Prof. Dr. Kerem
Doksat’ın “Fetullah Müslüman Mı? ” Kitabı İle İlgili Yazdıkları
: June 24, 2016 : Semih Tufan GÜLALTAY
BAHAİ OLDUĞUNU SAKLAMAYAN
VE İNANCI DOĞRULTUSUNDA YAYINLAR YAPAN ,PROF.DR.KEREM DOKSAT’IN SİTESİNDE “FETULLAH
MÜSLÜMAN MI?” ADLI KİTAP HAKKINDA YAZDIKLARI:
Semih Tufan Gülaltay:
“Fethullah Müslüman Değil, Bahaîlerin lideri” Diyor.
Fethullah-Bahaîlik
ilişkisi
Semih Tufan Gülaltay,
İleri Yayınları’ndan çıkan “Fethullah Müslüman mı kitabında: Fethullah Gülen’i farklı
bir açıdan inceliyor. Gülaltay’ın kendi kaleminden okuyalım:
“Bu kitaptaki ana
mevzu, Fethullah’ın rejim düşmanlığı ya da ABD adına yüklendiği misyon değil… Ben
O’nun İslâmiyet’in içine sokulmuş bir Truva atı olup olmadığını sorguluyorum. O
bir Truva atı mıdır? Fethullah Bahaîler’in gizli lideri midir? Amaç İslâm dinini
tahrif etmek midir? Gerçek ve halis Müslüman kitlemizi Fethullah’tan nasıl koruyabiliriz?
Ve benim için işin en önemli yanı 21. asrın en büyük dinamik gücü olan Türkçü gençliğin
Türk-İslâm sentezi adı altında kandırılmasının önüne geçme yollarının ortaya konmasıdır…
Nurculuğun Türk milliyetçilerinin sırtına basarak Tevrat ittifakı kurmasının önüne
geçmek, Orta Asya’da misyonerlik okulları açarak İngilizceyi Orta Asya’da tek dil
hâline getirme çalışmalarına artık dur diyebilecek miyiz?
Fethullah’ın birinci
gâyesi Türk devletini ele geçirmek, ikinci gâyesi ise, geçmişin intikamını almak
için İran’ı istilâ edip İran’la harbe girmektir… O, bu operasyonda Turancılar’ı
kullanmayı düşünüyor… Bütün Türk dünyasını ele geçirdikten sonra ise önce aldatmaca
bir dinler diyalogu oluşturacak sonra da gerçekte bir Tevrat ittifakı olan Bahaîliğe
geçiş sürecini başlatarak bütün dünya dinlerini Bahaîlik altında birleştirme sürecini
başlatacaktır… Son merhalesiFethullah’ın “Mesih ilân edilerek dünya peygamberliğine
adım atmasıdır.
Kitapta Gülaltay,
Fethullahçılığın kökeni İran’a uzanan Bahaîlik tarikatının bir kolu olduğunu ve
Gülen’in Bahaîliğin günümüzdeki lideri olduğunu iddia ediyor.
Gülaltay’a göre,
Bahaîlik sıradan bir tarikat veya cemaat değildir. Hâttâ Bahaîlik İslâm içinde bir
mezhep de değildir. Bahaîlik, 3 büyük dini, İslâmiyet’i, Hıristiyanlığı ve Museviliği
tek bir pota altında birleştirmeye çalışan bir dinler-üstü mezheptir. İran’da İslâm
öncesi geleneklerini sürdürmek isteyen ve bu nedenle İslâmiyet’i diğer dinlerle
birleştirmeye ve tahrif etmeye çalışan çeşitli tarikatlara dayanmaktadır. Bahaîliğin
ortaya çıkışını 800’lü yıllara kadar götüren Gülaltay’agöre Fethullah’ın Müslümanlık
anlayışının ardında aslında kökeni İran’a dayanan bu İslâm-dışı tarikatlar vardır.
Dolayısıyla Fethullah’ın ne kadar Müslüman olduğu sorgulanmalıdır.
Gülaltay, kitabında,
İran’daki Batınî mezheplerinin her birinin ortaya çıkışını ve birbirini nasıl takip
ettiğini anlatıyor ve bu mezheplerin neden İslâm-dışı sayıldığını örnekleriyle okuyucuya
sunuyor. Gülaltay, İran’daki İslâm-dışı mezhepleri Mazdek’le başlatıyor. Sonra sırasıyla,
Hürremiye Mezhebi, Babek, İsmailiye ve Hasan Sabbah, Hurufîler, Cavidaniye, Babilik,
Bahaîlik… Gülaltay’agöre bu mezhepler farklı isimler taşımalarına karşın aslında
aynı mezhebin devamıdır. Çünkü sık sık İran Devleti’ne ve Halifeliğe karşı ayaklanan
bu mezhepler, başarısız olunca yollarına devam edebilmek için isim değiştirmiştir.
Yoksa eylemleri de inançları da farklı değildir.
Bu tarikatların kısa
bir tarihin sunduktan sonra Fethullah’ın bu tarikatlarla bağlantısını yapıtlarından
örneklerle açıklanıyor. Örneğin Batınî tarikatlarının en önemli özelliği yasak kimliklerini
saklayarak takiyye yapmalarıdır.Gülaltay’a göre, Batınîler takiyye yaparak gerçek
inançlarını gizlerler, Müslümanlar’la kaynaşırlar ve devleti içten içe fethetmeye
çalışırlar. Aynen Fethullahçılar gibi…
Batınîlerin Kitabün
Nur’undan Saidi Nursi’nin Risâle-i Nur’una
Öncelikle Batınîler, şeyhlerinin kitabını Kur’ân yerine
kabûl ederler. Cavidanîyeler, şeyhleri Fazlullah’ın,Cavidannâmesi’ni, Babiler ise
şeyhleriMuhammed Bab’ın kitabı Kitab-ün Nur’u Kur’ân kabûl ederler. Ne hikmetse, Saidi Nursî’nin Risale-î Nur’u isim olarak ve cemaatin gösterdiği
saygı bakımından, içerik olarak, Kitab-ün Nur’a çok benzemektedir. Türkiye’deki
Nurculara göre, Kur’ân’ın anlaşılması zordur, bu nedenle müritlere Nur Risâleleri
önerilir. Risâlelere âdeta ikinci bir Kur’ân muamelesi gösteren Fethullah,Gülaltay’a
göre bu şekilde Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olmaktadır.Gülaltay, Fethullah’ın
şu sözüne dikkat çekiyor: “İlimler sahasında mes’elenin temel esprisini ise Bedîüzzaman’ınmülahazasında
buluruz. Şöyle der o: Allah’ın iki kitabı vardır. Biri kâinat kitabı, diğeri Kur-ân’ı
Kerim. Gülaltay’a göre:Fethullah Gülen, “Kâinat kitabı derken Risâleler’i kastetmektedir.
Gülaltay, buna benzer pek çok örneği kitabında veriyor ve Nurcular’ın Risâleleri
öne çıkarmasının nedeninin Kur’ân’ın geçerliliğini ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor.
Fethullah isminin
kaynağı Gülen’in kimliğini ele veriyor
Fethullah Gülen’in
isminin kaynağı da gizli kimliğinin bir başka göstergesi.Gülen’in ismi 1844 yılında
İran Şahı’nı öldürmeye kalkışan bir Bahaî fedaisinden gelmektedir: Fethullah Kamî.
Fethullah Gülen’in âilesinin İran’dan göçme olduğunu da ortaya koyan Gülaltay,
Bahaîlik’le bir başka bağlantısını daha ortaya çıkarmaktadır.
Fethullah’ın rumuz
olarak kullandığı isimler de eski Bahaî kahramanlara atıftır. Örneğin, “1982 yılının
sonlarında DGM savcılığının hakkında başlattığı soruşturmada, Fethullah’ın Dahhak kod adını kullanarak
kitap yazdığı tespit edilmiş. Bilindiği üzere Dahhak İran mitolojisinde, İran’ı
istila edip İran Şahı Cemşit’i testere ile ortadan ikiye böldürten, İran halkına
işkenceler, eziyetler yapan bir adammış. İran halkı Dahhak-ı Zalim diye
andıkları bu gaddar adamın zulmünden perişan olmuştu.
Işık evlerinin sırrı:
Ev-mâbedler
Gülaltay, Babiler’in
ibâdet için câmiler yerine evleri tercih etmesiyle Fethullahçılar’ın Işık evleri
arasında da bir bağlantı kuruyor: “Babiler, câmilere gitmez, cemaatle namaz kılmazlardı.
Bunun yerine evlerde toplanmayı tercih ederlerdi. Ardından Nur evleriyle ilgili
Fethullah Gülen’in şu sözlerine dikkat çekiyor:”Bu ışık evlerinin kendine has özellikleri
vardır… Yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekânlardır… Artık geçmişte
câmide yapılan dinî ruhunun müzakereleri bu evlerde bir araya gelinerek yapılacaktır.
Ve Gülaltay Nur evlerinin İslâm-dışı olduğunu şu şekilde anlatıyor:”Anlaşılacağı
gibi Fethullah Gülen, bundan sonra câminin önemli olmadığını söylüyor. Çünkü büyük ustası Kürt Sait de
camiye girmezdi. Buradaki amaç ise İslâm’ın birliktelik ve cemaat ruhunu
yıkmaktır. Kurretü’l-Ayn’ın ve Babi şeyhlerinin vaaz verdiği yerler câmiler değildi.Fethullah’ın
tabiriyle Nur evleriydi. Yine aynı Fethullah, Yeşeren Düşüncelerisimli kitabının
164. sayfasında ev-mâbed [adıyla] bu ışık evlerini târif ediyor. Ev-mâbed
terimi Bahaîlik dininde mâbede verilen addır. Bahaîler’in mâbedlerine ev-mâbed adı
verilir.
Gülen’den Bahaîlere
gizli övgüler
Gülaltay, Fethullah’ın
kitaplarında Bahaîler’i nasıl gizlice övdüğünü de ortaya çıkarıyor. Örneğin, Fethullah’ın
Hz. Muhammed’i anlattığı sanılan kimi yazılarında aslında Bahaîler’in lideriMolla
Muhammed Ali’yi andığını aktarıyor: “Dostların vefasızlığına, düşmanların ardı arkası
kesilmeyen istila ve ifsatlarına uğramasaydı, kim bilir daha neler yapacaktı? Keşke,
bu mübarek dünya; duygu, düşünce, anlayış ve hayat felsefesiyle hiç değişmeseydi.
Onun yiğitliği, sâdeliği ve mertliği bu güne kadar dipdiri kalabilseydi. Keşke O
muhteşem saray ve yüksek kasırların altın yaldızlı kubbeleri altında, baygın
ve mahmur dolaşan hasım dünyanın, tâlihsiz insanlarının durumuna düşmeseydi.
Gülaltay, bu alıntıda önemli bir çelişkiyi yakalıyor: “Yukarıdaki metinde anlatılan
kasır ve saraylar dönemin İran Şah’ının saraylarıdır. Çünkü Hz. Muhammed devrinde
Arabistan’da ne kasır vardı ne saray”.
Gülaltay, bu konuda
daha pek çok örnek yakalamış. Gülaltay’a göre, baskı ve zulüm gören insan tasvirleri
sanılanın aksine Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] dönemi yaşamış Müslümanlar
değil, başarısız ayaklanmalardan sonra yurttan yurda göçürülen Bahaîler’dir. Örneğin,
1868’de Bahaîler sürgüne gönderilir. Fethullah Gülen’in kitaplarında anlattığı ömür
boyu süren büyük göç aslında Bahaîler’in sürgünüdür. Gülaltay’a göre bahsedilen
göç sanıldığı gibi Mekke’den Medine’yeHz. Muhammed’in hicreti değildir.
Başka bir yerde ise
Fethullah şöyle diyor: “Bir başka defasında da seni kardeşinle konuşmaktan men
etmişlerdi. Hani o güne kadar, bir lahza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle
konuşmaktan… Savaş meydanlarında omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun
kardeşinle konuşmayacaktın. Gülaltay’a göre burada kastedilen de yine Bahaî liderleridir.
Çünkü Müslümanlar’ın tarihinde kardeşiyle konuşmaktan men edilme gibi bir cezalandırma
söz konusu edilmemiştir. Hâlbuki Abdülaziz’in bir fermanında, Bahaullah’ın çocukları
birbirleriyle konuşmamaları kaydıyla sürgüne gönderiliyordu. Fethullah’ın uğruna
gözyaşı döktüğü işte bunlardır.
Fethullahçılık’la
Bahaî inanışları arasındaki paralellikler
Gülaltay’ın bulduğu
çeşitli paralellikleri şöyle sıralayabiliriz:
Bahaîler cenâzelerini
İslâm inanışının tersine, mermer lâhitler içinde gömerler.Saidi Nursî de vasiyetinde
cesedinin lâhitin içine konulmasını istemiştir.
Bahaîler’de ibâdete
başlama yaşı 16’dır. Fethullah Gülen de bir
kitabında şöyle demektedir: “16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum.”
Bahaîlik’te el öptürmek
kesinlikle yasaktır. Fethullah Gülen de el öptürme konusunda şöyle diyor: “Fevkalâde
rahatsızlık duyuyorum. El öptürme prensibim hiç yoktur.”
