Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

Şeyh Bedreddin II

 

 Çözümlenememiş Bir Tarih Sorunu: 

Hazırlayan: Tayfun Atay-

 hınzır bi kaleidoskop

-garip ama gariban değil 

hangi renkler benim hangi renkler ben'im

hangi şekiller hangi hızlar hangi dönüşümler 

hangi zıplamalar hangi düşüşler 

kendisiyle oynamayı seven

bi şey be tarih

biraz keyif biraz kan

e biraz üşütük filan(1)

Tarihin bize "geçmişin bilgisi"ni veya geçmiş olayların “hakikat”ini sunduğunu, bugünü anlamak için bir "hazine" olan geçmişin kapısını açtığını ve bu geçmişten gelecek için dersler çıkarmamızı sağladığını "iç huzuru" ile söyleyebileceğimiz güvenli günlerin çok uzağında olduğumuz kesin.(2) Her yeni kuşakta tarihin yeniden yazıldığı sıklıkla tekrar edilen bir ifadedir.(3) Bu kadar sıklıkla vurgulanmayan bir diğer önemli nokta ise, yine her yeni kuşakta tarihin "ne" olduğu üzerine soruların da yeniden ele alınıyor olmasıdır. Tarih geçmişi bugüne mi taşır, yoksa bugünden hareketle bir geçmiş mi kurar (yahut "kurgular")? Geçmişte ne olduğunu "doğru" olarak söyleme imkânımız ne ölçüde veya ne kadar vardır? Bununla bağlantılı olarak, tarih olgusal mı, yorumsal mıdır, bilim mi yoksa meslek ya da "zanaat" mıdır?.. Bu sorular şimdiye değin belki defalarca ele alınmış, farklı dönemler içerisinde bunlara tatminkâr sayılabilecek yanıtlar üretilmiştir; ancak söz konusu sorular yine de tamamıyla tüketilip aşılamamış olup bugün de geçerliliklerini sürdürmektedirler.(4)

Yapılabilecek bir başka tespit bu tartışmalara Türkiye tarihçiliğinden katkıların şimdiye değin hayli güdük ve yetersiz kaldığıdır.(5) Özellikle akademik tarihçiliğimizin "tarihin ne olduğu"nu tartışmak, tarihi ve tarihçiliği sorgulamak gibi bir eğilim ya da yönelime hâlâ sahip olmadığı, böylesi bir "sorunsal" üzerinde odaklanarak tarihi ele alan, "mektepli" olmayan tarih araştırıcısı-sosyal bilimcilere karşı da geleneksel kapalılığını sürdürdüğü ifade edilmektedir.(6) Oysaki bu tarihçilik ya da tarih yazımına yalnızca üstünkörü bir bakış bile Türkiye’de tarih çalışmalarının geçmişi aydınlatıp bugüne ışık tutmak ve yarını düzenlemek ("kurtarmak") gibi "hayırlı" amaçların çok uzağında, "bugün"ün kutuplaşmalarını, çatışmalarını ve kavgalarını adeta geçmişe teyellemeye yönelik olarak gerçekleştirildiğini düşündürebilecek ipuçlarını gözler önüne sermeye yetmektedir.

Bu çalışmada Türkiye tarihine ilişkin bu nitelikte bir örnek olaydan yola çıkarak tarihin "ne"liği, "ne" ya da "kimin için"liği, "hangi" zaman dilimine (geçmişe / bugüne / geleceğe) "ne kadar" ilişikliği üzerine bazı hatırlatmalarda bulunmak, buna, yine bu tarihsel olay ve bu olaya adını veren tarihsel şahsiyetin ele alınış biçimleri temelinde ve bununla sınırlı çerçevede bazı yeni argümanlar eklemek, böylece daha genel bir tartışmaya kapı aralamak hedeflenmektedir. Söz konusu tarihsel şahsiyet: Şeyh Bedreddin'dir. Burada onun adı ile anılan isyan hareketi üzerine yazılanları, ortaya atılan görüş ve savları karşılaştırmalı biçimde irdelemeye çalışacağım. Tarihçi olmadığım için tabii ki burada tarih üzerine söyleyeceklerimin, özellikle bu disiplinin erbabı ve emekçileri açısından, çok orijinal ya da "sofistike" olmayabileceği kaygısını taşıdığımı geçerken belirtmek durumundayım. Yapacağım yalnızca kendi antropolojik ilgi alanıma girdiği kadarıyla ve bunun gerektirdiği ölçüde İslam-Tasavvuf-Tarikat tarihi üzerine okumalar yaparken karşılaştığım Şeyh Bedreddin Olayı'nı yukarıda belirtilen sorular setiyle ilişkilendirmek ve bu işlemin sonucunda beliren çağrışımları paylaşmaktan ibaret olacaktır. Böylesi bir girişime beni sevk eden neden, bu konuya ilişkin yazılanların, yapılan yorum ve değerlendirmelerin söz konusu tarihsel şahsiyet ve olayı anlaşılır kılmak yerine daha bilinemez hale getiriyor gibi görünmeleridir.

"Asi" ve İsyan

Şeyh Bedreddin, bilindiği gibi, Türkiye tarihi içerisinde popüler ilgiye de en fazla mazhar olmuş ender şahsiyetlerden biridir. Özellikle sanat ve edebiyat alanında Şeyh Bedreddin ve onun öncülük ettiği söylenen isyan olayının hatırı sayılır ürüne tema teşkil ettiğini görüyoruz. Erol Toy'un Azap Ortakları adlı iki ciltlik küllî romanı, Nazım'ın meşhur Şeyh Bedreddin Destanı, onu takiben Hilmi Yavuz'un Bedreddin Üzerine Şiirler'i ve iki tiyatro eseri; Orhan Asena’nın Simavnalı Şeyh Bedreddin’i ve Mehmet Akan'ın Hikâye-i Mahmud Bedreddin'i, daha yakınlarda da Radi Fiş'in Ben de Halimce Bedreddinem adlı biyografik romanı, bu tarihsel şahsiyeti günümüze taşıyan ve onu kamuoyuna tanıtmakta çok büyük katkı sahibi olmuş çalışmalardır. Hâlâ bunlardan haberdar olmayanların da en azından Zülfü Livaneli'nin özellikle 1980 öncesinde çok popüler olan ve kulaklarımızda iz bırakan, Nazım'ın Destan şiirinin uyarlamasını anımsamamaları olanaksızdır.

Şeyh Bedreddin’i bu kadar popüler yapan, hiç kuşkusuz, onun adı ile anılan isyan hareketidir. Bu isyanın taşıdığı iddia edilen motifler ve unsurlar yakın dönem Türkiye’sinde özellikle siyasal-ideolojik konumları itibariyle "sol"da yer alan çevrelerin ilgisini çekmiştir. Çünkü "sol" başlığı altında savunulan görüş ve düşüncelerin bu topraklarda derinlere giden kökleri bulunduğu gibi heyecan verici bir sava haklılık kazandırma yolunda bulunmuş bir membadır adeta Şeyh Bedreddin.(7) Buna bağlı olarak, özellikle milliyetçi ve İslamcı versiyonlarıyla Türk sağı da, adeta "insiyaki" biçimde, uzunca bir süre karşıt kutupta Bedreddin'i lanetli bir "devlet-i-ebed-müddet" düşmanı olarak resmetmekten kendisini alamamıştır.

Olup bitenleri kısaca hatırlatalım.(8) Bedreddin 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış bir şahsiyettir (1359/60 - 1417/20). Doğum yeri Edirne'nin Simavna kasabasıdır. Bir Selçuklu soylusu olan babası Simavna kalesinin Bizanslılardan alan birliğin komutanı olup bu nedenle de Simavna gazisi olarak nitelenen İsrail'dir. İsrail, kalesini fethettiği Bizans tekfurunun kızını önce ganimet olarak alır, sonra evlenir; Rum kızı Müslüman olur ve Melek adını alır. Melek, Bedreddin'in annesidir. Kitaplar İsrail'in aynı zamanda Simavna kadısı olduğunu bildiriyorsa da Simavna'nın o dönemde bir kadı atanmasını gerektirecek kadar büyük olmadığına işaret eden bazı araştırmalar buna kuşku ile yaklaşmaktadırlar.(9)

Bedreddin esas olarak bir din adamı (âlim), bir parça mutasavvıf ve sonra da devlet adamıdır (kadıasker). Ama bunların hepsinden öte tarihe bir asi, siyasal iktidara karşı halk kitlelerinin tepkilerine tercüman olmuş bir isyancı olarak geçmiş biridir. Osmanlı devletinin kuruluş sancılarının tamamıyla son bulmadığı, hayli kritik bir dönemde etkinlik gösterir. Dönem Yıldırım Bayezid'in Timur karşısında 1402'deki Ankara Savaşı'nda bozguna uğramasından sonra Bayezid'in dört oğlu arasında zuhur eden kardeş kavgasının görüldüğü Fetret Devri'dir (1402-1413). Dolayısıyla büyük bir siyasal bunalım ve buna bağlı toplumsal çalkantı ve kargaşa havaya hâkimdir. 

