İstanbul’un
16 Mart 1920’de resmen işgal edilmesi asayiş problemine yol açtı. Özellikle
müttefik askerleriyle azınlıkların davranışları bu sorunu körükledi; Meskenlere
el koyuyorlar, Türklere hakaret ediyorlar, değerli eşyalarını gasp ediyorlardı.
Ayrıca halkın, bayrak, ezan gibi kutsal değerlerine de saldırıyorlardı. Posta
paketleriyle yurtdışına ‘sikke’ ve külçeler halinde altın da kaçırıyorlardı.Bu
makale, işgalcilerin İstanbul’un asayişini bozan faaliyetlerini, Osmanlı arşiv
belgelerini kullanarak ortaya koymayı amaçlamaktadır.
İstanbul,
16 Mart 1920’de İtilâf Devletleri’nce resmen işgal edilmişti. İngiliz, Fransız
ve İtalyan Yüksek Komiserleri, sabah erkenden Sadrazam Salih Paşa’ya bir nota
vererek saat 10’dan itibaren İstanbul’un işgal edileceğini bildirmişlerdi. 1
Notanın ekinde, İstanbul’un Müttefik devletlerin askerî işgali altına
alınacağı, Müttefik askerî makamlarının, müttefik yüksek komiserleri namına
şehrin işgali için gereken bütün askerî tedbirlerin uygulanmasını
sağlayacakları, buna göre; Harbiye ve Bahriye Nezaretlerinin işgal edileceği,
buralardan verilecek emir ve tebligatların kontrol ve sansüre tabi tutulacağı,
posta, telgraf ve telefonun kontrol altına alınacağı 2, polisin de sıkı bir
kontrole tabi tutulacağı, sükûn, nizam ve asayişin muhafazası için gereken
bütün nizamnamelerin düzenleme, duyurma ve uygulamasının işgal kuvvetlerince
sağlanacağı vurgulanıyordu. 3
İngiliz
Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası memurlarından W.S. Edmonds’a göre, “Türklerin
akıllarını başlarına getirmek için tek çare İstanbul’un işgal edilmesiydi”. 4
ABD’nin Londra büyükelçisi Davis’in Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 6 Mart
1920 tarihli bir telgraf işgal kararının aynı tarihte Londra’daki müttefik
konferansında alındığını gösteriyordu. 5
Sadrazam
Salih Paşa 6 ise verdiği bir karşı notayla işgali protesto ediyor, Anadolu
hareketinin idarecileri veya mensupları tarafından yapılmış olan tecavüzleri
onaylamadığını da belirtiyordu. 7
İngiltere
Başbakanı Lloyd George, Londra Konferansı’nın 28 Şubat 1920 tarihli oturumunda
artık güçlerini gösterme zamanının geldiğini, 5 Mart’taki oturumda ise Maraş
olaylarının büyük devletlerin prestijine leke sürdüğünü öne sürmüştü. 8 Aynı
tarihte İstanbul’da bulunan İtilâf Devletleri Yüksek Komiserlerine gönderilen
talimat tasarısında, Kilikya’daki Ermeni katliamını önlemek ve suçluları
cezalandırmak için hem yerinde hem de İstanbul’da tedbir alınmasına karar
verildiği, Kilikya’daki tedbirlerden Fransa’nın sorumlu olacağı, İstanbul’da
ise Hükûmet binalarının işgalinin, Sadrazam ile bazı nazırların
tutuklanmalarının düşünüldüğü bildirilerek bu konudaki görüşleri soruluyordu. 9
Bununla ilgili olarak İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’in 29 Şubat’ta
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a çok gizli ibaresiyle gönderdiği yazıda
“direnişi kırmak için İstanbul Hükûmeti nezdinde boş yere teşebbüslerde
bulunmaktansa İstanbul’un fiilî olarak işgal edilmesi gerekeceği”10
bildiriliyordu.
İngiliz
Dışişleri Bakanı Lord Curzon da, Avam kamarasında yaptığı bir konuşmada işgalin
habercisi olan şu sözleri söylüyordu; “…Türkiye hükûmeti ve Türk kuvvetleri
tarafından mütareke bariz bir surette ihlâl edilmiştir. Pek çok defalar hasmane
tecavüzat vaki olmuştur. Payitahtla Anadolu’daki Kuvâ-yi Milliye arasında
suret-i daimede esliha ve kuvâ-yı müselleha nakledilmiştir. Türk zabitanı
sokaklarda öyle bir tavır takınmışlardır ki bu ancak amirlerinden telakki
eyledikleri emrin neticesi olabilir”. 11 Yine Lord Curzon’a göre, Türklerin
özellikle Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde giderek büyüyen Kuvâ-yi
Milliye hareketinin İngilizlere kafa tutan tavrı İstanbul’un işgaline sebep
olmuştu ve İstanbul’un işgali müttefiklerin kararlılığının ve gücünün ispatı
olacaktı. 12
Lord
Curzon bunları aldığı istihbarat raporlarına dayanarak söylüyordu.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir John de Robeck, 1 Mart’ta Lord
Curzon’a gönderdiği gizli yazıda, gizli bir kaynaktan sağlamış olduğu bilgiye
dayanarak Maraş bölgesindeki Fransız güçlerine saldıran Milliyetçi milis gücüne
silah ve mermileri Osmanlı Harbiye Nezareti ile Osmanlı kolordu ve tümen
komutanlarının sağladığını bildiriyordu. 13 Fransız basınının bile, Kilikya’da
Ermenilerin katledildiği yolundaki İngiliz propagandalarına ihtiyatla
yaklaştığı, gerçekte İngiltere’nin Türklere gözdağı vermek istediği,
İstanbul’un işgalinin hiç bir fayda sağlamayacağı, Fransız kamuoyunun işgali
sanki Fransa’ya karşı girişilmiş gibi gördüğü de gerçekti. 14
İngiltere
ile Fransa arasındaki nüfuz mücadelesinde İngilizler bir adım öne geçmişler
hatta Fransızların meşhur Generali d’Esperey, İngilizlerin şikâyetleri
sonucunda Fransız hükümeti tarafından görevden alınmış yerine 5 Nisan’da
General Nayral de Bourgon atanmıştı. 15 D’Esperey, General Wilson’un komutası
altındaki Müttefik Kolordu’dan 122. Fransız Tümenini ve ayrıca iki taburu
ayırıp kendi komutası altına almıştı. O, Fransız askerlerinin, müttefik olsa
bile, yabancı bir komuta altında olmalarını istemiyordu. Türk basınına verdiği
bir demeçte de, Yüksek Konsey’in Fransız görüşünü benimseyerek, Türklerin
İstanbul’da kalmalarına karar verdiğini söylemişti. 16 Fransız Yüksek Komiseri
Defrance’a gönderilen de Robeck ve Wilson ile birlikte çalışılması emrini de
reddeden d’Esperey, askerî operasyonu kendisinin yönetmesini istemiş ancak
İngiliz Generali Milne’den, “Hükümetimin talimatına göre İstanbul’da harekâtta
bulunmak için hiç kimseden emir telâkki edemem” 17 cevabını almıştı.
