SON KABADAYI
ÇAKICI
EYÜP
SEYREK
Son
Kabadayı Çakıcı
Eyüp
Seyrek
İstanbul, 2018
SON KABADAYI
ÇAKICI
EYÜP
SEYREK
3
İÇİNDEKİLER
Kabadayının Anlamı 7
Çakıcı İlginç Bir Evlilik Yapıyor 21
Firar 27
Çakıcı Yakalandı 29
Çakıc’ı Türkiyede 37
Alaattin Çakıcı Serbest 41
Alaattin Çakıcı, Özgür Kalır Kalmaz
Annesine Gitti 45
Erol Evcil 49
Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil
Arasında Geçen Görüşmeler 85
Firar Günlükleri 121
Yargıtay, Çakıcıya Verilen Hapis Cezasını
Onadı 133
İyi Havadis Yok Abi 137
Çakıcı İşte Böyle Kaçtı 147
Kom Daire Başkan’ı Raporu 157
Alaattin Çakıcı Türkiye’ye İade
Ediliyor 173
Çakıcı 5 Ay Sonra Geldi 179
Çakıcı Hakkındaki Diğer Bilgi ve
İddialar 187
Alaattin Çakıcının 35 Vukuatı 191
Çakıcı: Son Kabadayıyım 195
Yargı Süreci 203
Benim Adım Alaattin Çakıcı 209
Kaynakça 216
KABADAYININ ANLAMI
Kabadayı” sözcüğü genellikle “cesur, gözüpek, iyi döğüşen, kendine özgü
namus ve ahlak kurallarının dışına çıkmayan kişi” için kullanılır.
Osmanlılar döneminde, özellikle büyük kenderde ve
tabii İstanbul’da her semtin, her mahallenin nam yapmış bir kabadayısı vardı.
Kabadayılar ağırbaşlı, saygılı, kötülükten kaçman ve
anlaşmazlıkları çözüme bağlayan kişiler olarak tanınırlardı.
Bunlar kendilerini mahallenin esenlik ve düzeninden
sorumlu sayar, mahalle sakinlerinin sorunlarını çözümlemek için çaba gösterir,
genç kızları ve kadınları korur, delikanlıların kötü alışkanlıklar
edinmelerini, yanlış davranışlarda bulunmalarını önlemeye çalışırlardı.
Esnaflık yapanları da vardı. Kabadayılar, mahallenin
önde gelen, hatırlı kişileri tarafından da korunup kullanırlardı. Çoğu hiç
silah taşımaz, gerektiğinde yumrukları ya da “Osmanlı tokatlan” ile
döğüşürlerdi.
Osmanlı’da kabadayılık ve külhanbeylik, efendi kabadayılar,
tulumbacı kabadayılar ve külhanbeyler olarak sınıflandırılmıştır. Bu kişiler
efendidirler ve kendilerine göre uydukları örf adetleri vardır. Giyinişleri ile
normal bir kimseden farkları olmayıp, silahlarını gizlemek için pardösüsüz
gezmezlerdi. Zayıf ve ahlaklı kimseleri korurlar, aksi yönde olanları ise ilk
fırsatta yok ederlerdi. Topkapı, Mevlanakapı ve Çeşme meydanı meşhur
kabadayıların mekanı idi. Tulumbacı kabadayılar yalnız yangınlarda
görünürlerdi. Çatışmaları ise tamamen takımları arası rekabetten ileri
gitmezdi. Bunların arasında bir de Rum kabadayıları vardı ki, kasa hırsızlığı
yaparlardı.
Külhanbeylik ise ilk olarak Gedikpaşa hamamında
türemiştir. İşsiz takımı bu hamamda zorla gecelerler, üstelik rahat durmaz,
müşterilerin yükte hafif pahada ağır eşyalarını da çalarlardı. Eşyası çalınan
kişi şikayet ettiğinde de “hamama girerken sende böyle bir şey yoktu” derler
bir de temiz bir dayak atarlardı. Zamanla şehre yayılan ve daha ziyade
soyguncu olan bu tiptekileri ise kabadayılar asla yanlarına yakıştırmazlardı.
Külhanbeylerinin geneli, polisle aralarını iyi tutar, menfaatleri icabı
kendileri gibileriyle dalaşırlardı.
Kabadayıların en meşhur simaları Kadırgalı Kör Emin:
Galata gümrüğünde görevliyken, görevinden alınmış ve kendini iyice bu hayata
vermiştir. Beyoğlu muhitine nam salan Kadırgalı Kör Emin, zamanın meşhur
hırsızlarından Panani’yi bir bıçak darbesi ile solak etmiştir. Haddehaneli Arap
Hulusi’yi arkadaşının yanında, içki masasında tokatlayarak ağlatmış ve yine bu
kişi tarafından o gece başka bir mekânda tabanca ile vurulmuştur. Ölürken de
kendisi vuranın ismini isteyen polise “sağ kalırsam tahkikatı ben yaparım”
demiştir. Kavanoz Mehmed: Eyüplüdür, kavgalarda karşı taraftan gelen
sandalyeleri ustalıkla kapıp karşı tarafa iade etmesi ile meşhurdur.
Çerkez Arif: Trabzonlu Hasan Kaptanın oğludur. İyi nişancı olup, tokatının
önünde kimse duramazdı. Fehim Paşa’nın baş silahşörü olmakla beraber, Çerkez
Arif’in tam olarak ne işle meşgul olduğunu kimse bilmezdi. Küçüksu çayırında
bir köşkte otururdu. Yine bir kabadayı olan Matlı Mustafa tarafından vurularak
öldürülmüştür.
Ziya: Çerkez Arif’in kardeşidir. Abisini öldüren Matlı Mustafa’dan
intikamını almış, Sinop hapishanesinde bir müddet kalmıştır. Ziya, siyasi
entrikalara karışmış bir kabadayıydı. Sadrazam Mahmut Şevket Paşayı kurşunlayanlardan
biri de Ziyadır ve bu suçundan dolayı idam edilmiştir.
Laf Tufan: Aslen Rizeli olduğu halde memleketinde ona Kürt Tufan
derlerdi. İstanbul’da çok sayıda öldürme olayına karışmıştır. Sinop’ta
jandarmalar tarafından öldürüldü. Tıflıbozzade Kahraman: Sultan Abdulhamid
devrinin sonlarında “On İkiler” diye maruf Aksaray kabadayılarının reisidir.
Arap Abdullah: Süleymaniye Sancağından olup aslen Kürt’tür ancak ona
esmerliğinden dolayı Arap Abdullah denilmiştir. Kabadayılar arasında “Abu”
diye anılan Arap Abdullah’ın Kamil adında bir de ağabeyi vardı. Babaları
onları okumaları için İstanbul’a göndermiş Kamil okuyup Beyrut Gümrük Nazırı
olmuş ancak Arap Abdullah kabadayı olup çıkmıştır.
Eskiden her mahallenin bir kabadayısı vardı. Kimilerine
göre Tophane saldırısının bir sebebi de mahallenin bu adabının bozulmasıydı.
İşte yiğit kabadayıların yerini devletle kol kola girmiş mafya babalarına bırakmasının
öyküsü...
Racona uymayan düelloya Haklarım gözettikleri mahalle
sakinleri ile iyi geçinirlerdi. Polisle başları sürekli dertteydi, ancak
polisle ilişkileri her iki tarafın çıkarlarına uygundu. Kabadayı semtin
içişlerini kendi usullerine göre yönetmekte serbestti, karşılığında ağır
suçlarda polise yardım etmekle yükümlüydü. Cezaevi onlar için yeraltı hayatının
kurallarım öğrendikleri bir okuldu, ne kadar yatarlarsa o kadar itibar
görürlerdi. Çoğu iyi içer ama kontrolünü kaybetmezdi. Gece hayatında şehrin
ünlü “yosma”larıyla takılırlardı. Aralarında bir anlaşmazlık olduğunda racon
keserlerdi, yani kendilerinden yaşlı ve bilge bir kabadayı her ikisini de
dinler, kimin haklı olduğuna karar verirdi, genelde karara kimse itiraz
etmezdi, ancak eğer ederlerse tek seçenek vardı: Düello. Bir kabadayı için en
kötü şey ise “madara” olması, yani itibarım kaybetmesiydi.
O devirlerde külhanbeyler makbul sayılmazdı, hatta
kabadayılar birini küçültmek isterlerse “külhanbeyi” derlerdi. Sermet Muhtar
Alus “30 Sene Evvel İstanbul” kitabında tulumbacıların kendilerine has
kıyafetleri, argoları ve tavırları olduğunu yazıyor: “Sıfır kalıp, dar Beyoğlu,
vişne çürüğü fes. Tepede ve yanlarda perçemler. Yakası büzme, omuzdan ilikli
mintan. Kısa, dar ceket. Yenlerin içlerinde mor kadife. Yün kuşak. Bol
pantolon. Yumurta ökçe ayakkabı yahut şıpıdık. Omuza asılmış saldırma veya
belde kama. Ara sıra notasız bir sesle veyahut ıslıkla bir türkü ara nağmesi
mırıldanmak. Sık sık, sol kolunu kıvırıp arkasından fıskiye gibi tükürüş.
İstanbul’un en eski kabadayıları
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yönetimin sert uygulamalarından
kabadayılar da etkilendiler ve 1940’lara dek sesleri çıkmadı. Ancak 50’lerde
yine özellikle İstanbul’da adları duyulmaya başlandı. Eski Emniyet Müdürü Erdoğan
Ahveren, 1950’lerdeki kabadayıları şöyle hatırlıyor: “Şişli’de meydana bakan
bir apartmanın kapısında kahve ocağı işleten ‘apartman’ Mustafa, Kürt îdris,
Kurtuluş’ta kahvehanesi olan Tatavlalı Niko, Kasımpaşah Ahmet ve
Vezneciler’de kahvehane işleten Arap Nasri gibi şahıslardı. Terlikçi Ahmet’in
Meyhanesi de bu kabadayıların toplanıp içki içtiği yer idi.”
İstanbul’un ilk “baba”sı Ateşli silahlar yeraltı dünyasını
kaçınılmaz olarak değiştirdi ve kabadayı, “baba”ya dönüşmeye başladı. Ancak
elbette bu geçiş hemen olmadı. “Babalar Senfonisi” kitabının yazarı gazeteci
Engin Bilginer’in “İstanbul’un ilk babası” dediği Oflu Hasan, 50’li yılların en
güçlü kabadayılarından idi. 1950’lerde Tophaneli Araplar ile Galatah Lazlar
arasında, çok ölü ve yaralıya mal olan çete savaşında racon kesmiş ve anlaşmazlığı
bitirmişti. 1968’de ölen Oflu Hasanın cenaze töreninde 20’ye yakın Emniyet
müdürü, 50 polis şefi, CHP’li Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner ve devrin
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın oğlu Kaya Sunay’ın gönderdiği çelenk vardı. Kent
şövalyeliği yerini ülke çapında yöneticilerle bağlantı içerisinde olan “baba”
figürüne bırakıyordu.
Adı ve Soyadı: Alaattin Çakıcı
Baba Adı: Ali
Anne Adı: Şakire
Doğum Tarihi: 20.01.1953
Doğum Yeri: Trabzon
Nüfusa Kayıtlı Olduğu Yer:
Mahalle/Köy: Trabzon-Arsin
Fındıklı Köyü
Cilt No: 011/04
Sayfa No: 2
Kütük No: 57
Alaattin Çakıcının babası Ali Çakıcı. Zonguldak’ta
gurbetçi olarak çalışırken, birini vurup, cezasını yatıp çıktıktan sonra, kan
davası güden basımlarından birini Trabzon şehir meydanında yaralayınca ailesini
toplayıp 1957 yılında İstanbul’a göçtü.
Ali Çakıcı da bileğine kuvvetli, gözü kara biri olarak
ün yapmıştı... Dönemin ünlü kabadayıları arasında onun da adı ilk sıralarda
geçiyordu...
Alaattin Çakıcı, henüz 4 yaşındaydı. Gültepe’de bir
kahvehane açan Ali Çakıcı’nın adı, Gültepe’de Kürt Hasan olarak bilinen Ali
Bozdoğan, Kağıthane’de Tahsin Çakıroğlu nam kabadayılarla birlikte anılırdı.
Ali Çakıcının en sevdiği varlık ise, onca çoluk çocuk
arasında en fazla yaramaz Alaattin idi... Alaattin, daha ilkokul sıralarında
ikide bir kavga çıkartması, kendisinden yaşça büyüklerle bile döğüşmekten
çekinmemesiyle yakınlarına, öğretmenlerine illallah dedirtmiş, bu yüzden bir
iki kez okul değiştirmek zorunda kalmıştı... Küçük Alaattinin bir özelliği ise,
kavgacılığı kadar zeki, akıllı ve de soğukkanlı oluşuydu...
Alaattin Çakıcının yaşı 16-17’ye geldiğinde, onu Gültepe
semtinde hemen hemen büyük küçük herkes tanıyordu...
Alaattin’in yaramazlıkları askerdeyken de sürüp gitti.
Bu nedenle vatani görevlerini yurdun çeşitli yörelerinde yapmak mecburiyetinde
kaldı. Zira her vukuatının ardından bir başka yere sürgüne gönderilip durdu.
Gittiği yerlerden biri de sınır ilimiz Edirne idi. İlginç bir raslantı
Alaattin Edirne’de askerlik görevini ifa ederken babası Ali Çakıcı’da, bir
cinayeti azmettirme suçundan dolayı Edirne Kapalı Cezaevinde yatmaktaydı. O
sıralarda mahkûmlardan biri, Ali Çakıcıyı bilinmeyen bir nedenden dolayı şişle
hafif yaraladı. Mehmet adındaki mahkûmun bu eyleminden dolayı aldığı karşılık
olağanüstü ağır oldu. Edirne Canavarı Mehmet diye anılan mahkûm, Alt
Çakıcının tayfası olduğu öne sürülen
Hızır adlı biri tarafından cezaevinde kıstırıldı ve
iki bacağı birden kırıldı!..
Alaattin Çakıcının askerden tezkere alması, İstanbul
Gültepe’de bir “Kahvehane” işletmeye başlaması, ülkücülüğü benimseyerek Ülkü
Ocakları ile haşır neşir olmaya başlaması, 12 Eylül 1980’in hemen öncesi
yıllara rastlar. O dönemde, tüm yurt sağ-sol diye iki zıt kampa bölünmüş,
birbiriyle kıyasıya çatışmaktadır. Çakıcı, sağ cenahta, Ülkücüler’in saflarına
mevzilenmiştir ve çıkan çatışmaların hemen hepsinde “önemli işler” yapmaktadır.
Ve kısa sürede Gültepe semtinin büyük kesiminde sadece Ülkücüler’in borusu öter
duruma gelmiştir.
Alaattin Çakıcının geniş ailesinde zaten Ülkücü olmayan
hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle “Çakıcı Ailesi” tüm fertleriyle birlikte
sol militanların boy hedefleri haline geldi... Nitekim, Alaattin’in amcasının
oğlu Necati Çakıcı Gültepe’deki dükkânında TÎKKO mensubu solcu militanlar
tarafından katledildi. Tarih, 18 Eylül 1978’i gösteriyordu... TÎK-KO
militanları, aynı tarihte işi daha azıtarak Çakıcının çok sevdiği küçük kardeşi
Gamzeyi bile vurup üzerine benzin dökerek yakmak istediler. Ama, bir mucize
eseri küçük Gamze bu olaydan hafif yarayla kurtuldu... Ancak, solcuların Çakıcı
ve ailesi efradına karşı giriştikleri saldırıların ardı arkası bir türlü
kesilmedi. Evler, iş yerleri kurşunlandı, bombalandı...
Alaatin Çakıcı yıllar sonra verdiği bir röportajda; 28 yaşındaki amcaoğlum Necati’yi
Gültepe’de ki dükkânında solcular öldürdüler. Günlerden 18 Eylül 1978’di. Aynı
gün kızkardeşim Gamzeyi kurşunlayıp, üzerine benzin dökerek yakmak istediler,
şans eseri ölümden döndü. 1979’da Şişli’de bana 5 kurşun sıktılar, zor
kurtuldum. Mayıs 1980’de yine solcular babamı öldürdüler. Benim gibi delikanlı
olan, ikide bir cezaevine düşen babamın ölümü beni çok yıktı. Sonra, bu
dünyanın içinde yoğrulmaya başladım. Ülkücülerin Şişli bölgesi sorumlusu olduğum
iddiasıyla sık sık gözaltına alındım. Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim
ki, esrar, eroin gibi uyuşturucu işlerine hiçbir zaman bulaşmadım. Çünkü bu
iş, p...likle, vatan hainliğiyle eşdeğerdir benim için. Ermeniler yönetir. Bu
işlere bulaşmadan adımı duyurduğum için düşmanlarım çoğaldı. Ölümden korkmak
imansızlıktır. Ben imansız olmadığım için ölümden korkmuyorum.
Ali Çakıcı nın tek kurşunla öldürülmesinin Alaattin
Çakıcı üzerinde etkisi büyük olmuştur. Bu olaydan sonra Dev-Sol lideri Dursun
Karataş ve İbrahim Bingöl’e karşı kin besledi.
Mitte çalışmaya başladığı yıllarda yurtdışı operasyonlarına
katıldı. Mit’çi Ataç yaptığı bir röportajda Çakıcı Dursun Karataş operasyonunu
anlattı;
MÎT’in DHKP/C lideri Dursun Karataş ‘a yönelik
operasyonunda Çakıcı görev aldı mı?
ATAÇ - MIT’in Karataş’a yönelik bir operasyonu olmadı.
Karataş’ın bugüne dek neden yakalanmadığını ve operasyon yapılmadığını anlamış
değilim zaten. Çakıcı geldi. "Dursun Karataş benim kişisel hedefim, sizden
sadece bilgi istiyorum” dedi. Talebi kabul edildi. Sönmez Koksal’ m bilgisi
dahilinde Karataş’ın peşine gitti.
Belkide babasının intikamını alacaktı. Alaattin Çakıcı,
1994 sonlarında “DHKP-C önderi Dursun Karataş’ın yerini tesbit etmek...
mümkünse öldürmek” için alarak Hollanda’ya gitti.
12 Eylül darbesi sonrasında açılan MHP ve ülkücü
kuruluşlar davasında yargılandı ve 41 kişinin ölümünden sorumlu tutuldu.
1982 yılında tahliye olunca etrafına topladığı arkadaşlarıyla
önce “kumar borcu tahsilatın” girişen Çakıcı, sonrasında işadamlarından haraç
almaya başladı.
1984 yılında senet tahsilatı işleriyle uğraştı. Bu
faaliyetleri nedeniyle yavaş yavaş tanınmaya başlandı. Senet tahsilatı
çalışmaları sırasında ülkücülüğünü öne çıkarması sebebiyle ‘ülkücü mafya’
kavramının yerleşmesine neden oldu. İmzası ise belden aşağı sıkılan kurşundu.
Ancak Asıl şöhretini gece alemlerinde kazandı. Medyatik
eylemler yaptı. Gece klüplerine 10-15 kişi olarak gidiyor, 4-5 masa birden
işgal ediyordu.
Bazen masanın yerini beğenmeyip hır çıkaran, bazen de
istediği şarkının söylenmemesine kızan Çakıcı, adamlarına verdiği talimatla
eğlence yerini dağıttırıyordu. Elbette asıl amacı eğlence yerinin haracını
almaktı. Nitekim 1983 yılında Golden Key adlı eğlence yerinin sahibinden haraç
isteyen Çakıcı, sahnedeki şarkıcının sözlerine sinirlenip mekanı
dağıttırmıştı. Sahnede bulunan sanatçı Kadir Soyer, Benim için önce Allah
peygamber ve karım gelir” deyince sinirlenen Çakıcı, gayri meşru bir çocuğu
olduğunu bildiği türkücü Gönül Önerin Allah ve Peygamberle bir tutulmasına çok
kızmıştı. Kendisi Golden Key’in sahibi Aydın Sayağ’ı döverken adamları mekanı
dağıtmıştı.
— Duydun mu, dün gece Şişlideki bir gece kulübünde
şarkıcının teki Alaattin’e yamuk yapmış...
— Eee, sonra?
— Sonrası var mı? Çakıcı hemen Beykoz’u çakmış yanındakilere,
“Çizin şunu!” diye...
— Sonra?
— Ne sonrası?.. Şarkıcı şimdi hastanede... Traş olurken yüzümü
kestim diye gitmiş...
Bir başkası:
— Kulüp sahibi Çakıcıyı “Benden haraç istiyor!” diye
savcılığa şikâyet etmiş...
— Sonra?
— Sonra ne olacak, tabii ki şikâyetini kanıtlayacak bir şey
gösterememiş ve en sonunda kuzu kuzu götürüp vermiş istenileni!
Ve bir başkası:
— Biliyor musun dün gece gittiğim barda ne oldu?
— Ne oldu?
— Çakıcı ile adamları geldiler...
— Eee?
— Çakıcı, “Çırpınırdı Karadeniz’i istedi... Ama barda
bunu çalıp söyleyecek birileri yoktu... O zaman da Çakıcı bir başka parçayı
istedi çalınması için disjokeyden... Ama üstüste beş kez çalınmasını istedi...
Disjokey de çalamam efendim dedi..
— Sonra?
— Çakıcının istediği parça ûstüste beş kez çalındı... Disjokey
ise hastanede... Sanırım, iyileşmesi için bir hafta filan orda kalması
gerekiyormuş... Adam, korkudan kimseden şikâyetçi olmamış, çok sarhoştum,
merdivenlerden yuvarlandım demiş...
Çakıcı hakkında öne sürülen iddiaların ardı arkası
kesilmiyor, bunlara her gün bir yenisi ya söylenti ya da düpedüz gazete haberi
olarak ekleniyordu...
Adı “Hayali İhracatçıların Babası” na çıkmış olan
Turan Çevik’i haraca bağladığı, Nükhet Durunun eski sevgilisinin dükkânım
kurşunlattığı, o zamanki FB yöneticisi Vefa Küçük’ün yazıhanesini bastığı,
Ankara’da Türkeş’in aleyhinde konuşmaya yeltenen bir ünlü kabadayının
kafasından aşağı bir bardak rakıyı boca ettiği bunlar arasındaydı...
İhracatta vergi iadesi adı altında yüzde 40’a kadar varan
ödemeler yapan devleti soyan hayali ihracatçılardan haracını tahsil eden
Alaattin Çakıcı, bunların arasmdakilerin en ünlüsü olan Turan Çevik’ten de
payım almıştı. Çevik’ten her ay 10 milyon lira alan Çakıcı toplam 160 milyon
lira tahsil etmişti.
Çakıcı, Kulüp 85, Elma Kabare, Maksim gibi eğlence
yerlerinde kazandığı ülkücü mafya namını başkent Ankara’da sürdürme
niyetindeydi. Haydar Koç, Kürt İdris ve İnci Baba gibi kişiler ise, Ankara’da
etkinlik kazanmaya başlayan Alaattin Çakıcı’nın faaliyetlerini yakından
izliyorlardı. Ancak o dönemde yapacakları çok fazla bir şeyleri yoktu. Çünkü
Çakıcı MIT ile irtibatlanmıştı.
Yeraltı dünyasının ünlüleriyle zaman zaman kapışan
Alaattin Çakıcı, asıl gücünü MIT ile ilişkileri sayesinde sağladı. Türkiye’nin
Dev-Sol ve PKK terör örgütleriyle mücadele ettiği dönemde, 1986 yılında, MIT Müsteşar
Yardımcılığına getirilen Hiram Abbas’ın daha sonra Kontreterör Dairesi olan
Güvenlik Daire Başkanlığını kurması, Alaattin Çakıcı’nın hayatını da yakından
etkileyecekti.
Alaattin Çakıcı tekrar gece hayatında boy göstermeye
başladı. Kendine ayrılan masayı beğenmediğinden dolayı Çubuklu 29’un sahibi
Metin Fadıllıoğlu’nu yere yatırdıktan sonra üzerine kovayla su döktüğü
nedeniyle ifade verdi. 1990 yılında ise adamlarıyla gittiği Kabarede olay
çıkarıp, arkasında darmadağın bir eğlence mekanı ve kapıda bir kurşun
deliğiyle iki boş kovan bıraktı. 1990 yılının Ekim ayında Muazzez Abacının
sahne aldığı Maksim Gazinosunda “Gala” gecesinde havaya ateş etmekten
yakalandı. Ortaköy Memo’s ta bir kişinin yaralanması nedeniyle tutuklandı.
ÇAKICI
İLGİNÇ BİR EVLİLİK YAPIYOR
/% rtık babalar âleminde nâmı iyiden iyiye \
yürümüş olan Alaattin Çakıcı ile zamanm en ünlü babası Dündar Kılıç’ın arası,
elbette ki rekabet, sen ben çekişmesi gibi nedenlerle adamakıllı açıldı.
Çakıcıya göre Kılıç ununu elemiş, eleğini duvara asmıştı, artık onun modası
geçmişti... Üstelik ikisinin de zihniyeti, dünya görüşleri birbirleri ile
taban tabana zıttı. Dündar Kılıç sosyal demokrat denilebilecek bir kafa
yapısına sahipken Alaattin Çakıcı sıkı bir sağcı, dahası ülkücü idi... Çakıcı-Kıhç
kapışması giderek büyüdü ve gazete sayfalarına yansıdı... Dündar, Alaattin
için “Saygısız!” derken, Alaattin de onun için “Demode... Eskiye rağbet
olsaydı bit pazarına nur yağardı” diyordu... Çakıcı kendisine artık adamakıllı
güveniyor, adının etrafa korku saldığım bile bile pervasız adımlar atıyordu...
Çakıcının böyle davranmasının bir nedeni de “MIT ile
mevcut ilişkileri” şeklinde yorumlanıyordu... Yoğun söylentilere göre, Çakıcı
birçok konuda “MİTin bir adamı gibi” hareket ediyordu. Onun bu kuruluş ile
ilişkisi olduğu yolunda gerçekten birçok kuvvetli emare, hatta kanıt da yok
değildi. Nitekim o dönemlerde bir MIT elemanı olduğu bilinen eski BJK Başkam
Süleyman Seba nm başkan seçildiği kongrelerden birinde güvenliği Alaattin Çakıcı
ve adamlarının sağladığım bilmeyen kalmamıştı... Bu arada ünlü MIT
mensuplarından bazı isimler, onunla birlikte anılır olmuşlardı...
1991 yılma gelindiğinde “Ülkücü Mafya Babası” şeklinde
adı herkesçe bilinen Çakıcının özel yaşamında önemli bir değişiklik oldu... Bu
tarihte Çakıcı; Berül, Eylül ve Afi adlı çocuklarının annesi Gönül Hanım’dan
boşandı...
Bu boşanmaya neden olarak yakın çevresi Çakıcı’nın
Dündar Kılıç’ın kızı Uğura olan ilgisi gösterildi.
Uğur, 10 yıl önce evlendiği Uğur (O da aynı adı taşıyordu)
Özbizerdik’ten boşandı. Zaten, Özbizerdik, bir uyuşturucu davasından o sırada
Ispanya’da hapis yatmaktaydı...
Çakıcı ile en büyük rakibi Dündar Kılıç’ın kızı Uğur
arasındaki duygusal yakınlaşma Dündar’ın hiç hoşuna gitmedi. Ve ömrü boyunca
bunu hiç onaylamadı... Buna rağmen 1991 yılının Mayıs ayının ortalarında
Alaattin Çakıcı ve Uğur Kılıç baba ata memleketleri Trabzon’a gittiler. 20
Mayıs 1991 tarihi ise, Trabzon’da Alaattin Uğur çiftinin nikâhlandıklan tarih
oldu, ikisi de ikinci evliliklerini yapmışlardı. Genç evlilerin toplam beş çocuğu
vardı. Zira, Uğurun ilk evliliğinden bir kızı, bir de oğlu bulunuyordu...
1991 yılının Ağustos ayında Yeniköy ‘deki Sabancı
Korusu içindeki Şemsa’ya gidip, Ali Şen’in oğlu Adnan Şen’in de bulunduğu gruba
masadan kalkmalarını söyledi ve grubun direnmesi üzerine Adnan Şen, bunun bedelini
dayak yiyerek ödedi. Araya Sakıp Sabancının Turgut Özal’ı sokmasıyla iki taraf
barıştırıldı.
1994 yılında Mehmet Eymür MIT’te tekrar göreve
başladı. Bu dönemde MIT içerisinde bir güç savaşı oluştu ve savaşta Çakıcı,
Yavuz Ataç’ın tarafında yer aldı. Ayrıca Çakıcı, Erol Evcil’in Türk Ticaret
Bankasını almak istiyordu ama bu girişimin Mehmet Eymür’ün yakın arkadaşı Adil
Ongen tarafında engellendiğini düşünmesi sebebiyle Eymür ile arası açılıyordu.
Bu ortam Alaattin Çakıcı ve Yavuz Ataç’ın beraber hareket etmeye başlamalarına
neden olmuştu.
Yavuz Ataç yıllar sonra Ecevit Kılıç ile yaptığı röportajda
Çakıcıyı anlatıyordu; -MIT’teki ilk göreviniz neydi?
ATAÇ - Yurdışındaki terör örgütü liderlerinden birine
yönelik bir operasyondu.
-
Çakıcının yer aldığı operasyon mu?
-
Evet. Ekibin başında ben vardım. Ekipte Çakıcı ve
birkaç adamı da vardı.
-
Ekibe Çakıcıyı siz mi aldınız?
ATAÇ - Ekibi teşkilat belirlemişti. Bana "Bu
adamlarla çalışacaksın” denildi. Sonra operasyon için Çakıcıyı geniş kapsamlı
bir eğitime aldık. MÎTin tesislerinde yatırdık. Sonra hedefin olduğu ülkeye
gittik. İkimizde de sahte pasaport vardı. Çakıcıyla ilişkimiz bu vesileyle
başladı.
- Operasyon nasıl sonuçlandı?
ATAÇ - O ülkenin güvenlik güçlerine operasyonla ilgili
ihbarda bulunulmuştu. Geri geldik. Çakıcı ilk kez bu operasyonla yurtdışına
çıktı.
Mit Çakıcı ve Çatlı gibi mazisi karışık gözü pek bu
ülke için gerekirse canını verecek şahısları, operasyonlarda görev vermiştir.
Medya ve gazeteler de Mit kullanmıştır ifadesi geçmektedir.
Mit bu ülkenin istihbarat servisi değilmi ? Mit’te çalışan isimler kullanılmış
mı oluyor? Bir çok yabancı ülkenin servis elemanları kahraman gibi halka lans
edilirken filimler çekilirken biz hala Mit kullanmıştır diyoruz.
Alaattin Çakıcı bu tarihten sonra Emlakbank Genel
Müdürü Engin Civanın, işadamı Selim Edes’den aldığı rüşveti geri ödememesi
üzerine paranın tahsilatı için Ozal ailesinin, Çakıcının eşi Uğur Kılıç’tan
ricasıyla Çakıcı görevlendirilmişti. Civan, ödeme yapmayı kabul etmemesi
üzerine 19 Eylül 1994 tarihinde Fulya civarında 4 kurşunla vuruldu. Dündar
Kılıç savcılıkta aradaki hatılı kişinin Semra Ozal olduğunu söyledi ancak ilk
başta Uğur Kılıç Ozal ailesini korumak amacıyla bunu inkar etti ancak daha
sonra o da bunu doğruladı.
Çakıcının Hınçal Uluç’u ayağından vurması
Uğur Kılıç, 4 Şubat 1994 ‘te Nokta dergisinde kendisi
için ‘çapkın’ nitelemesi yapan gazeteci Ayşe Önal’ı vurma girişimi sonuçsuz
kalmıştı, düzenletti. Çakıcı Türkiye’deki işlerini telefonla idare ediyordu.
Eşinin Ayşe Onal’a silah çekmesini eleştiren Hıncal Uluç’un yazısını da hemen
öğrendi. Uluç, 7 Mart 1994’te iki bacağından vuruldu. İbrahim Türk adlı
saldırgan, tetiğe basarken bağırdı: “Bu kurşunlar Alaattin abimin hediyesi.’
Dündar Kılıç’ın kızı Uğur Kılıç,
Uludağ’da uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü
Zaten Çakıcı, ertesi gün telefonla gazetelere demeç
verdi:“Hıncal Uluç’u ben vurdurdum.” Ve tabii yine yakalanamadı...
Uğur, başlangıçta Ozal ailesinden sözetmedi. Sonra
fikir değiştirdi. “Hatırlı kişinin” Ozallar’dan olduğunu açıkladı. Bu açıklama
eşiyle ilişkisinin bozulmasına neden oldu ve ayrıldılar.
Çakıcı çifti bir ay sonra tek celsede boşandı.
İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki celsede sadece tarafların avukatları
hazır bulundu. Çakıcı’nın avukatı, müvekkilinin Uğur Çakıcının kendi soyadını
kullanmasına izin vermediği söyledi. Her iki tarafın da birbirinden nafaka ve
tazminat talebi olmadı. 1991’de ilk eşi Gönül Çakıcı’dan boşanan Alaattin
Çakıcının, ikinci evliliği de böylece sona erdi.
Tatil yapmak amacıyla çocuklarıyla birlikte helikopterle
Uludağ’a gelen Kılıç’ın kaldığı Kervansaray Otele girerken vuruldu. Kılıç’ı
vuran Abdurrahman Keskin isimli şahısın ise gizlendiği Bursa Büyük Otel’ de ele
geçirildi. Katil Keskin, yakalandıktan sonraki ilk ifadesinde cinayeti namus
meselesi yüzünden işlediğini söyledi.
Uğur Kılıç’ın öldürülmesinden sonra akşam saatlerinde
Kanal 6’yı telefonla arayan Alaattin Çakıcı ise, “Hangi erkek, karısını bir
başka erkekle paylaşır” diyerek tehditler savurdu. Eski eşi Uğur Kılıç’ın
İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Çağlar ile ilişkisi olduğunu iddia
eden ve buna dayanak olarak Ahmet Hamoğlu ile yaptığı telefon konuşmasını
dinleten Çakıcı, “Bugün vurulan Uğur Kılıç’la ilgili 47 gün önce, ‘Mutlaka
vurulacak’ diye açıklama yapmıştım. Ben dünyada iki şeye aşığım. Biri devletim,
öbürü namusumdur. Devleti ve namusu için ölmeyi bilmeyenin yaşamaya Hakkı
yoktur. Bu ölçü, Türk insanının ölçüsüdür. Dündar Kılıç denen, anası karısı
eskimiş, Gregoryan patriği 7 gün ile 7 ay arasında mutlaka vurulacaktır. Mehmet
Çağlar ise, devlete saygım olduğu için polislikten ayrılınca vurulacak. Bir
eksik etek için devletin namusunu ayaklar altına alan Mehmet Çağlar hakkında
kanuni işlem yapılmasını üst makamlardan rica ediyorum. Şehit kanı üzerine
kurulmuş şerefli polis teşkilatı üyelerine soruyorum. Hangi erkek karısını bir
başka erkekle paylaşır” diyordu
FİRAR
A ürkiye, Uğur Kılıç’ın
öldürülmesinin ar
dından , hakkında “cinayeti azmettirmekten” dava
açılan ve Interpol tarafından tüm dünyada “kırmızı bültenle” aranan Alaattin
Çakıcının Amerika’da olduğu iddiaları ortaya atıldı. Uğur Kılıç’ın da,
öldürülmeden önce Çakıcı’nın Amerika’da yaşadığını ve bu yüzden 400 milyon
liralık telefon faturası ödediğini söylediği de biliniyordu. Basında çıkan son
haberlere göre Çakıcı’nın Amerika’nın Florida eyaletinde yaşadığı lüks villa,
‘hayali ihracat’ suçundan yargılanan Uğur Süzer tarafından kendisine tahsis
edilmişti. Hatta Çakıcı, Amerika yapılan 1994 Dünya Kupası sırasında orada görülmüştü.
İddaya göre, maçları izlemek için Amerika’ya giden Hıncal Uluç’un yanma yemek
yerken sakallı, gözlüklü, bermuda şortlu, Hawai gömlekli, beyzbol şapkalı bir
kişi gelmiş ve ayağındaki yarayı sormuştu. Uluç’un, “Mesleğin bir cilvesi.
Unuttum bile” cevabından sonra uzaklaşan kişinin Çakıcı olduğunu ise, Erman
Toroğlu açıklıyordu. Toroğlu’na bu bilgiyi veren kişiyse, Çakıcının kardeşi
Gencay Çakıcı idi.
ÇAKICI YAKALANDI
ürkiye’nin înterpol’den kırmızı
bültenle yakalanmasını istediği Alaattin Çakıcı, Fransanın Nice Kentinde
kumarhaneleriyle ünlü
en büyük oteli Negresco’da yakalandı.
MÎT ve Emniyet Genel Müdürlüğü, Bulgaristan’da
yakalanan ülkücü mafya babası Kürşat Yılmaz’m ardından, dün kırmızı bültenle
aranan Alaattin Çakıcıyı da benzer bir operasyonla Fransa’da yakaladı. Fransız
polisi ile ortak gerçekleştirilen operasyonda Çakıcı ile birlikte baş fedaisi
Muradi Güler de, 7.65 çapında bir tabancayla ele geçti. Çakıcı yakalandığında
yanında ünlü modacı Canan Yakanın şarkıcı Selçuk Ural’dan olan kızı Aslı Ural
bulunuyordu.
ADIM ADIM OPERASYON
Çakıcı’nın Türkiye’de temasta olduğu kişilerin cep
telefonlarını dinleyen MÎT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sadece bu konu için
oluşturduğu özel ekipte dört gün önce alarm verildi, istihbarat önce Çakıcının
sevgilisi Aslı Ural ile birlikte Fransa’nın Akdeniz
kıyısındaki Nice Kenti’nde bulunduğunu belirledi. Gelen ikinci bilgi MIT ve
Emniyet’i yeniden hareketlendirdi. İstanbul’daki bir adamıyla cep telefonundan
konuşan Çakıcının bu kişiyle Fransa’da buluşacağı anlaşıldı. Ancak kısa süre
sonra Çakıcı hedef şaşırtmak için buluşma yeri olarak Almanya, İspanya ve
Fransa’yı gösterdi.
ÜÇ TİM YOLA ÇIKTI
Bu bilgi üzerine üç tim, bu üç ülkeye gönderildi. Çakıcı’nın
Şaban isimli adamı ilk olarak Almanya’ya gitti. Çakıcı’nm bu adamım, yakın
koruması Muradi Güler’in Alman asıllı karısıBerdra Güler karşıladı. Şaban ile
bir süre görüşen Berdra Güler daha sonra tek başına Fransa’ya döndü. Bu arada
Alman polisi de takibe yardımcı oldu. Çakıcı ise adamına “Fransa’ya gel”
talimatım iletmesi üzerine tim alarma geçti.
Adım adım izlenen Çakıcı nın yakın adamı önce Bordeauxya
gitti. Nice’e geldiğinde bir süre çeşitli restoranları dolaştı ama beklenen
buluşma gerçekleşmedi. Bir süre sonra adamının izlenmediğinden emin olan
Çakıcı, beklenen buluşma için Nice’de kumarhaneleriyle ünlü en büyük oteli
Negresco’da randevu verdi. Türk istihbarat birimleri oteli ablukaya aldı.
ÖNCE TANIMADILAR
Şaban isimli kuryenin burada iki kişiyle buluştuğunu
belirleyen dedektifler saç biçimini değiştiren Çakıcıyı önce tanıyamadılar.
Ancak görevliler Çakıcı nın alnın sağ tarafındaki yara izini görünce ve
yanındaki Aslı Ural’ı tanıyınca, aylardır temasta oldukları Fransız polisine
haber verilerek operasyon için düğmeye basıldı. Fransız polisi de dün saat
15.00 civarında Çakıcı, Güler, Ural ve ismi gizlenen adamını kıskıvrak
yakaladı. Operasyonda karısı Berdra ile yakalanan Muradi Güler’in üzerinden de
bir tabanca çıktı.
DİPLOMATİK PASAPORT
Çakıcı nın üzerinde 17 bin mark ve Nedim Acar adına
düzelenmiş kırmızı pasaport bulundu. Çakıcı diplomatik dokunulmazlık sağlayan
pasaportu ileri sürerek bırakılmasını istedi, ancak, Fransız polisi, Çakıcıyı
Kırmızı Bülten’deki parmak izini karşılaştırarak gerçek kimliğini kanıtladı ve
tutukladı. Türkiyenin Paris Büyükelçiliği ise haberi alır almaz, Adalet
Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda, Fransız makamlarına
Çakıcı’nın serbest bırakılmaması için talepte bulundu. Sadece Cumhurbaşkanları,
Başbakan, bakanlar, büyükelçiler ve konsoloslara verilen kırmızı pasaportun
Dışişleri Bakanlığı tarafından verilebildiğini hatırlatan üst düzey bir emniyet
yetkilisi, “Pasaportun soruşturmasını Dışişleri Bakanlığı yapacak” dedi.
SIRA İADE OPERASYONUNDA
Türk Emniyet’i ve Interpol Çakıcı nın yakalandığını
Adalet Bakanlığına da bildirdi. Adalet Bakanı Hasan
Denizkurdu’nun talimatı ile Dış İlişkiler ve
Uluslararası Hukuk Genel Müdürlüğü, anında iade operasyonunun düğmesine bastı.
Çakıcı’nın iade işlemleri için harekete geçildiği ve dosyanın Fransız Adalet
Bakanlığı’na iletileceği öğrenildi.
İade talebinin Fransız makamlarına ulaştırılmasından
sonra Çakıcı, bu ülkede mahkemeye çıkarılacak. Bu aşamada Çakıcı hakkmdaki iki
ayrı gıyabi tutuklama kararı ve suç dosyaları, Türkiye’nin iade talebiyle
birlikte Fransız Mahkemesi’ne sunulacak. Çakıcı’nın iade başvurusu iki ülke
arasındaki anlaşma gereği “Acele kayıtlı işlerden olduğu” için Fransız
Mahkemesi tarafından “öncelikle” sonuçlandırılacak. Fransız yetkililer,
“Çakıcı, Fransa’da suç işlemediği için, iade talebi hemen yerine getirilir”
dediler. Bu işlemin de 2-3 ay sürebileceği ancak en kısa sürede sonuçlanması
için Adalet Bakanlığının ısrarlı bir takip yürüteceği kaydedildi. Bakanlık
kaynakları, Çakıcının kabarık suç dosyası nedeniyle iade edilmesinin
beklendiğini belirttiler.
Marsilya’da Les Baumettes Cezaevi’ne hapsedilen
Alaattin Çakıcı, iki ay sonra Paris’teki La Sante Cezaevi’ne nakledildi.
