Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

CUMHURİYETE GİDEN YOL

 

 

CUMHURİYETE GİDEN YOL

(1919'dan 1923’e)

Abdurrahman Dilipak

İLK SÖZ

Siz Cumhuriyetin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?

Sanmam, kendinizi zorlamayın.

Ol mahiler ki derya içre yaşarlar da derya nedir bilmezler.

Bizde laik, demokratik cumhuriyet sistemi içinde yaşarız da bilmeyiz genelde bunların ne anlama geldiğini.

Cumhuriyetten ne anladığınızı bir kağıda yazın isterseniz, sonra bilgilerinizi gözden geçirin. Mesela aynı tanım halkçılığın tanımı olamaz mı. Ya da Demokrasinin. Evet Cumhuriyet ile Halkçılık ve Demokrasi arasındaki farkı biliyorsanız Cumhuriye­tin ne anlama geldiğini biliyorsunuz demektir.

Çoğumuz Cumhuriyet diye çoğu kez halkçılık ve demokra­siyi anlıyoruz. Oysa Laik Demokratik Cumhuriyet ilkeleri, üç ayrı kavramın altım çizmektedir.!

Laikliğin, demokrasinin ne anlama geldiğini çoğu kimsenin bildiğini sanmıyorum.

Aynı şekilde cumhuriyetin nasıl kurulduğunu, cumhuriyet rejimini kuran Mustafa Kemal'de bu fikirlerin nasıl oluşup gelişti­ğini çoğu kimse yine aynı şekilde bilmiyor.

AT adına, "son bağımsız Türk devleti" olarak takdim edilen Türkiye'mizin siyasi bağımsızlığını kısmen de olsa ortadan kaldır­mayı hedefleyen gayretlerin sürdürüldüğü böyle bir dönemde bu çalışmanın daha büyük »nem taşıdığını sanıyorum.

Tarih çoğumuz için övgü ya da sövgü aracıdır.

Geçmiş, geçmişte kaldı. Övgü ve sövgülerimiz onlar hak-

kındaki ebedi hükmü değiştirmeyecek, önemli olan geçmişten alacağımız dersle bu günümüzü inşa etmek ve geleceğe ilişkin umutlarımızı canlı tutabilmek.

Tarihten ibret dersleri almak zorundayız. Eğer ibret alacak olursak yenilgiler ve yanlışlıklar tekrar edilmeyecektir. Doğru iş­leri daha da geliştirmek, yanlışlarımızı tashih ederek geleceğe doğru yürümemiz gerekiyor.

Bu çalışmamız, Türkiye Cumhuriyet inin kuruluşu üzerine, size önemli ipuçları verecek bir çalışmadır. Belli bir tezin isbatından çok, farklı görüşleri ara başlıklar şeklinde tespit etmeye çalış­tık.

Kronolojik bir sıra ile olayların gelişme grafiğini gözler önüne sermeye çalıştık.

Hiç bir zaman buradaki bilgiler, bu dönemin tüm gerçeğini anlamaya yeterli olmayacaktır. Bu küçük bir ön çalışmadır. Gele, çekte daha mükemmel çalışmaların yapılacağında kuşku yoktur. Ancak daha güvenilir ve sağlıklı çalışmaların yapılabilmesi için kuşkusuz ülkemizdeki özgürlük ortamının genişlemesi, tabular ve haksız yasakların kalkması, ve tarihi belgelerin açıklanması gerekmektedir.

Henüz araştırmamıza konu olan bir çok kaynak araştırmacı­lar için kapalıdır. Aynı şekilde yurt dışındaki, özellikle İngiliz kaynaklarındaki belgelere de bu gün tam anlamı ile ulaşmak mümkün değildir. Bir takım iddiaları ihtiva eden hatıratlar ise ya­sak kapsamı içindedir.

Yine de buradaki, hemen hemen tümü legal ve resmi kay­naklardan derlenen bu bilgiler sizi belli konularda daha sağlıklı bir şekilde düşünmeye sevkedebilir.

Önemli olan tarihi yargılamak değil, tarihten bu günümüzü kavramaya yarayacak dersler ve sonuçlar çıkarabilmektir.

İki bölümden oluşan çalışmalarımızın birinci bölümünde kronolojik bir sıra izledik. İkinci bölümde ise konu ile ilgili hatıra­lar, belgeler ve dökümanlan vermeye çalıştık.

Bu dökümanlar arasında iki önemli kaynak geniş yer tut­maktadır, Bunlardan biri Hilafetle ilgili meclis gizli celsesindeki tartışmaları konu alan gizli celse zabıtları, İkincisi de Mustafa Kemal’in İstanbul hükümeti ile yazışmalarını ihtiva eden, başba­kanlık arşivindeki belgelerdir.

Her iki kaynaktaki bilgiler de resmi belge niteliğindedir.

Bunun dışındaki dokümanlar ise çeşitli hatıralar ve gözlem­leri ihtiva ediyor. Daha çok dönemin karakterini, umutlarım, kor­kularını anlamak açısından bana önemli geldi.

Herhalde daha bir çok belgeye bu bölümde yer verebilirdik. Ancak böyle bir şey bu kitabın amacını aşan bir genişliğe sebeb olurdu.

insanlara balık vermekten çok, onlara balık tutmayı öğret­menin daha faydalı bir iş olduğunu düşünüyorum. Eğer bu konu­larda daha ayrıntılı bilgiye sahip olmak isterseniz herhalde bu bil­gilere ulaşmakta fazla zorlanmayacaksınızdır. Ve tabii ki sözko­nusu belgeler, bugünkü şartlarda ulaşabileceğiniz belgeler ve bil­gilerle sınırlı olacaktır. Herhalde gerçek tarihimizin yazılabilmesi için önce toplumlunuzun bu yöndeki talebini dışa vurması ve önü­müzdeki engellerin kaldırılması gereklidir.

Tarih insanlığın ortak mirası ve bilgi birikimidir. Tarihle ba­ğımızı koparan dayatmalara karşı duyarlı olmamız gerekir.

Bu çalışmamızdaki kronoljik bölümün hazırlanmasında, özellikle Atatürk Araştırma Merkezi başkanı Prof. Ulkan Kocatürk'ün, kaynakçalı Atatürk Günlüğü nü esas aldım. Yine bu ara­da Atatürkün konuşmaları ve yurt gezilerini konu alan yine bir di­ğer kronolojik çalışma olan Necati Çankayanm derlemesi olayları izlemede önemli kolaylıklar sağladı. Bu her iki krtapda legal kay­naklara atıfta bulunan devlet kademelerinde tavsiye edilen çalış­malardır. Hemen belirtmeliyim ki, yakın tarihimiz üzerine yapı­lan, en güvenilir olarak bilinen çalışmalar bile zaman zaman aynı olayı farklı biçimlerde aktarabilmekte, ya da aynı olayı biçim ola­rak aynı şekilde nakletmelerine karşın, çok farklı hatta birbirine zıt biçimlerde yorumlayarak bir takım iddialara gerekçe olarak kullanabilmektedirler, Bir diğer önemli hususla, bu kadar yakın bir geçmişe ait kimi olayların tarihleri ve ayrıntıları üzerinde bile çok farklı teshillerin yapılmış olmasıdır. Özellikle resmi tarihçi-

lerin iddiaları zaman zaman sivil araştırmacıların elde ettikleri ile, ya da kimi hatıralar ışığında ele alındığında önemli yanlışlıklar ve eksikliklerle dolu olduğu görülmektedir. Resmi tarihçilerin en bü­yük hastalığı sanırım gereksiz övgüler ve gereksiz sövgülere çok fazla yer vermiş olmalarıdır. Ne yazık ki, kimi sivil araştırmacılar da bu tür resmi tarih yazarlarının yanlışlarını tekrar etmekten ken­dilerini alamamışlardır.

Bazı metinleri kavram olarak aktarmaya çalıştım . Bazıları­nı özüne zarar vermeden kısmen sadeleştirmeye çalıştım. Bazıla­rını aynen aktardım. Bu anlamda çok disiplinli bir metot kullandı­ğımı söyleyemem. Ama anlaşılır olmasına özen gösterdim. Her­halde bu bilgilerden yazık alıntılar yapmak isteyenler asıl kaynak­lara müracaat etmek zorundadırlar. Bunu bilerek yaptım. Bu vesi­le ile konu ile ilgili olarak benim aktardıklarımdan daha fazla bil­giye sahip olacaklar ve gerçeği yakalama konusunda daha şanslı olacaklardır.

Bu çalışmamızın faydalı olmasını niyaz ediyorum.

Şüphesiz herşeyin en doğrusunu bilen Cenab-r Allahtır ve herkese yaptığının hesabı sorulacaktır

Ve müslümanlar, yaptıkları, ya da yapmaları gerekirken yapmadıkları, söyledikleri, ya da söylemeleri gerekirken söyle. medikleri herşeyden hesaba çekileceklerdir.

Bu çalışmamdaki muhtemel hatalarımdan, eksikliklerden dolayı affınıza sığınırım.

Allahım bizi halalardan, nefsimizin hevasına kapılmaktan koru, bizi nimet veliliklerinin yoluna ilet, gazaba uğrattıklarının değil (Amin)

Abdurrahman Dilipak

Acıbadem-1989

I. Bölüm

YOLUN BAŞLANGICI

Genellikle cumhuriyete giden yolun 19 Mayıs 1919'da Sam­sun'dan başladığı kabul edilir. Oysa Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919'dan önceki hayatı, düşünceleri ve ilişkileri bir anlamda Sam­sun'a çıkışı kaçınılmaz kılmıştır. Bu nedenle 19 Mayıs'tan önceyi yeterince bilmeden 19 Mayısi anlamanın imkanı yoktur. Bu çabşmamızda biz cumhuriyete giden yolu, 1905'lcre kadar uzanan bir tarih dilimi içinde kronolojik bir sıra gözeterek sunmak istiyo­ruz.

Biraz Gerilere

Yıl 1905,11 Ocak'ta, Mustafa Kemal Kurmay Yüzbaşı rüt­besi ile Harp Akademisinden mezun oldu. 19 Mayıs 1919'a kadar önünde lam 14 yıl var. Aynı yıl 5 Şubat’ta Kurmaylık stajı için Mustafa Kemal Şam'a atanacaktır. Şam bir çok bakımdan Mustafa Kemal’in hayatında önemli bir yer tutmaktadır. İlk önemli görevi Havran bölgesindeki Dürzi ayaklanmasını bastırmakla ilgili ola­cak ve Temmuz ayında görevini tamamlayarak Şam'a dönecektir. Aynı yıl Şamda ordu içinde illegal bir örgütlenmeye giderek "VHC"yi oluşturacaktır. Gizli "Vatan ve Hürriyet Cephesi ”, kısa sürede Yafa ve Kudüs'te örgütlendikten sonra, Mustafa Kemal gizlice komutanlarından habersiz şekilde Selaniğe giderek bura-

da da örgütün bir bürosunu açacaktır. Bu gizli örgüt Temmuz 1906 da dönemin ünlü masonlarınca örgütlenen OHC'ye (Osmanlı Hürriyet Cemiyetine) katılacaktır. 27 Eylül. 1907 'de de bu cemi­yet (OHC) Osmanlı İttihat Terakki Cemiyetine katılacaktır. Aynı aylarda da Mustafa Kemal Şam'dan Manastır'a atanacaktır. Bura­dan sık sık Selaniğe giden Mustafa Kemal, Fethi Okyarla birlikte İttihat Terakkinin bölgedeki örgütlenmesine aktif bir şekilde katılacakür. 29 Ekim tarihinden itibaren doğrudan o zaman illegal bir örgüt olan İttihat Terakki içinde görev alır.

23 Temmuz 1908'de 2. Meşrutiyetin ilanının ardından yapı­lacak köklü reformlar konusunda örgüt üyeleri ile ihtilafa düşer. Ağustos ayında Avusturya ve Macaristanın Bosna Hersek bölge­sine asker yığması üzerine, buradaki gelişmeler hakkında bilgi edinmek için gizli bir şekilde Bosnay'a gönderilir. Eylül ayında ise Mustafa Kemal'in İstanbul üzerinden Trablusgarb’a gönderil­diğini görüyoruz. 2. Meşrutiyetin ardından bölgedeki etnik ayak­lanmalarla ilgili olacak Trablus'a gönderilen Mustafa Kemal, aynı zamanda İttihat Terakki Cemiyetinin verdiği gizli bir görevle, bu­radaki muhalefeti örgütün çıkarları paralelinde örgütlemekle de görevli idi. Bir yandan tesanüt ve beraberliği sağlamaya çalışan Mustafa Kemal öte yandan Abdulhamid yönetimine karşı Meşru­tiyet isteklerini yükseltmeleri çağrısında bulunuyordu.

22 Eylül’de Selanik’te İttihat Terakkinin 2. Büyük kongresi toplandı. Mustafa Kemal bu kongreye Trablusgarp delegesini temsilen "!" katıldı. Kongrede ordu ve politika ilişkileri konusun­da örgütün ileri gelenleri ile Mustafa Kemal arasında görüş ayrılı­ğı ortaya çıktı.

Mayıs 1910'da Mustafa Kemal Arnavutluk isyanım bastır­mak üzere Harbiye Nazın Mahmut Şevket Paşanın yardımcısı olarak bölgeye hareket etti. Haziran ayında tekrar döndü. Eylül 1910 da Pikardi askeri manevralarını izlemek üzere Fransa'ya gönderildi.

Mustafa Kemal'in 1908-11 arası dört yılda 13 kez görev yerinin değiştiğini görüyoruz. 13 Eylül 1911 de geçici olarak Trablusgarb Tümeni Kurmay başkanlığına atanacaktır. Aynı yıl

Kasım ayında İstanbulda Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulacak ve Mustafa Kemal'de binbaşılığa yükseltilecektir.

Bu kadar sık görev değiştirmesi, komitacılığı ile ilgili olarak kendisine duyulan kuşkudan da kaynaklanmakta idi. Bu kadar sık görev değiştirmesi, ona bir ün sağlamakla birlikte, hemen hemen hiç bir alanda kâmil bir başarı elde etmesine de fırsat vermemekte idi. Bir yanı ile de, Mustafa Kemal bu kadar sık görev değişikliğini bu konudaki başarısı için bir mazeret olarak kullanabilmekle, ka­zandığı çevre dolayısı ile de belli bir prestij kazanmakta idi.

Uluğ İğdemir "Atatürkün Yaşamı" nı konu aldığı kitabının 1. cildinin 23. sayfasında Mustafa Kemal'in 1911 de Libyaya gi­derken Kudüs'e uğradığından bahisle şu hatıraya yer vermektedir. ”8 Eylül 1911'de İsıanbuldan yola çıkan Mustafa Kemal, 19 Ekim'de İskenderiye'ye vardı. Bu yolculuk esnasında Mustafa Kemal'in Kudüs'e de uğradığı ve orada İbrani dilini yeniden ko­nuşma dili haline getirme çabası içinde bulunan ve İbranicenin büyük sözlüğünü meydana getiren Elizar Ben Yehuda ile görüş­tüğü anlaşılıyor."

Adı geçen eserde, Mustafa Kemal'in o zamanlar Yehuda'ya " İbrani yazısının güç bir yazı olduğunu, bunun yerine lalın harfle­rini kabul etmelerinin yerinde olacağını, eğer kendisi Türkiyede söz sahibi olursa, Arap harfleri yerine latin harflerini kabul ettir­meye çalışacağını" söylediğinden bahsedilmektedir.

Mustafa Kemal’in hemen her yerde k111k-kıyafet, örtünme, Osmanlıcaya ilişkin görüşlerini açıklaması, çok içen biri olması, ilişkilerindeki serbesülik o zamanlar yabancıların dikkatini çeki­yor olmalı idi.

Elizar Ben Ychudanın oğlu îtamar Ben-Avi hatıralarında uzun uzun Mustafa Kemal'le babasının ve kendisinin tanışması ve konuşmalarından sözeder. Ben-Avi'ye Mustafa Kemal o zaman il­gilendiği konuları ve planlarını anlatır. Hatta Kudüs'te bir otel odasında bu yahudi ile konuşurken onlara Enver ve Cemal Paşala­ra olan güvensizliğinden sözetmektedir. îtamar Ben-Avi, Musta­fa Kemal'le tanışıp konuştuktan sonra "Türkiye için daha güzel bir istikbal umutlarının kapısının açıldığım ve Mustafa Kemal'in an-

tattıklarına, bir Osmanh tcbası olarak kendisinin de yürekten ka­tıldığını ifade eder,"

Kudüsten, Ingilizler'in haberi olmadan gizlice İskenderiyeye geçerken yaptığı bu görüşmelerin Yahudiler tarafından tngilizlere ulaştırılmış olması gerekir. Ancak bu konudaki İngiliz belge­leri henüz açık olmadığı için fazla bir bilgiye sahip değiliz. 1

18 Ocak 1912 de Mustafa Kemal'in rahatsızlığını ve bir ay kadar burada hastahanede tedavi edildiğini görüyoruz.

Mayıs ayında Istanbulda bir grub subay ''Halaskar Zabitan Grubu"nu örgütledi. Bu gizli örgütün kurulmasının hemen ardın­dan 2 Temmuz'da Meclisi Mebusan, askerlerin siyasetle uğraşma­sını yasaklayan bir karan kabul etti. Bu olayların ardından 9 Tem­muz'da Mahmut Şevket Paşa Harbiye Nazırlığı'ndan istifa etti. 16 Temmuz'da Said paşanın istifasının ardından Gazi Ahmet Muhtar Paşa sadrazamlığa getirildi. Mustafa Kemal bu olay üzerine 29 Temmuz'da Demeden, Selanikteki arkadaşı Binbaşı Behiç’e yaz­dığı mektupta iki yıl önce kendisinin İttihat Terakki kongresinde bu tezi savunduğu için sert eleştiriye uğradığını hatırlatarak "geri­cilikle" suçlandığını yazacaktır. Gariptir, Mustafa Kemal bu mek­tubunda sözkonusu konferansa tesadüfen katıldığını yazmakta­dır!

30 Eylül'de Selanik'te 3. İttihat Terakki konferansı toplana­caktır. 8 Ekim'de Balkan harbi patlak verecek ve 15 Ekim'de Osmanlı devleti Trablus ve Bingaziyi İtalyanlara bırakan Ouchy ant­laşmasını imzalayacaktır. Banco Di Roma, Commersiale îtaliano, Nortem Stem Sigorta gibi bir takım kuruluşlar, o dönemde kimi İttihatçı Osmanlı Paşalan'nı rüşvet dağıtımında aracı olarak kul­lanıp Libya konusunu kendi lehlerine çözdüler. Bu konuda Roma ve Berimdeki Osmanh elçilerinin de rolü olduğu çeşidi kaynak­larda ifade edilmektedir.

Daha sonra İtalyanlarla çıkan bir çatışmada gizlendikleri bir kireç çukurunda bir bombanın düşmesi sonucu etrafa yayılan sön­memiş kireç taşlarından birinin gözüne saptanması sonucu Mus­tafa Kemal ağır bir şekilde yaralanacak ve tedavi edilmek üzere, bol bir harcırahla Avusturya'ya gönderilecek ve uzun süre burada tedavi görecekti. Bu sırada bir arkadaşına yazdığı mektupta Mus­tafa Kemal gözlerinden birinin görme hassasını büyük ölçüde kaybettiğinden şikayet etmekte idi. Uzun bir tedavi sonrasında Avusturya üzerinden İstanbul’a döndü.

Mustafa Kemal, 24 Ekim'de Balkan Savaşına katılmak üze­re Demeden İstanbul'a hareket edecektir. 29 Ekimde Bulgar taar­ruzu karşısında Osmanlı kuvvetleri Çatalca önlerindedir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa istifa eder ve yerine Kamil Paşa sadrazam olur. İttihat Teıakki'nin Selanikteki 3. Kongresinden 38 gün sonra 8 Kasım'da Yunanistan Selanik'i işgal eder. 20 Kasım'da İstanbu­l'a gelen Mustafa Kemal I Aralık'ta Gelibolu'ya gönderilir.

-23 Ocak 1913 de ise İttihatçılar Kamil Paşayı sadaretten uzaklaştırarak yerine Mahmut Şevket Paşa'yı getirirler. Bu olay Bâbıâli baskını olarak bilinmektedir. Bir ay sonra da Edime Bul­garların eline geçer. 30 Nisanda Mustafa Kemal Sadrazam ve ay­nı zamanda Harbiye Nazın olan Mahmut Şevket Paşayı ziyaret eder. 30 Mayısta Balkan devletleri ile Londra antlaşması imzala­nır. 11 Haziran günü de Sadrazam Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürülür. Bir gün sonra da Said Halim Paşa sadrazam olur.

Yurt işgal tehdidi karşısında iken ittihatçılar İstanbul’da sü­kuneti temin etmek yerine siyasetle ilgileniyor, adeta düşmanın işini kolaylaştırıyordu. Ünlü bir sözde belirtildiği gibi "Onlar dı­şarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz bir türlü yıkılmıyor'du!

Sofya Günleri

30 Mayıs anlaşması ile Bulgarlara bırakılan Edime 21 Tem­muz'da tekrar Osmanlı topraklarına katılıyordu. Bu harekatta Kurmay Başkanı olan Mustafa Kemal 10 Ağustos'ta Edimeden ayrılarak İstanbula dönüyor ve yaklaşık? ay sonra da 27 Ekim'de Sofya'ya ateşemiliter olarak atanıyordu. Aynı tarihte Fethi Okyar ise Sofya'ya büyükelçi olarak atanıyordu.

Kasım başında Sofya'daki görevine başlayan Mustafa Kemal burada " tatlı" bir aşk macerası yaşayacaktır. 6 Kasım'da ise Mustafa Kemal'e Bingazideki görevinden dolayı 4. rütbeden Osmani nişanı verilecektir.

14 Kasım'da Yunanistanla Osmanlı imparatorluğu arasında Atina anlaşması imzalandı. Atatürk Sofya'da iken burada kendisi­ne bir de Fransız sevgili bulmuştu. Gelişmeleri sık sık Madam Corinne'ye yazıyordu. Bu mektupların Sofya'dan yazdanlannın ilki 16 Kasım tarihini taşıyordu.

14 Aralıkta Alman Askeri Islah Heyeti İstanbul'a geldi. He­yetin başkanı, daha sonra Çanakkalede Mustafa Kemalede komu­ta edecek olan Limon von Sanders.

27 Aralıkta Mustafa Kemal Madam Corinne'ye yazdığı mektupta "görüyorum ki herşeyden haberin var" diyor. 3 Ocak. 1914. Enver Paşa, Ahmet İzzet Paşanın yerine Harbiye Nazın ol­du. 23 Ocak'ta, Mustafa Kemal evlerinde pansiyoner olarak kaldı­ğı Madam Hilda'ya resmini armağan etti. Madam Hilda 1961 yı­lında, 70 yaşına geldiğinde Mustafa Kemal için şöyle diyordu: O bir dahi idi. Mustafa Kemal gibi bir kimse yeryüzüne bir daha gelmedi. Çok enterasan, mühim ve büyük bir insandı o"

Mustafa Kemal Madam Hildaya resmini hediye ettikten 2 gün sonra Madam Corinne'ye yazdığı mektubunda ihtiraslarından sözediyor. ihtiraslarının gerçekleşmesi halinde vatanına büyük hizmetleri dokunacağını söylüyor ve bunun kendisi için bir hayat ilkesi olduğunu söylüyordu.

Madam Corinne'e Kimdir?

Mustafa Kemal'in “Kendinden ve ailesinden büyük feyz al­dığını” söylediği Madam Corinne kimdir? Bu konuda Cumhuri­yetin 50. yılı dolasyısıyle yayınlanan “Atatürkün İstanbul'daki Hayatı” isimli kitapla şu bilgiler yeralıyor:

“Atatürk'ün 1899-1916 yılları arasında İstanbul'da geçen hayatından, başlangıçta da söylediğimiz gibi enstantaneler vermekteyiz. Aşağıda Atatürk'ün Harbiyc'de okurken tanıdığı bir ba­yana İstanbul hakkında düşüncelerini bildiren mektubunu okuya­caksınız.

Mustafa Kemal’in Madam Corinne'e gönderdiği mektuplar­dan bir kısmı Milliyet gazetesinin 21 Kasım 1954 tarihli sayısında başlayarak yayımlanmış ve 6 Aralık 1954 tarihine kadar devam etmiştir. Bu mektupları hakkında gazetenin verdiği bilgi şudur:

“Mustafa Kemal M. Corinne'e mektuplarını 1913 ve 1914 yıllarında Sofya'dan, 1915 yılında Çanakkale'de Anbumu'ndan, 1916 ve 1917 yıllarında Diyarbakır’a yakın meçhul bir yerden göndermiştir.

Corinne, Yüzbaşı ÖmerLütfi Bey'in dul eşidir. Ömer Lütfi Balkan Harbi'nde Vize muharebesinde ölmüş bir Türk şehididir. Mustafa Kemal'in çok yakın arkadaşıdır. Corinne aslen İtalyan olup Cenova'da doğmuş, fakat ailece Türkiye'ye yerleşmiş ve Türk tabiiyetine girmiş bir hanımdır. Uzun zaman hükümet hiz­metinde bulunduğu için liyakat madalyası alan Bahriye Nezareti tercümanı miralay (albay) doktorLuigi Bey'in kızıdır. Amcası da Türk ordusunda vazife almış, Ferdi Paşa diye tanınan Genaral Fcrdinand'dır.

Mustafa Kemal bu aile ile Ömer Lütfi Bey'in sağlığından beri tanışır. Şehidin dul eşi Corinne, Paris Konservatuarından me­zun, iyi piyano çalan, İtalyanca ve Fransızca'dan sonra Türkçeyi de iyi konuşan, geniş kültür sahibi zeki ve ince bir kadındır. Kızkardeşi Edith ki sonradan Müslüman olmuş ve Edibe ismini al­mıştırzeki ve kültürlü, kızkardeşi gibi metapsişik ve teozofi me­selelerinde bilgi sahibi bir hanımdır. Sağdır (1945'tc).

Mustafa Kemal’in bu aile ile dostluğu Mütareke yıllarına, 1919'a kadar sürer. Hatta Mustafa Kemal, Millî Mücadele için ha­zırlıklarını Şişlideki evinde olduğu kadar Madam Corinne'in Bcyoğlu'nda, Bursa sokağındaki evinde hazırlamıştır. Mütarekede Ingiliz subayları bu evi basmışlar ve duvarda Mustafa Kemal'in resmini görünce bu resmi indirmesini Corinne'e emretmişlerdir. Kadın şiddetle reddetmiştir. İngiliz subayları, karşılarında bir ka­dın olduğu için daha fazla ileri gitmemişler, fakat o zaman Anado­lu'da bulunan Mustafa Kemal Paşa ile uzaktan bile alâkası devam ederse hakkında hayırlı olmıyacağını ihtar etmişlerdir. Bunun üzerine kadın İtalya'ya kaçmak zorunda kalmıştır, Atatürk'ün ölü­münden sonra, 1941 de Türkiye'ye gelen Corinne, 1946 da İstan­bul’da vefat etmiştir.

Ali Özdeniz'in Anlattıkları:

“Bayan Corinne Balkan Harbi sıralarında Harbiye Mektebi­nin karşısında bir evde otururdu. Orada haftada bir müzik toplan­tıları yapılırdı Kendisi piyano, Namık Kemal'in torunu ve Ali EkrePaşaoğlu Cezmi keman çalar, Madam Namer de teganni ederdi. Salonun müdavimleri arasında henüz bir yıldızlı Paşa, Liva Mus­tafa Kemal'den başka Lüsyen Hanım, Selim Kemal Paşacan ve Serdar Kerim Paşa torunları Edibe, Kerime ve Süreyya Hanımlar da bulunduğu olurdu.

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Anburnu'ndan İstanbul'a döndükleri günlerden birinde bu toplantılardan birine yine şeref vermişlerdi. Bayan Corinne piyano, Cezmi keman çalıyordu. Paşa'nın mühim bir işi olduğu için meclisi terketmesi lâzımdı. Kimseyi rahatsız etmemek ve müziği bozmamak için usulca yanı­ma geldi, özür dilemeye beni memur etlikten sonra çıkıp gitti.

Bir saniye geçti, geçmedi, Madam Corinne, çalmakta ol­duktan klâsik parçanın ortasında birden bire durdu. Onun ansızın rahatsızlandığına hükmeden Abdülhak Hami t hemen kalkıp yanı­na gitti. “Neniz var Hanımefendi?” diye sordu. Kadın, piyano is­kemlesi üzerinde hepimizerlönerek dedi ki:

-Çıkan zatı, Mustafa Kemal Paşayı iyice tanıyor musunuz? Emin olunuz ki yalnız Türkiye'nin değil, bütün dünyanın en meş­hur adamı olacaktır.

Sonra iskemlenin üzerinde döndü ve müziğe devam etti. ”

Mustafa Kemal özellikle kadınlarla siyasi meseleleri ko­nuşmayı çok seven bir kişi olarak bilinir. Bu duygularını yazdığı mektuplarda da ifade etmektedir.

Mustafa Kemal Kasım başında Sofyaya gelmiş, kısa sürede Harbiye nezaretine bir rapor sunduktan sonra 16 Kasım’da Ma-

dam (.'önerme ile yazışmış, ardından Genel Kurmaya bir rapor ve tekrar Madam Corienne iie yazışma, 23 Ocak'ta Madam Hilda ile özel dostluk ve iki gün sonra tekrar Madam Corienne ile yazışma 25 Ocak tarihli mektubundan sonca 10 Şubat’ta Harbiye Nezareti­ne yazdığı mektubunda maddi bakımdan çok güç durumda oldu­ğunu zikretmektedir. Üç gün sonra 13 Şubat’ta yeni bir rapor gön­deren Muştala Kemal tekrar üç gün sonra 16 Şubatla Harbiye ne­zaretine gönderdiği mektubunda para talebini yineliyordu: "Bura­da sosyal yaşamımın da bilgi toplamama pek büyük bir etkisi ol­duğunu açıklamak gereksizdir. Şimdiye kadar ödeneklerimin gönderilmesindeki düzensizlik, herhangi bir otelin üçüncü katın­da bir odaya bağlı kalmaya ve gerekenlerle gerektiği gibi ilişkide bulunmaya engel olmaktadır. Bu nedenle önceki isteklerimin gözönüne alınması uygun olur.”

Göreve başlamasının 3. ayında Mustafa Kemal'in para sı­kıntısı ile karşılaştığı anlaşılıyor.

O Bir Şövalye ve Komandör İdi...

Mustafa Kemal 1 Mart'ta yarbaylığa yükselecek, 6 0 Genel Kurmay'a, Balkan devletlerinin siyasi dununu ile ilgili bir rapor gönderecek ve 11 Mart'ta da kendisine Fransız hükümeti tarafın­dan şövalye rütbesinde "Legion dlıonncur' nişanı verilecektir. Fransızların bu nişan için henüz yarbaylığa yeni yükselmiş bir as­keri ateşeyi seçmesi Mustafa Kemal'in o zamanlarda nasıl bir üne sahip olduğunu gösteren bir işarettir. Mustafa Kemal Fransız nişa­nı ile taltif edildikten lam 12 ay 12 gün sonra Bulgar hükümeti ta­rafından Sen Aleksandr nişanı ve komandör rütbesi ile taltif edile­cektir. 21 Temmuz 1913 de Bulgarları Edimeden çıkartan Bolayır kolordusunda görevli olan Mustafa Kemal yaklaşık 2 yıl sonra Bulgar nişanı ile taltif ediliyordu. Mustafa Kemal bir çok ülkeden bir çok takdir nişanlan almıştır. Bunlann en önemli ve sonuncula­rından biri de İngiliz dizbağı nişanıdır. Bu nişanı kabul edip etme­mesi konusu ölümünden önce İnönü ile aralarının açılmasına se-

beb olmuştur. Mustafa Kemal son olarak, tngilizler'in de takdirle­rini kazanarak bu İngiltere'nin en büyük nişanını almayı hak et­mişti.

13 Mart'ta Mustafa Kemal tekrar Madam Corinne ile yazışa­cak ur.

27 Mart’ta, Mustafa Kemal tekrar İstanbul'u para konusunda uyardı: "Bir ateşemiliterin memuriyet şerefine uygun bir yer tuta­bilmek ve demirbaş eşya alabilmek için nezaretçe para gönderil­mesi. " Bu mektup üzerine kendisine 219 Osmanlı lirası gönderi­lecektir.

Mustafa Kemal Sofya'da Askeri kulüpteki kıyafet balosuna yeniçeri kıyafeti ile katılacak ve büyük ilgi toplayacaktır. Bu balo­dan 14 gün sonra 26 Mayıs 1914 'de tekrar Madam Corinne ile ya­zışır. 14 Temmuz'da tekrar para ister: "Bilgi toplamada para hgrcama zorunludur. Önemli fırsatların ortayKemalası halinde gere­ği kadar paranın yanımda bulunmamış olması ile bu fırsat kaçırı­lacaktır". Mustafa Kemal'in Nezaretle (bakanlıkla) yaptığı yazış­maların 3’ü görevi ile ilgili 4'ü ise para talebi ile ilgilidir.

2 Ağustos 1914’de Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Osmanlı Devleti seferberlik ilan edecektir. Bu arada ise Mustafa Kemal daha çok arkadaşları ile yazışır. Sofya'dan ayrılmak istemektedPaşaEnver Paşa başkomutan vekili olur. 11 Ağustos'ta Ingilizler Çanakkale önlerindedir. 11 Kasım'da Osmanlı devleti res­men savaşa katıla. 14 Kasım Cihadı ekberin ilan edildiği gündür. 17 Kasım Ruslar Trabzon’u bombalar.

Kurtuluş Savaşına giden yol açılmaktadır.

Kasım ayında Mustafa Kemal Sofya'dan Salih Bozok'a yaz­dığı mektupta şöyle demektedir: ". Bir vazifeye atanmam için Harbiye Nazırına yazdım. Aıeşemiliterlikte kalmak istemediği­mi, millet ve memleketin büyük bir savaşa hazırlandığı bir sırada benim de herhangi bir kıtanın başında bulunmak istediğimi bildir­dim, henüz bir cevap alamadım."

Mustafa Kemal, herhangi bir kıtaya tayin talebine cevap ala­mayınca Aralık ayında tekrar başkomutan vekili Enver Paşay'a yazar: " Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hattında bulu­nurken ben Sofya'da aleşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz”

Bu mektup üzerine de 20 Ocak 1915 te 19. tümen komutan­lığına atanacaktır. 25 Ocak'ta İstanbula dönecek olan Mustafa Kemal görevi ile ilgili olarak Enver Paşa ile görüştükten sonra 27 Ocak'ta Madam Hildaya bir mektup yazarak, ileride yazışmaların­da kullanacağı adresini bildirmeyi vadedecektir.

1 Şubat'ta Mustafa Kemal'e, daha yeni görevine başlamadan üçüncü rütbeden Osmani nişanı verilerek 19. tümeni teşkil etmek üzere Tekirdağ'a gelecek ve 19 Şubat'ta, Fransız ve ingilizler'in Çanakkaleyi topa tutması üzerine 25 Şubat 1915 de bu birlik Maydos (Eceabadja gönderilecektir.

23 Mart 1915 de Limon Von Sanders, Çanakkaleyi savun­mak üzere teşkil edilen 5. Ordu komutanlığına getirildi. Mustafa Kemal ise 24 Mart'ta, 25 Şubattan beri yürüttüğü Maydos bölgesi komutanlığını Albay Halil Sami Bey'e devrederek 19. Tümen ko­mutanlığına döndü.

Mustafa Kemal 13 Nisan'da Çanakkale boğazı üzerindeki Maydoslan Madam Hildaya bir mektup göndererek selamlarını iletiyordu.

Çanakkale Savaşı. Fevzi Çakmakla Liman von Sanders ara­sında çıkan bir ihtilaf yüzünden, Mustafa Kemal'in harekat subayı olarak savaşa kaülması ve sonuçla çok büyük zayiatlar karşılığın­da düşmanın geri çekilmek zorunda kalış*.

Çanakkale önemli idi. Çünkü Çanakkale düşerse Hilafet merkezi ve payitaht doğrudan tehdit aluna girmiş olacaku. Bu teh­dit o gün için son derece önemli idi. Akif o günleri Bcdr'e benzete­cekti ama, 1918'de İngiliz Kuvvetleri İstanbul'u işgal elmiş ola­caktı.

17 Mayıs 1915'de, Bulgar nişanından sonra ikinci madalya­sını bu kez padişahtan alacaktır. Arıburnu hatırası olarak, bu mu­harebeye katılan subaylara verilen "Muharebe altın liyakat madalyasıdır bu madalya.

Atatürk Maydos'taki karargahından aynı gün Fransız Ma­dam Corinne'ye yazdığı mektupta şöyle diyordu: «îki aydır Maydostayun. Çanakkale boğazını, müttefiklerin çıkarma girişimle­rinde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı savunuyo­rum. Bu ana kadar hep muvaffak oldum. Ve aynı yeıde kalırsam kuvvetle ümid ediyorum ki, daima da muvaffak olacağım. »

Bu mektubundan 7 gün sonra bir mektup daha gönderir Madam'a: "Anbumun'da İngilizlerle savaştayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim. Arka kalanı da cesur kuvvetlerim tarafından sa­hilde donanmaları ile himaye edilen bir noktaya sürüldü. Pek zi­yade ümid ederim ki, düşmanın tam imhası haberini yakında ala­caksınız. "

Bu kadın önemli. Mustafa Kemali etkilemesini biliyor ve cephede bile askeri bakımdan düşüncelerini öğrenebiliyor.

Mustafa Kemal o zamanlar bekar bir Osmanlı Yarbayıdır. 1 Haziran 1915 de Albay olur.

Kısa süre sonra müjdeli haber yine Madam Corinne'ye ula­şır. "İşte haberler. Daima büyük başarılarla savaşıyoruz. Ümid ederim ki, gümüş imtiyaz, altın harp liyakat madalyaları aldığımı ve son defa da albaylığa yükseldiğimi duydunuz."

Mustafa Kemal

Ona ne şüphe!

15 Temmuz'da bir madalya daha. Fakfan Harp Madalyası.

Yine ilk müjde Madam Corinne'ye . 2 Ağustos tarihli mek­tubunda Mustafa Kemal şöyle diyor "Çok şükür askerlerim çok cesur ve düşmandan daha dayanıklılar. Bundan başka hususi inançları, çok defa ölüme sevkeden emirlerimi yerine getirmeleri­ni çok kolaylaştırıyor!"

Gerçekten de Mustafa Kemal öyle demiyor mu idi: Size sa­vaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum. Ve öldüler, yüzbinlerle.

Mustafa Kemal 1 Eylül 1915 de de Gümüş liyakat madalya­sı ile taltif edilecek, bu madalyayı almadan kısa süre önce de Ma­dam Corinne'den bir takım kitaplar ve hediyeler alacaktır.

Mustafa Kemal, Çanakkaleden de sıkılmaya başlamıştır.

Yükselmek istemektedir. Bunun için de en uygun yer İstanbul.

21 Eylül 1915 de kendisine rahatsızlığı nedeni ile geçmiş ol­sun telgrafı çeken Enver Paşa ya yazdığı mektupta bu düşünceleri­ni ifade etmektedir "Bendenizi yakında meydana gelmesi muhte­mel olaylar için hazırlanan kuvvetin başında bulundurarak daha büyük hizmetler görülmesine eriştirmekle taltif buyuracağınız­dan eminimi"

Bir gün sonra Çanakkaleden Fuat, Salih ve İbrahim Beylere gönderdiği mektuplarda ise ” Terfim dahi konu oldu. Tabi ben ter­fi için çalışmadığımdan, sıram geldiği zaman cevabını verdim" di­yecekti.

Aslında Mustafa Kemal kırgındı. 16 Temmuz'da Çanakkale cephesini ziyaret eden, şair, yazar ve gazeteciler, her tarafı gezip ziyaret etlikten sonra, Mustafa Kemal’i ziyaret etmeden Çanakkaleden ayrılmışlardı. Bu arada, Mustafa Kemal rahatsızlanmış En­ver Paşa da Çanakkale ziyaretinde Mustafa Kemal'i ziyaret etme­mişti. Enver Paşa daha sonra 2 Kasım tarihli mektubunda ziyare­tin zaman darlığı sebebi ile mümkün olmadığını yazacaktı. 26 Ekim 1915 de Başkomutanlıkça 9.11. 12. Tümenler birleştirile­rek 16. Kolorduyu meydana getirecekler ve Mustafa Kemal Ko­lordu komutanı yetkisi ile Anafartalar grubu sevk ve idaresi ile gö­revlendirilecekti.

30 Ekim tarihli, Liman von Sanders'in Enver paşaya gön­derdiği mektuptan Mustafa Kemal'in istifa ettiğini öğreniyoruz. Sanders Enver paşadan istifanın kabul edilmemesini islemekte ve kendisi bu talebi hava değişim iznine çevirmekte idi.

2 Kasım tarihli Enver Paşanın geçmiş olsun mektubunun ar­dından Mustafa Kemal, 4 Kasım'da Enver Paşaya gönderdiği mektupta "Rahatsızlığımdan dolayı yüksek iltifatınıza teşekkür ederim. Bendenizi çok geçmeden meydana gelmesi beklenen olaylar için hazırlanan kuvvetin başında bulundurarak size daha büyük hizmetler yapılmasına mazhariyetle taltif edeceğinizden eminim. "

Demir Haç Nişanı

7 Kasım 1915'de İngiliz Harp Kabinesi Çanakkaleyi boşalt­ma karan alır. 10 Aralıkta da Mustafa Kemal Anafartalar grubu­nun komutasını Fevzi Paşaya bırakarak, sağlık durumu ve yor­gunluğunu gerekçe göstererek İstanbul’a gelir. Mustafa Kemal bu olayı Salih Bozok'a anlatırken şöyle demektedir: "Ben düşmanın çekileceğini anladığım için bir taarruz yapılmasını teklif etmiş­tim. Fakat benim bu teklifimi kabul etmediler. Bundan dolayı ca­nım çok sıkıldı Çok da yorgun olduğum için izin alarak istanbula geldim."

Mustafa Kemal bazı siyasilerle görüşerek, kendinin askeri bilgisini ve becerisini, vukufıyetini anlatarak onlarla görüş alışve­rişinde bulunur. Bu arada Çanakkale savaşındaki başarısı dolayısı ile Alman hükümeti tarafından demir haç nişanı verilir ve o gün, lerde Sofyaya gider. 14 Ocak'ta 16. Kolordu komutanlığına atanır 16 Ocak’ta istanbula dönen Mustafa Kemal'e burada Anafartalar grub komutanlığı sebebi ile Muharebe altın liyakat madalyası ve­rilir ve görev yeri olan Edimey'e hareket eder.

15 gün sonra 1 Şubat 1916'da yine Anafartalar grub komu­tanlığı sebebi ile ikinci rütbeden Osmani nişanı verilir,

16 Şubat 1916'de Ruslar Erzurum'u işgal eder. Ardından 3 Mart’ta Bitlis işgal edilir.

Mİs/afa Kemal Diyarbakır'da

11 Mart 1916'da tarihinde Edirne'deki 16. Kolordu'nun Di­yarbakır'a nakledilmesi üzerine Mustafa Kemal 16. Kolordu Ko­mutanı oldu. Bu görev dolayısı ile 12 Mart’ta Mustafa Kemal Edimeden ayrıldı. İstanbul üzerinden Pozantıya kadar trenle, Torosları otomobille geçerek Haleb'e orada Baron otelinde gecele­dikten sonra Trenle Re'sül ayn’e (Ceylanpınar'a) oradan da otomo­bille Mardin üzerinden Diyarbakı'ra geldi. 6 gün sonra da terfi etti. 1 Nisan 1916'da Mustafa Kemal generaldir artık.

19 Mayıs 1916. Mustafa Kemal tekrar Madam Corinnc'ye yazar. 23 Mayısta İnönü ile Diyarbakır'da bir araya gelir.

1910Mckadonya’da, 1911-12'de Trablus'da, 1913'de İstan­bul'da, 1914 'de Sofya'da, 1915’te Çanakkale'de, 1916’da Diyarba­kır ve çevresinde, 1917-18'de Filistin'de, 1919 'da Samsun'dadır.

Tekrar 1916’ya geri döndüğümüzde, 23 Mayıstaki İnönüMustafa Kemal görüşmesinin ardından, 27 Temmuz'da Avusturya-Macaristan hükümetince verilen 3. rütbe muharebe liyakat madalyasından sonra 29 Temmuz'da 2. Ordu komutanı olan İzzet Paşa üe İnönü birlikte Silvan'a gelerek Mustafa Kemali ziyaret et­ti. 2 Ağustos’ta başlatılan taarruzla Ruslar 8 Ağustos'ta Muş ve Bitlisten atıldılar. 30 Eylül'de Mustafa Kemal zafer müjdesini Madam Corinne’yc ulaştıracaktır. "Kıymet verdiğiniz insanlarla birlikte ateşe ve ölüme göğüs germek ne zevk."

22 Kasım 1916'da Mustafa Kemal Bitlis'ten Silvan'a döner­ken Yarbay izzet (Çalışlar) ile yaptığı sohbette "Örtünme ve ka­panmanın kaldırılması, sosyal hayatın düzenlenmesi yetenekli anne yetiştirme, kadınlara serbestlik verme " gibi konulara deği­necektir.

Bu görüşlerinde Madam Corinne'nin ne derece etkisi olduğu bilinmemekle birlikte Corinne'nin gönderdiği kitapların Mustafa Kemali etkilemiş olacağı, Fransız tarzı yaşamın cazib gelebilece­ği düşünülmektedir. Mustafa Kemal bu görüşlerini açıklamadan dört gün önce Annesin’den bir mektup almış, bir gün sonra da Alphonse Daudel'in “Saphomoeurs Parisiennes" isimli romanını bi­tirmişti.

Mustafa Kemal son nişanından dört ay sonra bu kez 12 Ara­lık 'da Muş ve Bitlis cephesindeki başarısı dolayısı ile ikinci rütbe­den Mccidi Nişanı ile taltif edildi.

Yıl 1917

17 Şubat: Mustafa Kemal, Hicaz Kuvvey-i Sefcriyye komu-

tanadır. Hicaz'ı korumak ve kollamakla görevlidir. Medine müda­faası için oluşturulan bu kuvvet, 4. orduya bağlı idi. 23 Şubat’ta Mustafa Kemal Diyarbakır’dan Şam’a geldi. Sinayı denetleyen ve burada 4. Ordu komutanı Cemal Paşa ile de görüşen Mustafa Kemal, Hicazın savunulması değil,boşaltılması gerektiği yönün­de bir rapor hazırladı. Enver Paşa da bu raporu onaylayınca Mus­tafa Kemal'in üzerinden Hicaz Kuvve-i Seferiyye komutanlığı gö­revi kaldırıldı. Ardından Medine boşaltıldı ve Hicaz'daki kuvvet­ler Filislinde kullanılmak üzere geri çekildi. Bu gelişmeler üzeri­ne Mustafa Kemal Diyarbakır’daki 2. Ordu'ya vekaleten komutan olarak tayin edildi.. 4 gün sonra, 11 Mart'ta, Ingilizler Bağdat'ı ele geçirdi ve Mustafa Kemal, Diyarbakır'a geldi.

Mustafa Kemal Halep'te

5 Temmuz 1917, Mustafa Kemal Yıldırım Orduları Grub komutanlığına bağlı olarak Halepte oluşturulması kararlaştırılan 7. Ordu komutanlığına atandı. Bu arada İstanbula giderek bir ta­kım görüşmelerde bulunan Mustafa Kemal, 23 Ağustosta Halep'e geldi. Mustafa Kemalden aktarıldığına göre İstanbul'dan Haleb'e hareket edeceği günün gecesi Falkenhayn küçük sandıklar içinde Mustafa Kemal'e altın gönderecek, ancak Mustafa Kemal'in ifa­desine göre bunları kabul etmeyerek iade edecektir. Bu altın san­dıklarını getiren Alman subayı bu altınlara ilişkin hiç bir belge im­zalatmadan bunları bırakmakla bir bakıma rüşvet vermiş oluyor­lardı. Mustafa Kemal, ısrarla bir alındı belgesi tanzim edilmesini istediği, daha sonra altınları iade ederek bu belgeyi geri aldığını söyleyecektir, ama bu olay daha sonra bir İstanbul gazetesinde "sandık sandık altın" hikâyesi olarak önüne gelecek ve bu iddiaya da çok sert bir şekilde cevap verecektir. Mustafa Kemal'in kanaati bu tür rüşvetlere İstanbul'da bir çok generalin muhatap olmuş ola­bileceği yönündedir. Ancak daha sonraki cevabı yazısında bu tür iddiaları tümden reddedecektir. 9 Eylül'de kendine AvusturyaMacaristan hükümeti tarafından ikinci rütbe Harp alameti Askeri

Liyakat madalyası verildi. 20 Eylül'de Enver Paşa'ya bir mektup yazarak Sina Cephesi komutanlığının kendisine verilmesini iste­di. 23 Eylül'de ise Doğu Cephesindeki çabalan ile ilgili olarak Muharebe altın imtiyaz madalyası verildi. Bir gün sonra Mustafa Kemal, Enver paşaya tekrar bir mektup göndererek cephede iki ordu komutanlığının fazla olduğuna dikkat çekerek komutanın kendisine verilmesi gerektiğinde ısrar edecek, aksi halde 7. ordu komutanlığından affolunması talebinde bulunacaktır. 10 gün son­ra 30 Eylül'de ayn bir yazı ile bu görüşünde ısrar etliğini tekrar bil­dirdi.

3 Ekim 1917'de ise, Mustafa Kemal Yıldırım orduları ko­mutanı Falkenhayna gönderdiği mektupta "Bütün kabiliyetimi sarf için hakiki bir orduya komuta etmeye hazır ve böyle hakiki bir ordunun gösterilmesini beklediğimi arzederim" diyordu.

6 Ekim'de isteklerinin yerine gelmemesi üzerine Mustafa Kemal Ordu komutanlığından istifa etliğini bir yazı ile Enver Pa­şaya bildiriyordu.

Mustafa Kemal bunun üzerine 2. Ordu komutanlığına atan­dı ise de bu göreve başlamadı. Ancak ikinci ordu komutanı sıfatı ile izinli sayılarak Halepten İstanbula hareket etti.

31 Ekim'de İngilizler Sinadan taarruza geçüler. Bu sarada Mustafa Kemal bölgeye intikal etti. 9 Aralıkta'da Kudüs İngilizler tarafından işgal edildi.

Mustafa Kemal Filistin cephesinde pek önemli bir göreve getirilmediği gibi bir yararlılık da gösteremedi. Bazı orduların ter­hisi ve komuta kademesinde başgösteren uyumsuzluklar sebebi ile askeri strateji başarısızlığa mahkum edilirken, yabancı bir ko­mutanın komutasındaki birlikler fonksiyonlarını ifa edemediler ve bu durum İngilizler’in bölgeyi işgalini kolaylaştırdı.

Mustafa Kemal Tekrar İstanbul'ca

13 Aralık. Mustafa Kemal, Vcliahd Vahdeddin ile Vaniköy köşkünde tanıştı. 15 Aralık'ta da, Vahdeddin'in Almanya gezisine refakat subayı olarak görevlendirildi. 16 Aralık’ta ise birinci rüt-

bcde Kılıç Mecidi nişanı takdim edildi. Mustafa Kemal, 19 Şubat’ta Alman İmparatoru tarafından birinci rütbeden Kılıçlı Cordon ve Pnıssu nişanı ile taltif edildi. 4 ay sonra ise 11 Mayısta Harp madalyasını aldı.

25 Mayısta böbreklerinden rahatsızlanan Mustafa Kemal tedavi için Viyana'ya gönderildi ve burada iki ay kaldı. 4 Tem­muz'da Vahdeddin padişah oldu. Mustafa Kemal Vahdeddin'i ilk kutlayanlardan biri idi. Yine başmabeyinciliğe atanan Lütfi Simavi Beyi de kudamakta gecikmeyerek saray çevreleri ile iyi bir ilişki kuruyordu. 2 Ağustosta 'da İstanbula döndü. 4 Ağustosta ün­lü Perapalasta Ahmet İzzet Paşa ile görüştü. 5 Ağustosta Vahded­din ile görüşerek bazı görüşlerini iletti.

9 Ağustos. Mustafa Kemal Vahdeddin ile tekrar görüştü. Dolmabahçedeki Valide Camii mahfilinde gerçekleşen bu görüş­menin ardından 16 Ağustos'ta genel konularda bir kere daha Vah­deddin ile görüştü. Mustafa Kemal'in belirli konularda Vahdeddin kendisine Talat ve Enver Paşalarla görüşeceğini söyledi. 22 Ağustosta Mustafa Kemal tekrar Haleb’e doğru yola çıktı. Mustafa Kemal bu günlerde İstanbul’da kalarak daha etkili bir ko­numa gelmek istiyordu. Saray çevresi ile yakın ilişkiler kurarak kabinede yer almak ve yönetimde etkili olmaya çalışıyordu.

Tekrar Haleb Yolculuğu

11 Eylül 1918 de Mustafa Kemal Dr. Rasim Ferit (Talay)a gönderdiği mektubunda "İngilizler'in şimdilik muharebeden zi­yade propaganda ile bizi kazanacaklarını zannediyorlar. Hergün uçaklarıyla bombadan ziyade beyannameler atıyorlar" diyordu. Bu mektuptan bir hafta sonra 19 Eylül'de General Allenby komu­tasındaki İngiliz birlikleri Filistin cephesinde taarruza geçtiler. 8. Ordu yanlınca, Mustafa Kemal 4 ve 7. orduların çevrilerek esir edilme tehlikesi gerekçesi ile Haleb'e kadar geri çekilme emri ver­di.

Çok hareketli günler yaşanıyordu. 15 Eylül Kafkas İslam Ordusu Bakü’yii işgal etti. 19 Eylül, Filistin cephesinde İngiliz taarrazu, 22 Eylül'de Mustafa Kemal'e ordusunu imhadan kurtardı­ğı için fahri yaverlik unvanı verildi. 24 Eylül, Türk-Bulgar hudu­du ile ilgili Berlin Protokolü imzalandı

26 Eylül, 8. Ordu lağvedildi ve iki gün sonra da Mustafa Kemal Rayak bölge komutanlığına getirildi.

Mustafa Kemal Harbiye Nazırı Olmak İstiyor

Olaylar planlandığı gibi gelişseydi, belki Mustafa Kemal bir Osmanlı paşası olmasının ötesinde, Saltanat ile bütünleşerek Ka­binede yer alacaktı. Bu dönemde Mustafa Kemal'in saraydan ken­dine bir eş aradığına ilişkin rivayeder de vardır. Mustafa Kemal bu şekilde sarayı etkileyerek kendini garantiye almak ve bir asker olarak ülkenin içinde bulunduğu zor şartlardan çıkartılması için arkadaşları ile birlikte duruma vaziyet etmek istiyordu.

I          Ekim'de Şam düşmüştü. 4 Ekim'de Haleb’e gelen Muştala Kemal, Baron oteline yerleşmişti. 5 Ekim’de İstanbul ateşkes için ABD ye başvurmuş ve 8 Ekim'de de Talat Paşa sadrazamlıktan is­tifa etmişti. Görev Tevfik Paşa'ya verilmiş, ancak o da hükümeti kurmakla acze düşmüştü. 11 Ekim'de o da bu görevden affını iste­yince 14 Ekim'dengörev Ahmet İzzet Paşa'ya verildi. Bu arada 6 Ekim'de Kafkas İslam Ordusu Derbend'e girdi. Arabistan'daki ge­rilemeye rağmen doğuda müslümanlann zafer kazanması bazı Osmanü paşalarını umutlandırmaktaydı.

II          Ekim'de Mustafa Kemal Halep’ten Vahdeddin'e iletil­mek üzere başyaver Naci beye gönderdiği telgrafta "Vatanımın selametinin temini bakmamdan Tevfik Paşa hazretleri, gerçekten müşk i lata tesadüf etmişlerse sadaretin derhal İzzet Paşa hazretle­rine verilmesi ve onun da esası Fethi, Tahsin, Rauf, Canbulat, Az­mi, Şeyhülislam Hayri ve Acizlerinden (Mustafa Kemal bu ifade­yi kendisi için kullanıyor) oluşan bir kabine teşkil etmesi zaruri­dir. Adı geçen kişilerin oluşturacağı kabinenin vaziyete hakim olacağı görüşündeyim."

Mustafa Kemal, aynı zamanda İzzet Paşaya da bir mektup yazarak Harbiye Nazırlığının (bakanlığının) oluşturulacak kabi­nede kendine verilmesini isteyecektir.

13 Ekim'de Mustafa Kemal bu düşüncelerle Halepteki aske­ri birliği denetledi, aynı gün Sina cephesindeki 4. Ordu lağvedildi. Bu orduya bağlı birliklerin emir ve komutası Kemal’in Kemal'e devredildi. 26 Eylül'de lağvedilen 8 . Ordu ile birlikte, iki ordu da­ha bir ay içinde Mustafa Kemal'in emir ve komutasına intikal edi­yordu. Ancak hattatlara bakıldığında fesih işlemleri sonucu cep­helerde tam bir perişanlık ve dağınıklık hakim olmuş, askerlerin çoğu bakımsızlıktan, sahipsizlikten birliklerinden koparak bölge­de dağılmışlar, askeri malzemeler heba olmuştur. 14 Ekim'de ilan edilen kabinede Ahmet İzzet Paşa Harbiye nazırlığı, başkomutan­lık ve Genel Kurmay Başkanlığını kendi üzerine almış ve Musta­fa Kemal'e 15 Ekim tarihinde gönderdiği bir mektupta ise "Barış­tan sonra işbirliği yapma umudunu" ifade etmişti Bir gün sonra Mustafa Kemal, Ahmet İzzet Paşa'ya hiddetli bir mektup yazar: "Barış gecikecektir. Barışa kadar çok buhranlı anlar geçireceğiz. Bu devrede vatana hayırlı olabilirsem düşüncesi ile Harbiye neza­retini istemiştim. Yoksa barışa kavuştuktan sonra onun huzur ve sukunu içinde Harbiye nazırlığını benden çok mükemmel yapa­cak kişiler bulunabilir. Buna nazaran barıştan sonra işbirliğimizi hiçte zorunlu hatta gerekli görmüyorum."

23 Ekim'de Ingilizler Haleb'i vurmaya başladı. 25 Ekim ak­şamı, Halep'teki 7. ordu karargahı Katma'ya aktarıldı. 26 Ekim: Ingilizler Halepte.

30 Ekim'de Mondros ateşkes anlaşması imzalandı ve aynı gün Mustafa Kemal, Liman von Sanders'in yerine merkezi Adana'da bulunan Yıldırım orduları komutanlığına atandı. Bir gün sonra da Adana'ya geldi. 3 Kasım, Musul Ingilizler tarafından iş­gal edildi. 4 Kasım'da Mustafa Kemal sadrazamdan Toros tünelle­rinin statüsü konusunda bilgi istedi. Ardından İskenderun'un İngilizlcre karşı müdafaası konusunda Mustafa Kemal'le Ahmet İzzet Paşa ihtilafa düştüler. Ahmet İzzet Paşa "ateşkes anlaşmasındaki uygunsuz hükümleri kabul ettiren şeyin gaflet değil, kesin mağlubiyet olduğunu" belirtiyordu. Mustafa Kemal ise, Anadolu-

’nun bir bölümünü işgal eden, Filistin topraklarında dağılan ordu­nun içinde bulunduğu duruma rağmen İskenderun'a asker çıkar­maları halinde İngilizlere ateş edeceğini bildirerek saraya karşı İn­giliz aleyhtarı millici bir tavır ortaya koyuyordu.

5 Kasım, ittihat Terakki Fırkası'nın kendi kendini fes­hetmesi ve Kars İslam Şurasının kurulmasının ardından 612 Kasım arasında İngiliz ve Fransız kuvvetleri Çanakkale boğa­zını işgal etti.

7 Kasım'da, Mustafa Kemal Adana'ya gelerek görevi dev­ralmasından bir hafta sonra Padişah iradesi ile bu defa da 4 ve 8. Orduların lağvedilerek arta kalanların bağlandıkları 7. Ordu ka­rargahı ile kaldırılıyordu. Aynı zamanda Yıldırım Orduları gnıb komutanlığı da bu şekilde lağvediliyordu. Mustafa Kemal ise Harbiye nezareti emrine veriliyordu. Bu gelişmelerden üç gün sonra ise Ahmet İzzet Paşa sadaretten çekiliyor ve bir mektupla is­tişarelerde bulunmak üzere Mustafa Kemal'i İstanbul'a davet edi­yordu.

İstanbul'a Doğru

Mustafa Kemal'in, daha önceleri olduğu gibi, Diyarbakır, Şam ve Halebde bazı çok önemli kişilerle, ülke ve dünya siyaseti ve dengeler üzerinde özel görüşmeler yaptığı, istişarelerde bulun­duğu ve bazı prensip kararlan aldığı ileri sürülmektedir.

Mustafa Kemal'in son Filistin görevi kendi komutasındaki üç ordunun (4,7 ve 8. ordu) kesin olarak imha ve tasfiyesi ile so­nuçlanmışta-. Mustafa Kemal'in planlı şekilde geri çekilmelerle, Ingilizlcr'in askerlerimizi imha etmesini bir ölçüde önlediği söy­lenebilir. Ancak Orduların feshedilmesi ile, bölgedeki düzenli sa­vunma gücü fiilen ortadan kaldırılmış oluyordu. Bu durumda Mustafa Kemal’in İskenderun'daki İngilizlere karşı direnme kara­rım anlamak hayli zor olmaktadır. Toroslann İngilizler'in deneti­mine geçtiği, Akdeniz'de ingilizler'in bulunduğu ve Haleb tarafın­da kesin bir zafer kazanan İngilizlere karşı, bu bölgede direnmek

pek kolay olmayacaktı. İskenderun'da uygulamaya koymak istediği askeri taktik ile Filistin topraklarında izlediği politika bir­birine uymamaktadır.

9 Kasım 1918'da İngilizler İskenderun'u, Fransızlar Doğu Trakya demiryolunu işgal etti. 13 Kasım'da Mustafa Kemal, İngilizler'in denetimindeki Toros tünellerinden geçerek Istanbula gelişi ile birlikte yeni bir dönem başlamaktadır. Bu arada İtilaf Donanması İstanbul'a girmişti. Her ne kadar 5 Kasım'da Mustafa Kemal Adana'da görüştüğü Ali Fuat Paşa'ya ".. artık milletin bun­dan sonra kendi haklarını kendisi araması ve koruması, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile be­raber yardım etmemiz lazımdır" diyor idi ise de henüz İstanbul­'dan da ümidini kesmiş değildi. 18 Kasım’da Vakit gazetesinden Ahmet Emin'e şöyle diyordu: "Herhalde millet ve memleketimi­zin pek ziyade muhtaç olduğu barışı gerçekleştirecek hükümetin bu günki meclis-i mebusanımıza dayanması bir zorunluk olmak­tadır".

Pera Palas Görüşmeleri

13 Kasım 1918. 19 mayıs 1919'dan 7 ay önce. Mustafa Kemal Adana'dan İstanbul'a geldiği gün denize demirlemiş Ingi­liz donanmasını görünce yaveri Cevat Abbas Bey'e o ünlü sözünü söyleyecekti: "Geldikleri gibi giderler."

Ufukta hiç bir umut görülmez, tam bir yenilgi ve işgal hü­küm sürerken Mustafa Kemal umutlu idi. Cevat Abbas anlatıyor: "Atatiirkün zarif dudaklarından -geldikleri gibi giderlercümlesi-, ni işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümit­sizliği derhal unutmuştum, Cevabımda acele ettim. Size nasip ola­cak, siz bunları kovacaksınız paşam, dedim, gülümsedi. Aziz ba­şının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı. Sonra-bakalım-dedi."

Mustafa Kemal İstanbul'a geldiği ilk gün Pera Palas’a gitti ve bir süre orada kaldı. Burada çok önemli görüşmeler oldu.. Tokatlıyan, Serkildoryan, Pera PaJas. Buralar çok önemli yerler.. İstanbula gelir gelmez, ilk görüşmesini Pera Palas'ta bir İngiliz'le yaptı. Ward Price. Bir gazeteci. Ardından Rauf Orbay'ı kabul etti ve aynı gün Ahmet İzzet Paşa'yı Rauf Bey'le birlikle ziyaret etti. 15 Kasım 1918'de Vahdeddin Mustafa Kemal'i kabul ederek bir süre görüştü. İşgal kuvvetleri boğazı ve Karadenizin Türk sahille­rini işgal ettiler.

16 Kasım. Bir başka İngilizle yine Pera Palasta ikinci bir gö­rüşme. Bu kez Mustafa Kemal'i ziyaret eden, Çanakkale savaşla­rına katılan bir general: William Birdwood.

Mustafa Kemal bir gün sonra (17 Kasım'da) Harbiye Nazın Abdullah Paşa'yı ziyaret etli. Aynı gün Bakü, Türk kıtaları tara­fından terkediliyordu.

19 Kasım. Tevfık Paşa kabinesi güvenoyu aldı. Aynı gün Mustafa Kemal Vahdeddinden randevu istedi. 22 Kasım için ran­devu temin etti ve o gün Cuma selâmlığından sonra Vahdeddin ve Mustafa Kemal ateşkes ve sonrası durum hakkında müzakereler­de bulundular.

3 Aralık. İtilaf orduları arasında kumanda meselesini dü­zenleyen Londra anlaşması yapıldı.

10 Aralık 1918, Milli Mücadeleyi destekleyen "istikbal" gazetesi Trabzon'da yayın hayatına giriyordu. 11 Aralık'ta Dört­yol Fransızlar tarafından işgal edildi, 14 Aralık’ta İtilaf Donanma­sı İzmir'e girerken, 17 Aralık'ta Mersin Fransızlar tarafından işgal edildi, 20 Aralık’ta ise Vahdeddin Mustafa Kemali kabul etti. 24 Aralıkta ise Ingilizler Balum'u işgalleri altına aldılar. 26 Aralıkta Pozantıya kadar Adana Fransızlar tarafından işgal edildi ve Osmanlı Kuvvetleri Kars'tan çekildiler. 28 Aralıkta ise Kazım Kara­bekir Paşa, Tekirdağ'daki 14. Kolordu Komutanlığına atanmakla­dır. 29 Aralıkta ise İsmet Paşa "Sulh Hazırlıkları Komisyonu"na tayin edilmiştir.

30 Aralık 1918'de ise Venizelos Meis adası-Marmara hattı­nın batısında kalan Anadolu bölgesinin Yunanistan’a bırakılması hakkında bir muhtıra yayınladı.

Vahdeddin'in 22 Kasım'da Mustafa Kemal'i kabul etmesi ile birlikte, daha sonraki gelişmelerle ilgili ilk mutabakatta sağ­lanmış oluyordu..

Muhtemelen Mustafa Kemal, Tevfik Paşa kabinesinin teş­kilini bekliyordu. Bu kabine teşkil edilince, bu arada çok Özel dostlan ile birlikte çalıştığı insanlarla özel bazı müzakerelerde bu­lundu. Saltanat içinde kendine bir yer bulmak yerine, saltanatın da desteğini alarak, yeni bir alternatif çözüm yolu üzerinde çalışma karan verdi. Aynı gün Vahdeddinden randevu talep etti.

Başlangıçta saraya rağmen bir mücadele başlatması imkan­sızdı. Anadolu'da teşkil edilmeye başlanan kurtuluş örgütleri, hi­lafet ve saltanatı kurtarma adına örgütleniyordu ve İslam dünyası­nın desteği de bu şarta bağlı olarak gerçekleşebilirdi. Saltanata karşı tek siyasi altemaüf ise halk hareketi idi. Dolayısı ile halka ulaşabilmek için Hilâfetin desteğini sağlamak zorunlu idi.

Şu da bir gerçekti, İngilizler ve öteki işgal kuvvetleri, İstan­bul'u köşeye sıkıştırmışa ama, halk boyun eğmemiş kendi imkan­ları ile silaha sarılmıştı. Bu şartlarda müstevlilerin Anadolu’yu ele geçirmeleri pek kolay olmayacaktı. Öte yandan böyle bir macera, müstevlileri bütün İslam dünyasının gözünde zor durumda bıra­kabilirdi. Emaneti Mukaddese ve Kudiisün işgal altında bulunma­sı müslümanlann kanma dokunacaktı. Hint müslümanlan dahi bu gelişmeler karşısında İngiliz menfaatleri ve varlığı için bir tehdit oluşturmaya başlamıştı.

Bir başka risk ise Anadolu'da yaşayan çok sayıda yerli Hristiyanın hayau bu şekilde tehlikeye atılmış olacaktı. Geçmişte ya­şanan kanlı tecrübeler bu konuda batılılan daha ihtiyatlı hareket etmeye zorluyordu.

Bu nedenle batıklarda aslında çaresiz gözüküyorlardı.

İngiliz işgal komiserliği bir yandan İstanbul'u, çetecilerin doğu ve karadeniz bölgesinde hristiyan halka karşı silah kullan­masının önüne geçilmesi konusunda baskı altında tutarken öte yandan İstanbul İngilizler'in bu talebini fırsat bilerek, bu maksatla Anadolu'ya gönderilecek zabıtan ve müfettişlerle Anadolu'daki kurtuluş hareketini koordine etmek istiyordu. Vahdettinin planı buydu. Ne var ki müstevliler Anadolu halk hareketinden korktu­ğu kadar, kendilerinin işgal etmelerine rağmen yıkmaya muvaffak olamadıktan Hilafeti bir başka şekilde ortadan kaldırmak sureti ile İslam alemini başsız bırakmak ve İslam topraklarını daha kolay bir şekilde eritmek istiyorlardı.

Mustafa Kemal eğer kimilerinin ileri sürdüğü gibi, daha İs­tanbul'da iken Cumhuriyet fikri besliyor idi ise, bu İstanbul'a al­ternatif ve Hilafetebir güç olarak değerlendirilebilirdi. Belki Cumhuriyetçilerle Hilafetçiler arasında bir mücadele örgütlene­rek mücadele kendi içinde bir kısırdöngüye mahkum edilebilirdi. İngilizler özellikle ve öncelikle, sadece Anadolu siyaseti açısın­dan değil, işgalleri altında tuttuklan İslam topraklanndaki hü­kümranlıklarını sürdürmek için mutlak zaruret olarak görüyorlar­dı. Bu moral ve güç kaynağının kesinlikle çökertilmesi lazımdı.

Bu nedenle de olabilir, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışın­dan herkes kendine göre bir fayda gözetiyordu. Mustafa Kemal için geleceğin liderliği vardı. Vahdettin Anadolu’daki halk hare­ketini örgütlemek istiyordu. İngilizler bu şekilde müslümanlarm Hristiyan ahali üzerindeki baskısını İsıanbulu kullanarak bloke et­mek ve İstanbul'a alternatif bir hareket başlamasını ümid ediyor­lardı. Bu amaçla bir çok temas ve görüşmelerin vuku bulması mümkündür. Ne yazık ki bu döneme ilişkin İngiliz belgeleri hala çok özel sebebler ve bir takım siyasi mülahazalarla, İngiliz yasala­rı ile belirlenen süreler çeşitli vesilelerle tev'il edilmek sureti ile aşılarak izleyicilere sunulmamakıadır. Herhalde İngiliz belgeleri açıklandığında bu döneme ilişkin İngilizler'in temas kurduğu kişi­ler, bakanlar, mebuslar ve azınlık mensupları ile ilgili daha ayrın­tılı bilgilere sahip olmuş olacağız.

Mustafa Kemal Vahdeddin ile 15 ve 22 Kasım'da yaptığı bu görüşmelerden sonra, her cuma günü Cuma selamlığından sonra yapılan kısa görüşmeler dışında 29 Kasım, 20 Aralık 1918'de iki ayn görüşme daha yaptı. 1919'a gelindiğinde ise 15 ve 16 Mayıs günleri çok önemli iki görüşme daha yaptı.

21 Aralık'ta Meclisi Mebusan feshedildi. 29 Aralık'ta, Mus­tafa Kemal'in Tcceddüd (Yenilenme) fırkasına girdiğine ilişkin

bir haber çıktı ise de bir gün sonra bu haber tckzib edildi. Olaylar çok hızlı bir şekilde gelişiyordu. 1 Ocak 1919. Antcp Ingilizler ta­rafından işgal edildi.

13 Ocak, Tevfık Paşa kabinesi kuruldu. Böylece Vahdeddin göreve geldikten beş ay sonra yeni bir hükümet değişikliğine tanık olunmaktadır. Görüldüğü gibi daha Vahdeddin yönetimi tam ola­rak ele almadan ülkenin işgali hızla devam etmekte, oturup düşü­necek, karar verecek vakit bulamamaktadır. İlk yaptığı icraatlar­dan biri bazı paşaları Anadoluya göndererek kurtuluş hareketini örgütlemeye çalışmak olmuştur.

15 Ocak 1919 ’da Mustafa Kemal tnönüy'ü Şişli’deki evine davet ederek bir görüşme yaptı. Mustafa Kemal İnönüye şu soru­yu yöneltiyordu: "Hiç bir sıfat ve selahiyel sahibi olmaksızın Anadoluya geçmek ve orada milleti uyandıracak kurtuluş çarelerini aramak için en uygun mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?" Aslında Vahdettin bu arada sadece Mustafa Kemal'le değil, bir çok Paşa ile memleketin geleceği ko­nusunda görüşmelerde bulunuyordu. Bir çok yere yazdığı mek­tuplarda halk hareketini teşvik ederek vatanın kurtarılması yolun­da gayrete çağırıyordu. Aynı gün Haydarpaşa İngilizlerin işgaline uğruyordu Fransızlar ise Şark Demiryollarını ellerine geçiriyor­lardı. Bir yandan Anadolu'nun işgali sürerken 24 Şubat 1919 'da Vahdeddinin görevinin daha 5. ayının sonunda 3. hükümet deği­şikliği, Üçüncü Tevfık Paşa kabinesi kuruluyordu.

İzmir'in İşgali

Daha 26 Şubat’ta Boghos Nubar Paşa müttefiklere başvura­rak İzmir'i istiyordu. Aynı gün Ermeniler, Onlar Konseyine baş­vurarak Maraş, Klikya, 6 doğu vilayeti ile Trabzon’un kendilerine verilmesini talep ediyordu. 27 Şubat, Birecik Ingilizler tarafından işgal edildi. 2 Mart, Ali İhsan Paşa Ingilizler tarafından Haydarpa­şa da tutuklandı. 4 Mart, yeni bir hükümet değişikliği daha. Birinci Ferit Paşa kabinesi kuruldu . 9 Mart'ta ise Erzurum Müdafa-i Hu­kuk Cemiyeti bir beyanname yayınlayarak Milli iradenin temel tercihini ortaya koyuyordu: "Bu toprakların gerçek sahiplerinin kim olduğunu, memleketin her tarafında görünen minareler, küm­betler gibi dini ve milli anıtlar açık bir dille gösteriyorlar" 10 Mart'ta İstanbul'da Sait Halim Paşa ve arkadaşları tutuklandı. 13 Mart'ta Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Komiseri Amiral Bristol Samsun'a geldi. 14 Mart, İngilizler İzmir Valisini azletti­ler

30 Mart, İngilizler, Anadolu'nun bir bölümünün Yunanislana verilmesi konusunda Yunanistan’a garanti verdi. Damat Ferit Paşa ise İngiltere ile anlaşmak için hazırladığı planı Calthorpe'ye verdi

3 Nisan’da Kazım Karabekir 15. Kolordu komutanlığına ta­yin edildi. 7 Nisan’da ise Fransızlar Beyazıt’taki bir askeri misafir­haneyi bastılar.

Mustafa Kemal'den önce Anadolu'ya bu maksatla bir çok ki­şi geçmiş faaliyet gösteriyordu. Kazım Karabekir Paşa da bunlar­dan biri idi. 19 Nisan 1919 'da İstanbul’dan Trabzon yolu ile Erzuruma giden Şark orduları komutanı Kazım Karabekir halk teşki­latlan ile anlaşıp işbirliği yapıyor ve milli mücadelenin örgütlen­mesi için çalışıyordu.

Karabekir daha çok, Enver Paşaya güveniyor, doğudaki bir­likleri örgüdeyerek batıya yönelmek istiyordu. Bunun için de do­ğudaki müslüman güçlerin maddi ve manevi desteklerine ihtiyaç duyuyordu. Mustafa Kemal için Karabekir ileride ciddi bir rakip olarak ortaya çıkacaktır.

12 Nisan, İngilizler, Kars'la kundan geçici Şura hükümeti üyelerini Malta’ya sürdüler. 18 Nisan, Lord Curzon, İzmirin Yu­nanistan'a verilmesine karşı çıktı.

29 Kasını 1918'de İstanbul'a geldiğinin ikinci günü kendisi­ni evinde ziyaret eden İsmet Paşa (İnönü) ile görüşmelerini anla­tan Kazım Karabekir şöyle diyordu: "Harbiye nezareti müsteşan en yakın ve aziz arkadaşım Miralay İsmet beye milletin istiklali için düşüncelerimi anlattım. Şöyle dedim: Genç kumandanların İstanbul'da toplanması ve hususi ile beni şarktan ayırmak büyük

bir gaflet olmuştur. Beni derhal şarka iadeye çalış. Ben orada mil­leti tenvir ve onlara yardım ederek milletin inhilaline karşı şarkta yeni bir milli Türk hükümeti vucuda getirerek, şarkı tehlikeden kurtardıktan sonra garp tehlikeden bertaraf edilebilir. Ve bu suret­te mütareke hududu içinde kalan anavatanımız kurtulabilir. İtilaf devletlerinin, hareketi idame etmeyip, bizimle mütareke etmele­rinden anlaşılıyor ki, bunlar bu hudud dahilinde yeni bir cidale kalkışmaktan çekiniyorlar. Benim tahminim budur." İsmet bey ise tehlikenin büyük olduğundan bahisle, bu fikrin imkânsızlığını belirterek, askerlikten istifa ile herhangi bir köye çekilip çiftlik kurmaktan sözediyordu.

10 Nisan 1919 'da Mustafa Kemal Fevzi paşayı ziyaret ede­rek, hemen şarka geçme kararını bildiriyor. İfade şöyle: "Derhal şarka gideceğimi ve orada daha evvel de bahsettiğim gibi milli bir nüve kuracağımı da tekrar ettim." 30 Nisan'da Vahdeddin, Musta­fa Kemal'in müfettişlik görevini onayladı. Mustafa Kemal 15 Şubat'ta Refet (Bele) beye şöyle diyordu: “Eğer atına binip Anadolu'nun içlerine gitmek istiyorsan, ben bir gün senin bu arzu­nu tatmin ederim” 20 Şubat'ta Ali Fuat Paşa Anadolu'ya geçmiş, mart ayında Mustafa Kemal Kabine üyeleri ile özel temaslar kur­muştur. Bu arada Hukuku Beşer gazetesi bazı ordu komutanlarını "sefil ve haydutbaşı" olarak niteleyince, Mustafa Kemal Harbiye nezaretine sert bir yazı göndererek bu iddia sahiplerini "Ahlaksız, sefil ve vicdansızlıkla" suçlamışa. Muhtemelen bu tartışmanın kaynağı Falkelhayn'ın, aralarında Mustafa Kemal'in de bulundu­ğu bazı Osmanlı paşalarına küçük sandıklar içinde sandık sandık alun gönderilmesi ile ilgili idi. Mustafa Kemal bu olayı doğrula­makla birlikte, başlangıçta emenaten kabul ettiği bu al tınlan daha sonra iade ettiğini belirtmektedir.

Mustafa Kemal 11 Nisan'da Karabekir'le görüştü. Ardından Rauf Beyle. Bu arada İngizler Kars’ı, Fransızlar Afyon'u işgal etti­ler. Italyanlar ise Konya'yı.

29 Nisan. Harbiye Nazırı Şakif Paşa Mustafa Kemal'i davet ederek kendine "Türklerin Rumlara yapağı baskıyı yerinde ince­lemek ve önlemek üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gön­deril meşinin kararlaştırılmış olduğunu bildirdi. İngilizler aynı gün Kars'a bir çok Ermeni getirterek şehrin yönetimini onlara ver­diler. 2 Mayıs'ta ise İngiliz ve Fransız başbakanları Yunanistan'ın İzmir'i işgali konusunda görüştüler. 5 Mayıs tarihli Takvim-i Vekayi'de Mustafa Kemal'in 9. Ordu müfettişliğine atandığı haberi veriliyordu. Öte yandan 29 Nisan’da Italyanlar Antalya'ya çıkı­yordu.

9 Mayıs'ta Mustafa Kemal İnönü ile bir defndaha görüştü. Mustafa Kemal gideceği yerde yerleştikten sonra İnönüyü yanına çağıracağını söylüyordu. Aynı gün İstanbul patriği Rumların Osmanlı hükümeti ile ilişkilerini kestiklerini ve Osmanlı uyruğun­dan çıktıklarım açıklıyordu.

Mustafa Kemal 13 Mayıs'ta ise daha önceki taleplerini yine­leyen bir mektup daha gönderdi ilgili bakanlığa. Mektup şöyle: Dokuzuncu ordu müfettişliği mıntıkasındaki vilayetler ile müsta­kil livalar, Jandarma kuvve-i umumiyesiyle, vaziülceyşini mufassılan gösterir bir krokinin dahiliye nezaretinden celp ve tevdiine. «O gün Ytınan Kuvvetleri İzmire çıkarma yapmak üzere gemilere binerlerken Kıta komutanı askerlere şöyle diyordu: Esaret altında yaşayan kardeşlerimizi kurtarmaya gidiyoruz. »

14 Nisan. Foça ve Urla İngiliz-Yunan müttefik kuvvetleri tarafından işgal ediliyor ve o gün kurulan Reddi ilhak Heyeti Milliyesi bir numaralı bildirisinde şöyle diyordu: "Ey talihsiz Türk! Wilson prensipleri bahanesi ile senin hakkını elinden alıyorlar ve namusunu kirletiyorlar". O Akşam İzmir’de muhteşem bir miting yapılıyordu. Anadolu kıpır kıpırdı. Henüz Mustafa Kemal ortaya çıkmamıştı. Herhangi bir kurtarıcı da beklemiyorlardı. Ama esa­reti reddeden, savaşa hazır bir halk hareketi doğuyordu. Gerekti­ğinde kendi içinden, o koca imparatorluktan bu milli direniş hare­ketini örgütleyecek ve yönlendirecek bir lider elbette bulunurdu.

Mustafa Kemal, Samsun yolculuğu için İstanbul hükümeünden bazı şeyler talep ediyordu. Bazı şikayetleri vardı. Bunları şöyle sıralıyordu:

1-7 Mayıs 1919 tarihinde müfettişlik karargahı mensuplannın üç aylık adi muhassasatının şimdiden ve burada verilmesinin luzumunu istirham etmiştim. Henüz ilgili daire bunu neticelcndirmemiştir.

2-Keza masarifi fevkaladenin de müfettişlikçe tasdikinden sonra kabul edilmesi istirham edildiği halde henüz bir karar veril­memiştir. Bu kararın verilmesi ile beraber alelhesab bir miktar meblağın itası luzumu da tabiidir.

3-La akal (En az) iki binek otomobili lazımdır. Bu da henüz temin edilmemiştir.

4    Zati muhassatunla karargahın seferi karargah ittihazı hakkındaki teklifi acizi de henüz muamele mevkiinde bulunmu­yor.

Bâlâda arzolunan maddeler neticelendirildikten ve binaena­leyh maiyetimdeki ümera ve zabitanm hazırlıklarını yapmak ve. ailelerinin ihtiyaçlarını temin etmek gibi hususların luzum göster­diği parayı bilfiil vennek imkanı hasd olduktan üç gün sonra hare­ket olunacağı muhakkaktır.

Bu işler için bir haftadan beri karargahımın ümera ve zabita­ra bizzat takip ile meşgul oldukları cihetle bir an evvel işin kaı’iyyetle iktiran ettirilmesini ehemmiyetle istirham eylerim.

Mustafa Kemal Paşa 14 ve 15 Mayıs günleri veda ziyaretleri ile dolu idi. 15 Mayıs'ta bir kez daha Vahdetimle uzun bir görüşme yaptı. Aynı gün Bandırma vapuru kaplanı İsmail Hakkı Durusu ile de görüştü.

14    Mayıs’ta aynca Üçler Konseyi, planlanan bölgede Yunan mandasını onaylarken Amiral Calthorpe Ali Nadir Paşa'ya İzmi­r'in işgal kararını bildirdi. Bir İtalyan müfrezesi Akşehir'e gelir­ken, Wi)son, Senatonun tasdiki şartı ile Ermeni mandasının kabul edilmesini isledi.

15    Mayıs İzmir işgal edildi. Aynı gün Vahdeddin Mustafa Kemal'i kabul etli. 16 Mayıs'ta tekrar Vahdeddin’i ziyaret eden Mustafa Kemal veda etti ve o ünlü yolculuk başladı. Gemide bulu­nanların anlattıklarına göre, Hilafeti kurtarmak üzere Anadoluya geçenlerin bir kısmı gerilim ve stresi atmak için içmişti ve sarhoş­tu. Halta Kaptan bile. Mustafa Kemal kaptanı bu konuda ikaz ede­cek ve içkiye ara vermesini isteyecekti. Mustafa Kemal ise Kızkulesi önünden hareketle düşman zırhlıları arasından geçerek gider­ken şöyle diyordu: "Bunlar işte böyle yalnız demire çeliğe ve sila­ha inanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya ne silah, ne cephane götürüyoruz. Biz ideali ve imanı götürüyo­ruz. "

Kimilerinin dediği gibi, yoksa Vahdeddin Mustafa Kemali istanbul'da istemediği için, onun işlere müdahele etmesinden çe­kindiği için onu sıradan bir görevle İstanbul dışına mı gönderiyor­du. Ama şu bir gerçek ki, Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmasına zemin hazırlayan hukuki ve maddi teminat Vahdeddin'in onayına dayanıyordu ve Mustafa Kemal, Anadolu'da halk ayaklanmasını örgütlemek için büyük miktarda para ile Samsun'a gönderiliyor­du. İngilizler ise gazele haberlerine göre, Müslümanların Rumlara yönelik baskılarını önlemek için özel bir görevli olduğunu düşü­nüyorlardı herhalde. Yoksa Boğazdan çıkmasına izin verirler mi idi?.. Peki biliyor idi iseler, Mustafa Kemal 16 Mayıs günü kapla­na niçin şöyle bir emir veriyordu: "Düşman devletlerinin herhangi bir vasıtasının gadrine uğramamak için sahile yakın bir rota tutu­nuz. Şayet kesin tehlike görürseniz, gemiyi karaya en yakın sahile oturtunuz"

Sanırım tarihi gerçekleri tam yerli yerine oturtabilmek için daha çok belgeye ihtiyacımız var. 16 Mayıs’ta yola çıkan Mustafa Kemal, 17 Mayıs'ta İnebolu’ya, 18 Mayısta Sinop'a ve 19 Mayıs’ta Samsun'a varıyor.

18 Mayıs, İstanbul’da "Milli Matem Günü”. Bu arada Dört­ler Konseyi Yunan işgalini İzmir Sancağı ve Ayvalık Kazası ile sı­nırlandırmaktadır. Görüldüğü gibi, işgal tümü ile İngiltere’nin deslek, himaye ve yönlendirmesi altında gerçekleşmektedir. Hat­ta Yunan kuvvetleri İngiltere adına bölgeyi işgal etmektedirler. İs­tanbul'da Fatih'te büyük bir miting yapılırken, Bâbıâli yeni bir hü­kümet değişikliğine daha tanık oldu: İkinci Damat Ferit Kabinesi. Böylece Vahdeddin'in görev süresi henüz bir yılı doldurmadan dördüncü kabine değişikliği de gerçekleşmiş oldu.

20 Mayıs, Üsküdar mitingi yapıldı . Aynı gün Mustafa Kemal Sivas Valisi Reşit Paşa'ya gönderdiği telgrafta şöyle diyor­du: "Bendeniz ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devle­tin himayesine tenezzül eden şahsiyetlerden değilim. Benim için en büyük siyanet noktası ve şçfaat mcnbaı milletin sinesidir." 21 Mayıs'ta ise, lıalyanlar Afyondadır. Aynı gün Mustafa Kemal Samsun'dan Kazım Karabekir paşayı ve Genel Kurmay'ı arar ve durum hakkında bilgi arzeder. Bu arada bir İngiliz Müfrezesi Samsun’a çıkar. Batıda ise Yunanlılar Torbalı ve Seydiköy'ü işgal ederleri

Öte yandan Samsun'da bulunan Ingiliz Yüzbaşısı Hurst, İs­tanbul'daki Ingiliz yüksek komiseri Amiral Carlthorpe'a gönder­diği mesajda Mustafa Kemal'in Samsun'a ulaştığından bahisle il­çedeki durum hakkında kendisi ile görüştüğünü bildiriyordu. Sad­razam Ferit Paşa ise Samsun’a çıktığı için Mustafa Kemali kutlu­yor ve başarı diliyordu. 22 Mayıs'ta ise Mustafa Kemal İstanbul'a şu telgrafı çekiyor "Millet tek vucut olup milli hakimiyet esasını ve Türklük duygusunu amaç edinmiştir. "Aynı gün Menemen iş­gal edildi.

Samsun'daki Temasları

Mustafa Kemal'in hemen Samsun'a varır varmaz, İstanbul ve bölgedeki subaylarla muhaberatı ilgi çekicidir. Henüz bir ön görüşme ve düşünme fırsatı olmadan, yol yorgunluğu ile aldığı kararlar tek kişilik bir insiyatiften çok, önceden yapılmış bir hazır­lığı ve planının mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Ancak Musta­fa Kemal'in İstanbul'da iken tümü ile sessiz kalması, hatla geliş­melere seyirci bir durumda olması düşündürücüdür. Aynı hare­ketlilik ve heyecanın İstanbul'da yaşanmamış olmasının gerekçe­si, belki de dikkatleri üzerine çekmemek olabilir. Ancak hemen Samsun'a çıkışının ardından takındığı tavır bu yöndeki görüşlere haklılık kazandıracak niteliktedir.

Samsun'da bulunan Mustafa Kemal, burada maiyetinde bu­lunan subaylara talimat vererek Samsun'daki İngiliz subayları ile bölge asayişi hakkında görüşme talimatı verir. Böylece Mustafa Kemal, Samsun'a gelir gelmez, iki kez İngiliz Subaylarla görüşme yapar.

23 Mayıs'ta Sultanahmet'te 200.000 kişinin katıldığı bir mi­ting, yapıldı. İşgal altındaki İstanbul'da halk, işgale boyun eğmeyeceğıni açık ve somut bir biçimde ortaya koyuyordu. 25 Mayısta ise, Ali Galib, Vahdeddin tarafından kabul edildi. Aynı gün Mus­tafa Kemal, Havza'ya gitti. Mustafa Kemal, Havza'ya geldiği an­dan itibaren arkası arkasına bildiriler yayınladı ve mesajlar gön­derdi. İstanbul, İzmir ve Konya’daki askeri birliklerle haberleşti ve iki gün içinde iki kez Kazım Karabekir’i aradı.

26 Mayıs'ta ise, Saltanat Şurası İngiltere mandası konusunu görüşlü. Bu arada İngilizler İstanbul'dan 676 siyasi tutukluyu Malta'ya sürdü. Sürgün olayı, İstanbul'u tam bir aceze durumuna sokarken, büyük ölçüde Mustafa Kemal'in işini kolaylaştırmış oluyordu.

30 Mayıs'ta Sultanahmet'te ikinci bir miting daha yapıldı. Herhalde İstanbul'daki ve Anadolu'daki bu kıptrdanış ve direnme azmi olmasa idi, İngilizler daha farklı harekeletme gereği duya­caklardı. Bu mitingden bir gün sonra 3i Mayısta, İngiliz Yüzbaşı­sı Hurst, Havza'da Mustafa Kemal'le görüştü ve kendisine görevi hakkında kuşkulan bulunduğunu söyledi.

