Hazırlayan: Semih CEYHAN
Her
medeniyet kendi âlem anlayışını çeşitli disiplinler vâsıtasıyla meydana
getirir. İslâm Medeniyeti de başlıca felsefe, kelâm ve tasavvuf olmak üzere
târihî süreci içerisinde geliştirdiği bir takım disiplinler sâyesinde temel nas
ve öğretilerinde tespit ettiği yaklaşımlarını, insanlık için bir model olarak
ortaya koymuştur. Bu modelin içeriğinin bir kısmı bütünüyle kendine âit iken
diğer kısmını çeşitli kültürlerden iktibâs etmiş ama bâzen kendi özellikleri
ile zenginleştirmekle yetindiği halde bâzen de bütünüyle yepyeni bir çerçeve
kazandırmıştır.
Şüphesiz
ki İslâm’ın en temel öğretisi tevhîd akidesidir. Bu akîde sâdece bir dînî inanç
olarak kalmaz. Aynı zamanda târih anlayışından insana bakışına, sanattan bilime
bütün kültürel ve entellektüel alanlarda tezâhür ederek, hâkim bir dünya ve
âlem görüşü olarak kendini kabûl ettirir.
îslâmm
varlık anlayışı, hiç kuşkusuz tevhîd anlayışının bir izâhı olarak ortaya
çıkmıştır. Bu itibarla müslüman düşünürler gerek felsefe alanında aklî
çabalarıyla, gerek kelâm alamnda nassın belirlediği savunmacı yaklaşımlarıyla
ve gerekse de tasavvufî alanlarda mükâşefe ve müşâhedelerinin verdiği
tecrübelerle oluşan varlık üzerindeki tartışmalarında öncelikle Allah’ın
varlığı, birliği ve aşkınlığı üzerinde durmuşlardır. Bu disiplinlerin
müntesipleri, aralarındaki şiddetli tartışmalara ve cedelleşmelere rağmen
“Îslâmî”lik vasfını taşımaya devâm ettiği sürece mâhiyeti îtibâriyle hiç bir
zaman birbirinden çok farklı sonuçlara varmamıştır.
İslâmın
ilk yıllarından îtibâren bir zühd ve yaşama tarzı olarak tezâhür eden
tasavvufun sistematik bir yapı kazanması ve ilk sûfîlerin veciz ifadelerine
yansıyan anlayışlarının geniş bir literatürde izâh edilmesi, kelâm ve
felsefenin olgunlaşmasından sonraya tekâbül etmektedir. Bu durumun neticesi,
başta Sadreddin Konevî, Müeyyedüddin Cendî, Saîdüddin Fergânî, Dâvûd Kayseri,
Molla Fenâri ve Abdurrahman Câmî gibi sûfîlerin eserlerinde kelâm-felsefe tarzı
bir üslupta müşâhede edilebilir. Özellikle varlık meselelerinin yorumlanması,
varlıkla ilgili kavramların, tartışma ve sorunların ortaya konuluş biçimi bu
dönem tasavvufuna bâzı araştırmacılarca felsefî tasavvuf veya tasavvuf
felsefesi denmesine sebep olmuştur?
Genel
olarak îslâm düşüncesindeki disiplinler arası münâsebet, özel olarak da
tasavvufun bu kültürdeki yeri ve başta kelâm, felsefe olmak üzere diğer İlmî
branşlarla ilişkisinin nasıl olduğu ve gelecekteki seyri üzerindeki tartışmalar
devâm ettiği gibi; bu konudaki çalışmalar da yeterli ve istenilen seviyeye
gelmemiştir. Bu cihetten muhtelif asırlarda yaşamış sûfî düşünürlerin eserleri
üzerindeki çalışmalar sâyesinde, İslâm’ın değişik çağlarda ve coğrafyalardaki
mutasavvıflarca nasıl anlaşıldığını ortaya koymamız mümkün olacaktır. Aynı
zamanda bu çalışmalar sâyesinde İslâm medeniyetinin ve düşünce yapısının geniş
ve derin boyutlarının da aydınlanacağı kanaatindeyiz.
Bu
düşünceye binâen, XVIII. asırda yetişmiş bir sûfî-bürokrat olan Abdullah
Salâhî’nin vücûd risâlelerini tezimize konu edindik.
Osmanlı
Devletinin kimi târihçilere göre siyâsî ve askerî yönden gerileme dönemine
girdiği ancak Batı ve İslâm dünyasından yapılan tercümelerle ilim hayâtında bir
canlanmanın görüldüğü XVIII. yüzyılda Abdullah Salâhî, gerek bir bürokrat
olarak sâhip olduğu gerçekçi bakış açısıyla ve teşkilâtçılık yönüyle, gerekse
de bir tasavvuf! düşünce inşam olarak yetiştirdiği talebeleriyle pratik açıdan
tasavvufa hizmet vermiştir. Diğer taraftan kazanmış olduğu geniş müktesebâtıyla
tasavvuf düşüncesinin en zor ve teknik meselelerinde bir çok eser kaleme
almıştır. “Câmi’u cümle turuk” ve “Osmanlının İbn Arabî”si Unvanlarını kazanan
Abdullah Salâhî, entellektüel anlamda tasavvufun geniş çevrelerce tanınıp
anlaşılmasında önemli katkılar sağlamıştır. Salâhî, telîf ettiği eserlerinin
yanında, şerh ve tercümelerle müntesibi olduğu geleneğin düşünce mîrâsının
aktarılmasında çaba gösteren bir kişidir. Bu çerçevede dilbiliminden edebiyâta,
tefsir, hadis ve fıkıhtan mantık, kelâm ve tasavvufa kadar geniş bir yelpazede
telif, tercüme ve şerhlerde bulunmuştur.
Semih CEYHAN
Üsküdar-1998
ABDULLAH
SALÂHÎ UŞŞÂKÎ’NİN HAYÂTI, TARÎKATI VE ESERLERİ
Abdullah
Salâhî Uşşâkî XVIII. asırda (1117-1197/1705-1782) yılları arasında yaşamış bir
Osmanlı sûfî, edîp, mütefekkir ve bürokratıdır. Hayâtı şu pâdişâhların devr-i
saltanatlarına rastlar: m. Ahmed (1115-1143/1703-1730), I. Mahmud
(1143-1168/1730- 1753), İD. Osman (1168-1171/1753-1757), Di. Mustafa
(1171-1188/1757-1774) ve I. Abdülhamid (1188-1203/1774-1789).[1]
Bilindiği
üzere XVII. ve XVIII. yüzyıllar Osmanlı Devleti’nin Batılı devletlerle yaptığı
savaşlar sonucunda yitirdiği toprak kayıplarının berâberinde getirdiği
siyâsî-askerî zayıflama ve bunun paralelinde meydana gelen ilmî-kültürel
çözülmenin kendisini reel olarak hissettirdiği dönemlerdir. Osmanlı bu olumsuz
gelişmelerin sebeplerini ortaya koyma ve bir atılım gerçekleştirmek için gerek
devlet içi sosyo-kültürel yapılanmayı gerekse de Avrupa ile ilişkileri gözden
geçirmek ihtiyâcı duyar. Nitekim IH. Ahmed devrine kadar tek yönlü ticârî bir
ilişkiye dayanan Garpla münâsebetler, bu târihten sonra özellikle askerî
sefirler (III. Ahmed’in Paris Sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi)
vâsıtasıyla karşılıklı bir veçheye bürünür. Bu münâsebetler çerçevesinde
îbrâhim Müteferrika ve Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi tarafından matbaanın
getirilmesi İlmî ve kültürel hayâtta yeniden bir canlanmanın göstergesi
olacaktır.1 Zîra “Lâle Devri” denilen dönemde Sadrâzam Damad îbrâhim
Paşa’nm girişimi ile uyanma devirlerinde tercümenin rolünü hatırlatacak tercüme
faaliyetleri başlar ve bir tercüme heyeti kurulur. Bu heyetin yaptığı
tercümeler daha çok dünya târihi, felsefe ve tabîî bilimleri içerir. Bunun
yanında Osmanlı İktidârının İlmî çabalara destek vermesinin yansımasını
tasavvufî düşünceyi destekleme ve yayma girişimiyle de müşâhede edebiliriz. îbn
Arabi’nin Hıdriyye risalesinin şârihi olan mutasavvıf-şâir
Süleyman Nahîfî yarım kalmış Mesnevi tercümesini Sadrâzamın teşvîki
ile tamâmlamıştır.2 XVIII. yüzyılın ilk yarısında gözlemlediğimiz bu
kültürel atılım gayretleri maalesef devlet bürokrasisindeki zâfıyetler yüzünden
kurumsallaşamayacaktır. Nitekim Lâle devri târihî açıdan sâdece zevk ve
eğlencenin ön plana çıktığı bir târih kesiti olarak ele alınacaktır. XVIIL
yüzyılın ikinci devresinde de devam eden bürokratik irâdesizlik daha sonra da
dile getireceğimiz gibi Abdullah Salâhî Uşşâkî’nin devlet görevini bırakıp
tasavvufa yönelmesinde bir etken olacaktır.
Bir
mutasavvıf-bürokrat olan Abdullah Salâhî Uşşâkî’nin yanında bu çağda tasavvufî
ve edebî kişilikleriyle bâriz olan şahsiyetler arasında şu kimseleri
sayabiliriz:
îsmâil
Hakkı Bursevî (1137/1725), Haşan Sezâî (1151/1738), Müstakim-zâde Süleyman
Efendi (1202/1787), Enis Recep (1145/1732), Neccar-zâde Rızâ (1159/1746),
Diyarbakırlı Ahmed Mürşidî (1174/1760), İbrâhim Hakkı Erzurûmî (1186/1772),
Salâhî Uşşâkî’nin şeyhi Cemâleddin Uşşâkî (1164/1750).3 Lale Devri
şâiri olarak tanınan Nedim ile başlayıp Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gâlib Dede
ile kapanacak olan XVIII. asrın başı ve sonu arasında ilim adamı ve sanatkârlar
kâfılesi yer alır: Fıtnat Hanım, Haşmet, Sünbülzâde Vehbî, Surûrî, Kânî,
Enderunlu Vâsıf, Esrar Dede, Hoca Neşet, Hoca Fehim, Kâmus Mütercimi Âsim
Molla, halk şâiri Karacaoğlan gibi.4
XVIII.
yüzyılda ortaya çıkan, Abdullah Salâhî’nin de mensup olduğu ana tarîkat
Halvetiyye’nin şûbe ve kollarını kurucularıyla birlikte zikretmek gerekir.
Zühriyye (Ahmed Zührî-ö. 1157/1744,
Selânik), Cemaliyye (Mehmed Cemaleddin-ö. 1164/1751,
İstanbul), Hayâtiyye (Mehmed Hayâtî-ö. 1180/1766-67,
Ohri), Raûfıyye (Ahmed Raûfî-ö. 1170/1757,
İstanbul), Cerrâhiyye (Nûreddin Cerrâhî-ö. 1133/1721,
İstanbul), Sezâiyye (Haşan Sezâî-yi Gülşenî-ö.
1151/1737, Edime), Nasûhiyye (Mehmed Nasûhî-ö. 1130/1717,
İstanbul), Bekriyye (Şemseddin Mustafa el-Bekrî-ö.
1162/1749, Kahire), Hı&iyye (Muhammed b. Sâlim-ö. 1181/1767,
Kahire), Semmâniyye (Muhammed b. Abdülkerim
el-Medenî-ö. 1189/1775), Âic/nâ/zjye (Kemâleddin Mustafa-ö. 1199/1784, Gazze), Derdîriyye (Ahmed b. Muhammed ed-Derdîr-ö. 1201/1786, Kahire), Ezheriyye (Muhammed b. Abdurrahman-ö. 1207/1792-93, Kahire), Rahmâniyye (Mahmud b. Abdurrahman-ö. 1208/1794, Cezâyir).1
Abdullah
Salâhî Uşşâkî gerek kendi yazdığı eserlerinde gerekse de O’ndan söz eden kaynaklarda
farklı isimlerle anılır. Bunun en başta gelen sebebi bir şâir ve edîp olan
Salâhî’nin manzum ve mensur eserlerinde çeşitli isimler kullanmasıdır. Biz bu
tezimizde - tahkik ve tahlil ettiğimiz “Miftâhui-vücûdi’l-eşher”a.d\\ risâlesinde geçtiği üzere-
Abdullah Salâhî2 ismini kullanacağız. Onun hayâtından bahseden
klasik kaynaklarda şu isimlere rastlamaktayız: Abdullah Salâhaddin3,
Salâhaddin Uşşâkî4, Salâhî Dede (Câmiu’t-turuk bir zât olan Abdullah
Salâhî’nin Mevlevîliğe intisâbından dolayı), Salâhî Abdî Efendi vs. Abdullah
Salâhî’nin şiirdeki mahlası ise Salâhî’dir. Asıl ismi Abdullah’tır. Ayrıca bâzı
kaynaklar ona Rûmî nisbesini de verirler.5
Abdullah
Salâhî’nin hayâtının ilk dönemi, doğduğu çevre, âile ortamı hakkında
kaynaklarda fazla mâlûmat bulamamaktayız. Hüseyin Vassaf Risâle-i Salâhiyydde Abdullah Salâhî’nin Teshîlüi-mübtedîadlı
eserinden alıntı da bulunarak babasının el-Hâc Muhammed el-Bosnavî es-Sarayî
olduğunu belirtir. Bu ifadelerden anlaşılmaktıdır ki âilesi Saraybosna’dan
Abdullah Salâhî’nin doğum yeri olan Kesriye’ye göçecektir. Ancak ailesinin
Saraybosna’dan Kesriye’ye veya bugün Yunanistan’ın Kastorya şehrine hangi
sebeplerden ötürü hicret ettiklerine dâir kaynaklarda bir kayıt
bulunmamaktadır. Ayrıca Abdullah Salâhî’nin babasına “zübde-i zümre-i küttâbîn”
lakabı verilir.6 Nitekim Abdullah Salâhî babasının yazıcılık
mesleğini onun da teşvikiyle miras alacak ve ileriki hayâtında dîvân kâtibi
olarak mesleğinde zirveye ulaşacaktır.
