Şah İsmail Hatâî’nin Annesi Alemşah Begüm: Efsaneler Ve Gerçekler
Hazırlayan: Namiq Musali
Yedi Ulu Ozan’dan
biri olarak kabul gören Şah İsmail Hatâî’nin annesi Alemşah Begüm, Azerbaycan Orta Çağ
tarihinde önemli role
sahip olan bir kadındır. Babası
tarafından Akkoyunlu hanedanına, annesi tarafından ise Trabzon Rum imparatorları
nesline mensup olan
bu kadın, Erdebil Tekkesi’nin mürşidi
Şeyh Haydar’la evlenerek, üç oğul ve üç kız çocuk doğurmuştur.
Küçük oğlu İsmail sonradan taht ve taç sahibi olmuş ve Azerbaycan merkezli Safevî
Devleti’ni kurmuştur. Alemşah Begüm bu süreçte oğluna tam destek vermiş,
Şah İsmail de kendi şiirlerinde annesini sevgiyle
anarak, onu Hz. Fâtıma’ya benzetmiştir.
Safevî tarihçileri her zaman Alemşah Begüm’den büyük bir saygıyla söz etmişlerdir.
Fakat özellikle son yıllarda yayınlanmış olan bazı romanlarda, köşe
yazılarında ve popüler tarih niteliğindeki eserlerde Şah İsmail’in 1501 yılında Tebriz’i aldıktan sonra annesini öldürdüğü
iddia edilmektedir.
Bu iddiaların kaynağı olarak o dönemde Azerbaycan’da
bulunan Venediklilerin seyahatnameleri esas alınmaktadır.
Oysaki Venedik elçisi Caterino Zeno’nun seyahatnamesinde Şah İsmail’in kendi öz annesini değil, üvey annesini öldürdüğü açık bir şekilde
belirtilmiştir. Ama bu eserin Türkçe tercümesinde “üvey
anne” yerine yanlışlıkla sadece “anne” yazılmış ve bu hata, Şah
İsmail’i karalamak isteyenler için “ilham kaynağı” olmuştur.
Safevî kaynaklarında Alemşah Begüm’ün 1501 yılında öldürülmediğine ve bu tarihten yıllar sonrasında bile hayatta olduğuna
ilişkin açık deliller bulunmaktadır. Alemşah
Begüm’ün Erdebil’deki Şeyh Safi türbesinin avlusunda, Allah Allah künbedi
yanında bulunan mezar taşı üzerindeki kitabe bu kadının H. 929 / M.
1522-23 yılında vefat ettiğini
göstermektedir.
Giriş
Taraftarlarınca kutsanan ve mürşid-i kâmil olarak kabul edilen Şah
İsmail’in bu manevi otoritesini kırmak ve ideolojik alanda yaptığı hamleleri
önlemek için rakipleri ona karşı ters propaganda yürütmek ihtiyacı
hissetmişlerdir. Bu amaçla onlar Şah İsmail’in şahsiyeti, faaliyeti, ideolojisi
vs. konusunda olumsuz yönde çeşitli söylentiler çıkarmayı başarmış ve bu
suçlamalar zamanla gerçek bir bilgiymiş gibi bazı tarih kitaplarında yerini
almıştır. Şah İsmail’in belli topluluklar üzerindeki manevi etkisi ölümünden
sonra da devam ederek günümüze ulaştığı için bununla paralel bir şekilde onun
şahsına karşı yapılan spekulasyonlar da zaman zaman güncellenerek günümüze
kadar gelmiştir. Bu suçlama ve karalama kampanyası çerçevesinde öne sürülen
iddialardan bazıları hakikaten vuku bulmuş olayların az veya çok derecede
abartılması sonucunda ortaya çıkmış, bazıları ise tarihî gerçeklerle yakından
uzaktan herhangi bir bağlantısı bulunmayarak, sadece uydurulmuştur. Bu bağlamda
Şah İsmail’in annesi Alemşah Begüm hakkında öne sürülen iddiaları
değerlendirmeye ve doğruyu yanlıştan, gerçeği efsaneden arındırmaya çalışarak,
bu kadının hayatıyla ilgili karanlık noktaları aydınlatmaya gayret edeceğiz.
1. Alemşah Begüm’ün Hayat
Hikayesi
1. 1. Doğumu,
Ailesi, İsmi ve Lakabı
Akkoyunlu Uzun Hasan’ın kızı Alemşah Begüm 1460 yılında
Diyarbekir’de doğdu. Annesi Trabzon Rum imparatoru Kalo İoannes’in kızı olan
Despina Hatun’dur (Hinz, 1992: 63). Ünlü Safevî tarihçisi İskender Bey Münşî
onu “Alemşah Begüm adıyla meşhur olan ... Halime Begüm ağa” olarak
tanıtmaktadır (Türkman, 2009: 65; ayrıca bkz.: Bicen, 1986: 41). Buradan bu
hanımın asıl isminin Halime olduğu, fakat aynı zamanda Alemşah Begüm lakabıyla
anıldığı sonucuna varabiliriz. I. Şah İsmail döneminin tarihçilerinden İbrahim
Eminî ve Gıyaseddin Handemir onu sadece Halime Begüm adlandırmaktalar (Herevî,
1383: 45,47; Hândemîr, 1380: 427,428,430,435,439). Diğer kaynaklarda aynı
zamanda Alemşah Begüm / Alemşah Hatun şeklinde zikredilmekte ve daha çok bu
ismiyle bilinmektedir (Rumlu, 1389: 869,903,904; el-Kumî, 1383: 42; Anonim,
1349: 26,29,34,35,46; Anonim, 1350: 30,33,38,39,50,51; İsfahânî, 1372: 58,66).
Sıraladığımız Farsça kaynaklarda Alemşah Begüm’ ün ismi bazen ilk harf olan
“ayn” harfinden sonra “elif” olmaksızın
bazen de
“ayn” harfinin ardından “elif” harfine yer verilerek (
علمشاه؛ علم شاه) yazılır. Bu yüzden de ismin
transkripsiyonu yapılırken ilk ( عالمشاه؛ عالم شاه )
harf olan “A” hem üst çizgisiz, hem de üst çizgili (Â) olarak
yazılabilir.
Avrupa kaynaklarında Marta adıyla takdim edilmesine rağmen Doğu
kaynaklarında bu isimle karşılaşmıyoruz. Şah İsmail dönemine ait Venedik
seyahatnameleri arasında sadece Caterino Zeno’nun seyahatnamesinin orijinalinde
Marta ismine rastlamaktayız (Zeno, 1558: 30a; Grey, 1873: 42-43; Gündüz, 2006:
47). C.Zeno’nun hemşehrisi ve çağdaşı olan Giovan Maria Angiolello isimli başka
bir seyyahın eserinin diğer dillere yapılmış çevirilerinde (Grey, 1873: 73;
Gündüz, 2007: 31) Marta isminin zikredilmesine rağmen bu seyahatnamenin
İtalyanca orijinalinde bu ismin yer almadığını görüyoruz (bkz.: Ramusio, 1559:
66a). Böylece, Avrupa C.Zeno aracılığıyla Alemşah Begüm’ü Marta olarak
tanımıştır. İşte bu sebeptendir ki Avrupa’da İranlı Don Juan olarak bilinen
Oruç Bey Bayat’ın ilk kez 1604 yılında İspanya’da yayınlanmış olan kitabında da
Marta ismine yer verilmiştir (Le Strange, 1926: 107). Yoksa Alemşah Begüm,
Safevî kaynaklarında hiçbir zaman Marta olarak anılmamıştır.
1. 2. Evliliği ve Çocukları
Uzun Hasan ömrünün sonlarında kızı Alemşah Begüm’ü Safevî şeyhleri
soyundan gelen Erdebil Tekkesi’nin mürşidi Şeyh Haydar’la evlendirmiştir
(Herevî, 1383: 45; Hândemîr, 1380: 427; Hinz, 1992: 63). Uzun Hasan’ın 1478
yılının Ocak ayında vefat ettiğini göz önünde bulundurursak, Alemşah Begüm’ün
bu evlilik sırasında henüz 18 yaşının tamam olmadığı ortaya çıkar (Hinz, 1992:
57,63). Eşiyle yaşıt olan Şeyh Haydar aynı zamanda Alemşah Begüm’ün halasının
oğluydu. Nitekim Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Begüm, Şeyh Haydar’ın
annesidir (Hinz, 1992: 27,35). Kaynakların belirttiğiine göre, Uzun Hasan
kızını ve damadını himaye eder, “onlara izzet ve ikram göstermekten bir dakika
bile geri durmazdı” (el-Kumî, 1383: 37).
