin 1960 sonrası durumu sebebiyle “yöneliş”ten öteye geçemediğine dikkat çeker.

Özel, Halkın Dostları’nın bir çıkış yaparken “en sağlam güvencesinin kendinden önce gelen kuşağın edebiyat
değerlerine olan sadakati” olduğunu belirtir. Nazım Hikmet’in şiirde yapmak istediğinin ne olduğunu ilk
anlayanlardan birinin Ahmet Haşim olduğuna dikkat çekerek, kendilerinin de “savundukları değerlerin bir önceki
kuşak tarafından kolayca anlaşılabileceğini umduklarını” ifade eder. Şair, bu beklentilerinin yersiz olmadığını da
“bir önceki kuşak” diye tanımladığı II. Yeni mensupları tarafından kaleme alınan, şiirin aslına ve mahiyetine
ilişkin taşınan endişelerin birer ifadesi olan, poetik metinlere işaret ederek ortaya kor.

Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman”, Turgut Uyar’ın “Çıkmazın Güzelliği” ve Edip Cansever’in “Tek Sesli
Şiirden Çok Sesli Şiire” adlı yazılarında, şiir üzerine söylediklerinin kendilerine cesaret verdiğini belirten İsmet
Özel; fakat zamanla bu şairlerin “kınadıkları her şey”e ters düştüklerini ifade eder. Bu duruma yine en sert
tepkinin, modernleşen Türk şiirinin kazançlarının değerini bilen genç insanlardan geldiğini vurgulayan şair,
“Halkın Dostları 1954-59 yıllarında atılım yapan şairlerin vicdanıydı” demektedir.

Özel, bu çıkışın anlaşılamadığını ve bir grup gencin taşıdığı endişelerin hiç kimse tarafından paylaşılmadığını ileri
sürerken, Halkın Dost’ları dergisinin de eleştirilecek bir takım yanlarının bulunduğunu belirtir. 1985 yılında
kaleme aldığı “Haziran Gibi Ölmek” adlı yazısında derginin çıkış amacına özellikle işaret ederken aynı zamanda
da bir öz eleştiri yapar. Şair, Halkın Dostları dergisinin eleştirilecek en önemli yanının ne heyecanı ne de şiir
meselelerine yaklaşırken benimsediği yön olmadığını; yalnızca, derginin haberleşme aracı olarak "kendini niçin
Marsksizm’le sınırlandırdı
ğını” işaret eder.

İsmet Özel, Halkın Dostları dergisinin 1. yılını doldurduktan sonra artık kapanma zamanı geldiğini düşünür.
Bunun sebebi olarak da derginin çıkış amaçlarına hizmet etmeyen bir anlayışın, Halkın Dostları’na baskı yapmaya
başlamış olmasını göstermektedir. Kuruculuğunu beraber üstlendiği Ataol Behramoğlu bu fikre, “Halkın
Dostları çıkmayacaksa e
ğer, hükümet tarafından kapatılarak çıkmamalıdır” diyerek karşı çıkar.

Bu durum karşısında Özel, “Sorumlu Yönetmen” görevini Behramoğlu’nun kardeşi olan Nihat Behram’a
devreder. 13. sayıdan sonra Behram’ın idaresinde yayımlanmaya başlayan Halkın Dostları dergisinde İsmet Özel,
derginin 14. ve 17. sayılarında yayımlanan iki şiirin dışında hiçbir yazı kaleme almaz. Fakat derginin künyesinde
Ataol Behramoğlu ile birlikte, “Kurucuları” ve “Sahibi” olarak görünmeye devam eder.

Murat Belge, Ayhan Gerçeker, Özkan Mert, Haluk Şahin, Bedrettin Cömert, Asım Bezirci, Nedim Gürsel,
Mehmet Selahattin, Bekir Yıldız gibi Halkın Dostları yazarlarının arasına, derginin 12. sayısından sonra
İstanbul’a taşınmasıyla Tan Oral, Aziz Nesin, Abdullah Özkan, Süreyya Berfe, Adnan Özyalçıner ve Defne
Sandalcı gibi yazarlar da katılır. 1971 yılının Eylülüne kadar çıkmaya devam eden Halkın Dostları,
Behramoğlu’nun dediği gibi, 12 Mart 1971 yılında ilân edilen sıkıyönetimce yayını durdurularak kapatılır.

2.      BÖLÜM
ŞİİRLERİ

2.1.     Şiir kerim’: Şiir - hayat birlikteliği ve şiirinin safhaları

“Hayatım bir şairin hayatından daha çok bir şiirin hayatına benzer.
Bir
şair hayatından hiç haberim olmadı, olamadı.

Yazanı değil, yazılanı yaşadım: Şiiri”
yasakmeyve

Hayatındaki tüm açılımı ve yönelimi şiir merkezli yaşayan İsmet Özel, ilk şiir kitabı “Geceleyin Bir Koşu”dan
son kitabı “Of Not Being A Jew”e kadar hayat-şiir serüvenini birlikte yaşamıştır. Şairin yaşamının farklı
evrelerinde birer “durak” olarak kabul edilen süreçler, doğrudan şiirine de etki etmiş; 1963 yılından itibaren
oluşmaya başlayan şiir evrenindeki açılım ve genişleme, söz konusu olan “durak”lardan geçerek meydana
gelmiştir. Hayatında şiire, Türk edebiyatında eşine az rastlanır bir tarzda önem veren ve şiiri hayatı içerisinde en
esaslı yere oturtan Özel, söz konusu olan yönsemeyi şiire ilk başladığı yıllardan itibaren bilerek ve isteyerek
oluşturmaya çalışır.

“Şairliğim bir maliyet meselesidir” diyen Özel, hayatında ve şiirinde merkez nokta olarak kabul edebileceğimiz,
kendine sunulanın reddini ve kendi varlık alanında hareket ederek kişiliğinden taviz vermeme imkânını, genç
yaştan itibaren şiirle kurmuş olduğu bu bağ sayesinde elde eder. Dolayısıyla İsmet Özel’in şiirinin hayatıyla
birlikte açımlanması da bu noktada belirir. Şairin “kadirşinas itaatsizliği” ve “tevarüs edilmemiş asaleti” söz
konusu olan bu birliktelikte de en önemli kazanım olarak ortaya çıkar. Genç yaşında “şiirin önemli ve değerli
şeyleri dile getirdiği için değil, önemli ve değerli şeylerin varlığını bize hissettirdiği için hayatımızda yer
tuttu
ğunu” kavrayan Özel, “insan oluş bilmecesi”nin sınırlarına bu yoldan giderek ulaşmaya çalışacak ve şiire
emek vermeyi aslî vazife sayıp sürekli “sahici olan”ı önceleyecektir.

İsmet Özel’in ifadeye çalışğımız bu şiir-hayat birlikteliğini, şairin tüm şiir evreninden hareketle örneklemek
mümkündür. Fakat söz konusu olan bu durum şairin hayat içerisindeki durakları ve dolayısıyla şiirindeki açılım
sebebiyle farklı itkilerin paralelinde ortaya çıkmaktadır. Şiirlerinin yayımlanış tarihlerini merkez alarak
değerlendirebileceğimiz bu yönsemeleri, Özel’in şiirlerini kaleme alırken beni’nin dünyadan aldıklarından ve
dünyaya verdiklerinden ve şiir kitaplarını yayımlarken bilinçli olarak yaptığı tasniften hareketle 6 safhada ele
alabiliriz.

Nitekim şair, yayımlamış olduğu şiir kitaplarının anlam dünyasını önceleyerek araladığı dünyanın sınırlarını
ben’iyle yoklamakta; her şiir kitabında yer alan şiirler de bu ben’in hemen yanı başındaki ürünler olarak
belirmektedir. Burada dikkat edilecek husus, bu safhaların şairin şiir kitaplarının yayımlanış tarihlerinden ziyade
şiirlerinin yayımlanış tarihlerine göre dikkatlere sunulacak olmasıdır.

Söz konusu olan bu safhalar, “Serbest bırakılan zihin: Şiire başlaması, ilk şiirler ve “Geceleyin Bir Koşu” /
1954 - 1965”, “Gırtlaktan ta
şan şiir: “Evet, İsyan” / 1965 - 1970”, “Geçiş sürecinin işareti: “Cinayetler
Kitabı” / 1971 - 1975”, ‘Yeni Hayat’ın içinden verilen poz: “Cellâdıma Gülümserken Çektirdi
ğim Son
Resmin Arkasındaki Satırlar” / 1981 - 1993”, “Yarım kalmı
ş bir metin: “Bir Yusuf Masalı” / 1993 -
1999” ve “Kırılan kalp, ‘azalan yaratıcı güç’: “Of Not Being A Jew” / 2003 - 2006”
gibi başlıklar altında ele
alındığında, hem Özel’in şiire hayat içerisinde vermiş olduğu esaslı yer anlaşılmış olacak hem de şairin şiir
serüveni netlik kazanacaktır.

2.1.1.      Serbest bırakılan zihin: Şiire başlaması, ilk şiirler ve “Geceleyin Bir Koşu” / 1954 - 1965

“Yaz gitti, güz gitti
Yine geldi kı
ş baba”

ş

İsmet Özel’in şiirle ilk teması, ilkokul 3. sınıfta okurken Ankara’da yayımlanmakta olan bir ilkokul gazetesine
kendi gayretleriyle gönderdiği, “Kış” isimli şiiriyle başlar. Henüz 10 yaşında olan bir ilkokul öğrencisinin bu
hareketi, içinde bulunulan ortamın eğitim düzeyiyle yakından ilgilidir. Daha sonra şairin şiirle olan münasebeti
Orta 1. sınıfta, “Şiirimiz 1956” isimli, Hüseyin Karakan tarafından hazırlanmış olan bir antolojiyi okumasıyla
devam eder.

Özel’in şiirle olan asıl irtibatı, Halide Nusret Zorlutuna’nın da jürisi olduğu ve İsmet Özel’e “sen şair olacaksın
çocuk”
dediği lise 2. sınıftaki şiir okuma yarışmasında 5. olmasıyla başlayacaktır. Şaire bu başarısından dolayı
“Yeni Türk Şiiri Antolojisi” hediye edilir ve Özel ilk olarak bu kitap dolayısıyla II. Yeni şairlerinden haberdar
olur. Fakat İsmet Özel, hem metinlere ulaşma hem de şiirin aslına ilişkin bilgilenme sürecini, lise son sınıfta
ikmale kaldığı cebir dersini veremeyip 1 yıl “beklemek” zorunda kalınca yaşayacaktır.

Çalışmamızın “Hayatı” kısmında da “Bekleme/Bilgilenme süreci: Anlamlandırılan dünya” başğıyla, şairin
biyografisindeki önemi üzerine durduğumuz bu 1 yıllık süreçte Özel, sanat çevreleriyle ilişki kurmaya, edebiyat
ve şiir dergilerini takip etmeye başlar. Modern Türk şairlerini bu dönemde tanıyıp okuyarak, neyi nasıl
yazabileceğinin peşine düşer.

İsmet Özel, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt olduğu 1962 yılından itibaren ilk şiirlerini de yazmaya başlar ve
şairin 1963 yılında, 2’si “Yelken” dergisinde 2’si de “Dost” dergisinde olmak üzere 4 şiiri yayımlanır. Edebiyat
ortamında da yavaş yavaş tanınmaya başlayan İsmet Özel, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi II. Yeni şairleriyle
tanışıp mektuplaşmaya başlar. Burada dikkat çekilmesi gereken husus, İsmet Özel’in söz konusu olan ilk şiirleri
yayımlanmaya başladığında özellikle II. Yeni şiiriyle olan etkileşiminin anlaşılmasıdır. Özel, bu dönemde II. Yeni
şairlerinin yazdıklarını “kendi yazma serüveni için başlı başına bir imkân” olarak görmekte, kendi şiir evreninin
kapılarını bu şairlerin şiirsel tecrübeleriyle aralamaktadır. Şiiri “insanla ilgili bütün boyutları fark etme çabasında”
arayan Özel, bunun için II. Yeni şairlerinin özellikle 1954-1959 yılları arasında vermiş oldukları ürünlerle
meydana getirdikleri hazır bir “çevre” bulur.

Bu “çevre” içerisinde, “kendi olanı” yine kendinden/beni’nden hareketle ortaya koyan şair, bu dönemdeki kimi
şiirlerinde, II. Yeni şiirinin biçimsel özelliklerine de yaklaşır. Fakat bir “ergen” olarak hayat karşısında yaşadığı
deneyimleri, cinsel sıkıntılarını, gerek çocukluğundan gerekse tavrından hareketle oluşturup özgün imgelerle
parlatarak meydana getirdiği şiirlerinde, içerik ve şiirsel kurgu itibarîyle II. Yeni şiirinden ve şairlerinden ayrılır.
Hatta şairin bu dönemde yazmış olduğu şiirler ele alındığında, Türk edebiyatı içerisinde kendiyle/beni’yle bu
derece “didişen” ve bedenini böylesine horlayan ikinci bir şairin olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bu dönemden başlayarak kendi şiir poetikasını da oluşturmaya çalışan İsmet Özel, şiirin özüne ve estetiğine
uygun olarak bireysel odaklı şiirler yazar. Bu noktada en önemli dayanağı, zihinsel işleyişi tamamen serbest
bırakıp ortaya çıkan her ne ise onu, sonradan bilinçli bir düzene sokarak şiirin sınırlarına dâhil etmektir. Şairin ilk
şiirleriyle edebiyat ortamında çarpıcı bir biçimde yer bulması da söz konusu olan bu dayanaktan hareket ederek
şair oluş ile insan oluş” arasındaki boşluğu imajinatif söyleyişle dolduruyor olmasıyla mümkün olur. Nitekim
Özel, bu çabası sonucunda şiirin aslına ilişkin önemli kazanımlar elde etmiş, ortaya çıkardığı metinler de “varoluş/
insan oluş” ile ilgili endişe taşıyanlarda esaslı etkiler meydana getirmiştir.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da, Özel’in 1962 yılından 1965 yılına kadar kaleme almış olduğu
ilk şiirlerinin, şiirsel olarak yetkin bir donanımla ortaya konulmuş olmasıdır. Henüz 20’li yaşlarda olan bir şair
için oldukça önemli olan bu özellik, Özel’in de sürekli akılda tuttuğu ve dönemin şairleriyle olan ilişkisinde göz
ardı etmediği bir durumdur. Ataol Behramoğlunun da belirttiği gibi şairin bu dönemde yazdıklarını anlamak
"onun genel şiir evrenini kavramada belki birçok şair için olduğundan daha fazla önem taşımaktadır.”

İsmet Özel, 1965 yılının ortalarına kadar “Türk Dili”, “Şiir Sanatı”, “Dönem”, “Dost”, “Evrim”, “Yapraklar”,
“Mülkiye” ve “Devinim/..V" gibi dergilerde yayımladığı 20 şiirinden 18’ini, Mart 1966 yılında "Geceleyin Bir
Ko
şu” adıyla kitaplaştırır. Şair bu kitabına daha evvel hiçbir dergide yayımlamadığı 2 yeni şiir eklemiş, bunun
yanı sıra 4 şiirini de kitaba dâhil etmemiştir. Bunlardan “Karoon” ve “Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık”
adını taşıyan şiirlerini “henüz son aşamaya varmadıklarını” düşündüğü için kitabına koymayan Özel, “Partizan”
ve “Çağdaş Bir Ürperti” adlı çalışmalarını da yeni bir şiir evreninin kapılarını araladığı için “Geceleyin Bir
Koşu”dan çıkarır. Nitekim Şubat 1964 tarihinde kaleme alınan “Partizan” ve Şubat 1966 yılında yazılan “Çağdaş
Bir Ürperti”, 1969 yılında yayımlanan “Evet, İsyan” kitabına girecektir.

2.1.2.     Gırtlaktan taşan şiir: “Evet, İsyan” / 1965 - 1970

“Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci di
şleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.”

Partizan

İsmet Özel’in şiirlerinin oluşum süreci göz önünde bulundurulduğunda “Partizan” şiiriyle başlatılabilecek yeni
bir safhadan söz edilebilir. “Geceleyin Bir Koşu” kitabını dolduran bireysel duyarlılıkla kalem alınmış şiirlerin
şına çıkarak toplumsal olana yönelmeye başlayan şair, bu evredeki şiirlerinde de kalkış noktası olarak yine
beni’nden hareket eder. Fakat toplumun kendisine dayattıklarına karşın, hayatı kendi varlık alanıyla karşılamaya
çalışan ben’in bu seferki dayanağı sadece çocukluğa ya da geçmiş yaşantılara ait bir takım anılar değil bizzat
içinde yaşanılan hayatın kendisidir.

Bu anlamda şirinin evrenini de giderek genişleten Özel, belli başlı izleklerine de anlam dünyasında açılım
meydana getirir ve “Şiir Sanatı”, “Papirüs”, “Yeni Dergi” ve “Halkın Dostları” gibi dergilerde yayımlanan 14
şiirini 1969 yılında “Evet, İsyan” adıyla kitaplaştırır. Çalışmamızın ileriki bölümünde şairin metinlerinden
örneklerle dikkate sunulmaya çalışılacak olan bu açılım şimdilik, “Geceleyin Bir Koşu”daki kimi şiirlerin
yazılması için “itici güç” görevi gören “yıkıcılığın”, şairin bedeninden, toplumu kendi güdümüne çekmeye çalışan
değerlere yönelik olarak yön değiştirmiş olmasıyla ifade edilebilir.

Şiirsel olanın sınırlarından çıkıp reel olana yaklaşğımızda, Özel’in bu dönemde, daha çok “sosyalist” olarak
adlandırabileceğimiz, yoğun bir faaliyet içerisinde olduğu görülür. Fakat şairin, şiirsel olanla reel olanı birbirine
yaklaştırmak istediğinden ve şiirindeki açılımı dünyaya konumlanmaya çalışan beni’yle birlikte yaşadığından,
devrimci duyarlılığının şiirine de yansımamış olması düşünülemez. Nitekim henüz birinci şiir kitabı
yayımlanmadan dergilerde boy gösteren “Partizan” ve “Çağdaş Bir Ürperti” şiirleriyle başlayan bu duyarlılık,
dönemin eleştirmenleri tarafından da dikkatle izlenir.

Eser Gürson’un "Geceleyin Bir Koşu” yayımlandıktan sonra, Özel’in bu kitaptaki şiirleriyle dergilerde kalan
“Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti” ve “Evet, İsyan” gibi şiirlerine yansıyan psikolojik verilerden hareketle kaleme
aldığı yazısında, söz konusu ettiğimiz bu duyarlılığı “Bu tip sancılı şairlerin garip yazgısıdır: Ya Rimbaud gibi
yirmi birinde kopacak
şiirden, ya Necip Fazıl gibi İslamiyet yoluyla bir dinginlik kaynağı bulacak, ya da İsmet
Özel gibi partizan olacak”
şeklinde öngörür.

Fakat şair, her ne kadar içinde bulunduğu ortamda sunulanın reddi için aktif olarak mücadele etse ve kalemiyle de
bu “karşı oluş”u şiirselleştirse de şiirinin gündelik düşüncelerin birebir karşılığıyla uyum içerisinde olmamasına
özellikle dikkat eder ve şiirdeki politik söylemlerin okuyucuyu “ucuza kapatmak” olduğunu düşünür. Bu
tehlikenin içerisine düşmemek için de şiir uğruna giriştiği tüm çabalarının, “dünyayı anlamlandırma çabalarıyla
ortak doğrultuda birleşmesi” için çalışır. Bu durumu "eslelık bir mesele” olarak kabul eden Özel, çözümü ise
“politik anıştırmaları durdukları yerden çıkarmakla ve ‘saf şiir’ söylemini de günlük hayat içinde teşhis ettiğimiz
gerçeklere bulaştırmakla” bulur.

“Evet, İsyan” kitabında yer alan şiirlerden bir kısmını askerlik yaptığı süre içerisinde yazan İsmet Özel, bu
dönemde şiirle olan irtibatını daha da sağlamlaştırır ve o güne kadar şiir bakımından hayatının en verimli
dönemini geçirerek 7 şiir kaleme alır. Şairin bu dönemde yazdığı şiirlerinde kullanmış olduğu terminoloji, şiire
yüzeysel olarak yaklaşıp onu kelimelerin sözlük anlamlarıyla okumaya çalışanlar için de anlamlandırmaya
müsaittir. Fakat Özel’in bu şiirlerini ideolojik bir takım yönsemelerin ışığında okuyanlar her şeyden önce şiiri
zaafa uğratmış olmaktadırlar. Radikal imajlarla örülü olan Özel’in bu dönemdeki şiirleri, dünyada bulunuşunu
karşılaşğı metinlerle onaylama eğilimde olanlardan ziyade bir rahatsızlık / “farkındalık” dolayısıyla konumunu
sorgulama ihtiyacı içinde olanlara yönelik olarak belirmektedir.

Bu belirginlik alanı, soru sorulmadan yalınkat kabul edilen ideolojilerin yerine insanın var oluşunu temel alan
endişelerle birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı hale gelmektedir. Buradan hareketle “Evet, İsyan”da bir araya
getirilen şiirlerin ontik yapısının da göz ardı edilmemesi gerekmekte; bu şiirlerle, varoluşsal endişeyi taşıyan bir
ergenin “sahicilik” arayışı içerisinde bulunarak hayatı kendi için dokunulur kılma gayreti akılda tutulmalıdır.
Nitekim o dönemde, hayatın olağan akışı içerisinde "neyin olağan, neyin olağan dışı veya olağanüstü olduğunu
do
ğru dürüst tartamamanın acısını çeken” İsmet Özel, bunun ayırtına varabilmek için “mutlak emniyet”in
ihtiyacı içerisine girerek ontolojik kaygıyı yaşamaya başlayacak ve bunun bir ifadesi olarak da öncelikle şiirin
saçağı altına sığınacaktır. "Evet, İsyan” kitabının “Partizan”, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Kan Kalesi”, “Bir

Devrimcinin Armonikası”, “Evet, İsyan”, “Yaşamak Umrumdadır” ve “Sevgilim Hayat” şiirleri, ifadeye
çalışğımız kaygının işaretlerini taşıması bakımından önem kazanmaktadır

2.1.3.     Geçiş sürecinin işareti: “Cinayetler Kitabı” / 1971 - 1975

“Bütün müsveddelerimi yırttım,
ğsümün kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharla
şıyor şiir.

Sana çok önceden, bir yaz sonu, bir parkta
sıkılmı
ş yumruğumu ısırarak
buna benzer bir
şeyler söylemiştim
milât yok
demi
ştim, milât yer almayacak hayatımızda.”

Kötü Şiirler

Çalışmamızın “Hayatı” kısmında sebepleri ve oluşum süreci üzerinde etraflıca durmaya çalışğımız İsmet Özel’de
başlayan “değişim”, bu dönemde kaleme aldığı şiirlerine de doğrudan yansımıştır. Şairdeki bu durum, “çürüksüz,
çürütücü olmayan ve insanların eksilmeyen bir yararı sürekli olarak elde edebilecekleri i
şlere bağlanması”
olarak ele alındığında, baştan beri devam eden bir arayışın neticesi olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu içerikle
zenginleşen şiirlerdeki tema değerlerinin izlekleri çözümlendiğinde, tüm şiir evreninin bu durumdan “iz”ler
taşıdığı daha net anlaşılabilecektir.

Özel, ilk şiirlerini kaleme aldığı ve bir ergen olarak bireysel varlık alanına yöneldiğinde de beni’yle
konumlanabileceği bir hayat bulamamış bunun bir sonucu olarak da arayışını, öncelikle geçmiş yaşantısını daha
sonra da zedelenmişliklerini yücelterek ortaya koymuştur. “Geceleyin Bir Koşu”da beliren şiirler bu ben’in
arayışıdır. Daha sonra bu ben’in hem şiirsel hem de kişisel dünyasında, içinde bulunulan hayat içerisindeki
yanlışlıkların ve eksikliklerin düzeltilebilmesi için “sosyalist” duyarlılıkla belirginleştirdiği bir tür “sorumluluk”
söz konusudur. Hayatı bütünüyle kavramaya çalışan bu “bilinç”, kişisel yaşantısında ve toplumsal ilişkilerinde
“sahiciliğin” arayışı içerisinde olmuş, bunun bir sonucu olarak da “huzursuzluğu” yaşamaktan kurtulamamıştır.
“Evet, İsyan”da beliren şiirler, bu ben’in arayışının birer yansıması olarak da okunabilir.

“Cinayetler Kitabı”na gelindiğinde ise hayatî tecrübelerden/yaşanmışlıklardan ötürü, dünyayı ve tüm ilişkilerini
sorgulamak durumunda kalan bu ben’in huzursuzluğu artarak devam etmiş ve arayış, tekrar bireysel merkezli
olmaya başlamıştır. Özel’in hayatıyla şiirlerinin birebir yol aldığının verileri olarak da değerlendirilebilecek olan
bu dönemdeki ürünler, şairin “Evet, İsyan” kitabındaki şiirlerle öne çıkardığı hayatın, bütün yönleriyle
sorgulanması olarak belirmektedir. Bu dönemdeki “arayış”ın neticesi olarak şairin önünde açılan “korku ve
tedirginlik içinde olmadan yürüyebilece
ği yol” ile varmak istediği yer, "nisanın içinde her tür dalgalanmadan
etkilenmeyecek bir mutlak bulundu
ğu inancı”dır.

Söz konusu olan bu gayret, her ne kadar Özel’in şiir evreninde geriye doğru gidildiğinde 1. ve 2. şiir
kitaplarındaki şiirlerle de örneklenebilirse de 1970 yılında yayımlanan “Mazot” şiiriyle ciddi işaretler vermeye
başlayacak, fakat asıl anlamını 1971 yılında “Halkın Dostları” dergisinde yayımlanan “Kötü Şiirler” ile bulacaktır.
Nitekim kitaplarında bir araya getirdiği şiirlerinin oluşturduğu anlam dünyasına dikkat eden Özel, "Cinayetler
Kitabı”
nı “Mazot” şiirinden sadece bir bölümle başlatacak; 1970’ten 1975 yılına kadar “Halkın Dostları”, “Yeni
Dergi” ve “Diriliş”te yayımladığı şiirlerini, “Sevgilime İftira” ve “Akla Karşı Tezler’i dışarıda tutarak bir araya
getirecektir.

İsmet Özel, "(Cinayetler Kitabı”nın ilk 9 şiiriyle ortaya koyduğu huzursuzluğunu ve beraberinde gelen arayışını,
Sezai Karakoç’un “Diriliş” dergisinde yayımladığı “Amentü” adlı şiiriyle 1974 yılında sonlandırmış olmaktadır.
Böylelikle müslüman dünya görüşüne bağlanan şair, var oluşunun anlamını ben’i etrafında ördüğü “mutlak
emniyet” alanıyla netleştirmiş ve ontik kaygısını gidererek aslî/varoluşsal sıkıntısına çözüm bulmuştur. Şairin 3.
şiir kitabının adının "Cinayetler Kitabı” olması da anlamlıdır. Daha önceki iki şiir kitabına ve “Cinayetler
Kitabı”
ndan sonra yayımlayacağı 3 şiir kitabına, kitabın içerisinde bulunan şiirlerden birinin adını veren Özel, bu
kitabına vermiş olduğu bağımsız bir isimle, sorgulama sürecinden sonra özellikle biyografisinde meydana gelecek
değişikliğe/“Yeniden doğuş”a işaret etmektedir.

Özel’in şiirlerinin yayımlanış tarihlerini göz önünde bulundurulduğunda, “Amentü” şiirinden sonra 1975 yılının
Ocak ve Şubat aylarında yine “Diriliş” dergisinde yayımlanan “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi” ve
İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı şiirler, şairin henüz tam olarak
sorgulama sürecini geride bırakmadığının bir ifadesi olarak anlaşılabilir. Özellikle “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora
Çalan Mavisi”nin anlam dünyası düşünüldüğünde bu şiirin, “Amentü” şiirini hazırlayan bir yapı içerisinde
olduğu belirmekte; yayımlanış tarihi daha sonra olsa da kaleme alınışı “Amentü” şiiri öncesi olabileceğini akla
getirmektedir.

Özel’in varoluşsal sıkıntısının tam olarak sona erdiğinin göstergesi olarak kabul edilebilecek metinler ise, 6 yıl
gibi uzun bir süre sonra yazılmaya başlanacak olan şiirler ile ortaya çıkacaktır.

2.1.4.     ‘Yeni Hayat’ın içinden verilen poz: “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar” / 1981 - 1993”

“Kış geçti, öksürük haplarıyla
geçti cumartesi
hiçbir
şey söylemeyen sözlere varmak için
her
şeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir... yarpuz... karamda...
lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.”

Ils Sont Eux

"("inayetler Kitabı” çıktıktan sonra 1981 yılına kadar herhangi bir şiir yayımlamayan İsmet Özel, 1980 yılında,
1964 ile 1974 yılları arasında kaleme aldığı şiirlerini "Şiirler 1962-1974” adını verdiği kitapta bir araya getirir.
Yine aynı yılın Ocak ayında, şiire dair görüşlerini "Şiir Okuma Kılavuzu”nda ortaya koyan Özel, sessizliğini
“Sanat     Olayı”  dergisinde     yayımladığı    3   şiirle    bozar.    "Şiirine    bir   zamanlar              kaynaklık                 eden               ergenlik

boğuntularının ona şiirini bu yönde sürdürmeye olanak verebilmeleri ölçüsünde genç bir şair değil artık”
şeklinde yapılan yargılarla, yeni girdiği “hayat” içerisinde nasıl bir şiir ortaya koyacağı merakla beklenen şair,
varoluşla ilgili problemlerine çözüm bulmuş bir insan olarak şiirler yazmaya devam eder.

“Mutlak emniyet”i elde etmiş olmanın şairin beni’ne kazandırdığı güven, bu dönemde kaleme almış olduğu
şiirlerinde bütünüyle kendini hissettirmektedir. Özel, bu bakış açısıyla, insanların kendilerine sunulanı kolayca
kabul ediyor olmalarını, benliklerine yabancılaşarak “yaşayıp gitme”lerini ve modern dünyanın “şahsiyet”ler
üzerinde kurduğu baskı alanlarını ironiyle karışık bir söyleyişle şiirselleştirmeye başlar. Fakat burada önemle
ayırtına varılması gereken husus, İsmet Özel’in ilk şiirlerinden bu yana devam eden “sahicilik arayışı”nın
herhangi bir yönelime uğramadan devam ediyor olmasıdır. Şair, sosyalist çevreden kopup müslüman dünya
görüşüne bağlandıktan sonra da, varlıkla ilgili en önemli problemini halleden bir ben’in sahibi olarak, söz konusu
olan “sahicilik” için “antikonformist” tavrını devam ettirir.

Özel’in ilk üç şiir kitabında da gerek bireysel gerekse toplumsal kaynaklı olarak devam eden bu tavır, şairin tüm
şiir evreninde, şiir yazma dürtüsü olarak belirmektedir. Nitekim bu durum, bugün de içinde bulunduğumuz zaman
diliminde şiir yazmaya devam eden şaire kaynaklık etmektedir.

İsmet Özel, 1982 yılında kaleme aldığı tek şiirini “Hürriyet Gösteri” dergisinde yayımlamadan önce, "Şiir Okuma
Kılavuzu”, "Geceleyin Bir Ko
şu” ve "Cinayetler Kitabı” adlı metinlerinin tamamını, 1982 yılının Haziran ayında
"Şiir Kitabı” adıyla “Adam Yayınları”ndan bastırır. Daha sonra şair, hiçbir yerde yayımlamadığı 2 şiirini de ilave
ederek 1984 yılında “Cellâdıma Gülümserken” adıyla 4. şiir kitabını çıkarır.

Özel’in bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde kendini iyice hissettirmeye başlayan ve yoğun bir şiir işçiliği
gerektiren zekâ ve kurguya dayalı şiirlerinin sayısı giderek artar. Modern dünyada yaşayan insanın ontik
çıkmazını konu ederek, şiir evreninin sınırlarını genişleten Özel, imge yoğunluğu ile kaleme aldığı şiirlerinin yanı
başına, özellikle “Evet, İsyan” kitabıyla başlayıp ve "Cinayetler Kitabıyla” devam eden süreçte, yaşayan insanı
merkez alarak hayatı daha fazla “dokunulur kılmak” için ortaya çıkardığı şiirlerini kor.

İsmet Özel’in modern Türk şiirine olan katkısı da bu noktada belirmektedir. II. Yeni şiirinin 1950’li yılların
ortalarından 1960 yılının başına kadar hayat karşısındaki etkin tavrına şair, insanı bulunduğu yerden başka bir
yere -şiirin yapısını zedelemeden- çağırarak, önemli kazanımlar eklemiştir. Özel, imajinatif söyleyişin yoğunlukla
öne çıktığı şiirlerinde bile toplumun uzağına düşen bir şiirden kaçınmış; insanın ontolojik boyutunu, kullanmış
olduğu kelimelerin ritmini azaltmadan şiirin bütünü içerisinde işlemeyi başarabilmiştir.

Tamamı 1993 yılının başında yayımlanacak olan “Of Not Being A Jew” adlı şiirinin bir bölümünü “Of Not Being
A Jew’dan” adıyla 1986 yılının sonunda “Adam Sanat” dergisinde yayımlayan İsmet Özel, 1987 yılında da tüm
şiirlerini “Erbain” adlı kitapta bir araya getirir. Daha sonra uzun bir suskunluk dönemine giren şair, 1992 yılının
başına kadar şiir yayımlamaz. Bu yıl içerisinde “Dergâh”ta “Mevsimlerin İnsana Yaptığı Fenalıklar” adlı şiirini
yayımlayan Özel, 1993 yılı içerisinde de, şiirinin tükendiğine dair yorumlar yapılırken, yine aynı dergide 4 şiir
kaleme alır.

Bu şiirlerden özellikle “Of Not Being A Jew”, Özel’in o zamana kadar yazdığı şiirler içerisinde en uzun şiir olma
özelliği taşırken, girmiş olduğu “yeni hayat” içerisinde de devam eden kendine sunulan karşısındaki
huzursuzluğunu/“farkındalığını” baştan sona kaybolmayan şiirsellik ve düşmeyen ritimle dikkate sunması
bakımından önem arz etmektedir. Bu şiirde, özellikle “ev”, “şarkı” ve “kalp” metaforlarıyla kurulan koşutluk, söz
konusu olan farkındalığın “dönmek” fiiliyle meydana getirdiği açılımı imlemesi bakımından ayrıca önem taşır.
Yine şair bu dönemde, yazmış olduğu bu uzun soluklu şiirinin yanında “İki Kanat” ve “Demangeaisum adlı kısa
2 şiirle de "Geceleyin Bir Koşu” da beliren ürünlerin sınırına yaklaşş olmaktadır.