Abdullah
Salâhî’nin doğum yeri hakkında son dönem kaynaklar1 Balıkesir veya
eski ismiyle Karesi Vilâyetini göstermekle birlikte onunla çağdaş olan târih ve
biyografi yazarları doğum yerini Kesriye veya diğer isimleriyle Gölükesr, Gölü
kesre, Gölü Kesriye olarak kaydederler.[2]
[3] Bu yer şu anda Yunanistan’a
bağlı Kastorya bölgesidir. Abdullah Salâhî’nin doğum yerinin Balıkesir olarak
gösterilmesine yol açan yanlış yaklaşımlar şunlar olabilir: Birincisi, Kesriye
(Kastorya) ve Balıkesir (Eski ismiyle Karesi) lafız bakımından birbirlerine
oldukça yakındır. İkincisi, Balıkesir mâlûm olacağı gibi Osmanlı tabakat
müelliflerine göre daha meşhurdur. Üçüncüsü, Abdullah Salâhî’nin mensup olduğu
Uşşâkiyye tarikatının Balıkesir ve civârmda kendisine yayılma alanı bulmasıdır.
Abdullah
Salâhî’nin doğum târihi hakkında da kaynaklarda ihtilâf sözkonusudur. Bir kısım
eserler onun doğumunu 1130/1717 târihinde gösterirler.1 Ancak doğum
yeri hakkında da vurguladığımız Abdullah Salâhî ile aynı dönemde yaşamış ve
onunla bizzat görüşmüş olan Sâdullah Enverî Târihinde doğum
yılını 1117/1705 olarak gösterir. Bu açıdan 1705 târihini kabul etmek daha
doğru olacaktır.
4-
İLİM HAYÂTI VE İLİMLERE BAKIŞI
Abdullah
Salâhî’nin ilköğrenimine dâir mevcut kaynaklarda yeteri kadar bilgi
bulunmamaktadır. Muhtemelen doğum yeri Kesriye’de tahsiline başlayan Abdullah
Salâhî 20 yaşlarında iken İstanbul’a gelir. Babası Muhammed Abdülaziz Efendi
daha evvel zikrettiğimiz şekilde Salâhî’nin kâtip olarak resmî bir görev
almasını istemişti. Bu sebebten ötürü Salâhî hem resmî bir işe girebilmek hem de
Kesriye’de başladığı öğrenimine ilim ve kültür merkezi pây-ı taht İstanbul’da
devam etmek için Kesriye’den İstanbul’a gelir. Abdullah Salâhî’nin İstanbul’a
geldikten sonra okuduğu medrese ve hocalar hakkında kaynaklar bir şey
zikretmezler. Enverî Târihinde onun Osmanlı eğitim-öğretim
sisteminde ilk olarak okutulan Arap dili ve gramerine dâir sarf ve nahv
ilimlerini tahsil ettiğini belirtir. Bunun akabinde Abdullah Salâhî’nin İbn
Arabi’yi tanıdığını ve metafizik ilimlerde derinleştiğini kaydeder. Ancak bu sürece
nasıl ulaştığı hakkında mâlûmat vermez.
Abdullah
Salâhî Osmanlıca’yı çok iyi bilmekle berâber Arapça ve Farsça dillerine de
hâkim idi. Bu dilleri kendi eserlerinde vukûfıyetle kullanmış, gramatik
yapılarına dâir risâleler kaleme almıştır. Abdullah Salâhî’nin Arap dilinde
uzmanlaşması bir ölçüde Mısır’a yaptığı seyâhat ile gerçekleşmiştir. Sâdık
Vicdânî eserinde şöyle demektedir: “Bir aralık Hekimoğlu Ali Paşa ile
birlikte Kahire’ye giderek, orada Şeyh Şemseddin Muhammed el-Hafenîile sohbet
etmiş ve Şeyh Haşan Demenhûrî’den Vefk ve Cifr gibi bir takım Arapça ilimlerle
Nakşiyye tarikatını almıştır.’? Abdullah Salâhî’nin bâtınî ilimlere eğilimi Mısır
seferinden sonra daha da artacaktır. Nitekim Mısır dönüşü daha önce Edirne’de
tanıştığı Cemâleddin Uşşâkî vâsıtasıyla Uşşâkiliğe intisap eder. Edirne’de yedi
sene inzivâ hayâtı yaşar. Bu esnâda keşfi açılır ve mânevî bilgilere muttalî
olur. Bu yıllarda îbn Arabî( 560-638/1165-1240) ile mânâ âleminde tanışan
Abdullah Salâhî İbn Arabî ile bu halleşmesini tasavvufî hayâtının ileriki
dönemlerinde de sürdürecek, gaybî ilimlere dayanan bilgiler açısından sık sık
ondan yardım isteyecektir.[4]
Abdullah
Salâhî dîvânında ilimler sayımında bulunur ve hakîkati elde etmede zâhirî
ilimlerin yeterli olamayacağını bâtınî ilimlerin de tahsîl olunması gerektiğini
beyitlerle dile getirir:
Arûz ve Hendese, Harf ile
hikmet
Nücûm ve Vefk ve Semmûr ile
Hey’et
Oku Âdâb ve Mantıkla Kelâmı?
Akâidle pes eyle ihtimâmı
Usûl-i Fıkh ile îlm-i Hadîsi
Oku yol
bulmaya şeytan habisi
Pes
ondan İlm-i Tefsire şurû ’ et
Onu
tıbk-ı usûl ile furû ’ et
Pes
ondan varlığın terk et birader
Bulasın
tâ ki ilm-i mahva rehber
İlimden
Hakk’ı bilmek oldu maksûd
Hüdâ
’yı bilmeğe kıl bezl-i mechûd
XXX
İlm-i
Sarf veNahv ve Mantık, Fenn-i hey’et, Hendese
Ekserinin
maksadı âlemde mansıb medrese
İlm-i
Necm ve Remel ve Hikmet, etmede vaktin telef
Hâsılı
ermezyakîne cüz ve zan ve vesevese
Ermese
ayne’l-yakîne, bâr olur yâr olamaz
Tumturak-ı
cerbeze hiç nâff olmaz bir kese1
Yukarıdaki
beyitlerden de anlaşılacağı gibi Abdullah Salâhî’ye göre ilimden maksad Allah’ı
bilmektir. Kişi ancak Allah’ı bilmek (yakîn) uğraşısında mânevî eylemde
bulunmakla şüphelerinden kurtulabilmektedir.
5-
ŞEYHİ CEMÂLEDDİN UŞŞÂKÎ’NİN KIZIYLA EVLENMESİ
VE ÇOCUKLARI
Abdullah
Salâhî 1152/1739 yılında Hekimoğlu Ali Paşa ile birlikte gittiği Mısır’dan
1154/1741 târihinde onun iznini alarak İstanbul’a döner.2 Bu sırada
Edirne’deki şeyhi Cemâleddin Uşşâkî Îstanbul-Eyüp civârındaki Eğrikapı-Hırâmî
Ahmed Paşa Tekkesinde irşad faaliyetlerini sürdürmektedir. Abdullah Salâhî
Cemâleddin Uşşâkî’yi bulur ve bu yıllardan sonra beraberlikleri gelişir.
Cemâleddin Uşşâkî’nin dikkatine mazhar olan Abdullah Salâhî şeyhinin kızıyla
kırk yaşlarında iken evlenir (1157/1744).
Abdullah
Salâhî’nin Muhyiddin ve Muhammed Ziyâeddin isminde iki çocuğu olmuştur.
Muhyiddin ismindeki oğlu 25 yaşlarında iken vefat eder. Salâhî’nin nesli diğer
çocuğu Muhammed Ziyâeddin ile devam eder. Muhammed Ziyâeddin’in, Mahmud Rızâ ve
Muhammed Tevfık adında iki oğlu olmuştur. Mahmud Rızâ babasından önce vefat
Akkuş, M., a.g.e., s. 28-29
Abdullah Salâhî’nin Elli dört farz şerhinin başma Sahaflar Şeyhi
zâde zâdesi Ahmed Nazif Efendi’nin yazdığı tercüme-i hal.
Hüseyin Vassaf, Sefîne-iEvliyâ, c. IV, s. 259
etmiştir.
Muhammed Ziyâeddin’in vefatından sonra halîfe olarak yerine diğer oğlu Muhammed
Tevfik geçer, onun da vefatıyla birlikte Abdullah Salâhî’nin soyu kesilmiştir.1
6-
DEVLET BÜROKRASİSİNDE ABDULLAH SALÂHÎ
Abdullah
Salâhî babasının arzusu doğrultusunda İstanbul’a gelerek resmî bir işe girer.
Hüseyin Vassaf Salâhî’nin hayâtına ve tarikatına dâir yazdığı Risâle-i Salâhiyye1 sinde şunları belirtmektedir:
“Bir müddet İstanbul’da ibtidâ-yı tahsilden sonra bir zâtin
delâletiyle kırk gün kadar Bâb-ı âlîde tahvil kalemini devâmedip, ondan sonra
Hekimoğlu Ali Paşa dâiresine mülâzemetle az bir müddet zarfında
musamfkitâbetinde bulunarak isti’dâd-ı hudâ-dâdlan neticesi, gerek öğrenciler
arasında şöhret sâhibi olup ve kâtipler arasında şöhret sahibi olup
mektupçuluğa 4 irtifa ettiler.
Abdullah
Salâhî Hekimoğlu Ali Paşa’nın ilk sadrâzamlığı döneminde (1144/1737) görev
alır. Ve onunla birlikte Osmanh coğrafyasının çeşitli yerlerine seferlere
katılır. Abdullah Salâhî’nin Hekimoğlu Ali Paşa ile ilk seferi onun Bosna
vâliliğine tâyini sırasında gerçekleşir. Bu sırada Banyaluka’da Avusturya’ya
karşı girişilen savaşa katılır. Abdullah Salâhî bundan sonra Mısır’a gider.
Daha önce de zikrettiğimiz gibi Abdullah Salâhî Mısır dönüşü Hekimoğlu Ali
Paşa’dan izin alarak İstanbul’a döner ve devlet
Akkuş, M., a.g.e., s. 35
Tahvil Kalemi: Merkezden tâyin edilen büyük memurlarla mahlûl
tımar ve zeâmetlerin tevcihine dâir olan kayıtlan tutan ve tezkire ve vesîkalan
yazan kalemin adıdır. Buna “Nişan Kalemi”veya. “Kese Kalemi” denildiğini
de kaydeden Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı şu tafsilâtı da veriyor: Birinci
sınıf şehir hâkimlerinden yâni mevâlî denilen vilâyet kadılarının, vezir,
beylerbeyi, sancak beyi, beratleriyle zeamet ve tımarlarm kayıtlan hep burada
idi. Bir kimseye zeamet veya tımar tevcih olunduğu zaman ibtidâ derkenar olmak
üzere Defterhâneye gider ve orada derkenar olunup buyuruldusu alındıktan sonra
tahvil kalemine gönderilirdi. Bkz. Mehmed Zeki Pakalın, Osmanh Târih
Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst. 1978, c. İÜ, s. 381
Masraf-ı Şehriyân Kâtibi: Saray memurlan arasındaki yazıcılardan
birinin adıdır. Vazifesi matbah-ı âmireye bağlı oniki ocağın ve matbah emininin
masraf hesaplarım tutmak idi. Tanzîmattan sonra saray teşkilâtında yapılan
değişiklik sırasında adı değiştirilmiştir. Bkz. A.g.e., c. II, s. 413
Mektupça: Resmî dâirelerde yazı işleriyle meşgul olan idâre veya
kalemin başmda bulunan memurun ünvanı idi. Mektupçuya aynı zamanda “Mektûbî” de
denirdi. Nitekim sadâret mektupçusuna “mektûb- ı sadr-ı alî” denilmekte idi.
Eskiden bunun yerine “dîvan efendisi tâbiri kullanılmıştır. Sadâretin,
nezâretlerin, umum müdürlerin, vilâyetlerin mektupçulan vardı. Mektupçunun
başmda bulunduğu kaleme “mektûbî kalemi” denilirdi. Sadâret mektupçusuna,
sadrâzam tarafından yazılan yazıların pek mühim olanlarım kendisi yazar,
kalemdeki kâtipler tarafından yazılanları da tashih ederdi. Gelen kâğıtların da
bir hülâsâsmı yapar, sadrâzama götürerek anlatır, asıllannı görmek isterse,
kendisine gönderirdi. İlk zamanlan hâcegândan olan mektupçular, bâlâhğa
yükseldi. Nezâret ve vilâyet mektupçulan da aşağı yukan aynı işi görürdü.
1908’den sonra nezâret mektupçulamm ünvanı “kalem- i mahsûs müdürlüğüne” tahvil
olunmuştur. Bkz. A.g.e., c.n, s. 466
Akkuş, M, a.g.e., s. 36-37
hizmetinden
çekilir. Abdullah Salâhî’nin bundan sonraki hayâtı tasavvufî bir veçhede devam
eder.
7-
TARİKATA İNTİSÂBI VE CÂMİU’T-TURUK BİR ZÂT
OLMASI
Abdullah
Salâhî tarikat hayâtına ilk defa Edirne’de tanıştığı Uşşâkî Şeyhi Muhammed
Cemâleddin Efendiye1 intisap etmekle adım atar. Abdullah Salâhî,
şeyhinin hayâtı ve onunla birlikteliği hakkında fazla bilgi vermemekle berâber
eserlerinde sık sık ismini zikreder.
Cemâlî rehberim oldu,
karimin Hızr-ı tevfik
Seza dense bana sâhib-kırân
el-hamdülillah
“Azizimiz, mürşidimiz, kutbu’l-âriSn, gavsu’l-vâsılîn seyyid Muhammed
Cemâleddin
(ks.)” ve “Azizimiz SeyyidCemâleddin
(ks.)Hazretlerindenmervîdirki..."gibiifâdeler kullanır.2
Abdullah
Salâhî sâdece Uşşâkîliğe intisâb etmekle kalmamış Osmanlı’ da yaygınlık kazanan
birçok tarikattan el almıştır. Bu sebeble kendisine birçok tarikata intisap
eden mânâsında kullanılan “Câmiu’t-turuk” nisbesi verilir. Bu tarikatları
bir manzûmesinde şöyle dile getirir.3
Celvetî, Bektaşî, Bayrâmî ve
S a ’dî, Kadiri
Nakşibendî, Mevlevi ve
Gülşenî, Uşşâkîyiz4
Abdurrahman
Sâmi bu beyti şerhederken Abdullah Salâhî’ye beyitte geçmediği halde Şâzeliye,
Bedeviye, Rufâiye, Sünbüliye, Şâbâniye, Behçetiye tarikatlarını da nisbet eder.