Şeyh Haydar’ın Alemşah Begüm’le nikahından üç oğlu dünyaya geldi:
Sultan Ali, İbrahim ve İsmail (Bicen, 1986: 41; Musalı, 2011: 102). İleride
Safevî Devleti’nin kurucusu olacak sonuncu oğlu İsmail 25 Receb 892 / 17 Temmuz
1487 tarihinde, Salı gününün sabah vaktinde Erdebil’de doğmuştur (Herevî, 1383:
48; el-Kumî, 1383: 46). Haydar’ın Alemşah Begüm’den bu üç oğlunun yanı sıra üç
kızı da vardı. Bu kızlar sonradan Şah İsmail’in komutanlarından Bayram Bey
Karamanlu’nun, Muhammed Han Ustaçlu’nun ve Hasankeyf hâkimi Sultan Halil’in
eşleri olmuşlar (Grey, 1873: 185,203; Gündüz, 2007: 175,209-210).
XV. yüzyılın ikinci yarısında iyice siyasileşmiş olan Safevî
tarikatı Azerbaycan’ın ve komşu ülkelerin politik hayatında önemli rol
almaktaydı. Şeyh Haydar’ın Alemşah Begüm’le evliliği ileride Safevî hanedanının
hâkimiyetini meşru kılmak için geniş imkânlar açacaktır. Nitekim I. Şah İsmail,
babası tarafından seyyid oldukları söylenen Erdebil şeyhlerinin neslinden
olmakla ve bu vesileyle kendisinin Hz. Ali hilafetinin varisi olduğunu öne
sürmekle beraber annesi tarafından da Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın
torunuydu ve kendisini bu hanedanın yasal mirasçısı olarak görmekteydi
(Efendiyev, 1981: 36; Roemer, 1986: 339,341). Böylece, Alemşah Begüm’ün Safevî
şeyhiyle nikâhı sıradan bir evlilik olmayıp, aynı zamanda politik açıdan büyük
önem arz etmekdeydi.
1.
3. Hapse Atılması ve Hapisten Kurtuluşu
Uzun Hasan’ın oğlu Sultan Yakub’un zamanında Akkoyunlu
saltanatıyla Safevî tarikatının arası giderek açılmış ve eski dostluk
ilişkileri bozulmuştur. 1488 yılında Şeyh Haydar’la Şirvanşah Ferruh Yesar
arasında savaş ortaya çıktığı zaman Akkoyunlu Sultan Yaqup kuzeni ve eniştesi
olan Safevî şeyhinin değil, kayın pederi olan Şirvanşah’ın tarafını tuttu
(Xundji, 1987: 88-95). Savaş sonucunda Şeyh Haydar’ın öldürülmesinden sonra
Sultan Yakub önce onun oğullarını da katletmek istemiş, fakat aradaki akrabalık
ilişkilerini gözeterek onları anneleriyle beraber hapsetmekle yetinmişti
(Bicen, 1986: 48). İskender Bey Münşî, çocuk yaştaki Şah İsmail’in ve
ağabeylerinin hayatta kalmasında Alemşah Begüm’ün büyük etkisinin olduğunun
altını çizmektedir: “Sultan Yakub Hakk yolunu, aradaki akrabalığı ve haysiyeti
göz önünde bulundurup, yüksek dereceli şehzadelerin saygın annesi olan ve
Alemşah Begüm adlanan ablası Halime Begüm’den utanarak, Sultan Haydar’ın
oğullarını öldürmedi. Fakat o, ihtişamlı emirlerden birisini Türkmenlerden
oluşan büyük bir kuvvetle Erdebil’e gönderdi ki o saadet denizinin incilerini
ele geçirerek, Fars vilayetindeki İstahr kalesine götürsün, o diyarın hâkimi
Mansur Bey Pornak’a teslim etsin ki o kalede ömür sürsünler”. Mansur Bey,
sultanın emrini yerine getirerek Alemşah Begüm’ü ve oğullarını kalede tutmasına
rağmen onlara iyi davranmış ve saygı göstermiştir (Türkman, 2009: 71-72).
1490 yılında Sultan Yakub’un ölümünün ardından oğlu Baysungur
Mirza iktidara geçti. Fakat onun hâkimiyeti kısa sürdü. 1492 yılında Akkoyunlu
emirleri Uzun Hasan’ın torunu olan başka bir şehzadeyi Mesih Mirza’nın oğlu
Rüstem Mirza’yı taht üzerine yükselttiler. Baysungur anne tarafından dedesi
olan Ferruh Yesar’a sığındı ve yeni bir taht kavgasına hazırlanmaya başladı.
Böyle bir durumda Rüstem Mirza kendi rakibi Baysungur Mirza’ya karşı mücadele
vermekten ötürü Safevî şeyhzadelerinin gücünden yararlanmayı karara aldı. Bu
amaçla o, halası Alemşah Begüm’ü üç oğluyla birlikte hapisten çıkardı ve onları
Tebriz’e getirdi. 1493 yılının Ağustos ayında Safevî müridlerinin yardımıyla
Baysungur’a karşı zafer kazanıldı (Musalı, 2011: 106-109). Rüstem Mirza,
Alemşah Begüm’ü ve oğullarını büyük bir saygıyla Tebriz’den Erdebil’e uğurladı
(Hüseynî, 1385: 378).
1.
4. Dönemin Siyasi Karmaşaları Sırasındaki Tutumu
Bir süre sonra Rüstem Mirza’nın da Safevîler’e yaklaşımı olumsuz
yönde değişti. O, Şeyh Haydar’ın oğullarını Erdebil’den Tebriz’e getirerek
yanında tutmayı karara aldı. Fakat Alemşah Begüm Erdebil’de kaldı.
Öldürüleceklerini anlayan Sultan Ali, kardeşleri ile beraber kaçmayı denedi ve
başarılı oldu. Fakat hemen takibe geçen Akkoyunlu askerleri Erdebil civarında
onlara yetiştiler. 1494 yılının ilkbaharında burada vuku bulan savaşta Sultan
Ali öldürüldü. İbrahim ve İsmail ise Lala Hüseyin Bey Şamlu başta olmak üzere
sadık müridleri tarafından Erdebil’e götürülerek burada saklandılar (Hinz,
1992: 81-82; Efendiyev, 1981: 43-44).
Sultan Ali’nin cesedi müridler tarafından Erdebil’e getirildiğinde
Alemşah Begüm oğlunun cenazesi üzerinde uzun süre feryat ederek ağladı. Kendisi
Akkoyunlu hanedanına mensup olmasına rağmen Akkoyunlular’a karşı beddualar ve
lanetler söyledi, oğlunun intikamının kısa zaman içinde alınmasını Allah’tan
diledi. Şeyhzadenin cesedi getirildikten az sonra Akkoyunlu birlikleri
Erdebil’e girdiler. Safevî müridlerine karşı büyük baskılar başlanmış oldu. Bu
zaman Alemşah Begüm, Şeyh Haydar’ın Erdebil’deki evindeydi. Rüstem tarafından
Erdebil valisi tayin edilmiş olan Akkoyunlu komutanı Alihan Sultan Cagirlü,
“Hasan Padişah’ın ruhundan utanmayarak” Alemşah Begüm’ün yaşadığı evi
yağmalamış, “dünya malından bir dinar bile bırakmamıştı”. Fakat bu zor günlerde
Sefevî ailesinin sadık müridleri Alemşah Begüm’ün sıkıntı içinde kalmasına izin
vermiyor ve geceleri gizlice ona geçimini sağlayacak yardımlar gönderiyorlardı
(Anonim, 1349: 34-35; Anonim, 1350: 38-39; Musalı, 2011: 110-111).
Alemşah Begüm için çok zordu. Bir taraftan büyük oğlunun ölümü
sebebinden keder içinde olan kadın, diğer taraftan da hâlen hayatta kalan iki
oğlunun kaderinden ötürü derin bir rahatsızlık geçirmekteydi (Rumlu, 1389: 903;
İsfahânî, 1372: 66). Çünkü Şeyh Haydar’ın diğer oğullarının da bulunması ve
öldürülmesi için Rüstem’in özel olarak görevlendirdiği Aybe Sultan Erdebil’in
her yerinde onları aramaktaydı. Önceleri Alemşah Begüm’ün kendi evlatlarının
hâlinden haberi yoktu ve bu yüzden ızdırap çekmekteydi. İbrahim ve İsmail’i
kendi yanında tutan, Erdebil’deki Rumlular mahallesinde oturan ve Dulkadir
oymağına mensup olan Aba Cerraha isimli hekim kadın, Alemşah Begüm’ün
üzüntüsüne son vermek için ona oğullarını evinde sakladığını ve onların güvende
olduğunu iletti. Aramaları başarısız olunca Akkoyunlu görevlileri şeyhzadelerin
yerini öğrenmek amacıyla Alemşah Begüm’e işkence vermeyi düşündüler. Fakat
Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinin 233. ayetindeki “Hiçbir anne çocuğu
sebebiyle zarara uğratılmasın” hükmü onların bu işkenceyi uygulamalarını
engelledi (Rumlu, 1389: 903-905).