İşgal,
Panislamist eğilimlerin ve giderek güçlenen bolşevik yayılmacılığının bölgesel
çıkarlarını tehdit edici boyutlara ulaştığına ve tüm bu olumsuz gelişmeleri
İstanbul’dan kontrol ve denetim altına alabileceğine inanan İngilizler’in plânı
da olabilirdi. 18 Misâk-ı Millî’nin ilânı ve Maraş olayları görünür sebepler olmaktan
başka bir anlam ifade etmiyordu. 19
Hükûmet
gazetelerde yayınlanan resmî tebliğinde ise işgalin geçici olduğunu, İtilâf
Devletleri’nin niyetinin saltanat makamının nüfûzunu kırmak değil aksine o
nüfûzu desteklemek ve sağlamlaştırmak olduğu, Türklerin İstanbul’dan mahrum
edilmeyeceği fakat karışıklıklar ve öldürme gibi olaylar olursa bu kararın
değişeceğini, bu nazik zamanda herkesin kendi işine gücüne bakarak Osmanlı
Devletinin enkazından yeni bir Türkiye ortaya çıkarmak için son bir ümidi
cinnetleri ile mahvetmek isteyenlerin aldatmalarına kapılınmaması ve saltanat
makamının emirlerine uyulması isteniyordu. Müttefik Kuvvetler Komutanı General
Wilson da ‘İstanbul Ahalisine’ başlığıyla yayınlanan bildirisinde izinsiz silah
taşımanın kesinlikle yasaklandığı, sekiz santimden uzun bıçak ve hançerlerin
silah sayılacağı, her türlü toplantının kesinlikle yasak olduğu ve bu emirlere
uymayanların Divan-ı Harb-i Örfi’ye verilerek idamla cezalandırılacaklarını
belirtiyordu. Yine işgalcilerin bir duyurusu, İtilaf Devletlerinin Galata’daki
pasaport dairesinden vize almadan Anadolufeneri-Pendik hattından öteye seyahat
etmenin yasak olduğunu bildiriyordu. 20
Bosphore
gazetesinde, “Hareket-i Milliye ve Müttefikler” başlıklı yazıda İngiltere,
Fransa, İtalya Yüksek Komiserlerinin dünkü beyannamesinin müttefiklerin millî
hareket hakkındaki hissiyatının açık bir belirtisi olduğu ifade ediliyordu.
Mustafa Kemal’in itibarını kaybettiği ve en kör taraftarlarının da artık
gerçeği anlamaları gerektiğine dikkat çekilerek; “ Ah! Eğer Türkler mütarekeden
sonra olsa bile hulûs ve samimiyet ile akıl ve mantığa rücû etseler idi elyevm
vaziyet ne kadar başka türlü olacak idi” denilerek hayıflanılıyordu. 21 Orient
News gazetesine göre de Anadolu hareketi, İttihat ve Terakki komitesinin halefleri
tarafından idare ediliyordu ve bu teşkilat önderlerinin Bolşeviklerle de
temasta bulunduklarına asla şüphe yoktu. Bunların takip ettikleri siyaset
anarşi ihdas etmek ve müttefikler aleyhinde ihtilâl çıkarmaktı. Fransızca
İstanbul gazetesi de İstanbul’un işgaline İttihatçıların neden olduğunu yazıyor
ve şu yorumu yapıyordu; “Türkiye Harb-i Umumi’ye iştirakına ve Enver ile
Talat’ın cinnetine rağmen yaşayabilir. Fakat bu, takip edeceği hatt-ı harekete
bağlıdır. Eğer Anadolu’da hristiyanların katliamı, İtilâf askerlerine karşı
tecavüzat ve yolsuzluklar devam eyleyecek olur ise, bunların failleri hasta
adamın seng-i mezarına “Türkiye ölmüştür” kitabesini yazacaklardır”. 22
İngiliz
basınında çıkan haberler de İngiliz kamuoyuna işgal gerekçelerini bildiriyordu.
İşgalin sorumluluğu adeta günah keçisi yapılan İttihat ve Terakki’ye
yükleniyor; “Millî organizasyona başlayan bu adi adamlar (M. Kemal ve
arkadaşları) ne hükûmete ne de sultana itaat etmiyorlar. Kendi halkının
ızdırabına sebep oluyorlar. İstanbul Üniversitesi konferansları da bu hareketi
artırdı. İstanbul’un Türklerde kalacağını söyledik. Hristiyanlara saldırmayın,
olay çıkartmayın dedik, fakat dinlemediler. En sonunda işgal zorunda kaldık” 23
denilerek işgal haklı gösterilmeye çalışılıyordu.
İşgal
harekâtı gece yarısından sonra başlamıştı. 24 Sabah saat 10’a kadar işgali
planlanan yerlerin çoğu işgal edilmiş, tutuklanacak kimselerin bir çoğu
tutuklanmış, sıkıyönetim ilân edilmiş bulunuyordu. 16 Mart sabahı erken
saatlerde yapılan tutuklamalar tutuklunun evine korku salacak şekilde
yapılıyor, bu kimseler gecelik kıyafetleriyle götürülüyorlardı. Fransız Yüksek
Komiseri Defrance da İngilizlerin işgali büyük bir çalımla yürüttüklerini
söylemişti. 25
İşgal
edilen yerlerden birisi de Şehzadebaşı’ndaki mızıka karakoluydu. Buraya yapılan
baskın sırasında çatışma çıkmış ve 5 Osmanlı askeri ölmüş 9 veya 12 kadarı da
yaralanmıştı. Bir İngiliz askeri ölmüş, bir subay yaralanmıştı. Osmanlı
askerlerinin bazıları yataklarında süngülenerek öldürülmüşlerdi. Burası yalnızca
mızıka karakolu değil, aynı zamanda 10. Kafkas Tümeninin karargâhıydı.