Cezasının büyük bir bölümünü hücrede geçiren Çakıcı, Fransa’da toplam 16 ay
hapis yattı. Cezaevinden mahkemeye gitmek için her çıkışında boğazına kadar
sarih çelik yelek giydirilen Çakıcı, havadan helikopterler, karadan da maskeli,
tüfekli, acil müdahale komandoları eşliğinde elleri ayakları kelepçeli olarak
mahkemeye götürülüyordu. Bu ağır cezaevi şartlarından sıkılan Çakıcı,
Türkiye’ye iadesini talep eti. Aix-En-Provence Mahkemesi, 3 Aralık 1998’de
‘şartlı iade’ kararı verince, gizli tutulan bir operasyonla 13 Aralık 1999’da
Türkiye’ye getirildi.
Alaattin Çakıcı, Türkiye’ye getirilmeden birkaç saat
önce, La Sante Cezaevinden, avukatı Muhittin Yüzüak aracılığıyla gönderdiği
yazılı açıklamada, “Geliyorum. Hesaplaşmaya hazırım” sözleriyle tehdit
savuruyordu. El yazısıyla yaptığı açıklamada Çakıcı, ‘zayıf gösterilmeye
çalışıldığına’ dikkat çekiyordu:
“Demokrasinin beşiği sayılan bu ülkede 16 aydır
dünyaya kapalı bir hücrede insanlık dışı maddi ve manevi işkencelere maruz
bırakıldım. İntihar etmem, kendimi öldürmem ve delirmem istendi. Şimdi ise
kendi isteğimle ülkeme dönüyorum. Bu dönüş benim için bir bayram sevincidir.
Benimle problemleri olanlar ve basınla özel ilişkilerinden dolayı kamuoyunu
yanlış programlayanlar bilsinler ki insan kardeşini de kaybedebilir, evladını
da. Ben yıllardır buz parkurunda ritmik müzik eşliğinde buz balesi yapmıyorum.
Seçtiğim hayat tarzının bir konumudur bu. Nihat Akgün’le 8 yıldır görüşmedim.
Onun kan kardeşi de değilim. Onun öldürülmesini bir yakınımmış gibi
gösteriyorlar. Bayrampaşa Cezaevi’ndeki olayda kahpece öldürülen yeğenin Ali
Gürsel’in olayında karşı taraftan da 4 ölü 3 ağır yaralı olduğu halde ölüleri
hep bizim taraftanmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Onlara sesleniyorum.
Benimle işleri olanlar, cezaevi maltalarında veya adliye koridorlarında
hesaplaşabilirler. Buna hazırım. Kamuoyuna saygılarımı sunarım.”
Çakıcının üstünden çıkan pasaportun mührü ve seri
numarası gerçek, isim ise yanlış. 1997 yılı ekim ayında verilen pasaporttaki
yetkili imza da Dakka’da Büyükelçi olan Erdinç Ulumlu ismine atılmış
Alaattin Çakıcı’nın üstünden çıkan kırmızı pasaport,
Abdullah Çatlı’nın üzerinden çıkan yeşil pasaport benzeri bir skandal şüphesi
yarattı. Dışişleri Bakanlığı kayıtlarında yapılan incelemede Çakıcının üstünde
çıkan pasaportun numarasına bir diplomatik pasaport düzenlendiği ortaya çıktı.
Ancak bu ‘gerçek’ pasaport şu anda gerçek bir dışişleri görevlisinin elinde ve
görevli “Pasaportunu kaybetmediğini” bakanlık yetkililerine söyledi. Çakıcı’nın
üstünde çıkan ve Nedim N. Acar adına düzenlenen kırmızı pasaportun üstündeki
mühür de ‘gerçek.’ Başbakan Mesut Yılmaz pasaportun üzerindeki mührün Dışişleri
Bakanlığı’na ait olduğu açıkladı.
Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican da “Çakıcıya
kırmızı pasaport edinmesinde yardımcı olanları bilirlemek amacıyla çalışma
başlattık” dedi. Yine Çakıcının üstünden çıkan pasaporttaki yetkili imza da
gerçekten pasaportun verildiği dönemde Dışişleri Bakanlığında bu görevi yerine
getiren, halen Dakka’da Büyükelçi olan Erdinç Ulumlu ismine atılmış. İmzanın
gerçek olup olmadığı bilinmiyor ancak pasaportu hazırlayan kişilerin
Dışişlerinin diplomatik pasaport hazırlama yöntemlerini iyi bildikleri
anlaşılıyor. Pasaport 1997’nin ekim ayında ve tam 6 yıl geçerli olmak üzere
hazırlanmış . Çakıcının üstünden çıkan kırmızı pasaportun öyküsü şöyle:
Pasaport Nedim N. Acar adına düzenlenmiş, Dışişleri
Bakanlığı Protokol Genel Müdür Yardımcısı Erdinç Ulumlu tarafından imzalanmış.
Bakanlığın resmi damgasını taşıyan pasaport 1896 / 97 numaralı.
Dışişleri Bakanlığı, kendi kayıtlarında yaptığı
araştırmada bu seri numaralı pasaportun gerçek bir insana verildiğini
saptadı. Ancak bu insanın adı Nedim N. Acar değildi. Dışişleri Bakanlığı’na
bağlı olarak çalıştığı sanılan ve gerçek ismi öğrenilemeyen bu kişi,
pasaportunu kaybetmemiş.
Kırmızı renkli diplomatik pasaportlar sadece Dışişleri
Bakanlığı ve Büyükelçilikler tarafından düzenlenebiliyor. Polis Çakıcının
üstünden çıkan sahte pasaportun da Dışişleri Bakanlığı içinde hazırlanmış
olabileceğinden şüpheleniyor.
Çakıcının üstünden çıkan pasaportun defteri, gerçekte
kullanılan pasaportların defterinden, yani gerçek. Bu da akla, boş defterin
bakanlıktan çalınmış olabileceği ya da geçmişte Abdullah Çatlı, Yaşar Öz ya da
Tarık Ümit örneklerinde olduğunu gibi zamanında bakanlıktan ‘Örtülü
operasyonlarda lazım’ denilerek alınmış defterlerden olabileceği şüphesini
doğuruyor.
Pasaport, 24 Ekim 1997 tarihinde düzenlenmiş ve
bakanlığın uygulamalarının tersine altı yıl geçerli. Yasalara göre diplomatik
pasaportlar en çok dört yıl için geçerli olabiliyor.
Diplomatik pasaportlar da, aynen emniyetin düzenlediği
normal pasaportlar gibi özel bir daktilo ile yazılıyor, resim ve kimlik
bilgilerinin üstü plastikle kaplanıyor. Ancak bu plastik kaplamanın buhara
tutularak açılabildiği, kağıttaki yazıların silinebileceği bu özel daktiloların
da taklit edilebildiği bildiriliyor.
Pasaportun sahteliğinin bir başka delili, Nedim N.
Acar isminin yazılışı. Pasaportlarda hiçbir zaman ön ya da orta isimlerin
kısaltması kullanılmıyor, ismin açık hali yazılıyor. Pasaportun meslek
bölümünde ise ‘Turizm Müşaviri’ yazıyor.
Sahtekarın Dışişleri Bakanlığının pasaport hazırlama
usullerini bildiği anlaşılıyor. Bakanlık, her yıl kırmızı pasaport vermeye
‘0001 / yıl’ formatıyla başlıyor. Yakalanan pasaporttaki numara 1896 / 97.
Yani, bu pasaport 1997 yılında verilmiş 1896. pasaportun numarasını taşıyor.
Bakanlığın her yıl 2000 civarında kırmızı pasaport verdiği hesaplanıyor.
ÇAKICI TÜRKİYE’DE
1
7 ağustos 1998 tarihinde yakalanan ve Fransada ağır
cezaevi şartlarından sonra mahkemeye çıkarılan ve _
iadesi kabül edilen Alaattin Çakıcıyı teslim almaya giden Emniyet Genel
Müdürlüğü Interpol Daire Başkanı Yalçın Çakıcı’nın başkanlık yaptığı 5 kişilik
özel ekip, güvenlik nedeniyle hem Türk Hava Yolları hem de Air France’ta üçer
ayrı gidiş dönüş rezervasyonu yaptırdı. Ekip ayrıca, THY’nin normal seferinde
5 kişilik yer de ayırttı. Bu rezervasyonlar hedef saptırma amaçlıydı.
Cezaevinden gizlice alınarak, kurşungeçirmez ve her
tarafı kapalı bir cezaevi aracıyla havalimanına götürülen Çakıcı, burada Air
France’ın tarifeli uçağının kapısında, Türk ekibine teslim edildi. Çakıcı’nın
Fransız avukatı, “Çakıcı gibi devamlı tehdit alan, daha geçenlerde yakım
hapishanede öldürülen, kardeşi de silahlı saldırıda yaralanan bir kişinin,
herkesin bindiği bir uçakla götürülmesi kadar sakıncalı bir şey düşünemeyiz”
diyordu.
Alaattin Çakıcı, Fransa Başbakanı Leonel Jospin tarafından
imzalanan özel bir kararnameyle Türkiye’ye iade edildi. Bu özel kararname,
Çakıcı’nın hakkında ‘idamı
cezası’ istenen, eski eşi Uğur Çakıcı ve eski arkadaşı
Tevfik Nurullah Ağansoy’un öldürülmesini azmettirmek ve Engin Civanın
vurulmasını azmettirmek suçlarından yargılanmasını engelleliyordu. Bu durumda
Çakıcı, Türkiye’de sadece Aix-En-Provence Mahkemesinin kararı gereği,
hakkında ‘idam talebi’ olmayan, ‘gazeteci Hıncal Uluç’u yaralamak’ ve ‘cinayet
işlemek üzere çete oluşturmak ve yönetmek’ suçlarını kapsayan iki dosyadan yargılayabilecekti.
Fransa’da ‘Şartlı iade’ edilen Alaattin Çakıcı, İstanbul
Devlet Güvenlik Mahkemesine (DGM) çıkartıldı. Yaklaşık 3.5 saat boyunca,
kendisine yöneltilen tüm soruları cevapsız bırakan Çakıcı, hakkındaki gıyabi
tutuklama kararı vicahiye çevrilerek, Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi ne
konuldu. Cezaevi, o dönemde ‘çete’ ve ‘banka’ davalarında yargılanan
birbirinden ünlü tutukluları ağırlıyordu. Bu ‘ünlü isimler’ arasında,
Etibank’ın eski sahibi Dinç Bilgin, Yurtbank’ın eski sahibi Ali Avni Balkaner,
Sümerbank’ın eski sahibi Hayyam Garipoğlu, Interbank’ın eski sahibi Cavit
Çağlar, Egebank’ın eski sahibi Yahya Murat Demirel, Cenajans Grey Reklamcılık
Şirketinin eski sahibi Nail Keçili, Bank Ekspresin eski sahibi Korkmaz Yiğit,
imar yolsuzluğu nedeniyle tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan ve
2 kardeşi, ihale yolsuzluğundan tutuklanan Gebze Belediye Başkanı Ahmet
Penbegüllü, gazeteci Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca, Ukrayna’dan
Türkiye’ye iade edilen organize suç örgütü elebaşı Ayvaz Korkmaz, Nesim Malki
cinayetinin azmettiricisi ‘zeytin kralı’ Erol Evcil, uyuşturucu kaçakçısı Urfi
Çetinkaya, ‘Banker Bako’ lakabıyla tanınan Baki Cengiz Aygün, İBDA-C örgütünün
elebaşı Salih İzzet Erdiş, akaryakıt kaçakçılığından tutuklanan eski Kocaeli
Emniyet Müdürü Erdinç Sarıalp, Bulgaristan’dan ülkeye iade edilen organize suç
örgütü elebaşı Kürşat Yılmaz, ‘Karagümrük Çetesi’ olarak bilinen Nuri ve Vedat
Ergin kardeşler yer alıyordu. Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi’nde rahatlığıyla
da dikkat çeken Çakıcı’nın, gece yarısı koğuşuna lahmacun getirttiği, avukat
dövdüğü, cep telefonu kullandığı ve ‘Nuriş’ lakaplı Nuri Ergin’le mektuplaştığı
iddiaları basına yansıdı. Oldukça samimi bir düzeyde yazılan bu mektupların
yerini, kısa süre sonra ‘kanlı hesaplaşmalara’ yol açacak bir nefret aldı.
Ancak bir süre sonra Çakıcı’nın “Bu cezaevi ya ona ya
bana dar gelecek” yönünde bir açıklama yaptığının ileri sürülmesi üzerine Nuri
Ergin, basına gönderdiği açıklamayla sert tepki göstererek, “Bana dostane
mektuplar yazan biri düşman ise başımız üstünde yeri var. Önümüz bayram,
açıkta kalınır” dedi. Bunun üzerinde Çakıcı bir avukatı aracılığıyla kamuoyuna
gönderdiği başka bir mektupla Ergin kardeşlere meydan okudu. Çakıcı, mektupta;
“Nuriş ve Vedat denen, kişilik ve milliyet erozyonuna uğramış, garip
göçebegillere: Biraz adamlığınız varsa, basına demeç vermeyin, bu cezaevinde
siz altı kişi bir arada yatıyorsunuz, ben de tek yatıyorum. Gereğini
yapmazsanız, yapmayıp da basma demeç verirseniz şerefsizsiniz” dedi.
Çakıcı nın adamlarının Karagümrükspor lokaline yaptığı
baskına karşılık olarak 19 Nisan 2000’de Nuriş’in adamları, Gültepe ve
Zeytinburnu’nda iki kahvehaneyi taradı. Bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı.
Olaydan sonra yapılan operasyonlar sonucunda aralarında Ergin’in firari olarak
aranan adamı Yavuz Erdoğan’ın da bulunduğu dört saldırgan silahlarıyla birlikte
yakalandı.
20 Nisan 2000’de Nuri ve Vedat Ergin’in yattığı Uşak E
Tipi Cezaevi ne buzdolabı içinde dört tabanca, 80 mermi ve 2 cep telefonu
sokulurken yakalandı. Olayla ilgili 18 kişi gözaltına alındı. Aynı aileden beş
kişi tutuklandı.
26 Nisan 2000’de bir kişinin ölümü, 10 kişinin de
yaralanmasıyla sonuçlanan iki kıraathaneye yönelik silahlı saldırının ardından
düzenlenen operasyonlanra, Ergin’in ağabeyi Nejat Ergin’in de aralarında
bulunduğu yedi kişinin yakalandığı açıklandı. Sanatçı Sibel Çan’ın halasının
eşi Erol Urguçbay’ın evini kurşunlayan, Selçuk Ural’ın da silahla vurulması
için planlar yapan bu kişiler, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığına sevk
edildi.
ALAATTİN ÇAKICI SERBEST
K
aragümrük Spor Kulübü Lokali’ne yönelik silahlı
saldırıyla ilgili yargılandığı davada tahliye edilen Alaattin Çakıcı başka bir
suçtan tutukluluğu kalmadığı için saat 18.42’de Kandıra F Tipi Cezaevinden
bırakıldı. Çakıcı, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi uyarınca 45 gün
içinde ülkeyi terk edebilecek.
Karagümrük Spor Kulübü Lokali baskını davasında
yargılanan Alaattin Çakıcı, 3 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Tutuklu
kaldığı süre gözönüne alınan Çakıcı’nın tahliyesine karar verildi.
Karar aşamasındaki davada son sözleri sorulan sanıklardan
Alaattin Çakıcı, "Vereceğiniz karar olumlu ya da olumsuz olsun, karara
saygılıyım. Pozitif veya negatif olsun, neticede sizler hukuk alanında yemin
etmişsiniz. Hukukun yasa üzerindeki manevi boyutu olan Allah’ı temsil
ediyorsunuz” dedi.
Verilen aranın ardından kararını açıklayan Mahkeme
Heyeti, sanıklardan Alaattin Çakıcıyı 3 yıl 4 ay
ağır hapis cezasına çarptırdı. Tutuklu kaldığı süre
gözönüne alınan Çakıcı’nın tahliyesine karar verildi.
ŞARTLI İADE EDİLMİŞTİ
Çakıcının, Fransa’dan "idam cezasıyla
yargılanmayacağına dair” şartla iade edilmişti. Çakıcının ülke dışına
çıkmaması durumunda Bebek’te 4 kişinin öldürüldüğü dava ile boşandığı eşi Uğur
Çakıcının öldürülmesi davalarından yargılanması da gündeme gelebilecek.
Alaattin Çakıcı, "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül
oluşturmak’ ‘suçundan İstanbul 6 No’lu DGM’de, Emlak Bankası eski Genel Müdürü
Engin Civan’ın yaralanmasına ilişkin İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, işadamı
Emin Cankurtaranın yaralanmasıyla ilgili İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde,
borsacı Adil Ongene silahlı saldırı düzenlenmesine ilişkin İstanbul 3. Ağır
Ceza Mahkemesi’nde, gazeteci-yazar Hıncal Uluç’un yaralanmasıyla ilgili
İstanbul 6. AsliyeCeza Mahkemesi’nde, cezaevinde mektupla Nuri Ergin’i tehdit
ettiği suçlaması ve Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğunda görevli bir kişiye
silahlı saldırı planlanması iddiasıyla ilgili de İstanbul 1 No’lu DGM’de
yargılandı.
Çakıcı hakkındaki bu davalardan İstanbul 6 No’lu
DGM’deki "çete” davası, 19 Haziran 2000 tarihinde sonuçlandı.
"Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve yönetmek”
suçundan 5 yıl ağır hapis cezası alan Çakıcı, Yargıtay’ın bu cezayı onamasıyla,
2 yıl 2 gün tutan cezanın infazını 8 Ocak 2001 tarihinde tamamladı.
Emlak Bankası eski Genel Müdürü Engin Civan’ın
yaralanması olayında azmettirici olduğu gerekçesiyle yargılandığı dava 4616
sayılı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun
kapsamında ertelenen Çakıcı, gazeteci-yazar Hıncal Uluç’un yaralanmasına
ilişkin davada çarptırıldığı 3 yıl 4 aylık hapis cezasını da aynı kanun
uyarınca 10 yıllık ceza indirimi uygulanınca çekmedi.
Çakıcı, Türkiye’ye iade edildikten sonra tutuklu bulunduğu
cezaevinde yine çete elebaşı olduğu ileri sürülen Nuri Ergin’le
tehditleştikleri gerekçesiyle yargılandığı davada da suçun unsurları
oluşmadığı gerekçesiyle beraat etti.
DİĞER DAVALARI
İşadamı Emin Cankurtaran’ın yaralanması ve borsacı
Adil Ongene yönelik silahlı saldırıya ilişkin 20’şer yıla kadar hapis cezası
istemiyle hakkında açılmış davalar olan Alaattin Çakıcının, bu davalar
kapsamında tutukluluğu bulunmuyor. Çakıcı, iade şartları gereği olarak bu
davalardan da yargılanamıyor.
Çakıcı hakkında Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda
görevli bir diplomata silahlı saldırı planı yapılmasına ilişkin açılan ve
tutuksuz yargılandığı dava, Karagümrük Spor Kulübü Lokali ne yönelik saldırıya
ilişkin davayla birleştirilmişti.
15 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan Karagümrük Spor
Kulübü Lokaline yönelik 26 Mart 2000 tarihinde düzenlenen silahlı saldırıya
ilişkin 8 Ocak 2001 tarihinden bu yana tutuklu olarak yargılanan Çakıcının avukatları,
müvekkillerinin bu kararın ardından cezaevinde bulunmasını gerektirecek
herhangi bir suçu kalmadığını belirttiler.
ÜLKE DIŞINA ÇIKACAK
Çakıcı, Fransa’dan şartlı iade edildiği için, uyum yasaları
çıkmadan önce hazırlanan iddianamelerde idamı öngören, Tevfik Nurullah
Ağansoy’un da aralarında bulunduğu 4 kişinin Bebek’te öldürülmesine ilişkin
İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi ndeki ve boşandığı eşi Nuriye Uğur Kılıç’ın
Uludağ’da öldürülmesiyle ilgili Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davalarda
yargılanamıyor.
Avukatları, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi
uyarınca tahliye olduktan sonra 45 gün içinde Türkiye’yi terketmesi gereken
Çakıcının, bu süre içinde ülke dışına çıkmaması halinde bu 2 davadan da
yargılanmasının gündeme gelebileceğini ifade ettiler.
Alaattin Çakıcı nın, güvenlik kuvvetlerince yurtdışına
çıkmasının engellenemeyeceğini kaydeden avukatlar, Çakıcı’nın, ülkeyi terk
ettikten sonra yargılanamadığı suçlara ilişkin uluslararası düzeyde yeniden
aranabileceğini belirttiler. Çakıcının avukatları, müvekkillerinin tahliye
olduktan sonra ülke dışına çıkmayı istediğini kaydettiler.
ALAATTİN ÇAKICI,
ÖZGÜR KALIR KALMAZ ANNESİNE GİTTİ
/V laattin Çakıcı, özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz,
Gültepe’deki evlerine giderek annesiyle hasret giderdi. Gazetecilerin
sorularını evinde yanıtlayan Çakıcı, “Suçluların İadesine Dair Avrupa
Sözleşmesi” uyarınca 45 gün içinde ülkeyi terk etmemesi halinde başka
davalarından yargılanabileceği için, kısa süre içinde yurtdışına çıkacağını
söyledi.
Türkiye’nin uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Fransa’ya
verdiği söz nedeniyle iade kapsamı dışında kalan suçlardan yargılanamadığı için
tahliye edilen Alaattin Çakıcı, özgürlüğüne kavuştu. Çakıcı, hakkındaki arama
kararları nedeniyle gözaltına alındıktan 24 saat sonra, önceki gece yarısı
serbest bırakıldı. Alaattin Çakıcı, özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz, 11 yıldır uğramadığı
Gültepe’deki evlerine giderek annesiyle hasret giderdi. Annesiyle fotoğraf
çektirirken gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Çakıcı, tekrar yargılanmamak
için 45 gün içinde yurtdışına çıkacağını söyledi.
Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi nden tahliye edildikten
sonra Interpol tarafından konulan tahditler nedeniyle İstanbul Asayiş Şube
Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan Çakıcı, önceki gece 01.15’de sağlık kontrolü
için Şişli Etfal Hastanesi ne getirildi. Interpol Daire Başkanlığı ve Adalet
Bakanlığı arasındaki yazışmalar nedeniyle yaklaşık bir gün gözaltında kalan
Çakıcı, 15 dakika süren son sağlık kontrolünden sonra serbest kaldı.
ADAMLARI KARŞILADI
Hastanede kendisini bekleyen kardeşi Gencay Çakıcı ile
kucaklaşan ve adamlarının oluşturduğu güvenlik koridorundan geçen Çakıcı, 34
EBB 71 plakalı jipine bindi. Bu sırada kendisini takip eden basın ordusunun
yönelttiği soruları cevapsız bırakan Çakıcı, dosdoğru 11 yıldır uğramadığı
Gültepe’deki evlerinde yaşayan annesine gitti. Çakıcı, annesi Şakire Çakıcı ile
kucaklaşarak hasret giderdi. Dört yaşında geldiği ve çocukluğunun geçtiği
evde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çakıcı, “11 yıldır görmediğim
vatanıma, aileme ve dostlarıma kavuştum. İnanılmaz, çok büyük bir duygu” dedi.
Ses cihazı ve mikrofon kullanılmasına izin vermeyen
Çakıcı, içeri davet ettiği muhabirlerin “Haksızlığa uğradığınızı düşünüyor
musunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Hiçbir haksızlığa uğramadım; çünkü
yasaları ihlal etmiştim. Devlet, yapılması gerekeni yaptı. Beni yurt dışından
getirdi. Artık yoruldum! Belki yıllardır kaçmanın verdiği yorgunluk da var”.
“Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi” uyarınca
45 gün içinde ülkeyi terk etmemesi halinde Bebek’te Tevf ik Ağansoy ve 3
kişinin öldürüldüğü dava ile boşandığı eşi Uğur Çakıcının öldürülmesi
davalarından yargılanabilecek olan Çakıcı, bu süre içinde yurt dışına
çıkacağını söyledi. Çakıcı, “45 gün içinde yurtdışına çıkmazsam, 46. gün
yargılanma sürecim başlayacak.” dedi. Ne zaman ve hangi ülkeye gideceğini
açıklamayan Çakıcı, yurtdışına çıkmadan iki saat önce havalimanında basın
açıklaması yapacağını söyledi.
DEĞİŞMEYECEĞİM
“Türkiye ye dönüp dönmeyeceğine'' ilişkin bir soruyu,
“Şartlar ne gerektirir bilinmez ki...” diye yanıtlayan Çakıcı, “Ailenizi
yurtdışına götürecek misiniz?” sorusuna da esprili bir şekilde, “Annem uçağa
binmekten korkar. Annem buradan ayrılmaz” cevabını verdi.
Bir gazetecinin “Çok şey bilen biri olarak tanınıyorsunuz”
demesi üzerine Çakıcı, “Belki dış görünümüm ve mimiklerim bu izlenimi doğuruyordur;
ama aslında ben bir şey bilmiyorum. Türkiye’de yeni bir sayfa açılmış. Eski
dosyaları karıştırmamak lazım. Türkiye’ye zarar verecekse, bırakın her şey
bilinç altında kalsın" dedi,
Çakıcı, “Yeni bir sayfa açacak mısınız?” sorusuna ise
“Hayır. Anılarım da benimle beraber. İnsanın karakter yapısı değişmez. 7’sinde
ne ise 70’inde de o olur" karşılığını verdi.
Dostlarının her zaman yanında yer aldığını dile getiren
Çakıcı, “Sitem etmeye hakkım yok. Kendi yolumu kendim çizdim. Dostlarım da beni
hiçbir yerde yalnız bırakmadı” dedi.
Sabah saatlerine kadar annesinin evine gelen yakınlarıyla
hasret gideren Alaattin Çakıcı, daha sonra Türkbank davası sanıklarından
Korkmaz Yiğit’in yaptırdığı Ulus Platin konutlarındaki evinde dinlenmeye
çekildi.
EROL EVCİL
laattin Çakıcı’ıyla en çok adı geçen
Bursalı iş adamı, Erol Evcil’in Polise verdiği ifadesi;
Ben yukarıda hüviyet bölümünde görüldüğü gibi Mudanya
İlçesi Çepni Köyü doğumluyum. Çocukluğum ve ilk yıllarım köyde geçti. İlkokulu
Çepni Köyünde okudum. Ortaokulu Bursa merkezdeki Yıldırım Beyazıt Okulu’nda
tamamladım, daha sonra Bursa Merkez Tophane Teknik Meslek Lisesini 1 .Tikle
bitirdim, Uludağ Üniversitesi İşletme Fakültesine kaydımı yaptırdım. İşletme
Fakültesi 3. sınıfa kadar okudum, daha sonra iş hayatımın yoğunlaşması
nedeniyle tahsilime devam edemedim. İki kızkardeşim var, ikisi de ev hanımıdır.
Mustafa Şengül büyük kızkardeşimin kocasıdır. İnkişaf Tekstil’in sahibidir,
diğer kızkardeşimin kocası Fırat. Mudanya’da tüp bayiliği yapar, eniştelerim
kendi işleriyle uğraşmaktadır. Lise çağma gelip, Bursa merkezdeki okula
başladıktan sonra üniversiteye de hazırlık olması bakımından ve aynı zamanda iş
hayatıma yardımcı olması nedeniyle bir muhasebecinin yanında çalışma hayatına
ilk defa başlamış
oldum. Yani bir taraftan okuyor, bir taraftan da muhasebeci
yanında çalışıyordum. Muhasebecide yeterli bilgi edindikten sonra üniversite 2.
sınıfa başlarken iş hayatını iyi kavradığıma inandığımdan Karadağ Pasajında
kendime ait muhasebeci açtım, böylece kendime ait iş sahibi oldum. Açtığım
muhasebe bürosunun tam karşısında Prof. Tuğrul Dirimtek’in işyeri vardı.
Bu kişi aynı zamanda Anadolu Sigortanın acenteliğini
yapmakta idi. Kendisine yaklaşım gösterip, sempatik tavırlar gösterdiğimden
dolayı bana yakınlık gösterdi ve bir yandan da sigortacılık işlerini öğrenmeye
başladım. O tarihlerde Anadolu Sigorta daha yeni yeni kurulmaya başlıyordu. O
dönemde tahminen 1985 yıllarında Hayat Sigortanın en önemli alanı kişilere
yönelik olarak Hayat Sigorta bölümü idi. Hayat Sigortanın büyük bir prim
avantajı vardı, gerçi meblağlar o tarihte ufak gibi görünse de, 1000 TL olarak
görünse de prim olarak bıraktığı avantaj yüzde 45 idi. Bu alan dikkatimi
çektiğinden, bu alanda yoğun bir çalışma yaptım ve kısa zamanda birçok kişiyi
sigortalayarak yüzde 45 kar hissesi ile büyük bir sermaye oluşumuna doğru ilk
adımı atmış oldum. Tabii çevremin gelişmesine neden olan en büyük faktör
üniversitede okumamdan dolayı üniversitedeki arkadaşlarımdandı. Bu işe
başlarken sermaye olarak babamın zeytininden kazanarak bana verdiği 1.200.000
TL. tutarındaki parayla başladım. Altı yedi ay kadar bu şekilde çalıştıktan
sonra, acentelik için Anadolu Sigortaya başvurdum, bu arada işyerimin kötü
olduğundan yeni işyeri olarak 1986 yılının başlarında Cumhuriyet
Caddesi nde bulunan Sanayi İş Merkezi vardı, buraya taşındım.
Bu arada defter sayısı artmıştı, tuttuğum iş sektöründeki defter sayısı 2 O yi
geçmişti. Bu tarih itibarıyla gerek tuttuğum defter ve gerekse sigortadan elde
ettiğim gelir olarak yılda 10 milyon civarında para kazanmaya başlamıştım.
Sigorta şirketi askerliğimi gerekçe göstererek acente kurmama imkan vermedi,
bu arada bir sarılık hastalığı geçirerek üç ay kadar işten uzak kalmıştım,
ancak 1987 yılından itibaren Hayat Sigorta bölümünü yeniden canlandırarak,
üniversite tarafından 40 kişilik bir ekip oluşturdum. 1987’de bu ekip 400
kişiye ulaştı. Bu kurduğum ekip pazarlama ekibi idi. 1987 yılının ortalarından
sonra kurduğum bu çalışma sistemi ve ekip sayısıyla Türkiye’de en büyük Hayat
Sigorta işini yapan sigorta durumuna girdim. Bunun dışında sigortacılığın diğer
dallarında da acentelik alarak sigorta işini gittikçe büyütmeye başladım.
Oluşturduğum ekipler kanalıyla, Kasko Sigortası, Yangın Sigortası, Trafik
Sigortası gibi sigorta dallarına da girerek kişiler ve firmalar bazında tüm
sigorta işlemlerini iyi bir hizmet vererek yapmaya başladım. 1988 yılı
başlarında şu an için tahmini değerlerde bulunamayacağım ama gelirlerimle o
zamanki fiyat oranlarına göre birkaç Mercedes alabilecek düzeye gelmiştim.
Kendimi sade ve işe yönelik çalışması olmasından dolayı kazandığım paraları ya
döviz ve marka bağlıyor veya zeytin alarak stok yapıp, zeytin ticaretine önem
veriyordum. 1988 yılı başlarında ben hem elementer branşta ve hem de Hayat
Sigortası branşında Türkiye’nin en büyüğü olma durumuna gelmiştim. Gelirlerim
bu şekilde
arttıktan sonra 1988’i aynı durumda geçirdim, 1989 yılında
önce iş yerimi değiştirerek Altıparmak’ta Kütahya Porselen’in üstünde geniş bir
daireyi düzenleyerek iş yeri haline getirdim. 1988 - 1989 yıllarında Eskişehir
- Balıkesir - Kütahya - Bursa/Garajlar’da sigortanın şubelerini açtım.
Kütahya’da açtığım yer Tavşanlı İlçesinde idi. îş hayatım bu şekilde devam
etti. 1990 yılı içerisinde 25 - 30 milyar civarında para kazandım. Bu paranın
dışında arabalarım da vardı. İki tane Doğan, iki tane Şahin taksi aldım. Eleman
sayısı artınca araba alma işlemlerim de çoğaldı. 1990 yılı itibarıyla iş
hayatımda kullandığım 15 - 20 civarında araba sahibi olmuştum. Bu faaliyetlerim
neticesinde sigortacılıkta çok güçlü hale gelmiştim. Eşrefoğlu Sigortacılık
olarak Anadolu Sigortanın genel müdürlüğünü etkileyecek duruma gelmiştim. 1990
- 1991 yılları içerisinde bir bankada sigorta işlemlerimi yürütürken,
Bursaspor Kulübü Müdürü olan Şaban Kurt isimli şahısla tanıştım, bu arada
sanıyorum Samsunspor futbolcuları bir kaza geçirmişti. Futbol Federasyonu da
bu futbolcuların sigorta işlemlerini gündeme getirmişti. Bursaspor futbol
takımının da sigorta işlemlerini ben yaptım, bu tanışma dolayısıyla Bursaspor
yönetimine girmem için teklif geldi. İbrahim Yazıcı tarafından teklif geldi ve
ben de Bursaspor yönetimine girmiş oldum. Dışarıdan baktığım zaman bu nevi
insanları ve Bursaspor yönetimini çok değişik ve ulaşılmaz yer olarak görüyordum,
ancak içlerine girdikten sonra her bakımdan onlardan daha iyi ve fınans gücü
onlardan daha yüksek olarak görmeye başladım. Bu süreçte kulüp yönetim
seçimleri olacaktı.
İbrahim Yazıcı ile Cavit Çağlar arasında çekişme
vardı, seçimlerde İbrahim Yazıcı kazanamadı, Cavit Çağlar yönetimi aldı. Daha
doğrusu Cavit Çağlar o tarihte milletvekili idi, kendisinin desteklediği
yönetim aldı. Bu arada 1991 seçimleri oldu, DYP grubu büyük bir çoğunlukla
Bursa’da seçimleri aldı. Ben de limited şirket şeklinde olan Eşrefoğlu Şirketi
ni değiştirerek anonim şirketi halini aldım. Bir taraftan da zeytin işini
devam ettiriyordum, zeytin zaten benim dededen kalma mesleğim idi, dünya
piyasasında da zeytin kıymet kazanıyordu. Bir taraftan da zeytin işine önem
vermeye başladım.
Tahminen bu tarihler arasında daha sonra beraberliğimi
anlatacağım Burhanettin Türkeş ile ilk tanışmam oldu, Burhanettin Türkeş’in
hasarlı bir aracı varmış, sigorta parasım almada ekspertiz raporundan kaynaklanan
bir itilaf çıkmış, sigortaya geldiğinde kendisiyle tanışmış oldum,
karşılaşmamızda silahım göstermek için belini açtı. Ufak tefek bacaksız bir
adamdı, ama belinde silahı vardı, ben kendisine buyurun ne istiyorsunuz diye
sordum, o da benim arabada hasar olmuş, sigorta parası ödenmiyormuş dedi,
kabadayı tavrı ile ve silah göstererek yanımıza gelmesi üzerine orada bulunan
çocuklarla önce silahım aldık. Daha sonra konuyu inceleyeceğimi söyledim,
konuda haklılık tarafı yoktu, kendisine gerekli bilgiyi verdikten sonra silahım
verip gönderdim, bu şekilde kabadayılık yapamayacağım söyledim. Daha sonra
Burhanettin Türkeş galerici olan Ali Mert olan bir kişiyle aradı, daha yumuşak
olarak bir yanlışlık olduğunu söyledi. Yani alttan almıştı. Ama ben yine
haksız olduğunu
söyleyerek parasını vermedim. Burhanettin Türkeş ile
ilk tanışmamız böyle olmuştu. Benim ilk yaşantım ve 1992 yılına kadar olan
faaliyetlerim genelde bu şekilde cereyan etti. Bununla ilgili daha detaylı
bilgi sizin sorgu aşamasında sorduğunuz sorulara verdiğim cevaplar ve bunların
da teyp kasetine kayıt edilmesi suretiyle yapılan tespitler doğrultusundadır.
Alman bu ifademin resmi bölümünde o teyp kasetine kayıt edilen konuşmaların
özetini anlatmış oldum.
Benim bu süreç içerisinde tanıştığım ve gittikçe samimiyetimizin
arttığı Emniyet Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcılığı yapan Yusuf Ilhan ile
ilişkilerimiz koyulaşmıştı. Hemen hemen çoğu zaman beraber oluyorduk, bu bir
bürokrat işadamı ilişkimizde başlayan ve devam eden ilişkilerimizdi tabii ki.
Yusuf Ilhan’la ilk tanışmamız Bursaspor Kulübünde olmuştu. Yönetime katılmam
dolayısıyla tanışmış ve samimiyetimiz artmıştı, ama bu samimiyet artışı
içerisinde herhangi bir bu tarihi kadar arkadaşlık dışında beraberliğimiz
olmamıştı. 1992 yılından itibaren Cavit Çağlar bakan olduğundan dolayı tekstil
piyasasındaki iş hayatı da büyümeye başlamıştı, hatta Yusuf Ilhan ile olan
samimiyetimiz o kadar fazla idi. Nöbetçi olduğu zamanlarda da beraber olurduk,
arabası ile beraber dolaşırdık, gece nöbetçilere yiyecek getirip beraber
yerdik. Yusuf Ilhan bana Cavit Çağlar’ın oğlu Mustafa Çağlar ile tanışmamı
dile getirdi, bu konuşmadan tahminen bir ay kadar sonra Mustafa Çağlar ile
tanıştım. Mustafa Çağlar ile Yusuf Ilhan’ın Emniyet Müdürlüğü’ndeki odasında
tanıştık, Mustafa Çağlar eğlenceyi ve gece hayatını çok seviyordu, bir iki gece
beraber olduk, baktım bunun eğlence hayatına ben ayak uyduramayacaktım, çünkü
benim iş hayatım vardı. Bundan dolayı Mustafa Çağlar ile araya mesafe koydum,
hatta bunu Yusuf Ilhan’a söyledim, bu süreçten sonra Yusuf Ilhan beni Cavit
Çağlar ile tanıştırdı. Cavit Çağlar ile olan ilk tanışmamızda herhalde Yusuf
Ilhan bahsetmişti ki, Çağlar benim hakkımda bilgi sahibi idi. Bana oğlu olan
Mustafa Çağların yanındaki korumaları dahi dinlemediğini, gece hayatına çok düşkün
olduğunu, hadise çıkartıp silah bile attığını, kendisinin hem cumhurbaşkanına
yakın olması ve hem de bakan olması nedeniyle kamuoyunda zor duruma
düştüğünü, oğlunun mutlaka bir çeki düzen alması gerektiğini söyledi. Tabii ben
kısmen Mustafa’yı tanımama rağmen ilk defa tanıştığım ve bir büyük olarak
gördüğüm kişiye hayır diyemedim ve olumlu karşıladım, mecburen Mustafa ile
beraber olmaya çalıştım. O dönemde Mustafa’nın yanında koruma polis olarak
Eyüp Garip, Esat Kaya ve Erdem ile Atilla... gibi polisler vardı, ama onları
da dinlemiyordu, birazcık Yusuf Ilhan’dan çekiniyordu, iş hayatı hakkında hiç
bilgisi yoktu, ben daha sonra koruma görevi yapan bu polisleri Mustafa Çağların
yanında tanımıştım. Esasen Mustafa babası gibi bonkör bir insan değildi, eli de
çok sıkı idi, birçok yerde mahçup olmamak için benim de mali durumum iyi
olduğu için masrafları karşılıyordum. 1992 yılı sonuna doğru benim sermayemde
büyük bir artış gelişmeye başlamıştı. Tahminen sermayemin esasını teşkil eden
15 milyon mark, depoda 200 - 300 ton zeytin, Bursa’nm önemli yerlerinde (4)
adet daire, Yalova yolu üzerinde bir arsa ve sigorta işlerinde kullandığım (30
- 40) civarında aracım mevcuttu. Yani iş hayatım her geçen gün gelişiyor ve
büyüyordu. Sermayem bu şekilde geliştikten sonra tekstil piyasası eskiden beri
dikkatimi çekiyordu ve tekstil piyasasına geçmeyi hedefledim, bu konuyu bir ara
Mustafa Çağlar ile konuştum, nasıl bir başlangıç yapacağım hakkında fikir
teatisinde bulunduk. Benim düşüncem bir dokuma tezgahı alarak kumaş üretimine
geçmekti, Mustafa bana kumaş geçerli bir ticaret alanı değil, yapacaksan iplik
ticareti yap diye telkinde bulundu, bu da benim mantığıma uygun geldi ve bu şekilde
bir atılım yapmaya karar verdik. Daha sonraki günler içerisinde bu konuyu
Yusuf Ilhan ve Mustafa ile yeniden görüştük, Mustafa bana şu anda
kendilerinden iplik alan tekelin İstanbul’da faaliyet gösteren Yahudi Nesim
Malki (Niso) adlı kişinin olduğunu, almak gerekirse ondan almamın
olabileceğini, ancak ben sana da ayrıyeten el altından iplik verebilirim, sen
bunun karşılığında bir miktar parayı bana verdikten sonra, bu işi bu şekilde
başlatırız dedi. Bunu ben ilk duyduğum zaman biraz hayret etmiştim, çünkü bu
gayri yönden yapılan bir ticari iş idi, ancak ben de ticarete yatkındım, madem
bu şekilde oluyor, ben de bu şekilde yapayım diye düşündüm. Bu ticaret
şeklinde fimalarm normal ticari kazançlarından herhangi bir kaybı olmuyor,
ancak tabii resmiyete girmediği için kar amacından artı bir kazanç oluyordu.
Yani fabrikadan Niso’ya verilen meblağ üzerinden kendisine mal verildiği
taktirde Niso’nun aracı olmaktan dolayı kaynaklanan artı gelirini yarı yarıya
paylaşmış olacaktık. Tekstil piyasasında bir teamül mevcutmuş, bu teamüle
göre fabrikadan direkt alış yapan firmanın dışında hiçbir kimseye ikinci bir
el oluşturularak iplik pazarlaması yapılamazmış. Bu bakımdan Cavit Çağlar’ın
tekstil fabrikasından o tarihlerde Niso direk olarak ve tek elden alış
yaptığından benim resmi yoldan yani teamül içerisinden resmi yoldan alış yapmam
piyasa faaliyetlerine aykırı bir hareket olduğundan bu şekilde çalışmayı
uygun gördük ve bu şekilde çalışmaya başladık. İlk başlangıçta ayda 50 ton mal
almak kaydıyla bu ticareti başlattık. Tabii yukarıda da söylediğim gibi, kar
oranının yani esas dağıtıcı firma olan Niso’nun aldığı kar oranından Mustafa
Çağlar ile yarı yarıya paylaşıyorduk. Bu işe girmeme Yusuf Ilhan’ın katkısı çok
olmuştur. Hatta Yusuf Ilhan bu parayı bir Yahudi yiyeceğine sen kazan ye dedi.
