CUMHURİYETE
GİDEN YOL
(1919'dan
1923’e)
Abdurrahman
Dilipak
Siz
Cumhuriyetin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?
Sanmam,
kendinizi zorlamayın.
Ol
mahiler ki derya içre yaşarlar da derya nedir bilmezler.
Bizde
laik, demokratik cumhuriyet sistemi içinde yaşarız da bilmeyiz genelde bunların
ne anlama geldiğini.
Cumhuriyetten
ne anladığınızı bir kağıda yazın isterseniz, sonra bilgilerinizi gözden
geçirin. Mesela aynı tanım halkçılığın tanımı olamaz mı. Ya da Demokrasinin.
Evet Cumhuriyet ile Halkçılık ve Demokrasi arasındaki farkı biliyorsanız
Cumhuriyetin ne anlama geldiğini biliyorsunuz demektir.
Çoğumuz
Cumhuriyet diye çoğu kez halkçılık ve demokrasiyi anlıyoruz. Oysa Laik
Demokratik Cumhuriyet ilkeleri, üç ayrı kavramın altım çizmektedir.!
Laikliğin,
demokrasinin ne anlama geldiğini çoğu kimsenin bildiğini sanmıyorum.
Aynı
şekilde cumhuriyetin nasıl kurulduğunu, cumhuriyet rejimini kuran Mustafa
Kemal'de bu fikirlerin nasıl oluşup geliştiğini çoğu kimse yine aynı şekilde
bilmiyor.
AT
adına, "son bağımsız Türk devleti" olarak takdim edilen Türkiye'mizin
siyasi bağımsızlığını kısmen de olsa ortadan kaldırmayı hedefleyen gayretlerin
sürdürüldüğü böyle bir dönemde bu çalışmanın daha büyük »nem taşıdığını
sanıyorum.
Tarih
çoğumuz için övgü ya da sövgü aracıdır.
Geçmiş,
geçmişte kaldı. Övgü ve sövgülerimiz onlar hak-
kındaki
ebedi hükmü değiştirmeyecek, önemli olan geçmişten alacağımız dersle bu
günümüzü inşa etmek ve geleceğe ilişkin umutlarımızı canlı tutabilmek.
Tarihten
ibret dersleri almak zorundayız. Eğer ibret alacak olursak yenilgiler ve
yanlışlıklar tekrar edilmeyecektir. Doğru işleri daha da geliştirmek,
yanlışlarımızı tashih ederek geleceğe doğru yürümemiz gerekiyor.
Bu
çalışmamız, Türkiye Cumhuriyet inin kuruluşu üzerine, size önemli ipuçları
verecek bir çalışmadır. Belli bir tezin isbatından çok, farklı görüşleri ara
başlıklar şeklinde tespit etmeye çalıştık.
Kronolojik
bir sıra ile olayların gelişme grafiğini gözler önüne sermeye çalıştık.
Hiç
bir zaman buradaki bilgiler, bu dönemin tüm gerçeğini anlamaya yeterli
olmayacaktır. Bu küçük bir ön çalışmadır. Gele, çekte daha mükemmel
çalışmaların yapılacağında kuşku yoktur. Ancak daha güvenilir ve sağlıklı
çalışmaların yapılabilmesi için kuşkusuz ülkemizdeki özgürlük ortamının
genişlemesi, tabular ve haksız yasakların kalkması, ve tarihi belgelerin
açıklanması gerekmektedir.
Henüz
araştırmamıza konu olan bir çok kaynak araştırmacılar için kapalıdır. Aynı
şekilde yurt dışındaki, özellikle İngiliz kaynaklarındaki belgelere de bu gün
tam anlamı ile ulaşmak mümkün değildir. Bir takım iddiaları ihtiva eden
hatıratlar ise yasak kapsamı içindedir.
Yine
de buradaki, hemen hemen tümü legal ve resmi kaynaklardan derlenen bu bilgiler
sizi belli konularda daha sağlıklı bir şekilde düşünmeye sevkedebilir.
Önemli
olan tarihi yargılamak değil, tarihten bu günümüzü kavramaya yarayacak dersler
ve sonuçlar çıkarabilmektir.
İki
bölümden oluşan çalışmalarımızın birinci bölümünde kronolojik bir sıra izledik.
İkinci bölümde ise konu ile ilgili hatıralar, belgeler ve dökümanlan vermeye
çalıştık.
Bu
dökümanlar arasında iki önemli kaynak geniş yer tutmaktadır, Bunlardan biri
Hilafetle ilgili meclis gizli celsesindeki tartışmaları konu alan gizli celse
zabıtları, İkincisi de Mustafa Kemal’in İstanbul hükümeti ile yazışmalarını
ihtiva eden, başbakanlık arşivindeki belgelerdir.
Her
iki kaynaktaki bilgiler de resmi belge niteliğindedir.
Bunun
dışındaki dokümanlar ise çeşitli hatıralar ve gözlemleri ihtiva ediyor. Daha
çok dönemin karakterini, umutlarım, korkularını anlamak açısından bana önemli
geldi.
Herhalde
daha bir çok belgeye bu bölümde yer verebilirdik. Ancak böyle bir şey bu
kitabın amacını aşan bir genişliğe sebeb olurdu.
insanlara
balık vermekten çok, onlara balık tutmayı öğretmenin daha faydalı bir iş
olduğunu düşünüyorum. Eğer bu konularda daha ayrıntılı bilgiye sahip olmak
isterseniz herhalde bu bilgilere ulaşmakta fazla zorlanmayacaksınızdır. Ve
tabii ki sözkonusu belgeler, bugünkü şartlarda ulaşabileceğiniz belgeler ve
bilgilerle sınırlı olacaktır. Herhalde gerçek tarihimizin yazılabilmesi için
önce toplumlunuzun bu yöndeki talebini dışa vurması ve önümüzdeki engellerin
kaldırılması gereklidir.
Tarih
insanlığın ortak mirası ve bilgi birikimidir. Tarihle bağımızı koparan
dayatmalara karşı duyarlı olmamız gerekir.
Bu
çalışmamızdaki kronoljik bölümün hazırlanmasında, özellikle Atatürk Araştırma
Merkezi başkanı Prof. Ulkan Kocatürk'ün, kaynakçalı Atatürk Günlüğü nü esas
aldım. Yine bu arada Atatürkün konuşmaları ve yurt gezilerini konu alan yine
bir diğer kronolojik çalışma olan Necati Çankayanm derlemesi olayları izlemede
önemli kolaylıklar sağladı. Bu her iki krtapda legal kaynaklara atıfta bulunan
devlet kademelerinde tavsiye edilen çalışmalardır. Hemen belirtmeliyim ki,
yakın tarihimiz üzerine yapılan, en güvenilir olarak bilinen çalışmalar bile
zaman zaman aynı olayı farklı biçimlerde aktarabilmekte, ya da aynı olayı biçim
olarak aynı şekilde nakletmelerine karşın, çok farklı hatta birbirine zıt
biçimlerde yorumlayarak bir takım iddialara gerekçe olarak
kullanabilmektedirler, Bir diğer önemli hususla, bu kadar yakın bir geçmişe ait
kimi olayların tarihleri ve ayrıntıları üzerinde bile çok farklı teshillerin
yapılmış olmasıdır. Özellikle resmi tarihçi-
lerin
iddiaları zaman zaman sivil araştırmacıların elde ettikleri ile, ya da kimi
hatıralar ışığında ele alındığında önemli yanlışlıklar ve eksikliklerle dolu
olduğu görülmektedir. Resmi tarihçilerin en büyük hastalığı sanırım gereksiz
övgüler ve gereksiz sövgülere çok fazla yer vermiş olmalarıdır. Ne yazık ki,
kimi sivil araştırmacılar da bu tür resmi tarih yazarlarının yanlışlarını
tekrar etmekten kendilerini alamamışlardır.
Bazı
metinleri kavram olarak aktarmaya çalıştım . Bazılarını özüne zarar vermeden
kısmen sadeleştirmeye çalıştım. Bazılarını aynen aktardım. Bu anlamda çok
disiplinli bir metot kullandığımı söyleyemem. Ama anlaşılır olmasına özen
gösterdim. Herhalde bu bilgilerden yazık alıntılar yapmak isteyenler asıl
kaynaklara müracaat etmek zorundadırlar. Bunu bilerek yaptım. Bu vesile ile
konu ile ilgili olarak benim aktardıklarımdan daha fazla bilgiye sahip
olacaklar ve gerçeği yakalama konusunda daha şanslı olacaklardır.
Bu
çalışmamızın faydalı olmasını niyaz ediyorum.
Şüphesiz
herşeyin en doğrusunu bilen Cenab-r Allahtır ve herkese yaptığının hesabı
sorulacaktır
Ve
müslümanlar, yaptıkları, ya da yapmaları gerekirken yapmadıkları, söyledikleri,
ya da söylemeleri gerekirken söyle. medikleri herşeyden hesaba çekileceklerdir.
Bu
çalışmamdaki muhtemel hatalarımdan, eksikliklerden dolayı affınıza sığınırım.
Allahım
bizi halalardan, nefsimizin hevasına kapılmaktan koru, bizi nimet
veliliklerinin yoluna ilet, gazaba uğrattıklarının değil (Amin)
Abdurrahman
Dilipak
Acıbadem-1989
I. Bölüm
YOLUN BAŞLANGICI
Genellikle
cumhuriyete giden yolun 19 Mayıs 1919'da Samsun'dan başladığı kabul edilir.
Oysa Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'dan önceki hayatı, düşünceleri ve
ilişkileri bir anlamda Samsun'a çıkışı kaçınılmaz kılmıştır. Bu nedenle 19
Mayıs'tan önceyi yeterince bilmeden 19 Mayısi anlamanın imkanı yoktur. Bu
çabşmamızda biz cumhuriyete giden yolu, 1905'lcre kadar uzanan bir tarih dilimi
içinde kronolojik bir sıra gözeterek sunmak istiyoruz.
Biraz Gerilere
Yıl
1905,11 Ocak'ta, Mustafa Kemal Kurmay Yüzbaşı rütbesi ile Harp Akademisinden
mezun oldu. 19 Mayıs 1919'a kadar önünde lam 14 yıl var. Aynı yıl 5 Şubat’ta
Kurmaylık stajı için Mustafa Kemal Şam'a atanacaktır. Şam bir çok bakımdan
Mustafa Kemal’in hayatında önemli bir yer tutmaktadır. İlk önemli görevi Havran
bölgesindeki Dürzi ayaklanmasını bastırmakla ilgili olacak ve Temmuz ayında
görevini tamamlayarak Şam'a dönecektir. Aynı yıl Şamda ordu içinde illegal bir
örgütlenmeye giderek "VHC"yi oluşturacaktır. Gizli "Vatan ve
Hürriyet Cephesi ”, kısa sürede Yafa ve Kudüs'te örgütlendikten sonra, Mustafa
Kemal gizlice komutanlarından habersiz şekilde Selaniğe giderek bura-
da
da örgütün bir bürosunu açacaktır. Bu gizli örgüt Temmuz 1906 da dönemin ünlü
masonlarınca örgütlenen OHC'ye (Osmanlı Hürriyet Cemiyetine)
katılacaktır. 27 Eylül. 1907 'de de bu cemiyet (OHC) Osmanlı İttihat Terakki
Cemiyetine katılacaktır. Aynı aylarda da Mustafa Kemal Şam'dan Manastır'a
atanacaktır. Buradan sık sık Selaniğe giden Mustafa Kemal, Fethi Okyarla
birlikte İttihat Terakkinin bölgedeki örgütlenmesine aktif bir şekilde
katılacakür. 29 Ekim tarihinden itibaren doğrudan o zaman illegal bir örgüt
olan İttihat Terakki içinde görev alır.
23
Temmuz 1908'de 2. Meşrutiyetin ilanının ardından yapılacak köklü reformlar
konusunda örgüt üyeleri ile ihtilafa düşer. Ağustos ayında Avusturya ve
Macaristanın Bosna Hersek bölgesine asker yığması üzerine, buradaki gelişmeler
hakkında bilgi edinmek için gizli bir şekilde Bosnay'a gönderilir. Eylül ayında
ise Mustafa Kemal'in İstanbul üzerinden Trablusgarb’a gönderildiğini
görüyoruz. 2. Meşrutiyetin ardından bölgedeki etnik ayaklanmalarla ilgili
olacak Trablus'a gönderilen Mustafa Kemal, aynı zamanda İttihat Terakki
Cemiyetinin verdiği gizli bir görevle, buradaki muhalefeti örgütün çıkarları
paralelinde örgütlemekle de görevli idi. Bir yandan tesanüt ve beraberliği
sağlamaya çalışan Mustafa Kemal öte yandan Abdulhamid yönetimine karşı Meşrutiyet
isteklerini yükseltmeleri çağrısında bulunuyordu.
22
Eylül’de Selanik’te İttihat Terakkinin 2. Büyük kongresi toplandı. Mustafa
Kemal bu kongreye Trablusgarp delegesini temsilen "!" katıldı.
Kongrede ordu ve politika ilişkileri konusunda örgütün ileri gelenleri ile
Mustafa Kemal arasında görüş ayrılığı ortaya çıktı.
Mayıs
1910'da Mustafa Kemal Arnavutluk isyanım bastırmak üzere Harbiye Nazın Mahmut
Şevket Paşanın yardımcısı olarak bölgeye hareket etti. Haziran ayında tekrar
döndü. Eylül 1910 da Pikardi askeri manevralarını izlemek üzere Fransa'ya
gönderildi.
Mustafa
Kemal'in 1908-11 arası dört yılda 13 kez görev yerinin değiştiğini görüyoruz.
13 Eylül 1911 de geçici olarak Trablusgarb Tümeni Kurmay başkanlığına
atanacaktır. Aynı yıl
Kasım
ayında İstanbulda Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulacak ve Mustafa Kemal'de
binbaşılığa yükseltilecektir.
Bu
kadar sık görev değiştirmesi, komitacılığı ile ilgili olarak kendisine duyulan
kuşkudan da kaynaklanmakta idi. Bu kadar sık görev değiştirmesi, ona bir ün
sağlamakla birlikte, hemen hemen hiç bir alanda kâmil bir başarı elde etmesine
de fırsat vermemekte idi. Bir yanı ile de, Mustafa Kemal bu kadar sık görev
değişikliğini bu konudaki başarısı için bir mazeret olarak kullanabilmekle, kazandığı
çevre dolayısı ile de belli bir prestij kazanmakta idi.
Uluğ
İğdemir "Atatürkün Yaşamı" nı konu aldığı kitabının 1. cildinin 23.
sayfasında Mustafa Kemal'in 1911 de Libyaya giderken Kudüs'e uğradığından
bahisle şu hatıraya yer vermektedir. ”8 Eylül 1911'de İsıanbuldan yola çıkan
Mustafa Kemal, 19 Ekim'de İskenderiye'ye vardı. Bu yolculuk esnasında Mustafa
Kemal'in Kudüs'e de uğradığı ve orada İbrani dilini yeniden konuşma dili
haline getirme çabası içinde bulunan ve İbranicenin büyük sözlüğünü meydana
getiren Elizar Ben Yehuda ile görüştüğü anlaşılıyor."
Adı
geçen eserde, Mustafa Kemal'in o zamanlar Yehuda'ya " İbrani yazısının güç
bir yazı olduğunu, bunun yerine lalın harflerini kabul etmelerinin yerinde
olacağını, eğer kendisi Türkiyede söz sahibi olursa, Arap harfleri yerine latin
harflerini kabul ettirmeye çalışacağını" söylediğinden bahsedilmektedir.
Mustafa
Kemal’in hemen her yerde k111k-kıyafet, örtünme, Osmanlıcaya ilişkin
görüşlerini açıklaması, çok içen biri olması, ilişkilerindeki serbesülik o
zamanlar yabancıların dikkatini çekiyor olmalı idi.
Elizar
Ben Ychudanın oğlu îtamar Ben-Avi hatıralarında uzun uzun Mustafa Kemal'le
babasının ve kendisinin tanışması ve konuşmalarından sözeder. Ben-Avi'ye
Mustafa Kemal o zaman ilgilendiği konuları ve planlarını anlatır. Hatta
Kudüs'te bir otel odasında bu yahudi ile konuşurken onlara Enver ve Cemal
Paşalara olan güvensizliğinden sözetmektedir. îtamar Ben-Avi, Mustafa
Kemal'le tanışıp konuştuktan sonra "Türkiye için daha güzel bir istikbal
umutlarının kapısının açıldığım ve Mustafa Kemal'in an-
tattıklarına,
bir Osmanh tcbası olarak kendisinin de yürekten katıldığını ifade eder,"
Kudüsten,
Ingilizler'in haberi olmadan gizlice İskenderiyeye geçerken yaptığı bu
görüşmelerin Yahudiler tarafından tngilizlere ulaştırılmış olması gerekir.
Ancak bu konudaki İngiliz belgeleri henüz açık olmadığı için fazla bir bilgiye
sahip değiliz. 1
18
Ocak 1912 de Mustafa Kemal'in rahatsızlığını ve bir ay kadar burada hastahanede
tedavi edildiğini görüyoruz.
Mayıs
ayında Istanbulda bir grub subay ''Halaskar Zabitan Grubu"nu örgütledi. Bu
gizli örgütün kurulmasının hemen ardından 2 Temmuz'da Meclisi Mebusan,
askerlerin siyasetle uğraşmasını yasaklayan bir karan kabul etti. Bu olayların
ardından 9 Temmuz'da Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazırlığı'ndan istifa etti. 16
Temmuz'da Said paşanın istifasının ardından Gazi Ahmet Muhtar Paşa sadrazamlığa
getirildi. Mustafa Kemal bu olay üzerine 29 Temmuz'da Demeden, Selanikteki
arkadaşı Binbaşı Behiç’e yazdığı mektupta iki yıl önce kendisinin İttihat
Terakki kongresinde bu tezi savunduğu için sert eleştiriye uğradığını
hatırlatarak "gericilikle" suçlandığını yazacaktır. Gariptir,
Mustafa Kemal bu mektubunda sözkonusu konferansa tesadüfen katıldığını
yazmaktadır!
30
Eylül'de Selanik'te 3. İttihat Terakki konferansı toplanacaktır. 8 Ekim'de
Balkan harbi patlak verecek ve 15 Ekim'de Osmanlı devleti Trablus ve Bingaziyi
İtalyanlara bırakan Ouchy antlaşmasını imzalayacaktır. Banco Di Roma,
Commersiale îtaliano, Nortem Stem Sigorta gibi bir takım kuruluşlar, o dönemde
kimi İttihatçı Osmanlı Paşalan'nı rüşvet dağıtımında aracı olarak kullanıp
Libya konusunu kendi lehlerine çözdüler. Bu konuda Roma ve Berimdeki Osmanh
elçilerinin de rolü olduğu çeşidi kaynaklarda ifade edilmektedir.
Daha
sonra İtalyanlarla çıkan bir çatışmada gizlendikleri bir kireç çukurunda bir
bombanın düşmesi sonucu etrafa yayılan sönmemiş kireç taşlarından birinin
gözüne saptanması sonucu Mustafa Kemal ağır bir şekilde yaralanacak ve tedavi
edilmek üzere, bol bir harcırahla Avusturya'ya gönderilecek ve uzun süre burada
tedavi görecekti. Bu sırada bir arkadaşına yazdığı mektupta Mustafa Kemal
gözlerinden birinin görme hassasını büyük ölçüde kaybettiğinden şikayet etmekte
idi. Uzun bir tedavi sonrasında Avusturya üzerinden İstanbul’a döndü.
Mustafa
Kemal, 24 Ekim'de Balkan Savaşına katılmak üzere Demeden İstanbul'a hareket
edecektir. 29 Ekimde Bulgar taarruzu karşısında Osmanlı kuvvetleri Çatalca
önlerindedir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa istifa eder ve yerine Kamil Paşa sadrazam
olur. İttihat Teıakki'nin Selanikteki 3. Kongresinden 38 gün sonra 8 Kasım'da
Yunanistan Selanik'i işgal eder. 20 Kasım'da İstanbul'a gelen Mustafa Kemal I
Aralık'ta Gelibolu'ya gönderilir.
-23
Ocak 1913 de ise İttihatçılar Kamil Paşayı sadaretten uzaklaştırarak yerine
Mahmut Şevket Paşa'yı getirirler. Bu olay Bâbıâli baskını olarak bilinmektedir.
Bir ay sonra da Edime Bulgarların eline geçer. 30 Nisanda Mustafa Kemal
Sadrazam ve aynı zamanda Harbiye Nazın olan Mahmut Şevket Paşayı ziyaret eder.
30 Mayısta Balkan devletleri ile Londra antlaşması imzalanır. 11 Haziran günü
de Sadrazam Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürülür. Bir gün sonra da
Said Halim Paşa sadrazam olur.
Yurt
işgal tehdidi karşısında iken ittihatçılar İstanbul’da sükuneti temin etmek
yerine siyasetle ilgileniyor, adeta düşmanın işini kolaylaştırıyordu. Ünlü bir
sözde belirtildiği gibi "Onlar dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz
bir türlü yıkılmıyor'du!
Sofya
Günleri
30
Mayıs anlaşması ile Bulgarlara bırakılan Edime 21 Temmuz'da tekrar Osmanlı
topraklarına katılıyordu. Bu harekatta Kurmay Başkanı olan Mustafa Kemal 10
Ağustos'ta Edimeden ayrılarak İstanbula dönüyor ve yaklaşık? ay sonra da 27
Ekim'de Sofya'ya ateşemiliter olarak atanıyordu. Aynı tarihte Fethi Okyar ise
Sofya'ya büyükelçi olarak atanıyordu.
Kasım
başında Sofya'daki görevine başlayan Mustafa Kemal burada " tatlı"
bir aşk macerası yaşayacaktır. 6 Kasım'da ise Mustafa Kemal'e Bingazideki
görevinden dolayı 4. rütbeden Osmani nişanı verilecektir.
14
Kasım'da Yunanistanla Osmanlı imparatorluğu arasında Atina anlaşması imzalandı.
Atatürk Sofya'da iken burada kendisine bir de Fransız sevgili bulmuştu.
Gelişmeleri sık sık Madam Corinne'ye yazıyordu. Bu mektupların Sofya'dan
yazdanlannın ilki 16 Kasım tarihini taşıyordu.
14
Aralıkta Alman Askeri Islah Heyeti İstanbul'a geldi. Heyetin başkanı, daha
sonra Çanakkalede Mustafa Kemalede komuta edecek olan Limon von Sanders.
27
Aralıkta Mustafa Kemal Madam Corinne'ye yazdığı mektupta "görüyorum ki
herşeyden haberin var" diyor. 3 Ocak. 1914. Enver Paşa, Ahmet İzzet
Paşanın yerine Harbiye Nazın oldu. 23 Ocak'ta, Mustafa Kemal evlerinde
pansiyoner olarak kaldığı Madam Hilda'ya resmini armağan etti. Madam Hilda
1961 yılında, 70 yaşına geldiğinde Mustafa Kemal için şöyle diyordu: O bir
dahi idi. Mustafa Kemal gibi bir kimse yeryüzüne bir daha gelmedi. Çok
enterasan, mühim ve büyük bir insandı o"
Mustafa
Kemal Madam Hildaya resmini hediye ettikten 2 gün sonra Madam Corinne'ye
yazdığı mektubunda ihtiraslarından sözediyor. ihtiraslarının gerçekleşmesi
halinde vatanına büyük hizmetleri dokunacağını söylüyor ve bunun kendisi için
bir hayat ilkesi olduğunu söylüyordu.
Madam
Corinne'e Kimdir?
Mustafa
Kemal'in “Kendinden ve ailesinden büyük feyz aldığını” söylediği Madam Corinne
kimdir? Bu konuda Cumhuriyetin 50. yılı dolasyısıyle yayınlanan “Atatürkün
İstanbul'daki Hayatı” isimli kitapla şu bilgiler yeralıyor:
“Atatürk'ün
1899-1916 yılları arasında İstanbul'da geçen hayatından, başlangıçta da
söylediğimiz gibi enstantaneler vermekteyiz. Aşağıda Atatürk'ün
Harbiyc'de okurken tanıdığı bir bayana İstanbul hakkında düşüncelerini
bildiren mektubunu okuyacaksınız.
Mustafa
Kemal’in Madam Corinne'e gönderdiği mektuplardan bir kısmı Milliyet
gazetesinin 21 Kasım 1954 tarihli sayısında başlayarak yayımlanmış ve 6 Aralık
1954 tarihine kadar devam etmiştir. Bu mektupları hakkında gazetenin verdiği
bilgi şudur:
“Mustafa
Kemal M. Corinne'e mektuplarını 1913 ve 1914 yıllarında Sofya'dan, 1915 yılında
Çanakkale'de Anbumu'ndan, 1916 ve 1917 yıllarında Diyarbakır’a yakın meçhul bir
yerden göndermiştir.
Corinne,
Yüzbaşı ÖmerLütfi Bey'in dul eşidir. Ömer Lütfi Balkan Harbi'nde Vize
muharebesinde ölmüş bir Türk şehididir. Mustafa Kemal'in çok yakın arkadaşıdır.
Corinne aslen İtalyan olup Cenova'da doğmuş, fakat ailece Türkiye'ye yerleşmiş
ve Türk tabiiyetine girmiş bir hanımdır. Uzun zaman hükümet hizmetinde
bulunduğu için liyakat madalyası alan Bahriye Nezareti tercümanı miralay
(albay) doktorLuigi Bey'in kızıdır. Amcası da Türk ordusunda vazife almış,
Ferdi Paşa diye tanınan Genaral Fcrdinand'dır.
Mustafa
Kemal bu aile ile Ömer Lütfi Bey'in sağlığından beri tanışır. Şehidin dul eşi
Corinne, Paris Konservatuarından mezun, iyi piyano çalan, İtalyanca ve
Fransızca'dan sonra Türkçeyi de iyi konuşan, geniş kültür sahibi zeki ve ince
bir kadındır. Kızkardeşi Edith ki sonradan Müslüman olmuş ve Edibe ismini almıştırzeki
ve kültürlü, kızkardeşi gibi metapsişik ve teozofi meselelerinde bilgi sahibi
bir hanımdır. Sağdır (1945'tc).
Mustafa
Kemal’in bu aile ile dostluğu Mütareke yıllarına, 1919'a kadar sürer. Hatta
Mustafa Kemal, Millî Mücadele için hazırlıklarını Şişlideki evinde olduğu
kadar Madam Corinne'in Bcyoğlu'nda, Bursa sokağındaki evinde hazırlamıştır.
Mütarekede Ingiliz subayları bu evi basmışlar ve duvarda Mustafa Kemal'in
resmini görünce bu resmi indirmesini Corinne'e emretmişlerdir. Kadın şiddetle
reddetmiştir. İngiliz subayları, karşılarında bir kadın olduğu için daha fazla
ileri gitmemişler, fakat o zaman Anadolu'da bulunan Mustafa Kemal Paşa ile
uzaktan bile alâkası devam ederse hakkında hayırlı olmıyacağını ihtar
etmişlerdir. Bunun üzerine kadın İtalya'ya kaçmak zorunda kalmıştır, Atatürk'ün
ölümünden sonra, 1941 de Türkiye'ye gelen Corinne, 1946 da İstanbul’da vefat
etmiştir.
Ali
Özdeniz'in Anlattıkları:
“Bayan
Corinne Balkan Harbi sıralarında Harbiye Mektebinin karşısında bir evde
otururdu. Orada haftada bir müzik toplantıları yapılırdı Kendisi piyano, Namık
Kemal'in torunu ve Ali EkrePaşaoğlu Cezmi keman çalar, Madam Namer de teganni
ederdi. Salonun müdavimleri arasında henüz bir yıldızlı Paşa, Liva Mustafa
Kemal'den başka Lüsyen Hanım, Selim Kemal Paşacan ve Serdar Kerim Paşa
torunları Edibe, Kerime ve Süreyya Hanımlar da bulunduğu olurdu.
Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri Anburnu'ndan İstanbul'a döndükleri günlerden birinde bu
toplantılardan birine yine şeref vermişlerdi. Bayan Corinne piyano, Cezmi keman
çalıyordu. Paşa'nın mühim bir işi olduğu için meclisi terketmesi lâzımdı.
Kimseyi rahatsız etmemek ve müziği bozmamak için usulca yanıma geldi, özür
dilemeye beni memur etlikten sonra çıkıp gitti.
Bir
saniye geçti, geçmedi, Madam Corinne, çalmakta olduktan klâsik parçanın
ortasında birden bire durdu. Onun ansızın rahatsızlandığına hükmeden Abdülhak
Hami t hemen kalkıp yanına gitti. “Neniz var Hanımefendi?” diye sordu. Kadın,
piyano iskemlesi üzerinde hepimizerlönerek dedi ki:
-Çıkan
zatı, Mustafa Kemal Paşayı iyice tanıyor musunuz? Emin olunuz ki yalnız
Türkiye'nin değil, bütün dünyanın en meşhur adamı olacaktır.
Sonra
iskemlenin üzerinde döndü ve müziğe devam etti. ”
Mustafa
Kemal özellikle kadınlarla siyasi meseleleri konuşmayı çok seven bir kişi
olarak bilinir. Bu duygularını yazdığı mektuplarda da ifade etmektedir.
Mustafa
Kemal Kasım başında Sofyaya gelmiş, kısa sürede Harbiye nezaretine bir rapor
sunduktan sonra 16 Kasım’da Ma-
dam
(.'önerme ile yazışmış, ardından Genel Kurmaya bir rapor ve tekrar Madam
Corienne iie yazışma, 23 Ocak'ta Madam Hilda ile özel dostluk ve iki gün sonra
tekrar Madam Corienne ile yazışma 25 Ocak tarihli mektubundan sonca 10 Şubat’ta
Harbiye Nezaretine yazdığı mektubunda maddi bakımdan çok güç durumda olduğunu
zikretmektedir. Üç gün sonra 13 Şubat’ta yeni bir rapor gönderen Muştala Kemal
tekrar üç gün sonra 16 Şubatla Harbiye nezaretine gönderdiği mektubunda para
talebini yineliyordu: "Burada sosyal yaşamımın da bilgi toplamama pek
büyük bir etkisi olduğunu açıklamak gereksizdir. Şimdiye kadar ödeneklerimin
gönderilmesindeki düzensizlik, herhangi bir otelin üçüncü katında bir odaya
bağlı kalmaya ve gerekenlerle gerektiği gibi ilişkide bulunmaya engel
olmaktadır. Bu nedenle önceki isteklerimin gözönüne alınması uygun olur.”
Göreve
başlamasının 3. ayında Mustafa Kemal'in para sıkıntısı ile karşılaştığı
anlaşılıyor.
O Bir Şövalye ve Komandör İdi...
Mustafa
Kemal 1 Mart'ta yarbaylığa yükselecek, 6 0 Genel Kurmay'a, Balkan devletlerinin
siyasi dununu ile ilgili bir rapor gönderecek ve 11 Mart'ta da kendisine Fransız
hükümeti tarafından şövalye rütbesinde "Legion dlıonncur' nişanı
verilecektir. Fransızların bu nişan için henüz yarbaylığa yeni yükselmiş bir askeri
ateşeyi seçmesi Mustafa Kemal'in o zamanlarda nasıl bir üne sahip olduğunu
gösteren bir işarettir. Mustafa Kemal Fransız nişanı ile taltif edildikten lam
12 ay 12 gün sonra Bulgar hükümeti tarafından Sen Aleksandr nişanı ve komandör
rütbesi ile taltif edilecektir. 21 Temmuz 1913 de Bulgarları Edimeden çıkartan
Bolayır kolordusunda görevli olan Mustafa Kemal yaklaşık 2 yıl sonra Bulgar
nişanı ile taltif ediliyordu. Mustafa Kemal bir çok ülkeden bir çok takdir
nişanlan almıştır. Bunlann en önemli ve sonuncularından biri de İngiliz
dizbağı nişanıdır. Bu nişanı kabul edip etmemesi konusu ölümünden önce İnönü
ile aralarının açılmasına se-
beb
olmuştur. Mustafa Kemal son olarak, tngilizler'in de takdirlerini kazanarak bu
İngiltere'nin en büyük nişanını almayı hak etmişti.
13
Mart'ta Mustafa Kemal tekrar Madam Corinne ile yazışacak ur.
27
Mart’ta, Mustafa Kemal tekrar İstanbul'u para konusunda uyardı: "Bir
ateşemiliterin memuriyet şerefine uygun bir yer tutabilmek ve demirbaş eşya
alabilmek için nezaretçe para gönderilmesi. " Bu mektup üzerine kendisine
219 Osmanlı lirası gönderilecektir.
Mustafa
Kemal Sofya'da Askeri kulüpteki kıyafet balosuna yeniçeri kıyafeti ile
katılacak ve büyük ilgi toplayacaktır. Bu balodan 14 gün sonra 26 Mayıs 1914
'de tekrar Madam Corinne ile yazışır. 14 Temmuz'da tekrar para ister:
"Bilgi toplamada para hgrcama zorunludur. Önemli fırsatların ortayKemalası
halinde gereği kadar paranın yanımda bulunmamış olması ile bu fırsat kaçırılacaktır".
Mustafa Kemal'in Nezaretle (bakanlıkla) yaptığı yazışmaların 3’ü görevi ile
ilgili 4'ü ise para talebi ile ilgilidir.
2
Ağustos 1914’de Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Osmanlı Devleti
seferberlik ilan edecektir. Bu arada ise Mustafa Kemal daha çok arkadaşları ile
yazışır. Sofya'dan ayrılmak istemektedPaşaEnver Paşa başkomutan vekili olur. 11
Ağustos'ta Ingilizler Çanakkale önlerindedir. 11 Kasım'da Osmanlı devleti resmen
savaşa katıla. 14 Kasım Cihadı ekberin ilan edildiği gündür. 17 Kasım Ruslar
Trabzon’u bombalar.
Kurtuluş
Savaşına giden yol açılmaktadır.
Kasım
ayında Mustafa Kemal Sofya'dan Salih Bozok'a yazdığı mektupta şöyle
demektedir: ". Bir vazifeye atanmam için Harbiye Nazırına yazdım.
Aıeşemiliterlikte kalmak istemediğimi, millet ve memleketin büyük bir savaşa
hazırlandığı bir sırada benim de herhangi bir kıtanın başında bulunmak
istediğimi bildirdim, henüz bir cevap alamadım."
Mustafa
Kemal, herhangi bir kıtaya tayin talebine cevap alamayınca Aralık ayında
tekrar başkomutan vekili Enver Paşay'a yazar: " Arkadaşlarım muharebe
cephelerinde, ateş hattında bulunurken ben Sofya'da aleşemiliterlik yapamam!
Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise,
lütfen açık söyleyiniz”
Bu
mektup üzerine de 20 Ocak 1915 te 19. tümen komutanlığına atanacaktır. 25
Ocak'ta İstanbula dönecek olan Mustafa Kemal görevi ile ilgili olarak
Enver Paşa ile görüştükten sonra 27 Ocak'ta Madam Hildaya bir mektup yazarak,
ileride yazışmalarında kullanacağı adresini bildirmeyi vadedecektir.
1
Şubat'ta Mustafa Kemal'e, daha yeni görevine başlamadan üçüncü rütbeden Osmani
nişanı verilerek 19. tümeni teşkil etmek üzere Tekirdağ'a gelecek ve 19
Şubat'ta, Fransız ve ingilizler'in Çanakkaleyi topa tutması üzerine 25 Şubat
1915 de bu birlik Maydos (Eceabadja gönderilecektir.
23
Mart 1915 de Limon Von Sanders, Çanakkaleyi savunmak üzere teşkil edilen 5.
Ordu komutanlığına getirildi. Mustafa Kemal ise 24 Mart'ta, 25 Şubattan beri
yürüttüğü Maydos bölgesi komutanlığını Albay Halil Sami Bey'e devrederek 19.
Tümen komutanlığına döndü.
Mustafa
Kemal 13 Nisan'da Çanakkale boğazı üzerindeki Maydoslan Madam Hildaya bir
mektup göndererek selamlarını iletiyordu.
Çanakkale
Savaşı. Fevzi Çakmakla Liman von Sanders arasında çıkan bir ihtilaf yüzünden,
Mustafa Kemal'in harekat subayı olarak savaşa kaülması ve sonuçla çok büyük
zayiatlar karşılığında düşmanın geri çekilmek zorunda kalış*.
Çanakkale
önemli idi. Çünkü Çanakkale düşerse Hilafet merkezi ve payitaht doğrudan tehdit
aluna girmiş olacaku. Bu tehdit o gün için son derece önemli idi. Akif o
günleri Bcdr'e benzetecekti ama, 1918'de İngiliz Kuvvetleri İstanbul'u işgal
elmiş olacaktı.
17
Mayıs 1915'de, Bulgar nişanından sonra ikinci madalyasını bu kez padişahtan
alacaktır. Arıburnu hatırası olarak, bu muharebeye katılan subaylara verilen
"Muharebe altın liyakat madalyasıdır bu madalya.
Atatürk
Maydos'taki karargahından aynı gün Fransız Madam Corinne'ye yazdığı mektupta
şöyle diyordu: «îki aydır Maydostayun. Çanakkale boğazını, müttefiklerin
çıkarma girişimlerinde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı savunuyorum.
Bu ana kadar hep muvaffak oldum. Ve aynı yeıde kalırsam kuvvetle ümid ediyorum
ki, daima da muvaffak olacağım. »
Bu
mektubundan 7 gün sonra bir mektup daha gönderir Madam'a: "Anbumun'da
İngilizlerle savaştayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim. Arka kalanı da cesur
kuvvetlerim tarafından sahilde donanmaları ile himaye edilen bir noktaya
sürüldü. Pek ziyade ümid ederim ki, düşmanın tam imhası haberini yakında alacaksınız.
"
Bu
kadın önemli. Mustafa Kemali etkilemesini biliyor ve cephede bile askeri
bakımdan düşüncelerini öğrenebiliyor.
Mustafa
Kemal o zamanlar bekar bir Osmanlı Yarbayıdır. 1 Haziran 1915 de Albay olur.
Kısa
süre sonra müjdeli haber yine Madam Corinne'ye ulaşır. "İşte haberler.
Daima büyük başarılarla savaşıyoruz. Ümid ederim ki, gümüş imtiyaz, altın harp
liyakat madalyaları aldığımı ve son defa da albaylığa yükseldiğimi
duydunuz."
Mustafa
Kemal
Ona
ne şüphe!
15
Temmuz'da bir madalya daha. Fakfan Harp Madalyası.
Yine
ilk müjde Madam Corinne'ye . 2 Ağustos tarihli mektubunda Mustafa Kemal şöyle
diyor "Çok şükür askerlerim çok cesur ve düşmandan daha dayanıklılar.
Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevkeden emirlerimi yerine
getirmelerini çok kolaylaştırıyor!"
Gerçekten
de Mustafa Kemal öyle demiyor mu idi: Size savaşmayı değil, ölmeyi
emrediyorum. Ve öldüler, yüzbinlerle.
Mustafa
Kemal 1 Eylül 1915 de de Gümüş liyakat madalyası ile taltif edilecek, bu
madalyayı almadan kısa süre önce de Madam Corinne'den bir takım kitaplar ve
hediyeler alacaktır.
Mustafa
Kemal, Çanakkaleden de sıkılmaya başlamıştır.
Yükselmek
istemektedir. Bunun için de en uygun yer İstanbul.
21
Eylül 1915 de kendisine rahatsızlığı nedeni ile geçmiş olsun telgrafı çeken
Enver Paşa ya yazdığı mektupta bu düşüncelerini ifade etmektedir
"Bendenizi yakında meydana gelmesi muhtemel olaylar için hazırlanan
kuvvetin başında bulundurarak daha büyük hizmetler görülmesine eriştirmekle
taltif buyuracağınızdan eminimi"
Bir
gün sonra Çanakkaleden Fuat, Salih ve İbrahim Beylere gönderdiği mektuplarda
ise ” Terfim dahi konu oldu. Tabi ben terfi için çalışmadığımdan, sıram
geldiği zaman cevabını verdim" diyecekti.
Aslında
Mustafa Kemal kırgındı. 16 Temmuz'da Çanakkale cephesini ziyaret eden, şair,
yazar ve gazeteciler, her tarafı gezip ziyaret etlikten sonra, Mustafa Kemal’i
ziyaret etmeden Çanakkaleden ayrılmışlardı. Bu arada, Mustafa Kemal
rahatsızlanmış Enver Paşa da Çanakkale ziyaretinde Mustafa Kemal'i ziyaret
etmemişti. Enver Paşa daha sonra 2 Kasım tarihli mektubunda ziyaretin zaman
darlığı sebebi ile mümkün olmadığını yazacaktı. 26 Ekim 1915 de Başkomutanlıkça
9.11. 12. Tümenler birleştirilerek 16. Kolorduyu meydana getirecekler ve
Mustafa Kemal Kolordu komutanı yetkisi ile Anafartalar grubu sevk ve idaresi
ile görevlendirilecekti.
30
Ekim tarihli, Liman von Sanders'in Enver paşaya gönderdiği mektuptan Mustafa
Kemal'in istifa ettiğini öğreniyoruz. Sanders Enver paşadan istifanın kabul
edilmemesini islemekte ve kendisi bu talebi hava değişim iznine çevirmekte idi.
2
Kasım tarihli Enver Paşanın geçmiş olsun mektubunun ardından Mustafa Kemal, 4
Kasım'da Enver Paşaya gönderdiği mektupta "Rahatsızlığımdan dolayı yüksek
iltifatınıza teşekkür ederim. Bendenizi çok geçmeden meydana gelmesi beklenen
olaylar için hazırlanan kuvvetin başında bulundurarak size daha büyük hizmetler
yapılmasına mazhariyetle taltif edeceğinizden eminim. "
Demir Haç Nişanı
7
Kasım 1915'de İngiliz Harp Kabinesi Çanakkaleyi boşaltma karan alır. 10
Aralıkta da Mustafa Kemal Anafartalar grubunun komutasını Fevzi Paşaya
bırakarak, sağlık durumu ve yorgunluğunu gerekçe göstererek İstanbul’a gelir.
Mustafa Kemal bu olayı Salih Bozok'a anlatırken şöyle demektedir: "Ben
düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiştim.
Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler. Bundan dolayı canım çok sıkıldı Çok
da yorgun olduğum için izin alarak istanbula geldim."
Mustafa
Kemal bazı siyasilerle görüşerek, kendinin askeri bilgisini ve becerisini,
vukufıyetini anlatarak onlarla görüş alışverişinde bulunur. Bu arada Çanakkale
savaşındaki başarısı dolayısı ile Alman hükümeti tarafından demir haç nişanı
verilir ve o gün, lerde Sofyaya gider. 14 Ocak'ta 16. Kolordu komutanlığına
atanır 16 Ocak’ta istanbula dönen Mustafa Kemal'e burada Anafartalar grub
komutanlığı sebebi ile Muharebe altın liyakat madalyası verilir ve görev yeri
olan Edimey'e hareket eder.
15
gün sonra 1 Şubat 1916'da yine Anafartalar grub komutanlığı sebebi ile
ikinci rütbeden Osmani nişanı verilir,
16
Şubat 1916'de Ruslar Erzurum'u işgal eder. Ardından 3 Mart’ta Bitlis işgal
edilir.
Mİs/afa Kemal Diyarbakır'da
11
Mart 1916'da tarihinde Edirne'deki 16. Kolordu'nun Diyarbakır'a nakledilmesi
üzerine Mustafa Kemal 16. Kolordu Komutanı oldu. Bu görev dolayısı ile 12
Mart’ta Mustafa Kemal Edimeden ayrıldı. İstanbul üzerinden Pozantıya kadar
trenle, Torosları otomobille geçerek Haleb'e orada Baron otelinde geceledikten
sonra Trenle Re'sül ayn’e (Ceylanpınar'a) oradan da otomobille Mardin
üzerinden Diyarbakı'ra geldi. 6 gün sonra da terfi etti. 1 Nisan 1916'da
Mustafa Kemal generaldir artık.
19
Mayıs 1916. Mustafa Kemal tekrar Madam Corinnc'ye yazar. 23 Mayısta İnönü ile
Diyarbakır'da bir araya gelir.
1910Mckadonya’da,
1911-12'de Trablus'da, 1913'de İstanbul'da, 1914 'de Sofya'da, 1915’te
Çanakkale'de, 1916’da Diyarbakır ve çevresinde, 1917-18'de Filistin'de, 1919
'da Samsun'dadır.
Tekrar
1916’ya geri döndüğümüzde, 23 Mayıstaki İnönüMustafa Kemal görüşmesinin
ardından, 27 Temmuz'da Avusturya-Macaristan hükümetince verilen 3. rütbe
muharebe liyakat madalyasından sonra 29 Temmuz'da 2. Ordu komutanı olan İzzet
Paşa üe İnönü birlikte Silvan'a gelerek Mustafa Kemali ziyaret etti. 2
Ağustos’ta başlatılan taarruzla Ruslar 8 Ağustos'ta Muş ve Bitlisten atıldılar.
30 Eylül'de Mustafa Kemal zafer müjdesini Madam Corinne’yc ulaştıracaktır.
"Kıymet verdiğiniz insanlarla birlikte ateşe ve ölüme göğüs germek ne
zevk."
22
Kasım 1916'da Mustafa Kemal Bitlis'ten Silvan'a dönerken Yarbay izzet
(Çalışlar) ile yaptığı sohbette "Örtünme ve kapanmanın kaldırılması,
sosyal hayatın düzenlenmesi yetenekli anne yetiştirme, kadınlara serbestlik
verme " gibi konulara değinecektir.
Bu
görüşlerinde Madam Corinne'nin ne derece etkisi olduğu bilinmemekle birlikte
Corinne'nin gönderdiği kitapların Mustafa Kemali etkilemiş olacağı, Fransız
tarzı yaşamın cazib gelebileceği düşünülmektedir. Mustafa Kemal bu görüşlerini
açıklamadan dört gün önce Annesin’den bir mektup almış, bir gün sonra da
Alphonse Daudel'in “Saphomoeurs Parisiennes" isimli romanını bitirmişti.
Mustafa
Kemal son nişanından dört ay sonra bu kez 12 Aralık 'da Muş ve Bitlis
cephesindeki başarısı dolayısı ile ikinci rütbeden Mccidi Nişanı ile taltif
edildi.
Yıl
1917
17
Şubat: Mustafa Kemal, Hicaz Kuvvey-i Sefcriyye komu-
tanadır.
Hicaz'ı korumak ve kollamakla görevlidir. Medine müdafaası için oluşturulan bu
kuvvet, 4. orduya bağlı idi. 23 Şubat’ta Mustafa Kemal Diyarbakır’dan Şam’a
geldi. Sinayı denetleyen ve burada 4. Ordu komutanı Cemal Paşa ile de
görüşen Mustafa Kemal, Hicazın savunulması değil,boşaltılması gerektiği yönünde
bir rapor hazırladı. Enver Paşa da bu raporu onaylayınca Mustafa Kemal'in
üzerinden Hicaz Kuvve-i Seferiyye komutanlığı görevi kaldırıldı. Ardından
Medine boşaltıldı ve Hicaz'daki kuvvetler Filislinde kullanılmak üzere geri
çekildi. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Diyarbakır’daki 2. Ordu'ya
vekaleten komutan olarak tayin edildi.. 4 gün sonra, 11 Mart'ta, Ingilizler
Bağdat'ı ele geçirdi ve Mustafa Kemal, Diyarbakır'a geldi.
Mustafa Kemal Halep'te
5
Temmuz 1917, Mustafa Kemal Yıldırım Orduları Grub komutanlığına bağlı olarak
Halepte oluşturulması kararlaştırılan 7. Ordu komutanlığına atandı. Bu arada
İstanbula giderek bir takım görüşmelerde bulunan Mustafa Kemal, 23 Ağustosta
Halep'e geldi. Mustafa Kemalden aktarıldığına göre İstanbul'dan Haleb'e hareket
edeceği günün gecesi Falkenhayn küçük sandıklar içinde Mustafa Kemal'e altın
gönderecek, ancak Mustafa Kemal'in ifadesine göre bunları kabul etmeyerek iade
edecektir. Bu altın sandıklarını getiren Alman subayı bu altınlara ilişkin hiç
bir belge imzalatmadan bunları bırakmakla bir bakıma rüşvet vermiş oluyorlardı.
Mustafa Kemal, ısrarla bir alındı belgesi tanzim edilmesini istediği, daha
sonra altınları iade ederek bu belgeyi geri aldığını söyleyecektir, ama bu olay
daha sonra bir İstanbul gazetesinde "sandık sandık altın" hikâyesi
olarak önüne gelecek ve bu iddiaya da çok sert bir şekilde cevap verecektir.
Mustafa Kemal'in kanaati bu tür rüşvetlere İstanbul'da bir çok generalin
muhatap olmuş olabileceği yönündedir. Ancak daha sonraki cevabı yazısında bu
tür iddiaları tümden reddedecektir. 9 Eylül'de kendine AvusturyaMacaristan
hükümeti tarafından ikinci rütbe Harp alameti Askeri
Liyakat
madalyası verildi. 20 Eylül'de Enver Paşa'ya bir mektup yazarak Sina Cephesi
komutanlığının kendisine verilmesini istedi. 23 Eylül'de ise Doğu Cephesindeki
çabalan ile ilgili olarak Muharebe altın imtiyaz madalyası verildi. Bir gün
sonra Mustafa Kemal, Enver paşaya tekrar bir mektup göndererek cephede iki ordu
komutanlığının fazla olduğuna dikkat çekerek komutanın kendisine verilmesi
gerektiğinde ısrar edecek, aksi halde 7. ordu komutanlığından affolunması
talebinde bulunacaktır. 10 gün sonra 30 Eylül'de ayn bir yazı ile bu görüşünde
ısrar etliğini tekrar bildirdi.
3
Ekim 1917'de ise, Mustafa Kemal Yıldırım orduları komutanı Falkenhayna
gönderdiği mektupta "Bütün kabiliyetimi sarf için hakiki bir orduya komuta
etmeye hazır ve böyle hakiki bir ordunun gösterilmesini beklediğimi
arzederim" diyordu.
6
Ekim'de isteklerinin yerine gelmemesi üzerine Mustafa Kemal Ordu
komutanlığından istifa etliğini bir yazı ile Enver Paşaya bildiriyordu.
Mustafa
Kemal bunun üzerine 2. Ordu komutanlığına atandı ise de bu göreve başlamadı.
Ancak ikinci ordu komutanı sıfatı ile izinli sayılarak Halepten İstanbula
hareket etti.
31
Ekim'de İngilizler Sinadan taarruza geçüler. Bu sarada Mustafa Kemal bölgeye
intikal etti. 9 Aralıkta'da Kudüs İngilizler tarafından işgal edildi.
Mustafa
Kemal Filistin cephesinde pek önemli bir göreve getirilmediği gibi bir
yararlılık da gösteremedi. Bazı orduların terhisi ve komuta kademesinde
başgösteren uyumsuzluklar sebebi ile askeri strateji başarısızlığa mahkum
edilirken, yabancı bir komutanın komutasındaki birlikler fonksiyonlarını ifa
edemediler ve bu durum İngilizler’in bölgeyi işgalini kolaylaştırdı.
Mustafa
Kemal Tekrar İstanbul'ca
13
Aralık. Mustafa Kemal, Vcliahd Vahdeddin ile Vaniköy köşkünde tanıştı. 15
Aralık'ta da, Vahdeddin'in Almanya gezisine refakat subayı olarak
görevlendirildi. 16 Aralık’ta ise birinci rüt-
bcde
Kılıç Mecidi nişanı takdim edildi. Mustafa Kemal, 19 Şubat’ta Alman İmparatoru
tarafından birinci rütbeden Kılıçlı Cordon ve Pnıssu nişanı ile taltif edildi.
4 ay sonra ise 11 Mayısta Harp madalyasını aldı.
25
Mayısta böbreklerinden rahatsızlanan Mustafa Kemal tedavi için Viyana'ya
gönderildi ve burada iki ay kaldı. 4 Temmuz'da Vahdeddin padişah oldu. Mustafa
Kemal Vahdeddin'i ilk kutlayanlardan biri idi. Yine başmabeyinciliğe atanan
Lütfi Simavi Beyi de kudamakta gecikmeyerek saray çevreleri ile iyi bir ilişki
kuruyordu. 2 Ağustosta 'da İstanbula döndü. 4 Ağustosta ünlü Perapalasta Ahmet
İzzet Paşa ile görüştü. 5 Ağustosta Vahdeddin ile görüşerek bazı görüşlerini
iletti.
9
Ağustos. Mustafa Kemal Vahdeddin ile tekrar görüştü. Dolmabahçedeki Valide
Camii mahfilinde gerçekleşen bu görüşmenin ardından 16 Ağustos'ta genel
konularda bir kere daha Vahdeddin ile görüştü. Mustafa Kemal'in belirli konularda
Vahdeddin kendisine Talat ve Enver Paşalarla görüşeceğini söyledi. 22 Ağustosta
Mustafa Kemal tekrar Haleb’e doğru yola çıktı. Mustafa Kemal bu günlerde
İstanbul’da kalarak daha etkili bir konuma gelmek istiyordu. Saray çevresi ile
yakın ilişkiler kurarak kabinede yer almak ve yönetimde etkili olmaya
çalışıyordu.
Tekrar Haleb Yolculuğu
11
Eylül 1918 de Mustafa Kemal Dr. Rasim Ferit (Talay)a gönderdiği mektubunda
"İngilizler'in şimdilik muharebeden ziyade propaganda ile bizi
kazanacaklarını zannediyorlar. Hergün uçaklarıyla bombadan ziyade beyannameler
atıyorlar" diyordu. Bu mektuptan bir hafta sonra 19 Eylül'de General
Allenby komutasındaki İngiliz birlikleri Filistin cephesinde taarruza
geçtiler. 8. Ordu yanlınca, Mustafa Kemal 4 ve 7. orduların çevrilerek esir
edilme tehlikesi gerekçesi ile Haleb'e kadar geri çekilme emri verdi.
Çok
hareketli günler yaşanıyordu. 15 Eylül Kafkas İslam Ordusu Bakü’yii işgal etti.
19 Eylül, Filistin cephesinde İngiliz taarrazu, 22 Eylül'de Mustafa Kemal'e
ordusunu imhadan kurtardığı için fahri yaverlik unvanı verildi. 24 Eylül,
Türk-Bulgar hududu ile ilgili Berlin Protokolü imzalandı
26
Eylül, 8. Ordu lağvedildi ve iki gün sonra da Mustafa Kemal Rayak bölge
komutanlığına getirildi.
Mustafa
Kemal Harbiye Nazırı Olmak İstiyor
Olaylar
planlandığı gibi gelişseydi, belki Mustafa Kemal bir Osmanlı paşası olmasının
ötesinde, Saltanat ile bütünleşerek Kabinede yer alacaktı. Bu dönemde Mustafa
Kemal'in saraydan kendine bir eş aradığına ilişkin rivayeder de vardır.
Mustafa Kemal bu şekilde sarayı etkileyerek kendini garantiye almak ve bir
asker olarak ülkenin içinde bulunduğu zor şartlardan çıkartılması için
arkadaşları ile birlikte duruma vaziyet etmek istiyordu.
I
Ekim'de Şam
düşmüştü. 4 Ekim'de Haleb’e gelen Muştala Kemal, Baron oteline yerleşmişti. 5
Ekim’de İstanbul ateşkes için ABD ye başvurmuş ve 8 Ekim'de de Talat Paşa
sadrazamlıktan istifa etmişti. Görev Tevfik Paşa'ya verilmiş, ancak o da
hükümeti kurmakla acze düşmüştü. 11 Ekim'de o da bu görevden affını isteyince
14 Ekim'dengörev Ahmet İzzet Paşa'ya verildi. Bu arada 6 Ekim'de Kafkas İslam
Ordusu Derbend'e girdi. Arabistan'daki gerilemeye rağmen doğuda müslümanlann
zafer kazanması bazı Osmanü paşalarını umutlandırmaktaydı.
II
Ekim'de
Mustafa Kemal Halep’ten Vahdeddin'e iletilmek üzere başyaver Naci beye
gönderdiği telgrafta "Vatanımın selametinin temini bakmamdan Tevfik Paşa
hazretleri, gerçekten müşk i lata tesadüf etmişlerse sadaretin derhal İzzet
Paşa hazretlerine verilmesi ve onun da esası Fethi, Tahsin, Rauf, Canbulat, Azmi,
Şeyhülislam Hayri ve Acizlerinden (Mustafa Kemal bu ifadeyi kendisi için
kullanıyor) oluşan bir kabine teşkil etmesi zaruridir. Adı geçen kişilerin
oluşturacağı kabinenin vaziyete hakim olacağı görüşündeyim."
Mustafa
Kemal, aynı zamanda İzzet Paşaya da bir mektup yazarak Harbiye Nazırlığının
(bakanlığının) oluşturulacak kabinede kendine verilmesini isteyecektir.
13
Ekim'de Mustafa Kemal bu düşüncelerle Halepteki askeri birliği denetledi, aynı
gün Sina cephesindeki 4. Ordu lağvedildi. Bu orduya bağlı birliklerin emir ve
komutası Kemal’in Kemal'e devredildi. 26 Eylül'de lağvedilen 8 . Ordu ile
birlikte, iki ordu daha bir ay içinde Mustafa Kemal'in emir ve komutasına
intikal ediyordu. Ancak hattatlara bakıldığında fesih işlemleri sonucu cephelerde
tam bir perişanlık ve dağınıklık hakim olmuş, askerlerin çoğu bakımsızlıktan,
sahipsizlikten birliklerinden koparak bölgede dağılmışlar, askeri malzemeler
heba olmuştur. 14 Ekim'de ilan edilen kabinede Ahmet İzzet Paşa Harbiye
nazırlığı, başkomutanlık ve Genel Kurmay Başkanlığını kendi üzerine almış ve
Mustafa Kemal'e 15 Ekim tarihinde gönderdiği bir mektupta ise "Barıştan
sonra işbirliği yapma umudunu" ifade etmişti Bir gün sonra Mustafa Kemal,
Ahmet İzzet Paşa'ya hiddetli bir mektup yazar: "Barış gecikecektir. Barışa
kadar çok buhranlı anlar geçireceğiz. Bu devrede vatana hayırlı olabilirsem
düşüncesi ile Harbiye nezaretini istemiştim. Yoksa barışa kavuştuktan
sonra onun huzur ve sukunu içinde Harbiye nazırlığını benden çok mükemmel yapacak
kişiler bulunabilir. Buna nazaran barıştan sonra işbirliğimizi hiçte zorunlu
hatta gerekli görmüyorum."
23
Ekim'de Ingilizler Haleb'i vurmaya başladı. 25 Ekim akşamı, Halep'teki 7. ordu
karargahı Katma'ya aktarıldı. 26 Ekim: Ingilizler Halepte.
30
Ekim'de Mondros ateşkes anlaşması imzalandı ve aynı gün Mustafa Kemal, Liman
von Sanders'in yerine merkezi Adana'da bulunan Yıldırım orduları komutanlığına
atandı. Bir gün sonra da Adana'ya geldi. 3 Kasım, Musul Ingilizler tarafından
işgal edildi. 4 Kasım'da Mustafa Kemal sadrazamdan Toros tünellerinin statüsü
konusunda bilgi istedi. Ardından İskenderun'un İngilizlcre karşı müdafaası
konusunda Mustafa Kemal'le Ahmet İzzet Paşa ihtilafa düştüler. Ahmet İzzet Paşa
"ateşkes anlaşmasındaki uygunsuz hükümleri kabul ettiren şeyin gaflet
değil, kesin mağlubiyet olduğunu" belirtiyordu. Mustafa Kemal ise,
Anadolu-
’nun
bir bölümünü işgal eden, Filistin topraklarında dağılan ordunun içinde
bulunduğu duruma rağmen İskenderun'a asker çıkarmaları halinde İngilizlere
ateş edeceğini bildirerek saraya karşı İngiliz aleyhtarı millici bir tavır
ortaya koyuyordu.
5
Kasım, ittihat Terakki Fırkası'nın kendi kendini feshetmesi ve Kars İslam
Şurasının kurulmasının ardından 612 Kasım arasında İngiliz ve Fransız
kuvvetleri Çanakkale boğazını işgal etti.
7
Kasım'da, Mustafa Kemal Adana'ya gelerek görevi devralmasından bir hafta sonra
Padişah iradesi ile bu defa da 4 ve 8. Orduların lağvedilerek arta kalanların
bağlandıkları 7. Ordu karargahı ile kaldırılıyordu. Aynı zamanda Yıldırım
Orduları gnıb komutanlığı da bu şekilde lağvediliyordu. Mustafa Kemal ise
Harbiye nezareti emrine veriliyordu. Bu gelişmelerden üç gün sonra ise Ahmet
İzzet Paşa sadaretten çekiliyor ve bir mektupla istişarelerde bulunmak üzere Mustafa
Kemal'i İstanbul'a davet ediyordu.
İstanbul'a Doğru
Mustafa
Kemal'in, daha önceleri olduğu gibi, Diyarbakır, Şam ve Halebde bazı çok önemli
kişilerle, ülke ve dünya siyaseti ve dengeler üzerinde özel görüşmeler yaptığı,
istişarelerde bulunduğu ve bazı prensip kararlan aldığı ileri sürülmektedir.
Mustafa
Kemal'in son Filistin görevi kendi komutasındaki üç ordunun (4,7 ve 8. ordu)
kesin olarak imha ve tasfiyesi ile sonuçlanmışta-. Mustafa Kemal'in planlı
şekilde geri çekilmelerle, Ingilizlcr'in askerlerimizi imha etmesini bir ölçüde
önlediği söylenebilir. Ancak Orduların feshedilmesi ile, bölgedeki düzenli savunma
gücü fiilen ortadan kaldırılmış oluyordu. Bu durumda Mustafa Kemal’in
İskenderun'daki İngilizlere karşı direnme kararım anlamak hayli zor
olmaktadır. Toroslann İngilizler'in denetimine geçtiği, Akdeniz'de
ingilizler'in bulunduğu ve Haleb tarafında kesin bir zafer kazanan İngilizlere
karşı, bu bölgede direnmek
pek
kolay olmayacaktı. İskenderun'da uygulamaya koymak istediği askeri taktik ile
Filistin topraklarında izlediği politika birbirine uymamaktadır.
9
Kasım 1918'da İngilizler İskenderun'u, Fransızlar Doğu Trakya demiryolunu işgal
etti. 13 Kasım'da Mustafa Kemal, İngilizler'in denetimindeki Toros
tünellerinden geçerek Istanbula gelişi ile birlikte yeni bir dönem
başlamaktadır. Bu arada İtilaf Donanması İstanbul'a girmişti. Her ne kadar 5
Kasım'da Mustafa Kemal Adana'da görüştüğü Ali Fuat Paşa'ya "..
artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisi araması ve koruması,
bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber
yardım etmemiz lazımdır" diyor idi ise de henüz İstanbul'dan da ümidini
kesmiş değildi. 18 Kasım’da Vakit gazetesinden Ahmet Emin'e şöyle diyordu:
"Herhalde millet ve memleketimizin pek ziyade muhtaç olduğu barışı
gerçekleştirecek hükümetin bu günki meclis-i mebusanımıza dayanması bir
zorunluk olmaktadır".
Pera
Palas Görüşmeleri
13
Kasım 1918. 19 mayıs 1919'dan 7 ay önce. Mustafa Kemal Adana'dan İstanbul'a
geldiği gün denize demirlemiş Ingiliz donanmasını görünce yaveri Cevat Abbas
Bey'e o ünlü sözünü söyleyecekti: "Geldikleri gibi giderler."
Ufukta
hiç bir umut görülmez, tam bir yenilgi ve işgal hüküm sürerken Mustafa Kemal
umutlu idi. Cevat Abbas anlatıyor: "Atatiirkün zarif dudaklarından
-geldikleri gibi giderlercümlesi-, ni işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu
derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum, Cevabımda acele ettim. Size
nasip olacak, siz bunları kovacaksınız paşam, dedim, gülümsedi. Aziz başının
içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını bir an için yeniden
geçiriyor gibi daldı. Sonra-bakalım-dedi."
Mustafa
Kemal İstanbul'a geldiği ilk gün Pera Palas’a gitti ve bir süre orada kaldı.
Burada çok önemli görüşmeler oldu.. Tokatlıyan, Serkildoryan, Pera PaJas.
Buralar çok önemli yerler.. İstanbula gelir gelmez, ilk görüşmesini Pera
Palas'ta bir İngiliz'le yaptı. Ward Price. Bir gazeteci. Ardından Rauf Orbay'ı
kabul etti ve aynı gün Ahmet İzzet Paşa'yı Rauf Bey'le birlikle ziyaret etti.
15 Kasım 1918'de Vahdeddin Mustafa Kemal'i kabul ederek bir süre görüştü. İşgal
kuvvetleri boğazı ve Karadenizin Türk sahillerini işgal ettiler.
16
Kasım. Bir başka İngilizle yine Pera Palasta ikinci bir görüşme. Bu kez
Mustafa Kemal'i ziyaret eden, Çanakkale savaşlarına katılan bir general:
William Birdwood.
Mustafa
Kemal bir gün sonra (17 Kasım'da) Harbiye Nazın Abdullah Paşa'yı ziyaret etli.
Aynı gün Bakü, Türk kıtaları tarafından terkediliyordu.
19
Kasım. Tevfık Paşa kabinesi güvenoyu aldı. Aynı gün Mustafa Kemal Vahdeddinden
randevu istedi. 22 Kasım için randevu temin etti ve o gün Cuma selâmlığından
sonra Vahdeddin ve Mustafa Kemal ateşkes ve sonrası durum hakkında müzakerelerde
bulundular.
3
Aralık. İtilaf orduları arasında kumanda meselesini düzenleyen Londra anlaşması
yapıldı.
10
Aralık 1918, Milli Mücadeleyi destekleyen "istikbal" gazetesi
Trabzon'da yayın hayatına giriyordu. 11 Aralık'ta Dörtyol Fransızlar
tarafından işgal edildi, 14 Aralık’ta İtilaf Donanması İzmir'e girerken, 17
Aralık'ta Mersin Fransızlar tarafından işgal edildi, 20 Aralık’ta ise Vahdeddin
Mustafa Kemali kabul etti. 24 Aralıkta ise Ingilizler Balum'u işgalleri altına
aldılar. 26 Aralıkta Pozantıya kadar Adana Fransızlar tarafından işgal edildi
ve Osmanlı Kuvvetleri Kars'tan çekildiler. 28 Aralıkta ise Kazım Karabekir
Paşa, Tekirdağ'daki 14. Kolordu Komutanlığına atanmakladır. 29 Aralıkta ise
İsmet Paşa "Sulh Hazırlıkları Komisyonu"na tayin edilmiştir.
30
Aralık 1918'de ise Venizelos Meis adası-Marmara hattının batısında kalan
Anadolu bölgesinin Yunanistan’a bırakılması hakkında bir muhtıra yayınladı.
Vahdeddin'in
22 Kasım'da Mustafa Kemal'i kabul etmesi ile birlikte, daha sonraki
gelişmelerle ilgili ilk mutabakatta sağlanmış oluyordu..
Muhtemelen
Mustafa Kemal, Tevfik Paşa kabinesinin teşkilini bekliyordu. Bu kabine teşkil
edilince, bu arada çok Özel dostlan ile birlikte çalıştığı insanlarla özel bazı
müzakerelerde bulundu. Saltanat içinde kendine bir yer bulmak yerine,
saltanatın da desteğini alarak, yeni bir alternatif çözüm yolu üzerinde çalışma
karan verdi. Aynı gün Vahdeddinden randevu talep etti.
Başlangıçta
saraya rağmen bir mücadele başlatması imkansızdı. Anadolu'da teşkil edilmeye
başlanan kurtuluş örgütleri, hilafet ve saltanatı kurtarma adına
örgütleniyordu ve İslam dünyasının desteği de bu şarta bağlı olarak
gerçekleşebilirdi. Saltanata karşı tek siyasi altemaüf ise halk hareketi idi.
Dolayısı ile halka ulaşabilmek için Hilâfetin desteğini sağlamak zorunlu idi.
Şu
da bir gerçekti, İngilizler ve öteki işgal kuvvetleri, İstanbul'u köşeye
sıkıştırmışa ama, halk boyun eğmemiş kendi imkanları ile silaha sarılmıştı. Bu
şartlarda müstevlilerin Anadolu’yu ele geçirmeleri pek kolay olmayacaktı. Öte
yandan böyle bir macera, müstevlileri bütün İslam dünyasının gözünde zor
durumda bırakabilirdi. Emaneti Mukaddese ve Kudiisün işgal altında bulunması
müslümanlann kanma dokunacaktı. Hint müslümanlan dahi bu gelişmeler karşısında
İngiliz menfaatleri ve varlığı için bir tehdit oluşturmaya başlamıştı.
Bir
başka risk ise Anadolu'da yaşayan çok sayıda yerli Hristiyanın hayau bu şekilde
tehlikeye atılmış olacaktı. Geçmişte yaşanan kanlı tecrübeler bu konuda
batılılan daha ihtiyatlı hareket etmeye zorluyordu.
Bu
nedenle batıklarda aslında çaresiz gözüküyorlardı.
İngiliz
işgal komiserliği bir yandan İstanbul'u, çetecilerin doğu ve karadeniz
bölgesinde hristiyan halka karşı silah kullanmasının önüne geçilmesi konusunda
baskı altında tutarken öte yandan İstanbul İngilizler'in bu talebini fırsat
bilerek, bu maksatla Anadolu'ya gönderilecek zabıtan ve müfettişlerle
Anadolu'daki kurtuluş hareketini koordine etmek istiyordu. Vahdettinin planı
buydu. Ne var ki müstevliler Anadolu halk hareketinden korktuğu kadar,
kendilerinin işgal etmelerine rağmen yıkmaya muvaffak olamadıktan Hilafeti bir
başka şekilde ortadan kaldırmak sureti ile İslam alemini başsız bırakmak ve
İslam topraklarını daha kolay bir şekilde eritmek istiyorlardı.
Mustafa
Kemal eğer kimilerinin ileri sürdüğü gibi, daha İstanbul'da iken Cumhuriyet
fikri besliyor idi ise, bu İstanbul'a alternatif ve Hilafetebir güç olarak
değerlendirilebilirdi. Belki Cumhuriyetçilerle Hilafetçiler arasında bir
mücadele örgütlenerek mücadele kendi içinde bir kısırdöngüye mahkum
edilebilirdi. İngilizler özellikle ve öncelikle, sadece Anadolu siyaseti açısından
değil, işgalleri altında tuttuklan İslam topraklanndaki hükümranlıklarını
sürdürmek için mutlak zaruret olarak görüyorlardı. Bu moral ve güç kaynağının
kesinlikle çökertilmesi lazımdı.
Bu
nedenle de olabilir, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışından herkes kendine göre
bir fayda gözetiyordu. Mustafa Kemal için geleceğin liderliği vardı. Vahdettin
Anadolu’daki halk hareketini örgütlemek istiyordu. İngilizler bu şekilde
müslümanlarm Hristiyan ahali üzerindeki baskısını İsıanbulu kullanarak bloke etmek
ve İstanbul'a alternatif bir hareket başlamasını ümid ediyorlardı. Bu amaçla
bir çok temas ve görüşmelerin vuku bulması mümkündür. Ne yazık ki bu döneme
ilişkin İngiliz belgeleri hala çok özel sebebler ve bir takım siyasi
mülahazalarla, İngiliz yasaları ile belirlenen süreler çeşitli vesilelerle
tev'il edilmek sureti ile aşılarak izleyicilere sunulmamakıadır. Herhalde
İngiliz belgeleri açıklandığında bu döneme ilişkin İngilizler'in temas kurduğu
kişiler, bakanlar, mebuslar ve azınlık mensupları ile ilgili daha ayrıntılı
bilgilere sahip olmuş olacağız.
Mustafa
Kemal Vahdeddin ile 15 ve 22 Kasım'da yaptığı bu görüşmelerden sonra, her cuma
günü Cuma selamlığından sonra yapılan kısa görüşmeler dışında 29 Kasım, 20
Aralık 1918'de iki ayn görüşme daha yaptı. 1919'a gelindiğinde ise 15 ve 16
Mayıs günleri çok önemli iki görüşme daha yaptı.
21
Aralık'ta Meclisi Mebusan feshedildi. 29 Aralık'ta, Mustafa Kemal'in Tcceddüd
(Yenilenme) fırkasına girdiğine ilişkin
bir
haber çıktı ise de bir gün sonra bu haber tckzib edildi. Olaylar çok hızlı bir
şekilde gelişiyordu. 1 Ocak 1919. Antcp Ingilizler tarafından işgal edildi.
13
Ocak, Tevfık Paşa kabinesi kuruldu. Böylece Vahdeddin göreve geldikten beş ay
sonra yeni bir hükümet değişikliğine tanık olunmaktadır. Görüldüğü gibi daha
Vahdeddin yönetimi tam olarak ele almadan ülkenin işgali hızla devam etmekte,
oturup düşünecek, karar verecek vakit bulamamaktadır. İlk yaptığı icraatlardan
biri bazı paşaları Anadoluya göndererek kurtuluş hareketini örgütlemeye
çalışmak olmuştur.
15
Ocak 1919 ’da Mustafa Kemal tnönüy'ü Şişli’deki evine davet ederek bir görüşme
yaptı. Mustafa Kemal İnönüye şu soruyu yöneltiyordu: "Hiç bir sıfat ve
selahiyel sahibi olmaksızın Anadoluya geçmek ve orada milleti uyandıracak
kurtuluş çarelerini aramak için en uygun mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek
en kolay yol hangisi olabilir?" Aslında Vahdettin bu arada sadece Mustafa
Kemal'le değil, bir çok Paşa ile memleketin geleceği konusunda görüşmelerde
bulunuyordu. Bir çok yere yazdığı mektuplarda halk hareketini teşvik ederek
vatanın kurtarılması yolunda gayrete çağırıyordu. Aynı gün Haydarpaşa İngilizlerin
işgaline uğruyordu Fransızlar ise Şark Demiryollarını ellerine geçiriyorlardı.
Bir yandan Anadolu'nun işgali sürerken 24 Şubat 1919 'da Vahdeddinin görevinin
daha 5. ayının sonunda 3. hükümet değişikliği, Üçüncü Tevfık Paşa kabinesi
kuruluyordu.
İzmir'in
İşgali
Daha
26 Şubat’ta Boghos Nubar Paşa müttefiklere başvurarak İzmir'i istiyordu. Aynı
gün Ermeniler, Onlar Konseyine başvurarak Maraş, Klikya, 6 doğu vilayeti ile
Trabzon’un kendilerine verilmesini talep ediyordu. 27 Şubat, Birecik Ingilizler
tarafından işgal edildi. 2 Mart, Ali İhsan Paşa Ingilizler tarafından Haydarpaşa
da tutuklandı. 4 Mart, yeni bir hükümet değişikliği daha. Birinci Ferit Paşa
kabinesi kuruldu . 9 Mart'ta ise Erzurum Müdafa-i Hukuk Cemiyeti bir beyanname
yayınlayarak Milli iradenin temel tercihini ortaya koyuyordu: "Bu
toprakların gerçek sahiplerinin kim olduğunu, memleketin her tarafında görünen
minareler, kümbetler gibi dini ve milli anıtlar açık bir dille
gösteriyorlar" 10 Mart'ta İstanbul'da Sait Halim Paşa ve arkadaşları
tutuklandı. 13 Mart'ta Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Komiseri Amiral
Bristol Samsun'a geldi. 14 Mart, İngilizler İzmir Valisini azlettiler
30
Mart, İngilizler, Anadolu'nun bir bölümünün Yunanislana verilmesi konusunda
Yunanistan’a garanti verdi. Damat Ferit Paşa ise İngiltere ile anlaşmak için
hazırladığı planı Calthorpe'ye verdi
3
Nisan’da Kazım Karabekir 15. Kolordu komutanlığına tayin edildi. 7 Nisan’da
ise Fransızlar Beyazıt’taki bir askeri misafirhaneyi bastılar.
Mustafa
Kemal'den önce Anadolu'ya bu maksatla bir çok kişi geçmiş faaliyet
gösteriyordu. Kazım Karabekir Paşa da bunlardan biri idi. 19 Nisan 1919 'da
İstanbul’dan Trabzon yolu ile Erzuruma giden Şark orduları komutanı Kazım
Karabekir halk teşkilatlan ile anlaşıp işbirliği yapıyor ve milli mücadelenin
örgütlenmesi için çalışıyordu.
Karabekir
daha çok, Enver Paşaya güveniyor, doğudaki birlikleri örgüdeyerek batıya
yönelmek istiyordu. Bunun için de doğudaki müslüman güçlerin maddi ve manevi
desteklerine ihtiyaç duyuyordu. Mustafa Kemal için Karabekir ileride ciddi bir
rakip olarak ortaya çıkacaktır.
12
Nisan, İngilizler, Kars'la kundan geçici Şura hükümeti üyelerini Malta’ya
sürdüler. 18 Nisan, Lord Curzon, İzmirin Yunanistan'a verilmesine karşı çıktı.
29
Kasını 1918'de İstanbul'a geldiğinin ikinci günü kendisini evinde ziyaret eden
İsmet Paşa (İnönü) ile görüşmelerini anlatan Kazım Karabekir şöyle diyordu:
"Harbiye nezareti müsteşan en yakın ve aziz arkadaşım Miralay İsmet beye
milletin istiklali için düşüncelerimi anlattım. Şöyle dedim: Genç kumandanların
İstanbul'da toplanması ve hususi ile beni şarktan ayırmak büyük
bir
gaflet olmuştur. Beni derhal şarka iadeye çalış. Ben orada milleti tenvir ve
onlara yardım ederek milletin inhilaline karşı şarkta yeni bir milli Türk
hükümeti vucuda getirerek, şarkı tehlikeden kurtardıktan sonra garp tehlikeden
bertaraf edilebilir. Ve bu surette mütareke hududu içinde kalan anavatanımız
kurtulabilir. İtilaf devletlerinin, hareketi idame etmeyip, bizimle mütareke
etmelerinden anlaşılıyor ki, bunlar bu hudud dahilinde yeni bir cidale
kalkışmaktan çekiniyorlar. Benim tahminim budur." İsmet bey ise tehlikenin
büyük olduğundan bahisle, bu fikrin imkânsızlığını belirterek, askerlikten
istifa ile herhangi bir köye çekilip çiftlik kurmaktan sözediyordu.
10
Nisan 1919 'da Mustafa Kemal Fevzi paşayı ziyaret ederek, hemen şarka geçme
kararını bildiriyor. İfade şöyle: "Derhal şarka gideceğimi ve orada daha
evvel de bahsettiğim gibi milli bir nüve kuracağımı da tekrar ettim." 30
Nisan'da Vahdeddin, Mustafa Kemal'in müfettişlik görevini onayladı. Mustafa
Kemal 15 Şubat'ta Refet (Bele) beye şöyle diyordu: “Eğer atına binip
Anadolu'nun içlerine gitmek istiyorsan, ben bir gün senin bu arzunu tatmin
ederim” 20 Şubat'ta Ali Fuat Paşa Anadolu'ya geçmiş, mart ayında Mustafa Kemal
Kabine üyeleri ile özel temaslar kurmuştur. Bu arada Hukuku Beşer gazetesi
bazı ordu komutanlarını "sefil ve haydutbaşı" olarak niteleyince,
Mustafa Kemal Harbiye nezaretine sert bir yazı göndererek bu iddia sahiplerini
"Ahlaksız, sefil ve vicdansızlıkla" suçlamışa. Muhtemelen bu
tartışmanın kaynağı Falkelhayn'ın, aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu
bazı Osmanlı paşalarına küçük sandıklar içinde sandık sandık alun gönderilmesi
ile ilgili idi. Mustafa Kemal bu olayı doğrulamakla birlikte, başlangıçta
emenaten kabul ettiği bu al tınlan daha sonra iade ettiğini belirtmektedir.
Mustafa
Kemal 11 Nisan'da Karabekir'le görüştü. Ardından Rauf Beyle. Bu arada İngizler
Kars’ı, Fransızlar Afyon'u işgal ettiler. Italyanlar ise Konya'yı.
29
Nisan. Harbiye Nazırı Şakif Paşa Mustafa Kemal'i davet ederek kendine
"Türklerin Rumlara yapağı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere
Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderil meşinin kararlaştırılmış olduğunu
bildirdi. İngilizler aynı gün Kars'a bir çok Ermeni getirterek şehrin
yönetimini onlara verdiler. 2 Mayıs'ta ise İngiliz ve Fransız başbakanları
Yunanistan'ın İzmir'i işgali konusunda görüştüler. 5 Mayıs tarihli Takvim-i
Vekayi'de Mustafa Kemal'in 9. Ordu müfettişliğine atandığı haberi veriliyordu.
Öte yandan 29 Nisan’da Italyanlar Antalya'ya çıkıyordu.
9
Mayıs'ta Mustafa Kemal İnönü ile bir defndaha görüştü. Mustafa Kemal gideceği
yerde yerleştikten sonra İnönüyü yanına çağıracağını söylüyordu. Aynı gün
İstanbul patriği Rumların Osmanlı hükümeti ile ilişkilerini kestiklerini ve
Osmanlı uyruğundan çıktıklarım açıklıyordu.
Mustafa
Kemal 13 Mayıs'ta ise daha önceki taleplerini yineleyen bir mektup daha
gönderdi ilgili bakanlığa. Mektup şöyle: Dokuzuncu ordu müfettişliği
mıntıkasındaki vilayetler ile müstakil livalar, Jandarma kuvve-i umumiyesiyle,
vaziülceyşini mufassılan gösterir bir krokinin dahiliye nezaretinden celp ve
tevdiine. «O gün Ytınan Kuvvetleri İzmire çıkarma yapmak üzere gemilere
binerlerken Kıta komutanı askerlere şöyle diyordu: Esaret altında yaşayan
kardeşlerimizi kurtarmaya gidiyoruz. »
14
Nisan. Foça ve Urla İngiliz-Yunan müttefik kuvvetleri tarafından işgal ediliyor
ve o gün kurulan Reddi ilhak Heyeti Milliyesi bir numaralı bildirisinde şöyle
diyordu: "Ey talihsiz Türk! Wilson prensipleri bahanesi ile senin hakkını
elinden alıyorlar ve namusunu kirletiyorlar". O Akşam İzmir’de muhteşem
bir miting yapılıyordu. Anadolu kıpır kıpırdı. Henüz Mustafa Kemal ortaya
çıkmamıştı. Herhangi bir kurtarıcı da beklemiyorlardı. Ama esareti reddeden,
savaşa hazır bir halk hareketi doğuyordu. Gerektiğinde kendi içinden, o koca
imparatorluktan bu milli direniş hareketini örgütleyecek ve yönlendirecek bir
lider elbette bulunurdu.
Mustafa
Kemal, Samsun yolculuğu için İstanbul hükümeünden bazı şeyler talep ediyordu.
Bazı şikayetleri vardı. Bunları şöyle sıralıyordu:
1-7
Mayıs 1919 tarihinde müfettişlik karargahı mensuplannın üç aylık adi muhassasatının
şimdiden ve burada verilmesinin luzumunu istirham etmiştim. Henüz ilgili daire
bunu neticelcndirmemiştir.
2-Keza
masarifi fevkaladenin de müfettişlikçe tasdikinden sonra kabul edilmesi
istirham edildiği halde henüz bir karar verilmemiştir. Bu kararın verilmesi
ile beraber alelhesab bir miktar meblağın itası luzumu da tabiidir.
3-La
akal (En az) iki binek otomobili lazımdır. Bu da henüz temin edilmemiştir.
4
Zati
muhassatunla karargahın seferi karargah ittihazı hakkındaki teklifi acizi de
henüz muamele mevkiinde bulunmuyor.
Bâlâda
arzolunan maddeler neticelendirildikten ve binaenaleyh maiyetimdeki ümera ve
zabitanm hazırlıklarını yapmak ve. ailelerinin ihtiyaçlarını temin etmek gibi
hususların luzum gösterdiği parayı bilfiil vennek imkanı hasd olduktan üç gün
sonra hareket olunacağı muhakkaktır.
Bu
işler için bir haftadan beri karargahımın ümera ve zabitara bizzat takip ile
meşgul oldukları cihetle bir an evvel işin kaı’iyyetle iktiran ettirilmesini
ehemmiyetle istirham eylerim.
Mustafa
Kemal Paşa 14 ve 15 Mayıs günleri veda ziyaretleri ile dolu idi. 15 Mayıs'ta
bir kez daha Vahdetimle uzun bir görüşme yaptı. Aynı gün Bandırma vapuru
kaplanı İsmail Hakkı Durusu ile de görüştü.
14
Mayıs’ta aynca
Üçler Konseyi, planlanan bölgede Yunan mandasını onaylarken Amiral Calthorpe
Ali Nadir Paşa'ya İzmir'in işgal kararını bildirdi. Bir İtalyan müfrezesi
Akşehir'e gelirken, Wi)son, Senatonun tasdiki şartı ile Ermeni mandasının
kabul edilmesini isledi.
15
Mayıs İzmir
işgal edildi. Aynı gün Vahdeddin Mustafa Kemal'i kabul etli. 16 Mayıs'ta tekrar
Vahdeddin’i ziyaret eden Mustafa Kemal veda etti ve o ünlü yolculuk başladı.
Gemide bulunanların anlattıklarına göre, Hilafeti kurtarmak üzere Anadoluya
geçenlerin bir kısmı gerilim ve stresi atmak için içmişti ve sarhoştu. Halta
Kaptan bile. Mustafa Kemal kaptanı bu konuda ikaz edecek ve içkiye ara
vermesini isteyecekti. Mustafa Kemal ise Kızkulesi önünden hareketle düşman
zırhlıları arasından geçerek giderken şöyle diyordu: "Bunlar işte böyle
yalnız demire çeliğe ve silaha inanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar
hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya
ne silah, ne cephane götürüyoruz. Biz ideali ve imanı götürüyoruz. "
Kimilerinin
dediği gibi, yoksa Vahdeddin Mustafa Kemali istanbul'da istemediği için, onun
işlere müdahele etmesinden çekindiği için onu sıradan bir görevle İstanbul
dışına mı gönderiyordu. Ama şu bir gerçek ki, Mustafa Kemal'in Samsun'a
çıkmasına zemin hazırlayan hukuki ve maddi teminat Vahdeddin'in onayına dayanıyordu
ve Mustafa Kemal, Anadolu'da halk ayaklanmasını örgütlemek için büyük miktarda
para ile Samsun'a gönderiliyordu. İngilizler ise gazele haberlerine göre,
Müslümanların Rumlara yönelik baskılarını önlemek için özel bir görevli
olduğunu düşünüyorlardı herhalde. Yoksa Boğazdan çıkmasına izin verirler mi
idi?.. Peki biliyor idi iseler, Mustafa Kemal 16 Mayıs günü kaplana niçin
şöyle bir emir veriyordu: "Düşman devletlerinin herhangi bir vasıtasının
gadrine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz. Şayet kesin tehlike
görürseniz, gemiyi karaya en yakın sahile oturtunuz"
Sanırım
tarihi gerçekleri tam yerli yerine oturtabilmek için daha çok belgeye
ihtiyacımız var. 16 Mayıs’ta yola çıkan Mustafa Kemal, 17 Mayıs'ta İnebolu’ya,
18 Mayısta Sinop'a ve 19 Mayıs’ta Samsun'a varıyor.
18
Mayıs, İstanbul’da "Milli Matem Günü”. Bu arada Dörtler Konseyi Yunan
işgalini İzmir Sancağı ve Ayvalık Kazası ile sınırlandırmaktadır. Görüldüğü
gibi, işgal tümü ile İngiltere’nin deslek, himaye ve yönlendirmesi altında gerçekleşmektedir.
Hatta Yunan kuvvetleri İngiltere adına bölgeyi işgal etmektedirler. İstanbul'da
Fatih'te büyük bir miting yapılırken, Bâbıâli yeni bir hükümet değişikliğine
daha tanık oldu: İkinci Damat Ferit Kabinesi. Böylece Vahdeddin'in görev süresi
henüz bir yılı doldurmadan dördüncü kabine değişikliği de gerçekleşmiş oldu.
20
Mayıs, Üsküdar mitingi yapıldı . Aynı gün Mustafa Kemal Sivas Valisi Reşit
Paşa'ya gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: "Bendeniz ne Fransızların ve
ne de herhangi bir yabancı devletin himayesine tenezzül eden şahsiyetlerden
değilim. Benim için en büyük siyanet noktası ve şçfaat mcnbaı milletin
sinesidir." 21 Mayıs'ta ise, lıalyanlar Afyondadır. Aynı gün Mustafa Kemal
Samsun'dan Kazım Karabekir paşayı ve Genel Kurmay'ı arar ve durum hakkında
bilgi arzeder. Bu arada bir İngiliz Müfrezesi Samsun’a çıkar. Batıda ise
Yunanlılar Torbalı ve Seydiköy'ü işgal ederleri
Öte
yandan Samsun'da bulunan Ingiliz Yüzbaşısı Hurst, İstanbul'daki Ingiliz yüksek
komiseri Amiral Carlthorpe'a gönderdiği mesajda Mustafa Kemal'in Samsun'a
ulaştığından bahisle ilçedeki durum hakkında kendisi ile görüştüğünü
bildiriyordu. Sadrazam Ferit Paşa ise Samsun’a çıktığı için Mustafa Kemali
kutluyor ve başarı diliyordu. 22 Mayıs'ta ise Mustafa Kemal İstanbul'a şu
telgrafı çekiyor "Millet tek vucut olup milli hakimiyet esasını ve Türklük
duygusunu amaç edinmiştir. "Aynı gün Menemen işgal edildi.
Samsun'daki Temasları
Mustafa
Kemal'in hemen Samsun'a varır varmaz, İstanbul ve bölgedeki subaylarla
muhaberatı ilgi çekicidir. Henüz bir ön görüşme ve düşünme fırsatı olmadan, yol
yorgunluğu ile aldığı kararlar tek kişilik bir insiyatiften çok, önceden
yapılmış bir hazırlığı ve planının mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Ancak
Mustafa Kemal'in İstanbul'da iken tümü ile sessiz kalması, hatla gelişmelere
seyirci bir durumda olması düşündürücüdür. Aynı hareketlilik ve heyecanın
İstanbul'da yaşanmamış olmasının gerekçesi, belki de dikkatleri üzerine
çekmemek olabilir. Ancak hemen Samsun'a çıkışının ardından takındığı tavır bu
yöndeki görüşlere haklılık kazandıracak niteliktedir.
Samsun'da
bulunan Mustafa Kemal, burada maiyetinde bulunan subaylara talimat vererek
Samsun'daki İngiliz subayları ile bölge asayişi hakkında görüşme talimatı
verir. Böylece Mustafa Kemal, Samsun'a gelir gelmez, iki kez İngiliz Subaylarla
görüşme yapar.
23
Mayıs'ta Sultanahmet'te 200.000 kişinin katıldığı bir miting, yapıldı. İşgal
altındaki İstanbul'da halk, işgale boyun eğmeyeceğıni açık ve somut bir biçimde
ortaya koyuyordu. 25 Mayısta ise, Ali Galib, Vahdeddin tarafından kabul edildi.
Aynı gün Mustafa Kemal, Havza'ya gitti. Mustafa Kemal, Havza'ya geldiği andan
itibaren arkası arkasına bildiriler yayınladı ve mesajlar gönderdi. İstanbul,
İzmir ve Konya’daki askeri birliklerle haberleşti ve iki gün içinde iki kez
Kazım Karabekir’i aradı.
26
Mayıs'ta ise, Saltanat Şurası İngiltere mandası konusunu görüşlü. Bu arada İngilizler
İstanbul'dan 676 siyasi tutukluyu Malta'ya sürdü. Sürgün olayı, İstanbul'u tam
bir aceze durumuna sokarken, büyük ölçüde Mustafa Kemal'in işini kolaylaştırmış
oluyordu.
30
Mayıs'ta Sultanahmet'te ikinci bir miting daha yapıldı. Herhalde İstanbul'daki
ve Anadolu'daki bu kıptrdanış ve direnme azmi olmasa idi, İngilizler daha
farklı harekeletme gereği duyacaklardı. Bu mitingden bir gün sonra 3i Mayısta,
İngiliz Yüzbaşısı Hurst, Havza'da Mustafa Kemal'le görüştü ve kendisine görevi
hakkında kuşkulan bulunduğunu söyledi.
3
Haziran'da, Mustafa Kemal Havza'da vatanın kurtuluşu için okunan mevlide
katıldı. 8 Haziran'da ise, Mustafa Kemal İstanbul'a çağırıldı. 12 Haziran,
Mustafa Kemal Havza'dan Amasya'ya geldi. İngiliz yüzbaşısı Hurst,
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliğine gönderdiği mektupta, Mustafa
Kemal’in Trabzon ve Erzurum'u ziyaret etmek istediğini bildirdi. Bu arada
Mustafa Kemal’le, İstanbul hükümeti arasında görevi ile ilgili olarak bir dizi
yazışma meydana geldi. Mustafa Kemal aynı zamanda Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar
Paşa ve Cemal Paşa ile haberleşti.
17-23
Haziran, Damat Ferit Paşa, Onlar Konseyinden, 1877 sınırına kadar bütün
Trakya'yı, Ege adalarım, muhtariyet verilmesi şartı ile Arabistan'ı istedi. 21
Haziran'da Ali Fuat Paşa, Rauf
Bey,
Refet bey ve Mustafa Kemal imzası ile Amasya genelgesi yayınlandı. 22
Haziran'da ise Mustafa Kemal imzası ile mülki ve askeri erkana bir genelge
gönderildi: "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
Milletin bağımsızlığını, yine milletin azmi ve karan kurtaracaktır. Sıvasta bir
milli kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.” Aynı gün Kazım Karabekir Paşa
Istanbula çektiği telgrafta, Mustafa Kemal’in müfettişlik görevinden
alınmasının sakıncalı olacağım bildiriyordu. Aynı gün Amerikalı uzmanlar Ermeni
meselesi ile ilgili bir rapor yay mladılar.
23
Haziran'da ise Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'e gönderdiği telgrafta,
Babıalinin İngiliz esaretine boyun eğme eğiliminde olduğunu vurgulayarak
kendisinin, Anadolu insanı ile birlikte milli bir kıyamdan yana olduğunu
belirtiyordu. İstanbul ise aynı günki kararında Mustafa Kemal'in görevden
alındığını açıklıyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri, İngiltere hükümetine
bir rapor göndererek, Mustafa Kemal'in Samsun'a varışından beri kendisini
milliyetçi akımın merkezi haline getirdiğini bildiriyor ve Rauf beyin de
izlenmesi gerektiğini belirtiyordu. İki gün sonra, Mustafa Kemal Amasya'dan
Sivas'a hareket etti. Çerkez Eıhem ve Demirci Efe kuvvetleri Yimanlılarla
savaşa girdi. Haziran ayı boyunca Yunan işgalleri sürdü. Hemen hemen her gün
bir kasaba ve şehri kontrollerine alan Yunan askerleri katliamlara giriştiler.
26 Haziran'da, Mustafa Kemal Tokat'a geldi. 27 Haziran'da ise Konya’da bulunan
ordu müfettişi Cemal Paşa, Mustafa Kemal'in yanında olduğunu bildiriyordu. Ali
FuatCebcsoy 'da, gerekliğinde görevinden ayrılarak Mustafa Kemal'le birlikte
mücadeleye hazır olduğunu bildiriyordu. Aynı gün, üçler konseyi, Türk
meselesinin, Amerikanın bir manda kabul edip etmeyeceğinin belli olmasına
kadar ertelenmesini kararlaştırdı. O gün Mustafa Kemal Sivas'a geldi.
28
Haziran'da, Balıkesir kongresi yapıldı ve o gün Burdur Italyanlar tarafından
işgal edildi. Henüz Mustafa Kemal ortaya çıkmamakla birlikte, Milli direniş
hareketi hızla bütün yurda yayılmaktadır. 30 Haziran 1919’da Milis güçleri
Aydım geri aldı.
Harbiye
Nazın Ali Ferit Paşa, Mustafa Kemal'e, Padişahın kendisine "hava değişimi
almasını, arzu edeceği bir şehir de istirahat etmesi ” tavsiyesini bildiren
telgrafı gönderdi. 3 Temmuz'da, Mustafa Kemal Erzurum'a geldi. 5 Temmuz’da ise,
İttihat Terakki ileri gelenleri idama ve şeyhülislam Musa Kazım Efendi sürgüne mahkum
edildi.
9
Temmuz'da ise, Mustafa Kemal askerlikten istifa etti. Aynı gün İngiliz Albayı
Rawlin son Mustafa Kemal'le görüştü. Rawlinsonla M. Kemal arasında şu konuşma
geçti:
"-Burada
bir kongre açacakmışsınız!
-
Evet, milletçe
açılması kararlaştırılmıştır.
-
Açılmaması
daha uygun olacaktır.
-
Kongre
muhakkak toplanacak ve gününde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir.
Açılmamasını tavsiye eden düşüncenize hakim olan sebebleri bile sormaya luzumlu
görmüyorum.
-
Kongreden
vazgeçmezseniz zor kullanarak toplantının dağıtılmasına mecburiyet hasıl
olacak.
-
O halde biz de
mecburi olarak kuvvete kuvvetle karşı koyar ve herhalde milletin kararını
yerine getiririz. Ne pahasına olursa olsun kongreyi açacağız. Görüşme
bitmiştir."
Mustafa
Kemal son derece emin ve güven içindeydi. Istanbulla arasında ihtilaf çıkmıştı
ve kendi aleyhinde söylentiler dolaşıyordu . Mustafa Kemal çıkışları ile
adından sözctlirmiş ve çevresinde bir güven halesi oluşturmuştu. Eski Bahriye
Nazırı Rauf bey bir mesaj göndererek. "Mustafa Kemal Paşa ile beraber nihayetine
kadar çalışmaya mukaddesatımız üzerine yemin ettiğimizi arz ve ilan
ederiz".
Aynı
gün Kazım Karabekir Paşa Mustafa Kemal’i ziyaret ederek, hazırol vaziyetinde
selamla "Be., ve kolordum emrinizdeyiz. Bundan sonra dahi ne emriniz varsa
ifayı bir şeref bilirim" diyordu.
14
Temmuz'da, Erzurum'da çıkan "El Bayrak" gazetesi "Mustafa
Kemal'in istifası ile ilgili haberinde: "Mustafa Kemal Paşa'nın
komutanlıktan istifası bir azim ve iman vesikasıdır"diyordu. Bu kararı ile
Mustafa Kemal İstanbul Hükümeti’ni kamu vicdanında mahkum etmiş ve kendisi
milli mücadele liderliğine aday olmuş oluyordu. Ve henüz daha ortada geleceğe
ilişkin hiç bir karar yokken 20 Temmuz'da Mazhar Müfit'in "Muvaffakiyet
takdirinde hükümet şekli ne olacak " sorusuna "Açıkça söyleyeyim,
zamanı gelince hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır" diyordu!
Kongreler
Dönemi
23
Tcmmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında, Erzurum kongresi gerçekleştirildi.
Mustafa Kemal kongre başkanı oldu. Mustafa Kemal 7 Ağustos'a kadar süren kongrenin
kapanışında Heyeti Temsiliye başkanlığına seçildi. Erzurum kongresinin sonunda
Albay Rawlinson ile tekrar uzun bir görüşme yapu. Mustafa Kemal’in bu
görüşmede Rawlinson'a Misakı Milli'den sözettiği belirtiliyor. 11 Ağustos'ta
görüşmeleri ile ilgili olarak İngiltere Harbiye bakanlığına bir rapor gönderen
Rawlinson şöyle diyordu: Konferapsm son günü Mustafa Kemal'le iki saatten fazla
görüştüm. Sonuç olarak görüşüm şu: Bu hareketin büyük bir başarı sağlaması
için fırsat var.
27
Temmuz, Calthorpe’nin ilginç bir raporu: "Anadolu'da müstakil bir hükümet
kurulmasına mani olunamaz! " Londraya gönderdiği mesajında Amiral Erzurum
kongresi ile ilgili olarak bir takım bilgiler arzediyordu.
30
Temmuz’da, İstanbul, Mustafa Kemal'in yakalanması için emir verdi. Bu emir hiç
bir zaman yerine getirilemeyecek, Mustafa Kemal'le İstanbul hükümeti arasında
iplerin kopmasına neden olacaktır. İstanbul hükümeti Mustafa Kemal ile
ilişkilerini kesmesine ve onu dışlamasına rağmen, Mustafa Kemal üçüncü
şahıslara karşı, Hilafet ve saltanaün kurtarılıp korunmasının luzumu üzerinde
teminatlar vermeye devam etmiştir.
Bu
gelişmelerin ardından İstanbul'da ortam uygundu artık, 1 Ağustos'ta, İngiliz
Muhibler Cemiyeti teşkil edildi. Dikensiz gül bahçesinde İngilizler diledikleri
gibi at oynatabilirlerdi. Hilafet artık Ingilizler'in denetim ve gözetiminde
idi. 4 Ağustos'ta İnönü, kolordu komutanlığı muhessesat ve salahiyetle şurayı
askerî muamelatı umumiye genel müdürü oldu.