Bahaîler, câmiye
girmez, cemaatle namaz kılmaz. Sâdece cenaze namazı kılarlar. Gülaltay’a göre,
Fethullah Gülen’in de cenaze namazı dışında câmiye girip namaz kıldığını şu ana
kadar kimse görmemiştir.
Bahaîlik’te kurban
kesilmez. Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından birisi de katıldığı bir tartışma programında
kurban kesmeyi hayvan katliamı olarak nitelendirmiştir.
Bahaîlik’te, herkes
malının yüzde beşini, toplumun başında bulunan 19’lar heyetine vermek zorundadır.
Fethullahçı organizasyon ve vakıfların başındaki yönetim kurulu da 19 kişidir.
Fethullah ile Bahaîler
arasındaki bir başka somut bağlantı ise Saidi Nursi’nin hayatından alınmaktadır.
Saidi Nursi, Gülaltay’ın ortaya çıkardığına göre, İran Şahı’na suikast düzenleyen
Babiler’in şeyhlerinden Celaleddin Afgani’nin:İran’dan kaçıp Abdülhamit’in himâyesine
girmesi sırasında kuryelik etmişti. Saidi Nursî, yine bir başka Bahaî tetikçi Kirmani’yi
de İran-Türkiye sınırında karşılayacak ve İstanbul’a kadar kendisine eşlik edecekti.
Gülen’in sözlerinde
gizli anlamlar
Fethullah’ın eserlerinde
gizli gizli Bahaîlik propagandası yaptığını da Gülaltay çeşitli örneklerle açıklıyor:
Kapı: Bahaî mezheplerinden
Babiliğin kurucusu Muhammed Bab’tır. “Bab kelimesinin bir anlamı da “kapıdır.”
“Ulu sultan!
Canlı-cansız, insan-hayvan, (..) her şey varlığını soluklar.: Gülaltaybir başka
bölümde ise Gülen’in bu sözündeki gizli anlamı ortaya çıkarıyor:Ulu Sultan
kelimesi Bahaî Şeyhi Bahaullah’a atfedilmiştir. Hayvanları, eşyaları bile Allah’ın
kulları olarak kabûl eden ise Muhammed Bab’ın hocasıKâzım-ı Reşdi’dir.
Nebiler Sultanı:
Gülaltay, Fethullah’ın sık sık kullandığı “Nebiler Sultanı teriminin de karşılığını
buluyor. Gülaltay’a göre,Fethullah’ın burada kastettiği Hz. Muhammed değil, Bahaullah’tır.
Çünkü Bahaullah’ın lâkabı döneminde “Sultandır.
Nur Asrı: Muhammed
Bab’ın Kitabün Nur ile Babiliği yaydığı ilk yıllara da Nur asrı denmektedir.
Timur ve Cengiz düşmanlığı:
Fethullah bir kitabında şöyle diyor:”Allah bir zamanlar Cengiz, Hülâgü ve Timurlenkineliyle
hırpaladığı ve ikaz ettiği İslâm âlemini bugün de Batılılar vasıtasıyla hırpalayıp
ikaz etmektedir… Gülaltay,Fethullah Cengiz,
Hülagû ve Timurlenk’e karşı olmasını bu hükümdarların Bahaîler’in önemli önderlerini
öldürmüş olmasına bağlıyor. Cengiz Han’ın oğlu,Hülagû, Hasan Sabbah’ı, Timurlenk’inoğlu
Miranşah ise Fazlullah’ı öldürmüştü.
“Dönmezem
ve “mum gibi ” yanıp erimek: Bu kelimeleri de Fethullah sık sık kullanmaktadır.
Örneğin: “Çevresinde kol gezen tehlikelere aldırmadan, yüce derslerine devam eden
ve hakkında bayağıların bayağısı hükümler kesilip biçilirken. ‘Hançer ile yüreğimi yar!
Senden dönmezem‘ diyerek hakikati haykıran büyük muzdariplerin ‘Evet
hep böyle ızdırap gören ızdırap düşünen ve bir mum gibi yana yana eriyip giden,
bu yüce kametlerin arkasında yürüyenler hiçbir zaman aldanmadılar ve hiçbir zaman
hayâl kırıklığına uğramadılar.’ Tahran Kalesi’nde infaz edilmeden önce “Dönmezem diye bağıran Bahaîler’in
ünlü kadın kahramanı Kurretül-Ayn’dır. O dönem Bahaîler’e yapılan işkenceler
arasında en yaygın olanı da vücutları hançerle yarıp içlerine mumlar sokulmasıydı.
Fetret Devri ve Rönesans:
Fetret devri derken kastedilen Bahaîler’in yaşadığı uzun sürgün dönemidir. Yeniden
diriliş ise Bahaîler’in öğretilerini tüm dünyaya kabûl ettirmeleri demektir. Örneğin:
“Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve “Rönesansı
demektir. Kim bilir, belki o zaman batmak üzere olan dünyanın diğer kesiminin elinden
tutup kaldırma fırsatı doğar.
Kendini peygamber
gören Gülen
Bahaîler’in bir başka
propagandası şeyhlerinin peygamber olduğudur. Bahaî şeyhleri kendi peygamberlikleri
altında tüm dünya dinlerini bir arada toplanmaya çağırırlar. Gülaltay,Fethullah’ın
kimi yazılarında satır aralarında kendi peygamberliğini nasıl savunduğunu göstermektedir:
“Allah, elbette insanları da peygambersiz bırakmayacaktır.
“İnsanlar, akıllarıyla
kâinatta cereyan eden hâdiselere bakıp, Allah’ı bulsalar bile yaratılışlarındaki
gâye ve hikmeti, nereden gelip, nereye gittiklerini ve ibâdetlerinin keyfiyetlerini
peygambersiz bilemezler.
“Hilâfete giden yol
herkese açıktır.
“Hak için halkın
temsilcisi demek, peygamber mesleğine talip olmak ve onu temsil etmek demektir.
Onu yapabilmek için de peygamberane aşk, şevk, gayret, azim, cehd ve irade gerekir.
Fethullah görüldüğü
gibi yeni peygamberlere ihtiyaç olduğunu ve Allah’ın insanları peygambersiz bırakmayacağını
söylüyor. Hâlbuki İslâm inancına göre Hz. Muhammed son peygamberdir. Yalnızca bu
bile Gülaltay’a göre Fethullahçılığın İslâm-dışı olduğunun bir kanıtıdır ve bu propagandanın
bir sonraki aşaması Fethullah’ın kendisini Mesih ilân etmesi olacaktır.
Fethullah’ın Amerikancılığının
Bahaîlik’teki kaynağı
Gülaltay, kitabın sonuna doğru Fethullah’ın gerçek amacının dünya çapında bir Bahaî
imparatorluğu kurmak olduğunu ortaya koyuyor. Gülaltay, Avustralya’dan Afrika’ya
Asya’dan Amerika’ya milyonlarca Bahaî’nin bulunduğunu söylüyor. Bahaî imparatorluğunun
işlevi dünya çapında ABD’yi iktidara getirmek olacaktır. Zâten, Bahaîliğin ortak
dili de İngilizce olacaktır. Gülaltay’a göre ABD’de bugün 20 milyon Bahaî yaşıyor
ve Bahaîler’in etkinliği oldukça önemli. Zaten Bahaîler’in kullandığı ev-mâbedlerin
kubbeleri de Beyaz Saray’ın kubbesine benziyor.
Fethullah’ın Orta
Asya’daki misyonu da bu şekilde ortaya çıkıyor. Gülaltay’a göre Bahaîler dünya çapındaki
iktidarlarında İngilizce’yi resmi dil olarak ilân edeceklerdir. Fethullah’ın okullarının
tümünde İngilizce’nin öğretilmesinin nedeni olarak bunu gösteriyor. Üstelik,Fethullah’ın
en etkin olduğu Türk Cumhuriyetler’inden olan Yakutistan’ındurumunu da Gülaltay’dan
öğreniyoruz. Bu ülkedeki Fethullahçı proje sonunda başarıya ulaşmıştır. Yakutistan’ın
resmî dili İngilizce olarak ilân edilmiştir.
Gülaltay, Fethullah Gülen tehlikesinin uluslararası çapta olduğunu bu şekilde olduğunu
ortaya koyduktan sonra, kitabında tüm Türk milletini uyarıyor ve Fethullah tehlikesi
hakkında Devlet üzerine düşeni yapmazsa görevin Kuvayı Milliyeci Atatürkçüler’e
düşeceğini söylüyor:
“Atatürk ve Kuvayı
Milliyeci yiğitlerin kurduğu devlet, hiçbir zaman sarsılmayacak, bu sarp kale, tunçtan
yığınlar hâlinde omuz omuza yürüyen Türk gençliğinin sırtında, ulaşılmaz bir kartal
yuvası olarak yükselecektir.”
Erişim:
https://fetullahgerei.wordpress.com/2016/06/24/prof-dr-kerem-doksatin-fetullah-musluman-mi-kitabi-ile-ilgili-yazdiklari/
Yukarıdaki
Yazının Alıntılandığı Asıl Kaynak
BAHAÎLİK ve "YENİ PEYGAMBER" FETHULLAH
GÜLEN
Posted by M. Kerem DOKSAT on
Cumartesi, 17 May 2008 in Genel
Neler olup bitiyor diye pathique (pre-paranoyak), ve skeptic (kuşkucu)
bir şekilde tecessüsle tefekkür ederken kafamda bir ampûl yandı ve kendisine
ecnebi medyada "prophet" yâni peygamber dendiğinde
kıvıran, "aman efendim estağfurullah" filân diyen Fethullah
Hocaefendi Hazretleri'nin neden ve niçin emperyalizmce desteklendiği,
oyunun altında ne yattığı ile ilgili bir aydınlanma yaşadım.
Tabii ki bu tür ilhamlara hep şüpheyle bakmak lâzım ama taşlar fena
hâlde yerli yerine oturuyor aşağıda anlatacaklarımı düşününce.
Önce "Bahaîlik nedir" mevzuunda internet mahreçli derli toplu
bilgi arz edeyim:
***
http://www.dunyadinleri.com/Bahaîlik.html 12.05.2008 22:25
BAHAÎ DİNİ
1800'lerde İran'da Mehdi inancının uzantısı olarak doğan
Babîliğin bağımsız dine dönüşmüş biçimi. Bütün dünyada inananları olan evrensel
bir dindir. Bahaî tarihi, 1844'te Bab'ın (Seyyid Ali
Muhammed) yeni bir çağın gelmekte olduğunu ve yeni bir Peygamber'in
geleceğini ilân etmesiyle başlar. Bahaîliğin kurucusu ve peygamberi, lâkabı Bahaullah
olan Mirza Hüseyin Ali, 21 Nisan 1863'te yeni dini ve yeni
prensipleri Bağdat'ta sürgünde iken ilân etti.
Prensipleri
İnsanlık âlemi tek bir âiledir
Irk, din, dil, cinsiyet gibi tüm önyargılar kaldırılmalıdır
Tüm dinlerin temeli birdir (şimdilik son din İslâm veya Bahaîlik
değildir, gelecekte de dinler gelecektir)
Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır
Kadın ve erkek eşittir
Genel barış için çalışılmalıdır
Evrensel eğitim hedeflenmelidir
Serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır
Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır.
Bahaî dininde tek evlilik (monogami) esastır, kadınlar türban takmak
zorunda değillerdir. Tüm dünyâ ülkelerinde değişik ırkî ve dinî kökenden gelme
(İslâm, Hristiyan, Yahudi, Zerdüştî, Hindu vs.) Bahaîler vardır. Bahaî
dinine göre tüm dinlerin kaynağı ve amacı ortaktır ve birbirine aykırı
değildirler. Düşmanlık aracı hâline gelmeleri tarihte insanların dinleri
güç elde etme amaçlarına âlet etmelerinden kaynaklanmıştır. Buna göre
Bahaîlik'te "eğer din sevgi ve birliğe değil, düşmanlık ve ayrılığa
neden oluyorsa dinsizlik daha iyidir. Daha önceki dinlerde olduğu gibi,
bundan sonra da insanlara ahlâkî ve ruhanî eğitim sağlamak amacıyla başka
peygamberler geleceğine inanılır.
Tarihî Bilgiler
Seyyid Ali Muhammed (Bab) (Bab, Arapça'da kapı
demektir), kendisinin tüm Müslüman âleminin beklediği kişi olan
"Kaim", "Mehdi" olduğunu 23 Mayıs 1844'te ilân etti.
Binlerce kişi Bab'a inanarak "Babî" oldu. Bu gelişmeler ve
onun eski dinî yapıya göre çok yenilikçi ve radikal fikirleri ortaya koyması İran'da
işkencelere ve baskılara yol açtı. Bab, 1850'de Tebriz şehrinde
kurşuna dizildi. Birçok Babî ise yine İran'da değişik feci işkence
yöntemleri ile öldürüldü. Bab'ın ölümünden sonra
"Babî"lere Mirza Hüseyin Ali (Bahaullah) liderlik etti.