20’li yaşlarının başından itibaren Bedreddin, Edirne'de başlamış olduğu İslami ilimler tahsilini sürdürmek üzere o zamanki İslam coğrafyasını karış karış dolaşmaya başlar. Önce Bursa ve Konya’da, daha sonra da Kahire'de eğitimini sürdürür. Bu arada Şam ve Kudüs'e, oradan da Mekke'ye hacca gider. Mısır'a dönüşünden sonra Sultan Berkuk oğlunun eğitimini Bedreddin'e verir. Ardından Mısır’da bir sufî şeyhinin etkisinde tasavvufa yönelir. Sultan tarafından kendisine verilen Habeş cariye ile evlenir ve ondan oğlu İsmail doğar. Sonra Doğu Anadolu'ya ve Tebriz'e geçer, burada Timur'la tanışır. Memleketine dönmeye karar verir; Şam ve Halep yoluyla Anadolu'ya geçer, önce Konya’da, sonra Alevî Türkmenlerle tanıştığı Tire, Aydın, Kütahya gibi yerlerde bulunur. İzmir'den Sakız adasına geçer, Rum Tekfuru tarafından kabul görür, adadaki rahiplerle dostluk geliştirir. Tekrar Türkmenlerle meskûn Kütahya'ya ve Bursa üzerinden de Edirne'ye döner. 1380 başlarından 1406'ya kadar yaklaşık 25 yıllık bir dönemdir bu.

Dönüşünden bir süre sonra Fetret Devri'nin sonlarına doğru Rumeli'nde hüküm süren (1411-1413) Musa Çelebi'nin kazaskeri olur. Düşüncelerinin Musa Çelebi üzerinde etkili olduğu ve onun siyasal tutum alışlarına yön verdiği söylenir. Kaynaklarda belirtildiği kadarıyla bu düşünceler siyasal-ekonomik anlamda eşitlikçi, dinsel anlamda panteist (İbn-i Arabî etkisinde bir "vahdet-i vücut"çuluk) ve toplumsal-kültürel anlamda da bağdaştırmacı yani senkretiktir. Bu senkretizm Osmanlı fütuhatının halka halka genişlediği bir dönemde farklı dinsel kimliklerin, özellikle Müslüman Türkmen ve Hristiyan Rum unsurların kâh yan yana kâh karşı karşıya kâh iç içe bir görüntü sergiledikleri son derece dinamik bir etkileşim ortamının söz konusu olduğu hatırlandığında anlam kazanacak bir stratejidir.(10)

Musa Çelebi’nin kardeşi Mehmet karşısında yenik düşüp iktidarı yitirmesinden sonra Bedreddin İznik'e sürgün edilir. Ama düşüncelerini benimseyip kendisine gönül verenler üzerindeki etkisi de devam eder. Bir süre sonra da kendisi ile bağlantılı hareket ettikleri söylenen iki şahsiyet, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal tarafından Aydın ve Manisa'da yürütülen isyanlar Osmanlı resmiyetine karşı patlar. İsyanlar bastırılır, Börklüce ile Torlak ve nihayetinde de onların isyanından mesul tutulacağını bilerek İznik'ten kaçıp Rumeli'nde Deliorman'a giden ve orada kendi çevresine toplananlarla bir hareketlilik içine giren Bedreddin yakalanarak "siyaseten katl"e uğrarlar. Ancak bugüne de "Osmanlı egemenlerine karşı halk kitlelerinin tepkisini isyana yönelten şahsiyetler" olarak kalırlar. Dönemin kroniklerinde (özellikle Dukas Tarihi’nde) Börklüce'nin isyanına ilişkin olarak belirtilen, "kadınlar hariç mal-mülk her şeyde ortaklığın" isyanın şiarı olduğu bilgisinin bugüne değin olarak yorumlanmasının sonucunda durum, "değersel" bir boyut da kazanır. Bu değersellik iki yönlüdür. Bir yandan "olumlu/yüceltici" bir vurguyla, mülkiyetin kaldırıldığı "ortaklaşmacı" bir düzen isteğinin ve savunuculuğunun bu topraklarda ta 15. yüzyıla kadar geriye götürülebileceği görüşlerine temel oluşturur. Nazım’ın destan şiirinin ağızlarda nakarat olan "Yârin yanağından gayrı / her şeyde her yerde / hep beraber diyebilmek için..." dizeleri bu heyecana tercüman olur.(11) Hangi çevrelerden gelebileceğini tahmin etmenin zor olmayacağı karşıt yöndeki "olumsuz" değersellik ise, "yârin yanağından gayrı” nüansını atlayarak Şeyh Bedreddin hadisesinin temelinde, Orhan Seyfi Orhon'un ifadesiyle, "eşlere varıncaya kadar herkesin dünya nimetlerinde ortak olduğu" şeklinde, sapkın olmanın ötesinde, "sapıkça" bir görüş olduğunu ileri sürer.(12)

Benzer Bakışlar Farklı Yorumlar

Elimize ulaşabilen Osmanlı vekayınamelerinde yer aldığı biçimiyle Bedreddin Olayı özetle böyledir. Bu olay hem meslekten (akademik) tarihçilerin, hem popüler tarihçilerin, hem de amatör tarih meraklılarının ilgisini çekmiş ve yabana atılamayacak sayıda çalışmaya konu olmuştur. Üzerinde durulması gereken nokta, Bedreddin olayına ilişkin bu literatüre başvurulduğunda meseleye vakıf olmak yerine daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir tıkanma noktasına varılıyor olmasıdır. Konuya ilişkin doğrudan çalışma yapan veya yeri geldiğince bu konuya değinen tarihçi, sosyal bilimci, gazeteci-yazar ve aydınların saptama ve yorumlarındaki farklılık ve hatta karşıtlık o düzeylere varmaktadır ki, birinin "ak" dediğine ötekinin "kara" demesine sıklıkla tanık olunmaktadır. Öyle ki aynı ideolojik söylem dünyası içerisinde yer aldığı söylenebilecek yazarların dahi karşıt belirlemelere varabildikleri görülmektedir.

Örneğin "Türkiye solları"nın Bedreddin olayına ilgi duyduğunu ve onu "kendince" değerlendirdiğini yukarıda belirttik. Ancak sol perspektiften, daha doğrusu "tarihsel-maddeci" yaklaşımla kaleme alınan çalışmaların kendi içinde dahi Bedreddin olayını nereye koymak gerektiği konusunda zıt görüşler ortaya çıktığı fark edilmektedir. Türkiye tarihini halk hareketlerinin tarihine indirgeyen Yetkin'e göre Bedreddin, "materyalist anlayışı çağına göre çok ileri olan bir halk adamı"dır.(13) Buna karşılık aynı yaklaşımın bir başka temsilcisi olduğu düşünülebilecek olan Yerasimos için Bedreddin, "sınıfsız ve özel mülkiyetsiz ilkel topluma yani geriye dönüş özlemine dayanan bir halk ayaklanmasının öncüsü”dür.(14) Bedreddin, Yetkin'e göre "ilerici", Yerasimos'a göre "gerici"dir! Aynı şekilde yıllar önce 1970'lerde Devrim'de yazan İlber Ortaylı Bedreddin'i şöyle değerlendiriyor:

Tarihe gerçek devrimci bir gözle baktığımızda ilerici ve itici gücün Bedreddin'in düşün ve eylemi değil, Osmanlı'nın kurduğu düzen olduğunu görürüz. Feodalitenin pekiştiği ve küçük beyliğin bir imparatorluğa doğru geliştiği dönemde, ilerici ve gerçekçi olanlar Çelebi Sultan Mehmetler, Evrenos Gaziler, Çandarlılardı.(15)

Benzeri örnekler sol ya da tarihsel-maddeci Bedreddin değerlendirmelerinde çoğaltılabilir. Burada temel kaygının Bedreddin olayına tarihsel-maddeci toplumsal evrim şablonuna uyarlanmış bir açıklama getirmek olduğu anlaşılıyor. Ancak bünyesinde ortaklaşmacı motifler taşıdığı söylenen (saptanan değil!) bu isyanı tarihin daha erken dönemlerine düşen ilkel-komünal toplum aşamasına sokmaya da herkesin gönlü el vermemektedir. Bu açıdan söz konusu sorunu giderme yolunda Nedim Gürsel'in bir ara formül denemesinde bulunduğunu görüyoruz:

Şeyh Bedreddin ayaklanmasını ilkel komünist topluma dönüş özlemi olarak da niteleyebiliriz. Ne var ki sosyalizmin ilk belirtilerini de içinde taşıyan, çağlardır süregelen ezen-ezilen çatışmasına halkçı niteliği kazandıran bir harekettir bu. Geriye olduğu kadar ileriye, geleceğe de dönüktür.(16)

Bu "ilerici-gerici" ikilemine saplı nüanslarına karşı, tarihsel-maddeci bakışla yapılan Bedreddin değerlendirmelerinin bir noktada birleştiği fark edilir. O da Bedreddin'in ve isyanının halk kitlelerine dayalı, yani "halkçı" bir niteliğe sahip olduğudur. Bu "halkçı" yorumun ana hatları şu şekildedir: Bedreddin'in kişiliğinde somutlaşan olaylar dizisi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda kendisini hâkim kılan aristokrasiye karşı halk kitlerinde belirmiş olan tepkinin eyleme dönüşmüş şeklidir. Burada Fetret Devri'nde bir süre iktidarı ele geçiren Musa Çelebi'nin, Şeyh Bedreddin’in düşünsel etkisi nedeniyle halka dayalı, kardeşi Çelebi Mehmet'in ise toprak sahiplerine dayalı bir politikanın temsilcileri olduğu iddia edilir.(17) Oysaki Bedreddin'i bu şekilde halka mal etmek hiç de öyle kolay değildir. Bir kere Bedreddin'in kendisi, Selçuklu sarayı ile irsiyet iddiasındaki bir akıncı beyin oğludur. Babası "Gazi" İsrail Simavna kalesi komutanıdır. Ayrıca Bedreddin diğer halk ayaklanmalarının "ümmi" öncülerinden farklı biçimde hem devrinin önde gelen âlimlerinden biri hem de bir devlet adamıdır. Bu özelliklerden yola çıkan Kılıçbay, Bedreddin'i halktan yana bir eylemci olarak kavramanın kesinlikle söz konusu olamayacağını, tam tersine Bedreddin'in Osmanlı Devleti'nin merkezileşme politikası ile çıkarları sarsılan feodalleri temsil ettiği görüşündedir.(18)

Bedreddin’e ve isyanın niteliğine ilişkin hangi nokta vurgulansa, 180 derece zıt bir argüman da hemen kendisini göstermektedir. Bunlardan biri de İsyan’ın, 13. yüzyılın Babaîler isyanından gerek düşünsel gerekse tatbiki açıdan esinler alıp almadığı, aldıysa bunun derecesine ilişkindir. Bedreddin olayının meydana gelmesinde Selçuklu dönemindeki Bâtıni motifli Babaî (Baba İshak) ayaklanmasının başlangıç teşkil ettiğini ileri süren Fuat Köprülü gibi ağırlık sahibi tarihçiler vardır.(19) Fakat Mustafa Akdağ, Bedreddin'in Anadolu'da değil de Rumeli’nde harekete geçmesini, çevresinde akıncı, tımarlı sipahi ve medrese talebeleri gibi "avam-dışı" unsurların toplanmasını ve kendisinin de devlet ricalinin yüksek mertebelerinden olmasını gerekçe göstererek, onun isyanının Anadolu-merkezli, tekke-tarikat ağırlıklı, "avam" destekli ve "Bâtıni" Babaîler isyanı ile bir tutulamayacağını söylemektedir.(20) Bu yorumun tam aksi yönde Taner Timur, Bedreddin hareketinin Dobruca, Deliorman bölgesinde gelişmiş olmasını dikkate alarak Babaî hareketi ile bir devamlılıktan söz eder.(21) Bir başka saygın tarihçimiz Halil İnalcık ise Akdağ tarafından zikredilen ve Bedreddin'e destek veren akıncı-gaziler, tımarlı sipahiler, medrese talebeleri ve Hristiyan köylülerin bu harekete katılmalarının nedeni olarak, Bedreddin'in İslam ile ilgili "Bâtıni" yaklaşımını göstermektedir.(22) Yani Akdağ için İsyan'ın Bâtıni nitelikli olmadığı’na delalet eden unsurlar, İnalcık'a göre İsyan Bâtıni nitelikli olduğu için hareketin bünyesinde mevcutturlar. Birisi için Bâtıni olmama nedeni olan bir durum, diğeri için Bâtıniliğin sonucu olan bir durumdur! Bu konuda daha dengeli değerlendirme yaptığı izlenimi veren Ocak, Babaîler isyanı ile Şeyh Bedreddin isyanı arasında hem önemli benzerlikler tespit etmekte hem de büyük bir farkın altını çizmektedir. Ocak'a göre, liderlerinin "sufî" kimliğe sahip olması, ideolojik planda "mesiyanik" motiflere sahip olmaları, nihai hedeflerinin siyasi olması, propaganda ve organizasyon süreçlerinde ise liderlerden çok halife ve müritlerin etkin olmaları itibariyle her iki isyan benzerlik içindedir. Ancak isyanlara katılanların toplumsal pozisyonları dikkate alındığında Ocak da, Akdağ'ın tespitlerini destekler biçimde, Bedreddin isyanına katılanların "avam-dışı" niteliğini (Anadolu ve Rumeli'de tımarları ellerinden alınmış sipahiler ile Balkanlar'ın eski Hristiyan feodalleri) onu Babaîler isyanından ayıran çok önemli bir fark olarak kaydetmektedir.(23)

Babaîler isyanı ile bağlantılı olduğu da düşünülebilecek bir diğer ihtilaflı ve sorunlu boyut Bedreddin'in dinsel anlamda nereye yerleştirileceği konusunda belirir. Ortalama okuyucuya Bedreddin “mutasavvıf” (sufî) ve "fakih" (hukukçu) olarak tanıtılır.(24) Bedreddin'i olumsuzlayan, hatta lanetleyen İbrahim Hakkı Konyalı, Raif Yelkenci gibi popüler tarih yazarları, onun Bâtıni olduğunu, üstelik hayli ağır ithamlarla vurgularlar. Bâtınilik burada ibadet sorumluluklarını, dolayısıyla şeriatı hiçe saymakla özdeş tutulur. Bu yazılarda Nazım'ın destan şiirinin giderek sol mahfiller yoluyla kamusal kabul görmesinin yarattığı refleksif bir tedirginlik ve öfkenin izleri olduğu da sezilmektedir. Örneğin Konyalı, Bedreddin'i "kızıl Bâtıni peygamberi" olarak tanımlar.(25) Onlara katılan ilahiyatçı Semahaddin Cem Bedreddin'in Şii-Bâtıni-Rafızi olduğunu iddia ederek, düşüncelerini İslami açıdan "küfr" olarak nitelemektedir.(26)

Yaşamı içerisinde İslam dünyasının pek çok yerinde bulunan, bu arada Anadolu'da Alevi-Bâtıni akidelerin yerleşik olduğu çevrelerle etkileşimi de olan Bedreddin'in Fikriyatında bâtıni motifler yer etmiş olsa gerektir. Ancak bunun onun düşüncelerinin hâkim rengi olduğu konusunda bir mutabakat yoktur. Örneğin Gölpınarlı, Bedreddin'in "şeriatı ibtal etmeyi değil, kendince ihya etmeyi" amaçladığını belirtir.(27) Bedreddin'in fikriyatında bazı bâtıni motiflerin bulunmasının, bu motifleri önemli ölçüde paylaşan tasavvuf dairesinde yer almasından kaynaklandığını, bu tasavvufî anlayışın da ehl-i sünnet çizgisinde seyrettiğini söyler. Bu görüşte mukabilini bulmakta gecikmez. Necdet Kurdakul, muhtemelen Bedreddin'in fıkıh ağırlıklı çalışmalarının değerlendirmesinden hareketle, Bedreddin'i tasavvuf dairesinde görmenin mümkün olmadığını, onun tam anlamıyla ehl-i sünnet hukuk sistemine mensup bir âlim olduğunu belirtmektedir.(28) Böylece "dinsel" çehresi itibariyle üç Bedreddin çizilir: Gölpınarlı'nın "Sufî-Sünni" Bedreddin'i; Cem'in "gayrısufî ve Şii-Bâtıni" Bedreddin'i ve son olarak Kurdakul'un "gayrısufî-Sünni" Bedreddin'i...