İngilizlerin burayı basmalarının nedeni de Tümen Komutanı Yarbay Kemalettin
Sami Beyi tutuklamak üzere aramalarıydı. Ancak onu bulamadılar. 26 İngilizler
Meclisi de basmışlar başta Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf Beyler olmak üzere birçok
kişiyi tutuklayarak Malta’ya sürmüşlerdi. 27
Mustafa
Kemal Paşa İstanbul’un işgal edilmesine ve Meclis’in basılmasına çok sert tepki
göstermiş ve Anadolu’da bulunan İngiliz subaylarının tutuklanmalarını
emretmişti. Erzurum’da bulunan Yarbay Rawlinson bunların başında gelmekteydi.
28 İşgali protesto etmek amacıyla gönderdiği yazıda da İstanbul’un İtilâf
Devletleri’ne mensup askerî kuvvetler tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş
olmasını, “Millet-i Osmaniyenin hakimiyet ve hürriyet-i siyasiyesine havale
edilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini, ne bahasına olursa olsun, müdafaa
etmeğe azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci asr-ı medeniyet ve
insaniyetinin mukaddes addettiği bütün esasata, hürriyet, milliyet, vatan
hissiyatı gibi bugünün cemiyat-ı beşeriyesine esas olan bütün umdelere ve bu
umdeleri vücuda getiren vicdan-ı umumi-i beşere racidir” 29 şeklinde
nitelendirmişti. Yine Mustafa Kemal Paşanın Karabekir’e, “bu telgrafı bir dakika
tehîr eden hain-i vatandır” ibaresiyle çektiği telgrafta “Geyve Boğazı’nın
işgali ve demiryolu köprüsünün tahribi, Geyve, Ankara, Pozantı mıntıkasındaki
demiryolu hat ve malzemesine el koymak üzere hat boyundaki İtilaf kuvvetlerinin
silahlarının alınarak tutuklanmaları, Konya’da Anadolu hat komiser
yardımcısının derhal demiryollarına el koyması ve emrine uymayan memurları
cezalandırması, İstanbul ile tel hatlarının çoğu Geyve’den geçtiğinden, Geyve
santralinin askerlerce derhal işgal” 30 edilmesini bildirerek karşı önlemlerini
almıştı.
İtilâf
Devletleri’nin İstanbul’da giriştikleri keyfî uygulamalar, Avrupalıların
Türklere hangi gözle baktıklarını göstermesi açısından kayda değerdir. İnsanı
hayrete düşüren faaliyetlerini pervasızca yürütmekten çekinmiyorlardı.
Sükûn,
nizam ve asayişi sağlamak bahanesiyle İstanbul’u işgal edenler, bizzat
düzensizlik ve asayişsizliğin kaynağı haline geleceklerdi. İşgali
gerçekleştirdikleri sırada Galata köprüsü muhafaza memurlarından Şuayip
Efendi’nin Fransız askerleri tarafından öldürülmesi 31, daha şehri ilk işgal
ettikleri gün arabasına bindikleri bir arabacıyı döverek arabadan atan beş
İngiliz askerinin 32 davranışı ileride yaşanacakların da işaretiydi. Çamlıca
gibi şehre hakim tepelere mitralyöz ve makineli tüfekler yerleştirip 33, gayr-i
müslim unsurların şikâyetleri sonucunda müslüman halkın evlerinde aramalar
yaparak silah bulunan ev sahiplerini tutuklayan İngilizlerin 34 niyetinin pek
de halisane olmadığı anlaşılıyordu. Meskûn olduğunu bildikleri yerlerde bile
askerî manevra ve top atışı yapmaktan çekinmeyen İngilizler 35, müslüman
Türklere karşı İngiliz askerlerinin gerçekleştirmiş olduğu saldırılara dair
izahat vermekten dahi kaçınıyorlardı. 36
Gayr-i
müslim unsurların bu gibi şikâyet ve isteklerini yerine getirmede pek istekli
olduklarını gördüğümüz işgalcilere, azınlıklara mensup kişilerin yardımcı
olmaları da sık rastlanan olaylardandı. Kartal’da birçok evde arama yapan
İngiliz müfrezeleri Kartal bölük kumandanı İzzet Bey’in evini dahi aramaktan
çekinmemiş, iki tabancasına da el koymuştu. 37 Bu arama sırasında İzzet Bey
evden yüz metre uzakta tutulmuş ve İngiliz elbisesi giymiş iki Ermeni ve bir
sivil Türk’le bazı Hint askerleri de hazır bulunmuştu. 38
Yeşilköy’de
uçaklara tahsis edilmiş olan alanı korumakla görevli Senegalli Fransız nöbetçi
askerinin durmasını ihtar ettiği fakat dil bilmediği için anlamayıp durmayan
Mustafa adlı kişi açılan ateş sonucu ölmüştü. 39 Fransız Fevkalade Komiserliği
nezdinde yapılan girişimde, nöbetçilerin uçaklara tahsis edilmiş bu alana
kimseyi sokmamak hususunda kesin emir aldıkları, emirleri yerine getirmelerinin
tabiî olduğu bildirilerek, Osmanlı teb’ası nöbetçilerin ihtarına uydukları ve
saklanmak veya yere yatmak suretiyle yasaklanmış bölgeden geçmeye çalışmadıkça
bu gibi durumların tekrarlanmayacağı yolunda cevap alınmıştı. 40 İşgalcilerin
nezdinde müslüman Türklerin hayatının kıymet-i harbiyesi bulunmuyordu.
Kendi
aralarında ettikleri kavgalarla da şehrin asayişini ihlâl eden işgalciler 41,
halkın mal ve ırzına saldırmaktan da geri durmuyorlardı. 17 Mayıs 1920
tarihinde İngiliz polis memurlarından biri İçerenköy’de kasaplık yapan bir
Türk’ün kapısını kırarak evine girmiş ve karısına saldırmış, feryatlar üzerine
yetişen komşuların İçerenköy Jandarma karakoluna haber vermeleriyle, karakol
kumandanı beraberinde bir askerle gelerek İngiliz polisin silahını almış ve
tutuklayarak İngiliz Polis Kumandanlığına teslim etmişti. 42
Silâh
bulunduran ve taşıyanlara karşı tahammül göstermeyen işgalciler, İçerenköy,
Bostancı, Sahrayı Cedîd, Kısıklı mevkileri reji muhafaza memurlarına verilen
silah vesikalarının İngiliz kumandanlığınca da tasdik edilmesini istiyorlardı.