Bahaullah ve beraberindekiler İran Kaçar yönetiminin baskısıyla,
Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan görüşmeler sonunda Bağdat'a sürgün edildi. Bahaullah
1863'te burada, Bab'ın gelişini müjdelediği kişinin kendisi
olduğunu ve insanlık tarihinde bütün önceki dinlerin gelmesini vaad ettiği
"dünyanın bir vatan gibi olacağı, insanların artık savaş yapmayı
öğrenmeyecekleri" Mehdi çağının gelmiş olduğunu ilân ederek Bahaî Dini'nin
yeni prensiplerini açıkladı. Bahaullah'ın hayatının 40 yılı
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında geçti. 12 Aralık 1863'te vardığı Edirne'de
bu tarihten itibâren 5 yıla yakın yaşadı.
Mirza Hüseyin Ali'nin (Bahaullah) vefatından sonra büyük
oğlu Abdülbaba (1844-1957) öğretinin liderliğini yapmış, Abdülbaha'nın
vefatından sonra ise büyük torunu Şevki Efendi Bahaî misyonunun
liderliğine getirilmiştir.
Bahaî Dünya Merkezi İsrail'in Hayfa şehrindedir. 1868'ten itibâren Bahaullah
ve âilesinin ve beraberindeki inananlarının o tarihte Osmanlı toprağı olan Akka
Kalesi'ne (bugün İsrail'de Akdeniz kıyısında) sürgün edilmesi ve orada vefatına
kadar yaşamaya devam etmesi sonrasında Akka'nın hemen yanındaki Hayfa şehri,
Bahaî Dünya Merkezi'nin yeri oldu. Bahaîlik Birleşmiş Milletler'de temsil
edilmekte ve dünyadaki gayri siyasî alanlarda sosyoekonomik projelere
katkıda bulunmak için çalışmaktadır.
Kutsal Yazılar ve İbâdet
Kutsal Kitapları
Temel yasaları ve dinin şer'î hükümlerini içeren Kutsal Kitap olan Kitab-ı
Akdes (En Kutsal Kitap), İkan Kitabı [Kitab-ı İkan- Tevrat, İncil ve
Kur'ân'daki bâzı âyetlerin açıklamasını ve bâzı ilâhiyat konularını ihtiva eden
bir kitap. İkan, Arapça'da kesin bilgi demektir (ikan, yakin, yakînen
vb.)], Saklı Sözler (Kelimat-ı Meknune), Kurdun Oğlu Risâlesi
gibi kitaplardır. Bahaîler, tüm dinlerin Kutsal Kitaplarının (Tevrat, İncil,
Kur'ân, Baghavad Gita ve diğerleri) tek bir sistemin parçaları ve insanlığın
ortak dinî mirası olduğuna, kutsallıklarını yitirmediğine inanırlar.
Kitab-ı Akdes, Bahaîlik'in en önemli kutsal kitabı. Dinin kurucusu Bahaullah
tarafından kaleme alınmıştır. Arapça el-Kitab el-Akdes adıyla
yazılmıştır. Yine de çoğunlukla Farsça ismi olan Kitab-ı Akdes
kullanılır. Bâzen sâdece "Akdes" olarak da anılır. Akdes
kelimesinin anlamı "en kutsal, en mübârek"tir.
Her ne kadar kitabın bir kısmının daha erkenden yazılmış olduğuna dâir
bâzı deliller olsa da, genel kanaât kitabın 1873 yılı civarında tamamlanmış
olduğudur.
Kitab-ı İkan, yâni İkan Kitabı da Bahaî inancının kutsal kitaplarındandır.
Kitap 1862'de Bahaîlik'in kurucusu olan Bahaullah
tarafından kaleme alınmıştır. Bir kısmı Farsça bir kısmı ise Arapça
yazılmıştır. Bahaullah o sıralarda Osmanlı Devleti'ne bağlı olan
Bağdat'ta sürgündedir. Bahaî inancına göre Bahaullah vahyi ilk
kez Siyah Çal'da, Kitab-ı İkan'ın yazılmasından yaklaşık on yıl önce almış
fakat vahiy aldığını ve misyonunu açıkça ilân etmemiştir. Kitab 2 gün ve gece içinde
yazılmıştır. Bahaullah'ın,
böylece de Bahaîlik'in, başlıca teolojik eseridir. Farsça Beyan'ın
tamamlanışı olarak da tanımlanmıştır.
İbâdet
Başlangıçta İslâm dininin bir mezhebini andıran Bahaîlik zamanla
bağımsız bir din hâlini almıştır. Bahaîlik'te Yahudilik ve Hıristiyanlık'tan
alınan esaslar da vardır. Bahaîlik, Allah'a, kitaplarına, peygamberlerine,
kıyamete ve Baha'ya imanı emreder. Bahaîlik için insan hayatının
amacı Tanrı'yı tanımak, O'na tapmak ve sürekli ilerleyen uygarlığı
desteklemektir. Bahaîlik âlemin birliğini sağlama ve dünya barışının temelleri
oluşturma gayreti içerisindedir. Bahaîlik öğretilerinin en başında
Bağnazlıklardan vazgeçilmesi
Kadın erkek eşitliği
Mecburî eğitim
Uluslararası ortak bir dilin gerekliliği
Aşırı zenginlik ve fakirliğin ortadan kaldırılmasının sağlanması gibi
öğretiler Bahaî dininin temel öğretileri arasında sayılmaktadır.
Bahaîlik'te namaz ve oruç gibi ilâhî yasaların yanında insansı yasalar
da bulunmaktadır. Bahaîlik âile kurumuna önem verir ve tek eşli evliliği
emreder ve kendilerince zaruri durumlar dışında birden fazla kadınla
evlenemezler. Cenaze namazı dışında toplu namaz kılmazlar. Alkol kullanımı kesinlikle
yasaktır. Bahaîler herhangi bir siyasî düşünceyi savunmaz veya tavır
almazlar. Yaşadıkları toplumun siyasî ve geleneksel kurallarını
yorumlamaksızın kabûl ederler.
Bahaîler 21 Mart günü başlayan her biri 19 gün süren 19 aydan oluşan
Bahaî Takvimini kullanırlar. Bahaî Takvimine göre Bahaîler'in 9 kutsal günleri
vardır ve son ay oruç tutarlar. Günde üç vakit özel namaz
kılarlar. Namaz kılarken İslâm'dan ayrılan önceleri mezhep sonra ayrı bir
din hüviyetine dönüşen inanç sistemi olmalarına karşın Kâbe'yi kıble olarak
kabûl etmezler. Bahaullah'ın oturduğu evin bulunduğu yeri
kıble sayarlar.
Bahaî Dini'nde Dünyâ Barışı, Dünyâ Görüşleri
Dünyâ barışı sâdece mümkün olmakla kalmayıp aynı zamanda kaçınılmazdır. Barışa, insanların eski
davranış kalıplarına inatla sarılmasının sebep olacağı akla hayâle sığmaz
dehşetengiz olaylardan sonra mı ulaşılacak, yoksa şimdi müşâverelerle belirecek
iradenin tasarrufu ile mi kucak açılacak, bu, bütün dünya sâkinlerinin önündeki
bir tercihtir.
Dünyânın tek bir ülke olması, insanlığın vatanı olarak yeniden
örgütlenmesi ve yönetimi için ilk temel şart, insanlığın birliğini kabûl
etmektir. Dünya barışını kurma çabalarının başarısı için bu ruhanî prensibin
evrensel ölçüde kabûlü gereklidir. Bunun için, evrensel olarak beyan edilmeli, okullarda
öğretilmeli ve sosyal yapıda içerdiği organik değişikliğe hazırlık
olarak her millete devamlı olarak ifâde edilmelidir.
En zararlı ve inatçı kötülüklerden biri olan ırkçılık barışın en
büyük engellerinden biridir. Irkçılık uygulaması, bahanesi ne olursa olsun,
insanlık onurunun en çirkin bir şekilde ihlâlini teşkil eder. "Zengin ve
yoksul arasında ölçüsüz farklılık, şiddetli bir ıstırap kaynağı olarak dünyayı,
hemen hemen savaşın eşiğine getiren bir istikrarsızlık hâlinde
tutmaktadır".
Makûl ve meşrû bir vatanseverlik dışında, dizginlenmemiş
bir milliyetçiliğin yerini daha geniş temelli bir bağlılığın, tüm insanlık
sevgisinin alması gerekir. Bahaullah şöyle demektedir: 'Dünyâ
tek bir ülke ve insanlar onun vatandaşlarıdır.' Dünyâ vatandaşlığı kavramı,
bilimin ilerlemesi sebebiyle dünyanın tek bir mahâlleymiş gibi daralmasının ve
milletlerin tartışmasız şekilde birbirine bağımlı olmasının doğrudan bir
sonucudur. Dünyâ milletlerinin hepsini sevmek insanın kendi memleketini
sevmesini dışlamaz.
Dinî çatışmalar tarih boyunca sayısız savaşlara ve çarpışmalara neden
olmuş, ilerlemeye büyük bir engel teşkil etmiş, her dinden veya dinsiz insanlar
için gitgide menfur hâle gelmiştir. Bütün dinlerin mensupları, bu çatışmanın
ortaya çıkardığı temel sorunlara bakmaya ve açık seçik cevaplar aramaya râzı
olmalıdırlar.
Kadınların özgürlüğü, iki cins arasında tam eşitliğin sağlanması,
barışın daha az kabûl edilmekle beraber, en önemli ön şartlarından biridir.
Ancak kadınlar insan girişiminin her alanında tam ortaklığa kabûl edilirse,
uluslararası barışın boy vereceği ahlâkî ve psikolojik ortam oluşabilir.
Bütün dinler ve ırklar birdir: "Hiç şüphesiz hangi milletten, hangi
ırk veya dinden olursa olsun, tüm insanlık ilhamını bir İlâhî Kaynak'tan
almaktadır ve tek Tanrı'nın kuludur".
Diğer Dinlere Göre Bahaîlik
Birçok kaynağa göre Bahaî Dini, yeni dinî akımlar arasında
sayılmaktadır. Bâzı görüşlere göre, 19. Asır'da doğmuş, başlıca büyük dinler
ve diğer inançları sentezlemeye çalışan hümaniter ve barışçıl bir dinsel
harekettir; bâzılarına göre bir din sayılmamaktadır.Bahaîliği bir
din olarak kabûl edenler arasında, tarihî kökeni sebebiyle onu İbrahimî
dinler arasında sayanlar da vardır.
Başta 3 büyük Ortadoğu dini, yâni İslâm, Hristiyanlık
ve Musevîlik inananlarının Bahaîlik ile çatıştığı ve karşı olarak öne
sürdüğü noktaların başında "son din, son peygamber inanışı"
sayılabilir. Çünkü bu üç dinin mensuplarında da, doğru yolda olma, bir daha
başka peygamber gelmeyeceği inancı görülebilir. Örneğin Müslümanlık'taki
son din kavramı gibi, Hristiyanlık'ta İncil'de geçen "Alfa benim, Omega da
Benim -yâni İlk benim, Son da benim-" sözlerinden kaynaklanan sonluk
inanışı, Musevilik'te de temelini Kutsal Kitap Tevrat'tan alan, Tanrı'nın
seçilmiş tek dini olma inancı vardır. Bahaîliğe göre ise bu ifâdelerin
kastettiği şey, bu dinlerin peygamberlerinin aslında aynı dini ve aynı
öğretileri diriltmekte olduğu, dolayısıyla dinlerin bu noktada birbiriyle
çelişik olmadığıdır.
Bahaîlik, dünyâda birçok ülkede resmî din olarak tanınmakla birlikte,
bâzı yerlerde bu söz konusu değildir. Özellikle doğduğu ülke olan İran'da
başlangıcından itibâren meydana gelen baskılar ve ölümler sonrasında, dünyânın
birçok kıt'asına Bahaîler'in göçü yaşandı. Bugüne kadar geçen 150 yıllık sürede
bu göçler yüz binlerle sayılabilecek kadardır. İran'daki Bahaîler hâlen kamu
hizmeti ve üniversite öğrenimi haklarından yoksun durumdadırlar.
Bahaî Tapınakları (Mâbedleri)
Bahaî Tapınakları, her dinden kimsenin sessiz olmak şartıyla
bildikleri şekilde ibâdet edebilecekleri mekânlardır. Şimdiye dek her
kıt'ada bir tâne olacak şekilde 7 adet tapınak inşa edilmiştir. Bu tapınakların ortak özeliği, bir
kubbeleri ve 9 girişleri olmasıdır (dünyâda 9 dinin var olduğuna
dâir Bahaî inancını yansıtır).
İlki Aşkabat'ta 1908'de inşa edilmiştir. 1938'e kadar hizmet veren bu
tapınak Sovyet rejimi tarafından ibâdete kapatıldı; 1962'de bir depremle
yıkıldı. Bu ilk tapınak; hastâne, okul, otel gibi başka bir çok birimi içeren
bir kompleks idi.
1953 yılında ABD'nin Illinios eyaletinde Chicago'nun kuzeyinde
bir Bahaî mâbedi tamamlandı.