Dinsel düşünce plânında kendisini gösteren bu çok yönlülük, Bedreddin'in fikirlerinin gelişiminde biçimleyici ve etkileyici olan farklı, hatta aykırı şahsiyetlere bağlanabilir. Bedreddin'in düşünsel yönelimlerinde tayin edici rolü ve etkisi en çok kabul edilen şahsiyet İbn-i Arabî'dir. Özellikle en meşhur eseri Varidat'ta İbn-i Arabî etkisinin dorukta olduğu söylenir.(29) Ancak bu konuda da görüşler muhteliftir. Gölpınarlı, örneğin İbn-i Arabî etkisini reddetmemekle birlikte, Bedreddin'i en çok etkileyen kişinin Abdurrahman-i Bistamî olduğunu ileri sürer.(30) Şerefeddin Yaltkaya ise İbn-i Arabî'nin yanı sıra Farabi, İbn-i Sina gibi İslam filozoflarının, İbn-i Seb'in ve Sadri Kanevî gibi mutasavvıfların, bunların dolayımıyla da Eski Yunan ve özellikle Aristo felsefesinin de Bedreddin üzerinde etkili olduğunu belirtmektedir.(31) Buna karşılık Varidat üzerine bir doktora tezi yazmış olan Bilal Dindar Bedreddin’in düşünceleri ile Eski Yunan filozofları arasındaki benzerliğin ancak görünürde olabileceğini, Bedreddin'in bu filozoflardan etkilenmesinin düşünülemeyeceğini, buna karşın özellikle "Vahdet-i Vücud" görüşünde İbn-i Arabî'nin etkisinde kaldığının bir gerçek olduğunu ifade etmektedir.(32) Balivet de Bedreddin'in yönelimlerinde İbn-i Arabî'nin tayin edici rolünün ve etkisinin altını çizmektedir.(33) Bir tek Kaygusuz Bedreddin'le İbn-i Arabî’nin esasta birleşmekle birlikte pek çok noktada ayrıldıklarını söyleyerek, her ikisinin de Abdülkadir-i Geylani'den feyz aldıkları görüşünü kabul etmek gerektiğini ileri sürmektedir.(34)

Anakronik Benzetmeler

Bedreddin üzerine inceleme yapan veya onun hakkında fikir beyan edenlerin hemen hepsinde gözlenen bir diğer karakteristik, onu hem kendisinden önce ve sonra yaşamış başka tarihsel şahsiyetlerle fikri bir benzerlik içinde, hem de kendi yaşam dönemi dışında belirmiş ve klasik biçimlenmelerini kazanmış bir takım düşünce akımlarının temsilcisi olarak sunma girişimleridir. Bu noktada muazzam bir anakronizm batağına saplanıldığı görülür.

Varidat analizinden yola çıkan H. Ziya Ülken önce Leibniz, sonra Spinoza ile benzerlik bulmakta;(35) Tanzimat dönemi aydınlarından Mizancı Murat onu dinsel bir reformcu olması itibariyle Luther'leştirmekte;(36) buna karşı çıkan Cerrahoğlu ve daha sonra Nedim Gürsel özdeşlik için doğru ismin Thomas Münzer olduğu kanısını dile getirmekte;(37) Alman tarihçi Hammer, Bedreddin’in dinsel renkteki düşünce ve eyleminin, İran'da 5. yüzyılda patlayan Zerdüşt isyanının başını çeken Mazdek'inki ile benzerliğini vurgulamakta;(38) Semaheddin Cem, “İslam-dışı” saydığı Bedreddin'i Auguste Comte ile aynı kefeye koymakta;(39) Baldemir, felsefi olarak idealizm ile materyalizm arasında gidip geldiğini belirterek ondan "feodal dönemin Kant'ı" diye söz etmekte;(40) Z. F. Fındıkoğlu onu "Şark'ın Campanella'sı ve Thomas More'u" saymakta;(41) Orhan Hançerlioğlu da onu More'un düşüncelerinin doğudaki temsilcisi olarak nitelemektedir.(42) Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.

Bu şahsiyet benzetmelerinin ne ölçüde geçerli veya yerinde olup olmadığının değerlendirilmesi, başlı başına bir çalışmayı ve beni aşan bir uzmanlık ve yetkinliği gerektirmektedir. Söz konusu anakronik benzetmelerin en azından düşünce tarihi açısından olumlu yanları bulunabileceği iddialarına itiraz etme konusunda da fazla ısrarlı değilim. Ancak, Bedreddin’i düşünce ve eylemi itibariyle yukarıda sıralanan şahsiyetlere "benzetme" girişimlerine ilişkin bir noktayı soru şeklinde formülleştirmeden de geçemeyeceğim. Bedreddin'i ele alıp inceleyen yazarların onunla başka düşünürler arasında kurdukları bu benzerlik, hatta özdeşlik ilişkilerini acaba söz konusu düşünürler üzerine konuşurken de onlarla Bedreddin arasında kurabilir miyiz? Söz gelimi Spinoza, Leibniz, More, Campanella, Mazdek, Comte üzerine, Türkiye'de veya Batı'da çalışan biri, örneğin Spinoza'yı değerlendirirken, onun düşüncelerinin 15. yüzyıl Anadolu’sunda yaşayan Bedreddin'in düşüncelerine benzediğini söyleme yoluna gider mi? Ya da Thomas More veya Campanella'yı ele alırken onlardan "Garp'ın Bedreddin'i" diye söz eder mi?!.. Yanıtın olumlu olacağını söylemek zor. O halde, kurulmakta olan "benzenen" ve "benzeyen" ilişkisinin pek de masum olmadığı, benzerliği kuranların zihninde "benzenen" (Luther, Münzer, Spinoza, Leibniz, vd.) karşısında "benzeyen"in (Bedreddin) talileştirildiği (dolayısıyla tâbileştirildiği) bir durum söz konusu edilebilir. Bir başka deyişle, Bedreddin'le meşgul gibi görünseler de yazarlarımızın zihninde (olumlu ya da olumsuz çağrışımlarla) "aslolan" Spinoza, Leibniz, Campanella, Comte, vd. olup, Bedreddin bir anlamda onlara "benzer"liğinden dolayı kendisinden söz edilmeye "değer" olmaktadır. Böylesi bir zihni yapılanmanın Bedreddin'i yaşadığı toplumsal ve siyasal bağlam içerisinde hakkıyla veya (o meşhur "Ben de halümce Bedreddinem" deyişinden ilhamla)(43) "halince" tanıma ve tanıtma imkânlarını hayli kısıtlayacağı söylenebilir.