2.1.5.      “Yarım kalmış bir metin: “Bir Yusuf Masalı” / 1993 - 1999”

“Sızıyı gideren su.

Suyun sızladığını kimseler bilmez”

Yedinci Bab

İsmet Özel, 1993 ve 1994 yılları içerisinde yayımladığı “Münacat”, “Naat”, ve “Sebeb-i Telif” isimli şiirleriyle
1998 yılında yayımladığı “Dibace” adlı şiirini 1999 yılının Aralık ayında 5. şiir kitabı olan “Bir Yusuf Masalı”nın
giriş kısmı olarak yayımlar. Bu kitabın “masal” kısmını oluşturan “7 Bab” ise daha önceden hiçbir yerde
yayımlanmadan bu kitaba dâhil edilir. Şair, bu kitabının giriş kısmıyla asıl metin arasında şiirin işlenmişliği
açısından fark olduğunu ifade etmekte ve masal kısmını elden geçirerek, “hiçbir mısraı çıkarmadan, değiştirmeden
yapacağı ilavelerle metne hem güç hem de genişlik kazandırmayı tasarlamaktadır.”

Milenyuma 2 gün kala Muammer Karaca Tiyatro Salonu’nda, şairin bizzat kendisinin kitabın tamamını okuyarak
okuyucuyla buluşturduğu “Bir Yusuf Masalı”, özellikle “Münacat”, “Naat”, “Sebeb-i Telif’ ve “Dibace”
bölümleriyle, şairin müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra şiir alanında ulaşş olduğu yerin bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Söz konusu olan bu göstergeler şairin hem poetik açılımı yaşayarak şiirselliğe
hâkimiyeti noktasında, hem de kelimelerin ses değerleriyle birlikte dilin kullanımına yönelik olarak belirmektedir.

Özel, “Cellâdıma Gülümserken” kitabıyla meydana getirdiği anlam dünyasına, geleneksel bir form içerisinde
modern bir söyleyiş kondurmuş olmakta ve öteden beri içerisinde olduğu “sahicilik” arayışının “Yeni Hayat”
içerisinde de devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Yapı itibarîyle Mesnevî türüne benzer tarzda bölümlenen bu kitap, alışılmış olmayan bir söyleyiş biçimiyle
dikkatleri toplamış; örneğin ilâhî güce yakarış ve peygambere sesleniş biçiminde, sadece şairin tüm şiir evreninde
çıkış noktası olan “ben’in hareket noktası alınmasıyla değil, içerik olarak da bir kırılma meydana getirilmiştir.
Fakat bu kırılma formdan ziyade, “Münacat” ve “Naat” türleriyle insanların zihinlerinde oluşmuş olan
gelenekselleşmiş söyleyiş biçimi ve içerik hususundaki alışkanlıklar ile ilgilidir.

Kitabın “anlatı” bölümü, bu gün halen Erzurum yöresinde anlatılan “Hüsnü Yusuf’ masalı ve “Yusuf İle
Züleyha” hikâyesiyle benzerlik göstererek ilerlemektedir. Fakat şairin annesinden dinlediği ve 1967 yılından beri
yazmayı planladığı bu masal, “Yusuf’ ile birlikte diğer kahramanlara yüklenmiş simgesel değerlerle farklı anlam
katmanlarına yönelir. Çalışmamızın Özel’in şiirinin tema bakımından ve içerik olarak incelendiği bölümünde de
görüleceği gibi bu anlam katmanları, şairin diğer şiirlerinin “derin yapısı’nda da ortaya çıkan okumalardan çok
ayrı bir yerde durmamaktadır.

İsmet Özel’in şiir evrenindeki izlekler birbirine ulanarak devam ettiğinden, 5. kitabının masal kısmından da
insanlara ulaşan bir tür “kendilik” çağrısı söz konusudur. “Bir Yusuf Masalı” nın bütünü düşünüldüğünde ve

“giriş” kısmındaki şairin şahsî tecrübesinden hareketle yükselen sesle birlikte okunduğunda daha da anlamlı hale
gelen    bu   çağrı,   insanın    modern    zamanlarda     “eşref-i    mahlûkat”      olarak    hiçe           sayılması     ve           mecbur

bırakılmışlıklarına yöneliktir.

Özel, 1999 yılının başında yayımladığı “Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara, Kısa Çakı, Paslı
Pantolon, Gözde Yarısı Kalmış Kabuk”, adlı şiirinden sonra 2001 yılında “Gerçek Hayat” dergisinde bir şiir
yayımlar. Bu şiirlerle birlikte daha önce kitaplarında yer vermediği 4 şiiri ve yeni yazdığı 1 şiirini şair, eski
şiirlerinden yapmış olduğu seçkiyle birlikte 2003 yılında “ÇatlıycakKadar Aşkî” adıyla kitaplaştırır.

Bu kitapta ilk defa okuyucuyla buluşturulan “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı” adlı metin, İsmet
Özel’in Ağustos 2003 tarihinde “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum” diyerek
çıkmış olduğu “yolculuk”tan izler taşımaktadır. Şairin bu tarihten itibaren kaleme almış olduğu şiirleri bu bakış
açısıyla değerlendirildiğinde, 60 yaşını geçen İsmet Özel’i yeni şiirler yazmaya sevk eden “dürtü”nün mahiyeti
biraz olsun anlaşılabilecektir.

2.1.6.      Kırılan kalp, ‘azalan yaratıcı güç’: “Of Not Being A Jew” / 2003 - 2006

“Arkadaşlarıma söyledim
Soluyor solduruyoruz
Hiçbir
şehrin Montevideo’nun bile
Sundurmasında soluk bırakmadılar dedim
Sözümü tersten aldı arkada
ş olacak dümbelekler
Bana terslendi hepsi”

Savaş Bitti

İsmet Özel, 2005 yılının son gecesinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nunda “son şiir kitabım” dediği “Of Not
Being A Jew”
isimli 6. kitabını kendi sesinden okuyarak okuyucuyla buluşturur. Yalnızca “Çatlıycak Kadar
A
şkî” adlı şiir seçkisinde yer verdiği, daha evvel kitaplarına girmemiş şiirleriyle, 2003 tarihinden sonra
“ismetozel.org”da ve “merdivenşiir”de yayımladıklarını bir araya getiren Özel, “John Maynerd Keynes’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi” isimli şiirinin “11, 12, 13, 14, 15, 18, 19 ve 20.” bölümlerini de ilk olarak son
kitabında yayımlar. Özel’in bu kitabının bir özelliği de, henüz yazılmamış olan şiirlerin boş birer sayfa olarak,
sadece isimlerini ihtiva ediyor olmasıdır. "Bennım hemen bütün şiirlerim adı önceden konmuş şiirlerdir” diyen
şair, bundan sonra yazacağı tüm şiirleri “son” kitabına dâhil ederek yayımlayacağını belirtir.

“Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok” diyen İsmet Özel’in 2003 yılından sonra yazdıkları, hayatında
yaşadıklarının ya da yaşamaya mecbur bırakıldıklarının, kendi bireysel dünyasında karşılık geldiği yerden
doğmakta,     kimi  yerde    “anlaşılamamış      olma”nın    verdiği    bir    tür   huzursuzluk,     kimi                     yerde insanların

sıradanlaşşlıklarını açık etme, kimi yerde de ironiyle karışık bir tür kırgınlık olarak belirmektedir. Öteden beri
şiirlerinde önemli bir özellik olarak varlığını koruyan “otobiyografik şiir’e şair, bu dönemde yazdıklarıyla
yenilerini eklemiş; 2005 yılında yayımlanan “Savaş Bitti” isimli şiiriyle de bunun en uzun örneğini vermiştir.

Özel’in bu dönemde yazdığı şiirlerden “MICHAUXNUNKIMI imiknunxuahcim”i, “Kızkulesi Beyaz İken” adlı
metinleri ve 2006 yılında yayımlanan henüz kitaplaşmamış olan “Orta Yaşlı Bürümcüğün Ninnisi” ve “Hişt,
Baksana” adlı şiirleri ayrı tutulursa, diğer şiirlerin Özel’in şiir evreninde başka örneklerine rastlanamayacak
uzunlukta olduğu görülmektedir. Özellikle Savaş Bitti” şiiri “663”, “John Maynerd Keyners’ten Nefretimin
Yirmi Sebebi” adlı şiir de “953” dize sayısıyla Türk Edebiyatı’nda benzerine az rastlanır bir uzunluğa sahiptir.

İlk şiirlerinden başlayarak kısa şiirlerin yanı sıra kaleme aldığı, “Çağdaş Bir Ürperti”, “Kan Kalesi”, “Amentü”,
“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar”, “Ils Sont Eux”, “Üç Frenk Havası”,
“Of Not Being A Jew” ve “Bir Yusuf Masalı” gibi uzun şiirlerin şairi olarak İsmet Özel, “Savaş Bitti”de şiirin
ritminin zaman zaman düşmesine engel olamaz. Fakat yine uzun bir şiir olan “John Maynerd Keyners’ten
Nefretimin Yirmi Sebebi”, bölümlerle ayrılmış olmasına rağmen ritim, söyleyiş ve bütünlük açısından daha
başarılıdır.

Özel, uzun şiirlerin, bir şairin “yaratıcı gücü” ile çok yakın ilgisi olduğunu belirtmekte ve esas olanın, şiirin kısa
olması gerektiğine işaret ederek “yaratıcı gücünüz zayıfladıkça şiirler uzar” demektedir. Yaratıcı gücünün
zayıflamasını ise şair, ilerleyen yaşına bağlamaktadır. Turgut Uyar, 1983 yılında katılmış olduğu “Yaş ve Şiir”
konulu açıkoturumda, şairlerin yaşlarının ilerlemesiyle konuya yaslanacaklarını ve biçim oyunlarına gireceklerini
belirterek “Birçok yaşlanmış şair, son dönemlerinde vezinli-kafyeli tekrarlı mısralara kapılırlar. Hep
gördü
ğümüz bir şey bu” demektedir.

Uyar’ın şairler için ileri sürdüğü bu öngörüsünün tamamı İsmet Özel için geçerli olmasa da; şairin son dönemde
kaleme aldığı şiirlerindeki dikkat çeken bir başka durumu da akla getirmektedir. İmge yoğunluğunun daha az
görüldüğü, kurguya dayanarak zekânın ve işçiliğin daha fazla yer ettiği 2003 yılından sonraki şiirler, her ne kadar
şairin kendisini tekrar etmekten uzak durmak için ortaya konan gayretler olarak anlaşılabilirse de “yaratıcı
gücünün azalması” olarak da değerlendirilebilir.

3.      BÖLÜM

ŞİİRLERİN TEMA, İÇERİK VE YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ

3.1.      Şiirlerin Tema ve İçerik Bakımından İncelenmesi

İsmet Özel şiirinin tema ve içerik bakımından incelenmesi, şairin ilk şiirinden son şiirlerine varıncaya kadar içerik
olarak öncelediği vurguların belirlenmesine ve baskın olarak ortaya çıkan temaların işaret edilmesine imkân
verecektir. Fakat burada akılda tutulması gereken önemli bir nokta, bu türden bir incelemenin ve şiiri böylesi bir
tasnife tabi tutmanın pedagojik açıdan İsmet Özel şiirinin anlaşılmasına katkıda bulunacak olmasıdır. Diğer
taraftan şiir, şairiyle ve kendini var kılan diğer parçalarla birlikte bir bütün olarak ortaya çıkmakta ve onunla
etkileşime/iletişime geçen her okuyucuda farklı anlam katmanları meydana getirmektedir. Dolayısıyla herhangi bir
şiirde ortaya konan vurguların anlamlandırılması doğrudan doğruya o şiire “yaklaşan” okuyucunun hazır
bulunmuşluğuyla, estetik beklentileriyle ve şiire olan yaklaşım tarzıyla ilgilidir.

Şiire hangi açıdan “yaklaşğı” ve bunu yaparken de şiirle olan etkileşimde/iletişimde nasıl bir “açılım” gösterdiği
tam da kestirilemeyecek olan okurun durumu, Umberto Eco’nun yapmış olduğu tasnif içerisinde ele alınabilir.
Eco, “bir metni kat etmenin iki yolu vardır” demekte ve özellikle şiire “kinci düzey örnek okur” seviyesinden
yaklaşmak gerektiğine işaret etmektedir. Metnin içerisine kendini dâhil ederek anlamın tamamlanmasında etkin rol
oynayan ikinci düzey örnek okur, böylelikle şiiri her okuduğunda farklı anlam katmanları içerisinde tekrar inşa
edebilme imkânını elde etmiş olmaktadır. Akşit Göktürk’ün de vurguladığı gibi, bir metnin anlamını “metiniçi
göstergeler ile okurun düş gücü arasındaki alışveriş belirler ve metnin işlevi okurda bütünlenir.”

Söz konusu olan bu yaklaşım tarzı çocukluğundan, şiir yazmaya başladığı ergenlik dönemine, oradan da farklı
‘durak’larda eğleşerek dünyayı “ben”iyle yoklamaya gayret gösteren bir şairin şiirine “yaklaşırken” akılda
tutulması gereken önemli bir araç olarak belirmektedir. Buradan hareket edildiğinde Özel’in şiiri bir bütün olarak
karşımıza çıkmakta ve bu “bütün”ün içerisinde farklı içeriklerle belirginleşen temalar, şair ben’inin izlenimleri ve
algılama biçimleri olarak belirmektedir. Dolayısıyla Özel, toplumsal olanı şiirleştirirken de yine bireysel olandan
hareket etmekte ve “dış dünya”ya “iç’ten/iç’erden” bakmaktadır. İsmet Özel şirinin en önemli özelliğinden biri
olan bu durum, şiirler kronolojik olarak ele alındığında daha net anlaşılacak ve ortaya konabilecektir.

Bu bakış açısıyla Özel’in şiirlerinde belirginleşen temalar, şu başlıklar altında incelenmeye çalışılacak; bu temalar
söz konusu edilirken farklı içeriklerle dikkatlere sunulacaktır: “Ben’in ilk sığınağı: Çocukluk”, “Dünyaya
konumlanmaya çalı
şan Ben’in huzursuzluğu/‘kargaşa’sı: Cinsellik”, “Alt edilen mukadderat: Ölüm”,
Şahsî olandan toplumsal olana yöneliş: Devrimci duyarlılık”, “Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik
olma”: Yalnızlık”, “Arayı
şın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden Doğuş’”, “Devam eden devrimci
duyarlılık: ‘Herkes’lerin ele
ştirisi”

3.1.1.      Ben’in ilk sığınağı: Çocukluk

“Ey çocukluk! Ey Romasızlık!”

John MaynardKeynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi

“Çocukluk”, Özel’in ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar içerik olarak sürekli yer bulan bir tema olarak karşımıza
çıkmaktadır. İsmet Özel’in şiiri üzerine değerlendirmede/eleştiride bulunanlar “çocukluk” söz konusu olduğunda
şairin ilk kitabını merkez almakta ve buradan hareketle yargıda bulunmaktadırlar. "Geceleyin Bir Koşu”daki
şiirleri kaleme aldığında 18-20 yaşlarında olan şair, 60 yaşını geçtiği dönemde yazdığı kimi şiirlerinde de
çocukluğa içerik olarak yer vermektedir.

Hayata ben’iyle konumlanmaya çalışan ve kendi olanı, yaşamı içerisinde sürekli önceleyen bir şairin çocukluğa
bu denli önem vermesi çok doğaldır. Çünkü çocukluk, her haliyle en temiz ve doğal olanı karşılarken aynı
zamanda da “ilk karşılaşma”nın gerçekleştiği bir alandır. Çocukluk döneminde meydana gelen bu ilk
karşılaşmanın, hayatın diğer dönemlerinde olabilecek karşılaşmalardan ayrı bir yönü vardır. Çocuklukta meydana
gelen nesnelerle, olaylarla ve kişilerle olan bu karşılaşma her şeyden öte “sahici”dir ve taklit edilemez. Bu durum,
o karşılaşmayı yaşayana özeldir ve onun anlam dünyasında uçsuz bucaksız bir derinlik kazanabilir.

Hayatını sürekli olarak “sahicilik” arayışıyla açımlayan bir şairin şiiri de bu merkezde ortaya çıkacak bunun için
de “çocukluk” ve beraberindeki anlam dünyası bu şairin en önemli sığınağı olacaktır. İsmet Özel’de şiirleşen
“çocukluk” bu tarzda ele alınmakta, hayatının her döneminde bir öykünme alanı olarak değil de gerektiğinde
anılarına, masal kahramanlarına ve yaşanmış hatıraların esasına yönelik olarak müracaat edilebilecek ve referans
alınabilecek bir alan olarak ortaya çıkmaktadır.

İsmet Özel’in tüm şiir evreni söz konusu edildiğinde çocukluğa iki farklı şekilde yönelmemiz mümkündür. İlk
olarak, "Geceleyin Bir Koşu”daki şiirlerin bir kısmının da çıkış noktasını oluşturan, “Bir ergenin anılarla
yüceltti
ği çocukluk” söz konusu edilebilir. Daha sonra ise, şairin bu gün de kaleme aldığı kimi şiirlerde bir izlek
olarak devam eden “çocukluk”, “Devrin yozlaşmasıyla karşı karşıya kalan ‘ben’in sığınağı olarak”
dikkatlere sunulabilir.

3.1.1.1.      Bir ergenin anılarla yücelttiği çocukluk

Şairin hayatını ele aldığımız bölümde de dikkatlere sunmaya çalışğımız gibi, Özel’in çocukluğu babasının
memuriyeti dolayısıyla farklı kültür değerlerini bir arada yaşatan Anadolu’nun değişik yerleşim bölgelerinde
geçer. “Taşra” diyebileceğimiz bu yerler Özel’in çocukluğunda, hem kültürel hem de bölgesel özellikleriyle yer
etmiş; şair bu yerlerde olması muhtemel mahrumiyetleri kendi iç dünyasına yönelik bir hayal ve oyun âlemi
meydana getirerek giderebilmiştir. Bunda şüphesiz ağabey ve ablalarının eğitim düzeyi dolayısıyla kitaplarla
kurmuş olduğu ilişkinin de çok önemli bir payı vardır.

İsmet Özel’in “çocukluk” temalı şiirleri içerik olarak, çocukluğun geçmiş olduğu taşra havasının beni’nde
bıraktığı izleri taşımaktadır. 1963 yılında kaleme aldığı “Yorgun” adlı ilk şiiri, insanlar tarafından sürekli ötelenen
ölüm duygusunun taşrada büyüyen çocukların oyun dünyalarıyla özdeşleştirilerek ele alınması bakımından dikkat
çekicidir:

Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz

çünkü hiç kimse çıkmaz istemez bu mevsimden dışarı

çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları

gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar
(“Yorgun”, Geceleyin Bir Koşu, s.7)

Hayata kendi ben’iyle konumlanmaya gayret gösteren şairin bu çabası, ilk şirinin ilk mısrasında belirmekte; Özel,
çocukluk yaşantısından hareketle şiirselleştirdiği kareleri ölüm ve beraberinde gelen farklı anlam değerleriyle
konu etmektedir. Yukarıda ifadeye çalışğımız ve “ilk karşılaşma” olarak sözünü ettiğimiz durum burada kendini
göstermektedir. Şair, ölüm duygusunu bu şiiri kaleme aldığı hali hazırdaki durumunun yanı sıra, bir Anadolu
mezarlığında elinde bağlaması sigara içen 12-13 yaşlarındaki bir çocuğun ruh dünyasına yaklaşmaya gayret
ederek şiirselleştirmeye çalışır. Dolayısıyla şiirde birbiri ardına sıralanan kelimeler, aynı zamanda kendi
çocukluğuna ait hatıraları imleyen birer imge olarak şairin zihninde parlar.

Örneğin 'ekıner çocukların en rahat uykuları’ mısrası, taşrada yetişen çocukların sıkça yaşadıkları, göğe karşı
ekinlerin içerisine boylu boyunca uzanarak uyuma, rahatlığını akla getirirken aynı zamanda öldükten sonra
kendisine hiçbir şeyin zararı dokunamayacak olan cesedi imlemektedir. Yine çocuklardaki bitmek tükenmek
bilmeyen enerji, ‘tüccar’ kelimesi ile karşılanmakta ve bu kelimenin çağşım yaptığı anlam katmanları kullanılarak
yorgunluğun karşılığında kazanılanın uçarı bir haylazlık olduğu akla getirilmektedir. Nitekim gündüzünde
yorulup tükenen ayaklar gece olup eşiğe oturularak aya karşı dinlendirildiğinde daha fazla dayanamayacak ve
çocuklar tıpkı ölümde olduğu gibi uykuya dalacaktır.

Şiirin isminin “Yorgun” olduğu ve şairin bu ilk şiirlerini "güzelim yaratık, şarkılarım benim /haylaz oğlanların,
utangaç kızların co
şkusu...” şeklinde adlandırdığı düşünüldüğünde söz konusu olan bu ilk şiirle aralanan anlam
dünyası daha net anlaşılacaktır.

Yine Özel’in “Seni Olan Yenilgi” ve “Tüfenk” isimli şiirleri, çocuklukta anlatılan masalların birer izdüşümü
olarak açımlanan ve şiiriyet kazanarak devam eden metinler olarak kabul edilebilir. Şair, bu şiirlerinde
oluşturmaya çalışğı anlam dünyasıyla hem çocukluğun masalsı dünyasını yüceltmekte hem de reel zamanda
konumlandırmakta zorluk çektiği ben’ine bir dayanak ve kuvvet kazandırmış olmaktadır. “Seni Olan Yenilgi”de
‘karanlık’, ‘yarasa’, ‘kan’, ‘gece’, ‘mor’ ve ‘bunaltı’ kelimeleriyle oluşturulan anlam dünyası; masallardan
ödünçlenen ‘yürekli savaşçılar’, ‘aşk çocukları’ ve ‘yaşlı büyücüler’le dağıtılmak istenmektedir:

Senin karanlığına kanat vuran yarasalar
başka bir göğe germişler kendilerini
yürekli savaşçılar olmuşlar
gemilerini yakmışlar ve silahlarını bilerken
kanlarına yansımış gece

senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk çocukları
yanan gemilerin suya yankısı oluyorlarmış
yaşlı büyücüler söylediler

çingene çocukların gülleri mor olmadı
aşka bunaltıları onlar getirmediler

(“Seni Olan Yenilgi”, Geceleyin Bir Koşu, s.9)

Aynı durumu “Tüfenk” şiirinde de devam ettiren şair, ebeveyni tarafından “eee, eee” ninnisiyle uyutulan bir
çocuğun uykuya daldıktan sonra göreceği olağan üstü rüyalarla kendine ait bir dünya oluşturmasını şiirselleştirir:
Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu
sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra
boyuna ateşler söndü dağlarda

bir yıldız boyuna söndü durdu

çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu
o zaman ben atlıydım işte
saçlarımda geceler morarırdı
yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü
boyuna tüfenkler doldurmuştum sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum ulu bir askerdim sanki

(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)

Fakat sadece rüyalarda ulaşılabilen çocukların bu masalsı dünyasından, içinde bulunduğu dünyaya yönelen şair,
ben’iyle ilgili olanı dikkate sunmadan edemez. Bu durum, aynı zamanda çocukla ergen’in yaşadıkları dünyanın,
uykularına varıncaya kadar, farkını gözlemlemek açısından da önemlidir. Özel, kaleme almış olduğu ilk dönem
şiirlerinde bu ayrımı “Tüfenk” şiirinde bütün açıklığıyla ifade eder:

ve artık çirkinim

uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi
şler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.

(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)

İsmet Özel, çocukluğa ait özellikleri konu ederek kaleme aldığı bu şiirlerin yanı sıra, “Geceleyin Bir Koşu”yu
oluşturan kimi şiirlerde de, çocukluğunu geçirmiş olduğu taşradaki bölgelerin yerel özelliklerini şiire dâhil eder.
Bu özellikler, çocukların oynadıkları oyunlarda kullandıkları kalıp ifadelerden yer adlarına, yaşadıkları mahallenin
delisinden okumuş olduğu çizgi romanların kahramanlarına kadar birer malzeme olarak şiirde işlenir. “Geceleyin
Bir Koşu”, “Acının Omuzlanışı” ve “Geceleyin Bir Korku” şiirleri söz konusu olan bu malzemelerin imgelerle
açımlanmasıyla meydana getirilmiş metinler olarak kabul edilebilir.

Çocukluğun geçtiği yer adlarıyla başlayan “Geceleyin Bir Koşu” şiirinin özellikle son bölümü, çocukluğunda yer
etmiş olan Mori’nin anlatı konusu yapılması ve beklenmedik bitişi ile dikkat çekmektedir:

Külden bir ağzım vardı mermilerden önce
çanların saçlarıma değdiği yerde ulurdu
Mori, bakırcı çarşısı, incitepe
ağzımın üniformasına sokulurdu.

(...)

Mori vardı
usunu bir seccade gibi kullanan yaşamakta
Mori’nin köpekleri vardı her şeyden önce
her akşam adını yıkardı mahalle çeşmesinde
ayaklarını yıkardı, tertemiz tanrılar çıkarırdı ortaya.
Nasıl ki doğuran ve öldüren
köpekler gezinir herkesin şapkasında
ki herkesin şapkası mermilerden öncedir,
— Elma dersem çıkma.

(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)

Yine aynı söyleyiş Edip Cansever’e ithaf edilen “Acının Omuzlanışı” şiirinde ve “Geceleyin Bir Korku”da da
görülmektedir. “Markuuuut! Torbanı sarkıt” şeklinde çocuk oyunlarında yer alan kalıp ifadeler ve 1952 yılında
haftalık olarak yayımlanmaya başlayan bir çizgi romanın silah kullanmayan kementli kahramanı “Pekos Bil”,
Özel’in bu şiirlerinde aynen kullanılarak çocukluğun anlam dünyasına göndermelerde bulunulur:

Çocukların düşlerinde bir Markut
bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan
hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün
Markuuuut! Torbanı sarkıt.

Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık
öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)
tanrım, Pekos Bil'im uçur beni.

(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)

İsmet Özel, 1993 yılında yayımladığı “İki Kanat” adlı şiirinde çocukluğunun geçtiği Kastamonu’daki evlerinin
ahşap kapısını konu eder:

Bizim ahşap evimizin kapısı Kastamonu’da
iki kanatlıydı. Biri
hep kapalı dururdu kanatların
ardında demir dayak.

Gece olur
karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat.
boyasızdı tahta kapı
bu yanıyla güvenirdim ona.

(“İki Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)

Nesnelerin çocukların oyun dünyasında kazandığı farklı anlamları örneklemesi bakımından dikkat çekici olan bu
dizeler, aynı zamanda şairin çocukken eviyle kurduğu bağı da ortaya koymaktadır. ‘Evimiz’ ifadesiyle bu mekânı
ve içindekileri sahiplenerek buraya ilişkin anılarını canlı tutan Özel, Gaston Bachelard’ın mekânın poetikasını
çözümlediği kitabında “değer verilen ev”e ilişkin söz konusu ettiği hususları akla getirmektedir. "Evimiz bizim
dünya kö
şemizdir, ilk evrenimizdir” diyen Bachelard, “geçmişte oturduğumuz evlerin içimizde ölümsüzleşmiş
olduğunu bundan dolayı da eski evlerin anılarını düş gibi yeniden yaşadığımızı” ileri sürmekte ve “evin düşü
barındırdığını, düş kuranı koruduğunu” ifade etmektedir.

Şiire konu edilen kapının ‘boyasız’ olduğunu özellikle vurgulayan şair, ‘bu yanıyla güvenirdim ona’ söz grubuyla
da çocukların masumiyetine işaret etmektedir. Nitekim “boya” sahiciliğin üzerini örten ve öz’e ilişkin olanı
saklayandır. Çocukların dünyası ise tıpkı ‘boyasız’ olan gibi saf ve katışıksızdır/sahicidir. Şiirin devamında
‘boyasız kapı’ya tekrar dönecek olan Özel, çocukken başından geçen bir olayı da şöyle şiirleştirir:

Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla

Malenkof! Diye bağırmışım öfkeden patlayarak
zavallı arkadaşım
hiçbir şey anlaşılmayan bu telaffuz karşısında
şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.

Sonra kızlar geldi
bir kanadı açılmayan
boyasız kapının önündeki betonda
rond yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa raspa ras
Kore’ye mektup yas.

(“İki Kanat”, Of NotBeingA Jew, s.31)

İsmet Özel, çocukluğuna ait bir hatırayı şiiriyeti en yüksek dozda tutarak ironi ile birlikte dikkatlere sunmuş ve
zekâ gerektiren kelime oyunlarıyla orijinal bir söyleyişe ulaşştır. 1953 yılı, Türkiye’nin de aralarında
bulunduğu Birleşmiş Milletler Kuvvetleri ve Amerika ile Çin ve Rusya arasında, Kore’de 3 yıldır devam eden
savaşın sona erdiği tarihtir. Şiirin son dizesinde ‘Kore’ye mektup yas’ diyerek Türkiye’nin Rusya karşısında
girmiş olduğu bu savaşa işaret eden şair, “yaz” kelimesini ‘yas’ şeklinde kullanarak da, bu harekâtın eleştirisini
yapmakta ve mektupları cevapsız kalan şehit yakınlarını akla getirmektedir. Özel aynı zamanda, bir Rus oyunu
olan raspa’da tekrar edilen ‘Raspa raspa ras’ kelimeleriyle, Rus askerlerinin talimlerde söyledikleri Rusça “rast
dva”, yani “bir iki” sözlerine de atıfta bulunmaktadır.

Rusya’nın Stalin’den sonraki lideri olan “Malenkof’un adı, Anadolu’da bir hakaret sözcüğü olarak halen
kullanılmaktadır. Şair, arkadaşının korkup kaçmasına neden olan bu kelimeyi çocukken, muhtemelen çevresinden
duymuş ve küfür söylüyormuş gibi telaffuz etmiştir. Güvendiği boyasız kapının önünde oynanan oyunlar ise,
şairin ‘ahşap ev’ ve ‘boyasız kapı’ ile simgeleştirdiği masumiyetine dışarıdan yapılan bir müdahale olarak
belirmektedir. Nitekim boyasız kapının önündeki ‘beton’ kelimesi, “dondurulmuş” ve “kalıplaşş” yan anlam
değerleriyle, ‘raspa’ kelimesi “iri dişli törpü” anlamıyla da okunabilir.

3.1.1.2.     Devrin yozlaşmasıyla karşı karşıya kalan ‘ben’in sığınağı olarak çocukluk

İsmet Özel’in yoğun olarak ilk şiir kitabında karşılaşğımız fakat daha sonrasında da devam eden “çocukluk”
temalı şiirlerinde, devrin kimliksizleşerek yozlaşmasından şikâyetçi olan anti-konformist tavrının izlerini görmek
mümkündür. Bu izleklerin ilk şiirlerde yoğunlaşması özellikle, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kaotik ortamını
derinden yaşayan şairin, sahicilik arayışıyla açıklanabilir. Şiir yazmaya koyulduğu dönemden itibaren başlayan ve
Özel’in tüm şiir evrenine yayılan, akıp giden hayata eklemlenmek yerine kendi varlık alanının sınırları içerisinde
hareket ederek “yaratılmış bulunma bilmecesi”ni çözme gayreti, zaman zaman çocukluğun duru ve taklit
edilemeyen dünyasına sığınarak kuvvet kazanmış olmaktadır.

Özel, bir ergen olarak ilk dönem itibariyle karşı karşıya kaldığı mecbur bırakılmışlıkları ve devrin yozlaşmasını,
taşrada geçen çocukluğun anılarına, dinlemiş ve okumuş olduğu masallardan hareketle iç dünyasında meydana
getirdiği hayal âlemine sığınarak telafi eder. Dikkat çekmeye çalışğımız ergen şairin bu hususiyeti Eser Gürson
tarafından da şu şekilde belirtilmektedir: “Ergenlik belki yarı çocukluktur ama gelişim ileriye doğrudur. İsmet
Özel’de ise bu durum ileriye de
ğil, ters bir yönde, geriye (çocukluğa) doğru gelişmektedir. Zihni gelişmeme
anlamına kaymaması için geriye do
ğru gelişme değil de çocukluğa doğru çekilme diye tanımlamak daha doğru
olur bu durumu. Denilebilirse, çocuklu
ğunu yeni baştan yaşama (imgesel yaşamadır bu), şairin benliğine
yapı
şık bir zorunluluk olarak belirir. Yüzünü geçmiş yıllarından ayıramayan ve geri geri, ergenliğin cazibesine
do
ğru koşar adımla çekilen bir görünüş içindedir şair.”

Bu hususiyet Özel’in şiirlerinde bir tür kaçıştan daha çok, şiirin imkânları içerisinde bilerek ve isteyerek
oluşturulmaya çalışılan “tekinlik alanı” ile ilgilidir. Söz konusu olan bu “tekinlik alanı” İsmet Özel’in şiir
evreninde, kelimelerin ilk anlamlarından ziyade imajinatif değerleriyle yer eder. Dolayısıyla şairin ben’inden
yansıyan çocukluk anıları, masal ve çizgi filmlerden ödünçlenen kahramanların, büyücülerin, cinlerin, savaşçıların
maceraları ve yaşanılan mahallenin akılda yer etmiş olan delisi, hep şahsi/imajinatif bir söyleyişle şiirselleştirilir.
Özel’in bu dönemde kaleme aldığı şiirlerinde dikkati çeken bu gayret, aynı zamanda yaşanılan hayatın zorlukları
karşısında diri durmak ve güç kazanmak için konan, kabul edilmiş değerler olarak da karşımıza çıkar.

1964 yılının Şubat ayında yayımlanan “Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık” şiiri, dünyayı beni’nden hareketle
anlamlandırmaya çalışan Özel’in, içinde bulunduğu huzursuzluktan çocukluğun sahici olan dünyasına yönelerek
kurtulmaya çalışmasını örneklemesi bakımından dikkat çekicidir. Şiirin özellikle ilk bölümünde, ‘gemi’, ‘anne’,
‘çocuk’ ve ‘eski günler’ kelimeleriyle çocukların oyun dünyasına dair bir anlam birlikteliği oluşturulmakta;
‘günlerimiz’ ve ‘devinen bir sancı’ kelimeleriyle de bu anlam dünyasından yoksun olunuşa belirginlik

kazandırılmaktadır:

Günlerimize
o ilkel sesleri karışır ya
gemileri annelerinden çok seven çocukların
bir adam gelir ya
devinen bir sancıdır artık
gelir eski günlerden
ve uzar sanki uzar
ırzına geçilmiş bir kahramanlık.

