Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Son Kabadayı Çakıcı


SON KABADAYI
ÇAKICI

EYÜP SEYREK

Son Kabadayı Çakıcı

Eyüp Seyrek

İstanbul, 2018

SON KABADAYI
ÇAKICI

EYÜP SEYREK

3

İÇİNDEKİLER

Kabadayının Anlamı 7

Çakıcı İlginç Bir Evlilik Yapıyor 21

Firar  27

Çakıcı Yakalandı 29

Çakıc’ı Türkiyede 37

Alaattin Çakıcı Serbest 41

Alaattin Çakıcı, Özgür Kalır Kalmaz Annesine Gitti 45

Erol Evcil 49

Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil

Arasında Geçen Görüşmeler 85

Firar Günlükleri  121

Yargıtay, Çakıcıya Verilen Hapis Cezasını Onadı 133

İyi Havadis Yok Abi  137

Çakıcı İşte Böyle Kaçtı 147

Kom Daire Başkan’ı Raporu 157

Alaattin Çakıcı Türkiye’ye İade Ediliyor 173

Çakıcı 5 Ay Sonra Geldi 179

Çakıcı Hakkındaki Diğer Bilgi ve İddialar 187

Alaattin Çakıcının 35 Vukuatı 191

Çakıcı: Son Kabadayıyım 195

Yargı Süreci 203

Benim Adım Alaattin Çakıcı 209

Kaynakça 216

KABADAYININ ANLAMI

Kabadayı” sözcüğü genellikle “cesur, gözüpek, iyi döğüşen, kendine özgü namus ve ahlak kurallarının dışına çıkmayan kişi” için kullanılır.

Osmanlılar döneminde, özellikle büyük kenderde ve tabii İstanbul’da her semtin, her mahallenin nam yap­mış bir kabadayısı vardı.

Kabadayılar ağırbaşlı, saygılı, kötülükten kaçman ve anlaşmazlıkları çözüme bağlayan kişiler olarak tanınırlardı.

Bunlar kendilerini mahallenin esenlik ve düzeninden sorumlu sayar, mahalle sakinlerinin sorunlarını çözüm­lemek için çaba gösterir, genç kızları ve kadınları korur, delikanlıların kötü alışkanlıklar edinmelerini, yanlış dav­ranışlarda bulunmalarını önlemeye çalışırlardı.

Esnaflık yapanları da vardı. Kabadayılar, mahallenin önde gelen, hatırlı kişileri tarafından da korunup kulla­nırlardı. Çoğu hiç silah taşımaz, gerektiğinde yumruk­ları ya da “Osmanlı tokatlan” ile döğüşürlerdi.

Osmanlı’da kabadayılık ve külhanbeylik, efendi kaba­dayılar, tulumbacı kabadayılar ve külhanbeyler olarak sı­nıflandırılmıştır. Bu kişiler efendidirler ve kendilerine göre uydukları örf adetleri vardır. Giyinişleri ile normal bir kim­seden farkları olmayıp, silahlarını gizlemek için pardösüsüz gezmezlerdi. Zayıf ve ahlaklı kimseleri korurlar, aksi yönde olanları ise ilk fırsatta yok ederlerdi. Topkapı, Mevlanakapı ve Çeşme meydanı meşhur kabadayıların mekanı idi. Tulumbacı kabadayılar yalnız yangınlarda görünürlerdi. Çatışmaları ise tamamen takımları arası rekabetten ileri gitmezdi. Bunların arasında bir de Rum kabadayıları vardı ki, kasa hırsızlığı yaparlardı.

Külhanbeylik ise ilk olarak Gedikpaşa hamamında türemiştir. İşsiz takımı bu hamamda zorla gecelerler, üs­telik rahat durmaz, müşterilerin yükte hafif pahada ağır eşyalarını da çalarlardı. Eşyası çalınan kişi şikayet etti­ğinde de “hamama girerken sende böyle bir şey yoktu” derler bir de temiz bir dayak atarlardı. Zamanla şehre ya­yılan ve daha ziyade soyguncu olan bu tiptekileri ise ka­badayılar asla yanlarına yakıştırmazlardı. Külhanbeylerinin geneli, polisle aralarını iyi tutar, menfaatleri icabı kendileri gibileriyle dalaşırlardı.

Kabadayıların en meşhur simaları Kadırgalı Kör Emin: Galata gümrüğünde görevliyken, görevinden alın­mış ve kendini iyice bu hayata vermiştir. Beyoğlu mu­hitine nam salan Kadırgalı Kör Emin, zamanın meş­hur hırsızlarından Panani’yi bir bıçak darbesi ile solak etmiştir. Haddehaneli Arap Hulusi’yi arkadaşının ya­nında, içki masasında tokatlayarak ağlatmış ve yine bu kişi tarafından o gece başka bir mekânda tabanca ile vu­rulmuştur. Ölürken de kendisi vuranın ismini isteyen polise “sağ kalırsam tahkikatı ben yaparım” demiştir. Kavanoz Mehmed: Eyüplüdür, kavgalarda karşı taraf­tan gelen sandalyeleri ustalıkla kapıp karşı tarafa iade etmesi ile meşhurdur.

Çerkez Arif: Trabzonlu Hasan Kaptanın oğludur. İyi nişancı olup, tokatının önünde kimse duramazdı. Fehim Paşa’nın baş silahşörü olmakla beraber, Çerkez Arif’in tam olarak ne işle meşgul olduğunu kimse bilmezdi. Küçüksu çayırında bir köşkte otururdu. Yine bir kabadayı olan Matlı Mustafa tarafından vurularak öldürülmüştür.

Ziya: Çerkez Arif’in kardeşidir. Abisini öldüren Matlı Mustafa’dan intikamını almış, Sinop hapishanesinde bir müddet kalmıştır. Ziya, siyasi entrikalara karışmış bir ka­badayıydı. Sadrazam Mahmut Şevket Paşayı kurşunla­yanlardan biri de Ziyadır ve bu suçundan dolayı idam edilmiştir.

Laf Tufan: Aslen Rizeli olduğu halde memleketinde ona Kürt Tufan derlerdi. İstanbul’da çok sayıda öldürme ola­yına karışmıştır. Sinop’ta jandarmalar tarafından öldürüldü. Tıflıbozzade Kahraman: Sultan Abdulhamid devrinin sonlarında “On İkiler” diye maruf Aksaray kabadayıla­rının reisidir.

Arap Abdullah: Süleymaniye Sancağından olup as­len Kürt’tür ancak ona esmerliğinden dolayı Arap Ab­dullah denilmiştir. Kabadayılar arasında “Abu” diye anı­lan Arap Abdullah’ın Kamil adında bir de ağabeyi vardı. Babaları onları okumaları için İstanbul’a göndermiş Ka­mil okuyup Beyrut Gümrük Nazırı olmuş ancak Arap Abdullah kabadayı olup çıkmıştır.

Eskiden her mahallenin bir kabadayısı vardı. Kimi­lerine göre Tophane saldırısının bir sebebi de mahalle­nin bu adabının bozulmasıydı. İşte yiğit kabadayıların yerini devletle kol kola girmiş mafya babalarına bırak­masının öyküsü...

Racona uymayan düelloya Haklarım gözettikleri ma­halle sakinleri ile iyi geçinirlerdi. Polisle başları sürekli dertteydi, ancak polisle ilişkileri her iki tarafın çıkarla­rına uygundu. Kabadayı semtin içişlerini kendi usulle­rine göre yönetmekte serbestti, karşılığında ağır suçlarda polise yardım etmekle yükümlüydü. Cezaevi onlar için yeraltı hayatının kurallarım öğrendikleri bir okuldu, ne kadar yatarlarsa o kadar itibar görürlerdi. Çoğu iyi içer ama kontrolünü kaybetmezdi. Gece hayatında şehrin ünlü “yosma”larıyla takılırlardı. Aralarında bir anlaş­mazlık olduğunda racon keserlerdi, yani kendilerinden yaşlı ve bilge bir kabadayı her ikisini de dinler, kimin haklı olduğuna karar verirdi, genelde karara kimse iti­raz etmezdi, ancak eğer ederlerse tek seçenek vardı: Dü­ello. Bir kabadayı için en kötü şey ise “madara” olması, yani itibarım kaybetmesiydi.

O devirlerde külhanbeyler makbul sayılmazdı, hatta kabadayılar birini küçültmek isterlerse “külhanbeyi” der­lerdi. Sermet Muhtar Alus “30 Sene Evvel İstanbul” kita­bında tulumbacıların kendilerine has kıyafetleri, argoları ve tavırları olduğunu yazıyor: “Sıfır kalıp, dar Beyoğlu, vişne çürüğü fes. Tepede ve yanlarda perçemler. Yakası büzme, omuzdan ilikli mintan. Kısa, dar ceket. Yenle­rin içlerinde mor kadife. Yün kuşak. Bol pantolon. Yu­murta ökçe ayakkabı yahut şıpıdık. Omuza asılmış sal­dırma veya belde kama. Ara sıra notasız bir sesle veyahut ıslıkla bir türkü ara nağmesi mırıldanmak. Sık sık, sol kolunu kıvırıp arkasından fıskiye gibi tükürüş.

İstanbul’un en eski kabadayıları

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yönetimin sert uygula­malarından kabadayılar da etkilendiler ve 1940’lara dek sesleri çıkmadı. Ancak 50’lerde yine özellikle İstanbul’da adları duyulmaya başlandı. Eski Emniyet Müdürü Er­doğan Ahveren, 1950’lerdeki kabadayıları şöyle hatırlı­yor: “Şişli’de meydana bakan bir apartmanın kapısında kahve ocağı işleten ‘apartman’ Mustafa, Kürt îdris, Kur­tuluş’ta kahvehanesi olan Tatavlalı Niko, Kasımpaşah Ah­met ve Vezneciler’de kahvehane işleten Arap Nasri gibi şahıslardı. Terlikçi Ahmet’in Meyhanesi de bu kabada­yıların toplanıp içki içtiği yer idi.”

İstanbul’un ilk “baba”sı Ateşli silahlar yeraltı dünya­sını kaçınılmaz olarak değiştirdi ve kabadayı, “baba”ya dönüşmeye başladı. Ancak elbette bu geçiş hemen olmadı. “Babalar Senfonisi” kitabının yazarı gazeteci Engin Bilginer’in “İstanbul’un ilk babası” dediği Oflu Hasan, 50’li yılların en güçlü kabadayılarından idi. 1950’lerde Topha­neli Araplar ile Galatah Lazlar arasında, çok ölü ve yara­lıya mal olan çete savaşında racon kesmiş ve anlaşmazlığı bitirmişti. 1968’de ölen Oflu Hasanın cenaze töreninde 20’ye yakın Emniyet müdürü, 50 polis şefi, CHP’li Ça­lışma Bakanı Ali Rıza Uzuner ve devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın oğlu Kaya Sunay’ın gönderdiği çelenk vardı. Kent şövalyeliği yerini ülke çapında yöneticilerle bağlantı içerisinde olan “baba” figürüne bırakıyordu.

Adı ve Soyadı: Alaattin Çakıcı

Baba Adı: Ali

Anne Adı: Şakire

Doğum Tarihi: 20.01.1953

Doğum Yeri: Trabzon

Nüfusa Kayıtlı Olduğu Yer:

Mahalle/Köy: Trabzon-Arsin

Fındıklı Köyü

Cilt No: 011/04

Sayfa No: 2

Kütük No: 57

 

Alaattin Çakıcının babası Ali Çakıcı. Zonguldak’ta gurbetçi olarak çalışırken, birini vurup, cezasını yatıp çıktıktan sonra, kan davası güden basımlarından birini Trabzon şehir meydanında yaralayınca ailesini toplayıp 1957 yılında İstanbul’a göçtü.

Ali Çakıcı da bileğine kuvvetli, gözü kara biri ola­rak ün yapmıştı... Dönemin ünlü kabadayıları arasında onun da adı ilk sıralarda geçiyordu...

Alaattin Çakıcı, henüz 4 yaşındaydı. Gültepe’de bir kahvehane açan Ali Çakıcı’nın adı, Gültepe’de Kürt Hasan olarak bilinen Ali Bozdoğan, Kağıthane’de Tahsin Çakıroğlu nam kabadayılarla birlikte anılırdı.

Ali Çakıcının en sevdiği varlık ise, onca çoluk çocuk arasında en fazla yaramaz Alaattin idi... Alaattin, daha ilkokul sıralarında ikide bir kavga çıkartması, kendisin­den yaşça büyüklerle bile döğüşmekten çekinmemesiyle yakınlarına, öğretmenlerine illallah dedirtmiş, bu yüzden bir iki kez okul değiştirmek zorunda kalmıştı... Küçük Alaattinin bir özelliği ise, kavgacılığı kadar zeki, akıllı ve de soğukkanlı oluşuydu...

Alaattin Çakıcının yaşı 16-17’ye geldiğinde, onu Gültepe semtinde hemen hemen büyük küçük herkes tanı­yordu...

Alaattin’in yaramazlıkları askerdeyken de sürüp gitti. Bu nedenle vatani görevlerini yurdun çeşitli yörelerinde yapmak mecburiyetinde kaldı. Zira her vukuatının ar­dından bir başka yere sürgüne gönderilip durdu. Git­tiği yerlerden biri de sınır ilimiz Edirne idi. İlginç bir raslantı Alaattin Edirne’de askerlik görevini ifa ederken babası Ali Çakıcı’da, bir cinayeti azmettirme suçundan dolayı Edirne Kapalı Cezaevinde yatmaktaydı. O sıra­larda mahkûmlardan biri, Ali Çakıcıyı bilinmeyen bir nedenden dolayı şişle hafif yaraladı. Mehmet adındaki mahkûmun bu eyleminden dolayı aldığı karşılık ola­ğanüstü ağır oldu. Edirne Canavarı Mehmet diye anı­lan mahkûm, Alt Çakıcının tayfası olduğu öne sürülen

Hızır adlı biri tarafından cezaevinde kıstırıldı ve iki ba­cağı birden kırıldı!..

Alaattin Çakıcının askerden tezkere alması, İstanbul Gültepe’de bir “Kahvehane” işletmeye başlaması, ülkü­cülüğü benimseyerek Ülkü Ocakları ile haşır neşir ol­maya başlaması, 12 Eylül 1980’in hemen öncesi yıllara rastlar. O dönemde, tüm yurt sağ-sol diye iki zıt kampa bölünmüş, birbiriyle kıyasıya çatışmaktadır. Çakıcı, sağ cenahta, Ülkücüler’in saflarına mevzilenmiştir ve çıkan çatışmaların hemen hepsinde “önemli işler” yapmaktadır. Ve kısa sürede Gültepe semtinin büyük kesiminde sadece Ülkücüler’in borusu öter duruma gelmiştir.

Alaattin Çakıcının geniş ailesinde zaten Ülkücü ol­mayan hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle “Çakıcı Ai­lesi” tüm fertleriyle birlikte sol militanların boy hedefleri haline geldi... Nitekim, Alaattin’in amcasının oğlu Ne­cati Çakıcı Gültepe’deki dükkânında TÎKKO mensubu solcu militanlar tarafından katledildi. Tarih, 18 Eylül 1978’i gösteriyordu... TÎK-KO militanları, aynı tarihte işi daha azıtarak Çakıcının çok sevdiği küçük kardeşi Gamzeyi bile vurup üzerine benzin dökerek yakmak is­tediler. Ama, bir mucize eseri küçük Gamze bu olaydan hafif yarayla kurtuldu... Ancak, solcuların Çakıcı ve ailesi efradına karşı giriştikleri saldırıların ardı arkası bir türlü kesilmedi. Evler, iş yerleri kurşunlandı, bombalandı...

Alaatin Çakıcı yıllar sonra verdiği bir röportajda; 28 yaşındaki amcaoğlum Necati’yi Gültepe’de ki dükkâ­nında solcular öldürdüler. Günlerden 18 Eylül 1978’di. Aynı gün kızkardeşim Gamzeyi kurşunlayıp, üzerine ben­zin dökerek yakmak istediler, şans eseri ölümden döndü. 1979’da Şişli’de bana 5 kurşun sıktılar, zor kurtuldum. Mayıs 1980’de yine solcular babamı öldürdüler. Benim gibi delikanlı olan, ikide bir cezaevine düşen babamın ölümü beni çok yıktı. Sonra, bu dünyanın içinde yoğrul­maya başladım. Ülkücülerin Şişli bölgesi sorumlusu ol­duğum iddiasıyla sık sık gözaltına alındım. Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki, esrar, eroin gibi uyuş­turucu işlerine hiçbir zaman bulaşmadım. Çünkü bu iş, p...likle, vatan hainliğiyle eşdeğerdir benim için. Ermeniler yönetir. Bu işlere bulaşmadan adımı duyurduğum için düşmanlarım çoğaldı. Ölümden korkmak imansızlık­tır. Ben imansız olmadığım için ölümden korkmuyorum.

Ali Çakıcı nın tek kurşunla öldürülmesinin Alaat­tin Çakıcı üzerinde etkisi büyük olmuştur. Bu olaydan sonra Dev-Sol lideri Dursun Karataş ve İbrahim Bin­göl’e karşı kin besledi.

Mitte çalışmaya başladığı yıllarda yurtdışı operas­yonlarına katıldı. Mit’çi Ataç yaptığı bir röportajda Ça­kıcı Dursun Karataş operasyonunu anlattı;

MÎT’in DHKP/C lideri Dursun Karataş ‘a yönelik operasyonunda Çakıcı görev aldı mı?

ATAÇ - MIT’in Karataş’a yönelik bir operasyonu ol­madı. Karataş’ın bugüne dek neden yakalanmadığını ve operasyon yapılmadığını anlamış değilim zaten. Çakıcı geldi. "Dursun Karataş benim kişisel hedefim, sizden sadece bilgi istiyorum” dedi. Talebi kabul edildi. Sön­mez Koksal’ m bilgisi dahilinde Karataş’ın peşine gitti.

Belkide babasının intikamını alacaktı. Alaattin Ça­kıcı, 1994 sonlarında “DHKP-C önderi Dursun Karataş’ın yerini tesbit etmek... mümkünse öldürmek” için alarak Hollanda’ya gitti.

12 Eylül darbesi sonrasında açılan MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında yargılandı ve 41 kişinin ölümün­den sorumlu tutuldu.

1982 yılında tahliye olunca etrafına topladığı arka­daşlarıyla önce “kumar borcu tahsilatın” girişen Çakıcı, sonrasında işadamlarından haraç almaya başladı.

1984 yılında senet tahsilatı işleriyle uğraştı. Bu faali­yetleri nedeniyle yavaş yavaş tanınmaya başlandı. Senet tahsilatı çalışmaları sırasında ülkücülüğünü öne çıkar­ması sebebiyle ‘ülkücü mafya’ kavramının yerleşmesine neden oldu. İmzası ise belden aşağı sıkılan kurşundu.

Ancak Asıl şöhretini gece alemlerinde kazandı. Medyatik eylemler yaptı. Gece klüplerine 10-15 kişi olarak gi­diyor, 4-5 masa birden işgal ediyordu.

Bazen masanın yerini beğenmeyip hır çıkaran, bazen de istediği şarkının söylenmemesine kızan Çakıcı, adam­larına verdiği talimatla eğlence yerini dağıttırıyordu. El­bette asıl amacı eğlence yerinin haracını almaktı. Nitekim 1983 yılında Golden Key adlı eğlence yerinin sahibinden haraç isteyen Çakıcı, sahnedeki şarkıcının sözlerine si­nirlenip mekanı dağıttırmıştı. Sahnede bulunan sanatçı Kadir Soyer, Benim için önce Allah peygamber ve karım gelir” deyince sinirlenen Çakıcı, gayri meşru bir çocuğu olduğunu bildiği türkücü Gönül Önerin Allah ve Pey­gamberle bir tutulmasına çok kızmıştı. Kendisi Golden Key’in sahibi Aydın Sayağ’ı döverken adamları mekanı dağıtmıştı.

— Duydun mu, dün gece Şişlideki bir gece kulü­bünde şarkıcının teki Alaattin’e yamuk yapmış...

Eee, sonra?

Sonrası var mı? Çakıcı hemen Beykoz’u çakmış yanındakilere, “Çizin şunu!” diye...

Sonra?

Ne sonrası?.. Şarkıcı şimdi hastanede... Traş olur­ken yüzümü kestim diye gitmiş...

Bir başkası:

— Kulüp sahibi Çakıcıyı “Benden haraç istiyor!” diye savcılığa şikâyet etmiş...

Sonra?

Sonra ne olacak, tabii ki şikâyetini kanıtlayacak bir şey gösterememiş ve en sonunda kuzu kuzu götürüp vermiş istenileni!

Ve bir başkası:

Biliyor musun dün gece gittiğim barda ne oldu?

Ne oldu?

Çakıcı ile adamları geldiler...

Eee?

— Çakıcı, “Çırpınırdı Karadeniz’i istedi... Ama barda bunu çalıp söyleyecek birileri yoktu... O zaman da Ça­kıcı bir başka parçayı istedi çalınması için disjokeyden... Ama üstüste beş kez çalınmasını istedi... Disjokey de çalamam efendim dedi..

— Sonra?

Çakıcının istediği parça ûstüste beş kez çalındı... Disjokey ise hastanede... Sanırım, iyileşmesi için bir hafta filan orda kalması gerekiyormuş... Adam, korkudan kim­seden şikâyetçi olmamış, çok sarhoştum, merdivenlerden yuvarlandım demiş...

Çakıcı hakkında öne sürülen iddiaların ardı arkası kesilmiyor, bunlara her gün bir yenisi ya söylenti ya da düpedüz gazete haberi olarak ekleniyordu...

Adı “Hayali İhracatçıların Babası” na çıkmış olan Turan Çevik’i haraca bağladığı, Nükhet Durunun eski sevgilisinin dükkânım kurşunlattığı, o zamanki FB yö­neticisi Vefa Küçük’ün yazıhanesini bastığı, Ankara’da Türkeş’in aleyhinde konuşmaya yeltenen bir ünlü kaba­dayının kafasından aşağı bir bardak rakıyı boca ettiği bunlar arasındaydı...

İhracatta vergi iadesi adı altında yüzde 40’a kadar va­ran ödemeler yapan devleti soyan hayali ihracatçılardan haracını tahsil eden Alaattin Çakıcı, bunların arasmdakilerin en ünlüsü olan Turan Çevik’ten de payım almıştı. Çevik’ten her ay 10 milyon lira alan Çakıcı toplam 160 milyon lira tahsil etmişti.

Çakıcı, Kulüp 85, Elma Kabare, Maksim gibi eğlence yerlerinde kazandığı ülkücü mafya namını başkent An­kara’da sürdürme niyetindeydi. Haydar Koç, Kürt İdris ve İnci Baba gibi kişiler ise, Ankara’da etkinlik kazan­maya başlayan Alaattin Çakıcı’nın faaliyetlerini yakın­dan izliyorlardı. Ancak o dönemde yapacakları çok fazla bir şeyleri yoktu. Çünkü Çakıcı MIT ile irtibatlanmıştı.

Yeraltı dünyasının ünlüleriyle zaman zaman kapı­şan Alaattin Çakıcı, asıl gücünü MIT ile ilişkileri sa­yesinde sağladı. Türkiye’nin Dev-Sol ve PKK terör ör­gütleriyle mücadele ettiği dönemde, 1986 yılında, MIT Müsteşar Yardımcılığına getirilen Hiram Abbas’ın daha sonra Kontreterör Dairesi olan Güvenlik Daire Başkan­lığını kurması, Alaattin Çakıcı’nın hayatını da yakın­dan etkileyecekti.

Alaattin Çakıcı tekrar gece hayatında boy göstermeye başladı. Kendine ayrılan masayı beğenmediğinden dolayı Çubuklu 29’un sahibi Metin Fadıllıoğlu’nu yere yatır­dıktan sonra üzerine kovayla su döktüğü nedeniyle ifade verdi. 1990 yılında ise adamlarıyla gittiği Kabarede olay çıkarıp, arkasında darmadağın bir eğlence mekanı ve ka­pıda bir kurşun deliğiyle iki boş kovan bıraktı. 1990 yı­lının Ekim ayında Muazzez Abacının sahne aldığı Mak­sim Gazinosunda “Gala” gecesinde havaya ateş etmekten yakalandı. Ortaköy Memo’s ta bir kişinin yaralanması nedeniyle tutuklandı.

ÇAKICI

İLGİNÇ BİR EVLİLİK YAPIYOR

/% rtık babalar âleminde nâmı iyiden iyiye \ yürümüş olan Alaattin Çakıcı ile zamanm en ünlü babası Dündar Kılıç’ın arası, elbette ki rekabet, sen ben çekişmesi gibi nedenlerle ada­makıllı açıldı. Çakıcıya göre Kılıç ununu elemiş, eleğini duvara asmıştı, artık onun modası geçmişti... Üstelik iki­sinin de zihniyeti, dünya görüşleri birbirleri ile taban ta­bana zıttı. Dündar Kılıç sosyal demokrat denilebilecek bir kafa yapısına sahipken Alaattin Çakıcı sıkı bir sağcı, dahası ülkücü idi... Çakıcı-Kıhç kapışması giderek bü­yüdü ve gazete sayfalarına yansıdı... Dündar, Alaattin için “Saygısız!” derken, Alaattin de onun için “Demode... Es­kiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı” diyordu... Çakıcı kendisine artık adamakıllı güveniyor, adının et­rafa korku saldığım bile bile pervasız adımlar atıyordu...

Çakıcının böyle davranmasının bir nedeni de “MIT ile mevcut ilişkileri” şeklinde yorumlanıyordu... Yoğun söylentilere göre, Çakıcı birçok konuda “MİTin bir adamı gibi” hareket ediyordu. Onun bu kuruluş ile ilişkisi olduğu yolunda gerçekten birçok kuvvetli emare, hatta kanıt da yok değildi. Nitekim o dönemlerde bir MIT elemanı ol­duğu bilinen eski BJK Başkam Süleyman Seba nm baş­kan seçildiği kongrelerden birinde güvenliği Alaattin Ça­kıcı ve adamlarının sağladığım bilmeyen kalmamıştı... Bu arada ünlü MIT mensuplarından bazı isimler, onunla birlikte anılır olmuşlardı...

1991 yılma gelindiğinde “Ülkücü Mafya Babası” şek­linde adı herkesçe bilinen Çakıcının özel yaşamında önemli bir değişiklik oldu... Bu tarihte Çakıcı; Berül, Eylül ve Afi adlı çocuklarının annesi Gönül Hanım’dan boşandı...

Bu boşanmaya neden olarak yakın çevresi Çakıcı’nın Dündar Kılıç’ın kızı Uğura olan ilgisi gösterildi.

Uğur, 10 yıl önce evlendiği Uğur (O da aynı adı ta­şıyordu) Özbizerdik’ten boşandı. Zaten, Özbizerdik, bir uyuşturucu davasından o sırada Ispanya’da hapis yat­maktaydı...

Çakıcı ile en büyük rakibi Dündar Kılıç’ın kızı Uğur arasındaki duygusal yakınlaşma Dündar’ın hiç hoşuna gitmedi. Ve ömrü boyunca bunu hiç onaylamadı... Buna rağmen 1991 yılının Mayıs ayının ortalarında Alaattin Çakıcı ve Uğur Kılıç baba ata memleketleri Trabzon’a gittiler. 20 Mayıs 1991 tarihi ise, Trabzon’da Alaattin Uğur çiftinin nikâhlandıklan tarih oldu, ikisi de ikinci evliliklerini yapmışlardı. Genç evlilerin toplam beş ço­cuğu vardı. Zira, Uğurun ilk evliliğinden bir kızı, bir de oğlu bulunuyordu...

1991 yılının Ağustos ayında Yeniköy ‘deki Sabancı Korusu içindeki Şemsa’ya gidip, Ali Şen’in oğlu Adnan Şen’in de bulunduğu gruba masadan kalkmalarını söy­ledi ve grubun direnmesi üzerine Adnan Şen, bunun be­delini dayak yiyerek ödedi. Araya Sakıp Sabancının Tur­gut Özal’ı sokmasıyla iki taraf barıştırıldı.

1994 yılında Mehmet Eymür MIT’te tekrar göreve başladı. Bu dönemde MIT içerisinde bir güç savaşı oluştu ve savaşta Çakıcı, Yavuz Ataç’ın tarafında yer aldı. Ay­rıca Çakıcı, Erol Evcil’in Türk Ticaret Bankasını almak istiyordu ama bu girişimin Mehmet Eymür’ün yakın ar­kadaşı Adil Ongen tarafında engellendiğini düşünmesi sebebiyle Eymür ile arası açılıyordu. Bu ortam Alaattin Çakıcı ve Yavuz Ataç’ın beraber hareket etmeye başla­malarına neden olmuştu.

Yavuz Ataç yıllar sonra Ecevit Kılıç ile yaptığı röpor­tajda Çakıcıyı anlatıyordu; -MIT’teki ilk göreviniz neydi?

ATAÇ - Yurdışındaki terör örgütü liderlerinden bi­rine yönelik bir operasyondu.

-              Çakıcının yer aldığı operasyon mu?

-             Evet. Ekibin başında ben vardım. Ekipte Çakıcı ve birkaç adamı da vardı.

-              Ekibe Çakıcıyı siz mi aldınız?

ATAÇ - Ekibi teşkilat belirlemişti. Bana "Bu adamlarla çalışacaksın” denildi. Sonra operasyon için Çakıcıyı geniş kapsamlı bir eğitime aldık. MÎTin tesislerinde yatırdık. Sonra hedefin olduğu ülkeye gittik. İkimizde de sahte pasaport vardı. Çakıcıyla ilişkimiz bu vesileyle başladı.

- Operasyon nasıl sonuçlandı?

ATAÇ - O ülkenin güvenlik güçlerine operasyonla ilgili ihbarda bulunulmuştu. Geri geldik. Çakıcı ilk kez bu operasyonla yurtdışına çıktı.

Mit Çakıcı ve Çatlı gibi mazisi karışık gözü pek bu ülke için gerekirse canını verecek şahısları, operasyon­larda görev vermiştir.

Medya ve gazeteler de Mit kullanmıştır ifadesi geçmek­tedir. Mit bu ülkenin istihbarat servisi değilmi ? Mit’te çalışan isimler kullanılmış mı oluyor? Bir çok yabancı ül­kenin servis elemanları kahraman gibi halka lans edilir­ken filimler çekilirken biz hala Mit kullanmıştır diyoruz.

Alaattin Çakıcı bu tarihten sonra Emlakbank Genel Müdürü Engin Civanın, işadamı Selim Edes’den aldığı rüşveti geri ödememesi üzerine paranın tahsilatı için Ozal ailesinin, Çakıcının eşi Uğur Kılıç’tan ricasıyla Çakıcı görevlendirilmişti. Civan, ödeme yapmayı kabul etme­mesi üzerine 19 Eylül 1994 tarihinde Fulya civarında 4 kurşunla vuruldu. Dündar Kılıç savcılıkta aradaki ha­tılı kişinin Semra Ozal olduğunu söyledi ancak ilk başta Uğur Kılıç Ozal ailesini korumak amacıyla bunu inkar etti ancak daha sonra o da bunu doğruladı.

Çakıcının Hınçal Uluç’u ayağından vurması

Uğur Kılıç, 4 Şubat 1994 ‘te Nokta dergisinde ken­disi için ‘çapkın’ nitelemesi yapan gazeteci Ayşe Önal’ı vurma girişimi sonuçsuz kalmıştı, düzenletti. Çakıcı Tür­kiye’deki işlerini telefonla idare ediyordu. Eşinin Ayşe Onal’a silah çekmesini eleştiren Hıncal Uluç’un yazı­sını da hemen öğrendi. Uluç, 7 Mart 1994’te iki baca­ğından vuruldu. İbrahim Türk adlı saldırgan, tetiğe ba­sarken bağırdı: “Bu kurşunlar Alaattin abimin hediyesi.’

Dündar Kılıç’ın kızı Uğur Kılıç, Uludağ’da uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü

Zaten Çakıcı, ertesi gün telefonla gazetelere demeç verdi:“Hıncal Uluç’u ben vurdurdum.” Ve tabii yine ya­kalanamadı...

Uğur, başlangıçta Ozal ailesinden sözetmedi. Sonra fikir değiştirdi. “Hatırlı kişinin” Ozallar’dan olduğunu açıkladı. Bu açıklama eşiyle ilişkisinin bozulmasına ne­den oldu ve ayrıldılar.

Çakıcı çifti bir ay sonra tek celsede boşandı. İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki celsede sadece taraf­ların avukatları hazır bulundu. Çakıcı’nın avukatı, mü­vekkilinin Uğur Çakıcının kendi soyadını kullanmasına izin vermediği söyledi. Her iki tarafın da birbirinden na­faka ve tazminat talebi olmadı. 1991’de ilk eşi Gönül Ça­kıcı’dan boşanan Alaattin Çakıcının, ikinci evliliği de böylece sona erdi.

Tatil yapmak amacıyla çocuklarıyla birlikte helikop­terle Uludağ’a gelen Kılıç’ın kaldığı Kervansaray Otele gi­rerken vuruldu. Kılıç’ı vuran Abdurrahman Keskin isimli şahısın ise gizlendiği Bursa Büyük Otel’ de ele geçirildi. Katil Keskin, yakalandıktan sonraki ilk ifadesinde cina­yeti namus meselesi yüzünden işlediğini söyledi.

Uğur Kılıç’ın öldürülmesinden sonra akşam saatle­rinde Kanal 6’yı telefonla arayan Alaattin Çakıcı ise, “Hangi erkek, karısını bir başka erkekle paylaşır” diyerek tehditler savurdu. Eski eşi Uğur Kılıç’ın İstanbul Emni­yet Müdür Yardımcısı Mehmet Çağlar ile ilişkisi oldu­ğunu iddia eden ve buna dayanak olarak Ahmet Hamoğlu ile yaptığı telefon konuşmasını dinleten Çakıcı, “Bugün vurulan Uğur Kılıç’la ilgili 47 gün önce, ‘Mut­laka vurulacak’ diye açıklama yapmıştım. Ben dünyada iki şeye aşığım. Biri devletim, öbürü namusumdur. Dev­leti ve namusu için ölmeyi bilmeyenin yaşamaya Hakkı yoktur. Bu ölçü, Türk insanının ölçüsüdür. Dündar Kı­lıç denen, anası karısı eskimiş, Gregoryan patriği 7 gün ile 7 ay arasında mutlaka vurulacaktır. Mehmet Çağlar ise, devlete saygım olduğu için polislikten ayrılınca vu­rulacak. Bir eksik etek için devletin namusunu ayaklar altına alan Mehmet Çağlar hakkında kanuni işlem ya­pılmasını üst makamlardan rica ediyorum. Şehit kanı üze­rine kurulmuş şerefli polis teşkilatı üyelerine soruyorum. Hangi erkek karısını bir başka erkekle paylaşır” diyordu

FİRAR

A ürkiye, Uğur Kılıç’ın öldürülmesinin ar­

dından , hakkında “cinayeti azmettirmekten” dava açılan ve Interpol tarafından tüm dünyada “kırmızı bültenle” aranan Alaattin Çakıcının Amerika’da olduğu iddiaları ortaya atıldı. Uğur Kılıç’ın da, öldürülmeden önce Çakıcı’nın Amerika’da yaşadığını ve bu yüzden 400 milyon liralık telefon faturası ödedi­ğini söylediği de biliniyordu. Basında çıkan son haberlere göre Çakıcı’nın Amerika’nın Florida eyaletinde yaşadığı lüks villa, ‘hayali ihracat’ suçundan yargılanan Uğur Sü­zer tarafından kendisine tahsis edilmişti. Hatta Çakıcı, Amerika yapılan 1994 Dünya Kupası sırasında orada gö­rülmüştü. İddaya göre, maçları izlemek için Amerika’ya giden Hıncal Uluç’un yanma yemek yerken sakallı, göz­lüklü, bermuda şortlu, Hawai gömlekli, beyzbol şapkalı bir kişi gelmiş ve ayağındaki yarayı sormuştu. Uluç’un, “Mesleğin bir cilvesi. Unuttum bile” cevabından sonra uzaklaşan kişinin Çakıcı olduğunu ise, Erman Toroğlu açıklıyordu. Toroğlu’na bu bilgiyi veren kişiyse, Çakı­cının kardeşi Gencay Çakıcı idi.

ÇAKICI YAKALANDI

ürkiye’nin înterpol’den kırmızı bültenle ya­kalanmasını istediği Alaattin Çakıcı, Fransanın Nice Kentinde kumarhaneleriyle ünlü

en büyük oteli Negresco’da yakalandı.

MÎT ve Emniyet Genel Müdürlüğü, Bulgaristan’da yakalanan ülkücü mafya babası Kürşat Yılmaz’m ardın­dan, dün kırmızı bültenle aranan Alaattin Çakıcıyı da benzer bir operasyonla Fransa’da yakaladı. Fransız po­lisi ile ortak gerçekleştirilen operasyonda Çakıcı ile bir­likte baş fedaisi Muradi Güler de, 7.65 çapında bir ta­bancayla ele geçti. Çakıcı yakalandığında yanında ünlü modacı Canan Yakanın şarkıcı Selçuk Ural’dan olan kızı Aslı Ural bulunuyordu.

ADIM ADIM OPERASYON

Çakıcı’nın Türkiye’de temasta olduğu kişilerin cep telefonlarını dinleyen MÎT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sadece bu konu için oluşturduğu özel ekipte dört gün önce alarm verildi, istihbarat önce Çakıcının

sevgilisi Aslı Ural ile birlikte Fransa’nın Akdeniz kıyısın­daki Nice Kenti’nde bulunduğunu belirledi. Gelen ikinci bilgi MIT ve Emniyet’i yeniden hareketlendirdi. İstan­bul’daki bir adamıyla cep telefonundan konuşan Çakı­cının bu kişiyle Fransa’da buluşacağı anlaşıldı. Ancak kısa süre sonra Çakıcı hedef şaşırtmak için buluşma yeri olarak Almanya, İspanya ve Fransa’yı gösterdi.

ÜÇ TİM YOLA ÇIKTI

Bu bilgi üzerine üç tim, bu üç ülkeye gönderildi. Çakıcı’nın Şaban isimli adamı ilk olarak Almanya’ya gitti. Çakıcı’nm bu adamım, yakın koruması Muradi Güler’in Alman asıllı karısıBerdra Güler karşıladı. Şaban ile bir süre görüşen Berdra Güler daha sonra tek başına Fran­sa’ya döndü. Bu arada Alman polisi de takibe yardımcı oldu. Çakıcı ise adamına “Fransa’ya gel” talimatım ilet­mesi üzerine tim alarma geçti.

Adım adım izlenen Çakıcı nın yakın adamı önce Bordeauxya gitti. Nice’e geldiğinde bir süre çeşitli restoran­ları dolaştı ama beklenen buluşma gerçekleşmedi. Bir süre sonra adamının izlenmediğinden emin olan Çakıcı, beklenen buluşma için Nice’de kumarhaneleriyle ünlü en büyük oteli Negresco’da randevu verdi. Türk istihbarat birimleri oteli ablukaya aldı.

ÖNCE TANIMADILAR

Şaban isimli kuryenin burada iki kişiyle buluştuğunu belirleyen dedektifler saç biçimini değiştiren Çakıcıyı önce tanıyamadılar. Ancak görevliler Çakıcı nın alnın sağ ta­rafındaki yara izini görünce ve yanındaki Aslı Ural’ı ta­nıyınca, aylardır temasta oldukları Fransız polisine haber verilerek operasyon için düğmeye basıldı. Fransız polisi de dün saat 15.00 civarında Çakıcı, Güler, Ural ve ismi gizlenen adamını kıskıvrak yakaladı. Operasyonda ka­rısı Berdra ile yakalanan Muradi Güler’in üzerinden de bir tabanca çıktı.

DİPLOMATİK PASAPORT

Çakıcı nın üzerinde 17 bin mark ve Nedim Acar adına düzelenmiş kırmızı pasaport bulundu. Çakıcı diploma­tik dokunulmazlık sağlayan pasaportu ileri sürerek bıra­kılmasını istedi, ancak, Fransız polisi, Çakıcıyı Kırmızı Bülten’deki parmak izini karşılaştırarak gerçek kimli­ğini kanıtladı ve tutukladı. Türkiyenin Paris Büyükel­çiliği ise haberi alır almaz, Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda, Fransız makam­larına Çakıcı’nın serbest bırakılmaması için talepte bu­lundu. Sadece Cumhurbaşkanları, Başbakan, bakanlar, büyükelçiler ve konsoloslara verilen kırmızı pasaportun Dışişleri Bakanlığı tarafından verilebildiğini hatırlatan üst düzey bir emniyet yetkilisi, “Pasaportun soruştur­masını Dışişleri Bakanlığı yapacak” dedi.

SIRA İADE OPERASYONUNDA

Türk Emniyet’i ve Interpol Çakıcı nın yakalandığını Adalet Bakanlığına da bildirdi. Adalet Bakanı Hasan

Denizkurdu’nun talimatı ile Dış İlişkiler ve Uluslararası Hukuk Genel Müdürlüğü, anında iade operasyonunun düğmesine bastı. Çakıcı’nın iade işlemleri için harekete geçildiği ve dosyanın Fransız Adalet Bakanlığı’na ileti­leceği öğrenildi.

İade talebinin Fransız makamlarına ulaştırılmasından sonra Çakıcı, bu ülkede mahkemeye çıkarılacak. Bu aşa­mada Çakıcı hakkmdaki iki ayrı gıyabi tutuklama kararı ve suç dosyaları, Türkiye’nin iade talebiyle birlikte Fran­sız Mahkemesi’ne sunulacak. Çakıcı’nın iade başvurusu iki ülke arasındaki anlaşma gereği “Acele kayıtlı işlerden olduğu” için Fransız Mahkemesi tarafından “öncelikle” sonuçlandırılacak. Fransız yetkililer, “Çakıcı, Fransa’da suç işlemediği için, iade talebi hemen yerine getirilir” dediler. Bu işlemin de 2-3 ay sürebileceği ancak en kısa sürede sonuçlanması için Adalet Bakanlığının ısrarlı bir takip yürüteceği kaydedildi. Bakanlık kaynakları, Ça­kıcının kabarık suç dosyası nedeniyle iade edilmesinin beklendiğini belirttiler.

“Benim için bayram sevinci”

Marsilya’da Les Baumettes Cezaevi’ne hapsedilen Alaattin Çakıcı, iki ay sonra Paris’teki La Sante Cezaevi’ne nakledildi. Cezasının büyük bir bölümünü hüc­rede geçiren Çakıcı, Fransa’da toplam 16 ay hapis yattı. Cezaevinden mahkemeye gitmek için her çıkışında bo­ğazına kadar sarih çelik yelek giydirilen Çakıcı, havadan helikopterler, karadan da maskeli, tüfekli, acil müdahale komandoları eşliğinde elleri ayakları kelepçeli olarak mahkemeye götürülüyordu. Bu ağır cezaevi şartlarından sıkılan Çakıcı, Türkiye’ye iadesini talep eti. Aix-En-Provence Mahkemesi, 3 Aralık 1998’de ‘şartlı iade’ kararı verince, gizli tutulan bir operasyonla 13 Aralık 1999’da Türkiye’ye getirildi.