43 Yaptıkları aramalarda yalnızca silah ve cephaneyi değil işlerine gelen
birtakım eşyaları da çuvallara doldurup götürmekten 44 çekinmeyen işgalcilerin,
Tuzla’da halkın bayram münasebetiyle silah atması nedeniyle yaptıkları
aramalarda silâh ve mavzerlere el koymaktan başka, çorap, mendil, havlu gibi
eşyalarla ziynet altınlarını da aldıkları görülüyordu. 45 Üsküdar Bulgurlu’da
Hüseyin Ağaya ait ağıla gelen beş silahlı İngiliz askerinin tehditle yedi
Osmanlı altın lirası, yedi gümüş çeyreği ve beş adet yüz kuruşluk kağıt parayı,
bir gümüş saati ve bir tabancayı gaspetmeleri de 46 sıradan bir olaydı. Yabancı
askerlerin yollarda ne görseler avuçlayıp ceplerine atmak gibi alışkanlıkları
da vardı. İşportacıların arabalarını dağıtıp, kahkahalarla karışık küfürler
savuruyorlardı. 47 Resmen yağmacılık yapıyorlardı.
İngiliz
askerlerinin Ümraniye’de ezan okuyan bir müezzine ateş açmaları da 48 dinî
hoşgörülerinin seviyesini gösteriyordu. Gerekçe gösterilmeden tutuklamalar
yapılıyor 49, Kuvâ-yi Milliye’ye katılmalarından endişe edilen subaylar da
bundan nasiplerini alıyorlardı. 50 Kartal Bölük Kumandan vekili Haydar Efendi
ile kaza kaymakamı Hamid Bey’in İngilizler tarafından tutuklanıp hapsedildikten
12 saat sonra serbest bırakılmaları fakat tekrar tutuklanarak Dersaadet’e
sevkolunmaları 51 da keyfî uygulamalara bir örnek teşkil ediyordu. Bir yandan
asayişin sağlanması için Osmanlı makamlarından talepte bulunan, öte yandan
Jandarma karakollarını kuşatıp silahlarına el koydukları askerleri görevlerini
yapmaktan alıkoyan İngilizlerin 52, iyi niyetli olmadıkları açıktı.
3 Temmuz
1920’de Çubuklu’ya çıkarılan 800 kişilik bir Yunan müfrezesi iki gün önce
Beykoz’a çıkmış olan tahminî 3000 kişilik İngiliz askerleriyle birlikte
Dudullu’da İngiliz mıntıkasına taarruz eden Kuvâ-yi Milliye’ye karşı
savaşıyordu. 53 İstanbul’daki müslüman halkın Rum azınlığa karşı
hazırlandıkları bahanesiyle Yunanlılar tarafından Rumlara 3000 silah
dağıtılması 54 da Yunanlıların İstanbul üzerindeki emellerinden
vazgeçmeyeceklerine işaret ediyordu. İstanbul’dan başka Trakya üzerinde de hak
iddia ettiklerinin bir göstergesi de, Sirkeci istasyonundan Edirne’ye giden
tren yolcularının seyahat vesikaları Fransız zabıtasınca vize edildiği halde,
29 Haziran 1920 tarihinden beri Yunan konsolosluğundan da vize alınmasının şart
koşulmuş olmasıydı. 55
Asayişi
sağlamak bir yana aksine asayişsizliğe davetiye çıkaran işgalcilerin
uygulamaları sosyal hayatı da olumsuz yönde etkiliyordu. İşgal kuvvetleri
yoğunlukla Beyoğlu bölgesinde olmak üzere kışla, yabancı okul, hastane gibi
kurumlarla bazı otel ve özel binalara hukuk dışı yollarla yerleşmişlerdi. Üst
düzey İtilâf yetkilileri ve subaylar, beğendikleri bazı özel meskenleri zorla
tahliye ettirerek kendileri oturmuşlardı. 56 Bu uygulamalar neticesinde mesken
sıkıntısı had safhaya ulaşmış, “Ey gaddar ev sahipleri” başlığıyla ilanların
bile dağıtılmasına yolaçmıştır. İlanlarda, bundan sonra sahip oldukları evleri
kiraya vermek hususunda gaddarane davranacak olanların teşkil edilen komite
tarafından evleri yakılarak kendilerinin de meskensiz bırakılacakları ihtar
ediliyordu. 57
İtalya’dan
gelecek olan askerî kuvvetler için Sanayi-i Nefise mektebiyle Sıhhiye müzesinin
bir an evvel boşaltılması, Millî Ta’lim ve Terbiye Cemiyetine ait binanın da
polis tarafından sahibi buldurularak anahtarının aldırılmasının sağlanması aksi
takdirde Saraçhane anbarının işgal edileceği yolundaki 27 Nisan 1920 tarihli Sadaret
tezkeresi 58 de manidardı. Sıhhiye müzesine ait eşyalar nakledilecek başka yer
olmadığından müdüriyet binasının bir odasına konulmuş59, Sanayi-i Nefise
mektebinin de Eczacı ve Dişçi mekteplerine nakledilmesi kararlaştırılmıştı. 60
İşgalcilerin mektepleri ve müze gibi yerleri işgal etmeleri kamu düzenini de
bozuyor, olağanüstü şartlar nedeniyle zaten doğru dürüst yapılamayan eğitim ve
öğretimin aksamasına yolaçıyordu.
İngiliz
askerî kıtasına ait telefon tellerini kesmek maddesinden yargılanan ve ağır
hizmette istihdam edilmek suretiyle İngiliz Divan-ı Harbince altı ay
mahkumiyetine karar verilen Yakacıklı Muhammed Hakkı Bostancı hapishanesine
gönderilirken 61, ellerinde Polis Müdüriyet-i Umumiyesince tasdik edilmiş
İngiliz belgeleri olan gayr-i müslimler de işgalcilerle işbirliği yapıyorlardı.