Mustafa
Kemal, Erzurum ve Sivas'ta, hatta Ankara'da ilk günlerinde koyu bir hilafet ve
saltanat savunucusu görünürken ve bunları korumaya yemin ederken ve bu maksada
kongrelerde görevlendirilirken, özel sohbetlerinde çok farklı şeyler
söylüyordu. Daha Erzurum'da iken Şapka ve örtünme konusundaki fikirlerini
açıklıyordu. Bu da Mustafa Kemal’in bazı şeyleri çok önceden planladığını, en
azından düşündüğünü göstermektedir.
7
Ağustos'ta Mustafa Kemal Erzurum kongresi bittiği gün, Mazhar Müfit’in hatıra
defterine şunları yazıyordu: Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır.
Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icab eden muamele yapılacaktır.
Kadınların örtünmesi kalkacaktır. Fes kalkacaktır. Medeni milletler gibi şapka
giyilecektir."
Daha
o günlerde Mustafa Kemal'in böyle düşünmesi düşündürücüdür. Daha önce
Trablus'a gideıken de Yahudi bir gazeteci ve Filologla yaptığı mülakatta benzer
konulara değinen Mustafa Kemal'in bu tavrı, onu yakından tanıyanlarca
biliniyordu ve Mustafa Kemal'in bu tavrının oluşması ve kökleşmesinde, yabancı
dostlarının ve İttihat Terakki içindeki bazı unsurların büyük katkısı olmuştu.
Mustafa
Kemal'in bu fikirlerini yakından bilen bazı din alimleri, daha o günlerden
başlayarak Mustafa Kemal hakkında çok farklı iddia ve ithamlarda bulunmuşlardı.
7-16
Ağustos'ta, Alaşehir Kongresi yapıldı. Aynı günlerde (10 Ağustosta), Halide
Edip Adıvar, Mustafa Kemal'e mektup yazarak Amerikan mandasını savunuyordu. Bu
arada İngilizler Batum dışında Kafkasya'dan geri çekildiler.
20
Ağustos, Sivas valisi Reşit Paşa, Sivas'taki Fransız Jandarma subayı ile
görüştükten sonra Mustafa Kemal'e gönderdiği mesajda, Kongrenin Sıvasta
toplanmasına ilişkin endişelerini bildirdikten sonra, "ikinci kongrenin
de Erzurum ya da Erzincan 'da yapılmasının faydalı olacağını"
belirtiyordu. Mustafa Kemal ise cevabi mesajında şöyle diyordu: "Bendeniz
ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devletin korumasına tenezzül eden
şahsiyetlerden değilim. BenKcmal'Ien büyük korunma noktası ve şefkat kaynağı
milletin sinesidir."
Sivas
Valisi Reşit Paşa ise Mustafa Kemal’le yaptığı telgraf görüşmesinden sonra
İstanbul'a gönderdiği measajında: "Mustafa Kemal ve Rauf beylerin
yakalanmaları ve kongrenin açılışının men'i için girişimlerde bulunmanın
imkansız derecede müşkül ve zamansız olduğuna inanıyorum."
21
Ağustos'ta, Wilson, Ermeniler hakkında Babıaliye bir nota verdi. 22 Ağustos'ta
ise, Mustafa Kemal, Mavri Mira cemiyetinin faaliyetleri ile ilgili olarak
İstanbul hükümetine bir mesaj gönderdi. 24 Ağustosta da, Şarki Anadolu Müdafa-i
Hukuk Cemiyeti kuruldu.
27
Ağustos'ta, Mustafa Kemal Amerikan mandası olunmayacağını, bağımsız devlet
olunacağını söylüyordu. Bu açıklamar sının ardından Erzurumluların
fahri hemşehrisi ilan edildi. Mustafa Kemal'in Erzurum’dan İstanbul'daki
Annesine mektubu: «Her işittiğinize önem vermeyiniz. Pekala bilirsiniz ki ben
yaptığımı bilirim. Netice görmeseydim başlamazdım!» Samsun'a doğru hareketinden
önce Annesinden ayrılırken şöyle diyordu Mustafa Kemal: "Bir kere daha
söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olmazsam zaten
sizi öldürürler. O zaman elbet ben de ölmüş olurum" Ama artık ufukta ışık
görünüyordu. Baştan görünen netice artık gerçekleşiyordu.
29
Ağustos'ta, Mustafa Kemal Sivas'a gitmek üzere Erzurum'dan aynldı. 30
Ağustos'ta Erzincan'a gelen Mustafa Kemal, 31 Ağustos'ta Sivas'a hareket etti
ve 2 Eylül'de Sivas'a vardı. Bir gün sonra da, Ali Galib ve Bedirhani komplosu
ortaya çıktı.
4-11
Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas kongresi yapıldı. Kongrede iki fikir
çarpışıyordu. Hilafet ve saltanatın korunması ve mandacılık. Kongre delegeleri
uzman ve tam temsil yetkisine sahip kimseler değildi. Kongrenin ikinci günü
luihat Terakkicilik aleyhine yemin edildi. Mustafa Kemal öncelikle bu gaileden
kurtulmak, kendine yakın rakiplerini yoketmek istiyordu. Böylece müslüman
çevrelerin gözünde de güven kazanmış olacaktı. Eşraf ve tüccardan kimseler
çoğunluğu oluşturuyordu. Kongreyi toplayan Şarki Anadolu Müdafayı Hukuk
cemiyeti Temsil heyetini teşkil eden Şeyh Fevzi, Hoca Raif, Bekir Sami, Rauf
beyler ve Mustafa Kemal ile Refet bey dışındakilerin kalanı arasında asker, bürokrat,
çiftçi, hukukçu, gazeteci, öğrenci, öğretmen, mebus, müftü’den oluşan 34 kişi
bulunuyordu. 15 kadar vilayetten temsilcilerin katıldığı bu kongrenin önemi
daha sonraki gelişmelere göre artacaktır. Yoksa bu tür toplantılar Anadolu'nun
bir çok yerinden aylardır yapılmakta idi. Eğer o toplantılardan bir başkasının
projesi başarı sağlasa idi, herhalde resmi tarih bir başka türlü yazılacaktı!
Bu arada Ali Fuat Paşa, Sivas kongresi karan ile "Garbi Anadolu Umum
Kuvayı Milliye Komutanlığı’’na tayin edilecektir.[*]
7
Eylül, Sivas'ta arkadaşları ile sohbet eden Mustafa Kemal: "Herşey bize
gösteriyor ve anlatıyor ki İstanbul'daki devlet ve siyaset adamları vatanın
kurtuluşunu tek ümid halinde Amerikan mandası fikrini kabule bağlı görüyorlar,
"diyordu. 9 Eylül'de ise Mustafa Kemal Sivas kongresi adına, alman karar
gereğince Amerikan senatosuna bir mektup gönderdi: "Üyelerinizden oluşan
bir komiteyi, Osmanlı İmparatorluğunun her köşesine göndermesini diliyoruz. Bu
komite, hususi menfaat ve alakalan olmayan ve bir millete has olan berrak
görüşle Osmanlı İmparatorluğunda gerçek şekilde hüküm süren hal ve şartlan
tetkikden geçirmelidir. Böyle bir tetkik, Osmanlı imparatorluğuna ait nüfusun
ve arazinin mukadderatı hakkında bir barış anlaşması gereğince keyfi kararlar
verilmesine meydan bırakılmazdan evvel yapılmalıdır. " Mustafa Kemal bir
gün sonra da Ali Galib olayı ile ilgili olarak Dahiliye nazırı Adil Bey'e şu
telgrafı gönderir: "Alçaklar, caniler. Düşmanlarla millet aleyhine hainane
tertiplerde bulunuyorsunuz. " Mustafa Kemal bu mesajı ile İstanbul
hükümetine karşı açıklan
cephe
alıyordu. Hatta Vahdeddin'e yazdığı bir mektupta, Damat Ferit paşayı ihanetle
suçlayarak, Padişahı Kabineye karşı kışkırtıyordu. Bu mektuptan sonra Anadolu
ile Bâbıâli arasında diyalog kesildi.
Bu
arada iki önemli gelişme oldu: 13 Eylül'de, Sovyet dışişleri bakanı Çiçerin,
Türkiye işçi ve köylülerine çağrıda bulunan bir beyanname neşretti. 20 Eylül'de
ise, Merzifon, İngilizler tarafından boşaltıldı.
22
Eylül'de Mustafa Kemal, Sivas'ta, Amerikalı general Harbord ile görüştü.
Mustafa Kemal, 21 Eylül'de Kazım Karabekir'e gönderdiği mesajda bu görüşme ile
ilgili olarak şu bilgileri veriyordu: "General bütün milli hareket ve
teşebbüslerimizi takdir ve 'bir Türk olsaydım, ben de ancak bu şekilde hareket
ederdim' demiş ve pek samimi ve lehimizde ümid verici fikir ve görüşler de
söylemiştir. "Bu arada İstanbul'da oluşturulan Osmanlı Kuvve-i'
inzibatiyesi, milli mücadele hareketi dışında yeni bir hareket örgütlemeye
başladı. 24 Eylül'de amaçlan ile ilgili olarak General Harbord'a şu yazılı
görüşleri açıklıyordu: "Eğer memleketimiz, yabancıların entrika ve
müdahalelerinin kabusundan kurtanlırsa ve memleketin meseleleri milli irade ve
arzulara hürmet eden muktedir bir hükümet tarafından idare edilirse memleketin
bütün dünya için meKemaliyet kaynağı olacak bir duruma geleceğine dair en kesin
teminatları verebiliriz. "Aynı gün Mustafa Kemal, ABD, İngiltere, Fransa,
İtalya yüksek komiserliklerine, Felemenk, ispanya, İsveç ve Danimarka
elçiliklerine şu mesajı gönderiyordu: "Bütün Osmanlı vatanında tam sukun
ve ayırım yapılmaksınız cins ve mezhep hürriyeünin korunması hüküm sürdüğü
halde bazı kötü amaçlı kişiler, milli vicdandan doğan cereyanı Müslüman olmayan
unsurlar aleyhinde göstermek istedikleri haber alındığından bütün tebaanın
aynı hakka sahip ve memleketimizdeki yabancıların da vatan ve milletimiz
aleyhinde bulunmamak şartı ile Osmanlı Misafirperverliğini görmekte devam
ettikleri 16.9.1919 da bildirilmişti. Bu sebeble memleketimiz dahilinde
mevcut olan asayişin devamının ve müslüman olmayan vatandaşlarımızın her türlü
korunmasının güven altında bulunduğunu ifade etmekle şeref kazanırız"
Böylece Mustafa Kemal, doğrudan yabancı elçilikler ve yabancı komiserlerle
temasa geçmek ve onlara bazı teminatlar vermekle İstanbul yerine muhatap
olarak kabul edilmiş oluyordu.
27
Eylül'de 1. Bozkır ayaklanması başladı. 18 Ekim'de Sivas'la Şeyh Recep
ayaklanması patlak verdi. Bundan iki gün sonra da Adapazarm'da Beslan
ayaklanması ortaya çıkacakta.
28
Eylül'de, Mustafa Kemal, Sıvastan vilayetlere yazı göndererek milletvekili
olmak isteyenlerin isimlerinin iki gün içinde bildirilmesini istemek sureti
ile, Anadoluyu da fiilen, resmen ve hukuken kendisine bağlamak ve yeni meclisi
teşkil etmek için harekete geçmiş bulunuyordu. Heyeti temsiliye adına
gönderilen yazıda tanınan iki günlük süre, bu kişilere düşünme ve araştırma
yapma fırsatı vermemekte idi. Bu gelişmeler üzerine İngiliz Yüksek komiseri Amiral
J. de Robeck, Lord Gurzon'a gönderdiği mesajında şöyle diyordu: ” Mustafa
Kemal'in tesiri gittikçe artıyor." Bu arada İngilizler'in bölgedeki
kuvvetlerini takviye etmeleri beklenirken 4 Ekim'de Ingilizler Samsundaki
müfrezelerini geri çektiler.
1
Ekim'de, 3. Ferit Paşa kabinesi de istifa etti. 2 Ekim'de de, Ali Rıza Paşa
Kabinesi kuruldu.
Mustafa
Kemal Sivas'tan Kazım Karabekir'e gönderdiği mesajda ise şöyle diyordu:
"Vaziyet inşallah lehimize mesut gelişmesine devam ettiği müddetçe, aynı
zamanda heyeti temsiliye karargahının Ankara'ya ve daha batıya nakil sureti ile
İstanbul'a yaklaşmak hususunda da etkili olabileceğimizi düşünüyoruz. Bu
yöndeki görüşlerinizi anlamak istiyoruz. "
İstanbulla
Ankara'nın arası hızla açılırken 6 Ekim'de, Yunus Nadi araya girerek İstanbulla
Mustafa Kemal'i barıştırmak için girişimlerde bulundu. Ancak bu girişimler
fayda vermeyecektir.
İngiltere
Savunma Bakam, Mustafa Kemal'in liderliğindeki milli hareketin gayesini"
Türk topraklarının Yunan, İtalyan ve Ermenilcr arasında paylaşılmasına mani
olmak" şeklinde özetleyen bir rapor hazırladı. 9 Ekim'de ise Mustafa
Kemal, Mutasarrıf Cemal beye yazdığı mektupta yabancıların, özellikle de
İtalyanların
vaziyetinin
yakinen izlenmesini istiyordu. 10 Ekim'de ise Ingiliz yüksek komiseri Amiral de
Robeck'in Lord Güızon'a gönderdiği raporunda şu görüşlere yer veriyordu:
"Anadolu'daki milli hareketin baskısı ile Ferit Paşa hükümeti istifa
etti. Mustafa Kemal'in karşısında İngiltere'nin prestiji sarsılmaktadır.
Mütarekeyi imzalayan Türkiye'nin yerine bu gün bambaşka bir Türkiye doğmuştur
ve bunlara barış şartlarını kabul ettirmek kolay olmayacaktır"
16
Ekim'de, Mustafa Kemal Amasya'dadır. Üç gün sonra da Erzurum Müdafayı Hukuk
Cemiyeti, Mustafa Kemal'i Erzurum'dan İstanbul'daki Meclisi Mebusan için aday
gösterecektir. Ama artık çok geç. Saraya yakınlık, Osmanlı kabinesinde görev
arayışı bitmiştir artık. Şimdi yeni bir sayfa açılmıştır. 20-22 Ekim tarihleri
arasında Mustafa Kemal ile, Ali Rıza Paşa hükümeti temsilcisi Salih Paşa
arasında Amasya'da bir görüşme yapıldı. Bu görüşmelerden somut bir sonuç elde
edilemedi. Bütün bunlar olurken 24 r Ekim’de İtalya ile Çarlık
Rusyası arasında Anadolu’nun taksimine ilişkin bir anlaşma imzalandı.
25
Ekim-30 Kasım 1919 arasında 1. Anzavur isyanı patlak verdi ve kısa sürede
Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat havalisine yayıldı. Bu olaydan iki gün sonra
Mustafa Kemal Tokat'a geldi. Aynı günlerde ise, İstanbul hükümeti, Mustafa
Kemal'e bir yazı göndererek yeni meclisin İstanbul’da toplanması çağrısında bulundu.
Görüldüğü gibi, İstanbul hükümeti yeni bir meclis teşkil edilerek memleketin
içinde bulunduğu şartlara acil çözüm bulunması konusunda, Anadolu'daki
harekeli desteklemektedir. Ancak Mustafa Kemal bir gün sonra bu daveti,
İstanbulun işgal altında olması ve güvenlik sağlanamayacağı gerekçesi ile
reddetmesi. İstanbul'daki paşalar Meclisi Mebusan'ın İstanbul dışında toplanmasının
İstanbul’u terketmek, ve İstanbul'u kaybetmek anlamına geleceğini belirterek bu
konuda endişelerini dile getiren bir mesaj gönderdi. 7 Kasım'da M. Kemal’in
mebusluğunun resmen onaylanmasının ardından 56. Tümen komutanı Bekir Sami Bey,
Meclisin Bursa'da toplanmasını teklif etti.
1
Kasım'da, Fransızlar Antep, Maraş va Urfayı İngilizlerden devraldı. 3 Kasım,
General Milne, İzmir Cephesindeki Milli kuvvellerin 3 km geri alınmasını
istedi. 5 Kasım'da, Mustafa Kemal, işgal karşısında milli cemiyetlerin itilaf
devletleri temsilcilerine ve Avrupa kamuoyuna yönelik telgraflar çekmelerini
öğütledi.
9
Kasım'da ise, Mustafa Kemal Müdafa-yı Hukuk merkez heyetlerine, Bahriye nazırı
Salih Paşa'nın .Amasya'da Milli Meclisin Anadolu'da toplanmasını kabul ettiğini
bildiren bir mesaj gönderdi.
Bu
gelişmeler olurken Mustafa Kemal sürekli olarak Müdafayı Hukuk örgütlerine
mesajlar göndererek işgalin Avrupa kamuoyu ve hükümetleri nezdinde protesto
edilmesi yönünde çağrıda bulunurken, Milli örgüte karşı olanları vatan
hainliği ile suçladı. İngilizlcr'in işgalleri altında bulundurdukları
bölgeleri Fransızlara devretmesi karşısında,da halka ve cemiyet merkezlerine
gönderdiği mesajda bu devir teslimini kınama çağrısında bulundu. 15 Kasım 'da
da aynı cemiyetlere gönderdiği yazıda, itilaf devletlerine müracaatta
bulunarak İzmir'in boşaltılması çağrısında bul unulmasını istedi.
Mustafa
Kemal izlediği hassas pobtıka sonucu milli güçlerin erken bir çatışmaya
girmesini ve özellikle de itilaf devletleri güçleri ile erken bir çauşmaya
girerek hareketi daha baştan akamete uğratmamaya büyük özen gösterdi.
Ingiltere'nin
Yunan güçleri ve bölgedeki etkin gücünü hesaba kalarak daha çok Fransa ve
İtalya’ya karşı bir politika izlerken, İngiltere'yi kamuoyu baskısı ile siyasi
planda geriletmeyi amaçladı. İzmirin işgaline son vermek konusunda da
İngiltere'ye karşı aynı politikayı izledi.
Hemen
hemen bütün bu zaman zarfında İngiliz askeri ve siyasi erkanı ile dolaylı ve
doğrudan temaslar kurarak bölgedeki İngiliz siyaseti, kanaatleri ve
düşünceleri hakkında bilgi aldı ve harekete ona göre yön verdi.
3
Aralık'ıa, Demirci Mehmet Efen’in Mustafa Kemal'e, İngilizlerle görüşmesi
hakkında mesajı (Bu mesajdan da anlaşılacağı gibi, İngilizler Yunanlıları
kullanmakla birlikte, kendileri doğrudan askeri bir çatışmaya girmekten imtina
eünektedirler. Hatta etlerindeki işgal bölgelerini de Fransızlara devretmek
sureti ile si-
yası
sahada etkinlik sağlamak, İstanbul hükümeti ve Milli cemiyetlerle
diyaloglarını sürdürmek konusunda dikkatli davranmaktadırlar) Mehmet Efe
bölgedeki İngiliz albayı ile görüştükten sonra şu mesajı gönderiyordu:
"İzmir ve Aydın vilayetinde tek bir Yunan askeri kalmayıncaya kadar
mücadeleye karar verdiğimiz, araya İngiliz ve Fransız kuvvetleri girmiş olsa
bile silah kullanmaya mecbur olacağımız evvelce kesin bir dille bildirildi.
Karşımıza her kim çıkarsa çıksın vatanı kurtarmak için bundan başka bir sözümüz
olmadığını, olamayacağını kesin bir dille arz eylerim efendim. “
17
Aralık'ta, Mustafa Kemal, Osmanlı Meclisi Mebusanına seçilen heyetin heyeti
temsiliye ile görüşmesinin önemini ve yakında İstanbul'a yakın bir yerde
toplandacağuıa ilişkin bir bildiri yayınladı. Ve bir gün sonra da Sivas'tan
Ankara'ya doğru hareket etti. 19 Aralık'ta, Mustafa Kemal ve arkadaşları
Kayseriye geldi ve 27 Aralık'ta Ankara'ya ulaştı. Burada coşkulu bir karşdama
töreni düzenlendi.
26
Aralık'ta, İngiliz yüksek komiseri Milne basma şu demeci veriyordu:
"Mustafa Kemal harekelinin bastırılması şüphesiz pek çok istenir. Fakat
çok büyük bir kuvvet gerekmektedir. İğneleme politikası büsbütün ahlaksızlık
olur.. "İngiliz yüksek komiserinin "çok büyük kuvvetten" kasıt
anlaşılmamaktadır. Çünki henüz düzenli kuvvetler oluşmamıştır ve elde yeterli
silah ve mühimmad yoktur. Ülkenin bir çok yeri fiili işgal altındadır. Bağımsız
direniş güçleri ise varlıklarını henüz milli güçlere borçlu değildir. Aksine
bu direniş harekeüerinin tümü milli direniş gücünü oluşturmaktadır. Dolayısı
ile astolan tek bir kişi değil, bir ulusun boyun eğmeme ve direnme
kararlılığıdır. Başından beri Ingilizler Mustafa Kemal'le doğrudan doğruya
çatışma içine girmemeye büyük özen göstermişlerdir. Kurtuluş Savaşı boyunca da
bu durum böyle devam etmiştir. Henüz alu ay önce bölgeye gelen bir subayın bu
kadar kısa sürede tngilizleri çaresizliğe mahkum etmesi alışılmamış bir
olaydır. Kaldı ki. Kongreler döneminde yeni bir mücadele stratejisi ortaya
konmamış, mevcut direniş harekeden bu yeni gelişmeye kendi iradeleri ile
bağlanmışlar, öte yandan Istanbul ve yeni hareket arasında köklü ihtilaflar
çıkmıştır. Ve yine Mustafa Kemal'in bazı demeçlerinin ve özel hayatına ilişkin
bir takım rivayetler bazı muhalif grubların doğmasına yol açmıştır. Yine daha
bu aşamada birlikte hareket ettiği insanların pek çoğu, Mustafa Kemal'in özel
sohbetlerinde söyledikleri fikirlerin aksine kanaatler taşımaktadır ve İngiliz
gözlemcileri mülakatları sonucu bu gerçeği farketmişlcrdir. İngiliz komiser bu
ifadesi ile Mustafa Kemal'in şahsında Anadolu’da giderek güçlenmekte olan milli
direniş hareketini kasdetmekıedir.
30
Aralık'ta, Rawlinson Kazım Karabekirle görüşerek, Mustafa Kemalle görüşme
talebinde bulundu. Karabekir bu talebi içeren mesajı Mustafa Kemal'e telgrafla
bildirdi. Mustafa Kemai ise 8 Ocak ta gönderdiği cevabi mesajında" Eğer
Rawlinson, hükümeti tarafından Hcyct-i Temsiliye ile görüşmeye yetki sahibi
bir vaziyetle bulunuyorsa, bir an evvel Ankara'ya gelmesi faydalı görülmektedir.
Yetki sahibi olmadığı takdirde buraya kadar gelmesine luzum yoktur.”
31
Aralık'ta, Yunanistan İzmir'i ilhak karanın açıkladı ve ülke genelinde yoğun
tepkiler meydana geldi. Bu gelişme hesapla yoktu. İngilizler Yunanlıları
çıkartmışu ama, Amerikaldar Yunanistan'a Anadolu'da vatan vadederek insiyalifi
elc geçirmek istiyorlardı. İngiltere için ise Yunanistan sadece bir yemdi.
Sonuçta İngiltere kapsamlı bir projenin bir bölümünü teşkil eden Yunanistanın
işgal harekatını kendi çıkarlarına göre yeni bir kalıba sokarak, Yunanistanın
aşırı taleplerini dizginleyecektir.
1920
10
Ocak'ta, Gn. Milne hazırladığı bir raporda şu görüşlere yer veriyordu:
"Şartlan ağır bir barış, Mustafa Kemal'i güçlendirir. Bu günün bir başka
önemli yanı Hakimiyeti Milliye gazetesinin yayına girmesi. Arük dış dünya ve
içerideki cepheler dünyayı bu pencereden seyredecektir ve Mustafa Kemal'in
hakimiyetini perçinleyecckıir."
12
Ocak'ta ise, son Osmanlı Meclisi Mebusan'ı toplanacak ve Meclis İstanbul'un
işgali üzerine 18 Mart 1920 günü son bir kez daha toplanarak çalışmalarına ara
verecektir. 11 Nisan'da da tümden feshedilecekti. Bu arada önemli bir diğer
gelişme ise Heyeti Temsiliye gözetiminde yayınlanan Hakimiyeti Milliye gazetesine
bütün cemiyetler ücretsiz abone kaydedilmek sureti ile, Heyeti Temsiliye'den
tüm cephelere ve Anadolu'ya haber akışını sağlayacak bir enformasyon imkanına
kavuşulmuş oluyordu. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin oluşumunda, Heyeti
Temsiliye'nin merkezi bir güç haline gelmesinde ve giderek İstanbul'a
alternatif bir merkez oluşturulmasında bu kararın rolü büyüktür. Meclisi
Mebusan yoktu artık ama, Ankara'da bunun yerini alacak yeni bir merkez
oluşuyordu artık.
20
Ocak'ta Fransız yüksek komiseri De Francc, itilaf devletlerinin müşterek
notasını BabIali'ye vererek Harbiye Nazın Cemal Paşa ve Erkanı Harbiye Umumi
Reisi Cevat Paşa'nın 48 saat içinde görevden alınmasını istiyordu. İtilaf
devletleri böylece İstanbulu hem korur gibi gözüküyor, hem de dallarını
buduyordu. Böylece aceze bir Bâbıâli bırakıyorlardı geriye. İstanbul'un acze
düşmesi belki Ankara'yı güçlendirecekti: Bu gelişmeler karşısında Ankara'nın
tepkisi sert oldu ve bu tavrı ile Mustafa Kemal Anadolu'da büyük takdir
topladı. Gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Harbiye nazın Cemal Paşa ile yaptığı
görüşmede, Cemal Paşa zorunluluktan sözedince Mustafa Kemal şu cevabı
verecekti: "Eğer görev başına gelmemekte ısrar ederseniz, ingilizlerin
milletin bağımsızlığını bozduğunu ilan ederken, Harbiye nazırının da vatani
vazifesini yerine getirmemekten sorumlu olduğunu ağır bir şekilde ilave etmek
mecburiyetindeyiz"
Mustafa
Kemal ayrıca bir bildiri yayınlayarak şöyle diyordu: Ingilizlcer'in tecavüzü
geri alınmadığı takdirde, Meclisin vazifesi Anadolu’ya geçmek ve milletin
iradesini üzerine almaktır. Bu hareket, bütün milletin kuvvetlerini kendisinde
toplamış olan Kuvvayı Milliye tarafından her araç ile desteklenecektir.
21
Ocak-IO Şubat tarihleri arasında, Maraş halkı ayaklandı. 21 Ocak 1920-20 Ekim
1921, Adana savaşları boy göstermeye başladı. Milli direniş hareketi dalga
dalga tüm yurda yayılmaya devam ediyordu, İçiçc geçmiş bir savaş dönemi
yaşanıyordu. Bir yandan halk işgal kuvvetleri ile savaşırken, Ankara ile
İstanbul arasında bir başka savaş sürüyordu. Aynı dönemde yurdun dört bir
yanında isyanlar patlak veriyordu.
23
Ocak'ta, önemli bir karar alındı. Karara göre, Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinin
heyeti temsiliye ve teşkilatlar arası haberleşmeden ücret alınmayacaktı.
Önemsiz gibi görünen bu karar, kısa sürede Ankara’yı bütün milli harekederin
merkezi haline getirdi. Herkes bölgesindeki gelişmeleri buraya bildirerek
ülkedeki gelişmeleri artık buradan takip ediyordu. Ve buradan aktarılan haberler,
Ankara'nın başlattığı mücadelenin parçaları olarak görülüyordu.
26-27
Ocak'ta, Akbaş silah deposu baskını gerçekleştirildi.
28
Ocak 1920 de bu kez gizli olarak Osmanlı Meclisi Mebusanı bir kez daha toplandı
ve Misakı Milliyi kaleme aldı. Misakı Milli bütün yurtta coşku ile benimsendi.
Ankara alınan kararlan bütün yurda duyurdu. Bütün bu gelişmelerin ardından
Mustafa Kemal bir çok ülke yöneticisine ve Meclisine birer mektup göndererek
Ankara'da yeni bir meclis toplanacağını duyurdu.
Osmanlı
Meclisi Mebusanının gizli olarak son bir kez daha toplandığı günün akabinde,
Ingilizler İstanbul milletvekili Reşat Hikmet beyi tutukladılar. Bu olaya karşı
Ankara sert bir tepki gösterdi . Mustafa Kemal 31 Ocak'ta Mudafa-i Hukuk
Cemiyeti örgütüne gönderdiği mesajda Ingilizler tarafından tutuklanan Reşat H
ikmet beyin yapı lan girişimler sonucu serbest bırakıldığını bildiriyordu. Bu
olayla Ankara, İstanbul'a karşı, İngiltere temsilcileri nezdinde girişimde
bulunarak önemli bir başarı kazanıyordu. İstanbul ise, kendi milletvekilinin
hak ve hukuku korumaktan bile aciz bir konumda idi! 4 Şubat’ta ise Padişah
Vahdeddin bir İrade ile, Mustafa Kemal'in geri alınan tüm unvan ve nişanlarını
iade eden iradesini yayınladı. Artık insiyatif Ankara’nın eline geçmişti. 6
Şubat’ta, münfesih duruma sürüklenen Osmanlı Meclisi Mebusan üyeleri arasında
"Fclah-ı Vatan Grubu” oluşturuldu. Gruba ilk aşamada 70 mebus katıldı. Bu
üyeler daha sonra Ankara’ya geçmenin
yollarım arayacaklardır.
9
Şubat-11 Nisan 1920 tarihleri arasında, Urfa savaşları patladı. Erzurum'da da
Felahı Vatan grubu çalışmalarına başladı.
12
Şubatla
Mustafa Kemal, tüm Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği mesajda Maraşta
Fransızlara karşı kazanılan zaferi duyuruyordu. Aynı gün Urfa'da Kuvayı
Milliyccilerin düşmanı yenilgiye uğratarak şehri kurtardıkları haberini
veriyordu. Artık Ankara mücalıidlerin gözü kulağı olmuştu. Ve zafer sesi Ankara'dan
duyuluyordu.
13
Şubat, Mustafa
Kemal cemiyetlere gönderdiği yazılarla, halkı Fransız ve Ermeni zulümlerini
kınayan protesto gösterileri yapmaya çağırdı. Bir gün sonra Yenihan isyanı
başladı. Bundan iki gün sonra da 2. Anzavur isyanı başladı.
14
Mart'ta, yeni
bir kPaşane değişikliği daha. Ali Rıza Paşa kabinesi çekildi ve yerine Salih
Paşa kabinesi kuruldu.
15
Şubal'ta
Mustafa Kemal, Dr. Refik Saydam'dan bir rapor alarak, sıhhi sebeble İstanbul'da
toplanması düşünülen ve yeniden teşkil edilecek Meclisi Mebusan toplantısına
katılamayacağını bildiren bir mesaj gönderdi. Mustafa Kemal bu talebi ile
izinli sayıldı. 17 Şubat’ta oluşturulan yeni meclis Misakı Millinin yabancı
parlementolara ve basına açıklanması kararını aldı.
21
Şubat’ta, Mustafa Kemal Rauf Bey'e bir mektub göndererek, "Hükümete karşı
kesin bir vaziyet alma zamanı geldiği"ni söylüyordu. Bu mektuptan iki gün
sonra Ingiliz Amirali Robeck, Ingiltere’ye şu raporu gönderdi:
"Anadolu'daki bütün hareketler Mustafa Kemal Paşa tarafından milli
hareketin parçalan olarak tertiplenmekledir. " 1 Mart'ta ise Mustafa Kemal
İtilaf Ülkeleri temsilcilerini Ermeni soylarım iddialannın gerçek olmadığı noktasında
uyardı. Ve İngilizler'e silah teslim edilmemesi, silah depolarının ülkenin iç
kesimlerine nakledilmesi konusunda 1. Kolordu komutanlığına mesaj gönderdi.
Bir
gün sonra Kazım Karabekir'e gönderdiği telgrafta ise Ahmediye teşkilatı
hakkında şu bilgileri veriyordu: "Ahmcdiye teşkilatını yapanların, yeni
bir Derviş Vahdeti faciası doğurmak istediklerinde şüphe yoktur." Mustafa
Kemal bu dönemde bütün halk direniş hareketlerini kendine bağlarken, Osmanlı
orduları ve komutanlarının komuta merkezini de dolaylı bir şekilde ele geçirmiş
bulunuyordu. İstanbul'daki kabinede bu durum karşısında insiyatift kaybetmiş
gözüküyordu. Artık rakipleri ile kolay mücadele edecek konuma gelmişti. Bütün
Anadolu'da Mustafa Kemal ismi bir "kurtarıcı" olarak biliniyordu.
Milli direniş harekeli içinde Ankara ile uzlaşmayan ya 'da Ankara aleyhinde
faaliyet gösterenler ihanetle ilham edilmeye başlamıştı Bu hareketlere karşı
Anadolu'daki Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinin İstanbula, ve basına protesto
telgrafları göndermeleri örgütleniyor, aynı zamanda bu bölgelerde düzenlenen
kitlesel eylemlerle karşı hareketler mahkum ediliyordu.
3/4
Mart Tarihinde Mustafa Kemal, Ankara'yı tanımayan Anzavur hakkında vilayetlere
gönderdiği tamimde şöyle diyordu: "Vatanımızın bütünlüğü ve bağımsızlığı
ve milletimizin dayanışma düzeninin aleyhinde çalışan Ahmet Anzavur ve
yandaşlarım bütün milletle takbih ve lanetleme sureti ile mukaddes Milli Birliğimizin
bozulmaz olduğunu göstermek üzere belediye ve merkez heyetleri tarafından
İstanbul basınına telgraflar çekilmesine yol göstermenizi rica ederiz. "
Bu
arada İstanbul'da bir yandan Vahdeddin, öte yandan hükümetin belli üyeleri,
paşalar ve bazı meclis üyeleri sürekli olarak Mustafa Kemal tarafından aranarak
Milli Hareketin gelişme yönünde fikir üretiliyordu.
Mustafa
Kemal 4 Marttaki tüm komutan, vali, mutasarrıf ve müdafa-i Hukuk cemiyetlerine
gönderdiği mesajla Ankara'nın insiyatifi fiilen ele geçirdiğini kanıtlıyordu:
"Derhal milli emelleri tatmin edecek bir kabine başkanına milletin
tahammül edemeyeceğini gayel sert bir dille Padişaha, Meclis-i Mebusan
başkanlığına ve basma bildirmek lazımdır. " Aynı tarihle bu yerlere
kendisi de birer mesaj gönderen Mustafa Kemal, bu davranışı ile bütün
Anadolu’nun kendi yanında İstanbul'a karşı ortak bir cephe oluşturduklarını da
göstermiş oluyordu.
16
Mart 1920, bir
gün önce 150 Türk aydınının tutuklanmasının ardından, İngiltere, Fransa ve
İtalya yüksek komiserlikleri
bir
bildiri yayınlayarak İstanbulıın askeri işgal altına alındığını bildirdiler.
Şehzadebaşındaki karakol baskınında 6 erimiz şehid oldu ve İstanbul İtilaf
Kuvvetleri tarafından işgal edildi. Artık İstanbul fiilen işgal altındadır.
Mustafa Kemal bu durumu bir telgrafla tüm Osmanlı mülki ve askeri erkanına
bildirir Bu sabah, 16 Mart 1920 de Ingilizler, İstanbul'da, Şehzade başı
karakolunu basarak altı erimizi şehit ve 15 eri yaraladıktan sonra, bu
karakolu, bir yan'dan 'da Harbiye Nezaretini ve Tophaneyi ve bütün telgrafhaneleri
ele geçirerek Başken fin Anadolu ile bağlantısını kesmişlerdir. "
Mustafa
Kemal işgal konusu ile ilgili olarak yabancı devlet temsilcileri, dışişleri
bakanlarına ve Millet Meclislerine bir protesto notası verdi. Böylece Ankara
fiilen İstanbul'un yerini almış oluyordu: " Osmanlı milletinin siyasi
egemenlik ve hürriyetine indirilen bu son 'darbe, hayat ve varlığını her ne
pahasına olursa olsun savunmaya karar vermiş olan biz Osmanhlar'dan ziyade,
20. uygarlık ve insaniyet asrının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet,
milliyet, vatan duygulan gibi bu günün insan topluluğuna esas olan bütün
ilkelere ve bu ilkeleri oluşturan insanlığın umumi vic'danına yöneliktir.
"
Mustafa
Kemal ayrıca millete bir mesaj yayınladı: "Bu gün İstanbul'u zorla işgal
etmek sureti ile Osmanlı devletinin 700 yıllık hayat ve egemenliğine son
verildi. Yani bu gün Türk Milleti, uygar kabiliyetinin yaşama ve bağımsızlık
hakkının ve bütün geleceğinin savunmasına 'davet edildi! "Mustafa Kemal
Mü'dafayı Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği mesaj'da ise cemiyetin bütün yurt
sathın'da askeri ve sivil yöneticilerle birlikte hareket eünelcri gerektiğini
vurguluyordu. 17 Mart’ıa ise Mustafa Kemal İslam dünyasına yayınladığı mesaj'da
"Bu tahkir ve tecavüz 'darbesinin düşmanlar tarafından tahmin edildiği
gibi maneviyatı bozmak değil, belki bütün şiddeti ile mucizeler gösterecek bir
kabiliyeti geliştirmek neticesini doğuracağına şüphemiz yoktur" diyordu.
Kastamonu
valisi Cemal Bey ise Ankara'ya şu mesajı gönderiyordu: "Bu günden
itibaren Kastamonu vilayetinin Heyet-i Tcmsiliyeyi hükümet merkezi sayarak
emirlerine girdiğini ve alacağı her emri tereddütsüz yapacağını arzederim"
An
bu andı, dem bu dem!. Mustafa Kemal derhal Ankara'da yeni bir meclis toplanması
çağrısını yaptı. Fiden ülke artık Ankara'ya bağlı idi. 19 Mart'ta Mustafa
Kemal illere gönderdiği mesajda yeni meclis için en kısa zamanda isim
bildirilmesi çağrısında bulundu.
Mustafa
Kemal'in Burdur Askerlik Şubesi Başkanina gönderdiği mesajda: "Sık sık
temasa gelindiği anlaşılan İtalyanlara karşı Kuvve-i Milliyenin hareket ve
girişimleri hakkında gerçek bir ağız sıkılığı izlenmesi" talimatı verdi.
Daha önce de Mustafa Kemal işgal kuvvetleri ile ilgili olarak özellikle
İtalyanlardan kaygı duyduğunu belirten mesajlar gönderiyor ve İtalyanların
izlenmesini istiyordu. Mustafa Kemal'in, İngiliz ve Fransızlar değilde
İtalyanlar konusunda bu kadar titiz davranmasının sebebini bilmiyoruz.
18
Mart'ta, Meclisi Mebusan bir kapanış toplantısı yaparak ebediyyen faaliyederine
son verdi. Böylccek İstanbul’da yeni oluşturulan Meclisin ömrü de çok kısa
olmuş ve İstanbul ülke yönetimindeki insiyatifini kesin olarak yitirmişti. Bir
gün sonra İşgal kuvvetleri bir takım milletvekilinin tutuklanmasına karar
verdi. Her ne kadar İngilizjer, İstanbulu kdsin olarak siyasi sahneden tecrit
için bu karan vermişlerse de, karar bu kişilerin Ankara'ya geçerek Ankara
hükümetinin başına dert olmalarını önlediği için, beklenenin aksine Ankara
hükümetinin fevkalade işine yaramıştır!
İstanbul'un
askeri işgal altına alınması ile, Mustafa Kemal için yeni meclisin yolu açılmış
oluyordu. 19 Mart'ta Mustafa Kemal Ankara'da bir Meclis toplanması yolunda
seçim yapılması için vilayetlere ve komutanlara genelge yollandı. Ankara konusunda
bazı itirazlar oldu ise de, Mustafa Kemal'in Ankara konusunu da çok önceden
kendi yakın dosdan ile müzakere ettiği anlaşılmaktadır. Bir gün sonra da İsmet
İnönü İstanbul'dan maceralı"!" bir yolculuk sonunda Ankara'ya geldi.
Umudannı yitirip teslim olarak çifçilik yapma hayalleri kuran İsmet Paşa bir
anda kendini Ankara ufuklarında milli bir kahraman olarak buldu. Küçük bir
çiflik değil, yeni büyük bir ülke kurmakla görevli idi artık!
19
Mart’ta, Mustafa Kemal Bandırmada bir kaç Ingilizin rehin alınması çağrısından
sonra 23 Mart’ta da, düşman lehinde propaganda yapan, ya da milli uygulama ve
kararlara karşı çıkanların derhal tesbit edilerek yakalanması, en kısa zamanda
ve en şiddetli şekilde cezalandırılmasını isteyen mesajını gönderdi. Daha sonra
bu karar Hıyaneti Vataniye yasası ile bütünleşecektir. Artık Ankara kendi
varlığını, milletin varlık ve bütünlüğü ile aynı anlamda görmekte, kendine
yönelik eleştirileri ve tehdidi milletin ve devletin varlığına ve bütünlüğü
karşı işlenmiş bir cinayet olarak görmekte, en şiddetli bir şekilde
cezalandırma yoluna gitmektedir. Hatta yeni Ankara Hükümeti Hilafetin de
istinatgâhı durumundadır. Din, vatan, millet herşey Ankara'nın himmet ve
himayesindedir artık. Istanbulun ortadan kalkması ile Mustafa Kemal dev bir
siyasi mirası devraldı. Bu arada İstanbul'daki tutuklanmayan milletvekilleri
kaçarak Ankara'ya gelmeye başlamışlardır. Meclisi Mebusa'nm Ankara'ya gelmesi,
bir bakıma artık yeni siyasi gücün Ankara'da tecelli ettiğini gösteren bir
nişane idi. Mehmet Akif ve Arkadaşları böyle bir günün heyecanı içinde
Ankara'nın yolunu tuttular. Akif İstanbul'dan Ankara'ya kadar yürüyerek gelecek
ve yol üstündeki her yerleşim merkezinde camilerde vaazlar ederek halkı Milli Mücadeleye
katılmaya çağıracaktır. 27 Mart, İngilizler, bazı Türk gazeteci ve yazarları
Malta'ya sürüyorlar. Bu durum Ankara'ma işini önemli ölçüde kolaylaştıracakta.
Bu olaydan beş gün sonra Trakya’da milli kuvvetler bir kongre topladılar.
İstanbul sorunsuz bir şekilde Ankara'ya bağlanıyordu. Aydınlar, alimler, din
bilginleri hemen herkes Mustafa Kemal’in safına geçmişlerdi. Ne var ki,
bunların çoğu daha sonra, özellikle savaş sonrası umduklarını bulamadıkları
için muhalif kanatta yer alacak, kimi Ankara'yı terkedecek, kimi ise en
şiddetli şekilde cezalandırılacaktır. Mehmet Akif İstiklâl Marşinın şairi olan
bu zat, önce Mısıra gidecek ve daha sonra da tecrit edilecektir. Saidi Nursi
birinci mecliste vatanın kurtarılması yolunda çalışan aktif bir milletvekilidir.
Daha sonra yeni yönetimin şefleri gözünde ebedi mücrim ilan edilecektir.
1
Nisan 1920-8 Şubat 1921 arasında Gaziantep 'de milli direniş hareketi başladı.
Aynı günlerde, 2 Nisan, Halide Edip, Adnan Adıvar, Hüsrev Gerede, Yunus Nadi,
Yusuf Kemal, Rıza Nur, Cami Baykurt ve arkadaşları Ankara'ya gelerek Mustafa
Kemal'e katıldılar. Ankara'ya gelerek milli kuvvetlere katılan aydınların
arasında da bir kısmı, daha önce manda yanlısı idi, bir kısmı da bazı özel
nedenlerle daha sonra Ankara hükümeti ile ihtilafa düşerek mücrim durumuna
düştü. Bunlardan biri de Rıza Nur'du. Devrimİcrin hazırlanmasında, hatla
bunların icrasında Mustafa Kemal'in en yatan danışmanlarından biri olan, icra
vekilleri heyetinde görev alan Rıza Nur, sonunda Ankaradan ayrılarak hatıralarını
yazacak, ve bu hatıraları daha sonra açıklanması kaydı ile British Museum'a
devredecekti. Hatıralar daha sonra yayınlandığında bomba etkisi yaptı.
Türkiyede yasak yayın kapsamına alındığı için, iddialar üzerinde ciddi bir
araştırma yapılamadı. Kaldı ki, iddiaların teyid ve tekzibi ile ilgili
belgelerin çoğu da bu gün sivil araştırmacıların ulaşabilecekleri yerlerde
değil.
4
Nisan, Mustafa
Kemal Konya heyeti ile Ankara'ya gelen 12. Kolordu Komutanı Fahrettin Altay' la
görüştü. Akşam da Yunus Nadi'yi kabul eden Mustafa Kemal, Hareketin başından
beri gösterdiği, imana dönüşen mutlak kanaatim bir koz daha ifade etti:
"Milletimiz çok büyüktür, hiç korkmayalım. O esir olmayı ve hor görülmeyi
kabul etmez. Milletin bağımsızlığını vatanın son kaya parçası üzerinde
savunacağız. Veya eğer mukadderse öleceğiz. Fakat eminiz ki ölmeyeceğiz ve
kurtaracağız”
5
Nisan’da, 4.
Damat Ferit Kabinesi kuruldu.
6
Nisan’da ise,
Anadolu Ajansı kuruldu-Ajansınh kuruluşu ile Türkiye ile ilgili tüm
gelişmelerin, haberlerin merkezi Ankara oluyordu.
Mustafa
Kemal bir bildiri yayınlayarak Damat Ferit Paşa kabinesini hiç bir şekilde
tanımayacaklarını açıkladı. Bu açıklamadan iki gün sonra ise Adapazarı’nda
Kuvvayı Milliye aleyhine kalabalık protesto gösterileri oldu. İsyanlar birbirini
kovalıyordu. Yurdun bir çok kesiminde, doğuda ve batıda boy gösteren isyanların
çoğu dini kaygılarla ortaya çıkıyordu. Hilafeti kurtarmak için
başlatılan
harekelin giderek Hilafete karşı bir tehdit oluşturmaya başlaması ve dini
küreklerini yitirmesi isyan hareketlerinin doğup gelişmesinde önde gelen
faktörlerden biri idi. 23 Nisan’da Hendek'te, 14 Mayısta Yenihan'da yeni
isyanlar patlak verecek 11 Mayıs'la Anzavur kuvvetleri 3. kez ayaklanacaktır.
23 Haziran’da ise Boğazlayan'da bir başka isyan hareketi patlak verecektir. 6
Haziran Zilenin isyancıların eline geçtiği gündür. 13 Haziran’da Çodpanoğlu
isyanı başlayacak 14 Haziran'da Yozgatı ele geçire,; çeklerdir. 19 Haziran'da
milli aşireti ayaklanacak 21 Haziran'da Çopur Musanın adamları Çivril’i basacaktır.
I
Fetva Savaşı
Ankara kendi
varlığını ve İstanbul'dan bağımsız kişiliğini kesin
olarak ortaya koyduktan sonra, İstanbul hükümetinin meşruiyeti tartışmasına
girdi. Bu konuda İstanbul hükümeti de bir tartışmanın içine girmiş ve fetva
yolu ile Ankara hükümeti ve Mustafa Kemal hakkında bir fetva yayınlamıştı.
Fetva
hem Ankara'nın, hem de Istanbulun elinde hala güçlü bir silahtı.
Vahdeddin son zamanlarda Mustafa Kemal
hakkında ve Ankara hükümeti hakkındaki umutlarını büyük ölçüde yitirmişti. Mustafa
Kemal'in Osmanlı devleti ve İslam dini, Hilafet hakkındaki düşüncelerini
sezinliyor olmalı idi ki, destek verdiği halk ayaklanmalarında Mustafa Kemal bu
yönde şiddetle eleştiriliyordu. ' ;
Kazım
Karabekir gibiler, Mustafa Kemal'in Halife olmasından korkuyordu. Oysa Mustafa
Kemal gece hayatına düşkün, hemen her gün içki kullanan ve dince haram sayılan
konularda son derece serbest davranan bir kişi idi.
İstanbul fiilen kaybettiği savaşı,
fetva yolu ile kazanmayı denedi. Ama bunda da muaffak olamadığı gibi, daha da
zor duruma düştü. Hilafeün korunması arlık Saltanatın başında değil, Ankara
hükümetinin elinde idi. Öyle ki, Ankara hükümeti İstanbula
karşı
başlattığı bu din savaşında, Ankara'daki ulemayı kullanarak onların fetvalarını
Anadoluya yayıyordu. Ankara aynı zamanda Hilafetin ve vatanın korunması
konusunda da teminat veriyordu. Halifeye karşı hilafet savunusu yapılıyordu.
Hilafet makamının fetvalarına karşı, Hilafeti koruma andı ile birlikte
Halifenin meşruiyeti tartışması açılıyordu.
Milli
direniş harekatına karşı durama sürüklenmiş bir saltanat makamı ve hilafet
makamı, kamuoyunun ve milli güçlerin gözünde hızla itibar kaybına uğradı.
İstanbul'un
acz içinde Sevre imza koyması ile birlikte, Anadolu İstanbul'dan büsbütün
umudunu kesti. Ve beklenen de buydu zaten!
10
Nisan'da
Ankara ile İstanbul arasında korkunç bir fetva savaşı yaşandı. Ayetleri kendi
varlıklarının meşruiyetini kanıtlamak için malzeme olarak kullananlar halkı
kendi saflarında savaşmaya çağırıyorlardı. Bu arada Mustafa Kemal, kendi
mücadelesinin meşruiyeti ile ilgili de dini bir belge, bir fetvaya sahipti
artık
11
Nisan 1920'de,
Osmanlı Meclisi Mebusanı fiilen kapandı, Memurları ve görevlileri de yerlerinden
ayrılarak bir tarihi noktaladılar. Dürrizadenin fetvasının anlından
Damat Ferit, Mustafa Kemal ve milli hareket aleyhinde bir beyanname yayınladı.
Bu arada Vahdeddin, Anzavur’a Paşa rütbesi verdi.
18
Nisan’da,
Düzce isyanı başladı. Düşmana karşı savaşmak, daha çok iç isyanlara karşı
koymak amacı ile Ankara'da Kuvveyi İnzibatiye kuruldu. Mustafa Kemal, yeni
kuvvetlerin takviyesi için Kazım Karabekir'e bir telgraf göndererek Ankara'ya
bir miktar kuvvet gönderilmesini istedi. "Her hangi bir yerde patlayacak
bir ayaklanmayı anında tepeleyebilmek üzere güçlü bir yumruk gibi
güvenilebilecek seyyar yedeklere ihtiyaç görülmektedir." Böylece yeni
devlet ilk defa bir inzibat kuvvetine sahip olmaktadır. Giderek direniş
hareketlerinin Ankara'ya bağlanmasının ardından, düzenli ordu teşkiline
başlanacaktır. Bunca savaş ve ayaklanma olurken, Milli Kuvvetler adına bunların
karşısına çıkacak kimse yoktur henüz. Ankara daha çok masabaşı savaşı vermekte,
siyasi bir mücadele ile şanların olgunlaşmasını beklemek-
tedir.
Bu arada kurulan cnformatik düzen sayesinde bütün bu mücadelelerin istinatgâhı
olarak Ankara takdim edilmekte, halkın Ankara'ya güven ve teveccühü sağlanmaya
çalışılmaktadır. Tabi bu arada meydana gelen bütün işgal ve yıkımların faturası
da, henüz Ankara hükümeti tam olarak teşkil edilerek cepheye intikal etmediği
için İstanbul hükümetine fatura edilmektedir.
20
Nisan’da Fevzi Paşa beraberindeki bir grub subayla birlikte İstanbul'dan
gizlice ayrılarak Kuşçahya geldi. Mustafa Kemal'le temas içinde idi. Aynı
günlerde Mustafa Kemal Kazım Karabekir’e gönderdiği telgrafta, Fevzi Çakmak'ı
Milli Müdafaa Vekilliğine getirmekten sözediyordu. Mustafa Kemal en acil görev
olatak milli mücadeleyi örgütlemek değil öncelikle Osmanlı meclisi mebusammn
dağılmasından sonra Ankara'da bir hükümet örgütlemeye çalışıyordu. Önemli olan
bir diğer mesele de, henüz doğuda Kazım Karabekirin komutasında önemli bir
Osmanlı birliği bulunuyordu. Gelecekte bunlar sorun çıkartabilirdi. Bu nedenle
de bu birlikle ilgili sorunların tasfiyesi gerekiyordu. Bunun ilk adımı olarak
Kazım Karabekiri Ankara'ya çağırarak bu kuvveden başsız bırakmak, kademeli
şekilde tasfiye ederek, bu güçlerin bağımsız milli güçler haline gelmesinin
ardından Ankara'ya bağlı kuvvetler haline getirilmesi mümkündü.
Yunanlıların
Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemesi bu anlamda Kazım Karabeki'ri tedirgin
ediyordu. Aslında Kazım Karabekir Anadolu'daki gelişmeler karşısında kendine
önemli bir mevki ümid ediyordu. Karabekir paşanın konumu, kendini hem İstanbul
hem de Ankara nezdinde güçlü kılıyordu. Hatta Doğudan bir gün gelip yönetimi
ele geçirmeyi planlayan Enver Paşa da Kazım Karabekirle iyi geçinmek zorunda
idi.
Mustafa
Kemal Kazım paşanın gücünü biliyordu ve bu nedenle de her vesile ile ona
danışma gereği duyuyordu. Kazım Paşa İstanbul'dan ve Enver paşadan çok Mustafa
Kemal’e yakınlık duyuyordu.
Yunanistanm
Anadolu içinde ilerlemesi, Kazım Karabekirin baüya hareket etmesi yolunda bir
baskı oluştururken, öte yandan Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi paşaların da
Ankara'ya intikalinden sonra, daha fazla doğuda kalarak vakit kaybetmek
istemiyordu. Mustafa Kemal de bunu bildiği için Fevzi Paşa konusunda Kazım
Paşa ile yazışma gereği duymuş olabilir. Yine Kazım paşanın kuvvetlerinden bir
bölümünün Kuvveyi inzıbatiyeyc aktarılması önemli bir hadisedir. ,
21
Nisan günü, Yakup Şevket Paşa Ingilizler tarafından tevkif edildi ve aynı gün
Mustafa Kemal değişik yerlere gönderdiği mesajlarda, Anadolu Ajansı
bültenlerinin yurdun en ücra köşelerine kadar gönderilmesine özel bir özen
gösterilmesini isteyen telgrafı ve işgalcilerle birlikte. Milli güçlere karşı
ittifak içinde olduğunu ileri sürdüğü İstanbul basınının yurda dağılmasının önlenmesi
konusunda tedbir alınması için uyan da bulundu. Mustafa Kemal’in Kurtuluş
savaşı öncesi oluşturduğu enfonnaük düzen ve. enformasyon savaşı son derece
ilginçtir. Hatta denebilir ki, Ankara hükümetinin teşkili başlı başına bir
gazetecilik olayıdır. Mustafa Kemal danışmanları sayesinde bu konuda
enformasyonunun önemini kavraması açısından bir dahi olarak tanımlanabilir. Mustafa
Kental aynı gün tüm viiayedere gönderdiği bir yazı ile Millet Meclisinin 23
Nisan Cuma günü Ankara'da toplanacağını duyurdu. Artık yeni bir dönem
başlıyordu.
Bugün
23 Nisan, neşe doluyor insan.. "Ankara" ismi yeni merkez olarak
açıklandıktan 33 gün sonra, Meclis Ankara'da toplanıyordu. Bu arada bazt
seçimler yapıldı ve İstanbul’dan gelen Mebuslar da Ankara'da toplanmaya
başladılar. 24 Nisan’da yeni Meclis Başkanını seçerek çalışmalara başladı.
Yasama, yürüune ve yargıyı elinde bulunduran meclisin başında Mustafa Kemal
vardı artık. Ve o herşeydi. Kurtarıcı olmanın ilk adımını atmıştı artık.
24
Nisan’da, Mustafa Kemal Ankara'da yeni bir hükümet teşkil edilmesinin
zaruretinden sözeıti. Ve aym gün Mecliste Millet Meclisi üyelerine, icra
yetkisinin heyeti temsiliye üzerinden
Meclise
intikal ettirilmesi lazım geldiğini söyledi. Böylece Mustafa Kemal, Heyeti
Temsiliyede kendisi ile uyumlu çalışma yapamayacağını düşündüğü kişilerden
kurtulmuş oluyordu. Uzun süren yürüyüşte beş kişilik temsil heyeti içinde bir
şeyh ve bir de hoca bulunuyordu. Yetkinin meclise devri ve yeni icra heyetinin
seçilmesi süresi içinde Mustafa Kemal yeni mesai arkadaşlarım belirlemede en
şanslı konuma sahip olacaktı.
Ankara'da
toplanan meclis yeni bir devletin kuruluş habercisi görünümünde değildi.
Herşey hala Osmanlı idi. Para, pul, rütbe, yasalar! Osmanlı valileri,
paşaları, hakimleri, subayları, onların kavramları ve kurumlan görevlerinin
başında idi. Hatta yeni Meclis bile, İstanbul'dan kaçan mebuslardan oluşmuştu.
"Yoktan varedilen bir devlet" yoktu. Belki sadece etiket değişmişti.
Hatta yeni Meclisin Mustafa Kemal'e ilk anda devrettiği ve daha sonra
devredeceği yetkiler ve Unvanlar, herhangi bir ülkenin kralından, şahından,
padişahından daha az değildi. Giderek ona "kurucu, önder, muallim, varlık
sebebi, kurtuluş vesilesi" gibi Unvanlar verdiler. Bu Unvanlar onu
giderek tek adam yapmaya yetti.
Mustafa
Kemal güçlü idi artık. Devlet ve iktidar onda idi. Uluslararası kamuoyu onun
barışçı kişiliğine ve yeni Türk devletine vereceği yeni veçheye güveniyordu.
MUslümanlar güveniyordu Hilâfeti kurtaracak adam diye, hetkes güveniyordu. Kendi
aleyhinde bir takım olumsuz dedikoduların yayılmasını önlemek açısından 25
Nisan'da Millet Meclisi üyelerine hitap eden Mustafa Kemal" İngiliz
casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalanlara kanmayın"
diyordu.
Aynı
gün İsmet İnönü, geçici icra encümeni içinde Albay rütbesi ve genelkurmay
başkanlığı unvanı ile görev aldı. Fevzi Paşa atlanmışü. Mustafa Kemal daha
sonra, halkın gözünde dinine bağlı iyi bir Osmanlı Paşası imajı veren Fevzi
Paşayı yanından hiç ayırmayacak ve onun dinci kişiliğinden büyük ölçüde yararlanacaktır.
Fevzi Paşa'nın şahsında bir kısım müslümanlar ve ordu Mustafa Kemal'e
duydukları güveni tazcleyeceklerdir. Fevzi Paşanın Mustafa Kemal'e sadık
konumu sayesinde Kazım Karabekir Paşa gailesinden de kurtulunmuş olacaktır.
Fevzi Paşa hiç bir zaman Kazım Paşaya umduğu cevabı vermeyecek ve Mustafa
Kemal'i tercih edecektir.
Mustafa
Kemal yeni meclisin teşkilinden sonra kurtuluş savaşı ile ilgili projeleri
düşünmeye başladı. İlk iş olarak İstanbul dize getirilmişti. Şimdi iç isyanlar
ve Yunan gailesi vardı. Yunan gailesinin çözümü konusunda sadece askeri güç
değil, diplomasi de gerekli idi. Bu amaçla da İngiltere'ye karşı özel, hassas,
önemli bir politika izledi ve bun dan da fevkalade başarılar elde etti. Bu
mücadelede ihtiyaç duyacağı silahlan SSCB den temin etmeyi ümid ediyordu.
Herhalde Ingilizler'le işbirliği içindeki Yunanistana karşı savaşından İngiltere'den
silah istcmeyecekü. Avrupa'ya karşı verilen savaşta Türkiye'ye destek olmak
Sovyetler'in işine gelebilirdi. Bu maksatla 26 Nisan’da Mustafa Kemal Türkiye
Muvakkat İcra Heyeti adına, Sovyet Rusya Halk Komiserler Meclisine bir mektup
gönderdi. Harp malzemesi isteği için gönderilenmektuba Çiçerin 3 Haziran 1920
de cevap verdi. Bu temaslar sonun'da Sovyetlerden kurtuluş savaşı boyunca
önemli miktarda silah alındı. 28 Nisan’da Azarbeycan sovyetleştirildi.
Müslüman yönetimlerin Sovyetlerin safına katılması, Sovyetler nezdinde
Ankara'nın işini daha da kolaylaştırıyordu. Hem Anadolu üzerindeki sovyet
tehdidinin önlenmesi hem de Ankara'ya yardan konusunda bu gelişmeler önemli
rol oynuyordu.
Yeni
Meclis'in yaptığı ilk yasalardan biri Hıyanet-i Vataniye yasası oldu. Bu yasa
29 Nisan’da kabul edildi. Öte yandan, Ankara hükümeti, İstanbul hükümetinin 16
Mart'ıan itibaren yaptığı anlaşma ve andlaşmaları geçersiz saydığını açıkladı.
Olaylar birbirini izledi:
29
Nisan’da M.
Kemal F. Altay'a bir mektup göndererek Mehmet Akif in Burdurdan Milletvekili
seçilmesinin teminini rica etti. 1
30
Nisan’da, TBMM
toplanması, bir nota ile yabancı elçiliklere bildirildi.
31
Mayıs’ta, icra
Vekilleri Heyeti Mustafa Kemal'in başkanlığında ilk toplantısını yapu. Bu
arada Mustafa Kemal mecliste arkası arkasına yaptığı konuşmalar ve
bilgilendirme toplantıları ile fiili bir denetim sağlamış oluyordu.
32
Mayıs'ta,
Kazım Karabekir'i, Sovyetlerle temas için Nahcıvan'a mümessil gönderdi.
33
Mayıs, Mustafa
Kemal AA aracılığı ile İslam alemine bir mesaj gönderdi, mesajında işgalciler
ve isyancılarla mücadele ettiklerini belirtti. M. Kemal TBMM gizli oturumunda
askeri ve siyasi vaziyet hakkında üyelere bilgi verdi. Böylece Mustafa Kemal,
yeni Ankara hükümetinin Avrupa ülkeleri nezdinde kabulünü sağladıktan sonra
İslam Ülkeleri nezdinde de varlığını ve meşruiyetini kabul ettirme yoluna
gitti. Bu dönemde diplomatik temasların ağırlık kazandığını görmekteyiz. Ankara
hükümeti bir yandan Avrupa ülkeleri öte yandan İslam Ülkeleri aynı zamanda
Sovyetlerle yakın ve iyi ilişkiler kurmaya gayret göstermektedir. Mustafa
Kemal'in Chicago Tribün e verdiği demecinde yeni Ankara hükümetinin yeni
poliükasını şöyle açıklıyordu: "Biz milliyetçilerin görüşü şudur: Türkiye
TUrklcrindir ve tarafsız olmalıdır. Mütareke imza edildiği zamanki sınırı esas
alıyoruz. Bu sebeble anlaşma şartlarının bu görüşe uymayan kısmına karşı mücadele
edilecektir."
11
Mayıs 1920'de fetva savaşma yeni bir sayfa eklendi. Mustafa Kemal İstanbul
hükümetince idama mahkum edilmişti. 11 Mayıs tarihli bu divanı harp karan, 24
Mayısta Vahdeddin tarafından da tasdik edüccektir. Böylcce artık İstanbul
Ankara'ya karşı açık bir mücadele içine gitmektedir. Aynı gün Moskova'da temaslarda
bulunmak üzere Bekir Sami Bey başkanlığındaki bir heyet Ankara'dan Moskova'ya
hareket etti. 15 Mayıs’ta, Mustafa Kemal Kazım KarabekiTe iç isyanlar ve
"irticai faaliyetler" konusunda uyanda bulundu bu uyarı mesajında
Mustafa Kemal şöyle diyordu. "Biz herşeyden evvel bütün kuvvetimizle
memleketin iç dayanışmasını korumasını başarırsak, sınırlanmızı kurtarmaya
muvaffak olacağımız görüşündeyiz. Bu sebeble kolordunuz birlikleriyle
herşeyden evvel gericiliği ortadan kaldıracak şekilde batıya doğru harekat ve
tertibat düşünmek zorundayız." Gericiliğe karşı batı tercihi bu mesajla
açıkça ortaya konmuş oluyordu.
Mustafa
Kemal’e göre, "iç düşman” 1ar, bu aşamada "dış düşmanlar”dan daha
tehlikeli hale gelmiştir ve işgal kuvvetlerinden kurtulmanın yolu bu iç
düşmanların imhasından geçmektedir!
Türk
Kurtuluş savaşı ne zaman başladı. Herşey Ağustos ayında başlayıp biten bir
savaştan ibaret değildi elbet. Türk Kurtuluş savaşma vucut veren kuvvetler
daha sonra birbirine karşı amansız bir mücadeleye gireceklerdir. Yaşar Aksoy
bir yazısında bu konuda şu görüşleri ileri sürüyor " Türk ulusal kurtuluş
savaşı yurtsever ilericilerle, yurtsever tutucuların bir hassas koalisyonu
sonucunda başarıya ulaştırılmıştır. Kemalistler, eski ittihatçılar, TBMM içinde
ikinci grub diye adlandırılan tutucular, saltanata bağlı olanlar, din adına
döğüşenler ve çeteciler düşmana karşı omuz omuza savaşmışlarda-. Dış düşmanın
varlığı birleştirici bir unsurdur. Mücadele edenler arasındaki fikir
ayrılıklarını erteleyici niteliktedir." Evet, Türkler, Kürtler, Araplar,
Lazlar, Çcrkezler, Amavutlar hemen herkes Milli mücadelede Anadolu'nun kurtarılmasında
yerini aldı. Dolayısı ile Kurtuluş Savaşı tek başına Ankara hükümetinin eseri
değildir. Kurtuluş savaşı bir bütündür ve kişilerle kaim değildir. Kişiler bu
savaşın bir parçası olarak varolmuşlardır. Herkesin hesabı farkh idi. Herkesin
kendi mücadelesini adadığı bir şey vardı. O işin ayn yanı. Ama Milli Mücadele
kesin olarak çoğulcu bir halk hareketi idi. Birinci Mecliste de Bu çoğulculuk
kendini bir ölçüde ifade ediyordu. Mesela, Maraş ve Gaziantep kurtuluş hareketi
hangi kanadın ve hangi liderin önderliğinde gerçekleştirilmiştir. Bunun açık
bir cevabı yoktur. Daha doğrusu bu halktır!
Ankara
hükümeti henüz İstanbulla hesaplaşmasını tam bitirmiş değildir. Öncelikle
İstanbul, bu arada çetecilerin ve iç isyanların bastırılması ve ardından
düşmanla hesaplaşma. 20 Mayısta, Damat Ferit Paşa ve arkadaşlarının vatana
ihanetle suçlanarak vatan topraklarından çıkartdmasına ilişkin Büyük Millet
Meclisi kararını bildiren genelgenin yayınlanması. Böylece Osmanlı imparatorluğu
yasama gücünü kaybettikten sonra, sıra icraya gelmişti. Böylece Osmanlı icrası
da Ankara'ma gözünde, dolayısı ile Anadolu'nun gözünde meşruiyetini
yitiriyordu. Masabaşı sava-
şında
Ankara açık bir farkla önde gidiyordu. Geriye sadece halksız ve topraksız bir
saltanat ve bağlılarını yitirmiş bir hilafet kalmıştı!
23
Mayıs'ta Mustafa Kemal, Ankara’da, Suriyedeki Fransız Yüksek Komiserliği genel
sekreteri Robert de Caix ile görüştü ve bu görüşme sonucunda 20 günlük ateşkes
anlaşması sağlandı. Bu aynı zamanda Ankara hükümeti açısından diplomatik bir
başarı idi. Ankara henüz kendi adına bir mücadelenin komutanlığına sahip
bulunmamakla birlikte, barış anlaşması imzalayarak hareketler üzerindeki
velayetini yabancı devletlere kabul ettirmiş oluyordu.
24
Mayıs’ta, Vahdeddin Mustafa Kemal'in idamına ilişkin karan onayladı. Mustafa
Kemal ise TBMM 'ne Düzce, Bolu, Adapazarı yöresindeki isyanlarla ilgili olarak
bilgi verdi. Bu olaydan beş gün sonra, 29 Mayıs’ta, askeri, siyasi ve dış durum
konusunda meclise bir gensoru verildi. Verilen gensoru hakkında Mustafa Kemal
mecliste bir konuşma yaptı. Bu tarihten itibaren, Mecliste Hilafet yanlısı gnıb
sürekli olarak Mustafa Kemal hakkında gensoru vererek meclis içinde bir
mücadele başlatacaklardır. Öyle anlaşılıyor ki, Vahdeddin, Mustafa Kemal'in
idamına ilişkin fermanı onayladıktan sonra, Mustafa Kemal'le ilgili özel bir
dosyayı Ankara'ya ulaştırmış olması gerekir. Çünki bu tarihten sonra Mustafa
Kemal hakkında çeşitli iddia ve söylentiler ortaya aularak Mustafa Kemal'in
engellenmesi yolunda Mecliste ayn bir grub oluşacaktır.
5
Haziran'da, Mustafa Kemal Roma’daki Osmanlı Büyükelçisi Galip Kemal
Söylemezoğlu’nu, Ankara Hükümetinin dışişleri bakanlığını teşkil etmek üzere
Ankara’ya davet etti. 7 Haziran'da da TBMM'ne tekrar iç ve dış siyaset
hakkında bilgi verdi.
Bu
arada, halk ayaklanmasına karşı, düzenli kuvvetlerle isyanları bastırmak
yerine halk içinden karşı çeteler oluşturmak sureti ile bu hareketleri bloke
etmeye çalışan Mustafa Kemal, öte yandan, bu hareketleri halktan tecrit etmek
ve onları kamuoyu gözünde mahkum etmek için yoğun bir propaganda kampanyası
başlattı. Bu hareketler giderek düşmanla milli kuvvetler arasında sıtaşarak
dağılmak zorunda kaldılar. Demirci Mehmet Efe operasyonu bu konuda Mustafa
Kemali umutlandıran bir gelişmedir. 11 Haziran'da, Düzce isyanını bastırmakla
görevli olan Demirci Mehmet Efeye teşekkür eden Mustafa Kemal "Memleketi
düşmanların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca, fedakârane,
ortadan kaldırdılar ve vatanımıza büyük hizmeüer yaptılar. Allah iki cihanda
aziz etsin"dedi.
17
Haziran'da Robeck Lord Gürzon'a bir mektub göndererek bir uyanda bulundu:
Mustafa Kemal'in askerleri Gebzeye kadar geldi. Haydarpaşa ve Üsküdar'ı
Kemalistlerin basmasından korkuyoruz. Aslında bu askerler düzenli bir ordu
olmaktan çok, Ankara’ya bağlı halk hareketleri idi ve İngilizler giderek
genişleyen halk hareketi karşısında ciddi kaygı duymaya başlamışlardı.
20
Haziran da
ise, Mustafâ Kemal Çiçerinin 3.6.1920 tarihli mektubuna bir cevab verdi. M.
Kemal bu mektubunda şöyle diyordu: " Biz batı emperyalizmine karşı yalnız
kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda batı emperyalistlerinin
kuvvetleri ve malum olan her vasıtaları ile Türk milletini emperyalizme vasıta
olarak görmelerine mani oluyoruz." Aynı gün Mustafa Kemal Kazım Karabekire
bir mektup göndererek, Ankara hükümetinin Talat, Cemal ve Enver paşalarla hiç
bir alakalan bulunmadığının SSCB'ye bildirilmesini istedi. Ve o Akşam
Eskişehire doğru hareket etti. Mustafa Kemal bu mesajı ile Enver Paşayı da bir
kenara iterek onu da safdışı bırakmış oluyordu.
21
Haziran'da,
Yunan kuvvetleri ileri harekata geçtiler. Venizelos, "Yunanistanın
ilerlemesi, Mustafa Kemal'in itibarını düşürecektir " diyordu ama, Yunan
kuvvetlerinin ilerlemesi, Mecliste giderek yalnızlaşan Mustafa Kemal'in
yeniden ön safa çıkmasına neden oldu. Dış tehdidin artması sonucu içerideki
muhalefet yeniden yavaşlamaya başladı.
Mustafa
Kemal Sovyetlerden acil yardım bekliyordu. Bu maksatla Kazım Karabekir yeniden
Sovyetler nezdinde girişimlerde bulundu. 2 Temmuz'da Cemal Paşa Bakü'den
Ankara’ya bir mektup göndererek bağlılığını teyid etti ve Çicerin tekrar
Mustafâ
Kemal'in mektubunu cevapladı.
Bu
arada kendinin idam fermanım veren İstanbul hükümetine karşı Mustafa Kemal
aynı ile mukabele ederek 3 Temmuz 1920 de, Hıyaneti Vataniye kanunu uyarınca
Damat Ferid'i idama mahkum etti. TBMM de bir gensoru daha . Gizli celsede
Mustafa Kemal tekrar askeri, siyasi ve dahili durumla ilgili bilgi verdi. Özellikle
iç isyanlar ve buna bağlı iddia ve ithamlar Ankara'da ciddi tartışmalara
bunalımlara sebeb oluyordu. Ancak her seferinde Mustafa Kemal kararlı tutumu
ile, zaman zaman mantıklı ve zaman zaman tehdilkâr bir üslupla bu olayların
üzerine gidiyordu. Muştala Kemal'e karşı olan grub çaresizlik içinde idi.
İttihatçılar seslerini kısmışlardı. Enver Paşa uzakta idi. Başlarını kaldıracak
olsalar hilafet yanlıları, bu durumdan kendilerini mesul gördükleri için hucum
edebilirlerdi. Bunu fırsat bilen Mustafa Kemal'de onları ezebilirdi. Hilafet
yanlıları ise istinatgâhlannı yitirmişlerdi. Savaşmak için askere ve silaha
ihtiyaçları vardı. Bunun yolu da SSCB'den gelecek yardımlarda idi. Üstelik
Mustafa Kemal umulandan çok İslam dünyası ve Anadolu üzerinde müsbet bir etki
bırakmıştı. İslam dünyasından gelen yardımlar Mustafa Kemal'e intikal
ediyordu. Hilafet yanlıları temellerini ve itibarlarını yitirmiş
gözüküyorlardı. Daha doğrusu kendilerine güvenlerini yitirmişlerdi. icra gücü,
orduyu, silahı, serveti, diplomasiyi herşeyi yitirmişlerdi. Müthiş bir eziklik
içinde idiler. Bir kaç kişi müstesna hepsi bu durumda idi. Hatta kendileri
aralarında ihtilafa da düşmüşlerdi.
8
Temmuz’da, Mustafa Kemal, ismet Paşa'nın bir demeci ile ilgili olarak mecliste
bir konuşma yaptı. M. Kemal şöyle diyordu: "Efendiler bir gaye peşindeyiz.
Bu gayemiz öteden beri çeşitli vesilelerle izah edilmiştir. Ben şimdi onu
tekrar ediyorum. Milletin ve devletin bağıtnsızbğınt korumak. Bunun için
muharebe ediyoruz. Memleketimizin ellide biri değil bütünü tahrip edilse,
bütünü ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir yere çıkacağız
ve oradan savunma ile meşgul olacağız." 12 Temmuz’da ise Meclis
kürsüsünden şöyle sesleniyordu: "Kesinlikle söylüyorum ki ordumuzun
teşkilatı pek mükemmeldir ve dünyada bizim ordumuzun örgütünden muntazam bir
ordu örgütü yoktur!" 14 Temmuz da ise Mustafa Kemal şöyle diyecektir:
"Zannetiğiniz gibi subaylarımızın mevcudu israf edilecek kadar değildir.
Aksine her biri ayrı ayrı pek güzide birer cevher olarak korunması gereken
miktardadır". Gerçek olan ise yaklaşık 1 milyon kişilik Osmanlı ordusundan
geriye silahsız ve aç 45. 000 kişinin kaldığı idi. Onlar da yurdun şurasına ya
da burasına dağılmış vaziyette idi. Kurtuluş hareketinin istinatgahı, tek başına
ordu değil, bütün bir halk olmuştur.
18
Temmuz'da, TBMM üyeleri, İstanbul'da toplanan son Osmanlı meclisi mebusanınca
hazırlanan Misakı Milliye sadakat yemini etti ve aynı gün Atatürk'ü korumak
üzere Ankara'da milli muhafız takımı kuruldu. 27 Aralıkta 'da bu birlik tabura
tahvil edildi.
20-25
Temmuz arasında, Yunanistan Batı Trakya'yı işgal etmesinin ardından 22
Temmuz'da, İstanbul'da toplanan büyük meşveret meclisi banş anlaşmasının
imzalanmasını kabul etti.
24
Temmuz-24 Ağustos tarihleri arasında Bekir Sami Bey'in başkanlığında,
Moskova'da Türk-Sovyet görüşmeleri sürdürüldü. Böylece SSCB ile yakınlaşma
sürecine hız verildi. Bu gelişmeler ışığında TBMM gizli celselerinde
Bolşeviklikle Müslümanlığın bağdaşıp bağdaşmayacağına ilişkin uzun münakaşalar
yapıldı. Kimine göre Bolşeviklik esasım İslam'dan alan şer'i bir hareket idi,
kimine göre ise dini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir şer hareketi idi. O
zamanlarda Meclisin duvarlarını çeşitli dini ibareler süslüyordu. Bunlardan
biri de "Ve emrühüm şura beynehüm" (Aranızda işleri müşavere ile
çözün) anlamındaki Kur'an hükmü idi. Bolşevikliğin İslamla imtizaç ettiğini
söyleyenler, Arapçası Şurevi olan Komünist ideoloji için bu hükmü bir delil
olarak öne sürüyorlardı. Cumhuriyetçilere göre bu hüküm Cumhuriyeti,
Hilafetçilere göre dini, Bolşeviklere göre Şureviliği ifade ediyordu.
M.
Kemal, 27 Temmuz'da bir genelge yayınlayarak giderek kendi başına hareket eden
bir güce dönüşen Müdafaâi Hukuk Cemiyetlerini, Ankara hükümetine bağlı
memurların emirlerine vermek sureti ile, Ankara hükümetine vucut veren
güçleri, merkezin denetim ve otoritesi altına aldı. Valiliklere gönderilen bu
genelgeye göre, Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Cemiyeti Merkez ve İdare
heyetleri bölgenin en büyük mülki idare amirinin emri altında olacaktı.
Mustafa Kemal daha' sonra alacağı bir kararla, Mecliste Müdafaâi Hukuk
Grubu oluşturacak ve daha sonra da bu cemiyetleri bir partiye dönüştürerek,
Meclis içindeki muhalif güçleri tecrit edecekti. Bu karmaşık süreçte, devlet,
parti, milli irade, Müdafaâi Hukuk Cemiyeti birbirinin emir ve komutasına
girdi. Burada irade sahibi olan tek bağımsız güç Mustafa Kemaldi ve o da bu
şekilde bütün yetkileri kendi elinde topladı. Mustafa Kemal'e karşı olmak aynı
zamanda, devlete halka, dine karşı olmak anlamına geliyordu. Çünki o herşeydi.
Kurtuluş
hareketinin sivil örgütlenmesi bu icra heyeti karan ile lağvedilerek, devlete
bağlı birer idari birim haline getiriliyordu. Dalıa önce de aldığı bir kararla
Mustafa Kemal Heyeti Temsiliyeyi feshederek karan Millet Meclisine ve dolaylı
olarak icra Vekilleri heyetine intikal ettirmiş, icra vekilleri heyeti başkanı
olarak insiyaüfi kendinde toplamıştı.
28
Temmuz'da bu gelişmelerden sonra, Mustafa Kemal Eskişehir'e, oradan da 31
Temmuz’da Uşak, Afyon üzerinden Konyaya gitti. 4 Ağustos'ta Konya'ya vardı. 5
Ağustos Pozanu'ya gitti, Pozantı kongresinde konuştu. 6 Ağustosta Konya
üzerinden Tekrar Afyon ve Kütahya'ya yöneldi. Ve 7 Ağustos'ta Ankara'ya döndü.
Bu arada 31 Temmuz 1920, Beşinci Damat Ferit Kabinesi, kuruldu. Dört aylık bir
aradan sonra, Ankara hükümeti tarafından vatandaşlıktan çıkartılarak idama
mahkum edilen Damet Ferit 10 gün sonra 10 Ağustosta Sevr" i
imzalayacaktır. Bu artık yolun sonu demektir. Ankara hükümeti Damat Ferit
aleyhinde verdiği kararlan infaz etmeyecektir. İstanbul'da Mustafa Kemal
hakkındaki hükmünü infaz etme fırsatı bulamayacaktır. Damat Ferit son olarak
Sevr'i imzalamakla Anadolu nezdinde kendi idam fermanını bizzat imzalamış
olacaktır. İstanbul arlık çaresizdir ve Sevr bir çaresizliği ifade eder.
Vatanın parçalanması taksimine nza göstermek anlamında bir anlaşmadır.
Sevr
itilaf
devletleri, Osmanlı yönetimini hainlikle suçlayarak Ermeni ve Rumlara zulüm
yapıldığı gerekçesi ile (ki İstanbul'un Anadolu hareketi üzerinde son zamanlarda
tüm insiyatifini kaybettiği bilinmektedir ve Ankara kendini devam eden halk
hareketinin istinetgahı olarak ilan etmiştir) Türklerin çoğunlukta olmadığı
toprakları Türkiye'nin boyunduruğundan kurtarma karan verecektir.
Osmanlı
yönetimi Sevr'i kabul ederse İstanbul başkent kalmak kaydı ile dar sınırlar
içinde varlığını sürdürecektir. Eğer Reddederse Osmanlı saltanat ve devletine
son verilecektir.
12
bölümden
oluşan antlaşmaya göre İstanbul dışında kalan bölgeler Yunanistan'a
veriliyordu. Doğuda bir Ermenistan kurulacak bunun sınırlannt ABD başkanı
Wilson belirleyecekti, itilaf devletleri kendileri için nüfuz bölgeleri tesbit
ediyorlardı.
Siyasi
hükümlere göre ise İstanbul başkent olarak kalacak, ancak azınlık haklatma
tecavüz vuku bulacak olursa İstanbul'da alınabilecekti. Osmanlı Jandarması
işgal kuvvetlerinin emrine girecek, Boğazlar İtilaf devletlerinin denetiminde
olacaktı. Sevr’den bir yıl sonra Kürtler ayn bir devlet kurmak isterlerse
Osmantılar buna izin verecekti. Azınlıklar her türlü ekonomik, sosyal ve
kültürel, siyasal haklara sahip olabileceklerdi. Askeri güç olarak ise 700
kişilik bir muhafız alayı, 35 bin kişilik jandarma birliği, 15000 kişilik
destek birliği öngörülüyordu. Osmanlı devletinin mali durumu itilaf
devletlerince oluşturulacak bir komisyon tarafından yeniden düzenlenecek ve
Kapütülasyonlar yeniden yürürlüğe konacaktı. Bu anlaşma bir bakıma başında
Halife ve Padişah bulunan, ama geride itilaf devleti komiserlerinin
isledikleri gibi bu güçleri yönetip hareket ettirecekleri kukla bir hükümet kuruluyordu.
Sevr
anlaşması ile Ankara artık tek umut ve tek sığınak haline gelmiş bulunuyordu.
Hilafet ve saltanattan kurtulmak ve halkı bu kurumlara karşı kışkırtmak için en
önemli koz da Ankara'nın eline geçmiş bulunuyordu. Gerçek idam fermanı buydu ve
İstanbul hükümeti kendi idam fermanını kendi elleri ile imzalamıştı. Sevr
Mondros mütarekesinin tabii sonucu idi. Çaresiz ve köşeye sıkıştırılmış
insanlara süngü tehdidi ile imzalatılmış bir belge idi. Bir süre önce Misakı
Milli'yi görüşerek karara bağlamış bir meclis varken bu gün ortaya çıkan bu
belge bir başka gerçeği işaret etmekte idi.
Sevr
hiç bir zaman ve hiç bir şekilde tatbik imkanı bulunmayan bir belge idi.
Anadolu hareketi kendi bağımsızlığı ve kararını,. kararlılığım ortaya
koymuşken, İstanbul’un bu yönde bir belgeyi imzalamış olması hiçle önemli bir
anlam ifade etmiyordu. Kaldı ki itilaf devletleri de bu anlaşmayı hiç bir zaman
uluslararası geçerliliği sözkonusu olan hukuki bir belgeye dön üş türemediler.
Ama şu var ki, bu belge Osmanlı Devletinin yokedilmesi aşamasında hanlıların
sadizmini ve Osmanlı yönetimini kendi halkının gözünde mahkum etmenin siyasal
sonunu belgelemektedir. (Meraklıları Sevr anlaşmalarının maddelerini gözden
geçirebilirler.) Sevr'in hükümleri, yeni Ankara hükümetinin ülkeyi hangi noktada
bulup nereye yükselttiğini gösteren bir kıyas imkant olarak her zaman işe
yaramıştır. Ve bu gerçek Mustafa Kemal'in ve Ankara hükümetinin önemini
veroiünü göstermek açısından önemli bir imkan ve fırsat oluşturmuştur.
O
günlerde Anadolu’da Sevr şoku yaşanırken Sovyeder Birliği ile Menşevik
Ermenistan arasında bir andlaşma imzalanacaktır. Amerikalıların Anadolu'da bir
Ermenistan kurma hayalleri sürerken, Rusya bu işi becermişti bile. Batılılar,
Ermeni hareketinde insiyatifi ele geçirme mücadelesinde geç kalmışlardı. Bu
olaydan altı gün sonra ise Enver Paşa Moskova'yı ziyaret edecektir. 1-9 Eylül
1920 tarihleri arasında ise Bakü’de Doğu Halkları Konferansı yapılacak, 11
Eylül de'de, Moskovadaki temaslarını tamamlayan Ankara hükümetinin temsilcisi
Bekir Sami Bey, buradan Kafkasya'ya hareket edecektir. 9 Ağustos'ta da Bekir
Sami Bey, meclisin gizli oturumunda seyahati ile ilgili bilgi verecektir.
13
Ağustos, Sevr!
İstanbul Hükümeti ile imzalanan anlaşma ile İstanbul Hükümeti milli güçlerin
karşısında tam bir ihanet halinde görülecekti! Sevr, İstanbul için geri dönüşü
olmayan bir yoldu. Bu anlaşma Milli Kuvvetlerin Ankara etrafında daha sıkı bir
şekilde toplanmalarına yol açan bir karşı etki doğurdu.
14
Ağustos'ta
ise, Amele Partisi kuruldu. Sovyetlerle yakınlaşma çabalan Ankara’da Sovyet
scmpatizarilannın bir anda çoğalmasına scbeb oldu. Sovyet sempatizanlığı
dindışı milliyetçilik ve ilericilik heyecanlan ile daha kolay imtizaç ediyordu!
15
Ağustos'ta,
Mustafa Kemal kendine, İngiltere'nin Karadeniz ordusu subaylarından Binbaşi
VVey'in mektubunu getiren Ahmet İzzet Paşa'ya cevabı: "Malta'dan istanbula
nakledilen ya da nakledilecek olan tutuklulardan herhangi birinin suskun
İstanbul Hükümeti eli ile de olsa, idamı halinde, Erzurum'da iikmümüz alımda
bulunan Yarbay Ravdinson dahil olmak üzere elimizde mevcut subay er bütün
Ingilizler'in karşılık olarak derhal idam edilmesinin kesin şekilde
kararlaştırılmış olduğunun bu vesile ile adı geçen karargaha bildirilmesine
yardımcı olmanızı bilhassa rica ederim"
16
Ağustos'ta,
Cemal Paşa Taşkentten Mustafa Kemal'e mektup gönderdi. Cemal Paşa, daha önce
dört mektup gönderdiğini cevap alamadığını, iki satır da olsa cevap
beklediğini yazıyor, bu habere muhtaç olduğunu belirtiyordu.
17
Ağustos’ta
Meclis'te yeni bir gensoru şoku daha yaşandı. Bu dönemde arkası arkasına
verilen gensorular ve gizli celselerde Mustafa Kemal sürekli olarak konuşarak
görüşlerini açıklıyordu. Gensoru konusu, doğu cephesi kuvvetlerinin durumu ile
ilgili idi. Mustafa Kemal doğudaki birliklerin ileride Ankara’nın başına gaile
açmasından kaygı duyuyordu.
Bu arada 19 Ağustos'ta Mustafa
Kemal Meclisten Sevri imzalayanların sınırdışı edilme kararını aldı.
İstanbul'a karşı yeni bir zafer daha kazanmıştı. Bu arada kendi hakkında çıkan
söylentilerden aşın bir şekilde tedirgin olduğu anlaşılan Mustafa Kemal o
günlerde, Bitlis şeyhlerinden Küfrevizade Abdulbaki Efendi'ye yazdığı
mektubunda şöyle diyordu : "Milli Mücadele hakkında halkı aydınlatmada
yardımcı olacağınızı ümid ediyorum. Yakında müslümanlarm Avnıpalı
müstevlilerden kurtuluşu baklandaki başarı haberlerini inşallah size
bildiririm"
Mustafa
Kemal son derece pragmatik bir biçimde hedefe doğru giden yolda en küçük
ayrıntılara bile gereken özeni göstermek konusunda titizlik içinde hareket
ediyordu. Moskova ile temaslarını sürdürürken, Batılı ülkelerle sürekli yakın
temas imkanlarını araştırıyordu. İstanbul'a karşı savaşırken, nıüslüman bazı
çevrelerin desteğini yanına almayı ihmal etmiyordu. Bu günlerde 1 Moskova
itilafnamesi imzalandı. 26 Ağustos'ta da, Enver Paşa Moskova’dan Mustafa
Kemal'e bir mektup gönderdi. Ankara ile Enver Paşa arasında yoğun bir mektup
trafiği başlayacak ve Mustafa Kemal Enver Paşa'ya karşı bölgedeki
arkadaşlarını uyaracaktır. Özellikle Cemal Paşa’yı Enver Paşa'yı durdurmak
için Kullanmayı deneyen Mustafa Kemal bunda başarılı olacaktır. Enver Paşa ve
Kazım Karabekir, en başından beri Kurtuluş hareketinde insiyatifi ele geçirmek
isteyen isimlerdi ve henüz Mustafa Kemal bu konuda hiç bir somut karar
almamışken, bıi kişiler kendi planlarını uygulamaya koyulmuşlardı bile. Ancak
Ankara hükümetinin ortaya çıkması ile birlikte, özellikle Enver Paşa bütün
ümidlerini kaybetmiş olmanın tedirginliğini yaşıyor, İstanbul Hükümeti
üzerindeki baskılarına benzer bir baskı oluşturarak İttihat ve Te■ rakki içindeki
arkadaşları eli ile Ankara'da yönetimi ele geçirecek bir plan hazırlığı içinde
bulunuyordu.
Kazım
Karabekir Paşa ise, önce Mustafa Kemal'e yardımcı olur gibi gözükmesine karşın,
sessiz bir şekilde Ankara'da muhalefet hareketini örgütleme hazırlığı içinde
gözüküyordu. Mustafa Kemal başlangıçta Kazım Karabckiri karşısına alarak onunla
çaUşmaya girmedi ve aksine hemen hemen tüm önemli kararlarında Kazım Paşa'ya
bilgi vermek ve akıl danışmak siyasetini izledi. Mustafa Kemal Lozan
Konfcransı'ndan sonra Kazım Karabekirden de kurtulmak isteyecektir. CHF
(Cumhuriyet Halk Fırkası) na karşı Serbest Fırka'yı kuran Kazım Paşa, ilk kez
Mustafa Kemal'le karşı karşıya gelecek ve İzmir Suikastı olayından sonra ise partisi
kapatılarak köşeye sıkıştırılacaktır.
Mustafa
Kemal ise Kurtuluş Savaşı'nın ardından bütün gücü ile iç isyanlara ve Ankara
hükümetine yönelik eleştiri odaklarına yönelecek ve onları ezdikten sonra da
İttihat ve Terakki artıklannın tasfiyesine öncelik verecektir.
Bu
arada Mustafa Kemal 27 Ağustos'ta Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü ile batı
cephesini denetlemek ve bayramlaşmak üzere Eskişehir'e gitti ve oradan Afyona
geçti. Burada Fahreddin Altay Paşa ile Yunan taarruzuna karşı strateji tesbil
etmek üzere çalışmalarda bulundu. 29 Ağustos günü ise Cemal Paşa'dan bir
mektup daha aldı. Cemal Paşa Taşkent'ten gönderdiği mektubunda Afganistan'a
hareket ettiğini bildiriyordu. Aynı gün Uşak Yunanistan tarafından işgal
edildi.
13
Eylül'de
Mustafa Kemal "Halkçılık Programı" adı altında bir broşür hazırladı
ve TBMM üyelerine dağıttı. Bu hareketi ile Mustafa Kemal Müdafayı Hukuk
Cemiyetlerini CHF ye dönüştürme yolundaki ilk adımlarından birini atmış
oluyordu.
14
Eylül de,
Cemal Paşa, Mustafa Kemal’e Afganistan'a vardığını bildiren bir mektup
gönderdi. Aynı gün Kazım Karabekir Mustafa Kemal’e bir mektup göndererek
Celaleddin Arifin Vilayat-ı Şarkiye valiliğine atanmasını teklif etti. Bu arada
bir yandan iç isyanlar, öte yandan Mecliste birbirini izleyen gensorular, gizli
komünist faaliyetleri, ittihat Terakkicilerin insiyatifi ele geçirme
mücadeleleri, Y unanistan'ın ilerlemesi karşısında hareketsiz kalan Ankara
hükümetinin tedirginliği yanında "Halkçılık Programı" sebebi ile
Kazım Karabckir'in duyduğu tedirginlik ve buna bağlı muhtemel gelişmeler
Mustafa Kemal'i bunaltıyordu. Giderek artan Komünist faaliyetlerle ilgili
olarak Mustafa Kemal batı cephesi komutam AH Fuat Paşa'ya bir telgraf
göndererek şöyle diyordu: "Kayıtsız şartsız Rus bağımhhğı demek olan
içerideki komünizm örgütü, gaye itibarı ile tamamen bizim aleyhimizdedir.
Gizli Komünizm örgütünü her surette durdurmak ve uzaklaştırmak
mecburiyetindeyiz."
O
dönemde Ankara'da ciddi bir komünizm hayranlığı sözkonusu idi. Enver Paşa
Komünist bir Anadolu vadediyordu Rus yoldaşlarına, Kazım Karabekir dostlarına
"Yoldaş" diye hitap ediyordu. Ankara'da bu çok kişi
"Yoldaş" diyordu birbirine. Başlangıçta "irtica” ya karşı
komünizm cereyanı bir araç olarak işe yaramasına karşılık, giderek siyasi bir
güç oluşturmaları Ankara’yı
ciddi
bir şekilde rahatsız etmeye başlamıştı.
Mustafa
Ketnal Komünizm cereyanı ile başedemcyince, muvazaa nitelikli bir komünist
partisi kurduracak daha sonra bu partiyi kapatacaktır. Bu mektubunu gönderdiği
Ali Fuat Cebesoy'u ise Moskova'ya büyükelçi olarak gönderecektir.
Mustafa
Kemal içeride dengeyi ve istikran sağlamak için 1'8 Eylülde, istiklal
Mahkemelerinin kurulması kararını aldı. Böylece artık İstanbul birinci derecede
tehlike olmaktan çıkmıştı. Bundan sonrası pek zor olmayacaktı. Kolu kanadı
koparılmış köşeye sıkışmış bir İstanbul'u her zaman halletmek mümkündü. Öncelikle
ve Özellikle, belki iç isyanlardan daha önce meclisteki muhalif kanadı
susturmak gerekiyordu. Bunun için mecliste dayanabileceği bir kanat oluşturmak
ve bir program çevresinde hareketi yönetmek istiyordu. Bu amaçla daha önce
Meclise sunduğu "Halkçılık Programı'nı" Mecliste okuttu. Daha sonra
20"0cak 1921 anayasasının ana hatlarını bu program oluşturacaktır.
Mecliste önemli bir tepki almadı. Daha doğrusu bu gelişme karşısında karşı
kanat tavrını belirleyemedi. 20 Eylül'de, Mustafa Kemal, Kazım Karabekirin
Celaleddin Arif Bey'le ilgili önerisini reddetti.
Ve
22 Eylül. Beklenen silahlar geldi. Bekir Sami Beyin temasları sonunda
Moskova'dan gönderilen ilk silah kafilesi Trabzonda teslim alınacaktır. Ne var
ki 24 Eylül'de Ermcnilcr doğudan harekete geçecek 28 Eylülde de doğuda Türk
taarruzu başlayacaktır. O gün işgal alundaki Sarıkamış geri alınacak 16
Ekim'de, Misaki Milliye aykın Sovyet tekliflerinin reddedilmesi yönünde Bekir
Sami Bey'e talimat verilecektir.
Ankara
hükümeti nisbeten rahatlamıştır artık. Doğudaki birlikler Ermeniler'le
uğraşmaktadır. Mustafa Kemal ise bu arada Sovyetlerle iyi ilişkiler kurmayı
başarmıştır.
21
Ekim 1920 'de, son bir kez daha hükümet değişikliğine tanık olacağız,
İstanbul'da İkinci Tevfik Paşa kabinesi görevi devralacaktır.
25
Eylül'de Kazım Karabekir Ermeni Cumhuriyetine bir nota vererek 48 saat içinde
Kars’a kadar olan bölgenin boşaltılmasını istedi. Kazım Paşa üç gün sonra
Enmeniler'e karşı taarruza geçti ve taarruzdan bir gün sonra da Sarıkamış'ı
boşaltmak zorunda kaldı 29 Eylül, Cemal Paşa Herat'tan Mustafa Kemale
gönderdiği mektupta şöyle diyordu: "Bizim mel'un İstanbul Hükumeti’nin
barış anlaşmasını imza ettiğini tiksinti ve lanetle okpdum" Hcrşey yolunda
gidiyordu. 3 Ekim Delibaş isyanı başladı. Enver Paşa gailesi Mustafa Kemal'i
tedirgin etmeye başlamıştı. Enver Paşa'nın Ankara’da da adamları vardı ve
tedirginlik kaynağı idi. 4 Ekim'de Mustafa Kemal, Enver Paşanm daha önce
gönderdiği mektubu cevapladı. Mustafa Kemal Enver Paşa’yı teskin ederek sorun
olmaktan çıkarmak istiyordu. Bu işleri bir an önce tamamlaması gerekiyordu.
Çünki silahlar gelmeye başlamış ve Yunanistan ile hesaplaşma için artık zaman
gelmişti. Daha fazla beklenmesi halinde Yunan kuvvetleri Ankara'ya kadar gelip
dayanabilirlerdi ve daha fazla beklemek Anadolu'da Ankara'ya ilişkin umutların
kırılmasına yol açabilirdi. 5 Ekim'de, Venizelos Lyod George'ye şu mektubu
gönderiyordu: "Türk hükümetinin Mustafa Kemali ortadan kaldıramayacağına
kanaat getirdim. Sultan'ın daha fazla asker göndermesi milliyetçileri
kuvvetlendiriyor. Mustafa Kemal'e karşı tedbir olarak bütün Türkleri
İstanbul'dan atalım ve Karadeniz de Pontus Rum devleti kuralım!"
7
Ekim'de Resmi Gazele yayına girdi. Artık böylece Ankara fiilen resmi bir merkez
haline geliyor ve merkezi hükümet kararları ile Anadolu'daki idari birimleri
bir düzene sokuyordu.
Bu
arada bir yandan Sovyetlcrden silah alırken öte yandan Sovyet Ermenistan’ı ile
çatışmalar sürüyordu. 16 Ekim'de, Sovyetler Birliğinin antlaşma için Van ve
Bidis'i Ermenilere bırakma teklifi ile ilgili olarak Mustafa Kemal Bekir Sami
Beye şu talimatı veriyordu: "Kabul etmeyeceğiz" Bunu yaparken de
Komünist faaliyetlerle yakından ilgilenen Mustafa Kemal fiilen bir denge politikası
izliyordu ve bunda da başarılı oluyordu. Bu günlerde Türkiye iki başlı bir
yönetime sahiptir ve her iki yönetimde birbirinin meşruiyetini reddetmektedir.
Diğer ülkeler ise her iki yönetimle de temaslarım sürdürmeye devam etmekledirler.
18
Ekim'de TKP kuruldu.
Bu
arada Berlin'de bulunan Talat Paşa'ya bir mektup gönde-
ren
Mustafa Kemal, faaliyetleri hakkında Ankara'ya düzenli bilgi vermesini istedi.
Aynı şekilde Cemal Paşa'dan da düzenli bilgi göndermesi talebinde bulundu. Böylece
Mustafa Kemal Anadolu dışındaki Osmanlı Paşaları ile de yakın bir temas kurma
yolunu seçmiş oluyordu.