3 Haziran'da, Mustafa Kemal Havza'da vatanın kurtuluşu için okunan mevlide katıldı. 8 Haziran'da ise, Mustafa Kemal İs­tanbul'a çağırıldı. 12 Haziran, Mustafa Kemal Havza'dan Amas­ya'ya geldi. İngiliz yüzbaşısı Hurst, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliğine gönderdiği mektupta, Mustafa Kemal’in Trabzon ve Erzurum'u ziyaret etmek istediğini bildirdi. Bu arada Mustafa Kemal’le, İstanbul hükümeti arasında görevi ile ilgili olarak bir di­zi yazışma meydana geldi. Mustafa Kemal aynı zamanda Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar Paşa ve Cemal Paşa ile haberleşti.

17-23 Haziran, Damat Ferit Paşa, Onlar Konseyinden, 1877 sınırına kadar bütün Trakya'yı, Ege adalarım, muhtariyet verilme­si şartı ile Arabistan'ı istedi. 21 Haziran'da Ali Fuat Paşa, Rauf

Bey, Refet bey ve Mustafa Kemal imzası ile Amasya genelgesi yayınlandı. 22 Haziran'da ise Mustafa Kemal imzası ile mülki ve askeri erkana bir genelge gönderildi: "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azmi ve karan kurtaracaktır. Sıvasta bir milli kongrenin toplan­ması kararlaştırılmıştır.” Aynı gün Kazım Karabekir Paşa Istanbula çektiği telgrafta, Mustafa Kemal’in müfettişlik görevinden alınmasının sakıncalı olacağım bildiriyordu. Aynı gün Amerikalı uzmanlar Ermeni meselesi ile ilgili bir rapor yay mladılar.

23 Haziran'da ise Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'e gön­derdiği telgrafta, Babıalinin İngiliz esaretine boyun eğme eğili­minde olduğunu vurgulayarak kendisinin, Anadolu insanı ile bir­likte milli bir kıyamdan yana olduğunu belirtiyordu. İstanbul ise aynı günki kararında Mustafa Kemal'in görevden alındığını açık­lıyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri, İngiltere hükü­metine bir rapor göndererek, Mustafa Kemal'in Samsun'a varışın­dan beri kendisini milliyetçi akımın merkezi haline getirdiğini bil­diriyor ve Rauf beyin de izlenmesi gerektiğini belirtiyordu. İki gün sonra, Mustafa Kemal Amasya'dan Sivas'a hareket etti. Çer­kez Eıhem ve Demirci Efe kuvvetleri Yimanlılarla savaşa girdi. Haziran ayı boyunca Yunan işgalleri sürdü. Hemen hemen her gün bir kasaba ve şehri kontrollerine alan Yunan askerleri katli­amlara giriştiler. 26 Haziran'da, Mustafa Kemal Tokat'a geldi. 27 Haziran'da ise Konya’da bulunan ordu müfettişi Cemal Paşa, Mustafa Kemal'in yanında olduğunu bildiriyordu. Ali FuatCebcsoy 'da, gerekliğinde görevinden ayrılarak Mustafa Kemal'le bir­likte mücadeleye hazır olduğunu bildiriyordu. Aynı gün, üçler konseyi, Türk meselesinin, Amerikanın bir manda kabul edip et­meyeceğinin belli olmasına kadar ertelenmesini kararlaştırdı. O gün Mustafa Kemal Sivas'a geldi.

28 Haziran'da, Balıkesir kongresi yapıldı ve o gün Burdur Italyanlar tarafından işgal edildi. Henüz Mustafa Kemal ortaya çıkmamakla birlikte, Milli direniş hareketi hızla bütün yurda ya­yılmaktadır. 30 Haziran 1919’da Milis güçleri Aydım geri aldı.

Harbiye Nazın Ali Ferit Paşa, Mustafa Kemal'e, Padişahın kendisine "hava değişimi almasını, arzu edeceği bir şehir de istira­hat etmesi ” tavsiyesini bildiren telgrafı gönderdi. 3 Temmuz'da, Mustafa Kemal Erzurum'a geldi. 5 Temmuz’da ise, İttihat Terakki ileri gelenleri idama ve şeyhülislam Musa Kazım Efendi sürgüne mahkum edildi.

9 Temmuz'da ise, Mustafa Kemal askerlikten istifa etti. Ay­nı gün İngiliz Albayı Rawlin son Mustafa Kemal'le görüştü. Rawlinsonla M. Kemal arasında şu konuşma geçti:

"-Burada bir kongre açacakmışsınız!

-     Evet, milletçe açılması kararlaştırılmıştır.

-     Açılmaması daha uygun olacaktır.

-    Kongre muhakkak toplanacak ve gününde açılacaktır. Mil­let buna karar vermiştir. Açılmamasını tavsiye eden düşüncenize hakim olan sebebleri bile sormaya luzumlu görmüyorum.

-    Kongreden vazgeçmezseniz zor kullanarak toplantının da­ğıtılmasına mecburiyet hasıl olacak.

-    O halde biz de mecburi olarak kuvvete kuvvetle karşı koyar ve herhalde milletin kararını yerine getiririz. Ne pahasına olursa olsun kongreyi açacağız. Görüşme bitmiştir."

Mustafa Kemal son derece emin ve güven içindeydi. Istanbulla arasında ihtilaf çıkmıştı ve kendi aleyhinde söylentiler dola­şıyordu . Mustafa Kemal çıkışları ile adından sözctlirmiş ve çev­resinde bir güven halesi oluşturmuştu. Eski Bahriye Nazırı Rauf bey bir mesaj göndererek. "Mustafa Kemal Paşa ile beraber niha­yetine kadar çalışmaya mukaddesatımız üzerine yemin ettiğimizi arz ve ilan ederiz".

Aynı gün Kazım Karabekir Paşa Mustafa Kemal’i ziyaret ederek, hazırol vaziyetinde selamla "Be., ve kolordum emrinizdeyiz. Bundan sonra dahi ne emriniz varsa ifayı bir şeref bilirim" di­yordu.

14 Temmuz'da, Erzurum'da çıkan "El Bayrak" gazetesi "Mustafa Kemal'in istifası ile ilgili haberinde: "Mustafa Kemal Paşa'nın komutanlıktan istifası bir azim ve iman vesikasıdır"diyordu. Bu kararı ile Mustafa Kemal İstanbul Hükümeti’ni kamu vicdanında mahkum etmiş ve kendisi milli mücadele liderliğine aday olmuş oluyordu. Ve henüz daha ortada geleceğe ilişkin hiç bir karar yokken 20 Temmuz'da Mazhar Müfit'in "Muvaffakiyet takdirinde hükümet şekli ne olacak " sorusuna "Açıkça söyle­yeyim, zamanı gelince hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır" diyordu!

Kongreler Dönemi

23 Tcmmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında, Erzurum kongresi gerçekleştirildi. Mustafa Kemal kongre başkanı oldu. Mustafa Kemal 7 Ağustos'a kadar süren kongrenin kapanışında Heyeti Temsiliye başkanlığına seçildi. Erzurum kongresinin so­nunda Albay Rawlinson ile tekrar uzun bir görüşme yapu. Musta­fa Kemal’in bu görüşmede Rawlinson'a Misakı Milli'den sözettiği belirtiliyor. 11 Ağustos'ta görüşmeleri ile ilgili olarak İngiltere Harbiye bakanlığına bir rapor gönderen Rawlinson şöyle diyordu: Konferapsm son günü Mustafa Kemal'le iki saatten fazla görüş­tüm. Sonuç olarak görüşüm şu: Bu hareketin büyük bir başarı sağ­laması için fırsat var.

27 Temmuz, Calthorpe’nin ilginç bir raporu: "Anadolu'da müstakil bir hükümet kurulmasına mani olunamaz! " Londraya gönderdiği mesajında Amiral Erzurum kongresi ile ilgili olarak bir takım bilgiler arzediyordu.

30 Temmuz’da, İstanbul, Mustafa Kemal'in yakalanması için emir verdi. Bu emir hiç bir zaman yerine getirilemeyecek, Mustafa Kemal'le İstanbul hükümeti arasında iplerin kopmasına neden olacaktır. İstanbul hükümeti Mustafa Kemal ile ilişkilerini kesmesine ve onu dışlamasına rağmen, Mustafa Kemal üçüncü şahıslara karşı, Hilafet ve saltanaün kurtarılıp korunmasının luzumu üzerinde teminatlar vermeye devam etmiştir.

Bu gelişmelerin ardından İstanbul'da ortam uygundu artık, 1 Ağustos'ta, İngiliz Muhibler Cemiyeti teşkil edildi. Dikensiz gül bahçesinde İngilizler diledikleri gibi at oynatabilirlerdi. Hilafet artık Ingilizler'in denetim ve gözetiminde idi. 4 Ağustos'ta İnönü, kolordu komutanlığı muhessesat ve salahiyetle şurayı askerî mua­melatı umumiye genel müdürü oldu.

Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas'ta, hatta Ankara'da ilk günlerinde koyu bir hilafet ve saltanat savunucusu görünürken ve bunları korumaya yemin ederken ve bu maksada kongrelerde gö­revlendirilirken, özel sohbetlerinde çok farklı şeyler söylüyordu. Daha Erzurum'da iken Şapka ve örtünme konusundaki fikirlerini açıklıyordu. Bu da Mustafa Kemal’in bazı şeyleri çok önceden planladığını, en azından düşündüğünü göstermektedir.

7 Ağustos'ta Mustafa Kemal Erzurum kongresi bittiği gün, Mazhar Müfit’in hatıra defterine şunları yazıyordu: Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Padişah ve Hane­dan hakkında zamanı gelince icab eden muamele yapılacak­tır. Kadınların örtünmesi kalkacaktır. Fes kalkacaktır. Me­deni milletler gibi şapka giyilecektir."

Daha o günlerde Mustafa Kemal'in böyle düşünmesi düşün­dürücüdür. Daha önce Trablus'a gideıken de Yahudi bir gazeteci ve Filologla yaptığı mülakatta benzer konulara değinen Mustafa Kemal'in bu tavrı, onu yakından tanıyanlarca biliniyordu ve Mus­tafa Kemal'in bu tavrının oluşması ve kökleşmesinde, yabancı dostlarının ve İttihat Terakki içindeki bazı unsurların büyük katkı­sı olmuştu.

Mustafa Kemal'in bu fikirlerini yakından bilen bazı din alimleri, daha o günlerden başlayarak Mustafa Kemal hakkında çok farklı iddia ve ithamlarda bulunmuşlardı.

7-16 Ağustos'ta, Alaşehir Kongresi yapıldı. Aynı günlerde (10 Ağustosta), Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal'e mektup ya­zarak Amerikan mandasını savunuyordu. Bu arada İngilizler Batum dışında Kafkasya'dan geri çekildiler.

20 Ağustos, Sivas valisi Reşit Paşa, Sivas'taki Fransız Jan­darma subayı ile görüştükten sonra Mustafa Kemal'e gönderdiği mesajda, Kongrenin Sıvasta toplanmasına ilişkin endişelerini bil­dirdikten sonra, "ikinci kongrenin de Erzurum ya da Erzincan 'da yapılmasının faydalı olacağını" belirtiyordu. Mustafa Kemal ise cevabi mesajında şöyle diyordu: "Bendeniz ne Fransızların ve ne de herhangi bir yabancı devletin korumasına tenezzül eden şahsi­yetlerden değilim. BenKcmal'Ien büyük korunma noktası ve şef­kat kaynağı milletin sinesidir."

Sivas Valisi Reşit Paşa ise Mustafa Kemal’le yaptığı telgraf görüşmesinden sonra İstanbul'a gönderdiği measajında: "Mustafa Kemal ve Rauf beylerin yakalanmaları ve kongrenin açılışının men'i için girişimlerde bulunmanın imkansız derecede müşkül ve zamansız olduğuna inanıyorum."

21 Ağustos'ta, Wilson, Ermeniler hakkında Babıaliye bir nota verdi. 22 Ağustos'ta ise, Mustafa Kemal, Mavri Mira cemiye­tinin faaliyetleri ile ilgili olarak İstanbul hükümetine bir mesaj gönderdi. 24 Ağustosta da, Şarki Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemi­yeti kuruldu.

27 Ağustos'ta, Mustafa Kemal Amerikan mandası olunma­yacağını, bağımsız devlet olunacağını söylüyordu. Bu açıklamar sının ardından Erzurumluların fahri hemşehrisi ilan edildi. Musta­fa Kemal'in Erzurum’dan İstanbul'daki Annesine mektubu: «Her işittiğinize önem vermeyiniz. Pekala bilirsiniz ki ben yaptığımı bilirim. Netice görmeseydim başlamazdım!» Samsun'a doğru ha­reketinden önce Annesinden ayrılırken şöyle diyordu Mustafa Kemal: "Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olmazsam zaten sizi öldürürler. O zaman elbet ben de ölmüş olurum" Ama artık ufukta ışık görünü­yordu. Baştan görünen netice artık gerçekleşiyordu.

29 Ağustos'ta, Mustafa Kemal Sivas'a gitmek üzere Erzu­rum'dan aynldı. 30 Ağustos'ta Erzincan'a gelen Mustafa Kemal, 31 Ağustos'ta Sivas'a hareket etti ve 2 Eylül'de Sivas'a vardı. Bir gün sonra da, Ali Galib ve Bedirhani komplosu ortaya çıktı.

4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas kongresi yapıldı. Kongrede iki fikir çarpışıyordu. Hilafet ve saltanatın korunması ve mandacılık. Kongre delegeleri uzman ve tam temsil yetkisine sahip kimseler değildi. Kongrenin ikinci günü luihat Terakkicilik aleyhine yemin edildi. Mustafa Kemal öncelikle bu gaileden kur­tulmak, kendine yakın rakiplerini yoketmek istiyordu. Böylece müslüman çevrelerin gözünde de güven kazanmış olacaktı. Eşraf ve tüccardan kimseler çoğunluğu oluşturuyordu. Kongreyi topla­yan Şarki Anadolu Müdafayı Hukuk cemiyeti Temsil heyetini teş­kil eden Şeyh Fevzi, Hoca Raif, Bekir Sami, Rauf beyler ve Mus­tafa Kemal ile Refet bey dışındakilerin kalanı arasında asker, bü­rokrat, çiftçi, hukukçu, gazeteci, öğrenci, öğretmen, mebus, müftü’den oluşan 34 kişi bulunuyordu. 15 kadar vilayetten temsilcile­rin katıldığı bu kongrenin önemi daha sonraki gelişmelere göre ar­tacaktır. Yoksa bu tür toplantılar Anadolu'nun bir çok yerinden aylardır yapılmakta idi. Eğer o toplantılardan bir başkasının proje­si başarı sağlasa idi, herhalde resmi tarih bir başka türlü yazılacak­tı! Bu arada Ali Fuat Paşa, Sivas kongresi karan ile "Garbi Anado­lu Umum Kuvayı Milliye Komutanlığı’’na tayin edilecektir.[*]

7 Eylül, Sivas'ta arkadaşları ile sohbet eden Mustafa Kemal: "Herşey bize gösteriyor ve anlatıyor ki İstanbul'daki devlet ve si­yaset adamları vatanın kurtuluşunu tek ümid halinde Amerikan mandası fikrini kabule bağlı görüyorlar, "diyordu. 9 Eylül'de ise Mustafa Kemal Sivas kongresi adına, alman karar gereğince Amerikan senatosuna bir mektup gönderdi: "Üyelerinizden olu­şan bir komiteyi, Osmanlı İmparatorluğunun her köşesine gönder­mesini diliyoruz. Bu komite, hususi menfaat ve alakalan olmayan ve bir millete has olan berrak görüşle Osmanlı İmparatorluğunda gerçek şekilde hüküm süren hal ve şartlan tetkikden geçirmelidir. Böyle bir tetkik, Osmanlı imparatorluğuna ait nüfusun ve arazi­nin mukadderatı hakkında bir barış anlaşması gereğince keyfi ka­rarlar verilmesine meydan bırakılmazdan evvel yapılmalıdır. " Mustafa Kemal bir gün sonra da Ali Galib olayı ile ilgili olarak Da­hiliye nazırı Adil Bey'e şu telgrafı gönderir: "Alçaklar, caniler. Düşmanlarla millet aleyhine hainane tertiplerde bulunuyorsunuz. " Mustafa Kemal bu mesajı ile İstanbul hükümetine karşı açıklan

cephe alıyordu. Hatta Vahdeddin'e yazdığı bir mektupta, Damat Ferit paşayı ihanetle suçlayarak, Padişahı Kabineye karşı kışkırtı­yordu. Bu mektuptan sonra Anadolu ile Bâbıâli arasında diyalog kesildi.

Bu arada iki önemli gelişme oldu: 13 Eylül'de, Sovyet dışiş­leri bakanı Çiçerin, Türkiye işçi ve köylülerine çağrıda bulunan bir beyanname neşretti. 20 Eylül'de ise, Merzifon, İngilizler tara­fından boşaltıldı.

22 Eylül'de Mustafa Kemal, Sivas'ta, Amerikalı general Harbord ile görüştü. Mustafa Kemal, 21 Eylül'de Kazım Karabe­kir'e gönderdiği mesajda bu görüşme ile ilgili olarak şu bilgileri veriyordu: "General bütün milli hareket ve teşebbüslerimizi takdir ve 'bir Türk olsaydım, ben de ancak bu şekilde hareket ederdim' demiş ve pek samimi ve lehimizde ümid verici fikir ve görüşler de söylemiştir. "Bu arada İstanbul'da oluşturulan Osmanlı Kuvve-i' inzibatiyesi, milli mücadele hareketi dışında yeni bir hareket ör­gütlemeye başladı. 24 Eylül'de amaçlan ile ilgili olarak General Harbord'a şu yazılı görüşleri açıklıyordu: "Eğer memleketimiz, yabancıların entrika ve müdahalelerinin kabusundan kurtanlırsa ve memleketin meseleleri milli irade ve arzulara hürmet eden muktedir bir hükümet tarafından idare edilirse memleketin bütün dünya için meKemaliyet kaynağı olacak bir duruma geleceğine dair en kesin teminatları verebiliriz. "Aynı gün Mustafa Kemal, ABD, İngiltere, Fransa, İtalya yüksek komiserliklerine, Fele­menk, ispanya, İsveç ve Danimarka elçiliklerine şu mesajı gönde­riyordu: "Bütün Osmanlı vatanında tam sukun ve ayırım yapıl­maksınız cins ve mezhep hürriyeünin korunması hüküm sürdüğü halde bazı kötü amaçlı kişiler, milli vicdandan doğan cereyanı Müslüman olmayan unsurlar aleyhinde göstermek istedikleri ha­ber alındığından bütün tebaanın aynı hakka sahip ve memleketi­mizdeki yabancıların da vatan ve milletimiz aleyhinde bulunma­mak şartı ile Osmanlı Misafirperverliğini görmekte devam ettik­leri 16.9.1919 da bildirilmişti. Bu sebeble memleketimiz dahilin­de mevcut olan asayişin devamının ve müslüman olmayan vatan­daşlarımızın her türlü korunmasının güven altında bulunduğunu ifade etmekle şeref kazanırız" Böylece Mustafa Kemal, doğrudan yabancı elçilikler ve yabancı komiserlerle temasa geçmek ve on­lara bazı teminatlar vermekle İstanbul yerine muhatap olarak ka­bul edilmiş oluyordu.

27 Eylül'de 1. Bozkır ayaklanması başladı. 18 Ekim'de Si­vas'la Şeyh Recep ayaklanması patlak verdi. Bundan iki gün sonra da Adapazarm'da Beslan ayaklanması ortaya çıkacakta.

28 Eylül'de, Mustafa Kemal, Sıvastan vilayetlere yazı gön­dererek milletvekili olmak isteyenlerin isimlerinin iki gün içinde bildirilmesini istemek sureti ile, Anadoluyu da fiilen, resmen ve hukuken kendisine bağlamak ve yeni meclisi teşkil etmek için ha­rekete geçmiş bulunuyordu. Heyeti temsiliye adına gönderilen ya­zıda tanınan iki günlük süre, bu kişilere düşünme ve araştırma yapma fırsatı vermemekte idi. Bu gelişmeler üzerine İngiliz Yük­sek komiseri Amiral J. de Robeck, Lord Gurzon'a gönderdiği me­sajında şöyle diyordu: ” Mustafa Kemal'in tesiri gittikçe artıyor." Bu arada İngilizler'in bölgedeki kuvvetlerini takviye etmeleri beklenirken 4 Ekim'de Ingilizler Samsundaki müfrezelerini geri çektiler.

1 Ekim'de, 3. Ferit Paşa kabinesi de istifa etti. 2 Ekim'de de, Ali Rıza Paşa Kabinesi kuruldu.

Mustafa Kemal Sivas'tan Kazım Karabekir'e gönderdiği mesajda ise şöyle diyordu: "Vaziyet inşallah lehimize mesut ge­lişmesine devam ettiği müddetçe, aynı zamanda heyeti temsiliye karargahının Ankara'ya ve daha batıya nakil sureti ile İstanbul'a yaklaşmak hususunda da etkili olabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yöndeki görüşlerinizi anlamak istiyoruz. "

İstanbulla Ankara'nın arası hızla açılırken 6 Ekim'de, Yunus Nadi araya girerek İstanbulla Mustafa Kemal'i barıştırmak için gi­rişimlerde bulundu. Ancak bu girişimler fayda vermeyecektir.

İngiltere Savunma Bakam, Mustafa Kemal'in liderliğindeki milli hareketin gayesini" Türk topraklarının Yunan, İtalyan ve Ermenilcr arasında paylaşılmasına mani olmak" şeklinde özetleyen bir rapor hazırladı. 9 Ekim'de ise Mustafa Kemal, Mutasarrıf Ce­mal beye yazdığı mektupta yabancıların, özellikle de İtalyanların

vaziyetinin yakinen izlenmesini istiyordu. 10 Ekim'de ise Ingiliz yüksek komiseri Amiral de Robeck'in Lord Güızon'a gönderdiği raporunda şu görüşlere yer veriyordu: "Anadolu'daki milli hare­ketin baskısı ile Ferit Paşa hükümeti istifa etti. Mustafa Kemal'in karşısında İngiltere'nin prestiji sarsılmaktadır. Mütarekeyi imza­layan Türkiye'nin yerine bu gün bambaşka bir Türkiye doğmuştur ve bunlara barış şartlarını kabul ettirmek kolay olmayacaktır"

16 Ekim'de, Mustafa Kemal Amasya'dadır. Üç gün sonra da Erzurum Müdafayı Hukuk Cemiyeti, Mustafa Kemal'i Erzurum­'dan İstanbul'daki Meclisi Mebusan için aday gösterecektir. Ama artık çok geç. Saraya yakınlık, Osmanlı kabinesinde görev arayışı bitmiştir artık. Şimdi yeni bir sayfa açılmıştır. 20-22 Ekim tarihle­ri arasında Mustafa Kemal ile, Ali Rıza Paşa hükümeti temsilcisi Salih Paşa arasında Amasya'da bir görüşme yapıldı. Bu görüşme­lerden somut bir sonuç elde edilemedi. Bütün bunlar olurken 24 r Ekim’de İtalya ile Çarlık Rusyası arasında Anadolu’nun taksimine ilişkin bir anlaşma imzalandı.

25 Ekim-30 Kasım 1919 arasında 1. Anzavur isyanı patlak verdi ve kısa sürede Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat havalisi­ne yayıldı. Bu olaydan iki gün sonra Mustafa Kemal Tokat'a geldi. Aynı günlerde ise, İstanbul hükümeti, Mustafa Kemal'e bir yazı göndererek yeni meclisin İstanbul’da toplanması çağrısında bu­lundu. Görüldüğü gibi, İstanbul hükümeti yeni bir meclis teşkil edilerek memleketin içinde bulunduğu şartlara acil çözüm bulun­ması konusunda, Anadolu'daki harekeli desteklemektedir. Ancak Mustafa Kemal bir gün sonra bu daveti, İstanbulun işgal altında olması ve güvenlik sağlanamayacağı gerekçesi ile reddetmesi. İs­tanbul'daki paşalar Meclisi Mebusan'ın İstanbul dışında toplan­masının İstanbul’u terketmek, ve İstanbul'u kaybetmek anlamına geleceğini belirterek bu konuda endişelerini dile getiren bir mesaj gönderdi. 7 Kasım'da M. Kemal’in mebusluğunun resmen onay­lanmasının ardından 56. Tümen komutanı Bekir Sami Bey, Mecli­sin Bursa'da toplanmasını teklif etti.

1 Kasım'da, Fransızlar Antep, Maraş va Urfayı İngilizlerden devraldı. 3 Kasım, General Milne, İzmir Cephesindeki Milli kuvvellerin 3 km geri alınmasını istedi. 5 Kasım'da, Mustafa Kemal, işgal karşısında milli cemiyetlerin itilaf devletleri temsilcilerine ve Avrupa kamuoyuna yönelik telgraflar çekmelerini öğütledi.

9 Kasım'da ise, Mustafa Kemal Müdafa-yı Hukuk merkez heyet­lerine, Bahriye nazırı Salih Paşa'nın .Amasya'da Milli Meclisin Anadolu'da toplanmasını kabul ettiğini bildiren bir mesaj gönder­di.

Bu gelişmeler olurken Mustafa Kemal sürekli olarak Müdafayı Hukuk örgütlerine mesajlar göndererek işgalin Avrupa ka­muoyu ve hükümetleri nezdinde protesto edilmesi yönünde çağrı­da bulunurken, Milli örgüte karşı olanları vatan hainliği ile suçla­dı. İngilizlcr'in işgalleri altında bulundurdukları bölgeleri Fransızlara devretmesi karşısında,da halka ve cemiyet merkezlerine gönderdiği mesajda bu devir teslimini kınama çağrısında bulun­du. 15 Kasım 'da da aynı cemiyetlere gönderdiği yazıda, itilaf dev­letlerine müracaatta bulunarak İzmir'in boşaltılması çağrısında bul unulmasını istedi.

Mustafa Kemal izlediği hassas pobtıka sonucu milli güçle­rin erken bir çatışmaya girmesini ve özellikle de itilaf devletleri güçleri ile erken bir çauşmaya girerek hareketi daha baştan aka­mete uğratmamaya büyük özen gösterdi.

Ingiltere'nin Yunan güçleri ve bölgedeki etkin gücünü hesa­ba kalarak daha çok Fransa ve İtalya’ya karşı bir politika izlerken, İngiltere'yi kamuoyu baskısı ile siyasi planda geriletmeyi amaçla­dı. İzmirin işgaline son vermek konusunda da İngiltere'ye karşı aynı politikayı izledi.

Hemen hemen bütün bu zaman zarfında İngiliz askeri ve si­yasi erkanı ile dolaylı ve doğrudan temaslar kurarak bölgedeki İn­giliz siyaseti, kanaatleri ve düşünceleri hakkında bilgi aldı ve ha­rekete ona göre yön verdi.

3 Aralık'ıa, Demirci Mehmet Efen’in Mustafa Kemal'e, İn­gilizlerle görüşmesi hakkında mesajı (Bu mesajdan da anlaşılaca­ğı gibi, İngilizler Yunanlıları kullanmakla birlikte, kendileri doğ­rudan askeri bir çatışmaya girmekten imtina eünektedirler. Hatta etlerindeki işgal bölgelerini de Fransızlara devretmek sureti ile si-

yası sahada etkinlik sağlamak, İstanbul hükümeti ve Milli cemi­yetlerle diyaloglarını sürdürmek konusunda dikkatli davranmak­tadırlar) Mehmet Efe bölgedeki İngiliz albayı ile görüştükten son­ra şu mesajı gönderiyordu: "İzmir ve Aydın vilayetinde tek bir Yunan askeri kalmayıncaya kadar mücadeleye karar verdiğimiz, araya İngiliz ve Fransız kuvvetleri girmiş olsa bile silah kullanma­ya mecbur olacağımız evvelce kesin bir dille bildirildi. Karşımıza her kim çıkarsa çıksın vatanı kurtarmak için bundan başka bir sö­zümüz olmadığını, olamayacağını kesin bir dille arz eylerim efen­dim. “

17 Aralık'ta, Mustafa Kemal, Osmanlı Meclisi Mebusanına seçilen heyetin heyeti temsiliye ile görüşmesinin önemini ve ya­kında İstanbul'a yakın bir yerde toplandacağuıa ilişkin bir bildiri yayınladı. Ve bir gün sonra da Sivas'tan Ankara'ya doğru hareket etti. 19 Aralık'ta, Mustafa Kemal ve arkadaşları Kayseriye geldi ve 27 Aralık'ta Ankara'ya ulaştı. Burada coşkulu bir karşdama tö­reni düzenlendi.

26 Aralık'ta, İngiliz yüksek komiseri Milne basma şu deme­ci veriyordu: "Mustafa Kemal harekelinin bastırılması şüphesiz pek çok istenir. Fakat çok büyük bir kuvvet gerekmektedir. İğne­leme politikası büsbütün ahlaksızlık olur.. "İngiliz yüksek komi­serinin "çok büyük kuvvetten" kasıt anlaşılmamaktadır. Çünki he­nüz düzenli kuvvetler oluşmamıştır ve elde yeterli silah ve mühimmad yoktur. Ülkenin bir çok yeri fiili işgal altındadır. Bağım­sız direniş güçleri ise varlıklarını henüz milli güçlere borçlu değil­dir. Aksine bu direniş harekeüerinin tümü milli direniş gücünü oluşturmaktadır. Dolayısı ile astolan tek bir kişi değil, bir ulusun boyun eğmeme ve direnme kararlılığıdır. Başından beri Ingilizler Mustafa Kemal'le doğrudan doğruya çatışma içine girmemeye büyük özen göstermişlerdir. Kurtuluş Savaşı boyunca da bu du­rum böyle devam etmiştir. Henüz alu ay önce bölgeye gelen bir su­bayın bu kadar kısa sürede tngilizleri çaresizliğe mahkum etmesi alışılmamış bir olaydır. Kaldı ki. Kongreler döneminde yeni bir mücadele stratejisi ortaya konmamış, mevcut direniş harekeden bu yeni gelişmeye kendi iradeleri ile bağlanmışlar, öte yandan Istanbul ve yeni hareket arasında köklü ihtilaflar çıkmıştır. Ve yine Mustafa Kemal'in bazı demeçlerinin ve özel hayatına ilişkin bir takım rivayetler bazı muhalif grubların doğmasına yol açmıştır. Yine daha bu aşamada birlikte hareket ettiği insanların pek çoğu, Mustafa Kemal'in özel sohbetlerinde söyledikleri fikirlerin aksi­ne kanaatler taşımaktadır ve İngiliz gözlemcileri mülakatları so­nucu bu gerçeği farketmişlcrdir. İngiliz komiser bu ifadesi ile Mustafa Kemal'in şahsında Anadolu’da giderek güçlenmekte olan milli direniş hareketini kasdetmekıedir.

30 Aralık'ta, Rawlinson Kazım Karabekirle görüşerek, Mustafa Kemalle görüşme talebinde bulundu. Karabekir bu talebi içeren mesajı Mustafa Kemal'e telgrafla bildirdi. Mustafa Kemai ise 8 Ocak ta gönderdiği cevabi mesajında" Eğer Rawlinson, hü­kümeti tarafından Hcyct-i Temsiliye ile görüşmeye yetki sahibi bir vaziyetle bulunuyorsa, bir an evvel Ankara'ya gelmesi faydalı görülmektedir. Yetki sahibi olmadığı takdirde buraya kadar gel­mesine luzum yoktur.”

31 Aralık'ta, Yunanistan İzmir'i ilhak karanın açıkladı ve ül­ke genelinde yoğun tepkiler meydana geldi. Bu gelişme hesapla yoktu. İngilizler Yunanlıları çıkartmışu ama, Amerikaldar Yuna­nistan'a Anadolu'da vatan vadederek insiyalifi elc geçirmek isti­yorlardı. İngiltere için ise Yunanistan sadece bir yemdi. Sonuçta İngiltere kapsamlı bir projenin bir bölümünü teşkil eden Yunanistanın işgal harekatını kendi çıkarlarına göre yeni bir kalıba soka­rak, Yunanistanın aşırı taleplerini dizginleyecektir.

1920

10 Ocak'ta, Gn. Milne hazırladığı bir raporda şu görüşlere yer veriyordu: "Şartlan ağır bir barış, Mustafa Kemal'i güçlendi­rir. Bu günün bir başka önemli yanı Hakimiyeti Milliye gazetesi­nin yayına girmesi. Arük dış dünya ve içerideki cepheler dünyayı bu pencereden seyredecektir ve Mustafa Kemal'in hakimiyetini perçinleyecckıir."

12 Ocak'ta ise, son Osmanlı Meclisi Mebusan'ı toplanacak ve Meclis İstanbul'un işgali üzerine 18 Mart 1920 günü son bir kez daha toplanarak çalışmalarına ara verecektir. 11 Nisan'da da tüm­den feshedilecekti. Bu arada önemli bir diğer gelişme ise Heyeti Temsiliye gözetiminde yayınlanan Hakimiyeti Milliye gazetesi­ne bütün cemiyetler ücretsiz abone kaydedilmek sureti ile, Heyeti Temsiliye'den tüm cephelere ve Anadolu'ya haber akışını sağla­yacak bir enformasyon imkanına kavuşulmuş oluyordu. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin oluşumunda, Heyeti Temsiliye'nin mer­kezi bir güç haline gelmesinde ve giderek İstanbul'a alternatif bir merkez oluşturulmasında bu kararın rolü büyüktür. Meclisi Mebusan yoktu artık ama, Ankara'da bunun yerini alacak yeni bir merkez oluşuyordu artık.

20 Ocak'ta Fransız yüksek komiseri De Francc, itilaf devlet­lerinin müşterek notasını BabIali'ye vererek Harbiye Nazın Ce­mal Paşa ve Erkanı Harbiye Umumi Reisi Cevat Paşa'nın 48 saat içinde görevden alınmasını istiyordu. İtilaf devletleri böylece İstanbulu hem korur gibi gözüküyor, hem de dallarını buduyordu. Böylece aceze bir Bâbıâli bırakıyorlardı geriye. İstanbul'un acze düşmesi belki Ankara'yı güçlendirecekti: Bu gelişmeler karşısın­da Ankara'nın tepkisi sert oldu ve bu tavrı ile Mustafa Kemal Ana­dolu'da büyük takdir topladı. Gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Harbiye nazın Cemal Paşa ile yaptığı görüşmede, Cemal Paşa zo­runluluktan sözedince Mustafa Kemal şu cevabı verecekti: "Eğer görev başına gelmemekte ısrar ederseniz, ingilizlerin milletin ba­ğımsızlığını bozduğunu ilan ederken, Harbiye nazırının da vatani vazifesini yerine getirmemekten sorumlu olduğunu ağır bir şekil­de ilave etmek mecburiyetindeyiz"

Mustafa Kemal ayrıca bir bildiri yayınlayarak şöyle diyor­du: Ingilizlcer'in tecavüzü geri alınmadığı takdirde, Meclisin vazi­fesi Anadolu’ya geçmek ve milletin iradesini üzerine almaktır. Bu hareket, bütün milletin kuvvetlerini kendisinde toplamış olan Kuvvayı Milliye tarafından her araç ile desteklenecektir.

21 Ocak-IO Şubat tarihleri arasında, Maraş halkı ayaklandı. 21 Ocak 1920-20 Ekim 1921, Adana savaşları boy göstermeye başladı. Milli direniş hareketi dalga dalga tüm yurda yayılmaya devam ediyordu, İçiçc geçmiş bir savaş dönemi yaşanıyordu. Bir yandan halk işgal kuvvetleri ile savaşırken, Ankara ile İstanbul arasında bir başka savaş sürüyordu. Aynı dönemde yurdun dört bir yanında isyanlar patlak veriyordu.

23 Ocak'ta, önemli bir karar alındı. Karara göre, Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinin heyeti temsiliye ve teşkilatlar arası haber­leşmeden ücret alınmayacaktı. Önemsiz gibi görünen bu karar, kı­sa sürede Ankara’yı bütün milli harekederin merkezi haline getir­di. Herkes bölgesindeki gelişmeleri buraya bildirerek ülkedeki gelişmeleri artık buradan takip ediyordu. Ve buradan aktarılan ha­berler, Ankara'nın başlattığı mücadelenin parçaları olarak görülü­yordu.

26-27 Ocak'ta, Akbaş silah deposu baskını gerçekleştirildi.

28 Ocak 1920 de bu kez gizli olarak Osmanlı Meclisi Mebusanı bir kez daha toplandı ve Misakı Milliyi kaleme aldı. Misakı Milli bütün yurtta coşku ile benimsendi. Ankara alınan kararlan bütün yurda duyurdu. Bütün bu gelişmelerin ardından Mustafa Kemal bir çok ülke yöneticisine ve Meclisine birer mektup gönde­rerek Ankara'da yeni bir meclis toplanacağını duyurdu.

Osmanlı Meclisi Mebusanının gizli olarak son bir kez daha toplandığı günün akabinde, Ingilizler İstanbul milletvekili Reşat Hikmet beyi tutukladılar. Bu olaya karşı Ankara sert bir tepki gös­terdi . Mustafa Kemal 31 Ocak'ta Mudafa-i Hukuk Cemiyeti ör­gütüne gönderdiği mesajda Ingilizler tarafından tutuklanan Reşat H ikmet beyin yapı lan girişimler sonucu serbest bırakıldığını bil­diriyordu. Bu olayla Ankara, İstanbul'a karşı, İngiltere temsilcileri nezdinde girişimde bulunarak önemli bir başarı kazanıyordu. İs­tanbul ise, kendi milletvekilinin hak ve hukuku korumaktan bile aciz bir konumda idi! 4 Şubat’ta ise Padişah Vahdeddin bir İrade ile, Mustafa Kemal'in geri alınan tüm unvan ve nişanlarını iade eden iradesini yayınladı. Artık insiyatif Ankara’nın eline geçmişti. 6 Şubat’ta, münfesih duruma sürüklenen Osmanlı Meclisi Mebu­san üyeleri arasında "Fclah-ı Vatan Grubu” oluşturuldu. Gruba ilk aşamada 70 mebus katıldı. Bu üyeler daha sonra Ankara’ya geç­menin yollarım arayacaklardır.

9 Şubat-11 Nisan 1920 tarihleri arasında, Urfa savaşları pat­ladı. Erzurum'da da Felahı Vatan grubu çalışmalarına başladı.

12    Şubatla Mustafa Kemal, tüm Müdafa-i Hukuk Cemiyet­lerine gönderdiği mesajda Maraşta Fransızlara karşı kazanılan za­feri duyuruyordu. Aynı gün Urfa'da Kuvayı Milliyccilerin düşma­nı yenilgiye uğratarak şehri kurtardıkları haberini veriyordu. Ar­tık Ankara mücalıidlerin gözü kulağı olmuştu. Ve zafer sesi Anka­ra'dan duyuluyordu.

13    Şubat, Mustafa Kemal cemiyetlere gönderdiği yazılarla, halkı Fransız ve Ermeni zulümlerini kınayan protesto gösterileri yapmaya çağırdı. Bir gün sonra Yenihan isyanı başladı. Bundan iki gün sonra da 2. Anzavur isyanı başladı.

14  Mart'ta, yeni bir kPaşane değişikliği daha. Ali Rıza Paşa kabinesi çekildi ve yerine Salih Paşa kabinesi kuruldu.

15    Şubal'ta Mustafa Kemal, Dr. Refik Saydam'dan bir rapor alarak, sıhhi sebeble İstanbul'da toplanması düşünülen ve yeniden teşkil edilecek Meclisi Mebusan toplantısına katılamayacağını bildiren bir mesaj gönderdi. Mustafa Kemal bu talebi ile izinli sa­yıldı. 17 Şubat’ta oluşturulan yeni meclis Misakı Millinin yabancı parlementolara ve basına açıklanması kararını aldı.

21 Şubat’ta, Mustafa Kemal Rauf Bey'e bir mektub göndere­rek, "Hükümete karşı kesin bir vaziyet alma zamanı geldiği"ni söylüyordu. Bu mektuptan iki gün sonra Ingiliz Amirali Robeck, Ingiltere’ye şu raporu gönderdi: "Anadolu'daki bütün hareketler Mustafa Kemal Paşa tarafından milli hareketin parçalan olarak tertiplenmekledir. " 1 Mart'ta ise Mustafa Kemal İtilaf Ülkeleri temsilcilerini Ermeni soylarım iddialannın gerçek olmadığı nok­tasında uyardı. Ve İngilizler'e silah teslim edilmemesi, silah depo­larının ülkenin iç kesimlerine nakledilmesi konusunda 1. Kolordu komutanlığına mesaj gönderdi.

Bir gün sonra Kazım Karabekir'e gönderdiği telgrafta ise Ahmediye teşkilatı hakkında şu bilgileri veriyordu: "Ahmcdiye teşkilatını yapanların, yeni bir Derviş Vahdeti faciası doğurmak istediklerinde şüphe yoktur." Mustafa Kemal bu dönemde bütün halk direniş hareketlerini kendine bağlarken, Osmanlı orduları ve komutanlarının komuta merkezini de dolaylı bir şekilde ele geçir­miş bulunuyordu. İstanbul'daki kabinede bu durum karşısında insiyatift kaybetmiş gözüküyordu. Artık rakipleri ile kolay mücade­le edecek konuma gelmişti. Bütün Anadolu'da Mustafa Kemal is­mi bir "kurtarıcı" olarak biliniyordu. Milli direniş harekeli içinde Ankara ile uzlaşmayan ya 'da Ankara aleyhinde faaliyet gösteren­ler ihanetle ilham edilmeye başlamıştı Bu hareketlere karşı Ana­dolu'daki Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinin İstanbula, ve basına protesto telgrafları göndermeleri örgütleniyor, aynı zamanda bu bölgelerde düzenlenen kitlesel eylemlerle karşı hareketler mah­kum ediliyordu.

3/4 Mart Tarihinde Mustafa Kemal, Ankara'yı tanımayan Anzavur hakkında vilayetlere gönderdiği tamimde şöyle diyordu: "Vatanımızın bütünlüğü ve bağımsızlığı ve milletimizin dayanış­ma düzeninin aleyhinde çalışan Ahmet Anzavur ve yandaşlarım bütün milletle takbih ve lanetleme sureti ile mukaddes Milli Birli­ğimizin bozulmaz olduğunu göstermek üzere belediye ve merkez heyetleri tarafından İstanbul basınına telgraflar çekilmesine yol göstermenizi rica ederiz. "

Bu arada İstanbul'da bir yandan Vahdeddin, öte yandan hü­kümetin belli üyeleri, paşalar ve bazı meclis üyeleri sürekli olarak Mustafa Kemal tarafından aranarak Milli Hareketin gelişme yö­nünde fikir üretiliyordu.

Mustafa Kemal 4 Marttaki tüm komutan, vali, mutasarrıf ve müdafa-i Hukuk cemiyetlerine gönderdiği mesajla Ankara'nın insiyatifi fiilen ele geçirdiğini kanıtlıyordu: "Derhal milli emelleri tatmin edecek bir kabine başkanına milletin tahammül edemeye­ceğini gayel sert bir dille Padişaha, Meclis-i Mebusan başkanlığı­na ve basma bildirmek lazımdır. " Aynı tarihle bu yerlere kendisi de birer mesaj gönderen Mustafa Kemal, bu davranışı ile bütün Anadolu’nun kendi yanında İstanbul'a karşı ortak bir cephe oluş­turduklarını da göstermiş oluyordu.

16    Mart 1920, bir gün önce 150 Türk aydınının tutuklanma­sının ardından, İngiltere, Fransa ve İtalya yüksek komiserlikleri

bir bildiri yayınlayarak İstanbulıın askeri işgal altına alındığını bildirdiler. Şehzadebaşındaki karakol baskınında 6 erimiz şehid oldu ve İstanbul İtilaf Kuvvetleri tarafından işgal edildi. Artık İs­tanbul fiilen işgal altındadır. Mustafa Kemal bu durumu bir telg­rafla tüm Osmanlı mülki ve askeri erkanına bildirir Bu sabah, 16 Mart 1920 de Ingilizler, İstanbul'da, Şehzade başı karakolunu ba­sarak altı erimizi şehit ve 15 eri yaraladıktan sonra, bu karakolu, bir yan'dan 'da Harbiye Nezaretini ve Tophaneyi ve bütün telgraf­haneleri ele geçirerek Başken fin Anadolu ile bağlantısını kesmiş­lerdir. "

Mustafa Kemal işgal konusu ile ilgili olarak yabancı devlet temsilcileri, dışişleri bakanlarına ve Millet Meclislerine bir pro­testo notası verdi. Böylece Ankara fiilen İstanbul'un yerini almış oluyordu: " Osmanlı milletinin siyasi egemenlik ve hürriyetine in­dirilen bu son 'darbe, hayat ve varlığını her ne pahasına olursa ol­sun savunmaya karar vermiş olan biz Osmanhlar'dan ziyade, 20. uygarlık ve insaniyet asrının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duygulan gibi bu günün insan topluluğu­na esas olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri oluşturan insanlığın umu­mi vic'danına yöneliktir. "

Mustafa Kemal ayrıca millete bir mesaj yayınladı: "Bu gün İstanbul'u zorla işgal etmek sureti ile Osmanlı devletinin 700 yıl­lık hayat ve egemenliğine son verildi. Yani bu gün Türk Milleti, uygar kabiliyetinin yaşama ve bağımsızlık hakkının ve bütün ge­leceğinin savunmasına 'davet edildi! "Mustafa Kemal Mü'dafayı Hukuk Cemiyetlerine gönderdiği mesaj'da ise cemiyetin bütün yurt sathın'da askeri ve sivil yöneticilerle birlikte hareket eünelcri gerektiğini vurguluyordu. 17 Mart’ıa ise Mustafa Kemal İslam dünyasına yayınladığı mesaj'da "Bu tahkir ve tecavüz 'darbesinin düşmanlar tarafından tahmin edildiği gibi maneviyatı bozmak de­ğil, belki bütün şiddeti ile mucizeler gösterecek bir kabiliyeti ge­liştirmek neticesini doğuracağına şüphemiz yoktur" diyordu.

Kastamonu valisi Cemal Bey ise Ankara'ya şu mesajı gön­deriyordu: "Bu günden itibaren Kastamonu vilayetinin Heyet-i Tcmsiliyeyi hükümet merkezi sayarak emirlerine girdiğini ve alacağı her emri tereddütsüz yapacağını arzederim"

An bu andı, dem bu dem!. Mustafa Kemal derhal Ankara'da yeni bir meclis toplanması çağrısını yaptı. Fiden ülke artık Anka­ra'ya bağlı idi. 19 Mart'ta Mustafa Kemal illere gönderdiği mesaj­da yeni meclis için en kısa zamanda isim bildirilmesi çağrısında bulundu.

Mustafa Kemal'in Burdur Askerlik Şubesi Başkanina gön­derdiği mesajda: "Sık sık temasa gelindiği anlaşılan İtalyanlara karşı Kuvve-i Milliyenin hareket ve girişimleri hakkında gerçek bir ağız sıkılığı izlenmesi" talimatı verdi. Daha önce de Mustafa Kemal işgal kuvvetleri ile ilgili olarak özellikle İtalyanlardan kay­gı duyduğunu belirten mesajlar gönderiyor ve İtalyanların izlen­mesini istiyordu. Mustafa Kemal'in, İngiliz ve Fransızlar değilde İtalyanlar konusunda bu kadar titiz davranmasının sebebini bilmi­yoruz.

18 Mart'ta, Meclisi Mebusan bir kapanış toplantısı yaparak ebediyyen faaliyederine son verdi. Böylccek İstanbul’da yeni oluşturulan Meclisin ömrü de çok kısa olmuş ve İstanbul ülke yö­netimindeki insiyatifini kesin olarak yitirmişti. Bir gün sonra İşgal kuvvetleri bir takım milletvekilinin tutuklanmasına karar verdi. Her ne kadar İngilizjer, İstanbulu kdsin olarak siyasi sahneden tecrit için bu karan vermişlerse de, karar bu kişilerin Ankara'ya geçerek Ankara hükümetinin başına dert olmalarını önlediği için, beklenenin aksine Ankara hükümetinin fevkalade işine yaramış­tır!

İstanbul'un askeri işgal altına alınması ile, Mustafa Kemal için yeni meclisin yolu açılmış oluyordu. 19 Mart'ta Mustafa Kemal Ankara'da bir Meclis toplanması yolunda seçim yapılması için vilayetlere ve komutanlara genelge yollandı. Ankara konu­sunda bazı itirazlar oldu ise de, Mustafa Kemal'in Ankara konusu­nu da çok önceden kendi yakın dosdan ile müzakere ettiği anlaşıl­maktadır. Bir gün sonra da İsmet İnönü İstanbul'dan maceralı"!" bir yolculuk sonunda Ankara'ya geldi. Umudannı yitirip teslim olarak çifçilik yapma hayalleri kuran İsmet Paşa bir anda kendini Ankara ufuklarında milli bir kahraman olarak buldu. Küçük bir çiflik değil, yeni büyük bir ülke kurmakla görevli idi artık!

19 Mart’ta, Mustafa Kemal Bandırmada bir kaç Ingilizin re­hin alınması çağrısından sonra 23 Mart’ta da, düşman lehinde pro­paganda yapan, ya da milli uygulama ve kararlara karşı çıkanların derhal tesbit edilerek yakalanması, en kısa zamanda ve en şiddetli şekilde cezalandırılmasını isteyen mesajını gönderdi. Daha sonra bu karar Hıyaneti Vataniye yasası ile bütünleşecektir. Artık Anka­ra kendi varlığını, milletin varlık ve bütünlüğü ile aynı anlamda görmekte, kendine yönelik eleştirileri ve tehdidi milletin ve devle­tin varlığına ve bütünlüğü karşı işlenmiş bir cinayet olarak gör­mekte, en şiddetli bir şekilde cezalandırma yoluna gitmektedir. Hatta yeni Ankara Hükümeti Hilafetin de istinatgâhı durumunda­dır. Din, vatan, millet herşey Ankara'nın himmet ve himayesindedir artık. Istanbulun ortadan kalkması ile Mustafa Kemal dev bir siyasi mirası devraldı. Bu arada İstanbul'daki tutuklanmayan mil­letvekilleri kaçarak Ankara'ya gelmeye başlamışlardır. Meclisi Mebusa'nm Ankara'ya gelmesi, bir bakıma artık yeni siyasi gücün Ankara'da tecelli ettiğini gösteren bir nişane idi. Mehmet Akif ve Arkadaşları böyle bir günün heyecanı içinde Ankara'nın yolunu tuttular. Akif İstanbul'dan Ankara'ya kadar yürüyerek gelecek ve yol üstündeki her yerleşim merkezinde camilerde vaazlar ederek halkı Milli Mücadeleye katılmaya çağıracaktır. 27 Mart, İngiliz­ler, bazı Türk gazeteci ve yazarları Malta'ya sürüyorlar. Bu durum Ankara'ma işini önemli ölçüde kolaylaştıracakta. Bu olaydan beş gün sonra Trakya’da milli kuvvetler bir kongre topladılar. İstanbul sorunsuz bir şekilde Ankara'ya bağlanıyordu. Aydınlar, alimler, din bilginleri hemen herkes Mustafa Kemal’in safına geçmişlerdi. Ne var ki, bunların çoğu daha sonra, özellikle savaş sonrası um­duklarını bulamadıkları için muhalif kanatta yer alacak, kimi An­kara'yı terkedecek, kimi ise en şiddetli şekilde cezalandırılacaktır. Mehmet Akif İstiklâl Marşinın şairi olan bu zat, önce Mısıra gide­cek ve daha sonra da tecrit edilecektir. Saidi Nursi birinci mecliste vatanın kurtarılması yolunda çalışan aktif bir milletvekilidir. Da­ha sonra yeni yönetimin şefleri gözünde ebedi mücrim ilan edile­cektir.

1 Nisan 1920-8 Şubat 1921 arasında Gaziantep 'de milli di­reniş hareketi başladı. Aynı günlerde, 2 Nisan, Halide Edip, Ad­nan Adıvar, Hüsrev Gerede, Yunus Nadi, Yusuf Kemal, Rıza Nur, Cami Baykurt ve arkadaşları Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal'e katıldılar. Ankara'ya gelerek milli kuvvetlere katılan aydınların arasında da bir kısmı, daha önce manda yanlısı idi, bir kısmı da ba­zı özel nedenlerle daha sonra Ankara hükümeti ile ihtilafa düşerek mücrim durumuna düştü. Bunlardan biri de Rıza Nur'du. Devrimİcrin hazırlanmasında, hatla bunların icrasında Mustafa Kemal'in en yatan danışmanlarından biri olan, icra vekilleri heyetinde gö­rev alan Rıza Nur, sonunda Ankaradan ayrılarak hatıralarını yaza­cak, ve bu hatıraları daha sonra açıklanması kaydı ile British Museum'a devredecekti. Hatıralar daha sonra yayınlandığında bom­ba etkisi yaptı. Türkiyede yasak yayın kapsamına alındığı için, id­dialar üzerinde ciddi bir araştırma yapılamadı. Kaldı ki, iddiaların teyid ve tekzibi ile ilgili belgelerin çoğu da bu gün sivil araştırma­cıların ulaşabilecekleri yerlerde değil.

4           Nisan, Mustafa Kemal Konya heyeti ile Ankara'ya gelen 12. Kolordu Komutanı Fahrettin Altay' la görüştü. Akşam da Yu­nus Nadi'yi kabul eden Mustafa Kemal, Hareketin başından beri gösterdiği, imana dönüşen mutlak kanaatim bir koz daha ifade et­ti: "Milletimiz çok büyüktür, hiç korkmayalım. O esir olmayı ve hor görülmeyi kabul etmez. Milletin bağımsızlığını vatanın son kaya parçası üzerinde savunacağız. Veya eğer mukadderse ölece­ğiz. Fakat eminiz ki ölmeyeceğiz ve kurtaracağız”

5                 Nisan’da, 4. Damat Ferit Kabinesi kuruldu.

6           Nisan’da ise, Anadolu Ajansı kuruldu-Ajansınh kuruluşu ile Türkiye ile ilgili tüm gelişmelerin, haberlerin merkezi Ankara oluyordu.

Mustafa Kemal bir bildiri yayınlayarak Damat Ferit Paşa kabinesini hiç bir şekilde tanımayacaklarını açıkladı. Bu açıkla­madan iki gün sonra ise Adapazarı’nda Kuvvayı Milliye aleyhine kalabalık protesto gösterileri oldu. İsyanlar birbirini kovalıyordu. Yurdun bir çok kesiminde, doğuda ve batıda boy gösteren isyanla­rın çoğu dini kaygılarla ortaya çıkıyordu. Hilafeti kurtarmak için

başlatılan harekelin giderek Hilafete karşı bir tehdit oluşturmaya başlaması ve dini küreklerini yitirmesi isyan hareketlerinin doğup gelişmesinde önde gelen faktörlerden biri idi. 23 Nisan’da Hen­dek'te, 14 Mayısta Yenihan'da yeni isyanlar patlak verecek 11 Mayıs'la Anzavur kuvvetleri 3. kez ayaklanacaktır. 23 Haziran’da ise Boğazlayan'da bir başka isyan hareketi patlak verecektir. 6 Ha­ziran Zilenin isyancıların eline geçtiği gündür. 13 Haziran’da Çodpanoğlu isyanı başlayacak 14 Haziran'da Yozgatı ele geçire,; çeklerdir. 19 Haziran'da milli aşireti ayaklanacak 21 Haziran'da Çopur Musanın adamları Çivril’i basacaktır.

I

Fetva Savaşı

Ankara kendi varlığını ve İstanbul'dan bağımsız kişiliğini         kesin olarak ortaya koyduktan sonra, İstanbul hükümetinin meş­ruiyeti tartışmasına girdi. Bu konuda İstanbul hükümeti de bir tar­tışmanın içine girmiş ve fetva yolu ile Ankara hükümeti ve Musta­fa Kemal hakkında bir fetva yayınlamıştı.

Fetva hem Ankara'nın, hem de Istanbulun elinde hala güçlü bir silahtı.

Vahdeddin son zamanlarda Mustafa Kemal hakkında ve Ankara hükümeti hakkındaki umutlarını büyük ölçüde yitirmişti. Mustafa Kemal'in Osmanlı devleti ve İslam dini, Hilafet hakkındaki düşüncelerini sezinliyor olmalı idi ki, destek verdiği halk ayaklanmalarında Mustafa Kemal bu yönde şiddetle eleştiriliyor­du.   '           ;

Kazım Karabekir gibiler, Mustafa Kemal'in Halife olmasından korkuyordu. Oysa Mustafa Kemal gece hayatına düşkün, he­men her gün içki kullanan ve dince haram sayılan konularda son derece serbest davranan bir kişi idi.

İstanbul fiilen kaybettiği savaşı, fetva yolu ile kazanmayı denedi. Ama bunda da muaffak olamadığı gibi, daha da zor duruma düştü. Hilafeün korunması arlık Saltanatın başında değil, Ankara hükümetinin elinde idi. Öyle ki, Ankara hükümeti İstanbula        

karşı başlattığı bu din savaşında, Ankara'daki ulemayı kullanarak onların fetvalarını Anadoluya yayıyordu. Ankara aynı zamanda Hilafetin ve vatanın korunması konusunda da teminat veriyordu. Halifeye karşı hilafet savunusu yapılıyordu. Hilafet makamının fetvalarına karşı, Hilafeti koruma andı ile birlikte Halifenin meş­ruiyeti tartışması açılıyordu.

Milli direniş harekatına karşı durama sürüklenmiş bir salta­nat makamı ve hilafet makamı, kamuoyunun ve milli güçlerin gö­zünde hızla itibar kaybına uğradı.

İstanbul'un acz içinde Sevre imza koyması ile birlikte, Ana­dolu İstanbul'dan büsbütün umudunu kesti. Ve beklenen de buydu zaten!

10    Nisan'da Ankara ile İstanbul arasında korkunç bir fetva savaşı yaşandı. Ayetleri kendi varlıklarının meşruiyetini kanıtla­mak için malzeme olarak kullananlar halkı kendi saflarında savaş­maya çağırıyorlardı. Bu arada Mustafa Kemal, kendi mücadelesi­nin meşruiyeti ile ilgili de dini bir belge, bir fetvaya sahipti artık

11   Nisan 1920'de, Osmanlı Meclisi Mebusanı fiilen kapan­dı, Memurları ve görevlileri de yerlerinden ayrılarak bir tarihi noktaladılar. Dürrizadenin fetvasının anlından Damat Ferit, Mus­tafa Kemal ve milli hareket aleyhinde bir beyanname yayınladı. Bu arada Vahdeddin, Anzavur’a Paşa rütbesi verdi.

18    Nisan’da, Düzce isyanı başladı. Düşmana karşı savaş­mak, daha çok iç isyanlara karşı koymak amacı ile Ankara'da Kuvveyi İnzibatiye kuruldu. Mustafa Kemal, yeni kuvvetlerin takviyesi için Kazım Karabekir'e bir telgraf göndererek Ankara'ya bir miktar kuvvet gönderilmesini istedi. "Her hangi bir yerde pat­layacak bir ayaklanmayı anında tepeleyebilmek üzere güçlü bir yumruk gibi güvenilebilecek seyyar yedeklere ihtiyaç görülmek­tedir." Böylece yeni devlet ilk defa bir inzibat kuvvetine sahip ol­maktadır. Giderek direniş hareketlerinin Ankara'ya bağlanması­nın ardından, düzenli ordu teşkiline başlanacaktır. Bunca savaş ve ayaklanma olurken, Milli Kuvvetler adına bunların karşısına çıka­cak kimse yoktur henüz. Ankara daha çok masabaşı savaşı ver­mekte, siyasi bir mücadele ile şanların olgunlaşmasını beklemek-

tedir. Bu arada kurulan cnformatik düzen sayesinde bütün bu mü­cadelelerin istinatgâhı olarak Ankara takdim edilmekte, halkın Ankara'ya güven ve teveccühü sağlanmaya çalışılmaktadır. Tabi bu arada meydana gelen bütün işgal ve yıkımların faturası da, he­nüz Ankara hükümeti tam olarak teşkil edilerek cepheye intikal etmediği için İstanbul hükümetine fatura edilmektedir.

20 Nisan’da Fevzi Paşa beraberindeki bir grub subayla bir­likte İstanbul'dan gizlice ayrılarak Kuşçahya geldi. Mustafa Kemal'le temas içinde idi. Aynı günlerde Mustafa Kemal Kazım Karabekir’e gönderdiği telgrafta, Fevzi Çakmak'ı Milli Müdafaa Vekilliğine getirmekten sözediyordu. Mustafa Kemal en acil gö­rev olatak milli mücadeleyi örgütlemek değil öncelikle Osmanlı meclisi mebusammn dağılmasından sonra Ankara'da bir hükümet örgütlemeye çalışıyordu. Önemli olan bir diğer mesele de, henüz doğuda Kazım Karabekirin komutasında önemli bir Osmanlı bir­liği bulunuyordu. Gelecekte bunlar sorun çıkartabilirdi. Bu ne­denle de bu birlikle ilgili sorunların tasfiyesi gerekiyordu. Bunun ilk adımı olarak Kazım Karabekiri Ankara'ya çağırarak bu kuv­veden başsız bırakmak, kademeli şekilde tasfiye ederek, bu güç­lerin bağımsız milli güçler haline gelmesinin ardından Ankara'ya bağlı kuvvetler haline getirilmesi mümkündü.

Yunanlıların Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemesi bu an­lamda Kazım Karabeki'ri tedirgin ediyordu. Aslında Kazım Kara­bekir Anadolu'daki gelişmeler karşısında kendine önemli bir mevki ümid ediyordu. Karabekir paşanın konumu, kendini hem İstanbul hem de Ankara nezdinde güçlü kılıyordu. Hatta Doğudan bir gün gelip yönetimi ele geçirmeyi planlayan Enver Paşa da Ka­zım Karabekirle iyi geçinmek zorunda idi.

Mustafa Kemal Kazım paşanın gücünü biliyordu ve bu ne­denle de her vesile ile ona danışma gereği duyuyordu. Kazım Paşa İstanbul'dan ve Enver paşadan çok Mustafa Kemal’e yakınlık du­yuyordu.

Yunanistanm Anadolu içinde ilerlemesi, Kazım Karabeki­rin baüya hareket etmesi yolunda bir baskı oluştururken, öte yan­dan Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi paşaların da Ankara'ya intikalinden sonra, daha fazla doğuda kalarak vakit kaybetmek istemiyordu. Mustafa Kemal de bunu bildiği için Fevzi Paşa ko­nusunda Kazım Paşa ile yazışma gereği duymuş olabilir. Yine Ka­zım paşanın kuvvetlerinden bir bölümünün Kuvveyi inzıbatiyeyc aktarılması önemli bir hadisedir. ,

21 Nisan günü, Yakup Şevket Paşa Ingilizler tarafından tev­kif edildi ve aynı gün Mustafa Kemal değişik yerlere gönderdiği mesajlarda, Anadolu Ajansı bültenlerinin yurdun en ücra köşele­rine kadar gönderilmesine özel bir özen gösterilmesini isteyen telgrafı ve işgalcilerle birlikte. Milli güçlere karşı ittifak içinde ol­duğunu ileri sürdüğü İstanbul basınının yurda dağılmasının ön­lenmesi konusunda tedbir alınması için uyan da bulundu. Mustafa Kemal’in Kurtuluş savaşı öncesi oluşturduğu enfonnaük düzen ve. enformasyon savaşı son derece ilginçtir. Hatta denebilir ki, Anka­ra hükümetinin teşkili başlı başına bir gazetecilik olayıdır. Musta­fa Kemal danışmanları sayesinde bu konuda enformasyonunun önemini kavraması açısından bir dahi olarak tanımlanabilir. Mus­tafa Kental aynı gün tüm viiayedere gönderdiği bir yazı ile Millet Meclisinin 23 Nisan Cuma günü Ankara'da toplanacağını duyur­du. Artık yeni bir dönem başlıyordu.

23 Nisan’da

Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan.. "Ankara" ismi yeni merkez olarak açıklandıktan 33 gün sonra, Meclis Ankara'da top­lanıyordu. Bu arada bazt seçimler yapıldı ve İstanbul’dan gelen Mebuslar da Ankara'da toplanmaya başladılar. 24 Nisan’da yeni Meclis Başkanını seçerek çalışmalara başladı. Yasama, yürüune ve yargıyı elinde bulunduran meclisin başında Mustafa Kemal vardı artık. Ve o herşeydi. Kurtarıcı olmanın ilk adımını atmıştı artık.

24 Nisan’da, Mustafa Kemal Ankara'da yeni bir hükümet teşkil edilmesinin zaruretinden sözeıti. Ve aym gün Mecliste Mil­let Meclisi üyelerine, icra yetkisinin heyeti temsiliye üzerinden

Meclise intikal ettirilmesi lazım geldiğini söyledi. Böylece Mus­tafa Kemal, Heyeti Temsiliyede kendisi ile uyumlu çalışma yapa­mayacağını düşündüğü kişilerden kurtulmuş oluyordu. Uzun sü­ren yürüyüşte beş kişilik temsil heyeti içinde bir şeyh ve bir de ho­ca bulunuyordu. Yetkinin meclise devri ve yeni icra heyetinin se­çilmesi süresi içinde Mustafa Kemal yeni mesai arkadaşlarım be­lirlemede en şanslı konuma sahip olacaktı.

Ankara'da toplanan meclis yeni bir devletin kuruluş haber­cisi görünümünde değildi. Herşey hala Osmanlı idi. Para, pul, rüt­be, yasalar! Osmanlı valileri, paşaları, hakimleri, subayları, onla­rın kavramları ve kurumlan görevlerinin başında idi. Hatta yeni Meclis bile, İstanbul'dan kaçan mebuslardan oluşmuştu. "Yoktan varedilen bir devlet" yoktu. Belki sadece etiket değişmişti. Hatta yeni Meclisin Mustafa Kemal'e ilk anda devrettiği ve daha sonra devredeceği yetkiler ve Unvanlar, herhangi bir ülkenin kralından, şahından, padişahından daha az değildi. Giderek ona "kurucu, ön­der, muallim, varlık sebebi, kurtuluş vesilesi" gibi Unvanlar verdi­ler. Bu Unvanlar onu giderek tek adam yapmaya yetti.

Mustafa Kemal güçlü idi artık. Devlet ve iktidar onda idi. Uluslararası kamuoyu onun barışçı kişiliğine ve yeni Türk devle­tine vereceği yeni veçheye güveniyordu. MUslümanlar güve­niyordu Hilâfeti kurtaracak adam diye, hetkes güveniyordu. Ken­di aleyhinde bir takım olumsuz dedikoduların yayılmasını önle­mek açısından 25 Nisan'da Millet Meclisi üyelerine hitap eden Mustafa Kemal" İngiliz casuslarının sizi aldatmak üzere uydur­dukları yalanlara kanmayın" diyordu.

Aynı gün İsmet İnönü, geçici icra encümeni içinde Albay rütbesi ve genelkurmay başkanlığı unvanı ile görev aldı. Fevzi Paşa atlanmışü. Mustafa Kemal daha sonra, halkın gözünde dini­ne bağlı iyi bir Osmanlı Paşası imajı veren Fevzi Paşayı yanından hiç ayırmayacak ve onun dinci kişiliğinden büyük ölçüde yararla­nacaktır. Fevzi Paşa'nın şahsında bir kısım müslümanlar ve ordu Mustafa Kemal'e duydukları güveni tazcleyeceklerdir. Fevzi Pa­şanın Mustafa Kemal'e sadık konumu sayesinde Kazım Karabekir Paşa gailesinden de kurtulunmuş olacaktır. Fevzi Paşa hiç bir za­man Kazım Paşaya umduğu cevabı vermeyecek ve Mustafa Kemal'i tercih edecektir.

Mustafa Kemal yeni meclisin teşkilinden sonra kurtuluş sa­vaşı ile ilgili projeleri düşünmeye başladı. İlk iş olarak İstanbul di­ze getirilmişti. Şimdi iç isyanlar ve Yunan gailesi vardı. Yunan gailesinin çözümü konusunda sadece askeri güç değil, diplomasi de gerekli idi. Bu amaçla da İngiltere'ye karşı özel, hassas, önemli bir politika izledi ve bun dan da fevkalade başarılar elde etti. Bu mücadelede ihtiyaç duyacağı silahlan SSCB den temin etmeyi ümid ediyordu. Herhalde Ingilizler'le işbirliği içindeki Yunanistana karşı savaşından İngiltere'den silah istcmeyecekü. Avru­pa'ya karşı verilen savaşta Türkiye'ye destek olmak Sovyetler'in işine gelebilirdi. Bu maksatla 26 Nisan’da Mustafa Kemal Türkiye Muvakkat İcra Heyeti adına, Sovyet Rusya Halk Komiserler Mec­lisine bir mektup gönderdi. Harp malzemesi isteği için gönderilenmektuba Çiçerin 3 Haziran 1920 de cevap verdi. Bu temaslar sonun'da Sovyetlerden kurtuluş savaşı boyunca önemli miktarda si­lah alındı. 28 Nisan’da Azarbeycan sovyetleştirildi. Müslüman yönetimlerin Sovyetlerin safına katılması, Sovyetler nezdinde Ankara'nın işini daha da kolaylaştırıyordu. Hem Anadolu üzerin­deki sovyet tehdidinin önlenmesi hem de Ankara'ya yardan konu­sunda bu gelişmeler önemli rol oynuyordu.

Yeni Meclis'in yaptığı ilk yasalardan biri Hıyanet-i Vatani­ye yasası oldu. Bu yasa 29 Nisan’da kabul edildi. Öte yandan, An­kara hükümeti, İstanbul hükümetinin 16 Mart'ıan itibaren yaptığı anlaşma ve andlaşmaları geçersiz saydığını açıkladı.

Olaylar birbirini izledi:

29   Nisan’da M. Kemal F. Altay'a bir mektup göndererek Mehmet Akif in Burdurdan Milletvekili seçilmesinin teminini ri­ca etti. 1

30   Nisan’da, TBMM toplanması, bir nota ile yabancı elçilik­lere bildirildi.

31 Mayıs’ta, icra Vekilleri Heyeti Mustafa Kemal'in başkanlı­ğında ilk toplantısını yapu. Bu arada Mustafa Kemal mecliste ar­kası arkasına yaptığı konuşmalar ve bilgilendirme toplantıları ile fiili bir denetim sağlamış oluyordu.

32 Mayıs'ta, Kazım Karabekir'i, Sovyetlerle temas için Nahcıvan'a mümessil gönderdi.

33 Mayıs, Mustafa Kemal AA aracılığı ile İslam alemine bir mesaj gönderdi, mesajında işgalciler ve isyancılarla mücadele et­tiklerini belirtti. M. Kemal TBMM gizli oturumunda askeri ve si­yasi vaziyet hakkında üyelere bilgi verdi. Böylece Mustafa Kemal, yeni Ankara hükümetinin Avrupa ülkeleri nezdinde kabu­lünü sağladıktan sonra İslam Ülkeleri nezdinde de varlığını ve meşruiyetini kabul ettirme yoluna gitti. Bu dönemde diplomatik temasların ağırlık kazandığını görmekteyiz. Ankara hükümeti bir yandan Avrupa ülkeleri öte yandan İslam Ülkeleri aynı zamanda Sovyetlerle yakın ve iyi ilişkiler kurmaya gayret göstermektedir. Mustafa Kemal'in Chicago Tribün e verdiği demecinde yeni An­kara hükümetinin yeni poliükasını şöyle açıklıyordu: "Biz milli­yetçilerin görüşü şudur: Türkiye TUrklcrindir ve tarafsız olmalı­dır. Mütareke imza edildiği zamanki sınırı esas alıyoruz. Bu sebeble anlaşma şartlarının bu görüşe uymayan kısmına karşı müca­dele edilecektir."

11 Mayıs 1920'de fetva savaşma yeni bir sayfa eklendi. Mustafa Kemal İstanbul hükümetince idama mahkum edilmişti. 11 Mayıs tarihli bu divanı harp karan, 24 Mayısta Vahdeddin tara­fından da tasdik edüccektir. Böylcce artık İstanbul Ankara'ya kar­şı açık bir mücadele içine gitmektedir. Aynı gün Moskova'da te­maslarda bulunmak üzere Bekir Sami Bey başkanlığındaki bir he­yet Ankara'dan Moskova'ya hareket etti. 15 Mayıs’ta, Mustafa Kemal Kazım KarabekiTe iç isyanlar ve "irticai faaliyetler" konu­sunda uyanda bulundu bu uyarı mesajında Mustafa Kemal şöyle diyordu. "Biz herşeyden evvel bütün kuvvetimizle memleketin iç dayanışmasını korumasını başarırsak, sınırlanmızı kurtarmaya muvaffak olacağımız görüşündeyiz. Bu sebeble kolordunuz bir­likleriyle herşeyden evvel gericiliği ortadan kaldıracak şekilde batıya doğru harekat ve tertibat düşünmek zorundayız." Gericili­ğe karşı batı tercihi bu mesajla açıkça ortaya konmuş oluyordu.

Mustafa Kemal’e göre, "iç düşman” 1ar, bu aşamada "dış düşmanlar”dan daha tehlikeli hale gelmiştir ve işgal kuvvetlerin­den kurtulmanın yolu bu iç düşmanların imhasından geçmekte­dir!

Türk Kurtuluş savaşı ne zaman başladı. Herşey Ağustos ayında başlayıp biten bir savaştan ibaret değildi elbet. Türk Kurtu­luş savaşma vucut veren kuvvetler daha sonra birbirine karşı amansız bir mücadeleye gireceklerdir. Yaşar Aksoy bir yazısında bu konuda şu görüşleri ileri sürüyor " Türk ulusal kurtuluş savaşı yurtsever ilericilerle, yurtsever tutucuların bir hassas koalisyonu sonucunda başarıya ulaştırılmıştır. Kemalistler, eski ittihatçılar, TBMM içinde ikinci grub diye adlandırılan tutucular, saltanata bağlı olanlar, din adına döğüşenler ve çeteciler düşmana karşı omuz omuza savaşmışlarda-. Dış düşmanın varlığı birleştirici bir unsurdur. Mücadele edenler arasındaki fikir ayrılıklarını erteleyi­ci niteliktedir." Evet, Türkler, Kürtler, Araplar, Lazlar, Çcrkezler, Amavutlar hemen herkes Milli mücadelede Anadolu'nun kurta­rılmasında yerini aldı. Dolayısı ile Kurtuluş Savaşı tek başına An­kara hükümetinin eseri değildir. Kurtuluş savaşı bir bütündür ve kişilerle kaim değildir. Kişiler bu savaşın bir parçası olarak varol­muşlardır. Herkesin hesabı farkh idi. Herkesin kendi mücadelesi­ni adadığı bir şey vardı. O işin ayn yanı. Ama Milli Mücadele kesin olarak çoğulcu bir halk hareketi idi. Birinci Mecliste de Bu çoğulculuk kendini bir ölçüde ifade ediyordu. Mesela, Maraş ve Gaziantep kurtuluş hareketi hangi kanadın ve hangi liderin önder­liğinde gerçekleştirilmiştir. Bunun açık bir cevabı yoktur. Daha doğrusu bu halktır!

Ankara hükümeti henüz İstanbulla hesaplaşmasını tam bi­tirmiş değildir. Öncelikle İstanbul, bu arada çetecilerin ve iç is­yanların bastırılması ve ardından düşmanla hesaplaşma. 20 Ma­yısta, Damat Ferit Paşa ve arkadaşlarının vatana ihanetle suçlana­rak vatan topraklarından çıkartdmasına ilişkin Büyük Millet Mec­lisi kararını bildiren genelgenin yayınlanması. Böylece Osmanlı imparatorluğu yasama gücünü kaybettikten sonra, sıra icraya gel­mişti. Böylece Osmanlı icrası da Ankara'ma gözünde, dolayısı ile Anadolu'nun gözünde meşruiyetini yitiriyordu. Masabaşı sava-

şında Ankara açık bir farkla önde gidiyordu. Geriye sadece halksız ve topraksız bir saltanat ve bağlılarını yitirmiş bir hilafet kal­mıştı!

23 Mayıs'ta Mustafa Kemal, Ankara’da, Suriyedeki Fransız Yüksek Komiserliği genel sekreteri Robert de Caix ile görüştü ve bu görüşme sonucunda 20 günlük ateşkes anlaşması sağlandı. Bu aynı zamanda Ankara hükümeti açısından diplomatik bir başarı idi. Ankara henüz kendi adına bir mücadelenin komutanlığına sa­hip bulunmamakla birlikte, barış anlaşması imzalayarak hareket­ler üzerindeki velayetini yabancı devletlere kabul ettirmiş oluyor­du.

24 Mayıs’ta, Vahdeddin Mustafa Kemal'in idamına ilişkin karan onayladı. Mustafa Kemal ise TBMM 'ne Düzce, Bolu, Ada­pazarı yöresindeki isyanlarla ilgili olarak bilgi verdi. Bu olaydan beş gün sonra, 29 Mayıs’ta, askeri, siyasi ve dış durum konusunda meclise bir gensoru verildi. Verilen gensoru hakkında Mustafa Kemal mecliste bir konuşma yaptı. Bu tarihten itibaren, Mecliste Hilafet yanlısı gnıb sürekli olarak Mustafa Kemal hakkında gen­soru vererek meclis içinde bir mücadele başlatacaklardır. Öyle an­laşılıyor ki, Vahdeddin, Mustafa Kemal'in idamına ilişkin fermanı onayladıktan sonra, Mustafa Kemal'le ilgili özel bir dosyayı Ankara'ya ulaştırmış olması gerekir. Çünki bu tarihten sonra Mustafa Kemal hakkında çeşitli iddia ve söylentiler ortaya aularak Mustafa Kemal'in engellenmesi yolunda Mecliste ayn bir grub oluşacaktır.

5 Haziran'da, Mustafa Kemal Roma’daki Osmanlı Büyükel­çisi Galip Kemal Söylemezoğlu’nu, Ankara Hükümetinin dışişle­ri bakanlığını teşkil etmek üzere Ankara’ya davet etti. 7 Haziran­'da da TBMM'ne tekrar iç ve dış siyaset hakkında bilgi verdi.

Bu arada, halk ayaklanmasına karşı, düzenli kuvvetlerle is­yanları bastırmak yerine halk içinden karşı çeteler oluşturmak su­reti ile bu hareketleri bloke etmeye çalışan Mustafa Kemal, öte yandan, bu hareketleri halktan tecrit etmek ve onları kamuoyu gö­zünde mahkum etmek için yoğun bir propaganda kampanyası baş­lattı. Bu hareketler giderek düşmanla milli kuvvetler arasında sıtaşarak dağılmak zorunda kaldılar. Demirci Mehmet Efe operas­yonu bu konuda Mustafa Kemali umutlandıran bir gelişmedir. 11 Haziran'da, Düzce isyanını bastırmakla görevli olan Demirci Mehmet Efeye teşekkür eden Mustafa Kemal "Memleketi düş­manların esaretine düşürmeye çalışan hainleri pek kahramanca, fedakârane, ortadan kaldırdılar ve vatanımıza büyük hizmeüer yaptılar. Allah iki cihanda aziz etsin"dedi.

17 Haziran'da Robeck Lord Gürzon'a bir mektub göndere­rek bir uyanda bulundu: Mustafa Kemal'in askerleri Gebzeye ka­dar geldi. Haydarpaşa ve Üsküdar'ı Kemalistlerin basmasından korkuyoruz. Aslında bu askerler düzenli bir ordu olmaktan çok, Ankara’ya bağlı halk hareketleri idi ve İngilizler giderek genişle­yen halk hareketi karşısında ciddi kaygı duymaya başlamışlardı.

20       Haziran da ise, Mustafâ Kemal Çiçerinin 3.6.1920 tarih­li mektubuna bir cevab verdi. M. Kemal bu mektubunda şöyle di­yordu: " Biz batı emperyalizmine karşı yalnız kurtuluş ve bağım­sızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda batı emper­yalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtaları ile Türk mil­letini emperyalizme vasıta olarak görmelerine mani oluyoruz." Aynı gün Mustafa Kemal Kazım Karabekire bir mektup göndere­rek, Ankara hükümetinin Talat, Cemal ve Enver paşalarla hiç bir alakalan bulunmadığının SSCB'ye bildirilmesini istedi. Ve o Ak­şam Eskişehire doğru hareket etti. Mustafa Kemal bu mesajı ile Enver Paşayı da bir kenara iterek onu da safdışı bırakmış oluyor­du.

21       Haziran'da, Yunan kuvvetleri ileri harekata geçtiler. Venizelos, "Yunanistanın ilerlemesi, Mustafa Kemal'in itibarını dü­şürecektir " diyordu ama, Yunan kuvvetlerinin ilerlemesi, Meclis­te giderek yalnızlaşan Mustafa Kemal'in yeniden ön safa çıkması­na neden oldu. Dış tehdidin artması sonucu içerideki muhalefet yeniden yavaşlamaya başladı.

Mustafa Kemal Sovyetlerden acil yardım bekliyordu. Bu maksatla Kazım Karabekir yeniden Sovyetler nezdinde girişim­lerde bulundu. 2 Temmuz'da Cemal Paşa Bakü'den Ankara’ya bir mektup göndererek bağlılığını teyid etti ve Çicerin tekrar Mustafâ

Kemal'in mektubunu cevapladı.

Bu arada kendinin idam fermanım veren İstanbul hükümeti­ne karşı Mustafa Kemal aynı ile mukabele ederek 3 Temmuz 1920 de, Hıyaneti Vataniye kanunu uyarınca Damat Ferid'i idama mah­kum etti. TBMM de bir gensoru daha . Gizli celsede Mustafa Kemal tekrar askeri, siyasi ve dahili durumla ilgili bilgi verdi. Özellikle iç isyanlar ve buna bağlı iddia ve ithamlar Ankara'da ciddi tartışmalara bunalımlara sebeb oluyordu. Ancak her seferin­de Mustafa Kemal kararlı tutumu ile, zaman zaman mantıklı ve zaman zaman tehdilkâr bir üslupla bu olayların üzerine gidiyordu. Muştala Kemal'e karşı olan grub çaresizlik içinde idi. İttihatçılar seslerini kısmışlardı. Enver Paşa uzakta idi. Başlarını kaldıracak olsalar hilafet yanlıları, bu durumdan kendilerini mesul gördükle­ri için hucum edebilirlerdi. Bunu fırsat bilen Mustafa Kemal'de onları ezebilirdi. Hilafet yanlıları ise istinatgâhlannı yitirmişler­di. Savaşmak için askere ve silaha ihtiyaçları vardı. Bunun yolu da SSCB'den gelecek yardımlarda idi. Üstelik Mustafa Kemal umu­landan çok İslam dünyası ve Anadolu üzerinde müsbet bir etki bı­rakmıştı. İslam dünyasından gelen yardımlar Mustafa Kemal'e in­tikal ediyordu. Hilafet yanlıları temellerini ve itibarlarını yitirmiş gözüküyorlardı. Daha doğrusu kendilerine güvenlerini yitirmiş­lerdi. icra gücü, orduyu, silahı, serveti, diplomasiyi herşeyi yitir­mişlerdi. Müthiş bir eziklik içinde idiler. Bir kaç kişi müstesna hepsi bu durumda idi. Hatta kendileri aralarında ihtilafa da düş­müşlerdi.

8 Temmuz’da, Mustafa Kemal, ismet Paşa'nın bir demeci ile ilgili olarak mecliste bir konuşma yaptı. M. Kemal şöyle diyordu: "Efendiler bir gaye peşindeyiz. Bu gayemiz öteden beri çeşitli ve­silelerle izah edilmiştir. Ben şimdi onu tekrar ediyorum. Milletin ve devletin bağıtnsızbğınt korumak. Bunun için muharebe ediyo­ruz. Memleketimizin ellide biri değil bütünü tahrip edilse, bütünü ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir yere çıkaca­ğız ve oradan savunma ile meşgul olacağız." 12 Temmuz’da ise Meclis kürsüsünden şöyle sesleniyordu: "Kesinlikle söylüyorum ki ordumuzun teşkilatı pek mükemmeldir ve dünyada bizim ordu­muzun örgütünden muntazam bir ordu örgütü yoktur!" 14 Tem­muz da ise Mustafa Kemal şöyle diyecektir: "Zannetiğiniz gibi su­baylarımızın mevcudu israf edilecek kadar değildir. Aksine her biri ayrı ayrı pek güzide birer cevher olarak korunması gereken miktardadır". Gerçek olan ise yaklaşık 1 milyon kişilik Osmanlı ordusundan geriye silahsız ve aç 45. 000 kişinin kaldığı idi. Onlar da yurdun şurasına ya da burasına dağılmış vaziyette idi. Kurtuluş hareketinin istinatgahı, tek başına ordu değil, bütün bir halk ol­muştur.

18 Temmuz'da, TBMM üyeleri, İstanbul'da toplanan son Osmanlı meclisi mebusanınca hazırlanan Misakı Milliye sadakat yemini etti ve aynı gün Atatürk'ü korumak üzere Ankara'da milli muhafız takımı kuruldu. 27 Aralıkta 'da bu birlik tabura tahvil edildi.

20-25 Temmuz arasında, Yunanistan Batı Trakya'yı işgal et­mesinin ardından 22 Temmuz'da, İstanbul'da toplanan büyük meşveret meclisi banş anlaşmasının imzalanmasını kabul etti.

24 Temmuz-24 Ağustos tarihleri arasında Bekir Sami Bey'in başkanlığında, Moskova'da Türk-Sovyet görüşmeleri sürdü­rüldü. Böylece SSCB ile yakınlaşma sürecine hız verildi. Bu ge­lişmeler ışığında TBMM gizli celselerinde Bolşeviklikle Müslü­manlığın bağdaşıp bağdaşmayacağına ilişkin uzun münakaşalar yapıldı. Kimine göre Bolşeviklik esasım İslam'dan alan şer'i bir hareket idi, kimine göre ise dini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir şer hareketi idi. O zamanlarda Meclisin duvarlarını çeşitli dini ibareler süslüyordu. Bunlardan biri de "Ve emrühüm şura beynehüm" (Aranızda işleri müşavere ile çözün) anlamındaki Kur'an hükmü idi. Bolşevikliğin İslamla imtizaç ettiğini söyleyenler, Arapçası Şurevi olan Komünist ideoloji için bu hükmü bir delil olarak öne sürüyorlardı. Cumhuriyetçilere göre bu hüküm Cum­huriyeti, Hilafetçilere göre dini, Bolşeviklere göre Şureviliği ifa­de ediyordu.

M. Kemal, 27 Temmuz'da bir genelge yayınlayarak giderek kendi başına hareket eden bir güce dönüşen Müdafaâi Hukuk Ce­miyetlerini, Ankara hükümetine bağlı memurların emirlerine ver­mek sureti ile, Ankara hükümetine vucut veren güçleri, merkezin denetim ve otoritesi altına aldı. Valiliklere gönderilen bu genelge­ye göre, Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Cemiyeti Merkez ve İdare heyetleri bölgenin en büyük mülki idare amirinin emri al­tında olacaktı. Mustafa Kemal daha' sonra alacağı bir kararla, Mecliste Müdafaâi Hukuk Grubu oluşturacak ve daha sonra da bu cemiyetleri bir partiye dönüştürerek, Meclis içindeki muhalif güç­leri tecrit edecekti. Bu karmaşık süreçte, devlet, parti, milli irade, Müdafaâi Hukuk Cemiyeti birbirinin emir ve komutasına girdi. Burada irade sahibi olan tek bağımsız güç Mustafa Kemaldi ve o da bu şekilde bütün yetkileri kendi elinde topladı. Mustafa Kemal'e karşı olmak aynı zamanda, devlete halka, dine karşı ol­mak anlamına geliyordu. Çünki o herşeydi.

Kurtuluş hareketinin sivil örgütlenmesi bu icra heyeti karan ile lağvedilerek, devlete bağlı birer idari birim haline getiriliyor­du. Dalıa önce de aldığı bir kararla Mustafa Kemal Heyeti Temsiliyeyi feshederek karan Millet Meclisine ve dolaylı olarak icra Vekilleri heyetine intikal ettirmiş, icra vekilleri heyeti başkanı olarak insiyaüfi kendinde toplamıştı.

28 Temmuz'da bu gelişmelerden sonra, Mustafa Kemal Es­kişehir'e, oradan da 31 Temmuz’da Uşak, Afyon üzerinden Konyaya gitti. 4 Ağustos'ta Konya'ya vardı. 5 Ağustos Pozanu'ya gitti, Pozantı kongresinde konuştu. 6 Ağustosta Konya üzerinden Tek­rar Afyon ve Kütahya'ya yöneldi. Ve 7 Ağustos'ta Ankara'ya dön­dü. Bu arada 31 Temmuz 1920, Beşinci Damat Ferit Kabinesi, ku­ruldu. Dört aylık bir aradan sonra, Ankara hükümeti tarafından vatandaşlıktan çıkartılarak idama mahkum edilen Damet Ferit 10 gün sonra 10 Ağustosta Sevr" i imzalayacaktır. Bu artık yolun so­nu demektir. Ankara hükümeti Damat Ferit aleyhinde verdiği ka­rarlan infaz etmeyecektir. İstanbul'da Mustafa Kemal hakkındaki hükmünü infaz etme fırsatı bulamayacaktır. Damat Ferit son ola­rak Sevr'i imzalamakla Anadolu nezdinde kendi idam fermanını bizzat imzalamış olacaktır. İstanbul arlık çaresizdir ve Sevr bir ça­resizliği ifade eder. Vatanın parçalanması taksimine nza göster­mek anlamında bir anlaşmadır.

Sevr

itilaf devletleri, Osmanlı yönetimini hainlikle suçlayarak Ermeni ve Rumlara zulüm yapıldığı gerekçesi ile (ki İstanbul'un Anadolu hareketi üzerinde son zamanlarda tüm insiyatifini kay­bettiği bilinmektedir ve Ankara kendini devam eden halk hareke­tinin istinetgahı olarak ilan etmiştir) Türklerin çoğunlukta olma­dığı toprakları Türkiye'nin boyunduruğundan kurtarma karan ve­recektir.

Osmanlı yönetimi Sevr'i kabul ederse İstanbul başkent kal­mak kaydı ile dar sınırlar içinde varlığını sürdürecektir. Eğer Red­dederse Osmanlı saltanat ve devletine son verilecektir.

12   bölümden oluşan antlaşmaya göre İstanbul dışında kalan bölgeler Yunanistan'a veriliyordu. Doğuda bir Ermenistan kuru­lacak bunun sınırlannt ABD başkanı Wilson belirleyecekti, itilaf devletleri kendileri için nüfuz bölgeleri tesbit ediyorlardı.

Siyasi hükümlere göre ise İstanbul başkent olarak kalacak, ancak azınlık haklatma tecavüz vuku bulacak olursa İstanbul'da alınabilecekti. Osmanlı Jandarması işgal kuvvetlerinin emrine girecek, Boğazlar İtilaf devletlerinin denetiminde olacaktı. Sevr’den bir yıl sonra Kürtler ayn bir devlet kurmak isterlerse Osmantılar buna izin verecekti. Azınlıklar her türlü ekonomik, sos­yal ve kültürel, siyasal haklara sahip olabileceklerdi. Askeri güç olarak ise 700 kişilik bir muhafız alayı, 35 bin kişilik jandarma bir­liği, 15000 kişilik destek birliği öngörülüyordu. Osmanlı devleti­nin mali durumu itilaf devletlerince oluşturulacak bir komisyon tarafından yeniden düzenlenecek ve Kapütülasyonlar yeniden yü­rürlüğe konacaktı. Bu anlaşma bir bakıma başında Halife ve Padi­şah bulunan, ama geride itilaf devleti komiserlerinin isledikleri gibi bu güçleri yönetip hareket ettirecekleri kukla bir hükümet ku­ruluyordu.