Bu şekilde Safevî müridleri yaklaşık kırk gün boyunca şeyhzadeleri
Erdebil’de sakladılar. Ama sonunda bu işin güvenli olmadığını anlayarak, onları
Edrebil’den çıkarmayı karara aldılar. Alemşah Begüm’le istişare ettikten sonra
onun onayıyla Lala Hüseyin Bey önderliğindeki müridler şeyhzadeleri Gilan’a
götürdüler. Bir süre sonra İbrahim annesini özlediği için Gilan’ın Lahican
şehrinden tekrar Erdebil’e geri gelmiş, İsmail ise orada kalmaya devam etmişti
(Türkman, 2009: 77-78).
Alemşah Begüm 1499 yılında iktidarı ele geçirmek için faaliyete
başlamak amacıyla Lahican’dan Erdebil’e doğru yola çıkan İsmail’e adamlar
göndererek onu Erdebil’deki durumla ilgili önemli istihbarat bilgileriyle temin
etmiş ve Akkoyunlular’ın Erdebil hâkimi Alihan Sultan’ın Karadere isimli yerde
İsmail’i pusuya düşürmeye yönelik planını da zamanında İsmail’e haber vererek, oğlunu
ölümden kurtarmıştı. Ayrıca Alemşah Begüm, oğluna altı ay sonra Erdebil’e
gelmenin daha doğru olacağını bildirmiş ve İsmail de annesinin bu tavsiyelerini
yerine getirmiştir (Anonim, 1349: 45-47; Anonim, 1350: 49-51). İsmail 1500
yılının ilkbaharında Erdebil’e gelerek orada annesiyle buluşmuştur (Türkman,
2009: 81; Musalı, 2011: 111).
Safevî kaynaklarının büyük çoğunluğunda Şah İsmail’in hâkimiyete
yükselişinden sonra Alemşah Begüm hakkında hiçbir bilgi verilmemektedir. Bu
durum, Alemşah Begüm’ün sonraki kaderiyle ilgili kuşkulara ve farklı yorumlara
yol açmıştır. Ama şunu da hatırlatmakta yarar vardır ki dönemin kaynakları,
politik olaylara karışmadıkları sürece şahın annesi, haremi, kızları ve genelde
kadınlar konusunda bilgi vermeye pek meraklı değillerdi. Alemşah Begüm XV.
yüzyılın sonlarında Safevî ailesinin facialarıyla bağlantılı olaylarda ister
istemez yer aldığından dolayı kaynaklar bu yıllara ilişkin açıklamalarında onun
da ismini sık sık zikretmişlerdir. Fakat Şah İsmail’in hâkimiyeti döneminde bu
kadın politikadan kenarda kaldığı için isminden pek söz ettirmemiştir.
2.
Alemşah
Begüm Hakkında Yanlış Bilgilendirmeler ve Asılsız İddialar
2.
1. Aile Hayatıyla İlgili
İddialar
Alemşah Begüm, Şah İsmail’in annesi olması sebebiyle bazı Osmanlı
müelliflerince hakarete uğramış, bu kadın hakkında gerçekle yakından uzaktan
alakası olmayan dedikodular ve iftiralar uydurulmuştur.
Yaklaşık 1547 yılında Sofyalı Şeyh Bâlî Efendi tarafından vezir-i
azam Rüstem Paşa’ya yazılmış olan bir mektupta Alemşah Begüm’ün Şeyh Haydar’la
zina ettiği, bu zina sonucunda İsmail’e gebe olduğu ve Alemşah Begüm’ün kardeşi
olan Akkoyunlu hükümdarının da bu sebepten onları evlendirmek zorunda kaldığı
iddiasında bulunulmuştur: “Ol zamanda sultan olan kimsenenin bir türlü bir kız
karındaşı var idi. İyice adıyla anılmazdı. İttifak biri biriyle başlar hoş
olur. Kızın hamli zuhûr eder. Cümle ‘âlem bildi ki bu fiil bu oğlanındır, cümle
ekâbire ve a’yana ‘âr lâhık oldu. Bi’z-zarure nikâh ettiler. Ta’zîm ve tekrîm
ettiler, avretiyle Erdebil’e gönderdiler. Sehl zaman geçmeden müddette ekall
zamanda İsmail doğdu. Râfîzîler keramettir dediler. Ulemâ veled-i zinadır diye
İsmail’in üzerine hükm ettiler” (Gündüz, 2010: 208).
Şeyh Bâlî Efendi isimlerini anmasa bile buradaki kızın Alemşah
Begüm, onun kardeşi olan hükümdarın ise Sultan Halil veya Sultan Yakub olduğu
anlaşılır. Çünkü Uzun Hasan’ın 1478 yılında vefat etmesinin ardından oğlu
Sultan Halil aynı yılın Ocak ayından Temmuz ayına kadar Akkoyunlu padişahı
olmuş, daha sonra ise Sultan Yakub ağabeyini ortadan kaldırarak tahta geçmiştir
(Hinz, 1992: 57). Fakat Alemşah Begüm’ün daha babası Uzun Hasan zamanında Şeyh
Haydar’la evlendirildiği iyi bilinmektedir (Herevî, 1383: 45; Hândemîr, 1380:
427). Daha Uzun Hasan zamanında evlenmiş olan bu insanlar Uzun Hasan’ın
ölümünden sonra nasıl birbirileriyle zina yapabilirlerdi ki? Ayrıca, Şeyh
Haydar’la Alemşah Begüm’ün ilk çocuğu Sultan Ali’dir. Eğer Şeyh Bâlî Efendi’nin
gerçeklik dışı iddiası doğrultusunda Alemşah Begüm, Şeyh Haydar’la evlilik
öncesi bir ilişkide bulunmuş olsa dahi bu zaman üçüncü oğlu olan İsmail’e
değil, ilk oğlu olan Sultan Ali’ye gebe kalabilirdi. Bu surette Şah İsmail’i
“veled-i zina” ilan etmek mantık kurallarına tamamen aykırıdır. Bundan ziyade,
Akkoyunlular mecburiyetten değil, kendi istekleriyle Safevîler’le akrabalık
ilişkileri kurmuşlar. Uzun Hasan kendi kız kardeşini Şeyh Cüneyd’le
evlendirdiği gibi kendi kızını da onlardan doğmuş olan yeğeni Şeyh Haydar’la
evlendirmiştir (Pîrzâde-yi Zâhidî, 1343: 67-68).
Mektubu yayınlamış olan T.Gündüz’ün de haklı olarak bu iddiayı
yalanlaması dikkat çekicidir: “Bâlî Bey’in ifadeleri arasında en önemlisi
şüphesiz Şah İsmail’in nesebine dair verdiği bilgilerdir. Buna göre Şeyh
Haydar, tarikat geleneklerine aykırı davranışlar içinde iken devrin padişahının
kızı ile hemhal olmuş ve bu ilişkiden Şah İsmail doğmuştur. Güya Haydar ile Şah
İsmail’in annesinin birlikteliği evlilik öncesi olduğu için Şah İsmail de
gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Böylece, Şah İsmail’in sadece
rafızî değil, geyrimeşru biri olarak da hükümdarlık yapmaya layık olmadığı
vurgulanmak istenmiştir. Bâlî Efendi, Şah İsmail’in Sünnî ulemaya karşı katı
tutumunu ve onların pek çoğunu katletmesini de bu olaya bağlamakta, “veled-i
zina” olduğu yolunda ulemanın dedikodu çıkardığı gerekçesiyle onları
katlettiğini dile getirmektedir. Hâlbuki Şeyh Haydar, Akkoyunlu hükümdarı Uzun
Hasan’ın kızı Alemşah Begüm ile evlenmiş ve Şah İsmail bu evlilikten dünyaya
gelmişti. Bu yönü ile bütün Safevî kaynaklarının Uzun Hasan Bey’den saygı ile
söz ettiğini de ifade etmek gerekir” (Gündüz, 2010: 205).
Osmanlı tarihçilerinden Nezmi-zâde Murteza 1717 yılının olaylarına
kadar devam ettirdiği “Gülşen-i Hulefâ” adlı Bağdat tarihine ilişkin eserinde
Uzun Hasan’ın Tebriz’i ele geçirdikten bir süre sonra Bağdat seferine
çıktığını, bu zaman Karabağ’da ayaklanma yapan bir Karakoyunlu emirinin
Tebriz’e gelerek Alemşah Begüm’ü ele geçirdiğini ve onu kendine zorla
nikâhladığını iddia eder. Hikâyenin devamında Uzun Hasan’ın Bağdat’tan geri
dönerek bu asiyi öldürdüğü ve kızı Alemşah Begüm’ü de öldürmek istediği, fakat
kız kardeşinin ricası üzerine onu öldürmekten vaz geçerek, bir müddet sonra
Şeyh Haydar’la evlendirdiği belirtilmektedir: “Bu esnâda Cihânşâh akrabasından
Karabağ havâlisinde bir şahs zuhûr ve Tebrîz’e ilkâ-yı ateş-i futûr idüb
Hasan-ı Tavîl’in Tebrîz’de olan mâl u erzakın bî-tekellüf ve dühterin hibâle-yi
nikâha idhal ile tasarruf itdügi gûş-güzâr-ı Hasan-ı Dıraz olmağla ateş-i
gayret ile ol- tarafa ‘inân-tâb-ı hareket ve şahs-ı mezkûri müsâfir-i dâr-ı âhiret
itdikde kerîmesine dahi kasd-ı bed eyledi. Bu bâbda mezbûre mükrehe ve
bî-ihtiyâr olduğundan gayri Hasan Pâdişâhın hemşiresi mâni’ olub ba’del-müdde
eş-Şeyh Haydar b. Cüneyd’e tezvîc ve bazâr-ı i’tibarları bu vech üzre tervîc
olunub” (Nezmi-zâde, 2014: 163). Benzeri açıklamalar Sultan III. Mustafa
döneminde (1757-1774) kaleme alınmış ve tarafımızdan yayınlanmış olan “Zuhûr-i
Devlet-i Safeviyân” isimli eserde de tekrar edilmiştir (Anonim, 2013: 28).