Bu piyasaya ilk girmemden dolayı pazarlama çok önemli idi, kendime bir
pazarlamacı buldum, bu şahıs eski bir avukat olan Fahrettin Aslan idi. Daha
sonra bu faaliyetim hızlandı, ilk aylarda giderek arttı ve ayda 100 tona çıktı.
Tabii 100 ton bayağı önemli bir meblağ idi, en bunu piyasaya sürünce Niso
piyasanın hareketinden dolayı birkaç ay sonra bunu fark etti. Tabii ben bu işi
yaparken Cavit Çağlar ve Şükrü Şenkaya da bu durumu biliyorlardı. Faaliyetimiz
bu şekilde devam ederken, 1993 Nisan, Mayıs aylarında Niso’nun bunu fark etmesi
üzerine, Mustafa Çağlar’a yaptığı baskıdan dolayı Mustafa Çağlar bu ticaret
akışımızı bana konuyu anlatarak durdurmak zorunda kaldı. Bu arada size tekstil
piyasasındaki dönem sirkülasyonu anlatmamda yarar gördüm. Çünkü Türkiye’nin
ekonomisini önemli derecede ilgilendiren büyük bir piyasadır. Hem işleme tarzı
ve hem de kayıt dışı gelirlerin belirlenmesi açısından sistem benim size daha
önce verdiğim ifadelerde kayda geçen anlatımlarımda olduğu gibi cereyan etmektedir.
Bundan olayı bir daha tekrar etmek istemiyorum. Kasede alınmış olan
anlatımların içeriği detaylı bir şekilde yer almaktadır. Niso’nun benim
çalışmamı duyup, Mustafa Çağlar’ın da konuyu bana aktarmasından iki gün sonra
Niso İstanbul’dan telefonla beni aradı, tarih olarak tahminen 1993 yılının
nisan - mayıs ayları olabilir. Benim Niso ile ilk tanışmam bu şekilde oldu.
Telefonda bana tanıştıktan sonra ne kadar mal almak istediğimi sordu, benim
prensibim ilk tanıştığım kişi ile bu nevi şeyleri konuşmama ilkesine
dayandığından ben kendisine teşekkür ederim, sonra gerekirse yeniden görüşürüm
dedim ve telefonu kapattım. Bu aşama içerisinde benim 300 - 400 tona kadar
varan iplik alışverişinden kaynaklanan ticaret gelişmem mevcuttu, aynı zamanda
zeytin işini de devam ettiriyordum. Bir taraf tan da zeytin stoku yaparak
zeytin piyasasında yer işgal etmeye başlamıştım. Tahminen iki hafta kadar
sonra Mustafa’nın uçağı ile İstanbul’a giderken, Niso ile havaalanında ve uçak
seyahatinde tanışmış odum. Bu tanışma kendisini görmem üzerine yüzyüze olan
tanışmamdır. İstanbul havaalanında ben kendilerinden ayrıldım ve kendi işime
gittim, daha sonra Bursa’ya arabamla döndüm. Bu arada benim iplik işine
tahminen bir ay kadar ara vermem olmuştur. Geçen süreç içerisinde Cavit Çağlar
ile Niso’nun arası tek satıcılıktan dolayı açılmaya başlamıştı. Arasının
açılmasına neden olan faktör tek satıcılık anlaşmasında uyuşamamalarındandı,
bu zaten tekstil piyasasında konuşuluyordu. Bu anlaşma bir protokol gereği
tekstil piyasasının kendine özgü olan ve hukuki bağlayıcılığı olmamakla
beraber sektördeki işleme tarzının bir gereği olarak yapılan anlaşmadır.
Anlaşma bir veya ik iyıl müddeti içerisinde yapılıyor. Yani iplik fabrikasından
tek satıcı olarak mal alan birisi eğer bir protokol anlaşması yapmış ise o
müddet zarf ı içerisinde firmanın başka bir kimseye mal satmaması gerekir.
Duyduğum kadarıyla Cavit Çağlar ile Niso arasında daha önceden SIFAŞ ve POLYEN
adı altında kurulan bir ortaklık firması mevcutmuş. Niso’nun ortağı olan Hayim
Erkohen, Cavit Çağlar’ın çalışma şeklinden memnun değilmiş, Cavit Çağlar’ın
yaklaşım tarzı ile devlete olan ödemelerdeki gecikme sanıyorum, Haim Erkohen’in
çalışma prensiplerine uymamıştır, çünkü onlar devletten çok korkarlar,
başlarına herhangi bir şey gelmemesi için devletin kurumlan ile olan ilişkilerde
hassasiyet gösterdiklerinden ve Cavit Çağlar’ın da bu hassasiyete uymadığını
gördüklerinden ortaklıkları bozulmuştur. Yani ortaklıkları hukuken kalkmış
ama firmalar ayrı ayrı hayatiyetini devam ettirmişlerdir. Bu anlamda tabii tek
satıcılık protokolü de bitmiş olduğundan Niso ile Cavit Çağlar’ın arası
açılmıştı. Cavit Çağlar da Niso’yu hiç sevmez, onu vampir olarak görür, tek
satıcı olmasından dolayı da kendilerini sömürdüğünü ve aynı zamanda ona bağlı
kalmak zorunda olduğundan iplik piyasasını onun belirlediğini, esas karı da
onun yaptığım söylerdi. Tahminen 1993 Ağustos aylarına gelindiğinde durum bu
şekilde devam ediyordu. Bu boşlukta ben de gerek Niso’dan ve gerekse kısmen
aldığım iplikleri az da olsa piyasaya sürerek piyasadaki ağımı kaybetmemeye
çalışıyordum. Ancak Niso ile Cavit Çağlar her ne kadar atışsalar da iplik piyasasını
ellerinde tuttuklarından birbirleriyle alışveriş yapmadan da duramazlardı.
Niso, Cavit Çağlar’a en zor durumda krediler vererek yardım etmiş ve bunu da
dile getirmiş. Cavit Çağlar da tek satıcı olmasından dolayı esas karın onun
yaptığım belirterek, sürtüşme ortamı başlatmıştır. Bu ticari çekişmeleri kayda
alman ifademde daha teferruatlı şekilde anlattım. Esasen Niso da bu alışverişten
kopmak istemiyordu, çünkü Nergis o tarihlerde piyasanın en büyük ve en önemli
isimleri idi, iplik pazarına sahip olan Niso bu pazarı elinde tutmak için mecburen
iplik almak zorunda idi. Esasen Yahudiler hiçbir zaman yatırıma girmez, sadece
pazarlama ve işletme dalında faaliyet gösterirler, bu bakımdan Niso ne kadar
sermayesi güçlü oluşa olsun, tekstil dalında imalata yönelik bir yatırıma
girmemiştir. Bu gelişme içerisinde Niso hem bir taraftan Cavit Çağlar’dan iplik
almaya devam ediyor, ben hem Niso’dan, hem de Cavit Çağlar’dan alarak piyasamı
genişletiyordum.
Ancak Niso, Cavit Çağlar’m kendisine tek satıcılığı
vermemesinden dolayı Çağlar’ı piyasada sıkıştırma hareketine başladı, iplik
ihracatının büyük bir bölümünü Sönmez grubundan almaya başladı. Niso’nun Sönmez
grubundan iplik almasıyla, tabii Çağların stoklan gittikçe büyümeye başladı.
Tahminen 1993 yılının eylül - ekim aylarına gelinmişti. Cavit Çağlar iplik
satışı yavaşladığından stoklan 6-7 bin tona çıkmıştı. Tabii diğer bir
gerginliği yaratan ortam da Sönmezlerle Cavit Çağladın arasının ticari alanda
açık olmasmdandı. Niso’nun Cavit Çağların rakibinden iplik almasını Çağlar kesimini
zor durumda bırakmıştı. Gelişme bu şekilde devam ederken 1993’ün kasım aylarına
gelindiğinde iplik fiyatları piyasada 40 bin TL. civarında veriliyor ve
piyasada 50 - 55 bine satılıyordu. Bu arada ben de zeytine ağırlık vermiş ve
zeytin pazarlama faaliyetine hız kazandırmıştım. Bu süreç içerisinde stokları
gittikçe fazlalaşan Cavit Çağlar ve Mustafa Çağlar beni çağırarak stoklardan mal
vermek istediler, gerekli anlaşmayı yaptık, tahminen 42 bin TL’den 5 bin ton
civarında stok malı nisan ayı ödemeli ben almayı kabul ettim. Bunun tahminen
bin tonunun tutarım peşin olarak ödedim, geri kalan malı nisan ayı ödemeli
kabul ederek satın aldım.
Karşılığında müşteri çekleri verdim. Bu arada ben
elimdeki nakit parayla zeytin stok işlemlerini güçlendirerek zeytin alımına
ağırlık verdim. 1994 Nisan aylarına geldiğimizde 5 Nisan kararlarının etkisiyle
doların birden f ırlamasıyla piyasayı da etkiledi ve benim gerek Çağlar dan
aldığım iplik ile yaptığım zeytin stoklarıma korkunç derecede kar getirerek
bir anda benim sermayemin güçlenmesine neden olan faktör oldu. Kasım ayında 40
bin TL. civarında olduğum iplik, bu aylara gelindiğinde 80 - 90 bin TL.’ye
çıkmıştı. Bir taraftan da sigorta işlerim son derece iyi gittiğinden oradan
gelen gelir kaynaklarıma artı olarak sermayeme eklenmişti. Doların artışından
dolayı ortalama iplik fiyatları l’e 3 nispetinde para kazandırdı. Bu arada 1000
tona yakın da zeytin stoku yapmıştım. 1993 yılının son aylarında Niso beni
Hayim Erkohen ile tanıştırdı. İplik piyasasında beni Niso’dan daha iyi
tuttuklarından dolayı ticari oyunlarla hissettirmeden iplik piyasasından
çıkarmaya çalışıyorlardı. Çünkü Niso iplik piyasasında tek satıcı iken, çok
acımasız davranmıştı. Ortalama olarak Bursa’da iki bin civarında orta dereceli
tekstilcinin kazandığı parayı bu şahıs tek başına kazanıyordu. O tarihlerde
Niso’nun tefecilik yapıp yapmadığını bilmiyordum, ancak 1994 krizi içerisinde
KAVİ Kimya isimli bir şirket adına gelen çekleri inceleme sonucu alarak
yaklaşık bir milyon dolar civarında kendisinden bir çek kestiğini gördüğümde
aklıma tefecilikte yapıyor olabileceği geldi. Ortağı Hayim Erkohen’in
rahatsızlığından dolayı sürekli yanma ziyarete gittiğinde bana iplik
piyasasının en ince detayını anlatır, oğlu Erol’a da beni örnek gösterirdi.
1994 yılı ortalarında özellikle Bursa iplik piyasasında ben Niso’yu geçmiştim.
Bu arada Cavit Çağlar’ın dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile arasının açıklığı
yüzünden ekonomik anlamda çok sıkıştı, bu yüzden bankalar korkunç bir şekilde
üzerine geiyordu, bu duruma yeni bir şirket kurarak şirketlerini hacizden
korumak için bu firmaya kiralama formülünü düşünüyorlardı. Şirkederinde çalışan
işçi paraları ve diğer giderlerini ben karşılıyordum. Bu arada ben Mustafa’ya
benim imkanlarımla problemlerinizi halledebilirseniz benim imkanlarımı
kullanın, siz de bana bunun karşılığı olarak iplik verirsiniz dedim ve elimdeki
bütün imkanları onlara kullandığımdan dolayı ekonomik açıdan rahatladılar. 5
Nisan kararlarından ben olumlu yönde etkilenmiştim. Cavit Çağlar’ın borçları
kredi borcu olduğu ve bu kredi borcunun 300-400 milyon civarında olduğu için
her geçen gün borcu ileri düzeyde yükseliyordu. Bu arada ben EZE Zeytin İşleme
Fabrika inşaatına başladım. Bugüne kadar önemli ölçüde kredi kullanmamıştım,
ancak zeytin işinden dolayı İş Bankasından kredi kullanmaya başladım, iplik ve
diğer işlerimden elde ettiğim parayı zeytin piyasasına yatırıyordum, o yıl
köylüden 50 bin ton civarında zeytin toplamıştım. Aynı zamanda fabrika işine
hız veriyordum. Bu arada sürekli Ispanya/Sevilla’ya gitmem gerekiyordu, bu
yüzden bir uçak almaya karar verdim. Bu düşüncemi Mustafa Çağlara açtığımda,
bir milyon elli bin dolara bana kendi uçağını sattı. Ben de parasının ikiyüz
elli - üçyüz bin dolarını peşin, geri kalanını da Yapı Kredi’den lizing yaparak
parasını ödedim. Bu tarihteki ekonomik durumum detaylı bir şekilde kasede
alınan anlatımlarımda mevcuttur. Mal varlığımın çoğalması ve iş potansiyelimin
gelişmesi üzerine zaman zaman da birçok yerlere gidip gelmemden dolayı
herhangi bir tehlike ile karşı karşıya kalmamda yardımcı olması için koruma
tutmaya karar verdim. Bu dönemde daha sonra da yanımda sürekli çalışan Yusuf
Ilhan’ın tavsiye ettiği polis memurları olan Esat Kaya ve Atilla gibi polis
memurlarını görevlerinden ayırarak benim yanımda koruma olarak
çalıştırmaya başladı. Bu arada Emniyet Müdür Yardımcısı
olan Yusuf Ilhan’ın Artvin’e tayini çıkmıştı, kendisi de Artvin’e gitmek
istemiyordu, ben kendisini çok sevdiğimden ve eskiden beri de yakın ilişkimiz
olmasından dolayı benimle çalışmasını teklif ettim. İlk planda emekli olmayı
düşündü, bu arada şark tayinini o dönemin İçişleri Bakanı olan Mehmet Gazioğlu’na
tavassut ettirerek durdurduk. Daha sonra kendisi kadro derecesi alarak APK’ya
geçti. APK adı ile anılan ve fiili bir görevi olmayan merkezde Emniyet
Müdürlüğü statüsünde bulunan bu göreve geçtikten sonra bu görevde mesai mefhumu
da olmadığından devamlı benim yanımda iş hayatına alışmaya çalıştı. Daha sonra
yaptığımız sözleşme gereği EZE Zeytinleri Yönetim Kurulu Başkanlığı na
getirdim. Yusuf İlhan bende yani Eşrefoğlu Anonim Şirketi nde Yönetim Kurulu
Başkanı olarak çalışmaya başladığında yaptığım anlaşmaya göre kendisine bir
araba, bir de ev alacaktım, ücret olarak açık kasa çalışacaktı, bir de şirketin
karından yüzde 12 pay verecektim. Bu anlaşma sonucu Yusuf İlhan bende gelerek
işe başladı. Kendisine işe başlarken bunun dışında herhangi bir para vermedim,
ancak Yusuf İlhan ın Ankara’da bir kardeşi vardı, sorumlu bir kişi idi, ticari
hayatta zarara uğramış olduğunu bana söyledi, ona da iş hayatında yardımcı
olmak kaydıyla ve sonradan imkanı olduğunda ödemesi karşılığında 30 bin dolar
para verdim. Kardeşinin adı Yunus Ilhan’dır. Ticari faaliyetimin devam ettiği
bu süreç içerisinde Cavit Çağlar ile aramda sürtüşmeye de neden olan Halıfleks
Fabrikası’nın satışından kaynaklanan sorunlar çıktı ve Halıfleks Fabrikasını
ben satın aldım. Ancak bu konuyu ayrı bir bölüm başlığı altında önemli
olduğundan daha sonra anlatacağım. Bu arada Sevilla ile iş bağlantılarım devam
ediyordu, ancak Sevilla’ya benim önceden almış oluğum uçak direk uçuş
yapmıyordu, daha sonra Falkom 20 tipi uçak almıştım, bu uçağı alırken kredi
kullandım, uçağın fiyatı 2.250 bin dolardı ve uçağı Fransa’dan almıştım. Bunun
250 bin dolarını peşin verdim, geriye kalan 2 milyon dolarını da Demirbank’tan
lizing yaparak temin ettim. Bu arada Niso kanalıyla olan gelişmelerin
deneyimiyle Demirbank’la olan temaslarım gelişmişti. Ancak yukarıda da
anlatmaya çalıştığım gibi Falkom 20 tipi uçak da direkt olarak Sevilla’ya
uçuş yapamıyor, aktarmalı bir şekilde gitmem gerekiyordu, o da zaman kaybına
neden oluyordu, bu zaman kaybını telafi etmek için bu sefer daha üstün bir uçak
almaya karar verdim, bu uçağı da Egebank’ın sahiplerine sattım. Daha uzun
menzilli ve üstün uçak Amerika’da vardı, Amerika’ya gitmeye karar verdim, bu
gidişimde Niso da benimle beraber geldi, önce bende bulunan Falkom 20 ile
Ispanya’ya gittik, burada bizim zeytin fabrikasını yapan firmanın yetkilisi de
Yahudi idi, Niso da onunla görüşecekti, Ispanya’da onunla görüşmeler yaptıktan
sonra, uçağı orada bırakarak Fransız Hava Yolları ile New York’a gittik, bir
amacımız da zeytin alanında dünyanın en büyük firması olan Kaliforniya’daki Derkartır
firmasını görüp temas sağlamaktı yani Amerika’ya Niso ile beraber hem uçak
almaya hem de bu firmayı görmeye gittik. Newyorka geldikten sonra yeni
alacağımız Falkon 50 tipi uçağı gördük ve anlaşmaları yaptık. Bu uçakla beraber
Derkartır Firmasına zeytin bağlantıları yapmak için Kaliforniya gittik, orada
gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra zeytin bağlantısı yaptık daha sonra
aldığımız bu uçakla Ispanya üzerinden Türkiye’ye döndük. Ticari faaliyetlerimin
geliştiği bu süreç 1995 Ağustos ayma kadar bu şekilde ve iyi bir yolda devam
ettim. Hatta Niso ile olan iş bağlantılarım gittikçe büyüyordu. Çünkü Niso
zeytin işine de merak sarmıştı, buradaki karı görerek bana yaşlaşmaya
başlamıştı. Ben bir taraftan zeytin işi ile ilgili yatırımlarımı aldığım kredilerle
yapmaya çalışırken bir taraf tan da iplik işinden elde ettiğim karın bu
kredilerin ödemesine kullanıyordum. 1995 Ağustos ayından itibaren Niso’da bir
tedirginlik ve panik baş göstermişti. Bu arada benimde Niso’ya olan iplikten
dolayı olan borcum artmaya başlamıştı. Niso’daki tedirginliği bende
sezinlemiştim Niso bir ara bana bu yer altı dünyası denen alemdeki faaliyetler
hakkında bazı şeyler sorarak bunlar nasıl yürütüyorlar faaliyeti gibi bilgi
almaya çalıştı. Ben konuyu açmasını söyleyince bana kendisinin Alaattin Çakıcı
tarafından tehdit edildiğini söyledi ve bir konuşmasını kaydettiğini bandı
bana dilletti, ben ilk defa Alaattin Çakıcının sesini oradan duymuş oldum, daha
önceden kendisini ne görmüştüm ne de bir tanışmamız olmuştu. Niso’nun bu
olaydan çok etkilendiğini gördüm bana bir taraf tan da Mehmet Ağar’ı soruyor
ve onunla bir irtibatımın olup olmadığını soruyordu, bundaki maksadı Mehmet
Ağar’ın o dönemde Emniyet Genel Müdürü olmasından dolayı idi belki ondan bir
güç ve koruma alabilir düşüncesinde idi bunun dışında kendisi de koruma
içgüdüsü içerisinden güçlü insanları arayış ve bulma faaliyeti içerisine
girmişti. Ancak herhalde o gücü sağlayamamış olacak Alaattin Çakıcının
istediği 1 milyon doları ödemek zorunda kalmış. Bunu ortağı olan Erol Erkohen’e
1.5 milyon dolar alarak göstermiş ben bunu daha sonra öğrendim, bundaki maksadı
yarısını ortağından telafi etmek için söylediği bir şeymiş, Niso Alaattin
Çakıcının bu tehdidinden çok etkilenmiş durumdaydı, o anda Niso’da büyük bir
değişiklik oldu Cavit Çağların tüm stok ipliklerini aldığını duydum. Teybe
kaydedilen ifademde de detaylı anlattığım gibi Niso Alaattin Çakıcı olayından
çok etkilenmişti. Çünkü onu etkileyen bir neden de Mustafa Kefeli olayında
kendisinin topuğundan vurulma hadisesi idi.
Niso tarihini tam olarak hatırlamıyorum. Bir tarihte
silahla topuğundan ateş edilmek suretiyle yaralanmış, bu olayın Mustafa Kefeli
tarafından yaptırıldığını düşünüyormuş. Mustafa Kefeli ile Alaattin Çakıcının
arasının iyi olduğunu biliyormuş, aynı zamanda Mustafa Kefelinin Cavit
Çağlar’la da aralarının iyi olduğunu ve aralarında bir bağlantı olduğunu
duymuş ve aralarında bir bağlantı olduğunu duymuş ve bundan dolayı Cavit Çağlar’a
tekrar yaklaşma gereğini hissetmiş. Niso’nun anlattığına göre kendisinin
Kıbrıs’da bir bakanla işi varmış bunu Mustafa Kefeli halletmiş. Mustafa Kefeli
ye bir para vermesi söz konusu imiş, bu parayı vermeyince Mustafa Kefeli bunu
vurdurtmuş. Niso olayı bana öyle anlattı. Bu olaydan etkilenen Niso Alaattin
Çakıcı tarafından tehdit edilince Alaattin Çakıcı ya yakın olan Mustafa Kefeli
ile irtibata geçmek ve bu soğukluğu gidermek için Cavit Çağlar’ı devreye
sokuyor. Cavit Çağlar’ın bu tarihte mal stoklarının çok olması ve mali kriz
içerisinde bulunması Mustafa Kefeli ile yakın ilişki içerisinde olması bunu
yaklaştıran sebep olarak görülüyor. Böylece Niso Cavit Çağlar’dan yeniden stok
malzemelerini alarak onu rahatlatıyor, karşılığında da Cavit Çağlar, Mustafa Kefeli
yakınlaşmasından istifade ederek Mustafa Kefeli kanalından Alaattin
tehdidinden kurtulmayı amaçlıyordu.
Niso’nun Cavit Çağlar’ın stoklarının tamamını almasından
sonra bunların bir kısmının da bana verilmesi sonucu tekrar ticari faaliyete
başladık. Hatta Niso’nun almış olduğu stokların yarısını ben almıştım. Ancak
ben Niso’ya kasım - aralık aylarında zeytin alımlarına gireceğimi, esas parayı
oraya vermem gerektiğini söyleyerek çok stok olarak aldığım bu iplik paralarını
kasım - aralık aylarına kadar veremeyeceğimi söyledim. Tahminen aldığım malın
tutarı 20 milyon dolar civarında idi. Tabii daha önceden olan borçlarım da
vardı. Bu parayı kasım - aralık aylarına kadar ödeyemeyeceğimi Niso’ya
söyleyince Niso önemli değil dedi ve buna karşılık çek vermem konusunda
mutabakat sağladık. Ben kendisine tahmini 20 milyon dolar karşılığı Türk parası
tutarında aralık - ocak - şubat ayları ödemeli çek verdim. Bu süreç içerisinde
tahminen temmuz veya ağustos aylarında Niso bana yeşil vadi olayı olarak
nitelendirilen Korkmaz Yiğit ile müşterek inşaat işi yapacağını bahsedip bu işe
girmemi ve ortak olmamı istedi. Ancak ben kendisine iş hacmimim çok yüklü
olduğunu, bir tarafta iplik işi bir tarafta zeytin fabrikasını yürütme ve
pazarlama işi diğer yandan sigortacılık işlerimin olduğunu söyledim ve buna
girmedim. Niso Korkmaz Yiğit ile beraber 5-10 bin konut yapılacak olan Yeşil
Vadi olayını devam ettirdi. Bu arada ticari faaliyetler gittikçe genişliyor ve
değişik kişilerle çalışmam ve iş birliğine girmem söz konusu oluyordu. Hatta
Niso ısrarla zeytin işi çok hoşuna gittiğinden bana ortak olmayı istiyordu, ben
onu atlatıp teklifini kabul etmiyordum. Gelişen bu ticari süreç içerisinde
Niso bana Adana’dan Hayyam Garipoğlu isimli kişi ile tanışıklığının olduğunu,
bu adamın İstanbul piyasasına girmek istediğini ve o tarihlerde Sümerbankın
satılmasının gündeme geldiğini, bu işe de ortak olarak birlikte girmemizi
düşündüğünü ifade etti. Sümerbank olayı değişik bir boyut kazandığından başka
bir bölümde başlık altında anlatacağım. Benim ticari faaliyetim 1995 Eylül ayma
kadar özetini anlattığım bu çıkış süreci içerisinde yükselerek ve genişleyerek
gayet normal bir şekilde devam etti. Benim ticari hayatımın dönüşü olarak kabul
ettiğim ve milat olarak altını çizdiğim sıkıntılı dönemlerimin başlangıcı 1995
Eylül ayından itibaren cereyan etmeye başladı. Niso ile olan ilişkilerim
Sümerbank olayının alım işlemlerinin bitmesinden sonra ve ortaklığımızın daha
doğrusu iş beraberliğimizin bozulmasından sonra birden mesafemiz açıldı.
Sümerbank olayından önce Niso Cavit Çağlar ile olan iş - ortaklığını tekrar
güçlendirmiş ve onun stoklarını alarak desteğini sağlamıştı. Bu süreçte
Korkmaz Yiğit ile tanışmış Korkmaz Yiğit ile Yeşil Vadi olayında iş birliğine
girmiş Korkmaz Yiğit’in gerek çevresi ve gerekse devletin üst kademeleri olan
irtibatından dolayı kendisine gelecek olan tehditler için bir yakın adam
bulmuştu. Nitekim tehdit altında iken Vali Hayri Kozakçıoğlu ile (dönemin
İstanbul Valisi) kendisini tanıştırmış, koruma verilmesini sağlamış böylece
kendini daha güçlü hissetmişti. Bunun dışında Hayyam Garipoğlu ile tanışmış,
ilişkilerini artırmış, en büyük ideali olan banka kurmakta ortak duruma gelmişti.
Tüm bu güçlendirmelerinden dolayı artık bana ihtiyacı kalmamıştı. Çünkü Niso
gerek iş hayatında ve gerekse diğer yaşantısında güç nerede ise onun yanında
yer alırdı Sümerbank olayının satın alma işine gelince Sümerbankın
özelleştirilip satışa çıkmasından sonra Hayyam Garipoğlu kendisina ait olan
îpeks Tekstil adına bankayı almaya talip olmuştu. Sümerbank hatırladığım
kadarıyla 112 milyon dolara Hayyam Garipoğlu’na geçmişti. Yani, Özelleştirme
idaresi tarafından yapılan ihalede Hayyam Garipoğlu’na ait îpeks AŞ’de 112
milyon dolara kaldı. Hayyam Garipoğlu’nun o günkü şartlarda 112 milyon dolarlık
paranın 56 milyon dolarlık peşinatını ödeme imkanı olmadığı için Nesim
Malki’ye ortak olma teklifinde bulunmuştu. Niso’da bana Hayyam Garipoğlu’nun
kazanmış olduğu bu ihale ile ilgili olarak yüzde 50’sine birlikte ortak
olmamızı teklif etti. Bunun için yüzde 50’ye tekabül eden paranın karşılığı
olarak hisseme düşen yüzde 25’i için 685 milyar TL’sini Türkiye İş Bankasının
Merkez Şubesinde bulunan hesabımdan îpeks AŞ. adlı şirket üzerinden yatırılması
için o hesaba aktardım. Böylelikle Sümerbank’ın yüzde 25’lik hissesine
resmiyette gözükmemesine rağmen ortak oldum. Bu para aktarma işleminde
Özelleştirme İdaresine yatan para İpeks AŞ. adına yattığından daha sonra
duyduğuma göre bu parayı Hayyam Garipoğlu kendi parası olarak göstermişti.
Esasen bu para benim kendi hesabımdan ve İş Bankası ndan çıkıp ihale İpeks
adına kaydığından İpeks hesabına yatmıştır. Banka kayıtları incelendiğinde
yatan bu paranın benim hesabımdan oraya geçtiği anlaşılacaktır. Daha sonra
Hayyam Garipoğlu hakkında bana ulaşan bilgilerin olumsuzluğu dolayısıyla
ortağım olan Niso’ya bu ortaklıktan ayrılmamız gerektiğini ifade ettim.
Niso’nun ise bu ortaklığın devam etmesinden yana olduğunu anladığım için
kendisini bu işten vazgeçiremedim. Sümerbank olayından Alaattin Çakıcının da
dahil olduğu pay dağılımını daha sonraki bölüm başlıkları içerisinde
anlatacağım, ifademin alındığı kayıt bantlarında bu konu daha açıkça
belirtilmiştir.
ifademin yukarıdaki bölümünde de açıklamaya çalıştığım
gibi Niso ile olan iyi ilişkilerim bu bankanın alımından sonra birden değişerek
bozuldu. Artık Niso üzerime hızlı bir şekilde gelmeye başladı. Niso benim
aleyhime faaliyette bulunarak beni kredi aldığım bankalara karşı kötülemeye
başladı. O tarihe kadar îş Bankası dışında diğer bankalardan benim diğer
bankalardan 70 milyon dolarlık kredi çekme imkanım vardı. Benim çektiğim kredi
ise îş Bankası hariç 25 - 30 milyon dolar kadardı. Benim düşüncem kredi
limitimin gerisini de kullanıp, yani 30 - 40 milyon dolar daha kredi kullanıp
zeytin işinde bu krediyi kullanmaktı. Çünkü zeytin işindeki faaliyetim hızlı
bir şekilde büyüyor ve fabrika hayata geçmeye adım atıyordu. Bu arada Niso’ya
yakınlaşan Korkmaz Yiğit Niso’yu dolduruşa getirerek Alaattin Çakıcı konusunda
benim parmağım olduğunu ifade edip, Niso’yu bana karşı daha da mesafe açıcı
duruma getirmiş, halbuki benim o tarihe kadar daha Alaattin Çakıcı ile
herhangi bir tanışıklığım ve temasım olmamıştır. Benim Alaattin Çakıcı ile ilk
tanışmam bu süreç içerisinde Niso’nun Bursa’ya geldiği zaman benim işyerime
uğraması esnasında olmuştur. Tam tarihini hatırlamıyorum ama bu dönemlerde bir
gün telefonum çalınarak birisi bana gür bir sesle “Niso oradamı diye’ sordu.
Beni direkt telefonumdan aramıştı. Ben kendisini tanımadığımdan, “Siz
kimsiniz, Niso burada yok yarım saat sonra gelecek” dedim. Arayanın Alaattin
olduğunu anladım. “Bana ukalalık yapma. Sen kimsin? Niso’nun orada olması
gerekir, ver onu bana” şeklinde konuştu. Alaattin olduğunu daha önci Niso’nun
kayıt ettiği sesi dinleyince anlamıştım. Esasen Niso o an yanımda idi, bana
olmadığını işaret etti, ben de o şekilde söyledim. Nitekim yarım saat sonra
Alaattin tekrar aradı. Kendisine direkt telefonumu Niso, gelmeden önce vermiş
ve tahmini saat söyleyerek benim yanımda olacağını belirttiğinden bu bakımdan
beni Niso ile konuşmak için aramış. Benim Alaattin ile ilk konuşmam bu şekilde
oldu. Niso ile Alaattin telefonda konuştular, konuşma esnasında Niso beni de
tanıttı, adımı, soyadımı söyledi. Bu süreçte Alaattin’le tanışmam başlamıştı.
Niso yine bir keresinde yanıma gelmişti, Niso’yu tehdit etmesinden dolayı daha
önce anlattığım 1 milyon dolarlık parayı Niso, Alaattin Çakıcıya taksit taksit
ödemeyi söylemiş ki Niso yanıma geldiğinde Hüsnü Gülen benim iş yerime geldi.
Herhalde Alaattin’le daha önceden konuşmuş olacaklar ki Niso yanında getirdiği
200 - 250 bin doları çantasından çıkararak Hüsnü Gülen e verdi. Bu para
Alaattin Çakıcı, haraç olarak verdiği 1 milyon doların taksitlerinden birisi
idi. Ben konuyu merak edip Niso’ya sordum. Bu olayın cereyan ettiği tarihte
henüz Niso ile aram açık değildi. Niso bana bu paranın Alaattin’in talimatı
üzerine Hüsnü Gülen tarafından bir başkasına verilmesi için verdiğini söyledi.
Ama Niso kime verileceğini bilmiyordu. Daha sonra Alaattin’le samimi olduğum
dönemlerde Alaattin bana bu paranın Hüsnü Gülen tarafından Nail Yenice’ye
verildiğini Nail Yenice’nin Bursa’da Özgüven Dingil Sanayii ve Uludağ Gazetesi
sahibi olduğunu söyledi. Bu parayı daha önceki tarihlerde Uludağ’da öldürülen
Uğur Çakıcının adli tahkikat veya yargıtay aşamasında sanık lehine kararın
çıkması için kullanılmak üzere verildiğini söyledi. Ancak ben bu konuda ne
gibi bir faaliyetler ile adı geçen Nail Yenice’nin kimlerle temasa geçtiğini,
bu işte muvaffak olup olmadığını bilemiyorum. Bu da benim Alaattin Çakıcı’dan
duyduğum ve tanık olduğum 1995 yılı yaz aylarında cereyan eden başka bir
olaydır. Bununla ilgili daha teferruatlı bilgiler kayda alınan sorgumdaki
kasette mevcuttur. Niso ile olan aramın açılmasından sonra beni en çok
etkileyen Niso’nun tesir altında kaldığını sandığım tehdit olayında Alaattin
Çakıcı’nın benim tarafımdan yönlendirildiği hususu idi. Bu durumu düzeltmek
için Niso ile olan irtibatımı güçlendirmek için Alaattin Çakıcı ile yakın
temasa geçmeyi düşündüm. Niso’nun yanında tanıdığım Hüsnü Gülenin Alaattin’in
yakın adamı olarak olduğunu bildiğimden İstanbul'da Hüsnü Gülen ile buluştum,
durumu kendisine izah ettim. Hüsnü Gülen ile buluşmayı Gemlik’li eski
ülkücülerden Mustafa Sertkaya aracılığı ile sağladım. Hüsnü Gülen “Tamam
kardeşim ben konuyu kendisine izah ederim o seni arar” dedi. Nitekim Alaattin
bir gün beni arayarak rahatsız olduğum konuyu sordu, ben durumu kendisine izah
ettim. Bu konuya çok canı sıkılmıştı, hatta küfür ederek “Ben onlara sorarım”
dedi.
Bu vesile ile de Alaattin Çakıcı ile aramızda yakın
bir dostluk başladı. Nitekim Alaattin Çakıcı ile görüşmemizden bir gün sonra
Niso beni aradı, sesi titriyordu. Alaattin Çakıcının kendisini aradığını bu
işte benim parmağımın olmadığını kendisine söylemiş. Alaattin ile olan bu
yakınlaşmamız gittikçe fazlalaştı, hatta onun yakın adamı olan Hüsnü Gülen ile
de İstanbul’da birkaç kez buluşarak yemek yedik. Bu yemek yeme esnasında ticari
faaliyetler ve gittikçe batağa doğru gidişimi anlattım. Niso’nun öldürülmesi
olayında da teferruatlı bahsedeceğim gibi bunu zaten daha önceden
tasarladığımdan kızgınlık içerisinde bu adam bir gün ölecek diye Nesim Malki’yi
kastederek imalı bir şekilde Hüsnü Gülenle konuştum. 1995’in Kasım ayma kadar
olan ticari faaliyet içeresindeki görüntüm bu şekilde cereyan etti. Anlattığım
nedenlerden dolayı geniş alana yayılan ve gittikçe yükselen ticari tirajım
birden çökmeye başlamıştı. İşte bu çöküş aşaması içerisinde ticari ortamdan
silineceğim endişesine kapılarak Nesim Malki’nin öldürülme eylemi gerçekleşti.
28.11.1995 tarihinde öldürülen Nesim Malki olayı ile Nesim Malki’nin
öldürülüşünden sonra cereyan eden olaylar.
Olayın anlatmadan önce yukarıda izah ettiğim Malki yi
öldürme sebeplerini toparlayacak olursam Niso bir kere bankalarla çalışmamı
engellemiş ve kredi alma limitlerimin önüne geçmişti. Niso ile yaptığım iplik
alışverişten dolayı daha önceden vadeli olarak kesip kendisine verdiğim 2
trilyon tutarındaki çekleri Niso bekletmeyip işleme koyacaktı. Bir taraftan
zeytin fabrikasını kurma ve iç ve dış piyasaya açılma olanaklarım bitmiş
olacaktı, diğer taraftan Cavit Çağlar ile aram açık olması nedeniyle iplik
alım işlerini devam ettiremeyecektim. Bankalardan daha önceden almış olduğum kredilerin
geri dönüşünü sağlayamam dolayısıyla bütün mal varlıklarım elimden gitmiş
olacaktı. Kısa zamanda kazandığım bütün mal varlıklarımı kaybetme tehlikesi ile
karşı karşıya kalmıştım. En önemli neden de Niso gibi bir adam birisini ağma
aldı mı bitirmek için sonuna kadar gidebilecek güce sahipti. Tüm bu sebepler
Niso’yu ortadan kaldırmakla zorunlu olduğumu ve başka bir çıkış yolu
bulamadığımı gösteriyordu. İşte Niso cinayetini işlememin daha doğrusu
azmettirici olarak tasarlayap, öldürtmenin sebepleri bu şekilde sıralanıyordu.
Niso’nun öldürülmesi eylemi için aklıma gelen ilk isim
daha evvel kendisinden bahsederken 12 Eylül öncesi birkaç olaydan dolayı
sabıkası bulunan eski ülkücülerden Şükrü Elverdi oldu. Öldürme eyleminden
yaklaşık 1.5 ay kadar, ekim ayı 20’leri olarak hatırladığım bir gün Bursa
ilinde araç ile dolaşırken kendisine Nesim Malki’yi öldürtebileceğimi söyledim.
Kendisi de bana büyük bir soğukkanlılıkla “O iş kolay hallederiz” dedi. Daha
sonra yine Şükrü Elverdi’nin şirket merkezinde benim yanıma geldiği bir gün baş
başa olduğumuz bir sırada kendisine bu konuyu tekrar açtım. Bu olayı ne kadar
bir fiyata yapabileceğini sordum. O da bana hitaben olayı 2 milyon dolara
gerçekleştirebileceğini ifade etti. Ben de kendisine fiyatın biraz düşürülmesini
teklif ettiğimde 1.5 milyon dolara bu işin bitirileceğini, öldürme eyleminin
gerçekleştirileceği yer konusunda ise İstanbul ve Bursa ihtimalleri söz
konusu idi, ancak o sıralar İstanbul ilinde koruması olduğu için İstanbul’da bu
eylemin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söyledi. Eylemde yer alacak olan
eylemciler kullanılacak silahlar ve eylemle ilgili diğer ayrıntılar üzerinde
durmadık. “Bana sen bu işe hiç karışma, askıya işkenceye dayanamazsın, bunun
için detayları hiç bilmeyeceksin” dedi. Bu konuşmadan sonra öldürme eylemini
ihale ettiğim Şükrü Elverdi yanımdan ayrıldı. Daha sonraki görüşmelerimde Şükrü
Elverdi eylemle ilgili keşif istihbarat çalışması yaptıklarını söyledi. Ancak
bana bu iddia pek inandırıcı gelmiyordu. Çünkü çalışma yapıyoruz derken sağda
solda yemek yiyerek vakit geçiriyorlardı. Bu itibarla bu olayın Şükrü
tarafından gerçekleştirilebileceğine ihtimal vermiyordum. Ama bu arada zaman
zaman ihtiyaçları olduğunu söyleyerek çeşitli miktarlarda para istiyordu. Bu
arada Şükrünün eylemde yer alacak şahıslardan Oğuz Işıklı ile Muharrem Kutay’ı
bilgilendirdiğini, lâkin Muharrem Kutay’ın bu eylemde yer alamayacağını, Oğuz
Işıklının bu konuyu yine benimle iplik ticaretinde ilişkim olan eski
ülkücülerden Burhanettin Türkeş’e aktardığını öğrendim. Burhanettin Türkeş’in
Şükrü Elverdi’ye öldürme eylemi karşılığında benim vaat ettiğim 1.5 milyon
dolardan bir milyon dolar karşılığında bu işin bitirilebileceğini söylediği,
Şükrü nün de bu konuyu kabul ettiğini, daha sonra Şükrü ile yaptığım bir
görüşmede öğrendim. Bu değişiklikten dolayı bende öldürme eylemiyle ilgili
herhangi bir fikir değişikliği olmadı. Yine öldürme eyleminden bir önceki gün
olan 27.11.1995 tarihinde Şükrü Elverdi şirket merkezime gelerek benimle
görüştü ve daha sonra yanımdan ayrıldı. Aynı gün Nesim Malki ile birkaç kez
telefonla görüştüm. Bu görüşmelerden 28.11.1995 Sah günü Bursa’ya geleceğini
biliyordum. 28.11.1995 günü sabah şirket merkezine giderek mutat işlerimi
takip ederken yaklaşık saat 11.00 sularında Erol Erkohen’in beni telefonla
araması neticesi Niso’nun vurulduğunu öğrendim. Benden konuyla ilgilenmemi
istediği için ben de şirketimde Eze Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışan
emekli Emniyet Müdürü Yusuf Ilhan’ı arayarak birlikte, Niso’nun getirildiği
Fevzi Çakmak Caddesi üzerinde bulunan Vatan Hastanesine gittik. Gittiğimizde
hastanenin önünün kalabalık olduğunu, o tarihte il jandarmadan bir binbaşı ile
İl Emniyet Müdür Yardımcılarından Zeki Özcan’ı hastane önünde gördüm. Zeki
Özcan bana “Hayırdır, benzin atmış, bir şeyin mi var?” diye sordu. Ben de ona
“Her gün birlikte olduğum adam ölmüş gülüp oynayayım mı?” dedim. Hastaneye
girdiğimde Niso’nun öldüğünü öğrendim. Daha sonra hastaneden ayrılarak dönemin
İl Emniyet Müdürü olan Ahmet Demir’in yanına gittim, içeriye girdiğimde Yusuf
Ilhan ve sanayici Celal Sönmez’i Ahmet Demir’in makamında gördüm. Bu arada
Niso’nun 1/3’lük ortağı olan Erol Erkohen beni telefonla aradı ve olayla ilgili
bilgi aldı. Kendisine gelip gelemeyeceğini sordum. “Uçağını gönderirsen
gelirim” dedi. Ben de küçük uçağımı Erol Erkohen’i aldırmak üzere İstanbul’a
gönderdim. Ahmet Demir’in makamından ayrılarak Erol Erkohen’i getirecek küçük
uçağı karşılamak üzere Bursa Havalimanına gittim. Buradan Erol Erkohen’i teyzesinin
kocası Metin ... isimli şahısla birlikte alarak Vatan Hastanesine geldik.
