Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Mehmet Sait Toprak… Talmud ve Hadis: Karşılaştırmalı Bir Araştırma



SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Ravilerin rivayet esnasında, sözlü olarak aldıkları ve ezberleyerek yahut anlaya­rak belleklerinde taşıdıkları sözlerin 'Hadislerin gelecek bir zamanda ezberlenenin aynı kalması halinde bile anlamının ne olduğu ya da ne olabileceği her zaman önem­li bir sorunsaldır. Bu yönüyle, hayat sürerken kendiliğinden teşekkül eden aşılan, anlaşılan, alışılan yolu temsil eden 'Sünnetlerin elde-mevcut-metin hallerinden başka, her ikisinin gerçek tabiatlarına dair bir nesnel ölçüte sahip olduğumuzu söylememiz güçtür. Zaten hadis ve sünnet terimlerinin ilk dönemlerdeki kullanımları dilsel detaylara riayetle incelendiğinde her iki terime yüklenen anlamın farklı olduğu görülecektir. Öncelikle Hadisler, yazıyla, bir yazar tarafından [ön]yargılarla (yaşanmaksızın) kurgulanan bir düz-metin olmanın aksine, rivayet olmaları itibariyle, kimi zaman detayların farklı izahlarından tutun, iletişim kurulacak kişilerin düzeylerine göre belli bir şekilde ya da zamana ve mekana bağlı kimi spontane dilsel unsurları kullanarak şahsi ve yerel tarzda teşekkül etmiştir.

Şu an elde-mevcut-metin, yazılı hale gelen söz'ün, kültürel ya da tarihsel olarak mesafelerle asılla arası açılarak yabancılaştırdığı şeyle arasındaki mesafeyi katederek yazılı halindeki söz'ün tekrar konuşması [sözlü tabiatını dışavurması] imkanını hadislere sağlamak bir 'Hadis Hermenötiği' Hadis Fenomenolojisi' ve 'Hadis Epistemolojisi fikrini inşâ etmede bize destek temin edebilir. Saydığımız üç alanın Hadis yöntemsel-işbirliği ile inşa'ı, Peygamber'in eylemi, sözü, onaması, görgü şahidi ravinin anlatısı, sözlü olarak onu duyan (sami') ve belleyen (hafız-vai) ravinin bunları sonrakilere nasıl anlattığı, aktardığı ya da ne kadarını aktardığı, gören-duyan ya da kulak veren-ilgilinin ilk-elden mi bilgiyi aldığı, yoksa kendi dışındaki birinin aktarmasını mı aldığı tarzındaki soru ve sorunlara taze bir ruhla yaklaşmayı kolay kılacaktır. Hadis ilimleri, içerisinde rivayet ve dirayet kolları elimizde mevcut metin halindeki Hadis-Sünneti tarihteki yerine bugünün imkanlarıyla yerleştirecek hem de günün anlayışıyla güncel kılacaktır.

Rivayette ana unsurlar; bir olayın yerle birlikte kurgulanan mizanseni, bakış açı­sı, diyalogu, anlatının içerisindeki tekrarları, farklı olayı karşıdakinin bildiği varsayı­larak kısmi atılmasını, anlatıl[a]mamayı, orada olanla bir şekilde kıyas türünden  edebi terkipleri ihtiva eder. Rivayeti alan ravinin onu yorumlaması ve anlaması, onun o rivayete dair tüm kesitleri ve fragmanları kendi zihninde tamamlaması rivayetü'l-hadis ve dirayetü'l-hadis açısından son derece önemlidir. Hadislerin büyük bir kısmı rivayi tarzda olup, klişe şeklinde canlı didaktik anlatıma sahiptirler.

Hadis rivayetleri, ortamın kendi bağlamı içerisinde muayyen bir zaman ve ze­minde meydana gelen bir olayı, bir durum üzerine söylenen bir sözü veya görgü tanıklığı şeklinde sonradan akılda kalanlarla ortamdan ayrı bir şekilde birleştirilerek oluşturulan ve ilk ravilerin duyarak (sema') ağızlarıyla [şefevi-şifahi] sıra gözetilmek­sizin yahut sonraki nesle aktarılanların kimi zaman sıralı; başlangıç, giriş, gelişme ve sonuç gözetilerek, bazen de sened ve metni maklub bir şekilde aktarılan ve ravi inisiyatiflerinin kısmen yer aldığı kayıtlar olarak görülebilir.

Hadis usûlü içinde lafzı ve mânevi rivayet ya da er-rivâyetü bi’l-mânâ ve er-rivâyetü  doğasını ortaya koyan bu iki kavramda; harfî rivayet, Hz. Muhammed' salla'llâhü aleyhi ve sellemin ağzından çıktığı gibi hadis metninin kusursuz herhangi bir değişikliğe uğratılmaksızın aynen kelimesi kelimesine aktarıldığını ifade ediyorsa, o zaman, bu harfi harfine aktarılanların ne kadarının gerçekte böyle olduğu metnin doğasını ve rivayet modelini belirmeksizin mümkün olamaz. Lafzi rivayette, metnin olduğu gibi aktarılması birçok açıdan imkansızken, bazı muhaddislerin lafzi rivayeti alma çaba­larının değeri ve aldıklarının lafziliği tartışılmalıdır. !kinci metoda gelelim (manevi rivayet), bu aktarma biçimi hadis külliyatı içinde büyük bir yekun oluşturmaktadır. Arapların hafızaları ilgili muazzam bir şekilde abartılan haberler bir kenara bırakılır­sa, insan doğasının gereği olarak, anlatılan bir hikaye, olay, görülen bir hususun bir topluluk içinde herkes tarafından aynı şekilde algılanması, alınması ve aktarılması imkansızdır. Bu halde, çok veciz ve kısa bir söz olsa dahi, bazı değişikler yapılıyorsa, uzun ve girift ve betimlemeye dayalı anlatımların tıpatıp gerçekleşmesi, bu anlamda insan doğasının ve metnin anlamının esnek aktarımına da aykırıdır.