Cemâleddin Uşşâki (ö. 1164/1751) ve Cemâliyye lo/ız:
Halvetiyye-Uşşâkiyye tarikatının Cemâliyye şubesinin kurucusu,
mutasavvıf-şâirdir. Edirne’de doğdu. Asıl adı Mehmed Cemâleddin, künyesi Ebû
Nizâmeddin’dir. Gençliğinde Edirne’de Uşşâkî şeyhlerinden Mehmed Hamdi efendiye
(ö. 1146/1733) intisâb eden Cemâleddin Uşşâkî şeyhinin vefatından sonra
Halvetiyye Gülşeniyyenin Sezâiyye şubesinin kurucusu Haşan Sezâî’nin halkasına
katılır. Haşan Sezâî’nin de vefatının ardından Edirne’de dört yıl kadar tarikat
irşadında bulunan Cemâleddin Uşşâkî İstanbul’a giderek Eyüp-Eğrikapı
Savaklar’daki Hırâmî Ahmed Paşa tarafından binâ edilen mescid-zâviyeye şeyh
olur ve vefatına kadar burada tarikat hizmetine devam eder. Cemâleddin Uşşâkî,
o dönemde İstanbul’da zayıflamaya yüz tutan Uşşâkiyye’yi yenidencanlandırdığı
için Uşşâkîlerce tarikatın Hüsâmeddin Uşşâkî’den sonra ikinci piri sayılır.
Cemâleddin Uşşâkî kendi adına nisbet edilen Uşşâkîliğin Cemâliyye-i Sâniye (II.
Cemâlîlik) kolunu kurmuştur. Cemâlî kolu XVIII. asrm son çeyreğinden XIX: asrın
ortalarına kadar, kendi merkezi olan tekkenin yamsıra Uşşâkî asitanesini de
denetimi altına alarak bu tarikatın İstanbul’daki en güçlü temsilcisi olmuştur.
Cemâleddin Uşşâkî’nin 345 manzume, bir silsilenâme ve beş târih beytini ihtiva
eden dîvânı Sül. Ktp. -Uşşâkî Dergâhı, nr. 92’de kayıtlıdır. Bkz. DİA,
c. VH, s. 314-315; Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi^. VII, 1995,s.
329-331
Abdullah
Salâhî’nin bu hayâtlarla bağlantısının nasıl ve ne zaman olduğuna dâir
eserlerinde bir kayıt yoktur. Abdurrahman Sâmi’nin yukarıdaki beyti şerh biçimi
de göstermektedir ki Abdullah Salâhî’nin bu tarikatlara nisbeti “Her kapı bir
kapı” anlayışına dayanır. Zîra şerhde Abdullah Salâhî’nin tarikatların temel
hususiyetlerini kendisinde cem’ ettiği vurgulanır. Ayrıca bu tarikatlarla
ilişkisi şeyhi Cemâleddin Uşşâkî ile açıklığa kavuşur. Harîrîzâde Tibyânmda, Cemâleddin Uşşâkî’nin Halvetiyye’nin Gülşeniye, Sünbüliye,
Şâbâniye şûbeleriyle Nakşibendiye tarikatına da mensup olduğunu ve kendisinde
bu tarikatları birleştirdiğini söyler. Cemâleddin’in bu tarikatlarla ilgisi,
ikinci şeyhi Haşan Sezâî-yi Gülşenî’nin mürşidi La’lî-i Gülşenî’nin adı geçen
tarikatlardan da icâzeti olması dolayısıyladır.2
Ancak bâzı
araştırmacılar Abdullah Salâhî’nin bu tarikatlara nasıl ve kimin vâsıtasıyla
girdiğini zikrederler.
a) Uşşâkî Tarikatına
İntisâbı:
Abdullah
Salâhî, kurucusu Haşan Hüsâmeddin Uşşâkî olan Uşşâkiyye tarikatına intisâbı
Cemâleddin Uşşâkî ile olmuştur.
Şeyh Abdurrahman Sâmî-yi Uşşâkî, a.g.e., s.122-123
Harîrîzâde, Tibyân, c.I, vr. 225a-256b; DİA, c.VII, s.
314-315
Haşan Hüsâmeddin Uşşâkî (1475-1592 veya 1594) ve Uşşâkîlik.
Uşşâkîliğin pîri olan şeyh Haşan Hüsâmeddin Uşşâkî 1475’te Buhara’da, Hoca
Teberrük adında bir tâcirin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Babasından ilk
tahsilini aldıktan sonra tasavvufa yönelmiş, mürşid edinmek amacıyla Erzincan’a
giderek oradaki Kübrevî tarikatının Nurbahşî kolundan Şeyh Ahmed Semerkandî’ye
intisap etmiştir. Şeyhi tarafından mezun kılınarak 1523 dolaylarında Uşak
kentine yerleşir. Şöhreti İstanbul’a kadar yayılan Hüsâmeddin Uşşâkî’yi padişah
III. Murad İstanbul’a davet eder. İstanbul’a gelen Hüsâmeddin Uşşâkî kendisine
Uşak’ı hatırlatan Kasımpaşa’ya yerleşir. Şu anda Uşşâkî âsitânesi olan yerde
vefatına değin tarikat hizmetini sürdürür. 1592-94’de vefat eden Hüsâmeddin
Uşşâkî Celvetîliğin pîri Aziz Mahmud Hüdâyî ve kalabalı bir derviş topluluğu
tarafından defnedilir. Uşşâkîlik Kübrevî, Nurbahşî ve Halveti tarikatlarının
bir sentezi olarak kabul edilebilinir. İstanbul merkezli bir tasavvuf ekolü
olan ve Osmanlı başkentinin üslûbunu yansıtan bir kültür birikimine sahiptir.
İstanbul’da Halvetîliğin kollan arasında yaygınlık açısından, Sünbülîlik,
Şâbânîlik ve Cerrâhîlikten sonra gelen Uşşâkîlik yine bu şehirde kurulan Cemâlî
ve Salâhî şûbeleri ile de temsil edilmiştir. Uşşâkîlik, İstanbul’un dışında
özellikle Rumeli’de ve Batı Anadolu’da yayılmış, bu arada Mevlevi, Gülşenî ve
Melâmî zümreleri ile yakın ilişkiler kurarak daha ziyâde rint-meşreb bir
tasavvuf anlayışının temsilcisi olmuştur. İstanbul’daki Uşşâkî tekkelerinde
Edime, Aydın, Nazilli kökenli şeyhlerin varlığı dikkat çeker. İstanbul’da
Uşşâkîliğin faaliyet gösterdiği tekkeler şunlardır:
Hüsâmeddin Uşşâkî Tekkesi (Kasımpaşa), Cemâleddin Uşşâkî Tekkesi
(Eyüp-Eğrikapı), Tâhir Ağa Tekkesi (Fatih-Haydar), Mahmud Bedrettin Tekkesi
(Fatih), Balçık Tekkesi (Eyüp-Defterdar), Hocazâde Tekkesi (Fatin-Haydar),
Hâlid Efendi Tekkesi (Yedikule-İmrahor), Mehmed Emin Efendi Tekkesi (Aksaray),
Deniz Abdal Tekkesi (Şehremini), Mustafa Efendi Tekkesi (Fatih-Hırka-i şerif).
Bkz. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c.VII, s. 329-331
Abdullah
Salâhî’nin Nakşibendîlikle irtibâtının Mısır seferi esnâsında tanıştığı Hüseyin
Demenhûrî vâsıtasıyla olduğu söylenir.1 Ancak târihçi Enverî onun
Kerküklü
Emin Efendi vasıtasıyla Nakşibendî olduğunu belirtir.
Abdullah
Salâhî Mevlevî tarikatına Kulekapısı Şeyhi Nâyî Osman Dede (ö. 1729)[5] [6]
[7] [8] vâsıtasıyla girmiştir.
d) Celvetiye ve
Bektaşîliğe întisâbı
Bu
tarikatlara girişi Üsküdar Bandırmah tekkesi şeyhi Mustafa Hâşim Baba yoluyladır.[9]
e) Gülşeniye
Tarikatına întisâbı:
Edirneli
Şeyh Haşan Sezâî (1151/173 8) ile görüşen Abdullah Salâhî Gülşeniye usûl ve
âdâbını öğrenmiştir.
Ayrıca
Üsküdar’da Nasûhî Tekkesi Şeyhi Seyyid Alâeddin Efendi’den Şâbâniye usûlünü
almıştır.
8-
ŞEYHİ CEMÂLEDDİN UŞŞÂKÎ’NİN VEFÂTT VE TÂBİR AĞA
TEKKESİNE ŞEYH OLUŞU
Abdullah
Salâhî’nin hayâtından bahseden kaynaklar onun tasavvufa intisâbını ve burada
huzur bulmasını dîvânında yer alan şu beyitle işâret ederler.
Müşkilin
kimseye zahirde Salâhî sormaz
Hâce-i bâtına sordu soracak
esrân
Beyitten
anlaşıldığına göre Abdullah Salâhî mânen karşılaştığı problemlerin çözümü için
mânevî âleme yönelmiş, bâtın ulemâsına sorularını yöneltmiştir. Bu açıdan
Abdullah Salâhî, kendisine maddî ve mânevî çok şey borçlu olduğu kayınpederi ve
şeyhi Cemâleddin Uşşâkî’ye intisap etmiş, onunla birlikteliği 1164/1750 yılında
şeyhinin vefatına kadar sürmüştür. Abdullah Salâhî şeyhinin vefatına “Cemâlullah ’a döndü cemâl-i aşk ile pirim
Cemâleddin” mısrâım
târih düşmüştür.
Abdullah
Salâhî şeyhinin ölümünden sonra Eğrikapı’daki tekkede 1178/1764 târihine kadar
irşad faaliyetini yerine getirir. Bu târihten sonra Cemâleddin Uşşâkî’den
rüyâda gelen mânevî bir işâret ile Fatih’teki Âşık Paşa mahallesinde bulunan
Tâhir Ağa tekkesine intikal eder.
Tâhir Ağa
tekkesi, IH. Mustafa dönemi (1757-1774) kapıcıbaşılanndan Tâhir Ağa (ö.
1196/1781) tarafından 1174/1760 yılında yaptırılmıştır. Tâhir Ağa yaptırdığı bu
tekkeye önce Nakşî şeyhlerinden Mehmed Sabır Efendi’yi (ö. 1178/1764) tâyin
etmiştir. Şeyhin vefatı üzerine Abdullah Salâhî göreve getirilmiştir. Abdullah
Salâhî böylece 1178/1164’den îtibâren Tâhir Ağa tekkesinde posta oturmuş ve
tekkede 1196/1781 târihine değin aralıksız olarak tarikat hizmetini devam
ettirmiştir. 12 Ramazan 1196/21 Ağustos 1782’de çıkan büyük yangında Tâhir Ağa
tekkesi de yanınca Abdullah Salâhî, bir müddet kalmak üzere tekrar
Eyüp-Eğrikapı’daki tekkeye dönmüştür.
Şeyhinin
Eğrikapı’daki Hırâmî Ahmed Paşa zâviyesine taşman Abdullah Salâhî’nin yaşı
hayli ilerler. Bu sıralarda yazdığı gazellerinde ölümünün yakın olduğunu
hissettiğini, bir an önce Hz.Peygamber’e (a.s.) kavuşmak iştiyâkmda olduğunu
dile getirir.4 29 Muharrem 1197/27 Aralık 17825 Cuma günü
80 yaşında iken vefat eden Abdullah Salâhî’nin naaşı Eğrikapı tekkesinden
alınarak uzun yıllar şeyhlik yaptığı Tâhir Ağa tekkesinin hazîresine
defnedilir.
Abdullah
Salâhî’nin ölümünün ardından birçok şâir onun için medhiyeler kaleme almıştır.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi, Nâşid Bey, Mustafa Hâlet Efendi ve
Osmanzâde Hüseyin Vassaf Efendidir. Hüseyin Vassaf bir medhiyesinde Abdullah
Salâhî için şöyle der:
Eyâ ser defter-i uşşak,
Salâhaddin Uşşâkî
Seni sevdim gönülden,
himmetinle nâmın eşherdir
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber aşkına
feyzinle dil-şâd et Muallâ istinâdgâhm Cenâb-ı Şeyh-i Ekber dir.
Abdullah
Salâhî’nin kabri birçok tabiî âfetler neticesinde harap bir duruma düşmüş; son
olarak Hüseyin Vassaf tarafından 1921 ’de onarılarak günümüze kadar gelmiştir.
Abdullah
Salâhî’nin en meşhur halîfesi, bir aralık Nazilli Müftülüğü görevinde bulunan
Şeyh Muhammed Zühdî Efendi’dir. Abdullah Salâhî Muhammed Zühdî’ye sülûkunu
tamâmlaması için mektup yazmıştır. Ayrıca İzmir’deki adı kayıtlarda geçmeyen
bir halîfesine de mektubu vardır.1 Yedi sene zarfinda seyr-i
sülûkunu tamâmlayan Muhammed Zühdî Aydm-Nazilli’de Uşşâkîliğin yayılmasında
büyük çaba sarfetmiştir. Muhammed Zühdî’nin iki halîfesi vardır. Oğlu Ali Gâlib
Vasfî’dir (1146-1266/1733- 1849). Diğeri ise Süleyman Rüşdî Efendi’dir. Bu
sûretle Abdullah Salâhî’den Muhammed Zühdî’ye geçen Salâhiye kolu en son
Hüseyin Vassaf a (ö. 1930) kadar gelir.
Abdullah
Salâhî’den sonra onun Nakşibendiye kolunu oğlu Muhammed Ziyâeddin
(1169-1234/1755-1818) devam ettirir. Muhammed Ziyâeddin’in ölümünün ardından
yerine oğlu Muhammed Tevfık geçer. Abdullah Salâhî’nin bir diğer halîfesi Sâdık
Efendidir (ö. 1242/1826).
1-
SALÂHİYYE KOLU VE SİLSİLESİ
Abdullah
Salâhî’nin kurucusu olduğu Salâhîye kolu İslam dünyasının en yaygın tarikatı
olan Halvetîlikte dört ana koldan birisi Ahmediyye’nin şûbelerinden
Uşşâkiyye’nin Cemâliyye koluna bağlı bir tarikattır.
Hüseyin
Vassaf ise Salâhiyye tarikatına olan hayranlığını şu beyitlerle dile
getirmiştir.
Salâhîyem,
Salâhîyem Salâhî
Salâhîlikte
buldum ben felâhı3
Abdullah
Salâhî dîvânınında tarikat silsilesini bir manzumede4 anlatmakla
berâber tam değildir. Silsilenin tamâmı şu şekildedir:
1.
Hz. Muhammed Mustafa (a.s.) (ö. 632)
2.