Tekrar Erol Erkohen ile birlikte Ahmet Demir’in makamına uğradığımızda Ahmet Demir,
Erol Erkohen’e başsağlığı dileyerek kendisini teselli etti ve olayla
jandarmanın ilgilendiğini söyledi. “Biz her zaman senin yanındayız” dedi. Aynı
dileklere Celal Sönmez de katıldı, daha sonra Î1 Emniyet Müdürlüğü’nden
ayrılarak şirket merkezine ben, Erol Erkohen, Yusuf Ilhan ve Metin ... ile
birlikte gittik. Burada birkaç saat kaldıktan sonra Erol Erkohen olayla ilgili
Niso’nun İstanbul’daki yakınlarını bilgilendirdi. Niso’nun o dönem İstanbul
satış müdürlüğünü yapan Cihat Alkanlı cenaze işlerini takip etmek üzere
Bursa’ya geldi. Biz Erol Erkohen ile jandarmaya gitmek için dışarıya
çıktığımızda benim ofisimin önünde sekreterle görüşmekte olan Cihat Alkanlı’yı
gördüm. Cihat Alkanlı’yı gördüğümde Niso ya ait olan çanta da elinde idi. Şükrü
Karaaslanoğlu’nun da geldiğini duydum.
Biz buradan çıkarak Osmangazi Jandarmasına gittik.
Buradaki işler bittikten sonra cenazenin İstanbul’a nakli için küçük uçağımı
Cihat Alkanlı’ya tahsis ettim. Biz de Erol Erkohen ve Şükrü Karaaslanoğlu ile
birlikte İstanbul’a Cihat Alkanlı’dan önce gittik. Biz İstanbul Havalimanına
indikten bir müddet sonra da Cihat Alkanlı Niso’nun cenazesiyle birlikte aynı
havalimanına geldi. Buradan cenazenin hastaneye nakil işleri gerçekleşti ve
Niso’nun evine uğrayarak eşi Meri Malki’ye başsağlığı diledikten sonra
İstanbul’dan dönüş yaptım. Ertesi gün tekrar Bursa’dan İstanbul’a giderek cenazesine
katıldım, defin işlemini takiben Bursa’ya tekrar geri döndüm. Öldürme
işleminin gerçekleştirildiği gün beni eylemle ilgili kimse aramadı, olaydan
iki gün sonra Şükrü Elverdi telefonla beni arayarak herhangi bir olumsuzluğun
olmadığını söyledi. Bu arada hatırladığım kadarıyla 2-3 milyar civarında bir
para istedi. Ben de bu parayı şirket elemanlarından birine talimat vererek
kendisine ödedim. Hatırladığım olaydan birkaç gün sonra ilk dilimini 100 bin
dolar olarak Çekirce civarında kendime ait jeep’te verdim. Öldürme eylemine
karşılık olarak anlaştığımız 1.5 milyon dolarlık parayı ise yedi - sekiz aylık
bir sürede çeşitli dilimler halinde çoğunu dolar olmak kaydıyla diğer kısmını
da iplik olarak Şükrü Elverdi’ye ödedim. Nesim Malki’nin öldürülme eylemiyle
ilgili çok daha teferruatlı bilgiyi size resmi alınan bu ifadem öncesi
vermiştim. Teybe kaydedilen bu ifadelerim detaylı bir şekilde alındığından
orada da konu açık olarak izah edilmiştir. Onlar da doğrudur.
Benim gerek yukarıda verdiğim ve gerekse ön sorguda
verip de teybe kaydedilen ifadelerimde bahsettiğim gibi Nesim Malki’nin
öldürülmesi eylemini söylediğim sebeplerden dolayı sadece ben tasarlayarak
yaptım. Eylemi gerçekleştiren de Şükrü Elverdi ile ona bağlı olarak çalışan
diğer kişilerdir. Bunların dışında hiçbir kimse ne finans açısından ne de
öldürülmesi açısından eyleme iştirak etmemiştir. Sadece ifademin diğer
kısımlarında da belirttiğim gibi Alaattin Çakıcı nın adamı olan Hüsnü Gülen ile
İstanbul’da yaptığımız bir konuşmada kendisine içine düştüğüm sorunları
anlatmış, çıkmaza girdiğimi söylemiş, bundan ancak Nesim Malki’nin öldürülmesiyle
kurtulabileceğimi belirtmiştim. O da benim bu görüşümü tasdiklemiş ve küfürlü
bir ifadeyle “Gebersin Yahudi” şeklinde beyanlarda bulunmuştu. Ancak bu
düşünce olarak söylediğim fikirdi, öldürüp öldürmeyeceğim hakkında kesin bir
ifade kullanmadım. Bunların dışında hiçbir kimsenin bilgisi ve iştiraki yoktur.
Eylemi ben Şükrü Elverdi’nin grubuyla anlaştığımız para karşılığında
planlayarak gerçekleştirdim.
Nesim Malki’nin öldürüldüğü gün ben daha önceki
ifadelerimde söylediğim gibi önce hastaneye, oradan Emniyet e gitmiş ve daha
sonra da işyerime gelmiştim. İstanbul’dan gelen Erol Erkohen ve aynı gün diğer
yerlere uğrayıp benim işyerime gelmiş ve hatta beraber olmuştuk. îşyerimde
otururken yanımızda hatırladığım kadarıyla Cihat Alkanlı da vardı. Ben bir ara
işyerimde bu çantayı Cihat Alkanh’nın elinde görmüştüm. Bu çantanın Niso’ya
ait çanta olduğunu görür görmez anlamıştım. Çünkü özelliği olan bir çanta idi,
altı aydan bu yana da bunu kullanıyordu. Her Bursa’ya gelişinde de bu çantayı
getirirdi. İşyerimden kalkıp Erol Erkohen ile birlikte jandarmaya Nesim
Malki’nin özel eşyalarını almaya giderken bu arada yani yanımızda bulunan
Cihat Alkanlı’nın elinde görmüştüm, ondan sonra çantanın ve çanta içersinde
olduğu iddia olunan evrakların akibeti hakkında bilgim yoktur. Bunu bilse
bilse Erol Erkohen ile Cihat Alkanlı bilir.
Benim askerlikle olan problemim yaklaşık 1996 yılı
içerisinde ortaya çıktı. Arena programında yer alan aralarında benim ismimim
de bulunduğu birkaç kişiyle ilgili olarak bu işte bize yardımcı olan heyetin
ortaya çıkartılması ve bizi ameliyat eden grubun yakalandığını öğrendim.
İstanbul’da emekli albay olan ismini hatırlayamadığım bir şahsa gittim ve
adamla görüştüm, o tarih itibariyle gıyabi tevkifim çıkmamıştı. O dönem
İstanbul Mali Şube’de Başkomiser olan Hasan ...’ın konuyu takip ettiğini
öğrendim. Başkomiser Hasan’a nasıl ulaşabileceğimizi düşünürken dönemin Bursa
Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürü olan Serdal Ortaç’ın kendisini tanıdığını
öğrendim. Serdar’ı aradım, Başkomiser Hasan’ın izinde olduğunu, daha sonra
Hasan’ın emekli olduğunu ve soruşturmanın da kendisinden alındığını öğrendik.
Yaklaşık bundan bir ay kadar sonra benim gıyabi tevkifim çıktı. Ondan sonra
ben mümkün olduğu kadar uçağı kullanmıyordum, çünkü dönemin İl Emniyet Müdürü
Ahmet Demire laf gelir diye Bursa’da çok fazla gözükmüyordum. İstanbul büromu
daha fazla kullanıp işyerimi buradan yürütüyordum. Daha sonra gelerek teslim
oldum, kaçak olduğum bu süre yaklaşık bir yılı kapsıyordu. Kaçak olduğum süre
için Yusuf İlhan bana ‘Ortalıkta fazla gözükmeyeceksin, Ahmet Demir ile çok
sık görüşmeyeceksin, Bursa Emniyeti nden hiç kimseyle yüz yüze gelmeyeceksin’
dedi. Benim bu işimi Bursa Emniyeti’nden Serdal Ortaç’ın idare ettiğini
biliyordum. Bu konuyla ilgili detayı bant kaydında çok geniş anlattım.
Erol Erkohen’i önceden de tanırdım, ancak ticari faaliyetlerimiz
daha ziyade Niso ve bir dönemde babası olan Hayim Erkohen ile yürütüldüğünden
fazla bir samimiyetimiz yoktu. Hayim Erkohen’in daha önceden ölmüş olması ve
bu cinayetle de Niso’nun öldürülmesi Türkiye piyasasından büyük bir iş hacmi
olan Tunca firmasını yürütmekle sorumlu Erol Erkohen’i işin başına getirmişti,
tabi Erol Erkohen bizim Niso ile olan geçmiş dönemdeki önemli iş ticaretimizi
bilmiyordu. Ancak firmada daha önce Nisoya verdiğim ve ödemelerim gereken 2
trilyon civarındaki iplik almamdan kaynaklanan çekler vardı. Durumumun bozuk
olduğunu söyleyerek Erol Erkohen’e de bunu bir müddet ertelemesini söyledim.
Bundan önce de çeklerin durup durmadığını ve bankadan aldığım krediler
karşılığında bu çeklerin kullanılıp kullanılmadığını sordum. Erol çeklerin durduğunu
ve herhangi bir çekin de kullanılmadığını söyledi, ben de ona Niso’nun vermiş
olduğu itimat telkin olsun diye iki adet çeki Erol’a geri verdim. Bu çekler Niso’dan
verdiğim çeklere karşılık daha önceden almış olduğum 200 milyon dolar ve 250
milyon mark tutarındaki çekleri benim Bursa’daki işyerimde verdim. Erol yıl
sonuna doğru kredilerin ödenmesi için 300 - 350 milyar TL.’lik paranın
ödenmesini sordu, ben de ödeyebileceğimizi söyledim. Bu arada ticari
faaliyetlerim de kötüye doğru gidiyordu, bankadan artık yeteri derecede kredi
alamıyordum. Hamle yapmış olduğum zeytin işi de sekteye uğramaya başlamıştı.
Cavit Çağlar da bana gittikçe cephe almıştı. Eylemden sonra Erol Erkohen de
gerek polis ve gerekse adliyede verdiği ifadelerinde bana yüklenmiş, o dönemde
benim askerlik nedeniyle dışarı çıkışımı da ileri sürerek, “Erol Evcil
yurtdışına çıktı, tehditler de durdu” şeklinde ifadeler kullanmış. Bu arada
basında ve dış ortamda Niso’nun çantasının içerisinden defterin alınmasıyla
ilgili bilgiler sızmıştı. Ben Erol Erkohen’e böyle bir şey olup olmadığını
sordum. Erol Erkohen de ‘çantayı ben senin yanında büroda çalışan kızdan
aldım ve Cihat Alkanlı ile karısına gönderdim’ diye beyanda bulunmuştu. Esasen
ben Niso’nun yanında hiç böyle bir defter görmedim. Bu tamamen uydurma bir haber.
Erol ’la bundan başka çok önemli bir işbirliğimiz olmadı. Bununla ilgili detay
bilgileri daha önceki kayıt olunan ifademde verdim.
Ben 18 Ağustos’ta İstanbul’dan Yüksel Çağlar ile beraber
yurtdışına çıktım, bir gün önce de Paris’te Alaaddin Çakıcı yakalanmıştı. Beni
orada Şükrü Elverdi karşıladı. Yurtdışına çıkmadan önce yani Nesim Malki’nin
öldürülüşü olan 1995 Kasım ayından yurtdışına çıkışım olan 18 Ağustos 1998’e
kadar geçen süreci kısaca özetleyecek olursam. Malki’nin öldürülmesinden sonra
iş hayatım tam bir düzene girmemişti. Nisso ondan önceki süreçte bankalara
kredi kullanmam açısından etki yaptığından kredi kullanamaz duruma düşmüştüm
ve bu durum devam ediyordu, iplik piyasası zayıflamıştı. Kredi alamamamdan
dolayı zeytin işlerim sekteye uğramıştı. Ödeme güçlüğü çekince İş Bankası
müdahalede bulundu, bu arada Alaaddin Çakıcı ile olan samimiyetim ve daha sonra
anlatacağım işbirliği hızlandı, çünkü düştüğüm ümitsizlik içerisinde çıkış
yolunu Alaaddin ile beraber olmakta görmüştüm. Benim iş hayatımda İş
Bankasından toplam aldığım kredi tutarı 96 milyon dolardır. Bunun dışında 26
milyon dolar da leasing almıştım.
ALAATTİN ÇAKICI VE
EROL EVCİL ARASINDA GEÇEN GÖRÜŞMELER
Alaattin Çakıcı: Merhaba.
Erkek: Merhaba ağabey.
Alaattin Çakıcı: ..
Erkek: Vereyim ağabey kendisini.
Erol Evcil: Efendim?
Alaattin Çakıcı: Erol merhaba.
Erol Evcil: Alo
Alaattin Çakıcı: Alo
Erol Evcil: Efendim.
Alaattin Çakıcı: Merhaba Erol.
Erol Evcil: Merhaba. Eğer ben de sen onu alırsam,
Türkiye benim anamı, avradımı s., eğer .. edersem adi o .. çocuğuyum. Bana bak,
sen benim ağabeyimsin. Bağır, çağır ama bana sakin öyle bir şey deme.
Alaattin Çakıcı: Ya, ben sana bağırmadım. Ben sana
bağırmadım. Normal, bağıran, sen bana bağırdın.
Erol Evcil: Hayır. Ben sana bağırır mıyım ya? Ben sana
ne zaman bağırdım? Öyle şey olur mu?
Alaattin Çakıcı: Bak, iyi düşün. İyi düşün bak. Bağıran
sen oldun, iyi düşün. Benim şenle arkadaşlığım var. Anamı s.der, hırsımdan
ağlayacaktım. Ben sana arkadaşlığımdan bugüne kadar, iyi dinle beni, hep sana
titiz davranıyorum. Ben günde altı paket sigara içiyorum biliyor musun?
Erol Evcil: Ben hep onda hak veriyorum ben. Eğer ben
sana,
Alaattin Çakıcı: Ben sana dün bir şey demedim Erol.
Bak, dün gece de birden tepki gösterdin. Niye tepki gösterdin bilmiyorum. Hiç
bir şey demedim. Sadece dedim ki; Erol, söyle onlara dedim, gerekirse bunları
dedim kadına (Tansu Çiller) gönderelim ben kadına bunları göndermeyecek kadar
şerefsiz .. Çünkü o adamla aynısı, sen, sen bana bugüne kadar ne dedin sen? Ben
senin dediğin bir lafın dışına çıktımsa o., çocuğuyum. Sadede gelelim.
Barışmazsak bize kötülük yapan onlar. Bana kötülük yapıp yapmadıklarını ..
Veya uzağa gidişin. Başka bir şey yok. Ben senden veya uzağa gidişinden .. Hiç
bir farkı yoktur.
Çünkü benim karakterim, ben hayatta bir kişinin sesini
teybe aldım biliyorsun. Kızımı öldür dedi. S..yor dedi. Sesini kasete, çünkü
neydi onun ismi? Yarın toplumun üzerine nasıl çıkayım diye. Tamam mı? Babası
söylüyor işte. Bir de ömrümde aldığım ikinci kaset bu. Yalnız şimdi evvelsi gün
sabah konuştum. Biraz değişti. Sabahleyin aradım seni, biraz şeymiş gibi. Bana
diyorsun ki; ağabey üzülme, birbirimizi üzmeye değer miydi bunlar? Bizim
dediğimizi yapacak. Ee, dün sana söyledim, anlattım. Kalktın sinirlendin; bu
adama diyorsun ki; şu, şu, şu. Ama ben çocuk değilim ki! Arkadaşsak arkadaşız.
Beni sen dinlemedikten sonra anlıyor musun? Bizim arkadaşlığımızın anlamı ne
olacak? Tamam bana bin tane iyilik yapmışsın, ben bunu inkar etmiyorum.
Ben bunu televizyonda da dedim. Benden sana kardeşim,
inan bir kötülük gelirse o., çocuğuyum. Benden kötülük gelse anlıyor
musun?..sana söylüyorum. Be ağabey, başbakana küfür ediyorsa, hem yeni
başbakana, hem eski başbakana küfür ediyorsa .. Ben sana hiç mi .. Ben senden
iyilik görmüşüm. Ama sen .. Kötü, yani kötü düşünen ama .. Sana ben doğru
olanları söyledim Erol! Ben sana bağırmadım ki! İnsan bir kere bağırsa kavga
eder. Ben şenle kavga da etmiyorum. Yani ben sana doğru olanları söyledim.
Yani bana kompüter gibi kurulmuş bir adamım sana yani.
Bak, ben bunu sana daha evvel de söyledim. Hakikaten kompüter gibi olmuş benim
beynim sana. Ne diyorsan benim beynim onun cevabini verir. Bu kötü, tamam
kötüdür. Bu iyi, bu iyi. Şöyle adamdır. Tamam Erol, öyle adamdır. Bildiğim
dışında hararet etme, ben sana nasıl bir hareketinden yola çıkıp telefona
sarılıyorum. Bir şey istiyorsun sen telefona sarılıyorum adama istediğin şeyi
söylüyorum, çünkü benim arkadaşım bir şey dediyse doğrudur bu.
Ben sana bir şeyler diyorum, iki günden beri bana
desen ki arkadaşım bu böyle olacak, kasetin a .. koyayım, ne o ya, kaset
neymiş kardeşim ya, bana desen ki kaseti yakacağız, Mehmet Ağara da diyeceğiz
ki bu kaseti yak, ben onu da yakarım, madem ki arkadaş istedin
Erol Evcil: Ben bir şey söyleyebilir miyim ağabey ?
Alaattin Çakıcı: Yahu tabii konuşursun Erol ben sana
boğazına sarılacak değilim ya, ben sana ne hakaret ettim ne bağırdım ben sana
söyleyeceğimi söyledim
Erol Evcil: Sen bak yine söyledin, sen beni yanlış anladın,
sen zannettin ki bu kaseti hayır hayır değil, biz orada neyi amaçladık yemin
edeyim şuradan kalkmayım, döv beni eğer şuradan ben gitmeyim. Ya dün beni
kendisi aradı, ben kendisine, bu gazetede çıkan haberi duymuş, sessiz kal biraz
dedim, o kadar, onun dışında benim ne kimseden korktuğum var, ne kimseden çekindiğim
var, ne de bir adım senin ile konuştuğumuzdan sapmam ve geri gitmem var, yani
biz verelim bu kaseti bu adamlara ama biz bunu işimizi en iyi şekilde görecek
şekilde verelim, onun dışında eğer ki yemin edeyim şerefimin üstüne
Alaattin Çakıcı: Erol bana bak birazcık, şerefli adamım
bak. Dündar Kılıç’ın kızı boşandı, verdim boşandım. Dedi ki babası s..ti onun
s...tiğini babası söylemişti bana telefonda, iyi dinle kızının s....tiğini
Türkiye bilse babasından da benden de huylanarak kimse konuşamaz. Hayatimi
kaybettim, şerefimle benim iki tane bebem var. Bunların üzerinden Türkiye’den
geçtim. Bak sana inanılmayacak kadar bugüne kadar kötü düşündümse, bugünden
sonra düşünüyor musun, gene düşünmem ben şerefli bir adamım, düşünsem ki ben sana
derim, Erol düşmanız derim. Ben sana buna inan bunu derim ben sana inan. 31-32
yasındaki, benden 14-15 yaş ufak olan bir delikanlı ne diyorsa ben onu yaptım,
yeri geldi seni kendimden büyük gördüm, yas olarak ta bilmem ne, yeri geldi
bilmem ne, kardeşim gibi gördüm, ben seni yeri geldi, inan istersen oğlum gibi
gördüm, seni yani bak şimdi, bana dersin ki eğer bunlar bize tavır alırlar,
yahu onlar zaten düşmanlar ben sen ne dediysen ben onlara göre tavır aldım ben
Erol Evcil: Ya bunlar bize tavır alacağı, senin canını
alırlar, benim canımı alırlar, elimi kolumu bağlarlar, senin canını alırlar,
artı bak, orda ben sana yanlış konuştum, benim fabrikamı aldı bu i., daha
nasıl tavır alacaklar, ben orada yanlış konuştum
Alaattin Çakıcı: Ama bunu sen söyledin Erol ben yani ?
Erol Evcil: Ben sana anlatmak istediğimi tam anlatamadım.
Şimdi bu i..ler, yapıyorken tamam biz ne istiyoruz, bizim istediğimiz şu, bir
dakika beni dinlersen ben anlatıyım, bir gün Hüseyin ile bizim arkadaşımızın,
bizim çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın buraya gelmesi, eee bunlar ne diyorlar
Alaattin Çakıcı: Bak ben sana bir şey anlatıyım. Yavuz
Ağabey (Yavuz Ataç) oraya gelse, ben Yavuz (Yavuz Ataç) ile de bugün konuştum,
Süleyman Demirel’in bana ne faydası olur beni affedemez ki
Erol Evcil: Doğru haklısın, haklısın. Niye biz arkadaşın,
senin o çok sevdiğin arkadaşın
Alaattin Çakıcı: Mehmet Ağar oraya gelse bak, Mehmet
Ağar geldi başbakan oldu diyelim. Beni affedemez ki, bana ufak tefek yardımları
olur, der ki dokunmayın bu çocuğa, üstüne gitmeyin bilmem ne. Anlatabiliyor
muyum, aile zorluk çıkarmazlar bana, çıkarmazlar ama beni kimse affedemez. Ben
Mehmet Ağarın da oğlu olsam, Mesut Yılmaz’ın da oğlu olsam, Süleyman Demirel’in
de oğlu olsam, yani eğer bir ülkede yasalar edemez, ha biz bu arkadaşa, benim
dostumdu arkadaşımdı yahu ben nasıl sana iyilik bak, ben sana bir şey
anlatıyorum, senin koruman olan bana bir laf diyor, senden teyit almadan
kalkıyor bilmem ne anlatabiliyor muyum. Türkiye’de yarın kaderin de, büyük
adamlardan biri ha. Benim için değil, benim için s...min altı affedersin
ç..mün kenarında, anlıyor musun, ki o anlamda kalkıyor anlıyor musun senden
teyit almadan korumanın bir lafından kaldırıyorum herifi hesap soruyorum, çünkü
o kadar güvenmişim sana. Ne diyorsan ben her şeyi parmaklarının ucuna
vermişim, ne istersen ne dilersen hiç kırmızı ışık da yanmadı, yanmıştı çok
ince, yeşil oldu.
Sonra ... ha Yavuz Ağabey (Yavuz Ataç) isterim ki en
iyi yere gelsin, ben Eymür’ünde çok iyi dostuyum, yani Yavuz’a (Yavuz Ataç)
gösterdiğim hürmeti o istisnada, Eymür’e gösteririm. S..miş kaybetti. O anda
düşman oldu inan. Benim için hayatımda dostlarım var ağabey ya, Erol bir
insanin 100 tane 200 tane dostu olmaz 5 tane 3 tane 4 tane bir de selam verdiği
yüzlerce binlerce adam, çok fazla ilişkisi olmayan ufak tefek arkadaşlar. Bak
iyi iki dost olduk biz, bilmem anlatabildim mi ben sana. Bak dün ben sana
..günden beri ben sana bir şey demedim, senin bana verdiğin şeylere göre bak
simdi Erol, anlatmıyor ki simdi yanlış anlama, Kemal Yazıcıoğlu’nu ne kadar
sevdiğimi biliyorsun öyle değil mi? Biliyorsun değil mi ? Hani bir iş vardı da
Bursa’da hani?
Erol Evcil: Tabii biliyorum ağabey Mehmet Ağar diyorsun,
Kemal Yazıcıoğlu diyorsun her zaman söylüyorsun onları.
Alaattin Çakıcı: Biliyorsun Tevfık’in (Tevfik Ağansoy)
ölümünü hazırlamak için Bursa ya çekmeye çalıştık 3 ay. Niye, İstanbul’da
olmasın diye. Sen biliyorsun yani değil mi, sen biliyorsun?
Erol Evcil: Evet evet biliyorum
Alaattin Çakıcı: Yani Bursa’dan birşeyler tezgahladık
iste. Vahit’i alıp mahkemeye getirmek, dümenden bir şeyler hazırladık,
mahkemeye, savcılığa şikayet edip niye, biliyorsun Kemal Ağabey’in ...olmadı.
Ne tesadüf Kemal Ağabey solcuların gözüyle fanatik sağcıdır, ona yol veremem
yani, şeyi anlatıyorum, senin dediğini, ona bir şey yapamam, sevindim çünkü,
oraya gelirse Türkiye’nin kaderi değişir, hani MIT adam sekline girer, ha
belki istemezler onu, o yandan gelmemiştir o, Hüsamettin Cindoruk buna yok
demez, Ecevit, Baykal yok der. Yavuz Ataç gibi demokrat adam buna niye yok
desin, biz seninle konuşuyoruz senin verdiğin cevaba göre şimdi işte
Hüsamettin Bey karşı çıkmaz
Erol Evcil: Ya haklısın, bu zor işi biz başardık demek
isteyebilirler bana yemin ediyorum son 3 gündür
Alaattin Çakıcı: Dur dur, bana dedi ki o, onun kendi
bilebileceği iş. Değil mi yani almazsa güven oyu, yapabilir anlamında sana,
mesela teyit, verebilir
Erol Evcil: Nasıl anlamadım, ha ha şey, dayak yediği
zaman mı (Mesut Yılmaz)?
Alaattin Çakıcı: Tabii tabii, yok yok
Erol Evcil: Neyi ?
Alaattin Çakıcı: Hani dedik ki, güvenoyu alamazsan
şeyi devireceğiz
Erol Evcil: Ha ha evet
Alaattin Çakıcı: Özer’i. O da arkadaşımızın bileceği
iş dedi sana, yani bu ne demektir ben alamazsam yapsın bunu demektir. Peşinden
de dedi ki güvenoyu alma isteğimiz var.
Şu arkadaş var (Yavuz Ataç), daha önceden sana geldi
bilgiler verildi, bu isin uzmanı, vatana millete büyük hizmetleri var, adama
dediler ki en büyük yere getireceğiz geri gönderdiler adamı. 33 saat konuştu,
ondan sonra adamı kalktılar oraya sürdüler, bizim yine kellemizi istediler.
Bunlara şimdi, bunların sözüne şimdi ne kadar güven olur. Bunlar simdi 3 aydan
beri getireceğiz dediler, çünkü telefonla ben hep bunları tehdit ettim biliyorsun,
ben hala ben Kemal Sunal’ın (Mesut Yılmaz) anasını s...ğim, s... meyeceğim
değil, seçimler gelsin dünyada, anlıyor musun bu kadar namludan mermi çıktı mı,
biliyor musun adres sormuyor.
Her tarafa hamdolsun yine dönüyor. Ben ne dedim. Ben
hep dediğim lafım, bu adamın bugün gitmesi, kadını (Tansu Çiller) güçlendirir
Hocaya, taşıyamıyorsun, balans görevi yapıyor, bu kaset olayı bizde, kaset
bizde iki aydır susuyoruz, iki ay evvel ben Türkiye’yi karıştırırdım, şifahen
de söylerdik yapmadık, bunu adam olan anlardı, anlıyor musun, adam değil ki
vefasız adam, analarını s...yim, ne diyeyim ki ben?
Erol Evcil: Ya bak şimdi ne dersen, bütün konularda
haklısın.
Alaattin Çakıcı: Ben şunu bir değiştireyim, birazcık
bekle
Erol Evcil: Nasıl anlamadım.
Alaattin Çakıcı: ..o Gedik (Mehmet Gedik), Gedik denen
adam, a..na koyduğumun i..si anlıyor musun, Oflu değil mi, Çaykara’h değil mi o
Gedik?
Erol Evcil: Of’un, yanı Trabzon’un neresinden olduğunu
bilmiyorum da belli değil o?
Alaattin Çakıcı: Çaykara’h, Çaykara’h o. Olmasın i...,
o çıkmıyor benim telefonuma, adam olsa telefona, diyor ki eyvah nasıl yaparım,
a...na koyduğumun i..si ben onun dostu değilim ki, onlar benim canımı istediği
zaman yapıyorlar, ben onların sesini teybe aldım, kellemi isteyen adamın
sesini teybe alırsam bu hata mı olur, ben haklı değil miyim, ben ANAP’lı değil
miyim, ben Doğru Yol’cu da değilim, ben MSP’li de değilim, ben vatanımın,
kasetler oraya buraya veriyorum, ben sana birseyler anlatıyorum, sen bana
kızıyorsun ?
Erol Evcil: Ama sen de bana kızıyorsun ben kızmadım
ben sana kızamam ben sana kızabilir miyim ya ?
Alaattin Çakıcı: Ben sana kızmadım ağa, ben sana doğru
olanları söyledim
Erol Evcil: Sen bana doğru dedin ya, ben sana kızdığımdan
değil, ne dedin sen bana dün akşam, sen bana dedin k,i nasıl biliyorsan öyle
yap dedin, ben de tamam dedim, şu adamlar 2 3 gün daha şu durumu daha bekliyeyim,
ha cuma şu günü geçmezlerse o zaman
Alaattin Çakıcı: Ben sana demedim ki Erol .. Yapıyorsun?
Erol Evcil: Ne yapacaklar yani kendileri mi teslim
olacaklar ?
Alaattin Çakıcı: Benim sana dediğim bak şu, Eymür
giderse Yavuz (Yavuz Ataç) gelecek ama Yavuz’un (Yavuz Ataç) gelmesi için de
Eymür’ün gitmesi lazım
Erol Evcil: Bana bak, senin dediğin, bak bana dediğini
söyleyeyim ben sana, aynen dedin ki, biz bu başımıza borç, bu kardeşleri
getirmeye çalışıyoruz, eee Cindoruk var Ecevit var dedi, yani söylemesine
söyledi, ha tamam dedim, Cindoruk’a açtılar konuştular herhalde dedim, aynen
böyle bende
Alaattin Çakıcı: Yavuz’u (Yavuz Ataç) gönderdikleri
zaman Cindoruk ne dedi biliyor musun ? (ses kesildi)
Erol Evcil: Yahu anlıyorum haklısın
Alaattin Çakıcı: (ses kesildi) anlıyorum
Erol Evcil: Ya haklısın ya, yerden göğe kadar haklısın,
ben diyorum ki şu aşamada biz bu işi, arkadaşımız gelinceye kadar adamlarla
kötü olmayalım, hep yumuşak yumuşak gidelim, yumuşak yumuşak gidip arkadaşımızı
getirelim.
Alaattin Çakıcı: Tamam Erol ben sana kötü olalım
demedim ki, ben sana dedim ki nasıl istiyorsan öyle yap, tavsiyelerde fikir
mübadelesinde bulunalım Erol, sen bir şeyler diyorsun, bana konuşma hakkı
vermiyorsun ki. şimdi Erol, doğruyu konuşalım, çünkü Erol, ben senin bana
söylediğin laflara yorum getirdim (ses kesildi)
Erol Evcil: Demişiz bu kadar şeyi verdikten sonra, biz
yüz yüze gelemeyiz, ben senin yüzüne bakamam o konuda bir yamuk yaparsam
Alaattin Çakıcı: Erol bak ben sana bir şey söyleyeyim,
bak yanlış anlama anasının a...na edeyim Meclisin ortasında, bir tane ANAP’h
var Yaşar Sırrı var. Bizim gibidir başbakan ile sıkı fikidir, boş ver insan,
fazla hayalperest olma, benim gibi hiç deli olma, tetikçi hiç, kendini öldürme
anladın mı dediğimi, senden hiçbir şey beklemiyoruz, bak, ben a...na koyduğumun
herifi benden canımı istemeseydi, şimdiye kadar Özerin karıyı s., miştim,
bütün kafamı ona yönelecektim, neler oldu hemen orayı unuttum, buraya girdim,
burada da problemler içine girdik. Benim için olumsuz artık, benim kafama
taktığım adamlar var,
Üzer olsun, Mesut olsun, ben ölürsem onlar kurtardılar,
herkes enselenir, check-up yaptıramıyorum, kanser var bende, ben hissediyorum,
bunu aylardır bütün vücudumda hissediyorum ben bunu, içim ağrıyor biliyor
musun, 6 7 paket sigara içiyorum, stres sıkıntı, beni hem deli ettiler,
beni deli edenlerden biri Mesut, biri Mehmet Eymür,
anlıyor musun, Özer, bunlar iste 2,5 sene evvel a... koyduğumun Cankurtarana
çarpılmış a... koyduğumun, kara para aklayan uyuşturucuların ağabeyliğini yapan
şey, olsa ne olur yani önemli değil kardeşim, yani düşündüğüm benim sana karşı
yaptığın iyilikler var, istediğin zaman iade edebilirim hepsini sana
Erol Evcil: Yok ya, böyle bir şey deme bana, ben bu
kadar ne yaptım, onu ben, ne bileyim ben
Alaattin Çakıcı: Sen karışma Halit’e alttan aldın
Erol Evcil: ...
Alaattin Çakıcı: Ne hakkın vardı, hayır benim sende
hakkım var.
Erol Evcil: Bu konuyu burada kapatalım lütfen, ben
yanlış bir şey söyledim senden özür dilerim.
Alaattin Çakıcı: Yahu özür dilemene gerek yok, biz
kardeşiz, ama olanı söylüyorum, biz çocuk değiliz, ben sana bir şey diyorum
sinirleniyorsun, sıkıntı yapıyorsun, biz arkadaşsak kardeşsek, ben seni
dinlediğim gibi, sen de beni dinleyeceksin (kesildi)
Arayan: Erol Evcil / Aranan:
Alaattin Çakıcı
Erol: Aloo. Nasılsın?
Alaattin: iyiyim Erolcuğum, sen ne yapıyorsun?
Erol; iyiyim ben de. Müsait misin?
Alaattin; Sokağa çıkacağım ben de, müsaitim!
Erol: O arkadaş şeye gitti mi, bu şeyle konuşmaya!
Hani bir arkadaşla oturduk ya.
Alaattin: Bugün bir yere gitmedi ki o.
Erol: Ee kel gidecekti ya!
Alaattin: Ha bilmiyorum. Ben ararım akşam, onunla
buluşacağım yemekte.
Erol: Şimdi burada i.. ,1er var, aynen tahmin ettiğimi
gibi. Tahir Saral diye bir g.veren bulmuşlar, tamam mı?
Alaattin: ismi ne?
Erol: Tahir Saral. Vardı ya Hüseyin Saral ın amca oğlu
mudur, ne boktur?
Alaattin: Cenabı Allah bile olsa herkes havasını alır,
buna inan...
Erol: Ondan sonra, ben burada herkese s. ..i çektim.
Bizim Musavvat içeride onunla konuşuyoruz, tamam mı?
Alaattin: Cenabı Allah var ya! Allah olacak, anlıyor
musun? Allah bana oğlumun ölü haberini getirsin, boşver kafanı yorma sen.
Erol: Ben düğmeye basıyorum, sen orada hazırlıklı ol,
tamam mı?
Alaattin: Ben her türlü hazırlıklıyım, her türlü! Aklına
ne geliyorsa. Bak telefonum dinleniyor benim. Bu bizim hayatımız, gerekirse bu
iş için katliam bile yaparım!
Erol: Var mı öyle?
Alaattin: Biz elimizdeki avucumuzdaki ne var, ne
yoksa... Sen de koydun, biz de elimizden geldiği kadar yani. Yani insan, bir
namusuna dokundurtmaz, bir de ekmeğine. Biz kimsenin ekmeğini elinden almıyoruz
ki Erol! Sen onu yanındakine de söyle. “Allah olsa, dinlersem oğlum ölsün.
Gerekirse katliam bile yaparız” diyor de. Gerekirse değil, o katliam olacaksa,
başka bu işin alternatifi yok.
Erol: Buradaki yüzde yüz bizden tamam mı? Onun da
kendi ortaklarıyla aynı şekilde aynı paralelde problemler çıkmış. “Bunlar
ortak hareket ediyorlar” diyor. Aynı sıkıntılar burada var şimdi.
Alaattin: Hayır şimdi ben sana bir şey anlatayım. Yanmdakine
söyle, “Gerekirse bu işte katliam olacak” diyor de. Türkiye bir taraf olsun,
ben bir adım atarsam, Allah kızımı kötü yola nasip etsin. Çık kardeşim ya,
elindekini avucundaki ne yaptın?
Erol: Hepsi burada.
Alaattin: Ben de elimden geldiği kadar, sen hangi paralelde
hareket etmişsen biz de aynı şekilde etmişiz ya.
Erol: Doğrudur, şimdi sen Süha’yı bir şey yapar mısın
bana?
Alaattin: Beni şimdi dinle aga... Ben bir gelıyım
oraya... Anladın mı dediğimi? Gel otur ya, o da gelsin. Farketmez anlıyor
musun? Yanında mı Musavvat?
Erol: Yok içerdeler. Yemek yiyorlar Bahtiyar Bey filan
var. 5-10 dakika konuştuk bununla, sabahtan geldi, kaşlarına baktım böyle.
Alaattin: Ben sana, ben sana bir şey anlatayım, sen
rahat ol...
Erol: Ben rahatım ya!
Alaattin: Ben hapishanede değilim, sokaktayım. Bir de
şeye rahat ol, neydi onun ismi? Kimleri alırlarsa alsınlar, isterse bütün
Kara-deniz’i toplayıp getirsinler. Yalnız sana bir şey söyleyeyim. Kel
öleceğini bilmiyor, biliyor musun? Bazen şeytan insanın beynine girer,
Azrail’e davetiye çıkarır. Tam mermi girdiği an, daha çık-madan aklı başına
gelir ama o düşünceyi tadamadan, öbür tarafı boylar! Sen rahat ol!
Erol: Tamam şimdi ben içeri gireceğim, sen de sana
zahmet şu şeyi bir arar mısın?
Alaattin: Hüseyin Saral mıydı ismi adamın?
Erol: Yok ya Hüseyin bizim yanımızda yatandı. Tahir...
Alaattin: Yalnız benim girdiğim işe, ne Hüseyin girer
benim olduğum işe, ne de Burhanettinler. Bak bundan emin ol.
Erol: Bununla onların alakası yok zaten ya.
Alaattin: Hayır, hayır emin ol diyorum yani. Ne Hüseyin
girer, ne de Burhanettin, mümkün değil bana inan. Ben o konuda eminim, Hüseyin
beni çok seven biri, Burhanettin Saral öbür tarafa yakın ama benim girdiğim
hiçbir işe girmez öyle...
Erol: Hüseyin’le falan alakası yok.
Alaattin: Yalnız o İzmirli M’yle konuş, de ki, böyle
böyle dedi...
Erol: Onun kendi sıkıntıları var.
Alaattin: Hayır kendisine de yardım ederiz, unutmasın
söyle ona. Biz onu da yarı yolda bırakmayız gerekirse. Onun için de orada kime
ne konuşulacaksa konuşurum.
Erol: Peki, şimdi ben içeri gireceğim, tamam mı?
Alaattin: Tamam hadi öpüyorum.
***
Alaattin Çakıcı: Merhaba EROL.
Erol Evcil: Şimdi aradım ENGİN’İ bayağı bir konuştuk,
size faydadan başka bir zararı olmaz demiş. Fakat siz bu adamlara simdi bu
uzağa giden arkadaşın (YAVUZ ATAÇ), uzağa giden arkadaşın, sırf bu yüzden yani
benimle ilişkisi var diye gönderdiniz demiş ve bunun geriye getirmesi için
baskı yapmak istiyor demiş. Ondan sonra yani bu adam buraya gelmezse demiş, ben
sana söylüyorum, bu adam buraya gelmezse hepimizin anası s...lir demiş. Ondan
sonra demiş bak bu çok ciddiler demiş, tamam mı, ondan sonra o uzaktaki, çok
ciddi korktu demiş, ben dinledim demiş, tamam mı, herifin anasının a... kar
yağar demiş, artık bundan sonra sen bilirsin demiş, tamam mı. Tabii diyor
bunda renk menk attı diyor.
Ondan sonra ona göre hareket edin, ona göre davranın,
ona göre şey yapın demiş, o da peki tamam ayarlarım demiş, fakat burada çok
çelişik şeyler dönüyor, bu gün İBRAHİM YAZICI aradı.
Alaattin Çakıcı: Ha
Erol Evcil: O da duymuş böyle bir şey fakat DSP karşı
çıkmış, sonra ELAZIĞ’LI (MEHMET AĞAR) aradı dedi ki mümkün değil getiremezler
(KEMAL YAZICIOĞLU’nun tayini konusu), alt üst olur her şey dedi. Şunu
yapabilirler dedi, Emniyet ile MÎT’in koordinasyonunu sağlamak için bir formül
düşünürler, ondan sonra tekrardan geriye aradım, dedim böyle bir şey var nedir
bu? Vallahi dedi dün, onda kararlılar o şekilde olacak dedi. İyi sen dedim, bu
gün şey ile görüşebildin mi, EYÜP (EYÜP AŞIK) ile görüşebildin mi dedim, bir
ara aradım grup toplantısındaymış dedi, sonra çıktı bir ara daha aradım. Ona,
bana her saat başı arıyor ne oldu, ne oldu diye soruyor dedim, çok diken
üzerinde duruyoruz. Eğer bunu buraya getirebilen bir adam, onu da çok rahat
getirmeleri lazım mantıken doğru olan bu dedim. Eğer adam faşist diye bilinen
bir adamı buraya gelebiliyorsa, onun için dördün sonunda kalanın gelmesi için
hiç bir zorluk yok, olması gerekiyordu. Ondan sonra bu şey İstihbarat Daire
Başkanı oldu.
Alaattin Çakıcı: Kim oldu?
Erol Evcil: Senin küfrettiğin bir adam vardı ya.
Alaattin Çakıcı: Kim o ya?
Erol Evcil: Hanefi (HANEFİ AVCI) ya
Alaattin Çakıcı: Nereye Daire Başkanı olmuş?
Erol Evcil: Emniyete İstihbarat Daire Başkanı oldu,
oluyor, daha doğrusu olmuş.
Alaattin Çakıcı: DSP değil mi?
Erol Evcil: Yok onu o yapan şey hani sen ... Kurusu mu
ne diyordun, şarapçı (NECDET MENZİR) diyordun ya, onunla buradaki (CAVİT
ÇAĞLAR).
Alaattin Çakıcı: Anladım.