62
Kartal’ın
Soğanlık köyünde hırsızlık, yaralama ve öldürme suçlarını işleyen iki İngiliz
askeri idamla cezalandırılmışlardı. İngiliz Karadeniz Orduları Başkumandanı bu
cezaları onaylamış ancak birini müebbed hapse çevirmişti. 63 Anlaşılan
hırsızlık, gasp, ırza tecavüz gibi suçları görmezden gelen İngilizler örtbas
edilemeyecek bu gibi durumlarda ceza vermekten kaçamıyordu.
İşgalcilerin,
Osmanlı askerî kıtalarından çeşitli tarihlerde aldıkları silahların mühim bir
miktarını Kağıthane’de Terkos Su Şirketi Kumpanyasına ait fabrikanın içi ve
dışındaki kuyulara atmış olması 64 bu silahların az da olsa bir gün kendilerine
karşı kullanılabileceği ihtimalinden ne denli çekindiklerini gösteriyordu.
İşgalcilerin
ve başta İngilizlerin Türklere karşı bu katı tavrı Yunanlılara da cesaret
veriyordu. Kadıköy’de ailesiyle birlikte seyahat eden Rüsûmat memuru Süleyman
Efendi’nin üç Yunan askeri tarafından elleri bağlandıktan sonra gözü önünde
ailesine tecavüz edilmesi hatta, “Yalnız sana değil Kadıköy’deki memurlarınıza
da aynı muameleyi yapacağız. Defolun buradan gidin; biz sizi birden
öldürmeyeceğiz. Her gün birer parçanızı kesmek suretiyle öldüreceğiz” 65
şeklinde tehditler savurmaları durumun vahametini gözler önüne seriyordu.
İngilizlerin Rumların ihbar ettiği evlerde aramalar yapmaları 66 tepki
topluyor, azınlıkların işgalcilerle işbirliği yapması hoş karşılanmıyordu.
İşgalden önce, 7 Eylül 1919’da İstanbul’a sahip olmak amacıyla “İstanbul Rum
Mebusları” adı altında 40 kişilik bir Rum parlamentosu oluşturan, gönüllü
olarak Yunan ordusuna katılan, çeteler kurarak müslüman halka, hatta
karakollara saldıran Rum azınlığın 67 işgalcilerle işbirliği yapması hiç de
şaşırtıcı değildi.
Tuzla’da
bir Yunan subayı ezan okuyan müezzine ateş ediyor, Yunanlıların mukaddesat-ı
İslamiye’ye hücum ve hakaretleri 68 ayyuka çıkıyordu. Müslüman halka saldırarak
yaralayan, feslerini yere atarak çiğneyen birtakım Yunan askerlerinin
bölüklerinden firar etmiş oldukları anlaşılıyordu. 69
İngilizlerin
Gebze’de kendilerine silah çekeceği korkusuyla bir çobanı dahi tutuklamaları 70
tam bir işgalci psikolojisi içinde olduklarını gösteriyordu. Yunan Bahriye
subaylarından Malamatini Dimitri’nin Maltepe’de cadde üzerinde havaya ateş açıp
kendisine müdahale etmek isteyen polislere de saldırmasından 71 sonra
götürüldüğü karakoldan kendisine İngiliz polisi süsü veren birisi tarafından
çıkarılmak istenmesi 72, daha önce İngilizlerin bu nevi müdahaleleriyle suç
işlemiş olan azınlıkların ve başkalarının karakollardan alınıp serbest
bırakıldıklarının da deliliydi. İngiliz himayesinde olmak her türlü tehlikeye
karşı bir zırh vazifesi görüyordu. Zincirlikuyuda Bahçıvan Kanber Ağanın evini
basan İngiliz jandarmalarıyla yanlarındaki büyük ihtimalle azınlıklara mensup tercümanları
73, Topçular mahallesinde oturan askeriyeden emekli Mustafa Beyin evini basarak
iki tabanca ve mermilere el koyanların İngiliz elbisesi giymiş olmaları 74,
hatta ve hatta içki içip din ve devlet aleyhine konuşan ve İngiliz istihbarat
memurları olduklarını söyleyen ve İngilizlerle bir ilgileri olmadığı anlaşılan
Cemal ve Muzaffer adlı kişilerin varlığı 75, hemen herkesin bu zırhtan
yararlanmak istediğine işaret ediyordu.
İngilizler
hemen her işe karışıyordu. İngiliz 84. Fırka Kumandanlığı Üsküdar Jandarma
taburuna mıntıkadaki asayişin temininde gösterdiği başarı dolayısıyla teşekkür
yazısı yazıyor 76, Umum Jandarma Kumandanı Mirliva Ali Kemal Bey de adeta
amirlerinden takdir almış bir memur gibi bunu Dahiliye Nezareti’ne bildirirken,
“ben de ayrıca takdir ve teşekkürlerimi sundum” 77 diyordu.
Gebze’de,
içlerinde iki de kadın bulunan 23 Rum’un Amasya ve Samsun ahalisinden olup, o
taraflardaki Rum ahalinin tehcirinden korkarak İstanbul’a iltica ettikleri ve
Kuvâ-yi Milliye’ye mensup olduklarını zannederek jandarma ile çarpıştıkları
için cezalandırılmalarının uygun olmadığı şeklindeki İngilizlerin telkini de 78
işgal İstanbulu’ndan ilginç bir diğer kesitti.
Rumların
babasına götüreceği yolunda kandırdıkları bir genç kızı Büyükada’daki Rum
yetimhanesine götürmelerine İngiliz polislerinin de yardımcı olması 79 gayri
müslimleri hemen her koşulda koruyup kollamak hususunda pek istekli olduklarını
tespit etmiş olduğumuz İngilizlerin karıştığı bir başka olaydı. Asayişi
bozanlar, işgalcilere sempati ile bakanlar olunca yakalanıp cezalandırılmaları
da mümkün olmuyordu. Ancak siyasî mülâhazalarla Malta’ya sürülmüş olan
kişilerden bazıları firar edince, bulundukları takdirde derhal tutuklanmaları
istenebiliyordu. 80
Gebze’de
Jandarma ile çatışan Rumlar cezalandırılamazken, bölgedeki Yunan kıtaları
müslümanların emvalini Rumlarla müştereken gasp ve karşı çıkanları kadınlara
varıncaya kadar sopalarla döverek süngüyle tehdit ediyor, Yunan asker ve
subaylarına selam durmaya zorluyorlardı 81. Yunan askerleri caddelerde yüksek
sesle “Ayasofya’yı alacağız, Türkleri kovacağız” diye şarkılar söylüyor 82 bu
da müslüman halkın duygularını incitiyordu. İşgalci askerler arasında meydana
gelen çatışmalar da, şehirdeki müslüman nüfus arasında yaralanmalara hatta
ölümlere yol açabiliyordu. 83
Taksim’de,
eski topçu kışlasındaki stadyumda yapılan spor müsabakaları dolayısıyla binaya
asılmış olan iki Osmanlı sancağının İngiliz ordusuna mensup resmî elbiseli iki
asker tarafından çekilip kopartılması ve hakaret edilerek yere atılması gibi
olaylar da 84, işgalcilerin Türklüğe bakış açılarını yansıtıyordu.