Oysaki dönemin kaynaklarından hiçbirisi Alemşah Begüm’ün Şeyh Haydar’dan önce
herhangi bir evlilik yaşadığınına veya böyle bir kaçırılma olayının vuku
bulduğuna işaret etmemektedirler. Hiç kuşku yok ki Alemşah Begüm’ün namusuna
yönelik böylesine esassız söylentiler çıkaran Osmanlı müellifleri Şah İsmail’i
ve genelde Safevî hanedanını gözden düşürmeye, onların Anadolu Alevileri
üzerindeki etkisini kırmaya çalışmışlardır.
2.
2. Dini İnancıyla İlgili İddialar
Bazı müellifler Alemşah Begüm’ün annesinin Hristiyan olmasından
yola çıkarak, onun kendisinin de Hristiyan olduğunu iddia etmişlerdir (Le
Strange, 1926: 107; Vilâyetî, 1998: 305). Hâlbuki Alemşah Begüm’ün annesinin
Hristiyan olması onun kendisinin de Hristiyan olduğu anlamına gelmez. Alemşah
Begüm, Oğuz Han soyundan gelen Müslüman Türk hükümdarı Uzun Hasan’ın kızıdır ve
Akkoyunlu Bayındır hanedanına mensuptur. Tarih boyunca Müslüman Türk
hükümdarlarının kadınları arasında başka dinden veya milletten olan çok sayıda
hanımların bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu sebeple biz bu kadınların dünyaya
getirdikleri şehzadeleri de başka dinden ve milletten sayamayız. Örneğin,
meseleye aynı mantıkla yaklaşacak olursak, Orhan Gazi’nin Bizanslı bir
komutanın kızı olan Holofira’dan doğmuş olan oğlu Sultan I. Murad (Uzunçarşılı,
1988: I, 103-104) da annesi Bizanslı olduğu için Bizanslı sayılmalıdır. Oysaki
böyle bir algı tamamen mantık dışıdır.
Alemşah Begüm’ün Erdebil’de bulunan mezar taşı baştan başa Kur’an
ayetleri ve İslâmî dualarla süslüdür. Mezarın Arapça yazılmış olan kitabesinde
Allahutaala’nın ona rahmet eylemesi ve onu cennet bahçesinde sakin etmesi
konusunda dilekler yer almaktadır. Bu husus, onun bir Müslüman olduğunu
kanıtlamaktadır (Gülmuğânîzâde- Asl & Yusufî, 1384: 263-283). Ayrıca,
dönemin kaynakları Alemşah Begüm’ün eşi Şeyh Haydar’ın Hristiyanlardan oldukça
nefret ettiğinin altını çizmektedirler (Grey, 1873: 185; Gündüz, 2007: 175;
Xundji, 1987: 147-148). Hâl böyle iken Şeyh Haydar gibi bir Hristiyan
düşmanının en çok sevdiği eşinin Hristiyan olması mümkün değildir. Doğu
tarihinde Hristiyanların rolünü abartmaya çalışan Venedik, Ermeni ve Gürcü
kaynaklarında da bu yönde herhangi bir delil yoktur.
2.
3. Ölümüyle İlgili İddialar
Alemşah Begüm’ün biyografisinde aydınlatılması gereken en karanlık
nokta onun ölümüyle ilgilidir. Ermeni kaynakları Alemşah Begüm’ün kendi eşi
Şeyh Haydar ve kardeşi Sultan Yakub’la beraber zehirlenerek öldüğünü iddia
ediyorlar. Ermeni rahip Tebrizli Arakel 1662 yılında tamamladığı “Tarihler
kitabı” isimli eserinde bu olayı böyle anlatır: “Şeyh Haydar’la Sultan Yakub’un
kız kardeşinden bir oğlan doğdu ve ona İsmail ismi verildi. Bu Haydar ve eşi
hâkimiyeti kendi ellerine geçirmek için Sultan Yakub’u iksirle zehirlemeyi
düşündüler. Onlar bir bahaneyle nezaketli bir şekilde hükümdarı yemeğe davet
ettiler ve ona zehirli yemek verdiler. Yakub yemeği yedikten sonra onun zehirli
olduğunu hissetti ve onları da aynı yemekten yemeye mecbur etti. Onların üçü de
- hem Sultan Yakub, hem kız kardeşi, hem de Şeyh Haydar - hep birlikte öldüler”
(Davrijetsi, 1973: 444). Tarih meraklısı olan diğer bir Ermeni rahip Zakari
Kanakertsi de XVII. yüzyılın sonlarında yazdığı “Kronik” isimli tarihî eserinde
aynı hikâyeyi aktarmaktadır (Kanakertsi, 1969: 36-37).
Ermeni kroniklerindeki bu bilginin tamamen yanlış olduğu göz
önündedir. Sultan Yakub’un saray tarihçisi olan Fazlullah b. Rûzbihân Huncî’nin
verdiği bilgiler ışığında Şeyh Haydar’ın 9 Temmuz 1488 tarihinde Şirvan’da vuku
bulan bir savaşta öldürüldüğü (Xundji, 1987: 93), Sultan Yakub’un ise 24 Aralık
1490 tarihinde Karabağ’da öldüğü iyi bilinmektedir (Xundji, 1987: 123). Bu
şahısların farklı zamanlarda, farklı mekânlarda ve farklı şartlarda ölmüş
olmaları, onların aynı sofrada zehirlenerek ölmedikleri gerçeğini tespit etmeye
yetiyor. Alemşah Begüm’e gelince, bu kadının hayatını anlattığımız zaman ifade
ettiğimiz üzere o, eşinin ve kardeşinin ölümünden sonra hayatta kalmış, dönemin
olaylarında defalarca ismi geçmiştir. İşte bu sebeplerden dolayı ünlü
şarkiyatçı V.Minorsky, Ermeni müelliflerinin bu iddialarının büyük bir hayal
ürünü olmaktan öteye varmadığının altını çizmiştir (Xundji, 1987: 156).
Son zamanlarda bazı romanlarda (Reha Çamuroğlu’nun “İsmail” ve
İskender Pala’nın “Şah ve Sultan” isimli eserlerinde), köşe yazılarında ve
bilimsel bir özellik taşımayan makalelerde Şah İsmail’in 1501 yılında Tebriz’i
aldıktan sonra, Akkoyunlu hanedanına mensup olduğu ve Sünnileri savunduğu
gerekçesiyle annesi Alemşah Begüm’ü öldürdüğü konusunda iddialar gündeme
taşınmaktadır. Bu iddiaların esas kaynağı olarak Şah İsmail zamanına ait
Venedik seyahatnamelerine işaret edilmektedir. Örneğin, M.Reşat adlı yazar, Şah
İsmail’in kendi annesini öldürdüğünü öne süren bir makale yazmış ve bu olayın
tespiti için dönemin Batılı seyyahlarının eserlerine dayandığını belirtmiştir
(Reşat, 2011).
Peki, Venedik seyahatnameleri nedir ve bunların yazarları
kimlerdir? Şah İsmail dönemine ait üç Venedik seyahatnamesi bellidir. Bu
seyahatnameler Caterino Zeno’ya, Giovan Maria Angiolello’ya ve Venedikli bir
tüccara mahsustur (bu tüccarın isminin Francesco Romano olduğu düşünülmektedir.
Bkz.: Aubin, 1995: 258). Bunların arasında en önemli kişi Venedik
Cumhuriyeti’nin Akkoyunlu Devleti’ndeki elçisi olan Caterino Zeno’dur. Onun
seyahatnamesinin İtalyanca orijinali müellifin ölümünden sonra yeğeni Nicolo
Zeno tarafından 1558 yılında Venedik’te yayınlanmıştır. Bu eser İngiliz bilim
adamı Charles Grey tarafından İtalyanca orijinalden İngilizceye çevrilerek,
1873 yılında Londra’da neşredilmiştir. İranlı bilgin Menûçehr Emîrî
seyahatnamenin İngilizceden Farsçaya çevirisini yaparak, 1970 yılında Tahran’da
yayınlamıştır. Nihayet, C.Zeno seyahatnamesi Farsçadan Türkçeye tercüme
edilerek, 2006 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu neşirleri karşılaştırdığımız
zaman, eserin Türkçe çevirisinde yol verilmiş bir tercüme hatasının sonucu
olarak Şah İsmail’in kendi öz annesini, yani Alemşah Begüm’ü öldürdüğüne
ilişkin yanlış bir bir bilginin ortaya çıktığını tespit ettik:
“Bununla da kalmayarak annesinin yanına getirilmesi emrini verdi.