30
Ekim'de, Kars geri alındı. Mustafa Kemal Kazım Karabekir'i zafer dolayısı ile
kutladı. Doğuda elde edilen askeri başarılar, batıdaki başarılar gibi büyük bir
coşku ve heyecana vesile olmuyordu! Ancak Mustafa Kemal'in, doğuda Kazım
Karabekir gibi birine büyük ihtiyaç duyduğuna kuşku yok.
31
Ekim, Mustafa Kemal Kazım Paşaya bir telgraf göndererek yurt dışındaki
İttihatçıların, Türkiyedeki yakınlan vasıtası ile başlattıklan kampanyaya karşı
dikkatli davranılması gerektiğini hatırlattı. Aynı gün Konyada yeni bir isyan
patlak verdi.
Aynı
gün Ali Fuat Paşa'ya bir mesaj göhdererek "Danışıklı Komünist
Partisi" kurdurma sebeplerini açıkladı! Mustafa Kemal bu Danışıklı
kKomunist Parti macerası ile, bir yandan SSCB ile ilişkilerini geliştirmek
istiyordu. Öte yandan da bu fikir sahiplerini tesbit etmek suretiyle, bu
konuda tedbir almak istiyordu. Yani bir muvazaa Partisi idi, bir tuzaktı!.
1
Kasım, Ankara'da Yeni Cumhuriyetin Subay ihtiyacım karşılamak üzere kurulan
"Zabit Namzetleri Talimgâhı"nm ilk mezunlarını vermesi. Mustafa Kemal
bu suretle, eski subayları Ankara'da toplarken, yeni subayları bu merkezde
eğiterek tümü ile kendine bağlı bir şekilde kıt’alarda görevlendirmeyi amaçlıyordu.
Bu
arada 3 Kasım'da Türkiye (Zürra) Çiftçi Partisi! adında yeni bir parti daha
kuruldu.
7
Kasım'da, Yunan kuvvetlerine karşı başardı saldırı ve savunma harekatları
yürüten Ali Fuat Paşanın acele olarak Ankara'ya çağrdarak, bir gün sonra da
Moskova elçiliğine atanması ile ilgili gelişmeler bugün henüz tüm ayrıntıları
ile bilinmiyor. Bu konuda farklı iddialar bulunmaktadır. Cebesoy 21 Kasım'da
resmen atanarak kısa süre içinde yeni görev yerine gidecektir.
8
Kasım'da, Ermenilerle mütareke yapılırken, 22 Kasımda
Wiison
Sevr'e bağlı olarak Osmaniı Ermenistan'ının sınırlarını ilan etti. Aralık
başında ise, Giimrii anlaşması imzalandı.
30
Kasım, Mustafa
Kemal, Türk-Sovyet ilişkilerini bozmaya yönelik İngiliz propagandası ile
ilgili olarak Kazım Karabekir'e gönderdiği mesajda "İngiliz oyunlarına
hayret etmemek elden gelmez” dedi.
31
Aralıkta ise,
Lloyd George, "Türkler’in İzmir'i geri almaları ihtimaline karşı,
Yunanistana yardım yapılması gerektiğine " ilişkin bir bildiri yayınladı.
32
Aralık,
Mustafa Kemal İstanbul'dan gelen heyetle görüşmek üzere Eskişehir'e geldi. 5
Aralıkta "Bilecik Mülakatı" olarak bilinen görüşme yapıldı. Bu
görüşmeden sonra heyet 6 Aralıkta Ankara'ya geldi. Bu heycttekiler daha sonra
Ankara hükümeti ile çalışmak istemediklerini belirterek İstanbul'a döndüler (7
Mart 1921) Böylece İstanbul'la Ankara arasında son diyaloğ umutlan da bitmiş
oluyordu.
22
Aralık, Çerkez Ethem'le görüşmelerde bulunmak üzere Kütahya'ya bir mebus heyeti
gönderilmesine karar verildi. Ankara hükümeti adına hareket eden Çerkez Ethem
giderek bağımsız bir güç gibi hareket etmeye başlayınca Ankara'nın başım
ağrıtmaya başlamıştı. Çerkez Ethem olayından sonra 25 Aralıkta, Mustafa Kemal
askeri ve mülki erkana ve Müdafaâi Hukuk Cemiyetlerine bir yazı göndererek hiç
kimsenin hiç bir sebeble, hükümet merkezinin bilgisi dışında birlik
oluşturmaması, bu yöndeki girişimlerin ve bilgilerin doğrudan doğruya Mustafa
Kemal'e bildirilmesini tamim etti. Böylcce tüm milli halk muhalefet cepheleri
doğrudan Ankara'ya bağlanmış, Ankara'dan talimat almayı kabul etmeyenler asi
durumuna düşmüş oluyordu. Bu hareket sonucu bazı dini grublar, ittihatçı
grublarzor durumda kalacaklardı. Aynı zamanda Çerkez Ethem de Ankara'ya haber
vermeden giriştiği eylemlerden sorumlu olacaktı. Bu maksatla Mustafa Kemal
aynı tamimle birlikte Kütahya'ya giden heyete gönderdiği mesajda, "Çerkez
Ethem'in Batı Cephe komutanlığının bilgisi dışında kuvve-i Seyyareden bir
kısım kuvvetleri Gediz ve Kütahyada toplaması" ile ilgili olarak uyardı.
26
Aralıkta, Ankara'dan gelen heyet Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfîk ile Kütahya'da
görüştü. Bu görüşme sonunda Çerkez Ethem heyetten Albay Fahreddin ve Refet
Beylerin görevden uzaklaştırılmasını teklif etti. Bir gün sonra da Mustafa
Kemal, heyeti Ankara'ya çağırdı ye batı, güney cepheleri komutanlarına Çerkez
Ethem konusunda hazırlıklı bulunmalarını ve Çerkez Ethemle araya giren
ihtilafın siyasetle çözümlenemeyeceğinin zor kullanarak bu sorunun
çözümleneceğini bildirdi. 29 Aralık'ta, TBMM gizli oturumunda Çerkez Ethem
hakkında konuşan M. Kemal Çerkez Ethem'e karşı zora dayalı tedbirler alınanın
zaruretine değindi. 30 Aralık'ta yaptığı konuşmada ise şöyle diyordu:
"Gayemizin elde edilişi ve memleketin müdafası için muntazam ordu meydana
getirilmelidir. Bu esaslara aykırı olan her türlü girişimler imha
edilmelidir". O gün ismet ve Refet Beylere gönderdiği mesajda ise Çerkez
Ethem ve Kardeşine Ankara'ya teslim olmaları konusunda son bir uyan ve
teklifin yapılmasını bildiriyordu. Mustafa Kemal Milli halk direniş
hareketinin silahlarını bırakmaması halinde gelecekte bunların hükümet
üzerinde silahlı baskı kurmaya kalkışacaklarından endişe duyuyordu. Özellikle
kendisi ile ihtilafa düşecek Paşaların etrafında toplanması muhtemel bu
grubların kanlı çauşmalara sebcb olmasından endişe ediliyordu. Özellikle de
Ittihatçılar'ın devreye girmesi ile durumun daha da vahim bir hal alacağı
konusunda kaygılan bulunuyordu.
Times
25 Kasım 1920 tarihli nüshasında Yeni Ankara hükümeti ile ilgili olarak şu
haberi veriyordu:" Ankara'daki Türk hükümeti Sovyctiz'min ilkelerine
uygun olarak Türk Sovyet Rejiminin amaçlannı gerçekleştirmek için özel
mülkiyetteki mallara el koydu."
4
Ocak’ta, Mustafa Kemal, Daily Ekspress'e verdiği demecinde şöyle diyordu:
“Türkiye Türklerindir”.
6-10
Ocak 1921 tarihleri Ankara hükümeti için son derece önemli müstesna günlerdir.
Ankara hükümeti ilk kez kendi adına, kendi arasından çıkan bir komutanla
doğrudan cephede düşmanla boy ölçüşüyordu. İnönü savaşları olarak bilinen bu
savaşa ilişkin çok farklı iddialar ve rivayetler sözkonusudur. Bu konuda Times
7 Şubatta (1921), konu ile ilgili olarak şu haberi veriyordu: "Bolşevik
dostları tarafından akıl verilen Kemal hiçte zafer olmayan (İnönü zaferi) bir
durumdan bir propoghnda zaferi imal etti." Ankara acil ve mutlak bir
zafere ihtiyaç duyuyordu. Etkinliğini ve gücünü kanıtlaması için buna muhtaçtı.
Sonunda cephede olmasa da masabaşında mesajlara geçen, kutlanan bir zafer
kazanıldı.
Mustafa
Kemal bu aşamada milli bir savaşa hazırlanıldığı için halka ağır vergiler
koydu. Zirai ürünlere, mallara, taşıma araçlarına büyük ölçüde vergi getirildi.
Bu şekilde Ankara Hükümeti kararlan için bir finanş kaynağı da oluşturmuş
oluyordu. Konunun bir diğer önemli yanı ise, ilk kez halk Ankara hükümetine
vergi ödemek sureti ile yeni Hükümetin meşruiyetini tanımış oluyordu. Zaten
daha önce de Osmanlı maliye kaynakları kullanılmakta idi. Ancak Ankara
hükümeti aldığı bu kararla, kendine ait bir bütçe oluşturma yolunda ilk önemli
adımını aüılış oluyordu.
7
Ocak'ta, Lenin Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. 8 Ocakla ise Enver Paşa
Moskova'daki faaliyetleri ile ilgili olarak Mustafa Kemal'e mektup gönderdi. M.
Kemal ise Çerkez Ethemle ilgili olarak Meclis'tc yaptığı konuşmasında
"başarı imanımız sarsılmazdır" diyordu. 9 Ocakta, Antep ve Bilecik
işgal edildi. Bugün sonra da İnönü zaferi kazanıldı!
17
Ocak'ta, Mustafa Kemal'in United Telegraph gazetesine demeci:
"Bağımsızlığımızı imhaya ve neticede yaşama hakkımızı inkara ve kaldırmaya
yöneltilmiş olan Sevr anlaşması bizce mevcut değildir. Bağımsızlık ve
egemenliğimizin gereklerini temin edecek bir barışın yapılması son
emelimizdir."
20
Ocak'ta, Yusuf Tengirşek Bey’in Başkanlığındaki heyetin Moskova'ya hareketinin
ardından, anayasa görüşmeleri ile ilgili olarak Mustafa Kemal Meclis'te
yaptığı konuşmada, Meclis’in, antlaşma yapma, banş yapma, vatan müdafaası
ilanı, harp ilanı gibi konularda yetkiyi kimseye bırakmak istemediği ve bu
yetkiyi kendinde toplamak istediğini belirtiyordu.
22
Ocak’ta, Çerkez Ethem isyanı bastırıldı. Mustafa Kemal rahat bir nefes almıştı.
İnönü savaşı ile ilgili zafer havası ve Çerkez Ethem'in susturulması, Moskova
ile ilişkilerde ilerleme kaydedilmesi olumlu işaretlerdi! Ne var ki bu
gelişmeler siyasi kulislerde yeni söylentilerin dolaşmasına yol açıyordu. Bu
çerçevede Meclisle, gizli oturumda Bolşeviklik propagandasının yapıldığına
ilişkin tartışma açıldı. Meclisteki muhalif güçleri susturmak için, hemen
herkesin üzerinde mutabık kaldıkları Fevzi Paşa'yı bakanlar kurulu
başkanlığına getiren M. Kemal bu şekilde muhalefetin itirazlarını da bloke
etmeye çalıştı. (24 Ocak)
25
Ocakta,
Ingiliz Dışişleri bakanı Lord Gürzon'un Paris konferansındaki demeci: İstanbul
Hükümeti felç halinde ve Mustafa Kemal Türkiye'nin gerçek hakimidir.
27
Ocakta, Sadrazam Tevfik Paşa, Londra Konferansı için Osmanlı heyetine katılmak
üzere Ankara'dan temsilci istedi. Bu talep üzerine M. Kemal bir gün sonra
gönderdiği cevabi mesajda şöyle diyordu: "Milli iradeye dayanarak
Türkiyenin mukadderatına el koyan yegane meşru ve müstakil hakim kuvvet
Ankara’da aralıksız toplanan TBMM'dir. Türkiyeye ait bütün meselelerin halline
memur ve her türlü harici münasebetlere muhatap, ancak bu meclisin hükümetidir,
itilaf devletleri Londrada yapacakları konferansta Doğu meselesini adalet ve
hukuk dairesinde halletmeye karar vermişlerse davetlerini TBMM hükümetine
doğrudan doğruya yöneltmelidir"
Mustafa
Kemal bu mesajından sonra ikinci bir mesaj göndererek Vahdeddinin bir Hattı
Hümayun ile TBMM ni tanıdığını açıklamasını istedi. İlginç bir siyasetle,
Kendisi İstanbul'u kesin bir dille reddederken, İstanbul’un Ankara'yı
tanıdığının bir resmi açıklama ile kamuoyuna duyurulmasını istiyordu. 8 Şubatta
TBMM 'de bir konuşma yapan Mustafa Kemal, bu konuda İstanbul'a gönderdiği
cevabi mesajdan bahisle: ” Efendiler, bu meclis meşrudur ve bunun meşruiyetini
kimseye tasdik ettirmek lazım değddir. İkincisi, bu meşru meclis meşru ve
yetkili olan delegelerini görevlendirmiştir. Bu heyetin Avrupa tarafından
tanınması için Tevfik Paşaya ricaya gerek yoktur." diyordu.
21
Şubat 1921'de, Ankara hükümeti Londra konferansına davet edildi ve 22 Şubat'ta
da Moskova müzakereleri başladı. Ankara artık tek başına bütün ülkeyi temsil
gücüne sahip olduğunu ortaya koyuyor ve bunu kabul ettiriyordu. 23 Şubat'ta,
Ankara’da Gürcistan elçisi ile bir anlaşma imzalandı. 24 Ş ubat'ta da, Ardahan
kurtarıldı
26
Şubat'ta ise,
Mustafa Kemal Amerikalı gazeteci Clarence Ki Streit’e şöyle diyordu:"
Türkiye'nin bu günki ve gelecekteki rejimi Egemenlik Kayıtsız Şartsız
Milletindir ilkesine dayalıdır ve dayalı olacaktır''
1
Mart’ta, TBMM birinci devre ikinci toplantı yılını açış konuşmasında M. Kemal
"Anlaşılmıştır ki, Sevr anlaşması hükümleri Türkiye'ye zorla
uygulanamaz" dedi. Aynı gün Londradaki Ankara heyeti başkamna bir mesaj
gönderen M. Kemal "Ekselanslarınıza ve başkanlığınızdaki kurula verilen
yetkiler Misakı Millinin saptadığı sınırlan aşamaz" diyordu. Bu arada
Artvin işgal edilirken Batuın kurtarılıyordu. Doğu tam bir kargaşa içinde idi.
Enver Paşa Ankara'yı sıkıştırmaya devam ediyordu. Mustafa Kemal ise Enver
Paşa'nın Ankara'ya gelmesini önlemek için elinden gelen herşeyi yapıyordu.
Bu
hay huy içinde 12 Mart’ta İstiklal Marşı kabul edildi. Mehmet Akif İstiklal
Marşını mehter müziğine göre kaleme almıştı ve uzun bir metinden oluşmuyordu.
Mecliste okunduğunda alkışlarla karşılandı. Akif in İstanbul'dan Ankara'ya
kadar her gittiği yerde Ankara hükümetinin desteklenmesi yolunda vaazlar ve
hutbeler okuyarak gelmesi Mustafa Kemal'i fazlası ile memnun etmişti. Müslüman
bir şairdi ve Ankara'yı destekliyordu. İstanbul'a karşı böyle dostlara ihtiyacı
vardı. Mustafa Kemal'in bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de,
Kıır’anı Kerimi Mustafa Kemal'in ilkelerine, duygu ve düşüncelerine ve icraatlarına
göre yorumlayarak tercüme edecek kabul edilebilir bir din bilgini idi. Bu
konuda Akiflen yararlanabileceğini ümid etti ve Mehmet Akife Kuranı Kerimi
tercüme etme görevi verdi. Ne var ki Akifin heyecanla başladığı bu iş yanda
kalacaktı. Çünki Akif in yorumlan bir çok yerde Mustafa Kemal’in beklentilerine
cevap vermiyordu ve Mustafa Kemal açıkça bu beklentilerini ifade ederek bu
yönde bir tercüme getirmesini istiyordu. Akif kendinden istenileni geç
farketti. Çaresizdi. Bir bahanesini bulup Mısır'a gitti ve orada da Şeyhülislam
Mustafa Sabrı ile karşılaşarak Ankara Hükümetini teşkil eden zevat hakkında
ilginç hauralar dinledi. 'Çanakkale savaşını destanlaştıran şairin dünyası
başına yıkılmıştı. Artık Bülbüllerle konuşmaya başladı. Tekrar Türkiye'ye döndüğünde
yalnız bir adamdı. Öldüğünde bir istiklal Marşı'nm şairi değildi sanki. Ve onun
yazdığı marşa avrupai bir beste uygun görülmüştü. Özü ile müslümanca
duygularla dolu, şekil olarak batı müziğinin unsurlarını taşıyan yeni bir
armoni sözkonusu idi. Sanırım biz o idik. Bizim bu günki durumumuzu ifade
ediyordu marşımız.
16
Mart’ta Moskova anlaşması imzalandı. Artık SSCB ile Ankara' hükümeti dost ve
kardeşti, imzalanan anlaşma ile iki ülke dost ve kardeş ilan ediliyordu. Ne var
ki bu dostluk uzun sürmeyecek eski dostlar düşman, düşmanlarımız da dost
olacaktı. Yunanlıya karşı Rus silahı ile savaşırken, Ruslara karşı batı
ittifakı içinde yer alacak ve savaştığımız Yunanlı'yı kardeş ilan edecektik,
22
Mart'la, M. Kemal Müdafaâi Hukuk Cemiyeti merkez heyetlerine seçilecek
kişilerde aranacak nitelikler konusunda Kazım Karabekir'e bir telgraf çekti:
" Bölgenizdeki örgütün siyasi emellere ve kişisel çıkarlara alet olmaması
ve zararlı akımlara mani olacak faziletli kişilerden meydana gelmesi için
gereken alakanın esirgenmemesini rica ederim"
23-30
Mart 2. İnönü savaşı! İnönü savaşları bir çok bakandan önem taşımakladır.
Sivas, Erzurum konferanslarına, Ankara'da milli meclisin kurulmasına rağmen,
Mustafa Kemal liderliğindeki hareket düşman hareketine karşı demeçlerin
ötesinde fiili bir plan ve strateji getirememiş ve eylem ortaya koyamamıştı.
Öte yandan halk hareketi, bu gelişmelerden bağımsız olarak giderekgüç kazanıyor
ve yer yer düşmanı geri püskürtüyordu. Bu durumda milli direniş hareketinde
insiyatifin bu halk direniş grublarına geçmeleri ihtimali giderek güç
kazanıyordu. Bu bakımdan 1, ve 2.
İnönü
zaferleri "1" büyük önem taşımaktadır. Bir çok general, gözlemci ve
tanıkların ifadesine göre, bölgede İnönünün komutasında kazanılan büyük bir
başarı yoktur. Meclis müzakerelerinde de bu konu tartışılmış, Ankara'nın o
günki şartlarda şiddetle ihtiyaç duyduğu bir zafer için masa başında bir
senaryo hazırlanarak İnönü kahraman Ankara'lmiş ve bir takım telgraf muhaberaü
ile milli heyecan canlı tutulmaya, dikkatlerin ve insiyatifin Ankara'da
oluşturulan milli meclise geçmesine çalışılmıştı. O günlerde teşkil olunan
Milli Haber Ajansı (Anadolu Ajansı) vasıtası ile bu haber yurt sathına ve
yabancı misyon şeflerine ulaştırılmak sureti ile, enformasyon imkanlarından
yoksun öteki kurtuluş hareketlerine göre enformatik bir avantaj sağlanmışa. Bu
konunun meraklıları, İnönü savaşları ile ilgili hatıralara bakabilirler.
Mustafa Kemal bu tartışmalı zafer için İnönünün "Düşman binlerce ölüleri
ile doldurduğu muharebe meydanını silahlarımıza tüketmiştir" şeklindeki
mesajına karşılık olarak şu mesajı gönderecektir: "Düşmanın istila hırsı,
azim ve hamiyetinizin yalçın kayalarına başını çarparak hurdahaş oldu”
14
Nisan’da, Fransız bayan gazeteci Berthe Georges-Gaulis Burdur’dan, Mustafa
Kemal'e hayranlık ve sempati duygularını ileten bir telgraf gönderdi. Osmanh
İmparatorluğunun çözülmesinden sonra, İmparatoru ve Halifeyi dize getiren bu
alan saçlı adamı merak eden bir çok gazeteci Anadolu'ya aktı. Ermeniler,
Rumlar, İstanbul' ve yeni Ankara hükümeü yabancı gazetecilerin en çok merak
ettikleri şeylerdi. Savaş şartlarında Avrupadan gelen çok sayıda gazeteci
arasında kadın gazetecilerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu ve bu yabancı
gazeteciler Ankara hükümetinin diğer üyeleri ile olmasa da Mustafa Kemal ile
çok yakın ve samimi bir diyalog kurmakta hiçte zorlanmıyorlardı. Mustafa Kemal
Bayan Gaulis'in sözkonusu telgrafına üç gün aradan sonra cevap verecektir. Bu
cevaptan bir gün sonra da bayan Gaulis Eskişehirden Mustafa Kemal’e bir mesaj
göndererek Ankara'ya geleceğini bildirdi "Uzun zamandır sizinle ve sizin
davanız üzerine konuşmak arzusundaydım".
Bayan
Gaulis Ankara'da çok yakın, dostça samimi bir ilgi
görecek,
Mustafa Kemal bayan Gaulise ikramda bulunacak ve arkadaşlarını tanıtarak yeni
devletin teşkiline ve batı ile ilişkileri üzerinde açıklamalar yapacaktır.
Bayan Gaulis daha sonra "inanılması güç" diye nitelediği bu
anılarını kitaplaştıracaktır.
22
Nisan’da, Mustafa Kemal TBMM’nin açılışının 1. yıldönümü münasebeti ile
Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği mülakatta şöyle diyordu: "Hürriyet
ve bağımsızlık benim karekterimdir. Ben milletimizin ve bütün ecdadımın en
kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım. ”
23
Nisan’da ise, Mustafa Kemal TBMM açılışı dolayısı ile verdiği nutukta şöyle
diyordu: "Yunanlılar gerçekten barış istiyorlarsa İzmir ve Trakya'dan
gitmelidirler. Biz bunu şimdiye kadar hakkımıza ve adaletimize güvenerek
istiyorduk. Bundan sonra galibiyet hakkı ile istiyoruz."
10
Mayıs'ta, TBMM'de Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk grubu kuruldu. Bu karar bir
çok bakımdan büyük önem taşımaktadır. Mustafa Kemal tarafından bu grubun
oluşturulması ile birlikte, Mecliste iki kanat ortaya çıkmaktadır. Mustafa
Kemal'in grubundan olanlar ve ona karşı olanlar. Karşı olanlar ise İttihatçılar
ve Hilafet yanlıları diye ikiye ayrılıyordu. Öte yandan bu karan ile Mustafa
Kemal, bu meclise vücud veren Müdafa-i Hukuk cemiyetini tümü ile kendi yanma
almaktadır. Daha sonra bir ileri adım olarak, bu grup CHF ye dönüştürülecek ve
CHF tek parti yönetimi ile Meclise ve hükümete hakim olacaktır. Tabi aynı
süreç içinde Mustafa Kemal de ebedi milli şef olarak tek başına insiyatif
sahibi olacaktır. Mustafa Kemal 11 Mayıs'ta toplanan Anadolu ve Rumeli Müdafaâi
Hukuk Grubu Umumi Heyet toplamışında grub başkanlığına getirilecektir.
Bu
gelişmeler, Cumhuriyet rejimi içinde, daha önceki dönemi hatırlatan tek adam
örneğini ortaya çıkartmaktadır. Mustafa Kemal'in isminin başında bu dönemde
"Hazreti” sıfatının eklenmesi ilginç bir raslantıdır!
Aynı
gün General Harrington İngiliz savunma bakanlığına gönderdiği mesajında Mustafa
Kemal’le ilgili olarak şu görüşleri öne sürmektedir. "Mustafa Kemal tamamı
ile haşindir. Bizim içe-
Tideki
ve dışarıdaki güçlerimizi pek iyi bilmektedir. Tarafsızlık çabalarımıza
inanmamaktadır. Yunanlıları tekrar yeneceğinden ve sonra bizi önüne
katacağından muhtemelen emindir"
Harrington'un
mesajındaki, Mustafa Kemal'in Ingilterenin içerideki ve dışarıdaki gücü
hakkında pek iyi bilgi sahibi olmasına ilişkin iddia düşündürücüdür. Mustafa
Kemal batıda yayınlanan gazeteleri bile düzenli olarak takip etme fırsatı
bulamamakta ve üstelik yığınla gaile ile uğraşmak zorunda kalmaktadır. Bu ifadeler,
Ingilizİer'in Mustafa Kemalle ilgili efsanevi kanaatler taşıdığını göstermektedir.
13
Mayısla, itilaf devletleri, Yunanistan'dan desteklerini tamamen çekerek,
Türk-Yunan savaşı karşısında tarafsız kalacaklarını açıkladılar, tngilizler’in
desteğinde Anadolu’yu işgal eden Yunan askerleri, İngiltere'nin desteğini
kaybedince geri çekilmek zorunda kaldılar. İngiltere, Ankara hükümeti üzerinde
daha fazla baskı oluşturmanın Türkiye'yi SSCB'yedaha fazla yakınlaştırmasından
kaygı duyuyor idi.
17
Mayıs’ta ise, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e bir mektup göndererek Enver Paşa
konusunda bir kez daha uyardı. Muhtemelen Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'in
Enver Paşalarla ilişki kurma ihtimalinden kuşku duymaktadır, M. Kemal
sözkonusu mesajında: "Enver Paşa ve arkadaşlarının maksatları tamamı ile
anlaşılmış olup, bunların memleket dahiline girmemeleri için bölgenizde tedljir
alınmasını rica ederim." demektedir. Mustafa Kemal 22 Mayıs'ta da Kazım
Paşa’ya ikinci bir mesaj göndererek tekrar uyarır: "Enver Paşa'nın
karşınıza gelmesi veyahut isim ve kıyafet değiştirerek Anadolu'ya girmeye
teşebbüsü mümkündür. Bölgenizde müessir önlem alınması uygun olur. 4 Haziranda
bir mesaj daha: "Enver Paşa hakkında açık yayına karâr verdik.
Gerektiğinde yayınlayacağız. Enver’in temsil ettiği cereyana karşı gerektiğinde
pek açık uygulamada bulunmak kararındayız."
Böylece
Mustafa Kemal Paşa Enver Paşa'nın şahsında îttihatçılar'a karşı yeni bir dönem
başlatıyordu. Enver Paşa ve arkadaşlardım Anadolu'ya girmesinden son derece
tedirginlik duyuyordu. Enver Paşa'nm Anadolu’ya gelmesi, hem millici hareketleri,
hem Hilafet yanlılarını, hem de yavaş yavaş gelişmekte olan şurevi
(Komünistleri) leri Enver Paşa’mn çevresinde harekele geçirebilirdi. Enver
Paşa Kafkasyada bir yandan oradaki miislüman halkları örgütlerken, Komünist
yönetimle de iyi temaslar kurmuş ve özünde îslamla Komünizmin arasında pek
büyük farklılıklar olmadığına kanaat getirdiğini ilan etmişti.
Kazım
Karabekir, Enver Paşa ile ilgili olarak Mustafa Kemal'e, Moskova'daki Ankara
elçisine bilgi vermek sureli ile Enver Paşa’mn yakın takibe alınmasının istenmesini
ifade etmiş bunun üzerine de Mustafa Kemal 15 Haziran'da Moskova elçisi Ali
Fuat Paşa'ya konu ile ilgili bilgi verdikten sonra durumu bir yazı ile tekrar
Kazım Paşaya bildirmişti. 16 Temmuz'da Enver Paşa Mustafa Kemal'e uzun bir
mektup gönderecektir. Enver Paşa sözkonusu mektubunda şöyle diyecektir:
'^Dışarıda kalmanın umumi maksadımız olan başta Türkiye olmak üzere kurtarmaya
çalıştığımız İslam alemi için faydasız ve belki de tehlikeli olduğunu
hissettiğimiz anda memlekete geleceğiz, işte o kadar" Bu mektuptan da
anlaşılacağı gibi Enver Paşa hâlâ kendini kurtarıcı olarak görmektedir. Ancak
o Kafkasya'da Yeşilordu teşkili hayalleri kurarken Au alan Üsküdan geçmiştir.
Enver Paşa'nm bu mektubundan Mustafa Kemal'in kendi aleyhindeki
çalışmalarından haberdar olduğu anlaşılıyor ve Anadolu'ya dönmekteki
kararldığını vurguluyor.
29
Temmuz'da Kabil'den Ankara'ya bir mektup gönderen Cemal Paşa, duygularını şu
şekilde ifade etmektedir: "İlahi bir nûrun kalbinizde doğurduğu bir
ışıkla, milletin ufkundaki yiğitlik abidesini aydınlattınız. Şimdi bütün
zindeliği ile milletin başına geçtiniz. Dünyaya harikalar gösteriyorsunuz.
Allah yolunuzu açık, kılıcınızı keskin etsin. Benden sizlere, maiyetinizde
Türklüğün, müslümanhğın hayrı için can veren kahramanlara kardeşçe binlerce
selamlar ve hürmetler."
12
Kasımda Cemal Paşa Moskova'dan tekrar Mustafa Kemal'e yazacaktır: "Cemal
Paşa’yı Buharadan geri alamazsam, bütün birbuçuk senelik mesaimi mahvetmiş
olacağım. Buna muvaffak olabilmek için var gücümle çalışıyorum." Bunun
üzerine M. Kemal, 26 Kasımda Moskova elçisi Ali Fuat Paşaya şu mesajı
gönderecektir: Cemal Paşa şimdiye kadar gösterdiği dürüst harekete devam
ederse kendisini destekleyeceğiz." M. Kemal elçiye aynca Cemal Paşanın
artık Enver Paşa ile ilişkisini kesmesinin iyi olacağını vurgulamaktadır. 30
Kasımda ise Cemal Paşa Münihten şu mektubu gönderir: "Bence bu günün en
mühim meselesi, Enver'in son faaliyederidir. Bu mecnunu Anadolu'da sizin
başınıza bela olmaktan meneden talihe teşekkür borçlu olduğum halde, ondan
sonra giriştiği işten dolayı son derece hayretteyim” Cemal Paşa Enver Paşa ve
çevresindekileri yaptığı görüşmelerden sonra bazı bilgiler almış ve bunun
üzerine Ankara'ya bir tavsiye mektubu göndererek, eski İttihatçılarla
uzlaşılması tavsiyesinde bulunmuştu. Mustafa Kemal ise 29 Aralıkta bu konu ile
ilgili olarak Moskova elçisi Ali Fuat Paşa'ya şu mesajı gönderdi: "Ben
milleti İttihat Terakki bayrağı altına davet edemem. Ankara'ya öğüt vermek
değil, Ankara'nın tamamen görüşü ve talimatı dairesinde hareket etmekle faydalı
olabileceğini, bu sebeble, fikrini düzeltinceye kadar kendisi ile münasebeti
sürdürmekte mazur bulunduğumu bildirmenizi rica ederim" 2 Ocak 1922'de de
Cemal Paşa'ya bir mektup gönderen Mustafa Kemal özetle şöyle demekledir:
"Paşam Türkiye’de tahminlerinizin fevkinde bir inkılâb olmuştur. Bütün
manası ile bir halk hükümeti teşkil etmiştir. Yasama ve yürütme gücünü
kendinde toplayan TBMM bütün devlet işlerine el koymuştur. Şunun ya da bunun
pazu kuvveti ile ve zorbalıkla vaziyete hakim olmasına ihtimal yoktur" 24
Mart 1922’de bir mektup daha gönderir, Cemal Paşa özetle şöyle demektedir: ”
Emin olun ki, Enver gerek Anadolu'nun zarannı ve gerekse Rusya ile Anadolu
arasındaki ilişkilerin bozulmasını gerektirecek hareketlerde bulunmak
istedikçe ona şiddetle karşı koyarak onunla katiyetle işbirliği yapmayacağım.
Bütün kudret ve kuvvetimle onun hareketlerine mani olacağım. Son bir şey
söylemem gerekirse: Bütün ruhum ve varlığımla sizinle beraber çalışmaktan başka
bir düşüncem yok!" 12 Nisan'daki mesajında da artık Enverle işbirliği
yapmasınm mümkün olmadığını vurguluyor ve son iki yıl içinde iki büyük hata
yaptığını söylüyordu.
Mustafa
Kemal için artık Enver defteri 1922'lerin ortalarına doğru kapanmaya
başlıyordu. 9 Temmuzda Cemal Paşa’dan bir mektup daha aldı: Enver kendini
Buhara emiri ilan etti.!
Enver
Paşa talihsiz bir komutandı. Vatanı kurtarmak ve kahraman olmak istiyordu. Ama
vatanın batması ve hain damgası yemesi için ne lazımsa yaptı.
General
Sami Sabit Kahraman'ın hatıralarına göte, henüz ipler kopmadan Enver Paşa ile
Ankara arasındaki pazarlık sürüyordu. Bazı kaynaklarda teyid edilen,
bazılarının ise reddettiği bir rivayete göre Mustafa Kemal Ardahan Mebusu
Hilmi Bey vasıtası ile Moskova'ya Enver Paşaya bir mektup göndererek üç konuda
desteğini temin etmeye çalışmakta idi. Aslında olayda büyük gerçek payı var.
Çünki böyle bir mektup ele geçirilmiş ve böyle bir kişi de Trabzon'da
yakalanmıştır. Ancak Mustâfa Kemal Paşa, o mektubun kendisine ait olduğunu
reddetmiştir. Bu konuda farklı yorumlar sözkosudur. Mustafa Kemal'in eğer doğru
ise sözü edilen mektupta Enver Paşa'ya "îngilizlere karşı muhalefeti
önlemeye çalışın anlaşma umudumuz var" dediği belirtiliyor. Mustafa Kemal
ayrıca adı geçen mektupta harp devam ettiği sürece Anadolu’ya gelmemesini,
Türkiye'nin İngiltere ile mukavele akdetmesi halinde Alemi İslam'ı bu anlaşma
aleyhinde harekete geçirmeme aksine bunu kabul ettirmek için tavır koymaya
çağırıyordu. 1919 yılı sonlarında gerçekleşmesi gereken bu mektup, Mustafa
Kemal'in çok erken vakitlerde İngiltere ile bir sulh umudunun bulunduğunu
göstermektedir.
2
Temmuz 1921'de, İngiltere savunma bakanlığı, İstanbul'daki İtilaf Orduları
başkomutanı General Harrington'a bir talimat göndererek Mustafa Kemal’le
yapacağı görüşmelerin çerçevesini bildirdi. 4 Temmuzda da Harrington, Mustafa
Kemal'e şu mesajı gönderdi: "Zad devletlerinin görüşlerini dinlemek ve bunları
incelemek üzere İngiltere hükümetine rapor vermek üzere bana yetki verildi
Sizce de uygun ise gerekli hazırlığın yapılabilmesi için uygun gün ve saati
lütfen bildiriniz. "6 Temmuz’da ise M. Kemal şu cevabî mesajt
gönderecektir: "Bizim milli isteklerimiz,
ekselanslarınca
bilinir. Milli topraklarımızın tam kurtuluşu ile milli sınırlarımız içinde
siyasi, mali, iktisadi, askeri, hukuki ve kültürel tam bağımsızlığımız ilkesi
kabul edildiği takdirde görüşmeye başlamaya hazır olacağımızı bildiririm"
Ankara'nın
şöhreti bir anda bütün İslam dünyasına yayılmıştı. Cemal Paşanın da etkisi ile
13 Temmuz'da Afganistan emiri Emanullah Han, Afgan ordusunu düzenlemek üzere
Ankara'dan subay istiyordu.
16
Temmuz'da, Ankara Maarif Kongresi toplandı. Mustafa Kemal eğitim yolu ile yeni
yetişecek gençlerin yeni fikirlerle donaulması gereğine inanıyor. Yeni maarif
sistemi şekil ve öz itibarı ile köklü değişikliklere muhtaç! Mustafa Kemal
herşeyi çok planlı ve kademeli bir şekilde uygulamaya koyuyordu. Muarızlan sadece
onu eleştirmekle meşgul oluyorlardı. İnsiyatif her zaman Mustafa Kemal'de idi.
Güç dengesini çok iyi biliyor, muhalif kanatta yeralanlann kaprislerini,
hesaplarını yakından izleyerek onlan kendi içinde dengelemeyi beceriyordu. Her
gün yeni bir gündemle rakiplerini acze düşürüyordu. Ne zaman diplomasi, ne
zaman kültür, ne zaman siyaset ve ne zaman ordu işlerinin ağır basacağı
kestirilemiyordu.
25
Temmuz'da, Kazım Karabekir'in yeni oluşturulan Müdafaâ-i Hukuk grubu hakkında
bilgi istemesi üzerine Mustafa Kemal şu cevabı gönderiyordu: "Bu günki
TBMM, Müdafaâi Hukuk teşkilatının esas ilke olarak tesbit etmiş olduğu görüşler
üzerinde ısrarla ve azimle yürümektedir. Grubumuz, bu teşkilatın programını
teşkil eden esas maddede izah olduğu şekilde memleketin tam bir bağımsızlık
içinde barışa kavuşmasını temin gibi kısa ve kesin bir gaye ile
kurulmuştur."
Bunun
üzerine Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’e bir mektup göndererek, kendisinin
Meclis'te oluşacak gnıblardan herhangi birisine girmemesi teklifinde bulundu.
Ancak Mustafa Kemal cevabi mektubunda, Müdafaâi Hukuk Cemiyetinden ayrılmasının
düşünülemeyeceği, dolayısı ile Mecliste de aynı grub içinde yer almasının
önemine değinerek, bunun kendisi için bir zorunluluk olduğunu ve "esasen
grubun hemen hemen meclisin tamamına
yakın
bir çoğunluğu içine aldığını" belirui. Müdafaâi Hukuk Grubunun teşkilinin
hemen ardından Mustafa Kemal’in başkomutanlığı konusu gündeme geldi. 5 Ağustos
1921'de Mustafa Kemal, TBMM Orduları Başkomutanlığına seçildi. Mustafa Kemal'in
talebi üzerine yetkileri 3 ayla sınırlandırıldı. Meclisin gizli celsesinde
yaptığı konuşmada "Meclisin sayın üyelerinin umumi surette tezahür eden
arzu ve talebi üzerine başkomutanlığı kabul ediyorum." diyordu.
7
Ağustos'ta, Başkomutan Mustafa Kemal'in emri ile milli vergi emirleri
yayınlandı. 11 Ağustosta ise, Mustafa Kemal Amerikalı gazeteci Lawrence Shaw'a
verdiği demeçle özetle şöyle diyordu: "Biz Türkiye'nin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü kurtarmaya çalışıyoruz. Allah'ın yardımı ve Türk milletinin
yenilmez kuvveti sayesinde gayemize erişeceğiz."
Aynı
gün TBMM gizli celsesinde konuşan Mustafa Kemal, cepheye ve cephe gerisine üçer
kişilik teftiş heyetleri gönderilmesi nedeni ile sert bir konuşma yaptı.
Özellikle İnönü savaşları ve cephelerle ilgili rivayetler üzerine mecliste bir
tedbir olarak düşünülen Meclise bilgi verecek müfettişler konusu Mustafa Kemal’in
canını sıkmıştı. Mustafa Kemal şöyle konuştu: "Ben görev yaparken şöyle
böyle heyetlerle görevime müdahelc ettirmem efendiler! Bunda ordu için memleket
için fenalıktan başka bir şey yoktur." 4 Ocak 1922'de TBMM gizli
celsesinde konu yeniden gündeme gelince kendisine yöneltilen tenkitleri
cevaplandırırken teftiş encümeni ile ilgili olarak şöyle diyecektir:
"Orduya ait yap’ tığımız işleri kontrol için Meclisin bir encümen teşkil
etmesinde bir mahzur görmem. Fakat bu encümen benim başkanlığım altında
olur!"
14
Ağustos, Mustafa Kemal Milli Müdafa Vekiline bir telgraf çekerek üç dört gün
içinde meydan muharebesine girileceğinden bahisle ordunun istifadesine
verilecek tüm imkanın seferber edilmesini istedi. 12 Ağustos'ta attan düşerek
kaburgasını kırmış olmasına rağmen çalışmalarım sürdürdü.
16
Ağustos'ta, İngiliz başbakanı Lloyd George Avam Kamarasında yaptığı konuşmada
özetle şöyle diyordu: "Kemalist
ayaklanmajı
bastırmak için Anadolu’nun içlerine kadar İngiliz askeri gönderilemediğine
göre tek bir seçenek vardır, o da her iki tarafı sonuna kadar
vuruşturmaktır."
Ankara'daki
gelişmeler konusunda İngiliz Hükümetinde iki ayn görüşün hakim olduğu
görülmekledir. Bir grub gelişmeleri sükunetle izler ve kendinden emin bir tavır
sergilerken bir diğer grub gelişmeler karşısında kaygı duymakta ve tepki
gösterilmesini istemektedirler.
Ankara
Hükümeti başından sonuna kadar itilaf devletlerinin asker ve mümessilleri ile
çalışmamaya büyük özen göstermiş ve bütün dikkatlerini Yunan işgal
kuvvetlerine, iç isyanlara yöneltmiştir.
Yunanistan'in
İngiltere adına ve onların desteği ile Anadolu'ya çıkmasına karşın Ingiltere
Ankara ile fiili bir çatışmaya girmeme konusunda her zaman dikkatli
davranmıştır.
18
Ağustos'ta, daha önce Amerikan mandasından yana olan Halide Edip, Mustafa
Kemal’e bir mektup göndererek Kurtuluş Savaşı ile ilgili olarak görev istedi.
20
Ağustos'ta, Salih Paşa Roma'dan Mustafa Kemal'e bir mesaj göndererek,
İngiltere'ye karşı direnmenin gereksiz ve tehlikeli olduğundan bahisle,
elverişli şartlarda barış için ortamın müsait olduğundan bahisle, Rusya'ya
yaklaşmanın ve batıyı ihmal etmenin bir felaket olacağını bildirdi ve vakit
geçirmeden banşı sağlamak için bir temsilci gönderilmesini istedi.
23
Ağustos -13 Eylül arasında Sakarya Meydan Muharebesi yapıldı. 22 gün ve gece
süren savaşın ikinci gününde Kral Konstanıin Daily Telpaph gazetesine verdiği
demeçle şöyle diyordu: "Mustafa Kemal bu defa da savaşı kabul ederse,
ordusunu ya yok edeceğiz, ya da esir. Ankara'ya girmeyi umuyoruz."
26
Ağustos’ta M. Kemal ünlü bildirisini yayınladı. "Hatlı savunma yok, sathı
savunma var. Varanın herkanş toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça
terkolunamaz."
Bu
emir, Mustafa Kemal’in Çanakkalede," Size savaşmayı değil, ölmeyi
emrediyorum" sözü ile büyük benzerlik göstermektedir. Aynı gün Musafa
Kemal bazı mevzilerde gerilemeye başlanması dolayıst ile Ankara’ya gönderdiği
mesajda, Meydan Savaşının Ankara'ya kadar yayılma istidadı gösterdiğinden
bahisle Meclis ve Hükümetin ilk etapta Kestin'e, oradan da mecburiyet halinde
Kayseri'ye nakli ile ilgili talimatını vermiş, nakil işleminin iki gün içinde
sonuçlandırılmasını istemişti. Yunan taarruzunun püskürtülmesinin ardından bu
emir durdurulmuştu.
Mustafa
Kemal’in cephedeki gerileme üzerine büyük bir paniğe kapıldığı ve acil olarak
Kayseri'ye gidilmesi gerektiğinde ısrarlı davrandığı, ancak karşılaştığı
muhalefet sonucu, ölüm pahasına cephenin tcrkcdilmemesi gerektiği noktasındaki
ısrarlı baskılar karşısında son bir taarruz hamlesi ile düşmanın püskürtüldüğü
çeşitli hatıratlarla bahsekonu edilmektedir.
2
Eylül günü Ahmet izzet Paşa Ankara'ya mesaj göndererek, Ankara Hükümetinin
görüşlerini anlatmak üzere İstanbul'a bir temsilcisini göndermesini
islemektedir. İstanbul Hükümeti gelişmeler konusunda bilgi sahibi olmak ve
diyalog kurmak için girişimlerini sürdürmektedir.
5
Eylül'de düşman ilerlemesinin püskürtülmesinden sonra, Mustafa Kemal cepheden
Fransız kadın gazeteci Benhc Georgcs Gaulis'e bir mektup göndererek cephedeki
duygularını ve zafer inancım bildirdi. 6 Eylül 1921'de de, M. Kemal, Batumda
düzenlenen İttihat ve Terakki konferansı ile ilgili olarak Konferansı düzenleyen
Halil Paşa hakkında Kazım Paşa'ya bir telgraf göndererek "Halil Paşa
hakkında uygun görülen işlemin uygulanmasını " istedi. M. Kemal, sözkonusu
işlemin sorumluluğunu kendi üzerine aldığını bildirdi!
12
Eylül'de Kral Konstantin bir bildiri yayınlayarak şu görüşlere yer veriyordu.
"Eğer M. Kemal harbe devam edecek olursa, 50. 000 kadar olan kuvvetini
imha edecek ve her halükarda Ankara’ya gireceğiz" Yunan kuvvetleri 88. 000
tüfek, 300 top ve 1500 süvariye sahipti. Türk kuvvetleri ise 45.000 tüfek, 177
top ve 5000 süvari ile Yunan askerlerine karşı direniyordu. Türklcrin sahip
oldukları tüfeklerin üçte ikisi Rus malı idi.
İngiliz.lcr'in
ise İstanbul ve çevresinde 30. 000, Çanakkale bölgesinde 3000, Anadolu
demiryolu güzergahında 5500, Musul
da
3000 loplam 41. 500 askeri bulunuyordu. Fransızların İstanbul ve Çaıalcadaki
askerlerinin sayısı 24.000, Rumeli demiryolu güzergahında 1000, Çanakkale
bölgesinde 4000 ve Adana, Tarsus, Mersun, Urfa, Maraş ve Antep çevresinde ise
20. 000 toplam 49.000 askeri bulunuyordu. İtalyanların ise İstanbul çevresinde
3900, Antalya, İsparta, Söke ve çevresinde 12. 000 ve AfyonKonya arasında ise
1500, toplam 17.400 askeri bulunuyordu. Toplam itilaf devletleri askeri gücü
107.900 ü buluyordu. Buna Yunan kuvvetleri ve bunlara yardımcı olan Ermeni ve
Rum çetecilerin katılması ile bu sayı 200.000 i buluyordu ki, bu da Milli
kuvvetlerin dört katı bir askeri güç demekti.
Ama
Kralın beklentileri gerçekleşmedi ve bir gün sonra Sakarya Meydan Muharebesi
kan ve can pahasına zaferle sonuçlandı. Mustafa Kemal bu zaferden dolayı
TBMM-taltifnamesi ile taltif edildi. Zaferin ardından 14 Eylül'de, genel
seferberlik ilan edildi. Bu gelişmelerin ardından ismet ve Fevzi Paşa, Mustafa
Kemal'e Mareşal ve Gazi Ünvanının verilmesini teklif ettiler. 19 Eylülde,
Mustafa Kemal Mareşal oldu. Yeni Unvanı ile ismi şöyle "Maraşal Gazi
Mustafa Kemal Hazretleri" Mareşallik rütbesi ve bu rütbe ile birlikte,
kendisine büyük bir nakdi ödül verilmesi konusu Ankara’da meclis kulislerinde
değişik tartışmalara sebeb oldu. İnönü zaferleri ve Sakarya Meydan
muharebesinin sonuçlan Mustafa Kemal'e duyulan güveni artırırken, İnönü
zaferleri, daha o zamandan, ikinci adamın kim olacağı sorusuna cevap teşkil edecek
bir ortam meydana getirmişti.
29
Eylül'de, Mustafa Kemal, İngilizlerin beklenmeyen ilginç karan ile ilgili
olarak gizli celsede TBMM üyelerine bilgi verdi: "Son zaferi takiben hemen
onun belirdiği günlerde Ingilizler bir yakınlaşma zemini aradılar ve bunun
sonucu hemen bize hiç sormadan Malta'da bulunan tutuklulann tümünü bırakmaya
karar verdiler. "
7
Ekim'de, 25 Eylül'de Malla'dan kaçarak Kuşadası'na gelen Ali İhsan Paşa l.Ordu
Komulanlığı'na atandı.
13
Ekim’de, Güney Kafkas Cumhuriyeti (AzarBeycan, Gürcistan, Ermenistan)ile Kars
anlaşması imzalandı
20
Ekim 1921'de Ankara Anlaşması (Fransızlarla) imzalandı.
23
Ekim'de, Ankara hükümetini temsil eden Hamid Beyle, Sir Horace Rumbold
arasında, esirlerin mübadelesine dair bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar
artık İtilaf Devletlerinin resmen Ankara'yı tanıdıklarını ve Ankara ile iyi
ilişkiler kurmak istediklerini gösteriyordu.
31
Ekim'de, Mustafa Kemal'in başkomutanlık görevi, ilk başta getirilen üç aylık
sınırlandırmaya rağmen, 5 Kasım tarihinden itibaren üç ay daha uzatıldı.
11
Kasım'da, General Harrington İngiltere hükümetine şu raporu gönderdi: İstanbul
Hükümeti aracılığı ile Mustafa Kemal'e yaklaşmak konusunda iyimser değilim. Tek
kaygum şudur ki, Mustafa Kemal Yimanlıların Anadolu'yu boşaltmaları ve Misak-ı
Milli gibi aşın istekler ileri sürebilir" İngiliz Generalin, Ankara
hükümetinin her fırsatta ifade ettiği bu gerçekleri özel bir bilgi imiş gibi
İngiltere'ye ulaştırması bir İngiliz şakası olarak önem taşıyabilir.
13
Kasım’da, Mustafa Kemal mecliste oluşmaya başlayan ikinci kanatla ilgili olarak
Kazım Karabekir'e bir telgraf gönderdi. Hatırlanacağı üzere ilk grub hareketini
Mustafa Kemal başlatmış ve Müdafaâi Hukuk Grubunu oluşturmuştu. Bu grubun dışında
olanların ayn bir grub oluşturmaları Müdafaâi Hukuka karşı bir ayrılık hareketi
olarak görülecek ve kamuoyunda mahkum edilecekti. Mustafa Kemal o günlerde bu
grubun hemen hemen meclisin tümünü içine aldığım belirtiyordu. Ancak birinci
grubtan kopanlarla birlikte mecliste örgütlü bir muhalefet grubunun oluşmaya
başlaması üzerine Mustafa Kemal Kazım Karabekir'e gönderdiği mesajda bazı
üyelerin milli davaya öncülük edenlerin nufuz ve itibarlarım ortadan kaldırmak,
kabiliyetli ve namuslu askerleri yerlerinden etmek için gayret gösterdiklerini
söylüyordu. M. Kemal dalıa sonra şu görüşleri öne sürüyordu: ".Bu ikinci
grubun faaliyeti, kendilerince istenen neticeyi verirse doğacak vaziyet, ordunun
tamamen dağılması ve sonucunda vatanın tamamen mahvı demek olacağından bütün
kuvvet ve kudretimizle bu fikirle mücadele edilmektedir. Bu mücadeleye
şiddetle devam edilecek, memleketin harap ve perişan olmasına uzanacak bu
cereyanı durdurmak için gereken herşey yapılacaktır. Bununla birlikte
söz.konusu azınlığın mecliste tehlikeyi gerektirecek bir kuvvet oluşturması
şimdilik muhtemel değildir"
Grubçuluk
hareketini Mustafa Kemal'in kendisi başlatmış olmasına rağmen, başkalarının
grup oluşturma gayretlerini şiddetle mahkum eden Mustafa Kemal'in gerçek
düşüncesinin Meclisteki muhalefet kanadını tasfiye etmek olduğu bu mektubundan
da anlaşılmaktadır.
3
Aralık'ta, Mustafa Kemal Fransız bayan gazeteci Gaullis’le yaptığı görüşmede
söyledikleri de o günki düşüncelerini ifade etmesi bakımından hayli ilginçtir:
"Ben panislamist değilim. Biz Türküz. Hepsi o kadar"
6
Aralık 1921'de, İngiliz yüksek komiseri Rumbold, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord
Gürzon'a bir mesaj gönderdi. "Mustafa Kemal, Misak-ı MİHİ'yi kabul
ettirmeye gayret ediyor. Misak-ı Milliyi kabul ettirirse kurtarıcı olarak
yıldızı parlayacak ve ileride Türkiye'nin kaderinde rol oynayacaktır!”
14
Aralık'ta da, İngiliz Genel Kurmay Başkanı İstanbul’dan çekilmenin doğru
olacağı hakkında Sir Charles Harrington'a bir mektub gönderdi. Artık İngilizler
yavaş yavaş toparlanmaya çalışıyorlardı. İngiliz, Fransız ve İtalyan
kuvvetleri, daha çok yerel halkın oluşturduğu çetelerle savaşmışlardı.
Ankara'ya bağlı düzenli ordu ise Yunanistan'la savaşa girmişti. Yunanistan bu
savaşta İngiltere’ye kalkan olmuştu. İngilizler Yunanistan'ı kullanarak
Anadolu'yu ezmeye çalışmışlar, yer yer bu konuda Ermenilerden ve etnik
ihtilaflardan yararlanmaya çalışmışlardı.
İngiltere’nin
bu tavrı, İngiliz Kvam Kamarasında da sert tartışmalara sebeb olacaktır. Ama
İngiliz siyaseti gelişmeleri çok yakından takip ederek, entcljansı sayesinde
zor bir işi, en az risk ve mümkün olan en iyi şartlarla kapatmıştı. Artık ne
bir imparatorluk vardı geride, ne de müslümanlan temsil eden bir hilafet
merkezi. Koca bir imparatorluk küçük bir kara parçasına sıkıştınlmıştı. Bundan
fazlasını yapma gücüne sahip değildi. Çünki milli şahlaniş, Ingilizlerin
iştahlarını kursaklarına tıkayabilir, Ingilizler Dimyata pirince giderken
evdeki bulgurdan da olabilirdi.
Bundan
sonrası artık sulh masasında, siyaset masasında görülecek işti. Petrol
yataklarına kavuşmuşlar, İslam coğrafyasını 43 parçaya ayırmışlardı. Savaşın
sonucundan herkes kendine göre bir pay çıkartmıştı. Ingilizler, Yunanistan,
Fransızlar ve İtalya.. Ve Türkiye. Yıkılan imparatorluğun yerine yeni bir devlet
doğmuştu ve üstelik bu yeni devletin yönü baüya dönüktü. Türk, İtalyan,
İngiliz tek bir kardeş olma ülküsüne sahip yeni Avrupai bir Türkiye! Savaş
bitmiş, banş içinde bir arada, bir bütün olarak yaşama. ın yolları açılmıştı.
23
Aralık'ta Mustafa Kemal Fransız Mareşali Lyaute'ye, Milli Mücadele'de Türk
davasına yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür mektubu gönderdi. 24 Aralık'ta
ise,TBMM'yi gizli celsesinde Veliahd Abdülmecid Efendinin Meclis Başkanına
gönderdiği TBMM’i tanıyan mektubu okundu .
3
Ocak’ta, Fransız bayan gazeteci Gaulis Adanadan Mustafa Kemal’e bir mektub
gönderdi. Bayan Gaulis sözkonusu mektubunda şöyle diyordu:" Avrupadaki
şahsi nüfuzunuz günden güne artmaktadır. Daima iddia ettiğim gibi şahsınıza
dayanacak olan gelecek barışın en önemli etkeni olacaktır." Mustafa Kemal
iç basına ve enfonnatik ilişkilere gösterdiği özeni aynı şekilde yabancı basma
karşı da gösterdi. Yabancı gazetecileri kabul ederek onlarla uzun uzun konuşan
Mustafa Kemal hakkında dış dünyada hemen her gün bir kaç haber ve yorum
yayınlanıyordu..
7
Ocak’ta, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'un İngiltere dışişleri Bakanlığına
gönderdiği Ankara ile ilgili raporunda: "M. Kemal her zamankinden daha
güçlü durumda, Ankara hükümeü Türkiye'nin başkentini Anadolu'ya kaydırmak
niyetinde! Türkler " Anadolu Türklerindir" düşüncesinde.
Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz. Çünkü Anadolu'nun tam bağımsızlığını
istiyorlar.
Rumbold
15 Ocak’ta yeni bir rapor göndererek, "Yeni barış önerilerini Mustafa
Kemal reddedecektir, bunlar Padişaha kabul ettirilebilir'' demektedir.
11
Ocak’ta, Mustafa Kemal'in "Entransigeant" gazetesi muhabirine
verdiği demeç: "Türkiye barış şartları Misak-ı Millinin ilan günü olan 28
Ocak 1920 tarihinden itibaren bütün cihanca malumdur.”
1
Şubat 1922’de ise, M. Kemal, Meclisin talebi üzerine Misak-ı Milli sınırları
içinde kalan Musul'un kurtarılması için Revandiz bölgesine bir kısım kuvvet
gönderilmesini onayladı.
4
Şubatta ise, M. Kemal'in baş komutanlık süresi 5 Şubat 1922'den itibaren ikinci
defa üç ay uzatılmasına dair kanun TBMM’de kabul edildi! 5 Şubat ta ise, Harb
Encümeni Mustafa Kemal in başkanlığında ilk toplantısını TBMM başkanlık odasında
yaptı. Öğleden sonra da Mustafa Kemal’in vekiller heyeti toplantısına
başkanlık edişi. Başlangıçta cepheyi ve cephe gerisini denetlemek üzere
kurulacak olan teftiş encümenine karşı çıkan Mustafa Kemal, bu encümenin kendi
başkanlığında oluşturulması halinde kabul edeceğini açıklamıştı. Sonunda
Orduyu denetlemek üzere oluşturulan encümenin başkanlığına da getirilen Mustafa
Kemal icra vekilleri heyeti ile birlikte ordunun fiili denetimine de sahip
olmuş oluyordu. Zaten başkomutanlık yetki ve sıfatı ile güçlü bir konuma sahip
bulunmakta idi. 16 Şubatta da, 1901 doğumlular silah altına alındı. Böylece
askeri yetkiler ve güçlerde belli bir merkezde temerküz edilmiş oluyordu.
18
Şubatta, Kazım Karabekir, bir bakıma senato görevi yapacak, uzmanlardan kurulu
yeni bir meclis teşkil edilmesi yolunda yeni bir öneri gelirdi. Mustafa Kemal
bu öneriyi 4 Mart’ta reddetti ve görüşlerini bir mektupla Kazım Paşa'ya
iletti. Aynı tarihte Mustafa Kemal Bitlis şeyhi Abdülbaki efendiye, bölücü
faaliyetlerle ilgili olarak uyanık olunması gerektiğine ilişkin bir mektub
gönderdi.
İki
gün sonra da TBMM’de yapılan gizli celsede bazı milletvekilleri Mustafa
Kemal'e askeri durumla ilgili bir takım sorular yönelttiler.. "Ne oluyor,
nereye gidiyoruz, bizi kim nereye götürmek istiyor, meçhule gidiyoruz"
şeklindeki eleştiriler üzerine Mustafa Kemal sert bir konuşma yaptı. Mustafa
Kemal taarruzun gecikme sebebi ile ilgili olarak şöyle diyordu: "Ordumuzun
karan taarruzdur. Fakat taaarruzu tehir ediyoruz. Henüz hazırlığımız tamam
değil. Yanm hazırlık ve tedbirle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok
daha fenadır."
Mustafa
Kemal TBMM tarafından taarruz konusunda sıkışUnhrken, zaman kazanmaya
çalışıyordu. Mustafa Kemal bu arada soruna diplomatik çözüm bulmak çabası
içindeydi. Şanslı bir konumda mücadeleyi başlatmak istiyordu. İtilaf
devletlerine rağmen bir zafer değil, mümkün olduğunca diyaloglarla yumuşatılmış
bir mücadele zemini arıyordu. Ve beklenen gelişme kendiliğinden ortaya çıktı!
24 Mart'ta, Dışişlerine vekalet eden Celal Bey itilaf devletlerinin mütareke
teklifi notasını, Akşehirde bulunan Mustafa Kemal'e bildirdi. Bu notaya, 27 Mart’ta
karşı bir nota ile cevap verildi. Mustafa Kemal bu cevabi notayı Sivrihisar'da
vekiller heyeti ile birlikte tesbit etti.
2
Nisan’da, Mustafa Kemal Paristen Madam Gaulisten bir mektup aldı. Madam Gaulis
Mustafa Kemal’in beklediği müjdeli haberi veriyordu: "Burada vaziyet
günden güne lehinize değişikliğe uğruyor gibi." İtilaf devletlerinin
mütareke talepleri ile herşey bir anda yoluna girmeye başladı.
10
Nisan’da, Türk-Ukrayna Dostluk anlaşması nedeni ile Lenin'e mesaj gönderen
Mustafa Kemal, bir yandan Avrupa devletleri ile iyi ve yakın ilişkiler kurmaya
çalışırken aynı anda Rusları da memnun etmeyi ihmal etmiyordu. Şöyle diyordu,
Lcnine gönderdiği mesajda Mustafa Kemal: "Rus dostluğu geçmişte olduğu
gibi, her zaman TBMM hükümetinin temel politikası olacaktır. "
5
Mayıs'ta, TBMM’de zorlu bir gün! Mecliste Mustafa Kemal'in 3 ay ile sınırlı
olan başkomutanlık yetkilerinin uzatılması etrafında gelişen tartışmalar,
başkomutanlık yetkilerinin sınırlandırılması yönünde bir tartışmaya sebeboldu.
Mustafa Kemal bu gelişmelerle ilgili olarak İnönü ile gizlice telgraf
muhaberesi kurdu. Bir gün sonra da Meclisle gizli celsede konu tartışma gündemine
geldi. Mustafa Kemal TBMM üyelerine hitaben " Enbüyük vazifemiz siyaset
yapmak değil, topraklarımızda bulunan düşmanı çıkartmaktır" dedi.
Müzakereler sonunda Mustafa Kemal'in başkomutanlık yetkileri aynen kalmak kaydı
ile üçüncü defa üç ay süre ile uzatıldı.
24
Mayıs'ıa, Mustafa Kemal Bayan Gaulis'in müjdeli mektubunu cevapladı:
"Eski Fransız Türk dostluğunun kuvvetlenmesini her iki tarafın gözden
uzak tutmaması gerektiğini düşünüyorum. ” Bir gün sonra da Paris’ten Franklin
Bouillon M. Kemal'e bir mektup gönderdi: "Dostlarım ve ben engeller ne
olursa olsun adaletli bir barışa ulaşmayı savunmaktan geri durmayacağız"
2
Haziran'da, Ali Fuat Paşa Moskova'dan Ankara'ya geldi ve Mustafa Kemal’le
konuştu. Artık Sovyetlerle araya bir mesafe koymanın zamanı gelmişti, ama bunun
açıklanması için daha zamana ihtiyaç vardı. Bu arada Literary Digest'le
Mustafa Kemal'le ilgili ilginç bir yazı yayınlandı. Yazıya göre "Mustafa
Kemal bir İspanyol yahudisi idi. Ama artık İslam dinini seçmişti, Kur'anda
yasak olduğu için de alkollü içkilere artık el sürmüyordu. " Mustafa
Kemal’in orjini batı basınının uzun süre merak ettiği konular arasında yer
alacaktı. Mavi gözlü, san saçlı kişi kimdi? 1923 yılı Şubatında Time yine bu
konuya değiniyordu "Mustafa Kemal Yahudi asıllı değil Türktür"
diyordu. Bankların Ankara'ya ilişkin yorumlarında zaman zaman korkunç hatalar
ve çelişkiler sözkonusu oluyordu. Ama o zamanlar batı ile iyi ilişkiler kurmak
sözkonusu olduğu için pek tepki görmüyordu. İşin meraklıları bu konu ile ilgili
olarak Ankara Üniversitesi tarafından yayınlanan "Atatürk, Cumhuriyet Türk
Tarihi" kitabının 79. sayfasma bir göz atabilirler.
17
Haziran'da Mustafa Kemal İzmit’e geldi ve bir gün sonra da burada Claude
Farrcrc ile görüştü 19 Haziran'da da Mustafa Kemal'le birlikte olan Farrere, 20
Haziranda TBMM başkanına barış dileklerini içeren bir mesaj göndererek
Türkiye'den ayrıldı.
14
Temmuz'da, Mustafa Kemal Fransız Milli günü dolayısı ile Fransız elçiliğini
ziyaret etti. Büyük taarruz öncesi bu gelişme-
ler
son derece büyük öneme sahiptir. 16 Temmuzda, Mustafa Kemal Anadolu ve
Rumeli Müdafaâi Hukuk Grubu toplantısında tabii başkanlığa seçildi. Bir
gün sonra da, Mustafa Kemal TBMM başkanlık odasında Fransız albayı Mougin ve
Sovyet elçisi Aralov’la görüştü.
20
Temmuz, Mustafa Kemal'in üzerindeki başkomutanlık görevinin üç ay daha
uzatılmasına ilişkin meclisteki gizli müzakereler sırasında Mustafa Kemal
artık bu yetki ve görevlere ihtiyaç kalmadığını bildirdi. Ancak müzakereler
sonunda bu yetki ve görevlerin süresiz olarak Mustafa Kemal’in üzerinde
kalması kabul edildi. Hatırlanacağı üzere bu yetkiler üç ayla sınırlı kalmak
kaydı ile verihniş daha sonra bu süreler üçer aylık dönemler halinde uzatılmış
ve zaman zamanda bu yetkilerin sınırlandırılmasına ilişkin mecliste tartışmalar
olmuştu.
Bundan sonra olaylar şöyle
gelişti:
21
Temmuz’da Cemal Paşa Tifüste öldürüldü! 4 Ağustosta da Enver Paşa Buharada
öldürüleceklir.Böylece Mustafâ Kemal büyük taarruz öncesi sınır dışındaki en
büyük rakiplerinden de kurtulmuş olmaktadır. Arlık ne İstanbul rekabet edebilir
kendine, ne de Enver Paşa, Ankara'daki İttihatçılar da en büyük dayanaklarım yitirmiş
durumdadırlar.
Ankara'da
meclis teşkil edildiği günden bu yana 197 gizli oturum yapılmış. Artık gizli
oturumlarda Mustafa Kemali sıkıştıracak güçler giderek yalnızlığa
itilmektedirler.
24
Temmuz’da Mustafa Kemal Konya'da General Towshend'i kabul etti. Üç gün sonra
Gn. Towsend Ankara'dan bir rapor göndererek Ankara Hükümeti konusundaki
görüşlerini bildirecektir. Raporda şu görüşlere yer verilmektedir:" Türk
Milli ordusu güçlü ve etkili bir güce sahiptir. İngiltere hükümeti bunu anlayamamıştır.
Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bunu da anlamış değiliz. Türk'ü Avrupa dışına,
Anadolu'ya itmeye çalışmak çtfgınlıktır." Öte yandan İngiliz başbakanı
Avam kamarasında yaptığı konuşmada "Mustafa Kemal büyük bir general ve
yurtsever olabilir, ama müsliimanlann başı İstanbul’daki halifedir!"
diyordu.
26 Ağustosta Büyük Taarruzu
başladı.
30
Ağustos'ta, Büyük Taarruz zaferle sonuçlandı. Büyük Taarruz öncesinde Yurdun
dört bir yanındaki generaller ve Ankara hükümeti ile yakın işbirliği içindeki
Askeri Erkan bölgeye intikal ederek hareketin komuta merkezini oluşturmuş ve 4
gün süren büyük taarruzdan sonra zafere ulaşılmıştı. Bunu takip eden 9 günün
sonunda ise 9 Eylül'de İzmir kurtarılmıştı. Bu arada İngilizlerin Yunanistan'a
daha fazla destek vermekten vazgeçmesi ve Ankara hükümeti ile yakınlaşma içine
girme gayretleri dikkat çekmektedir.
Mustafa
Kemal İzmir'in kurtarılmasından sonra, İzmir'e gelerek burada yaşayan Rum
halkına güvence vermiş ve bunun bir göstergesi olarak ta, ilk gün bir Rum
meyhanesine giderek Rumlarla sohbet etmişti. Hatta, Venizelos'un burada hiç
rakı içip içmediğini sormuş, içmediğini öğrenince, "Acaba niçin İzmir'i
almaya kalkıştı ki” diye espri yaparak aradaki gerginliği yumuşatmışa!
Yunanlı
işgal kuvvetlerinin çoğu geldikleri gibi, İngiliz gemilerine binip geri
gitmişlerdi. Türk askerleri ise Yunanlıların geri çekilmesinin ardından
Adaları işgal etmemişler, Hatta Meis bile Yunanistan'ın işgalinde kalmıştı.
Türkiye savaş sonrası Yunanistandan Savaş tazminatı da istemiyerek büyük bir
dosduk göstermişti.
Resmi
tarihte belirtildiği gibi, İzmir'de Milli Mücadelenin ilk kurşunu bir dönme
olan Haşan Tahsin tarafından sıkılmamıştı. Şehrin dört bir yanından silah
sesleri geliyordu. Şehir meydanında da bir çok kişi aynı anda ateş açmışlardı.
Hatta ilk ateşi açan köşeden dönüp kaybolmayı başarmıştı. Aına bu işin şanı
şöhreti de bir dönmeye kaldı. Oysa İşgal sırasında Yahudi, Rum ve Ermcnilcr
Yunan kuvvetlerini alkışlayarak müslümanlar ve Türkler aleyhinde sloganlar
atıyorlardı!
1
Eylül'de, Mustafa Kemal ünlü emrini verdi: Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir
ileri! Aynı gün Mustafa Kemal millete, orduya ve TBMM'ne birer mesaj gönderdi.
2 Eylül'de, Yunan generali Trikopis esir edildi. 3 Eylül'de de Mustafa Kemal
Uşak'a geldi.
Paris
temsilcisi Ferit (Tek) Bey, Mustafa Kemal'e gönderdiği mesajda o günün
heyecanı içinde şu mesajı gönderiyordu;
"Türkiye'nin büyük çocuğu,
azmin vatanı esaretten kurtardı."
4
Eylül'de, İstanbul'daki İtilaf devletleri temsilcileri mütareke isteğinde
bulundu. 5 Eylül'de Rumbold Gürzon'a gönderdiği raporunda şöyle diyordu:
"İtilaf devletleri yüksek komiserleri Izmirde Kemalist Kuvvetlerle
çalışmaktan sakınmak gerektiği kanısında!" 6 Eylül'de ise, Fethi Okyar
Beyin Londra'dan gönderdiği mesajda, Ingillcrenin acele mütareke islediği
belirtiliyor ve "Trakya alınmalı, azınlıkların değiştirilmesi, harp
tazminatı, ülkede yapılan tahriplerin tamiri istenmelidir” diyordu. Öle yandan
İstanbul'daki İngiliz orduları başkomutanının İngiliz savunma bakanlığına
gönderdiği mesajda ise "durum son derece kötü. Ateşkes için kaybedilecek
zaman yok, Yunan askerleri Anadolu'dan kaçıp kurtulmaktan başka bir şey
düşünmüyor"deniliyordu.
Baülı
ajans ve gazetelerin, yabancı misyonların Milli kuvvetlere ısrarla
"Kemalisllcr" adını vermesi dikkat çekici bir özellik taşımaktadır.
7
Eylül'de, Mustafa Kemal, Hindistan müslümanlannın gönderdiği paradan yüzbin
lirayı Salihli'de zulme maruz kalan köylülere dağıttı. Aynı gün Fransız General
Gouraud, Albay Mouigin aracılığı ile Mustafa Kemal'i 30 Ağustos zaferinden
dolayı tebrik etti! İtilaf devletleri centilmence bir tavırla Mustafa Kemal'e
karşı iyi niyetlerini, işbirliği arzularını bu şekilde ifade etmiş oluyorlardı.
Yoksa Ytınan işgalinin örgülleyicilerinin Yunan kuvvetlerinin yenilmesi
karşısında bu tür davranışının başka ne sebebi olabilirdi ki!
8
Eylülde, Fethi Bey Roma'da İtalyan Hariciye Bakam ile görüşlü. 9 Eylülde de
Türk orduları İzmir'e girdi. Mustafa Kemal bir gün sonra öğleden sonra İzmir'e
geldi. 12 Eylül'de ise İngiltere'nin İngiliz başkonsolosu Harry Lamb Ankara
hükümeti ile İngiltere arasındaki ilişkiler konusunda Mustafa Kemal'le bir
görüşme yaptı. Bu arada Akdeniz’deki İngiliz filosu başkomutanı, Mustafa
Kemal'e Ankara hükümetinin tngilizleric karşı bir harp halinde olup olmadığını
sordu. Mustafa Kemal ise aynı gün İzmir'e gelen İngiliz Daily Mail gazetesi
muhabirine şöyle diyordu: "Bu son taarruzu islemedim, fakat Yunanlıları
Anadolu’yu terke zorlayacak inandırıcı başka bir yol yoklu." Mustafa
Kemal bu mülakatında da taarruz yanlısı olmadığını, soruna barışçı bir çözüm
bulmak konusunda ısrarlı davrandığını ifade etmektedir.
İngilizlerle
savaş halinde değildik. Peki ya Yunanistan kimin adına savaşıyordu!..
tngilizlerin adına!
Mustafa
Kemal İzmir'den büyük zaferle ilgili Millete bir beyanname yayınladı, ve 13
Eylül günü de, batı dünyası ile hemen dostça ilişkilere girdi. Azınlıklara
güven duygusu verecek bir yaklaşım sergiledi. 13 Eylül’de Mustafa Kemal'in
Amiral Brock'a gönderdiği cevabı mesajda da bu yaklaşım ifadesini buluyordu: "her
iki hükümetin uygulanagelen şekillere uyarak siyasal ilişkiler
kurabileceklerini bildirmekle şeref kazanmaktayım."
M.
Kemal aynı gün İzmir'de Amerikalı gazeteci Ricbard Eaton'a şöyle diyordu:
"Ben İngilizlerle değil Yunanlılarla harb ediyorum. Yirmidört saatte en
iyi kıtalarımı Trakya'ya geçirmeye yetecek nakliye gemilerim de mevcuttur. Bu
askerler bir işaretimi bekliyorlar."
14
Eylül'de, Rumbold'un Gürzon'a raporu: "Savaşan tarafların birbiri ile
teması kalmadı. Konferans çağrısı için şimdi en uygun zamandır... Mustafa
Kemal’in ikinci hedefi Trakya'dır. Konferans olmazsa Trakya'ya geçmeye
çalışacaktır. Gecikirsek güç durumda kalırız. "
15
Eylül’de, İngiltere Kabinesi’nde çetin bir tartışma patladı. İngiltere
Hükümeti. Ankara Hükümeti'nin, Müttefik Kuvvetleri İstanbul'dan çıkarmasını
önlemek için gerektiğinde kuvvet kullanılmasına karar veriyordu. İngiliz
kabinesi Osmanlı Devletinin geleceği ve Ankara Hükümeti konusunda tam bir
mutabakat sağlamış değildi. İngiltere'nin şark siyasetini daha çok İngiliz
enteljansı belirlediği için gelişmelerle ilgili olarak bilgiler ve belgeler
yeteri derecede açıkça tartışılamıyordu. Bu da çeşitli tedirginliklere. yorum
farklılıklarına neden oluyordu. Bazı konularda ise ciddi kaygılar sözkonusu
idi.
Bu
gelişmelerden bir gün sonra İngiliz Kabinesi tarafından itilaf devletleri
olarak Çanakkale'nin tarafsız bölgesine karşı bir müdahclcde bulunmaması
hakkında Mustafa Kemal'le temasta
bulunma
kararı alındı. Aynı gün İngiliz Savunma Bakanlığı İsıanbul'daki komutanlığına bir
mesaj göndererek, kabinenin iki tümen daha göndermek sureti ile Mustafa Kemal'e
gerektiğinde karşı koyulmasını bildirecektir.
Öte
yandan Ingiliz Hükümeti doğu konferansı ile ilgili çalışmalara başlanması
karan aldı. İngiliz Yüksek Komiserinin Londra'ya gönderdiği mesajda ise,
İstanbul Hükümetinin tezelden bir konferans toplanması yolundaki umudu
belirtildikten sora, Padişahın Ankara kuvvetlerinin İstanbul'a yaklaşmasından
kaygı duyduğunu, Padişahın geleceğinin karanlık olduğunu, zafer’den sonra
Vahdeddin in Mustafa Kemal'i kutlamayı reddettiğini duyuruyordu.
18
Eylül'de, bir savaş gemisi ile İzmir'e gelen Fransız yüksek komiseri General
Pelle, Mustafa Kemal’le görüştü. İstanbul'daki İngiliz Ordulan Başkomutanı
Londra'ya gönderdiği bir raporda kararlı bir tutumla Mustafa Kemal'in
caydırabileceğini be‘ lirterek Çanakkale'deki mevzilerin güçlendirildiğini
ifade ediyordu. İngiliz kabinesi ise Mustafa Kemal'in Trakya'ya kuvvet çıkarmasının
önlenmesi yolunda bir karar alıyordu. Aynı gün Mustafa Kemal Yakub Kadri'ye
verdiği mülakatında, Milli Mücadelenin birinci safhasının kapandığım, şimdi
sıranın ikinci safhaya geldiğini söylüyordu.
19
Eylül'de, Mustafa Kemal İstanbul Edebiyat Fakültesinde fahri profesörlüğe
seçildi. 20 Eylül'de General Harrington Mustafa Kemal'in Çanakkale’ye saldırma
ihtamalinden sözeden bir raporu Londra'ya gönderirken, Parist'e, Fransa
Başbakanı ile görüşen Lord Gurzon Mart ayından beri Mustafa Kemal'i konferansa
getirmek için harcanan çabaların boşa gittiğini belirtiyordu. İki gün sonra da
Fransız Başbakanı, Gürzon'a şöyle diyecekti: ". . Mustafa Kemal onları
frenlemeye çalışıyor. Çaüşmayı önlemenin tek yolu Mudanya konferansını
başlatmaktır. "Bu ifadeler, 7 aydan bu yana, konferans konusunda İngiltere
ile Mustafa Kemai arasında bazı temasların kurulduğunu göstermektedir.
Mustafa
Kemal, 24 Eylül'de Celal Nuri'ye askerlerin heyecanı ile ilgili olarak şu
bilgileri veriyordu: "Askere istirahat emre-
diyorum,
asker dinlemiyor ve İzmir'de istirahat ederiz karşılığı ile cenk ediyorlar.."
22
Eylül'de Harrington Londra'ya şu raporu gönderdi: ".. Mustafa Kemal
tarafsız bölgeyi çiğnememe kararını bugün verecektir, sanırım. Çiğnerse
karşısında İngiltere ve Dominyonlarını bulacağım açıkça kendisine duyurdum!
"İki gün sonra da Türk Kuvvetleri Çanakkale'de tarafsız bölgeye girdiler.
İngiltere karşı koyma konusunda Dominyonları ile görüştü ve bir gün sonra da
Türk Kuvvetleri karşısında gerileyerek daha dar bir bölgeye sıkıştılar. 25
Eylül'de İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold Londra'ya gönderdiği yazılı mesajında
iki bin kişilik bir Türk süvari birliğinin Erenköy'de göründüğünden bahisle,
bunları tarafsız bölgeden geri çekmesini Mustafa Kemal’e duyurduğunu, aksi
halde Harrington’un bunları geri çevireceğini bildirdiğini söylüyordu. Hamil
Bey ise İstanbul'dan gönderdiği telgrafta" General Pelle'nin iki bin
süvarimizin Erenköy'den geri çekilmesini rica ettiğini" bildiriyordu. 26
Eylülde Mustafa Kemal Chicago Tribün muhabirine verdiği demeçte
kapitülasyonları tanımadığını ve Misakı Milli'de ısrarlı olduklarını
vurguluyordu. Aynı gün Harrington, Türk kuvvetlerinin tarafsız bölge dışına
çekilmesi ile ilgili olarak M. Kemal'e bir telgraf gönderdi. Mustafa Kemal ise
cevabî mesajında şöyle diyordu: "Tarafsız bir bölgenin şimdiye kadar TBMM
ile müttefik hükümetler arasında kararlaşünlmış olduğundan haberim yoktur.
Süvarilerimizin ve kıtalarımızın harekâü mağlup Yunan ordusunu takip
harekâündan ibarettir. "
27
Eylülde, Harrington, Mustafa Kemal'e Yunan ordularının İstankıl'dan
ayrıldığını bildiren bir telgraf gönderdi. Harrington sözkonusu telgrafında
şöyle diyordu: "Arzum çatışmaktan kaçınmaktır. Arzu ederseniz sizinle
görüşmeye hazırım” Aynı gün Fransız hükümeti de Mustafa Kemal'e askerlerini
geri çekmesi gerektiğini duyurdu. Bu olaydan bir gün sonra, Mustafa Kemal
Harrington’a şü mesajı gönderdi: "Siz de Fransız ve tlalyanlar gibi Asya
sahillerindeki kıtalarınızı geri çekmeye haza olduğunuz takdirde
boğazlar'sahilinde bulunan kıtalarımıza yavaş yavaş geri çekilmeleri ve yalnız
mülki idare ile polis örgülünü düzenlemekle
yetinmeleri
hususunda emir vermeye hazırız "Bu arada Mustafa Kemal Fransız Doğu
donanması komutanı Amiral Dumesnil'e cevabi bir mesaj gönderdi. Ve aynı gün
İzmir'e gelen Fransız diplomatı Franklin Bonillon ile görüştü. Londra hükümeti
ise İngiliz Yüksek Komiserliğine gönderdiği bir talimatta: " Mustafa Kemal
tarafsız bölgeden çekilmezse Yunan donanmasının da Marmara'yı ve Çanakkale
boğazını kullanmasına iuzin verilecektir. Bunu Ankara'ya duyurunuz"
deniliyordu. 29 Eylül de İngiltere hükümeti, Türklerin sözkonusu bölgeden
çekilmemeleri halinde ateş açılması konusunda General Harrington'a talimat
verdi. Aynı gün Ankara hükümeti Mudanya Mütarekesi ile ilgili itilaf devletlerinin
23 Eylül tarihli notasını cevapladı veMütarekc'nin 3 Ekim'de yapılmasını
istedi"O gün Fransız Diplomat Bouillon, Fransız başbakanı Poincare'ye
gönderdiği telgrafta, Mustafa Kemal'le 4 saat görüştüğünden bahisle: *
Mustafa Kemal'in durumu güç, askerlerini zor zabtediyor" diyordu. O gece
Mustafa Kemal İzmir'den Ankara'ya haraket etti. 2 Ekim'de Ankara'da coşkun
gösterilerle karşılanan Mustafa Kemal Ankara'Iıların fahri hemşerisi ilan
edildi ve 3Hcim'dedeMudanya Konferansı başladı. Mustafa Kemal 4 Ekim'de
meclisle gizli celsede yapuğı konuşmada Mudanya ' konferansı ile ilgili olarak
şöyle diyordu: "Mudanya Konferansı ister müsbet, isler menfi sonuçlansın,
biz bir an evvel barış masasının başına geçmeliyiz". O gün Ankara'da,
Vakit gazetesine verdiği demecinde ise aynı güven ve emniyetle konuşuyordu:
"Milli emeller dahilinde banş elde edilecektir. Elde edilişi
yakındır"
5
Ekim'de, Mustafa Kemali içişleri bakanı ile birlikte Albay Mougcn'i ziyaret
etli. Bir gün sonra da Fransız diplomat Franklin Boillon'a cevabi mesajı:
"Dostça çalışmalarınızdan müsbet bir netice çıkacağından kuvvetle
ümiıvanm’ Aynı gün Mustafa Kemal'in İnönü'ye talimatı: "Trakya'nın
boşaltılarak bize teslimi belli olmayan bir zamana tehir edilemez" Bu
arada konferans heyetine başkanlık eden İnönü sık sık Mustafa Kemal'i arayarak
gelişmeler hakkında rapor veriyordu. Bu bilgiler ışığında 9 Ekim tarihti
gizli celsede Mustafa Kemal şöyle diyordu: "Görülüyor ki Trakya’yı bize
vermek istemiyorlar. Ve gelecekte temin etmek is-
(edikleri
muhtevaya şimdiden bir şekil vermek istiyorlar. Halbuki bizim isPaşadiğimiz
Trakya ve İstanbul'un doğrudan doğruya bizim hükümetimize teslim edilmesidir,
" Aynı gün İsmet Paşa Mustafa Kemal'i arayarak, Fransızların bütün
kuvvetleri ite İngiliz’leri desteklediğini söylüyordu. Franklin Bouilton ise
Mustafa Kemale gönderdiği mektubunda: "İngiltere'nin konferanstan önce
yapabileceği herşeyi. yaptığını hissettiğini" söylüyordu. 10 Ekim’de
Mustafa Kemal herşeye rağmen kesin talimatını verdi: "Sözleşmeyi imza
ediniz!” Mustafa Kemal aynı zamanda Mudanyada bulunan Fr. Diplomat Bouillon’a
şu mesajı gönderiyordu: "Fransız dostlarımızın Türkiye’nin belli
haklarından fedakarlıkta bulunmasını isıcyici hareketlerini yorumlamakta
güçlüğe uğruyonım. "Anlaşılan Mustafa Kemal de, itilaf devletleri
ıcmsilcileride özel mülakatlarda belirtilen konularla ilgili olarak şimdi daha
farklı düşünüyorlardı. Ama yine de Mustafa Kemal barışı mümkün kılacak bir
anlaşma konusunda kesin talimatını vermekten çekinmedi ve daha önce değişik
vesilelerle ifade ve isbat ettiği iyi niyetini bir kez daha ortaya koydu! Ne 1
ngilizler, ne de Fransızlar hiç bir zaman Mustafa Kemal'le doğrudan kinci bir
üslupla karşı karşıya gelmeyi denemediler. Aynı şekilde Mustafa Kemal de her
zaman onları dost gibi gördü. İşgal kuvvetleri yetkililerini bile dostça
kabul etti. Ve Türkiye her zaman banşm sağlanmasında her türlü kolaylığı
gösterdi.
Mustafa
Kemal Bouillon’a gönderdiği ikinci mesajda barış konferansının İzmirde
yapılmasını, Fransadan bu yönde temaslarda bulunmasını isteyecektir.
i
1 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkes antlaşması imzalandı! Mustafa Kemal bir bildiri
ile sonucu bütün Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerine bildirdi. Bu sonucu kazanılan
büyük zaferin ilk önemli siyasi sonucu olarak ilan etti.
Bu
arada General Harrington'a bir mesaj gönderen Mustafa Kemal bu mesajında şöyle
diyordu: "Barış için sarfedilcn gayretlerin başarı ile neticelenmesini,
bütün insanlık adına arzu ve ümid etmekteyim"
16
Ekim'de Mustafa Kemal Bursa'ya geldi ve bundan sonra
ilim,
maarif ve iktisada önem vereceklerini açıkladı ve üç buçuk yıl süren
mücadeleden sonra şimdi bu sahalarda mücadelenin devam edeceğini açıkladı.
Musiafa Kemal'in Bursa'ya gelişinden bir gün sonra Sadrazam Tevfik Paşa yakında
toplanacak barış konferansın da Ankara ve İstanbul temsilcilerinin birlikte
katılması teklifi ile Mustafa Kemal'e bir yazı gönderdi. Ancak 18 Eylül'de
Mustafa Kemal bu mektuba verdiği cevapta "TBMM ordularının kazandığı bu
zaferin tabii neticesi olarak toplanması yakın olan barış konferansına Türk
devletinin yalnızca ve ancak TBMM hükümeti tarafından temsil olunacağım"
bildirdi.
19
Ekim'de Mustafa Kemal, iki önemli sürprizle karşdaştı: Latife Hanımın
İzmir'den, Salih Bozok'a Mustafa Kemal'e ilanı aşkını bildiren mektubu. Ve
İngiltere parlementosunda yoğun eleştiriler alan Lloyd George'nin istifası. Loyd
George avam kamarasındaki konuşmasında şöyle diyordu: "Arkadaşlar,
asırlar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakınız ki o büyük
dahi çağımızda Türk ulusuna nasip oldu ve bizim karşımıza çıktı. Mustafa
Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi!"
24
Eylül'de Mustafa Kemal United Press Ajansı'na verdiği demeçte, uygarlık yolunda
yürümeye devam edeceklerini bildirecek ve 27 Ekim'de Bursada yaptığı konuşmada
ise "Milletimizin siyasi, ve içtimai hayatında milletimizin fikri
eğitiminde de rehberin ilim ve fen olacağını" ifade ediyordu. O gün önemi
anlaşılmayan bu sözler önemli bir anlam taşıyor ve muhtemel bir takım gelişmelerin
ilk sinyalini veriyordu. Henüz Mudanya Müterakesinin mürekkebi kurumadan ve
daha Ankara'ya dönerek gelişmeleri müzakere etmeden verilen bu sinyalin gerçek
mahiyeti Bursadan Ankara’ya döndükten bir gün sonra TBMM Müdafaâ-i Hukuk
Grubu'nda yaptığı konuşmada kendisini gösterecekti: Osmanlı saltanatı
kaldırılacaktı ve ilk adım olarak Hilafet saltanattan ayrılacaktı! Mustafa
Kemal'de çok önceden oluşmuş bir fikirdi bu. Aylar önce Kazım Karabekir Paşa bu
konudaki kaygılarını şöyle ifade ediyordu. Daha doğrusu Kazım Paşa nın bir
başka kaygısı Mustafa Kemal'in hilafet makamını ele geçirerek kendini halife
ilan etmesi ile ilgili idi. Kazım Paşaya göre İngilizler ısrarlı bir şekilde
Anadolu'da bir Cumhuriyet ilân edilmesini fikrini Mustafa Kemal'e empoze
ediyorlardı.
Kazım
Karabekir'in "İstiklal Harbimiz" isimli kitabının 1040. sayfasındaki
konu ile ilgili hatırat şöyle: "İzzet Paşa'nm mektubuna göre, daha
şimdiden Mustafa Kemal Paşa'nm Cumhuriyet tesis edivereceği hakkında korkular
uyanmıştı. Benim endişem ise Hilafet ve Saltanat makamına bir zaferden sonra
çıkıvertnesi idi. İngilizlerin bu gibi işlerde aracılar kullanarak, zaferden
önce milli ayrılıklara sebeb olacak teşebbüslere teşvik etmeleri pek kuvvetli
idi. Nitekim 16 Mart 1920 olayından önce Ravvlinson bir an önce Anadolu’da
Cumhuriyet ilan etmekliğimizi teşvik ediyordu!”
1
Kasnn’da Mustafa Kemal'in söyledikleri gerçekleşti Saltanat kaldırıldı ve
Hilafet saltanattan ayrıldı. Karar Sultan Vahdeddin'e Yıldız Sarayı'nda Refet
Paşa tarafından tebliğ edildi. Tam Mudanya mütarekesinden 20 gün sonra.
Görüldüğü
gibi Ankara'da teşkil olunan hükümet, bir yandan düşmanla savaşırken, öte
yandan aynı titizlikle İstanbul'a karşı da sistemli, planlı bir muhalefet
hareketi yürütmüştür. O günlerin yoğun zafer heyecanı içinde Saltanatın
kaldırılması Ankara hükümetine muhalefet odaklarına karşı daha rahat hareket
etme imkanı sağlamıştır.
17
Kasım 1922 Vahdeddin İstanbul'dan ayrıldı. Malta üzerinden Roma’ya gitti.
Yahudiler tabutuna haciz koydular ve yoksulluk içinde öldü. Giderken Hâzineden
hemen hemen zati eşyaları dışında hiç bir şey almadı. Son anda yolda okumak
için istediği Kur'anı Kerimin altın bir mahfaza içinde olduğunu öğrenince Komadan,
altın mahfazayı Bcytülmale ait olduğu için İstanbul'a geri iade etti.
Mustafa
Kemal İstanbul'da bulunan Refet Paşa'ya bir mesaj göndererek Vahdeddin'in
İstanbul'dan ayrılması üzerine İngilizİcrin ve başkalarının saraydaki
emanetleri almamaları için tedbir alınmasını istedi.
18
Kasım'da, Hilafet makamı, Halife'nin yetkileri ve Biat konularında TBMM gizli
celsesinde şiddetli tartışmalar oldu. So-
nüçta
Abdülmecid efendi TBMM'nin aldığı bir kararla halife seçildi. Ingilizler Sevr
anlaşması ile Hilafet ve saltanatı kendi ellerinde bir silah gibi kullanmak
istiyorlardı. Ankara hüküıheıi ise saltanatı tamamen ortadan kaldırarak
Hilafeti saltanattan ayırarak kendisi için daha bir sûre kullanma yoluna gitti.
Mustafa Kemal bu karar üzerine İstanbul'da bulunan Refet Paşa'ya bir telgraf
göndererek Halife ile ilgili bazı talimatlar verdi: "Abdülmecid efendi
Halife-i Müslimınunvanını kullanacaktır. Bu Unvana başka sıfat ve kelime ilave
edilmeyecektir. Alcm-i İslama duyurmak üzere yayınlayacağı bildiride Türkiye
devletinin ve Büyük Millet Meclisinin ve Hükümetinin hususi niteliği ve idare
şeklinin Türkiye halkı ve bütün alemi İslam için en faydalı ve en uygun olduğu
anılacak ve belirtilecektir” Mustafa Kemal'in bu tamimi ile, Halife Hükümet
nezdinde bir memur konumuna getirilmekte idi. Hilafet elbisesi arkasında Ankara
hükümetinin'meşruiyeti ve bu örneğin Alcm-i İslama kabul edinirilmesi yönünde
bir propaganda aracı olarak kullanılması düşünülüyordu. Ancak bu fonksiyonu tam
olarak yerine gelücmeyince, halta aksine davranışlar ortaya çıkınca bu makam
tümden lağvedilecektir.
19
Kasım'da da Abdülmecid efendiye halife seçildiği resmen bildirildi. 20
Kasım'da Halife, ünvanı ve kıyafeti ile ilgili bir talepte bulundu ise de
Mustafa Kemal gönderdiği bir yazıda bunların bazılarının kabul edildiğini ve
bazılarının ise kabul edilmediğini belirliyordu. .
Bir
gün sonra da Lozan Konferansı toplandı. Bu konferansın gerçekleşmesinde ve
sonuçların kesinleşmesinde bir Osmanlı Yahudisi olan Haim Naum Efendinin büyük
gayretleri olacaktır. Haim Elendi daba sonra, Lozan'daki hizmetlerinin ardından
Nasıra danışmanlık yapacak ve Mısır'a yerleşecektir.
Lo/.an
Konferansının açılış töreninin yapıldığı gün Mustafa Kemal Büyük Zaferi
kutlayan TOrkocağı genel sekreteri Dr. Fethi’ye gönderdiği cevabi mesajda,
"yeni Türkiye'nin istinatgahı olan millet ve milliyet fikrinin gelişmesi
için yıllarca başan ite telkin ve yayında bulunmuş olan Türkocağı'nın milli
zafer dolayısı ile gönderdiği kutlamalara teşekkür” ediyordu.
Türkocağı,
yeni Türkiyenin yapılanmasında Önemli bir rol oynayacaktır. Türkçülük
cereyanının kökleşip yayılması için Osmanlı döneminden beri büyük bir gayret ve
disiplin içinde çalışan Türkocaklannın yerini daha sonra Halkevleri alacaktır.
Türkocaklannın
o günkü konumu, bir bakıma milli bir mason örgülünü andırıyordu. Esas kuruluşu
itibarı ile Osmanlı lopiumunda milliyet fikirlerini yaymak olan azınlık
mensuplarının desteğinde şekillenen Türkocaklan, yeni hükümet dönemindeki
programı Kemalist doktrinle bütünleşecektir.
Daha
Mudanya Mütarekesinin üzerinden 20 gün geçmeden hilafet kaldırılmış, hilafetin
kaldırılmasının üzerinden 20 gün geçmeden Lozan Konferansı çalışmalanna
başlanmıştı. Üç ay sonra da 17 Şubat 1923’de İzmir İktisat Kongresi toplanarak,
yeni Türk devletinin iktisadi yapısının inşasına girişilmiş ve uzun süren müzakerelerin
ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan Anlaşması imzalanmıştı.
21
Kasım 1922'de yeni bir kriz ortaya çıktı. Üç milletvekilinin yeni seçim yasası
ile ilgili teklin ortalığı karıştırdı. Teklife göre, milletvekili seçilecek
kişilerin o bölgede beş yıldan az oturmamış olması öngörülüyordu. Mesela daha
önce ilgisiz kişiler ilgisiz yerlerden milletvekili olarak atanabiliyordu.
Hatta hiç gitmedikleri görmedikleri, bilmedikleri, tanımadıkları yerlerden
bile milletvekili olarak atanabiliyordu. Bunun önüne geçmek için verilen yasa
teklifi, bir yerde Mustafa Kemal'i de hedef alıyordu. Eğer teklif yasalaşacak
olursa Mustafa Kemal milletvekili olamayacaktı. Dolayısı ile bütün
yetkilerinden mahrum olacaktı. Çünkü Mustafa Kemal'in doğduğu yer sınırlarımız
dışında idi ve beş yıl da sürekli hemen hiç bir yerde oturmamıştı.
Tabii
ki teklif reddedildi. Ancak Mustafa Kemal mecliste çok sert bir konuşma yapu, arkasından
da 6 Aralık ta parti kurma fikrini açıkladı. "Halk Partisi" adında,
halkçılık prensibine dayalı bir pat ti kuracaktı. Bu arada Mustafa Kemal ve
Ankara'daki gelişmeler hakkında yabancı basında arkası arkasına yazılar ve
yorumlar yayınlandı.
26
Anılık'ıa Mustafa Kemal İnönü'ye gönderdiği mesajda
ona
moral veriyordu: "Parlak bir zaferle şerefli dönüşünüzü düşünerek
avunmaktayım. Orada kazandığın saygın yeri ve cihana gösterdiğin kudret, zeka
ve liyakati mutlu bir şekilde seyrediyorum" Mustafa Kemal bu mesajı
gönderdiğinde, henüz Lozan Konferansı toplanalı 5 gün olmuştu. 40 gün sonra ise
Kongre çalışmalarına ara vermek zorunda kalacaktı.
1923
Yeni
yılın ilk günü, eski bir dosttan Mustafa Kemal'e gelen övgü dolu bir mesaj.
Claude Fcrrere Paris'ten yazıyor: "Zatı devletlerinizin şunu bilmelerini
arzu ederim ki, bütün Fransız milletinin kalbi, bePaşakalbim gibi sizinle
beraberdir. Bütün kalbim, sadakat ve samimiyetimle zatı devletlerinize
bağlıyım Paşa hazretleri. "
Mustafa
Kemal düşmanlarının bile kalbini fethetmeyi başarmışa. Hatta orduları savaşan
bir milletin bile kalbini felhetmişti. Ferrere'nin söyledikleri Bey göre
"oğulları Türklerle savaşan Fransız balkının kalbi Ankara’da
atıyordu!"
4
Ocak’ta, Mustafa Kemal AzarBeycan Elçiliğinde evlenme kararını açıkladı. Türk
halkına örnek olacak yeni bir aile hayatı için ilk adımı yakında atacaktı. 1
14
Ocak’ta, Mustafa Kemal'in annesi İzmir'de vefat etti. Aynı gün Mustafa Kemal
Halk Partisi'ni kurma kararlılığını bir kere daha teyit etti bir gün sonra ise
Eskişehir'de yaptığı konuşmada barış kararlılığını vurguladı. Annesinin vefat
haberini de burada öğrendi. Mustafa Kemal ancak 27 Ocak’da İzmir'e gelerek
annesinin kabrini ziyaret edebildi. Annesinin mezarı başında Mustafa Kemal
şöyle diyordu: ."Burada yatan annem, zulmün, cebrin, bütün milleti
felakete götüren bir keyfi idarenin kurbanıdır. " Bu en acılı gününde
annesinin ölümünden bile Osmanlı yönelimini sorumlu tutması, içinde bulunduğu
haleti ruhiyeyi ifade etmesi bakımından oldukça ilginçtir. Ancak, aynı
günlerde Mustafa Kemal itilaf devletleri hakkında daha ılımlı düşünüyordu.
Aynı
gün İzmir'de Bulgar konsolosunu kabul eden Mustafa Kemal İzmir belediyesince
düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada: "Bu haşan yalnız benim
eserim değildir. Ve olamaz. Bu başarı bütün bir milletin karar ve imanı ile
çalışmasını birleş örmesinin neticesidir”
M.
Kemal bir gün sonra Bulgaristan'ın Edime Konsolosu ile İzmir’de bir görüşme
daha yapa.
22
Ocak'ta Bursa'da Şark Sineması'nda konuşan Mustafa Kemal yeni Türkiyenin
temellerini şöyle açıklıyordu: "İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere
muhtaçtır. Bir millet ki resim yapamaz, bü millet ki heykel yapamaz, bir
millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapamaz, itiraf etmeli ki o milletin
ilerleme yolunda yeri yoktur.''