Bizim sözlü rivayet diye ortaya attığımız kavram, kısmen mana ile rivayete teka­bül etse de, bunun tam anlamıyla mana ile rivayet olduğunu söylememiz güçtür. Çünkü biz, mana ile rivayette gerçekleşen metinleşme süreci ile sözlü rivayetten sözele geçerken meydana gelen evrimle arasında fark olduğunu düşünüyoruz. Mana ile rivayet bir başka ifadeyle, anlamı aktarmak, yanında bulunan metnin olduğu gibi aktarımını ifade ederken, sözlü rivayet uzun bir zaman ağızdan ağza yaşayan ve toplumun zihinsel algısına göre şekillenen ve bununla sözel bir form kazanan ri­vayeti ifade eder.

Sözlü kültürün içerisinde teşekkül eden sözlü rivayet sadece iletişim vasıtası­nı üstlenen duyusal yollarla değil, aynı zamanda görsel olarak teşekkül ettirilen semboller ve onlara yüklenen anlamların taşıyıcısıdır. Toplumun konuştuğu dilin gelişmişliği ile değil sadece, ya da yazının az kullanılmasının engel oluştu­rucu tesiriyle de değil, belki doğasının bir zaruri sonucu olarak taşınması prob­lem oluşturmuştur. Tarih boyunca kutsal sıfatı atfedilen her nesne, obje ve an­lam nasıl olduklarından öte bir şey olarak anlaşılmaya zorlanıyorsa, aynı şekilde Hz. Muhammed'e atfedilen sözlere de bu şekilde muamele edilmiştir. Asırlardır koruma altına alınan ve dokunulmazlık getirilen ve dinin özü olarak telakki edilen ve Kur'anı bağlama göre senaryolaştırılan onca rivayetin savunması, sa­vunulanı güç durumda bırakmaktan öteye geçmemiştir. Hadis literatürü, haya­tın kalbinde olan canlı bir organizma iken buna dogmatik bir sıfat verilerek tarihe gömülmesi, ona reva görülecek en acı sondur.

Sözlü kültürler için evren (kozmos) kendi merkezinde insanoğluyla yer aldığı çok boyutlu ve çok duyulu bir vakıadır. Yazılı kültürler için ise, evren, düz bir alan­da kavrayışlarını canlandırmaya çalıştıkları, keşfedilmesi gereken bir yüzeydir.

Yazı, yazmak; korumaya ise kadar yardımcı ise, aynı zamanda korunanların manipülasyonuna o denli müsaade eder. Yazı ile birlikte, maddeleşen sözler sayesinde 'analitik düşünme' ancak bu sözlerin üzerinde sonradan olanaklı hale gelir. Yazı ve okumanın yaygın olduğu kültürde, birey olarak düşünmek normaldir. Bilgi kitap­larda yazıyla korunduğundan, bilgiyi saklamaya zorlayıcı sebepler de ortadan kal­kar. Yazıyla korunanlar, geleneksel materyal haline gelerek kimi zaman yazıyla ka­yıtlı anlatının orijanilliğini taşıma gücünü bulundururken bazen de bulundurumayabilir, bu gücü yitirebilir.