Bu kadın İsmail’in ölümünden sonra Derbend savaşında Şah’ın taraftarları
arasında bulunan ileri gelenlerden biriyle evlenmişti. Ona hakaretamiz
konuşmalar yaptı, ihanet ettiği için onu kınadı; nihayet böyle aşağılık ve
uygunsuz bir kadının, babasının hakkına birazcık olsun hürmetsizliğinden dolayı
başını kesmeyi emretti” (Gündüz, 2006: 55).
Oysaki Türkçe çeviriden farklı olarak hem İtalyanca orijinalde,
hem de İngilizce ve Farsça çevirilerde Şah İsmail’in kendi öz annesini değil,
üvey annesini öldürdüğü belirtilmektedir. Şimdi bu neşirlerde aynı parçanın
nasıl yer aldığına göz atalım.
Seyahatnamenin İtalyanca orijinal baskısında:
“Ne satio di questo fattosi condur davanti sua matrigna, che doppo
la morte del padre haveva preso per manto un serto gran Signore, che si ritrovo
pur col Re nel medesimo fatto d’arme di Berbento, le disse una gradissima
villania in faccia, & la ingiurio con ogni sorte di oltraggio, & infine
comando, che, come vilissima, & dishonestissima femina,
che’ella era, le fosse mozzo il capo, in vendetta del poco capitale, che ella
haveva fatto di suo padre” (Zeno, 1558: 35b-36a).
Eserin İngilizce
çevirisinde:
“And, not
satisfied with this, he had his stepmother brought before him, who after the
death of his father had married a certain great lord, who was on the side of
the king in the same action of Berbent, abused her to her face, insulted her in
every possible way, and at last commanded that she should be decapitated as the
vile and worthless woman she was, in revenge for the slight estimation she had
held his father in” (Grey, 1873: 52).
Kaynağın Farsça
tercümesinde (Emîrî, 1349: 268):
بدين
يز راضى نشد و فرمان داد تا نامادرش را نزد او آوردند. اين زن.بس از مرى
يدر اسماعيل به عقد .بكى
از اعيان در آمده بود كه در واقعة نبرد دربند از هواداران شاه بود. اسماعيل به او
ناسزا كفت و از هر راهى كه مى توانست به وى اهانت و ملامت كرد و سرانجام فرمان داد
تا حنان زن فرومابه و ناشايسته را به سزاى اندى بى حرمتى كه در حق بدرش كرده بود
سر بريدند
Sunduğumuz metinlerden görüldüğü
üzere bu parçanın Türkçe çevirisinde üç tane hata bulunmaktadır. Birincisi, “annesinin yanına getirilmesi emrini verdi” şeklinde değil, “üvey annesinin yanına getirilmesi emrini verdi” şeklinde çeviri yapmak gerekir. Zira gerek İtalyanca orijinaldeki “matrigna”, gerek İngilizce çevirideki “stepmother”, gerekse de Farsça tercümedeki “nâ-mâderî” kelimeleri Türkçe “üvey anne” anlamına gelmektedir. Eğer burada “üvey anne” değil de, sadece “anne” kastedilmiş
olsaydı, o zaman İtalyanca “madre”, İngilizce “mother”, Farsça ise “mâder” yazılması gerekirdi. Türkçe
çevirideki tercüme hatası giderildikten sonra Şah İsmail’in kendi öz annesini değil, üvey annesini idam ettirdiği
açıklığa kavuşmaktadır. İkincisi, “İsmail’in ölümünden sonra” değil, “İsmail’in babasının ölümünden sonra” olması lazım. Üçüncüsü ise, “Şah’ın taraftarları arasında bulunan ileri gelenlerden
biri” ifadesindeki şah kelimesinin
burada kullanımının yanlış yorumlara yol açabileceği ve bu kelimenin yerine “hükümdar”
kelimesinin kullanılmasının daha doğru
olacağı kanaatindeyiz. Çünkü burada Şah terimiyle Şah İsmail’den bahsedildiği algısı oluşmaktadır. Oysaki İtalyanca metnin bu kısmında Re olarak verilmiş, İngilizceye ise King şeklinde tercüme edilmiş olan ifadeyle Şeyh Haydar öldürüldüğü
sıralarda dönemin hükümdarı olan Akkoyunlu Sultan Yakub kastedilmektedir.
Akkoyunlu hükümdarları ise genelde şah unvanını kullanmamışlardır. Dolaysıyla burada “Şah’ın taraftarları arasında bulunan ileri gelenlerden biri”
değil, Akkoyunlu Sultan Yakub’un taraftarı olan bir emir / bey söz konusudur.
İlk iki yanlıştan farklı olarak sonuncu hatanın, kaynağın Farsça baskısının
etkisiyle oluştuğu görülmektedir.
Biz, eserin Türkçe çevirisindeki bu hataların kasıtlı olarak
yapılmadığı kanaatindeyiz. Çünkü eserin mütercimi kendisi de Şah İsmail’in
annesini öldürdüğüne inanmamaktadır ve “bu bilgiyi Safevî kaynaklarına
dayanarak doğrulamak mümkün görünmemektedir” diye yorum yapmaktadır (Gündüz,
2006: 55, not 112). Mütercimin samimiyetine inanarak işaret ettiğimiz
hususların, eserin gelecek baskılarında dikkate alınacağını ümit etmekteyiz.
Çeviriyle ilgili tüm bu hataları bertaraf ettikten sonra ortaya
böyle bir tablo çıkıyor: 1488 yılında Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar, Derbent
civarında Akkoyunlu ve Şirvanşah birliklerine karşı savaşta katlediliyor. Şeyh
Haydar’ın ölümünün ardından onun eşlerinden birisi Derbent savaşında rol alan
Akkoyunlu beylerinden biriyle evleniyor. Şah İsmail hâkimiyete gelince üvey
annesi olan bu kadını affetmiyor ve babasına ihanet ettiği gerekçesiyle onu
idam ediyor.
Şeyh Haydar’ın Alemşah Begüm’den başka kadınlarının da olduğu
bilinmektedir. Kaynaklar bu şeyhin 15 çocuğunun olduğundan bahsediyorlar (Şah,
2007: II, 605). Bu çocuklardan yedisi erkek (Musevî, 1977: 54), geri kalanları
ise kız evladıydı. Yukarıda belirttiğimiz üzere Şeyh Haydar’ın bu on beş
çocuğundan üçü erkek ve üçü kız çocuğu olmakla toplam altısının annesi Alemşah
Begüm idi. Böylece, şeyhin dördü erkek ve beşi kız çocuğu olmakla toplam dokuz
evladının annesi diğer kadınlardı. Diğer kadınlardan doğmuş olan dört erkek
çocuğun isimleri de bellidir: Hasan, Süleyman, Davud ve Mahmud (Musevî, 1977:
54). Şeyh Safi türbesinin arşiv vesikalarından anlaşıldığı üzere bunlardan
Süleyman’ın annesinin ismi Anahatun’dur ve bu kadın, Şah İsmail’in oğlu
Tahmasp’ın hâkimiyetinin başlarında hayattaydı (Şeyhü’l-Hükemâî, 1387: 127).
Diğer çocukların annelerinin isimleri ise belli değildir. İşte Şah İsmail’in
1501 yılında idam ettirdiği üvey annesi bu ismi belirsiz kadınlardan biri veya
belki de Şeyh Haydar’ın hiç çocuk doğurmayan başka bir kadını olmalıdır.
Ünlü tarihçi F.Sümer başka bir İtalyan kaynağında - Angiolello’nun
seyahatnamesinde Şah İsmail’in kendi annesini öldürdüğü konusunda bilgi
verildiğini belirtiyor ve C.Grey’in yayınladığı İngilizce tercümenin 105. ve
191. sayfalarına atıfta bulunuyor (Sümer, 1999: 24). Gerçekten de gerek
Angiolello’nun, gerekse de Venedikli tüccarın seyahatnamesinde böyle bir bilgi
bulunmaktadır. Fakat F.Sümer’in atıfta
bulunduğu sayfalarda C.Grey meseleye açıklık getirerek bu
bilginin yanlış olduğunun, diğer kaynaklarla karşılaştırmalar sonucunda Şah
İsmail’in kendi annesini değil de üvey annesini öldürdüğünün tespit edildiği yönünde yorumlar yapmaktadır (Grey, 1873: 105,191). Fakat nedense F.Sümer, bu olaydan
bahsederken C.Grey’in bu notlarını dikkate almıyor. Hâlbuki Venedik seyahatnamelerini her yönüyle ciddi bir şekilde araştımış ve karşılaştırmış
olan C.Grey’in geldiği sonuçlar, meselenin aydınlatılması
açısından büyük önem arz etmektedir ve mutlaka dikkate alınması gerekirdi. Bundan başka,
İranlı tarihçi M.K.Yusuf-Cemâlî, Şah İsmail’le ilgili Edinburgh Üniversitesi’nde savunduğu doktora tezinde Venedik kaynaklarını
inceleyerek, Şah’ın kendi annesini değil, üvey annesini öldürdüğü kanaatine varmıştır
(Youssef-Jamâlî, 1981: 322).