Hz. Ali b. Ebî Tâlib (r.a.) (ö. 41/661)
8.
Cüneyd Bağdâdî (ö. 298/910)
9.
Ahmed Mimşad Dîneverî (ö. 299/911)
10.
Abdullah Muhammed Dîneverî (ö. 370/980)
11.
Muhammed Bekri (ö. 487/1094)
12.
Ömer Vecîhüddin Bekri (ö. 503/1109)
13.
Ziyâüddin Abdülkâhir Sühreverdî (ö. 563/1168)
14.
Kutbuddin Ebherî (ö. 573/1177)
15.
Muhammed Cemâleddin Nuhasî
16.
Şehâbeddin Muhammed Şîrâzî
17.
Muhammed Cemâleddin Şîrâzî
20.
Kerîmüddin Ahî Muhammed Halvetî
21.
Ebû Abdillah Sirâcuddin Ömer Halvetî (Ö.800/1397)
22.
Ahi Emre Muhammed İrşâdî (ö. 812/1409)
23.
İzzeddin Halvetî (ö. 838/1434)
24.
Sadreddin Hıyavî (ö. 860/1455)
25.
Celâleddin Yahya Şirvânî (ö. 862/1457)
26.
Muhammed Bahâeddin Erzincânî (ö. 879/1474)
27.
Tâceddin îbrâhim Kâmil Kayseri
29.
Ahmed Şemseddin Marmaravî (ö. 910/1505)
31.
îbrâhim Ümmî Sinan (ö. 976/1568)
33.
Haşan Hüsâmeddin Uşşâkî (ö. 1001/1592)
34.
Memican Saruhânî (ö. 1008/1599)
42. Cemâleddin
Uşşâkî (ö. 1164/1750)
43. Abdullah
Salâhaddin Kesriyevî (ö. 1197/1782-3)[10]
2-
SALÂHİYYE KOLU USÛL VE ÂDÂBI
Abdullah
Salâhî’ye göre “usûl” lafzı tarikatın geleneğindeki öğretilere işâret eder.
Mürîd bu geleneksel erkâna riâyet etmekle mânevî mertebe ve menzilleri kat
eder. Bu açıdan müride düşen vazîfe tarikat pirlerinin ortaya koydukları
esasları eksiksiz bir şekilde yerine getirmek ve kendi ifâdesiyle ululan taklid
etmektir. Abdullah Salâhî’ye göre vusûl ancak usûlü gözetmekle ortaya çıkar.
Abdullah
Salâhî’nin Uşşâkiyye tarikatının usûl ve âdâbına dâir kaleme aldığı “Tuhfetuî-Uşşâkiyye” “Usûl-i Âdâb-ı Tarik” ve
“Usûl-i Evrâd-ı Uşşâkiyye” isimli eserlerinde sık sık vurguladığı ibâdet ve riyâzet âdâblarından
bir kaçı şunlardır:
a) Vakti gözetmek
ve buna göre tarikat virdlerine devam etmekte kusurda bulunmamak. Sabahleyin
herşeyden ferâgat ederek murakabe etmek.
b) Dâima
abdestli kalmak. Zîra abdestte müdâvemette terakkî vardır.
c) Pazartesi,
perşembe ve arabî ayların 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmak. Özür ve bir
mâni olduğunda bu oruçlar tarikat büyüklerinin görüşlerine göre
terkedilebilinir.
d) Az yemek, az
içmek, az uyumak, az konuşmak ve yalnız kalmaya özen göstermek.
e) Daha önceden
yapılmayan evrâdı kazâ etmek. Zîra Abdullah Salâhî’ye göre sülûkta evrâd
şarttır. Bu hususta “Bir günün terkinde kırk gün gider.” ifadesini kullanır.1
Abdullah
Salâhî ortaya koyduğu eserlerle velûd bir yazar olduğunu gösterir. Her üç
kültür dilini (Türkçe, Arapça, Farsça) mükemmel kullanmış, hatta bu dillerin
gramatik ve edebî yapılan hakkında risâleler kaleme almıştır. Türkçe yazdığı
eserlerinde dilin yapısı dönemin karakterini taşır. Dil ağdalıdır ve uzun
terkipler içerir. Arapça kaleme aldığı risâlelerinde ise Osmanlıca dil mantığı
ve terkipleri kendisini hissettirir. Derin bir entellektüel birikime sahib olan
Abdullah Salâhî’nin eserleri başta tasavvuf olmak üzere şu ilimlere dâirdir:
îslâmî Türk edebiyâtı, Fars dili ve edebiyâtı, Arap dili ve edebiyâtı, tefsir,
hadis, İslam hukuku ve usûlü, Mantık ve Kelam.
Eserlerini
tasnif ederken üç başlık altında sıralayacağız: I- Şerhettiği eserler, II-
Tercüme ettiği eserler, HI- Telif ettiği eserler.[11]
[12]
1. Rıyâzu’l-kavâid
Hıyâzu’l-fevâid (Makâmât-ı Hamîdiye Şerhi)
Abdullah
Salâhî’nin yazdığı en hacimli eserlerinden biridir. Makâmât-ı Hamîdiye Iran
ediblerinden Hamîdüddin Ebî Bekr b. Ömer b. Mahmud el-Belhî’nin (Ö.559/1163)
edebiyat hakkında farsça retorik eseridir. Abdullah Salâhî bir mukaddime
ilâvesiyle bu eseri Türkçe şerh ve tercüme etmiştir. Şerhi 1183/1789 târihinde
tamâmlamıştır. Makâmât 24 makâmeden meydana gelir. Bu makâmeler şunlardır:
2. Makâme-i
Sâniye fı’ş-şeyb ve’ş-şebâb
6. Makâme-i
Sâdise der Sekbâciye
7. el-Makâmetü’s-sâbia
fi’ş-şem’
8. el-Makâmetü’s-sâmine
fı’t-tasavvuf
9. el-Makâmetü’t-tâsia
fi’l-münâzara beyne’s-sünnî ve’l-mülhid
10. el-Makâmetü’l-âşira
fı’l-mev’ıza
11. el-Makâmetü’l-hâdî
aşara fı’l-aşk
13.
el-Makâmetü’s-sâlise aşara fı’l-evsâf-ı belh
14.
el-Makâmetü’r-râbia aşara fı’l- aşk
15.
el-Makâmetü’l-hâmise aşara fı’l-aşk
16.
el-Makâmetü’s-sâdise aşara fı’l-cunûn
17.
el-Makâmetü’s-sâbia aşara fi’l-gılmân
18.
El-Makâmetü’s-sâmine aşara fı’l-mukâsemât
beyne’z-zevceyn
19.
el-Makâmetü’t-tâsia aşara fı’s-semerkandiyye
20.
el-Makâmetü’l-ışrûn fi’l-münâzarati’t-tabîb
ve’l-müneccim
21.
el-Makâmetü’l-hâdî ve’l-ışrîn fı sıfati’ş-şitâ
22.
el-Makâmetü’s-sânî ve’l-ışrîn fı sıfati’l-harîf
23.
el-Makametü’s-sâlise ve’l-ışrîn fi esâmii’l-hulefâ
24.
el Makâmetü’r-râbia ve’l-ışrîn fı’l-gaza
Eserin nüshaları şıralarıdır:
a) Müellif
Nüshası: Sül. Ktp. Pertev Paşa nr. 432-433, c.I-IL, 17 str., vr. lb-1036b, I.
Cilt 557 vr., II. Cilt 558a-1036b, talik kırması. Yazım târihi 1182/1168
b) T.S.M. Ktp.,
E.H., nr. 1495, 1497, c. I-H, I. Cilt 387 vr., H. Cilt 345 vr., 29 str., nesih,
müstensih Müezzin Nuri Dede, istinsah târihi 1186/1772.
c) Sül. Ktp.
Esad Efendi nr. 2818, 25 str., 41 İvr., nestalik, istinsah târihi 22 R.Ewel 1188/1774, müstensih belli değil, eksik bir nüshadır.
d) Î.Ü. Merkez
Ktp. Nr. 5612, c.I-II-HI, 294+242 vr., istinsah târihi 1264/1847, müstensih Muhammed
Zekeriya Semerkandî.
e) İ.Ü. Merkez
Ktp. Nr. 83, c. I-ü, 31 str., vr. 676, talik, istinsah târihi 1273/1856, müstensih belli değil.
f)
Î.Ü. Merkez Ktp. Nr. 1483, vr. 319, ist.tar. ve müs.
belli değil.
g)
İ.Ü. Merkez Ktp. Nr. 1663, vr. 480, ist.tar. ve müs.
belli değil.
h)
İ.Ü.Merkez Ktp. Nr. 1556, vr. 199, ist.tar. ve müs.
belli değil.
2-
Tavâliu Menâfiu’l-ulûm Min Matâli’I
Mevâkı’I’n-nücûm (Mevâkıu’n-nücûm Şerhi)
Mevâkıu’n-nücûm Muhyiddin İbn Arabî Hz.lerinin
(638/1240) meşhur eseridir. Abdullah Salâhî bu eseri arapça olarak
şerhetmiştir. Eserin şerhi 1185/1771 senesinde bitmiştir. İbn Arabî’nin bu
eseri üç bölüme ayrılmıştır:
Birinci
Mertebe: Tevfîk olan inâyet hakkındadır.
İkinci
Mertebe: İlmu’t-tahkik olan hidâyet hakkındadır.
Üçüncü
Mertebe: Sıddîk makâmına ulaştıran amel olan velâyet hakkındadır.
Bu
mertebeler “mevâkı”’ denen mevkilere taksim edilir. Giritli Ahmed Muhtar
tarafından da tercüme edilen bu eserde işlenen ana konulardan biri de şeyh
olmadan sülûkun mümkün olduğu ve keyfiyetidir.[13]
Eserin
yegâne nüshası İ.Ü. Merkez Ktp. A.Y. Nr. 3344’dedir. 27 satır, 659 varaktır.
Eser nesih kırmasıyla yazılmıştır. İstinsah târihi 1224/1809 dur. Müstensih Mustafa
Kabûlî b. el-Hâc Ömer el-Gazâl? dir.
Matâli’in
mukaddimesi Bayezit Dersiâmlarından Arapkirli Mehmed Hazmi Efendi
(1298/1882-1960) tarafından tercüme edilmiş, Cerîde-i Sûfiye’nin 3 Saferl337
târihli 153. Sayısında, 500-501. Sayfaları arasında yayınlanmıştır.
3-
Miftâhu’I-vücûdi’l-eşher Fî Tevcîhi’l-kelâmi’ş-şeyhi’l-ekber
İleride
tanıtılacaktır.
4-
Zeylü’I-kitâb Bi-Ahseni’l-hitâb
İleride
tanıtılacaktır.
5-
Risâle-i Kudsiyye Tercüme ve Şerhi
Risâle-i
Kudsiyye Nakşibendî tarikatının pirlerinden Hâce Muhammed Pârisâ’nmdır. Aslı
farsça olan bu eseri Abdullah Salâhî tercüme ve şerhetmiştir. Şerhin yazım
târihi 1180/1766’dır. Muhammed Pârisâ Bahâeddin Nakşibendî’den dinlediği
vaazlardan aldığı notları bu eserinde derlemiştir. Eser 12 makâleden
müteşekkildir:
1. Makale:
Azîmetle amele dâirdir.
2. Makale: Celâl
ve Cemal sıfatları hakkındadır.
3. Makale:
İnsanlardan uzaklaşıp uzlette kalmaya dâirdir.
4. Makale:
Velîler hakkındadır.
6. Makale: Ehl-i
temkin ve ehl-i telvin
7. Makale:
Ruhsat ve azîmetle amelin mânâsı.
8. Makale: Bâtın
ehli hakkında.
9. Makale:
Allah’tan ümit kesememek.
10. Makale:
kişinin sıfatına dâir.
12. Makale: Vücûd
hakkındadır.
Nüshaları:
a) Yazma
Nüshaları: Sül. Ktp. Pertev Paşa nr. 443; Sül.Ktp. Hamid Ef. Nr. 479, vr.
29-68; Sül. Ktp. Pertev Paşa nr. 633, vr. 38a-76b, müstensih Muhammed Esad;
Millet Ktp. Şeriyye nr. 877, Milli Ktp. A 1914, vr. 37b-80a.
b) Matbû
olanlar: I- Birinci baskı, Ahmed İhsan Matbaası, İst. 1323\ ikinci baskısı, Ahmed Oğuz ve M. Sâdık Aydın’ın birlikte
sadeleştirdikleri eser İslâmî Neşriyat tarafından 1969da Konya’da basılmıştır. Ali Kadri matbaası tarafından 1323 târihinde İstanbul’da basılmıştır. (M.Ü. İlahiyat Fak. Ktp.
Öğü. Nr. 668). Matbaa-i Âmire İstanbul 1323 (Sül. Ktp. Tahir Ağa nr. 479)
Eser
Ebu’l-berekât Abdullah b. Ahmed el-mâruf bi-Hafîziddin en-Nesefî’nin (ö.
710/1310) Fıkıh Usûlüne dâir “Menâru’l-envâr” adlı
risâlesinin Türkçe tercüme ve şerhidir. Abdullah Salâhî bu eseri . daha önce
tavsif ettiğimiz “RıyâzuT-kavâid” adlı eserinin 12. Makâmesini daha iyi îzah
etmek maksadıyla şerhetmiştir.
Risâlenin
müellif nüshası Sül. Ktp. Pertev Paşa 443 vr. 690a-745b
Haşan
Basrî’ye izâfe edilen bu rİsâlenin aslını Abdullah Salâhî hem tercüme hem de
şerhetmiştir. Risâlede Allah’ı zikirden yalan yere yemin etmemeğe kadar bir
kişinin uyması gereken farzlar ele alınır.
Elli dört
farz şerhi matbudur. Bir kaç baskısı mevcuttur. İlk baskısı Matbaa-i Âmire
tarafından 7266/7 <5W de, sonraki baskıları 1264 te
tekrar Matbaa-i Âmire, 1276/1860’da İstihkâm Alayları Litografya
Destgâhında, 1302 te Şirket-i Sahafıye-i Osmaniye’dir.
Risâle matbu hâliyle 56 sayfadır. Yazma nüshaları ise şöyledir: Sül. Ktp.