29
Ocak. Mustafa
Kemal Latife hanımla evlendi!
30
Şubat ta Lozan
konferansı'na ara verildL
31
Şubat'la
Fransız Generali Edward de Bourbon Mustafa Kemal’i evliliği ile ilgili olarak
kutluyordu: "İslam'ın savunması ve Türkiye'nin yeniden kazandığı yüce şanlı
şeref için de sizi aynca kutlarım"
32
Şubat ta, M.
Kemal ünlü Balıkesir Hutbesi’ni irat etli. Zağnos Paşa Camii mimberinden halka
seslendi.
Mustafa
Kemal bu arada geceli gündüzlü çalıştı. Az zamana çok iş sıkıştırmak zorunda
idi. Bir imparatorluk yıkılmış yerine yeni bir devlet inşa ediliyordu. Bütün
bunlar olurken annesini kaybetti, evlendi, Lozan Konferansı çıkmaza girdi.
Parti kuruluş çalışmalarını sürdürdü ve İzmir iktisat Konferansını topladı.
Bu
arada doğu müslümanlarmın Kurtuluş Savaşı'nı desteklemek için gönderdikleri
maddi yardımlar ve Mısırdan gelen paralar, Yeni Türk Hükümetinin ekonomik
yönden yeniden inşasında kullandmış, Ankara'daki Atatürk Orman Çiftliği teşkil
olunmuş, ve bu arada İş bankası kurulmuştu. Mustafa Kemal milli bir burjuvazi
oluşturmak, devlet eli ile Liberalizmi örgütlemek istiyordu. Bu devlet destekli
Liberalizm denemesi beraberinde iktidarlara göre değişen karma ekonomi
sistemini getirecektir. Sistem Karma Ekonomiden ziyade Devletçi Liberalizm gibi
özel bir durumun
ifadesi
idi.
İzmir
iktisat konferansı sırasında önemli gelişmeler oklu. Konferans sonrası Mustafa
Kemal Ankara'ya dönerken, Loza'dan dönen İnönü ile görüşlü. 19 Şubatta
gerçekleşen bu görüşmeden sonra 20 Şubatta Mustafa Kemal vekiller heyeti
toplantısına başkanlık etti.
26
Şubat'la Amerikan Senatosuna bir mektup gönderen Mustafa Kemal 27 Şubatta Şeyh
Abdulbaki Efendi'den doğudaki durum hakkında bilgi istedi. 28 Şubatta
İstanbul'un fahri hemşehrisi oldu. Anık gün onundu.
1
Martla TBMM
birinci devre dördüncü dönem toplantısını açtı. Yeni bir dönem başlıyordu. Ne
Osmanlı Devleti vardı artık Önünde, ne de Enver Paşa. İç isyanlar en şiddetli
şekilde bastırılıyordu artık, iç muhalefet bir ölçüde dengelenmişti. İşgal
kuvvetleri sorun olmaktan çıkmıştı.
3
Mart’ta
Süryani Patriği’ni kabul etti.
6
Mart’ta Hükümet için güvenoyu istedi ve Lozanla ilgili açıklamalarda bulundu.
13 Mart’ta da Adana'ya gitmek üzere Ankara'dan ayrıldı.
Bu
arada Adana Tarsus Afyon Konya ve Kütahya'yı ziyanı eden Mustafa Kemal
25 Mart’ta Ankara'ya döndü ve 26 Martta da kendisine Afgan
"Aliyyülala" (İyilerin en iyisi-Yücelerin en yücesi) nişanı verildi.
1
Nisan'da, Seçimlerin yenilenmesine ilişkin teklif kabul edildi. Bunun üzerine
Mustafa Kemal, seçimle ilgili olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Cemiyeti
başkanı sıfatı ile 9 maddeliktir bildiri yayınladı. İktisat Kongresi
sonuçlarına dayanılarak hazırlanan bildirinin yayımlanmasından sonra, Müdafaâi
Hukuk Grubunun Halk Fırkasına dönüştürülmesi ile ilgili açıklamasını yaptı.
Konu ile ilgili açıklamasında şöyle diyordu: " Eğer Müdafaâi Hukuk
örgütümüzün üyeleri milletin oylarını kazanırsa, gelecekte TBMM de "Halk
Futası" adı altında memleketi idare sorumluluğunu üzerine alacaktır"
diyordu. Bir gün sonra da İstanbul halkına yayınladığı Beyannamede:
"İstanbul'umuzun düşmana umut verecek oy bölünmesi yapmayacağına
inanıyorum"
diyordu.
Oyların bölünmesinin kimlere yarayacağının ciddi olarak düşünülmesini
istiyordu.
Bu
arada basın da Mustafa Kemal'i destekliyor ve Mustafa Kemal'in arkası arkasına
yayınladığı bildirilere basın geniş yer ayırıyordu.
14
Nisan’da Anadolu Ajansı aracılığı ile, seçimlere müdaheIc etme eğiliminde olan
İttihatçıları uyaran Mustafa Kemal şöyle diyordu: "Bugün kimse ittihat
Terakki Cemiyeti veya Fırkası adına hareket etmek hakkına sahip değildir” Bu
uyarı bir bakıma Meclisle bulunan daha önce İttihat Terakki Fırkası
içinde görev almış kişilere yönelik bir uyan anlamı da taşıyordu.
Bu
arada 21 Nisanda Trabzon halkına hitaben bir bildiri yayınlayan Mustafa Kemal
Müdafaâi Hukuk Cemiyeti aleyhinde çalışanlara karşı uyanık olunması gerekliğini
hatırlaıu.
28
Nisan’da Rize meclis idaresine bir mektup gönderen M. Kemal teklif edilen
Lazisıan hemşehriliğini kabul ettiğini bildiriyordu.
24
Mayıs'ta Lozanla ilgili yeni bir kriz baş gösterdi. İnönü, Lozan'dan Mustafa
Kemal'e gönderdiği mesajda şöyle diyordu: "Hükümetle aramızda esasla
ilgili anlaşmazlık var. Mutabakat sağlanamazsa dönmek mecburiyetinde kalacağım”
İsmet Paşa Mustafa Kemal in durumla ilgilenmesini isliyordu.
Mustafa
Kemal bir gün sonra konuyu bakanlar kurulunda görüşerek İnönü ile hükümetin
arasını bulmaya çalıştı ve Mustafa Kemal’e çalışmalarını sürdürmesi bildirildi.
13
Tcmmuz.'da Mustafa Kemal, bir Amerikan gazetesine verdiği mülakatta şöyle
diyecektir: Yeni Türkiyenin ilk ve en önemli meselesi siyasal değil
ekonomiktir!
18
Temmuz'da Mustafa Kemal Mithat Saduliah Sander'i kabul ederek Türk dili
konusunda ilk ve önemli görüşmesini yaptı.
Aynı
gün İsmet Paşa Lozan'dan Mustafa Kemal’e Hükümetten beklediği kararlar
konusunda şu mesajı gönderdi:" Eğer hükümet kabul ettiğimiz şeylerin
reddinde kesin ısrarlı ise, bunu bizim yapmamıza imkan yoktur. Hükümetten
teşekkür
beklemiyoruz."
19
Temmuz'da Mustafa Kemal İsmet Paşa ile vekiller heyeti başkanı Rauf Bey
arasında çıkan ihtilafla ilgili olarak ismet Paşa'yı arayarak şu mesajı
gönderir: "Hiç kimsede tereddüt yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve
samimi hislerimizlc tebrik elmek için usulen imza olunduğunun bildirilmesini
bekliyoruz"
Bir
gün sonra İsmet İnönü bu mesajla ilgili olarak Mustafa Kcmal'a şu mesajı
gönderecektir: ” Hızır gibi yetiştin, dört beş gündür çektiğimiz azabı tasavvur
et. Büyük işler yapmış ve yaparmış adamsın.. Sana bağlılığım bir kat daha
artmıştır!"
23
Temmuz'da Mustafa Kemal Latife hanımla birlikte İzmir'e hareket etti. 24
Temmuz'da da Lozan Anlaşması imzalandı. Mustafa Kemal bu konuda diyor ki:
" Bu antlaşma Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr
anlaşması ile tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade
eden bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte örneği bulunmayan siyasi bir
zafer belgesidir."
Gerçekten de böyle mi?
Hükümet
ve Meclis böyle düşünmüyordu. Haua İnönü'nün Ankara'ya gelişinde karşılanması
bile kabul edilmiyordu. Misakı Milli'den bile taviz verilmiş, Musul gibi vatan
topraklan dışarıda kalmıştı.
Lozan
görüşmeleri ile ilgili bir dizi şüphe ve rivayetler dolaşıyordu.
Meclisle
fırtınalı tartışmalar oldu. Ama her sefer olduğu gibi Mustafa Kemal üstün
dehası ile bu anlaşmayı Meclise onaylatmayı başardı.
Hala
bitmeyen bir tartışma için ilk sayfa açılıyordu. Lozan zafer miydi? hezimet mi?
Lozan'ın milletten gizlenen gizli mad deleri var mı idi. Konuya ilişkin İngiliz
gizli belgeleri hala açıklanmamışa.
Batılılar Sevr'le ölümü gösterip
Lozan'la hastalığı kabul mu ettirmişlerdi!
Bu hay huy arasında yeni yasama
dönemi için milletvekilleri seçildi. Ve 8 Ağustos'ta Mustafa Kemal yeni yasama
dönemi
için
seçilen Milletvekilleri ile Halk Fırkası kurulması hakkında ilk görüşmesini
yaptı.
11
Ağustos 1923'de 2.Biiyük Millet Meclisi açıldı, ikinci mecliste önemli
değişiklikler meydana gelmişti. 13 Ağustos günü Mustafa Kemal tekrar TBMM
Başkaniığı'na seçildi ve ikinci devre 1. dönem toplantılarının açış
konuşmasını yaptı.
16
Ağustos: Mustafa Kemal'in sporla ilgili olarak Ali Sami Yen'e söyledikleri:
"Sporda tek ve açık bir amaç göstermek lazımdır. Sporu ya propaganda için
yapacağız veyahut bedensel gelişmemizi temin için yapacağız"
9
Eylülde TBMM 'indeki Müdalaâi Hukuk Grubundan tebdil edilen Halk Fırkası
üyeleri tarafından Halk Fırkası tüzüğü kabul edildi. 11 Eylül 1923'de
Cumhuriyet Halk Partisi fiilen kuruldu ve Mustafa Kemal genel başkanlığa
seçildi. Kuruluş dilekçesi ise kuruluşun fiilen gerçekleştiği 11 Eylülden 43
gün sonra 23 Ekim 1923’te içişleri bakanlığına verilecektir.
28
Eylüi'de, Yeni Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik açıdan yeniden inşası için
Mustafa Kemal İslam alemine maddi yardım için başvurdu. 13 Ekim tarihli bir
yasa ile Ankara başkent oldu. Artık İstanbul'un siyasi misyonu fiilen sona
eriyordu. 26 Ekim de Mustafa Kemal’in önerisi üzerine Fethi Bey kabinesi istifa
karan aldı. Bir gün sonra da Halk Fırkası Meclis Grubuna istifa yazılı olarak
bildirildi. 28 Ekim’de Mustafa Kemal gece yemekle, Yarın Cumhuriyet ilan
edeceğiz dedi ve yeni bir yasa tasarısı hazırlandı. 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet
ilan edildi.
Ve
Mustafa Kemal ilk Cumhurbaşkanı oldu. 19 Kasımda da İsmet Paşa'ya Halk Fırkası
başkanlığına vekalet etmesini teklif etti. 21 Kasımda, TBMM nin kararı ile
Mustafa Kemal'e kırmızı ve yeşil şeritli İstiklal madalyası verildi.
4
Arahk’la Mustafa Kemal'in Tercümanı Hakikate demeci: "Memleket mutlaka
çağdaş, uygar ve yeni olacaktır ''. Çok geçmeden Halifeliğin kaldırılmasına
karar verilecekti. 3 Mart 1924 de Hilafet kaldırılacak, 3 Mart’ta Tevhidi
Tedrisata geçilecek, 7 Şubatla yabancı okul binaları içindeki dini alamet ve
işaretler yokedilccckıi. 2 Mart’ta Hilafetin ardından, şer'iyc ve evkaf
vekalctteri kaldırılmasının ardından, 8 Nisan'da da şer'iye mahkemeleri
lağvedilecekti, 20 Nisan’da Anayasanın kabulünden ve ulusal egemenlik
prensibinin esas alınmasından sonra 21 Nisan’da İstanbul Ünivcrsiıcsi’ne tüzel
kişilik verildi. 23 Nisan 1924’ te ise Türkoeakian kuruldu. 17 Kasun'da
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının örgütlenmesinin ardından takriri sukun ve
İstiklal Mahkemeleri devreye girecekti,
Daha birinci meclisin kuruluşu ile
birlikte örgüdenen istiklal mahkemesi, daha çok hıyaneti vataniye ve iç
isyanlarla ilgilenirken, daha sonra devletle özdeşleşen tek partiye karşı
davranışlar aynı cürüm kapsamına alınarak, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri
Sukun gölgesinde 1925'den itibaren devrimler hız kazanacaktır. , 1924'e gelindiğinde, artık her şey M ustafa
Kemal ve İnönü-
niln
denetimi altındadır.
Yeni
bir dönem başlamaktadır.
Mustafa
Kemal arlık dinden ve dindarlardan bir fayda ummamaktadır. 22 Ocak 1924'tc
Başbakan İsmet tnönünün. Halife Abdülmecid Efendinin Ankara’dan bazı isteklerde
bulunması üzerine, Mustafa Kemal'e gönderdiği telgrafa Mustafa Kemal'in
İzmirden gönderdiği cevap bunu bütün açıklığı ite ortaya koymaktadır: "
Halife ve bütün cihan, kesin olarak bilmesi lazımdır ki, mevcut ve korunmuş
olan halife ve hilafet makamının, hakikatle, ne dinen ve ne de siyaseten hiç
bir mana ve varlık nedeni yoktur. Türkiye Cumhuriycü safsatalarla mevcudiyetini,
bağımsızlığım tehlikeye maruz bırakamaz. Hilafet makamı, bizce en nihayet
tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyete sahip olamaz. Tüıkiye
cumhuriycü devlet adamlarının veya resmi heyetlerin kendisi ile temasını
istemesi dahi Cumhuriyetin bağımsızlığına açık tecavüzdür. Halifenin hayatını
temini ve geçinmesi için Türkiye Cumhurbaşkanının tahsisatından mutlaka aşağı
bir tahsisat lazım gelir. Maksat debdebe ve gösteriş değil insanca hayal ve
geçim temininden ibarettir. Hilafetin hâzinesi yoktur ve olamaz. Böyle bif
hâzineyi ecdadından miras yolu ile elde etmişse resmen ve açık olarak bilgi
verilmesini rica ederim."
Artık
yeni bir dönem başlıyordu. Hilafete bağlılık yemini eden kongreler, Hukuku
Müdafaayı İslamıyelcr Meclisler yoklu anık. Halifenin haddini bilmesi
gerekiyordu. Geçim ve maişetini karşılayacak bir maaşı alsın ve yerinde
otursundu.
Hilafetin
ilgası ile birlikle, İslam aleminin son dini otoritesi de ortadan yokedilerek,
İslam tarihinden bu yana ilk kez İslâm alemi başsız bırakılacaktı. Ve din
artık müslüınanların yaşadığı devletlerin iktidar güçlerinin atayacakları
memurlar tarafından yönetilecek ve şekillendirilecek!!.
Bu
gün hala yeryüzünde bütün müslümanlan temsil edecek bir dmi temsileisiye sahip
olmayan tek topluluk müslürnanlardır! Müslümanların haklarını savunmakta bu
anlamda, iktidarların ilgi ve himmetine kalmış bir iştir.
1859’dan
1923'e
Siyasi Örgütlenmeler
Osmanlı
döneminde ilk siyasal örgütlenmeler, ülkedeki ge nel siyasi yapı gereği illegal
bir konuma sahipti. 1859 da kurulan Fedailer Cemiyeti, Sultan Mccidi devirmeyi
amaçlıyordu. 1865 de JönTurk hareketi başladı. 1897 de Abdulhamid’c karşı
Üsküdar Cemiydi ve Aziz Bey Komitesi oluşturuldu.
1889'
da ittihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908 de iktidara gddi ve 1918 e kadar
11 yıl iktidarda kaldı. 10 değişik kabine kurdu
1906’
da İttihat ve Tetakkicilcr Osmanh Hürriyet Cemiyetini kurdular. 1902 ’de
Pariste "Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merkeziyet cemiyeti" kuruldu. 1904
’de ise Cenevre'de Abdulhamid’e karşı "Osmanlı İttihat ve İnkilab
Cemiyeti" kuruldu. 1904 de kurulan ikinci bir cemiyet ise 1876 kanuni
esasisini savunan "Cemiyeti tnkılûbiyc" idi.
1906
meşrutiyet yanlısı Vatan ve Hürriyet cephesi Şanda örgütlendi. "Cem'iyyeti
Selameti Umumiye" ise Fransız ihtilalini ömek alıyordu.
1908
de "Fcdakaran-ı Millet” ve ittihat vcTerakkinin istibdadına karşı
"Osmanlı Ahrar Fırkası" örgütlenmişti. 1908 de kurulan diğer iki
parti ise "Fırka-i İbad-Osmanlı Demokrat Fırkası" ve "Nesli
Cedid Klübü” idi.
5
Nisan 1909'da "lıtihad-ı Muhcmmedi" kuruldu.
Aynı
yıl 17 Nisan'da ise Osmanlı Birliğini sağlamak amacı ile İttihat Terakki,
Osmanlı Ahrar Fırkası, Ermeni Taşnak Sutyun, Rum Cemiyet-i Siyasiyesi, Fırka-i
İbad, Arnavut Klübii, Kürt Teavün Cemiyeti, Eğin Cemiyeti. Bulgar Kulübü, Mülkiye
Kulübü ve Tıbbı ye-i Osmaninin birleşmesi ile "Hey'et-i Müttefıka-yı Osmaniye"
kuruldu. Aynı yıl iki siyasi örgüt daha kuruldu. Bunlar Mutedil Hürriyet
Pervaran Fırkası ve Islahaı-ı Esasiye-i Osmaniye.
1910
yılında Ahali Fırkası ve Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu.
Hürriyet
ve İtilaf 1911 yılında, Halaskar Zabitan grubu ise 1912 de kuruldu. Bunlan
Milli Meşrutiyet Fırkası (5 Temmuz 1912), ve Türkocağı izledi (22 Mart 1912) Bu
ocak Şair Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet, Ahmet Ferit, Dr. Fuat Salih, Yusuf
Akçoraoğlu, Mehmet Ali Tevfik ve 15 kadar tıbbiye talebesinin iştiraki ile
kurulmuşsa da, Lazaro Franko isimli, Yahudi asıllı bir Rus göçmeninin maddi
kalkılan ile faaliyete geçmiş ve milliyetçilik hareketinin beşiği olmuştur.
5
Yıl sonra 1918 de Radikal Avam Fırkası kuruldu. Bunu aynı yıl Osmanlı
Hiirriyctpcrvcr Avam fırkası izledi. Aynı yd kurulan diğer 13 partinin
isimleri şöyle:
-Sclamet-i
Amme Heyeti,
-Teceddüt
Fırkası (ittihat Terakkinin devamı),
-Osmanh
Sulh ve Selamet Fırkası,
-Ahali
iktisat Fırkası,
-Selameti
Osmaniye Fırkası,
-Sosyal
Demokrat Partisi,
-Trakya
ve Paşaeli Müdafaa Heyct-i Osmanisi,
-lstihlas-ı
Vatan Cemiyeti,
-Kilikyahlar
Cemiyeti,
-Kars
Milli İslam Şurası (5 Kasım 1918),
-Milli Kongre,
-İzmir Miidafa-i Hukuku Osmaniye,
-Vilayat-ı Şarkiye Müdafa-i
Hukuku Milliye,
1919 da 29 yeni siyasi parti
kuruldu, bunlar sırası ile.
-Sulh ve Selamet-i Osmaniye
Fırkası,
-Vahdet-i Milliye Heyeti,
-Kiirdistan Teaili Cemiyeti,
-Milli Ahrar Fırkası,
-İngiliz Muhibler Cemiyeti,
Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası,
-Osmanlı İlayı Vatan Cemiyeti
-Milli Türk Fırkası,
-Trabzon ve Havalisi Adem-i
Merkeziyet Cemiyeti,
-\Vilson Prensipleri
Cemiyeti,
-Hürriyet ve İtilaf Fırkası,
-Nigehban Cemiyeti Askeriyesi,
-Osmanlı Mesai Fırkası,
-Osmanlı Çiftçiler Demeği,
-Mağduran-i Siyasiye Teaviin
Cemiyeti,
-Tealiyi İslam Cemiyeti,
-Türkiye Sosyalist Fırkası,
-Şarki Anadolu Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti,
-Reddi İlhak Hcyet-i Milliyesi,
-Rodos ve Istanköy Adaları
Müdafa-i Hukuku fslamiye Cemiyeti,
-Trabzon Muhafaza-i Hukuku
Milliye Cemiyeti,
-Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti,
-Karakol Cemiyeti,
-İstanbul Müdafaâi Hukuk
Cemiyeti,
-İzmir Müdafaâi Hukuk Cemiyeti,
-Vilayct-i Şarkiye Müdafaâi Hukuk
Milliye Cemiyeti,
-Vahdet-i Milliye Cemiyeti,
-Erzurum Müdafaâi Hukuk Cemiyeti,
-Trabzon
Müdafaâi Hukuk Milliye Cemiyeti,
-Tokat
Müdafaâi Hukuk-u Milliye Cemiyeti,
Bu
arada özellikle doğu vilayetlerinde Sivas, Erzurum ve diğer bölgelerde bir çok
küçük kurtuluş cemiyeti örgütlendi.
Bu
hareketlerin hemen hemen hiçbirinin Mustafa Kemal’le doğrudan teması sözkonusu
değildir. Erzurum ve Sivas konferanslarının ardından bu örgütlerin belli bir
merkezde toplanması sağlanmış ve yeni Türkiye devletinin kuruluşu yönünde ilk
adımlar atılmıştır.
1920’de
Amele Fırkası, Mim Mim grubu ve Türkiye Zürra Fırkası kuruldu. 1921’de ise
"Tarik-i Salah Cemiyeti" çalışmalarına başladı. Aynı yıl kurulan bir
diğer siyasi Cemiyet ise "Şarkı Karib Çcrkezleri Temin-i Hukuk
Cemiyeti" idi.
1923
de Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuş ve daha sonra 1924'de Terakki Perver
Cumhuriyet Fırkasının örgüdenmesinden sonra, partiye yoğun iltihaklar
karşısında bu parti feshedilerek yeni siyasi örgütlenmelere izin verilmemiş ve
mevcut cemiyetlerin tümü kapaularak takriri sükûn, İstiklal Mahkemeleri dönemi
başlatılarak tek parti uygulamasına geçilmiştir.
11.
Bölüm
Cumhuriyet'c
giden yoldaki en önemli olaylardan biri de Mustafa Kemal'in Samsun'a
çıkışıdır.Bu nedenle Samsun'a atılan ilk adım, Kurtuluşa alılmış adım olatak
kabul edilir. Bu kadar önemli sayılan bu olayı kim planladı, nasıl uygulandı ve
nasıl gelişti? Bu tür sorular yıllardan beri önemli bir tartışmanın odak
noktası olarak kabul edilir.
Mustafa Kemal Samsun'a nasıl
çıktı?
Her kafadan bir ses :
Padişahın emri ile,
-Padişahtan gizlice
-ingilizlerden gizlenerek
-Ingilizlerin bilgisi altında.
Başbakanlık
Kültür Müsteşarlığı tarafından yayınlanan «Mondrostan Mudanyaya Kadar» isimli
kitapta konu ile ilgili ilginç ayrıntılar veriliyor.
Falih
Rıfkı'ya göre Damat Ferit daha önce S erki 1 Doryan (Ccrclc d'Oricnt) da
Mustafa Kemal'le görüşerek bu işten bahsetmişti. Pcra Palas mülakatlarını da
buna eklemek gerek. İngiliz askeri heyetinin kaldığı, işgal kuvvetleri
karargahı görünümündeki bir mekanda Mustafa Kemal tüm ilişkilerini dahiyane bir
ustalıkla sürdürüyordu.
Fevzi
Paşa, Vahdeddin'in talebi ile hazırladığı vatansever genç komutanlar listesine
Mustafa Kemal'i de dahil etmişti.
Mustafa
Kemal yalnız bir adamdı. İttihat Terakkiden kopmuş, Sarayla yakınlık kurmak,
hatta kabineye girmek isliyordu.
Daha
önce Mustafa Kemal'in de aralarında bulunduğu İttihatçılar konusunda Sivas
Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanı Halil Bey şu bilgileri vermektedir:
«Hürriyet
i'lân ettik dediler; eski hayatı da berbat edip bütün hürriyetimizi elimizden
aldılar, sopa ile intihap yaptılar, kendi meclislerine bile danışmadım harb
açtılar, milyonlarca vatan evladını vatan hudutları dışında Öldürttüler;
Bağdad düşerken onlar Galiçya'da Avusturya toprakla nnı müdafaa ettiler; bir
yandan da hırsızlığa germi verdiler, mağazaları resmen soydular; eski
devirlerin müsaderelerine taş çıkarttılar. Zelili celi] .celîli zelil
eylediler; ayağı baş, başı ayak yaptılar. Arab kavm-i Necibini incittiler;
bizden soğuttular. Dama oynar gibi soğuk kanlılık içinde tehcirler yapıp
onbinlcrce insanı kıt'a’dan kıt’a'ya aşırdılar. Hihayet mülkün dörtte üçünü
elden çıkardılar; sonunda milyonları dercib edip savuştular; pirincin taşım
ayıklamak işini bizim fırkanın omuzuna bıraktılar».
Mustafa
Kemal daha İstanbul'da iken Cevat ve Fevzi Paşa ile memleketin durumu üzerine
konuştuktan sonra, Anadolu'da Milli bir irade vucuda getirilmesi, Kuvayı
Milliye teşkili, mukabil taarruz, ordu müfettişlikleri teşkili ve silahların
teslim edilmemesi konusunda mutabakat sağlamışlardı.
Dr.
Selahaltin Tansel söz konusu eserinde Mustafa Kemal'in Vahdeddinle görüşmeleri
üzerine şu bilgileri vermektedir.
«Mustafa
Kemal Paşa'nm, Padişahla son olarak hangi tarihte görüştüğü belli değildir
Bak. T. Bıyıklıoğlu, 1, s. 12. Ali SeyfiTülümcn, Basın derlemelerine göre,
Mustafa Kemal Paşa, mütareke devrinde 15 Kasım 1918,29 Kasım 1918, 20 atalık
1918 ve 15 Mayıs 1919 günlerinde olmak üzere dört defa Vahidüddin ile
görüşmüştür.» Bak. T. Bıyıklıoğlu, 1, s. 42. Yukarda kaydettiğimiz konuşma 12
Mayıs'ta yapıldı. bak,. Jacschke, l,s. 30. Mustafa Kemal Paşa son olarak 16
Mayıs 1919 Cuma selamlığından sonra Padişahla görüştü, işte bu görüşmede
Padişah ona Bo ğaz'da sıralanmış olan ve loplarını Saray'a çevirmiş bulunan
düşman savaş gemilerini göstererek «Görüyorsun ben artık memleket ve milleti nasıl
kurtarmak lâzım geleceğini tasavvurda tereddüte dûçar oluyorum» demiş ve
ellerini havaya kaldırarak sözlerine şunlan eklemişti: «İnşallah millet
mütenebbih ve dini tahlis eder». Bak, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 1, s. 15.
Melzig, S. 19. Mustafa Kemal Paşa için «Nâ Mağlûb kumandanım» deyimini kulanan
bu Padişah, bu konuşmasında ona: «Her şeyden evvel en büyük emelim, Itühad ve
Terakki mensuplarıyla Teşkilât-! Mahsusacılarm şahsıma karşı kalbterinde
taşımış oldukları husumetten sizi haberdar olmanız ve ona göre hareket
eylemcnizdir. Vilâyât-ı Şarkiyenin temiz ve Saltanatı Saniyemize sadık, saf
halkım aleyhimize tahrik eden bu komitecilerin en şeri' bir şekilde ve çok kısa
bir zamanda ortadan kaldırılmaları esbabına tevessül etmenizi sizden istemekteyiz.
Hafazanallah, bu tahrikat ve bu teşevvüş fazla devam ederse Düvel-i l'tilafıye
bundan bi-l-istifade olabilir. O zaman memâlik-i mahrüse'mizin en kudretli bir
mıntıkası da elimizden çıkmış olur, büyük devletlerin bu sahada te'sis etmek
istedikleri Ermeni ve Kürt devletlerinin kurulmasına yol açılmış olur. Buna
meydan vermemenizi sizden bekliyorum.
Mustafa
Kemal Paşa Pâdişah'm bu arzusuna a'zamî bir gayretle mesâi sarf edeceğini va'd
etmiş ve bi-l-hassa son olarak Hükümdar'a emniyet verebilmek için:
-Zât-ı
Şahaneleri müsterih ve mutmain bulunsunlar ki bu havalide kurulması muhtemel
bir Ermenistan ve Kürdistan'ın teşekkülüne sebep; ve bahane addedilecek en
büyük bir hususa meydan vcrmiyeceğim bunu size arzı bir vazifebilirim.
Mustafa
Kemal Paşa, bu suretle son Osmanh Pâdişâhının en korktuğu meseleyi berteraf
etmeğe gayret eylemiş ve onun endişelerine mahal olmadığına dair te'minat
verdikten sonra, bütün arzuların tahakkuku için geniş bir teşkilât kurmağa
lüzum bulunduğuna ve Enver Paşa'nın Kafkasya'da hazırladığı orduya ve hîn-i
hacette memleket dahiline sevk edeceği çetecilere karşı mukabil bir takım
hazırlıklarda bulunmağa mecbur olduğuna dair izahat vermiş ve bütün bunlar
için bir masrafın düşünülüp düşünülmediğini Sultan Vahideddin'den sormuştu.
Pâdişâh:
«Müktezî
her türlü masrafın iş'arınız ve tensibinizle verilmesi hususunda Sadrazam
Paşa'ya derhal irâde edecçğim. demişti». Bak, Hüsamettin ErtürkS. N. Tansu, S.
329, 332. Mustaf Kemal Paşa'ya bir miktar para verildiği anlaşılmaktadır.
Bak.Kadir Mısırhoğlu, S. 56-60.
Aşağıdaki
bilgiler incelendiğinde Mustafa Kemal’in, ne Vahdeddin'den ve ne de
Ingilizlerden gizli Samsun yolculuğuna çıkmadığı görülecektir. Dolayısı ile
gemisinin batırılması ve tutuklanması söz konusu değildir. Bu konuya ilerideki
sahifelcriıııiz.de daha geniş bir şekilde yer vereceğiz. Şimdilik konuyu özet-
ler
niteliğinde Selahaddin Tansei'in Samsun Yolculğu ile ilgili yazdıklarını
nakladelim:
Özellikle İngilizler , Karadeniz
bölgesinde asayiş ve sükûn sağlanmadığı takdirde buraları da işgal etmeğe
mecbur olacaklarını hükümete bir nota ile bildirmişlerdi. Bunun üzerine Ferit
Paşa, İngiliz «Siyâsî temsilcisi» ile görüşmüş, sonra da «Dahiliye Nazın»
(İçişleri bakanı) Mehmet Ali Bey'le meseleyi müzakere etmişti. Mehmet Ali Bey,
bu bölgeye geniş yetkilerle Mustafa Kemal Paşa'nın gönderilmesi lüzumunu ileri
sürüyordu. Çünkü o, Mustafa Kemal Paşa’yı bir kaç defa ziyaret etmiş; onunla
çeşitli konular üzerinde konuşmuştu; onun hakkında «iyi bir intibâı vardı»,
ittihatçı olmadığına da kanaat getirmişti. Esasen I’tilaf Partisine mensup
olanlar, Mustafa Kemal Paşa'yı kendi taraflarında görmek isliyor ve ona önemli
görevler vermeği düşünüyorlardı, ihtimal Padişah da, çok değerli bir komutan
olan Mustafa Kemal Paşa’nın bir köşede unutulmasını istememişti. Bununla
beraber Damat Ferit Paşa, yanlış bir anlayışa meydan vermemiş olmak için,
Mustafa Kemal Paşa’nın tayinine ait irâde' yi almadan önce İngiltere elçiliği
baş tercümanı Ryan’a «Mustafa Kemal’in dürüstlüğünden» bahsetti, «Fevzi
(Çakmak) Paşa da bir Ingiliz subayına* onun iıtihadeılara düşman olduğunu
söyledi İtalya'nın İstanbul yüksek komiseri Kont Sforza, Mustafa Kemal Paşa ile
görüşmüş ve onun İttihatçı olup olmadığını Söylemezoğlu'ndan sormuştu. Çünkü
Müttefikler, ittihadeılaıdan hoşlanmıyorlardı. Damat Ferit Paşa ve «Hürriyet
ve i’ıiiaf Fırkası» ise onlardan ne&et ediyordu. Bu itibarla hem Damat
Ferit Paşa'ya hem de Müffetiklere kanaat geldikten sonradır ki, «Harbiye
Nezâreti» Mustafa Kemal Paşa’yı Dokuzuncu Ordu Müfettişliği'ne tayin etmiş ve
İrâde-i Seniyye alınmak üzere bu hususu bir yazı ile sadaret makamına
bildirmişti, sadaret makamının gerekli irâdeyi almak üzere hemen harekete
geçtiği anlaşılmalıdır. Çünkü Mustafa Kemal Paşa'nın Dokuzuncu Ordu’ya
tayinine ait «Irâde-i Seniyye» nin tarihi de 30 nisan'dır. Yine aynı tarihte
«Harbiye Nezâreti», Mustafa Kemal Paşa'nın vereceği emirlerin yerine
getirilmesi için, ilgili il ve «sancaklara», bir genelge gönderilmesini
Sadaret makamından isledi, Sadaret makamı da bu genelgeyi hemen yaptı. Şu halde
daha Nisan içinde Mustafa Kemal Paşa'nın tayini yapılmış ve hangi illerin onun
emri altına girdiği anlaşılmıştı. Bütün bunlar kurtuluş için aülan adunlardı.
Ancak Ferit Paşa’nın da bu tarzda düşünüp düşünmediğini hâlâ kesin olarak
söylemek mümkün değildir. Bununla beraber 1 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal
Paşa'yı davet ettiği, kendi eliyle ona çay ikram edecek kadar yakınlık
gösterdiği ve kendisinden çok şeyler beklendiğini söyledikten sonra «Her
arzunuzu bana yazabilirsiniz, derhal yapılacağından emin olunuz” dediği
bilinmektedir.
Bununla
beraber Damat Ferit Paşa 4 Mayıs'ta durumu hükümet üyelerine bildirdiği vakit
özellikle «Şeyhülislâm ve Adliye Nazırı» bu tayine taraftar görünmemiş ve
olumsuz bir tavır takınmışlardı. Ancak Sadrazamın, bunun Pâdişah'ın bir isteği
neticesi olduğunu söylemesinden ve «Padişahımızın irâdelerine karşı ağız
açamıyacağmızdan eminim» demesinden sonra itirazcılar susmuş ve 5 Mayıs’da,
Mustafa Kemal için tanınmak istenen yetkiler, «Meclis-i Vükelâ'ca» incelenerek kabul
olunmuştu. Aynı gün durum Mustafa Kemal Paşa'ya bildirilmiş ve göreve
başlaması için acele etmesi istenmişti. 7-8 Mayıs’da Mustafa Kemal Paşa'nm
Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edildiği her tarafa duyuruldu. Bu suretle
Mustafa Kemal Paşa, «Trabzon. Erzurum, Sivas, Van vilâyetleriyle Erzincan ve
Canik müstakil livalarına» gereken emirleri verebilecek, bu il ve sancaklarla
smın olan «Diyanbekir, Bitlis, Ma'murctülaziz, Ankara, Kastamonu vilâyetleri
ile kolordu kumandanlıkları da» onun. «Görev yapma sırasında kimseye danışmadan
vaki olacak müracaatlarını dikkate alacaklardı». Sonradan M araş ve Kayserinin
de onun emri altında olduğu bildirilmişti. Bu kadar geniş topraklar üzerinde bu
kadar geniş yetkilere sahip kılınmanın, sadece Pontus olayları ile ilgili
olabileceğini kabul etmek pek güçtür. Yetkiler, Pontus'dan çok uzak illere de
ıcşmil edildiğine göre bunun sebepleri de herhalde daha şumüllü ve daha Önemli
meselelerle ilgili olması gerekir. Gerçi Mustafa Kemal Paşa'ya verildiği iddia
olunan «HattıHümâyûn» da «ta'yin olunduğunuz mıntıkada asayişi sağlayınız»,
«hükümdarlığıma yakışacak olanlara aykırı düşecek hallerin meydana» gelmesini
engelleyiniz; milletin dokunulmazlığını desteklemek ve memleketi sadırganlann
elinden kurtarmak için asker, memur ve ahali ile birlik halinde hareket ediniz;
dendiğine göre nelerin yapılması istendiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber,
yine de görev kesin olarak bel itmemektedir.
Vedalaşmak
Üzere «Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye’ye» (Genel Kurmay) gittiği vakit Mustafa
Kemal Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa'nm görevden alındığını ve yerine Cevad Paşa'nm
tayin edildiğini öğrendi. Fakat o anda her iki Paşa da orada idi. Fevzi Paşa
çok kızgın görünüyordu. Çünkü Mustafa Kemal Paşa'run «Vaziyyeti nasıl mütalea
ediyorsunuz?» so।usuna
o, «gök gürler gibi bağırarak analamıyorum ki efendim, dedi ve
(Sağ
elinin şahadet parmağı ile haritada İstanbul noktasını göstererek) «buradaki
rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz; bu ne akıldır»
şeklinde bir cevapta bulundu. Mustafa Kemal Paşa kendisine yardım edeceklerini
umduğunu söylediği vakit, hem Fevzi Paşa hem de Cevat Paşa, buna olumlu cevap
vermişlerdi. Bundan sonradır ki Mustafa Kemal Paşa. «Ulukışla taraflarında
bulunan ve şimendiferle nakillerine müsaade olunmayan Yirminci Kolordunun
yürüyerek Ankara'ya hareket etmelerinin» emredilmesin! istedi.
Genelkurmay'dan
ayrıldıktan sonra, nazırlarla vedalaşmak üzere, Bâbıâli'ye gelen Mustafa Kemal
Paşa onları telâş içinde bulmuştu. Çünkü İzmir'in işgali öğrenilmiş ve kabinede
bu durum görüşülmeğe başlanmıştı. Fakat Mustafa Kemal Paşa İçişleri Bakanı ve
«Bahriye Nâzın» ile kısa bir görüşmede bulunduktan ve kendisini Samsun'a
götürecek vapurun kaplanma, Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde olduğunu bildiren
bir yazı aldıktan sonra Yıldız Sarayına gitti ve Pâdişâh tarafından küçük bir
salonda kabul olundu. İşte burada padişah, hiç bir mukaddemeye lüzum görmeden
ona, «Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, (yanındaki kitabı
işaret ederek] bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir».
Bunlan unutun, dedi; asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir.
«Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin» demişti. Hükümdarın bu sözleri çok manalı
idi. Eğer bunların altında gizlemiş bir maksad yoksa Pâdişâh. Mustafa Kemal
Paşa'dan milletin kurtarılmasını istiyordu. buna karşılık Mustafa KemalPaşa,
«Merak buyurmayın efendimiz» «Nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım.» deyince
Padişah «muvaffak ol» demek suretiyle mülakata son verdi.
Yukarıdan
beri verilen bilgilerden Pâdişâh ve Sadrazam'm. çeşitli vasıf ve meziyyetlcre
sahip olan Mustafa Kemal Paşaya karşı derin bir güven besledikleri ve
kendisinden çok şeyler bekledikleri anlaşılmaktadır. Buna rağmen onun,
İstanbul'dan uzaklaştırılmak istendiği için Anadolu'ya gönderildiği
söyliyenler vardır, fakat bunların karşısında olanlar da vardır. Biz yeter
derecede belgelere sahip olmadığımız için bu hususta herhangi bir mülelea
yürütmiyeceğiz. Fakat, isler İstanbul'dan uzaklaştırılmak amaciyle, ister
kuzey Anadolu'da çıkmış olan karışıklıkları gidermek maksadı ile olsun, bu
kabinenin Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya göndermesini, bilerek veya
bilmiyerek, Türk Milletine yapılmış hizmetlerin en büyüğü sayacağız ve bunu
belgelemeğe lüzum bile görmiyeceğiz.
Samsun’a
hareket edeceği sıralarda Mustafa Kemal Paşa'nın tutuklanacağı söylentileri
ortaya çıkmış, hatta bu söylentiler onun kulağına kadar gelmişti Fakat 16 Mayıs
1919 tarihinde Şişlideki evinden çıkan Mustafa Kemal Paşa, hiç bir
fevkalâdelikle karşdaşmadan Galata rıhtımıma gelmiş, bir sandalla açıkta
bulunan Bandırma vapuruna gitmiş ve hemen hareket için emir vermiş ise de
Kızkulesi açıklarında işgal kuvvetleri tarafından muayeneye tabi tutulmuştu.
Onlar silâh cephane atıyorlardı. Muayene bittikten sonra hareket, edildi ve
Mustafa Kemal Paşa'nın tavsiyesine uyularak kıyı takib olundu, önce Sinop'a
uğrayan Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a kara yolu ile gidemiyeceğini anladığı için
yeniden aynı vapurla hareket ederek 19 Mayıs 1919'da Ingilizlerin işgali
altında bulunan“ve sokaklarında Pontus çeteleri dolaşan Samsun şehrine çıktı.
Samsun
Yolculuğuna İlişkin Bir Başka İddia
Mustafa
Kemal’in Samsun yolculuğu ile ilgili olarak Tevfik Bıyıkoğlu “1919-1921 Atatürk
Anadolu'da” isimli eserinde ilginç bilgiler vermektedir.
Bu
bilgiler, Mustafa Kemal'in bir darbe ile İstanbul Hükümetini ele geçirme
ihtimalinin o günkü kabineyi tedirgin ettiğini gösteriyor. Belki de bu sebeble
Mustafa Kemal İstanbul dışına çıkarılmak isteniyordu.
Mustafa
Kemal'in öteden beri sarayla yakınlık kurmak, hatta akrabalık ilişkisine yol
açacak evlilik düşüncesi, ya da Osmanlı kabinesinde yer almak gibi bir planı
vardı.
Bu
belgeler ayrıca Mustafa Kemal'in Samsun yolculuğundan tngilizlcrin haberdar
olduğunu gösteriyor:
«Samsun
bölgesindeki asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak» görevine, Mustafa Kemal
Paşa'nın seçilmesi, aydınlanması gereken çok önemli bir konudur. Damat Ferit
kabinesinde Dahiliye Nazın Mehmet Ali Bey gibi Hürriyet ve itilâf Partisi ileri
gelenlerinin Mustafa Kemal Paşa'yı bu vazife için aday göstermelerinin yanında,
kendisinin, Enver Paşa'nın ve ittihad ve Terakki'nin muhalifi olduğu inanciyle
birlikte, her ihtimale karşı İstanbul'dan uzaklaştırılması gereken bir şahsiyet
sayılması bu tâyinde etkili olmuştur. Mareşal Fevzi Çakmak'ın aşağıdaki notu
bu son ihtimali kuvvetlendirmektir. «Mustafa Kemal Paşa'nm, Ahmet Riza Beyle
beraber Hükümeti ele almak ve Ferit Paşa yı sadaretten uzaklaştırmak
istediğinden, Ferit Paşa tarafından İstanbul'dan uzaklaştırılmak istediğini
Harbiye Nazın Şakir Paşa, Erkânı Harbiye umumiye reisi olduğum cihetle bana
bildirmişti. Sureti zahirede Pontuscuların faaliyetine mani olmak üzere
Müslümanlarla Rumlar arasında bir kıtal zuhurunu bertaraf etmek vazifesiyle
gidiyordu. Harbiye nezaretinde Cevat Paşa ve Mustafa Kemal Paşa ile
görüştüğümüz şuada, Mustafa Kemal'in Anadolu'da bir mukavemet tesis etmesi ve
bizim de her vecihle yardımda bulunmaklığımız, lüzümuna karar vermiştik.» Bu
tayini, Osmanlı padişahı Vahdettin'in 30 Nisan 1919 tarihli irade ile tasdik
eunesi, hükümdarın Mustfa Kemal Paşa'nm şahsından hiç şüphelenmediğini
göstermek bakımından çok manalıdır. Vcliahdliğinde,birlikte yaptıkları Almanya
seyahatinde ve mütareke devrinde İstanbul'da kendisiyle yaptığı kPaşaşmalarda
Vahidettin'de Mustafa Kemal Paşa'nm kendisine bağlılığım sarsacak bir inüba
uyanmamış olduğu da kabul olunabilir. Aksi takdirde bu tayini tasvip etmiycceği
muhakkaktır. Bir dergide Mustafa Kemal Paşa'nm 9 nucu Ordu Kıtaası
Müfettişliğie «Zatı ı hazrcti padişahının şahsî nüfuzu ve kafi arzusiyle» tâyin
edilmiş olduğuna dair yayınlanan bir vesika, şimdilik resmî arşiv vesikalariyle
teyide muhtaç olmakla beraber, dikkate alınması gereken yeni bir sebep olarak
yer almış bulunmaktadır .Müfettişlik talimatını bilmemekle beraber bu tayinden,
önceden Ingiliz yüksek komiserliğine bilgi verildiği anlaşılıyor
“Atatürk'ün
Uşağı" ise bu konuda hatıratında şu bilgileri veriyordu.
“Profesör
Afet Hanım, bir gün tarih dersinde bir öğrenciyi derse kaldırıyor. Konu Milli
Mücadele tarihidir ve Atatürk'ün kurtuluş hareketine başlamak üzere Samsun'a
ayakbasışına ilişkin bölümdür.
Çocuğa
soruyorlar:
-Atatürk
Samsun'a niye çıktı?
Herkes
«Vatanı kurtarmak, bizi hürriyete kavuşturmak» gibi bir şeyler beklerken,
çokçuk ne desin:
-Menfaati
icabi... Eğer Samsun'a çıkmamış olsaydı, O'nu öldüreceklerdi...
Afet
înan'm tepesinden sanki kaynar su boşanmış çocuğu azarlamakla kalmamış bit de
sıfır numara vermiş. Fakat çocuk inandığı düşünceden dönecek cinsten değil,
özür bile dilememiş...
Afet
inan o kadar sinirlenmiş ki, tarif edemem. Yanakları kızarmış. Hiddetle salonda
dolaşır buldum. Biraz sonra Atatürk geldi. Onu bu halde görünce bur olayın
geçtiğini anladı ve sordu. Afet inan da o gün tarih dersinde geçen olayı
Atatürk'e anlattı. Anlatırken hırsından tırnaklarını koparıyordu.
Atatürk
gülümseyerek bütün söylenenleri dinledikten sonra:
-Haklı
çocuk...Dedi, Sen ona sıfır değil, tam numara vermeliydin."
Mansfield'e
Göre Samsun Yolculuğu
Bu
konuda P. Mansfield (Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası Sander yayınlan
tsL 1975. s. 85) şu iddiayı ileri sürer.
«Padişah
tlihatçılann arda kalanlarını etkisiz kılmaya kararlıydı. Daha o tarihte hayli
isim yapmış olan Mustafa Kemal İstanbul'da Müttefikler aleyhine bir direniş
hareketi örgütlediğinden padişaha hayli zorluk çıkartmaktaydı. Vahdettinin onu
9. Ordu müfettişi olarak ve ordusunun kalanını dağıtmak emriyle Samsun'a
gönderdi»
Mansfield'in
gerekçesi hayli farklı ama Samsun yolculuğunun bir görev emri ile
gerçekleştiği görüşünde. Yazara göre «Mustafa Kemal dini inancı olmayan laik
bir milliyetçiydi. O imparatorluğun bütün mirasının ortadan kaldırılmasına
inanıyordu».
Madam
Gavlis Anlatıyor
Madam
Gavlis La Nouvelle TurQue adlı eserinde çok yakından tanıdığı Mustafa Kemal'in
Samsuna çıkışını şöyle anlatıyor:
«15
Eylül 1919 günü akşamıydı ki, Mustafa Kemal, padişah altıncı Mehmed ile olan
eski dostluğunun şevkiyle olacak, manipleyi bizzat eline alıp Padişaha telgraf
çekti. Adeti olduğu üzere beliğ ve vazıh bir üslupla vaziyeti izah etti ve
Halife-Padişah'a Anadolu'ya gelmeye nza gösterip milli kuvvetlerin kumandasını
ele alması için ısrar etti. Halta yalvardı ve Padişah geldiği takdirde onun en
sadık bir yardımcısı olacağına dair teminat verdi, (s. 14)
Yıllardır
ketmedilen bir gerçeği, TRT nihayet 21 Aralık 1987’de şöyle duyuruyordu:
«Mustafa
Kemal Anadolu'ya halkın, ordunun ve yöneticilerin üzerinde etkin olabilecek bir görevle
gitmeyi istiyordu. Böylece teşkilâtlanmayı daha da hızlı sürdürecekti. Bu
sırada işgal kuvvetleri komutanlığı. Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Rumlara
saldırıların önlenmesini istedi. Ingilizler bu amaçla Samsun ve Merzifon'u
işgal etliler. Bu olayın genişleyebileceğin! düşünen Ormanlı Hükümeti, bölgeye
geniş yetkilerle bir komutan atanmasına karar venü. Bu amaçla 9. Ordu M üfettişliğine
Mustafa Kemal Paşa getirildi. Padişah onu gönderirken, "Siz akıllı bir kumandansınız;
arkadaşlarınızı aydınlatacağınızdan ve doğru yolu göstereceğinizden eminim'
diyordu. Böylece Mustafa Kemal, Yunanlılar İzmir ve Ege bölgesini işgal etmeye başladıktan
günden bir gün sonra 16 Mayıs 1919 da Bandırma Vapuru’yla İstanbul'dan Samsun'a
hareket etti.»
MUSTAFA
KEMAL'İN
Mustafa
Kemal'in Anadolu'ya gönderilmesi ile ilgili olarak bilinen resmi görüşün
dışında farklı görüşler de vardır. Genellikle olayların içinde bulunmuş
insanların şahitliğine dayanan bu görüşlerden bir kaçını aşağıda sunuyoruz.
Yakın
Tarih Ansiklopedisi’nin konu ile ilgili derlemesinden bir özetkonuyu şöyle
açıklıyor.
Cumhuriyetin
50. yıldönümü münâsebetiyle Millî Eğilim Basımevmde basılan bir kitap şu
değerlendirmeyi yapıyor
“Atatürk,
İstanbul'dan Samsun'a İstanbul Hükümetinden muayyen bir vazife ile gitmiştir.
Bu vazife, Karadeniz sahillerinde meydana çıkan Pontosçuluk harekelini
bastırmaktı. Fakat Mustafa Kemal bu vazifede muvaffak olmak için kendisine
verilen askeri müfettişlik selâhiycti ile Anadolu'nun hemen her tarafındaki
askeri birlikler üzerine İstanbul Hükümetinin dikkatine çarpmaksızın emir
vermek ve bu suretle kendi komutası altında icap ederse ecnebi işgal
kuvvederinin mütâreke ahkâmı hilâfına olan haksız genişleme hareketlerine karşı
durmak yetkisini almış bulunuyordu.” (Niyazi Ahmet Banoğlu. Atatürk'ün
İstanbul'daki Hayatı, C.l s. 66)
Evet,
Paşa'ya çok mühim bir vazife verilmişti. Bir başka kaynak, Enver Paşa'nm,
Mustafa Kemal Paşa'nm, Anadolu’ya gönderilmesini istemediğini ve pâdişâha şu
mektubu gönderdiğini yazıyor:
“Velinimetimiz,
sebeb-i hayatımız, babamız, pâdişâhımız efendimiz Hazretlerine:
Yapmış
olduğum tahkikat neticesi evvelce arz etmiş olduğum veçhile Mustafa Kemal'in
Anadolu'ya gönderilmesi badi-i felâketimiz, olacaktır. İstanbul'da Kavaklı
Sadık, Kadıköylü Kemal ve Karaağaç Fişek Fabrikası Müdürü Kürt Bilâl
vesâireden müteşekkil bir heyet kurmuşlar, Fransız nakliye şirketlerinin ve bazı
eşhasın maddî yardımları ile aleyhimize isyan hazırlamaktadırlar. Bendenizin
hemen Rusya'ya hareketim farz olmuştur. Musfata Kemal'i vâki davete icâbet
ettiremedim. ‘Enver benim için Yusuf İzzettin'e yaptığım bana da yapacak’
demiş. Emirlerinize intizardayım Efendim Hazretleri” (Vehbi Vakkasoğlu, Bu
Vatanı Terkedenler, s. 67)
Şifre
numarası bulunan fakat târihi bulunmayan blı vesikanın orijinalliği
tartışılabilir. Ama, Anadolu'ya gönderilme vazifesi kendisine teklif
edildiğinde Mustafa Kemal Paşa'nın birden kabul etmediği ve tereddüt geçirdiği
bizzat Paşa'nın kızkardeşi Makbule Atadan tarafından şöyle dile getiriliyor:
“O
günlerde, kendisinin her zamankinden daha büyük bir heyecan içinde olduğu
seziliyordu. Ben bu heyecanı birçok kimselerin Malta'ya sürülmüş olmasına
yoruyordum. Ağabeyimi de birgün buradan alıp Mal la'ya götürebilirlerdi. Bundan
mı çekiniyordu? Yoksa başka bir düşüncesi mi vardı, o zaman bunu kestirmek
kabil değildi. Hükümet, Etmeni çocuğu aramak bahanesi ile evimizi birkaç defa
başarmıştı. Ve bir gün bana bir tabanca veren ağabeyim; ‘Bunu al... Ev taarruza
uğrarsa, ilk içeri gireceklere ateş edersin sonra da kendini öldürürsün’ diye
tenbihte bulunmuştu. Bu mütâreke senesinde Osmanlı hükümetinin kendisine karşı
bâzı tedbirler alacağından şüphe ettiğine bir delil sayılabilir.
“
Yine bu günlerde bir akşam kendisiyle kısaca konuştuğumuz sırada; ‘Bana yeni
bir vazife teklif ediyorlar. Fakat almakta tereddüt ediyorum' demişti. (N.A.
Banoğlu Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı, c.l, s. 72)
Pasa
iknâ ediliyor
Merhum
Necip Fâzıl, son pâdişâh Vahdeddin'in yaverlerinden ve son sadrâzamlardan
Tevfik Paşa'nın oğlu Ali Nuri Bey'lc yaptığı bir konuşmayı bir kitabında
anlatmaktadır. Paşa'mn Anadolu'ya geçmekte tereddüt ettiğini gösteren konuşma
şöyledir.
“Eski
yaver birdenbire şu sözleri söyledi: ‘ Bahsctüğiın Cuma Selâmlığından sonra
Mustafa Kemal Paşa huzura dâvet ve kabul edildi. Sultan Vahidüddin, onu
Anadolu'ya geçmeye iknâ elti.’
Telâşla
doğruldum: ‘İknâ mı etti? Mustafa Kemal Paşa'nın bu hususta iknâedilmeye
ihtiyâcı mı vardı?’
Söz,
bu nâziklerin nâziği can noktasına gelince, muhatabım toparlanarak tane tane
devam etti: ‘İzah edeyim: Mustafa Kemal Paşa'nın huzura kabul edilişinden bir
iki saat sonra Başyaver Naci Bey (Millî Mücâdeleye katılan, birçok
kumandanlıklarda bulunan, uzun zaman meb'usluk eden, nâzik Naci Paşa lâkabıyla
mâruf General Naci Eldeniz) yâverler odasına geldi ve haykırdı: ‘Hünkâr,
Mustafa Kemal Paşa'yı iknâ edebildiI’ bu haykırış, kelimesi kelimesine
kulaklanmdadır. ‘İknâ’ tâbiri yerindedir.’ ” (Vahidüddin, s. 154)
Müellif,
daha sonra Ali Bey'in şunları söylediğini yazıyor:
“Ben
Mustafa Kemal Paşa'yı büyük asker ve kumandan olarak tanırım. Öbür meziyetleri
üzerinde söyleyecek bir sözüm yoktur. Mustafa Kemal Paşa'nın gayesi, o zamanki
hükümete girmekten başka bir şey değildi. Hem de birçoklarının sandığı gibi
Harbiye Nâzın olmak değil, Sadrâzam olmak gâyesini güdüyordu” (A.g.e)
Mevzumuza
kaynaklık etmesi bakımından, Meziyet Noyan'ın Prensesin evinde cereyan eden bir
hâtırasını aynen alıyoruz.
“Mütârekenin
bir kâbus gibi yurdun üstüne çöktüğü günlerde idi. Tepebaşı'nda Öjenidis'in
evinde oturan Prenses Şivekâr'a, teyzemi görmek için sık sık gider, haftalarca
misâfir kalırdım.
Prenses,
ekserisi akşamlan hususî davetler yapardı ve bu dâvctlerde Mustafa Kemal Paşa,
Rauf Bey gibi mâruf şahsiyetler eksik olmazdı.
Bir
sabah saat on bire doğru salonda Prensesle oturuyordum. Teşrifatçı, Mustafa
Kemal Paşa’mn geldiğini haber verdi. On beş yaşında bir genç kızın duyacağı
ürkek bir mahcubiyetle Paşa daha salona girmeden piyanonun bulunduğu köşeye
çekildim. Paşa içeriye girerken beni görmemişti. Görmesine de imkân yoktu.
Çünkü, üzerinde yeşil bir örtü bulunan piyanonun arkası salona müteveccihti. Bu
vaziyette bulunduğum yerden bir çocuk tecessüsü ile on lan gözetliyordum.
Piyanonun biraz ilerisinde koltuklara Prenses ile karşılıklı oturdular. Paşa’mn
bu defaki gelişinde her zamanki ziyaretlerinde olduğundan daha başka bir hâl
var gibi geldi bana. Evvelâ kapıya doğru seri bir nazar fırlattı. Sağ elini
dizine dayayarak biraz eğildi. Gözlerinde âdeta alev hâline gelmiş yeşilimtrak
çelik parıltılarla Prenses'e baktı ve işitilmekten çekinen yavaş bir sesle;
“Size
Allahaısmarladık demeğe geldim. Anadolu'ya gitmem tensip edildi. Derhal gitmek
için emir aldım. Fakat ben bildiğiniz gibi, onların benden umdukları iş için
değil bilâkis vicdânımdan aldığım emirle, yurdun bağrından doğacak o büyük kurtuluş
ateşini tutuşturmak için gidiyorum’ dedi, iki gün sonra 19 Mayıs 1919’da
Mustafa Kemal Paşa’mn Anadolu'ya geçtiğini duyduk.” (Niyazi Ahmet Banoğlu,
Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı c.l. s. 74)
öte
yandan «Atatürk'ün Uşağı İdim» kitabını yazan Cemal Granda bizzat Atatürk'ten
“Beni millî mücadeleyi başlatmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu'ya
gönderen Vahdeddin’dir” dediğini kaydediyor.
Mustafa
Kemal'e Samsun Yolunu Açan Vahdeddinin İrade-i Seniyyesi
“Yâvcrân-ı
Şchriyârimden Erkân-ı Harbiye Mirlivâsı Mustafa Kemal Paşa'ya:
“Harb-i
Umumînin müttefikin hcsâbına ziyaı üzerine tahassül eden vaziyet-i siyasiye,
ecdâd-ı izâmım mülkünü ve makâm-ı Hilâfet ve Saltanatımı müşkül ve tehlikeli
bir sahaya sürüklediğinden, hükûmet-i seniyemin kararı veçhile tâyin
olunduğunuz mıntıkada âşâyişi temin ve merzi-i şâhânemc mugayir ahvâlin
hudûsunu men ile cümleten def-i sâile bezl-i cehd ü gayret ederek milletimin
masuniyetini te'yid ve mülkümün eyâd-i mütearizînden tahlisi için yekvücut
olarak hareket edilmesini, selâm-ı şâhânemle asker ve memurine ve ehâliye
tebliğini irâde ettim.”
Necip
Fazıl Kısakürek bu Hattı-ı Hümâyûnu şöyle sadeleştiriyor:
“Yaverlerimden
Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemal Paşa'ya:
“Umumî
Harbin müttefikler hesabına kaybedilmesi üzerine doğan siyâsî durum, büyük
atalarımın mülkünü ve Hilâfet ve Saltanat makâmını çetin ve korkulu bir yere
sürüklediğinden hükümetimin karariyle atandığınız mıntıkadan âşâyişi sağlamak
ve şâhâne rizâ ve dileğime aykırı hallerin meydana gelmesini engelleyerek ve
topyekûn korkulu şeylerin define cehd ve gayret göstererek milletimin
dokunulmazlığını gerçekleştirmek ve memleketimin saldırgan ellerden
kurtarılmasını sağlamak için tek vucut hâlinde davranılmasını, şâhâne selâmımla
beraber asker ve memurlara ve halka bildirmek üzere irâde etlim!"
(Vahidüddin, s. 160)
Hatu
hümayun'un uydurma olduğunu iddiaları ile ilgili olaııık Sabahaddin Selek şu
görüşleri öne sürer.
“Bir
metin hâlinde ortaya atılan Hatt-ı Hümâyûnun uydurma olması ihtimâli
kanaatimizce zayıftır. Fakat, Mustafa Kemal Paşa'nın bunu işine yarar bir belge
saymadığı ve hiçbir yerde kullanmadığı da muhakkaktır. Paşa'mn karargâhı ile
birlikte, Sivas'taki III. Kolordu Kumandanlığına giden Albay Refet (Bele) Hey
bile böyle bir belgeden haberdar olmadığını bize söylemişin." (Sabahattin
Selek, Anadolu İhtilâli, s. 190)
Refet
Paşa yıllar sonra Necip Fazıl'a konu ile ilgili olarak şöyle diyecektir:
•‘Şu,
İtalya'da sürünen Vahidüddin'in encâınına bak! Bu talihsiz hükümdar, vatanını
kurtarmak için elinden gelini yapmış, amma sonunda kimseye yaranmamış olmak
şöyle dursun, ismi vatan hâinine çıkarılmış bir bedbahttır. Ben onun, Mustafa
Kemal'i bu işe sevk ve teşvik eden adam olduğunu yakından biliyorum. Elbette
bu hakikat bir gün târihe intikal edecektir.”
Falih
Rıfkı Atay da Mustafa Kemal'i Anadolu’ya Vahdeddin'in gönderdiği görüşündedir
ve bu görüşlerini 19 Mayıs 1957 tarihli Dünya gazetesinde yazmıştır.
Öte
yandan Cemal Bolayır da halitalarında bu olayı tcyid etmektedir. Niyazi
Banoğlunun aktardığı olay şöyle gelişiyor.
'işgal
kuvvetleri İngiliz Kumandam Ferit Paşa'ya gelerek, doğu illerimizde bazı kuvvetlerimizin
halkla birieşerek H iristiyanlara karşı katliam hazırlığında bulunduklarını
haber aldıklarını söyleyerek, bunu önlemek için Doğuya asker gönderip işgal
edeceklerini söylemişler. Sizi bunun için ziyaret ettik, haber veriyoruz,
demişler. Ferit Paşa telâş etmiş; böyle birşey yoktur ve olamaz. Bana üç gün
izin veriniz. Ben oraya İttihatçı olmayan bir kumandan göndereceğim, hiç bir
mesele kalmaz, demiş. Ferit Paşa bundan sonra teklifi bana yaptı: Pâdişâh
hazretleri, sizi zaten biliyor, sizi münasip görmüşlerdir. Şüphesiz
gidersiniz. Şimdi benim, biryere acele randevum var, oraya gitmeye mecburum.
Bu konuda yapacağımız işlerle, durum hakkında etraflı, harita üzerinde
incelemeler yapmak üzere iki gün sonra tekrar görüşelim, diyerek ayrıldı. Şimdi
buna ne dersin?”
Ben;
‘Aman Paşam, bundan daha iyi fırsat olmaz, derhal kabul etmelisin' dedim.
Düşünceli idi, bana birşey söylemedi. Ferit Paşa ile görüştükten sonra
buluşmamızı istedi, iki gün sonraki görüşmemizde Dokuzuncu Ordu Müfettişi
sıfatı ile gitmeyi kabul ettiğini söyledi.
“Mustafa
Kemal, bundan sonraki temaslarını da öbür ziyaretlerinde anlattı. Harbiye
Nâzın ile, dâhiliye nâzın ile görüşmüş, harita üzerinde incelemeler yapmışlar,
kendisine çok geniş yetki verilmiş... Mustafa Kemal, 'Yalnız,' dedi, ‘para
vermiyorlar. Halbuki, orada çalışmak için para lâzım. Ferit Paşa; hele siz bir
gidiniz, arkadan para göndeririz, dedi. Ben de kabul ettim.'
“Mustafa
Kemal, bundan sonra temaslarına devam etti. Ali Kemal Bey tarafından nazırlara
verilen ziyafette de bulundu. Yanında götüreceği arkadaşlarını lesbiı ederek
kadrosunu Harbiye Nazırına tasdik ettirdi. Pâdişâh ile görüşmesini de bana
anlattı. Padişah, başarıya ulaşacağına inandığını söylemiş, yardım vaad etmiş.
Ayrıldıktan sonra dışarda Saray nâzın Naci Paşa, pâdişâhın hediye ettiği bir
kutuyu Mustafa Kemal'e vermiş. Mustafa Kemal kutuyu açıp bakmayınca Naci Paşa
açmasını işaret elmiş. Mustafa Kemal açıp bakmış, bir alun saatmiş.” (N. Ahmet
Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı, c.l, s. 68-70)
Asım
Us ise hatıralarında Mustafa Kemal'in Bahriye Nazırını ziyaret ederek kendini
bakanlarla tanıştırması talebinde bulunduğunu, bu talep uyannea Mustafa
Kemal'i kabul eden Dahiliye Nazın Şakir Paşa’mn Mustafa Kemal'e:
-Çocuğum
beni utandırma. Beni mes’uliyet altında bırakma. Şimdi Seni Damat Ferit
Paşa’ya götüreceğim. Kendini tul. İyi konuş. Ona söz verdim. Dediğini kaydeder.
Cemal
Bolayırın dateyid ettiği gelişmeler 7 Mayıs 1919'a kadar Mustafa Kemal'in
Anadolu'ya ilişkin bir düşüncesi olmadığını göstermektedir.
Sonra
olaylar şöyle gelişir:
Mustafa
Kemal anlatıyor:
“Damat
Ferit Paşa’mn yanına gittik. İlk söze başlayan Şakir Paşa oldu, dedi ki:
‘Efendimiz, yeni vazife ile Anadolu'ya gidecek olan Mustafa Kemal Bey'i zât-ı
devletinize takdim ederim.’
“Ondan
sonra Sadrâzam ile aralarında bir konuşma oldu. Sualler ve cevaplar Sadrâzamı
memnun edecek şekilde idi. Sadrâzam Ferit Paşa, Şakir Paşa’ya teşekkür etti.
Kabineden çıktıkları vakit Şakir Paşa, Mustafa Kemal'in elini tuttu ve sıktı;
‘Dikkatinize teşekkür ederim. Bu dikkat çok sürmeyecektir. Ben vazifeyi
yaparım. Târih bunu yazacaktır. Fakat senin de benim yaptığımı unutmamaklığım
istiyorum’ dedi. Ben sadâret ve Dâhiliye Nezâreti koridorlarında bu namuslu
adamın elini öptüm ve dedim ki: ‘ Yaptığınız büyüktür. Bunu bir gün gözleriniz
ile görmenizi te-
mennî
ederim.’
“Sonra
Şakir Paşa beni Dâhiliye Nâzın Mehmet Ali Bey'in yanına götürdü. Mehmet Ali
Bey, Mustafa Kemal'in evine giderek kendisine muvaffakiyet dilemiş olan bir
adamdı. Fakat onu oraya götüren Harbiye Nâzın Şakir Paşa'nın ilk sözü şu oldu:
‘Ordu komutanı Mustafa Kemal, hükümetinizin verdiği bütün vazifeleri
memnuniyetle yapacaktır. Yeterki biz kendisine yardım edelim.’
“Dâhiliye
Nâzın Mehmet Ali Bey, Harbiye Nazırına şu cevâbı verdi: ‘Onu bana ayrıca
tanıtmaya hacet yoktur. Onu kendi evinde çoktan tanıdım. Elbette elden geldiği
kadar yardım edeceğim.’
“Ben
elimden geldiği kadar bu aldanan adamların gösterdikleri tezahürlere ehemmiyet
vermiyorum. Fakat bunları aldatmanın devlet ve millet için lüzumlu olduğuna
kaani bulunuyordum. İşte bundan sonradır ki, Sadrâzam Damat Ferit Paşa beni
evine davet etli ve kendisi ile konuşmak için, kendi telâkkilerine göre,
kendilerinden olduğunu zannettikleri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat
Paşa'yı da evine davet etmişti.” (A.g.e., s. 60-61)
Konuyu
Atatürk'ün ağzından Prof. Afet İnan da şöyle anlatıyor.
“Muayyen
saatte Sadrâzamın yanında bulunuyordum. Benden başka henüz kimse yoktu. Birkaç
cümlelik bir konuşmadan sonra, uzunca bir sükût başladı. Bu sırada ben,
Vahdettin'in Sadrâzamını tcdkik ediyordum. Bir aralık saatine baktı, ‘Acaba
nerede kaldı?’ dedi. ‘Birine mi intizar buyuruluyor?’ dedim. ‘Evet, Cevat Paşa
Hazretleri geleceklerdi.’
“İkinci
dâvetli bu idi. Yine sükût başlıyor. Birkaç dakika sonra Cevat Paşa geliyor.
Sadrâzam iki davetlisi ile birlikte yemek salonuna geçiyor.
“Sofrada
bu üç kişinin üçü de önlerine bakıyorlar. Acaba ne düşünüyorlardı? Yeni târihin
inkişaf ettirdiği hakikatlere göre, Sadrâzam Ferit Paşa, dünyayı, Türkiye'yi,
Türk milletini aslâ tanımamıştı. Fakat efendisi Sultan tarafından, yüksek Türk
câmia-
sini
idâre için kendisine verilen vazifenin ağırlığı altımla, duygusuz; işitilen
ses, yalnız çatallar, bıçaklar değiştikçe, hizmet edenlerin beceriksizliği
yüzünden hâsıl olan gürültü... Yemek bitiyor... Ortasında genişçe bir masa
bulunan bir odaya geçiyorlar.
“Henüz
ayakta dururken Sadrâzam diyor ‘Bir harita getirisek de, müfettiş Paşa onun
üzerinde bana izahat verse... ‘Masanın üzerine bir harita açılıyor. Anlaşılıyor
ki, Sadrâzam haritayı daha evvel hazırlamış. Kiben'in atlası. İçinde Anadolu
paftası bulunuyor. Damat Ferit ile Mustafa Kemal haritanın başında karşı karşıya.
Cevat Paşa da Mustafa Kemal’in yanmda.
“Mustafa
Kemal, Damat Ferit'e soruyor. ‘Ne nokta-i nazardan izahat talep ediliyor?’
‘Meselâ,’ diyor, ‘Samsun havâlisinde ne yapacaksınız?’ ‘Samsun havâlisinde
yapılması istenen iş, o havali Rumlar'tmn başladığı gerilla hareketini
bastırmaktır."
“Cevat
Paşa cümlesini tamamlarken vaziyetin hiç de ehemmiyeti hâiz olmadığını îmâ
etmek ister bir tavır ile, haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oluyor.
Mustafa Kemal içinden Cevat Paşa'ya teşekkür ediyor. Generalin bu sözleri
Sadrâzamı tatmin etmiş görülüyordu. Her biri birer koltuğa çekiliyor.
«Sadrazam,
Mustafa Kemal'e soruyor: ‘Ne vakit hareket edeceksiniz?’
‘Ne
vakit emir buyurulursa... ben harekete hazırım.’ ‘Zât-ı Şahaneyi ziyaret
ettiniz mi?’ ‘Hayır, irade buyuruldu. Ben tebliğ ediyorum. Yarın kendisini
ziyaret ediniz.
“Ayrılmak
zamanı geliyor. Orada bir adamı bırakarak sokağa çıkan iki davetli, Mustafa
Kemal ve Cevat, kolkola yürüyorlar, gecenin karanlıklan içinde... Nişantaşı
caddesinin piyade kaldırımı üzerinden Teşvikiye'ye doğru sıkı adımlar ile
ilerleyen bu iki arkadaştan biri ötekine, pek samimi bir lisan ile soruyor:
‘Bir şey mi yapacaksın Kemal?’ ‘Evet Paşam, birşey yapacağım.’ ‘Allah muvaffak
etsin!’ ‘Mutlaka muvaffak olacağız!...’ (NAB Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı
c.l. S. 64-65)
Yakın
Tarih Ansiklopedisi'nin konu ile ilgili sonuç değerlendirmesi şöyle:
“Sabahleyin
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiğini
gazetelerde
okuduk. Halk yasa büründü. Mustafa Kemal Paşa, aynı zamanda Yâver-i Ekrem
olduğundan Beşiktaş’ta Sinanağa Camiinde Selâmlığa gitmişti. Mahfelde huzura
kabul edilerek vedâ ellikten sonra doğru vapura geldi. Kendisini uğurlamak
üzere Rauf Bey, Selâmet Partisi Başkanı Selâmi Paşa ile tanımadığım birkaç
kişi daha vardı. Hepsi ile el sıkıştıktan sonra vapura gitmek için istimpota
bindi, biz Rauf Beyle istimpot vapura yaklaşıncaya kadar sahilde kaldık."
(A.g.e., s. 70)
Demek,
Paşa'nm Bandırma Vapuru ile Boğazdan çıkması öyle gece karanlığında filân
olmamış. Mübarek Cuma günü namazdan sonra yola çıkılmış. Kendisini uğurlayan
Rauf Bey de aynı heyete dâhildi ve Paşa'ya Amasya 'da iltihak edecekti.
Peki,
böyle mühim bir heyet üstelik o kadar geniş selâhiyctlerle memleketi, Saltanatı
ve Hilâfeti kurtarmak için Anadolu'ya gönderilir de, hiç maddî imkân tanınmaz
mı? Düşmaıj işgalini kırabilmek için cankurtaran simidi mâhiyetini hâiz o
heyete devlet para tahsis etmez mi?
40.000 altın hikâyesi
Merhum
Necip Fâzıl, "Vahidüddin” isimli eserinde bir hayalî konuşma sahnesinde,
son pâdişâhın Mustafa Kemal Paşa'ya son konuşmalarında şöyle dediğini yazıyor:
“Size
bu aziz dâvada muvaffak olmanız için kesemden (...) altın veriyorum. (Tamamiyle
tesbit edilemeyen bu rakkam bir rivâyeıe göre 30, bir rivâyete göre 42, bir
rivâyete göre de 60 bindir)” (A.g.e., s. 162)
Bir başka yazar da şöyle diyor:
“Padişah,
çok sevdiği vatanını kurtarmak içn en isabetli yolu seçmiş, itimat ettiği
kumandanlarım Anadolu'ya göndermiş ve Millî Mücâdeleyi alevlendirmiştir. Kâzım
Karabekir Paşa'ya, bütün ümidinin genç paşalarda olduğunu söylemiş, Anadolu'ya
gönderilecek kumandanlar için tavsiye de istemişti. Onun tavsiyesi üzere,
‘namağlûp kumandanım' diyerek itimat etiği Mustafa Kemal Paşa'yı davet ederek,
Anadolu'ya gitmesi için iknâ etmiş ve girişilecek mücadelede kullanılmak üzere
kırk bin alım vermiştir. Bu paranın büyük bir miktarı Pâdişâhın bizzat kendi
servetinden beslediği cins atların satılmasından sağlanmıştı.” (Vehbi
Vakkasoğlu, Bu Vatanı Terkcdenler s. 66)
Eğer
bu değişik rakamların içindeki ortalama rakam olan 40 bin altının Mustafa Kemal
Paşa’ya verildiğini kabul edersek, (21 Aralık 1987 günü rayiciyle bir Reşat
altını 140.000 lira olduğuna göre,) Padişah 6. Mehmet Vahidüddin'inin Millî
Mücâdele için 5 milyar 600 milyon lira verdiğini de kabul etmemiz gerekecektir.
Bir
başka yazar ise hâdiseye değişik şekilde yaklaşıyor:
“Mustafa
Kemal Paşa parasız idi. Büyük projelerle İstanbul'dan ayrılırken, Anadolu'da
kendisine verilecek bin liranın değerini düşündü mü bilmiyoruz.
İnceleyebildiğimiz belgeler ancak şunu gösteriyor ki, Mustafa Kemal Paşa
İstanbul’dan hareket edeceği günlerde karargâhına mensup subayların üçer aylık
maaşlarıyla, bir miktar olağanüstü ödenek almak için çok uğraşmıştır. Zaferden
sonra tasfiye ettiği siyâsî hasımlan onun, Pâdişâh tarafından verilmiş
önemlice bir para ile Anadolu'ya geçtiğini söylerler. Halbuki bu söylentinin
doğruluğunu gösterecek en ufak bir delile henüz rastfanmış değildir. Mustafa
Kemal Paşa'nın İstanbul'dan ayrıldığı sıralarda Dâhiliye Nezâretini işgal eden
Mehmet Ali Bey, Paris'te çıkardığı ‘La Republique Enchanc’ adlı gazetesinde 9.
Ordu Kıt'a Müfettişliğine verdiği yirmi beş bin liraya ait makbuzun klişesini
yayınlamıştır. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya götürdüğü para bundan
ibarettir.
Dâhiliye
Nezâreti örtülü ödeneğinden ödenen bu parayı Mehmet Ali Bey, yanında Emniyet
Şube Müdürlerinden Râdî Bey olduğu halde, Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a
götürecek vapura hareketinden biraz önce gelerek bizzat vermiş ve klişesi
yayınlanan makbuzu da orada Râdi Bey yazmıştır”. (Sabahattin Selek, Anadolu
İhtilâli, s. 117)
Ogünkü
rayiçle bir alunın karşdtğt 4 kâğıt lira olduğuna göre, sırf Dâhiliye Vekâleti
tahsisat-ı mestûresinden verilen bu
makbuzu
belli para dahi 1987'ye göre 875 milyon lira yapmaktadır. Koca bir bölgede hem
mülkî hem de askeri idarenin başı olarak vazifelendirilen bir Tuğgeneral, o
ehemmiyetli vazifesinin gerektirdiği parayı elbette ki sâdece İçişleri
Bakanlığının örtülü ödeneğinden almayacak olsa gerek. Vesikası olmasa da,
bizzat Pâdişâhın kendi kesesinden yardım yapması öyle uzak bir ihtimal
değildir.
Fahrî
Yâver-i Hazret-i Şehrıyârî
‘Chaînâe-Zincire
Vurulmuş Cumhuriyet’ isimli gazeteyi Paris’te çıkararak Mustafa Kemal Paşa’ya
verdiği 25.000 liranın makbuzunu neşreden o günün Dâhiliye Nâzın Mehmed Ali Bey
150'likler listesine dâhil edilerek vatandaşlıktan çıkarılmıştır. 1937'de ölen
Mehmet Ali Bey, dünyâda iki mezarı olan ender insanlardan birisi dir.
Mezarlanndan birisi Paris'te, birisi de İstanbul'da Zincirlikuyu'dadır.(İlhami
Soysal, 150'likler, s. 151)
M.
Kemal'in Anadolu'ya geçişi konusunda İlyas Sami Karamısır'tn 1957'de yayınlanan
MilE Mücadele Hatıralarına bakmakta yarar var.
Nedense
bu dönemin hatırasını yazan herkes kendisinin haklılığım isbatlama sevdasında.
En kahraman kendileri!
Koca
bir İmparatorluğun yıkılış sebebi anlaşılıyor: Bu kadar çok kahraman ve
kurtarıcı olunca olacağı buydu!
Mustafa
Kemal Paşa'nın Anadolu'ya Geçişi
İlyas
Sami Karaıhısrr'ın hatıralarında konu şu şekilde anlatılır:
“Büyük
Asker Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele'ye başlama kararını verişini ve bu
maksatla, Anadolu’ya geçişim bizzat şöyle anlaür:
“...........İçimde
çok dikkatle gizlediğim bir sim vakti gelmedikçe kimseye söylemedim. Böyle bir
karar vermemişim gibi, herhangi temaslara devam ettim. Bir gün sırdaşlarımdan
olan İsmet Bey'i davet ettim. Şişlideki evimde beni yalnız bulan İsmet Bey:
“Yine ne var?” dedi.
Ben
de: “Ne haber?” dedim.
-Tahmin
edeceğin gibi...
-Şuradan
bana bir Türkiye haritası bulup, masaya açar mısın? Üzerinde konuşacağım.
İsmet
Bey haritayı bulup açtı. Fazla olarak, daima cebinde taşıdığı pergeli de
çıkardı. Lâtife ettim:
-Henüz
pergellik bir şey yok. Biraz pergelsiz görüşelim.
-Ne
yapacaksın?, diye sordu.
-Meselâ,
dedim, hiç bir sıfat ve selâhiyet sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada
milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntıka ve beni
o mıntıkaya götürecek en kolay yo) hangisi olabilir?..
Yüzüme
baktı, tekrar neşeli ve ümitli, güldü:
-Karar
verdin mi? dedi.
-Şimdilik
bundan bahsetmiyelim. Bana memleketi, milleti ve orduyu anlayıp bilen, vaziyeti
yakından gören, tehlikede şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!.
İsmet
Bey masanın kenarındaki iskemleye ilişti ve derin derin düşünmeğe başladı. O
sırada ben, salonun içinde dolaşıyordum. Bana sesleninceye kadar gezindim.
Birdenbire ayağa kaltı, gülerek:
-Yollar
çok, mıntıkalar çok!, dedi.
Bâzı
ziyaretçilerin geldiklerini haber verdiler. Haritayı kapamağa vakit kalmadan
içeri giren bu tanıdıklarla başka bahislere daldık. Bir hayli müddet sonra,
yine İsmet Beyle yalnız kaldık:
-Ne
yapacağını bana ne vakit söyliycceksin?
-Zamanında.,
dedim.
-Bu
dakikada siz ne düşünürsünüz ki, verilmiş bir kararım varken, onu niçin hemen
tatbik etmiyorum. Ben de hemen söyleyim ki, ağır ve kat? bir kararın
doğruluğuna inanmak için vaziyeti her köşesinden mütalâa etmek lâzımdır. Ağır
ve kati bir karar tatbik edilmeğe başlandıktan sonra; “Keşke şu tarafını, bu
tarafını da düşünseydim, belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca kan
dökmeğe, bunca can yakmağa ihtiyaç kalmazdı! gibi tereddütlere yer
kalmamalıdır. Böyle bir tereddüt, karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta
olur ve onu, yaptığının doğruluğunda şüpheye düşürür. Bundan başka, beraber
çalışacak olanlar, yapılandan başka bir şey yapmak ihtimali kalmadığına
inanmalıydılar. İşte, benim mütareke sırasında dört beş ay İstanbul’da
kalışım, sırf bunun içindir.Bu geçirdiğim zamanın bir kısmını da hazırlıklara
ayırdım. Tahmin edersiniz ki fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak
için olduğu gibi, davul zuma ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında
levazuyia çalışmak, kendisini silınezjcarşısındakilere samimî bir kanaat ilham
etmek lâzmıdır.
Beni
İstanbul'dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul
bir sebep aramakla meşgul idiler.Nihayet bu sebep, işgal kuvveden zabiderinin
raporları ise dolu bir dosya halinde ellerine geçti.
Bir
gün Harbiye Nazın rahmeti! Şakir Paşa, beni makamına çağırdı. Bürosunun
karşısına oturdum. Bir tek kelime söylemcksizin bana dosyayı uzattı:
-Bunu
okur musunuz? dedi.
Dosyayı
baştan nihayete kadar gözden geçirdim. Hülâsası şu idi:
«Samsun
ve havalisinde bir çok Rum köyleri Türkler tarafından her gün tecavüze
uğramaktadır. Osmanlı hükümeti, bu vahşi tecavüzlerin önüne geçememektedir. Bu
havalinin emniyet ve huzurunu temin etmek insaniyet namına borcumuzdur.»
Raporlar
İstanbul hükümetine verilirken bir de protesto ilâve edilmişti: «Bu
tecavüzleri menetmek lâzımdır. Eğer siz âciz iseniz, vazifeyi biz üstümüze
alacağız!»
Dosyayı
okuduktan sonra, Harbiye Nazırı'nın yüzüne baktım:
«-Emriniz
Paşam?» dedim.
«-Bu,
böyle midir zannedersiniz?»
«-Zannetmiyorum,
fakat bir şeyler olmak ihtimali vardır.»
Bunun
üzerine asıl bahse geçti:
«-İşte,
dedi, böyle midir, değil midir, evvelâ bunu meydana çıkarmak için oralara bir
zatın gidip tetkiklerde bulunması lâzımdır. Ben Sadrazam Paşa ile (Damat Ferit
Paşa) görüşlüm. Sizi münasip gördük Oraya gidesiniz ve meselenin mahiyetini
anlayasınız.»
«-Memnuniyetle
giderim. Ancak ben oraya, Türkler Rumlara zulüm ediyor mu, etmiyor mu, yalnız
bunu anlamak için mi gideceğim? Memuriyetim bu mu olmak lâzımdır?»
«-Evet,
dedi, konuştuğumuz budur.»
«-Pekâlâ...
Yalnız müsaade buyurursanız, memuriyetime bir sekil verrnek lâzım. Sizi
üzmeyim, arzu ederseniz, Erkânı Harbiye Reisinizle görüşerek bunu tesbit
edelim.»
«-Hay,
hay!» dedi.
Nazırlık
makamından çıkarak, Erkânı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşayı (Çakmak) aradım.
Yirmi gündenberi hasta olduğu için gelememekte olduğunu söylediler. Dairede
İkinci Reis Diyarbakırlı Kâzım Paşa ile karşılaştım. Kendisine, Nazır Paşa’nm
verdiği vazifeden bahsettim. Malûmatı yoktu.
-İşle
ben sana haber veriyorum! dedikten sonra: «Kapıları kapattırır mısın?» dedim.
Kâzım
Paşa gülerek yüzüme baku:
-Ne
oluyoruz?
Kâzım
Paşa ile açık konuşarak bütün düşündüklerimi anlattım:
-Her
ne sebeb veya maksatla, beni İstanbul'dan uzaklaştırmak için bir vesile
aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu
suretle Anadolu'ya geçmek fırsatını arıyordum. Madem ki onlar teklif ettiler.
Fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz.
Kâzını
Paşa:
-Nasıl?
dedi ve cevabımı beklemeksizin ilâve etti:
■Ha...
Zaten Ordu Müfettişlikleri meselesi
var.Seno taraflara Ordu Müfettişi Unvanı ile gidebilirsin!
-Unvanın
ehemmiyeti yok, dedim, yalnız şimdi Harbiye Nazarı ile konuş, benden ne
isliyorlar, tesbit et, üst tarafını kendimiz yapanı.
Kâzım
Paşa Harbiye Nazırını gördü. Kendisinden aldığı direktif şu idi:
-Maksat
Samsun havalisinde Rumlar'a tecavüz eden Türkleri tedip etmek, sonra Anadolu'da
bir takım millî teşekküller beliriyorsa, onları da ortadan kaldınnak! Mustafa
Kemal’i bunun için yolluyoruz. Kendisine Sadrazam Paşa ile beraber bir
salâhiyetname vereceğiz...
Kâzım
Paşa bana bunları izah edince:
-Çok
güzel! dedim ve kapıların iyi kapalı olup olmadığına baktım.
-Yalnızız.,
dedi.
-Onlar
ne istiyorlarsa, âzamisini ilâve ederek bir talimatname kaleme alınız. Yalnız
bir iki noktayı ben not ettireyim.
-Peki.,
dedi.
Benim
ehemmiyet verdiğim salâhiyet meselesi idi. Mümkün olduğu kadar Anadolu'nun her
tarafına emir vercbilmeliydim. İstediğim bir madde. Samsundan başhyarak bütün
Şark vilâyetlerinde bulunan kuvvetlerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğim
idi. Bir başka madde; bu mıntıka ile her hangi bir temasta bulunan askeri ve
idari makamlara iş'artarda bulunabilmckliğim idi. Kâzım Paşa’ya dedim ki:
-Onların
arzularını bir araya lopla, fakat sonuna bu iki maddeyi ilâve et..
Kâzım
Paşa yüzüme baktı:
-Bir
şey mi yapacaksın?
-Kulağını
bana doğru uzail... dedim, evet, bir şey yapacağım.
Kâzını
Paşa güldü:
-Vazifemizdir,
çalışacağız..
Dediğim
gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra beni bı-
rakarak,
müsveddeyi Harbiye Nazm'na göstermek üzere odadan çıktı. Bilmem ne geçti, bu
kadar az zamanda ne geçebilir. Fakat Kâzım Paşa nın söylediğine göre, Sadrazam
Paşa talimatnameyi imzalamıyacakmış. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş, ancak
bu rahmetlide vicdanî bir seziş olmak lâzımdı ki; «imza etmem» sözünden sonra:
«-Mührümü basarım» demiş.
-O
halde talimatnameye «Mustafa Kemal Paşa lüzum gördükçe doğrudan doğruya
Sadrazam Paşa ile muhabere eder» kaydını ilâve edelim,
-Çok
iyi amma, Şakir Paşa'ya okuduğum müsveddede bu kayıt yoktu...
Bununla
beraber. Kâzım Paşa böyle bir madde ilâve ederek, talimatnameyi beyaza
çektirdi. Şakir Paşa'nın makam mührü basıldı. İki nüsha idi. Birini cebime
koydum. Ötekini de Kâzım Paşa’ya vererek:
-Sen de bunu dosyada saklarsın! dedim.
Lâüfeli bir gülüşle:
-Paşam, beni torbaya mı
sokuyorsun? dedi.
-Hayır, hayır... Sana şimdi
yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu hatırlarız, dedim.
Yunanlılar
İzmir’e asker çıkarmazdan biraz önce, galiba Mayıs'ın on dördüncü günü idi.
Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın Nişantaşı'ndaki evine akşam yemeğine dâvetli
idim. Muayyen saatte gittim. Benden başka henüz kimse yoktu. Kısa bir kaç
kelime• den sonra, uzunca bir durgunluk devam etli. Kendisinde, Harbiye Nazın
ile beraber gördüğüm zamanki samimiyetten eser yoktu. Benimle yalnız kalmaktan
sıkılıyor gibiydi.
Bir ara saatine bakü:
«-Acaba nerede kaldı?»
«-Birini mi bekliyordunuz
efendim?»
«-Evet, Cevat Paşa Hazretleri
gelecekti.»
Yine
sükût... Biraz, sonra Cevat Paşa salona girdi. Hemen üçümüz beraber yemek
salonuna geçtik. Sofrada çatal ve tabak ta-
kırdılanndan
başka ses yok. Üçümüz de susuyoruz. İçimden gelen suallere, kendi kendime
içimden cevap vermeğe çalışıyorum. Her halde benimle konuşacak bâzı şeyleri
olmalı idi. Belki de çok ehemmiyetli meseleler vardır, sofradan sonraya
saklıyordur, diyordum. Yemeğin sonuna yaklaşmıştık. Sadrazam Paşa,kısa bir
cümlesi ile beni vehimlerimden kurlardı. Ccvad Paşa'ya ve bana bakarak:
«-Yemekten
sonra biraz görüşelim» dedi.
«-Emir
buyursunuz!»
Ortasında
genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat hoş bir salon...
Daha
ayakta iken Sadrazam dedi ki:
«-Bir
harita getirisek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde izahat verse...»
«-Ne
cihetten izahat emir buyuruluyor?ȉedim.
«-Meselâ,
dedi, Samsun ve havalisinde ne yapacaksınız?» Kelimeler, adeta ağzımdan
dökülmeğe başladı.
«-Efendim,
dedim İngiliz raporlarına göre, Samsun ve havalisinde bâzı karışıklıklar
varmış... Biraz mübalâğalıdır, zannediyorum. Ne de olsa bunlar basit şeyler..
Yerinde yapacağımız tetkiklerle hallederiz. Şimdiden, isabetli bir şey
söyliyememekten korkarım.»
Cevat
Paşa'ya döndü:
«-Siz
ne dersiniz?»
Cevat
Paşa'da, pek tabiî bir tavırla:
«-Öyledir
efendim, bu gibi işler yerinde hallolunur.»
Kanaat
getirmemiş görünen Sadrazamın kafasında, daha büyük bir endişe, sual şekli
anyordu.Derken, biraz heyecanlı bir sesle sordu:
«-Pekâlâ...
Siz, bana harita üzerinde nerelere kadar kumanda edeceksiniz, gösterir
misiniz?»
Vesveseye
düştüğü noktayı hemen anlamıştım.
«-Efendim,
henüz ben de, pek iyi bilmiyorum. Belki... Takriben..
(Kipert'in
küçük haritasına elimi koyarak) «ihtimal şu kadar ufak bir parça...» diye, bâzı
vilâyetleri gösterdim ve manalı bir tarzda Cevat Paşanın yüzüne baktun.Ben
haritadan elimi kaldırırken, o da ilâve etti:
«-Efendim, dedi, Paşa tabiî o
mıntıkadaki kuvvete kumanda edecek... Zaten nerede kuvvet kaldı ki?..»
Sözünü tamamlarken, vaziyetin hiç
de ehemmiyetli olmadığını anlamak istermiş gibi, masadan uzaklaşır gibi oldu.
İçimden Cevat Paşa'ya teşekkür ediyordum.
Her birimiz birer koltuğa
çekildik ve kahvelerimizi içmeğe ‘ başladık. Damat'Paşa ferahlamış gibiydi:
«-Ne vakit hareket edeceksiniz?»
«-Ne vakit emir buyurulurea...
ben hazırım, arzu ederseniz yarın veya öbür gün..»
«-Zatı Şahaneyi ziyaret ettiniz
mi?»
«-Hayır efendim..»
«-Ziyaret etmeden mi gideceksin?»
«-İrade buyurulmadı...»
«-Ben iradei seniyeyi tebliğ
ediyorum. Yarın kendilerini ziyaret ediniz.»
«-Peki e’endim!»
Sadrazam'ın konağından çıktıktan
sonra, Cevat Paşa ile kolkola karanlıkta, Nişantaşı caddesinden Teşvikiye'ye
doğru sık adımlarla ilerliyorduk. Cevat Paşa samimî bir lisanla bana sordu:
«-Bir şey mi yapacaksın, Kemal?»
«-Evet Paşam, bir şey yapacağım!»
«-Allah muvaffak etsin!»
«Mutlaka muvaffak olacağız!.»
Birbirimizden ayrıldık.
Yıldız sarayının ufak bir
salonunda, Vahidettin'le âdeta dizdize denecek kadar yakın oturduk. Sağında
dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçine
açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine muvazi hatlar üzerinde
düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sa-
rayına
(toğrulmuş. Manzarayı görmemek için, oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa
sola çevirmek kâfi idi. Vahidettin, hiç unutmıyacağım şu sözlerle konuşmaya
başladı:
«-Paşa,
Paşa...Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık, bu kitaba
girmiştir (Elini demin bahsettiğim kitaba bastı ve ilâve etti.«Tarihe
geçmiştir.»
O
zaman, bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnetle
dinliyordum:
«-Bunları
unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Paşa...
Devleti kurtarabilirsin!»
Bu
son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahidettin, benimle samimî mi konuşuyor? O
Vahidettin ki, ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece âdetleri ile temas anyarak,
devleüni ve saltanatını kurtarmağa çalışmıştı? Fakat, böyle bir tahmin ile,
başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim:
«-Hakkımdaki
teveccüh ve itimada arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur
etmiyeceğime emniyet buyurunuz.»
Söylerken,
kafamdaki muammayı da halletmeğe uğraşıyordum. Çok iyi anladığım,
veliahtliğinde, Padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini,
sahtekârlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asîl bir hareket
bekliyebilirdim? Memleketi kurtarmak lâzımdır. İstersem, bunu yapabilirmişim.
Nasıl hemen hüküm veririm. Vahidettin demek istiyordu ki, hiç bir kuvvetimiz
yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul'a hâkim olanların siyasetine uy-' maktır.
Benim
memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları
memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna
inandırabilirsem, ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tedib edersem,
Vahidetti’nin arzularını yerine getirmiş olacağım.
«-Merak
buyurmayın, efendimiz, dedim. Noktai nazarı şahanenizi anladım. îradei
seniyeniz olursa, hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir ân
unutmıyacağım.»
«Muvaffak
ol!» hitabı şahanesine mazhar olduktan sonra
huzurundan çıktım.
Naci
Paşa, padişahın yaveri, fakat benim hocam, derhal benimle buluştu. Elinde ufak
mahfaza içinde bir şey tutuyordu:
«-Zatı
şahanenin ufak bir hâtırası..» dedi.
Kapağının
üzerine Vahideui'nin inisyaİlerı işlenmiş bir saatti:
«-Peki,
teşekkür ederim.» dedim.
Sonra
sanki Yıldız Saray'ından çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu
gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırdısmı
işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık.
Artık
Şişli'deki evi bırakmak üzereyiz. Bandırma vapuru Galata rıhtımında hazır.
Karargâhımızdan olanlar muayyen saatte rıhtımda toplanmış olacaklar. Evdeki
vedâlarımı bitirmiştim. Otomobil kapının önünde idil Tam o şuada gelerek, beni
büroma götüren bir dostum, aldığı bir habere göre, benim ya harekelime müsaade
edilıniyeceğini, yahut vapurun Karadenizde batırılacağını söyledi. Yıldırımla
vurulmuşa döndüm. Daha sonra, vaktiyle yanımda çalışan bir erkânıharp de
gelerek, bir damaddan aynı şeyleri öğrendiğini bildirdi.
Bir
ân, yalnız kaldım ve düşündüm: Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her
istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimden bir şimşek geçti, tutabilirler,
sürebilirler, fakat öldürmek? Bunun için beni Karadeniz'in çoşkun dalgaları
arasında yakalamak lâzımdır. Bu ihtimal mantıkî idi.
Ancak,
artık benim için yakalanmak, hapsolunmak, nefyolmak, düşündüklerimi yapmaktan
menedilmek, hepsi ölümle müsavi idi. Hemen karar verdim. Otomobile atlayarak
Galata rıhtımına geldim.
Baktım
ki rıhtıma yanaşmış olacağım sadığım vapur uzaklardadır. Sandallarla vapura
gittik Kaptana, yola çıkmak için emir verdimse de Kız Kulesi açıklarında
muayeneye tâbi tutulduk. Bir kaç ecnebi zabit ve askeri bizi yoklıyacaklardı.
Muayene uzayıp gitti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler
arasında lıir muhabere mi vardı? Maksat beni tevkif etmek ise, bütün bıı
şeylere lüzum yokinSıkılıyordum. Bir kararsızlık da olabilir diye düşündüm.
Bundan istifade edebilmek için kaplana hareket hazırlıklarım çabuklaştırmasını
söyledim.
Yirmi
yedi yıllık ihtiyar kaptan, demir aldırmağa başladı. Ben kajkan yerinde idim.
Zabit ve askerler dışarı çıktılar. Hareket ettik. Karadeniz'in Boğazından
çıkarken, kaptana tehlikeli ihtimalleri anlattım. Cevap verdi:
«-Ne
aksi, dedi, bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk,.»
MümkUn
olduğu kadar kıyılan takip etmesini tavsiye ellim. Çünkü bundan sonra, benim
tek istediğim, Anadolu'nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaretli.
Sahili
takip ede ede evvelâ Sinoba geldik. Kasabaya çıktım. Oradakilcrte görüşerek,
Samsun'a kolaylıkla gidebilecek yol olup olmadığını soruşturdum. Maateessüf
yokmuş! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık.
Bilmetn
neden, Samsun'a bir ân evvel ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki. zaman
kaybetmektense, tehlikeye göğüs germeyi tercih ettim.
Tekrar
Bandırma vapuruna bindik. Aynı tertipte seyahat ederek nihayet Samsun limanına
vardık»
Mustafa
Kemal Paşanın kendisine has beliğ ifadesiyle anlatmış olduğu bu, vatanı
kurtarma teşebbüsünün ilk merhalesini teşkil eden (Anadoluya geçiş) faslını,
şimdi bir de, büyük emeklerle ele geçirmeğe muvaffak olduğum-çoğu bilgime
kadar bilinmeyençok kıymetli vesikalar diliyle tafsil ve izah ederek, tarihe
tevdi cunek istiyorum.
(llyas Sami Karamışız)
Mustafa
Kemal ise Nutuk'ta konu ile ilgili olarak şöyle diyordu:
“1919
senesi Mayıs'ınm IÇ'uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye:
Osmanlı Devletinin dâhil bulunduğu grup Harb-i Umumide mağlûp olmuş. Osmanh
ordusu her tarafta zedelenmiş, şerâiü ağır bir ınütârckcnâmc imzalanmış.
Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir haille.
Millet ve memleketi Harb-i Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine
düşerek, memleketten Firar elmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden
Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtım temin edebileceğini tahayyül
ettiği yeni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine:
âciz, haysiyetsiz, cebin, yalnız pâdişâhın irâdesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını
vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı. Ordunun cimden cslilıa ve
cephanesi alınmış vcalınmakta...”
(icreck
Hangisi?
Mustafa
Kemal'in İngilizler taraf imlan takip edildiğine ilişkin iddiayı Necip Fazıl
kıvrak zekası ile şöyle tekzib eder:
‘■Mustafa Kemal Paşa'mn Samsun'a gidişi esnasında bindiği köhne vapurun bir İngiliz torpidosu
tarafından takip edildiği ve batırılacağı hak
kındaki nakiller baştan başa uydurmadır.
‘
Bunu, eski yaver Ali Nuri Beyefenidi, lam bir mantık çemberi içinde yakalayıp
yalanı şöyle teshil çimektedir: ‘Nasıl olur'.' Mustafa Kemal Paşa, İngilizlcrin
bilgisi ve Şark Ordusunu silâhsızlandıracağı bahanesi alımda yola çıkmıştı.
Herkesin gözü önünde yola çıktı ve rahat giıü. Hem ingilizleronun bindiği
hantal lekncyi tutmak isteselerdi, saatte 5 mil giden nakil vâsıtasını 35 mil
yol alan tmpidolaııyla yakalayamazlar mıydı?’ (N.F. Kısakürek,' Vahidüddin, s.
185-186).
Öle
yandan Ccval ve Kâzım Paşaların görüşüne göre ise Muştala Kemal Paşa'nın Ordu
mlilcılişliğine tayinine en tesirli '.clvb ve saiklerılcıı biri Ingiltere
Devleti fahimesi mümessilinin verdiği nota olmuştur.
Daha
sonra Mustafa Kemal'in İstanbul'a geri çağrılması l'ik11 de Jngiliz.tcrc
aittir. Böylecc Hilafetten bağmsız bir hareket vuı uda getirilerek ihtilal
doğrulmaktır
Mustafa
Kemal’in Anadolu’ya geçişi ve Bandırma vapuru ile ilgili konuyu özetliyccck
olursak:
-Mustafa
Kemal'in İstanbul'dan Gizlice ayrıldığı gerçek dışı bir olay.
-Ingilizler
olayı biliyordu. Gemide bir de İngiliz ajanı vardı ve durum anlaşılınca adam
Sinop’la indirildi
-
Padişah
biliyordu 300.000 altın para verilerek Anadolu'daki Kurtuluş hareketini
örgütlemek için gönderilmişti. Mustafa Kemal’in daha sonraki mektupları bunu
teyid etmekledir. Bu mektuplar Başbakanlık arşivince yayınlanmıştır.
-
Bu gemi öyle
küçük bir gemi değildi. Mustafa Kemal gemide yalnız değildi 18 kişiydiler ve
geminin bodrumunda bu kişiler için birer hayvanlan da onların erzakları da
bulunuyordu.
-
Mustafa
Kemal’i ne İngilizler’in ve ne de Padişah'ın adamlarının yakalaması ve
gemisini batırması söz konusu değildi.
Bandırma
Vapuru.
Bandırma
Vapuru ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda şu bilgilere taslanıyor:
Bandırma
Vapuru, geçen asrın sonlarında İngiltere'de H. Mac İnLyrc, Paisley(Glasgow)
gemi tezgâhlcrında 12 yapım numarasıyla inşâ edilmiş 279 gros ton 192 net ton
buharlı bir gemi idi. tik adı Trocadero" olan bu gemi, Dausey Robinson (London)
donatanı için inşâ edilerek servise konmuştu. Trocadero, 1883 yılında H.
Psicha Piraaus Firmasına satıldı.
Trocadero,
1890 yılında Kymi' adı ile CapL Andrcadis Piraaus donatanına satıldı. Aralık
1891 yılında kaza neticesi battı ve tekrar yüzdürüldü. 1892 yılında Kymi adı
ile P. Derascmo (İstanbul) firmasına satıldı. 1894'te ise "Bandırma” adı
ile İdâr-i Mahsuse (İstanbul) idârcsincc satın alındı.
1909
yılında "idare-i Mahsusc” kaldırılınca, Bandırma Vapuru da 28 Ekim 1910
târihinde Osmanlı Scyr-i Sefâin İdâresi'ne devredildi. İdârcnin hizmetinde iken
posta vapuru olarak kullanılan bu "küçük tekne" 16 Mayıs 1919 günü
Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a götürme hizmetine tahsis edilen Bandırma Vapuru
idi.
Ne
yazık ki, Bandırma Vapuru bugün meydanda yoktur. Çünkü. Cumhuriyet'in ilânından
sonra 1924 yılında hurdaya satılarak parçalanmıştır.”
KAZIM
KARABEKİR'İN TRABZON'A ÇIKIŞI-
İstanbul
hükümeti Mustafa Kemal'den önce de aynı maksatla Kazım Karabckirii doğuya
göndermişti.
Enver
Paşa da doğuda, doğu Müslümanlarının desteğini alarak Anadolu'yu kurtarma
scvdasmdaydı.
Enver,
ya da Karabekir, ya da Mustafa Kemal.. Bu üçü de Atatürk olma yolunda idi.
Mustafa Kemal kazandı. En son giden o idi. En şanslısı o oldu.
Cemal
Granada hatıralarında M. Kemal ile, K. Karabekir arasındaki rekabeti şöyle
anlüyor:
“1928-29
snalanndaydı. Kâzım Karabekir Paşa bâzı beyanât ve neşriyatla bulunuyor,
İstiklâl Harbi şerefinin kendisiyle Atatürk'e ait olduğunu iddia ediyordu.
Başkalarına hiçbir hisse vermi yordu. Atatürk bu ncşriyâıâ fevkalâde
öfkelenmişti. Bilhassa Kâzım Karabekir'in birinci plânı işgal etmek
istemesine... Bir gün, karşısına Umumî kâtibi Tevfik Bey’i almış, bu
mevzuu asabi konuşuyordu. Kahve getirip götürmek ve şâir servislerde bulunmak
vesilesiyle boyuna huzuruna girip çıktığım için hep aynı bahis üzerinde
konuştuğuna şahit ekiyordum. Diyordu ki: ‘Eğer bu milleti Kâzım Karabekir'in
iddia ettiği gibi yalnız iki adam kurtardıysa vah bu milletin hâline!.. Böyle
bit şey nasıl ağıraalınabilir? Bu adamı akıl doktorlarına muayene vo tedavi
ettirmek la'.v !.. Hırsın ve milleti âciz göstermenin bu derecesi olur ımr’
Sonra birden bire doğrularak Tevfik Bey’c dedi kı: iteni, Millî Mü-,»Jöleyi
açmak üzere bunca Paşa arasından seçip Anadolu'ya günderen Vahidüddin'dir. Eğer
bu vatanı kurtaran birini aramak gerekirse Vahidüddin’i göstermek lâzımgclir!
' Bu sözü kulaklarımla işittim ve onda Atatürk'ün tavır ve kelimelerine
kadar hiç bir şeyi unutamadım. Benim gibi basit bir adamın şahitliğinde bir
kıymet varsa, onu kullanmanız için size geldim. Sözlerimi aynıyle yazınız,
imzâ edeyim. Hakikatin tecillisi ve Allah'ın rızâsından başka beklediğim hiçbir
şey yoktur!"
Kazım
Kara Bekir Paşa'nın Anadolu'ya Geçişi
Olayı
t. Sami Kalkavanoğlu'nun hatıralarından izleyelim:
“MilG
Mücadele'nin fiilen belirişi; Trabzon ve Erzurum'da hemen hemen aynı
tarihlerde, yâni mütareke iptidasında, Puntos ve Ermenistan tehlikelerine karşı
korunma kaygusundan doğan (Muhafaza-i Hukuk) ve (Müdafaa-i Hukuk)
cemiyetlerinin kurulup, kendi çaplarında faaliyete geçişleriyle başlar ki, bu,
tamamen ve halis, yüzde yüz bir halk harekelidir ve katiyen her hangi bir mülkî
veya askeri makam veya şahsiyetin tesir ve nüfuzundan âzâdedir.
Bundan
pek kısa bir zaman sonra ise, ilk defa olarak 19 Nisan 1919 da, İstanbul'dan
Trabzon yoluyla Erzurum'a giden yeni Şark Ordusu Kumandanı Kâzım Karabekir
Paşa’nın bu halk teşekkülleriyle anlaşıp işbirliği yaptığı vcböylecc Millî
Mücadele'nin lam kıvamını bulup genişleyişi ile, malî istikameti aldığı görülmüştür.”
Kazım
Karabekir Paşa, kendisini bu millet yoluna sevkeden sebep ve âmilleri, meşhur
hatıratında bizzat şöyle anlatmaktadır:
“28
Kasım 1918 1334 de Reşit Paşa vaptıriyle Boğaziçine girdiğimiz zaman,
karşılıklı İngiliz ve Fransız bayraklarının sallandığını görerek teessür ve
heyecan duydum Büyükdere'de merasimle Ingiliz bayrağının çekilişine şahit
olduğum dakikada ise, artık: «Tek dağbaşı mezar oluncaya kadar mücadele ederek,
istiklâlimizi kurtarmağa vicdanıma karşı ahdettim ve ‘ya istiklâl, ya ölüm!'
diye haykırdım.»
Ertesi
günü Zeyrek’tc, Kilise Camii karşısındaki, ağabeyimin evinin bahçesinde,
ziyaretime gelen Harbiye Nezareti Müsteşarı, en yakın ve aziz arkadaşım
Miralay İsmet Bcy'e (İnönü) milletin istiklâlini kurtarmak için düşüncelerimi
şöylece izah ettim:
-Genç
kumandanların İstanbul'da toplanması ve hususiyle beni Şark'tan ayırmak, büyük
bir gaflet olmuştur Beni, derhal Şarka iadeye çalış. Ben orada milleti tendir
ve onlara yardım ederek, memleketin inhilâline karşı, Şark'ta yeni bir mîllî
Türk hükümeti vücuda getirerek, Şarkı tehlikeden kurtardıktan sonra, Garp tehlikesi
bertaraf edilebilir ve bu suretle mütareke hududu içinde kalan anavatanımız
kurtulabilir. İtilâf devletlerinin, harekâtı idame etmeyip, bizimle mütarekeyi
kabul etmelerinden anlaşılıyor ki; bunlar bu hudut dahilinde yeni bir cidale
kalkışmaktan çekiniyorlar. Benim tahminim budur.”
ismet
Bey tehlikenin büyük olduğunu ve bu fikrimin imkânsızlığını söyliyerek,
askerlikten istifa ile, her hangi bir köye çekilip çiftlik kurmamız fikrinde
bulundu. Ben de tekrar: “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar, bu gayeden
aynlmıyacağım” dedim. Bunun üzerine, beni Şark’a iade ettirmeğe çalışacağını
vaad etti.
30
Kasım 1918 günü Harbiye Nazın Abdullah Paşa'yı ziyaretle; gazetelerimizin
İttihat ve Terakki erkânım batırmak gayretleriyle Ermeni katliâmı efsanesi
hakkındaki yanlış neşriyatlarının tehlikesini anlattım ve topladığım, Ermeni
mezalimine ait vesika ve fotoğraflan verip, İsmet Bey riyasetinde bir de
komisyon teşkil ettirerek, hakikî durumun bir risale ile yayımını sağladım.
1
Aralık 1918'de Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa Hazretlerini
ziyaretle, İstanbul'da toplanmaklığımızın ne kadar yanlış olduğunu izah ve
derhal Şark'a iademi, ordunun da zayıflatılmasını rica ettim. Ayni günde,
sadaretten istifa etmiş bulunan Müşir Ahmet İzzet Paşa Hazretlerini de
ziyaretle; “Milletin istiklâlinin mahvına gidildiğini ve bu istiklâlin ancak
Şark’tan temin edilebileceğini düşünerek, beni oradan getirmemeleri lâzım
geldiğini” söyledim ve sulhün akdinden evvel ordunun kuvvetten
diişürîilmemesini, benim de Şark'ta alakonmamı, hattâ kendisinin de iş başından
uzaklaşmasının katiyen doğru olmadığını ilâve ettim. Derhal gözlerinden yaş
boşandı ve: “Demek seni oradan çekmekle vatana fenalık etmişim. O halde, bâzı
arkadaşlarımla görüşüp kararımı vereyim, sana da söylerim” dedi.
6
Aralık 1918 Cuma günü, selâmlık merasiminde, usulen huzura kabul olundum.
Padişah'a dahi: “Sulhun tamamen temin edildiği görülmeden evvel, ordusunu
zayıflatmaması ve bilhassa genç kumandanlarını iş başından ayırmaması, aksi
halde, ikinci Endülüs vaziyetinin mukadder olduğunu anlatarak:
-Ben
Şark'a, İstanbul'da toplanan genç kumandanlar da Anadolu'daki orduların başına
iade edildikleri takdirde, Türklüğün zeval bulmasına imkân yoktur padişahım!”
dedim. O da cevaben:
“-Sizin
gibi genç, mcrd ve itimada şayan kumandanlara malik olan millet elbette zeval
bulmaz. Berhudar ol. Senin gibi bir kumandana malik olmakla ben ve milletim
iftihar eder” dedi.
İşte
bu mülakattır ki, benim ve diğer genç kumandanların işbaşına geçmesini temin
eden âmillerden birisi oldu.
On
beş gün sonra Cevat Paşa Harbiye Nezaretine, Fevzi Paşa da Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Riyasetine tayin olundular. Kendilerine tebrike gittim. Beni
Tekirdağı'ndaki Ondördüncü Kolorduya tayin ettiklerini ve bunun ilk kademe
olduğunu, ilk fırsatla da Şark’a iade edileceğimi Cevat Paşa söyledi. Müsteşar
İsmet Bey de teyit elti.
2
Ocak 1919'da Tekirdağı'na varışımda, orada beyhude ka। lacağımı anlıyarak, Kolordumun bir an
evvel Balıkesir'e nakli için teşebbüslerde bulundum, neticede de müsaade
istihsaline muvaffak oldum.
Bu
esnada Tekidağı’nda ziyaretime gelen, Edirne'deki Kolordu Kumandam Cafer
Tayyar Bcy'c de, millî istiklâlimizi kurtarmak hakkındaki düşüncelerimi izah
ile Şark'a gitmek için uğraştığımı ve bu Kolordu’nun da Anadolu'ya naklini
temin ettiğimi söyledim. Fikrimi, o da münasip gördü.
14
Şubat 1919 da, bir aralık Harbiye Nazırlığında ve bir ara-
Iık
da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti vazifesinde bulunan ve evvelce kumandanım
olan Şevket Turgut Paşa Hazretlerini de ziyaret ettim.
Fikirlerimi
açtım, kanaatlerimi söyledim ve Şarka tayinime delâletlerini rica etlim.
13
Mart 1919... Şark'taki, iki kolordudan mürekkep Dokuzuncu Ordu'nun ismi
Onbeşinci Kolorduya tahvil ile beni de kumandanlığına tayin etlikleri emrini
aldım.
Bundan
on gün sonra, Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin, Ahmet Rıza Bcy’le görüşerek,
İstanbul'da onun riyasetinde bir kabine teşkilini ve kendilerinin bu Kabine'de
Harbiye Nazırlığına tayinini, benim de bu Kabinede bir yer almaklığımı
istediklerini öğrendim ve İsmet Bey vasrtasiyle, bu yolda bir teklif de aklım.
Buna
çok müteessir oldum ve bunun mim felâketi tâciiden başka bir şeye yaramıyacağı
haklındaki görüşümü de içkiden İsmet Bey'e söyledim...
19
Nisan 1919daErkân-ıHarbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa'yı ziyaretle, daha ziyade
beklcmiycrek, hemen Şarka gideceğimi ve orada evvelce de bahsettiğim gibi,
behemehal bir millî nüve kuracağımı da tekrar ettim.
“Seni
Divanıharbc verirler...“dedi.
Ben
de pek samimî ve hürmetkâr bağlılığım dolay isiyle aramızda mahrem
kalacağından emin olarak şu cevabı verdim:
-Siz
yalnız, Trabzon’a ayak basmaklığıma mümanaat etmeyiniz. Ölesi, emin olun,
millî dâva olacaktır...
Fevzi
Paşa, hiç sesini çıkarmadan, müsaade elti. Bu arada Harbiye Nazın Şakir Paşa'ya
da vedâ ettim.
Nihayet,
1 i Nisan Cuma günü padişaha da arzı teşekkür ve vedâ için selâmlığa gittim.
Namazdan sonra huzura kabul olundum. Beni Şark'taki Dokuzuncu Ordu
kıtalarından müteşekkil olun Onbeşinci Kolordu Kumandanlığına tayin buyurduklarından
dolayı teşekkür eltim ve Kolordu Kumandanlıklarından İstanbul'a gelmiş genç
kumandanların bir an evvel yine Anadolu'daki kıtalarının başına
gönderilmelerini tekrar rica ile, aksi halde telâfisi imkânsız felâketlerle
karşılaşacağımızı, itilâf devletleri kuvvetlerinin, ordularımızın silâhlarını
topladıklarını ve bunun neticesinin korkunç olacağını bir daha hatırlattım.
Sultan
Vahideltin, iltifat ve dua etti. Büyük bir korku içinde kıvranıyordu.
Sözlerimin iyi tesir ettiğini anlıyordum. Ancak uzun boylu görüşmekten de
çekindiği belliydi. Nitekim:
“-Fazla
görüşmek şimdilik münasip değil. Cuma selâmlığıdır. Fakat fikrinizi takdir
ediyorum.” dedi. Ben de vedâ ederken, tekrar melanet tavsiye edim.
Huzurdan
sonra, tzzet, Cevat ve Şevket Turgut Paşalar gibi, ricalarımı is'af ile beni
Şark’a layin ettiren zatlara da arzı teşekkür ve vedaya gittim. Nihayet son
olarak da, yine bugün Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini ziyaret eltim.
Kendileri Şişlideki evlerinde, hasla yatıyorlardı. Vaziyeti şöyle izah ile
kararımı açıkladım:
“-Paşa
Hazretleri, ben ismi Kolonluya tahvil edilen Şarktaki ordunun başına geçiyorum.
Bu ordunun bir kolordusuna ben, mütarekeden evvel, kumanda etmiştim. Diğer
kolordu fırkaları da, vakit vakit emrimde bulunmuştur. Şark’ın, Ermelilerden
kurtarılması hareketlerinde bulunmaklığım dolayısiylc, ordu kadar halkın da
pek büyük itimat ve muhabbetine mazharım.
Halbuki;
Şark'ta ordttf’zı kuvvetini muhafaza ile, vahim sulh şartlan
karşısında millî istiklâlimizi kurtarıp, millî bir hükümet esasını hazırlamak
için mücadeleye girişmek mümkündür. İtilâf devletlerinin Anadoluyu istilâya
kalkışacakla nnı ümit etmiyorum .(1)
Çünkü;
böyle bir niyetleri otsa, ellerindeki büyük kuvvetlerle, gerek Dicle ve gcı ek
Fırat boylarından ve lıcr tarafı kuvvetsiz kıyılarımızdan muzafferane
yürümelerine ne mâni vardır? Bence bu devletler, muharebeyi daha fazla devam
ettirmeğe, bir çok sebeplerle muktedir değillerdir. Milletler gibi, ordular da
anık yorulmuş, istirahate geçmişlerdir. Bu sebepte, halk da, Şark’a kuvvet
şevkine mânidir.
(1) Mustafa
Kemal Paşa Hazretleri bu fikri kabul etmiyorlardı. Ankara-
da
Millet Meclisi Riyasetinde iken dahi Şark hareketlerinin yapılması hakkında
zaman gelmiştir, harekele müsaade edilsin diye yaptığım tekliflerde, itilafın
ve hatta Amerikalıların he taraftan çıkarmalara başlayacakları mütalâasında
ısrar buyurmuşlardır.
Esasen,
zaferi mütakip yapılan terhisler doiayısiyle, Şarktaki orduları zayıflamıştır.
Avrupa gazetelerindeki münakaşalar da bunu gösteriyor. İngiltere’den Şarka
gönderilmek istenen bir kılanın, itaat etmiyerek dağıldığını Paris
gazetelerinde okudum. Bence, bizim meselemiz; (Ermeni ve Rumlarla boğuşmaktan)
ibaret kalacaktır.
Şark’laki
Ermeni ordusunu, silâhını teslime mecbur ettikten sonra, Garp'taki Yunan
ordusunun teşebbüslerine göğüs gerebiliriz. Ümidim hilâfına, itilâf
devletlerinin işe karışmaları ihtimaline gelince; bu ihtimal de bizi, İstiklâl
Harbi'ne girişmekten menetmemclidir. Bu vazife, milletten daha ziyade, biz
kumandanlara düşüyor. Çünkü; Anadolu'da henüz müdafaa kudreüni haiz ordularımız
vardır. Silâhlarımız, cephanemiz bitmiş değildir. Son mermisini atmadan teslim
olan bir kale kumandanı nasıl hain-i vatan sayılırsa, biz de müdafaa devam
etmezsek, ona benzeriz. Zira, Anadolu bir kale, biz de onun kumandanlarıyız.
Henüz namusumuzu kurtarmış sayılmayız. Ben, işte bu düşüncelerle, Şarka gitmek
için aylarca uğraştım. Ingilizler'in Şark'tan Ordu Kumandanı Yakup Şevki
Paşa'nın kaldırılmasını istemeleri de bu fırsatı verdi.
Kararı
şudur: Şark'ıa muhtelif isimler altında bir lakım müdafaa teşekkülleri çoklan
başlamıştır. Medenî âlemin dikkat nazarını çekmeğe çalışan hamiyetli
vatanseverlerden de fiilen istifade edilebilir. Ayrıca, İstanbul vesair
yerlerdeki millî blok gibi teşekküllerden de ileride istifade kabil olur.
Evvelâ
Trabzon vesair yerlerdeki Şark teşekküllerini Erzurum'da birleştirerek,
herhangi bir tehlikeye karşı, bir millî müdafaa ve taarruz hazırlığı yapmayı
düşünüyorum. Yâni bir Millî Türk hükümeti esası...
Eğer
istiklâlimize dokunulmaz da yarın Şark vilâyetleri tehlikeye düşerse, bu millî
hükümet derhal Erzurumda faaliyete başlar ve ben de bu hükümetin emrinde bir
ordu kumandam sıfatiyle, Şark'ın müdafaasını üstüme alırım. Yok eğer, tahminim
gibi, tehlike bütün vatanı tehdit ederse, bahsettiğim hükümet, yeni bir
(Türkiye Devleti) mahiyetini alır. Bizler de o zaman bütün vata-
nın
müdafaası vazifesini üstümüze alınz. Böyle olursa, meselenin halli tabiî daha
güçleşir ve bütün arkadaşlarımızın Anadolu'da kıtaları başında bulunmalarını
icap ettirir.
O
zaman, ilk fırsatta, derhal Şark'taki tehlikeyi bertaraf ederiz. Sonra bütün
kuvvetleri Garb’a tevcih ederiz. Bu vaziyette, ben Şarktaki rolümü
muvaffakiyetle yapabileceğimden eminim. Garp tarafının açık kalmaması içinde,
zatı samilcrinden ricam, biran evvel Anadolu’ya geçmekliğinizdir. tş başındaki
her makamın namuslu simaları, genç kumandanların Anadoluya atılmalarına taraftardır.
Böylece, sizin de bir vazife ile gelmeniz mümkündür. Bu şekilde mümkün olmasa
b;le, hususî bir mahiyette gelebiliriz. Evvelâ, dediğim gibi, Erzurumda
toplanalım ve millî hükümet esasını kuralım. Ben gidiyorum, siz gelinceye kadar
Trabzon ve Erzurum'da bu esası hazırlarım.”
Mustafa
Kemal Paşa: "Evet, bu da bir fikirdir. ” dedi.
Ben:
“Paşam, fikir değil, karardır. İşe başlayacağım ve ikmal-i namus için
uğraşacağım. Eğer, tasavvur ettiğim gibi, iş basit kalmaz da, itilâf devletleri
işgale kalkarlarsa bile, Şarktaki millî hükümet kolay kolay mahvolmaz ve bu
suretle, Türklüğün ölümü mukadderse dahi, pek pahalıya mal edilir. Erzurum
dağlarında duramazsak, bu yeni Türk hükümeti, Ermenistan dağlarında da, yine
yaşar. Hülâsa; bir çok batmış milletler yeniden istiklâllerine kavuşurken,
muazzam ve şanlı bir tarihi olan Türk milletini behemehal kurtarmalıyız.
Mustafa
Kemal Paşa:
-Vaziyet
size hak verdiriyor. İyi olayım, gelmeğe çalışırım, dedi.
Ben
de:
-Paşam,
o halde, tek dağ başı mezar oluncaya kadar mücadele ve şahsî ve millî
namusumuzu ikmal için ya istiklâl, ya ölüm ahdinde birleştik, değil mi? dedim.
Sarılıp,
öpüştük. Vedâ ettim, ayrıldık. İsmet Bey'le de (İnönü) en son görüşmemde aynı
işi bahis mevzuu ettik: (Anadolu'da bir vazife almasını, mümkün olmadığı
takdirde, İstanbul'da hiç bir siyasî cereyana kanşmıyarak, Şark'taki neticeyi
beklemesini ve o zamanki hale göre Anadolu'ya atlanmasını) kendisinden rica eltim
ve iki kardeş gibi birbirimize sarılarak, vedâ ile ayrıldım.
12
Nisan 1919'da da sessizce İstanbul'dan vapura bindim. 19 Nisan' da Trabzon'a
çıktım. Güzclhisar'daki dairemde, (Muhafazai Hukuk Heyeti) ile görüştüm.
Reisleri, Banıtçuzade Ahmet Efendi idi. Cemiyetlerinin maksadını sordum. Şu
cevabı aldım:
“Bu
havalinin Samsun’la birlikte Pontus hükümeti teşkili veya Ermenistan'a
verilmesi tehlikesine karşı, medenî âleme İnsanî, tarihî, ve siyasî vesikalar
göstererek, adalet istemek ve bundan sonra htristiyan unsurlarla hakikî
vatandaş olarak, her haklarını eşitçe icmin cyliyeccğimizi de anlatmak gibi
şeylerdir.”
Heyeti
eşraftan yirmi bir zat teşkil ediyor. Bunların on biri heyeti merkeziye, onu da
heyeti idare olarak çalışıyordu.
12
Şubat'la hükümete müracaatla (Muhafazai Hıjkuk Cemiyeti) teşkili için müsaade
alıp, bir klüp açmışlar. 23 Şubat’ta da Trabzon’da ilk kongrelerini toplamışlar
ve Avrupa'ya da seçtikleri üç kişilik bir heyet göndermişlerdi.
Kendilerine,
şöyle dedim:
-Arkadaşlar,
bu teşeb büsler, can çekişen vatana mersiye hazırlamaktan ibarettir. Vatanımızı
ancak silâh kuvvetiyle kurtarabiliriz. Bunun için de evvelâ silâhlanmızı
vcrmiyeceğiz.
Cevapları
şu oldu:
-Böyle
bir teşebbüse karşı İngiliz donanması şehri bir saatte yakabilmez mi?
-Evvelâ,
dedim, emin olunuz ki, bu İşe İngiliz filân karışacak değildir. Silâh
toplamaları da, bunu göstermiyor mu? Eğer işe İngiliz donanması ve itilaf
askerleri karışacak ise, bu külfete ne lü-. zum vardır Meselâ, silâhları
aldıktan sonra, ya Rumlar ayaklanacak, yahut Ermcnilcr gelip hepimizi kesecek
diye, Pontus dâvasını halletmek üşüyecekler, Umumî Harp’te Rus donanması hangi
şehri yaktı? İngilizler gibi medeni geçinen bir millet, böyle vahşice bir iş
yapar mı? Nitekim, Anadolu sahillerimizde, hiç bir şehrimizi yakalamışlardır.
Fakat
her gün vapurlar dolusu gelen Rum muhacirlerini görüyorsunuz. Bunların
arasında kimbilir ne kadar Yunan zabit ve neferleri vardır ve kimbilir ne kadar
silâh ve bomba getiriyorlar. Eğer silâhlarımızı verirsek, itilâf askerlerine
lüzum kalmadan, hepimizi mahvedebilirler. Bu sebeple, gaflete düşüp
mahvolmıyalım, namusumuzu müdafaaya karar verelim. Bütün Şark bir nam altında
toplanarak, Millî bir kuvvet yapın ve ben sizin emrinizde, icap ederse,
hayatımı fedaya hazırım!”
Heyet;
ne lâzımsa canla başla yapacaklarım vaad ederek, tam bir ittifak halinde,
memnuniyetlerini ifade ile, yanımdan ayrıldı.
3
Mayıs'ta Erzurum'a vardım. Beraberimde getirdiğim yaverlerim Yüzbaşı Ferit ve
Salahattin Beyler İstanbul'dan beri fikirline vakıf idiler. Bu kere de, maıvcı
kumandanlarımdan Rüştü, Halil, Osman Nuri, ve Cavit Beylere ve erkânı
harplerime ve diğer maiyet kumandanlariylc zabitlerime içinde bulunduğumuz
çetin vaziyeti ve bundan kurtulmak çarelerini bildirdiler. Raif Hoca Efendi
riyasetindeki Erzurum Müdafaai Hukuk Heyeti ile de aynı şekilde samimî görüşlüm
ve anlaştık.
HİLAFET,
SALTANAT, ŞERİAT
(TB.M.M.
gizli celse zabıtları)
TBMM
Gizli Celse Zabıtları ile ilgili 2 ayrı belge sunuyoruz.
Bu
iki belge, «Hilafet, Şeriat, Saltanat ve Biat» konulan ile ilgili.
Bu
belgelerden 2 Eylül tarihli olanı Hilafet müessesesi ile ilgi, 18 Kasım tarihli
olanı ise Vahdeddinin İstanbul'dan ayrılması ve Abdulmecid'in halife seçilmesi
konusunda. Konyalı Mehmet Vehbi Efcndi'nin Vahdeddin ile ilgili fetvası da bu
bölümde yer alıyor.
O
zamanki Meclis’in yapısı icabı, işlerin Şeriata uygunluğu açısından fetva'nın
önemli bir yeri vardı. O gün kurulan meclis, laik bir Cumhuriyet olmaktan çok
«İslam devleti» niteliğinde idi, Zaten tcşkilat-ı esaside «Devletindim İslam»
olmaktan öle hilafetin ihyasını esas almıştı. Kongreler süresince ve İstiklal
Harbi'nin sonuna kadar dine bağlılık esas alındığı halde daha sonra devleti
kuran mahşeri iradenin aksine, takrir-i sukun ve istiklal mahkemesinin
gölgesinde tek parti, siyasi tasarruflarla bu yapıyı kendi kanaatlerine göre
tebdil ve tağyir etmiştir.
Aşağıdaki
belgeler bu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.
25 Eylül 1336 Cumartesi
İkinci Celse
Açılma Saati: 2.20 (Z. S.)
REİS: Reisisâni Vehbi Efendi
Hazretleri
KATİP: Haydar B. (Kütahya)
REİS
-Celsei hafıyeyi açıyorum. Zaptı sabık hulâsası okunacaktır.
‘1.
Hilâfet mevzuu ve İstanbul Hükümeti ile noktai nazar üzerinde anlaşmak üzere
gelmiş olan heyetler hakkında.
REİS
-Efendim celsemiz hafidir (Gizlidir). Bu meselenin hafi celsede müzakere
olunmasını natık bir takrir var.
(Takrir okundu)
VEHBİ
B. (Karesi) -Efendim, btı takriri takdim etmekteki maksadımız meselenin dördüncü
veya beşinci maddeye laallûku olması itibariyle değil, Encümeni Mahsus
mazbatasının esnayı müzakeresinde burada tetkik ve münakaşa edilmesi arzusundan
münhaistir. Vakfa Hamdı Beyefenidi Hükümet in verdiği programın beşinci
maddesinde hilâfet meselesi mevzubahs oluyordu, Bu, Encümeni Mahsus
mazbatasında zikredilmemiş. Binaenaleyh mesele beşinci maddeye ait bir
meseledir deniliyorsa... Bendenizce mesele Hükümetin verdiği beşinci maddeye
ait olmaktan ziyade Encümeni Mahsus mazbatasının herhangi bir yerine ait olursa
olsun Meclisçe gerek celsei aleniyede ve gerek celsei hafiyede müzakere
edilmeye değer bir mesele olmadığım arzetmekte• dir. Mesele malûmu âlileri
hilâfet meselesidir. Evvelce Hükümetin tanzim ettiği programda bunun hakkında
sarahat vardır. Hakikaten beşindi maddede idi. Bu maddenin Encümeni Mahsus mazbatasında
görülmemesi âzayı muhteremeden bazıları arasında bir lakım sözleri mucip oldu.
Korktuk ki celsei aleniyede müzakeresi esnasında hilâfet meselesi ne oldu diye
bir sual varit olmasın ve harice karşı da bir sui tesir icra etmesin.
Binaenaleyh celsei hafiye istemekteki maksadımız bundan ibarettir. Eğer Heyeti
Muhtereme meselenin şimdi müzakeresini arzu ederse, ki şimdi müzakeresinde
bir mahzur yoktur, esas hakkındaki noktai nazarımı burada arz ve izah
edeceğim. Bir kere bu taayyün etmelidir.
TUNALI HİLMİ B. (Bolu) Arkadaşlar,
Vehbi Bey arkadaşımız gayet derin bir noktaya dokundu. Bendeniz de ayrıca
âcizane nazarı dikkatinizi celbedenim Bendenize birşey sordular. Galiba,
dedim. Öyle ise galiba ile olmaz dedi. Düşünemiyorum dedi. Bilmem ben kendimce
böyle biliyorum. Tam bu dördüncü madde üzerine kafa patlatmakta iken orta yere
bir söz çıkıyor. Ya Konya meselesi, ya celsei hafiye meselesi... Bu
böyle olmaz arkadaşlar. Bu kanun küçük görünmekle nazan dikkate çarpmıyor.
Bilmem bu pirinç üzerine fatiha yazmaya benzer. Bu, bu kadar mühimdir. B
inaenaleyh hatta bendeniz. Bir teklifte daha bulunacağım. (Usul haricinde
sesleri) Dinlemezseniz uğurlar olsun... Ceyyit olan kafamı neden yorayım. Şimdi
mademki dördüncü, beşinci maddeler üzerinde kafalar işlennıişiir. o halde
mesele bitmiştir. Badehu hilâfet ve saltanat meselesi için katiyen taraftarım,
celsei hafiye inikat etsin. 1
REİS
Hafi celse yapılmasını kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Mevzu
üzerinde buyurun Basri Bey.
BASRİB.
(Kayseri) Efendim, makamı riyasete takdim ettiğimiz bir takrirde mazbatanın
münasip bir yerine; «Makamı hilâfet, esaretten tabiisinden sonra, vazı meşruunu
ahzeder.» tarzından bir madde ilâvesini rica etmiş idik. Bittabi bu ricamız mühim
ve mahrem olduğu için celsei aleniye müzakeraunda mevzubahs olmadı.
Efendiler,
evvel emirde şunu arz ve temin etmek isterim ki, bendeniz hilâfet ve halife
meselesini aynı mesele olarak telâkki edenlerden değilim. Yani mevkii hilâfeti
işgal edip de hilâfetin muktaziyatım ifa etmeyen, bilâkis müsiümam müslüınana
kırdıran bir adamın haşa halifei meşru tanınmasına taraftar değilim. Yani
meseleyi şahıslarla değil mahiyeti ve hakikati itibariyle telâkki etmenizi
hassaten istirham ederim. Bu husustaki ıcminatımı başkaca, zannederim, teyide
hacet yoktur. Eğer teyide lüzum görülürse şahsan bile delâil arzedebilirim.
Mesele şahsı hazır veya şahsı gaip meselesi değil, bir hakikat meselesidir.
Binaenaleyh maruzatımı bu noktai nazardan ıcdkik buyurmanızı bilhassa istirham
ederim.
Elendiler,
malûmu âlileridir ki hilâfet meselesi tarihi İslâm’da en çok kan dökülmesine
saik olan mesailin biricinsini teşkil eder. Ta Hazrcti Peygamberin vefalından
sonra başlayan hilâfet meselesi Hazrcti Osmanın şehadetini müteakip bir çok
kanlı safhalara girmiş, âlemi İslâm üzerinde pek elim, pek vahim netayiç
husulüne bais olmuştur. Birtakım fırkaların mezheplerin hilâfet namına tarihte
icra ettikleri roller, memlekette ika elliği lel'rikalar hepinizce malûm olduğu
için, tarihe ait kısmı bendeniz burada zikretmekten vazgeçiyorum. Esasen tarih
sahifclcrini tetkike bile hacet yoktur.
Bizim
Anadolu’da muhik, meşru ve millî bir ittihat şeklinde toplanmamızı
çekememeleri, yani bu mevkii benimseyen adamların çevirdikleri entrikalar,
nifakucuyâne harekeder neticesidir. I tendiler, hilâfet var mıdır, yok mudur?..
Bendeniz bunu ta'mikan burada tekrar etmeyi faidesiz addederim. Bazıları
vardır, yoktur ılcdilcr. Gerek hilâfet, gerek imamet herhangi tabir kabul
olunursa ulunsun, şu muhakkakur ki, cumhuru İslâm için bir baş var ve o baş
için bir makam lâzımdır. Hilâfetin en meşruu ve en doğru tabili malûmu âlîleri
imamettir. İmamet demek ahkâmı diniye ikame... (Gürültüler) Rica
ederim, meselenin ehemmiyeti aziınesi vardır. Meselenin ehemmiyetiyle mütenasip
bir ciddiyetle dinlemenizi rica ederim. Mahiyeti hakikiyesiyle burada izah
etmek isliyorum. Korkmayın sizin arzunuza muhalif belki söz söylenmez. Vaui
nasıl arr.u ediyorsanız, hakikat ve mahiyet ne ise İlmî bir suiı'ttc
izaha çalışılacaktır. Ulûmu diniye dersi verilip verilmediğini söylemeye hacet
yoktur, zannederim. Ahkamı diniyeyi ikame, İK'yzai İslâmî muhafaza umuru din ve
dünyada hilâfettir, vekâletin. Tarifi budur. Efendiler, malûmu âlileridir ki,
hilâfet benden ■
Mira otuz sene kalacaktır.
Otuz sene müteakip
gelecek halife melik i adûttur,
mealinde bir hadisi şerif
rivayet edilmiştir.
(Adût ne manasınadır sesleri) Zâlim manasınadır. Bu bir hadisi sahihtir.
Fakat muhakkikini İslâmiyeden Teftazani ile sairlerinin teıkikatma nazaran bu
hadisle beyan buyurulan hilâfetten maksal, kâinatın tariki terbiyeye şevki ve
ehli İslâmın irşadı hususunda resulüllalı'a veçhi tam üzere ahkâmın tenfizi
hususunda Hazreti Peygambere niyabetten ibaret olan hilâfeti sâriye değildir. Yani
bu, hilâfetin mahiyetini sclbedici bir hadisi şerif değildir. Fakat hilâfet
büsbütün münselib, mündefi değildi. Bundan sarfınazar, malûmu âlileridir ki,
nasbi imam ümmetin üzerine vaciptir, sözü bir kaidei hükmiyei kelâmiyedir. Yani
halife veya imam dediğimiz zatı, ümmet intihap edecek ve bu intihap ümmet
üzerine vacip olacaktır. Ehli sünnet ile merhibei şii ve havariç fırkalan
vücubu imame kaildirler. Yalnız merhibeler şeklen muhaliftir. Onlar nasbü
imamı ümmet üzerine vücubü aklî ile vaciptir derler. Havariçten bir fırkada...
(Estasıan bahsediniz sesleri) Müsaade ediniz.
Herhangi
şekli hükümette olursa olsun bizim için korkulacak bir cihet olmadığını
arzetmek ve bunun için bir kanaat husule getirmektir ve bütün açıklığıyla
meseleyi arzetmektir. Eğer arzu ederseniz bendeniz hulâsa olarak zauâlilerine
arzedeyim. Havariçten bir fırka efendiler umuru âmmenin cumhuriyet usuliylc
hal ve idaresi taraftandır. Fakat bu merduttur. Hakkında da bir çok delâil
mevcuUur. (Gürültüler)
RAGIP
B. (Kütahya) Hilâfetin aleyhinde bulunan yoktur.
EMİR
Pş. (Sivas) Lafı kesmesinler efendim.
SÜLEYMAN
SIRRI B. (Yozgat) Bu madde konmazsa mahzuru nedir?..
BASRİ
B. (Devamla) Efendiler, tsâmiyet eşkâli hükümetten, eşkâh malümci Hükümetten
hiçbiri hakkında bir nassı kat'î ıslar etmemiştir. Yalnız Hükümetten
Islâmiyetin aradığı şey adalettir ve yalnız imam tabir edilecek zatın haiz
olduğu şerait meselesidir. Bu şeraiti haiz olduktan ve adalet temin edildikten
sonra, yine csasatı dintyemiz dairesinde bu hilâfet behattahlis vaz’ı meşruunu
ahzeder». demekle biz asnn icabatma^er'in muktaziyatına muvafık bir hilâfet
kastediyoruzki buna lehtar, aleyhtar olmak üzere ikiliği gösteren hiçbir
cereyan yoktur. Bu kere efendiler, makamı hilâfet tabiriyle biz hilafet natnı
altında icrayı saltanat ve tasallut eden zâtı kastetmediğimiz için bu maddenin
ona matuf olmadığı anlaşdıyor. Saniyen; vaz'ı meşruunu ahzeder, dediğilniz bu
maddeyi programa dercetmekten mütevellit bütün dedikodular nihayet bulmuş olur
ve aynı zamanda hukuku esasiye icaba'tına göre bir tesir icra etmeyeceği gibi,
âlemi İslâm üzerinde de pek iyi bir tesir icra edeceği muhakkaktır. Binaenaleyh
bu maddeyi biz programa koymakla hem memleket dahilinde ve hem âlemi İslâm
üzerinde de pek iyi bir tesir icra edeceği muhakkaktır. Binaenaleyh bu maddeyi
biz programa koymakla hem memleket dahilimde ve hem âlemi İslâmiyeue vukuu
muhtemel dedikodulara nihayet vermiş ve bu ucûbeden ibaret olan şimdiki
müşküle karşı bir darbe vurmuş olacağız. Binaenaleyh bu maddenin ilâvesi vukuu
muhtemel dedikodulara nihayet vereceği ve pek iyi bir tesir icra edeceği için
bunu programa aynen ithalini heyeti umumiyeden rica ederim. Silsile!
maruzatımı kestiniz. Onun için maksatlarımı lâyikiyle arzedemedim. Binaenaleyh
maksatlarım bundan ibarettir.
TUNALI
HİLMİ B. (Bolu) Arkadaşlar, bu noktadan Cenabı Hak âdil, âkil, kâmil bir
padişah bir halifei müslimin maatteessüm muahedeyi imzalamakla kendi
kendilerini hal, ettiler. (Gürültüler)
RAGIP
B. (Kütahya) Bu bir cinayettir... Üçüncü maddeyi okudu, (Türkiye Devleti Büyük
Millet Meclisi tarafından...) ilâh. (Hilmi Beyin takriri).
Saltanat
makamı istihlâsiyle vaz'ı meşruunu alacak.
BASRİ
B. (Karesi) Aynen o, padişah yoktur, hilâfet vardır.
MESUT
B. (Karahirişarkı) Bahse hacet yoktur. Padişah kim olacak diye burada bahse
hacet yoktur. Bilâhare mevzubahs olacak, padişah kim olacak? O, vaziyet
tahakkuk ettikten sonra hallolunacak bir meseledir. Binaenaleyh bu hilâfet
meselesi yalnız Türkiye'ye ait değil, belki üçyüz milyon islâma aittir. Yalnız
bizim sözümüzle iş bitmez. Zaten Kanunu Esasi'mizde münderiçtir. Fesholunduğuna
dair tarafımızdan bir madde yazılmamıştır. Onun için bunu münakaşaya hacet
yoktur. Yalnız dördüncü madde yerine kaim olmak üzere bendeniz bir madde teklif
ediyorum. Mademki kabul olunmuştur.
REİS
Hilâfete ait kısmı kabul etliniz, niçin itiraz ediyorsunuz?
Efendiler;
üç yüz milyonu bize rapteden bir meseleyi burada müzakere etmek caiz değildir.
Bugün Hindistan bizi İslâmiyet noktai nazarında müdafaa ediyor.
BİR
MEBUS B. (Siverek) Vakit zayi ediyoruz. Dördüncü madde yerine kaim olmak
üzere iki üç madde teklif etmiştim. Yani beşinci maddeye geçilmezden
evvel iki üç madde teklif etmiştim, okunsun. Kabul olunursa dördüncü madde
yerine kaim olmak üzere o okunsun... Hiç Hafi müzakere cereyanına mahal yoktur.
Badehu alenî müzakere cereyan etsin. Hafi celseden müzakere etmeye lüzum
yoktur. (Okuyun da yazalım, nedir sesleri), (Yok sesleri)
HAMDI
B. Efendim, hükümet bize verdiği halkçılık programında beşinci madde olarak
şöyle bir şey kabul etmişti. Diyordu ki; «Hilâfet makamının tahlisına
muvaffakiyet hâsıl olduktan sonra padişah ve halifei müslimin kavnini esassiye
dairesinde vazı muhterem ve mübeccclini ahzeder.» Şimdi efendim .benden iz de
encümende samiin şuasında bulundum. Encümen bu maddeye lüzum görmedi. Encümen
de bundan ihtimal ki haklı idi. Çünkü diyordu ki, zaten hukuku esaside
padişahın mevkii mahsusu muayyendir. Binaenaleyh buraya derce mahal yoktur.
Yani bunda encümen dahi hulûsu niyede hareket etmiştir. Şüphe yoktur. Yalnız
bu Teşkilâtı Esasiye Kanunu, Kanunu Esasî Makamındadır. Yani Kanunu Esasî
mahiyetindedir. Burada bu yapacağımız Teşkilâtı Esasiye Kanununun makamı
hilâfet ve saltanat hakkında sakil ve şâmil kalmasının dahilen fena tesirler
yapacağına kailim. Bunu vesile ittihaz, ederek aleyhimizde tahrikâtıa
bulunmaları ihtimalini düşünerek arzediyorum. Onun için hükümetin teklif
ettiği bu maddenin aynen beşinci madde olarak kabulünü teklif ediyorum (Kabul,
kabul sesleri)
RAGIP
B. (Kütahya -Efendim, evvelce de bircelsei hususiyede bu mesele lüzumu kadar
tavazzuh ve tenevvür etmiş idi. Bir kere makamı hilâfet ve saltanata ait bu
encümeni mahsus mazbatasında bir şey yok değildir. Bilâkis bakınız heyeti
âliycniz.cc bu programın müzakeresine başlandığı (zaman müzakcraıa mesnet teşkil
eden) baş taraftaki beyannamede Türkiye Büyük Millet Meclisi millî hudutlar
dahilinde hayat ve istiklâli temin ve hilâfet ve saltanat makamını tahlis
edeceğini gayet sarih olarak büyük milletin maksadını gösteriyor. İkincisi
efendiler, bunun ahkâmı münderecesinc muhalif, mugayir olmayan Kanunu Esasinin
mcvaddı sairesi de tamamen mer’i ve câridir. Onlar da tadil edilmiyor.
Biliyorsunuz ki Kanunu Esaside mevaddı müteaddide ile hukuku saltanat ve
makamı hilâfetten bahsolunuyor. Binaenaleyh bu hilâfetten, saltanattan
bahsetmek siyaseten muzır olduğunu evvelce anlamış, tenevvür etmiş idik.
Evvelce bunu anlamıştık. İstirham ederim. Bunu kâfi görelim, her vakit ve her
vesile ile fırsat düştükçe Meclisi Aliniz makamı hilâfetin, makamı saltanatın
tabiisi maksadiyle Meclisin teşekkül ettiğini ilân ediyoruz. Kezalik tekrar
ediyorum. Beyannamede musarrahtır ki herıürlü vesaitle neşir ve ilân
edilmiştir. Binaenaleyh mevaddı esasiyede bu madde varken başka bir maddeden
bahsetmek zaittir.
Beyannamede
bu sarahat varken tekrar makamı hilâfet ve saltanat diye bir madde
ilâvesi zaittir zannediyorum. Aynı zamanda siyasetten müzırdır efendiler...
Vakıa kavanini esasiye bir kısmıdır. Fakat heyeti umumiyesi değildir. Yani bu
mevaddı kanuniyeyi tatbik etmiş olmakla elde mevcut olan...
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara) Efendiler, mevzubahs olan mevaddı kanuniye vakıa
mevaddı kanuniycıniz.in bir kısmıdır. Kanun hugün için tespit edilmek lâzım
gelen bazı inikatı nazarı ve bilhassa teşkilâtı dâhiliyeye ait bazı hususatt ihtiva
ediyor. Fakat bununla bütün kanunlarımızı elde mevcut olan kanunu Esasiyemizi
külliyen ilga etmiyoruz. Bu mcvaddı kanuniye bugün için tespit edilmek lâzım
gelen nikatı nazarı ihtiva etmemektedir. Binaenaleyh bu mevaddı kanuniyenin
içinde ve başında mutlaka pek mühim ve nazik olan hilâfet ve saltanat
meselesiyle iştigal etmeyi bendenizde muvafık görmüyorum. Bütün kanunlarımız
lamam olmuyor, Bundan sonra ihtiyaca! bizi icbar ettikçe bir çok mcvaddı
kanuniye şeraiti lâzimesiyle isdar olunacaktır. Hilâfet ve saltanat
mahfiziyeli zaten birinci esasımızdır. Hakikaten düşündüğümüz halâsı hakikiye
vusul için, arzettiğim veçhile makamı hilâfet ve saltanat olan merbutiyetimiz
ve o makamın bütün şeraiti lâzimesiyle mahfuziyeti birinci esasımızdır. Bu
İslâm dünyasmın istinatgahı olan rabıtai hakikiyesini tesise birinci derecede
medar olan bu makamı ihmal etmek hiçbir vakitte kârı akıl değildir. Ve bunu
bizden zorla almak mümkün değildir. Gayeye vusul için arzı ihtiyaç ve iftikar
eylediğimiz kuvvetler birinci derece İslâm dünyasıdır. Bu İslâm dünyasının
ikide birde Meclisi Alimizin hilâfet ve saltanat, halife ve sultain meselesiyle
iştigal etmesinde mehaztr vardır. Bu mahzurları şimdiye kadar fiiliyatiyle
gördük. Bunu bizden zorla almak isterlerse her türlü mücadeleyi yaparız. İki
de birde Meclisi Alinizin (bu mesele üzerinde müzakere ve münakaşa açması caiz
değildir kanaatindeyim. Bugün bu makamı işgal eden zat) bu millet ve memleket
için hain bir adamdır. (Alkışlar) Müsaade buyurunuz beyim. Hain bir
adamdu.fAZky/or, bravo sodaları)
Meclisi
Alinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihî cüretler gürdük. Maateessüf
şimdi makamı hilâfet i ve saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir
adamdır, ispat eltiniz ve bu milletin bütün mükadderatına bütün manasiyle
vaziülycd olduğunuzu ispat ettiniz. Bunun sayesinde bize bütün dünya, bütün
düşmanlarımız atfı ehemmiyet etmektedirler. Bu Meclis cidden tarihî hizmet ve
cesaretler göstermiştir. Bu tezahürat ile bir milletin mevcudiyetini izhar
etliniz Dünyada büyük inkilâp yapan ve büyük kuvveti olan devletler, bilhassa
bugün fevkalâde müsait şeraitle temas ve irtibat hâsıl olmuştur.
Evvelce
Ruslarla kardeşlik (ahitnamesi imzalayanlar dahi bugün bizimle anlaşmak)
mecburiyetinde kaldılar. Düşmanlarımız dahi dünyada büyük inkilâp yapan, büyük
kuvvet yapanlar bu sayede bugün o küçük kalmış askerî, siyasî (kuvveti
zayıflamış görünen devletimize) bütün manasiyle ittifakı teklif ediyorlar.
(Alkışlar)
Bizim ve sizin heyeti Aliyenizin ve temsil elliğimiz milletin kuvvet ve
kudretinin maddeten tezahürü sayesinde Azcrbaycan-Hariciye Vekili sureti
mahsusada arzı malûmat edecektir, -ittifak teklif ediyor. Evelce Ruslarla bir
kardeşlik ahitnamesi aktedilmişti. Hedaya ve bahaya ile Azerbaycan bütün
manasiylc ittifak teklif ediyor, âdeta tahtı himayemizde olmak üzere... (Alkışlar)
Bütün bunlar milletin mevcudiyeti anlaşılmaktan neşet eder. Bu münasebede bu
hususu da arzcımiş oluyorum. Meselâ, burayı teşrif etmiş olan zevatı âliye
vardır. İzzet Paşa, Salih Paşa Hazretleri, diğer taraftan bizi imhaya çalışan
İngilizler, Fransızlar, italyanlar ve onlarla beraber İstanbul'da bazı menfi
insanlar vardır. Fakat bittabi bizim vazifemizi bilmediklerinden ve orada tamamen
iğfal edildiklerinden, herhalde iyilik yapacağız diye mevkii iktidara
gelmişlerdir. Onlar da bizimle ilk temasında hakikati anlamışlar. Bunlar bütün
hüsnüniyetleriyle ve samimiyetleriyle bize hadim, bize nâfi olmak için b'ır
heyet teşkil etmişlerdi. Şimdi böyle iken bir hafif noktamız olmuştur. Şimdi
görüyorum ki onu tevsi ve tezyid edecek bazı zihniyetler vardır. O da halife ve
sultan hakkında çok söz söyleniyor. Arzeylediğim üzere bütün kudreti idrak
etmiş ve senan yürümek lüzumuna kail olmuşlardır. Şimdi vaziyet böyle iken bu
istikamette devam etmek menfatimizi müeddidir. Çünkü halife ve padişah sıfatını
takınmış olan kimsenin bu milleti iğfal, ifsat etmek için bizzat iştigal
eylediği birtakım teşkilâtı mefsedetkârane vardır. Bu teşkilât ve ifsadata
kendisinde cüret gören bir adam merfudur ve merfiı olacaktır. Bizi reddetmek
kân akıt değildir. Bclâhctıir. Halbuki hakikati hal böyle değildir; Bu millet
her şey yapar, kendi mukadderatını muhafaza etmek için ve bunun fevkinde ona da
hürmet ve riayet eder. Onun da hukuku meşnıa ve mahfazasını tanır. Onun hukuku
meşruast bu milleti imha ve izmihlale düşürmek değildir. Cüret ve cesaret
gördüğüm -şununla anlaşılıyor.
Bu
milletin zihniyetinde; mutlaka padişah ve halife olan zatın emrine
bilâkaydüşarı ve bilâıcfckkür itaat etmek mecburiyetinde bulunduğundan dolayı
bunu avucumuzda tutalım ve istediğimiz şeyleri kendimiz emrettirelim. Fakat
biz bu iş ile oyna-
mazsak
düşmanlarımızda görürler ki Ingilizler ve İngilizlerle beraber çalışan
düşmanlarımızın bütün ümitleri mahvolacaktır. Bundan dolayı bizim için eseri
zaT olacaktır. Zaten beyanname tarzında bazı kabul edilmiş esaslarla bu
maksadımızın temini için mahfuziyeti zikir ve bütün dünyaya ilân ve hatta bütün
yeminlerimize ilâve olunmuştur.
VASFI
B. (Karahisarı Şarki) Teklifimiz «makamı mukaddese bcdeııahlis vazl meşruunu
ahzeder.» tarzında idi. bundan maksadımız icap eden tesiri yapmaktır. Ve bu
maddelerin başına böyle bir madde koymaya ihtiyaç yoktur. Bugünün meselesi olarak
iştigal etmek lâzım değildir.
BASRİ
B. (Karesi) Zauâlilcri de tasdik buyurursunuz ki şahıs için birşey mevzubahs
değildi. Maksadımız bir hüsnüniyetten ve memlekette böyle bir dedikodu hâsıl
olmasın içindir. Anadolu dahilinde hem de âlemi Islâtnda iyi bir tesir icra
eder zannederim. Vazı meşruunu iktisap eder demekle zuhuru muhtemel olan dedikodulara
nihayet vermek demektir. Bittabi bunu vermediğimize kanisiniz ve heyeti
muhtereme de kanidir. Halife namı altında icrayı mefscdet eden bir zata hilâfet
vazı meşruunu alır demekle o zat üzerinde...
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) Müsaade buyururmusunuz? Bu meseleye temas
edersek bu mesele bu kadar ifade ve ikmal edilen bir mevzu değildi. Bu mesele,
vasi, nazik ve mühim meseledir. Bugün fiilen tatbik etmek üzere yaptığımız
birtakım mcvaddı kanuniye vardır. Bunlara buna mümasil bir ifadeyi koyunca
bize sorarlar, (halifeniz nerededir? Halifeniz esir midir? Nerededir) halife
ve padişahınız?
Ne
cevap vereceksiniz?.. Esir mi diyeceğiz? İşte ulema ve fuzeiâyi kiramımız
vardır. Esir olan adam padişah olamaz. Biz ötedenberi diyoruz ki, halife ve
padişahımız kuvvet ve kudreti şeriyesini istimalden memnudur, hainanc hareket
ediyor. Binaenaleyh bu işi böyle muğlak yapmak halife ve padişah nerede, makamı
hilâfet ve saltanat nerededir, esirdir, yahut kudret ve kuvvetini kullanamaz
dersek ilga ederiz. İçinden çıkamayız. Sonra ufak birmadde ile içinden
çıkamayız İrtibatı nedir? Hukuku nedir? Onlar için kanun yapmak lâzım gelir.
BASRİ
B. (Karesi) Efendim; maksadımızı arzettik. Bu mesele ile zaten iştigal
etmiyoruz. Böyle bir maddeye böyle bir maddenin ilâvesini tasavvur etlik. Onun
için takdim ettik. Mademki böyle bir mahzuru siyasî vardır, biz de
vazgeçiyoruz.
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) Yani biz bunu kabul ediyor ve herkese de ispat
ediyoruz ki makamı hilâfet ve saltanatı bizde hiçbir vakit başımızın üzerinden
atamayız ve Meclisi âlinizi ilk veya ikinci celsesinde zaten resmen ve sureli
kat’iyede bu mevzubahs ve müzakere edilecek. Atiyen ise beyannamede de zaten
makamı hilâfet ve saltanata karşı olan vaziyetimiz resmen ifade edilmiş bulunur.
Buyurduğumuz mahzur düşmanlara cevap verebilir zannındayım. Fakat meselenin esasından
halline girişecek olursak hem içerisinden çıkamayız, hem de düşmanlarımıza
tereddüt ve şüphe i İka ederiz. Binaenaleyh mevzubahs edilmemek ehvendir.
BİR
HOCA -Bir sual sorcağım. Beyannameler neşredildiği vakit halifeyi kurtarmak
zihniyetiyle halk arasında koşarken bir beyannamenin beş bin rubleye
satıldığını bizzat müşahade ettim. Bu derecede bizim Siyasetle tevekkülümüz
yoktur ve onların emsali bir çok kötü eşhasın elimizden çıkmazsa fenimelmatlûp
(hilafetin ipkasının hem milletimiz,) hem âlemi İslâm üzerinde bu derece azim
tesiri vardır. 1300 seneden beri bu câridir. Hatta bundan dolayıdır ki Bolşevik
Hükümeti Cumhuriyesi de bizi kendisiyle beraber olmakta fevkalâde menafi
görüyor. Bir mesele arzedeyim. Şark ordusu hususî tcşkilât-ı Mahsusa kumandanı,
Batum halkı, Haziran’da Gürellerle iki cephede harp ediyordu. Malûmu devlcderi
bu zatıâli de cepheyi tanzim ediyordu. İçimizde pek çok zevat vardır. Usul ile
işaret etmişler ki bu sivil Türkiye'den gitmiş, bunun çarc-i halâsı halife
değildir denilmiş. Bu da müşahedatımızdandır. Buraya gelen hepsi Kemal’i
samimiyetle gelmiştir. O takdirde dainizin de imzası vardır. Bir İngiliz
zalcmcsinin muvacehesinde intihap olunarak Meclisi Alinizde bulunmakla
müftahiriz. Bütün tarihimiz bundan mukaddes bir gün geçirmemiştir. Maksat
birdir. Bunlara şu tesir yapılsın içindir. İlâve edilsin mi
edilmesin
mi demektir. Maruzatım bundan ibarettir. ■
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLER! (Devamla)Birde hususî, yani mahrem görüşülüyor. Umumî
maruzatım meyanında tekrar arzcımck istiyorum, ki bize iltihak eden zevatı
âliyeye dair bazı arkadaşlar biliyorlar ki eskiden buraya bir itlaf yap' mak
için bir heyet geliyor. Bu heyet nedir ve mahiyeti ne olacaktır diye bazı
arkadaşlar benden hususî olarak sormuşlardı. Ben de zamanı gelince arzı
malûmat ederim demiştim. Efendim, İstanbul'da yeni heyet teşekkül eder etmez,
tzzet Paşa buraya hususî bir adam gönderdi, bendenizle temas etmek üzere. Fakat
elinde bir vesika yoktu. Şifahî temas etmek üzere o geldi. Bundan mana istihraç
olunamıyordu. Biz bu zat ile buradaki vaziyetimizi, eşkâlimizi mufassal notlar
yaparak kendilerine gönderdik ki, vaziyetimiz tenevvür elsin. Bu notlan hemen
almazdan evveldi ki, donradan doğruya, bilvasıta bana bir telgraf gönderdiler.
Bana bilvasıta orada yine mülakat arzu ediyordu. Biz düşündük. Maksadımız
falâna düşmanlık etmek değildir. Maksadımız memleketin saadet ve selâmeti
hakikiyesidir ve bunu da muayyen bir hudut dahilinde istiklâlinin mahfuziyetine
kaim
olacağını düşündük. Binaenaleyh bizim hayalımıza sui kastetmekten ve bizi esir
ederek rezil etmekten sarfınazar olunduğu gün biz en koyu düşmanımızla
anlaşmaya hazırız. Bu itibarla bu yeni heyet erbabı namus ve hamiyetten müteşekkildir.
Bunların emirsiz bu mevkiye gitmiş olmaları ihtimali olmadığı bir çok
dimağlarda düşünülmüş idi. Bizde öyle olmak ihtimalini nazarı dikkate alarak bu
temas tarikini reddetmek istemedik. Yalnız böyle bir temasın bizim için muzır
olması ihtimali de vardır. Çünkü öteden beri garpten hiçbir şey görmedi. Rus
Hükümeti Cumhuriyesinden maddeten muavenet görmekteyiz ve birtakım münasebaü
siyasiye ve uhuvclkârane tesisiyle iştigâl etmekteyiz. Bunlar bizim garp
emperyalizmi ile olabileceğimizi düşünerek bizim hakkımızda mütereddit bir
vaziyet aldılar. Binaenaleyh gaipte böyle bir temasta bulunmak için ne o mühim
faideyi biliyorduk. Beriki ümidi daha faideli buluyorduk. Bunlara rağmen bu
teması kabul etlik. Yalnız fevkalâde mahrem olmasına dikkat etmek istedik.
Onlar da lütfen kabul ediyorlar. Pekâlâ, dedik. Bu Rusya'da anlaşılınca derhal
vaziyet aldılar ve bize göndermekte oldukları silâh, cephane ve parayı tevkif
ettiler. Derhal tedbir almaya başladılar. Bu vaziyet karşısında kaldığımız
vakit heyette Bileciğe gelmişlerdi. Ben de başka bir mesele için -bunun için
değilbelki bilen arkadaşlar vardı... gitmek mecburiyetinde kaldım. Cephe
işleriyle meşgul iken bunların geldiklerini işittim. Eskişehir’e gitmiş idim.
Tekrar geri geldim ve bunları dinledim. Malûmu âlileridir. İzzet Paşa, Salih
Paşalar, süferadan Hüseyin Kâzım, Fatih Beyler. Bu zevat ile iki şey yaptık.
Birincisinde ben yalnız İsmet Bcy'le görüştüm. Büyük Millet Meclisi âzasından
Hakkı Behiç ve Celâl Beyler vardı ve Heyeti Vekile'den Celâl Bey vardı. Kılınç
Ali Bey de vardı. Onları da beraber bulundurdum ki daha iyi istişare edeyim.
Efendim tekmil bu zevat, bu zavallılar kendi evlerinde tahtı tarassut ve tehdit
ve terzilde bulundurulmuşlardır. Ellerine İngiliz ve Fransız adamlarının
verdikleri kâğıtta her şey bitmiştir ve biz de burada birbirimizin başını
kırıyormuşuz. İnhilâl etmek üzereyiz. Bu namuslu insanlar kendileri bitmiş,
İstanbul bitmiş, İstanbul ahalisi mahvolmuş, Anadolu ahalisi mahvolmuş ve
bunlara da delâlet edelim zihniyeti hâsıl olmuş ve yine ingilizlcrin vesairenin
delâletiyle mevkii iktidara gelmiş ve bu işi halletmek için, yani bizi daha
fazla kırılmaktan siyaset için bizim hududa girer girmez bu fikirlerinin gayet
vahim olduğunu büyük şükranlarla anlamışlar. Diğer taraftan malûmu âlileri bir
buçuk sene evvelinden beri benim bu şahıslara hürmetim vardır. Bu işlerde daima
kendilerinin noktai nazarlarına, mütalâalarına iştirak etmişimdir. İddia
ediyordum ki Meclis İstanbul’da toplanırsa tecavüze uğrar.
Salih
Paşa Hazretleri bana rapor veriyorlardı ki; bu katiyen vaki olamaz. Hiç bir
milletin mümessillerine tecavüz edecek namussuz bir devlet, bir millet olamaz.
Binaenaleyh bu nasıl olur ve olacaktır bu iş? Binaenaleyh bütün hatalarını
müdrik olarak; size karşı kara hatalarımız vardır diye itirafatta da
bulunmuşlardır. Mamafih münakaşa edildi. Ne ümid edersiniz İngilizlerden? Bir
ümidiniz varsa söyleyin. Bunlar hiçbir İngiliz ve Fransızlarla görüşmemişlerdir.
Bunlar da kimse ile siyasi ve diplomatik konuşmamışlardır. Bundan sarfınazar,
fakat ne memul edersiniz? Hiçbir şey memul edemiyorlar. Biz, Sevr muahedisini
parçalamış ve bunun parçalanması için kuvvetimizin idamesine (gayret
sarfediyoruz ve) günden güne emniyetimiz aldatmaktadır ve derhal yapılacak şey
yoktur, dedi. Onlar en kuvvetli vaziyette bulunuyorsunuz ve teessüf ederiz kî
biz buradaki vaziyeti bilmiyorduk, dediler ve bu zararı tazmin etmek için çok
uğraştık ve onlarla görüşmekle iken bite bu hatanın tashih olunup olunmadığına dair
henüz malûmat... En son malûmatı mütalâa edeceğiz. O tarafını beraber
hallederiz. Söylediğim gibi sui zan bertaraf edilmiştir. Azerbaycan böyle bir
itıifak teklif ediyor. Hulâsa şarkta ittifak vardır. Garpta kara ve müşhiş bir
pençe berdevamdır. Kendilerine dedim, ne yapalım: Bütün teşebbüsatınızı
tetevvüç ettiği bir sırada pek mes’uduz ki Heyeti Aliycnizc temas ve milletin
ağuşuna iltica ettikten sonra milleti içinden vurmak için çalışan hain bir
padişahın halın için dönemezler. Bunlar bunu gayet vazih bir surette bildiklerinden
gelmişler ve bize iltihak etmişlerdir. (Alkışlar)
REİSPaşa
Hazretleri, Vehbi Bey bir şey soracaklar.
VEHBİ
B.fKarasi) Birşey sual edeceğim efendim. Bu Rusya Sovyet idaresenin -Bu
seyahat esnasındaki sesim kesildi. Fena telaffuz ediyorumRusya Sovyet
idaresinin sorduğu sualler dostane bir tarzda ise buna diyecek yok. Fakat
herhangi bir şekilde bizim için evvelce beyan buyurduğunuz veçhile her şeyden
evvel hedefimiz istiklâl ve istikbalimiz olmasına nazaran böyle kendi
memleketimizin bir kısmı addettiğimiz İstanbul'dan gelen adamlardan
şüphelenerek bize karşı vaziyet almaları ne dereceye kadar şayanı nazardır?
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ(Devamla) Müsaade buyurunuz izah ediyim. Hududu millimiz
dahilinde bulunan İstanbul vilâyetimizden erbabı namus ve hamiyetten falan
veya falan zaı buraya geliyor denildiği zaman mesele yoktur. İngilizlcr ve
Fransızlarla uyuşarak Ferit Paşa kabinesi iskat edilmiş ve yerine Anadolu'yu
avucuna alabileceğini vadetmiş olan bir heyet getirilmiş. Yine Ingilizlcrin
marifet ve vasıtasiyle Anadolu ile anlaşmak üzere memur edilmişlerdir ve
Anadolu Hükümeti de bu itilâf zemini üzerine anlaşmayı kabul etmiştir. İşte
elendim şekil budur. Bununla beraber hiç kıztnamışlardır. Yalnız istediğiniz siyaseti
anlayalım, demişlerdir. İstediğiniz adamlarla görüşebilirsiniz ve istediğiniz
siyaseti takipte serbestsiniz, demişlerdir. Para veriyorsunuz, silâh veriyoruz,
cephane veriyoruz, ilkbahara kadar fırkalar vail ediyoruz. Hiç olmazsa bizi
siyasetinizden haberdar ediniz dediler.
VEHBÎ
B.( Karası) Bir noktayı istirham edeceğim. bendeniz demek istiyorum ki
yalnız bize para, mühimmat, levazım göndersinler. Başka bir şey islemeyiz.
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ(Devamla) Efendiler, her şey de olduğu gibi belki
ahlâkiyat noktai nazarından da kuvvet nazarı dikkate alınmalıdır. Arkadaşlıkta
ve koldaşlıkta dahi kuvvet muvazenesini nazarı dikkate almak lâzımdır.
Zaif
olan kavi edanın mutlaka mahkûmudur.İnsanlık adalet, bütün prensipler, kaideler
ikinci derecede kalır. Her şeyden evvel kuvvettir. Binaenaleyh bizim halâsımız
için bize vukubulacak muavenetler gayemizi ihlâl etmeyen, ki istiklâlini
mahfuziyeti için kendi kuvvetlerimize istinat ettiğimiz ispat etmektir. Bize
muavenet etmek için gelecek kuvvetler bizi yutacak kadar olursa yutar. Bu
sebeple vekillerimiz gayet dikkatli ve vesveseli, bu ciheti nazarı dikkatte
tutmaktadırlar. Evet, bizim için hakikaten kuvvet, insan menabiimiz vardır.
Daha fazla silâh, cephane paramız olursa kuvvetimizin iki üç mislini daha ikmal
edebiliriz. Hariçten kuvvet gelmesine ihtiyâcâttmız olmayabilir. Hana ecnebi
denilebilecek kuvvetin gelmesine o kadar lüzum yoktur. Meselâ Azerbaycan
istiklâlini tam manasiylc istihsal ve istirdat etmiştir, Islâmdır ve bize
cidden kalbi ve vicdanî rabıtalarla merbuttur. Zaten ittifak yapacağız. Bizim
için faidelidir. Bizi yutmak isteseler de biz onları yatarız. Faraza
Kafkasya’da îslâın kuvveti kendiliğinden teşekkül etmiş. Meselâ İslâm
kuvveti olarak bir fırka veya iki fırka süvari gelirse makbule geçer. Bir defa
İslânıdırlar, yutmak istemezler. Bu cihet çok düşünülmektedir. Bendeniz bir tarihte
Bulgarlarla Türkiye arasında askerî bir plan yapmaya memur olmuştum. Bütün
Türkiye ordusu Bulgaristan'a muavenete hazırdır, deniliyordu. Bizim kuvvetimiz
kâfidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti nezdinde müracatta bulundular,
muahede yapalım dediler. Kendisi müstakil bir devlet olarak, sefiri de o namla
geliyor.
Geçen
ki izahat biraz vaziyetimiz karışık dediler. Dedik ki; vaktimiz yoktur, çabuk
cevap veriniz. Müspet cevap verdiler. Derhal heyeti murahhasanızı gönderiniz,
kendileriyle yapalım, dediler. Yalnız bunlar Ruslarla bir ahitname yapmışlar. O
ahitname bizce şayanı dikkat görüldüğünden onlara kati cevap vermeden biraz
vakit kazanalım, dedik ve bir müddet zarfında ahitname münderecatını Rusya'dan
aldık. Ancak bir noktası mühim görüldü. Bunu anlamak bilâhare anlaşmak
istiyoruz.
SALİH
Ef. (Erzurum) Bu maddede bir halife meselesi uzayıp gitmekledir. Ben
zannediyorum ki bu bir aile meselesidir. Dalbudak sarmış olan bu şecereyi...
MUSTÂFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) Zannediyorum ki böyle birşey yoktur. (Güldüler).
(Öyle bir şey yok sesleri)
SALİH
Ef. (Erzurum) Fakat Paşa Hazretleri bunun kurumuş dallarını kesmeyecek miyiz?
REİS
Efendim müzakere kâfi, takrir sahibi Beyefcnidiler de takrirlerini geri
alıyorlar. Şu halde Paşa Hazretlerinin beyanatını kâfi görerek celsei hafıyeye
nihayet vermesini kabul edenler lütfen el kaldırsın! Kabul edildi efendim.
Kapanma
Saati: 5.35
18 Teşrinisani 1338 Cumartesi
DÖRDÜNCÜ CELSE
REİS
Reisisani Dr. Adnan Bcyefenidi.
KATİPLER
Mahmut Said Bey (Muş), Hakkı Bey (Van),
2.
Halife Vahdettin in firarı ve hal'i hakkında müzakerat ve Halifeliğe
Abdulmecid Efendinin seçilmesi.
REİS
Efendim, mevzu üzerinde söz Heyeti Vekile Reisi Hüseyin Rauf Beyfendinin.
Buyurun Efendim.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Heyeü Vekile Reisi) (Sivas) Efendim; 17.11.1338 tarihli İstanbul'da
Refet Pş. dan bir telgraf aldık. Onu okuyorum.
icra
Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefenidi Hazretlerine.
Vahidüddin
Efendi bu gece saraydan gaybubet eylemiştir. İstanbul kumandanı ve polisi
müdürünü tahkikat ve tedabiri lâzime ittihazı için saraya gönderdim. Alacağım
malumatı aynca arz ederim. Vahidüddin, azlebi ihtimal başmabeyincisi ve bir kaç
mukaribi ile beraber ve İngilizlerin delaleti ile gaybubet eylemiştir. Emanali
mukaddesenin, Ingilizler tarafından her hangi bir suretle alınması ihtimaline
karşı dairedeki muhafaza tertibatı hazırasını hiç bozmaksızın emanatı emin bir
mahalle kaldırtacağım. Vahiıliiddin'in firarına ve harekâtı muhtemelesine karşı
esasen kendisinin mahlu olduğunu derhal ilân sureti ile mücadeleye başlamağı
pek lüzumlu görüyorum. Bu bapta iradei samilerine makina başında muntazırım.
Refet
Bunu
müteakip 17/11/1338 tarihli diğer bir telgrafnamesin<tc diyorki.
Heyeti
Vekile Reisi'ne
Harington’dan
şimdi aldığım mektubun ve melfuf beyan-
namenin
suretlerini bemvechi zar arz ediyorum.
Beyannamenin
ajanslar vasıtası ile Avrupa'ya da tebliğ edilmiş olduğunu biteıkik anladığımı
da arz ederim
Mektup
suretidir.
Bir
nüshasını leffettiğim resmi beyannamede söylendiği veçhile Zatı Şahane,
kendisini İngiltere'nin ziri himayesine va'ederek bir İngiliz sefinei
hâriciyesi ile İstanbul'dan mülarakaı etmiştir.
Bir
çok elfazı ihtiramiye. 17/11/1922
Beyanname
Resmen
beyan olunur ki; Zatı şahane, vaziyeti hazıra neticesinde hürriyet ve hayatını
tehlikede gördüğünden bütün İslamların halifesi sıfatı ile İngiliz himayesini
ve aynı zamanda İstanbul'dan başka bir yere naklini talep etmiştir. Zatı
Şahanenin arzusu bu sabah ifa olunmuştur. Türkiye'deki İngiliz kuvvetlerinin
başkumandanı General Sir Çarley Henington, Zatı Şahaneyi almağa giderek bir
İngiliz harp sefinesine kadar kendisine refakat etmiş ve zau şahane, vapurda,
bahri sefir filosu umum kumandanı Amiral son düdrook tarafından istikbal
edinmiştir. İngiltere fevkalade komiser vekili Sir Nevi! Henderson, zatı
şahaneyi, sefine de ziyaret ederek; Kral beşinci Jorj'a bildirilmek üzere
arzularını sormuştur. Beraber gidenler şunlardır. Serkarin Ömer yaver Paşa,
Hadaka kumandanı kaymakam Zeki Bey, Esvapçı başı küçük İbrahim Bey, berber
başı Mahmut Bey, Seccadeci başı İbrahim Bey, Mushibi sani Mazhar ağa, Musahibi
sais Hayrettin ağa, Sertabip Reşat Pş. Vahidüddin oğlu Ertuğrul Ef.
(Allah
Kahretsin sadalart) (Reis bey; aleniden okunsun sodaları)
Efendim;
vaktin geç olmasına rağmen müstaceliyeti meselenin icabettirdiği vaziyete
rağmen atideki cevabı yazdık.
Rafa
Pş.' ya yazılan cevap.
İstanbul'da
Refet Pş. Hz. lerine
1.
Vahidüddin Ef., Meclisçe usulü dairesinde henüz hal’edilmiş değildir. Eğer muamileyh
hakkında cereyan etmiş muamelat neticei tabiyesi olmak üzere mahlu addedilseydi
yerine diğerinin intihabı icabcderdi. Binaenaleyh firarı üzerine tarafı âlinizden
mahlu olduğunu derhal ilân etmek doğru değildir. Bu mesele, ancak Meclis
tarafından hal ve tespit edildikten sonra verilecek talimata göre hareket
buyurursunuz. Şimdilik İngilizlerin firarı ne suretle tertip ettiklerini ve
evvelce vuku bulan işar üzerine tahtı muhafazada bulundurulması için alınan
tedabire ne suretle tecavüz eylediklerini bildiriniz. Mücadeleye elkân umumiyei
tslâmiyeyi tenvire medar olacak kuvvetli bir surette başlamak için Meclisin
kararma istinat etmek muvafık olur.
2.
Emanatı
muhafaza etmek mühimdir. İngilizlcri cmanatı ancak silâh istimal ederek ve kan
dökerek almalı dalar. Bu hususta icabcdenlere bu noktai nazardan evamiri
katiye verilmesidir. Nakli mahal ile tarafımızdan ihdasına sebebiyet verilmek
caiz değildir. Henüz düveli ihtilâliye kontrolü mevcut iken emaneti esnayı
nakilde müdahale etmek suretiyle ele geçirmeleri ba'dulihtimal değildir.
3.
Meclisçe
intihap olunacak halife malum değildir. Ancak intihap keyfiyetinin dağdağalı
olmaması düşünülmektedir. Bu meselede en çok atfı ehemmiyet ettiğimiz nokta
Meclisin intihap -ettiği halifenin dahi padişahlık davasına kalkması bu
hususla, tngilizler ve diğer müttefik Devletlere istinat etmesi ihtimalidir. Binaenaleyh,
intihap olunacak zatla daha evvel görüşmek ve anlaşmak bu nokta üzerinde hatta
elinden senet almak muvafıkı ihtiyattır. Ben tarafınızdan gayet mahrem bir
tarzda şahsi olarak Abdülmccid Efendinin hissiyat ve temayülâtını şimdiden
anlaşılarak bizi tenvir etmenizi muvafık buluyorum. Bu nokta da anlaşılmadıkça
intihap teehhür eder. Bu hususun bu geceden temini çaresi aramlmalıdır.
Efendim;
bu noktada biraz malumat vermek lüzumunu hissediyorum. Efendim, Vahidüddin Ef.
Başmabeyincisini Refet Paşa'ya göndermiştir. Bir iki gün evvel demiştir ki;
Mustafa Kemal Paşa ile muhabere etmek istiyorum. Bir emin adam memur etsin.
Bunun için ben açık telgraf mı çekeyim, mektup mı yazayım; yoksa siz mi cevap
verirsiniz? Diyormuş. Bu haber buraya geldi. Te-
zekkür
ettik. Bu oyunlara karşı bir ihtiyatı mahsus olmak üzere dedik ki evvel emirde
bu arzusunu tahrirli bir şey ile yazsın. Ondan sonra bu mesele üzerinde
görüşebilire. Bunun üzerine derhal kabul ile filan memurumuzu sevk ve idare
edin denildi. Bunun ilzcrininc Refet Pş. dan cevap gelmişti. Bu fıkra ile onu
soruyoruz. Vahiduddin ile görüşen adam diye okundu.
4.
Vahidüddin
Efendi'nin benim memur edeceğim zada görüşmek hakkındaki müracaatına verdiğmiz
cevap üzerine hiç bir muamele cereyan etmedi mi? Vaziyetin tahlili için bunu da
bildirmek lâzımdır.
5.
Balâ'daki
mevaddm ihtiva eylediği noktai nazarlara göre tedabiriniz ile yeni malumatınızı
yarın 18/11/1338 öğleye kadar bildirmeniz mühimdir. Çünkü mesele Meclis'le
mevzubahis olunca derhal intaç edebilmek için buna ihtiyaç vardır.
6.
Bu cevabımda
Rauf Bey ile mutabıkız. Henüz keyfiyet Heyeti Vekile'ce malum değildir.
Başkumandan
Gazi Mustafa Kemal
Efendim;
geçen vakitte, böyle bir talimat verdik. Heyeti Vekileyi teşkil eden zevat ile
bugün aynı zemin üzerinde görüştük Refet Pş. dan gelen telgraf devam ediyor.
Okundu.
Yine
17/18 tarihli telgraf devam ediyor. «Abdülmecit ile görüştüğüne dair».
Heyeti
Vekile Reisi Rauf Bey'e
Şimdi
Abdülmecit Efendi ile görüştüm. Şahsî bir mahiyeti olan mükâlemalta, Ankara'da
ittihaz edilen mükavraratı tasvip elliklerini ifade eyleyen kendilerinin bana
hitaben bizzat yazdıkları bir mektubun surelini aynen berveçhi ati arz
ediyorum.
Suret;
İstanbul T.B.M. Meclisi Hükümeti fevkalade memuru Refet Paşa Hazretlerine.
Büyük
Millet Meclisinin hilafet ve saltanat hakkında ittihaz
ettiği karan tamamen tasdik ve
tasvip ediyorum.
27 Rabiillevvel 1341
Refet
imza Abdülmeçit olacak. Çıkmamış
gene Refet Paşa'dan...
BİR MEBUS BEY Efendim; Abdülmeçit
bir unvan yazıyor mu imzasında.
HÜSEYİN RAUFBEY (Devamla) Hayır,
ihmal edilmiş olacaktır imza.
ŞEVKET BEY (Beyazit)İmza
kimindir, lütfen okunsun.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Rauf
Beyefenidi, ben de ehemmiyet verdim bu noktaya. İmzası nedir diye sordum. Refet
Paşa’dan gelen telgraf okundu. Bundan evvelki maruzatımda diye.
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal
Hazretlerine ve İcra Vekilleri heyeti Reisi Rauf Beyefenidiye:
Bundan evvelki maruzatımda
Vahidüddin Efendi nin keyfiyeti halinin Meclis tarafından ilânını, bu suretle
mücadeleye başkımaklığımızı ve fakat bu hususun teşrini arz etmek istemiştim.
Yann için neşrolunacak Sabah Gazeteleri üç seneden beri malum olan harckâtiyle
kendi kendini memlekette bu âlemi İslâm nazarında halletmiş telâkki olunan
Vahidüddin emsali diğer memleket lıaikleri gibi aynı tarz ve aynı vasıta ile
firar etmiş olduğunu ve bilhassa bu tarz ve vasıtai firarının âlemi Islâmın
kendi hakkında vermiş olduğu hükmün doğruluğunu bir kere daha tasdik ve teyit
eylediğini bir kaç satırla yazmak suretiyle iktifa edecektir. Burada ittihaz
olunacak iki yol vardı: Birisi Vahdeddin'in üç seneden beri devam eden ihaneti
sebebiyle esasen makamı hilâfeti münhal telâkki etmek ve Vahdeddin'i şimdiye
kadar orada (Zillüllah) vaziyette oturmuş göstermek ve zaten son cuma
selâmlığında namaz, kddığı camide hutbede kendi ismini okutmamak suretiyle
bunun kendi tarafından dahi tasdik edilmiş olduğunu iddia etmek: İkinci tarz:
Son güne kadar makamı hilâfetle bulundurulduğu halde firar ve düşmana iltica
sureliyle hilâfete ihanetle bulunduğunu iddia et-
mek; İngilizler Vahidüddirie
halife oyunu oynatmak isterlerse bu ikinci şık kendi hesaplarına belki daha
muvafık gelebilir. Fakat Ingilizlcrin dahi Vahidüddin ile âlemi İslâm üzerine
bir oyun oynamaya muvaffak olamayacaklarını bildiklerini ve bu son vaziye| tin
daha ziyade şeriki cürümlerini kurtarmak maksadiyle yapılmış olduğunu zannetmek
istiyorum. General Pelle de bu fikirdedir. j Yalnız İngiliz tebliğindeki tarzı
ifade calibi dikkattir. Gazetelere 1 talimat vermek için bu iki şıktan
hangisini daha muvafık buluyor' sanız İngiliz'ler Vahidüddin'in kaçırılması
için hiç bir cebir istij mal etmemişlerdir. Bu büyük sarayın her tarafını
muhafaza etmek , elimizdeki kuvvetle gayrı mümkündür. Biz daha ziyade dahildeki
j arkadaşlarımızın nezareti ile ve hariçte bulundurduğumuz gözcülerle iktifaya
mecbur idik. Vahidüddin sabaha karşı sarayın Orhaı niye Kışlası tarafındaki bir
kapısından çıkmış ve oraya gelen oto1 mobile binmiştir. Emanet muhafızlarını
takviye ediyorum. Yerle| rinde bırakacağım, bu gece Mecit Efendi ile
görüşeceğim, Vahiı düddin'in müracaatına verilen cevabı Çarşamba günü Yaver j
Paşa'ya tebliğ ettim. Perşembe günü Yaver Fahri Bey vasıtasiyle
tekit ettim Cuma sabahı da firar ettim. 1
imza Refet
İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf
Beyefenidiye )
Bu gece General Pelle ile
Vahidüddin'in firarı hakkında gö' rüştüm. İngiliz müsteşarı geminin
hareketinden sonra nezdine gc।
lerek firardan malumat vermiş ve Vahidüddin’in Türk'ler tarafindan
bırakılmasını Düveli mütelife için sıkıntılı bir vaziyet ihdas , edeceğinden bu
suretle harekete mecbur kaldıklarını söylemiş. General Pelle bu firarla
İngiliz'lerin hilâfet oyunu oynamak isteyeceklerini zannetmemekte ve buna
ehemmiyet vermemektedir.
Refet
Bu telgraf 17/18’de çekilmişti. Efendim bu malumat
üzerine bu sabah Heyeti Vckite’yi teşkil eden arkadaşlarımızı topladık ve
hafi
olarak tetkik ettik. Müzakeremizin neticesi olark Heyeti Aliyenize arz
edeceğini nikat kısadır. Bittabi ittihaz olunacak karar müzakere neticesinde
tespit edilecektir. Evvelemirde halife makamını işgal eden zatın
şimdiye kadar bizce malum olan bir hıyaneti vardır. Sevr muahedesini
tasdik etmekle Türkiye'nin idamını kabul etmiş olmasıdır. Bu sefer gene halife
ismini takınarak İslâm'ın en kavi ve şerir ve şeni düşmanı olan İngilizlerc
halife ünvanıyie müracaat ederek kendisini bütün âlemi Islüma ihanet etmesi
tarzında bir şekilde kabul edilebilir. Şu halde bu insan suretinde görünen,
Tiirkiyemiz için, necip milletimiz, için ve âlemi İslâm için muhlik zehirli bir
yılan olan, bu suretle mündefi olması üzerine münhal kalan emaneti İslâmiyeye
bir zatın intihabının zarurî olduğu merkezindedir. Efendiler malumâliniz
asırlardan beri necip milletimiz Alemdarı İslâm olarak makamı hilafeti
sinesinde her türlü tahaccüme, mehalike karşı muhafaza etmiş ve bununla
bihakkın ifüfîâr edebilecek bir millettir. Böyle hıyanetler, sui kasıtlar avni
hakla hiç bir veçhile müessir olmıyacaktır. Bu itibarla herşeyden evvel münhal
kalan bu mevkii bir halife intisabı suretiyle inhilal kurtarmak zarureti
lüzumunu Heyeti Aliyenizc arz ediyorum. Bu müzakere esnasında rüfekamdan bazı
zevat halifenin intihabı meselesinde noktai nazar arz edeceklerdir. Ekseriyetin
fikri derhal intihabın icrası olduğunu arz ediyorum. Ekalliyette kalan
arkadaşlarımızdan bazıları intihabın icrasiyle halifenin Anadolu'ya gelmesidir.
(En doğrusu budur sadaları) (Olamaz sesleri) tabiî bu arkadaşlarımız söz
sırasında noktai nazarlarını arz edecektir. Fakat bendeniz her şeyden evvel
ekseriyetin noktai nazarını arz elmiş olmak için her şeyden evvel bir halife
intihabının en kısa bir zamanda icrası ve bu zatın bu zamanda İstanbul'dan
çıkmasının şimdiye kadar müdafaa ettiğimiz esasatı ihlâl edememesi noktai
nazarında, alclhusus sulh esnasında İstanbul’dan makamı hilâfeti başka mahalle
nakletmek keyfiyetini mahzurlu gördüm. Bu itibarla İstanbul'da kalması
cihetini ekseriyetle iltizam ettik. Diğer arkadaşlarımızdan bazıları da gene
mühim nikatserdiyle Anadolu'ya naklini iltizam buyurdular. Efendim; hülâsa!
malumatımızı mümkün olduğu kadar manayı hakikisiyle ve hülâ-
sa
suretiyle Heyeti Alinize arz ettim. Tekrara mecburum ki inhilâlin uzun müddet
devamı Şer'iye Vekili arkadaşımızın da sarahaten beyan ettiği veçhile dahil ve
hariçte fitne ve fesadı mucip olabilir. Bir an evvel temin buyursanız...
SALAHATTİN
BEY (Mersin) Efendim; Hükümet ne intihap ediyorsa onu söylesin, onun üzerinde
müzakere edelim. Her halde eşhas üzerinde söyleyiniz ki onu anhyalım.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Efendim, intihap hakkı Meclisi Alinindir.
SALAHA1TİN
BEY (Devamla) Efendim, tetkıkatını söylesin.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Müsaade buyurunuz onu arz ediyim; intihab hakkı Heyeti
Celilenize aittir. Bir müntehib ibrazı ile Heyeti Aliyenize, yani bunu intihap
ettik, kabul ediniz suretinde. Bendenizin kanaatimi sorarsanız, her
şeyin'ehveni olmak üzere ve her şeyden evvel zemin ve zamana da muvafık
Abdülmccit Efendi'nin (Veliaht sodaları) Veliaht sözünü de söylemiyorum,
Abdülmecit Efendinin inıihabiylc ve hatta bu gün müttefikan intihabı ile bir
çok mahazirin mündefî olacağı kanaatindeyim efendim.
ALİ
VEFA SEY (Aüîâlyâ) Heyeti Vekile'de ekalliyette kalan arkadaşlarımız mühim bir
nokta zikrettiklerinden bahis buyurunuz. Bu nedir anhyalım efendim.
HÜSEYİN
RAUF BEY(Devamla) İfademde zannediyorum ki söyledim. Arkadaşlarım kendi noktai
nazarlarını izah ederler diye tafsilen arz etmedim. Noktai nazarları halife
İstanbul'da kalırsa tekrar İngiliz tesiratına ve saireye kapılır. Esarettedir,
caiz değildir, mütalaasında bulundular. Ekaliyette kalan arkadaşlarımın
mütalaaları hemen bu esas etrafındadır.
TEVFİK
EFENDİ (Kângın) Bizde böyle hilâfetle iskat edildiği vakit inhilâl edeceği
vakit makamı Meşihatın bir fetvası ile hilâfeün nez'i lâzımdır. Acaba bizim
Şer'iye Vakâletinden hilâfetin-Vahidüddin Efcndi'den nez'i hakkında bir fetva
alınmış mıdır? Alınmamış ise meclisi Ali o fetvayı da kendi kendilerine
vermiştir. Bir kâfiri veli ittihaz eden bir adam mümine halife ola-
maz;
mahludur. Bu fetva bir kere peşinen alınmalıdır. Alındıktan sonra evvelâ hal
sonra intihap yapılmalıdır.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Şer’iye Vekili Efendi Hazretleri, heyetimizin müzakeratında
müşterek idi ve ekseriyetin fikrine müşterek idi. Kendileri bir halifenin
intihabı lüzumunu ifade etmiş olduklarından hali lüzumunu tabiaüy 1c ifade
etmiş oldular. Tabiî size cevap verecektir efendim.
TEVFİK
BEY (Devamla) Heyeti Vekiie’nin yaptığı iş kâfi değildir. Fetva yazılıp ilân
olunmalıdır.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Efendim. Lâzım gelen cevabı verecekler ve sizi tatmin
edeceklerdir.
REİS Efendim; Şer’iye Vekilini
dinliydim
VEHBİ
EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendim, müsaade buyurun. Ahvali tafsil edecek
değilim. Bu gün halife makamında olan bir adam ecnebi bir düşman himayesine
iltica ederek fiilen hilâfetten feragat etmiştir. (Elbette sesleri)
Binaenaleyh ikinci bir halifenin intihabı müslimîn üzerine vaciptir ve müslimin
de hal' ve aküne bu gün memur olan Meclisi Alinizdir. Binaenaleyh
beyneimüsfimîn fitne ve fesada bais olmasın için her şeyden evvel bunu intihap
etmeli. Ondan sonra şeraiti ne idi, veyahut onun hakkı ne idi, milletin hakkı
ne idi, efendiler bunlar ikinci meseledir. Şimdi rica ederim, İstanbul'u
düşünelim, Anadolu'yu düşünelim, bütün âlemi İslâmî düşünelim. Hem âlemi İslâm
gözünü şu Meclise dikmiş bakıyor: Ne yaptılar ve ne yapacaklar? Şimdi bir fetva
isteniyor. Bu da haklıdır ve doğru bir meseledir. Ötedenberi anavatanız da
budur. Kâtip efendi okusun. (Alkıj/ar)
NECATİ
EFENDİ (Lâzistan) Şer’iye Vekili Efendi kendileri okusun.
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara) Bu gün yaptığınız boş, kanun yarın bir teamül
olacaktır. Binaenaleyh makamı üfla makamı âlınizdir. Bu o makamdan okunur.
REİS
Efendim, bendeniz de buradan okutacaktım. Efendim bunu kendileri okumak lâzım
gelmiyor. Kendileri dediler ki kâtip efendi tarafından okunsun. (Fetva
okundu)
TEVFİK
EFENDİ (Kângın) Efendiler, bu fetvayı şerif ga-
yet
güzel yazılmıştır. Vakıada mutabıktır. Şu kadar var ki hal' edilmiştir,
scrahaten hal' edilmiştir. Bu suretle makamı hilâfet iki suret olacaktır.
Mahluttur, bu surette diye başlıyacak, Emirülmüminin veyahut halifenin bütün
müslüman üzerine vacip midir, elcevap vaciptir diye iki suretle yapılacaktır.
Fetva da hafine scrahaten bir şey yoktur. (Doğru sodaları gürültüler)
HACI
MUSTAFA EFENDt (Ankara) Zannederim şimdi söylenecek bir şey yok ve
söylenecekler söylendi Yani dainiz diyecektim ki şimdi bu adam kaçmış, tabî
bir çok mâsivasi var. Kendisi münhal'idir. Pekâlâ bütün müslümanlan intizardan
kurtarmak ve birtakım teşevvüşattan kurtarmak, belki süiniyet varsa onların
önüne set çekmek için filhal birisini intihap edip ona biat etmekliğimiz
lâzımdır. Diyeceğiz o lâzımdır. Şimdi Heyeti Vekilede de anlaşıldı ki cüzi
ihtilâfı,ihtilâf dersem (hal' hususunda şadalar) yok, şimdi geldik
intihaba. İntihap edeceğiz. Bu.intihap edeceğimiz zatı buraya getirelim, yahut
Bursa’ya getirelim yani esaretten kurtaralım. Yani onları birtakım şeylerden
vikaye için herhalde buraya, buradan olmazsa Bursa'ya getirip biat etmek.
OPERATÖR
EMİN BEY (Bursa) Zaten îngilizlcrin istediği odur.
HACI
MUSTAFA EFENDt (Devamla) Yahut İstanbul'da bulunduğu halde eğer İstanbul'da
emniyet varsa, yani hiç bir veçhile taarruz olunmıyacağına emniyet ve
itimadınız varsa bizzat veya büvasita intihihabımızı yapar ve bildiririz.
Malumya meselenin bu hale geleceğini geçen gün Paşa Hazretlerine de arz etmiştim.
Bunun böyle olacağı belli idi. Bunlar bunu böyle edecek ve bu herifi alıp
gidecekler ve belki birtakım şeyler çıkaracaklar dedim. Paşa Hazretleri orada
cevap verdiler ki efkârı umumiyeye karşı buna cesaret edemezler maatteessüf
eltiler. Etseler bile bu adam hiristiyanlarla teşriki mesaî ettiğinden
ehemmiyeti yoktur. Yani üzerine bir fenalık çıkmaz buyurdular, inşallah
buyurdukları gibi çıkmayacak ve çıkmaz.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Müsterih olunuz çıkmıyacaktır.
HACI
MUSTAFA EFENDt (Devamla) inşallah. Şimdi evvelemirde daînizc sual ederseniz
herhalde intihap edeceğimiz zatı buraya getirmeli, (hayır seslen) (Bravo
sodaları) Şirndi ben ona fetva vermedim gelsin diye... (Gürültüler,
devam sesleri) Öyle ise müsaade buyurunuz, şimdi orada kalmasındaki
menafi!, mezahiri sayalım. Her iki tarafı da biz bir kerc serdedelim. Yani bu
hususta Paşa Hazretleri bizi tenvir etsin. Belki o buraya gelmek cihetini
tercih ediyor. O başka mesele. İhtimal ki bu da olmaz. Şimdi geldik fetva
meselesine: Bence Hacı Tevfik Efendinin buyurduğu gibi gerçi bu firariyle
değil Sevr muahedesini kabul, zaten bir İslâm kabul etlikten sonra bunu
İslâmiyet ile hilâfet ile alâkası olamaz. Bunu takdir edersiniz. Vakıa şimdi
söyliyeceğimiz teamül merasim itibariyledir. Yoksa şurası şer'an şöyle olacak,
böyle olacak demeğe lüzum yoktur. Niçin, bunu bir kere Kemal'i tazim ile bu
adam kabul ediyor. Değil halife, bayağı bir adam bunu kabul etmez. Peki, sonra onlarla
teşriki mesai ve sonra bu iarafa asker şevki ve bunlara mümasil fecayi,
fenalıklar ki labiatiyle bunlarla bu adam kendini munhali' olduğunu burhanı
kaau, yani evvel delildir. Lâkin merasim itibariyle şu sıfat ile muttasıf olan
bir adam müslümanlan halife olmağa lâyık olur mu? Elcevap lâyık değildir. Yani
bu tarzda bu adammmüslimin üzerine hafi lâzım gelirini Elcevap lâzım gelir. Bir
kere bunu hal'i edilmesi lâzımdır. Bu merasimi hal'i olmadı. Tabiî hal'i
olunduktan sonra tabî naibülimam madem ki ümmetin üzerine lâzımdır, binaenaleyh
ikinci fıkrası bundan ibarettir. Bu suretle pekâl$ denir. Bu, bu kadardır. Daha
söyliyeceğim var, iş bitsin olsun. Sonra biraz vezaifte söyüyccekierim var.
Yani Meşrutiyet ilân edildikten sonra saltanatmış, bu emriyet imiş, bunu
anlamam. Hepsi böyle olmaz. Bundan evvel Sultan Reşat istipdadr ile geldi de ne
yaptı, ne yapabildi? (Her şey yaptı sesleri) hiç bir şey yapmadı. Yapan
hükümettir, hiç bir şey yapmadı. Bunlar vehimdir. Vehimc bence itibar yoktur.
Bunlar meselâ bizim refeıtiğimiz (asallım meselesidir, yoksa hilâfet için lâzım
olan vczaifı gene vereceğiz. Onun zamanı gelince söyliyeceğim.