Erol Evcil: Buradaki ikisi yaptı çünkü konuşulan onlar
dedi, peki bizim o uzaktakinin (YAVUZ ATAÇ) ismi geçiyor mu dedim, ya çok büyük
değişiklik olunca geçiyor dedi. Bölge Başkanları (MÎT’in), dışarıdakiler içeri
gelince söyleniyor dedi (MEHMET AĞAR söylüyor, AĞAR’ın MİT’le yakın ilişki
içinde olduğu anlaşılıyor). İşte bu GÖZLÜK’ün (MEHMET EYMÜR) kafasının
kopacağı söyleniyor dedi, fakat dedi ona yakın bir emare yok dedi, hep şu an
herkes beklentide dedi, hedef çok, fazla şeye karar veremiyor işte, bu
Iran-Irak savaşından dolayı, öyle olunca bu adamların elinde çok büyük
kimyasal silah varmış, e simdi Türkiye sınırlarından Amerika şey yapmaya
başlamış bu füzelere olacak şeyler yerleştirmeye çalışıyorlar, yani hazırlık
yapıyorlarmış ondan sonra onun için bütün diplomatik trafik cok yoğun şey,
burada şey bizim havale, bundan başka bir şeyden bahsetmiyor. Ama İBRAHİM
YAZICI’nın da dediği, mümkün değil dedi. DSP kabul etmeyecek dedi, zaten
sesler çıkmaya başladı duyuldu biraz bu dedi, sesler çıkmaya başladı dedi
(KEMAL YAZICIOĞLU’nun tayini konusu).
Alaattin Çakıcı: Peki yani
Erol Evcil: Ben bu gün ELAZIĞ’LI (MEHMET AĞAR) ile yüz
yüze konuşabildim
Alaattin Çakıcı: ELAZIĞ’LININ ödü patlamamış mı (KEMAL
YAZICIOĞLU tayinine)?
Erol Evcil: ... Patlamaz mı ya. Biz istediğimiz için
bitti artık, bizim bulunduğumuz yere bizim düşman o adamı gönderdiler, e boyuna
bunlar düşmanlık yapıyorlar, dostlarsa bu işi yapsınlar ondan sonra, bu şey
adam da haklı demiş (ALAATTÎN ÇAKICI), yani adamın söylediği haklı demiş. O da
hemen ben şunu patron ile konuşuyum demiş, bir daha konuşacağım demiş, çünkü
konuşmuşlar bunlar, çok konuşulmuş bunlar. İste bu gün grup toplantısından
sonra konuşma yapacaklarmış.
Alaattin Çakıcı: Ne demis ona MEHMET AĞAR EYÜP
AŞIK’a), senin istifanla yetmez mi demiş? Bir de ne diyordu yani şey.
Erol Evcil: Kim? (cızırtı ve kesinti)
Alaattin Çakıcı: GEDÎK’in dediğine göre ne diyor ?
Erol Evcil: Vallahi GEDÎK’in dediğine göre, GEDİK
(MEHMET GEDİK) şimdi zaten kendi acayip bir tedirgin, huzursuz, onun en az beş
altı katı benden huzursuz olan konuştuğu adam, tedirgin olmuş tamam mı. Onun
fikri o.(ses gidiyor)
Alaattin Çakıcı: Aldılar mi kahretsin ?
Erol Evcil: Aldılar şimdi götürüyorlar.
Alaattin Çakıcı: Herhangi bir gümrükte ... problem
olur mu memleketin
Erol Evcil: Olur.
Alaattin Çakıcı: Ha?
Erol Evcil: Olur.
Alaattin Çakıcı: Nasıl?
Erol Evcil: DÎYARBAKIR olmasından dolayı değil KÜRT
olmasından dolayı problem olur.
Alaattin Çakıcı: Nasıl oluyor yani ?
Erol Evcil: E şey yani, buradan KÜRTLERLE ilgili yazı
yazıldı ya, PKK şüphesi ile yazı yazıldı.
Alaattin Çakıcı: E peki, adam temiz adamsa bilmem
neyse ne olacak?
Erol Evcil: Sonuçta şey yapar, bırakılır.
Alaattin Çakıcı: Er geç seni mi tutuyorlar ?
Erol Evcil: Nasıl?
Alaattin Çakıcı: Er geç seni mi tutuyorlar?
Erol Evcil: Çok acayip incelemeye alıyorlar, mesela bizim
burada bir çocuk vardı gıda mühendisi, onda problem yaşadık, hem vize almada
problem yaşadık, hem ondan sonra, hem orda problem oldu. Yani sonra ne oluyor
Alaattin Çakıcı: Nerede oldu vize alışta mı, başka
yerde mi?
Erol Evcil: Vize alışta da problem oldu, başka bir de
şeyde problem oldu kapıda.
Alaattin Çakıcı: Hangi?
Erol Evcil: Benim fabrikanın olduğu yerde (ÎSPANYA).
Alaattin Çakıcı: Ne kadar tuttular?
Erol Evcil: Çok tutmadı 15-20 dakika bilemedin yarım
saat tuttular.
Alaattin Çakıcı: Ne diye tuttular ?
Erol Evcil: Yani orda girdiler içerde bir şeyler yaptılar,
yani yüzde yüz böyle bir şey olacak diye kesin bir şey yok. Yani böyle bir şey,
böyle bir kural yok ama çok dikkat ediyorlar. Yani vize verilirken hep benim
çok iyi ilişkilerde olduğum çocuklarda çok dikkat ediyorlar, fakat dikkat
ediyorlar; çok iyi inceliyorlar. Yani şey olduğu için iyi inceliyorlar.
Alaattin Çakıcı: Neyi inceliyorlar ?
Erol Evcil: Mesela bir aydan fazla vize vermiyorlar en
bir baştan
Alaattin Çakıcı: Yok yok hayır, vizesi çok olursa ne
yapıyorlar.
Erol Evcil: E vizesi çok oldu, o da kapıda şey yapıyorlar,
ne zaman gireceksin,ne zaman çıkacaksın, niçin geldin, ne yaptın, nereden
geliyorsun, nasıl yapıyorsun bu soruyu cok soruyorlar, mesela benim başıma
gelen o. Çocuk TUNCELİ doğumluydu halbuki hiç alakası yoktu, ona şey yaptılar
girdiler içeri çıktılar, girdiler çıktılar, niye geldin kiminle geldin, niçin
geldin, o zaman biz dedik bu gıda mühendisi şu bu. Biz yanında olduğumuz için
15-20 dakika bir beklettiler, ondan sonra, hatta biz sorduk oradan yani
Ispanyol yanımdaki adam sordu yani, ne var niyeler, buyurun dediler biz geçtik.
Alaattin Çakıcı: Yani içeri girip ne yapıyorlar,ne soruyorlar?
Erol Evcil: Ya içeri bakıyorlar şey soruyorlar; niye
geldin, ne zaman geldin, ya biz grup olarak gitmiştik, o zaman ben, dört tane
gıda mühendisi, iki tane makine mühendisi götürmüştüm, bir de ben vardım. Çocuk
yanımızdaydı, içeri falan girmedi. Çocuk yanımızdaydı. Ondan sonra bir 15
dakika şey yaptılar, beklediler, ondan sonra bizim yanımızdaki ISPANYOL’a...
(ses gidiyor) fakat mesela biz hepimiz bir yıllık almıştık o zaman, ona bir
aylık verdiler, ondan da şey olmuş olabilir. Fakat benim bildiğim bir şey var
yani, doğu kökenlilere şey yapıyorlar, biraz daha şey gösteriyorlar. E adam
Alaattin Çakıcı: Ha ağabey dinliyorum
Erol Evcil: Irak davası çıktı, yirmi dört saat ortalık
karışıyor, bu işte herkesin suratı asıldı, dedik, dedim ki yani, ben sana
söyleyeyim bak ben seninle arkadaşım
Alaattin Çakıcı: Evet ağabey ha ağabeyciğim
Erol Evcil: Ben seninle arkadaşım, yani ben sana bunu
söylüyorum bu benim arkadaşlık vazifem tamam mı, bak ondan sonra bak dedim,
bunları yaptı gitti ..karşı bu az bile tamam mı, her taraftan duyum alıyorum ki
dedim, tamam bu her türlü itliği yapıyorlar, ya Erol dedi, ben bu kadar
oynayabilir miyim, bunlar dedi, niye haber vermiyor onu da bilemem dedi, niye
haber verdiklerini, niye haber versinler ama böyle bu itlik, ama dedim ben
bilmiyorum tamam mı, sakın şey yapma dedim vallahi sakın bana da öyle EYÜP
(EYÜP AŞIK) şey yaptı, ne dedi EYÜP’ü (EYÜP AŞIK) dedi, anamız s...lir dedi, ne
EYÜP’ü (EYÜP AŞIK) dedi, bu şeylik de kalır mı dedi.
Alaattin Çakıcı: Olmasa da sizden birine çaktıracak
yani, bu KEMAL SUNAL’daki (MESUT YIMAZ) o mevzu, sıkı güvenlik
Erol Evcil: Ben onu da söyledim, bak dedim bu iş kuru
kum da çıkmaz tamam mı, bu iş dedim kum kuru çıkmaz, ne olur dedi, ENGİN CİVAN
ne oldu dedim, biri bir vurdu dedim, tamam mı, arkasından bu yüzden vurdu
dedim, anasının a...nı görürsünüz dedim, ondan sonra ben hepsini söyledim bugün
artık, çünkü ya bugün, ulan a.... koyayım, herif bana dün diyor ki böyle
böyle, bugün adam arıyor ben gene, ulan, ya bu salak, ya bu da bir şey
söylemiyor, aptal bu, fakat bugün İçişleri Bakanıyla acayip ters düştü,
İçişleri Bakanı bunu terslemiş KEL’İ (EYÜP AŞIK)
Alaattin Çakıcı: Ciddi mi terslemiş?
Erol Evcil: KEL’İ (EYÜP AŞIK), KEL’İ
Alaattin Çakıcı: Ha ne diye terslemiş
Erol Evcil: Her boka maydanoz oluyor, İçişlerine karışıyor
iste, sağda solda açıklamalar yapıyor diye terslemiş, ondan sonra başka da
Alaattin Çakıcı: KEMAL SUNAL (MESUT YILMAZ)’ a demiş
mi ki, ATÎLLA’nın (ALAATTÎN ÇAKICI) elinde boş bant var?
Erol Evcil: KEMAL SUNAL (MESUT YILMAZ)’a, KEL (EYÜP
AŞIK) söylemiş.
Alaattin Çakıcı: KEL (EYÜP AŞIK), KEMAL SUNAL’a (MESUT
YILMAZ) söylemiş mi?
Erol Evcil: Bugün söylemiş
Alaattin Çakıcı: Ne demiş?
Erol Evcil: Ya bilmiyorum ne dediğini de bugün söylenmiş,
bu işi halledelim hemen konuşalım dedi demiş, ondan sonra bugün söyledim demiş,
ondan sonra bu konuyu çok ciddiye alması gerektiğini, hemen demiş çektir demiş
tamam mı, bundan sonra şu BÎR NUMARAYI ’yı.
Alaattin Çakıcı: Pekiyi EYMÜR’ü alacaklar mıymış?
Erol Evcil: Bugün sormadım artık yani bugün şey
yapmadım fakat ELAZIĞ’LIYLA (MEHMET AĞAR) konuştum ben bugün, kesin alacaklar
diyor, ELAZIĞ’LININ (MEHMET AĞAR) şeyde (MÎT’de) adamları var ya.
Alaattin Çakıcı: ELAZIĞ’LI (MEHMET AĞAR) da dedi mi ki
YAVUZ’u (YAVUZ ATAÇ) bu işten sonra getirirler diye?
Erol Evcil: Dedi.
Alaattin Çakıcı: Ne dedi?
Erol Evcil: Bu şekilde söyledi, sen, söyledi kesin, getirirler
dedi.
Alaattin Çakıcı: Yalnız sana bir şey söyleyeyim bak...
Söyle, YAVUZ Ağabey (YAVUZ ATAÇ) geldikten on gün, oraya başladıktan on gün
sonra sesimi çıkaracağım unutma bunu.
Erol Evcil: Vallahi onbeş yirmi diyor
Alaattin Çakıcı: Ha!
Erol Evcil: Onbeş yirmi gün diyor o da.
Alaattin Çakıcı: Tabii tabii anladın mı dediğimi?
Erol Evcil: Yani onbeş yirmi gün beklenecek diyor
(MEHMET AĞAR), bazı şeyler var diyor, onbeş yirmi gün beklendikten sonra, eee
sanırım şey yapacak, eee nasıl desem, eee KADINLA (TANSU ÇİLLER) bir, bütün
kadroları alacak, KADINI (TANSU ÇİLLER) tutacak böyle s., gibi, bütün
kadroları, anlaşmak üzere, tam net konuşmadım ama yani o şekilde bir hava var.
Alaattin Çakıcı: Dedin mi sen O BİNADA GÜRÜLTÜ
ÇIKACAK (Eylem), yani onlardan biri olsun, hangisi olursa olsun.
Erol Evcil: Ben ona her şeyi söyledim, ben o KİTAPÇI’yı
da söyledim ona, tamam mı o KİTAPÇI’yı da söyledim.
Alaattin Çakıcı: Hım hım
Erol Evcil: Ya konuştukça her şeyi konuştuk, başka
şeyler de konuştuk.
Alaattin Çakıcı: Dedi mi ki uygundur diye (MEHMET
AĞAR)?
Erol Evcil: Fakat var ya, benim bu telefon var ya, çok
sakat yani onun için.
Alaattin Çakıcı: Hayır uygun, uygundur diyor mu,
uygundur?
Erol Evcil: Dedi dedi.
Alaattin Çakıcı: Yani ben o binada senden yardım istemiyorum
hiç, bir türlü ben onu hallederim yani.
Erol Evcil: Yani o onun söylediği eee, of, eee, daha
başka da şeyler söyledi yani, öyle işte,
Alaattin Çakıcı: Önemli mi? Senin ZEKI’ylen bir araya
gelmen, yoksa on gün sonra malum yerde mi karsılaşsanız daha iyi?
Erol Evcil: Vallahi bana göre bu on güne kadar, eee,
sen bilirsin ama yani.
Alaattin Çakıcı: Hayır şunu diyorum, bak senin hani
gittiğin yer var ya hani.
Erol Evcil: Hım
Alaattin Çakıcı: Şey şey, Ayşe’nin ablasıyla hani.
Erol Evcil: Hım hım
Alaattin Çakıcı: Eğer sen yedi sekiz gün sonra, hepsini
oraya programlayabilirsen.
Erol Evcil: Onu, o on onbeş gün arasında olacak o,
çünkü o işte
Alaattin Çakıcı: Programlayabilirsen arkadaşı zaten
anlıyor musun, eee zannediyorum ki üç beş gün sonra gidecek anladın mı benim
dediği mi?
Erol Evcil: Anladım da zaten ben de nasıl olsa FRANSA’ya
mecburen gideceğim, gerçekten işim var tamam mı.
Alaattin Çakıcı: Tamam o zaman
Erol Evcil: FRANSA’ya gitmişken ZEKÎ’ylen görüşürüm
ben tamam mı
Alaattin Çakıcı: Ha tamam uygundur o zaman
Erol Evcil: Sen Zekiye söylersin Zeki ye, tamam mı
Alaattin Çakıcı: Söylerim söylerim.
Erol Evcil: Ben FRANSA’ya gittiğim zaman şey yapar o
da sana gerekli notları verir tamam mı?
Alaattin Çakıcı: Hangi gün Allah nasip ederse?
Erol Evcil: Kısmetse cumartesi günü ben FRANSA da
olacağım, cumartesi pazarı FRANSA da geçiririm ondan sonra.
Alaattin Çakıcı: Hayır öyle yapma da simdi sen pazar
günü orda ol anlıyor musun, o şey orada, arkadaş seni şey eder karşılar.
Erol Evcil: Tamam pazar günü orda olurum ben, tamam.
Alaattin Çakıcı: Tabii çünkü nedeni şu, arkadaş oraya
uzak biliyor musun.
Erol Evcil: Anladım iyi tamam, anladım iyi.
Çakıcı : Pazar günü uygundur.
Erol Evcil: Tamam anladım.
Alaattin Çakıcı: Evet.
Erol Evcil: Tamam.
Alaattin Çakıcı: Hatta Zeki’nin ağabeysine de telefon
açarım, o da gelir oraya pazar günü.
Erol Evcil: İyi tamam o zaman, oda şey yapsın, onları
bir konuşsun o zaman, sen artık onlarla telefonlaşırsın, şey yaparsın.
Alaattin Çakıcı: Yani simdi sen bana hak veriyor musun
onu söyle.
Erol Evcil: Ya bunlar, eee hak veriyorum tabii, ya bunlar
a.... koyayım ben bunların, ya bunlar fırıldak kesim ya, ben sana birşey
söyleyeyim mi?
Alaattin Çakıcı: Evet.
Erol Evcil: Bak bize bizden başka bir kişi dost değil,
bak bir kişi diyorum haberin olsun, bazıları
Alaattin Çakıcı: Bak sana bir şey anlatayım.
Erol Evcil: Bazıları seve seve olmasa da s..e, s..e,
seviyorlar ama
Alaattin Çakıcı: Bak sana bir şey anlatayım.
Erol Evcil: O da gerçekten sevgi değil.
Alaattin Çakıcı: Bak sana bir şey anlatayım bize dost
MEHMET AĞAR, bir yere kadar.
Erol Evcil: Ha bak onu söylemeye çalışıyorum sana.
Alaattin Çakıcı: Tabii bize dost YAVUZ Ağabey (YAVUZ
ATAÇ), MEHMET AĞAR ’dan anlıyor musun üç gömlek daha ama, bunların hayatları ve
meslekleri söz konusu oldu mu dostluk bir yere kadar, bekleyeceksin o da
onların hakkı.
Erol Evcil: Doğru.
Alaattin Çakıcı: Anladın mı, hakları yani, niye ben,
onu da anlatayım, biz den onlar bir yere eee, ben niye YAVUZ Ağabeyden (YAVUZ
ATAÇ) herşeyi talep etmiyorum soruyorum sana?
Erol Evcil: Evet haklısın, evet haklısın, haklısın.
Alaattin Çakıcı: Bak benim de dostum, senin de dostun
ama bir yere kadar, bir yerden sonra biz onlara zararlı olursak, biz onlardan
bazı şeyleri beklemeyeceğiz, ben gemileri yakmışım, ben senin hakiki dostunum,
hakiki dostunum, çocuk da değilim beş yaşında ha, sen yani bende çok, benimle
en sonra gene aynısın, ister sev ister sevme ikimizin birbirine en az üç sene
ihtiyacı var.
Erol Evcil: Niye bunu bana söylüyorsun ister sev ister
sevme...
Alaattin Çakıcı: Bak ben sana anlatamıyorum bak, sana
dost olmayanın sen a.... koyuyorsun, sana kötü rüya görenin de sen a.... koy,
bu güne kadar sana kötü rüya görenin de anasının gözünü s....sin ama beni de
biraz dinle, ben sana kötü rüya görmüyorum, ben seni yanlış da, ben seni hiç
programlamadım bu güne kadar, hep seni dinledim beynimi bir kompüter gibi senin
emrine verdim, istediğin tuşa bas diyorum sana, bak ne diyorum, kullanmasın
bizi kimse kardeş.
Erol Evcil: Evet.
Alaattin Çakıcı: Kullanmasın sizin o..ha, KEL’lerin
(EYÜP AŞIK) gitmesi lazım, a yok bizim kötülük yap, birde şey diyor ki bu nasıl
oldu bu dünya.
Erol Evcil: Kim?
Alaattin Çakıcı: GEDİK (MEHMET GEDİK), GEDİK, peki bu
a.... koyduklarım benim kalemimi kırdıkları zaman ayıp olmuyor da ben banta
aldığım zaman mı ayıp oluyor.
Erol Evcil: O... çocuğu bunlar ya,
bunların anasının a.... s...yim, bak ben sana ne anlatacağım, bunlar o ço
cuğu a.... koyduğumun herifleri konuşturmasınlar beni.
Alaattin Çakıcı: Yani ne olur ben sana anlatayım, bize
yapışırlar bize... Altı ay yer, bir senede onlar, bir sene... anladın mı, bana
ne olduğunu.
Erol Evcil: Sana başka bir şey söyleyeyim, bu hani senin
bir ŞARAPÇI’n vardı ya.
Alaattin Çakıcı: Kim ağabeyciğim ?
Erol Evcil: Hani senin sevmediğin bir ŞARAPÇI vardı
ya, hani sen AVANOS KIRMASI derdin.
Alaattin Çakıcı: MAKEDON SIRP KIRMASI (NECDET MENZİR)
olan?
Erol Evcil: Evet evet o i...ye dikkat et, o i...
yapıyor biraz şeyleri.
Alaattin Çakıcı: Şeyde mi o söyle, Bursa’da?
Erol Evcil: Evet evet, onun o köpeği vardı ya.
Alaattin Çakıcı: E tamam şey işte s....miş ha, ben ona
ne küfürler etim ağabey be bir gör, ben sana bir şey söyleyeyim mi yanlış
anlama, o şeyler senin Bursa’daki namussuz şeyden de kaynaklanıyor
Erol Evcil: O, onu ben, o yüzde yüz, o bugün biraz da
onunla konuştuk, o şeye gelmesi o HANEFÎ (HANEFİ AVCI), şeye getiren ikisi,
ben sana bütün detayları her şeyleri o ZEKÎ’lere anlatırım, onlar sana
anlatırlar.
Alaattin Çakıcı: Bak kardeşim, ben sana bir şey anlatayım
sana, bir tek kelime konuşayım, beni anlıyor musun böyle para için pul için
bilmem ne için şu için bu için kişiliğimin değişmeyeceğini biliyor musun önce
onu söyle.
Erol Evcil: Biliyorum tabii ki.
Alaattin Çakıcı: Ha ben sana menfaat için dostluk
yapanın babasının, sen bana yapacağın dostluğu yaptın herşeyi yaptın, ben bunu
televizyonda da konuşurum her yerde konuşurum. Benim senden şu, hiç kimse
kullanmasın, ben yok olursam seni yok ederim inanmıyorum, ben sana sana her
türlü... Ama bak ölmezsem sana saldıranın a.... koydum, mesela aynen bu
şekilde söylendi, sorun değil kardeşim ya....
Kaybederler anında ha, sana yanlış
yapanın g...ne kazık sokarım, belki altı ay sonra olur başın... geleceği senin
intikamını, bak bu lafımı yerde bırakanın a.... Türkiye koysun (ses gidip
geliyor, tam anlaşılmıyor)... Ben kötü rüya görmüyorum... Lan senin dostlarının...
Geldiği gün senin şeyini, fabrikanı aldılar elinden o ço
cuğu bunlar.
Erol Evcil: Evet.
Alaattin Çakıcı: Ya biz ona i... dedik, yavşak bizim
halk dilinde i... demek yalan mı?
Erol Evcil: Doğru.
Alaattin Çakıcı: Ne dedik şimdi arkadaşlar...
Erol Evcil: Hem de cok iyi.
Alaattin Çakıcı: Peki CAVİT (CAVİT ÇAĞLAR) benden.
..miş?
Erol Evcil: Benden de olur.
Alaattin Çakıcı: Yok hani gevezelik yaptığını.
Erol Evcil: Benden de olur.
Alaattin Çakıcı: Ya kilo aldım biliyor musun Erol.
Erol Evcil: Ya ben altı kilo aldım şu an 98-99 kiloyu
geliyorum ben ya, sen kaç kilosun?
Alaattin Çakıcı: Kantara bakıyorum 92 gösteriyor ama
bunlar iki üç kilo eksik fazla olabilir, gene herşey için sana teşekkür ederim
ama.
Erol Evcil: Hayırdır?
Alaattin Çakıcı: Ya bu çocukların
şeyinden.. FAHRETTİN’in (FAHRETTİN ÇAKICI) Yani inan
Erol Evcil: Onlar önemli değil ya, su işler bir hallolsun
onlar önemli değil ya, tek şu işler hallolsun, ALÎ (ALÎ ÇAKICI) ile konuşuyor
musun?
Alaattin Çakıcı: Ha konuştum konuştum namussuzlan ya
Erol şu işleri bir bitirelim ondan sonrası önemli değil ya ne oldu CANAN ile
buluştunuz mu?
Erol Evcil: Ya bugün bir konuştum, ondan sonra eee
kadın bugün onu aramış o da beni bulamamış, Yarın gideceğim işte CANAN’lara,
işte ben seninle konuşmadan birşey demedim ona, daha doğrusu CANAN’ın telefonuna
çıkmadım yani
Alaattin Çakıcı: şimdi bak ağabeyciğim, beni iyi
dinle, beni şimdi dinle, şu anda saat kaç?
Erol Evcil: Şu anda saat İle yirmi var.
Alaattin Çakıcı: Şimdi CANAN ile konuş, yarın ondan
bir randevu al kadını arasın, şimdi önemli olan bizim iki tane üç tane, BÎR BU
BANKA İŞİ, İKİ YAVUZ’UN (YAVUZ ATAÇ) DÖNMESİ, ÜÇ TOPAL’IN (CAVİT ÇAĞLAR)’IN
G...NE KAZIK SOKMAK, DÖRT ANLIYOR MUSUN ŞEYİ OKUTMAK... Okutmak sen şey iste
CANAN ile konuş, ara onu karıyı arasın, Yarın sen ZEKÎ ile buluşmadan...
Protokolü yap ağa yani cumaya kadar yap, önemli çünkü, yarın buluş, öbür gün
yap önemli değil.
Erol Evcil: Bir dakika.
Alaattin Çakıcı: Erol.
Erol Evcil: (Diğer bir telefonla konuşuyor) Alo iyiyim
sen nasılsın? İyi simdi o SEMA ile sen konuştun mu? Alo duyuyor musun beni? Sen
SEMA ile konuşabildin mi? İyi tamam o zaman, ben eee diğer telefonda zaten
arkadaş var yarın sana geleceğim Yarın su kadınla konuşalım
tamam mı? Tamam iyi, tamam ben yarın geliyorum o zaman sana. Hadi görüşürüz,
(tekrar ÇAKICI ile konuşmaya başlıyor ) Alo.
Alaattin Çakıcı: Efendim Erol.
Erol Evcil: Tamam şimdi yarın gidiyorum ben (CANAN’a).
Alaattin Çakıcı: Yalnız sana şunu söyleyeyim, senin
kuşun (uçağın) dolaylı hareket etsin tamam mı?
Fransa’ya Gitmeden Önce İtalya, İngiltere, İspanyaya
Uğrarım
Erol Evcil: Tabii tabii, ben FRANSA’ya gitmeden önce
İtalya’ya uğrarım, İngiltere’ye uğrarım öyle.
Alaattin Çakıcı: Yani bir iki yerden ara, çünkü eee
anladın mı dediğimi yani.
Erol Evcil: Anladım, anladım, sen o konuda şey yapma,
yani ben cumartesi günü İtalya’ya giderim, orda kalırım, İtalya’da kalırım,
ondan sonra İspanyaya geçerim, Ispanya’dan da FRANSA’ya geçerim, FRANSA’da da
şey yaparız.
Alaattin Çakıcı: Sen el telefonunu açık bırakırsın, anladın
mı dediğimi yani?
Erol Evcil: Anladım, anladım, anladım.
Alaattin Çakıcı: Geliş gidiş yani belli değilse, dediğim
gibi telefonunu açık bırakırsın aynen şey eee.
Alaattin Çakıcı: Ha tabii tabii.
Erol Evcil: Şimdi bu telefonumun şarjı bitebilir tamam
mı, simdi ben yarın bu kadınla konuşuyorum (CANAN) ondan sonra yarın da...
Buluşuyorum.
Alaattin Çakıcı: Tamam.
Erol Evcil: Yine birşey olursa konuşuruz tamam mı?
Alaattin Çakıcı: İyi yarın mı ararım seni?
Erol Evcil: Yarın ara, simdi ben bu işi halletmem lazım,
artık ben o öteki arkadaşa git diyeceğim, o iş için çağırmıştım git gelme
diyeceğim ona.
Alaattin Çakıcı: Okey.
Erol Evcil: Ondan sonra gene birşey olursa bu telefonla
gene ararsın beni, ben yarım saat kapalı olur telefon.
Alaattin Çakıcı: Tamam oldu Erol.
Erol Evcil: Hadi görüşürüz.
Alaattin Çakıcı: Görüşürüz Erol.
Erol Evcil: Kendine iyi bak.
FİRAR GÜNLÜKLERİ
Polisi alarma geçiren Hilton
buluşması
Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil’in İzmir’de biraraya gelmesi
poliste heyecan yarattı. Hilton Oteli lobisinde buluşan, ancak otelde yer
ayırtmayıp 15 dakika sonra aynı minibüsle ayrılan ikilinin nereye gittiği
belirlenemedi.
Alaattin Çakıcı, Yanında bir koruma ordusu ile İzmir
Hilton Oteli ne giden Çakıcı, yine koruma ordusuyla gelen Erol Evcil ile
buluştu. Kartal Cezaevinin iki eski mahkûmuna bir süre sonra MHP İzmir İl
Başkanı Musavvat Dervişoğlu ve Odemişli işadamı İbrahim Çiftçi de katıldı. Bu
ilginç buluşma, İzmir Polisi ni alarma geçirdi.
Hilton Oteline Alaattin Çakıcı, Odemişli işadamı İbrahim
Çiftçi ve Nesim Malki’nin öldürülmesi olayında adı gündeme gelen eski zeytin
kralı Erol Evcil, yaklaşık 15 dakika otelin lobisinde bekledi. Bu sırada
aralarında sohbet eden Çakıcı, Evcil ve Çiftçi, daha sonra yanlarına gelen MHP
İzmir İl Başkanı Musavvat Dervişoğlu’yla birlikte saat 21.00 sıralarında Ankara
plakalı bir minibüsle otelden ayrıldı.
06 VOK 87 plakalı minibüs
Hilton Otelinde yer ayırtmadıkları öğrenilen Çakıcı,
Evcil ve Çiftçinin birlikte nereye gittiği öğrenilemedi. İhbar üzerine harekete
geçen polis ekipleri plaka konusunda telsiz anonslarıyla uyarıldı. Polislerden
06 VOK 87 plakalı minibüsü gördükleri yerde bilgi vermeleri istendi.
Arayan: Alaattin Çakıcı / Aranan: Erol Evcil
Erol: Alo!
Alaattin: Aramadın beni Erol!
Erol: Şimdi arayacaktım, sen aradın beni vallahi, ne yapıyorsun?
Alaattin: İyiyim, sen ne yapıyorsun?
Erol: O i... öteki şeyi aramış, hani gitmiş ya “Gel de konuyu bir
detaylı konuşalım” demiş.
Alaattin: O niçin aramış?
Erol: Biri buna gitmişti ya hani, Macur Bey! “Gel bu konuyu detaylı
konuşalım, bir çözüme ulaştıralım” demiş. Hani Gencay’ın bir arkadaşı vardı.
Çağırdık da, “Bir şeyi bekle” dedik ya!
Alaattin: Şey hani, bir şeyli bir adam.
Erol: Ha.
Alaattin: O hani sinsinin arkadaşı olan geleni mi diyorsun?
Erol: Yok yaa! Nakliyeye gelmişti bu adam ya. Mudanya’ya girerken
bir yer vardı ya.
Alaattin: Ha haaa şey anladım.
Erol: Orasını almaya çalışıyormuş bu Macur!
Alaattin: Hu
Erol: Ondan sonra, bizim de bir şekilde ilgilendiğimizi duymuş,
“Orayı ona yedirmeyeceğim” falan demeye başlamış.
Alaattin: Hımmm
Erol: Ondan sonra neyse “Sen gel de, konuşalım şu işi bir şey
yapalım” demiş.
Alaattin: Hangi işi?
Erol: İşte ee... bizimle olan problemi! “O zaman çok detaylı
konuşamadık” demiş.
Alaattin: Hımın
Erol: Ondan sonra ee “Gel de bir konuşalım” demiş, bu da yarın
akşam üstü gidecekmiş ona.
Alaattin: Orayı bizim haricimizde kimse alamaz Erol! O benim olan yeri
demiyor musun, alo?
Erol: Mudanya’ya giderken vardı hani bir yer!
Alaattin: Tamam sana geçen gün gösterdim orayı. Hani ya, benim eve
yemeğe geldi seninle tanıştırdım, o arkadaşı demiyor musun?
Erol: Evet evet.
Alaattin: Ondan mı alacakmış?
Erol: Hayır yaa! Burası şeymiş, artık satılacağı gündeme gelmiş
bir şekilde tamam mı? Mudanya’da benim onunla ilgilendiğim yani duyulmuş, tamam
mı? Ondan sonra, bu salakların bir firması var, onlarla bir şey konuşmuş, bunu
anlatmış. O da, “Geçen konuştuğumuz konuyu seninle sağlam bir konuşalım” demiş.
Alaattin: Hunin
Erol: Ondan işte, hani bizimle ilgili konuyu!
Alaattin: Peki sana bir şey söyleyeyim. O arkadaş sana mı yakın, oraya
mı yakın?
Erol: Ona yakın.
Alaattin: Ona yakınsa...
Erol: Ona yakın fakat benim bir arkadaşım var, onunla kardeş
gibiler bana fazla yakın değil.
Alaattin: Ona o arkadaşın desin ki, “Sakın Alaattin’le Erol’a yanlış
yapma, başına iş alırsın” desin ona!
Erol: Onu dedi zaten yaa. “Sen de giriyormuşsun galiba” dedi bana,
“Evet, ne oldu, nerden çıktı?” dedim.
Alaattin: Deseydin ya, “Alaattin’le ilgileniyoruz” deseydin ya!
Erol: Ha olayı anlattım, “Böyle böyle bir olay oldu, ilgilenme
budur! dedim tamam mı? Ondan sonra eee, herhalde biliyor burdakini, böyle böyle
söyledi dedi.
Alaattin: Anladım.
Erol: Yarın gitsin bakalım, ne olacak? Sen ne yapıyorsun?
Alaattin: Ne yapayım, bildiğin gibi işte, yarın o şeyleri halledebilecekmiyiz
Erol?
Erol: Şimdi bir 20 zaten gönderdik, bir 20 eksik orda!
Alaattin: Ondokuz doksan
Erol: On dokuz dokuz yüz
Alaattin: Dokuz yüz şey.
Erol: 40 daha olunca hemen hemen tamam oluyor, tamam mı?
Alaattin: Tamam.
Erol: 20’si zaten tamam, geriye bir 20. Onu da hurdan
ayarlayacağım tamam mı?
Alaattin: Nasıl anlayamadım şimdi Erol?
Erol: 20 zaten gönderdi Mehmet.
Alaattin: Eeee şimdi ben bugün gelen paradan anlıyor musun dolara
çevirdim. 13 bin dolar ona verdim gidiyorlar ya...
Erol: Tamam.
Alaattin: Yarın bir aylık şey verecekler neydi onun ismi kira, anlıyor
musun, bir de ora işte 50, 42, 13!
Erol: 55.
Alaattin: O kadar kartların borcu var, tümünün yani...
Erol: 55 milyar, 40 bin doların üzerinde yapıyor.
Alaattin: Yooo 40 yapıyor tam!
Erol: Tamam neyse.
Alaattin: 40 yapıyor!
Erol: Şimdi yarın 40 milyar göndereceğim, tamam mı? Onu kapatırsan
üzerini, gene bu hafta içinde şey yaparız, tamam mı?
Alaattin: Hu bir de şeye vereceğiz ya, avukata 20 bin dolar.
Erol: O ayın ll’ine dedin ya...
Alaattin: Tamam oldu.
Erol: Başka ne var, ne yok?
Alaattin: Peki şey diyecektim ya, bu adam neticede bizle anlaşacak yani
başka onun şeyi yok!
Erol: Bakalım bir görelim, bir adamı gitsin de rengi belli olur.
Alaattin: O buradayken gider ona telefon açarım, evine de giderim, anam
avradım olsun geliyorum, diye.
Erol: Anladım.
Alaattin: Gencay aramış Nafi’yle o şey öbür Saydam’ı. Telefonları
anlıyor musun şeymiş, kapalı! Bir tanesi İzmit’e gitmiş gelmemiş.
Kardeşlerinin biri anlıyor musun onlarla beraber gidecekti ama, bizim işimiz
kesin cuma günü oluyor yani, anladın dediğimi?
Erol: Nasıl yani?
Alaattin: Hayır cuma kesin buluşuruz.
Erol: Tamam aga.
Alaattin: Yarın mutlaka onunla buluşacak. Buluştuğu zaman ben sana
söyleyeceğim. Cumaya Swiss Otele yer ayırtalım.
Erol: Tamam olur.
Alaattin: Bir büyük süit, anlıyor musun? İki oda, bir salon. Hem orada
yemek yeriz, orada konuşuruz, daha uygun olur.
Erol: Peki anladım.
Alaattin: Bizimkilerde sabah 7’de gidiyorlar, 9.30’da uçuyorlar.
Erol: Ali’yle vedalaştın o zaman.
Alaattin: Vedalaştım abisi ya, bütün aklım onda be.
Erol: He normal.
Alaattin: Kör eve geldi biliyor musun?
Erol: Haaa, ne diyor.
Alaattin: Diyor ki işte, “Alaattin yıl sonuna kalmadan bu senenin
sonunda, yaz bitiminde halledeceğim” diyor. “Peki” dedim.
Erol: İnşallah.
Alaattin: Ya şurdan şu işi hallettik mi, bu deminki işi, rahatlama
devresine girilir biliyor musun?
Erol: Doğru söylüyorsun, hayırlısı olsun.
Alaattin: Aga artık bizim şeyi bıraktın bak, ‘karşı tarlanın malı’
diye. Artık bizi bir yere götür yaa. A... koyayım her gün sokağa çıkıyorum,
bugün çıkmadım onları yolcu ettim. Bir de şey hani, neydi onun ismi? “Merak
etme, seni yarı yolda bırakmaz” dedim. Aynen düşündüğümü söyledim ona.
Erol: Niye?
Alaattin: Şu kadar gelir, öbürü yarına kalır, seni yolcu ederiz” dedim.
Erol: Aliye mi?
Alaattin: Yok Gönül’e. Ali takmıyor ki yaa, o takmıyor da Gönül
pimpirikli bir kadındır biliyor musun?
Erol: Evet.
Alaattin: Yaa, yağlar da, zeytin de gelmedi aga.
Erol: Eee kar yağdı yaa.. Münibüsle gelecek çünkü, yolda molda
kalır diye korktum, yarın gönderirim.
Alaattin: Yok artık, yarın çıkıp biraz dolaşayım Erol ya.
Erol: îyi peki, çık dolaş.
Alaattin: Bugün tartıldım aga, 107 kiloyum yaa!
Erol: Ben rejimdeyim abi.
Alaattin: Üç kiloda öyle gelir, eder 110! Ne demiş, “Gel bu işi
konuşalım halledelim” ha!
Erol: “Gel de bir konuşalım tekrar” demiş.
Alaattin: Efendim
Erol: “Gel şu konuyu bir konuşalım” demiş.
Alaattin: Konuşalım mı, halledelim mi, yoksa şey mi?
Erol: Çözelim mi demiş, öyle bir şey söylemiş.
Alaattin: Yaa, halledelim anlamında!
Erol: Herhalde...
Alaattin: Hayırlısı olsun, yarın mı gidiyor?
Erol: Yarın gidiyor evet.
Alaattin: Dedikodu kesildi mi? O a... koyduğumdan haber var mı,
dolaşıyor mu?
Erol: Kim?
Alaattin: Kuşçu var ya.
Erol: Yok haber yok, haber yok.
Alaattin: İyi, cuma gel de konuşalım.
Erol: Tamam peki, iyi o zaman sana iyi akşamlar dilemiyorum.
Alaattin: Niye senin bir işin mi var?
Erol: Bugün olabilir.
Alaattin: İyi hadi aramıyorum o zaman.
Erol: Yok yok ara ya ben de ararım seni.
Alaattin: Tamam hadi.
Erol: Hadi görüşürüz.
Arayan: Avukat Atalay Cebesoy
Aranan: Alaattin Çakıcı
Alaattin: Efendim Atalaycığım.
Atalay: Abi merhaba, şimdi görüştüm. Onun bugün zaten orada
randevuları vardı. Oradan çıkmış beni aradı. Eee raportörler tamam, artı
dairede ağırlıklı görüş bozma taraftan. Ancak diyor ki, “Şöyle bir durum daha
doğabilir. Dosyada bir yığın usul eksilik var, tamamlanmamış, eksik kalmış.
Onlar tamamlansın diye, geri gönderme ihtimali var” diyor.
Alaattin: Yok şey olabilir anlıyor musun, benim de aldığım haber var
ya! Yani dosyayı bozacakları... Peki raportör, “AÇ’nin beraatine..” diye yazmış
mı oraya?
Atalay: Abi beraatine değil de! 4422 yok bir, ikinci de bu hani
savcının şeyinde “15 kez yaralama verilmesi gerekiyor” diyordu ya! Ona da
katılmıyor, “Bir kez yaralamadan verilmesi gerekir” deniyor. Raporda öyle, bir
de dediğim gibi yani ağırlıklı bir şey de, diğer dosyanın geri iade edilme
durumu da varmış.
Alaattin: Peki iade olursa, ne oluyor abicim o zaman?
Atalay: Yaa uzayacak! “Burada bir takım eksiklikler vardır” diyecek.
Biz başlayacağız o eksikleri tamamlamak için uğraşacağız.
Alaattin: Yani uzuyor o zaman.
Atalay: Uzar tabii canım!
Alaattin: Haa uzarsa bir tevkif mevkif söz konusu değil.
Atalay: Yok yok olmaz.
Alaattin: Ama benim bildiğim şey abi... bozulacak!
Atalay: “Ağırlık bozma taraftarı, daha 23 günümüz var, uğraşıyorum”
diyor. Bir de benim gönderdiğim ufak bir şey vardı, onları da dağıttım kısacası
bu.
Alaattin: Yaa bizim istediğimiz gibi verdiği an, şey açıklığı gibi sana
diyeceğim ki, “Gel gidiyoruz Bursa’ya, işini hallediyorum.”
Atalay: Abi şu anki görüntü iyi.
Alaattin: Yani şu, 4422’den çıkarıyor raportör. Eee 15 artı l’e de
karşı geliyor.
Alaattin: 15 artı 1 şey karşı geldiği zaman ne oluyor abicim?
Atalay: Ya hani Akif, “15 kez yaralamadan vermen gerekir” diyor ya!
Raportör de “Hayır öyle olmaz, bir tane yaralamadan vermen gerekir” diyor.
Alaattin: Hı şimdi daire de esastan bozuyor bunu, değil mi?
Atalay: He daire eğer “Zaten 4422 yoktu” derse...
Alaattin: Abicim, ben sana bir şey söylüyorum değil mi yani? Onun
dışında çok malum anlıyor musun? Belirli yerlerden şey var, anladın mı
dediğimi?
Atalay: Neyse abi.
Alaattin: Ben sana telefonda konuşamıyorum!
Atalay: Telefonda konuşmayalım ha!
Alaattin: Hıı iyi abicim, başka ne yapıyorsun?
Atalay: İyi, ne yapayım abicim?
Alaattin: Yani tastik mastik yok yani...
Atalay: Yok yok, bir şey yok içinde.
Alaattin: Şimdilik mi yok, raportörde mi yok?
Atalay: Raportörde yok o, tamam?