Düşünsel açıdan karşımıza en çok çıkacak nitelemenin "sosyalist"lik/"komünist"lik olacağını tahmin etmek zor değildir. Bu yönde hem (yazının başında değinildiği şekilde) olumlu hem de olumsuz pek çok niteleme söz konusudur. Hançerlioğlu'nun olumlu vurgusuyla Bedreddin büyük bir Türk "toplumcu"su, Danişmend'in olumsuz vurgusuyla ise, şiddetli bir materyalist ve komünist'tir.(44) Prof. Fındıkoğlu için "Türkiye'de 19. yüzyıl sonlarında başlatılabilecek sosyalist hareketin hazırlayıcısı" iken, Prof. Çubukçu'ya göre, "manevi duyguları siyasal amaçla sömürerek sosyalist bir düzen kurmak iste"yen bir şahsiyettir.(45) Wittek'e göre "bir nevi komünizmi ... telkin eden içtimai ve dini hareketin başı", Vryonis'e göre ise mülkiyet ortaklığı öneren komünist doktrini vaz'ederek toplumsal durumdan hoşnutsuz olanları çevresine toplayan biridir.(46) Fakat bunların hiçbiri İbrahim Hakkı Konyalı'nın "zirve-yorum"una yaklaşamazlar bile. Konyalı "Stalin'in Şeyhi" olarak nitelediği Şeyh Bedreddin'in asıldığı günün, tüm dünya milletleri için bir kurtuluş günü ilan edilmesi gerektiği görüşündedir. Aksi taktirde dünya "kızıl tehlike" acısını 530 yıl önce tatmış olacaktı!.. (47)

Bunların yanı sıra Bedreddin'i "sosyal demokrasinin bir savunucusu" sayan,(48) Rusya'daki "Dekabristler"e benzeten,(49) "liberal" olarak niteleyen,(50) Türklük bilinciyle hareket ettiğini söyleyen(51) ya da aksine, Türk'ün birliğine zarar veren bir nifakçı ve hain olarak gören(52) yazarlar vardır.

Kaynak Sorunu

Şimdi bir başka noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bu kadar çeşitli, karşıt, spekülatif ve karmaşık değerlendirmelere gidilen bir tarihsel şahsiyet ve olaya ilişkin "bilgilendirici" kaynaklar bir elin parmaklarını geçmemektedir. Ortada Bedreddin ile çağdaş dört vak'anüvis tarafından kaleme alınan, daha da önemlisi belgeye değil "tevatür"e (lafa) dayalı, yani güvenilirlikleri tartışmalı dört kaynak bulunmaktadır.(53) Anılan bu kaynakların ise yalnızca birinde Bedreddin olayını, deyim yerindeyse "sansasyonel" hale getiren, başlangıçta zikrettiğimiz bir "ilişki"nin varlığından söz edilmektedir. Bu, Bedreddin ile Börklüce Mustafa'nın isyanı arasındaki ilişkidir. Kendisi kazasker iken Börklüce Mustafa'nın onun kethüdası olduğu ve İznik sürgünü sonrasında da Börklüce ile bağlantısının bulunduğu, 1416'larda Aydın-Karaburun' da Börklüce'nin Manisa'da ise Torlak Kemal'in isyanlarının arkasında olduğu yaygınlıkla kabul gören ve Bedreddin üzerine kaleme alınmış hemen her çalışmada, olumlanarak veya olumsuzlanarak yer alan iddialardır. Bu bağlantı ve Börklüce'nin Bedreddin ile ittifak içinde isyan ettiği, yukarıda zikredilen, Bedreddin'le çağdaş kaynaklardan yalnızca "Aşıkpaşazade Tarihi"nde yazılıdır ve daha sonraki dönemlerin Osmanlı tarih anlatılarına da buradan geçmektedir. Bir başka ilginç nokta bu kitabın Bedreddin'i bütünüyle olumsuzlayan ve suçlayan tek kaynak olmasıdır. Diğer üç kitap Bedreddin'e daha tarafsız bakmakta, hatta bunlardan biri Bedreddin'i takdir etmektedir. Ancak bunlarda Bedreddin ile Börklüce birbirinden bağımsız olarak anlatılır ve birbirlerinin isyanları arasında bağlantı kurulmaz.(54)

Bunun yanı sıra söz konusu bağlantı Bedreddin'in torunu Hafız Halil'in, dedesinin hayatını anlatan, Fatih Sultan Mehmet döneminde yazılmış "Menakıbname-i Şeyh Bedreddin"de de kurulmaktadır. Hafız Halil eserinde kendisinin ve iki kız kardeşinin Börklüce Mustafa tarafından sürgündeki dedeleri Bedreddin'in yanına İznik'e götürüldüklerini söylemektedir.(55) Buradan hareketle Bedreddin ile Börklüce arasında bir tanışıklık, ilişki ve hatta "muhabbet" olduğu kabul edilebilse dahi hâlâ Bedreddin'in Börklüce ve Torlak Kemal'in isyanlarının arkasında yer aldığım veya gizli önderi olduğunu tespit edecek kanıt ve belgelerden yoksun bulunmaktayız. Kaynakları daha dikkatli değerlendiren, özellikle de Bedreddin'in kendi eserlerinde yer alan görüşlerden hareket eden kimi yazarlar Börklüce'nin eşitlikçi komünizminin Bedreddin'in kafasında yer almasının mümkün olmadığını, onun eski bir devlet görevlisi de olarak daha ziyade hukuksal bir reformdan yana olduğunu ileri sürmektedirler.(56) Dolayısıyla bu çalışmalara göre Börklüce'nin radikal devrim Bedreddin'in ise siyasal-toplumsal reform peşinde oldukları söylenebilir.(57)

Kanıt ya da belge eksikliği konusundaki bu ısrarlı vurgulamalarla bir olgu ve belge fetişizmi yapılmak istendiği düşünülebilir. Böyle bir niyetim olmayıp burada amaçlanan, Carr’dan ilhamla, tarihsel anlatının içindeki olgulardan çok, onu yazanla ilgilenme gereğinin önemini vurgulamaktır.(58) Çünkü Bedreddin'i olumlayan günümüz tarihçi, yazar ve düşünce insanlarının da, onu olumsuzlayanların da Aşıkpaşazade'yi temel dayanak almaları hayli anlamlıdır. Anlaşılan her iki taraf için de istenileni Aşıkpaşazade vermektedir. Bugüne ait bir kavganın tarafları için geçmişten malzeme devşirmek gerektiğinde uygun kaynak, Aşıkpaşazade Tarihi'dir. Aktarılan bilginin doğruluğunu tartışmalı hale getiren diğer kaynaklara yönelik olarak seçilen strateji ise, "ihmal etmek"tir.

Sonuç: 

"Bak," Diyor Tarihçi..., 

"Geçmiş Boyun Eğer Benim Yorumuma"...(59)

Burada "geçmiş hakkında bir söylem" olarak tarihin ne olduğu ve ne yaptığı üzerine, Şeyh Bedreddin örneğinden hareketle ve Türkiye tarihçiliği/tarih yazımı özelinde bir tartışma açma sürecine geçiş için uygun noktaya geldiğimiz söylenebilir. Buraya kadar anlatılanların bize Bedreddin'in kim olduğu ve ne yapmak istediği üzerine doyurucu karşılıklar verdiği söylenemez.

Aslında kaynakların toplu halde değerlendirilmesinin açık-seçik kıldığı bir nokta, Bedreddin'in son derece "çapraşık", birbirine zıt yönelimlerle, ilgi ve tercihlerle dolu yaşantısının hem düşünce hem de eylem olarak, bize dönemin coğrafyasının toplumsal-kültürel haritasını tasavvur etme imkânını açık bir şekilde vermesidir. Bedreddin, Selçuklu soylusu/gazisi bir baba ile Rum bir anneden doğmuş olmakla, daha ömrünün başlangıcından itibaren bir dinsel kaynaşma esprisinin içinde kendisini bulmuştur. Ancak yine başlangıçtan itibaren ehl-i sünnet ilkeleri çerçevesinde bir İslami eğitime tabi tutulmuş, giderek klasik İslam ilimlerinde temayüz etmiştir. Bu donanım ve birikim ile yazdığı eserler büyük takdir toplamış ve kendisinden sonra uzun yıllar Osmanlı medreselerinde ehl-i sünnet ilkeleri çerçevesinde okutulmuştur. Fakat öte yandan Edirne-Kahire arasında çok çeşitli yerlerde konaklayarak geçen yirmi yıllık dönemde Anadolu toprağı ile tanışmış ve Türkmen Alevilerinin, Sakızlı rahiplerin sevgisini kazanmıştır. Dolayısıyla hem ehl-i sünnete hem Aleviliğe, hem de Hristiyanlığa "taalluk"u bulunmaktadır. Evet, bir Selçuklu soylusu olup bu anlamda "feodal" niteliklere sahiptir. Ama işte Anadolu'yu dervişane biçimde karış karış dolaşırken halkla yakınlaşmış ve kaynaşmış bir "halk adamı"dır. Bir zaman gelmiş ulemadan olma vasfını terk edip dünya işlerini bırakmış, Kahire'de tanıştığı Şeyh Hüseyin Ahlatî'ye intisap etmiş ve saygın bir âlimken mütevazı bir sufî mürit olmuştur. Ama daha sonra zaman gelmiş dünya işlerini düzeltmek için Musa Çelebi'ye Kadıasker, yani devlet adamı olmuştur.