(“Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık”, Erbain, s.40)

Şiirin devamında Özel, içinde bulunduğu durumun özelliklerini sıralar fakat bu ‘sinsi gülüşlerle’ çevrelenmiş
ortam içerisinde, ‘ayın yükselmesinden, kuşların uçuşundan ve hiç sökmeyeceğini bilse bile şafaktan’ bir
beklentisi vardır. “Kara bir zırh” ile karşılanan bu ortamda şair, ‘yüreğinden akan derin su’yun dinmesini
istememektedir:

Sinsi gülüşlerimizdir şimdi pis bir suda yıkanan
korkulardır katar katar inenler gökyüzünden.
Ay sürekli yükselirse içimizde
çirkin ama güçlü bir tanrıya taptığımızdandır
ondan ki sıkıcıyız bu eski ayaklarla
ondan ki ulu bir tiksintiye hazırlanmışız,
Kemerlerimizdeki en güzel geyik ölüm.

Ama kim? Ben miyim burda bir esrime mi
nedir bu kuşların uçuşunda gördüğüm?
Aptalca beklerim o hiç sökmeyecek şafağı.
Oysa yüreğimden akan o derin suda
kırmızılar öylesine yırtılır ki
siner kan,
huysuz kemanlar dolar şahdamarıma,
yansır kin savaşçıları, gürül gürül ordular
utancın köpürttüğü yanaklarımdan.
Köz komamış ateşinden bize o adam
şimdi gülüşlerimiz yırtıcı, gülüşlerimiz korkunç
ağır, kara bir zırh taşıdığımızdan.

(“Gececil Kuşların Ürkmediği Aydınlık”, Erbain, s.40)

Özel’in çocukluk anılarından büyük izler taşıyan “Geceleyin Bir Koşu” adlı şiiri, yukarıda örneklediğimiz ve bu
anıların birer yansıması olarak beliren dizelerin yanı sıra, şairin 20’li yaşları yaşayan bir ergen olarak içinde
bulunduğu durumdan çocukluğa ve bu dönemin anılarına sığınması olarak da kabul edilebilir. Şiirde özellikle
“mermi” ile sembolleştirilen hâlihazırdaki hayat ve içerisindekiler, çocukluğun masalsı dünyasının karşısına
konarak iyice belirginleştirilmeye, çocukluğun sahici olan dünyasına göndermede bulunulmaktadır:

Bir çocuğun ağrıyan gülüşü vardı mermilerden önce.

Onu gizlice öperdim.

Onu sürüngen yumurtaları ve mezarlarla
birbirine açılan karanlık mağaralarla öperdim.

Öyle sessiz, öyle gelişmeyen bir yangına

bir insan kıvranışını bırakırmış gibi
bir acı sağlanırmış gibi sol böğrüme
ellerime Mori’yi eklerdim.

Ağzım ağızla doluydu mermilerden önce.

(“Geceleyin Bir Koşu”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)

Yine “Geceleyin Bir Koşu” şiirine yakın bir anlatımla ortaya konan “Bakmaklar” şiirindeki çocukların dünyasına
ait özellikler, şairin beni’ne kuvvet kazandırarak zedelenmişlikleri karşısında diri durmasını sağlayacak unsurlar
olarak şiire dâhil edilmiştir:

(...)

Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten helvacılardan, bileycilerden
rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim
barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

İsmet Özel’in yaşanılan hayat içerisindeki yozlaşmadan ötürü çocukları en açık biçimiyle konu ettiği şiirlerden
birisi de “Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli” şiiridir. Şiirin hemen giriş bölümünde beni’nin dünya içerisindeki yeri
ile ilgili tanımlamalarda bulunan şair, özellikle ‘mor’ kelimesinin renk olarak çağştırdığı anlam dünyasındaki
imajinatif açılımdan faydalanmaktadır:

Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü iniltilerden
ve mor ağzını gecenin kumuna batıran ben
çağdaş serüvenler adına
bütün fotoğraflarını yakan
yakan ve bekleyen.

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

Son dizenin anlamı, Özel’in biyografisinde de karşılaşğımız dünyayı kendi varlık alanı içerisinde meydana
getireceği bir kazanım ve “bilgilenme” ile anlamlandırmak için, lise sonrası 1 yıllık “bekleme” sürecine koşutluk
kurarak genişlemektedir. Beni’ni dünyanın kendisine sundukları içerisine konumlandıramayan şair, söz konusu
olan huzursuzluğunu çocukların simgesel olarak karşılık geldiği değerleri şiirselleştirerek dikkatlere sunar:

Çarpar yüzü bir çocuğun mezarlara
yine de ağartamaz tanımını gecenin.
Ezgisiz ama esnaf bakışlarıyla soyunan bir kadın
ayartılmaya uygun o çok baygın yerlerim
ağartamaz
çünkü çocuklar yağız bir öpüşle korunur
ben yakarım çağımın ellerini. Ben bekliyenim.
Gecenin kıyısında benden konuşulur.

Kara bir irin akıyor

öpünce o yıkılmış gülüşünden çocukların.

Kara bir salgıdır çünkü büyük

serüvenler ve çocukların soluk alışları da.

Ürker herkes üşümüş bir anahtar olagelmekten
bir çocuğun şehri çarpar yüzümün varoşlarına.

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

1964 yılının başından itibaren kaleme alınan şiirlerde “şehrin” ve içerisinde barınan “herkes”lerin kısık bir tonda
da olsa eleştirisi yapılmaya başlanır. Bu dönemki şiirlerde dikkati çeken bir diğer özellik de şairin kendine/beni’ne
olan güveninin açıklıkla ortaya konarak, ne türden yozlaşmaların karşısında olduğunun ifade edilmesidir. Özel’in
tüm şiir evreninde önemli bir izlek olarak devam eden bu durum, ilgili tema başlıkları incelendiğinde tekrar
dikkatlere sunulacaktır. Burada üzerinde duracağımız nokta, söz konusu olan yozlaşmalar işlenirken kimi şiirlerde
çocuklara ve çocukluğun anlam dünyasına göndermeler yapılıyor olmasıdır.

Bu durum kanaatimizce, çocukluk dönemlerindeki yaşantının yapmacık özelliklerden uzak olmasından ötürü,
eleştirisi yapılan durumlara iyice belirginlik kazandırılmak istenmesinden dolayıdır. Örneğin şairin, şiir evreni
içerisinde özellikle "Geceleyin Bir Koşu” kitabındaki şiirlerden içerik olarak ayrılan ve yeni bir söyleyişin ifadesi
olarak kabul edilebilecek “Partizan” isimli şiirin sert ve radikal söylemi içerisine, çocukluğun naif ve dokunaklı
tarafı 2 defa söz konusu edilmiştir. ‘Yavrum’ kelimesinin çağştırdığı anlam dünyasından faydalanan şair,
böylelikle şiirinin hem içerik hem de ritmik düzenine kuvvet kazandırmış olmaktadır:

Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.

Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7)

Özel’in “Partizan”a yakın bir sesle okunabilecek “Bir Devrimcinin Armonikası” adlı şiirinde de aynı durumu
görmek mümkündür. Her şeyden önce şiirin adı, armonika çalan bir devrimciyi işaret etmesi bakımından
okuyucusunu romantik bir dünyanın sınırlarına yaklaştırmaktadır. Şair bu duruma şiirin hemen ilk dizelerinde de
işaret ederek, hesaplaşacağı mecbur bırakılmışlıkların karşısına çocuklardan ve onların dünyasına ait olan
değerlerden aldığı güçle çıkacağının sinyalini verir:

Binlerce binlerce çocuk

koşarak dokumuş benim kumaşımı

hançeremde bu şehrin
o geçimsiz mushafı
vardım dayandım parmaklığına o büyük hesapların.

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Devrimcilere pek de has olmayan şairdeki bu romantik tavır, ilerleyen dizelerde çocukların dünyasından sahici
davranışların örneklenmesiyle devam ederek romantizmin önemli bir özelliği olan “estetik ya da şiirselliğin öne
çıkarılması”nı akla getirmektedir. Özellikle, çocukların okul sonrası oyun âlemine dalmak için gösterdikleri
sabırsızlığı imleyen şu dizeler dikkat çekmektedir:

İşte potin bağlıyor çocuk

bütün uykularından sürülmüş kurşunlar
tütün gibi bakıyor insanlara

(...)

Ey çatlayan tohumun hengâmesi!

İnsan, gülümsemeyi
ve ürün kaldırmasını bilir
çünkü derbeder bir okul çantasından
serin ve sevişli bir ırmağa girilir

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

İsmet Özel, devrin yozlaşmasından hareketle bir sığınak ve güç merkezi olarak gördüğü çocukluğu, devrimci
duyarlılıkla kendi olanı aradığı “Mazot” adlı şiirinde de konu edinir:

Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları

gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.

(“Mazot”, Erbain, s.143)

Karşısında olduğu değerlerle mücadele için ‘çocuk sesleri’nin kendisine yeteceğine vurgu yapan şairin bu sesleri
‘gönlüne kar yağdırması’ olarak ele alması, kar tanesindeki beyazlıktan ötürü çağşım yapan doğallığı akla
getirmektedir. Sahicilik arayışını hayatının, dolayısıyla da şiirinin merkezine koyan Özel, “Sevgilim Hayat” adlı
şiirinde de ‘çocuk sesleri’ ve “doğallık/sahicilik” arasında kurmuş olduğu bu koşutluğa, ‘berrak bir gök’ imajını
da ekler.

Bu sefer şair, ‘sevgili’ olarak nitelendirdiği ve her yanını dokunulur kılarak yaşamak istediği hayatı, “çocuklar’
adına savaşarak “yaşanılır/sahici” kılmak istemektedir. Çünkü çocuklar, en azından şairin çocukluğunu yaşadığı
ortamdan farklı olarak yozlaşş akşamların içinde büyümektedirler. Özel’in burada kendi çocukluğunu anarken
kullanmış olduğu ‘ıscacık’ ve ‘benek’ kelimeleri, bu döneme ait hatıraların sıcaklığına ve renkliliğine işaret etmesi
bakımından dikkat çekicidir:

Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken

izmarit toplayan çocukların üstüne

çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin

bacımı koyvermiyorken şizofreni,

yüzüme bak

ve rahmini bana doğru tekrarla
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun

yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;

yayılırlar toprağa

etlerimiz kokar

gökyüzünü kokutur

(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)

Özel, “Sevgilim Hayat” şiirindeki “Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken / izmarit toplayan çocukların
üstüne” dizesiyle açılan anlam birlikteliğine, “Evet, İsyan” şiirinde de işaret etmektedir. ‘Okşayış’ ve ‘çocuk’
kelimelerinin anlamlarını ‘hırpanî’ ve ‘akşam’/“karanlık” kelimeleriyle öne çıkaran şair, savaşmanın ve ‘isyan’
etmenin mazeretini de belirlemiş olmaktadır:

Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
Hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.22)

İsmet Özel, biyografisinde meydana gelecek olan “değişim”in işaretlerini verdiği kimi şiirlerinde de çocukluğu
mısralarının arasına işlemiş; özellikle geçmişin sorgulandığı metinlerde “çocukluk” yine en saf ve gösterişsiz
eylemlerin sahibi olarak şiirin anlam yapısına derinlik kazandırmıştır. “Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu
Uyandırmak” şiirindeki ‘çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan’ (Cinayetler Kitabı, s.15) dizesi
bunun en güzel açılımı olarak kabul edilebilir. Yine “Propaganda” şiirinde, ‘kumru’ ve ‘ırmak’ kelimeleriyle
anılan ‘çocuk’; ‘zabıtalar’ ile simgelenen modern zamanların karşısına konarak geçmiş günlere atıfta
bulunulmaktadır:

Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:

(...)

Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!

Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!

gelin ve boğdurun bu köleleri.

(“Propaganda”, Cinayetler Kitabı, s.20)

Hemen bu şiirden sonra kaleme alınan “Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü” adlı şiirde de Özel, kendini iyice
hissettiren sorgulama süreci sonrasındaki huzursuzluğu yaşamakta ve zihinsel dönüşümün sinyallerini
vermektedir. Fakat Özel şiirin son dörtlüğünde, ‘yara’ ve ‘çocuk’ kelimeleriyle, yaşanılanların kolayca
silinemeyeceğini de vurgulamaktadır. Nitekim çocukken alınan yaralar bir ömür boyu izini devam ettirmektedir:

Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.

(“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)

Yukarıdaki dizelerin anlamı, 20 yıl sonra kaleme alınacak olan “Of Not Being A Jew” şiirinde ‘çocuk’ ve
‘acılar’ın yan yana anılmasıyla iyice belirginlik kazanacaktır. Şair, çocuklarda açılan ‘yaralar’ın kapanmayacağını,
yaşanılan acıların çocuklarda bıraktığı etkiye dikkat çekerek tekrar söz konusu eder. ‘Yaralar’ sözcüğü ile neyin
karşılanmak istendiği ise, ‘dişli gıcırtıları’ ve ‘çocuk çığlıkları’ söz gruplarıyla aralanan anlam dünyasıyla 20 yıl
öncesinden kurulan koşutluk ile hissettirilmek istenmektedir:

(...)

Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek

acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı
(...)

hâlâ ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından

(...)

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16)

İsmet Özel, çocukluğun anlam dünyasına ilişkin en çarpıcı ve derin söyleyişi, 2005 yılının sonuna doğru
yayımlamaya başladığı “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” adlı şiirin ilk bölümünde dile
getirir. John Maynard Keynes ( HYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/wiki/5_Haziran" \o "5 Haziran" 5 Haziran
HYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/wiki/1883" \o "1883" 1883- HYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/w/
index.php?title=Cambridge&action=edit" \o "Cambridge" Cambridge, 21 Nisan 1946 HYPERLINK "http://
tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Sussex&action=edit" \o "Sussex" Sussex), I. Dünya Savaşı sonrasında baş
gösteren ekonomik krize karşı önermiş olduğu çözümlerle “Keynesci ekonomi akımı”nı oluşturarak “Milletler
Arası Para Fonu” (IMF), “Milletler Arası İmar ve Kalkınma Fonu” (Dünya Bankası) ve “Dünya Ticaret Örgütü”
gibi kuruluşların kurulmasına öncülük eden ekonomisttir.

İsmet Özel, şiirinin hemen başına almış olduğu İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolca epigramlarla
Keynes’in kişiliğine ve zihin dünyasına dair bilgiler vererek, niçin ondan nefret ettiğini hissettirmeye çalışır ve
okuyucuyu düşünmeye sevk ederek metnin içerisine çeker.

Şaire göre John Maynard Keynes, “II. Dünya Savaşı sonunda dünya düzeninin yeniden şekillenmesinde birinci
derecede rol oynamış bir insandır. Özel, bugün kültürel, iktisadi ve daha birçok başka alanda çekilen sıkıntının
sebebini, II. Dünya Savaşı’nın sonunda kapitalizmin çökmemesine ve bir daha çökme tehlikesiyle de karşı
karşıya kalmamak üzere kendini tazelemesine bağlamakta; bunun sorumlularından biri olarak da Keynes’i
görmektedir.” Nitekim şair, şiirin başındaki alıntıların birinde Robert Heilbroner’in şu sözlerine yer vermektedir:
“Çökmeye mahkûm kapitalizmin teknik ressamıydı Marx. Keynes ise yaşayabilecek Kapitalizmin mimarı olmak
üzere yol aldı.”

Özel, şiirin ilk bölümünde Keynes’ten nefretinin birinci sebebi olarak, kapitalizme kazandırmış olduğu kuvvetle
çocukluğu unutturmuş olmasını gösterir. John Maynard Keynes’in hayattaki tüm oluşumu maddî olanla/
kapitalizmle izah etmesi şaire göre, çocukluğun anlam dünyasının üstünü örtmüş ve bu hayal âleminin
sıradanlaşmasına sebebiyet vererek insanları “yarım” bırakmıştır. Özel, ‘Allah’ın belaları büyükler’in çocukların
dünyalarına ait bitmez tükenmez güzelliklerin farkına varmamalarını şöyle şiirselleştirir:

Dönüş o dönüştür

Çocuğuyuz yaralardan berelere dönüşün

Ötelerden çıkışın berileri yıkışın

Bağrımız pîşân sinelerimiz hıçkırıklı

Neler neler kurutup bıraktığımız beden kıvrımlarında

Sevinçten taştıkça yapmışız çocukluk heyecanıyla

Sevinmese miydik?

Taşmasa mıydık?

Kırıp döktük

Kıramazmışız kırdık

Dökemezmişiz döktük

Sevdik ekmek banmayı

Çünkü sahiden çocuktuk

Büyükler o Allah’ın belaları

Anlasalardı bir ülkedir

Hem de ne çok şeyler için

Tedarikler ülkesidir çocukluk

Bekleyebilseydi büyükler karşılarına

Bir alan rengârenk çıkınca sürülmemiş hiç boya

Ses çıkarmadan şaşmayı öğrenebilselerdi

Bakmasalardı kusura

Heyhat! Ancak orada çocuklukta

Kalmıştır son soy saydam sahi masura

Sarkaç kerpeten falçata oluk

Ey çocukluk! Ey Romasızlık!

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi 1”,

Of NotBeingA Jew, s.94)

3.1.2.       Dünyaya konumlanmaya çalışan Ben’in huzursuzluğu/'kargaşa’sı: Cinsellik

“her yerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle bo
ğulurdum her sabah.”
Bakmaklar

İsmet Özel, bireysel duyarlılıkla kaleme alınan "Geceleyin Bir Koşu” daki kimi şiirlerde, bir ergen olarak beni’nin
dünyaya nasıl konumlanacağının işaretini vermektedir. Fakat bu işaretler, henüz 18-22 yaş aralığını yaşayan ve
çocukluğun anlam dünyasını önceleyen bir ben’in, yaşanılan zaman içerisinde tam olarak açılım bulamayarak
kargaşa içerisinde olduğunu ve bir tür huzursuzluğu yaşadığını imlemektedir. Önceden algılanan nesnelerin
zihinde net olarak canlandırılmasıyla oluşturulan imajinatif söyleyişin doruğa ulaşğı ve imgelemin tüm
canlılığıyla ortaya konduğu bu şiirlerde Özel, pek çok şairin kullanmaya cesaret edemeyeceği ve vurgulamaktan
kaçınacağı hem cinsellikle ilgili kavramları hem de kendi bedenini hor gören bir söyleyişi, şiiriyeti zaafa
uğratmadan kullanabilmiştir.

1962 yılından itibaren yazılan bu şiirlerin ortaya çıkış süreçleri, şairin biyografisiyle paralel olarak incelendiğinde,
bu sürece etki eden “yaratma dürtüsü”nün mahiyeti anlaşılmış olacak ve İsmet Özel’in özelikle cinsellik ve
bedeniyle ilgili şiirlerdeki “yaratıcılığı” belirginleşecektir. “Varoluşa yeni şeylerin katıldığı bir zihinsel süreç olan
yaratıcılık”, aynı zamanda bireyselleşmenin de bir ifadesidir. Dünyayı kendi varlık alanı içerisinde meydana
getirdiği “gerçeklik” içerisinde anlamlandırmaya çalışan Özel, sonraki şiir evrelerinde yön değiştirerek devam
edecek olan “yıkıcılığı” ve kargaşayı olumlayan tavrını, ilk dönem şiirlerinde kendi bedeni ve cinsellik üzerinden
dikkatlere sunarak sıradanlığa ve tek tipleşmeye karşı durmuş olmaktadır.

Şairin şahsî bir söyleyiş geliştirerek ortaya koyduğu bu temadaki şiirleri, bilinç dışı uyarıların ve çatışmaların
yüceltilmesi ve bastırılmamış duyguların birer telafisi olarak anlamak, kanaatimizce basit ve kolay bir izah olarak
görünmektedir. Nitekim şairler “gerçeklik” ile olan ilişkilerinde kimi zaman “dolambaçlı yollar”a girmekte;
gerçekliğe uyum için ilk başta gerçek durumdan kesin olarak uzaklaştıran yollar izleyebilmektedirler.

Ben Psikolojisi’nin kurucularından olan Heinz Hartmann, “Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu”nu incelediği
kitabında, “ruhsal yaşamı problemsiz olan sağlıklı bir yetişkinin de kimi zaman, bazı gerçekliklerin
yadsınmasından ve yerine fantezi oluşumun konmasından tam olarak kurtulamayacağını” belirtir ve özellikle
“fantezi” kavramına dikkat çeker. Hartmann’a göre fantezi, "danua başlangıçtaki gerçek duruma sırt
çevrilmesini gerektirse de, aynı zamanda gerçeklik için bir hazırlık i
şlevi görüp, ona daha fazla hâkim
olunmasını da sa
ğlayabilir. Gereksinimlerimiz ve hedeflerimiz ile bunları gerçekleştirmenin olası yolları
arasında geçici ba
ğlantılar kurarak bir sentez işlevi görebilir.”

İnsanları dışsal gerçeklikten uzaklaştırırken ona içsel gerçekliğin kapılarını açan fanteziler, şairlerde bir tür “şiir
oluşturma yetisi” olarak, diğer insanlardan çok daha fazla ve uyarılmaya elverişli bulunabilmektedir. İsmet
Özel’in de burada dikkatlere sunacağımız metinleri, dünyaya konumlanmaya çalışan bir ben’in yaratıcı
muhayyilesini kullanarak içinde bulunduğu huzursuzluğun şiirselleştirilmesi olarak belirmektedir. Bu tema
içerisinde ele alacağımız şiirleri “Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik” ve “Bedenin horlanması şeklinde
ortaya çıkan yıkıcılık/‘karga
şa’ ve cinsellik” başlıklarıyla ele almak mümkündür.

3.1.2.1.       Huzursuzluğun sebebi olarak cinsellik

İsmet Özel’in ilk şiirlerinde “cinsellik”, belirgin biçimde işlenen bir tema olarak karşımıza çıkmakta ve dünyaya
konumlanmaya çalışan beni’nden hareketle ortaya çıkan huzursuzluğun sebeplerinden biri olarak gözükmektedir.
Cinsellikle arasındaki mesafeyi kavrarken de sahici olanın sınırlarına yaklaşma çabasında olduğuna dikkat çeken
Özel, cinsellik hususunda hissettikleri ile buldukları arasındaki uyuma özellikle önem vererek yaşadığını ifade
etmektedir. Dolayısıyla şairin peşinde olduğu bu “uyum”, yaşanılan ilişkilerde tam olarak karşılık bulamayınca
cinsel kaynaklı huzursuzluk/“uyumsuzluk” olarak ortaya çıkmakta ve şiire de bu haliyle yansımaktadır.

Şairin “Ölü Asker İçin İlk Türkü”, “Bakmaklar’ ve “Geceleyin Bir Korku” adlı şiirleri, birbirine yakın içerik ve
söyleyişle kaleme alınmış, yukarıda ifadeye çalışğımız uyumsuzluğun yansımasıyla beliren dizelerden
oluşmaktadır. Cinsel yönelimli bu uyumsuzluk söz konusu olan şiirlerde kimi zaman objesi olmadan ulaşılan
cinsel bir doyuma, kimi zaman da gerçek anlamından saptırılarak dikkat çekilen bir cinsel birleşmeyi işaret ederek
ortaya çıkmaktadır. Örneğin, “Ölü Asker İçin İlk Türkü” şiirindeki şu dizeler, şairin bir ergen olarak cinselliğe
bakışını ve bunu kullandığı imge yoğunluğu ile şiirselleştirmesi bakımından dikkat çekicidir:

(...)

altın haykırışlarla kuşlar uçup gelir üstümüze

gelip geceyi biriktirirler üstümüze

ben ki otobüslerde sarışın sanmışım kendimi uzun zaman

uzun zaman terli bir erkeğin esneyişiyle

bir kaçağın övgüsüne saklanıp

akşam vakitleriyle oğunup uzun zaman

kanaryalarla kesmişim uzayan tırnaklarımı.

(...)

erkeksi kadınların yasını tutmuyorum, artık sevin

ellerimde madensi gürültüler taşıyorum

(...)

eskiden her üzgün bakışımı Pegasus'a harcardım
her kapı gıcırtısından çocuklar dökülürdü, ne çirkin
ne çirkin, gövdemde ince bir zırh yara kabuklarından
derken hüzün! Kadın sesleri çıkaran o duman.

(“Ölü Asker İçin İlk Türkü”, Geceleyin Bir Koşu, s.22)

İsmet Özel’in cinsel temalı şiirlerin hemen hemen tamamında kullandığı “kuş” imgesi, sadece erkeklerin cinsel
organına karşılık gelen bir kullanım olarak belirmemekte, farklı anlam değerlerini de akla getirmektedir. Erkek ve
kadın bedenleri şeklinde simgeleşerek cinselliğin düşünsel ve eylemsel olarak birebir karşılığı biçiminde de kabul
edilebilecek bu imaj, “uçmak” ve “uçup konmak”la da ilgili bir kullanımdır. Çünkü insanlar bu hisleri söz konusu
olduğunda hem “havalanır” hem “konar” hem de “çırpınır”lar. Yukarıdaki şiirde de bu derin anlamıyla kullanılan
‘kuşların uçup’ gelmesine, ‘sarışın’, ‘terli bir erkeğin esneyişi’ ve ‘oğunmak’ kelimeleriyle de açılım getirilmiştir.

Yine bu şiirde geçen Yunan mitolojisinin “uçan” atı ‘Pegasus’, eski Yunan dilindeki “uçan su” ve “fışkıran su”
anlamlarıyla objesi olmadan ulaşılan cinsel doyumu imlemektedir. Ataol Behramoğlu, “cinsel karmaşa” olarak
nitelendirdiği Özel’deki bu durumu, yukarıya bir kısmını alıntıladığımız dizelerdeki cinsel içeriğe dikkat çekerek
“bir başka insan olma (belki büyüyüp erkek olma) özleminde bir kurtuluş ar (an) iyor” demekte ve "ergenliğin
belli dönemine özgü homoseksüelce bir duygu
(nun), üstü kapalı da olsa yansımakta” olduğunu ileri sürmektedir.

Şair cinsellikle kurmuş olduğu bu türden bir yaklaşımı “Bakmaklar” ve “Geceleyin Bir Korku” şiirlerinde de
devam ettirir. “Bakmaklar” şiirinde şu dizeler ifadeye çalışğımız anlam dünyasını işaret etmesi bakımından
önemlidir:

(...)

barutun ve susamanın güzelliğiyle
tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan
direnmenin mayasını ellemeye.

Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın
kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla
ve hergece yatağımda bir engerek bulmanın
süregen iğrentisiyle dolardım, sesim
öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.
Çünkü her yerde bir göğün ufak kaldığı vardı
- akşama özgü göğsümü açardım
ey mutlu seri penceresi doğanın -
her yerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum her sabah.

(...)

Ey irin mutluluğu!

Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!

Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,
piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.

TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir

sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir üzünç aralığındayız artık TAN!
savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan.

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

Eser Gürson, Özel’deki bu durumu, kurulu düzene baş kaldırıp ‘normal’e aykırı düşmesiyle, Baudelaire’e
benzetmektedir. Şairin çocuklukla birlikte cinselliği bu derece öncelemesi ve “aykırı” bir söyleyişle bu durumu
şiirselleştirmesi, Gürson’a göre Özel’i “patolojik bir karmaşa içine düşürüp sancılı (bir) şair” yapmaktadır.
Devam eden bir izlek olarak bu dizelerle beraber okunması gereken “Geceleyin Bir Korku” adlı şiirin özellikle
son bendi, ergen olarak dünyaya konumlanmaya çalışan şair beni’nin içinde bulunduğu durumu/huzursuzluğu
tam anlamıyla ortaya koymaktadır.

Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen yeri
iri bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlarımda
geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.

(...)

Üşüt, yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
tanrım, Pekos Bil’im uçur beni.

(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)

“Waterloo’da Bir Dişi Kedi” adlı şiir, şairin insanlarla olan ilişkisini cinsellik dolayımında ele alması bakımından
ilgi çekicidir. İnsanlara nasıl güvenebileceğinin cevabını arayan Özel, ‘kuş’ kelimesinin zihinlerde yarattığı
imajinatif anlam değerlerinden bu şiirinde de faydalanmış; özellikle ‘dişi’, ‘kucak’, ‘kanat çırpmak’, ‘vurmak’,
‘kanatmak’ ve ‘yorgunluk’ kelimeleriyle bu anlamı pekiştirmiştir. Nitekim ‘kanatlarını bembeyaz çırpan kuşlar’
ve ‘bir kadının kendini kuşlara vurması’ cinsel birleşme istencinin imajinatif bir söyleyişi olarak kabul edilebilir.

Zengin bir dul dişi bir kedi seviyor ya kucağında
belki bu insanlara güvenimi doğuruyor durmadan
ellerim bağlı da ondan bu belki
yaşlı adamlar artıyor haykırışımdan
kanatlarını bembeyaz çırpıyor kuşlar
bir kadın vuruyor kuşlara kendini
vuruyor vuruyor kanatıyor belki
sonra da güneşin gövdesine yorgunluktan.

(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17)

“Acının Omuzlanışı”nın son dizelerinde dikkate sunulan ‘kadın’ da şairin gömleğini, yukarıdaki şiirde örgülenen
söyleyişe yakın bir sesle ‘zorlamak’tadır:

Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?
Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.

(“Acının Omuzlanışı”, Geceleyin Bir Koşu, s.19)

“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli” şiirinde yine aynı söyleyiş, ‘gece’, ‘kuş’ ve ‘inilti’ kelimelerinin oluşturduğu
anlam birlikteliğiyle şöyle ifade edilmektedir:

Gecenin dürüstlüğünden herkes kuşkulanır
korkulur o kuş yüklü iniltilerden

(“Bir Ağrı Yakıldıkça Sevilmeli”, Geceleyin Bir Koşu, s.30)

İsmet Özel, cinselliği “huzursuzluk” şeklinde yoğun olarak işlediği yukarıdaki şiirlerinden başka, disiplinize
edilmiş biçimiyle metinlerinde ele almaya devam eder. Yer yer eski yönsemesine müracaat etse de şair, bu
şiirlerde cinselliğe ergen bunalımlarının hafiflemesi ve beni’nin, konumlanacağı dünya karşısında kazandığı
kuvvetle, “huzursuzluğu”nu azaltmış olarak yaklaşır. "Gecelevııı Bir Koşu” nun son şiiri olan “Sabah Ayartması”
adlı metnin bütününde söz konusu edilen cinsellik, bu yönüyle dikkat çekmektedir:

Bağrı çok savruk da olsa sabah
günün en çıplak vaktidir
günün en çıplak kuşları gezinir orda
ve ilkin loş bir yürek çarpıntısıyla
uyur göğsümün bedenimin çaşıtları
bütün çaşıtları uyutur sabah
kuşların, kuşların uçuşlarını da.

Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun
götürür ıssız bir sorumluluğa
ama gitmeyen o simsiyah tad ağzımda
ve buramda coşkun göğertisi orospuluğun
bulanık, aç ve sonuna kadar cesur
Buramı öpesi gelir kuşların
kuşların heryerimi öpesi gelir
uzanırım aç ve sonuna kadar cesur
sabah günün en kıskanç vaktidir.

(“Sabah Ayartması”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)

‘Savruk’, ‘çaşıt’, ‘orospuluk’ ve ‘cesur’ kelimeleriyle insanların yasak ilişki kurmaya olan meylini, sabahla
birlikte uyanan cinsel istekle hissettiren şair, aynı söyleyişi 1 yıl sonra yayımladığı “Çağdaş Bir Ürperti”de de
devam ettirir. Şehrin beni’nde bıraktığı ‘ürperti’yi şiirselleştirirken cinselliğe başvuran Özel, insanların cinsel
iştihasını/‘çavlanını’ dindirmek için yol kenarlarında/‘asfalt’ta otostop çekerek yasak ilişkiye/‘suç’a davet eden

‘kocamış kuşlar’ı dikkatlere sunar.

Ve asfalt orada

ve asfalt cinsel kavramlarla
halkların kalkışını anlatıyordu
onların çavlanını durdurmak için
suçlar, kocamış kuşlar bulundu
koynum bir yangın çıkartıp
siniyordu koynuma.

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10)

İsmet Özel, “Evet, İsyan” kitabında beliren cinsel temalı şiirlerinde ortaya koymuş olduğu söyleyişle, söz konusu
olan huzursuzluktan sıyrılmış ve cinselliğe belirgin bir görünüş kazandırmıştır. Hayatı tüm açıklığıyla yaşayarak
“beni” için dokunulur kılmak isteyen şairin cinselliği de bu çerçevede yeniden yapılanmıştır denebilir. “Kan
Kalesi”, “Sevgilim Hayat”, “İnce Sızı” ve “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler 4” şiirlerindeki cinsel tema, bu bakış
açısıyla ele alınabilir.

“Kan Kalesi” şiirinden yükselttiği sert ve coşkun sesle şair, cinsel huzursuzluğunu kendisine sunulan mecbur
bırakılmışlıklara “isyan” ederek bir parça olsun gidermiş görünmektedir:

Sen şimdi sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan...

Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?

bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil

partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.

“Sevgilim Hayat” şiirinde Özel’in hayat ve cinsellik kavramlarını iç içe kullanarak, “yaşamayı doyuma ulaşma
olarak” ele alması, “Kan Kalesi”nden yükselen ‘isyan’ı tamamlayan bir içerik olarak önem kazanmaktadır:

Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala

yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen

her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim senin.

(...)

dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor
yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
ve inzal.

(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.29)

Yukarıdaki iki şiirde radikal imgelerle öne çıkarılan sesin arkasından hissettirilen cinsellik, “İnce Sızı” ve “Muş’ta
Bir Güz İçin Prelüdler 4”de iyiden iyiye netleştirilmiş ve gelinen noktadaki cinsellik ile olan etkileşim dizelere
yansıtılmıştır. “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” şiirini yazdığında nişanlı olan Özel, bu hususta artık ‘gövdesinin
sarışın’ olmadığına özellikle şiiriyet kazandırmaktadır:

Öyleyse arkadaşım sinem kanayadursun
ta ki sürgün ya da mahpus kırışıklar yerine
yüzümüz köylü ve gurbetçi yanıklığa dursun
sevmekle doğrulanmıyor madem kalbimiz
girelim yarimizin avlusuna tam tekmil
ve mürdüm erikleri
ve dopdolgun elmalarıyla o bahçede
o geniş kalçalı yarimizi dört kere.