İtilâf
Devletleri memurlarının posta paketleriyle yurt dışına sikke ve külçeler
halinde altın kaçırmalarıysa 85 sahip oldukları sömürgeci zihniyetin maddî
çıkar sağlamak hususunda ne denli mahir olduğunu gözler önüne seriyordu.
11 Eylül
1922’de İstanbul’daki işgalciler askerlerini akşamın saat altısından sabahın
saat altısına kadar kışlalarında alıkoyma kararı almışlar ve Türk askerlerinin
de aynı uygulamaya tabi tutulmalarını istemişlerdi. 86 Herhangi bir çatışmaya
meydan vermemek amacıyla alındığını düşündüğümüz bu kararın, Türk ordusunun 9
Eylül’de İzmir’e girmesinden hemen sonraya rastlaması anlamlıydı. Tabiri
caizse, yolun sonuna geldiklerini anladıkları halde Türklere karşı düşmanca
tutumlarını değiştirmediklerinin örneklerini veren İngiliz askerleri, Ekim
1922’de müslüman halkın feslerini başlarından alarak hakaret etmiş, Üsküdar’da
bir evin penceresine asılmış olan Osmanlı sancağını kanca ile çekip ellerindeki
kılıçlarla parçalamışlardı. 87 Adeta utanılacak bir sıfatmışcasına “Sen Türk,
Türk” diye hitap ettikleri müslümanlara hakaret etmekten çekinmeyen İngiliz
askerlerinin88 tavrı münferit olarak nitelendirilmezdi. İngiliz askerlerinin,
mensubu oldukları orduya emir ve komuta edenlerden farklı bir zihniyete sahip
olduklarını düşünmek fazlaca iyimserlik olurdu.
Bütün bu
yaşananlara rağmen, Türk ordusunun kazandığı zaferi kutlayan müslüman Türklerin
yaptıkları millî gösteriler sırasında ölçülü davranan Türk güvenlik güçleri hiç
bir üzücü olayın meydana gelmesine izin vermemişlerdi. Terkos Rum
metropolidinin bu hususla ilgili olarak Polis Müdüriyetine gönderdiği teşekkür
yazısı 89, yine Tarabya Rumlarının benzer teşekkür yazısı 90 Türklere medeniyet
dersi vermek isteyenleri utandırmış mıydı bilinmez.
Türkleri
‘medenî’ saymayan ve eskiden beri onlara ‘medeniyet’ getirme iddiası taşıyan
Avrupa’nın büyük devletlerinin gerçek amacı yalnızca kendi çıkarlarını
korumaktı. Gerçekte, İstanbul’un ‘ikinci kez’ ve ‘resmen’ işgal edilmesinin hedefi,
çıkarlarını baltaladığını ve önlerinde büyük bir engel oluşturduğunu
düşündükleri Mustafa Kemal ve önderi olduğu millî hareketti91. İngilizler,
millî hareketin başarıya ulaşmasının yolaçabileceği olumsuzlukları düşünmek
bile istemiyorlardı. Onların tercihi, millî harekete düşman bir hükümetin başa
geçmesi ve millî hareketi bastırma yoluna gitmesiydi. 92 Sonuç olarak İstanbul,
çok acılar çekildiği halde “i’tidâlini” koruyabilme başarısını gösteren
Türklerin elinde kalacak, sürekli olarak ‘İstanbul’un Türklerin elinden
alınacağı iddiasıyla’ isteklerini kabul ettirme çabası içinde olan
emperyalistler amaçlarına ulaşamayacaklardı.
1 Harp
Tarihi Vesikaları Dergisi, S. 22, ves. 557; Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı
Günlüğü, C. II, Ankara 1994, s. 428; Notada Mustafa Kemal Paşa’nın ve
Kilikya’da meydana gelen hadiselerden ve tecavüzlerden sorumlu olduklarından
şüphe edilemeyecek olan ‘sözde milliyetçi hareketin’!!! diğer şeflerinin
Osmanlı hükûmeti tarafından hoş görülmediğinin belirtilmesi isteniyordu.
2 BOA, DH-KMS,
No: 59-1/48, lef 7. (11 Zilkade 1338); Posta ve Telgraf ve Telefon İdaresi iki
mitralyözle, İngiliz ordusuna mensup seksen, doksan kişilik bir bölük Hint
askeri tarafından işgal edilmişti. Telgraf idaresindeki yabancı kontrolü iki ay
sonra had safhaya ulaşmış, bu tarihte, alınan bütün şifre telgrafnamelerin
kendilerine teslim edilmesini istemişler ve telgrafnamelerin ait oldukları
makamlara kendi karargâhları tarafından teslim edileceğini bildirmişlerdi. Aynı
belge, lef 5.
3 Galip
Kemalî Söylemezoğlu, Yok Edilmek İstenen Millet, İstanbul 1957, s. 48-49.
4 Salâhi
R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. I, Ankara 1987, s. 205
5 Orhan
Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İstanbul 2001,
s. 81
6 Salih
Paşa, Osmanlı Senatosunda anayasa konularında ileri sürdüğü görüşlerle
tanınmış, “çok ahlâklı” bir insandı, ama Başbakan olacak nitelik ve yetenekten
yoksundu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb’e göre, Salih
Paşa, Türk tarihinde en talihsiz sadrazamdı; “karakter gücüne ve yeteneğe sahip
olmadığı gibi, uzlaşmanın imkânsız olduğu bir dönemde iktidara gelmişti.