Alaattin Çakıcı, Türkiye’ye getirilmeden birkaç saat önce, La Sante Cezaevinden, avukatı Muhittin Yüzüak aracılığıyla gönderdiği yazılı açıklamada, “Geliyorum. Hesaplaşmaya hazırım” sözleriyle tehdit savuruyordu. El yazısıyla yaptığı açıklamada Çakıcı, ‘zayıf gösterilmeye çalışıldığına’ dikkat çekiyordu:

“Demokrasinin beşiği sayılan bu ülkede 16 aydır dünyaya kapalı bir hücrede insanlık dışı maddi ve ma­nevi işkencelere maruz bırakıldım. İntihar etmem, ken­dimi öldürmem ve delirmem istendi. Şimdi ise kendi is­teğimle ülkeme dönüyorum. Bu dönüş benim için bir bayram sevincidir. Benimle problemleri olanlar ve ba­sınla özel ilişkilerinden dolayı kamuoyunu yanlış prog­ramlayanlar bilsinler ki insan kardeşini de kaybedebilir, evladını da. Ben yıllardır buz parkurunda ritmik müzik eşliğinde buz balesi yapmıyorum. Seçtiğim hayat tarzı­nın bir konumudur bu. Nihat Akgün’le 8 yıldır görüşme­dim. Onun kan kardeşi de değilim. Onun öldürülmesini bir yakınımmış gibi gösteriyorlar. Bayrampaşa Cezaevi’ndeki olayda kahpece öldürülen yeğenin Ali Gürsel’in ola­yında karşı taraftan da 4 ölü 3 ağır yaralı olduğu halde ölüleri hep bizim taraftanmış gibi göstermeye çalışıyor­lar. Onlara sesleniyorum. Benimle işleri olanlar, cezaevi maltalarında veya adliye koridorlarında hesaplaşabilirler. Buna hazırım. Kamuoyuna saygılarımı sunarım.”

Çakıcının üstünden çıkan pasaportun mührü ve seri numarası gerçek, isim ise yanlış. 1997 yılı ekim ayında verilen pasaporttaki yetkili imza da Dakka’da Büyükelçi olan Erdinç Ulumlu ismine atılmış

Alaattin Çakıcı’nın üstünden çıkan kırmızı pasaport, Abdullah Çatlı’nın üzerinden çıkan yeşil pasaport ben­zeri bir skandal şüphesi yarattı. Dışişleri Bakanlığı ka­yıtlarında yapılan incelemede Çakıcının üstünde çıkan pasaportun numarasına bir diplomatik pasaport düzen­lendiği ortaya çıktı. Ancak bu ‘gerçek’ pasaport şu anda gerçek bir dışişleri görevlisinin elinde ve görevli “Pasapor­tunu kaybetmediğini” bakanlık yetkililerine söyledi. Çakıcı’nın üstünde çıkan ve Nedim N. Acar adına düzen­lenen kırmızı pasaportun üstündeki mühür de ‘gerçek.’ Başbakan Mesut Yılmaz pasaportun üzerindeki mührün Dışişleri Bakanlığı’na ait olduğu açıkladı.

İmza sahte mi?

Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican da “Çakıcıya kırmızı pasaport edinmesinde yardımcı olanları bilirlemek amacıyla çalışma başlattık” dedi. Yine Çakıcının üstünden çıkan pasaporttaki yetkili imza da gerçekten pasaportun verildiği dönemde Dışişleri Bakanlığında bu görevi yerine getiren, halen Dakka’da Büyükelçi olan Erdinç Ulumlu ismine atılmış. İmzanın gerçek olup ol­madığı bilinmiyor ancak pasaportu hazırlayan kişilerin Dışişlerinin diplomatik pasaport hazırlama yöntemle­rini iyi bildikleri anlaşılıyor. Pasaport 1997’nin ekim ayında ve tam 6 yıl geçerli olmak üzere hazırlanmış . Çakıcının üstünden çıkan kırmızı pasaportun öyküsü şöyle:

Pasaport Nedim N. Acar adına düzenlenmiş, Dışiş­leri Bakanlığı Protokol Genel Müdür Yardımcısı Erdinç Ulumlu tarafından imzalanmış. Bakanlığın resmi dam­gasını taşıyan pasaport 1896 / 97 numaralı.

Dışişleri Bakanlığı, kendi kayıtlarında yaptığı araştır­mada bu seri numaralı pasaportun gerçek bir insana ve­rildiğini saptadı. Ancak bu insanın adı Nedim N. Acar değildi. Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak çalıştığı sanı­lan ve gerçek ismi öğrenilemeyen bu kişi, pasaportunu kaybetmemiş.

Kırmızı renkli diplomatik pasaportlar sadece Dışiş­leri Bakanlığı ve Büyükelçilikler tarafından düzenlenebi­liyor. Polis Çakıcının üstünden çıkan sahte pasaportun da Dışişleri Bakanlığı içinde hazırlanmış olabileceğin­den şüpheleniyor.

Çakıcının üstünden çıkan pasaportun defteri, ger­çekte kullanılan pasaportların defterinden, yani gerçek. Bu da akla, boş defterin bakanlıktan çalınmış olabile­ceği ya da geçmişte Abdullah Çatlı, Yaşar Öz ya da Ta­rık Ümit örneklerinde olduğunu gibi zamanında bakan­lıktan ‘Örtülü operasyonlarda lazım’ denilerek alınmış defterlerden olabileceği şüphesini doğuruyor.

Pasaport, 24 Ekim 1997 tarihinde düzenlenmiş ve bakanlığın uygulamalarının tersine altı yıl geçerli. Yasa­lara göre diplomatik pasaportlar en çok dört yıl için ge­çerli olabiliyor.

Diplomatik pasaportlar da, aynen emniyetin düzen­lediği normal pasaportlar gibi özel bir daktilo ile yazılı­yor, resim ve kimlik bilgilerinin üstü plastikle kaplanıyor. Ancak bu plastik kaplamanın buhara tutularak açılabil­diği, kağıttaki yazıların silinebileceği bu özel daktilola­rın da taklit edilebildiği bildiriliyor.

Pasaportun sahteliğinin bir başka delili, Nedim N. Acar isminin yazılışı. Pasaportlarda hiçbir zaman ön ya da orta isimlerin kısaltması kullanılmıyor, ismin açık hali yazılıyor. Pasaportun meslek bölümünde ise ‘Tu­rizm Müşaviri’ yazıyor.

Sahtekarın Dışişleri Bakanlığının pasaport hazırlama usullerini bildiği anlaşılıyor. Bakanlık, her yıl kırmızı pa­saport vermeye ‘0001 / yıl’ formatıyla başlıyor. Yakala­nan pasaporttaki numara 1896 / 97. Yani, bu pasaport 1997 yılında verilmiş 1896. pasaportun numarasını taşı­yor. Bakanlığın her yıl 2000 civarında kırmızı pasaport verdiği hesaplanıyor.

ÇAKICI TÜRKİYE’DE

1

7 ağustos 1998 tarihinde yakalanan ve Fransada ağır cezaevi şartlarından sonra mahkemeye çıkarılan ve _ iadesi kabül edilen Alaattin Çakıcıyı teslim almaya giden Emniyet Genel Müdürlüğü Interpol Daire Baş­kanı Yalçın Çakıcı’nın başkanlık yaptığı 5 kişilik özel ekip, güvenlik nedeniyle hem Türk Hava Yolları hem de Air France’ta üçer ayrı gidiş dönüş rezervasyonu yap­tırdı. Ekip ayrıca, THY’nin normal seferinde 5 kişilik yer de ayırttı. Bu rezervasyonlar hedef saptırma amaçlıydı.

Cezaevinden gizlice alınarak, kurşungeçirmez ve her tarafı kapalı bir cezaevi aracıyla havalimanına götürülen Çakıcı, burada Air France’ın tarifeli uçağının kapısında, Türk ekibine teslim edildi. Çakıcı’nın Fransız avukatı, “Çakıcı gibi devamlı tehdit alan, daha geçenlerde yakım hapishanede öldürülen, kardeşi de silahlı saldırıda yarala­nan bir kişinin, herkesin bindiği bir uçakla götürülmesi kadar sakıncalı bir şey düşünemeyiz” diyordu.

Alaattin Çakıcı, Fransa Başbakanı Leonel Jospin tara­fından imzalanan özel bir kararnameyle Türkiye’ye iade edildi. Bu özel kararname, Çakıcı’nın hakkında ‘idamı

cezası’ istenen, eski eşi Uğur Çakıcı ve eski arkadaşı Tevfik Nurullah Ağansoy’un öldürülmesini azmettirmek ve Engin Civanın vurulmasını azmettirmek suçlarından yar­gılanmasını engelleliyordu. Bu durumda Çakıcı, Türki­ye’de sadece Aix-En-Provence Mahkemesinin kararı ge­reği, hakkında ‘idam talebi’ olmayan, ‘gazeteci Hıncal Uluç’u yaralamak’ ve ‘cinayet işlemek üzere çete oluştur­mak ve yönetmek’ suçlarını kapsayan iki dosyadan yargılayabilecekti.

Ünlüler cezaevi’nde!

Fransa’da ‘Şartlı iade’ edilen Alaattin Çakıcı, İstan­bul Devlet Güvenlik Mahkemesine (DGM) çıkartıldı. Yaklaşık 3.5 saat boyunca, kendisine yöneltilen tüm so­ruları cevapsız bırakan Çakıcı, hakkındaki gıyabi tu­tuklama kararı vicahiye çevrilerek, Kartal Özel Tip Ka­palı Cezaevi ne konuldu. Cezaevi, o dönemde ‘çete’ ve ‘banka’ davalarında yargılanan birbirinden ünlü tutukluları ağırlıyordu. Bu ‘ünlü isimler’ arasında, Etibank’ın eski sahibi Dinç Bilgin, Yurtbank’ın eski sahibi Ali Avni Balkaner, Sümerbank’ın eski sahibi Hayyam Garipoğlu, Interbank’ın eski sahibi Cavit Çağlar, Egebank’ın eski sahibi Yahya Murat Demirel, Cenajans Grey Reklam­cılık Şirketinin eski sahibi Nail Keçili, Bank Ekspresin eski sahibi Korkmaz Yiğit, imar yolsuzluğu nedeniyle tu­tuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan ve 2 kardeşi, ihale yolsuzluğundan tutuklanan Gebze Be­lediye Başkanı Ahmet Penbegüllü, gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca, Ukrayna’dan Türkiye’ye iade edilen organize suç örgütü elebaşı Ayvaz Korkmaz, Nesim Malki cinayetinin azmettiricisi ‘zeytin kralı’ Erol Evcil, uyuşturucu kaçakçısı Urfi Çetinkaya, ‘Banker Bako’ lakabıyla tanınan Baki Cengiz Aygün, İBDA-C örgütü­nün elebaşı Salih İzzet Erdiş, akaryakıt kaçakçılığından tutuklanan eski Kocaeli Emniyet Müdürü Erdinç Sarıalp, Bulgaristan’dan ülkeye iade edilen organize suç örgütü elebaşı Kürşat Yılmaz, ‘Karagümrük Çetesi’ olarak bili­nen Nuri ve Vedat Ergin kardeşler yer alıyordu. Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi’nde rahatlığıyla da dikkat çe­ken Çakıcı’nın, gece yarısı koğuşuna lahmacun getirt­tiği, avukat dövdüğü, cep telefonu kullandığı ve ‘Nuriş’ lakaplı Nuri Ergin’le mektuplaştığı iddiaları basına yan­sıdı. Oldukça samimi bir düzeyde yazılan bu mektupla­rın yerini, kısa süre sonra ‘kanlı hesaplaşmalara’ yol aça­cak bir nefret aldı.

Ancak bir süre sonra Çakıcı’nın “Bu cezaevi ya ona ya bana dar gelecek” yönünde bir açıklama yaptığının ileri sürülmesi üzerine Nuri Ergin, basına gönderdiği açıkla­mayla sert tepki göstererek, “Bana dostane mektuplar ya­zan biri düşman ise başımız üstünde yeri var. Önümüz bayram, açıkta kalınır” dedi. Bunun üzerinde Çakıcı bir avukatı aracılığıyla kamuoyuna gönderdiği başka bir mektupla Ergin kardeşlere meydan okudu. Çakıcı, mek­tupta; “Nuriş ve Vedat denen, kişilik ve milliyet eroz­yonuna uğramış, garip göçebegillere: Biraz adamlığınız varsa, basına demeç vermeyin, bu cezaevinde siz altı kişi bir arada yatıyorsunuz, ben de tek yatıyorum. Gereğini yapmazsanız, yapmayıp da basma demeç verirseniz şe­refsizsiniz” dedi.

Çakıcı nın adamlarının Karagümrükspor lokaline yap­tığı baskına karşılık olarak 19 Nisan 2000’de Nuriş’in adamları, Gültepe ve Zeytinburnu’nda iki kahvehaneyi taradı. Bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Olaydan sonra ya­pılan operasyonlar sonucunda aralarında Ergin’in firari olarak aranan adamı Yavuz Erdoğan’ın da bulunduğu dört saldırgan silahlarıyla birlikte yakalandı.

20 Nisan 2000’de Nuri ve Vedat Ergin’in yattığı Uşak E Tipi Cezaevi ne buzdolabı içinde dört tabanca, 80 mermi ve 2 cep telefonu sokulurken yakalandı. Olayla ilgili 18 kişi gözaltına alındı. Aynı aileden beş kişi tutuklandı.

26 Nisan 2000’de bir kişinin ölümü, 10 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan iki kıraathaneye yönelik si­lahlı saldırının ardından düzenlenen operasyonlanra, Er­gin’in ağabeyi Nejat Ergin’in de aralarında bulunduğu yedi kişinin yakalandığı açıklandı. Sanatçı Sibel Çan’ın halasının eşi Erol Urguçbay’ın evini kurşunlayan, Selçuk Ural’ın da silahla vurulması için planlar yapan bu kişiler, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildi.

ALAATTİN ÇAKICI SERBEST

K

aragümrük Spor Kulübü Lokali’ne yöne­lik silahlı saldırıyla ilgili yargılandığı da­vada tahliye edilen Alaattin Çakıcı başka bir suçtan tutukluluğu kalmadığı için saat 18.42’de Kan­dıra F Tipi Cezaevinden bırakıldı. Çakıcı, Suçluların İa­desine Dair Avrupa Sözleşmesi uyarınca 45 gün içinde ülkeyi terk edebilecek.

Karagümrük Spor Kulübü Lokali baskını davasında yargılanan Alaattin Çakıcı, 3 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Tutuklu kaldığı süre gözönüne alınan Çakıcı’nın tahliyesine karar verildi.

Karar aşamasındaki davada son sözleri sorulan sa­nıklardan Alaattin Çakıcı, "Vereceğiniz karar olumlu ya da olumsuz olsun, karara saygılıyım. Pozitif veya nega­tif olsun, neticede sizler hukuk alanında yemin etmişsi­niz. Hukukun yasa üzerindeki manevi boyutu olan Al­lah’ı temsil ediyorsunuz” dedi.

Verilen aranın ardından kararını açıklayan Mah­keme Heyeti, sanıklardan Alaattin Çakıcıyı 3 yıl 4 ay

ağır hapis cezasına çarptırdı. Tutuklu kaldığı süre gözönüne alınan Çakıcı’nın tahliyesine karar verildi.

ŞARTLI İADE EDİLMİŞTİ

Çakıcının, Fransa’dan "idam cezasıyla yargılanmaya­cağına dair” şartla iade edilmişti. Çakıcının ülke dışına çıkmaması durumunda Bebek’te 4 kişinin öldürüldüğü dava ile boşandığı eşi Uğur Çakıcının öldürülmesi da­valarından yargılanması da gündeme gelebilecek.

Alaattin Çakıcı, "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak’ ‘suçundan İstanbul 6 No’lu DGM’de, Em­lak Bankası eski Genel Müdürü Engin Civan’ın yaralan­masına ilişkin İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, işa­damı Emin Cankurtaranın yaralanmasıyla ilgili İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, borsacı Adil Ongene si­lahlı saldırı düzenlenmesine ilişkin İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, gazeteci-yazar Hıncal Uluç’un yaralan­masıyla ilgili İstanbul 6. AsliyeCeza Mahkemesi’nde, ce­zaevinde mektupla Nuri Ergin’i tehdit ettiği suçlaması ve Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğunda görevli bir ki­şiye silahlı saldırı planlanması iddiasıyla ilgili de İstan­bul 1 No’lu DGM’de yargılandı.

Çakıcı hakkındaki bu davalardan İstanbul 6 No’lu DGM’deki "çete” davası, 19 Haziran 2000 tarihinde sonuçlandı.

"Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve yö­netmek” suçundan 5 yıl ağır hapis cezası alan Çakıcı, Yargıtay’ın bu cezayı onamasıyla, 2 yıl 2 gün tutan ceza­nın infazını 8 Ocak 2001 tarihinde tamamladı.

Emlak Bankası eski Genel Müdürü Engin Civan’ın yaralanması olayında azmettirici olduğu gerekçesiyle yar­gılandığı dava 4616 sayılı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun kapsamında erte­lenen Çakıcı, gazeteci-yazar Hıncal Uluç’un yaralanma­sına ilişkin davada çarptırıldığı 3 yıl 4 aylık hapis ce­zasını da aynı kanun uyarınca 10 yıllık ceza indirimi uygulanınca çekmedi.

Çakıcı, Türkiye’ye iade edildikten sonra tutuklu bu­lunduğu cezaevinde yine çete elebaşı olduğu ileri sürü­len Nuri Ergin’le tehditleştikleri gerekçesiyle yargılan­dığı davada da suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraat etti.

DİĞER DAVALARI

İşadamı Emin Cankurtaran’ın yaralanması ve bor­sacı Adil Ongene yönelik silahlı saldırıya ilişkin 20’şer yıla kadar hapis cezası istemiyle hakkında açılmış dava­lar olan Alaattin Çakıcının, bu davalar kapsamında tu­tukluluğu bulunmuyor. Çakıcı, iade şartları gereği ola­rak bu davalardan da yargılanamıyor.

Çakıcı hakkında Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda görevli bir diplomata silahlı saldırı planı yapılma­sına ilişkin açılan ve tutuksuz yargılandığı dava, Karagümrük Spor Kulübü Lokali ne yönelik saldırıya ilişkin davayla birleştirilmişti.

15 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Karagümrük Spor Kulübü Lokaline yönelik 26 Mart 2000 tarihinde düzenlenen silahlı saldırıya ilişkin 8 Ocak 2001 tarihin­den bu yana tutuklu olarak yargılanan Çakıcının avu­katları, müvekkillerinin bu kararın ardından cezaevinde bulunmasını gerektirecek herhangi bir suçu kalmadığını belirttiler.

ÜLKE DIŞINA ÇIKACAK

Çakıcı, Fransa’dan şartlı iade edildiği için, uyum ya­saları çıkmadan önce hazırlanan iddianamelerde idamı öngören, Tevfik Nurullah Ağansoy’un da aralarında bu­lunduğu 4 kişinin Bebek’te öldürülmesine ilişkin İstan­bul 2. Ağır Ceza Mahkemesi ndeki ve boşandığı eşi Nu­riye Uğur Kılıç’ın Uludağ’da öldürülmesiyle ilgili Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davalarda yargılanamıyor.

Avukatları, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleş­mesi uyarınca tahliye olduktan sonra 45 gün içinde Tür­kiye’yi terketmesi gereken Çakıcının, bu süre içinde ülke dışına çıkmaması halinde bu 2 davadan da yargılanma­sının gündeme gelebileceğini ifade ettiler.

Alaattin Çakıcı nın, güvenlik kuvvetlerince yurtdışına çıkmasının engellenemeyeceğini kaydeden avukatlar, Çakıcı’nın, ülkeyi terk ettikten sonra yargılanamadığı suç­lara ilişkin uluslararası düzeyde yeniden aranabileceğini belirttiler. Çakıcının avukatları, müvekkillerinin tahliye olduktan sonra ülke dışına çıkmayı istediğini kaydettiler.

ALAATTİN ÇAKICI,

ÖZGÜR KALIR KALMAZ ANNESİNE GİTTİ

/V laattin Çakıcı, özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz, Gültepe’deki evlerine giderek annesiyle hasret giderdi. Gazetecilerin sorularını evinde yanıtlayan Çakıcı, “Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi” uyarınca 45 gün içinde ülkeyi terk etmemesi halinde başka davalarından yargılanabile­ceği için, kısa süre içinde yurtdışına çıkacağını söyledi.

Türkiye’nin uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Fran­sa’ya verdiği söz nedeniyle iade kapsamı dışında kalan suçlardan yargılanamadığı için tahliye edilen Alaattin Çakıcı, özgürlüğüne kavuştu. Çakıcı, hakkındaki arama kararları nedeniyle gözaltına alındıktan 24 saat sonra, ön­ceki gece yarısı serbest bırakıldı. Alaattin Çakıcı, özgür­lüğüne kavuşur kavuşmaz, 11 yıldır uğramadığı Gülte­pe’deki evlerine giderek annesiyle hasret giderdi. Annesiyle fotoğraf çektirirken gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Çakıcı, tekrar yargılanmamak için 45 gün içinde yurtdışına çıkacağını söyledi.

Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi nden tahliye edil­dikten sonra Interpol tarafından konulan tahditler ne­deniyle İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan Çakıcı, önceki gece 01.15’de sağlık kontrolü için Şişli Etfal Hastanesi ne getirildi. Interpol Daire Başkan­lığı ve Adalet Bakanlığı arasındaki yazışmalar nedeniyle yaklaşık bir gün gözaltında kalan Çakıcı, 15 dakika sü­ren son sağlık kontrolünden sonra serbest kaldı.

ADAMLARI KARŞILADI

Hastanede kendisini bekleyen kardeşi Gencay Çakıcı ile kucaklaşan ve adamlarının oluşturduğu güvenlik kori­dorundan geçen Çakıcı, 34 EBB 71 plakalı jipine bindi. Bu sırada kendisini takip eden basın ordusunun yönelt­tiği soruları cevapsız bırakan Çakıcı, dosdoğru 11 yıl­dır uğramadığı Gültepe’deki evlerinde yaşayan annesine gitti. Çakıcı, annesi Şakire Çakıcı ile kucaklaşarak has­ret giderdi. Dört yaşında geldiği ve çocukluğunun geç­tiği evde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çakıcı, “11 yıldır görmediğim vatanıma, aileme ve dostlarıma kavuş­tum. İnanılmaz, çok büyük bir duygu” dedi.

Ses cihazı ve mikrofon kullanılmasına izin vermeyen Çakıcı, içeri davet ettiği muhabirlerin “Haksızlığa uğra­dığınızı düşünüyor musunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Hiçbir haksızlığa uğramadım; çünkü yasaları ihlal et­miştim. Devlet, yapılması gerekeni yaptı. Beni yurt dı­şından getirdi. Artık yoruldum! Belki yıllardır kaçma­nın verdiği yorgunluk da var”.

“Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi” uya­rınca 45 gün içinde ülkeyi terk etmemesi halinde Be­bek’te Tevf ik Ağansoy ve 3 kişinin öldürüldüğü dava ile boşandığı eşi Uğur Çakıcının öldürülmesi davalarından yargılanabilecek olan Çakıcı, bu süre içinde yurt dışına çıkacağını söyledi. Çakıcı, “45 gün içinde yurtdışına çık­mazsam, 46. gün yargılanma sürecim başlayacak.” dedi. Ne zaman ve hangi ülkeye gideceğini açıklamayan Ça­kıcı, yurtdışına çıkmadan iki saat önce havalimanında basın açıklaması yapacağını söyledi.

DEĞİŞMEYECEĞİM

“Türkiye ye dönüp dönmeyeceğine'' ilişkin bir soruyu, “Şartlar ne gerektirir bilinmez ki...” diye yanıtlayan Ça­kıcı, “Ailenizi yurtdışına götürecek misiniz?” sorusuna da esprili bir şekilde, “Annem uçağa binmekten korkar. Annem buradan ayrılmaz” cevabını verdi.

Bir gazetecinin “Çok şey bilen biri olarak tanınıyor­sunuz” demesi üzerine Çakıcı, “Belki dış görünümüm ve mimiklerim bu izlenimi doğuruyordur; ama aslında ben bir şey bilmiyorum. Türkiye’de yeni bir sayfa açıl­mış. Eski dosyaları karıştırmamak lazım. Türkiye’ye za­rar verecekse, bırakın her şey bilinç altında kalsın" dedi,

Çakıcı, “Yeni bir sayfa açacak mısınız?” sorusuna ise “Hayır. Anılarım da benimle beraber. İnsanın karakter yapısı değişmez. 7’sinde ne ise 70’inde de o olur" karşı­lığını verdi.

Dostlarının her zaman yanında yer aldığını dile ge­tiren Çakıcı, “Sitem etmeye hakkım yok. Kendi yolumu kendim çizdim. Dostlarım da beni hiçbir yerde yalnız bırakmadı” dedi.

Sabah saatlerine kadar annesinin evine gelen yakın­larıyla hasret gideren Alaattin Çakıcı, daha sonra Türk­bank davası sanıklarından Korkmaz Yiğit’in yaptırdığı Ulus Platin konutlarındaki evinde dinlenmeye çekildi.

EROL EVCİL

laattin Çakıcı’ıyla en çok adı geçen Bursalı iş adamı, Erol Evcil’in Polise verdiği ifadesi;

Ben yukarıda hüviyet bölümünde görüldüğü gibi Mu­danya İlçesi Çepni Köyü doğumluyum. Çocukluğum ve ilk yıllarım köyde geçti. İlkokulu Çepni Köyünde oku­dum. Ortaokulu Bursa merkezdeki Yıldırım Beyazıt Okulu’nda tamamladım, daha sonra Bursa Merkez Tophane Teknik Meslek Lisesini 1 .Tikle bitirdim, Uludağ Üniver­sitesi İşletme Fakültesine kaydımı yaptırdım. İşletme Fa­kültesi 3. sınıfa kadar okudum, daha sonra iş hayatımın yoğunlaşması nedeniyle tahsilime devam edemedim. İki kızkardeşim var, ikisi de ev hanımıdır. Mustafa Şengül büyük kızkardeşimin kocasıdır. İnkişaf Tekstil’in sahi­bidir, diğer kızkardeşimin kocası Fırat. Mudanya’da tüp bayiliği yapar, eniştelerim kendi işleriyle uğraşmaktadır. Lise çağma gelip, Bursa merkezdeki okula başladıktan sonra üniversiteye de hazırlık olması bakımından ve aynı zamanda iş hayatıma yardımcı olması nedeniyle bir mu­hasebecinin yanında çalışma hayatına ilk defa başlamış

oldum. Yani bir taraftan okuyor, bir taraftan da muha­sebeci yanında çalışıyordum. Muhasebecide yeterli bilgi edindikten sonra üniversite 2. sınıfa başlarken iş haya­tını iyi kavradığıma inandığımdan Karadağ Pasajında kendime ait muhasebeci açtım, böylece kendime ait iş sahibi oldum. Açtığım muhasebe bürosunun tam karşı­sında Prof. Tuğrul Dirimtek’in işyeri vardı.

Bu kişi aynı zamanda Anadolu Sigortanın acente­liğini yapmakta idi. Kendisine yaklaşım gösterip, sem­patik tavırlar gösterdiğimden dolayı bana yakınlık gös­terdi ve bir yandan da sigortacılık işlerini öğrenmeye başladım. O tarihlerde Anadolu Sigorta daha yeni yeni kurulmaya başlıyordu. O dönemde tahminen 1985 yıl­larında Hayat Sigortanın en önemli alanı kişilere yöne­lik olarak Hayat Sigorta bölümü idi. Hayat Sigortanın büyük bir prim avantajı vardı, gerçi meblağlar o tarihte ufak gibi görünse de, 1000 TL olarak görünse de prim olarak bıraktığı avantaj yüzde 45 idi. Bu alan dikkatimi çektiğinden, bu alanda yoğun bir çalışma yaptım ve kısa zamanda birçok kişiyi sigortalayarak yüzde 45 kar his­sesi ile büyük bir sermaye oluşumuna doğru ilk adımı atmış oldum. Tabii çevremin gelişmesine neden olan en büyük faktör üniversitede okumamdan dolayı üniversite­deki arkadaşlarımdandı. Bu işe başlarken sermaye olarak babamın zeytininden kazanarak bana verdiği 1.200.000 TL. tutarındaki parayla başladım. Altı yedi ay kadar bu şekilde çalıştıktan sonra, acentelik için Anadolu Sigor­taya başvurdum, bu arada işyerimin kötü olduğundan yeni işyeri olarak 1986 yılının başlarında Cumhuriyet

Caddesi nde bulunan Sanayi İş Merkezi vardı, buraya ta­şındım. Bu arada defter sayısı artmıştı, tuttuğum iş sek­töründeki defter sayısı 2 O yi geçmişti. Bu tarih itibarıyla gerek tuttuğum defter ve gerekse sigortadan elde ettiğim gelir olarak yılda 10 milyon civarında para kazanmaya başlamıştım. Sigorta şirketi askerliğimi gerekçe göstere­rek acente kurmama imkan vermedi, bu arada bir sarı­lık hastalığı geçirerek üç ay kadar işten uzak kalmıştım, ancak 1987 yılından itibaren Hayat Sigorta bölümünü yeniden canlandırarak, üniversite tarafından 40 kişilik bir ekip oluşturdum. 1987’de bu ekip 400 kişiye ulaştı. Bu kurduğum ekip pazarlama ekibi idi. 1987 yılının or­talarından sonra kurduğum bu çalışma sistemi ve ekip sayısıyla Türkiye’de en büyük Hayat Sigorta işini yapan sigorta durumuna girdim. Bunun dışında sigortacılığın diğer dallarında da acentelik alarak sigorta işini gittikçe büyütmeye başladım. Oluşturduğum ekipler kanalıyla, Kasko Sigortası, Yangın Sigortası, Trafik Sigortası gibi sigorta dallarına da girerek kişiler ve firmalar bazında tüm sigorta işlemlerini iyi bir hizmet vererek yapmaya başladım. 1988 yılı başlarında şu an için tahmini değer­lerde bulunamayacağım ama gelirlerimle o zamanki fiyat oranlarına göre birkaç Mercedes alabilecek düzeye gelmiş­tim. Kendimi sade ve işe yönelik çalışması olmasından dolayı kazandığım paraları ya döviz ve marka bağlıyor veya zeytin alarak stok yapıp, zeytin ticaretine önem ve­riyordum. 1988 yılı başlarında ben hem elementer bran­şta ve hem de Hayat Sigortası branşında Türkiye’nin en büyüğü olma durumuna gelmiştim. Gelirlerim bu şekilde

arttıktan sonra 1988’i aynı durumda geçirdim, 1989 yı­lında önce iş yerimi değiştirerek Altıparmak’ta Kütahya Porselen’in üstünde geniş bir daireyi düzenleyerek iş yeri haline getirdim. 1988 - 1989 yıllarında Eskişehir - Balı­kesir - Kütahya - Bursa/Garajlar’da sigortanın şubelerini açtım. Kütahya’da açtığım yer Tavşanlı İlçesinde idi. îş hayatım bu şekilde devam etti. 1990 yılı içerisinde 25 - 30 milyar civarında para kazandım. Bu paranın dışında arabalarım da vardı. İki tane Doğan, iki tane Şahin taksi aldım. Eleman sayısı artınca araba alma işlemlerim de çoğaldı. 1990 yılı itibarıyla iş hayatımda kullandığım 15 - 20 civarında araba sahibi olmuştum. Bu faaliyetlerim neticesinde sigortacılıkta çok güçlü hale gelmiştim. Eşrefoğlu Sigortacılık olarak Anadolu Sigortanın genel mü­dürlüğünü etkileyecek duruma gelmiştim. 1990 - 1991 yılları içerisinde bir bankada sigorta işlemlerimi yürütür­ken, Bursaspor Kulübü Müdürü olan Şaban Kurt isimli şahısla tanıştım, bu arada sanıyorum Samsunspor futbol­cuları bir kaza geçirmişti. Futbol Federasyonu da bu fut­bolcuların sigorta işlemlerini gündeme getirmişti. Bur­saspor futbol takımının da sigorta işlemlerini ben yaptım, bu tanışma dolayısıyla Bursaspor yönetimine girmem için teklif geldi. İbrahim Yazıcı tarafından teklif geldi ve ben de Bursaspor yönetimine girmiş oldum. Dışarıdan bak­tığım zaman bu nevi insanları ve Bursaspor yönetimini çok değişik ve ulaşılmaz yer olarak görüyordum, ancak içlerine girdikten sonra her bakımdan onlardan daha iyi ve fınans gücü onlardan daha yüksek olarak görmeye başladım. Bu süreçte kulüp yönetim seçimleri olacaktı.

İbrahim Yazıcı ile Cavit Çağlar arasında çekişme vardı, seçimlerde İbrahim Yazıcı kazanamadı, Cavit Çağlar yö­netimi aldı. Daha doğrusu Cavit Çağlar o tarihte millet­vekili idi, kendisinin desteklediği yönetim aldı. Bu arada 1991 seçimleri oldu, DYP grubu büyük bir çoğunlukla Bursa’da seçimleri aldı. Ben de limited şirket şeklinde olan Eşrefoğlu Şirketi ni değiştirerek anonim şirketi ha­lini aldım. Bir taraftan da zeytin işini devam ettiriyor­dum, zeytin zaten benim dededen kalma mesleğim idi, dünya piyasasında da zeytin kıymet kazanıyordu. Bir ta­raftan da zeytin işine önem vermeye başladım.

Tahminen bu tarihler arasında daha sonra beraberli­ğimi anlatacağım Burhanettin Türkeş ile ilk tanışmam oldu, Burhanettin Türkeş’in hasarlı bir aracı varmış, si­gorta parasım almada ekspertiz raporundan kaynakla­nan bir itilaf çıkmış, sigortaya geldiğinde kendisiyle ta­nışmış oldum, karşılaşmamızda silahım göstermek için belini açtı. Ufak tefek bacaksız bir adamdı, ama belinde silahı vardı, ben kendisine buyurun ne istiyorsunuz diye sordum, o da benim arabada hasar olmuş, sigorta parası ödenmiyormuş dedi, kabadayı tavrı ile ve silah göstere­rek yanımıza gelmesi üzerine orada bulunan çocuklarla önce silahım aldık. Daha sonra konuyu inceleyeceğimi söyledim, konuda haklılık tarafı yoktu, kendisine gerekli bilgiyi verdikten sonra silahım verip gönderdim, bu şe­kilde kabadayılık yapamayacağım söyledim. Daha sonra Burhanettin Türkeş galerici olan Ali Mert olan bir kişiyle aradı, daha yumuşak olarak bir yanlışlık olduğunu söy­ledi. Yani alttan almıştı. Ama ben yine haksız olduğunu

söyleyerek parasını vermedim. Burhanettin Türkeş ile ilk tanışmamız böyle olmuştu. Benim ilk yaşantım ve 1992 yılına kadar olan faaliyetlerim genelde bu şekilde cereyan etti. Bununla ilgili daha detaylı bilgi sizin sorgu aşama­sında sorduğunuz sorulara verdiğim cevaplar ve bunların da teyp kasetine kayıt edilmesi suretiyle yapılan tespit­ler doğrultusundadır. Alman bu ifademin resmi bölü­münde o teyp kasetine kayıt edilen konuşmaların öze­tini anlatmış oldum.

Benim bu süreç içerisinde tanıştığım ve gittikçe sa­mimiyetimizin arttığı Emniyet Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcılığı yapan Yusuf Ilhan ile ilişkilerimiz koyulaşmıştı. Hemen hemen çoğu zaman beraber oluyorduk, bu bir bürokrat işadamı ilişkimizde başlayan ve devam eden ilişkilerimizdi tabii ki. Yusuf Ilhan’la ilk tanışmamız Bursaspor Kulübünde olmuştu. Yönetime katılmam dolayı­sıyla tanışmış ve samimiyetimiz artmıştı, ama bu sami­miyet artışı içerisinde herhangi bir bu tarihi kadar arkadaşlık dışında beraberliğimiz olmamıştı. 1992 yılın­dan itibaren Cavit Çağlar bakan olduğundan dolayı teks­til piyasasındaki iş hayatı da büyümeye başlamıştı, hatta Yusuf Ilhan ile olan samimiyetimiz o kadar fazla idi. Nö­betçi olduğu zamanlarda da beraber olurduk, arabası ile beraber dolaşırdık, gece nöbetçilere yiyecek getirip bera­ber yerdik. Yusuf Ilhan bana Cavit Çağlar’ın oğlu Mus­tafa Çağlar ile tanışmamı dile getirdi, bu konuşmadan tahminen bir ay kadar sonra Mustafa Çağlar ile tanış­tım. Mustafa Çağlar ile Yusuf Ilhan’ın Emniyet Müdür­lüğü’ndeki odasında tanıştık, Mustafa Çağlar eğlenceyi ve gece hayatını çok seviyordu, bir iki gece beraber ol­duk, baktım bunun eğlence hayatına ben ayak uyduramayacaktım, çünkü benim iş hayatım vardı. Bundan do­layı Mustafa Çağlar ile araya mesafe koydum, hatta bunu Yusuf Ilhan’a söyledim, bu süreçten sonra Yusuf Ilhan beni Cavit Çağlar ile tanıştırdı. Cavit Çağlar ile olan ilk tanışmamızda herhalde Yusuf Ilhan bahsetmişti ki, Çağ­lar benim hakkımda bilgi sahibi idi. Bana oğlu olan Mus­tafa Çağların yanındaki korumaları dahi dinlemediğini, gece hayatına çok düşkün olduğunu, hadise çıkartıp si­lah bile attığını, kendisinin hem cumhurbaşkanına ya­kın olması ve hem de bakan olması nedeniyle kamuo­yunda zor duruma düştüğünü, oğlunun mutlaka bir çeki düzen alması gerektiğini söyledi. Tabii ben kısmen Mus­tafa’yı tanımama rağmen ilk defa tanıştığım ve bir bü­yük olarak gördüğüm kişiye hayır diyemedim ve olumlu karşıladım, mecburen Mustafa ile beraber olmaya çalış­tım. O dönemde Mustafa’nın yanında koruma polis ola­rak Eyüp Garip, Esat Kaya ve Erdem ile Atilla... gibi po­lisler vardı, ama onları da dinlemiyordu, birazcık Yusuf Ilhan’dan çekiniyordu, iş hayatı hakkında hiç bilgisi yoktu, ben daha sonra koruma görevi yapan bu polisleri Mustafa Çağların yanında tanımıştım. Esasen Mustafa babası gibi bonkör bir insan değildi, eli de çok sıkı idi, birçok yerde mahçup olmamak için benim de mali du­rumum iyi olduğu için masrafları karşılıyordum. 1992 yılı sonuna doğru benim sermayemde büyük bir artış ge­lişmeye başlamıştı. Tahminen sermayemin esasını teşkil eden 15 milyon mark, depoda 200 - 300 ton zeytin, Bursa’nm önemli yerlerinde (4) adet daire, Yalova yolu üzerinde bir arsa ve sigorta işlerinde kullandığım (30 - 40) civarında aracım mevcuttu. Yani iş hayatım her ge­çen gün gelişiyor ve büyüyordu. Sermayem bu şekilde geliştikten sonra tekstil piyasası eskiden beri dikkatimi çekiyordu ve tekstil piyasasına geçmeyi hedefledim, bu konuyu bir ara Mustafa Çağlar ile konuştum, nasıl bir başlangıç yapacağım hakkında fikir teatisinde bulunduk. Benim düşüncem bir dokuma tezgahı alarak kumaş üre­timine geçmekti, Mustafa bana kumaş geçerli bir ticaret alanı değil, yapacaksan iplik ticareti yap diye telkinde bulundu, bu da benim mantığıma uygun geldi ve bu şe­kilde bir atılım yapmaya karar verdik. Daha sonraki gün­ler içerisinde bu konuyu Yusuf Ilhan ve Mustafa ile ye­niden görüştük, Mustafa bana şu anda kendilerinden iplik alan tekelin İstanbul’da faaliyet gösteren Yahudi Nesim Malki (Niso) adlı kişinin olduğunu, almak gere­kirse ondan almamın olabileceğini, ancak ben sana da ayrıyeten el altından iplik verebilirim, sen bunun karşı­lığında bir miktar parayı bana verdikten sonra, bu işi bu şekilde başlatırız dedi. Bunu ben ilk duyduğum zaman biraz hayret etmiştim, çünkü bu gayri yönden yapılan bir ticari iş idi, ancak ben de ticarete yatkındım, madem bu şekilde oluyor, ben de bu şekilde yapayım diye dü­şündüm. Bu ticaret şeklinde fimalarm normal ticari ka­zançlarından herhangi bir kaybı olmuyor, ancak tabii res­miyete girmediği için kar amacından artı bir kazanç oluyordu. Yani fabrikadan Niso’ya verilen meblağ üze­rinden kendisine mal verildiği taktirde Niso’nun aracı olmaktan dolayı kaynaklanan artı gelirini yarı yarıya pay­laşmış olacaktık. Tekstil piyasasında bir teamül mevcut­muş, bu teamüle göre fabrikadan direkt alış yapan fir­manın dışında hiçbir kimseye ikinci bir el oluşturularak iplik pazarlaması yapılamazmış. Bu bakımdan Cavit Çağ­lar’ın tekstil fabrikasından o tarihlerde Niso direk olarak ve tek elden alış yaptığından benim resmi yoldan yani teamül içerisinden resmi yoldan alış yapmam piyasa fa­aliyetlerine aykırı bir hareket olduğundan bu şekilde ça­lışmayı uygun gördük ve bu şekilde çalışmaya başladık. İlk başlangıçta ayda 50 ton mal almak kaydıyla bu tica­reti başlattık. Tabii yukarıda da söylediğim gibi, kar ora­nının yani esas dağıtıcı firma olan Niso’nun aldığı kar oranından Mustafa Çağlar ile yarı yarıya paylaşıyorduk. Bu işe girmeme Yusuf Ilhan’ın katkısı çok olmuştur. Hatta Yusuf Ilhan bu parayı bir Yahudi yiyeceğine sen kazan ye dedi. Bu piyasaya ilk girmemden dolayı pazar­lama çok önemli idi, kendime bir pazarlamacı buldum, bu şahıs eski bir avukat olan Fahrettin Aslan idi. Daha sonra bu faaliyetim hızlandı, ilk aylarda giderek arttı ve ayda 100 tona çıktı. Tabii 100 ton bayağı önemli bir meblağ idi, en bunu piyasaya sürünce Niso piyasanın ha­reketinden dolayı birkaç ay sonra bunu fark etti. Tabii ben bu işi yaparken Cavit Çağlar ve Şükrü Şenkaya da bu durumu biliyorlardı. Faaliyetimiz bu şekilde devam ederken, 1993 Nisan, Mayıs aylarında Niso’nun bunu fark etmesi üzerine, Mustafa Çağlar’a yaptığı baskıdan dolayı Mustafa Çağlar bu ticaret akışımızı bana konuyu anlatarak durdurmak zorunda kaldı. Bu arada size tekstil piyasasındaki dönem sirkülasyonu anlatmamda yarar gördüm. Çünkü Türkiye’nin ekonomisini önemli derecede ilgilendiren büyük bir piyasadır. Hem işleme tarzı ve hem de kayıt dışı gelirlerin belirlenmesi açısın­dan sistem benim size daha önce verdiğim ifadelerde kayda geçen anlatımlarımda olduğu gibi cereyan etmek­tedir. Bundan olayı bir daha tekrar etmek istemiyorum. Kasede alınmış olan anlatımların içeriği detaylı bir şe­kilde yer almaktadır. Niso’nun benim çalışmamı duyup, Mustafa Çağlar’ın da konuyu bana aktarmasından iki gün sonra Niso İstanbul’dan telefonla beni aradı, tarih olarak tahminen 1993 yılının nisan - mayıs ayları olabi­lir. Benim Niso ile ilk tanışmam bu şekilde oldu. Tele­fonda bana tanıştıktan sonra ne kadar mal almak istedi­ğimi sordu, benim prensibim ilk tanıştığım kişi ile bu nevi şeyleri konuşmama ilkesine dayandığından ben ken­disine teşekkür ederim, sonra gerekirse yeniden görüşü­rüm dedim ve telefonu kapattım. Bu aşama içerisinde benim 300 - 400 tona kadar varan iplik alışverişinden kaynaklanan ticaret gelişmem mevcuttu, aynı zamanda zeytin işini de devam ettiriyordum. Bir taraf tan da zey­tin stoku yaparak zeytin piyasasında yer işgal etmeye baş­lamıştım. Tahminen iki hafta kadar sonra Mustafa’nın uçağı ile İstanbul’a giderken, Niso ile havaalanında ve uçak seyahatinde tanışmış odum. Bu tanışma kendisini görmem üzerine yüzyüze olan tanışmamdır. İstanbul ha­vaalanında ben kendilerinden ayrıldım ve kendi işime gittim, daha sonra Bursa’ya arabamla döndüm. Bu arada benim iplik işine tahminen bir ay kadar ara vermem olmuştur. Geçen süreç içerisinde Cavit Çağlar ile Ni­so’nun arası tek satıcılıktan dolayı açılmaya başlamıştı. Arasının açılmasına neden olan faktör tek satıcılık an­laşmasında uyuşamamalarındandı, bu zaten tekstil piya­sasında konuşuluyordu. Bu anlaşma bir protokol gereği tekstil piyasasının kendine özgü olan ve hukuki bağlayı­cılığı olmamakla beraber sektördeki işleme tarzının bir gereği olarak yapılan anlaşmadır. Anlaşma bir veya ik iyıl müddeti içerisinde yapılıyor. Yani iplik fabrikasından tek satıcı olarak mal alan birisi eğer bir protokol anlaş­ması yapmış ise o müddet zarf ı içerisinde firmanın başka bir kimseye mal satmaması gerekir. Duyduğum kada­rıyla Cavit Çağlar ile Niso arasında daha önceden SIFAŞ ve POLYEN adı altında kurulan bir ortaklık firması mevcutmuş. Niso’nun ortağı olan Hayim Erkohen, Ca­vit Çağlar’ın çalışma şeklinden memnun değilmiş, Ca­vit Çağlar’ın yaklaşım tarzı ile devlete olan ödemelerdeki gecikme sanıyorum, Haim Erkohen’in çalışma prensip­lerine uymamıştır, çünkü onlar devletten çok korkarlar, başlarına herhangi bir şey gelmemesi için devletin ku­rumlan ile olan ilişkilerde hassasiyet gösterdiklerinden ve Cavit Çağlar’ın da bu hassasiyete uymadığını gördük­lerinden ortaklıkları bozulmuştur. Yani ortaklıkları hu­kuken kalkmış ama firmalar ayrı ayrı hayatiyetini de­vam ettirmişlerdir. Bu anlamda tabii tek satıcılık protokolü de bitmiş olduğundan Niso ile Cavit Çağlar’ın arası açılmıştı. Cavit Çağlar da Niso’yu hiç sevmez, onu vampir olarak görür, tek satıcı olmasından dolayı da ken­dilerini sömürdüğünü ve aynı zamanda ona bağlı kalmak zorunda olduğundan iplik piyasasını onun belir­lediğini, esas karı da onun yaptığım söylerdi. Tahminen 1993 Ağustos aylarına gelindiğinde durum bu şekilde de­vam ediyordu. Bu boşlukta ben de gerek Niso’dan ve ge­rekse kısmen aldığım iplikleri az da olsa piyasaya süre­rek piyasadaki ağımı kaybetmemeye çalışıyordum. Ancak Niso ile Cavit Çağlar her ne kadar atışsalar da iplik pi­yasasını ellerinde tuttuklarından birbirleriyle alışveriş yap­madan da duramazlardı. Niso, Cavit Çağlar’a en zor du­rumda krediler vererek yardım etmiş ve bunu da dile getirmiş. Cavit Çağlar da tek satıcı olmasından dolayı esas karın onun yaptığım belirterek, sürtüşme ortamı başlatmıştır. Bu ticari çekişmeleri kayda alman ifademde daha teferruatlı şekilde anlattım. Esasen Niso da bu alış­verişten kopmak istemiyordu, çünkü Nergis o tarihlerde piyasanın en büyük ve en önemli isimleri idi, iplik pa­zarına sahip olan Niso bu pazarı elinde tutmak için mec­buren iplik almak zorunda idi. Esasen Yahudiler hiçbir zaman yatırıma girmez, sadece pazarlama ve işletme da­lında faaliyet gösterirler, bu bakımdan Niso ne kadar ser­mayesi güçlü oluşa olsun, tekstil dalında imalata yönelik bir yatırıma girmemiştir. Bu gelişme içerisinde Niso hem bir taraftan Cavit Çağlar’dan iplik almaya devam edi­yor, ben hem Niso’dan, hem de Cavit Çağlar’dan alarak piyasamı genişletiyordum.