Sevr anlaşması ile Ankara artık tek umut ve tek sığınak hali­ne gelmiş bulunuyordu. Hilafet ve saltanattan kurtulmak ve halkı bu kurumlara karşı kışkırtmak için en önemli koz da Ankara'nın eline geçmiş bulunuyordu. Gerçek idam fermanı buydu ve İstan­bul hükümeti kendi idam fermanını kendi elleri ile imzalamıştı. Sevr Mondros mütarekesinin tabii sonucu idi. Çaresiz ve köşeye sıkıştırılmış insanlara süngü tehdidi ile imzalatılmış bir belge idi. Bir süre önce Misakı Milli'yi görüşerek karara bağlamış bir meclis varken bu gün ortaya çıkan bu belge bir başka gerçeği işaret et­mekte idi.

Sevr hiç bir zaman ve hiç bir şekilde tatbik imkanı bulunma­yan bir belge idi. Anadolu hareketi kendi bağımsızlığı ve kararını,. kararlılığım ortaya koymuşken, İstanbul’un bu yönde bir belgeyi imzalamış olması hiçle önemli bir anlam ifade etmiyordu. Kaldı ki itilaf devletleri de bu anlaşmayı hiç bir zaman uluslararası ge­çerliliği sözkonusu olan hukuki bir belgeye dön üş türemediler. Ama şu var ki, bu belge Osmanlı Devletinin yokedilmesi aşama­sında hanlıların sadizmini ve Osmanlı yönetimini kendi halkının gözünde mahkum etmenin siyasal sonunu belgelemektedir. (Me­raklıları Sevr anlaşmalarının maddelerini gözden geçirebilirler.) Sevr'in hükümleri, yeni Ankara hükümetinin ülkeyi hangi nokta­da bulup nereye yükselttiğini gösteren bir kıyas imkant olarak her zaman işe yaramıştır. Ve bu gerçek Mustafa Kemal'in ve Ankara hükümetinin önemini veroiünü göstermek açısından önemli bir imkan ve fırsat oluşturmuştur.

O günlerde Anadolu’da Sevr şoku yaşanırken Sovyeder Bir­liği ile Menşevik Ermenistan arasında bir andlaşma imzalanacak­tır. Amerikalıların Anadolu'da bir Ermenistan kurma hayalleri sü­rerken, Rusya bu işi becermişti bile. Batılılar, Ermeni hareketinde insiyatifi ele geçirme mücadelesinde geç kalmışlardı. Bu olaydan altı gün sonra ise Enver Paşa Moskova'yı ziyaret edecektir. 1-9 Eylül 1920 tarihleri arasında ise Bakü’de Doğu Halkları Konfe­ransı yapılacak, 11 Eylül de'de, Moskovadaki temaslarını tamam­layan Ankara hükümetinin temsilcisi Bekir Sami Bey, buradan Kafkasya'ya hareket edecektir. 9 Ağustos'ta da Bekir Sami Bey, meclisin gizli oturumunda seyahati ile ilgili bilgi verecektir.

13       Ağustos, Sevr! İstanbul Hükümeti ile imzalanan anlaşma ile İstanbul Hükümeti milli güçlerin karşısında tam bir ihanet ha­linde görülecekti! Sevr, İstanbul için geri dönüşü olmayan bir yol­du. Bu anlaşma Milli Kuvvetlerin Ankara etrafında daha sıkı bir şekilde toplanmalarına yol açan bir karşı etki doğurdu.

14       Ağustos'ta ise, Amele Partisi kuruldu. Sovyetlerle yakın­laşma çabalan Ankara’da Sovyet scmpatizarilannın bir anda ço­ğalmasına scbeb oldu. Sovyet sempatizanlığı dindışı milliyetçilik ve ilericilik heyecanlan ile daha kolay imtizaç ediyordu!

15        Ağustos'ta, Mustafa Kemal kendine, İngiltere'nin Kara­deniz ordusu subaylarından Binbaşi VVey'in mektubunu getiren Ahmet İzzet Paşa'ya cevabı: "Malta'dan istanbula nakledilen ya da nakledilecek olan tutuklulardan herhangi birinin suskun İstanbul Hükümeti eli ile de olsa, idamı halinde, Erzurum'da iikmümüz al­ımda bulunan Yarbay Ravdinson dahil olmak üzere elimizde mevcut subay er bütün Ingilizler'in karşılık olarak derhal idam edilmesinin kesin şekilde kararlaştırılmış olduğunun bu vesile ile adı geçen karargaha bildirilmesine yardımcı olmanızı bilhassa ri­ca ederim"

16        Ağustos'ta, Cemal Paşa Taşkentten Mustafa Kemal'e mektup gönderdi. Cemal Paşa, daha önce dört mektup gönderdi­ğini cevap alamadığını, iki satır da olsa cevap beklediğini yazıyor, bu habere muhtaç olduğunu belirtiyordu.

17        Ağustos’ta Meclis'te yeni bir gensoru şoku daha yaşandı. Bu dönemde arkası arkasına verilen gensorular ve gizli celselerde Mustafa Kemal sürekli olarak konuşarak görüşlerini açıklıyordu. Gensoru konusu, doğu cephesi kuvvetlerinin durumu ile ilgili idi. Mustafa Kemal doğudaki birliklerin ileride Ankara’nın başına ga­ile açmasından kaygı duyuyordu.

Bu arada 19 Ağustos'ta Mustafa Kemal Meclisten Sevri im­zalayanların sınırdışı edilme kararını aldı. İstanbul'a karşı yeni bir zafer daha kazanmıştı. Bu arada kendi hakkında çıkan söylentiler­den aşın bir şekilde tedirgin olduğu anlaşılan Mustafa Kemal o günlerde, Bitlis şeyhlerinden Küfrevizade Abdulbaki Efendi'ye yazdığı mektubunda şöyle diyordu : "Milli Mücadele hakkında halkı aydınlatmada yardımcı olacağınızı ümid ediyorum. Yakın­da müslümanlarm Avnıpalı müstevlilerden kurtuluşu baklandaki başarı haberlerini inşallah size bildiririm"

Mustafa Kemal son derece pragmatik bir biçimde hedefe doğru giden yolda en küçük ayrıntılara bile gereken özeni göster­mek konusunda titizlik içinde hareket ediyordu. Moskova ile te­maslarını sürdürürken, Batılı ülkelerle sürekli yakın temas imkan­larını araştırıyordu. İstanbul'a karşı savaşırken, nıüslüman bazı çevrelerin desteğini yanına almayı ihmal etmiyordu. Bu günlerde 1 Moskova itilafnamesi imzalandı. 26 Ağustos'ta da, Enver Paşa Moskova’dan Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. Ankara ile Enver Paşa arasında yoğun bir mektup trafiği başlayacak ve Mus­tafa Kemal Enver Paşa'ya karşı bölgedeki arkadaşlarını uyaracak­tır. Özellikle Cemal Paşa’yı Enver Paşa'yı durdurmak için Kullan­mayı deneyen Mustafa Kemal bunda başarılı olacaktır. Enver Paşa ve Kazım Karabekir, en başından beri Kurtuluş hareketinde insiyatifi ele geçirmek isteyen isimlerdi ve henüz Mustafa Kemal bu konuda hiç bir somut karar almamışken, bıi kişiler kendi plan­larını uygulamaya koyulmuşlardı bile. Ancak Ankara hükümeti­nin ortaya çıkması ile birlikte, özellikle Enver Paşa bütün ümidlerini kaybetmiş olmanın tedirginliğini yaşıyor, İstanbul Hükümeti üzerindeki baskılarına benzer bir baskı oluşturarak İttihat ve Te rakki içindeki arkadaşları eli ile Ankara'da yönetimi ele geçirecek bir plan hazırlığı içinde bulunuyordu.

Kazım Karabekir Paşa ise, önce Mustafa Kemal'e yardımcı olur gibi gözükmesine karşın, sessiz bir şekilde Ankara'da muha­lefet hareketini örgütleme hazırlığı içinde gözüküyordu. Mustafa Kemal başlangıçta Kazım Karabckiri karşısına alarak onunla çaUşmaya girmedi ve aksine hemen hemen tüm önemli kararlarında Kazım Paşa'ya bilgi vermek ve akıl danışmak siyasetini izledi. Mustafa Kemal Lozan Konfcransı'ndan sonra Kazım Karabekirden de kurtulmak isteyecektir. CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) na karşı Serbest Fırka'yı kuran Kazım Paşa, ilk kez Mustafa Kemal'le karşı karşıya gelecek ve İzmir Suikastı olayından sonra ise partisi kapatılarak köşeye sıkıştırılacaktır.

Mustafa Kemal ise Kurtuluş Savaşı'nın ardından bütün gücü ile iç isyanlara ve Ankara hükümetine yönelik eleştiri odaklarına yönelecek ve onları ezdikten sonra da İttihat ve Terakki artıklannın tasfiyesine öncelik verecektir.

Bu arada Mustafa Kemal 27 Ağustos'ta Fevzi Çakmak ve İs­met İnönü ile batı cephesini denetlemek ve bayramlaşmak üzere Eskişehir'e gitti ve oradan Afyona geçti. Burada Fahreddin Altay Paşa ile Yunan taarruzuna karşı strateji tesbil etmek üzere çalış­malarda bulundu. 29 Ağustos günü ise Cemal Paşa'dan bir mektup daha aldı. Cemal Paşa Taşkent'ten gönderdiği mektubunda Afga­nistan'a hareket ettiğini bildiriyordu. Aynı gün Uşak Yunanistan tarafından işgal edildi.

13   Eylül'de Mustafa Kemal "Halkçılık Programı" adı altında bir broşür hazırladı ve TBMM üyelerine dağıttı. Bu hareketi ile Mustafa Kemal Müdafayı Hukuk Cemiyetlerini CHF ye dönüş­türme yolundaki ilk adımlarından birini atmış oluyordu.

14   Eylül de, Cemal Paşa, Mustafa Kemal’e Afganistan'a var­dığını bildiren bir mektup gönderdi. Aynı gün Kazım Karabekir Mustafa Kemal’e bir mektup göndererek Celaleddin Arifin Vilayat-ı Şarkiye valiliğine atanmasını teklif etti. Bu arada bir yandan iç isyanlar, öte yandan Mecliste birbirini izleyen gensorular, gizli komünist faaliyetleri, ittihat Terakkicilerin insiyatifi ele geçirme mücadeleleri, Y unanistan'ın ilerlemesi karşısında hareketsiz ka­lan Ankara hükümetinin tedirginliği yanında "Halkçılık Progra­mı" sebebi ile Kazım Karabckir'in duyduğu tedirginlik ve buna bağlı muhtemel gelişmeler Mustafa Kemal'i bunaltıyordu. Gide­rek artan Komünist faaliyetlerle ilgili olarak Mustafa Kemal batı cephesi komutam AH Fuat Paşa'ya bir telgraf göndererek şöyle di­yordu: "Kayıtsız şartsız Rus bağımhhğı demek olan içerideki ko­münizm örgütü, gaye itibarı ile tamamen bizim aleyhimizdedir. Gizli Komünizm örgütünü her surette durdurmak ve uzaklaştır­mak mecburiyetindeyiz."

O dönemde Ankara'da ciddi bir komünizm hayranlığı söz­konusu idi. Enver Paşa Komünist bir Anadolu vadediyordu Rus yoldaşlarına, Kazım Karabekir dostlarına "Yoldaş" diye hitap edi­yordu. Ankara'da bu çok kişi "Yoldaş" diyordu birbirine. Başlan­gıçta "irtica” ya karşı komünizm cereyanı bir araç olarak işe yara­masına karşılık, giderek siyasi bir güç oluşturmaları Ankara’yı

ciddi bir şekilde rahatsız etmeye başlamıştı.

Mustafa Ketnal Komünizm cereyanı ile başedemcyince, muvazaa nitelikli bir komünist partisi kurduracak daha sonra bu partiyi kapatacaktır. Bu mektubunu gönderdiği Ali Fuat Cebesoy'u ise Moskova'ya büyükelçi olarak gönderecektir.

Mustafa Kemal içeride dengeyi ve istikran sağlamak için 1'8 Eylülde, istiklal Mahkemelerinin kurulması kararını aldı. Böylece artık İstanbul birinci derecede tehlike olmaktan çıkmıştı. Bun­dan sonrası pek zor olmayacaktı. Kolu kanadı koparılmış köşeye sıkışmış bir İstanbul'u her zaman halletmek mümkündü. Öncelik­le ve Özellikle, belki iç isyanlardan daha önce meclisteki muhalif kanadı susturmak gerekiyordu. Bunun için mecliste dayanabile­ceği bir kanat oluşturmak ve bir program çevresinde hareketi yö­netmek istiyordu. Bu amaçla daha önce Meclise sunduğu "Halkçı­lık Programı'nı" Mecliste okuttu. Daha sonra 20"0cak 1921 ana­yasasının ana hatlarını bu program oluşturacaktır. Mecliste önem­li bir tepki almadı. Daha doğrusu bu gelişme karşısında karşı kanat tavrını belirleyemedi. 20 Eylül'de, Mustafa Kemal, Kazım Karabekirin Celaleddin Arif Bey'le ilgili önerisini reddetti.

Ve 22 Eylül. Beklenen silahlar geldi. Bekir Sami Beyin te­masları sonunda Moskova'dan gönderilen ilk silah kafilesi Trabzonda teslim alınacaktır. Ne var ki 24 Eylül'de Ermcnilcr doğudan harekete geçecek 28 Eylülde de doğuda Türk taarruzu başlayacak­tır. O gün işgal alundaki Sarıkamış geri alınacak 16 Ekim'de, Misaki Milliye aykın Sovyet tekliflerinin reddedilmesi yönünde Be­kir Sami Bey'e talimat verilecektir.

Ankara hükümeti nisbeten rahatlamıştır artık. Doğudaki birlikler Ermeniler'le uğraşmaktadır. Mustafa Kemal ise bu arada Sovyetlerle iyi ilişkiler kurmayı başarmıştır.

21 Ekim 1920 'de, son bir kez daha hükümet değişikliğine ta­nık olacağız, İstanbul'da İkinci Tevfik Paşa kabinesi görevi devra­lacaktır.

25 Eylül'de Kazım Karabekir Ermeni Cumhuriyetine bir no­ta vererek 48 saat içinde Kars’a kadar olan bölgenin boşaltılmasını istedi. Kazım Paşa üç gün sonra Enmeniler'e karşı taarruza geçti ve taarruzdan bir gün sonra da Sarıkamış'ı boşaltmak zorunda kaldı 29 Eylül, Cemal Paşa Herat'tan Mustafa Kemale gönderdiği mektupta şöyle diyordu: "Bizim mel'un İstanbul Hükumeti’nin barış anlaşmasını imza ettiğini tiksinti ve lanetle okpdum" Hcrşey yolunda gidiyordu. 3 Ekim Delibaş isyanı başladı. Enver Paşa gai­lesi Mustafa Kemal'i tedirgin etmeye başlamıştı. Enver Paşa'nın Ankara’da da adamları vardı ve tedirginlik kaynağı idi. 4 Ekim'de Mustafa Kemal, Enver Paşanm daha önce gönderdiği mektubu ce­vapladı. Mustafa Kemal Enver Paşa’yı teskin ederek sorun olmak­tan çıkarmak istiyordu. Bu işleri bir an önce tamamlaması gereki­yordu. Çünki silahlar gelmeye başlamış ve Yunanistan ile hesap­laşma için artık zaman gelmişti. Daha fazla beklenmesi halinde Yunan kuvvetleri Ankara'ya kadar gelip dayanabilirlerdi ve daha fazla beklemek Anadolu'da Ankara'ya ilişkin umutların kırılması­na yol açabilirdi. 5 Ekim'de, Venizelos Lyod George'ye şu mektu­bu gönderiyordu: "Türk hükümetinin Mustafa Kemali ortadan kaldıramayacağına kanaat getirdim. Sultan'ın daha fazla asker göndermesi milliyetçileri kuvvetlendiriyor. Mustafa Kemal'e karşı tedbir olarak bütün Türkleri İstanbul'dan atalım ve Karade­niz de Pontus Rum devleti kuralım!"

7 Ekim'de Resmi Gazele yayına girdi. Artık böylece Ankara fiilen resmi bir merkez haline geliyor ve merkezi hükümet karar­ları ile Anadolu'daki idari birimleri bir düzene sokuyordu.

Bu arada bir yandan Sovyetlcrden silah alırken öte yandan Sovyet Ermenistan’ı ile çatışmalar sürüyordu. 16 Ekim'de, Sovyetler Birliğinin antlaşma için Van ve Bidis'i Ermenilere bırakma teklifi ile ilgili olarak Mustafa Kemal Bekir Sami Beye şu talimatı veriyordu: "Kabul etmeyeceğiz" Bunu yaparken de Komünist faa­liyetlerle yakından ilgilenen Mustafa Kemal fiilen bir denge poli­tikası izliyordu ve bunda da başarılı oluyordu. Bu günlerde Türki­ye iki başlı bir yönetime sahiptir ve her iki yönetimde birbirinin meşruiyetini reddetmektedir. Diğer ülkeler ise her iki yönetimle de temaslarım sürdürmeye devam etmekledirler.

18 Ekim'de TKP kuruldu.

Bu arada Berlin'de bulunan Talat Paşa'ya bir mektup gönde-

ren Mustafa Kemal, faaliyetleri hakkında Ankara'ya düzenli bilgi vermesini istedi. Aynı şekilde Cemal Paşa'dan da düzenli bilgi göndermesi talebinde bulundu. Böylece Mustafa Kemal Anadolu dışındaki Osmanlı Paşaları ile de yakın bir temas kurma yolunu seçmiş oluyordu.

30 Ekim'de, Kars geri alındı. Mustafa Kemal Kazım Karabekir'i zafer dolayısı ile kutladı. Doğuda elde edilen askeri başarılar, batıdaki başarılar gibi büyük bir coşku ve heyecana vesile olmu­yordu! Ancak Mustafa Kemal'in, doğuda Kazım Karabekir gibi birine büyük ihtiyaç duyduğuna kuşku yok.

31 Ekim, Mustafa Kemal Kazım Paşaya bir telgraf göndere­rek yurt dışındaki İttihatçıların, Türkiyedeki yakınlan vasıtası ile başlattıklan kampanyaya karşı dikkatli davranılması gerektiğini hatırlattı. Aynı gün Konyada yeni bir isyan patlak verdi.

Aynı gün Ali Fuat Paşa'ya bir mesaj göhdererek "Danışıklı Komünist Partisi" kurdurma sebeplerini açıkladı! Mustafa Ke­mal bu Danışıklı kKomunist Parti macerası ile, bir yandan SSCB ile ilişkilerini geliştirmek istiyordu. Öte yandan da bu fikir sahip­lerini tesbit etmek suretiyle, bu konuda tedbir almak istiyordu. Yani bir muvazaa Partisi idi, bir tuzaktı!.

1 Kasım, Ankara'da Yeni Cumhuriyetin Subay ihtiyacım karşılamak üzere kurulan "Zabit Namzetleri Talimgâhı"nm ilk mezunlarını vermesi. Mustafa Kemal bu suretle, eski subayları Ankara'da toplarken, yeni subayları bu merkezde eğiterek tümü ile kendine bağlı bir şekilde kıt’alarda görevlendirmeyi amaçlı­yordu.

Bu arada 3 Kasım'da Türkiye (Zürra) Çiftçi Partisi! adında yeni bir parti daha kuruldu.

7 Kasım'da, Yunan kuvvetlerine karşı başardı saldırı ve sa­vunma harekatları yürüten Ali Fuat Paşanın acele olarak Ankara'­ya çağrdarak, bir gün sonra da Moskova elçiliğine atanması ile il­gili gelişmeler bugün henüz tüm ayrıntıları ile bilinmiyor. Bu ko­nuda farklı iddialar bulunmaktadır. Cebesoy 21 Kasım'da resmen atanarak kısa süre içinde yeni görev yerine gidecektir.

8 Kasım'da, Ermenilerle mütareke yapılırken, 22 Kasımda

Wiison Sevr'e bağlı olarak Osmaniı Ermenistan'ının sınırlarını ilan etti. Aralık başında ise, Giimrii anlaşması imzalandı.

30    Kasım, Mustafa Kemal, Türk-Sovyet ilişkilerini bozma­ya yönelik İngiliz propagandası ile ilgili olarak Kazım Karabekir'e gönderdiği mesajda "İngiliz oyunlarına hayret etmemek elden gelmez” dedi.

31  Aralıkta ise, Lloyd George, "Türkler’in İzmir'i geri almala­rı ihtimaline karşı, Yunanistana yardım yapılması gerektiğine " ilişkin bir bildiri yayınladı.

32  Aralık, Mustafa Kemal İstanbul'dan gelen heyetle görüş­mek üzere Eskişehir'e geldi. 5 Aralıkta "Bilecik Mülakatı" olarak bilinen görüşme yapıldı. Bu görüşmeden sonra heyet 6 Aralıkta Ankara'ya geldi. Bu heycttekiler daha sonra Ankara hükümeti ile çalışmak istemediklerini belirterek İstanbul'a döndüler (7 Mart 1921) Böylece İstanbul'la Ankara arasında son diyaloğ umutlan da bitmiş oluyordu.

22 Aralık, Çerkez Ethem'le görüşmelerde bulunmak üzere Kütahya'ya bir mebus heyeti gönderilmesine karar verildi. Ankara hükümeti adına hareket eden Çerkez Ethem giderek bağımsız bir güç gibi hareket etmeye başlayınca Ankara'nın başım ağrıtmaya başlamıştı. Çerkez Ethem olayından sonra 25 Aralıkta, Mustafa Kemal askeri ve mülki erkana ve Müdafaâi Hukuk Cemiyetlerine bir yazı göndererek hiç kimsenin hiç bir sebeble, hükümet merke­zinin bilgisi dışında birlik oluşturmaması, bu yöndeki girişimlerin ve bilgilerin doğrudan doğruya Mustafa Kemal'e bildirilmesini ta­mim etti. Böylcce tüm milli halk muhalefet cepheleri doğrudan Ankara'ya bağlanmış, Ankara'dan talimat almayı kabul etmeyen­ler asi durumuna düşmüş oluyordu. Bu hareket sonucu bazı dini grublar, ittihatçı grublarzor durumda kalacaklardı. Aynı zaman­da Çerkez Ethem de Ankara'ya haber vermeden giriştiği eylemler­den sorumlu olacaktı. Bu maksatla Mustafa Kemal aynı tamimle birlikte Kütahya'ya giden heyete gönderdiği mesajda, "Çerkez Ethem'in Batı Cephe komutanlığının bilgisi dışında kuvve-i Seyya­reden bir kısım kuvvetleri Gediz ve Kütahyada toplaması" ile ilgi­li olarak uyardı.

26 Aralıkta, Ankara'dan gelen heyet Çerkez Ethem ve kar­deşi Tevfîk ile Kütahya'da görüştü. Bu görüşme sonunda Çerkez Ethem heyetten Albay Fahreddin ve Refet Beylerin görevden uzaklaştırılmasını teklif etti. Bir gün sonra da Mustafa Kemal, he­yeti Ankara'ya çağırdı ye batı, güney cepheleri komutanlarına Çerkez Ethem konusunda hazırlıklı bulunmalarını ve Çerkez Ethemle araya giren ihtilafın siyasetle çözümlenemeyeceğinin zor kullanarak bu sorunun çözümleneceğini bildirdi. 29 Aralık'ta, TBMM gizli oturumunda Çerkez Ethem hakkında konuşan M. Kemal Çerkez Ethem'e karşı zora dayalı tedbirler alınanın zarure­tine değindi. 30 Aralık'ta yaptığı konuşmada ise şöyle diyordu: "Gayemizin elde edilişi ve memleketin müdafası için muntazam ordu meydana getirilmelidir. Bu esaslara aykırı olan her türlü giri­şimler imha edilmelidir". O gün ismet ve Refet Beylere gönderdi­ği mesajda ise Çerkez Ethem ve Kardeşine Ankara'ya teslim ol­maları konusunda son bir uyan ve teklifin yapılmasını bildiriyor­du. Mustafa Kemal Milli halk direniş hareketinin silahlarını bırak­maması halinde gelecekte bunların hükümet üzerinde silahlı baskı kurmaya kalkışacaklarından endişe duyuyordu. Özellikle kendisi ile ihtilafa düşecek Paşaların etrafında toplanması muhtemel bu grubların kanlı çauşmalara sebcb olmasından endişe ediliyordu. Özellikle de Ittihatçılar'ın devreye girmesi ile durumun daha da vahim bir hal alacağı konusunda kaygılan bulunuyordu.

Times 25 Kasım 1920 tarihli nüshasında Yeni Ankara hükü­meti ile ilgili olarak şu haberi veriyordu:" Ankara'daki Türk hükü­meti Sovyctiz'min ilkelerine uygun olarak Türk Sovyet Rejiminin amaçlannı gerçekleştirmek için özel mülkiyetteki mallara el koy­du."

1921

4 Ocak’ta, Mustafa Kemal, Daily Ekspress'e verdiği deme­cinde şöyle diyordu: “Türkiye Türklerindir”.

6-10 Ocak 1921 tarihleri Ankara hükümeti için son derece önemli müstesna günlerdir. Ankara hükümeti ilk kez kendi adına, kendi arasından çıkan bir komutanla doğrudan cephede düşmanla boy ölçüşüyordu. İnönü savaşları olarak bilinen bu savaşa ilişkin çok farklı iddialar ve rivayetler sözkonusudur. Bu konuda Times 7 Şubatta (1921), konu ile ilgili olarak şu haberi veriyordu: "Bol­şevik dostları tarafından akıl verilen Kemal hiçte zafer olmayan (İnönü zaferi) bir durumdan bir propoghnda zaferi imal etti." An­kara acil ve mutlak bir zafere ihtiyaç duyuyordu. Etkinliğini ve gücünü kanıtlaması için buna muhtaçtı. Sonunda cephede olmasa da masabaşında mesajlara geçen, kutlanan bir zafer kazanıldı.

Mustafa Kemal bu aşamada milli bir savaşa hazırlanıldığı için halka ağır vergiler koydu. Zirai ürünlere, mallara, taşıma araçlarına büyük ölçüde vergi getirildi. Bu şekilde Ankara Hükü­meti kararlan için bir finanş kaynağı da oluşturmuş oluyordu. Ko­nunun bir diğer önemli yanı ise, ilk kez halk Ankara hükümetine vergi ödemek sureti ile yeni Hükümetin meşruiyetini tanımış olu­yordu. Zaten daha önce de Osmanlı maliye kaynakları kullanıl­makta idi. Ancak Ankara hükümeti aldığı bu kararla, kendine ait bir bütçe oluşturma yolunda ilk önemli adımını aüılış oluyordu.

7 Ocak'ta, Lenin Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. 8 Ocakla ise Enver Paşa Moskova'daki faaliyetleri ile ilgili olarak Mustafa Kemal'e mektup gönderdi. M. Kemal ise Çerkez Ethemle ilgili olarak Meclis'tc yaptığı konuşmasında "başarı imanımız sar­sılmazdır" diyordu. 9 Ocakta, Antep ve Bilecik işgal edildi. Bu­gün sonra da İnönü zaferi kazanıldı!

17 Ocak'ta, Mustafa Kemal'in United Telegraph gazetesine demeci: "Bağımsızlığımızı imhaya ve neticede yaşama hakkımızı inkara ve kaldırmaya yöneltilmiş olan Sevr anlaşması bizce mev­cut değildir. Bağımsızlık ve egemenliğimizin gereklerini temin edecek bir barışın yapılması son emelimizdir."

20 Ocak'ta, Yusuf Tengirşek Bey’in Başkanlığındaki heye­tin Moskova'ya hareketinin ardından, anayasa görüşmeleri ile il­gili olarak Mustafa Kemal Meclis'te yaptığı konuşmada, Meclis’in, antlaşma yapma, banş yapma, vatan müdafaası ilanı, harp ilanı gibi konularda yetkiyi kimseye bırakmak istemediği ve bu yetkiyi kendinde toplamak istediğini belirtiyordu.

22 Ocak’ta, Çerkez Ethem isyanı bastırıldı. Mustafa Kemal rahat bir nefes almıştı. İnönü savaşı ile ilgili zafer havası ve Çerkez Ethem'in susturulması, Moskova ile ilişkilerde ilerleme kaydedil­mesi olumlu işaretlerdi! Ne var ki bu gelişmeler siyasi kulislerde yeni söylentilerin dolaşmasına yol açıyordu. Bu çerçevede Mec­lisle, gizli oturumda Bolşeviklik propagandasının yapıldığına ilişkin tartışma açıldı. Meclisteki muhalif güçleri susturmak için, hemen herkesin üzerinde mutabık kaldıkları Fevzi Paşa'yı bakan­lar kurulu başkanlığına getiren M. Kemal bu şekilde muhalefetin itirazlarını da bloke etmeye çalıştı. (24 Ocak)

25    Ocakta, Ingiliz Dışişleri bakanı Lord Gürzon'un Paris konferansındaki demeci: İstanbul Hükümeti felç halinde ve Mus­tafa Kemal Türkiye'nin gerçek hakimidir.

27 Ocakta, Sadrazam Tevfik Paşa, Londra Konferansı için Osmanlı heyetine katılmak üzere Ankara'dan temsilci istedi. Bu talep üzerine M. Kemal bir gün sonra gönderdiği cevabi mesajda şöyle diyordu: "Milli iradeye dayanarak Türkiyenin mukadderatı­na el koyan yegane meşru ve müstakil hakim kuvvet Ankara’da aralıksız toplanan TBMM'dir. Türkiyeye ait bütün meselelerin halline memur ve her türlü harici münasebetlere muhatap, ancak bu meclisin hükümetidir, itilaf devletleri Londrada yapacakları konferansta Doğu meselesini adalet ve hukuk dairesinde hallet­meye karar vermişlerse davetlerini TBMM hükümetine doğrudan doğruya yöneltmelidir"

Mustafa Kemal bu mesajından sonra ikinci bir mesaj gönde­rerek Vahdeddinin bir Hattı Hümayun ile TBMM ni tanıdığını açıklamasını istedi. İlginç bir siyasetle, Kendisi İstanbul'u kesin bir dille reddederken, İstanbul’un Ankara'yı tanıdığının bir resmi açıklama ile kamuoyuna duyurulmasını istiyordu. 8 Şubatta TBMM 'de bir konuşma yapan Mustafa Kemal, bu konuda İstanbul'a gönderdiği cevabi mesajdan bahisle: ” Efendiler, bu meclis meşrudur ve bunun meşruiyetini kimseye tasdik ettirmek lazım değddir. İkincisi, bu meşru meclis meşru ve yetkili olan de­legelerini görevlendirmiştir. Bu heyetin Avrupa tarafından tanın­ması için Tevfik Paşaya ricaya gerek yoktur." diyordu.

21 Şubat 1921'de, Ankara hükümeti Londra konferansına davet edildi ve 22 Şubat'ta da Moskova müzakereleri başladı. An­kara artık tek başına bütün ülkeyi temsil gücüne sahip olduğunu ortaya koyuyor ve bunu kabul ettiriyordu. 23 Şubat'ta, Ankara’da Gürcistan elçisi ile bir anlaşma imzalandı. 24 Ş ubat'ta da, Ardahan kurtarıldı

26    Şubat'ta ise, Mustafa Kemal Amerikalı gazeteci Clarence Ki Streit’e şöyle diyordu:" Türkiye'nin bu günki ve gelecekteki re­jimi Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir ilkesine dayalıdır ve dayalı olacaktır''

1 Mart’ta, TBMM birinci devre ikinci toplantı yılını açış ko­nuşmasında M. Kemal "Anlaşılmıştır ki, Sevr anlaşması hü­kümleri Türkiye'ye zorla uygulanamaz" dedi. Aynı gün Londradaki Ankara heyeti başkamna bir mesaj gönderen M. Kemal "Ek­selanslarınıza ve başkanlığınızdaki kurula verilen yetkiler Misakı Millinin saptadığı sınırlan aşamaz" diyordu. Bu arada Artvin iş­gal edilirken Batuın kurtarılıyordu. Doğu tam bir kargaşa içinde idi. Enver Paşa Ankara'yı sıkıştırmaya devam ediyordu. Mustafa Kemal ise Enver Paşa'nın Ankara'ya gelmesini önlemek için elin­den gelen herşeyi yapıyordu.

Bu hay huy içinde 12 Mart’ta İstiklal Marşı kabul edildi. Mehmet Akif İstiklal Marşını mehter müziğine göre kaleme al­mıştı ve uzun bir metinden oluşmuyordu. Mecliste okunduğunda alkışlarla karşılandı. Akif in İstanbul'dan Ankara'ya kadar her git­tiği yerde Ankara hükümetinin desteklenmesi yolunda vaazlar ve hutbeler okuyarak gelmesi Mustafa Kemal'i fazlası ile memnun etmişti. Müslüman bir şairdi ve Ankara'yı destekliyordu. İstanbul'a karşı böyle dostlara ihtiyacı vardı. Mustafa Kemal'in bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de, Kıır’anı Keri­mi Mustafa Kemal'in ilkelerine, duygu ve düşüncelerine ve icraat­larına göre yorumlayarak tercüme edecek kabul edilebilir bir din bilgini idi. Bu konuda Akiflen yararlanabileceğini ümid etti ve Mehmet Akife Kuranı Kerimi tercüme etme görevi verdi. Ne var ki Akifin heyecanla başladığı bu iş yanda kalacaktı. Çünki Akif in yorumlan bir çok yerde Mustafa Kemal’in beklentilerine cevap vermiyordu ve Mustafa Kemal açıkça bu beklentilerini ifade ede­rek bu yönde bir tercüme getirmesini istiyordu. Akif kendinden is­tenileni geç farketti. Çaresizdi. Bir bahanesini bulup Mısır'a gitti ve orada da Şeyhülislam Mustafa Sabrı ile karşılaşarak Ankara Hükümetini teşkil eden zevat hakkında ilginç hauralar dinledi. 'Çanakkale savaşını destanlaştıran şairin dünyası başına yıkılmış­tı. Artık Bülbüllerle konuşmaya başladı. Tekrar Türkiye'ye dön­düğünde yalnız bir adamdı. Öldüğünde bir istiklal Marşı'nm şairi değildi sanki. Ve onun yazdığı marşa avrupai bir beste uygun gö­rülmüştü. Özü ile müslümanca duygularla dolu, şekil olarak batı müziğinin unsurlarını taşıyan yeni bir armoni sözkonusu idi. Sanı­rım biz o idik. Bizim bu günki durumumuzu ifade ediyordu marşı­mız.

16 Mart’ta Moskova anlaşması imzalandı. Artık SSCB ile Ankara' hükümeti dost ve kardeşti, imzalanan anlaşma ile iki ülke dost ve kardeş ilan ediliyordu. Ne var ki bu dostluk uzun sürmeye­cek eski dostlar düşman, düşmanlarımız da dost olacaktı. Yunan­lıya karşı Rus silahı ile savaşırken, Ruslara karşı batı ittifakı içinde yer alacak ve savaştığımız Yunanlı'yı kardeş ilan edecektik,

22 Mart'la, M. Kemal Müdafaâi Hukuk Cemiyeti merkez heyetlerine seçilecek kişilerde aranacak nitelikler konusunda Ka­zım Karabekir'e bir telgraf çekti: " Bölgenizdeki örgütün siyasi emellere ve kişisel çıkarlara alet olmaması ve zararlı akımlara ma­ni olacak faziletli kişilerden meydana gelmesi için gereken alaka­nın esirgenmemesini rica ederim"

23-30 Mart 2. İnönü savaşı! İnönü savaşları bir çok bakan­dan önem taşımakladır. Sivas, Erzurum konferanslarına, Anka­ra'da milli meclisin kurulmasına rağmen, Mustafa Kemal liderli­ğindeki hareket düşman hareketine karşı demeçlerin ötesinde fiili bir plan ve strateji getirememiş ve eylem ortaya koyamamıştı. Öte yandan halk hareketi, bu gelişmelerden bağımsız olarak giderekgüç kazanıyor ve yer yer düşmanı geri püskürtüyordu. Bu durum­da milli direniş hareketinde insiyatifin bu halk direniş grublarına geçmeleri ihtimali giderek güç kazanıyordu. Bu bakımdan 1, ve 2.

İnönü zaferleri "1" büyük önem taşımaktadır. Bir çok general, gözlemci ve tanıkların ifadesine göre, bölgede İnönünün komuta­sında kazanılan büyük bir başarı yoktur. Meclis müzakerelerinde de bu konu tartışılmış, Ankara'nın o günki şartlarda şiddetle ihti­yaç duyduğu bir zafer için masa başında bir senaryo hazırlanarak İnönü kahraman Ankara'lmiş ve bir takım telgraf muhaberaü ile milli heyecan canlı tutulmaya, dikkatlerin ve insiyatifin Ankara'­da oluşturulan milli meclise geçmesine çalışılmıştı. O günlerde teşkil olunan Milli Haber Ajansı (Anadolu Ajansı) vasıtası ile bu haber yurt sathına ve yabancı misyon şeflerine ulaştırılmak sureti ile, enformasyon imkanlarından yoksun öteki kurtuluş hareketle­rine göre enformatik bir avantaj sağlanmışa. Bu konunun merak­lıları, İnönü savaşları ile ilgili hatıralara bakabilirler. Mustafa Ke­mal bu tartışmalı zafer için İnönünün "Düşman binlerce ölüleri ile doldurduğu muharebe meydanını silahlarımıza tüketmiştir" şek­lindeki mesajına karşılık olarak şu mesajı gönderecektir: "Düşma­nın istila hırsı, azim ve hamiyetinizin yalçın kayalarına başını çar­parak hurdahaş oldu”

14 Nisan’da, Fransız bayan gazeteci Berthe Georges-Gaulis Burdur’dan, Mustafa Kemal'e hayranlık ve sempati duygularını ileten bir telgraf gönderdi. Osmanh İmparatorluğunun çözülme­sinden sonra, İmparatoru ve Halifeyi dize getiren bu alan saçlı adamı merak eden bir çok gazeteci Anadolu'ya aktı. Ermeniler, Rumlar, İstanbul' ve yeni Ankara hükümeü yabancı gazetecilerin en çok merak ettikleri şeylerdi. Savaş şartlarında Avrupadan ge­len çok sayıda gazeteci arasında kadın gazetecilerin sayısı azım­sanmayacak kadar çoktu ve bu yabancı gazeteciler Ankara hükü­metinin diğer üyeleri ile olmasa da Mustafa Kemal ile çok yakın ve samimi bir diyalog kurmakta hiçte zorlanmıyorlardı. Mustafa Kemal Bayan Gaulis'in sözkonusu telgrafına üç gün aradan sonra cevap verecektir. Bu cevaptan bir gün sonra da bayan Gaulis Eskişehirden Mustafa Kemal’e bir mesaj göndererek Ankara'ya gele­ceğini bildirdi "Uzun zamandır sizinle ve sizin davanız üzerine konuşmak arzusundaydım".

Bayan Gaulis Ankara'da çok yakın, dostça samimi bir ilgi

görecek, Mustafa Kemal bayan Gaulise ikramda bulunacak ve ar­kadaşlarını tanıtarak yeni devletin teşkiline ve batı ile ilişkileri üzerinde açıklamalar yapacaktır. Bayan Gaulis daha sonra "ina­nılması güç" diye nitelediği bu anılarını kitaplaştıracaktır.

22 Nisan’da, Mustafa Kemal TBMM’nin açılışının 1. yıldö­nümü münasebeti ile Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği mü­lakatta şöyle diyordu: "Hürriyet ve bağımsızlık benim karekterimdir. Ben milletimizin ve bütün ecdadımın en kıymetli mirasın­dan olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım. ”

23 Nisan’da ise, Mustafa Kemal TBMM açılışı dolayısı ile verdiği nutukta şöyle diyordu: "Yunanlılar gerçekten barış isti­yorlarsa İzmir ve Trakya'dan gitmelidirler. Biz bunu şimdiye ka­dar hakkımıza ve adaletimize güvenerek istiyorduk. Bundan son­ra galibiyet hakkı ile istiyoruz."

10 Mayıs'ta, TBMM'de Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hu­kuk grubu kuruldu. Bu karar bir çok bakımdan büyük önem taşı­maktadır. Mustafa Kemal tarafından bu grubun oluşturulması ile birlikte, Mecliste iki kanat ortaya çıkmaktadır. Mustafa Kemal'in grubundan olanlar ve ona karşı olanlar. Karşı olanlar ise İttihatçı­lar ve Hilafet yanlıları diye ikiye ayrılıyordu. Öte yandan bu karan ile Mustafa Kemal, bu meclise vücud veren Müdafa-i Hukuk ce­miyetini tümü ile kendi yanma almaktadır. Daha sonra bir ileri adım olarak, bu grup CHF ye dönüştürülecek ve CHF tek parti yö­netimi ile Meclise ve hükümete hakim olacaktır. Tabi aynı süreç içinde Mustafa Kemal de ebedi milli şef olarak tek başına insiyatif sahibi olacaktır. Mustafa Kemal 11 Mayıs'ta toplanan Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Grubu Umumi Heyet toplamışında grub başkanlığına getirilecektir.

Bu gelişmeler, Cumhuriyet rejimi içinde, daha önceki döne­mi hatırlatan tek adam örneğini ortaya çıkartmaktadır. Mustafa Kemal'in isminin başında bu dönemde "Hazreti” sıfatının eklen­mesi ilginç bir raslantıdır!

Aynı gün General Harrington İngiliz savunma bakanlığına gönderdiği mesajında Mustafa Kemal’le ilgili olarak şu görüşleri öne sürmektedir. "Mustafa Kemal tamamı ile haşindir. Bizim içe-

Tideki ve dışarıdaki güçlerimizi pek iyi bilmektedir. Tarafsızlık çabalarımıza inanmamaktadır. Yunanlıları tekrar yeneceğinden ve sonra bizi önüne katacağından muhtemelen emindir"

Harrington'un mesajındaki, Mustafa Kemal'in Ingilterenin içerideki ve dışarıdaki gücü hakkında pek iyi bilgi sahibi olmasına ilişkin iddia düşündürücüdür. Mustafa Kemal batıda yayınlanan gazeteleri bile düzenli olarak takip etme fırsatı bulamamakta ve üstelik yığınla gaile ile uğraşmak zorunda kalmaktadır. Bu ifade­ler, Ingilizİer'in Mustafa Kemalle ilgili efsanevi kanaatler taşıdı­ğını göstermektedir.

13 Mayısla, itilaf devletleri, Yunanistan'dan desteklerini ta­mamen çekerek, Türk-Yunan savaşı karşısında tarafsız kalacak­larını açıkladılar, tngilizler’in desteğinde Anadolu’yu işgal eden Yunan askerleri, İngiltere'nin desteğini kaybedince geri çekilmek zorunda kaldılar. İngiltere, Ankara hükümeti üzerinde daha fazla baskı oluşturmanın Türkiye'yi SSCB'yedaha fazla yakınlaştırma­sından kaygı duyuyor idi.

17 Mayıs’ta ise, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e bir mektup göndererek Enver Paşa konusunda bir kez daha uyardı. Muhtemelen Mustafa Kemal, Kazım Karabekir'in Enver Paşalar­la ilişki kurma ihtimalinden kuşku duymaktadır, M. Kemal sözkonusu mesajında: "Enver Paşa ve arkadaşlarının maksatları tama­mı ile anlaşılmış olup, bunların memleket dahiline girmemeleri için bölgenizde tedljir alınmasını rica ederim." demektedir. Mus­tafa Kemal 22 Mayıs'ta da Kazım Paşa’ya ikinci bir mesaj gönde­rerek tekrar uyarır: "Enver Paşa'nın karşınıza gelmesi veyahut isim ve kıyafet değiştirerek Anadolu'ya girmeye teşebbüsü müm­kündür. Bölgenizde müessir önlem alınması uygun olur. 4 Hazi­randa bir mesaj daha: "Enver Paşa hakkında açık yayına karâr verdik. Gerektiğinde yayınlayacağız. Enver’in temsil ettiği cereyana karşı gerektiğinde pek açık uygulamada bulunmak kararındayız."

Böylece Mustafa Kemal Paşa Enver Paşa'nın şahsında îttihatçılar'a karşı yeni bir dönem başlatıyordu. Enver Paşa ve arka­daşlardım Anadolu'ya girmesinden son derece tedirginlik duyu­yordu. Enver Paşa'nm Anadolu’ya gelmesi, hem millici hareket­leri, hem Hilafet yanlılarını, hem de yavaş yavaş gelişmekte olan şurevi (Komünistleri) leri Enver Paşa’mn çevresinde harekele ge­çirebilirdi. Enver Paşa Kafkasyada bir yandan oradaki miislüman halkları örgütlerken, Komünist yönetimle de iyi temaslar kurmuş ve özünde îslamla Komünizmin arasında pek büyük farklılıklar olmadığına kanaat getirdiğini ilan etmişti.

Kazım Karabekir, Enver Paşa ile ilgili olarak Mustafa Kemal'e, Moskova'daki Ankara elçisine bilgi vermek sureli ile Enver Paşa’mn yakın takibe alınmasının istenmesini ifade etmiş bunun üzerine de Mustafa Kemal 15 Haziran'da Moskova elçisi Ali Fuat Paşa'ya konu ile ilgili bilgi verdikten sonra durumu bir yazı ile tekrar Kazım Paşaya bildirmişti. 16 Temmuz'da Enver Paşa Mustafa Kemal'e uzun bir mektup gönderecektir. Enver Paşa sözkonusu mektubunda şöyle diyecektir: '^Dışarıda kalmanın umumi maksadımız olan başta Türkiye olmak üzere kurtarmaya çalıştığımız İslam alemi için faydasız ve belki de tehlikeli olduğu­nu hissettiğimiz anda memlekete geleceğiz, işte o kadar" Bu mek­tuptan da anlaşılacağı gibi Enver Paşa hâlâ kendini kurtarıcı ola­rak görmektedir. Ancak o Kafkasya'da Yeşilordu teşkili hayalleri kurarken Au alan Üsküdan geçmiştir. Enver Paşa'nm bu mektu­bundan Mustafa Kemal'in kendi aleyhindeki çalışmalarından ha­berdar olduğu anlaşılıyor ve Anadolu'ya dönmekteki kararldığını vurguluyor.

29 Temmuz'da Kabil'den Ankara'ya bir mektup gönderen Cemal Paşa, duygularını şu şekilde ifade etmektedir: "İlahi bir nûrun kalbinizde doğurduğu bir ışıkla, milletin ufkundaki yiğitlik abidesini aydınlattınız. Şimdi bütün zindeliği ile milletin başına geçtiniz. Dünyaya harikalar gösteriyorsunuz. Allah yolunuzu açık, kılıcınızı keskin etsin. Benden sizlere, maiyetinizde Türklü­ğün, müslümanhğın hayrı için can veren kahramanlara kardeşçe binlerce selamlar ve hürmetler."

12 Kasımda Cemal Paşa Moskova'dan tekrar Mustafa Kemal'e yazacaktır: "Cemal Paşa’yı Buharadan geri alamazsam, bütün birbuçuk senelik mesaimi mahvetmiş olacağım. Buna mu­vaffak olabilmek için var gücümle çalışıyorum." Bunun üzerine M. Kemal, 26 Kasımda Moskova elçisi Ali Fuat Paşaya şu mesajı gönderecektir: Cemal Paşa şimdiye kadar gösterdiği dürüst hare­kete devam ederse kendisini destekleyeceğiz." M. Kemal elçiye aynca Cemal Paşanın artık Enver Paşa ile ilişkisini kesmesinin iyi olacağını vurgulamaktadır. 30 Kasımda ise Cemal Paşa Münihten şu mektubu gönderir: "Bence bu günün en mühim meselesi, Enve­r'in son faaliyederidir. Bu mecnunu Anadolu'da sizin başınıza be­la olmaktan meneden talihe teşekkür borçlu olduğum halde, on­dan sonra giriştiği işten dolayı son derece hayretteyim” Cemal Paşa Enver Paşa ve çevresindekileri yaptığı görüşmelerden son­ra bazı bilgiler almış ve bunun üzerine Ankara'ya bir tavsiye mek­tubu göndererek, eski İttihatçılarla uzlaşılması tavsiyesinde bu­lunmuştu. Mustafa Kemal ise 29 Aralıkta bu konu ile ilgili olarak Moskova elçisi Ali Fuat Paşa'ya şu mesajı gönderdi: "Ben milleti İttihat Terakki bayrağı altına davet edemem. Ankara'ya öğüt vermek değil, Ankara'nın tamamen görüşü ve talimatı dairesinde hareket etmekle faydalı olabileceğini, bu sebeble, fikrini düzeltinceye kadar kendisi ile münasebeti sürdürmekte mazur bulunduğu­mu bildirmenizi rica ederim" 2 Ocak 1922'de de Cemal Paşa'ya bir mektup gönderen Mustafa Kemal özetle şöyle demekledir: "Paşam Türkiye’de tahminlerinizin fevkinde bir inkılâb olmuştur. Bütün manası ile bir halk hükümeti teşkil etmiştir. Yasama ve yü­rütme gücünü kendinde toplayan TBMM bütün devlet işlerine el koymuştur. Şunun ya da bunun pazu kuvveti ile ve zorbalıkla va­ziyete hakim olmasına ihtimal yoktur" 24 Mart 1922’de bir mek­tup daha gönderir, Cemal Paşa özetle şöyle demektedir: ” Emin olun ki, Enver gerek Anadolu'nun zarannı ve gerekse Rusya ile Anadolu arasındaki ilişkilerin bozulmasını gerektirecek hareket­lerde bulunmak istedikçe ona şiddetle karşı koyarak onunla kati­yetle işbirliği yapmayacağım. Bütün kudret ve kuvvetimle onun hareketlerine mani olacağım. Son bir şey söylemem gerekirse: Bütün ruhum ve varlığımla sizinle beraber çalışmaktan başka bir düşüncem yok!" 12 Nisan'daki mesajında da artık Enverle işbirli­ği yapmasınm mümkün olmadığını vurguluyor ve son iki yıl için­de iki büyük hata yaptığını söylüyordu.

Mustafa Kemal için artık Enver defteri 1922'lerin ortalarına doğru kapanmaya başlıyordu. 9 Temmuzda Cemal Paşa’dan bir mektup daha aldı: Enver kendini Buhara emiri ilan etti.!

Enver Paşa talihsiz bir komutandı. Vatanı kurtarmak ve kah­raman olmak istiyordu. Ama vatanın batması ve hain damgası ye­mesi için ne lazımsa yaptı.

General Sami Sabit Kahraman'ın hatıralarına göte, henüz ip­ler kopmadan Enver Paşa ile Ankara arasındaki pazarlık sürüyor­du. Bazı kaynaklarda teyid edilen, bazılarının ise reddettiği bir ri­vayete göre Mustafa Kemal Ardahan Mebusu Hilmi Bey vasıtası ile Moskova'ya Enver Paşaya bir mektup göndererek üç konuda desteğini temin etmeye çalışmakta idi. Aslında olayda büyük ger­çek payı var. Çünki böyle bir mektup ele geçirilmiş ve böyle bir ki­şi de Trabzon'da yakalanmıştır. Ancak Mustâfa Kemal Paşa, o mektubun kendisine ait olduğunu reddetmiştir. Bu konuda farklı yorumlar sözkosudur. Mustafa Kemal'in eğer doğru ise sözü edi­len mektupta Enver Paşa'ya "îngilizlere karşı muhalefeti önleme­ye çalışın anlaşma umudumuz var" dediği belirtiliyor. Mustafa Kemal ayrıca adı geçen mektupta harp devam ettiği sürece Anadolu’ya gelmemesini, Türkiye'nin İngiltere ile mukavele ak­detmesi halinde Alemi İslam'ı bu anlaşma aleyhinde harekete ge­çirmeme aksine bunu kabul ettirmek için tavır koymaya çağırıyor­du. 1919 yılı sonlarında gerçekleşmesi gereken bu mektup, Mus­tafa Kemal'in çok erken vakitlerde İngiltere ile bir sulh umudunun bulunduğunu göstermektedir.

2 Temmuz 1921'de, İngiltere savunma bakanlığı, İstan­bul'daki İtilaf Orduları başkomutanı General Harrington'a bir tali­mat göndererek Mustafa Kemal’le yapacağı görüşmelerin çerçe­vesini bildirdi. 4 Temmuzda da Harrington, Mustafa Kemal'e şu mesajı gönderdi: "Zad devletlerinin görüşlerini dinlemek ve bun­ları incelemek üzere İngiltere hükümetine rapor vermek üzere ba­na yetki verildi Sizce de uygun ise gerekli hazırlığın yapılabilme­si için uygun gün ve saati lütfen bildiriniz. "6 Temmuz’da ise M. Kemal şu cevabî mesajt gönderecektir: "Bizim milli isteklerimiz,

ekselanslarınca bilinir. Milli topraklarımızın tam kurtuluşu ile milli sınırlarımız içinde siyasi, mali, iktisadi, askeri, hukuki ve kültürel tam bağımsızlığımız ilkesi kabul edildiği takdirde görüş­meye başlamaya hazır olacağımızı bildiririm"

Ankara'nın şöhreti bir anda bütün İslam dünyasına yayılmış­tı. Cemal Paşanın da etkisi ile 13 Temmuz'da Afganistan emiri Emanullah Han, Afgan ordusunu düzenlemek üzere Ankara'dan subay istiyordu.

16 Temmuz'da, Ankara Maarif Kongresi toplandı. Mustafa Kemal eğitim yolu ile yeni yetişecek gençlerin yeni fikirlerle donaulması gereğine inanıyor. Yeni maarif sistemi şekil ve öz itibarı ile köklü değişikliklere muhtaç! Mustafa Kemal herşeyi çok planlı ve kademeli bir şekilde uygulamaya koyuyordu. Muarızlan sade­ce onu eleştirmekle meşgul oluyorlardı. İnsiyatif her zaman Mus­tafa Kemal'de idi. Güç dengesini çok iyi biliyor, muhalif kanatta yeralanlann kaprislerini, hesaplarını yakından izleyerek onlan kendi içinde dengelemeyi beceriyordu. Her gün yeni bir gündem­le rakiplerini acze düşürüyordu. Ne zaman diplomasi, ne zaman kültür, ne zaman siyaset ve ne zaman ordu işlerinin ağır basacağı kestirilemiyordu.

25 Temmuz'da, Kazım Karabekir'in yeni oluşturulan Müdafaâ-i Hukuk grubu hakkında bilgi istemesi üzerine Mustafa Ke­mal şu cevabı gönderiyordu: "Bu günki TBMM, Müdafaâi Hukuk teşkilatının esas ilke olarak tesbit etmiş olduğu görüşler üzerinde ısrarla ve azimle yürümektedir. Grubumuz, bu teşkilatın progra­mını teşkil eden esas maddede izah olduğu şekilde memleketin tam bir bağımsızlık içinde barışa kavuşmasını temin gibi kısa ve kesin bir gaye ile kurulmuştur."

Bunun üzerine Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’e bir mek­tup göndererek, kendisinin Meclis'te oluşacak gnıblardan herhan­gi birisine girmemesi teklifinde bulundu. Ancak Mustafa Kemal cevabi mektubunda, Müdafaâi Hukuk Cemiyetinden ayrılması­nın düşünülemeyeceği, dolayısı ile Mecliste de aynı grub içinde yer almasının önemine değinerek, bunun kendisi için bir zorunlu­luk olduğunu ve "esasen grubun hemen hemen meclisin tamamına

yakın bir çoğunluğu içine aldığını" belirui. Müdafaâi Hukuk Gru­bunun teşkilinin hemen ardından Mustafa Kemal’in başkomutan­lığı konusu gündeme geldi. 5 Ağustos 1921'de Mustafa Kemal, TBMM Orduları Başkomutanlığına seçildi. Mustafa Kemal'in ta­lebi üzerine yetkileri 3 ayla sınırlandırıldı. Meclisin gizli celsesin­de yaptığı konuşmada "Meclisin sayın üyelerinin umumi surette tezahür eden arzu ve talebi üzerine başkomutanlığı kabul ediyo­rum." diyordu.

7 Ağustos'ta, Başkomutan Mustafa Kemal'in emri ile milli vergi emirleri yayınlandı. 11 Ağustosta ise, Mustafa Kemal Ame­rikalı gazeteci Lawrence Shaw'a verdiği demeçle özetle şöyle di­yordu: "Biz Türkiye'nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarma­ya çalışıyoruz. Allah'ın yardımı ve Türk milletinin yenilmez kuv­veti sayesinde gayemize erişeceğiz."

Aynı gün TBMM gizli celsesinde konuşan Mustafa Kemal, cepheye ve cephe gerisine üçer kişilik teftiş heyetleri gönderil­mesi nedeni ile sert bir konuşma yaptı. Özellikle İnönü savaşları ve cephelerle ilgili rivayetler üzerine mecliste bir tedbir olarak dü­şünülen Meclise bilgi verecek müfettişler konusu Mustafa Ke­mal’in canını sıkmıştı. Mustafa Kemal şöyle konuştu: "Ben görev yaparken şöyle böyle heyetlerle görevime müdahelc ettirmem efendiler! Bunda ordu için memleket için fenalıktan başka bir şey yoktur." 4 Ocak 1922'de TBMM gizli celsesinde konu yeniden gündeme gelince kendisine yöneltilen tenkitleri cevaplandırırken teftiş encümeni ile ilgili olarak şöyle diyecektir: "Orduya ait yap’ tığımız işleri kontrol için Meclisin bir encümen teşkil etmesin­de bir mahzur görmem. Fakat bu encümen benim başkanlı­ğım altında olur!"

14 Ağustos, Mustafa Kemal Milli Müdafa Vekiline bir telg­raf çekerek üç dört gün içinde meydan muharebesine girileceğin­den bahisle ordunun istifadesine verilecek tüm imkanın seferber edilmesini istedi. 12 Ağustos'ta attan düşerek kaburgasını kırmış olmasına rağmen çalışmalarım sürdürdü.

16 Ağustos'ta, İngiliz başbakanı Lloyd George Avam Ka­marasında yaptığı konuşmada özetle şöyle diyordu: "Kemalist

ayaklanmajı bastırmak için Anadolu’nun içlerine kadar İngiliz as­keri gönderilemediğine göre tek bir seçenek vardır, o da her iki ta­rafı sonuna kadar vuruşturmaktır."

Ankara'daki gelişmeler konusunda İngiliz Hükümetinde iki ayn görüşün hakim olduğu görülmekledir. Bir grub gelişmeleri sükunetle izler ve kendinden emin bir tavır sergilerken bir diğer grub gelişmeler karşısında kaygı duymakta ve tepki gösterilmesi­ni istemektedirler.

Ankara Hükümeti başından sonuna kadar itilaf devletlerinin asker ve mümessilleri ile çalışmamaya büyük özen göstermiş ve bütün dikkatlerini Yunan işgal kuvvetlerine, iç isyanlara yönelt­miştir.

Yunanistan'in İngiltere adına ve onların desteği ile Anadolu'ya çıkmasına karşın Ingiltere Ankara ile fiili bir çatışma­ya girmeme konusunda her zaman dikkatli davranmıştır.

18 Ağustos'ta, daha önce Amerikan mandasından yana olan Halide Edip, Mustafa Kemal’e bir mektup göndererek Kurtuluş Savaşı ile ilgili olarak görev istedi.

20 Ağustos'ta, Salih Paşa Roma'dan Mustafa Kemal'e bir mesaj göndererek, İngiltere'ye karşı direnmenin gereksiz ve tehli­keli olduğundan bahisle, elverişli şartlarda barış için ortamın mü­sait olduğundan bahisle, Rusya'ya yaklaşmanın ve batıyı ihmal et­menin bir felaket olacağını bildirdi ve vakit geçirmeden banşı sağlamak için bir temsilci gönderilmesini istedi.

23 Ağustos -13 Eylül arasında Sakarya Meydan Muharebesi yapıldı. 22 gün ve gece süren savaşın ikinci gününde Kral Konstanıin Daily Telpaph gazetesine verdiği demeçle şöyle diyordu: "Mustafa Kemal bu defa da savaşı kabul ederse, ordusunu ya yok edeceğiz, ya da esir. Ankara'ya girmeyi umuyoruz."

26 Ağustos’ta M. Kemal ünlü bildirisini yayınladı. "Hatlı sa­vunma yok, sathı savunma var. Varanın herkanş toprağı vatanda­şın kanı ile ıslanmadıkça terkolunamaz."

Bu emir, Mustafa Kemal’in Çanakkalede," Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" sözü ile büyük benzerlik göstermek­tedir. Aynı gün Musafa Kemal bazı mevzilerde gerilemeye baş­lanması dolayıst ile Ankara’ya gönderdiği mesajda, Meydan Sa­vaşının Ankara'ya kadar yayılma istidadı gösterdiğinden bahisle Meclis ve Hükümetin ilk etapta Kestin'e, oradan da mecburiyet halinde Kayseri'ye nakli ile ilgili talimatını vermiş, nakil işlemi­nin iki gün içinde sonuçlandırılmasını istemişti. Yunan taarruzu­nun püskürtülmesinin ardından bu emir durdurulmuştu.

Mustafa Kemal’in cephedeki gerileme üzerine büyük bir pa­niğe kapıldığı ve acil olarak Kayseri'ye gidilmesi gerektiğinde ıs­rarlı davrandığı, ancak karşılaştığı muhalefet sonucu, ölüm paha­sına cephenin tcrkcdilmemesi gerektiği noktasındaki ısrarlı bas­kılar karşısında son bir taarruz hamlesi ile düşmanın püskürtüldüğü çeşitli hatıratlarla bahsekonu edilmektedir.

2 Eylül günü Ahmet izzet Paşa Ankara'ya mesaj göndererek, Ankara Hükümetinin görüşlerini anlatmak üzere İstanbul'a bir temsilcisini göndermesini islemektedir. İstanbul Hükümeti geliş­meler konusunda bilgi sahibi olmak ve diyalog kurmak için gi­rişimlerini sürdürmektedir.

5 Eylül'de düşman ilerlemesinin püskürtülmesinden sonra, Mustafa Kemal cepheden Fransız kadın gazeteci Benhc Georgcs Gaulis'e bir mektup göndererek cephedeki duygularını ve zafer inancım bildirdi. 6 Eylül 1921'de de, M. Kemal, Batumda düzen­lenen İttihat ve Terakki konferansı ile ilgili olarak Konferansı dü­zenleyen Halil Paşa hakkında Kazım Paşa'ya bir telgraf göndere­rek "Halil Paşa hakkında uygun görülen işlemin uygulanmasını " istedi. M. Kemal, sözkonusu işlemin sorumluluğunu kendi üzeri­ne aldığını bildirdi!

12 Eylül'de Kral Konstantin bir bildiri yayınlayarak şu gö­rüşlere yer veriyordu. "Eğer M. Kemal harbe devam edecek olur­sa, 50. 000 kadar olan kuvvetini imha edecek ve her halükarda Ankara’ya gireceğiz" Yunan kuvvetleri 88. 000 tüfek, 300 top ve 1500 süvariye sahipti. Türk kuvvetleri ise 45.000 tüfek, 177 top ve 5000 süvari ile Yunan askerlerine karşı direniyordu. Türklcrin sa­hip oldukları tüfeklerin üçte ikisi Rus malı idi.

İngiliz.lcr'in ise İstanbul ve çevresinde 30. 000, Çanakkale bölgesinde 3000, Anadolu demiryolu güzergahında 5500, Musul

da 3000 loplam 41. 500 askeri bulunuyordu. Fransızların İstanbul ve Çaıalcadaki askerlerinin sayısı 24.000, Rumeli demiryolu gü­zergahında 1000, Çanakkale bölgesinde 4000 ve Adana, Tarsus, Mersun, Urfa, Maraş ve Antep çevresinde ise 20. 000 toplam 49.000 askeri bulunuyordu. İtalyanların ise İstanbul çevresinde 3900, Antalya, İsparta, Söke ve çevresinde 12. 000 ve AfyonKonya arasında ise 1500, toplam 17.400 askeri bulunuyordu. Toplam itilaf devletleri askeri gücü 107.900 ü buluyordu. Buna Yunan kuvvetleri ve bunlara yardımcı olan Ermeni ve Rum çete­cilerin katılması ile bu sayı 200.000 i buluyordu ki, bu da Milli kuvvetlerin dört katı bir askeri güç demekti.

Ama Kralın beklentileri gerçekleşmedi ve bir gün sonra Sa­karya Meydan Muharebesi kan ve can pahasına zaferle sonuçlan­dı. Mustafa Kemal bu zaferden dolayı TBMM-taltifnamesi ile tal­tif edildi. Zaferin ardından 14 Eylül'de, genel seferberlik ilan edil­di. Bu gelişmelerin ardından ismet ve Fevzi Paşa, Mustafa Ke­mal'e Mareşal ve Gazi Ünvanının verilmesini teklif ettiler. 19 Ey­lülde, Mustafa Kemal Mareşal oldu. Yeni Unvanı ile ismi şöyle "Maraşal Gazi Mustafa Kemal Hazretleri" Mareşallik rütbesi ve bu rütbe ile birlikte, kendisine büyük bir nakdi ödül verilmesi ko­nusu Ankara’da meclis kulislerinde değişik tartışmalara sebeb ol­du. İnönü zaferleri ve Sakarya Meydan muharebesinin sonuçlan Mustafa Kemal'e duyulan güveni artırırken, İnönü zaferleri, daha o zamandan, ikinci adamın kim olacağı sorusuna cevap teşkil ede­cek bir ortam meydana getirmişti.

29 Eylül'de, Mustafa Kemal, İngilizlerin beklenmeyen il­ginç karan ile ilgili olarak gizli celsede TBMM üyelerine bilgi verdi: "Son zaferi takiben hemen onun belirdiği günlerde Ingilizler bir yakınlaşma zemini aradılar ve bunun sonucu hemen bize hiç sormadan Malta'da bulunan tutuklulann tümünü bırakmaya karar verdiler. "

7 Ekim'de, 25 Eylül'de Malla'dan kaçarak Kuşadası'na gelen Ali İhsan Paşa l.Ordu Komulanlığı'na atandı.

13 Ekim’de, Güney Kafkas Cumhuriyeti (AzarBeycan, Gür­cistan, Ermenistan)ile Kars anlaşması imzalandı

20 Ekim 1921'de Ankara Anlaşması (Fransızlarla) imzalan­dı.

23 Ekim'de, Ankara hükümetini temsil eden Hamid Beyle, Sir Horace Rumbold arasında, esirlerin mübadelesine dair bir an­laşma imzalandı. Bu anlaşmalar artık İtilaf Devletlerinin resmen Ankara'yı tanıdıklarını ve Ankara ile iyi ilişkiler kurmak istedik­lerini gösteriyordu.

31 Ekim'de, Mustafa Kemal'in başkomutanlık görevi, ilk başta getirilen üç aylık sınırlandırmaya rağmen, 5 Kasım tarihin­den itibaren üç ay daha uzatıldı.

11 Kasım'da, General Harrington İngiltere hükümetine şu raporu gönderdi: İstanbul Hükümeti aracılığı ile Mustafa Kemal'e yaklaşmak konusunda iyimser değilim. Tek kaygum şudur ki, Mustafa Kemal Yimanlıların Anadolu'yu boşaltmaları ve Misak-ı Milli gibi aşın istekler ileri sürebilir" İngiliz Generalin, Ankara hükümetinin her fırsatta ifade ettiği bu gerçekleri özel bir bilgi imiş gibi İngiltere'ye ulaştırması bir İngiliz şakası olarak önem ta­şıyabilir.

13 Kasım’da, Mustafa Kemal mecliste oluşmaya başlayan ikinci kanatla ilgili olarak Kazım Karabekir'e bir telgraf gönderdi. Hatırlanacağı üzere ilk grub hareketini Mustafa Kemal başlatmış ve Müdafaâi Hukuk Grubunu oluşturmuştu. Bu grubun dışında olanların ayn bir grub oluşturmaları Müdafaâi Hukuka karşı bir ayrılık hareketi olarak görülecek ve kamuoyunda mahkum edile­cekti. Mustafa Kemal o günlerde bu grubun hemen hemen mecli­sin tümünü içine aldığım belirtiyordu. Ancak birinci grubtan ko­panlarla birlikte mecliste örgütlü bir muhalefet grubunun oluşma­ya başlaması üzerine Mustafa Kemal Kazım Karabekir'e gönder­diği mesajda bazı üyelerin milli davaya öncülük edenlerin nufuz ve itibarlarım ortadan kaldırmak, kabiliyetli ve namuslu askerleri yerlerinden etmek için gayret gösterdiklerini söylüyordu. M. Ke­mal dalıa sonra şu görüşleri öne sürüyordu: ".Bu ikinci grubun fa­aliyeti, kendilerince istenen neticeyi verirse doğacak vaziyet, or­dunun tamamen dağılması ve sonucunda vatanın tamamen mahvı demek olacağından bütün kuvvet ve kudretimizle bu fikirle mü­cadele edilmektedir. Bu mücadeleye şiddetle devam edilecek, memleketin harap ve perişan olmasına uzanacak bu cereyanı dur­durmak için gereken herşey yapılacaktır. Bununla birlikte söz.konusu azınlığın mecliste tehlikeyi gerektirecek bir kuvvet oluştur­ması şimdilik muhtemel değildir"

Grubçuluk hareketini Mustafa Kemal'in kendisi başlatmış olmasına rağmen, başkalarının grup oluşturma gayretlerini şid­detle mahkum eden Mustafa Kemal'in gerçek düşüncesinin Mec­listeki muhalefet kanadını tasfiye etmek olduğu bu mektubundan da anlaşılmaktadır.

3 Aralık'ta, Mustafa Kemal Fransız bayan gazeteci Gaullis’le yaptığı görüşmede söyledikleri de o günki düşüncelerini ifa­de etmesi bakımından hayli ilginçtir: "Ben panislamist değilim. Biz Türküz. Hepsi o kadar"

6 Aralık 1921'de, İngiliz yüksek komiseri Rumbold, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Gürzon'a bir mesaj gönderdi. "Mustafa Ke­mal, Misak-ı MİHİ'yi kabul ettirmeye gayret ediyor. Misak-ı Mil­liyi kabul ettirirse kurtarıcı olarak yıldızı parlayacak ve ileride Türkiye'nin kaderinde rol oynayacaktır!”

14 Aralık'ta da, İngiliz Genel Kurmay Başkanı İstanbul’dan çekilmenin doğru olacağı hakkında Sir Charles Harrington'a bir mektub gönderdi. Artık İngilizler yavaş yavaş toparlanmaya çalı­şıyorlardı. İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetleri, daha çok yerel halkın oluşturduğu çetelerle savaşmışlardı. Ankara'ya bağlı dü­zenli ordu ise Yunanistan'la savaşa girmişti. Yunanistan bu savaş­ta İngiltere’ye kalkan olmuştu. İngilizler Yunanistan'ı kullanarak Anadolu'yu ezmeye çalışmışlar, yer yer bu konuda Ermenilerden ve etnik ihtilaflardan yararlanmaya çalışmışlardı.

İngiltere’nin bu tavrı, İngiliz Kvam Kamarasında da sert tar­tışmalara sebeb olacaktır. Ama İngiliz siyaseti gelişmeleri çok ya­kından takip ederek, entcljansı sayesinde zor bir işi, en az risk ve mümkün olan en iyi şartlarla kapatmıştı. Artık ne bir imparatorluk vardı geride, ne de müslümanlan temsil eden bir hilafet merkezi. Koca bir imparatorluk küçük bir kara parçasına sıkıştınlmıştı. Bundan fazlasını yapma gücüne sahip değildi. Çünki milli şahlaniş, Ingilizlerin iştahlarını kursaklarına tıkayabilir, Ingilizler Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilirdi.

Bundan sonrası artık sulh masasında, siyaset masasında gö­rülecek işti. Petrol yataklarına kavuşmuşlar, İslam coğrafyasını 43 parçaya ayırmışlardı. Savaşın sonucundan herkes kendine göre bir pay çıkartmıştı. Ingilizler, Yunanistan, Fransızlar ve İtalya.. Ve Türkiye. Yıkılan imparatorluğun yerine yeni bir devlet doğ­muştu ve üstelik bu yeni devletin yönü baüya dönüktü. Türk, İtal­yan, İngiliz tek bir kardeş olma ülküsüne sahip yeni Avrupai bir Türkiye! Savaş bitmiş, banş içinde bir arada, bir bütün olarak ya­şama. ın yolları açılmıştı.

23 Aralık'ta Mustafa Kemal Fransız Mareşali Lyaute'ye, Milli Mücadele'de Türk davasına yaptığı hizmetlerden dolayı te­şekkür mektubu gönderdi. 24 Aralık'ta ise,TBMM'yi gizli celse­sinde Veliahd Abdülmecid Efendinin Meclis Başkanına gönder­diği TBMM’i tanıyan mektubu okundu .

1922

3 Ocak’ta, Fransız bayan gazeteci Gaulis Adanadan Mustafa Kemal’e bir mektub gönderdi. Bayan Gaulis sözkonusu mektu­bunda şöyle diyordu:" Avrupadaki şahsi nüfuzunuz günden güne artmaktadır. Daima iddia ettiğim gibi şahsınıza dayanacak olan gelecek barışın en önemli etkeni olacaktır." Mustafa Kemal iç ba­sına ve enfonnatik ilişkilere gösterdiği özeni aynı şekilde yabancı basma karşı da gösterdi. Yabancı gazetecileri kabul ederek onlarla uzun uzun konuşan Mustafa Kemal hakkında dış dünyada hemen her gün bir kaç haber ve yorum yayınlanıyordu..

7 Ocak’ta, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'un İngiltere dışişleri Bakanlığına gönderdiği Ankara ile ilgili raporunda: "M. Kemal her zamankinden daha güçlü durumda, Ankara hükümeü Türkiye'nin başkentini Anadolu'ya kaydırmak niyetinde! Türkler " Anadolu Türklerindir" düşüncesinde. Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz. Çünkü Anadolu'nun tam bağımsızlığını istiyorlar.

Rumbold 15 Ocak’ta yeni bir rapor göndererek, "Yeni barış öneri­lerini Mustafa Kemal reddedecektir, bunlar Padişaha kabul ettiri­lebilir'' demektedir.

11 Ocak’ta, Mustafa Kemal'in "Entransigeant" gazetesi mu­habirine verdiği demeç: "Türkiye barış şartları Misak-ı Millinin ilan günü olan 28 Ocak 1920 tarihinden itibaren bütün cihanca malumdur.”

1 Şubat 1922’de ise, M. Kemal, Meclisin talebi üzerine Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Musul'un kurtarılması için Revandiz bölgesine bir kısım kuvvet gönderilmesini onayladı.

4 Şubatta ise, M. Kemal'in baş komutanlık süresi 5 Şubat 1922'den itibaren ikinci defa üç ay uzatılmasına dair kanun TBMM’de kabul edildi! 5 Şubat ta ise, Harb Encümeni Mustafa Kemal in başkanlığında ilk toplantısını TBMM başkanlık odasın­da yaptı. Öğleden sonra da Mustafa Kemal’in vekiller heyeti top­lantısına başkanlık edişi. Başlangıçta cepheyi ve cephe gerisini denetlemek üzere kurulacak olan teftiş encümenine karşı çıkan Mustafa Kemal, bu encümenin kendi başkanlığında oluşturulma­sı halinde kabul edeceğini açıklamıştı. Sonunda Orduyu denetle­mek üzere oluşturulan encümenin başkanlığına da getirilen Mus­tafa Kemal icra vekilleri heyeti ile birlikte ordunun fiili denetimi­ne de sahip olmuş oluyordu. Zaten başkomutanlık yetki ve sıfatı ile güçlü bir konuma sahip bulunmakta idi. 16 Şubatta da, 1901 doğumlular silah altına alındı. Böylece askeri yetkiler ve güçlerde belli bir merkezde temerküz edilmiş oluyordu.

18 Şubatta, Kazım Karabekir, bir bakıma senato görevi ya­pacak, uzmanlardan kurulu yeni bir meclis teşkil edilmesi yolun­da yeni bir öneri gelirdi. Mustafa Kemal bu öneriyi 4 Mart’ta red­detti ve görüşlerini bir mektupla Kazım Paşa'ya iletti. Aynı tarihte Mustafa Kemal Bitlis şeyhi Abdülbaki efendiye, bölücü faaliyet­lerle ilgili olarak uyanık olunması gerektiğine ilişkin bir mektub gönderdi.

İki gün sonra da TBMM’de yapılan gizli celsede bazı millet­vekilleri Mustafa Kemal'e askeri durumla ilgili bir takım sorular yönelttiler.. "Ne oluyor, nereye gidiyoruz, bizi kim nereye götür­mek istiyor, meçhule gidiyoruz" şeklindeki eleştiriler üzerine Mustafa Kemal sert bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal taarruzun gecikme sebebi ile ilgili olarak şöyle diyordu: "Ordumuzun karan taarruzdur. Fakat taaarruzu tehir ediyoruz. Henüz hazırlığımız ta­mam değil. Yanm hazırlık ve tedbirle yapılacak taarruz, hiç taar­ruz etmemekten çok daha fenadır."

Mustafa Kemal TBMM tarafından taarruz konusunda sıkışUnhrken, zaman kazanmaya çalışıyordu. Mustafa Kemal bu ara­da soruna diplomatik çözüm bulmak çabası içindeydi. Şanslı bir konumda mücadeleyi başlatmak istiyordu. İtilaf devletlerine rağ­men bir zafer değil, mümkün olduğunca diyaloglarla yumuşatıl­mış bir mücadele zemini arıyordu. Ve beklenen gelişme kendili­ğinden ortaya çıktı! 24 Mart'ta, Dışişlerine vekalet eden Celal Bey itilaf devletlerinin mütareke teklifi notasını, Akşehirde bulunan Mustafa Kemal'e bildirdi. Bu notaya, 27 Mart’ta karşı bir nota ile cevap verildi. Mustafa Kemal bu cevabi notayı Sivrihisar'da ve­killer heyeti ile birlikte tesbit etti.

2 Nisan’da, Mustafa Kemal Paristen Madam Gaulisten bir mektup aldı. Madam Gaulis Mustafa Kemal’in beklediği müjdeli haberi veriyordu: "Burada vaziyet günden güne lehinize değişikli­ğe uğruyor gibi." İtilaf devletlerinin mütareke talepleri ile herşey bir anda yoluna girmeye başladı.

10 Nisan’da, Türk-Ukrayna Dostluk anlaşması nedeni ile Lenin'e mesaj gönderen Mustafa Kemal, bir yandan Avrupa devletleri ile iyi ve yakın ilişkiler kurmaya çalışırken aynı anda Rusları da memnun etmeyi ihmal etmiyordu. Şöyle diyordu, Lcnine gönderdiği mesajda Mustafa Kemal: "Rus dostluğu geçmişte olduğu gibi, her zaman TBMM hükümetinin temel politikası ola­caktır. "

5 Mayıs'ta, TBMM’de zorlu bir gün! Mecliste Mustafa Kemal'in 3 ay ile sınırlı olan başkomutanlık yetkilerinin uzatılma­sı etrafında gelişen tartışmalar, başkomutanlık yetkilerinin sınır­landırılması yönünde bir tartışmaya sebeboldu. Mustafa Kemal bu gelişmelerle ilgili olarak İnönü ile gizlice telgraf muhaberesi kurdu. Bir gün sonra da Meclisle gizli celsede konu tartışma gün­demine geldi. Mustafa Kemal TBMM üyelerine hitaben " Enbüyük vazifemiz siyaset yapmak değil, topraklarımızda bulunan düşmanı çıkartmaktır" dedi. Müzakereler sonunda Mustafa Kemal'in başkomutanlık yetkileri aynen kalmak kaydı ile üçüncü defa üç ay süre ile uzatıldı.

24 Mayıs'ıa, Mustafa Kemal Bayan Gaulis'in müjdeli mek­tubunu cevapladı: "Eski Fransız Türk dostluğunun kuvvetlenme­sini her iki tarafın gözden uzak tutmaması gerektiğini düşünü­yorum. ” Bir gün sonra da Paris’ten Franklin Bouillon M. Kemal'e bir mektup gönderdi: "Dostlarım ve ben engeller ne olursa olsun adaletli bir barışa ulaşmayı savunmaktan geri durmayacağız"

2 Haziran'da, Ali Fuat Paşa Moskova'dan Ankara'ya geldi ve Mustafa Kemal’le konuştu. Artık Sovyetlerle araya bir mesafe koymanın zamanı gelmişti, ama bunun açıklanması için daha za­mana ihtiyaç vardı. Bu arada Literary Digest'le Mustafa Kemal'le ilgili ilginç bir yazı yayınlandı. Yazıya göre "Mustafa Kemal bir İspanyol yahudisi idi. Ama artık İslam dinini seçmişti, Kur'anda yasak olduğu için de alkollü içkilere artık el sürmüyordu. " Musta­fa Kemal’in orjini batı basınının uzun süre merak ettiği konular arasında yer alacaktı. Mavi gözlü, san saçlı kişi kimdi? 1923 yılı Şubatında Time yine bu konuya değiniyordu "Mustafa Kemal Ya­hudi asıllı değil Türktür" diyordu. Bankların Ankara'ya ilişkin yo­rumlarında zaman zaman korkunç hatalar ve çelişkiler sözkonusu oluyordu. Ama o zamanlar batı ile iyi ilişkiler kurmak sözkonusu olduğu için pek tepki görmüyordu. İşin meraklıları bu konu ile il­gili olarak Ankara Üniversitesi tarafından yayınlanan "Atatürk, Cumhuriyet Türk Tarihi" kitabının 79. sayfasma bir göz atabilir­ler.

17 Haziran'da Mustafa Kemal İzmit’e geldi ve bir gün sonra da burada Claude Farrcrc ile görüştü 19 Haziran'da da Mustafa Kemal'le birlikte olan Farrere, 20 Haziranda TBMM başkanına barış dileklerini içeren bir mesaj göndererek Türkiye'den ayrıl­dı.

14 Temmuz'da, Mustafa Kemal Fransız Milli günü dolayısı ile Fransız elçiliğini ziyaret etti. Büyük taarruz öncesi bu gelişme-

ler son derece büyük öneme sahiptir. 16 Temmuzda, Mustafa Ke­mal Anadolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Grubu toplantısında ta­bii başkanlığa seçildi. Bir gün sonra da, Mustafa Kemal TBMM başkanlık odasında Fransız albayı Mougin ve Sovyet elçisi Aralov’la görüştü.

20 Temmuz, Mustafa Kemal'in üzerindeki başkomutanlık görevinin üç ay daha uzatılmasına ilişkin meclisteki gizli müzake­reler sırasında Mustafa Kemal artık bu yetki ve görevlere ihtiyaç kalmadığını bildirdi. Ancak müzakereler sonunda bu yetki ve gö­revlerin süresiz olarak Mustafa Kemal’in üzerinde kalması kabul edildi. Hatırlanacağı üzere bu yetkiler üç ayla sınırlı kalmak kaydı ile verihniş daha sonra bu süreler üçer aylık dönemler halinde uza­tılmış ve zaman zamanda bu yetkilerin sınırlandırılmasına ilişkin mecliste tartışmalar olmuştu.

Bundan sonra olaylar şöyle gelişti:

21 Temmuz’da Cemal Paşa Tifüste öldürüldü! 4 Ağustosta da Enver Paşa Buharada öldürüleceklir.Böylece Mustafâ Kemal büyük taarruz öncesi sınır dışındaki en büyük rakiplerinden de kurtulmuş olmaktadır. Arlık ne İstanbul rekabet edebilir kendine, ne de Enver Paşa, Ankara'daki İttihatçılar da en büyük dayanakla­rım yitirmiş durumdadırlar.

Ankara'da meclis teşkil edildiği günden bu yana 197 gizli oturum yapılmış. Artık gizli oturumlarda Mustafa Kemali sıkıştı­racak güçler giderek yalnızlığa itilmektedirler.

24 Temmuz’da Mustafa Kemal Konya'da General Towshend'i kabul etti. Üç gün sonra Gn. Towsend Ankara'dan bir rapor göndererek Ankara Hükümeti konusundaki görüşlerini bildire­cektir. Raporda şu görüşlere yer verilmektedir:" Türk Milli ordu­su güçlü ve etkili bir güce sahiptir. İngiltere hükümeti bunu anla­yamamıştır. Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bunu da anlamış de­ğiliz. Türk'ü Avrupa dışına, Anadolu'ya itmeye çalışmak çtfgınlıktır." Öte yandan İngiliz başbakanı Avam kamarasında yaptığı konuşmada "Mustafa Kemal büyük bir general ve yurtsever olabi­lir, ama müsliimanlann başı İstanbul’daki halifedir!" diyordu.

26 Ağustosta Büyük Taarruzu başladı.

30 Ağustos'ta, Büyük Taarruz zaferle sonuçlandı. Büyük Taarruz öncesinde Yurdun dört bir yanındaki generaller ve Anka­ra hükümeti ile yakın işbirliği içindeki Askeri Erkan bölgeye inti­kal ederek hareketin komuta merkezini oluşturmuş ve 4 gün süren büyük taarruzdan sonra zafere ulaşılmıştı. Bunu takip eden 9 gü­nün sonunda ise 9 Eylül'de İzmir kurtarılmıştı. Bu arada İngilizlerin Yunanistan'a daha fazla destek vermekten vazgeçmesi ve An­kara hükümeti ile yakınlaşma içine girme gayretleri dikkat çek­mektedir.

Mustafa Kemal İzmir'in kurtarılmasından sonra, İzmir'e ge­lerek burada yaşayan Rum halkına güvence vermiş ve bunun bir göstergesi olarak ta, ilk gün bir Rum meyhanesine giderek Rumlarla sohbet etmişti. Hatta, Venizelos'un burada hiç rakı içip içme­diğini sormuş, içmediğini öğrenince, "Acaba niçin İzmir'i almaya kalkıştı ki” diye espri yaparak aradaki gerginliği yumuşatmışa!

Yunanlı işgal kuvvetlerinin çoğu geldikleri gibi, İngiliz ge­milerine binip geri gitmişlerdi. Türk askerleri ise Yunanlıların ge­ri çekilmesinin ardından Adaları işgal etmemişler, Hatta Meis bile Yunanistan'ın işgalinde kalmıştı. Türkiye savaş sonrası Yunanistandan Savaş tazminatı da istemiyerek büyük bir dosduk göster­mişti.

Resmi tarihte belirtildiği gibi, İzmir'de Milli Mücadelenin ilk kurşunu bir dönme olan Haşan Tahsin tarafından sıkılmamıştı. Şehrin dört bir yanından silah sesleri geliyordu. Şehir meydanında da bir çok kişi aynı anda ateş açmışlardı. Hatta ilk ateşi açan köşe­den dönüp kaybolmayı başarmıştı. Aına bu işin şanı şöhreti de bir dönmeye kaldı. Oysa İşgal sırasında Yahudi, Rum ve Ermcnilcr Yunan kuvvetlerini alkışlayarak müslümanlar ve Türkler aley­hinde sloganlar atıyorlardı!

1 Eylül'de, Mustafa Kemal ünlü emrini verdi: Ordular ilk he­definiz Akdenizdir ileri! Aynı gün Mustafa Kemal millete, orduya ve TBMM'ne birer mesaj gönderdi. 2 Eylül'de, Yunan generali Trikopis esir edildi. 3 Eylül'de de Mustafa Kemal Uşak'a geldi.

Paris temsilcisi Ferit (Tek) Bey, Mustafa Kemal'e gönderdi­ği mesajda o günün heyecanı içinde şu mesajı gönderiyordu;

"Türkiye'nin büyük çocuğu, azmin vatanı esaretten kurtardı."

4 Eylül'de, İstanbul'daki İtilaf devletleri temsilcileri mütare­ke isteğinde bulundu. 5 Eylül'de Rumbold Gürzon'a gönderdiği raporunda şöyle diyordu: "İtilaf devletleri yüksek komiserleri Izmirde Kemalist Kuvvetlerle çalışmaktan sakınmak gerektiği ka­nısında!" 6 Eylül'de ise, Fethi Okyar Beyin Londra'dan gönderdi­ği mesajda, Ingillcrenin acele mütareke islediği belirtiliyor ve "Trakya alınmalı, azınlıkların değiştirilmesi, harp tazminatı, ül­kede yapılan tahriplerin tamiri istenmelidir” diyordu. Öle yandan İstanbul'daki İngiliz orduları başkomutanının İngiliz savunma ba­kanlığına gönderdiği mesajda ise "durum son derece kötü. Ateş­kes için kaybedilecek zaman yok, Yunan askerleri Anadolu'dan kaçıp kurtulmaktan başka bir şey düşünmüyor"deniliyordu.

Baülı ajans ve gazetelerin, yabancı misyonların Milli kuv­vetlere ısrarla "Kemalisllcr" adını vermesi dikkat çekici bir özel­lik taşımaktadır.

7 Eylül'de, Mustafa Kemal, Hindistan müslümanlannın gönderdiği paradan yüzbin lirayı Salihli'de zulme maruz kalan köylülere dağıttı. Aynı gün Fransız General Gouraud, Albay Mouigin aracılığı ile Mustafa Kemal'i 30 Ağustos zaferinden dolayı tebrik etti! İtilaf devletleri centilmence bir tavırla Mustafa Kemal'e karşı iyi niyetlerini, işbirliği arzularını bu şekilde ifade etmiş oluyorlardı. Yoksa Ytınan işgalinin örgülleyicilerinin Yu­nan kuvvetlerinin yenilmesi karşısında bu tür davranışının başka ne sebebi olabilirdi ki!

8 Eylülde, Fethi Bey Roma'da İtalyan Hariciye Bakam ile görüşlü. 9 Eylülde de Türk orduları İzmir'e girdi. Mustafa Kemal bir gün sonra öğleden sonra İzmir'e geldi. 12 Eylül'de ise İngilte­re'nin İngiliz başkonsolosu Harry Lamb Ankara hükümeti ile İn­giltere arasındaki ilişkiler konusunda Mustafa Kemal'le bir görüş­me yaptı. Bu arada Akdeniz’deki İngiliz filosu başkomutanı, Mus­tafa Kemal'e Ankara hükümetinin tngilizleric karşı bir harp halin­de olup olmadığını sordu. Mustafa Kemal ise aynı gün İzmir'e ge­len İngiliz Daily Mail gazetesi muhabirine şöyle diyordu: "Bu son taarruzu islemedim, fakat Yunanlıları Anadolu’yu terke zorlaya­cak inandırıcı başka bir yol yoklu." Mustafa Kemal bu mülakatın­da da taarruz yanlısı olmadığını, soruna barışçı bir çözüm bulmak konusunda ısrarlı davrandığını ifade etmektedir.

İngilizlerle savaş halinde değildik. Peki ya Yunanistan ki­min adına savaşıyordu!.. tngilizlerin adına!

Mustafa Kemal İzmir'den büyük zaferle ilgili Millete bir be­yanname yayınladı, ve 13 Eylül günü de, batı dünyası ile hemen dostça ilişkilere girdi. Azınlıklara güven duygusu verecek bir yaklaşım sergiledi. 13 Eylül’de Mustafa Kemal'in Amiral Brock'a gönderdiği cevabı mesajda da bu yaklaşım ifadesini buluyordu: "her iki hükümetin uygulanagelen şekillere uyarak siyasal ilişki­ler kurabileceklerini bildirmekle şeref kazanmaktayım."

M. Kemal aynı gün İzmir'de Amerikalı gazeteci Ricbard Eaton'a şöyle diyordu: "Ben İngilizlerle değil Yunanlılarla harb edi­yorum. Yirmidört saatte en iyi kıtalarımı Trakya'ya geçirmeye ye­tecek nakliye gemilerim de mevcuttur. Bu askerler bir işaretimi bekliyorlar."