Alaattin: Yani o bitti artık, “Raportör raporu hazırladı” diyorsun.
Atalay: Bitti o bitti.
Alaattin: Yani diyor ki, “4422 yok, 15 artı bir yok!” Tamam abicim,
öpüyorum seni.
Atalay: Tamam abi görüşürüz.
YARGITAY,
ÇAKICI'YA VERİLEN HAPİS CEZASINI
ONADI
Alaattin Çakıcı Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Karagümrük Spor
Lokali baskınının ardından açılan davada, “çıkar amaçlı suç örgütünün kurucusu
ve lideri olmak” suçundan verilen 3 yıl 4 ay ağır hapis cezasını onadı.
Yüksek mahkeme, Çakıcıya, "müessir fiil” suçundan
bir kez verilen cezayı yetersiz buldu ve hükmün 15 mağdur için ayrı ayn
kurulması gerektiğine işaret ederek, bu yöndeki karan bozdu.
Alaaddin Çakıcının da aralarında bulunduğu 16 sanığın
çeşitli suçlardan hapis cezasına çarptırılmalarına ilişkin kararının temyiz
incelemesi tamamladı.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin kararma göre, sanıklar
Alaaddin Çakıcı, Ahmet Çelik, Ömer Koç, Okan Erünal, Cihan Çakıcı, Müştak
Çimenci, Erdoğan Öner, Başar Barış Çakıcı, Muradiye Güler, Yakup Çakıcı ve Cem
Korkmaza, “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak”;
sanıklar Rahmi Kara, Alican Ergülen ve Şener Çakıcı nın “çıkar amaçlı suç
örgütüne yardım ve yataklık”, sanık Cem Korkmazın ise mağdur
Ferhat Kamil’i yaralamak suçlarından haklarında kurulan
hüküm, usul ve yasaya uygun bulunarak onandı.
Sanıklar Alaaddin Çakıcı, Ahmet Çelik, Okan Erünal,
Ömer Koç, Cihan Çakıcı, Müştak Çimenci, Erdoğan Öner ve Başar Barış Çakıcı nın,
26 Mart 2000 tarihindeki Karagümrük Spor Lokali baskınında 15 mağduru
yaralamaya yönelik kararının temyiz incelemesinde, olay günü anlatıldı.
Başar Barış Çakıcının emniyet ve yer gösterme ifadesinde,
Nuri Ergin ile aralarında itilaf bulunan ve olay gecesi Ergin yandaşlarının
lokali basıp Alaaddin Çakıcı aleyhine slogan atıp pankart astıkları
anımsatıldı. Bunun üzerine Alaaddin Çakıcı’nın, cezaevinden Başar Barış Çakıcıyı
arayarak Ergin kardeşleri tehdit ettiği ve "lokalde bulunanların
ayaklarını kırın” şeklinde talimat verdiği belirtildi. Sanık Başar Barış
Çakıcının da bu talimat üzerine diğer sanıklarla birlikte harekete geçtiği
kaydedildi.
“15 MAĞDUR İÇİN AYRI AYRI HÜKÜM KURULMALI”
Kararda, şöyle denildi:
’Sanık Alaaddin Çakıcı, lokalde bulunan ‘Ergin’ soyadlı
kişiler dışındaki tüm şahısların yaralanmaları emrini bizzat vererek, sanık
Başar Barış Çakıcı da bu talimatın gereği önceden kendisine bağlı olarak
oluşturduğu grupta yer alan sanıklara, lokalde bulunanların tamamının
yaralanması talimatını verip eylemin planlamasını yapıp eylemde kullanılan
silahları dağıtarak ve planlamaya uygun olarak olay sırasında bizzat eylemi organize
ederek fiili işleyen sanıklara lokalde bulunan kişilerin tümünü yaralamaları
fiilini işlemeye azmettirdikleri ve bu nedenlerle 15 mağduru yaralamak
suçlarından sanıklar Alaaddin Çakıcı ve Barış Çakıcı nın TCK’nın 64/2 maddesi
delaletiyle raporlardaki iş ve güçten kalma süreleri gözetilerek, 15 mağdur
için ayrı ayrı TCK’nın 456. maddesinin ilgili fıkralarından sorumlu tutulmaları
gerekir.” TCK’nın 64-2. maddesi azmettirmeyi, TCK’nın 456. maddesi ise müessir
fiili düzenliyor.
YEREL MAHKEME KARARI
İstanbul 1 No’lu DGM, Alaaddin Çakıcı hakkında
“talimat vermek suretiyle müessir fiile azmettirmek’ten, en ağır yaralanan
mağduru esas alarak bir kez mahkumiyet kararı kurmuş ve 1 yıl 8 ay 21 gün hapis
cezası vermişti.
Yerel mahkeme Yargıtay’ın bozma kararma uyarsa,
Alaaddin Çakıcı hakkında 15 mağdur için iş ve güçten yoksun kalma süreleri
dikkate alınarak müessir fiile azmettirmekten ayrı ayrı hüküm kurulacak.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, diğer sanıklar hakkındaki
"6130 sayılı Ateşli Silahlar Yasasına muhalefet, çıkar amaçlı suç
örgütüne yardım ve yataklık ve müessir fiile azmettirme” suçlarından verilen
kararları da çeşitli gerekçelerle bozdu.
YURTDIŞINA ÇIKIŞI YASAKLANMIŞTI
İstanbul 1 No’lu DGM, Çakıcıyı toplam 5 yıl 21 gün
hapis cezasına çarparmış ve yattığı süreyi dikkate alarak tahliye etmişti.
Suçluların ladesine Dair Avrupa Sözleşmesi uyarınca 45
gün içinde ülke dışına çıkmak zorunda olan Alaaddin Çakıcı, 29 Kasım 2002
tarihindeki tahliyesinin ardından 2 gün daha emniyete alınmış ve ardından
serbest bırakılmıştı. Ancak, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, Çakıcının
tahliye kararma itiraz etmiş ve yurtdışına çıkışının yasaklanmasını istemişti.
İstanbul 2 No’lu DGM de Çakıcıya yurtdışına çıkış yasağı koymuştu.
Çakıcı, mahkum olduğu davanın temyiz incelemesinin
sonucunu beklemek üzere yurtdışına çıkamamıştı.
Yargıtay, yerel mahkemenin kararını aynen onasaydı,
Çakıcı 2 yıl daha cezaevinde yatacaktı.
Yargıtay, Çakıcıya bir suçtan verilen cezayı aleyhine
bozduğu için, eğer yerel mahkeme aynen bu karara uyarsa cezaevinde yatması
gereken süre daha da artacak.
İstanbul 1 No’lu DGM, Çakıcı ile ilgili aleyhe bozma
kararına uymaz ve eski kararında direnirse, bu sefer dosya Yargıtay Ceza Genel
Kuruluna gelecek.
İYİ HAVADİS YOKABİ
Tarih: 26 Nisan 2004 / Saat: 18.46
Arayan: Süha Hakkı Şen / Aranan: Alaattin Çakıcı
Alaattin: Efendim?
Süha: Abicim, iyi havadis yok!
Alaattin: He abicim...
Süha: Şimdi yalnız şöyle bir şey var. Komutanla konuştum,
“Çarşamba günü bir numarayla görüşeceğim, ona ben bir şey ayarlıyacağım. Zaten
bekliyordum” dedi.
Alaattin: Ne dedi? Yani iyi havadis mi?
Süha: “Kararı aldım” dedi, okudu bana şimdi...
Alaattin: Hı.
Süha: “İkisi de savcının istediği doğrultuda karar verilmiş”
dedi. “Dosya şu anda Yargıtay Cumhuriyet Savcılığında, tashihi karar yapılması
mümkün değil” dedi. “Şey tebligat aşamasında yani postaya verilme aşamasında.
Fakat ben savcıyla görüştüm” dedi. “Savcının bana
dediği şu, bu davadan tutuklanma olmaması lazım. İkisi
bir davadır, birbirini bekler. Ama bu da savcının kararına bağlı...” dedi,
demiş. Şeydeki yapacak, dosya oraya gidene ka-dar... duyuyor musun abicim?
Alaattin: Hı hı...
Süha: Dosya İstanbul’a gidene kadar, oradaki savcının
kararı bekleyene kadar görünmemek anlatabiliyor muyum?
Alaattin: Hı hı...
Süha: Senin açından bunu da açtım komutana, izahat
verdim. “Ulan onu da ben hallederim, çarşamba günü geliyorum” dedi. “Yok yani
adam gidiyor. Ben ona da başka söyledim, olmuyor iş. Senin yapacağın bir şey
varsa...” dedim. “Onu da ben hallederim, anasını sarıyım.. Tamamdır, merak
etme” dedi. Bana söylediği laf bu. Ama ben bunları olduğu gibi sana
aktarıyorum, merak etme. Bu adamın dediği şu, normal şartlar altında Yargıtay
Cumhuriyet Savcılığının söylediği şey, bu davada ikisini bekler, tutuklanma
yani infaz istemesi... “Ayaklarını kırın, ötekilerin bilmem ne yapın, bir
kişinin emir vermiş...” falan diye bunları okudu. Ama, yok Başkanım “Bunlar
yalan dava biliyorum ama yani şeyi okuyo-rum” dedi. Bir tanesinden bozma
vermiş, bir tanesinden şey yap-mış. Buradaki konuştuğu Cumhuriyet Savcısı, eski
DGM Başsav-cısı, onun önerisi... “Normal şartlar altında davanın sonucunu
beklemek mecburiyetindedir ama özel bir şey yaparlar, yapmazlar, onu
bilmiyorum” demiş. O DGM’nin, bunu da ben aynen arzettim şeye komutana..
Alaattin: İstanbul’daki mi yani?
Süha: İstanbul’daki değil. Eski İstanbul Başsavcısı...
Onun şimdi şeyi özel... Özel diyorum, yani genel sekreteri eski, Erkan Bey
vardı ona danışmış. DGM’lik bir konuymuş, bu ona söyledi. “Bu ikisi bir
davadır, ayrı ayrı tutup da bunun şeyini infazım istememesi lazım. Bu davada
ikisi birbirini bekler” demiş.
Alaattin: Hm...
Süha: Onun söylediği o... Ama bu arada da ben dedim
ki, yani bir mahal vermemek için... Dosyanın şu anda bak söyleyeyim abi,
tedbirli ol! Dosya şey aşamasındaymış abi, yani senin avukatların ne söylüyor,
söylemiyor bilemem. Bana verilen konu bu. Dosya posta aşamasındaymış. Postaya
verildikten sonra, İstanbul’daki savcının görüşü önemliymiş. Savcı eğer,
“Davayı açmayın” derse, dava günü verirse o zaman sana tutuklama durumu olmuyormuş.
Onu da gittim komutana arzettim. Ama dedim ki, “Böyle böyle problem var.
Oradan çizdirdik, olmuyormuş” dedim. Onun da bana söylediği konu şu, “Ulan onu
da ben hallederim” dedi, aynen böyle. “Ben çarşamba günü oradayım. Sen yarın
gel” dedi. Yani yarın akşam geliyor... “Çarşamba günü buluşalım” dedi. Ben
yarın sabah erkenden gidiyorum oraya. Hatta bana dedi ki, “Yarın gel etraflıca
konuşuruz” dedi. Şimdi ben de yarın ona diyeceğim ki, “İstanbul’u bir arayın
da...” duyuyor musun abi?
Alaattin: Hı hı...
Süha: Buradaki oranın savcısı kimse... bilmem nesi
kimse... “Böyle bir kararın karşısında, ne gibi karar verirlermiş, bir onu
öğrene-yim” diyor. Yarın gideyim ki, onu öğreniyim abi.
Alaattin: Oldu, öpüyorum seni abicim.
Süha: Peki abicim, sağol.
Çakıcı: Senin o arkadaşın teneke!
Telefonu kapattıktan kısa bir süre sonra tekrar Alaattin
Çakı-cı’yı arayan Hakkı Süha Şen, Kaşif Kozinoğlu’ndan kendisine bir mesaj
geldiğini söylüyordu. Mesajı pek ciddiye almayan Çakıcı, Yargıtay Başkanı
Eraslan Özkaya hakkında oldukça ilginç yorum-lar yapıyordu. Çakıcı, konuşma
bittikten sonra avukatını arayarak dosyanın postada olduğunu haber veriyordu:
Tarih: 26 Nisan 2004 / Saat: 18.51
Arayan: Süha Hakkı Şen / Aranan: Alaattin Çakıcı
Alaattin: Alo!
Süha: Bak şimdi mesaj geldi bana, senin hemşehrinden..
Alaattin: Hı...
Süha: “Ben mutlaka hallederim” çekti... Onu da açıklıyorum
sana abicim. Ben demin ne düşünüyordum... Seni aradım, meşgul çıktı telefonun.
Diyecektim ki, bu şeydeki İstanbul DGM, belki de oraya konuşuruz.
Alaattin: Bak şimdi... Ben sana bir şey söyleyeyim mi?
O senin arkadaşın var ya hani babaya göre...
Süha: Ha?
Alaattin: Teneke o be...
Süha: Ne abi?
Alaattin: Teneke teneke...
Süha: Allah Allah...
Alaattin: Baba dediğin adam diyorum...
Süha: Şeyi diyosun... haa... baba, evet abi!
Alaattin: Hıı teneke...
Süha: Hayret bir şey...
Alaattin: Böyle mi dost olursun şimdi söyle?
Süha: Beş aydır tanıdığım adam işte abi. Yalvar yakar...
Her şeyi yaptım abi ben!
Alaattin: Teneke boş ver...
Süha: Şimdi gelen mesajda bu... “Ben mutlaka hallederim”
ne demek, işte onu bilmiyorum.
Süha: Sorun değil! Teneke... Anladın mı dediğimi yani?
Süha: Evet maalesef, evet öyle abi!
Alaattin: Yine ben sana bir şey söyleyeyim mi?
Süha: He abi!
Alaattin: Benim hemşehrimle gittiniz ona... konuştunuz
ya, yemek yediniz. Bu adam, alevi değil mi kardeşim?
Süha: Evet abi.
Alaattin: İki gün sonra bu dava da böyle oldu, anlıyor
musun?
Süha: Ama niye öyle bir kelek yapsın bize abi?
Alaattin: Hiçbir alevi devletle işbirliği yapan adamı
sevmez, anlıyor musun?
Süha: Böyle bir şey yaparlarsa, Allah cezalarını
versin. O zaman peki niye, “Mutlaka hallederim” ne demek abi?
Alaattin: Ya sorun değil, boş ver. Çünkü siz adama
söylediniz. Beni methetti herif, 2-3 gün sonra da ne oldu, anlıyor musun? Ya
bak laflar, o kadar tezat ki... Sana diyor ki, “Bana daha evvel söyle-seydin,
ben kontrol ederdim” diyor, değil mi?
Süha: Evet abi Mehmet’le gittiğimiz zamandan bahsediyorsun
herhalde...
Alaattin: Evet, ama siz daha evvel söylediniz onu...
Süha: Daha evvelden...
Alaattin: Yemekte, benim hemşehrimle...
Süha: Ha söyledik, evet onu söyledik. Ama ondan sonra
perşembe günü, patladı işte senin dediğin gibi...
Alaattin: Ya neyse boş ver, önemli değil, sorun değil
yani...
Süha: Abi nasıl sorun olmaz. Yani sorun olmaz olur mu?
Alaattin: Sorun değil Süha kardeş. Bize golü attırdın,
canın sağolsun kafadan...
Süha: Abi ben attırmadım golü, niye böyle düşünüyorsun
abi?
Alaattin: Sen attırdın golü, sen attırdın bana! Oğlum
kurşunlara gelsin, sana inandım, bu golü yedim!
Süha: Abiciğim... ben baştan, Niko konuştu hepsini abi
yanımda...
Alaattin: Ben Niko ile değil, seninle konuştum...
Süha: Hayır ben..
Alaattin: Bak bizim dostluğumuzun devamı için kapatalım
bunu, boşver!
Süha: Abicim ama çok üzülüyorum ben yani...
Alaattin: Ama işin doğrusu bu!
Süha: Ama sevgili abicim, ben...
Alaattin: Bak, benim oğlum kurşunlara gelsin, dünyada
oğlumun üzerinde hiç kimseyi tanımam!
Süha: Biliyorum abi...
Alaattin: Golü sen bana yedirdin!
Süha: Abi ben, yedirmek... yani yapar mıyım böyle bir
şey?
Alaattin: Hayır yedirdin golü bana! Bak bana oğlumun
sabahleyin ölü haberi gelsin; sana inandım, yedim golü ama sorun değil!
Süha: Abicim, ben elimden gelen...
Alaattin: Bak dostluğumuzun devamı için kapatalım bu
konuyu...
Süha: Peki abi, nasıl emredersen öyle olsun!
Alaattin: Ha kapatalım. Golü bana attıran sensin. Ben
Niko’yla konuşmadım ki, seninle konuştum.
Süha: Abi ben tamam da... Ben gittim oradaki durumu
size.. Mehmet’le beraber..
Alaattin: Bak sana bir şey anlatayım bak... Boşver,
canın sağolsun senin...
Süha: Abi yanlış bir şey yapmam abi! Ben bütün varlığımla
söylü-yorum...
Alaattin: Ya kardeşim ben seninlen konuştum. Sen bana
dedin, “Eylül sonuna kadar, yılbaşına kadar...” tamam?
Süha: Ama abi onun konuştuğun lafı aktardım ben. Hiç
konuşmadım ki, oraya abicim, size Mehmet...
Alaattin: Benim muhatabım Niko değil, şendin. Önemli
değil, sorun da değil, hiç önemli değil...
Süha: Ama çok üzülüyorum böyle deyince...
Alaattin: Vallahi ben yiğit adamım, benim dilimle ağzım
birdir benim...
Süha: Biliyorum. Ama abi, ben bak size şunu söylüyorum.
Şuna ikna olmanızı rica ediyorum, ben o gün Mustafa ile konuşmadım. Niko
konuştu...
Alaattin: Aga ben seninle konuştum, sen bana konuştun.
Kapatalım bunu, kapatırsak dostluğumuz devam eder...
Süha: Peki, emredersin abi. Ben yani beni...
Alaattin: Emir yok, biz arkadaşız...
Süha: Yok yani şey için söylüyorum, yani emredersin
derken... Yani ben ezik kalıyorum o yüzden diyorum abi. Ama yani ben...
Alaattin: Boşver, bunu kapatalım, dostluğumuz devam
etsin.
Süha; Peki abi, nasıl istersen!
Alaattin: Yani bu işin doğrusu bu. Yani biz kapattık
konuyu, mesele yok, bitti. Bak ben senin hanımım da tamdım, benim evime geldi.
Bırak dost kalalım seninle...
Süha: Peki abi peki...
Alaattin: Yani ben dürüst adamım, sana bunu söylediğim
için.
Süha: Biliyorum abi.
Alaattin: Dost kalalım, boşver. Biz başımızın çaresine
bakarız.
Süha: Ne yapmamı istiyorsan yapayım. Susayım mı abi,
ne istiyorsunuz yani yapacağım. Bir şey varsa gitmeyeni mi? Öteki çağırıyor,
“Gel” diyor.
Alaattin: Ha git, öbürü senin dostundur, ona lafım yok
benim!
Süha: Hee “Çarşama günü burada ol” diyor.
Alaattin: Yani sorun değil. Bir dakika sonra beni arar
mısın?
Süha: Peki abi.
Alaattin: Alo?
Şeyda: Abicim.
Alaattin: Ne yapıyorsun Şeyda?
Şeyda: iyiyim sağolun.
Alaattin: Şimdi dedim ya, benim başka taraftan bir
kanalım var falan...
Şeyda: Evet evet...
Alaattin: Şimdi o baktırıyor. Bu dairede değil, daireden
şeye git-miş. Yani postaya verilme aşamasındaymış...
Şeyda: Yok işte orada, sürüklüyorlar abicim.
Alaattin: Efendim?
Şeyda: Orada sürüklemeye çalışıyorlar işte.
Alaattin: Sen onu benim arkadaşıma bir anlat.
Şeyda: Tamam.
Alaattin: Yani benim aldığım yer de... şey yani, çok
özel yani...
Şeyda: Anladım anladım... anladım abicim...
ÇAKICI İŞTE BÖYLE KAÇTI
ransa’da yakalandıktan sonra Türkiye’ye iadesi
sağlanan organize suç lideri Alaattin Çakıcı’nın yurt dışına kaçtığı
kesinleşti. Emniyet Genel Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre,
Karagümrük Spor Kulübünün kurşunlanmasıyla ilgili Yargıtay kararının çıkmasının
ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Çakıcının bilinen adreslerini kontrol
etti. İstanbul polisi buralarda Çakıcının izine rastlayamadı. Bunun üzerine
yurt dışına kaçma olasılığı göz önüne alınarak muhtemel kaçış noktalarına
operasyonlar düzenlendi. Foça’da jandarmanın kontrolünde düzenlenen
operasyonda Çakıcı’nın yeğenleri ve Erol Evcil’in de aralarında bulunduğu grup
yakalandı. Bu kişilerin yapılan sorgulamasının ardından Çakıcının denizyolu
ile Yunanistan’a geçiş yaptığı saptandı. Emniyet Genel Müdürlüğü, înterpol
Genel Sekreterliği nezdinde çalışma başlattı.
Alaattin Çakıcı’nın hileli fotoğraf kullanarak Ümraniye
Emniyet Müdürlüğühden pasaport aldığı kesinleşti. Tongaya düşen polisler
hakkında soruşturma başlatıldı
Alaattin Çakıcı’nın Nisan ayı ortalarında edindiği
sahte kimliğe şu anki görünümüne hiç benzemeyen ‘hileli’ bir fotoğraf
yapıştırarak Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne pasaport başvurusu yaptığı
ortaya çıktı. Çakıcı, Yargıtay kararını beklemeden tedbiren çıkarttığı bu
pasaportla Antalya üzerinden Yunanistan’a kaçtı.
Çakıcının Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden sahte
kimlik ve hileli fotoğraf kullanarak pasaport çıkarttığının belirlenmesi
üzerine İstanbul Valisi Muammer Güler ile Emniyet Müdürü Cerrah, idari
soruşturma başlattı. Başlatılan ‘gizli’ soruşturmada, Çakıcı’nın pasaport
almak için ‘Bukalemun’ gibi farklı bir yüze büründüğü ortaya çıktı. Çakıcı’nın
pasaport belgelerinde imzası bulunan polisler, ‘Fotoğraftaki kişi ile Çakıcı
birbirine hiç benzemiyor. Bu hatayı herkes yapabilir. Tombul bir yüz, kaş ve
saçlarda çok farklıydı. Bizi oyuna getirdiğini iş patlayınca anladık’ diye
konuştular.
Çakıcının, fotoğraf için makyaj ya da montaj hilesi
kullandığı tahmin ediliyor. Polis, Çakıcı’nın çıkarttığı pasaport için
kullandığı sahte kimliğin kime ait olduğunu ise ‘sır’ gibi saklıyor. Kullanılan
sahte kimliğin ‘sabıkası ve aranması olmayan bir kişiye’ ait olduğu öne
sürülüyor. Alaattin Çakıcıya, kaç tüyosunu veren ‘köstebeği’ bulmak için
yürütülen operasyonu ise bizzat Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire
Başkanı Hanefi Avcı yürütüyor. Avcı, bu ‘top secret’ görev için Teknik-Takip
(telefon dinleme) Şube Müdürü olan Şentürk Demiral ile Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürü Özer Özmen’i görevlendirdi.
Alaattin Çakıcı: “Bizler topluma
zararlı insanlarız”
Aksiyon Dergisi Alaattin Çakıcı ile yaptıkları röportajda
Çakıcı Süleyman Seba’nın Beşiktaş Başkanı seçilmesinde katkısı olduğunu ve
Beyrut’taki ASALA operasyonunda olmadığını iddia etti...
Avusturya gazeteleri, 15 Temmuz günü, “Yeraltı dünyasının
kralı yakalandı” manşetleriyle çıkarken, Fransız Le Figaro gazetesi, “En büyük
baba yakalandı” başlığını atmıştı. Figaro’nun deyimiyle, “Avrupa polisini bile
küçümseyen” Çakıcının yakalanması büyük olaydı.
Tıpkı altı yıl önce Fransa’da yakalandığında üzerinden
çıkan kırmızı diplomatik pasaport gibi, Avusturya’da, emekli bir Milli
İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensubuna ait yeşil pasaportla yakalanması
Türkiye’de yine büyük tartışmalara yol açtı. Pasaportunu Çakıcıya verdiği
gerekçesiyle tutuklanıp cezaevine konulan MlT görevlisi Faik Meral
ifadelerinde şöyle demekteydi:
“MİT’te bir dönem Dış Operasyonlar Şefi olarak çalıştım.
Dört yıl Paris’te görev yaptım. O dönemde Çakıcı ile Ermeni terör örgütü
ASALA’ya karşı faaliyette bulunduk.”
Röportajı yayınlayın; ama bir şartla “Acaba 1980’li
yılların başından beri gizli bir devlet görevlisi miydi?” Diğer taraftan, 50
yaşındaki Çakıcı, hükümet düşüren Türkbank skandalındaki rolüyle doruğa çıkan
son on yıldaki pek çok olayın da bir numaralı aktörüydü. Uzun bir kaçak
hayatından sonra 1998’de Fransa’da yakalanmış, sadece iki haf if suçtan dolayı
Türkiye’ye iade edildikten sonra, bir süre Kartal cezaevinde kalarak 2002 Kasım
ayında tahliye olmuştu.
Ancak bir şartı vardı. Bu röportaj kendisi yurt dışına
çıktıktan sonra yayımlanmalıydı. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi,
Karagümrük’teki spor lokaline 2000 yılında yapılan silahlı baskının emrini
verdiği gerekçesiyle kendisine beş yıl hapis cezası vermişti. Yargıtay’ın bu hapis
cezasını onaylaması halinde, yurtdışına çıkacaktı.
Beni Amerikalılar yakalattı
“Beni Amerikalılar yakaladı. Amerikalılara çok cazip
geldim. Elinde telefonla hükümet düşüren bir adamdım. Peşimde hep FBI vardı,
ama önceleri bana çok saygılıydılar. Sonra tavırları değişti. Islami bir
terörist veya drug (uyuşturucu) işi yapan biri olabileceğimi düşündüler. Çünkü
kullandığım bir pasaport, daha evvel Mısır’a giriş çıkışlarda kullanılmış. Ama
benim kanun dışı bir durumum yoktu. Bütün harcamalarım yasal ve kredi kartı
ileydi. Bana gelen para banka havalesi yoluylaydı ve açıktı. Herşeyim açıktı.
Fransa’da, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz’ın açıkladığı gibi yakalanmadım.
Dünyanın neresine gidersem gideyim Amerikalılar beni izledi. Fransa’da
yakalandığım otelde, ters bir hareket yapsam beni öldüreceklerdi. Kafama silah
dayadılar. Aslında o akşam yakalanacağımı hissettim. Aslıya (kız arkadaşı)
otelden çıkalım dedim. Yorgunum dedi. Polisleri görünce pencereden atlamayı
düşündüm. Ancak çok yüksekti ve karşısı denizdi. Böyle bir sahnesi olan bir
film var. Kaçamayacaktım.”
Ağca gibi olabilirdim
“Fransızlar benim devlet görevlisi olup olmadığımı
merak etmediler. Bu konunun üzerinde hiç durmadılar. Zaten kırmızı pasaport ile
yakalanmışım. Altı kelimelik bir şey söyle, seni bırakalım dediler. Türkiye’de
Kürtlere işkence yapılıyor dememi istediler. Uç defa bu anlaşmayı önüme
sürdüler. Ama kabul etmedim. Fransız polisi beni elde etmek istedi. Belçika
polisi beni cezaevi dışında 25 saat sorguladı. Altı ay tek başıma hücrede,
yüksek voltajlı ışık altında kaldım. Parapsikolojik müdahaleler oldu.
Cezaevinde bana çok müdahale yapıldı. Aklımı kaybedebilirdim. Allah korudu,
yoksa Mehmet Ali Ağca gibi olacaktım.”
Beyrut’taki ASALA operasyonunda
yokum
Sadece tutuklanan MIT eski görevlisi Faik Meral değil,
MIT eski yöneticileri Yavuz Ataç, Korkut Eken ve Mehmet Eymür de Çakıcının
teşkilatla ilişkisine dair açıklamalar yapmıştı. Örneğin MÎTin eski Dış
Operasyonlar yöneticisi Yavuz Ataç, “1987 yılının temmuz ayında MÎTin
Ankara’daki karargahında amirlerim beni Çakıcı ile tanıştırdı” demekteydi. MÎT
eski Kontraterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür ise, “Yavuz Ataç, Alaattin
Çakıcı ve Tarık Ümit 1987 yılı ağustos ayının ilk günlerinde planlanan bir
faaliyetle ilgili olarak yurt dışına yollandılar. Ancak son anda bu faaliyetten
vazgeçildi ve ekip on gün sonra geri döndü” diyor. MIT’in eski Güvenlik
Dairesi Başkanı Korkut Eken ise bu olayı anlatırken, “Her şey hazırdı, ama
sebebi hiçbir zaman açıklanmayan bir nedenle dönemin başbakanı Turgut Ozal,
ani bir kararla operasyonu durdurdu” diyor.
Pasaportu Çakıcının üzerinden çıkan MIT görevlisi Faik
Meral, “Onunla ASALA’ya karşı operasyon yaptık” diyor. Çakıcı’nın özellikle
Beyrut’taki ASALA operasyonlarında görev aldığı yıllardır söylenir. Ancak bu
soruma kesin bir dille, “Beyrut’ta yoktum” cevabını verdi. 1980’lerin başından
itibaren Fransa, Yunanistan ve Beyrut’taki ASALA operasyonlarını yöneten,
emekli olduktan sonra 1990’da İstanbul’da bir suikasta kurban giden MÎT eski
Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’ı sorduğumuzda ise Çakıcı’nın cevabı şöyle
oldu: “Türkiye’ye Bir Hiram Abas daha gelmez.”
Sultan Abdülhamit çok büyük bir
lider
Bunun dışında Çakıcı neler anlattı? Dünyanın dört bir
tarafını dolaşırken neler yaptığından bahsederken, “Ukrayna’da cami yaptım.
Kiliselere ve yetimhanelere çok bağışlarda bulundum. Malezya’da kurban bayramında
çok miktarda dana kestirip dağıttık. Ukrayna’da kestiğimiz koyunları dağıtırken
veya yardım dağıtırken, Müslüman- Ortodoks ayırımı yapmadım” dedi. Hıristiyan
dünyasında da çok saygı duyulan bir isim olduğunu belirtti ve “Ama din
devletine karşıyım” eklemesini yaptı. Binlerce kitap okuduğunu anlatan Çakıcı
bir ara, “Sultan Abdülhamit çok büyük bir insan” diye konuştu.Sadece Mesut Yılmaz hükümetini
değil, Necmettin Erbakan liderliğindeki Refahyol hükümetini de kendisinin
yıktığını öne süren Çakıcı, İstanbul DGM’de yargılanıp tahliye olduğu iki
davayı anlatırken, “Mesut Yılmaz hükümeti iktidarda olsaydı en az 36 yıl ceza
alacaktım. Böylece cezaevinden çıkmam mümkün olmazdı” dedi. “Beni Kartal
cezaevinde öldürtmek istediler” diyen Çakıcı'nın yaklaşık on saat süren
konuşmamızda çok açık yürekli bir itirafı oldu ve şu cümleyi kullandı: “Bizler
topluma zararlı insanlarız.”
“İlk geldiğinde Çakıcı’yı
tanıyamadım”
Firar eden Alaattin Çakıcıyı Rodos’a kaçıran yatın kaptanı Erden
Balkan 7 Mayıs günü Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar
Şube Müdürlüğü’nde ifade verdi.
SORULDU: Ben Holly Turizm A.Ş.’de yat kaptanlığı yaparım. 1989’dan bu
yana Mehmet Salih Hantal’ın yanında gemi kaptanı olarak çalışmaktayım.
2 Mayıs günü yatla turda bulunduğum sırada patronum Mehmet Salih Hantal beni
aradı ve iki yolcu ile Rodos’a gidileceğini, yolcularla görüştüğünü, kendisini
ve eşinin de yatla geleceğini söyleyerek, yatı hazırlamam konusunda talimat
verdi. Bu amaçla aynı gün normal turistik yat seferinden döndükten sonra yatı
Setur Marina girişindeki mendireğe bağladım. Akşam 21.00 sıralarında yine patronum
telefonla yolcuların balıkçı barınağından alınacağını bildirmesi üzerine
gemici Hüseyin Ağbudak’ı zodyak botla yolcuları almak üzere gönderdim.
Bir müddet sonra 1.80—1.90 boylarında 120 - 130 kilogram ağırlığında,
kendisini Armağan Deniz olarak tanıtan şahıs ile 1.70 boylarında, beyaz
montlu, kilolu, kirli, kırlaşmış sakallı ve bıyıklı, gözünde güneş gözlüğü,
başında kep bulunan, kendisini İbrahim Arı olarak tanıtan şahıslar
yolcu olarak yata çıktı. Yorgun olduklarını söyleyerek kamaralarına
çekildiler. Aynı gece yatta kaldılar. 3 Mayıs günü saat 10.00 sıralarında
yolcular Armağan Deniz ve İbrahim Arı, patronun eşinin
pasaportları ile Mehmet Salih Hantal ve gemi mürettebatının gemici
cüzdanlarını alarak, işlemlerini yaptırmak üzere karaya çıktım. Bütün işlemleri
tamamladıktan sonra yata döndüm ve saat 12.30 sıralarında limandan ayrıldık.
Genelde gümrük görevlileri ve deniz polisi yata çıkmıyorlar,
beyana göre işlem yapmaktadırlar. Bu özel bir işlem değildi. Bütün yatlar için
aynı şekilde çıkış işlemleri yapmaktadırlar. Hatta diğer ülke limanlarında da
pasaport ve gümrük işlemleri aynı şekilde yapılmaktadır. Aynı gün saat 16.00
sıralarında patron ve eşini Çam- yuva açıklarından yata bindirdikten sonra kıyı
şeridini takip etmeden direkt Rodos’a yöneldik. 4 Mayıs günü saat 07.30
sıralarında Rodos limanına girdik. Yol boyunca ben devamlı kaptan köşkünde
olduğumdan dolayı yolcuları görmedim. Ancak Rodos’ta yattan inerken beyaz
montlu, şapkalı ve güneş gözlüklü şahsın tıraş olduktan, şapka ve gözlüğünü
çıkarttıktan sonra Alaattin Çakıcı olduğunu orada anladım. Yolcular
Rodos’ta bir gece daha yatta kaldılar. 5 Mayıs günü Rodos limanında bizim liman
işlemlerimizi yapan Ilionis isimli acenta aracılığıyla Atina’ya uçak bileti
alan yolcular, yani Alaattin Çakıcı ve Armağan Deniz, havalimanına
gitmek üzere taksiye binerek saat 05.00 sıralarında limandan ayrıldılar. Ben, İbrahim
Arı olarak yolculuk eden, ancak Alaattin Çakıcı olduğunu anladığım
şahısla ilgili olarak ne gemi mürettebatına, ne de patronum Mehmet Salih
Hantal a herhangi bir şey söylemedim ve sormadım. Kendisi de bu konuyla
ilgili bana hiçbir şey söylemedi. İbrahim Arı isimli şahsın Alaattin
Çakıcı olduğunu bilip bilmediğini bilmiyorum. Aynı gün akşam saatlerinde
Rodos limanından ayrıldık. Ancak hava muhalefeti dolayısıyla bir koya
sığındık. 6 Mayıs’ta saat 10.30 civarında Kaş limanından ülkeye giriş yaptık.
Kaş limanında biraz alışveriş yaptık ve gazete aldık. Hürriyet gazetesinin baş
sayfasında Alaattin Çakıcının Antalya’dan yatla Rodos’a kaçtığı
şeklinde bir haber vardı. Aynı gün 12.30 gibi Antalya’ya dönmek üzere Kaş
limanından ayrıldık. Uçağız mevkiinde bulunan Gökkaya Koyunda geceledik ve 7
Mayıs günü 14.30 sıralarında Antalya Limanı Setur Marina’ya giriş yaptığımız
sırada siz görevliler tarafından yakalandık. Benim konu hakkındaki bilgim
bundan ibarettir, dedi.
KOM DAİRE BAŞKAN I RAPORU
KOM Daire Başkanı Hanefî Avcı’nın
yazdığı ve imzaladığı rapor
Alaattin Çakıcı isimli şahsın liderliğini yaptığı, İstanbul, İzmir ve
Bursa illerinde faaliyet gösteren çıkar amaçlı suç örgütüne yönelik olarak
İstanbul DGM Başsavcılığının 12 Kasım 2003 gün ve 2003/18 sayılı talimat
yazısı ile, Daire Başkanlığımız koordinesinde, yukarıda belirtilen il emniyet
müdürlükleri kaçakçılık ve organize suçlar ile istihbarat şubelerinden
müteşekkil ‘GÖKYÜZÜ’ Kod Proje Çalışma Grubu oluşturularak çalışmalara
başlanmıştır.
Alaattin Çakıcının ülkemize iade edilmesinden sonra gerçekleştirdiği
Karagümrük Lokali’nin kurşunlanması olayı ile ilgili yargılandığı İstanbul 1
No’lu DGM’nin kararı, mahkeme savcısı tarafından bozma istemli olarak temyiz
edilmiş, dava dosyası Yargıtay’dan mahkemesine gelinceye kadar Alaattin
Çakıcı isimli şahsa İstanbul 2 No’lu DGM’nce yurt dışına çıkış yasağı
konmuştur. Yapılan çalışmalar sırasında, proje çalışmasının asıl amacı
ile ‘direkt ilgisi olmayan, ancak suç teşkil ettiği’
değerlendirilen hususlar aşağıda arz edilmiştir. Alaattin Çakıcı, Yargıtay
1 No’lu Ceza Dairesi nde görülen temyiz davasının lehine sonuçlanması,
Karagümrük Lokalinin kurşunlanması olayının temyiz dosyasının ilk olarak 4422
sayılı kanun kapsamından çıkartılarak, TCK 313’e sokulması ve 15 ayrı yaralama
olayı yerine 1 yaralamadan ceza verilmesi amacıyla çeşitli arayışlar içerisine
girmiştir. İlk olarak Ankara’da avukatlık yapmakta olan M. Oktar Aykut’la, avukatı
Atalay Cebesoy vasıtası ile talepleri doğrultusunda görüşmüştür. M.
Oktar Aykut’un çalışmalara başlamasından sonra Alaattin Çakıcı, avukatı
Atalay Cebesoy vasıtası ile M. Oktar Aykut’a para göndermiş ve bu
parayı özellikle kendisini değil de, avukatının göndermesi gerektiğini
vurgulamıştır.
Ayrıca Alaattin Çakıcı, askeriyeden ayrılma Mehmet
Ozbulut vasıtası ile tanıştığı, Bodrum ilçesinde inşaat mühendisliği yapan
Hakkı Süha Şen isimli şahsın, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’nın Bodrum
ilçesi Milas mevkiinde bulunan evinin inşaatını yapması nedeniyle bir
samimiyetinin bulunduğunu öğrenmesi ile bu şahsı da Yargıtay’daki dosyanın
istedikleri doğrultuda sonuçlanabilmesi amacıyla görevlendirmiştir. Hakkı
Süha Şen de, Yargıtay’daki irtibatları ile şoförlüğünü yapan eski emniyet
mensubu Nizamettin Özoğul’la birlikte çalışmalara başlamıştır.
Hakkı Süha Şen ve Nizamettin Özoğul zaman zaman Ankara’ya gelerek
Yargıtay Başkanı ve Yargıtay Genel Sekreteri Ercan Yalçınkaya ile
görüşmeler yapmaya başlamış, Nizamettin Özoğul ise eski emniyet mensubu
olması sebebi ile Yargıtay Başkanının koruması olan Mustafa Kamalak ile
diyalog içersine girmiştir. Bu şahıslar zaman içersinde mahkemenin süreci ile
ilgili aldıkları bilgileri Alaattin Çakıcıya aktarmışlardır.
M. Oktar Aykut, Atalay Cebesoy vasıtasıyla Yargıtay’daki bir
seçimle alakalı olarak, Yargıtay’da görevli bir tanıdığı için Alaattin
Çakıcı’dan yardım talebinde bulunmuş, Alaattin Çakıcı da yapılacak
seçimlerle ilgili olarak Sinan Engin’i görüşmeler yapmak üzere avukatı
Atalay Cebesoy ile birlikte Ankara’ya göndermiştir. 9 Ocak 2004 günü Atalay
Cebesoy ve Sinan Engin, Yargıtay’a gelerek konu ile ilgili bir takım
görüşmelerde bulunmuşlardır. Sinan Engin, bizzat gidip yaptığı görüşmelerin
yanı sıra telefonla da birtakım kişileri arayıp konuyu takip etmiş ve
gelişmeleri Alaattin Çakıcıya sürekli aktarmıştır. Alaattin Çakıcı, etkisi
olacağı düşüncesiyle Sinan Engin’e talimat vererek, kendisinin görüştüğü
şahıslarla Serdar Bilgilinin de görüşmesini istemiştir. Sinan Engin,
Alaattin Çakıcıya görüştükleri bayanın “Beni desteklerse kazanırım” dediğini
ve görüşmelerini istediği en önemli iki şahsı kendisine bildirdiğini, bu
meyanda Yargıtay’da üst düzeyde bulunan, Neşter operasyonunda da adı
geçen bir şahsın oğlu olan Ergül isimli şahısla görüştüğünü ve seçim
için destek sözü aldığını belirtmiştir.
Yargıtay’da görülmekte olan dosya, sanıklara yapılması
gereken tebliğlerin eksik olması nedeni ile 31 Aralık 2003 günü Yargıtay
Başsavcılığına iade edilmiştir.
Nizamettin Özoğul, bu durumla ilgili olarak Alaattin Çakıcıya dosyadaki
eksiklik nedeniyle kendilerine tebligat gönderileceğini, ancak bunun
kesinlikle alınmaması gerektiğini ve ne zaman yazılacağı konusunda kendisine
içeriden bilgi verileceğini ve davanın yaza kadar uzatılacağına dair söz
aldığını belirterek, Alaattin Çakıcıyı yönlendirmiştir. Bu sırada Nizamettin
Özoğul adına, Alaattin Çakıcı’nın finansörü olan Erol Evcil tarafından
sebebi bilinmeyen bir şekilde hesabına para yatırılmıştır. Bu paranın gelmesi
için önce Hakkı Süha Şen’den hesap numarası istenmiş, ancak şahıs bunun
sakıncalı olabileceği düşüncesiyle teklifi reddederek Nizamettin Ozoğul’un
adını vermiştir. Hakkı Süha Şen’in kardeşi Selahattin Reha Şen,
Nizamettin Ozoğul’a konunun müspet sonuçlanması durumunda ‘maliyet masraflarının’
Alaattin Çakıcı tarafından karşılanacağını ima etmiştir.Alaattin
Çakıcının Bordum irtibatı olan Mehmet Özbulut’la Yargıtay
Başkanı’nın evi için alacağı doğramalar ve ahşap malzemeler için satıcı ile
görüşerek, Yargıtay Başkanı ndan para talep edilmemesi için uyarıda
bulunmuştur.