Ancak Niso, Cavit Çağlar’m kendisine tek satıcılığı vermemesinden dolayı Çağlar’ı piyasada sıkıştırma ha­reketine başladı, iplik ihracatının büyük bir bölümünü Sönmez grubundan almaya başladı. Niso’nun Sönmez grubundan iplik almasıyla, tabii Çağların stoklan git­tikçe büyümeye başladı. Tahminen 1993 yılının eylül - ekim aylarına gelinmişti. Cavit Çağlar iplik satışı yavaş­ladığından stoklan 6-7 bin tona çıkmıştı. Tabii diğer bir gerginliği yaratan ortam da Sönmezlerle Cavit Çağ­ladın arasının ticari alanda açık olmasmdandı. Niso’nun Cavit Çağların rakibinden iplik almasını Çağlar kesi­mini zor durumda bırakmıştı. Gelişme bu şekilde devam ederken 1993’ün kasım aylarına gelindiğinde iplik fiyat­ları piyasada 40 bin TL. civarında veriliyor ve piyasada 50 - 55 bine satılıyordu. Bu arada ben de zeytine ağırlık vermiş ve zeytin pazarlama faaliyetine hız kazandırmış­tım. Bu süreç içerisinde stokları gittikçe fazlalaşan Cavit Çağlar ve Mustafa Çağlar beni çağırarak stoklardan mal vermek istediler, gerekli anlaşmayı yaptık, tahminen 42 bin TL’den 5 bin ton civarında stok malı nisan ayı öde­meli ben almayı kabul ettim. Bunun tahminen bin to­nunun tutarım peşin olarak ödedim, geri kalan malı ni­san ayı ödemeli kabul ederek satın aldım.

Karşılığında müşteri çekleri verdim. Bu arada ben elimdeki nakit parayla zeytin stok işlemlerini güçlendi­rerek zeytin alımına ağırlık verdim. 1994 Nisan aylarına geldiğimizde 5 Nisan kararlarının etkisiyle doların bir­den f ırlamasıyla piyasayı da etkiledi ve benim gerek Çağ­lar dan aldığım iplik ile yaptığım zeytin stoklarıma kor­kunç derecede kar getirerek bir anda benim sermayemin güçlenmesine neden olan faktör oldu. Kasım ayında 40 bin TL. civarında olduğum iplik, bu aylara gelindiğinde 80 - 90 bin TL.’ye çıkmıştı. Bir taraftan da sigorta işlerim son derece iyi gittiğinden oradan gelen gelir kay­naklarıma artı olarak sermayeme eklenmişti. Doların ar­tışından dolayı ortalama iplik fiyatları l’e 3 nispetinde para kazandırdı. Bu arada 1000 tona yakın da zeytin stoku yapmıştım. 1993 yılının son aylarında Niso beni Hayim Erkohen ile tanıştırdı. İplik piyasasında beni Ni­so’dan daha iyi tuttuklarından dolayı ticari oyunlarla hissettirmeden iplik piyasasından çıkarmaya çalışıyor­lardı. Çünkü Niso iplik piyasasında tek satıcı iken, çok acımasız davranmıştı. Ortalama olarak Bursa’da iki bin civarında orta dereceli tekstilcinin kazandığı parayı bu şahıs tek başına kazanıyordu. O tarihlerde Niso’nun te­fecilik yapıp yapmadığını bilmiyordum, ancak 1994 krizi içerisinde KAVİ Kimya isimli bir şirket adına gelen çek­leri inceleme sonucu alarak yaklaşık bir milyon dolar ci­varında kendisinden bir çek kestiğini gördüğümde ak­lıma tefecilikte yapıyor olabileceği geldi. Ortağı Hayim Erkohen’in rahatsızlığından dolayı sürekli yanma ziya­rete gittiğinde bana iplik piyasasının en ince detayını an­latır, oğlu Erol’a da beni örnek gösterirdi. 1994 yılı or­talarında özellikle Bursa iplik piyasasında ben Niso’yu geçmiştim. Bu arada Cavit Çağlar’ın dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile arasının açıklığı yüzünden ekonomik an­lamda çok sıkıştı, bu yüzden bankalar korkunç bir şe­kilde üzerine geiyordu, bu duruma yeni bir şirket kura­rak şirketlerini hacizden korumak için bu firmaya kiralama formülünü düşünüyorlardı. Şirkederinde çalışan işçi pa­raları ve diğer giderlerini ben karşılıyordum. Bu arada ben Mustafa’ya benim imkanlarımla problemlerinizi halledebilirseniz benim imkanlarımı kullanın, siz de bana bunun karşılığı olarak iplik verirsiniz dedim ve elimdeki bütün imkanları onlara kullandığımdan dolayı ekono­mik açıdan rahatladılar. 5 Nisan kararlarından ben olumlu yönde etkilenmiştim. Cavit Çağlar’ın borçları kredi borcu olduğu ve bu kredi borcunun 300-400 milyon civarında olduğu için her geçen gün borcu ileri düzeyde yükseli­yordu. Bu arada ben EZE Zeytin İşleme Fabrika inşaa­tına başladım. Bugüne kadar önemli ölçüde kredi kul­lanmamıştım, ancak zeytin işinden dolayı İş Bankasından kredi kullanmaya başladım, iplik ve diğer işlerimden elde ettiğim parayı zeytin piyasasına yatırı­yordum, o yıl köylüden 50 bin ton civarında zeytin top­lamıştım. Aynı zamanda fabrika işine hız veriyordum. Bu arada sürekli Ispanya/Sevilla’ya gitmem gerekiyordu, bu yüzden bir uçak almaya karar verdim. Bu düşüncemi Mustafa Çağlara açtığımda, bir milyon elli bin dolara bana kendi uçağını sattı. Ben de parasının ikiyüz elli - üçyüz bin dolarını peşin, geri kalanını da Yapı Kredi’den lizing yaparak parasını ödedim. Bu tarihteki ekonomik durumum detaylı bir şekilde kasede alınan anlatımla­rımda mevcuttur. Mal varlığımın çoğalması ve iş potan­siyelimin gelişmesi üzerine zaman zaman da birçok yer­lere gidip gelmemden dolayı herhangi bir tehlike ile karşı karşıya kalmamda yardımcı olması için koruma tutmaya karar verdim. Bu dönemde daha sonra da yanımda sü­rekli çalışan Yusuf Ilhan’ın tavsiye ettiği polis memurları olan Esat Kaya ve Atilla gibi polis memurlarını görevle­rinden ayırarak benim yanımda koruma olarak

çalıştırmaya başladı. Bu arada Emniyet Müdür Yardım­cısı olan Yusuf Ilhan’ın Artvin’e tayini çıkmıştı, kendisi de Artvin’e gitmek istemiyordu, ben kendisini çok sev­diğimden ve eskiden beri de yakın ilişkimiz olmasından dolayı benimle çalışmasını teklif ettim. İlk planda emekli olmayı düşündü, bu arada şark tayinini o dönemin İçiş­leri Bakanı olan Mehmet Gazioğlu’na tavassut ettirerek durdurduk. Daha sonra kendisi kadro derecesi alarak APK’ya geçti. APK adı ile anılan ve fiili bir görevi olma­yan merkezde Emniyet Müdürlüğü statüsünde bulunan bu göreve geçtikten sonra bu görevde mesai mefhumu da olmadığından devamlı benim yanımda iş hayatına alışmaya çalıştı. Daha sonra yaptığımız sözleşme gereği EZE Zeytinleri Yönetim Kurulu Başkanlığı na getirdim. Yusuf İlhan bende yani Eşrefoğlu Anonim Şirketi nde Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmaya başladığında yaptığım anlaşmaya göre kendisine bir araba, bir de ev alacaktım, ücret olarak açık kasa çalışacaktı, bir de şir­ketin karından yüzde 12 pay verecektim. Bu anlaşma so­nucu Yusuf İlhan bende gelerek işe başladı. Kendisine işe başlarken bunun dışında herhangi bir para vermedim, ancak Yusuf İlhan ın Ankara’da bir kardeşi vardı, so­rumlu bir kişi idi, ticari hayatta zarara uğramış olduğunu bana söyledi, ona da iş hayatında yardımcı olmak kaydıyla ve sonradan imkanı olduğunda ödemesi karşılı­ğında 30 bin dolar para verdim. Kardeşinin adı Yunus Ilhan’dır. Ticari faaliyetimin devam ettiği bu süreç içe­risinde Cavit Çağlar ile aramda sürtüşmeye de neden olan Halıfleks Fabrikası’nın satışından kaynaklanan sorunlar çıktı ve Halıfleks Fabrikasını ben satın aldım. Ancak bu konuyu ayrı bir bölüm başlığı altında önemli olduğundan daha sonra anlatacağım. Bu arada Sevilla ile iş bağlantılarım devam ediyordu, ancak Sevilla’ya be­nim önceden almış oluğum uçak direk uçuş yapmıyordu, daha sonra Falkom 20 tipi uçak almıştım, bu uçağı alır­ken kredi kullandım, uçağın fiyatı 2.250 bin dolardı ve uçağı Fransa’dan almıştım. Bunun 250 bin dolarını pe­şin verdim, geriye kalan 2 milyon dolarını da Demirbank’tan lizing yaparak temin ettim. Bu arada Niso ka­nalıyla olan gelişmelerin deneyimiyle Demirbank’la olan temaslarım gelişmişti. Ancak yukarıda da anlatmaya ça­lıştığım gibi Falkom 20 tipi uçak da direkt olarak Sevil­la’ya uçuş yapamıyor, aktarmalı bir şekilde gitmem ge­rekiyordu, o da zaman kaybına neden oluyordu, bu zaman kaybını telafi etmek için bu sefer daha üstün bir uçak almaya karar verdim, bu uçağı da Egebank’ın sahiplerine sattım. Daha uzun menzilli ve üstün uçak Amerika’da vardı, Amerika’ya gitmeye karar verdim, bu gidişimde Niso da benimle beraber geldi, önce bende bulunan Fal­kom 20 ile Ispanya’ya gittik, burada bizim zeytin fabri­kasını yapan firmanın yetkilisi de Yahudi idi, Niso da onunla görüşecekti, Ispanya’da onunla görüşmeler yap­tıktan sonra, uçağı orada bırakarak Fransız Hava Yolları ile New York’a gittik, bir amacımız da zeytin alanında dünyanın en büyük firması olan Kaliforniya’daki Derkartır firmasını görüp temas sağlamaktı yani Amerika’ya Niso ile beraber hem uçak almaya hem de bu firmayı görmeye gittik. Newyorka geldikten sonra yeni alacağımız Falkon 50 tipi uçağı gördük ve anlaşmaları yaptık. Bu uçakla beraber Derkartır Firmasına zeytin bağlantıları yapmak için Kaliforniya gittik, orada gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra zeytin bağlantısı yaptık daha sonra aldığımız bu uçakla Ispanya üzerinden Türkiye’ye döndük. Ticari faaliyetlerimin geliştiği bu süreç 1995 Ağustos ayma kadar bu şekilde ve iyi bir yolda devam ettim. Hatta Niso ile olan iş bağlantılarım gittikçe bü­yüyordu. Çünkü Niso zeytin işine de merak sarmıştı, bu­radaki karı görerek bana yaşlaşmaya başlamıştı. Ben bir taraftan zeytin işi ile ilgili yatırımlarımı aldığım kredi­lerle yapmaya çalışırken bir taraf tan da iplik işinden elde ettiğim karın bu kredilerin ödemesine kullanıyordum. 1995 Ağustos ayından itibaren Niso’da bir tedirginlik ve panik baş göstermişti. Bu arada benimde Niso’ya olan iplikten dolayı olan borcum artmaya başlamıştı. Niso’daki tedirginliği bende sezinlemiştim Niso bir ara bana bu yer altı dünyası denen alemdeki faaliyetler hakkında bazı şeyler sorarak bunlar nasıl yürütüyorlar faaliyeti gibi bilgi almaya çalıştı. Ben konuyu açmasını söyleyince bana ken­disinin Alaattin Çakıcı tarafından tehdit edildiğini söy­ledi ve bir konuşmasını kaydettiğini bandı bana dilletti, ben ilk defa Alaattin Çakıcının sesini oradan duymuş oldum, daha önceden kendisini ne görmüştüm ne de bir tanışmamız olmuştu. Niso’nun bu olaydan çok etkilen­diğini gördüm bana bir taraf tan da Mehmet Ağar’ı so­ruyor ve onunla bir irtibatımın olup olmadığını soru­yordu, bundaki maksadı Mehmet Ağar’ın o dönemde Emniyet Genel Müdürü olmasından dolayı idi belki ondan bir güç ve koruma alabilir düşüncesinde idi bu­nun dışında kendisi de koruma içgüdüsü içerisinden güçlü insanları arayış ve bulma faaliyeti içerisine girmişti. An­cak herhalde o gücü sağlayamamış olacak Alaattin Ça­kıcının istediği 1 milyon doları ödemek zorunda kalmış. Bunu ortağı olan Erol Erkohen’e 1.5 milyon dolar alarak göstermiş ben bunu daha sonra öğrendim, bundaki mak­sadı yarısını ortağından telafi etmek için söylediği bir şeymiş, Niso Alaattin Çakıcının bu tehdidinden çok et­kilenmiş durumdaydı, o anda Niso’da büyük bir deği­şiklik oldu Cavit Çağların tüm stok ipliklerini aldığını duydum. Teybe kaydedilen ifademde de detaylı anlattı­ğım gibi Niso Alaattin Çakıcı olayından çok etkilen­mişti. Çünkü onu etkileyen bir neden de Mustafa Kefeli olayında kendisinin topuğundan vurulma hadisesi idi.

Niso tarihini tam olarak hatırlamıyorum. Bir tarihte silahla topuğundan ateş edilmek suretiyle yaralanmış, bu olayın Mustafa Kefeli tarafından yaptırıldığını düşünü­yormuş. Mustafa Kefeli ile Alaattin Çakıcının arasının iyi olduğunu biliyormuş, aynı zamanda Mustafa Kefe­linin Cavit Çağlar’la da aralarının iyi olduğunu ve ara­larında bir bağlantı olduğunu duymuş ve aralarında bir bağlantı olduğunu duymuş ve bundan dolayı Cavit Çağlar’a tekrar yaklaşma gereğini hissetmiş. Niso’nun anlat­tığına göre kendisinin Kıbrıs’da bir bakanla işi varmış bunu Mustafa Kefeli halletmiş. Mustafa Kefeli ye bir para vermesi söz konusu imiş, bu parayı vermeyince Mustafa Kefeli bunu vurdurtmuş. Niso olayı bana öyle anlattı. Bu olaydan etkilenen Niso Alaattin Çakıcı tarafından tehdit edilince Alaattin Çakıcı ya yakın olan Mustafa Kefeli ile irtibata geçmek ve bu soğukluğu gidermek için Ca­vit Çağlar’ı devreye sokuyor. Cavit Çağlar’ın bu tarihte mal stoklarının çok olması ve mali kriz içerisinde bu­lunması Mustafa Kefeli ile yakın ilişki içerisinde olması bunu yaklaştıran sebep olarak görülüyor. Böylece Niso Cavit Çağlar’dan yeniden stok malzemelerini alarak onu rahatlatıyor, karşılığında da Cavit Çağlar, Mustafa Ke­feli yakınlaşmasından istifade ederek Mustafa Kefeli ka­nalından Alaattin tehdidinden kurtulmayı amaçlıyordu.

Niso’nun Cavit Çağlar’ın stoklarının tamamını alma­sından sonra bunların bir kısmının da bana verilmesi so­nucu tekrar ticari faaliyete başladık. Hatta Niso’nun al­mış olduğu stokların yarısını ben almıştım. Ancak ben Niso’ya kasım - aralık aylarında zeytin alımlarına gire­ceğimi, esas parayı oraya vermem gerektiğini söyleyerek çok stok olarak aldığım bu iplik paralarını kasım - ara­lık aylarına kadar veremeyeceğimi söyledim. Tahminen aldığım malın tutarı 20 milyon dolar civarında idi. Ta­bii daha önceden olan borçlarım da vardı. Bu parayı kasım - aralık aylarına kadar ödeyemeyeceğimi Niso’ya söyleyince Niso önemli değil dedi ve buna karşılık çek vermem konusunda mutabakat sağladık. Ben kendisine tahmini 20 milyon dolar karşılığı Türk parası tutarında aralık - ocak - şubat ayları ödemeli çek verdim. Bu sü­reç içerisinde tahminen temmuz veya ağustos aylarında Niso bana yeşil vadi olayı olarak nitelendirilen Korkmaz Yiğit ile müşterek inşaat işi yapacağını bahsedip bu işe girmemi ve ortak olmamı istedi. Ancak ben kendisine iş hacmimim çok yüklü olduğunu, bir tarafta iplik işi bir tarafta zeytin fabrikasını yürütme ve pazarlama işi di­ğer yandan sigortacılık işlerimin olduğunu söyledim ve buna girmedim. Niso Korkmaz Yiğit ile beraber 5-10 bin konut yapılacak olan Yeşil Vadi olayını devam et­tirdi. Bu arada ticari faaliyetler gittikçe genişliyor ve de­ğişik kişilerle çalışmam ve iş birliğine girmem söz ko­nusu oluyordu. Hatta Niso ısrarla zeytin işi çok hoşuna gittiğinden bana ortak olmayı istiyordu, ben onu atlatıp teklifini kabul etmiyordum. Gelişen bu ticari süreç içe­risinde Niso bana Adana’dan Hayyam Garipoğlu isimli kişi ile tanışıklığının olduğunu, bu adamın İstanbul pi­yasasına girmek istediğini ve o tarihlerde Sümerbankın satılmasının gündeme geldiğini, bu işe de ortak olarak birlikte girmemizi düşündüğünü ifade etti. Sümerbank olayı değişik bir boyut kazandığından başka bir bölümde başlık altında anlatacağım. Benim ticari faaliyetim 1995 Eylül ayma kadar özetini anlattığım bu çıkış süreci içeri­sinde yükselerek ve genişleyerek gayet normal bir şekilde devam etti. Benim ticari hayatımın dönüşü olarak ka­bul ettiğim ve milat olarak altını çizdiğim sıkıntılı dö­nemlerimin başlangıcı 1995 Eylül ayından itibaren cere­yan etmeye başladı. Niso ile olan ilişkilerim Sümerbank olayının alım işlemlerinin bitmesinden sonra ve ortak­lığımızın daha doğrusu iş beraberliğimizin bozulmasın­dan sonra birden mesafemiz açıldı. Sümerbank olayın­dan önce Niso Cavit Çağlar ile olan iş - ortaklığını tekrar güçlendirmiş ve onun stoklarını alarak desteğini sağla­mıştı. Bu süreçte Korkmaz Yiğit ile tanışmış Korkmaz Yiğit ile Yeşil Vadi olayında iş birliğine girmiş Korkmaz Yiğit’in gerek çevresi ve gerekse devletin üst kademeleri olan irtibatından dolayı kendisine gelecek olan tehditler için bir yakın adam bulmuştu. Nitekim tehdit altında iken Vali Hayri Kozakçıoğlu ile (dönemin İstanbul Va­lisi) kendisini tanıştırmış, koruma verilmesini sağlamış böylece kendini daha güçlü hissetmişti. Bunun dışında Hayyam Garipoğlu ile tanışmış, ilişkilerini artırmış, en büyük ideali olan banka kurmakta ortak duruma gel­mişti. Tüm bu güçlendirmelerinden dolayı artık bana ih­tiyacı kalmamıştı. Çünkü Niso gerek iş hayatında ve ge­rekse diğer yaşantısında güç nerede ise onun yanında yer alırdı Sümerbank olayının satın alma işine gelince Sümerbankın özelleştirilip satışa çıkmasından sonra Hay­yam Garipoğlu kendisina ait olan îpeks Tekstil adına bankayı almaya talip olmuştu. Sümerbank hatırladığım kadarıyla 112 milyon dolara Hayyam Garipoğlu’na geç­mişti. Yani, Özelleştirme idaresi tarafından yapılan iha­lede Hayyam Garipoğlu’na ait îpeks AŞ’de 112 milyon dolara kaldı. Hayyam Garipoğlu’nun o günkü şartlarda 112 milyon dolarlık paranın 56 milyon dolarlık peşina­tını ödeme imkanı olmadığı için Nesim Malki’ye or­tak olma teklifinde bulunmuştu. Niso’da bana Hayyam Garipoğlu’nun kazanmış olduğu bu ihale ile ilgili olarak yüzde 50’sine birlikte ortak olmamızı teklif etti. Bunun için yüzde 50’ye tekabül eden paranın karşılığı olarak his­seme düşen yüzde 25’i için 685 milyar TL’sini Türkiye İş Bankasının Merkez Şubesinde bulunan hesabımdan îpeks AŞ. adlı şirket üzerinden yatırılması için o hesaba aktardım. Böylelikle Sümerbank’ın yüzde 25’lik hisse­sine resmiyette gözükmemesine rağmen ortak oldum. Bu para aktarma işleminde Özelleştirme İdaresine yatan para İpeks AŞ. adına yattığından daha sonra duyduğuma göre bu parayı Hayyam Garipoğlu kendi parası olarak gös­termişti. Esasen bu para benim kendi hesabımdan ve İş Bankası ndan çıkıp ihale İpeks adına kaydığından İpeks hesabına yatmıştır. Banka kayıtları incelendiğinde yatan bu paranın benim hesabımdan oraya geçtiği anlaşılacak­tır. Daha sonra Hayyam Garipoğlu hakkında bana ula­şan bilgilerin olumsuzluğu dolayısıyla ortağım olan Niso’ya bu ortaklıktan ayrılmamız gerektiğini ifade ettim. Niso’nun ise bu ortaklığın devam etmesinden yana ol­duğunu anladığım için kendisini bu işten vazgeçiremedim. Sümerbank olayından Alaattin Çakıcının da dahil olduğu pay dağılımını daha sonraki bölüm başlıkları içe­risinde anlatacağım, ifademin alındığı kayıt bantlarında bu konu daha açıkça belirtilmiştir.

ifademin yukarıdaki bölümünde de açıklamaya ça­lıştığım gibi Niso ile olan iyi ilişkilerim bu bankanın alımından sonra birden değişerek bozuldu. Artık Niso üzerime hızlı bir şekilde gelmeye başladı. Niso benim aleyhime faaliyette bulunarak beni kredi aldığım ban­kalara karşı kötülemeye başladı. O tarihe kadar îş Ban­kası dışında diğer bankalardan benim diğer bankalardan 70 milyon dolarlık kredi çekme imkanım vardı. Benim çektiğim kredi ise îş Bankası hariç 25 - 30 milyon do­lar kadardı. Benim düşüncem kredi limitimin gerisini de kullanıp, yani 30 - 40 milyon dolar daha kredi kullanıp zeytin işinde bu krediyi kullanmaktı. Çünkü zeytin işin­deki faaliyetim hızlı bir şekilde büyüyor ve fabrika ha­yata geçmeye adım atıyordu. Bu arada Niso’ya yakınla­şan Korkmaz Yiğit Niso’yu dolduruşa getirerek Alaattin Çakıcı konusunda benim parmağım olduğunu ifade edip, Niso’yu bana karşı daha da mesafe açıcı duruma getir­miş, halbuki benim o tarihe kadar daha Alaattin Ça­kıcı ile herhangi bir tanışıklığım ve temasım olmamış­tır. Benim Alaattin Çakıcı ile ilk tanışmam bu süreç içerisinde Niso’nun Bursa’ya geldiği zaman benim işyerime uğraması esnasında olmuştur. Tam tarihini hatırla­mıyorum ama bu dönemlerde bir gün telefonum çalına­rak birisi bana gür bir sesle “Niso oradamı diye’ sordu. Beni direkt telefonumdan aramıştı. Ben kendisini tanı­madığımdan, “Siz kimsiniz, Niso burada yok yarım saat sonra gelecek” dedim. Arayanın Alaattin olduğunu anla­dım. “Bana ukalalık yapma. Sen kimsin? Niso’nun orada olması gerekir, ver onu bana” şeklinde konuştu. Alaat­tin olduğunu daha önci Niso’nun kayıt ettiği sesi dinle­yince anlamıştım. Esasen Niso o an yanımda idi, bana olmadığını işaret etti, ben de o şekilde söyledim. Nite­kim yarım saat sonra Alaattin tekrar aradı. Kendisine di­rekt telefonumu Niso, gelmeden önce vermiş ve tahmini saat söyleyerek benim yanımda olacağını belirttiğinden bu bakımdan beni Niso ile konuşmak için aramış. Be­nim Alaattin ile ilk konuşmam bu şekilde oldu. Niso ile Alaattin telefonda konuştular, konuşma esnasında Niso beni de tanıttı, adımı, soyadımı söyledi. Bu süreçte Alaattin’le tanışmam başlamıştı. Niso yine bir keresinde yanıma gelmişti, Niso’yu tehdit etmesinden dolayı daha önce anlattığım 1 milyon dolarlık parayı Niso, Alaattin Çakıcıya taksit taksit ödemeyi söylemiş ki Niso yanıma geldiğinde Hüsnü Gülen benim iş yerime geldi. Herhalde Alaattin’le daha önceden konuşmuş olacaklar ki Niso ya­nında getirdiği 200 - 250 bin doları çantasından çıkara­rak Hüsnü Gülen e verdi. Bu para Alaattin Çakıcı, ha­raç olarak verdiği 1 milyon doların taksitlerinden birisi idi. Ben konuyu merak edip Niso’ya sordum. Bu olayın cereyan ettiği tarihte henüz Niso ile aram açık değildi. Niso bana bu paranın Alaattin’in talimatı üzerine Hüsnü Gülen tarafından bir başkasına verilmesi için verdiğini söyledi. Ama Niso kime verileceğini bilmiyordu. Daha sonra Alaattin’le samimi olduğum dönemlerde Alaattin bana bu paranın Hüsnü Gülen tarafından Nail Yeni­ce’ye verildiğini Nail Yenice’nin Bursa’da Özgüven Din­gil Sanayii ve Uludağ Gazetesi sahibi olduğunu söyledi. Bu parayı daha önceki tarihlerde Uludağ’da öldürülen Uğur Çakıcının adli tahkikat veya yargıtay aşamasında sanık lehine kararın çıkması için kullanılmak üzere ve­rildiğini söyledi. Ancak ben bu konuda ne gibi bir faali­yetler ile adı geçen Nail Yenice’nin kimlerle temasa geç­tiğini, bu işte muvaffak olup olmadığını bilemiyorum. Bu da benim Alaattin Çakıcı’dan duyduğum ve tanık olduğum 1995 yılı yaz aylarında cereyan eden başka bir olaydır. Bununla ilgili daha teferruatlı bilgiler kayda alı­nan sorgumdaki kasette mevcuttur. Niso ile olan aramın açılmasından sonra beni en çok etkileyen Niso’nun te­sir altında kaldığını sandığım tehdit olayında Alaattin Çakıcı’nın benim tarafımdan yönlendirildiği hususu idi. Bu durumu düzeltmek için Niso ile olan irtibatımı güç­lendirmek için Alaattin Çakıcı ile yakın temasa geçmeyi düşündüm. Niso’nun yanında tanıdığım Hüsnü Gülenin Alaattin’in yakın adamı olarak olduğunu bildiğimden İstanbul'da Hüsnü Gülen ile buluştum, durumu kendi­sine izah ettim. Hüsnü Gülen ile buluşmayı Gemlik’li eski ülkücülerden Mustafa Sertkaya aracılığı ile sağla­dım. Hüsnü Gülen “Tamam kardeşim ben konuyu ken­disine izah ederim o seni arar” dedi. Nitekim Alaattin bir gün beni arayarak rahatsız olduğum konuyu sordu, ben durumu kendisine izah ettim. Bu konuya çok canı sıkılmıştı, hatta küfür ederek “Ben onlara sorarım” dedi.

Bu vesile ile de Alaattin Çakıcı ile aramızda yakın bir dostluk başladı. Nitekim Alaattin Çakıcı ile görüşmemiz­den bir gün sonra Niso beni aradı, sesi titriyordu. Alaat­tin Çakıcının kendisini aradığını bu işte benim parma­ğımın olmadığını kendisine söylemiş. Alaattin ile olan bu yakınlaşmamız gittikçe fazlalaştı, hatta onun yakın adamı olan Hüsnü Gülen ile de İstanbul’da birkaç kez buluşarak yemek yedik. Bu yemek yeme esnasında ticari faaliyetler ve gittikçe batağa doğru gidişimi anlattım. Ni­so’nun öldürülmesi olayında da teferruatlı bahsedeceğim gibi bunu zaten daha önceden tasarladığımdan kızgınlık içerisinde bu adam bir gün ölecek diye Nesim Malki’yi kastederek imalı bir şekilde Hüsnü Gülenle konuştum. 1995’in Kasım ayma kadar olan ticari faaliyet içeresindeki görüntüm bu şekilde cereyan etti. Anlattığım ne­denlerden dolayı geniş alana yayılan ve gittikçe yükselen ticari tirajım birden çökmeye başlamıştı. İşte bu çöküş aşaması içerisinde ticari ortamdan silineceğim endişe­sine kapılarak Nesim Malki’nin öldürülme eylemi ger­çekleşti. 28.11.1995 tarihinde öldürülen Nesim Malki olayı ile Nesim Malki’nin öldürülüşünden sonra cere­yan eden olaylar.

Olayın anlatmadan önce yukarıda izah ettiğim Mal­ki yi öldürme sebeplerini toparlayacak olursam Niso bir kere bankalarla çalışmamı engellemiş ve kredi alma li­mitlerimin önüne geçmişti. Niso ile yaptığım iplik alışve­rişten dolayı daha önceden vadeli olarak kesip kendisine verdiğim 2 trilyon tutarındaki çekleri Niso bekletmeyip işleme koyacaktı. Bir taraftan zeytin fabrikasını kurma ve iç ve dış piyasaya açılma olanaklarım bitmiş olacaktı, diğer taraftan Cavit Çağlar ile aram açık olması nede­niyle iplik alım işlerini devam ettiremeyecektim. Ban­kalardan daha önceden almış olduğum kredilerin geri dönüşünü sağlayamam dolayısıyla bütün mal varlıkla­rım elimden gitmiş olacaktı. Kısa zamanda kazandığım bütün mal varlıklarımı kaybetme tehlikesi ile karşı kar­şıya kalmıştım. En önemli neden de Niso gibi bir adam birisini ağma aldı mı bitirmek için sonuna kadar gide­bilecek güce sahipti. Tüm bu sebepler Niso’yu ortadan kaldırmakla zorunlu olduğumu ve başka bir çıkış yolu bulamadığımı gösteriyordu. İşte Niso cinayetini işleme­min daha doğrusu azmettirici olarak tasarlayap, öldürtmenin sebepleri bu şekilde sıralanıyordu.

Niso’nun öldürülmesi eylemi için aklıma gelen ilk isim daha evvel kendisinden bahsederken 12 Eylül öncesi birkaç olaydan dolayı sabıkası bulunan eski ülkücüler­den Şükrü Elverdi oldu. Öldürme eyleminden yaklaşık 1.5 ay kadar, ekim ayı 20’leri olarak hatırladığım bir gün Bursa ilinde araç ile dolaşırken kendisine Nesim Malki’yi öldürtebileceğimi söyledim. Kendisi de bana büyük bir soğukkanlılıkla “O iş kolay hallederiz” dedi. Daha sonra yine Şükrü Elverdi’nin şirket merkezinde benim yanıma geldiği bir gün baş başa olduğumuz bir sırada kendisine bu konuyu tekrar açtım. Bu olayı ne kadar bir fiyata ya­pabileceğini sordum. O da bana hitaben olayı 2 milyon dolara gerçekleştirebileceğini ifade etti. Ben de kendisine fiyatın biraz düşürülmesini teklif ettiğimde 1.5 milyon dolara bu işin bitirileceğini, öldürme eyleminin gerçek­leştirileceği yer konusunda ise İstanbul ve Bursa ihti­malleri söz konusu idi, ancak o sıralar İstanbul ilinde koruması olduğu için İstanbul’da bu eylemin gerçekleş­mesinin mümkün olmadığını söyledi. Eylemde yer ala­cak olan eylemciler kullanılacak silahlar ve eylemle ilgili diğer ayrıntılar üzerinde durmadık. “Bana sen bu işe hiç karışma, askıya işkenceye dayanamazsın, bunun için de­tayları hiç bilmeyeceksin” dedi. Bu konuşmadan sonra öldürme eylemini ihale ettiğim Şükrü Elverdi yanımdan ayrıldı. Daha sonraki görüşmelerimde Şükrü Elverdi ey­lemle ilgili keşif istihbarat çalışması yaptıklarını söyledi. Ancak bana bu iddia pek inandırıcı gelmiyordu. Çünkü çalışma yapıyoruz derken sağda solda yemek yiyerek va­kit geçiriyorlardı. Bu itibarla bu olayın Şükrü tarafından gerçekleştirilebileceğine ihtimal vermiyordum. Ama bu arada zaman zaman ihtiyaçları olduğunu söyleyerek çeşitli miktarlarda para istiyordu. Bu arada Şükrünün eylemde yer alacak şahıslardan Oğuz Işıklı ile Muharrem Kutay’ı bilgilendirdiğini, lâkin Muharrem Kutay’ın bu eylemde yer alamayacağını, Oğuz Işıklının bu konuyu yine be­nimle iplik ticaretinde ilişkim olan eski ülkücülerden Burhanettin Türkeş’e aktardığını öğrendim. Burhanettin Türkeş’in Şükrü Elverdi’ye öldürme eylemi karşılığında benim vaat ettiğim 1.5 milyon dolardan bir milyon do­lar karşılığında bu işin bitirilebileceğini söylediği, Şük­rü nün de bu konuyu kabul ettiğini, daha sonra Şükrü ile yaptığım bir görüşmede öğrendim. Bu değişiklikten dolayı bende öldürme eylemiyle ilgili herhangi bir fikir değişikliği olmadı. Yine öldürme eyleminden bir önceki gün olan 27.11.1995 tarihinde Şükrü Elverdi şirket mer­kezime gelerek benimle görüştü ve daha sonra yanımdan ayrıldı. Aynı gün Nesim Malki ile birkaç kez telefonla görüştüm. Bu görüşmelerden 28.11.1995 Sah günü Bursa’ya geleceğini biliyordum. 28.11.1995 günü sabah şir­ket merkezine giderek mutat işlerimi takip ederken yak­laşık saat 11.00 sularında Erol Erkohen’in beni telefonla araması neticesi Niso’nun vurulduğunu öğrendim. Ben­den konuyla ilgilenmemi istediği için ben de şirketimde Eze Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışan emekli Em­niyet Müdürü Yusuf Ilhan’ı arayarak birlikte, Niso’nun getirildiği Fevzi Çakmak Caddesi üzerinde bulunan Va­tan Hastanesine gittik. Gittiğimizde hastanenin önünün kalabalık olduğunu, o tarihte il jandarmadan bir binbaşı ile İl Emniyet Müdür Yardımcılarından Zeki Özcan’ı hastane önünde gördüm. Zeki Özcan bana “Hayırdır, benzin atmış, bir şeyin mi var?” diye sordu. Ben de ona “Her gün birlikte olduğum adam ölmüş gülüp oynaya­yım mı?” dedim. Hastaneye girdiğimde Niso’nun öldü­ğünü öğrendim. Daha sonra hastaneden ayrılarak döne­min İl Emniyet Müdürü olan Ahmet Demir’in yanına gittim, içeriye girdiğimde Yusuf Ilhan ve sanayici Celal Sönmez’i Ahmet Demir’in makamında gördüm. Bu arada Niso’nun 1/3’lük ortağı olan Erol Erkohen beni telefonla aradı ve olayla ilgili bilgi aldı. Kendisine gelip gelemeye­ceğini sordum. “Uçağını gönderirsen gelirim” dedi. Ben de küçük uçağımı Erol Erkohen’i aldırmak üzere İstan­bul’a gönderdim. Ahmet Demir’in makamından ayrılarak Erol Erkohen’i getirecek küçük uçağı karşılamak üzere Bursa Havalimanına gittim. Buradan Erol Erkohen’i tey­zesinin kocası Metin ... isimli şahısla birlikte alarak Va­tan Hastanesine geldik. Tekrar Erol Erkohen ile birlikte Ahmet Demir’in makamına uğradığımızda Ahmet De­mir, Erol Erkohen’e başsağlığı dileyerek kendisini teselli etti ve olayla jandarmanın ilgilendiğini söyledi. “Biz her zaman senin yanındayız” dedi. Aynı dileklere Celal Sön­mez de katıldı, daha sonra Î1 Emniyet Müdürlüğü’nden ayrılarak şirket merkezine ben, Erol Erkohen, Yusuf Il­han ve Metin ... ile birlikte gittik. Burada birkaç saat kaldıktan sonra Erol Erkohen olayla ilgili Niso’nun İs­tanbul’daki yakınlarını bilgilendirdi. Niso’nun o dönem İstanbul satış müdürlüğünü yapan Cihat Alkanlı cenaze işlerini takip etmek üzere Bursa’ya geldi. Biz Erol Erko­hen ile jandarmaya gitmek için dışarıya çıktığımızda be­nim ofisimin önünde sekreterle görüşmekte olan Cihat Alkanlı’yı gördüm. Cihat Alkanlı’yı gördüğümde Niso ya ait olan çanta da elinde idi. Şükrü Karaaslanoğlu’nun da geldiğini duydum.