'Hadis've 'sünnet'kelimeleri arasındaki ayırıma çok kısa da olsa değinmek yerin­de olacaktır: Her iki kelimenin farklılığına ve farklılaşmasına geçmişte ve günümüz­de pek çok düşünür dikkatleri çekmiştir. Hatta bu kelimelerin anlamları üzerine müstakil çalışmalar bile yapılmıştır. Söz konusu eserleri detaylı bir şekilde zikretme­nin imkansızlığından, önünüzdeki çalışmada sadece bunlardan önemli gördükleri­mizden birkaçına işaret edilerek, konuyu sözlü rivayet bağlamı ve ilişkisiyle sınır­landırılacaktır. Hadis, 'Kur'a'nın yanında yeni' ve Kur'an'ın bünyesine göre daha esnek şifahi olanı ifade ederken, Sünnet, 'davranış ve davranışa özgü olan, değerler sistemi içinde ethosa özgü olan bir yapıyı kuşatır. Belki tam tabir edilecek olursa yaşanılan hayatın içerisine her yönüye sızan bir ortamın, aşılan, açılan, 'izlenen 've kalan izler üzerinden yeni gelenin de devam ettiği-edeceği bir yolu işaret eder. Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem ve ashabı da, 'Sünneti, dilsel, dinsel, siyasal ve toplumsal bağlamında ruhuna uygun olarak şekillendirmiş gözükmekteler. Ki zaten, rivayetlerde sünnet kelimesinin içinde geçen bağlamları incelendiğinde, bu seyir rahatlıkla takip edilebilir. Sünnetin, 'davranışa özgülük' özelliği "İster fiziki isterse zihni eylemler sözkonusu olsun, davranışla ilgili bir kavramdır; bu bakımdan ilgili kavram, sadece basit bir eyleme değil, aynı zamanda bu eylemin fiilen tekrarlanıp tekrarlanmadığına ya da tekrarlanmasının imkan dahilinde olup olmadığına da delalet eder. Başka bir deyişle bir sünnet, ister bir kere isterse şıklıkla tekrarlanmış olsun, davranışsa! bir kavram/örnek bir davranış" şeklinde tanımlanmaktadır. Çiftçi, Fazlur Rahman'ın sünnet tanımı  ve hadis ayırımına işaretle, sünnetin hali-hazırdaki yapıp-etmeler için ilke/değer teşkil edecek olan geçmiş bir örnek olarak anlaşılması gerekirken üzerine birleşilen uygulama" anlamına kaydırıldığına dikkatleri çeker . Burada, sünnetin tam olarak vazedilmiş bir kurallar manzumesi olmayıp, bir yol gösterici olduğuna vurgu yapılmıştır. Özafşar, hadis kelimesinin hem lügat hem de ıstılahi olarak söz ve yeni anlamlarına geldiğine çalışmasının farklı yerlerinde vurgular ya­parak; bir söz yahut herhangi bir olayın sözlü olarak hikaye veya rivayet edilmesine 'hadis' denilmesi itibariyle 'sünnet' kelimesinden özü itibariyle bir ayırıma sahip ol­duğunu dile getirir kiı4ı9, elinizdeki çalışmanın temel tezi de, bu ayırımı yapabilme­nin ilk şartının hadis ve sünnet diye ifade edilen Peygamber Bilgisi'nin öncelikli olarak bu şifahi karakterini anlamaya yardımcı olacak bir girişi betimlemedir.

Hadis iken '-söz anlamında-' sünnet haline gelen '-eylem anlamında-' hadisler ol­duğu gibi, sünnet iken '-fiil-davranış anlamında-' hadis formuna konulan 'sünnetlerin olması ve bunların mevcut karmaşık halleriyle anlaşılmaya çalışılması, onları yorum­lamada ve tam anlamada büyük güçlüklerin başlıca sebeplerinden biri olsa gerek. Hadislerden sünnet olanlarını, sünnetlerden de hadis olanlarını şifahilik karakterleri temel alınarak, rivayet modellerini yeniden geleneğin rivayetin tahammül yollarınının keyfiyeti ile anlama [=keyfiyetini anlama ile], sened'den metin'e, metin'den sened'e gelişli-gidişli bir sistemle ayırmak mümkün gözükmektedir.

Sözlü karaktere sahip olduğu düşünülen hadisleri, mana ile rivayet edilen sünnet ve hadislerle eş tutmak, yahut lafzen rivayet edilen hadisleri sözlü rivayetin dı­şında bırakmak, tutarlı bir sistematiğin kelimelerin [hadis ve sünnet] kullanımında takip edilmediği sonucuna bizi sevk eder.

Hayata (=yaşanmışlığa), ağızdan ağıza sadece duygulara vasıta olan ama cansız olan kelimelerle canlılık kazandıran ve geçmiş zamanlarındaki özgürlüğünü ve öz­günlüğünü kim iade edebilir? Aynı vurguyla, duygulara, düşüncelere vasıta olan kelimelerin açı/ kılınarak, sıkı sıkıya sayfalara bağlayan yazı-mahkûmiyetine ne ile ve nasıl son verebilir (verilmeli midir)? Peki gerçek hayatin İşleyişi sünnet, 'metinlere dönüşen/metinleşerek-çekilmez hâle gelen söz -hayat-yaşam- ile mukayese edildiğinde, peşi-sıra sayfalardaki harflerin sıkış-tepişliği arasında bütün unsurlarıyla rahatça yer alabildi mi? ‘ Gerçek hayatin ya da ‘ Hayatın gerçekliğimin bütün unsurlarıyla metinde yer aldığını varsayalım, -ki bu imkânsızdır- o geçmişteki-gerçeklik   =geçmişin gerçekliği  'bugünkü gerçeklikte ya da bugünün gerçekliği'he nasıl tekabül edecekti ya da edebilecek miydi veyahut etmeli mi, yoksa zorla ettirildi mi? Yer alamayacağını kabul edersek, o zaman bugün Kur’ân’dan çok yaşamın içinde olan Sünnetle  Yahudi ulusunun tarihinin Yazılı Tora'dan daha ziyade taşıyıcısı Talmudyahut Sözlü Tora, o gerçekliği bugüne nasıl ve ne kadarıyla taşımış yahut taşıyabilmiş mi?. Dahası taşı­nan bu metinler, yoksa tnkalar'ın uzmanları Antropologlara bile gizemli kalan quipu'ları  gibi, şimdi bize de mi bu metinler, örülmüş, sarılmış anlaşılmaz dü­ğümler gibi mi görünecek? Belki de öyle mi? Dilin tuzağına düşerek lafzın verdiği/vereceği anlamı mı? yoksa mecaz diyerek hakikatı mı ıskalayacağız?. Bütün bu ve yüzlerce soru, hem sözlü olma karakteri taşıyan Hadisler'in yazılı metinlerine, hem de Sözlü Tora olan Talmud'un elimizdeki nüshalarına müracaat ettiğimizde sormak­tan kendimizi alamadığımız sorulardır.