Daha sonra inşa edilen tapınaklar sırasıyla şu ülkelerdedir: Uganda
(Kampala), Avustralya (Sydney yakınında), Almanya (Frankfurt'un dışında),
Panama (Panama City yakınında), Batı Samoa (Apia), Hindistan (Yeni Delhi).
En yeni Bahaî Tapınağı olan Hindistan, Yeni Delhi'deki tapınak, 1986'da
tamamlandı. Pek çok mimarî ödül aldıç
Osmanlı Reformcuları ve Bahaîlik
Osmanlılar - Tanzimat Devri
1789 Fransız Devrimi'nden sonra Hürriyetçilik (Liberalizm) ve
milliyetçilik gibi bâzı ideolojiler Osmanlı İmparatorluğu'na da ulaştı ve 19.
Asra kadar Avrupa, Osmanlılar için önemli bir rol taşımıyordu, ancak ondan
sonra Batı'nın gelişmiş orduları, hızla gelişen teknolojisi ve siyasî ve
kültürel fikirleri gittikçe iktidarda olanların ve entellektüel grupların
ilgisini çekmeğe başladı. Avrupa artık medeniyetsiz değildi lâkin büyük bir
tehdit ve aynı zamanda araştırmaya değer bir model olarak görülüyordu.
Osmanlılar'ın baştaki Batı'ya olan hayranı ve taklidi daha sonra
Batılılaşmanın, kendi toplumunu yeniden tanımlamak ve düzenlemek kanaatine yol
açtı.
1839-1876 senelerini "Tanzimat Devri" olarak tanıyoruz. Bu
devirde Sultan II. Mahmud, I. Abdülmecid ve Sultan
Abdülaziz iktidarlarında değişik alanda reformlar ilân edildi ve birkaç
paşanın sâyesinde gerçekleştirilmeğe çalışıldı. Reform Devri'nin önemleri
aşamaları, 1839'da Mustafa Reşid Paşa tarafından ilân edilen
"Gülhâne Hatt-ı Şerifi" ile başladı. Bu belge, sosyal haklar
açısından herkese, hangi dine mensup olsa da, aynı hakları temin ediyordu.
Gelecek 30 sene içinde bu ve daha sonraki belgelerin şartları yürürlüğe
girecekti. Bu müddet esnasında, Mustafa Reşid Paşa başta olarak, Mehmed
Emin Âli ve Keçecizade Mehmed Fuad Paşalar da önemli rol
oynadılar. Âli ve Fuad Paşalar Bahaî tarihinde iyi
tanınan kişilerdir, çünkü Bahaullah onlara, kendisini ve başka
Bahaîler'i, durumlarını hiç araştırmadan sürgün ettikleri için, şiddetli
kelimeler yöneltmiştir.
Gülhâne belgesinin ilânından hemen sonra reform çabaları, onlara karşı
olanların çoğunluğu yüzünden durakladı, ama 1856'da Hatt-ı Hümâyun veya Islahat
Fermanı ilân edildi. Bu, birinci belgeyi tasdik ediyor ve yeni şartlar da
koşuyordu, bilhassa Hristiyanlar'ın haklarını vurguluyor, onlara sınırsız din
hürriyeti ve sivil makamlar sağlıyordu. Âli ve Fuad Paşalar
Tanzimat reformlarını ellerinden geldiği kadar gerçekleştirmeğe çalıştılarsa da
etraflarındakilerden ve toplumdan gereken muvafakati bulamadıkları için
reformlar gene yavaş yürütülüyordu. Osmanlılar'ın maddî ve idarî sorunları,
1876 senesinde bir krizde sonuç buldular. O zamana kadar hükmeden Abdülaziz
aklî dengesizliği ve müsrifliği yüzünden sorunlara çözüm bulamadı ve tahttan
indirildi.
Yeni sultan II. Abdülhamid 1876 senesinde Kanun-i Esasî'yi
ilân etti. Bu Türkiye tarihindeki önemli belge Tanzimat'ın şartlarını
tekrarladı ve bir daha vurguladı. Bununla beraber, en önemli noktası olarak, Meşrutiyet'i
yâni bir anayasayı ortaya koydu ve demokrasi saltanatını takdim etti. 1877-78
Balkan krizi esnasında Abdülhamid Batı ülkelerine, absolütist
yâni mutlak monarşiyi kaldıracağına ve bir parlamenter demokrasi kuracağına söz
verdi. Ancak sultan, Balkan krizinin karışıklığında Mart 1877'de açılan ilk
Türk parlamentosunu 1878 senesinde belirsiz bir süre için dağıttı. İmparatorluk
kanunen demokrasi saltanatıydı. Hâlbuki Abdülhamid 1909'e, Jön
Türk devriminin sonrasına kadar mutlak hükümdardı. Tanzimat'ta eğitim alanında
başlatılan reformlar birçok bürokrat, doktor, subay, yazar vs. yetiştirdi ve
bunlar Batı'dan her türlü Liberal fikirleri benimsediler. Bu entellektüeller
yavaş yavaş Osmanlı gelenekçiliğinden uzaklaşıp gitgide Batı eserlerine
yöneldiler ve kendi yazılarında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki siyasî, iktisadî,
toplumsal ve dinî sorunlarını ele aldılar.
Tanzimat ve Yeni Osmanlıların Muhalefeti
Devlet görevlerinde çalışan ve Batı'da eğitim gören bu entelektüeller
1860-1870'li yıllarında Tanzimat reformlarını yürüten yüzeysel politikayı ağır
eleştirdiler. "Yeni Osmanlılar" adıyla tanımlanan ve İttifak-ı
Hamiyyet 1867'de kurulan grupta toplananlar, daha hür şartlar altında
yaşamayı ve bir anayasayı (meşrutiyet) destekliyorlardı. Yeni Osmanlılar'ın en
tanınmış üyesi şâir ve yazar Nâmık Kemal (1840-1888) ve Ziya
Paşa'dır (18. Bu kendi zamanlarına göre modern görüşlü ve devrimci
gençlerin ortak gayeleri Avrupa'ya karşı olan ilgileri ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun çöküşünü durdurmaktı. Ortak düşmanları sultan değil, Âli
Paşa (1815-1871) ve Fuad Paşa (1815-1869) idiler.
Kendilerine göre bunlar İmparatorluk'daki yaşayan Müslümanları Batı'ya satıp,
Avrupa ülkelerinin emperyalizm esirleri ve Batı kültürünü körü körüne taklid
eden kişilerdi. Yeni Osmanlılar'ın tek istedikleri şey, Osmanlıların hem Batı,
hem de İslâm kültürüne iştirak etmeleriydi. Tanzimat'ı yürüten paşalar
parlamenter hükümeti reddederken, Yeni Osmanlılar değişik milletlerin böyle bir
sistemdeki katılımını Müslümanlar'da ve gayri Müslümanlar'da aynı "vatan
duygusunu" uyandıracağından emindiler. Böylece milliyetçiliğe karşı olan
ilgi zayıflatılmış olurdu.
Görüşleri yüzünden bâzı Yeni Osmanlılar 1867 senesinden sonra Avrupa'ya
kaçmak zorunda kaldılar; 1871'de Âli Paşa'nın ölümünden
İstanbul'a geri döndüler. Ancak Nâmık Kemal'in 1873'te Vatan
yahut Silistre adlı tiyatrosunun büyük bir heyecan uyandırması ve Nâmık,
Ebüzziya Tevfik ve Menapirzâde Nuri'nin bilhassa
tahta iddialı olan Murad Paşa'yı destekledikleri için, Sultan
Abdülaziz tarafından değişik vilâyetlere sürgün edildiler. Böylece Nâmık
Kemal Kıbrıs Magosa'ya, Ebüzziya Tevfik Rodos'a ve Menapizâde
Nuri Bey ile Bereketzâde İsmail Hakkı da Akka'ya sürgün
edildiler. Sürgünleri sırasında oradaki Bahaîler'le temasta bulundular.
Yeni Osmanlılar ve Bahaîler
Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlı Tarihi adlı eserinde, "Babîlerden yani
Bahaîler'den, onların İstanbul'dan Rodos üzeri Akka'ya sürgün edildiklerinden
bahsediyor ve şöyle yazıyor: Daha evvel Babî'lerden kimseler Rodos'a
gönderilmiş, çünkü bizim Hükûmet kendisi için aldığı zâbıta tedbirlerine kanaat
etmeyerek, komşu Devletler için de zaptiyelik ederdi. Netekim sırf dinî inançla ilgili ve hiç bir vakit
Sünnîliğe saldırmasına imkân olmayan "Babî mezhebini çıkaranlarla
inananlarını da, Rodos'a, oradan da Akkâ'ya sürgün etmişti. Sırası gelmişken
şurasını bildirelim ki, kırk beş seneden beri Osmanlı topraklarında oturmakta
olan bu adamlar, mezhep ve dinî inançlarını kabûl ettirmek yolunda, bir kişiye
bile tekliflerde bulunmamışlardır. Hiç bir Osmanlı Babî olmamıştır. Çünkü Babîlik, kim ne
derse desin bir mezhep değil, fakat mezhep örtüsü altında bir siyasî inançtır
ve sırf İran'a mahsus inkılâp hareketleriyle ilgilidir.
İşte bu kimselerden Bahaeddin Efendi isminde ve ihtimal
halen hayatta bulunan bir zatın, insanlık göstermek gayreti sayesinde, Nuri
Bey'le Hakkı Efendi'den, önce bir haber, sonra da
yazdığımız mektuba cevap aldık.
Tevfik burada şüphesiz "Bahaullah" ismini "Bahaeddin"
ile karıştırıyor. ... Magosa'ya sürgüne gönderilen olan Nâmık Kemal,
öyle görünüyor ki, orada daha çok Ezelîler'le temâsta bulunmuş; Ezelîler, Bahaullah'ın
üvey kardeşi ve ona karşı çıkan Mirza Yahya "Subh-i
Ezelin taraftarlarıydılar. Bir tarihçiye göre, Nâmık'ın
en yakın arkadaşı ve "Kuleli Vak'asının" aslî fâili Şeyh Ahmed
Efendi, Kıbrıs'ta görünüşte Babîliğe veya Bahaîliğe inanmış ve Nâmık
Kemal 1876'da yazdığı bir mektupta kendisinin de "Babî
olduğu" söylentileri reddediyor.
Başka bir mektupta Magosa ve oradaki insanlardan anlattıktan sonra
"Babîlerden" şöyle bahsediyor:
Gâh nübuvvet ve gâh ulûhiyyet davasında bulunan ve hatta hâşâ Cenâb-ı
Hakk'ı kendileri yaratmış olmak zu'mlarına kadar çıkışan Babîler burada...
Babîler hazarâtı, yevmiye nâmı ile memleket memurlarından ziyade maaş
alıyorlar. Yiyorlar, içiyorlar; saye-i seniyyede Memâlik-i Osmaniyye'nin
taksimine çalışıyorlar; hele Devlet-i Âliyye'nin kahr-ü izmihlaline duadan bir
dakika hâli oldukları yoktur.
Ve daha başka bir mektupta Nâmık
Kemal Babîleri "eşerr-i mevcudât (en kötü yaratıklar)"
olarak nitelendiriyor. Nitekim Süleyman Nazif'in Nasiru'd-Din Şah
ve Babîler adlı eserindeki tespitlerinden, Nâmık'ın "eşerr-i
mevcudâtla" Ezelîler'i kasdettigini görebiliriz:
Kemal Bey'in
Babîleri "eşerr-i mevcudât" kabûl etmiş olması Abbas Efendi'yi
[Abdülbaha'yı] yalanlamaz. Çünki evvela Abbas Efendi Babîlik'ten
ayrılmış, hâttâ Allah'a sığınıyordu. İkincisi, Babîler'i Şark dâima fena
görmüş, fena anlamıştı. Bu mektup yazıldıktan yirmi küsur sene sonra bile,
ben bir Fransız edibine Babîler hakkındaki fenaatımı izah ederken, onları
"kana susamış bir çift siyah gözle kızıl bir hançer görüyordum. ... Şu da
doğrudur ki, Subh-i Ezel'in etrafı Babîler'in fena ve soysuzlaşmış takımıyla
çevrilmiş idi. Kuvvet ve azamet Bahaullah tarafına gitmişti. Nasıl ki hâlâ iyice yerleşmiş ve
Avrupa ile Amerika'da itibar sâhibi olan yalnız Bahaullah'ın mezhep ve
tarikatıdır.
Nazif'in burada "Abbas Efendi Babîlik'ten ayrılmış"
demesinin anlamı, üvey amcası olan ve Bahaullah'ın peygamberliğini reddeden Subh-i Ezel'in
ve "Babîler'in fena ve soysuzlaşmış takımının yaydıkları Babîlik'ten
ayrılmasıdır. Nazif aynı eserinde Nâmık Kemal'ın Abdülbaha
ile mektuplaştığını söylüyor:
Bahaullah'ın oğlu Abbas Efendi ile iki sene önce [1917] Hayfa kasabasında
görüştüğüm zaman, Kemal Bey'e birçok mektuplar ilettiğini ve
fakat Sultan II. Abdülhamid zamanında bir aralık takip ve
araştırma edilmek endişesiyle bu mektupları yakmış olduğunu bana tam bir
kederle söylemiş(ti)...