14 Eylül'de, Rumbold'un Gürzon'a raporu: "Savaşan tarafla­rın birbiri ile teması kalmadı. Konferans çağrısı için şimdi en uy­gun zamandır... Mustafa Kemal’in ikinci hedefi Trakya'dır. Kon­ferans olmazsa Trakya'ya geçmeye çalışacaktır. Gecikirsek güç durumda kalırız. "

15 Eylül’de, İngiltere Kabinesi’nde çetin bir tartışma patladı. İngiltere Hükümeti. Ankara Hükümeti'nin, Müttefik Kuvvetleri İstanbul'dan çıkarmasını önlemek için gerektiğinde kuvvet kulla­nılmasına karar veriyordu. İngiliz kabinesi Osmanlı Devletinin geleceği ve Ankara Hükümeti konusunda tam bir mutabakat sağ­lamış değildi. İngiltere'nin şark siyasetini daha çok İngiliz enteljansı belirlediği için gelişmelerle ilgili olarak bilgiler ve belgeler yeteri derecede açıkça tartışılamıyordu. Bu da çeşitli tedirginlik­lere. yorum farklılıklarına neden oluyordu. Bazı konularda ise ciddi kaygılar sözkonusu idi.

Bu gelişmelerden bir gün sonra İngiliz Kabinesi tarafından itilaf devletleri olarak Çanakkale'nin tarafsız bölgesine karşı bir müdahclcde bulunmaması hakkında Mustafa Kemal'le temasta

bulunma kararı alındı. Aynı gün İngiliz Savunma Bakanlığı İsıanbul'daki komutanlığına bir mesaj göndererek, kabinenin iki tümen daha göndermek sureti ile Mustafa Kemal'e gerektiğinde karşı koyulmasını bildirecektir.

Öte yandan Ingiliz Hükümeti doğu konferansı ile ilgili çalış­malara başlanması karan aldı. İngiliz Yüksek Komiserinin Lond­ra'ya gönderdiği mesajda ise, İstanbul Hükümetinin tezelden bir konferans toplanması yolundaki umudu belirtildikten sora, Padi­şahın Ankara kuvvetlerinin İstanbul'a yaklaşmasından kaygı duy­duğunu, Padişahın geleceğinin karanlık olduğunu, zafer’den son­ra Vahdeddin in Mustafa Kemal'i kutlamayı reddettiğini duyuru­yordu.

18 Eylül'de, bir savaş gemisi ile İzmir'e gelen Fransız yük­sek komiseri General Pelle, Mustafa Kemal’le görüştü. İstanbul'­daki İngiliz Ordulan Başkomutanı Londra'ya gönderdiği bir ra­porda kararlı bir tutumla Mustafa Kemal'in caydırabileceğini be‘ lirterek Çanakkale'deki mevzilerin güçlendirildiğini ifade ediyor­du. İngiliz kabinesi ise Mustafa Kemal'in Trakya'ya kuvvet çıkar­masının önlenmesi yolunda bir karar alıyordu. Aynı gün Mustafa Kemal Yakub Kadri'ye verdiği mülakatında, Milli Mücadelenin birinci safhasının kapandığım, şimdi sıranın ikinci safhaya geldiğini söylüyordu.

19 Eylül'de, Mustafa Kemal İstanbul Edebiyat Fakültesinde fahri profesörlüğe seçildi. 20 Eylül'de General Harrington Musta­fa Kemal'in Çanakkale’ye saldırma ihtamalinden sözeden bir ra­poru Londra'ya gönderirken, Parist'e, Fransa Başbakanı ile görü­şen Lord Gurzon Mart ayından beri Mustafa Kemal'i konferansa getirmek için harcanan çabaların boşa gittiğini belirtiyordu. İki gün sonra da Fransız Başbakanı, Gürzon'a şöyle diyecekti: ". . Mustafa Kemal onları frenlemeye çalışıyor. Çaüşmayı önleme­nin tek yolu Mudanya konferansını başlatmaktır. "Bu ifadeler, 7 aydan bu yana, konferans konusunda İngiltere ile Mustafa Kemai arasında bazı temasların kurulduğunu göstermektedir.

Mustafa Kemal, 24 Eylül'de Celal Nuri'ye askerlerin heye­canı ile ilgili olarak şu bilgileri veriyordu: "Askere istirahat emre-

diyorum, asker dinlemiyor ve İzmir'de istirahat ederiz karşılığı ile cenk ediyorlar.."

22 Eylül'de Harrington Londra'ya şu raporu gönderdi: ".. Mustafa Kemal tarafsız bölgeyi çiğnememe kararını bugün vere­cektir, sanırım. Çiğnerse karşısında İngiltere ve Dominyonlarını bulacağım açıkça kendisine duyurdum! "İki gün sonra da Türk Kuvvetleri Çanakkale'de tarafsız bölgeye girdiler. İngiltere karşı koyma konusunda Dominyonları ile görüştü ve bir gün sonra da Türk Kuvvetleri karşısında gerileyerek daha dar bir bölgeye sıkış­tılar. 25 Eylül'de İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold Londra'ya gönderdiği yazılı mesajında iki bin kişilik bir Türk süvari birliği­nin Erenköy'de göründüğünden bahisle, bunları tarafsız bölgeden geri çekmesini Mustafa Kemal’e duyurduğunu, aksi halde Harrington’un bunları geri çevireceğini bildirdiğini söylüyordu. Ha­mil Bey ise İstanbul'dan gönderdiği telgrafta" General Pelle'nin iki bin süvarimizin Erenköy'den geri çekilmesini rica ettiğini" bil­diriyordu. 26 Eylülde Mustafa Kemal Chicago Tribün muhabirine verdiği demeçte kapitülasyonları tanımadığını ve Misakı Milli'de ısrarlı olduklarını vurguluyordu. Aynı gün Harrington, Türk kuv­vetlerinin tarafsız bölge dışına çekilmesi ile ilgili olarak M. Kemal'e bir telgraf gönderdi. Mustafa Kemal ise cevabî mesajında şöyle diyordu: "Tarafsız bir bölgenin şimdiye kadar TBMM ile müttefik hükümetler arasında kararlaşünlmış olduğundan habe­rim yoktur. Süvarilerimizin ve kıtalarımızın harekâü mağlup Yu­nan ordusunu takip harekâündan ibarettir. "

27 Eylülde, Harrington, Mustafa Kemal'e Yunan orduları­nın İstankıl'dan ayrıldığını bildiren bir telgraf gönderdi. Harring­ton sözkonusu telgrafında şöyle diyordu: "Arzum çatışmaktan ka­çınmaktır. Arzu ederseniz sizinle görüşmeye hazırım” Aynı gün Fransız hükümeti de Mustafa Kemal'e askerlerini geri çekmesi gerektiğini duyurdu. Bu olaydan bir gün sonra, Mustafa Kemal Harrington’a şü mesajı gönderdi: "Siz de Fransız ve tlalyanlar gibi Asya sahillerindeki kıtalarınızı geri çekmeye haza olduğunuz takdirde boğazlar'sahilinde bulunan kıtalarımıza yavaş yavaş geri çekilmeleri ve yalnız mülki idare ile polis örgülünü düzenlemekle

yetinmeleri hususunda emir vermeye hazırız "Bu arada Mustafa Kemal Fransız Doğu donanması komutanı Amiral Dumesnil'e ce­vabi bir mesaj gönderdi. Ve aynı gün İzmir'e gelen Fransız diplo­matı Franklin Bonillon ile görüştü. Londra hükümeti ise İngiliz Yüksek Komiserliğine gönderdiği bir talimatta: " Mustafa Kemal tarafsız bölgeden çekilmezse Yunan donanmasının da Marma­ra'yı ve Çanakkale boğazını kullanmasına iuzin verilecektir. Bunu Ankara'ya duyurunuz" deniliyordu. 29 Eylül de İngiltere hükü­meti, Türklerin sözkonusu bölgeden çekilmemeleri halinde ateş açılması konusunda General Harrington'a talimat verdi. Aynı gün Ankara hükümeti Mudanya Mütarekesi ile ilgili itilaf devletleri­nin 23 Eylül tarihli notasını cevapladı veMütarekc'nin 3 Ekim'de yapılmasını istedi"O gün Fransız Diplomat Bouillon, Fransız baş­bakanı Poincare'ye gönderdiği telgrafta, Mustafa Kemal'le 4 saat görüştüğünden bahisle: * Mustafa Kemal'in durumu güç, askerle­rini zor zabtediyor" diyordu. O gece Mustafa Kemal İzmir'den Ankara'ya haraket etti. 2 Ekim'de Ankara'da coşkun gösterilerle karşılanan Mustafa Kemal Ankara'Iıların fahri hemşerisi ilan edildi ve 3Hcim'dedeMudanya Konferansı başladı. Mustafa Ke­mal 4 Ekim'de meclisle gizli celsede yapuğı konuşmada Mudanya ' konferansı ile ilgili olarak şöyle diyordu: "Mudanya Konferansı ister müsbet, isler menfi sonuçlansın, biz bir an evvel barış masa­sının başına geçmeliyiz". O gün Ankara'da, Vakit gazetesine ver­diği demecinde ise aynı güven ve emniyetle konuşuyordu: "Milli emeller dahilinde banş elde edilecektir. Elde edilişi yakındır"

5 Ekim'de, Mustafa Kemali içişleri bakanı ile birlikte Albay Mougcn'i ziyaret etli. Bir gün sonra da Fransız diplomat Franklin Boillon'a cevabi mesajı: "Dostça çalışmalarınızdan müsbet bir ne­tice çıkacağından kuvvetle ümiıvanm’ Aynı gün Mustafa Kemal'in İnönü'ye talimatı: "Trakya'nın boşaltılarak bize teslimi belli olmayan bir zamana tehir edilemez" Bu arada konferans he­yetine başkanlık eden İnönü sık sık Mustafa Kemal'i arayarak ge­lişmeler hakkında rapor veriyordu. Bu bilgiler ışığında 9 Ekim ta­rihti gizli celsede Mustafa Kemal şöyle diyordu: "Görülüyor ki Trakya’yı bize vermek istemiyorlar. Ve gelecekte temin etmek is-

(edikleri muhtevaya şimdiden bir şekil vermek istiyorlar. Halbuki bizim isPaşadiğimiz Trakya ve İstanbul'un doğrudan doğruya bi­zim hükümetimize teslim edilmesidir, " Aynı gün İsmet Paşa Mustafa Kemal'i arayarak, Fransızların bütün kuvvetleri ite İngi­liz’leri desteklediğini söylüyordu. Franklin Bouilton ise Mustafa Kemale gönderdiği mektubunda: "İngiltere'nin konferanstan ön­ce yapabileceği herşeyi. yaptığını hissettiğini" söylüyordu. 10 Ekim’de Mustafa Kemal herşeye rağmen kesin talimatını verdi: "Sözleşmeyi imza ediniz!” Mustafa Kemal aynı zamanda Mudanyada bulunan Fr. Diplomat Bouillon’a şu mesajı gönderiyordu: "Fransız dostlarımızın Türkiye’nin belli haklarından fedakarlıkta bulunmasını isıcyici hareketlerini yorumlamakta güçlüğe uğruyonım. "Anlaşılan Mustafa Kemal de, itilaf devletleri ıcmsilcileride özel mülakatlarda belirtilen konularla ilgili olarak şimdi daha farklı düşünüyorlardı. Ama yine de Mustafa Kemal barışı müm­kün kılacak bir anlaşma konusunda kesin talimatını vermekten çe­kinmedi ve daha önce değişik vesilelerle ifade ve isbat ettiği iyi ni­yetini bir kez daha ortaya koydu! Ne 1 ngilizler, ne de Fransızlar hiç bir zaman Mustafa Kemal'le doğrudan kinci bir üslupla karşı kar­şıya gelmeyi denemediler. Aynı şekilde Mustafa Kemal de her za­man onları dost gibi gördü. İşgal kuvvetleri yetkililerini bile dost­ça kabul etti. Ve Türkiye her zaman banşm sağlanmasında her tür­lü kolaylığı gösterdi.

Mustafa Kemal Bouillon’a gönderdiği ikinci mesajda barış konferansının İzmirde yapılmasını, Fransadan bu yönde temas­larda bulunmasını isteyecektir.

i 1 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkes antlaşması imzalandı! Mustafa Kemal bir bildiri ile sonucu bütün Müdafa-i Hukuk Ce­miyetlerine bildirdi. Bu sonucu kazanılan büyük zaferin ilk önem­li siyasi sonucu olarak ilan etti.

Bu arada General Harrington'a bir mesaj gönderen Mustafa Kemal bu mesajında şöyle diyordu: "Barış için sarfedilcn gayret­lerin başarı ile neticelenmesini, bütün insanlık adına arzu ve ümid etmekteyim"

16 Ekim'de Mustafa Kemal Bursa'ya geldi ve bundan sonra

ilim, maarif ve iktisada önem vereceklerini açıkladı ve üç buçuk yıl süren mücadeleden sonra şimdi bu sahalarda mücadelenin de­vam edeceğini açıkladı. Musiafa Kemal'in Bursa'ya gelişinden bir gün sonra Sadrazam Tevfik Paşa yakında toplanacak barış konfe­ransın da Ankara ve İstanbul temsilcilerinin birlikte katılması tek­lifi ile Mustafa Kemal'e bir yazı gönderdi. Ancak 18 Eylül'de Mustafa Kemal bu mektuba verdiği cevapta "TBMM ordularının kazandığı bu zaferin tabii neticesi olarak toplanması yakın olan barış konferansına Türk devletinin yalnızca ve ancak TBMM hü­kümeti tarafından temsil olunacağım" bildirdi.

19 Ekim'de Mustafa Kemal, iki önemli sürprizle karşdaştı: Latife Hanımın İzmir'den, Salih Bozok'a Mustafa Kemal'e ilanı aşkını bildiren mektubu. Ve İngiltere parlementosunda yoğun eleştiriler alan Lloyd George'nin istifası. Loyd George avam ka­marasındaki konuşmasında şöyle diyordu: "Arkadaşlar, asırlar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakınız ki o büyük dahi çağımızda Türk ulusuna nasip oldu ve bizim karşımıza çıktı. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi!"

24 Eylül'de Mustafa Kemal United Press Ajansı'na verdiği demeçte, uygarlık yolunda yürümeye devam edeceklerini bildire­cek ve 27 Ekim'de Bursada yaptığı konuşmada ise "Milletimizin siyasi, ve içtimai hayatında milletimizin fikri eğitiminde de rehbe­rin ilim ve fen olacağını" ifade ediyordu. O gün önemi anlaşılma­yan bu sözler önemli bir anlam taşıyor ve muhtemel bir takım ge­lişmelerin ilk sinyalini veriyordu. Henüz Mudanya Müterakesinin mürekkebi kurumadan ve daha Ankara'ya dönerek gelişmeleri müzakere etmeden verilen bu sinyalin gerçek mahiyeti Bursadan Ankara’ya döndükten bir gün sonra TBMM Müdafaâ-i Hukuk Grubu'nda yaptığı konuşmada kendisini gösterecekti: Osmanlı saltanatı kaldırılacaktı ve ilk adım olarak Hilafet saltanattan ayrı­lacaktı! Mustafa Kemal'de çok önceden oluşmuş bir fikirdi bu. Aylar önce Kazım Karabekir Paşa bu konudaki kaygılarını şöyle ifade ediyordu. Daha doğrusu Kazım Paşa nın bir başka kaygısı Mustafa Kemal'in hilafet makamını ele geçirerek kendini halife ilan etmesi ile ilgili idi. Kazım Paşaya göre İngilizler ısrarlı bir şe­kilde Anadolu'da bir Cumhuriyet ilân edilmesini fikrini Mustafa Kemal'e empoze ediyorlardı.

Kazım Karabekir'in "İstiklal Harbimiz" isimli kitabının 1040. sayfasındaki konu ile ilgili hatırat şöyle: "İzzet Paşa'nm mektubuna göre, daha şimdiden Mustafa Kemal Paşa'nm Cumhuriyet tesis edivereceği hakkında korkular uyanmıştı. Benim endişem ise Hilafet ve Saltanat makamına bir zaferden sonra çıkıvertnesi idi. İngilizlerin bu gibi işlerde aracılar kul­lanarak, zaferden önce milli ayrılıklara sebeb olacak teşeb­büslere teşvik etmeleri pek kuvvetli idi. Nitekim 16 Mart 1920 olayından önce Ravvlinson bir an önce Anadolu’da Cumhuri­yet ilan etmekliğimizi teşvik ediyordu!”

1 Kasnn’da Mustafa Kemal'in söyledikleri gerçekleşti Salta­nat kaldırıldı ve Hilafet saltanattan ayrıldı. Karar Sultan Vahdeddin'e Yıldız Sarayı'nda Refet Paşa tarafından tebliğ edildi. Tam Mudanya mütarekesinden 20 gün sonra.

Görüldüğü gibi Ankara'da teşkil olunan hükümet, bir yan­dan düşmanla savaşırken, öte yandan aynı titizlikle İstanbul'a kar­şı da sistemli, planlı bir muhalefet hareketi yürütmüştür. O günle­rin yoğun zafer heyecanı içinde Saltanatın kaldırılması Ankara hükümetine muhalefet odaklarına karşı daha rahat hareket etme imkanı sağlamıştır.

17 Kasım 1922 Vahdeddin İstanbul'dan ayrıldı. Malta üze­rinden Roma’ya gitti. Yahudiler tabutuna haciz koydular ve yok­sulluk içinde öldü. Giderken Hâzineden hemen hemen zati eşyala­rı dışında hiç bir şey almadı. Son anda yolda okumak için istediği Kur'anı Kerimin altın bir mahfaza içinde olduğunu öğrenince Ko­madan, altın mahfazayı Bcytülmale ait olduğu için İstanbul'a geri iade etti.

Mustafa Kemal İstanbul'da bulunan Refet Paşa'ya bir mesaj göndererek Vahdeddin'in İstanbul'dan ayrılması üzerine İngilizİcrin ve başkalarının saraydaki emanetleri almamaları için tedbir alınmasını istedi.

18 Kasım'da, Hilafet makamı, Halife'nin yetkileri ve Biat konularında TBMM gizli celsesinde şiddetli tartışmalar oldu. So-

nüçta Abdülmecid efendi TBMM'nin aldığı bir kararla halife se­çildi. Ingilizler Sevr anlaşması ile Hilafet ve saltanatı kendi elle­rinde bir silah gibi kullanmak istiyorlardı. Ankara hüküıheıi ise saltanatı tamamen ortadan kaldırarak Hilafeti saltanattan ayırarak kendisi için daha bir sûre kullanma yoluna gitti. Mustafa Kemal bu karar üzerine İstanbul'da bulunan Refet Paşa'ya bir telgraf gön­dererek Halife ile ilgili bazı talimatlar verdi: "Abdülmecid efendi Halife-i Müslimınunvanını kullanacaktır. Bu Unvana başka sıfat ve kelime ilave edilmeyecektir. Alcm-i İslama duyurmak üzere yayınlayacağı bildiride Türkiye devletinin ve Büyük Millet Mec­lisinin ve Hükümetinin hususi niteliği ve idare şeklinin Türkiye halkı ve bütün alemi İslam için en faydalı ve en uygun olduğu anı­lacak ve belirtilecektir” Mustafa Kemal'in bu tamimi ile, Halife Hükümet nezdinde bir memur konumuna getirilmekte idi. Hilafet elbisesi arkasında Ankara hükümetinin'meşruiyeti ve bu örneğin Alcm-i İslama kabul edinirilmesi yönünde bir propaganda aracı olarak kullanılması düşünülüyordu. Ancak bu fonksiyonu tam olarak yerine gelücmeyince, halta aksine davranışlar ortaya çıkın­ca bu makam tümden lağvedilecektir.

19 Kasım'da da Abdülmecid efendiye halife seçildiği res­men bildirildi. 20 Kasım'da Halife, ünvanı ve kıyafeti ile ilgili bir talepte bulundu ise de Mustafa Kemal gönderdiği bir yazıda bun­ların bazılarının kabul edildiğini ve bazılarının ise kabul edilmedi­ğini belirliyordu. .

Bir gün sonra da Lozan Konferansı toplandı. Bu konferansın gerçekleşmesinde ve sonuçların kesinleşmesinde bir Osmanlı Yahudisi olan Haim Naum Efendinin büyük gayretleri olacaktır. Haim Elendi daba sonra, Lozan'daki hizmetlerinin ardından Nası­ra danışmanlık yapacak ve Mısır'a yerleşecektir.

Lo/.an Konferansının açılış töreninin yapıldığı gün Mustafa Kemal Büyük Zaferi kutlayan TOrkocağı genel sekreteri Dr. Fethi’ye gönderdiği cevabi mesajda, "yeni Türkiye'nin istinatgahı olan millet ve milliyet fikrinin gelişmesi için yıllarca başan ite tel­kin ve yayında bulunmuş olan Türkocağı'nın milli zafer dolayısı ile gönderdiği kutlamalara teşekkür” ediyordu.

Türkocağı, yeni Türkiyenin yapılanmasında Önemli bir rol oynayacaktır. Türkçülük cereyanının kökleşip yayılması için Osmanlı döneminden beri büyük bir gayret ve disiplin içinde çalışan Türkocaklannın yerini daha sonra Halkevleri alacaktır.

Türkocaklannın o günkü konumu, bir bakıma milli bir ma­son örgülünü andırıyordu. Esas kuruluşu itibarı ile Osmanlı lopiumunda milliyet fikirlerini yaymak olan azınlık mensuplarının desteğinde şekillenen Türkocaklan, yeni hükümet dönemindeki programı Kemalist doktrinle bütünleşecektir.

Daha Mudanya Mütarekesinin üzerinden 20 gün geçmeden hilafet kaldırılmış, hilafetin kaldırılmasının üzerinden 20 gün geç­meden Lozan Konferansı çalışmalanna başlanmıştı. Üç ay sonra da 17 Şubat 1923’de İzmir İktisat Kongresi toplanarak, yeni Türk devletinin iktisadi yapısının inşasına girişilmiş ve uzun süren mü­zakerelerin ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan Anlaşması imza­lanmıştı.

21 Kasım 1922'de yeni bir kriz ortaya çıktı. Üç milletvekili­nin yeni seçim yasası ile ilgili teklin ortalığı karıştırdı. Teklife gö­re, milletvekili seçilecek kişilerin o bölgede beş yıldan az oturma­mış olması öngörülüyordu. Mesela daha önce ilgisiz kişiler ilgisiz yerlerden milletvekili olarak atanabiliyordu. Hatta hiç gitmedik­leri görmedikleri, bilmedikleri, tanımadıkları yerlerden bile mil­letvekili olarak atanabiliyordu. Bunun önüne geçmek için verilen yasa teklifi, bir yerde Mustafa Kemal'i de hedef alıyordu. Eğer teklif yasalaşacak olursa Mustafa Kemal milletvekili olamaya­caktı. Dolayısı ile bütün yetkilerinden mahrum olacaktı. Çünkü Mustafa Kemal'in doğduğu yer sınırlarımız dışında idi ve beş yıl da sürekli hemen hiç bir yerde oturmamıştı.

Tabii ki teklif reddedildi. Ancak Mustafa Kemal mecliste çok sert bir konuşma yapu, arkasından da 6 Aralık ta parti kurma fikrini açıkladı. "Halk Partisi" adında, halkçılık prensibine dayalı bir pat ti kuracaktı. Bu arada Mustafa Kemal ve Ankara'daki geliş­meler hakkında yabancı basında arkası arkasına yazılar ve yorum­lar yayınlandı.

26 Anılık'ıa Mustafa Kemal İnönü'ye gönderdiği mesajda

ona moral veriyordu: "Parlak bir zaferle şerefli dönüşünüzü düşü­nerek avunmaktayım. Orada kazandığın saygın yeri ve cihana gösterdiğin kudret, zeka ve liyakati mutlu bir şekilde seyrediyo­rum" Mustafa Kemal bu mesajı gönderdiğinde, henüz Lozan Konferansı toplanalı 5 gün olmuştu. 40 gün sonra ise Kongre ça­lışmalarına ara vermek zorunda kalacaktı.

1923

Yeni yılın ilk günü, eski bir dosttan Mustafa Kemal'e gelen övgü dolu bir mesaj. Claude Fcrrere Paris'ten yazıyor: "Zatı dev­letlerinizin şunu bilmelerini arzu ederim ki, bütün Fransız milleti­nin kalbi, bePaşakalbim gibi sizinle beraberdir. Bütün kalbim, sa­dakat ve samimiyetimle zatı devletlerinize bağlıyım Paşa hazret­leri. "

Mustafa Kemal düşmanlarının bile kalbini fethetmeyi ba­şarmışa. Hatta orduları savaşan bir milletin bile kalbini felhetmişti. Ferrere'nin söyledikleri Bey göre "oğulları Türklerle savaşan Fransız balkının kalbi Ankara’da atıyordu!"

4 Ocak’ta, Mustafa Kemal AzarBeycan Elçiliğinde evlen­me kararını açıkladı. Türk halkına örnek olacak yeni bir aile hayatı için ilk adımı yakında atacaktı. 1

14 Ocak’ta, Mustafa Kemal'in annesi İzmir'de vefat etti. Ay­nı gün Mustafa Kemal Halk Partisi'ni kurma kararlılığını bir kere daha teyit etti bir gün sonra ise Eskişehir'de yaptığı konuşmada barış kararlılığını vurguladı. Annesinin vefat haberini de burada öğrendi. Mustafa Kemal ancak 27 Ocak’da İzmir'e gelerek annesi­nin kabrini ziyaret edebildi. Annesinin mezarı başında Mustafa Kemal şöyle diyordu: ."Burada yatan annem, zulmün, cebrin, bü­tün milleti felakete götüren bir keyfi idarenin kurbanıdır. " Bu en acılı gününde annesinin ölümünden bile Osmanlı yönelimini so­rumlu tutması, içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi ifade etmesi bakı­mından oldukça ilginçtir. Ancak, aynı günlerde Mustafa Kemal itilaf devletleri hakkında daha ılımlı düşünüyordu.

Aynı gün İzmir'de Bulgar konsolosunu kabul eden Mustafa Kemal İzmir belediyesince düzenlenen bir toplantıda yaptığı ko­nuşmada: "Bu haşan yalnız benim eserim değildir. Ve olamaz. Bu başarı bütün bir milletin karar ve imanı ile çalışmasını birleş örme­sinin neticesidir”

M. Kemal bir gün sonra Bulgaristan'ın Edime Konsolosu ile İzmir’de bir görüşme daha yapa.

22 Ocak'ta Bursa'da Şark Sineması'nda konuşan Mustafa Kemal yeni Türkiyenin temellerini şöyle açıklıyordu: "İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapa­maz, bü millet ki heykel yapamaz, bir millet ki tekniğin gerektir­diği şeyleri yapamaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.''

29      Ocak. Mustafa Kemal Latife hanımla evlendi!

30    Şubat ta Lozan konferansı'na ara verildL

31  Şubat'la Fransız Generali Edward de Bourbon Mustafa Kemal’i evliliği ile ilgili olarak kutluyordu: "İslam'ın savunması ve Türkiye'nin yeniden kazandığı yüce şanlı şeref için de sizi aynca kutlarım"

32  Şubat ta, M. Kemal ünlü Balıkesir Hutbesi’ni irat etli. Zağnos Paşa Camii mimberinden halka seslendi.

Mustafa Kemal bu arada geceli gündüzlü çalıştı. Az zamana çok iş sıkıştırmak zorunda idi. Bir imparatorluk yıkılmış yerine yeni bir devlet inşa ediliyordu. Bütün bunlar olurken annesini kaybetti, evlendi, Lozan Konferansı çıkmaza girdi. Parti kuruluş çalışmalarını sürdürdü ve İzmir iktisat Konferansını topladı.

Bu arada doğu müslümanlarmın Kurtuluş Savaşı'nı destek­lemek için gönderdikleri maddi yardımlar ve Mısırdan gelen para­lar, Yeni Türk Hükümetinin ekonomik yönden yeniden inşasında kullandmış, Ankara'daki Atatürk Orman Çiftliği teşkil olunmuş, ve bu arada İş bankası kurulmuştu. Mustafa Kemal milli bir burju­vazi oluşturmak, devlet eli ile Liberalizmi örgütlemek istiyordu. Bu devlet destekli Liberalizm denemesi beraberinde iktidarlara göre değişen karma ekonomi sistemini getirecektir. Sistem Karma Ekonomiden ziyade Devletçi Liberalizm gibi özel bir durumun

ifadesi idi.

İzmir iktisat konferansı sırasında önemli gelişmeler oklu. Konferans sonrası Mustafa Kemal Ankara'ya dönerken, Loza'dan dönen İnönü ile görüşlü. 19 Şubatta gerçekleşen bu görüşmeden sonra 20 Şubatta Mustafa Kemal vekiller heyeti toplantısına baş­kanlık etti.

26 Şubat'la Amerikan Senatosuna bir mektup gönderen Mustafa Kemal 27 Şubatta Şeyh Abdulbaki Efendi'den doğudaki durum hakkında bilgi istedi. 28 Şubatta İstanbul'un fahri hemşeh­risi oldu. Anık gün onundu.

1    Martla TBMM birinci devre dördüncü dönem toplantısını açtı. Yeni bir dönem başlıyordu. Ne Osmanlı Devleti vardı artık Önünde, ne de Enver Paşa. İç isyanlar en şiddetli şekilde bastırılı­yordu artık, iç muhalefet bir ölçüde dengelenmişti. İşgal kuvvetle­ri sorun olmaktan çıkmıştı.

3          Mart’ta Süryani Patriği’ni kabul etti.

6 Mart’ta Hükümet için güvenoyu istedi ve Lozanla ilgili açıklamalarda bulundu. 13 Mart’ta da Adana'ya gitmek üzere Ankara'dan ayrıldı.

Bu arada Adana Tarsus Afyon Konya ve Kütahya'yı ziyanı eden Mustafa Kemal 25 Mart’ta Ankara'ya döndü ve 26 Martta da kendisine Afgan "Aliyyülala" (İyilerin en iyisi-Yücelerin en yü­cesi) nişanı verildi.

1 Nisan'da, Seçimlerin yenilenmesine ilişkin teklif kabul edildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, seçimle ilgili olarak Ana­dolu ve Rumeli Müdafaâi Hukuk Cemiyeti başkanı sıfatı ile 9 maddeliktir bildiri yayınladı. İktisat Kongresi sonuçlarına daya­nılarak hazırlanan bildirinin yayımlanmasından sonra, Müdafaâi Hukuk Grubunun Halk Fırkasına dönüştürülmesi ile ilgili açıkla­masını yaptı. Konu ile ilgili açıklamasında şöyle diyordu: " Eğer Müdafaâi Hukuk örgütümüzün üyeleri milletin oylarını kazanır­sa, gelecekte TBMM de "Halk Futası" adı altında memleketi ida­re sorumluluğunu üzerine alacaktır" diyordu. Bir gün sonra da İs­tanbul halkına yayınladığı Beyannamede: "İstanbul'umuzun düş­mana umut verecek oy bölünmesi yapmayacağına inanıyorum"

diyordu. Oyların bölünmesinin kimlere yarayacağının ciddi ola­rak düşünülmesini istiyordu.

Bu arada basın da Mustafa Kemal'i destekliyor ve Mustafa Kemal'in arkası arkasına yayınladığı bildirilere basın geniş yer ayırıyordu.

14 Nisan’da Anadolu Ajansı aracılığı ile, seçimlere müdaheIc etme eğiliminde olan İttihatçıları uyaran Mustafa Kemal şöyle diyordu: "Bugün kimse ittihat Terakki Cemiyeti veya Fırkası adı­na hareket etmek hakkına sahip değildir” Bu uyarı bir bakıma Meclisle bulunan daha önce İttihat Terakki Fırkası içinde görev almış kişilere yönelik bir uyan anlamı da taşıyordu.

Bu arada 21 Nisanda Trabzon halkına hitaben bir bildiri ya­yınlayan Mustafa Kemal Müdafaâi Hukuk Cemiyeti aleyhinde çalışanlara karşı uyanık olunması gerekliğini hatırlaıu.

28 Nisan’da Rize meclis idaresine bir mektup gönderen M. Kemal teklif edilen Lazisıan hemşehriliğini kabul ettiğini bildiri­yordu.

24 Mayıs'ta Lozanla ilgili yeni bir kriz baş gösterdi. İnönü, Lozan'dan Mustafa Kemal'e gönderdiği mesajda şöyle diyordu: "Hükümetle aramızda esasla ilgili anlaşmazlık var. Mutabakat sağlanamazsa dönmek mecburiyetinde kalacağım” İsmet Paşa Mustafa Kemal in durumla ilgilenmesini isliyordu.

Mustafa Kemal bir gün sonra konuyu bakanlar kurulunda görüşerek İnönü ile hükümetin arasını bulmaya çalıştı ve Mustafa Kemal’e çalışmalarını sürdürmesi bildirildi.

13 Tcmmuz.'da Mustafa Kemal, bir Amerikan gazetesine verdiği mülakatta şöyle diyecektir: Yeni Türkiyenin ilk ve en önemli meselesi siyasal değil ekonomiktir!

18 Temmuz'da Mustafa Kemal Mithat Saduliah Sander'i ka­bul ederek Türk dili konusunda ilk ve önemli görüşmesini yap­tı.

Aynı gün İsmet Paşa Lozan'dan Mustafa Kemal’e Hükümet­ten beklediği kararlar konusunda şu mesajı gönderdi:" Eğer hü­kümet kabul ettiğimiz şeylerin reddinde kesin ısrarlı ise, bu­nu bizim yapmamıza imkan yoktur. Hükümetten teşekkür

beklemiyoruz."

19 Temmuz'da Mustafa Kemal İsmet Paşa ile vekiller heyeti başkanı Rauf Bey arasında çıkan ihtilafla ilgili olarak ismet Paşa'yı arayarak şu mesajı gönderir: "Hiç kimsede tereddüt yoktur. Ka­zandığınız başarıyı en sıcak ve samimi hislerimizlc tebrik elmek için usulen imza olunduğunun bildirilmesini bekliyoruz"

Bir gün sonra İsmet İnönü bu mesajla ilgili olarak Mustafa Kcmal'a şu mesajı gönderecektir: ” Hızır gibi yetiştin, dört beş gündür çektiğimiz azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yap­armış adamsın.. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır!"

23 Temmuz'da Mustafa Kemal Latife hanımla birlikte İzmi­r'e hareket etti. 24 Temmuz'da da Lozan Anlaşması imzalandı. Mustafa Kemal bu konuda diyor ki: " Bu antlaşma Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr anlaşması ile ta­mamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte örneği bulunmayan siya­si bir zafer belgesidir."

Gerçekten de böyle mi?

Hükümet ve Meclis böyle düşünmüyordu. Haua İnönü'nün Ankara'ya gelişinde karşılanması bile kabul edilmiyordu. Misakı Milli'den bile taviz verilmiş, Musul gibi vatan topraklan dışarıda kalmıştı.

Lozan görüşmeleri ile ilgili bir dizi şüphe ve rivayetler dola­şıyordu.

Meclisle fırtınalı tartışmalar oldu. Ama her sefer olduğu gibi Mustafa Kemal üstün dehası ile bu anlaşmayı Meclise onaylatma­yı başardı.

Hala bitmeyen bir tartışma için ilk sayfa açılıyordu. Lozan zafer miydi? hezimet mi? Lozan'ın milletten gizlenen gizli mad deleri var mı idi. Konuya ilişkin İngiliz gizli belgeleri hala açık­lanmamışa.

Batılılar Sevr'le ölümü gösterip Lozan'la hastalığı kabul mu ettirmişlerdi!

Bu hay huy arasında yeni yasama dönemi için milletvekille­ri seçildi. Ve 8 Ağustos'ta Mustafa Kemal yeni yasama dönemi

için seçilen Milletvekilleri ile Halk Fırkası kurulması hakkında ilk görüşmesini yaptı.

11 Ağustos 1923'de 2.Biiyük Millet Meclisi açıldı, ikinci mecliste önemli değişiklikler meydana gelmişti. 13 Ağustos günü Mustafa Kemal tekrar TBMM Başkaniığı'na seçildi ve ikinci dev­re 1. dönem toplantılarının açış konuşmasını yaptı.

16 Ağustos: Mustafa Kemal'in sporla ilgili olarak Ali Sami Yen'e söyledikleri: "Sporda tek ve açık bir amaç göstermek lazım­dır. Sporu ya propaganda için yapacağız veyahut bedensel geliş­memizi temin için yapacağız"

9 Eylülde TBMM 'indeki Müdalaâi Hukuk Grubundan teb­dil edilen Halk Fırkası üyeleri tarafından Halk Fırkası tüzüğü ka­bul edildi. 11 Eylül 1923'de Cumhuriyet Halk Partisi fiilen kurul­du ve Mustafa Kemal genel başkanlığa seçildi. Kuruluş dilekçesi ise kuruluşun fiilen gerçekleştiği 11 Eylülden 43 gün sonra 23 Ekim 1923’te içişleri bakanlığına verilecektir.

28 Eylüi'de, Yeni Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik açı­dan yeniden inşası için Mustafa Kemal İslam alemine maddi yar­dım için başvurdu. 13 Ekim tarihli bir yasa ile Ankara başkent ol­du. Artık İstanbul'un siyasi misyonu fiilen sona eriyordu. 26 Ekim de Mustafa Kemal’in önerisi üzerine Fethi Bey kabinesi isti­fa karan aldı. Bir gün sonra da Halk Fırkası Meclis Grubuna istifa yazılı olarak bildirildi. 28 Ekim’de Mustafa Kemal gece yemekle, Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz dedi ve yeni bir yasa tasarısı ha­zırlandı. 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet ilan edildi.

Ve Mustafa Kemal ilk Cumhurbaşkanı oldu. 19 Kasımda da İsmet Paşa'ya Halk Fırkası başkanlığına vekalet etmesini teklif et­ti. 21 Kasımda, TBMM nin kararı ile Mustafa Kemal'e kırmızı ve yeşil şeritli İstiklal madalyası verildi.

4 Arahk’la Mustafa Kemal'in Tercümanı Hakikate demeci: "Memleket mutlaka çağdaş, uygar ve yeni olacaktır ''. Çok geç­meden Halifeliğin kaldırılmasına karar verilecekti. 3 Mart 1924 de Hilafet kaldırılacak, 3 Mart’ta Tevhidi Tedrisata geçilecek, 7 Şubatla yabancı okul binaları içindeki dini alamet ve işaretler yokedilccckıi. 2 Mart’ta Hilafetin ardından, şer'iyc ve evkaf vekalctteri kaldırılmasının ardından, 8 Nisan'da da şer'iye mahkemeleri lağvedilecekti, 20 Nisan’da Anayasanın kabulünden ve ulusal egemenlik prensibinin esas alınmasından sonra 21 Nisan’da İstan­bul Ünivcrsiıcsi’ne tüzel kişilik verildi. 23 Nisan 1924’ te ise Türkoeakian kuruldu. 17 Kasun'da Terakkiperver Cumhuriyet Fırka­sının örgütlenmesinin ardından takriri sukun ve İstiklal Mahke­meleri devreye girecekti,

Daha birinci meclisin kuruluşu ile birlikte örgüdenen istiklal mahkemesi, daha çok hıyaneti vataniye ve iç isyanlarla ilgilenir­ken, daha sonra devletle özdeşleşen tek partiye karşı davranışlar aynı cürüm kapsamına alınarak, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sukun gölgesinde 1925'den itibaren devrimler hız kazanacaktır. , 1924'e gelindiğinde, artık her şey M ustafa Kemal ve İnönü-

niln denetimi altındadır.

Yeni bir dönem başlamaktadır.

Mustafa Kemal arlık dinden ve dindarlardan bir fayda um­mamaktadır. 22 Ocak 1924'tc Başbakan İsmet tnönünün. Halife Abdülmecid Efendinin Ankara’dan bazı isteklerde bulunması üzerine, Mustafa Kemal'e gönderdiği telgrafa Mustafa Kemal'in İzmirden gönderdiği cevap bunu bütün açıklığı ite ortaya koy­maktadır: " Halife ve bütün cihan, kesin olarak bilmesi lazımdır ki, mevcut ve korunmuş olan halife ve hilafet makamının, haki­katle, ne dinen ve ne de siyaseten hiç bir mana ve varlık nedeni yoktur. Türkiye Cumhuriycü safsatalarla mevcudiyetini, bağım­sızlığım tehlikeye maruz bırakamaz. Hilafet makamı, bizce en ni­hayet tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyete sahip ola­maz. Tüıkiye cumhuriycü devlet adamlarının veya resmi heyetle­rin kendisi ile temasını istemesi dahi Cumhuriyetin bağımsızlığı­na açık tecavüzdür. Halifenin hayatını temini ve geçinmesi için Türkiye Cumhurbaşkanının tahsisatından mutlaka aşağı bir tahsi­sat lazım gelir. Maksat debdebe ve gösteriş değil insanca hayal ve geçim temininden ibarettir. Hilafetin hâzinesi yoktur ve olamaz. Böyle bif hâzineyi ecdadından miras yolu ile elde etmişse resmen ve açık olarak bilgi verilmesini rica ederim."

Artık yeni bir dönem başlıyordu. Hilafete bağlılık yemini eden kongreler, Hukuku Müdafaayı İslamıyelcr Meclisler yoklu anık. Halifenin haddini bilmesi gerekiyordu. Geçim ve maişetini karşılayacak bir maaşı alsın ve yerinde otursundu.

Hilafetin ilgası ile birlikle, İslam aleminin son dini otoritesi de ortadan yokedilerek, İslam tarihinden bu yana ilk kez İslâm ale­mi başsız bırakılacaktı. Ve din artık müslüınanların yaşadığı dev­letlerin iktidar güçlerinin atayacakları memurlar tarafından yöne­tilecek ve şekillendirilecek!!.

Bu gün hala yeryüzünde bütün müslümanlan temsil edecek bir dmi temsileisiye sahip olmayan tek topluluk müslürnanlardır! Müslümanların haklarını savunmakta bu anlamda, iktidarların il­gi ve himmetine kalmış bir iştir.

1859’dan

1923'e Siyasi Örgütlenmeler

Osmanlı döneminde ilk siyasal örgütlenmeler, ülkedeki ge nel siyasi yapı gereği illegal bir konuma sahipti. 1859 da kurulan Fedailer Cemiyeti, Sultan Mccidi devirmeyi amaçlıyordu. 1865 de JönTurk hareketi başladı. 1897 de Abdulhamid’c karşı Üsküdar Cemiydi ve Aziz Bey Komitesi oluşturuldu.

1889' da ittihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908 de ikti­dara gddi ve 1918 e kadar 11 yıl iktidarda kaldı. 10 değişik kabine kurdu

1906’ da İttihat ve Tetakkicilcr Osmanh Hürriyet Cemiyeti­ni kurdular. 1902 ’de Pariste "Teşebbüsü Şahsi ve Ademi Merke­ziyet cemiyeti" kuruldu. 1904 ’de ise Cenevre'de Abdulhamid’e karşı "Osmanlı İttihat ve İnkilab Cemiyeti" kuruldu. 1904 de ku­rulan ikinci bir cemiyet ise 1876 kanuni esasisini savunan "Cemi­yeti tnkılûbiyc" idi.

1906 meşrutiyet yanlısı Vatan ve Hürriyet cephesi Şanda örgütlendi. "Cem'iyyeti Selameti Umumiye" ise Fransız ihtilalini ömek alıyordu.

1908 de "Fcdakaran-ı Millet” ve ittihat vcTerakkinin istibdadına karşı "Osmanlı Ahrar Fırkası" örgütlenmişti. 1908 de ku­rulan diğer iki parti ise "Fırka-i İbad-Osmanlı Demokrat Fırkası" ve "Nesli Cedid Klübü” idi.

5 Nisan 1909'da "lıtihad-ı Muhcmmedi" kuruldu.

Aynı yıl 17 Nisan'da ise Osmanlı Birliğini sağlamak amacı ile İttihat Terakki, Osmanlı Ahrar Fırkası, Ermeni Taşnak Sutyun, Rum Cemiyet-i Siyasiyesi, Fırka-i İbad, Arnavut Klübii, Kürt Teavün Cemiyeti, Eğin Cemiyeti. Bulgar Kulübü, Mülkiye Kulübü ve Tıbbı ye-i Osmaninin birleşmesi ile "Hey'et-i Müttefıka-yı Os­maniye" kuruldu. Aynı yıl iki siyasi örgüt daha kuruldu. Bunlar Mutedil Hürriyet Pervaran Fırkası ve Islahaı-ı Esasiye-i Osmani­ye.

1910 yılında Ahali Fırkası ve Osmanlı Sosyalist Fırkası ku­ruldu.

Hürriyet ve İtilaf 1911 yılında, Halaskar Zabitan grubu ise 1912 de kuruldu. Bunlan Milli Meşrutiyet Fırkası (5 Temmuz 1912), ve Türkocağı izledi (22 Mart 1912) Bu ocak Şair Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet, Ahmet Ferit, Dr. Fuat Salih, Yusuf Akçoraoğlu, Mehmet Ali Tevfik ve 15 kadar tıbbiye talebesinin iştiraki ile kurulmuşsa da, Lazaro Franko isimli, Yahudi asıllı bir Rus göçmeninin maddi kalkılan ile faaliyete geçmiş ve milliyetçilik hareketinin beşiği olmuştur.

5 Yıl sonra 1918 de Radikal Avam Fırkası kuruldu. Bunu ay­nı yıl Osmanlı Hiirriyctpcrvcr Avam fırkası izledi. Aynı yd kuru­lan diğer 13 partinin isimleri şöyle:

-Sclamet-i Amme Heyeti,

-Teceddüt Fırkası (ittihat Terakkinin devamı),

-Osmanh Sulh ve Selamet Fırkası,

-Ahali iktisat Fırkası,

-Selameti Osmaniye Fırkası,

-Sosyal Demokrat Partisi,

-Trakya ve Paşaeli Müdafaa Heyct-i Osmanisi,

-lstihlas-ı Vatan Cemiyeti,

-Kilikyahlar Cemiyeti,

-Kars Milli İslam Şurası (5 Kasım 1918),

-Milli Kongre,

-İzmir Miidafa-i Hukuku Osmaniye,

-Vilayat-ı Şarkiye Müdafa-i Hukuku Milliye,

1919 da 29 yeni siyasi parti kuruldu, bunlar sırası ile.

-Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası,

-Vahdet-i Milliye Heyeti,

-Kiirdistan Teaili Cemiyeti,

-Milli Ahrar Fırkası,

-İngiliz Muhibler Cemiyeti, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası,

-Osmanlı İlayı Vatan Cemiyeti

-Milli Türk Fırkası,

-Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti,

-\Vilson Prensipleri Cemiyeti,

-Hürriyet ve İtilaf Fırkası,

-Nigehban Cemiyeti Askeriyesi,

-Osmanlı Mesai Fırkası,

-Osmanlı Çiftçiler Demeği,

-Mağduran-i Siyasiye Teaviin Cemiyeti,

-Tealiyi İslam Cemiyeti,

-Türkiye Sosyalist Fırkası,

-Şarki Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti,

-Reddi İlhak Hcyet-i Milliyesi,

-Rodos ve Istanköy Adaları Müdafa-i Hukuku fslamiye Cemiyeti,

-Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti,

-Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti,

-Karakol Cemiyeti,

-İstanbul Müdafaâi Hukuk Cemiyeti,

-İzmir Müdafaâi Hukuk Cemiyeti,

-Vilayct-i Şarkiye Müdafaâi Hukuk Milliye Cemiyeti,

-Vahdet-i Milliye Cemiyeti,

-Erzurum Müdafaâi Hukuk Cemiyeti,

-Trabzon Müdafaâi Hukuk Milliye Cemiyeti,

-Tokat Müdafaâi Hukuk-u Milliye Cemiyeti,

Bu arada özellikle doğu vilayetlerinde Sivas, Erzurum ve diğer bölgelerde bir çok küçük kurtuluş cemiyeti örgütlendi.

Bu hareketlerin hemen hemen hiçbirinin Mustafa Kemal’le doğrudan teması sözkonusu değildir. Erzurum ve Sivas konfe­ranslarının ardından bu örgütlerin belli bir merkezde toplanması sağlanmış ve yeni Türkiye devletinin kuruluşu yönünde ilk adım­lar atılmıştır.

1920’de Amele Fırkası, Mim Mim grubu ve Türkiye Zürra Fırkası kuruldu. 1921’de ise "Tarik-i Salah Cemiyeti" çalışmaları­na başladı. Aynı yıl kurulan bir diğer siyasi Cemiyet ise "Şarkı Karib Çcrkezleri Temin-i Hukuk Cemiyeti" idi.

1923 de Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuş ve daha sonra 1924'de Terakki Perver Cumhuriyet Fırkasının örgüdenmesinden sonra, partiye yoğun iltihaklar karşısında bu parti feshedilerek ye­ni siyasi örgütlenmelere izin verilmemiş ve mevcut cemiyetlerin tümü kapaularak takriri sükûn, İstiklal Mahkemeleri dönemi baş­latılarak tek parti uygulamasına geçilmiştir.

11. Bölüm

SAMSUN'A DOÖRU

Cumhuriyet'c giden yoldaki en önemli olaylardan biri de Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışıdır.Bu nedenle Samsun'a atılan ilk adım, Kurtuluşa alılmış adım olatak kabul edilir. Bu kadar önemli sayılan bu olayı kim planladı, nasıl uygulandı ve nasıl ge­lişti? Bu tür sorular yıllardan beri önemli bir tartışmanın odak noktası olarak kabul edilir.

Mustafa Kemal Samsun'a nasıl çıktı?

Her kafadan bir ses :

Padişahın emri ile,

-Padişahtan gizlice

-ingilizlerden gizlenerek

-Ingilizlerin bilgisi altında.

Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı tarafından yayınlanan «Mondrostan Mudanyaya Kadar» isimli kitapta konu ile ilgili il­ginç ayrıntılar veriliyor.

Falih Rıfkı'ya göre Damat Ferit daha önce S erki 1 Doryan (Ccrclc d'Oricnt) da Mustafa Kemal'le görüşerek bu işten bahset­mişti. Pcra Palas mülakatlarını da buna eklemek gerek. İngiliz as­keri heyetinin kaldığı, işgal kuvvetleri karargahı görünümündeki bir mekanda Mustafa Kemal tüm ilişkilerini dahiyane bir ustalıkla sürdürüyordu.

Fevzi Paşa, Vahdeddin'in talebi ile hazırladığı vatansever genç komutanlar listesine Mustafa Kemal'i de dahil etmişti.

Mustafa Kemal yalnız bir adamdı. İttihat Terakkiden kop­muş, Sarayla yakınlık kurmak, hatta kabineye girmek isliyordu.

Daha önce Mustafa Kemal'in de aralarında bulunduğu İtti­hatçılar konusunda Sivas Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanı Halil Bey şu bilgileri vermektedir:

«Hürriyet i'lân ettik dediler; eski hayatı da berbat edip bütün hürri­yetimizi elimizden aldılar, sopa ile intihap yaptılar, kendi meclislerine bi­le danışmadım harb açtılar, milyonlarca vatan evladını vatan hudutları dı­şında Öldürttüler; Bağdad düşerken onlar Galiçya'da Avusturya toprakla nnı müdafaa ettiler; bir yandan da hırsızlığa germi verdiler, mağazaları resmen soydular; eski devirlerin müsaderelerine taş çıkarttılar. Zelili celi] .celîli zelil eylediler; ayağı baş, başı ayak yaptılar. Arab kavm-i Necibini incittiler; bizden soğuttular. Dama oynar gibi soğuk kanlılık içinde tehcirler yapıp onbinlcrce insanı kıt'a’dan kıt’a'ya aşırdılar. Hihayet mülkün dörtte üçünü elden çıkardılar; sonunda milyonları dercib edip savuştular; pirincin taşım ayıklamak işini bizim fırkanın omuzuna bırak­tılar».

Mustafa Kemal daha İstanbul'da iken Cevat ve Fevzi Paşa ile memleketin durumu üzerine konuştuktan sonra, Anadolu'da Milli bir irade vucuda getirilmesi, Kuvayı Milliye teşkili, mukabil taarruz, ordu müfettişlikleri teşkili ve silahların teslim edilmemesi konusunda mutabakat sağlamışlardı.

Dr. Selahaltin Tansel söz konusu eserinde Mustafa Ke­mal'in Vahdeddinle görüşmeleri üzerine şu bilgileri vermekte­dir.

«Mustafa Kemal Paşa'nm, Padişahla son olarak hangi tarihte gö­rüştüğü belli değildir Bak. T. Bıyıklıoğlu, 1, s. 12. Ali SeyfiTülümcn, Ba­sın derlemelerine göre, Mustafa Kemal Paşa, mütareke devrinde 15 Ka­sım 1918,29 Kasım 1918, 20 atalık 1918 ve 15 Mayıs 1919 günlerinde ol­mak üzere dört defa Vahidüddin ile görüşmüştür.» Bak. T. Bıyıklıoğlu, 1, s. 42. Yukarda kaydettiğimiz konuşma 12 Mayıs'ta yapıldı. bak,. Jacschke, l,s. 30. Mustafa Kemal Paşa son olarak 16 Mayıs 1919 Cuma selam­lığından sonra Padişahla görüştü, işte bu görüşmede Padişah ona Bo ğaz'da sıralanmış olan ve loplarını Saray'a çevirmiş bulunan düşman sa­vaş gemilerini göstererek «Görüyorsun ben artık memleket ve milleti na­sıl kurtarmak lâzım geleceğini tasavvurda tereddüte dûçar oluyorum» de­miş ve ellerini havaya kaldırarak sözlerine şunlan eklemişti: «İnşallah millet mütenebbih ve dini tahlis eder». Bak, Atatürk'ün Söylev ve De­meçleri 1, s. 15. Melzig, S. 19. Mustafa Kemal Paşa için «Nâ Mağlûb ku­mandanım» deyimini kulanan bu Padişah, bu konuşmasında ona: «Her şeyden evvel en büyük emelim, Itühad ve Terakki mensuplarıyla Teş­kilât-! Mahsusacılarm şahsıma karşı kalbterinde taşımış oldukları husu­metten sizi haberdar olmanız ve ona göre hareket eylemcnizdir. Vilâyât-ı Şarkiyenin temiz ve Saltanatı Saniyemize sadık, saf halkım aleyhimize tahrik eden bu komitecilerin en şeri' bir şekilde ve çok kısa bir zamanda ortadan kaldırılmaları esbabına tevessül etmenizi sizden istemekteyiz. Hafazanallah, bu tahrikat ve bu teşevvüş fazla devam ederse Düvel-i l'tilafıye bundan bi-l-istifade olabilir. O zaman memâlik-i mahrüse'mizin en kudretli bir mıntıkası da elimizden çıkmış olur, büyük devletlerin bu sa­hada te'sis etmek istedikleri Ermeni ve Kürt devletlerinin kurulmasına yol açılmış olur. Buna meydan vermemenizi sizden bekliyorum.

Mustafa Kemal Paşa Pâdişah'm bu arzusuna a'zamî bir gayretle mesâi sarf edeceğini va'd etmiş ve bi-l-hassa son olarak Hükümdar'a em­niyet verebilmek için:

-Zât-ı Şahaneleri müsterih ve mutmain bulunsunlar ki bu havalide kurulması muhtemel bir Ermenistan ve Kürdistan'ın teşekkülüne sebep; ve bahane addedilecek en büyük bir hususa meydan vcrmiyeceğim bunu size arzı bir vazifebilirim.

Mustafa Kemal Paşa, bu suretle son Osmanh Pâdişâhının en kork­tuğu meseleyi berteraf etmeğe gayret eylemiş ve onun endişelerine mahal olmadığına dair te'minat verdikten sonra, bütün arzuların tahakkuku için geniş bir teşkilât kurmağa lüzum bulunduğuna ve Enver Paşa'nın Kafkas­ya'da hazırladığı orduya ve hîn-i hacette memleket dahiline sevk edeceği çetecilere karşı mukabil bir takım hazırlıklarda bulunmağa mecbur oldu­ğuna dair izahat vermiş ve bütün bunlar için bir masrafın düşünülüp düşü­nülmediğini Sultan Vahideddin'den sormuştu. Pâdişâh:

«Müktezî her türlü masrafın iş'arınız ve tensibinizle verilmesi hu­susunda Sadrazam Paşa'ya derhal irâde edecçğim. demişti». Bak, Hüsa­mettin ErtürkS. N. Tansu, S. 329, 332. Mustaf Kemal Paşa'ya bir miktar para verildiği anlaşılmaktadır. Bak.Kadir Mısırhoğlu, S. 56-60.

Aşağıdaki bilgiler incelendiğinde Mustafa Kemal’in, ne Vahdeddin'den ve ne de Ingilizlerden gizli Samsun yolculuğuna çıkmadığı görülecektir. Dolayısı ile gemisinin batırılması ve tu­tuklanması söz konusu değildir. Bu konuya ilerideki sahifelcriıııiz.de daha geniş bir şekilde yer vereceğiz. Şimdilik konuyu özet-

ler niteliğinde Selahaddin Tansei'in Samsun Yolculğu ile ilgili yazdıklarını nakladelim:

Özellikle İngilizler , Karadeniz bölgesinde asayiş ve sükûn sağlan­madığı takdirde buraları da işgal etmeğe mecbur olacaklarını hükümete bir nota ile bildirmişlerdi. Bunun üzerine Ferit Paşa, İngiliz «Siyâsî tem­silcisi» ile görüşmüş, sonra da «Dahiliye Nazın» (İçişleri bakanı) Meh­met Ali Bey'le meseleyi müzakere etmişti. Mehmet Ali Bey, bu bölgeye geniş yetkilerle Mustafa Kemal Paşa'nın gönderilmesi lüzumunu ileri sürüyordu. Çünkü o, Mustafa Kemal Paşa’yı bir kaç defa ziyaret etmiş; onunla çeşitli konular üzerinde konuşmuştu; onun hakkında «iyi bir intibâı vardı», ittihatçı olmadığına da kanaat getirmişti. Esasen I’tilaf Partisine mensup olanlar, Mustafa Kemal Paşa'yı kendi taraflarında görmek isliyor ve ona önemli görevler vermeği düşünüyorlardı, ihtimal Padişah da, çok değerli bir komutan olan Mustafa Kemal Paşa’nın bir köşede unutulması­nı istememişti. Bununla beraber Damat Ferit Paşa, yanlış bir anlayışa meydan vermemiş olmak için, Mustafa Kemal Paşa’nın tayinine ait irâde' yi almadan önce İngiltere elçiliği baş tercümanı Ryan’a «Mustafa Ke­mal’in dürüstlüğünden» bahsetti, «Fevzi (Çakmak) Paşa da bir Ingiliz su­bayına* onun iıtihadeılara düşman olduğunu söyledi İtalya'nın İstanbul yüksek komiseri Kont Sforza, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüş ve onun İttihatçı olup olmadığını Söylemezoğlu'ndan sormuştu. Çünkü Müttefik­ler, ittihadeılaıdan hoşlanmıyorlardı. Damat Ferit Paşa ve «Hürriyet ve i’ıiiaf Fırkası» ise onlardan ne&et ediyordu. Bu itibarla hem Damat Ferit Paşa'ya hem de Müffetiklere kanaat geldikten sonradır ki, «Harbiye Nezâreti» Mustafa Kemal Paşa’yı Dokuzuncu Ordu Müfettişliği'ne tayin etmiş ve İrâde-i Seniyye alınmak üzere bu hususu bir yazı ile sadaret ma­kamına bildirmişti, sadaret makamının gerekli irâdeyi almak üzere he­men harekete geçtiği anlaşılmalıdır. Çünkü Mustafa Kemal Paşa'nın Do­kuzuncu Ordu’ya tayinine ait «Irâde-i Seniyye» nin tarihi de 30 nisan'dır. Yine aynı tarihte «Harbiye Nezâreti», Mustafa Kemal Paşa'nın vereceği emirlerin yerine getirilmesi için, ilgili il ve «sancaklara», bir genelge gön­derilmesini Sadaret makamından isledi, Sadaret makamı da bu genelgeyi hemen yaptı. Şu halde daha Nisan içinde Mustafa Kemal Paşa'nın tayini yapılmış ve hangi illerin onun emri altına girdiği anlaşılmıştı. Bütün bun­lar kurtuluş için aülan adunlardı. Ancak Ferit Paşa’nın da bu tarzda düşü­nüp düşünmediğini hâlâ kesin olarak söylemek mümkün değildir. Bu­nunla beraber 1 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'yı davet ettiği, kendi eliyle ona çay ikram edecek kadar yakınlık gösterdiği ve kendisinden çok şeyler beklendiğini söyledikten sonra «Her arzunuzu bana yazabilirsiniz, derhal yapılacağından emin olunuz” dediği bilinmektedir.

Bununla beraber Damat Ferit Paşa 4 Mayıs'ta durumu hükümet üyelerine bildirdiği vakit özellikle «Şeyhülislâm ve Adliye Nazırı» bu tayine taraftar görünmemiş ve olumsuz bir tavır takınmışlardı. Ancak Sadrazamın, bunun Pâdişah'ın bir isteği neticesi olduğunu söylemesin­den ve «Padişahımızın irâdelerine karşı ağız açamıyacağmızdan emi­nim» demesinden sonra itirazcılar susmuş ve 5 Mayıs’da, Mustafa Kemal için tanınmak istenen yetkiler, «Meclis-i Vükelâ'ca» incelenerek kabul olunmuştu. Aynı gün durum Mustafa Kemal Paşa'ya bildirilmiş ve göre­ve başlaması için acele etmesi istenmişti. 7-8 Mayıs’da Mustafa Kemal Paşa'nm Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin edildiği her tarafa duyu­ruldu. Bu suretle Mustafa Kemal Paşa, «Trabzon. Erzurum, Sivas, Van vilâyetleriyle Erzincan ve Canik müstakil livalarına» gereken emirleri verebilecek, bu il ve sancaklarla smın olan «Diyanbekir, Bitlis, Ma'murctülaziz, Ankara, Kastamonu vilâyetleri ile kolordu kumandanlıkları da» onun. «Görev yapma sırasında kimseye danışmadan vaki olacak mü­racaatlarını dikkate alacaklardı». Sonradan M araş ve Kayserinin de onun emri altında olduğu bildirilmişti. Bu kadar geniş topraklar üzerinde bu kadar geniş yetkilere sahip kılınmanın, sadece Pontus olayları ile ilgili olabileceğini kabul etmek pek güçtür. Yetkiler, Pontus'dan çok uzak ille­re de ıcşmil edildiğine göre bunun sebepleri de herhalde daha şumüllü ve daha Önemli meselelerle ilgili olması gerekir. Gerçi Mustafa Kemal Paşa'ya verildiği iddia olunan «HattıHümâyûn» da «ta'yin olunduğunuz mıntıkada asayişi sağlayınız», «hükümdarlığıma yakışacak olanlara ay­kırı düşecek hallerin meydana» gelmesini engelleyiniz; milletin doku­nulmazlığını desteklemek ve memleketi sadırganlann elinden kurtarmak için asker, memur ve ahali ile birlik halinde hareket ediniz; dendiğine gö­re nelerin yapılması istendiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber, yine de görev kesin olarak bel itmemektedir.

Vedalaşmak Üzere «Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye’ye» (Genel Kurmay) gittiği vakit Mustafa Kemal Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa'nm gö­revden alındığını ve yerine Cevad Paşa'nm tayin edildiğini öğrendi. Fakat o anda her iki Paşa da orada idi. Fevzi Paşa çok kızgın görünüyordu. Çün­kü Mustafa Kemal Paşa'run «Vaziyyeti nasıl mütalea ediyorsunuz?» sousuna o, «gök gürler gibi bağırarak analamıyorum ki efendim, dedi ve

(Sağ elinin şahadet parmağı ile haritada İstanbul noktasını göstererek) «buradaki rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz; bu ne akıldır» şeklinde bir cevapta bulundu. Mustafa Kemal Paşa kendisi­ne yardım edeceklerini umduğunu söylediği vakit, hem Fevzi Paşa hem de Cevat Paşa, buna olumlu cevap vermişlerdi. Bundan sonradır ki Mus­tafa Kemal Paşa. «Ulukışla taraflarında bulunan ve şimendiferle nakille­rine müsaade olunmayan Yirminci Kolordunun yürüyerek Ankara'ya ha­reket etmelerinin» emredilmesin! istedi.

Genelkurmay'dan ayrıldıktan sonra, nazırlarla vedalaşmak üzere, Bâbıâli'ye gelen Mustafa Kemal Paşa onları telâş içinde bulmuştu. Çünkü İzmir'in işgali öğrenilmiş ve kabinede bu durum görüşülmeğe başlanmış­tı. Fakat Mustafa Kemal Paşa İçişleri Bakanı ve «Bahriye Nâzın» ile kısa bir görüşmede bulunduktan ve kendisini Samsun'a götürecek vapurun kaplanma, Mustafa Kemal Paşa'nın emrinde olduğunu bildiren bir yazı aldıktan sonra Yıldız Sarayına gitti ve Pâdişâh tarafından küçük bir sa­londa kabul olundu. İşte burada padişah, hiç bir mukaddemeye lüzum görmeden ona, «Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, (ya­nındaki kitabı işaret ederek] bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tari­he geçmiştir». Bunlan unutun, dedi; asıl şimdi yapacağın hizmet hepsin­den mühim olabilir. «Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin» demişti. Hüküm­darın bu sözleri çok manalı idi. Eğer bunların altında gizlemiş bir maksad yoksa Pâdişâh. Mustafa Kemal Paşa'dan milletin kurtarılmasını istiyor­du. buna karşılık Mustafa KemalPaşa, «Merak buyurmayın efendimiz» «Nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım.» deyince Padişah «muvaffak ol» demek suretiyle mülakata son verdi.

Yukarıdan beri verilen bilgilerden Pâdişâh ve Sadrazam'm. çeşitli vasıf ve meziyyetlcre sahip olan Mustafa Kemal Paşaya karşı derin bir güven besledikleri ve kendisinden çok şeyler bekledikleri anlaşılmakta­dır. Buna rağmen onun, İstanbul'dan uzaklaştırılmak istendiği için Ana­dolu'ya gönderildiği söyliyenler vardır, fakat bunların karşısında olanlar da vardır. Biz yeter derecede belgelere sahip olmadığımız için bu hususta herhangi bir mülelea yürütmiyeceğiz. Fakat, isler İstanbul'dan uzaklaştı­rılmak amaciyle, ister kuzey Anadolu'da çıkmış olan karışıklıkları gider­mek maksadı ile olsun, bu kabinenin Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya göndermesini, bilerek veya bilmiyerek, Türk Milletine yapılmış hizmet­lerin en büyüğü sayacağız ve bunu belgelemeğe lüzum bile görmiyeceğiz.

Samsun’a hareket edeceği sıralarda Mustafa Kemal Paşa'nın tutuk­lanacağı söylentileri ortaya çıkmış, hatta bu söylentiler onun kulağına kadar gelmişti Fakat 16 Mayıs 1919 tarihinde Şişlideki evinden çıkan Mustafa Kemal Paşa, hiç bir fevkalâdelikle karşdaşmadan Galata rıhtı­mıma gelmiş, bir sandalla açıkta bulunan Bandırma vapuruna gitmiş ve hemen hareket için emir vermiş ise de Kızkulesi açıklarında işgal kuvvet­leri tarafından muayeneye tabi tutulmuştu. Onlar silâh cephane atıyorlar­dı. Muayene bittikten sonra hareket, edildi ve Mustafa Kemal Paşa'nın tavsiyesine uyularak kıyı takib olundu, önce Sinop'a uğrayan Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a kara yolu ile gidemiyeceğini anladığı için yeniden aynı vapurla hareket ederek 19 Mayıs 1919'da Ingilizlerin işgali altında bulunan“ve sokaklarında Pontus çeteleri dolaşan Samsun şehrine çıktı.

Samsun Yolculuğuna İlişkin Bir Başka İddia

Mustafa Kemal’in Samsun yolculuğu ile ilgili olarak Tevfik Bıyıkoğlu “1919-1921 Atatürk Anadolu'da” isimli eserinde ilginç bilgiler vermektedir.

Bu bilgiler, Mustafa Kemal'in bir darbe ile İstanbul Hükümetini ele geçirme ihtimalinin o günkü kabineyi tedirgin et­tiğini gösteriyor. Belki de bu sebeble Mustafa Kemal İstanbul dı­şına çıkarılmak isteniyordu.

Mustafa Kemal'in öteden beri sarayla yakınlık kurmak, hat­ta akrabalık ilişkisine yol açacak evlilik düşüncesi, ya da Osmanlı kabinesinde yer almak gibi bir planı vardı.

Bu belgeler ayrıca Mustafa Kemal'in Samsun yolculuğun­dan tngilizlcrin haberdar olduğunu gösteriyor:

«Samsun bölgesindeki asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak» görevine, Mustafa Kemal Paşa'nın seçilmesi, aydınlanması gereken çok önemli bir konudur. Damat Ferit kabinesinde Dahiliye Nazın Mehmet Ali Bey gibi Hürriyet ve itilâf Partisi ileri gelenlerinin Mustafa Kemal Paşa'yı bu vazife için aday göstermelerinin yanında, kendisinin, Enver Paşa'nın ve ittihad ve Terakki'nin muhalifi olduğu inanciyle birlikte, her ihtimale karşı İstanbul'dan uzaklaştırılması gereken bir şahsiyet sayılma­sı bu tâyinde etkili olmuştur. Mareşal Fevzi Çakmak'ın aşağıdaki notu bu son ihtimali kuvvetlendirmektir. «Mustafa Kemal Paşa'nm, Ahmet Riza Beyle beraber Hükümeti ele almak ve Ferit Paşa yı sadaretten uzaklaştır­mak istediğinden, Ferit Paşa tarafından İstanbul'dan uzaklaştırılmak iste­diğini Harbiye Nazın Şakir Paşa, Erkânı Harbiye umumiye reisi olduğum cihetle bana bildirmişti. Sureti zahirede Pontuscuların faaliyetine mani olmak üzere Müslümanlarla Rumlar arasında bir kıtal zuhurunu bertaraf etmek vazifesiyle gidiyordu. Harbiye nezaretinde Cevat Paşa ve Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğümüz şuada, Mustafa Kemal'in Anadolu'da bir mukavemet tesis etmesi ve bizim de her vecihle yardımda bulunmaklığı­mız, lüzümuna karar vermiştik.» Bu tayini, Osmanlı padişahı Vahdettin'in 30 Nisan 1919 tarihli irade ile tasdik eunesi, hükümdarın Mustfa Kemal Paşa'nm şahsından hiç şüphelenmediğini göstermek bakımından çok manalıdır. Vcliahdliğinde,birlikte yaptıkları Almanya seyahatinde ve mütareke devrinde İstanbul'da kendisiyle yaptığı kPaşaşmalarda Vahidettin'de Mustafa Kemal Paşa'nm kendisine bağlılığım sarsacak bir inüba uyanmamış olduğu da kabul olunabilir. Aksi takdirde bu tayini tasvip etmiycceği muhakkaktır. Bir dergide Mustafa Kemal Paşa'nm 9 nucu Or­du Kıtaası Müfettişliğie «Zatı ı hazrcti padişahının şahsî nüfuzu ve kafi arzusiyle» tâyin edilmiş olduğuna dair yayınlanan bir vesika, şimdilik resmî arşiv vesikalariyle teyide muhtaç olmakla beraber, dikkate alınma­sı gereken yeni bir sebep olarak yer almış bulunmaktadır .Müfettişlik talimatını bilmemekle beraber bu tayinden, önceden Ingiliz yüksek komiser­liğine bilgi verildiği anlaşılıyor

Samsun'a Niçin Çıkmış

“Atatürk'ün Uşağı" ise bu konuda hatıratında şu bilgileri ve­riyordu.

“Profesör Afet Hanım, bir gün tarih dersinde bir öğrenciyi derse kaldırıyor. Konu Milli Mücadele tarihidir ve Atatürk'ün kurtuluş hareke­tine başlamak üzere Samsun'a ayakbasışına ilişkin bölümdür.

Çocuğa soruyorlar:

-Atatürk Samsun'a niye çıktı?

Herkes «Vatanı kurtarmak, bizi hürriyete kavuşturmak» gibi bir şeyler beklerken, çokçuk ne desin:

-Menfaati icabi... Eğer Samsun'a çıkmamış olsaydı, O'nu öldüre­ceklerdi...

Afet înan'm tepesinden sanki kaynar su boşanmış çocuğu azarla­makla kalmamış bit de sıfır numara vermiş. Fakat çocuk inandığı düşün­ceden dönecek cinsten değil, özür bile dilememiş...

Afet inan o kadar sinirlenmiş ki, tarif edemem. Yanakları kızarmış. Hiddetle salonda dolaşır buldum. Biraz sonra Atatürk geldi. Onu bu halde görünce bur olayın geçtiğini anladı ve sordu. Afet inan da o gün tarih der­sinde geçen olayı Atatürk'e anlattı. Anlatırken hırsından tırnaklarını ko­parıyordu.

Atatürk gülümseyerek bütün söylenenleri dinledikten sonra:

-Haklı çocuk...Dedi, Sen ona sıfır değil, tam numara vermeliy­din."

Mansfield'e Göre Samsun Yolculuğu

Bu konuda P. Mansfield (Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası Sander yayınlan tsL 1975. s. 85) şu iddiayı ileri sü­rer.

«Padişah tlihatçılann arda kalanlarını etkisiz kılmaya ka­rarlıydı. Daha o tarihte hayli isim yapmış olan Mustafa Kemal İs­tanbul'da Müttefikler aleyhine bir direniş hareketi örgütlediğin­den padişaha hayli zorluk çıkartmaktaydı. Vahdettinin onu 9. Or­du müfettişi olarak ve ordusunun kalanını dağıtmak emriyle Sam­sun'a gönderdi»

Mansfield'in gerekçesi hayli farklı ama Samsun yolculuğu­nun bir görev emri ile gerçekleştiği görüşünde. Yazara göre «Mustafa Kemal dini inancı olmayan laik bir milliyetçiydi. O im­paratorluğun bütün mirasının ortadan kaldırılmasına inanıyor­du».

Madam Gavlis Anlatıyor

Madam Gavlis La Nouvelle TurQue adlı eserinde çok ya­kından tanıdığı Mustafa Kemal'in Samsuna çıkışını şöyle anlatıyor:

«15 Eylül 1919 günü akşamıydı ki, Mustafa Kemal, padişah altıncı Mehmed ile olan eski dostluğunun şevkiyle olacak, manipleyi bizzat eli­ne alıp Padişaha telgraf çekti. Adeti olduğu üzere beliğ ve vazıh bir üs­lupla vaziyeti izah etti ve Halife-Padişah'a Anadolu'ya gelmeye nza gös­terip milli kuvvetlerin kumandasını ele alması için ısrar etti. Halta yalvar­dı ve Padişah geldiği takdirde onun en sadık bir yardımcısı olacağına dair teminat verdi, (s. 14)

Yıllardır ketmedilen bir gerçeği, TRT nihayet 21 Aralık 1987’de şöyle duyuruyordu:

«Mustafa Kemal Anadolu'ya halkın, ordunun ve yöneticilerin üze­rinde etkin olabilecek bir görevle gitmeyi istiyordu. Böylece teşkilâtlan­mayı daha da hızlı sürdürecekti. Bu sırada işgal kuvvetleri komutanlığı. Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Rumlara saldırıların önlenmesini istedi. Ingilizler bu amaçla Samsun ve Merzifon'u işgal etliler. Bu olayın genişleyebileceğin! düşünen Ormanlı Hükümeti, bölgeye geniş yetkiler­le bir komutan atanmasına karar venü. Bu amaçla 9. Ordu M üfettişliğine Mustafa Kemal Paşa getirildi. Padişah onu gönderirken, "Siz akıllı bir ku­mandansınız; arkadaşlarınızı aydınlatacağınızdan ve doğru yolu göstere­ceğinizden eminim' diyordu. Böylece Mustafa Kemal, Yunanlılar İzmir ve Ege bölgesini işgal etmeye başladıktan günden bir gün sonra 16 Mayıs 1919 da Bandırma Vapuru’yla İstanbul'dan Samsun'a hareket etti.»

MUSTAFA KEMAL'İN

ANADOLU'YA GÖNDERİLMESİ

Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gönderilmesi ile ilgili olarak bilinen resmi görüşün dışında farklı görüşler de vardır. Genellikle olayların içinde bulunmuş insanların şahitliğine dayanan bu görüşlerden bir kaçını aşağıda sunuyoruz.

Yakın Tarih Ansiklopedisi’nin konu ile ilgili derlemesinden bir özetkonuyu şöyle açıklıyor.

Cumhuriyetin 50. yıldönümü münâsebetiyle Millî Eğilim Basımevmde basılan bir kitap şu değerlendirmeyi yapıyor

“Atatürk, İstanbul'dan Samsun'a İstanbul Hükümetinden muayyen bir vazife ile gitmiştir. Bu vazife, Karadeniz sahillerinde meydana çıkan Pontosçuluk harekelini bastırmaktı. Fakat Mustafa Kemal bu vazifede muvaffak olmak için kendisine verilen askeri müfettişlik selâhiycti ile Anadolu'nun hemen her tarafındaki askeri birlikler üzerine İstanbul Hükümetinin dikkatine çarpmaksızın emir vermek ve bu suretle kendi komutası altında icap ederse ecnebi işgal kuvvederinin mütâreke ahkâmı hilâfına olan haksız genişleme hareketlerine karşı durmak yetkisini almış bulunuyordu.” (Niyazi Ahmet Banoğlu. Ata­türk'ün İstanbul'daki Hayatı, C.l s. 66)

Evet, Paşa'ya çok mühim bir vazife verilmişti. Bir başka kaynak, Enver Paşa'nm, Mustafa Kemal Paşa'nm, Anadolu’ya gönderilmesini istemediğini ve pâdişâha şu mektubu gönderdiğini yazıyor:

“Velinimetimiz, sebeb-i hayatımız, babamız, pâdişâhımız efendimiz Hazretlerine:

Yapmış olduğum tahkikat neticesi evvelce arz etmiş oldu­ğum veçhile Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gönderilmesi badi-i felâketimiz, olacaktır. İstanbul'da Kavaklı Sadık, Kadıköylü Ke­mal ve Karaağaç Fişek Fabrikası Müdürü Kürt Bilâl vesâireden müteşekkil bir heyet kurmuşlar, Fransız nakliye şirketlerinin ve bazı eşhasın maddî yardımları ile aleyhimize isyan hazırlamakta­dırlar. Bendenizin hemen Rusya'ya hareketim farz olmuştur. Musfata Kemal'i vâki davete icâbet ettiremedim. ‘Enver benim için Yusuf İzzettin'e yaptığım bana da yapacak’ demiş. Emirleri­nize intizardayım Efendim Hazretleri” (Vehbi Vakkasoğlu, Bu Vatanı Terkedenler, s. 67)

Şifre numarası bulunan fakat târihi bulunmayan blı vesika­nın orijinalliği tartışılabilir. Ama, Anadolu'ya gönderilme vazife­si kendisine teklif edildiğinde Mustafa Kemal Paşa'nın birden ka­bul etmediği ve tereddüt geçirdiği bizzat Paşa'nın kızkardeşi Makbule Atadan tarafından şöyle dile getiriliyor:

“O günlerde, kendisinin her zamankinden daha büyük bir heyecan içinde olduğu seziliyordu. Ben bu heyecanı birçok kim­selerin Malta'ya sürülmüş olmasına yoruyordum. Ağabeyimi de birgün buradan alıp Mal la'ya götürebilirlerdi. Bundan mı çekini­yordu? Yoksa başka bir düşüncesi mi vardı, o zaman bunu kestir­mek kabil değildi. Hükümet, Etmeni çocuğu aramak bahanesi ile evimizi birkaç defa başarmıştı. Ve bir gün bana bir tabanca veren ağabeyim; ‘Bunu al... Ev taarruza uğrarsa, ilk içeri gireceklere ateş edersin sonra da kendini öldürürsün’ diye tenbihte bulunmuş­tu. Bu mütâreke senesinde Osmanlı hükümetinin kendisine karşı bâzı tedbirler alacağından şüphe ettiğine bir delil sayılabilir.

“ Yine bu günlerde bir akşam kendisiyle kısaca konuştuğu­muz sırada; ‘Bana yeni bir vazife teklif ediyorlar. Fakat almakta tereddüt ediyorum' demişti. (N.A. Banoğlu Atatürk'ün İstan­bul'daki Hayatı, c.l, s. 72)

Pasa iknâ ediliyor

Merhum Necip Fâzıl, son pâdişâh Vahdeddin'in yaverlerin­den ve son sadrâzamlardan Tevfik Paşa'nın oğlu Ali Nuri Bey'lc yaptığı bir konuşmayı bir kitabında anlatmaktadır. Paşa'mn Ana­dolu'ya geçmekte tereddüt ettiğini gösteren konuşma şöyledir.

“Eski yaver birdenbire şu sözleri söyledi: ‘ Bahsctüğiın Cu­ma Selâmlığından sonra Mustafa Kemal Paşa huzura dâvet ve ka­bul edildi. Sultan Vahidüddin, onu Anadolu'ya geçmeye iknâ el­ti.’

Telâşla doğruldum: ‘İknâ mı etti? Mustafa Kemal Paşa'nın bu hususta iknâedilmeye ihtiyâcı mı vardı?’

Söz, bu nâziklerin nâziği can noktasına gelince, muhatabım toparlanarak tane tane devam etti: ‘İzah edeyim: Mustafa Kemal Paşa'nın huzura kabul edilişinden bir iki saat sonra Başyaver Naci Bey (Millî Mücâdeleye katılan, birçok kumandanlıklarda bulu­nan, uzun zaman meb'usluk eden, nâzik Naci Paşa lâkabıyla mâruf General Naci Eldeniz) yâverler odasına geldi ve haykırdı: ‘Hünkâr, Mustafa Kemal Paşa'yı iknâ edebildiI’ bu haykırış, keli­mesi kelimesine kulaklanmdadır. ‘İknâ’ tâbiri yerindedir.’ ” (Va­hidüddin, s. 154)

Müellif, daha sonra Ali Bey'in şunları söylediğini yazı­yor:

“Ben Mustafa Kemal Paşa'yı büyük asker ve kumandan ola­rak tanırım. Öbür meziyetleri üzerinde söyleyecek bir sözüm yok­tur. Mustafa Kemal Paşa'nın gayesi, o zamanki hükümete girmek­ten başka bir şey değildi. Hem de birçoklarının sandığı gibi Harbi­ye Nâzın olmak değil, Sadrâzam olmak gâyesini güdüyordu” (A.g.e)

Mevzumuza kaynaklık etmesi bakımından, Meziyet Noyan'ın Prensesin evinde cereyan eden bir hâtırasını aynen alıyo­ruz.

“Mütârekenin bir kâbus gibi yurdun üstüne çöktüğü günler­de idi. Tepebaşı'nda Öjenidis'in evinde oturan Prenses Şivekâr'a, teyzemi görmek için sık sık gider, haftalarca misâfir kalırdım.

Prenses, ekserisi akşamlan hususî davetler yapardı ve bu dâvctlerde Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey gibi mâruf şahsiyetler eksik ol­mazdı.

Bir sabah saat on bire doğru salonda Prensesle oturuyor­dum. Teşrifatçı, Mustafa Kemal Paşa’mn geldiğini haber verdi. On beş yaşında bir genç kızın duyacağı ürkek bir mahcubiyetle Paşa daha salona girmeden piyanonun bulunduğu köşeye çekil­dim. Paşa içeriye girerken beni görmemişti. Görmesine de imkân yoktu. Çünkü, üzerinde yeşil bir örtü bulunan piyanonun arkası salona müteveccihti. Bu vaziyette bulunduğum yerden bir çocuk tecessüsü ile on lan gözetliyordum. Piyanonun biraz ilerisinde koltuklara Prenses ile karşılıklı oturdular. Paşa’mn bu defaki geli­şinde her zamanki ziyaretlerinde olduğundan daha başka bir hâl var gibi geldi bana. Evvelâ kapıya doğru seri bir nazar fırlattı. Sağ elini dizine dayayarak biraz eğildi. Gözlerinde âdeta alev hâline gelmiş yeşilimtrak çelik parıltılarla Prenses'e baktı ve işitilmekten çekinen yavaş bir sesle;

“Size Allahaısmarladık demeğe geldim. Anadolu'ya git­mem tensip edildi. Derhal gitmek için emir aldım. Fakat ben bildi­ğiniz gibi, onların benden umdukları iş için değil bilâkis vicdânımdan aldığım emirle, yurdun bağrından doğacak o büyük kur­tuluş ateşini tutuşturmak için gidiyorum’ dedi, iki gün sonra 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’mn Anadolu'ya geçtiğini duyduk.” (Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul'daki Ha­yatı c.l. s. 74)

öte yandan «Atatürk'ün Uşağı İdim» kitabını yazan Cemal Granda bizzat Atatürk'ten “Beni millî mücadeleyi başlatmak üze­re bunca paşa arasından seçip Anadolu'ya gönderen Vahdeddin’dir” dediğini kaydediyor.

Mustafa Kemal'e Samsun Yolunu Açan Vahdeddinin İrade-i Seniyyesi

“Yâvcrân-ı Şchriyârimden Erkân-ı Harbiye Mirlivâsı Mus­tafa Kemal Paşa'ya:

“Harb-i Umumînin müttefikin hcsâbına ziyaı üzerine tahassül eden vaziyet-i siyasiye, ecdâd-ı izâmım mülkünü ve makâm-ı Hilâfet ve Saltanatımı müşkül ve tehlikeli bir sahaya sürükledi­ğinden, hükûmet-i seniyemin kararı veçhile tâyin olunduğunuz mıntıkada âşâyişi temin ve merzi-i şâhânemc mugayir ahvâlin hudûsunu men ile cümleten def-i sâile bezl-i cehd ü gayret ederek milletimin masuniyetini te'yid ve mülkümün eyâd-i mütearizînden tahlisi için yekvücut olarak hareket edilmesini, selâm-ı şâhânemle asker ve memurine ve ehâliye tebliğini irâde ettim.”

Necip Fazıl Kısakürek bu Hattı-ı Hümâyûnu şöyle sadeleş­tiriyor:

“Yaverlerimden Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemal Paşa'ya:

“Umumî Harbin müttefikler hesabına kaybedilmesi üzerine doğan siyâsî durum, büyük atalarımın mülkünü ve Hilâfet ve Sal­tanat makâmını çetin ve korkulu bir yere sürüklediğinden hükü­metimin karariyle atandığınız mıntıkadan âşâyişi sağlamak ve şâhâne rizâ ve dileğime aykırı hallerin meydana gelmesini engel­leyerek ve topyekûn korkulu şeylerin define cehd ve gayret göste­rerek milletimin dokunulmazlığını gerçekleştirmek ve memleke­timin saldırgan ellerden kurtarılmasını sağlamak için tek vucut hâlinde davranılmasını, şâhâne selâmımla beraber asker ve me­murlara ve halka bildirmek üzere irâde etlim!" (Vahidüddin, s. 160)

Hatu hümayun'un uydurma olduğunu iddiaları ile ilgili olaııık Sabahaddin Selek şu görüşleri öne sürer.

“Bir metin hâlinde ortaya atılan Hatt-ı Hümâyûnun uydur­ma olması ihtimâli kanaatimizce zayıftır. Fakat, Mustafa Kemal Paşa'nın bunu işine yarar bir belge saymadığı ve hiçbir yerde kul­lanmadığı da muhakkaktır. Paşa'mn karargâhı ile birlikte, Si­vas'taki III. Kolordu Kumandanlığına giden Albay Refet (Bele) Hey bile böyle bir belgeden haberdar olmadığını bize söylemiş­in." (Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, s. 190)

Refet Paşa yıllar sonra Necip Fazıl'a konu ile ilgili olarak şöyle diyecektir:

•‘Şu, İtalya'da sürünen Vahidüddin'in encâınına bak! Bu ta­lihsiz hükümdar, vatanını kurtarmak için elinden gelini yapmış, amma sonunda kimseye yaranmamış olmak şöyle dursun, ismi vatan hâinine çıkarılmış bir bedbahttır. Ben onun, Mustafa Ke­mal'i bu işe sevk ve teşvik eden adam olduğunu yakından biliyo­rum. Elbette bu hakikat bir gün târihe intikal edecektir.”

Falih Rıfkı Atay da Mustafa Kemal'i Anadolu’ya Vahdeddin'in gönderdiği görüşündedir ve bu görüşlerini 19 Mayıs 1957 tarihli Dünya gazetesinde yazmıştır.

Öte yandan Cemal Bolayır da halitalarında bu olayı tcyid etmektedir. Niyazi Banoğlunun aktardığı olay şöyle gelişiyor.

'işgal kuvvetleri İngiliz Kumandam Ferit Paşa'ya gelerek, doğu illerimizde bazı kuvvetlerimizin halkla birieşerek H iristiyanlara karşı katliam hazırlığında bulunduklarını haber aldıkları­nı söyleyerek, bunu önlemek için Doğuya asker gönderip işgal edeceklerini söylemişler. Sizi bunun için ziyaret ettik, haber veri­yoruz, demişler. Ferit Paşa telâş etmiş; böyle birşey yoktur ve ola­maz. Bana üç gün izin veriniz. Ben oraya İttihatçı olmayan bir ku­mandan göndereceğim, hiç bir mesele kalmaz, demiş. Ferit Paşa bundan sonra teklifi bana yaptı: Pâdişâh hazretleri, sizi zaten bili­yor, sizi münasip görmüşlerdir. Şüphesiz gidersiniz. Şimdi be­nim, biryere acele randevum var, oraya gitmeye mecburum. Bu konuda yapacağımız işlerle, durum hakkında etraflı, harita üze­rinde incelemeler yapmak üzere iki gün sonra tekrar görüşelim, diyerek ayrıldı. Şimdi buna ne dersin?”

Ben; ‘Aman Paşam, bundan daha iyi fırsat olmaz, derhal ka­bul etmelisin' dedim. Düşünceli idi, bana birşey söylemedi. Ferit Paşa ile görüştükten sonra buluşmamızı istedi, iki gün sonraki gö­rüşmemizde Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatı ile gitmeyi kabul et­tiğini söyledi.

“Mustafa Kemal, bundan sonraki temaslarını da öbür ziya­retlerinde anlattı. Harbiye Nâzın ile, dâhiliye nâzın ile görüşmüş, harita üzerinde incelemeler yapmışlar, kendisine çok geniş yetki verilmiş... Mustafa Kemal, 'Yalnız,' dedi, ‘para vermiyorlar. Hal­buki, orada çalışmak için para lâzım. Ferit Paşa; hele siz bir gidi­niz, arkadan para göndeririz, dedi. Ben de kabul ettim.'

“Mustafa Kemal, bundan sonra temaslarına devam etti. Ali Kemal Bey tarafından nazırlara verilen ziyafette de bulundu. Ya­nında götüreceği arkadaşlarını lesbiı ederek kadrosunu Harbiye Nazırına tasdik ettirdi. Pâdişâh ile görüşmesini de bana anlattı. Padişah, başarıya ulaşacağına inandığını söylemiş, yardım vaad etmiş. Ayrıldıktan sonra dışarda Saray nâzın Naci Paşa, pâdişâhın hediye ettiği bir kutuyu Mustafa Kemal'e vermiş. Mustafa Kemal kutuyu açıp bakmayınca Naci Paşa açmasını işaret elmiş. Mustafa Kemal açıp bakmış, bir alun saatmiş.” (N. Ahmet Banoğlu, Ata­türk'ün İstanbul'daki Hayatı, c.l, s. 68-70)

Asım Us ise hatıralarında Mustafa Kemal'in Bahriye Nazırı­nı ziyaret ederek kendini bakanlarla tanıştırması talebinde bulun­duğunu, bu talep uyannea Mustafa Kemal'i kabul eden Dahiliye Nazın Şakir Paşa’mn Mustafa Kemal'e:

-Çocuğum beni utandırma. Beni mes’uliyet altında bırak­ma. Şimdi Seni Damat Ferit Paşa’ya götüreceğim. Kendini tul. İyi konuş. Ona söz verdim. Dediğini kaydeder.