Biz buradan çıkarak Osmangazi Jandarmasına git­tik. Buradaki işler bittikten sonra cenazenin İstanbul’a nakli için küçük uçağımı Cihat Alkanlı’ya tahsis ettim. Biz de Erol Erkohen ve Şükrü Karaaslanoğlu ile birlikte İstanbul’a Cihat Alkanlı’dan önce gittik. Biz İstanbul Havalimanına indikten bir müddet sonra da Cihat Alkanlı Niso’nun cenazesiyle birlikte aynı havalimanına geldi. Buradan cenazenin hastaneye nakil işleri gerçek­leşti ve Niso’nun evine uğrayarak eşi Meri Malki’ye baş­sağlığı diledikten sonra İstanbul’dan dönüş yaptım. Er­tesi gün tekrar Bursa’dan İstanbul’a giderek cenazesine katıldım, defin işlemini takiben Bursa’ya tekrar geri dön­düm. Öldürme işleminin gerçekleştirildiği gün beni ey­lemle ilgili kimse aramadı, olaydan iki gün sonra Şükrü Elverdi telefonla beni arayarak herhangi bir olumsuzlu­ğun olmadığını söyledi. Bu arada hatırladığım kadarıyla 2-3 milyar civarında bir para istedi. Ben de bu parayı şirket elemanlarından birine talimat vererek kendisine ödedim. Hatırladığım olaydan birkaç gün sonra ilk di­limini 100 bin dolar olarak Çekirce civarında kendime ait jeep’te verdim. Öldürme eylemine karşılık olarak an­laştığımız 1.5 milyon dolarlık parayı ise yedi - sekiz ay­lık bir sürede çeşitli dilimler halinde çoğunu dolar olmak kaydıyla diğer kısmını da iplik olarak Şükrü Elverdi’ye ödedim. Nesim Malki’nin öldürülme eylemiyle ilgili çok daha teferruatlı bilgiyi size resmi alınan bu ifadem öncesi vermiştim. Teybe kaydedilen bu ifadelerim detaylı bir şe­kilde alındığından orada da konu açık olarak izah edil­miştir. Onlar da doğrudur.

Benim gerek yukarıda verdiğim ve gerekse ön sor­guda verip de teybe kaydedilen ifadelerimde bahsettiğim gibi Nesim Malki’nin öldürülmesi eylemini söylediğim sebeplerden dolayı sadece ben tasarlayarak yaptım. Ey­lemi gerçekleştiren de Şükrü Elverdi ile ona bağlı olarak çalışan diğer kişilerdir. Bunların dışında hiçbir kimse ne finans açısından ne de öldürülmesi açısından eyleme iş­tirak etmemiştir. Sadece ifademin diğer kısımlarında da belirttiğim gibi Alaattin Çakıcı nın adamı olan Hüsnü Gülen ile İstanbul’da yaptığımız bir konuşmada kendi­sine içine düştüğüm sorunları anlatmış, çıkmaza girdi­ğimi söylemiş, bundan ancak Nesim Malki’nin öldürül­mesiyle kurtulabileceğimi belirtmiştim. O da benim bu görüşümü tasdiklemiş ve küfürlü bir ifadeyle “Geber­sin Yahudi” şeklinde beyanlarda bulunmuştu. Ancak bu düşünce olarak söylediğim fikirdi, öldürüp öldürmeye­ceğim hakkında kesin bir ifade kullanmadım. Bunların dışında hiçbir kimsenin bilgisi ve iştiraki yoktur. Eylemi ben Şükrü Elverdi’nin grubuyla anlaştığımız para karşı­lığında planlayarak gerçekleştirdim.

Nesim Malki’nin öldürüldüğü gün ben daha ön­ceki ifadelerimde söylediğim gibi önce hastaneye, ora­dan Emniyet e gitmiş ve daha sonra da işyerime gelmiş­tim. İstanbul’dan gelen Erol Erkohen ve aynı gün diğer yerlere uğrayıp benim işyerime gelmiş ve hatta beraber olmuştuk. îşyerimde otururken yanımızda hatırladığım kadarıyla Cihat Alkanlı da vardı. Ben bir ara işyerimde bu çantayı Cihat Alkanh’nın elinde görmüştüm. Bu çan­tanın Niso’ya ait çanta olduğunu görür görmez anlamış­tım. Çünkü özelliği olan bir çanta idi, altı aydan bu yana da bunu kullanıyordu. Her Bursa’ya gelişinde de bu çan­tayı getirirdi. İşyerimden kalkıp Erol Erkohen ile birlikte jandarmaya Nesim Malki’nin özel eşyalarını almaya gi­derken bu arada yani yanımızda bulunan Cihat Alkanlı’nın elinde görmüştüm, ondan sonra çantanın ve çanta içersinde olduğu iddia olunan evrakların akibeti hak­kında bilgim yoktur. Bunu bilse bilse Erol Erkohen ile Cihat Alkanlı bilir.

Benim askerlikle olan problemim yaklaşık 1996 yılı içerisinde ortaya çıktı. Arena programında yer alan ara­larında benim ismimim de bulunduğu birkaç kişiyle il­gili olarak bu işte bize yardımcı olan heyetin ortaya çı­kartılması ve bizi ameliyat eden grubun yakalandığını öğrendim. İstanbul’da emekli albay olan ismini hatırla­yamadığım bir şahsa gittim ve adamla görüştüm, o tarih itibariyle gıyabi tevkifim çıkmamıştı. O dönem İstanbul Mali Şube’de Başkomiser olan Hasan ...’ın konuyu takip ettiğini öğrendim. Başkomiser Hasan’a nasıl ulaşabilece­ğimizi düşünürken dönemin Bursa Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürü olan Serdal Ortaç’ın kendisini tanı­dığını öğrendim. Serdar’ı aradım, Başkomiser Hasan’ın izinde olduğunu, daha sonra Hasan’ın emekli olduğunu ve soruşturmanın da kendisinden alındığını öğrendik. Yaklaşık bundan bir ay kadar sonra benim gıyabi tevki­fim çıktı. Ondan sonra ben mümkün olduğu kadar uçağı kullanmıyordum, çünkü dönemin İl Emniyet Müdürü Ahmet Demire laf gelir diye Bursa’da çok fazla gözük­müyordum. İstanbul büromu daha fazla kullanıp işyerimi buradan yürütüyordum. Daha sonra gelerek teslim oldum, kaçak olduğum bu süre yaklaşık bir yılı kapsı­yordu. Kaçak olduğum süre için Yusuf İlhan bana ‘Or­talıkta fazla gözükmeyeceksin, Ahmet Demir ile çok sık görüşmeyeceksin, Bursa Emniyeti nden hiç kimseyle yüz yüze gelmeyeceksin’ dedi. Benim bu işimi Bursa Emniyeti’nden Serdal Ortaç’ın idare ettiğini biliyordum. Bu konuyla ilgili detayı bant kaydında çok geniş anlattım.

Erol Erkohen’i önceden de tanırdım, ancak ticari fa­aliyetlerimiz daha ziyade Niso ve bir dönemde babası olan Hayim Erkohen ile yürütüldüğünden fazla bir sa­mimiyetimiz yoktu. Hayim Erkohen’in daha önceden ölmüş olması ve bu cinayetle de Niso’nun öldürülmesi Türkiye piyasasından büyük bir iş hacmi olan Tunca fir­masını yürütmekle sorumlu Erol Erkohen’i işin başına getirmişti, tabi Erol Erkohen bizim Niso ile olan geç­miş dönemdeki önemli iş ticaretimizi bilmiyordu. An­cak firmada daha önce Nisoya verdiğim ve ödemelerim gereken 2 trilyon civarındaki iplik almamdan kaynak­lanan çekler vardı. Durumumun bozuk olduğunu söy­leyerek Erol Erkohen’e de bunu bir müddet ertelemesini söyledim. Bundan önce de çeklerin durup durmadığını ve bankadan aldığım krediler karşılığında bu çeklerin kullanılıp kullanılmadığını sordum. Erol çeklerin dur­duğunu ve herhangi bir çekin de kullanılmadığını söy­ledi, ben de ona Niso’nun vermiş olduğu itimat telkin olsun diye iki adet çeki Erol’a geri verdim. Bu çekler Ni­so’dan verdiğim çeklere karşılık daha önceden almış ol­duğum 200 milyon dolar ve 250 milyon mark tutarın­daki çekleri benim Bursa’daki işyerimde verdim. Erol yıl sonuna doğru kredilerin ödenmesi için 300 - 350 mil­yar TL.’lik paranın ödenmesini sordu, ben de ödeyebi­leceğimizi söyledim. Bu arada ticari faaliyetlerim de kö­tüye doğru gidiyordu, bankadan artık yeteri derecede kredi alamıyordum. Hamle yapmış olduğum zeytin işi de sekteye uğramaya başlamıştı. Cavit Çağlar da bana gittikçe cephe almıştı. Eylemden sonra Erol Erkohen de gerek polis ve gerekse adliyede verdiği ifadelerinde bana yüklenmiş, o dönemde benim askerlik nedeniyle dışarı çıkışımı da ileri sürerek, “Erol Evcil yurtdışına çıktı, teh­ditler de durdu” şeklinde ifadeler kullanmış. Bu arada basında ve dış ortamda Niso’nun çantasının içerisinden defterin alınmasıyla ilgili bilgiler sızmıştı. Ben Erol Erkohen’e böyle bir şey olup olmadığını sordum. Erol Er­kohen de ‘çantayı ben senin yanında büroda çalışan kız­dan aldım ve Cihat Alkanlı ile karısına gönderdim’ diye beyanda bulunmuştu. Esasen ben Niso’nun yanında hiç böyle bir defter görmedim. Bu tamamen uydurma bir haber. Erol ’la bundan başka çok önemli bir işbirliğimiz olmadı. Bununla ilgili detay bilgileri daha önceki kayıt olunan ifademde verdim.

Ben 18 Ağustos’ta İstanbul’dan Yüksel Çağlar ile be­raber yurtdışına çıktım, bir gün önce de Paris’te Alaad­din Çakıcı yakalanmıştı. Beni orada Şükrü Elverdi kar­şıladı. Yurtdışına çıkmadan önce yani Nesim Malki’nin öldürülüşü olan 1995 Kasım ayından yurtdışına çıkışım olan 18 Ağustos 1998’e kadar geçen süreci kısaca özetle­yecek olursam. Malki’nin öldürülmesinden sonra iş ha­yatım tam bir düzene girmemişti. Nisso ondan önceki süreçte bankalara kredi kullanmam açısından etki yaptı­ğından kredi kullanamaz duruma düşmüştüm ve bu du­rum devam ediyordu, iplik piyasası zayıflamıştı. Kredi alamamamdan dolayı zeytin işlerim sekteye uğramıştı. Ödeme güçlüğü çekince İş Bankası müdahalede bulundu, bu arada Alaaddin Çakıcı ile olan samimiyetim ve daha sonra anlatacağım işbirliği hızlandı, çünkü düştüğüm ümitsizlik içerisinde çıkış yolunu Alaaddin ile beraber ol­makta görmüştüm. Benim iş hayatımda İş Bankasından toplam aldığım kredi tutarı 96 milyon dolardır. Bunun dışında 26 milyon dolar da leasing almıştım.

ALAATTİN ÇAKICI VE

EROL EVCİL ARASINDA GEÇEN GÖRÜŞMELER

Alaattin Çakıcı: Merhaba.

Erkek: Merhaba ağabey.

Alaattin Çakıcı: ..

Erkek: Vereyim ağabey kendisini.

Erol Evcil: Efendim?

Alaattin Çakıcı: Erol merhaba.

Erol Evcil: Alo

Alaattin Çakıcı: Alo

Erol Evcil: Efendim.

Alaattin Çakıcı: Merhaba Erol.

Erol Evcil: Merhaba. Eğer ben de sen onu alırsam, Türkiye benim anamı, avradımı s., eğer .. edersem adi o .. çocuğuyum. Bana bak, sen benim ağabeyimsin. Ba­ğır, çağır ama bana sakin öyle bir şey deme.

Alaattin Çakıcı: Ya, ben sana bağırmadım. Ben sana bağırmadım. Normal, bağıran, sen bana bağırdın.

Erol Evcil: Hayır. Ben sana bağırır mıyım ya? Ben sana ne zaman bağırdım? Öyle şey olur mu?

Alaattin Çakıcı: Bak, iyi düşün. İyi düşün bak. Ba­ğıran sen oldun, iyi düşün. Benim şenle arkadaşlığım var. Anamı s.der, hırsımdan ağlayacaktım. Ben sana ar­kadaşlığımdan bugüne kadar, iyi dinle beni, hep sana ti­tiz davranıyorum. Ben günde altı paket sigara içiyorum biliyor musun?

Erol Evcil: Ben hep onda hak veriyorum ben. Eğer ben sana,

Alaattin Çakıcı: Ben sana dün bir şey demedim Erol. Bak, dün gece de birden tepki gösterdin. Niye tepki gös­terdin bilmiyorum. Hiç bir şey demedim. Sadece dedim ki; Erol, söyle onlara dedim, gerekirse bunları dedim ka­dına (Tansu Çiller) gönderelim ben kadına bunları gön­dermeyecek kadar şerefsiz .. Çünkü o adamla aynısı, sen, sen bana bugüne kadar ne dedin sen? Ben senin dedi­ğin bir lafın dışına çıktımsa o., çocuğuyum. Sadede ge­lelim. Barışmazsak bize kötülük yapan onlar. Bana kö­tülük yapıp yapmadıklarını .. Veya uzağa gidişin. Başka bir şey yok. Ben senden veya uzağa gidişinden .. Hiç bir farkı yoktur.

Çünkü benim karakterim, ben hayatta bir kişinin sesini teybe aldım biliyorsun. Kızımı öldür dedi. S..yor dedi. Sesini kasete, çünkü neydi onun ismi? Yarın top­lumun üzerine nasıl çıkayım diye. Tamam mı? Babası söylüyor işte. Bir de ömrümde aldığım ikinci kaset bu. Yalnız şimdi evvelsi gün sabah konuştum. Biraz değişti. Sabahleyin aradım seni, biraz şeymiş gibi. Bana diyor­sun ki; ağabey üzülme, birbirimizi üzmeye değer miydi bunlar? Bizim dediğimizi yapacak. Ee, dün sana söyle­dim, anlattım. Kalktın sinirlendin; bu adama diyorsun ki; şu, şu, şu. Ama ben çocuk değilim ki! Arkadaşsak ar­kadaşız. Beni sen dinlemedikten sonra anlıyor musun? Bizim arkadaşlığımızın anlamı ne olacak? Tamam bana bin tane iyilik yapmışsın, ben bunu inkar etmiyorum.

Ben bunu televizyonda da dedim. Benden sana kar­deşim, inan bir kötülük gelirse o., çocuğuyum. Benden kötülük gelse anlıyor musun?..sana söylüyorum. Be ağa­bey, başbakana küfür ediyorsa, hem yeni başbakana, hem eski başbakana küfür ediyorsa .. Ben sana hiç mi .. Ben senden iyilik görmüşüm. Ama sen .. Kötü, yani kötü dü­şünen ama .. Sana ben doğru olanları söyledim Erol! Ben sana bağırmadım ki! İnsan bir kere bağırsa kavga eder. Ben şenle kavga da etmiyorum. Yani ben sana doğru olanları söyledim.

Yani bana kompüter gibi kurulmuş bir adamım sana yani. Bak, ben bunu sana daha evvel de söyledim. Ha­kikaten kompüter gibi olmuş benim beynim sana. Ne diyorsan benim beynim onun cevabini verir. Bu kötü, tamam kötüdür. Bu iyi, bu iyi. Şöyle adamdır. Tamam Erol, öyle adamdır. Bildiğim dışında hararet etme, ben sana nasıl bir hareketinden yola çıkıp telefona sarılıyo­rum. Bir şey istiyorsun sen telefona sarılıyorum adama istediğin şeyi söylüyorum, çünkü benim arkadaşım bir şey dediyse doğrudur bu.

Ben sana bir şeyler diyorum, iki günden beri bana desen ki arkadaşım bu böyle olacak, kasetin a .. koya­yım, ne o ya, kaset neymiş kardeşim ya, bana desen ki kaseti yakacağız, Mehmet Ağara da diyeceğiz ki bu ka­seti yak, ben onu da yakarım, madem ki arkadaş istedin

Erol Evcil: Ben bir şey söyleyebilir miyim ağabey ?

Alaattin Çakıcı: Yahu tabii konuşursun Erol ben sana boğazına sarılacak değilim ya, ben sana ne hakaret ettim ne bağırdım ben sana söyleyeceğimi söyledim

Erol Evcil: Sen bak yine söyledin, sen beni yanlış an­ladın, sen zannettin ki bu kaseti hayır hayır değil, biz orada neyi amaçladık yemin edeyim şuradan kalkma­yım, döv beni eğer şuradan ben gitmeyim. Ya dün beni kendisi aradı, ben kendisine, bu gazetede çıkan haberi duymuş, sessiz kal biraz dedim, o kadar, onun dışında benim ne kimseden korktuğum var, ne kimseden çekin­diğim var, ne de bir adım senin ile konuştuğumuzdan sapmam ve geri gitmem var, yani biz verelim bu kaseti bu adamlara ama biz bunu işimizi en iyi şekilde göre­cek şekilde verelim, onun dışında eğer ki yemin edeyim şerefimin üstüne

Alaattin Çakıcı: Erol bana bak birazcık, şerefli ada­mım bak. Dündar Kılıç’ın kızı boşandı, verdim boşan­dım. Dedi ki babası s..ti onun s...tiğini babası söylemişti bana telefonda, iyi dinle kızının s....tiğini Türkiye bilse babasından da benden de huylanarak kimse konuşamaz. Hayatimi kaybettim, şerefimle benim iki tane bebem var. Bunların üzerinden Türkiye’den geçtim. Bak sana inanılmayacak kadar bugüne kadar kötü düşündümse, bugünden sonra düşünüyor musun, gene düşünmem ben şerefli bir adamım, düşünsem ki ben sana derim, Erol düşmanız derim. Ben sana buna inan bunu derim ben sana inan. 31-32 yasındaki, benden 14-15 yaş ufak olan bir delikanlı ne diyorsa ben onu yaptım, yeri geldi seni kendimden büyük gördüm, yas olarak ta bilmem ne, yeri geldi bilmem ne, kardeşim gibi gördüm, ben seni yeri geldi, inan istersen oğlum gibi gördüm, seni yani bak şimdi, bana dersin ki eğer bunlar bize tavır alırlar, yahu onlar zaten düşmanlar ben sen ne dediysen ben onlara göre tavır aldım ben

Erol Evcil: Ya bunlar bize tavır alacağı, senin canını alırlar, benim canımı alırlar, elimi kolumu bağlarlar, se­nin canını alırlar, artı bak, orda ben sana yanlış konuş­tum, benim fabrikamı aldı bu i., daha nasıl tavır alacak­lar, ben orada yanlış konuştum

Alaattin Çakıcı: Ama bunu sen söyledin Erol ben yani ?

Erol Evcil: Ben sana anlatmak istediğimi tam anla­tamadım. Şimdi bu i..ler, yapıyorken tamam biz ne is­tiyoruz, bizim istediğimiz şu, bir dakika beni dinlersen ben anlatıyım, bir gün Hüseyin ile bizim arkadaşımızın, bizim çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın buraya gelmesi, eee bunlar ne diyorlar

Alaattin Çakıcı: Bak ben sana bir şey anlatıyım. Ya­vuz Ağabey (Yavuz Ataç) oraya gelse, ben Yavuz (Yavuz Ataç) ile de bugün konuştum, Süleyman Demirel’in bana ne faydası olur beni affedemez ki

Erol Evcil: Doğru haklısın, haklısın. Niye biz arka­daşın, senin o çok sevdiğin arkadaşın

Alaattin Çakıcı: Mehmet Ağar oraya gelse bak, Meh­met Ağar geldi başbakan oldu diyelim. Beni affedemez ki, bana ufak tefek yardımları olur, der ki dokunmayın bu çocuğa, üstüne gitmeyin bilmem ne. Anlatabiliyor muyum, aile zorluk çıkarmazlar bana, çıkarmazlar ama beni kimse affedemez. Ben Mehmet Ağarın da oğlu ol­sam, Mesut Yılmaz’ın da oğlu olsam, Süleyman Demirel’in de oğlu olsam, yani eğer bir ülkede yasalar edemez, ha biz bu arkadaşa, benim dostumdu arkadaşımdı yahu ben nasıl sana iyilik bak, ben sana bir şey anlatıyorum, senin koruman olan bana bir laf diyor, senden teyit al­madan kalkıyor bilmem ne anlatabiliyor muyum. Tür­kiye’de yarın kaderin de, büyük adamlardan biri ha. Be­nim için değil, benim için s...min altı affedersin ç..mün kenarında, anlıyor musun, ki o anlamda kalkıyor anlı­yor musun senden teyit almadan korumanın bir lafından kaldırıyorum herifi hesap soruyorum, çünkü o kadar gü­venmişim sana. Ne diyorsan ben her şeyi parmaklarının ucuna vermişim, ne istersen ne dilersen hiç kırmızı ışık da yanmadı, yanmıştı çok ince, yeşil oldu.

Sonra ... ha Yavuz Ağabey (Yavuz Ataç) isterim ki en iyi yere gelsin, ben Eymür’ünde çok iyi dostuyum, yani Yavuz’a (Yavuz Ataç) gösterdiğim hürmeti o istisnada, Eymür’e gösteririm. S..miş kaybetti. O anda düşman oldu inan. Benim için hayatımda dostlarım var ağabey ya, Erol bir insanin 100 tane 200 tane dostu olmaz 5 tane 3 tane 4 tane bir de selam verdiği yüzlerce binlerce adam, çok fazla ilişkisi olmayan ufak tefek arkadaşlar. Bak iyi iki dost olduk biz, bilmem anlatabildim mi ben sana. Bak dün ben sana ..günden beri ben sana bir şey demedim, senin bana verdiğin şeylere göre bak simdi Erol, anlat­mıyor ki simdi yanlış anlama, Kemal Yazıcıoğlu’nu ne kadar sevdiğimi biliyorsun öyle değil mi? Biliyorsun de­ğil mi ? Hani bir iş vardı da Bursa’da hani?

Erol Evcil: Tabii biliyorum ağabey Mehmet Ağar di­yorsun, Kemal Yazıcıoğlu diyorsun her zaman söylüyor­sun onları.

Alaattin Çakıcı: Biliyorsun Tevfık’in (Tevfik Ağansoy) ölümünü hazırlamak için Bursa ya çekmeye çalıştık 3 ay. Niye, İstanbul’da olmasın diye. Sen biliyorsun yani değil mi, sen biliyorsun?

Erol Evcil: Evet evet biliyorum

Alaattin Çakıcı: Yani Bursa’dan birşeyler tezgahladık iste. Vahit’i alıp mahkemeye getirmek, dümenden bir şey­ler hazırladık, mahkemeye, savcılığa şikayet edip niye, bi­liyorsun Kemal Ağabey’in ...olmadı. Ne tesadüf Kemal Ağabey solcuların gözüyle fanatik sağcıdır, ona yol vere­mem yani, şeyi anlatıyorum, senin dediğini, ona bir şey yapamam, sevindim çünkü, oraya gelirse Türkiye’nin ka­deri değişir, hani MIT adam sekline girer, ha belki iste­mezler onu, o yandan gelmemiştir o, Hüsamettin Cindoruk buna yok demez, Ecevit, Baykal yok der. Yavuz Ataç gibi demokrat adam buna niye yok desin, biz se­ninle konuşuyoruz senin verdiğin cevaba göre şimdi işte Hüsamettin Bey karşı çıkmaz

Erol Evcil: Ya haklısın, bu zor işi biz başardık demek isteyebilirler bana yemin ediyorum son 3 gündür

Alaattin Çakıcı: Dur dur, bana dedi ki o, onun kendi bilebileceği iş. Değil mi yani almazsa güven oyu, yapa­bilir anlamında sana, mesela teyit, verebilir

Erol Evcil: Nasıl anlamadım, ha ha şey, dayak yediği zaman mı (Mesut Yılmaz)?

Alaattin Çakıcı: Tabii tabii, yok yok

Erol Evcil: Neyi ?

Alaattin Çakıcı: Hani dedik ki, güvenoyu alamaz­san şeyi devireceğiz

Erol Evcil: Ha ha evet

Alaattin Çakıcı: Özer’i. O da arkadaşımızın bileceği iş dedi sana, yani bu ne demektir ben alamazsam yap­sın bunu demektir. Peşinden de dedi ki güvenoyu alma isteğimiz var.

Şu arkadaş var (Yavuz Ataç), daha önceden sana geldi bilgiler verildi, bu isin uzmanı, vatana millete büyük hiz­metleri var, adama dediler ki en büyük yere getireceğiz geri gönderdiler adamı. 33 saat konuştu, ondan sonra adamı kalktılar oraya sürdüler, bizim yine kellemizi is­tediler. Bunlara şimdi, bunların sözüne şimdi ne kadar güven olur. Bunlar simdi 3 aydan beri getireceğiz dedi­ler, çünkü telefonla ben hep bunları tehdit ettim biliyor­sun, ben hala ben Kemal Sunal’ın (Mesut Yılmaz) ana­sını s...ğim, s... meyeceğim değil, seçimler gelsin dünyada, anlıyor musun bu kadar namludan mermi çıktı mı, bi­liyor musun adres sormuyor.

Her tarafa hamdolsun yine dönüyor. Ben ne dedim. Ben hep dediğim lafım, bu adamın bugün gitmesi, ka­dını (Tansu Çiller) güçlendirir Hocaya, taşıyamıyorsun, balans görevi yapıyor, bu kaset olayı bizde, kaset bizde iki aydır susuyoruz, iki ay evvel ben Türkiye’yi karıştı­rırdım, şifahen de söylerdik yapmadık, bunu adam olan anlardı, anlıyor musun, adam değil ki vefasız adam, ana­larını s...yim, ne diyeyim ki ben?

Erol Evcil: Ya bak şimdi ne dersen, bütün konularda haklısın.

Alaattin Çakıcı: Ben şunu bir değiştireyim, biraz­cık bekle

Erol Evcil: Nasıl anlamadım.

Alaattin Çakıcı: ..o Gedik (Mehmet Gedik), Gedik denen adam, a..na koyduğumun i..si anlıyor musun, Oflu değil mi, Çaykara’h değil mi o Gedik?

Erol Evcil: Of’un, yanı Trabzon’un neresinden oldu­ğunu bilmiyorum da belli değil o?

Alaattin Çakıcı: Çaykara’h, Çaykara’h o. Olmasın i..., o çıkmıyor benim telefonuma, adam olsa telefona, di­yor ki eyvah nasıl yaparım, a...na koyduğumun i..si ben onun dostu değilim ki, onlar benim canımı istediği za­man yapıyorlar, ben onların sesini teybe aldım, kellemi isteyen adamın sesini teybe alırsam bu hata mı olur, ben haklı değil miyim, ben ANAP’lı değil miyim, ben Doğru Yol’cu da değilim, ben MSP’li de değilim, ben vatanı­mın, kasetler oraya buraya veriyorum, ben sana birseyler anlatıyorum, sen bana kızıyorsun ?

Erol Evcil: Ama sen de bana kızıyorsun ben kızma­dım ben sana kızamam ben sana kızabilir miyim ya ?

Alaattin Çakıcı: Ben sana kızmadım ağa, ben sana doğru olanları söyledim

Erol Evcil: Sen bana doğru dedin ya, ben sana kızdı­ğımdan değil, ne dedin sen bana dün akşam, sen bana dedin k,i nasıl biliyorsan öyle yap dedin, ben de tamam dedim, şu adamlar 2 3 gün daha şu durumu daha bekliyeyim, ha cuma şu günü geçmezlerse o zaman

Alaattin Çakıcı: Ben sana demedim ki Erol .. Yapı­yorsun?

Erol Evcil: Ne yapacaklar yani kendileri mi teslim olacaklar ?

Alaattin Çakıcı: Benim sana dediğim bak şu, Eymür giderse Yavuz (Yavuz Ataç) gelecek ama Yavuz’un (Yavuz Ataç) gelmesi için de Eymür’ün gitmesi lazım

Erol Evcil: Bana bak, senin dediğin, bak bana dedi­ğini söyleyeyim ben sana, aynen dedin ki, biz bu başı­mıza borç, bu kardeşleri getirmeye çalışıyoruz, eee Cindoruk var Ecevit var dedi, yani söylemesine söyledi, ha tamam dedim, Cindoruk’a açtılar konuştular herhalde dedim, aynen böyle bende

Alaattin Çakıcı: Yavuz’u (Yavuz Ataç) gönderdikleri zaman Cindoruk ne dedi biliyor musun ? (ses kesildi)

Erol Evcil: Yahu anlıyorum haklısın

Alaattin Çakıcı: (ses kesildi) anlıyorum

Erol Evcil: Ya haklısın ya, yerden göğe kadar haklı­sın, ben diyorum ki şu aşamada biz bu işi, arkadaşımız gelinceye kadar adamlarla kötü olmayalım, hep yumu­şak yumuşak gidelim, yumuşak yumuşak gidip arkada­şımızı getirelim.

Alaattin Çakıcı: Tamam Erol ben sana kötü olalım demedim ki, ben sana dedim ki nasıl istiyorsan öyle yap, tavsiyelerde fikir mübadelesinde bulunalım Erol, sen bir şeyler diyorsun, bana konuşma hakkı vermiyorsun ki. şimdi Erol, doğruyu konuşalım, çünkü Erol, ben senin bana söylediğin laflara yorum getirdim (ses kesildi)

Erol Evcil: Demişiz bu kadar şeyi verdikten sonra, biz yüz yüze gelemeyiz, ben senin yüzüne bakamam o ko­nuda bir yamuk yaparsam

Alaattin Çakıcı: Erol bak ben sana bir şey söyleye­yim, bak yanlış anlama anasının a...na edeyim Mecli­sin ortasında, bir tane ANAP’h var Yaşar Sırrı var. Bi­zim gibidir başbakan ile sıkı fikidir, boş ver insan, fazla hayalperest olma, benim gibi hiç deli olma, tetikçi hiç, kendini öldürme anladın mı dediğimi, senden hiçbir şey beklemiyoruz, bak, ben a...na koyduğumun herifi ben­den canımı istemeseydi, şimdiye kadar Özerin karıyı s., miştim, bütün kafamı ona yönelecektim, neler oldu he­men orayı unuttum, buraya girdim, burada da problemler içine girdik. Benim için olumsuz artık, benim kafama taktığım adamlar var,

Üzer olsun, Mesut olsun, ben ölürsem onlar kurtar­dılar, herkes enselenir, check-up yaptıramıyorum, kan­ser var bende, ben hissediyorum, bunu aylardır bütün vücudumda hissediyorum ben bunu, içim ağrıyor bili­yor musun, 6 7 paket sigara içiyorum, stres sıkıntı, beni hem deli ettiler,

beni deli edenlerden biri Mesut, biri Mehmet Eymür, anlıyor musun, Özer, bunlar iste 2,5 sene evvel a... koy­duğumun Cankurtarana çarpılmış a... koyduğumun, kara para aklayan uyuşturucuların ağabeyliğini yapan şey, olsa ne olur yani önemli değil kardeşim, yani dü­şündüğüm benim sana karşı yaptığın iyilikler var, iste­diğin zaman iade edebilirim hepsini sana

Erol Evcil: Yok ya, böyle bir şey deme bana, ben bu kadar ne yaptım, onu ben, ne bileyim ben

Alaattin Çakıcı: Sen karışma Halit’e alttan aldın

Erol Evcil: ...

Alaattin Çakıcı: Ne hakkın vardı, hayır benim sende hakkım var.

Erol Evcil: Bu konuyu burada kapatalım lütfen, ben yanlış bir şey söyledim senden özür dilerim.

Alaattin Çakıcı: Yahu özür dilemene gerek yok, biz kardeşiz, ama olanı söylüyorum, biz çocuk değiliz, ben sana bir şey diyorum sinirleniyorsun, sıkıntı yapıyorsun, biz arkadaşsak kardeşsek, ben seni dinlediğim gibi, sen de beni dinleyeceksin (kesildi)

Arayan: Erol Evcil / Aranan: Alaattin Çakıcı

Erol: Aloo. Nasılsın?

Alaattin: iyiyim Erolcuğum, sen ne yapıyorsun?

Erol; iyiyim ben de. Müsait misin?

Alaattin; Sokağa çıkacağım ben de, müsaitim!

Erol: O arkadaş şeye gitti mi, bu şeyle konuşmaya! Hani bir arkadaşla oturduk ya.

Alaattin: Bugün bir yere gitmedi ki o.

Erol: Ee kel gidecekti ya!

Alaattin: Ha bilmiyorum. Ben ararım akşam, onunla buluşacağım yemekte.

Erol: Şimdi burada i.. ,1er var, aynen tahmin ettiğimi gibi. Tahir Saral diye bir g.veren bulmuşlar, tamam mı?

Alaattin: ismi ne?

Erol: Tahir Saral. Vardı ya Hüseyin Saral ın amca oğlu mudur, ne boktur?

Alaattin: Cenabı Allah bile olsa herkes havasını alır, buna inan...

Erol: Ondan sonra, ben burada herkese s. ..i çektim. Bizim Musavvat içeride onunla konuşuyoruz, tamam mı?

Alaattin: Cenabı Allah var ya! Allah olacak, anlıyor musun? Allah bana oğlumun ölü haberini getirsin, boş­ver kafanı yorma sen.

Erol: Ben düğmeye basıyorum, sen orada hazırlıklı ol, tamam mı?

Alaattin: Ben her türlü hazırlıklıyım, her türlü! Ak­lına ne geliyorsa. Bak telefonum dinleniyor benim. Bu bi­zim hayatımız, gerekirse bu iş için katliam bile yaparım!

Erol: Var mı öyle?

Alaattin: Biz elimizdeki avucumuzdaki ne var, ne yoksa... Sen de koydun, biz de elimizden geldiği kadar yani. Yani insan, bir namusuna dokundurtmaz, bir de ekmeğine. Biz kimsenin ekmeğini elinden almıyoruz ki Erol! Sen onu yanındakine de söyle. “Allah olsa, dinler­sem oğlum ölsün. Gerekirse katliam bile yaparız” diyor de. Gerekirse değil, o katliam olacaksa, başka bu işin al­ternatifi yok.

Erol: Buradaki yüzde yüz bizden tamam mı? Onun da kendi ortaklarıyla aynı şekilde aynı paralelde problem­ler çıkmış. “Bunlar ortak hareket ediyorlar” diyor. Aynı sıkıntılar burada var şimdi.

Alaattin: Hayır şimdi ben sana bir şey anlatayım. Yanmdakine söyle, “Gerekirse bu işte katliam olacak” diyor de. Türkiye bir taraf olsun, ben bir adım atarsam, Al­lah kızımı kötü yola nasip etsin. Çık kardeşim ya, elindekini avucundaki ne yaptın?

Erol: Hepsi burada.

Alaattin: Ben de elimden geldiği kadar, sen hangi pa­ralelde hareket etmişsen biz de aynı şekilde etmişiz ya.

Erol: Doğrudur, şimdi sen Süha’yı bir şey yapar mı­sın bana?

Alaattin: Beni şimdi dinle aga... Ben bir gelıyım oraya... Anladın mı dediğimi? Gel otur ya, o da gelsin. Farketmez anlıyor musun? Yanında mı Musavvat?

Erol: Yok içerdeler. Yemek yiyorlar Bahtiyar Bey fi­lan var. 5-10 dakika konuştuk bununla, sabahtan geldi, kaşlarına baktım böyle.

Alaattin: Ben sana, ben sana bir şey anlatayım, sen rahat ol...

Erol: Ben rahatım ya!

Alaattin: Ben hapishanede değilim, sokaktayım. Bir de şeye rahat ol, neydi onun ismi? Kimleri alırlarsa al­sınlar, isterse bütün Kara-deniz’i toplayıp getirsinler. Yal­nız sana bir şey söyleyeyim. Kel öleceğini bilmiyor, bili­yor musun? Bazen şeytan insanın beynine girer, Azrail’e davetiye çıkarır. Tam mermi girdiği an, daha çık-madan aklı başına gelir ama o düşünceyi tadamadan, öbür ta­rafı boylar! Sen rahat ol!

Erol: Tamam şimdi ben içeri gireceğim, sen de sana zahmet şu şeyi bir arar mısın?

Alaattin: Hüseyin Saral mıydı ismi adamın?

Erol: Yok ya Hüseyin bizim yanımızda yatandı. Tahir...

Alaattin: Yalnız benim girdiğim işe, ne Hüseyin gi­rer benim olduğum işe, ne de Burhanettinler. Bak bun­dan emin ol.

Erol: Bununla onların alakası yok zaten ya.

Alaattin: Hayır, hayır emin ol diyorum yani. Ne Hü­seyin girer, ne de Burhanettin, mümkün değil bana inan. Ben o konuda eminim, Hüseyin beni çok seven biri, Burhanettin Saral öbür tarafa yakın ama benim girdiğim hiçbir işe girmez öyle...

Erol: Hüseyin’le falan alakası yok.

Alaattin: Yalnız o İzmirli M’yle konuş, de ki, böyle böyle dedi...

Erol: Onun kendi sıkıntıları var.

Alaattin: Hayır kendisine de yardım ederiz, unutma­sın söyle ona. Biz onu da yarı yolda bırakmayız gerekirse. Onun için de orada kime ne konuşulacaksa konuşurum.

Erol: Peki, şimdi ben içeri gireceğim, tamam mı?

Alaattin: Tamam hadi öpüyorum.

***

Alaattin Çakıcı: Merhaba EROL.

Erol Evcil: Şimdi aradım ENGİN’İ bayağı bir konuş­tuk, size faydadan başka bir zararı olmaz demiş. Fakat siz bu adamlara simdi bu uzağa giden arkadaşın (YAVUZ ATAÇ), uzağa giden arkadaşın, sırf bu yüzden yani be­nimle ilişkisi var diye gönderdiniz demiş ve bunun geriye getirmesi için baskı yapmak istiyor demiş. Ondan sonra yani bu adam buraya gelmezse demiş, ben sana söylü­yorum, bu adam buraya gelmezse hepimizin anası s...lir demiş. Ondan sonra demiş bak bu çok ciddiler demiş, tamam mı, ondan sonra o uzaktaki, çok ciddi korktu de­miş, ben dinledim demiş, tamam mı, herifin anasının a... kar yağar demiş, artık bundan sonra sen bilirsin de­miş, tamam mı. Tabii diyor bunda renk menk attı diyor.

Ondan sonra ona göre hareket edin, ona göre davranın, ona göre şey yapın demiş, o da peki tamam ayarlarım demiş, fakat burada çok çelişik şeyler dönüyor, bu gün İBRAHİM YAZICI aradı.

Alaattin Çakıcı: Ha

Erol Evcil: O da duymuş böyle bir şey fakat DSP karşı çıkmış, sonra ELAZIĞ’LI (MEHMET AĞAR) aradı dedi ki mümkün değil getiremezler (KEMAL YAZICIOĞLU’nun tayini konusu), alt üst olur her şey dedi. Şunu yapabilirler dedi, Emniyet ile MÎT’in koor­dinasyonunu sağlamak için bir formül düşünürler, on­dan sonra tekrardan geriye aradım, dedim böyle bir şey var nedir bu? Vallahi dedi dün, onda kararlılar o şekilde olacak dedi. İyi sen dedim, bu gün şey ile görüşebildin mi, EYÜP (EYÜP AŞIK) ile görüşebildin mi dedim, bir ara aradım grup toplantısındaymış dedi, sonra çıktı bir ara daha aradım. Ona, bana her saat başı arıyor ne oldu, ne oldu diye soruyor dedim, çok diken üzerinde duruyo­ruz. Eğer bunu buraya getirebilen bir adam, onu da çok rahat getirmeleri lazım mantıken doğru olan bu dedim. Eğer adam faşist diye bilinen bir adamı buraya gelebi­liyorsa, onun için dördün sonunda kalanın gelmesi için hiç bir zorluk yok, olması gerekiyordu. Ondan sonra bu şey İstihbarat Daire Başkanı oldu.

Alaattin Çakıcı: Kim oldu?

Erol Evcil: Senin küfrettiğin bir adam vardı ya.

Alaattin Çakıcı: Kim o ya?

Erol Evcil: Hanefi (HANEFİ AVCI) ya

Alaattin Çakıcı: Nereye Daire Başkanı olmuş?

Erol Evcil: Emniyete İstihbarat Daire Başkanı oldu, oluyor, daha doğrusu olmuş.

Alaattin Çakıcı: DSP değil mi?

Erol Evcil: Yok onu o yapan şey hani sen ... Kurusu mu ne diyordun, şarapçı (NECDET MENZİR) diyor­dun ya, onunla buradaki (CAVİT ÇAĞLAR).

Alaattin Çakıcı: Anladım.

Erol Evcil: Buradaki ikisi yaptı çünkü konuşulan onlar dedi, peki bizim o uzaktakinin (YAVUZ ATAÇ) ismi geçiyor mu dedim, ya çok büyük değişiklik olunca geçiyor dedi. Bölge Başkanları (MÎT’in), dışarıdakiler içeri gelince söyleniyor dedi (MEHMET AĞAR söylü­yor, AĞAR’ın MİT’le yakın ilişki içinde olduğu anlaşılı­yor). İşte bu GÖZLÜK’ün (MEHMET EYMÜR) kafa­sının kopacağı söyleniyor dedi, fakat dedi ona yakın bir emare yok dedi, hep şu an herkes beklentide dedi, hedef çok, fazla şeye karar veremiyor işte, bu Iran-Irak sava­şından dolayı, öyle olunca bu adamların elinde çok bü­yük kimyasal silah varmış, e simdi Türkiye sınırlarından Amerika şey yapmaya başlamış bu füzelere olacak şey­ler yerleştirmeye çalışıyorlar, yani hazırlık yapıyorlarmış ondan sonra onun için bütün diplomatik trafik cok yo­ğun şey, burada şey bizim havale, bundan başka bir şey­den bahsetmiyor. Ama İBRAHİM YAZICI’nın da de­diği, mümkün değil dedi. DSP kabul etmeyecek dedi, zaten sesler çıkmaya başladı duyuldu biraz bu dedi, sesler çıkmaya başladı dedi (KEMAL YAZICIOĞLU’nun ta­yini konusu).