Düğümlü Baba nr. 205/2, vr. 18a-24b; Tahir Ağa nr. 405, Pertev Paşa nr. 238/8,
vr. 197a-209b; Millet Ktp. Şeriyye nr. 415
Şâfıye
Arap dilinin gramer kâidelerini içeren îbn Hâcib olarak tanınan Ebû Amr Osman
b. Ömer’in (ö. 646/1248) eseridir. Bir çok şerhleri olan bu eseri Abdullah
Salâhî türkçeye tercüme ve şerhetmiştir. Eserin nüshaları şunlardır: Sül. Ktp.
Yahyâ Ef. Nr. 1701/401; Tuyotok Ada. Nr. 889.
9-
Risâle-i Mesele-i Acz Fî Mârifeti’l-lah Şerhi
Muhtemelen
İmam Gazzâlî’nin eserlerinden birinin bir bölümüdür. Abdullah Salâhî’nin
şerhettiği bu eser Allah’ı irfanî
olarak bilmenin incelerine dâirdir. Sül. Ktp. Pertev Paşa nr. 630, vr. 102a-122b, müstensih
Mustafa Nazif; Milli Ktp. Nr. A 1914, vr. 101b-122b.
10-
Muzhır-ı Kavâid-i İ’râb şerhi
Risâle
Arap nahivcilerinden İbn Hişâm’ın (ö. 762/1360) Arap dili gramerine âit
eseridir. Abdullah Salâhî önce eseri tafsîlen türkçe şerhetmiş, risâlenin
sonuna bu şerhin muhtasarını yazmıştır. Risâle 1175/1761’de bitmiştir. Kitap
dört ana bölümden meydana gelir. I. Bab: Cümle hakkındadır. II. Bab: Câr ve
Mecrur, IH. Bab: Kelimelerin tefsîri, IV. Bab: İşâretlere dâirdir. Risâlenin
nüshası T.S.M. Ktp. E.H. 1908’inl. Risâlesi, vr. 1b- 132a, 15 str.,nesih hat.
11-
Tercüme-i Aşk (Kasîde-i Hamriye Şerhi)
Ömer İbn
Fârız’ın (577-632/1182-1235) meşhur gazeli Kasîde-i Hamriyye veya Kasîde-i
Mîmiyye’yi Abdullah Salâhî “Tercümetü’l-aşk” ismiyle türkçe şerhetmiştir. Bir
çok Mutasavvıf tarafından şerhedilen bu kasîdeyi Abdullah Salâhî önce manzum
olarak türkçeye tercüme, sonra mensûr olarak şerhetmiştir. Ancak bu şerh, Molla
Câmî tarafından yapılan şerhe bâzı türkçe manzûmeler ilâvesinden ibarettir.
Şerh târihi 1172/1758’dir. Eserin nüshaları şöyledir:
a) Sül. Ktp.
Halet Ef. Nr. 730, istinsah târihi 1172
b) İ.Ü. Merkez
Ktp. Nr.1644, istinsah târihi 1234
c) Sül. Ktp.
Hacı Mahmud Efendi nr.730, istinsah târihi 1277
d) Sül. Ktp.
Nafiz Paşa nr. 553, 19 str., vr. 31, talik
e) D.T.C.F. Ktp.
Muzaffer Ozok II/7, vr. 122b-141b
f) Sül. Ktp.
H.M.Ef. nr. 2684, vr. 13 lb-157b
g) Sül. Ktp.
ELM.Ef. nr. 3734, vr. 71-96
h) Sül. Ktp.
Tahir Ef. Nr. 536
ı) İ.Ü.
Merkez Ktp. T.Y. nr. 3347
M.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde Süleyman Deliktaş’ın “Salâhaddin Uşşâkî ve
Kasîde-i Hamriyye Şerhi” adlı yüksek lisans tezi vardır. (İst. 1990)
12-
Şerh-i Rubâiyye-i Ebî Saîd
Ebû Saîd
Ebi’l-hayr (357-440/967-1059) Iran mutasavvıf-şâirlerindendir. Tasavvuf
târihinde Horasan ekolünün en önde gelen sîmâsı olan bu zâtın farsça rubâiyyesi
Abdullah Salâhî tarafından türkçe şerhedilmiştir. 1181/1767 yılında yazımı sona
ermiştir. Abdullah Salâhî bu rubâînin hastalara şifa verdiğini belirtir.
Eserin tek
nüshası İ.Ü. Merkez Ktp. Nr. 2330’dadır. 13str., 33vr.’dır. İst. Tar. Ve müs.
belli değil.
13-
Bâzı Gazel ve Beyit Şerhleri
Abdullah
Salâhî Hz. Ali (ö. 41/661), Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ö. 673/1273), Eşrefoğlu
Rûmî (ö. 874/1469), Niyâzi Mısrî (ö. 1105/1693), Âşık Ömer (1119/1707), Nasûhî
Mehmed Efendi (ö. 1130/1717), İsmâil Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725) ve ismi belli
olmayan
bir kısım mutasavvıf-şâirin gazel ve beyitlerini şerhetmiştir. Ancak bu
risâlelerin hacmi birkaç varakı geçmez. Şerhler tasavvuf! içeriklidir.
Abdullah
Salâhî Âşık Ömer’in iki şiirini şerhetmiştir. Âşık Ömer XVII. asrın önde gelen
dîvân şâirlerindendir. Abdullah Salâhî’nin şerhettiği ilk şiirin I. ve son
beyiti şöyledir:
Sînemin bağrında bitmiş bir ağaçta iki dal
Biri elma, biri hurma, biri sükker, biri bal
Pes bu sırrı bilmeye ârif gerektir ey Ömer
Biri Zât-ı Mustafa ’dır, biri Hayy u Zü ’l-celâl
Âşık
Ömer’in ikinci şiirinin ilk dörtlüğü:
Gûşunu benden yana kıl,
sözlerim femden çıkar
Başma aklım yâr ise, gönlünü
kemden çıkar
Ârif-i billah gerektir
bilmeye dört cevheri
Üçünü kılsam her biri bir
mimden çıkar.
Şerhin
nüshaları:
a) Sül. Hacı
Mahmud Ef. Nr. 2684, vr. 60b-65a
b) Sül. Ktp.
Halet Ef. Nr. 730, vr. 55-57, müstensih Derviş Mustafa el-Mevlevî.
c) Sül. Ktp.
Tahir Ağa nr. 503, vr. 39-43
d) D.T.C.F. Ktp.
Muzaffer Ozok nr. II/7, vr. 149b-153a
e) Mili Ktp. A
392, vr. 161b-164a.
Âşık
Ömer’in şiirleri ve Abdullah Salâhî’nin şerhi matbudur.Bkz. Sadettin Nüzhet
Ergun, Aşık Ömer Hayâtı ve Şiirleri, Semih Lütfı Matb.
b- Niyâzî Mısrî’den Gazel Şerhleri
Niyâzî
Mısrî Halvetîliğin Mısriyye Şûbesinin kurucusudur. Şiirlerinde hem dîvân
şiirinin hem de saz şiirinin unsurlarını kullanmıştır. Abdullah Salâhî’nin
şerhettiği Niyâzî Mısrî’nin üç gazelinden birinci gazelin ilk beyti:
İki kaşın arasında çekti
hatt-ı istiva
Aileme ’l-esmâyı ta ’lîm
etti ol Hudâ
İkinci
gazelin ilk beyti:
Habs için geldi gelip, ıtlâk
için fermân bana
Evveli kahr, âhiri ihsân
eder sultân bana
Üçüncü
gazelin ilk beyti:
Ahvâl-ı
Serencâmım bu sâata erince
Diyem
sana icmalin tâ gâyete erince
Hüseyin
Vassaf Efendi Lücec-i Asri adlı eserinde Salâhî Efendinin
Mısrî hazretlerinin “Esmâ-i ilâhiyyede
bî-had. ” diye
başlayan gazeline de bir şerh yazdığını ifâde etmektedir.[14]
Şerhlerin
nüshaları:
a) Sül. Ktp.
H.M.Ef. nr. 3917, vr. 15b-30a, 34b-39a
b)
Sül. Ktp. P.Paşanr. 633, vr. 123a-131b, 132a-138b,
139a-165b
c)
Milli Ktp. A 1914, vr. 128b-137a, 137b-144a,
144a-174b
d)
Sül. Ktp. Nr. 432, müs. MuhammedEsad
h)
Sül.Ktp. İzm. 790, müs. MuhammedEsad
ı) Hacı Selim Ağa Hüd. Nr. 541
i)
Sül.Ktp. Mihrişâh Sultan nr. 206, 183a-226a.
j) Sül. Ktp.
Hac. Nr. 2770, ist.tar. 1227
l) Sül.Ktp. Hac.
2702, ist. tar. 1251
m) Sül. Ktp.
Tahir Ağa nr. 503
n) Sül.Ktp. Esad
Ef. Nr. 1393, ist.tar. 1239
o) Sül. Ktp.
İzm. Nr. 622, müstensih Hüseyin Yaver
c- Mevlânâ’dan Tercüme ve Şerhleri
Abdullah Salâhî
Mevlânâ’nın bâzı gazellerini nazmen tercüme edip dîvânına almıştır. Bununla
birlikte Mevlânâ’nın 11 beytlik ve sonra 16 beyitlik diğer bir gazelini hem
tercüme etmiş hem de mensur olarak şerhetmiştir. Şerh târihi 1176/1762’dir. 11
beytlik gazelin şerh nüshaları:
a) Sül. Ktp. P.
Paşa nr. 633, vr. 13b-37a, müstensih MuhammedEsad
b) Sül. Ktp.
H.M.Ef. nr. 3917, vr. la-15a
c) Âtıf Ef. Ktp.
Nr. 2153, vr. lb-38a
d) İ.Ü. Merkez
Ktp. Tür. Nr. 2171
f) Sül.Ktp. Esa.
Nr. 1546, müs. Muhammed Saffet b. Yusuf
h) Sül.Ktp. Hac.
2684, ist.tar. 1175
16 beytlik
Mevlânâ’nın gazelinin şerh nüshası sâdece T.S.M. Ktp. E.H. nr 1457’de
kayıtlıdır. İstinsah târihi 1198/1783, müstensihi Mehmed Safvet’tir.
d- Eşrefoğlu Rûmî’den Kasîde Şerhi
Kâdirîler
nazarında “Hz. Pîr” veya “"İkinci Pir” olarak adlandırılan Eşrefoğlu Şeyh
Abdullah Rûmî (ö. 874/1469) kayınpederi Hacı Bayram Velî’den tarikat alarak
onun terbiyesi altında yetişmiştir. Kâdiriye’nin Eşrefîye kolunu kurmuştur.
Kabri İznik’tedir. “Müzekki’n-nüfûs” eseri meşhur olmakla birlikte
Tarîkat-nâmesi vardır. Osmanlı edebiyatı târihi bakımından büyük bir kıymeti
hâiz olan ve çoğunluğunu İlâhîlerin teşkil ettiği tasavvufî şiirleri bâzı
ârifler tarafından şerh edilmiştir.1 Abdullah Salâhî de Eşrefoğlu’nun
aşağıdaki matla’ beytiyle başlayan kasidesini şerhetmiştir.
Tecellî şevk-i dîdârm beni
mest eyledi hayran
Ene ’l-hakk sırrını candan
onun için kılmazam pinhân
Risâlenin
nüshası Sül. Ktp. Uşşâkiye Tekkesi nr. 108, vr. 101b-105a
e- Nasûhî Mehmed Efendi’den Gazel Şerhi
Nasûhî
Mehmed Efendi Halvetiyenin Nasûhiye şûbesini kuran XVIII. Asrın önde gelen
mutasavvıf-şâirlerindendir. Şeyhi Karabaş Veli Hz.leridir. Nasûhî Efendi Şeyh
Şâbân-ı Velî’nin mânevî vârislerindendir. Nasûhiye tarikatı Tunus, Cezâyir,
Trablusgarb taraflarında dahi yayılma imkânı bulmuştur.1 Türbesi
Üsküdar Doğancılardaki dergâhında bulunmaktadır. Abdullah Salâhî’nin Nasûhî’den
şerhettiği gazelin ilk beyti şu şekildedir:
O nedir kim eylese ikrâr onu
müşrik olur?
Bu aceb kim etse inkâr şüphe
yok mülhid olur ?
Nüshaları:
a) Sül. Ktp.
H.M.Ef. 2684, vr. 46b-48b
c) D.T.C.F. Ktp.
Muzaffer Ozok II/7, vr. I61b-164a
f- İsmail Hakkı Bursevî’den
Gazel Şerhi
Kaynaklarda
“Risâle-i sual ve cevab”, “Risâletün Teştemilü’l-esile ve’l-ecvibe
fı’l-ıstılâhât-ı sûfıyye”, “Şerh-i Ebyât-ı İsmâil Hakkı” şekillerinde yer alan
bu eserde aşağıda vereceğimiz ilk beytininyer alır:
Katre-i hûn-ı ciğer deryâ-yı
şîr olmak neden ?
Âb-ı okyanustan katre kesir
olmak neden ?
Abdullah
Salâhî gazelde geçen bu soruları nazmen cevaplandırır.
Katre-i dil Hakk’a erse
bahr-ı şîr olur hemân
Hem ol katre bahr-ı âlemden
kesir olur hemân.
Şerhin
nüshaları:
a) Sül.Ktp.
Uşşakiye Tekkesi nr. 108, vr. 104b-l 11b
b) Sül.Ktp.
Uşş.Tek. nr. 300, vr. 9Ib-lOOb
c) Atıf Ef. Ktp.
Nr. 2122. Eserin Mısır Hidviye Ktp.’de müellif hattıyla bir nüshasının olduğu
kaydedilmektedir.
g- Hz.Ali (r.a.)’dan Şiir Tercüme ve Şerhleri
Abdullah
Salâhî, Hz. Ali’ye nisbet edilen Dîvânında bulunan bâzı beyitleri manzum olarak
türkçeye çevirmekle birlikte bu dîvânda yer almayan beytleri de tercüme ve
şerhetmiştir. Şerhin çeşitli nüshaları şunlardır:
c) Sül. Ktp.
Tahir Ağa nr. 503
e)
D.T.C.F. Ktp. M.OzokII/7, vr. 58b-62a.
h- Bâzı Farsça Beyitlerin Tercüme Ve Şerhleri
Abdullah Salâhî müellifleri meçhul olan bâzı farsça beyit ve
şiirleri türkçe tercüme ve şerhetmiştir. Bunların adedi 8 civânndadır.
Nüshaları:
a) Sül.Ktp.
Tahir Ağa nr. 503, vr. 48a-50b
c)
D.T.C.F. M.Ozok H/7, vr. 153b-157b.