(“İnce Sızı”, Evet, İsyan, s.31)

Şayaktan bir sabah örtüsü takılıyor aklıma
kağnılar ve mali sermaye üstüne düşündüklerim
halkın alkışlarıyla kuracağı dünya üstüne düşündüklerim
ve artık sarışın olmayan
gövdemi dünyaya bulayan sevgilim
sarışın yapraklarıyla dökülüyor aklıma.

(“Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler 4”, Evet, İsyan, s.35)

Özel’in devam eden şiir evrelerinde cinsellik artık bir huzursuzluk olarak değil, şiirin anlam dünyasına
kazandırdığı derin açılımıyla ele alınmaktadır. Örneğin, şairin müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra
Diriliş dergisinde yayımlanan “Akla Karşı Tezler 1” şiirinde karşılaşğımız cinsellik, ironiyle birlikte hayatın
bütünü içerisinde yer alan bir unsur olarak dikkatlere sunulur:

Gecenin üçüdür en uygun zaman, bahse girerim
şünün: sabah çok yakın
oysa ışıltı yok ortalıkta
nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık
henüz uyanmış bazıları
henüz uyumamış bazıları
bazıları uyanmış uykusuna doymadan
bazıları uykusuna varmadan doymuş

(“Akla Karşı Tezler”, Erbain, s.185)

Cinselliğin dikkate sunmaya çalışğımız kullanımı, şair tarafından “Bir Yusuf Masalı” adlı eserinde de devam
ettirilmektedir. Masalın ‘İkinci Bab’ı olan ‘Yusuf’un Kaçırılışıdır’ adlı kısmında Özel cinselliği, ‘sevişmek’ fiili
etrafında insanlara bitişik olarak devam eden bir unsur olarak dikkatlere sunar. Şair bu dizelerde ‘kuş’ kelimesini
ilk olarak, yukarıda izaha çalışğımız yan anlam değerleriyle değil de ilk anlamıyla kullanmış ve cinselliği/
sevişmeyi, ‘bulut’ ve ‘ırmak’ kelimelerinin imajinatif açılımıyla şiirselleştirmiştir:

Tohumu

Anasının rahmine

Bir ilkbahar sabahı düşş.

Baharmış.

şarda rüzgâr.

şarda dallarda, bulutlarda

Toprakta delimsirek çırpınışlar.

Bir yanda hışır hışır emeniyor börtü böcek

İrili ufaklı bütün kuşlar

Suskun buldukları korunakta

Öte yanda tabiat

Bir kadınla bir erkeğin yatakta
Terli telâşıyla yarışa yelteniyor.

Ah, bu hep zaten böyle oluyor

İnsanlar tabiatı her zaman heyecana boğuyor

Çünkü kuşlar ve böcekler gibi değil

Bulutlar ve ırmaklar gibi sevişiyor insanlar

Sevişerek çiseliyorlar dünyayı

Yalnız ilkbahar gecelerinde değil

Sevişiyorlar

Sonbaharın mağmum karanlığında

ş gelince hakaretamiz bir soğuk çattığında

Yaz olunca ısınan baygınlığın çözeltisi yüzünden
Sürgün günlerinin birinin batımında
Birisi bir başkası yerine seyahat ederken
Yusuf'a doğru giden her eğimde
Her hangi bir vakte denk düşüyor

Sevişme ânı.

(“İkinci Bab: Yusuf’un Kaçırılışıdır”, Bir Yusuf Masalı, s.51)

3.1.2.2.     Bedenin horlanması şeklinde ortaya çıkan yıkıcılık/'kargaşa’ ve cinsellik

İsmet Özel kendi varlık alanı içerisinde hareket için peşine düşğü sahicilik arayışı neticesinde içine girdiği
huzursuzluğu, cinsel temalı şiirlerinin yanı sıra kimi metinlerinde de kendi bedenini horlayıp vücudunun azalarını
çirkin görerek şiirin sınırlarına dâhil eder. Bu şiirlere hâkim olan genel atmosfer, bir müddet sonra varoluş
problemine aranacak cevaplarla sosyalizmden İslamiyet’e evrilerek yön değiştirecek olan yıkıcılık ve kargaşadır.
Arno Gruen, insandaki yıkıcılığın temellerine ilişkin öngörüde bulunduğu “Normalliğin Deliliği” adlı kitabında,
"nisanın kendi kendisine saygı duyma ihtiyacıyla, boyun eğerek iktidarla iş birliği yapma eğilimi arasındaki
çeli
şki”ye dikkat çekmekte ve bu durumun “insan ruhundaki en temel belki de ilk yarılma” olduğunu ifade
etmektedir.

Yıkıcılığın ve huzursuzluğun söz konusu olan “çelişki” sonrasında ortaya çıkacağını belirten Gruen, “bu
çelişki’yi içselleştirerek toplumsal ideolojilere itaat edenlerin kargaşa yaşamayacağını fakat özgürlük peşinde olan
‘itaatsiz’ kimselerin hoşnutsuzluk yaratacağını ve güçlülerin himayesinden, dolayısıyla iktidarlardan pay alma
şanslarının riske gireceğini öne sürer.” İsmet Özel’de öncelikle kendi bedenine ve çevresine yönelerek ortaya
çıkan bu durum, "Geceleyin Bir Koşu”da bir araya getirilen şiirlerde yansımasını bulacak ve hayatının ileriki
safhalarında da devam ederek, şair her zaman için bu anlamda “güçlülerde” hoşnutsuzluk yaratacaktır.

Özel’in “Yıldızların Uzaklığına Övgü” ve “Yağmurun Kapıları Karanlık” adlı şiirleri, hem söyleyiş hem de
içerdiği kelimelerin imajinatif açılımı nedeniyle dikkat çekmekte; yukarıda söz konusu edilen “çelişki”yi ve
sonrasındaki yıkıcılığı/kargaşayı hissettirmektedir. Şairin diğer şiirlerinden farklı olarak “düzyazı şiir” formunda
kaleme alınan bu metinlerdeki ‘zehirli ok’, ‘savaş’, ‘yıkmak’, ‘kan’, ‘ceset’, ‘kargaşa’, ‘kin’, ‘iğrenmek’,
‘boğmak’, ‘yangın’ ve ‘kanamak’ gibi kelimeler, Özel’in içinde bulunduğu huzursuzluğun birer yansıması olarak
da okunabilmektedir:

Kargaşa. Ve kolayca yıkılan inançlarım benim, benim en
sağlam ve dağınık ellerim. Sabahı nasıl tetikte bekliyorum. Şafakla
damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin. Ve onarıyorum
nasıl hızla kendi gücümü. Nasıl bir soylu boşluğa çılgınca
kanayorum. Ey yangınlar artığı! Her yangından arta kalan bir
şey, her yangından arta kalan gerçek şey

çoğalt beni.

(“Yıldızların Uzaklığına Övgü”, Geceleyin Bir Koşu, s.20)
(...)

İşte, zehirli oklar kullanıyoruz o yanıltan savaşlarda. Yıkıyoruz,
yaban çiçeklerinin açtığını görüyoruz kıyıda. O kargaşalık içinde
ben yıldızlara bakıyorum. Çevresini soğutuyor suya düşen ay.
Yıkıyoruz. Yıkmak, kutsal kini yürekli olmanın. İğrenmeden
göklere göklere bakmak. Ellerimizi saklamak ellerimizde.

İşte, gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha
da itmek için suya, ölüme ölümlülüğü yakıştırabilmek için cesetlerle
bezedim güzel olan her şeyi. ELİMİN AKLIĞINDA DAĞILIVERDİ
KANIN. Elim el olmaktan çıkıverdi. Çocuğun yanaklarıyla
boğuşuyordu yağmur, derken yüklendik karanlık kapılarına
yağmurun.

(“Yağmurun Kapıları Karanlık”, Geceleyin Bir Koşu, s.14)

İsmet Özel, içerisinde bulunduğu bu kargaşayı kendi bedenini horlayarak dikkatlere sunduğunda, cinsel içerikli
bir söyleyişe yaklaşmaktadır. Cinselliğin yoğun bir biçimde kullanıldığı şiirlere baktığımızda şairin bedeninin
farklı uzuvlarına karşı Türk şiirinde örneğine rastlanmayacak bir sertlik ve cesaretle yaklaşğı görülmektedir. “O
Bağımsız Dağların”, “Tüfenk”, “Waterloo’da Bir Dişi Kedi” “Geceleyin Bir Korku” ve “Evet, İsyan” adlı
şiirlerde bunun örneklerini görmek mümkündür.

‘Bezgin’, ‘yorgun’, ‘pis’, ‘çirkin’, ‘iğrenç’, ‘karakavruk’ olan ve ‘utançla oğuşturulan’ yüz; ‘hor’ görülen
‘bacaklar’; ‘sarışın’ olan bir beden ve dahası, Özel’in şiirlerinde kolayca söz konusu edilir. Ataol
Behramoğlu’nun da belirttiği gibi "bedeniyle bu denli uğraşan, kendini fiziksel olarak bu denli horlayan bir
ba
şka şair göstermek” gerçekten zordur:

Bendim benim gölgelerimdi
yaklaşan dağlara ayaklarını satan
ve bakır kazanlardan taşarken roma
yorgun bir karanlığa ileten kendini
o acı çığlıkları güzle ağartan

(...)

ben ki hala alnımda imparatorluklar
bezgin, yorgun yüzlü ve sarışın olanlar.

(“O Bağımsız Dağların”, Geceleyin Bir Koşu, s.12)
ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler üreyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hala pençe gibi

(“Tüfenk”, Geceleyin Bir Koşu, s.10)

O silik aynalarda şaşırdığım pis yüzüm
daha çok insanlara benzeyen ve onlara
hırçın çalgılar ansıtan
yüzüm.

Uykularım upuzun bir geçmişi yaktıkça
ve o külle yıkandıkça ben durmadan
utançla oğuşturduğum
yüzüm.

(...)

O silik, eski, yalnız aynalarda
kısaca insanlarda yani
kuşları eskiten kan
kurusun.

Gürültülü bir intihar başlasın akşamla
dinsin sen soyundukça geceye karışan hüzün
dinsin dinsin benim çağdaş olmayan iğrenç yüzüm.

(...)

ve yüzüm, o deşilmiş, o iğrenç yara

(“Waterloo’da Bir Dişi Kedi”, Geceleyin Bir Koşu, s.17)

Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağrıma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir oğlanın yağmurdan
hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlarımda
hırlıyım böylece büyür askın bir salgıdan öteye geçemediği
tanrım, Pekos Bil'im üşüt beni.

(“Geceleyin Bir Korku”, Geceleyin Bir Koşu, s.27)

ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.22)

3.1.3.      Alt edilen mukadderat: Ölüm

“savaşın, sevdanın rengi
her güzellik bu rengin ardındadır

yaşamak bir başına bu rengi geçebilmez
'öüümden korkup da sonunu sayan
ölür gider yar koynuna giremez.'”

Yaşatan

İsmet Özel, bireysel duyarlılıkla kaleme aldığı ve daha çok “Geceleyin Bir Koşu” adıyla kitaplaştırdığı şiirlerinde
temalaşan çocukluk ve anılarına; cinsellik ve beraberindeki huzursuzluğa; yıkıcılıkla birlikte ortaya konan bedenin
horlanışına hep beni’nin dünya ile olan etkileşiminden hareketle şiiriyet kazandırmaktadır. Şairin bu ilk dönem
şiirleriyle beraber ele alınabilecek fakat yine bu ilk dönemdeki şiirlerde öncelenen vurguların, sonrasında tüm şiir
evreninde devam ettirilmesi gibi sürekli işlenecek olan bir tema da “ölüm” ve beraberindeki anlam içeriğidir. Şair,
kaleme aldığı “Yorgun” adlı ilk şiirinden, bu gün de yazdığı şiirlerinin dizelerinde “ölüm” temini
hissettirmektedir.

Özel, “ölüm” ve yaptığı zihinsel çağşımları, yukarıda ifadeye çalışğımız temaların kimi içeriklerinde olduğu
gibi, “huzursuzluk” ya da bir tür “sıkıntı” olarak ele almaz. İlk şiir kitabında beliren “ölüm” düşüncesinin öne
çıkarıldığı şiirlerinde bile şair, bu duyguyu ya çocukluğun ölümle ilgili anlam dünyasından hareketle ele almış ya
da ölümü “saf” ve kabullenilesi bir olgu olarak dikkatlere sunmuştur. Daha sonrasında zengin anlam açılımıyla
Özel’in şiir evreninde devam eden “ölüm” düşüncesi ise, daha çok modern insanın içselleştiremediği ve
anlamlandıramadığı bir “sorun” olarak ironiyle beraber şiire konu edilir. Şairin tüm şiir evrenindeki ölüm ile ilgili
izlekler, “En saf haliyle kabullenilen ölüm” ve “Modern insanın en büyük açmazı olarak ölüm” başlıkları
altında incelenebilir.

3.1.3.1.       En saf haliyle kabullenilen ölüm

İsmet Özel’in ilk dizelerinden itibaren karşılaşğımız “ölüm” olgusu, kaybedilenin acısıyla isyan edilen ya da

kabullenilmeyen bir tema olarak örgülenmemekte; bu anlayışın bir ifadesi olarak “çocuk” ve onun anlam
dünyasıyla beraber ele alınmaktadır. Kanaatimizce Özel’in şiirlerindeki bu durum, çocukların zorluklar karşısında
korumasız olmaları nedeniyle hayattan ziyade ölüme yakın oluşlarıyla açıklanabilir. Nitekim “Kuşun Ölümü” adlı
şiirde sözü edilen ‘damdan düşme’ eylemiyle böyle bir dünyanın kapıları aralanmakta, çocukluğun saf dünyası
“kuş” kelimesine yüklenen “can” anlamıyla dikkatlere sunulmaktadır. Yine bu şiirin ilk dizelerinde ‘ölümün’,
‘sarışın’ kelimesiyle karşılanması, bir tür “naifliği” akla getirmesi bakımından dikkat çekmektedir:

Kuş damdan düşünce

sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün

bir yağmurdur açılan kuraklığa

bir yağmurdur kulübesi nisandan

ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü

kansız yüzleridir diri kuşların

kuş şünce damdan

kuş şünce damdan

kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler

uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda

kuş öldü herkes mi arıyor

gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor

onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü

küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce

(“Kuşun Ölümü”, Geceleyin Bir Koşu, s.11)

İnsanların ölüm fikrinden kaçamayacaklarını ‘kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler’ dizesiyle imleyen şair, ‘küçücük
bir yorgunluk’ kelime grubuyla da “Yorgun” şiirinde dikkatlere sunduğu çocukların oyun dünyasına gönderme
yapmaktadır. Özel, bu şiirden 6 ay sonra yayımlanan “Bakır Tenli Yapraklar” adlı şiirinde ölüm duygusunu,
“Kuşun Ölümü”ne yakın bir ses ve söyleyişle ortaya koymaktadır:

Bak, ölüm güzü kıskanıyor

şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi

ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor.

uzayor defterine uğrayan kan lekesi

senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran
içli taşra kızların gizemli eviçleri

kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan

o denize açılan ellerin nerde şimdi?

yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin
o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte

bak, ölüm güzü kıskanıyor

mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin
güze el değdirmeyen ellerin nerde?

(“Bakır Tenli Yapraklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.8)

Yukarıdaki her iki şiirde de yaşanmış çocukluklardan hareketle meydana getirdiği “çocuk” ve “ölüm”ün anlam
birlikteliğini şair, “Karoon” şiirinde de devam ettirir. “Çalgı ile eşlik edilen şarkı” anlamına gelen şiirin isminden
de anlaşılacağı gibi, şairin özellikle, anlatılan cin ve peri masallarıyla çocuk muhayyilesinde oluşturulan korku’ya
dikkat çekip, ölüm olgusuyla özdeşlik kurarak meydana getirdiği imajinatif söyleyişi ve akıcı üslûbu dikkat
çekmektedir:

Ne gümüş bir çocukluk ölümün mavi cinleri
uykusunda bıraktığı saçlarındaki yangın
o balçıkla beslenen saçlarındaki yangın
ona doğru uzanınca akşamın kanlı eli
sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın

ona cinleri sığındıran ay korkusudur
ne gümüş bir çocukluk ölüler gibi sağlam
ölüler gibi soyunmuş artık korkularından
onu ben ne kadar buldum desem yok olur
çünkü girilmez tarlasına ay kokusundan

(“Karoon”, Erbain, s.19)

İsmet Özel, ölüm gerçeğinin kabullenilmesi gereken bir olgu olduğunu ve ondan kaçılamayacağı gerçeğini
“Sevgilime Bir Kefen”, “Aynı Adam” ve “Mazot” adlı şiirlerinde de dile getirmektedir. ‘Dünyaya doğru
yürümekle meşhur’ olan şair, bizzat kendi yaşanmışlıklarına ve düşünsel serüvenine/“yürüyüşüne” şiiriyet
kazandırdığı “Aynı Adam” adlı şiirinde “yürünülmeyen”in ölüm olduğunu ifade etmektedir. İnsanın elindeki
‘yürüme’/“bilgilenme” şansının ölüme kadar geçerli olacağını Özel, şiirinin şu dizeleriyle akla getirir:

Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye
torna tezgahlarında demir.

Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
kanla dolar pazuları tarladakinin
hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

(“Aynı Adam”, Evet, İsyan, s.33)

“Sevgilime Bir Kefen” ve “Mazot” şiirlerinde Özel, içinde bulunduğu devrimciliğin ölüm ile ne kadar yakın
olduğunu ve bu yolda olanların ölümle her an yüz yüze gelebileceklerini hissettirmekte; bu durumu kabul
edilebilir bir olgu olarak dikkatlere sunmaktadır. “Sevgilime Bir Kefen” şiirinde ölümün sessiz bir şekilde/‘alçacık
bir sesle’ gelebileceğini imleyen Özel; “Mazot” şiirinde de ölümün insanı her an bulabileceğini ‘uyanık’
kelimesiyle belirtir ve ‘korku’ ve ‘alesta’ sözcükleriyle de ölümün bu engellenemez gelişine işaret eder:

(...)

ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

ki

ölüm

her yerde uyanıktır

alestadır korkunun yardakçıları

(“Mazot”, Erbain, s.143)

Yine Özel, “Savaş Bitti” adlı uzun soluklu şiirinin dizeleri arasında ölümün insanları yüz yüze/‘ru be ru’
karşıladığı gerçeğine işaret etmekte ve bunu ‘enselemek’ fiiliyle dikkatlere sunmaktadır. Dizelerde yer alan ‘Tren’
kelimesin, trenin ince bir ray hattı üzerinde yavaş yavaş ilerliyor olmasıyla, birbirine eklenmiş bulunan
vagonlarıyla ve duraklarda inip binen yolcularıyla birlikte metafor olarak düşünüldüğünde, “ölüm”ün imajinatif
açılımına boyut kazandıran bir yapı içerisinde olduğu hissedilmektedir:

Trenli hayatların bir gereği bu

Trenin bütün yolcularına ölüm

İltimas olsun diye

Bir kalkış noktası hediye ederek

Her birini tek tek

Üç tarzda uğurluyor

Durulan her istasyonda onları

Yine ölüm karşılıyordu ru be ru

Gizli pazarlıkların mahfillerinde ölüm

Onları eliyle koymuş gibi enseliyordu

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.53)

3.1.3.2.     Modern insanın en büyük açmazı olarak ölüm

Ölüm ve beraberinde gelen düşünceler, insanoğlunun zihnini sürekli kurcalayan en büyük problemlerinden biri
olmuştur. Kimilerine göre ölüm bir kurtuluş ve hayat karşısında “diri” durmanın vazgeçilmez koşulu iken;
kimilerine göre en büyük anksiyete kaynağı ve bir “son”dur. İnsanların ölüm karşısında almış olduğu tavır,
onların varlık sebeplerini kavrayışlarıyla doğrudan ilgilidir. Ne zaman ve nasıl sona ereceği belli olmayan, ama bir
gün mutlaka bitecek olan bu hayatın anlamına dair herhangi bir endişesi olmayan insanın, ölüm karşısında da
tükenmesi kaçınılmazdır.

İnsanoğlunun mevcut olan diğer canlılardan farkı, sadece bir gün öleceğini biliyor olmasında değildir. En büyük
fark, insanın ölümle karşı karşıya olduğunun bilincine varması ve varoluşunu ölüme doğru yaptığı yolculukta
kazandığını bilmesidir. Dolayısıyla ölüm, hayatımızı “otantik bir tarzda yaşamamız için olası kılan bir
durum”
dur. Her ne kadar "(ölümün fizikselliği insanı tahrip etse de ölüm fikri insanı korur” ve onun gündelik
kazanımların peşi sıra tükenip yitmesini engeller. Bu bilinçlenme sayesinde insan diğer canlılardan ayrılmakla
kalmaz, beşer içerisinde de farklı bir konuma yükselir.

İsmet Özel de “insan kılığında karşımıza çıkan bir kimsenin insan olup olmadığını ölüm karşısında takınmış
olduğu tavır dolayısıyla anlayabileceğimizi” ifade etmekte ve ölümün “insan hayatı”na katmış olduğu anlamı ifade
için Heidegger’den hareketle “yalnızca insanlar ölür, diğerleri telef olur” demektedir. Şaire göre “insan” olmak,
telef olmaktan kurtulmaktır. Özel, ilk şiirlerinde en saf haliyle kabullenilen bir olgu olarak işlemeye başladığı
ölüm temini, müslüman dünya görüşüne bağlanmadan evvel yaşadığı sancılı zihin sürecinde de, ontolojik
problemini hallettikten sonra da söz konusu etmeye devam etmiştir.

Özellikle müslüman dünya görüşünü benimsemesinden sonra kaleme aldığı şiirlerinde şair ölüm olgusunu,
modern insanın en büyük açmazı olarak ironiyle birlikte zekâ ürünü sayılabilecek dizelerde dikkatlere sunar. 1974
yılının hemen başında yayımlanan ve şairin zihinsel dönüşümüne dair önemli işaretler veren “Esenlik Bildirisi”
adlı şiir, ölüm duygusunun modern zamanlardaki kavranış biçimini örneklemesi bakımından dikkat çekmektedir:

Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tikiz
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir.

(“Esenlik Bildirisi”, Cinayetler Kitabı, s.25)

Modern dünyanın insanlar ve eşyalar üzerindeki yıpratıcılık ve “kimliksizleştirme” çabası, etkisini en çok da ölüm
şüncesi üzerinde göstermiştir. Öyle ki modern zamanın insanı, hayatın sıradanlıkları arasında körleştiğinden,
ölebileceğini dahi aklına getirmez. Her şeyin akılla/‘zekâ’ ile izaha çalışıldığı böyle bir ortam içerisinde ‘ölüm
duygusu’nun saygısızca karşılanması normaldir. Zygmunt Bauman, “Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat
Stratejileri” adlı kitabında, modern öncesi çağda yaşayan insanların ölümü hayatlarının bir parçası haline getirerek
"evcilleştirmiş olmalarının, modern insanlar tarafından anlaşılamayacağını ifade etmektedir. Çünkü “otantik”
olmayan bu hayat tarzı içinde ölüm ve ölüler aklın öngördüğü şekliyle mekândan/kentten uzağa atılır.

Baudrillard, “Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm” adlı kitabında ölülerin zaman içerisinde, köy ve kent merkezlerinin
sıcaklığını yansıtan ve insanların bir araya toplanmak için de kullandıkları mezarlıklardan alınarak “dış”a doğru
atıldıklarına dikkat çekmekte ve "yem kentler ya da çağdaş metropollerde gerek fiziksel mekân gerekse zihinsel
mekân anlamında ölüler için öngörülen hiçbir
şey”in olmadığını söylemektedir.

İsmet Özel, ölüm üzerine en geniş açılımlı ve derin anlamlı söyleyişini “Üç Firenk Havası” adlı şiiriyle ortaya
koymaktadır. Baştan sona ölüm temasıyla örgülenen üç bölümlük şiir, oldukça uzun olmasına karşın ritmini ve
şiiriyetini kaybetmeden devam eder. Şiirin bütününe konu edilen modern insanın ölüm karşısındaki tavrı,
“Capriccio Ölüm”, “Ölüm Cantabile” ve “Requiem” başlıkları altında çok farklı yönleriyle ele alınmaktadır.
Öncelikle şiirin isminin “Üç Firenk Havası” olması “bildik”, “tanıdık” olmayan ve okuyucunun geri plan
kültüründe karşılığını tam olarak bulamayacağı bir dünyanın varlığını hissettirir. “Frenk” kelimesi, Osmanlıların
Avrupalılara özellikle Fransızlara taktıkları bir isimdir. Geleneksel kültüre yani alaturka olana ters düşerek,
alafranga yaşam biçimini benimsemiş olanlara da aynı ismin verildiği görülür.

Alafranga hayat tarzını yaşayan Frenklerin memleketi Fransa, insanoğlunun aklın önderliğinde hareket ederek
tabiatı, daha genel anlamda “var olan”ı değiştirebileceğinin farkına vardığı yerdir. “Modernlikle aklın
özdeşleştirilmesi daha çok Fransa’ya özgü bir eğilimdir.” Aydınlanma Devri’ni, Rönesans’ı, Reform’u ve Fransız
Devrimi’ni “skolâstik” zihniyetten sıyrılarak, kendi iradesiyle gerçekleştiren ve modern dünyanın kapılarını
aralayan 19. yy. insanı, ölüm karşısında da aklıyla baş başa kalmıştır. Dolayısıyla o maddî olanın peşi sıra
gittiğinden, metafizik olana sırtını dönmüş ve ölümün gerçek anlamını idrak edemeyerek "ruhıımın dış
alanlarından merkezine yöneleme”
miştir.

İsmet Özel, bu dönem insanının ölüm karşısındaki duyuş tarzına, aslında “Üç Firenk Havası”nın en başında işaret
etmiştir. Şiirin başğında kullanılan ‘hava’ kelimesi, aynı zamanda müzik parçalarında bir tür olarak da
kullanılmaktadır. Böylelikle “Frenk Havası” dendiğinde, “dans havası”, “roman havası”, “oyun havası” gibi
müzikal bir dünyanın sınırlarına girmiş oluruz. Bu dünyada önemli olan, keyif ve neşe halinin devam etmesidir.
Ne olursa olsun bu ‘hava’nın bozulmasına izin verilmez. Özel, bu kelime oyunuyla modern insanın ölüm gibi çok
önemli bir varoluş tarzı karşısında takınmış olduğu tavra işaret eder. Burada dikkati çeken önemli bir özellik,
bölüm başlıklarının şiirin ismiyle hem içerik hem de kurgusal düzlemde paralellik gösteriyor olmasıdır.

Şiirin ilk bölümü ‘Capriccio Ölüm’ adını taşır. Neşe ve keyif anlamlarına gelen “Capriccio” kelimesi, hicivsel
aktarımlı müzik parçalarına da verilen bir isimdir. İsmet Özel, bu bölümün hemen başında:

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için

çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir

ama Fanya Kaplan

nasıl öldü diye sorsak sanırım

işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz

çünkü başka insanların ölümü

en gizli mesleğidir hepimizin

başka ölümler çeker bizi

ve bazan başkaları
ölümü çeker bizim için.

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.24)

diyerek, alışılmadık bir söylemle, tam da başğa uygun olarak dikkatleri ölümün üzerine çeker. Bauman,
insanların kendi ölümlerine tanık olmasalar da başkalarının ölümüne tanık olduklarını ve bunun da insanların
başarılarına anlam kattığını yazar. Bunun anlamı: “Biz ölmemişiz, biz hâlâ yaşıyoruz demektir. Çoğu kültürde
böylesine büyük yeri olan, uzun ya
şama duyulan arzu, gerçekte çoğu insanın kendi akranları öldüğünde bile
ya
şıyor olmayı istemesi anlamına” gelmektedir.

Özellikle, hayata göbek bağıyla bağlanmış olan modern insanda görülen bu tavır, şiirde ironik bir tarzda ele
alınır. Nitekim bencilliği şiddetle savunan ve “Benden gayrisi benim umurumda değildir. Beni benden başka
hiçbir
şey ilgilendirmez. İnsanı insan eden bencilliğidir.” diyen anarşizmin savunucusu Max Stirner’in (1806-
1856) ve 1918 tarihinde Lenin’e suikast girişiminde bulunan, fakat başarılı olamayınca üç gün sonra kendisi
suikastla öldürülen Fanya Kaplan’ın nasıl yaşadığı değil ne şekilde öldüğü merak konusudur.

İsmet Özel, “Henry Sen Neden Buradasın” isimli kitabının birinci bölümünde, başka insanların ölümünün bu
denli merak edilmesinin "biyografi yazarlığı” gibi bir meslek doğurduğunu dile getirir ve sona eren hayatların
sadece birer bilmece olduğunu söyler. Bu bilmeceyi çözmek de ‘başka insanların ölümü’nü ‘en gizli mesleği’
haline getirenlere düşmektedir. Max Stirner ve Fanya Kaplan’ın ölümü bu açıdan değerlendirildiğinde ayrı bir
anlam kazanır. Gerçekten de Fanya Kaplan’ın ölümü üzerine söz söyleyeceklerin işi, şairin dediği gibi,
‘fazlasıyla ciddi’dir. Çünkü Lenin gibi birine suikast girişiminde bulunan kişi, (üstelik bir de bayan olunca)
biyografi yazarlarına, sonunda bir sineğin yüzünden bile ölmüş olsa, bireyin hayat içerisindeki yerini kafa
kurcalayan sorularla belirlemeye çalışan Max Stirner’den daha fazla malzeme vermektedir.

İsmet Özel birinci bölümün devamında, ölüm gerçeğinin modern zamanı yaşayan insan tarafından nasıl
değiştirildiğini/gizlendiğini dile getirmeye devam eder:

Ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.25)

Ölümün/ölümlülüğün üstesinden gelemeyen modernite, bu büyük gerçeği göz önünden ve zihinden uzaklaştırma
yollarını arar. Onu başa çıkılabilir küçük parçalar halinde “akla uydurma”ya çalışır. Ölümün metafizik boyutuyla
ilgilenmeyen modern insan için artık o, evcil değildir. “Kalabalıkların” mutluluğunu düşünen modern zamanın
“yönlendiriciler”i ölümü vazgeçilmez bir tüketim aracı olarak görürler. Hastalıklarla boğuşan insan, ölümün
soğuk nefesini hissetmeye başlayıp yok olup gideceğini anladığında, Kierkegaard’ın ifadeleriyle söylersek,
“ölümcül hastalık” olan "umutsuzluk"la baş başa kaldığında kendisini hiç çekinmeden modern tıbbın/tüketimin
kucağına atar. Ölümü bu şekilde uzaklaştırdığına inanan ve “var olmayı unutma” durumunda yaşamaktan kendini
alamayan modern insan, ölür gider fakat arkasında, kendisine ‘önce öl sonra ödersin denilen bir yığın “tedavi”
masrafları kalır.

İsmet Özel, bu bölümün sonunda ölümün farklı bir yönünü nazara vermeye başlar. Bu frenk havasının şen ve
şakrak kısmının da artık sonuna gelindiğinin bir işaretidir:

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm

geceleri şehrin varoşlarında ikâmete mecbur edildi

gündüzün kimlik soruldu ona

sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi

seken bir kurşun kadar

kurşunî bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm.

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.25)

Her zaman ve her yerde uyanık olan ölüm, artık daha dar bir çerçevede ele alınmaktadır. Bu çerçevenin sınırları
İsmet Özel’in bizzat kendisi tarafından da çok iyi bilinir. Toplumsal alandaki çalkantıyı kendi biyografisinde de
yaşayan şair, kontrol edilen/güdülen kalabalıkların bir çırpıda ölümle nasıl buluşturulduklarına işaret eder. Sona
eren hayatların hiç kimse için bir kıymeti yoktur. Önemli olan, varoluş sebebini umursamayarak “otantik olma”
sınırının çok uzaklarında yaşayan insanların kişisel/ideolojik doyumlarıdır.

Şair, ölüm düşüncesiyle ilgili olarak bu söyleyişin bir benzerini 1969 yılında Ataol Behramoğlu için yazdığı
“Yıkılma Sakın” adlı şiirinde de ortaya koymaktadır. Bu dizelerde Özel, “sahicilik” arayışının bir ifadesi olarak,
sorumlu olduğu işi sonuna kadar inanarak ve samimiyetle yapmak gerektiğinin işaretlerini verir. Özellikle son
dizenin anlamı “öl’mek/ol’mak” biçiminde okunduğunda yapılan işe duyulan sorumluluk bilinci iyice
belirmektedir:

(...)

Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim

bütün devrimcilerin çektikleri

biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır

dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıranda bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.

(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38)

İsmet Özel, ölüm düşüncesi dolayısıyla yukarıdaki şiirde beliren yaşam biçiminin anlamını, “Üç Firenk
Havası”ndan 7 yıl evvel yayımladığı “Amentü” şiirinde de şiirin sınırları içerisine dâhil etmektedir. Şair, iki ayrı
varoluş tarzının kabulüyle yaşanan hayatları yüzleştirirken, ölüm düşüncesini şöyle dikkatlere sunmaktadır:

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.

Ölümler

ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)

“Üç Frenk Havası” şiirinin ikinci bölümünün adı “Ölüm Cantabile”dir. İtalyanca bir müzik terimi olan
“Cantabile”in en önemli özelliği dinleyicisine, melodi vasıtasıyla konuşuyormuş gibi hitap etmesidir. Özel, bu
bölümde ölüm olgusuna doğrudan modern insanın/‘şehrin insanı’nın açmazlarını konu ederek yaklaşır ve “Frenk
Havası”ından söylemeye devam ederek şiirin hemen başında yüksek bir perdeden konuşmaya başlar:

Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerimi yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekasıyla doymak isterdim
kaba solgun kağıtlar sunardı
şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.26)

Hayata dalgınlıkla bakmış olmak, Heidegger’in ifade ettiği “var olmayı unutma” durumunda olmak demektir.

Eşyanın ve etrafta olup biten hadiselerin “oluş”u üzerine düşünmeden “hayret” içerisinde kalıp, sıradanlaşarak/
körleşerek yaşamak demektir. İsmet Özel, “Henry Sen Neden Buradasın” isimli kitabının ikinci bölümünde
“Hayrete uğramak sıkıntılarımızdan kurtulmamıza yarayan yolu açmıyorsa hayret ettikçe salaklaşırız.

Salaklaştıkça da titizlik gösterme yetimizi kullanamayan bir kimse oluruz.” demekte; bunun sonucunda da
titizliğini elden kaçırmış birinin ahlak sahibi olamayacağını belirtmektedir.