Alaattin Çakıcı: Peki yani

Erol Evcil: Ben bu gün ELAZIĞ’LI (MEHMET AĞAR) ile yüz yüze konuşabildim

Alaattin Çakıcı: ELAZIĞ’LININ ödü patlamamış mı (KEMAL YAZICIOĞLU tayinine)?

Erol Evcil: ... Patlamaz mı ya. Biz istediğimiz için bitti artık, bizim bulunduğumuz yere bizim düşman o adamı gönderdiler, e boyuna bunlar düşmanlık yapıyorlar, dost­larsa bu işi yapsınlar ondan sonra, bu şey adam da haklı demiş (ALAATTÎN ÇAKICI), yani adamın söylediği haklı demiş. O da hemen ben şunu patron ile konuşu­yum demiş, bir daha konuşacağım demiş, çünkü konuş­muşlar bunlar, çok konuşulmuş bunlar. İste bu gün grup toplantısından sonra konuşma yapacaklarmış.

Alaattin Çakıcı: Ne demis ona MEHMET AĞAR EYÜP AŞIK’a), senin istifanla yetmez mi demiş? Bir de ne diyordu yani şey.

Erol Evcil: Kim? (cızırtı ve kesinti)

Alaattin Çakıcı: GEDÎK’in dediğine göre ne diyor ?

Erol Evcil: Vallahi GEDÎK’in dediğine göre, GEDİK (MEHMET GEDİK) şimdi zaten kendi acayip bir tedir­gin, huzursuz, onun en az beş altı katı benden huzursuz olan konuştuğu adam, tedirgin olmuş tamam mı. Onun fikri o.(ses gidiyor)

Alaattin Çakıcı: Aldılar mi kahretsin ?

Erol Evcil: Aldılar şimdi götürüyorlar.

Alaattin Çakıcı: Herhangi bir gümrükte ... problem olur mu memleketin

Erol Evcil: Olur.

Alaattin Çakıcı: Ha?

Erol Evcil: Olur.

Alaattin Çakıcı: Nasıl?

Erol Evcil: DÎYARBAKIR olmasından dolayı değil KÜRT olmasından dolayı problem olur.

Alaattin Çakıcı: Nasıl oluyor yani ?

Erol Evcil: E şey yani, buradan KÜRTLERLE ilgili yazı yazıldı ya, PKK şüphesi ile yazı yazıldı.

Alaattin Çakıcı: E peki, adam temiz adamsa bilmem neyse ne olacak?

Erol Evcil: Sonuçta şey yapar, bırakılır.

Alaattin Çakıcı: Er geç seni mi tutuyorlar ?

Erol Evcil: Nasıl?

Alaattin Çakıcı: Er geç seni mi tutuyorlar?

Erol Evcil: Çok acayip incelemeye alıyorlar, mesela bi­zim burada bir çocuk vardı gıda mühendisi, onda prob­lem yaşadık, hem vize almada problem yaşadık, hem on­dan sonra, hem orda problem oldu. Yani sonra ne oluyor

Alaattin Çakıcı: Nerede oldu vize alışta mı, başka yerde mi?

Erol Evcil: Vize alışta da problem oldu, başka bir de şeyde problem oldu kapıda.

Alaattin Çakıcı: Hangi?

Erol Evcil: Benim fabrikanın olduğu yerde (ÎSPANYA).

Alaattin Çakıcı: Ne kadar tuttular?

Erol Evcil: Çok tutmadı 15-20 dakika bilemedin ya­rım saat tuttular.

Alaattin Çakıcı: Ne diye tuttular ?

Erol Evcil: Yani orda girdiler içerde bir şeyler yaptı­lar, yani yüzde yüz böyle bir şey olacak diye kesin bir şey yok. Yani böyle bir şey, böyle bir kural yok ama çok dikkat ediyorlar. Yani vize verilirken hep benim çok iyi ilişkilerde olduğum çocuklarda çok dikkat ediyorlar, fa­kat dikkat ediyorlar; çok iyi inceliyorlar. Yani şey olduğu için iyi inceliyorlar.

Alaattin Çakıcı: Neyi inceliyorlar ?

Erol Evcil: Mesela bir aydan fazla vize vermiyorlar en bir baştan

Alaattin Çakıcı: Yok yok hayır, vizesi çok olursa ne yapıyorlar.

Erol Evcil: E vizesi çok oldu, o da kapıda şey yapıyor­lar, ne zaman gireceksin,ne zaman çıkacaksın, niçin gel­din, ne yaptın, nereden geliyorsun, nasıl yapıyorsun bu soruyu cok soruyorlar, mesela benim başıma gelen o. Ço­cuk TUNCELİ doğumluydu halbuki hiç alakası yoktu, ona şey yaptılar girdiler içeri çıktılar, girdiler çıktılar, niye geldin kiminle geldin, niçin geldin, o zaman biz dedik bu gıda mühendisi şu bu. Biz yanında olduğumuz için 15-20 dakika bir beklettiler, ondan sonra, hatta biz sor­duk oradan yani Ispanyol yanımdaki adam sordu yani, ne var niyeler, buyurun dediler biz geçtik.

Alaattin Çakıcı: Yani içeri girip ne yapıyorlar,ne so­ruyorlar?

Erol Evcil: Ya içeri bakıyorlar şey soruyorlar; niye geldin, ne zaman geldin, ya biz grup olarak gitmiştik, o zaman ben, dört tane gıda mühendisi, iki tane makine mühendisi götürmüştüm, bir de ben vardım. Çocuk yanımızdaydı, içeri falan girmedi. Çocuk yanımızdaydı. Ondan sonra bir 15 dakika şey yaptılar, beklediler, on­dan sonra bizim yanımızdaki ISPANYOL’a... (ses gidi­yor) fakat mesela biz hepimiz bir yıllık almıştık o zaman, ona bir aylık verdiler, ondan da şey olmuş olabilir. Fakat benim bildiğim bir şey var yani, doğu kökenlilere şey ya­pıyorlar, biraz daha şey gösteriyorlar. E adam

Alaattin Çakıcı: Ha ağabey dinliyorum

Erol Evcil: Irak davası çıktı, yirmi dört saat ortalık karışıyor, bu işte herkesin suratı asıldı, dedik, dedim ki yani, ben sana söyleyeyim bak ben seninle arkadaşım

Alaattin Çakıcı: Evet ağabey ha ağabeyciğim

Erol Evcil: Ben seninle arkadaşım, yani ben sana bunu söylüyorum bu benim arkadaşlık vazifem tamam mı, bak ondan sonra bak dedim, bunları yaptı gitti ..karşı bu az bile tamam mı, her taraftan duyum alıyorum ki dedim, tamam bu her türlü itliği yapıyorlar, ya Erol dedi, ben bu kadar oynayabilir miyim, bunlar dedi, niye haber vermiyor onu da bilemem dedi, niye haber verdiklerini, niye haber versinler ama böyle bu itlik, ama dedim ben bilmiyorum tamam mı, sakın şey yapma dedim vallahi sakın bana da öyle EYÜP (EYÜP AŞIK) şey yaptı, ne dedi EYÜP’ü (EYÜP AŞIK) dedi, anamız s...lir dedi, ne EYÜP’ü (EYÜP AŞIK) dedi, bu şeylik de kalır mı dedi.

Alaattin Çakıcı: Olmasa da sizden birine çaktıracak yani, bu KEMAL SUNAL’daki (MESUT YIMAZ) o mevzu, sıkı güvenlik

Erol Evcil: Ben onu da söyledim, bak dedim bu iş kuru kum da çıkmaz tamam mı, bu iş dedim kum kuru çıkmaz, ne olur dedi, ENGİN CİVAN ne oldu dedim, biri bir vurdu dedim, tamam mı, arkasından bu yüzden vurdu dedim, anasının a...nı görürsünüz dedim, ondan sonra ben hepsini söyledim bugün artık, çünkü ya bu­gün, ulan a.... koyayım, herif bana dün diyor ki böyle böyle, bugün adam arıyor ben gene, ulan, ya bu salak, ya bu da bir şey söylemiyor, aptal bu, fakat bugün İçişleri Bakanıyla acayip ters düştü, İçişleri Bakanı bunu tersle­miş KEL’İ (EYÜP AŞIK)

Alaattin Çakıcı: Ciddi mi terslemiş?

Erol Evcil: KEL’İ (EYÜP AŞIK), KEL’İ

Alaattin Çakıcı: Ha ne diye terslemiş

Erol Evcil: Her boka maydanoz oluyor, İçişlerine ka­rışıyor iste, sağda solda açıklamalar yapıyor diye tersle­miş, ondan sonra başka da

Alaattin Çakıcı: KEMAL SUNAL (MESUT YIL­MAZ)’ a demiş mi ki, ATÎLLA’nın (ALAATTÎN ÇA­KICI) elinde boş bant var?

Erol Evcil: KEMAL SUNAL (MESUT YILMAZ)’a, KEL (EYÜP AŞIK) söylemiş.

Alaattin Çakıcı: KEL (EYÜP AŞIK), KEMAL SUNAL’a (MESUT YILMAZ) söylemiş mi?

Erol Evcil: Bugün söylemiş

Alaattin Çakıcı: Ne demiş?

Erol Evcil: Ya bilmiyorum ne dediğini de bugün söy­lenmiş, bu işi halledelim hemen konuşalım dedi demiş, ondan sonra bugün söyledim demiş, ondan sonra bu ko­nuyu çok ciddiye alması gerektiğini, hemen demiş çektir demiş tamam mı, bundan sonra şu BÎR NUMARAYI ’yı.

Alaattin Çakıcı: Pekiyi EYMÜR’ü alacaklar mıymış?

Erol Evcil: Bugün sormadım artık yani bugün şey yapmadım fakat ELAZIĞ’LIYLA (MEHMET AĞAR) konuştum ben bugün, kesin alacaklar diyor, ELAZIĞ’LININ (MEHMET AĞAR) şeyde (MÎT’de) adamları var ya.

Alaattin Çakıcı: ELAZIĞ’LI (MEHMET AĞAR) da dedi mi ki YAVUZ’u (YAVUZ ATAÇ) bu işten sonra getirirler diye?

Erol Evcil: Dedi.

Alaattin Çakıcı: Ne dedi?

Erol Evcil: Bu şekilde söyledi, sen, söyledi kesin, ge­tirirler dedi.

Alaattin Çakıcı: Yalnız sana bir şey söyleyeyim bak... Söyle, YAVUZ Ağabey (YAVUZ ATAÇ) geldikten on gün, oraya başladıktan on gün sonra sesimi çıkaraca­ğım unutma bunu.

Erol Evcil: Vallahi onbeş yirmi diyor

Alaattin Çakıcı: Ha!

Erol Evcil: Onbeş yirmi gün diyor o da.

Alaattin Çakıcı: Tabii tabii anladın mı dediğimi?

Erol Evcil: Yani onbeş yirmi gün beklenecek diyor (MEHMET AĞAR), bazı şeyler var diyor, onbeş yirmi gün beklendikten sonra, eee sanırım şey yapacak, eee na­sıl desem, eee KADINLA (TANSU ÇİLLER) bir, bütün kadroları alacak, KADINI (TANSU ÇİLLER) tutacak böyle s., gibi, bütün kadroları, anlaşmak üzere, tam net konuşmadım ama yani o şekilde bir hava var.

Alaattin Çakıcı: Dedin mi sen O BİNADA GÜ­RÜLTÜ ÇIKACAK (Eylem), yani onlardan biri olsun, hangisi olursa olsun.

Erol Evcil: Ben ona her şeyi söyledim, ben o KİTAPÇI’yı da söyledim ona, tamam mı o KİTAPÇI’yı da söyledim.

Alaattin Çakıcı: Hım hım

Erol Evcil: Ya konuştukça her şeyi konuştuk, başka şeyler de konuştuk.

Alaattin Çakıcı: Dedi mi ki uygundur diye (MEH­MET AĞAR)?

Erol Evcil: Fakat var ya, benim bu telefon var ya, çok sakat yani onun için.

Alaattin Çakıcı: Hayır uygun, uygundur diyor mu, uygundur?

Erol Evcil: Dedi dedi.

Alaattin Çakıcı: Yani ben o binada senden yardım is­temiyorum hiç, bir türlü ben onu hallederim yani.

Erol Evcil: Yani o onun söylediği eee, of, eee, daha başka da şeyler söyledi yani, öyle işte,

Alaattin Çakıcı: Önemli mi? Senin ZEKI’ylen bir araya gelmen, yoksa on gün sonra malum yerde mi karsılaşsanız daha iyi?

Erol Evcil: Vallahi bana göre bu on güne kadar, eee, sen bilirsin ama yani.

Alaattin Çakıcı: Hayır şunu diyorum, bak senin hani gittiğin yer var ya hani.

Erol Evcil: Hım

Alaattin Çakıcı: Şey şey, Ayşe’nin ablasıyla hani.

Erol Evcil: Hım hım

Alaattin Çakıcı: Eğer sen yedi sekiz gün sonra, hep­sini oraya programlayabilirsen.

Erol Evcil: Onu, o on onbeş gün arasında olacak o, çünkü o işte

Alaattin Çakıcı: Programlayabilirsen arkadaşı zaten anlıyor musun, eee zannediyorum ki üç beş gün sonra gidecek anladın mı benim dediği mi?

Erol Evcil: Anladım da zaten ben de nasıl olsa FRANSA’ya mecburen gideceğim, gerçekten işim var tamam mı.

Alaattin Çakıcı: Tamam o zaman

Erol Evcil: FRANSA’ya gitmişken ZEKÎ’ylen görü­şürüm ben tamam mı

Alaattin Çakıcı: Ha tamam uygundur o zaman

Erol Evcil: Sen Zekiye söylersin Zeki ye, tamam mı

Alaattin Çakıcı: Söylerim söylerim.

Erol Evcil: Ben FRANSA’ya gittiğim zaman şey ya­par o da sana gerekli notları verir tamam mı?

Alaattin Çakıcı: Hangi gün Allah nasip ederse?

Erol Evcil: Kısmetse cumartesi günü ben FRAN­SA da olacağım, cumartesi pazarı FRANSA da geçiri­rim ondan sonra.

Alaattin Çakıcı: Hayır öyle yapma da simdi sen pa­zar günü orda ol anlıyor musun, o şey orada, arkadaş seni şey eder karşılar.

Erol Evcil: Tamam pazar günü orda olurum ben, ta­mam.

Alaattin Çakıcı: Tabii çünkü nedeni şu, arkadaş oraya uzak biliyor musun.

Erol Evcil: Anladım iyi tamam, anladım iyi.

Çakıcı : Pazar günü uygundur.

Erol Evcil: Tamam anladım.

Alaattin Çakıcı: Evet.

Erol Evcil: Tamam.

Alaattin Çakıcı: Hatta Zeki’nin ağabeysine de tele­fon açarım, o da gelir oraya pazar günü.

Erol Evcil: İyi tamam o zaman, oda şey yapsın, on­ları bir konuşsun o zaman, sen artık onlarla telefonlaşır­sın, şey yaparsın.

Alaattin Çakıcı: Yani simdi sen bana hak veriyor mu­sun onu söyle.

Erol Evcil: Ya bunlar, eee hak veriyorum tabii, ya bun­lar a.... koyayım ben bunların, ya bunlar fırıldak kesim ya, ben sana birşey söyleyeyim mi?

Alaattin Çakıcı: Evet.

Erol Evcil: Bak bize bizden başka bir kişi dost değil, bak bir kişi diyorum haberin olsun, bazıları

Alaattin Çakıcı: Bak sana bir şey anlatayım.

Erol Evcil: Bazıları seve seve olmasa da s..e, s..e, se­viyorlar ama

Alaattin Çakıcı: Bak sana bir şey anlatayım.

Erol Evcil: O da gerçekten sevgi değil.

Alaattin Çakıcı: Bak sana bir şey anlatayım bize dost MEHMET AĞAR, bir yere kadar.

Erol Evcil: Ha bak onu söylemeye çalışıyorum sana.

Alaattin Çakıcı: Tabii bize dost YAVUZ Ağabey (YA­VUZ ATAÇ), MEHMET AĞAR ’dan anlıyor musun üç gömlek daha ama, bunların hayatları ve meslekleri söz konusu oldu mu dostluk bir yere kadar, bekleyeceksin o da onların hakkı.

Erol Evcil: Doğru.

Alaattin Çakıcı: Anladın mı, hakları yani, niye ben, onu da anlatayım, biz den onlar bir yere eee, ben niye YAVUZ Ağabeyden (YAVUZ ATAÇ) herşeyi talep et­miyorum soruyorum sana?

Erol Evcil: Evet haklısın, evet haklısın, haklısın.

Alaattin Çakıcı: Bak benim de dostum, senin de dos­tun ama bir yere kadar, bir yerden sonra biz onlara za­rarlı olursak, biz onlardan bazı şeyleri beklemeyeceğiz, ben gemileri yakmışım, ben senin hakiki dostunum, ha­kiki dostunum, çocuk da değilim beş yaşında ha, sen yani bende çok, benimle en sonra gene aynısın, ister sev ister sevme ikimizin birbirine en az üç sene ihtiyacı var.

Erol Evcil: Niye bunu bana söylüyorsun ister sev is­ter sevme...

Alaattin Çakıcı: Bak ben sana anlatamıyorum bak, sana dost olmayanın sen a.... koyuyorsun, sana kötü rüya görenin de sen a.... koy, bu güne kadar sana kötü rüya görenin de anasının gözünü s....sin ama beni de biraz dinle, ben sana kötü rüya görmüyorum, ben seni yanlış da, ben seni hiç programlamadım bu güne kadar, hep seni dinledim beynimi bir kompüter gibi senin emrine verdim, istediğin tuşa bas diyorum sana, bak ne diyo­rum, kullanmasın bizi kimse kardeş.

Erol Evcil: Evet.

Alaattin Çakıcı: Kullanmasın sizin o..ha, KEL’lerin (EYÜP AŞIK) gitmesi lazım, a yok bizim kötülük yap, birde şey diyor ki bu nasıl oldu bu dünya.

Erol Evcil: Kim?

Alaattin Çakıcı: GEDİK (MEHMET GEDİK), GE­DİK, peki bu a.... koyduklarım benim kalemimi kırdık­ları zaman ayıp olmuyor da ben banta aldığım zaman mı ayıp oluyor.

Erol Evcil: O... çocuğu bunlar ya, bunların anasının a.... s...yim, bak ben sana ne anlatacağım, bunlar o ço­

cuğu a.... koyduğumun herifleri konuşturmasınlar beni.

Alaattin Çakıcı: Yani ne olur ben sana anlatayım, bize yapışırlar bize... Altı ay yer, bir senede onlar, bir sene... anladın mı, bana ne olduğunu.

Erol Evcil: Sana başka bir şey söyleyeyim, bu hani se­nin bir ŞARAPÇI’n vardı ya.

Alaattin Çakıcı: Kim ağabeyciğim ?

Erol Evcil: Hani senin sevmediğin bir ŞARAPÇI vardı ya, hani sen AVANOS KIRMASI derdin.

Alaattin Çakıcı: MAKEDON SIRP KIRMASI (NEC­DET MENZİR) olan?

Erol Evcil: Evet evet o i...ye dikkat et, o i... yapıyor biraz şeyleri.

Alaattin Çakıcı: Şeyde mi o söyle, Bursa’da?

Erol Evcil: Evet evet, onun o köpeği vardı ya.

Alaattin Çakıcı: E tamam şey işte s....miş ha, ben ona ne küfürler etim ağabey be bir gör, ben sana bir şey söy­leyeyim mi yanlış anlama, o şeyler senin Bursa’daki na­mussuz şeyden de kaynaklanıyor

Erol Evcil: O, onu ben, o yüzde yüz, o bugün biraz da onunla konuştuk, o şeye gelmesi o HANEFÎ (HA­NEFİ AVCI), şeye getiren ikisi, ben sana bütün detayları her şeyleri o ZEKÎ’lere anlatırım, onlar sana anlatırlar.

Alaattin Çakıcı: Bak kardeşim, ben sana bir şey anla­tayım sana, bir tek kelime konuşayım, beni anlıyor musun böyle para için pul için bilmem ne için şu için bu için ki­şiliğimin değişmeyeceğini biliyor musun önce onu söyle.

Erol Evcil: Biliyorum tabii ki.

Alaattin Çakıcı: Ha ben sana menfaat için dostluk yapanın babasının, sen bana yapacağın dostluğu yaptın herşeyi yaptın, ben bunu televizyonda da konuşurum her yerde konuşurum. Benim senden şu, hiç kimse kullan­masın, ben yok olursam seni yok ederim inanmıyorum, ben sana sana her türlü... Ama bak ölmezsem sana sal­dıranın a.... koydum, mesela aynen bu şekilde söylendi, sorun değil kardeşim ya....

Kaybederler anında ha, sana yanlış yapanın g...ne ka­zık sokarım, belki altı ay sonra olur başın... geleceği se­nin intikamını, bak bu lafımı yerde bırakanın a.... Tür­kiye koysun (ses gidip geliyor, tam anlaşılmıyor)... Ben kötü rüya görmüyorum... Lan senin dostlarının... Gel­diği gün senin şeyini, fabrikanı aldılar elinden o ço­

cuğu bunlar.

Erol Evcil: Evet.

Alaattin Çakıcı: Ya biz ona i... dedik, yavşak bizim halk dilinde i... demek yalan mı?

Erol Evcil: Doğru.

Alaattin Çakıcı: Ne dedik şimdi arkadaşlar...

Erol Evcil: Hem de cok iyi.

Alaattin Çakıcı: Peki CAVİT (CAVİT ÇAĞLAR) benden. ..miş?

Erol Evcil: Benden de olur.

Alaattin Çakıcı: Yok hani gevezelik yaptığını.

Erol Evcil: Benden de olur.

Alaattin Çakıcı: Ya kilo aldım biliyor musun Erol.

Erol Evcil: Ya ben altı kilo aldım şu an 98-99 kiloyu geliyorum ben ya, sen kaç kilosun?

Alaattin Çakıcı: Kantara bakıyorum 92 gösteriyor ama bunlar iki üç kilo eksik fazla olabilir, gene herşey için sana teşekkür ederim ama.

Erol Evcil: Hayırdır?

Alaattin Çakıcı: Ya bu çocukların şeyinden.. FAHRETTİN’in (FAHRETTİN ÇAKICI) Yani inan

Erol Evcil: Onlar önemli değil ya, su işler bir hal­lolsun onlar önemli değil ya, tek şu işler hallolsun, ALÎ (ALÎ ÇAKICI) ile konuşuyor musun?

Alaattin Çakıcı: Ha konuştum konuştum namussuzlan ya Erol şu işleri bir bitirelim ondan sonrası önemli değil ya ne oldu CANAN ile buluştunuz mu?

Erol Evcil: Ya bugün bir konuştum, ondan sonra eee kadın bugün onu aramış o da beni bulamamış, Yarın gideceğim işte CANAN’lara, işte ben seninle konuşma­dan birşey demedim ona, daha doğrusu CANAN’ın te­lefonuna çıkmadım yani

Alaattin Çakıcı: şimdi bak ağabeyciğim, beni iyi dinle, beni şimdi dinle, şu anda saat kaç?

Erol Evcil: Şu anda saat İle yirmi var.

Alaattin Çakıcı: Şimdi CANAN ile konuş, yarın on­dan bir randevu al kadını arasın, şimdi önemli olan bizim iki tane üç tane, BÎR BU BANKA İŞİ, İKİ YAVUZ’UN (YAVUZ ATAÇ) DÖNMESİ, ÜÇ TOPAL’IN (CAVİT ÇAĞLAR)’IN G...NE KAZIK SOKMAK, DÖRT AN­LIYOR MUSUN ŞEYİ OKUTMAK... Okutmak sen şey iste CANAN ile konuş, ara onu karıyı arasın, Yarın sen ZEKÎ ile buluşmadan... Protokolü yap ağa yani cu­maya kadar yap, önemli çünkü, yarın buluş, öbür gün yap önemli değil.

Erol Evcil: Bir dakika.

Alaattin Çakıcı: Erol.

Erol Evcil: (Diğer bir telefonla konuşuyor) Alo iyiyim sen nasılsın? İyi simdi o SEMA ile sen konuştun mu? Alo duyuyor musun beni? Sen SEMA ile konuşabildin mi? İyi tamam o zaman, ben eee diğer telefonda zaten

arkadaş var yarın sana geleceğim Yarın su kadınla ko­nuşalım tamam mı? Tamam iyi, tamam ben yarın geli­yorum o zaman sana. Hadi görüşürüz, (tekrar ÇAKICI ile konuşmaya başlıyor ) Alo.

Alaattin Çakıcı: Efendim Erol.

Erol Evcil: Tamam şimdi yarın gidiyorum ben (CANAN’a).

Alaattin Çakıcı: Yalnız sana şunu söyleyeyim, senin kuşun (uçağın) dolaylı hareket etsin tamam mı?

Fransa’ya Gitmeden Önce İtalya, İngiltere, İspan­yaya Uğrarım

Erol Evcil: Tabii tabii, ben FRANSA’ya gitmeden önce İtalya’ya uğrarım, İngiltere’ye uğrarım öyle.

Alaattin Çakıcı: Yani bir iki yerden ara, çünkü eee anladın mı dediğimi yani.

Erol Evcil: Anladım, anladım, sen o konuda şey yapma, yani ben cumartesi günü İtalya’ya giderim, orda kalırım, İtalya’da kalırım, ondan sonra İspanyaya geçe­rim, Ispanya’dan da FRANSA’ya geçerim, FRANSA’da da şey yaparız.

Alaattin Çakıcı: Sen el telefonunu açık bırakırsın, an­ladın mı dediğimi yani?

Erol Evcil: Anladım, anladım, anladım.

Alaattin Çakıcı: Geliş gidiş yani belli değilse, dedi­ğim gibi telefonunu açık bırakırsın aynen şey eee.

Alaattin Çakıcı: Ha tabii tabii.

Erol Evcil: Şimdi bu telefonumun şarjı bitebilir ta­mam mı, simdi ben yarın bu kadınla konuşuyorum (CA­NAN) ondan sonra yarın da... Buluşuyorum.

Alaattin Çakıcı: Tamam.

Erol Evcil: Yine birşey olursa konuşuruz tamam mı?

Alaattin Çakıcı: İyi yarın mı ararım seni?

Erol Evcil: Yarın ara, simdi ben bu işi halletmem la­zım, artık ben o öteki arkadaşa git diyeceğim, o iş için çağırmıştım git gelme diyeceğim ona.

Alaattin Çakıcı: Okey.

Erol Evcil: Ondan sonra gene birşey olursa bu tele­fonla gene ararsın beni, ben yarım saat kapalı olur telefon.

Alaattin Çakıcı: Tamam oldu Erol.

Erol Evcil: Hadi görüşürüz.

Alaattin Çakıcı: Görüşürüz Erol.

Erol Evcil: Kendine iyi bak.

FİRAR GÜNLÜKLERİ

Polisi alarma geçiren Hilton buluşması

Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil’in İzmir’de biraraya gel­mesi poliste heyecan yarattı. Hilton Oteli lobisinde bu­luşan, ancak otelde yer ayırtmayıp 15 dakika sonra aynı minibüsle ayrılan ikilinin nereye gittiği belirlenemedi.

Alaattin Çakıcı, Yanında bir koruma ordusu ile İz­mir Hilton Oteli ne giden Çakıcı, yine koruma ordusuyla gelen Erol Evcil ile buluştu. Kartal Cezaevinin iki eski mahkûmuna bir süre sonra MHP İzmir İl Başkanı Musavvat Dervişoğlu ve Odemişli işadamı İbrahim Çiftçi de katıldı. Bu ilginç buluşma, İzmir Polisi ni alarma geçirdi.

Hilton Oteline Alaattin Çakıcı, Odemişli işadamı İb­rahim Çiftçi ve Nesim Malki’nin öldürülmesi olayında adı gündeme gelen eski zeytin kralı Erol Evcil, yaklaşık 15 dakika otelin lobisinde bekledi. Bu sırada aralarında sohbet eden Çakıcı, Evcil ve Çiftçi, daha sonra yanla­rına gelen MHP İzmir İl Başkanı Musavvat Dervişoğlu’yla birlikte saat 21.00 sıralarında Ankara plakalı bir minibüsle otelden ayrıldı.

06 VOK 87 plakalı minibüs

Hilton Otelinde yer ayırtmadıkları öğrenilen Çakıcı, Evcil ve Çiftçinin birlikte nereye gittiği öğrenilemedi. İhbar üzerine harekete geçen polis ekipleri plaka konu­sunda telsiz anonslarıyla uyarıldı. Polislerden 06 VOK 87 plakalı minibüsü gördükleri yerde bilgi vermeleri istendi.

Arayan: Alaattin Çakıcı / Aranan: Erol Evcil

Erol: Alo!

Alaattin: Aramadın beni Erol!

Erol: Şimdi arayacaktım, sen aradın beni vallahi, ne yapıyorsun?

Alaattin: İyiyim, sen ne yapıyorsun?

Erol: O i... öteki şeyi aramış, hani gitmiş ya “Gel de konuyu bir detaylı konuşalım” demiş.

Alaattin: O niçin aramış?

Erol: Biri buna gitmişti ya hani, Macur Bey! “Gel bu konuyu detaylı konuşalım, bir çözüme ulaştıralım” demiş. Hani Gencay’ın bir arkadaşı vardı. Çağırdık da, “Bir şeyi bekle” dedik ya!

Alaattin: Şey hani, bir şeyli bir adam.

Erol: Ha.

Alaattin: O hani sinsinin arkadaşı olan geleni mi diyorsun?

Erol: Yok yaa! Nakliyeye gelmişti bu adam ya. Mu­danya’ya girerken bir yer vardı ya.

Alaattin: Ha haaa şey anladım.

Erol: Orasını almaya çalışıyormuş bu Macur!

Alaattin: Hu

Erol: Ondan sonra, bizim de bir şekilde ilgilendi­ğimizi duymuş, “Orayı ona yedirmeyeceğim” falan de­meye başlamış.

Alaattin: Hımmm

Erol: Ondan sonra neyse “Sen gel de, konuşalım şu işi bir şey yapalım” demiş.

Alaattin: Hangi işi?

Erol: İşte ee... bizimle olan problemi! “O zaman çok detaylı konuşamadık” demiş.

Alaattin: Hımın

Erol: Ondan sonra ee “Gel de bir konuşalım” demiş, bu da yarın akşam üstü gidecekmiş ona.

Alaattin: Orayı bizim haricimizde kimse alamaz Erol! O benim olan yeri demiyor musun, alo?

Erol: Mudanya’ya giderken vardı hani bir yer!

Alaattin: Tamam sana geçen gün gösterdim orayı. Hani ya, benim eve yemeğe geldi seninle tanıştırdım, o arkadaşı demiyor musun?

Erol: Evet evet.

Alaattin: Ondan mı alacakmış?

Erol: Hayır yaa! Burası şeymiş, artık satılacağı gün­deme gelmiş bir şekilde tamam mı? Mudanya’da benim onunla ilgilendiğim yani duyulmuş, tamam mı? Ondan sonra, bu salakların bir firması var, onlarla bir şey ko­nuşmuş, bunu anlatmış. O da, “Geçen konuştuğumuz konuyu seninle sağlam bir konuşalım” demiş.

Alaattin: Hunin

Erol: Ondan işte, hani bizimle ilgili konuyu!

Alaattin: Peki sana bir şey söyleyeyim. O arkadaş sana mı yakın, oraya mı yakın?

Erol: Ona yakın.

Alaattin: Ona yakınsa...

Erol: Ona yakın fakat benim bir arkadaşım var, onunla kardeş gibiler bana fazla yakın değil.

Alaattin: Ona o arkadaşın desin ki, “Sakın Alaattin’le Erol’a yanlış yapma, başına iş alırsın” desin ona!

Erol: Onu dedi zaten yaa. “Sen de giriyormuşsun ga­liba” dedi bana, “Evet, ne oldu, nerden çıktı?” dedim.

Alaattin: Deseydin ya, “Alaattin’le ilgileniyoruz” deseydin ya!

Erol: Ha olayı anlattım, “Böyle böyle bir olay oldu, ilgilenme budur! dedim tamam mı? Ondan sonra eee, herhalde biliyor burdakini, böyle böyle söyledi dedi.

Alaattin: Anladım.

Erol: Yarın gitsin bakalım, ne olacak? Sen ne yapı­yorsun?

Alaattin: Ne yapayım, bildiğin gibi işte, yarın o şey­leri halledebilecekmiyiz Erol?

Erol: Şimdi bir 20 zaten gönderdik, bir 20 eksik orda!

Alaattin: Ondokuz doksan

Erol: On dokuz dokuz yüz

Alaattin: Dokuz yüz şey.

Erol: 40 daha olunca hemen hemen tamam oluyor, tamam mı?

Alaattin: Tamam.

Erol: 20’si zaten tamam, geriye bir 20. Onu da hur­dan ayarlayacağım tamam mı?

Alaattin: Nasıl anlayamadım şimdi Erol?

Erol: 20 zaten gönderdi Mehmet.

Alaattin: Eeee şimdi ben bugün gelen paradan an­lıyor musun dolara çevirdim. 13 bin dolar ona verdim gidiyorlar ya...

Erol: Tamam.

Alaattin: Yarın bir aylık şey verecekler neydi onun ismi kira, anlıyor musun, bir de ora işte 50, 42, 13!

Erol: 55.

Alaattin: O kadar kartların borcu var, tümünün yani...

Erol: 55 milyar, 40 bin doların üzerinde yapıyor.

Alaattin: Yooo 40 yapıyor tam!

Erol: Tamam neyse.

Alaattin: 40 yapıyor!

Erol: Şimdi yarın 40 milyar göndereceğim, tamam mı? Onu kapatırsan üzerini, gene bu hafta içinde şey ya­parız, tamam mı?

Alaattin: Hu bir de şeye vereceğiz ya, avukata 20 bin dolar.

Erol: O ayın ll’ine dedin ya...

Alaattin: Tamam oldu.

Erol: Başka ne var, ne yok?

Alaattin: Peki şey diyecektim ya, bu adam neticede bizle anlaşacak yani başka onun şeyi yok!

Erol: Bakalım bir görelim, bir adamı gitsin de rengi belli olur.

Alaattin: O buradayken gider ona telefon açarım, evine de giderim, anam avradım olsun geliyorum, diye.

Erol: Anladım.

Alaattin: Gencay aramış Nafi’yle o şey öbür Saydam’ı. Telefonları anlıyor musun şeymiş, kapalı! Bir ta­nesi İzmit’e gitmiş gelmemiş. Kardeşlerinin biri anlıyor musun onlarla beraber gidecekti ama, bizim işimiz kesin cuma günü oluyor yani, anladın dediğimi?

Erol: Nasıl yani?

Alaattin: Hayır cuma kesin buluşuruz.

Erol: Tamam aga.

Alaattin: Yarın mutlaka onunla buluşacak. Buluş­tuğu zaman ben sana söyleyeceğim. Cumaya Swiss Otele yer ayırtalım.

Erol: Tamam olur.

Alaattin: Bir büyük süit, anlıyor musun? İki oda, bir salon. Hem orada yemek yeriz, orada konuşuruz, daha uygun olur.

Erol: Peki anladım.

Alaattin: Bizimkilerde sabah 7’de gidiyorlar, 9.30’da uçuyorlar.

Erol: Ali’yle vedalaştın o zaman.

Alaattin: Vedalaştım abisi ya, bütün aklım onda be.

Erol: He normal.

Alaattin: Kör eve geldi biliyor musun?

Erol: Haaa, ne diyor.

Alaattin: Diyor ki işte, “Alaattin yıl sonuna kalma­dan bu senenin sonunda, yaz bitiminde halledeceğim” diyor. “Peki” dedim.

Erol: İnşallah.

Alaattin: Ya şurdan şu işi hallettik mi, bu deminki işi, rahatlama devresine girilir biliyor musun?

Erol: Doğru söylüyorsun, hayırlısı olsun.

Alaattin: Aga artık bizim şeyi bıraktın bak, ‘karşı tar­lanın malı’ diye. Artık bizi bir yere götür yaa. A... koya­yım her gün sokağa çıkıyorum, bugün çıkmadım onları yolcu ettim. Bir de şey hani, neydi onun ismi? “Merak etme, seni yarı yolda bırakmaz” dedim. Aynen düşün­düğümü söyledim ona.

Erol: Niye?

Alaattin: Şu kadar gelir, öbürü yarına kalır, seni yolcu ederiz” dedim.

Erol: Aliye mi?

Alaattin: Yok Gönül’e. Ali takmıyor ki yaa, o tak­mıyor da Gönül pimpirikli bir kadındır biliyor musun?

Erol: Evet.

Alaattin: Yaa, yağlar da, zeytin de gelmedi aga.

Erol: Eee kar yağdı yaa.. Münibüsle gelecek çünkü, yolda molda kalır diye korktum, yarın gönderirim.

Alaattin: Yok artık, yarın çıkıp biraz dolaşayım Erol ya.

Erol: îyi peki, çık dolaş.

Alaattin: Bugün tartıldım aga, 107 kiloyum yaa!

Erol: Ben rejimdeyim abi.

Alaattin: Üç kiloda öyle gelir, eder 110! Ne demiş, “Gel bu işi konuşalım halledelim” ha!

Erol: “Gel de bir konuşalım tekrar” demiş.

Alaattin: Efendim

Erol: “Gel şu konuyu bir konuşalım” demiş.

Alaattin: Konuşalım mı, halledelim mi, yoksa şey mi?

Erol: Çözelim mi demiş, öyle bir şey söylemiş.

Alaattin: Yaa, halledelim anlamında!

Erol: Herhalde...

Alaattin: Hayırlısı olsun, yarın mı gidiyor?

Erol: Yarın gidiyor evet.

Alaattin: Dedikodu kesildi mi? O a... koyduğum­dan haber var mı, dolaşıyor mu?

Erol: Kim?

Alaattin: Kuşçu var ya.

Erol: Yok haber yok, haber yok.

Alaattin: İyi, cuma gel de konuşalım.

Erol: Tamam peki, iyi o zaman sana iyi akşamlar dilemiyorum.

Alaattin: Niye senin bir işin mi var?

Erol: Bugün olabilir.

Alaattin: İyi hadi aramıyorum o zaman.

Erol: Yok yok ara ya ben de ararım seni.

Alaattin: Tamam hadi.

Erol: Hadi görüşürüz.

Arayan: Avukat Atalay Cebesoy

Aranan: Alaattin Çakıcı

Alaattin: Efendim Atalaycığım.

Atalay: Abi merhaba, şimdi görüştüm. Onun bugün zaten orada randevuları vardı. Oradan çıkmış beni aradı. Eee raportörler tamam, artı dairede ağırlıklı görüş bozma taraftan. Ancak diyor ki, “Şöyle bir durum daha doğabi­lir. Dosyada bir yığın usul eksilik var, tamamlanmamış, eksik kalmış. Onlar tamamlansın diye, geri gönderme ihtimali var” diyor.

Alaattin: Yok şey olabilir anlıyor musun, benim de aldığım haber var ya! Yani dosyayı bozacakları... Peki raportör, “AÇ’nin beraatine..” diye yazmış mı oraya?

Atalay: Abi beraatine değil de! 4422 yok bir, ikinci de bu hani savcının şeyinde “15 kez yaralama verilmesi gerekiyor” diyordu ya! Ona da katılmıyor, “Bir kez ya­ralamadan verilmesi gerekir” deniyor. Raporda öyle, bir de dediğim gibi yani ağırlıklı bir şey de, diğer dosyanın geri iade edilme durumu da varmış.

Alaattin: Peki iade olursa, ne oluyor abicim o zaman?

Atalay: Yaa uzayacak! “Burada bir takım eksiklik­ler vardır” diyecek. Biz başlayacağız o eksikleri tamam­lamak için uğraşacağız.

Alaattin: Yani uzuyor o zaman.

Atalay: Uzar tabii canım!

Alaattin: Haa uzarsa bir tevkif mevkif söz konusu değil.

Atalay: Yok yok olmaz.

Alaattin: Ama benim bildiğim şey abi... bozulacak!

Atalay: “Ağırlık bozma taraftarı, daha 23 günümüz var, uğraşıyorum” diyor. Bir de benim gönderdiğim ufak bir şey vardı, onları da dağıttım kısacası bu.

Alaattin: Yaa bizim istediğimiz gibi verdiği an, şey açıklığı gibi sana diyeceğim ki, “Gel gidiyoruz Bursa’ya, işini hallediyorum.”

Atalay: Abi şu anki görüntü iyi.

Alaattin: Yani şu, 4422’den çıkarıyor raportör. Eee 15 artı l’e de karşı geliyor.

Alaattin: 15 artı 1 şey karşı geldiği zaman ne olu­yor abicim?

Atalay: Ya hani Akif, “15 kez yaralamadan vermen gerekir” diyor ya! Raportör de “Hayır öyle olmaz, bir tane yaralamadan vermen gerekir” diyor.

Alaattin: Hı şimdi daire de esastan bozuyor bunu, değil mi?

Atalay: He daire eğer “Zaten 4422 yoktu” derse...

Alaattin: Abicim, ben sana bir şey söylüyorum değil mi yani? Onun dışında çok malum anlıyor musun? Be­lirli yerlerden şey var, anladın mı dediğimi?

Atalay: Neyse abi.

Alaattin: Ben sana telefonda konuşamıyorum!

Atalay: Telefonda konuşmayalım ha!

Alaattin: Hıı iyi abicim, başka ne yapıyorsun?

Atalay: İyi, ne yapayım abicim?

Alaattin: Yani tastik mastik yok yani...

Atalay: Yok yok, bir şey yok içinde.

Alaattin: Şimdilik mi yok, raportörde mi yok?

Atalay: Raportörde yok o, tamam?

Alaattin: Yani o bitti artık, “Raportör raporu hazır­ladı” diyorsun.

Atalay: Bitti o bitti.

Alaattin: Yani diyor ki, “4422 yok, 15 artı bir yok!” Tamam abicim, öpüyorum seni.

Atalay: Tamam abi görüşürüz.