Acaba,
Angiolello ve Venedikli tüccar bu bilgiyi nereden almışlar ve bu, bilimsel açıdan ne denli güvenilir bir bilgidir?
Angiolello, Şah İsmail’in Tebriz’de tahta geçişinin
ardından yaptığı işlerden söz ederken annesini öldürdüğüne
şöyle temas
etmektedir: “Annesini de öldürdü. Çünkü bu kadının İsmail doğduktan sonra onu öldürmek istediğini duymuştu. Bundan başka bu kadın ailenin de düşmanı idi” (Gündüz, 2007: 79; Grey, 1873: 105).
Seyyahın bu küçük açıklamasının büyük bir anlaşılmazlık içerdiği göz önündedir. Öncelikle, Şah İsmail’in annesi neden kendi çocuğunu doğurduktan sonra öldürmek istesin ki? Üstelik Safevî kaynakları Alemşah Begüm’ün kendi evlatlarını, özellikle de Şah İsmail’i çok sevdiğini ve onun için canını vermeye hazır
olduğunu ifade etmektedirler (bkz.: Gülmuğânîzâde-Asl
& Yusufî, 1384: 282). Alemşah Begüm’ün Safevîler’in aile düşmanı
olması da esası olmayan bir iddiadır.
Çünkü bu kadın, kendisi Akkoyunlu hanedanına
mensup olmasına rağmen Safevîler’in Akkoyunlular’a karşı mücadelesinde her zaman kocasının ve oğullarının yanında
olmuş, Şeyh Haydar’ın ölümünden sonra oğullarıyla beraber yıllarca hapiste yatmış, büyük oğlu Sultan Ali’nin öldürülmesinin ardından diğer oğulları İsmail’in ve İbrahim’in Gilan’a kaçmasını
sağlamış ve nihayetinde İsmail iktidara sahip
olmak için harekete geçince ona önemli bilgiler
ileterek, doğru yolu bulmasını temin etmiştir.
Angiolello’nun
ve Venedikli tüccarın seyahatnamelerini
Türkçeye tercüme eden T.Gündüz bu konuda önemli tespitlerde bulunmaktadır: “Bu olay müellifin duyumlarına dayanmaktadır ve ihtimalen Şah İsmail'in Tebriz'de
yaptığı katliamların hikâyesini daha da dehşetengiz göstermek amacıyla
uydurulmuıtur. Çünkü, Şah İsmail'in annesi ile birlikte İstahr kalesinde dört
yıl hapis kaldığı, oradan kurtulduktan sonra Tebriz'e ve daha sonra Erdebil'e
gittikleri bilinmektedir. Üstelik Safevi kaynakları Tebriz'de yapılan katliamı
ve Derbent savaşına katılanların akıbetlerı hususunda geniş bilgiler verirler
iken böyle bir olaydan hiç bir surette bahsetmemektedirler” (Gündüz, 2007:
185). Ayrıca, Angiolello’nun seyahatnamesini ayrıntılı bir şekilde inceleyen
T.Gündüz, “keza, Şah İsmail'in ortaya çıkışı ve Safevîler’e ait verdiği
bilgilerin de yine derleme olduğu anlaşılır” (Gündüz, 2007: 12) diyerek,
seyyahın bu husustaki bilgilerinin orijinal olmadığının ve başka kaynaklardan
alındığının altını çiziyor. Angiolello’nun, Safevîler’e ve Kızılbaşlar’a karşı
sert fetvaları ile tanınan Osmanlı müftüsü, âlimi ve tarihçisi İbn Kemâl
(Kemâlpaşazâde)’in “Tevârîh-i Âl-i Osman” isimli eserinin Sultan Selim’e dair
kısmının İtalyancanın Toskana (Tuscan) şivesine yapılmış çevirisiyle tanıştığı
ve seyahatnamesini yazarken ondan faydalandığı bilinmektedir (Gündüz, 2007:
14,121). Şah İsmail’in kendi annesini öldürdüğüne ilişkin bilgiyi de
Angiolello’nun İbn Kemâl’den aldığını tahmin edebiliriz. Nitekim İbn Kemâl, bu
eserinde Şah İsmail’in “kendisini fena itikat ve zulümden menetmeye çalışan
anasına kızıp onu öldürdüğüne” ilişkin bir iddiada bulunmaktadır (Sümer, 1999:
24). Aynı bilgiyi XVII. yüzyılda yaşamış olan başka bir Osmanlı tarihçisi Koca
Hüseyin Efendi de “Bedâyiü’l-Vakâyi” isimli eserine alarak tekrar etmiştir
(Hüseyin, 1961: 426b). Böylece, Şah İsmail’in kendi annesini öldürdüğüne
ilişkin bilgilerin gerek Angiolelo’nun seyahatnamesine, gerekse de Koca Hüseyin
Efendi’nin vakayinamesine İbn Kemâl’in eserinden girmiş olması muhtemeldir. Şah
İsmail’e derin nefretiyle seçilen ve bunu Kızılbaşlar’a karşı vermiş olduğu
fetvalara da yansıtan İbn Kemâl, onun üvey annesini idam ettirdiğini duymuş,
fakat yazdığı eserde Şah İsmail’i kötülemek amacıyla konuyu saptırarak, onun
kendi öz annesini öldürdüğünü öne sürmüştür.
Venedikli tüccar ise olayı şöyle anlatmaktadır: “Daha sonra
İsmail, bir yönden Sultan Yakub ile akrabalığı bulunan (nasıl olduğunu
anlayamadım) annesini çağırdı. Çünkü Derbend savaşına katılan beylerden biri
ile evlenmişti. Kahır ve lanet okunduktan sonra önünde onun başının kesilmesini
emretti” (Gündüz, 2007: 185; Grey, 1873: 191). Venedikli tüccar, Safevî
ülkesine 1507 yılında gelmiş ve Şah İsmail’in tahta geçişi sırasındaki olaylara
tanık olmadığı için doğal olarak bunları diğer kaynaklardan almıştır. Onun
eseri C.Zeno’nun seyahatnamesi ile zaman zaman benzerlik göstermektedir.
Anlatım tarzından da görüldüğü üzere Venedikli tüccar, Şah İsmail’in annesini
idam ettirmesiyle ilgili aktardığı bilgileri de C.Zeno seyahatnamesinden almış
, fakat yanlış olarak “üvey anne” yerine sadece “anne” kelimesini kullanmıştır.
Burada dikkat çekici en önemli husus, Şah İsmail’in idam edilen
annesinin Sultan Yakub’la bir akrabalığının bulunduğuna işaret edilmesi, fakat
Venedikli tüccarın, bunun nasıl bir akrabalık ilişkisi olduğunu bilmediğini
belirtmesidir. Oysaki seyahatnamesinin daha önceki bölümlerinden anlaşıldığı
üzere Venedikli tüccar, Şeyh Haydar’ın Uzun Hasan’ın kızıyla evlendiğini, ondan
üç oğlunun ve üç kızının doğduğunu ve oğullarından birisinin de İsmail olduğunu
iyice bilmekte ve ifade etmekteydi (Grey, 1873: 185-187; Gündüz, 2007:
175-180). Sultan Yakub’un Uzun Hasan’ın oğlu olduğu da yine aynı yazara net bir
şekilde belliydi (Grey, 1873: 183; Gündüz, 2007: 173). Görüldüğü üzere Şah
İsmail’in annesinin Sultan Yakub’un kız kardeşi olduğunun bu müellif tarafından
bilinmemesi mümkün değildir. İşte bu yüzden seyahatnamede Şah İsmail’in idam
edilen annesinin Sultan Yakub’la nasıl bir akrabalık ilişkisine sahip olduğunun
Venedikli tüccar tarafından bilinmemesinin belirtilmesi tam bir çelişkidir. Bu
çelişkinin çözülmesi sonucunda Venedikli tüccarın, Şah İsmail’in asıl annesinin
kim olduğunu bilmesini ve idam ettirilen kadının onun öz annesi değil, Şeyh Haydar’ın
başka bir kadını olduğu gerçeğini bir daha ortaya çıkarmış oluyor. Ayrıca,
idamın gerekçesi olarak gösterilen evlilik olayı da Alemşah Begüm için geçerli
değildir. Zira Alemşah Begüm, Şeyh Haydar’ın ölümünden sonra kimseyle
evlenmemiştir.