Cemal Bolayırın dateyid ettiği gelişmeler 7 Mayıs 1919'a kadar Mustafa Kemal'in Anadolu'ya ilişkin bir düşüncesi olmadı­ğını göstermektedir.

Sonra olaylar şöyle gelişir:

Mustafa Kemal anlatıyor:

“Damat Ferit Paşa’mn yanına gittik. İlk söze başlayan Şakir Paşa oldu, dedi ki: ‘Efendimiz, yeni vazife ile Anadolu'ya gidecek olan Mustafa Kemal Bey'i zât-ı devletinize takdim ederim.’

“Ondan sonra Sadrâzam ile aralarında bir konuşma oldu. Sualler ve cevaplar Sadrâzamı memnun edecek şekilde idi. Sadr­âzam Ferit Paşa, Şakir Paşa’ya teşekkür etti. Kabineden çıktıkları vakit Şakir Paşa, Mustafa Kemal'in elini tuttu ve sıktı; ‘Dikkatini­ze teşekkür ederim. Bu dikkat çok sürmeyecektir. Ben vazifeyi yaparım. Târih bunu yazacaktır. Fakat senin de benim yaptığımı unutmamaklığım istiyorum’ dedi. Ben sadâret ve Dâhiliye Nezâ­reti koridorlarında bu namuslu adamın elini öptüm ve dedim ki: ‘ Yaptığınız büyüktür. Bunu bir gün gözleriniz ile görmenizi te-

mennî ederim.’

“Sonra Şakir Paşa beni Dâhiliye Nâzın Mehmet Ali Bey'in yanına götürdü. Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal'in evine gide­rek kendisine muvaffakiyet dilemiş olan bir adamdı. Fakat onu oraya götüren Harbiye Nâzın Şakir Paşa'nın ilk sözü şu oldu: ‘Or­du komutanı Mustafa Kemal, hükümetinizin verdiği bütün vazife­leri memnuniyetle yapacaktır. Yeterki biz kendisine yardım ede­lim.’

“Dâhiliye Nâzın Mehmet Ali Bey, Harbiye Nazırına şu cevâbı verdi: ‘Onu bana ayrıca tanıtmaya hacet yoktur. Onu kendi evinde çoktan tanıdım. Elbette elden geldiği kadar yardım edece­ğim.’

“Ben elimden geldiği kadar bu aldanan adamların göster­dikleri tezahürlere ehemmiyet vermiyorum. Fakat bunları aldat­manın devlet ve millet için lüzumlu olduğuna kaani bulunuyor­dum. İşte bundan sonradır ki, Sadrâzam Damat Ferit Paşa beni evine davet etli ve kendisi ile konuşmak için, kendi telâkkilerine göre, kendilerinden olduğunu zannettikleri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa'yı da evine davet etmişti.” (A.g.e., s. 60-61)

Konuyu Atatürk'ün ağzından Prof. Afet İnan da şöyle anlatı­yor.

“Muayyen saatte Sadrâzamın yanında bulunuyordum. Ben­den başka henüz kimse yoktu. Birkaç cümlelik bir konuşmadan sonra, uzunca bir sükût başladı. Bu sırada ben, Vahdettin'in Sadr­âzamını tcdkik ediyordum. Bir aralık saatine baktı, ‘Acaba nerede kaldı?’ dedi. ‘Birine mi intizar buyuruluyor?’ dedim. ‘Evet, Cevat Paşa Hazretleri geleceklerdi.’

“İkinci dâvetli bu idi. Yine sükût başlıyor. Birkaç dakika sonra Cevat Paşa geliyor. Sadrâzam iki davetlisi ile birlikte yemek salonuna geçiyor.

“Sofrada bu üç kişinin üçü de önlerine bakıyorlar. Acaba ne düşünüyorlardı? Yeni târihin inkişaf ettirdiği hakikatlere göre, Sadrâzam Ferit Paşa, dünyayı, Türkiye'yi, Türk milletini aslâ ta­nımamıştı. Fakat efendisi Sultan tarafından, yüksek Türk câmia-

sini idâre için kendisine verilen vazifenin ağırlığı altımla, duygu­suz; işitilen ses, yalnız çatallar, bıçaklar değiştikçe, hizmet eden­lerin beceriksizliği yüzünden hâsıl olan gürültü... Yemek bitiyor... Ortasında genişçe bir masa bulunan bir odaya geçiyorlar.

“Henüz ayakta dururken Sadrâzam diyor ‘Bir harita getiri­sek de, müfettiş Paşa onun üzerinde bana izahat verse... ‘Masanın üzerine bir harita açılıyor. Anlaşılıyor ki, Sadrâzam haritayı daha evvel hazırlamış. Kiben'in atlası. İçinde Anadolu paftası bulunu­yor. Damat Ferit ile Mustafa Kemal haritanın başında karşı karşı­ya. Cevat Paşa da Mustafa Kemal’in yanmda.

“Mustafa Kemal, Damat Ferit'e soruyor. ‘Ne nokta-i nazar­dan izahat talep ediliyor?’ ‘Meselâ,’ diyor, ‘Samsun havâlisinde ne yapacaksınız?’ ‘Samsun havâlisinde yapılması istenen iş, o havali Rumlar'tmn başladığı gerilla hareketini bastırmaktır."

“Cevat Paşa cümlesini tamamlarken vaziyetin hiç de ehem­miyeti hâiz olmadığını îmâ etmek ister bir tavır ile, haritanın bu­lunduğu masadan uzaklaşır gibi oluyor. Mustafa Kemal içinden Cevat Paşa'ya teşekkür ediyor. Generalin bu sözleri Sadrâzamı tatmin etmiş görülüyordu. Her biri birer koltuğa çekiliyor.

«Sadrazam, Mustafa Kemal'e soruyor: ‘Ne vakit hareket edeceksiniz?’

‘Ne vakit emir buyurulursa... ben harekete hazırım.’ ‘Zât-ı Şahaneyi ziyaret ettiniz mi?’ ‘Hayır, irade buyuruldu. Ben tebliğ ediyorum. Yarın kendisini ziyaret ediniz.

“Ayrılmak zamanı geliyor. Orada bir adamı bırakarak soka­ğa çıkan iki davetli, Mustafa Kemal ve Cevat, kolkola yürüyorlar, gecenin karanlıklan içinde... Nişantaşı caddesinin piyade kaldırı­mı üzerinden Teşvikiye'ye doğru sıkı adımlar ile ilerleyen bu iki arkadaştan biri ötekine, pek samimi bir lisan ile soruyor: ‘Bir şey mi yapacaksın Kemal?’ ‘Evet Paşam, birşey yapacağım.’ ‘Allah muvaffak etsin!’ ‘Mutlaka muvaffak olacağız!...’ (NAB Ata­türk'ün İstanbul'daki Hayatı c.l. S. 64-65)

Yakın Tarih Ansiklopedisi'nin konu ile ilgili sonuç değer­lendirmesi şöyle:

“Sabahleyin İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiğini

gazetelerde okuduk. Halk yasa büründü. Mustafa Kemal Paşa, ay­nı zamanda Yâver-i Ekrem olduğundan Beşiktaş’ta Sinanağa Ca­miinde Selâmlığa gitmişti. Mahfelde huzura kabul edilerek vedâ ellikten sonra doğru vapura geldi. Kendisini uğurlamak üzere Ra­uf Bey, Selâmet Partisi Başkanı Selâmi Paşa ile tanımadığım bir­kaç kişi daha vardı. Hepsi ile el sıkıştıktan sonra vapura gitmek için istimpota bindi, biz Rauf Beyle istimpot vapura yaklaşıncaya kadar sahilde kaldık." (A.g.e., s. 70)

Demek, Paşa'nm Bandırma Vapuru ile Boğazdan çıkması öyle gece karanlığında filân olmamış. Mübarek Cuma günü na­mazdan sonra yola çıkılmış. Kendisini uğurlayan Rauf Bey de ay­nı heyete dâhildi ve Paşa'ya Amasya 'da iltihak edecekti.

Peki, böyle mühim bir heyet üstelik o kadar geniş selâhiyctlerle memleketi, Saltanatı ve Hilâfeti kurtarmak için Anadolu'ya gönderilir de, hiç maddî imkân tanınmaz mı? Düşmaıj işgalini kı­rabilmek için cankurtaran simidi mâhiyetini hâiz o heyete devlet para tahsis etmez mi?

40.000 altın hikâyesi

Merhum Necip Fâzıl, "Vahidüddin” isimli eserinde bir hayalî konuşma sahnesinde, son pâdişâhın Mustafa Kemal Pa­şa'ya son konuşmalarında şöyle dediğini yazıyor:

“Size bu aziz dâvada muvaffak olmanız için kesemden (...) altın veriyorum. (Tamamiyle tesbit edilemeyen bu rakkam bir rivâyeıe göre 30, bir rivâyete göre 42, bir rivâyete göre de 60 bin­dir)” (A.g.e., s. 162)

Bir başka yazar da şöyle diyor:

“Padişah, çok sevdiği vatanını kurtarmak içn en isabetli yo­lu seçmiş, itimat ettiği kumandanlarım Anadolu'ya göndermiş ve Millî Mücâdeleyi alevlendirmiştir. Kâzım Karabekir Paşa'ya, bü­tün ümidinin genç paşalarda olduğunu söylemiş, Anadolu'ya gön­derilecek kumandanlar için tavsiye de istemişti. Onun tavsiyesi üzere, ‘namağlûp kumandanım' diyerek itimat etiği Mustafa Ke­mal Paşa'yı davet ederek, Anadolu'ya gitmesi için iknâ etmiş ve girişilecek mücadelede kullanılmak üzere kırk bin alım vermiştir. Bu paranın büyük bir miktarı Pâdişâhın bizzat kendi servetinden beslediği cins atların satılmasından sağlanmıştı.” (Vehbi Vakkasoğlu, Bu Vatanı Terkcdenler s. 66)

Eğer bu değişik rakamların içindeki ortalama rakam olan 40 bin altının Mustafa Kemal Paşa’ya verildiğini kabul edersek, (21 Aralık 1987 günü rayiciyle bir Reşat altını 140.000 lira olduğuna göre,) Padişah 6. Mehmet Vahidüddin'inin Millî Mücâdele için 5 milyar 600 milyon lira verdiğini de kabul etmemiz gerekecek­tir.

Bir başka yazar ise hâdiseye değişik şekilde yaklaşıyor:

“Mustafa Kemal Paşa parasız idi. Büyük projelerle İstan­bul'dan ayrılırken, Anadolu'da kendisine verilecek bin liranın de­ğerini düşündü mü bilmiyoruz. İnceleyebildiğimiz belgeler ancak şunu gösteriyor ki, Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan hareket ede­ceği günlerde karargâhına mensup subayların üçer aylık maaşla­rıyla, bir miktar olağanüstü ödenek almak için çok uğraşmıştır. Zaferden sonra tasfiye ettiği siyâsî hasımlan onun, Pâdişâh tara­fından verilmiş önemlice bir para ile Anadolu'ya geçtiğini söyler­ler. Halbuki bu söylentinin doğruluğunu gösterecek en ufak bir delile henüz rastfanmış değildir. Mustafa Kemal Paşa'nın İstan­bul'dan ayrıldığı sıralarda Dâhiliye Nezâretini işgal eden Mehmet Ali Bey, Paris'te çıkardığı ‘La Republique Enchanc’ adlı gazete­sinde 9. Ordu Kıt'a Müfettişliğine verdiği yirmi beş bin liraya ait makbuzun klişesini yayınlamıştır. İşte Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya götürdüğü para bundan ibarettir.

Dâhiliye Nezâreti örtülü ödeneğinden ödenen bu parayı Mehmet Ali Bey, yanında Emniyet Şube Müdürlerinden Râdî Bey olduğu halde, Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a götürecek vapura hareketinden biraz önce gelerek bizzat vermiş ve klişesi yayınla­nan makbuzu da orada Râdi Bey yazmıştır”. (Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, s. 117)

Ogünkü rayiçle bir alunın karşdtğt 4 kâğıt lira olduğuna gö­re, sırf Dâhiliye Vekâleti tahsisat-ı mestûresinden verilen bu

makbuzu belli para dahi 1987'ye göre 875 milyon lira yapmakta­dır. Koca bir bölgede hem mülkî hem de askeri idarenin başı ola­rak vazifelendirilen bir Tuğgeneral, o ehemmiyetli vazifesinin ge­rektirdiği parayı elbette ki sâdece İçişleri Bakanlığının örtülü ödeneğinden almayacak olsa gerek. Vesikası olmasa da, bizzat Pâdişâhın kendi kesesinden yardım yapması öyle uzak bir ihtimal değildir.

Fahrî Yâver-i Hazret-i Şehrıyârî

‘Chaînâe-Zincire Vurulmuş Cumhuriyet’ isimli gazeteyi Paris’te çıkararak Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği 25.000 liranın makbuzunu neşreden o günün Dâhiliye Nâzın Mehmed Ali Bey 150'likler listesine dâhil edilerek vatandaşlıktan çıkarılmıştır. 1937'de ölen Mehmet Ali Bey, dünyâda iki mezarı olan ender in­sanlardan birisi dir. Mezarlanndan birisi Paris'te, birisi de İstan­bul'da Zincirlikuyu'dadır.(İlhami Soysal, 150'likler, s. 151)

M. Kemal'in Anadolu'ya geçişi konusunda İlyas Sami Karamısır'tn 1957'de yayınlanan MilE Mücadele Hatıralarına bak­makta yarar var.

Nedense bu dönemin hatırasını yazan herkes kendisinin haklılığım isbatlama sevdasında. En kahraman kendileri!

Koca bir İmparatorluğun yıkılış sebebi anlaşılıyor: Bu ka­dar çok kahraman ve kurtarıcı olunca olacağı buydu!

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya Geçişi

İlyas Sami Karaıhısrr'ın hatıralarında konu şu şekilde anla­tılır:

“Büyük Asker Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele'ye baş­lama kararını verişini ve bu maksatla, Anadolu’ya geçişim bizzat şöyle anlaür:

“...........İçimde çok dikkatle gizlediğim bir sim vakti gel­medikçe kimseye söylemedim. Böyle bir karar vermemişim gibi, herhangi temaslara devam ettim. Bir gün sırdaşlarımdan olan İs­met Bey'i davet ettim. Şişlideki evimde beni yalnız bulan İsmet Bey: “Yine ne var?” dedi.

Ben de: “Ne haber?” dedim.

-Tahmin edeceğin gibi...

-Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup, masaya açar mı­sın? Üzerinde konuşacağım.

İsmet Bey haritayı bulup açtı. Fazla olarak, daima cebinde taşıdığı pergeli de çıkardı. Lâtife ettim:

-Henüz pergellik bir şey yok. Biraz pergelsiz görüşelim.

-Ne yapacaksın?, diye sordu.

-Meselâ, dedim, hiç bir sıfat ve selâhiyet sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarele­rini aramak için en müsait mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yo) hangisi olabilir?..

Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli, güldü:

-Karar verdin mi? dedi.

-Şimdilik bundan bahsetmiyelim. Bana memleketi, milleti ve orduyu anlayıp bilen, vaziyeti yakından gören, tehlikede şüp­hesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!.

İsmet Bey masanın kenarındaki iskemleye ilişti ve derin de­rin düşünmeğe başladı. O sırada ben, salonun içinde dolaşıyor­dum. Bana sesleninceye kadar gezindim. Birdenbire ayağa kaltı, gülerek:

-Yollar çok, mıntıkalar çok!, dedi.

Bâzı ziyaretçilerin geldiklerini haber verdiler. Haritayı ka­pamağa vakit kalmadan içeri giren bu tanıdıklarla başka bahislere daldık. Bir hayli müddet sonra, yine İsmet Beyle yalnız kaldık:

-Ne yapacağını bana ne vakit söyliycceksin?

-Zamanında., dedim.

-Bu dakikada siz ne düşünürsünüz ki, verilmiş bir kararım varken, onu niçin hemen tatbik etmiyorum. Ben de hemen söyleyim ki, ağır ve kat? bir kararın doğruluğuna inanmak için vaziyeti her köşesinden mütalâa etmek lâzımdır. Ağır ve kati bir karar tat­bik edilmeğe başlandıktan sonra; “Keşke şu tarafını, bu tarafını da düşünseydim, belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca kan dökmeğe, bunca can yakmağa ihtiyaç kalmazdı! gibi tereddütlere yer kalmamalıdır. Böyle bir tereddüt, karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta olur ve onu, yaptığının doğruluğunda şüpheye düşürür. Bundan başka, beraber çalışacak olanlar, yapılandan baş­ka bir şey yapmak ihtimali kalmadığına inanmalıydılar. İşte, be­nim mütareke sırasında dört beş ay İstanbul’da kalışım, sırf bunun içindir.Bu geçirdiğim zamanın bir kısmını da hazırlıklara ayır­dım. Tahmin edersiniz ki fikir hazırlıkları, seferberlikte asker top­lamak için olduğu gibi, davul zuma ile temin edilemez. Fikir ha­zırlıklarında levazuyia çalışmak, kendisini silınezjcarşısındakilere samimî bir kanaat ilham etmek lâzmıdır.

Beni İstanbul'dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacakları­nı zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul idiler.Nihayet bu sebep, işgal kuvveden zabiderinin raporları ise dolu bir dosya halinde ellerine geçti.

Bir gün Harbiye Nazın rahmeti! Şakir Paşa, beni makamına çağırdı. Bürosunun karşısına oturdum. Bir tek kelime söylemcksizin bana dosyayı uzattı:

-Bunu okur musunuz? dedi.

Dosyayı baştan nihayete kadar gözden geçirdim. Hülâsası şu idi:

«Samsun ve havalisinde bir çok Rum köyleri Türkler tara­fından her gün tecavüze uğramaktadır. Osmanlı hükümeti, bu vahşi tecavüzlerin önüne geçememektedir. Bu havalinin emniyet ve huzurunu temin etmek insaniyet namına borcumuzdur.»

Raporlar İstanbul hükümetine verilirken bir de protesto ilâ­ve edilmişti: «Bu tecavüzleri menetmek lâzımdır. Eğer siz âciz iseniz, vazifeyi biz üstümüze alacağız!»

Dosyayı okuduktan sonra, Harbiye Nazırı'nın yüzüne bak­tım:

«-Emriniz Paşam?» dedim.

«-Bu, böyle midir zannedersiniz?»

«-Zannetmiyorum, fakat bir şeyler olmak ihtimali var­dır.»

Bunun üzerine asıl bahse geçti:

«-İşte, dedi, böyle midir, değil midir, evvelâ bunu meydana çıkarmak için oralara bir zatın gidip tetkiklerde bulunması lâzım­dır. Ben Sadrazam Paşa ile (Damat Ferit Paşa) görüşlüm. Sizi mü­nasip gördük Oraya gidesiniz ve meselenin mahiyetini anlayasınız.»

«-Memnuniyetle giderim. Ancak ben oraya, Türkler Rumlara zulüm ediyor mu, etmiyor mu, yalnız bunu anlamak için mi gideceğim? Memuriyetim bu mu olmak lâzımdır?»

«-Evet, dedi, konuştuğumuz budur.»

«-Pekâlâ... Yalnız müsaade buyurursanız, memuriyetime bir sekil verrnek lâzım. Sizi üzmeyim, arzu ederseniz, Erkânı Har­biye Reisinizle görüşerek bunu tesbit edelim.»

«-Hay, hay!» dedi.

Nazırlık makamından çıkarak, Erkânı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşayı (Çakmak) aradım. Yirmi gündenberi hasta ol­duğu için gelememekte olduğunu söylediler. Dairede İkinci Reis Diyarbakırlı Kâzım Paşa ile karşılaştım. Kendisine, Nazır Paşa’nm verdiği vazifeden bahsettim. Malûmatı yoktu.

-İşle ben sana haber veriyorum! dedikten sonra: «Kapıları kapattırır mısın?» dedim.

Kâzım Paşa gülerek yüzüme baku:

-Ne oluyoruz?

Kâzım Paşa ile açık konuşarak bütün düşündüklerimi anlat­tım:

-Her ne sebeb veya maksatla, beni İstanbul'dan uzaklaştır­mak için bir vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu'ya geçmek fır­satını arıyordum. Madem ki onlar teklif ettiler. Fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz.

Kâzını Paşa:

-Nasıl? dedi ve cevabımı beklemeksizin ilâve etti:

Ha... Zaten Ordu Müfettişlikleri meselesi var.Seno tarafla­ra Ordu Müfettişi Unvanı ile gidebilirsin!

-Unvanın ehemmiyeti yok, dedim, yalnız şimdi Harbiye Na­zarı ile konuş, benden ne isliyorlar, tesbit et, üst tarafını kendimiz yapanı.

Kâzım Paşa Harbiye Nazırını gördü. Kendisinden aldığı di­rektif şu idi:

-Maksat Samsun havalisinde Rumlar'a tecavüz eden Türkleri tedip etmek, sonra Anadolu'da bir takım millî teşekküller beli­riyorsa, onları da ortadan kaldınnak! Mustafa Kemal’i bunun için yolluyoruz. Kendisine Sadrazam Paşa ile beraber bir salâhiyetname vereceğiz...

Kâzım Paşa bana bunları izah edince:

-Çok güzel! dedim ve kapıların iyi kapalı olup olmadığına baktım.

-Yalnızız., dedi.

-Onlar ne istiyorlarsa, âzamisini ilâve ederek bir talimatna­me kaleme alınız. Yalnız bir iki noktayı ben not ettireyim.

-Peki., dedi.

Benim ehemmiyet verdiğim salâhiyet meselesi idi. Müm­kün olduğu kadar Anadolu'nun her tarafına emir vercbilmeliydim. İstediğim bir madde. Samsundan başhyarak bütün Şark vilâyetle­rinde bulunan kuvvetlerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğim idi. Bir başka madde; bu mıntıka ile her hangi bir temasta bu­lunan askeri ve idari makamlara iş'artarda bulunabilmckliğim idi. Kâzım Paşa’ya dedim ki:

-Onların arzularını bir araya lopla, fakat sonuna bu iki mad­deyi ilâve et..

Kâzım Paşa yüzüme baktı:

-Bir şey mi yapacaksın?

-Kulağını bana doğru uzail... dedim, evet, bir şey yapaca­ğım.

Kâzını Paşa güldü:

-Vazifemizdir, çalışacağız..

Dediğim gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra beni bı-

rakarak, müsveddeyi Harbiye Nazm'na göstermek üzere odadan çıktı. Bilmem ne geçti, bu kadar az zamanda ne geçebilir. Fakat Kâzım Paşa nın söylediğine göre, Sadrazam Paşa talimatnameyi imzalamıyacakmış. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş, an­cak bu rahmetlide vicdanî bir seziş olmak lâzımdı ki; «imza et­mem» sözünden sonra:

«-Mührümü basarım» demiş.

-O halde talimatnameye «Mustafa Kemal Paşa lüzum gör­dükçe doğrudan doğruya Sadrazam Paşa ile muhabere eder» kay­dını ilâve edelim,

-Çok iyi amma, Şakir Paşa'ya okuduğum müsveddede bu kayıt yoktu...

Bununla beraber. Kâzım Paşa böyle bir madde ilâve ederek, talimatnameyi beyaza çektirdi. Şakir Paşa'nın makam mührü ba­sıldı. İki nüsha idi. Birini cebime koydum. Ötekini de Kâzım Paşa’ya vererek:

-Sen de bunu dosyada saklarsın! dedim.

Lâüfeli bir gülüşle:

-Paşam, beni torbaya mı sokuyorsun? dedi.

-Hayır, hayır... Sana şimdi yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu hatırlarız, dedim.

Yunanlılar İzmir’e asker çıkarmazdan biraz önce, galiba Mayıs'ın on dördüncü günü idi. Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın Nişantaşı'ndaki evine akşam yemeğine dâvetli idim. Muayyen sa­atte gittim. Benden başka henüz kimse yoktu. Kısa bir kaç kelime• den sonra, uzunca bir durgunluk devam etli. Kendisinde, Harbiye Nazın ile beraber gördüğüm zamanki samimiyetten eser yoktu. Benimle yalnız kalmaktan sıkılıyor gibiydi.

Bir ara saatine bakü:

«-Acaba nerede kaldı?»

«-Birini mi bekliyordunuz efendim?»

«-Evet, Cevat Paşa Hazretleri gelecekti.»

Yine sükût... Biraz, sonra Cevat Paşa salona girdi. Hemen üçümüz beraber yemek salonuna geçtik. Sofrada çatal ve tabak ta-

kırdılanndan başka ses yok. Üçümüz de susuyoruz. İçimden gelen suallere, kendi kendime içimden cevap vermeğe çalışıyorum. Her halde benimle konuşacak bâzı şeyleri olmalı idi. Belki de çok ehemmiyetli meseleler vardır, sofradan sonraya saklıyordur, di­yordum. Yemeğin sonuna yaklaşmıştık. Sadrazam Paşa,kısa bir cümlesi ile beni vehimlerimden kurlardı. Ccvad Paşa'ya ve bana bakarak:

«-Yemekten sonra biraz görüşelim» dedi.

«-Emir buyursunuz!»

Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat hoş bir sa­lon...

Daha ayakta iken Sadrazam dedi ki:

«-Bir harita getirisek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde izahat verse...»

«-Ne cihetten izahat emir buyuruluyor?»âedim.

«-Meselâ, dedi, Samsun ve havalisinde ne yapacaksınız?» Kelimeler, adeta ağzımdan dökülmeğe başladı.

«-Efendim, dedim İngiliz raporlarına göre, Samsun ve hava­lisinde bâzı karışıklıklar varmış... Biraz mübalâğalıdır, zannedi­yorum. Ne de olsa bunlar basit şeyler.. Yerinde yapacağımız tet­kiklerle hallederiz. Şimdiden, isabetli bir şey söyliyememekten korkarım.»

Cevat Paşa'ya döndü:

«-Siz ne dersiniz?»

Cevat Paşa'da, pek tabiî bir tavırla:

«-Öyledir efendim, bu gibi işler yerinde hallolunur.»

Kanaat getirmemiş görünen Sadrazamın kafasında, daha büyük bir endişe, sual şekli anyordu.Derken, biraz heyecanlı bir sesle sordu:

«-Pekâlâ... Siz, bana harita üzerinde nerelere kadar kuman­da edeceksiniz, gösterir misiniz?»

Vesveseye düştüğü noktayı hemen anlamıştım.

«-Efendim, henüz ben de, pek iyi bilmiyorum. Belki... Tak­riben..

(Kipert'in küçük haritasına elimi koyarak) «ihtimal şu kadar ufak bir parça...» diye, bâzı vilâyetleri gösterdim ve manalı bir tarzda Cevat Paşanın yüzüne baktun.Ben haritadan elimi kaldırır­ken, o da ilâve etti:

«-Efendim, dedi, Paşa tabiî o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecek... Zaten nerede kuvvet kaldı ki?..»

Sözünü tamamlarken, vaziyetin hiç de ehemmiyetli olmadığını anlamak istermiş gibi, masadan uzaklaşır gibi oldu. İçimden Cevat Paşa'ya teşekkür ediyordum.

Her birimiz birer koltuğa çekildik ve kahvelerimizi içmeğe ‘ başladık. Damat'Paşa ferahlamış gibiydi:

«-Ne vakit hareket edeceksiniz?»

«-Ne vakit emir buyurulurea... ben hazırım, arzu ederseniz yarın veya öbür gün..»

«-Zatı Şahaneyi ziyaret ettiniz mi?»

«-Hayır efendim..»

«-Ziyaret etmeden mi gideceksin?»

«-İrade buyurulmadı...»

«-Ben iradei seniyeyi tebliğ ediyorum. Yarın kendilerini zi­yaret ediniz.»

«-Peki e’endim!»

Sadrazam'ın konağından çıktıktan sonra, Cevat Paşa ile kolkola karanlıkta, Nişantaşı caddesinden Teşvikiye'ye doğru sık adımlarla ilerliyorduk. Cevat Paşa samimî bir lisanla bana sor­du:

«-Bir şey mi yapacaksın, Kemal?»

«-Evet Paşam, bir şey yapacağım!»

«-Allah muvaffak etsin!»

«Mutlaka muvaffak olacağız!.»

Birbirimizden ayrıldık.

Yıldız sarayının ufak bir salonunda, Vahidettin'le âdeta dizdize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış ol­duğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçine açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sa-

rayına (toğrulmuş. Manzarayı görmemek için, oturduğumuz yer­lerden başlarımızı sağa sola çevirmek kâfi idi. Vahidettin, hiç unutmıyacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:

«-Paşa, Paşa...Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bun­ların hepsi artık, bu kitaba girmiştir (Elini demin bahsettiğim kita­ba bastı ve ilâve etti.«Tarihe geçmiştir.»

O zaman, bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnetle dinliyordum:

«-Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet, hep­sinden mühim olabilir. Paşa... Devleti kurtarabilirsin!»

Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahidettin, benim­le samimî mi konuşuyor? O Vahidettin ki, ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece âdetleri ile temas anyarak, devleüni ve saltanatını kurtarmağa çalışmıştı? Fakat, böyle bir tahmin ile, başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim:

«-Hakkımdaki teveccüh ve itimada arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmiyeceğime emniyet buyuru­nuz.»

Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeğe uğraşıyor­dum. Çok iyi anladığım, veliahtliğinde, Padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekârlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asîl bir hareket bekliyebilirdim? Memleketi kur­tarmak lâzımdır. İstersem, bunu yapabilirmişim. Nasıl hemen hü­küm veririm. Vahidettin demek istiyordu ki, hiç bir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul'a hâkim olanların siyasetine uy-' maktır.

Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve hal­kı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem, ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tedib edersem, Vahidetti’nin arzularını yerine getirmiş olacağım.

«-Merak buyurmayın, efendimiz, dedim. Noktai nazarı şa­hanenizi anladım. îradei seniyeniz olursa, hemen hareket edece­ğim ve bana emir buyurduklarınızı bir ân unutmıyacağım.»

«Muvaffak ol!» hitabı şahanesine mazhar olduktan sonra

huzurundan çıktım.

Naci Paşa, padişahın yaveri, fakat benim hocam, derhal be­nimle buluştu. Elinde ufak mahfaza içinde bir şey tutuyordu:

«-Zatı şahanenin ufak bir hâtırası..» dedi.

Kapağının üzerine Vahideui'nin inisyaİlerı işlenmiş bir sa­atti:

«-Peki, teşekkür ederim.» dedim.

Sonra sanki Yıldız Saray'ından çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırdısmı işittirmekten korkarak saraydan uzak­laştık.

Artık Şişli'deki evi bırakmak üzereyiz. Bandırma vapuru Galata rıhtımında hazır. Karargâhımızdan olanlar muayyen saatte rıhtımda toplanmış olacaklar. Evdeki vedâlarımı bitirmiştim. Otomobil kapının önünde idil Tam o şuada gelerek, beni büroma götüren bir dostum, aldığı bir habere göre, benim ya harekelime müsaade edilıniyeceğini, yahut vapurun Karadenizde batırılaca­ğını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Daha sonra, vaktiyle yanımda çalışan bir erkânıharp de gelerek, bir damaddan aynı şey­leri öğrendiğini bildirdi.

Bir ân, yalnız kaldım ve düşündüm: Bu dakikada düşmanla­rın elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Bey­nimden bir şimşek geçti, tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek? Bunun için beni Karadeniz'in çoşkun dalgaları arasında yakala­mak lâzımdır. Bu ihtimal mantıkî idi.

Ancak, artık benim için yakalanmak, hapsolunmak, nefyolmak, düşündüklerimi yapmaktan menedilmek, hepsi ölümle mü­savi idi. Hemen karar verdim. Otomobile atlayarak Galata rıhtımı­na geldim.

Baktım ki rıhtıma yanaşmış olacağım sadığım vapur uzak­lardadır. Sandallarla vapura gittik Kaptana, yola çıkmak için emir verdimse de Kız Kulesi açıklarında muayeneye tâbi tutulduk. Bir kaç ecnebi zabit ve askeri bizi yoklıyacaklardı. Muayene uzayıp gitti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler arasında lıir muhabere mi vardı? Maksat beni tevkif etmek ise, bütün bıı şeylere lüzum yokinSıkılıyordum. Bir kararsızlık da olabilir diye düşündüm. Bundan istifade edebilmek için kaplana hareket hazır­lıklarım çabuklaştırmasını söyledim.

Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan, demir aldırmağa başladı. Ben kajkan yerinde idim. Zabit ve askerler dışarı çıktılar. Hareket ettik. Karadeniz'in Boğazından çıkarken, kaptana tehlikeli ihti­malleri anlattım. Cevap verdi:

«-Ne aksi, dedi, bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da bi­raz bozuk,.»

MümkUn olduğu kadar kıyılan takip etmesini tavsiye ellim. Çünkü bundan sonra, benim tek istediğim, Anadolu'nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaretli.

Sahili takip ede ede evvelâ Sinoba geldik. Kasabaya çıktım. Oradakilcrte görüşerek, Samsun'a kolaylıkla gidebilecek yol olup olmadığını soruşturdum. Maateessüf yokmuş! Çok zorluk çeke­cek ve günlerce yollarda kalacaktık.

Bilmetn neden, Samsun'a bir ân evvel ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki. zaman kaybetmektense, tehlikeye gö­ğüs germeyi tercih ettim.

Tekrar Bandırma vapuruna bindik. Aynı tertipte seyahat ederek nihayet Samsun limanına vardık»

Mustafa Kemal Paşanın kendisine has beliğ ifadesiyle an­latmış olduğu bu, vatanı kurtarma teşebbüsünün ilk merhalesini teşkil eden (Anadoluya geçiş) faslını, şimdi bir de, büyük emek­lerle ele geçirmeğe muvaffak olduğum-çoğu bilgime kadar bilin­meyençok kıymetli vesikalar diliyle tafsil ve izah ederek, tarihe tevdi cunek istiyorum.

(llyas Sami Karamışız)

Mustafa Kemal ise Nutuk'ta konu ile ilgili olarak şöyle di­yordu:

“1919 senesi Mayıs'ınm IÇ'uncu günü Samsun'a çıktım. Va­ziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devletinin dâhil bulundu­ğu grup Harb-i Umumide mağlûp olmuş. Osmanh ordusu her ta­rafta zedelenmiş, şerâiü ağır bir ınütârckcnâmc imzalanmış. Bü­yük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir hai­lle. Millet ve memleketi Harb-i Umumiye sevk edenler, kendi ha­yatları endişesine düşerek, memleketten Firar elmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yal­nız tahtım temin edebileceğini tahayyül ettiği yeni tedbirler araş­tırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine: âciz, haysi­yetsiz, cebin, yalnız pâdişâhın irâdesine tâbi ve onunla beraber şa­hıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı. Ordunun cimden cslilıa ve cephanesi alınmış vcalınmakta...”

(icreck Hangisi?

Mustafa Kemal'in İngilizler taraf imlan takip edildiğine iliş­kin iddiayı Necip Fazıl kıvrak zekası ile şöyle tekzib eder:

Mustafa Kemal Paşa'mn Samsun'a gidişi esnasında bindiği köhne vapurun bir İngiliz torpidosu tarafından takip edildiği ve batırılacağı hak kındaki nakiller baştan başa uydurmadır.

‘ Bunu, eski yaver Ali Nuri Beyefenidi, lam bir mantık çem­beri içinde yakalayıp yalanı şöyle teshil çimektedir: ‘Nasıl olur'.' Mustafa Kemal Paşa, İngilizlcrin bilgisi ve Şark Ordusunu silâ­hsızlandıracağı bahanesi alımda yola çıkmıştı. Herkesin gözü önünde yola çıktı ve rahat giıü. Hem ingilizleronun bindiği hantal lekncyi tutmak isteselerdi, saatte 5 mil giden nakil vâsıtasını 35 mil yol alan tmpidolaııyla yakalayamazlar mıydı?’ (N.F. Kısakürek,' Vahidüddin, s. 185-186).

Öle yandan Ccval ve Kâzım Paşaların görüşüne göre ise Muştala Kemal Paşa'nın Ordu mlilcılişliğine tayinine en tesirli '.clvb ve saiklerılcıı biri Ingiltere Devleti fahimesi mümessilinin verdiği nota olmuştur.

Daha sonra Mustafa Kemal'in İstanbul'a geri çağrılması l'ik11 de Jngiliz.tcrc aittir. Böylecc Hilafetten bağmsız bir hareket vuı uda getirilerek ihtilal doğrulmaktır

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişi ve Bandırma vapuru ile ilgili konuyu özetliyccck olursak:

-Mustafa Kemal'in İstanbul'dan Gizlice ayrıldığı gerçek dı­şı bir olay.

-Ingilizler olayı biliyordu. Gemide bir de İngiliz ajanı vardı ve durum anlaşılınca adam Sinop’la indirildi

-    Padişah biliyordu 300.000 altın para verilerek Anadolu'da­ki Kurtuluş hareketini örgütlemek için gönderilmişti. Mustafa Ke­mal’in daha sonraki mektupları bunu teyid etmekledir. Bu mek­tuplar Başbakanlık arşivince yayınlanmıştır.

-    Bu gemi öyle küçük bir gemi değildi. Mustafa Kemal gemi­de yalnız değildi 18 kişiydiler ve geminin bodrumunda bu kişiler için birer hayvanlan da onların erzakları da bulunuyordu.

-    Mustafa Kemal’i ne İngilizler’in ve ne de Padişah'ın adam­larının yakalaması ve gemisini batırması söz konusu değildi.

Bandırma Vapuru.

Bandırma Vapuru ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda şu bil­gilere taslanıyor:

Bandırma Vapuru, geçen asrın sonlarında İngiltere'de H. Mac İnLyrc, Paisley(Glasgow) gemi tezgâhlcrında 12 yapım nu­marasıyla inşâ edilmiş 279 gros ton 192 net ton buharlı bir gemi idi. tik adı Trocadero" olan bu gemi, Dausey Robinson (London) donatanı için inşâ edilerek servise konmuştu. Trocadero, 1883 yı­lında H. Psicha Piraaus Firmasına satıldı.

Trocadero, 1890 yılında Kymi' adı ile CapL Andrcadis Pira­aus donatanına satıldı. Aralık 1891 yılında kaza neticesi battı ve tekrar yüzdürüldü. 1892 yılında Kymi adı ile P. Derascmo (İstan­bul) firmasına satıldı. 1894'te ise "Bandırma” adı ile İdâr-i Mahsuse (İstanbul) idârcsincc satın alındı.

1909 yılında "idare-i Mahsusc” kaldırılınca, Bandırma Va­puru da 28 Ekim 1910 târihinde Osmanlı Scyr-i Sefâin İdâresi'ne devredildi. İdârcnin hizmetinde iken posta vapuru olarak kullanı­lan bu "küçük tekne" 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a götürme hizmetine tahsis edilen Bandırma Vapuru idi.

Ne yazık ki, Bandırma Vapuru bugün meydanda yoktur. Çünkü. Cumhuriyet'in ilânından sonra 1924 yılında hurdaya satı­larak parçalanmıştır.”

KAZIM KARABEKİR'İN TRABZON'A ÇIKIŞI-

İstanbul hükümeti Mustafa Kemal'den önce de aynı maksat­la Kazım Karabckirii doğuya göndermişti.

Enver Paşa da doğuda, doğu Müslümanlarının desteğini ala­rak Anadolu'yu kurtarma scvdasmdaydı.

Enver, ya da Karabekir, ya da Mustafa Kemal.. Bu üçü de Atatürk olma yolunda idi. Mustafa Kemal kazandı. En son giden o idi. En şanslısı o oldu.

Cemal Granada hatıralarında M. Kemal ile, K. Karabekir arasındaki rekabeti şöyle anlüyor:

“1928-29 snalanndaydı. Kâzım Karabekir Paşa bâzı beyan­ât ve neşriyatla bulunuyor, İstiklâl Harbi şerefinin kendisiyle Ata­türk'e ait olduğunu iddia ediyordu. Başkalarına hiçbir hisse vermi yordu. Atatürk bu ncşriyâıâ fevkalâde öfkelenmişti. Bilhassa Kâzım Karabekir'in birinci plânı işgal etmek istemesine... Bir gün, karşısına Umumî kâtibi Tevfik Bey’i almış, bu mevzuu asabi konuşuyordu. Kahve getirip götürmek ve şâir servislerde bulun­mak vesilesiyle boyuna huzuruna girip çıktığım için hep aynı ba­his üzerinde konuştuğuna şahit ekiyordum. Diyordu ki: ‘Eğer bu milleti Kâzım Karabekir'in iddia ettiği gibi yalnız iki adam kurtar­dıysa vah bu milletin hâline!.. Böyle bit şey nasıl ağıraalınabilir? Bu adamı akıl doktorlarına muayene vo tedavi ettirmek la'.v !.. Hırsın ve milleti âciz göstermenin bu derecesi olur ımr’ Sonra birden bire doğrularak Tevfik Bey’c dedi kı: iteni, Millî Mü-,»Jö­leyi açmak üzere bunca Paşa arasından seçip Anadolu'ya günderen Vahidüddin'dir. Eğer bu vatanı kurtaran birini aramak gerekir­se Vahidüddin’i göstermek lâzımgclir! ' Bu sözü kulaklarımla işit­tim ve onda Atatürk'ün tavır ve kelimelerine kadar hiç bir şeyi unutamadım. Benim gibi basit bir adamın şahitliğinde bir kıymet varsa, onu kullanmanız için size geldim. Sözlerimi aynıyle yazı­nız, imzâ edeyim. Hakikatin tecillisi ve Allah'ın rızâsından başka beklediğim hiçbir şey yoktur!"

Kazım Kara Bekir Paşa'nın Anadolu'ya Geçişi

Olayı t. Sami Kalkavanoğlu'nun hatıralarından izleyelim:

“MilG Mücadele'nin fiilen belirişi; Trabzon ve Erzurum'da hemen hemen aynı tarihlerde, yâni mütareke iptidasında, Puntos ve Ermenistan tehlikelerine karşı korunma kaygusundan doğan (Muhafaza-i Hukuk) ve (Müdafaa-i Hukuk) cemiyetlerinin kuru­lup, kendi çaplarında faaliyete geçişleriyle başlar ki, bu, tamamen ve halis, yüzde yüz bir halk harekelidir ve katiyen her hangi bir mülkî veya askeri makam veya şahsiyetin tesir ve nüfuzundan âzâdedir.

Bundan pek kısa bir zaman sonra ise, ilk defa olarak 19 Ni­san 1919 da, İstanbul'dan Trabzon yoluyla Erzurum'a giden yeni Şark Ordusu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’nın bu halk teşek­külleriyle anlaşıp işbirliği yaptığı vcböylecc Millî Mücadele'nin lam kıvamını bulup genişleyişi ile, malî istikameti aldığı görül­müştür.”

Kazım Karabekir Paşa, kendisini bu millet yoluna sevkeden sebep ve âmilleri, meşhur hatıratında bizzat şöyle anlatmakta­dır:

“28 Kasım 1918 1334 de Reşit Paşa vaptıriyle Boğaziçine girdiğimiz zaman, karşılıklı İngiliz ve Fransız bayraklarının sal­landığını görerek teessür ve heyecan duydum Büyükdere'de me­rasimle Ingiliz bayrağının çekilişine şahit olduğum dakikada ise, artık: «Tek dağbaşı mezar oluncaya kadar mücadele ederek, is­tiklâlimizi kurtarmağa vicdanıma karşı ahdettim ve ‘ya istiklâl, ya ölüm!' diye haykırdım.»

Ertesi günü Zeyrek’tc, Kilise Camii karşısındaki, ağabeyi­min evinin bahçesinde, ziyaretime gelen Harbiye Nezareti Müste­şarı, en yakın ve aziz arkadaşım Miralay İsmet Bcy'e (İnönü) milletin istiklâlini kurtarmak için düşüncelerimi şöylece izah ettim:

-Genç kumandanların İstanbul'da toplanması ve hususiyle beni Şark'tan ayırmak, büyük bir gaflet olmuştur Beni, derhal Şar­ka iadeye çalış. Ben orada milleti tendir ve onlara yardım ederek, memleketin inhilâline karşı, Şark'ta yeni bir mîllî Türk hükümeti vücuda getirerek, Şarkı tehlikeden kurtardıktan sonra, Garp tehli­kesi bertaraf edilebilir ve bu suretle mütareke hududu içinde kalan anavatanımız kurtulabilir. İtilâf devletlerinin, harekâtı idame et­meyip, bizimle mütarekeyi kabul etmelerinden anlaşılıyor ki; bunlar bu hudut dahilinde yeni bir cidale kalkışmaktan çekiniyor­lar. Benim tahminim budur.”

ismet Bey tehlikenin büyük olduğunu ve bu fikrimin imkâ­nsızlığını söyliyerek, askerlikten istifa ile, her hangi bir köye çeki­lip çiftlik kurmamız fikrinde bulundu. Ben de tekrar: “Tek dağ ba­şı mezar oluncaya kadar, bu gayeden aynlmıyacağım” dedim. Bu­nun üzerine, beni Şark’a iade ettirmeğe çalışacağını vaad etti.

30 Kasım 1918 günü Harbiye Nazın Abdullah Paşa'yı ziya­retle; gazetelerimizin İttihat ve Terakki erkânım batırmak gayret­leriyle Ermeni katliâmı efsanesi hakkındaki yanlış neşriyatlarının tehlikesini anlattım ve topladığım, Ermeni mezalimine ait vesika ve fotoğraflan verip, İsmet Bey riyasetinde bir de komisyon teşkil ettirerek, hakikî durumun bir risale ile yayımını sağladım.

1 Aralık 1918'de Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa Hazretlerini ziyaretle, İstanbul'da toplanmaklığımızın ne ka­dar yanlış olduğunu izah ve derhal Şark'a iademi, ordunun da zayıflatılmasını rica ettim. Ayni günde, sadaretten istifa etmiş bulu­nan Müşir Ahmet İzzet Paşa Hazretlerini de ziyaretle; “Milletin istiklâlinin mahvına gidildiğini ve bu istiklâlin ancak Şark’tan te­min edilebileceğini düşünerek, beni oradan getirmemeleri lâzım geldiğini” söyledim ve sulhün akdinden evvel ordunun kuvvetten diişürîilmemesini, benim de Şark'ta alakonmamı, hattâ kendisinin de iş başından uzaklaşmasının katiyen doğru olmadığını ilâve et­tim. Derhal gözlerinden yaş boşandı ve: “Demek seni oradan çek­mekle vatana fenalık etmişim. O halde, bâzı arkadaşlarımla görü­şüp kararımı vereyim, sana da söylerim” dedi.

6 Aralık 1918 Cuma günü, selâmlık merasiminde, usulen huzura kabul olundum. Padişah'a dahi: “Sulhun tamamen temin edildiği görülmeden evvel, ordusunu zayıflatmaması ve bilhassa genç kumandanlarını iş başından ayırmaması, aksi halde, ikinci Endülüs vaziyetinin mukadder olduğunu anlatarak:

-Ben Şark'a, İstanbul'da toplanan genç kumandanlar da Anadolu'daki orduların başına iade edildikleri takdirde, Türklü­ğün zeval bulmasına imkân yoktur padişahım!” dedim. O da ceva­ben:

“-Sizin gibi genç, mcrd ve itimada şayan kumandanlara ma­lik olan millet elbette zeval bulmaz. Berhudar ol. Senin gibi bir kumandana malik olmakla ben ve milletim iftihar eder” dedi.

İşte bu mülakattır ki, benim ve diğer genç kumandanların iş­başına geçmesini temin eden âmillerden birisi oldu.

On beş gün sonra Cevat Paşa Harbiye Nezaretine, Fevzi Pa­şa da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetine tayin olundular. Kendilerine tebrike gittim. Beni Tekirdağı'ndaki Ondördüncü Kolorduya tayin ettiklerini ve bunun ilk kademe olduğunu, ilk fır­satla da Şark’a iade edileceğimi Cevat Paşa söyledi. Müsteşar İs­met Bey de teyit elti.

2 Ocak 1919'da Tekirdağı'na varışımda, orada beyhude ka lacağımı anlıyarak, Kolordumun bir an evvel Balıkesir'e nakli için teşebbüslerde bulundum, neticede de müsaade istihsaline muvaf­fak oldum.

Bu esnada Tekidağı’nda ziyaretime gelen, Edirne'deki Ko­lordu Kumandam Cafer Tayyar Bcy'c de, millî istiklâlimizi kur­tarmak hakkındaki düşüncelerimi izah ile Şark'a gitmek için uğ­raştığımı ve bu Kolordu’nun da Anadolu'ya naklini temin ettiğimi söyledim. Fikrimi, o da münasip gördü.

14 Şubat 1919 da, bir aralık Harbiye Nazırlığında ve bir ara-

Iık da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti vazifesinde bulunan ve evvelce kumandanım olan Şevket Turgut Paşa Hazretlerini de ziyaret ettim.

Fikirlerimi açtım, kanaatlerimi söyledim ve Şarka tayinime delâletlerini rica etlim.

13 Mart 1919... Şark'taki, iki kolordudan mürekkep Doku­zuncu Ordu'nun ismi Onbeşinci Kolorduya tahvil ile beni de ku­mandanlığına tayin etlikleri emrini aldım.

Bundan on gün sonra, Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin, Ahmet Rıza Bcy’le görüşerek, İstanbul'da onun riyasetinde bir ka­bine teşkilini ve kendilerinin bu Kabine'de Harbiye Nazırlığına ta­yinini, benim de bu Kabinede bir yer almaklığımı istediklerini öğ­rendim ve İsmet Bey vasrtasiyle, bu yolda bir teklif de aklım.

Buna çok müteessir oldum ve bunun mim felâketi tâciiden başka bir şeye yaramıyacağı haklındaki görüşümü de içkiden İs­met Bey'e söyledim...

19 Nisan 1919daErkân-ıHarbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa'yı ziyaretle, daha ziyade beklcmiycrek, hemen Şarka gidece­ğimi ve orada evvelce de bahsettiğim gibi, behemehal bir millî nü­ve kuracağımı da tekrar ettim.

“Seni Divanıharbc verirler...“dedi.

Ben de pek samimî ve hürmetkâr bağlılığım dolay isiyle ara­mızda mahrem kalacağından emin olarak şu cevabı verdim:

-Siz yalnız, Trabzon’a ayak basmaklığıma mümanaat etme­yiniz. Ölesi, emin olun, millî dâva olacaktır...

Fevzi Paşa, hiç sesini çıkarmadan, müsaade elti. Bu arada Harbiye Nazın Şakir Paşa'ya da vedâ ettim.

Nihayet, 1 i Nisan Cuma günü padişaha da arzı teşekkür ve vedâ için selâmlığa gittim. Namazdan sonra huzura kabul olun­dum. Beni Şark'taki Dokuzuncu Ordu kıtalarından müteşek­kil olun Onbeşinci Kolordu Kumandanlığına tayin buyurdukla­rından dolayı teşekkür eltim ve Kolordu Kumandanlıklarından İs­tanbul'a gelmiş genç kumandanların bir an evvel yine Anadolu'da­ki kıtalarının başına gönderilmelerini tekrar rica ile, aksi halde telâfisi imkânsız felâketlerle karşılaşacağımızı, itilâf devletleri kuvvetlerinin, ordularımızın silâhlarını topladıklarını ve bunun neticesinin korkunç olacağını bir daha hatırlattım.

Sultan Vahideltin, iltifat ve dua etti. Büyük bir korku içinde kıvranıyordu. Sözlerimin iyi tesir ettiğini anlıyordum. Ancak uzun boylu görüşmekten de çekindiği belliydi. Nitekim:

“-Fazla görüşmek şimdilik münasip değil. Cuma selâmlığı­dır. Fakat fikrinizi takdir ediyorum.” dedi. Ben de vedâ ederken, tekrar melanet tavsiye edim.

Huzurdan sonra, tzzet, Cevat ve Şevket Turgut Paşalar gibi, ricalarımı is'af ile beni Şark’a layin ettiren zatlara da arzı teşekkür ve vedaya gittim. Nihayet son olarak da, yine bugün Mustafa Ke­mal Paşa Hazretlerini ziyaret eltim. Kendileri Şişlideki evlerinde, hasla yatıyorlardı. Vaziyeti şöyle izah ile kararımı açıkladım:

“-Paşa Hazretleri, ben ismi Kolonluya tahvil edilen Şarktaki ordunun başına geçiyorum. Bu ordunun bir kolordusuna ben, mü­tarekeden evvel, kumanda etmiştim. Diğer kolordu fırkaları da, vakit vakit emrimde bulunmuştur. Şark’ın, Ermelilerden kurtarıl­ması hareketlerinde bulunmaklığım dolayısiylc, ordu kadar hal­kın da pek büyük itimat ve muhabbetine mazharım.

Halbuki; Şark'ta ordttf’zı kuvvetini muhafaza ile, vahim sulh şartlan karşısında millî istiklâlimizi kurtarıp, millî bir hükü­met esasını hazırlamak için mücadeleye girişmek mümkündür. İtilâf devletlerinin Anadoluyu istilâya kalkışacakla nnı ümit etmi­yorum .(1)

Çünkü; böyle bir niyetleri otsa, ellerindeki büyük kuvvet­lerle, gerek Dicle ve gcı ek Fırat boylarından ve lıcr tarafı kuvvet­siz kıyılarımızdan muzafferane yürümelerine ne mâni vardır? Bence bu devletler, muharebeyi daha fazla devam ettirmeğe, bir çok sebeplerle muktedir değillerdir. Milletler gibi, ordular da anık yorulmuş, istirahate geçmişlerdir. Bu sebepte, halk da, Şark’a kuvvet şevkine mânidir.

(1)   Mustafa Kemal Paşa Hazretleri bu fikri kabul etmiyorlardı. Ankara-

da Millet Meclisi Riyasetinde iken dahi Şark hareketlerinin yapıl­ması hakkında zaman gelmiştir, harekele müsaade edilsin diye yaptığım tekliflerde, itilafın ve hatta Amerikalıların he taraftan çı­karmalara başlayacakları mütalâasında ısrar buyurmuşlardır.

Esasen, zaferi mütakip yapılan terhisler doiayısiyle, Şarkta­ki orduları zayıflamıştır. Avrupa gazetelerindeki münakaşalar da bunu gösteriyor. İngiltere’den Şarka gönderilmek istenen bir kıla­nın, itaat etmiyerek dağıldığını Paris gazetelerinde okudum. Ben­ce, bizim meselemiz; (Ermeni ve Rumlarla boğuşmaktan) ibaret kalacaktır.

Şark’laki Ermeni ordusunu, silâhını teslime mecbur ettikten sonra, Garp'taki Yunan ordusunun teşebbüslerine göğüs gerebili­riz. Ümidim hilâfına, itilâf devletlerinin işe karışmaları ihtimaline gelince; bu ihtimal de bizi, İstiklâl Harbi'ne girişmekten menetmemclidir. Bu vazife, milletten daha ziyade, biz kumandanlara düşüyor. Çünkü; Anadolu'da henüz müdafaa kudreüni haiz ordu­larımız vardır. Silâhlarımız, cephanemiz bitmiş değildir. Son mer­misini atmadan teslim olan bir kale kumandanı nasıl hain-i vatan sayılırsa, biz de müdafaa devam etmezsek, ona benzeriz. Zira, Anadolu bir kale, biz de onun kumandanlarıyız. Henüz namusu­muzu kurtarmış sayılmayız. Ben, işte bu düşüncelerle, Şarka git­mek için aylarca uğraştım. Ingilizler'in Şark'tan Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa'nın kaldırılmasını istemeleri de bu fırsatı ver­di.

Kararı şudur: Şark'ıa muhtelif isimler altında bir lakım mü­dafaa teşekkülleri çoklan başlamıştır. Medenî âlemin dikkat na­zarını çekmeğe çalışan hamiyetli vatanseverlerden de fiilen istifa­de edilebilir. Ayrıca, İstanbul vesair yerlerdeki millî blok gibi te­şekküllerden de ileride istifade kabil olur.

Evvelâ Trabzon vesair yerlerdeki Şark teşekküllerini Erzu­rum'da birleştirerek, herhangi bir tehlikeye karşı, bir millî müda­faa ve taarruz hazırlığı yapmayı düşünüyorum. Yâni bir Millî Türk hükümeti esası...

Eğer istiklâlimize dokunulmaz da yarın Şark vilâyetleri teh­likeye düşerse, bu millî hükümet derhal Erzurumda faaliyete baş­lar ve ben de bu hükümetin emrinde bir ordu kumandam sıfatiyle, Şark'ın müdafaasını üstüme alırım. Yok eğer, tahminim gibi, teh­like bütün vatanı tehdit ederse, bahsettiğim hükümet, yeni bir (Türkiye Devleti) mahiyetini alır. Bizler de o zaman bütün vata-

nın müdafaası vazifesini üstümüze alınz. Böyle olursa, meselenin halli tabiî daha güçleşir ve bütün arkadaşlarımızın Anadolu'da kı­taları başında bulunmalarını icap ettirir.

O zaman, ilk fırsatta, derhal Şark'taki tehlikeyi bertaraf ede­riz. Sonra bütün kuvvetleri Garb’a tevcih ederiz. Bu vaziyette, ben Şarktaki rolümü muvaffakiyetle yapabileceğimden eminim. Garp tarafının açık kalmaması içinde, zatı samilcrinden ricam, biran evvel Anadolu’ya geçmekliğinizdir. tş başındaki her makamın na­muslu simaları, genç kumandanların Anadoluya atılmalarına ta­raftardır. Böylece, sizin de bir vazife ile gelmeniz mümkündür. Bu şekilde mümkün olmasa b;le, hususî bir mahiyette gelebiliriz. Evvelâ, dediğim gibi, Erzurumda toplanalım ve millî hükümet esasını kuralım. Ben gidiyorum, siz gelinceye kadar Trabzon ve Erzurum'da bu esası hazırlarım.”

Mustafa Kemal Paşa: "Evet, bu da bir fikirdir. ” dedi.

Ben: “Paşam, fikir değil, karardır. İşe başlayacağım ve ikmal-i namus için uğraşacağım. Eğer, tasavvur ettiğim gibi, iş basit kalmaz da, itilâf devletleri işgale kalkarlarsa bile, Şarktaki millî hükümet kolay kolay mahvolmaz ve bu suretle, Türklüğün ölümü mukadderse dahi, pek pahalıya mal edilir. Erzurum dağlarında du­ramazsak, bu yeni Türk hükümeti, Ermenistan dağlarında da, yine yaşar. Hülâsa; bir çok batmış milletler yeniden istiklâllerine kavu­şurken, muazzam ve şanlı bir tarihi olan Türk milletini behemehal kurtarmalıyız.

Mustafa Kemal Paşa:

-Vaziyet size hak verdiriyor. İyi olayım, gelmeğe çalışırım, dedi.

Ben de:

-Paşam, o halde, tek dağ başı mezar oluncaya kadar müca­dele ve şahsî ve millî namusumuzu ikmal için ya istiklâl, ya ölüm ahdinde birleştik, değil mi? dedim.

Sarılıp, öpüştük. Vedâ ettim, ayrıldık. İsmet Bey'le de (İnö­nü) en son görüşmemde aynı işi bahis mevzuu ettik: (Anadolu'da bir vazife almasını, mümkün olmadığı takdirde, İstanbul'da hiç bir siyasî cereyana kanşmıyarak, Şark'taki neticeyi beklemesini ve o zamanki hale göre Anadolu'ya atlanmasını) kendisinden rica el­tim ve iki kardeş gibi birbirimize sarılarak, vedâ ile ayrıldım.

12 Nisan 1919'da da sessizce İstanbul'dan vapura bindim. 19 Nisan' da Trabzon'a çıktım. Güzclhisar'daki dairemde, (Muhafazai Hukuk Heyeti) ile görüştüm. Reisleri, Banıtçuzade Ahmet Efendi idi. Cemiyetlerinin maksadını sordum. Şu cevabı aldım:

“Bu havalinin Samsun’la birlikte Pontus hükümeti teşkili veya Ermenistan'a verilmesi tehlikesine karşı, medenî âleme İn­sanî, tarihî, ve siyasî vesikalar göstererek, adalet istemek ve bun­dan sonra htristiyan unsurlarla hakikî vatandaş olarak, her hakları­nı eşitçe icmin cyliyeccğimizi de anlatmak gibi şeylerdir.”

Heyeti eşraftan yirmi bir zat teşkil ediyor. Bunların on biri heyeti merkeziye, onu da heyeti idare olarak çalışıyordu.

12 Şubat'la hükümete müracaatla (Muhafazai Hıjkuk Cemi­yeti) teşkili için müsaade alıp, bir klüp açmışlar. 23 Şubat’ta da Trabzon’da ilk kongrelerini toplamışlar ve Avrupa'ya da seçtikleri üç kişilik bir heyet göndermişlerdi.

Kendilerine, şöyle dedim:

-Arkadaşlar, bu teşeb büsler, can çekişen vatana mersiye hazırlamaktan ibarettir. Vatanımızı ancak silâh kuvvetiyle kurtarabiliriz. Bunun için de evvelâ silâhlanmızı vcrmiyeceğiz.

Cevapları şu oldu:

-Böyle bir teşebbüse karşı İngiliz donanması şehri bir saatte yakabilmez mi?

-Evvelâ, dedim, emin olunuz ki, bu İşe İngiliz filân karışa­cak değildir. Silâh toplamaları da, bunu göstermiyor mu? Eğer işe İngiliz donanması ve itilaf askerleri karışacak ise, bu külfete ne lü-. zum vardır Meselâ, silâhları aldıktan sonra, ya Rumlar ayakla­nacak, yahut Ermcnilcr gelip hepimizi kesecek diye, Pontus dâva­sını halletmek üşüyecekler, Umumî Harp’te Rus donanması hangi şehri yaktı? İngilizler gibi medeni geçinen bir millet, böyle vahşi­ce bir iş yapar mı? Nitekim, Anadolu sahillerimizde, hiç bir şehri­mizi yakalamışlardır.

Fakat her gün vapurlar dolusu gelen Rum muhacirlerini gö­rüyorsunuz. Bunların arasında kimbilir ne kadar Yunan zabit ve neferleri vardır ve kimbilir ne kadar silâh ve bomba getiriyorlar. Eğer silâhlarımızı verirsek, itilâf askerlerine lüzum kalmadan, he­pimizi mahvedebilirler. Bu sebeple, gaflete düşüp mahvolmıyalım, namusumuzu müdafaaya karar verelim. Bütün Şark bir nam altında toplanarak, Millî bir kuvvet yapın ve ben sizin emrinizde, icap ederse, hayatımı fedaya hazırım!”

Heyet; ne lâzımsa canla başla yapacaklarım vaad ederek, tam bir ittifak halinde, memnuniyetlerini ifade ile, yanımdan ay­rıldı.

3 Mayıs'ta Erzurum'a vardım. Beraberimde getirdiğim ya­verlerim Yüzbaşı Ferit ve Salahattin Beyler İstanbul'dan beri fiki­rline vakıf idiler. Bu kere de, maıvcı kumandanlarımdan Rüştü, Halil, Osman Nuri, ve Cavit Beylere ve erkânı harplerime ve di­ğer maiyet kumandanlariylc zabitlerime içinde bulunduğumuz çetin vaziyeti ve bundan kurtulmak çarelerini bildirdiler. Raif Ho­ca Efendi riyasetindeki Erzurum Müdafaai Hukuk Heyeti ile de aynı şekilde samimî görüşlüm ve anlaştık.

HİLAFET, SALTANAT, ŞERİAT

VE BİAT ÜZERİNE

(TB.M.M. gizli celse zabıtları)

TBMM Gizli Celse Zabıtları ile ilgili 2 ayrı belge sunuyo­ruz.

Bu iki belge, «Hilafet, Şeriat, Saltanat ve Biat» konulan ile ilgili.

Bu belgelerden 2 Eylül tarihli olanı Hilafet müessesesi ile ilgi, 18 Kasım tarihli olanı ise Vahdeddinin İstanbul'dan ayrılması ve Abdulmecid'in halife seçilmesi konusunda. Konyalı Mehmet Vehbi Efcndi'nin Vahdeddin ile ilgili fetvası da bu bölümde yer alıyor.

O zamanki Meclis’in yapısı icabı, işlerin Şeriata uygunluğu açısından fetva'nın önemli bir yeri vardı. O gün kurulan meclis, la­ik bir Cumhuriyet olmaktan çok «İslam devleti» niteliğinde idi, Zaten tcşkilat-ı esaside «Devletindim İslam» olmaktan öle hila­fetin ihyasını esas almıştı. Kongreler süresince ve İstiklal Harbi'nin sonuna kadar dine bağlılık esas alındığı halde daha sonra dev­leti kuran mahşeri iradenin aksine, takrir-i sukun ve istiklal mah­kemesinin gölgesinde tek parti, siyasi tasarruflarla bu yapıyı ken­di kanaatlerine göre tebdil ve tağyir etmiştir.

Aşağıdaki belgeler bu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.

Yetmiş İkinci İn'ikat

25 Eylül 1336 Cumartesi

İkinci Celse

Açılma Saati: 2.20 (Z. S.)

REİS: Reisisâni Vehbi Efendi Hazretleri

KATİP: Haydar B. (Kütahya)

REİS -Celsei hafıyeyi açıyorum. Zaptı sabık hulâsası oku­nacaktır.

‘1. Hilâfet mevzuu ve İstanbul Hükümeti ile noktai nazar üzerinde anlaşmak üzere gelmiş olan heyetler hakkında.

REİS -Efendim celsemiz hafidir (Gizlidir). Bu meselenin hafi celsede müzakere olunmasını natık bir takrir var.

(Takrir okundu)

VEHBİ B. (Karesi) -Efendim, btı takriri takdim etmekteki maksadımız meselenin dördüncü veya beşinci maddeye laallûku olması itibariyle değil, Encümeni Mahsus mazbatasının esnayı müzakeresinde burada tetkik ve münakaşa edilmesi arzusundan münhaistir. Vakfa Hamdı Beyefenidi Hükümet in verdiği progra­mın beşinci maddesinde hilâfet meselesi mevzubahs oluyordu, Bu, Encümeni Mahsus mazbatasında zikredilmemiş. Binaena­leyh mesele beşinci maddeye ait bir meseledir deniliyorsa... Bendenizce mesele Hükümetin verdiği beşinci maddeye ait olmaktan ziyade Encümeni Mahsus mazbatasının herhangi bir yerine ait olursa olsun Meclisçe gerek celsei aleniyede ve gerek celsei hafiyede müzakere edilmeye değer bir mesele olmadığım arzetmekte• dir. Mesele malûmu âlileri hilâfet meselesidir. Evvelce Hüküme­tin tanzim ettiği programda bunun hakkında sarahat vardır. Haki­katen beşindi maddede idi. Bu maddenin Encümeni Mahsus maz­batasında görülmemesi âzayı muhteremeden bazıları arasında bir lakım sözleri mucip oldu. Korktuk ki celsei aleniyede müzakeresi esnasında hilâfet meselesi ne oldu diye bir sual varit olmasın ve harice karşı da bir sui tesir icra etmesin. Binaenaleyh celsei hafiye istemekteki maksadımız bundan ibarettir. Eğer Heyeti Muhtere­me meselenin şimdi müzakeresini arzu ederse, ki şimdi müzake­resinde bir mahzur yoktur, esas hakkındaki noktai nazarımı bura­da arz ve izah edeceğim. Bir kere bu taayyün etmelidir.

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) Arkadaşlar, Vehbi Bey arkada­şımız gayet derin bir noktaya dokundu. Bendeniz de ayrıca âciza­ne nazarı dikkatinizi celbedenim Bendenize birşey sordular. Gali­ba, dedim. Öyle ise galiba ile olmaz dedi. Düşünemiyorum dedi. Bilmem ben kendimce böyle biliyorum. Tam bu dördüncü madde üzerine kafa patlatmakta iken orta yere bir söz çıkıyor. Ya Konya meselesi, ya celsei hafiye meselesi... Bu böyle olmaz arkadaşlar. Bu kanun küçük görünmekle nazan dikkate çarpmıyor. Bilmem bu pirinç üzerine fatiha yazmaya benzer. Bu, bu kadar mühimdir. B inaenaleyh hatta bendeniz. Bir teklifte daha bulunacağım. (Usul haricinde sesleri) Dinlemezseniz uğurlar olsun... Ceyyit olan ka­famı neden yorayım. Şimdi mademki dördüncü, beşinci maddeler üzerinde kafalar işlennıişiir. o halde mesele bitmiştir. Badehu hilâfet ve saltanat meselesi için katiyen taraftarım, celsei hafiye inikat etsin. 1

REİS Hafi celse yapılmasını kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Mevzu üzerinde buyurun Basri Bey.

BASRİB. (Kayseri) Efendim, makamı riyasete takdim et­tiğimiz bir takrirde mazbatanın münasip bir yerine; «Makamı hilâfet, esaretten tabiisinden sonra, vazı meşruunu ahzeder.» tar­zından bir madde ilâvesini rica etmiş idik. Bittabi bu ricamız mü­him ve mahrem olduğu için celsei aleniye müzakeraunda mevzubahs olmadı.

Efendiler, evvel emirde şunu arz ve temin etmek isterim ki, bendeniz hilâfet ve halife meselesini aynı mesele olarak telâkki edenlerden değilim. Yani mevkii hilâfeti işgal edip de hilâfetin muktaziyatım ifa etmeyen, bilâkis müsiümam müslüınana kırdı­ran bir adamın haşa halifei meşru tanınmasına taraftar değilim. Yani meseleyi şahıslarla değil mahiyeti ve hakikati itibariyle telâkki etmenizi hassaten istirham ederim. Bu husustaki ıcminatımı başkaca, zannederim, teyide hacet yoktur. Eğer teyide lüzum görülürse şahsan bile delâil arzedebilirim. Mesele şahsı hazır veya şahsı gaip meselesi değil, bir hakikat meselesidir. Binaenaleyh maruzatımı bu noktai nazardan ıcdkik buyurmanızı bilhassa istir­ham ederim.

Elendiler, malûmu âlileridir ki hilâfet meselesi tarihi İslâm’da en çok kan dökülmesine saik olan mesailin biricinsini teşkil eder. Ta Hazrcti Peygamberin vefalından sonra başlayan hilâfet meselesi Hazrcti Osmanın şehadetini müteakip bir çok kanlı safhalara girmiş, âlemi İslâm üzerinde pek elim, pek vahim netayiç husulüne bais olmuştur. Birtakım fırkaların mezheplerin hilâfet namına tarihte icra ettikleri roller, memlekette ika elliği lel'rikalar hepinizce malûm olduğu için, tarihe ait kısmı bendeniz burada zikretmekten vazgeçiyorum. Esasen tarih sahifclcrini tet­kike bile hacet yoktur.

Bizim Anadolu’da muhik, meşru ve millî bir ittihat şeklinde toplanmamızı çekememeleri, yani bu mevkii benimseyen adam­ların çevirdikleri entrikalar, nifakucuyâne harekeder neticesidir. I tendiler, hilâfet var mıdır, yok mudur?.. Bendeniz bunu ta'mikan burada tekrar etmeyi faidesiz addederim. Bazıları vardır, yoktur ılcdilcr. Gerek hilâfet, gerek imamet herhangi tabir kabul olunursa ulunsun, şu muhakkakur ki, cumhuru İslâm için bir baş var ve o baş için bir makam lâzımdır. Hilâfetin en meşruu ve en doğru tabi­li malûmu âlîleri imamettir. İmamet demek ahkâmı diniye ika­me... (Gürültüler) Rica ederim, meselenin ehemmiyeti aziınesi vardır. Meselenin ehemmiyetiyle mütenasip bir ciddiyetle dinle­menizi rica ederim. Mahiyeti hakikiyesiyle burada izah etmek is­liyorum. Korkmayın sizin arzunuza muhalif belki söz söylenmez. Vaui nasıl arr.u ediyorsanız, hakikat ve mahiyet ne ise İlmî bir suiı'ttc izaha çalışılacaktır. Ulûmu diniye dersi verilip verilmediğini söylemeye hacet yoktur, zannederim. Ahkamı diniyeyi ikame, İK'yzai İslâmî muhafaza umuru din ve dünyada hilâfettir, vekâlet­in. Tarifi budur. Efendiler, malûmu âlileridir ki, hilâfet benden Mira otuz sene kalacaktır. Otuz sene müteakip gelecek halife me­lik i adûttur, mealinde bir hadisi şerif rivayet edilmiştir. (Adût ne manasınadır sesleri) Zâlim manasınadır. Bu bir hadisi sahihtir. Fakat muhakkikini İslâmiyeden Teftazani ile sairlerinin teıkikatma nazaran bu hadisle beyan buyurulan hilâfetten maksal, kâina­tın tariki terbiyeye şevki ve ehli İslâmın irşadı hususunda resulüllalı'a veçhi tam üzere ahkâmın tenfizi hususunda Hazreti Peygam­bere niyabetten ibaret olan hilâfeti sâriye değildir. Yani bu, hilâfe­tin mahiyetini sclbedici bir hadisi şerif değildir. Fakat hilâfet büs­bütün münselib, mündefi değildi. Bundan sarfınazar, malûmu âli­leridir ki, nasbi imam ümmetin üzerine vaciptir, sözü bir kaidei hükmiyei kelâmiyedir. Yani halife veya imam dediğimiz zatı, üm­met intihap edecek ve bu intihap ümmet üzerine vacip olacaktır. Ehli sünnet ile merhibei şii ve havariç fırkalan vücubu imame ka­ildirler. Yalnız merhibeler şeklen muhaliftir. Onlar nasbü imamı ümmet üzerine vücubü aklî ile vaciptir derler. Havariçten bir fır­kada... (Estasıan bahsediniz sesleri) Müsaade ediniz.

Herhangi şekli hükümette olursa olsun bizim için korkula­cak bir cihet olmadığını arzetmek ve bunun için bir kanaat husule getirmektir ve bütün açıklığıyla meseleyi arzetmektir. Eğer arzu ederseniz bendeniz hulâsa olarak zauâlilerine arzedeyim. Hava­riçten bir fırka efendiler umuru âmmenin cumhuriyet usuliylc hal ve idaresi taraftandır. Fakat bu merduttur. Hakkında da bir çok delâil mevcuUur. (Gürültüler)

RAGIP B. (Kütahya) Hilâfetin aleyhinde bulunan yok­tur.

EMİR Pş. (Sivas) Lafı kesmesinler efendim.

SÜLEYMAN SIRRI B. (Yozgat) Bu madde konmazsa mahzuru nedir?..

BASRİ B. (Devamla) Efendiler, tsâmiyet eşkâli hükümet­ten, eşkâh malümci Hükümetten hiçbiri hakkında bir nassı kat'î ıslar etmemiştir. Yalnız Hükümetten Islâmiyetin aradığı şey ada­lettir ve yalnız imam tabir edilecek zatın haiz olduğu şerait mese­lesidir. Bu şeraiti haiz olduktan ve adalet temin edildikten sonra, yine csasatı dintyemiz dairesinde bu hilâfet behattahlis vaz’ı meş­ruunu ahzeder». demekle biz asnn icabatma^er'in muktaziyatına muvafık bir hilâfet kastediyoruzki buna lehtar, aleyhtar olmak üzere ikiliği gösteren hiçbir cereyan yoktur. Bu kere efendiler, makamı hilâfet tabiriyle biz hilafet natnı altında icrayı saltanat ve tasallut eden zâtı kastetmediğimiz için bu maddenin ona matuf ol­madığı anlaşdıyor. Saniyen; vaz'ı meşruunu ahzeder, dediğilniz bu maddeyi programa dercetmekten mütevellit bütün dedikodu­lar nihayet bulmuş olur ve aynı zamanda hukuku esasiye icaba'tına göre bir tesir icra etmeyeceği gibi, âlemi İslâm üzerinde de pek iyi bir tesir icra edeceği muhakkaktır. Binaenaleyh bu maddeyi biz programa koymakla hem memleket dahilinde ve hem âlemi İsl­âm üzerinde de pek iyi bir tesir icra edeceği muhakkaktır. Binae­naleyh bu maddeyi biz programa koymakla hem memleket dahil­imde ve hem âlemi İslâmiyeue vukuu muhtemel dedikodulara ni­hayet vermiş ve bu ucûbeden ibaret olan şimdiki müşküle karşı bir darbe vurmuş olacağız. Binaenaleyh bu maddenin ilâvesi vukuu muhtemel dedikodulara nihayet vereceği ve pek iyi bir tesir icra edeceği için bunu programa aynen ithalini heyeti umumiyeden ri­ca ederim. Silsile! maruzatımı kestiniz. Onun için maksatlarımı lâyikiyle arzedemedim. Binaenaleyh maksatlarım bundan ibaret­tir.

TUNALI HİLMİ B. (Bolu) Arkadaşlar, bu noktadan Cena­bı Hak âdil, âkil, kâmil bir padişah bir halifei müslimin maatteessüm muahedeyi imzalamakla kendi kendilerini hal, ettiler. (Gü­rültüler)

RAGIP B. (Kütahya) Bu bir cinayettir... Üçüncü maddeyi okudu, (Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından...) ilâh. (Hilmi Beyin takriri).

Saltanat makamı istihlâsiyle vaz'ı meşruunu alacak.

BASRİ B. (Karesi) Aynen o, padişah yoktur, hilâfet var­dır.

MESUT B. (Karahirişarkı) Bahse hacet yoktur. Padişah kim olacak diye burada bahse hacet yoktur. Bilâhare mevzubahs olacak, padişah kim olacak? O, vaziyet tahakkuk ettikten sonra hallolunacak bir meseledir. Binaenaleyh bu hilâfet meselesi yal­nız Türkiye'ye ait değil, belki üçyüz milyon islâma aittir. Yalnız bizim sözümüzle iş bitmez. Zaten Kanunu Esasi'mizde münderiçtir. Fesholunduğuna dair tarafımızdan bir madde yazılmamış­tır. Onun için bunu münakaşaya hacet yoktur. Yalnız dördüncü madde yerine kaim olmak üzere bendeniz bir madde teklif ediyo­rum. Mademki kabul olunmuştur.

REİS Hilâfete ait kısmı kabul etliniz, niçin itiraz ediyorsu­nuz?

Efendiler; üç yüz milyonu bize rapteden bir meseleyi burada müzakere etmek caiz değildir. Bugün Hindistan bizi İslâmiyet noktai nazarında müdafaa ediyor.

BİR MEBUS B. (Siverek) Vakit zayi ediyoruz. Dördüncü madde yerine kaim olmak üzere iki üç madde teklif etmiştim. Ya­ni beşinci maddeye geçilmezden evvel iki üç madde teklif etmiş­tim, okunsun. Kabul olunursa dördüncü madde yerine kaim olmak üzere o okunsun... Hiç Hafi müzakere cereyanına mahal yoktur. Badehu alenî müzakere cereyan etsin. Hafi celseden müzakere et­meye lüzum yoktur. (Okuyun da yazalım, nedir sesleri), (Yok ses­leri)

HAMDI B. Efendim, hükümet bize verdiği halkçılık prog­ramında beşinci madde olarak şöyle bir şey kabul etmişti. Diyordu ki; «Hilâfet makamının tahlisına muvaffakiyet hâsıl olduktan son­ra padişah ve halifei müslimin kavnini esassiye dairesinde vazı muhterem ve mübeccclini ahzeder.» Şimdi efendim .benden iz de encümende samiin şuasında bulundum. Encümen bu maddeye lü­zum görmedi. Encümen de bundan ihtimal ki haklı idi. Çünkü di­yordu ki, zaten hukuku esaside padişahın mevkii mahsusu muay­yendir. Binaenaleyh buraya derce mahal yoktur. Yani bunda en­cümen dahi hulûsu niyede hareket etmiştir. Şüphe yoktur. Yalnız bu Teşkilâtı Esasiye Kanunu, Kanunu Esasî Makamındadır. Yani Kanunu Esasî mahiyetindedir. Burada bu yapacağımız Teşkilâtı Esasiye Kanununun makamı hilâfet ve saltanat hakkında sakil ve şâmil kalmasının dahilen fena tesirler yapacağına kailim. Bunu vesile ittihaz, ederek aleyhimizde tahrikâtıa bulunmaları ihtimali­ni düşünerek arzediyorum. Onun için hükümetin teklif ettiği bu maddenin aynen beşinci madde olarak kabulünü teklif ediyorum (Kabul, kabul sesleri)

RAGIP B. (Kütahya -Efendim, evvelce de bircelsei hususiyede bu mesele lüzumu kadar tavazzuh ve tenevvür etmiş idi. Bir kere makamı hilâfet ve saltanata ait bu encümeni mahsus mazba­tasında bir şey yok değildir. Bilâkis bakınız heyeti âliycniz.cc bu programın müzakeresine başlandığı (zaman müzakcraıa mesnet teşkil eden) baş taraftaki beyannamede Türkiye Büyük Millet Meclisi millî hudutlar dahilinde hayat ve istiklâli temin ve hilâfet ve saltanat makamını tahlis edeceğini gayet sarih olarak büyük milletin maksadını gösteriyor. İkincisi efendiler, bunun ahkâmı münderecesinc muhalif, mugayir olmayan Kanunu Esasinin mcvaddı sairesi de tamamen mer’i ve câridir. Onlar da tadil edilmi­yor. Biliyorsunuz ki Kanunu Esaside mevaddı müteaddide ile hu­kuku saltanat ve makamı hilâfetten bahsolunuyor. Binaenaleyh bu hilâfetten, saltanattan bahsetmek siyaseten muzır olduğunu ev­velce anlamış, tenevvür etmiş idik. Evvelce bunu anlamıştık. İstir­ham ederim. Bunu kâfi görelim, her vakit ve her vesile ile fırsat düştükçe Meclisi Aliniz makamı hilâfetin, makamı saltanatın tab­iisi maksadiyle Meclisin teşekkül ettiğini ilân ediyoruz. Kezalik tekrar ediyorum. Beyannamede musarrahtır ki herıürlü vesaitle neşir ve ilân edilmiştir. Binaenaleyh mevaddı esasiyede bu madde varken başka bir maddeden bahsetmek zaittir.

Beyannamede bu sarahat varken tekrar makamı hilâfet ve saltanat diye bir madde ilâvesi zaittir zannediyorum. Aynı zaman­da siyasetten müzırdır efendiler... Vakıa kavanini esasiye bir kıs­mıdır. Fakat heyeti umumiyesi değildir. Yani bu mevaddı kanuniyeyi tatbik etmiş olmakla elde mevcut olan...

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara) Efendiler, mevzubahs olan mevaddı kanuniye vakıa mevaddı kanuniycıniz.in bir kısmıdır. Kanun hugün için tespit edilmek lâzım gelen bazı inikatı nazarı ve bilhassa teşkilâtı dâhiliyeye ait bazı hususatt ihtiva ediyor. Fakat bununla bütün kanunlarımızı elde mevcut olan kanunu Esasiyemizi külliyen ilga etmiyoruz. Bu mcvaddı kanuniye bugün için tespit edilmek lâzım gelen nikatı nazarı ihtiva etmemektedir. Binaenaleyh bu mevaddı kanuniyenin için­de ve başında mutlaka pek mühim ve nazik olan hilâfet ve saltanat meselesiyle iştigal etmeyi bendenizde muvafık görmüyorum. Bü­tün kanunlarımız lamam olmuyor, Bundan sonra ihtiyaca! bizi ic­bar ettikçe bir çok mcvaddı kanuniye şeraiti lâzimesiyle isdar olu­nacaktır. Hilâfet ve saltanat mahfiziyeli zaten birinci esasımızdır. Hakikaten düşündüğümüz halâsı hakikiye vusul için, arzettiğim veçhile makamı hilâfet ve saltanat olan merbutiyetimiz ve o ma­kamın bütün şeraiti lâzimesiyle mahfuziyeti birinci esasımızdır. Bu İslâm dünyasmın istinatgahı olan rabıtai hakikiyesini tesise bi­rinci derecede medar olan bu makamı ihmal etmek hiçbir vakitte kârı akıl değildir. Ve bunu bizden zorla almak mümkün değildir. Gayeye vusul için arzı ihtiyaç ve iftikar eylediğimiz kuvvetler bi­rinci derece İslâm dünyasıdır. Bu İslâm dünyasının ikide birde Meclisi Alimizin hilâfet ve saltanat, halife ve sultain meselesiyle iştigal etmesinde mehaztr vardır. Bu mahzurları şimdiye kadar fiiliyatiyle gördük. Bunu bizden zorla almak isterlerse her türlü mü­cadeleyi yaparız. İki de birde Meclisi Alinizin (bu mesele üzerin­de müzakere ve münakaşa açması caiz değildir kanaatindeyim. Bugün bu makamı işgal eden zat) bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar) Müsaade buyurunuz beyim. Hain bir adamdu.fAZky/or, bravo sodaları)

Meclisi Alinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihî cüretler gürdük. Maateessüf şimdi makamı hilâfet i ve saltanatı iş­gal eden zat bu millet için hain bir adamdır, ispat eltiniz ve bu mil­letin bütün mükadderatına bütün manasiyle vaziülycd olduğunu­zu ispat ettiniz. Bunun sayesinde bize bütün dünya, bütün düş­manlarımız atfı ehemmiyet etmektedirler. Bu Meclis cidden tarihî hizmet ve cesaretler göstermiştir. Bu tezahürat ile bir milletin mevcudiyetini izhar etliniz Dünyada büyük inkilâp yapan ve bü­yük kuvveti olan devletler, bilhassa bugün fevkalâde müsait şe­raitle temas ve irtibat hâsıl olmuştur.

Evvelce Ruslarla kardeşlik (ahitnamesi imzalayanlar dahi bugün bizimle anlaşmak) mecburiyetinde kaldılar. Düşmanları­mız dahi dünyada büyük inkilâp yapan, büyük kuvvet yapanlar bu sayede bugün o küçük kalmış askerî, siyasî (kuvveti zayıflamış görünen devletimize) bütün manasiyle ittifakı teklif ediyorlar.

(Alkışlar) Bizim ve sizin heyeti Aliyenizin ve temsil elliğimiz milletin kuvvet ve kudretinin maddeten tezahürü sayesinde Azcrbaycan-Hariciye Vekili sureti mahsusada arzı malûmat edecektir, -ittifak teklif ediyor. Evelce Ruslarla bir kardeşlik ahitnamesi aktedilmişti. Hedaya ve bahaya ile Azerbaycan bütün manasiylc itti­fak teklif ediyor, âdeta tahtı himayemizde olmak üzere... (Alkış­lar) Bütün bunlar milletin mevcudiyeti anlaşılmaktan neşet eder. Bu münasebede bu hususu da arzcımiş oluyorum. Meselâ, burayı teşrif etmiş olan zevatı âliye vardır. İzzet Paşa, Salih Paşa Hazret­leri, diğer taraftan bizi imhaya çalışan İngilizler, Fransızlar, italyanlar ve onlarla beraber İstanbul'da bazı menfi insanlar vardır. Fakat bittabi bizim vazifemizi bilmediklerinden ve orada tama­men iğfal edildiklerinden, herhalde iyilik yapacağız diye mevkii iktidara gelmişlerdir. Onlar da bizimle ilk temasında hakikati an­lamışlar. Bunlar bütün hüsnüniyetleriyle ve samimiyetleriyle bize hadim, bize nâfi olmak için b'ır heyet teşkil etmişlerdi. Şimdi böy­le iken bir hafif noktamız olmuştur. Şimdi görüyorum ki onu tevsi ve tezyid edecek bazı zihniyetler vardır. O da halife ve sultan hak­kında çok söz söyleniyor. Arzeylediğim üzere bütün kudreti idrak etmiş ve senan yürümek lüzumuna kail olmuşlardır. Şimdi vazi­yet böyle iken bu istikamette devam etmek menfatimizi müeddidir. Çünkü halife ve padişah sıfatını takınmış olan kimsenin bu milleti iğfal, ifsat etmek için bizzat iştigal eylediği birtakım teş­kilâtı mefsedetkârane vardır. Bu teşkilât ve ifsadata kendisinde cüret gören bir adam merfudur ve merfiı olacaktır. Bizi reddetmek kân akıt değildir. Bclâhctıir. Halbuki hakikati hal böyle değildir; Bu millet her şey yapar, kendi mukadderatını muhafaza etmek için ve bunun fevkinde ona da hürmet ve riayet eder. Onun da hu­kuku meşnıa ve mahfazasını tanır. Onun hukuku meşruast bu mil­leti imha ve izmihlale düşürmek değildir. Cüret ve cesaret gördü­ğüm -şununla anlaşılıyor.

Bu milletin zihniyetinde; mutlaka padişah ve halife olan za­tın emrine bilâkaydüşarı ve bilâıcfckkür itaat etmek mecburiye­tinde bulunduğundan dolayı bunu avucumuzda tutalım ve istedi­ğimiz şeyleri kendimiz emrettirelim. Fakat biz bu iş ile oyna-

mazsak düşmanlarımızda görürler ki Ingilizler ve İngilizlerle be­raber çalışan düşmanlarımızın bütün ümitleri mahvolacaktır. Bundan dolayı bizim için eseri zaT olacaktır. Zaten beyanname tarzında bazı kabul edilmiş esaslarla bu maksadımızın temini için mahfuziyeti zikir ve bütün dünyaya ilân ve hatta bütün yeminleri­mize ilâve olunmuştur.

VASFI B. (Karahisarı Şarki) Teklifimiz «makamı mukad­dese bcdeııahlis vazl meşruunu ahzeder.» tarzında idi. bundan maksadımız icap eden tesiri yapmaktır. Ve bu maddelerin başına böyle bir madde koymaya ihtiyaç yoktur. Bugünün meselesi ola­rak iştigal etmek lâzım değildir.

BASRİ B. (Karesi) Zauâlilcri de tasdik buyurursunuz ki şahıs için birşey mevzubahs değildi. Maksadımız bir hüsnüniyet­ten ve memlekette böyle bir dedikodu hâsıl olmasın içindir. Ana­dolu dahilinde hem de âlemi Islâtnda iyi bir tesir icra eder zanne­derim. Vazı meşruunu iktisap eder demekle zuhuru muhtemel olan dedikodulara nihayet vermek demektir. Bittabi bunu verme­diğimize kanisiniz ve heyeti muhtereme de kanidir. Halife namı altında icrayı mefscdet eden bir zata hilâfet vazı meşruunu alır de­mekle o zat üzerinde...

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) Müsaade buyururmusunuz? Bu meseleye temas edersek bu mese­le bu kadar ifade ve ikmal edilen bir mevzu değildi. Bu mesele, va­si, nazik ve mühim meseledir. Bugün fiilen tatbik etmek üzere yaptığımız birtakım mcvaddı kanuniye vardır. Bunlara buna mü­masil bir ifadeyi koyunca bize sorarlar, (halifeniz nerededir? Hali­feniz esir midir? Nerededir) halife ve padişahınız?

Ne cevap vereceksiniz?.. Esir mi diyeceğiz? İşte ulema ve fuzeiâyi kiramımız vardır. Esir olan adam padişah olamaz. Biz ötedenberi diyoruz ki, halife ve padişahımız kuvvet ve kudreti şeriyesini istimalden memnudur, hainanc hareket ediyor. Binaena­leyh bu işi böyle muğlak yapmak halife ve padişah nerede, maka­mı hilâfet ve saltanat nerededir, esirdir, yahut kudret ve kuvvetini kullanamaz dersek ilga ederiz. İçinden çıkamayız. Sonra ufak birmadde ile içinden çıkamayız İrtibatı nedir? Hukuku nedir? Onlar için kanun yapmak lâzım gelir.