Şüphesiz ki, Hadis-Sünnet gibi Talmudda insanlık medeniyetinin oldukça hacim­li yazılı eserleri arasında son derece önemli bir yere sahiptir ve sahip olmaya devam edecektir. Hadis ve Sünnet gibi bir yaşam tarzı ve dünya görüşü inşa eden ve hayatın bütün detaylarını dantel dantel incelikle işleyen tartışmaları Yazılı Torahın üslübu dışında bir tarzda sunduğundan, yaşamın satırlar arasındaki halini alarak, zamanla geliş[tir] miştir. Benzer şekilde, Hadis ve Sünnet de Peygamber'in hayatında ve vefatı sonrasında ortaya çıkan problemlerin Kurandaki katı formuyla değil, hadiselerin ışığında Peygamberin Kur'an'ı anlayışıyla daha insani ve belki de daha çok yaşam nefesini taşıyan ve sonrasında yazı ile kayıd altına alındıktan sonra ilk zamanlarda canlılığını kısmen koruyan bir zahire ve mahzen görevi yapmıştır. Hadis-sünnet birlikteliği, 'Kelamullah'olan 'Kuran Kitabının sayfalarının hayata   müdahil olmasını sağlamıştır.

Bütün bu soruların sorulduğu ve kendisinin emeklemeye başladığı ilk adımı, belki de attığı eksik-yetersiz adımı mahiyetinde olan yazarın bu çalışması ve el an onun tarafından çalışılmaya devam edilen, ama henüz ham bir halde pişiremediğine kanaat getirdiğinden buraya alamadığı Hadis-Sünnet ve Talmud mukayesesine dair  bir takım yargı-vargı ve kanaatleri uzakta(n) görülen karanlıktaki bir ışığa işaret ediyor. Ümitle, yazar, o ışığa koşmaktadır. Zaman zaman rıh-ı mürsele  rüzgarlar (rıyah) ışığını titretse de, o varacakmışçasına koşmaya devam etmektedir.

Yahudi geleneğinde Yazılı Tora'nın yanında onun açıklayıcısı ve bağlayıcısı, hatta onun üstünde hüküm verici Sözlü Tora ile Sünnetin Müslüman anlayışta Kur'an'ın yanında bir misli ve benzeri olarak verildiği, ve hatta tilavet edilmeyen vahiy ( vahy-i gayr-t metltiv) olduğu fikri ve Yahya b. Ebi Kesir (ö. 129/746)'in "Sünnet, Kitab üzeri­ne hüküm vericidir (kadi), Kitap ise sünnet üzerine hüküm verici değildir" [es-sünnetti kadiyetün cale1-kitab... ) ım argümanı nasıl açıklanabilirdi?  Hadislerin yazıyla kaydının, Kur'an'ın nüzul zamanı göz önüne alınarak, Metn'e karış[tırıl)ma korku­suyla yazıya geçirilmesinin hoş karşılanmaması ya da yasaklanması ve Peygamberin "Benden Kur'da'dan başka bir şey yazan imha etsini'  hadisi ile Yahudilerin Babil Talmudu'nda: "Sen yazılı kelimeleri şifahi olarak (alpeh) rivayet edemezsin, sözlü olanlarıda yazılı olarak aktaramazsm' ifadesinin arkaplanındaki sosyal ve psikolojik  ile ilahi kaynaklı olduğu varsayılan bu uygulamanın teorik ve pratik gerçekliği nedir ve nasıl anlaşılmalıdır?.

R. Yahuda b. Nahmani ve R. Şimon b. Laqiş'in: 'Yazılı olan kelimeleri/sözleri sen ezbere aktarmakta özgür değilsin ve sözlü olarak aktarılan/rivayet edilen kelimeleri de sen yazıyla aktarmada özgür değilsin!'  şeklindeki açıklamalarım ve mütalaala­rını Abdullah b. Ömer'in rını Abdullah b. Ömer’in ‘Meselül-münâfikı ke-meseli şâti’l-â’ireti...   hadisini mânâ olarak “şâtil-â’ireti” yerine yakın anlamlı “şâti’r-râbitati kullanımını tercih kullanımını tercih eden raviyi çok ağır bir dille "Eyvahlar olsun sana, Peygambere yalan isnad etme" eleştirisini nasıl anlamalıyız yahut anlayabiliriz? Yahudi Rabbani gelenekte R. Yişmael'in okulunun yasa öğretici ravisinin: "Bunlar [yazılıydı]: Yazılı halde olanları ancak sen yazabilirsin, fakat sen halahaları yazamazsın" hukuki içerikli metinlerin (halaha) yazımıyla fezail nevinden (agada)  rivayetlerinin yazılıp yazılmaması hususu ile Müslüman gelenekte ahkam hadisleri ve fezail hadislerinin -,zayıfta olsalar- rivayeti konusunda gösterilen farklı tutum neyi ifade eder ve nasıl izah edilebilir? Burada bir benzerlik mi var, yoksa benzerliğin ötesinde bağlayıcı olacak nasların yazımı ile fezail ve menakıb yahut iyiliği teşvik edici (terğib) ve kötülükten menedici, korkutucu (terhib) türünden kimi haberlerin, rivayet serbestisinin halkı rehabilite edici özelliğine mi bağlanmalı?