Angiolello’nun ve Venedikli tüccarın seyahatnameleri arasında
ortak noktaların bulunduğu gözlemlenmektedir. T.Gündüz, Angiolello’nun
Venedikli tüccarın seyahatnamesinden yararlandığı kanaatindedir (Gündüz, 2007:
12-13). Angiolello’nun Şah İsmail’in annesinin idamı ile alakalı bilgileri İbn
Kemâl’den aldığı ihtimalini az önce ifade etmiştik. Başka bir ihtimal olarak da
Angiolelo’nun bu bilgiyi Venedikli tüccardan aldığını düşünebiliriz.
2. 4. Şah İsmail’in Kendi
Annesini Öldürmediğini Gösteren Kanıtlar
Bu yönde en mühim kanıtımız, az önce belirttiğimiz gibi, C.Zeno
seyahatnamesinin Şah İsmail’in kendi öz annesini değil de üvey annesini idam
ettirdiğine tanıklık etmesidir. C.Grey, M.K.Yusuf-Cemâlî ve T.Gündüz gibi ünlü
akademisyenler de bu görüşü savunmaktadırlar.
Tarihî verilerin karşılaştırmalı bir şekilde incelenmeye tabi
tutulması sonucunda
Şah İsmail’in 1501 yılında Tebriz’i aldıktan sonra kendi annesi
Alemşah Begüm’ü öldürmesine ilişkin bilgilerin yanlış olduğu net olarak
açıklığa kavuşmaktadır. Gerek Şah İsmail Hatâî’nin şiirlerinde, gerek onun
hâkimiyeti döneminde, gerekse sonraki Safevî şahlarının zamanında yazılmış olan
tarihî kaynaklarda Alemşah Begüm büyük bir saygıyla anılmaktadır. Şah İsmail
bir şiirinde annesini Hz. Fâtıma’ya, babasını Hz. Ali’ye, kendisini ise on iki
imamlardan birine benzetmektedir (Minorsky, 1942: 1031a):
“Adum Şah İsmail, Hakk’un sırriyem,
Bu cümle gazilerün serveriyem.
Anamdur Fâtıma, atam Ali’dür,
On iki imamun men de piriyem (biriyem)”.
Annesini kutsayacak kadar çok seven birisi onu nasıl öldürebilirdi
ki? Hani diyelim ki öldürmüş, o zaman neden kendi şiirlerinde ona bu denli
sevgide ve saygıda bulunsun ki? Şah İsmail, annesine bu kadar değer verdiği
için onu öldürmesi söz konusu olamaz.
Şah İsmail’den bahseden Safevî kaynaklarının tamamında Alemşah
Begüm’den olağanüstü bir saygıyla söz edilmektedir. Bu kaynaklarda o, Hz.
İsa’nin annesi Hz. Meryem’e, Hz. Süleyman’la çağdaş olan Sebe melikesi
Belkıs’a, meşhur kadın sufi Rabia’ya benzetilmekte, “yüce nesepli şehzadelerin
mukaddes ve muhterem annesi” diye tarif edilmekte, evlatları yolunda her türlü
eziyetlere katlanan ismetli ve iffetli bir kadın olarak nitelendirilmektedir
(Herevî, 1383: 45,47; Hândemîr, 1380: 427,430; Rumlu, 1389: 903-905; el-Kumî,
1383: 37; İsfahânî, 1372: 53,58,66; Türkman, 2009: 65,71,77).
Alemşah Begüm’ün 1501 yılında ölmediğini ve bu tarihten yıllar
sonrasında bile hayatta olduğunu kanıtlayan deliller vardır. Bazı Safevî
kaynaklarında Şah İsmail’in İsfahan’ı fethettiği zaman (1503 yılında) orada
teyzesi Meryem Begüm’le buluştuğundan söz edilmektedir. Bu kaynakların
anlattığına göre, Şah İsmail’le görüşen Meryem Begüm ona kendi kız kardeşini
(yani Alemşah Begüm’ü) sormuş ve onun sağ salim olduğu yanıtını almıştır
(Anonim, 1350: 174; Anonim, No. 9421: 29b; Musalı, 2011: 111). Buradan Alemşah
Begüm’ün 1501 yılında öldürüldüğüne dair iddianın ne kadar yanlış olduğu bir
daha ortaya çıkmış bulunuyor. 1503 yılında hayatta olan bir kadın 1501 yılında
nasıl öldürülebilirdi ki?
Şah İsmail’in Alemşah Begüm’ü öldürdüğünü yalanlayan başka bir
delilimiz yine C.Zeno seyahatnamesinde bulunmaktadır. Bilindiği üzere Uzun
Hasan’ın Despina Hatun’dan, büyüğü Alemşah Begüm olmakla üç kızı ve Maksud adlı
bir oğlu vardı. Alemşah Begüm, Şeyh Haydar’la evlendirildikten sonra diğer iki kız
Diyarbekir’de yaşamaktaydılar. Uzun Hasan ölünce Maksud kendi erkek kardeşleri
tarafından ortadan kaldırılır. Maksud’un ve Alemşah Begüm’ün Diyarbekir’de
bulunan iki kız kardeşi bundan korkuya kapılarak orayı terk etmiş, önce
Halep’e, akabinden de Şam’a kaçmışlardı. 1512 yılında C.Zeno’nun torunu olan
genç tüccar Caterino, Şam’da bu kızlardan biriyle buluşma fırsatı yakalamıştır.
Alemşah Begüm’ün kız kardeşi olan bu kadın konuşma sırasında Şah İsmail’in
tahta geçişinden çok memnun olduğunu ve bu sebepten Tebriz’e dönmek istediğini
belirtmiştir (Zeno, 1558: 30a-b; Grey, 1873: 42-43; Gündüz, 2007: 48). Eğer Şah
İsmail, kendi annesini Akkoyunlu hanedanına mensup olduğu için idam ettirmiş
olsaydı, o zaman teyzesi neden böylesine bir sevinç ve rahatlık içinde onun
sarayına gitmek istesin ki?
Peki, Alemşah Begüm ne zaman vefat etmiştir? Bunu bilmek için onun
Erdebil’de, Şeyh Safi türbesinin avlusunda, Allah Allah künbedinin yanında
bulunan mezarına bakmak yeterlidir. Alemşah Begüm’ün mezar taşı üzerindeki
kitabede onun H. 929 (M. 1522-23) senesinde vefat ettiği belirtilmiştir
(Gülmuğânîzâde-Asl & Yusufî, 1384: 271,274). Görüldüğü üzere tarihî
şahsiyetlerin ölüm tarihlerinin belirlenmesinde eşsiz bir kaynak rolünü
üstlenen epigrafik veriler burada da yardımımıza yetişmiş oluyor. Böylece, bu
kitabe Alemşah Begüm’ün 1501 yılında idam edilmediğine ve 1522-23 yıllarında,
oğlu İsmail’in vefatından yaklaşık bir iki yıl önce Hakk’ın rahmetine
kavuştuğuna açıklık getiriyor.
Kaynaklar üzerinde yaptığımız analiz sonucunda Alemşah Begüm’ün
hayat yolunu kısaca olarak böyle değerlendirebiliriz:
1460 yılında Diyarbekir’de doğdu. 1478 yılından önce Şeyh
Haydar’la evlendirildi ve Erdebil’de yaşamaya başladı. Üç erkek ve üç kız çocuk
doğurdu. 14881493 yılları arasında İstahr
kalesinde hapis yattı. 1493 yılından hapisten çıkarak önce Tebriz’e, sonra
Erdebil’e gitti. Oğullarının siyasi mücadelesine açık bir şekilde destek verdi.
Şah İsmail hâkimiyete geldikten sonra annesi politikadan kenarda durdu ve 1522-23
yıllarında vefat ederek Erdebil’de defnedildi.
Bazı müelliflerin Alemşah Begüm’ün liyakati ve inancı konusunda
çıkardıkları olumsuz söylentilerin hiçbir esası yoktur. Yine bu kadının, oğlu
Şah İsmail tarafından 1501 yılında Tebriz’de idam edildiği de yanlış bir
iddiadır. Gerçek şu ki Şah İsmail 1501 yılında kendi öz annesini değil, üvey
annesini babasına ihanet ettiği gerekçesiyle idam ettirmiştir.
Son olarak, bu makaleyi Şah İsmail’in üvey annesini öldürmesini
tasvip etmek veya onu bu konuda haklı göstemek için değil, tarihî gerçeklerin
olduğu gibi anlatılması gerekliliğinden yola çıkarak yazdığımızi ifade etmek
isteriz.
Anonim (1350). ‘Âlemârâ-yi Safevî (be kûşiş-i Yedullah Şükrî). Tahran: Bünyâd-i Ferheng-i İran.
Anonim (1349). ‘Âlemârâ-yi Şâh İsma‘îl (bâ mukaddime yo teshih o
ta’lîk-i Asgar Muntazır Sâhib). Tahran: Büngâh-i Tercüme ve Neşr-i Kitâb.