REİS
-Efendim; müsaade buyurunuz. Bazı arkadaşlar, fetvanın şekli hakkında..
SALİH
EFENDİ (Erzurum) Müsaade burun, fetvanın usulü hakkında bir şey arz edeceğim
REİS
Müsade buyurunuz efendim, sizden evvel söz alanlar vardır, fetva hakkında
arkadaşlar bazdan aynca söz almışlardır. Şimdi buna arkadaşlar ne derse ona
göre hareket ederiz. {Hacet yok sesleri)
OSMAN
BEY (Lazistan) Efendim, fetvayı Şer'iye encümenine havale edelim. Bir iki saat
içinde neticeyi Meclisi Aliye bildirsinler, mesele bitsin.
MÜFİT
EFENDİ (Kırşehir) -Efendim, usulü müazekcrc hakkında buyurursanız Osman Beyin
teklifini biraz izah edeyim.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Amasya) Ben usulü müzakere hakkında daha evvel söz istedim.
REİS
Ömer Lütfi Bey daha evvel söz almıştı, buyurun efendim
ÖMER
LÜTFİ BEY (Devamla) Efendim, şimdi burada bir fetva okundu. Fetva, burada
Allahü âlem bissevap olur mu, olur. Fetva budur, üst tarafı isıiftatır. Yazılan
istiftayı bazı arkadaşlar zayıf buldular. Heyeti Celileniz tensip buyurursa
vakit kazanmak için bu fetvayı Şer’iye Encümeni'ne gönderelim. Vekil Efendi fetvahaneden
hocalarını toplasın yeniden istifra yapsınlar ve biz de alt tarafını müzakere
etmekte olalım. Zaten hal’ meselesi olmuştur. Bu vakidir. Fetva tespit
edilirken biz de yeni intihap hakkında burada müzakeratımıza devam edelim.
MÜFİT
EFENDİ (Kırşehir) Zannetmeyiniz ki fetvayı şerife doğrudan doğruya bir
Encümeni Şer'iye'ye havale edilip de orada tcdkik edilecek. Yanlış
anlaşılmasın . Fetvayı Şerife Şer’iye Encümeninde tcdkik edilmez. Ancak fetvası
yazılmış esbabı hal'i kabul etmiş ve fakat hal' kelimesi girmemiştir. Esbabı
hal’i mevcut olursa hal’ kelimesi girmezse bu firar eden adam hilafet vaki olarak
gidiyor, o yarın orada halifeyim diyecektir. {Doğru sesler), Halife'nin
hafinin mucip olan esbabın altına «Hal'» kelimesi yazılabilmek için bunun
altına yazılmalıdır.
MUSTAFA
KEMAL PAŞA (Ankara) Müfit Efendi Hazrctlcri Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümetinin Şer’iye Vekilinin fetvası Türkiye Büyük Millet Meclisi Şer'iye
Encümeni gitmez buyurdular. Ben de derim ki bu ancak burada tetkik olunur.
MÜFİT
EFENDİ (Kırşehir) Bendeniz böyle söylemedim, söz söylemek hakkımdır, efendim.
Ahkâmı şer'iye ve muamelâtı şer'iyenin hepsi Şer'iye Encümeninde hallolunur.
Yalnız Şer'iye Vekili Efendi hazretlerinin yazmış olduğu şu fetva noksan görülmüş
de bundan dolayı iade edilmiş diye işrab ettirmek kuvvetini tamamiylc verdirmek
için arz ettim. Yoksa başka bir noktai nazardan değildir (usulü müzakere
hakkında söyleyeceğim sesleri)
REİS Efendim, usulü müzakere
bitti.
ŞER’İYE
VEKİLt MEHMET VEHÎ EFENDİ (Konya) Efendiler makamı hilâfette bulunan adam bu
gün firar edip meydanda olmadığı cihetle bunu fiilen feragat ettiği malumdur
ve sabittir. Çünkü makamını terketmiştir ve burada fiilen terketliği
zikrolunmuştur. Binaenaleyh hal' kelimesine lüzum görülmemiş, madem ki bulunan
Müftü efendiler tarafından evet, o kelime konsun deniliyor. Bende ona razıyım.
(Mesele bitli sesleri, alkışlar)
REİS
Müsaade buyurunuz. Usulü müzakereye dair söyliyeceğim. Artık burada fetva
hakkında müzakere edemeyiz.
FEVZİ
EFENDİ (Erzincan) Usulü müzakere hakkında söyliyeceğim.
REİSFevzi
efendi, mesele bitli. Şer’iye Encümeninden geldiği zaman izah edersiniz.
FEVZİ
EFENDİ (Erzincan) Fetvayı şerife de muvafıktır. (Essülıan...) Yani
Sultan iki şeyle sultan olabilir.
NURİ
BEY (Bolu) Söylediğiniz usule ait değildir. Rica ederim.
ÖMERLÜTFİ
BEY (Amasya) Şer'iye Encümeninde izahat verirsiniz efendim.
REİS
Efendim; bu fetvanın Şer'iye Encümeninde tekik edilmek üzere mezkûr Encümene
gönderilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın...
FEVZİ
EFENDİ (Erzincan) Yoksa münazildir, mahludur (Gürültüler)
REİS
Efendim, Fetva Şer'iye Encümenine gönderilmiştir.
FEVZİ EFENDİ (Erzincan)
Münhali’dir, münazildir.
NECATİ
BEY (Lâzistan) Efendiler, Lehülhamt vclminneh üç buçuk senedenberi çalışıp
çabaladıktan sonra bu günü idrak ediyoruz. Bu hususta sizi Kemal'i hürmetle
dinlemekteyim. Bir kaç dakika olsun sizin de bendenizi dinlemenizi hassaten
rica ederim.
REİS
Usulü müzakereye dair birşey söyliyeceğim. Rauf Beyefcnidi teklif etmişlerdi,
celse hafi olmuştu. Fakat aradan iki dakika geçmeden iki zat söz söyledikten
sonra şimdi verdiğimiz bu karar üzerine hafi olan celsenin hitamiyle celsei
aleniyeye geçilmesini ve Meclis müzakeratının alenen müzakeresiyle
süitefchhümlerc mani olmasını teklif ediyorlar. Şimdi karar verilmişti. Bunu
tekrar reyinize koyamam. (Hayır sadaları)
NECATİ
BEY (Lâzistan) Efendiler, biz bu güne nail olduk ki zaten en ziyade çahşüğımtz
şeyler makamı hilâfeti esaretten kurtarmak içindir. Lehülhamt velminne orada
bulunan ve o makamı muallayı hilâfeti telvis eden adam defolmuş
ilacehennemüzzümera. Bu gün bu mukaddes günü gördüğümüzden dolayı ki hiç bir
kuvvetin tahtı tesirinde olmuyarak erbabı hal ve akit olan Meclis tarafından
halife intihap olunmuştur ve işte günlerin en mesudu, en mübarek i en
müteyemmeni bu gündür. Bundan dolayı şimdi intihap edeceğimiz olan halifenin
herhalde o entrika, o dolap o dalavere merkezi olan İstanbul’da intihap
edeceğimiz halifenin kalmasına razı değiliz. Arkadaşlar bunu katiyen kabul
etmiyerek, intihab edeceğimiz halife yanımıza gelsin, yanımızda bulunsun,
yalnız bırakmıyahm.
SIRRI
BEY (İzmit) Bendeniz meselenin birinci şıkkına emri vaki nazariyle bakılarak
ikinci salbası hakkında söyleyeceğim. Halife intihap olunduktan sonra
İstanbul'da kalması mı lâzım gelir, yoksa Anadolu'ya celbi mi? Arkadaşlarıma
ayrı ayrı hatırlatmak isterim ki birinci günü burada toplandığımız zaman biz
milde karşı, halife esirdir, âınal ve harekâtına hâkim değildir, sahip edilir.
Binaenaleyh vereceği emirler bizim için mut’a olamaz. Mazurdur dedik ve
halifeyi, makamı hilâfeti, ve makamı saltanatı kurtaracağız dedik.
RAĞIPBEY (Amasya)-Ve yeminde
ettik.
SIRRI
BEY (Devamla) Ve onun için buraya toplandık. Halife esir olduğundan dolayı
verdiği emirler m uf a değildir dedik ve sıfatı esaret olarak da onun
İstanbul'da bulunmasını ve İstanbul'un da elycvm düşmanlar tarafından tahtı
işgalde olmasını gösterdik. Bugün intihap edeceğimiz halife tekrar İstanbul'da
kalacak olursa sebebi esaret münselip midir? El'an sabık Halifenin esir addedilmesini
icabeden ahval elyevm İstanbul’da mevcuttur. Onun için millete karşı,
milletimize alenî surette ve kasemi billah olarak verdiğimiz sözde yalancı
olmamak için işte Makamı Hilâfeti kurtardık, demek lâzımdır. Biz aksi suretle
hareket ettiğimiz takdirde daha evvel söylediğimiz sözlerin hep sania olduğunu
ve hiç ihlâsa müpteni olmadığını kendimiz itiraf etmiş olacağız. (Pek doğru
sesleri) Bundan başka halifenin muvakkaten oradan kalkıp da bir kaç gün
için, bir kaç saat için buraya hatta bu kürsüye gelip ahdetmesi, yemin etmesi
lâzun değil midir1? (Değil sesleri) Halifeyi intihap
etlikten sonra buraya getirmediğimiz takdirde kendi verdiğimiz kararlar
hakkında bir tenakuz ortaya koymuş olacağız. Öyle bir tenakuz ki hiç bir
suretle telif olunamayacak ve binaenaleyh milletin nazarından korkarım ki
evvelce söylediğimiz sözler hakkında ittihaz edeceğimiz kararlara da sevap
bakmamaları dairci ihtimaldedir. Bu ufak ihtimali nazarı dikkate alarak her
halde halifenin buraya gelmesini ben her halde farz eddederim.
TUNAL1
HtLMÎ BEY (Bolu) Kıymetli vakitlerin pek dar olması dolayısıylc söylenilen
sözleri tekrar cUneycceğim. Tamamiylc Sırrı Bey biraderimizin Fikrine iştirak
ediyorum
Efendim,
bahusus, evet; Büyük Millet Meclisinin bütün kavanîninc, ahkâmı şeriata yemin
etmek mecburiyetiyle halifenin evet buraya kadar gelmesi katiyen lâzundır ve bu
kürsüden yemin etmelidir.
OPERATÖR
EMİN BEY (Bursa) Padişah intihap etmiyoruz.
TUNALIHİMİ
BEY (Devamla) Arkadaşlardan halta Heyeti Vekileden mütereddit olan
arkadaşlardan bazılarının mütalâasına göre....
HÜSEYİN
RAUF BEY (İcra Vekilleri Heyeti) (Sivas) Hayır mütereddit yoktur.
TUNALI
HİLMÎ BgY (Devamla) Hayır efendim, mütereddit demiyorum. Ekalliyette kalan
buyurduğunuz veçhileİstanbul "dan halifenin ayrılması ile acaba
İstanbul'un makam hilâfet olması esası sarsılır mı; sarsılmaz mı? Suali
varidi hatır oluyor. Sarsılmaz, katiyen sarsılmaz. Çünkü arkadaşlar emanatı
mukaddeseyi oradan getirmiyoruz. Biz yalnız halifemizi buraya yemin ettirmek
için getiriyoruz. Halifemiz İstanbul'da kalırsa, ne dedim, bendeniz tekrar
etmeyeceğim, Sun beyin söyledikleri bütün vakidir, doğrudur. Bir halife katiyen
esaret altında kalamaz. Esir bir muhitte yaşayamaz, bu muhakkaktır. Şimdi biz
hür bir halife sahibi oluyoruz. Fakat maalesef el’an Makamı Hilâfet esaret
dundadır. Yarın da inşallah onu kurtarılmış göreceğiz.
REİS
Ziya Hurşit Bey söz sizindir.
ZİYA
HURŞlT BEY (Lâzistan) Sun Bey'in fikrine iştirak ederim.
RAGIP
BEY (Kütahya) Efendim, ahiret hadis olan vaziyet üzerine Meclisi Ali gayet
muazzam bir işin karşısında bulunuyor, halife namını taşıyan adam İngiliz'lere
iltica ile bırakıp gittikten sonra Makamı Hilâfetin boş kalmasında hiç bir
mahzur görmüyorum, (Hayır sesleri patırtılar) ihsan buyurunuz efendim,
ta ki o makama ehli bulununcaya kadar.
ZİYA
BEY (Bitlis) Namaz ne olacak, namaz?
RAGIP
BEY (Devamla) Gelir burada söylersiniz.
ZİYA
BEY (Devamla) Bu sözleri dinlemek islemiyorum.
RAGIP
BEY (Devamla) Şimdi geçen günkü ilân ettiğimiz beyanname ile Makamı hilâfete
eslah ve crşet olanını Büyük Millet Meclisi intihap edecektir diyoruz. Bugün o
hanedandan bir tanesini tanımıyoruz. Hangi eslah ve erşettir. (Biz biliyoruz
şadaları)Aynı zamanda bu kürsüde söylenen sözler hepsi hakkında, hepsinin
aleyhindedir.
LÜTFİ
BEY (Malatya) O sözleri söyleyenler rey vermesin.
RAGIP
BEY (Devamla) Binaenaleyh vicdanlarınızı elinize alınız, eslah ve erşet
kimdir? Bunu intihap edecek kimdir? Bu zatı Büyük Millet Meclisi nasıl
bulacaktır? Bu ciheti düşünmek lâzım gelir. Bundan başka o, o eslah ve erşedi
bulduktan sonra onu intihap edeyim. Fakat onun burada oturması, veyahut
İstanbul'da bulunması meselesi meselei taliyedir. Evvelemirde tenvir etmek
isterim ki bu Makamı Hilâfete eslah ve erşet kaç zat vardır. Bunu halletmek
lâzımdır. (Anlaşıldı sesleri, ayak gürültüleri)
SELAHATTİN
BEY (Mersin) Efendim, bendeniz de Sim Beyin ifadaıiylc bugün Makamı hilâfetin
bu vaziyette bulunması ve Makamı Hilâfet bu vazifede bulunan kimsenin
vazifesine ihanet etmesi havadadır. Bittabi buna derhal bir karar ittihaz
buyurmak ve fakat ittihaz edilen karar müslimînin imametine getirilen zatın
gene ecnebi kontrolü ve tahtı tesirinde kalması bittabi kendisinin sıfatı
imametin ifa olunamaması demektir. Binaenaleyh bendenizin düşündüğüm Hükümet
derhal telgraf hutulunu tutar ve hiç bir kimseyi dışarı çıkarmaz, oradaki
mümessilimize emir verirler, emin olduğumuz, hâkim olduğumuz noktaya
çıkardıktan sonra derhal hilâfet ilân olunur. Bu ana kadar mesele Hükümetçe
yapılmalı ve Heyeti Aliycniz intihap meselesini tespit etmelidir. Bendenizin
düşündüğüm budur; halifenin biati için Meclisi Millîmiz hallini temsil etmesi
hasebiyle usulen ve şer'an biati lâzımdır ve biatla beraber halifenin de
kabulü, hüsnü hizmet edeceğine her suretle âlemi îslâma ve Türkiye Hükümetine
hâdim olacağına yemin eder. Gözümüz önünde bu suretle itimat ederiz. O zaman
orunla bir halife vardır, deriz. Binaenaleyh teşevvüşü mucip olmamak için
bendenizin teklifim hükümete intihap edeceğimiz zat kim ise derhal hududu
csarat içerisinde ise çıkarmalı ve çıkardığı anda intihap edilip derhal toplar
atılmalı ve bu suretle ilân etmli.
RAGİP
BEY (Devamla) Anlaşıldı. (.Handeler) Böylcdir ve pek açıktır.
YAStN
BEY (Gaziantep) Efendim; bendenizden evvel söz söyleyen arkadaşlarımın
müulâatına kendi kanaatim ve kendi düşüncem, sonra bağlandığım, ahdettiğim,
yeminctıiğim bir misakın dördüncü maddesine muvafakat edemeyeceğim. Yani hilâfetin
İstanbul'dan kalkıp buraya gelmesi ve burada bulunması esasını kendi düşüncem
itibariyle ve imsakin da dördüncü maddesini kabul etmekte mazur görüyorum.
Arkadaşlar çok rica ederim İstanbul'un bundan evvel ki vaziyetle bundan
sonraki vaziyeti Meclisi Alinin son verdiği karar üzerine bizim Hükümet bundan
evvelki şekil ile bugünkü şekil arasında çok fark vardır. Sonra çok rica
ediyorum, diyorlar ki İstanbul'da inühap edeceğimiz gene esirdir, ben bu
esareti anlayamıyorum. Bu esaret doğrudan doğruya o hilâfetin cçnebi kucağına
atılmasiyle şey olmuştur. Onun da İstanbul'da kalması taraflarıyım.
İstanbul’un son vaziyeti malumdur. Bugün İstanbul'da Mcclıs-i Âli'nin son karan
üzerine İngiliz'lerin ellerinden gelse onları si İdi kuvvetiyle çıkarırlar.
Ufacık bir mümessilimizi, ufacık bir adamımızı görmek istemezler. Hükümet
bugün görüyorum ki maaşşilkran arkadaşlar işgal kuvvetlerini ve bir çok
tahakkümlerini bir çok şeylerini kırmış bulunuyorlar. Onun için eğer her halde
halifenin buraya gelip Meclisi Âli'nin huzurunda ve esasaumız üzerinde bizim
muvacehemizde yemin etmek için muvakkaten gelip gidebilir ki hatta bu muvakkat
zaman içinde gelip gitmesini dahi fena görüyorum, küçük aklımla. Biz buradan
bunu intihap ederiz, intihap etmek demek, kabul etmek demek, biat etmek
demektir. Dalıa iyi bir halifenin hududu millimize getirmek, yani buraya
getirmek şekli yani, bunun buraya getirilmesi makam hilâfet olarak tanıdığımız
İstanbul'un halifeyi buraya getirmekle imha etmek, ihya etmek zannederim sulh
konferasında bizim vaziyeti esasıyemiz üzerinde çok tesir yapacaktır. Her
halde İstanbul'da kalması daha doğrudur zannederim.
REİS
Efendim, üç saat geçti, beş dakika teneffüs edelim. MUtakibcn içtima ederiz.
BEŞİNCİ
CELSE
Açılma
Saati: 4.18
REİS
Rcisisani Dr. Adnan Beyefendi
KATİPLER: Hakkı Bey (Van), Mahmut
Sait Bey (Muş)
REİS Efendim: celseyi açıyorum.
Söz Ziya Bey'indir.
YUSUF
ZİYA BEY (Bitlis) Muhterem arkadaşlar; firari Vahddin'in bu kadar hıyaneti,
sırf fıtratındaki redact scyyicsiylc yaptığına kani misiniz? Bendeniz buna kani
değilim. O esaretin tahtı tazyik ve şiddetinde bunu yaptı. Esaçetin tahtı
tazyik ve tesirinde olan bir halifeyi, şeriat, halife olarak tanımıyor. Şimdi
aynı suretle, aynı akibete düşmek zannedersem muvafık değildi. Bu gün
İstanbul’a zannedersem fiilen hâkim değiliz. İstanbul bir işgal mıntıkasıdır.
Halen o vaziyeti muhafaza etmemiş olsaydı Vahidüddin firar etmezdi ve
ettirilmezdi. Binaenaleyh kaçıp kaçmamasında katiyen ehemmiyet yok. Bunun
ehemmiyetinden bahsetmeyeceğim. Fakat bilfiil hâkim olduğumuz bir mınukada
Halifeyi intihap etmek şarttır, biatta şarttır. Biat, intihabatın esasatındandtr.
Biat lamam olmayınca, intihap tamam olmaz. Hatta hatırlarsınız ki
Hazrcti Aliye birçoklan biat etmedi ve hilâfeti de lamam olmadı. (Oldu,
sesleri) Yine hatırlarsınız ki Hazrcti Ali, Hazrcti Ebû Bekir'e biat
etmedi. Yani biatin, intihabatın şeraitinden olduğunu izah etmek içn arz
ediyorum. Biat şarttır ve Hazrcti Ali'nin de biat etmesi lâzım bir keyfiyettir.
Biat, halifenin intihabı şeraitindendir. Biat olmayınca intihap tamam değildir,
nakıstır. Binaenaleyh! bir muhiti işgalde lıalife intihap ederek yine
eski vaziyete düşmek katiyen muvafık değildir.
HAŞİM
BEY (Çorum) Yani musafaha mı etmek istiyorsun?
YUSUF
ZİYA BEY (Devamla) Evet musafaha edelim (kesmeyelim dinleyelim sesleri)
bir camie, bir mescide bir imanı veyahut bir müezzin tayin ettiğimizi zaman o
vazifesinin ne olduğunu bilir. Camie tayin olunan imam bilir ki gidecek camide
imamet edecek. Efendiler. İntihap edeceğiniz halifenin vazifesi nedir? Ben bu
suali Hcyel-i Aliyenizden soruyorum. Bir imamın bir
müezzinin
vazifesi malum iken, bir halifenin vazifesini tayin etmemek müşevviş bırakmak
muvafık mıdır?
RÜŞTÜ
BEY (Ergani) Şeriat tayin etmiştir.
YUSUF
ZİYA BEY (Devamla ) Şeriatın tayin ettiğini biz tetkik etmeliyiz ki mübhematlan
kurtulalım. Şeriat tayin elmiş ise umumi şeriye ile alâkadar olan zevat buraya
gelsin, tespit elsin ve beni de ikna etsin. Efendiler, halife hangi şerait
dahilinde intihap ediyor? Bendenizin kanaatıma göre İslâmiyelte saltanat
yoktur. Bu cihetten korkuyorsanız bunu iptal ediyorum. İslâmiyet, Cumhuru halk
üzerine müesses bir mccmuai hâkimiyettir. Esası Şûra ile müdevvendir. (Malum
sesleri)
YUSUF
NADİ BEY (İzmir) O, hal edilmiş mesaildendir.
YUSUF
ZİYA BEY (Devamla) Fakat o şûranın reisi tabiisi, halife olacak herhangi bir
zattır. Efendiler şeriatı İslâmiyeden bahsediyorum. Müslüman bir mecliste
şeriatı İslâmiyeden bahsediyorum. Binaenaleyh umuru şeriye ile alâkadar
riifekai kiramın vicdanı insafına müracaat ediyorum. O şûraya riyaet edecek
zat, herhalde halife olacak zattır. Halife cismani, ruhani sıfatlan nefsinde
cem eder. Fakat mukayyeden cem eder. Onu Takyit edecek ise mücerret şûrayı
ümmettir. Bu, usulü şeriyeden, kavaidi şeriyedendir. Buna iman eden insanların
bunun karşısında söz söylememesi lâzımdır.
HACI
ŞÜKRÜ BEY (Diyaribckir) Halife, yani Meclisin reisi mi olsun? (Gürültüler)
YUSUF
ZİYA BEY (Devamla) Meseleyi umuri şeriye ile alâkadar olan rüfekayı kiramın
vicdanı insafına terk ediyorum. Binaenaleyh söz söylemek sükût etmemek haklan
iken sükût ederlerse vebal yann ruzu mahşerde boyunlarındadır. Mahaza halifenin
vazifesi tayin edilmeli ve intihap, şeraiti lâzıma tahtında olmalıdır. Yoksa
efendiler halife yalnız bir kelime ile olmaz. Biz Vatikan Sarayını taklit
etmiyoruz. Bu katiyen böyledir. Yoksa âlemi islâmda müthiş teşevvüş vardır.
Bunun önünü alınız. Yoksa pek fena olur.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Hiç bir te-
şevvüş
yoktur. Merak etmek.
YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Bu benim
kanaatimdir.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Arkadaşlar mevzubahis olan meseleyi çok münakaşa
etme, çok tahlil etmek mümkündür. Fakat zannediyorum ki münakaşa! ve tahlilatta
ne kadar ileri gitsek meseleyi halletmekte o kadar müşkülât ve tealıhürata
uğrarız. Birde mevzubahis olan meseleyi muhtelif safhadan mütalâa etmek
mümkündür. Meselâ şimdi kürsüyü terk eden rcfik-ı muhteremimiz doğrudan doğruya
halife olacak zatın sıfatını salâhiyetinin ne olacağından bahis buyurdular.
Zannediyorum ki ondan evvel firari halifeyi halletmek ve onun yerine bir halife
intihap etmek birinci safhayı teşkil etmek lâzım gelir.
İkincisi intihap olunacak halifeye
keyfiyet) intihabı tebliğ edeceğiz. Ondan sonra bu münıchap halife nerede
oturacaktır? Ahvali umumiyeî siyasiye hangisini mürecceh görmektedir? Ondan
sonra bu halifenin salâhiyetinin derecesi ne olmak lâzım gelir ı meselesi
mevzubahis olabilir. Binaenaleyh bugün hepsini birden < halletmenin imkânı
yoktur. Bendeniz söyleyeceğim birkaç söze, arkadaşımın mevzubahis ettiği noktadan
başlayacağım. Bu Meçti lis, Türkiye Milletinin Meclisidir. Türkiye halkının
Meclisidir. I Bunun sıfatı, bunun salâhiyeti, yalnız Türkiye halkının yalnız
Türkiye mîlletinin, Devletinin hissiyatına, mukarrcratına aittir. Bu meclis
kendisine, bütün âlemi tslâmiyete şâmil bir kudret veremez efendiler.
Binaenaleyh bu Meclisin Riyasetinde bulunacak zatın da olsa olsa temsil edeceği
şey, yalnız Türkiye'ye ait olabilir. Bu mahdut bir şeydir. Halbuki Makamı
Muallayı Hilâfet, bütün âlemi tslâma şâmil bir makamı mukaddestir. Türkiye
Devletinin ve halkının bu noktadaki vazifei diniye ve vicdaniyesi diğer alemi
İslâmın dahi aynı güne gelmesine kadar bu Makamı Muallaya mesned olmakur. Bütün
kudretiyle, bütün âlemi İslâm nazarında ve gayri İslâmî âlem nazarında mâsun
bulundurmaktır. Yoksa .< kendi mevcudiyetini halifenin bir yedi iktidarına
veremez, vere: mez efendiler ve
vermeyecektir efendiler. Alemi İslâmda teşev-
f vüş varmış veyahut olacakmış. Bu sözlerin
hepsi yatandır, kim
söylemişse
yalan söylüyor.
YUSUF
ZİYA BEY (Bitlis) Paşa Hazretleri, ben yalan söylemem.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) Sen yalan söyleyebilirsin, müstailsin.
YUSUF
ZİYA BEY (Bitlis) Katiyen söylemem ve bunu kabul etmem Paşam.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) Be» bir defa size yalan söyledin demiyorum. Size
bunu söyleyenler yalan söylemiştir, diyorum. Sen kendin üzerine aldın.
YUSUF
ZİYA BEY (Devamla) Bendeniz yalan söylemem.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) Efendiler; o fetva, firari halife hakkında
yapılacak muameleyi tespit ediyor. İntihap olunacak halife hakkında da itiraf
cunek mecburiyetindeyiz ki hasbelicap ve hasbelhadisat, mukıazayı tarihî
olarak hanedanı Ali Osmanı kabul cunek ve muhafaza etmek zaruretindeyiz. Bu
ailenin, içinde bizim aradığımız evsafı bulmak bugün için biraz müşküldür.
Belki gençleri sureti mahsusada yetiştirildikten sonra evsaf ve sıfatı lâzımcyi
haiz insanlara tesadüf edilebilir. Fakat bu gün bu ciheti hakikaten tetkik ve
lahlil edecek olursak pek müşkil vaziyetle kalabiliriz. Onun için intihap
meselesinde bendenize® çok dağdağasız muameleye temayül göstermek muvafık
oluyor. O da zaten firariden sonra gelmesi herkesçe muntazır olan bir zat
vardır. Abdülmecit Efendi. Bir defa bu adam bazı fenalıklar ve hatalar
yapmıştı. Şahsiyeti üzerinde Meclisi Afimizde de bir çok tenkidatta
bulunmuştur. Bunlara rağmen dün gece bu adam nevama bir senet vermiş oluyor ki
(Türkiye Büyük Millet Meclisinin mukarrcratmı ben kabul ediyorum) diyor.
Binaenaleyh intihabatta mazhari suhulet olabilmek için bu zat üzerinde efkârı
temerküz ettirmek muvafık olur zannındayım.
Şimdi
halife intihap olunacak zatın İstanbul'da kalması veyahut buraya getirilmesi
meselesi var ki bu nazik bir meseledir. Efendiler. Şimdi hakiki vaziyeti tetkik
edecek olursak İstanbul kuvayi iıilâfiycnin kuvayi askeriyesi tahu
işgalindedir. Onların tahtı tesirindedir. Buna hiç şüphe yoktur. Fakat bu
tesirin derecesi dün ile bugün bir değildir. Yani bu gün hiç bir kuvvet
kullanmadığımız İstanbul üzerinde haizi tesir ve nüfuz olmaya başlamışızdır.
Bunun âtisi bu nüfuzu hakimiyetin şeysin© doğru delâlet etmektedir. Bunun en
birinci delili Hanngıon'un yahut Ingilizlcrin kendilerinin İstanbul'da hâkim
olmadıklarını veyahut katiben hâkimiyetlerinin zail olacağına kail olarak
ellerindeki avı beraber alıp kaçırmak istemişlerdi. Bu delili bahiıdir ki
biz İstanbul'da tesisi nüfuz etmekteyiz. Bu tumanıdır denilemez. Yani Makıunı
Hilâfet tamamen lahlis edilememiştir. Fakat Türkiye’nin bir vazifesi makamı
Hilafeti kıutaıinaktır. Bu bizim için bir davayı mahsustur. Bunu Makamı
Hilafet olarak nilıaycıiıte kadar gösterine ve onun kurtarılmasına çalışmak
bizim için hayırlı bir davadır. Bizim için bu dava âlemi İslâm nazarınch
Icvckahde takviye eden bir meseledir. Bunu sarsmak doğru değildir. Yani Makamı
Hilafeti başka bir yere nakletmek bu günün şeraiti hususiyeti itibariyle doğru
olamaz.
İkincisi
yine menfi olarak düşündüğümüz zaman makamı hilafet henüz haizi tesir ve nüfuz
olmadığımız ve düşmanların tesirinin haizi nüfuz olduğu bir mıntıkadadır.
Halifeyi hapsetmek onu tanımamak bu adamların ellerindedir. İsterlerse
yapabilirler. Fakat bu tarzı hareketleri bizim aleyhimize değildir. Belki bizi
cihan nazarında mağdur ve mazlum gösterecek ve davamızı haklı gösterecek kendi
aleyhlerine birtakım harekâttır. Binaenaleyh bunları yapacakları itibariyle hiç
bir vakit tevahhuş etmemelidir. Bu itibarla intihap edeceğimiz halifenin orada
kalmasını davamız noktai nazarında muvafık gibi ad ediyorum.
Üçünçüstl
bizim cihan nazarında en büyük kudret ve kuvvetimiz yeni şekil ve ınahiyetimizdir.
Elendiler yani Makamı Hilâfet tahu esarette olabilir. Halife namını taşıyan,
İngilizlcrc ılüca edebilir ve onlarla beraber kaçabilir. Efendiler her şeyi
yapabilir. Fakat Türkiye Büyük Millet meclisinin tarzı idaresini, siyasetini,
kudretini katiyen sarsamazlar. (Alkışlar} Binaenaleyh aman halifeyi
kaçıracaklar, esir edecekler, şöyle olacak, böyle olacak diye biz telaş edecek
değiliz. Telaş edecek bütün âlemi İslâm olmak lâzım gelir. Onlar da telaş
etsinler. Onlar da bizimle beraber çahşsınlar ki Makamı Hilafeti kurtaralım ve
serbest olarak bütün cihana şâmil bir halifeyi oraya oturtalım. Onlar da ancak
bu suretle bize muavenette bulunurlarsa...
Bir
de halifenin Anadolu'ya bu günlerde getirilmesi mevzubahis olmamak lâzım
gelir. Biz murahhaslarımızı dünya nazarında sulh için Lozan'a göndermişiz ve
sulh talep ediyoruz ve sulhun olacağına da ümitvar bulunuyoruz. Binaenaleyh
yeni bir hadise, ve çok ehemmiyet verir gibi hiç bir hadise olmamak lâzım
gelir. Sulh yapalım diyoruz. Şayet sulh olmazsa, muharebe yapmak mecburiyeti
olursa o zaman belki halifenin düşman tahtı tesirinde ben duramam diyip buraya
gelmesi ve bizimle beraber burada nazarı dikkati cclbederek mücadeleye devam
olunması bizim için bir kudret olabilir. Yoksa gelmesi ve getirtilmesi meselesi
değildir. Bizi duçarı zaaf eden bir meseledir. Sonra arkadaşlara evvel ve ahir
arz ettim. Tekrar edeyim, bütün zihniyetlerin tenevvür etmesi için tekrar
lüzum görüyorum. Türkiye halkı bilâkaydüşart hâkimiyetine sahip olmuştur.
Hâkimiyet, hiç bir renkte hiç bir şekilde hiç bir mana ve delâlete iştirak
kabul etmez. Halife olsun, unvanı ne olursa olsun, bu milletin mukadderatında
bir müşareket sahibi olamaz. Efendiler millet buna katiyen müsaade edemez ve
bunu teklif edecek hiç bir Millet Vekili olduğuna kani değilim. (Alkışlar)
binaenaleyh bütün harekâtımız bütün mukadderatımız bu noklai nazarda olabilir.
Başka türlü imkânı katisi yoktur. (Fetvai şerif okunsun sadalan)
VEHBİ
EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendim, Yusuf Ziya bey ruhaniyet, cismaniyet
diye bazı şeyler söyledi ve diğer zamanlar da bu kelime istimal olunuyor.
Ruhaniyet, cismaniyet tabiri nisraniyete ait bir tabirdir. Islâmiyette
ruhaniyet, cismaniyet diye tabir yoktur. (Şiddetli alkışlar) Sonra
arkadaşlardan ekseriye efendim hilâfetin vazifesi nedir? Bu ikide bir
soruluyor. Efendiler İslâmiyet'te müstebit bir hükümet yoktur. Hükümeti
İslâmiye tamamen meşrualtır. Fakat meşrutiyeti şeriatın ahkâmını icra sureliyle
meşruttur. Ama bu olabildi mi olamadı mı? Evet suistimalat ta oldu, şeriata hiç
yanaşmayanlar da oldu, ahkâmı şeriatın haricine de çıkıldı. Fakat makamı
hilafetten veyahut makamı hükümdarîde bulunan adamların bu vazifeyi ifa
etmemelerinden dolayı bu vazife kendilerinden sakıt olmak lâzım gelmez. O
vazife ile memur edilir. Fakat ifa etmemişlerdi. Halife Islâmlara ait bir
iinvandur. Ve Kur'anı azimüşşan ile sabittir. Efendiler Cenabı Hak Hazreti
Adem'i halife kıldım buyuruyor. Fakat hilâfetin manası efendiler dünyayı vakti
merhununa kadar imara say etmektir. Bu imara da şeriat dairesinde sây etmektir.
Binaenaleyh halife olan zat, şeri şerifin ahkâmını icraya memur olması
lâzımdır. Hilâfet, İslam lara mahsus bir unvan dediğimin sebebi de budur. Çünkü
İslâm riyasetinde bulunana halife deniyor. Bu da ahkâmı Şcriyeye icra ile memurdur.
Halife denilen zat tenfizi ahkâma, icrayı hukuka, mazlumun intikamını zalimden
almaya... Kadir olmalı. Fakat efendiler halife denilen âlim olmalı, müetehit
olmalı, sahibi rey ve tedbir olmalı. Bunun içinde de şecaat besalet Ic var, her
şey var. Fakat bu şeraitin cemini bir şahısta bulmak imkânı var mıdır yok
mudur? Elcevap: Yoktur. Yok olunca ne oluyor şer'an umuru ehline tevdi ile
tadimi amal tarifesine riayetle makamı Hilâfetle bulunur. Şimdi efendiler bizim
hali hazırımıza gelince, evet biz bir halifeye biat ederiz. Bu Müslümanlar için
vaciptir; lâzımdır. Halta tehiri decaiz değildir. Bu halife de lâzım gelen
vazaifi şeriyesini Meclise terk eder. Meclis vasıtasiyle icra ettirebilir.
Bunun için cümlenizden rica ederim. Evvel intihap meselesini bilelim de sonra
sıfatlarım düşünelim. (Doğru sesleri)
REİS
Efendim deminki fetvayı Encümene göndermiştiniz. Encümen bir mazbata yazmış
arzu ederseniz okuyayım.
Şeriye
Encümeni Mazbatası
Heyeti
Vckilcnin halifenin firarından bahisle Meclisin kararı veçhile aherinin
intihabına dair Meclise vaki olan beyanatına binaen cereyan eden müzakere
neticesinde Şeriye Vekâleti Çelilesi tarafından fetva İsrarı lüzumu teklif
olunmasiylc Vekâleti müşarünileyhadan takdir buyrulan fetva Mecliste kıraat
olunmuş ve fetvayı cclilc tarzı tahririnde usul ve teamülü kadimeye tevafuk
ctmiyen bir noktası ki oda tahsisen inhilâlin beyan edildiği cihettir. Bu
cihetin tasrihi talep olunmuş ve Meclisçe bu cihetin ilâvesi lüzum ve aticini
lüzumu müzakere olunmak üzere keyfiyetin Şeriye Encümenine havalesi kabul
olunarak Encümenimize tevdi olunmakla bu babla müzakere icra edilmişti.
Neticede fetvanın esbabı inhilâli miibeyyin olan metnin vakıa mutabık olduğu
cihetle yalnız şıkkı sani olarak bu surette munhali olur mu ibaresinin tahrir
ve Heyeti itfaiyece imza edildikten sonra Şeriye Vekâleti Cclilesince imza
olunması usulü müttehazaya muvafık olduğuna müttefikan karar verildi.
|
18 Teşrinisani 1338 |
Aza |
Kâtip |
Konya |
|
Rifat |
|
M.M. |
Şeriye ve Evkaf Encümeni |
|
Reisi |
Karahisan Sahip |
Ankara |
İsmail Şükrü |
Mustafa |
Aza |
Aza |
Denizli |
Adana |
Haşan |
Mehmet Hamdi |
Aza |
Aza |
Kütahya |
Erzincan |
Seyfi |
Fevzi |
Minettevfik
Bu meselede, eimmei Hanefiyeden
cevap ne veçhiledir?
imamı
Müslimin olan Zeyt düşmanın umum müslimin aleyhinde mucibi mahvolan tekâlifi
şedidesini bilâzarurc kabul ile hukuku islâıniyoyi müdafaadan aczini izhara
müslimînin müdafaalen mücahcdelcrinde düşmana muvafakatle müslimînin ihtilâl ve
intikâsını mucip harekâta fiilen teşebbüs ve harekâtı ihtilâlkarancyc devam ve
ısrar ve badehu ecnebi himayesine iltica ederek Makamı Hilâfeti terk ve firar
ile Hilâfetten bilfiil feragat etmekle şeran munhali olur mu?
Elcevap: Allahü Alcın Bissevap ;
Olur.
Ketebcıülfakir
Afa
Anhülgani
Mehmet
Vehbi
Bu
suretle hukuk ve menafii Isiâmiycyi siyaneten Makamı Hilâfete lâyık bir zata
erbabı hallü akit tarafından biat olunmak vacip olur mu?
Elcevap: Allahü Alem olur,
Ketebetülfakir
Afa Anhülgani
Mehmet Vehbi
REİSEfendim;
müsaade buyurursanız usulü müzakereye ait bendeniz maruzatta bulunayım.
Encümene havale buyurduğumuz Şeriye Vekâleti tarafından verilen fetvayı
Encümen bir mazbata ile tadilcn Heyeti Umumiyeyc göndermiştir.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Amasya) Reis bey; celsei aleniyeye geçtiğimiz zaman Encümene
gönderildiği zikredilmesin. Bendeniz teklif ediyorum. Doğrudan doğruya bu
fetva resen gelmiş gibi reye vazedelim.
REİS
Efendim; fetvayı reye koyalım. (Fetva reye konulur mu sesleri) (Mazbatayı
sadaları)
ŞÜKRÜ
EFENDİ (Karahisarısahip) O veçhile tashih olunmuştur. Reye lüzum yoktur.
REİS
-Araya koyacağım şey nedir efendim; Encümenin mczbaıasını reye koyacağım. Bu
kabul edildi mi, keyfiyeti hal tamam oluyor. Encümenin mazbatasını kabul
edenler... (Efendim, çok rica ederim reye koyuyorum) Dikkat edin; reye konan
hal fetvasının müeyyit olan Şeriye Encümeni mazbatasıdır. (Gürültüler)
RAGIP
BEY (Kütahya) Efendim; mazbatada halline dair bir kayıt yoktur. Halline karar
verilmesine dair hepimiz ittifak etmişizdir.
REtS
Müsaade buyurunuz efendim biz de onu söylüyoruz.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri) Hal'i kabul
edenler diye reye koyunuz.
REİS
Efendim, rica ederim şaşırtıyorsunuz. (Mültefikan sesleri) Efendim;
tekrar reye arz ediyorum.
Bunu kabul edenler lütfen ellerini
kaldırsın... Kabul edilmiştir.
SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat) Efendim;
intihap meselesini halledelim, ondan sonracelsei aleniyeye geçelim. |
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) Fakat intihaba dair müzakere devam etmelidir.
REtS
Kim diyor müzakere yoktur.
LÜTFİ
BEY (Malatya) Efendiler..
YASİN BEY (Gaziantep) Efendim; neyi
müzakere ediyo. ruz? i
REİS
Rica ederim. Mevzubahis olan mesele ne idi? Onun i bir cüz'ii bitmiştir. Ne
söyliyeyim. Sözlerini keseyim mi?
LÜTFİ
BEY (Malatya) Meydanda iki mesele vardır. Bu gayet muazzam ve mühimdir.
Binaenaleyh bu husustaki içtihadatımı ve mutalaatımı heyeti Celilenize arz
edeceğim. Biraz teenni ile dinlemenizi rica ederim. Meydanda iki mühim mesele
var. Birisi hal meselesidir. (0 bini sesleri) Buna diyecek yok. Birisi de
intihap ve biat meselesidir. Fakat fetvayı şer'i şerifde noksaniyet var. (Gürültüler)
HÜSEYİN BEY (Elâziz) Fetvaya ait
söz söylemeyiniz Lütfi Bey.
LÜTFİ BEY
(Devamla) itmam edeyim efendim. (Olmaz o mesele bitmiştir sesleri) '
HÜSEYİN BEY (Devamla) Esbabt hali
noksan bırakıyorsunuz. Esbabı hafin noksanını söylüyorum. (Gürültüler)
Esasen müslimîn arasındaki sefki dimaya sebebiyet vermesi meselesi fetvaya dercctmck
lâzım gelirdi, bu unutulmuştur.
REİS Buna ait söylemeyiniz
efendim. Çok rica ederim. Başka noktadan bahsedin.
LÜTFİ BEY (Devamla) Bu âlemi
İslâm nazarında çok mühimdir. (Gürültüler)
HACI
MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Anlamamışsın sen.
LÜTFİ
BEY (Devamla) Halife fiilen sefki diınaya sebebiyet vermiştir. (Var var
sesleri) Gelelim intihap meselesine:
Şimdi emri intihapla halifenin
burada bulunması..
HACI
MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Ne yapacaksınız söyleyip te efendim. Dinlemeniz kifayet
eder.
LÜTFİ
BEY (Devamla) Mütalaa olarak söyledim. Vaz geçtim, arzu ederseniz kabul
edersiniz, arzu etmezseniz kabul etmezsiniz. Şimdi intihap meselesi hakkında
söyliycccğim.
REİS
-Lütfi Bey hâlâ, o noktada mı ısrar ediyorsunuz (Patırdılar, gürültüler)
Rica ederim söyleyin.
LÜTFİ
BEY (Devamla) İkincisi intihap meselesidir. Şimdi Halife İstanbul'da iken bizim
buradan Halifeyi intihap edip biat etmekliğimiz veyahut Halifeyi buraya
getirip biat etmekliğimiz meselesidir. Şimdi bizim buradan intihap
etmekliğimiz şer'iî şerife muvafık değildi. (Muvafıktır sesleri)
(Gürültüler, patırtılar) Esbabım izah edeyim şimdi. (Gürültüler)
Esaretle bulunduğu (Gürültüler) Rica ederim (İçtihat serbesttir
sesleri)
YUSUF
ZİYA BEY (Bitlis) Aynı mukabeleyi yaparız Reis Bey. Sükût etsinler.
ABDULHAK
TEVFİK BEY (Dersim) Reis Bey, herkes bu kürsüden söz söyliyebilir. Ne için
kesiyorlar. İçtihat serbesttir. Rica ederim Reis Bey söz söylemek memnu mudur?
REİS Efendim bu tarzda müzakere
edilmez ki..
LÜTFİ BEY (Karahisanşarki) Niye
gürültü yapılıyor?
REİS Efendim oturalım da
dinliyclim. Ne oluyorsunuz?
LÜTFİ
BEY (Devamla) Şimdi İstanbul'un işgal alunda bulunmasına ve Halife intihap
edeceğimiz zatın da İstanbul'da bulunmasına karşı biz bugün buradan bu
Halifeyi intihap edersek o Halife hürriyeti şahsiyesine malik midir, değil
midir? (maliktir sesleri) Öyle ise İstanbul işgal altında değildir ve
İstanbul'da Hükümetimiz tamamen hakimdi. Halife intihap edeceğimiz zaun her
türlü kuyut ve şurutıan ve taarruzdan azade bulunduğuna kanaat ediyorsak bu
suretle orada iken biat edebiliriz. Yok bundan tereddüt hasıl olursa mademki
bugün Halife orada ecnebinin işgali altında bulunacakür. Aynı vaziyete manız
kalacağız. Halifeyi buraya getirip biat ettikten sonra iade etmek meselesi
var. Sonra biz Halifeyi İstanbul'da iken orada bulunduğu zaman biat etmeye bizi
mecbur edecek hal nedir. Evvelemirde merkezi hilâfet ve merkezi hilâfeti
İslâmiyc olan İstanbul’un vaziyeti idariyesi hakkında izahat versinler.
OSMAN
BEY (Kayseri) Hüsnü Efendi buna cevap versin.
LÜTFİ
BEY (Devamla) İstanbul'un vaziyeti idariyesi hakkında Halifenin buraya gelmesi
oradaki vaziyetimizi sarsıma tehlikesi vardır. Halbuki oradaki vaziyetimiz
Halifenin buraya gelmesiyle sarsılmaz itikadındayım.
.SIRRI
BEY (İzmit) Lütfi Bey; suali Şeriye Vekilinden sorun.
LÛ
I bi BEY (Devamla) Şeriye Vekilinden soruyorum. İstanbul'daki Halifenin
serbestisine kani misiniz? İstanbul'daki Halifenin ecnebi tesirinden, her
türlü taarruzdan azade olarak hür ve serbest olarak bulunduğuna kani misiniz?
VEHBİ
EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Sözlerini söyle de ondan sonra.
LÜTFİ
BEY (Devamla) Sonra bizim İstanbul'un hilâfeti islâmiyc olarak, hilâfeti nefsi
millîsinde temerküz cctirmişolan Türkiye'ye tcrkcdilmcsi ta mütarekenin
bidayetinden şimdiye kadar bütün düveli müıclifenin tahtı tasdikinde olan bir
meselesi üzerine değildir. Zaten kürrci arz üzerinde bulunan dört yüz milyon
İslama karşı İstanbul Merkezi hilâfeti islâmiyc olarak bırakılmıştır. Binaenaleyh
Halifenin muvakkaten bir yere gelmesi, gitmesi onun buraya gelmesi, ona burada
biat edilmesi İstanbul’un idarei siyasiyesi üzerinde katiyen tesiri yoktur. Bu
böyle bulunduğu halde Halifeyi kendi içimize getirip de kendimize karşı onun
da bize tamamen vazifei şer'iyesinin bihakkın ifa edeceğine yemin verdirdikten
ve usulen lâzım gelen biati ifa enikten sonra Halifemizi
tekrar mahalline hâkim olarak göndermek daha muvafık; ev-
fak
ve daha ümridir. İstanbul’un vaziyetine hâkim olarak gönderecekleri...
Binaenaleyh bu gün burada halifeye biat edecek olursak bütün dünya üzerinde
bulunan dört yüz milyon nüfusu Islâmiycyc karşı İstanbul'da bulunan halifenin
şimdiye kadar hali esarette olduğunu ilân ettiğimiz halde aynı esaret
mevkiinde bulunan bir halifeyi yeniden intihap ettiğimiz zaman diğer âlemi
İslâm bu tenakuza, bu tezada ne nazarla bakacaktır? Binaenaleyh bunun vaziyeti
siyasîmiz üzerinde tesiratı siyasiyesi yoktur ve olamaz. Çünki Hindistan’da ve
sair yerlerde bulunan âlemi İslâm’a karşı düveli mutclifc İstanbul'u merkezi
hilafeti İslamiyc olarak tcrkcımişıir. Bu günkü Lozan Sulh Konferansında bile
İstanbul'un hâkimiyeti meselesi üzerinde bu mevzubahis olamıyacakıır. Çünki
şimdiye kadar onlar da İstanbul'u muvakkaten işgal altında bulunduruyoruz.
diyorlar; ve bütün âlemi İslama karşı bunu da daimî surene tekrar ediyorlar. Bu
yolda vesaiti mühimine ve vesaiki siyasiye mevcuttur. Binaenaleyh biz. şimdi
bir vehim itibariyle kalkıp da İstanbul'da bulunan halifeye biat etsek bu
suretle hareket kendi tevahhümatımıza vücut vermekten ibarettir. Bu,
levâhhümdür elendiler. Halife buraya gelineli ve ona burada biat etmeliyiz.
Hülâsai fikrim budur. Bunun haricinde yaparsak indüllah mes'ulüz. Bütün âlem
nazarında da yanlış telâkki edilmiş olur. (Ayak patırtıları, şiddetli
gürültüler)
MEHMET
VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendiler müsaade buyurunuz Lütfi Bey
Hazretleri bir defa diyor ki İstanbul'da olup da Halife olacak zata buradan
şer'an biat caiz değildir... Şer'an bu biat caizdir, efendiler.
LÜTFİ
BEY (Malatya) Hayır öyle demedim efendiler. (Gürültüler)
REİS Kesmeyin elendim, cevap
veriyor, dinleyin.
VEHBİ
EFENDİ (Devamla) Dedi efendim, ben biliyorum, velevki arkadaşımız dememiş
olsun. Ben bir meselei şeriye beyan etmiş olayını. Mağriple olan bir adama
meşrikde bulunan herhangi bir Müslüman biat edebilir, biatta hiç bir mani
yoktur. Bu bitti. Bundan sonra İstanbul'da olan bir adamı intihap ettiğimizde o
zat hürriyeti şahsiyesine malik midir? Değil midir diyoruz. Evet Lütfi
Bey,
zannedersem İstanbul'un eski hâliyle şimdiki halin beynini tefrik etmemiş
İstanbul'da bugün lehülhamd velminne oldukça idare elimize geçmiştir efendiler.
(Bravo sesleri) Müsaade buyrunuz eskisi gibi değildir. Bununla beraber
efendiler zararlar içtima ederse ehveni ihtiyar etmek kavaidi şeriyedendir.
Soruyorum ki zatı âlilerine ve Lütfi Bey’e İstanbul'dan Halife olacak diye bir
adamı buraya araba ve vapurla getirip de bilâhare biat ettikten sonra
İstanbul'a göndermekte bir mahzur var mıdır? Yok mudur?
SALAHATTİN
BEY (Mersin) Hiç bir mahzur yoktur.
VEHBİ
EFENDİ (Devamla) Beyefendi bilhassa zatı âlinize söylüyorum, bunun tacili
vaciptir ve şer'an tacili lâzımdır. Öyle ise İstanbul'da intihabda bir fark
yoktur buraya gelip de biat nasıl olur? {Gürültüler)
SALAHATTİN
BEY (Mersin) Biat burada olur fakat intihap şimdi yapılsın.
VEHBİ
EFENDİ (Devamla) İntihap ile biat beyninde fark yoktur. İntihap etmek demek sen
müslimin üzerine imamsın demektir. Sen ona istersen intihap de, istersen biat
de. İslersen başka bir tabir yap, hepsi birdir. Rica ederim, bu günkü hali
maslahatı düşünmekle bunu intihap etmek Müslümanlar namına, millet namına,
Meclis namına bence eşlem olduğunu söylüyorum. Ama rica ederim efendiler,
intihap ettiğiniz zatı, evet Ali efendi olur, Veli efendi olur, onu heyet takdir
eder ve mesele biter. Bunlar üzerinde vakit kaybetmek her halde bizitn için
doğru değildir.
SALİH
EFENDİ (Erzurum) Bendeniz iki mesele soracağım Hoca Efendi. Biri intihap, biri
de biat meselesi. İntihap meselesinin isticalinde ben de taraftarım. Fakat
esasen intihap etmek (minetlczmc..anülmünkcr fehvü halife ve halifei resul ve
kitabullah) ben bir kere intihap etmişim. Fakat ben şimdi bir adama biat,
edeceğim. Biatin esası iki şeyle olur. Biri name ile biat, biri de
estaizübillah (innellezine yübayüüneke innema yübayüünallah) diyor. Hatta bu
ayeti kerim..
BİR MEBUS Amin.
SALİH
EFENDİ (Erzurum) Kim diyor amin? Bunun için erbabı hal ve akdin yeden beyet
tabaiyet etmesi lâzım mıdır, değil
midir’?
Name ile biaımcmaliki sairede mahsur kalan ümmeti Islâmiyc içindir. Yalnız bu
ciheti lütfen hal buyurun da mesele tenevvür etsin ve kapansın.
VEHBİ
EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendim, her şey imkân ile mukayyettir. Şimdiki
halde imkân var mıdır, yok mudur? .
SALİH
EFENDİ (Devamla) Bunu kabul ederim.
VEHBİ
EFENDİ(Devamla) Kabul ettin ise geçiyorum.
SALİH
EFENDİ (Devamla) Hayır, imkânda mesele ararım.
VEHBİ
EFENDİ (Devamla) İmkân ile mukayyet olunca ve şimdi şu saatte bir imam intihabı
lâzım olunca, zatı âlinize soruyorum? Yeden beyci musafaha suretiyle imkânı
var mıdır? Yok mudur?
SALİH
EFENDİ (Devamla) Yeden beyet imkânı vardır. (Katiyen yoktur sesleri) vardır.
Biz bunu yapabiliriz. Hatta yalnız Hazrcti Muhanımed'c biat eden birkavmin...
milleti olduğu için ona hitaben demiştir ki «...Çünki onun elini tutmakla
mahzur vardı. Fakat erbabı ha) ve akdin elini tutmak, bizzat musafaha etmek
şartı azamdır. Nakisi isbat buyurunuz.
VEHBİ
EFENDl(Devamla) Tayyare ile mi getireceğiz Salih Efendi?
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisansahip) Mesalihi şeriyc başkadır, imkân noktası gene
başkadır. Bu bir meselei şcriycdir.
HAMDt
EFENDİ(Diyarbckir) Hoca Efendi bütün bu şeriyede nasib ve tayin diyor. İntihap
demiyor.
RASİH
EFENDİ (Antalya) İntihap ile biat arasındaki fark nedir1?
HAMDİ
EFENDÎ(Devamla) Biat demiyor. İmamın nasıp ve tayini vaciptir diyor. Biati
nereden çıkarmıştır?
VEHBİ
EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Rica ederim, Salih Efendi bizden sual soruyor.
SALAHATTİN
BEY (Mersin) Efendim; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Şeriye Vekili olmak
suretiyle zatı âlilerinden soruyorum, intihap olunmak suretiyle her hangi bir
halife nasbolunabilir ve bu intihap telgrafla ihbar olunabilir. Bunu herkes tasvip
çimekledir ve tesri de ister. Fakat bu noktaya başka nikalı güzergâh ederek
gitmek doğru değildir. Meselenin tamam olması için intihap yapılır. O zat da
icabet ettiğini bildirir. Fakat bunun tamamı için teyiden biat olunursa bu
husus tamamlanır. Bunda zaman yoktur, bilakis menfaati azime var. Şimdi
siyaset bahsinin yeri değildir. Siyaset bahsi için ayrıca konuşuruz. Bunun
hilâfında bir fikriniz varsa burada söylersiniz efendim. Fakat şer'an aslolan
budur.
Zaü âlinize de Şcriye Vekili
olmak sıfatiyle soruyorum. TUNALI HİLMÎ BEY (Bolu) Saçak öpmek mi isliyor.
SALAHATTİN BEY (Mersin) Saçağı sîzler öpmüşsünüz. Saçak yüzü ben görmedim.
OPERATÖR EMİN BEY (Bursa) Sizler
kim?
SALAHATTİN BEY (Mersin)
Bazıları.. (Gürültüler) Ben saçak öpmemişimdir, saçak yüzü bile
görmemişimdir.
Bazıları. (Gürültüler)
VEHBİ
EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) -Efendim; rica ederim işi uzatıyoruz. İntihabı
biatta, yani biat olunacak zatın huzuru şan değildir.
SALAHATTİN
BEY (Mersin) Okuduk, biz îslâmda şart olduğunu okuduk.
VEHBİ
EFENDİ(Devamla) Vuzuh vardır, efendim. (Gürültüler)
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) Bendenize söz verirseniz yanıldığınızı anlarsınız...
Bu da csasatı şeriyeye nazaran bir mecliste olur. Bunun için ittifak lâzımdır.
İttihadı olmayan bir şeyin müleber olması sonradan hilafı aslolarak teshilen
lilnastır. Bu hilafı asildir. O hilâfet meselesinde olamaz.
VEHBİ
EFENDİ(Devamla) Teshilen 111 maşlahadır efendi bu. Vuzuh şart değildir.
İntihap, biat gaipden de olur.
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) Efendiler, bu mesele başka. Hoca efendi
hazretleri yanılıyor.
ATIF
EFENDİ (Ankara) Sizin hepinizin itimat ettiği adama karşı ben şimdiye kadar
laf söylemedim, sizin hepiniz ettiği... İstanbul'da halife olan zata... etse
bizim muvafakatimiz ve bizim hepimizin biati addolunur diyor. Sarahaten
söylüyor şeri şerif. (Buna mani olunuz sodaları)
REİS
-Rica ederim, müsaade buyurun, bir dakika oturalım.
MUSTAFA
KEMALPAŞA (Ankara) Arkadaşlar; ben yapılması lâzım gelen muameleyi şimdi arz
edeceğim gibi tasavvur etmekteyim. Heyeti Celileniz halifeyi intihap eder.
Bunun üzerine Meclisin bir intihap kararnamesi ortaya çıkar. Bu kararname üzerine
Türkiye Büyük Millet Meclisi bir intihap kararnamesi ortaya çıkar. Bu kararname
üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi filân zatı Makamı Hilâfete intihap
ettiğine dair bir beyanname tertip eder. Aynı zamanda Makamı Hilâfete intihap
olunan zat dahi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Makamı Hilâfete
intihap edildiğini bütün âlemi tslâma tebliğ edecek bir beyanname olacaktır..
Her iki beyanname dahi meclis tarafından görüldükten sonra tespit olunacaktır.
Bu kararla beraber bu iki beyanname intihap olunan zata Meclisinizin tespit
edeceği bir vasıla ile bildirilecektir. İntihap olunduğu kendisi kabul ederse
o beyanname imza ettirilecek ve o beyanname de âlemi İslâma gidecektir. Aynı zamanda
Türkiye Biiyük Millet Meclisi beyannamesi de âlemi İslâma gidecektir. Başka
hiç bir muameleye lüzum yoktur. (Müzakere kâfi sadaları)
REİS
Efendim, burada üç tane takrir vardır, müzakerenin kifayetine dairdir.
HASİP
BEY (Maraş) Efendi, Lütfi Bey bir sual sordu. Fakat Vehbi Efendi cevap
vermedi. İstanbul’un işgali münasebetiyle hallü ukde muktedir olmayan bir zatı
Makamı Hilafete geçirebilir miyiz.? (Verdi sadaları.)
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Cevap verdi canım verdi.
REİS
Efendim, müsaade buyurun Müzakerenin kifayetine dair takrirler vardır. Maamafih
söz almış bir çok arkadaşımız da vardır. Münasip görürseniz bir takrir var.
Okuyacağım.
İSMAİL
ŞÜKRÜ BEY (Karahisansahip) Reis Bey kifayet aleyhinde söyleyeceğim efendim,
efendiler, öyle bir mesele konuşuyoruz ki âlemi İslâm'da belki bin senedenberi
hilâfet dolayısiy)e fitne yangınları uyanmıştır. Bu gün öyle bir mesele
hallediyorsunuz ki; bütün âlemi İslâmın mukadderatını bu kürsüde halledeceksiniz.
Rica ederim. Mesele ariz amik tetkik edilsin. Ondan sonra halledilsin ve halli
âzım gelen şu mesail zannedersem ulema arasında da badii ihtilâf olmuştur, (öyle
bir şey yok sadalart.) Halbuki meselenin bir ciheti fıkhiyesi vardır, bir
de ciheti siyasiyesi vardır. Ciheti fikhiyesinc gelince; efendiler. (Kifayet
aleyhinde söyleyecektiniz ser/eri.)Kifayct aleyhinde evet. Bu esbabı mücibedir.
Ciheti fıkhiyesi; uletnai Islâmm, fukahayı İslâmın içtihadiylc sabittir ki,
hilâfet o da sair ukudu şeriye gibi bir akdi şendir. İntihap... (Gürültüler)
Rica ederim, beş dakika dinleyiniz, şeriattan bahsediyorum. (Gürültüler)
Efendiler, ademi kifayetin esbabı mucibcsini arz ediyorum. Tekrar ediyorum,
halifç intihabı başkadır, yani intihap başkadır, biat başkadır, hilâfete bir
zatın, yani halifenin nasıb ve tayini vaciptir. Fakat nasıb, biat suretiyle
hâsıl olur.
intihaba
gelince,intihap biat değildir. Eğer intihap biat olsaydı, Hazreti Ömer'in
tayin etmiş olduğu zat halife olurdu. Erbabı hallü akit ki bunlardan birisini
halife kabul etmeği sonraları müslimin kabul etmişti, tşle bu altı kişi kimi
intihap ederse ona biat edeceklerdi. Bu altı kişinin ârâsı Hazreti Osman'la
aleyhte takarrür etti. Binaenaleyh, biat Hazreti Osman'a olmuştu. Ondan sonra
umum ashab birden biat ettiği için Hülafayi Raşidin içinde bilitıifak, yani
kimsenin reyi hariç olmamak üzere Makamı hilâfeti ihraz eden ancak Hazrcti
Osman bin Affan Radıyallahü anhülmcnnandır. Sonra Hazrcti Ömer'in ve Hazrcti
Ebubckir'in hilâfetlerinde esbabı güzinin riicsasından bazı zevat bu hülefaya
biat etmemişlerdir. Lâkin bunların hilâfetlerinde biat etmediğinden Hazreti
Osman kadar mültelık değildir. Lâkin bunların hilâfetinde bir iki kişinin biat
etmemesi bunların hilâfetinde bir iştibah zemini teşkil etmez. Yine alettahkik
Halife Resulüllahtır. Bu işlerde. (Sadede geliniz sesleri,) Müsaade
buyurun efendim, Hilâfet biat olunca, akit olunca; kulübü fıkhiyeyc göre
akittir. Akitte esas olan tarafeynin icap ve kabulüdür. Fukahanın beyanına göre
akit, tarafeyni akdeynin icap ve kabulü ile lamam olur. Hilâfet
meselesinde icap, erbabı hallii akit tarafındandtr. Erbabı halli! akit ise
şu Meclisi Alidir. Bugün... (Gürültüler) Akitte... (Esasa girişiyor
sesleri)
REİS
Esas hakkında söylüyorsunuz; esbabı mücibc ve kifayet aleyhinde
söyleyecektiniz.
’
İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Devamla) Bugün akitte meclisin ittihadı şartur. Bu mesele
fıkıha taalluk eder bir meseledir.
Bu
mesele hallolunmadıkça hilâfet gibi bir emrü mühimde, şeriatın tayin ettiğinden
başka hilafı asıl bir kaideye ibüna ederekten böyle bir emri şeriyi şu Meclisi
Alinin kabul etmesi doğru değildir. Bu meselenin her halde halli lâzımdır
Diğer meselenin ondan sonra halli lâzımdir.
HACI
MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Hoca efendi gitmeyiniz. Bu tarafa bakınız. Bir şey
soracağım. (Söyle sadalart) Müsaade buyurun. Müzakerenin kifayeti
aleyhinde söyledi. Fakat halli! faslolmadık bir mesele varmış. Ne ise söyle o
meseleyi.
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) Şeriye Vekili dedi ki, gıyaben biat caizdir. Efendi,
ittihadı meclis lâzımda. Akitte ittihat şarttır. Efendim, sonra biat
meselelerinde burada icabı, İstanbul'da kabulünü fukaha. maslahata binaen ve
hilafı asıl olarak biati tecviz etmiştir. Böyle hilâfet halifenin buraya
gelmesinde mahzur yoktur.
HACI
MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Olamaz efendim, keşke bileydim, sabahleyin kitap önümde
idi, buraya getirir sana gösterirdim . Müsaade buyurun, şimdi efendiler bu zat
demek istiyor ki, gıyaben biat caiz değildir. Böyle mi demek istiyor,
bilmiyorum, (Öyle dedi sesleri) sonra el ele vermeyince ve bu halli
akitte bizzat kendilerine biat etmedikçe arkalarından olmaz hayır efendiler, bu
böyle değildir. Biraz yanlış bellemiş Hoca Efendi. (Handeler) Bizim
orada hallü akitte bulunacak üç beş tane mebusumuz vardır. Efendiler,
hocalardan bir tanesi ilmen biat edecek olursa onunla da halife olur. Ben bunun
kitapta yerini gösteririm. Ama başka türlü olur. Beş kişi, on kişi bir heyet
gider, biat edilir.
Daha
ala canım. Onda hiç bir şey yoktur. Üç kişi, on kişi, hatta cn mühim adamlardan
bir kişi dahi biat etse olur. Ciheti fıkhiycsi bııdur. Ama siyaset cihetinden
biz gidip de veya o gelip de biat icra edilmesi lâzım imiş. Ben bunu bilmem ama
şeran evvelce dediğim veçhile olur. Şimdi intihabımız ve oradakilerin biati
kâfidir. (Al-
ÎSMAtL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) Müsaade buyurun arkadaşlar. Bir noktayı izah edeyim. (Hayır
sesleri) Ahkâmı şeriyeyi yanlış telâkki ediyorsunuz, rica ederim; ahkâmı
şeriye... (Hayır sadaları.) (Şiddetli gürültüler)
SAMİ
BEY (İçel) Reis Bey, diğerine nasıl söz verdin.
REİS
Efendiler. Ben...
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) Bu tamam değildir, Bendeniz hükcmanın kelâmından
bahsettim. Hocaefendi felsefeden bahsettiler. Ben esasatı fıhkiyeden
bahsettim. (Gürültüler)
REİS
-Efendim, söz müzakerenin kifayeti aleyhinde idi. (Reye sodaları,
gürültüleri) Efendim, bu kadar gürültü içerisinde herkes ayakta. Ben nasıl
anlıyayım. Bir kere müzakerenin kifayetine dair takrirler vardır. Müzakerenin
kifayeti aleyhinde bir kişi de söz söylememiştir. Mesele bitti. (Gürültüler)
(Mesele mühimdir sadaları)
Efendim,
müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın. Müzakere kâfi görülmüştür.
İSMAİL
ŞÜKRÜ EFENDl(Devamla) Mesele mühimdir. Müzakere nasıl kâfi olur?
MUSTAFA
KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara) Sus artık Hoca Efendi.
ZlYA
HÜRŞİT BEY (Lâzistan) Reis Bey; ben kendi hesabıma halife filan istemiyorum. (Canın
isterse sadaları)
REİS
Efendim, takrirler var, rica ederim dışarı çıkmayalım; ekseriyete halel gelir,
Sivas Mebusu Vasıf bey ve rüfekasınm takriri;
Riyaseti
Celile'ye
Halifenin
İstanbul'da ecnebi tazyiki altında kalarak ifayı
vazifeye
gayn muktedir bulunması mehazın daîdir. Binaenaleyh, müntahap halifenin buraya
biat icra olunmak ve İstanbul ecnebi işgalinden kurtanlıncaya kadar muvakkate
burada kalmak üzere Ankara'ya davetini ve gerek Büyük Millet Metlisi tarafından
ve gerekse Anadolu'ya muvasalatı akabinde halife tarafından merkezi mukaddesi
hilâfeti İslâmiye olan İstanbul'dan tebaüdü muvakkati esbabının beyannamelerle
âlemi Islama ve cihanı medeniyete ilânını teklif eyleriz. Sivas
Vasıf
Karahisarısahip
Mehmet Şükrü Mersin Selahattin İçel
Mehmet
Şevki
Lâzistan
Ziya
Hurşit Erzurum Süleyman Necati Sinop Hakkı Hami Yozgat Feyyaz Ali
Muş
Mebusu Ahmet Hamdi Efendinin takriri
Risayeti
Celileye
Erzurum
kongresini müteakip münhal'i Vahidüddin'e yazdığı malum beyannamesiyle ispat
rüşdünü ipal eden Abdülmecit Efendi Hazretlerinin intihabını teklif eylerim.
Muş
Ahmet Hamdi
Gaziayınlap
Mebusu Abdürrahim Lâmi Efendinin takriri:
Riyaseti
Celileye
Halife-i
İslâmî kudreti içtihat, kudreti kaza, teçhizi cüyuş ile bilcümle hudut ve
nüfuzu İslâmî muhafazaya kudreti fiiliyesi olmak gibi evsafı haiz ve cami
bugün bir Halife bulmak gayrimümkiin olduğundan vezaifi mezkûreyi bugün icraı
ümmeti temsil eden Meclisi Ali deruhde etmişse de Halife bulunduğu şehrin en
büyük
camiinde cuma ve ikindi namazlarında bilfiil imamet etmek ve Hûlefayı
salifenin kisvei diniyesini lâbis olması lüzumunu da intihabda şart edilmesini
teklif eylerim,
Gaziayıntap
Abdurrahman Lâmi
Bitlis
Mebusu Yusuf Ziya Beyin takriri: Riyaseti Celile'ye
Hilâfet
esaret kabul etmez. Halifenin her halde hâkimiyetimizin bil fiil müesses
olduğu bir mıntıkada bulunması ve binabcrin tahlif ve biat için Halifenin her
halde Anadolu'ya geçirilmesi lâzımdır. Bu lüzumu teklif ve işbu takririmizin
tayini esami ile reye vazım teklif eyleriz.
Kayseri |
Mersin |
Osman |
Salahattin |
İzmit |
Erzincan |
Sırrı |
Hüseyin |
Bitlis |
Antalya |
YusufZiya |
Ali Vefa |
M araş |
Siverek |
M. Hasip |
Bekir Sıtkı |
Dersim |
Yozgat |
Mustafa |
Bahri |
Yozgat |
Karalı i san salı
ip |
Feyyaz Ali |
Mehmet Şükrü |
Erzurum |
Erzurum |
Salih |
Süleyman Necati |
Kangırı Neşet Kâzım Lâzistan Mebusu
Ziya Hurşit beyin takririyle bu takriri ikisi |
aşağı yukarı aynı mealdedir,
ikinci takrir on beş imza ile tayini esami talep ediyor. Binaenaleyh bu
takrirleri tayini esami ile reye
koyacağım. (İstemez, bir kere
halifeyi intihap edelim sadaları)
Rica
ederim efendim; bir kere Halife intihap olunmadan evvel Halifenin buraya
gelmesinden gitmesinden bahis doğru olamaz. Bu mantıkî olarak Halife
intihabından sonra halledilir. Bir kere Halife mevcut olsun ondan sonra bu
mesele hallolur.
Şimdi
intihap meselesini nasıl yapacağız ne buyuruyorsunuz?
HÜSEYİN
RAUF BEY (İcra Vekili Heyeti Reisi) (Sivas) Müsaade buyurun. İntihabın ne
suretle olacağı mevzuubahis oluyor. Heyeti Vekile arkadaşlarımız namına arz
ediyorum. Uzatmayalım. Mesele naziktir. Fesada son derece müsaittir. Her halde
intihabın en kısa en müspet şeklini düşünün. (Reyi işarı sadaları)
SELAHATTIN
BEY (Mersin) Efendim; intihap mevz.uubahis oluyor. Bendeniz, iki fikir
görüyorum rüfekada. Birincisi, derhal intihabın yapılması fikrinde, diğeri de
derhal intihabın yapılması fikrinde olmakla beraber kudret ve kuvvetinizin
lanıamiy1c hür ve serbest olamadığı ve binaenaleyh cuma namazlarının dahi hür
ve serbest bir memlekette kılınması hususunda Halifenin şartı bulunduğu
cihetini ileri sürerek Halife ilânı için evvelâ Halifenin çıkarılması yani
evvelâ takririn reye konulması ve ondan sonra intihabın icrasını teklif
ediyorlar (Hayır sadaları) Rica ederim. Müsaade buyurun. Benim
kanaatim, hür ve serbest olmayan bir Halife üzerinde bizim ne kazai kudretimiz
ve ne de kendisinin kazai kudreti olacağından, bu. Havada kıhnç sallamaya
benzer binaenaleyh bunun manası yoktur. Eğer bu bapta tayini esame; ile reye
konmasını teklif eden takririn icabı icra edilmezse böyle bir intihaba ihtimal
ki arkadaşlarınızdan bir çok kimseler iştirak etmez. Onun için bu takrir reye
konsun ve mesele bitsin.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Efendim; müsaade buyurunuz. Salâhattin Beyefendi buyurdular
ki 15 imza ile verilen takrir, yani Halifenin İstanbul'dan buraya gelip
gelmemesi halledilemeyecek olursa zannederim bir çok arkadaşlar intihaba
iştirak ctıniycccktir. Şöyle olur böyle olur. Beyefendiler; mesele gayet
mühimdir. Beyefendiler; biz bunu mültefikan bir zat üzerinde kabul ettiğimiz
kadar bu günün vaziyetini kurtararak müessir bir çare yoktur. İkinci bir noktai
nazar yapılmadı diyerek bazı rüfeka I reye iştirak etmezse vallah billah
efendiler bunun mesuliyet-i rnaneviyesi beşerinin tahammül edemeyeceği bir
derecede olur.
Onun
için...
SALAHATTİN BEY (Mersin) Mesulü
sizsiniz.
RAUF BEY (Devamla) Kabul ediyorum
efendim; vicdanım temiz olarak ve açık olarak arz ediyorum. Prensip meselesi
değildir. Halifei İslâm meselesidir. Asırlardan beri bu millet bunu muhafaza
etmiştir. Hakkıdır ve intihap edecektir. Şimdi burada erbabı hal ve akit kabul
ettiğimiz ve bilakis halli akit olması lâzım gelen Heyetimiz bir prensip yapıp
da ikinci noktada ârâya işitirak etmeyiz meselesini nasıl meydana çıkarır.
SALAHATTİN BEY (Devamla) Aranın
tezahüründen neden korkuyorsunuz? Bu cihet belli olmalıdır.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Belli olsun efendim;
ondan korkmuyorum. Fakat kabul
edilmezse korkarım. Bazı arka।
daşlar reye iştirak etmez buyurdunuz. Bunu ifham buyurdunuz.
Arzu
buyurduğunuz gibi reye konsun. Şöyle olsun böyle olsun. Fakat dediniz ki;
kabul olunmazsa bu olamaz. Bazı arkadaşlar reye iştirak etmez. Eh... Artık bu
kadarı da olmaz. Yani bu şayanı kabul olmaz.
ZİYA
HURŞÎT BEY (Lâzistan) Pekâlâ olur. Reis bey; bu kürsüden herkesin reyi şayanı
kabul olur. Olamaz diye söz söylemesinler. Herkesin reyi vardır
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Beyefendiler; şayanı kabul olamaz demek hakkını benden kim
nezedebilir? Hakkı kelâmımı kim nezedecektir? Yani hürriyeti kelâmdan bahseden
sizler i benim hakkı kelâmımın takyidi hakkını nereden buluyorsunuz rica
ederim?
HAFIZ
MEHMET BEY (Trabzon) Ben de hakkı reyimi kullanabilirim. Siz nasıl ki
kullanıyorsunuz. Benim kanaatim bu. t Meclisi Ali halife intihabı hakkına malik
değildir. Çünkü Halife intihap etmek için kudreti padişahı ile olması lâzımdır.
Ne vakit ki Halife bir makamı dinî olmuştur. Bu Meclis Halifeyi intihap edemez
ve hakkı yoktur, (Kim yapacak sodaları)
HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Müsaade
buyurun efendiler, burada herkes hürriyeti kelâmına maliktir. Herkesin sözü
muhteremdir. Fakat biraz da insaf lâzımdır. Her suretle telâkki edersiniz.
Bundan ilmi tahsil etmiş ve onda mütehassıs tanınmış olan ve hepinizin reyiyle
intihap edilen Şeriye Vekili Efendi Haz' netleri
beyanatta bulundu. Ulemayı saire arkadaşlarımız da beya
natta
bulundu. Siz de istediğinizi söylersiniz.
HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ ( )Başbaşa bağlı, baş da
şeriata
bağlıdır. Fetvası çıkmıştır. Ona biat etmek lâzımdır. (O başka sadalart)
HÜSEYÎNRAUF
BEY (Devamla) Şimdi Heyeti Celile'ye tekrar ediyorum. Maslahatı ümmet bu işte
müsteceliyeli emrettiğinde benim kanaatim var. Bu işi bir an evvel neticei
haseneye iktiran ettirelim. Demin de Heyeti Celilcnize arzetlim. zannederim
Heyeti Celilenin efkârı umumiyesi de bu esas etrafında temerküz ediyor.
Binaenaleyh Mecit Efendi hakkında beyanatla bulunuldu. Bu nokta üzerinde biraz
teemmülde bulunun...
SAMİ
BEY (İçel) Bu mühim mesaili ihdas eden Hükümettir. Bulsun da intihap etsin.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Amasya) -Efendiler; suitefehhüm var. Onu halletmek için söz söylemek
istiyorum.
MÜFİT
EFENDİ (Kırşehir) Reis bey; bir kelime bendenize söz veriniz.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Devamla) Reis Bey; bendeniz usul hakkında söz istedim.
REİS
Efendim; bu tarzda müzakere etmek kâbil değildir. (Gürültüler) Buyurun
Ömer Lütfi bey.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Devamla) Efendiler; vakit gecikince Mecliste böyle hepimiz
mütereddit oluyoruz. Ondan dolayı yine bu akşamda böyle oldu zannederim.
Bendeniz Salâhattin beyin ifadatiyle Rauf Beyefendinin ifadatım kürsüye
yakın olduğum için İyi dinledim. Aralarında bir suitefehhüm var. Eğer bendeniz
yanlış anladımsa her ikisi de lütfen tashih buyururlar. Salahattin beyefendi
demek islediki; evvelâ İstanbul'dan gelsin, gelmesin meselesi hakkında bir
takrir var, evvelâ tayini esami ile o reye
konsun
ve bunun reye konması arzu ediliyor. Kazanılır, kazanılmaz başka mesele. (Evet
evet sesleri) Binaenaleyh intihap ondan sonra yapılsın. Mültefikan intihap
ederiz, demek istedi öyle değil mi?
SALAHATTİN BEY (Mersin) Evet
öyledir?
ÖMER
LÜTFİ BEY (Devamla) Ve o yolda söylemiştir. Kendisi de öyledir diyor, beyefendi.
Eğer bu takrir reye konmazdan evvel doğrudan doğruya İstanbul meselesi
intihaba başlanırsa bazılarımız rey vermeyiz, dediler. Söz bu mudur?
SALAHATTİN BEY (Mersin) Evet
budur.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Devamla) Pekâlâ. Rauf Beyefendi bunu yanlış anladılar, zannediyorum.
Onlar dediler ki İstanbul meselesi hakkında takrir sahiplerinin arzusunu Meclis
terviç etmezse, yani ekseriyeti bulmazsa biz de intihaba iştirak etmeyiz diyorlar
dediler.
HÜSEYİN
RAUF BEY (İcra Vekilleri Heyeti Reisi) (Sivas) -Evet.
ÖMER
LÜTFİ BEY (Devamla) Demek efendiler görüyorsunuz ki; Salahattin beyin fikri bu
değildir. Rauf Beyefendi meseleyi yanlış telâkki etmişler. O halde meseleyi
telif edebiliriz. Şimdi; İstanbul meselesi hakkında bir takrir var. Tayini
esami ile reye vazedilmesi hakkında ve takrir de usulüne muvafıktır. Bu takrir
reye konur kazanırsa Meclisin karandın. Kazanmazsa ekalliyettir, geri kalır.
Ondan sonra intihabımızı müttefikan yapabiliriz (Alkışlar) {Bravo şadalar
i)
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan) (Ankara) Efendiler; mevzuu müzakere olan şey;
Halifenin intihabı meselesidir. Halifenin buraya gelmesi meselesi ayrıca bir
meseledir, Binaenaleyh onun üzerinde henüz müzakere cereyan etmiş değildir.
Müzakere cereyan etmemiş bir mesele reye konamaz.
YUSUF
ZİYA BEY (Bitlis) Müzakere zaten o mevzu üzerinde cereyan ediyor.
HAKKI
HAMİ BEY (Sinop) Efendiler, bu takriri veren arkadaşlarınız her halde düşman
işgal mıntıkasında bulunan bir zatı Halife intihap ederek düşmanların ellerinde
o vaziyette bırakmak siyasettin daha ziyade mahzurlu olduğu kanaatinde bulunanladır.
GAZİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan) (Ankara) Resmen Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümeti teşekkül etmiştir.
HAKKI
HAMİ BEY (Devamla) Müsaade buyurun Paşa Hazretleri; bu muhalif bulunan
arkadaşların kanaatma da hürmet ederiz. Rica ederim, bizim kanaatımıza hürmet
edilmezse beri tecavüz de edilmesin. Biz burada zaman zaman tecavüze maruz kaldık,
sükût ettik. Fakat bu kürsüden bize söz söylcıtirilmeyccckse biz de ona göre
düşünelim. Efendiler; burada millet namına söz söylemek intihap olunan her
mebusun hakkıdır. Her mebus burada söz söyler. Binaenaleyh hiç kimsenin
tenkide hakkı yoktur, biz diyoruz ki; intihap edilecek, biat edilecek her hangi
bir halifenin intihabından evvel mutlaka hür bir mıntıkaya getirilmesi
lâzımdır, diyoruz. Bu takririn tayini esami ile reye konmasını arzu ediyoruz. (Gürültüler)
Rica ederim gürültü yapmayı nız, buraya gelir söylersiniz. Bendeniz bu
takririn reye konmasını istiyorum. Hepimizi burada söz söyleten, Kürsi-i Riyaseti
işgal ettiren, bütün hukukumuzu muhafaza ettiren nizamnameye muta ise kibizim
bu takririmizin reye konması zaruridireğer muta değilse keyfi kaide, kanun
yoktur. Binaenaleyh arzunuz veçhile yapabilirsiniz.
Efendiler;
Hâkimiyeti milliye, hâkimiyeti kanuniye diye feryat ederken meclisi Alinin
itaat zaruretinde bulunduğu nizamname çiğnenmesin.
AVNİ
BEY (Saruhan) Ayrı meseledir. Müzakere cereyan etmemiştir, reye konmaz.
HAKKI
HAMİ BEY (Devamla) Hiç ayrı mesele değildir. Beyefendi mesele budur. Evet bunun
hilâfında yani bu takrir nizamname sarahati haricinde icra edilir ve hukuku
iptal edilirse elbette ve elbette kimse reye iştirak cuncz. Bu bizim
hakkımızdır. Bu hakkımızı kimse cebren istimal ettiremez. Ve esasen hakkımızı
yıkmak isleyenleri ve hakkımızı tecavüz edenleri yıkmak için çalışıyoruz. Yoksa
efendiler; rica ederim. Bir tahakkümü ikame için değildir.
(Sağdan) Bravo,
bravo.
Nizamnameye
riayet edilmedikçe biz de hukukumuzu muhafaza edeceğiz.
HÜSEYİN
RAUF BEYEFENDİ (İcra Vekilleri Heyeû Reisi) (Sivas) Efendiler; yalnız şu mesele
etrafında konuşulurken şu meselenin anlaşılmasını islerim. Demincik
arkadaşımız Salâhauin Beyefendinin ifadelerini kendi noktai nazarlarıma göre
anlamadığımı tekrar ediyorum. Eğer bu; bu tarzda kabul edilmezse intihaba da
bazı arkadaşlar iştirak etmezler. Bendeniz bu noktai nazardan müteessir oldum
ve söz söyledim. Şimdi diğer bir noktai nazar vardır. Zannediyorum Heyeti
Muhtercmenizce noktai nazara alınması şayandır.
Efendiler;
deminden beri cereyan eden müzakcraıtan İmamülmiisiimin intihabının Halifei
İslâm'ın bu fedakâr, asırlardan beri alemdarı Islâm olan milletimiz üzerinde
kâfi derecede izhaf edildi. Bunun teahhurunda tehlikeleri de mütlefikan kabul
edildi. Şimdi efendim; böyle bir takrir ile Meclisi Aliniz şayet -kabul
edilmesi ihtimali de vardır, kabul edilmemesi ihtimâli de mevcutturHalifeyi
Anadolu'ya nakletmek kaydiyfc mukayyet kılarsak ve Halifeyi esbabı
askeriye ien ve esbabı siyasiyeden, esbabı maniadan dolayı Anadolu'ya nakil
imkânı olmazsa Hükümet neyapar?
SALAHATTtN
BEY ( Mersin) Aksi olursa ne mevkide kalırız?
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Aksi takdirini ben size arz edeyim.
LÜTFİ
BEY (Malatya) Esir halifenin intihabında ne fayda var?
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Halifeyi biz intihap edeceğiz. Halifenin intihabından sonra
da daha kuvvetli İstanbul’un idaresini elimize almağa çalışacağız. Ingilizler,
müslüman halifesini çalddar, iğfal ettiler, hıyanet ettirdiler. Umuru dâhiliyemize
müdahale ettirdiler. İslâm umuruna müdahale ediyorlar diye efendiler; hem İstanbul'u
tathir edeceğiz, hem halifenin meşruiyetini isbat edeceğiz. Bihakkın hür
olduğunu ilan edeceğiz. Bu yolda
gideriz
ve çalışmak ve muvaffak olarak ihtimali vardır.
SALAHATTİN
BEY (Mersin) O kadar ufak bir şey yapamayan Heyeti Vekile nasıl olur, belki bu
sözlerimle aczi mutlaklım itiraf ediyorum, Vallah kanaatimi arz ediyorum,
düşüncelerimi arz ediyorum. Yani Meclisi Aliniz tenkit yalnız ihtar, yalnız
irşat vazifesiyle muvazzaf değildir. Bu gibi mühim mesailde bizim kadar
alâkadardır. Yani icrai vaziyeniz de vardır. Ben bunu vazifeden söylüyorum.
Muhayyel olarak intihap ettikten sonra buraya getirmemek ihtimali vardır.
Bunuda düşününüz. Ondan sonra takriri reye koyunuz.
HAFIZ
MEHMET BEY (Trabzon) Biz de söz istiyoruz. Eğer kapanmışsa ona diyecek yoktur.
REtS
Efendim usulü müzakereye dair konuşuyoruz deminden beri.
MÜFİT
EFENDİ (Kırşehir) Efendim; bendeniz zan ediyorum ki Rauf Beyefendinin
beyanatı, gerekse Salahattin Beyefendinin burada vukubulan beyanatı bidayeten
Rauf Beyefendinin burada söylemiş olduğu birsözden açılmıştır. En evvel Rauf Beyefendi
burada buytırdularki Heyeti Vekileniz karar verirken ikiye ayrdmıştır.
Ekserimiz şu şekilde halifenin hali ile intihap icrasına karar verdi.
Ekalliyetler de şu şekilde bulundular. Onlar da maksatlarını söyleyecekler
bulunduktan halde ekalliyette kalan arkadaşlar bu kürsüye çıkıp da
esbabı ihtilâfı buradan izah etselerdi mesele hal edilir, orta yerde hiç bir
şey kalmazdı. Ekalliyette kalan Heyeti Vekileden üç ve dört zat kim olduğunu
bilmem. Bunların mütalaası nedir? Meclisçe burası meçhul kalmıştır. Eğer ekalliyette
kalan Heyeti Vekilcdeki arkadaşlar İstanbul'da halifenin bulunması, yani
İstanbul'un şekli itibariyle başka bir vaziyette ise..
REİS
Usulü müzakere hakkında söyleyecektiniz.
MÜFİT
EFENDİ (Devamla) Efendim geliyorum. Rica ederim usulü müzakereyi oraya
getireceğim. Ekalliyetin vermiş olduğu mütalaa ne ise anlaşılsaydı Meclis buna
bir karar verir ve hal ederdi. Şimdi ekalliyetin mütalaası acaba halife intihap
edilirse durumu ne olur korku bu. Başka birşey yok. Verilen takrir ev-
velâ
intihabın icrası, intihap icra edilmeli, sonra o halife buraya gelsin. Burada
biat ifa edilsin gibi bir manayı mutazammındır. Hükümetimiz bunda derse ki
İstanbul'da halife bulunmak ahvali siyasiyesi ve ahvali askeriyesi noktai
nazarından mahzur yoktur derse ve mesuliyeti üzerine alırsa intihabı yapar
bitiririz.
SALAHATTİN BEY (Mersin) inanırsak
yapanz.
REİS
Efendim; rica ederim. Müsaade buyurunuz. Halife mevcut olmadan şurada burada
olması usulü müzakere noktai nazarında evvelâ makul ve mantıki bir mesele
H
ASIP BEY (Maraş) Hürriyetine itimat olmayınca intihap olunamaz.
SALAHATTİN BEY
(Mersin) Mahalle bekçisi değildir. ‘ ’.
REİS
Şimdi intihap meselesini mevzubahis edelim. İnti-
hab
mevzubahis olunca intihap diye bizim usulümüzde intihap J vardır. Hepiniz
bilirsiniz. Herkes reyini verir, isimler okunur, tey’ 1er atıhr. Reyi
hafi ile, İntihap bulur. Fakat çok rica ederim. Rauf J Beyefendi çok istirm
ederim. Dinleyelim. Müsaade buyurunuz ari kadaşlar. İsimler birer birer
okunacaktır, bundan şüphe yoktur.
Buraya
bir şey koyacağız, intihap edeceğiz. Malumu Aliniz celsei 'I hafiyede olduğu
gibi, celsei aleniyede tekerrür edecektir, değil mi , efendim? Malûm celsei
hafiye ile olmaz bu iş. Celsei aleni ile tekerrür edecektir. Böyle iki defa
tekerrür etmekdense celsei hafiyede reyi işari ile yapalım. Celsei alenide
hafi rey ile arz ederiz. Başka türlü olmaz.
HASİP BEY (Maraş) Rica ederim,
istirham ederim. Şüpheli kalmayalım. Intihabda hürriyet lazımdır. Hür ve serbest
olması şarttır. Bunu bir kere anlatsınlar ki ondan sonra...
REİS -Efendim intihap ettiğimiz
adam belki sonradan gelecektir?
HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon)
Efendim, celsei hafiyede rey verilmez Müzakere edilir. Celsei alenide intihap
edilir.
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Efendim
bir vekili tayini esami ile intihap ederken nasıl olur da bir halifeyi reyi
işari ile intihap ediyorsunuz?
REİS
Öyle demedim efendim. Celsei aleniden tekerrür
YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Bir defa
yalnız cclsei alenide yapalım. Neden hafi ile yapıyoruz?
REİS Efendim ne yapalım? Hükümet
burada serbest teklif ediyor.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya)
Reis Bey. her söz söyleyen için yeniden bir şekil kabul edilecek olursa
müzakerenin intacı kabil olmaz. Kabul ediliyor mu edilmiyor mu? anlayalım.
REİS Efendim Rauf Beyefendi
buradan geldiler. Siyasetim vesaır noktai nazardan bir isimden bahis buyurdular
ve bunun üzerine müttefikan rey verilirse iyi olur buyurdular. Rauf beyefendi
zatı âliniz burada bir isimden bahis buyurdunuz.
SALAHATFİN BEY (Mersin) Ne ismi?
REİS Salahattin beyefendinin
suali üzerine vukubuldu zan ediyorum. Bir isimden bahsettiniz.
HÜSEYİN RAUF BEY (Vekiller Heyeti
Reisi) (Sivas) Abdülmecit Efendiden bahsettim.
. REİS Zatı âliniz bu hususta ne
düşünüyor dediniz. Bunun üzerine hükümet kendinin düşündüğünü Rauf Beyefendi
bize şunun üzerinde düşünüyoruz. Dedi ki biz bu işi düşünüyoruz. Şimdi
cclsci hafiyede yapılan intihabı celsci aleniyede teyit etmek var. Bu
bileceğiniz bir iştir. Bendenizin teklifim şundan ibarettir. Celse! aleniyede
bittabi esami okunacak ve reyi hafi ile intihap yapılacaktır. Burada yani hafi
celsede bir kere daha reyi hafi ile yapa।
cağımıza bu fikir üzerinde ittihat edip etmediğimizi anlamak üzere burada reyi
işarı ile reye vaz edeyim dedim. Başka bir şey söylemedim. (Pekâlâ
sadaları)Kimi teklif ediyorsunuz Rauf Beyefendi: HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla
Abdülmecit Efendiyi. REİS Efendim Abdülmecit Efendiyi teklif ediyorlar. Aleni
celsede de... (Gürültüler). Efendim cclsei aieniycye geçince usuI fil
veçhile intihap edilmek üzere şimdi Abdülmecit Efendinin Makamı
Hilâfete isadını kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın...
h Efendim ekseriyeti azime ile
intihap edilmiştir.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Efendim müzakeratıI mız cclsei aleniyeye intikal edince vakayii
telhisen Heyeti Ali-
yenize arz etmek
mecburiyetindeyim.
SALAH
ATTIN BEY (Mersin) Biz de tabii söyleyeceğiz. (Söyleyeceğiz sadalart,')
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Yalnız malumu âlileri Heyeti Alinize hafi celsede aynen
okuduğum telgrafnameleri aynen okuyamayacağım. Eğer müsaade buyurursanız icabcden
akşamı okuyayım.
SALAHATTİN
BEY (Devamla) Bize hepsini okudunuz mu?
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Hepsini okudum. Onu biliniz Salahâtiifl Beyefendi. Şunu da
arz edeyim ki bunda biraz insafsızlık etmiş oluyorsunuz. Bu hususta cereyan
eden muhaberatı aynen Meclisi Alinize arz ediyorum dedim ve zan ediyorum bu
sözümün aksini isbaı edecek bir İrimse bulunamaz, insafsızlık olıır eğer o mana
ile söyledinizse... Evet efendim eğer muvafakat buyurursanız icabcden kısımları,
yani İngiliz Generalinin Refet Paşaya gönderdiği resmi mektubu vcbeyannaınei
resmiyi okuyayım. Bununla müzakere başlasın. Rica ederim böyle olsun ve çok
rica ediyorum arkadaşlar bazı noktalan geçme suretiyle bana diğer noktaları sö
j'Jçiiirmcsinler.
REÎS
Şimdi efendim; celsei SİS.1İ)"yC gSÇİuiiCû îîiaiunlL' âliniz geçen defa
bir kere daha mevzubahis oldu.
YUSUF
ZÎYA BEY (Bitlis) Tahdit yok, bir mebus tahdit edilemez.
REİS
Niçin böyle söylüyorsunuz Ziya bey? Bir kuvvet yoktur tahdit etmeye. Söz isteyince
arkadaşlara söz verilecektir ve arkadaşlar söyleyeceklerdir. Celsei hafiyede ne
olmuş, ne bitmiş. Bunun celsei aleniyede hiç hükmü kalmıyor. Yaltuz eski
âdetimiz şu idi ki bir meseleyi celsei hafiyede hal enikten sonra celsei
alcniyede artık mevzubahis.etmezdik.
YUSUF
ZtYA BEY (Bitlis) Celsei hafiyede hal olnnsaydı o dediğiniz doğru olabilirdi.
LÜTT-t
BEY (Malatya) Celsei hafiyede meseleyi hal edemedik ki.
REİS
Efendim yanlış anlaşılmasın. Mevzubahis olan in-
lihap meselesidir. Sırf intihabı
mevzubahis edeceğiz.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Heyeü Vekile Reisi) (Sivas) Zan ederim mesele şu yolda cereyan
edecektir. Bendeniz noktai nazarımı arz edeceğim. Ondan sonra Şcriye Vekili
Efendi Hazretleri noktai nazarlarını ifade edecekler ve Fetvayı okuyacaklar.
Yalnız fetvada ifade edildiği gibi Zeyyitle kalması caiz değildir. Firar eden
Zcydin Vahidüddin olduğu sarahaten beyan edilmelidir. Ondan sonra inhiap
meselesi gelecektir. Arzu eden zevat söz söyleyecektir. Tekrar arzu ediyorum.
Buraya kadar akşamı kusursuz ve müttefikan çıkarmak lâzımdır.
REİS
Efendim; Bugün Meclisi Alide mevzubahis olan ve ekseriyetin kararına iktiran
eden mesele intihap meselesidir. Öteki meseleler henüz bitmemiştir ve reye
konmamıştır. Bunu cclsci aleniyede müzakere edeceğiz. Sağdan-tabii sodaları.
SALAHAITİN BEY (Mersin) Bcllj
olmalıdır.
REİS
BeJJj olmasın demiyorum. Bunu mevzubahis edersek intihap yarın sabaha kadar
kalır. Mesele budur efendim.
HÜSEYİN
RAUF BEY HEYETİ VEKİLE REİSİ (sivas) Yani intihap olmayacak mı?
YUSUF ZİYA BEY (Bitlis)
Müzakereden sonra
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Evvelâ intihap olunsun, sonra müzakere edilsin.
OSMAN
BEY (Lâzistan) Takrir reye konsa ve şu iş ortadan kalksa. Herkes söylenen
sözlerden az çok tenevvür etmiştir. Binaenaleyh reye konulsun takrir
kabul edilmezse o takrire vaztyülimza olanlar bir şey diyemezler. Ekalliyette
kalırlar! Ve intihaba iştirak ederler. Kabul edilirse o vakit şey edilir.
Herhalde kardeşane hal olunsun.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Ona şüphe yok. Zaten mühasemane hal etmek mevzubahis değildir.
Bunu nasıl hatırınıza getiriyorsunuz? Kardeşlikten ve uhuvvetten başka ne
vardır aramızda?
SALAHATTİN
BEY (Mersin) Aramızda mevzubahis bile ettirmiyorsunuz. Bu da caiz değildir.
Rica ederim beyim.
HÜSEYİN
RAUF BEY (Devamla) Salahattin Bey, rica ediyorum ve diyorum ki mukayyet olarak
kabul edilir. Hükümet bunu yapamazsa bunu düşününüz.
( Sağdan İstanbul'da
halifelik edilmez sadalart.)
MEHMET
ŞÜKRÜ BEY (Karahisarısahip) Istanbulda hakimiyet nasıl temin edilecek?
HASlP
BEY (Maraş) Muhalefette kalan arkadaşlarınız, esbabı muhalefetlerini
söylemediler Rauf beyefendi.
HÜSEYİN
RAUF BEY HEYETİ VEKİLE REİSİ (sivas) Ben noktai nazarımı söyledim. Karar
sîzindir efendim.
REİS
Efendim rica ederim böyle değildir. Celsei aleniyede tekrar bütün meseleler
mevzubahis olacaksa.(Ta£>« sadalart.)
EMİR
PAŞA (Sivas) Bu takriri reye koymayacak olursanız tabii söz söylenir. Celsei
aleniyeye bırakmayın. Şu takriri reye koyun.
OSMAN
BEY (Lâzistan) Reis Bey; takriri reye koyunuz isterseniz. Ben şimdiden ihsası
rey edeyim. Ben birleşmek için kendi reyimi feda ediyorum.
REİS
Efendim Meclisi Ali şimdi ekseriyetle ve reyi işarı ile intihabı kabul ettiler.
Müsaade buyurunuz. Bunu intaç edelim.
EMİR
PAŞA (Sivas) Olmaz işte olmuyor.
HAMDULLAH
SUPHİ BEY (Antalya) Takriri reye koyunuz. Reis Bey kabul edilmezse mesele
biter.
SAMİ
BEY (İçel) Makamı Riyaset vazifesini ifa etse çok iyi olur. Takriri mecbursunuz
reye koymağa.
REİS
Reye koyacağım efendim. İntihabı yapalım. Ondan sonra koyayım diyorum. Şimdi bu
takrirleri bunları burada reye koyduktan sonra tekrar celsei aleniyede
mevzubahis edecek miya..(Gürilltüler.)
MEHMET
ŞÜKRÜ BEY (Karahisarısahip) Burada hal olunursa celsei aleniyede mevzubahis
olmaz.
REİS
Efendim, celsei aleniyede geçelim. Arzu ettiği gibi müzakereye devam edersiniz.