Verdiği eserler de benzeri çapraşıklıklarla doludur. En meşhur eseri Varidat'ın bir yerinde, Peygamberleri, çocukları küçük ve zararsız yalanlarla uyutan ebeveynlere benzetir; ama bir yerde kendisini keramet sahibi bir Nebi gibi sunar, işte o zaman onu bir "kızıl bâtıni peygamberi" şeklinde de, peygamberleri reddeden bir "mülhid" şeklinde de resmetmek için kullanılacak malzemeyi bulabilirsiniz. Alevilerle muhabbetinden dolayı onu Şii-Alevi yapıp, doğum yerinin Edirne'deki Simavna değil, Necef’teki "Semavet" olduğunu ileri sürecek ölçüde ifrada kaçabilirsiniz.(60) O Selçuklu kökeniyle Osmanlı düşmanı bir "feodal" de olabilir sizin için, ama pırıl pırıl bir "Türklük" bilinciyle hareket eden "özgürlük savaşçısı" da...

Bunların sonucunda ortaya birçok Bedreddin çıkar. Ama bunun yanı sıra çıkan başka şeyler de vardır. Söz gelimi yukarıdaki örnekler hatırlanacak olursa yazılarda Bedreddin hakkında üstelik hayli sorunlu nitelikte bilgi edinmekten öte yazarların zihniyet ve "duygu" dünyaları hakkında da bilgilenme imkânı buluruz. "Stalin'in Şeyhi", "Kızıl Bâtıni Peygamberi", "Sosyalist Özgürlük Savaşçısı", "Şark'ın Campanella’sı" gibi ifadeler bize Bedreddin'i olmasa da bunları yazanları daha "çok" tanıtır. Bu arada Cumhuriyet'in başından beri "Tarih"in kendisinin başlıbaşına bir sorun olduğu ve ortalıkta değişik tarih tezlerinin kol gezdiği Türkiye'de, bugüne ilişkin projelere bir evveliyat ve selef arayışlarında Bedreddin'e baş vurulduğunu tespit ederiz.(61) "Şeyh Bedreddin ve Varidat" adlı eserinde İ. Z. Eyüboğlu Bedreddin'i Anadolu'nun yarattığını, uygarlıklar beldesi Anadolu'nun coğrafi konum ve kültürel birikiminin Bedreddin'in düşünce ve eylemine adeta "öz" olduğunu söyler. Bu söylenenlerden Eyüboğlu’nun "Anadolucu" Türk Tarih Tezi’nin savunucusu olduğunu çıkarsamak zor olmaz. Ya da Bedreddin'in eylemini bir İslami mezhep hareketi olarak kavrayan, ancak Türklük bilincinden fışkırdığını dile getirerek olumlayan Bezmi Nusret Kaygusuz'un Türk-İslam sentezciliğine dönük arayışları olduğunu hissedebiliriz. Burada yapılan, düşünsel, epistemik bakımdan, "kendini tarihte aramak" veya "kendine tarih aramak"tan başka bir şey değildir.

Bu da bizi geçmiş ile tarihin farklı şeyler olduğunu, tarihin geçmişe dair ama kategorik olarak ondan farklı bir söylem olduğunu ileri süren Jenkins'in savını, Bedreddin olayı özelinde daha da geliştirmeye ya da bir parça "abartmaya" yöneltir.(62) Şeyh Bedreddin Olayı'na ilişkin yazılanlardan çıkan sonuç, bu tarihin geçmişe dair ama bugüne ait bir söylemsel etkinlik olduğudur. Bunu derken "tarih bugün yazılmaktadır"dan öte bir şey söylemek istiyorum. Şeyh Bedreddin örneğinde -ki bunun ne ölçüde diğer tarihsel örnek olaylar açısından da geçerli, daha da öte Türkiye tarihçiliğinin geneline ilişkin bir tespit olabileceğini tartışmak gerekir- tarih, daha doğrusu tarih yazımı geçmişle değil aslında "bugün"le ilgilidir. Adına tarih denilen yazılı malzemenin içinde biz görünürde geçmişi, ama satır aralarında, daha doğrusu fısıltı halinde "bugün"ü bulmaktayız. Tarih üretmek için "geçmiş"e bakıp onu okumaya çalışanlar, yaşamakta oldukları "bugün" tarafından koşullandırılmaktalar. Değerler, ideolojik bakış açıları, epistemolojik önkabuller ve bugünün teknik kavram ve kategorileri burada devreye girmektedir.(63) Bir başka deyişle, tarih, içerisinde yazıldığı dönemin yani "bugün"ün kavramsal materyali ile yazılmaktadır.(64) Dolayısıyla bu okumalar bize bir geçmiş olay ya da şahsiyeti, örneğin Bedreddin'i anlama imkânı sunmaktan çok, bunu yapıyor gibi görünerek aslında "özgül", yani her kim kaleme alıyorsa ona ait bir bugünü anlatmaktadırlar. O zaman, bize Carr tarafından önerilen, tarihini okumadan önce tarihçinin kim olduğunu öğrenme, yani tarihçiden metne doğru bir yol izlemenin ötesinde, metinden tarihçiye veya tarih üzerine yazan her kimse ona doğru izlenebilecek bir yol olduğunu da düşünebiliriz.

Bu haliyle tarihi, Carr'ın 19. yüzyılın olgucu-pozitivist tarih anlayışına karşı bir ara formül olarak ifade ettiği şekilde olgular ile tarihçi veya geçmiş ile bugün arasında bir "diyalog" şeklinde tanımlamak hayli iyimser kalacaktır.(65) En azından, bunun "nasıl" bir diyalog olduğu üzerine kafa yormalı, "taraflar" (geçmiş ile bugün) arasındaki eşitsizlik durumunu fark etmeli,(66) bugünün aktörlerinin geçmiş üzerindeki manipülasyonlarını, dolayısıyla tahakkümünü tespit etmeli ve son olarak da "bir iktidar söylemi olarak tarih" başlıklı bir tartışmaya adım atmalıyız, diye düşünüyorum. Tabii bu arada Osmanlı tarihinin en çarpıcı isyan olaylarından birinin altına imza atmış görünen Bedreddin'i de geçmişin derinliklerinden bir kez daha, bu defa bizlere karşı, "Ben de halümce Bedreddinem" diye isyan ettirmemeye dikkat etmeliyiz.

Tayfun Atay

Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek 

Sempozyum Bildirileri

İstanbul, 1998

Notlar:

* İlk kopyası on yıl önce kaleme alınmış olan bu yazının hem o dönemde, hem de yeniden gözden geçirilerek son şeklinin verildiği yakın dönemde biçimlenmesindeki önemli katkılarından dolayı Prof. Ahmet Yaşar Ocak'a teşekkür ederim.

1. Tarık Günersel, "Tarih Nedir?", Birikim, Sayı: 32, 1991, s. 83.

2. Böylesi "romantik" bir tarih algısı ve tarihe yaklaşım tarzının bir örneği olarak, bkz. Will ve Ariel Durant, Tarihten Dersler (Çev. B. Güvenç), İstanbul, 1992, s. 13-15.

3. Örneğin Özbaran'a kulak verecek olursak: "Geçmiş değişmiyor şüphesiz, ancak bizim geçmişi algılama, kabullenme, yönlendirme niyetlerimiz sürekli değişiyor. Her bir kuşak kendi ilgi ve kaygısı doğrultusunda, yetenek ve gücünün elverdiği kadarıyla geçmişi yeniden inceliyor". S. Özbaran, Tarih, Tarihçi ve Toplum, İstanbul, 1997, s. 128. Benzeri yaklaşıma daha uzak dönemden "seçkin" bir örnek olarak da John Dewey’in şu sözleri zikredilebilir: "Tarih kendi [oluşum] sürecinden kaçamaz. Bu nedenle her zaman yeniden yazılacaktır. Yeni bir bugün [abç] doğduğunda, geçmiş [abç] de [artık] başka/farklı bir bugünün geçmişi olur" (J. Dewey, "Historical Judgements" (1938), The Philosophy of History in Our Time içinde, der. H. Meyerhoff, New York, 1959, s. 172.