Sonyel, a.g.e., s. 205. Ali Fuat’ın (Türkgeldi) anlattığına göre, sadareti
zorla kabul etmişti. Sadaret için davet olunduğunu anlayınca ağlamaya
başlayarak bunu kabul etmeyeceğini kesinlikle beyan etmiş; Ali Fuat, kabul
etmezse iktidara yine Damat Ferit’in getirileceği ve bunun doğuracağı acı
sonuçlara değinerek onu ikna etmiş ve zorla Padişahın huzuruna sokmuştu. Ali
Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1987, s. 257.
7
Söylemezoğlu, a.g.e., s. 49-50.
8 Bige
Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri, Ankara 1994, s. 64.
9 Bilâl
N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), C. 1, Ankara 1992, s. 410.
10 Aynı
yer, s. 411.
11
Alemdar, 15 Mart 1336, No: 453-2753
12
Zekeriya Türkmen, “İstanbul’un İşgali Ve İşgal Dönemindeki Uygulamalar (13
Kasım 1918-16 Mart 1920)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XVIII, S. 53
(Temmuz 2002), s. 361.
13 Salâhi
R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin
Türkiye’deki Eylemleri, Ankara 1995, s. 67.
14 Yahya
Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı Ve Fransız Kamuoyu, Ankara 1988, s. 96, 97, 99.
15
Türkmen, a.g.m., s. 363.
16 Bilge
Criss, İşgal Altında İstanbul, İstanbul 1994, s. 101.
17
Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara 1991,
s. 227.
18 Ünsal
Yavuz, “İngiliz ve Fransız Resmî Belgelerinde İstanbul’un İşgalini (16 Mart
1920) Hazırlayan Gelişmeler”, Belleten, LVI, S. 217 (Aralık 1992), s. 984.
19
Gösterilen yer, Yazar, “İstanbul’un işgalinde Ulusal Ant geçerli etken olmadığı
gibi, Maraş olaylarının ise, İngiliz diplomasisinin, işgal kararını
bağlaşıkları ile birlikte alabilmek için görüşme masasına getirerek, işgalin
hazırlayıcısı olan gerçek nedenleri gizlemekte ustaca kullandıkları bir politik
araç olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır” demektedir.
20
Alemdar, 17 Mart 1336, No: 455-2755.
21
Alemdar, 18 Mart 1336, No: 456-2756.
22
Alemdar, 19 Mart 1336, No: 457-2757.
23 Ergün
Aybars, “Millî Mücadele’de İngiliz Basını”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
IV, S. 12 (Temmuz 1988), s. 623, 624
24 İşgale
en çok sevinenlerin başında Ermeni ve Rum azınlıklar geliyordu. Azınlıkların
işgal karşısındaki tutumları için bkz. Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914-1923,
İstanbul 1996, s. 134-144.
25 Sina
Akşin, İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele Son Meşrutiyet, (1919-1920),
İstanbul 1992, s. 404-405, 410.
26 Aynı
yer, s. 406-407; Yazar, karşılıklı çatışma durumunun, bir kısım askerlerimizin,
söylendiği gibi, yatakta öldürülmüş oldukları gerçeğini değiştirmediğini de
belirtmektedir. Hâkimiyet-i Milliye yazarlarından Arif Oruç da 17 Haziran
1920’de yazdığı yazıda bu acıklı olayı dokunaklı bir şekilde hikâye etmişti. Yaralı
bir askerle konuşmanın nakledildiği yazı şöyle bitiyordu; “Zavallı gencin süngü
şerhalarından kan öbeklenen göğsü kabardı. Yavaşça göz kapaklarını indirdi.
-Yanıyorum efendi. İngiliz etti bunu… Ve sonra tebessüm etmeye çalışarak kanlı
elini Anadolu’ya doğru uzattı: -Ninemin yaşlı gözleri yollara bakar. Ona da
deyin ki… Bir saniye için koğuş sakinleşti. -Ona da deyin ki, Nasuh adlı
oğlunu, İngilizler yatakta süngüledi…” Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî
Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, Ankara 1992, s. 147.
27 Bilâl
N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Ankara 1985, s. 160-175.
28 Aynı
yer, s. 176; Yazar, İstanbul’un işgal edildiği haberini alarak Kâzım Karabekir
Paşa’nın yanına gelen Erzurum Valisi Reşit Beyin korku içinde “Acaba Rawlinson
da şimdi Erzurum telgrafhanesini işgal ile haberleşmeyi kontrol altına alırsa,
ne yaparız?” dediğinden bahsederek, Vali’nin, Erzurum’da 15 bin kişilik
kolorduya bir İngiliz yarbayının tek başına meydan okuyarak telgrafhaneye el
koyabileceğini düşünebildiğini belirterek Mustafa Kemal Paşa’nın böyle bir
yılgınlık hâli içerisinde bulunulan bir ortamda tutuklama emirlerini verdiğine
dikkat çekmektedir.
29
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, C. I, Ankara 1986, s. 556.
30 Akşin,
a.g.e., s. 425.
31 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 39/47, lef 2. (9 Şaban 1338); İşgal gecesi Galata köprüsü
altında telgraf tellerinin korunması için nöbet tutmakta olan 15. Nakliye
bölüğü askerlerinden Jakob Javel’in üç defa durmasını ihtar ettiği halde
durmayan Şuayip Efendi’yi öldürdüğü anlaşılıyordu. Yapılan soruşturma sonucunda
Şuayip Efendi’nin üzerinde yalnız ‘Köprü Muhafızı’ yazılı ceketi olduğu,
yabancı askerlerin işgal dolayısıyla saat 24’de geldikleri, bu gibi memurların
yabancı askerler tarafından tanınmadığı Polis Müdüriyeti’nden Dahiliye
Nezareti’ne bildiriliyordu. Aynı belge, lef 1.
32 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 35/42. (26 Cemâziyelâhir 1338)
33 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 35/43. (26 Cemâziyelâhir 1338)
34 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 36/32. (7 Receb 1338); Gayr-i müslimler, dörtyüz kişilik bir
İslam çetesinin Fener’e gelerek köyün gayr-i müslim ahalisini katl ve evlerini
yakacakları şeklinde şikâyette bulunmuşlardı.
35 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 36/39. (8 Receb 1338)
36 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 36/40, lef 2. (8 Receb 1338)
37 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 37/13. (16 Receb 1338)
38 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 38/7, lef 2. (21 Receb 1338)
39 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 36/64, lef 1. (14 Receb 1338)
40 Aynı
belge, lef 2.