Efendim celsei hafiyeyi bitirip celsei aleniyeye geçilmesini kabul edenler
lütfen el kaldırsın... Celsei aleniyeye geçilmiştir. (Aleni celseye
geçilmiştir.)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Reisi
Gazi Mustaf Kemal
Paya Hazretlerinin Nutukları
Meclisin 1
Teşrinisani 1338 tarihinde mün'akit yüzotuzuncu içtimainin birinci celsesinde
irat edilmiştir 1341/1338
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin hilafet ve
saltanat meselesi hakkında Mcclis'in 1 Teşrinisani 1338 tarihinde mün'akit yüz
otuzuncu içtimainin birinci celsesinde hey’eti umumiyede irad buyurdukları
nutuk.
Arkadaşlar!
İstanbul'da gayri meşru bir sıfatı şahsına atfeden Tcvfik Paşa evvelâ hususi
ve mahrem olarak ordularınızın Başkumandanına, müteakiben O’nu jurnal eder
tarzda açık bir tclgrafnamc ile meclisi âliye müracaaııc bulundu. Dikkat buyurularsa
gelen telgrafname ile efkârı umumiyci islâmiyc teşviş edilmek isleniyor.
Bu
Lclgrafnamcdeki zihniyet istiklalimizi imhaya çalışan düşmanlarımıza karşı
davayı mukaddesimizi müdafaada fiilen ve hukuken muvaffakiyetlere mazhar olan
hükümeti milliyemizi düçarı zaaf diniye matuftur. Mânâ ve mantıktan ârî olan bu
tclgrafnamenin muhtevayı, meclisi âlinizin mevcudiyetine tahakkuk eden bir
şekli, bir hakikati tekrar mevzuu bahis cuncmizi istilzam
eyledi.
Şekli idaremizde mündemiç bulunan hakikat, Türkiye halkının mukadderatına
bilfiil ve bizzat vaz'iyet olması, hakimiyyeti milliycsi, saltanatı milliyesini
üç seneden beri kendi elinde bulundurarak davayı mukaddesini müdafaa etmekte
bulunmasıdır.
Bu
hakikatin tecellisi, bir bâtılın zevalini mudi oldu. Bu batıl, gayrı meşru,
gayn makul olan şey, bir milletin hukuku hakimiyet ve saltanatının bir şahıs
uhdesinde temsil edilmesine müsaade edilmesi idi. Bu nokta üzerinde
bütün milletin ve arzuyu millete teb'an milletvekillerinden terekküp eden
hcy'cü çelilen izin tabiî surette vermiş olduğu karan, birçok defalar, bir çok
arkadaşlarımızın muhtelif vesilelerle ifade etmiş olmalarına rağmen ben de bir
arkadaşınız sıfatiylc bu kürsüden aynı şeyi tekrar edeceğim. Beni beş,
on dakika daha dinlemek lütfunda bulunmanızı rica ediyorum. (IIay hay
sesleri).
Arkadaşlar!
Tavzihi hakikat için hep beraber Türk tarihi ve İslam tarihi üzerinde kısa ve seri
bir nazar geçirmeye muvafakat buyurur musunuz?
Efendiler!
Bu dünyayı beşeriyette asgarî yüz milyonu mütecaviz. nüfustan mürekkep bir
Türk milleti azimesi vardır, ve bu milletin safıayı arzdaki vüs'an
nisbetinde sahai tarihte de bir derinliği vardır.
Efendiler!
bu umku isterseniz iki mikyasta ölçelim; birinci vahidi kıyasî, edvarı
kablctuırihiyycyc ait mikyastır. Bu mikyasa göre Türk milletinin ceddi âlâsı
olan Türk namındaki insan, ikinci ebbülbeşer Nuh aleyhüsselamm oğlu Yesefin
oğlu olan zattır. Tarih devrinin tedariki vesaikte pek müsamahakâr olan ilk
safhalarına biz de müsamaha edelim; fakat en bariz ve en kat'i ve en maddi deJâili
tarihiyeycistinaden beyan edebiliriz ki: Türkler onbeş asır evvel Asya'nın
göbeğinde, muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine
tccelligâh olmuş bir unsurdur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans'ın
sefirlerini kabul eden bu Türk devleti ecdadımız olan Türk milletinin teşkil
eylediği bir devlet idi.
Efendiler!
Yine malûmdur ki: Dünya yüzünde yüz milyonluk bir Arap kitlesi vardır ve
bunların Asyaî kısmı cezire-
tül'arap'da
mütekâsif olarak arzı mevcudiyet eder. Mazharı nübüvvet ve risalet olan fahri
âlem efendimiz bu k itici arap içinde, Mekke'de dünyaya gelmiş bir vücudu
mübarek idi.
Ey
arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. Adâu ilâhiyenin tcceltiyatına bakarak
diyebilir ki: insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalaa olunabilir. İlk devir,
beşeriyyetin sebavet ve şebabet devridir. İkinci devir, beşeriyyetin rüşt ve
kemâl devridir. Beşeriyet birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç
gibi yakından ve maddî vasıtalarla kendisiyle iştigal eylemeyi istilzam eder.
Allah, kullarını lâzım olan nokta'i tekemmüle vüsulüne kadar içlerinden
vasıtalarla dahi kullanle iştigali iâzimei uluhiyeıtcn addeylcmiştir. Onlara hazreti
Adem aleyhüsselâmdan itibaren mazbut ve gayri mazbut ve namütenahi denecek
kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz
vasıtasile en son hakayıkı diniye ve medeniyei verdikten sonra artık beşeriyyeı
ile bilvasıta temasta bulunmıya lüzum görmemiştir beşeriyyelin derccei idrâk,
tenevvür ve tekemmülü her kulun doğrudan doğruya ilhamatı ilahiye ite temas
kabiline vasıl olduğunu kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki Cenabı
Peygamber, hâtimül'enbiya olmuştur ve kitabı, kitabül'ckmeldir.
Son
peyamber olan Muhammet Mustafa Sallallâhü aleyhi vesseiem (1394) senei rûmî
Nisan içinde rebiül'evvel ayının 12 nci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri
ağarır iken doğdu, gün doğmadan...
Refik
bey (Konya) Ne güzel bir tesadüfi
Mustafa
Kemal Paşa hazretleri (devamla) Bugün o gündür, inşallah bu hayırlı tesadüftür,
(Inşaallah sesleri). Filhakika arabî tarihi ile bu akşam yevmi velâdetin
senei devriyesine tesadüf ediyor.
Hazreti
Muhammed eyyamı sebavet ve şebabeti geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı.
Yüzü nuranî, sözü ruhanî, rüştü diyette bî bedel, sözünde sadık ve hilm ve
mürvetçe saire faik olan Muhammet Mustafa, evvelâ bu evsafı mahsusa ve
mütemayizesi1c kabilesi içinde (Muhammedül'emın) oldu.
Muhammed
Mustafa peygamber olmadan evvel kavminin
muhabbetine, hürmetine, itimadına
mazhar oldu. Ondan sonra anı cak kırk yaşında nübüvvet ve (43) yaşında risalct
geldi. Fahrî âlem efendimiz namütenahi tehlikeler içinde, bî pâyân mihnetler ve
' meşakkatler karşısında (20) sene çalışa ve dini İslâmî tesise ait va,‘l zifei
peygamberisin! ifaya muvaffak olduktan sonra vâsılı âlâyı . aleyyin oldu.
Kendisinin mazhan irşadâtı olan bütün müslimîn ve bilhassa esbabı güzîn bir çok
gözyaşları döktüler. Fakat muktazayı beşeriyyet olan bu hâl teessürün bî faide
olduğunu derhal idrak eden erbabı felanet Peygamberin arkasından ağlamak değil,
mesalihi ümmeti bir an evvel hüsnü lemşiyete mazhar edecek tedbir almak
kanaatile toplandılar. Resulü Ekreme halife olacak bir emir intihabı mevzuu
bahis edildi. Zâtı risaletpenâhî yângâm olan hazreti Ebubekir’den şahsen
çok hoşlanırdı ve enfası ve epsinni yaşarken Ebubekir'in kendisine halef
olması muvafık olacağım muhtelif tarzlarda işaret dahî buyurmuşlardır. Buna
nazaran toplanıp resmen bir intihap yapmaktan başka bir iş kalmamış olduğuna
hükmolunabilirdi.
Halbuki
bu intihap keyfiyeti o kadar basit olmadı. Bilakis mes'ele çok müzakerelere,
çok münakaşalara ve çok esaslı ihtilaflara maruz kaldı. Emri intihapta mühim
olarak üç muhtelif noklai nazar tebarüz etti. Bu noklai nazarlardan birisi
mâkâmı hilâfete istihkak, mesalihi ümmeti rüiyyet edebilmek için lâzım olan
kudret ve kifayetin kaide ittihazı idi. Buna nazaran makamı hilafet en ı
kuvvetli ve en nüfuzlu ve en reşit kavmin olacaktı. Bu noktai nazar Cumhuru
sehabenin idi.
İkinci
noktai nazar, o güne kadar nusreti İslama hizmet eden kavmin hilâfete müstehak
addedilmesi idi. Bu, ensarın noktai nazarı idi.
Üçüncü
fikir ise kuvveti karabeti istilzam etti. Bu da Haşimîlerin noktai nazarı idi.
Bu
üç noktai nazardan ittifaki ârâ ile birini tercih etmek ve emri intihabı intaç
eylemek mümkün olamadı. En nihayet teşeltüt ve Titretin derhal önüne geçmek
lüzumuna kânî olan hazreti Ömer'in (esinle hazreti Ebubckir'e bîat olundu.
Görülüyor ki ilk halifenin intihabında lemayülatı umumiyenin tabii temerküzün-
den ziyade şahsî tesir, tesbiti
şekil etmiştir.
Efendiler! Bu muhalefet ve
münakaşalın nabîmahal olduğunu zannclmiyelim. Hakikaten emrü hilâfet, milcli
İslamiyece en büyük bir maslahattır. Çünki efendiler! hilafeti ncbcviyyc, ehli
İslam arasında rabıta olan bir emarettir. Emaret ise, Cenabı hakkın bir sır ve
hikmetidir ki teessüsü, daima satvet ve kuvvet ile meşruttur ve andan maksat
aslı da defi fesad ve hıfzı asayiş bilâdı tanzimi umuru cihad ile mesalihi
ammeyi hüsnü tanzim ve tesviyeden ibarettir. Bu dahi ancak satvet ve kuvvete
menultur. Adetullah bu veçhile câri olagelmiştir.
Buna nazaran yukarıda izah
ettiğim üç muhtelif noktai nazardan birincinin -ki kuvveti ve nüfuzu olan
kavmin, milletin varisi hilafet olması noktası ididiğer noktai nazara müreccah
ve galip olması tabiidir ve Hazrcti Ebubekir'in bitıesir makamı hilâfeti işgal
etmesi isabet oldu. İşte bu suretle, zamanı saadetten sonra hilafet ünvanı ile
bir Emareti Islamiyc teşekkül etti.
Fakat efendiler! Peygamberin
vefatı ile derhal her tarafta irlidaı başladı. İrtica başladı, isyan başladı.
Hazreti Ebubekir bunları bertaraf etti. Vaziyete hâkim oldu. Bir taraftan da
tevsii hududu Emareti Islamiyc'ye tevessül eyledi. Ebubekir’in son demlerine
yaklaşınca kendi intihabındaki müşkülatı lahattür etti ve Hazrcti Ömer 'i
vasiyetname ile bizzat intihap ve millete takdim eyledi.
Hazreti Ömer’in zamanı
hilafetinde memaliki îslâmiye fevkalâde denecek derecede sür'atle tevsi etti.
Servet çoğaldı. Halbuki; bir milletin içinde servet ve gına husulü beynelnas
arazı dünyeviyenin hüdusunu ve bu da ihtilal ve fitnenin zuhurunu bais olmak
bu alemi gün ve fesadın muktezai ahvalindendir. İşte bu nokta Hazrcti Ömer'in
zihnini tahdiş ediyordu. Bir de hazrcti Ömer tahattur ediyor idi ki resulu
ekrem, mahremi esran olan havası esbabına şunu demişti: «ümmeti düşmanlarına
galebe edecek Mekke, Yemen, Kudüs ve Şam'ı fethedecek, Kayscr'in hâzinelerini
taksim eyleyecektir. Ve fakat ondan sonra aralarında fitne ve ihtilal ve
nefsaniyctlcr hadis olarak mülûku salife mesleğine gideceklerdir.»
Hazreti Ömer
bir gün Hazife ibni Yanan nzaullah anh haz\ rollerine deniz gibi temevvüç
edecek fitneyi sorduğu zaman aldığı cevapta «senin için andan beis yok. senin
zamanınla anın arasında i kapalı bir kapı vardır, » dedi. t
Hazreti Ömer
sordu: ;
-Bu kapı kırılacak nu? Yoksa
açılacak mı?
Hazife «Kırıtacak!» dedi.
Hazreti
Ömer «Öyle ise anık kapanmaz» dedi. Ve ezhar teessüf etti. Hakikaten kapı
kırılmak mukadderdi. Çünkü memaliki Islamiye vus'at bulmuştu, iş çoğalmıştı. Bu
şekli emaret ve bu tarz idare ile her yerde adaleti kâmile icrası müşkül
olmuştu. Hazreti Ömer bunu idrak ediyor ve sıkılıyor ve Allahına yalvararak
diyordu ki:
-Ya Rab! Ruhumu kabzet!
Ömer
bir gün ağlarken soruldu. «Nasıl ağlamayayım. Fırat kenarında bir oğlak zayi
olsa korkarım ki Ömer’den sorulur.» diye cevap vardi.
Evet;
Hazreti Ömer (Rızaullahül'anh) artık hilafet Unvanı alundaki tarzı emaretin bir
devlet idaresine nâ kâfi olduğunu bir zaun kendi faziletinde, kendi kudretinde
ve hana kendi mehabetinde olsa dahi bir devletin idaresine nâ kâfi okluğunu
bütün manayı şamil ile idrak eylemişti. Halta, bu endişe ile idi ki Ömer
kendinden sonra artık bir halife düşünemez oldu. Kendisine oğlunu tavsiye
ettikleri zaman «bir haneden bir kurban yetişir» dedi. Abdunahman bir Avfı
çağırdı: «Ben seni veliaht eylemek istiyorum.» dedi. O da: «Bana kabul et deyu
rey ve nasihat eylermisin?» dedi. En nihayet Ömer, en makul noktaya temas
etli. Emaret, devlet ve millet işini meşverete havale etti. Ömer'den soma
eshabı şûrâ ve bütün halk mescidi lebalep doldurdu. Ve orada bazı şayanı dikkat
vaziyetlerle yine idarci ümmeti, intihap ettikleri bir halifeye tevdi etliler.
Hazreti
Osman halife oldu. Fakat kırılmaya mahkûm olan kapı artık kırılmıştı, Memaliki
Islâmiyye'nin her tarafında bin türlü kîlükaal ve ademi hoşnidâ başladı.
Zavallı Osman, âciz ve nâçiz bir vaziyete düştü. O kadar ki Şam valisi Muaviye,
onun hayatını muhafaza etmek için nezdi himayelkârisinc davet elti. Buna muvafakat
edemiyen, Hazrcti Osman'a tarafı velayetpenahiden muhafazai nefsi için asker
göndermeyi teklif etli. Bunların hiç birisine meydan kalmadı. Her tarafta
isyan eden muhtelif mıntıkalar halkı Medine'de evinin içinde hazrcti Osman’ı
tahtı muhasaraya aldı. Ve zevcei muhteremesinin yanında şehit etti.
Bir çok gürültülü ve kanlı
vekayiden sonra Hazrcti Ali (Kerremüllahülvecih) makamı hilafete getirildi.
Tekrar edelim ki kapı kırılmıştı. Aynı ırktan olmakla beraber Irak başka bir
şey, Yemen başka bir şey, Suriye başka bir şey ve hatta Hicaziyc de bambaşka
bir şeydi. Hicaz'da bir halife, Suriye'de kuvvete istinat eden bir vali ile
Sıfin'de karşı karşıya gelmiye mecbur oldu. Muaviyc, Hazreti Ali
(Kcrremüllahiilvecih) 'nin hilafetini tanımıyor ve bil'akis onu hûnu Osman ile
itham eyliyordu.
Vazifesi âlemi islâmda ahkâmı
Kur'aniyenin temini latbikaündan ibaret olan halife, mızraklarına musahifı
şerife geçirilmiş Emevi ordusunun karşısında muharebeyi kaı'a mecbur oldu.
Bizzarur tarafeyn hakemlerinin vereceği hükme tabiiyyete söz verdi.
Muaviye'nin murahhası Ömer
i’anil'âs ile Hazrcti Ömer'in murahhası Ebülmusa el Şiiri tahkimnameyi tanzim
için karşı karşıya geldikleri zaman, Hazrcti Ali hazır bulunuyordu.
(Emirülmüminin Ali ile Müaviye arasında tahkimnamedir) diye yazılan cümleye derhal
Muaviye’nin murahhası itiraz etti ve dedi ki:
(O Emiriilmüminin kelimesini
oradan kaldır. Sen yalnız emrinde bulunanların cmiri olabilirsin. Şam
ahalisinin emiri değilsin.)
Hazrcti Ali, isminin başındaki
sıfatının kaldırılmasına muvafakat cni. Bundan sonra iki taraf murahhasının
yekdiğerine karşı kullandığı adi hile cümlece malumdur. Bundan muvaffak olan
Ömer ibnül'âs Muaviye'yc hilafetini tebşir elti.
Diğer taraftan Hazrcti Ali de
hükkâmın hükmüne sadık kalacağına söz verdiği halde biraz tereddüdü müteakip
icrayı hilafete devam etti. Görülüyor ki: Resulullah'ın vefatından yirmi beş
sene kadar kalîl birzaman sonra alemi İslâmiyyct içinde, İslam'ın en büyük
zevatından ikisi karşı karşıya iddiayı hilafetle arkalarında sürükledikleri
aynı din ve aynı ırktaki insanları kan içinde bırakmakta beis görmediler. En
nihayet hilesinde muvaffak olanı, saf ve nezih olanını mağlup ve evlad ve
ayalini mahvı perişan eyledi. Ve bu suretle hilafet unvanı altındaki emareti
İslâmiyeyi yine hilafet unvanı altında saltanatı islamiyeyc tahvil ctıL
Saltanatı Emeviyye, büyük
istilalar yapmakla beraber baştan nihayete kadar hunin ve eGm vekayi ile ancak
doksan seneyi doldurabilmiş ve hicıetin 132 nci senesinde Arap milleti Selâtini
Emcviycyi başlarından almış ve. yerine başka nâmda bir devlet teessüs
eylemiştir. Bu devlete devleti Abbasiye ve devletin re’sikâ| rında bulunan
insanlara da Halife derlerdi.
Merkezi
faaliyeti Irak'da bulunan Hilafeti Abbasiye’nin mevcudiyetine rağmen Endülüs'te
dahi (Halifettil Resulullah) ve (Emirül müminin) unvanlarile asırlarca saltanat
sürmüş hükümdarlar mevcut idi. Bcyanaüma mukaddeme olarak izah etmiştim । ki; bundan (1500) sene evvel, yani
hicreti nebeviden iki buçuk asır evvel Orta Asya'da muazzam bir Türk devleti
mevcut idi. i Kablcl Islâm mevcut olan bu devlederin sahibi Türkler bundan
(1000) sene evvel İslâmî kabul etliler. Evvela şarka doğru tevsii memalik
ederek Çin hududuna kadar icrayı nüfuz eylediler. Küle| fayı Abbasiye zamanında
da bu civanmert Türkler, asalet ve şcca- :
atle
benâm olan Türkler, asker olarak Suriye'ye Irak'a kadar geldii ler. Hütefai
Abbasi yenin tahtı idaresinde bulunan bu yerlerde ikti- I
sabi nüfuz
eylediler. En yüksek idare ve emir ve kumanda maka- |
mına irıika
eylediler. Dördüncü asrı hicride idi ki Selçuk htlkûme- [
ti
namı altında muazzam bir Türk devleti teşekkül etti. Bu devletin namı altında
icrayı faaliyet eden Türkler, bir iaraftan Kafkasya'ya I diğcrtaraflan cenuba,
Iran ve Irak'a ve Suriye'ye ve garbe. Anadalu'ya nufuz eyledi. Bağdad’da oturan
hulefayı Abbasiye bu Türk devleti muazzamasının dairci nüfuzuna girmişti.
Filhakika bu Türk devleti beşinci asır evasıtında Maveraünnchir, Şam ve Mısır'ı
ve Anadolu kıl'asmın çoğunu ve bir çok memaliki zaptla hududunu Kaşgar’dan ve
Scyhun mecrasından Akdeniz'e ve Bahnahmer ve Bahri Ummana kadar tevsi etti ve
Bağdad'da bulunan
hulcfayı Abbasiyeyi yeddi ihtiyar
ve idaresine aldı.
Bağdad'da, aynı merkezde Melikşah
namında Türk hakimiyetini temsil eden bir zat ile halife namını taşıyan Muktcdî
Billâh yan yana oturdular ve akraba oldular.
Bu vaziyeti ve bu manzarayı biraz
tahlil etmek isterim: Türk hakanı ki, muazzam bir Türk devletinin hakimiyet ve
saltanatını temsil ediyor, tebasında bir hilafet makamının ayrıca
muhzuziyyetinde bir beis görmüyor. Eğer böyle bir mahzur görseydi zaten yeddi
idaresine aldığı makamı ortadan kaldırmak ve o makama ait sıfat ve selahiyyatı
kendi makamında memzûç bulundurmak mümkün idi. Hazreti Selim'in takriben beş
asır sonra Mısır'da yaptığını eğer istese idi Melikşah daha o zaman Bağdad'da
yapmış olurdu.
Müşrümileyhin belki yalnız
düşündüğü bir şey var idiyse O da Türkiye Selçuk devletine daha sadık ve makamı
hilafete daha ciyak diğer birinin halife muktediyülbillah'a halef olmasını
temin idi.
Filhakika muktediyülbillah'm
veliahdı olan oğlunu azil ve onun yerine kendi torununu ikame için
halifeyi tazyik elti. McJikşah ölmeseydi bu, böyle olacaktı.
Şimdi Efendiler! Makamı Hilâfet
mahfuz olarak onun yanında hakimiyyel ve saltanau milliye makamı ki (Türkiye
Büyük Millet Meclisidir) elbette yan yana durur ve elbette Melikşah’ın makamı
karşısında âciz ve nâçiz bir makam sahibi olmaktan daha âlî bir tarzda bulunur;
çünkü bugünkü Türkiye devletini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisidir.
Çünkü bütün Türkiye halkı, bütün kuvasile o makamı hilafetin istinatgahı
olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdanî ve dinî bir vazife olarak taahhüt ve
tekeffül ediyor.
Mütalaatı tarihiye silsilesi
üzerinde bir kaç adım daha beraber atalım:
Bu adımlarımız, bizi bu günkü
şekli idaremizin ne kadar ta biî, ne kadar zarurî ve Türkiye için ve bütün
alemi İslâm için ne ka dar nâlî ve musîb olduğu neticesine îsâl edecektir.
Efendiler!
Orta Asya’da devlet üstüne devlet teşkil etmiş olan Türkler, daha garbde İran
Selçukîleri ve Anadolu'da da Rum Selçukîleri namı altında pek muazzam ve pek
mülemeddîn devletler teşkil etmişlerdir. Konya'da merkezi hükümetlerini tesis
elmiş olan Rum Selçukluları, malumu âlîleri olduğu üzre (699) senesine kadar
muhafazai mevcudiyel eyliyorlar. Maruzu İslam Türk devletleri icrayı faaliyet
ederken Cengiz Han namındaki cihangir Karakurum’dan çıkarak (559) senesinde
hudutlarını Çin Denizin'e, Bahri Baltığa, Bahri siyaha kadar tevsi eyliyor.
Cengiz'in torunu Hülâgû idi ki (656) sene-i hicriyesinde Bağdad'ı zapt ederek
halifei Abbasî Mu'tasım'ı idam ediyor ve bu suretle dünya yüzünde fiilen
hilafete hâtime veriyor.
İrtihali fahn âlemden sonra
birinci halifei resul Ebubckir, ne dünyayı istemiş, ne de dünya onu teveccüh
eylemişti, ikinci halife hazrcti Ömer, hey’eti içtimaiyedeki temevvücatın
gayrı kabili tevkif olduğu kanaatini hayatında yakînen idrak ederek müztaribül
ruh olarak vafat etti.
Hazrcti Osman'a gelince, mukadder
olan tahacümat içinde kanım Kitabı Allah’a akıtarak.terki dünya eyledi.
Hazrcti Ali, hilafeti uhdesinde
tekerrür ettirememek ve ehli beyti Resulün hukukunu muhafaza edememek
betbahtile giryan oldu.
Emeviler, doksan seneden fazla
hilafeti muhafaza edemediler. En nihayet nüfuzu hilafeti Bağdad surlarına
kasra mecbur olan Abbasi halifelerinin sonuncusu Mu'tasımı evlâd ve ayalile ve
sekiz yüz bin kişi Bağdad ahalisi ile beraber Hülâgû'ya kurban verdiler.
Hûlefayı Abbasiyc'nin zaafım
görmekle (Halifettil Resulullah) ve (Emirülmüminin) unvanlarını almış olan ve
nüfûz hilafetleri Elhamra sarayının kapısından çıkarmamağa mahkum kalan
Endülüs'deki halifelerin de beşinci asrı hicri iptidaîsindeki akibeli feciası
malumdur.
Bağdad'da Hülâgû'nun ihdas
eylediği vak'ai mühimme neticesinde Kürre-i zemin üzerinde halife ve makamı
hilafet mâ'dûm bir hale getiriliyor. Bundan üç sene sonra, yani (659) tarihi
hicrisinde idi ki hûlefayı Abbasiye neslinden Elmüstansırbillah is-
[ ininde bir zat Hülagû'dan kurtulup
Mısır hükümetine iltica elti ve bu zat Mısır meliki tarafından halife tanındı.
Bundan sonra on yedi zat halife Unvanını haiz olarak ve fakat hiçbir
selahiycti, hiçı bir tesir ve nüfuzu
olmıyarak doğrudan doğruya Mısır hükümeti
nin
himayesinde yekdiğerini istihlaf ile imran hayat eylemiştir.
Selcukî
devletinin idaresinde teşetlütü umumîi hasıl olması üzerine Türkler (699)
tarihî hicrisinde Selçuk devleti yerine Osmanlı devletini ihyaı tesis
eylediler.
Bu
devletin ulularından Yavuz hazretlerinin (924) tarihi hicrisindeMısıri zapt
eylediği zaman orada idam eylediği Mısır hükümdarından başka, unvanı halife
olan bir zat buldu. Halife sıfatının böyle bir şahsı âciz tarafından
kullanılması âlemi İslâm için şeyn olduğuna şüphe etmediğinden o sıfatı Türkiye
devletinin kuvvasma istinat ettirerek ihya ve âlâ eylemek üzere aldı.
Efendiler!
Osmanlı devleti ki (699) da teessüs etmişti. Hilafeti aldığı (924) tarihinden
ancak elli sene sonrasına kadar tarihi cihanda devri itilâ denilen ve
muvaffakiyatı mülemaliyyc ve azime ile mâlî olan takriben üç asırlık bir devir
yaşadı. Ondan sonra... ondan sonra efendiler: inhitat, inhitat başlıyor.
Efendiler!
Devri inhitaün her safhası Türkiye devletinin hudutlarını biraz daha
darlaştırıyor, Türk milletinin maddî ve manevî kuvvetlerini biraz daha fazla
taksir ediyor, devleün istiklalini darbeliyor, arazi, servet, nüfûz ve
haysiyyeti millet azamî bir sür'atle mahvı tcbâh oluyor. Nihayet Ali Osman’ın
otuz altıncı ve sonuncu padişahı Vahdeddinin devri saltanatında Türk milleti cn
derin hufrci esaretin önüne getiriliyor.
Binlerce
senelerden beri istiklâl mefhumunun timsali asîli olan Türk Milleti bir tekme
ile bu hufrenin içine yuvarlanmak isteniyor... Fakat bu tekmeyi vurmak için
bir hain, bîşuur, bî idrak bir hain lâzımdı. Nasıl ki kanunen idamı lazım
gelenlerin bile ipini çekmek için kalp ve vicdan ulviyyeti insaniyeden mücerrcd
bir mahluk aranır. idam hükmünü verenlerin böyle âdi bir vasıtaya ihtiyaçları
vardır. O kim olabilirdi?!..
Türkiye
devletinin istiklaline hatime veren, Türkiye halkının hayatını, namusunu,
şerefini imha eden, Türkiye’nin idam kaninni ayağa kalkarak bütün emdamile kabul
etmek istidadında kim olabilirdi?!.. (Vahdeddin, Vahdeddin sedaları,
gürültüler). Paşa hazretleri (devamla) -Maalcessüf bu milletin hükümdar
diye, sultan diye, padişah diye, halife.diye başında bulundurduğu Vahdeddin!..
(Allahkahretsin sedaları). Vahdeddin, bu harekeli denaat kâranesi ile
yalnız, kendinin layık olduğu bir muameleyi kabul etmiş olmakdah başka hiç bir
şey yapmış olmadı.
Vahdeddin,
bu hareketiyle kendini öldürdü ve temsil eylediği şekli idarenin indirasını
zarurî ktİdi. Fakat efendiler, millet hiç bir vakit bu hareketi
hiyanetkâranenin kurbanı olmıyarak başında bulunan mahiyeti hareketini
sühuletle idrak edecek rüşdü kabiliyette idi. Millet, tarihin viizuhıından,
asırlardan beri dûçâr olduğu felaketlerin esbabını bir anda hulasa edebilecek
hassasiyet ve intibahta idi. Millet, şahısların hırsı saltanat, hırsı
tahakküm, hırsı istiladan başlayarak temini menfaat ve rahat ve tevsii sefahat
ve rezalet, ibzal ve israfat gibi hasis maksatları için vasıta ve kuvvet olmak
yüz.ünden kendi benliğini unutacak mertebede geçirdiği gafletlerin nctayici
elimesini derhal hülasa edebilecek rüşdü kemalde idi. Artık milletin en makul
ve en meşru ve en İnsanî sebhiyyelini istimal etmek zamanı geldiğinde tereddi
kalmamıştı.
Tarihi
cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesisi eden ve bunların
hepsini hadisat ile tecrübe eyleyen Türk milleti bu defa doğrudan doğruya
kendi bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında mefıûr olduğu
kabiliyet ve kudretle aha mevki etti. (Şiddetli alkışlar). Millet
mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hakimiyetini bir
şahısta değil, bütün efradı tarafından münhatap vekillerden terekküp eden bir
meclisi âlide temsil etti. İşte o meclis, meclisi âfinizdir, Türkiye Büyük
Millet Meclisi dir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak
Türkiye Büyük Millet Meclist'dir ve bu makamı hakimiyyetin hükümetine, Türkiye
Büyük Millet Meclisi hükümeti derler. Bundan başka bir makamı saltanat, bundan
başka bir hey'eti hükümet yoktur ve olamaz.
Kendine
sı falı hilafeti izafe eden bu mevkii şahıs münhedim olunca makamı hilafet no
olacaktır? suali varidi hatır olur.
Efendiler!
Hûlefayı Abbasiye devrinde Bağdat'la ve ondan sonra Mısır'da hilafet makamının,
asırlarca müddet saltanat makamile yanyana ve fakat ayrı ayrı bulunduğunu
gördük. Bugün dahi saltanat ve hakimiyyet makamile makamı hilafetiny an yana
bulunabilmesi en tabîi halattandır. Şu farkla ki: Bağdad'da ve Mısır'da
saltanat makamında bir şahıs oturuyordu. Türkiye'de o makamda aslolan milletin
kendisi oturuyor.
Makamı
hilafette dahi Bağdad ve Mısır'da olduğu gibi bî kudret veya mülteci bir şahsı
âciz değil, istinatgahı Türkiye devleti olan bir şahsı âlî oturacaktır.
Bu
suretle bir taraftan Türkiye halkı asri bir devleti muteeddine halinde her gün
daha rasin olacak, her gün daha mes'ut ve müreffeh olacak, her gün daha çok
insanlığını ve benliğini anhyacak, eşhasın hiyaneti tehlikesine kendini maruz
bulundurmayacak ve diğer taraftan makamı hilafette bütün âlemi islâmın ruh ve vicdanının
ve imanının noktai rabıtası, kulübü islamiyenin bâdii inşirahı olabilecek bir
izzeti ulviyette tecelli edecektir.
Efendiler!
Türkiye devletinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve O'nun hükümeti
mefhumlarının millet ve memleketimiz için ne kadar kuvvet ve feyz ve halâsı
saadet vaat ettiğini izaha lüzum göremem. Üç senelik tecaribi fı'liye ve bunu
semeratı mes’udesi kafi fikir verebilir itikadındayun. Bundan sonra makamı
hilafetin dahî Türkiye devleti için ve bütün âlemi İslâm için ne kadar feyizkâr
olacağını da istikbal bütün vuzuhuyla gösterecektir, (inşaallah sesleri).
Türk
ve İslâm Türkiye devleti bu iki saadeti tecellî ve tezahürüne mena ve menşe
olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır.(/n;<ıallölı sedaları).
Bu
maruzat ve izahatıma nihayet vermek için hey'eti âliyenize şunu arzederim ki
bütün rüfekamın mevzuu bahis olan mes'elenin esasında tamamen müttehit ve
müttefik olduğunu, büyük bir kanaati vicdaniye ve mühakemei ftkriyye ile
beraber olduğunu görüyorum. Bu hâl milletimizin cidden teşekkürünü mucip bir
haldir. Hey'eti celîlenizin nâ mütenahi takdirat ve tebrikatını istilzam eden
bir hakkıdır. Deminden mufassal bir takrir okun-
muştu, şimdi
okunan bir iki takrir daha var. Her üçünün muhtaviyetı, arzettiğim gibi nikatı
esasiyede birdir. Binaen aleyh; yapı| lacak şey, bu üçünü daha sarih ve daha
güzel bir tarzda tesbiı et1 mek ve hey'eti celîlenizin rey’i kafisine iktiran
ettirerek bir an evvel ilân etmek ve bu sayede bütün düşmanlarımızın
aleyhimizde 1 aldığı tedbirlere mâni olmaktır, (şiddetli alkışlar). i
(Süreç
Dergisinden) j
MUSTAFA KEMAL VE İSTANBUL HÜKÜMETİ
(BAŞBAKANLIK
ARŞİVİNDEKİ BELGELER IŞIĞINDA)
Başbakanlık Arşivi belgelerine
dayanarak Kronolojik sıra ile yorumsuz olarak Mustafa Kemal'in İstanbul ile
ilişkisini özetlemeye çalışacağız.
Bu belgeler, Mustafa Kemal’in
İstanbul hükümeti, Padişah ve Hilafet makamı ile ilgili düşüncelerini ve bu
düşüncesindeki gelişmeyi tartışmaya gerek duymayacak ölçüde açık olarak gözler
önüne sermektedir.
BELGE 25
A. VRK. DH. 1.2.2 1337.8.2
TELGRAFNAME
DEVLET-1OSMANİYYE
POSTA VE TELGRAF VE TELEFON
NEZARETİ
Çıkış yeri: Samsun
Numarası: 1102
Kelimesi: 120
SADARET YÜKSEK MAKAMINA
İzmir’in Yunan askeri tarafından
işgali olayı, yakından
temasta bulunduğum milleti ve
orduyu düşünületniyecek ve tarif edilemiyecek derecede içten yaralamıştır. Yüce
makamlarının 19 Mayıs 1919 tarihli telgraflarında, bütün milleti ve ordunun
acılı duygu ve düşüncelerini ve ordu, varlığına karşı yapılan bu haksız
tecavüzü sindimniyecek ve kabul cuniyecektir. Gaye ve düşüncelerini, sadece
millet ve devletin kurtuluş selâmetine hasreden Pâdişâh Hazretlerinin kutsal
kişiliğine olan tam bağlılık ve yeniden başkanlığını üzerinize aldığınız
hükümetin en kesin teşebbüs ve hareketlerde bulunarak, milletin hukukunu
koruyacağına olan tam bir güven ve gönül rahatlığı ile sükûnetin muhafaza
edilmekte olduğunu arz ederim.
20
Mayıs 1919
Dokuzuncu
Ordu Birlikleri Müfettişi
Padişahın Fahrî Yaveri
Tuğgeneral
Mustafa
Kemal
BELGE-31
B.E.O.
Siyasî Kısım
Karton No:34
Dosya No: 54/2
Belge No: 343090
Telgraf
DEVLET-İ
OSMANİYE
POSTA
VE TELGRAF
VE
TELEFON NEZARETİ
Çıkış
yeri : Samsun
Numarası:
1263
Kelimesi:
100
Tarihi:
23/5/1919
SADARET
YÜKSEK MAKAMINA
C.
21 Mayıs 1919 tarih ve 1086 numaralı telgraftaki değerli iltifatlarınız ve iyi
dilekleriniz, bendeniz için her zaman ve pek çok övünme vesilesi olacaktır.
Cenâb-ı
Hak, bu zor anlarda her türlü vatanseverlik gayreti ile dopdolu olarak milletin
başında bulunan lütufkâr zatlarınızı, devlet ve milletin mutlu bir sona
kavuşması ve kurtuluşa ermesi ile zafere ulaştırsın. Saygılar sunarım.
23 Mayıs 1919
Dokuzuncu Ordu
Birlikleri Müfettişi
Padişahın
Fahri Yaveri
Tuğgeneral
■ Mustafa Kemal
BELGE-45
B.E.O.
Siyâsî Kısım
Karton No: 34
Dosya No: 60
BAB-IALİ
HARİCİYE NEZARETİ
Mühimmc Kalemi 16636
255
SADARET YÜKSEK MAKAMINA
Bilindiği üzere Kolordu
Müfettişlerinden Mustafa Kemal Paşa nın görev alanı içindeki bölgede bulunan
Müslüman halkı azınlıklar ve yabancılara karşı kışkırtına yolundaki
hareketlerinden dolayı İstanbul'a çağmlmasun İngiltere Fevkalâde Komiseri
ısrarla istemişti.
Sonradan kendisiyle görüştüğüm
Fevkalâde Komiserlik Birinci Yardımcısı Mösyö Hüller. Mustafa Kemal Paşa
İstanbul'a getirildiği takdirde kendisine taraflarından asla iliştlmeyeceğine
dair kesin söz verdiklerini; ancak katliama sebep olacak olursa bu yolda
verilen sözün verilmemiş sayılacağım ve olay çıkan yerlere asker göndermeye
mecbur olacaklarını; diğer taraftan Müfettiş Cemal Paşa da Mustafa Kemal Paşa
gibi Konya bölgesinde benzer hareketlerde bulunmakta olup, bunun sonucunun da
tehlikeli olacağından onun da İstanbul'a çağrılmasının uygun olacağını, esasen
yakında geniş yetkilerle kurulmuş olan müfettişliklerin gereksiz olduklarından
başka, huzur ve güveni sağlamakla görevli bulundukları yerlerde çeşitli azınlık
gruplan arasında barış ve güvenliklerin kaldırılmasının uygun olduğunu, Amiral
Artur Kaltror ile yaptığı görüşmeye dayanarak ifade etmiştir.
Yukarıda
açıklanan hususların Bakanlar Kurulunda görüşülerek karara bağlanması ve
sonuçtan tarafıma bilgi verilmesi hususunda emir ve buyruk emir sahibinindir.
3
Temmuz 1919
Hariciye Nazırı
Vekili
Saffet
BELGE-46
B.E.O.
Siyâsî Kısım
Kanon No: 34
Dosya No:
60
Bölge No: 343446
DAİRE-İ
SADARET
Şifre Kalemi
Çekiliş Tarihi: 29.6.1919
Kaleme Gelişi: 5.7.1919
Üçünçü ordu Müfettişi Mustafa
Kemal Paşa'nın görevden alındığı bildirilerek, hükümet işlerine ait hiçbir
isteğinin yerine getirilmemesi ve kendisiyle haberleşme yapılmaması Dahiliye
Nizârcıinin... tarihli ve 84 numaralı şifte itlğüui ite emredilmişti. Adı geçen
28/6/1919 tarihli telgrafıyla bu göreve Pâdişâh buyruğu ile tâyin edildiği ve
şimdiye kadar görevden alınması ile ilgili olarak Harbiye Nezâretinden
kendisine bcriıangi bir lebligatda bulunulmadığından bahsederek, Müfettişliğinin
ve Bakanlar Kurulu'nca düzenlenen talimat ile kendisine verilen görevlerin
henüz üzerinde bulunduğu, bundan dolayı mülkî memurların talimat gereği
yapacağı tebliğleri yerine getirmeye mecbur bulunduklarını bildirmiştir. Durum
arz ve yapılacak işlem hakkında emirleriniz beklenir. Buyruk...
Erzincan
Mutasarrıfı
Eşref
BELGE-53
Dosya Tasnifi Hari>iyc
Müteferrika Dosya No: 68/1
PADİŞAH BUYRUĞU
Mehmet Vahidüddin
Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa
Kemal Paşa'nın görevine son verilmiştir.
Bu Pâdişâh buyruğunu yürütmeğe
Harbiye Nâzın görevlidir.
BELGE -54
A .S.
8/7/1919 .
MUSTAFA
KEMAL PAŞA'DAN SON DEFA OLARAK MAKİNE BAŞINDA ALINAN TELGRAFIN SURETİDİR
SARAY
BAŞKATİPLİĞİ VAS1TASİYLE PADİŞAHIN YÜKSEK MAKAMINA
Şimdiye
kadar gerek kutsal zâtlarına ve gerekse Harbiye Nezâretine sunduğum arzlanmda,
vatan ve millet ile Yüce Hilâfet Makamının uğradığı ve hâlen içinde bulunduğu
acı durumlar ve buna karşı duyulan üzüntüleri ve milletin aldığı vaziyeti,
bütün safhaları ile gerçek olarak anlattım. Bunu yapmakla, mukaddesâtımın âciz
nefsime yüklediği en yüksek ve en vicdanî vazifelerden birini yerine getirmiş
oldum.
Nâçiz
düşünce ve teşebbüslerimin tngizilerce vatan müdâfaası şeklinde değil de başka
bir surette kabul edilmesinden dolayı, Yüce Hükümetlerinin zor durumda ye
baskı altında kaldığı
irade ve ifade buyuruluyor. Yüce
Hükümetlerini ve saltanat merkezinin zâten ne gibi baskı ve ağır şartlar
altında bulunduğu gerek bendenizce ve gerek soylu milletimizce tamamen ve
açıkça bilinmekte olduğundan, bu baskının daha ziyade artıp genişlemesine ve
bilhassa pek büyük sadâkat bağlarıyla bağlı bulunduğum şefkatli kalplerinizin
ve düşüncelerinizin hiçbir şekilde zayıflamasına râzı olamıyacağım. Bundan
dolayı, sadece şu anda bulunduğum görevime değil, bütün övünç sebeplerini
vatan ve millet ile kutsal makamlarının feyzinden ve kurtuluşundan alan pek çok
sevdiğim kutsal askerlik hayatıma da veda etmek suretiyle fedâkârlıkta
bulunduğumu arz ederim. Yüksek Saltanat ve Hilâfet makâmiyle, soylu milletlerinin,
hayatımın son noktasına kadar dâima koruyucusu ve sâdık bir ferdi gibi
kalacağımı tam bir bağlılıkla arz eder, bu hususta teminat veririm. Askerlik
mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezâreti’ne bildirdim. Yüce zatlarının
sıh-' hat ve Afiyette bulunmasına duâ eder ve her türlü âfetlerden korunmasını
Cenâb-ı Hak'tan niyâz ettiğimi yüksek bilgilerinize sunarım. Buyruk.
8Temmuzl919
saat 11.45 gece
Kullan
Mustafa
Kemal
BELGE-79
B.E.O.
Mütenevvia Kısmı
Karton No: 35 Dosya No: 4
DEVLET-İ OSMANİYE POSTA VE TELGRAF VE TELEFON NEZARETİ Çıkı^ Yeri: Ankara Numarası: Yok Tarihi: 14 Ocak 1920 Çekildiği yen Ankara Tarihi: 14 Ocak 1920 Saati: 17.50 İmza: Rasirn
PADİŞAH HAZRETLERİNE
Millî Meclis'e gelmenizi
engelleyen rahatsızlık, bütün halkı olduğu gibi Heyet-i Temsiliyemizi de son
derece üzdü. Gerçek koruyucu olan Allah, tnübârek vücûdunuzu her çeşit
belâlardan korusun.
14
Ocak 1919
Anadolu
ve Rumeli Mudafaa-i
Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyyesi
adına
Mustafa Kemal
i
1
BELGE-80
B.E.O.
Mûtencvvıa Kısmı
Karton No: 35
Dosya No:4
Telgraf
DAİRE-1 SADARET
Tahrirat Kalemi
Tarihi! 18 Ocak 1920
ANADOLU VE RUMELİ
MÜDAFA-1 HUKUK CEMİ
YETİ HEYET-ITEMSİLÎYYESINE
Pâdişâh
Hazretlerinin rahatsızlığı sebebiyle, üzüntülerini bildiren telgrafınızdan
kendilerinin memnuniyet duyduktan bildirilir.
Eski müsveddeden
naklen.
Mühür, İstanbul 19
Ocak 1920
BELGE-81
Dosya Tasnifi
Harbiye-Müteferrika
Belge No: 68
HARBİYE NEZARETİ
Nazârel Şubesi
Kalem-i Mahsus
1842
PADİŞAH BUYRUĞU
Mehmet Vahidüddin
Üçüncü
Ordu Müfettişliği'nden alınan ve askerlikten istifa ederek hiçbir Sıkıyönetim
Mahkemcsi’nin kararına dayanmaksızın idâriî olarak uzaklaştırılarak, taşıdığı
nişan ve madalyaları geri alınmış olan Mustafa Kemal Paşa askerlikten
ayrıldığı, fakat uzaklaştınlmadığı için nişan ve madalyaları geri verilmiştir.
Bu
Pâdişâh buyruğunun yürütülmesine Harbiye Nâzın görevlidir.
3 Şubat 1920
Harbiye
Nazırı Sadrâzam
Cemal Ali Rıza
MUSTAFA KEMAL'DEN
ALEM İ İSLAMA
Yıl: 1920.18 Mart olaylarından
sonra İslam Alemine aşağıi daki beyanname yayınlanıyordu. Bu bildirinin birer
Sureti, Felemenk, İsviçre, Danimarka, ispanya, İsveç, Norveç ve İtalya temsilcilikleri
vasıtası ile dışişleri bakanlıkları ve parlemento başkan. lanna gönderilmişti.
Alem-i İslâma Beyannâme,
Hilafel-i
mukaddese-i îslâmiye'nin makarr-ı âlâsı olan İstanbul'da J
Meclis-i Meb'ûsân ve bilcümle
müessesaı-ı resmiye ve askeriyeye vaz'-ı yed olunmak süreliyle resmen ve cebren
işgal edilmiştir. Butccavüz saltanat-ı Osmaniyye'den ziyade makam ı hilâfeti,
hürriyet ve istiklâllerinin j
istinadgâh-ı
yegânesi gören bütün Alem-i İslâm'a ractdir. Asya ve Afrika'da
Peygamberpesendane bir ulviyetle hürriyet ve İstiklâl mücâhede- ■
sinde devam
eden ehl-i Islâmın kuva-yı mâneviyesini kırmak için son .
tedbir olarak itilâf devletleri
tarafından tevessül olunan bu hareket. Hilâfet makamım laht-ı esarete alarak
bin üç yüz seneden beri payidar olan ve müebbeden masun-ı zeval kalacağına
şüphe bulunmayan Hürriyet-i Islâmiyeyi hedef ittihaz etmektedir. Mısır'ın on
bine baliğ olan şüheda-yı muazzezesine, Suriye ve Irak ın binlerce fedakâr
evlâd ı muhteremesine, Şimalî
Kafkasya'nın, Türkistan'ın, Efganistan'ın, îran'ın, Hind, Çin velhasıl bütün
şiddetiyle mucizeler gösterecek bir kabiliyet-i inkişafiyeye mazhar eylemek
neticesini tevlid edeceğine şüphemiz yoktur. Osmanlı Kuva-ı Milliyyesi hilâfet
ve saltanatı uğradığı müteselsil sû-i kasdları başladığı günden beri devam eden
samimî vahdet ve tesanüd içinde vaâyeti biltUn vahametine rağmen
âzım ve metanetle telâkki etmekte ve bu son ehl-i salib mühacematına karşı
bütün İslâmiyet, cihanın hissiyat-ı tnüşterekesi mıdeavemetine emin olmaktan
mütevellit! bir hissi-i müzaheretle âzım ve imanın âmil olduğu mücahedede
inayet ve nuıvaffakiyatı ilâhiyeye nıazhar olacağına itimad eylemektedir. Kunın-ı
vustanın şövalyeliklerinden bugünün illifak-ı ililâfiyclcrine kadar meşkim bir
teselsülü gaddarane ile tevali eyleyen ehl-i salib ckradırun bu Son amcle-i
sefilesi İslâmiyetin nur-ı irfan ve istiklâline ve Hilâfetin tarsin ettiği
uhuvveti mukavemeti ve aynı vazife-i galeyan ve kıyamı uyandıracağından emin
olarak Cenab-ı Hakk'ın mücahedat-ı mukaddesemizde cümlemize tevfikan
ilâhiyesini terfik etmesini ve nıhaniyet-i Peygamberi yey e istinad eden
teşkilât ı müttehidemize muin olmasını niyaz eyleriz.
Mfldafaa-i Hukuk Hey'et
iTemsîliyesi nâmına
Mustafa Kemal
Evet,
Mustafa Kemal'in de ifade elliği gibi İngil izlerin Hilafete yönelik bu
tecavüzü “1300 Seneden beri payidar olan ve müebbeden masun-ı zeval kalacağına
şüphe bulunmayan hürriyet-i tslamiyeyi hedef ittihaz etmektedir"
Düşünüyorum
da, hilafet İngilizlerin oyuncağı idi ise niçin Ingilizler bu makamt
hedef alıyordu?
Ya
da Mustafa Kemal ne zaman fikrini değiştirdi. Ya da bütün bunlar “zamanın
icabatı" mı idi?
‘HALİFE VE HAKAN EFENDİMİZ”
Büyük Millet Meclisi’nin
Padişah'a Hitaben Beyannâmesi
Halife
Ve Hakan Efendimiz,
İstanbul'un
işgali ve bunu müteakip fecayi üzerine ve men'ıni tedkik ve hukuk-ı saltanat-ı
seniyelerini ve îsıiklâl-i Millîmizi müdafaa ve temin etmek maksadiyle bu defa
Büyük Millet Meclisi halinde içtimâ etlik. Anadolu'nun düşman istilâsında
olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından selâhiyet-i fevkalâde ile
terhis edilen meb'ûslar münefikan ittihaz ettikleri bir karar ile sedde-i
seniyelerine bazı hakikati arzetmeyi kendilerine bir vazife-i sadakat ve
ubudiyet bildiler. Padişahımız, malûmat-ı seniyeleridir ki hanedan-ı saltanat-ı
hümâyunlarının ceddi-i mübecceli olan Sultan Osman tarih-i millîmizin mesut ve
mütemayyen bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere intikal eden bir rüya
görmüştü. Avrupa'nın üç kıl’a üstünde gölgesini sallayan ve altında yüz
milyonluk bir âlem-i İslâm barındıran kudsî ağacından artık bütün dallar
kesilmiş ve ortada yalnız muazzam bir gövde kalmıştır. O gövde Anadolu'nun
gölgeleri çok derin gitmek üzere bizim kalplerimizin içindedir. Ecdad-ı
kiranumız Rumeli'de kendi başına bir cihan olan kıtaları feth ve istilâ ederken
ordularını bu Anadolu topraklarında, davet eder uzak memleketlerin büyük ana
hatlarını, askeri yollarını muhafaza ettirmek üzere yine Anadolu'dan davet ve
celp ve en mühim noktalara iskân ederlerdiBu halk kütleleri Bosna-Hersek ve
Suriye içlerine kadar yayıldı, Basra Körfczi'ne indirildi Suriye, Filistin
yollarında taraf taraf birleştirildi. Padişahımız: Tahtgâh-ı saltanaı-ı
seniyelerinin şeref ve bekası için Anadolu halkı asırlardan beri baba
ocaklarından çok uzak harb yerlerinde ifha-yı hayat etmeyi kendisine en kudsî
bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı, Anadolu viran oldu fakat iklimlere uzanan
hakanlarımızın şevket ve kudreti için her mihneti, her felâketi cana minnet
bitti. O toprak ki Macaristan içerisinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas
eteklerinden Basra’ya kadar koşan uzanıp giden namütenahi meşhedlerle muhattır.
O meşhedlerin her yerden fazla şimdi hürriyet ve istklâli için yeni bir harb
mücahedesini yapan bu eski Anadolu yurdu Şevketli Padişahımız Islâmın her tarafla
düçar-ı hezimet olan bayrakları gelip onun ufkunda toplandı. Onun ufuklarında
kendine en son penah-ı necatını aradı. İzmir istilâsı üzerine memalik i
şahanelerinin en mamur, en mes'ut bir kısmı nasıl ateşlere yağma ve kitallerle
başlan başa harab oldu bilirsiniz. Hiç bir hakka istinad etmeyen ve milletimizi
son yurtta duçar-ı esaret etmeyi emel eden bu vahşî akın üzerine kalb-i
hümâyûnlarının duyduğu acı teessürleri cihan matbuatına bizzat tevdi
buyurmuştunuz. İzmir işgali takip etti; sonunda yetiştiği millet binlerce
seneden beri cihanın en muhteşem tahtlarına sultanlar yetiştirmiş ve hür
yaşamış olan bir millet sıfatiyle bu hâl karşısında ne yapabilirdi? Padişah
elîm bir harp neticesinde ordularını kullanmaktan memnu ve mahrum gördüğü için
kendi kendine silâha sarıldı ve nerede ana vatanı tecavüze uğramış ise oraya
dinini ve milletini, namusunu kurtarmak için koştu.
Padişahımız
Kafkasya'nın İslâm kahramanlan babalarının ocaklarını kendilerinde gözgöre
kavi bir düşmana Otuz SCTiCmİT kadit1., erkek müdafaa
ettiler. Cezayir yirmi seneden beri bir devri şeamet yaşıyor .Zavallı Fas on
senedir ki Fransız işgalini tanımıyor ve silâhını teslim etmiyor. Trablus bir
avuç kahramaniyle aynı cidal içindedir. Bugün İslâm âleminin her bir köşesi
silâhından tamâmiyle mahrum bir hâlde iken zulüm ve ziyanımı boyunduruğunun
atmak için isyan ederken Abbasî ve Fatımiye hilâfetlerinden Selçukî
Türklerinden beri hemen bin yüz seneyi mütecaviz bir zamandır İstiklâl ve
Hürriyet ve Din için gaza eden büyük milletimiz Asya'nın ve Islâmm Âlcmdân
diye cihanşümul bir şöhreti olan milletiniz halâsı canına susamış
düşmanlarının merhametinden bekler.Şevketpenah efendimiz millî müdafaamızı
mübarek makam-ı hümâyûnlarına karşı bir isyan suretinde göstermek ve halkı
iğfal için mütemadj ça-
lışan
hainler var. Onlar milleti birbirine kırdımak ve düşman fütuhatına yolu açık
bırakmak istiyorlar? Halbuki vuran da vurulan da hep sizindir. Hepsi aynı
derecede sadık evlâdımzdır. millî müdafaamızı düşmanların bayrakları
babalarımızın ocakları üstünden çckilnceye kadar tcrkedemcyiz. Her yeri bir
büyük hakanımızın aşkı dinî ve âlisine mutantan mchip bir delil olan İstanbul
mabedleri etrafında düşman askerleri öz vatanın topraklan üstünden yad adamlann
ayaklan çekilmedikçe mücahcdemizde devam etmeye mecburuz. Cenab-ı Hak
analarının yurdunu koruyan halife ve hakanının şeref ve istiklâli için uğraşan
evlâdlanmzla beraberdir. Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir
yaşamak ecnebi esareti bahasına nail olacağımız huzur ve saadete bin kere
müraacahtır. Padişahımız kalbimiz hiss-i sadakat ve ubudiyetle dolu, tahtımızın
etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. İçtimâin
ilk sözü Halife ve Padişaha sadakat olup Millet meclisinin son sözünün yine
budan ibaret olacağı sedde-i seniyelerine en büyük tazim ve huşu ile arzeder.
Büyük
Meclis emriyle
Mustafa Kemal
Evet
Millet Meclisinin ilk ve son sözü “Halife ve Padişaha sadakaııan ibarettir.”
Herhalde
Milli Meclis bu duygusunda Samimidir. Ve Mustafa Kemal bu duygulan ifade
etmektedir.
Milli
devleti var kılan iradenin hükmü budur: Rıza-i lillah.. Ve Ingilizlerm hedefi
ise bu iradeyi yok etmektir!
ERZURUM’DA MUSTAFA KEMAL'E İLK
İTİRAZLAR
Erzurum
Kongresinin başkanlığı konusu ciddi tartışmalara sebcb olmuştu. Mustafa
Kemal'in başkanlığına sağdan soldan itirazlar gelmeye başladı.
-Mustafa
Kemal reisliğe seçilemez
-Hatta
bu kongreye aza olarak dahi giremez
-Gece
gündüz işret eder, Zevk-ü safaya düşkündür. Kongrc'nin riyasetine seçilmesi
halk üzerinde iyi tesir yapmaz!
Mustafa
Kemal'in özel hayatı daha o günlerde o çevrelerde de tartışılıyordu.
Bir
grub Kazım Karabekir'in başkan olmasından yana idi. Ama asker olduğu için böyle
bir durum sorun çıkarabilirdi. Faaliyetlerini sürdürmede, insiyatif kullanmada
zorlanabilirdi.
Mustafa
Kemal'in seçilmesi halinde ise İstanbul tepki gösterebilirdi.
Karabekir
kendisi bu görevi istemekle birlikle bir çözüm de bulamıyordu.
Her
kafadan bir ses çıkıyordu. Sonunda Şark Vilayetleri Müdafay-ı Hukuk Cemiyeti
Erzurum şubesi 10 Temmuz 1919'da bir bildiri yayınlayarak Erzurum Kongresini
toplantıya çağırdı ve Mustafa Kemal'i de Cemiyetinin başına geçmeye davet etti.
Öte yandan Ccmiyet'in İstanbul'daki merkezi de kendi adına oy kullanmak üzere
Mustafa Kemal'i vekil tayin etti.
23
Temmuz 1919'da başlayan ve 14 gün süren kongre
sonunda
Damat Ferit bir bildiri ile Anadolu’da isyan çıktığını, bu hareketin men
edilmesi gerektiğini duyurdu.
Kongre
sonunda bir ‘Heyeti Temsiliye’ teşkil edilerek başına Mustafa Kemal geçirildi.
Bu
ilk Millî Kongrenin Heyeti Temsiliye üyeleri şu isimlerden oluşuyordu
-Mustafa
Kemal
-
Raif Efendi
(Erzurum eski mebusu)
-
izzet Bey
(Trabzon eski mebusu)
-
Servet Bey
(Trabzon eski mebusu)
-
Nakşibendi
tarikatı şeyhi Fevzi efendi
-
Bekir Sami Bey
(Beyrut eski valisi)
-
Saduliah
Efendi (Bitlis eski mebusu)
Hacı
Musa Bey (Mutki aşireti reisi)
-
Rauf Bey
Bu
isimlerin çoğu daha sonra unutulup gitti
Zaten
bu isimlerin yansı Sivas kongresinden önce memleketlerine dönmüştü. Saduliah
bey ortalıkta gözükmüyordu, Hacı Musa bey Aşiretinin başından ayrılmak
istemiyordu. İzzet ve Servet Beyler kongre biter bitmez Trabzon'a dönmüşlerdi.
Sonuçta Sivas'a ançak şu beş kişi katılabildi.
-
Nakşibendi
Şeyhi Fevzi Efendi.
-
Hoca Raif
Efendi
-
Rauf Bey
-
Bekir Sami Bey
ve
Mustafa Kemal.
Mustafa
Kemal Sivas'a geldiğinde Fevzi Paşa da Mustafa Kemal'in tevkif etmek üzere
Sivasa gelmiş.
Kazım
karabekir bu konuda şu bilgileri veriyor:
“-Mustafa
Kemal ve Ali Fuat Paşalar menfaat düşkünü ve haristirler. Fakat iyi bilici
Mustafa Kemal başa geçerse ilk işi seni yoketmek olacaktır. İsmet Bey (İnönü)
ve Samsunlu Şefik Bey de, birçok kimse de bu düşüncededir. Mustafa Kemal'i
yakalamak ve götürmek vazifemdir. Mani olma, bırak İstanbul'a götüreyim."
diyor.
Kazım
(Karabekir) Paşa devamla Fevzi Paşa'yı vatan ve millet kaygusu ile ikna ettiğini
ve Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşa ile barıştırıp, öpüştürdüğünü anlatıyor.
Sivas'ta da kongre başkanının kim olacağı tartışma konusu olmuş. Gizli oyla
Mustafa Kemal’in başkanlığı onaylanmıştı.
Sonunda
meclisin İstanbul'da toplanması yönündeki talepler de aşılarak 1. Meclis
Ankara'da toplanarak doğudaki harekelin mihveri Orta Anadolu’ya bağlanmıştı.
Kongre
safahatı gösteriyor ku herşey çok aceleye getirilmiş. Hiç bir ön hazırlık yok
Herkes aynı şeyi istiyor ama bu hedefe nasıl ulaşdacağı konusunda umuma açık
bir proje yok. Halta bu hareketin koordinasyonunu gerçekleştirecek kadronun
teşkili konusunda bile kimsenin bir hazırlığı ve fikri yok. Bu konuda Mustafa
Kemal çok şanslı görünüyor. O ne islediğini ve kimin ne düşündüğünü biliyor.
Kongre
delegeleri de birbirini tanımıyor.Yine de herkesin en iyi tanıdığı kişi mustafa
Kemal. Herkes, hilafetçisi, Cumhuriyet eğilimlisi Mustafa Kemal'i kendine yakın
buluyor.Herhalde tngilizlerin'de Mustafa Kemal'in hilafete karşı batı yanlısı
tutum, davranış ve düşüncelerinden memnun olmaları gerekir. Bu ortamda Mustafa
Kemal çok şanslı bir konuma sahip bulunuyor. Bu konuda İngilizlerin bölgedeki
komiseri olan Rowlings'in raporlarının önemli rolü olsa gerekir.
YUNANLILAR NİYE İZMİR'E ÇIKTI?
Ingilizler
ne yapacaklarını şaşırmış gözüküyorlardı. Belki hemen hilafeti ortadan kaldırıp
Anadolu'yu işgal ettiklerini açıklayabilirlerdi. ABD ve Fransa da bu konuda
İngiltercyi desteklerdi. Hatta bu amaçla 100.000 kişilik 24 Tümen Yunan askeri
silahandınltnış, İngiltere adına Anadolu'yu ele geçirmek üzen: hazırlanmışu. Bu
arada Fransızlar doğuda, 50.000 Ermeniyi Amerikan' silahlarıyla donatmıştı.
Ingilizler hilafeti ilga ve İstanbul'u ilhak etmekle bu işin bitmeyeceğini
Anadolu'da muhakkak bir halk hareketi ile karşılaşacaklarım biliyordu. Üstelik
hilafet merkezi olması itibari ile İstanbul'un işgali hem Anadolu halkını, hem
de İslâm alemini tedirgin ediyordu. Zaten Kudüs'ün Filistin topraklarının
işgali ile İngiltere İslam aleminde kendini yeteri kadar zor duruma sokmuştu.
İngiltere, nasıl Filistin'de Arap milliyelçliğini Osmanlıcı!ık'a karşı bir
alternatif olarak kullanmış ve bu güçlerin çıtuşması üzerine kendi iktidarını
tesis etmiş ise, şimdi aynı şeyi İstanbul'da yapmak istiyordu, tngilizlcr'in
saray içinde ve çevresinde zaten yeteri kadar dostu, (muhibbi) bulunuyordu.
Hatta bunlar örgütlenerek İngiliz mandasını savunuyordu. İstanbul'da asker,
aydın ve bürokrat takımı ya doğrudan işbirliği içindeydi, ya da köşeye
sıkıştırılmış, gözaltında bulunuyordu. Bu arada namuslu Ûlcma vo askerler
çoktan doğuya geçerek kurtuluş çareleri aramaya ve örgütlenmeye başlamışlardı.
Osmanlı Ordularının büyük bir bölümü tasfiye edildiği için elde kalan son
birlikler dağda toplanarak, doğu müslümanlannın maddi ve manevi desteği ile
işgale son verilme hesabı
yapılıyordu. Öte yandan Sovyet devrimi 1 ile ortaya çıkan anti
emperyalist potansiyeli yedeğe almak isteyen ı, Enver Paşa gibi dahiler
Anadolu'nun kurtarılması yolunda alteri nailî Projeler üretiyorlardı.
İngilizler şuna kesin inanmışlardı. Or• tadoğudaki askeri emrivakilerin hukuki
bir statüye kavuşturulmaf $ı ve İslam ittihadının sona erdirilebitmesi için
hilafetin ve padi1 şahlığın ilgası zorunlu idi. Ancak bu zorunluluğun ifası
ingilizlcri, ‘ Anadolu Rum ve Ermenilcrini, Anadolu’daki halk ayaklanması
karşısında çasesiz ve acz içinde bırakabilirdi. I. Dünya Savaşının sonuçlan
korkunçtu. 1918 del. Dünya savaşı bilmiş itilaf devletlerinin 42.188.810,
ittifak grubunun 22.850.000 kişiyi cepheye sürdüğü savaşta, İtilaf devletleri
22.104.209 kişi kaybetmişti.
Karşı tarafın kaybı ise 15.404.477
kişi idi. toplan 65.038.810 kişinin katıldığı savaşta, muharip göçlerin %
574si hayaunı kaybetmişti. [.Dünya Savaşı'nın insan zayiatı 371.508.686 kişi
idi. Faşizm ve, kapitalizmin insanlığa armağanı! Ingiltere'nin bu şartlarda
Türki’ye üzerinde yeni bir askeri maceraya gücü ve morali yoktu. ingilizlerin
bölgeye sevkedecek fazla bir askeri gücü yoktu. Yunanlılar ise bu konuda işi
daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi, Dimyat'a pirince giderken
evdeki bulgurdan j olma sonucunu doğurabilirdik. Bu durumda ingilizlcr’in
elinde , tek koz kalıyordu, zayıf bir hilafet merkezi ve Anadolu’daki halk )
hareketi ile İstanbul'un arasını
açmak. Bu arada İstanbul'u kulla! narak Anadolu'yu denetim altında tutmaya
çalışmak Millî ci güç' teri kışkırtarak, Anadolu'da Milli'ci güçlerle hilafet
yanlılarını çatıştırmak. Din önemli bir faktördü. Ne İngilizler, ne de
Miniciler , açıktan dine karşı, hilafete karşı çıkmadılar. Hatla İşgal
yıllarında bile ingilizler Ayasofya da ibadeti engellemeye kalkışmadılar! İn|'
gilizler, hilafeti halkın eliyle tasfiye eunek ve sonuna kadar hilafet
merkezinin denetimini elinde bulundurmak istiyordu. Sonraları f Mısır'daki
Müslüman esirleri getirerek Hilafet ordusu adına bunları Minicilere karşı
kullanmayı denedi, bu olmadı. Önceleri İngilizler bazı Paşaların Istanbul'un
onayı ile Anadolu'ya geçmesine 1 zimnen yardımcı oldu. İngilizler İstanbul'u
kullanarak İstanbul'dan gidecek memurlar vasıtası ile iki amaç güdüyordu; 1-
Anadolu'daki
Rum ve Ermenden: karşı Müslümanların baskısını önlemek. 2Dağınık bir şekilde
denetimsiz Halk kurtuluş cephelerini belli bir merkezde toplayarak denetim
sağlamak ve bu güçlerle İstanbul arasında iktidar mücadelesi örgüdemek! Bu
arada İngilizlcrin İstanbul dışına gitmelerine göz yumduğu bazı Paşaları, daha
sonra geri getirtme çaba ve baskıları bu konuda bazı sinsi projelerin
yapıldığını akla getirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki İngilizlerin Yunanlılar'ı
İzmir'e çıkartmaları, Anadolu'da bir umutsuzluk tevlid ederek, doğudaki
örgütlenmeyi daha olgunlaşmadan boğmak, bu bölgedeki düzenli kuvvetleri ve
Paşaların batıya intikalini sağlamak içindir. Yunanlıların işgal için gelmediği
açıktı. Yakıp yıkıyorlar ve tek bir doğru çizgi üzerinde Anadolu'nun içlerine
doğru ilerliyordu. İstanbul işgal alunda olduğu için çaresizdi. Bu durum
insiyatifin halk hareketlerine geçmesini kolaylaştırdı. Böylece doğudaki
güçler batıya kaydırılmaya başladı. Bunun güçlüğü ve mahzurları ortada idi.
Bunun sonucu olarak millici güçlerin doğu müslümanlan ile irtibaüan
kesiliyordu. Yine Sovyet devriminin etkisi de izole ediliyordu. En önemlisi de
Doğudaki Ermenilcrin ve Rumlann güvenliği teminat altına alınmış oluyordu. Bir
kısım aydınlar Ingiliz manditerliğini savunurken, bir başka grub Amerika'dan
yana idi. Enver Paşa ise Komünist bir Türkiye için temaslarda bulunuyordu.
Hatta özel olarak komünistlerle temas kuran özel bir komite Anadolu'nun
komünist olması halinde Halife ve Padişahın konumunun ne olacağına ilişkin bir
rapor hazırlıyordu. Doğu'da bir Ermeni ve bir Kürt devleti teşkili konusunda ve
Rumlarla ilgili bir takım düzenlemeler için Millici muhalefetin odak noktasının
batıya kaydırılması zaruri idi. Yunalı işgali bu konuda önemli bir fırsat
oluşturuyordu. Bu arada, doğudaki hareketin Orta Anadolu'ya aktarılması,
İstanbul'dan iltihakları artıracak, iki taraf arasında çatışma imkanları
kolaylaştıracaktı. Yunanlılar daha sonra «geldikleri gibi gittiler» ancak bu
halkın vatanını korumadaki sarsılmaz karalılığı ve kapalı kapılar arkasındaki
hala mahiyetini lam olarak bilmediğimiz siyasi pazarlıkla oldu. Yunanı denize
döktük mü, yoksa geldikleri gibi gemilere binip gittiler mi? Türkiye ile
araşma sınır çizgisi bile sığma-
yan Mcis, nasıl Yunanlıların
oldu?
Mustafa
Kemal İzmir'e geldiğinde zaferi birRutn meyhanesinde kutlayacaktı! Lozan'da
iki ulusun kardeş olduğunu öğrenecek, liselerimizin ders programından Osmanlı
ve İslam Tarihi’ni çıkartıp Yunan Medeniyet Tarihini zorunlu ders yapacaktık.
Olan olmuştu. Yunan klasiklerini tercümeye başladık. Yeni Türkiye Cumhuriyeti
batı kültürünün de temelini oluşturun Grek Kültürünü kendisi için milad kabul
ediyordu. Yasalar, kültür, giyim kuşam, sanat, yazı, kavramlar ve kurumlan ile
Balı zorunlu tek istikametti aruk. Yunanlılardan savaş tazminatı bile
istemedik. Vatan kurtulmuştu ya o bize yeterdi. Halife hain ilan edilmiş ve
bir İngiliz gemisi ile İstanbul’u ıcrkcımişti. Yoksulluk içinde geçen acılı
günlerden sonra Yahudilcr bir zamanların Padişahının tabutuna haciz
koymuşlardı. Vahdeddin hain değildi. Giderken Sarayı da yağmalanmadı. Hatta
gemide okumak üzere saraydan getirttiği Kur'an-ı Kcrim'in alun mahfazasızın
beytiil mal'ın olduğu için geri göndermişti! Aç yaşadı ama onurlu öldü. Oysa
İstanbul O günlerde nasıl bir yağmayı yaşıyordu. Abdulhamit zamanından beri
İttihatçı Paşalar alıştıktan rüşvet ve hırsızlıkla devlet hâzinesini zor
durumda bırakırken bir de İngiliz işgali yaşanmıştı. İzmir kurtarıldıktan
sonra 4 Ekim 1922’de Vakit gazetesinde yer alan bir habere göre Mustafa Kemal
şöyle diyordu: «Artık bütün cihan bizimle bcrabcrdir.İnsaniycl bizimle
beraberden İngiliz milletinin sağ duyusu bizimle beraberdir. İnsaniyet bizimle
beraberdir. Hatta şimdiye kadar yanlış yola gitmiş olan bazı garp ricali bile
nihayet hakikati görmüşler, bizimle beraber olmuşlardır». Bu sözler, bir
dönemin bittiğini, yeni bir dönemin başladığım gösteriyordu.
Jl
ı
| I. MECLİSTEN CUMHURİYETİN İLANINA.
1. Meclisin
yaklaşık 400 üyesinin 681 ûlema sımfındandı.
Bunun 62'sini
bürokratlar 58'ini ise askerler oluşturuyordu.
Hukukçular
50, Ziraatçiler 39, Diplomatlar 37, İktisatçılar ve Eğitimciler 27şer,
Doktorlar 18, Teknisyenler 2 sandalyeye sahipti. .
Aslında bu rakam sürekli değişiyordu.
İstanbul mcclisinden yeni iltihaklar oldukça onlar da Meclis oturumlarına
katılıyordu.
Sadi Irmak bir
araştırmasında bu durumu şöyle anlatır:
(Bak: Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt:3
Sayı:8)
23 nisan 1920'de ilk toplantısını
yapan ve adı Türkiye Bü* yük Millet
Meclisi olarak tarihe geçmiş olan Millet Meclisi’nin birnumaralı kararı
şöyledir;
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu
kene intihab edilen ! azalarla
İstanbul Meclis-i Mcbusam’nından iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına
karar verildi.”
Daha bu ilk toplantıda İstanbul'dan
gelecek olan mcbusların kabul şartlan üzerine bazı tanışmalar geçmişti. Fakat
sonunda
işgal edilmiş
olan İstanbul'dan çıkıp Ankara'ya gelebilen bütün mebusların Mcclis'c kabulü
kararlaştırıldı. Asıl tartışma bu yeni Mcclis'in mahiyeti üzerinde olur.
İstanbul'dan gelen mebuslar arasında bulunan bir hukuk profesörü (Celâlcttin
Arif) bu Mcclis'in meşruiyeti için bir kanun mesnedine dayanması lüzumunu
ileri sürmüştü. Bu zata göre Türk mcvzuaUnda bununla ilgili bir hüküm yoklu.
Ancak Fransız Anayasası'nda bulunan bir hükümden
faydalanılabilirdi. Buna göre memleket işgal alıma alınır ve ( Meclis
zorla kapatılırsa kurtulabilen mebuslar bir araya gelerek
meşru bir meclis teşkil edebilirlerdi. Bir lakım samimî muhafa' zakârlar böyle
bir Meclisin meşru olabilmesi için Müslümanların i halifesi ve milletin
padişahı olan zatın muvafakatim almak gere; kirdi, Atatürk görülmemiş bir
maharetle bu gibileri yatıştırmayı bildi ve dedi ki “İstanbul şeraitinin.
Padişah ve halife ile no alenî ne de hususî ve mahrem temasa müsait olmadığını
izaha, çalıştım.
Böyle
bir temasla ne anlamak istediğimizi sordum” ve milletin isiklâl ve samimiyetini
temin için çalışmakta olduğunu haber veri mek için de buna hacet yoktur.
Padişah ve halife olan zatın da bunI dan başka bir şey düşünmelerine imkân var
mıdır?
5 Eylül 1920’de kabul edilen 18
sayılı Nîsab-ı müzakere ka! nununun ilk maddesi şu hükmü taşıyordu:
IBüyük MilJct
meclisi, hilâfet ve saltanı ün, vatan ve milletin istihî as ve istiklalinden
ibaret olan gayesinin husulüne kadar ferait-i âliye dairesinde müst'mirren
inikat eder.
Sadi Irmak bu madde ile ilgili
olarak şu akçıklamayı yapma zarureti duyuyor.
Bu
birinci medde şüphe yok Atatürk'ün ilhamıyla benisenmişti ve bu madde
Atatürk'ün zamanlama hususundaki dehasının canlı bir belgesidir. Atatürk daha
1907'de hilafeti de, saltanatı kaldıracağını söylemişti. Fakat 1907'de bunun
günü gelmemiş, memleketin alıştığı ve kalben bağlı olduğu hilâfet ve saltanata
yer vermek ve mücadele hedefleri arasında onları kurtarmak amacını göz önünûde
tutmak zorundaydı. O günkü koşullarda milletin büyük çoğunluğu bu görüşteydi
4
Kasım 1920’de 47 sayılı kararla bakanların seçimine dair yasa değiştiriliyor 20
Ocak 1921'de de 85 sayılı yasa ile “Teşkilatı Esasi” yasası çıkartılıyordu.
Anık
devletin teknik şeması onaya çıkmış, muvafıklar ve muhalifler belli olmuştu.
Müdafaa-i Hukuk, Millet Meclisine değil, Meclise hakim tek partiye
dönüştürülerek, meclisin tek hakimi olmasa da, meclise hakim tek partinin ömür
boyu lideri olmak sureti ile cumhuriyetçilik adına, yeni, nev-i şahsına
münhasır bir yönetim biçimi oluşturuluyordu.
Mecliste
388 üyenin bulunduğu zamana göre yapılan meslek dökümünde Osmanlı'nm devamı
niteliğindeki İlmiye, Kalemiyc, Scyfiyc (Alim, bürokrat, asker) ve diplomat
toplamı 217'yi bulmaktadır ki, bu durumda bu meclisin Osmanlı Meclisinin devamı
olduğu söylenebilir. Kaldı ki meclisin 1 numaralı kararı da bunu teyid
etmektedir.
Sadi
Irmak 1. Meclisteki fikir akımları ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir:
Hepsi
vatan perver, hepsi fedakâr olan ve tarihî bîr görev yüklendiklerinin
bilincinde olan Birinci Meclis üyeleri, şüphe yok, öteden beri memleketle yer
etmiş fikir akımlarının etkisindeydiler. Zaman zaman egemenlik ve üstünlük
kazanmış olan bu fikir akımlan, İslamcılık, Osmancı hk, Türkçülük odaklarından
geliyordu. Aynça hilâfet ve saltanat makamlarının dokunulmazlığın] zorunlu
gören guruplar yanında “kayıtsız şartsız ulusal egemenlik” tezine bağb, o zaman
sayıca küçük de oka, bir grup bulunmaktaydı. Son yüzyılda İslamiyet, politik
yorumlara tâbi tutulmuştu. Bunların kaynağı Kuranda bulunan bir ayetin farklı
yorumlara bağlanmasından geliyordu. Bu ayetin anlamı şuydu: “Kuru ve yaş hiçbir
şey yoktur ki bu kitapla yer almamış olsun”.
Yasama,
yürütme ve yargı sorumluluğunu da üzerine alan meclis yürütmede karşılaştığı
pratik sorunları çözmek için 25.4. 1920'de “Kuvvet-i İcraiye” teşkiline karar
verecektir.
Böylecc
iktidar yapısının yavaş yavaş oluşmaya başladığı görülmektedir.
30.10.1922
tarih ve 397 sayılı kararla meclis İstanbul'dan bağımsızlaşma yolunda bir adım
daha atmıştır:
“Osmanlı
İmparatorluğunun münkariz olduğuna ve Büyük Millet Meclisi Hükümetinin teşekkül
ettiğine ve yeni Türkiye hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim olup
onun hudud u millî dahilinde yeni vârisi olduğuna ve Teşkilât-ı Esasiye
Kanunuyla, hukuk-u hükümranı, milletin nefsine verildiğinden İstanbul'daki
padişahlığın madüm ve tarihe nıüntakil bulunduğuna ve İstanbul'da meşru bir
hükümet mevcut olmayıp İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisi’ne ait ve
binaenaleyh oraların umıır-u idaresinin de Büyük Millet meclisi memurlarına
tevdi edilmesine ve Türk hükümetinin hakkı meşru olan makam ı hilafeti esir
bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar verildi.”
Birinci
Meclis tam bir halk meclisi idi. Din alimleri, şeyhler, ağalar, askerler,
aydınlar, bürokratlar herkes vardı.
1. Mecliste Din alimlerinin
ağırlığı açıktı ve Meclis tam anlamı ile dini törenlerle açıldı. Tekbir
sesleri, kelime-i tevhid yazılı yeşil bayraklar, hatimler, dualar...
1. Meclisin dinî ağırlığı,
Ankara'yı İstanbul'a karşı daha • şanstı duruma getirmişti. Artık İstanbul
köşeye sıkışmış, alim, aydın, bürokrat,asker desteğini yitirmişti. İstanbul
sadece birkaç Unvan ve isimden ibaretti. Daha sonra hızla Örfi İdareye
geçildi. Takrir-i sukun ve İstiklal Mahkemeleri yolu ile ve meclisteki bir
takım yeni düzenlemelerle meclisin dini karakteri değiştirildi. 2. Meclisin
yapısı oldukça değişikti.
1. Meclis, Erzurum ve Sivas
Kongrelerinde ortaya çıkan halk sözcülerinden başka, tüm Anadolu’daki halk
kurtuluş savaşı Önderlerini bağnnda toplamışa. Bu kadar farklı kişi.grub ve
görüş bağlıları arasında bir konsensüs zordu. Şimdi meclise hakim olan geleceğe
yön verecekti. Meclisteki ihtilaflar ve İstanbul'un tavrı üçlü bir çalışmayı
getirdi. İstanbul, Ankara ve çeteler ihtilafa düşmüştü. Şimdi Din ve siyasi
güç Ankara'da idi. Askeri güç ve fetva gücü ile İstanbul ve Anadolu'da'ki, daha
önce işgal kuvvetleri ile savaşan çeteler Ankara'ya boyun eğdirildi.
İstiklal Harbi'nin birinci
safhası, dinin ve vatanın salahı için beynel İslam bir halk savaşı idi. Türk,
Arap, Çerkez, Kürt, Accm.Hint, Tacik, Türkmen herkes vardı. Kadın erkek, çocuk,
yaşlı, din alimi, asker, bürokrat, aydın.Ankara hükümeti teşkil edildikten sonra
hükümet kuvvetleri üç güçle savaştı:
İşgalciler, İstanbul ve muhalif
halk hareketleri.
Ankara galibti. Zaten başka
türlüsü olamazdı. Yeni Ankara hükümetinin asli karakterini Lozan anlaşması ve
buna bağlı görüşmeler belirleyecekti.
Kurtuluş Savaşı bitip Cumhuriyet
kurulunca artık din ve hilafet bir yük olarak görülmeye başlanmıştı. Yeni
Türkiye aydınlık ufuklara ilhamını gökten alan bir güçle değil, Atatürk ilke ve
inkılablanndan güç alan bir irade ile yönetilecekti. Hedef, muasır medeniyetin
üzerine çıkmaktı.
-Muasır
Medeniyet!..
Mustafa
Kemal 1919’dan itibaren, bütün siyasi hayalı boyunca bir asker olarak değil
bir politikacı, bir diplomat gibi hareket etli.
Masabaşı
savaşında Enver Paşa'yı da, İstanbul'u da bozguna uğram. Muarızlarını susturdu.
İşgal kuvvetleri ile olan mücadelesinde sistemli bir şekilde, şiddet ve
silahtan kaçındı. Her zaman bu güçlerle yakın bir diyalog içinde olmaya büyük
Özen gösterdi.
Meclisteki
rakiplerini dize getirmede ya da isyanlar konusunda ayni taktiği uyguladı. Hep
bir dengeci olarak kaldı. Ve bu denge üzerinde hareket ederek önemli işler
başardı.
Mustafa
Kemal mücadele hayatı boyunca hep enformatik gücü elinde bir silah gibi
kullanarak başarıya doğru yürüdü. Bu konuda ilişki içinde olduğu çevrelerden
büyük bir destek gördü.
İstanbul'la
girdiği savaşla ikili bir melod izledi. Bir yandan hilafeti korur gibi
göstermesine rağmen, öte yandan halifeye karşı mücadeleye girişli. Halifeye
rağmen hilafet savunuculuğu idi yapılan iş. '
Ankara
ve İstanbul uleması kendilerinin Hak yolda olduklarını isbadamak için Fetvalar
yayınlıyorlardı. İşin ilginç yanı her iki taraf ta Hilafeti savunuyordu.
Ankara
ve İstanbul din adına kendinin meşruiyetini isbatlamaya çalışıyordu. Aşağıda bu
ilginç hesaplaşma ile ilgili belgeleri
İstanbul Fetvası
Scbeb-i
nizam-ı âlem olan halife-i İslâm edamullahıtaala hilâfetle ilâycvmülkıyam
hazretlerinin tahc-ı velayetinde bulunun bilâd-ı Islâmiyede bazı eşhas ı şerire
ittifak ve ittihad ve kendilerine rilesa intihab ederek leb’a-i sadıka-i
şahaneyi hiyle ve tezvirat ile iğfal ve idlâle ve bilâ emir âl-i ahaliden asker
cem’ine kıyam edip zahirde askeri iaşe ve teçhiz bahanesiyle ve hakikatte ce-i
mal sevdasiyle hilaf-ı şer'-i şerif ve mugayir-i emir-i munif ve bu veçhile
ibadullaha zulmü ityad ve tecrime cesaret ve memalik-i mahrusatun bazı kurra ve
belâdına hücum ile tahrib ve hâk ile yeksan ve tab'a-i sadıkadan nice nüfus-ı
masumeyi katil ve itlaf ve dima‘-i ilmiye ve askeriye ve mülkiyeyi hodbehot
azil ve kendi hempalarını nasb ve merkez-i hilâfet ile memalik-i mahrusamn
muvasalat ve münakalat ve muhaberatım kat' ve taraf-ı devletten sadır olan
evamirin icrasını men ve merkezî diğer memaliktentecrid ile şevket-i hilâfeti
kesir ve lehvini kas1 dederek makam-ı mualla-yı imamete ihanet
etmekte itaat-i imamdan huruç ve devlet-i âliyenin nizam ve intizamım ve
bilâdm asayişini ihlâl için neşir ara ciyf ve iş'aa-i ekazip ile nâs-ı fitneye
saik ve sai-i bilfesad oldukları zahir ve mütehakkik olan rüesa-yı mezburun
ile ihvan ve ittiba-ı bagiler olup dağılmaları hakkında sadır olan emr-i âliden
sonra hâlâ inad ve fesadlarmda İsrar ederlerse mezburların habasetlerinden
tathir-i bilâd ve şer ve mazarratlarından tahlis-i ibad vecib olup fıkatelû
celti mebgi hatta ilâ emrullah nass-> kerimi mucibince katil ve kitalleri
meşru ve farz olur mu?
Beyan buyurula.
Evcevap: Allahu tealâ a'lem olur.
Bu
suretle memalik-i mahrusa-i şahanede harb ve darbe kudretleri bulunan
Müslümanlar imamı âdil halifemiz sultan Muhammed Vahideddin hazretlerinin
etrafında toplanıp mukatele için vaki olan davet ve emrine icabet ve bigat-ı
ınczburun ile mukatele etmeleri vacib olur mu beyan buyrul a.
Elcevap:
Allahutealâ a’lem olur.
Bu
surete halifenin esakirinde olup da bigatı katledenler gazi ve bigal tarafından
katil olunanlar şehit ve müsap olurlar mı?
Beyan buyrul a.
Elccvap;
Allahutealâ a’lem olurlar.
Bu
surette bigat ile muharebe hakkında sadir olan emr-i sultaniye itaat etmeyen
Müslümanlar asem ve tazir-i yer'iyc müstahak olurlar mı. beyan buyrurula.
Elccvap: Allahutealâ a’lem
olurlar.
Ketebeıül
fakir Dürrizade Esseyyid
Abdullah Afi Anhümâ
Sebeb
i nizam-ı âlem olan hilâfet-i müslimin idamullah-ı hilâfete ve şevkete
ilâyevmüdin hazretlerinin makam-ı hilâfet ve makan-ı saltanatı olan İstanbul
cmirülmümininin hilâf-ı m arazisi olarak ada-yı müslimin olan düvel-i muhasama
tarafından fiilen işgal edilerek asakir-i Islâmiye eslâhasmdan tecrid ve
bazıları bîgayr-ı hak katil ve makarr-ı hilâfetin muhafazasını kâfil bilcümle
istihkâmat ve kıla' ve vesait-i harbiye-ı saire zabıt ve muamelât ı tesmiyeyi
tedvire ve cüyuş mülimini teçhize memur olan Bâbıâli ve Harbiye Nczâreti'ne
vaz'-ı yed edilerek halifeyi menafi-i hakikiye-i milleti zamin tedabir
ittihazından fiilen men ve idarei örfiye ilân ve divan-ı harbler teşkil ile
İngiliz kavninine tatbikan muhakeme ve tezciye etmek suretiyle halifenin hakk
ı kazasına müdahale ve kezalik hilâf-ı marazi-i hilafetpenahî olarak ecza yı
memaliki Osmaniyeden İzmir ve Adana ve Maraş ve Antcp ve Urfa havalisine
düşmanlar tarafındım tecavüz ederek ıeb'a-i gayr-ı müslime ile biliştirâk
îslîları katliâm ve inalları nehb ve garet ve mukadderatına tecavüz ve
mukaddesat-ı müslimini tahkir eder olduklarında bervech-i meşruh manız-ı
hakaret ve esaret olan halife-i müsliminin istihlâsı hususunda kudret-i
mümkinelerini sarfetmek bilûmum müslimine farz olur mu?
Elccvap:
A’lcm-i Allahuteala olur. (Velcihad-ı farzı ayn en hücüluduv ve tahrülçülmerat
velabdu bizizni zevcüha ve şeyde “Keza, filkünz ve fılbezaziyc” imarettin
müslimetün ve beytemmeşrik vecbi ala ehlülmağrib tahlisuha minclsiraten Keza
filbahrülraik).
2-
Bu surette
hukuk-ı meşruasını hilâfetin kudret-i mağzubesini istirdat ve bifiil maaruz-ı
tecavüz olan memalik-i mezbureyi düşmandan
talhir için mücadele ve mücâhede
eden cumhur I MÜSLİMİN ŞER'AN BAĞî OLURLAR MI?
Elcevap
A’lemi-i Allahutealâ olmazlar. (Elbegati kavm-i müslimin harcuvan an talin
elimamülhak bigarıhak ("keza fimecmuaulenher”).
3-
Bu surette
vech-i muharrer üzere hukuk-ı mağzube-i hilâfeti istirdad için düşmanlara karşı
açılan mücahedede vefat edenler şehit ve berhayal olanlar gazi olurlar mı?
Elcevap:
Alem i Allahutealâ olurlar. (Elşehit min hatle ehlülharb velbağı ve kıtaut
tarik o vecdi fînıariketi ve beydiye eser ve katle müslim zulmen lemyeceh
bikatle deyyite ve keza eza katle zemi ve lemıecep bikatli deyyite. Keza
filzeyli)
4-
Bu surette
mücâhede ve vazife-1 diniyesini ifa eden cumhur-ı müslimine karşı düşman
tarafından bilitizam müslimin beyninde ika-ı katlederek islim ali silâh eden
müslimin şer'an ekber-i kebair-i mürtekip • ve saibilfesad olurlar mı?
Elcevap:
A'lem-i Allahutealâ olurlar. (Kalullahı taala ve ülfetne eşeddü m incik ali dayettilfimc
yesruu ileyha ehlülfesad "Keza fethalkadir”).
5-
Bu suretle
düveli muhassamanm ikrar ve iğfali ile vakıa ve hakikate gayr-ı muvafık olarak
sadır olan fetvalar cumhur-ı müslimin için Şer'an muta' ve mamülü aleyha
olurlar mı?
Ecevap:
A'lem-i Allahutealâ olmaz? (Elikrahu yedemülarzi Keza fivvelülccyh).
Müfti-i Ankara
Melımet Rıfat
Konu
ile ilgili olarak bir Hatt-ı Hümayun ve buna bağlı olarak bir de Hükümet
bildirisi yayınlanmıştır.
Bu
kargaşa ortamında halkın çaresizliği ortadadır.
Ankara
o gün, hilafet merkezine rağmen Hilafeti savunarak, hilafetin meşruiyetini
tartışma gündemine getirirken, farklı dini telakki ve fetvalarla müslümanlar
fiilen çaresizliğe mahkum ediliyordu.
Taraflar
karşılıklı olarak birbirini İngiliz, mıthibiiği, işbirlikçiliği ile suçlarken
sonuçta bu durum Irıgilizleri memnun ediyordu. ingilizlcrin Hilafeti yokettnek
, İslam alemini çaresiz, bırakmak için çalıştıkları açıktı!
Masabaşında
cereyan eden bu savaşla fngilizlerin rolünü göstermesi bakımından Kazım
Karabckir'in hatıraları arasında yer alan bir belge dikkat çekicidir.
Ingilizler, müslütnanlar arasında fıtnç ve fesadı örgütlemek için var güçleri
ile çalışıyordu. Rawson bir yandan Mustafa Kemal'le iyi ve yakın ilişkiler
kurarken öte yandan fetva dağıtıyordu!
20'de
Trabzon'dan gelen bilgiler
“19
May ıs'la Trabzon limanına gelen İngiliz lorpitostından evvelce Trabzon
konirol subaylığında çalışmış olan (eğmen Babvcl beraberinde üç sandık olduğu
halde iskeleye çıkmış ve sandıkların Rawlison'a gönderilmek üzere vilâyete teslim
edeceğini söylemiştir. Sandıkların üzerinde görülen bir pakel
iskeledeki memurlarımız tarafından açılarak fetva, beyanname hâtt-ı hümâyûndan
ibaret basılı beyanname olduğu görülerek gizlice alınmış ve vilâyete
gönderilmiştir. Takip memurlarımız vali yanına gitmek üzere iskeleden ayrılan
Babvel'in Amerika, Fransa temsilciliklerine uğradığı ve yolda tesadüf etliği
çocuklara üzerinde taşıdığı beyannameden verdiği görülmüş ve toplanmıştır.”
Aynı zamanda gelen ikinci şifrede de bildiriliyor: «Albay Hacı Hamdi Bey
Perşembe günü20 Mayıs Erzurum'a hareket etmek üzere dün 18Mayıs'labir maaş
almış vebana da vesait için müracaat ederek Perşembe günü için fayton hazır
edileceği de kendisine bildirilmiştir. Hacı Hamdi Bey bugün 19 Mayıs 1920
öğleden som a limandaki İngiliz torpidosundan dışarıya çıkarılmış ve Ingiliz
sandalına atlayarak torpidoya kaçmıştır. Ingiliz sandalı Fransız konsoloshanesi
hizasındaki Değirmendere cihetinde bir iskeleye yanaşmıştır. Hamdi Bey gezer
bir iskeleye gelmiş ve ansızın sandala atlamış ve derhal Ingilizler tarafından
iskeleden ayrılan sandalla torpidoya götürülmüştür. Hacı Haindi Bey Erzurum'a
harekete edeceğine dair söz verdiği ve para da aldığı halde böyle bir adiliğe
cüret edecek kadar alçak bir tıynete sahip olduğu pek de hatıra gelmemişti.
Dalla sonra Büyük Millet Meclisihin açılışı dolayısıyla kendisinin Erzurum'a
gitmesine lüzum kalmadığını ifade eylemiş ve Erzurum'a hareket edeceğini
söylemiş. İngiliz torpidosiylc kaçtığı duyulunca büyük bir nefret uyandırmış ve
her ağızdan lanet okunmuştur.»
Hacı Hamdi'yi gazetelerle ve
tamimle halka ve birliklere teşhir ve Büyük Millet meclisi Başkanlığı'mı da bildirdim.
22 Mayıs istihbarat tamimi:
Erzurum
22 Mayıs 1920
İNGİLİZ
MUHIB'LİĞİ VE MUSTAFA KEMAL
İlginçtir,
Halife İngiliz yanlısı olarak tanıtılır. Öyle ya bir İngiliz
gemisine binip «kaçmadı mı?»!
Mustafa
Kemal ise İngilizlcrc karşı verilen savaşın kahramanıdır.
Kurtuluş
Savaşı öncesi ve soması günlerde bir dizi kuruluş ortaya çıktı. B u
kuruluşların bir kısmı İngiliz, bir kısmı Amerikan yanlısı. Kimi Alman
sempatizanı, kimi hilafet yanlısı!
Tam
bir curcuna
Bir
yandan Karakol Cemiyeti, Güneş Grubu, Hamza Grubu gibi illegal örgütler, öte
yanda Ttideiyede Komünist bir devlet kurma hayalleri... Kuşkusuz bunlar
arasında Müdafaâi Hukuk-u Islamiye ile İngiliz Muhibleri ilk şuayı almaktadır.
İngiliz
Muhibleri Cemiyetini «İngiliz Dosluk Cemiyeti» şeklinde tercüme edebilir miyiz?
Bu güuki şekli ile TürkIngiliz Dostluk Cemiyeti bir bakıma dünün çok tartışılan
Milli Direniş Karşıtı bir örgütün devamı değil mi?
Artık
İngiliz Muhibbi olmak suç değil, Aksine bir ayrıcalık!
O
günkü
İngiliz Muhibleri arasında kimler yoktu ki, eski Beyoğlu mutasarrıfı Ihsan Bey,
Erkan-ı Harbiye Generali Ahmet Hamdi Paşa, Yazar Ekrem Bey, Adliye müfettişi
Emin Ali Bey, Deniz Albayı Enver Bey, Tüccardan Tevfik Canan Bey, Celal Dino
Bey, Hukukçu Çelil Bey, Mutasarrıflık Personeli Cemal Bey, Hukukçu Hakkı Bey,
Matbaacı Saim Bey, Mutasarrıf Safvel
Paşa,
Muallim Ali Rıza Bey, Ders-iam Abdül Mü minin Efendi, Miralay Abdülrauf Bey,
Mutasarrıf İzzet Paşa, Nazım Hikmetin dedesi Vali Nazım Paşa, Komiser Nebil
Ziya Bey, Vali Nüzhcl Paşa, Miralay Mehmet Galib Bey, Nazım Hikmet'in Annesi
Ayşe Cclile hanımın da aralarında bulunduğu 8 kadın, örgütün aktif kadın
üyeleri arasında yer alıyordu.
Örgülün
ilk yönetim kurulu üyeleri arasında kimler yoklu ki, Defter-i Hakani Emini Adil
Beyefendi fahri başkandı! Nazım Hikmetin dedesi Selanik eski Valisi Mehmet
Nazım Paşa 1. başkandı. Padişah divanı başkatibi Ömer Ziyaeddin Efendi de yönetimde
idi.
Öte
yandan 4 Aralık 1918'de kurulan Wilson Prensipleri Cemiyetinin kurucuları
arasında Halide Edip, Yunus Nadi gibi isimler bulunuyordu.
O
zamanki Osmanlı aydınlanma bürokratlarının ve askerlerinin hali!
Kimi
Sovyet, kimi Amerikan, kimi İngiliz mühibbi. İngiliz Mühibleri Cemiyetinin
kurucularından Said Molla şöyle diyordu: “Osmanhlar, eski Türkler ancak İngiliz
Kavmi necibinin samimi müzaheretiyle temini hayat ve refah edebilir”
Damat
Ferit'e göre, Fransa çürümüş, Amerika acemi bir sömürgeci, En iyisi İngiltere
idi!
Ingilizler
bir yandan, Saraya yakın durur ve bunu ilan ederken, öte yandan millici
güçlerle temasın yollarını arıyorlardı!
Her
ne kadar Fransa da bu arada devreye girerek Haziran 1919'da «Fransa-Türkiye»
Cemiyetini devreye soktu ise de alı alan Üsküdarı geçmişti. Refii Cevat Ulunay
o günlerde 20 Mayıs 1919 Sah günü faaliyete geçen İngiliz Mühibleri Cemiyeti
ile ilgili olarak 21 Mayıs 1919 tarihli Alcmdar'da şöyle yazıyordu:
“tngilizleri İsliyoruz! İngiltere ile hareket ederek asri düşünce ile mücehhez
bir Türkiye olalım. Çünki kuvvet Nur'dur. Nur ise irfandır! . İngiliz
dostluğuna azami bir kıymet ve ehemmiyet veren bil cümle Osmanlıdan mürekkep
olmak üzere İngiliz Mühibleri Cemiyeti teşekkül etmiş..."
Bir
yanda İngiliz Mühibleri, öte yanda İtilaf ve Hürriyetçi-
ler,
Wîlson Prensiplerini savunanlar öteyandan, Komünizm yanlıları, hem kendi
arasında çatışıyor, sonra hepbirliktc Osmanlı ile savaşıyorlardı!
İstanbul'da
İngiliz Muhibleri var güçleri ile çalışırken, Ankara’da da “Azrn-i Milî
Cemiyeti” örgütlenecekti.
Öte
yandan “Askeri Nigehban ve Kızıl Hançerdiler” “Cemiyeti Ahmediye”, “Taali-i
İslam” gibi Cemiyetler de mevcut örgütlerin bölünmesi ile hayat kazanıyordu.