ı- Hoca
Nasreddin Beytinin Şerhi
Nüshaları:
Yûnus
Emre’ye âit olan birkaç şiirin şerhidir. Yegâne nüshası Sül.Ktp. İzmir nr.
806’da bulunmaktadır. Vr. 4-7, tâlik hatla yazılmıştır.
j- Mir Hüsrev’in Bir Beytinin Şerhi
Mir Hüsrev
(Ebu’l-hasan Amir b. Amir Seyfeddin Mahmud Şemsî, 1253-1325) eserlerini farsça
yazmış bir Türk şâir ve edîbidir. Fars edebiyâtında meşhur Nizâmî’nin Hüsrev ve Şîrin’ine “Şîrîn u Hüsrev”, Leylâ ve
Mecnûn’una “Mecnûn uZey/a"isimli
nazireleriyle tanınır. Dîvânı “Külliyât-ı
Amir” adıyla
basılmıştır.1 Abdullah Salâhî’nin şerhettiği beyit bu dîvândandır.
Risâlenin nüshası Sül.Ktp. Hac. Nr. 2684, vr. 42-65, talik.
Örfî
mahlasıyla tanınan Cemâleddin Muhammed Şirâzî (ö. 973/1565)’nin “Kasâid” adlı
risâlesinin şerhidir. Eserin nüshası, Tercüman Ktp. Nr. 42, vr. 506-1006, tâlik
hat.
14-
Şerhu’s-Salâhî bi-İmdâdi’I-Feyzi’I-İlâhî
Eserin
nüshası Sül.Ktp. Hac. Nr. 3917, vr. 15, nesih.
1-
Havzu’l-hayât Tercümesi (Mir’âtü’l-meânî
li-idrâki âlemi’1-insânî)
İbn
Arabî’ye izâfe edilen bu eser aslında Ortaçağda Hint alt kıtasında toplumda
mâruf olan, müellifi meçhul
anonim bir kitaptır, ibn Arabi bu eseri arapçaya, Abdullah Salâhî de türkçeye
kazandırmıştır. Abdullah Salâhî bu eser hakkında şunlarıyazmaktadır:
“Hind diyarında mârûf ve mûteber Havzu’l-hayât ismiyle müsemmâ bir
kitap vardı. Vaktâ ki müslümanlar Hind diyarını fethettiler; ehl-i Hind’in
bâzısı, müslümanlar ile münâzara talebi için cuma günü câmiye dâhil ve müslüman
âlimlerden suâl edip, mecliste bulunan İmam Rükneddin Muhammed Semerkandî’ye
işâret eyledi ve dedi ki:
_ Neye ibâdet ediyorsunuz ?
Müslümanlar dediler ki:
_ Allah Teâlâ Hzderine bi’l-gayb ibâdet ederiz.
O Hindu dedi ki:
İmamınız kimdir ?
Müslümanlar dediler ki:
_ Muhammed(s.a.v.)Hzderidir.
Hindu şöyle sual sordu:
_ Ruh hakkında imammz ne dedi ?
Müslümenlar cevâben dediler ki:
_ İmamımız buyurdu ki: Min Emri Rabbi
(Rabbımm ermindendir.)
Bu cevâbı işittiklerinde, bir Hindu tasdik
edip İslâma geldi ve bir âlim müftü oldu. Ondan sonra zikrolunan kitabı alıp
müminlerin imamı katma geldi... O kitap 10 babdır. Zikri bu kitabda gelir. ”
Eserde âlem-i asğar, kalbin mârifeti, nefsin keyfiyeti ve
halleri, riyâziyyat gibi konular ele alınır. Tercümenin nüshaları şunlardır:
a) Milli Ktp. A
2145, 22 str., vr. lb-18b
b) Sül.Ktp. Hac.
Nr. 3214, ist.tar. 1308
c) Sül.Ktp. Hac.
Nr.3098, müs. Derviş İsmail
d) Sül.Ktp.
Yahya Ef. Nr. 3140-3120-3214-2585
2-
Usûl-i Hadis Şerhi Tercümesi
Abdullah
Salâhî Celâleddin Suyûtî’nin (ö. 911-1505) 14 ilmin muhtasarı olan en- Nihâye adlı eserini temel alarak, yine Suyûtî’nin bu risâleye
yazdığı îtmâm-ı Dirâye adlı şerhten ve İbn Hacer
Askalânî’nin (ö. 852-1448) Nuhbetü’l-rikerHMustalahiEhli’l-eser
isimli eserine
yapılan bir şerhten de istifâde ederek hadis usûlüne dâir bir tercüme-şerh
yazmıştır. Bu risâle daha önce tanıttığımız Riyâzu’l-kavâidin 12. Makâmesinde
geçen Menâr Şerhinde bulunmaktadır. Nüshaları için bkz. Riyâzu’l-kavâid’in
nüshaları.
İbn
Arabî’ye izâfe edilen bu eser Abdullah Salâhî tarafından tercüme edilmiştir.
Risâlede İbn Arabi’nin Cenâb-ı Hak ile yaptığı 56 konuşma yer alır.
Risâlenin
tek nüshası Millî Ktp. A 392 hr.lı kayıttadır. Str. 21, vr. 158b-161b, ist.tar.
1225/1810, müs. Derviş Ali.
4-
Risâle-i vücûd (Risâle-i keşliye Tercümesi)
İleride
tanıtılacaktır.
Abdullah
Salâhî, Iran edebiyatçılarından Fars dili ve edebiyâtı uzmanı Vâhid Tebrîzî’nin
“İlm-i Aruz ve Kâfiye” isimli eserini türkçeye tercüme
etmiştir. Risâlede bir şiir yazmada üslûp, şiirsel üslupta metodik incelikler
arûz ve kâfiye ilmine dayandırılarak ele alınır. Abdullah Salâhî eserin
tercümesini yaptıktan sonra sonuna muhtasarım da yaparak ilâve eder. Risâlenin
nüshaları şunlardır:
a) Sül.Ktp.
Hac.nr. 6201, str. 21, vr.39
Bu
risâlenin müellif nüshası Riyâzu’l-kavâid’in. vr. 994b-1018b arasındadır.
6-
Meşâriku’l-envâri’l-metâlib ve Metâliu
Esrâri’l-mevâhib (Hz. Ali Dîvânı Tercümesi)
Dördüncü
halîfe Hz. Ali’nin hutbeleri ve hikmetli sözleri bir dîvân olarak kendisinden
sonra derlenmiş, İslâm toplumlarında yaygınlık kazanmıştır. Bu dîvânın
Osmanlı’da en iyi tercümelerinden birisi Abdullah Salâhî’ye âittir. Nitekim
Hz.Ali dîvânının bir diğer mütercimi ve şârihi olan Müstakim-zâde Abdullah
Salâhî’nin bu tercümesinden istifade ederek ondan övgüyle bahseder.1
Abdullah Salâhî bu tercümeyi 1173/1759 târihinde tamâmlamıştır. Tercümenin
nüshaları:
a) Sül.Ktp.
Uşşâkiye Tekkesi nr. 333, str. 18, vr. 157, nesih.
b) Konya Mevlânâ
Ktp. Nr. 2661, str.14, vr. 158, nesih
c) İ.Ü. Merkez
Ktp. Nr. 3285, str. 20, vr. lb-27a (Eksik bir nüshadır.)
7-
Edebî Bilgilere Dâir Bir Tercüme
Abdullah
Salâhî’nin bu tercümesi Riyâzu’l-kavâid’e başlamadan önce edebiyat
kâidelerini yazma husûsunda duyduğu bir ihtiyaçtan doğmuştur. Nitekim
Sül.Ktp.’nin 432 nr.’lı Makâmât Şerhi nüshasının la-106a arasındaki giriş
bölümünde bu tercüme yer alır. Risâlede edebî sanatlara dâir açıklamalar yer
alır. Risâlenin aslı Ebû Bekir Takıyyüddin’e âittir. Bu risâlenin müstakil
olarak yazılmış müellif nüshası İ.Ü. Merkez Ktp. Nr.2986’da bulunmaktadır.
8-
Risâle-i Ahadiye Tercümesi (Kitâbu’I-ahadiye
veya Kitâbu’l-elif Tercümesi)
Muhyiddin
İbn Arabî’ye âit olan bu risâlede Vücûd mertebelerinden “Ahadiyyet” mertebesi
açıklanır. Bu mertebenin diğer varlık mertebelerinden ayrıcalığı, “bir”
rakamıyla ilişkisi ve arap harflerinden “elif’ harfiyle ilişkisi ele
alınmaktadır[15] [16]
Abdullah Salâhîbu risâleyi türkçeye tercüme etmiştir.
Tercümenin
tek nüshası İ.Ü. Merkez Ktp. Tür. Nr. 2309’dadır. 13 satır, 22 varaktır.
İstinsah târihi 25 R.evvel 1317’dir. Müstensih belli değildir.
9-
Bâzı Arapça Gazellerin Tahmis ve Tercümeleri
a- Kasîde-i Bürde (el-Kevâkibü’d-dürriyye fî
medh-i hayri’l-beriyye-Bürde-i Mîmiyye) Tahmîs ve Tercümesi
Arap
edebiyâtmın en önde gelen ve üzerinde çalışma yapılan en meşhur kasidelerinden
biri olan kasîde-i bürde, Şerefuddin Ebû Abdillah Muhammed b. Saîd el- Bûsırî
(608-696/1213-1297) elinden çıkmıştır. Hz.Peygamber’in (a.s.) güzel vasıflarını
ihtivâ eden kasîdeyi Abdullah Salâhî tahmisini yaparak aynı vezinle türkçe
tercüme etmiştir. Nüshaları:
a) İ.Ü. Tür. Nr.
3277, ist.tar. 1157
b) Sül.Ktp. Esad
Ef. Nr. 2650, 49b-72b, müs. İsmail
Zühdî, ist.tar. 1188/1774
c) Sül.Ktp.
Uşş.Tek. nr. 272, str. 21, vr. 86, nesih, müs. AhmedNazıf en-Nakşibendî, ist.tar. 1234/1818
d) D.T.C.F. Ktp.
M.Ozok n/7, vr. 62b-88a
f) Î.Ü. Merkez
Ktp. Tür. Nr. 1723
b- Hassan b. Sabit Kasidesinin Tahmis ve
Tercümesi
Hz.
Peygamber’in şâiri olarak tanınan Hassân b. Sâbit’in ( ö. 661-680) kasideleri
vefatından sonra bir dîvânda bir araya getirilmiş, bir çok edip tarafından
şerh, tahmis ve tercüme edilmiştir. Abdullah Salâhî’de bu kimselerden biridir.
Risâlenin mevcut nüshaları:
a) Sül.Ktp. Esad
Ef. Nr. 2650, vr.42a-43a
b) D.T.C.F. Ktp.
M.Ozok, vr. 60b-62a
c- Kasîde-i Münferice Tercümesi
Bu kaside
Ebu’l-fazl Yusuf b. Muhammed b. Yusuf (İbnNahfî) (ö. 513/1119) diye tanınan
Mağribli bir sûfîye âittir. Abdullah Salâhî’nin tercüme ettiği 41 beyitlik bu
kaside mütercimin ifâdesiyle 42 kere okunduğunda kişi sıkıntısından kurtulur.
Nüshaları:
a) Sül.Ktp. Esad
Ef. Nr. 2650, vr. 115a-l 17b
b) D.T.C.F. Ktp.
M.Ozok H/7, vr. 51b-52b
10-
Mir’âtü’I-Muhakkıkîn Tercümesi
Gülşen-i Râz adlı eseriyle tasavvuf
çevrelerinde oldukça meşhur olan Sadeddin Şebüsterî (ö. 730/1329) vahdet-i
vücûd ekolüne mensup İranh bir sûfîdir. Abdullah Salâhî’nin tercüme ettiği bu
risâlede müellif tasavvuf düşüncesinin ele aldığı temel meseleleri îzah eder.
Şebüsterî “Mir’ât” (ayna) ile nefs arasında kurduğu benzerliğe dayanarak, nefs
ve nefsin çeşitleri, havâss-i hamse, vücûd gibi konuları işler. Risâle
matbudur. İbrahim Hakkı Litografyası tarafından İstanbul’da 1281 yılında
basılmıştır.
Sül.Ktp.
Hac. 2684, vr. 131-157, talik, ist.tar. 1172.
1-
Gül-i Sadberg-i Evrâd Berâ-yı Tuhfe-i Ubbâd
Müellif
Abdullah Salâhî’nin bir kısmı türkçe, bir kısmı arapça olan bu eseri onun
hayâtından bahseden kaynaklarda farklı şekillerde adlandırılmıştır. “Esmâ-i hüsnâ Muamması Risâlesi”, “Tevessül
bâ-esmâi’n-nebî”, “Münâcât-ı esmâ-iHüsnâ”gibi. Ancak bu eserler başlıkta kullandığımız addaki eserin
ya kendisi ya da onun bir bölümüdür. Eser Abdullah Salâhî’nin ferâğ kaydında
belirttiği biçimde 1181/1767’de yazımı sona ermiştir, eserin muhtevâsı ise
Esmâ-i hüsnâ ve Esmâ-i nebî diye tâbir edilen Allah’nı ve Hz.Peygamberin güzel
isimlerine dâirdir. Özellikle “Vedûd”ismi üzerinde durulmaktadır. Eserin
nüshaları:
a) D.T.C.F. Ktp.
M. Özok K/7, vr. 74b-107b
2-
Mirâtü’l-a’lâm ve Mişkâtü’l-ahlâm (Fütûh-ı
salâhî)
1187/1773
târihinde Türkçe telif edilen kitap iki fasla ayrılır: birinci fasılda
“Abâdile” diye tabir olunan “Abdüsselam, Abdülmüheymin...” gibi Esmâ-iHüsnâ’nin
başına getirilen “Abd” kelimesiyle Hz. Peygamberin isimleri açıklanır. Ayrıca
Hz.Peygamberin bu isimleri, on iki imam, evliyâ, Hz.Hamza ve Hz.Abbas, mezhep
imamlarının isimleri ebced hesâbı ve hurûfî bir yorumla değerlendirilir. İkinci
fasılda ise tevhîd makamları ele alınır. Abdullah Salâhî bu risâleyi yazarken
tasavvuf ıstılahlarının mânâlarının açıklanmasında ve tertibinde Şeyh
Fergânî’nin “Tarilâf’mdan alıntılarda bulunur. Eserin
nüshası İ.Ü.Ktp. Tür. 3983 nr.h yazmadır. 27 str., 67 vr. ve nesih hattıyla
yazılmıştır.