Şair sıkıntısının yani “dalgınlığın” farkındadır. Şehrin insanının sahip olduğu “kaypak ilgilerin” ve “zarif
ihanetlerin”, kendisini “otantik olmaktan/ahlak sahibi olmaktan” alıkoyduğuna inanır. Yeri bu insanların yanı
değildir. Bunu belirtmek için kullanılan kelimeler, imajinatif değeri son derece yüksek olan söz dizimleridir.
Göllerden ‘beyaz aygır’la taşmak, ‘derin ormanlara’ ‘gebe kısrakla’ kaçmak ve ‘güneşin zekâsıyla’ doymak
istemek. Bu kelimeler hep, tertemiz ve duru olana ulaştıktan sonra orada çoğalma istencinin birer ifadesi, anti-
konformizmin bir uzantısıdır. Tertemiz ve duru olan ise, varoluş sebebine uygun hareket edilen ve “oluşun”
arkasındaki büyük sırra erişilen yerdedir. Fakat şehrin insanı onu, ‘kaba solgun kâğıtlar’ sunarak konformizmin
içerisine çekip sıradanlaştırmak ister.

Şairin bu “farkındalık süreci”ne gelmesi birden bire olmaz. Artık burada, yaşanmış olan şahsi tecrübelerden
hareketle konuşan bir “ben”in varlığı söz konusudur. Bu “ben”, kendi eksikliklerini tamamlamak ve
zedelenmişliklerinin acısını dindirmek ister. Bunu başarmak için de, Carl Gustav Jung’un dediği eylemi, dünyayı
merkezinde kendisi olmak kaydıylayeniden, “tamam-etme eylemi”
ni gerçekleştirmeye çalışır. Bu durum şiirin
devamında şöyle dile getirilir:

Ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivilcelerin

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.26)

Şehir şatafatlıdır, görkemlidir. İçerisinde kendinden uzaklaşş bir yığın kibirli kalabalığı barındırır. Şehrin ve
“kalabalığın” bilincine varan “ben”, artık “kendine dönmek” ister. Bu dönüşüm ister istemez, “ben”in dünya
modeli ve görüşünde sarsıcı bir değişikliği de beraberinde getirecektir. Bu yeni oluşturulan dünyada, şehrin
insanının sürekli beraber olduğu fakat bir türlü farkına varamadığı değerler vardır. Bunlar, şair tarafından ‘gece’,
‘rutubet’, ‘kuytu’ ve ‘sis’; ‘serçe’, ‘böcek’, ‘örümcek’ ve ‘yabani güvercin’ kelimelerinin imajinatif açılımıyla
okuyucuya hissettirilir ve bu kavramlar “ben”in, tam anlamıyla kendisini bulabilmesi için asıl gerekli olan varlık
şartını imler.

Nasıl böcekler rutubette, örümcekler kuytuda, yabani güvercinler de sabah sisinde hayat bulup, var olabiliyorsa,
“ben” de gecenin o saran ve huzur veren dinginliğinde “olmak” istemektedir. Şiirde kullanılan ‘gümüş maşrapa’
metaforu, “ben”in “arınmak” için ihtiyaç duyduğu “su”ya gönderme yapar. Bu varoluş tarzı “şehrin insanı”nın
anlayabileceği bir durum değildir. O, modern dünyanın kendisine sunmuş olduğu “yasak” elmalardan nemalanıp,
yağlı yiyeceklerle iyice semirir ve sivilceleriyle baş başa kalır. İsmet Özel, gidilecek yerin neresi olduğunu şiirin
ikinci bölümünün son kısmında dile getirir:

işte öldüm, işte son kadife çiçekleri

son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni

bütün kaçaklar için ince bir melhem oldu benim ölümüm

bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak

benim ölümümden yayılan kırpıntıları

boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerine
benim ölmüş olmamı
hiç bir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak

tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca

ama neler olup bittiğini hiç bir âyetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.27)

Dünyayı, kendi varoluş sebebini merkeze koyarak tamam etme eylemi sona ermiş, “ben” bir parçası olduğu
“bütüne”     yani   hakikî    “ruh”a    kavuş muştur.    "Bilinçli    inişler”,    “bilinçli    çıkışlar”                  geçirmiş;        “bilinçli

daralmalardan”, "bilinçli genişlemelerden” etkilenmiş “insan”ın hayatı artık sona ermiştir. Bu aynı zamanda
insanın “tazelenebilmesinin de sonudur.” Çünkü insan, Özel’in dile getirdiği gibi, “can taşıdığı müddetçe her an
içten içe kaynıyor demektir. Bu kaynayış artık ölümle son bulmuştur.” Fakat sona eren “ben”/“ruh” değil,
“tazelenmenin” ne olduğu hakkında bilgisi olmayan şehrin insanının çok değer verdiği maddî varlık, yani
“beden”dir.

Bu “ben”in hayatı ve modern zamanların/‘şehrin’ insanına karşı ortaya koymuş olduğu “uymacı olmayan tavır”,
‘kadife çiçekleri’ ve ‘defneler’le bezenmiş bir hayattır. Fakat şehrin insanı, ölen bu “beden”e “baldıranlar” lâyık
görür. Çünkü nefes alıp veriyorken bu “ben”, şehrin insanının ezberini bozmuş onu, mecbur bırakılmışlıklarını
hatırlattığı için, huzursuz etmiştir. Şairin adı geçen çiçekleri şiirinde kullanması boşuna değildir. Yaz kış
yaprakları yeşil olan defnelerin ve her zaman parlaklığını muhafaza eden kadife çiçeklerinin karşısına, zehirli bir
ot olan baldıranlar çıkarılarak, şiirin en başından beri dikkatlere sunulan iki farklı hayat tarzı sembolleştirilir.

Böylelikle ikinci bölümün başından beri “Cantabile”in nakarat bölümü gibi tekrarlanan şehrin insanının
özellikleri netlik kazanmış olur. Buna göre şehrin insanı, ‘kaypak ilgilerin’, ‘zarif ihanetlerin’, ‘bozuk paraların’,
‘sivilcelerin’, ‘pahalı zevklerin’ ve ‘ucuz cesaretlerin’ esiri olan konformist bir insandır. Şehirli olanlar, yani
“kaçaklar’, “hoşnutsuzlar” ve “boğaz tokluğuna çalışanlar’ bu “ruh”un hapsedildiği kafesin/bedenin ölümünü,
kendi hesaplarına çarçabuk tüketmeye çalışırlar. Çünkü hayattayken sürekli olarak yenilenmek, toplumsallaşma
süreci içerisinde kendisine sunulanı/dayatılanı peşinen kabul eden şehrin insanına göre değildir.

Şair bu noktadan sonra şiirin üçüncü bölümünün de temelini oluşturan önemli bir yere varır. Artık “ben’in/
ruh’un” taşıdığı değerler bir insana, daha geniş bir ifadeyle bir “ölümlüye” ait değildir. Gündelik yani gelip geçici
olanın sınırları içerisinde değerlendirilemeyecek olan bu kazanımlar doğrudan, yaratılış sebebinin ve ölümün
doğru olarak kavranıldığı bir hayat tarzına işaret eder. Bu hayat tarzında, “var edilen” her şey, yaratıcısından izler
taşır. ‘Yaprağın damarında’ da, ‘suyun özünde’ de varlık/hayat, yokluk/ölüm bir aradadır. Fakat şehrin insanı
bunu ‘hiçbir vakit’, asırlar öncesinden haber verilmiş olmasına rağmen, ‘hiçbir ayetten’ anlayamaz.

Onun durumu veba salgınından kaçarak ölümden kurtulduklarını zanneden ve ibret için önce öldürülüp sonra da
diriltilen halkınkine benzer: “Kendileri binlerce oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları
görmedin mi? Bunun üzerine Allah onlara: “Ölün” (diye) buyurdu, sonra da onları diriltti.
Şüphesiz ki Allah,
insanlara kar
şı gerçekten büyük ihsan sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmezler.”

Şiirin üçüncü ve son bölümünün adı “Requiem”dır. Kelime anlamı olarak “ağıt” demek olan requiem, Hıristiyan
inançlarına göre, ölen kişinin ruhunu rahatlatmak amacıyla yapılan cenaze töreninde çalınan müziğe de denir.
Mozart’ın ölüler için bestelediği ve çok beğenilen eserinin adı da “Requiem”dır. İsmet Özel artık “Üç Firenk
Havası”ndan sonuncusunu seslendirir. Neşeli bir girişin ve “dinleyici”yi içine çeken bir söyleyişin ardından
gelen “ağıt” havası, ölüm ve ölümlülük üzerine söylenen tam bir final havası niteliğindedir:

Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.

(“Üç Firenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.28)

Şiirin özellikle ikinci bölümünün tamamında kendini hissettiren “ben”, artık yerini yukarıda da ifade edildiği gibi,
varoluş sebebinin ve ölümün doğru olarak kavranıldığı bir hayat tarzına bırakmıştır. Böyle bir hayat, Gabriel

Marcel’in “içi boşalmış hayatlar” diye adlandırdığı ve yaşamların kesintisiz şekilde geçici kazanımlara
dayanarak devam ettiği bir hayatın tam karşısında yer alır. Bu hayatta ölüm fikri günün her saatinde ve yılın her
mevsiminde dipdiridir. Bölümün isminden de anlaşılacağı üzere, “oluş”a hayranlık duyanların ve “ölüm”ü
huzurla karşılayanların sonuna kadar yaşadıkları bu hayat, artık geride kalmış ve özlemle anılır olmuştur:

Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.

Toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.

Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
serüvenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.

(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.28 29)

Bütün sükûneti ve anlamıyla, “var olmayı düşünme” durumunda yaşayanlara cesaret kaynağı olan bu hayatta,
toprağa atılır atılmaz yeni filizler, yeni uçlar vermek için “ölen”, ‘tohumların bilgisine’ dahi “yakîn” olunur.
Böyle olunca ‘kavga’ çıkarmak, ‘dövüş’ başlatmak, ‘çarpış’mak hatta ‘savaş’mak bile ayrı bir anlam kazanır bu
hayatta. Bir evin içerisinde bir odadan diğer bir odaya geçme rahatlığında karşılanır ölüm bu hayatın insanı için.
Ne var ki kendi kuyusunda kaybolmuş olan modern dünyanın/şehrin insanı, bunlardan hiçbirinin anlamını
kavrayamaz. Her geçen gün insan iradesine ve zekâsına mahkûm olan fakat ölüm fikrini evcilleştiremeyen
modern dünyada, rüyalarda verilen müjdeler, asırlar öncesinden yazıya dökülmüş “söz”ler, birer işaret fişeği
görevi görmezler. İsmet Özel, bu noktadan sonra şiirin sonuna doğru yaklaşıldığının işaretini verir ve şiirin sesi
birden artar:

Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar

semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.
akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını

(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.28)

Ölüm fikrini “öldüremeyen” modern insanın, bu “gerçek” karşısında başvurduğu çarelere dikkat çeker şair
burada. Artık söz konusu olan, arkasından ağıtlar yakılan ve ölümün tevekkülle karşılandığı bir hayat tarzı
değildir. Modern zamanın insanı, ölümü ve ölümlülüğü hayatından çıkarmak için ne gerekiyorsa yapar.
Baudrillard, “batı kültürünün tümüyle sağlıklı olma, yani yaşamı ölümden temizleyip kazıma, üzerine
oturtulduğunu” söyler. Ölümü her ne pahasına olursa olsun arınık hale getirmek, örtmek, gerekmektedir.
Hayattaki varoluşlarını mideleriyle orantılayan ‘genç burjuvalar’ da ölüm fikrini ‘fermuarlayarak’ şimdilik,
hayatlarından uzağa atarlar. Böylelikle, alışılageldiği gibi gündelik işlerini yapmaya devam eden ve hayatlarının
sonuna yaklaşan emekliler de “ölmek”ten rahatsız olmamış olurlar. Şiirin son kısmında, ölüm düşüncesinin
modern insanın hayatındaki yeri üzerine kesin hüküm verilir:

Bir soğuk uzay

parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan ölüm götürdü seni
ölüm ölüm

gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.

(“Üç Frenk Havası”, Cellâdıma Gülümserken, s.30)

Hem ölümün bizzat kendisi hem de ölüm fikri, modern dünyada sıradan işler kadar dahi yer almaz. İnsanların
hayatlarından sınır dışı edilen ölüm, etraftakilerin keyfini kaçırdığından “müstehcen ve rahatsız edici bir şey”
haline gelmiştir. Çevreden geçenlerin gözleri ve duyguları rahatsız olmasın diye cenaze alayı programları bile en
şük seviyede tutulur. Böylesine ‘kaba’ olan bir “gerçeğin”, kimliklerin ve sözcüklerin içinin boşaltıldığı
“uzay-zamanı” nı yaşayan modern insanın hayatında, bir boşluktan ve hiçlikten öteye gitme şansı yoktur.

3.1.4.     Şahsî olandan toplumsal olana yöneliş: Devrimci duyarlılık

“bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal’am onu kal’a kılan benim
bo
şanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbe
ğidir benim yerim.”
Evet,
İsyan

İsmet Özel’in şiir evrelerini incelerken de önemine ve şairin şiir oluşum süreci içerisindeki yerine dikkat
çektiğimiz “Partizan” şiiri ve beraberinde gelen devrimci duyarlılık, içerik olarak "Geceleyin Bir Koşu”daki
şiirlerden ayrı bir yerde durmaktadır. Dünyaya konumlanmaya gayret gösteren bir ben’in sahibi olarak Özel, ilk
şiirlerinde yukarıda dikkat çektiğimiz, bireysel kaynaklı bir takım “huzursuzluklarına şiiriyet kazandırırken,
“Partizan”la şahsî olandan toplumsal olana yönelmeye başlar. Çalışmamızın “Hayatı” kısmında sebepleri üzerine
detaylı olarak durmaya çalışğımız bu yönelim, Özel’in hayatıyla şiirinin paralel olarak ilerlemesinin de bir
göstergesi olarak kabul edilebilir.

İsmet Özel, dünyayı anlamlandırma yolunda eğleştiği sosyalizm durağında, özellikle TİP’e kaydolup ‘müseccel
komünist’ olduktan sonra almış olduğu tüm görevlerde sorumluluk bilinciyle hareket etmiş; beni’nin arayışı
içerisinde olduğu “sahiciliği” bu yolla gidermeye çalışştır. Fakat bir müddet sonra bu “durak”taki insanların
gündelik kazanımların peşi sıra giden kimseler olduğunu fark eden şair, söz konusu olan arayışını devam
ettirecektir. Kanaatimizce şairin “devrimciliği” de bu noktada belirmektedir. Dönemin koşulları düşünüldüğünde
büyük sarsıntılar geçiren topluma ve onun kendi gibi huzursuz olan insanına en doğru yolu göstermek inancıyla
sosyalist olan şair, almış olduğu sorumlulukları devrimci duyarlılıkla yerine getirmekte ve her şeyden önemlisi bu
durumu şiirine konu ederken şiirin estetiğine zarar vermemeye çalışmaktadır.

"Evet, İsyan” kitabında bir araya gelen ve devam eden süreçte de izlek olarak varlığını koruyan devrimcilik temalı
şiirler, yaptığı işi/“partizanlığı”/“devrimciliği” hayatının en önemli uğraşı sayan bir ben’in radikal ve sert üslupla
ortaya koyduğu metinler olarak kabul edilebilir. Özel’in devrimci duyarlılıkla yazılmış şiirlerindeki temel izlekleri
“‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık” ve “Hayatın merkezine konulan partizanlık/devrimci
duyarlılık”
şeklinde ele almamız mümkündür.

3.1.4.1.     ‘Merak’ etrafında gelişen devrimci duyarlılık

İsmet Özel’in dünyayı anlamak ve içindekiler hakkında bilgi sahibi olmak için çocukluğundan bu yana ayrı bir
çaba içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. “Benim dünyanın şekli hakkında yakınlarım dolayısıyla bir merak alanım
vardı”
diyen şair, sorgulayan ve “didikleyen” bu yönünü, devrimci duyarlılıkla kaleme aldığı şiirlerinde “merak”
unsuru etrafında hissettirir.

“Sevgilime Bir Kefen” adlı şiirinde Özel, konumlanmaya çalışğı dünya karşısında “hazırlıksız” olmak istemez.
Fakat şaire/“devrimci”ye göre en önemli ‘hazırlık’, klişeleşmiş söylemler, broşürler ya da sloganlar değil de
“merak etmek”tir. Bilgilenmenin ve aydınlanmanın kapısının ilk olarak “merak” edilerek açılacağı
şünüldüğünde, şiirde bir devrimcinin merak unsurunu en önemli bir hazırlık olarak kabul etmesi dikkat
çekmektedir. Çünkü genelde devrimcilerin harekete geçmesi için toplumsal “dürtü”ler veya kalabalık psikolojisi
yeterli olmakta; anlamını kaybederek “kitsche”leşmiş eylemler ve içi boşaltılarak “mış gibi” hareket etmeler kâfi
gelmektedir. Bir ‘devrimcinin’ önemli bir özelliği olarak kabul ettiği bu ‘merak’ unsuruna Özel, metinde şu
satırlarla şiiriyet kazandırır:

(...)

urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür üstüm
merak

bir devrimcinin hazırlığıdır

ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.

(...)

Ve tarçın kokusu ve yorgunluklarla
oturduğumuz evleri tıkayan
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır.

(...)

Benim harcım değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokuları, analarımız
aşererken toprak yiyen analarımız
yüreğimin palamarlarını çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.

(“Sevgilime Bir Kefen”, Evet, İsyan, s.16)

Özel, “Evet, İsyan” şiirinde de yukarıdaki şiirde olduğu gibi merak unsurunun bir devrimcinin hayatındaki
önemine gönderme yapmaktadır. Yine bu şiirde dikkat çeken önemli bir özellik, şairin şahsî olandan toplumsal
olana açtığı pencere ile toparlanmış ve kuvvet kazanmış gözüken beni’ne olan güvenidir. İsmet Özel, bu güven
dolayısıyla devrimciliğini daha da belirgin kılmakta; en önemli kazanım olarak gördüğü “merak”ı iyice
yüceltmektedir. Şiirde ‘toprak’, ‘kan’, ‘mezar’, ‘pusat’, ‘yumruk’ ve ‘kavga’ sözcüklerinin ilk anlam değerleriyle
oluşturulan devrimci duyarlılık, ‘merak’ etrafında örgülenen ‘sabah’ ve ‘gök’ kelimelerinin uzak anlam
değerleriyle karşılanmak istenmekte; “örnek okur”a metnin anlamını tamamlaması için davetiye çıkarılmaktadır:

Ben merd-i meydan

yani toprağın ve kanın gürzü

güllerin bin yıllık mezarı bendedir

yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.22)

“Merak”ın “yaşamak” ile birlikte anılıp, ‘hainin’ ve ‘korkağın’ karşısına konulduğu bir diğer şiir de “Muş’ta Bir
Güz İçin Prelüdler” şiirinin 7. bölümüdür. Özel’in ‘ey’ nidasıyla merak için yaptığı tanımlar, şairin devrimci
duyarlılığı ile bu özelliğinin ne kadar birbirine bitişik ilerlediğini ortaya koyması bakımından önem arz etmektedir.
Yine bu şiirdeki söyleyişin, şiirin adına uygun olarak açımlanması da dikkat çekmektedir. “Ses veya düzen
denemesi” anlamına gelen Prelüd, şiirde ses ve ritmik düzenin ahenk ile olan uyumu gözetilerek örneklenmiş
olmaktadır:

Adını 'bir gün fazla yaşamak' koyduk.

Ey merak, ey zafer haykırışı, oğlum!

Ellerin ve doğurtucu erkin başdöndüren macerası!

Ey toprağın ve rahmin tükenmez hünerleri!

Güz ki ancak hainin yüreğini soğutur

bir korkağı mahzun kılar kırlangıç sürüleri

sabırla, kin tutarak

gülen günlere ulaşan sesleri bulduk

adına 'yaşamak' diyoruz

'düşmana inat bir gün fazla yaşamak! '

(“Muş'ta Bir Güz İçin Prelüdler 7 ”, Evet, İsyan, s.35)

Özel, “İnce Sızı” adlı şiirinde devrimciliğin önemli bir safhası olarak gördüğü “merak”ı, yukarıda örneklediğimiz
şiirlerden farklı olarak dikkatlere sunar. Bu şiirlerde şair, merakı bizzat ismini anarak şiirselleştirirken, “İnce
Sızı”da devrimci duyarlılık çevresinde sorduğu sorularla bir “duygu” olarak ele almaktadır. Şiirde ‘nalça’
kelimesinin sözlük anlamı öncelenerek kişileştirilen ‘sevincin’, yaklaşırken çıkaracağı “ses” merak edilmekte;
‘dost’ kelimesinin yaptığı imajinatif çağşımla da bu sevincin istendiği hissedilmektedir:

Var mıdır nalçaları sevincin

gün tene değince kanatları uzar mı

derin bir secde gibi rüzgâra aşılanmak
dostları düşünmenin çarpıntısından mı

(...)

ben bir deli fışkın değil miyim

sahibim Köroğlu'nun da sahibi değil mi
ve çocukların ezbere bildiği gömleğimin
kendirini kendim ekmedim mi

(“İnce Sızı”, Evet, İsyan, s.31)

3.1.4.2.       Hayatın merkezine konulan partizanlık/devrimci duyarlılık

Sosyalist olarak devrimciliği hayatının merkezine koyan ve bu duyarlılıkla dünyayı anlamlandırmaya başlayan
İsmet Özel, müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra da bu duyarlılığını devam ettirir. Modern dünyaya ve
onun insanı esir alan mecbur bırakılmışlıklarına yönelerek devam eden bu durumu, çalışmamızın ileriki
kısımlarında şiirlerinden hareketle örneklemeye çalışacağız. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, ergen
bunalımlarını terk eden bir ben’in toplumsal olanın sınırlarına yaklaşıp halkın sıkıntılarını konu ederken
devrimciliğe “samimi” bir biçimde yönelmesi ve bu inanmışğını da şiirin imkânları dâhilinde sonuna kadar
işlemesidir.

Şairin “Partizan” şiirinden yansıyan devrimci duyarlılık, ifadeye çalışğımız hususu örnekleyecek dizelerden
oluşmaktadır. “Partizan” kelimesi, Türk şiirinde İsmet Özel’den önce Nazım Hikmet tarafından da kullanılmıştır.
Nazım Hikmet, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın dördüncü kitabında “Zoe” adındaki genç bir kızın
Almanlara karşı olan mücadelesini ve sonunda asılışını şiiri içerisinde hikâyeleştirerek “Göğsüne bir de yazı
yazdılar: /PART
İZAN” dizeleriyle “Partizan” kelimesine yumuşak ve sempatik bir söyleyiş katar.

Partizan şiirinin özellikle ilk “7-11” dizelerini Nazım Hikmet’ten esinlenerek yazdığı ileri sürülen İsmet Özel, sert
ve radikal bir söyleyişle şirine konu ettiği “Partizan”ı, Nazım Hikmet’ten farklı bir biçimde ele alır. Şair,
“Partizan”ı anlatı konusu olarak değil de, ben’den hareketle bizzat hayatın merkezine konumlandırılan yaşanılası
bir durum olarak değerlendirir. Özel’de söz konusu olan bu durum, insanın ontolojik boyutuna yaptığı
göndermelerle değerlendirilir ve içi boş anlamsız eylemlerden daha çok, bütünüyle çözümü hedefleyen bir yapıyla
ortaya konulur. Türkiye’nin 1960 yıllarındaki içinde bulunduğu kaotik ortam düşünüldüğünde “Partizan” şiiriyle
ışıyan anlam dünyası daha belirginlik kazanmaktadır.

Kendi içerisinde 3 bölüme ayrılan “Partizan” şiiri, bütün olarak bakıldığında “dayanacağım”, “dayanmalıyım” ve
“dayanamam” fiilleri etrafında örgülenmektedir. Şairin partizanlığından/devrimciliğinden bir şey kaybetmemek
için kendinden emin olarak “dayanacağım” dediği “rahatsızlık”, ‘harf ve ‘yıldız’ kelimeleriyle hissettirilir. Bu
kelimelerden ‘harf, söz konusu olan rahatsızlara karşı öfkeyle söylenecek bir “sözü/küfrü” imlerken; ‘yıldız’
kelimesi de, sıradanlaşmak olarak beliren bu rahatsızlıklara katışmamak kararlılığını akla getirmektedir. Nitekim
şiirin 5. dizesinden sonra şair, ‘Artık’ sözcüğüyle, geride kalan ve kendisinin de onayladığı değerlerin olmadığını
işaret etmekte; özellikle ‘banker’, ‘noter’ ve ‘mevlit ilanı’yla simgeleşen modern zamanlara karşı duran ‘ergen’i ve
onun partizanlığını yüceltmektedir:

Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.

Artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış, ne infilak
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir

uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kağıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.

Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.

- Yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha -

Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.7)

Şairin partizanlığı, şiirin ikinci bölümünde bir zorunluluk bildiren “dayanmalıyım” kelimesi etrafında açımlanarak
devam eder. Özel’in dayanması gereken ‘sarp bir güvercin’in “yürek”ten düşmesidir. ‘Yürek’ ve ‘güvercin’
kelimelerinin derin anlamda meydana getirdiği birliktelik, ‘sarp’ imajıyla farklı anlam katmanlarına çağşım
yapmaktadır. Baştan sona imajinatif bir içerik taşıyan bu söyleyiş, şiirin devamında, birinci bölümde olduğu gibi,
yüceltilen ‘ergen ölüleri’nin karşısında olduğu değerlerin nazara verilmesiyle iyice netleştirilir. Özellikle,
‘tecimevleri’, ‘poker’, ‘sinema’ ve ‘genelev’le simgeleşen modern insan/‘herkesler’, “Üç Firenk Havası” şiirinde
özellikleri sıralanarak eleştirilen ‘şehrin insanı’na yaklaştırılarak şiire dâhil edilir:

Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...

Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.

Yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağşımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışğı.

Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.8)

Özel’in yukarıya alıntıladığımız şiirde dikkat çeken devrimci duyarlılığının aynı söyleyiş ve içerikle, “İnce Sızı”
şiirinde de ortaya konulduğunu görmekteyiz. Şairin, ‘dünyaya sokulmak’ için, modern insanla özdeşleştirdiği
‘yalan’, ‘kir’ ve ‘tahvilat’la ‘cebelleşmek’ isteğini dile getirirken, ‘düşünmek’ ve ‘güdebilmek’ eylemleriyle işaret
ettiği anlam dünyası dikkat çekmektedir:

Yokum arkadaş şünmekle varılan tada
hayata yalnızca kafanı banmak
gövdende namusluca güdebilmek sevinci
elbet burkulup kalmaktan iyi.
Kara gözlerimde uğuldayan bu değil ancak
elde tüfek, elde alet, yürekte kor
cebelleşmek yalanla, kirle, tahvilatlarla
damarlarına papatyalar doldurarak
bir serinlik olup dünyaya sokulmak

(“İnce Sızı”, Evet, İsyan, s.31)

Partizan” şiirinin son bölümü şairin “dayanamayacağı” değerlerin söz konusu edilmesiyle başlar. Özel,
‘dinmeyen bir mavilik’ ve ‘bir çeteci’nin ‘kanındaki çiviyi’ sökmesi karşısında savunmasızdır. 3. bölümün ilk
dizesinde yer alan ‘dinmeyen bir mavilik’, şairin hayatı, devrimci duyarlılıkla anlamlı, dokunulur ve “sahici”
kılarak yaşamak istemesi olarak da okunabilir. Bu anlamda “yaşama sevinci”ni, hayatının merkezine koyduğu
eylemle/devrimci duyarlılıkla birebir örtüştüren şair, şiirinin sonunda ‘ÇIKSAM’ kelimesi etrafında yükselttiği
sesle de bunu dikkatlere sunar:

Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.

Radyodan silah sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!

ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik -
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan

(“Partizan”, Evet, İsyan, s.8)

İsmet Özel’in “Yaşamak Umrumdadır” adlı şiiri, “Partizan” şiirinin özellikle son bölümünde beliren hayata,
devrimci duyarlılıkla yönelerek “yaşama sevinci”ni kaybetmemenin devamı olarak okunabilir. Özel, “Waldo Sen
Neden Burada Değilsin?” adlı eserinde bu şiirini, Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” adlı şiirini olumlamadığı
için kaleme aldığını ifade eder. Nazım Hikmet, 1948 tarihini taşıyan “Yaşamaya Dair 1, 2, 3” şiirlerinde,
‘Yaşadım diyebilmek için...’ (“Yaşamaya Dair 3”, Bütün Eserleri, s.333) hayatı dolu dolu yaşamak gerektiğine,
ameliyat masasında ya da hapiste olunsa da hayattan ümidi kesmemek gerektiğine işaret ederek hayata, bir anlatı
konusu olarak şiiriyet kazandırır. İsmet Özel’in “Yaşamak Umrumdadır”ında ise, şiirin başğından itibaren hayat,
ben’in hissedebileceği, coşkuyla yaşanarak ‘karşılık’ verilebilecek bir unsur olarak ele alınır. Şair, “dokunulur
kılarak” yaşamak istediği hayatı, devrimci duyarlılıkla birleştirerek şöyle şiirselleştirir:

(...)

Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık vereceğim

Sana bir karşılık vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti sana
bir karşılık vereceğim.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

Yukarıda örneklenen şiirde olduğu gibi “Sevgilim Hayat” şiirinde de hayat, uğrunda devrimci duyarlılıkla
mücadeleye girilecek bir ‘sevgili’ gibi ele alınır. Bu ‘sevgili’yle/hayatla beraber olunurken âdeta ulaşılan cinsel bir
doyum söz konusudur. Özel’in şiirlerindeki cinsel içeriği incelerken dikkat çektiğimiz bu hususu şair, özellikle
meydana getirdiğini Boris Pasternek’in “Kızkardeşim Hayat” adlı şiirinden hareketle ifade eder. Pasternek’in
aşağıya alıntılayacağımız dizelerini çok “soğuk, zihinsel ve sexless” bulan şair, doğrusunun “Sevgilim Hayat”
olması gerektiğini belirtir ve kendi metninde, yaşadığından sorumlu bir ben’in sahibi olarak hayatı her yönüyle
şiirine dâhil eder:

Kızkardeşim hayat bu gün de su taşkınlıklarında

Bahar yağmurlarıyla her şeye çarptı yaralandı,

Ama insanlar madalyonlar içinde soylu homurdanışlarla

Ve incelikle ısırıyorlar yılanlar gibi yulaf aralarında.

Yüksektekilerin buna kendi dayanakları var

Tartışmasız tartışmasız gülünesidir senin dayanacağın

Hani boralarda leylakidir gözler ve çayırlar

Ve rutubetli yerlerde kokar engin.

(...)

(“Kızkardeşim Hayat”, Kızkardeşim Hayat, s.5)

İsmet Özel, “Çağdaş Bir Ürperti” adlı metninde de, yukarıdaki şiirlerle örneklemeye çalışğımız hayatın
merkezine koyduğu devrimci duyarlılığını şiirin sınırları içerisinde işlemeye devam eder. Bu şiirde özellikle
“dinelmek” eyleminin 3 kez tekrar edilmesiyle meydana getirilmek istenen atmosfer dikkat çekmektedir. Yine
şiirin sonunda Özel’in, Turgut Uyar’ın kendisine “Che Guevara’nın burada daha iyi gideceğini” söylemesine
karşın Fidel Kastro’yu konu etmesi, şairin “işi gücü çatışmadan ibaret ve dövüş zevkini tatminden öteye
gitmeyen bir devrimcilik”
ten uzak durmasıyla yakından ilgili bir durumdur:

(...)

ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya

dineldim

dineldim
dineldim
aşk; içerimdeki ergen ölüsünü uğraştırıyordu.

(...)

ve karnının kurşun işleyen karanlığı
hüznün namusunu savunan ellerin
Fidel Kastro’yu övüyor bana
Bunun için.

(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.11-12)

Devrimci duyarlılığı hayatın merkezine koyma noktasında, “Partizan” ve “Çağdaş Bir Ürperti” şiirleriyle beraber
okunması gereken bir diğer şiir de “Bir Devrimcinin Armonikası”dır. Bu şiirde şairin, bireysel huzursuzluğunu
konu ettiği şiirlerindeki kadar olmasa da, devrimcilikle beraber gelen sorumluluktan ve modern dünyanın
sıradanlıklarından kaynaklanan bir “sıkıntı” söz konusudur. Sıradanlaşarak hayatlarını devam ettiren insanlarla bir
arada bulunuyor olmanın huzursuzluğunu ve onların dünyalarına ayak uyduramamanın ‘acemi’liğini, ‘makine’/
modern çağ karşısındaki gövdesini ‘tahta bir bavul’a yani oradan oraya taşınan/sürüklenen bir “eşya”ya
benzeterek dışa vuran şair, ‘boğulmak’ ve ‘gitmek’ fiilleri etrafında oluşturduğu imajinatif söyleyişle de bir
çözüme ulaşmak istemektedir. Bu dizelerle aralanan anlam dünyası, şairin varoluşsal güvenliği elde ettikten sonra
kaleme aldığı “Of Not Being A Jew” şiirinden, ‘kalbe’, ‘eve’ ve ‘şarkıya’ “dönmek” etrafında yükselen ses ile
birlikte okunduğunda, öncelenen anlam biraz daha netleşmektedir:

(...)

ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi
oraya gidiyorum : boğulmaya.

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insan kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi
1300 tarihli şehbenderlere dair talimata
ve anamın kanserine alıştım
ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere
bir vitrin gibi
bir bıçak,bir
setre.

Tutuşan bir bıçak.

içerimde tozuyan bağırtılar vardır
Ondan işte gidiyorum oraya : boğulmaya.

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Burada dikkat çeken bir diğer nokta, Özel’in devrimci duyarlılığının yerel sınırları aşarak evrensel bir düzeye
ulaşş olmasıdır. “Çağdaş Bir Ürperti” şiirinde Fidel Kastro’yu söz konusu eden şair, bu şiirinin son
dizesindeki ‘Hanoy’da bir uçaksavar’ (“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.15) söz grubuyla da
Vietnam Savaşı’na göndermede bulunur. 1965 yılında savaşla ilgili barış görüşmelerinin sürdüğü bir sırada
Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam’ın başkenti Ha Noi’yi bombardımana tutmuş ve 17.000 Vietnamlının
ölümüne neden olmuştur. Bombardıman boyunca Vietnam kuvvetleri de 15 Amerikan B52 bombardıman uçağını
şürmeyi başarmıştır.