4. Carr'dan yaklaşık 30 yıl sonra tarihin "ne"liği, doğası, amaçlarının tartışma konusu yapıldığı yakın döneme ait bir örnek olarak, bkz. K. Jenkins, Tarihi Yeniden Düşünmek (Çev. B.S. Şener), Ankara, 1997. Öte yandan kuşkusuz burada her yeni kuşakta yapılan tarih araştırmalarında daha önce sorulmamış sorular ortaya atılmaz demek istemiyoruz. Tabii ki her yeni kuşak tarihe bakarken daha önce formüle edilmemiş, veya edilememiş, "kuşaktan kuşağa, babadan oğula değişen" yeni sorularla da ortaya çıkabilir, yaşanılan dönemin beklentileri yeni soruların yönlendirilmesini sağlayabilir (Özbaran, a.g.e., 128).

5. Bu yetersizliği giderme yolundaki katkılar arasında ihmal edilemeyecek bir örnek olarak, bkz. Özbaran, a.g.e. Ayrıca bkz. S. Özbaran (haz.), Tarih Öğretimi ve Ders Kitapları, İzmir, 1998.

6. Özbaran, a.g.e., ss. 28-29.

7. Bu yaklaşım tarzına, Nazım'ın destan şiirinden başlayarak verilebilecek pek çok eser arasından yakın zamanlarda kaleme alınmış "taze” bir örnek olarak bkz. H. Baldemir, Şeyh Bedreddin'in Toplumsal Düzeni, İstanbul, 1995; özellikle "Şeyh Bedreddin Hareketinin Devrimci Özünü Günümüze Taşımak" başlıklı son bölüm (ss. 175-182).

8. Bedreddin'e ilişkin bu kısa biyografi ağırlıklı olarak şu kaynaklardan derlenmiştir: B. N. Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simaveni, İzmir. 1957; C. Yener, Şeyh Bedreddin Varidat, İstanbul. 1970; N. Kurdakul, Bütün Yönleriyle Bedreddin, İstanbul. 1977.

9. Bu görüş söz konusu dönemin tahrir ve vakıf defterlerinden hareketle, önce Raif Yelkenci ve İ. Hakkı Konyalı gibi amatör tarihçiler, yıllar sonra da O. Şaik Gökyay tarafından ortaya atılmıştır. Bkz. R. Yelkenci, "Şeyh Bedreddin-Kimdir, nerede doğmuştur? Gençliği, akide ve inanışı, eserleri ve ölümü?", Tarih Dünyası, Sayı: 15-24, 1950-1951; İ. H. Konyalı, "Stalin'in Şeyhi Bedreddin-i Simavi", Tarih Hazinesi, Sayı: 1, 1950; O. Ş. Gökyay. "Şeyh Bedreddin'in Babası Kadı mı İdi?", Tarih ve Toplum, Cilt:7, 1984.

10. Bu noktaya özellikle dikkat çeken bir çalışma olarak, bkz. M. Balivet, "15. yüzyılda Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında dinsel kaynaşmanın iki yandaşı. Bir Türk: Simavnalı Bedreddin ve Bir Rum: Trabzonlu Georgias" (Çev. A. Uğur), Tarih ve Toplum, Cilt: 6, 1986. Wittek’e göre de Şeyh Bedreddin’in en önemli yanı, müslüman-hristiyan kaynaşmasını hedefleyen ortak bir din teorisi ile ortaya çıkması ve bunun isyan hareketine temel oluşturmasıdır (P. Wittek, "Ankara Bozgunundan İstanbul'un Fethine", (Çev. H. İnalcık). Belleten, Sayı: 27, 1943, ss. 586-587). Ayrıca bkz. Kurdakul, a.g.e. ve İ. Z. Eyüboğlu, Şeyh Bedreddin ve Varidat, İstanbul, 1987.

11. N. Hikmet, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Ankara, 1966.

12. O. S. Orhon, "Şeyh Bedreddin", Son Havadis, 29 Kasım 1969. Bu geleneğin ortaklığa kadınları da eklemeden edememesinin, kadını mal-mülk kategorisinde algılayan "tutucu" erkek-egemen zihniyetle ilişkilendirildiği bir değerlendirme olarak bkz. Baldemir, a.g.e., ss. 130-131.

13. Ç. Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, İstanbul, 1974, ss. 133, 139. Bedreddin'i kavrayışı Yetkin'in çizgisinde olup daha uç bir noktaya varan Baldemir, "bugün gerçek anlamda Şeyh Bedreddin'i temsil edenler, marksist-leninist’lerdir. Onun özlediği toplumsal düzene karşılık düşen de sosyalizmdir" demektedir (Baldemir, a.g.e., s. 180).

14. S. Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, İstanbul, 1980, s. 116. Aynı görüşte olan Nutku, Bedreddin'in yaşadığı dönemde "devrimci" niteliği-Bedreddin'in değil- Osmanlı devlet anlayışının taşıdığını ve bu sisteme karşı olan Bedreddin'in, çağının dışında kalmış ütopist bir düşünür olduğunu söylemektedir. Ö. Nutku, "Simavnalı Şeyh Bedreddin ve Orhan Asena", Tiyatro 70, Sayı: 1, 1970.

15. Aktaran, G. Dilmen, "Tarih Oyunları ve Şeyh Bedreddin", Devrim, 24 Şubat 1970. Bu sözler Devrim'in 9. sayısında (1970) Nazım'ın destan şiirini tiyatroya uyarlayan Orhan Asena'nın "Simavnalı Şeyh Bedreddin" oyunu üzerine "imzasız" olarak yayımlanmış bir yazıda yer almış, ancak yazıya karşı kaleme alınan bazı eleştirilere cevabi bir yazısında Ortaylı yazının kendisine ait olduğunu açıklamıştır.

16. N. Gürsel, "Thomas Münzer, Şeyh Bedreddin, Nazım Hikmet", Toplum ve Bilim, Sayı: 4,1978, s.8.

17. Bu yaklaşımın savunulduğu kaynaklar olarak bkz. İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt: 1, İstanbul, 1971, ss. 161-163; Ç. Yetkin, a.g.e., 124-125; Z. F. Fındıkoğlu, Sosyalizm 1 (Şeyh Bedreddin), İstanbul, 1976, s. 94.

18. M. Ali Kılıçbay, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Ankara, 1985, s. 345.

19. F. Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ankara, 1984.

20. M. Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Cilt: 1 1243-1453, İstanbul, 1979, s. 339.

21. T. Timur, Osmanlı Toplumsal Düzeni, Ankara, 1979, s. 96.

22. H. İnalcık. The Ottoman Empire-The Classical Age 1300-1600, Londra, 1975, ss. 188-189.

23. A. Y. Ocak, Babaîler İsyanı-Aleviliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu'da İslam-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, (Genişletilmiş İkinci Basım), İstanbul, 1996, ss. 155-156. Bu arada Prof. Ocak'ın şu günlerde Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan dağıtıma çıkmak üzere olan Osmanlı Toplumunda "Zındıklar ve Mülhidler" Yahut Dairenin Dışına Çıkanlar adlı kitabında Şeyh Bedreddin ve isyan hareketi üzerine kapsamlı bir değerlendirme içeren ve bu tarihsel olayın çözümsüzlüğünü ortadan kaldırma yolunda bize yeni açılımlar getireceği umudunu taşıdığımız bir bölümün yer aldığını da yeri gelmişken belirtelim.

24. Ş. Yaltkaya, "Bedreddin Simavî", İslam Ansiklopedisi, Cilt: II; B. Dindar, "Bedreddin Simavî", TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 5, 1992.