Abdullah
Salâhî’nin kaleme almış olduğu bir esmâ risâlesi de budur. Risâlede sâlikin
seyr u sülûkta uygulaması gereken zikirler anlatılır. Bunların sıralanmasından
Kur’an âyetlerine göre nefs mertebeleri açıklanır. Risâlenin nüshaları:
a)
İ.Ü. Merkez Ktp. Tür. Nr. 932, vr. lb-14a
b)
Sül. Ktp. Hac. Nr. 2668, vr. 32-42
c)
D.T.C.F. Ktp. M.Ozok II/7, vr. 173b-179b
e)
Sül.Ktp. İbrahim Ef. Nr. 210, vr. 1-5
f)
Sül.KTp. Tahir Ağa nr. 334, vr. 94-97
g)
Sül.Ktp. Uşş. Tek. Nr. 99, vr. 31a-37b
ı) Sül.Ktp. Uşş. Tek. Nr. 300, 120b-129a
Abdullah
Salâhî Türkçe olan bu risâlesinde tarikat erkânını tavsif eder. Sûfîlerin
kılık-kıyâfetlerinin tasavvuf düşüncesinde ne anlama geldikleri îzah edilir.
Tac, hırka, asa, kemer gibi sûfîlerin kullandıkları eşyaların şekil ve sembolik
mânâları ele alınır. Risâlede Abdullah Salâhî şu yorumda bulunur.
“Ya her başında tac, sırtında aba, boynunuda ridâ ve elinde asâ olan,
en son mertebeye erişmiş midir ? diye sorulacak olunursa; mâlûm olsun ki, bu
devlet binde bir, belki yüz binde bir bir halîfeye müyesser değildir. Bu
sebebden haldkat erbabının çoğu sürete îtibar etmeyip, avam kıyafetinde
görünmüşlerdir. ”
Nitekim
Abdullah Salâhî de bu kıy âfetleri giymemiş, bu kıyâfetleri kuşanmanın ancak
belli makam ve mertebelere sâhip olduktan sonra mümkün olacağını söyler.
Abdullah
Salâhî bu eserinde İbn Arabî, Cüneyd Bağdâdî ve Şeyhi Cemâleddin Uşşâkî’den
rivâyetler aktarır. Risâlenin nüshaları:
a)
Sül.Ktp. Per. Nr.633, vr. 169a-180b, müs. Muhammed
Esad
b)
Sül. Ktp. Hac. Nr. 3917, vr. 55b-63a
d)
Sül. Ktp. Hafıd Ef. Nr. 459, vr. 162a-173b
e)
Sül.Ktp. Düğümlü Baba nr. 264, vr. lb-9a
f)
İ.Ü. Ktp. Tür. Nr. 932, vr. 14b-28a
g)
D.T.C.F. Ktp. M.Ozok nr. II/7, vr. 164b-l71b
Abdullah
Salâhî’nin Uşşâkiye usûl ve âdâbına dâir türkçe bir risâlesidir.Nüshaları:
a) Sül.Ktp. Tah.
Nr. 503, vr. 50b-54a
c) D.T.C.F. Ktp.
M.Ozok II/7, vr. 21b-25a
Abdullah
Salâhî türkçe risâlesinin mukaddimesinde eserin muhtevâsı hakkında bilgi verir.
Buna göre Abdullah Salâhî’nin de bulunduğu bir mecliste Şeyhi Cemâleddin Uşşâkî
Hz. leri etrâfindakilere “Bir bin bin olmak, bin bin bir olmak, şems zerre olmak,
yalanı koymak, olmağı koymak, olmamayı koymak nedir?"
şeklinde bilmeceli
soru sorar fakat ihvan bu soruya cevap veremez. Abdullah Salâhî şeyhi vefat
ettikten yıllar sonra bir gece rüyâsında şeyhini görür. Şeyhi Cemâleddin Uşşâkî
“Ölmek
ölmemek, bilmek bilmemek, bulmak bulmamak, olmak olmamak nedir" şeklinde tezadlı ifâdelerle
Abdullah Salâhî’ye soru sorar. Abdullah Salâhî daha sonra bu ifâdelerin
içerdiği anlamlar hakkında bu risâlesini kaleme alır. Risâlenin nüshası, İÜ.
Merkez Ktp. Tür. Nr. 6423, str. 17, vr. 29, müs. Hüseyin b. el-Hac el-Hafız
Balatî, ist.tar. 1259/1843.
Farsça
gramer kâideleri anlatılan bu eser üç bölüme ayrılır: I. Bölüm, isim
hakkındadır. II. Bölüm, fiil durumları, İH. Bölüm ise harflere dâirdir.
Abdullah Salâhî’nin türkçe yazdığı bu risâle müstensihler tarafından “Mefatihü’l-deriyye,
Kavâid-i farisî, Emsile-i farisî” gibi farklı şekillerde isimlendirilmiştir. Eserin yazımı
ferağ kaydında düşülen mu’cem târihten ebced hesâbıyla çıkarıldığında
1167/1753’tür. Risâlenin mevcut yazmaları:
a) Sül.Ktp. Hac.
Nr.6125, ist.tar. 1167
b) Sül. Ktp.
Hac. Nr. 6135, str. 15, vr. 50, nesih, müs. Hayrullah-zâde Halil Eşref,
ist.tar. 1258/1842
c) İzmir
İlahiyat Fak. Ktp. Nr. 27560, müs. Müftîzâde Hüseyin b. Mustafa, ist.tar. 1215
e) Millet Ktp.
Kavâid nr. 163, str. 19, vr. 38.
ı)
Sül.Ktp. EsadEf. Nr. 3721, vr. 98b-125a
i) T.S.M. Ktp.
Nr. E.H.1908, vr. 135b-169a
8-
İzhâr-ı Esrâr-ı Nihân ez Envâr-ı Hatm-i
Hâcegân
Abdullah
Salâhî bu risâlesinde Nakşibendiyye tarikatının özellikle Hâlidiyye kolunda
yaygın olarak uygulanan bir zikir şekli olan türkçe olarak hatm-i hâcegânı
îzaheder. Başında ve sonunda okunan Fâtiha sûresi Kur’ân-ı Kerim’in bir çeşit
özeti ve hatmedilmesi gibi sayıldığı için bu zikre hatm-i hâcegân ismi
verilmiştir. İlk dönem Nakşibendî kaynaklarında temas edilmeyen hatm-i
hâcegânın kimin tarafından başlatıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu
zikirden ve uygulama şekillerinden tesbit edilebildiği kadarıyla ilk defa
müellifimiz Abdullah Salâhî bu eserinde bahseder. 1 Risâlenin telif
târihi
1174/1760’
dır. Nüshaları:
a) Sül.Ktp.
Düğümlü Baba nr. 293
b) Sül.Ktp. Hac.
Nr. 2684, vr. 1-8
c) Sül.Ktp.
Mihrişah nr. 206, vr. 74-83, ist.tar. 1229
d) Sül.Ktp. Per.
Nr. 633, vr. lb-12b, müs. Muhammed Esad
e) Sül.Ktp. Tah.
Nr. 503, vr. 1-7, ist.tar. 1313
g) Millet Ktp.
Şeriyye nr. 4475, 789, vr. 12-20
ı)
Î.Ü. Merkez Ktp. Tür. Nr. 1723, vr. 50b-58b
i) Î.Ü Merkez
Ktp. Tür. Nr. 6415
j) A.Ü. Ktp
Yazmalar Böl. Nr. 7471, str. 23, vr. 27, talik
k) D.T.C.F. Ktp.
M. Ozok nr. H/7, vr. 42b-51a
Halvetî-Uşşâkî
sâliklerinin uyması gereken tarikat âdâbma dâir bir risâledir. Abdullah Salâhî
sözkonusu risâleyi önce arapça yazmış, sonra türkçeye tercüme etmiştir.
Reşad öngeren, “Hatm-iHâcegân”, DİA, c. XVI., s. 476-77 Risâlenin
arapça aslının bir nüshası Harîrîzâde’nin Tr&yân’mda yer alır.1
Abdullah Salâhî’nin Türkçe’ye de tercüme ettiği bu eseri son devir Uşşâkî
meşâyıhından Kasım Paşa-Yahyâ Kethüdâ Dergâhı postnişini Şeyh Abdurrahman Sâmî
(ö. 1934) tarafından birçok ilâve ile birlikte türkçe yeniden kaleme almıştır.
Bir nevi telif kabul edebileceğimiz bu tercüme 1924 yılında bir çok mürettib
hatâsıyla birlikte basılmıştır. Eser son olarak M.Ü. İlâhiyat Fak. Öğretim
Görevlilerinden M. Erol Kılıç tarafından tekrar ele alınıp neşredilmiştir.2
a-
Ahzâb Sûresi 72. Âyetinin Tefsîri
Abdullah
Salâhî’nin âyet tefsirleri ondan sözeden kaynaklarda müstakil risâleler olarak
kayda geçmiştir. Bu risâleler hacim bakımından fazla büyük olmamamkla birlikte
Îşârî tefsir açısından büyük öneme sahiptir. Abdullah Salâhî’nin ifadesiyle
“emânet” âyeti ifâdesi kullanılan Ahzâb Sûresi 72. Âyeti risâlede meâlen şöyle
verilmiştir:
“Cemiyet-i esmâ ve sıfatımızla biz, emâneti yani esmâ-i ilâhiyyemizin
küllisine kabiliyet ve mârifetten ibâret olan hilâfeti semâvât ve arz ehline
arz eyledik. Istidadlan olmadığı için ibâ ve imtinâ edip, korktular. Ve insan o
cemiyete kabiliyet ve istidâdı olduğundan ötürü o emâneti yüklendi. İnsan
ziyâde zâlim ve ziyâde câhil oldu. ” Abdullah Salâhî bu âyeti Bakara Sûresi 30.
Âyete dayanarak tefsir
eder. Risâlenin nüshaları:
a)
Sül.Ktp. Hac. Nr. 3211, vr. 19
b)
Sül.Ktp. Hac. Nr.2684 (VII. Risâle)
c)
Sül. Ktp. Tah. Nr. 503, vr. 13a-20b
d)
Sül.Ktp. Halet Ef. Nr. 730 (I. Risâle)
e)
İ.Ü.Merkez Ktp. Tür. Nr. 1620, vr. 9
f)
D.T.C.F. Ktp. M. Özok II/7, vr. 29b-36b
Sü. Ktp.İbrahim Efendi, nr. 431, vr.
225b-240b
Şeyh Abdullah Salâhaddin-i Uşşâkî-Şeyh
Abdurrahman Sâmî-yi Uşşâkî, Uşşâkî Sâliklerînin Âdâbı
(T’ihfetü’l-Uşşâkiyye), hz. Mahmud E. Kılıç, İst. 1998
b- Rûm
Sûresi 1,2,3,4,5. Âyetlerin Tefsiri7
Abdullah Salâhî bu âyetlerde geçen kelimelerin ebced
hesabını da kullanarak âyet ile yaşadığı zaman arasında bağlantılar kurarak
arapça îzahlarda bulunur.
c-
Kamer Sûresi 1,2,8,45. Âyetlerin Tefsiri2
Abdullah Salâhî bu âyetlerden çıkardığı bir takım remz ve
işâretlerle LAbdülhamid’in tahta cülûsunu îzah etmeye çalışır.Nüshaları:
a) Sül.Ktp. Per.
Nr. 633, vr. 165b-168a
b) Milli Ktp.
Nr. A 1914, vr. 175b-176b
c) D.T.C.F. Ktp.
M. Ozokü/7, vr. 37b-38b
Abdullah
Salâhî’nin halîfelerine yazdığı iki mektubu vardır. Bunlardan birisi Aydın
Nâzilli’deki halîfesi Muhammed Zühdî’ye diğeri ise ismi kayıtlırda geçmeyen
İzmir’deki bir halîfesine gönderdiği mektuptur. Mektupların yazmaları:
b) Sül.Ktp. Uşş.
Tek. Nr. 84, vr. 64b-66b
c) D.T.C.F. Ktp.
M.Ozok II/7, vr. 52b-54a.
Abdullah
Salâhî’nin “Kamus Şârihi Muhammed
Murtazâ Efendi’ye Mektup” adında bir mektubu da Sül.Ktp. Hacı Mahmud Efendi nr. 2736’da vr.
74-78, nesih hatla yazılmıştır.
Türkçe,
Arapça ve Farsça olarak yazılan Regâibiyyede, Regâib gecesinde, Hz.Muhammed’in
ana rahmine düştüğü rivâyetine dayanılarak Hz. Peygamberin doğumu
ve
mucizeleri konusu işlenir. Abdullah Salâhî Türkçe Regâibiyye'y\ “Regâibiyye”, farsçasmı “Destançe-î Acâib der Leyle-i Regâib”, arapçasını ise “Rakîmetü’l-acâib fî Leyleti’l-regâib”c\axak adlandırmıştır. Eserin nüshaları:
a)
D.T.C.F. Ktp. M.Ozok nr. H/7, vr. 180b-193a
b)
Millet Ktp. Manzum nr. 1395, vr. 10, müs. Derviş
İbrâhim b. Halil, ist.tar. 1169/1755
13-
Hilye-i Hasaneyni’l-Ahseneyn
Hz.Peygamber
ve dört halîfelerin vasıflarını anlatan hilyeler olduğu gibi Abdullah Salâhî de
Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’in fizikî ve mânevî vasıflarım tavsif etmek için bu risâleyi
kaleme almıştır. Abdullah Salâhî bu hilyeyi 415 beyitlik mesnevî tarzında
yazmıştır.
a) Milli Ktp. A
215, str. 15, vr. 16.
b) D.T.C.F. Ktp.
M. Ozok nr. 1/116, str. 26, vr. 12, ist.tar. 1185/1771
c) İ.Ü. Merkez
Ktp.Tür. nr. 6374
Eserde
nefsin mertebeleri manzum olarak 63 beyit halinde anlatılmıştır. Risâle
türkçedir.
a) Sül.Ktp. Tah.
Nr. 503/11, vr. 10a-13a
b) D.T.C.F.
Ktp.M.Ozok H/7, vr. 27b-29a
Abdullah
Salâhî’nin iki adet dîvânı bulunmaktadır. Birisi arapça, farsça ve türkçe
yazdığı Hz. Peygamber için kaleme aldığı na’tları içerir. Diğeri ise gazelleri
ve kasideleri ihtiva eder.