Yahudi ve İslami gelenekler arasında bu tutumlarında benzerlik hatta aynilik ol­ması; bizi bu kültürlerin biribirini takip mi ve taklit mi ettiği sonucuna mı acilen götürmeli? yoksa ilahi kaynaklı olmaları ve 'lnsan' olma olgusunun tecellisi görüle­rek teenni ile mi izah edilmeli?.

Kısaca, hadis rivayetinde mana ve lafızla rivayetin yanında her ikisinden bağım­sız olmayan bir üçüncü tasnifle anlam'ı /anlama'yı esas meselesi kılacak bir ayırımı ve detaylı bir açıklamayı üstlenecek içi-boş olmayacak işlevsel bir tasnife ihtiyaç duyulmaktadır. Hatta bu tasnifin alt sınıflandırmalarla daha kapsamlı tarifleriyle rivayet figür ve formlarının hadislerin iç ve dış bünyesinden hareketle ortaya ko­nulmasının, mevcut yazılı rivayetlerin tabiatını tesbitte bize yardımcı olması bir yana, bütün Müslüman hayatına şekil veren Sünnet'in anlamı'nı ve onu anlama'yı kolay kılacağını düşünmekteyiz.

Yahudi geleneğinde Yazılı Tora'nın geniş bir açıklaması olan Sözlü Tora'nın, Rabbani Yahudilerce Tanrı'nın Sina'da Hz. Musa'ya kendi eliyle yazdığı levhaların yanında açıklaması olarak verildiği şeklinde kabul görmesi, devam eden Yahudi Ulusu'nun bitmeyen hayat karşısında sürecek yorum çabalarının olacağına, ve bu çabayı da kitapta yerini bulma psikolojisine yormak şeklinde anlamak güç olmasa gerekir

Sözlü Tora rivayetinin uzun bir zaman içerisinde kural olarak sözlü olması; or­tamıyla olduğu kadar ne ile nasıl ve hangi şartlar altında geldiğiyle de yakından ilgili olduğu hissedilmektedir. Hem Müslüman Hadis'i hem de Yahudi Sözlü Tora'sı açı­sından düşünüldüğünde, bütün detaylarıyla her ikisinin yazıya geçirildiğini söyle­mek tarihsel ve elde mevcut bilgiler ışığında güç gözükmektedir. Hadis ve Sözlü Tora'nın yazılı olmamaları ya da yazıyla aktarılmalarında gösterilen ihtiraz kaydı, her iki geleneğin şifahi bir kültürün ve toplumun ürünü olmalarına bağlanabileceği gibi, hayatın dinamizmine sağlanabilecek esnek malzemeler oluşlarına yahut malze­meleri oluşturmalarına da bağlanabilir. Zira Kur'an'da metni sarih olan bir ayetin hukuktaki uygulamasını takyid ve ta'mim eden, açıklayan hatta nesh eden sünnetten söz edilebiliyorsa ve benzer şekilde Yahudi geleneğinde lafzi olarak "dişe-diş, göze- göz" kuralı olmasına rağmen Sözlü Tora'ya uygun olarak bunun anlaşılmasının farklı olması gerektiği sonucuna varılıyorsa ve bu kuralın uygulanıp uygulanmaması Sözlü olana göre teşekkül ediyorsa, o zaman bu durum vakıayı izahta kafi gözükmektedir.

Bu açıdan bakıldığında; Sözlü Rivayet gibi Mana ile Rivayeti aşan bir tasnif, Hadis­lerin anlamı ve anlaşılmasını zenginleştirmede bir adım olacağı ümidi ve umudunu taşıyoruz. Bu teşebbüs, benzer bir sistemle karşılaştırma yapılarak daha çabuk yol almayı hedeflediğinden, Yahudi Sözlü Tora'sını yani Talmudu bunda kıyas-ı kabil olarak seçmiştir. Bu sayede, yapılacak değerlendirme ve yorumlama çabaları da, karşılaştırmaya imkan vereceği ve asılda anlama'nın önünde duran engelleri aşmayı kolaylaştıracağı düşüncesindeyiz.

Nitekim mana ile rivayet ve lafızla rivayet şeklindeki klasik tasnif, tam anlamıyla hadislerin geçirdiği sö.zlıllük ve ya.zılilık süreçlerinin gerçek doğasını vermediği ve klasik kitaplarda bu ayırımın yeterince yapılmadığı gözlenebilir. Mana ile/anlamıyla geldiği kabul edilen rivayetlerle, lafzen/harfi harfine geldiği bilinen rivayetlerin, aslında bu ikisi dışında bfr bir isimlendirmenin yapılmamasından ötürü, bu duru­mun bir takım anlamlandırma ve değerlendirilme güçlükleriyle ilim adamlarını karşı karşıya bıraktığı bilinen hakikattır. Dahası muhaddislerin karşılaşılan bu müşkilleri tevil çabasına giriştiklerinin en bariz delili; "Tevilü muhteleful-hadis", "Şerhu müşkili Hadis'türünden eserleri kaleme almaları gösterilebilir. Hatta sahih kitaplar içerisinde zayıf rivayetleri ve mevzuatı ayıklama ve onları açıklama çabaları, ilkin isnada yönelik çabalarla gelişiyor iken, sonraları rivayeti sıhhatli kılan isnadın ya­nında onun kadar belki ondan daha fazla önemi haiz olan Metne yönelmekle, yani 'metni sıhhate ölçü kılma çabalarıyla belki de rivayetin karakterini daha iyi anlamaya başlama sürecine girmiş kabul edilebilir..