41 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 38/27. (25 Receb 1338); Beyoğlu’nda gezen üç sarhoş İngiliz
askerine müdahale eden İngiliz polisleri ile aralarında çıkan kavgada kurşun ve
kasaturayla yaralanmalar olmuş, yaralılar İngiliz hastanesine nakledilmişlerdi.
42 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 40/74. (29 Şaban 1338)
43 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 41/9. (3 Ramazan 1338)
44 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 41/34. (12 Ramazan 1338)
45 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 42/16. (6 Şevval 1338)
46 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 43/1. (18 Şevval 1338)
47 Malik
Aksel, İstanbul’un Ortası, Ankara 1977, s. 137.
48 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 42/43, lef 2. (11 Şevval 1338)
49 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 42/60. (16 Şevval 1338); 3 Temmuz 1920’de İstanbul valiliğinden
Dahiliye Nezareti’ne yazılan yazıda Kartal kazası kaymakamının bilinmeyen
sebeplerden dolayı İngilizler tarafından tutuklandığı bildiriliyordu.
50 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 42/71, lef 1. (7 Şevval 1338); Dahiliye Nezareti’nden Sadaret’e
yazılan yazıda, Maltepe Tayyare Endaht Mektebi zabitanının evleri ve üzerleri
arandıktan sonra İngiliz ordusundaki Hint askerleri tarafından
tutuklanmalarının bu zabitlerin Kuvâ-yi Milliye’ye katılarak kendileri
aleyhinde bir harekette bulunmalarını önlemek amacı taşıdığı bildiriliyordu.
51 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 43/7, lef 1. (18 Şevval 1338)
52 BOA,
DH-KMS, No: 50-3/35, lef 11. (22 Receb 1338)
53 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 43/10. (19 Şevval 1338)
54 BOA,
DH-KMS, No: 49-2/74, lef 1. (13 Rebiyülâhir 1339)
55 BOA,
DH-KMS, No: 59-1/40, lef 2. (16 Şevval 1338)
56 Mehmet
Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, Ankara 1998, s. 4; Eserde,
‘Kamuya ve Kişilere Ait Binaların İşgali’ s. 11-18 başlıklı bölümde İtilaf
Devletlerinin sözkonusu binaları işgal ederken sergiledikleri keyfî davranışlar
belgelerle ortaya konulmaktadır.
57 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 44/88. (27 Zilkade 1338)
58 BOA,
DH-KMS, No: 49-2/72, lef 10. (10 Şaban 1338)
59 Aynı
belge, lef 11.
60 Aynı
belge, lef 14. İtilaf kuvvetlerinin bu keyfî mesken işgallerinin hanedan
mensuplarına kadar ileri götürüldüğüne dair ayrıntılı bilgi için bkz.
Türkgeldi, a.g.e., s. 175-176.
61 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 46/8, lef 1. (6 Muharrem 1339)
62 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 46/20, lef 2. (13 Muharrem 1339); Elinde bir İngiliz belgesi
olan ve tercümanlık yapan Filipos adlı Ermeni tercümanın, Maltepe karakol
kumandanı ile eşraftan dört kişinin tutuklanmalarına öncülük ettiği
anlaşılıyordu.
63 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 49/44, lef 1. (20 Rebiyülâhir 1339)
64 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 51/39, lef 1. (22 Cemâziyelâhir 1339)
65 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 53/11, lef 3. (5 Şaban 1339)
66 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 53/37, lef 14. (22 Şaban 1339); Belgede şöyle deniyordu; ‘sırf
Fener Rumlarının eser-i teşvikatı üzerine mükerreren bu yolda icra-yı
taharriyatta bulunulması ma’sum ve bî-günah olan ahali-i İslamiye üzerinde pek
fena tesîr hâsıl eylemekte ve istirahat-ı umumiyeyi de selb etmekte olmasına
binaen…’
67
Sabahattin Özel, “Millî Mücadele’de Yunanistan Ve Fener Rum Patrikhanesi’nin
İstanbul’daki Faaliyetleri Ve Atatürk’ün Patrikhane Konusundaki Görüşleri”,
Askerî Tarih Bülteni, S. 40, (Şubat 1996), s. 3, 6, 7.
68 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 53/80, lef 2. (23 Ramazan 1339)
69 BOA,
DH-KMS, No: 60-1/81, lef 7. (20 Receb 1339)
70 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 55/22, lef 3. (19 Zilkade 1339)
71 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 56/41. (17 Muharrem 1340)
72 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 56/44. (17 Muharrem 1340)73 BOA, DH-EUM-AYŞ, No: 56/55, lef 1.
(22 Muharrem 1340)74 BOA, DH-EUM-AYŞ, No: 56/65. (28 Muharrem 1340)
75 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 56/72. (1 Safer 1340)
76 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 56/95, lef 2. (12 Safer 1340)
77 Aynı
belge, lef 1.
78 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 57/77, lef 6. (15 Rebiyülevvel 1340)
79 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 57/81, lef 2. (21 Rebiyülevvel 1340)
80 BOA,
DH-KMS, No: 61-2/22, lef 2. (12 Muharrem 1340)
81 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 58/20. (9 Rebiyülâhir 1340)
82 BOA,
DH-KMS, No: 60-3/4, lef 2. (5 Zilhicce 1339)
83 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 62/76. (17 Zilhicce 1340)
84 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 62/77, lef 1. (18 Zilhicce 1340); Her ne kadar bu iki asker
Divân-ı Harb’e verilmişse de bunun tabiri caizse ‘zevahiri kurtarmak’
kabilinden olduğu düşünülebilir.
85 BOA,
DH-KMS, No: 61-2/38, lef 2. (8 Rebiyülevvel 1340)
86 BOA,
DH-KMS, No: 62/44, lef 3. (20 Muharrem 1341)
87 BOA,
DH-KMS, No: 62/65, lef 8. (13 Safer 1341)
88 Aynı
belge, lef 4.
89 BOA,
DH-EUM-AYŞ, No: 63/41, lef 2. (25 Muharrem 1341)
90 Aynı
belge, lef 1.91 Akşin, a.g.e., s. 416.92 Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde
Atatürk (1919-1938), C. I, Ankara 1992, s. 469