Abdullah
Salâhî Hz.Peygamber için bu dîvânda Arapça, Farsça ve Türkçe 207 na’t
yazmıştır. 141 na’t türkçe, 33 na’t arapça ve 33 na’t ta farsçadır. Nüshaları:
a) İ.Ü. Ktp.
Tür. Nr. 1723/1, vr. lb-47a
b)
Sül.Ktp. Esad Ef. Nr. 2650/1, vr. lb-57a
Bu dîvân
Abdullah Salâhî’nin gazellerini, müfredlerini ve kasîdelerini içerir.
a) Sül.Ktp. Uşş.
Tek. Nr. 84, str. 21, vr. lb-70a, talik, müs. Nazillili Mehmed Tevfık Emin Ef.
b) Sül.Ktp. Hac.
Nr. 2684, vr. 75a-llla
c) Sül. Ktp.
Uşş. Tek. Nr. 106, str. 20, vr. 96, rika.
Abdullah
Salâhî bu eserinde Asr-ı Saâdetten Osmanh’ya kadar geçen zamandaki halîfelerin
isim ve vasıflarını 116 beyit hâlinde mesnevî tarzında manzum olarak kaleme
almıştır. Risâlenin telif târihi 1183/1769 târihidir. Nüshaları:
a) Sül. Ktp. Nr.
433, vr. 989b-994a (müellif nüshası) (Makâmât-ı Hamîdiye Şerhi içerisinde)
b) Sül. Ktp.
Uşş. Tek. Nr. 84, vr. 41b-44b
Kaynaklarda
Abdullah Salâhî’ye izâfe edilen bu eserler farklı şekillerde adlandırılmıştır.
Onun Mîrâciye’si işlediği konular îtibâriyle aslında Mevlid’dir. Bu Mirâciye
Cerîde-i Sûfiye’de neşredilmiştir.1 Abdullah Salâhî’nin Mevlid’inde
sâdece mevlid ve mirâciye fasılları yer alır. Hz. Peygamberin doğum hâdisesi ve
miraçta Cenâb-ı Hak’la konuşması manzum olarak geniş bir şekilde anlatılır. Bu
eserin bir nüshası ayrıca Sül.Ktp. Nur. Nr. 260’da bulunmaktadır. Müstensihi Mustafa Sıtkîdu.
18-
Hazreciyye- Risâletii’I-ceyb- Kifâyetü’l-kunu’
İstiârât- Alaka- Münazara
İzmir
İlâhiyat Ktp. Nr. 27560, müs. Müfiîzâde
Hüseyin b. Mustafa,
ist.tar. 1215.
Eserin
yazması Sül.Ktp. Hac. 2270, vr. 215, türkçe, nesih.
20-
Zabt-ı Vakâyi-i Yevmiye-i Şehriyârî
İ.Ü. Ktp.
Tür. Nr.2518, vr. 198, türkçe.
Ceride-iSûfiye, 29 C.Ahir 1330, sa. 18/6, s. 3-4
21-
Tebrîk-i Gazâ-yı Sultan Mahmud
Sül.Ktp.
Hac. Nr. 4211/3, vr. 51-56, 18 satır, talik.
Abdullah
Salâhî’den bahseden kaynaklar yukarıda zikrettiğimiz eserlerinden başka bazı
eserlerini de sayarlar ki bu eserler mevcud kütüphânelerde tesbit
edilememektedir. Bu $
eserleri
şöyle sıralayabiliriz: Mesnevî
Tercümesi, Teshîlü’l-Mübtedî, İmam Gazâlî’nin ‘Faysalü’t-tefrika beyne’l-islam
ve’z-zendeka”isimli eserinin tercümesi, Gülşen-i Tevhîd Tercümesi, Mustalahât-ı
Sûriye Tercümesi, Nakşibendiye Risalesi, Ulûmu’l-maznûn, Tevriku ’l-avnî 6
Hakkı ’l-iman, Esrâru ’l-Mülûk Tercümesi, Vâhibü ’l-mevâhib fi Beyâni 7- makâmât ve’l-merâtib, Lafz-ı hayât Risalesi, Muğnî Risâlesi, Nakşî-i
Akkirmânî’nin Nutku Şerhi, Mektûbât ve İnşâ Risâleleri, Harida-i Nasihat vs.
[1] Mehmed Akkuş, Abdullah Salâhaddîn-i
Uşşâkî’nin Hayâtı ve Eserleri (dr.tezi), s. 1, Ankara, 1985.
Ahmed Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyat Târihi,
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 1956,4-17
Sâlim Aydüz, Lâle Devrinde Yapılan
İlmî Faaliyetler, Dîvan Dergisi, sy. 1, s. 143, İstanbul, 1997.
Akkuş, M-., a.g.e.,
s. 4
Samiha Ayverdi, Türk Târihinde Osmanlı
Asırları, 11/252, İst. 1978.
Süleyman Uludağ, “Halvetiyye”,
DİA,c. XV., s.392-93.
Abdullah Salâhî, Mifiâhu’l-vücûdi’l-eşher,
Sül. Ktp. Hacı Mahmud Efendi, nr. 2698, vr. 14b; Risâle-i Kudsiyye
Tercümesi, Matbaa-i Ahmed İhsan, İst., 1323, s. 92; Ömer Kehhâle, Mu’cemu’l-müellifîn,
Mektebetü’l-müsennâ ve Dâr-ı Ahyâi’t-türâsi’l-arabiyye, s. 64
Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve
Silsileleri (Tomar-ı Tunık-ı ‘Aliyye), hzr. Doç. Dr. İrfan Gündüz, Enderun
Kitabevi, 1995, s.245; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, hzr. Prof. Dr.
Ah Aktan-Prof. Dr. Abdülkâdir Yuvalı -Yrd. doç. dr. Metin Hülâgü, Sebil yay.,
İst., 1996, c. III, s.444; Harîrîzâde, Tibyân-ı Vesâili’l-hakâik, StU. Ktp.
İbrâhim Ef., nr. 431, vr. 255; Hüseyin Vassâf, Sefîne-iEvliya, Sül. Ktp.
Yazma Bağışlar, nr. 432, c.IV, s.257
İ. Hakkı Uzunçarşılı, KaresiMeşâhiri,
Karesi Vilayet Matbaası, 1322, s. 70
Akkuş, M., a.g.e., s. 14-16
a.g.e. , s.17
[2] Bu kaynaklar için bkz. Dpt. 5-6
[3] Sadullah
Enverî, Târib-i Enverî. Millet Ktp., Târih nr. 67, vr. 179; Hüseyin
Ayvansarayî (ö.
1201/1787), Vefeyât-ı Meşâyıh, Milli Ktp., M.F.A.,
nr. 2883, vr. 36a
Abdullah
Salâhî, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi (Matbaa tarafından yazılan Tercüme-i
halde), s. 92; İsmail PaşaBağdâdî, Hediyyetü’l-ârifin, İst 1951, c. I,
s. 485; Haririzâde, a.g.e., vr. 225a
Cefr. Gelecekte vuku bulacak olayları değişik
metodlarla öğrettiğine inanılan ilmin ve bu ilmi kapsayan eserlerin genel
adıdır. Gaybî ilimler diye bilinen kimyâ, huruf, havas, tılsım gibi ilimler
arasında yer alır. Vefkâe. sayı ve harfler arasındaki münâsebetlerden,
ayrıca bâzı geometrik ve girift şekillerden rûhânî tesirlerin meydana
gelebileceği düşüncesini işler. Fransız asıllı müslüman yazar Abdülvâhid Yahyâ
(Rene Guenon) astroloji, esrâr-ı hurûf, simyâ ve bunun gibi ilimlerin aynı
konuların muhtelif tasvirlerinden ve farklı ifâdelerle anlatımından ibâret
olduğunu belirtir ve gelecekteki olaylan keşfetme iddiasında bulunana cefrin bu
ilimlerin dışına çıkmadığım savunur. Bkz. DİA, c.VII, s.215-218
Sadık Vicdânî, a.g.e.,
s. 246
Abdullah Salâhî, Zeylü’l-kitâb biAhseni’l-hitâb,
Sül. Ktp. Hacı MahmudEfendi 2698, vr. 18b
[5] Sadık Vicdânî, a.g.e., s. 246
[6] Emin Efendi: Kerküklüdür.
Nakşibendî şeyhi olup, İstanbul’a geldi. Sultan Selim Han ricalinin makbûlu
olmakla, 1222/1807 yılında bir kaç şeyhle Bursa’ya gönderildi. Orada
1228/1813’de vefat etti. Bursa’da Habib Efendi zâviyesi yakınnında inşâeylediği
tekkeye defh edilmiştir. Dersaâdet’te beyne’l-havas mûtebere olmasına mebnî,
mülâkat-ı seniyeye memurum diye o şerefe nâiliyeti arzu eylemiş ise de nâil
olamamıştır. Ancak ricâl-i devlet, tekkesinde, hizmet etmek derecesinde riâyet
ederler idi. Bkz. Mehmed Süreyya, a.g.e., c.I, s. 406
[8] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ ’dan
Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s.457-462
[9] Hâşim Baba: Üsküdar’da doğdu.
Esâsen Celvetî tarikatına mensuptur. Fakat sonradan Mısır’daki Kasrü’l-ayn
şeyhi iken İstanbul’a gelen Haşan Baba’ya (1170/1756) intisap ederek Bektâşî
oldu. Bir aralık Kırşehir’de bulundu. Abdullah Salâhî’nin vefât târihi olan
1197/1782’deintikâl-idâr-ıbekâ eyledi. Bkz. Sâdettin Nüzhet Ergim, Bektâşî
Şâirleri ve Nefesleri, İstanbul 1944, c.ü, s. 143
1
Bursah Mehmed Tahir, a.g.e.,
s. 197
2
Z2İ4, c. VH, s. 314
3
Akkuş, M., a.g.e.,
s. 54-57
4
Gazeller için bkz.,
Akkuş, M., a.g.e., s. 58-59
5
Osman Yahya Abdullah
Salâhî’nin vefat târihi olarak 1182/1768 yılım verir. Taradığımız kaynaklarda
bu târihi destekleyecek herhangi bir kayda rastlayamadık. Bkz. Osman Yahya, Hıstoıre
Et Classıûcatıon DeL’oeuvreD’Ibn Arabi, Damas 1964, c. I, s. 120.
Abdullah Salâhî, Muhammed Zühdî’ye
Mektub, Sül. Ktp. Uşşâkî Tekkesi, nr. 84, vr. 64b-66b;
D.T.C.F.
Ktp., M. Ozok, H/7, vr. 52b-54a
Halvetiye: Kurucusu Ömer b. Ekmeluddin
Halveti Lâhicî (ö. Herat 800/1397). Tahsilini Lahican’da tamâmladıktan sonra
Harezm’de bulunan amcası Kerîmuddin Halvetî’ye intisab etti. Mürşidinin
vefatından sonra hacca gitti. Sultan Üveys’in dâveti üzerine Herat’a gitti ve
orada vefat etti. Halvetiye, İbrahim Zâhid Geylânî’ye (ö. 690/1291) nisbet
edilen Zâhidiye’nin bir kolu olarak bilinir. Tarikat piri halvete büyük önem
verdiği için bu lakabla anılmış, daha sonra tarikata has isim olmuştur.
Tarikatta pîr-i sânî olarak Yahyâ Şirvânî (ö. 862/1480) kabul edilir.
Halvetiyyenin yaygınlık kazanması da Şirvânî’den ve müridi Dede Ömer Rûşenî’den
(ö. 885/1480) sonra olmuştur. Halvetiyye tarikatı Rûşeniyye (kurucusu Dede Ömer
Rûşenî ö. 892/1487), Cemâliyye (kurucusu Cemâl-i Halveti ö. 899/1494),
Ahmediyye (kurucusu Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin ö. 910/1514)ve Şemsiyye (kurucusu
Şemseddin Sivâsî ö. 1006/1597) olarak dört ana kola ayrılmış, bu kollardan
çeşitli şûbeler meydana gelmiştir. Halvetîlik Anadolu ve Rumeli’de bir çok
tekkeye sahiptir. Bkz. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Târihi,
İstanbul 1995, s. 288-289; Süleyman Uludağ, “Halvetiyye”, DİA, c.XV, s.
393-395 Ahmetliye: Kurucusu Ahmed Şemseddin îbn-i îsâ el-Marmaravî’dir
(839-910/1436-1495). Marmara ,Akhisar kazasına bağlı köylerden birisinin
adıdır. Uşşak’ta Şeyh Alâeddin Uşşâkî’den inâbe alarak tarikata intisap etmiş,
şeyhinin emri üzerine Manisa’ya gitmiştir. Burada bir müddet irşad hizmetinde
bulunduktan sonra İstanbul’a geçer. İstanbul şeyhleri ile ilgili bir çok
meselelere yiğitçe işaretlerde bulunduğu için kendisine burada “Yiğitbaşı”
mahlası verilir. İstanbul’dan tekrar Manisa’ya dönen Yiğitbaş veli burada vefat
etmiştir. Ahmediyye’den Sinâniyye, Uşşâkiyye, Ramazâniyye, Cerrâhiyye,
Mısriyye, Buîariyye kollan ayrılmıştır. Bkz. Rahmi Serin, Halvetilik ve
Halvetiler, İstanbul 1984, s. 128
Akkuş, M, a.g.e., s. 70
A.g.e., s. 71-73
[10]
Akkuş, M., a.g.e., s. 75-76
[11] Geniş bilgi için bkz. Şeyh Abdullah Salâhaddin Uşşâkî, Şeyh
Abdurrahman Sâmî-yi Uşşâkî, Uşşâkî SâliklerininÂdâbı (Tuhfetü’I-Uşşâkiyyey,
Usûl-i Âdâb-ı Tarîk-Usûl-ı Evrâd-ı Uşşâkiyye.
[12] Eserleri için bkz. Akkuş, M., a.g.e.,
s. 159-322. Ayrıca Mehmed Akkuş’un bu çalışmasında tespit edemediği Abdullah
Salâhî’nin diğer eserlerini ve eserlerinin Türkiye kütüphanelerindeki katalog
numaralarım tezimize ilave edeceğiz.
[13] Prof.Dr. Süleyman Uludağ, İbnArabî,
T.D.V.yay., Ankara 1985, s. 89
[15] Şakir Diclehan, Hz.Ali Dîvânı (Müstakirn-zâde’nin tercüme
ve şerhinin günümüztürkalfiîbesine aktarımıdır.), İst 1981
[16] •
ibn Arabî, Kitâbu ’l-ahadiyye
(Mecmû ’u resâil içinde), tas. M. Bedreddin en-Na’sânî, Mısır h. 1325
40