11
Nisan 1920'de İstanbul'da Meclisi Mebusa'nm feshinden sonra Ingiliz Muhibleri
verdikleri bir jurnal listesi ile İngiliz muhibbi olmayan, mebus, asker, aydın,
bürokrat birçok kişi İngilizler tarafından tutuklanarak Malta'ya sürülecektir.
Tuluklananlar arasında İttihat ve Terakkiciler de ağırlıkta bulunmaktadır,
ingilizlerin bu siyaseti, Ankara’yı önemli ölçüde rahatlatmış, Ankara hükümeti
üzerindeki baskılan hafifletmiştir!
Herhalde,
Malta sürgünleri olayı gerçekleşmediği varsayımını esas alsa idik, Mustafa
Kemal'in işinin hayli güçleşeceğini söylemekle olmayacak bir şeyi iddia etmiş
olmazdık.
Daha
sonra sürgünden gelenlerin önemli bir kısmı Ankara'ya gelerek harekete
katılmışlardı. Ancak ilk günler eğer bu sürgün olayı yaşanmamış olsa idi,
herhalde Ankara'daki Meclis Mustafa Kemal'in başkanlığında İstanbul Meclisinin
devamı niteliği kazanmış olacak. Gelen politikacı, asker ve bürokratlar yeni
siyasi yapıda yer isleyecekti!
Yeni
Ankara hükümetinin teşkilinin ardından Ali Kemal'in 18 Kasın 1922 de linç
edilmesi ile Ingiliz Muhibliği de sona eriyordu, Aslında Ab Kemal’in linçi
önlenebilir ve konuşması sağlanabilirdi! Ama İngiliz Muhibleri yeni Türkiye'de
Ingiliz Muhibliğinin yeniden saygınlık kazandığını görmeden, Lozan'da belirlenen
150'likler listesine dahil edilerek sınır dışına çıkarılacaktır!
Mustafa
Kemal Hakkındaki Değerlendirmeler,
Mustafa
Kemal'in Yıldızı ne zaman parladı?
29
Ekim 1918'de Bahriye Nazın Rauf bey Limni adasında demirlemiş bulunan Agamemnon
gemisine çıkıp, bil gün sonra burada Mondros mütarekesini imzaladığı gün. O
günün popüler isimleri, Genç Osmanlı Paşaları Talat, Enver ve Cemal Paşalar bir
Alman gemisi ile Anadolu'ya geçmek, doğuda kurtuluş hareketini örgütlemek amacı
ile doğu Karadeniz'e çıkıyorlardı, 13 Kastın'da ise 60 gemilik bir itilaf
donanması “geçilmez” denilen Çanakkale Boğazı’m geçerek İstanbul Limanına demir
atıyordu!
Fransızlar,
Mustafa Kemal'in geleceğinden ümitli değildi. Daha doğrusu, Fransızlar değilde
İstanbul'daki Fransız Yüksek Komiseri o günlerde farklı düşünüyordu. Mustafa
Kemal'le yapağı bir mülakattan sözeden bir gazeteciye, Yüksek Komiser şöyle
diyecekti:
-ilahi
bcyciğim, o general Mustafa Kemal'le gevezelik etmek te nereden kafanıza esti,
O mankafanın tekidir. Burada onun esamesi okunmaz!
Kuşkusuz
Madam Corienne böyle düşünmüyordu. Yoksa niye ödüllendirilsindi ki!
Mesela
İngiliz Genel Kurmay Başkanı Feld Maraşal Sir Hanry Wilson 1913 yılında
hazırladığı bir raporda Enver ve Cemal Paşalar hakkında olumsuz mütalaalar
serdetliklen sonra o günlerde, daha kimsenin dikkatini fazla çekmediği bir
zamanda, albay rütbesine sahip bir subayı işaret ediyordu. O Mustafa Kemaldi!
-Mustafa
Kemal adında genç bir kurmay albay var. Kendisini gözetleyin çok ileri
gidebilir (Bkz. Atatürkün Hastalığı AKDTYK yayını -1989 Türk Tarih Kurumu)
Mustafa
Kemal Çanakkale'de İngilizlerle savaştı. Kurtuluş Savaşında cephedeki düşmanın
elinde İngiliz silahı, sırtında İngiliz elbisesi, cebinde İngiliz parası ve
kışkırtması vardı.
Mustafa
Kemal Kurtuluş Savaşı boyunca doğrudan doğruya cephede İngilizlerle karşı
karşıya gelmedi.
Yunanistan'dan
savaş lazminaü istemedik. Adalar ve özellikle Meis konusunda bile yendiğimiz
ulusa karşı muzaffer bir ülke gibi değil dostça yaklaştık. Okullarımıza Yunan
Medeniyeti
Tarihini
zoruniu ders yaptık!
Mustafa
Kemal’in İngilizlere karşı duyduğu sıcak ilginin ötesinde İngiliz ve
Fransızların Mustafa Kemal muhibliği onun son günlerinde iyiden iyiye kendini
dışa vurmaya başlamışa.
Fransız
içişleri bakam gazetelere verdiği mülakatta “Fransa ve sulh için sonsuz ve acı
bir kayıp” olarak niteliyordu Mustafa Kemal'in vefatını. Fransadaki
büyükelçimiz ise şöyle diyordu:
“Türk
milletinin kurtarıcısı büyük Atatürk ölmemiştir. Atatürk layemuttur. Fani olan
vucududur...”
>
B.N. Şimşir, konu ile ilgili eserinde bu durumu şöyle ifade ediyordu: “Kara
haber üzerine Atatürk'ün eski Fransız dostlan da vurulmuşa döndüler.” Fransız
Generali Mougin, onun için “Büyük dost” diyordu!
Mustafa
Kemal'i “taparcasına seven” Ermeni , Musevi, Bulgar ölümü ile yas tutuyordu!
Fransız
elçisi ise şöyle diyordu: "Onu gelmiş geçmiş bütün devirlerin en büyük
adamlarından biri sayarım.”
Kuşkusuz
baülılan Mustafa Kemal'e hayran bırakan bir çok şey vardı. Mesela fikirleri.
Biryabancınm gözlemlerine göre “rakamlarla anlatılmayacak hiç bir şeyden
hoşlanmaz, mistiklerle halifelerle, din adamlarıyla mücadelesinde hararetli
taraftarı olduğu akılcılığı etkin kılmakladır. Şöyle demektedir:
-İlk
defa Kur'an-ı Türkçe'ye çevirttim. Muhammedin hayaünı da halk bilsin. Günden
güne camilerin boşaldığına şaşıyorsunuz. Oysa kimse camileri kapatmayı
düşünmüyor. Nedeni şudur ki, Türk aslında Müslüman değildi. Bu çoban millet
yalnız güneşi, yıldızlan, bulutları düşünür. Bu bakımdan öteki dünya çifçilerinden
hiç farkı yoktur. Türk tabiattan başka bir şeye tapmaz!
Mustafa
Kemal'in ölümü İngiliz basınında olağanüstü bir ilgi ile karşılandı. Sayfalar
dolusu anılar, notlar, belgeler, yorumlar yayınlandı. B.N. Şimşir Türk Tarih
Kurumu yayınlan arasında 1989 da çıkan kitabında bu yankıları özetlemiş. Bu
özetten kısa alıntılar yapmakta yarar olsa gerekir.
“Sokaktaki
İngiliz Atatürk'e hayrandı. Lord hayrandı. Eski muharip hayrandı. Gazetecisi,
Profesörü, Tüccarı, Diplomatı, hepsi hayrandı."
“O
dünyanın tanıdığı en büyük adam” dı. “Dünya en büyük barış ve ilerleme
faktörünü kaybetmişti. İngiltere de büyük ve Güvenilir bir dost!” (B.N. Şimşir
TTK. 1989)
Mustafa
Kemal, Resmi tarihe göre her yerde her zaman İngilizlerle, Fransızlarla,
İtalyanlarla savaştı. Bir askerdi. Ömrü savaşlarda geçmiş gözünden yara almış,
kaburgaları kırdmıştı.
Yine
de düşmanlarını hayran bırakmış onların dostluğunu kazanmıştı. O çarşafı
kaldırmış, hilafeti, Osmanlı devletini yok etmemiş mi idi?
Asalardır
bauya karşı bir tehdit oluşturan güçlü bir devletin enkazından şimdi bir dost
ülke çıkarmıştı!
“Atatürk
çağımızın en büyük adamlarından biriydi. Başardığı işler muazzamdı. Eski
Osmanh İmparatorluğunun yıkınüsmdan, kaosundan, çürüğünden 20 yıldan az bir
zaman içinde çağdaş, iPaşa ve güçlü bir Türkiye yarattı!”
The
Evening News 10.11.1938
Gazete
daha sonra şu görüşlere yer veriyordu:
“Mustafa
Kemal Paşa veya Kemal Atatürk, ‘Türkiye'yi Batıklaştıran, Türk kadınlarını
peçenin köleliğinden kurtaran adamdı Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanıydı. Sarışın
saçlân, mavi gözleri ve ince dudaklarındaki gülümsemesiyle Batı Avrupalı bir
tipi andırıyordu, ‘hemen hemen An soyundandı.' sertü, yurtseverdi. İdeolojisi
ve felsefesi ‘Türkiye Türklerindir’ düsturuna dayanıyordu. Teorisyen değildi.
‘Asla ne sosyalistli, ne de anti sosyalist’. Son yıllarda en önemli dış
ilişkileri Rusya ve İtalya ile olmuştu. Esrarengiz bir kişiliği vardı. Boş
vakit geçirmek için en çok hoşlandığı şey poker oynamaktı ve bunu çok iyi
oynadığı söyleniyordu. Eğlencesinde ve çalışmasında aşınydı. Çok sigara
içiyordu. Yirmi yıl kadar önce Viyanalı bir mütehassıs kendisine çok içmemesini
salık vermişti. Yoksa çok yaşamayacağım hatırlatmıştı. Ama o içkiyi kesmemişti.
Ve bir karaciğer sirozu'nun kendisini alıp götürmesi için yirmi yıl gerekmişti.
Haşindi. Bir komplo sonunda, 1927’de muhaliflerini astırmışu.”
Gazete,
Atatürk'ün Anadolu'ya geçişini, Sultan'a karşı ayaklanırım, Erzurum ve Sivas
Kongreleri ni toplamasın^ bu kongrelerin O'nun “Türkiye'nin parçalanmasına
karşı savaşmak" yolundaki programını tamamen desteklediklerini yazıyordu.
Yazı, kısaca şu cümlelerle
bitiyordu:
Atatürk, Türkiye'de en iyi
giyinen kimseydi. “Bütün elbiseleri Londra'da yapılıyordu”. Dansı seviyordu.
Türk subaylarına dans mecburiyeti koymuştu. Günde yüz kadar sigara, inanılmaz
sayıda kahve, ayrıca şampanya ve rakı içiyordu. Bu bakımdan 58 yaşında ölmüş
olmasına şaşmamak gerekirdi. “Çağımızdaki bütün diktatörler arasında,
devrimleriylc Napolyeon'a en çok yaklaşan kimse" olmuştu. Kemal Atatürk,
“İngiltere Kralı'nı kabul eden tek diktalör”dü. 1936 yılında İstanbul'u ziyaret
etmiş olan Kral Sekizinci Edward, Atatürk'ü İngiltere'ye davet etmişti. Atatürk'ün
İngiltere ile bir başka anısı da manevi kızı Zehra Mehmet Aylin'in, 1936
yılında Londra dönüşünde trenden düşerek ölmesi olmuştu. Orford ÜniversitesTne
girmeye hazırlanan Aylin, Calais ile Paris arasında trenden düşmüştü.
Söz konusu derlemeyi yapan B. N.
Şimşir, Atatüridln Ingiltereden elbise siparişi yapmadığı, sadece bir kaç kazak
aldığına işaret ederek bu konuda şu düzeltmeyi yapıyor:
10 Kasın 1938 günü Thp Evening
News adlı İngiliz akşam gazetesi Atatürk konusunda bunları yazmıştı.
Anlaşılacağı gibi, yazıda maddî yanlışlardan değer yargılarına kadar çeşitli
yanlışlar yapılmıştı. Atatürk'ün manevi kızı Zehra Aylin, 1936 yılında değil,
20 Kasım 1935 günü, Fransa'nın Amiens şehrine bir kilometre uzaklıkla trenden
düşerek ölmüştü. Tüık Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere Genelkurmay Başkanı
olan Feldmareşal Sir llenry Wilson, 1913 yılında Balkan Savaşı alanını dolaşmış
ve,İstanbul'da Türk subayları hakkında olumsuz fikirler edinen Sir H. Wilson,
o zaman bir tek Türk subayını yergilerinin dışında bırakmış ve şunları
söylemişti:
-Mustafa Kemal adında genç bir
Kurmay Albay var. Kendisini gözetleyin, çok ileri gidebilir.
(Bilal N. Şimşir)
"Damat
Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya gönderirken O'nun İttihatçılara
karşı olduğunu, içerlerde bir ittihatçı hareketini önleyeceğini
düşünmüştü. Ama Damat Ferit, Mustafa Kemal'in “her şeyden önce bir yurtsever
olduğunu unutmuştu." İngiliz istihbarat Teşkilatının, Karadeniz ordusunun
gözleri önünde, Mustafa Kemal'in başlatuğı millî hareket çabucak
kökleşivermişti. Sevr Antiaşması’nın özellikle İzmir bölgesi hakkındaki
hükümleri, Mustafa Kemal'i millî bir kahraman yapmıştı. Türk kamuoyu Sevr
Antlaşması'na karşı artık Mustafa Kemal in arkasındaydı.” The Times
Gazetisi’nin uzun yazısı şöyle sona eriyordu:
“Karan,
cesareti ve kudreti Türkiye'yi önce düşmanlarından kurtarmış ve sonra, -ancak
Rusya'da BüyükPetro'nun ve Lenin'in empoze ettiği değişikliklerle
kıyaslanabileceksosyal ve politik değişiklikleri halkına empoze etmiş olan bu
şaşılacak adam, böylece öldü. Asker, organizatör ve yönetici olarak O'nun
çağdaş Türkler arasında rakibi olmadığı gibi, eski çağların padişahları
arasında da pek az rakibi vardı. Başarılan Türkiye'yi bir Avrupa devleti
yaptı, Ortadoğu tarihini değiştirdi ve İslâmın gelişmesini de kesinlikle
etkiledi.
Karakteri
garip biçimde karışıktı; kendisinde hissilik izi yoktu; aşın senliğe
gidebiliyordu... Zaman zaman strateji ve tarih incelemelerini bırakır,
kendisini aşın içkiye verir, sabahlara kadar dans eder veya geceli gündüzlü
iskambil oynardı. Oyunun sonunda kaybederse borcunu Öder, kazanırsa
aldıklarını geri verirdi. Dostlarından ve vatandaşlarından para kazanmak
istemezdi. Hayatında kadınların pek önemsiz rolü oldu. 1923'te mükemmel bir
Türk kadınıyla evlendikten sonra, birdenbire eşinin, siyasi kararlarını
etkilemeye çalıştığı kanısına vardı ve hemen boşandı; Sekizinci Henry gibi,
boşanma kararını da kendisi imzaladı. Daha sonra savaş yetimleri arasından bir
çok saygıdeğer kız çocuğunu evlatlık edindi ve bunların ihtiyatlı tulumları,
skandal söylentilerine gem vurdu.
The
Daily Tclcgraph ise 11 Kasım 1938'de şöyle yazıyordu:
“Mustafa
Kemal'in (Gazi ve Atatürk) ölümü ülkemiz için gerçekten acıdır. O,
içgüdüleriyle İngiltere'den yana olan tek diktatördü. Bu İngiliz taraftarlığı
çeşitli nedenlerden ileri geliyordu.
Gazi’nin
rejimi bir diktatörlüktü. Kendisi milliyetçiydi ve din adamlarına karşıydı.
İmamın nüfuzunu azaltmak için elinden geleni yaptı ve 1928’de devleti tamamen
laikleştirdi. Anayasa’nın dinle ilgili maddeleri kaldırıldı.
Atatürk,
İngiltere'ye hayrandı ve iki ülke arasındaki dostluğun güçlenmesini arzu
ediyordu. Bir süre önce Türkiye'yi ziyaret eden seçkin bir İngiliz çiftiyle
konuşurken, Kıbrıs'ın tahkimi konusu ortaya atıldı. Atatürk, “Niçin Kıbrıs?
Türkiye kıyısı daha iyi bir deniz üssü olmaz mı?” diye sordu. İngiliz çifti,
“Evet olur, yeterki iki ülkeherzaman birbirine dost kalsın” karşılığını verdi.
Cumhurbaşkanı Atatürk, “İngiltere ile Türkiye birbirinin ancak dostu olur ve
olmalıdır”dedi...
1936
yılında Sekizinci Edward, Türkiye'yi ziyaret eden ilk İngiliz Kralı olarak
İstanbul'a vardığı zaman, Atatürk, onun elini tuttu ve sultanların eski
başkentine ayak basmasına yardım etti....
Manchester
Guardian ise şu yorumu yapıyordu:
“Kemal
Atatürk bir diktatördü ve yumuşak bir diktatör de değildi. Ama diktatörlüğü ile
padişahların istibdadı arasında büyük bir fark vardı. Padişahların istibdadı,
Osmanlı hanedanının adi çıkarları için kullanılmıştı. Kemal Atatürk’ün
diktatörlüğü ise Türk halkının gerçek çıkarları uğrunda kullanıldı. O Anadolu
köylüsünün Osmanlı emperyalizmi uğrunda kandökmesi kuralını kaldırdı. Yüzlerce
yıllık Osmanlı hanedanını kaldırıp çağdaş bir Cumhuriyet kurdu. Yüzyıllarca
gerici, aşırı tutucu bir hükümetin yönetiminde kalmış ülkeyi sistematik olarak
batılılaştırdı.
Gazi’nin
ve halkının kendilerine uymayan elbiseler giymeleri için, Türkiye'nin savaştan
ve ihtilalden geçmesi değer miydi? diye sorarsanız... Başkentin İstanbul gibi
şirin bir yerden alınıp neden Asya yaylasının yüzlerce mil ötesinde Ankara'ya
taşındığını
kendi
kendinize sorarsınız. Bu sorulara ve aklınıza gelen öteki so- ।
rulara
karşılıkları keşfettikçe, Kemal'e olan saygınız büyüyecektir.”
İngiliz
halkı Kemal Atatürk'ün anısına saygı gösteriyorsa sebepsiz değildir. O,
diktatörlüklerle demokrasilerin bağdaşmaz olmadıklarının klasik örneğini verdi.
Bağdaşmaları demokrat ve diktatöre bağlı. Bütün diktatörler ve bütün
demokratlar O'nun kadar iyi ve O’nun kadar büyük olabilselerdi, iki sistem
arasında hiçbir zaman çatışma çıkmazdı.”
13.11.1938 The
Observe
Çanakkale Savaşı'nda İngiliz
Orduları Kumandanı General Sir lan Hamilıon, “Mustafa Kemal Türk Ordusunun en
iyi generali" demişti. Çanakkale'de İngilizlerin savaş planlarını altüst
ettik1 ten sonra Mustafa Kemal, “bir meşale gibi Anadolu'yu dolaşmış
ve umutsuz gönülleri alevlendirmişti”. Daha sonra, Yunanlıları denize dpkmüş,
Sultan'ı devirmiş, Türklerin giyim kuşamlarını değiştirmiş, sekiz milyon Türk
kadınını özgürlüğe kavuşturmuştu...
13.11.1938 EmpireNews
Mustafa
Kemal, yepyeni ve disiplinli bir Türkiye kurdu. j
Bütün
dünyanın saygısını kazandı. Savaş bittikten sonra Kemal Atatürk, Avrupa için
herhangi bir bunalım yaratmadı. Bununla (
birlikte
İngilizler, Çanakkale'de kendilerini yenilgiye uğralan bu adamın bir İngiliz
dostu olduğunu geç anladılar... i
“Disiplini ve
fedakârlığı sayesinde ülkesini candan bir dost olarak
tanıdığı o adamı selamlar." !
13.11.1938 The Sunday
Times.
Atatürk, gençliğinde, Voltaire,
Hobes, Mili gibi Fransız ve
İngiliz siyasî
yazarlarını okumuştu. İyi bir hatipti, hatta “şak gibi" bir hatipti.
Büyük Frederik gibi, okumuş bir askerdi ve düşmanının kültürünü tercih
etmişti. Büyük Frederik, Prusya'nın bağımsızlığı için savaşırken Fransız
edebiyatına hayrandı. Atatürk de
Balı Avrupa'nın Türkiye üzerindeki
siyasî egemenliğine karşı saı vaşmış,
sonra da Türkiye'ye Batı uygarlığını empoze etmişti.
Mustafa Kemal, parlak bir asker
olduktan başka, kendi çaI ğının
ilerisinde bir politikacıydı. Tarihçiler, O'nun devrimlerinin
askeri
başarılarından daha önemli olduğuna hükmedeceklerdir. Türk topraklarım
düşmandan temizledikten sonra Müslüman dünyasının Papası demek olan Halifeyi
kovdu. Olağanüstü bir enerjiyle Modem Türkiye’yi kurdu. Halifeliği kaldırdıktan
sonra medreselerin yerine laik okulları kurdu. İsviçre’den Medenî Kanunu,
İtalya'dan Ceza Kanun'u, Almanya'dan Ticeret Kanununu aldı..On yıldır, İslâm
dini Türkiye Devlcıi'nin resmî dini değildir.
Kemal, Türk kadınlarını kölelikten
kurtardı. Latin alfabesini aldı.
Michad
FootThe Evcning Slar. 10. Kasım 1938
M.
SamuelsThe Stardan 10 Kasımda şunları yazıyordu: “Allenby'nin karşısında,
ordusunu zamanında geri çekebilmişti. Mütarekede, Anadolu'da, Parlemento
kurmuştu. Saltanatı ve Halifeliği kaldırmıştı. İslâmiyet'in sembolü fesi yasak
etmişti ihtilalini başlalnğı Ankara kasabasını modernleştirmek için yabancı
mimarlar getirmişti. Türkiye'yi Batılılaşurmayı her şeyin üstünde tutmuştu.
Kıyafetleri değiştirmişti Batı Avrupa'dan kanunlar almıştı. Çok kadınla
evliliği yasaklamıştı. 1928'de Latin alfabesini almıştı. Panislamist
entrikacılar ise, zafer çoşkunluğuyla Türkiyenin yine Islâmın mızrağı olacağı
umudundaydılar.
Bu
umutların nasıl kırıldığı ve muzaffer bir askerin nasıl ileri görüşlü, cür'etli
ve bununla birlikle ihtiyatlı bir politikacı ve reformcu olduğu bir başka
makalede anlatılmaktadır. Teokrasinin başlıca kalelerinden biri olan
Türkiye'de, o'nun yeniliklerinin ve laikliğinin zafer kazanması bütün dünyayı
şaşıruı.
11
Kasım 1938 The Times
Mustafa
Kemal çok “mütevazi” bir hayat yaşamadı. Çok şeye sahipti.
İlk günlerin çelin şartlarından
sonra lüks salonlarda, yatlarda saraylarda görkemli bir hayat yaşadı. Ülkeyi
ve Halkı kurtarmış bir kurtarıcı olarakta böyle yaşamayı haketmişti. Bu halk
ona her istediğini vermişti ve verecekti.
Aşağıya Mustafa Kemal'in
Cumhurbaşkanı iken aldığı maaşı, öteki Cumhurbaşkanları'nın aldıkları maaşlarla
beraber Nokta dergisinden iktibas ederek veriyoruz.
VAHDEDDİN KAÇTI MI,
KAÇIRILDI MI?
Olan olmuş, Padişah ve Halife gitmişti.
Hilafet ve Saltanatı koruma yeminleri “vatanı ve milleti kurtarmak” için bir
“siyasetten” ibaretti!
Vahdeddin yoksulluk içinde öldü. Yahudiler Vahdeddinin tabutunu bile
haczettiler.
Eğer Vahdeddin saraydan bir kaç
parça altın eşyayı yanma alsa idi, bu duruma düşmeyebilirdi. Ama almadı. Yardım
da istemedi. Hatta yanma aldığı Kur'anı kerimin al un mahfazasını da tekrar
İstanbul’a iade etti. Millete ait olan bir şeyi yanında ahkoyamayacağı
düşüncesine sahipti.
Abdulmecid Efendi ise 23 Ağustos
1944'de vefat etmiş, cenazesinin Türkiye'ye getirilmesi ümidi ile on yıl
(1954’e kadar) Paris Camii mahzeninde bekletildikten sonra 30 Mart 1954’te Medine'de
Cennetül Baki’ye defnedilmişti.
Ölen ölmüştü. Kalan sağlara gün
doğmuştu. Topçu İhsan gibiler, mezardaki Osmanlı padişahlarının iskeletlerinin
bile çıkarılıp atılmasından sözediyorlardı.
Hanedan gitmiş sıra yağmaya gelmişti. Yahudi Antikacılar öyle bir
yağmaya girişti ki dünya antika piyasası doydu.
Antikacılar kendi aralarında, yahudi bir Antikacı olan Sami / Gürzberg
için, “Hanedanın tek varisi” adını takmışlardı.
4 yıl, 3 ay, 28 gün süren
saltanatın sonunda Vahdeddin için yolun sonu gözükmüştü.
Kasım
başında Ankara Hükümeti, Hilafet ve Saltanatı birbirinden ayırarak Saltanaü
lağvetmişti. Vahdeddin sadece Halife idi artık.
O
günlerde Ankara hükümeti adına İstanbul'da bulunan Refet Paşa Padişahı ziyaret
ediyordu. Daha sonra bu ziyareti arkadaşlarına şöyle aktaracaktı:
“Padişahın
önünde ayakayak üstüne attım. Ve koltuğa öylesine yaslandım ki, nerede ise
papucum Vahdeddinin burnuna değecekti!»
Gerçekten
Vahdeddin İstanbul'dan kaçtı mı? Kaçırıldı mı?
Müşkil soru bu?
-Kaçtı mı, kaçırıldı mı?
Resmi Tarih “bir İngiliz gemisi ile
kaçtı” diyor.
Ya
gerçek?
Hakkı
Naşit Uluğ “Siyasi Yönleri ile Kurtuluş Savaşı” isimli eserinde İngilizlerin
Vahdeddini kaçırma planından, Harrington'a atfen uzun uzun sözeder.
Ingilizler
Vahdeddin! kaçırmayı planlıyordu. Binleri, İsmail Hami Danişmend'e göre bu
“olağanüstü dürüst” kişiyi, yani Vahdeddin'i ortadan kaldırma hazırlığı içinde
idi. Ingilizler ise bu değerli rehineyi, kullanılması güç bir ceset olarak
görmek istemiyordu.
Harrington
bu amaçla Vahdeddin'i kaçırma planı hazırladı. Her şey hazırdı. Planı yalnız
Ingiliz subaylar ve Ankara'nın İstanbul'daki temsilcisi Refet Paşa biliyordu.
M.
Müftüoğlu “Yalan Söyleyen Tarih Utansın-8” de bu konuda şu bilgileri veriyor:
“Ankara
hükümetince tayin edilen Padişah Yaverliğinden genç bir bahriyeli Refet Paşaya
“-Padişahı,
İngilizler yarın sabah kaçırıyorlar diye ağlamaklı bir sesle haber verdiğinde,
Refet Paşa yavere:
-Budala!
Ne üzülüyor, ne ağlıyorsun padişahı İngilizler kaçırırsa Türk Milleti hiç bir
gün Vahdeddin in bu hareketini afetmeyecektir. Biz tutar ve yakalarsak bu sefer
millet bizi affetmeyecektir. Bırak gitsin. Vahdeddin işimizi kolaylaştırıyor.”
Harrigton'un
kaçırma işi ile ilgili olarak Refet Paşa'dan özür dilemesi üzerine Refet
Paşanın cevabı ilginçtir.
-Bizi
bir yükten kurlarmış olduğunuz için ben de size teşekkür edecektim.
Vahdeddin
Hicaz'da hummaya yakalanmış. Oradan Taife, Vehhabi ayaklanması başlayınca da
Mısır'a geçmiş. Kıral Faruk'un olumsuz davranışı yüzünden İtalya’ya gitmiş ve
San-Remo'ya yerleşmişti.
Ingiliz
Harbiye Nazın Lord Kitchencr ydlar önce Şerif Hüseyin'e hilafeü vadediyordu.
Lord, Hüseyine gönderdiği bir mesajında:
"Eğer
Türkiye'ye karşı tavır alırsa onun şeriflik Unvanını garanti edeceğini, ve
saldırılara karşı kendini koruyacağını, eğer kendini halife ilan ederse destek
vereceğini” söylüyordu.
Harrington
daha sonra yayınladığı beyannamede "bu işi, mevcut gelişmeler ışığında,
Vabdeddin'in hürriyet ve hayatım tehlikede gördüğünde yaptıklarını”
açıklayacaktır.
Her
şey planlı idi. Kaçmadı, kaçırıldı. İngiliz yanlısı olan Vahdeddin değildi. Bu
plan Vahdeddin'i İngiliz yanlısı göstermek ve Hilafet makamı ve halifeyi mahkum
etmek için bir koz olarak kullanılacak, Refet Bele gibilere ve Ingiliz
Muhiblerine gün doğacaktı!
Malaya
Zırhlısı ile İstanbul’dan kaçırılan Vahdeddin daha sonra yine kendini Refet
Paşa ve şürekasının kailinden kurtaran İngiliz kurtarıcıları tarafından
Malta'ya sürüldü. Oradan Hicaz'a gitti.
Herşey
Hanlı idi. Ingilizler Şerif Hüseyin'e Vahdeddin'i davet ettirdiler ve Vahdeddine
de bu seyahat için izin verdiler. Maksat Vahdeddin'den Hilafet Unvanını alarak
İngilizlerin yardımı ile Şerif Hüseyin'e vermekti. Ingilizler bu konuda Şerif
Hüseyine vaatte bulunmuşlardı. Böylece bu kaçırma işinin bir başka yönü daha
ortaya çıkmaktadır.
Bu
arada Şerif Hüseyin Vehhabilere yenilerek, Hilafeti alayım derken Saltanattan
da olmuştu!
Yoksulluk
içinde 3 yıl 5 ay 28 gün sürgün hayatı yaşadı.
Yaklaşık
Saltanat yıllan kadar sefalete mahkum olduktan sonra hayata veda etti. (Allah
rahmet eylesin)
Şimdi
biraz gerilere gidip Nisan 1920'Ierdeki havaya bir bakalım.
16
Kasan 1922 de ne olmuştu da, iki yıl önce hilafet ve Sallanan koruma andı
içenler, 2 yıl sonra koruma andı içlikleri şeyi yoketmeye yemin ediyorlardı!
III. Bölüm
Bugün
23 Nisan
Neşe
doluyor insan
Padişahı
kovduk
Cumhuriyeti
kurduk.
Sahi
ne demekti Cumhuriyet?..
Padişahlar
varken hiç bir zaman bizim kadar mutlu olamadı mı, 600 yıl boyunca insanımız..
O zaman nasıl oldu da 600 yıl dayandı halkımız bu acılara?
Ne
yazık, İngiltere hala Krallıkla yönetilir, Hollanda da Belçika da öyle.. Lüksemburg'ta..
Ya Japonya, onlar da İmparatorlukla yönetilir?
Demek
ki onlar da mutsuz. Ama biz onlann hepsinden daha mutluyuz, Çünki Cumhuriyetle
idare ediliyoruz. 10 yılda bir ihtilal olsa da, mutluyuz yine de.. Her ne
kadar icazetli partiler seçimlere sokuluyorsa, insan hakları konusunda
sorunlarımız olsa da, işkence sürse de sonunda seçimlere gidiyoruz, meclisimiz,
partilerimiz var.
Biz
mutluyuz. Ve her 23 Nisan bizim için bir şükran günüdür.
Hiç
bir şeyimiz olmasa bile,Cumhuriyetimizin varlığı herşeye değer.
Zaten
öyle dememiş mi idi şair
"Ballar
balını buldum,
Kovanım
yağma olsun" j:
Biz. cn büyük nimet olan
Cumhuriyete sahip olduğumuza
göre,
herşeyimizi onun yolunda feda edebiliriz. 5
Sahi Cumhuriyet ne demekti..
"Republic", İngilizcesi bu. 1
Ya Türkçesi. Cumhuriyet kelimesi
Türkçe değil. Çoğu, halk ida/ resi anlamında anlıyor belki bu kelimeyi.. O,
Demokrasi, Halk !i
için, halk
adına gibi bir anlama da gelmez. CHP nin 6 okundan biride Halkçılık idi bir
zamanlar..
Kısaca tanımlamak gerekirse
Cumhuriyet, sanıldığının akI sine "Halkın hükümranlık hakkını doğrudan
doğruya veya seçiljl miş temsilcileri aracılığı ile kullandığı bir devlet
rejimi” anlamına ?| gelen Arapça bir kelimedir. '
23 Nisan 1920 TBMM'nin faaliyete
geçtiği günü ifade eder.
Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşu ise 29 Ekim 1923 tür. Bu iki ta!' rihten biri Çocuk
bayramı olarak, ötekisi ise Cumhuriyet bayramı olarak kutlanır.
23 Nisan bayramı hiç bir zaman
ruhuna, özüne ve esasına
uygun olarak kutlanmadı. Gerçekte 23
Nisan yeniden doğuşun ve ' istiklal Savaşı'nı veren bir kadronun inancını
yansıtır. Yeni bir J devletin temellerinin atıldığı gün olan 23 Nisanı kendi
gerçekleri içinde değerlendirmek gerekir.
Eski başbakanlardan Süleyman
Demirel'in dediği gibi
"
Ataıürkün kurduğu Cumhuriyet laik değil, dindar bir cumhuriyettir. Anayasaya
laiklik ilkesi 1937'de sokulmuştur" Ataıürkün kurduğu cumhuriyete sadık
olanların herhalde savunması gerekirken ilkeler, yada istiklal savaşını veren
halkın kongreler aracılığı ile
yükselttiği sesle uyum içinde olması gerekirdi. Ama ne yazık ki, daha sonra,
bir partinin programında yer alan umdeler, tek parti döneminin takriri sukun
gölgesi altındaki astığı astık, kestiği kestik, padişahvari yönetimi zamanında
halka rağmen yasalara .1 sokulmuş ve devletin kuruluş felsefesine aykırı bir
takım dayat• malar, devletin varlık ve bütünlüğünün teminatı sayılmak gibi bir
j garipliğin içine girilmiştir.
Ne acıdır ki, imparatorluğu yıkan
güçler İslam dünyasını parçaladıktan sonra, İslam dünyasının birlik ve bütünlüğünün
teminatı olan Hilafet makamının ilgasından sonra bu bölgelerde kurdurulan
işbirlikçi yönetimler dini kendi denetimleri altına alarak, önce halkı
dininden caydırmaya ve efendilere boyun eğmeye zorlamışlar, bu da olmayınca
dini devlet denetimine alarak, onu kendi iradelerine göre biçimlendirme yolunu
seçmişlerdir. Müslümanların maslahatını gözetecek sivil bir din ve müslümanlan
siyasi baskıların dışında kalan dini bir otoritesi kalmayınca, bir takım
İngiliz oyunları, Yahudi entrikaları örgütlenerek din ve İslamların vahdeti
parçalanma yoluna gidilmiştir.
Bugün
sayıları 1, 5 milyarı bulan müslümanların ortak bir dini merkezleri yoktur ve
bu durumda olan tek din İslam dinidir. Bütün öteki dinlerin, en küçük dinlerin
bile ruhani meclisleri varlıklarını sürdürürken, bu gün İslam, bir takım
müstebit yönetimlerin insafına terkedilmiş gözükmektedir.
Bugün
başörtüsünün farz olup olmadığı konusunda bile karar vermekten aciz bir
bürokrasi kalıbı içine sıkışmış olan ve hükmünü yürütme imkanı bulamayan, bir
sendikal güç kadar bile baskı gücüne sahip olmayan, tapu kadastro memurluğu
mevkiine indirgenmiş bir diyanet teşkilatı ile bu sorunlara çözüm bulmak
herhalde mümkün olmasa gerekir.
Cumhuriyet Döneminde Din-Devlet
İlişkisi
Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren din devlet ilişkilerinde bir gariplik hemen kendini
göstermektedir. 1920'de kurulan ya da 1923'de ilan edilen Cumhuriyet döneminde,
taa 1928'e kadar Anayasa hükmü olarak "Devletin dininin İslam olduğu"
yazılıdır. 1928’de bu "Devletin dini, din-i islamdır" ibaresi
kaldırıldı. Yerine de herhangi bir şey konulmadı. O zaman laiklik te yoktu.
Doğrudan doğruya dinin belirleyici özelliği yokedilerek dinsiz bir yapıya
döndü. 14 yıl sonra 1937 de Laiklik ilkesi getirildi. Gerçekte İsmet Paşa'nm
bir marifeti olan laiklik ilkesi batılı anlamda bir uygulama getirmedi. Aksine
Bizantinist bir uslubla, dini devletin
denetimine
sokma gayretleri ağır bastı. Camilerin kapatılması, dini neşriyatın
yasaklanması, din görevlilerinin tutuklanması, din eğitiminin tatil edilmesi
gibi bir yola girildi.
Daha
1937 ye gelinmeden, 1933’de durum belli olmuştu. İsmet Paşa'nın Cumhuriyetin
10.yılı dolayısı ile hazırlattığı "Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye
Cumhuriyetine" başlıklı albüm yıllar sürecek bir edebiyatın başlangıcı
gibidir!
Devlet
matbaasında bastırılarak bütün resmi dairelere ve okullara gönderilen, her
tarafa dağıtılan albümdeki ifadelerden bazıları şöyle:
Saltanat
Rejimi:
Osmanlı
imparatorluğunun tarihi sultanlar tarihidir, Sultanlar kimdir? Sultanlar
millet davasında önde yürüyüp kıymet ve hizmet eleğinden geçerek belirmiş
şahsiyetler midir?Sullanlar milletin ülkülerini dileklerini şahıslarında
merkezleştiren, karar ve iradelerinde olgunlaşpran fikir ve hareket adamları
mıdır?..
Hayır,
Sultanlar, sarayların dört duvarları içinde soysuzlaşmış zulum ve sefahat
mirasyedileridir. Sultanlar kendilerini milletin çocuğu değil, milleti
kendilerinin kölesi telakki ederlerdi. Sultanlar indinde millet davası kendi
aile menfeatlcrini kurtarmak için pazara çıkartılan bir metadan ibaretti.
Sultanlar millete inanmazlar, milletin gelişmesini istemezler, millette beliren
hertürlü uyanış hareketlerini bir kan deryasında boğarlar, kuvvetlerini
milletin şuurundan ve sevgisinden değil milletin cehaletinden ve korkusundan
alırlardı. Osmanlı imparatorluğu, kendilerini Allah’ın gölgesi sanan
sultanların idaresindeydi.
İki
resim : Abdulhamid: Uyanık gençliği boğan, zindanlarda çürüten Yıldız baykuşu
Abdulhamid
Vahidüddin:
Tahtını kurtarmak için memleketini satan Sevr mimarı: Vahidüddin.
Sayfa:6
ve 7: Horoz döğüştüren sultan/Gazi fikir dö-
ğüştrür.
17.
sayfadan üç vecize:
Mustafa
Kemal Diyor ki: Arkadaşlar! Sarayların içinde Türkten Gayri unsurlara istinad
ederek, düşmanlarla ittifak ederek Anadolunun, Türklüğün aleyhine yürüyen
çürümüş gölge adam lann Türk vatanından tardı, düşmanların denize dökülmesinden
daha rehakar bir harekettir.
Saltanat
l.Teşrin 1922'de yokedildi
Teşkilatı
Esasiye Kanunu ile Türkiye halkı, hukuku hakimiyet ve hükümraniyesinin
mümessili hakikisi olan TBMM şahsiyeti maneviyesinde olan gayrikabili terk ve
tecezzi ve ferağ olmak üzere temsil ve bilfiil istimale, ve iradei milliyeye
istinad etmeyen hiç bir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle
Misak-ı Milli hudutları dahilinde TBMM’den başka şekli hükümeti tanımaz.
Binaenaleyh Türkiye halkı hakimiyeti şahsiyeye müstenidolan İstanbul'daki şekli
hükümeti 16 mart 1336’dan itibaren ve ebediyyen tarihe müntehil addetmiştir.
Lozan
kahramanı ibaresinin altında İnönü'nün resmi konulduktan sonra şu ibare yer
almış:
Hilafet
kaldırıldı: 3 Mart 1924
Hilafetin
ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine
çıkanlmasma dair kanundan: Halife halledilmiştir. Hilafet, hükümet ve
cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı
mülgadır.
20.
sayfadan bir başka örnek. Tabi hemen Cumhuriyet kelimesini burada bir kere
daha hatırlamalıyız. Meğerse Hilafet kelimesi Cumhuriyet kelimesinin mana ve
mefhumunda mündemiçmiş. Yani Cumhuriyet te dini bir kelimedir ve laikliğe
aykırıdır!
Sayfa
başlığuörümcekli kafa: Örümcekli kafa Osmanlı vatandaşının kafasıdır. Bu
kafanın içerisinde iki tane kocaman örümcek otururdu. İslam taassubu ve garb
hayranlığı!
Ne
garip, daha sonra "Batıcılık" ideolojisi bu lakımın milli ideolojisi
haline gelecek. O gün öyle demek gerekiyormuş demek ki!
Yan başlık: Ümmet Leşi
Taassub
örümceğinin ördüğü ağlar, milleti daima ahirete bağlardı. Türk Cemiyeti
şeriatın, mecellenin ve fetvanın taşlaşmış kalıplan içinde hapsoiunıırdu. Bu
teokratik nizam kendini devam ettirmek ve insanlarını kendi ihtiyaçlarına göre
yetiştirebilmek için bütün müesseselerini de kurmuştu. Mesela kabinede dünya
işlerini temsil eden sadrazam, yanıbaşmda daima ahiret işlerini temsil eden
kellifelli bir şeyhülislam yer alırdı.
Sayfa: 21
İlginç,
Laiklik prensibi Türk anayasasına 1937 de girmesine karşılık, l0.yıl
albümünde, 1933 de şu satırlara rastlamak düşündürücü.
İşıklı kafa:
İnkılab
Tiirkiyesinin insanı ışıklı bir kafa taşır. Bu kafa hiçbir yabancı hayatı
telakki tarzına yer yoktur. Bu kafayı işleten mo, tor, inkılabın yüksek
menfaatleridir. Bu kafa müstakil bir kafadır. Her hadiseyi inkılabın
zaruretlerine göre tahlil ve terkib eder ve her karara inkılabın prensiblerine
göre varır.
Cumhuriyet
Türkiyesi'nde vatandaşın hayatı, milletin istiklaline, milletin menfaatlerine
ve milletin dirliğine bağlanmıştır. Cumhuriyet Türkiyesi'nin cemiyeti laik bir
cemiyettir. Fakat bu laiklik sadece din ve dünya işleri arasında Fransada
olduğu gibi bir mütareke manası ifade etmez. Yani pasif bir laiklik değildir.
Türk laikliği hayatın, yani milletin menfaatlerini ve dirliğini herşeye hakim
kılan aktif bir telakkisidir.
(Öyle
anlaşılıyor ki, bu satırları İnönü hazırladı. Daha sonra bu düşüncelerini
pratiğe geçirerek, dini denetim aluna alma yolana gidecek ve parti programını
devletin hukuku, temel dayanağı halinde takdim edecektir. Öyle ki bu
telakkiden yola çıkarak Kıır'an-ı Kerimin tadil ve tebdiline kadar varan bir
tavır sergileyecektir. A.D.)
İnkılâb
hükümetlerinde başvekil, milletin yüksek hayati menfaatleri namına olan
iktidarı, hiç bir ahiret ve ukba mümessili ile paylaşmaz.
Gazi
imzalı bir vecize: Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir
eden, harab eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir.
Köhne prensiplerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir.
CHF
Programından: “Din telakkisi vicdani olduğundan, fırka; din fikirlerini devlet
ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin muasır terakkide
başlıca muvaffakiyet amili görür”
Ümmet
maarifi:... Mesela bir idadi talebesi bir tarafta hikmet, kimya, jeoloji gibi
müsbet tabiat ilimleri ile kainatın oluşunu ve seyrini öğrenirken, diğer
taraftan aynı mektepte, aynı sınıfta tabiatın 1300 sene evvelki bir ukba
görüşüne göre izahına inanmak mecburiyetinde bırakılırdı.
Osmanlı
imparatorluğunda kadın, kümes hayvanı telakki olunurdu. Muhallebici dükkanında,
tramvayda, tiyatroda, hulasa hayatta o tecrid edilmiş ve cinsi ihtilaçlarına
teslim olmuş bir mahluktu.
24.
sayfada, Zekat ve öşür için "Batıla inanma vergisi” tabiri kullanılırken,
dervişler için "Tekke tufeylisi" tabirini kullanıyorlardı. Bir
şeyhin resmi altında ise "Bu herifin kerametine inanır mısınız"
yazılmış, bir mevlevi ayinini gösteren resmin altına ise "Şu
soytarılara milletin ruhu emniyet olunur mu " denmişti.
Ve
bir medrese tanımı. Bir medrese hocasının resminin altındaki yazı: Bir medrese
softası. Sonra açıklama: Teokrasi nizamını yaşatan unsurları medreseler
yetiştirirdi. Medreseler, kalın duvarları, izbe odaları içine düşen taze
dimağları kötürümleştiren, hayata ve hakikate karşı körleştiren fikir ve bilgi
hapishaneleri idi. (Bir takım tecvid ve ilmihal gibi dini bilgilerle ilgili
arapça ders konularının adı yazıldıktan sonra) Türk çocukları ydlarca hayat
için hiç bir gıda kıymeti olmayan bu posaları gevelemekle fikir körletirlerdi.
Falih
Rıfkı'dan bir Türkçe örneği. Eski dilin ne kadar kötü ve zor, yeni dilin ne
kadar güzel ve kolay olduğunu anlatmak için örnekler sıralanırken Falih
Rıfkı'dan şu pasaj alınmış: Tek mektep dokuz yaşındadır. Arap harfi bilmeyen
okumuş çocukların sayısı 400.000 i geçti. Dolaba attığımız son feslerin kırmızı
çuhaları ve
kara
püskülleri çürüdü. Tecvid ve şedde, acem terkipleri ve arab bablan eski şark
işlemelerine döndü. Son medreselerinin saçları ağardı. Bizim bütün
gençliğimizcc süren kavganın adı, eski-yeni kavgası oldu. Bu ad yanlış
konmuştur. Bu kavganın asıl doğru adı eski ve yeni değil, iki medeniyet, iki
kültür iki çağ kavgasıdır. Bizim İsmimiz gavur, karşımızdakilerin ismi mürteci
idi: HaçHilal kavgası gibi çarpışıyorduk.
Ve
Türkçe şiire bir örnek. Behçet Kemal'den
■Aşk
diye ne bir Tanrı adına varacağız
Ne
gözleri yeşil bir kadına varacağız
Ergenliğin düşünü
gören genç adam gibi
Toprağı alt edmenin
tadına varacağız.
Arap
harflerini niçin terkettiğimiz ise şöyle anlatılıyordu bu albümde: "Bizi
teokrasinin külliyatına ve fikriyatlarına doğru sürüklüyordu. Yabancdann,
(Ekalliyetler dahil) dilimizi öğrenmelerini ve bizi tanımalarını adeta
imkansız kılıyordu, vs.
Tarih
kitapları ile ilgili olarak ise, Osmanlı tarihinin gayri ilmi, gayri milli
olduğu ve Türk tarihinden çök Arap ve İslam tarihine ağırlık verildiği
eleştirisi getiriliyordu. Kısası enbiya konusunda ise şu cümleler yer alıyordu
sözü edilen albümde "Kısası enbiya ki yahudi peygamberlerinin
masallarından başka bir şey değildir.”
Ve
kadınla ilgili bir vecize dahaBizde kadının azatlığı, doğrudan doğruya ahlak
mefhumunun azatlığını ifade eder"
Broşür
Bitlerin, bir Hind'li ve bir İngiliz’in Atatürk'ü övücü sözleri ile son
buluyordu.
Nutukta
Mustafa Kemal, 21 Nisan 1920 tarihli tebliğini şöyle anlatır: «Vatanın
istiklalini, makaın-ı hilafet ve saltanatın isıihlası (Kurtuluşu) gibi en mühün
vezaifi ifa edecek olan Büyük Millet Meclisinin yevrn-i küşadını (Açılışını)
Cumaya tesadüf ettirmekle, ycvm-i mezkurun mebrukiyetinden (Sözü edilen günün feyiz
ve bereketinden) istifade ve bilumum mebusanı kiram hazeratı ile Hacı Bayram
Veli Camii Şerifinde Cuma namazı eda olunarak envar-ı Kur'an ve salattan
(Kur'antn nurları ve namazdan) da istifade olunacaktır. Ba'dessalat lihye-i
saadet ve sancak-ı şerifi hamilen (Namazdan sonra peygamber efendimizin sakal
ve sancağını alarak)
daire-i mahsusaya gidilecektir. Daire-i mahsusaya dahil olmazdan evvel bir dua
kıraati ile kurbanlar zebholunacaktır (Kesilecektir)
Bazı Kcmalistler Mustafa Kemal’in bu
tutumu ile ilgili ola. rak şu
görüşü ileri sürerler '."Anadolu’da fiilen yeni bir hükümet kuruldu. Bu
fiilen cumhuriyetti. Cumhuriyetin ilam isim koymadan ibaretti. Bazı kolordu
komutanları halife taraftanydı, bazda ise şahsen Atatürk’ü
sevmiyorlardı. Meclisteki 45 hocadan sadece ikisi cumhuriyet, diğerleri halife
taraftan idiler. Hatta hilafet ve saltanatın aynlmayacağına dair kitap neşrediyorlardı.
Memleketin her tarafından halife taraftarları çıktı. Bu yüzden Atatürk cumhuriyet
kelimesini 4 yıl telaffuz edemedi" (A.Altıner'in aktardıklarından)
"Atatürkün
fikir ve düşünceleri" üzerine bir inceleme yapan Prof.Utkan Kocatürk aynı
adı taşıyan çalışmasının 50. sayfasında, Nutuk'un 2. cildinin 714. sayfasından
şu alıntılan (Kanunun gerek 2. ve gerekse 26. maddelerinde gereksiz görülen ve
yeni ! Türk devletinin ve
Cumhuriyet idaremizin asri karekteri ile uyuşamıyan tabirler, inkılab ve
cumhuriyetin o zaman için sakıncagörmediği tavizlerdir. Millet anayasamızdan bu
fazlalıkları ilk münasib zamanda kaldırmalıdır) yaptıktan sonra kaldırılması gereken
fazlalıklarla ilgili olarak dip notta şu açıklamayı yapmaktadır ( 1924
anayasasının 2.maddesinde yer alan -Türkiye devletimi nin dini din-i
islamdırfıkrası ile 26. maddede mevcut –Ahkamı şer'iyyede mevcut -Ahkamı
şer'iyyenin Büyük Millet Meclisi tarafından yürütüleceğini-belirten cümle
meclisin 9.4.1928 günki oturumunda kaldırılmışta.”
Afet
İnan Atatürk’ün Din ile ilgili tutumuna ilişkin "Atatürkün el yazılan”
isimli kitabının 56.sayfaşmda şu alıntıyı yapıyor:
Türkiye
Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar
ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere dünya ihtiyaçlarına göre
yapıla ve tatbik edilir. Din telakkisi vicdani olduğundan Cumhuriyet din
fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin
çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.
Asaf
İlbay ise 1949 (13.7)'de Tan gazetesinde yayınlanan makalesinde şu görüşlere
yer verecektir: "Biz din işlerini, millet ve devlet işleri ile
karıştırmıyoruz. Millet ve devlet işlerinin kabesi milli egemenliğin belirdiği
Büyük Millet Meclisidir. Din işlerinin mihrabı ise insanların, şahısların
vicdanlarıdır.''
Görüldüğü
gibi Yeni devletin kuruluş temellerinden zaman geçtikçe hızla uzaklaşılmakta ve
Kurtuluş savaşının manası ve ruhu terkedilmektedir.
23
Nisan 1336 (1920) de Ankara'da toplanan Miüetvekilleri TBMM'nin teşkiline karar
verdiklerinde şöyle bir karar almışlardı TBMM bu kerre intihab edilen azalarla
İstanbul Meclis-i Mebusanından iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına
karar verildi" 16 Mart 1920'de İstanbul'daki Meclisi Mebusan İngilizler
tarafından dağıtılmış, bu kez yeni meclis Ankarada yeni seçilen üyelerle
birlikte toplanmıştı.
18
Haziran 1920 bir bayram günü idi ve bayram Cumaya raslamıştı. Ankara'nın milli
merkez oluşundan sonra gelen bu ilk bayramda yine Haeıbayram’da resmi bir
kutlama töreni düzenlenmiş Mustafa Kemal ve Çerkez Ethem’in birlikte
katıldıkları bu törende namazdan sonra usûl olduğu üzere ''Padişahım çok
yaşa" diye üç defa bağrılmışu..
İlk
Meclisin önemli bir bölümü İstanbul'dan gelen Meclisi Mebusan üyeleri idi. Bir
bakıma yeni üyelerle İstanbul Meclisi Ankara'da toplanrruşü. O günü anlatanlar
yıllarca bütün camilerde sultan Vahidüddin'in adının okunmaya devam elliğini
zikretmektedirler.
Cumhuriyetin
ilanı ve halifenin kovulması konusunda bir çok rivayetler aktarılmaktadır. Vahdeddin
sanıldığı gibi İngilizler'in himayesine sığınmak değil, Hicaz, Filistin veya
Kıbrıs'a gitmek isliyordu. Giderken yanına Kur'an-ı Kerim almayı unutmuş
yaverinden Kuran-ı Kerim istemişti. O da Topkapı sarayından Altın mahfazası
içinde özel şekilde yazılmış bir Kur'an-ı Kerim getirmişti. Vahdeddin daha
sonra Beytülmale ait olduğu için bu al un mahfazayı iade edecekti.
Ne
garip, İngilizlere hizmet etliği öne sürülen Vahdettin İtalya'da beş
parasız kalacak. Bir Yahudi tüccar tabutuna haciz koyduracaktır.. O yoksulluk
içinde ölürken İngiliz şeref madalyaları başkalarının göğüslerini
süsleyecektir..
Vahdellin'in
yanında oğlu Erıuğrul Efendi, Yarbay Çerkez Zeki, Başhekim Reşat Paşa,
Başmabeyinci Ömer Dilaver, Esvabcıbaşı İbrahim, Berberbaşı Mahmut, Tülüncübaşı
Şükrü, Muhasib Cevher ve Hayreddin Ağalar bulunuyordu.
Vahdeddin'in
gidişi gizli değildi. Garip bir şekilde İstanbul'daki İngiliz karargahı 17
Kasım 1922'de Refet Paşaya bir resmi mektup göndererek İngiltere'ye çekilen
telgrafın suretini gönderiyor ve durumu bildiriyordu.
Telgraf
şöyle: Resmen haber verildiğine göre Zat-ı Hazreti padişahi, vaziyeti hazıra
münasebeti ile hürriyet ve hayatının tehlikede olduğundan korkarak bütün
müslümanlann halifesi sıfatı ile İngiltere'nin himayesini ve İsıanbuldan derhal
dışarı naklini talep etti. Zat-ı hazrcti padişahinin talebi bu sabah is'af
edildi. Türkiye'de Britanya kuvası başkumandanı General sir Charles, zat-ı
Hazrcti padişahinin emirlerine amade olarak kendisine, bir İngiliz harp ganisine
kadar refakat etmiş ve gemide Akdeniz filosu baş kumandanı Sir O. Dob Brok
tarafından kabul edilmiştir. Britanya fevkalade komiserliği vekaletini ifa eden
Misler Nevil Henderson, gemide zat-ı şahaneyi ziyaret ederek İngiltere kralı
haşmetli beşinci George hazretlerine arzedilmck üzerine arzularını istisfar
etmiştir.
Vahidüddin,
ilk önce Malta’ya çıktı. Oradan İtalya'ya, San Remo şehrine gitti. Dört yıl
sonra 65 yaşında 16 Mayıs 1926'da orada öldü. Son sözü "Beni İslam
topraklarına gömünüz'' oldu., Cenazesi müslümanlar tarafından kaldırılarak
Şam'da bulunan Sultan Selim Camii mezarlığına gömüldü.
İtalya'daki
yoksul günlerinde elçilik tarafından "Muhtacundan vatandan Mehmet
Efendi'ye” diye ayda 200 lira ödendiğine ilişkin rivayetler varsa da kesin
değildir. Dilese idi saraydaki altın ve elmaslardan bir kısmını götürebilirdi.
Herkes biliyor ki, gerek Osmanlı döneminde, gerek İngiliz işgali ve
sonrasındaki yağmalarda saray talan ediliyordu. Vahdeddin ve yakınlan
beytülmali talan etmediler.
25 Nisan'da 5 sayılı kararla hükümetin
teşkiline karar verildi. 2 Mayısta icra vekillerinin teşkilinin nasıl
yapılacağına ilişkin yasanın kabul edilmesi ile "Şer'iyye ve evkaf
vekaleti'' ve "Adliye ve Mezahib vekaleti" de kuruluyordu. Bu
bakanlık şeriata uygun olarak adli işleri yürütmekle görevli idi.
5.9.1336(1920) tarih ve 18 sayılı
kamın TBMM’nin kuruluş gayesini şöyle belirliyordu: "Büyük Millet Meclisi
hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin islihlas ve istiklalinden (Kurtuluş ve
bağımsızlığından) olan gayenin husulüne kadar şerait-i atiye dairesinde
müsteıniren in'ikat eder"
Görüldüğü
gibi ilk meclisin, padişahı hain ilan etmek, ailesi ile birlikte sürülmesi
gibi bir meselesi yok. Hatta "Hilafet ve saltanat kurtulup vatan da
istiklalini elde ettikten sonra Büyük Millet Meclisinin vazifesinin sona
ermesi" sözkonusu.
Bu konuda Bünyamin Ateş "TC
Kuruluşunda Laik Değildir" isimli kitapçığının 14.sayfasında şu tesbiti
yapmaktadır:" TBMM İstanbul'da dağıtılan Meclis-i mebusan azalarından
Ankaraya gelip Kuvayı Milliye hareketine destek olan mebuslara farklı ve
mültefit b'tr tavır lakındı. Her biri padi şahın bir temsilcisi gibi TBMM saflarında yer alan Meclis-i Mebusan
azalarının arkasında millet, hilafet ve saltanatı temsil eden padişahın gücünü ve
desteğini görüyordu ve dolayısı ile kurtuluş hareketine canla başla
sarılıyordu. Tarihler o sırada İstanbul hükümeti ile Kuvayı Milliye hareketi
arasında bir sürtüşmenin olduğundan bahsediyorlar ama TBMM aldığı bir kararla
hilafet ve saltanatın kurtuluşunu asıl maksat ve gaye yapıyordu. Şayed bunun
aksi bir durum olsa, TBMM Kuruluş maksadını daha başka türlü tayin ve tesbit
eder ve hatta İstanbul hükümetine karşı kesin bir tavır bile takınırdı. Ancak
TBMM'nin kurulduğu günlerde böyle bir sürtüşme yok" ilginçtir, Mustafa
Kemal bile TBMM'nde Meclisi Mebusan'ın Erzurum milletvekili olarak yer aldı
Birinci meclis sarıklı hocadan
geçilmiyordu. Yakub Kadri Meclisi "papatya bahçesi"ne benzetiyordu.
Dinine bağlı insanlardı, din ve şeriata bağlı insanlardı.
Meclisi
tem silen halifeye bağhlık ve biat için bir heyeti temsiliye istanbula
gönderilecektir.
Meclisin
açıhşı Perşembe günü yapılacaktı. Ama Bu mübarek günün ruhaniyetinden istifade
edilmesi için açılış Cumaya ertelendi. Önce Cuma namazı kılınacak daha sonra
Meclise gidilerek ruhani bir hava içinde açılış merasimi yapılacaktı.
Bu
maksatla tertip edilen program yalnız Ankarada neşredilmekle kalmayıp Mustafa
Kemal imzası ile bütün ülkeye tamim edildi.
Mustafa
Kemal imzası ile tamim edilen program şu şekilde idi.
1-Allahm
izni ile Nisanın 23. cuma günü Cuma namazını müteakip Büyük Millet Meclisi
açılacakta'.
2-Vatanın
istiklali makam-ı hilafet ve saltanatın istihlası gi bi (Kurtarılması gibi) en
mühim ve hayati vazifeyi ifa edecek olan Büyük Millet Meclisinin açılış gününü
Cumaya tesadüf ettirmekle mezkur günün Mebnıkiyetinden istifade ve açılıştan
mukaddem bilumum mebusini kiram hazeratı ile Hacıbayram Camii şerifinde Cuma
namazı da eda olunarak envar-ı Kur'an ve salattan istifade olunacaktır.
Bade
salat( Namazdan sonra) lihye-i saadet, sancak-ı şerifi hamilen daire-i
mahsusaya gidilecektir. Daire-i mahsusaya dahil olmadan evvel bir dua kıraati
ile kurbanlar kesilecektir. İş bu merasimde Camii şeriften başlayarak Daire-i
mahsusaya kadar kolordu kumandanlığınca askeri kıtalarda tertibat-ı mahsusa
alınacaktır.
3-Mezkur
günün kudsiyetini teyid için bu günden itibaren merkezi vilayette Vali
beyefendi hazretlerinin tertibi ile hatim ve Buharii şerif tilavetine
başlanacak ve Hatimi şerifin son akşamı Teberrüken cuma namazından sonra
Daire-i mahsusa önünde ikmal edilecektir.
Cuma
namazının edasından sonra,
4-Mukaddes
ve mecruh vatanımızın her köşesinde aynı surette bu günden itibaren Buhari ve
hatmi şerif kıraat edilecek, Cuma günü ezandan evvel minarelerde salavatı şerif
okunacak ve esnayı hutbede bilumum efradı milletin bir an evvel naili felah ve
saadet olmaları Cuma namazının edasından sonra da İkmali hatim edilerek
bilcümle akşamı vatanın halası maksadı ile vuku bulan mesaii milletin ehemmiyet
ve kudsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekillerinden mürekkeb olan Büyük
Millet Meclisinin tevdi eyleyeceği vazifeyi ifaya mecburiyeti hakkında mev'i
zalar irad olunacakta. Badehu din ve devletimizin vatan ve millerimizin halası
selameü ve istiklali için dua edilecektir. Bu merasimi diniyye ve vataniyyenin
ifasında camilerden çıkıldıktan sonra Bilad-ı Osmaniyenin her tarafında makam-r
hükümete gelinerek meclisin açılışından dolayı resmen tebrikat icra
edilecektir. Her tarafta Cuma namazından evvel münasip surette Mevlid-i şerif
okunacaktır.
5-lş
bu tebliğin hemen neşir ve tamimi için her vasıtaya müracaat olunacak ve senan
en ücra köylere en küçük askeri kıtalara, teşkilat ve müessesalına iblağı temin
edilecektir. Aynca levhalar halinde her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde
tab'ı ve teksir ve meccanen tevzi edilecektir.
6-Cenab-ı
Haktan muvaffakiyeti kamile tazarru olunur.
Heyeti
Temsiliye Namına Mustafa Kemal
Bu
tören sırasında Cuma günü, Hacı bayram camiinde kılınan Cuma namazında hutbe,
öteki camilerde olduğu gibi "Hali fe-i ruy-u zemin Sultan Vahidüddin Han
adına" okunmuştu.
Tören
baştan sema müftilerin yönetiminde gerçekleşiyordu ve törende ön sırada yer
alan "Zevatı kiram" arasında Nakşi ve di; ger tarikat şeyhleri
bulunuyordu. Yeni kurulan meclisin en büyük gayesi ve belki de biricik gayesi
"Hilafet ve saltanatın kurtarılması" şeklinde ifade ediliyordu.
20 Ocak 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununun
l.maddesine ı göre Hakimiyet bila kaydu şart millete ait olacak, 2. maddesine
göre ise yasama ve yürütme yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi TBMM'de
ifadesini bulacak, Türkiyenin
TBMM tarafından
11 yönetildiği ve meclisinin de TBMM adını taşıyacağı belirtiliyorJ du
Teşkilatı Esasi Kanununun 7.maddesine göre ise "Ahkamı şeriyenin tenfizi
(Yani şefi hükümlerin yerine getirilmesi) vazifesini TBMM yerine
getirecek" ti. 20 Ocak 1921 tarih ve 85 sayılı yasada h ilafet ve
saltanatın kurtarılmasına ilişkin her hangi bir ifade| nin yer almadığı
görülecektir. 30.10 1922 tarih ve 307 saydı karar ile Osmanlı devletinin ve
saltanatın fiilen sona erdiği, Osmanlı ’< devletinin yerine, milli hudutlar
içinde yeni TBMM hükümetinin < varis olduğu ilan edilecektir.
Hilafet
bu kararda tümü ile yok sayılmamakta, hakimiyetin ı millete ait olduğu
vurgulanırken hilafet konusunda "Türk hükümetinin hakkı meşruu olan
makam-ı hilafeti esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar
verildi."
5 Eylül 1920 de
TBMM'nin kuruluş gayelerinden birincisi Hilafet
ve saltanatın kurtarılması olduğu belirtilirken 20 Ocak 1921 de çıkartılan 85 sayılı kanunda bu
gayeden hiç sözedilmemiş olması düşündürücüdür. Bu yasa değişikliği ile TBMM
kuruluş l gayelerinde bir değişiklik yapıyor ve Saltanatı değil, sadece hilafetin
kurtarılması konusunda bir teahhütte bulunuyordu. Bu değişikliğin resmi
gerekçesi ile hiç bir zaman açıklanmadı. Ancak Meclis gizli celse zabıtlarında
bu konunun ayrıntılı olarak tartı şıldığı görülüyor.
30.10.1922
tarih ve 307 sayılı kanunla saltanat lağvedilirken, Kanunun ikinci maddesinde
hilafetle ilgili şu görüşler yer
alıyordu:
"Hilafet Al-i Osmana ait olup, halifeliğe TBMM tarafından bu hanedanın
ilmen ve ahlaken erşed ve aslah olanı intihab olunur. Türlüye devleti, makam-ı
hilafetin istinatgahıdır" deniliyordu.
TBMM
başlangıçta Türkiye’nin idaresi, ya da yeni bir devlet ilanı için kurulmadı.
Bu konuda zihinlerde bir netlik yok. 23 Nisan’daki atmosfer, ruh, siyasi tercih
çok farklı..
2.
Meclisin birinci ile ortak fazla bir hesabı yok. 2. Devre intihabı için meclis
16 Nisan 1923 de tatile girdikten sonra yeni kurulan mecliste eskilerden pek
az kişi bulunuyordu. İtilafçı tabir edilen eskilerin yerini ittihatçılar
alacaktı. Liberal eğilimli, komutacılardan oluşan ittihatçılar daha sonra kendi
aralarında hesaplaşacak ve işler İnönü'ye kalacaktı.
11
Ağustos 1923’de Meclisin ikinci devresi başladığında bir numaralı yasaya göre
Allaha yemin ediliyordu. Her ne kadar, 29 Ekim 1339 (1923) de yapılan
değişiklikle "Türkiye devletinin şekli hükümeti Cumhuriyettir"
ibaresi konmuşsa da 2. Madde de "Türkiye Devletinin dini din-i islamdır,
Resmi lisanı Türkçedir" ifadesi yer alıyordu. Yeni mecliste eskilerden
hemen hemen pek kimse yoktu. Kurtuluş savaşı veren halk temsilcileri yerine,
ittihatçı, batı yanlısı cunta heveslisi bürokraVaydmlar yönetime gelmişti.
1921
anayasasında, devletin dini ibaresi yerahnamaktadır. Çünki sözkonusu olan
Hilafetin geri getirilmesidir. Daha sonra henüz Hilafet müessesesi
tartışılmamakla birlikte, resmi din olarak İslamiyetin benimsendiği ifade edilmektedir.
Yani
Cumhuriyetin ilanındaki anayasada Türkiye Cumhuriyetinin resmi dininin İslam
olduğu yazılmaktadır. Yani ne ilk meclis ve ne de Cumhuriyet meclisi din dışı
bir karakter göstermemektedir.
Halifeliğin
ilgası 3.3.1340 (1924) te gerçekleşecektir. Bu tarihte çıkan 431 sayılı kanunla
"halife hal ve hilafet ilga edildi.’1 Os( manii
hanedanı ülke sınırları dışına sürüldü mallarına el kondu.
Bu
müzakerenin yapıldığı mecliste ilginç bir hava vardır.. 7 Mart 1924 tarihli
Akşam gazetesinde yer alan bir habere göre mecliste üyeler "Yalnız sağ
olanlar sınır dışına çıkartılmakla kalmamalı, ölenlerin kemikleri bile
mezarlarından çıkartılarak bu memleketin dışına atılmalıdır" diye
bağırmaktadırlar!
1920'de
saltanat ve hilafeti kurtarmak ve ihya için kurulan meclis 26 ay sonra 308
saydı karan ile saltanatı gayrimeşru sayacak ve Vahdeddin'i hain ilan
edecekti. 1922'de Vahdeddin yerine Abdülmecid halife olacak ve TBMM Hilafetin
istinatgahı olarak ; ilan edilecekti. 6 Ekim 1923’de ise halife bütün ailesi
ile birlikte , sımrdışı edilecekti.
Hilafetin Kaldırılmasının perde arkası
ile ilgili olarak Ömer Sami Coşar farklı iddialar ortaya atmaktadır. Abdülmecid
in İngiliz ve Fransızlarla görüştüğünü ve saltanatı ihya için onlarla işbiri liği
yaptığını, bu bilgilerin Ankara hükümetinin eline geçmesi üzerine iplerin
koptuğunu ileri sürmektedir.
Her
nasılsa Fransız elçisinin merkezine gönderdiği mesaj ' Ankaradakilerin eline
geçmektedir. General Belle hala Halifeli11 ğin nufıızunu koruduğunu,
. halife ite temas kumıaiannın yararlı olacağını söylemektedir. Fransız yüksek
komiseri daha sonra ülkesine gönderdiği mesajında şöyle demektedir:
"Seçim mekanizmalarım ve devlet memurlarının çoğunluğunu ellerinde
bulunduran tecrübeli politikacılar olan ittihatçılar eninde sonunda duruma
hakim olacaklardır. Muhtemeldir ki, Sultan-Halife anayasal bir
I
hükümdar olarak eskisi gibi tekrar tahtına oturacaktır"
Hilafetin
kaldırılması ile ilgili olarak, resmi tarihçilerin yo! rumlan yukarıda anlaülan
gerekçelere dayanmaktadır.
24
Temmuz I923'de Lozan anlaşması imzalanmış ve hilafetin ilgasından hemen sonra
29 Ekimde Cumhuriyet ilan edilmişti.
Lozan'ın sonuçlarına ilişkin
meclis gizli celsesinde yapılan tartışmalar çok ilginçtir.
Başbakan Rauf
bey, Lozandan dönen İsmet Paşa'yı karşılamamak için elinden geleni
yapmaktadır. Mustafa Kemal'den şöyle bir ricada bulunur:" Ben ismet paşa
ile karşı karşıya gelemem. Onun istikbalinde bulunamam, müsade ederseniz
muvasalatında Ankara’da bulunmamak için dairei intihabiyemde bir devir yapmak
üzere Sivas istikametinde seyahate çıkayım " diyor.. İsmet paşanın hangi tekliflerle geleceğini herkes biliyor.
Misakı Milliden geri adım atılmış, bazı teahhütler gündeme gelmiştir. Başî bakan İsmet paşa
ile karşı karşıya gelmesinin kendisi için hiç te iyi > olmayacağını
bilmekte, bir yolunu bulup Ankara dışına çıkmaya 1 çalışmaktadır.
Daha sonra hükümet şeklinin
Cumhuriyet olmasına ilişkin j yapılan müzakerelerle ilgili olarak İsmet Paşanın
mecliste yaptığı konuşma son derece dikkat çekicidir. Şöyle demektedir İsmet Paşa:
«Fırka reisinin teklifini kabule ihtiyaç kaı'idir (Teşkilatı Esaside yapılacak
değişiklik ve Cumhuriyetin ilanı ile ilgili) Cihan bizim bir şekli hükümet
görüştüğümüzü biliyor. Bu müzekaratımızı bir neticeye rabdedip ifade etmemek,
zaaf ve teşettürü idameden başka bir şey değildir. Avrupa diplomatları bu
hususta beni ikaz ettiler. -Devletin reisi yokturdediler, -şekli hazırdaki reis
meclis reisidir. Demek ki siz başka bir reis bekliyorsunuzAvrupa düşüncesi işte
budur.»
Mustafa
Kemal Meclis'te yapüğı konuşmada, daha öncekilerin aksine, halifenin luzumsuz
işlerle uğraştığından, kendini bir saltanat temsilcisi gibi görerek milli
iradenin üstünde bir takım işlere soyunduğundan bahisle, hilafetin aslında
İslam tarihi boyunca hiç bir zaman lam anlamı ile gerçekleşmediğinden ve en
uygun idare şeklinin Cumhuriyet rejimi olduğundan ve Cumhuriyet rejiminin
İslam ilkeleri ile çelişmediğinden sözediyordu.
Ne olmuştu birden bire böyle
herşeyin tam tersine dönmesi için.. 23 Nisan üzerine Yunus Nadi, l'.TBMM ile
ilgili hatıralarında Karabekir’den şu cümleleri nakletmektedir:
"Tarihimizde bu kadar koyu bir taassublu merasimi diniyye ile hiç bir
meclis açılmamıştır... Meclisi Milli 23 Nisan Cuma günü pek dindarane, daha
doğrusu pek dervişane bir merasimle açıldı.."
Saidi Nursilerin
renklendirdikleri meclis, şimdi başka bir boya ile boyanıyor ve sıra 1.
Meclisin ruhaniyetini savunanların yargılanmasına geliyordu. *
Ne diyordu o günlerde Atatürk? Nutuktan okuyalım: "Ey arkadaşlar,
Tanrı birdir, büyüktür.. Cenab ı peygamber hatemül enbiya olmuştur ve kitabı
kitab-ı ekmeldir. Son peygamber olan Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi vesellem
1394 sene evvel Rumi Nisan içinde veRebiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi
sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan. Bu gün o gündür. Filhakika
arabi tarihlerinde bu akşam yevmi veladetin tamam sene-i devriyesine tesadüf
ediyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür."
Böyle diyordu Mustafa Kemal
Meclisin açılış günü konuşmasında. Yine Nutukta Hilafet konusunda ise şöyle
diyordu:” Hakikaten emri hilafet, hilafetrmilel i islamiyece en büyük maslahattır.
Çünki efendiler halifeyi nebeviyye ehli İslam arasında rabıta olan bir
emarettir. Ve ehli İslam kelimeyi vahdet üzere içtimalannı temin eden bir
emarettir... Emaret işte Cenab-ı hakkın bir sır ve hikmetidir ki, teessüsü
daima satvet ve kudretle meşruttur. Andan maksad-ı asli de def-i fesat, hıfzı
asayiş, himaye-i bilad ve tanzim-i umur-u cihad ile mesalih-i ammeyi hüsnü tanzim
ve tesviyeden ibarettir.."
Hilafet "Def-i fesat"n,
daha sonra "Fesat yuvası olduğu iddiası ile "kapatılacaktı.
19 Kasan 1922’de Mustafa Kemal
Paşa Abdulmecid Efendi'ye gönderdiği telgrafta ne diyordu:
"Hanedan-ı Al-i Osmandan Halifeyi müslimin Abdulmecid hazretlerine, Amme-i
müslimin için mucib-i mahv olan düşman tckalif-i şedidesini kabul ve müslimin
müdafaâi mücahedelerinde düşmana muvafaketle beynel müslimin ika-ı şer ve fesad
ve sevk-i dimaya fiilen teşebbüs ve bu harekatında devam ve ısrar ve binnihaye
ecnabi himayesine tevdi-i nefs ederek bir İngiliz gemisiyle Maesesat dairesinde
Meclisi ali’ce 18 sayı ile teşrinisani 1922 tarihinde münakit celsede rnakam-ı
muallayı hilafete intihab buyurulmuş (Yüce halifelik makamına seçilmiş)
olduklarım hürmeti mahsusa ile zal-ı hazret-i hilafetpenahilerine
arzederim." Hilafet kaldırılmadan 16 ay önce Nutukta da belirtildiği gibi
Mustafa Kemal, Abdulmecid efendiye halifeliğini böyle haber veriyordu.
Mahmut Esat’a göre "Mustafa Kemal
bazan taktik icabı inanmadığı şeyi söylerdi”. Balıkesir Zağanos paşa camiinde 7
Şubat 1923'te çizmeleri ile çıktığı minberde söylediklerini de bu , gözle mi
değerlendirmek gerekirdi. Mustafa Kemal burada "Kanuni Esasi (Anayasa)
Kur'an-ı azimüşşandır" diyordu. Hani irtica olarak kabul edilen
"Anayasa Kur'andır " sloganı da Mustafa Kemal'e aitti.
Atatürk bir İslam Cunıhuriyet'i mi
kurdu, yoksa bir batılının dediği gibi "O Türk milletine, dinin haber
verdiği ilah yerine yeni bir ilahtan sözediyordu. Bu batı medeniyetiydi.
Gizlemeye gerek yok, Mustafa Kemal hiç bir dini değere inanmazdı.”
Sanıyorum
tarih bilgisi açısından son derece gerilerdeyiz. Mustafa Kemal'in İslam
Devleti'ne ve müslümanların hilafetine son veren bir lider ya da, İslami
Türkiye devletini kuran bir lider olduğunu söylemek aynı derecede doğru. -.
Fasih
Nuri'nin anlattıkları da doğru. 14 Ağustos 1920 tarihli bir hatıra. Rasih Nuri,
Atatürk'ü ve Komünizmi ele aldığı kitabının 132. sayfasında şu iktibas yer
alıyor:" Bolşeviklerin özellikle son günlerde Polonya dahilinde süregelen
başarı ve zaferleri cidden devrimlerin pek mesut, pek parlak ve pek önemli bir
sonucudur. İslamiyetin en yüksek kural ve kanunlarını kapsayan bolşevizmin,
bizim bile varlığımıza kasdetmiş olan ortak düşman aleyhinde bu gün elde etmiş
bulunduğu zafer bizim için de teşekkür edilecek bir sonuçtur".
O
günlerde siyasi irade eğer Sovyetlerden yana bir askeri kampa katılmamız
yönünde tecelli etmiş olsa idi, bugün Varşova paklı üyesi olabilirdik ve bu
tercih belli çevrelerce aynı derecede kutsal bir tercih olarak kabul
edilebilirdi. NATO üyesi olmamız sadece bir tesadüftür.
Bir zamanlar TBMM'nin duvarlarında
"Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ibaresi yerinde
"Ve emrühüm şura beynehüm" ayeti edilesi yazılı idi. O zaman Meclis
girişinden başlayarak j1 Meclis koridorlarının dört bir yanuıda,
üzerinde Kurtuluş Savaşında kullanılan "La ilahe illallah" ya da
"Allahu ekber"
veya "Nasrun minallah ve fethün garib" yazılı ayet ve lafızlar
yazık idi. Şimdi bunlar suç aleti. Astında 1. Meclis milletvekillerinin tümünü
bugün 163'den yargılayıp mahkum etmek mümkün. Bu devleti I kuranların inancım
temsil eden semboller ve sloganlar artık irtica
olarak damgalanıyor..
Hakimiyetin kime ait olduğunu ise bir
kez daha sorguluyonız. Çünkü sıra şimdi batılılaşmanın tabii sonucu olarak
Milli Hakimiyeti Avrupa Parlementosuna terketnıe aşamasında.. Nereden nereye
değil mi? O zaman Al Yeşil bayraklar arasında Ittihad-ı İslam'dan sözeden
Mustafa Kemalin izinden gidenler, bu gün ittihad-ı Avrupadan sözediyorlar.
Meclisin o günki halini Birinci Büyük Millet Meclisi isimli kitabında Yunus
Nadi uzun boylu anlaUr !' (Bak: adı
geçen kitap 33. sayfa)
Buralardan
başladık, ardından yüzlerce caminin yıkıldığı satıldığı, parti binası yapıldığı günlere
geldik. Öyle ki camiler n açık artırma ile satılıyordu.. Kimini azınlıklar
aldı, kimi de İstanbul'un en meşhur fuhuş yuvalarına dönüştürüldü.
Şeriat Devletinden Nereye?
Şu olay da bu gerçekleri teyid ediyor:
"CHP iktidarı Hristiyanlığın resmi din olarak kabulü için ciddi çalışmalar
yapıyordu.
Kazım
Karabekir Paşa bu görüşe karşı çıkarak şöyle demişti: "İslamın terakkiye
mani olduğu Avrupalıların uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa
edebilirsiniz, fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa din
değiştirmek gayretidir..''
Bir
başka hatıra da şöyle: 18 Temmuz 1923 te mecliste yeni bir Teşkilat-ı Esasi
(Anayasa) yapılması konusu tartışılmaktadır. Tevfik Rüştü Bey, "Teşkilatı
Esasi de dinimiz apaçık yazılmalıdır'' diye konuşmaktadır. Bundan sonrasını
Kazım Karabekir’den dinleyelim (Bakınız Türk Edebiyatı 1988-Mart) "Ben (Bu
şuada) söz aldım ve sordum Teşkilat-ı Esasiye'de dinimizin İslam olduğu
yazılıdır. Tevfik Rüşdü Bey, hangi kanaati haykıracaksın ve Teşkilat-ı Esasiye
hangi dini yazdıracaksın? Hristiyanlığı mı?
Bu
şuada Mahmut Esad Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi: “Evet Hristiyanlığı..
Çünki İslamlık terakkiye manidir. Bu dinle yürümez. Ve bize de kimse ehemmiyet
vermez.”
Kazan
Karabekir'in cevabı üzerine bu kez de Fethi Bey söz alarak " Evet
Karabekir, Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle kaldılar. Ve İslam
kaldıkça da bu halde kalmaya mahkumdurlar. Bunun için İslam kalmayacağız
'dedi.
Bunun
üzerine Kazım Karabekir şu cevabı verir: "Geri kalmaklığımıza amil olan şey,
bir değildir. Fütühatçılık, temsil kudreti gösterememek, Avrupanın ilim ve
irfan cephesi ile temassızlık, idarede istibdat gibi mühim sebebler varda...
İslamlık terakkiye manidir fikrini garib bulurum. Bu yabancı ve tehlikeli
fikrin aramızda da münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından
çok müteessir oldum. Fakat ben iddia ediyorum ki Türk milleti ne Hrisliyan olur
ne de dinsiz kalu. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri cn mukaddes
duygularım bir hamlede atabileceğinize inanışınız objektif bir görüş değil
hayalinizdir. Böyle bir harekete cür’et memlekette kanlı bir istibdat ile
başlar. Ve İstiklal harbinin birliğini de birbirine katar. Nasd bilebileceğini
de söyleyebilirim, Düşmanlarından kam pahasına istiklalini kurtaran Türk milleti,
hürriyetini kendi evlatlarına boğdurtmayacak.."
Artık
işin rengi ortaya çıkmıştı.. Lozan Anlaşması bir dönüm noktası idi. Lozan'ın
görüşüldüğü gizli celse sırasında taraflar ortaya çıkmıştı. Milli Mücadele
kadrosu darmadağın olmuştu. Artık iş üç Aliler’e düşecek ve Karabckir'in
dedikleri çıkacaktı.
Bir
zamanlar Mustafa Kemal ne diyor ve ne yapıyordu ve bu gün gelinen nokta neydi:
Evet bu gün Cumanın tatil olmasını istemek bile suç. ama o zamanlar Mustafa
Kemal Adana’da ne diyordu: "Biliyorsunuz ki şeriatte cuma namazından
maksat, herkesin dükkanım kapayarak, işlerini bırakarak, bir araya toplanmaları
ve tslamın genel meseleleri hakkında dertleşmeleri içindir. Cuma günü tatil
yapmak, şeriatın da emri gereğidir..'
Herşey
Lozan görüşmeleri sırasında oldu. Bir çok kaynaklarda" gizli bir anlaşma
ile İsmet paşanın îngilizlere hilafeti kaldırma sözü verdiği"
belirtiliyor.. Yakın Tarih ansiklopedisinde de bu tez bir çok belge ile teyid
edilmektedir.
Haim
Nahum efendinin bu yeni oluşumlarda büyük rolü olduğu görülüyor.. Daha sonra
Mısır'a giderek Nasıdın danışmanları arasında yer alacak olan Nahum Efendi,
projesini Amerika'da hazırlamış, Amerikan ve Fransız enielijansı ile birlikte
sonuçlandırmıştır.. Nahum Efendi İsmet paşanın Lozan'da yanından ayrılmamış
ve Mustafa Kemal Paşa ile de İzmir İktisat kongresi esnasında görüşerek bu
konuda görüş alışverişinde bulunmuştur.
tzmir
fktisad Kongresi yeni Türkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktasıdır. Ali İhsan
Sabis bu görüşmeden sonra askerlerin yorgun olduğu gerekçesi 3e terhis
edildiğini yazar. Lord Gûrzon görüşmelerin sonunda Hilafetin kaldırılması ile
sulhun mümkün olabUeceği mesajını verecektir.
Karabckir'in
hatıralarında belirttiğine göre Nahum baldı ülkelere "Türklerin tslami
bünyesini değiştirerek onların Protestanlığı kabul etmelerinin
kolaylaştırılacağını "anlatmıştır. Gerçekten de Lozan sonrası gelişmeler
çok ilginçtir. Banklara ve azınlıklara bir çok imtiyazlar verilirken,
okullardaki İslam tarihi, Osmanlı tarihi kaldırılarak Yunan medeniyet tarihi
konmuş, maarif vekaleti batı klasiklerini tercüme ettirerek, ardından ders
kitaplarım Yunan ve batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek bu emele hizmet
edilmiştir.
Yakın
Tarih Ansiklopedisinin 3. cildinde yer alan (S:62) bir belgeye göre, Kaim
Nahum, Gürzon'a "Siz Türkiyenin mülki tamamiyetini kabul edin onlara ben
İslamiyet! ve İslam temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi teahhüt
ediyorum”
İnönü
Lozan kahramanıdır ve Halife sınır dışına gönderilmiştir. Tek parti
iktidarının elinde istiklal mahkemeleri ve takriri sukun gibi iki önemli silah
vardır artık. Ve Türkiye Cumhuriyeti yeniden biçimlendirilmektedir. Bu kez
Kurtuluş Savaşı ruhuna karşı yeni bir ütopya, devlet zihniyetine egemendir.
Olaylar
bundan sonra arkası arkasına gelişir. 3 Mart 1340 (1924) Tevhidi Tedrisat,.
Dini çevrelerde bir kıpırdanış. 20 Nisan: Türkiye devletinin dini din-i
İslamdır.. Sistem Cumhuriyet, Din İslam, zahiren önemli bir değişiklik
gözlenmiyor.
1
Şubat 1925 Şeyh Said isyanı. İngilizler bir yandan Şeyh Said'i destekler
görünüp öte yandan Ankara'yı Şeyh Said'e karşı kışkırtır. Devlet-Şeriat
hesaplaşması örgütlenmektedir.. 29Haziran 1925 de Diyarbakır’da 47 idam. 4 Mart
1925 Takriri Sukun kanunu.. Ve ardından devrimler başladı. Şapka kanunu. Türbe
ve zaviyelerin kapatılması.
2.5.1928'de,
1924 Anayasasının 2. Maddesi değiştirilerek "Türkiye devletinin dini din-i
islamdır" ibaresi çıkartıldı ve yerine de herhangi bir hüküm konmadı. Din
yoktu artık. Allah adına yapılan yeminlerdeki "Vallahi" yerine
"Namusum üzerine söz veririm" ibaresi kondu.
Aynı
zamanda Anayasanın 26. maddesi de değiştirilerek TBMM'nin görevleri arasındaki
Şeriat hükümlerinin yerine getirilmesine ilişkin hüküm de yokedildi.
Din
fiilen bir daha devlet işlerine müdahil olmadı. Ancak bu konudaki yasal
düzenleme için 1937'yi beklemek gerekli idi. 1931 deki CHP 3. Kurultayında
alınan bir kararla partinin ilkeleri arasında Laiklik te bulunuyordu. Daha
sonra milletin sinesine dayandınlan alu ok şeklinde ifadesini bulan bu ilkeler
takrir-i sukun ve istiklal mahkemesi gölgesinde tek parti istibdadı ile anayasa
hükmü haline getirilecek ve herhangi bir gerekçe gösterilmediği gibi bu
kavramlar ile ilgili hukuki açıklamalarda yapılmayacaktı.
Laiklik ilkesi Cumhuriyet Türkiyesi'nin temel
ilkesi değil, Tek parti döneminde
yasalaştırılan bir müessesedir. Türkiye kuruluşta laik olmadığı gibi hiç bir
zaman da ban ülkelerindeki laisizme benzer bir laiklik uygulaması söz konusu
olmamıştır. Daha çok dinin devlet denetimi altına alındığını görüyoruz.
10.4.1928
tarih ve 1222 sayılı yasanın 2. Maddesinde yapılan devletin dini
ibaresinin çıkarıldığı düzenlemenin ardından 5
Şubat 1937 de 3115
sayılı yasa ile 24 anayasasının 2. maddesi şu şekli aldı: Türkiye Devleti
cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılabçıdır. Resmi dili
Türkçedir ve başkenti Ankara şehridir.
Ya bayrağımız.. O hilâl ile haç
karşısındaki bir direnişi sembolize etmiyor mu idi?. Malum çevreler bayrak
için de laik bir yorum bulmuşlardı bile. The Encyclopedia Americana'ya göre
" Türk bayrağının yanmay şeklinin eski Bizans imparatorunun koruyucu
mukaddes patronu ve tanrıçası olan Diana'mn ambleminden, yıldızının ise
Hristiyan Constantinople'un (İstanbul'un) mukaddes koruyucu meleği olan
Mary'in amblemi veya onu temsil eden sembolü olduğu" ileri sürülüyordu.
Tabi İkinci Murat zamanında şehidlerin kan gölü üzerine akseden ay ve yıldız
gölgesi ile ilgili bir rivayette var. Osmanlılar da bu âlemi kullanmış. Ayrıca
bu âlemi 5000 yıllık geçmişi olan bir Anadolu sembolü olarak görenler de var.
Belki de tek başına bir Osmanlı sembolü olsa idi, Osmanlı mirası herşeyi ile
reddedilirken ayyıldızlı bayrak ta aradan kaybolabilirdi.. Başlangıçta Ayyıldızlı
bayrak ve yeşil kelime-i tevhid yazılı bayrak birlikte kullanılırken, daha
sonra özellikle Menemen olayından sonra bu bayrak bir irtica sembolü olarak nitelenecekti.
Oysa bütün istiklal Mücadelesi boyunca ve ilk Millet Meclisinde en önde taşınan
bayrak oydu. Mustafa Kemal İzmir'e girdiği gün adet olduğu üzere yeşil sancak-ı
şerifle karşılanmıştı.. Ve bugünki bayrak 3 Haziran 1936'da 2994
sayılı yasa ile son şeklini aldı ve tüm öteki bayraklar yasaklandı.
Cumhuriyetin
kuruluşunun üzerinden 14 yıl geçmişti ve anayasadan din maddesi çıkartılalı
dokuz yıl olmuştu. Mustafa Kemal'in ölümünden yaklaşık 2 yıl önce laiklik
ilkesi benimsendi. Şeriyye ve evkaf vekaleti kaldırıldı, Diyanet teşkilatı
kuruldu ve din giderek tamamı ile devletin denetimine girdi. Daha sonra camileri
değiştirmek ve Kur'anı-Kerimi değiştirmek istedilerse de bunda muaffak
olamadılar.
Cumhuriyetin
yeni şekli bu dönemde iyice kökleştiriliyordu. Bağımsızlık savaşı veren ve
devleti kuran irade ile, bundan sonraki yeni Türkiyenin öncü kadrosu arasında
büyük ruh, kişilik ve zihniyet farklılıkları vardı.
Hükümet
yapılan, 1. Meclisi oluşturan üyeler Osmanlı aydınlarının bir devamı gibi idi.
Hatta Yeni devletin Anadolu'daki idari teşkilaü aynı idi. Devletin devamlı
lığında bir kopukluk meydana gelmemişti. Yeni devlet'te, eski devletin mirası
üzerine kurulmuştu. Yeniden kurulan bir devlet değil, yeni bir iktidar zihniyeti
sözkonusu idi.
1.
TBMM 'nin yapısını incelemek için bakınız: Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi C: 10, S:2683. Bu bir şeyhler, hacı ve hocalar meclisidir.
Günümüzün
modem tarih yazıcıları bütün bu ayrıntıları görmemezlikten gelerek bakın nasıl
yazdıklarım anlamak için okullarda çocuklarınıza okutulan kitaplara bir göz
atmanız faydalı olacaktır.
Ve
işte Başbakanlık Basın-Yayın ve Enfermasyon Genel Müdürlüğü’nce çıkartılan
"Türkiye 1987" isimli kitapçıkta yer alan ifadeler: (S:45)
"Lozan barış konferansında sağlanan başarı, Mustafa Kemal'e Cumhuriyetin
ilanını gerçekleştirmek için gerekli saygınlık ve yetkiyi kazandırmıştı. Ancak
bunun için önce itilaf devletlerinin son temsilcilerinin de Türkiye’yi terk etmeleri
gerekiyordu. Netekim İstanbul'daki son İngiliz askeri de 2 Ekim 1923'de
gemilerine binip Türkiye’den ayrıldılar. Şimdi sıra Cumhuriyet rejiminin
kurulması için gerekli temellerin atılmasına gelmişti. TBMM önce 13 Ekim'de
çıkardığı yasa ile Ankara'yı yeni devletin başkenti ilan etti. Ardından da 29
Ekim'de Türkiye devletinin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu açıklandı.
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü de ilk
başbakanı seçiktiler. Lozan heyecanı geçergeçmez halife, padişahlığı geri
getirmek isteyen yeni rejim muhaliflerinin merkezi durumuna gelmişti. Öle
yandan milliyetçilik ve milli egemenlik düşüncesi üzerine kutulan yeni
Tüıkiye'nin, Ümmet düşüncesi üzerine kurulmuş bir kurum olan hilafetle
bağdaşması zaten olanaksızdı. Bu nedenle TBMM 3 Mart 1924'de Halifeliğin
kaldırılması kararını aldı. Son halife Abdülmecid ertesi gün Istan buldan
ayrılırken, eski düzenden yana olanların her zaman güç alacakları zararlı bir
odak yokedilmiş oluyordu"
Ve
ardından gelsin inkılablar..
"Batı'ya
kalkan tren" hızım almıştı.
"Hilafetin
kaldırılmasına dıştan ve içten akisler" derleyen Ahmet Kabaklı, Türk
Edebiyatı nm Nisan sayısında bu konuya oldukça geniş yer ayırıyor. İkbal gibi
İslam şairleri o zaman Mustafa Kemal'i "Mücahid-i İslam" olarak
selamlıyordu. Sonra "Eyvah'ı yazacaktı ama, olan olacaktı bu arada.
Kabaklının
bu derlemesini özet olarak buraya aktarıyorum: "Tüıklerin hilafeti ansızın
ve beklenmeyen bir tarzda kaldırmaları başta İngilizler olmak üzere bütün
batıdan alkış toplamıştır. Bu bakımdan Mustafa Kemal Paşa ya yöneltilen pek çok
övgüler arasında General Sheiril (...) Mustafa Kemal Paşa'yı ünlü Protestan
reformcu Martin Luthcr'e bile benzetmektedir.
İngiliz
yazar Ph. Gravet -Saltanat ve hilafetin kaldırılmasını Türkiye’yi bir Avnıpa
devleti haline getirmek isteyen devrimci değişikliklerin ilkiolarak yorumluyor.
’Hind
Müslümanları ve Avrupa müslümanları Hilafetin kaldırılması karşısında hayal
kırıklıklarını ifade ederlerken Briton and Türk, London 1941'de şu görüşler yer
almaktaydı: ‘Türk Cumhuriyetçileri, mtlslüman uyrukları olan herhangi bir gayrimüslim
devlet için (İngiltere gibi) her zaman güçlükler çıkartacak bir kurumu
(Hilafeti) ortadan kaldırmakla Britanya İmparalorluğu'na olağanüstü bir iyilik
yapmıştır."
Şii
ve Sünni müslümanlar Hilafetin korunmasından yana idiler. Ağa ve Emir Han'lar
bu maksatla İnönü'ye bir mektup yazmışlar ve bu düşüncelerini Ankara'ya
iletmişlerdi. Hind Hilafet Kongresi Hilafet'in devamından yana idi.
Yayınladıkları bildiride şu görüşlere yer veriyorlardı: Hindistan müslümanlaeı,
Türk Cumhuriyetini ve hilafetin Cumhuriyetinizce tanınan şeklini terakkiyatı
islamiyenin ümidi olarak bilirler”
Halifeliğin
kaldırılması ile, İslam alemi manen başsız kalıyordu. Buna paralel olarakta,
Türklerin İslamiyet! terketliği yolundaki propaganda dalga dalga İslam
dünyasına yayılıyordu. İngilizler, İslam dünyasına yaydıkları haberlerde: "Türkler, İslam'ı terketti.
Halifeyi ülkelerinden kovdular, İslam alemi ile ilişkilerini kestiler"
şeklinde ifadeler kullanıyorlardı.
İran Devriminden sonra, İranlı yaşlı
birisi ile konuşurken,, namaz vakti kıbleyi sorunca şaşırmış ve "Siz
dinden vazgeçmedinizmi, siz kuran okur, namaz kılar mısınız, biz hep böyle
bilirdik ve Şah ta bize öyle söylerdi. Televizyon da sizin kadınlarınızı üryan
gösterirdi" diye o eski haberlerin hikayesini bize anlatmış ve namaz kılan
bir Türk'ü görmek onu heyecanlandırmıştı.
Hilafet
devam ederken, Sovyet müslümanları ve El Ezher Uleması 1922 Aralığında birer
heyet göndererek padişaha biat etmişlerdi. Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Kürt,
Arap, Çerkez gibi etnik topluluklarda Hilafete bağlılıklarını teyid etmişlerdi.
Yabancı gözlemciler, Hilafetin sona erdirilmesi ile, Anadolu'daki etnik
ayaklanmaların da artık denetimden çıktığı noktasında birleşmektedirler.
23
Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk bayramınız kutlu olsun.
Türkiye’de
Cumhuriyet nasıl kuruldu? Saltanattan Cumhuriyete uzayan uzun yolculuğu, adım
adım izlemeye çalıştık. Mustafa Kemal’in, Samsun’a çıkmadan önceki hayatı ve
O’nu Samsun yolculuğuna hazırlayan şartlar, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Amasya
tamimi, Ankara’ya geliş, İstanbul’la ilişkiler, Enver Paşa Sorunu, Kâzım
Karabekir faktörü, İç İsyanlar, Kurtuluş Savaşı, Sovyetler’le, Amerika ve
İngiltere ile ilişkiler ve Cumhuriyetin ilanı.. Hilafet tartışmaları.
Mondros’la
başlayıp, Sevr’le sonuçlanan bir yıkımın, Mudanya ile başlayıp Lozan’la
noktalanan bir kuruluşun hikâyesi...
Yakın
tarihimiz ile ilgili çalışmalarımızın 3.sünde 1919’dan 1923’e Cumhuriyetin
inşası dönemini sorgulamaya çalıştık.
Tarih
gerçeğini, resmi yazıcıların ütopyaları ve ön yargılarından arındırılmış olarak
tarih şuuru uyandırmak istiyoruz. İyi bir tarih okuru bilir ki, kurtuluş
reçetemiz ne padişahın altın sırmalı ipek kaftanının ihtişamında gizlidir, ne de
ulu önderin mavi gözlerinden yayılan ışıklarda!
Tarih,
övgü ve yergiden ibaret değildir. Dün dünde kaldı. Onların yaptıkları onlara,
bizim yaptıklarımız bize..
Dünün
bilgi birikimine, belgelere, tecrübelerine ihtiyacımız var. Bugün bu
topraklarda, özgür, mutlu, barış içinde bir arada yaşamak istiyorsak, dünün
gerçeğine, geleceğin umuduna, bugünün sorumluluk bilincine muhtacız.
Herkes
yaşadığı her anın, yaptıklarının ve söylediklerinin, yapıp söylemesi
gerekirken, yapıp söylemediklerinin hesabını verecektir.
Bu
kitap bu yönde bir sorumluluk bilinci uyanmasına katkı sağlayabilirse ne mutlu
bize!
[*] Kongrelerle ilgili olarak, lütfen,
bu serinin ilk kitabı olan «Bir Başka Açıdan Kemalizm'e» bakınız, özellikle
Sivas ve Erzurum kongrelerinin nihai bildirilerinin mahiyetini anlamak
açısından bu konu önemlidir. Daha sonraki Cumhuriyet hükümetleri politikası, bu
kongrelerin kararlarından tamamen farklıdır. Bu metinleri fazla yer işgal
etmemesi için buraya tekrar almadık. İhtiyaç duyanlar buradaki belgeleri tetkik
edebilirler.