İsmet Özel, “Bir Devrimcinin Armonikası”nı yazdığı sıralarda devam eden Vietnam’daki bu olayı şiiri içerisinde
işleyerek, devrimci duyarlılığının sadece kendi ülkesinde olan haksızlıklara karşı olmadığını okuyucuya
hissettirmiş olmaktadır. Aynı duyarlılığı “Sevgilim Hayat” şiirinde de ortaya koyan şair, Amerikanın Vietnam’da
ki tutumunun yanına bu sefer, -şiirlerini “Erbain” adlı kitabında toplu olarak bir araya getirirken,- Rusya’nın
Afganistan’da yaptığı ‘vahşetin’ eleştirisini koymaktadır:

Uzak Asya'dan çekik gözlerimiz
Küba'dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak
güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da
Ke san'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin
(“Sevgilim Hayat”, Evet, İsyan, s.30)

Yukarıya alıntıladığımız şiirlerle dikkat çektiğimiz bu durum, şairin devrimci duyarlılığının hayatın merkezinden
aldıklarıyla şekillenip kuvvet kazanması sonucu ortaya çıkmaktadır. “Kan Kalesi” şiirinde bu hususunun yerel bir
yansımasına şiiriyet kazandıran Özel, 1965 yılının mart ayında Zonguldak Kozlu’daki olayları şiirine konu eder.

Maden ocaklarındaki işçilerle güvenlik görevlileri arasında meydana gelen bu olayı şair, günlük gazetelere
yansıyan şeklinden ödünçleyerek dizelerinde şöyle dikkatlere sunar:

(...)

herkesin içinde iğdiş bir bahar

bacakları eriyor memurların, evkızlarının

ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyorlar ocaklarına.

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.20)

İsmet Özel, devrimci duyarlılıkla kaleme aldığı şiirlerinde, yukarıya örneklediğimiz gibi, halka ve onu ilgilendiren
unsurlara şiirin sınırları içerisinde özellikle eğilmektedir. Askerliğini farklı şehirlerde yapması sonucu halkları/
insanları daha yakından tanıma fırsatı bulan şair bu metinlerinde “halkı”, devrimciliğine güç katan bir unsur olarak
dikkatlere sunar. Özel’in “Yaşatan” adını taşıyan şiiri, ifadeye çalışğımız hususu, güzel söyleyişi ve derin
içeriğiyle dikkatlere sunması bakımından önem arz etmektedir:

Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça kirpikli gelinler huylanır.

Ben halka bakınca terlenirim

yaslanırım tarlaların gölgesine, tozuna

kirlenir gülkurusu mendilim.

Benim rengimle kim yarışabilir

sancımı kimler altedebilir ben halka bakınca?

Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi

yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,
sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden yaralandım dünya ırmaklarından.

(“Yaşatan”, Evet, İsyan, s.40)

Şiirin devamında Özel, halkın içinde bulunduğu olumsuz şartları dile getirirken bunun sorumlusu olarak yine
şehrin insanı’nı görmektedir. ‘Üniforma’ ve ‘kravat’ kelimelerinin çağştırdığı uzak anlamlarından faydalanan
şair, halkın hak ettiği yeri bulması için girilen mücadeleleri anımsar ve tekrar devrimciliği yüceltir. Bu sefer şair,
aynı duygu değerini paylaşğı ‘arkadaşlar’ına olan güvenini de söz konusu eder:

Dünyanın ırmakları dediğim yer
aydınlık, gülümserlik ve sevda
Oysa halkın göz çukurları çamurlanmıştır
kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara
yazlık sinemalarda, üniformalar altında
banknotların, kıravatların saltanatıyla
çürütülmektedir halk.
Gözlerim
ne güzeldir halka bakınca

gözlerimde böğürtlendir
avuçlarımda nar,
ayaklarını çıplatıp sulardan geçen çocuklar
sevinçle kıpırdatır yapraklarımı.

Halkım

pıçaklanmış bir kadın gibidir
kaygular içinde yapayalnız
zehirli çiçeklerin uğultusu
uzaklaşmaz kulaklardan.

Gözlerim

neden güzeldir halka bakınca
beni neden küflemez o çökertilmiş anlam
herdaim karnımda tıkılı duran şafak
dünyalar biriktirir halk adına?

Çünkü bana göbek bağımdan işliyor toprak
hançeri ellerinde neşter kılan
arkadaşlarım var dağlarda.

Kara yerden kırmızı gelincikler biterken
leylekler kirlenirken bin bereket uğruna
şeffaf, bakire kızlar pencerelerden
kaçırılmak için elederken delikanlılara
o zaman benim gözlerim işte
kavi bir mavzer olur halka.

(“Yaşatan”, Evet, İsyan, s.40-41)

Özel, devrimci duyarlılıkla haksızlıkların ve mecbur bırakılmışlıkların üzerine gidilmesini şiirselleştirirken halkı
ve onun zedelenmişliklerini söz konusu ettiği bir diğer şiiri de “Yıkılma Sakın”dır. Şair, bu şiirinde de
“Yaşatan”da olduğu gibi, aynı mücadeleyi veren ‘devrimcileri’ dikkate sunar ve ‘dört duvarın’, ‘tel örgünün’,
‘meşhur yasakların sahipleri’ne karşı sürdürülen savaşı, şiirin imkânları içerisinde hissettirir:

Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?

Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.

Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışş bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir

ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.

Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
(...)

(“Yıkılma Sakın”, Evet, İsyan, s.38-39)

İsmet Özel, “Kan Kalesi” şiirinde ‘elbet bir hinlik vardır seni sevişimde / ey kanıma çakıllar karıştıran
isyan’ (“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.20) diyerek yücelttiği devrimciliğini, “Evet, İsyan” şiirinde de ‘alanlara’
çağırdığı ‘çatlıycak kadar aşkî yürekler’le özdeşleştirmektedir. Şiirin en başında ‘demirden sağanaklar altında’
uyutulan sevgili, son bentte gelindiğinde ‘yüzüne ay kırıkları çarpıp’ uyandırılmak istenir. Şiirin açılışı ve
kapanışı olarak da düşünülebilecek bu kurgu, ‘uyur sevdiğim’ sözleriyle başlatılıp ‘uyansın sevdiğim’ söz
grubuyla sona erdirilmektedir. Şiirin yine son bendinde ‘isyan’ın, ‘kan’ ve ‘karanlık’ kelimeleriyle kurduğu
koşutluk dikkat çekmektedir:

Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
(...)

Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.

Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.

(“Evet, İsyan”, Evet, İsyan, s.23)

Şairin devrimcileri yüreklendirdiği bu dizeler, “Mazot” şiirinde tekrar söz konusu edilir. Şiirin sonunda
‘devrimcinin’ ‘çarpıntısız dakikası’ olmayacağını ifade eden Özel, ona ‘yangınların üstüne’ korkusuzca
yürümesini öğütler:

Sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde

bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir

bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin

(“Mazot”, Erbain, s.143)

Fakat şair bu söyleyişini yine tüm şiirlerinin çıkış noktası olan kendi beni’nden hareketle yapmaktadır. Bu
noktadan bakıldığında, Özel’in ‘devrimci’ dolayımında yükselttiği ses, aslında kendinden yükselmekte ve kendine
yönelmektedir. İfadeye çalışğımız bu durum, “Mazot” şiirinin “giriş” kısmı olarak kabul edilebilecek dizelerden
anlaşılmaktadır. Nitekim ‘ağlamadan’, ‘utanmadan’ ve ‘yumruğu çözülmeden’ yalın yürek ‘konuşmak’ isteyen
şairin bizzat kendisidir:

Ağlamadan

dillerim dolaşmadan

yumruğum çözülmeden gecenin karşısında

şafaktan utanmayıp utandırmadan aş
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.

(“Mazot”, Erbain, s.143)

3.1.5.      Toplumsallaş(ma)ma ve “Otantik olma”: Yalnızlık

"inmem gerek göz bebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
gen
şeyip kımıldayabilirim oradan sonra”

Jazz

İsmet Özel hayatının her devresinde, ortalama bir anlayış tutturularak kalıplaşş formlar içerisinde yaşanılıp
tüketilen bir hayatın karşısında olmuş; kabule zorlanılan mecbur bırakılmışlıkların farkına vararak bunların,
öncelikle kendi yaşantısını etki altına almaması için gayret göstermiştir. Şairin biyografisinden de kolaylıkla takip
edilebilecek olan bu husus, Özel’in ontolojik güvenliğiyle ilgili problemlerini Müslümanlığın merkezinde bulunan
“kadir-i mutlak” anlayışına bağlanarak sona erdirmesiyle de artarak devam etmiştir.

Kendi/ben’i ile ilgili olanı hayat içerisinde konumlandırırken “sahiciliğe” çok önem veren şair, insanların
toplumsallaşarak tek tip hale getirip sıradanlaştırdıkları yaşamları için sürekli eleştirilerde bulunmuştur. Söz
konusu olan bu eleştirilerini düz yazılarında temellendirerek etraflıca dikkatlere sunmaya çalışan Özel, şiirin
imkânları dâhilinde de modern insanın farkında olmadan yitirdiği değerlere ilişkin dikkatlerini imajinatif bir
söyleyişin arkasından hissettirir.

Modern insanın yaşam biçimi ve kabullerine yönelik sert imgelerle yapılan eleştirileri, çalışmamız içerisinde
“Devam eden devrimci duyarlılık: ‘Herkes’lerin eleştirisi” adlı bir başka tema başğı etrafında dikkate sunmaya
çalışacağız. Burada işaret etmek istediğimiz husus, İsmet Özel’in hayatının erken dönemlerinden itibaren
toplumsallaşma adı verilen “insanların, gerek toplumun norm ve değerlerini içselleştirerek gerekse toplumsal
rollerini yerine getirmeyi öğrenerek, toplum üyeleri haline gelme” sürecine karşı durup çevresindeki ‘herkesler’
gibi davranmadığından dolayı içerisine girmiş olduğu “yalnızlık”tır.

Şairin ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar farklı izlekler altında kendini hissettiren bu “yalnızlık” teması, ilk olarak
kalabalıklar içerisinde bulunulmasına rağmen sahicilik arayışı etrafında kendine sunulanın reddiyle birlikte
belirmektedir. Sonrasında ise, Martin Heidegger’in “var olmayı düşünme” durumunda yaşanılan hayatın
sınırlarına yaklaşmak için atlanılması gereken bir eşik olarak ifade ettiği “farkındalık süreci”nin aşılıp, hayatın
otantik bir tarzda kavranılmaya çalışılmasıyla ortaya çıkan “yalnızlık” söz konusudur. İsmet Özel’in bu tema
etrafında bir araya gelen şiirlerini “Kalabalıklar içindeki ben’in yalnızlığı” ve “Ben’in kendine olan
yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık”
başlıkları altında ele almamız mümkündür.

3.1.5.1.     Kalabalıklar içindeki ben’in yalnızlığı

İsmet Özel’in şiirlerinde söz konusu edilen yalnızlık, şikâyet edilen ya da insanlarla birlikte olamamanın
sıkıntısıyla beliren bir huzursuzluk değildir. Şair, etrafını çevreleyen “kalabalık” içerisinde yalnızlığı, bilerek ve
isteyerek yaşayıp şiirlerinde bu isteminin sınırlarına yaklaşır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, dünyayı kendi varlık
alanı içerisinde algılayıp yine ona, başkalarının hayatından ödünçlenen tavır ve davranışlarla değil de kendi yapıp
etmeleri ile bir karşılık vermeye başladığı erken yaşlardan itibaren Özel, söz konusu olan bu yalnızlığı yaşamaya
başlar.

İsmet Özel bu durumu, toplumsallaşmama için bir imkân olarak görmekte; hayatındaki bu açılım sayesinde
sıradanlaşarak tek tipleşmenin çevresinde toplaşan “kalabalık”dan da kurtulmuş olmaktadır. Burada dikkat
çekilmesi gereken husus şairin sözü edilen temanın izleklerinin sürülebileceği şiirlerinde çocukluğun ve onlara ait
hayal ve oyun dünyasının sınırlarına daha çok yaklaşıyor olmasıdır. Bu durum, “çocukluk” temalı şiirleri
incelerken ifade ettiğimiz gibi çocukların, henüz bozulmamış olan saf ve duru yönlerinin şiirin sınırlarına dâhil
edilerek, yalnız kalarak kendiyle/kendiliğiyle baş başa olan şairin kuvvet kazandığı merkezin işaret edilmesi
bakımından da dikkat çekicidir.

İsmet Özel’in kendilerine yabancılaşarak yaşayan insanların arasındaki yalnızlığını en açık bir biçimde ifade eden
satırlar “Bir Devrimci’nin Armonikası” ve “Kan Kalesi” adlı şiirlerde yer almaktadır. Çocuklardan aldığı güçle,
her şeyin aklın diktatörlüğünde yürütüldüğü bir çağla hesaplaşmaya duran şair, bu karşı oluşa armonika çalan
romantik bir devrimci duyarlılığıyla yaklaşmak istemektedir. İnsanlar arasında ne kadar yalnız ve ‘acemi’
olduğunun farkında olan Özel, bu durumu ‘gövde’sini/kimliğini/benliğini, insanların kendi varlık alanlarına
yaklaşıp bireyselleşerek kuracakları bir yaşam biçiminin yerine ikame edilmeye çalışılan makine karşısında
benzettiği ‘tahta bir bavul’ metaforu ile işaret etmektedir:

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım
tahta bir bavul
gibi duruyorum insanın kıyısında
makina
çok acemi buluyor beni sanırım
(...)

(“Bir Devrimcinin Armonikası”, Evet, İsyan, s.13)

Tahta bavulun insan yapımı olan bir eşya özelliği taşıdığı ve tahta olmayan bavullara nazaran “eğilip bükülmeden”
hatlarını sonuna kadar muhafaza ettiği düşünülürse şairin, ‘makina’ kelimesi ile eleştiri getirdiği toplumsallaşma
sonucu meydana gelen sıradanlıkların ve yabancılaşmanın anlam dünyası biraz daha genişlemektedir. Özel,
yukarıdaki mısralarla hissettirilmeye çalışılan modern dünyanın insanlara dayattıkları karşısında durabilmek ve
bireyselleşerek “sahici” olabilmenin imkânını elde edebilmek için “yalnız” olunması gerektiğini “Kan Kalesi”
şiirinde de dile getirmektedir:

(...)

saçlarıma bin küsur yalnızlığı takıp girdiğim şehre
insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksın
günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak
bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında
(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

Şair tarafından modern zamanların yaşandığı mekânlar olarak öne çıkarılan ‘şehir’, “insan”a ait değerlerin
muhafaza edilerek yaşandığı bir ortam olarak ele alınmaz. Bu mekân içerisinde her şey güncelliğini ve yeni olma
özelliğini muhafaza etmeli; “eski”ye/“insanî olan”a ait herhangi bir söyleme yer verilmemelidir. Özel’in, modern
zamanların yıpratıcılığına karşın bir tür savunma mekanizması olarak öne çıkardığı “yalnızlık”, ‘günü geçmiş bir
gazete’, ‘toprak bir çanak’ ve ‘bakır maşrapa’ söz gruplarının imlediği anlam dünyasıyla okunduğunda daha net
ortaya çıkmaktadır.

Ş ehir tarafından ku ş atılarak toplumsallaş maya mahkûm edilmiş olan insan, kendine ve çevresine
yabancılaşmaktan kurtulamaz ve Daryush Shayegan’ın ifadesiyle “yaralı bilinç” halinde yaşar gider. Geleneksel
toplumlarda meydana gelen kültürel şizofreniyi inceleyen Shayegan’a göre “bütün toplumsal evrimler birer
yabancılaşma sürecidir. Çünkü insanın doğal karakterini değiştiren ve onu, tutkuları ve tatmin edilmemiş
arzularıyla yaşayan yabancılaşş bir varlık haline getiren bizzat toplumdur.” Burada Ortega Y Gasset’in
“toplum, topluluk, koskoca bir ruhsuzluktur” yargısını da hatırlamak isabetli olacaktır. Gasset, topluluğu
“doğalaşş, mekanikleşmiş, neredeyse mineralleşmiş insanlık” olarak tanımlarken insanın burada kendini
“insanlık”tan çok "insanlık dışı ortam” içinde bulacağını belirtir.

Beni’nde, dışarıdan yapılan dayatmacı müdahalelerle meydana gelebilecek her türlü değişime kendini kapayan
Özel, “Kan Kalesi” şiirinin devamında ‘şehre karışarak’ yaralı bir bilinci yaşamaktan uzak kalışını yine
“yalnızlık” temasın etrafında örgüleyerek dikkatlere sunmaktadır:

Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum

sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya

her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina

kangren oluyorum bahar geldiği için

urlarımı kesiyorum kör bir usturayla

ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor

bırakabileceğim her şeyi bıraktırıyor bana

kızlardan geçilmiyor köprüler, ayak bileklerime dek

yükseliyor kız tortuları

tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların

bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya

-                                    Avluya çık

-                                    Avluya kara bir şey bırakılmış

(bir bomba)

(“Kan Kalesi”, Evet, İsyan, s.18)

İsmet Özel, içerisinde bulunduğu kalabalığın özelliklerini ve kendilerinden uzaklaşarak kitle psikolojisi ile hareket
eden insanların durumlarını “Bir Yusuf Masalı” adlı kitabının neredeyse tamamında söz konusu eder ve bu
duruma şiirin imkânları içerisinde eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşır. Kitabın “Naat” adlı bölümünde, Hz.
Muhammed zamanında yaşanılan hayatın anlam dünyasından haberdar edilmek istenen ‘yırtlaz kalabalığa’ şöyle
seslenilmektedir.

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar

Falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin!

Külden martı doğuran odalıklar

ve kahyalar

kara pıhtılarıyla damgalanmış veznelerde dili

şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler

celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan
ey hayat rengini sazendelik sanan
yırtlaz kalabalık!

(..)

Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar!

Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden
omzunuzdan vaveyla heybesini atın
boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti
güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın
ağız dolusu gülmeden taşlıkta.

(“Naat”, Bir Yusuf Masalı, s.17)

Şairin, “devrimci duyarlılık” temasıyla kaleme aldığı şiirlerini incelerken, zaman zaman söz konusu olan bu
duyarlılığı, halk ve haksızlıklar için paylaşğı ‘arkadaşlar’ını dikkatlere sunduğunu ifade etmiştik. Özel, 2006 yılı
içerisinde yayımladığı ve şiirleri içerisinde en uzun şiirlerden biri olma özelliği taşıyan “Savaş Bitti” adlı metninde
de ‘arkadaşlar’ını bu sefer, kendisini anlayamadıklarından dolayı küçümseyerek söz konusu etmekte ve
yalnızlığının bir başka nedenini hissettirmektedir:

(...)

Arkadaşlarıma söyledim

Soluyor solduruyoruz

Hiçbir şehrin Montevideo’nun bile

Sundurmasında soluk bırakmadılar dedim

Sözümü tersten aldı arkadaş olacak dümbelekler
Bana terslendi hepsi

Yüzüme ters bakmakla iktifa etselerdi

Tahammül eder sizin cirminiz

Ancak bu kadar derdim ama onlar

Susturamadı içlerinde cirit atan ifriti

Ne çekilmez bir adamsın sen dediler

Hem şikâyet ediyorsun savaştan

Hem koynunda saklıyorsun sevdiğin kızı

Yeyip yuttum sanmayın bu takazayı

Ne mi yaptım size ne

Kokuşmuşa paha biçerek geçinene

Ne yaptığımı hiç kimseye anlatmam

Bu çapraşık dünyaya bir de ben düğüm atmam

Yola getirsem elime ne geçecek

Hayat sahici bilgiyi sömürgeye saklamış

Diyenler arasından birini

Bunların avenesinden bir tekecik kişi

Çıkacak mı hiç sanmam

Aklını dünya hayatında benim hisseme

Akşam bulutuna iliştirilmiş bir şey

şğüne yoracak

O şey

Oyalıyor beni

Benim bütün kenarlarım

O şeyle işli

Aklını yormak

Benim arkadaşlarıma göre yabancıların işi

Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı havalarda uçana

Yakınlık gösterir benim arkadaşlarım aklı yerin dibine batırana

Ne arkadaşş bunlar bir işin düşecek olsa

Çat Beykoz’dadırlar çat Kumkapı’da

Ha Beykoz’dadırlar ha Kumkapı’da

Uyar mıyım aklı vücuda merbut kılmayan bu takıma

Tünemeye fırsat bulduklarında

Ayırt etmeyeceklerdir hani halı hani kilim

Bir ağız mutlaka öğrenmek gerekiyorsa

Neme yetmez benceğize kendi halim

Baktım hiç işe yaramıyor

Deniz sularında köpekleme yüzmelerim

Kulaç attım yağsız karnım elverdiğince

Yettiğince çelimsiz kollarım

İki yakamı bir araya getirmek

Konusunda sebat ettim

Bunu kolay bir şey sanan

Varsa denesin de göreyim

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.63-65)

3.1.5.2.       Ben’in kendine olan yönelimiyle ortaya çıkan yalnızlık

İçerisinde bulunduğu toplumun sıradanlıkları karşısında ayık kalmaya gayret gösteren İsmet Özel, uzak durmaya
çalışğı baskı alanları sonucunda kendine yönelmiş ve kendi ile ilgili olan söz konusu olduğunda çok ayrı bir
titizlik göstermiştir. Bu durum şairin, birey olarak kendi zihinsel etkileşimini yönlendirmesine, kendi yapıp
etmeleri ve seçmelerinde özgürce karar verebilmesine olanak tanımıştır.

Çalışmamızın 1. bölümünde Özel’in hayatı üzerine yaptığımız incelemeden de takip edilebilecek olan bu
“herkesleşmeme” neticesinde şair, ister istemez “yalnız” kalmış; kendi varoluşuyla ilgili kararları alma
sorumluluğundan kaçarak ortalama kabullerin kendilerine sağlamış olduğu rahatlığı yaşayan “sessiz yığınların
gölgesinde
”n uzak durmuştur. Burada dikkat çekmek istediğimiz “yalnızlık”, otantik tarzda yaşanmak istenen ve
merkezine sahiciliğin konmasıyla, kalabalıklar içerisinde yaşanılan yalnızlıkta olduğu gibi, isteyerek hatta
özlenerek yaşanmak istenen bir durumdur.

“Yalnızlık” duygusunun ifadeye çalışğımız görünüş biçimi, şairin “‘sahicilik arayışı”nın hemen yanı başında
hayatının merkezine koyduğu “devrimci duyarlılık” ile ele alındığında daha net anlaşılabilmektedir. Nitekim

“Çağdaş Bir Ürperti” şiirinden “... / ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya / dineldim / dineldim / dineldim”
(“Çağdaş Bir Ürperti”, Evet, İsyan, s.10) şeklinde yükselen ses ve bu sesin bir tamamlayıcısı olarak “Mazot”
şiirinden “... / üzerime yüreğimden başka muska takmadan / konuşmak istiyorum.” (“Mazot”, Erbain, s.143)
biçiminde yankılanan nida, sözünü ettiğimiz yalnızlığın mahiyeti hakkında bilgi vermekte ve bu türden bir
yalnızlığın görünüşü olarak belirmektedir.

İsmet Özel, kaleme aldığı ilk şiirlerinden biri olan “Davun” adlı şiirinde kendilik bilincinden uzak, başkalarına ait
olan ‘tanım’larla anlamlandırılan değerleri ve bu adlandırmaların sınırları içerisinde hareket eden bir çevrenin
varlığını hissettirmektedir. Şiirin adından da anlaşılacağı gibi böyle bir davranış biçimini bir tür “veba” olarak
değerlendiren şair, metnin söyleyişine 3 kez tekrar ederek katmış olduğu ‘değil mi’ söz grubuyla da insanlardan
birbirlerine salgın bir hastalık gibi geçen bu durumu olumlamadığının işaretini verir:

Uç benim boynumun soytarısı
kirle her cemreyi bana doğru olan
unuttum güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam
unuttum onu da.

Zaten bir tanım değil midir
tavsayan düşüp kalkmalara
hüznün hacanası diye bildiğim akşam
bir tanım değil midir o kıyısız ellerimiz
fırça çekmeye doğru ölümün bacısına
parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk -bir tanım değil midir-
kusturucu güzellikler ardından.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

Özel’in yukarıdaki dizelerde, ‘tanım’ sözcüğünü ‘akşam’ kelimesiyle bir arada anıyor olması, akşamın imajinatif
olarak zihinlerde meydana getirdiği “her yerin karanlıkta kalması”nı çağştırmaktadır. Bu durum ise karanlığın,
içinde olanın özelliklerini saklayarak bir tür belirsizliğe yol açmasını akla getirmesi bakımından ilgi çekicidir.
Nitekim başkalarınca tanımlanarak adı konulan değerler, yakından bakılıp üzerlerindeki tanım/karanlık kaldırılınca
başka anlamlar kazanabilmektedir. Özel, şiirinin devamında sözüne ettiğimiz rahatsızlığı iyice netleştirerek ‘bıktım
tanımlanmaktan’     demekte    ve    ‘fırlama’    kelimesi    etrafında açımlanan        anlamla    birlikte                             kendi        seçmeleri

doğrultusunda belirecek hareket alanına dikkat çekmektedir:

Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın atlar boşandıkça sesimin avlusundan
uç benim boynumun soytarısı
dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan
ğsümde serinleyen akçıl kuşların

esirgeyen bağışlayan DİRENME'nin adıyla
indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir, indir de

geceleyin dupduru bir iniltiyi

bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru-
Fırlamayın, bıktım tanımlanmaktan.

(“Davun”, Geceleyin Bir Koşu, s.28)

İsmet Özel, hayatı kendi varlık alanı içerisinde yaşayarak dokunulur kılabilmek, diğer bir ifadeyle “farkındalık”
eşiğini atlayıp beni ile dünya arasındaki etkileşimi “sahici” bir tarzda gerçekleştirebilmek için var olanı/varoluşu
şünme yolunda bir gayret içerisine girmiştir. Özel’in gençlik yıllarından başlayarak hayat içerisindeki “otantik”
duruşu bu gayretinin yanı başında önemli bir kazanım olarak belirmiş; biyografisinde köklü bir değişikliğe
meydan verecek olan müslüman dünya görüşüne bağlanmasında da çok önemli rol üstlenmiştir.

“Yeniden doğuş” olarak adlandırdığımız bu değişimin izleri, Özel’in şiirlerine yansıyan şekliyle, ayrı bir tema
başğı etrafında takip edilecektir. Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, hayatın otantik tarzda
yaşanmak istenmesi sonucu içerisine girilen yalnızlığın, şairin hayat karşısındaki etken tavrından ve baskın
tutumundan herhangi bir şey kaybettirmemiş olmasıdır. Dolayısıyla İsmet Özel’in yalnızlığı, statik ve konformist
bir özellik göstermez. Aksine, kendini bulması/bilmesi için önünde açılan önemli bir imkân alanı olarak belirir.

Şairin “Yaşamak Umrumdadır” adlı şiiri, dikkat çekmek istediğimiz noktayı örneklemesi bakımından önem arz
etmektedir. ‘Ben topraktan sıyrılıyorum’ diyen şair, Tevfik Fikret’in “Ömr-i Muhayyel” adlı şiirinde “Hakilere
bahşeyleyerek hak-i siyahı” (“Ömr-i Muhayyel”, Rubâb-ı Şikeste, s.142) şeklinde seslendirdiği söyleyişe yaklaşır
fakat Fikret gibi “Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim / (...) / Âh istiyorum göklere âmâde-i pervâz” (“Ömr-i
Muhayyel”, Rubâb-ı Şikeste, s.142-143) etmek istemez. Şairin sıyrılmak istediği toprağa/dünyaya asılı kalanların
yaşam biçimleri, hayatı algılayış tarzlarıdır:

Sabah şairin üstüne saldırıyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıyrılıyor topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir ambar.

Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştırıyor
ve zerdali çiçekleriyle.

Ahali kapısını taşlıyor onun
onun için develer kesiyor halk
aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi
topraktan sıyrılıyor.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

Şair, şiirin devamında ‘topraktan sıyrılmış’ olunmasına rağmen merkezine hayatı dokunulur kılmayı koyan bir
benin, girmiş olduğu mücadeleyi şiirselleştirir. Bu dizelerde hayatı algılayış biçiminden dolayı yalnız kalan şairin,
kendiliğine/“içe” olan yönelimi dolayısıyla beni’ne olan güveni ayrıca dikkat çekmektedir:

Ben
topraktan sıyrılıyorum
buğular
ve aşiret rüzgarları kanımda.
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum.
Benim hayranlığımdan inlerdi şehir
ben atlara ve uzaklar hayrandım
kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.

Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.

(“Yaşamak Umrumdadır”, Evet, İsyan, s.24)

Özel, kendine olan bu yönelimini “Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler” adlı şiirinin 1. bölümünde, ‘yağmur’
kelimesinin çağşım yaptığı uzak anlam değerlerine koşutluk kurarak hissettirmektedir. Hayatı/“dış”ı rengârenk
olarak anlamlandıran şair, kendini/“iç”i ‘beyaz’ renginin imajinatif açılımıyla dikkatlere sunar. “Dış”tan “içe”
geçiş ise arındıran özelliği sayesinde ‘yağmur’un, aslî ve sahici/kendi olanı ortaya çıkarmasıyla imlenmektedir:

Bütün renklerimi siliyor dışardaki yağmur
derin bir bıçak izi olduğum için
artık beyaz bir yumruk gibi kaldım diye
hayatın karşısında
bütün kurnazlığımı siliyor dışardaki yağmur.

(“Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler 1”, Evet, İsyan, s.35)

İsmet Özel’in “Bir Yusuf Masalı” nın “Sebeb-i Telif’ adlı bölümünden yükselen ses, yukarıda örneklediğimiz
dizelerle birlikte okunabilme imkânına sahiptir. ‘Yağmur’ imgesine bu şiirinde de yer veren şair, bu sefer ona
‘mâşukunun’/yaprağın ve de ‘başkalarının’ kendi olması için “irkiltme”/“kendine getirme” anlamı da
yüklemektedir:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.

Yağmur mahvoluyor çarparak

kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında

yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlaya.

(“Sebeb-i Telif’, Bir Yusuf Masalı, s.27)

“Bir Yusuf Masalı”nın “yazılma sebebi”ni, bu noktadan hareket ederek, hayatlarını ‘başkaları’nınkinden
ödünçleyen insanlara yönelik yapılan “kendilik” çağrısı olarak göstermemiz mümkündür. 1964 yılında kaleme
aldığı “Davun” şiirinde ‘bıktım tanımlanmaktan’ diyerek kendi olanın peşi sıra giderek yalnızlığı yaşayan şair,
aradan geçen 30 yılın ardından yaşanmışlıkların verdiği tecrübeyle, ‘yasa’larla hayatlarının içi boşaltılmış
‘başkalarına’ dikkat çekmekte ve otantik olmanın çağrısını yapmaktadır:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

başkalarının düşünceleriyle değil.

“Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li

“içerimde ahlâk yasası”.

Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?

İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek

idam mangasındasın içinde yasa varsa.

Girmem, girmedim mangalara

Yer etmedi adalet duygusu

içimde benim

çünkü ben

ömrümce adle boyun eğdim.

Yıldızlı gökte bana soracak olursanız

kösnüdüm ona karşı

onu hep altımda istedim.

(“Sebeb-i Telif’, Bir Yusuf Masalı, s.29)

Immanuel Kant’ın doğduğu şehrin ismini zikredip filozofa ait görüşlere yer vererek şiirinde anlam genişlemesine
olanak sağlayan Özel, aynı zamanda dünya karşısında kendi beni’nin almış olduğu yeri de işaret etmektedir.
Toplumsallaşma karşısında ‘girmem, girmedim mangalara’ şeklinde dile getirilen kesin yargı, “ben’in etrafta olup
biten hadiselerin “gidiş” karşısında hayrete düşüp sıradanlaşmasından ziyade, varlıkta yer edenlerin “oluş”u
üzerine düşünmesiyle daha netlik kazanmaktadır:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
şmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
şman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

(“Sebeb-i Telif”’, Bir Yusuf Masalı, s.31)

3.1.6.     Arayışın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden doğuş

“Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan ba
şka derdi yok.

Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayı
ş sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.”

Şivekâr’ın Yolculuğudur

İsmet Özel, "Geceleyin Bir Koşu” ve “Evet, İsyan” adlı kitaplarında yer alan şiirleriyle “beni”nin dünya
karşısında alacağı tavra ilişkin işaretler verirken, 1970 yılından sonra kaleme aldığı ve "Cinayetler Kitabı” nda bir
araya gelen metinleriyle de söz konusu olan tavrın sonrasında gelinen noktayı dikkatlere sunar. Bu nokta, benin
dünya ile etkileşimi esnasında zihnin yaşamış olduğu açılımı ve bu açılım ile birlikte şairin şahsi biyografisinden
hareketle yer yer imlenen zedelenmişlikleri hissettirmesi bakımından dikkat çekmektedir.

“Amentü” adlı şiiriyle müslüman dünya görüşüne bağlandığını deklare ederek hayatında köklü bir değişime giden
şair, bu şiirinden daha evvel yazdığı kimi şiirlerinde de bu değişimin hazırlığı içerisine girer. Burada ayırtına
varılması gereken önemli bir husus, şairin Müslümanlığın esasını oluşturan “kadir-i mutlak” inancıyla ontolojik
problemlerine cevap bulmuş olması; diğer bir ifadeyle hayatının çok erken dönemlerinden başlayarak kendini
hissettiren otantik duruşunun neticesi olarak “yeniden doğuş”u gerçekleştirmiş olmasıdır.

Bu noktadan değerlendirildiğinde Özel, Michel Foucault’un bu türden bir içsel dönüşümü gerçekleştirerek
"kendini bilmek” dolayımında önemli kazanımlar elde eden kişiler için dediği gibi, “başlangıçtaki insan” değildir
artık. Yaşamını ve çalışmalarını, sürekli gündeminde tuttuğu varoluşsal endişe ve sahicilik arayışının yardımıyla,
başlangıçtaki insan olmamak için ayarlayabilmiştir.

Burada bir noktanın daha altını çizmek gerekmektedir. Şairin müslüman olmasıyla son bulan husus, yukarıda da
değinildiği gibi, mutlak emniyet alanlarına yönelik endişelerdir. Diğer taraftan şair, bu emniyeti elde etmiş
olmanın rahatlığı içerisinde olmamış; Müslüman dünyanın içerisinde var olan sıradanlaşmayı da çabuk fark
etmiştir. Kendini bu durumun yıpratıcılığından uzak tutmak için dünya karşısındaki otantik duruşunu devam
ettiren İsmet Özel “yeniden doğuş”unu, hayat, insanlar ve modern dünya karşısındaki duruşu nedeniyle tavrında
herhangi bir “değişme” meydana gelmeden gerçekleştirmiştir.