YARGITAY,

ÇAKICI'YA VERİLEN HAPİS CEZASINI ONADI

Alaattin Çakıcı Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Karagümrük Spor Lokali baskınının ardından açılan davada, “çı­kar amaçlı suç örgütünün kurucusu ve lideri olmak” suçundan verilen 3 yıl 4 ay ağır hapis cezasını onadı.

Yüksek mahkeme, Çakıcıya, "müessir fiil” suçundan bir kez verilen cezayı yetersiz buldu ve hükmün 15 mağdur için ayrı ayn kurulması gerektiğine işaret ederek, bu yöndeki karan bozdu.

Alaaddin Çakıcının da aralarında bulunduğu 16 sanığın çeşitli suçlardan hapis cezasına çarptırılmala­rına ilişkin kararının temyiz incelemesi tamamladı.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin kararma göre, sanıklar Alaaddin Çakıcı, Ahmet Çelik, Ömer Koç, Okan Erünal, Cihan Çakıcı, Müştak Çimenci, Erdoğan Öner, Ba­şar Barış Çakıcı, Muradiye Güler, Yakup Çakıcı ve Cem Korkmaza, “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak”; sanıklar Rahmi Kara, Alican Ergülen ve Şener Çakıcı nın “çıkar amaçlı suç örgütüne yardım ve yataklık”, sanık Cem Korkmazın ise mağdur

Ferhat Kamil’i yaralamak suçlarından haklarında ku­rulan hüküm, usul ve yasaya uygun bulunarak onandı.

Sanıklar Alaaddin Çakıcı, Ahmet Çelik, Okan Erünal, Ömer Koç, Cihan Çakıcı, Müştak Çimenci, Erdoğan Öner ve Başar Barış Çakıcı nın, 26 Mart 2000 tarihindeki Karagümrük Spor Lokali baskınında 15 mağduru yaralamaya yönelik kararının temyiz incelemesinde, olay günü anlatıldı.

Başar Barış Çakıcının emniyet ve yer gösterme ifa­desinde, Nuri Ergin ile aralarında itilaf bulunan ve olay gecesi Ergin yandaşlarının lokali basıp Alaaddin Çakıcı aleyhine slogan atıp pankart astıkları anımsatıldı. Bunun üzerine Alaaddin Çakıcı’nın, cezaevinden Başar Barış Ça­kıcıyı arayarak Ergin kardeşleri tehdit ettiği ve "lokalde bulunanların ayaklarını kırın” şeklinde talimat verdiği belirtildi. Sanık Başar Barış Çakıcının da bu talimat üze­rine diğer sanıklarla birlikte harekete geçtiği kaydedildi.

“15 MAĞDUR İÇİN AYRI AYRI HÜKÜM KURULMALI”

Kararda, şöyle denildi:

’Sanık Alaaddin Çakıcı, lokalde bulunan ‘Ergin’ so­yadlı kişiler dışındaki tüm şahısların yaralanmaları em­rini bizzat vererek, sanık Başar Barış Çakıcı da bu tali­matın gereği önceden kendisine bağlı olarak oluşturduğu grupta yer alan sanıklara, lokalde bulunanların tamamı­nın yaralanması talimatını verip eylemin planlamasını yapıp eylemde kullanılan silahları dağıtarak ve planla­maya uygun olarak olay sırasında bizzat eylemi organize ederek fiili işleyen sanıklara lokalde bulunan kişilerin tümünü yaralamaları fiilini işlemeye azmettirdikleri ve bu nedenlerle 15 mağduru yaralamak suçlarından sanık­lar Alaaddin Çakıcı ve Barış Çakıcı nın TCK’nın 64/2 maddesi delaletiyle raporlardaki iş ve güçten kalma sü­releri gözetilerek, 15 mağdur için ayrı ayrı TCK’nın 456. maddesinin ilgili fıkralarından sorumlu tutulmaları ge­rekir.” TCK’nın 64-2. maddesi azmettirmeyi, TCK’nın 456. maddesi ise müessir fiili düzenliyor.

YEREL MAHKEME KARARI

İstanbul 1 No’lu DGM, Alaaddin Çakıcı hakkında “talimat vermek suretiyle müessir fiile azmettirmek’ten, en ağır yaralanan mağduru esas alarak bir kez mahkumiyet kararı kurmuş ve 1 yıl 8 ay 21 gün hapis cezası vermişti.

Yerel mahkeme Yargıtay’ın bozma kararma uyarsa, Alaaddin Çakıcı hakkında 15 mağdur için iş ve güç­ten yoksun kalma süreleri dikkate alınarak mües­sir fiile azmettirmekten ayrı ayrı hüküm kurulacak.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi, diğer sanıklar hakkındaki "6130 sayılı Ateşli Silahlar Yasasına muhalefet, çı­kar amaçlı suç örgütüne yardım ve yataklık ve müessir fiile azmettirme” suçlarından verilen kararları da çeşitli gerekçelerle bozdu.

YURTDIŞINA ÇIKIŞI YASAKLANMIŞTI

İstanbul 1 No’lu DGM, Çakıcıyı toplam 5 yıl 21 gün hapis cezasına çarparmış ve yattığı süreyi dikkate alarak tahliye etmişti.

Suçluların ladesine Dair Avrupa Sözleşmesi uyarınca 45 gün içinde ülke dışına çıkmak zorunda olan Alaaddin Çakıcı, 29 Kasım 2002 tarihindeki tahliyesinin ardın­dan 2 gün daha emniyete alınmış ve ardından serbest bırakılmıştı. Ancak, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsav­cılığı, Çakıcının tahliye kararma itiraz etmiş ve yurtdışına çıkışının yasaklanmasını istemişti. İstanbul 2 No’lu DGM de Çakıcıya yurtdışına çıkış yasağı koymuştu.

Çakıcı, mahkum olduğu davanın temyiz inceleme­sinin sonucunu beklemek üzere yurtdışına çıkamamıştı.

Yargıtay, yerel mahkemenin kararını aynen onasaydı, Çakıcı 2 yıl daha cezaevinde yatacaktı.

Yargıtay, Çakıcıya bir suçtan verilen cezayı aley­hine bozduğu için, eğer yerel mahkeme aynen bu karara uyarsa cezaevinde yatması gereken süre daha da artacak.

İstanbul 1 No’lu DGM, Çakıcı ile ilgili aleyhe bozma kararına uymaz ve eski kararında direnirse, bu sefer dosya Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gelecek.

İYİ HAVADİS YOKABİ

Tarih: 26 Nisan 2004 / Saat: 18.46

Arayan: Süha Hakkı Şen / Aranan: Alaattin Çakıcı

Alaattin: Efendim?

Süha: Abicim, iyi havadis yok!

Alaattin: He abicim...

Süha: Şimdi yalnız şöyle bir şey var. Komutanla ko­nuştum, “Çarşamba günü bir numarayla görüşeceğim, ona ben bir şey ayarlıyacağım. Zaten bekliyordum” dedi.

Alaattin: Ne dedi? Yani iyi havadis mi?

Süha: “Kararı aldım” dedi, okudu bana şimdi...

Alaattin: Hı.

Süha: “İkisi de savcının istediği doğrultuda karar ve­rilmiş” dedi. “Dosya şu anda Yargıtay Cumhuriyet Sav­cılığında, tashihi karar yapılması mümkün değil” dedi. “Şey tebligat aşamasında yani postaya verilme aşama­sında. Fakat ben savcıyla görüştüm” dedi. “Savcının bana

dediği şu, bu davadan tutuklanma olmaması lazım. İkisi bir davadır, birbirini bekler. Ama bu da savcının kara­rına bağlı...” dedi, demiş. Şeydeki yapacak, dosya oraya gidene ka-dar... duyuyor musun abicim?

Alaattin: Hı hı...

Süha: Dosya İstanbul’a gidene kadar, oradaki sav­cının kararı bekleyene kadar görünmemek anlatabili­yor muyum?

Alaattin: Hı hı...

Süha: Senin açından bunu da açtım komutana, iza­hat verdim. “Ulan onu da ben hallederim, çarşamba günü geliyorum” dedi. “Yok yani adam gidiyor. Ben ona da başka söyledim, olmuyor iş. Senin yapacağın bir şey varsa...” dedim. “Onu da ben hallederim, anasını sarı­yım.. Tamamdır, merak etme” dedi. Bana söylediği laf bu. Ama ben bunları olduğu gibi sana aktarıyorum, merak etme. Bu adamın dediği şu, normal şartlar altında Yar­gıtay Cumhuriyet Savcılığının söylediği şey, bu davada ikisini bekler, tutuklanma yani infaz istemesi... “Ayakla­rını kırın, ötekilerin bilmem ne yapın, bir kişinin emir vermiş...” falan diye bunları okudu. Ama, yok Başkanım “Bunlar yalan dava biliyorum ama yani şeyi okuyo-rum” dedi. Bir tanesinden bozma vermiş, bir tanesinden şey yap-mış. Buradaki konuştuğu Cumhuriyet Savcısı, eski DGM Başsav-cısı, onun önerisi... “Normal şartlar altında davanın sonucunu beklemek mecburiyetindedir ama özel bir şey yaparlar, yapmazlar, onu bilmiyorum” demiş. O DGM’nin, bunu da ben aynen arzettim şeye komutana..

Alaattin: İstanbul’daki mi yani?

Süha: İstanbul’daki değil. Eski İstanbul Başsavcısı... Onun şimdi şeyi özel... Özel diyorum, yani genel sek­reteri eski, Erkan Bey vardı ona danışmış. DGM’lik bir konuymuş, bu ona söyledi. “Bu ikisi bir davadır, ayrı ayrı tutup da bunun şeyini infazım istememesi lazım. Bu da­vada ikisi birbirini bekler” demiş.

Alaattin: Hm...

Süha: Onun söylediği o... Ama bu arada da ben dedim ki, yani bir mahal vermemek için... Dosyanın şu anda bak söyleyeyim abi, tedbirli ol! Dosya şey aşamasınday­mış abi, yani senin avukatların ne söylüyor, söylemiyor bilemem. Bana verilen konu bu. Dosya posta aşamasın­daymış. Postaya verildikten sonra, İstanbul’daki savcının görüşü önemliymiş. Savcı eğer, “Davayı açmayın” derse, dava günü verirse o zaman sana tutuklama durumu ol­muyormuş. Onu da gittim komutana arzettim. Ama de­dim ki, “Böyle böyle problem var. Oradan çizdirdik, ol­muyormuş” dedim. Onun da bana söylediği konu şu, “Ulan onu da ben hallederim” dedi, aynen böyle. “Ben çarşamba günü oradayım. Sen yarın gel” dedi. Yani ya­rın akşam geliyor... “Çarşamba günü buluşalım” dedi. Ben yarın sabah erkenden gidiyorum oraya. Hatta bana dedi ki, “Yarın gel etraflıca konuşuruz” dedi. Şimdi ben de yarın ona diyeceğim ki, “İstanbul’u bir arayın da...” duyuyor musun abi?

Alaattin: Hı hı...

Süha: Buradaki oranın savcısı kimse... bilmem nesi kimse... “Böyle bir kararın karşısında, ne gibi karar ve­rirlermiş, bir onu öğrene-yim” diyor. Yarın gideyim ki, onu öğreniyim abi.

Alaattin: Oldu, öpüyorum seni abicim.

Süha: Peki abicim, sağol.

Çakıcı: Senin o arkadaşın teneke!

Telefonu kapattıktan kısa bir süre sonra tekrar Ala­attin Çakı-cı’yı arayan Hakkı Süha Şen, Kaşif Kozinoğlu’ndan kendisine bir mesaj geldiğini söylüyordu. Mesajı pek ciddiye almayan Çakıcı, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya hakkında oldukça ilginç yorum-lar yapıyordu. Çakıcı, konuşma bittikten sonra avukatını arayarak dos­yanın postada olduğunu haber veriyordu:

Tarih: 26 Nisan 2004 / Saat: 18.51

Arayan: Süha Hakkı Şen / Aranan: Alaattin Çakıcı

Alaattin: Alo!

Süha: Bak şimdi mesaj geldi bana, senin hemşehrinden..

Alaattin: Hı...

Süha: “Ben mutlaka hallederim” çekti... Onu da açık­lıyorum sana abicim. Ben demin ne düşünüyordum... Seni aradım, meşgul çıktı telefonun. Diyecektim ki, bu şey­deki İstanbul DGM, belki de oraya konuşuruz.

Alaattin: Bak şimdi... Ben sana bir şey söyleyeyim mi? O senin arkadaşın var ya hani babaya göre...

Süha: Ha?

Alaattin: Teneke o be...

Süha: Ne abi?

Alaattin: Teneke teneke...

Süha: Allah Allah...

Alaattin: Baba dediğin adam diyorum...

Süha: Şeyi diyosun... haa... baba, evet abi!

Alaattin: Hıı teneke...

Süha: Hayret bir şey...

Alaattin: Böyle mi dost olursun şimdi söyle?

Süha: Beş aydır tanıdığım adam işte abi. Yalvar ya­kar... Her şeyi yaptım abi ben!

Alaattin: Teneke boş ver...

Süha: Şimdi gelen mesajda bu... “Ben mutlaka halle­derim” ne demek, işte onu bilmiyorum.

Süha: Sorun değil! Teneke... Anladın mı dediğimi yani?

Süha: Evet maalesef, evet öyle abi!

Alaattin: Yine ben sana bir şey söyleyeyim mi?

Süha: He abi!

Alaattin: Benim hemşehrimle gittiniz ona... konuştu­nuz ya, yemek yediniz. Bu adam, alevi değil mi kardeşim?

Süha: Evet abi.

Alaattin: İki gün sonra bu dava da böyle oldu, anlı­yor musun?

Süha: Ama niye öyle bir kelek yapsın bize abi?

Alaattin: Hiçbir alevi devletle işbirliği yapan adamı sevmez, anlıyor musun?

Süha: Böyle bir şey yaparlarsa, Allah cezalarını versin. O zaman peki niye, “Mutlaka hallederim” ne demek abi?

Alaattin: Ya sorun değil, boş ver. Çünkü siz adama söylediniz. Beni methetti herif, 2-3 gün sonra da ne oldu, anlıyor musun? Ya bak laflar, o kadar tezat ki... Sana diyor ki, “Bana daha evvel söyle-seydin, ben kont­rol ederdim” diyor, değil mi?

Süha: Evet abi Mehmet’le gittiğimiz zamandan bah­sediyorsun herhalde...

Alaattin: Evet, ama siz daha evvel söylediniz onu...

Süha: Daha evvelden...

Alaattin: Yemekte, benim hemşehrimle...

Süha: Ha söyledik, evet onu söyledik. Ama ondan sonra perşembe günü, patladı işte senin dediğin gibi...

Alaattin: Ya neyse boş ver, önemli değil, sorun de­ğil yani...

Süha: Abi nasıl sorun olmaz. Yani sorun olmaz olur mu?

Alaattin: Sorun değil Süha kardeş. Bize golü attırdın, canın sağolsun kafadan...

Süha: Abi ben attırmadım golü, niye böyle düşünü­yorsun abi?

Alaattin: Sen attırdın golü, sen attırdın bana! Oğlum kurşunlara gelsin, sana inandım, bu golü yedim!

Süha: Abiciğim... ben baştan, Niko konuştu hepsini abi yanımda...

Alaattin: Ben Niko ile değil, seninle konuştum...

Süha: Hayır ben..

Alaattin: Bak bizim dostluğumuzun devamı için ka­patalım bunu, boşver!

Süha: Abicim ama çok üzülüyorum ben yani...

Alaattin: Ama işin doğrusu bu!

Süha: Ama sevgili abicim, ben...

Alaattin: Bak, benim oğlum kurşunlara gelsin, dün­yada oğlumun üzerinde hiç kimseyi tanımam!

Süha: Biliyorum abi...

Alaattin: Golü sen bana yedirdin!

Süha: Abi ben, yedirmek... yani yapar mıyım böyle bir şey?

Alaattin: Hayır yedirdin golü bana! Bak bana oğlu­mun sabahleyin ölü haberi gelsin; sana inandım, yedim golü ama sorun değil!

Süha: Abicim, ben elimden gelen...

Alaattin: Bak dostluğumuzun devamı için kapata­lım bu konuyu...

Süha: Peki abi, nasıl emredersen öyle olsun!

Alaattin: Ha kapatalım. Golü bana attıran sensin. Ben Niko’yla konuşmadım ki, seninle konuştum.

Süha: Abi ben tamam da... Ben gittim oradaki du­rumu size.. Mehmet’le beraber..

Alaattin: Bak sana bir şey anlatayım bak... Boşver, canın sağolsun senin...

Süha: Abi yanlış bir şey yapmam abi! Ben bütün var­lığımla söylü-yorum...

Alaattin: Ya kardeşim ben seninlen konuştum. Sen bana dedin, “Eylül sonuna kadar, yılbaşına kadar...” tamam?

Süha: Ama abi onun konuştuğun lafı aktardım ben. Hiç konuşmadım ki, oraya abicim, size Mehmet...

Alaattin: Benim muhatabım Niko değil, şendin. Önemli değil, sorun da değil, hiç önemli değil...

Süha: Ama çok üzülüyorum böyle deyince...

Alaattin: Vallahi ben yiğit adamım, benim dilimle ağzım birdir benim...

Süha: Biliyorum. Ama abi, ben bak size şunu söylü­yorum. Şuna ikna olmanızı rica ediyorum, ben o gün Mustafa ile konuşmadım. Niko konuştu...

Alaattin: Aga ben seninle konuştum, sen bana ko­nuştun. Kapatalım bunu, kapatırsak dostluğumuz de­vam eder...

Süha: Peki, emredersin abi. Ben yani beni...

Alaattin: Emir yok, biz arkadaşız...

Süha: Yok yani şey için söylüyorum, yani emreder­sin derken... Yani ben ezik kalıyorum o yüzden diyorum abi. Ama yani ben...

Alaattin: Boşver, bunu kapatalım, dostluğumuz de­vam etsin.

Süha; Peki abi, nasıl istersen!

Alaattin: Yani bu işin doğrusu bu. Yani biz kapattık konuyu, mesele yok, bitti. Bak ben senin hanımım da ta­mdım, benim evime geldi. Bırak dost kalalım seninle...

Süha: Peki abi peki...

Alaattin: Yani ben dürüst adamım, sana bunu söy­lediğim için.

Süha: Biliyorum abi.

Alaattin: Dost kalalım, boşver. Biz başımızın çare­sine bakarız.

Süha: Ne yapmamı istiyorsan yapayım. Susayım mı abi, ne istiyorsunuz yani yapacağım. Bir şey varsa gitme­yeni mi? Öteki çağırıyor, “Gel” diyor.

Alaattin: Ha git, öbürü senin dostundur, ona lafım yok benim!

Süha: Hee “Çarşama günü burada ol” diyor.

Alaattin: Yani sorun değil. Bir dakika sonra beni arar mısın?

Süha: Peki abi.

Alaattin: Alo?

Şeyda: Abicim.

Alaattin: Ne yapıyorsun Şeyda?

Şeyda: iyiyim sağolun.

Alaattin: Şimdi dedim ya, benim başka taraftan bir kanalım var falan...

Şeyda: Evet evet...

Alaattin: Şimdi o baktırıyor. Bu dairede değil, daire­den şeye git-miş. Yani postaya verilme aşamasındaymış...

Şeyda: Yok işte orada, sürüklüyorlar abicim.

Alaattin: Efendim?

Şeyda: Orada sürüklemeye çalışıyorlar işte.

Alaattin: Sen onu benim arkadaşıma bir anlat.

Şeyda: Tamam.

Alaattin: Yani benim aldığım yer de... şey yani, çok özel yani...

Şeyda: Anladım anladım... anladım abicim...

ÇAKICI İŞTE BÖYLE KAÇTI

ransa’da yakalandıktan sonra Türkiye’ye iadesi sağlanan organize suç lideri Alaattin Çakıcı’nın yurt dışına kaçtığı kesinleşti. Emni­yet Genel Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Karagümrük Spor Kulübünün kurşunlanmasıyla ilgili Yargıtay kararının çıkmasının ardından İstanbul Em­niyet Müdürlüğü, Çakıcının bilinen adreslerini kont­rol etti. İstanbul polisi buralarda Çakıcının izine rastla­yamadı. Bunun üzerine yurt dışına kaçma olasılığı göz önüne alınarak muhtemel kaçış noktalarına operasyonlar düzenlendi. Foça’da jandarmanın kontrolünde düzenle­nen operasyonda Çakıcı’nın yeğenleri ve Erol Evcil’in de aralarında bulunduğu grup yakalandı. Bu kişilerin yapı­lan sorgulamasının ardından Çakıcının denizyolu ile Yu­nanistan’a geçiş yaptığı saptandı. Emniyet Genel Müdür­lüğü, înterpol Genel Sekreterliği nezdinde çalışma başlattı.

Alaattin Çakıcı’nın hileli fotoğraf kullanarak Ümra­niye Emniyet Müdürlüğühden pasaport aldığı kesinleşti. Tongaya düşen polisler hakkında soruşturma başlatıldı

Alaattin Çakıcı’nın Nisan ayı ortalarında edindiği sahte kimliğe şu anki görünümüne hiç benzemeyen ‘hi­leli’ bir fotoğraf yapıştırarak Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne pasaport başvurusu yaptığı ortaya çıktı. Ça­kıcı, Yargıtay kararını beklemeden tedbiren çıkarttığı bu pasaportla Antalya üzerinden Yunanistan’a kaçtı.

Çakıcının Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden sahte kimlik ve hileli fotoğraf kullanarak pasaport çı­karttığının belirlenmesi üzerine İstanbul Valisi Muam­mer Güler ile Emniyet Müdürü Cerrah, idari soruşturma başlattı. Başlatılan ‘gizli’ soruşturmada, Çakıcı’nın pasa­port almak için ‘Bukalemun’ gibi farklı bir yüze bürün­düğü ortaya çıktı. Çakıcı’nın pasaport belgelerinde im­zası bulunan polisler, ‘Fotoğraftaki kişi ile Çakıcı birbirine hiç benzemiyor. Bu hatayı herkes yapabilir. Tombul bir yüz, kaş ve saçlarda çok farklıydı. Bizi oyuna getirdiğini iş patlayınca anladık’ diye konuştular.

Poliste köstebek avı

Çakıcının, fotoğraf için makyaj ya da montaj hilesi kullandığı tahmin ediliyor. Polis, Çakıcı’nın çıkarttığı pa­saport için kullandığı sahte kimliğin kime ait olduğunu ise ‘sır’ gibi saklıyor. Kullanılan sahte kimliğin ‘sabıkası ve aranması olmayan bir kişiye’ ait olduğu öne sürülüyor. Alaattin Çakıcıya, kaç tüyosunu veren ‘köstebeği’ bul­mak için yürütülen operasyonu ise bizzat Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanı Hanefi Avcı yürütüyor. Avcı, bu ‘top secret’ görev için Teknik-Takip (telefon dinleme) Şube Müdürü olan Şentürk Demiral ile Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Özer Özmen’i görevlendirdi.

Alaattin Çakıcı: “Bizler topluma zararlı insanlarız”

Aksiyon Dergisi Alaattin Çakıcı ile yaptıkları röpor­tajda Çakıcı Süleyman Seba’nın Beşiktaş Başkanı seçil­mesinde katkısı olduğunu ve Beyrut’taki ASALA operas­yonunda olmadığını iddia etti...

Avusturya gazeteleri, 15 Temmuz günü, “Yeraltı dün­yasının kralı yakalandı” manşetleriyle çıkarken, Fransız Le Figaro gazetesi, “En büyük baba yakalandı” başlığını atmıştı. Figaro’nun deyimiyle, “Avrupa polisini bile kü­çümseyen” Çakıcının yakalanması büyük olaydı.

Tıpkı altı yıl önce Fransa’da yakalandığında üzerin­den çıkan kırmızı diplomatik pasaport gibi, Avustur­ya’da, emekli bir Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) men­subuna ait yeşil pasaportla yakalanması Türkiye’de yine büyük tartışmalara yol açtı. Pasaportunu Çakıcıya ver­diği gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konulan MlT gö­revlisi Faik Meral ifadelerinde şöyle demekteydi:

“MİT’te bir dönem Dış Operasyonlar Şefi olarak ça­lıştım. Dört yıl Paris’te görev yaptım. O dönemde Ça­kıcı ile Ermeni terör örgütü ASALA’ya karşı faaliyette bulunduk.”

Röportajı yayınlayın; ama bir şartla “Acaba 1980’li yılların başından beri gizli bir devlet görevlisi miydi?” Diğer taraftan, 50 yaşındaki Çakıcı, hükümet düşüren Türkbank skandalındaki rolüyle doruğa çıkan son on yıldaki pek çok olayın da bir numaralı aktörüydü. Uzun bir kaçak hayatından sonra 1998’de Fransa’da yakalan­mış, sadece iki haf if suçtan dolayı Türkiye’ye iade edil­dikten sonra, bir süre Kartal cezaevinde kalarak 2002 Kasım ayında tahliye olmuştu.

Ancak bir şartı vardı. Bu röportaj kendisi yurt dışına çıktıktan sonra yayımlanmalıydı. İstanbul Devlet Güven­lik Mahkemesi, Karagümrük’teki spor lokaline 2000 yı­lında yapılan silahlı baskının emrini verdiği gerekçesiyle kendisine beş yıl hapis cezası vermişti. Yargıtay’ın bu ha­pis cezasını onaylaması halinde, yurtdışına çıkacaktı.

Beni Amerikalılar yakalattı

“Beni Amerikalılar yakaladı. Amerikalılara çok ca­zip geldim. Elinde telefonla hükümet düşüren bir adam­dım. Peşimde hep FBI vardı, ama önceleri bana çok say­gılıydılar. Sonra tavırları değişti. Islami bir terörist veya drug (uyuşturucu) işi yapan biri olabileceğimi düşün­düler. Çünkü kullandığım bir pasaport, daha evvel Mı­sır’a giriş çıkışlarda kullanılmış. Ama benim kanun dışı bir durumum yoktu. Bütün harcamalarım yasal ve kredi kartı ileydi. Bana gelen para banka havalesi yoluylaydı ve açıktı. Herşeyim açıktı. Fransa’da, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz’ın açıkladığı gibi yakalanmadım. Dünya­nın neresine gidersem gideyim Amerikalılar beni izledi. Fransa’da yakalandığım otelde, ters bir hareket yapsam beni öldüreceklerdi. Kafama silah dayadılar. Aslında o akşam yakalanacağımı hissettim. Aslıya (kız arkadaşı) otelden çıkalım dedim. Yorgunum dedi. Polisleri görünce pencereden atlamayı düşündüm. Ancak çok yüksekti ve karşısı denizdi. Böyle bir sahnesi olan bir film var. Ka­çamayacaktım.”

Ağca gibi olabilirdim

“Fransızlar benim devlet görevlisi olup olmadığımı merak etmediler. Bu konunun üzerinde hiç durmadılar. Zaten kırmızı pasaport ile yakalanmışım. Altı kelimelik bir şey söyle, seni bırakalım dediler. Türkiye’de Kürtlere işkence yapılıyor dememi istediler. Uç defa bu an­laşmayı önüme sürdüler. Ama kabul etmedim. Fransız polisi beni elde etmek istedi. Belçika polisi beni cezaevi dışında 25 saat sorguladı. Altı ay tek başıma hücrede, yüksek voltajlı ışık altında kaldım. Parapsikolojik mü­dahaleler oldu. Cezaevinde bana çok müdahale yapıldı. Aklımı kaybedebilirdim. Allah korudu, yoksa Mehmet Ali Ağca gibi olacaktım.”

Beyrut’taki ASALA operasyonunda yokum

Sadece tutuklanan MIT eski görevlisi Faik Meral değil, MIT eski yöneticileri Yavuz Ataç, Korkut Eken ve Meh­met Eymür de Çakıcının teşkilatla ilişkisine dair açık­lamalar yapmıştı. Örneğin MÎTin eski Dış Operasyon­lar yöneticisi Yavuz Ataç, “1987 yılının temmuz ayında MÎTin Ankara’daki karargahında amirlerim beni Ça­kıcı ile tanıştırdı” demekteydi. MÎT eski Kontraterör Da­iresi Başkanı Mehmet Eymür ise, “Yavuz Ataç, Alaattin Çakıcı ve Tarık Ümit 1987 yılı ağustos ayının ilk gün­lerinde planlanan bir faaliyetle ilgili olarak yurt dışına yollandılar. Ancak son anda bu faaliyetten vazgeçildi ve ekip on gün sonra geri döndü” diyor. MIT’in eski Gü­venlik Dairesi Başkanı Korkut Eken ise bu olayı anla­tırken, “Her şey hazırdı, ama sebebi hiçbir zaman açık­lanmayan bir nedenle dönemin başbakanı Turgut Ozal, ani bir kararla operasyonu durdurdu” diyor.

Pasaportu Çakıcının üzerinden çıkan MIT görevlisi Faik Meral, “Onunla ASALA’ya karşı operasyon yaptık” diyor. Çakıcı’nın özellikle Beyrut’taki ASALA operas­yonlarında görev aldığı yıllardır söylenir. Ancak bu so­ruma kesin bir dille, “Beyrut’ta yoktum” cevabını verdi. 1980’lerin başından itibaren Fransa, Yunanistan ve Bey­rut’taki ASALA operasyonlarını yöneten, emekli olduk­tan sonra 1990’da İstanbul’da bir suikasta kurban giden MÎT eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’ı sorduğu­muzda ise Çakıcı’nın cevabı şöyle oldu: “Türkiye’ye Bir Hiram Abas daha gelmez.”

Sultan Abdülhamit çok büyük bir lider

Bunun dışında Çakıcı neler anlattı? Dünyanın dört bir tarafını dolaşırken neler yaptığından bahsederken, “Ukrayna’da cami yaptım. Kiliselere ve yetimhanelere çok bağışlarda bulundum. Malezya’da kurban bayra­mında çok miktarda dana kestirip dağıttık. Ukrayna’da kestiğimiz koyunları dağıtırken veya yardım dağıtırken, Müslüman- Ortodoks ayırımı yapmadım” dedi. Hıris­tiyan dünyasında da çok saygı duyulan bir isim oldu­ğunu belirtti ve “Ama din devletine karşıyım” ekleme­sini yaptı. Binlerce kitap okuduğunu anlatan Çakıcı bir ara, “Sultan Abdülhamit çok büyük bir insan” diye konuştu.Sadece Mesut Yılmaz hükümetini değil, Necmettin Erbakan liderliğindeki Refahyol hükümetini de kendisi­nin yıktığını öne süren Çakıcı, İstanbul DGM’de yargı­lanıp tahliye olduğu iki davayı anlatırken, “Mesut Yılmaz hükümeti iktidarda olsaydı en az 36 yıl ceza alacaktım. Böylece cezaevinden çıkmam mümkün olmazdı” dedi. “Beni Kartal cezaevinde öldürtmek istediler” diyen Çakıcı'nın yaklaşık on saat süren konuşmamızda çok açık yürekli bir itirafı oldu ve şu cümleyi kullandı: “Bizler topluma zararlı insanlarız.”

“İlk geldiğinde Çakıcı’yı tanıyamadım”

Firar eden Alaattin Çakıcıyı Rodos’a kaçıran yatın kaptanı Erden Balkan 7 Mayıs günü Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdür­lüğü’nde ifade verdi.

SORULDU: Ben Holly Turizm A.Ş.’de yat kaptanlığı yaparım. 1989’dan bu yana Mehmet Salih Hantal’ın ya­nında gemi kaptanı olarak çalışmaktayım. 2 Mayıs günü yatla turda bulunduğum sırada patronum Mehmet Sa­lih Hantal beni aradı ve iki yolcu ile Rodos’a gidilece­ğini, yolcularla görüştüğünü, kendisini ve eşinin de yatla geleceğini söyleyerek, yatı hazırlamam konusunda tali­mat verdi. Bu amaçla aynı gün normal turistik yat se­ferinden döndükten sonra yatı Setur Marina girişindeki mendireğe bağladım. Akşam 21.00 sıralarında yine pat­ronum telefonla yolcuların balıkçı barınağından alına­cağını bildirmesi üzerine gemici Hüseyin Ağbudak’ı zodyak botla yolcuları almak üzere gönderdim. Bir müd­det sonra 1.80—1.90 boylarında 120 - 130 kilogram ağır­lığında, kendisini Armağan Deniz olarak tanıtan şahıs ile 1.70 boylarında, beyaz montlu, kilolu, kirli, kırlaş­mış sakallı ve bıyıklı, gözünde güneş gözlüğü, başında kep bulunan, kendisini İbrahim Arı olarak tanıtan şa­hıslar yolcu olarak yata çıktı. Yorgun olduklarını söyle­yerek kamaralarına çekildiler. Aynı gece yatta kaldılar. 3 Mayıs günü saat 10.00 sıralarında yolcular Armağan Deniz ve İbrahim Arı, patronun eşinin pasaportları ile Mehmet Salih Hantal ve gemi mürettebatının gemici cüzdanlarını alarak, işlemlerini yaptırmak üzere karaya çıktım. Bütün işlemleri tamamladıktan sonra yata dön­düm ve saat 12.30 sıralarında limandan ayrıldık.

Genelde gümrük görevlileri ve deniz polisi yata çık­mıyorlar, beyana göre işlem yapmaktadırlar. Bu özel bir işlem değildi. Bütün yatlar için aynı şekilde çıkış işlem­leri yapmaktadırlar. Hatta diğer ülke limanlarında da pa­saport ve gümrük işlemleri aynı şekilde yapılmaktadır. Aynı gün saat 16.00 sıralarında patron ve eşini Çam- yuva açıklarından yata bindirdikten sonra kıyı şeridini takip etmeden direkt Rodos’a yöneldik. 4 Mayıs günü saat 07.30 sıralarında Rodos limanına girdik. Yol bo­yunca ben devamlı kaptan köşkünde olduğumdan do­layı yolcuları görmedim. Ancak Rodos’ta yattan inerken beyaz montlu, şapkalı ve güneş gözlüklü şahsın tıraş ol­duktan, şapka ve gözlüğünü çıkarttıktan sonra Alaattin Çakıcı olduğunu orada anladım. Yolcular Rodos’ta bir gece daha yatta kaldılar. 5 Mayıs günü Rodos limanında bizim liman işlemlerimizi yapan Ilionis isimli acenta ara­cılığıyla Atina’ya uçak bileti alan yolcular, yani Alaattin Çakıcı ve Armağan Deniz, havalimanına gitmek üzere taksiye binerek saat 05.00 sıralarında limandan ayrıldı­lar. Ben, İbrahim Arı olarak yolculuk eden, ancak Ala­attin Çakıcı olduğunu anladığım şahısla ilgili olarak ne gemi mürettebatına, ne de patronum Mehmet Salih Hantal a herhangi bir şey söylemedim ve sormadım. Ken­disi de bu konuyla ilgili bana hiçbir şey söylemedi. İb­rahim Arı isimli şahsın Alaattin Çakıcı olduğunu bi­lip bilmediğini bilmiyorum. Aynı gün akşam saatlerinde Rodos limanından ayrıldık. Ancak hava muhalefeti dola­yısıyla bir koya sığındık. 6 Mayıs’ta saat 10.30 civarında Kaş limanından ülkeye giriş yaptık. Kaş limanında bi­raz alışveriş yaptık ve gazete aldık. Hürriyet gazetesinin baş sayfasında Alaattin Çakıcının Antalya’dan yatla Ro­dos’a kaçtığı şeklinde bir haber vardı. Aynı gün 12.30 gibi Antalya’ya dönmek üzere Kaş limanından ayrıldık. Uçağız mevkiinde bulunan Gökkaya Koyunda gecele­dik ve 7 Mayıs günü 14.30 sıralarında Antalya Limanı Setur Marina’ya giriş yaptığımız sırada siz görevliler ta­rafından yakalandık. Benim konu hakkındaki bilgim bundan ibarettir, dedi.

KOM DAİRE BAŞKAN I RAPORU

KOM Daire Başkanı Hanefî Avcı’nın
yazdığı ve imzaladığı rapor

Alaattin Çakıcı isimli şahsın liderliğini yaptığı, İs­tanbul, İzmir ve Bursa illerinde faaliyet gösteren çıkar amaçlı suç örgütüne yönelik olarak İstanbul DGM Baş­savcılığının 12 Kasım 2003 gün ve 2003/18 sayılı tali­mat yazısı ile, Daire Başkanlığımız koordinesinde, yu­karıda belirtilen il emniyet müdürlükleri kaçakçılık ve organize suçlar ile istihbarat şubelerinden müteşekkil ‘GÖKYÜZÜ’ Kod Proje Çalışma Grubu oluşturularak çalışmalara başlanmıştır.

Alaattin Çakıcının ülkemize iade edilmesinden sonra gerçekleştirdiği Karagümrük Lokali’nin kurşunlanması olayı ile ilgili yargılandığı İstanbul 1 No’lu DGM’nin kararı, mahkeme savcısı tarafından bozma istemli olarak temyiz edilmiş, dava dosyası Yargıtay’dan mahkemesine gelinceye kadar Alaattin Çakıcı isimli şahsa İstanbul 2 No’lu DGM’nce yurt dışına çıkış yasağı konmuştur. Ya­pılan çalışmalar sırasında, proje çalışmasının asıl amacı

ile ‘direkt ilgisi olmayan, ancak suç teşkil ettiği’ değerlen­dirilen hususlar aşağıda arz edilmiştir. Alaattin Çakıcı, Yargıtay 1 No’lu Ceza Dairesi nde görülen temyiz dava­sının lehine sonuçlanması, Karagümrük Lokalinin kur­şunlanması olayının temyiz dosyasının ilk olarak 4422 sayılı kanun kapsamından çıkartılarak, TCK 313’e so­kulması ve 15 ayrı yaralama olayı yerine 1 yaralamadan ceza verilmesi amacıyla çeşitli arayışlar içerisine girmiş­tir. İlk olarak Ankara’da avukatlık yapmakta olan M. Oktar Aykut’la, avukatı Atalay Cebesoy vasıtası ile ta­lepleri doğrultusunda görüşmüştür. M. Oktar Aykut’un çalışmalara başlamasından sonra Alaattin Çakıcı, avu­katı Atalay Cebesoy vasıtası ile M. Oktar Aykut’a para göndermiş ve bu parayı özellikle kendisini değil de, avu­katının göndermesi gerektiğini vurgulamıştır.

Ayrıca Alaattin Çakıcı, askeriyeden ayrılma Meh­met Ozbulut vasıtası ile tanıştığı, Bodrum ilçesinde in­şaat mühendisliği yapan Hakkı Süha Şen isimli şahsın, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’nın Bodrum ilçesi Mi­las mevkiinde bulunan evinin inşaatını yapması nedeniyle bir samimiyetinin bulunduğunu öğrenmesi ile bu şahsı da Yargıtay’daki dosyanın istedikleri doğrultuda sonuç­lanabilmesi amacıyla görevlendirmiştir. Hakkı Süha Şen de, Yargıtay’daki irtibatları ile şoförlüğünü yapan eski emniyet mensubu Nizamettin Özoğul’la birlikte çalış­malara başlamıştır.

Hakkı Süha Şen ve Nizamettin Özoğul zaman za­man Ankara’ya gelerek Yargıtay Başkanı ve Yargıtay Ge­nel Sekreteri Ercan Yalçınkaya ile görüşmeler yapmaya başlamış, Nizamettin Özoğul ise eski emniyet mensubu olması sebebi ile Yargıtay Başkanının koruması olan Mus­tafa Kamalak ile diyalog içersine girmiştir. Bu şahıslar zaman içersinde mahkemenin süreci ile ilgili aldıkları bilgileri Alaattin Çakıcıya aktarmışlardır.

M. Oktar Aykut, Atalay Cebesoy vasıtasıyla Yar­gıtay’daki bir seçimle alakalı olarak, Yargıtay’da görevli bir tanıdığı için Alaattin Çakıcı’dan yardım talebinde bulunmuş, Alaattin Çakıcı da yapılacak seçimlerle il­gili olarak Sinan Engin’i görüşmeler yapmak üzere avu­katı Atalay Cebesoy ile birlikte Ankara’ya göndermiştir. 9 Ocak 2004 günü Atalay Cebesoy ve Sinan Engin, Yargıtay’a gelerek konu ile ilgili bir takım görüşmelerde bulunmuşlardır. Sinan Engin, bizzat gidip yaptığı gö­rüşmelerin yanı sıra telefonla da birtakım kişileri ara­yıp konuyu takip etmiş ve gelişmeleri Alaattin Çakı­cıya sürekli aktarmıştır. Alaattin Çakıcı, etkisi olacağı düşüncesiyle Sinan Engin’e talimat vererek, kendisinin görüştüğü şahıslarla Serdar Bilgilinin de görüşmesini istemiştir. Sinan Engin, Alaattin Çakıcıya görüştük­leri bayanın “Beni desteklerse kazanırım” dediğini ve görüşmelerini istediği en önemli iki şahsı kendisine bil­dirdiğini, bu meyanda Yargıtay’da üst düzeyde bulunan, Neşter operasyonunda da adı geçen bir şahsın oğlu olan Ergül isimli şahısla görüştüğünü ve seçim için destek sözü aldığını belirtmiştir.

Yargıtay’da görülmekte olan dosya, sanıklara yapıl­ması gereken tebliğlerin eksik olması nedeni ile 31 Ara­lık 2003 günü Yargıtay Başsavcılığına iade edilmiştir.

Nizamettin Özoğul, bu durumla ilgili olarak Alaattin Çakıcıya dosyadaki eksiklik nedeniyle kendilerine teb­ligat gönderileceğini, ancak bunun kesinlikle alınma­ması gerektiğini ve ne zaman yazılacağı konusunda ken­disine içeriden bilgi verileceğini ve davanın yaza kadar uzatılacağına dair söz aldığını belirterek, Alaattin Ça­kıcıyı yönlendirmiştir. Bu sırada Nizamettin Özoğul adına, Alaattin Çakıcı’nın finansörü olan Erol Evcil tarafından sebebi bilinmeyen bir şekilde hesabına para yatırılmıştır. Bu paranın gelmesi için önce Hakkı Süha Şen’den hesap numarası istenmiş, ancak şahıs bunun sa­kıncalı olabileceği düşüncesiyle teklifi reddederek Niza­mettin Ozoğul’un adını vermiştir. Hakkı Süha Şen’in kardeşi Selahattin Reha Şen, Nizamettin Ozoğul’a ko­nunun müspet sonuçlanması durumunda ‘maliyet mas­raflarının’ Alaattin Çakıcı tarafından karşılanacağını ima etmiştir.Alaattin Çakıcının Bordum irtibatı olan Mehmet Özbulut’la Yargıtay Başkanı’nın evi için ala­cağı doğramalar ve ahşap malzemeler için satıcı ile görü­şerek, Yargıtay Başkanı ndan para talep edilmemesi için uyarıda bulunmuştur.