Nâmık Kemal Ezelîler hakkında kötü konuşmasına rağmen, kendisinden, "Gülnihal"
adlı tiyatrosunu Subh-i Ezel'in oğlu Ahmed Ezel'e
yazdırdığını ve tebyizi onun olduğunu öğreniyoruz. Süleyman Nazif,
bazı Batılı tarihçilere göre Ziya Paşa Kıbrıs mutasarrıfı iken
Subh-i Ezel ile buluşmuş ve Babîler ile Yeni Osmanlılar arasındaki temasların
temelini atmış olmasına işaret ediyor, ancak bunu ispatlayacak deliller
olmadığını söylüyor.
Ayrıca Abdülbaha'nın Yeni Osmanlı hareketinde önemli rol alan Ziya
Paşa ile tanışıklığı olduğundan söz ediyor. Şu kesindir ki, Abdülbaha,
1876'ta Meşrutiyet'i hazırlayan Midhat Paşa ile Beyrut'ta
buluşmuş. Akka'da sürgünde olan Nuri Bey ve İsmail Hakkı
Efendi'ye gelince, bunların Bahaîler'le şahsi ve iyi tanışıklıkları
olmuş. İsmail Hakkı Efendi Yâd-ı Mâzi adlı hâtıratında Babîliği
ve Bahaîliği olumlu bir şekilde ele alıyor ve "Mirza Abbas Efendi"
yâni Abdülbaha'nın "âlim, fâzıl ve asrin ahvaline vâkıf
soylu yüzlü bir zat olduğunu" söylüyor. Ayrıca yabancı gazetelerde İran
hakkında makaleler okuduğunu ve Bahaî çocuklarına yabancı diller okuttuğunu
zikrediyor.
Biz Akka'da bulunduğumuz müddetçe, Bahâullah Efendi,
kirayla oturduğu evde münzevî olup cemaatten başka kimseye görünmez olduğundan
cemaatin işlerini Abbas Efendi idare ederdi. Abbas
Efendi'nin tavır ve meşrebi incelenirse şeyhâne olmaktan çok siyasî bir
tarz ve durumu andırdığı ortaya çıkar. Yabancı basında İran hakkında bir
makale, dikkatli gözlerine tesadüf edince saatlerce, kendini vererek,
düşüncelerini açıklar ve bundan o kadar tat alır ki, bütün bütün uykusunu ve
rahatını ona feda eder. Bâzen Arapça ve Farsça makaleler yazıp Fransızca
tercümeleriyle Avrupa basınına gönderdiği olurdu. Sohbetinin ve insanlarla
geçinmesinin güzelliği, cömertliği ve iyiliğiyle Akka'da halkın kalbini elde
ettiğinden oturdukları evin bulunduğu meydancığın karşısında selâmlık olarak
kullanılan yerde, zengin ve fakir, Müslim ve gayrimüslim ziyaretçiler, sabah
akşam eksik olmaz. Misafirlere lezzetli çaylar, Şiraz'ın en nefis
tömbekilerinden nargileler ikram edilir. Pek çok olurdu ki, Abbas Efendi
sur dışında bulunan bahçeler içinde satın aldığı bahçede bize ziyâfetler
verirdi. Birlikte çıkıp gezintiler yapılıp yemekler yendikten sonra yine
birlikte kaleye dönülürdü.
Şerif Mardin'e göre İsmail Hakkı Efendi Akka'daki "Babîleri ilkel
görmüş ve ciddiye almamış, ancak İsmail Hakkı'nın söylediğine
bakarsak bunun doğru olmadığını görüyoruz: "...avâmın anlattıklarını
cemaatinin mâkul tavırlarına bakarak yalanlamaya lâyık görürüm. ... Gerek
cemaâtin gerekse çocukların terbiyeleri, hakikaten takdire lâyıktır. Yeni
Osmanlılar, İmparatorluk'ta fazla değişim getirmedilerse de, düşünceleri ve
fikirlerini kısa bir süre sonra "Jön Türk" adı altında toplanan ve bu
sefer Sultan II. Abdülhamid'e karşı olan genç aydınlar miras
aldılar.
Abdullah Cevdet ve Bahaîlik
Bunlardan biri Doktor Abdullah Cevdet'dir (1869-1932).
Âile çevresinde aldığı dinî eğitimden sonra yüksek tahsilini İstanbul'da Kuleli
Askeri Mekteb-i Tıbbiye'de bitirdi. Burada, mevcut yönetime karşı yoğunlaşmış
tepkiler olan bir ortamda, "...üç sene zarfında fikirler hayli uyandı ve
İdâre-i Hamidiye'ye karşı dehşetli bir hareketi fikriye ve zemin hazırladı....
1889'da kendisi ve birkaç arkadaşı İttihad-ı Osmanî Cemiyeti'ni (İttihat
Partisi) kurdular. Bu örgüt daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti adını
taşıdı. Tıbbiye'de okuyan gençler Batı ve özellikle Fransız ve Alman maddiyatçı
filozofların eserlerinden etkilenerek, hayatı bir ilâhî iradenin sonucu olarak
değil, değişik biyolojik ve fizyolojik mekanizmaların neticesi olarak
görüyorlardı. "İttihad-ı Osmanî Cemiyeti başta biyolojik materyalizm olmak
üzere karmaşık düşünsel etkilerden ve 'vatanseverlik' fikrinden etkilenen bir
öğrenci örgütü durumundadır. Bu örgütte felsefî boyutun ağır basmasına
karşılık, cemiyetin daha sonra tam bir siyasî örgüt hâline geldiğini özellikle
1906 senesinden sonra görebiliriz. "Üyelerin bir kısmının yeni Cemiyet'te
de çalışmaları dışında fikrî boyutlar açısından hiçbir ilgi bulunmamasıdır. Cevdet'in
ve diğer arkadaşlarının inandıkları felsefe Fransız filozof Auguste
Comte'un kurdugu "Pozitivizmdir". Bu felsefeye göre
insanlığın gelişimi din, metafizik ve son olarak ilim aşamalarından oluşuyor,
yâni insanlık son olarak dini terk edip sâdece ilime inanacak ve bütün
sorunları sâdece bilimle çözecektir.
Abdullah Cevdet yoğun siyasî faâliyetleri sonucu birkaç defa sürgün
edildi ve başka yerler arasında Fransa'ya da kaçmak zorunda kaldı. 20. yy.
başından beri Bahaîler'in bulunduğu Paris'te Cevdet muhtemelen
Bahaîlik'le temas etti. Cevdet'in 1904/1932 senelerinde yayınladığı ve halkı
aydınlatma aracı olarak gördüğü "İctihad" dergisinde, 1921 senesinin
sonunda ve 1922'nin başında üç makale yayınlandı. Yazar Emin Âli
"Bahaî hareketi hakkında ilmî bir tetebbu" başlığı altındaki üç
makalesinde Bahaîlik hakkında çok olumlu bir şekilde yazıyor. Abdullah
Cevdet bu makalelere dayanarak İctihad'ın 1 Mart 1922 tarihli
144. sayısında "Mezheb-i Bahaullah - Din-i Ümem" başlıklı bir makale
yayınladı. "Bir dünyâ dini olarak kabûl edilmesini istediği Bahaîlik
hakkındaki bu yazısında "peygambere hakaret ettiği gerekçesiyle önce
tutuklanarak iki sene hapse mahkûm edildi. Cevdet bu makalesinde
Bahaîlik hakkında şöyle yazıyor:
Bahaîlik bir din-i merhamet ve muhabbettir... Her din, merhamet ve
uhuvvet tesisi için gelmiştir. Fakat bir insan hangi dinde olarak doğdu ise o
dinde kalmasına hiç mâni olmaksızın o insana, kendisini din olarak kabûl
ettirebilecek bir mâhiyette bir din görülmemişdir. Bu din ancak, Bahaullah'ın
ve oğlu Abdülbaha'nın va'z ve tesis ettiği din-i merhamet ve
muhabbettir. Bahaullah: "İnsanlar arasında tohum-i nifak
ekmekten, gönüllere reyb ve şüphe dikenleri dikmekten sakınınız. Selsebil-i
saf-i aşkı bulandıracak, ıtır-ı muhabbeti uçuracak bir şey yapmayınız. Hayatıma
kasem ederim ki, siz aşk ve muhabbet için yaratıldınız, kin ve nefret icin
degil diyor. Bu sübhanî ve hakikaten rahmanî söz, her asırda ve bilhassa bu
asr-ı insaniyette söylenmesi ve tekrar edilmesi ve ruhlara derinden derine
infaz olunması elzem olan bir sözdür... Beynelümem ve beynelbeşer muhabbeti,
merhameti, sulhu bir âyin hâlinde koyan ve buna lazım gelen nur ve harareti
veren bir mürşid, Hazret-i Bahaullah'tan evvel görülmedi... Bahaullah'ın
tesis, Abdülbaha'nın tanzim ve neşrettiği Bahaîlik akıl ile
mütearız hiç bir fikri, hiç bir hükmü ihtiva etmemektedir. Yâni Bahaîlik
ziyâ-nisâr bir hararettir. Bir hareket-i muzlime ve gayr-i muzîe değildir. Bu
seciyyesi onu cihan-ı şümul ve millel-i muhit bir âyin-i sulh ve muhabbet
olmağa doğru götürmektedir... "Mum ışıkrîzdir: damla damla cevher-i
hayatını aktırır, ta ki bu döktüğü yaşları neşr-i nur etsin. İşte bu, sizin
için bir misâl-i imtisal, bir timsâl olmalıdır diyen Abdülbaha
hakikaten bir meşale gibi yanmış, binlerce meşaleler îkad ettikten sonra başka
cihanlarda yine yanmağa gitmiştir... Fakat bu kıvılcımdan ne kadar hararet ve
nur intişar edebilir? Cihanı ısıtmak için Bahaullah'ın ruhundaki
muazzam yangın lâzımdır. Tenvir etmek ve aynı zamanda ısıtmak için yanan ruhanî
ve rahmanî bir yangın.
"Abdullah Cevdet'in gördüğü büyük tepkinin nedeni
bizzat Sultan'ın bu olaydan dolayı kendisine kızmasıdır. Bu tepkiler o zamanın
muhafazakâr gazetelerinden de geldi. Cevdet mahkûm edildikten
"daha sonra ise gıyaben verilen bu karara itirazı sonucunda Cumhuriyet
döneminde de uzun süre devam edecek olan Türk basın tarihinin en ilginç
yargılamalarından birisi başladı. Abdullah Cevdet kısa sürede
olayı bir düşünce ve vicdan özgürlüğü sorunu hâline getirerek bu konudan
yararlandı. Olayın bu yönünün yanı sıra Bahaîliğin İmparatorluk kamuoyunda
geniş biçimde tartışılmasına neden olduğu görülmektedir. Tarihçi Şükrü
Hanioğlu'na göre Cevdet Bahaîliği İslâm ile
Materyalizm arasında bir aşama olarak görüyordu. Hanioğlu'nun
Bir siyasî düşünür olarak Doktor Abdullah Cevdet ve dönemi
kitabındaki açıklamaları şöyledir:
"Toplum için yeni bir 'ethic' (ahlâk) yaratma çabaları Abdullah
Cevdet'i Bahaîliği bu görevi ifa etmek için topluma sunmaya kadar
götürmüştü. Kuşkusuz Bahaîliğin pasifizme benzeyen içeriği Abdullah
Cevdet'in bu mezhebe ilgi duymasında etkili olmuştu. Ancak, ruhban
sınıfı ve âyinleri olmayan, nihaî amaç olarak dünya çapında sûlhu benimseyen bu
mezhep Abdullah Cevdet açısından toplumun dinin yerine biyolojik
materyalizmi kabûl etmesi sürecinde olumlu gelişme sağlayacak bir basamak
olarak kabûl ediliyordu. Burada, Bahaîliğin Abdullah Cevdet
açısından daha evvel İslâm'ın saf hâli düşüncesinde olduğu gibi bir aşama
olarak benimsediğini görüyoruz... Abdullah Cevdet'in bu düşüncesi
nedeniyle karşılaştığı tepkileri görmüştük. Hukukî uygulamaların dışında Abdullah
Cevdet'in gördüğü en sert eleştiriler ise gene İslâm uleması tarafından
kendisine yöneltilmişti. Bahaîliğin, İslâmiyet'le hiçbir ilgisi bulunmadığını
belirten bu eleştirilere karşılık Abdullah Cevdet, bir 'ethic'
olarak düşündüğü bu mezhebi İslâm'ın olumlu içeriğiyle destekleyeceğini...
açıklamasına karşın bu çabasında başarı sağlayamadı. Zâten çok kısa bir süre
sonra rejim değişikliği Abdullah Cevdet'e bu çeşit aşamalar
yerine topluma biyolojik materyalizmi dini ikame edecek bir kurum olarak sunma
imkânı verdiğinden kendisi tekrar bu konudaki tartışmalara dönmedi.