Ne anlam ile ne de lafızla gelen rivayetler tam da klasik anlayışla ele alınmalıdır. Hz. Muhammed'in her durum ve şey . hakkındaki bütün söz, fiil ve tutumunu   heva ve hevesinden konuşmaz  ayeti delil gösterilerek, Rivayet Bilimi 'Hadisin veri­lerinin tamamının vahy-i gayri metluv gibi algılanması eğiliminin gölgesinde; ille de anlaşılmalı, anlamıyorsak vardır bir hikmeti, o Allah'ın elçisidir sen ondan daha iyi mi bileceksin, o söylüyorsa doğrudur (...) türünden yüzlerce ifadeyle zor duruma sokulması gayret[keşliğ] i, şayet Hz. Muhammed'e ait söz-fiil-takrirler 'bütün unsurlarıyla bize ulaştığı kesin olsaydı ve isbatlansaydı, bu haklı bir gayret olacaktı. Ancak, hadislerin 'bütün unsurlarıyla 'aynıyla' bize gelmediği açıktır1437. Şayet bütün bu unsurların günümüze kadar gelmedigi ya 'da en azından tam olarak gelemedigi ka­bul edilirse, o zaman, Hadisi bir Rivayet Bilimi olarak kabul ederek, bunları uygun metodoloji ile ele almak, dahası anlamaya çalışmak daha tutarlı ve yerinde olacaktır. Yoksa Müslim'in Sahih'inde yer alan Cessase-  kıssasının mitolojik-apokaliptik ögeleri bir yana bırakılacak olursa, Peygamber'in Temim ed-Dari'den ' duyarak anlattığı söylenen bir esatirin sözde Peygamber'in zihnindekine uygun düşmesi- benzemesi ve yine Fatıma binti Kays'ın ağzından anlat[tırı] ılan bir sürü uygunsuz kısmını Peygamber'e dogrulatılması, rivayetin senedinin sıhhatiyle izahı yapıla[bile)cek bir şey degildir. Dahası bu rivayet, selim aklın asla kabul etmeyeceği bir kurgu olup, sadece Peygamber otoritesine başvurularak bazı şeylerin kendi vasıta­sıyla söyletildiği gerçekdışı bir anlatıdır.

Mesela Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin bir kadına: …. [Muhakkak ki, ben başındaki örtünün düşmesinden, baldır-bacaklarından elbisenin kayıp açılmasıyla topluluğun senin hoşuna gitmeyecek şekilde bazı yerlerini görmelerinden hoşlanmıyorum) demesi senedinin sıhhati ne olursa olsun erdemli olduğu söylenen bir Peygamber'e yakışmayan sözlerdir. Rivayet ilk harfinden son harfine kadar tenkid edilecek cümlelerle doludur. Bu anlamda rivayeti okumak isteyen ilgili kayııağın tercümesine de başvurabilir. Bkz. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Müslim ve Tercemesi, lrfan Yayınları, lstanbul 1970, VIII, s. 491-496.

Bir an için yazılı hadis metinlerinin tamamının Hz. Muhammed'e aidiyeti sabit­lense bile -en azından sened olarak sahih olsa da metni problemli hadisler açısın­dan- yazılı metinlerin içerisine yazının gerçegi ıskalayan tabiatından ötürü, hayatın bütün detaylarını sıgdırmanın mümkün olamayacağı ortadadır. Bu imkansızlık, o dönem için hadislerin yazılması yasağıyla,Kur'an'ın nüzülu ve toplumsal teşek­külle, Arapları şifahi, ümmi ve yazısız bir toplum addetmekle vb. sebeplere indirge­nerek izah edilmeye çalışılsa da, buaçıklamalar tek tek yahut parça parça dogru gibi gözükseler de, bir bütün olarak düşünüldügünde dogrulukları tartışmaya açıktır.

Bütün kayıt imkan ve araçları olan günümüzde, yakın zamanda bizim atmosfe­rimizde gerçekleşen bir olayı, yazı, söz, görüntü ve ortamıyla birlikte (kontekst- pretekst-uritekst-ethos-pathos) sabitleyebilsek de, dahası bütün zahiri durumları ortada olsa da, bazen bu olayı anlamada güçlük çektigimizi, her birimizin sözkonusu olayı farklı anlayıp algıladığını yahut birimizin yakaladığını digerinin ıskaladığını söylememiz fazla iddialı bir sav olarak görmemek gerek, kanaatimce. Burada Hadis-Sünnetin yazıyla 'takyidi ile Yazılı Tora yanında Sözlü Tora'nın varlığı söz konusu edildiğinde, izah etmek durumunda olduğumuz husus daha bariz duruma gelecek­tir. Hz.Musa'nın Sözlü Tora'yı Sina'da Yazılı Torayla aldığı   şeklin­deki Yahudi Rabbani söylem ile, Hz. Muhammed'e Kelamullah Kur'an'ın yanında onu tebytn eden Hadisin verildiği anlayışının realite içerisinde kabul görerek, bu iki geleneğin ilgili tutumlarına yön verdiği varsayılırsa, Yazılı Tora ve Kuran Kitabından ziyade Yaşayan Sünnet ve Sözlü Toranın Yahudive lslam akidelerini ve yaşam tarzla­rını belirlediğini söylememiz yanlış olmasa gerek.