Olaylar bu şekilde gelişmekte iken Hakkı Süha Şen’in arkadaşı olan ve kendisini MIT’te Daire Başkanı ola­rak gösteren “Komutan” lakaplı Kaşif Kozinoğlu isimli şahıs da, Alaattin Çakıcının mahkeme konusu ile ilgi­lenmeye başlamış ve konunun Alaattin Çakıcı lehine sonuçlanması amacıyla Hakkı Süha Şenle birlikte Yar­gıtay Başkanı ile görüşmeler yapmıştır. Kaşif Kozi­noğlu, Alaattin Çakıcı ya iletilmek üzere Hakkı Süha Şen e telefonlarının başka birimler tarafından dinlendi­ğini, yapılan teknik takip yöntemlerine karşı ne şekilde davranmaları gerektiği yönünde bilgiler de vermiş ve İb­rahim isimli birinin Cemal Çağala isimli şahıstan ala­cağının tahsil edilmesi amacıyla Alaattin Çakıcı’nın te­lefonla tehdit etmesini istemiştir. Söz konusu gelişmeler, kısmen tarafınıza da arz edilmiştir.

8 Nisan 2004 günü, Yargıtay 1. Ceza Dairesi, davayı karara bağlamış; ancak, karar, Alaattin Çakıcının aley­hine çıkmıştır. Kaşif Kozinoğlu, bu kararı öğrenerek Alaattin Çakıcıya bildirmek üzere Hakkı Süha Şen’e iletmiştir. Alaattin Çakıcı, avukatı Atalay Cebesoy ile yaptığı görüşmede neden aleyhte sonuçlandığını ve yap­tıkları girişimlerin niçin yetersiz kaldığını sorduğunda, Atalay Cebesoy, Oktar Aykut’un ‘tetkik hakiminin ra­porunu’ ayarladığını ve bu raporda da 4422 ve azmet­tirme olayının olmadığını, ancak aleyhte sonuçlanmasını anlamadığını beyan etmiştir. Alaattin Çakıcı, bu kez de tashihi karar başvurusu yapılana kadar gerekçeli kararın yazdırılmaması için çaba sarf etmiş, önce Hakkı Süha Şen, daha sonra da Kaşif Kozinoğlu, Yargıtay Başkanı ile görüşerek dava dosyasının onanan ve bozulan kısım­larının birbirinden ayrılmaması için Yargıtay Başkam’na ricada bulunmuşlardır. Şahıslar çeşitli vesilelerle Yargıtay Başkam’na ulaşamadıklarında bilgi alımı için koruması Mustafa Kamalak’ı kullanarak, işlerini takip ettikleri ve hatta bu şahsın bizzat Alaattin Çakıcı ile görüşe­rek bağlılığını arz ettiği, bilgiler aktardığı ve olumlu so­nuçlanması için ellerinden geleni yaptıklarını söylediği, izleyeceği yöntemler hakkında bilgiler aktardığı belirlen­miştir. Kaşif Kozinoğlu, amacının davayı 1 - 2 ay kadar uzatıp Alaattin Çakıcı’nın Türkiye’de kalmasını sağla­mak olduğunu, kendisinin mutlaka bu konuda bir şey yapıp, bu işi halledeceğini beyan ederek, resmi olarak bu konu ile ilgileniyor görüntüsü vermiştir.

Hakkı Süha Şen, yaptığı görüşmeler neticesinde Ala­attin Çakıcıya İstanbul’dan üst düzey birinin dosyasının hızlandırılması için ilgilendiğini, ancak dava dosyası yerel mahkemeye gönderilmeden önce bilgi geleceğini bildir­miştir. Hakkı Süha Şen, 26 Nisan 2004 günü 18.46’da Yargıtay Başkanı ile görüşmüş ve başkanın tashihi kara­rın mümkün olmadığını, dosyanın sonuçlandığını, ka­rarın postaya verildiğini veya verilmek üzere olduğunu, mahalli mahkemeye gideceğini, kararı kendisinin aldı­ğını, bir nüshasını, gelince kendisine vereceğini, bu aşa­madan sonra dönüş olmayacağını ve kısa zamanda ma­halline gideceğini bildirmesinin hemen ardından, durum Hakkı Süha Şen tarafından Alaattin Çakıcıya bildi­rilmiş ve tedbirini alması belirtilmiştir.

Bu görüşmeden sonra Alaattin Çakıcı, beş görüş­menin dışında görüşme yapmamıştır. En son görüşme­sini, 26 Nisan 2004 günü saat 23.30’da yapmış ve örgüt elemanlarına telefon kullanmamaları hususunda talimat vermiştir. Aynı zamanda ikametlerine gitmemeye, irti­batlı olduğu şahıslarla görüşmemeye başlamıştır. Ortaya çıkan durum nedeni ile irtibatlı olduğu şahısların tutuk­lama olabileceğini kendisine bildirmeleri, kendisi de da­hil olmak üzere tüm adamlarının irtibatları ile teknik ve fiziki ilişkilerini kesmesi, Alaattin Çakıcının illegal yollardan yurt dışına çıkış hazırlığı olarak tarafımızdan değerlendirilmiştir.

Tarafımızca genişletilen çalışmalar neticesinde Alaat­tin Çakıcının aynı davadan birlikte yargılandığı Başar Barış Çakıcının yurt dışına çıkış hazırlığında olduğu tespit edilmiş, şahıs teknik ve fiziki takibe alınmıştır. Ça­kıcı ve adamlarının kullandığı değerlendirilen yeni te­lefon numaraları için 2 Mayıs 2004 günü saat 21.20’de gecikmesinde sakınca bulunduğundan başsavcılığınızdan teknik takip talimatı alınmıştır. 3 Mayıs 2004 günü başsavcılığınızca, Çakıcı hakkında yakalama müzekkeresi çı­kartılmıştır. Yapılan fiziki ve teknik takipler neticesinde, Çakıcı ile birlikte yurt dışına kaçış hazırlığında bulunan Başar Barış Çakıcının 4 Mayıs 2004 günü saat 01.00 sıralarında İzmir İli Yeni Foça ilçesinden, Eski Foça is­tikametine 3 kilometre mesafede bulunan Mongo Beach Club’ın yanındaki yazlık eve girdiğinin ve Alaattin Çakıcı’nın korumaları Adem Çakıcı, Murat Aydınşakir, şoförü Velit Yavuz Günerkan ve finansörü Erol Evcil’in aynı evde bulunduklarının tespit edilmesi üzerine Ala­attin Çakıcının da söz konusu yerde bulunabileceğin­den bahisle şahısları yakalamak amacıyla operasyon ya­pılmış, Çakıcı dışında yukarıda adı geçen tüm şahıslar yakalanarak gözaltına alınmışlardır. Devam eden çalış­malarda Alaattin Çakıcının korumalığını yapan ve ör­güt elemanı olan Ozan Göngören, Cem Akarsu, Halil İbrahim Yılmaz yakalanarak gözaltına alınmıştır. Gö­zaltına alınan şahıslardan Başar Barış Çakıcının yurt dışına kaçış hazırlığında olduğu ve bu amaçla kullan­mak üzere hazırladığı sahte pasaport ve nüfus cüzdanı zapt edilmiştir.

Yapılan tahkikat neticesinde ve iletişim tespit tuta­naklarından anlaşılacağı üzere; Alaattin Çakıcının fi­nansörü Erol Evcil isimli şahıs vasıtası ile temin ettiği Alaattin Albayrak ve İbrahim Arı adlarına düzenlenmiş olan 2 adet pasaportu örgütünün elemanı Adem Çakıcı vasıtasıyla fotoğrafını değiştirerek, Beşiktaş Jimnastik Kulübünde çalışan Sinan Engin vasıtasıyla Yunanis­tan’dan aldığı vize ile İbrahim Arı adına düzenlenmiş pasaportu kullanarak, 3 Mayıs 2004 günü yurt dışına çıktığı belirlenmiştir. İbrahim Arı adına alınan vize ile ilgili olarak İtalya Konsolosluğu ile yapılan yazışmalarda Beşiktaş Kulübünün referans mektupları temin edil­miş ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünün tahkikat dos­yasına eklenmiştir.

Alaattin Çakıcının yurt dışına çıkmadan bir gün önce Antalya iline gelerek bir balıkçı barınağında kaldığı, kar­deşi Gencay Çakıcı ve bu şahsın arkadaşları, Armağan Deniz ve Mehmet Hantal tarafından kaçışının organize edildiği, Antalya serbest bölgesinden Mehmet Hantal a ait olan yatla, Erol Evcil vasıtası ile temin ettiği sahte pa­saportla deniz yolundan çıkış yaptığı, Mehmet Hantalın normal aile süsü vermek ve kaçışın dikkat çekmemesi amacıyla karısını da yolcu olarak götürdüğü belirlenmiş­tir. Bahse konu yatla yurt dışına birlikte çıktığı Armağan Deniz isimli şahısla birlikte ilk olarak Yunan adalarına, ardından Yunanistan ve tespit edilmeye çalışılan Avrupa ülkelerine geçtiği, birlikte bulunduğu Armağan Deniz vasıtası ile Türkiye’deki işlerini takip ettiği, emir talimat­lar verdiği ve müşterek hareket ettikleri anlaşılmıştır. Erol Evcil’in DGM’den serbest bırakılmasından sonra da ör­güte maddi yardımda bulunmayı sürdürdüğü, çeşitli şa­hıslar vasıtası ile para transferi yaptığı tespit edilmiştir.

Alaattin Çakıcı nın yurt dışına kaçmasından sonra Kaşif Kozinoğlu, Hakkı Süha Şene bilgi vererek, ken­disinin ve Nizamettin Ozoğul’un telefonlarını kapat­maları hususunda uyarıda bulunmuştur. Bu bağlamda şahsın yurt dışına çıktığı bu günlerde, Türkiye’de bu­lunduğu dönemde belirsizlik nedeniyle işleyemediği suç­ları işletebileceği ve yurt dışından bu eylemlerin talima­tını rahatlıkla verebileceği, yurt dışına çıkmadan son dönemde yanında bulunan ve haklarında tahkikat ya­pılan örgüt elemanlarının talimatları verilecek olan bu eylemlerde faal olarak katılımda bulunabilecekleri de­ğerlendirilmektedir.

Bunların haricinde; Hakkı Süha Şen, yine Yargıtay Başkanı ile olan diyaloğunu kullanarak, oğlu Kerem’in ar­kadaşının babasının cezasının ertelenmesi için Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Mehmet Demirkartal isimli şahısla görüşmesi için ricada bulunmuş, gerek Yargıtay Başkanı, gerekse Genel Sekreteri Ercan Yalçınkaya bu konuyu hal­ledeceklerini, izlenecek yol hakkında bilgi vermişlerdir. Hakkı Süha Şen, daha sonra yaptığı görüşmelerinde Ci­han Çilsal konusunun halledildiğini ve ilgilerinden dolayı teşekkürlerini iletmiştir. Gelişen süreç içerisinde; Hakkı Süha Şen, birlikte yaşadığı Serra Hikmet Yaşar isimli bayana aleyhte çıkan sonuçtan duyduğu rahatsızlığı belirt­mesi üzerine, bayanın konu ile ilgili olan şahsa para veril­diğini söylemesi, Alaattin Çakıcı tarafından şüphe uyan­dıracak şekilde bir takım paraların hesaplara yatırılması ve elden gönderilmesi; Hakkı Süha Şen in konu ile ilgili iliş­kide bulunduğu şahıslara yemek yedirme, araç tahsis edip gezdirme, hediyeler alma, Yargıtay Başkam’nın gerek İs­tanbul ve gerekse Bodrum’da bulunan evlerin inşaat mas­raflarının bir bölümünü karşılaması gibi bir takım men­faat ilişkilerinin olabileceği değerlendirildiğinden, Alaattin Çakıcının Yargıtay’daki davası ile ilgilenen Yargıtay ve MIT çalışanları ve bunlarla irtibatlı kişiler hakkında ge­reği yapılmak üzere ilgili iletişim tespit tutanakları dizi pusulalarına bağlanarak ekte sunulmuştur...

Kim bu Faik?

Alaattin Çakıcının bu kez üzerinden çıkan devlet me­murlarına özel yeşil pasaportta kullanılan isim kafaları karıştırdı. Pasaportun düzenlendiği Faik Meral’in adına Ulusal Birlik Vakfi’nın internet sitesinde “Vakıf Başkan Vekili” ve “vakıf uzmanı” olarak rastladı. Ancak Meral’in ismi, “vakıf uzmanlan” arasından çıkarılırken, “Başkan vekili” titri de “Uluslararası ilişkiler ve Terör Uzmanı” olarak değiştirildi.

İki pasaport var

Çakıcının yeni pasaportundaki isim, yine kuşkulu bağlantıları gündeme getirdi. Avusturya’da Çakıcı’nın üzerinden çıkan yeşil pasaportun “Faik Meral” adına dü­zenlendiği anlaşıldı. Faik Meral adına iki pasaport var. 1993’te içişleri Bakanlığından alman ilk pasaportun nu­marası, A serisinden TRA 177081. Bu pasaportun süresi İzmir’de 2002’ye kadar uzatıldı. Bu tarihten sonra İz­mir’de “kayıp, çalınma, yıpranma” gibi bir nedenle yeni bir pasaport başvurusunda bulunuldu. Adresi İzmir’de görülen Meral adına yapılan bu başvuru üzerine verilen “TRB 029248” seri nolu pasaporta 2007’ye kadar geçer­lilik süresi tanındı. Pasaportun, Alaattin Çakıcı’nın kul­lanabilmesi için fotoğrafının değiştirildiği ve seri numa­rasında tahrifat yapıldığı belirlendi.

Gözlüklü fotoğraf

Üzerinden 4 bin Euro (yaklaşık 7.2 milyar lira) na­kit çıkan Çakıcının, tanınmayı zorlaştırma amacıyla göz­lüklü bir fotoğrafı tercih ettiği belirtildi.

Kiril alfabesiyle hazırlanmış bir vize de bulunan pasa­porttaki ismin “meslek” hanesinde “emekli uzman” kay­dının yer alması dikkat çekti. Pasaporttaki kimlik bilgi­lerinin sahibi Faik Meral’in 1948 Bor doğumlu ve İzmir - Torba nüfusuna kayıtlı olduğu anlaşıldı.

“Çalıntı olabilir”

Çakıcı, yakalandıktan sonraki ilk ifadesinde, pasa­portla ilgili olarak “Çalıntı olabilir. Bana temin edip gön­derdiler” dedi. Meral ismine, İzmir’de faaliyet gösteren “Ulusal Birlik Vakfı’nm internet sitesindeki “uzmanlar” bölümünde ulaştı. Sitenin etkinlikler bölümünde Meral’in “Vakfın Başkan Vekili” olduğu ifadesi yer aldı. Ancak Meral’in ismi, “vakıf uzmanlan” arasından çıka­rılırken, titri de “Uluslararası İlişkiler ve Terör Uzmanı” olarak değiştirildi.

Vakıf Başkanı Dr. Abdullah Manaz, Faik Meral is­mini “uzmanlar” listesinden derhal çıkardı. Manaz, Me­ral için, “Bir toplantıda tanıştık. Ondan sonra davet et­tik. Bizim için geçen sene terörle ilgili bir konferans verdi. Ondan sonra görüşmedik yani” dedi.

Meral’in isminin neden internet sitesinden çıkarıl­dığı sorusuna, “Valla, ben rahatsız olduğum için inter­nette vakıf adresindeki ismini kaldırdım. Böyle şeylerle rahatsız olurum, çünkü bizim vakfımız Atatürkçü, laik” karşılığını veren Manaz, şöyle devam etti:

“Pasaportunu kaybedip kaybetmediğini bilmiyorum. Yaşını tahmin edemem. Orta yaşlı olabilir. Dışişleri men­subu olabileceğini tahmin ettim, yoksa bir bilgim yok. Daha önce de televizyonlarda konuşmuştu.”

Manaz’ın tahminine karşın, Dışişleri Bakanlığında Faik Meral adlı birisinin hiçbir zaman çalışmadığı öğrenildi.

Eken’in avukatı kurdu

Ulusal Birlik ve Strateji Vakfı, 1995’te Ulusal Bir­lik için Düşünce Eylem Vakfı adıyla Alaattin Çakıcıyı MIT’in kullandığını söyleyen Susurluk Çetesi sanıkla­rından Korkut Eken’in avukatı Önder Barlas tarafından kuruldu. Önder Barlas da Susurluk davasında karar için savunma yaparken, Susurluk sanıklarının “gerçek kah­ramanlar” olduğunu söylemişti.

Bir strateji uzmanı da Meral’in eski istihbaratçı ola­bileceğini öne sürdü.

Alaattin Çakıcının firari uzun bir zaman karşılıklı açıklamalar ile gündemi sarstı durdu. Onunla telefonda konuşan ve kaçmasına yardımcı olan herkes onu tanı­madığını yada korkudan yaptıklarını söyleselerde çakıcı olan biteni televizyonlardan takip ediyordu beklide gü­lüyordu.. Ta ki yakalanana kadar.

***

“Alaattin Çakıcı, Yunanistan’da bir gün kaldıktan sonra Armağan Deniz adlı arkadaşıyla İtalya’ya gitti. Ka­çışının ikinci günü Milano’daki ünlü Sheraton Oteli nin süit odasında kaldığı öğrenilen Çakıcı, Armağan Deniz’le birlikte bir gece kaldığı otele sadece konaklama masrafı olarak 2 bin 500 dolar ödeme yaptı. Otelde görülen Ça­kıcı, hakkındaki haberlerin yayılması üzerine ertesi sabah apar topar İtalya’yı terk ederek İsviçre’nin kuzeyine geçti. Avusturya - Fransa - İsviçre sınırındaki bu bölgede uzun süre kalan Çakıcı, yakalanma korkusuyla îtalya’dakinin aksine buralarda sınıfı daha düşük otellerde konakladı. Teknik dinlemeye takılmamak için kesinlikle telefon gö­rüşmesi yapmayan ve yanındaki adamlarına verdiği tali­matlarla bağlantıların kurulmasını sağlayan Çakıcı, Av­rupa’daki tüm harcamalarını izinin bulunmaması için nakit yaptı. Bir süre sonra parasız kalan Çakıcı, Avru­pa’daki tanıdıklarından harcamak üzere para toplayınca yerini belli etti. Çakıcı’nın dolaştığı ülkelerde adamla­rından ağırlama grupları oluşturduğu anlaşıldı. Çakıcı, “kontrollü teslimat” yöntemiyle, değişik ülkelerdeki adam­ları arasında dolaştı. Avrupa’daki turunda Türk yemek­leri arayan Çakıcı, sıkça Adana kebabı yedi. Çakıcı’nın kebap merakı yabancı polis birimlerine gönderilen dos­yalarda da yer aldı.

Bu arada, Çakıcı’nın yeğeni Emin Çakıcı, bir ay önce İstanbul’dan Fransa’ya gitti. Emin Çakıcının Fransa’ya gitmesini takiben Çakıcı önce İsviçre’den Avusturya’ya geçti. Viyana’da iki ayrı otelde kalan Alaattin Çakıcı, ye­ğeninden işaret aldıktan sonra güvenli ortamın’ sağlan­masıyla Fransa’ya gitti. Çakıcı, kısa süre önce Cannes’da eski eşi Gönül Çakıcı nın üzerine kayıtlı lüks yatta tatil yapan oğlu Ali ve kızı Aytuğ ile Fransa’ da buluştu. Lüks yatın fotoğraflarını ilgili ülkelere gönderen polis, telefon­larını dinlediği Çakıcıyla bağlantısı olan çok sayıda kişi­nin, şaşırtma amaçlı kullandığı şifreleri de çözmeye ça­lıştı. Uydu üzerinden yapılan takip çalışmalarında kilit, oğlu Ali Çakıcı’nın yaptığı bir telefon görüşmesiyle çö­züldü. Ali Çakıcı, aradığı bir kişiye “Bugün Monaco’ya gidelim, orayı gezelim” diyerek şifreli mesaj verdi. Polis, uzun süreli dinlemelerde elde edilen bilgileri bir araya getirdi ve Monaco’nun Viyana olduğunu belirledi. Avus­turya’daki Türk irtibat görevlisi aracılığıyla yerel polisi uyarıldı. Çakıcı, Necip îleli’nin kullandığı Toyota marka aracın içinde Fransa’dan geçerken arkasında yeğeni Emin Çakıcının kullandığı Fransız plakalı BMW araç yer aldı. Avusturya polisi, saat 19.00 sıralarında Graz yakınlarında her iki aracı yakın takibe aldı. İki araç, Graz yakınla­rında ayrıldı. İki ayrı polis ekibi, önce Emin Çakıcının aracında kimlik uygulaması yaptı ve serbest bıraktı. Toyota’nın içindeki kişinin Çakıcı olduğunun belirlenmesi üzerine, polis operasyon için düğmeye bastı.

Avusturya’nın ‘WEGA’ adlı özel harekât timleri aracı durdurmak için önce havaya ateş açtı. Bunun üzerine du­ran araçtaki kişileri indiren polis, Alaattin Çakıcı ile ya­nındaki Necip îleli’yi ülke dışına çıkmaya hazırlanırken gözaltına aldı. Çakıcı, kimlik incelemesi sırasında diren­medi ve “Aradığınız adam benim” diyerek teslim oldu. Basma yansıyan haberlere göre, polis kimliğinin tespiti için çalışırken Çakıcı, “Helal olsun, yine yakalandık” diye söylendi. Çakıcı, Türkiye’nin yayımladığı kırmızı bülten gereği ‘iade amacıyla’ gözaltına alındı. Çakıcıyla birlikte yakalanan Necip İleli’nin, silah ve mermi kaçak­çılığından hüküm giydiği, tahliyesinin ardından gittiği Avusturya’nın da vatandaşı olduğu bildirildi. Bu arada Çakıcı nın yurtdışına çıktıktan sonra polisin takibinden kurtulmak için bir kez bile telefonla konuşmadığı öğre­nildi. Çakıcı nın Viyana’ya 220 kilometre uzakta yaka­landığı anda Avusturya polisine “Beni nasıl yakaladınız? Birisi ihbar mı etti? Dün gündüz Viyana’da niye yakala­madınız?” dediği belirtildi. Graz eyalet tutukevinde gö­zaltında tutulan Çakıcı, dün akşam Viyana şehir mah­kemesine nakledildi. Suçlu nakliyesi için kullanılan özel bir araçla Viyana Mahkemesi ne getirilen Çakıcı, büyük bir gizlilik içinde mahkemenin gözaltındaki kişiler için ayrılmış bölümüne alındı. Viyana polisi, konuyla ilgili açıklama yapmazken, Çakıcının bu hafta içinde hâkim karşısına çıkarılacağı ve Türkiye’ye iade edilip edilmeye­ceğine karar verileceği bildirildi.

Üzerinden 4 bin Euro (yaklaşık 7.2 milyar lira) nakit çıkan Çakıcının İtalya’daki sevgilisi Aslı Fatoş Ural’ın yanma gitmek isterken yakalandığı da öne sürüldü. Bu iddiaların altında, emniyetin Temmuz 1998’de de Ural’ı takip ederek Çakıcıyı Fransa’nın Nice kentinde yakala­mış olması yatıyordu. Ancak bu bilgi, daha sonra emni­yet ve Ural Ailesi tarafından yalanlandı. Bu arada, Ala­attin Çakıcının yakalandığı Avusturya’da, Beşiktaş’ın sezon öncesi kamp yapması da dikkat çekti.

Çakıcı, 16 Temmuz sabahı saat 08.00’de nöbetçi mah­kemeye çıkarıldı. Federal Eyalet Mahkemesi Hakimi M. Seder tarafından “iadesiyle” ilgili ön sorgulaması yapılan Çakıcı, hafta sonunu mahkemenin özel tutuklular bölü­münde geçirdi. Çakıcı nın savunmasını, aşırı sağcı kimli­ğiyle tanınan Walter Rossenkranz isimli avukat üstlendi. Rossenkranz’ı Viyana’da Karadenizli iki iş adamının tut­tuğu iddia edildi.

ALAATTİN ÇAKICI TÜRKİYE'YE İADE EDİLİYOR

vusturya’nın başkenti Viyana’da Eyalet / \ Mahkemesine çıkarılan Alaattin Çakıcı Ç J hakkında Türkiye’ye iade kararı verildi. Çakıcı, “Devletimle hesaplaşmak istiyorum” dedi.

Viyana Eyalet Mahkemesinde yapılan duruşmada, organize suç örgütü üyesi Alaattin Çakıcı nın Türkiye’ye iade edilmesine karar verildi.

Alaattin Çakıcı karara karşı yasal itiraz hakkını kul­lanmayacağını belirterek, “Türkiye’de 1946 yılından bu yana ilk kez sessiz bir devrim gerçekleşti. Ben ülkeme dö­nüp devletimle hesaplaşmak istiyorum” dedi.

Gardiyanlar tarafından mahkeme salonundan çıkarı­lırken hâkimin, ”Bir kez daha yasal itiraz hakkınız var. Avukatınız sizi bilgilendirsin” şeklindeki uyarısı karşı­sında Çakıcı tekrar geri dönerek hâkime şunları söyledi:

“Teşekkür ediyorum. Verdiğiniz karara saygı duyuyo­rum. Daha önceki yıllarda olsaydı dönmek istemezdim, şimdi itiraz hakkımı kullanmak istemiyorum ve ülkeme dönmek istiyorum.”

ÖNCE SUÇLADI SONRA SAHİP ÇIKTI

Duruşma hakimi Peter Sedanın iade dosyasındaki suçlamaları okuduktan sonra söz alan Çakıcı’nın avu­katları Dr. Kari Bernhauser ile Dr. Walter Rosenkranz, “Türkiye’de işkence yapıldığını, Çakıcı’nın Fransa’dan iade edildikten sonra da yıllarca hücrede izole edilerek intihara sürüklendiğini” iddia ederek, iade edilmeme­sini talep ettiler.

Hakimin, söz hakkı vermesi üzerine konuşan Ça­kıcı da "Avukatlarının savunmasına katıldığım” belirte­rek, şunları söyledi:

“1998 yılı Ağustos ayında Fransa’da tutuklandım ve sadece 2 davadan yargılanmak üzere iade edildim. Za­manın DSP’li Adalet Bakanı da tüm savcılara emir ve­rerek, sadece 2 davadan yargılanacağımı bildirmişti. Sa­nırım elinizdeki dosyada da bu emir var. Ancak tahliye olmama 3 ay kala dışarıda bir olay oldu. Bu olayı da bana mal ettiler. Ancak olayı düzenleyen kişi ne ziyaretime gel­miş ne de kendisiyle bir telefon görüşmem olduğuna dair bir kayıt var. Mahkemeye çıkarıldım ve serbest bırakıl­dım. Savcı ikinci bir mahkemeye havale ederek, hukuk dışı bir şekilde tutuklandım. Altı ay sonra yeğenim Barış Çakıcı Bulgaristan’da silahla yakalanarak Türkiye poli­sine teslim edildi. Poliste ölüm tehdidiyle aleyhimde ifa­desi alındı. Tüm bu gelişmeler sonunda cezamı tamam­layarak tahliye oldum.”

Tahliye olduktan sonra 45 günlük hakkını kullana­rak pasaport talebinde bulunduğunu kaydeden Çakıcı, “ikinci bir mahkemenin yasal olmadan yurtdışına çıkış yasağı koyduğunu ve pasaport alabilmek için 17 ay sa­bırla beklediğini, ancak alamadığını “ söyledi.

Çakıcı, “Ankara’daki yüksek mahkemeye (Yargıtay) güveniyordum. Ancak yüksek mahkeme 18 aylık cezayı onayladı. Daha sonra ise 25 yıla çıkarıldı. Eğer kaçmak isteseydim neden 17 ay bekleyeyim ki? Ama Ankara’dan (Yargıtay) tutuklama kararı çıkınca yurtdışına çıktım” diye konuştu.

TÜRK AVUKATIN TANIKLIĞI KABUL EDİLMEDİ

Çakıcı nın bu detaylı açıklamalarından sonra söz alan Avukatı Kari Bernhauser, “Türkiye’deki işkence” iddia­larını yineleyerek, müvekkilinin iade edilmemesini ve Türk avukatı Şeyda Yıldırmam tanık olarak dinlenme­sini talep etti.

Hakim Peter Seda, avukat Şeyda Yıldırım’ın tanık ola­rak dinlenmesini kabul etmedi ve Savcı Michael Klackl’a söz verdi. Savcı Klackl, Çakıcı nın “Tehlikeli bir suçlu ol­duğunu, Türkiye’ye iade edilmesi önünde hukuki ve in­san hakları bakımından bir engel bulunmadığını” belir­terek, Türkiye’ye iade edilmesini istedi.

Savcı Klackl’ın bu isteğinden sonra Avukat Kari Ber­nhauser, savunmasında şu iddialarda bulundu:

“Müvekkilimin de anlattığı gibi Fransa’dan sadece 2 olaydan yargılanmak üzere iade edilmesine rağmen ken­disine 4 suç isnat edildi. Tahliyesinden sonra yasal olarak 45 gün içinde alması gereken pasaport verilmedi. Tüm bunlar Türkiye’nin hukuka aykırı hareket ettiğini ve ha­kimlerin siyasi baskı altında karar verdiklerinin bir de­lilidir. Müvekkilim ayrıca siyasi kimliği olan bir kişidir. Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ın iktidardan düşmelerine yol açacak araştırmalar yapmıştır. Sahip olduğu bilgi ve belgeler Türkiye’de çok sayıda siyasetçiyi ve bürokratı zor durumda bırakacaktır. Siyasi bazı güçler müvekkili­min iadesini sağlayıp yeni suçlar isnat ederek, bunalıma ve intihara sürüklemek istiyorlar.”

Avukatın Türkiye’ye yönelik bu ağır suçlamalarına iti­raz eden savcı Klackl, “tüm bu anlatılanların çok saçma olduğunu” belirterek, Türkiye’nin uluslararası anlaşma­lara taraf bir hukuk devleti olduğunu ve Çakıcı’nın iade edilmesinde sakınca olmadığını kaydetti.

Çakıcıyı, avukatlarını ve savcıyı dinledikten sonra iade dosyasından Çakıcıya isnat edilen suçları ve bu suç­ların Avusturya ceza yasasında hangi maddelere tekabül ettiğini okuyan hakim Seda, 1 saat 15 dakika süren du­ruşma sonunda kararını, “Avusturya’ya sahte pasaportla girmek suçu dışındaki tüm suçlardan Türkiye’ye iade edilmesi önünde hiçbir engel yoktur” sözleriyle açıkladı.

Hakim Seda, Çakıcı nın, avukatlarının ileri sürdüğü gibi Türkiye’de işkenceye tabi tutulması veya insan hakla­rına aykırı bir muameleye muhatap olması halinde Avus­turya’nın Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerine baş­vurarak yardım talep edeceğini de belirterek, Çakıcıya son sözünü sordu.

Çakıcı, duruşma süresince yaptığı suçlamaları bir ke­nara bırakarak, “Teşekkür ediyorum ve verdiğiniz karara saygı duyuyorum. Türkiye’ye iade edilmek istiyorum” dedi.

Çakıcı gardiyanlar tarafından salondan götürülürken yarı yolda geri dönerek hakime hitaben kısa bir konuşma daha yaptı ve şunları söyledi:

“Kararınıza saygı duyuyorum. İtiraz hakkımı kullan­mak istemiyorum. Daha önceki yıllarda olsaydı Türki­ye’ye dönmek istemezdim, ancak 1946 yılından beri ilke kez Türkiye’de sessiz bir devrim gerçekleşti. Türkiye’ye dönüp devletimle hesaplaşmak istiyorum.”

Duruşmadan sonra Çakıcının avukatı Rosenkranz, Çakıcının iade işlemlerinin birkaç gün içinde tamamla­nabileceğini söyledi.

Duruşmanın başında Çakıcı ile sözbirliği etmişçe­sine Türkiye’yi suçlayıp iade edilmemesini istediklerini, ama Çakıcının son anda "dönmek istiyorum” demesini nasıl yorumladığı sorusuna ise avukat Rosenkranz, “Bu Çakıcı ile konuşarak yaptığımız bir savunma taktiğiydi” yanıtını verdi.

ÇAKICI 5 AY SONRA GELDİ

Ç

akıcı, İstanbul’a iner inmez götürüldüğü adliyede 6 ayrı suçtan tutuklanarak Tekirdağ F Tipi Cezaevi ne konuldu.

Güvenlik nedeniyle uçağın arka sırasından 6 kişilik yer ayrılan Alaattin Çakıcı, Viyana Havalimanında yol­culardan önce uçağa alındı. Atatürk Havalimanında ise yolcular indirildikten sonra çıkartıldı. Çakıcı için arka sırada ayrılan 6 kişilik koltukta 5 polisin oturduğu bil­dirildi.

KELEPÇELERLE İNDİ

Terörle Mücadele, Organize Suçlarla Mücadele Şu­besi ekipleri ve özel tim tarafından uçaktan alman Ça­kıcı, elleri kelepçeli olarak çıkarıldı. Gelişi bir polis kamerasınca sürekli görüntülenen Çakıcı, ‘akrep’ adı verilen zırhlı polis aracına bindirilerek yoğun güvenlik önlem­leri altında Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne götürüldü. Sağlık kontrolünden geçirilen Çakıcı, buradan çıkarıla­rak nöbetçi olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine

götürüldü. Mahkemede Çakıcı’nın, ’Karagümrük Spor Kulübü Lokali Baskını Davası’ ve yurtdışına kaçışına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında hakkında ve­rilen gıyabi tutuklama kararları vicahiye çevrildi. Bu­rada işlemleri tamamlanan Çakıcı daha sonra Sultanah­met’teki İstanbul Adliyesi’ne götürüldü.

AVUKATI: ÇELİŞKİ VAR

İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesine elleri kelepçeli olarak getirilen Alaattin Çakıcı’nın önce kimlik sor­gusu yapıldı. Ardından eski eşiUğur Kılıç’ın öldürül­mesi, Tevfik Ağansoy’un öldürülmesi, Adil Ongen’in kurşunlanması ve Türkbank ihalesine fesat karıştırılması davalarından bulunan gıyabi tutukluluk hali vicahiye çev­rildi. Çakıcı’nın avukatı Şeyda Yıldırım, ‘Fransa’nın iade sözleşmesine göre bu suçlardan yargdanmaması gerekiyor. Ancak Avusturya Çakıcı’ya yargılama izni verdi. Bu çelişkişi gidermeye çalışacağız’ dedi.

ÇAKICI TEKİRDAĞ F TİPİ CEZAEVİNDE

Alaattin Çakıcı, İstanbul’dan polis eskortu ve ko­ruma eşliğinde getirildiği Tekirdağ’da F Tipi Cezaevine konuldu.

Çakıcı, geç saatlerde polis eskortu eşliğinde, 1 mini­büs, 5 otomobille Tekirdağ F Tipi Cezaevine getirildi. Eskort cezaevinin dışında kalırken, Çakıcının da içinde bulunduğu 1 minibüs ve 5 otomobil cezaevine alındı.

Bu sıra cezaevinin önünde 3 polis ekibi çevrede geniş güvenlik önlemleri aldı.

4 AYRI SUÇTAN YARGILANACAK

KARAGÜMRÜK Spor Kulübü Lokali Baskını Da­vası kapsamında verilen 3 yıl 4 aylık hapis cezası Yargı­tay’ca onanarak kesinleşen Çakıcı, bu cezasının infazı­nın tamamlaması için yaklaşık 6.5 ay cezaevinde kalacak. Çakıcı, ayrıca şu dört suçtan yargılanacak:

TÜRKBANK DAVASI Yasadışı yollardan yurtdışına çıkışının ardından ‘Türkbank ihalesine fesat ka­rıştırmak’ ve ‘Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluş­turmak’ suçlarından hakkında açılan davada da hakim karşısına çıkacak.

AĞANSOY CİNAYETİ 28 Ağustos 1996’da Bebek’te düzenlenen silahlı saldırıda Tevfik Nurullah Ağansoy’un da aralarında bulunduğu 4 kişinin öldürülmesine ilişkin İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde ‘adam öldürmeye azmettirmek’ten müebbet ağır hapisle yargılanacak.

ÖNGEN CİNAYETİ Çakıcı, borsacı Adil Öngen’e yönelik 12 Mart 1997 tarihinde düzenlenen silahlı saldı­rıya ilişkin davada da, İstanbul 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkacak.

UĞUR KILIÇ CİNAYETİ Eski eşi Nuriye Uğur Kılıç’ın, 20 Ocak 1995 tarihinde Uludağ’da öldürülmesi olayında azmettirici olduğu gerekçesiyle yargılanacak.

EMNİYET RAPORLARINDA ALAATTİN ÇAKICI’NIN SİYASİ BAĞLANTILARI:

Alaattin Çakıcının milletvekilleri:

-               Eyüp Aşık,

-               Cevdet Aydın,

-               Enis Sülün,

-               Mehmet Ali Yılmaz,

-               Ömer Barutçu,

-               Abdülkadir Aksu,

-               Nafiz Kurt,

-               İbrahim Yazıcı ve

-               ANAP Bursa Î1 Başkanı Mehmet Gedik,

-               MHP Kocaeli Î1 Başkanı Nihat Gürer,

-               DYP Yalova Î1 Başkanı Fikri Turgut ile bağlantıla­rının olduğu gazetelerde yer almıştır.

Milletvekili İbrahim Yazıcı, Uludağ’da otel işletmek­tedir ve Güneyde de Turizm Bakanlığının tahsisiyle otel­ler zinciri kurmuştur. (Yazıcı Ailesi nin otellerinde casinolar bulunmaktaydı.)

Çakıcı’nın, 1992 yılı başında polisçe gözaltına alın­ması üzeri-ne dönemin bakanları Mehmet Ali Yılmaz ile Ömer Barutçunun “Çakıcı gözaltıdayken dövülmesin” diye emniyet müdürü ile görüştükleri basında yer almıştır.

Kanal D Genel Yayın Koordinatörü Uğur Dündar’ın gazete haberlerinde ve televizyon programında Çakıcının ABD’de bulunduğu dönemde yakalanması için düzen­lenen operasyonu ihbar eden ve kaçmasını öneren baka­nın Meral Akşener olduğu ima edilmiştir.

Fazilet Partili Abdülkadir Aksu’nun telefonlarının Çakıcı’nın telefon defterinde yer aldığı iddiaları bulun­maktadır. Çakıcı nın İzmit’te işadamı olarak belirttiği ‘halasının kocası’ tanımına Nihat Gürer’in uyduğu tes­pit edilmiştir. Halen İzmit Ticaret Odası olan, aynı za­manda DYP Yüksek Haysiyet Divam’nda görev yapan Gürer’in iki özelliği daha bulunmaktadır: 12 Eylül öncesi MHP Kocaeli İl Başkanı ve Meral Akşener’in ağabeyi­dir. Çakıcı ile Gürer’in tanışıklıklarının 12 Eylül öncesi döneme kadar gittiği ve İzmit’te gerçek halası ve eniştesi olmadığı yönünde iddialar da bulunmaktadır. Gürer’in Akşener’den aldığı bilgiler doğrultu-sunda Çakıcıyı uya­rarak kaçmasını sağladığı söylenmektedir.

ALAATTİN ÇAKICI’NIN DİĞER

KİŞİLERLE BAĞLANTILARI:

Alaattin Çakıcı ile yakalanan Fatoş Aslı Ural’ın annesi Canan Yaka ve onun annesi Mualla Özbek’in adı!988 yılında yayımlanan MİT Raporu’nda da geçmiş; raporda Canan Yakanın, Çakıcının öldürttüğü eşi Uğur Çakıcı ile yakın arkadaş olduğu iddia edilmiştir. Raporda; “Kamu kesiminde birçok kişinin yakından tanıdığı ‘Terzi Mualla’nın aktör Kadir İnanır’la uzun zamandan beri yaşa­yan kızı Canan Özbek’in (Yaka), Dündar Kılıç’ın kızı Uğur ve damadı Uğur (Uğur Kılıç’ın ilk eşi) ile yakın ilişkileri mevcuttur. Terzi Mualla ve Canan’la; Hülya Süer, Emniyet Müdür Muavini Mehmet Ağar ve gaze­teci Rauf Tamer’in ilişkisi vardır. Yeraltı dünyası ‘Terzi Mualla’ ve Canan kanalıyla bazı ilişkiler kurmak çaba­sındadır” denilmektedir. Yine gazetelerde Orhan Aslıtürk ve Çakıcı’nın aynı tarihlerde Fransa’nın Nice ken­tinde bulundukları ve Ashtürk ile Çakıcının arkadaş oldukları yer almıştır.

Çakıcı’nın emlakçilik yapan Fatma Uçan ile de iliş­kisi olduğu ortaya çıkmıştır. Fatma Uçan, Çakıcı ile 1.5 yıl önce alım satım sırasında tanıştığını, “En güvendiğim kişi sensin” diyerek kendisini telefonla aradığını söylemiş ve Çakıcı’nın “Ben artık kendimi fakirlere adadım, fakir­leri sen tanıyorsun, bağışlarımda bana yardımcı ol, her ay 500 kurban kesip yoksullara dağıt, ben bunun için sana ayda 50 bin dolar yollayacağım” dediğini ifade etmiştir. Ayrıca Fatma Uçan, “Paraları bana gönderirken telefon açıp, ‘Birisi para getirecek’ diyordu ve her seferinde farklı bir kişi, bazen 50, bazen 70, bazen de 80 bin doları ga­zete içinde getirerek ‘Abim gönderdi’ deyip gidiyordu” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Fatma Uçan, Çakıcı’nın bazı devlet ve hayır kurumlarma yardımlar yap­tığını belirterek bunları şu şekilde açıklamıştır:

-              Şişli Etfal Hastanesi: 50 bin dolar,

-              Darülaceze: 50 hasta arabası.

-              Darülaceze: 800 eşofman.

-              Bayrampaşa Cezaevi: 10 adet koç.

-              Büyük Çekmece Yetiştirme Yurdu: 2 milyarlık karyola.

-               Hürrivet Mahallesi Muhtarı: 70 parça et.

-               Vakıflar imareti: 84 kilo et.

-               Altı Nokta Körler Vakfı: 15 milyon lira.

-               Sanver Atatürk İlköğretim Okulu: Önlük, çanta vs.

Alaattin Çakıcının telefon defterinde, eski futbolcu Ogün Altınparmak ve Emniyet Genel Müdürlüğü nün telefon numaralarının olduğu iddiaları da bulunmakladır.