25. Konyalı, a.g.m., s. 3.

26. S. Cem, İslam İlahiyatında Şeyh Bedreddin, İstanbul, 1966, ss. 8-12.

27. A. Gölpınarlı, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul, 1966, s. 38-39. 

28. Kurdakul, a.g.e., 12.

29. Varidat, Şeyh Bedreddin’in tasavvufa ilişkin olduğu söylenen ve İbn-i Arabi etkisinin hissedildiği panteist içerikli en meşhur eseridir. Eserin bizzat Bedreddin tarafından yazılmadığı, yaptığı sohbetlerin kendisinden sonra derlenmesinden oluştuğu söylenmektedir. Örneğin Cemil Yener, İncil, Tevrat, Kur'an ve Hadisler nasıl toplanmışsa, Varidat'ın da öyle toplanıp yazılmış olduğu görüşündedir (Yener, a.g.e., s. 44).

30. Gölpınarlı, a.g.e., s. 7, 19.

31. M. Ş. Yaltkaya, "Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin", Konuşmalar, Ankara, 1940, ss. 70-71.

32. B. Dindar, "Şeyh Bedreddin ve Presokratikler", Seminer, Sayı: 5, 1987, ss. 147-153.

33. Balivet, a.g.m.

34. Kaygusuz, a.g.e., ss. 198-199.

35. H. Z. Ülken, Türk Feylesofları Antolojisi, İstanbul, 1935, ss. 118, 121. Leibniz'in maddedeki bölünmez güç olarak monadları evrendeki bütün varlıkların özü olarak açıklaması (Monadoloji kitabı) doğrultusunda, Varidat'da yer alan, "Her zerrede âlemler mevcuttur" ifadesi Ülken için benzerliğe temel oluşturur. Spinoza'nın tanrı-doğa özdeşliğine dönük panteizmi, Varidat'ın "insan tesir itibariyle hak, teessür itibariyle kul ve mahlûktur" ifadesine benzer sayılmaktadır.

36. Aktaran, A. Cerrahoğlu, Şeyh Bedreddin Meselesi, İstanbul, 1966, s. 30.

37. Cerrahoğlu, a.g.e., s. 30; Gürsel, a-g-m. Anakronik benzetmeler bağlamında da karşıt görüşler ortaya konulmaya devam edilmektedir. Ernst Werner, Bedreddin ile Münzer’in (16. yüzyıl) yaşadıkları toplumların farklı toplumsal evrim aşamalarında bulunduğunu, eylemlerinin neden-sonuç bakımından farklı olduğunu, dolayısıyla böyle bir benzerliğin kurulamayacağım belirtmektedir (E. Werner, Büyük Bir Devletin Doğuşu-1300-1481 2-Halk Ayaklanmaları ve Askeri Feodalizm, İstanbul, 1988, ss. 53-54). Kılıçbay da topraklarından kovulan ve tarım proleteri haline getirilen serflerin temsilcisi olan Münzer ile bir "devlet soylusu" ve gazi geleneğine mensup toprak sahibi bir "feodal” olan Bedreddin’in benzerlik değil ancak karşıtlık içinde olabileceklerini söylemektedir (Kılıçbay, a.g.e., s. 345).

38. J. V. Hammer Purgstall, Osmanlı Devleti Tarihi, Cilt: II, İstanbul, 1983, s. 424.

39. Cem, a.g.e., s. 28.

40. Baldemir, a.g.e., s. 142.

41. Fındıkoğlu, a.g.e., ss. 94, 149.

42. Hançerlioğlu, a.g.e., ss. 166-169.

43. Eyüboğlu bu sözün 15. yüzyıl sonlarında Mevlana Şemseddin'in yazdığı tıp- la ilgili bir yapıtın sonuna eklenen atasözleri arasında geçtiğini ve Bedreddin'in atasözleri arasına girecek kadar halkça benimsenmesinin bir göstergesi olduğunu söylemektedir (Eyüboğlu, a.g.e., s. 247).

44. Hançerlioğlu, a.g.e., ss. 166, 169; Danişmend, a.g.e., ss. 161-163.

45. Fındıkoğlu, a.g.e., ss. 94, 149; İ. A. Çubukçu, İslam Düşünürleri, Ankara, 1983, s. 130.

46. Wittek, a.g.m., s. 576; S. Vryonis, The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Londra, 1971, s. 358. Bu noktada komünizmin Bedreddin'in nazariyesinde mevcudiyetinin pek şüpheli olduğunu belirten Kemal Tahir'in Bedreddin olayına ilişkin düştüğü, "zehir-zemberek" olsa bile yine de önem ve orijinallik taşıdığını düşündüğüm bir notuna değinmeden de geçemeyeceğim. Bedreddin hareketinin bir dünya imparatorluğunun tarihsel misyonunu görememekten gelen bir "yeniden küçük beyliklere bölünmek" yönelimi olduğunu söyledikten sonra şöyle devam ediyor: "Burada bu değerlendirme Bedreddin ve takımına karşı gösterilecek en büyük acımadır. Yoksa biraz insafsız bir araştırıcı Bedreddin’i kolayca Timur'un ihaneti yanına koyar, pek de hata etmez, ayrıca Timur'un toparladığı güce sahip bulunmadığı için Şeyhin idraksizliğini de belirlemiş olurdu. Bedreddin hareketi en hafif anlamıyla bir yarı delinin umutsuzluk görüntüsüdür" (K. Tahir, Notlar/Osmanlılık/ Bizans, yay. haz. C. Yazoğlu, İstanbul, 1992, ss. 382, 507).

47. Konyalı, a.g.m., s. 7.

48. Kaygusuz, a.g.e., ss. 79-80.

49. V. Timuroğlu, Şeyh Bedreddin-Varidat, Ankara, 1979, ss. 10-11. Dekabristler, Rusya'da 19. yüzyılın ilk yansında çarlık rejimine karşı ayaklanma başlatarak meşrutiyeti getirmeyi amaçlayan, ancak başarılı olamayan bir gizli hareketin üyeleridir.

50. Cerrahoğlu, daha çok Osmanlı tarihçilerinin Bedreddin'le ilgili değerlendirmelerine yer verdiği kitabında, II. Meşrutiyet dönemi tarihçilerinden Ahmed Reşid'in Bedreddin'i düşünceleri itibariyle "liberal" olarak nitelediğini belirtmektedir (Cerrahoğlu, a.g.e.).

51. Kaygusuz, a.g.e.

52. Cem, a.g.e., s. 43.

53. Bu kaynaklar şunlardır: Derviş Ahmed Aşıkinin Aşıkpaşazade Tarihi, Bizanslı tarihçi Dukas'ın Dukas Tarihi, Şükrullah bin Şehabettin’in Behçet-üt Tevarih ve İbn-i Arabşah'ın Ukudü’n Nasiha adlı eserleri.

54. Bu konuda bkz. Kurdakul, a.g.e.

55. M. Ş. Yaltkaya, "Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin'e Dair Bir Kitap", Türkiyat Mecmuası, Cilt: III, 1935.

56. Kurdakul, a.g.e.; Werner, a.g.e.

57. Werner, a.g.e., ss. 50-53.

58. E. H. Carr, Tarih Nedir? (Çev. M.G. Gürtürk), İstanbul, 1996, ss. 30-31.

59. Jenkins, a.g.e., s. 24.

60. Bkz. Yelkenci, a.g.m., s. 800.

61. Jenkins, a.g.e., s. 30.

62. A.g.e., s. 18.

63. A.g.e., s. 33.

64. John Dewey'den akt. A. O. Lovejoy, "Present Standpoints and Past History", The Philosophy of History in Our Time, der. H. Meyerhoff, New York, 1959, s. 174.

65. Carr, a.g.e., ss. 36-37.

66. Oysa ki Carr, tarihçi ("bugün") ile olgular ("geçmiş") arasındaki ilişkinin bir eşitlik ve alışveriş ilişkisi olduğu görüşündedir (A.g.e., ss. 36-37).

67. Bilindiği gibi Bâtınilik Kur'an'ın ve buyruklarla yapılması emredilen şeylerin bâtını’nı (iç yüzünü) bilen bir anlayış seviyesine ulaşan kişiden zahir’ine riayet lüzumunun kalkacağı, dolayısıyla böyle birine artık ibadetin lüzumunun olmayacağı kanaati ve inancıdır (Gölpınarlı, Mezhepler ve Tarikatler, 116).

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to