BASRİ B. (Karesi) Efendim; maksadımızı arzettik. Bu mesele ile zaten iştigal etmiyoruz. Böyle bir maddeye böyle bir maddenin ilâvesini tasavvur etlik. Onun için takdim ettik. Ma­demki böyle bir mahzuru siyasî vardır, biz de vazgeçiyoruz.

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) Yani biz bunu kabul ediyor ve herkese de ispat ediyoruz ki maka­mı hilâfet ve saltanatı bizde hiçbir vakit başımızın üzerinden ata­mayız ve Meclisi âlinizi ilk veya ikinci celsesinde zaten resmen ve sureli kat’iyede bu mevzubahs ve müzakere edilecek. Atiyen ise beyannamede de zaten makamı hilâfet ve saltanata karşı olan va­ziyetimiz resmen ifade edilmiş bulunur. Buyurduğumuz mahzur düşmanlara cevap verebilir zannındayım. Fakat meselenin esa­sından halline girişecek olursak hem içerisinden çıkamayız, hem de düşmanlarımıza tereddüt ve şüphe i İka ederiz. Binaenaleyh mevzubahs edilmemek ehvendir.

BİR HOCA -Bir sual sorcağım. Beyannameler neşredildiği vakit halifeyi kurtarmak zihniyetiyle halk arasında koşarken bir beyannamenin beş bin rubleye satıldığını bizzat müşahade ettim. Bu derecede bizim Siyasetle tevekkülümüz yoktur ve onların em­sali bir çok kötü eşhasın elimizden çıkmazsa fenimelmatlûp (hila­fetin ipkasının hem milletimiz,) hem âlemi İslâm üzerinde bu de­rece azim tesiri vardır. 1300 seneden beri bu câridir. Hatta bundan dolayıdır ki Bolşevik Hükümeti Cumhuriyesi de bizi kendisiyle beraber olmakta fevkalâde menafi görüyor. Bir mesele arzedeyim. Şark ordusu hususî tcşkilât-ı Mahsusa kumandanı, Batum halkı, Haziran’da Gürellerle iki cephede harp ediyordu. Malûmu devlcderi bu zatıâli de cepheyi tanzim ediyordu. İçimizde pek çok zevat vardır. Usul ile işaret etmişler ki bu sivil Türkiye'den gitmiş, bunun çarc-i halâsı halife değildir denilmiş. Bu da müşahedatımızdandır. Buraya gelen hepsi Kemal’i samimiyetle gelmiştir. O takdirde dainizin de imzası vardır. Bir İngiliz zalcmcsinin muva­cehesinde intihap olunarak Meclisi Alinizde bulunmakla müftahiriz. Bütün tarihimiz bundan mukaddes bir gün geçirmemiştir. Maksat birdir. Bunlara şu tesir yapılsın içindir. İlâve edilsin mi

edilmesin mi demektir. Maruzatım bundan ibarettir.

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLER! (Devamla)Birde hususî, yani mahrem görüşülüyor. Umumî maruzatım meyanında tekrar arzcımck istiyorum, ki bize iltihak eden zevatı âliyeye dair bazı arkadaşlar biliyorlar ki eskiden buraya bir itlaf yap' mak için bir heyet geliyor. Bu heyet nedir ve mahiyeti ne olacaktır diye bazı arkadaşlar benden hususî olarak sormuşlardı. Ben de za­manı gelince arzı malûmat ederim demiştim. Efendim, İstanbul'da yeni heyet teşekkül eder etmez, tzzet Paşa buraya hususî bir adam gönderdi, bendenizle temas etmek üzere. Fakat elinde bir vesika yoktu. Şifahî temas etmek üzere o geldi. Bundan mana istihraç olunamıyordu. Biz bu zat ile buradaki vaziyetimizi, eşkâlimizi mufassal notlar yaparak kendilerine gönderdik ki, vaziyetimiz te­nevvür elsin. Bu notlan hemen almazdan evveldi ki, donradan doğruya, bilvasıta bana bir telgraf gönderdiler. Bana bilvasıta ora­da yine mülakat arzu ediyordu. Biz düşündük. Maksadımız falâna düşmanlık etmek değildir. Maksadımız memleketin saadet ve selâmeti hakikiyesidir ve bunu da muayyen bir hudut dahilinde is­tiklâlinin mahfuziyetine kaim olacağını düşündük. Binaenaleyh bizim hayalımıza sui kastetmekten ve bizi esir ederek rezil etmek­ten sarfınazar olunduğu gün biz en koyu düşmanımızla anlaşmaya hazırız. Bu itibarla bu yeni heyet erbabı namus ve hamiyetten mü­teşekkildir. Bunların emirsiz bu mevkiye gitmiş olmaları ihtimali olmadığı bir çok dimağlarda düşünülmüş idi. Bizde öyle olmak ihtimalini nazarı dikkate alarak bu temas tarikini reddetmek iste­medik. Yalnız böyle bir temasın bizim için muzır olması ihtimali de vardır. Çünkü öteden beri garpten hiçbir şey görmedi. Rus Hükümeti Cumhuriyesinden maddeten muavenet görmekteyiz ve birtakım münasebaü siyasiye ve uhuvclkârane tesisiyle iştigâl et­mekteyiz. Bunlar bizim garp emperyalizmi ile olabileceğimizi dü­şünerek bizim hakkımızda mütereddit bir vaziyet aldılar. Binae­naleyh gaipte böyle bir temasta bulunmak için ne o mühim faideyi biliyorduk. Beriki ümidi daha faideli buluyorduk. Bunlara rağ­men bu teması kabul etlik. Yalnız fevkalâde mahrem olmasına dikkat etmek istedik. Onlar da lütfen kabul ediyorlar. Pekâlâ, de­dik. Bu Rusya'da anlaşılınca derhal vaziyet aldılar ve bize gönder­mekte oldukları silâh, cephane ve parayı tevkif ettiler. Derhal ted­bir almaya başladılar. Bu vaziyet karşısında kaldığımız vakit he­yette Bileciğe gelmişlerdi. Ben de başka bir mesele için -bunun için değilbelki bilen arkadaşlar vardı... gitmek mecburiyetinde kaldım. Cephe işleriyle meşgul iken bunların geldiklerini işittim. Eskişehir’e gitmiş idim. Tekrar geri geldim ve bunları dinledim. Malûmu âlileridir. İzzet Paşa, Salih Paşalar, süferadan Hüseyin Kâzım, Fatih Beyler. Bu zevat ile iki şey yaptık. Birincisinde ben yalnız İsmet Bcy'le görüştüm. Büyük Millet Meclisi âzasından Hakkı Behiç ve Celâl Beyler vardı ve Heyeti Vekile'den Celâl Bey vardı. Kılınç Ali Bey de vardı. Onları da beraber bulundurdum ki daha iyi istişare edeyim. Efendim tekmil bu zevat, bu zavallılar kendi evlerinde tahtı tarassut ve tehdit ve terzilde bulundurulmuş­lardır. Ellerine İngiliz ve Fransız adamlarının verdikleri kâğıtta her şey bitmiştir ve biz de burada birbirimizin başını kırıyormuşuz. İnhilâl etmek üzereyiz. Bu namuslu insanlar kendileri bitmiş, İstanbul bitmiş, İstanbul ahalisi mahvolmuş, Anadolu ahalisi mahvolmuş ve bunlara da delâlet edelim zihniyeti hâsıl olmuş ve yine ingilizlcrin vesairenin delâletiyle mevkii iktidara gelmiş ve bu işi halletmek için, yani bizi daha fazla kırılmaktan siyaset için bizim hududa girer girmez bu fikirlerinin gayet vahim olduğunu büyük şükranlarla anlamışlar. Diğer taraftan malûmu âlileri bir buçuk sene evvelinden beri benim bu şahıslara hürmetim vardır. Bu işlerde daima kendilerinin noktai nazarlarına, mütalâalarına iştirak etmişimdir. İddia ediyordum ki Meclis İstanbul’da topla­nırsa tecavüze uğrar.

Salih Paşa Hazretleri bana rapor veriyorlardı ki; bu katiyen vaki olamaz. Hiç bir milletin mümessillerine tecavüz edecek na­mussuz bir devlet, bir millet olamaz. Binaenaleyh bu nasıl olur ve olacaktır bu iş? Binaenaleyh bütün hatalarını müdrik olarak; size karşı kara hatalarımız vardır diye itirafatta da bulunmuşlardır. Mamafih münakaşa edildi. Ne ümid edersiniz İngilizlerden? Bir ümidiniz varsa söyleyin. Bunlar hiçbir İngiliz ve Fransızlarla gö­rüşmemişlerdir. Bunlar da kimse ile siyasi ve diplomatik konuşmamışlardır. Bundan sarfınazar, fakat ne memul edersiniz? Hiçbir şey memul edemiyorlar. Biz, Sevr muahedisini parçalamış ve bunun parçalanması için kuvvetimizin idamesine (gayret sarfediyoruz ve) günden güne emniyetimiz aldatmaktadır ve derhal ya­pılacak şey yoktur, dedi. Onlar en kuvvetli vaziyette bulunuyorsu­nuz ve teessüf ederiz kî biz buradaki vaziyeti bilmiyorduk, dediler ve bu zararı tazmin etmek için çok uğraştık ve onlarla görüşmekle iken bite bu hatanın tashih olunup olunmadığına dair henüz malû­mat... En son malûmatı mütalâa edeceğiz. O tarafını beraber halle­deriz. Söylediğim gibi sui zan bertaraf edilmiştir. Azerbaycan böyle bir itıifak teklif ediyor. Hulâsa şarkta ittifak vardır. Garpta kara ve müşhiş bir pençe berdevamdır. Kendilerine dedim, ne ya­palım: Bütün teşebbüsatınızı tetevvüç ettiği bir sırada pek mes’uduz ki Heyeti Aliycnizc temas ve milletin ağuşuna iltica et­tikten sonra milleti içinden vurmak için çalışan hain bir padişahın halın için dönemezler. Bunlar bunu gayet vazih bir surette bildik­lerinden gelmişler ve bize iltihak etmişlerdir. (Alkışlar)

REİSPaşa Hazretleri, Vehbi Bey bir şey soracaklar.

VEHBİ B.fKarasi) Birşey sual edeceğim efendim. Bu Rus­ya Sovyet idaresenin -Bu seyahat esnasındaki sesim kesildi. Fena telaffuz ediyorumRusya Sovyet idaresinin sorduğu sualler dos­tane bir tarzda ise buna diyecek yok. Fakat herhangi bir şekilde bi­zim için evvelce beyan buyurduğunuz veçhile her şeyden evvel hedefimiz istiklâl ve istikbalimiz olmasına nazaran böyle kendi memleketimizin bir kısmı addettiğimiz İstanbul'dan gelen adam­lardan şüphelenerek bize karşı vaziyet almaları ne dereceye kadar şayanı nazardır?

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ(Devamla) Müsaade buyurunuz izah ediyim. Hududu millimiz dahilinde bu­lunan İstanbul vilâyetimizden erbabı namus ve hamiyetten falan veya falan zaı buraya geliyor denildiği zaman mesele yoktur. İngilizlcr ve Fransızlarla uyuşarak Ferit Paşa kabinesi iskat edilmiş ve yerine Anadolu'yu avucuna alabileceğini vadetmiş olan bir heyet getirilmiş. Yine Ingilizlcrin marifet ve vasıtasiyle Anadolu ile an­laşmak üzere memur edilmişlerdir ve Anadolu Hükümeti de bu itilâf zemini üzerine anlaşmayı kabul etmiştir. İşte elendim şekil budur. Bununla beraber hiç kıztnamışlardır. Yalnız istediğiniz si­yaseti anlayalım, demişlerdir. İstediğiniz adamlarla görüşebilirsi­niz ve istediğiniz siyaseti takipte serbestsiniz, demişlerdir. Para veriyorsunuz, silâh veriyoruz, cephane veriyoruz, ilkbahara ka­dar fırkalar vail ediyoruz. Hiç olmazsa bizi siyasetinizden haber­dar ediniz dediler.

VEHBÎ B.( Karası) Bir noktayı istirham edeceğim. bende­niz demek istiyorum ki yalnız bize para, mühimmat, levazım gön­dersinler. Başka bir şey islemeyiz.

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ(Devamla) Efendiler, her şey de olduğu gibi belki ahlâkiyat noktai nazarın­dan da kuvvet nazarı dikkate alınmalıdır. Arkadaşlıkta ve koldaş­lıkta dahi kuvvet muvazenesini nazarı dikkate almak lâzımdır.

Zaif olan kavi edanın mutlaka mahkûmudur.İnsanlık adalet, bütün prensipler, kaideler ikinci derecede kalır. Her şeyden evvel kuvvettir. Binaenaleyh bizim halâsımız için bize vukubulacak muavenetler gayemizi ihlâl etmeyen, ki istiklâlini mahfuziyeti için kendi kuvvetlerimize istinat ettiğimiz ispat etmektir. Bize muavenet etmek için gelecek kuvvetler bizi yutacak kadar olursa yutar. Bu sebeple vekillerimiz gayet dikkatli ve vesveseli, bu cihe­ti nazarı dikkatte tutmaktadırlar. Evet, bizim için hakikaten kuv­vet, insan menabiimiz vardır. Daha fazla silâh, cephane paramız olursa kuvvetimizin iki üç mislini daha ikmal edebiliriz. Hariçten kuvvet gelmesine ihtiyâcâttmız olmayabilir. Hana ecnebi denile­bilecek kuvvetin gelmesine o kadar lüzum yoktur. Meselâ Azer­baycan istiklâlini tam manasiylc istihsal ve istirdat etmiştir, Islâmdır ve bize cidden kalbi ve vicdanî rabıtalarla merbuttur. Za­ten ittifak yapacağız. Bizim için faidelidir. Bizi yutmak isteseler de biz onları yatarız. Faraza Kafkasya’da îslâın kuvveti kendili­ğinden teşekkül etmiş. Meselâ İslâm kuvveti olarak bir fırka veya iki fırka süvari gelirse makbule geçer. Bir defa İslânıdırlar, yut­mak istemezler. Bu cihet çok düşünülmektedir. Bendeniz bir ta­rihte Bulgarlarla Türkiye arasında askerî bir plan yapmaya memur olmuştum. Bütün Türkiye ordusu Bulgaristan'a muavenete hazır­dır, deniliyordu. Bizim kuvvetimiz kâfidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti nezdinde müracatta bulundular, muahede ya­palım dediler. Kendisi müstakil bir devlet olarak, sefiri de o namla geliyor.

Geçen ki izahat biraz vaziyetimiz karışık dediler. Dedik ki; vaktimiz yoktur, çabuk cevap veriniz. Müspet cevap verdiler. Derhal heyeti murahhasanızı gönderiniz, kendileriyle yapalım, dediler. Yalnız bunlar Ruslarla bir ahitname yapmışlar. O ahitna­me bizce şayanı dikkat görüldüğünden onlara kati cevap verme­den biraz vakit kazanalım, dedik ve bir müddet zarfında ahitname münderecatını Rusya'dan aldık. Ancak bir noktası mühim görül­dü. Bunu anlamak bilâhare anlaşmak istiyoruz.

SALİH Ef. (Erzurum) Bu maddede bir halife meselesi uza­yıp gitmekledir. Ben zannediyorum ki bu bir aile meselesidir. Dalbudak sarmış olan bu şecereyi...

MUSTÂFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) Zannediyorum ki böyle birşey yoktur. (Güldüler). (Öyle bir şey yok sesleri)

SALİH Ef. (Erzurum) Fakat Paşa Hazretleri bunun kuru­muş dallarını kesmeyecek miyiz?

REİS Efendim müzakere kâfi, takrir sahibi Beyefcnidiler de takrirlerini geri alıyorlar. Şu halde Paşa Hazretlerinin beyanatı­nı kâfi görerek celsei hafıyeye nihayet vermesini kabul edenler lütfen el kaldırsın! Kabul edildi efendim.

Kapanma Saati: 5.35

Yürkırkıncı İn'ıkat

18 Teşrinisani 1338 Cumartesi DÖRDÜNCÜ CELSE

REİS Reisisani Dr. Adnan Bcyefenidi.

KATİPLER Mahmut Said Bey (Muş), Hakkı Bey (Van),

2. Halife Vahdettin in firarı ve hal'i hakkında müzakerat ve Halifeliğe Abdulmecid Efendinin seçilmesi.

REİS Efendim, mevzu üzerinde söz Heyeti Vekile Reisi Hüseyin Rauf Beyfendinin. Buyurun Efendim.

HÜSEYİN RAUF BEY (Heyeü Vekile Reisi) (Sivas) Efendim; 17.11.1338 tarihli İstanbul'da Refet Pş. dan bir telgraf aldık. Onu okuyorum.

icra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefenidi Hazretlerine.

Vahidüddin Efendi bu gece saraydan gaybubet eylemiştir. İstanbul kumandanı ve polisi müdürünü tahkikat ve tedabiri lâzime ittihazı için saraya gönderdim. Alacağım malumatı aynca arz ederim. Vahidüddin, azlebi ihtimal başmabeyincisi ve bir kaç mukaribi ile beraber ve İngilizlerin delaleti ile gaybubet eylemiştir. Emanali mukaddesenin, Ingilizler tarafından her hangi bir suretle alınması ihtimaline karşı dairedeki muhafaza tertibatı hazırasını hiç bozmaksızın emanatı emin bir mahalle kaldırtacağım. Vahiıliiddin'in firarına ve harekâtı muhtemelesine karşı esasen kendisi­nin mahlu olduğunu derhal ilân sureti ile mücadeleye başlamağı pek lüzumlu görüyorum. Bu bapta iradei samilerine makina ba­şında muntazırım.

Refet

Bunu müteakip 17/11/1338 tarihli diğer bir telgrafnamesin<tc diyorki.

Heyeti Vekile Reisi'ne

Harington’dan şimdi aldığım mektubun ve melfuf beyan-

namenin suretlerini bemvechi zar arz ediyorum.

Beyannamenin ajanslar vasıtası ile Avrupa'ya da tebliğ edil­miş olduğunu biteıkik anladığımı da arz ederim

Mektup suretidir.

Bir nüshasını leffettiğim resmi beyannamede söylendiği veçhile Zatı Şahane, kendisini İngiltere'nin ziri himayesine va'ederek bir İngiliz sefinei hâriciyesi ile İstanbul'dan mülarakaı etmiştir.

Bir çok elfazı ihtiramiye. 17/11/1922

Beyanname

Resmen beyan olunur ki; Zatı şahane, vaziyeti hazıra netice­sinde hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden bütün İslamla­rın halifesi sıfatı ile İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstan­bul'dan başka bir yere naklini talep etmiştir. Zatı Şahanenin arzu­su bu sabah ifa olunmuştur. Türkiye'deki İngiliz kuvvetlerinin başkumandanı General Sir Çarley Henington, Zatı Şahaneyi al­mağa giderek bir İngiliz harp sefinesine kadar kendisine refakat etmiş ve zau şahane, vapurda, bahri sefir filosu umum kumandanı Amiral son düdrook tarafından istikbal edinmiştir. İngiltere fev­kalade komiser vekili Sir Nevi! Henderson, zatı şahaneyi, sefine de ziyaret ederek; Kral beşinci Jorj'a bildirilmek üzere arzularını sormuştur. Beraber gidenler şunlardır. Serkarin Ömer yaver Paşa, Hadaka kumandanı kaymakam Zeki Bey, Esvapçı başı küçük İb­rahim Bey, berber başı Mahmut Bey, Seccadeci başı İbrahim Bey, Mushibi sani Mazhar ağa, Musahibi sais Hayrettin ağa, Sertabip Reşat Pş. Vahidüddin oğlu Ertuğrul Ef.

(Allah Kahretsin sadalart) (Reis bey; aleniden okunsun so­daları)

Efendim; vaktin geç olmasına rağmen müstaceliyeti mese­lenin icabettirdiği vaziyete rağmen atideki cevabı yazdık.

Rafa Pş.' ya yazılan cevap.

İstanbul'da Refet Pş. Hz. lerine

1. Vahidüddin Ef., Meclisçe usulü dairesinde henüz hal’edilmiş değildir. Eğer muamileyh hakkında cereyan etmiş muamelat neticei tabiyesi olmak üzere mahlu addedilseydi yerine diğerinin intihabı icabcderdi. Binaenaleyh firarı üzerine tarafı âli­nizden mahlu olduğunu derhal ilân etmek doğru değildir. Bu me­sele, ancak Meclis tarafından hal ve tespit edildikten sonra verile­cek talimata göre hareket buyurursunuz. Şimdilik İngilizlerin fira­rı ne suretle tertip ettiklerini ve evvelce vuku bulan işar üzerine tahtı muhafazada bulundurulması için alınan tedabire ne suretle tecavüz eylediklerini bildiriniz. Mücadeleye elkân umumiyei tslâmiyeyi tenvire medar olacak kuvvetli bir surette başlamak için Meclisin kararma istinat etmek muvafık olur.

2.    Emanatı muhafaza etmek mühimdir. İngilizlcri cmanatı ancak silâh istimal ederek ve kan dökerek almalı dalar. Bu husus­ta icabcdenlere bu noktai nazardan evamiri katiye verilmesidir. Nakli mahal ile tarafımızdan ihdasına sebebiyet verilmek caiz de­ğildir. Henüz düveli ihtilâliye kontrolü mevcut iken emaneti esna­yı nakilde müdahale etmek suretiyle ele geçirmeleri ba'dulihtimal değildir.

3.     Meclisçe intihap olunacak halife malum değildir. Ancak intihap keyfiyetinin dağdağalı olmaması düşünülmektedir. Bu meselede en çok atfı ehemmiyet ettiğimiz nokta Meclisin intihap -ettiği halifenin dahi padişahlık davasına kalkması bu hususla, tngilizler ve diğer müttefik Devletlere istinat etmesi ihtimalidir. Bi­naenaleyh, intihap olunacak zatla daha evvel görüşmek ve anlaş­mak bu nokta üzerinde hatta elinden senet almak muvafıkı ihtiyat­tır. Ben tarafınızdan gayet mahrem bir tarzda şahsi olarak Abdülmccid Efendinin hissiyat ve temayülâtını şimdiden anlaşılarak bi­zi tenvir etmenizi muvafık buluyorum. Bu nokta da anlaşılmadık­ça intihap teehhür eder. Bu hususun bu geceden temini çaresi aramlmalıdır.

Efendim; bu noktada biraz malumat vermek lüzumunu his­sediyorum. Efendim, Vahidüddin Ef. Başmabeyincisini Refet Paşa'ya göndermiştir. Bir iki gün evvel demiştir ki; Mustafa Kemal Paşa ile muhabere etmek istiyorum. Bir emin adam memur etsin. Bunun için ben açık telgraf mı çekeyim, mektup mı yazayım; yok­sa siz mi cevap verirsiniz? Diyormuş. Bu haber buraya geldi. Te-

zekkür ettik. Bu oyunlara karşı bir ihtiyatı mahsus olmak üzere de­dik ki evvel emirde bu arzusunu tahrirli bir şey ile yazsın. Ondan sonra bu mesele üzerinde görüşebilire. Bunun üzerine derhal ka­bul ile filan memurumuzu sevk ve idare edin denildi. Bunun ilzcrininc Refet Pş. dan cevap gelmişti. Bu fıkra ile onu soruyoruz. Vahiduddin ile görüşen adam diye okundu.

4.    Vahidüddin Efendi'nin benim memur edeceğim zada görüşmek hakkındaki müracaatına verdiğmiz cevap üzerine hiç bir muamele cereyan etmedi mi? Vaziyetin tahlili için bunu da bil­dirmek lâzımdır.

5.    Balâ'daki mevaddm ihtiva eylediği noktai nazarlara göre tedabiriniz ile yeni malumatınızı yarın 18/11/1338 öğleye kadar bildirmeniz mühimdir. Çünkü mesele Meclis'le mevzubahis olunca derhal intaç edebilmek için buna ihtiyaç vardır.

6.    Bu cevabımda Rauf Bey ile mutabıkız. Henüz keyfiyet Heyeti Vekile'ce malum değildir.

Başkumandan

Gazi Mustafa Kemal

Efendim; geçen vakitte, böyle bir talimat verdik. Heyeti Vekileyi teşkil eden zevat ile bugün aynı zemin üzerinde görüştük Refet Pş. dan gelen telgraf devam ediyor. Okundu.

Yine 17/18 tarihli telgraf devam ediyor. «Abdülmecit ile gö­rüştüğüne dair».

Heyeti Vekile Reisi Rauf Bey'e

Şimdi Abdülmecit Efendi ile görüştüm. Şahsî bir mahiyeti olan mükâlemalta, Ankara'da ittihaz edilen mükavraratı tasvip el­liklerini ifade eyleyen kendilerinin bana hitaben bizzat yazdıkları bir mektubun surelini aynen berveçhi ati arz ediyorum.

Suret; İstanbul T.B.M. Meclisi Hükümeti fevkalade memu­ru Refet Paşa Hazretlerine.

Büyük Millet Meclisinin hilafet ve saltanat hakkında ittihaz

ettiği karan tamamen tasdik ve tasvip ediyorum.

27 Rabiillevvel 1341

Refet

imza Abdülmeçit olacak. Çıkmamış gene Refet Paşa'dan...

BİR MEBUS BEY Efendim; Abdülmeçit bir unvan yazı­yor mu imzasında.

HÜSEYİN RAUFBEY (Devamla) Hayır, ihmal edilmiş olacaktır imza.

ŞEVKET BEY (Beyazit)İmza kimindir, lütfen okunsun.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Rauf Beyefenidi, ben de ehemmiyet verdim bu noktaya. İmzası nedir diye sordum. Refet Paşa’dan gelen telgraf okundu. Bundan evvelki maruzatım­da diye.

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine ve İcra Vekilleri heyeti Reisi Rauf Beyefenidiye:

Bundan evvelki maruzatımda Vahidüddin Efendi nin keyfi­yeti halinin Meclis tarafından ilânını, bu suretle mücadeleye başkımaklığımızı ve fakat bu hususun teşrini arz etmek istemiştim. Yann için neşrolunacak Sabah Gazeteleri üç seneden beri malum olan harckâtiyle kendi kendini memlekette bu âlemi İslâm naza­rında halletmiş telâkki olunan Vahidüddin emsali diğer memleket lıaikleri gibi aynı tarz ve aynı vasıta ile firar etmiş olduğunu ve bil­hassa bu tarz ve vasıtai firarının âlemi Islâmın kendi hakkında ver­miş olduğu hükmün doğruluğunu bir kere daha tasdik ve teyit ey­lediğini bir kaç satırla yazmak suretiyle iktifa edecektir. Burada it­tihaz olunacak iki yol vardı: Birisi Vahdeddin'in üç seneden beri devam eden ihaneti sebebiyle esasen makamı hilâfeti münhal telâkki etmek ve Vahdeddin'i şimdiye kadar orada (Zillüllah) va­ziyette oturmuş göstermek ve zaten son cuma selâmlığında namaz, kddığı camide hutbede kendi ismini okutmamak suretiyle bunun kendi tarafından dahi tasdik edilmiş olduğunu iddia etmek: İkinci tarz: Son güne kadar makamı hilâfetle bulundurulduğu halde firar ve düşmana iltica sureliyle hilâfete ihanetle bulunduğunu iddia et-

mek; İngilizler Vahidüddirie halife oyunu oynatmak isterlerse bu ikinci şık kendi hesaplarına belki daha muvafık gelebilir. Fakat Ingilizlcrin dahi Vahidüddin ile âlemi İslâm üzerine bir oyun oy­namaya muvaffak olamayacaklarını bildiklerini ve bu son vaziye| tin daha ziyade şeriki cürümlerini kurtarmak maksadiyle yapılmış olduğunu zannetmek istiyorum. General Pelle de bu fikirdedir. j Yalnız İngiliz tebliğindeki tarzı ifade calibi dikkattir. Gazetelere 1 talimat vermek için bu iki şıktan hangisini daha muvafık buluyor' sanız İngiliz'ler Vahidüddin'in kaçırılması için hiç bir cebir istij mal etmemişlerdir. Bu büyük sarayın her tarafını muhafaza etmek , elimizdeki kuvvetle gayrı mümkündür. Biz daha ziyade dahildeki j arkadaşlarımızın nezareti ile ve hariçte bulundurduğumuz gözcü­lerle iktifaya mecbur idik. Vahidüddin sabaha karşı sarayın Orhaı niye Kışlası tarafındaki bir kapısından çıkmış ve oraya gelen oto1 mobile binmiştir. Emanet muhafızlarını takviye ediyorum. Yerle| rinde bırakacağım, bu gece Mecit Efendi ile görüşeceğim, Vahiı düddin'in müracaatına verilen cevabı Çarşamba günü Yaver j Paşa'ya tebliğ ettim. Perşembe günü Yaver Fahri Bey vasıtasiyle

tekit ettim Cuma sabahı da firar ettim.    1

imza Refet

İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefenidiye      )

Bu gece General Pelle ile Vahidüddin'in firarı hakkında gö' rüştüm. İngiliz müsteşarı geminin hareketinden sonra nezdine gc lerek firardan malumat vermiş ve Vahidüddin’in Türk'ler tarafin­dan bırakılmasını Düveli mütelife için sıkıntılı bir vaziyet ihdas , edeceğinden bu suretle harekete mecbur kaldıklarını söylemiş. General Pelle bu firarla İngiliz'lerin hilâfet oyunu oynamak iste­yeceklerini zannetmemekte ve buna ehemmiyet vermemektedir.

Refet

 

Bu telgraf 17/18’de çekilmişti. Efendim bu malumat üzerine bu sabah Heyeti Vckite’yi teşkil eden arkadaşlarımızı topladık ve

hafi olarak tetkik ettik. Müzakeremizin neticesi olark Heyeti Aliyenize arz edeceğini nikat kısadır. Bittabi ittihaz olunacak karar müzakere neticesinde tespit edilecektir. Evvelemirde halife ma­kamını işgal eden zatın şimdiye kadar bizce malum olan bir hıya­neti vardır. Sevr muahedesini tasdik etmekle Türkiye'nin idamını kabul etmiş olmasıdır. Bu sefer gene halife ismini takınarak İslâm'ın en kavi ve şerir ve şeni düşmanı olan İngilizlerc halife ünvanıyie müracaat ederek kendisini bütün âlemi Islüma ihanet et­mesi tarzında bir şekilde kabul edilebilir. Şu halde bu insan sure­tinde görünen, Tiirkiyemiz için, necip milletimiz, için ve âlemi İslâm için muhlik zehirli bir yılan olan, bu suretle mündefi olması üzerine münhal kalan emaneti İslâmiyeye bir zatın intihabının za­rurî olduğu merkezindedir. Efendiler malumâliniz asırlardan beri necip milletimiz Alemdarı İslâm olarak makamı hilafeti sinesinde her türlü tahaccüme, mehalike karşı muhafaza etmiş ve bununla bihakkın ifüfîâr edebilecek bir millettir. Böyle hıyanetler, sui ka­sıtlar avni hakla hiç bir veçhile müessir olmıyacaktır. Bu itibarla herşeyden evvel münhal kalan bu mevkii bir halife intisabı sure­tiyle inhilal kurtarmak zarureti lüzumunu Heyeti Aliyenizc arz ediyorum. Bu müzakere esnasında rüfekamdan bazı zevat halife­nin intihabı meselesinde noktai nazar arz edeceklerdir. Ekseriye­tin fikri derhal intihabın icrası olduğunu arz ediyorum. Ekalliyette kalan arkadaşlarımızdan bazıları intihabın icrasiyle halifenin Anadolu'ya gelmesidir. (En doğrusu budur sadaları) (Olamaz sesleri) tabiî bu arkadaşlarımız söz sırasında noktai nazarlarını arz edecektir. Fakat bendeniz her şeyden evvel ekseriyetin noktai nazarını arz elmiş olmak için her şeyden evvel bir halife intihabı­nın en kısa bir zamanda icrası ve bu zatın bu zamanda İstanbul'dan çıkmasının şimdiye kadar müdafaa ettiğimiz esasatı ihlâl edeme­mesi noktai nazarında, alclhusus sulh esnasında İstanbul’dan ma­kamı hilâfeti başka mahalle nakletmek keyfiyetini mahzurlu gör­düm. Bu itibarla İstanbul'da kalması cihetini ekseriyetle iltizam ettik. Diğer arkadaşlarımızdan bazıları da gene mühim nikatserdiyle Anadolu'ya naklini iltizam buyurdular. Efendim; hülâsa! malumatımızı mümkün olduğu kadar manayı hakikisiyle ve hülâ-

sa suretiyle Heyeti Alinize arz ettim. Tekrara mecburum ki inhilâlin uzun müddet devamı Şer'iye Vekili arkadaşımızın da sarahaten beyan ettiği veçhile dahil ve hariçte fitne ve fesadı mucip olabilir. Bir an evvel temin buyursanız...

SALAHATTİN BEY (Mersin) Efendim; Hükümet ne inti­hap ediyorsa onu söylesin, onun üzerinde müzakere edelim. Her halde eşhas üzerinde söyleyiniz ki onu anhyalım.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Efendim, intihap hakkı Meclisi Alinindir.

SALAHA1TİN BEY (Devamla) Efendim, tetkıkatını söy­lesin.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Müsaade buyurunuz onu arz ediyim; intihab hakkı Heyeti Celilenize aittir. Bir müntehib ibrazı ile Heyeti Aliyenize, yani bunu intihap ettik, kabul edi­niz suretinde. Bendenizin kanaatimi sorarsanız, her şeyin'ehveni olmak üzere ve her şeyden evvel zemin ve zamana da muvafık Abdülmccit Efendi'nin (Veliaht sodaları) Veliaht sözünü de söyle­miyorum, Abdülmecit Efendinin inıihabiylc ve hatta bu gün müttefikan intihabı ile bir çok mahazirin mündefî olacağı kanaatinde­yim efendim.

ALİ VEFA SEY (Aüîâlyâ) Heyeti Vekile'de ekalliyette kalan arkadaşlarımız mühim bir nokta zikrettiklerinden bahis bu­yurunuz. Bu nedir anhyalım efendim.

HÜSEYİN RAUF BEY(Devamla) İfademde zannediyo­rum ki söyledim. Arkadaşlarım kendi noktai nazarlarını izah eder­ler diye tafsilen arz etmedim. Noktai nazarları halife İstanbul'da kalırsa tekrar İngiliz tesiratına ve saireye kapılır. Esarettedir, caiz değildir, mütalaasında bulundular. Ekaliyette kalan arkadaşları­mın mütalaaları hemen bu esas etrafındadır.

TEVFİK EFENDİ (Kângın) Bizde böyle hilâfetle iskat edildiği vakit inhilâl edeceği vakit makamı Meşihatın bir fetvası ile hilâfeün nez'i lâzımdır. Acaba bizim Şer'iye Vakâletinden hilâ­fetin-Vahidüddin Efcndi'den nez'i hakkında bir fetva alınmış mı­dır? Alınmamış ise meclisi Ali o fetvayı da kendi kendilerine vermiştir. Bir kâfiri veli ittihaz eden bir adam mümine halife ola-

maz; mahludur. Bu fetva bir kere peşinen alınmalıdır. Alındıktan sonra evvelâ hal sonra intihap yapılmalıdır.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Şer’iye Vekili Efendi Hazretleri, heyetimizin müzakeratında müşterek idi ve ekseriye­tin fikrine müşterek idi. Kendileri bir halifenin intihabı lüzumunu ifade etmiş olduklarından hali lüzumunu tabiaüy 1c ifade etmiş ol­dular. Tabiî size cevap verecektir efendim.

TEVFİK BEY (Devamla) Heyeti Vekiie’nin yaptığı iş kâfi değildir. Fetva yazılıp ilân olunmalıdır.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Efendim. Lâzım gelen cevabı verecekler ve sizi tatmin edeceklerdir.

REİS Efendim; Şer’iye Vekilini dinliydim

VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendim, müsa­ade buyurun. Ahvali tafsil edecek değilim. Bu gün halife maka­mında olan bir adam ecnebi bir düşman himayesine iltica ederek fiilen hilâfetten feragat etmiştir. (Elbette sesleri) Binaenaleyh ikinci bir halifenin intihabı müslimîn üzerine vaciptir ve müslimin de hal' ve aküne bu gün memur olan Meclisi Alinizdir. Binaena­leyh beyneimüsfimîn fitne ve fesada bais olmasın için her şeyden evvel bunu intihap etmeli. Ondan sonra şeraiti ne idi, veyahut onun hakkı ne idi, milletin hakkı ne idi, efendiler bunlar ikinci me­seledir. Şimdi rica ederim, İstanbul'u düşünelim, Anadolu'yu dü­şünelim, bütün âlemi İslâmî düşünelim. Hem âlemi İslâm gözünü şu Meclise dikmiş bakıyor: Ne yaptılar ve ne yapacaklar? Şimdi bir fetva isteniyor. Bu da haklıdır ve doğru bir meseledir. Ötedenberi anavatanız da budur. Kâtip efendi okusun. (Alkıj/ar)

NECATİ EFENDİ (Lâzistan) Şer’iye Vekili Efendi kendi­leri okusun.

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara) Bu gün yaptığınız boş, kanun yarın bir teamül olacaktır. Binaenaleyh makamı üfla makamı âlınizdir. Bu o makamdan okunur.

REİS Efendim, bendeniz de buradan okutacaktım. Efen­dim bunu kendileri okumak lâzım gelmiyor. Kendileri dediler ki kâtip efendi tarafından okunsun. (Fetva okundu)

TEVFİK EFENDİ (Kângın) Efendiler, bu fetvayı şerif ga-

yet güzel yazılmıştır. Vakıada mutabıktır. Şu kadar var ki hal' edil­miştir, scrahaten hal' edilmiştir. Bu suretle makamı hilâfet iki su­ret olacaktır. Mahluttur, bu surette diye başlıyacak, Emirülmüminin veyahut halifenin bütün müslüman üzerine vacip midir, elcevap vaciptir diye iki suretle yapılacaktır. Fetva da hafine scraha­ten bir şey yoktur. (Doğru sodaları gürültüler)

HACI MUSTAFA EFENDt (Ankara) Zannederim şimdi söylenecek bir şey yok ve söylenecekler söylendi Yani dainiz di­yecektim ki şimdi bu adam kaçmış, tabî bir çok mâsivasi var. Ken­disi münhal'idir. Pekâlâ bütün müslümanlan intizardan kurtar­mak ve birtakım teşevvüşattan kurtarmak, belki süiniyet varsa on­ların önüne set çekmek için filhal birisini intihap edip ona biat et­mekliğimiz lâzımdır. Diyeceğiz o lâzımdır. Şimdi Heyeti Vekilede de anlaşıldı ki cüzi ihtilâfı,ihtilâf dersem (hal' hususunda şa­dalar) yok, şimdi geldik intihaba. İntihap edeceğiz. Bu.intihap edeceğimiz zatı buraya getirelim, yahut Bursa’ya getirelim yani esaretten kurtaralım. Yani onları birtakım şeylerden vikaye için herhalde buraya, buradan olmazsa Bursa'ya getirip biat etmek.

OPERATÖR EMİN BEY (Bursa) Zaten îngilizlcrin istedi­ği odur.

HACI MUSTAFA EFENDt (Devamla) Yahut İstanbul'da bulunduğu halde eğer İstanbul'da emniyet varsa, yani hiç bir veç­hile taarruz olunmıyacağına emniyet ve itimadınız varsa bizzat veya büvasita intihihabımızı yapar ve bildiririz. Malumya mese­lenin bu hale geleceğini geçen gün Paşa Hazretlerine de arz etmiş­tim. Bunun böyle olacağı belli idi. Bunlar bunu böyle edecek ve bu herifi alıp gidecekler ve belki birtakım şeyler çıkaracaklar dedim. Paşa Hazretleri orada cevap verdiler ki efkârı umumiyeye karşı buna cesaret edemezler maatteessüf eltiler. Etseler bile bu adam hiristiyanlarla teşriki mesaî ettiğinden ehemmiyeti yoktur. Yani üzerine bir fenalık çıkmaz buyurdular, inşallah buyurdukları gibi çıkmayacak ve çıkmaz.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Müsterih olunuz çıkmıyacaktır.

HACI MUSTAFA EFENDt (Devamla) inşallah. Şimdi evvelemirde daînizc sual ederseniz herhalde intihap edeceğimiz zatı buraya getirmeli, (hayır seslen) (Bravo sodaları) Şirndi ben ona fetva vermedim gelsin diye... (Gürültüler, devam sesleri) Öy­le ise müsaade buyurunuz, şimdi orada kalmasındaki menafi!, mezahiri sayalım. Her iki tarafı da biz bir kerc serdedelim. Yani bu hususta Paşa Hazretleri bizi tenvir etsin. Belki o buraya gelmek ci­hetini tercih ediyor. O başka mesele. İhtimal ki bu da olmaz. Şim­di geldik fetva meselesine: Bence Hacı Tevfik Efendinin buyur­duğu gibi gerçi bu firariyle değil Sevr muahedesini kabul, zaten bir İslâm kabul etlikten sonra bunu İslâmiyet ile hilâfet ile alâkası olamaz. Bunu takdir edersiniz. Vakıa şimdi söyliyeceğimiz tea­mül merasim itibariyledir. Yoksa şurası şer'an şöyle olacak, böyle olacak demeğe lüzum yoktur. Niçin, bunu bir kere Kemal'i tazim ile bu adam kabul ediyor. Değil halife, bayağı bir adam bunu kabul etmez. Peki, sonra onlarla teşriki mesai ve sonra bu iarafa asker şevki ve bunlara mümasil fecayi, fenalıklar ki labiatiyle bunlarla bu adam kendini munhali' olduğunu burhanı kaau, yani evvel de­lildir. Lâkin merasim itibariyle şu sıfat ile muttasıf olan bir adam müslümanlan halife olmağa lâyık olur mu? Elcevap lâyık değil­dir. Yani bu tarzda bu adammmüslimin üzerine hafi lâzım gelirini Elcevap lâzım gelir. Bir kere bunu hal'i edilmesi lâzımdır. Bu me­rasimi hal'i olmadı. Tabiî hal'i olunduktan sonra tabî naibülimam madem ki ümmetin üzerine lâzımdır, binaenaleyh ikinci fıkrası bundan ibarettir. Bu suretle pekâl$ denir. Bu, bu kadardır. Daha söyliyeceğim var, iş bitsin olsun. Sonra biraz vezaifte söyüyccekierim var. Yani Meşrutiyet ilân edildikten sonra saltanatmış, bu emriyet imiş, bunu anlamam. Hepsi böyle olmaz. Bundan evvel Sultan Reşat istipdadr ile geldi de ne yaptı, ne yapabildi? (Her şey yaptı sesleri) hiç bir şey yapmadı. Yapan hükümettir, hiç bir şey yapmadı. Bunlar vehimdir. Vehimc bence itibar yoktur. Bunlar meselâ bizim refeıtiğimiz (asallım meselesidir, yoksa hilâfet için lâzım olan vczaifı gene vereceğiz. Onun zamanı gelince söyliye­ceğim.

REİS -Efendim; müsaade buyurunuz. Bazı arkadaşlar, fetvanın şekli hakkında..

SALİH EFENDİ (Erzurum) Müsaade burun, fetvanın usu­lü hakkında bir şey arz edeceğim

REİS Müsade buyurunuz efendim, sizden evvel söz alanlar vardır, fetva hakkında arkadaşlar bazdan aynca söz almışlardır. Şimdi buna arkadaşlar ne derse ona göre hareket ederiz. {Hacet yok sesleri)

OSMAN BEY (Lazistan) Efendim, fetvayı Şer'iye encü­menine havale edelim. Bir iki saat içinde neticeyi Meclisi Aliye bildirsinler, mesele bitsin.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir) -Efendim, usulü müazekcrc hakkında buyurursanız Osman Beyin teklifini biraz izah ede­yim.

ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya) Ben usulü müzakere hak­kında daha evvel söz istedim.

REİS Ömer Lütfi Bey daha evvel söz almıştı, buyurun efendim

ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla) Efendim, şimdi burada bir fetva okundu. Fetva, burada Allahü âlem bissevap olur mu, olur. Fetva budur, üst tarafı isıiftatır. Yazılan istiftayı bazı arkadaşlar zayıf buldular. Heyeti Celileniz tensip buyurursa vakit kazanmak için bu fetvayı Şer’iye Encümeni'ne gönderelim. Vekil Efendi fet­vahaneden hocalarını toplasın yeniden istifra yapsınlar ve biz de alt tarafını müzakere etmekte olalım. Zaten hal’ meselesi olmuş­tur. Bu vakidir. Fetva tespit edilirken biz de yeni intihap hakkında burada müzakeratımıza devam edelim.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir) Zannetmeyiniz ki fetvayı şeri­fe doğrudan doğruya bir Encümeni Şer'iye'ye havale edilip de ora­da tcdkik edilecek. Yanlış anlaşılmasın . Fetvayı Şerife Şer’iye Encümeninde tcdkik edilmez. Ancak fetvası yazılmış esbabı hal'i kabul etmiş ve fakat hal' kelimesi girmemiştir. Esbabı hal’i mevcut olursa hal’ kelimesi girmezse bu firar eden adam hilafet vaki ola­rak gidiyor, o yarın orada halifeyim diyecektir. {Doğru sesler), Halife'nin hafinin mucip olan esbabın altına «Hal'» kelimesi ya­zılabilmek için bunun altına yazılmalıdır.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Müfit Efendi Hazrctlcri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Şer’iye Vekili­nin fetvası Türkiye Büyük Millet Meclisi Şer'iye Encümeni git­mez buyurdular. Ben de derim ki bu ancak burada tetkik olu­nur.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir) Bendeniz böyle söylemedim, söz söylemek hakkımdır, efendim. Ahkâmı şer'iye ve muamelâtı şer'iyenin hepsi Şer'iye Encümeninde hallolunur. Yalnız Şer'iye Vekili Efendi hazretlerinin yazmış olduğu şu fetva noksan görül­müş de bundan dolayı iade edilmiş diye işrab ettirmek kuvvetini tamamiylc verdirmek için arz ettim. Yoksa başka bir noktai nazar­dan değildir (usulü müzakere hakkında söyleyeceğim sesleri)

REİS Efendim, usulü müzakere bitti.

ŞER’İYE VEKİLt MEHMET VEHÎ EFENDİ (Konya) Efendiler makamı hilâfette bulunan adam bu gün firar edip mey­danda olmadığı cihetle bunu fiilen feragat ettiği malumdur ve sa­bittir. Çünkü makamını terketmiştir ve burada fiilen terketliği zikrolunmuştur. Binaenaleyh hal' kelimesine lüzum görülmemiş, madem ki bulunan Müftü efendiler tarafından evet, o kelime kon­sun deniliyor. Bende ona razıyım. (Mesele bitli sesleri, alkış­lar)

REİS Müsaade buyurunuz. Usulü müzakereye dair söyliyeceğim. Artık burada fetva hakkında müzakere edemeyiz.

FEVZİ EFENDİ (Erzincan) Usulü müzakere hakkında söyliyeceğim.

REİSFevzi efendi, mesele bitli. Şer’iye Encümeninden gel­diği zaman izah edersiniz.

FEVZİ EFENDİ (Erzincan) Fetvayı şerife de muvafıktır. (Essülıan...) Yani Sultan iki şeyle sultan olabilir.

NURİ BEY (Bolu) Söylediğiniz usule ait değildir. Rica ederim.

ÖMERLÜTFİ BEY (Amasya) Şer'iye Encümeninde iza­hat verirsiniz efendim.

REİS Efendim; bu fetvanın Şer'iye Encümeninde tekik edilmek üzere mezkûr Encümene gönderilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın...

FEVZİ EFENDİ (Erzincan) Yoksa münazildir, mahludur (Gürültüler)

REİS Efendim, Fetva Şer'iye Encümenine gönderilmiş­tir.

FEVZİ EFENDİ (Erzincan) Münhali’dir, münazildir.

NECATİ BEY (Lâzistan) Efendiler, Lehülhamt vclminneh üç buçuk senedenberi çalışıp çabaladıktan sonra bu günü id­rak ediyoruz. Bu hususta sizi Kemal'i hürmetle dinlemekteyim. Bir kaç dakika olsun sizin de bendenizi dinlemenizi hassaten rica ederim.

REİS Usulü müzakereye dair birşey söyliyeceğim. Rauf Beyefcnidi teklif etmişlerdi, celse hafi olmuştu. Fakat aradan iki dakika geçmeden iki zat söz söyledikten sonra şimdi verdiğimiz bu karar üzerine hafi olan celsenin hitamiyle celsei aleniyeye ge­çilmesini ve Meclis müzakeratının alenen müzakeresiyle süitefchhümlerc mani olmasını teklif ediyorlar. Şimdi karar verilmişti. Bunu tekrar reyinize koyamam. (Hayır sadaları)

NECATİ BEY (Lâzistan) Efendiler, biz bu güne nail olduk ki zaten en ziyade çahşüğımtz şeyler makamı hilâfeti esaretten kurtarmak içindir. Lehülhamt velminne orada bulunan ve o maka­mı muallayı hilâfeti telvis eden adam defolmuş ilacehennemüzzümera. Bu gün bu mukaddes günü gördüğümüzden dolayı ki hiç bir kuvvetin tahtı tesirinde olmuyarak erbabı hal ve akit olan Meclis tarafından halife intihap olunmuştur ve işte günlerin en mesudu, en mübarek i en müteyemmeni bu gündür. Bundan dolayı şimdi intihap edeceğimiz olan halifenin herhalde o entrika, o dolap o da­lavere merkezi olan İstanbul’da intihap edeceğimiz halifenin kal­masına razı değiliz. Arkadaşlar bunu katiyen kabul etmiyerek, intihab edeceğimiz halife yanımıza gelsin, yanımızda bulunsun, yalnız bırakmıyahm.

SIRRI BEY (İzmit) Bendeniz meselenin birinci şıkkına emri vaki nazariyle bakılarak ikinci salbası hakkında söyleyece­ğim. Halife intihap olunduktan sonra İstanbul'da kalması mı lâzım gelir, yoksa Anadolu'ya celbi mi? Arkadaşlarıma ayrı ayrı hatır­latmak isterim ki birinci günü burada toplandığımız zaman biz mi­lde karşı, halife esirdir, âınal ve harekâtına hâkim değildir, sahip edilir. Binaenaleyh vereceği emirler bizim için mut’a olamaz. Ma­zurdur dedik ve halifeyi, makamı hilâfeti, ve makamı saltanatı kurtaracağız dedik.

RAĞIPBEY (Amasya)-Ve yeminde ettik.

SIRRI BEY (Devamla) Ve onun için buraya toplandık. Halife esir olduğundan dolayı verdiği emirler m uf a değildir dedik ve sıfatı esaret olarak da onun İstanbul'da bulunmasını ve İstan­bul'un da elycvm düşmanlar tarafından tahtı işgalde olmasını gös­terdik. Bugün intihap edeceğimiz halife tekrar İstanbul'da kalacak olursa sebebi esaret münselip midir? El'an sabık Halifenin esir ad­dedilmesini icabeden ahval elyevm İstanbul’da mevcuttur. Onun için millete karşı, milletimize alenî surette ve kasemi billah olarak verdiğimiz sözde yalancı olmamak için işte Makamı Hilâfeti kur­tardık, demek lâzımdır. Biz aksi suretle hareket ettiğimiz takdirde daha evvel söylediğimiz sözlerin hep sania olduğunu ve hiç ihlâsa müpteni olmadığını kendimiz itiraf etmiş olacağız. (Pek doğru sesleri) Bundan başka halifenin muvakkaten oradan kalkıp da bir kaç gün için, bir kaç saat için buraya hatta bu kürsüye gelip ahdet­mesi, yemin etmesi lâzun değil midir1? (Değil sesleri) Halifeyi in­tihap etlikten sonra buraya getirmediğimiz takdirde kendi verdiği­miz kararlar hakkında bir tenakuz ortaya koymuş olacağız. Öyle bir tenakuz ki hiç bir suretle telif olunamayacak ve binaenaleyh milletin nazarından korkarım ki evvelce söylediğimiz sözler hak­kında ittihaz edeceğimiz kararlara da sevap bakmamaları dairci ihtimaldedir. Bu ufak ihtimali nazarı dikkate alarak her halde hali­fenin buraya gelmesini ben her halde farz eddederim.

TUNAL1 HtLMÎ BEY (Bolu) Kıymetli vakitlerin pek dar olması dolayısıylc söylenilen sözleri tekrar cUneycceğim. Tamamiylc Sırrı Bey biraderimizin Fikrine iştirak ediyorum

Efendim, bahusus, evet; Büyük Millet Meclisinin bütün kavanîninc, ahkâmı şeriata yemin etmek mecburiyetiyle halifenin evet buraya kadar gelmesi katiyen lâzundır ve bu kürsüden yemin etmelidir.

OPERATÖR EMİN BEY (Bursa) Padişah intihap etmiyo­ruz.

TUNALIHİMİ BEY (Devamla) Arkadaşlardan halta He­yeti Vekileden mütereddit olan arkadaşlardan bazılarının mü­talâasına göre....

HÜSEYİN RAUF BEY (İcra Vekilleri Heyeti) (Sivas) Ha­yır mütereddit yoktur.

TUNALI HİLMÎ BgY (Devamla) Hayır efendim, müte­reddit demiyorum. Ekalliyette kalan buyurduğunuz veçhileİs­tanbul "dan halifenin ayrılması ile acaba İstanbul'un makam hilâ­fet olması esası sarsılır mı; sarsılmaz mı? Suali varidi hatır oluyor. Sarsılmaz, katiyen sarsılmaz. Çünkü arkadaşlar emanatı mukaddeseyi oradan getirmiyoruz. Biz yalnız halifemizi buraya yemin ettirmek için getiriyoruz. Halifemiz İstanbul'da kalırsa, ne dedim, bendeniz tekrar etmeyeceğim, Sun beyin söyledikleri bütün vakidir, doğrudur. Bir halife katiyen esaret altında kalamaz. Esir bir muhitte yaşayamaz, bu muhakkaktır. Şimdi biz hür bir halife sahi­bi oluyoruz. Fakat maalesef el’an Makamı Hilâfet esaret dunda­dır. Yarın da inşallah onu kurtarılmış göreceğiz.

REİS Ziya Hurşit Bey söz sizindir.

ZİYA HURŞlT BEY (Lâzistan) Sun Bey'in fikrine iştirak ederim.

RAGIP BEY (Kütahya) Efendim, ahiret hadis olan vaziyet üzerine Meclisi Ali gayet muazzam bir işin karşısında bulunuyor, halife namını taşıyan adam İngiliz'lere iltica ile bırakıp gittikten sonra Makamı Hilâfetin boş kalmasında hiç bir mahzur görmüyo­rum, (Hayır sesleri patırtılar) ihsan buyurunuz efendim, ta ki o makama ehli bulununcaya kadar.

ZİYA BEY (Bitlis) Namaz ne olacak, namaz?

RAGIP BEY (Devamla) Gelir burada söylersiniz.

ZİYA BEY (Devamla) Bu sözleri dinlemek islemiyo­rum.

RAGIP BEY (Devamla) Şimdi geçen günkü ilân ettiğimiz beyanname ile Makamı hilâfete eslah ve crşet olanını Büyük Millet Meclisi intihap edecektir diyoruz. Bugün o hanedandan bir tanesini tanımıyoruz. Hangi eslah ve erşettir. (Biz biliyoruz şadaları)Aynı zamanda bu kürsüde söylenen sözler hepsi hakkında, hepsinin aleyhindedir.

LÜTFİ BEY (Malatya) O sözleri söyleyenler rey verme­sin.

RAGIP BEY (Devamla) Binaenaleyh vicdanlarınızı elini­ze alınız, eslah ve erşet kimdir? Bunu intihap edecek kimdir? Bu zatı Büyük Millet Meclisi nasıl bulacaktır? Bu ciheti düşünmek lâzım gelir. Bundan başka o, o eslah ve erşedi bulduktan sonra onu intihap edeyim. Fakat onun burada oturması, veyahut İstanbul'da bulunması meselesi meselei taliyedir. Evvelemirde tenvir etmek isterim ki bu Makamı Hilâfete eslah ve erşet kaç zat vardır. Bunu halletmek lâzımdır. (Anlaşıldı sesleri, ayak gürültüleri)

SELAHATTİN BEY (Mersin) Efendim, bendeniz de Sim Beyin ifadaıiylc bugün Makamı hilâfetin bu vaziyette bulunması ve Makamı Hilâfet bu vazifede bulunan kimsenin vazifesine iha­net etmesi havadadır. Bittabi buna derhal bir karar ittihaz buyur­mak ve fakat ittihaz edilen karar müslimînin imametine getirilen zatın gene ecnebi kontrolü ve tahtı tesirinde kalması bittabi kendi­sinin sıfatı imametin ifa olunamaması demektir. Binaenaleyh bendenizin düşündüğüm Hükümet derhal telgraf hutulunu tutar ve hiç bir kimseyi dışarı çıkarmaz, oradaki mümessilimize emir verirler, emin olduğumuz, hâkim olduğumuz noktaya çıkardıktan sonra derhal hilâfet ilân olunur. Bu ana kadar mesele Hükümetçe yapılmalı ve Heyeti Aliycniz intihap meselesini tespit etmelidir. Bendenizin düşündüğüm budur; halifenin biati için Meclisi Mill­îmiz hallini temsil etmesi hasebiyle usulen ve şer'an biati lâzımdır ve biatla beraber halifenin de kabulü, hüsnü hizmet edeceğine her suretle âlemi îslâma ve Türkiye Hükümetine hâdim olacağına ye­min eder. Gözümüz önünde bu suretle itimat ederiz. O zaman or­unla bir halife vardır, deriz. Binaenaleyh teşevvüşü mucip olma­mak için bendenizin teklifim hükümete intihap edeceğimiz zat kim ise derhal hududu csarat içerisinde ise çıkarmalı ve çıkardığı anda intihap edilip derhal toplar atılmalı ve bu suretle ilân etmli.

RAGİP BEY (Devamla) Anlaşıldı. (.Handeler) Böylcdir ve pek açıktır.

YAStN BEY (Gaziantep) Efendim; bendenizden evvel söz söyleyen arkadaşlarımın müulâatına kendi kanaatim ve kendi düşüncem, sonra bağlandığım, ahdettiğim, yeminctıiğim bir misakın dördüncü maddesine muvafakat edemeyeceğim. Yani hilâ­fetin İstanbul'dan kalkıp buraya gelmesi ve burada bulunması esa­sını kendi düşüncem itibariyle ve imsakin da dördüncü maddesini kabul etmekte mazur görüyorum. Arkadaşlar çok rica ederim İs­tanbul'un bundan evvel ki vaziyetle bundan sonraki vaziyeti Mec­lisi Alinin son verdiği karar üzerine bizim Hükümet bundan ev­velki şekil ile bugünkü şekil arasında çok fark vardır. Sonra çok ri­ca ediyorum, diyorlar ki İstanbul'da inühap edeceğimiz gene esir­dir, ben bu esareti anlayamıyorum. Bu esaret doğrudan doğruya o hilâfetin cçnebi kucağına atılmasiyle şey olmuştur. Onun da İstan­bul'da kalması taraflarıyım. İstanbul’un son vaziyeti malumdur. Bugün İstanbul'da Mcclıs-i Âli'nin son karan üzerine İngiliz'lerin ellerinden gelse onları si İdi kuvvetiyle çıkarırlar. Ufacık bir mü­messilimizi, ufacık bir adamımızı görmek istemezler. Hükümet bugün görüyorum ki maaşşilkran arkadaşlar işgal kuvvetlerini ve bir çok tahakkümlerini bir çok şeylerini kırmış bulunuyorlar. Onun için eğer her halde halifenin buraya gelip Meclisi Âli'nin huzurunda ve esasaumız üzerinde bizim muvacehemizde yemin etmek için muvakkaten gelip gidebilir ki hatta bu muvakkat za­man içinde gelip gitmesini dahi fena görüyorum, küçük aklımla. Biz buradan bunu intihap ederiz, intihap etmek demek, kabul et­mek demek, biat etmek demektir. Dalıa iyi bir halifenin hududu millimize getirmek, yani buraya getirmek şekli yani, bunun bura­ya getirilmesi makam hilâfet olarak tanıdığımız İstanbul'un hali­feyi buraya getirmekle imha etmek, ihya etmek zannederim sulh konferasında bizim vaziyeti esasıyemiz üzerinde çok tesir yapa­caktır. Her halde İstanbul'da kalması daha doğrudur zannede­rim.

REİS Efendim, üç saat geçti, beş dakika teneffüs edelim. MUtakibcn içtima ederiz.

BEŞİNCİ CELSE

Açılma Saati: 4.18

REİS Rcisisani Dr. Adnan Beyefendi

KATİPLER: Hakkı Bey (Van), Mahmut Sait Bey (Muş)

REİS Efendim: celseyi açıyorum. Söz Ziya Bey'indir.

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Muhterem arkadaşlar; firari Vahddin'in bu kadar hıyaneti, sırf fıtratındaki redact scyyicsiylc yaptığına kani misiniz? Bendeniz buna kani değilim. O esaretin tahtı tazyik ve şiddetinde bunu yaptı. Esaçetin tahtı tazyik ve tesi­rinde olan bir halifeyi, şeriat, halife olarak tanımıyor. Şimdi aynı suretle, aynı akibete düşmek zannedersem muvafık değildi. Bu gün İstanbul’a zannedersem fiilen hâkim değiliz. İstanbul bir işgal mıntıkasıdır. Halen o vaziyeti muhafaza etmemiş olsaydı Vahi­düddin firar etmezdi ve ettirilmezdi. Binaenaleyh kaçıp kaçma­masında katiyen ehemmiyet yok. Bunun ehemmiyetinden bahset­meyeceğim. Fakat bilfiil hâkim olduğumuz bir mınukada Halifeyi intihap etmek şarttır, biatta şarttır. Biat, intihabatın esasatındandtr. Biat lamam olmayınca, intihap tamam olmaz. Hatta hatırlarsı­nız ki Hazrcti Aliye birçoklan biat etmedi ve hilâfeti de lamam ol­madı. (Oldu, sesleri) Yine hatırlarsınız ki Hazrcti Ali, Hazrcti Ebû Bekir'e biat etmedi. Yani biatin, intihabatın şeraitinden olduğunu izah etmek içn arz ediyorum. Biat şarttır ve Hazrcti Ali'nin de biat etmesi lâzım bir keyfiyettir. Biat, halifenin intihabı şeraitindendir. Biat olmayınca intihap tamam değildir, nakıstır. Binaenaleyh! bir muhiti işgalde lıalife intihap ederek yine eski vaziyete düşmek ka­tiyen muvafık değildir.

HAŞİM BEY (Çorum) Yani musafaha mı etmek istiyor­sun?

YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Evet musafaha edelim (kesmeyelim dinleyelim sesleri) bir camie, bir mescide bir imanı veyahut bir müezzin tayin ettiğimizi zaman o vazifesinin ne oldu­ğunu bilir. Camie tayin olunan imam bilir ki gidecek camide ima­met edecek. Efendiler. İntihap edeceğiniz halifenin vazifesi ne­dir? Ben bu suali Hcyel-i Aliyenizden soruyorum. Bir imamın bir

müezzinin vazifesi malum iken, bir halifenin vazifesini tayin et­memek müşevviş bırakmak muvafık mıdır?

RÜŞTÜ BEY (Ergani) Şeriat tayin etmiştir.

YUSUF ZİYA BEY (Devamla ) Şeriatın tayin ettiğini biz tetkik etmeliyiz ki mübhematlan kurtulalım. Şeriat tayin elmiş ise umumi şeriye ile alâkadar olan zevat buraya gelsin, tespit elsin ve beni de ikna etsin. Efendiler, halife hangi şerait dahilinde intihap ediyor? Bendenizin kanaatıma göre İslâmiyelte saltanat yoktur. Bu cihetten korkuyorsanız bunu iptal ediyorum. İslâmiyet, Cum­huru halk üzerine müesses bir mccmuai hâkimiyettir. Esası Şûra ile müdevvendir. (Malum sesleri)

YUSUF NADİ BEY (İzmir) O, hal edilmiş mesaildendir.

YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Fakat o şûranın reisi tabii­si, halife olacak herhangi bir zattır. Efendiler şeriatı İslâmiyeden bahsediyorum. Müslüman bir mecliste şeriatı İslâmiyeden bahse­diyorum. Binaenaleyh umuru şeriye ile alâkadar riifekai kiramın vicdanı insafına müracaat ediyorum. O şûraya riyaet edecek zat, herhalde halife olacak zattır. Halife cismani, ruhani sıfatlan nef­sinde cem eder. Fakat mukayyeden cem eder. Onu Takyit edecek ise mücerret şûrayı ümmettir. Bu, usulü şeriyeden, kavaidi şeriyedendir. Buna iman eden insanların bunun karşısında söz söyleme­mesi lâzımdır.

HACI ŞÜKRÜ BEY (Diyaribckir) Halife, yani Meclisin reisi mi olsun? (Gürültüler)

YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Meseleyi umuri şeriye ile alâkadar olan rüfekayı kiramın vicdanı insafına terk ediyorum. Binaenaleyh söz söylemek sükût etmemek haklan iken sükût ederlerse vebal yann ruzu mahşerde boyunlarındadır. Mahaza ha­lifenin vazifesi tayin edilmeli ve intihap, şeraiti lâzıma tahtında olmalıdır. Yoksa efendiler halife yalnız bir kelime ile olmaz. Biz Vatikan Sarayını taklit etmiyoruz. Bu katiyen böyledir. Yoksa âlemi islâmda müthiş teşevvüş vardır. Bunun önünü alınız. Yoksa pek fena olur.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Hiç bir te-

şevvüş yoktur. Merak etmek.

YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Bu benim kanaatimdir.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Arkadaşlar mevzubahis olan meseleyi çok münakaşa etme, çok tahlil etmek mümkündür. Fakat zannediyorum ki münakaşa! ve tahlilatta ne kadar ileri gitsek meseleyi halletmekte o kadar müşkülât ve tealıhürata uğrarız. Birde mevzubahis olan meseleyi muhtelif safha­dan mütalâa etmek mümkündür. Meselâ şimdi kürsüyü terk eden rcfik-ı muhteremimiz doğrudan doğruya halife olacak zatın sıfatı­nı salâhiyetinin ne olacağından bahis buyurdular. Zannediyorum ki ondan evvel firari halifeyi halletmek ve onun yerine bir halife intihap etmek birinci safhayı teşkil etmek lâzım gelir.

İkincisi intihap olunacak halifeye keyfiyet) intihabı tebliğ edeceğiz. Ondan sonra bu münıchap halife nerede oturacaktır? Ahvali umumiyeî siyasiye hangisini mürecceh görmektedir? On­dan sonra bu halifenin salâhiyetinin derecesi ne olmak lâzım gelir ı meselesi mevzubahis olabilir. Binaenaleyh bugün hepsini birden < halletmenin imkânı yoktur. Bendeniz söyleyeceğim birkaç söze, arkadaşımın mevzubahis ettiği noktadan başlayacağım. Bu Meç­ti lis, Türkiye Milletinin Meclisidir. Türkiye halkının Meclisidir. I Bunun sıfatı, bunun salâhiyeti, yalnız Türkiye halkının yalnız Türkiye mîlletinin, Devletinin hissiyatına, mukarrcratına aittir. Bu meclis kendisine, bütün âlemi tslâmiyete şâmil bir kudret ve­remez efendiler. Binaenaleyh bu Meclisin Riyasetinde bulunacak zatın da olsa olsa temsil edeceği şey, yalnız Türkiye'ye ait olabilir. Bu mahdut bir şeydir. Halbuki Makamı Muallayı Hilâfet, bütün âlemi tslâma şâmil bir makamı mukaddestir. Türkiye Devletinin ve halkının bu noktadaki vazifei diniye ve vicdaniyesi diğer alemi İslâmın dahi aynı güne gelmesine kadar bu Makamı Muallaya mesned olmakur. Bütün kudretiyle, bütün âlemi İslâm nazarında ve gayri İslâmî âlem nazarında mâsun bulundurmaktır. Yoksa .< kendi mevcudiyetini halifenin bir yedi iktidarına veremez, vere: mez efendiler ve vermeyecektir efendiler. Alemi İslâmda teşev-

f   vüş varmış veyahut olacakmış. Bu sözlerin hepsi yatandır, kim

söylemişse yalan söylüyor.

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Paşa Hazretleri, ben yalan söylemem.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) Sen yalan söyleyebilirsin, müstailsin.

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Katiyen söylemem ve bunu kabul etmem Paşam.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) Be» bir de­fa size yalan söyledin demiyorum. Size bunu söyleyenler yalan söylemiştir, diyorum. Sen kendin üzerine aldın.

YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Bendeniz yalan söyle­mem.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) Efendiler; o fetva, firari halife hakkında yapılacak muameleyi tespit ediyor. İntihap olunacak halife hakkında da itiraf cunek mecburiyetinde­yiz ki hasbelicap ve hasbelhadisat, mukıazayı tarihî olarak hane­danı Ali Osmanı kabul cunek ve muhafaza etmek zaruretindeyiz. Bu ailenin, içinde bizim aradığımız evsafı bulmak bugün için bi­raz müşküldür. Belki gençleri sureti mahsusada yetiştirildikten sonra evsaf ve sıfatı lâzımcyi haiz insanlara tesadüf edilebilir. Fa­kat bu gün bu ciheti hakikaten tetkik ve lahlil edecek olursak pek müşkil vaziyetle kalabiliriz. Onun için intihap meselesinde ben­denize® çok dağdağasız muameleye temayül göstermek muvafık oluyor. O da zaten firariden sonra gelmesi herkesçe muntazır olan bir zat vardır. Abdülmecit Efendi. Bir defa bu adam bazı fenalıklar ve hatalar yapmıştı. Şahsiyeti üzerinde Meclisi Afimizde de bir çok tenkidatta bulunmuştur. Bunlara rağmen dün gece bu adam nevama bir senet vermiş oluyor ki (Türkiye Büyük Millet Meclisi­nin mukarrcratmı ben kabul ediyorum) diyor. Binaenaleyh intiha­batta mazhari suhulet olabilmek için bu zat üzerinde efkârı temer­küz ettirmek muvafık olur zannındayım.

Şimdi halife intihap olunacak zatın İstanbul'da kalması ve­yahut buraya getirilmesi meselesi var ki bu nazik bir meseledir. Efendiler. Şimdi hakiki vaziyeti tetkik edecek olursak İstanbul kuvayi iıilâfiycnin kuvayi askeriyesi tahu işgalindedir. Onların tahtı tesirindedir. Buna hiç şüphe yoktur. Fakat bu tesirin derecesi dün ile bugün bir değildir. Yani bu gün hiç bir kuvvet kullanmadı­ğımız İstanbul üzerinde haizi tesir ve nüfuz olmaya başlamışızdır. Bunun âtisi bu nüfuzu hakimiyetin şeysin© doğru delâlet etmekte­dir. Bunun en birinci delili Hanngıon'un yahut Ingilizlcrin kendi­lerinin İstanbul'da hâkim olmadıklarını veyahut katiben hâkimi­yetlerinin zail olacağına kail olarak ellerindeki avı beraber alıp ka­çırmak istemişlerdi. Bu delili bahiıdir ki biz İstanbul'da tesisi nü­fuz etmekteyiz. Bu tumanıdır denilemez. Yani Makıunı Hilâfet ta­mamen lahlis edilememiştir. Fakat Türkiye’nin bir vazifesi maka­mı Hilafeti kıutaıinaktır. Bu bizim için bir davayı mahsustur. Bu­nu Makamı Hilafet olarak nilıaycıiıte kadar gösterine ve onun kur­tarılmasına çalışmak bizim için hayırlı bir davadır. Bizim için bu dava âlemi İslâm nazarınch Icvckahde takviye eden bir mesele­dir. Bunu sarsmak doğru değildir. Yani Makamı Hilafeti başka bir yere nakletmek bu günün şeraiti hususiyeti itibariyle doğru ola­maz.

İkincisi yine menfi olarak düşündüğümüz zaman makamı hilafet henüz haizi tesir ve nüfuz olmadığımız ve düşmanların te­sirinin haizi nüfuz olduğu bir mıntıkadadır. Halifeyi hapsetmek onu tanımamak bu adamların ellerindedir. İsterlerse yapabilirler. Fakat bu tarzı hareketleri bizim aleyhimize değildir. Belki bizi ci­han nazarında mağdur ve mazlum gösterecek ve davamızı haklı gösterecek kendi aleyhlerine birtakım harekâttır. Binaenaleyh bunları yapacakları itibariyle hiç bir vakit tevahhuş etmemelidir. Bu itibarla intihap edeceğimiz halifenin orada kalmasını davamız noktai nazarında muvafık gibi ad ediyorum.

Üçünçüstl bizim cihan nazarında en büyük kudret ve kuvve­timiz yeni şekil ve ınahiyetimizdir. Elendiler yani Makamı Hilâfet tahu esarette olabilir. Halife namını taşıyan, İngilizlcrc ılüca ede­bilir ve onlarla beraber kaçabilir. Efendiler her şeyi yapabilir. Fa­kat Türkiye Büyük Millet meclisinin tarzı idaresini, siyasetini, kudretini katiyen sarsamazlar. (Alkışlar} Binaenaleyh aman hali­feyi kaçıracaklar, esir edecekler, şöyle olacak, böyle olacak diye biz telaş edecek değiliz. Telaş edecek bütün âlemi İslâm olmak lâzım gelir. Onlar da telaş etsinler. Onlar da bizimle beraber çahşsınlar ki Makamı Hilafeti kurtaralım ve serbest olarak bütün ci­hana şâmil bir halifeyi oraya oturtalım. Onlar da ancak bu suretle bize muavenette bulunurlarsa...

Bir de halifenin Anadolu'ya bu günlerde getirilmesi mevzu­bahis olmamak lâzım gelir. Biz murahhaslarımızı dünya nazarın­da sulh için Lozan'a göndermişiz ve sulh talep ediyoruz ve sulhun olacağına da ümitvar bulunuyoruz. Binaenaleyh yeni bir hadise, ve çok ehemmiyet verir gibi hiç bir hadise olmamak lâzım gelir. Sulh yapalım diyoruz. Şayet sulh olmazsa, muharebe yapmak mecburiyeti olursa o zaman belki halifenin düşman tahtı tesirinde ben duramam diyip buraya gelmesi ve bizimle beraber burada na­zarı dikkati cclbederek mücadeleye devam olunması bizim için bir kudret olabilir. Yoksa gelmesi ve getirtilmesi meselesi değil­dir. Bizi duçarı zaaf eden bir meseledir. Sonra arkadaşlara evvel ve ahir arz ettim. Tekrar edeyim, bütün zihniyetlerin tenevvür et­mesi için tekrar lüzum görüyorum. Türkiye halkı bilâkaydüşart hâkimiyetine sahip olmuştur. Hâkimiyet, hiç bir renkte hiç bir şe­kilde hiç bir mana ve delâlete iştirak kabul etmez. Halife olsun, un­vanı ne olursa olsun, bu milletin mukadderatında bir müşareket sahibi olamaz. Efendiler millet buna katiyen müsaade edemez ve bunu teklif edecek hiç bir Millet Vekili olduğuna kani değilim. (Alkışlar) binaenaleyh bütün harekâtımız bütün mukadderatımız bu noklai nazarda olabilir. Başka türlü imkânı katisi yoktur. (Fetvai şerif okunsun sadalan)

VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendim, Yusuf Ziya bey ruhaniyet, cismaniyet diye bazı şeyler söyledi ve diğer zamanlar da bu kelime istimal olunuyor. Ruhaniyet, cismaniyet tabiri nisraniyete ait bir tabirdir. Islâmiyette ruhaniyet, cismaniyet diye tabir yoktur. (Şiddetli alkışlar) Sonra arkadaşlardan ekseriye efendim hilâfetin vazifesi nedir? Bu ikide bir soruluyor. Efendiler İslâmiyet'te müstebit bir hükümet yoktur. Hükümeti İslâmiye ta­mamen meşrualtır. Fakat meşrutiyeti şeriatın ahkâmını icra sure­liyle meşruttur. Ama bu olabildi mi olamadı mı? Evet suistimalat ta oldu, şeriata hiç yanaşmayanlar da oldu, ahkâmı şeriatın harici­ne de çıkıldı. Fakat makamı hilafetten veyahut makamı hükümdarîde bulunan adamların bu vazifeyi ifa etmemelerinden do­layı bu vazife kendilerinden sakıt olmak lâzım gelmez. O vazife ile memur edilir. Fakat ifa etmemişlerdi. Halife Islâmlara ait bir iinvandur. Ve Kur'anı azimüşşan ile sabittir. Efendiler Cenabı Hak Hazreti Adem'i halife kıldım buyuruyor. Fakat hilâfetin ma­nası efendiler dünyayı vakti merhununa kadar imara say etmektir. Bu imara da şeriat dairesinde sây etmektir. Binaenaleyh halife olan zat, şeri şerifin ahkâmını icraya memur olması lâzımdır. Hilâfet, İslam lara mahsus bir unvan dediğimin sebebi de budur. Çünkü İslâm riyasetinde bulunana halife deniyor. Bu da ahkâmı Şcriyeye icra ile memurdur. Halife denilen zat tenfizi ahkâma, ic­rayı hukuka, mazlumun intikamını zalimden almaya... Kadir ol­malı. Fakat efendiler halife denilen âlim olmalı, müetehit olmalı, sahibi rey ve tedbir olmalı. Bunun içinde de şecaat besalet Ic var, her şey var. Fakat bu şeraitin cemini bir şahısta bulmak imkânı var mıdır yok mudur? Elcevap: Yoktur. Yok olunca ne oluyor şer'an umuru ehline tevdi ile tadimi amal tarifesine riayetle makamı Hilâfetle bulunur. Şimdi efendiler bizim hali hazırımıza gelince, evet biz bir halifeye biat ederiz. Bu Müslümanlar için vaciptir; lâzımdır. Halta tehiri decaiz değildir. Bu halife de lâzım gelen vazaifi şeriyesini Meclise terk eder. Meclis vasıtasiyle icra ettirebi­lir. Bunun için cümlenizden rica ederim. Evvel intihap meselesini bilelim de sonra sıfatlarım düşünelim. (Doğru sesleri)

REİS Efendim deminki fetvayı Encümene göndermiştiniz. Encümen bir mazbata yazmış arzu ederseniz okuyayım.

Şeriye Encümeni Mazbatası

Heyeti Vckilcnin halifenin firarından bahisle Meclisin kara­rı veçhile aherinin intihabına dair Meclise vaki olan beyanatına bi­naen cereyan eden müzakere neticesinde Şeriye Vekâleti Çelilesi tarafından fetva İsrarı lüzumu teklif olunmasiylc Vekâleti müşarünileyhadan takdir buyrulan fetva Mecliste kıraat olunmuş ve fetvayı cclilc tarzı tahririnde usul ve teamülü kadimeye tevafuk ctmiyen bir noktası ki oda tahsisen inhilâlin beyan edildiği cihettir. Bu cihetin tasrihi talep olunmuş ve Meclisçe bu cihetin ilâvesi lüzum ve aticini lüzumu müzakere olunmak üzere keyfiyetin Şeri­ye Encümenine havalesi kabul olunarak Encümenimize tevdi olunmakla bu babla müzakere icra edilmişti. Neticede fetvanın es­babı inhilâli miibeyyin olan metnin vakıa mutabık olduğu cihetle yalnız şıkkı sani olarak bu surette munhali olur mu ibaresinin tah­rir ve Heyeti itfaiyece imza edildikten sonra Şeriye Vekâleti Cclilesince imza olunması usulü müttehazaya muvafık olduğuna müttefikan karar verildi.

 

18 Teşrinisani 1338

Aza

Kâtip

Konya

 

Rifat

 

M.M.

Şeriye ve Evkaf Encümeni

 

Reisi

Karahisan Sahip

Ankara

İsmail Şükrü

Mustafa

Aza

Aza

Denizli

Adana

Haşan

Mehmet Hamdi

Aza

Aza

Kütahya

Erzincan

Seyfi

Fevzi

 

Minettevfik

Bu meselede, eimmei Hanefiyeden cevap ne veçhiledir?

imamı Müslimin olan Zeyt düşmanın umum müslimin aley­hinde mucibi mahvolan tekâlifi şedidesini bilâzarurc kabul ile hu­kuku islâıniyoyi müdafaadan aczini izhara müslimînin müdafaalen mücahcdelcrinde düşmana muvafakatle müslimînin ihtilâl ve intikâsını mucip harekâta fiilen teşebbüs ve harekâtı ihtilâlkarancyc devam ve ısrar ve badehu ecnebi himayesine iltica ederek Ma­kamı Hilâfeti terk ve firar ile Hilâfetten bilfiil feragat etmekle şeran munhali olur mu?

Elcevap: Allahü Alcın Bissevap ; Olur.

Ketebcıülfakir

Afa Anhülgani

Mehmet Vehbi

Bu suretle hukuk ve menafii Isiâmiycyi siyaneten Makamı Hilâfete lâyık bir zata erbabı hallü akit tarafından biat olunmak vacip olur mu?

Elcevap: Allahü Alem olur,

Ketebetülfakir

Afa Anhülgani

Mehmet Vehbi

REİSEfendim; müsaade buyurursanız usulü müzakereye ait bendeniz maruzatta bulunayım. Encümene havale buyurduğu­muz Şeriye Vekâleti tarafından verilen fetvayı Encümen bir maz­bata ile tadilcn Heyeti Umumiyeyc göndermiştir.

ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya) Reis bey; celsei aleniyeye geçtiğimiz zaman Encümene gönderildiği zikredilmesin. Bende­niz teklif ediyorum. Doğrudan doğruya bu fetva resen gelmiş gibi reye vazedelim.

REİS Efendim; fetvayı reye koyalım. (Fetva reye konulur mu sesleri) (Mazbatayı sadaları)

ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) O veçhile tashih olun­muştur. Reye lüzum yoktur.

REİS -Araya koyacağım şey nedir efendim; Encümenin mczbaıasını reye koyacağım. Bu kabul edildi mi, keyfiyeti hal ta­mam oluyor. Encümenin mazbatasını kabul edenler... (Efendim, çok rica ederim reye koyuyorum) Dikkat edin; reye konan hal fet­vasının müeyyit olan Şeriye Encümeni mazbatasıdır. (Gürültü­ler)

RAGIP BEY (Kütahya) Efendim; mazbatada halline dair bir kayıt yoktur. Halline karar verilmesine dair hepimiz ittifak et­mişizdir.

REtS Müsaade buyurunuz efendim biz de onu söylüyoruz.     

MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkâri) Hal'i kabul edenler di­ye reye koyunuz.

REİS Efendim, rica ederim şaşırtıyorsunuz. (Mültefikan sesleri) Efendim; tekrar reye arz ediyorum.

Bunu kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın... Kabul edilmiş­tir.

SÜLEYMAN SIRRI BEY (Yozgat) Efendim; intihap me­selesini halledelim, ondan sonracelsei aleniyeye geçelim.          |

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) Fakat intiha­ba dair müzakere devam etmelidir.

REtS Kim diyor müzakere yoktur.

LÜTFİ BEY (Malatya) Efendiler..

YASİN BEY (Gaziantep) Efendim; neyi müzakere ediyo. ruz?   i

REİS Rica ederim. Mevzubahis olan mesele ne idi? Onun i bir cüz'ii bitmiştir. Ne söyliyeyim. Sözlerini keseyim mi?

LÜTFİ BEY (Malatya) Meydanda iki mesele vardır. Bu gayet muazzam ve mühimdir. Binaenaleyh bu husustaki içtihadatımı ve mutalaatımı heyeti Celilenize arz edeceğim. Biraz teenni ile dinlemenizi rica ederim. Meydanda iki mühim mesele var. Bi­risi hal meselesidir. (0 bini sesleri) Buna diyecek yok. Birisi de intihap ve biat meselesidir. Fakat fetvayı şer'i şerifde noksaniyet var. (Gürültüler)

HÜSEYİN BEY (Elâziz) Fetvaya ait söz söylemeyiniz Lütfi Bey.

LÜTFİ BEY (Devamla) itmam edeyim efendim. (Olmaz o mesele bitmiştir sesleri)           '

HÜSEYİN BEY (Devamla) Esbabt hali noksan bırakıyor­sunuz. Esbabı hafin noksanını söylüyorum. (Gürültüler) Esasen müslimîn arasındaki sefki dimaya sebebiyet vermesi meselesi fet­vaya dercctmck lâzım gelirdi, bu unutulmuştur.

REİS Buna ait söylemeyiniz efendim. Çok rica ederim. Başka noktadan bahsedin.

LÜTFİ BEY (Devamla) Bu âlemi İslâm nazarında çok mühimdir. (Gürültüler)

HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Anlamamışsın sen.

LÜTFİ BEY (Devamla) Halife fiilen sefki diınaya sebebi­yet vermiştir. (Var var sesleri) Gelelim intihap meselesine:

Şimdi emri intihapla halifenin burada bulunması..

HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Ne yapacaksınız söyleyip te efendim. Dinlemeniz kifayet eder.

LÜTFİ BEY (Devamla) Mütalaa olarak söyledim. Vaz geçtim, arzu ederseniz kabul edersiniz, arzu etmezseniz kabul et­mezsiniz. Şimdi intihap meselesi hakkında söyliycccğim.

REİS -Lütfi Bey hâlâ, o noktada mı ısrar ediyorsunuz (Patırdılar, gürültüler) Rica ederim söyleyin.

LÜTFİ BEY (Devamla) İkincisi intihap meselesidir. Şimdi Halife İstanbul'da iken bizim buradan Halifeyi intihap edip biat et­mekliğimiz veyahut Halifeyi buraya getirip biat etmekliğimiz me­selesidir. Şimdi bizim buradan intihap etmekliğimiz şer'iî şerife muvafık değildi. (Muvafıktır sesleri) (Gürültüler, patırtılar) Es­babım izah edeyim şimdi. (Gürültüler) Esaretle bulunduğu (Gü­rültüler) Rica ederim (İçtihat serbesttir sesleri)

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Aynı mukabeleyi yaparız Reis Bey. Sükût etsinler.

ABDULHAK TEVFİK BEY (Dersim) Reis Bey, herkes bu kürsüden söz söyliyebilir. Ne için kesiyorlar. İçtihat serbesttir. Rica ederim Reis Bey söz söylemek memnu mudur?

REİS Efendim bu tarzda müzakere edilmez ki..

LÜTFİ BEY (Karahisanşarki) Niye gürültü yapılıyor?

REİS Efendim oturalım da dinliyclim. Ne oluyorsunuz?

LÜTFİ BEY (Devamla) Şimdi İstanbul'un işgal alunda bu­lunmasına ve Halife intihap edeceğimiz zatın da İstanbul'da bu­lunmasına karşı biz bugün buradan bu Halifeyi intihap edersek o Halife hürriyeti şahsiyesine malik midir, değil midir? (maliktir sesleri) Öyle ise İstanbul işgal altında değildir ve İstanbul'da Hü­kümetimiz tamamen hakimdi. Halife intihap edeceğimiz zaun her türlü kuyut ve şurutıan ve taarruzdan azade bulunduğuna kanaat ediyorsak bu suretle orada iken biat edebiliriz. Yok bundan tered­düt hasıl olursa mademki bugün Halife orada ecnebinin işgali al­tında bulunacakür. Aynı vaziyete manız kalacağız. Halifeyi bura­ya getirip biat ettikten sonra iade etmek meselesi var. Sonra biz Halifeyi İstanbul'da iken orada bulunduğu zaman biat etmeye bizi mecbur edecek hal nedir. Evvelemirde merkezi hilâfet ve merkezi hilâfeti İslâmiyc olan İstanbul’un vaziyeti idariyesi hakkında iza­hat versinler.

OSMAN BEY (Kayseri) Hüsnü Efendi buna cevap ver­sin.

LÜTFİ BEY (Devamla) İstanbul'un vaziyeti idariyesi hak­kında Halifenin buraya gelmesi oradaki vaziyetimizi sarsıma teh­likesi vardır. Halbuki oradaki vaziyetimiz Halifenin buraya gel­mesiyle sarsılmaz itikadındayım.

.SIRRI BEY (İzmit) Lütfi Bey; suali Şeriye Vekilinden so­run.

LÛ I bi BEY (Devamla) Şeriye Vekilinden soruyorum. İs­tanbul'daki Halifenin serbestisine kani misiniz? İstanbul'daki Ha­lifenin ecnebi tesirinden, her türlü taarruzdan azade olarak hür ve serbest olarak bulunduğuna kani misiniz?

VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Sözlerini söyle de ondan sonra.

LÜTFİ BEY (Devamla) Sonra bizim İstanbul'un hilâfeti islâmiyc olarak, hilâfeti nefsi millîsinde temerküz cctirmişolan Türkiye'ye tcrkcdilmcsi ta mütarekenin bidayetinden şimdiye ka­dar bütün düveli müıclifenin tahtı tasdikinde olan bir meselesi üzerine değildir. Zaten kürrci arz üzerinde bulunan dört yüz mil­yon İslama karşı İstanbul Merkezi hilâfeti islâmiyc olarak bırakıl­mıştır. Binaenaleyh Halifenin muvakkaten bir yere gelmesi, git­mesi onun buraya gelmesi, ona burada biat edilmesi İstanbul’un idarei siyasiyesi üzerinde katiyen tesiri yoktur. Bu böyle bulundu­ğu halde Halifeyi kendi içimize getirip de kendimize karşı onun da bize tamamen vazifei şer'iyesinin bihakkın ifa edeceğine yemin verdirdikten ve usulen lâzım gelen biati ifa enikten sonra Halife­mizi tekrar mahalline hâkim olarak göndermek daha muvafık; ev-

fak ve daha ümridir. İstanbul’un vaziyetine hâkim olarak göndere­cekleri... Binaenaleyh bu gün burada halifeye biat edecek olursak bütün dünya üzerinde bulunan dört yüz milyon nüfusu Islâmiycyc karşı İstanbul'da bulunan halifenin şimdiye kadar hali esarette ol­duğunu ilân ettiğimiz halde aynı esaret mevkiinde bulunan bir ha­lifeyi yeniden intihap ettiğimiz zaman diğer âlemi İslâm bu tena­kuza, bu tezada ne nazarla bakacaktır? Binaenaleyh bunun vazi­yeti siyasîmiz üzerinde tesiratı siyasiyesi yoktur ve olamaz. Çünki Hindistan’da ve sair yerlerde bulunan âlemi İslâm’a karşı düveli mutclifc İstanbul'u merkezi hilafeti İslamiyc olarak tcrkcımişıir. Bu günkü Lozan Sulh Konferansında bile İstanbul'un hâkimiyeti meselesi üzerinde bu mevzubahis olamıyacakıır. Çünki şimdiye kadar onlar da İstanbul'u muvakkaten işgal altında bulunduruyo­ruz. diyorlar; ve bütün âlemi İslama karşı bunu da daimî surene tekrar ediyorlar. Bu yolda vesaiti mühimine ve vesaiki siyasiye mevcuttur. Binaenaleyh biz. şimdi bir vehim itibariyle kalkıp da İstanbul'da bulunan halifeye biat etsek bu suretle hareket kendi tevahhümatımıza vücut vermekten ibarettir. Bu, levâhhümdür elendiler. Halife buraya gelineli ve ona burada biat etmeliyiz. Hülâsai fikrim budur. Bunun haricinde yaparsak indüllah mes'ulüz. Bütün âlem nazarında da yanlış telâkki edilmiş olur. (Ayak patırtıları, şiddetli gürültüler)

MEHMET VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendiler müsaade buyurunuz Lütfi Bey Hazretleri bir defa diyor ki İstanbul'da olup da Halife olacak zata buradan şer'an biat caiz değildir... Şer'an bu biat caizdir, efendiler.

LÜTFİ BEY (Malatya) Hayır öyle demedim efendiler. (Gürültüler)

REİS Kesmeyin elendim, cevap veriyor, dinleyin.