Günümüzde Bahaîlik
Günümüzde hareketi yönlendiren Umumî Adalet Evi ilk kez 1963
yılında kurulmuştur. Hareket İslâm ülkelerinde ilk yıllarda oldukça baskı
altında kalmış olmasından dolayı İslâm ülkelerinde fazla yayılamamıştır.
Bahaîlik özellikle Tanrı inancının oldukça zayıfladığı ve toplum düzeninin
bozulduğu yerlerde günümüzde taraftar sayısını arttırma eğilimindedir.
Ülkemizde dâhil olmak tüm İslâm ülkelerinde Bahaîlik ayrı bir din olarak kabûl
edilmemektedir. Bu nedenle
de herhangi bir İslâm ülkesinde resmî ibâdethâneleri yoktur. Nüfus cüzdanında
Din Hânesi olan İslâm ülkelerinde Bahaî yazılmamaktadır. Bahaîlik sapkın bir
mezhep olarak tanıtılmaktadır.
İslâm ülkelerindeki bu tavırlara rağmen Bahaîlik günümüzde içlerinde
ülkemizin de bulunduğu dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde Bahaî inancını
taşıyan topluluklara rastlanmaktadır. Ülkemizde Bahaîler genelde
İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde yaşamaktadırlar ve sayıları 20.000
civarındadır. Yaklaşık olarak dünyâda 2.000.000 civarında Bahaî bulunmaktadır.
***
Semih Tufan Gülaltay: "Fethullah Müslüman Değil, Bahaîlerin
lideri" Diyor.
Fethullah-Bahaîlik ilişkisi
Semih Tufan Gülaltay, İleri Yayınları'ndan çıkan "Fethullah
Müslüman mı kitabında Fethullah Gülen'i farklı bir açıdan
inceliyor. Kendi kaleminden okuyalım:
"Bu kitaptaki ana mevzu, Fethullah'ın rejim
düşmanlığı ya da ABD adına yüklendiği misyon değil... Ben O'nun İslâmiyet'in
içine sokulmuş bir Truva atı olup olmadığını sorguluyorum. O bir Truva atı
mıdır? Fethullah Bahaîler'in gizli lideri midir? Amaç İslâm
dinini tahrif etmek midir? Gerçek ve halis Müslüman kitlemizi Fethullah'tan
nasıl koruyabiliriz? Ve benim için işin en önemli yanı 21. asrın en büyük
dinamik gücü olan Türkçü gençliğin Türk-İslâm sentezi adı altında
kandırılmasının önüne geçme yollarının ortaya konmasıdır... Nurculuğun Türk
milliyetçilerinin sırtına basarak Tevrat ittifakı kurmasının önüne geçmek, Orta
Asya'da misyonerlik okulları açarak İngilizceyi Orta Asya'da tek dil hâline
getirme çalışmalarına artık dur diyebilecek miyiz?
Fethullah'ın birinci gâyesi Türk devletini ele geçirmek, ikinci gâyesi ise, geçmişin
intikamını almak için İran'ı istilâ edip İran'la harbe girmektir... O, bu
operasyonda Turancılar'ı kullanmayı düşünüyor... Bütün Türk dünyasını ele
geçirdikten sonra ise önce aldatmaca bir dinler diyalogu oluşturacak sonra da
gerçekte bir Tevrat ittifakı olan Bahaîliğe geçiş sürecini başlatarak bütün
dünya dinlerini Bahaîlik altında birleştirme sürecini başlatacaktır... Son
merhalesi Fethullah'ın "Mesih ilân edilerek dünya
peygamberliğine adım atmasıdır.
Kitapta Gülaltay, Fethullahçılığın kökeni İran'a uzanan
Bahaîlik tarikatının bir kolu olduğunu ve Gülen'in Bahaîliğin
günümüzdeki lideri olduğunu iddia ediyor.
Gülaltay'a göre, Bahaîlik sıradan bir tarikat veya cemaat değildir. Hâttâ Bahaîlik
İslâm içinde bir mezhep de değildir. Bahaîlik, 3 büyük dini, İslâmiyet'i,
Hıristiyanlığı ve Museviliği tek bir pota altında birleştirmeye çalışan bir
dinler-üstü mezheptir. İran'da İslâm öncesi geleneklerini sürdürmek isteyen
ve bu nedenle İslâmiyet'i diğer dinlerle birleştirmeye ve tahrif etmeye çalışan
çeşitli tarikatlara dayanmaktadır. Bahaîliğin ortaya çıkışını 800'lü yıllara
kadar götüren Gülaltay'a göre Fethullah'ın
Müslümanlık anlayışının ardında aslında kökeni İran'a dayanan bu İslâm-dışı
tarikatlar vardır. Dolayısıyla Fethullah'ın ne kadar Müslüman
olduğu sorgulanmalıdır.
Gülaltay, kitabında, İran'daki Batınî mezheplerinin her birinin ortaya çıkışını
ve birbirini nasıl takip ettiğini anlatıyor ve bu mezheplerin neden İslâm-dışı
sayıldığını örnekleriyle okuyucuya sunuyor. Gülaltay, İran'daki
İslâm-dışı mezhepleri Mazdek'le başlatıyor. Sonra sırasıyla, Hürremiye Mezhebi,
Babek, İsmailiye ve Hasan Sabbah, Hurufîler, Cavidaniye, Babilik, Bahaîlik... Gülaltay'a
göre bu mezhepler farklı isimler taşımalarına karşın aslında aynı mezhebin
devamıdır. Çünkü sık sık İran Devleti'ne ve Halifeliğe karşı ayaklanan bu
mezhepler, başarısız olunca yollarına devam edebilmek için isim değiştirmiştir.
Yoksa eylemleri de inançları da farklı değildir.
Bu tarikatların kısa bir tarihin sunduktan sonra Fethullah'ın
bu tarikatlarla bağlantısını yapıtlarından örneklerle açıklanıyor. Örneğin
Batınî tarikatlarının en önemli özelliği yasak kimliklerini saklayarak takiyye
yapmalarıdır. Gülaltay'a göre, Batınîler takiyye yaparak gerçek
inançlarını gizlerler, Müslümanlar'la kaynaşırlar ve devleti içten içe
fethetmeye çalışırlar. Aynen Fethullahçılar gibi...
Batınîlerin Kitabün Nur'undan Saidi Nursi'nin Risâle-i Nur'una
Öncelikle Batınîler, şeyhlerinin kitabını Kur'ân yerine kabûl ederler.
Cavidanîyeler, şeyhleri Fazlullah'ın Cavidannâmesi'ni,
Babiler ise şeyhleri Muhammed Bab'ın kitabı Kitab-ün Nur'u
Kur'ân kabûl ederler. Ne hikmetse, Saidi Nursî'nin Risale-î
Nur'u isim olarak ve cemaatin gösterdiği saygı bakımından, içerik olarak, Kitab-ün
Nur'a çok benzemektedir. Türkiye'deki Nurculara göre, Kur'ân'ın anlaşılması
zordur, bu nedenle müritlere Nur Risâleleri önerilir. Risâlelere âdeta ikinci
bir Kur'ân muamelesi gösteren Fethullah, Gülaltay'a
göre bu şekilde Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olmaktadır. Gülaltay,
Fethullah'ın şu sözüne dikkat çekiyor: "İlimler sahasında
mes'elenin temel esprisini ise Bedîüzzaman'ın mülahazasında buluruz.
Şöyle der o: Allah'ın iki kitabı vardır. Biri kâinat kitabı, diğeri Kur-ân'ı
Kerim. Gülaltay'a göre Fethullah Gülen,
"Kâinat kitabı derken Risâleler'i kastetmektedir. Gülaltay,
buna benzer pek çok örneği kitabında veriyor ve Nurcular'ın Risâleleri öne
çıkarmasının nedeninin Kur'ân'ın geçerliliğini ortadan kaldırmak olduğunu
söylüyor.
Fethullah isminin kaynağı Gülen'in kimliğini ele veriyor
Fethullah Gülen'in isminin kaynağı da gizli kimliğinin bir başka
göstergesi. Gülen'in ismi 1844 yılında İran Şahı'nı öldürmeye
kalkışan bir Bahaî fedaisinden gelmektedir: Fethullah Kamî. Fethullah
Gülen'in âilesinin İran'dan göçme olduğunu da ortaya koyan Gülaltay,
Bahaîlik'le bir başka bağlantısını daha ortaya çıkarmaktadır.
Fethullah'ın rumuz olarak kullandığı isimler de eski Bahaî kahramanlara atıftır.
Örneğin, "1982 yılının sonlarında DGM savcılığının hakkında başlattığı
soruşturmada, Fethullah'm Dahhak kod adını kullanarak
kitap yazdığı tespit edilmiş. Bilindiği üzere Dahhak İran mitolojisinde, İran'ı
istila edip İran Şahı Cemşit'i testere ile ortadan ikiye
böldürten, İran halkına işkenceler, eziyetler yapan bir adammış. İran halkı
Dahhak-ı Zalim diye andıkları bu gaddar adamın zulmünden perişan olmuştu.
Işık evlerinin sırrı: Ev-mâbedler
Gülaltay, Babiler'in ibâdet için câmiler yerine evleri tercih etmesiyle
Fethullahçılar'ın Işık evleri arasında da bir bağlantı kuruyor: "Babiler,
câmilere gitmez, cemaatle namaz kılmazlardı. Bunun yerine evlerde toplanmayı
tercih ederlerdi. Ardından Nur evleriyle ilgili Fethullah
Gülen'in şu sözlerine dikkat çekiyor:"Bu ışık evlerinin kendine
has özellikleri vardır... Yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal
mekânlardır... Artık geçmişte câmide yapılan dinî ruhunun müzakereleri bu
evlerde bir araya gelinerek yapılacaktır. Ve Gülaltay Nur
evlerinin İslâm-dışı olduğunu şu şekilde anlatıyor:"Anlaşılacağı gibi Fethullah
Gülen, bundan sonra câminin önemli olmadığını söylüyor. Çünkü büyük ustası Kürt
Sait de camiye girmezdi. Buradaki amaç ise İslâm'ın birliktelik ve cemaat
ruhunu yıkmaktır. Kurretü'l-Ayn'ın ve Babi şeyhlerinin vaaz verdiği yerler
câmiler değildi. Fethullah'ın tabiriyle Nur evleriydi. Yine aynı Fethullah,
Yeşeren Düşünceler isimli kitabının 164. sayfasında ev-mâbed [adıyla] bu
ışık evlerini târif ediyor. Ev-mâbed terimi Bahaîlik dininde mâbede verilen
addır. Bahaîler'in mâbedlerine ev-mâbed adı verilir.
Gülen'den Bahaîlere gizli övgüler
Gülaltay, Fethullah'ın kitaplarında Bahaîler'i nasıl gizlice
övdüğünü de ortaya çıkarıyor. Örneğin, Fethullah'ın Hz. Muhammed'i
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] anlattığı sanılan kimi yazılarında aslında
Bahaîler'in lideri Molla Muhammed Ali'yi andığını aktarıyor:
"Dostların vefasızlığına,
düşmanların ardı arkası kesilmeyen istila ve ifsatlarına uğramasaydı, kim bilir
daha neler yapacaktı? Keşke, bu mübarek dünya; duygu, düşünce, anlayış ve hayat
felsefesiyle hiç değişmeseydi. Onun yiğitliği, sâdeliği ve mertliği bu güne
kadar dipdiri kalabilseydi. Keşke O muhteşem saray ve yüksek kasırların altın
yaldızlı kubbeleri altında, baygın ve mahmur dolaşan hasım dünyanın, tâlihsiz
insanlarının durumuna düşmeseydi. Gülaltay, bu alıntıda önemli
bir çelişkiyi yakalıyor: "Yukarıdaki metinde anlatılan kasır ve saraylar
dönemin İran Şah'ının saraylarıdır. Çünkü Hz. Muhammed
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] devrinde Arabistan'da ne kasır vardı ne saray.
Gülaltay, bu konuda daha pek çok örnek yakalamış. Gülaltay'a göre,
baskı ve zulüm gören insan tasvirleri sanılanın aksine Hz. Muhammed
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] dönemi yaşamış Müslümanlar değil, başarısız
ayaklanmalardan sonra yurttan yurda göçürülen Bahaîler'dir. Örneğin, 1868'de
Bahaîler sürgüne gönderilir. Fethullah Gülen'in kitaplarında
anlattığı ömür boyu süren büyük göç aslında Bahaîler'in sürgünüdür. Gülaltay'a
göre bahsedilen göç sanıldığı gibi Mekke'den Medine'ye Hz. Muhammed'in
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] hicreti değildir.
Başka bir yerde ise Fethullah şöyle diyor: "Bir başka
defasında da seni kardeşinle konuşmaktan men etmişlerdi. Hani o güne kadar, bir
lahza kendisinden ayrılmadığın kardeşinle konuşmaktan... Savaş meydanlarında
omuz omuza, yemek sofralarında diz dize oturduğun kardeşinle konuşmayacaktın. Gülaltay'a
göre burada kastedilen de yine Bahaî liderleridir. Çünkü Müslümanlar'ın
tarihinde kardeşiyle konuşmaktan men edilme gibi bir cezalandırma söz konusu
edilmemiştir. Hâlbuki Abdülaziz'in bir fermanında, Bahaullah'ın
çocukları birbirleriyle konuşmamaları kaydıyla sürgüne gönderiliyordu. Fethullah'ın
uğruna gözyaşı döktüğü işte bunlardır.