Olaylar bu şekilde gelişmekte iken Hakkı Süha
Şen’in arkadaşı olan ve kendisini MIT’te Daire Başkanı olarak
gösteren “Komutan” lakaplı Kaşif Kozinoğlu isimli şahıs da, Alaattin
Çakıcının mahkeme konusu ile ilgilenmeye başlamış ve konunun Alaattin
Çakıcı lehine sonuçlanması amacıyla Hakkı Süha Şenle birlikte Yargıtay
Başkanı ile görüşmeler yapmıştır. Kaşif Kozinoğlu, Alaattin Çakıcı ya
iletilmek üzere Hakkı Süha Şen e telefonlarının başka birimler
tarafından dinlendiğini, yapılan teknik takip yöntemlerine karşı ne şekilde
davranmaları gerektiği yönünde bilgiler de vermiş ve İbrahim isimli
birinin Cemal Çağala isimli şahıstan alacağının tahsil edilmesi
amacıyla Alaattin Çakıcı’nın telefonla tehdit etmesini istemiştir. Söz
konusu gelişmeler, kısmen tarafınıza da arz edilmiştir.
8 Nisan 2004 günü, Yargıtay 1. Ceza Dairesi, davayı
karara bağlamış; ancak, karar, Alaattin Çakıcının aleyhine çıkmıştır. Kaşif
Kozinoğlu, bu kararı öğrenerek Alaattin Çakıcıya bildirmek üzere Hakkı
Süha Şen’e iletmiştir. Alaattin Çakıcı, avukatı Atalay Cebesoy ile
yaptığı görüşmede neden aleyhte sonuçlandığını ve yaptıkları girişimlerin
niçin yetersiz kaldığını sorduğunda, Atalay Cebesoy, Oktar Aykut’un ‘tetkik
hakiminin raporunu’ ayarladığını ve bu raporda da 4422 ve azmettirme olayının
olmadığını, ancak aleyhte sonuçlanmasını anlamadığını beyan etmiştir. Alaattin
Çakıcı, bu kez de tashihi karar başvurusu yapılana kadar gerekçeli kararın
yazdırılmaması için çaba sarf etmiş, önce Hakkı Süha Şen, daha sonra da Kaşif
Kozinoğlu, Yargıtay Başkanı ile görüşerek dava dosyasının onanan ve bozulan
kısımlarının birbirinden ayrılmaması için Yargıtay Başkam’na ricada bulunmuşlardır.
Şahıslar çeşitli vesilelerle Yargıtay Başkam’na ulaşamadıklarında bilgi alımı
için koruması Mustafa Kamalak’ı kullanarak, işlerini takip ettikleri ve
hatta bu şahsın bizzat Alaattin Çakıcı ile görüşerek bağlılığını arz
ettiği, bilgiler aktardığı ve olumlu sonuçlanması için ellerinden geleni
yaptıklarını söylediği, izleyeceği yöntemler hakkında bilgiler aktardığı
belirlenmiştir. Kaşif Kozinoğlu, amacının davayı 1 - 2 ay kadar uzatıp Alaattin
Çakıcı’nın Türkiye’de kalmasını sağlamak olduğunu, kendisinin mutlaka bu
konuda bir şey yapıp, bu işi halledeceğini beyan ederek, resmi olarak bu konu
ile ilgileniyor görüntüsü vermiştir.
Hakkı Süha Şen, yaptığı görüşmeler neticesinde Alaattin Çakıcıya İstanbul’dan
üst düzey birinin dosyasının hızlandırılması için ilgilendiğini, ancak dava
dosyası yerel mahkemeye gönderilmeden önce bilgi geleceğini bildirmiştir. Hakkı
Süha Şen, 26 Nisan 2004 günü 18.46’da Yargıtay Başkanı ile görüşmüş ve
başkanın tashihi kararın mümkün olmadığını, dosyanın sonuçlandığını, kararın
postaya verildiğini veya verilmek üzere olduğunu, mahalli mahkemeye gideceğini,
kararı kendisinin aldığını, bir nüshasını, gelince kendisine vereceğini, bu
aşamadan sonra dönüş olmayacağını ve kısa zamanda mahalline gideceğini
bildirmesinin hemen ardından, durum Hakkı Süha Şen tarafından Alaattin
Çakıcıya bildirilmiş ve tedbirini alması belirtilmiştir.
Bu görüşmeden sonra Alaattin Çakıcı, beş görüşmenin
dışında görüşme yapmamıştır. En son görüşmesini, 26 Nisan 2004 günü saat
23.30’da yapmış ve örgüt elemanlarına telefon kullanmamaları hususunda talimat
vermiştir. Aynı zamanda ikametlerine gitmemeye, irtibatlı olduğu şahıslarla
görüşmemeye başlamıştır. Ortaya çıkan durum nedeni ile irtibatlı olduğu
şahısların tutuklama olabileceğini kendisine bildirmeleri, kendisi de dahil
olmak üzere tüm adamlarının irtibatları ile teknik ve fiziki ilişkilerini
kesmesi, Alaattin Çakıcının illegal yollardan yurt dışına çıkış
hazırlığı olarak tarafımızdan değerlendirilmiştir.
Tarafımızca genişletilen çalışmalar neticesinde Alaattin
Çakıcının aynı davadan birlikte yargılandığı Başar Barış Çakıcının yurt
dışına çıkış hazırlığında olduğu tespit edilmiş, şahıs teknik ve fiziki takibe
alınmıştır. Çakıcı ve adamlarının kullandığı değerlendirilen yeni telefon
numaraları için 2 Mayıs 2004 günü saat 21.20’de gecikmesinde sakınca
bulunduğundan başsavcılığınızdan teknik takip talimatı alınmıştır. 3 Mayıs 2004
günü başsavcılığınızca, Çakıcı hakkında yakalama müzekkeresi çıkartılmıştır.
Yapılan fiziki ve teknik takipler neticesinde, Çakıcı ile birlikte yurt
dışına kaçış hazırlığında bulunan Başar Barış Çakıcının 4 Mayıs 2004
günü saat 01.00 sıralarında İzmir İli Yeni Foça ilçesinden, Eski Foça istikametine
3 kilometre mesafede bulunan Mongo Beach Club’ın yanındaki yazlık eve
girdiğinin ve Alaattin Çakıcı’nın korumaları Adem Çakıcı, Murat
Aydınşakir, şoförü Velit Yavuz Günerkan ve finansörü Erol
Evcil’in aynı evde bulunduklarının tespit edilmesi üzerine Alaattin
Çakıcının da söz konusu yerde bulunabileceğinden bahisle şahısları
yakalamak amacıyla operasyon yapılmış, Çakıcı dışında yukarıda adı
geçen tüm şahıslar yakalanarak gözaltına alınmışlardır. Devam eden çalışmalarda
Alaattin Çakıcının korumalığını yapan ve örgüt elemanı olan Ozan
Göngören, Cem Akarsu, Halil İbrahim Yılmaz yakalanarak gözaltına
alınmıştır. Gözaltına alınan şahıslardan Başar Barış Çakıcının yurt
dışına kaçış hazırlığında olduğu ve bu amaçla kullanmak üzere hazırladığı
sahte pasaport ve nüfus cüzdanı zapt edilmiştir.
Yapılan tahkikat neticesinde ve iletişim tespit tutanaklarından
anlaşılacağı üzere; Alaattin Çakıcının finansörü Erol Evcil isimli
şahıs vasıtası ile temin ettiği Alaattin Albayrak ve İbrahim Arı adlarına
düzenlenmiş olan 2 adet pasaportu örgütünün elemanı Adem Çakıcı vasıtasıyla
fotoğrafını değiştirerek, Beşiktaş Jimnastik Kulübünde çalışan Sinan
Engin vasıtasıyla Yunanistan’dan aldığı vize ile İbrahim Arı adına
düzenlenmiş pasaportu kullanarak, 3 Mayıs 2004 günü yurt dışına çıktığı
belirlenmiştir. İbrahim Arı adına alınan vize ile ilgili olarak İtalya
Konsolosluğu ile yapılan yazışmalarda Beşiktaş Kulübünün referans
mektupları temin edilmiş ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünün tahkikat dosyasına
eklenmiştir.
Alaattin Çakıcının yurt dışına çıkmadan bir gün önce Antalya iline
gelerek bir balıkçı barınağında kaldığı, kardeşi Gencay Çakıcı ve bu
şahsın arkadaşları, Armağan Deniz ve Mehmet Hantal tarafından
kaçışının organize edildiği, Antalya serbest bölgesinden Mehmet Hantal a
ait olan yatla, Erol Evcil vasıtası ile temin ettiği sahte pasaportla
deniz yolundan çıkış yaptığı, Mehmet Hantalın normal aile süsü vermek ve
kaçışın dikkat çekmemesi amacıyla karısını da yolcu olarak götürdüğü
belirlenmiştir. Bahse konu yatla yurt dışına birlikte çıktığı Armağan Deniz
isimli şahısla birlikte ilk olarak Yunan adalarına, ardından Yunanistan ve
tespit edilmeye çalışılan Avrupa ülkelerine geçtiği, birlikte bulunduğu Armağan
Deniz vasıtası ile Türkiye’deki işlerini takip ettiği, emir talimatlar
verdiği ve müşterek hareket ettikleri anlaşılmıştır. Erol Evcil’in DGM’den
serbest bırakılmasından sonra da örgüte maddi yardımda bulunmayı sürdürdüğü,
çeşitli şahıslar vasıtası ile para transferi yaptığı tespit edilmiştir.
Alaattin Çakıcı nın yurt dışına kaçmasından sonra Kaşif Kozinoğlu,
Hakkı Süha Şene bilgi vererek, kendisinin ve Nizamettin Ozoğul’un telefonlarını
kapatmaları hususunda uyarıda bulunmuştur. Bu bağlamda şahsın yurt dışına
çıktığı bu günlerde, Türkiye’de bulunduğu dönemde belirsizlik nedeniyle
işleyemediği suçları işletebileceği ve yurt dışından bu eylemlerin talimatını
rahatlıkla verebileceği, yurt dışına çıkmadan son dönemde yanında bulunan ve
haklarında tahkikat yapılan örgüt elemanlarının talimatları verilecek olan bu
eylemlerde faal olarak katılımda bulunabilecekleri değerlendirilmektedir.
Bunların haricinde; Hakkı Süha Şen, yine
Yargıtay Başkanı ile olan diyaloğunu kullanarak, oğlu Kerem’in arkadaşının
babasının cezasının ertelenmesi için Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Mehmet
Demirkartal isimli şahısla görüşmesi için ricada bulunmuş, gerek Yargıtay
Başkanı, gerekse Genel Sekreteri Ercan Yalçınkaya bu konuyu halledeceklerini,
izlenecek yol hakkında bilgi vermişlerdir. Hakkı Süha Şen, daha sonra
yaptığı görüşmelerinde Cihan Çilsal konusunun halledildiğini ve
ilgilerinden dolayı teşekkürlerini iletmiştir. Gelişen süreç içerisinde; Hakkı
Süha Şen, birlikte yaşadığı Serra Hikmet Yaşar isimli bayana aleyhte
çıkan sonuçtan duyduğu rahatsızlığı belirtmesi üzerine, bayanın konu ile
ilgili olan şahsa para verildiğini söylemesi, Alaattin Çakıcı tarafından
şüphe uyandıracak şekilde bir takım paraların hesaplara yatırılması ve elden
gönderilmesi; Hakkı Süha Şen in konu ile ilgili ilişkide bulunduğu
şahıslara yemek yedirme, araç tahsis edip gezdirme, hediyeler alma, Yargıtay
Başkam’nın gerek İstanbul ve gerekse Bodrum’da bulunan evlerin inşaat masraflarının
bir bölümünü karşılaması gibi bir takım menfaat ilişkilerinin olabileceği
değerlendirildiğinden, Alaattin Çakıcının Yargıtay’daki davası ile
ilgilenen Yargıtay ve MIT çalışanları ve bunlarla irtibatlı kişiler
hakkında gereği yapılmak üzere ilgili iletişim tespit tutanakları dizi
pusulalarına bağlanarak ekte sunulmuştur...
Alaattin Çakıcının bu kez üzerinden çıkan devlet memurlarına
özel yeşil pasaportta kullanılan isim kafaları karıştırdı. Pasaportun
düzenlendiği Faik Meral’in adına Ulusal Birlik Vakfi’nın internet sitesinde
“Vakıf Başkan Vekili” ve “vakıf uzmanı” olarak rastladı. Ancak Meral’in ismi,
“vakıf uzmanlan” arasından çıkarılırken, “Başkan vekili” titri de “Uluslararası
ilişkiler ve Terör Uzmanı” olarak değiştirildi.
Çakıcının yeni pasaportundaki isim, yine kuşkulu
bağlantıları gündeme getirdi. Avusturya’da Çakıcı’nın üzerinden çıkan yeşil
pasaportun “Faik Meral” adına düzenlendiği anlaşıldı. Faik Meral adına iki
pasaport var. 1993’te içişleri Bakanlığından alman ilk pasaportun numarası, A
serisinden TRA 177081. Bu pasaportun süresi İzmir’de 2002’ye kadar uzatıldı. Bu
tarihten sonra İzmir’de “kayıp, çalınma, yıpranma” gibi bir nedenle yeni bir
pasaport başvurusunda bulunuldu. Adresi İzmir’de görülen Meral adına yapılan bu
başvuru üzerine verilen “TRB 029248” seri nolu pasaporta 2007’ye kadar geçerlilik
süresi tanındı. Pasaportun, Alaattin Çakıcı’nın kullanabilmesi için
fotoğrafının değiştirildiği ve seri numarasında tahrifat yapıldığı belirlendi.
Üzerinden 4 bin Euro (yaklaşık 7.2 milyar lira) nakit
çıkan Çakıcının, tanınmayı zorlaştırma amacıyla gözlüklü bir fotoğrafı tercih
ettiği belirtildi.
Kiril alfabesiyle hazırlanmış bir vize de bulunan pasaporttaki
ismin “meslek” hanesinde “emekli uzman” kaydının yer alması dikkat çekti.
Pasaporttaki kimlik bilgilerinin sahibi Faik Meral’in 1948 Bor doğumlu ve
İzmir - Torba nüfusuna kayıtlı olduğu anlaşıldı.
Çakıcı, yakalandıktan sonraki ilk ifadesinde, pasaportla
ilgili olarak “Çalıntı olabilir. Bana temin edip gönderdiler” dedi. Meral
ismine, İzmir’de faaliyet gösteren “Ulusal Birlik Vakfı’nm internet sitesindeki
“uzmanlar” bölümünde ulaştı. Sitenin etkinlikler bölümünde Meral’in “Vakfın
Başkan Vekili” olduğu ifadesi yer aldı. Ancak Meral’in ismi, “vakıf uzmanlan”
arasından çıkarılırken, titri de “Uluslararası İlişkiler ve Terör Uzmanı”
olarak değiştirildi.
Vakıf Başkanı Dr. Abdullah Manaz, Faik Meral ismini
“uzmanlar” listesinden derhal çıkardı. Manaz, Meral için, “Bir toplantıda
tanıştık. Ondan sonra davet ettik. Bizim için geçen sene terörle ilgili bir
konferans verdi. Ondan sonra görüşmedik yani” dedi.
Meral’in isminin neden internet sitesinden çıkarıldığı
sorusuna, “Valla, ben rahatsız olduğum için internette vakıf adresindeki
ismini kaldırdım. Böyle şeylerle rahatsız olurum, çünkü bizim vakfımız
Atatürkçü, laik” karşılığını veren Manaz, şöyle devam etti:
“Pasaportunu kaybedip kaybetmediğini bilmiyorum.
Yaşını tahmin edemem. Orta yaşlı olabilir. Dışişleri mensubu olabileceğini
tahmin ettim, yoksa bir bilgim yok. Daha önce de televizyonlarda konuşmuştu.”
Manaz’ın tahminine karşın, Dışişleri Bakanlığında Faik
Meral adlı birisinin hiçbir zaman çalışmadığı öğrenildi.
Ulusal Birlik ve Strateji Vakfı, 1995’te Ulusal Birlik
için Düşünce Eylem Vakfı adıyla Alaattin Çakıcıyı MIT’in kullandığını söyleyen
Susurluk Çetesi sanıklarından Korkut Eken’in avukatı Önder Barlas tarafından
kuruldu. Önder Barlas da Susurluk davasında karar için savunma yaparken,
Susurluk sanıklarının “gerçek kahramanlar” olduğunu söylemişti.
Bir strateji uzmanı da Meral’in eski istihbaratçı olabileceğini
öne sürdü.
Alaattin Çakıcının firari uzun bir zaman karşılıklı
açıklamalar ile gündemi sarstı durdu. Onunla telefonda konuşan ve kaçmasına
yardımcı olan herkes onu tanımadığını yada korkudan yaptıklarını söyleselerde
çakıcı olan biteni televizyonlardan takip ediyordu beklide gülüyordu.. Ta ki
yakalanana kadar.
“Alaattin Çakıcı, Yunanistan’da bir gün kaldıktan
sonra Armağan Deniz adlı arkadaşıyla İtalya’ya gitti. Kaçışının ikinci günü
Milano’daki ünlü Sheraton Oteli nin süit odasında kaldığı öğrenilen Çakıcı,
Armağan Deniz’le birlikte bir gece kaldığı otele sadece konaklama masrafı
olarak 2 bin 500 dolar ödeme yaptı. Otelde görülen Çakıcı, hakkındaki
haberlerin yayılması üzerine ertesi sabah apar topar İtalya’yı terk ederek
İsviçre’nin kuzeyine geçti. Avusturya - Fransa - İsviçre sınırındaki bu bölgede
uzun süre kalan Çakıcı, yakalanma korkusuyla îtalya’dakinin aksine buralarda
sınıfı daha düşük otellerde konakladı. Teknik dinlemeye takılmamak için
kesinlikle telefon görüşmesi yapmayan ve yanındaki adamlarına verdiği talimatlarla
bağlantıların kurulmasını sağlayan Çakıcı, Avrupa’daki tüm harcamalarını
izinin bulunmaması için nakit yaptı. Bir süre sonra parasız kalan Çakıcı, Avrupa’daki
tanıdıklarından harcamak üzere para toplayınca yerini belli etti. Çakıcı’nın
dolaştığı ülkelerde adamlarından ağırlama grupları oluşturduğu anlaşıldı.
Çakıcı, “kontrollü teslimat” yöntemiyle, değişik ülkelerdeki adamları arasında
dolaştı. Avrupa’daki turunda Türk yemekleri arayan Çakıcı, sıkça Adana kebabı
yedi. Çakıcı’nın kebap merakı yabancı polis birimlerine gönderilen dosyalarda
da yer aldı.
Bu arada, Çakıcı’nın yeğeni Emin Çakıcı, bir ay önce
İstanbul’dan Fransa’ya gitti. Emin Çakıcının Fransa’ya gitmesini takiben Çakıcı
önce İsviçre’den Avusturya’ya geçti. Viyana’da iki ayrı otelde kalan Alaattin
Çakıcı, yeğeninden işaret aldıktan sonra güvenli ortamın’ sağlanmasıyla
Fransa’ya gitti. Çakıcı, kısa süre önce Cannes’da eski eşi Gönül Çakıcı nın
üzerine kayıtlı lüks yatta tatil yapan oğlu Ali ve kızı Aytuğ ile Fransa’ da
buluştu. Lüks yatın fotoğraflarını ilgili ülkelere gönderen polis, telefonlarını
dinlediği Çakıcıyla bağlantısı olan çok sayıda kişinin, şaşırtma amaçlı
kullandığı şifreleri de çözmeye çalıştı. Uydu üzerinden yapılan takip
çalışmalarında kilit, oğlu Ali Çakıcı’nın yaptığı bir telefon görüşmesiyle çözüldü.
Ali Çakıcı, aradığı bir kişiye “Bugün Monaco’ya gidelim, orayı gezelim” diyerek
şifreli mesaj verdi. Polis, uzun süreli dinlemelerde elde edilen bilgileri bir
araya getirdi ve Monaco’nun Viyana olduğunu belirledi. Avusturya’daki Türk
irtibat görevlisi aracılığıyla yerel polisi uyarıldı. Çakıcı, Necip îleli’nin
kullandığı Toyota marka aracın içinde Fransa’dan geçerken arkasında yeğeni Emin
Çakıcının kullandığı Fransız plakalı BMW araç yer aldı. Avusturya polisi, saat
19.00 sıralarında Graz yakınlarında her iki aracı yakın takibe aldı. İki araç,
Graz yakınlarında ayrıldı. İki ayrı polis ekibi, önce Emin Çakıcının aracında
kimlik uygulaması yaptı ve serbest bıraktı. Toyota’nın içindeki kişinin Çakıcı
olduğunun belirlenmesi üzerine, polis operasyon için düğmeye bastı.
Avusturya’nın ‘WEGA’ adlı özel harekât timleri aracı
durdurmak için önce havaya ateş açtı. Bunun üzerine duran araçtaki kişileri
indiren polis, Alaattin Çakıcı ile yanındaki Necip îleli’yi ülke dışına
çıkmaya hazırlanırken gözaltına aldı. Çakıcı, kimlik incelemesi sırasında direnmedi
ve “Aradığınız adam benim” diyerek teslim oldu. Basma yansıyan haberlere göre,
polis kimliğinin tespiti için çalışırken Çakıcı, “Helal olsun, yine yakalandık”
diye söylendi. Çakıcı, Türkiye’nin yayımladığı kırmızı bülten gereği ‘iade
amacıyla’ gözaltına alındı. Çakıcıyla birlikte yakalanan Necip İleli’nin, silah
ve mermi kaçakçılığından hüküm giydiği, tahliyesinin ardından gittiği
Avusturya’nın da vatandaşı olduğu bildirildi. Bu arada Çakıcı nın yurtdışına
çıktıktan sonra polisin takibinden kurtulmak için bir kez bile telefonla
konuşmadığı öğrenildi. Çakıcı nın Viyana’ya 220 kilometre uzakta yakalandığı
anda Avusturya polisine “Beni nasıl yakaladınız? Birisi ihbar mı etti? Dün
gündüz Viyana’da niye yakalamadınız?” dediği belirtildi. Graz eyalet
tutukevinde gözaltında tutulan Çakıcı, dün akşam Viyana şehir mahkemesine
nakledildi. Suçlu nakliyesi için kullanılan özel bir araçla Viyana Mahkemesi ne
getirilen Çakıcı, büyük bir gizlilik içinde mahkemenin gözaltındaki kişiler
için ayrılmış bölümüne alındı. Viyana polisi, konuyla ilgili açıklama
yapmazken, Çakıcının bu hafta içinde hâkim karşısına çıkarılacağı ve Türkiye’ye
iade edilip edilmeyeceğine karar verileceği bildirildi.
Üzerinden 4 bin Euro (yaklaşık 7.2 milyar lira) nakit
çıkan Çakıcının İtalya’daki sevgilisi Aslı Fatoş Ural’ın yanma gitmek isterken
yakalandığı da öne sürüldü. Bu iddiaların altında, emniyetin Temmuz 1998’de de
Ural’ı takip ederek Çakıcıyı Fransa’nın Nice kentinde yakalamış olması yatıyordu.
Ancak bu bilgi, daha sonra emniyet ve Ural Ailesi tarafından yalanlandı. Bu
arada, Alaattin Çakıcının yakalandığı Avusturya’da, Beşiktaş’ın sezon öncesi
kamp yapması da dikkat çekti.
Çakıcı, 16 Temmuz sabahı saat 08.00’de nöbetçi mahkemeye
çıkarıldı. Federal Eyalet Mahkemesi Hakimi M. Seder tarafından “iadesiyle”
ilgili ön sorgulaması yapılan Çakıcı, hafta sonunu mahkemenin özel tutuklular
bölümünde geçirdi. Çakıcı nın savunmasını, aşırı sağcı kimliğiyle tanınan
Walter Rossenkranz isimli avukat üstlendi. Rossenkranz’ı Viyana’da Karadenizli
iki iş adamının tuttuğu iddia edildi.
ALAATTİN ÇAKICI TÜRKİYE'YE İADE
EDİLİYOR
vusturya’nın başkenti Viyana’da Eyalet / \ Mahkemesine
çıkarılan Alaattin Çakıcı Ç J hakkında Türkiye’ye iade kararı verildi.
Çakıcı, “Devletimle hesaplaşmak istiyorum” dedi.
Viyana Eyalet Mahkemesinde yapılan duruşmada, organize
suç örgütü üyesi Alaattin Çakıcı nın Türkiye’ye iade edilmesine karar verildi.
Alaattin Çakıcı karara karşı yasal itiraz hakkını kullanmayacağını
belirterek, “Türkiye’de 1946 yılından bu yana ilk kez sessiz bir devrim
gerçekleşti. Ben ülkeme dönüp devletimle hesaplaşmak istiyorum” dedi.
Gardiyanlar tarafından mahkeme salonundan çıkarılırken
hâkimin, ”Bir kez daha yasal itiraz hakkınız var. Avukatınız sizi
bilgilendirsin” şeklindeki uyarısı karşısında Çakıcı tekrar geri dönerek
hâkime şunları söyledi:
“Teşekkür ediyorum. Verdiğiniz karara saygı duyuyorum.
Daha önceki yıllarda olsaydı dönmek istemezdim, şimdi itiraz hakkımı kullanmak
istemiyorum ve ülkeme dönmek istiyorum.”
ÖNCE SUÇLADI SONRA SAHİP ÇIKTI
Duruşma hakimi Peter Sedanın iade dosyasındaki
suçlamaları okuduktan sonra söz alan Çakıcı’nın avukatları Dr. Kari Bernhauser
ile Dr. Walter Rosenkranz, “Türkiye’de işkence yapıldığını, Çakıcı’nın Fransa’dan
iade edildikten sonra da yıllarca hücrede izole edilerek intihara
sürüklendiğini” iddia ederek, iade edilmemesini talep ettiler.
Hakimin, söz hakkı vermesi üzerine konuşan Çakıcı da
"Avukatlarının savunmasına katıldığım” belirterek, şunları söyledi:
“1998 yılı Ağustos ayında Fransa’da tutuklandım ve
sadece 2 davadan yargılanmak üzere iade edildim. Zamanın DSP’li Adalet Bakanı
da tüm savcılara emir vererek, sadece 2 davadan yargılanacağımı bildirmişti.
Sanırım elinizdeki dosyada da bu emir var. Ancak tahliye olmama 3 ay kala
dışarıda bir olay oldu. Bu olayı da bana mal ettiler. Ancak olayı düzenleyen
kişi ne ziyaretime gelmiş ne de kendisiyle bir telefon görüşmem olduğuna dair
bir kayıt var. Mahkemeye çıkarıldım ve serbest bırakıldım. Savcı ikinci bir
mahkemeye havale ederek, hukuk dışı bir şekilde tutuklandım. Altı ay sonra
yeğenim Barış Çakıcı Bulgaristan’da silahla yakalanarak Türkiye polisine
teslim edildi. Poliste ölüm tehdidiyle aleyhimde ifadesi alındı. Tüm bu
gelişmeler sonunda cezamı tamamlayarak tahliye oldum.”
Tahliye olduktan sonra 45 günlük hakkını kullanarak
pasaport talebinde bulunduğunu kaydeden Çakıcı, “ikinci bir mahkemenin yasal
olmadan yurtdışına çıkış yasağı koyduğunu ve pasaport alabilmek için 17 ay sabırla
beklediğini, ancak alamadığını “ söyledi.
Çakıcı, “Ankara’daki yüksek mahkemeye (Yargıtay)
güveniyordum. Ancak yüksek mahkeme 18 aylık cezayı onayladı. Daha sonra ise 25
yıla çıkarıldı. Eğer kaçmak isteseydim neden 17 ay bekleyeyim ki? Ama
Ankara’dan (Yargıtay) tutuklama kararı çıkınca yurtdışına çıktım” diye konuştu.
TÜRK AVUKATIN TANIKLIĞI KABUL EDİLMEDİ
Çakıcı nın bu detaylı açıklamalarından sonra söz alan
Avukatı Kari Bernhauser, “Türkiye’deki işkence” iddialarını yineleyerek,
müvekkilinin iade edilmemesini ve Türk avukatı Şeyda Yıldırmam tanık olarak
dinlenmesini talep etti.
Hakim Peter Seda, avukat Şeyda Yıldırım’ın tanık olarak
dinlenmesini kabul etmedi ve Savcı Michael Klackl’a söz verdi. Savcı Klackl,
Çakıcı nın “Tehlikeli bir suçlu olduğunu, Türkiye’ye iade edilmesi önünde
hukuki ve insan hakları bakımından bir engel bulunmadığını” belirterek,
Türkiye’ye iade edilmesini istedi.
Savcı Klackl’ın bu isteğinden sonra Avukat Kari Bernhauser,
savunmasında şu iddialarda bulundu:
“Müvekkilimin de anlattığı gibi Fransa’dan sadece 2
olaydan yargılanmak üzere iade edilmesine rağmen kendisine 4 suç isnat edildi.
Tahliyesinden sonra yasal olarak 45 gün içinde alması gereken pasaport
verilmedi. Tüm bunlar Türkiye’nin hukuka aykırı hareket ettiğini ve hakimlerin
siyasi baskı altında karar verdiklerinin bir delilidir. Müvekkilim ayrıca
siyasi kimliği olan bir kişidir. Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ın iktidardan
düşmelerine yol açacak araştırmalar yapmıştır. Sahip olduğu bilgi ve belgeler
Türkiye’de çok sayıda siyasetçiyi ve bürokratı zor durumda bırakacaktır. Siyasi
bazı güçler müvekkilimin iadesini sağlayıp yeni suçlar isnat ederek, bunalıma
ve intihara sürüklemek istiyorlar.”
Avukatın Türkiye’ye yönelik bu ağır suçlamalarına itiraz
eden savcı Klackl, “tüm bu anlatılanların çok saçma olduğunu” belirterek,
Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara taraf bir hukuk devleti olduğunu ve
Çakıcı’nın iade edilmesinde sakınca olmadığını kaydetti.
Çakıcıyı, avukatlarını ve savcıyı dinledikten sonra
iade dosyasından Çakıcıya isnat edilen suçları ve bu suçların Avusturya ceza
yasasında hangi maddelere tekabül ettiğini okuyan hakim Seda, 1 saat 15 dakika
süren duruşma sonunda kararını, “Avusturya’ya sahte pasaportla girmek suçu
dışındaki tüm suçlardan Türkiye’ye iade edilmesi önünde hiçbir engel yoktur”
sözleriyle açıkladı.
Hakim Seda, Çakıcı nın, avukatlarının ileri sürdüğü
gibi Türkiye’de işkenceye tabi tutulması veya insan haklarına aykırı bir
muameleye muhatap olması halinde Avusturya’nın Türkiye’deki diplomatik
temsilciliklerine başvurarak yardım talep edeceğini de belirterek, Çakıcıya
son sözünü sordu.
Çakıcı, duruşma süresince yaptığı suçlamaları bir kenara
bırakarak, “Teşekkür ediyorum ve verdiğiniz karara saygı duyuyorum. Türkiye’ye
iade edilmek istiyorum” dedi.
Çakıcı gardiyanlar tarafından salondan götürülürken
yarı yolda geri dönerek hakime hitaben kısa bir konuşma daha yaptı ve şunları
söyledi:
“Kararınıza saygı duyuyorum. İtiraz hakkımı kullanmak
istemiyorum. Daha önceki yıllarda olsaydı Türkiye’ye dönmek istemezdim, ancak
1946 yılından beri ilke kez Türkiye’de sessiz bir devrim gerçekleşti.
Türkiye’ye dönüp devletimle hesaplaşmak istiyorum.”
Duruşmadan sonra Çakıcının avukatı Rosenkranz,
Çakıcının iade işlemlerinin birkaç gün içinde tamamlanabileceğini söyledi.
Duruşmanın başında Çakıcı ile sözbirliği etmişçesine
Türkiye’yi suçlayıp iade edilmemesini istediklerini, ama Çakıcının son anda
"dönmek istiyorum” demesini nasıl yorumladığı sorusuna ise avukat
Rosenkranz, “Bu Çakıcı ile konuşarak yaptığımız bir savunma taktiğiydi”
yanıtını verdi.
ÇAKICI 5 AY SONRA GELDİ
Ç
akıcı, İstanbul’a iner inmez götürüldüğü adliyede 6
ayrı suçtan tutuklanarak Tekirdağ F Tipi Cezaevi ne konuldu.
Güvenlik nedeniyle uçağın arka sırasından 6 kişilik
yer ayrılan Alaattin Çakıcı, Viyana Havalimanında yolculardan önce
uçağa alındı. Atatürk Havalimanında ise yolcular indirildikten sonra
çıkartıldı. Çakıcı için arka sırada ayrılan 6 kişilik koltukta 5 polisin
oturduğu bildirildi.
Terörle Mücadele, Organize Suçlarla Mücadele Şubesi
ekipleri ve özel tim tarafından uçaktan alman Çakıcı, elleri kelepçeli
olarak çıkarıldı. Gelişi bir polis kamerasınca sürekli görüntülenen Çakıcı, ‘akrep’
adı verilen zırhlı polis aracına bindirilerek yoğun güvenlik önlemleri
altında Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne götürüldü. Sağlık kontrolünden
geçirilen Çakıcı, buradan çıkarılarak nöbetçi olan İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesine
götürüldü. Mahkemede Çakıcı’nın, ’Karagümrük Spor
Kulübü Lokali Baskını Davası’ ve yurtdışına kaçışına ilişkin yürütülen
soruşturma kapsamında hakkında verilen gıyabi tutuklama kararları vicahiye
çevrildi. Burada işlemleri tamamlanan Çakıcı daha sonra Sultanahmet’teki
İstanbul Adliyesi’ne götürüldü.
AVUKATI: ÇELİŞKİ VAR
İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesine elleri kelepçeli
olarak getirilen Alaattin Çakıcı’nın önce kimlik sorgusu yapıldı.
Ardından eski eşiUğur Kılıç’ın öldürülmesi, Tevfik Ağansoy’un öldürülmesi,
Adil Ongen’in kurşunlanması ve Türkbank ihalesine fesat karıştırılması
davalarından bulunan gıyabi tutukluluk hali vicahiye çevrildi. Çakıcı’nın avukatı
Şeyda Yıldırım, ‘Fransa’nın iade sözleşmesine göre bu suçlardan
yargdanmaması gerekiyor. Ancak Avusturya Çakıcı’ya yargılama izni verdi. Bu
çelişkişi gidermeye çalışacağız’ dedi.
ÇAKICI TEKİRDAĞ F TİPİ CEZAEVİNDE
Alaattin Çakıcı, İstanbul’dan polis eskortu ve koruma
eşliğinde getirildiği Tekirdağ’da F Tipi Cezaevine konuldu.
Çakıcı, geç saatlerde polis eskortu eşliğinde, 1 minibüs,
5 otomobille Tekirdağ F Tipi Cezaevine getirildi. Eskort cezaevinin dışında
kalırken, Çakıcının da içinde bulunduğu 1 minibüs ve 5 otomobil cezaevine
alındı.
Bu sıra cezaevinin önünde 3 polis ekibi çevrede geniş
güvenlik önlemleri aldı.
KARAGÜMRÜK Spor Kulübü Lokali Baskını Davası kapsamında verilen 3 yıl 4
aylık hapis cezası Yargıtay’ca onanarak kesinleşen Çakıcı, bu cezasının infazının
tamamlaması için yaklaşık 6.5 ay cezaevinde kalacak. Çakıcı, ayrıca şu dört
suçtan yargılanacak:
TÜRKBANK DAVASI Yasadışı yollardan yurtdışına çıkışının ardından
‘Türkbank ihalesine fesat karıştırmak’ ve ‘Cürüm işlemek amacıyla teşekkül
oluşturmak’ suçlarından hakkında açılan davada da hakim karşısına çıkacak.
AĞANSOY CİNAYETİ 28 Ağustos 1996’da Bebek’te düzenlenen silahlı
saldırıda Tevfik Nurullah Ağansoy’un da aralarında bulunduğu 4 kişinin
öldürülmesine ilişkin İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde ‘adam öldürmeye
azmettirmek’ten müebbet ağır hapisle yargılanacak.
ÖNGEN CİNAYETİ Çakıcı, borsacı Adil Öngen’e yönelik 12 Mart 1997 tarihinde
düzenlenen silahlı saldırıya ilişkin davada da, İstanbul 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde
hakim karşısına çıkacak.
UĞUR KILIÇ CİNAYETİ Eski eşi Nuriye Uğur Kılıç’ın, 20 Ocak 1995 tarihinde
Uludağ’da öldürülmesi olayında azmettirici olduğu gerekçesiyle yargılanacak.
EMNİYET RAPORLARINDA ALAATTİN
ÇAKICI’NIN SİYASİ BAĞLANTILARI:
Alaattin Çakıcının milletvekilleri:
-
ANAP Bursa Î1 Başkanı Mehmet Gedik,
-
MHP Kocaeli Î1 Başkanı Nihat Gürer,
-
DYP Yalova Î1 Başkanı Fikri Turgut ile bağlantılarının
olduğu gazetelerde yer almıştır.
Milletvekili İbrahim Yazıcı, Uludağ’da otel işletmektedir
ve Güneyde de Turizm Bakanlığının tahsisiyle oteller zinciri kurmuştur.
(Yazıcı Ailesi nin otellerinde casinolar bulunmaktaydı.)
Çakıcı’nın, 1992 yılı başında polisçe gözaltına alınması
üzeri-ne dönemin bakanları Mehmet Ali Yılmaz ile Ömer Barutçunun “Çakıcı
gözaltıdayken dövülmesin” diye emniyet müdürü ile görüştükleri basında yer
almıştır.
Kanal D Genel Yayın Koordinatörü Uğur Dündar’ın gazete
haberlerinde ve televizyon programında Çakıcının ABD’de bulunduğu dönemde
yakalanması için düzenlenen operasyonu ihbar eden ve kaçmasını öneren bakanın
Meral Akşener olduğu ima edilmiştir.
Fazilet Partili Abdülkadir Aksu’nun telefonlarının
Çakıcı’nın telefon defterinde yer aldığı iddiaları bulunmaktadır. Çakıcı nın
İzmit’te işadamı olarak belirttiği ‘halasının kocası’ tanımına Nihat Gürer’in
uyduğu tespit edilmiştir. Halen İzmit Ticaret Odası olan, aynı zamanda DYP
Yüksek Haysiyet Divam’nda görev yapan Gürer’in iki özelliği daha bulunmaktadır:
12 Eylül öncesi MHP Kocaeli İl Başkanı ve Meral Akşener’in ağabeyidir. Çakıcı
ile Gürer’in tanışıklıklarının 12 Eylül öncesi döneme kadar gittiği ve İzmit’te
gerçek halası ve eniştesi olmadığı yönünde iddialar da bulunmaktadır. Gürer’in
Akşener’den aldığı bilgiler doğrultu-sunda Çakıcıyı uyararak kaçmasını
sağladığı söylenmektedir.
ALAATTİN ÇAKICI’NIN DİĞER
Alaattin Çakıcı ile yakalanan Fatoş Aslı Ural’ın
annesi Canan Yaka ve onun annesi Mualla Özbek’in adı!988 yılında yayımlanan MİT
Raporu’nda da geçmiş; raporda Canan Yakanın, Çakıcının öldürttüğü eşi Uğur
Çakıcı ile yakın arkadaş olduğu iddia edilmiştir. Raporda; “Kamu kesiminde
birçok kişinin yakından tanıdığı ‘Terzi Mualla’nın aktör Kadir İnanır’la uzun
zamandan beri yaşayan kızı Canan Özbek’in (Yaka), Dündar Kılıç’ın kızı Uğur ve
damadı Uğur (Uğur Kılıç’ın ilk eşi) ile yakın ilişkileri mevcuttur. Terzi
Mualla ve Canan’la; Hülya Süer, Emniyet Müdür Muavini Mehmet Ağar ve gazeteci
Rauf Tamer’in ilişkisi vardır. Yeraltı dünyası ‘Terzi Mualla’ ve Canan
kanalıyla bazı ilişkiler kurmak çabasındadır” denilmektedir. Yine gazetelerde
Orhan Aslıtürk ve Çakıcı’nın aynı tarihlerde Fransa’nın Nice kentinde
bulundukları ve Ashtürk ile Çakıcının arkadaş oldukları yer almıştır.
Çakıcı’nın emlakçilik yapan Fatma Uçan ile de ilişkisi
olduğu ortaya çıkmıştır. Fatma Uçan, Çakıcı ile 1.5 yıl önce alım satım
sırasında tanıştığını, “En güvendiğim kişi sensin” diyerek kendisini telefonla
aradığını söylemiş ve Çakıcı’nın “Ben artık kendimi fakirlere adadım, fakirleri
sen tanıyorsun, bağışlarımda bana yardımcı ol, her ay 500 kurban kesip
yoksullara dağıt, ben bunun için sana ayda 50 bin dolar yollayacağım” dediğini
ifade etmiştir. Ayrıca Fatma Uçan, “Paraları bana gönderirken telefon açıp,
‘Birisi para getirecek’ diyordu ve her seferinde farklı bir kişi, bazen 50,
bazen 70, bazen de 80 bin doları gazete içinde getirerek ‘Abim gönderdi’ deyip
gidiyordu” şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Fatma Uçan, Çakıcı’nın bazı
devlet ve hayır kurumlarma yardımlar yaptığını belirterek bunları şu şekilde
açıklamıştır:
-
Şişli Etfal Hastanesi: 50 bin dolar,
-
Darülaceze: 50 hasta arabası.
-
Bayrampaşa Cezaevi: 10 adet koç.
-
Büyük Çekmece Yetiştirme Yurdu: 2 milyarlık karyola.
-
Hürrivet Mahallesi Muhtarı: 70 parça et.
-
Vakıflar imareti: 84 kilo et.
-
Altı Nokta Körler Vakfı: 15 milyon lira.
-
Sanver Atatürk İlköğretim Okulu: Önlük, çanta vs.
Alaattin Çakıcının telefon defterinde, eski futbolcu
Ogün Altınparmak ve Emniyet Genel Müdürlüğü nün telefon numaralarının olduğu
iddiaları da bulunmakladır.