VEHBİ EFENDİ (Devamla) Dedi efendim, ben biliyorum, velevki arkadaşımız dememiş olsun. Ben bir meselei şeriye beyan etmiş olayını. Mağriple olan bir adama meşrikde bulunan herhan­gi bir Müslüman biat edebilir, biatta hiç bir mani yoktur. Bu bitti. Bundan sonra İstanbul'da olan bir adamı intihap ettiğimizde o zat hürriyeti şahsiyesine malik midir? Değil midir diyoruz. Evet Lütfi

Bey, zannedersem İstanbul'un eski hâliyle şimdiki halin beynini tefrik etmemiş İstanbul'da bugün lehülhamd velminne oldukça idare elimize geçmiştir efendiler. (Bravo sesleri) Müsaade buyrunuz eskisi gibi değildir. Bununla beraber efendiler zararlar içtima ederse ehveni ihtiyar etmek kavaidi şeriyedendir. Soruyorum ki zatı âlilerine ve Lütfi Bey’e İstanbul'dan Halife olacak diye bir adamı buraya araba ve vapurla getirip de bilâhare biat ettikten son­ra İstanbul'a göndermekte bir mahzur var mıdır? Yok mudur?

SALAHATTİN BEY (Mersin) Hiç bir mahzur yoktur.

VEHBİ EFENDİ (Devamla) Beyefendi bilhassa zatı âlini­ze söylüyorum, bunun tacili vaciptir ve şer'an tacili lâzımdır. Öyle ise İstanbul'da intihabda bir fark yoktur buraya gelip de biat nasıl olur? {Gürültüler)

SALAHATTİN BEY (Mersin) Biat burada olur fakat inti­hap şimdi yapılsın.

VEHBİ EFENDİ (Devamla) İntihap ile biat beyninde fark yoktur. İntihap etmek demek sen müslimin üzerine imamsın de­mektir. Sen ona istersen intihap de, istersen biat de. İslersen başka bir tabir yap, hepsi birdir. Rica ederim, bu günkü hali maslahatı düşünmekle bunu intihap etmek Müslümanlar namına, millet na­mına, Meclis namına bence eşlem olduğunu söylüyorum. Ama ri­ca ederim efendiler, intihap ettiğiniz zatı, evet Ali efendi olur, Veli efendi olur, onu heyet takdir eder ve mesele biter. Bunlar üzerinde vakit kaybetmek her halde bizitn için doğru değildir.

SALİH EFENDİ (Erzurum) Bendeniz iki mesele soraca­ğım Hoca Efendi. Biri intihap, biri de biat meselesi. İntihap mese­lesinin isticalinde ben de taraftarım. Fakat esasen intihap etmek (minetlczmc..anülmünkcr fehvü halife ve halifei resul ve kitabullah) ben bir kere intihap etmişim. Fakat ben şimdi bir adama biat, edeceğim. Biatin esası iki şeyle olur. Biri name ile biat, biri de estaizübillah (innellezine yübayüüneke innema yübayüünallah) di­yor. Hatta bu ayeti kerim..

BİR MEBUS Amin.

SALİH EFENDİ (Erzurum) Kim diyor amin? Bunun için erbabı hal ve akdin yeden beyet tabaiyet etmesi lâzım mıdır, değil

midir’? Name ile biaımcmaliki sairede mahsur kalan ümmeti Islâmiyc içindir. Yalnız bu ciheti lütfen hal buyurun da mesele te­nevvür etsin ve kapansın.

VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Efendim, her şey imkân ile mukayyettir. Şimdiki halde imkân var mıdır, yok mudur? .

SALİH EFENDİ (Devamla) Bunu kabul ederim.

VEHBİ EFENDİ(Devamla) Kabul ettin ise geçiyorum.

SALİH EFENDİ (Devamla) Hayır, imkânda mesele ara­rım.

VEHBİ EFENDİ (Devamla) İmkân ile mukayyet olunca ve şimdi şu saatte bir imam intihabı lâzım olunca, zatı âlinize soru­yorum? Yeden beyci musafaha suretiyle imkânı var mıdır? Yok mudur?

SALİH EFENDİ (Devamla) Yeden beyet imkânı vardır. (Katiyen yoktur sesleri) vardır. Biz bunu yapabiliriz. Hatta yalnız Hazrcti Muhanımed'c biat eden birkavmin... milleti olduğu için ona hitaben demiştir ki «...Çünki onun elini tutmakla mahzur var­dı. Fakat erbabı ha) ve akdin elini tutmak, bizzat musafaha etmek şartı azamdır. Nakisi isbat buyurunuz.

VEHBİ EFENDl(Devamla) Tayyare ile mi getireceğiz Sa­lih Efendi?

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisansahip) Mesalihi şeriyc başkadır, imkân noktası gene başkadır. Bu bir meselei şcriycdir.

HAMDt EFENDİ(Diyarbckir) Hoca Efendi bütün bu şeriyede nasib ve tayin diyor. İntihap demiyor.

RASİH EFENDİ (Antalya) İntihap ile biat arasındaki fark nedir1?

HAMDİ EFENDÎ(Devamla) Biat demiyor. İmamın nasıp ve tayini vaciptir diyor. Biati nereden çıkarmıştır?

VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) Rica ederim, Sa­lih Efendi bizden sual soruyor.

SALAHATTİN BEY (Mersin) Efendim; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Şeriye Vekili olmak suretiyle zatı âlilerinden soruyorum, intihap olunmak suretiyle her hangi bir halife nasbolunabilir ve bu intihap telgrafla ihbar olunabilir. Bunu herkes tas­vip çimekledir ve tesri de ister. Fakat bu noktaya başka nikalı gü­zergâh ederek gitmek doğru değildir. Meselenin tamam olması için intihap yapılır. O zat da icabet ettiğini bildirir. Fakat bunun ta­mamı için teyiden biat olunursa bu husus tamamlanır. Bunda za­man yoktur, bilakis menfaati azime var. Şimdi siyaset bahsinin yeri değildir. Siyaset bahsi için ayrıca konuşuruz. Bunun hilâfında bir fikriniz varsa burada söylersiniz efendim. Fakat şer'an aslolan budur.

Zaü âlinize de Şcriye Vekili olmak sıfatiyle soruyorum. TUNALI HİLMÎ BEY (Bolu) Saçak öpmek mi isliyor. SALAHATTİN BEY (Mersin) Saçağı sîzler öpmüşsünüz. Saçak yüzü ben görmedim.

OPERATÖR EMİN BEY (Bursa) Sizler kim?

SALAHATTİN BEY (Mersin) Bazıları.. (Gürültüler) Ben saçak öpmemişimdir, saçak yüzü bile görmemişimdir.

Bazıları. (Gürültüler)

VEHBİ EFENDİ (Şeriye Vekili) (Konya) -Efendim; rica ederim işi uzatıyoruz. İntihabı biatta, yani biat olunacak zatın hu­zuru şan değildir.

SALAHATTİN BEY (Mersin) Okuduk, biz îslâmda şart olduğunu okuduk.

VEHBİ EFENDİ(Devamla) Vuzuh vardır, efendim. (Gü­rültüler)

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) Bendenize söz verirseniz yanıldığınızı anlarsınız... Bu da csasatı şeriyeye na­zaran bir mecliste olur. Bunun için ittifak lâzımdır. İttihadı olma­yan bir şeyin müleber olması sonradan hilafı aslolarak teshilen lilnastır. Bu hilafı asildir. O hilâfet meselesinde olamaz.

VEHBİ EFENDİ(Devamla) Teshilen 111 maşlahadır efendi bu. Vuzuh şart değildir. İntihap, biat gaipden de olur.

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Karahisarısahip) Efendiler, bu mesele başka. Hoca efendi hazretleri yanılıyor.

ATIF EFENDİ (Ankara) Sizin hepinizin itimat ettiği ada­ma karşı ben şimdiye kadar laf söylemedim, sizin hepiniz ettiği... İstanbul'da halife olan zata... etse bizim muvafakatimiz ve bizim hepimizin biati addolunur diyor. Sarahaten söylüyor şeri şerif. (Buna mani olunuz sodaları)

REİS -Rica ederim, müsaade buyurun, bir dakika oturalım.

MUSTAFA KEMALPAŞA (Ankara) Arkadaşlar; ben ya­pılması lâzım gelen muameleyi şimdi arz edeceğim gibi tasavvur etmekteyim. Heyeti Celileniz halifeyi intihap eder. Bunun üzerine Meclisin bir intihap kararnamesi ortaya çıkar. Bu kararname üze­rine Türkiye Büyük Millet Meclisi bir intihap kararnamesi ortaya çıkar. Bu kararname üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi filân zatı Makamı Hilâfete intihap ettiğine dair bir beyanname tertip eder. Aynı zamanda Makamı Hilâfete intihap olunan zat dahi Tür­kiye Büyük Millet Meclisi tarafından Makamı Hilâfete intihap edildiğini bütün âlemi tslâma tebliğ edecek bir beyanname ola­caktır.. Her iki beyanname dahi meclis tarafından görüldükten sonra tespit olunacaktır. Bu kararla beraber bu iki beyanname inti­hap olunan zata Meclisinizin tespit edeceği bir vasıla ile bildirile­cektir. İntihap olunduğu kendisi kabul ederse o beyanname imza ettirilecek ve o beyanname de âlemi İslâma gidecektir. Aynı za­manda Türkiye Biiyük Millet Meclisi beyannamesi de âlemi İsl­âma gidecektir. Başka hiç bir muameleye lüzum yoktur. (Müza­kere kâfi sadaları)

REİS Efendim, burada üç tane takrir vardır, müzakerenin kifayetine dairdir.

HASİP BEY (Maraş) Efendi, Lütfi Bey bir sual sordu. Fa­kat Vehbi Efendi cevap vermedi. İstanbul’un işgali münasebetiyle hallü ukde muktedir olmayan bir zatı Makamı Hilafete geçirebilir miyiz.? (Verdi sadaları.)

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) Cevap verdi canım verdi.

REİS Efendim, müsaade buyurun Müzakerenin kifayetine dair takrirler vardır. Maamafih söz almış bir çok arkadaşımız da vardır. Münasip görürseniz bir takrir var. Okuyacağım.

İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Karahisansahip) Reis Bey kifayet aleyhinde söyleyeceğim efendim, efendiler, öyle bir mesele konu­şuyoruz ki âlemi İslâm'da belki bin senedenberi hilâfet dolayısiy)e fitne yangınları uyanmıştır. Bu gün öyle bir mesele hallediyor­sunuz ki; bütün âlemi İslâmın mukadderatını bu kürsüde hallede­ceksiniz. Rica ederim. Mesele ariz amik tetkik edilsin. Ondan son­ra halledilsin ve halli âzım gelen şu mesail zannedersem ulema arasında da badii ihtilâf olmuştur, (öyle bir şey yok sadalart.) Halbuki meselenin bir ciheti fıkhiyesi vardır, bir de ciheti siyasiyesi vardır. Ciheti fikhiyesinc gelince; efendiler. (Kifayet aley­hinde söyleyecektiniz ser/eri.)Kifayct aleyhinde evet. Bu esbabı mücibedir. Ciheti fıkhiyesi; uletnai Islâmm, fukahayı İslâmın içtihadiylc sabittir ki, hilâfet o da sair ukudu şeriye gibi bir akdi şen­dir. İntihap... (Gürültüler) Rica ederim, beş dakika dinleyiniz, şe­riattan bahsediyorum. (Gürültüler) Efendiler, ademi kifayetin esbabı mucibcsini arz ediyorum. Tekrar ediyorum, halifç intihabı başkadır, yani intihap başkadır, biat başkadır, hilâfete bir zatın, yani halifenin nasıb ve tayini vaciptir. Fakat nasıb, biat suretiyle hâsıl olur.

intihaba gelince,intihap biat değildir. Eğer intihap biat ol­saydı, Hazreti Ömer'in tayin etmiş olduğu zat halife olurdu. Erba­bı hallü akit ki bunlardan birisini halife kabul etmeği sonraları müslimin kabul etmişti, tşle bu altı kişi kimi intihap ederse ona bi­at edeceklerdi. Bu altı kişinin ârâsı Hazreti Osman'la aleyhte ta­karrür etti. Binaenaleyh, biat Hazreti Osman'a olmuştu. Ondan sonra umum ashab birden biat ettiği için Hülafayi Raşidin içinde bilitıifak, yani kimsenin reyi hariç olmamak üzere Makamı hilâfe­ti ihraz eden ancak Hazrcti Osman bin Affan Radıyallahü anhülmcnnandır. Sonra Hazrcti Ömer'in ve Hazrcti Ebubckir'in hilâfet­lerinde esbabı güzinin riicsasından bazı zevat bu hülefaya biat et­memişlerdir. Lâkin bunların hilâfetlerinde biat etmediğinden Hazreti Osman kadar mültelık değildir. Lâkin bunların hilâfetinde bir iki kişinin biat etmemesi bunların hilâfetinde bir iştibah zemini teşkil etmez. Yine alettahkik Halife Resulüllahtır. Bu işlerde. (Sadede geliniz sesleri,) Müsaade buyurun efendim, Hilâfet biat olunca, akit olunca; kulübü fıkhiyeyc göre akittir. Akitte esas olan tarafeynin icap ve kabulüdür. Fukahanın beyanına göre akit, tara­feyni akdeynin icap ve kabulü ile lamam olur. Hilâfet meselesinde icap, erbabı hallii akit tarafındandtr. Erbabı halli! akit ise şu Mecli­si Alidir. Bugün... (Gürültüler) Akitte... (Esasa girişiyor sesle­ri)

REİS Esas hakkında söylüyorsunuz; esbabı mücibc ve ki­fayet aleyhinde söyleyecektiniz.

’ İSMAİL ŞÜKRÜ BEY (Devamla) Bugün akitte meclisin ittihadı şartur. Bu mesele fıkıha taalluk eder bir meseledir.

Bu mesele hallolunmadıkça hilâfet gibi bir emrü mühimde, şeriatın tayin ettiğinden başka hilafı asıl bir kaideye ibüna ederekten böyle bir emri şeriyi şu Meclisi Alinin kabul etmesi doğru de­ğildir. Bu meselenin her halde halli lâzımdır Diğer meselenin on­dan sonra halli lâzımdir.

HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Hoca efendi gitme­yiniz. Bu tarafa bakınız. Bir şey soracağım. (Söyle sadalart) Mü­saade buyurun. Müzakerenin kifayeti aleyhinde söyledi. Fakat halli! faslolmadık bir mesele varmış. Ne ise söyle o meseleyi.

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) Şeriye Vekili dedi ki, gıyaben biat caizdir. Efendi, ittihadı meclis lâzımda. Akitte it­tihat şarttır. Efendim, sonra biat meselelerinde burada icabı, İstan­bul'da kabulünü fukaha. maslahata binaen ve hilafı asıl olarak bia­ti tecviz etmiştir. Böyle hilâfet halifenin buraya gelmesinde mah­zur yoktur.

HACI MUSTAFA EFENDİ (Ankara) Olamaz efendim, keşke bileydim, sabahleyin kitap önümde idi, buraya getirir sana gösterirdim . Müsaade buyurun, şimdi efendiler bu zat demek isti­yor ki, gıyaben biat caiz değildir. Böyle mi demek istiyor, bilmi­yorum, (Öyle dedi sesleri) sonra el ele vermeyince ve bu halli akitte bizzat kendilerine biat etmedikçe arkalarından olmaz hayır efendiler, bu böyle değildir. Biraz yanlış bellemiş Hoca Efendi. (Handeler) Bizim orada hallü akitte bulunacak üç beş tane mebu­sumuz vardır. Efendiler, hocalardan bir tanesi ilmen biat edecek olursa onunla da halife olur. Ben bunun kitapta yerini gösteririm. Ama başka türlü olur. Beş kişi, on kişi bir heyet gider, biat edilir.

Daha ala canım. Onda hiç bir şey yoktur. Üç kişi, on kişi, hatta cn mühim adamlardan bir kişi dahi biat etse olur. Ciheti fıkhiycsi bııdur. Ama siyaset cihetinden biz gidip de veya o gelip de biat icra edilmesi lâzım imiş. Ben bunu bilmem ama şeran evvelce dediğim veçhile olur. Şimdi intihabımız ve oradakilerin biati kâfidir. (Al-

ÎSMAtL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) Müsaade buyurun arkadaşlar. Bir noktayı izah edeyim. (Hayır sesleri) Ahkâmı şeriyeyi yanlış telâkki ediyorsunuz, rica ederim; ahkâmı şeriye... (Hayır sadaları.) (Şiddetli gürültüler)

SAMİ BEY (İçel) Reis Bey, diğerine nasıl söz verdin.

REİS Efendiler. Ben...

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDİ (Devamla) Bu tamam değildir, Bendeniz hükcmanın kelâmından bahsettim. Hocaefendi felsefe­den bahsettiler. Ben esasatı fıhkiyeden bahsettim. (Gürültüler)

REİS -Efendim, söz müzakerenin kifayeti aleyhinde idi. (Reye sodaları, gürültüleri) Efendim, bu kadar gürültü içerisinde herkes ayakta. Ben nasıl anlıyayım. Bir kere müzakerenin kifaye­tine dair takrirler vardır. Müzakerenin kifayeti aleyhinde bir kişi de söz söylememiştir. Mesele bitti. (Gürültüler) (Mesele mühim­dir sadaları)

Efendim, müzakereyi kâfi görenler lütfen el kaldırsın. Mü­zakere kâfi görülmüştür.

İSMAİL ŞÜKRÜ EFENDl(Devamla) Mesele mühimdir. Müzakere nasıl kâfi olur?

MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara) Sus artık Hoca Efendi.

ZlYA HÜRŞİT BEY (Lâzistan) Reis Bey; ben kendi hesa­bıma halife filan istemiyorum. (Canın isterse sadaları)

REİS Efendim, takrirler var, rica ederim dışarı çıkmaya­lım; ekseriyete halel gelir, Sivas Mebusu Vasıf bey ve rüfekasınm takriri;

Riyaseti Celile'ye

Halifenin İstanbul'da ecnebi tazyiki altında kalarak ifayı

vazifeye gayn muktedir bulunması mehazın daîdir. Binaenaleyh, müntahap halifenin buraya biat icra olunmak ve İstanbul ecnebi işgalinden kurtanlıncaya kadar muvakkate burada kalmak üzere Ankara'ya davetini ve gerek Büyük Millet Metlisi tarafından ve gerekse Anadolu'ya muvasalatı akabinde halife tarafından merke­zi mukaddesi hilâfeti İslâmiye olan İstanbul'dan tebaüdü muvak­kati esbabının beyannamelerle âlemi Islama ve cihanı medeniyete ilânını teklif eyleriz. Sivas

Vasıf

Karahisarısahip Mehmet Şükrü Mersin Selahattin İçel

Mehmet Şevki

Lâzistan

Ziya Hurşit Erzurum Süleyman Necati Sinop Hakkı Hami Yozgat Feyyaz Ali

Muş Mebusu Ahmet Hamdi Efendinin takriri

Risayeti Celileye

Erzurum kongresini müteakip münhal'i Vahidüddin'e yaz­dığı malum beyannamesiyle ispat rüşdünü ipal eden Abdülmecit Efendi Hazretlerinin intihabını teklif eylerim.

Muş

Ahmet Hamdi

Gaziayınlap Mebusu Abdürrahim Lâmi Efendinin takriri:

Riyaseti Celileye

Halife-i İslâmî kudreti içtihat, kudreti kaza, teçhizi cüyuş ile bilcümle hudut ve nüfuzu İslâmî muhafazaya kudreti fiiliyesi ol­mak gibi evsafı haiz ve cami bugün bir Halife bulmak gayrimümkiin olduğundan vezaifi mezkûreyi bugün icraı ümmeti temsil eden Meclisi Ali deruhde etmişse de Halife bulunduğu şehrin en

büyük camiinde cuma ve ikindi namazlarında bilfiil imamet et­mek ve Hûlefayı salifenin kisvei diniyesini lâbis olması lüzumunu da intihabda şart edilmesini teklif eylerim,

Gaziayıntap
Abdurrahman Lâmi

Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Beyin takriri: Riyaseti Celile'ye

Hilâfet esaret kabul etmez. Halifenin her halde hâkimiyeti­mizin bil fiil müesses olduğu bir mıntıkada bulunması ve binabcrin tahlif ve biat için Halifenin her halde Anadolu'ya geçirilmesi lâzımdır. Bu lüzumu teklif ve işbu takririmizin tayini esami ile re­ye vazım teklif eyleriz.

Kayseri

Mersin

Osman

Salahattin

İzmit

Erzincan

Sırrı

Hüseyin

Bitlis

Antalya

YusufZiya

Ali Vefa

M araş

Siverek

M. Hasip

Bekir Sıtkı

Dersim

Yozgat

Mustafa

Bahri

Yozgat

Karalı i san salı ip

Feyyaz Ali

Mehmet Şükrü

Erzurum

Erzurum

Salih

Süleyman Necati

Kangırı

Neşet Kâzım

Lâzistan Mebusu Ziya Hurşit beyin takririyle bu takriri ikisi

aşağı yukarı aynı mealdedir, ikinci takrir on beş imza ile tayini esami talep ediyor. Binaenaleyh bu takrirleri tayini esami ile reye

koyacağım. (İstemez, bir kere halifeyi intihap edelim sadaları)

Rica ederim efendim; bir kere Halife intihap olunmadan ev­vel Halifenin buraya gelmesinden gitmesinden bahis doğru ola­maz. Bu mantıkî olarak Halife intihabından sonra halledilir. Bir kere Halife mevcut olsun ondan sonra bu mesele hallolur.

Şimdi intihap meselesini nasıl yapacağız ne buyuruyorsu­nuz?

HÜSEYİN RAUF BEY (İcra Vekili Heyeti Reisi) (Sivas) Müsaade buyurun. İntihabın ne suretle olacağı mevzuubahis olu­yor. Heyeti Vekile arkadaşlarımız namına arz ediyorum. Uzatma­yalım. Mesele naziktir. Fesada son derece müsaittir. Her halde in­tihabın en kısa en müspet şeklini düşünün. (Reyi işarı sadaları)

SELAHATTIN BEY (Mersin) Efendim; intihap mevz.uubahis oluyor. Bendeniz, iki fikir görüyorum rüfekada. Birincisi, derhal intihabın yapılması fikrinde, diğeri de derhal intihabın ya­pılması fikrinde olmakla beraber kudret ve kuvvetinizin lanıamiy1c hür ve serbest olamadığı ve binaenaleyh cuma namazlarının da­hi hür ve serbest bir memlekette kılınması hususunda Halifenin şartı bulunduğu cihetini ileri sürerek Halife ilânı için evvelâ Hali­fenin çıkarılması yani evvelâ takririn reye konulması ve ondan sonra intihabın icrasını teklif ediyorlar (Hayır sadaları) Rica ede­rim. Müsaade buyurun. Benim kanaatim, hür ve serbest olmayan bir Halife üzerinde bizim ne kazai kudretimiz ve ne de kendisinin kazai kudreti olacağından, bu. Havada kıhnç sallamaya benzer bi­naenaleyh bunun manası yoktur. Eğer bu bapta tayini esame; ile reye konmasını teklif eden takririn icabı icra edilmezse böyle bir intihaba ihtimal ki arkadaşlarınızdan bir çok kimseler iştirak et­mez. Onun için bu takrir reye konsun ve mesele bitsin.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Efendim; müsaade bu­yurunuz. Salâhattin Beyefendi buyurdular ki 15 imza ile verilen takrir, yani Halifenin İstanbul'dan buraya gelip gelmemesi halle­dilemeyecek olursa zannederim bir çok arkadaşlar intihaba iştirak ctıniycccktir. Şöyle olur böyle olur. Beyefendiler; mesele gayet mühimdir. Beyefendiler; biz bunu mültefikan bir zat üzerinde ka­bul ettiğimiz kadar bu günün vaziyetini kurtararak müessir bir çare yoktur. İkinci bir noktai nazar yapılmadı diyerek bazı rüfeka I reye iştirak etmezse vallah billah efendiler bunun mesuliyet-i rnaneviyesi beşerinin tahammül edemeyeceği bir derecede olur.

Onun için...

SALAHATTİN BEY (Mersin) Mesulü sizsiniz.

RAUF BEY (Devamla) Kabul ediyorum efendim; vicda­nım temiz olarak ve açık olarak arz ediyorum. Prensip meselesi değildir. Halifei İslâm meselesidir. Asırlardan beri bu millet bunu muhafaza etmiştir. Hakkıdır ve intihap edecektir. Şimdi burada erbabı hal ve akit kabul ettiğimiz ve bilakis halli akit olması lâzım gelen Heyetimiz bir prensip yapıp da ikinci noktada ârâya işitirak etmeyiz meselesini nasıl meydana çıkarır.

SALAHATTİN BEY (Devamla) Aranın tezahüründen ne­den korkuyorsunuz? Bu cihet belli olmalıdır.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Belli olsun efendim;

ondan korkmuyorum. Fakat kabul edilmezse korkarım. Bazı arka daşlar reye iştirak etmez buyurdunuz. Bunu ifham buyurdunuz.

Arzu buyurduğunuz gibi reye konsun. Şöyle olsun böyle ol­sun. Fakat dediniz ki; kabul olunmazsa bu olamaz. Bazı arkadaş­lar reye iştirak etmez. Eh... Artık bu kadarı da olmaz. Yani bu şa­yanı kabul olmaz.

ZİYA HURŞÎT BEY (Lâzistan) Pekâlâ olur. Reis bey; bu kürsüden herkesin reyi şayanı kabul olur. Olamaz diye söz söyle­mesinler. Herkesin reyi vardır

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Beyefendiler; şayanı kabul olamaz demek hakkını benden kim nezedebilir? Hakkı kelâ­mımı kim nezedecektir? Yani hürriyeti kelâmdan bahseden sizler i benim hakkı kelâmımın takyidi hakkını nereden buluyorsunuz ri­ca ederim?

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon) Ben de hakkı reyimi kullanabilirim. Siz nasıl ki kullanıyorsunuz. Benim kanaatim bu. t Meclisi Ali halife intihabı hakkına malik değildir. Çünkü Halife intihap etmek için kudreti padişahı ile olması lâzımdır. Ne vakit ki Halife bir makamı dinî olmuştur. Bu Meclis Halifeyi intihap ede­mez ve hakkı yoktur, (Kim yapacak sodaları)

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Müsaade buyurun efendiler, burada herkes hürriyeti kelâmına maliktir. Herkesin sö­zü muhteremdir. Fakat biraz da insaf lâzımdır. Her suretle telâkki edersiniz. Bundan ilmi tahsil etmiş ve onda mütehassıs tanınmış olan ve hepinizin reyiyle intihap edilen Şeriye Vekili Efendi Haz'       netleri beyanatta bulundu. Ulemayı saire arkadaşlarımız da beya­

natta bulundu. Siz de istediğinizi söylersiniz.

HÜSEYİN HÜSNÜ EFENDİ (       )Başbaşa bağlı, baş da

şeriata bağlıdır. Fetvası çıkmıştır. Ona biat etmek lâzımdır. (O başka sadalart)

HÜSEYÎNRAUF BEY (Devamla) Şimdi Heyeti Celile'ye tekrar ediyorum. Maslahatı ümmet bu işte müsteceliyeli emrettiğinde benim kanaatim var. Bu işi bir an evvel neticei haseneye ik­tiran ettirelim. Demin de Heyeti Celilcnize arzetlim. zannederim Heyeti Celilenin efkârı umumiyesi de bu esas etrafında temerküz ediyor. Binaenaleyh Mecit Efendi hakkında beyanatla bulunuldu. Bu nokta üzerinde biraz teemmülde bulunun...

SAMİ BEY (İçel) Bu mühim mesaili ihdas eden Hükümet­tir. Bulsun da intihap etsin.

ÖMER LÜTFİ BEY (Amasya) -Efendiler; suitefehhüm var. Onu halletmek için söz söylemek istiyorum.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir) Reis bey; bir kelime bendeni­ze söz veriniz.

ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla) Reis Bey; bendeniz usul hakkında söz istedim.

REİS Efendim; bu tarzda müzakere etmek kâbil değildir. (Gürültüler) Buyurun Ömer Lütfi bey.

ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla) Efendiler; vakit gecikince Mecliste böyle hepimiz mütereddit oluyoruz. Ondan dolayı yine bu akşamda böyle oldu zannederim. Bendeniz Salâhattin beyin ifadatiyle Rauf Beyefendinin ifadatım kürsüye yakın olduğum için İyi dinledim. Aralarında bir suitefehhüm var. Eğer bendeniz yanlış anladımsa her ikisi de lütfen tashih buyururlar. Salahattin beyefendi demek islediki; evvelâ İstanbul'dan gelsin, gelmesin meselesi hakkında bir takrir var, evvelâ tayini esami ile o reye

konsun ve bunun reye konması arzu ediliyor. Kazanılır, kazanıl­maz başka mesele. (Evet evet sesleri) Binaenaleyh intihap ondan sonra yapılsın. Mültefikan intihap ederiz, demek istedi öyle değil mi?

SALAHATTİN BEY (Mersin) Evet öyledir?

ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla) Ve o yolda söylemiştir. Kendisi de öyledir diyor, beyefendi. Eğer bu takrir reye konmaz­dan evvel doğrudan doğruya İstanbul meselesi intihaba başlanırsa bazılarımız rey vermeyiz, dediler. Söz bu mudur?

SALAHATTİN BEY (Mersin) Evet budur.

ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla) Pekâlâ. Rauf Beyefendi bunu yanlış anladılar, zannediyorum. Onlar dediler ki İstanbul meselesi hakkında takrir sahiplerinin arzusunu Meclis terviç et­mezse, yani ekseriyeti bulmazsa biz de intihaba iştirak etmeyiz di­yorlar dediler.

HÜSEYİN RAUF BEY (İcra Vekilleri Heyeti Reisi) (Si­vas) -Evet.

ÖMER LÜTFİ BEY (Devamla) Demek efendiler görüyor­sunuz ki; Salahattin beyin fikri bu değildir. Rauf Beyefendi mese­leyi yanlış telâkki etmişler. O halde meseleyi telif edebiliriz. Şim­di; İstanbul meselesi hakkında bir takrir var. Tayini esami ile reye vazedilmesi hakkında ve takrir de usulüne muvafıktır. Bu takrir reye konur kazanırsa Meclisin karandın. Kazanmazsa ekalliyettir, geri kalır. Ondan sonra intihabımızı müttefikan yapabiliriz (Al­kışlar) {Bravo şadalar i)

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan) (Anka­ra) Efendiler; mevzuu müzakere olan şey; Halifenin intihabı me­selesidir. Halifenin buraya gelmesi meselesi ayrıca bir meseledir, Binaenaleyh onun üzerinde henüz müzakere cereyan etmiş değil­dir. Müzakere cereyan etmemiş bir mesele reye konamaz.

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Müzakere zaten o mevzu üze­rinde cereyan ediyor.

HAKKI HAMİ BEY (Sinop) Efendiler, bu takriri veren ar­kadaşlarınız her halde düşman işgal mıntıkasında bulunan bir zatı Halife intihap ederek düşmanların ellerinde o vaziyette bırakmak siyasettin daha ziyade mahzurlu olduğu kanaatinde bulunan­ladır.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkumandan) (Anka­ra) Resmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti teşekkül et­miştir.

HAKKI HAMİ BEY (Devamla) Müsaade buyurun Paşa Hazretleri; bu muhalif bulunan arkadaşların kanaatma da hürmet ederiz. Rica ederim, bizim kanaatımıza hürmet edilmezse beri te­cavüz de edilmesin. Biz burada zaman zaman tecavüze maruz kal­dık, sükût ettik. Fakat bu kürsüden bize söz söylcıtirilmeyccckse biz de ona göre düşünelim. Efendiler; burada millet namına söz söylemek intihap olunan her mebusun hakkıdır. Her mebus bura­da söz söyler. Binaenaleyh hiç kimsenin tenkide hakkı yoktur, biz diyoruz ki; intihap edilecek, biat edilecek her hangi bir halifenin intihabından evvel mutlaka hür bir mıntıkaya getirilmesi lâzımdır, diyoruz. Bu takririn tayini esami ile reye konmasını arzu ediyoruz. (Gürültüler) Rica ederim gürültü yapmayı nız, buraya gelir söy­lersiniz. Bendeniz bu takririn reye konmasını istiyorum. Hepimizi burada söz söyleten, Kürsi-i Riyaseti işgal ettiren, bütün hukuku­muzu muhafaza ettiren nizamnameye muta ise kibizim bu takri­rimizin reye konması zaruridireğer muta değilse keyfi kaide, ka­nun yoktur. Binaenaleyh arzunuz veçhile yapabilirsiniz.

Efendiler; Hâkimiyeti milliye, hâkimiyeti kanuniye diye feryat ederken meclisi Alinin itaat zaruretinde bulunduğu nizam­name çiğnenmesin.

AVNİ BEY (Saruhan) Ayrı meseledir. Müzakere cereyan etmemiştir, reye konmaz.

HAKKI HAMİ BEY (Devamla) Hiç ayrı mesele değildir. Beyefendi mesele budur. Evet bunun hilâfında yani bu takrir ni­zamname sarahati haricinde icra edilir ve hukuku iptal edilirse el­bette ve elbette kimse reye iştirak cuncz. Bu bizim hakkımızdır. Bu hakkımızı kimse cebren istimal ettiremez. Ve esasen hakkımı­zı yıkmak isleyenleri ve hakkımızı tecavüz edenleri yıkmak için çalışıyoruz. Yoksa efendiler; rica ederim. Bir tahakkümü ikame için değildir.

(Sağdan) Bravo, bravo.

Nizamnameye riayet edilmedikçe biz de hukukumuzu mu­hafaza edeceğiz.

HÜSEYİN RAUF BEYEFENDİ (İcra Vekilleri Heyeû Reisi) (Sivas) Efendiler; yalnız şu mesele etrafında konuşulur­ken şu meselenin anlaşılmasını islerim. Demincik arkadaşımız Salâhauin Beyefendinin ifadelerini kendi noktai nazarlarıma göre anlamadığımı tekrar ediyorum. Eğer bu; bu tarzda kabul edilmez­se intihaba da bazı arkadaşlar iştirak etmezler. Bendeniz bu noktai nazardan müteessir oldum ve söz söyledim. Şimdi diğer bir noktai nazar vardır. Zannediyorum Heyeti Muhtercmenizce noktai na­zara alınması şayandır.

Efendiler; deminden beri cereyan eden müzakcraıtan İmamülmiisiimin intihabının Halifei İslâm'ın bu fedakâr, asırlardan beri alemdarı Islâm olan milletimiz üzerinde kâfi derecede izhaf edildi. Bunun teahhurunda tehlikeleri de mütlefikan kabul edildi. Şimdi efendim; böyle bir takrir ile Meclisi Aliniz şayet -kabul edilmesi ihtimali de vardır, kabul edilmemesi ihtimâli de mevcut­turHalifeyi Anadolu'ya nakletmek kaydiyfc mukayyet kılarsak ve Halifeyi esbabı askeriye ien ve esbabı siyasiyeden, esbabı ma­niadan dolayı Anadolu'ya nakil imkânı olmazsa Hükümet neyapar?

SALAHATTtN BEY ( Mersin) Aksi olursa ne mevkide kalırız?

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Aksi takdirini ben size arz edeyim.

LÜTFİ BEY (Malatya) Esir halifenin intihabında ne fayda var?

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Halifeyi biz intihap edeceğiz. Halifenin intihabından sonra da daha kuvvetli İstan­bul’un idaresini elimize almağa çalışacağız. Ingilizler, müslüman halifesini çalddar, iğfal ettiler, hıyanet ettirdiler. Umuru dâhiliye­mize müdahale ettirdiler. İslâm umuruna müdahale ediyorlar diye efendiler; hem İstanbul'u tathir edeceğiz, hem halifenin meşruiye­tini isbat edeceğiz. Bihakkın hür olduğunu ilan edeceğiz. Bu yolda

gideriz ve çalışmak ve muvaffak olarak ihtimali vardır.

SALAHATTİN BEY (Mersin) O kadar ufak bir şey yapa­mayan Heyeti Vekile nasıl olur, belki bu sözlerimle aczi mutlakl­ım itiraf ediyorum, Vallah kanaatimi arz ediyorum, düşüncelerimi arz ediyorum. Yani Meclisi Aliniz tenkit yalnız ihtar, yalnız irşat vazifesiyle muvazzaf değildir. Bu gibi mühim mesailde bizim ka­dar alâkadardır. Yani icrai vaziyeniz de vardır. Ben bunu vazife­den söylüyorum. Muhayyel olarak intihap ettikten sonra buraya getirmemek ihtimali vardır. Bunuda düşününüz. Ondan sonra tak­riri reye koyunuz.

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon) Biz de söz istiyoruz. Eğer kapanmışsa ona diyecek yoktur.

REtS Efendim usulü müzakereye dair konuşuyoruz de­minden beri.

MÜFİT EFENDİ (Kırşehir) Efendim; bendeniz zan ediyo­rum ki Rauf Beyefendinin beyanatı, gerekse Salahattin Beyefen­dinin burada vukubulan beyanatı bidayeten Rauf Beyefendinin burada söylemiş olduğu birsözden açılmıştır. En evvel Rauf Be­yefendi burada buytırdularki Heyeti Vekileniz karar verirken iki­ye ayrdmıştır. Ekserimiz şu şekilde halifenin hali ile intihap icra­sına karar verdi. Ekalliyetler de şu şekilde bulundular. Onlar da maksatlarını söyleyecekler bulunduktan halde ekalliyette kalan arkadaşlar bu kürsüye çıkıp da esbabı ihtilâfı buradan izah etseler­di mesele hal edilir, orta yerde hiç bir şey kalmazdı. Ekalliyette ka­lan Heyeti Vekileden üç ve dört zat kim olduğunu bilmem. Bunla­rın mütalaası nedir? Meclisçe burası meçhul kalmıştır. Eğer ekal­liyette kalan Heyeti Vekilcdeki arkadaşlar İstanbul'da halifenin bulunması, yani İstanbul'un şekli itibariyle başka bir vaziyette ise..

REİS Usulü müzakere hakkında söyleyecektiniz.

MÜFİT EFENDİ (Devamla) Efendim geliyorum. Rica ederim usulü müzakereyi oraya getireceğim. Ekalliyetin vermiş olduğu mütalaa ne ise anlaşılsaydı Meclis buna bir karar verir ve hal ederdi. Şimdi ekalliyetin mütalaası acaba halife intihap edilir­se durumu ne olur korku bu. Başka birşey yok. Verilen takrir ev-

velâ intihabın icrası, intihap icra edilmeli, sonra o halife buraya gelsin. Burada biat ifa edilsin gibi bir manayı mutazammındır. Hükümetimiz bunda derse ki İstanbul'da halife bulunmak ahvali siyasiyesi ve ahvali askeriyesi noktai nazarından mahzur yoktur derse ve mesuliyeti üzerine alırsa intihabı yapar bitiririz.

SALAHATTİN BEY (Mersin) inanırsak yapanz.

REİS Efendim; rica ederim. Müsaade buyurunuz. Halife mevcut olmadan şurada burada olması usulü müzakere noktai na­zarında evvelâ makul ve mantıki bir mesele    

H ASIP BEY (Maraş) Hürriyetine itimat olmayınca intihap olunamaz.

SALAHATTİN BEY (Mersin) Mahalle bekçisi değildir. ‘ ’.

REİS Şimdi intihap meselesini mevzubahis edelim. İnti-

hab mevzubahis olunca intihap diye bizim usulümüzde intihap J vardır. Hepiniz bilirsiniz. Herkes reyini verir, isimler okunur, tey’ 1er atıhr. Reyi hafi ile, İntihap bulur. Fakat çok rica ederim. Rauf J Beyefendi çok istirm ederim. Dinleyelim. Müsaade buyurunuz ari kadaşlar. İsimler birer birer okunacaktır, bundan şüphe yoktur.

Buraya bir şey koyacağız, intihap edeceğiz. Malumu Aliniz celsei 'I hafiyede olduğu gibi, celsei aleniyede tekerrür edecektir, değil mi , efendim? Malûm celsei hafiye ile olmaz bu iş. Celsei aleni ile te­kerrür edecektir. Böyle iki defa tekerrür etmekdense celsei hafiye­de reyi işari ile yapalım. Celsei alenide hafi rey ile arz ederiz. Baş­ka türlü olmaz.

HASİP BEY (Maraş) Rica ederim, istirham ederim. Şüp­heli kalmayalım. Intihabda hürriyet lazımdır. Hür ve serbest ol­ması şarttır. Bunu bir kere anlatsınlar ki ondan sonra...

REİS -Efendim intihap ettiğimiz adam belki sonradan gele­cektir?

HAFIZ MEHMET BEY (Trabzon) Efendim, celsei hafi­yede rey verilmez Müzakere edilir. Celsei alenide intihap edilir.

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Efendim bir vekili tayini esa­mi ile intihap ederken nasıl olur da bir halifeyi reyi işari ile intihap ediyorsunuz?

REİS Öyle demedim efendim. Celsei aleniden tekerrür

edecek.

YUSUF ZİYA BEY (Devamla) Bir defa yalnız cclsei ale­nide yapalım. Neden hafi ile yapıyoruz?

REİS Efendim ne yapalım? Hükümet burada serbest teklif ediyor.

HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya) Reis Bey. her söz söyleyen için yeniden bir şekil kabul edilecek olursa müzakerenin intacı kabil olmaz. Kabul ediliyor mu edilmiyor mu? anlayalım.

REİS Efendim Rauf Beyefendi buradan geldiler. Siyasetim vesaır noktai nazardan bir isimden bahis buyurdular ve bunun üzerine müttefikan rey verilirse iyi olur buyurdular. Rauf beye­fendi zatı âliniz burada bir isimden bahis buyurdunuz.

SALAHATFİN BEY (Mersin) Ne ismi?

REİS Salahattin beyefendinin suali üzerine vukubuldu zan ediyorum. Bir isimden bahsettiniz.

HÜSEYİN RAUF BEY (Vekiller Heyeti Reisi) (Sivas) Abdülmecit Efendiden bahsettim.

. REİS Zatı âliniz bu hususta ne düşünüyor dediniz. Bunun üzerine hükümet kendinin düşündüğünü Rauf Beyefendi bize şu­nun üzerinde düşünüyoruz. Dedi ki biz bu işi düşünüyoruz. Şimdi cclsci hafiyede yapılan intihabı celsci aleniyede teyit etmek var. Bu bileceğiniz bir iştir. Bendenizin teklifim şundan ibarettir. Cel­se! aleniyede bittabi esami okunacak ve reyi hafi ile intihap yapı­lacaktır. Burada yani hafi celsede bir kere daha reyi hafi ile yapa cağımıza bu fikir üzerinde ittihat edip etmediğimizi anlamak üze­re burada reyi işarı ile reye vaz edeyim dedim. Başka bir şey söyle­medim. (Pekâlâ sadaları)Kimi teklif ediyorsunuz Rauf Beyefendi: HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla Abdülmecit Efendiyi. REİS Efendim Abdülmecit Efendiyi teklif ediyorlar. Aleni celsede de... (Gürültüler). Efendim cclsei aieniycye geçince usuI fil veçhile intihap edilmek üzere şimdi Abdülmecit Efendinin Ma­kamı Hilâfete isadını kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın...

h Efendim ekseriyeti azime ile intihap edilmiştir.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Efendim müzakeratıI mız cclsei aleniyeye intikal edince vakayii telhisen Heyeti Ali-

yenize arz etmek mecburiyetindeyim.

SALAH ATTIN BEY (Mersin) Biz de tabii söyleyeceğiz. (Söyleyeceğiz sadalart,')

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Yalnız malumu âlileri Heyeti Alinize hafi celsede aynen okuduğum telgrafnameleri ay­nen okuyamayacağım. Eğer müsaade buyurursanız icabcden ak­şamı okuyayım.

SALAHATTİN BEY (Devamla) Bize hepsini okudunuz mu?

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Hepsini okudum. Onu biliniz Salahâtiifl Beyefendi. Şunu da arz edeyim ki bunda biraz insafsızlık etmiş oluyorsunuz. Bu hususta cereyan eden muhabe­ratı aynen Meclisi Alinize arz ediyorum dedim ve zan ediyorum bu sözümün aksini isbaı edecek bir İrimse bulunamaz, insafsızlık olıır eğer o mana ile söyledinizse... Evet efendim eğer muvafakat buyurursanız icabcden kısımları, yani İngiliz Generalinin Refet Paşaya gönderdiği resmi mektubu vcbeyannaınei resmiyi okuya­yım. Bununla müzakere başlasın. Rica ederim böyle olsun ve çok rica ediyorum arkadaşlar bazı noktalan geçme suretiyle bana di­ğer noktaları sö j'Jçiiirmcsinler.

REÎS Şimdi efendim; celsei SİS.1İ)"yC gSÇİuiiCû îîiaiunlL' âliniz geçen defa bir kere daha mevzubahis oldu.

YUSUF ZÎYA BEY (Bitlis) Tahdit yok, bir mebus tahdit edilemez.

REİS Niçin böyle söylüyorsunuz Ziya bey? Bir kuvvet yoktur tahdit etmeye. Söz isteyince arkadaşlara söz verilecektir ve arkadaşlar söyleyeceklerdir. Celsei hafiyede ne olmuş, ne bitmiş. Bunun celsei aleniyede hiç hükmü kalmıyor. Yaltuz eski âdetimiz şu idi ki bir meseleyi celsei hafiyede hal enikten sonra celsei alcniyede artık mevzubahis.etmezdik.

YUSUF ZtYA BEY (Bitlis) Celsei hafiyede hal olnnsaydı o dediğiniz doğru olabilirdi.

LÜTT-t BEY (Malatya) Celsei hafiyede meseleyi hal ede­medik ki.

REİS Efendim yanlış anlaşılmasın. Mevzubahis olan in-

lihap meselesidir. Sırf intihabı mevzubahis edeceğiz.

HÜSEYİN RAUF BEY (Heyeü Vekile Reisi) (Sivas) Zan ederim mesele şu yolda cereyan edecektir. Bendeniz noktai naza­rımı arz edeceğim. Ondan sonra Şcriye Vekili Efendi Hazretleri noktai nazarlarını ifade edecekler ve Fetvayı okuyacaklar. Yalnız fetvada ifade edildiği gibi Zeyyitle kalması caiz değildir. Firar eden Zcydin Vahidüddin olduğu sarahaten beyan edilmelidir. On­dan sonra inhiap meselesi gelecektir. Arzu eden zevat söz söyle­yecektir. Tekrar arzu ediyorum. Buraya kadar akşamı kusursuz ve müttefikan çıkarmak lâzımdır.

REİS Efendim; Bugün Meclisi Alide mevzubahis olan ve ekseriyetin kararına iktiran eden mesele intihap meselesidir. Öte­ki meseleler henüz bitmemiştir ve reye konmamıştır. Bunu cclsci aleniyede müzakere edeceğiz. Sağdan-tabii sodaları.

SALAHAITİN BEY (Mersin) Bcllj olmalıdır.

REİS BeJJj olmasın demiyorum. Bunu mevzubahis eder­sek intihap yarın sabaha kadar kalır. Mesele budur efendim.

HÜSEYİN RAUF BEY HEYETİ VEKİLE REİSİ (sivas) Yani intihap olmayacak mı?

YUSUF ZİYA BEY (Bitlis) Müzakereden sonra

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Evvelâ intihap olun­sun, sonra müzakere edilsin.

OSMAN BEY (Lâzistan) Takrir reye konsa ve şu iş orta­dan kalksa. Herkes söylenen sözlerden az çok tenevvür etmiştir. Binaenaleyh reye konulsun takrir kabul edilmezse o takrire vaztyülimza olanlar bir şey diyemezler. Ekalliyette kalırlar! Ve intiha­ba iştirak ederler. Kabul edilirse o vakit şey edilir. Herhalde kardeşane hal olunsun.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Ona şüphe yok. Zaten mühasemane hal etmek mevzubahis değildir. Bunu nasıl hatırını­za getiriyorsunuz? Kardeşlikten ve uhuvvetten başka ne vardır aramızda?

SALAHATTİN BEY (Mersin) Aramızda mevzubahis bile ettirmiyorsunuz. Bu da caiz değildir. Rica ederim beyim.

HÜSEYİN RAUF BEY (Devamla) Salahattin Bey, rica ediyorum ve diyorum ki mukayyet olarak kabul edilir. Hükümet bunu yapamazsa bunu düşününüz.

( Sağdan İstanbul'da halifelik edilmez sadalart.)

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisarısahip) Istanbulda hakimiyet nasıl temin edilecek?

HASlP BEY (Maraş) Muhalefette kalan arkadaşlarınız, es­babı muhalefetlerini söylemediler Rauf beyefendi.

HÜSEYİN RAUF BEY HEYETİ VEKİLE REİSİ (sivas) Ben noktai nazarımı söyledim. Karar sîzindir efendim.

REİS Efendim rica ederim böyle değildir. Celsei aleniyede tekrar bütün meseleler mevzubahis olacaksa.(Ta£>« sadalart.)

EMİR PAŞA (Sivas) Bu takriri reye koymayacak olursa­nız tabii söz söylenir. Celsei aleniyeye bırakmayın. Şu takriri reye koyun.

OSMAN BEY (Lâzistan) Reis Bey; takriri reye koyunuz isterseniz. Ben şimdiden ihsası rey edeyim. Ben birleşmek için kendi reyimi feda ediyorum.

REİS Efendim Meclisi Ali şimdi ekseriyetle ve reyi işarı ile intihabı kabul ettiler. Müsaade buyurunuz. Bunu intaç ede­lim.

EMİR PAŞA (Sivas) Olmaz işte olmuyor.

HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya) Takriri reye koyu­nuz. Reis Bey kabul edilmezse mesele biter.

SAMİ BEY (İçel) Makamı Riyaset vazifesini ifa etse çok iyi olur. Takriri mecbursunuz reye koymağa.

REİS Reye koyacağım efendim. İntihabı yapalım. Ondan sonra koyayım diyorum. Şimdi bu takrirleri bunları burada reye koyduktan sonra tekrar celsei aleniyede mevzubahis edecek miya..(Gürilltüler.)

MEHMET ŞÜKRÜ BEY (Karahisarısahip) Burada hal olunursa celsei aleniyede mevzubahis olmaz.

REİS Efendim, celsei aleniyede geçelim. Arzu ettiği gibi müzakereye devam edersiniz. Efendim celsei hafiyeyi bitirip cel­sei aleniyeye geçilmesini kabul edenler lütfen el kaldırsın... Celsei aleniyeye geçilmiştir. (Aleni celseye geçilmiştir.)

HİLAFET VE SALTANAT MESELESİ

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Gazi Mustaf Kemal Paya Hazretlerinin Nutukları

Meclisin 1 Teşrinisani 1338 tarihinde mün'akit yüzotuzuncu içtimainin birinci celsesinde irat edilmiştir 1341/1338

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin hilafet ve saltanat meselesi hakkında Mcclis'in 1 Teşrinisani 1338 tarihinde mün'akit yüz otuzuncu içtimainin bi­rinci celsesinde hey’eti umumiyede irad buyurdukları nutuk.

Arkadaşlar! İstanbul'da gayri meşru bir sıfatı şahsına atfe­den Tcvfik Paşa evvelâ hususi ve mahrem olarak ordularınızın Başkumandanına, müteakiben O’nu jurnal eder tarzda açık bir tclgrafnamc ile meclisi âliye müracaaııc bulundu. Dikkat buyuru­larsa gelen telgrafname ile efkârı umumiyci islâmiyc teşviş edil­mek isleniyor.

Bu Lclgrafnamcdeki zihniyet istiklalimizi imhaya çalışan düşmanlarımıza karşı davayı mukaddesimizi müdafaada fiilen ve hukuken muvaffakiyetlere mazhar olan hükümeti milliyemizi düçarı zaaf diniye matuftur. Mânâ ve mantıktan ârî olan bu tclgrafnamenin muhtevayı, meclisi âlinizin mevcudiyetine tahakkuk eden bir şekli, bir hakikati tekrar mevzuu bahis cuncmizi istilzam

eyledi. Şekli idaremizde mündemiç bulunan hakikat, Türkiye hal­kının mukadderatına bilfiil ve bizzat vaz'iyet olması, hakimiyyeti milliycsi, saltanatı milliyesini üç seneden beri kendi elinde bulun­durarak davayı mukaddesini müdafaa etmekte bulunmasıdır.

Bu hakikatin tecellisi, bir bâtılın zevalini mudi oldu. Bu ba­tıl, gayrı meşru, gayn makul olan şey, bir milletin hukuku hakimi­yet ve saltanatının bir şahıs uhdesinde temsil edilmesine müsaade edilmesi idi. Bu nokta üzerinde bütün milletin ve arzuyu millete teb'an milletvekillerinden terekküp eden hcy'cü çelilen izin tabiî surette vermiş olduğu karan, birçok defalar, bir çok arkadaşları­mızın muhtelif vesilelerle ifade etmiş olmalarına rağmen ben de bir arkadaşınız sıfatiylc bu kürsüden aynı şeyi tekrar edeceğim. Beni beş, on dakika daha dinlemek lütfunda bulunmanızı rica edi­yorum. (IIay hay sesleri).

Arkadaşlar! Tavzihi hakikat için hep beraber Türk tarihi ve İslam tarihi üzerinde kısa ve seri bir nazar geçirmeye muvafakat buyurur musunuz?

Efendiler! Bu dünyayı beşeriyette asgarî yüz milyonu müte­caviz. nüfustan mürekkep bir Türk milleti azimesi vardır, ve bu milletin safıayı arzdaki vüs'an nisbetinde sahai tarihte de bir derin­liği vardır.

Efendiler! bu umku isterseniz iki mikyasta ölçelim; birinci vahidi kıyasî, edvarı kablctuırihiyycyc ait mikyastır. Bu mikyasa göre Türk milletinin ceddi âlâsı olan Türk namındaki insan, ikinci ebbülbeşer Nuh aleyhüsselamm oğlu Yesefin oğlu olan zattır. Ta­rih devrinin tedariki vesaikte pek müsamahakâr olan ilk safhaları­na biz de müsamaha edelim; fakat en bariz ve en kat'i ve en maddi deJâili tarihiyeycistinaden beyan edebiliriz ki: Türkler onbeş asır evvel Asya'nın göbeğinde, muazzam devletler teşkil etmiş ve in­sanlığın her türlü kabiliyetine tccelligâh olmuş bir unsurdur. Se­firlerini Çin’e gönderen ve Bizans'ın sefirlerini kabul eden bu Türk devleti ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlet idi.

Efendiler! Yine malûmdur ki: Dünya yüzünde yüz milyon­luk bir Arap kitlesi vardır ve bunların Asyaî kısmı cezire-

tül'arap'da mütekâsif olarak arzı mevcudiyet eder. Mazharı nü­büvvet ve risalet olan fahri âlem efendimiz bu k itici arap içinde, Mekke'de dünyaya gelmiş bir vücudu mübarek idi.

Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür. Adâu ilâhiyenin tcceltiyatına bakarak diyebilir ki: insanlar iki sınıfta, iki devirde mütalaa olunabilir. İlk devir, beşeriyyetin sebavet ve şebabet dev­ridir. İkinci devir, beşeriyyetin rüşt ve kemâl devridir. Beşeriyet birinci devrede tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddî vasıtalarla kendisiyle iştigal eylemeyi istilzam eder. Allah, kullarını lâzım olan nokta'i tekemmüle vüsulüne kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullanle iştigali iâzimei uluhiyeıtcn addeylcmiştir. Onlara hazreti Adem aleyhüsselâmdan itibaren mazbut ve gayri mazbut ve namütenahi denecek kadar çok nebiler, peygam­berler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasile en son hakayıkı diniye ve medeniyei verdikten sonra artık beşeriyyeı ile bilvasıta temasta bulunmıya lüzum görmemiştir beşeriyyelin derccei idrâk, tenevvür ve tekemmülü her kulun doğrudan doğ­ruya ilhamatı ilahiye ite temas kabiline vasıl olduğunu kabul bu­yurmuştur ve bu sebepledir ki Cenabı Peygamber, hâtimül'enbiya olmuştur ve kitabı, kitabül'ckmeldir.

Son peyamber olan Muhammet Mustafa Sallallâhü aleyhi vesseiem (1394) senei rûmî Nisan içinde rebiül'evvel ayının 12 nci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarır iken doğdu, gün doğmadan...

Refik bey (Konya) Ne güzel bir tesadüfi

Mustafa Kemal Paşa hazretleri (devamla) Bugün o gündür, inşallah bu hayırlı tesadüftür, (Inşaallah sesleri). Filhakika arabî tarihi ile bu akşam yevmi velâdetin senei devriyesine tesadüf edi­yor.

Hazreti Muhammed eyyamı sebavet ve şebabeti geçirdi. Fa­kat henüz peygamber olmadı. Yüzü nuranî, sözü ruhanî, rüştü di­yette bî bedel, sözünde sadık ve hilm ve mürvetçe saire faik olan Muhammet Mustafa, evvelâ bu evsafı mahsusa ve mütemayizesi1c kabilesi içinde (Muhammedül'emın) oldu.

Muhammed Mustafa peygamber olmadan evvel kavminin

muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra anı cak kırk yaşında nübüvvet ve (43) yaşında risalct geldi. Fahrî âlem efendimiz namütenahi tehlikeler içinde, bî pâyân mihnetler ve ' meşakkatler karşısında (20) sene çalışa ve dini İslâmî tesise ait va,‘l zifei peygamberisin! ifaya muvaffak olduktan sonra vâsılı âlâyı . aleyyin oldu. Kendisinin mazhan irşadâtı olan bütün müslimîn ve bilhassa esbabı güzîn bir çok gözyaşları döktüler. Fakat muktazayı beşeriyyet olan bu hâl teessürün bî faide olduğunu derhal idrak eden erbabı felanet Peygamberin arkasından ağlamak değil, mesalihi ümmeti bir an evvel hüsnü lemşiyete mazhar edecek tedbir almak kanaatile toplandılar. Resulü Ekreme halife olacak bir emir intihabı mevzuu bahis edildi. Zâtı risaletpenâhî yângâm olan hazreti Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı ve enfası ve epsinni yaşar­ken Ebubekir'in kendisine halef olması muvafık olacağım muhte­lif tarzlarda işaret dahî buyurmuşlardır. Buna nazaran toplanıp resmen bir intihap yapmaktan başka bir iş kalmamış olduğuna hükmolunabilirdi.

Halbuki bu intihap keyfiyeti o kadar basit olmadı. Bilakis mes'ele çok müzakerelere, çok münakaşalara ve çok esaslı ihtilaf­lara maruz kaldı. Emri intihapta mühim olarak üç muhtelif noklai nazar tebarüz etti. Bu noklai nazarlardan birisi mâkâmı hilâfete is­tihkak, mesalihi ümmeti rüiyyet edebilmek için lâzım olan kudret ve kifayetin kaide ittihazı idi. Buna nazaran makamı hilafet en ı kuvvetli ve en nüfuzlu ve en reşit kavmin olacaktı. Bu noktai nazar Cumhuru sehabenin idi.

İkinci noktai nazar, o güne kadar nusreti İslama hizmet eden kavmin hilâfete müstehak addedilmesi idi. Bu, ensarın noktai na­zarı idi.

Üçüncü fikir ise kuvveti karabeti istilzam etti. Bu da Haşimîlerin noktai nazarı idi.

Bu üç noktai nazardan ittifaki ârâ ile birini tercih etmek ve emri intihabı intaç eylemek mümkün olamadı. En nihayet teşeltüt ve Titretin derhal önüne geçmek lüzumuna kânî olan hazreti Ömer'in (esinle hazreti Ebubckir'e bîat olundu. Görülüyor ki ilk halifenin intihabında lemayülatı umumiyenin tabii temerküzün-

den ziyade şahsî tesir, tesbiti şekil etmiştir.

Efendiler! Bu muhalefet ve münakaşalın nabîmahal ol­duğunu zannclmiyelim. Hakikaten emrü hilâfet, milcli İslamiyece en büyük bir maslahattır. Çünki efendiler! hilafeti ncbcviyyc, ehli İslam arasında rabıta olan bir emarettir. Emaret ise, Cenabı hakkın bir sır ve hikmetidir ki teessüsü, daima satvet ve kuvvet ile meşruttur ve andan maksat aslı da defi fesad ve hıfzı asayiş bilâdı tanzimi umuru cihad ile mesalihi ammeyi hüsnü tanzim ve tesvi­yeden ibarettir. Bu dahi ancak satvet ve kuvvete menultur. Adetullah bu veçhile câri olagelmiştir.

Buna nazaran yukarıda izah ettiğim üç muhtelif noktai na­zardan birincinin -ki kuvveti ve nüfuzu olan kavmin, milletin vari­si hilafet olması noktası ididiğer noktai nazara müreccah ve galip olması tabiidir ve Hazrcti Ebubekir'in bitıesir makamı hilâfeti iş­gal etmesi isabet oldu. İşte bu suretle, zamanı saadetten sonra hila­fet ünvanı ile bir Emareti Islamiyc teşekkül etti.

Fakat efendiler! Peygamberin vefatı ile derhal her tarafta irlidaı başladı. İrtica başladı, isyan başladı. Hazreti Ebubekir bunla­rı bertaraf etti. Vaziyete hâkim oldu. Bir taraftan da tevsii hududu Emareti Islamiyc'ye tevessül eyledi. Ebubekir’in son demlerine yaklaşınca kendi intihabındaki müşkülatı lahattür etti ve Hazrcti Ömer 'i vasiyetname ile bizzat intihap ve millete takdim eyle­di.

Hazreti Ömer’in zamanı hilafetinde memaliki îslâmiye fev­kalâde denecek derecede sür'atle tevsi etti. Servet çoğaldı. Hal­buki; bir milletin içinde servet ve gına husulü beynelnas arazı dünyeviyenin hüdusunu ve bu da ihtilal ve fitnenin zuhurunu bais ol­mak bu alemi gün ve fesadın muktezai ahvalindendir. İşte bu nok­ta Hazrcti Ömer'in zihnini tahdiş ediyordu. Bir de hazrcti Ömer ta­hattur ediyor idi ki resulu ekrem, mahremi esran olan havası esba­bına şunu demişti: «ümmeti düşmanlarına galebe edecek Mekke, Yemen, Kudüs ve Şam'ı fethedecek, Kayscr'in hâzinelerini taksim eyleyecektir. Ve fakat ondan sonra aralarında fitne ve ihtilal ve nefsaniyctlcr hadis olarak mülûku salife mesleğine gidecekler­dir.»

Hazreti Ömer bir gün Hazife ibni Yanan nzaullah anh haz\ rollerine deniz gibi temevvüç edecek fitneyi sorduğu zaman aldığı cevapta «senin için andan beis yok. senin zamanınla anın arasında i kapalı bir kapı vardır, » dedi.           t

Hazreti Ömer sordu:                        ;

-Bu kapı kırılacak nu? Yoksa açılacak mı?

Hazife «Kırıtacak!» dedi.

Hazreti Ömer «Öyle ise anık kapanmaz» dedi. Ve ezhar te­essüf etti. Hakikaten kapı kırılmak mukadderdi. Çünkü memaliki Islamiye vus'at bulmuştu, iş çoğalmıştı. Bu şekli emaret ve bu tarz idare ile her yerde adaleti kâmile icrası müşkül olmuştu. Hazreti Ömer bunu idrak ediyor ve sıkılıyor ve Allahına yalvararak diyor­du ki:

-Ya Rab! Ruhumu kabzet!

Ömer bir gün ağlarken soruldu. «Nasıl ağlamayayım. Fırat kenarında bir oğlak zayi olsa korkarım ki Ömer’den sorulur.» diye cevap vardi.

Evet; Hazreti Ömer (Rızaullahül'anh) artık hilafet Unvanı alundaki tarzı emaretin bir devlet idaresine nâ kâfi olduğunu bir zaun kendi faziletinde, kendi kudretinde ve hana kendi mehabetinde olsa dahi bir devletin idaresine nâ kâfi okluğunu bütün manayı şa­mil ile idrak eylemişti. Halta, bu endişe ile idi ki Ömer kendinden sonra artık bir halife düşünemez oldu. Kendisine oğlunu tavsiye ettikleri zaman «bir haneden bir kurban yetişir» dedi. Abdunahman bir Avfı çağırdı: «Ben seni veliaht eylemek istiyorum.» dedi. O da: «Bana kabul et deyu rey ve nasihat eylermisin?» dedi. En ni­hayet Ömer, en makul noktaya temas etli. Emaret, devlet ve millet işini meşverete havale etti. Ömer'den soma eshabı şûrâ ve bütün halk mescidi lebalep doldurdu. Ve orada bazı şayanı dikkat vazi­yetlerle yine idarci ümmeti, intihap ettikleri bir halifeye tevdi etli­ler.

Hazreti Osman halife oldu. Fakat kırılmaya mahkûm olan kapı artık kırılmıştı, Memaliki Islâmiyye'nin her tarafında bin tür­lü kîlükaal ve ademi hoşnidâ başladı. Zavallı Osman, âciz ve nâçiz bir vaziyete düştü. O kadar ki Şam valisi Muaviye, onun hayatını muhafaza etmek için nezdi himayelkârisinc davet elti. Buna mu­vafakat edemiyen, Hazrcti Osman'a tarafı velayetpenahiden muhafazai nefsi için asker göndermeyi teklif etli. Bunların hiç bi­risine meydan kalmadı. Her tarafta isyan eden muhtelif mıntıkalar halkı Medine'de evinin içinde hazrcti Osman’ı tahtı muhasaraya aldı. Ve zevcei muhteremesinin yanında şehit etti.

Bir çok gürültülü ve kanlı vekayiden sonra Hazrcti Ali (Kerremüllahülvecih) makamı hilafete getirildi. Tekrar edelim ki kapı kırılmıştı. Aynı ırktan olmakla beraber Irak başka bir şey, Yemen başka bir şey, Suriye başka bir şey ve hatta Hicaziyc de bambaşka bir şeydi. Hicaz'da bir halife, Suriye'de kuvvete istinat eden bir va­li ile Sıfin'de karşı karşıya gelmiye mecbur oldu. Muaviyc, Hazreti Ali (Kcrremüllahiilvecih) 'nin hilafetini tanımıyor ve bil'akis onu hûnu Osman ile itham eyliyordu.

Vazifesi âlemi islâmda ahkâmı Kur'aniyenin temini latbikaündan ibaret olan halife, mızraklarına musahifı şerife geçirilmiş Emevi ordusunun karşısında muharebeyi kaı'a mecbur oldu. Bizzarur tarafeyn hakemlerinin vereceği hükme tabiiyyete söz ver­di.

Muaviye'nin murahhası Ömer i’anil'âs ile Hazrcti Ömer'in murahhası Ebülmusa el Şiiri tahkimnameyi tanzim için karşı kar­şıya geldikleri zaman, Hazrcti Ali hazır bulunuyordu. (Emirülmüminin Ali ile Müaviye arasında tahkimnamedir) diye yazılan cüm­leye derhal Muaviye’nin murahhası itiraz etti ve dedi ki:

(O Emiriilmüminin kelimesini oradan kaldır. Sen yalnız emrinde bulunanların cmiri olabilirsin. Şam ahalisinin emiri de­ğilsin.)

Hazrcti Ali, isminin başındaki sıfatının kaldırılmasına mu­vafakat cni. Bundan sonra iki taraf murahhasının yekdiğerine kar­şı kullandığı adi hile cümlece malumdur. Bundan muvaffak olan Ömer ibnül'âs Muaviye'yc hilafetini tebşir elti.

Diğer taraftan Hazrcti Ali de hükkâmın hükmüne sadık ka­lacağına söz verdiği halde biraz tereddüdü müteakip icrayı hilafe­te devam etti. Görülüyor ki: Resulullah'ın vefatından yirmi beş se­ne kadar kalîl birzaman sonra alemi İslâmiyyct içinde, İslam'ın en büyük zevatından ikisi karşı karşıya iddiayı hilafetle arkalarında sürükledikleri aynı din ve aynı ırktaki insanları kan içinde bı­rakmakta beis görmediler. En nihayet hilesinde muvaffak olanı, saf ve nezih olanını mağlup ve evlad ve ayalini mahvı perişan ey­ledi. Ve bu suretle hilafet unvanı altındaki emareti İslâmiyeyi yine hilafet unvanı altında saltanatı islamiyeyc tahvil ctıL

Saltanatı Emeviyye, büyük istilalar yapmakla beraber baş­tan nihayete kadar hunin ve eGm vekayi ile ancak doksan seneyi doldurabilmiş ve hicıetin 132 nci senesinde Arap milleti Selâtini Emcviycyi başlarından almış ve. yerine başka nâmda bir devlet te­essüs eylemiştir. Bu devlete devleti Abbasiye ve devletin re’sikâ| rında bulunan insanlara da Halife derlerdi.

Merkezi faaliyeti Irak'da bulunan Hilafeti Abbasiye’nin mevcudiyetine rağmen Endülüs'te dahi (Halifettil Resulullah) ve (Emirül müminin) unvanlarile asırlarca saltanat sürmüş hüküm­darlar mevcut idi. Bcyanaüma mukaddeme olarak izah etmiştim ki; bundan (1500) sene evvel, yani hicreti nebeviden iki buçuk asır evvel Orta Asya'da muazzam bir Türk devleti mevcut idi. i Kablcl Islâm mevcut olan bu devlederin sahibi Türkler bundan (1000) sene evvel İslâmî kabul etliler. Evvela şarka doğru tevsii memalik ederek Çin hududuna kadar icrayı nüfuz eylediler. Küle| fayı Abbasiye zamanında da bu civanmert Türkler, asalet ve şcca-        :

atle benâm olan Türkler, asker olarak Suriye'ye Irak'a kadar geldii ler. Hütefai Abbasi yenin tahtı idaresinde bulunan bu yerlerde ikti-     I

sabi nüfuz eylediler. En yüksek idare ve emir ve kumanda maka-        |

mına irıika eylediler. Dördüncü asrı hicride idi ki Selçuk htlkûme-       [

ti namı altında muazzam bir Türk devleti teşekkül etti. Bu devletin namı altında icrayı faaliyet eden Türkler, bir iaraftan Kafkasya'ya I diğcrtaraflan cenuba, Iran ve Irak'a ve Suriye'ye ve garbe. Anadalu'ya nufuz eyledi. Bağdad’da oturan hulefayı Abbasiye bu Türk devleti muazzamasının dairci nüfuzuna girmişti. Filhakika bu Türk devleti beşinci asır evasıtında Maveraünnchir, Şam ve Mı­sır'ı ve Anadolu kıl'asmın çoğunu ve bir çok memaliki zaptla hu­dudunu Kaşgar’dan ve Scyhun mecrasından Akdeniz'e ve Bahnahmer ve Bahri Ummana kadar tevsi etti ve Bağdad'da bulunan

hulcfayı Abbasiyeyi yeddi ihtiyar ve idaresine aldı.

Bağdad'da, aynı merkezde Melikşah namında Türk haki­miyetini temsil eden bir zat ile halife namını taşıyan Muktcdî Billâh yan yana oturdular ve akraba oldular.

Bu vaziyeti ve bu manzarayı biraz tahlil etmek isterim: Türk hakanı ki, muazzam bir Türk devletinin hakimiyet ve saltanatını temsil ediyor, tebasında bir hilafet makamının ayrıca muhzuziyyetinde bir beis görmüyor. Eğer böyle bir mahzur görseydi zaten yeddi idaresine aldığı makamı ortadan kaldırmak ve o makama ait sıfat ve selahiyyatı kendi makamında memzûç bulundurmak mümkün idi. Hazreti Selim'in takriben beş asır sonra Mısır'da yap­tığını eğer istese idi Melikşah daha o zaman Bağdad'da yapmış olurdu.

Müşrümileyhin belki yalnız düşündüğü bir şey var idiyse O da Türkiye Selçuk devletine daha sadık ve makamı hilafete daha ciyak diğer birinin halife muktediyülbillah'a halef olmasını temin idi.

Filhakika muktediyülbillah'm veliahdı olan oğlunu azil ve onun yerine kendi torununu ikame için halifeyi tazyik elti. McJikşah ölmeseydi bu, böyle olacaktı.

Şimdi Efendiler! Makamı Hilâfet mahfuz olarak onun ya­nında hakimiyyel ve saltanau milliye makamı ki (Türkiye Büyük Millet Meclisidir) elbette yan yana durur ve elbette Melikşah’ın makamı karşısında âciz ve nâçiz bir makam sahibi olmaktan daha âlî bir tarzda bulunur; çünkü bugünkü Türkiye devletini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Çünkü bütün Türkiye hal­kı, bütün kuvasile o makamı hilafetin istinatgahı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdanî ve dinî bir vazife olarak taahhüt ve tekeffül ediyor.

Mütalaatı tarihiye silsilesi üzerinde bir kaç adım daha bera­ber atalım:

Bu adımlarımız, bizi bu günkü şekli idaremizin ne kadar ta biî, ne kadar zarurî ve Türkiye için ve bütün alemi İslâm için ne ka dar nâlî ve musîb olduğu neticesine îsâl edecektir.

Efendiler! Orta Asya’da devlet üstüne devlet teşkil etmiş olan Türkler, daha garbde İran Selçukîleri ve Anadolu'da da Rum Selçukîleri namı altında pek muazzam ve pek mülemeddîn dev­letler teşkil etmişlerdir. Konya'da merkezi hükümetlerini tesis el­miş olan Rum Selçukluları, malumu âlîleri olduğu üzre (699) se­nesine kadar muhafazai mevcudiyel eyliyorlar. Maruzu İslam Türk devletleri icrayı faaliyet ederken Cengiz Han namındaki ci­hangir Karakurum’dan çıkarak (559) senesinde hudutlarını Çin Denizin'e, Bahri Baltığa, Bahri siyaha kadar tevsi eyliyor. Cengiz'in torunu Hülâgû idi ki (656) sene-i hicriyesinde Bağdad'ı zapt ederek halifei Abbasî Mu'tasım'ı idam ediyor ve bu suretle dünya yüzünde fiilen hilafete hâtime veriyor.

İrtihali fahn âlemden sonra birinci halifei resul Ebubckir, ne dünyayı istemiş, ne de dünya onu teveccüh eylemişti, ikinci ha­life hazrcti Ömer, hey’eti içtimaiyedeki temevvücatın gayrı kabili tevkif olduğu kanaatini hayatında yakînen idrak ederek müztaribül ruh olarak vafat etti.

Hazrcti Osman'a gelince, mukadder olan tahacümat içinde kanım Kitabı Allah’a akıtarak.terki dünya eyledi.

Hazrcti Ali, hilafeti uhdesinde tekerrür ettirememek ve ehli beyti Resulün hukukunu muhafaza edememek betbahtile giryan oldu.

Emeviler, doksan seneden fazla hilafeti muhafaza edemedi­ler. En nihayet nüfuzu hilafeti Bağdad surlarına kasra mecbur olan Abbasi halifelerinin sonuncusu Mu'tasımı evlâd ve ayalile ve se­kiz yüz bin kişi Bağdad ahalisi ile beraber Hülâgû'ya kurban ver­diler.

Hûlefayı Abbasiyc'nin zaafım görmekle (Halifettil Resulullah) ve (Emirülmüminin) unvanlarını almış olan ve nüfûz hilafet­leri Elhamra sarayının kapısından çıkarmamağa mahkum kalan Endülüs'deki halifelerin de beşinci asrı hicri iptidaîsindeki akibeli feciası malumdur.

Bağdad'da Hülâgû'nun ihdas eylediği vak'ai mühimme neti­cesinde Kürre-i zemin üzerinde halife ve makamı hilafet mâ'dûm bir hale getiriliyor. Bundan üç sene sonra, yani (659) tarihi hicr­isinde idi ki hûlefayı Abbasiye neslinden Elmüstansırbillah is-

[ ininde bir zat Hülagû'dan kurtulup Mısır hükümetine iltica elti ve bu zat Mısır meliki tarafından halife tanındı. Bundan sonra on yedi zat halife Unvanını haiz olarak ve fakat hiçbir selahiycti, hiçı  bir tesir ve nüfuzu olmıyarak doğrudan doğruya Mısır hükümeti­

nin himayesinde yekdiğerini istihlaf ile imran hayat eylemiştir.

Selcukî devletinin idaresinde teşetlütü umumîi hasıl olması üzerine Türkler (699) tarihî hicrisinde Selçuk devleti yerine Osmanlı devletini ihyaı tesis eylediler.

Bu devletin ulularından Yavuz hazretlerinin (924) tarihi hicrisindeMısıri zapt eylediği zaman orada idam eylediği Mısır hükümdarından başka, unvanı halife olan bir zat buldu. Halife sı­fatının böyle bir şahsı âciz tarafından kullanılması âlemi İslâm için şeyn olduğuna şüphe etmediğinden o sıfatı Türkiye devletinin kuvvasma istinat ettirerek ihya ve âlâ eylemek üzere aldı.

Efendiler! Osmanlı devleti ki (699) da teessüs etmişti. Hila­feti aldığı (924) tarihinden ancak elli sene sonrasına kadar tarihi cihanda devri itilâ denilen ve muvaffakiyatı mülemaliyyc ve azime ile mâlî olan takriben üç asırlık bir devir yaşadı. Ondan sonra... ondan sonra efendiler: inhitat, inhitat başlıyor.

Efendiler! Devri inhitaün her safhası Türkiye devletinin hu­dutlarını biraz daha darlaştırıyor, Türk milletinin maddî ve ma­nevî kuvvetlerini biraz daha fazla taksir ediyor, devleün istiklalini darbeliyor, arazi, servet, nüfûz ve haysiyyeti millet azamî bir sür'atle mahvı tcbâh oluyor. Nihayet Ali Osman’ın otuz altıncı ve sonuncu padişahı Vahdeddinin devri saltanatında Türk milleti cn derin hufrci esaretin önüne getiriliyor.

Binlerce senelerden beri istiklâl mefhumunun timsali asîli olan Türk Milleti bir tekme ile bu hufrenin içine yuvarlanmak iste­niyor... Fakat bu tekmeyi vurmak için bir hain, bîşuur, bî idrak bir hain lâzımdı. Nasıl ki kanunen idamı lazım gelenlerin bile ipini çekmek için kalp ve vicdan ulviyyeti insaniyeden mücerrcd bir mahluk aranır. idam hükmünü verenlerin böyle âdi bir vasıtaya ihtiyaçları vardır. O kim olabilirdi?!..

Türkiye devletinin istiklaline hatime veren, Türkiye halkı­nın hayatını, namusunu, şerefini imha eden, Türkiye’nin idam kaninni ayağa kalkarak bütün emdamile kabul etmek istidadında kim olabilirdi?!.. (Vahdeddin, Vahdeddin sedaları, gürültüler). Paşa hazretleri (devamla) -Maalcessüf bu milletin hükümdar diye, sultan diye, padişah diye, halife.diye başında bulundurduğu Vah­deddin!.. (Allahkahretsin sedaları). Vahdeddin, bu harekeli denaat kâranesi ile yalnız, kendinin layık olduğu bir muameleyi ka­bul etmiş olmakdah başka hiç bir şey yapmış olmadı.

Vahdeddin, bu hareketiyle kendini öldürdü ve temsil eyledi­ği şekli idarenin indirasını zarurî ktİdi. Fakat efendiler, millet hiç bir vakit bu hareketi hiyanetkâranenin kurbanı olmıyarak başında bulunan mahiyeti hareketini sühuletle idrak edecek rüşdü kabili­yette idi. Millet, tarihin viizuhıından, asırlardan beri dûçâr olduğu felaketlerin esbabını bir anda hulasa edebilecek hassasiyet ve inti­bahta idi. Millet, şahısların hırsı saltanat, hırsı tahakküm, hırsı is­tiladan başlayarak temini menfaat ve rahat ve tevsii sefahat ve re­zalet, ibzal ve israfat gibi hasis maksatları için vasıta ve kuvvet ol­mak yüz.ünden kendi benliğini unutacak mertebede geçirdiği gaf­letlerin nctayici elimesini derhal hülasa edebilecek rüşdü kemalde idi. Artık milletin en makul ve en meşru ve en İnsanî sebhiyyelini istimal etmek zamanı geldiğinde tereddi kalmamıştı.

Tarihi cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti te­sisi eden ve bunların hepsini hadisat ile tecrübe eyleyen Türk mil­leti bu defa doğrudan doğruya kendi bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında mefıûr olduğu kabiliyet ve kudretle aha mevki etti. (Şiddetli alkışlar). Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hakimiyetini bir şahısta de­ğil, bütün efradı tarafından münhatap vekillerden terekküp eden bir meclisi âlide temsil etti. İşte o meclis, meclisi âfinizdir, Türki­ye Büyük Millet Meclisi dir. Milletin saltanat ve hakimiyet maka­mı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclist'dir ve bu maka­mı hakimiyyetin hükümetine, Türkiye Büyük Millet Meclisi hü­kümeti derler. Bundan başka bir makamı saltanat, bundan başka bir hey'eti hükümet yoktur ve olamaz.

Kendine sı falı hilafeti izafe eden bu mevkii şahıs münhedim olunca makamı hilafet no olacaktır? suali varidi hatır olur.

Efendiler! Hûlefayı Abbasiye devrinde Bağdat'la ve ondan sonra Mısır'da hilafet makamının, asırlarca müddet saltanat makamile yanyana ve fakat ayrı ayrı bulunduğunu gördük. Bugün dahi saltanat ve hakimiyyet makamile makamı hilafetiny an yana bulunabilmesi en tabîi halattandır. Şu farkla ki: Bağdad'da ve Mı­sır'da saltanat makamında bir şahıs oturuyordu. Türkiye'de o ma­kamda aslolan milletin kendisi oturuyor.

Makamı hilafette dahi Bağdad ve Mısır'da olduğu gibi bî kudret veya mülteci bir şahsı âciz değil, istinatgahı Türkiye devle­ti olan bir şahsı âlî oturacaktır.

Bu suretle bir taraftan Türkiye halkı asri bir devleti muteeddine halinde her gün daha rasin olacak, her gün daha mes'ut ve mü­reffeh olacak, her gün daha çok insanlığını ve benliğini anhyacak, eşhasın hiyaneti tehlikesine kendini maruz bulundurmayacak ve diğer taraftan makamı hilafette bütün âlemi islâmın ruh ve vicda­nının ve imanının noktai rabıtası, kulübü islamiyenin bâdii inşira­hı olabilecek bir izzeti ulviyette tecelli edecektir.

Efendiler! Türkiye devletinin, Türkiye Büyük Millet Mecli­si ve O'nun hükümeti mefhumlarının millet ve memleketimiz için ne kadar kuvvet ve feyz ve halâsı saadet vaat ettiğini izaha lüzum göremem. Üç senelik tecaribi fı'liye ve bunu semeratı mes’udesi kafi fikir verebilir itikadındayun. Bundan sonra makamı hilafetin dahî Türkiye devleti için ve bütün âlemi İslâm için ne kadar feyizkâr olacağını da istikbal bütün vuzuhuyla gösterecektir, (inşaallah sesleri).

Türk ve İslâm Türkiye devleti bu iki saadeti tecellî ve teza­hürüne mena ve menşe olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır.(/n;<ıallölı sedaları).

Bu maruzat ve izahatıma nihayet vermek için hey'eti âliyenize şunu arzederim ki bütün rüfekamın mevzuu bahis olan mes'elenin esasında tamamen müttehit ve müttefik olduğunu, bü­yük bir kanaati vicdaniye ve mühakemei ftkriyye ile beraber oldu­ğunu görüyorum. Bu hâl milletimizin cidden teşekkürünü mucip bir haldir. Hey'eti celîlenizin nâ mütenahi takdirat ve tebrikatını istilzam eden bir hakkıdır. Deminden mufassal bir takrir okun-

muştu, şimdi okunan bir iki takrir daha var. Her üçünün muhtaviyetı, arzettiğim gibi nikatı esasiyede birdir. Binaen aleyh; yapı| lacak şey, bu üçünü daha sarih ve daha güzel bir tarzda tesbiı et1 mek ve hey'eti celîlenizin rey’i kafisine iktiran ettirerek bir an evvel ilân etmek ve bu sayede bütün düşmanlarımızın aleyhimizde 1 aldığı tedbirlere mâni olmaktır, (şiddetli alkışlar).                                  i

(Süreç Dergisinden) j

MUSTAFA KEMAL VE İSTANBUL HÜKÜMETİ

(BAŞBAKANLIK ARŞİVİNDEKİ BELGELER IŞIĞINDA)

Başbakanlık Arşivi belgelerine dayanarak Kronolojik sıra ile yorumsuz olarak Mustafa Kemal'in İstanbul ile ilişkisini özet­lemeye çalışacağız.

Bu belgeler, Mustafa Kemal’in İstanbul hükümeti, Padişah ve Hilafet makamı ile ilgili düşüncelerini ve bu düşüncesindeki gelişmeyi tartışmaya gerek duymayacak ölçüde açık olarak göz­ler önüne sermektedir.

BELGE 25

A. VRK. DH. 1.2.2 1337.8.2

TELGRAFNAME

DEVLET-1OSMANİYYE

POSTA VE TELGRAF VE TELEFON NEZARETİ

Çıkış yeri: Samsun

Numarası: 1102

Kelimesi: 120

SADARET YÜKSEK MAKAMINA

İzmir’in Yunan askeri tarafından işgali olayı, yakından

temasta bulunduğum milleti ve orduyu düşünületniyecek ve tarif edilemiyecek derecede içten yaralamıştır. Yüce makamlarının 19 Mayıs 1919 tarihli telgraflarında, bütün milleti ve ordunun acılı duygu ve düşüncelerini ve ordu, varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü sindimniyecek ve kabul cuniyecektir. Gaye ve düşünce­lerini, sadece millet ve devletin kurtuluş selâmetine hasreden Pâdişâh Hazretlerinin kutsal kişiliğine olan tam bağlılık ve yeni­den başkanlığını üzerinize aldığınız hükümetin en kesin teşebbüs ve hareketlerde bulunarak, milletin hukukunu koruyacağına olan tam bir güven ve gönül rahatlığı ile sükûnetin muhafaza edilmek­te olduğunu arz ederim.

20 Mayıs 1919

Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişi
Padişahın Fahrî Yaveri
Tuğgeneral

Mustafa Kemal

BELGE-31

B.E.O.

Siyasî Kısım

Karton No:34

Dosya No: 54/2

Belge No: 343090

Telgraf

DEVLET-İ OSMANİYE

POSTA VE TELGRAF

VE TELEFON NEZARETİ

Çıkış yeri : Samsun

Numarası: 1263

Kelimesi: 100

Tarihi: 23/5/1919

SADARET YÜKSEK MAKAMINA

C. 21 Mayıs 1919 tarih ve 1086 numaralı telgraftaki değerli iltifatlarınız ve iyi dilekleriniz, bendeniz için her zaman ve pek çok övünme vesilesi olacaktır.

Cenâb-ı Hak, bu zor anlarda her türlü vatanseverlik gayreti ile dopdolu olarak milletin başında bulunan lütufkâr zatlarınızı, devlet ve milletin mutlu bir sona kavuşması ve kurtuluşa ermesi ile zafere ulaştırsın. Saygılar sunarım.

23 Mayıs 1919

Dokuzuncu Ordu Birlikleri Müfettişi

Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral

Mustafa Kemal

BELGE-45

B.E.O.

Siyâsî Kısım

Karton No: 34

Dosya No: 60

-->Belge No: 343585

BAB-IALİ

HARİCİYE NEZARETİ

Mühimmc Kalemi 16636 255

SADARET YÜKSEK MAKAMINA

Bilindiği üzere Kolordu Müfettişlerinden Mustafa Kemal Paşa nın görev alanı içindeki bölgede bulunan Müslüman halkı azınlıklar ve yabancılara karşı kışkırtına yolundaki hareketlerin­den dolayı İstanbul'a çağmlmasun İngiltere Fevkalâde Komiseri ısrarla istemişti.

Sonradan kendisiyle görüştüğüm Fevkalâde Komiserlik Bi­rinci Yardımcısı Mösyö Hüller. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a getirildiği takdirde kendisine taraflarından asla iliştlmeyeceğine dair kesin söz verdiklerini; ancak katliama sebep olacak olursa bu yolda verilen sözün verilmemiş sayılacağım ve olay çıkan yerlere asker göndermeye mecbur olacaklarını; diğer taraftan Müfettiş Cemal Paşa da Mustafa Kemal Paşa gibi Konya bölgesinde benzer hareketlerde bulunmakta olup, bunun sonucunun da tehlikeli ola­cağından onun da İstanbul'a çağrılmasının uygun olacağını, esa­sen yakında geniş yetkilerle kurulmuş olan müfettişliklerin gerek­siz olduklarından başka, huzur ve güveni sağlamakla görevli bu­lundukları yerlerde çeşitli azınlık gruplan arasında barış ve gü­venliklerin kaldırılmasının uygun olduğunu, Amiral Artur Kaltror ile yaptığı görüşmeye dayanarak ifade etmiştir.

Yukarıda açıklanan hususların Bakanlar Kurulunda görü­şülerek karara bağlanması ve sonuçtan tarafıma bilgi verilmesi hususunda emir ve buyruk emir sahibinindir.

3 Temmuz 1919

Hariciye Nazırı

Vekili

Saffet

BELGE-46

B.E.O.

Siyâsî Kısım

Kanon No: 34

Dosya No: 60

Bölge No: 343446

BAB I ALİ

DAİRE-İ SADARET

Şifre Kalemi

Çekiliş Tarihi: 29.6.1919

Kaleme Gelişi: 5.7.1919

SADARET YÜKSEK MAKAMINA

Üçünçü ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa'nın görevden alındığı bildirilerek, hükümet işlerine ait hiçbir isteğinin yerine getirilmemesi ve kendisiyle haberleşme yapılmaması Dahiliye Nizârcıinin... tarihli ve 84 numaralı şifte itlğüui ite emredilmişti. Adı geçen 28/6/1919 tarihli telgrafıyla bu göreve Pâdişâh buyruğu ile tâyin edildiği ve şimdiye kadar görevden alınması ile ilgili ola­rak Harbiye Nezâretinden kendisine bcriıangi bir lebligatda bulu­nulmadığından bahsederek, Müfettişliğinin ve Bakanlar Kurulu'nca düzenlenen talimat ile kendisine verilen görevlerin henüz üzerinde bulunduğu, bundan dolayı mülkî memurların talimat ge­reği yapacağı tebliğleri yerine getirmeye mecbur bulunduklarını bildirmiştir. Durum arz ve yapılacak işlem hakkında emirleriniz beklenir. Buyruk...

29 Haziran 1919

Erzincan Mutasarrıfı
Eşref

BELGE-53

Dosya Tasnifi Hari>iyc Müteferrika Dosya No: 68/1

PADİŞAH BUYRUĞU

Mehmet Vahidüddin

Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa'nın görevine son verilmiştir.

Bu Pâdişâh buyruğunu yürütmeğe Harbiye Nâzın görevli­dir.

-->Harbiye Nâzın Ferit

BELGE -54

A .S.

8/7/1919 .

MUSTAFA KEMAL PAŞA'DAN SON DEFA OLARAK MAKİNE BAŞINDA ALINAN TELGRAFIN SURETİDİR

SARAY BAŞKATİPLİĞİ VAS1TASİYLE PADİŞAHIN YÜKSEK MAKAMINA

Şimdiye kadar gerek kutsal zâtlarına ve gerekse Harbiye Nezâretine sunduğum arzlanmda, vatan ve millet ile Yüce Hilâfet Makamının uğradığı ve hâlen içinde bulunduğu acı durumlar ve buna karşı duyulan üzüntüleri ve milletin aldığı vaziyeti, bütün safhaları ile gerçek olarak anlattım. Bunu yapmakla, mukaddesâtımın âciz nefsime yüklediği en yüksek ve en vicdanî vazifeler­den birini yerine getirmiş oldum.