Anonim (No. 9421). Mürşîd-nâme. Tahran: İran İslâmî Şûrâ Meclisi
Yazma Eserler Kütüphanesi.
Anonim (2013). Zuhûr-i Devlet-i Safevîyân (neşre hazırlayan: Namiq
Musalı). Bakü: Mütercim Neşriyatı.
AUBIN, Jean
(1995). “Chroniques persanes et relations italiennes: Notes sur les sources
narratives du regne de Sâh Esmâ’il I’er”, Studia Iranica,
Vol. 24, issue 2, Paris, p.247-259.
Bicen (1986). Cihângüşâ-yi Hâkân-ı Sâhib-Kırân (Târîh-i Şâh İsmâ’îl). Mukaddime ve peyvesthâ: A.MUZTARR. İslamabad.
Merkez-i Tahkîkât-ı Farsî-yi İran ve Pakistan.
DAVRIJETSI,
Arakel (1973). Kniga istoriy (perevod, predisloviye i kommentariy
L.A.Xanlaryan). Moskva: Nauka.
EFENDİYEV, Oktay (1981). Azerbaydjanskoye gosudarstvo Sefevidov v
XVI veke. Bakü: Elm Neşriyatı.
EMÎRÎ, Menûçehr - trc. (1349). Sefernâmehâ-yi
Venîziyân der İran: şeş sefernâme (tercüme: M.Emîrî). Tahran: İntişârât-ı
Hârezmî.
GREY, Charles - trc. (1873). Travels of Venetians in Persia: A
Narrative of Italian Travels in Persia in the 15-th and 16-th Centuries
(translated and edited by C.Grey). London: Hakluyt Society.
GÜLMUĞÂNÎZÂDE-ASL, Melike & Yusufî, Hasan (1384). Bâstânşinâsî
ve târîh-i hüner-i buk’a-yi Şeyh Safiyeddîn Erdebîlî. Erdebil: İntişârât-ı
Nîk-Âmûz.
GÜNDÜZ, Tufan - trc. (2007). Seyyahların gözüyle sultanlar ve
savaşlar (Giovanni Maria Angiolello, Venedikli bir tüccar ve Vincenzo
D’Alessandri’nin seyahatnameleri). Çeviren: T.Gündüz. İstanbul: Yeditepe.
GÜNDÜZ, Tufan (2010). “Sofyalı Bâlî Efendi’nin Safevîlere dair
Rüstem Paşa’ya gönderdiği mektup”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
Dergisi, Sayı: 56, Ankara, s.203-210.
GÜNDÜZ, Tufan - trc. (2006). Uzun Hasan Fatih mücadelesi döneminde Doğu’da Venedik elçileri (Caterino Zeno
ve Ambrogio Contarini’nin seyahatnameleri). Çeviren: T.Gündüz. İstanbul:
Yeditepe.
HÂNDEMÎR, Gıyâseddîn b. Humâmeddîn el-Hüseynî (1380). Târîh-i
Habîbü’s-Siyer (bâ mukaddime-yi Celâleddîn Hümâyî). IV. c. Tahrân: İntişârât-ı
Hayyâm.
HEREVÎ, Emîr Sadreddin İbrâhîm Emînî (1383). Fütûhât-ı Şâhî
(tashîh-o ta’lîk-o tevzîh-o izâfât: Muhammed Rızâ Nesîrî). Tahrân: Encümen-i
Âsâr ve Mefâhîr-i Ferhengî.
HINZ, Walther (1992). Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (çeviren: Tevfik
Bıyıklıoğlu). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
HÜSEYIN (1961): Bedâyiü’l-Vakâyi (metni basına hazırlayan, redakte
eden ve önsöz müellifi: A.S.Tveritinova). Moskova: Vostlit.
HÜSEYNÎ, Muhammed Mîrek b. Mes’ûd (1385). Riyâzü’l-Firdevs-i Hânî
(be kûşiş-i İrec Afşar ve Firişte Sarrâfân). Tahrân: Bünyâd-ı Mevkûfât-ı Dr.
Mahmud Afşar.
İSFAHÂNÎ, Muhammed Yusuf Vâleh (1372). Huld-i Berîn (be kûşiş-i
Mîr Hâşim Muhaddis). Tahrân: Bünyâd-ı Mevkûfât-ı Dr. Mahmud Afşar.
KANAKERTSİ, Zakariy (1969). Xronika (perevel
M.O.Darbinyan-Melikyan). Moskva: Nauka.
EL-KUMÎ, Kâdı Ahmed b. Şerefeddin el-Hüseyin el-Hüseynî (1383):
Hulâsatu’t-Tevârîh (tashîh: İhsan İşrâkî). I. c. Tahrân: İntişârât-ı Danişgâh-ı
Tahrân.
LE STRANGE, Guy - trc. (1926). Don Juan of Persia - A Shi’ah
Catholic, 1560-1604 (translated and edited with an introduction by G. Le
Strange). New York & London: Harper & Brothers.
MINORSKY, Vladimir (1942). “The Poetry of Shah Ismail I”, Bulletin
of the School of Oriental and African Studies, Vol. X, Part 4, University of
London, p.1006a-1053a.
MUSALI, Namiq (2011). I. Şah İsmail’in hâkimiyeti (“Târîh-i
‘Âlemârâ-yı Şâh İsmâ’îl” eseri esasında).
Bakü: Elm ve Tahsil.
MUSEVÎ, Tağı (1977). Orta asır Azerbaycan tarihine dair Fars dilli
senedler (XVI-XVIII. asırlar). Bakü:
Elm.
NEZMI-ZÂDE, Murteza (2014). Gülşen-i Hulefâ / Bağdat tarihi
762-1717 (tahlil ve metin tenkidi: Mehmet Karataş). Ankara: Türk Tarih Kurumu.
PÎRZÂDE-YI ZÂHIDÎ, Şeyh Hüseyin peser-i Şeyh Abdâl (1343 H.K.).
Silsiletü’n-Neseb-i Safeviyye.
Berlin: İntişârât-ı İranşehr.
RAMUSİO, Giovan Battista - ed. (1559). Delle Navigationi et
Viaggi. Vol. 2. Venetia: Nella Stamperia de Givnti.
REŞAT, Muhammed (2011).
“Anasını kesen Şah İsmail'in psikobiografisine giriş”, Guraba Mecmuası, Sayı:
9.
ROEMER, Hans Robert (1986). “The Safavid Period”, The Cambridge
History of Iran. Vol. VI, Edited by P.Jackson and L.Lockhart, Cambridge
University Press, p.189-347.
RUMLU, Hasan Bey (1389). Ahsenü’t-Tevârîh (tashîh-o tahşiyye:
A.Nevâyî). II. c. Tahran: İntişârât-ı Esâtîr.
SÜMER, Faruk (1999). Safevî Devletinin kuruluşu ve gelişmesinde
Anadolu Türklerinin rolü (Şah İsmail ile halefleri ve Anadolu Türkleri).
Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
ŞAH, Serap (2007). Safvetü’s-Safâ’da Safiyyüddîn-i Erdebîlî’nin
hayatı, tasavvufî görüşleri ve menkıbeleri.
Yayınlanmamış doktora tezi. I. ve II. ciltler. İstanbul: Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
ŞEYHÜ’L-HÜKEMÂÎ, Emâdeddîn (1387).
Fihrist-i esnâd-ı büka-yı Şeyh Safiyyeddîn-i
Erdebîlî. Tahran: Kitâbhâne-yi Mûze-yo Merkez-i Esnâd-ı Meclis-i Şûrâ-yı
İslâmî.
TÜRKMAN, İskender Bey Münşî (2009). Târîh-i ‘Âlemârâ-yi ‘Abbâsî. I. c. Farsçadan tercümenin,
ön sözün, şerhlerin ve göstericilerin müellifleri: O.Efendiyev ve N.Musalı. Bakü: Tahsil Neşriyatı.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1988). Osmanlı tarihi. I. cilt. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
VILÂYETÎ, Ali Ekber (1998): Şah İsmail Safevî devrinde İran’ın haricî alakalar tarihi. Tahran: el-Hudâ.
XUNDJİ, Fazlullax ibn-Ruzbixan
(1987). Tarix-i Alam Ara-yi Amini (pod redaktsiyey Z.M.Buniyatova i
O.A.Efendiyeva). Baku: Elm.
YOUSSEF-JAMÀLI, Mohammad Karîm (1981). The Life and Personality of
Shah Ismâ’îl I
(1487-1524).
Ph.D. dissertation. University of Edinburgh.
ZENO, Caterino (1558). Dei commentarii del viaggio in Persia. Venetia: per
Francesco Marcolini
Caterino Zeno Seyahatnamesi’nin 1558 tarihli İtalyanca orjinal
baskısında Şah İsmail’in üvey annesini öldürdüğünü gösteren sayfalar
Sayfa: 36a (ilk beş satıra dikkat ediniz)