Şimdi hadisler özelinde bir değerlendirme yapacak olursak: Hadis llimleri, hicri iV. asra gelinceye kadar, hadis'in asıl ayrılmaz unsuru olan metninin değerinden ziyade, o metni aktaranın hal, tavır ve şahsi özellikleri üzerinde daha ağırlıklı bir şekilde durmuştur. Haklı bir şekilde, bahis konusu metin, artık, zaman ve şartından bağımsız bir şekilde ele alındığından, sıhhatini yerinde tesbit imkansızlaşmıştır. Böyle bir durumda, metni aktaran anin, -en azından bir döneme kadar- görünüş­te metinden daha ehemmiyetli bir yer ihraz etmesi doğaldır.

Hadis, hicri il. asırda sened ve metinle birlikte 'bütün-lak' içinde metinleşirken, kavli (sözlü) özelliğinde taşıdığı zenginliğini, büyük ölçüde yazıya geçirildiğinde (kitabi özelliğinde) muhafaza ed(e)memiştir. Çünkü hadisin Peygamber'e ait olan kısmı (metin), aktarılma esnasında, ravinin iç ve dış dünyasıyla her zaman temas halinde olmuş­tur. Bilgi'yi taşıyan kişi, ilk kaynağa varıncaya dek, yazılı dahi olsa, bunu şahıştan şahısa almak suretiyle, metn'e sığdırılamayan anlam(as)ı, ya eda sigaları sayesinde ya da kendi şartları içerisinde onu canlandırma cihetine gitmiştir. Bu durum, metnin yorumunu da taşıdığından, hem metni zenginleştirmiş, hem de onu, 'ilk ezberleyenlerin zihnindeki manaya yak(m)laş(tır)mıştır.

Hadisin iki kanadını oluşturan sened ve metin, zaman içerisinde biribirine değer açısından takdim ve tehir edilseler de, hiç bir zaman, onların Hadis llimleri içerisin­deki yerleri sarsılmamıştırı44ı. Ne var ki, yine şartların tesiriyle, Hadis'in bilgi naza- riyesinde cereyan eden değişim ve dönüşüm, usül içerisinde mevcüd bazı kuralların terkini ve onlara yenilerinin eklenmesini zaruri kılmıştır.

Hicri IV. asırda, 'metin; artık, 'senedle eşdeğer bir konuma kavuşmuştur. Böyle bir dönemde 'metne değil, 'senede sahihlik ya da zayıflık sıfatları verilmiştir. Halbuki metn'i; sahih ve zayıf diye değer kategorisine dahil etmek yerine, bu değerin 'senede aid olduğuna dair sık vurgu yapılsa idi, asıl bilgi kaynağı olan 'metin; gerçek değeri­ne daha erken bir zamanda kavuşabilirdi  

Hasılı, hadis metodolojisi, tarihi seyre uyarak, kendi içerisinde, ilerideki hadis faaliyetlerine yön verecek değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir. Bize göre, Hadis'in bilgi nazariyesindeki bu gelişmeler, hicri IV. asrın ortalarından sonra başlayan şerh geleneğiyle yaşama geçirilmiş, derlemecilik devriyle de iyice içselleştirilmiştir.

Nihayetinde, hadisin metni ve senediyle ilgili, Hadis llmi'ne bağlı pek çok "ilim" oluşmuştur. Bu ilimlerin her biri, kimi metni, kimi senedi, kimi her ikisini birden inceleme konusu yapmıştır. Hatta, zamanla bu "ilimler " de, alt dallara ayrılmışlar- dır . Bunun sebebi, tek kelimeyle: 'ihtiyaçlar’tır. İhtiyaçların, Hadis ilmini, tabii bir şekilde gelişen yeni bir bilgi kuramıyla karşı karşıya getirdiğini söyleyebiliriz.

Öncelikle, hadisin ''isnad merkezli sübut" safhası, bütün bir döneme teşmil edil­mese, Hadis tarihi adına daha isabetli bir anlayış geliştirilebilir. Zira, rivayetin ilk zamanlarında, isnadın kimi ravi sahabi ve tabiün tarafından tarihte anlatıldığı kada­rıyla sıkı bir ilkeyle korunmadığı eldeki hadislerle isbata müheyyadır. lsnad sistemi, ancak fitnenin zuhüruylaı444 birlikte kendine kurallar ihdas etme yoluna girmiştir. Bilindiği üzere, kimi sahabiler, hadisleri, sadece aldığı kısa hatırlatıcı notlar halinde (taref'el-hadis) kaydetmişlerdir. Hatta, hicri ilk asırda, senedsiz bir şekilde doğrudan metin'le karşı karşıya kalınan bir durum söz konusudur. Bir dönem sonra hadis rivayetinde isnadın sorgulanması, zaten onun, bir olaydan sonra teşekkül ettiğine delalet eder.        .