ÇAKICI HARKINDAKİ DİĞER BİLGİ
VE İDDİALAR

1-              Alaattin Çakıcının Belçika’da (Malmedy kentinde) beş yıl yaşadığı, oturma izninin bulunduğu, Verviers Ka­sabasında Türk Kültür Derneği’nin sorumlu üyesi ol­duğu yönünde iddialar bulunmaktadır. Belçika Adalet Bakanlığında înterpol Dış İlişkiler Sorumlusu Peter Gijsen, Çakıcı’nın Osman Van (39) adlı Türk’ün öldürül­mesi olayıyla ilgili olarak Belçika tarafından arandığını açıklamıştır. Osman Van, 25.12.1997 tarihinde Liege’de vurularak öldürülmüştür. Belçika Adalet Bakanlığı söz­cüsü, iki polisin bir sorgu hakimi ile birlikte 31 Ağustos’ta Nice’e giderek Alaattin Çakıcıyı sorguladıklarını bildirmiştir..

2-              Çakıcıyı Bulgaristan’da Hikmet Sevcan adlı eski bir uyuş-turucu, silah ve altın kaçakçısı himaye etmiş­tir. Sevcan’ın Bulgaristan’da 15 büyük şirketinin olduğu söylenmektedir.

3-              Bulgaristan’da yaşayan bir ülkücü işadamı, Türk ve Bulgar uyuşturucu mafyasının son yıllarda Cayman ve Virgin adalarında paravan şirketler kurduğunu, Çakıcının çok lüks bir teknesi olduğunu söylemektedir. Çakıcının, Bulgaristan’daki VİS adlı şirketin gayri resmi ortağı ol­duğu yönünde iddialar bulunmaktadır. Bu şirket 1200 elemanlı bir koruma şirketi olup 1997’de siyasi iktidar tarafından dağıtılmıştır.

4-              Çakıcının Bodrum’da bir tripleks villası bulun­maktadır. Aynı sitede Erol Evcil’in de bir villası vardır. Site, Yüksel Çağların Çağdaş İnşaat adlı şirketi tarafın­dan inşa edilmiştir.

5-              Çakıcı nın Fransa’ya girmesini sağlayan pasaportu, İstanbul doğumlu Hikmet ön adlı bir kişinin verdiği öne sürülmüştür.

6-              Çakıcıya ikinci kırmızı pasaportu temin eden ve çok sayıda evrak ile damgaları Nice’de kendisine teslim eden Cenk adlı kişi-nin kimliğinin belirlendiği, Gazian­tepli olan Cenk Tuncay’ın “sahtecilik uzmanı” olduğu ve Amerika’nın ünlü sayfiye beldesi Miami’de beş ayrı vil­lasının bulunduğu ve kendisinin halen Almanya’da ol­duğunun saptandığı belirtilmektedir.

7-              Çakıcının en yakın adamlarından Sedat Şahin, Almanya’nın Berlin kentinde yakalanmıştır.

8-              Çakıcının, kendisini Selim adlı birisinin ihbar etti­ğini açıkladığı, bu kişinin ise Avrasya feribotunu kaçırıl­ması sırasında Çeçen teröristleri ikna eden ‘Tilki Selim’ olabileceği belirtilmiştir. Tilki Selim’in de Avrasya feribo­tunun kaçırılmasına adı karışan Selim Gösterişli olduğu iddia edilmiştir. Gösterişli Ankara’da bir tıp merkezinin sorumlu müdürlüğünü yapmakta olup, Düzce’de bir oto­mobil servisi bulunmaktadır.

9-              Erol Evcil, Çakıcı’nın ‘güvenilir’ dostlarının kim­ler olduğu konusunda sorulan bir soruya; “ANAP eski milletvekili Mehmet Kocabaş ile spor camiasının yakın­dan tanıdığı Ergun Gürsoy” şeklinde cevap vermiştir.

10-               Çakıcının Amerika’da Orhan Gülersoy isimli şahsın e-vinde kaldığı tespit edilmiştir. Gülersoy, New York’ta benzin is-tasyonu işletmektedir.

11-               iddialara göre yurt dışına ihraç edilmiş gibi gös­terilen sigaraların yurtiçinde satılması suretiyle gerçek­leştirilen 3 trilyonluk vurgun olayının arkasında Çakıcı bulunmaktadır. Eyüp Aşık’ın verdiği bilgiye göre, 1997 Temmuzunda Eren ya da Erenas isimli bir firma Tekel’den ihraç edilmek üzere iki milyon dolarlık sigara al­mıştır. Dönemin pazarlama dağıtım müessese müdürü Gökhan Sunar ile üç kişi açığa alınmış ve haklarında dava açılmıştır.

ALAATTİN ÇAKICI NIN 35 VUKUATI

1-               14.05.1981 Örgütsel faaliyette bulunmak,

2-                29.09.1983 İstanbul Şişli’de Davut Kılıç isimli şah­sın tabanca ile yaralaması,

3-                26.07.1985 İstanbul Kadıköy’deki ‘Clup 33’te Ha­lk Arıcan’a tabanca ateş etmek,

4-                01.07.1985 Tabanca ile bir kişiye ateş etmek,

5-                14.08.1985 İstanbul Caddebostan’daki Maksim Gazino-su’nun sahibi Selçuk Aslan’a tabanca ile ateş etmek,

6-                11.10.1985 İstanbul Nişantaşı’nda Metin Arı isimli şahsa tabanca ile ateş edilmesi,

7-                21.10.1985 Tabanca bulundurmak ve ateş etmek,

8-                07.11.1985 Silah zoruyla işyerinden haraç istemek,

9-                21.10.1986 İstanbul Elmadağ’da Kemal Kanat isimli şahsa tabanca ile ateş edilmesi,

10-                22.11.1986 İstanbul Suadiye’de Ahmet Sadıkoğlu’nun tabancayla yaralanması,

11-                18.02.1987 Tabanca ile adam yaralamaya azmet­tirmek,

12-                31.05.1987 İstanbul Nişantaşı nda Yavuz Çaloğlu isimli şahsın yaralanması,

13-                11.12.1987 Sabah gazetesi yöneticilerinin tehdit edilmesi,

14-                22.05.1988 İstanbul Mecidiyeköy’de Turan Çe­vik isimli şahsın yaralanması,

15-                11.07.1988 İstanbul Kumkapı’da Haluk Özözlü ve Ali Yar isimli şahısların yaralanması,

16-                11.09.1988 Muğla Bodrum’da ber tatil köyünün müdürü olan Nazif Ohri isimli şahsın yaralanması,

17-                10.11.1990 Maksim Gazinosu’nda tabanca ile ateş etmek,

18-                11.06.1991 İstanbul Ortaköy’de Mustafa Nevzat Türköz isimli şahsın yaralanması,

19-                3O.O7.i99i İstanbul Şişli’de avukat Sibel Füsun Görsel’in ölümle tehdit edilmesi,

20-                10.03.1992 İstanbul Istinye’de Hilton Oteli nin müdürünün yaralanması,

21-                05.05.1992 Tabanca ile adam yaralamaya azmet­tirmek,

22-                 14.05.1992 Ruhsatsız tabanca bulundurmak,

23-                04.03.1994 İstanbul Levent’te gazeteci Hıncal Uluç’un yaralanmasına azmettirmek,

24-                19.09.1994 İstanbul Mecidiyeköy’de Engin Civan’ın yaralanmasına azmettirmek,

25-               19.12.1994 İstanbul Levent’te eski eşi Nuriye Uğur Çakıcının (Kılıç) otosunun kurşunlanması,

26-                20.01.1995 Bursa Uludağ’da eski eşi Nuriye Uğur Çakıcı nın öldürülmesi,

27-                29.05.1995 İstanbul Harbiye’de işadamı Mehmet Emin Cankurtaranın yaralanması,

28-                08.07.1995 İstanbul Florya’da yakalanan şahıs­ları, işadamı Mehmet Emin Cankurtaranı öldürmeye azmettirmek,

29-                03.04.1996 Tevfik Nurullah Ağansoy’a suikast girişimini azmettirmek,

30-                16.05.1996 Ruhsatsız silah bulundurmak,

31-                28.08.1996 İstanbul Bebek’te Tevfik Nurullah Ağansoy’un öldürülmesi,

32-                12.03.1997 İstanbul Dikilitaş’ta Adil Öngen’e si­lahlı saldırıya azmettirmek,

33-                10.07.1997 İş adamı Mehmet Üstünkaya ve Sa­vaş Çakı-cı’ya suikast girişimi,

34-                27.02.1998 İstanbul Şişli’deki Penta Dış Tica­ret A.Ş.’den 150 bin USD avukatı aracılığıyla haraç istemenmesi,

35-                15.02.1998 Bir iş adamına suikast girişimi.

ÇAKICI: SON KABADAYIYIM

ürriyet’ten Muammer Elverene açıklama­lar yaptı. Çakıcı,

“Ben mafya değilim, kabadayıyım. Hatta iddia ediyorum, en son kabadayıyım. Zira gerçek kaba­dayı kalmadı.

Eline silah alarak savunmasız insanları korkutan, uyuş­turucu, silah kaçakçılığı yapan, büyüğüne saygı, küçü­ğüne sevgi göstermeyen kişiler mafyadır

Devlete meydan okuduğunuz şeklinde haberler çıktı. Gerçekten meydan okunuz mu?

Kardeşim Gencay, avukatım Mustafa Avlağı ve ter­cümanım Sırma Sağlam’ın getirdiği gazetelerde devlete meydan okuduğum, elimde şantaj kasetleri olduğu ve döndüğümde hesap soracağım şeklinde haberler oku­dum. Ben devletime meydan okumadım, başkasına da okutmam. Hele yabancı bir ülke hâkiminin önünde en büyük cezayı alacağımı bilsem bile ülkemi küçük düşür­mem. Öyle de yaptım, üst mahkemeye gitme ve siyasi il­tica haklarımı kullanmadığım için hakimler de şaşırdı.

Mahkemede hâkimin size karşı tavrı nasıldı?

Mahkemede hakim Peter Seda’nın “Kürt ya da aşırı solcu olsan seni iade etmezdik, çünkü Türkiye’de işkence onlara yapılıyor, fakat sen sağ görüşlü birisin, sana işkence yapmazlar” sözleri ile “Türkiye’de işkenceye tabi tutulman veya insan haklarına aykırı bir muameleye muhatap ol­man halinde Avusturya’nın Türkiye’deki diplomatik tem­silciliklerine başvurarak yardım talep edebilirsin” demesi kanıma dokundu. Resmen Türkiye’yi Avusturya Büyükelçiliği’neşikayet edebileceğimi söylüyordu. Bunu mahke­meyi dinleyen herkes duydu, Avusturya basını da yazdı.

Sizin bu sözlere karşı tavrınız ne oldu?

Bütün bunları dinledikten sonra sinirlendim ve ge­riye dönüp şu sözleri söyledim ‘Kararınıza itiraz etmiyo­rum, yasal hakkım olan üst mahkemeye de gitmiyorum. Türkiye’de bundan önceki hükümetlerde insan hakları ihlalleri vardı, ama şimdiki hükümet 1946’dan bugüne kadar hiçbir hükümetin yapamadığı, demokrasi, bire­yin temel hak ve insan özgürlükleri adına sessiz devrim­ler gerçekleştirdi. Ülkemin adli sistemi ve kanunlarına inanıyorum, Türkiye’ye dönüp kanunlar önünde yüzleşip devletimle hesaplaşmam lazım’ dedim. Bunu söylerken Türk adaleti ve kanunlarına olan güvencimi ifade etmek istedim. Ben hesabımı ülkemin hâkimlerine vereceğim manasında konuştum. Maalesef haberlerde hâkimin sa­dece Türkiye lehinde söyledikleri yazıldı. Ama aleyhinde söylediği sözleri mahkemeyi izleyen herkes duydu. Bütün bu konuşmalar mahkeme tutanaklarında da mevcuttur. Bunlar yazılmadı.

Kürtler’e, solculara işkence meselesi Türk basınında yer almadı. Sizi sinirlendiren başka olay oldu mu?

En çok kızdığım şeylerden biri, bana ‘mafya’ denil­mesi. Mafya silah kaçakçılığı, uyuşturucu ve kara para ile uğraşır. Allah’ıma binlerce şükür, benim bu konularla yakından uzaktan ilgim yok. Zaten suçlandığım konular bellidir. Onun için diyorum ki, ben mafya değilim, kaba­dayıyım. Hatta iddia ediyorum, en son kabadayıyım. Zira gerçek kabadayı kalmadı. Eline silah alarak savunmasız in­sanları korkutan, uyuşturucu, silah kaçakçılığı yapan, bü­yüğüne saygı, küçüğüne sevgi göstermeyen kişiler mafya­dır. Ben yaşı benden bir ay bile büyük olan kişiye ağabey diye hitap ederim. Halen annem bağırdığında cevap ver­mez, susar, siniri geçince sarılır elini öperim. Bu saygı, ge­lenek göreneklerimizde vardır. Kabadayı gücü ne olursa ol­sun düşmanı bile misafir gelse, o an husumeti bir kenara bırakır, ayağa kalkar en iyi şekilde ağırladıktan sonra gön­derir. Kabadayı savunmasız insanlara korku salmaz, tam tersine yardım elini uzatır, ama ülkeyi soyanların haksız kara para kazananların korkulu rüyasıdır.

Eski eşiniz Uğur Çakıcı’nın öldürülmesi konusunda suçlanıyorsunuz. Bu konunun aslı nedir?

Babası Dündar Kılıç ben Amerika’dayken devamlı telefonla arayıp ‘Alaattin, eşin olmadık ahlaksızlıklar yapıyor, üst düzey bir emniyet yetkilisi ve bir kadınla ilişkisi olduğu dedikoduları ayyuka çıktı. Bu kadın he­pimizi rezil ediyor. Buna bir çare bul, ne yapacaksan yap bu böyle devam edemez. Ya gel namusunu temizle, ya Amerika’ya yanma aldır, işi hallet ya da başka bir yolla bu sorunu çöz’ diyordu. Dündar Kılıç’ın bütün bu ko­nuşmalarım ben kasete aldım. Hatta Uğur’a da dinlet­tim. Daha sonra Uğur’un yaptığı ahlaksızlıkları duyan bir arkadaşım onu Uludağ’da görünce silahı çekip vuru­yor. Mahkemeye çıkıp itiraf edip cezasını da yedi zaten. Ben Kılıç Ailesi’ne iki kez iyilik yaptım. Onlara, birin­cisi kimliğimi, İkincisi de onurumu verdim. Onlar buna saygı göstermediler. Uğur Kıhç’la evlenirken benim için dünyanın en değerli kadım olan Rabia Sultan eşim Gönül’ü haberi olmadan boşayarak büyük haksızlık yaptım. Bütün bu yaptıklarıma rağmen Kılıç Ailesi bana saygı ve onur duyması gerekirken kıymet bilmediler, nankör çık­tılar ve kalleşçe kardeşim Gencay’yı sırtından vurdular.

Son derece önemli ve uzun bir soru. Siz Türkiye’den çıktıktan sonra yapılan operasyonlarda üzerinizde çı­kan yeşil pasaportun sahibi Faik Meral, ifadesinde, bir­likte Paris’te ASALA’ya karşı çalıştığınızı söyledi. Aynı şekilde, gazetelere de konu olan buna benzer bir iddia daha var, o da şöyle: Yıl 1982. İsrail, Lübnan’ın Zahle Kentindeki Ermeni kamplarına bir operasyon düzenle­yeceğini Türkiye’ye bildiriyor ve arzu edildiği takdirde o zaman ASALA terör örgütü ile sorunu olan Türki­ye’nin güvenlik birimlerinin bu operasyona katılabile­ceğini belirtiyor. Türkiye resmen böyle bir operasyona giremeyeceğini bildiriyor, ancak o yıllardaki MİT Ope­rasyon Dairesi Başkanı Hiram Abas, operasyonu, sizin ve Abdullah Çatlının da aralarında olduğu ülkücü bir gruba havale ediyor. Bunlar doğru mu? MIT’le ilginiz nedir? Kamuoyunda sizin derin devletle ilginiz olduğu yönünde ağırlıklı bir görüş var!

Bakın böyle söylentiler benim de kulağıma geliyor, hatta burada tutuklu olduğum sürece bu konular çok konuşulduğu için avukatım aracılığıyla kısa bir açık­lama yapmıştım. Ama şimdi yine size söylüyorum. Be­nim hiçbir dönemde ve hiçbir zaman MIT ile dolaylı ya da dolaysız ne herhangi bir ilişkim ne de organik bir ba­ğım olmuştur. Bunlar hep söylenti ve yakıştırmalardır. MÎT Müsteşarı Şenkal Atasagunü medyadan herkesin tanıdığı kadar tanıyorum, onunla da yakından uzaktan herhangi bir ilişkim olmamıştır. Onu da ne gördüm ne de birlikte oldum.

Kaşif Kozinoğlu’na gelince; hayatımda görmedim ve kendisiyle hiçbir telefon görüşmem de olmamıştır. Yar­gıdaki davamla ilgili de ne ondan ne de bağlı olduğu kurumdan hiçbir şekilde yardım istemedim, bu konuda bana bu çevreden kimsenin yardımı da olmadı. Faik Meral’e gelince onu tanırım. Subay olan eniştem vasıta­sıyla tanışmıştım. Kendisi devlete uzun yıllar hizmet et­miş değerli biridir. Onu severim ama, biraz önce ifade ettiğim gibi, her ne kadar kamuoyunda böyle bir ka­naat var ise de benim derin devletle, MIT’le, polisle asla bir bağlantım olmadı. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’yı da tanımadığım gibi, herhangi birini araya koyup yardım da istemedim. Ona medya aracılığıyla yine sesle­niyorum. Kendisi ülkemiz protokolünde ön sıralarda yer alıyor, kutsal bir görev yapıyor, yargı sadece bana değil herkese lazımdır. Böyle üst düzey makama kadar yük­selmiş bir kişinin ilişkilerinde, eş dost seçmede çok dik­katli olması gerekir.

İşlerinizi oğlunuzun devralmasını istediğiniz yolunda haberler çıktı...

Beni en çok üzen ve kahreden, 18 yaşındaki oğlum Ali’nin büyüdüğü için işleri devralmasını istediğim şeklin­deki haberdi. Bu tamamen gerçek dışı bir haberdi. Nere­den çıktığını, kimin, niçin uydurduğunu da bilmiyorum. Oğlumun adını olaylara bulaşmasın diye elimden geldi­ğince uzak tutuyorum. Hayatımın büyük bölümü mah­keme, polis, cezaevi ve tehlikelerle dolu geçiyor. Kim oğlu için böyle bir hayatı ister. Ben oğlumu yurtdışında, devlete, insanlığa hizmet etsin diye okutuyorum. Şu anda yurtdışında üniversitede okuyor. 3 çocuk yetiştirdim. Kızım Aytül İngiltere’de sosyal bilimler ve insan hakları doktorası yapıyor. Evli olan diğer kızım Betül de üniversite bitirdi. Benim yaşadıklarımı ailemin yaşamasını istemiyorum onun için çocuklarımı olaylardan uzak tutmaya özen gösterdim.

Gazetelerde siroz olduğunuz yazıldı, sağlığınız nasıl?

Yirmi kilo verdim ve Allah’ıma çok şükür sıhhatim de yerinde. Bu söylentilerin tamamen yalan olduğunu söylememe gerek yok.

Türkiye’den neden ve nasıl, yani hangi yolla kaç­tınız? Bu konuda çeşitli şeyler yazıldı çizildi. Artık tutuklandığınıza göre anlatmanızda bir sorun oldu­ğunu sanmıyorum. Bunun doğrusu nedir?

Türkiye’deki yargılanmamı ve sonucunu herkes bi­liyor. Fransa’dan iade edilip, cezamı çekerek tahliye ol­duktan sonra 45 gün içinde yurtdışına çıkışımın sağlan­ması ve bunu yapabilmem için bana pasaport verilmesi gerekirken, bu yapılmadı. ‘Suçluların ladesine Dair Av­rupa Sözleşmesi’ hükümlerine aykırı olarak yurtdışına çı­kışımın yasaklanmış olması, aslında uluslararası hukuk kurallarının açık bir ihlaliydi. Yargıtay’ın aleyhte karar alacağını, bu kısıtlamalardan da anlamıştım. Bu konuda bir haber çıkmayınca yurtdışına çıkmak için Antalya’ya, oradan da Kemer’e geçtim. Yat kaptanı tura çıkmak için izin almaya gitti, ben ise yola çıkmamız gereken yerden 50 kilometre kadar uzakta bekledim. Bir Zodiac gelip beni aldı ve Yunanistan’ın Rodos Adası na geçtiğim yata götürdü. Hiçbir sorunla karşılaşmadan rahatlıkla Yuna­nistan’a girdim. AB ülkesi olduğu için oradan hemen İtal­ya’ya geçtim. Bir süre İtalya’da kaldıktan sonra Fransa’nın Marsilya Kentine geçtim. Ardından yine İtalya’ya geç­tim, oradan Avusturya’ya geldim, bu gidiş gelişler hiçbir problem olmadan gerçekleşti. Arabayla sınırları geçiyor­duk. Fransa ve İtalya’ya tam 4 kez girip çıktım. Sonra Avusturya’dan yine İtalya’ya giderken, bunların EcoKobra birlikleri yolda çevirdi. Sonrası malum.

YARGI SÜRECİ

uçluların İadesi Sözleşmesi ve Türkiye’de idam cezasının bulunması nedeniyle Fransa’dan yargılanmamak’ şartıyla iade edilen

Alaattin Çakıcı, bu nedenlerden dolayı yargılanması dur­durulan 3 suçtan hakim karşısına çıkartılacak. İdam ce­zası kaldırıldığı ve yasa dışı yollardan Türkiye’den kaçtığı için yetkili makamlarca yine Suçluların İadesi Sözleşmesi’ne göre iadesi istenecek olan Çakıcı, yurda geldiğinde eski eşi Uğur Çakıcı ve Tevik Ağansoy’un öldürülmeleri yönündeki talimatı vermek ile Türkbank ihalesine fesat karıştırmak suçlamalarından yargılanacak. Bu davalar müebbet cezası istemiyle açılacak. Yurt dışına kaçma­sıyla birlikte iade şartı geçersiz olan Çakıcı hakkında, 3 ayrı gıyabi tutuklama kararı çıkartılmıştı. Çakıcı hak­kında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Türkbank da­vasından, İstanbul 2. Ağır Ceza, Ağansoy cinayetinden, Bursa 1. Ağır Ceza da Uğur Çakıcının öldürülmesi ola­yından dolayı gıyabi tevkif kararı almıştı.

ÇAKICI MAHKEMEDE

Bursa l’inci Ağır Ceza Mahkemesi ve İstanbul 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesinde Karagümrük Spor Kulübü Lokali ne yönelik silahlı baskına ilişkin yargılandığı da­vada, ‘müessir fiile azmettirmek’ suçundan 14 yıl 9 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılan ve Tekirdağ (F) Tipi Cezaevi nde tutuklu bulunan Alaattin Çakıcı, ile avukatı Muammer Demirtaş katılırken, yargılamayı Çakıcının kardeşi Gencay Çakıcı ile arkadaş ve yakınları izledi.

Alaattin Çakıcı, mahkeme başkanı Ali Rıza Bir ta­rafından yapılan kimlik tespitinde, meslek lisesi mezunu olduğunu, üç çocuğunun bulunduğunu ve demir ticare­tiyle uğraştığını bildirdi.

ÇAKICL AYLIK GELİRİM 50-60 BİN DOLAR

Çakıcı, ABD ve birçok ülkede işyerleri bulunduğunu, bu işyerlerinden elde ettiği aylık gelirinin 50-60 bin do­lar civarında olduğunu söyledi.

Mahkeme başkanı Bir’in, eski eşi Nuriye Uğur Kılıç’ı, Abdurrahman Keskine öldürttüğü yönündeki suçlamayı içeren iddianameyi okuması üzerine Çakıcı, “Savunma yapmam için öncelikle Fransa adli makamlarından izin alınması gerektiğini düşünüyorum. Önce izin alınması gerekir. Ben çocukluğumdan beri vatanı bir ana, dev­leti de ananın bir kolu gibi kolladım. Bu ülkede 30 bin Kürt, 1 milyon Ermeni katledildi diyen yazar için herkes ayağa kalktı, bizim hakkımı kimse aramayacak mı?” dedi.

Duruşmada, eski eşinin öldürülmesinde namus ve onur nedeninin var olduğunu öne süren Çakıcı, “Bu dava benim için bitmiştir. Verilecek karara saygılıyım” dedi.

“YARGILANMAM İÇİN İZİN ALINSIN”

Yargılamada Mahkeme Başkanı Ali Rıza Bir’den, ya­pacağı özel açıklamalar için izin isteyen Çakıcı, bu iz­nin verilmesinin ardından yaklaşık 45 dakika konuştu. Yasal olmadığı halde yurt dışına çıkışının engellendi­ğini öne süren Çakıcı, uluslararası anlaşmalara uygun olarak yargılanması için gerekli iznin Fransa’dan alın­madığını düşündüğünü söyledi. Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının, bu konuda Fransız adli ma­kamlarından izin almasını, izin çıkarsa her şeyi anla­tacağını kaydetti.

Konuşmasının daha sonraki bölümlerinde, kendisiyle ilgili bilgiler veren Alattin Çakıcı, ‘sütten çıkmış ak ka­şık’ olmadığını söyledi. Mahkeme Başkanı Bir’in, eski eşi Nuriye Uğur Kılıç’ı, Abdurrahman Keskine öldürt­tüğü yönündeki suçlamayı içeren iddianameyi okuması üzerine Çakıcı, “Savunma yapmam için öncelikle Fransa adli makamlarından izin alınması gerektiğini düşünüyo­rum. Önce izin alınması gerekir. Ben çocukluğumdan beri vatanı bir ana, devleti de ananın bir kolu gibi kol­ladım. Bu ülkede ‘30 bin Kürt, 1 milyon Ermeni katle­dildi’ diyen yazar için herkes ayağa kalktı, bizim hakkı­mızı kimse aramayacak?” dedi.

“BİZİ NASRETTİN HOCA’YA DÖNDÜRDÜN”

Duruşma sonrası, “Duruşmada sesimi yükselttiğim için çok özür dilerim” diyen Çakıcıya, Mahkeme Baş­kanı Bir, “Benim bundan bir şikayetim yok. Ülke sorun­larından çok konuştun. Yeri burası değil” dedi.

Bunun üzerine Çakıcı, “Beni bir odaya kapattılar. Kiminle konuşayım?” demesi üzerine hakim Bir, “Sen de haklısın. Bizi Nasrettin Hocaya döndürdün” karşı­lığını verdi.

Çakıcı’nın avukatı Muammer Demirtaş, esas hakkındaki savunmasını belirten 4 sayfalık dilekçesini mahkeme heyetine sunarken sözlü olarak da yargılamanın durdu­rulmasını talep etti. Bu talebinin kabul görmemesi ha­linde, Nuriye Uğur Kılıç’ın, Alaattin Çakıcı hakkındaki sözleri için “Ağır tahrik” uygulanması gerektiğini belir­ten Demirtaş, şunları söyledi:

“Abdurrahman Keskin’in, Kılıç’ı öldürdüğü tartışıl­mazdır. Sanık, maktule ile 4 yıl evli kalmıştır, olaydan 2 ay 16 gün önce de boşanmışlardır. Bu sürede maktulenin davranışları ve sanık hakkındaki sözleri o dönemki bazı televizyon, dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. Maktulenin, ’Dündar Kılıç’ın silik kopyası’, Abdullah Ocalan daha şerefli bir insan’ gibi kullandığı sözler müvek­kilimi derinden üzmüş ve yaralamıştır. Maktule, bunu sistemli şekilde sürdürmüştür. Ağır tahrik unsurları oluş­turmuştur.” Sanık Alaattin Çakıcı ise esas hakkındaki sa­vunmasında, önceki savunma ve beyanlarını tekrar et­tiğini söyledi.

Uluslararası anlaşmalara göre Türkiye’ye iade edildi­ğini dile getiren çakıcı, 45 gün içinde yurt dışına çıkması gerekirken kendisi hakkında konulan yasak nedeniyle bu şartın yasal yollardan yerine getirilmediğini öne sürdü.

Çakıcı, daha sonra Avusturya’da yakalandığını ve yargılanabilmesi için Fransız yetkili makamlarından izin alınması gerekirken, buna dikkat edilmediğini savuna­rak, şöyle konuştu:

“Bu durumda hakkımda yargılama yapılması kana­atimce mümkün değildir.

Uluslararası anlaşmalara göre, yargılanmak istemi­yorum. Dosyadaki gerçekleri göz önünde bulundurarak mahkemenin hakkımda vereceği olumlu ya da olumsuz karara saygılıyım. Hakkımda 4616 Sayılı Yasanın uy­gulanması gerekmektedir.” Daha önceki duruşmalarda Türkiye’nin gündemindeki bazı konular hakkında sözler sarf ettiğini, bugün bu konuşmaları yapmayacağını ifade eden Çakıcı, “Benim hakkımda ön yargılı ceza verme­yeceğiniz inancındayım. Her türlü karar için şimdiden teşekkür ederim” diye konuştu.

Mahkeme heyeti, Çakıcıyı, ilk olarak cinayeti azmet­tirdiği iddiasıyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Heyet, suçun, “Nuriye Uğur Kılıç’tan kaynak­lanan haksız fiilin meydana getirdiği hiddetin etkisi al­tında işlediği” kanaatiyle cezayı 23 yıla indirdi. Sanığın duruşmadaki iyi halini de gözönüne alan heyet, Çakıcı’nın 19 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi.

Kararın yüzüne okunmasının ardından sanık Alaat­tin Çakıcı, mahkeme heyetine teşekkür etti.

Duruşma salonu çıkışında askerlerin arasından kar­deşi Gencay Çakıcıya “Pazartesi günü mutlaka görüşe­lim” diye seslenen Çakıcı, daha sonra tutuklu bulunduğu Tekirdağ, 2 No’lu F Tipi Cezaevine gönderildi.

BENİM ADIM ALAATTİN ÇAKICI

/\ laattin Çakıcı, Kabadayı, Mafya Babası, / .X gibi terimler ile anılan bir dönemin ağır

abisi, hayatı aksiyon filmlerine konu olan Son kabadayı sadece cesaretiyle değil yardımseverliğiyle de tanınıyordu.

Alaattin Çakıcı Fatma Uçar adlı bir emlakçıya “Ben artık kendimi fakirlere adadım, fakirleri sen tanıyorsun, bağışlarımda bana yardımcı ol, her ay 500 kurban kesip yoksullara dağıt, ben bunun için sana ayda 50 bin do­lar yollayacağım” dediğini ifade etmiştir. Ayrıca Fatma Uçan, “Paraları bana gönderirken telefon açıp, ‘Birisi para getirecek’ diyordu ve her seferinde farklı bir kişi, bazen 50, bazen 70, bazen de 80 bin doları gazete içinde geti­rerek Abim gönderdi’ deyip gidiyordu”

Fatma Uçan, Çakıcının bazı devlet ve hayır kumul­larına yardımlar yaptığını belirterek bunları şu şekilde açıklamıştır:

-             Şişli Etfal Hastanesi: 50 bin dolar,

-             Darülaceze: 50 hasta arabası.

-              Darülaceze: 800 eşofman.

-              Bayrampaşa Cezaevi: 10 adet koç.

-              Büyük Çekmece Yetiştirme Yurdu: 2 milyarlık kar­yola.

-              Hürrivet Mahallesi Muhtarı: 70 parça et.

-              Vakıflar imareti: 84 kilo et.

-              Altı Nokta Körler Vakfı: 15 milyon lira.

-              Sanver Atatürk İlköğretim Okulu: Önlük, çanta vs.

Türkiyenin gündemine son zamanlarda yargılandığı davalar ile değil yazdığı mektuplar ile anılıyordu. Başba­kan Recep Tayip Erdoğan’a yazdı Avukatının açıklama­sına göre 29 Nisan 2011 tarihinde cezaevinden Başbakanlık’a fakslanan mektupta hükümlü Alaattin Çakıcı, 9 ölümcül hastalıkla uğraştığını ancak ‘şefaat dilencisi olmadığını’ söyledi.

Alaattin Çakıcı 4 sayfalık mektubunda, isim verme­den Rizeli bir işadamından ‘cücenin bir üstü’ diye söz ederek, “Rizeli abi dediğiniz, birlikte bir açılışta kurdelayı keserken yanınızda duran ufak tefek cücenin bir üstü o şahıs için hayatımı yok ettiniz” dedi.

Alaattin Çakıcı mektupta, Başbakan Erdoğan’a ‘Tek devlet, tek bayrak, tek millet’ sözleri ve ‘delikanlı duruşu’ için övgüler yağdırarak, “inşallah ustalık döneminiz bu asil milletimize hayırlı olur” dedi. Çakıcı Başbakan Er­doğan dan sonra CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğluna da Mektup yazdı. Ancak Çakıcının bu mektubun 'tehdit ve hakaret içerikli’ olduğu gerekçesiyle gönderil­mesine izin verilmedi.

Alaattin Çakıcının avukatı Mehmet Barış, müvek­kilinin Kemal Kılıçdaroğlu’na yazdığı ancak Kandıra F Tipi Cezaevi yönetimi tarafından sakıncalı bulanarak muhatabına fakslanmasına izin vermediği mektubu, ba­sın organlarına iletti. Mektupta, mitinglerdeki konuşma­larından dolayı Kılıçdaroğlu’na 'tehdit ve hakaret’ içeren ifadeler kullanan Alaattin Çakıcı, ya söylediklerinin dik­kate almasını ya da kendisi hakkında şikayette bulunul­masını istiyor.

Kocaeli 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza in­faz Kurumu’nun Disiplin Kurulu Başkanlığının oluştur­duğu 7 kişilik heyetin, 'Fakslanması istenen mektubun içeriğinde faksı göndermek istediği kişiye hakaret ve teh­dit içerikli cümleler kullanıldığı’ kanaatine vardığı ve bu nedenle mektubun gönderilmediği belirtildi.

Alaattin Çakıcı, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya bir mektup yazdı. Çakıcı, yazdığı mektupta ulus­lararası hukuku hiçe sayan devletlerin masum insanları katlederlerse o devletin Allah’ın ve insanlığın düşmanı olduğunu belirterek, o devletin terör örgütünden bir farkı kalmayacağını söyledi. İsrail Başbakanına yazdığı mek­tupta ilk olarak İsrail’in devlet olma sürecinde yaşadık­larını tarihten verdiği örneklerle anlatan Çakıcı, şu ifa­delere yer verdi:

“Hitler’i Ne Çabuk Unuttunuz”

“Sayın Başbakan, Deir Yasin köyünde ilk büyük kat­liamınızı uyguladınız. Fazla uzatmayayım ezilen, güç sa­hibi olunca daha adil daha hoşgörülü olur. Nedense sizlerin benliği fazlaca Kabalayla ilgilendiği için görünmeyenler mi adalet duygunuzu sildi. Hitler sizin insanınızı yok etti. Ne çabuk unuttunuz. Asil Türk milleti size hep dostluk yaptı. Arap kardeşlerine sizin için 58 yıl sırt çevirdi. Siz ise hala Fırat ile Nil arasındaki kurgunuzdan vazgeçemiyorsunuz.”

Özür dileseniz Yehova sizi cehenneme mi gönderecek?

Ütopyanın hayalin müzminleşmiş hali olduğunu an­latan Çakıcı, mektubuna şöyle devam etti: “Mısır’dan özür dilemesini biliyorsunuz. Mavi Marmara’ya ulusla­rarası sularda yaptığınızı herkes gördü. Ölen 9 can ve geçmişe dayalı bir dostluk devletler özür dilemez dileyen devletler köpek zihniyetli aşağılık mahluklardır doğru­dur. Mısır’dan dilediğiniz zaman savunduğunuz onurlu ilkeyi unuttunuz mu? Sayın Başbakan, Türk Milletini ve Devletini birileriyle karıştırıyorsunuz. Bu devlet tari­hin her dilimine damgasını vurmuştur. Son özür kale­sini yıkmayın. Özür dileseniz Yehova sizi cehenneme mi gönderecek o kibir ve kininizden vazgeçin. Düşmanla­rınızın çocuklarını öldürmeyin. Düşmanlarınız da ma­sum insanları sizden intikam alacak diye öldürmesinler.”

BENİM ADIM ALATTİN ÇAKICI, TÜRKİYE’DE HERKES TANIR

Mektupta İsrail Başbakanına kendisini tanıtan Ça­kıcı, şunları söyledi: “Benim kim olduğumu merak ediyorsun. 2006 yılından beri sizin hükümet politikanızı ve sizin gibi düşünen İsraillileri sevmiyorum. Savaşın da bir onuru var. İnsan kendisine silah doğrultana silah sı­kar. Benim ismim Alaattin Çakıcı, Türkiye’de beni her­kes tanır. Dünya devletlerinin kriminal arşivinde de bi­yografim mevcut. Devletler bir başka devleti ya istediği çizgiye getirir ya da yok eder. Bazı insanlar vardır direk Allah’a bağlıdır. Hükmedilemezler sadece öldürürler işte Alaattin Çakıcı bu. Benim iki .yavrum Ingiltere’de otu­ruyor. Biri akademisyen biri iş adamı size adresini veri­yorum. Size en özel beni hayata bağlayan iki yavrumun adresini verdim. Vatan için ölmeyenin ve evlat feda et­meyenin yaşama hakkı yoktur. Ülkemizin onuruyla sizi bu devlet oynatmaz her şuurlu Türk vatandaşı da dost­luğu iki bedende bir ruh gibi görür ama sizin dostluk ruhunuz ölmüş. Sizlere saygılarımla diyemeyeceğim, in­san sevgisini yaşamın bir parçası kabul eden tüm Yahudi vatandaşlarına dünyanın neresinde olursa olsun buradan saygılarımı iletirim. Lütfen siz ve kabineniz iyi düşünün Ortadoğu’daki dostluk kalenizi yıkmayınız.”

Ve son Mektup eski Mit’çi Mehmet Eymür’e

Çakıcı, kendi el yazısıyla yazdığı 10 sayfalık açıkla­mada, korkak olmadığını ve Eymür’ün oğlunu kurtar­dığını söyledi. Çakıcı, “Bak Mehmet bey” diye başlayan açıklamasında şu ifadelere yer verdi. “Benim korkak olup olmadığını sen iyi biliyorsun. Oğlunun hayatını kurtar­dım. Semih Genç’ten hatırla. ‘İkinci gelişimde MÎT iliş­kim olmadı’ diyorsun. Hızır Kaptanı yurt dışına iki defa gönderdim. Kim yurt dışında onlara yardım etti? O da

senin yaptırdığın her iş gibi fos çıktı. Rahmetli Tarık deli dolu bir adamdı ama Alman gizli servisin adamı oldu­ğunu hem sana hem de Hiram abiye rapor verdim. O rapora rağmen onu korudunuz, ondan kopmadınız. Be­nim bu raporumu birtek Yavuz abi ‘doğrusun’ diye tasdikledi. 2,5 yıl evvel 6 yıl MIT’ten uzaklaşmıştım. Seni Çillere işe aldıttıranlar Adil ve Üstünkaya işe aldı. Adil’in dışında onları Çillere ve Mesut Yılmaza sattın. Yılmaza yalakalık yaptın, benim kalemimi kırdın (...)”

Bugüne kadar Mehmet Eymür’e hiç düşman olmadı­ğını söyleyen Çakıcı, “Seni oğlunla tehdit ettim ki; bu­rada aileme zarar vermeyesin diye. Çünkü kişilik yapın buna müsait... Bugüne kadar seni hep ürküttüm, hiç düşman olmadım. Eğer sana düşman olursam hiç şan­sın yok. Ne Türkiye’de ne de dünyanın bir yerinde. Bun­dan emin ol. Alp senin oğlun. Sana zarar versem ona asla vermem. Bunu o yaşlanmış sulanmış beynine iyi yerleş­tir.” ifadelerini kullandı.

“F tipi” günler

Kandıra F tipi cezaevine şuan cezasını çekmekte. Bu­rada tek kişilik bir odaya konan Çakıcı, yalnızlığını gi­dermek için cezaevi yönetiminden bir muhabbet kuşu talep etti. Çakıcı zamanının büyük bir kısmını muhab­bet kuşuyla geçiriyor.

“Şövenist olmadan milliyetçi, yobaz olmadan dinine bağlı, mutaassıp olmadan manevi değerlerine bağlı, ateist ve dinsiz olmadan laik, taklitçi olmadan mede­niyetçi, komünist olmadan sosyal adaletçi, disiplinsiz ve anarşist olmadan demokrat, ihtilalci olmadan ihti­lalci, isyankâr olmadan kanunlara saygılı, mürayi ol­madan terbiyeli, dalkavuk olmadan saygûı, müteca­viz ve küstah olmadan cesur, kibirli olmadan vakur, patavatsız olmadan doğru sözlü, şahsiyetsiz olmadan müsamahakâr...

KAYNAKÇA

1.                     Türkiye’de Babalar ve Mafya Hasan Cem Geçit Yay

2.         Firar / Yargıtay - MÎT - Çakıcı Sıkandalı Bir- harf Yayınları

3.                     Aksiyon.arşiv

4.                     Hürriyet, arşiv

5.                     Atin.org

6.                     Milliyet, arşiv

7.                     Tolga Şandar Milliyet

8.         Faik Kaptan-Ayşegül Usta Sefa Özkaya 15.10.2004 Hürriyet

9.                     Hürriyet’ten Muammer Elveren

10.                    Kod Adı: Susurluk / Derin İlişkiler

11.      Çakıcı Nice’de Yakalandı, Radikal, 18 Ağustos 1998, URL erişim tarihi: 21 Mart 2008.

12.                    Çakıcıya Çıkış Yok, Radikal, 14 Temmuz 2000

13.      Çakıcıyı Dava Maratonu Bekliyor, Radikal, 15 Temmuz 2004

14.      Çakıcı îçin 19 Yıl Hapis, Radikal, 29 Kası 2006

15.      Çakıcı: Dışarıda MÎT İçin Çalıştım, Radikal, 12 Ocak 2005

16.      Çakıcıya 6 Saatlik îzin”. Cumhuriyet. 15 Ka­sım 2014.

SON KABADAYI

ALAATTİN CAKICI

EYÜP SEYREK

Türkiye'nin en çok konuşulan isimlerinden biri olan Alaattin Çakıcı'nın, hayatına ışık tutan bu eser, kendisi hakkında bilinmeyenleri ve yanlış bilinen­leri ortaya koyuyor. Özel yaşamından kesitlerle birlikte hakkında açılan dava­lardan ideolojisine kadar her şey yeniden kaleme alınıyor.

"Ülkücülerin Şişli bölgesi sorumlusu olduğum iddiasıyla sık sık gözaltına alındım. Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki, uyuşturucu işlerine hiçbir zaman bulaşmadım. Çünkü bu iş, vatan hainliğiyle eşdeğerdir. Bu işlere bulaşmadan adımı duyurduğum için düşmanlarım çoğaldı. Ölümden korkmak imansızlıktır. Ben imansız olmadığım için ölümden korkmuyorum."

Alaattin Çakıcı

 

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to