Fethullahçılık'la Bahaî inanışları arasındaki paralellikler
Gülaltay'ın bulduğu çeşitli paralellikleri şöyle sıralayabiliriz:
Bahaîler cenâzelerini İslâm inanışının tersine, mermer lâhitler içinde
gömerler. Saidi Nursî de vasiyetinde cesedinin lâhitin içine
konulmasını istemiştir.
Bahaîler'de ibâdete başlama yaşı 16'dır. Fethullah Gülen
de bir kitabında şöyle demektedir: "16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum.
Bahaîlik'te el öptürmek kesinlikle yasaktır. Fethullah Gülen
de el öptürme konusunda şöyle diyor: "Fevkalâde rahatsızlık
duyuyorum. El öptürme prensibim hiç yoktur.
Bahaîler, câmiye girmez,
cemaatle namaz kılmaz. Sâdece cenaze namazı kılarlar. Gülaltay'a
göre, Fethullah Gülen'in de cenaze namazı dışında câmiye girip
namaz kıldığını şu ana kadar kimse görmemiştir.
Bahaîlik'te kurban kesilmez. Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından birisi
de katıldığı bir tartışma programında kurban kesmeyi hayvan katliamı olarak
nitelendirmiştir.
Bahaîlik'te, herkes malının yüzde beşini, toplumun başında bulunan
19'lar heyetine vermek zorundadır. Fethullahçı organizasyon ve vakıfların
başındaki yönetim kurulu da 19 kişidir.
Fethullah ile Bahaîler arasındaki bir başka somut bağlantı ise Saidi
Nursi'nin hayatından alınmaktadır. Saidi Nursi, Gülaltay'ın
ortaya çıkardığına göre, İran Şahı'na suikast düzenleyen
Babiler'in şeyhlerinden Celaleddin Afgani'nin İran'dan kaçıp Abdülhamit'in
himâyesine girmesi sırasında kuryelik etmişti. Saidi Nursî, yine
bir başka Bahaî tetikçi Kirmani'yi de İran-Türkiye sınırında
karşılayacak ve İstanbul'a kadar kendisine eşlik edecekti.
Gülen'in sözlerinde gizli anlamlar
Fethullah'ın eserlerinde gizli gizli Bahaîlik propagandası yaptığını da Gülaltay
çeşitli örneklerle açıklıyor:
Kapı: Bahaî mezheplerinden Babiliğin kurucusu Muhammed Bab'tır.
"Bab kelimesinin bir anlamı da "kapıdır.
"Ulu sultan! Canlı-cansız, insan-hayvan, (..) her şey varlığını
soluklar.: Gülaltay bir başka bölümde ise Gülen'in bu sözündeki gizli anlamı
ortaya çıkarıyor: Ulu Sultan kelimesi Bahaî Şeyhi Bahaullah'a
atfedilmiştir. Hayvanları, eşyaları bile Allah'ın kulları olarak kabûl eden ise
Muhammed Bab'ın hocası Kâzım-ı Reşdi'dir.
Nebiler Sultanı: Gülaltay, Fethullah'ın sık sık kullandığı "Nebiler Sultanı
teriminin de karşılığını buluyor. Gülaltay'a göre, Fethullah'ın
burada kastettiği Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] değil,
Bahaullah'tır. Çünkü Bahaullah'ın lâkabı döneminde
"Sultandır.
Nur Asrı: Muhammed Bab'ın Kitabün Nur ile Babiliği yaydığı ilk yıllara da
Nur asrı denmektedir.
Timur ve Cengiz düşmanlığı: Fethullah bir kitabında şöyle
diyor:"Allah bir zamanlar Cengiz, Hülâgü ve Timurlenk'in
eliyle hırpaladığı ve ikaz ettiği İslâm âlemini bugün de Batılılar vasıtasıyla
hırpalayıp ikaz etmektedir... Gülaltay, Fethullah Cengiz,
Hülagû ve Timurlenk'e karşı olmasını bu
hükümdarların Bahaîler'in önemli önderlerini öldürmüş olmasına bağlıyor. Cengiz
Han'ın oğlu Hülagû, Hasan Sabbah'ı, Timurlenk'in
oğlu Miranşah ise Fazlullah'ı öldürmüştü.
"Dönmezem ve "mum
gibi yanıp erimek: Bu kelimeleri de Fethullah
sık sık kullanmaktadır. Örneğin: "Çevresinde kol gezen tehlikelere
aldırmadan, yüce derslerine devam eden ve hakkında bayağıların bayağısı
hükümler kesilip biçilirken. 'Hançer ile yüreğimi yar! Senden dönmezem' diyerek
hakikati haykıran büyük muzdariplerin 'Evet hep böyle ızdırap gören ızdırap
düşünen ve bir mum gibi yana yana eriyip giden, bu yüce kametlerin arkasında
yürüyenler hiçbir zaman aldanmadılar ve hiçbir zaman hayâl kırıklığına
uğramadılar.' Tahran Kalesi'nde infaz edilmeden önce "Dönmezem diye
bağıran Bahaîler'in ünlü kadın kahramanı Kurretül-Ayn'dır. O
dönem Bahaîler'e yapılan işkenceler arasında en yaygın olanı da vücutları
hançerle yarıp içlerine mumlar sokulmasıydı.
Fetret Devri ve Rönesans: Fetret devri derken kastedilen Bahaîler'in yaşadığı
uzun sürgün dönemidir. Yeniden diriliş ise Bahaîler'in öğretilerini tüm dünyaya
kabûl ettirmeleri demektir. Örneğin: "Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu
mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve "Rönesansı demektir. Kim bilir,
belki o zaman batmak üzere olan dünyanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma
fırsatı doğar.
Kendini peygamber gören Gülen
Bahaîler'in bir başka propagandası şeyhlerinin peygamber olduğudur. Bahaî şeyhleri kendi
peygamberlikleri altında tüm dünya dinlerini bir arada toplanmaya çağırırlar. Gülaltay,
Fethullah'ın kimi yazılarında satır aralarında kendi
peygamberliğini nasıl savunduğunu göstermektedir:
"Allah, elbette insanları da peygambersiz bırakmayacaktır.
"İnsanlar, akıllarıyla kâinatta cereyan eden hâdiselere bakıp,
Allah'ı bulsalar bile yaratılışlarındaki gâye ve hikmeti, nereden gelip, nereye
gittiklerini ve ibâdetlerinin keyfiyetlerini peygambersiz bilemezler.
"Hilâfete giden yol herkese açıktır.
"Hak için halkın temsilcisi demek, peygamber mesleğine talip olmak
ve onu temsil etmek demektir. Onu yapabilmek için de peygamberane aşk, şevk,
gayret, azim, cehd ve irade gerekir.
Fethullah görüldüğü gibi yeni peygamberlere ihtiyaç olduğunu ve Allah'ın
insanları peygambersiz bırakmayacağını söylüyor. Hâlbuki İslâm inancına göre Hz.
Muhammed son peygamberdir. Yalnızca bu bile Gülaltay'a
göre Fethullahçılığın İslâm-dışı olduğunun bir kanıtıdır ve bu propagandanın
bir sonraki aşaması Fethullah'ın kendisini Mesih ilân etmesi
olacaktır.
Fethullah'ın Amerikancılığının Bahaîlik'teki kaynağı
Gülaltay, kitabın sonuna doğru Fethullah'ın gerçek amacının dünya
çapında bir Bahaî imparatorluğu kurmak olduğunu ortaya koyuyor. Gülaltay,
Avustralya'dan Afrika'ya Asya'dan Amerika'ya milyonlarca Bahaî'nin bulunduğunu
söylüyor. Bahaî imparatorluğunun işlevi dünya çapında ABD'yi iktidara
getirmek olacaktır. Zâten, Bahaîliğin ortak dili de İngilizce olacaktır.
Gülaltay'a göre ABD'de bugün 20 milyon Bahaî yaşıyor ve
Bahaîler'in etkinliği oldukça önemli. Zaten Bahaîler'in kullandığı
ev-mâbedlerin kubbeleri de Beyaz Saray'ın kubbesine benziyor.
Fethullah'ın Orta Asya'daki misyonu da bu şekilde ortaya çıkıyor. Gülaltay'a
göre Bahaîler dünya çapındaki iktidarlarında İngilizce'yi resmi dil olarak ilân
edeceklerdir. Fethullah'ın okullarının tümünde İngilizce'nin
öğretilmesinin nedeni olarak bunu gösteriyor. Üstelik Fethullah'ın
en etkin olduğu Türk Cumhuriyetler'inden olan Yakutistan'ın durumunu da Gülaltay'dan
öğreniyoruz. Bu ülkedeki Fethullahçı proje sonunda başarıya ulaşmıştır. Yakutistan'ın
resmî dili İngilizce olarak ilân edilmiştir.
Gülaltay, Fethullah Gülen tehlikesinin uluslararası çapta olduğunu
bu şekilde olduğunu ortaya koyduktan sonra, kitabında tüm Türk milletini uyarıyor
ve Fethullah tehlikesi hakkında Devlet üzerine düşeni yapmazsa
görevin Kuvayı Milliyeci Atatürkçüler'e düşeceğini söylüyor:
"Atatürk ve Kuvayı Milliyeci yiğitlerin kurduğu
devlet, hiçbir zaman sarsılmayacak, bu sarp kale, tunçtan yığınlar hâlinde omuz
omuza yürüyen Türk gençliğinin sırtında, ulaşılmaz bir kartal yuvası olarak
ebediyete kadar var olacaktır.
***
http://tr.fgulen.com/content/view/15358/11/ 13.05.2008 14:58:41
Gülaltay'ın Hakaretten Tazminat Ödediği Kitabı Yeni Gibi Sunuldu Zaman -
19.04.2008
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Deniz Som, Fethullah
Gülen hakkında 8 yıl önce yazılan ve tazminata mahkûm edilen bir kitabı
yeni yazılmış ve içinde yeni bilgiler varmış gibi sundu.
Som, dün köşe yazısında daha önce adı Akın Birdal suikastına
da karışmış, Türk İntikam Tugayı (TİT) adlı örgütün kurucusu Semih Tufan
Gülaltay'ın "Fethullah Müslüman mı? başlıklı
kitabını konu etti. Gülaltay, milliyetçi söylemler
geliştirmesiyle biliniyor. Ancak kitabı, sol görüşleriyle tanınan Türk Solu
Dergisi'ni de çıkaran İleri Yayınları arasında 2000 yılında çıkmıştı.
Gülen'i Bahaî olmakla itham eden kitap hakkında Beyoğlu 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde, "kitapta yer alan iddiaların gerçek dışı olduğu ve Gülen'in
kişilik haklarının ihlâl edildiği nedeniyle manevî tazminat davası açılmıştı. 7 yıl süren yargılama
sürecinde Gülaltay, iddialarına bâzı kurumları da âlet etmek
istemişti. Mahkeme iddiaların araştırılması için Jandarma Genel Komutanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Millî İstihbarat Teşkilâtı'na yazı yazarak, "Fethullah
Gülen'in gizli soruşturmalarda Bahaî olup olmadığı, dinler-arası
diyalog adı altında Tevrat ittifakını yaratma çabası içinde olup olmadığı
yönündeki bilgileri ve Bahaî dini ve bu dine mensup kişilerle ilişkileri
konusunda bilgi ve belgeleri istemişti. Her 3 kurum da mahkemeye Bahaî
inancıyla veya dinler arası diyalog adı altında Tevrat ittifakını yaratma
çabası içinde olduğuna dâir herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı yönünde
cevap vermişti. "Bilirkişi raporunda Gülen'in Bahaî
olduğunu ispat için gösterilen verilerin ilmî izahtan uzak olduğu, kitabın Gülen'in
kişilik haklarına saldırı sözcükleri ve ana fikrini içerdiği, basının haber
verme, bilgilendirme, kamu yararı, güncellik kriterlerini aşan kişisel haklara
tecavüz ağırlıklı olduğu belirtilmiş denilen mahkeme kararına göre, Gülaltay
ve kitabı basan İleri Yayıncılık Reklâmcılık Ltd. Şti. 5 bin YTL manevî
tazminata mahkûm edilmişti.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Deniz Som'un "Bahaîlik,
çarpıcı bir konu... İlginç bir araştırma... Ayrıntılı bir çalışma... Sonunda,
uzmanlarca uzun uzadıya tartışılacak bir kitap ortaya çıkmış: Fethullah
Müslüman mı? diyerek, gündeme getirdiği kitap hakkında mahkûmiyet kararı
bulunmasına ve 8 yıl önceki bir hadise olmasına rağmen bugünlerde gündeme
getirilmesi mânidar bulunuyor.
***
…….
***
Gülen'den Hürriyet'e cevap geldi
The Economist Dergisi, "Dünyâ sahnesinde bir köylü çocuğu"
başlıklı haberinde Fethullah Gülen için şu ifâdeyi kullandı:
"A "prophet" who finds honour , an some suspicion, in his
own country: Fethullah Gulen".