İsnadın ilk defa ne zaman kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Hz. Muhammed'e isnad edilen "hadisi yazarken isnad ile birlikte yazımın" uydurması bir yana, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi önde gelen sahabilerin ravilerden şahid getirmeleri veya yemin etmelerini istemeleri, hadislerin nisbetini garanti altına alma bakımından ilk isnad uygulamasının örnekleri olarak kabul edilebilir. Ancak, hadislerin, genel olarak şifahi yolla rivayet edildiği İslamın ilk devrinde, iman ve ihlasın zirvesinde bulunan sahabe, birbirlerine olan sonsuz güven ve sadakat nede­niyle, isnad sorma gereği duymamışlar, aksine isnad sorulmasını, Enes b. Malik'in yaptığı gibi, hazan tepki ile karşılamışlardır. Bununla birlikte, hadislerin garanti belgesi olarak ,zorunlu anlamda isnad tatbiki, yine de erken bir devirde -sahabenin son, tabiünun ilk_ devrinde- başlamıştır. Özellikle Hz. Ömer'in hilafetinde genişleyen İslam coğrafyasında yaşayan farklı etnik, din ve kültür yapışına sahip insanların, hizmet ettiği amaçlar doğrultusunda kasıdlı veya kasıdsız hadis uydurmaya başlama­ları, hadis rivayetinde kimden aldın.? sorusuna cevap verme zorunluluğunu getir- miştir1445.

Hadisi ilk ağızdan duyanlar, ya hadisin tamamını ya da başından, sonundan veya ortasından bir bölümünü hatırlatma maksadıyla not ediyor, veyahut onu (kelimesi kelimesine veyd anlamıyla iyice ezberliyorlardı . Bu uygulama, aynı zaman dili­minde yaşayan kişiler açısından zaruri bir isnad sorgusunu gerektirmezken, ikinci, üçüncü tabakadan sonra bir ihtiyaç haline dönüşmeye başlamıştır. Hele hele, baş gösteren fitne olayları, bilginin kaynağı meselesi  daha da önem kazanmış ve neticede rivayet sistemi son derece sıkı kurallar vaz etmek durumunda kalmıştır

HadiSte 'isndd; her zaman önemini korumakla birlikte, izah ettiğimiz gibi, deği­şen bilgi nazariyesiyle birlikte hakkındaki uygulamalar önem kaybetmek bir yana, 'metin' isnadını tavassutu ve tevessülü ile güvenli kabul edilerek otorite kitaplarda yerini aldığından, yeniden onların her kesim tarafından zikredilmesine gerek duyulmamıştır Bu eğilimin derlemecilik devri eserlerine yayarız  bir şekilde cereyan etmiş olması kabul edilebilir bir olgudur. Ne var ki, günümüzde isnad, eskisiyle yarışır bir şekilde bazı kesiflerin zırhı altında sırf kendi yararlarına korunmakta ve dokundurulmamaktadır. Kabul edilmelidir ki, bir hadisin senedinin sıhhatinin ilk şartı, isnadını tedkikle başlar. Ancak hadisin metninin sıhhatinin tek şartı sened tedkiki değildir, olmamalıdır da. "Dirdyetü'l-hadis çalışma/ar, Arap dili ve edebiyatı, fikıh usulü, kelam ve mantık gibi birçok disiplinden yararlanan bir etkinlik olduğundan, bağımsız bir terminoloji ve metodoloji geliştirememiştir " şeklindeki kanaatin aksine, Hadisin, kendine has bir usul ve dil [metodoloji ve terminolojı] meydana getirdiğini düşünüyoruz. - ,٠

Şu da var ki; Hadis Bilimleri'nde bir dönemde geliştirilen usül ve metodolojinin geçmişe sözde 'sadık' kalmak adına geleceğe, 'ihanet' edilerek 'adına yakışmaz tarzda yenilikler(٠(n) kapalı tutulması ve insan ve sosyal bilimlerinin verileriyle birlikte yeni değerlendirmelere kapı açacak inter-multidisiplinli çalışma metodların hadisle­re atfedilen kudsiyet zırhından dolayı uygulan(a)maması gerçeği, gözümüzü yeniden durduğumuz 'şu an' dan gende kalan 'geçmişe çevirip oradan tekrar ilerideki 'gelecek e neyi nasıl taşıyacağımızın muhasebesini yapmamızı zaruri kılmıştır. Bu şekilde atıla­cak her adım, hem geçmişe dikiz aynasından bakmayı hem de geleceğin ufkunu kes­kin ve sağlam izlemeyi kolay kılacaktır.

Kanaatimiz, Hadis ve Hadis limlerinin mukayeseli çalışmalar yardımıyla yeni bir takım yöntemlerin geliştirilebileceği yönündedir. Bu karşılaştırmalı çalışmaların yapılabileceği en uygun-yakın din Yahudilik ve özellikle Hadis-Sünnete benzerliğin­den ötürü Yahudilteki Talmud üzerine çalışmalar gözükmektedir.

Ümidim ve umudum, bu çalışmaların, burada henüz yaz(a)madığım ama hayalini sadece zihnimde canlandırdığımı  nice kapılara anahtar olacağıdır

Zaten her 'şey; kelamda ta'akkul ile kelimeler giysilerde beden bulan hayat ve muhayyilede tahayyülle tezahür etmez mi!?

 

DEVAMINA BAKIN

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to