ÇAKICI HARKINDAKİ DİĞER BİLGİ
VE İDDİALAR
1-
Alaattin Çakıcının Belçika’da (Malmedy kentinde) beş
yıl yaşadığı, oturma izninin bulunduğu, Verviers Kasabasında Türk Kültür
Derneği’nin sorumlu üyesi olduğu yönünde iddialar bulunmaktadır. Belçika
Adalet Bakanlığında înterpol Dış İlişkiler Sorumlusu Peter Gijsen, Çakıcı’nın
Osman Van (39) adlı Türk’ün öldürülmesi olayıyla ilgili olarak Belçika
tarafından arandığını açıklamıştır. Osman Van, 25.12.1997 tarihinde Liege’de
vurularak öldürülmüştür. Belçika Adalet Bakanlığı sözcüsü, iki polisin bir
sorgu hakimi ile birlikte 31 Ağustos’ta Nice’e giderek Alaattin Çakıcıyı
sorguladıklarını bildirmiştir..
2-
Çakıcıyı Bulgaristan’da Hikmet Sevcan adlı eski bir
uyuş-turucu, silah ve altın kaçakçısı himaye etmiştir. Sevcan’ın
Bulgaristan’da 15 büyük şirketinin olduğu söylenmektedir.
3-
Bulgaristan’da yaşayan bir ülkücü işadamı, Türk ve
Bulgar uyuşturucu mafyasının son yıllarda Cayman ve Virgin adalarında paravan
şirketler kurduğunu, Çakıcının çok lüks bir teknesi olduğunu söylemektedir.
Çakıcının, Bulgaristan’daki VİS adlı şirketin gayri resmi ortağı olduğu
yönünde iddialar bulunmaktadır. Bu şirket 1200 elemanlı bir koruma şirketi olup
1997’de siyasi iktidar tarafından dağıtılmıştır.
4-
Çakıcının Bodrum’da bir tripleks villası bulunmaktadır.
Aynı sitede Erol Evcil’in de bir villası vardır. Site, Yüksel Çağların Çağdaş
İnşaat adlı şirketi tarafından inşa edilmiştir.
5-
Çakıcı nın Fransa’ya girmesini sağlayan pasaportu,
İstanbul doğumlu Hikmet ön adlı bir kişinin verdiği öne sürülmüştür.
6-
Çakıcıya ikinci kırmızı pasaportu temin eden ve çok
sayıda evrak ile damgaları Nice’de kendisine teslim eden Cenk adlı kişi-nin
kimliğinin belirlendiği, Gaziantepli olan Cenk Tuncay’ın “sahtecilik uzmanı”
olduğu ve Amerika’nın ünlü sayfiye beldesi Miami’de beş ayrı villasının
bulunduğu ve kendisinin halen Almanya’da olduğunun saptandığı
belirtilmektedir.
7-
Çakıcının en yakın adamlarından Sedat Şahin,
Almanya’nın Berlin kentinde yakalanmıştır.
8-
Çakıcının, kendisini Selim adlı birisinin ihbar ettiğini
açıkladığı, bu kişinin ise Avrasya feribotunu kaçırılması sırasında Çeçen
teröristleri ikna eden ‘Tilki Selim’ olabileceği belirtilmiştir. Tilki Selim’in
de Avrasya feribotunun kaçırılmasına adı karışan Selim Gösterişli olduğu iddia
edilmiştir. Gösterişli Ankara’da bir tıp merkezinin sorumlu müdürlüğünü
yapmakta olup, Düzce’de bir otomobil servisi bulunmaktadır.
9-
Erol Evcil, Çakıcı’nın ‘güvenilir’ dostlarının kimler
olduğu konusunda sorulan bir soruya; “ANAP eski milletvekili Mehmet Kocabaş ile
spor camiasının yakından tanıdığı Ergun Gürsoy” şeklinde cevap vermiştir.
10-
Çakıcının Amerika’da Orhan Gülersoy isimli şahsın e-vinde
kaldığı tespit edilmiştir. Gülersoy, New York’ta benzin is-tasyonu
işletmektedir.
11-
iddialara göre yurt dışına ihraç edilmiş gibi gösterilen
sigaraların yurtiçinde satılması suretiyle gerçekleştirilen 3 trilyonluk
vurgun olayının arkasında Çakıcı bulunmaktadır. Eyüp Aşık’ın verdiği bilgiye
göre, 1997 Temmuzunda Eren ya da Erenas isimli bir firma Tekel’den ihraç
edilmek üzere iki milyon dolarlık sigara almıştır. Dönemin pazarlama dağıtım
müessese müdürü Gökhan Sunar ile üç kişi açığa alınmış ve haklarında dava
açılmıştır.
ALAATTİN ÇAKICI NIN 35 VUKUATI
1-
14.05.1981 Örgütsel faaliyette bulunmak,
2-
29.09.1983 İstanbul Şişli’de Davut Kılıç isimli şahsın
tabanca ile yaralaması,
3-
26.07.1985 İstanbul Kadıköy’deki ‘Clup 33’te Halk
Arıcan’a tabanca ateş etmek,
4-
01.07.1985 Tabanca ile bir kişiye ateş etmek,
5-
14.08.1985 İstanbul Caddebostan’daki Maksim Gazino-su’nun
sahibi Selçuk Aslan’a tabanca ile ateş etmek,
6-
11.10.1985 İstanbul Nişantaşı’nda Metin Arı isimli
şahsa tabanca ile ateş edilmesi,
7-
21.10.1985 Tabanca bulundurmak ve ateş etmek,
8-
07.11.1985 Silah zoruyla işyerinden haraç istemek,
9-
21.10.1986 İstanbul Elmadağ’da Kemal Kanat isimli
şahsa tabanca ile ateş edilmesi,
10-
22.11.1986 İstanbul Suadiye’de Ahmet Sadıkoğlu’nun
tabancayla yaralanması,
11-
18.02.1987 Tabanca ile adam yaralamaya azmettirmek,
12-
31.05.1987 İstanbul Nişantaşı nda Yavuz Çaloğlu isimli
şahsın yaralanması,
13-
11.12.1987 Sabah gazetesi yöneticilerinin tehdit
edilmesi,
14-
22.05.1988 İstanbul Mecidiyeköy’de Turan Çevik isimli
şahsın yaralanması,
15-
11.07.1988 İstanbul Kumkapı’da Haluk Özözlü ve Ali Yar
isimli şahısların yaralanması,
16-
11.09.1988 Muğla Bodrum’da ber tatil köyünün müdürü
olan Nazif Ohri isimli şahsın yaralanması,
17-
10.11.1990 Maksim Gazinosu’nda tabanca ile ateş etmek,
18-
11.06.1991 İstanbul Ortaköy’de Mustafa Nevzat Türköz
isimli şahsın yaralanması,
19-
3O.O7.i99i İstanbul Şişli’de avukat Sibel Füsun
Görsel’in ölümle tehdit edilmesi,
20-
10.03.1992 İstanbul Istinye’de Hilton Oteli nin
müdürünün yaralanması,
21-
05.05.1992 Tabanca ile adam yaralamaya azmettirmek,
22-
14.05.1992 Ruhsatsız tabanca bulundurmak,
23-
04.03.1994 İstanbul Levent’te gazeteci Hıncal Uluç’un
yaralanmasına azmettirmek,
24-
19.09.1994 İstanbul Mecidiyeköy’de Engin Civan’ın
yaralanmasına azmettirmek,
25-
19.12.1994 İstanbul Levent’te eski eşi Nuriye Uğur
Çakıcının (Kılıç) otosunun kurşunlanması,
26-
20.01.1995 Bursa Uludağ’da eski eşi Nuriye Uğur Çakıcı
nın öldürülmesi,
27-
29.05.1995 İstanbul Harbiye’de işadamı Mehmet Emin
Cankurtaranın yaralanması,
28-
08.07.1995 İstanbul Florya’da yakalanan şahısları,
işadamı Mehmet Emin Cankurtaranı öldürmeye azmettirmek,
29-
03.04.1996 Tevfik Nurullah Ağansoy’a suikast
girişimini azmettirmek,
30-
16.05.1996 Ruhsatsız silah bulundurmak,
31-
28.08.1996 İstanbul Bebek’te Tevfik Nurullah
Ağansoy’un öldürülmesi,
32-
12.03.1997 İstanbul Dikilitaş’ta Adil Öngen’e silahlı
saldırıya azmettirmek,
33-
10.07.1997 İş adamı Mehmet Üstünkaya ve Savaş
Çakı-cı’ya suikast girişimi,
34-
27.02.1998 İstanbul Şişli’deki Penta Dış Ticaret
A.Ş.’den 150 bin USD avukatı aracılığıyla haraç istemenmesi,
35-
15.02.1998 Bir iş adamına suikast girişimi.
ÇAKICI: SON KABADAYIYIM
ürriyet’ten Muammer Elverene açıklamalar yaptı.
Çakıcı,
“Ben mafya değilim, kabadayıyım. Hatta iddia ediyorum,
en son kabadayıyım. Zira gerçek kabadayı kalmadı.
Eline silah alarak savunmasız insanları korkutan, uyuşturucu,
silah kaçakçılığı yapan, büyüğüne saygı, küçüğüne sevgi göstermeyen kişiler
mafyadır
Devlete meydan okuduğunuz şeklinde haberler çıktı.
Gerçekten meydan okunuz mu?
Kardeşim Gencay, avukatım Mustafa Avlağı ve tercümanım
Sırma Sağlam’ın getirdiği gazetelerde devlete meydan okuduğum, elimde şantaj
kasetleri olduğu ve döndüğümde hesap soracağım şeklinde haberler okudum. Ben
devletime meydan okumadım, başkasına da okutmam. Hele yabancı bir ülke
hâkiminin önünde en büyük cezayı alacağımı bilsem bile ülkemi küçük düşürmem.
Öyle de yaptım, üst mahkemeye gitme ve siyasi iltica haklarımı kullanmadığım
için hakimler de şaşırdı.
Mahkemede hâkimin size karşı tavrı
nasıldı?
Mahkemede hakim Peter Seda’nın “Kürt ya da aşırı solcu
olsan seni iade etmezdik, çünkü Türkiye’de işkence onlara yapılıyor, fakat sen
sağ görüşlü birisin, sana işkence yapmazlar” sözleri ile “Türkiye’de işkenceye
tabi tutulman veya insan haklarına aykırı bir muameleye muhatap olman halinde
Avusturya’nın Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerine başvurarak yardım
talep edebilirsin” demesi kanıma dokundu. Resmen Türkiye’yi Avusturya Büyükelçiliği’neşikayet
edebileceğimi söylüyordu. Bunu mahkemeyi dinleyen herkes duydu, Avusturya
basını da yazdı.
Sizin bu sözlere karşı tavrınız ne
oldu?
Bütün bunları dinledikten sonra sinirlendim ve geriye
dönüp şu sözleri söyledim ‘Kararınıza itiraz etmiyorum, yasal hakkım olan üst
mahkemeye de gitmiyorum. Türkiye’de bundan önceki hükümetlerde insan hakları
ihlalleri vardı, ama şimdiki hükümet 1946’dan bugüne kadar hiçbir hükümetin
yapamadığı, demokrasi, bireyin temel hak ve insan özgürlükleri adına sessiz
devrimler gerçekleştirdi. Ülkemin adli sistemi ve kanunlarına inanıyorum,
Türkiye’ye dönüp kanunlar önünde yüzleşip devletimle hesaplaşmam lazım’ dedim.
Bunu söylerken Türk adaleti ve kanunlarına olan güvencimi ifade etmek istedim.
Ben hesabımı ülkemin hâkimlerine vereceğim manasında konuştum. Maalesef
haberlerde hâkimin sadece Türkiye lehinde söyledikleri yazıldı. Ama aleyhinde
söylediği sözleri mahkemeyi izleyen herkes duydu. Bütün bu konuşmalar mahkeme
tutanaklarında da mevcuttur. Bunlar yazılmadı.
Kürtler’e, solculara işkence
meselesi Türk basınında yer almadı. Sizi sinirlendiren başka olay oldu mu?
En çok kızdığım şeylerden biri, bana ‘mafya’ denilmesi.
Mafya silah kaçakçılığı, uyuşturucu ve kara para ile uğraşır. Allah’ıma
binlerce şükür, benim bu konularla yakından uzaktan ilgim yok. Zaten
suçlandığım konular bellidir. Onun için diyorum ki, ben mafya değilim, kabadayıyım.
Hatta iddia ediyorum, en son kabadayıyım. Zira gerçek kabadayı kalmadı. Eline
silah alarak savunmasız insanları korkutan, uyuşturucu, silah kaçakçılığı
yapan, büyüğüne saygı, küçüğüne sevgi göstermeyen kişiler mafyadır. Ben yaşı
benden bir ay bile büyük olan kişiye ağabey diye hitap ederim. Halen annem
bağırdığında cevap vermez, susar, siniri geçince sarılır elini öperim. Bu
saygı, gelenek göreneklerimizde vardır. Kabadayı gücü ne olursa olsun düşmanı
bile misafir gelse, o an husumeti bir kenara bırakır, ayağa kalkar en iyi
şekilde ağırladıktan sonra gönderir. Kabadayı savunmasız insanlara korku
salmaz, tam tersine yardım elini uzatır, ama ülkeyi soyanların haksız kara para
kazananların korkulu rüyasıdır.
Eski eşiniz Uğur Çakıcı’nın
öldürülmesi konusunda suçlanıyorsunuz. Bu konunun aslı nedir?
Babası Dündar Kılıç ben Amerika’dayken devamlı
telefonla arayıp ‘Alaattin, eşin olmadık ahlaksızlıklar yapıyor, üst düzey bir
emniyet yetkilisi ve bir kadınla ilişkisi olduğu dedikoduları ayyuka çıktı. Bu
kadın hepimizi rezil ediyor. Buna bir çare bul, ne yapacaksan yap bu böyle
devam edemez. Ya gel namusunu temizle, ya Amerika’ya yanma aldır, işi hallet ya
da başka bir yolla bu sorunu çöz’ diyordu. Dündar Kılıç’ın bütün bu konuşmalarım
ben kasete aldım. Hatta Uğur’a da dinlettim. Daha sonra Uğur’un yaptığı
ahlaksızlıkları duyan bir arkadaşım onu Uludağ’da görünce silahı çekip vuruyor.
Mahkemeye çıkıp itiraf edip cezasını da yedi zaten. Ben Kılıç Ailesi’ne iki kez
iyilik yaptım. Onlara, birincisi kimliğimi, İkincisi de onurumu verdim. Onlar
buna saygı göstermediler. Uğur Kıhç’la evlenirken benim için dünyanın en
değerli kadım olan Rabia Sultan eşim Gönül’ü haberi olmadan boşayarak büyük
haksızlık yaptım. Bütün bu yaptıklarıma rağmen Kılıç Ailesi bana saygı ve onur
duyması gerekirken kıymet bilmediler, nankör çıktılar ve kalleşçe kardeşim
Gencay’yı sırtından vurdular.
Son derece önemli ve uzun bir soru. Siz Türkiye’den
çıktıktan sonra yapılan operasyonlarda üzerinizde çıkan yeşil pasaportun
sahibi Faik Meral, ifadesinde, birlikte Paris’te ASALA’ya karşı çalıştığınızı
söyledi. Aynı şekilde, gazetelere de konu olan buna benzer bir iddia daha var,
o da şöyle: Yıl 1982. İsrail, Lübnan’ın Zahle Kentindeki Ermeni kamplarına bir
operasyon düzenleyeceğini Türkiye’ye bildiriyor ve arzu edildiği takdirde o
zaman ASALA terör örgütü ile sorunu olan Türkiye’nin güvenlik birimlerinin bu
operasyona katılabileceğini belirtiyor. Türkiye resmen böyle bir operasyona
giremeyeceğini bildiriyor, ancak o yıllardaki MİT Operasyon Dairesi Başkanı
Hiram Abas, operasyonu, sizin ve Abdullah Çatlının da aralarında olduğu ülkücü
bir gruba havale ediyor. Bunlar doğru mu? MIT’le ilginiz nedir? Kamuoyunda
sizin derin devletle ilginiz olduğu yönünde ağırlıklı bir görüş var!
Bakın böyle söylentiler benim de kulağıma geliyor,
hatta burada tutuklu olduğum sürece bu konular çok konuşulduğu için avukatım
aracılığıyla kısa bir açıklama yapmıştım. Ama şimdi yine size söylüyorum. Benim
hiçbir dönemde ve hiçbir zaman MIT ile dolaylı ya da dolaysız ne herhangi bir
ilişkim ne de organik bir bağım olmuştur. Bunlar hep söylenti ve
yakıştırmalardır. MÎT Müsteşarı Şenkal Atasagunü medyadan herkesin tanıdığı
kadar tanıyorum, onunla da yakından uzaktan herhangi bir ilişkim olmamıştır.
Onu da ne gördüm ne de birlikte oldum.
Kaşif Kozinoğlu’na gelince; hayatımda görmedim ve
kendisiyle hiçbir telefon görüşmem de olmamıştır. Yargıdaki davamla ilgili de
ne ondan ne de bağlı olduğu kurumdan hiçbir şekilde yardım istemedim, bu konuda
bana bu çevreden kimsenin yardımı da olmadı. Faik Meral’e gelince onu tanırım.
Subay olan eniştem vasıtasıyla tanışmıştım. Kendisi devlete uzun yıllar hizmet
etmiş değerli biridir. Onu severim ama, biraz önce ifade ettiğim gibi, her ne
kadar kamuoyunda böyle bir kanaat var ise de benim derin devletle, MIT’le,
polisle asla bir bağlantım olmadı. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’yı da
tanımadığım gibi, herhangi birini araya koyup yardım da istemedim. Ona medya
aracılığıyla yine sesleniyorum. Kendisi ülkemiz protokolünde ön sıralarda yer
alıyor, kutsal bir görev yapıyor, yargı sadece bana değil herkese lazımdır.
Böyle üst düzey makama kadar yükselmiş bir kişinin ilişkilerinde, eş dost
seçmede çok dikkatli olması gerekir.
İşlerinizi oğlunuzun devralmasını
istediğiniz yolunda haberler çıktı...
Beni en çok üzen ve kahreden, 18 yaşındaki oğlum
Ali’nin büyüdüğü için işleri devralmasını istediğim şeklindeki haberdi. Bu
tamamen gerçek dışı bir haberdi. Nereden çıktığını, kimin, niçin uydurduğunu
da bilmiyorum. Oğlumun adını olaylara bulaşmasın diye elimden geldiğince uzak
tutuyorum. Hayatımın büyük bölümü mahkeme, polis, cezaevi ve tehlikelerle dolu
geçiyor. Kim oğlu için böyle bir hayatı ister. Ben oğlumu yurtdışında, devlete,
insanlığa hizmet etsin diye okutuyorum. Şu anda yurtdışında üniversitede okuyor.
3 çocuk yetiştirdim. Kızım Aytül İngiltere’de sosyal bilimler ve insan hakları
doktorası yapıyor. Evli olan diğer kızım Betül de üniversite bitirdi. Benim
yaşadıklarımı ailemin yaşamasını istemiyorum onun için çocuklarımı olaylardan
uzak tutmaya özen gösterdim.
Gazetelerde siroz olduğunuz yazıldı,
sağlığınız nasıl?
Yirmi kilo verdim ve Allah’ıma çok şükür sıhhatim de
yerinde. Bu söylentilerin tamamen yalan olduğunu söylememe gerek yok.
Türkiye’den neden ve nasıl, yani hangi yolla kaçtınız?
Bu konuda çeşitli şeyler yazıldı çizildi. Artık tutuklandığınıza göre
anlatmanızda bir sorun olduğunu sanmıyorum. Bunun doğrusu nedir?
Türkiye’deki yargılanmamı ve sonucunu herkes biliyor.
Fransa’dan iade edilip, cezamı çekerek tahliye olduktan sonra 45 gün içinde yurtdışına
çıkışımın sağlanması ve bunu yapabilmem için bana pasaport verilmesi
gerekirken, bu yapılmadı. ‘Suçluların ladesine Dair Avrupa Sözleşmesi’
hükümlerine aykırı olarak yurtdışına çıkışımın yasaklanmış olması, aslında
uluslararası hukuk kurallarının açık bir ihlaliydi. Yargıtay’ın aleyhte karar
alacağını, bu kısıtlamalardan da anlamıştım. Bu konuda bir haber çıkmayınca
yurtdışına çıkmak için Antalya’ya, oradan da Kemer’e geçtim. Yat kaptanı tura
çıkmak için izin almaya gitti, ben ise yola çıkmamız gereken yerden 50
kilometre kadar uzakta bekledim. Bir Zodiac gelip beni aldı ve Yunanistan’ın
Rodos Adası na geçtiğim yata götürdü. Hiçbir sorunla karşılaşmadan rahatlıkla
Yunanistan’a girdim. AB ülkesi olduğu için oradan hemen İtalya’ya geçtim. Bir
süre İtalya’da kaldıktan sonra Fransa’nın Marsilya Kentine geçtim. Ardından
yine İtalya’ya geçtim, oradan Avusturya’ya geldim, bu gidiş gelişler hiçbir
problem olmadan gerçekleşti. Arabayla sınırları geçiyorduk. Fransa ve
İtalya’ya tam 4 kez girip çıktım. Sonra Avusturya’dan yine İtalya’ya giderken,
bunların EcoKobra birlikleri yolda çevirdi. Sonrası malum.
YARGI SÜRECİ
uçluların İadesi Sözleşmesi ve
Türkiye’de idam cezasının bulunması nedeniyle Fransa’dan yargılanmamak’
şartıyla iade edilen
Alaattin Çakıcı, bu nedenlerden dolayı yargılanması
durdurulan 3 suçtan hakim karşısına çıkartılacak. İdam cezası kaldırıldığı ve
yasa dışı yollardan Türkiye’den kaçtığı için yetkili makamlarca yine Suçluların
İadesi Sözleşmesi’ne göre iadesi istenecek olan Çakıcı, yurda geldiğinde eski
eşi Uğur Çakıcı ve Tevik Ağansoy’un öldürülmeleri yönündeki talimatı vermek ile
Türkbank ihalesine fesat karıştırmak suçlamalarından yargılanacak. Bu davalar
müebbet cezası istemiyle açılacak. Yurt dışına kaçmasıyla birlikte iade şartı
geçersiz olan Çakıcı hakkında, 3 ayrı gıyabi tutuklama kararı çıkartılmıştı.
Çakıcı hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Türkbank davasından,
İstanbul 2. Ağır Ceza, Ağansoy cinayetinden, Bursa 1. Ağır Ceza da Uğur
Çakıcının öldürülmesi olayından dolayı gıyabi tevkif kararı almıştı.
ÇAKICI MAHKEMEDE
Bursa l’inci Ağır Ceza Mahkemesi ve İstanbul 9’uncu
Ağır Ceza Mahkemesinde Karagümrük Spor Kulübü Lokali ne yönelik silahlı baskına
ilişkin yargılandığı davada, ‘müessir fiile azmettirmek’ suçundan 14 yıl 9 ay
20 gün hapis cezasına çarptırılan ve Tekirdağ (F) Tipi Cezaevi nde tutuklu
bulunan Alaattin Çakıcı, ile avukatı Muammer Demirtaş katılırken, yargılamayı
Çakıcının kardeşi Gencay Çakıcı ile arkadaş ve yakınları izledi.
Alaattin Çakıcı, mahkeme başkanı Ali Rıza Bir tarafından
yapılan kimlik tespitinde, meslek lisesi mezunu olduğunu, üç çocuğunun
bulunduğunu ve demir ticaretiyle uğraştığını bildirdi.
ÇAKICL AYLIK GELİRİM 50-60 BİN DOLAR
Çakıcı, ABD ve birçok ülkede işyerleri bulunduğunu, bu
işyerlerinden elde ettiği aylık gelirinin 50-60 bin dolar civarında olduğunu
söyledi.
Mahkeme başkanı Bir’in, eski eşi Nuriye Uğur Kılıç’ı,
Abdurrahman Keskine öldürttüğü yönündeki suçlamayı içeren iddianameyi okuması
üzerine Çakıcı, “Savunma yapmam için öncelikle Fransa adli makamlarından izin
alınması gerektiğini düşünüyorum. Önce izin alınması gerekir. Ben çocukluğumdan
beri vatanı bir ana, devleti de ananın bir kolu gibi kolladım. Bu ülkede 30
bin Kürt, 1 milyon Ermeni katledildi diyen yazar için herkes ayağa kalktı,
bizim hakkımı kimse aramayacak mı?” dedi.
Duruşmada, eski eşinin öldürülmesinde namus ve onur
nedeninin var olduğunu öne süren Çakıcı, “Bu dava benim için bitmiştir.
Verilecek karara saygılıyım” dedi.
“YARGILANMAM İÇİN İZİN ALINSIN”
Yargılamada Mahkeme Başkanı Ali Rıza Bir’den, yapacağı
özel açıklamalar için izin isteyen Çakıcı, bu iznin verilmesinin ardından
yaklaşık 45 dakika konuştu. Yasal olmadığı halde yurt dışına çıkışının
engellendiğini öne süren Çakıcı, uluslararası anlaşmalara uygun olarak
yargılanması için gerekli iznin Fransa’dan alınmadığını düşündüğünü söyledi.
Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının, bu konuda Fransız adli makamlarından
izin almasını, izin çıkarsa her şeyi anlatacağını kaydetti.
Konuşmasının daha sonraki bölümlerinde, kendisiyle
ilgili bilgiler veren Alattin Çakıcı, ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olmadığını
söyledi. Mahkeme Başkanı Bir’in, eski eşi Nuriye Uğur Kılıç’ı, Abdurrahman
Keskine öldürttüğü yönündeki suçlamayı içeren iddianameyi okuması üzerine Çakıcı,
“Savunma yapmam için öncelikle Fransa adli makamlarından izin alınması
gerektiğini düşünüyorum. Önce izin alınması gerekir. Ben çocukluğumdan beri
vatanı bir ana, devleti de ananın bir kolu gibi kolladım. Bu ülkede ‘30 bin
Kürt, 1 milyon Ermeni katledildi’ diyen yazar için herkes ayağa kalktı,
bizim hakkımızı kimse aramayacak?” dedi.
“BİZİ NASRETTİN HOCA’YA DÖNDÜRDÜN”
Duruşma sonrası, “Duruşmada sesimi yükselttiğim için
çok özür dilerim” diyen Çakıcıya, Mahkeme Başkanı Bir, “Benim bundan bir şikayetim
yok. Ülke sorunlarından çok konuştun. Yeri burası değil” dedi.
Bunun üzerine Çakıcı, “Beni bir odaya kapattılar.
Kiminle konuşayım?” demesi üzerine hakim Bir, “Sen de haklısın. Bizi Nasrettin
Hocaya döndürdün” karşılığını verdi.
Çakıcı’nın avukatı Muammer Demirtaş, esas hakkındaki
savunmasını belirten 4 sayfalık dilekçesini mahkeme heyetine sunarken sözlü
olarak da yargılamanın durdurulmasını talep etti. Bu talebinin kabul görmemesi
halinde, Nuriye Uğur Kılıç’ın, Alaattin Çakıcı hakkındaki sözleri için “Ağır
tahrik” uygulanması gerektiğini belirten Demirtaş, şunları söyledi:
“Abdurrahman Keskin’in, Kılıç’ı öldürdüğü tartışılmazdır.
Sanık, maktule ile 4 yıl evli kalmıştır, olaydan 2 ay 16 gün önce de
boşanmışlardır. Bu sürede maktulenin davranışları ve sanık hakkındaki sözleri o
dönemki bazı televizyon, dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. Maktulenin,
’Dündar Kılıç’ın silik kopyası’, Abdullah Ocalan daha şerefli bir insan’ gibi
kullandığı sözler müvekkilimi derinden üzmüş ve yaralamıştır. Maktule, bunu
sistemli şekilde sürdürmüştür. Ağır tahrik unsurları oluşturmuştur.” Sanık
Alaattin Çakıcı ise esas hakkındaki savunmasında, önceki savunma ve
beyanlarını tekrar ettiğini söyledi.
Uluslararası anlaşmalara göre Türkiye’ye iade edildiğini
dile getiren çakıcı, 45 gün içinde yurt dışına çıkması gerekirken kendisi
hakkında konulan yasak nedeniyle bu şartın yasal yollardan yerine
getirilmediğini öne sürdü.
Çakıcı, daha sonra Avusturya’da yakalandığını ve
yargılanabilmesi için Fransız yetkili makamlarından izin alınması gerekirken,
buna dikkat edilmediğini savunarak, şöyle konuştu:
“Bu durumda hakkımda yargılama yapılması kanaatimce
mümkün değildir.
Uluslararası anlaşmalara göre, yargılanmak istemiyorum.
Dosyadaki gerçekleri göz önünde bulundurarak mahkemenin hakkımda vereceği
olumlu ya da olumsuz karara saygılıyım. Hakkımda 4616 Sayılı Yasanın uygulanması
gerekmektedir.” Daha önceki duruşmalarda Türkiye’nin gündemindeki bazı konular
hakkında sözler sarf ettiğini, bugün bu konuşmaları yapmayacağını ifade eden
Çakıcı, “Benim hakkımda ön yargılı ceza vermeyeceğiniz inancındayım. Her türlü
karar için şimdiden teşekkür ederim” diye konuştu.
Mahkeme heyeti, Çakıcıyı, ilk olarak cinayeti azmettirdiği
iddiasıyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Heyet, suçun,
“Nuriye Uğur Kılıç’tan kaynaklanan haksız fiilin meydana getirdiği hiddetin
etkisi altında işlediği” kanaatiyle cezayı 23 yıla indirdi. Sanığın
duruşmadaki iyi halini de gözönüne alan heyet, Çakıcı’nın 19 yıl 2 ay hapis
cezasına çarptırılmasına karar verdi.
Kararın yüzüne okunmasının ardından sanık Alaattin
Çakıcı, mahkeme heyetine teşekkür etti.
Duruşma salonu çıkışında askerlerin arasından kardeşi
Gencay Çakıcıya “Pazartesi günü mutlaka görüşelim” diye seslenen Çakıcı, daha
sonra tutuklu bulunduğu Tekirdağ, 2 No’lu F Tipi Cezaevine gönderildi.
BENİM ADIM ALAATTİN ÇAKICI
/\
laattin Çakıcı, Kabadayı, Mafya Babası, / .X gibi terimler ile anılan bir
dönemin ağır
abisi, hayatı aksiyon filmlerine konu olan Son
kabadayı sadece cesaretiyle değil yardımseverliğiyle de tanınıyordu.
Alaattin Çakıcı Fatma Uçar adlı bir emlakçıya “Ben
artık kendimi fakirlere adadım, fakirleri sen tanıyorsun, bağışlarımda bana
yardımcı ol, her ay 500 kurban kesip yoksullara dağıt, ben bunun için sana ayda
50 bin dolar yollayacağım” dediğini ifade etmiştir. Ayrıca Fatma Uçan,
“Paraları bana gönderirken telefon açıp, ‘Birisi para getirecek’ diyordu ve her
seferinde farklı bir kişi, bazen 50, bazen 70, bazen de 80 bin doları gazete
içinde getirerek Abim gönderdi’ deyip gidiyordu”
Fatma Uçan, Çakıcının bazı devlet ve hayır kumullarına
yardımlar yaptığını belirterek bunları şu şekilde açıklamıştır:
-
Şişli Etfal Hastanesi: 50 bin dolar,
-
Darülaceze: 50 hasta arabası.
-
Bayrampaşa Cezaevi: 10 adet koç.
-
Büyük Çekmece Yetiştirme Yurdu: 2 milyarlık karyola.
-
Hürrivet Mahallesi Muhtarı: 70 parça et.
-
Vakıflar imareti: 84 kilo et.
-
Altı Nokta Körler Vakfı: 15 milyon lira.
-
Sanver Atatürk İlköğretim Okulu: Önlük, çanta vs.
Türkiyenin gündemine son zamanlarda yargılandığı
davalar ile değil yazdığı mektuplar ile anılıyordu. Başbakan Recep Tayip
Erdoğan’a yazdı Avukatının açıklamasına göre 29 Nisan 2011 tarihinde
cezaevinden Başbakanlık’a fakslanan mektupta hükümlü Alaattin Çakıcı, 9 ölümcül
hastalıkla uğraştığını ancak ‘şefaat dilencisi olmadığını’ söyledi.
Alaattin Çakıcı 4 sayfalık mektubunda, isim vermeden
Rizeli bir işadamından ‘cücenin bir üstü’ diye söz ederek, “Rizeli abi
dediğiniz, birlikte bir açılışta kurdelayı keserken yanınızda duran ufak tefek
cücenin bir üstü o şahıs için hayatımı yok ettiniz” dedi.
Alaattin Çakıcı mektupta, Başbakan Erdoğan’a ‘Tek
devlet, tek bayrak, tek millet’ sözleri ve ‘delikanlı duruşu’ için övgüler
yağdırarak, “inşallah ustalık döneminiz bu asil milletimize hayırlı olur” dedi.
Çakıcı Başbakan Erdoğan dan sonra CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğluna da
Mektup yazdı. Ancak Çakıcının bu mektubun 'tehdit ve hakaret içerikli’ olduğu
gerekçesiyle gönderilmesine izin verilmedi.
Alaattin Çakıcının avukatı Mehmet Barış, müvekkilinin
Kemal Kılıçdaroğlu’na yazdığı ancak Kandıra F Tipi Cezaevi yönetimi tarafından
sakıncalı bulanarak muhatabına fakslanmasına izin vermediği mektubu, basın
organlarına iletti. Mektupta, mitinglerdeki konuşmalarından dolayı
Kılıçdaroğlu’na 'tehdit ve hakaret’ içeren ifadeler kullanan Alaattin Çakıcı,
ya söylediklerinin dikkate almasını ya da kendisi hakkında şikayette bulunulmasını
istiyor.
Kocaeli 2 Nolu
F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza infaz Kurumu’nun Disiplin Kurulu Başkanlığının
oluşturduğu 7 kişilik heyetin, 'Fakslanması istenen mektubun içeriğinde faksı
göndermek istediği kişiye hakaret ve tehdit içerikli cümleler kullanıldığı’
kanaatine vardığı ve bu nedenle mektubun gönderilmediği belirtildi.
Alaattin
Çakıcı, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya bir mektup yazdı. Çakıcı,
yazdığı mektupta uluslararası hukuku hiçe sayan devletlerin masum insanları
katlederlerse o devletin Allah’ın ve insanlığın düşmanı olduğunu belirterek, o
devletin terör örgütünden bir farkı kalmayacağını söyledi. İsrail Başbakanına
yazdığı mektupta ilk olarak İsrail’in devlet olma sürecinde yaşadıklarını
tarihten verdiği örneklerle anlatan Çakıcı, şu ifadelere yer verdi:
“Hitler’i
Ne Çabuk Unuttunuz”
“Sayın
Başbakan, Deir Yasin köyünde ilk büyük katliamınızı uyguladınız. Fazla
uzatmayayım ezilen, güç sahibi olunca daha adil daha hoşgörülü olur. Nedense
sizlerin benliği fazlaca Kabalayla ilgilendiği için görünmeyenler mi adalet
duygunuzu sildi. Hitler sizin insanınızı yok etti. Ne çabuk unuttunuz. Asil Türk
milleti size hep dostluk yaptı. Arap kardeşlerine sizin için 58 yıl sırt
çevirdi. Siz ise hala Fırat ile Nil arasındaki kurgunuzdan vazgeçemiyorsunuz.”
Özür dileseniz
Yehova sizi cehenneme mi gönderecek?
Ütopyanın
hayalin müzminleşmiş hali olduğunu anlatan Çakıcı, mektubuna şöyle devam etti:
“Mısır’dan özür dilemesini biliyorsunuz. Mavi Marmara’ya uluslararası sularda
yaptığınızı herkes gördü. Ölen 9 can ve geçmişe dayalı bir dostluk devletler
özür dilemez dileyen devletler köpek zihniyetli aşağılık mahluklardır doğrudur.
Mısır’dan dilediğiniz zaman savunduğunuz onurlu ilkeyi unuttunuz mu? Sayın
Başbakan, Türk Milletini ve Devletini birileriyle karıştırıyorsunuz. Bu devlet
tarihin her dilimine damgasını vurmuştur. Son özür kalesini yıkmayın. Özür
dileseniz Yehova sizi cehenneme mi gönderecek o kibir ve kininizden vazgeçin.
Düşmanlarınızın çocuklarını öldürmeyin. Düşmanlarınız da masum insanları
sizden intikam alacak diye öldürmesinler.”
BENİM ADIM
ALATTİN ÇAKICI, TÜRKİYE’DE HERKES TANIR
Mektupta İsrail
Başbakanına kendisini tanıtan Çakıcı, şunları söyledi: “Benim kim olduğumu
merak ediyorsun. 2006 yılından beri sizin hükümet politikanızı ve sizin gibi
düşünen İsraillileri sevmiyorum. Savaşın da bir onuru var. İnsan kendisine
silah doğrultana silah sıkar. Benim ismim Alaattin Çakıcı, Türkiye’de beni herkes
tanır. Dünya devletlerinin kriminal arşivinde de biyografim mevcut. Devletler
bir başka devleti ya istediği çizgiye getirir ya da yok eder. Bazı insanlar
vardır direk Allah’a bağlıdır. Hükmedilemezler sadece öldürürler işte Alaattin
Çakıcı bu. Benim iki .yavrum Ingiltere’de oturuyor. Biri akademisyen biri iş
adamı size adresini veriyorum. Size en özel beni hayata bağlayan iki yavrumun
adresini verdim. Vatan için ölmeyenin ve evlat feda etmeyenin yaşama hakkı
yoktur. Ülkemizin onuruyla sizi bu devlet oynatmaz her şuurlu Türk vatandaşı da
dostluğu iki bedende bir ruh gibi görür ama sizin dostluk ruhunuz ölmüş.
Sizlere saygılarımla diyemeyeceğim, insan sevgisini yaşamın bir parçası kabul
eden tüm Yahudi vatandaşlarına dünyanın neresinde olursa olsun buradan
saygılarımı iletirim. Lütfen siz ve
kabineniz iyi düşünün Ortadoğu’daki dostluk kalenizi yıkmayınız.”
Ve son Mektup eski Mit’çi Mehmet Eymür’e
Çakıcı, kendi el yazısıyla yazdığı 10 sayfalık açıklamada,
korkak olmadığını ve Eymür’ün oğlunu kurtardığını söyledi. Çakıcı, “Bak Mehmet
bey” diye başlayan açıklamasında şu ifadelere yer verdi. “Benim korkak olup
olmadığını sen iyi biliyorsun. Oğlunun hayatını kurtardım. Semih Genç’ten
hatırla. ‘İkinci gelişimde MÎT ilişkim olmadı’ diyorsun. Hızır Kaptanı yurt
dışına iki defa gönderdim. Kim yurt dışında onlara yardım etti? O da
senin yaptırdığın her iş gibi fos çıktı. Rahmetli
Tarık deli dolu bir adamdı ama Alman gizli servisin adamı olduğunu hem sana
hem de Hiram abiye rapor verdim. O rapora rağmen onu korudunuz, ondan
kopmadınız. Benim bu raporumu birtek Yavuz abi ‘doğrusun’ diye tasdikledi. 2,5
yıl evvel 6 yıl MIT’ten uzaklaşmıştım. Seni Çillere işe aldıttıranlar Adil ve
Üstünkaya işe aldı. Adil’in dışında onları Çillere ve Mesut Yılmaza sattın.
Yılmaza yalakalık yaptın, benim kalemimi kırdın (...)”
Bugüne kadar Mehmet Eymür’e hiç düşman olmadığını
söyleyen Çakıcı, “Seni oğlunla tehdit ettim ki; burada aileme zarar
vermeyesin diye. Çünkü kişilik yapın buna müsait... Bugüne kadar seni hep
ürküttüm, hiç düşman olmadım. Eğer sana düşman olursam hiç şansın yok. Ne
Türkiye’de ne de dünyanın bir yerinde. Bundan emin ol. Alp senin oğlun. Sana
zarar versem ona asla vermem. Bunu o yaşlanmış sulanmış beynine iyi yerleştir.”
ifadelerini kullandı.
“F tipi” günler
Kandıra F tipi cezaevine şuan cezasını çekmekte. Burada
tek kişilik bir odaya konan Çakıcı, yalnızlığını gidermek için cezaevi
yönetiminden bir muhabbet kuşu talep etti. Çakıcı zamanının büyük bir kısmını
muhabbet kuşuyla geçiriyor.
“Şövenist olmadan milliyetçi, yobaz
olmadan dinine bağlı, mutaassıp olmadan manevi değerlerine bağlı, ateist ve
dinsiz olmadan laik, taklitçi olmadan medeniyetçi, komünist olmadan sosyal
adaletçi, disiplinsiz ve anarşist olmadan demokrat, ihtilalci olmadan ihtilalci,
isyankâr olmadan kanunlara saygılı, mürayi olmadan terbiyeli, dalkavuk olmadan
saygûı, mütecaviz ve küstah olmadan cesur, kibirli olmadan vakur, patavatsız
olmadan doğru sözlü, şahsiyetsiz olmadan müsamahakâr...
KAYNAKÇA
1.
Türkiye’de Babalar ve Mafya Hasan Cem Geçit Yay
2.
Firar / Yargıtay - MÎT - Çakıcı Sıkandalı Bir- harf
Yayınları
8.
Faik Kaptan-Ayşegül Usta Sefa Özkaya 15.10.2004 Hürriyet
9.
Hürriyet’ten Muammer Elveren
10.
Kod Adı: Susurluk / Derin İlişkiler
11.
Çakıcı Nice’de Yakalandı, Radikal, 18 Ağustos 1998,
URL erişim tarihi: 21 Mart 2008.
12.
Çakıcıya Çıkış Yok, Radikal, 14 Temmuz 2000
13.
Çakıcıyı Dava Maratonu Bekliyor, Radikal, 15 Temmuz 2004
14.
Çakıcı îçin 19 Yıl Hapis, Radikal, 29 Kası 2006
15.
Çakıcı: Dışarıda MÎT İçin Çalıştım, Radikal, 12 Ocak
2005
16.
Çakıcıya 6 Saatlik îzin”. Cumhuriyet. 15 Kasım 2014.
SON KABADAYI
EYÜP
SEYREK
Türkiye'nin en çok konuşulan isimlerinden biri olan Alaattin Çakıcı'nın,
hayatına ışık tutan bu eser, kendisi hakkında bilinmeyenleri ve yanlış bilinenleri
ortaya koyuyor. Özel yaşamından kesitlerle birlikte hakkında açılan davalardan
ideolojisine kadar her şey yeniden kaleme alınıyor.
"Ülkücülerin Şişli bölgesi sorumlusu olduğum iddiasıyla sık sık
gözaltına alındım. Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim ki, uyuşturucu
işlerine hiçbir zaman bulaşmadım. Çünkü bu iş, vatan hainliğiyle eşdeğerdir. Bu
işlere bulaşmadan adımı duyurduğum için düşmanlarım çoğaldı. Ölümden korkmak
imansızlıktır. Ben imansız olmadığım için ölümden korkmuyorum."
Alaattin Çakıcı