Yâni, "Kendi ülkesinde şerefle ve biraz da şüpheyle karşılanan
"peygamber".
Muhabirini Gülen'in
memleketi olan Erzurum'un Korucuk Köyü'ne gönderen dergi, cemaatin
fidanlığının öğrenci yurtları olduğu, Türk emniyetinde Fethullahçılar'ın yüzde 70'e ulaştığı iddialarını
dile getirdi. Ancak tüm yazılanlar içinde "Prophet
-Peygamber" nitelemesi dikkat çekti, soru işaretleri doğurdu. The Economist editörleri, İslâm'ın son peygamberinin Hz . Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] olduğunu bilmiyor muydu? Ya da Batılı bir hoşgörü çerçevesinde
peygamber, "dinî lider" anlamıyla mı kullanılmıştı? Yoksa prophet
farklı bir anlamda mı yazıya konuldu? The Economist
"in bu yorumu Hürriyet Gazetesi'nde
yer alınca Fethullah Gülen
bu konudaki şikâyetini Hürriyet Genel Yayın
Yönetmeni Ertuğrul Özkök'e bir mektupla aktardı. Peygamber
nitelemesine itiraz etti. İşte Gülen'in
mektubu:
Muhterem Ertuğrul Bey,
Bugüne kadar hakkımda çok şeyler yazıldı söylendi.
Bâzen yapılan haksız, yersiz eleştiriler ve yakıştırmalardan mahzun ve
mükedder oldum. Takdire şayan mevzularda bile bizzat şahsım ya da bana nispet
edilen insanlar itham altında tutuldu.
İçim burkuldu çoğu zaman. Onca haksızlığa rağmen sabretmeye, hataları
sebatla karşılamaya gayret ettim. Yanlış bir algı varsa belki de biz kendimizi
yeterince doğru anlatamadık diye özeleştiri yapmaya çalıştım ve hicranımı
sineme gömdüm. İlerleyen yaşıma ve bir kısım sağlık problemlerime aldırmaksızın
akla hayâle gelmedik iddialarına devam eden insanları gördükçe üzüntüm daha da
artıyor.
Yetiştiğim kültürün gereği sabretmeyi, hâttâ insaf ve iz'an
ölçülerini aşarak bana kötülük yapmayı vazife-i asliye gibi değerlendiren
insanlara dua etmeyi tercih ettim, ediyorum.
Bu yapılanlardan bir kısmını dünya imtihanında çekilecek çilem olarak
görüyor, her şeyi Yaratan'ın adalet ve
merhametine havale ediyorum.
"DUYGULU VÂİZ" DE O KELİMENİN ANLAMI
Ne var ki The Economist Dergisi'nde
çıkan bir değerlendirme yazısını vesile kılarak benim için
"peygamber" tabirinin kullanılması beni yürekten yaralamış, derinden
üzmüştür. Dilin inceliklerine vakıf olan dostlarıma göre "prophet" tabirinin tek karşılığı peygamber
olmadığı gibi bahsi geçen yazının siyak ve sibakında böyle bir muradın
hedeflenmediği anlaşılıyor.
Yazının içinde tırnak içinde kullanılan "A prophet" kelimesi
"Peygamber" şeklinde tercüme edilmemeliydi; zira yazı boyunca "İslâm âlimi", "çok duygulu vaiz"
gibi ifâdeler de geçmektedir.
Belli ki prophet kelimesinin
diğer anlamlarından biri kastedilmiş. Kelimenin diğer anlamlarının da (kâhin, ermiş vs.) kendim için kullanılmasını doğru
bulmadığım gibi, peygamber manasında tercüme edilmesinin ürpertici bir hata
olduğuna inanıyorum. Kaldı ki yabancı bir kaynağın bizim inancımıza göre peygamberlik kavramını hatalı kullanması da
muhtemeldir.
HZ. MUHAMMED SON PEYGAMBERDİ
Bu meselenin benim inanç dünyama bakan bir yönü var ki bence dergideki
metinden de onun yarım yamalak ve kasıtlı-kasıtsız tercümesinden daha
önemlidir.
Malûmunuz olduğu üzere Peygamber'e inanmak, iman
esaslarındandır ve bu kutsî esasa göre
en son peygamber Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'dır. Kur'ân-ı Kerîm'in
çok açık âyetleri bu gerçeğin beyanıdır.
Muhammed Aleyhisselam'dan sonra peygamber gelmeyeceği Kur'ân âyetiyle o kadar sâbittir ki, aksini iddia
etmek cehâlet ve sapıklık olarak görülmüştür.
Ben de her mü'min gibi can-u gönülden bu yüce hakikate bağlıyım...
Hakkımda kullanılan ve yanlış anlamaya müsait bir şekilde tercüme edilen
bu kelime üzerine sanki benim böyle bir iddiam varmış gibi (hâşâ) yayın yapılmasını yüreğim parçalanarak
öğrendim. Vahiyle müeyyed peygamberlik
makamından bahsedilirken insanlar daha dikkatli olmak ve Allah karşısında tir tir titrercesine davranmak
zorundadır.
Sâde ve düz bir Müslüman olmayı, hiçbir maddî manevî makama tercih
etmem.
Allah'a kul olmak, Hazreti
Muhammed'e layık bir ümmet olmak hayatımın en temel gâyesidir. Akidem
budur, hayat felsefem budur. Ne acıdır ki ben Hazreti
Muhammed'e küçük bir bende olmaya çabalarken çok ağır ve yakışıksız bir
benzetmeyle karşı karşıya kaldım. Üzüldüm, kırıldım...
Gönlüm isterdi ki yabancı bir lisanda kaleme alınmış bir makalede geçen
ve meramını tam ifâde edemediği anlaşılan bir kelimeden yola çıkarak
insanımızın kafası bu denli karıştırılmasın...
MEMLEKETİMİZ ZOR GÜNLER GEÇİRİYOR
Son olarak söylemek isterim ki, memleketimiz zor günlerden geçiyor ve
maâlesef böyle dönemlerde insanları karalamak, birbirine düşürmek için her
zaman olduğu gibi maksatlı propaganda yapmak isteyenler zuhur ediyor.
İnsan sevgisinin tesisi ve sosyal barışın temini
için daha müteyakkız olmak, müşfik bağrımızı herkes için hoşgörü ile açmak
zorundayız.
Öteden beri inancım budur ve böyle kalacaktır.
Saygılarımla... Fethullah Gülen
Allah şâhittir kimseye görevden alın demedim
Bu arada başka bir konuya da temas etme zarureti hissediyorum. Aynı
yazıyı vesile ederek İstanbul Emniyet Müdürü
Sayın Celalettin Cerrah'ın görevden alınması talebinde
bulunduğum yazılıp çizilmiş. Allah
şâhittir ki benim ne böyle bir arzum olmuştur ne de böyle bir talebim. Aksini
ispat etmeden bunu ortaya atanlar sâdece bu dünyada müfteri olmakla kalmıyor;
âhirete giderken yanlarında taşıyamayacakları bir kul hakkını da götürmüş
oluyor.
***
"Prophet için sözlükler ne
diyor: İngilizce'deki "prophet
kelimesinin Türk dilindeki ilk karşılığı "peygamber.
İngilizce - Türkçe Redhouse
sözlüğünde "prophet" kelimesinin
anlamları şöyle sıralanıyor: Peygamber, nebi,
resul; bilhassa Allah için söz söyleyen kimse, kâhin, kehanet
sahibi.
Türk Dil Kurumu İngilizce -Türkçe sözlüğünde de "prophet"in karşılıkları şöyle: Peygamber, yalvaç, resul,
nebi, (Tevrat'a
göre) Allah adına konuşan ve İsrailliler'eyol
gösteren kimse, Kâhin, kehanet sâhibi.
The Prophet : Hz .Muhammed, 5. kendisine vahiy/ilham gelen ve
toplumu doğru yola yönelten kimse, önder,
mürşit.
Her iki kaynakta da "prophet
"in Türkçe karşılığı olarak
"kâhin, kehanet sâhibi" kelimeleri gösterilse de, bu kavram esas
olarak "oracle " kelimesiyle
ifâde edilir.
***
MKDoksat Yorumu
Semih Tufan Gülaltay mahkûm edilmiş, kitabı da piyasada yok
(aratmadığım yer kalmadı). Buna mukabil, yazdıklarına doğru dürüst bir cevap da
veren yok! "Sistem" kendisini susturmuş belli ki.
İsrail'in Hayfa şehri, Bahaîler'in Dünya Merkezi. Bahaîlik
Birleşmiş Milletler'de temsil edilmekteve dünyadaki gayri siyasî alanlarda
sosyoekonomik projelere katkıda bulunmak için çalışmakta. Filistinli Müslümanlar'ın
alenen soyunu kıran İsrail, neden bu sözüm ona "4. İbrahimî dine ev
sâhipliği yapar dersiniz?
Bahaîlik'te peygamberlik bitmeyecek, Hz. Muhammed [salla'llâhü
aleyhi ve sellem]de peygamberdi ama hep yenileri gelecek deniyor mu? Evet. Eh, Fethullah
Gülen de aksini söylemiyor. Yasaklanan youtube'daki nasihatleri çok
mânidardır: "Bekleyin, sabırlı olun, atış yapma
zamanını şaşırmayın vs. Yukarıdaki bir ton lâstikli lâf yerine "ben
katiyetle peygamber filân değilim arkadaş demiş mi? Hayır.
Erzurum'un Korucuk Köyü'nde doğan bu gariban din âlimi ABG ve İsrail'ce
korunuyor ve bir dünya lideri yapılıyor mu?Evet!
Bahaîlik de ABG ve İsrail'ce korunuyor mu? Evet!
Rusya bu zâtın bütün okullarını kapatıp, yasak koydu mu? Evet.
Türk emniyetinde Fethullahçılar'ın yüzde 70'e ulaştığı iddiaları
doğru mu? Gâliba evet!
Bunlar canlarının istediklerini içeri atıp gözdağı veriyorlar mı?
Evet!
Beş parasız dâhi bir "Efendi Hazretleri dünya çapında
okulları idare ediyor mu? Evet!
Nihaî olarak, bu mekteplerde İngilizce (hâttâ Amerikanca) ve
Light Islam dayatılıyor mu? Evet!
Ne demiş The Economist:
"Europe: Islamic Evangelists, 8 Temmuz 2000!
Evangelism
nedir? Bilmeyenlere kısaca özetleyeyim: Yahudi olmayanların Yahudiciliği
dini ve ABG'nin metastatik kanseri; şiârı ise İslâm düşmanlığı.
Fethullah Gülen Bahaî
midir bilemem ama hem Bahaîliğin hem de kendisinin Batı emperyalizminin
âleti olduğu o kadar açık ve seçik ki.
Esinlendiği Nurculuk da öyle değil midir
zâten?
Kimse bana ABG'nin İslâmî(!) bir hareketi
insanlık uğruna desteklediğini filân söylemesin.
Bilmem başka söze gerek var mı.
Mehmet Kerem Doksat - İstinye - 17 Mayıs 2008 Cumartesi
Mehmet Kerem Doksat’ın ÖZGEÇMİŞİ
5 Ağustos 1957’de İstanbul’da
dünyaya geldi. Babası Nöropsikiyatri Profesörü Recep Doksat’tı. Annesi Sümerbank'ta
şeflikten emekli olmuştu. İlkokulu
Erzincan’da başlayıp Ankara’da bitirdi. Orta öğrenimini TED Ankara Koleji
(Hazırlık-Lise 1 sonu) ve Özel Adana Koleji’nde (Lise 2-3) tamamladı. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni
bitirdikten sonra Çanakkale Biga’da mecburî hizmetini yaptı. İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda uzmanlık
eğitimini tamamladı. Diyarbakır’da askerliği (1991-1992: 1. Körfez Hârbi
dönemi) müteâkip, Cerrahpaşa’ya döndü. 1993 yılında doçent, 1999 yılında
profesör oldu. Meslekî olarak
yayınlanmış altı telif kitabı, ondan fazla kitapta bölüm yazarlığı, yurt içi ve
dışında yayınlanmış 100’ün üstünde makalesi mevcuttur. İÜ Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Türkçe ve İngilizce bölümlerinde ders vermiştir. İÜ Adlî Tıp
Enstitüsü’nde 3 sene Cinsel Sapmalar dersi vermiş, Marmara Üniversitesi
İngilizce Diş Hekimliği Fakültesi’nde 7 sene hocalık yapmıştır. Cerrahpaşa'da
kurduğu Ağrı ve Akupunktur Polikliniği Türkiye'de bir ilktir ve sekiz sene
hizmet vermiştir. Uluslararası sitasyonlu Yeni/New Symposium (davranış
bilimleri, psikiyatri ve nöroloji) dergisinin editörü, sekiz bilimsel derginin
de ko-editörü olup, 10 küsur derginin de danışma kurulundadır. Yurt içi ve
dışındaki muhtelif bilimsel platformlarda binin üzerinde konferans vermiş,
panel ve kurs eğitimlerine katılmıştır.