“Arayışın izleri ve değiş(mey)en insan: ‘Yeniden doğuş’” temasını, Özel’in şiirlerinden yansıyan izleklerin
ışığında “Yaşanmışlıkların izleriyle yeniden doğan insan” ve “Yeniden doğan insanın değişmeyen
“Kendilik” ça
ğrısı” adları altında incelememiz mümkündür.

3.1.6.1.      Yaşanmışlıkların izleriyle yeniden doğan insan

“Yalnızlık” teması etrafında incelemeye çalışğımız İsmet Özel’in kendine olan yönelimi, 1970 yılından sonra
kaleme alınan şiirlerde daha derinlemesine kendini hissettirmektedir. Özel’in şahsî tecrübesinden kaynaklanan
yaşanmışlıklarla zenginlenen bu temadaki şiirler kronolojik olarak ele alındığında şairi, “yeniden doğuş”a götüren
süreç daha net anlaşılabilmektedir. Buradan hareket edildiğinde ele alınabilecek ilk şiir “Kötü Şiirler”dir.

Özel’in numaralarla ayırarak 3 bölümde kaleme aldığı şiirin ilk bölümünde, toplumsallaşma sürecine dâhil olunup
‘herkes’ler karşısında ‘marifetli’ olmanın şartı olarak ‘kalbin rehnedilmesi’ gösterilir. Fakat şair bu durumu

‘sanmak’ fiili etrafında dikkatlere sunduğu için, “mış gibi yapmak” sahteliğini de akla getirmekte ve kendi
biyografisindeki yaşanmışlıkları da imleyerek şiirin anlam dünyasını genişletmektedir:

Senin çağıltın evlâdım

sen denizi düşününce uğuldayan sokaklar
açık renk bir elbiseye yakışan alnın
sabah şehre henüz kamyonlar girerken
bir kadın kıvranışını hatırlayıp kuduran
ve zaten

bu terli, bu tozlanan bulutlar altında bile
saklı bir yerlerinde bir şeyler parıldatan
senin çağıltın.

Seni marifetli sanacaklardı

karşısında uçurumlar çağıldamayan herkes
seni marifetli sanacaklardı

kalbini

rehnedebilseydin eğer.

(“Kötü Şiirler 1”, Cinayetler Kitabı, s.8)

Hayata eklemlenmek yerine ona kendi ‘çağıltı’sını getirmek isteyen ben’in söz konusu olan bu istemi, ‘deniz’,
‘açık renk’, ‘sabah’ ve ‘parıldatmak’ kelimelerinin imgesel açılımı etrafında okunduğunda işaret edilmek istenen
dünyanın sınırları daha netlik kazanmaktadır. Özel, şiirin 2. bölümünde ‘tımarlanmış ruh’ metaforuyla karşıladığı
‘dünya’yı, ‘gözyaşları’ kelimesi etrafında dikkatlere sunar:

Uçsuz bucaksız gözyaşları.

Dünyanın tımarlanmış ruhlara teslim edildiği günlere ait.

Uçsuz bucaksız gözyaşları.

Bir nehrin bir yüzyıla benzediği zamanlardan.

Yaşadıklarının hepsi göçmen kuşlara
bütün sevdiklerini
çocukların hepsine paylaştıran bir dostumun
gözlerini karartacak kadar
uçsuz bucaksız gözyaşları

(“Kötü Şiirler 2”, Cinayetler Kitabı, s.9)

‘Bir dostun’ şahsında söz konusu edilerek yaşanmışlıklardan duyulan pişmanlığı imleyen bu dizeler, şiirin son
bölümünde artık şairin bizzat kendisi tarafından dillendirilir. Özel’in burada, ‘bütün müsveddelerimi yırttım’
diyerek hayat karşısında otantik kalışı yüceltirken hemen arkasından aslî şiirin mahiyetine dikkat çekmesi, sahici
kılınarak yaşanılan bir hayatla sahici şiirin kurduğu koşutluğu işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir:

Bütün müsveddelerimi yırttım,

ğsümün kıllarıyla

gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir.

Sana çok önceden, bir yaz sonu, bir parkta
sıkılmış yumruğumu ısırarak
buna benzer bir şeyler söylemiştim
milât yok
demiştim, milât yer almayacak hayatımızda.
İşte bütün müsveddelerimi yırttım
işte artık göğsümün kıllarıyla
gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir
işte onlar artık saçların kadar Boşnak
karşılıksız mektuplarım gibi yepyenidir.

(“Kötü Şiirler 3”, Cinayetler Kitabı, s.10)

İsmet Özel, “Sevgilim Hayat” ve “Yaşamak Umrumdadır” adlı şiirlerinde kendi varlık alanına ait yapıp etmeleri
merkeze koyarak coşkuyla bağlandığı ve bir ‘sevgili’ olarak gördüğü hayatı, 1970’lere gelindiğinde farklı bir
düzlemde ele almaya başlar. İçselleştirerek beni’nin huzur bulabileceği bir hayata dışarıdan yapılan müdahaleleri
‘iftira’ olarak değerlendiren şair, bu duruma karşılık verme gayreti içerisine girer. Özel’in sıradanlıklar karşısında
ayık olma halinin devamıyla birlikte “yeniden doğuş”a giden yolda önemli bir kazanım olarak beliren bu gayreti,
“Sevgilime İftira” adını taşıyan şiirde imajinatif açılımıyla dikkatlere sunulur:

Dudaklarından kalkarken boynun kurcalar beni

bir yanımı kara çıbanlara saldılar, ıslak

bir yanım hiç ayrılmamıştır, gümeçlerde saklıdır

ondan ki nefret içinde omzunu okşuyorum
ama bana şimdi gerçekten zor gelen şey
bir grevin çocuklara kazınmış izlerini hatırlamak
sözlerimi etime bastırıyorum

içimde çalılıkları yaran bir postalın tortusu

benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak

tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu
(“Sevgilime İftira”, Erbain, s.152)

Var olmayı düşünerek “herkesleşmek”ten kurtulmuş olmanın bir diğer göstergesi de yaşadıklarından sorumlu
olmaktır. İçsel dönüşümü gerçekleştirmeye yönelik önemli bir aşama olan bu süreçte kişi, bireyselleşmenin
sınırına yaklaşarak aynı zamanda, Carl Gustav Jung’un ifade ettiği gibi, “tüm insanlığın ortak bilincine bir sunuda
ve katkıda bulunmuş olmaktadır.” Şair, ‘karanlık’ ve ‘gül’ kelimelerinin imgesel açılımı etrafında yayılan anlam
değerlerini de akla getirerek, iki farklı hayatı imlerken kendisinin ‘zorla, zorlayarak’ da olsa hangi tarafta yer
alacağını ifade eder. Bu süreçte şairin ‘sözlerimi etime bastırıyorum’ şeklinde ifade olunan gayreti, ben’in kendine
olan yönelimiyle elde etmiş olduğu kuvveti işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir.

Özel, şiirin devamında ‘sası karanlığı’ zorlamak için sevgilisinden/hayattan son bir şans daha istemektedir.
‘Banka’/'mühür’, ‘silah fabrikaları’/‘buhar’ kelimeleri ve ‘kara köpük’ metaforuyla tanımladığı dünya içerisinde
‘çalakalem sevebilme’den yaşamış olması şairi güçlü kılmakta ve ona ‘taptaze’ kalabilmesi için imkân
vermektedir:

yeter ki

sağlam senetler verilmiş sanılırken aşkı karartmak için
sen bir daha beni saçlarınla sıyır

ağdalanmış sevincimi hışırdat, bunu yapabilirsin

çünkü bütün bankalar, silah fabrikaları

her gün bacaklarımıza sırnaşan kara köpük
senin sessiz gururunda homurdanan tufanı
hesabetmiş değil

bilmemişler hıncımın yaban otlar suladığını
çalakalem sevebilmek elimden gelmiyor
belki evet
onların mühürlerini kımıldatan barut dumanlarını
solumaktan

biraz çopurlanmıştır sesim

senin göğsünü ağartırken yıpranılacak elbet

bakışlar tozlanacak dolukmuş sofalardan

ezikliğin şehveti yayılınca

taptaze yaşlanmayı da öğrenmem gerekecek
(“Sevgilime İftira”, Erbain, s.153)

Özel, şiirin son kısmında sesini iyice yükseltir ve “yeniden doğuş”a doğru önemli bir mesafe daha kat ederek
dünya görüşü ve modelinde, dolayısıyla da yaşamında sarsıcı bir değişime doğru yol alır. Şair bu süreçte artık,
yaşanmışlıklardan ötürü duyduğu öfkeyi saklamamakta ve hayatındaki açılımın başkalarınca değil, kendi vereceği
karşılıkla/cevaplarla ilerlemesini istemektedir:

karaysam şimdi öfkenin payı vardır karanlığımda

aşktandır titrediğim eğer ki titriyorsam

sözlerim öcalan ağza misvak, iyice anlaşılsın
bu dağlanmış toprağa süzülen ayaklarımdan
keşke kan olsa

o zaman

senin çardağına çıkarken

karıştırırken şarapla kendimi sana

varsın gün geçtikçe herşeyde biraz kahır

biraz bakır çalığı olsun lokmamızda

bana soru sor artık

beni kurtarma, konuştur

beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla.

(“Sevgilime İftira”, Erbain, s.154-155)

İsmet Özel’in geçmiş yaşantısını söz konusu ederek yaşanacak günlerin nereye doğru yol alacağının işaretini
verdiği önemli şiirlerinden bir diğeri de “Kanla Kirlenmiş Evrak” adlı şiirdir. Şair, hayatını, aşklarını, inançlarını
ve arkadaşlarını sorguladığı bu şiirinde, yaşanmışlıkların verdiği zedelenmişliğin acısını dindirmek için varmak
istediği huzuru, yıllar önce anlamlandırmayı denediği fakat başaramadığı ‘kitabın’ sayfalarına tekrar dönerek
işaret eder. Şairdeki bu yönelim, herhangi bir çaresizliğin ifadesi olarak değil de, hayatın içerisinde bütünüyle yer
almış olan ben’in ‘küfre yaklaştıkça’ fark ettiği yabancılaşma neticesinde, sahici olanın arayışını daha fazla
istemesi şeklinde anlaşılmalıdır:

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Aşklarım, inançlarım işgal altındadır

tabutumun üstünde zar atıyorlar

cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır

toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıltaşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Ve rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.

Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim.

Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.

(“Kanla Kirlenmiş Evrak”, Cinayetler Kitabı, s.7)

Şairin yaşadıkları söz konusu olduğunda “Kanla Kirlenmiş Evrak”tan yükselen ses, “Karlı Bir Gece Vakti Bir
Dostu Uyandırmak” adlı şiirde de yankılanmaktadır. Yaşanılanların herkes için birer tehlike olduğunu
konuş amamaktan şikâyet eden şair bu durumu, ‘şairler kadar cesur’ olmadığından ve gücü yetmediğinden dolayı
yapamadığını dile getirir:

Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Hergün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olsaydım
ölüm ve acılar çatsaydı beni

şüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.

Anmaya gücüm yetseydi de konuş saydım
diri-gergin kasları konuşsaydım
“Kardeşler!” deseydim “Kardeşlerim!”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor...”
yazık, şairler kadar cesur değilim
çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.

(“Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak”,

Cinayetler Kitabı, s.15)

Burada dikkat çeken husus, Özel’in şiirin hemen başında trajik bir biçimde de olsa beni’nin övgüsünü yaparak
kendine olan güvenini yüceltmesine rağmen söz konusu olan tehlikeyi dillendirememiş olmasıdır. Bunun
açıklaması ise İsmet Özel’e “Cinayetler Kitabı” nın özellikle ilk 9 şiirini yazdıran toplumsal havada ve şairin ilişki
içerisinde bulunduğu çevrede aranmalıdır. Özel’in şiirlerinin meydana gelmesinde çok önemli yeri olan ve bizim
de şairin biyografisinden hareketle çalışmamızın ilk bölümünde üzerinde durduğumuz bu ortama İsmet Özel,
yukarıdaki şiirde geçen ‘yapma çiçekler’, ‘gösterişli’ ve ‘parlak’ kelimeleriyle işaret eder. Şair, ‘düşünce’nin,
‘sözler’in ve de şairlerin bu türden olanlarının itibar gördüğü bir ortamda böylesi bir sahteciliğe düşmemek için
şairler kadar cesur’ davranamamış ve çocukların üşümesine engel olamamıştır.

Özel, “yeniden doğuş”a giden süreçte geçirmiş olduğu sorgulamalarının birer izleği olarak kabul edilebilecek
işaretleri “Amentü” öncesinde “Tahrik” ve “Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü” adlı şiirlerinde de vermektedir. Her
iki şiirde de şairin şahsi biyografisinden hareketle çok yakından bildiği dünyanın sıradanlaşşlıkları ve insanı
kendinden uzağa atan körleşme noktaları eleştirilmektedir. “Tahrik” şiirinde, metnin isminden de anlaşılacağı
üzere, insanı içine çekerek kendi kuyusunda kaybolması için tahrik eden dünyanın sınırlarından şair, ‘acıyan
yüreğine’ rağmen kurtulmak ister:

Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar yaşlı kızların koynunda yatarken
bırakın köprülerin üstüne yağmur
ve basma perdelerden lânet bize.

Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu

yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da aktı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.

(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.18)

“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”nde ise Özel, öncelikle gündelik kazanımlarla ve kitle psikolojisiyle içi
boşaltılarak anlamsız hale getirilen eski yaşanmışlıkların neticesinde eline geçenlerin neler olduğuna işaret eder:

Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka
sonuçları bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin buharından elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.

(“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)

Çözülen yaşamak sırrından ve bu sırrın karşılığı olarak elinde kalanlardan dolayı ‘üzüntü’ duyan şair, ‘lekesiz’,
‘umutlu’ ve ‘budala’ olarak nitelendirdiği eski günlerinden kurtulmak istemektedir. Özel’in yukarıdaki dizelerde,
insan emeğiyle işlenen toprağı ve madenleri, ‘can’ ve ‘büyü’ kelimeleri etrafında açımlayıp böylesi bir yaşam
tarzını ‘lekesiz’ ve ‘umutlu’ olarak adlandırırken, ideolojik saplantıları akla getiren ‘yasak kitapların verdiği dinç
duyguları’, ‘budala’ olarak tanımlaması dikkat çekmektedir.

Şiirin devamında şairin, hayatını ‘meşru’laştırmak için neler yaptığını şiirselleştirirken kullandığı ‘ayna’ kelimesi
özellikle dikkat çekmektedir. Bir metafor olarak kullanıldığında ayna, insana kendini/kendiliğini karşılaştırma ve
sorgulama imkânı veren bir obje olarak kabul edilebilir. Şair, aynadan yansıyacak olan kendiyle/beni’yle
yüzleşme cesaretini gösterdiğinde, ‘meşru’ olarak kabul etmediği ve ‘herkesin’ki gibi sıradanlaşş olan bir
hayattan kurtulmak istemektedir:

Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım, and içip ayna kırdım
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.

(“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.11)

“Tahrik” ve “Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü” şiirlerinin son bölümleri ise, birbirine yakın bir ses ve anlam
birlikteliği ile okunmaya elverişlidir. ‘Mahsustan’ yaşadığının “farkına” varan ve bundan dolayı ürken Özel,
‘kurşunun değdiği tende’ kalan ‘heves’in gitmeyeceğinden ve ‘yağmurun çocuklarda açtığı yaralar’ın
kapanmayacağından dolayı “yeniden doğuş”a hazırlıklı olmadığını düşünmektedir:

Biliniyor

bizim mahsustan yaşadığımız

biliniyor

şarkıların sırası bizde

biliniyor

hayat bizden razıdır

biliniyor

otların sarardığı yerlerde güneş

kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.

(“Tahrik”, Cinayetler Kitabı, s.20)

Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor

böylesine hazırlıklı değilim daha.

Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:

Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.

(“Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”, Cinayetler Kitabı, s.12)

İsmet Özel, “yeniden doğuş”a tam olarak ulaşabilmek ve girilecek olan yeni hayat biçiminin tüm yönleriyle sahici
kılınabilmesi için “ben”in yapmış olduğu hazırlıkları “Amentü” şiirinde hissettirmektedir. Söz konusu olan bu
hazırlıklar, yukarıda dikkat çekmeye çalışğımız şiirlerde “yaşanmışlıkların izleri” şeklinde belirirken, “Amentü”
şiirinde net olarak ortaya konmakta ve devamında ulaşılan müslüman dünya görüşü nazara verilmektedir.

Otobiyografik şiirin en güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilecek olan “Amentü” şiiri, Özel’in
biyografisindeki “durak”lara, beni’nin üzerine aldığı sorulara diyalektik yöntemle vermiş olduğu cevaplarla
ulaşş olmasını imleyen dizelerle açımlanır. Şiirin hemen başında şair, babasının kendisine tekrar ettiği ‘eşref-i
mahlûkattır’ sözünün zaman içerisinde nasıl anlamlandırdığına dikkat çeker:

İnsan

eşref-i mahlûkattır, derdi babam

bu sözün sözler içinde bir yeri vardı

ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman

bu söz asıl anlamını kavradı

geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından

geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı

kararmış rakamların yarıklarından sızarak

bu söz yüreğime kadar alçaldı

damar kesildi, kandır akacak

ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.33)

Şairin, “insan yaratılmış olanların en şereflisidir” sözünün anlamını “idrak” etmesi kolay olmamıştır. Toplumsal
koşullar ve Özel’in çevresinde bulunan insanlarla olan etkileşimi, şairi "kendine kıyma psikozu” içerisine girme
noktasına kadar getirmiş; özellikle bu ortamlardaki yabancılaşma ve insanların kimliksizleşerek yaşayıp gitmeleri,
varlığının dünya içerisinde durduğu yeri sorgulayan Özel’i ‘bir eylül günü bilek damarları’nı kesmeye
yöneltmiştir. Şiirin sınırları içerisinden okuyucuya aktarılan bu durumun reel zamandaki, diğer bir ifadeyle şairin
biyografisindeki karşılığını, Özel’in Ataol Behramoğlu’na 21 Eylül 1971 tarihinde göndermiş olduğu mektuptan
takip etmek mümkündür.

Şairin, ‘eşref-i mahlûkata’ namzet olabilecek bir insanın hayatı algılayış biçimini işaret edip geçirmiş olduğu
değişime dikkat çekerken, ‘çıvgın’, ‘çıban’, ‘reklâm’, ‘tamahkâr tüccar’ ve ‘kararmış rakam’ gibi söz gruplarını
kullanması dikkat çekicidir. Aslında şiirin bütününe bakıldığında şair, “yeniden doğuş”la ulaşş olduğu noktayı
olumlamak için, “eski” ve “yeni” yaşam biçimini sürekli olarak karşılaştırır. Bunun en açık şekliyle dile getirildiği
“Tutun ve yüzleştirin hayatları / biri kör batakların çırpınışında kutsal / biri serkeş ama oldukça da
haklı” (“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.39) mısralarını, hayatı bilinçli seçmelerle yaşamış bir “ben”in yargısı
olarak da değerlendirmek mümkündür.

İsmet Özel, şiirin devamında yüzleştirilecek hayatların özelliklerini vermeye devam eder. Özellikle, aşağıya
alıntılayacağımız dizelerde yer alan ‘Dilce susup bedence konuşulan bir çağ’ tanımlaması, şairin modern
zamanlarda insan ilişlilerine yöneltmiş olduğu eleştirel bakışı örneklemesi bakımından dikkat çekmektedir:

Dilce susup

bedence konuşulan bir çağda

biliyorum kolay anlaşılmıyacak

kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak

rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için

bana deha değil

belgeler gerekli

kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza

gençken

peşpeşe kaç gece yıllarca

acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım

bilmezdim neden bazı saatler

alaturka vakitlere ayarlı

neden karpuz sergilerinde lüküs yanar

yazgı desem

kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma

Tokat

aklıma bile gelmezdi

babam onbeşli olmasa.

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.34)

Özel, yaşanmışlıkların vermiş olduğu ayıklıkla, sürdürülen modern hayat içerisinde sahici olanın sınırlarına
yaklaşmanın kolay olmadığının bilincindedir. Bunun ayırtına varmış olmakla ötekileşmeden sıyrılan ve kendi
varlık alanlarına yönelen şair, aynı zamanda gerçek anlamda “aydınlanma” yolunda da önemli kazanımlar elde
etmiş olmaktadır. Nitekim insanın kendisinin “zamansız, sınırsız ve dolayısıyla kozmik olarak özgür olduğunun
bilincine varması, başkalarından korunmak için bireysel ve toplumsal olarak oluşturduğu tüm acı verici ve yok
edici savunmalarını sona erdirmektedir.”

Şair, ‘kanıt’, ‘ifade’, ‘resmi mühür’ ve ‘imza’ kelimeleriyle işaret ettiği ‘yanık yağda boğulan yapıların arasında’
oturanların dünyasından yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştır. Çünkü bu hayat tarzı şairin ‘saatlerin alaturka
vakitlere’ ayarlı olduğu bir zaman diliminin insana verdiği huzurdan çok uzaktadır. Ahmet Haşim’in dediği gibi,
“ışıkta başlayıp ışıkta biten, 12 saatlik kısa, hafif, yaşanması kolay bir gün yoktur artık. Alafranga saatin kabulü
ve alaturka saatin camilere, türbeler ve muvakkithanelere bırakılmış bir ‘eski saat’ haline gelişi, insanların hayata
bakış tarzını bütünüyle altüst etmiştir.”

Bizim “sahicilik arayışı” ve “otantik duruş” adı vererek ilk şiirlerden itibaren izini sürmeye çalışğımız hayat
karşısında ayık olma halinin ‘gençken’ başladığını ifade eden şair, şiirin devamında varoluşsal bilincin uzağına
şş olan modern çağın insanlarını şöyle tanımlar:

İnsanın

gölgesiyle tanımlandığı bir çağda

marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak

belki ruhların gölgesi

şer de marşlara

mümkün olur babamı

varlık sancısıyla çağırmak:

Ezan sesi duyulmuyor

Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmı
ş
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:

Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam

Cumhuriyetin bir kuludur

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.36)

‘Gölgesiyle tanımlanan’ bir insan, artık kendi ışığını kesmekte ve kendi tuzağına düşerek “gölgesi tarafından ele
geçirilmiş” olmaktadır. Jung, bu tehlikeyi yaşayan insanların, “ellerine geçen her fırsatta başkaları üzerinde
olumsuz etki bırakmayı tercih ettiklerini ve çoğunlukla şanssız kişi konumunda olduklarını ifade eder.” Çünkü bu
insanlar başkaları tarafından ‘marşlar’la kontrol edildikleri için kendi düzeylerinin altında yaşamakta, kalabalık
psikolojisiyle hareket etmektedirler.

İsmet Özel, “Amentü” şiirinde kendi biyografisinde meydana gelen değişimi şiirsel düzlemde dikkatlere
sunarken, modern zamana ve insanına yönelttiği eleştirel dikkatiyle aynı zamanda toplumsal değişime de işaret
eder. Bunu şiirin anlatım düzeyinde başarılı bir biçimde kurgulayarak şiirin zaman boyutunda ileri ve geri gidiş-
gelişlerle meydana getirir. Şairin, toplumun Cumhuriyet kurulduktan sonraki serüvenini şiirselleştirip eleştirel bir
bakış açısıyla dikkat çekmeye çalışğı yabancılaşmayı işaret ederken kullandığı özne “baba”dır.

Çalışmamızın önceki bölümlerinde şairin babasıyla arasında 45 yaş fark olmasından dolayı iletişimsizlikten doğan
bir tür “kopukluk” olduğunu ifade etmiştik. Bu durum sebebiyle babasının kendisine hayattayken tekrar ettiği
anlaşılan ‘insan eşref-i mahlûkattır’ sözünün anlamını, babası öldükten sonra kavrayan Özel, aynı babanın hayatı
algılayış tarzı üzerinden toplumsal çözülüşe dikkat çeker. Şair, babasının yaşadığı hayatın, kendi hayatı yanında
daha anlamlı bir yaşam biçimi olduğunu aslında çok önceleri fark etmiştir. 1964 yılında kaleme aldığı
“Bakmaklar” şiirinde bu duruma şöyle dikkat çeker:

(...)

Oysa babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü
anlatacak şeyleri vardı, eğilip kalkmaları
dualar okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.

(“Bakmaklar”, Geceleyin Bir Koşu, s.24)

Fakat Özel, babasının hayatını her ne kadar anlamlı bulsa da “Amentü” şiirinde aynı babanın hayatında bir
şeylerin eksik olduğunu ve onun da diğer insanlar gibi sıradanlaşmanın eşiğinde kaldığına işaret eder:

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.

Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.36)

Özel’in “yeniden doğuş”u yaşayan bir insanın ayıklığıyla, zaman içerisinde geriye dönerek şiiriyet kattığı
yukarıdaki durumda eksik olan ve eleştirisi yapılan husus, babanın varoluş bilincinden uzakta, Özel’in ifadesiyle
‘varlık sancısı’nı çekmeden, yaşamış olmasıdır. Çünkü memleket toprağının düşmandan temizlenmesi için
seferberliğe katılan ve ‘mekkâre’ olarak görev yapan bir insan/‘baba’, savaş sonrasında geçimini sağlamak için
bile olsa, o toprağı işgal edenlerin firmasında çalışmamalıdır. Nitekim bu “titizlik”ten uzak kalınarak ‘Pan-Am’
havayolları ile uçulup ‘Coca Cola’ içildiğinden dolayı şairin babası ‘Cumhuriyetin bir kulu’ olmaktan
kurtulamamış ve ‘binlerce yılın yabancısı olan bir ses’, ‘minarelere değmiştir.’

Özel’in şiirin imkânları içerisinde, ‘baba’ özelinden toplum geneline yayarak işaret ettiği bu yabancılaşmayı,
hayatının her devresinde öncelediği “sahicilik arayışı” ve “toplumsallaşmaya” karşı oluşuyla da açıklamamız
mümkündür. Şiirin sonunda bu tavrına dikkat çeken şair, ‘eşref-i mahlûkat’ın sırrına tam olarak ermesini, sormuş
olduğu sorularla babasının hayata dair eklediklerinin yanına kendi beni’ni de ekleyerek ifade eder:

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?

Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey

ki gücü

gönlün dağdağasını durultacak?

Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.

Ve rüzgâr.

Ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(“Amentü”, Cinayetler Kitabı, s.37)

Benimsemiş olduğu yeni dünya görüşünü “Amentü” şiiriyle ortaya koyan İsmet Özel’in şiirlerine kronolojik
olarak bakıldığında, şairin bu şiirden sonra yayımlanan “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi” ve
İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı şiirleriyle, “yeniden doğuş” öncesi son
bir sorgulama içerisine girdiği görülmektedir. Özellikle “Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi” adlı şiir,
İsmet Özel’in 12 Mart muhtırasının verildiği 1971 yazında Akdeniz’e yapmış olduğu gezinin, şairin bireysel
dünyasındaki anlam değerine yakınlaştırılarak okunduğunda söz konusu olan sorgulama süreci daha net
anlaşılabilmektedir:

Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e
Meryemoğlu sanıp ben zavallı ademi
çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.
Çok zaman önceydi ki otobüsler
mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına
nice yılgın havarilerle gidip geldi.

Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler karşısında harami
gövdesinde hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu bir tan çıkarmayı denedik
kayser makinasından
anneler
sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.

(“Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi”,

Yukarıdaki dizelerde ‘gizli bir yanlış’ söz grubuyla tanımlanan yaşanmışlıklar, şiirin hemen devamında ayırtına
varılan ve ‘dehşetengiz yeteneği’nin fark edildiği bir yaşam biçimi olarak dikkatlere sunulur. Şair yaşadıklarının
gerçek anlamını düş ünmeye baş layıp, uğrunda mücadeleye giriş tiği değerlerin/‘esrar’ın aslına iliş kin
bilinçlenmesini, gerçekler karşısında ‘yalın yürek’ kalmış olmakla ifade etmektedir. Bu durum aynı zamanda
şairin yaklaşş olduğu “farkındalık süreci”ni işaret etmesi bakımından önem arz etmektedir:

Bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp
Bahçelerin hayatına yerleştiren esrar
bizi bırakmıştın
acı güller salınırdı kanımın raddelerinde
ve ben güneş altında kendini bize öptüren neyse
gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde
aldanışların çölünde korkudan
denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.

Bu kadar, bu kadardı Akdeniz
aslı yokmuş dinlediklerimin
eski moda güneş sanrılarından
bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin.

(“Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi”,
Cinayetler Kitabı, s.27)

İsmini, sözleri İsmail Hakkı Özkan’a, güftesi Necdet Atılgan’a, bestesi ise Şerif İçli’ye ait olan uşşak
makamındaki şarkıdan alan “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı şiir
bütünüyle, müslüman dünya görüşünün tam anlamıyla kabul edilmesinden evvel yaşanmışlıkların tesiriyle
yönelinilen sorgulama sürecine dikkat çekmektedir. Şiirin hemen başında Özel, ‘susayış’, ‘yağmur’, ‘tomurcuk’
ve ‘çocuk’ kelimelerinin anlam değerleri etrafında çıkılan yolculuğun sınırlarına işaret eder ve “eski” ve “yeni”
olarak adlandırabileceğimiz hayatı algılama biçimlerini şiirselleştirir:

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.

Herkes alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.

Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah

sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu

sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz

öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz

ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak

ne ellerin hırsla yaban tutuşu

ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aş
yetmez karşılamaya.

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

Özel’in biyografisiyle yan yana okunmaya elverişli olan yukarıdaki satırlar, özellikle şairin hayat karşısındaki
dinamik ve etken tavrına işaret etmekte ve ‘aşk’ kelimesi etrafında açımlanarak şiirin bütününe yayılmaktadır.
Metnin devamında, sadece insanî ilişkilerde ve hayatı algılayış tarzında değil nesnelerle olan etkileşiminde de
önemli bir kazanım elde ettiğini ifade eden şair, böylelikle tam olarak “yeniden doğuş”u gerçekleştirmiş
olmaktadır:

İnsanlar

hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş

can çekişen bir sansar edasıyla

uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum

kadınların sahiden doğurduğuna

toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağğını.

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

Yukarıdaki bölümde ‘nicedir kavrayamam haller içinde halim’ dizesiyle şiirselleşen farkındalık süreci, şiirin en
sonunda, kutsal metinlerden ödünçlenen bir söyleyişle zirveye ulaşır ve şair “Mazot” şiirinden yükselen, ‘üzerine
yüreğinden başka muska takmadan konuşmak’ istencine koşutluk kurarak açımlanan ‘bir ses sahibi’ kılınmayı
ister. İlahi bir yakarış olarak da değerlendirilebilecek olan bu durum, beni’ni hayatın merkezine koyarak kendi ile
ilgili olanı sürekli önceleyen şairin müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra, beşer olarak kendi yapabilirlik
sınırlarının farkına varıp “mutlak kudret”e teslim oluşunu imlemesi bakımdan da dikkat çekmektedir:

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.

(“İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni
Oraya Aldır”, Cinayetler Kitabı, s.28)

3.1.6.2.     Yeniden doğan insanın değişmeyen “Kendilik” çağrısı

İsmet Özel, Müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra da yıllardır karşısında olduğu ve şiirin imkânlarını
kullanarak dikkat çektiği “anlam”dan yoksun bir hayatın ağına düşmekten kendini uzak tutmaya çalışır. Victor
Frankl’ın bu gayret içerisinde olan insanlara yönelik olarak dediği gibi “benliğin asıl gerçekliğe uyanması” için
kendi varlık alanlarında hareket etmeye devam eder ve olabilecek körleşme noktalarından kaçınır. Yukarıda da
ifade edildiği gibi Özel, ontolojik problemlerine cevap bulmuş olan bir insanın elde etmiş olduğu iç huzuru/
güvenliği, konformizmin kucağında sıradanlaştırarak tüketmemeye özellikle dikkat eder.

Özel, yaşanmışlıkların tesiriyle yöneldiği “yeniden doğuş”a doğru yol alırken içerisine girdiği ve yukarıdaki
şiirlerle örneklemeye çalışğımız sorgulama süreci sonrasında, 6 yıl gibi uzun bir süre hiçbir şiir yayımlamaz.
1982 yılının ilk aylarından itibaren tekrar şiire dönen şair, huzursuzluklarından kurtulmuş bir “ben”in sahibi
olarak, içerisinde yaşadığı modern toplumun çıkmazlarına işaret eden, ironiyle karışık eleştirel şiirler kaleme
almaya başlar. Özel’in devrimci duyarlılığının, müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra almış olduğu
görünüş biçimi olarak değerlendireceğimiz bu duruma çalışmamızın ilerleyen kısmında dikkat çekeceğiz.

Burada işaret etmek istediğimiz husus, şairin “yeniden doğuş” sonrasında da hayat ve olaylar karşısındaki
değişmeyen tavrıdır. Bu tavrın izleri yeni dönemde kaleme alınan şiirlerde sürüldüğünde, şairin kendi beni’nden
yükselerek insanlara ulaşan bir tür “kendilik” çağrısının var olduğu görülmektedir. Bu çağrı, Özel’in tüm şiir
evreni göz önünde bulundurulduğunda, şair tarafından merkeze konulan “sahicilik arayışı” ve “otantik olma”
durumu ile de beraber okunmaya elverişlidir.

İsmet Özel, “Mataramda Tuzlu Su” adlı şiirinde söz konusu olan çağrıyı, ayık olma halini kaybetmemek için
öncelikle, kendinden hareketle söz konusu eder. “Yolculuk” metaforu etrafında açımlanarak farklı anlam
katmanlarına yönelen metin, aslında şairin tüm hayatının ve buna paralel olarak gelişerek devam eden şiir
evreninin özünü de imlemektedir:

West Indies, Kızıl Elma, İtaki, Maçin!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim
zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların arasında uygunsuz biriyim
vahşetim
beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
kendime dünyada bir
acı kök tadı seçtim
yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.14)

Şairin çıkmaya ‘hüküm giydiği’ ‘uzun yol’, yaşanmışlıklardan dolayı aslında mecbur olunan bir “yolculuktur.”
Aydınlanma dolayımında önemli kazanımlar elde ederek hayatında köklü değişikliklere meydan veren şair,
ruhuna kazandırmış olduğu içsel genişliğin büyüklüğü nispetinde zor görevlere/‘acı kök tadı’na talip olmaktadır.
Bu durum, Carl Gustav Jung’un ifade ettiği “personasıyla özdeşleşmekten kaçınarak ruhlarına kazandırmış
oldukları genişlik sayesinde, nesnelerinin büyüklüğüyle baş edebilen insanların durumunu akla getirmektedir.”
İsmet Özel de metnin devamında, asıl anlamını “Of Not Being A Jew” şiirinde ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ metaforları
eşliğinde ‘dönmek’ eylemiyle bulacak olan, nesnesinin büyüklüğü ile baş edebilmek için ‘çıkmaya hüküm giydiği
uzun yolu’ kişisel serüveninden hareketle şöyle şiirselleştirmektedir:

Uzak nedir?

Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken kantinden satın aldığım cep aynası
bazı geceler çıkarken
uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi lükslerim de burda kalacak
siparişi yargıcılar tarafından verilmiş
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

(“Mataramda Tuzlu Su”, Cellâdıma Gülümserken, s.15)

‘Ismarlama bir hayatı’ bırakarak şairin kendine/“kendiliğine” olan yönelimine “yaşanmışlıkların izleriyle yeniden
doğan insan” adını taşıyan bir önceki kısımda dikkat çekmiştik. Şairin “Amentü” sonrası girmiş olduğu yeni
dünya görüşü içerisinde yine bu duruma, “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki
Satırlar” adlı şiirin ilk bölümünde bütün açıklığıyla işaret eder:

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.

(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin
Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.7)

‘Her şey ben yaşarken oldu’ diyen şair, bu tanıklığın vermiş olduğu sorumlulukla beni’ni her zamankinden daha
fazla yüceltmektedir. Özel’deki bu durum bizce, şairin biyografisindeki eğleştiği duraklardan hareketle hayatın her
alanından yaşanmış izler taşıması ve bu tecrübelerini, şair olmanın avantajını kullanarak, sürekli muhasebe altında
tuttuğu beni’nden hareketle topluma yönelttiği eleştirilerle ortaya koyması ile ilgili görünmektedir. Nitekim
“Cellâdıma Gülümserken” adlı 4. şiir kitabının hemen başına;

Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?

Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?

-Yaşama!

-Ya bileydim?

Yazar: Mıydım

Hiç: Şiir.

(Cellâdıma Gülümserken, s.1)

mısralarını koyan şair, şiir yazıyor olmakla yaşıyor olmayı bir tutmakta ve şiirin hayatındaki yerine işaret etmiş
olmaktadır.

“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” şiiri, sözüne ettiğimiz aynı duyarlılıkla
devam eder. Özel, şiirin bu bölümünde kendilik bilincinin hatırda tutulması olarak da okunabilecek olan ‘ruhu
olmak’ kavramı etrafında şiirsel bir açılım meydana getirmektedir. Bu kavram Gazali’nin “Meâricü’l-
Kuds” (Hakikat Bilgisine Yükseliş) adlı eserinde “ruh bir cevherdir” dedikten sonra “insan” olabilmenin gereği
olarak işaret ettiği, “ruhu olmak ve onunla beslenmek” hakikati etrafında düşünüldüğünde daha derin anlamlara
doğru açılım gösterebilmektedir:

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal'de kalmış

Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?

Ola ki

şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.

Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki...

Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana.

(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin

Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.8-9)

Yukarıdaki dizelerde ironiyle birlikte eleştirisi yapılan toplumsal mecbur bırakılmışlıkların arasından şair, ‘aynada
iskeletini görmeye kadar varan’ bir muhasebeden sonra kurtulabilmiştir. Fakat Özel’deki bu durum, toplumdan
kendini soyutlamak şeklinde belirmemiş tam aksine şair, yine ‘herkesin ortasında’ fakat herkesleşmeden
yaşayabilmenin imkânını zorlamıştır:

Ben oysa

herkes gibi

herkesin ortasında

burada, bu istasyonda, bu siyah

paltolu casusun eşliğinde

en okunaklı çehremle bekliyorum

oyundan çıkmıyorum

korkuyorum sıram geçer

biletim yanar diye

önümde bir yığın açalya

bir sürü çarkıfelek

gergin çenekli cesetleriyle

önümde binlerce çiçek

korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir diyecek.

Yo, hayır

yapamaz bunu, yapmasın bana dünya

söyleyin

aynada iskeletini

görmeye kadar varan kaç

kaç kişi var şunun şurasında?

(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin

Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.10)

Hayatta daima “taze kalabilmek” için elde etmeye çalışğı ayıklık halini Özel, şiirin devamında ironinin dozunu
bir hayli yükselterek hissettirir. İnsanlara önermiş olduğu ilginç bir pazarlıkla toplumsal yozlaşmalara, kişiliksiz
yapılanmalara ve anlamdan yoksun bırakılarak içi boşaltılmış hayatlara dikkat çeker. Aşağıya örnekleyeceğimiz
dizelerde beliren ve özellikle dikkat çekilmesi gereken husus, şairin üzerine almak istediği tüm olumsuzluklarla
işaret etmek istediği noktadır:

Gelin

bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!

Bana kötü

bana terkettiğiniz düşünceleri verin

o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı

artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.

Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, bir çok tuhaf
marifetimin yanısıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?

Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!

Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.

Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.

Ne yapsam
döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.

(“Cellâdıma Gülümserken Çektirdi ğ im Son Resmin
Arkasındaki Satırlar”, Cellâdıma Gülümserken, s.11-12)

İsmet Özel, kendi beni’nden hareketle eleştiri getirdiği bu noktaya, Şiir Okuma Kılavuzu’nda aslî şiirin
mahiyetine ilişkin dikkatlerini sunarken şöyle dile getirir: "Şiir, kuralların kişiliksiz yapısını yıkmak isteyenlerin,
her zaman bir tazelik olma imkânını arayanların, taze kalabilenlerin bölgesinde tutunmakta ısrar edenlerin
sesidir. Ya
şayan olmak, somut yaşama alanında kalmak, zorbaca benimsetilmek istenen kuralların dışında
olmak demektir. Standart ölçülerin benimsenmesi,
şiire düşman olmak, soyutlamaların yok edici bölgesinde
erimek demektir.
İçinde bulunduğu durumu zihnen doğrulamaktan başka çıkar yol bulamayan insan, yani bütün
imkânın ya
şanmakta olandan ibaret olduğunu kabul eden ve bu kabulünü ‘tarihin akışı’, ‘objektif koşullar’,

‘insanhk ideali’, 'tanrısal ilke’ gibi soyut, baskıcı kavramlarla haklılaştırmak isteyen insan, yeryüzündeki bütün
pislikleri üzerine almaya hazırlanmı
ş, bütün zorbalarla işbirliğine önceden razı olmuştur.”

İsmet Özel’in yine biyografisindeki yaşanmışlıkların izlerini şiirselleştirerek, kendilik çağrısını yaptığı en önemli
şiirlerinden bir diğeri de “Of Not Being A Jew” adlı şiirdir. Söyleyiş ve ritimdeki ahengin kaybolmadan toplam
313 dizede devam ettiği uzun soluklu bu şiire, “inmek”, “inlemek” ve “dönmek” eylemlerinin kelimelerle kurduğu
imajinatif açılımları etrafında dikkat çekmek mümkündür. Söz konusu olan bu eylemler özellikle, şairin geçirmiş
olduğu içsel dönüşümle birlikte düşünüldüğünde, okuru farklı anlam katmanlarına da yöneltebilmektedir. Şiirin
hemen başında şair, ‘inmek’ fiili etrafında huzursuzluğunun kaynağı olarak beliren ortam içerisinden “çıkmak”
istediğini hissettirir:

İniyorum kulelerinden katil
iniyorum maktul minarelerden
taraçadan, bahçeden
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor
açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane
canlıların korka korka uzandıkları zemin
ağzımda kef
iki gözIerimde mil
iniyorum kulelerinden
katil.

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.10)

Bu ortamın, yukarıdaki dizelerden yansıyan ‘kule’, ‘minare’, ‘taraça’ ve ‘bahçe’ kelimelerinin gönderme yaptığı
anlam bütünlüğü düşünüldüğünde, “şehir” olduğu akla gelmektedir. Şehrin insanı cezbeden ve kendine doğru
çeken yönleri ise ‘alçalan merdiven’ metaforu ile hissettirilir. Şairin, sıradanlaşmanın, yabancılaşmanın ya da
olumsuzladığı hususların farkına varabilmesi için öncelikle şehrin içerisine inmesi gerekmektedir. Bu durumun
açılımı, “Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar” adlı şiirde sözü edilen, insanlarla
yapılmak istenen ‘pazarlık’la ve “Kanla Kirlenmiş Evrak”a eklenen “küfre yaklaştıkça inancım artıyor” yargısıyla
birlikte düşünüldüğünde daha netlik kazanmaktadır. Nitekim şiirin devamında Özel, ‘inilen’ bu ortamı şöyle dile
getirir:

Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan
beni çağırmaktadır?

Göklerin çökeltisinden başkaca soy

toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin

iniyorum kirli eteklerine
beni emziren kaltak şehrin
iniyorum ama indirilmedim
iniyorum çalıntı tahtımı terkederek
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu, çapraşık, koklanmamış
ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap
bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim
yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
benimle açsaydı ağırdan
tükeniş faslını mızrap.

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.11)

İnilen bu ortam ‘kaltak’ olarak tanımlanan şehirdir. Fakat şair, burada başkalarının zorlamasıyla ya da
yönlendirmesiyle yer almaz. ‘İniyorum ama indirilmedim’ şeklinde beliren kesin ifadeyle, böyle bir ortamda yer
almanın tercihi bizzat şair tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum, Özel’in beni’ni hayatın merkezine
koyarak yaşadıklarının tümünü birden dokunulur kılmak gayretiyle de yakından ilgilidir. Şair, ‘bir bekleyen’i
olmadığı ve ‘biçilmiş bir ot gibi’ tek başınalığı yaşadığı inilen bu şehirdeki huzursuzluğunu, ‘puslu’, ‘çapraşık’,
‘koklanmamış’ ve ‘ihmalkâr’ kelimelerinin çağşım yaptığı uzak anlamlarıyla hissettirirken asıl olmak istediğini/
kendindeliğini ‘yoğrulmak’ kelimesiyle dikkatlere sunmaktadır. Nitekim ‘yoğrulmuş olanın, benle bir daha
yoğrulması’ için kişinin farkındalık eşiğini atlaması gerekmektedir. Şiirin devamında ise bu süreç, ‘inilen’ yerde
şairin yaşamaktan kendini alamadığı, ‘inlemek’ hali çevresinde söz konusu edilir:

İniyor ve inliyorum
nereye bir kucak dolusu
sonluluk sorgusu getiriyorsam
oraya bir kucak da getiriyorum
bir kucak sadece genç ve diri değil
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir kucak
sadece bir kucak

açılınca açıkları kapatan

acıkınca doyuran
ve doyurunca
nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
darası alınmaz yüküm bu benim
kayda geçirilemez, narhı konulmaz
resmen ve alenen ifade usulü yok
gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
dizimin dermanıdır o
buradan gelir cesaretim
bende bu kucak olduktan sonra
iyi veya kötü ne yapılabilir
kendi hayatı aleyhine
binlerce defa dolap
çevirmiş olan bana?

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.13)

Şair ‘indiği’ yerde insanı saran, sarmalayan ve kuşatan yanlarıyla bir ‘kucak’ istemektedir. Fakat yukarıdaki
dizelerde özellikleri sıralanan bu kucağın asıl mahiyeti, ona yöneltilecek olan ‘sonluluk sorgusuyla’ ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla şairin dikkat çekmek istediği ve ‘kucak’ eğretilemesi ile işaret ettiği hususa, hayatı
algılayış tarzının ontolojik boyutunu göz önünde bulundurarak da yaklaşmamız mümkündür. Varoluşsal
güvenliği elde ederek, hiçbir dalgalanmadan etkilenmeyip mutlak emniyeti yaşayabileceği bir güvenlik duvarını
“ben”inin etrafında örmek isteyen şair, şehrin kendisine sunduğu ‘kucak’ları değil de, ‘sadece açılınca açıkları
kapatan’ ve ‘acıkınca doyuran’ bir kucak istemektedir. Hayatı otantik olarak yaşamanın da bir ifadesi
sayılabilecek bu istenç, aynı zamanda şairin ‘gözünün feri’, ‘dizinin dermanı’dır ve kuvvet kazandığı yerdir.

Söz konusu olan bu kendilik isteği, Özel’in “Jazz” isimli şiirinden “inmem gerek gözbebeklerimin altına /
beynimin ortasına büzülmeliyim / genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra” (“Jazz”, Cellâdıma Gülümserken, s.
16) şeklinde yankılanmaktadır. “Of Not Being A Jew”in devamında ise yine aynı durum, toplumsallaşmamak için
verilen çabanın söz konusu edilmesiyle şu dizelerle dikkatlere sunulur:

Evet, ilmektir boynumdaki ama ben

kimsenin kölesi değilim

tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.

Gittim su çekdim en derin kuyudan
en hileli desteden

kendi kartımı çektim
yaktım belgeleri
bütün tanıkları yoketmek için
ricacıları öldürdüm
onlar bu dumanlı dünyanın
beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
bu dokunuş parlatınca beni
benden biraz dünya
isteyen ricacıları
öldürdüm ve
kıtal bitti.

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.16-17)

“Of Not Being A Jew”in yukarıya alıntıladığımız dizelerinden sonra İsmet Özel, “çıkmak” için ‘indiği’ şehirde
sıradanlaşmadan kendi kalabilmenin beni’ne kazandırdığı kuvvetle yolculuğunu devam ettirir. Şiirin ikinci
bölümü olarak ele alabileceğimiz bu noktadan sonra şair, ‘inilecek kadar indim’ diyerek metne yeni bir boyut ve
anlam genişliği kazandırmış olur. Metnin söz konusu olan bu genişliği, şairin müslüman dünya görüşüne
bağlanmadan evvel geçirdiği muhasebe neticesinde ruhuna kazandırmış olduğu içsel genişliğine paralel olarak
ilerlemekte ve yeni ortam içerisindeki insanların hayatı algılayış tarzlarına getirilen eleştirilerle beraber farklı anlam
katmanlarına yönelmektedir:

Yazık.

Yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim. Hayfa.

Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin tayfası yine hep buradalar
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada hayza benzeyen aynı koku
binalara yaklaşırken eskisi gibi
sıklet artıyor
hâlâ ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
tanıyorum bunlar
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
bu da deniz
hırs püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.

Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku muallâk deniz, bir yanımda
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin yüzünü çevirdiysem
hüznü de sevinci kadar ıskarta...
Niye indim buraya ben?

Boşuna mıydı yol boyunca benliğime
musallat olan belâ?

Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?

Yine mi döndüm başa?

Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse başa dönmemiştir, dönemez
hele sen geçtiğin o ormanlar
rüyalarındaki canavarlardan sonra
çok uzaksın o ilk
fırlatıldığın zamana.

Aldanma bunlar tayfa değil
burada doğdu hepsi
denize hiç açılmadılar
denizi sen kadar bile
tanıyan yoktur aralarında
her biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın istiyor yosmalar
böylece saygın fahişeler
arasına katışacaklar
müptezel birer facire ofsalar da.
Tecimenler, onlar da sahi değil
onlar da olmayan tayfaların
gemilerinden çıkan malları
sattıklarına inandırmak istiyor
şehrin acemi insanlarını.

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.17-18)

Yukarıdaki dizeler, İsmet Özel’in müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra da, sahicilik arayışı neticesinde
ortaya çıkan huzursuzluğunun devam ettiğini hissettirmektedir. Metinde ‘inilecek kadar’ inildikten sonra ‘Hayfa’
olarak beliren şehrin izi, şairin biyografisinden hareketle takip edildiğinde karşımıza Müslüman dünya görüşüne
bağlanıldıktan sonra girilen yeni ortam çıkar. Özel, “yeniden doğuş”/‘inilecek kadar inmek’ sonrasında girilen bu
yeni yaşam alanlarındaki huzursuzluğuna, tarih boyunca ‘kovalanan’ Yahudilerle özdeşim kurarak dikkat
çekmekte ve Yahudilerin dünyasında açılım bulan kelimeleri kullanarak metnine derinlik kazandırmış olmaktadır:

Sen ve yağmur.

Başa dönemezsiniz.

Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yokederek gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
sen yalnız senken sensin
burada kalamazsın ve başa dönemezsin
gitmek zorundasın
kovalanan bir Yahudi gibi
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
herşey çok yetersiz senin için
herşey sana çok fazla

ayıklarsan ayık durabiliyorsun
aranı açıyorsun kendinle
eşyayı araladıkça

uyanmanın bedeli serapları fedadır
uykuyu tadayım dersen
kâbusa dalmak pahasına.

Tarihe dersini vermen gerek
yoldan ayrılamazsın
yediremezsin sokulmayı kendine
tabiatın apışaralarına
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
durdurabiliyor seni
ne gürültülü bir havra.

Yükün ağır.

He’s so heavy

just because he’s your brother.

Kardeşlerin pogrom sana.

Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
senin diasporan.

Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin
ama dön

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.17-18)

Şair, her şeye rağmen elde ettiğini yitirmek ve “farkındalık”tan geriye dönmek istememektedir. Müslümanların
arasında gördüğü, anlamını kaybettiği için çarçabuk tüketilen ve sıradanlaştırılan değerlerin aslına ilişkin bilinci
elde tutmak ister ve “ayıklayarak”, ‘ayık durabilerek’ yaşama gayretine girer. Burada şairin yaşadıklarından
hareketle kendindeliğini, “yağmur”un gökyüzünden kopup geldiği ana benzetmesi ve yağmur kelimesinin
imajinatif açılımlarını akla getirerek nitelendirmesi ayrıca dikkat çekmektedir. Çünkü yağmur sadece yağarken
katışıksız ve saftır/rahmettir. Damla halinde toprağa düştükten sonra artık başkalaşş ve özelliğini kaybetmiştir.
Yağmurla kurulan bu koşutluk içerisinde “sen yalnız senken sensin” diyen Özel, şiirin bu noktasından sonra
sesini iyice yükselterek başından beri neyin hazırlığı içerisinde olduğunu “dönmek” fiili etrafında dikkatlere
sunar:

Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.20-21)

İsmet Özel’in içerisinde bulunduğu ortamın sıradanlıklarına katışmamak için beni’nden hareketle insanlara
ulaştırdığı ve yukarıdaki dizelerde tam olarak karşılık bulan “kendilik çağrısı”, ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ kelimeleri
etrafında birer metafor olarak anlamlandırılmaya elverişlidir. Metin bu yönüyle okuyucuyu içine çekerek, anlamın
tamamlanması için adeta kendisine bir davetiye sunar. Özel, 3 dizede tekrar ettiği ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’
kelimelerini kendi içerisinde önemine göre bir sıralamaya tabi tutmuştur. Bu sıralamanın ilk ve öncelenen şekli,
son dizede ortaya çıkar. Çünkü ‘ev’e ve ‘şarkı’ya dönmenin öncelikli şartı, ‘kalbe’ dönmektir. Şair şiirin
devamında, ‘ev’, ‘şarkı’ ve ‘kalp’ kelimeleri ile neleri karşılamak istediğinin altını biraz daha belirginleştirir:

Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım zamanlar
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün sabuklamalardan bana kalan..

Evde
anlaşılmaz bir tını
bilmem nereden gelir
uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
bilemem Yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
ömrüm burada
bütün Yahudiler gibi
raflara doğru, çekmecelere
sahanlıklara doğru geçti
yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
bir sıvaydım kendime kendi ellerimde
tıpkı Yahudiler gibi
buraların yerlisi ben değilim.

Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek
ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
ben şarkıya dönünce
boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
ve onun yerine hergünkü işleri yaparken
kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
kalbe gizlice batan kıymık geçecek
şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya
holokost neymiş meğer
herkes bilecek.

Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?

Yedeğimdeki okunaksız
şarapla lekelenmiş, solgun harita
uyduruk bir şey mi bilmiyorum
yoksa sahiden definenin yeri
gösteriliyor mu orada?

Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir

kalbe dönmekle define bulmak arasında?

(“Of Not Being A Jew”, Of Not Being A Jew, s.21-23)

İçerisinden ‘anlaşılmaz bir tını’ gelen ‘ev”, yüzyıllardır gelişerek devam etmiş olan kültür birikimiyle üzerinde
yaşadığımız ve kimliğimizle, şahsiyetimizi bulmamızda en önemli dayanak noktası olan ülke/yurt olarak
belirmektedir. Özel’in, şiirde ‘uyku’, ‘çakıl’ ve ‘unutkanlık’ kelimeleri etrafında hissettirmeye çalışğı söz konusu
‘ev’e/‘yurt’a olan yabancılaşma ayrıca dikkat çeker. ‘Şarkı’, ‘ev’in “iç”i ile ilgili bilinçlenme sonrasında
söylenecek olan “şiir’i akla getirmektedir. Bu duruma ‘dönmek’ fiili etrafında kazandırılan işteşlik ise, aslî şiirin
fonksiyonları söz konusu edilerek insanların önünde açılacak olan imkân alanlarını hissettirir. Yine ‘şarkıya
dönmek’, ‘ben şarkıya dönünce / boğazlarında boğum insanların epriyecek’ dizelerinin paralelinde okunduğunda,
Özel’in yaklaşık 10 yıl ara verdikten sonra yazmaya başladığı şiirlerini ve bu şiirlerle yukarıda sözünü ettiğimiz
imkân alanlarının, gündelik kazanımların peşi sıra giden insanları rahatsız edeceğini düşündürmektedir.

Tüm bunlar ise ‘kalbe’ dönmenin aşamaları olarak belirir. ‘Ev’e ve ‘şarkı’ya dönüldükten sonra gelinecek yer,
bizim kendilik bilinci olarak adlandırdığımız ‘kalp’tir. Bu yer, aynı zamanda bir merkez ve her şeyin kontrol
altında tutulabildiği bir “odak nokta”/“iç” olarak da kabul edilebilir. İsmet Özel, kendisiyle yapılan bir söyleşide
‘kalp’le, Kâbe’nin kastedildiğini ve Hz. İbrahim’in elinden çıkan Kâbe’nin ilk halinin kalp şeklinde olduğunu
ifade etmektedir.

Şair, “Of Not Being A Jew” adlı metninde kalbe ulaşmanın bir harita gerektirdiğini ve ulaşılan yerde de ‘define’
bulunacağından söz etmektedir. Özel, “kalp” ve “define” arasında kurmuş olduğu bu koşutluğa “Of Not Being A
Jew” şiirinden 9 yıl önce yayımladığı “Ils Sont Eux” adlı şiirinde de dikkat çeker. İnsanın kendine olan
yönelimini ‘buruşuk pardesülü adam’ın şahsında şiirselleştiren şair, modern hayatın mecbur bırakılmışlıklarından
sıyrılarak keşfedilen sandığa/defineye şu dizelerle işaret eder:

Buruşuk pardesülü adam dalgın
gittikçe daha dalgın, elinde cetvel
masada hesap makinesi, pusula
yetmiyor dibe dalmasına
bağlıyor kalın bir urganla beline
ağır bir sandık
salıyor kendini
yeşil yosunların
kırmızı balıkların
uçan kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir sandık buluyor
yakutlar, altınlar, pırlantalar
adam dibe inmek için beline bağladığı
sandığını keşfediyor dibe ulaşğında.

(“Ils Sont Eux”, Cellâdıma Gülümserken, s.22)

İsmet Özel, “Bir Yusuf Masalı” nın “Münacat” adlı kısmında, “Of Not Being A Jew” şiirinde özellikle ‘kalbe’
dönmek etrafında yükseltilen sesin yansımasını dua şeklinde şiirselleştirir. Söz konusu olan bu yakarış, yaklaşık
20 yıl evvel “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” şiirinin sonunda istenilen ‘ses
sahibi kıl’ınmayla birlikte okunduğunda, şairin müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra hiç eksilmeyen
kendilik çağrısı daha net anlaşılmış olacaktır. Ne var ki aynı çağrı/bilinçlenme, şairin “yeniden doğuşa” doğru
yöneldiği yolculukta da çok önemli bir kazanım olarak ortaya çıkmıştır:

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

(“Münacat”, Bir Yusuf Masalı, s.15)

Böylelikle Özel’in “Mataramda Tuzlu Su” şiirinde kelimelerin metaforik anlamları öncelenerek şiirselleştirilen
‘çıkmaya hüküm giyilen uzun yol’, “Of Not Being A Jew” şiirinde “ev’e”, “şarkı’ya” ve “kalp’e” ‘dönmek’
eylemi etrafında sürekli devam edecek olan bir “yolculuğu” ve dinamizmi imlemiş olur. Çünkü insanın kendini
keşfetme yolunda yapacağı içsel yolculuğunun sınırları yoktur ve bu yolda sürekli olarak bireyselleşmeye/“tekil
insanlığa” doğru bir yöneliş söz konusudur. Bu yönelişin merkezinde ise Jung’un deyimiyle, “içkin ve aşkın olan
kendilik”
bulunmaktadır.

Bu hususu, İsmet Özel’in 2003 yılının Ağustos ayından sonra “Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum,
ba
şka yere gidiyorum” diyerek Müslümanlara ait herhangi bir süreli yayında yazı yazmama kararından ve bugün
de içinde bulunduğu durumdan hareketle örnekleyecek olursak söz konusu olan yolculuğun şair için devam
ettiğini söylemek mümkündür. Nitekim Özel, bu tarihten sonra kaleme aldığı şiirlerinde de aynı ayıklık halini
sürdürmekte ve bu sefer Müslüman çevre içerisindeki yaşanmışlıklarını da şiirine konu ederek kendilik çağrısını
devam ettirmektedir. Örneğin şair, bu tarihten hemen sonra kaleme aldığı ve ‘altmış sene yaşadım bir tek anım
bile yok’ dediği “Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı” adlı şiirinde, bu durum şöyle dile getirilir:

Durayım ruh satmaya bütün yelkenler forsa

şteriye havasını almadan bakmayayım

Façama kıymam diyen görsün ne hali varsa
Hoş koku duymadıkça temenna çakmayayım

Nerelerde kalkmışım yokum konulan yerde

Ansızın anısızım aşklarım vesikasız

Uygunsuz yakalanıp örtündüğüm bu perde

Ne kadar kandırıcı bir o kadar yakasız

Vara iksir var tin vara tılsım vara kut

Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı

Ateş yakın su uzak ara yerdeki barut

Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı

Ben benim benle doğdu ruh satanlar ruhsatı

Bildirildi benimle kıvam cehr uşşağına

Anım yok. Ha şimdi bilsin ruh ruhun kaç katı

Boşuna mı dikildik otoyol kavşağına.

(“Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı”,
Of Not Being A Jew, s.87-88)

İsmet Özel, yayımladığı son şiirlerinden olan “Savaş Bitti” ve “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi
Sebebi” adlı metinlerinde de kendi önünde/kendiliğinde açılan “yolculuğun” devamına ilişkin dizelere yer
vermiştir. Özellikle “Savaş Bitti” şiirinde şair, çıkılan bu yolda toplumsallaşmaktan uzak durarak bireysel varlık
alanlarına yönelişini, çocukluğundan beri önemli bir mesele haline getirdiğini ifade eder ve bu tavrını, çok uzun
bir metin olan bu şiirin geneline hâkim olan yaşanmışlıkların şair beni’nde açtığı izlerden hareketle dikkatler
sunar:

(...)

Bana bunlar yaramaz

Ben çocukluk çağlarımdan beri

Görülen görünen gösterilen dünyaya

Alışmamak inadında kararlı takımı tuttum

Nefsim âsi aklım yorgun şefkatlidir yüreğim

Neden koynuma göz koyan kıza hayır olmaz diyeyim

(...)

Ellerimde dinç akıllı kimselerin

Ne mânâya geldiğini merak ettikleri yüzükler taşıyorum

Yüzük taşlarımın altına arsenik sıvaştırmadan yaşıyorum

İflâh olmaz diktatör işte o bensem
O bir köprüyse işte sırat dedikleri
Benim orayı biri çıkıp söyleyebilir mi
Gurultuyu çaktırmadan deneyip cambazlığı
Façama toz kondurmayıp hiç azar işitmeden
Geçmenin fırsatını kullandığımı

Yo hayır böyle bir beyan sadır olamayacak

Sırat

Oradan geçmedim ben

Benden ısrarla nefsimi ıslah etmemi istediler

Nerede bende o göz

Var mı bende öylesine bir dirim

Nefsimi

Söylesinler kimler hesabına ıslah edecekmişim

Sayıp dökülecek cinsten şeyler mi

Nefsimi ayarlayacağım şeyler

Kitapta yeri var mı benden istenenlerin

Çizmiş mi müstakbel şemailimi kalem

(...)

Yüküm her gün biraz daha

Ağırlaşğı için yavaşım

Yaşımın ilerlediğini merceğimin gevşediğini

Gördükleri için yoldan çıkacağımı sanan kalpazanların

Alnını karışlarım

Vazgeçer miyim ömrümü adadığım diktatörlükten

Olacak şey mi bu hiç olur mu

Benim gibilere küçükken

Sıkı dur oğlum

Türk çocuğusun sen dendiği unutulur mu

Turşu küpü kırk paranın tırtırlısı

Tarlaların uzaklığı bana yeten bir dersti

Fırçanın hiçbir türünü şimdiye kadar yüksündürmedim

Saatten benim üç parmağımla kurulma

İşlemine bir itiraz gelmedi

Önüme ağılanmadan geçilmez caddeler açılmış

Cinnete göz yummasam

Cinayeti yarıda kesmek için

Bir şey yapacak olsam

Hazırdı yağlı urgan gaz odası giyotin

Pis işlere bulaşmamı allı morlu

Keyiflerle imrendirdikleri zaman

Parmak kadardım

Tabiatı icabı tuzak

Ortalık ışımadan kuruldu

Yol kesenler çetelesinde

Diğerlerinden biraz erken

Tespit edildi yerim

Akşam eve yorgun ve yufka

Yüreğimi sorgulamış olarak dönmeme rağmen

Hava karardığı zaman

Kol kanat germiş bir vaziyette durmuyor

Sorgulayıcı bir edayla sarıyordu üstümü çatı

Dişiyle tırnağıyla diyorlardı

Dişiyle tırnağıyla ne

Savaş vardı

İstenilmeyen her şey yakındı.

(“Savaş Bitti”, Of Not Being A Jew, s.69-73)

“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”nin özellikle 5. bölümü, “Savaş Bitti” şiirinden yukarıya
örneklediğimiz dizelerle beraber okunmaya elverişlidir. Bu bölümde şair, Keynes’ten nefretinin 20 sebebinden
biri olarak sistemli bir hale gelen kapitalizmin insanları kendilerinden/kendiliklerinden uzağa atmış olmasını
şiirselleştirmekte ve bunu yine kendi yaşanmışlıklarından hareketle yapmaktadır. Özel’in, hayat karşısındaki
otantik duruşundan ve sahicilik arayışından kaynaklanan yalnızlığının, bir tür ‘keşiş yalnızlığı’ olarak
anlaşılmaması gerektiğini ifade ederek, bölümün sonunda tüm yaşadıklarına sadece ‘şiiri şahit’ tutması ayrıca
dikkat çeker:

Seni dünya gözüyle bir daha görmek! Bunu da nereden çıkardın?

İçimde boşuna arama bulamazsın böyle bir isteğin kırıntısını

Bilmez idiysen öğren duymadıysa iyi açılsın kulağın

Dünyadaki gözüme çarpmadın sen şimdiye dek

Baktın. Nasıl bakmayı optik okumakla öğrenmedinse

Yaşadın. Hiçbir zaman vesikaya bindirmedin yaşamayı

Kurduğun vaki değil polislerle bir ahbap çavuş ilişkisi

Dudaklarında bir gülümseme yaklaşmadın banka personeline

Kaç litre süt sağdıysan

Sattığının hepsi o kadardı

En beğendikleri pilavda kullanıldı

Senin ayıkladığın pirinç

Alış verişe çıktığın günler

Haddini bildi çarşılar

Esnafı kendine getiren senin suallerindi

Sen arşınlıyorken bambaşkaydı kaldırım

Üstünkörü geçmedi seninle geçirdiğimiz hiçbir saat

Lopsa loptu tartaklanan okşanan rafadansa rafadandı.

Dünyaya ibretle dikeceksin gözü ki ruh doğranıp eksilmesin
Biri sıkıysa çıksın da seyrettiğimi söylesin aval aval olan biteni
Meselâ sen beraberliğimiz boyunca kaval dinlediğime tanıklık edebilir misin
Ah sen yanımda yokken bak bakalım tuz yalamışa benziyor mu dilim
Yüz veririm sanılmasın keşiş yalnızlığının tafralarına

Yoktur seyislerin bilgiç edalarında hevesim

Ne yazıklanma duyuldu benden fokstrot günlerine yetişemediğime

Ne de bir an olsun vaktimi mamboya itirazla geçirdim

Spekülasyon henüz arsa üzerindendi

Akideydi inanca müteallik bir şeydi şeker

Havraydı

Sinagog denilmezdi

Etiyopya oldu çıktı Habeşistan olarak bildiğimiz yer

Hayır seni asla bunların hepsi telefat dünya gözüyle
Bir kez bile görmek istemiyorum acıdım ömrümce
Neler vermezdim seni görmek için gibisinden cümle kuranların haline

Uğruna dağları delmem ummana dalmam atmam ateşe naçiz bedenimi
Kovalamam peşini davet etse bile eteklerin

Hepsi yerin dibine geçsin daüssıla malihulya nostalgia

Sen nasıl olsa tıpkı hep olduğu gibi defalarca

Görüneceksin ahret gözüme

Ahret gözüm ağır gözüm bilerek geçirmeyen hazzı kantardan

Azabı bilerek tartmayan yeğni gözüm ahret gözüm miskalle

Zarfıma makineyle 1944 üncü dünya garnizonu İS yazılmış

(İsmet değil İsa da değil İsa’dan sonra)

Zırt pırt ikaz edilmişim ayak uydurmam konusunda

Koca tugay uygun adım atan cilveperest mangaların

Gündem tayini için inhisarına bırakıldıysa

Bileğimi fırsat buldukça tükürükleyip

Şaklatmam mı kimin ağzında düdük varsa

Uyluk kemiğimi bu sebepten kırdılar

Ben de diz çökmedim bahane bu ya

Seni dünya gözüyle bir kez daha görmek isteyen

Biri varsa buna şiir şahittir ben değilim.

(“John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi”,
Of Not Being A Jew, s.100-102)

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to