Nâçiz düşünce ve teşebbüslerimin tngizilerce vatan müdâ­faası şeklinde değil de başka bir surette kabul edilmesinden dola­yı, Yüce Hükümetlerinin zor durumda ye baskı altında kaldığı

irade ve ifade buyuruluyor. Yüce Hükümetlerini ve saltanat mer­kezinin zâten ne gibi baskı ve ağır şartlar altında bulunduğu gerek bendenizce ve gerek soylu milletimizce tamamen ve açıkça bilin­mekte olduğundan, bu baskının daha ziyade artıp genişlemesine ve bilhassa pek büyük sadâkat bağlarıyla bağlı bulunduğum şef­katli kalplerinizin ve düşüncelerinizin hiçbir şekilde zayıflaması­na râzı olamıyacağım. Bundan dolayı, sadece şu anda bulundu­ğum görevime değil, bütün övünç sebeplerini vatan ve millet ile kutsal makamlarının feyzinden ve kurtuluşundan alan pek çok sevdiğim kutsal askerlik hayatıma da veda etmek suretiyle fedâ­kârlıkta bulunduğumu arz ederim. Yüksek Saltanat ve Hilâfet makâmiyle, soylu milletlerinin, hayatımın son noktasına kadar dâima koruyucusu ve sâdık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir bağlı­lıkla arz eder, bu hususta teminat veririm. Askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezâreti’ne bildirdim. Yüce zatlarının sıh-' hat ve Afiyette bulunmasına duâ eder ve her türlü âfetlerden korun­masını Cenâb-ı Hak'tan niyâz ettiğimi yüksek bilgilerinize suna­rım. Buyruk.

8Temmuzl919
saat 11.45 gece

Kullan

Mustafa Kemal

BELGE-79

B.E.O.

Mütenevvia Kısmı

Karton No: 35 Dosya No: 4


DEVLET-İ OSMANİYE POSTA VE TELGRAF VE TELEFON NEZARETİ Çıkı^ Yeri: Ankara Numarası: Yok Tarihi: 14 Ocak 1920 Çekildiği yen Ankara Tarihi: 14 Ocak 1920 Saati: 17.50 İmza: Rasirn

PADİŞAH HAZRETLERİNE

Millî Meclis'e gelmenizi engelleyen rahatsızlık, bütün halkı olduğu gibi Heyet-i Temsiliyemizi de son derece üzdü. Gerçek koruyucu olan Allah, tnübârek vücûdunuzu her çeşit belâlardan korusun.

14 Ocak 1919

Anadolu ve Rumeli Mudafaa-i
Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyyesi
adına

Mustafa Kemal

i

1

BELGE-80

B.E.O.

Mûtencvvıa Kısmı

Karton No: 35

Dosya No:4

Telgraf

DAİRE-1 SADARET

Tahrirat Kalemi

Tarihi! 18 Ocak 1920

ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFA-1 HUKUK CEMİ­

YETİ HEYET-ITEMSİLÎYYESINE

Pâdişâh Hazretlerinin rahatsızlığı sebebiyle, üzüntülerini bildiren telgrafınızdan kendilerinin memnuniyet duyduktan bil­dirilir.

Eski müsveddeden naklen.

Mühür, İstanbul 19 Ocak 1920

BELGE-81

Dosya Tasnifi

Harbiye-Müteferrika

Belge No: 68

HARBİYE NEZARETİ

Nazârel Şubesi

Kalem-i Mahsus

1842

PADİŞAH BUYRUĞU

Mehmet Vahidüddin

Üçüncü Ordu Müfettişliği'nden alınan ve askerlikten istifa ederek hiçbir Sıkıyönetim Mahkemcsi’nin kararına dayanmaksı­zın idâriî olarak uzaklaştırılarak, taşıdığı nişan ve madalyaları geri alınmış olan Mustafa Kemal Paşa askerlikten ayrıldığı, fakat uzaklaştınlmadığı için nişan ve madalyaları geri verilmiştir.

Bu Pâdişâh buyruğunun yürütülmesine Harbiye Nâzın gö­revlidir.

3 Şubat 1920

Harbiye Nazırı         Sadrâzam

Cemal                      Ali Rıza

MUSTAFA KEMAL'DEN ALEM İ İSLAMA

Yıl: 1920.18 Mart olaylarından sonra İslam Alemine aşağıi daki beyanname yayınlanıyordu. Bu bildirinin birer Sureti, Fele­menk, İsviçre, Danimarka, ispanya, İsveç, Norveç ve İtalya tem­silcilikleri vasıtası ile dışişleri bakanlıkları ve parlemento başkan. lanna gönderilmişti.

Alem-i İslâma Beyannâme,

Hilafel-i mukaddese-i îslâmiye'nin makarr-ı âlâsı olan İstanbul'da        J

Meclis-i Meb'ûsân ve bilcümle müessesaı-ı resmiye ve askeriyeye vaz'-ı yed olunmak süreliyle resmen ve cebren işgal edilmiştir. Butccavüz saltanat-ı Osmaniyye'den ziyade makam ı hilâfeti, hürriyet ve istiklâllerinin  j

istinadgâh-ı yegânesi gören bütün Alem-i İslâm'a ractdir. Asya ve Afri­ka'da Peygamberpesendane bir ulviyetle hürriyet ve İstiklâl mücâhede-           

sinde devam eden ehl-i Islâmın kuva-yı mâneviyesini kırmak için son .

tedbir olarak itilâf devletleri tarafından tevessül olunan bu hareket. Hilâ­fet makamım laht-ı esarete alarak bin üç yüz seneden beri payidar olan ve müebbeden masun-ı zeval kalacağına şüphe bulunmayan Hürriyet-i Islâmiyeyi hedef ittihaz etmektedir. Mısır'ın on bine baliğ olan şüheda-yı muazzezesine, Suriye ve Irak ın binlerce fedakâr evlâd ı muhteremesine,                                       Şimalî Kafkasya'nın, Türkistan'ın, Efganistan'ın, îran'ın, Hind, Çin vel­hasıl bütün şiddetiyle mucizeler gösterecek bir kabiliyet-i inkişafiyeye mazhar eylemek neticesini tevlid edeceğine şüphemiz yoktur. Osmanlı Kuva-ı Milliyyesi hilâfet ve saltanatı uğradığı müteselsil sû-i kasdları başladığı günden beri devam eden samimî vahdet ve tesanüd içinde vaâyeti biltUn vahametine rağmen âzım ve metanetle telâkki etmekte ve bu son ehl-i salib mühacematına karşı bütün İslâmiyet, cihanın hissiyat-ı tnüşterekesi mıdeavemetine emin olmaktan mütevellit! bir hissi-i müza­heretle âzım ve imanın âmil olduğu mücahedede inayet ve nuıvaffakiyatı ilâhiyeye nıazhar olacağına itimad eylemektedir. Kunın-ı vustanın şö­valyeliklerinden bugünün illifak-ı ililâfiyclcrine kadar meşkim bir tesel­sülü gaddarane ile tevali eyleyen ehl-i salib ckradırun bu Son amcle-i sefilesi İslâmiyetin nur-ı irfan ve istiklâline ve Hilâfetin tarsin ettiği uhuvveti mukavemeti ve aynı vazife-i galeyan ve kıyamı uyandıracağından emin olarak Cenab-ı Hakk'ın mücahedat-ı mukaddesemizde cümlemize tevfi­kan ilâhiyesini terfik etmesini ve nıhaniyet-i Peygamberi yey e istinad eden teşkilât ı müttehidemize muin olmasını niyaz eyleriz.

Mfldafaa-i Hukuk Hey'et iTemsîliyesi nâmına

Mustafa Kemal

Evet, Mustafa Kemal'in de ifade elliği gibi İngil izlerin Hila­fete yönelik bu tecavüzü “1300 Seneden beri payidar olan ve müebbeden masun-ı zeval kalacağına şüphe bulunmayan hürriyet-i tslamiyeyi hedef ittihaz etmektedir"

Düşünüyorum da, hilafet İngilizlerin oyuncağı idi ise niçin Ingilizler bu makamt hedef alıyordu?

Ya da Mustafa Kemal ne zaman fikrini değiştirdi. Ya da bü­tün bunlar “zamanın icabatı" mı idi?

‘HALİFE VE HAKAN EFENDİMİZ”

Ankara “Halife ve Padişaha Sadakat” tan sözediyor ama İs­tanbul Ankara’yı “Asi” olarak görmekterdir. Mustafa Kemal im­zası ile TBMM adına aşağıdaki mektub gönderilir.

Büyük Millet Meclisi’nin

Padişah'a Hitaben Beyannâmesi

Halife Ve Hakan Efendimiz,

İstanbul'un işgali ve bunu müteakip fecayi üzerine ve men'ıni tedkik ve hukuk-ı saltanat-ı seniyelerini ve îsıiklâl-i Millîmizi müdafaa ve temin etmek maksadiyle bu defa Büyük Millet Meclisi halinde içtimâ et­lik. Anadolu'nun düşman istilâsında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından selâhiyet-i fevkalâde ile terhis edilen meb'ûslar münefikan ittihaz ettikleri bir karar ile sedde-i seniyelerine bazı hakikati arzetmeyi kendilerine bir vazife-i sadakat ve ubudiyet bildiler. Padişahımız, malûmat-ı seniyeleridir ki hanedan-ı saltanat-ı hümâyunlarının ceddi-i mübecceli olan Sultan Osman tarih-i millîmizin mesut ve mütemayyen bir gecesinde hatırası nesillerden nesillere intikal eden bir rüya görmüştü. Avrupa'nın üç kıl’a üstünde gölgesini sallayan ve altında yüz milyonluk bir âlem-i İslâm barındıran kudsî ağacından artık bütün dallar kesilmiş ve ortada yalnız muazzam bir gövde kalmıştır. O gövde Anadolu'nun gölge­leri çok derin gitmek üzere bizim kalplerimizin içindedir. Ecdad-ı kiranumız Rumeli'de kendi başına bir cihan olan kıtaları feth ve istilâ eder­ken ordularını bu Anadolu topraklarında, davet eder uzak memleketlerin büyük ana hatlarını, askeri yollarını muhafaza ettirmek üzere yine Ana­dolu'dan davet ve celp ve en mühim noktalara iskân ederlerdiBu halk kütleleri Bosna-Hersek ve Suriye içlerine kadar yayıldı, Basra Körfczi'ne indirildi Suriye, Filistin yollarında taraf taraf birleştirildi. Padişahımız: Tahtgâh-ı saltanaı-ı seniyelerinin şeref ve bekası için Anadolu halkı asır­lardan beri baba ocaklarından çok uzak harb yerlerinde ifha-yı hayat et­meyi kendisine en kudsî bir borç bilmiştir. Anadolu boşaldı, Anadolu vi­ran oldu fakat iklimlere uzanan hakanlarımızın şevket ve kudreti için her mihneti, her felâketi cana minnet bitti. O toprak ki Macaristan içerisinden Yemen çöllerine kadar, Kafkas eteklerinden Basra’ya kadar koşan uzanıp giden namütenahi meşhedlerle muhattır. O meşhedlerin her yerden fazla şimdi hürriyet ve istklâli için yeni bir harb mücahedesini yapan bu eski Anadolu yurdu Şevketli Padişahımız Islâmın her tarafla düçar-ı hezimet olan bayrakları gelip onun ufkunda toplandı. Onun ufuklarında kendine en son penah-ı necatını aradı. İzmir istilâsı üzerine memalik i şahaneleri­nin en mamur, en mes'ut bir kısmı nasıl ateşlere yağma ve kitallerle baş­lan başa harab oldu bilirsiniz. Hiç bir hakka istinad etmeyen ve milletimi­zi son yurtta duçar-ı esaret etmeyi emel eden bu vahşî akın üzerine kalb-i hümâyûnlarının duyduğu acı teessürleri cihan matbuatına bizzat tevdi buyurmuştunuz. İzmir işgali takip etti; sonunda yetiştiği millet binlerce seneden beri cihanın en muhteşem tahtlarına sultanlar yetiştirmiş ve hür yaşamış olan bir millet sıfatiyle bu hâl karşısında ne yapabilirdi? Padişah elîm bir harp neticesinde ordularını kullanmaktan memnu ve mahrum gördüğü için kendi kendine silâha sarıldı ve nerede ana vatanı tecavüze uğramış ise oraya dinini ve milletini, namusunu kurtarmak için koştu.

Padişahımız Kafkasya'nın İslâm kahramanlan babalarının ocakla­rını kendilerinde gözgöre kavi bir düşmana Otuz SCTiCmİT kadit1., erkek mü­dafaa ettiler. Cezayir yirmi seneden beri bir devri şeamet yaşıyor .Zavallı Fas on senedir ki Fransız işgalini tanımıyor ve silâhını teslim etmiyor. Trablus bir avuç kahramaniyle aynı cidal içindedir. Bugün İslâm âlemi­nin her bir köşesi silâhından tamâmiyle mahrum bir hâlde iken zulüm ve ziyanımı boyunduruğunun atmak için isyan ederken Abbasî ve Fatımiye hilâfetlerinden Selçukî Türklerinden beri hemen bin yüz seneyi müteca­viz bir zamandır İstiklâl ve Hürriyet ve Din için gaza eden büyük milleti­miz Asya'nın ve Islâmm Âlcmdân diye cihanşümul bir şöhreti olan mille­tiniz halâsı canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler.Şevketpenah efendimiz millî müdafaamızı mübarek makam-ı hümâyûnları­na karşı bir isyan suretinde göstermek ve halkı iğfal için mütemadj ça-

lışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdımak ve düşman fütuhatına yolu açık bırakmak istiyorlar? Halbuki vuran da vurulan da hep sizindir. Hepsi aynı derecede sadık evlâdımzdır. millî müdafaamızı düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üstünden çckilnceye kadar tcrkedemcyiz. Her yeri bir büyük hakanımızın aşkı dinî ve âlisine mutantan mchip bir delil olan İstanbul mabedleri etrafında düşman askerleri öz vatanın topraklan üstünden yad adamlann ayaklan çekilmedikçe mücahcdemiz­de devam etmeye mecburuz. Cenab-ı Hak analarının yurdunu koruyan halife ve hakanının şeref ve istiklâli için uğraşan evlâdlanmzla beraber­dir. Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak ecne­bi esareti bahasına nail olacağımız huzur ve saadete bin kere müraacahtır. Padişahımız kalbimiz hiss-i sadakat ve ubudiyetle dolu, tahtımızın etra­fında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. İçtim­âin ilk sözü Halife ve Padişaha sadakat olup Millet meclisinin son sözü­nün yine budan ibaret olacağı sedde-i seniyelerine en büyük tazim ve hu­şu ile arzeder.

Büyük Meclis emriyle
Mustafa Kemal

Evet Millet Meclisinin ilk ve son sözü “Halife ve Padişaha sadakaııan ibarettir.”

Herhalde Milli Meclis bu duygusunda Samimidir. Ve Mus­tafa Kemal bu duygulan ifade etmektedir.

Milli devleti var kılan iradenin hükmü budur: Rıza-i lillah.. Ve Ingilizlerm hedefi ise bu iradeyi yok etmektir!

ERZURUM’DA MUSTAFA KEMAL'E İLK İTİRAZLAR

Erzurum Kongresinin başkanlığı konusu ciddi tartışmalara sebcb olmuştu. Mustafa Kemal'in başkanlığına sağdan soldan itirazlar gelmeye başladı.

-Mustafa Kemal reisliğe seçilemez

-Hatta bu kongreye aza olarak dahi giremez

-Gece gündüz işret eder, Zevk-ü safaya düşkündür. Kongrc'nin riyasetine seçilmesi halk üzerinde iyi tesir yapmaz!

Mustafa Kemal'in özel hayatı daha o günlerde o çevrelerde de tartışılıyordu.

Bir grub Kazım Karabekir'in başkan olmasından yana idi. Ama asker olduğu için böyle bir durum sorun çıkarabilirdi. Faaliyetlerini sürdürmede, insiyatif kullanmada zorlanabilirdi.

Mustafa Kemal'in seçilmesi halinde ise İstanbul tepki gösterebilirdi.

Karabekir kendisi bu görevi istemekle birlikle bir çözüm de bulamıyordu.

Her kafadan bir ses çıkıyordu. Sonunda Şark Vilayetleri Müdafay-ı Hukuk Cemiyeti Erzurum şubesi 10 Temmuz 1919'da bir bildiri yayınlayarak Erzurum Kongresini toplantıya çağırdı ve Mustafa Kemal'i de Cemiyetinin başına geçmeye davet etti. Öte yandan Ccmiyet'in İstanbul'daki merkezi de kendi adına oy kullanmak üzere Mustafa Kemal'i vekil tayin etti.

23 Temmuz 1919'da başlayan ve 14 gün süren kongre

sonunda Damat Ferit bir bildiri ile Anadolu’da isyan çıktığını, bu hareketin men edilmesi gerektiğini duyurdu.

Kongre sonunda bir ‘Heyeti Temsiliye’ teşkil edilerek başı­na Mustafa Kemal geçirildi.

Bu ilk Millî Kongrenin Heyeti Temsiliye üyeleri şu isimler­den oluşuyordu

-Mustafa Kemal

-    Raif Efendi (Erzurum eski mebusu)

-    izzet Bey (Trabzon eski mebusu)

-    Servet Bey (Trabzon eski mebusu)

-    Nakşibendi tarikatı şeyhi Fevzi efendi

-    Bekir Sami Bey (Beyrut eski valisi)

-    Saduliah Efendi (Bitlis eski mebusu)

Hacı Musa Bey (Mutki aşireti reisi)

-    Rauf Bey

Bu isimlerin çoğu daha sonra unutulup gitti

Zaten bu isimlerin yansı Sivas kongresinden önce memle­ketlerine dönmüştü. Saduliah bey ortalıkta gözükmüyordu, Hacı Musa bey Aşiretinin başından ayrılmak istemiyordu. İzzet ve Ser­vet Beyler kongre biter bitmez Trabzon'a dönmüşlerdi. Sonuçta Sivas'a ançak şu beş kişi katılabildi.

-    Nakşibendi Şeyhi Fevzi Efendi.

-    Hoca Raif Efendi

-    Rauf Bey

-    Bekir Sami Bey

ve Mustafa Kemal.

Mustafa Kemal Sivas'a geldiğinde Fevzi Paşa da Mustafa Kemal'in tevkif etmek üzere Sivasa gelmiş.

Kazım karabekir bu konuda şu bilgileri veriyor:

“-Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar menfaat düşkünü ve haristirler. Fakat iyi bilici Mustafa Kemal başa geçerse ilk işi seni yoketmek olacaktır. İsmet Bey (İnönü) ve Samsunlu Şefik Bey de, birçok kimse de bu düşüncededir. Mustafa Kemal'i yakalamak ve götürmek vazifemdir. Mani olma, bırak İstanbul'a götüreyim."

diyor.

Kazım (Karabekir) Paşa devamla Fevzi Paşa'yı vatan ve millet kaygusu ile ikna ettiğini ve Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşa ile barıştırıp, öpüştürdüğünü anlatıyor. Sivas'ta da kongre başkanının kim olacağı tartışma konusu olmuş. Gizli oyla Mustafa Kemal’in başkanlığı onaylanmıştı.

Sonunda meclisin İstanbul'da toplanması yönündeki talepler de aşılarak 1. Meclis Ankara'da toplanarak doğudaki ha­rekelin mihveri Orta Anadolu’ya bağlanmıştı.

Kongre safahatı gösteriyor ku herşey çok aceleye getirilmiş. Hiç bir ön hazırlık yok Herkes aynı şeyi istiyor ama bu hedefe nasıl ulaşdacağı konusunda umuma açık bir proje yok. Halta bu hareketin koordinasyonunu gerçekleştirecek kadronun teşkili konusunda bile kimsenin bir hazırlığı ve fikri yok. Bu konuda Mustafa Kemal çok şanslı görünüyor. O ne islediğini ve kimin ne düşündüğünü biliyor.

Kongre delegeleri de birbirini tanımıyor.Yine de herkesin en iyi tanıdığı kişi mustafa Kemal. Herkes, hilafetçisi, Cumhuriyet eğilimlisi Mustafa Kemal'i kendine yakın buluyor.Herhalde tngilizlerin'de Mustafa Kemal'in hilafete karşı batı yanlısı tutum, davranış ve düşüncelerinden memnun olmaları gerekir. Bu ortamda Mustafa Kemal çok şanslı bir konuma sahip bulunuyor. Bu konuda İngilizlerin bölgedeki komiseri olan Rowlings'in raporlarının önemli rolü olsa gerekir.

YUNANLILAR NİYE İZMİR'E ÇIKTI?

Ingilizler ne yapacaklarını şaşırmış gözüküyorlardı. Belki hemen hilafeti ortadan kaldırıp Anadolu'yu işgal ettiklerini açık­layabilirlerdi. ABD ve Fransa da bu konuda İngiltercyi destekler­di. Hatta bu amaçla 100.000 kişilik 24 Tümen Yunan askeri silahandınltnış, İngiltere adına Anadolu'yu ele geçirmek üzen: hazırlanmışu. Bu arada Fransızlar doğuda, 50.000 Ermeniyi Amerikan' silahlarıyla donatmıştı. Ingilizler hilafeti ilga ve İstanbul'u ilhak etmekle bu işin bitmeyeceğini Anadolu'da muhakkak bir halk ha­reketi ile karşılaşacaklarım biliyordu. Üstelik hilafet merkezi ol­ması itibari ile İstanbul'un işgali hem Anadolu halkını, hem de İslâm alemini tedirgin ediyordu. Zaten Kudüs'ün Filistin toprak­larının işgali ile İngiltere İslam aleminde kendini yeteri kadar zor duruma sokmuştu. İngiltere, nasıl Filistin'de Arap milliyelçliğini Osmanlıcı!ık'a karşı bir alternatif olarak kullanmış ve bu güçlerin çıtuşması üzerine kendi iktidarını tesis etmiş ise, şimdi aynı şeyi İstanbul'da yapmak istiyordu, tngilizlcr'in saray içinde ve çevre­sinde zaten yeteri kadar dostu, (muhibbi) bulunuyordu. Hatta bun­lar örgütlenerek İngiliz mandasını savunuyordu. İstanbul'da as­ker, aydın ve bürokrat takımı ya doğrudan işbirliği içindeydi, ya da köşeye sıkıştırılmış, gözaltında bulunuyordu. Bu arada na­muslu Ûlcma vo askerler çoktan doğuya geçerek kurtuluş çareleri aramaya ve örgütlenmeye başlamışlardı. Osmanlı Ordularının büyük bir bölümü tasfiye edildiği için elde kalan son birlikler dağ­da toplanarak, doğu müslümanlannın maddi ve manevi desteği ile

işgale son verilme hesabı yapılıyordu. Öte yandan Sovyet devrimi 1 ile ortaya çıkan anti emperyalist potansiyeli yedeğe almak isteyen ı, Enver Paşa gibi dahiler Anadolu'nun kurtarılması yolunda alteri nailî Projeler üretiyorlardı. İngilizler şuna kesin inanmışlardı. Or• tadoğudaki askeri emrivakilerin hukuki bir statüye kavuşturulmaf $ı ve İslam ittihadının sona erdirilebitmesi için hilafetin ve padi1 şahlığın ilgası zorunlu idi. Ancak bu zorunluluğun ifası ingilizlcri, ‘ Anadolu Rum ve Ermenilcrini, Anadolu’daki halk ayaklanması karşısında çasesiz ve acz içinde bırakabilirdi. I. Dünya Savaşının sonuçlan korkunçtu. 1918 del. Dünya savaşı bilmiş itilaf devlet­lerinin 42.188.810, ittifak grubunun 22.850.000 kişiyi cepheye sürdüğü savaşta, İtilaf devletleri 22.104.209 kişi kaybetmişti.

Karşı tarafın kaybı ise 15.404.477 kişi idi. toplan 65.038.810 kişi­nin katıldığı savaşta, muharip göçlerin % 574si hayaunı kaybet­mişti. [.Dünya Savaşı'nın insan zayiatı 371.508.686 kişi idi. Fa­şizm ve, kapitalizmin insanlığa armağanı! Ingiltere'nin bu şartlar­da Türki’ye üzerinde yeni bir askeri maceraya gücü ve morali yok­tu. ingilizlerin bölgeye sevkedecek fazla bir askeri gücü yoktu. Yunanlılar ise bu konuda işi daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan j olma sonucunu doğurabilirdik. Bu durumda ingilizlcr’in elinde , tek koz kalıyordu, zayıf bir hilafet merkezi ve Anadolu’daki halk                 )

hareketi ile İstanbul'un arasını açmak. Bu arada İstanbul'u kulla! narak Anadolu'yu denetim altında tutmaya çalışmak Millî ci güç' teri kışkırtarak, Anadolu'da Milli'ci güçlerle hilafet yanlılarını ça­tıştırmak. Din önemli bir faktördü. Ne İngilizler, ne de Miniciler , açıktan dine karşı, hilafete karşı çıkmadılar. Hatla İşgal yıllarında bile ingilizler Ayasofya da ibadeti engellemeye kalkışmadılar! İn|' gilizler, hilafeti halkın eliyle tasfiye eunek ve sonuna kadar hilafet merkezinin denetimini elinde bulundurmak istiyordu. Sonraları f Mısır'daki Müslüman esirleri getirerek Hilafet ordusu adına bun­ları Minicilere karşı kullanmayı denedi, bu olmadı. Önceleri İngi­lizler bazı Paşaların Istanbul'un onayı ile Anadolu'ya geçmesine 1 zimnen yardımcı oldu. İngilizler İstanbul'u kullanarak İstan­bul'dan gidecek memurlar vasıtası ile iki amaç güdüyordu; 1-

Anadolu'daki Rum ve Ermenden: karşı Müslümanların baskısını önlemek. 2Dağınık bir şekilde denetimsiz Halk kurtuluş cephe­lerini belli bir merkezde toplayarak denetim sağlamak ve bu güç­lerle İstanbul arasında iktidar mücadelesi örgüdemek! Bu arada İngilizlcrin İstanbul dışına gitmelerine göz yumduğu bazı Paşala­rı, daha sonra geri getirtme çaba ve baskıları bu konuda bazı sinsi projelerin yapıldığını akla getirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki İngilizlerin Yunanlılar'ı İzmir'e çıkartmaları, Anadolu'da bir umut­suzluk tevlid ederek, doğudaki örgütlenmeyi daha olgunlaşma­dan boğmak, bu bölgedeki düzenli kuvvetleri ve Paşaların batıya intikalini sağlamak içindir. Yunanlıların işgal için gelmediği açıktı. Yakıp yıkıyorlar ve tek bir doğru çizgi üzerinde Anado­lu'nun içlerine doğru ilerliyordu. İstanbul işgal alunda olduğu için çaresizdi. Bu durum insiyatifin halk hareketlerine geçmesini ko­laylaştırdı. Böylece doğudaki güçler batıya kaydırılmaya başladı. Bunun güçlüğü ve mahzurları ortada idi. Bunun sonucu olarak millici güçlerin doğu müslümanlan ile irtibaüan kesiliyordu. Yi­ne Sovyet devriminin etkisi de izole ediliyordu. En önemlisi de Doğudaki Ermenilcrin ve Rumlann güvenliği teminat altına alın­mış oluyordu. Bir kısım aydınlar Ingiliz manditerliğini savunur­ken, bir başka grub Amerika'dan yana idi. Enver Paşa ise Komü­nist bir Türkiye için temaslarda bulunuyordu. Hatta özel olarak komünistlerle temas kuran özel bir komite Anadolu'nun komünist olması halinde Halife ve Padişahın konumunun ne olacağına iliş­kin bir rapor hazırlıyordu. Doğu'da bir Ermeni ve bir Kürt devleti teşkili konusunda ve Rumlarla ilgili bir takım düzenlemeler için Millici muhalefetin odak noktasının batıya kaydırılması zaruri idi. Yunalı işgali bu konuda önemli bir fırsat oluşturuyordu. Bu arada, doğudaki hareketin Orta Anadolu'ya aktarılması, İstanbul'dan il­tihakları artıracak, iki taraf arasında çatışma imkanları kolaylaştı­racaktı. Yunanlılar daha sonra «geldikleri gibi gittiler» ancak bu halkın vatanını korumadaki sarsılmaz karalılığı ve kapalı kapılar arkasındaki hala mahiyetini lam olarak bilmediğimiz siyasi pazar­lıkla oldu. Yunanı denize döktük mü, yoksa geldikleri gibi gemi­lere binip gittiler mi? Türkiye ile araşma sınır çizgisi bile sığma-

yan Mcis, nasıl Yunanlıların oldu?

Mustafa Kemal İzmir'e geldiğinde zaferi birRutn meyha­nesinde kutlayacaktı! Lozan'da iki ulusun kardeş olduğunu öğre­necek, liselerimizin ders programından Osmanlı ve İslam Tarihi’ni çıkartıp Yunan Medeniyet Tarihini zorunlu ders yapacaktık. Olan olmuştu. Yunan klasiklerini tercümeye başladık. Yeni Tür­kiye Cumhuriyeti batı kültürünün de temelini oluşturun Grek Kül­türünü kendisi için milad kabul ediyordu. Yasalar, kültür, giyim kuşam, sanat, yazı, kavramlar ve kurumlan ile Balı zorunlu tek is­tikametti aruk. Yunanlılardan savaş tazminatı bile istemedik. Va­tan kurtulmuştu ya o bize yeterdi. Halife hain ilan edilmiş ve bir İngiliz gemisi ile İstanbul’u ıcrkcımişti. Yoksulluk içinde geçen acılı günlerden sonra Yahudilcr bir zamanların Padişahının tabu­tuna haciz koymuşlardı. Vahdeddin hain değildi. Giderken Sarayı da yağmalanmadı. Hatta gemide okumak üzere saraydan getirttiği Kur'an-ı Kcrim'in alun mahfazasızın beytiil mal'ın olduğu için ge­ri göndermişti! Aç yaşadı ama onurlu öldü. Oysa İstanbul O gün­lerde nasıl bir yağmayı yaşıyordu. Abdulhamit zamanından beri İttihatçı Paşalar alıştıktan rüşvet ve hırsızlıkla devlet hâzinesini zor durumda bırakırken bir de İngiliz işgali yaşanmıştı. İzmir kur­tarıldıktan sonra 4 Ekim 1922’de Vakit gazetesinde yer alan bir habere göre Mustafa Kemal şöyle diyordu: «Artık bütün cihan bi­zimle bcrabcrdir.İnsaniycl bizimle beraberden İngiliz milletinin sağ duyusu bizimle beraberdir. İnsaniyet bizimle beraberdir. Hat­ta şimdiye kadar yanlış yola gitmiş olan bazı garp ricali bile niha­yet hakikati görmüşler, bizimle beraber olmuşlardır». Bu sözler, bir dönemin bittiğini, yeni bir dönemin başladığım gösteriyordu.

Jl

ı

|    I. MECLİSTEN CUMHURİYETİN İLANINA.

1. Meclisin yaklaşık 400 üyesinin 681 ûlema sımfındandı.

Bunun 62'sini bürokratlar 58'ini ise askerler oluşturuyordu.

Hukukçular 50, Ziraatçiler 39, Diplomatlar 37, İktisatçılar ve Eğitimciler 27şer, Doktorlar 18, Teknisyenler 2 sandalyeye sa­hipti.         .

Aslında bu rakam sürekli değişiyordu. İstanbul mcclisinden yeni iltihaklar oldukça onlar da Meclis oturumlarına katılıyor­du.

Sadi Irmak bir araştırmasında bu durumu şöyle anlatır:

 (Bak: Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt:3 Sayı:8)

23 nisan 1920'de ilk toplantısını yapan ve adı Türkiye Bü*        yük Millet Meclisi olarak tarihe geçmiş olan Millet Meclisi’nin birnumaralı kararı şöyledir;

“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu kene intihab edilen !       azalarla İstanbul Meclis-i Mcbusam’nından iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına karar verildi.”

Daha bu ilk toplantıda İstanbul'dan gelecek olan mcbusların kabul şartlan üzerine bazı tanışmalar geçmişti. Fakat sonunda

işgal edilmiş olan İstanbul'dan çıkıp Ankara'ya gelebilen bütün mebusların Mcclis'c kabulü kararlaştırıldı. Asıl tartışma bu yeni Mcclis'in mahiyeti üzerinde olur. İstanbul'dan gelen mebuslar arasında bulunan bir hukuk profesörü (Celâlcttin Arif) bu Mcc­lis'in meşruiyeti için bir kanun mesnedine dayanması lüzumunu ileri sürmüştü. Bu zata göre Türk mcvzuaUnda bununla ilgili bir hüküm yoklu. Ancak Fransız Anayasası'nda bulunan bir hüküm­den faydalanılabilirdi. Buna göre memleket işgal alıma alınır ve ( Meclis zorla kapatılırsa kurtulabilen mebuslar bir araya gelerek meşru bir meclis teşkil edebilirlerdi. Bir lakım samimî muhafa' zakârlar böyle bir Meclisin meşru olabilmesi için Müslümanların i halifesi ve milletin padişahı olan zatın muvafakatim almak gere; kirdi, Atatürk görülmemiş bir maharetle bu gibileri yatıştırmayı bildi ve dedi ki “İstanbul şeraitinin. Padişah ve halife ile no alenî ne de hususî ve mahrem temasa müsait olmadığını izaha, çalıştım.

Böyle bir temasla ne anlamak istediğimizi sordum” ve milletin isiklâl ve samimiyetini temin için çalışmakta olduğunu haber veri mek için de buna hacet yoktur. Padişah ve halife olan zatın da bunI dan başka bir şey düşünmelerine imkân var mıdır?

5 Eylül 1920’de kabul edilen 18 sayılı Nîsab-ı müzakere ka! nununun ilk maddesi şu hükmü taşıyordu:

IBüyük MilJct meclisi, hilâfet ve saltanı ün, vatan ve milletin istihî as ve istiklalinden ibaret olan gayesinin husulüne kadar ferait-i âliye dairesinde müst'mirren inikat eder.  

Sadi Irmak bu madde ile ilgili olarak şu akçıklamayı yapma zarureti duyuyor.

Bu birinci medde şüphe yok Atatürk'ün ilhamıyla benisenmişti ve bu madde Atatürk'ün zamanlama hususundaki dehasının canlı bir belge­sidir. Atatürk daha 1907'de hilafeti de, saltanatı kaldıracağını söylemiş­ti. Fakat 1907'de bunun günü gelmemiş, memleketin alıştığı ve kalben bağlı olduğu hilâfet ve saltanata yer vermek ve mücadele hedefleri ara­sında onları kurtarmak amacını göz önünûde tutmak zorundaydı. O gün­kü koşullarda milletin büyük çoğunluğu bu görüşteydi

4 Kasım 1920’de 47 sayılı kararla bakanların seçimine dair yasa değiştiriliyor 20 Ocak 1921'de de 85 sayılı yasa ile “Teşkilatı Esasi” yasası çıkartılıyordu.

Anık devletin teknik şeması onaya çıkmış, muvafıklar ve muhalifler belli olmuştu. Müdafaa-i Hukuk, Millet Meclisine de­ğil, Meclise hakim tek partiye dönüştürülerek, meclisin tek haki­mi olmasa da, meclise hakim tek partinin ömür boyu lideri olmak sureti ile cumhuriyetçilik adına, yeni, nev-i şahsına münhasır bir yönetim biçimi oluşturuluyordu.

1, Meclisin Özelliği

Mecliste 388 üyenin bulunduğu zamana göre yapılan mes­lek dökümünde Osmanlı'nm devamı niteliğindeki İlmiye, Kalemiyc, Scyfiyc (Alim, bürokrat, asker) ve diplomat toplamı 217'yi bulmaktadır ki, bu durumda bu meclisin Osmanlı Meclisinin de­vamı olduğu söylenebilir. Kaldı ki meclisin 1 numaralı kararı da bunu teyid etmektedir.

Sadi Irmak 1. Meclisteki fikir akımları ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir:

Hepsi vatan perver, hepsi fedakâr olan ve tarihî bîr görev yüklendiklerinin bilincinde olan Birinci Meclis üyeleri, şüphe yok, öteden beri memleketle yer et­miş fikir akımlarının etkisindeydiler. Zaman zaman egemenlik ve üstünlük kazan­mış olan bu fikir akımlan, İslamcılık, Osmancı hk, Türkçülük odaklarından geli­yordu. Aynça hilâfet ve saltanat makamlarının dokunulmazlığın] zorunlu gören guruplar yanında “kayıtsız şartsız ulusal egemenlik” tezine bağb, o zaman sayıca küçük de oka, bir grup bulunmaktaydı. Son yüzyılda İslamiyet, politik yorumlara tâbi tutulmuştu. Bunların kaynağı Kuranda bulunan bir ayetin farklı yorumlara bağlanmasından geliyordu. Bu ayetin anlamı şuydu: “Kuru ve yaş hiçbir şey yok­tur ki bu kitapla yer almamış olsun”.

Yasama, yürütme ve yargı sorumluluğunu da üzerine alan meclis yürütmede karşılaştığı pratik sorunları çözmek için 25.4. 1920'de “Kuvvet-i İcraiye” teşkiline karar verecektir.

Böylecc iktidar yapısının yavaş yavaş oluşmaya başladığı görülmektedir.

30.10.1922 tarih ve 397 sayılı kararla meclis İstanbul'dan bağımsızlaşma yolunda bir adım daha atmıştır:

“Osmanlı İmparatorluğunun münkariz olduğuna ve Büyük Millet Meclisi Hükümetinin teşekkül ettiğine ve yeni Türkiye hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim olup onun hudud u millî dahilinde yeni vârisi olduğuna ve Teşkilât-ı Esasiye Kanunuyla, hukuk-u hükümranı, milletin nefsine verildiğinden İstanbul'daki padişahlığın madüm ve tari­he nıüntakil bulunduğuna ve İstanbul'da meşru bir hükümet mevcut ol­mayıp İstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisi’ne ait ve binaenaleyh oraların umıır-u idaresinin de Büyük Millet meclisi memurlarına tevdi edilmesine ve Türk hükümetinin hakkı meşru olan makam ı hilafeti esir bulunduğu ecnebilerin elinden kurtaracağına karar verildi.”

Birinci Meclis tam bir halk meclisi idi. Din alimleri, şeyhler, ağalar, askerler, aydınlar, bürokratlar herkes vardı.

1. Mecliste Din alimlerinin ağırlığı açıktı ve Meclis tam an­lamı ile dini törenlerle açıldı. Tekbir sesleri, kelime-i tevhid yazılı yeşil bayraklar, hatimler, dualar...

1. Meclisin dinî ağırlığı, Ankara'yı İstanbul'a karşı daha • şanstı duruma getirmişti. Artık İstanbul köşeye sıkışmış, alim, ay­dın, bürokrat,asker desteğini yitirmişti. İstanbul sadece birkaç Un­van ve isimden ibaretti. Daha sonra hızla Örfi İdareye geçildi. Takrir-i sukun ve İstiklal Mahkemeleri yolu ile ve meclisteki bir takım yeni düzenlemelerle meclisin dini karakteri değiştirildi. 2. Meclisin yapısı oldukça değişikti.

1. Meclis, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ortaya çıkan halk sözcülerinden başka, tüm Anadolu’daki halk kurtuluş savaşı Önderlerini bağnnda toplamışa. Bu kadar farklı kişi.grub ve görüş bağlıları arasında bir konsensüs zordu. Şimdi meclise hakim olan geleceğe yön verecekti. Meclisteki ihtilaflar ve İstanbul'un tavrı üçlü bir çalışmayı getirdi. İstanbul, Ankara ve çeteler ihtilafa düş­müştü. Şimdi Din ve siyasi güç Ankara'da idi. Askeri güç ve fetva gücü ile İstanbul ve Anadolu'da'ki, daha önce işgal kuvvetleri ile savaşan çeteler Ankara'ya boyun eğdirildi.

İstiklal Harbi'nin birinci safhası, dinin ve vatanın salahı için beynel İslam bir halk savaşı idi. Türk, Arap, Çerkez, Kürt, Accm.Hint, Tacik, Türkmen herkes vardı. Kadın erkek, çocuk, yaşlı, din alimi, asker, bürokrat, aydın.Ankara hükümeti teşkil edildikten sonra hükümet kuvvetleri üç güçle savaştı:

İşgalciler, İstanbul ve muhalif halk hareketleri.

Ankara galibti. Zaten başka türlüsü olamazdı. Yeni Ankara hükümetinin asli karakterini Lozan anlaşması ve buna bağlı gö­rüşmeler belirleyecekti.

Kurtuluş Savaşı bitip Cumhuriyet kurulunca artık din ve hi­lafet bir yük olarak görülmeye başlanmıştı. Yeni Türkiye aydınlık ufuklara ilhamını gökten alan bir güçle değil, Atatürk ilke ve inkılablanndan güç alan bir irade ile yönetilecekti. Hedef, muasır me­deniyetin üzerine çıkmaktı.

-Muasır Medeniyet!..

MASADAKİ SAVAŞ

Mustafa Kemal 1919’dan itibaren, bütün siyasi hayalı bo­yunca bir asker olarak değil bir politikacı, bir diplomat gibi hare­ket etli.

Masabaşı savaşında Enver Paşa'yı da, İstanbul'u da bozguna uğram. Muarızlarını susturdu. İşgal kuvvetleri ile olan mücadele­sinde sistemli bir şekilde, şiddet ve silahtan kaçındı. Her zaman bu güçlerle yakın bir diyalog içinde olmaya büyük Özen gösterdi.

Meclisteki rakiplerini dize getirmede ya da isyanlar konu­sunda ayni taktiği uyguladı. Hep bir dengeci olarak kaldı. Ve bu denge üzerinde hareket ederek önemli işler başardı.

Mustafa Kemal mücadele hayatı boyunca hep enformatik gücü elinde bir silah gibi kullanarak başarıya doğru yürüdü. Bu konuda ilişki içinde olduğu çevrelerden büyük bir destek gör­dü.

İstanbul'la girdiği savaşla ikili bir melod izledi. Bir yandan hilafeti korur gibi göstermesine rağmen, öte yandan halifeye karşı mücadeleye girişli. Halifeye rağmen hilafet savunuculuğu idi ya­pılan iş.  '

Ankara ve İstanbul uleması kendilerinin Hak yolda oldukla­rını isbadamak için Fetvalar yayınlıyorlardı. İşin ilginç yanı her iki taraf ta Hilafeti savunuyordu.

Ankara ve İstanbul din adına kendinin meşruiyetini isbatlamaya çalışıyordu. Aşağıda bu ilginç hesaplaşma ile ilgili belgeleri

bulacaksınız.

İstanbul Fetvası

Scbeb-i nizam-ı âlem olan halife-i İslâm edamullahıtaala hilâfetle ilâycvmülkıyam hazretlerinin tahc-ı velayetinde bulunun bilâd-ı Islâmiyede bazı eşhas ı şerire ittifak ve ittihad ve kendilerine rilesa intihab ede­rek leb’a-i sadıka-i şahaneyi hiyle ve tezvirat ile iğfal ve idlâle ve bilâ emir âl-i ahaliden asker cem’ine kıyam edip zahirde askeri iaşe ve teçhiz baha­nesiyle ve hakikatte ce-i mal sevdasiyle hilaf-ı şer'-i şerif ve mugayir-i emir-i munif ve bu veçhile ibadullaha zulmü ityad ve tecrime cesaret ve memalik-i mahrusatun bazı kurra ve belâdına hücum ile tahrib ve hâk ile yeksan ve tab'a-i sadıkadan nice nüfus-ı masumeyi katil ve itlaf ve dima‘-i ilmiye ve askeriye ve mülkiyeyi hodbehot azil ve kendi hempalarını nasb ve merkez-i hilâfet ile memalik-i mahrusamn muvasalat ve münakalat ve muhaberatım kat' ve taraf-ı devletten sadır olan evamirin icrasını men ve merkezî diğer memaliktentecrid ile şevket-i hilâfeti kesir ve lehvini kas1 dederek makam-ı mualla-yı imamete ihanet etmekte itaat-i imamdan hu­ruç ve devlet-i âliyenin nizam ve intizamım ve bilâdm asayişini ihlâl için neşir ara ciyf ve iş'aa-i ekazip ile nâs-ı fitneye saik ve sai-i bilfesad olduk­ları zahir ve mütehakkik olan rüesa-yı mezburun ile ihvan ve ittiba-ı bagiler olup dağılmaları hakkında sadır olan emr-i âliden sonra hâlâ inad ve fesadlarmda İsrar ederlerse mezburların habasetlerinden tathir-i bilâd ve şer ve mazarratlarından tahlis-i ibad vecib olup fıkatelû celti mebgi hatta ilâ emrullah nass-> kerimi mucibince katil ve kitalleri meşru ve farz olur mu?

Beyan buyurula.

Evcevap: Allahu tealâ a'lem olur.

Bu suretle memalik-i mahrusa-i şahanede harb ve darbe kudretleri bulunan Müslümanlar imamı âdil halifemiz sultan Muhammed Vahideddin hazretlerinin etrafında toplanıp mukatele için vaki olan davet ve emri­ne icabet ve bigat-ı ınczburun ile mukatele etmeleri vacib olur mu beyan buyrul a.

Elcevap:

Allahutealâ a’lem olur.

Bu surete halifenin esakirinde olup da bigatı katledenler gazi ve bigal tarafından katil olunanlar şehit ve müsap olurlar mı?

Beyan buyrul a.

Elccvap; Allahutealâ a’lem olurlar.

Bu surette bigat ile muharebe hakkında sadir olan emr-i sultaniye itaat etmeyen Müslümanlar asem ve tazir-i yer'iyc müstahak olurlar mı. beyan buyrurula.

Elccvap: Allahutealâ a’lem olurlar.

Ketebeıül fakir Dürrizade Esseyyid

Abdullah Afi Anhümâ

Feteva-yı Şerife

Sebeb i nizam-ı âlem olan hilâfet-i müslimin idamullah-ı hilâfete ve şevkete ilâyevmüdin hazretlerinin makam-ı hilâfet ve makan-ı salta­natı olan İstanbul cmirülmümininin hilâf-ı m arazisi olarak ada-yı müsli­min olan düvel-i muhasama tarafından fiilen işgal edilerek asakir-i Islâmiye eslâhasmdan tecrid ve bazıları bîgayr-ı hak katil ve makarr-ı hilâ­fetin muhafazasını kâfil bilcümle istihkâmat ve kıla' ve vesait-i harbiye-ı saire zabıt ve muamelât ı tesmiyeyi tedvire ve cüyuş mülimini teçhize memur olan Bâbıâli ve Harbiye Nczâreti'ne vaz'-ı yed edilerek halifeyi menafi-i hakikiye-i milleti zamin tedabir ittihazından fiilen men ve idarei örfiye ilân ve divan-ı harbler teşkil ile İngiliz kavninine tatbikan muha­keme ve tezciye etmek suretiyle halifenin hakk ı kazasına müdahale ve kezalik hilâf-ı marazi-i hilafetpenahî olarak ecza yı memaliki Osmaniyeden İzmir ve Adana ve Maraş ve Antcp ve Urfa havalisine düşmanlar tara­fındım tecavüz ederek ıeb'a-i gayr-ı müslime ile biliştirâk îslîları katliâm ve inalları nehb ve garet ve mukadderatına tecavüz ve mukaddesat-ı müslimini tahkir eder olduklarında bervech-i meşruh manız-ı hakaret ve esa­ret olan halife-i müsliminin istihlâsı hususunda kudret-i mümkinelerini sarfetmek bilûmum müslimine farz olur mu?

Elccvap: A’lcm-i Allahuteala olur. (Velcihad-ı farzı ayn en hücüluduv ve tahrülçülmerat velabdu bizizni zevcüha ve şeyde “Keza, filkünz ve fılbezaziyc” imarettin müslimetün ve beytemmeşrik vecbi ala ehlülmağrib tahlisuha minclsiraten Keza filbahrülraik).

2-       Bu surette hukuk-ı meşruasını hilâfetin kudret-i mağzubesini istirdat ve bifiil maaruz-ı tecavüz olan memalik-i mezbureyi düşmandan

talhir için mücadele ve mücâhede eden cumhur I MÜSLİMİN ŞER'AN BAĞî OLURLAR MI?

Elcevap A’lemi-i Allahutealâ olmazlar. (Elbegati kavm-i müsli­min harcuvan an talin elimamülhak bigarıhak ("keza fimecmuaulenher”).

3-     Bu surette vech-i muharrer üzere hukuk-ı mağzube-i hilâfeti istirdad için düşmanlara karşı açılan mücahedede vefat edenler şehit ve berhayal olanlar gazi olurlar mı?

Elcevap: Alem i Allahutealâ olurlar. (Elşehit min hatle ehlülharb velbağı ve kıtaut tarik o vecdi fînıariketi ve beydiye eser ve katle müslim zulmen lemyeceh bikatle deyyite ve keza eza katle zemi ve lemıecep bikatli deyyite. Keza filzeyli)

4-     Bu surette mücâhede ve vazife-1 diniyesini ifa eden cumhur-ı müslimine karşı düşman tarafından bilitizam müslimin beyninde ika-ı katlederek islim ali silâh eden müslimin şer'an ekber-i kebair-i mürtekip • ve saibilfesad olurlar mı?

Elcevap: A'lem-i Allahutealâ olurlar. (Kalullahı taala ve ülfetne eşeddü m incik ali dayettilfimc yesruu ileyha ehlülfesad "Keza fethalkadir”).

5-     Bu suretle düveli muhassamanm ikrar ve iğfali ile vakıa ve ha­kikate gayr-ı muvafık olarak sadır olan fetvalar cumhur-ı müslimin için Şer'an muta' ve mamülü aleyha olurlar mı?

Ecevap: A'lem-i Allahutealâ olmaz? (Elikrahu yedemülarzi Keza fivvelülccyh).

Müfti-i Ankara

Melımet Rıfat

Konu ile ilgili olarak bir Hatt-ı Hümayun ve buna bağlı ola­rak bir de Hükümet bildirisi yayınlanmıştır.

Bu kargaşa ortamında halkın çaresizliği ortadadır.

Ankara o gün, hilafet merkezine rağmen Hilafeti savuna­rak, hilafetin meşruiyetini tartışma gündemine getirirken, farklı dini telakki ve fetvalarla müslümanlar fiilen çaresizliğe mahkum ediliyordu.

Taraflar karşılıklı olarak birbirini İngiliz, mıthibiiği, işbirlikçiliği ile suçlarken sonuçta bu durum Irıgilizleri memnun edi­yordu. ingilizlcrin Hilafeti yokettnek , İslam alemini çaresiz, bı­rakmak için çalıştıkları açıktı!

Masabaşında cereyan eden bu savaşla fngilizlerin rolünü göstermesi bakımından Kazım Karabckir'in hatıraları arasında yer alan bir belge dikkat çekicidir. Ingilizler, müslütnanlar arasın­da fıtnç ve fesadı örgütlemek için var güçleri ile çalışıyordu. Rawson bir yandan Mustafa Kemal'le iyi ve yakın ilişkiler kurarken öte yandan fetva dağıtıyordu!

20'de Trabzon'dan gelen bilgiler

“19 May ıs'la Trabzon limanına gelen İngiliz lorpitostından evvel­ce Trabzon konirol subaylığında çalışmış olan (eğmen Babvcl beraberin­de üç sandık olduğu halde iskeleye çıkmış ve sandıkların Rawlison'a gön­derilmek üzere vilâyete teslim edeceğini söylemiştir. Sandıkların üzerin­de görülen bir pakel iskeledeki memurlarımız tarafından açılarak fetva, beyanname hâtt-ı hümâyûndan ibaret basılı beyanname olduğu görülerek gizlice alınmış ve vilâyete gönderilmiştir. Takip memurlarımız vali yanı­na gitmek üzere iskeleden ayrılan Babvel'in Amerika, Fransa temsilcilik­lerine uğradığı ve yolda tesadüf etliği çocuklara üzerinde taşıdığı beyann­ameden verdiği görülmüş ve toplanmıştır.” Aynı zamanda gelen ikinci şifrede de bildiriliyor: «Albay Hacı Hamdi Bey Perşembe günü20 Ma­yıs Erzurum'a hareket etmek üzere dün 18Mayıs'labir maaş almış veba­na da vesait için müracaat ederek Perşembe günü için fayton hazır edile­ceği de kendisine bildirilmiştir. Hacı Hamdi Bey bugün 19 Mayıs 1920 öğleden som a limandaki İngiliz torpidosundan dışarıya çıkarılmış ve In­giliz sandalına atlayarak torpidoya kaçmıştır. Ingiliz sandalı Fransız kon­soloshanesi hizasındaki Değirmendere cihetinde bir iskeleye yanaşmış­tır. Hamdi Bey gezer bir iskeleye gelmiş ve ansızın sandala atlamış ve derhal Ingilizler tarafından iskeleden ayrılan sandalla torpidoya götürül­müştür. Hacı Haindi Bey Erzurum'a harekete edeceğine dair söz verdiği ve para da aldığı halde böyle bir adiliğe cüret edecek kadar alçak bir tıyne­te sahip olduğu pek de hatıra gelmemişti. Dalla sonra Büyük Millet Mec­lisihin açılışı dolayısıyla kendisinin Erzurum'a gitmesine lüzum kalma­dığını ifade eylemiş ve Erzurum'a hareket edeceğini söylemiş. İngiliz torpidosiylc kaçtığı duyulunca büyük bir nefret uyandırmış ve her ağızdan lanet okunmuştur.»

Hacı Hamdi'yi gazetelerle ve tamimle halka ve birliklere teşhir ve Büyük Millet meclisi Başkanlığı'mı da bildirdim.

22 Mayıs istihbarat tamimi:

Erzurum

22 Mayıs 1920

İNGİLİZ MUHIB'LİĞİ VE MUSTAFA KEMAL

İlginçtir, Halife İngiliz yanlısı olarak tanıtılır. Öyle ya bir İngiliz gemisine binip «kaçmadı mı?»!

Mustafa Kemal ise İngilizlcrc karşı verilen savaşın kahra­manıdır.

Kurtuluş Savaşı öncesi ve soması günlerde bir dizi kuruluş ortaya çıktı. B u kuruluşların bir kısmı İngiliz, bir kısmı Amerikan yanlısı. Kimi Alman sempatizanı, kimi hilafet yanlısı!

Tam bir curcuna

Bir yandan Karakol Cemiyeti, Güneş Grubu, Hamza Grubu gibi illegal örgütler, öte yanda Ttideiyede Komünist bir devlet kur­ma hayalleri... Kuşkusuz bunlar arasında Müdafaâi Hukuk-u Islamiye ile İngiliz Muhibleri ilk şuayı almaktadır.

İngiliz Muhibleri Cemiyetini «İngiliz Dosluk Cemiyeti» şeklinde tercüme edebilir miyiz? Bu güuki şekli ile TürkIngiliz Dostluk Cemiyeti bir bakıma dünün çok tartışılan Milli Direniş Karşıtı bir örgütün devamı değil mi?

Artık İngiliz Muhibbi olmak suç değil, Aksine bir ayrıca­lık!

O günkü İngiliz Muhibleri arasında kimler yoktu ki, eski Beyoğlu mutasarrıfı Ihsan Bey, Erkan-ı Harbiye Generali Ahmet Hamdi Paşa, Yazar Ekrem Bey, Adliye müfettişi Emin Ali Bey, Deniz Albayı Enver Bey, Tüccardan Tevfik Canan Bey, Celal Dino Bey, Hukukçu Çelil Bey, Mutasarrıflık Personeli Cemal Bey, Hukukçu Hakkı Bey, Matbaacı Saim Bey, Mutasarrıf Safvel

Paşa, Muallim Ali Rıza Bey, Ders-iam Abdül Mü minin Efendi, Miralay Abdülrauf Bey, Mutasarrıf İzzet Paşa, Nazım Hikmetin dedesi Vali Nazım Paşa, Komiser Nebil Ziya Bey, Vali Nüzhcl Paşa, Miralay Mehmet Galib Bey, Nazım Hikmet'in Annesi Ayşe Cclile hanımın da aralarında bulunduğu 8 kadın, örgütün aktif ka­dın üyeleri arasında yer alıyordu.

Örgülün ilk yönetim kurulu üyeleri arasında kimler yoklu ki, Defter-i Hakani Emini Adil Beyefendi fahri başkandı! Nazım Hikmetin dedesi Selanik eski Valisi Mehmet Nazım Paşa 1. başkandı. Padişah divanı başkatibi Ömer Ziyaeddin Efendi de yöne­timde idi.

Öte yandan 4 Aralık 1918'de kurulan Wilson Prensipleri Cemiyetinin kurucuları arasında Halide Edip, Yunus Nadi gibi isimler bulunuyordu.

O zamanki Osmanlı aydınlanma bürokratlarının ve asker­lerinin hali!

Kimi Sovyet, kimi Amerikan, kimi İngiliz mühibbi. İngiliz Mühibleri Cemiyetinin kurucularından Said Molla şöyle diyordu: “Osmanhlar, eski Türkler ancak İngiliz Kavmi necibinin samimi müzaheretiyle temini hayat ve refah edebilir”

Damat Ferit'e göre, Fransa çürümüş, Amerika acemi bir sö­mürgeci, En iyisi İngiltere idi!

Ingilizler bir yandan, Saraya yakın durur ve bunu ilan eder­ken, öte yandan millici güçlerle temasın yollarını arıyorlardı!

Her ne kadar Fransa da bu arada devreye girerek Haziran 1919'da «Fransa-Türkiye» Cemiyetini devreye soktu ise de alı alan Üsküdarı geçmişti. Refii Cevat Ulunay o günlerde 20 Mayıs 1919 Sah günü faaliyete geçen İngiliz Mühibleri Cemiyeti ile ilgi­li olarak 21 Mayıs 1919 tarihli Alcmdar'da şöyle yazıyordu: “tngilizleri İsliyoruz! İngiltere ile hareket ederek asri düşünce ile mü­cehhez bir Türkiye olalım. Çünki kuvvet Nur'dur. Nur ise irfan­dır! . İngiliz dostluğuna azami bir kıymet ve ehemmiyet veren bil cümle Osmanlıdan mürekkep olmak üzere İngiliz Mühibleri Ce­miyeti teşekkül etmiş..."

Bir yanda İngiliz Mühibleri, öte yanda İtilaf ve Hürriyetçi-

ler, Wîlson Prensiplerini savunanlar öteyandan, Komünizm yan­lıları, hem kendi arasında çatışıyor, sonra hepbirliktc Osmanlı ile savaşıyorlardı!

İstanbul'da İngiliz Muhibleri var güçleri ile çalışırken, An­kara’da da “Azrn-i Milî Cemiyeti” örgütlenecekti.

Öte yandan “Askeri Nigehban ve Kızıl Hançerdiler” “Ce­miyeti Ahmediye”, “Taali-i İslam” gibi Cemiyetler de mevcut ör­gütlerin bölünmesi ile hayat kazanıyordu.

11 Nisan 1920'de İstanbul'da Meclisi Mebusa'nm feshin­den sonra Ingiliz Muhibleri verdikleri bir jurnal listesi ile İngiliz muhibbi olmayan, mebus, asker, aydın, bürokrat birçok kişi İngilizler tarafından tutuklanarak Malta'ya sürülecektir. Tuluklananlar arasında İttihat ve Terakkiciler de ağırlıkta bulunmaktadır, ingilizlerin bu siyaseti, Ankara’yı önemli ölçüde rahatlatmış, Anka­ra hükümeti üzerindeki baskılan hafifletmiştir!

Herhalde, Malta sürgünleri olayı gerçekleşmediği varsayı­mını esas alsa idik, Mustafa Kemal'in işinin hayli güçleşeceğini söylemekle olmayacak bir şeyi iddia etmiş olmazdık.

Daha sonra sürgünden gelenlerin önemli bir kısmı Anka­ra'ya gelerek harekete katılmışlardı. Ancak ilk günler eğer bu sür­gün olayı yaşanmamış olsa idi, herhalde Ankara'daki Meclis Mus­tafa Kemal'in başkanlığında İstanbul Meclisinin devamı niteliği kazanmış olacak. Gelen politikacı, asker ve bürokratlar yeni siyasi yapıda yer isleyecekti!

Yeni Ankara hükümetinin teşkilinin ardından Ali Kemal'in 18 Kasın 1922 de linç edilmesi ile Ingiliz Muhibliği de sona eri­yordu, Aslında Ab Kemal’in linçi önlenebilir ve konuşması sağla­nabilirdi! Ama İngiliz Muhibleri yeni Türkiye'de Ingiliz Muhibliğinin yeniden saygınlık kazandığını görmeden, Lozan'da belirle­nen 150'likler listesine dahil edilerek sınır dışına çıkarılacaktır!

Mustafa Kemal Hakkındaki Değerlendirmeler,

Mustafa Kemal'in Yıldızı ne zaman parladı?

29 Ekim 1918'de Bahriye Nazın Rauf bey Limni adasında demirlemiş bulunan Agamemnon gemisine çıkıp, bil gün sonra burada Mondros mütarekesini imzaladığı gün. O günün popüler isimleri, Genç Osmanlı Paşaları Talat, Enver ve Cemal Paşalar bir Alman gemisi ile Anadolu'ya geçmek, doğuda kurtuluş hareketini örgütlemek amacı ile doğu Karadeniz'e çıkıyorlardı, 13 Kastın'da ise 60 gemilik bir itilaf donanması “geçilmez” denilen Çanakkale Boğazı’m geçerek İstanbul Limanına demir atıyordu!

Fransızlar, Mustafa Kemal'in geleceğinden ümitli değildi. Daha doğrusu, Fransızlar değilde İstanbul'daki Fransız Yüksek Komiseri o günlerde farklı düşünüyordu. Mustafa Kemal'le yapa­ğı bir mülakattan sözeden bir gazeteciye, Yüksek Komiser şöyle diyecekti:

-ilahi bcyciğim, o general Mustafa Kemal'le gevezelik et­mek te nereden kafanıza esti, O mankafanın tekidir. Burada onun esamesi okunmaz!

Kuşkusuz Madam Corienne böyle düşünmüyordu. Yoksa niye ödüllendirilsindi ki!

Mesela İngiliz Genel Kurmay Başkanı Feld Maraşal Sir Hanry Wilson 1913 yılında hazırladığı bir raporda Enver ve Ce­mal Paşalar hakkında olumsuz mütalaalar serdetliklen sonra o günlerde, daha kimsenin dikkatini fazla çekmediği bir zamanda, albay rütbesine sahip bir subayı işaret ediyordu. O Mustafa Ke­maldi!

-Mustafa Kemal adında genç bir kurmay albay var. Kendi­sini gözetleyin çok ileri gidebilir (Bkz. Atatürkün Hastalığı AKDTYK yayını -1989 Türk Tarih Kurumu)

Mustafa Kemal Çanakkale'de İngilizlerle savaştı. Kurtuluş Savaşında cephedeki düşmanın elinde İngiliz silahı, sırtında İngi­liz elbisesi, cebinde İngiliz parası ve kışkırtması vardı.

Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı boyunca doğrudan doğru­ya cephede İngilizlerle karşı karşıya gelmedi.

Yunanistan'dan savaş lazminaü istemedik. Adalar ve özel­likle Meis konusunda bile yendiğimiz ulusa karşı muzaffer bir ül­ke gibi değil dostça yaklaştık. Okullarımıza Yunan Medeniyeti

Tarihini zoruniu ders yaptık!

Mustafa Kemal’in İngilizlere karşı duyduğu sıcak ilginin ötesinde İngiliz ve Fransızların Mustafa Kemal muhibliği onun son günlerinde iyiden iyiye kendini dışa vurmaya başlamışa.

Fransız içişleri bakam gazetelere verdiği mülakatta “Fran­sa ve sulh için sonsuz ve acı bir kayıp” olarak niteliyordu Mustafa Kemal'in vefatını. Fransadaki büyükelçimiz ise şöyle diyordu:

“Türk milletinin kurtarıcısı büyük Atatürk ölmemiştir. Ata­türk layemuttur. Fani olan vucududur...”

> B.N. Şimşir, konu ile ilgili eserinde bu durumu şöyle ifade ediyordu: “Kara haber üzerine Atatürk'ün eski Fransız dostlan da vurulmuşa döndüler.” Fransız Generali Mougin, onun için “Bü­yük dost” diyordu!

Mustafa Kemal'i “taparcasına seven” Ermeni , Musevi, Bulgar ölümü ile yas tutuyordu!

Fransız elçisi ise şöyle diyordu: "Onu gelmiş geçmiş bütün devirlerin en büyük adamlarından biri sayarım.”

Kuşkusuz baülılan Mustafa Kemal'e hayran bırakan bir çok şey vardı. Mesela fikirleri. Biryabancınm gözlemlerine göre “ra­kamlarla anlatılmayacak hiç bir şeyden hoşlanmaz, mistiklerle halifelerle, din adamlarıyla mücadelesinde hararetli taraftarı ol­duğu akılcılığı etkin kılmakladır. Şöyle demektedir:

-İlk defa Kur'an-ı Türkçe'ye çevirttim. Muhammedin hayaünı da halk bilsin. Günden güne camilerin boşaldığına şaşıyorsu­nuz. Oysa kimse camileri kapatmayı düşünmüyor. Nedeni şudur ki, Türk aslında Müslüman değildi. Bu çoban millet yalnız güneşi, yıldızlan, bulutları düşünür. Bu bakımdan öteki dünya çifçilerinden hiç farkı yoktur. Türk tabiattan başka bir şeye tapmaz!

Mustafa Kemal'in ölümü İngiliz basınında olağanüstü bir ilgi ile karşılandı. Sayfalar dolusu anılar, notlar, belgeler, yorum­lar yayınlandı. B.N. Şimşir Türk Tarih Kurumu yayınlan arasında 1989 da çıkan kitabında bu yankıları özetlemiş. Bu özetten kısa alıntılar yapmakta yarar olsa gerekir.

“Sokaktaki İngiliz Atatürk'e hayrandı. Lord hayrandı. Eski muharip hayrandı. Gazetecisi, Profesörü, Tüccarı, Diplomatı, hepsi hayrandı."

“O dünyanın tanıdığı en büyük adam” dı. “Dünya en büyük barış ve ilerleme faktörünü kaybetmişti. İngiltere de büyük ve Gü­venilir bir dost!” (B.N. Şimşir TTK. 1989)

Mustafa Kemal, Resmi tarihe göre her yerde her zaman İn­gilizlerle, Fransızlarla, İtalyanlarla savaştı. Bir askerdi. Ömrü sa­vaşlarda geçmiş gözünden yara almış, kaburgaları kırdmıştı.

Yine de düşmanlarını hayran bırakmış onların dostluğunu kazanmıştı. O çarşafı kaldırmış, hilafeti, Osmanlı devletini yok et­memiş mi idi?

Asalardır bauya karşı bir tehdit oluşturan güçlü bir devletin enkazından şimdi bir dost ülke çıkarmıştı!

“Atatürk çağımızın en büyük adamlarından biriydi. Başar­dığı işler muazzamdı. Eski Osmanh İmparatorluğunun yıkınüsmdan, kaosundan, çürüğünden 20 yıldan az bir zaman içinde çağ­daş, iPaşa ve güçlü bir Türkiye yarattı!”

The Evening News 10.11.1938

Gazete daha sonra şu görüşlere yer veriyordu:

“Mustafa Kemal Paşa veya Kemal Atatürk, ‘Türkiye'yi Ba­tıklaştıran, Türk kadınlarını peçenin köleliğinden kurtaran adam­dı Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanıydı. Sarışın saçlân, mavi gözle­ri ve ince dudaklarındaki gülümsemesiyle Batı Avrupalı bir tipi andırıyordu, ‘hemen hemen An soyundandı.' sertü, yurtseverdi. İdeolojisi ve felsefesi ‘Türkiye Türklerindir’ düsturuna dayanı­yordu. Teorisyen değildi. ‘Asla ne sosyalistli, ne de anti sosyalist’. Son yıllarda en önemli dış ilişkileri Rusya ve İtalya ile olmuştu. Esrarengiz bir kişiliği vardı. Boş vakit geçirmek için en çok hoş­landığı şey poker oynamaktı ve bunu çok iyi oynadığı söyleniyor­du. Eğlencesinde ve çalışmasında aşınydı. Çok sigara içiyordu. Yirmi yıl kadar önce Viyanalı bir mütehassıs kendisine çok içme­mesini salık vermişti. Yoksa çok yaşamayacağım hatırlatmıştı. Ama o içkiyi kesmemişti. Ve bir karaciğer sirozu'nun kendisini alıp götürmesi için yirmi yıl gerekmişti. Haşindi. Bir komplo so­nunda, 1927’de muhaliflerini astırmışu.”

Gazete, Atatürk'ün Anadolu'ya geçişini, Sultan'a karşı ayaklanırım, Erzurum ve Sivas Kongreleri ni toplamasın^ bu kongrelerin O'nun “Türkiye'nin parçalanmasına karşı savaşmak" yolundaki programını tamamen desteklediklerini yazıyordu.

Yazı, kısaca şu cümlelerle bitiyordu:

Atatürk, Türkiye'de en iyi giyinen kimseydi. “Bütün elbise­leri Londra'da yapılıyordu”. Dansı seviyordu. Türk subaylarına dans mecburiyeti koymuştu. Günde yüz kadar sigara, inanılmaz sayıda kahve, ayrıca şampanya ve rakı içiyordu. Bu bakımdan 58 yaşında ölmüş olmasına şaşmamak gerekirdi. “Çağımızdaki bü­tün diktatörler arasında, devrimleriylc Napolyeon'a en çok yakla­şan kimse" olmuştu. Kemal Atatürk, “İngiltere Kralı'nı kabul eden tek diktalör”dü. 1936 yılında İstanbul'u ziyaret etmiş olan Kral Sekizinci Edward, Atatürk'ü İngiltere'ye davet etmişti. Ata­türk'ün İngiltere ile bir başka anısı da manevi kızı Zehra Mehmet Aylin'in, 1936 yılında Londra dönüşünde trenden düşerek ölmesi olmuştu. Orford ÜniversitesTne girmeye hazırlanan Aylin, Calais ile Paris arasında trenden düşmüştü.

Söz konusu derlemeyi yapan B. N. Şimşir, Atatüridln Ingiltereden elbise siparişi yapmadığı, sadece bir kaç kazak aldığına işaret ederek bu konuda şu düzeltmeyi yapıyor:

10 Kasın 1938 günü Thp Evening News adlı İngiliz akşam gazetesi Atatürk konusunda bunları yazmıştı. Anlaşılacağı gibi, yazıda maddî yanlışlardan değer yargılarına kadar çeşitli yanlışlar yapılmıştı. Atatürk'ün manevi kızı Zehra Aylin, 1936 yılında de­ğil, 20 Kasım 1935 günü, Fransa'nın Amiens şehrine bir kilometre uzaklıkla trenden düşerek ölmüştü. Tüık Kurtuluş Savaşı yılların­da İngiltere Genelkurmay Başkanı olan Feldmareşal Sir llenry Wilson, 1913 yılında Balkan Savaşı alanını dolaşmış ve,İstan­bul'da Türk subayları hakkında olumsuz fikirler edinen Sir H. Wilson, o zaman bir tek Türk subayını yergilerinin dışında bırak­mış ve şunları söylemişti:

-Mustafa Kemal adında genç bir Kurmay Albay var. Kendi­sini gözetleyin, çok ileri gidebilir.

(Bilal N. Şimşir)

"Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya gönderirken O'nun İttihatçılara karşı olduğunu, içerlerde bir itti­hatçı hareketini önleyeceğini düşünmüştü. Ama Damat Ferit, Mustafa Kemal'in “her şeyden önce bir yurtsever olduğunu unut­muştu." İngiliz istihbarat Teşkilatının, Karadeniz ordusunun göz­leri önünde, Mustafa Kemal'in başlatuğı millî hareket çabucak kökleşivermişti. Sevr Antiaşması’nın özellikle İzmir bölgesi hakkındaki hükümleri, Mustafa Kemal'i millî bir kahraman yapmıştı. Türk kamuoyu Sevr Antlaşması'na karşı artık Mustafa Kemal in arkasındaydı.” The Times Gazetisi’nin uzun yazısı şöyle sona eri­yordu:

“Karan, cesareti ve kudreti Türkiye'yi önce düşmanların­dan kurtarmış ve sonra, -ancak Rusya'da BüyükPetro'nun ve Lenin'in empoze ettiği değişikliklerle kıyaslanabileceksosyal ve politik değişiklikleri halkına empoze etmiş olan bu şaşılacak adam, böylece öldü. Asker, organizatör ve yönetici olarak O'nun çağdaş Türkler arasında rakibi olmadığı gibi, eski çağların padi­şahları arasında da pek az rakibi vardı. Başarılan Türkiye'yi bir Avrupa devleti yaptı, Ortadoğu tarihini değiştirdi ve İslâmın ge­lişmesini de kesinlikle etkiledi.

Karakteri garip biçimde karışıktı; kendisinde hissilik izi yoktu; aşın senliğe gidebiliyordu... Zaman zaman strateji ve tarih incelemelerini bırakır, kendisini aşın içkiye verir, sabahlara kadar dans eder veya geceli gündüzlü iskambil oynardı. Oyunun sonun­da kaybederse borcunu Öder, kazanırsa aldıklarını geri verirdi. Dostlarından ve vatandaşlarından para kazanmak istemezdi. Ha­yatında kadınların pek önemsiz rolü oldu. 1923'te mükemmel bir Türk kadınıyla evlendikten sonra, birdenbire eşinin, siyasi karar­larını etkilemeye çalıştığı kanısına vardı ve hemen boşandı; Seki­zinci Henry gibi, boşanma kararını da kendisi imzaladı. Daha son­ra savaş yetimleri arasından bir çok saygıdeğer kız çocuğunu ev­latlık edindi ve bunların ihtiyatlı tulumları, skandal söylentilerine gem vurdu.

The Daily Tclcgraph ise 11 Kasım 1938'de şöyle yazıyor­du:

“Mustafa Kemal'in (Gazi ve Atatürk) ölümü ülkemiz için gerçekten acıdır. O, içgüdüleriyle İngiltere'den yana olan tek dik­tatördü. Bu İngiliz taraftarlığı çeşitli nedenlerden ileri geliyor­du.

Gazi’nin rejimi bir diktatörlüktü. Kendisi milliyetçiydi ve din adamlarına karşıydı. İmamın nüfuzunu azaltmak için elinden geleni yaptı ve 1928’de devleti tamamen laikleştirdi. Anayasa’nın dinle ilgili maddeleri kaldırıldı.

Atatürk, İngiltere'ye hayrandı ve iki ülke arasındaki dostlu­ğun güçlenmesini arzu ediyordu. Bir süre önce Türkiye'yi ziyaret eden seçkin bir İngiliz çiftiyle konuşurken, Kıbrıs'ın tahkimi ko­nusu ortaya atıldı. Atatürk, “Niçin Kıbrıs? Türkiye kıyısı daha iyi bir deniz üssü olmaz mı?” diye sordu. İngiliz çifti, “Evet olur, yeterki iki ülkeherzaman birbirine dost kalsın” karşılığını verdi. Cumhurbaşkanı Atatürk, “İngiltere ile Türkiye birbirinin ancak dostu olur ve olmalıdır”dedi...

1936 yılında Sekizinci Edward, Türkiye'yi ziyaret eden ilk İngiliz Kralı olarak İstanbul'a vardığı zaman, Atatürk, onun elini tuttu ve sultanların eski başkentine ayak basmasına yardım et­ti....

Manchester Guardian ise şu yorumu yapıyordu:

“Kemal Atatürk bir diktatördü ve yumuşak bir diktatör de değildi. Ama diktatörlüğü ile padişahların istibdadı arasında bü­yük bir fark vardı. Padişahların istibdadı, Osmanlı hanedanının adi çıkarları için kullanılmıştı. Kemal Atatürk’ün diktatörlüğü ise Türk halkının gerçek çıkarları uğrunda kullanıldı. O Anadolu köylüsünün Osmanlı emperyalizmi uğrunda kandökmesi kuralını kaldırdı. Yüzlerce yıllık Osmanlı hanedanını kaldırıp çağdaş bir Cumhuriyet kurdu. Yüzyıllarca gerici, aşırı tutucu bir hükümetin yönetiminde kalmış ülkeyi sistematik olarak batılılaştırdı.

Gazi’nin ve halkının kendilerine uymayan elbiseler giyme­leri için, Türkiye'nin savaştan ve ihtilalden geçmesi değer miydi? diye sorarsanız... Başkentin İstanbul gibi şirin bir yerden alınıp ne­den Asya yaylasının yüzlerce mil ötesinde Ankara'ya taşındığını

kendi kendinize sorarsınız. Bu sorulara ve aklınıza gelen öteki so-      

rulara karşılıkları keşfettikçe, Kemal'e olan saygınız büyüyecek­tir.”

İngiliz halkı Kemal Atatürk'ün anısına saygı gösteriyorsa sebepsiz değildir. O, diktatörlüklerle demokrasilerin bağdaşmaz olmadıklarının klasik örneğini verdi. Bağdaşmaları demokrat ve diktatöre bağlı. Bütün diktatörler ve bütün demokratlar O'nun ka­dar iyi ve O’nun kadar büyük olabilselerdi, iki sistem arasında hiç­bir zaman çatışma çıkmazdı.”

13.11.1938 The Observe

Çanakkale Savaşı'nda İngiliz Orduları Kumandanı General Sir lan Hamilıon, “Mustafa Kemal Türk Ordusunun en iyi genera­li" demişti. Çanakkale'de İngilizlerin savaş planlarını altüst ettik1 ten sonra Mustafa Kemal, “bir meşale gibi Anadolu'yu dolaşmış ve umutsuz gönülleri alevlendirmişti”. Daha sonra, Yunanlıları denize dpkmüş, Sultan'ı devirmiş, Türklerin giyim kuşamlarını değiştirmiş, sekiz milyon Türk kadınını özgürlüğe kavuşturmuş­tu...

13.11.1938 EmpireNews

Mustafa Kemal, yepyeni ve disiplinli bir Türkiye kurdu.           j

Bütün dünyanın saygısını kazandı. Savaş bittikten sonra Kemal Atatürk, Avrupa için herhangi bir bunalım yaratmadı. Bununla   (

birlikte İngilizler, Çanakkale'de kendilerini yenilgiye uğralan bu adamın bir İngiliz dostu olduğunu geç anladılar...             i

“Disiplini ve fedakârlığı sayesinde ülkesini candan bir dost      olarak tanıdığı o adamı selamlar."                                      !

13.11.1938 The Sunday Times.

Atatürk, gençliğinde, Voltaire, Hobes, Mili gibi Fransız ve

İngiliz siyasî yazarlarını okumuştu. İyi bir hatipti, hatta “şak gibi"       bir hatipti. Büyük Frederik gibi, okumuş bir askerdi ve düşmanı­nın kültürünü tercih etmişti. Büyük Frederik, Prusya'nın bağım­sızlığı için savaşırken Fransız edebiyatına hayrandı. Atatürk de

Balı Avrupa'nın Türkiye üzerindeki siyasî egemenliğine karşı saı         vaşmış, sonra da Türkiye'ye Batı uygarlığını empoze etmişti.

Mustafa Kemal, parlak bir asker olduktan başka, kendi çaI       ğının ilerisinde bir politikacıydı. Tarihçiler, O'nun devrimlerinin

askeri başarılarından daha önemli olduğuna hükmedeceklerdir. Türk topraklarım düşmandan temizledikten sonra Müslüman dünyasının Papası demek olan Halifeyi kovdu. Olağanüstü bir enerjiyle Modem Türkiye’yi kurdu. Halifeliği kaldırdıktan sonra medreselerin yerine laik okulları kurdu. İsviçre’den Medenî Ka­nunu, İtalya'dan Ceza Kanun'u, Almanya'dan Ticeret Kanununu aldı..On yıldır, İslâm dini Türkiye Devlcıi'nin resmî dini değildir.

Kemal, Türk kadınlarını kölelikten kurtardı. Latin alfabesini al­dı.

Michad FootThe Evcning Slar. 10. Kasım 1938

M. SamuelsThe Stardan 10 Kasımda şunları yazıyordu: “Allenby'nin karşısında, ordusunu zamanında geri çeke­bilmişti. Mütarekede, Anadolu'da, Parlemento kurmuştu. Salta­natı ve Halifeliği kaldırmıştı. İslâmiyet'in sembolü fesi yasak et­mişti ihtilalini başlalnğı Ankara kasabasını modernleştirmek için yabancı mimarlar getirmişti. Türkiye'yi Batılılaşurmayı her şeyin üstünde tutmuştu. Kıyafetleri değiştirmişti Batı Avrupa'dan ka­nunlar almıştı. Çok kadınla evliliği yasaklamıştı. 1928'de Latin al­fabesini almıştı. Panislamist entrikacılar ise, zafer çoşkunluğuyla Türkiyenin yine Islâmın mızrağı olacağı umudundaydılar.

Bu umutların nasıl kırıldığı ve muzaffer bir askerin nasıl ileri görüşlü, cür'etli ve bununla birlikle ihtiyatlı bir politikacı ve reformcu olduğu bir başka makalede anlatılmaktadır. Teokrasinin başlıca kalelerinden biri olan Türkiye'de, o'nun yeniliklerinin ve laikliğinin zafer kazanması bütün dünyayı şaşıruı.

11 Kasım 1938 The Times

Mustafa Kemal çok “mütevazi” bir hayat yaşamadı. Çok şeye sahipti.

İlk günlerin çelin şartlarından sonra lüks salonlarda, yatlar­da saraylarda görkemli bir hayat yaşadı. Ülkeyi ve Halkı kurtar­mış bir kurtarıcı olarakta böyle yaşamayı haketmişti. Bu halk ona her istediğini vermişti ve verecekti.

Aşağıya Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı iken aldığı ma­aşı, öteki Cumhurbaşkanları'nın aldıkları maaşlarla beraber Nok­ta dergisinden iktibas ederek veriyoruz.



VAHDEDDİN KAÇTI MI, KAÇIRILDI MI?

Olan olmuş, Padişah ve Halife gitmişti. Hilafet ve Saltanatı koruma yeminleri “vatanı ve milleti kurtarmak” için bir “siyaset­ten” ibaretti!

Vahdeddin yoksulluk içinde öldü. Yahudiler Vahdeddinin tabutunu bile haczettiler.

Eğer Vahdeddin saraydan bir kaç parça altın eşyayı yanma alsa idi, bu duruma düşmeyebilirdi. Ama almadı. Yardım da iste­medi. Hatta yanma aldığı Kur'anı kerimin al un mahfazasını da tekrar İstanbul’a iade etti. Millete ait olan bir şeyi yanında ahkoyamayacağı düşüncesine sahipti.

Abdulmecid Efendi ise 23 Ağustos 1944'de vefat etmiş, ce­nazesinin Türkiye'ye getirilmesi ümidi ile on yıl (1954’e kadar) Paris Camii mahzeninde bekletildikten sonra 30 Mart 1954’te Me­dine'de Cennetül Baki’ye defnedilmişti.

Ölen ölmüştü. Kalan sağlara gün doğmuştu. Topçu İhsan gi­biler, mezardaki Osmanlı padişahlarının iskeletlerinin bile çıkarı­lıp atılmasından sözediyorlardı.

Hanedan gitmiş sıra yağmaya gelmişti. Yahudi Antikacılar öyle bir yağmaya girişti ki dünya antika piyasası doydu.

Antikacılar kendi aralarında, yahudi bir Antikacı olan Sami / Gürzberg için, “Hanedanın tek varisi” adını takmışlardı.

4 yıl, 3 ay, 28 gün süren saltanatın sonunda Vahdeddin için yolun sonu gözükmüştü.

Kasım başında Ankara Hükümeti, Hilafet ve Saltanatı birbirinden ayırarak Saltanaü lağvetmişti. Vahdeddin sadece Halife idi artık.

O günlerde Ankara hükümeti adına İstanbul'da bulunan Refet Paşa Padişahı ziyaret ediyordu. Daha sonra bu ziyareti arka­daşlarına şöyle aktaracaktı:

“Padişahın önünde ayakayak üstüne attım. Ve koltuğa öyle­sine yaslandım ki, nerede ise papucum Vahdeddinin burnuna değecekti!»

Gerçekten Vahdeddin İstanbul'dan kaçtı mı? Kaçırıldı mı?

Müşkil soru bu?

-Kaçtı mı, kaçırıldı mı?

Resmi Tarih “bir İngiliz gemisi ile kaçtı” diyor.

Ya gerçek?

Hakkı Naşit Uluğ “Siyasi Yönleri ile Kurtuluş Savaşı” isim­li eserinde İngilizlerin Vahdeddini kaçırma planından, Harrington'a atfen uzun uzun sözeder.

Ingilizler Vahdeddin! kaçırmayı planlıyordu. Binleri, İs­mail Hami Danişmend'e göre bu “olağanüstü dürüst” kişiyi, yani Vahdeddin'i ortadan kaldırma hazırlığı içinde idi. Ingilizler ise bu değerli rehineyi, kullanılması güç bir ceset olarak görmek istemi­yordu.

Harrington bu amaçla Vahdeddin'i kaçırma planı hazırladı. Her şey hazırdı. Planı yalnız Ingiliz subaylar ve Ankara'nın İstanbul'daki temsilcisi Refet Paşa biliyordu.

M. Müftüoğlu “Yalan Söyleyen Tarih Utansın-8” de bu ko­nuda şu bilgileri veriyor:

“Ankara hükümetince tayin edilen Padişah Yaverliğinden genç bir bahriyeli Refet Paşaya

“-Padişahı, İngilizler yarın sabah kaçırıyorlar diye ağla­maklı bir sesle haber verdiğinde, Refet Paşa yavere:

-Budala! Ne üzülüyor, ne ağlıyorsun padişahı İngilizler ka­çırırsa Türk Milleti hiç bir gün Vahdeddin in bu hareketini afetmeyecektir. Biz tutar ve yakalarsak bu sefer millet bizi affetmeyecektir. Bırak gitsin. Vahdeddin işimizi kolaylaştırıyor.”

Harrigton'un kaçırma işi ile ilgili olarak Refet Paşa'dan özür dilemesi üzerine Refet Paşanın cevabı ilginçtir.

-Bizi bir yükten kurlarmış olduğunuz için ben de size teşek­kür edecektim.

Vahdeddin Hicaz'da hummaya yakalanmış. Oradan Taife, Vehhabi ayaklanması başlayınca da Mısır'a geçmiş. Kıral Fa­ruk'un olumsuz davranışı yüzünden İtalya’ya gitmiş ve San-Remo'ya yerleşmişti.

Ingiliz Harbiye Nazın Lord Kitchencr ydlar önce Şerif Hü­seyin'e hilafeü vadediyordu. Lord, Hüseyine gönderdiği bir mesa­jında:

"Eğer Türkiye'ye karşı tavır alırsa onun şeriflik Unvanını ga­ranti edeceğini, ve saldırılara karşı kendini koruyacağını, eğer kendini halife ilan ederse destek vereceğini” söylüyordu.

Harrington daha sonra yayınladığı beyannamede "bu işi, mevcut gelişmeler ışığında, Vabdeddin'in hürriyet ve hayatım tehlikede gördüğünde yaptıklarını” açıklayacaktır.

Her şey planlı idi. Kaçmadı, kaçırıldı. İngiliz yanlısı olan Vahdeddin değildi. Bu plan Vahdeddin'i İngiliz yanlısı göstermek ve Hilafet makamı ve halifeyi mahkum etmek için bir koz olarak kullanılacak, Refet Bele gibilere ve Ingiliz Muhiblerine gün doğa­caktı!

Malaya Zırhlısı ile İstanbul’dan kaçırılan Vahdeddin daha sonra yine kendini Refet Paşa ve şürekasının kailinden kurtaran İngiliz kurtarıcıları tarafından Malta'ya sürüldü. Oradan Hicaz'a gitti.

Herşey Hanlı idi. Ingilizler Şerif Hüseyin'e Vahdeddin'i da­vet ettirdiler ve Vahdeddine de bu seyahat için izin verdiler. Mak­sat Vahdeddin'den Hilafet Unvanını alarak İngilizlerin yardımı ile Şerif Hüseyin'e vermekti. Ingilizler bu konuda Şerif Hüseyine va­atte bulunmuşlardı. Böylece bu kaçırma işinin bir başka yönü da­ha ortaya çıkmaktadır.

Bu arada Şerif Hüseyin Vehhabilere yenilerek, Hilafeti ala­yım derken Saltanattan da olmuştu!

Yoksulluk içinde 3 yıl 5 ay 28 gün sürgün hayatı yaşadı.

Yaklaşık Saltanat yıllan kadar sefalete mahkum olduktan sonra hayata veda etti. (Allah rahmet eylesin)

Şimdi biraz gerilere gidip Nisan 1920'Ierdeki havaya bir ba­kalım.

16 Kasan 1922 de ne olmuştu da, iki yıl önce hilafet ve Salla­nan koruma andı içenler, 2 yıl sonra koruma andı içlikleri şeyi yoketmeye yemin ediyorlardı!

III. Bölüm

BİR BAYRAM: 23 NİSAN

Bugün 23 Nisan

Neşe doluyor insan

Padişahı kovduk

Cumhuriyeti kurduk.

Sahi ne demekti Cumhuriyet?..

Padişahlar varken hiç bir zaman bizim kadar mutlu olamadı mı, 600 yıl boyunca insanımız.. O zaman nasıl oldu da 600 yıl da­yandı halkımız bu acılara?

Ne yazık, İngiltere hala Krallıkla yönetilir, Hollanda da Belçika da öyle.. Lüksemburg'ta.. Ya Japonya, onlar da İmpara­torlukla yönetilir?

Demek ki onlar da mutsuz. Ama biz onlann hepsinden daha mutluyuz, Çünki Cumhuriyetle idare ediliyoruz. 10 yılda bir ihti­lal olsa da, mutluyuz yine de.. Her ne kadar icazetli partiler seçim­lere sokuluyorsa, insan hakları konusunda sorunlarımız olsa da, işkence sürse de sonunda seçimlere gidiyoruz, meclisimiz, parti­lerimiz var.

Biz mutluyuz. Ve her 23 Nisan bizim için bir şükran günü­dür.

Hiç bir şeyimiz olmasa bile,Cumhuriyetimizin varlığı herşeye değer.

Zaten öyle dememiş mi idi şair

"Ballar balını buldum,

Kovanım yağma olsun"        j:

Biz. cn büyük nimet olan Cumhuriyete sahip olduğumuza

göre, herşeyimizi onun yolunda feda edebiliriz. 5

Sahi Cumhuriyet ne demekti.. "Republic", İngilizcesi bu. 1

Ya Türkçesi. Cumhuriyet kelimesi Türkçe değil. Çoğu, halk ida/ resi anlamında anlıyor belki bu kelimeyi.. O, Demokrasi, Halk        !i

için, halk adına gibi bir anlama da gelmez. CHP nin 6 okundan biride Halkçılık idi bir zamanlar..                                 

Kısaca tanımlamak gerekirse Cumhuriyet, sanıldığının akI sine "Halkın hükümranlık hakkını doğrudan doğruya veya seçiljl miş temsilcileri aracılığı ile kullandığı bir devlet rejimi” anlamına ?| gelen Arapça bir kelimedir.      '

23 Nisan 1920 TBMM'nin faaliyete geçtiği günü ifade eder.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ise 29 Ekim 1923 tür. Bu iki ta!' rihten biri Çocuk bayramı olarak, ötekisi ise Cumhuriyet bayramı olarak kutlanır.

23 Nisan bayramı hiç bir zaman ruhuna, özüne ve esasına

uygun olarak kutlanmadı. Gerçekte 23 Nisan yeniden doğuşun ve ' istiklal Savaşı'nı veren bir kadronun inancını yansıtır. Yeni bir J devletin temellerinin atıldığı gün olan 23 Nisanı kendi gerçekleri içinde değerlendirmek gerekir.     

Eski başbakanlardan Süleyman Demirel'in dediği gibi

" Ataıürkün kurduğu Cumhuriyet laik değil, dindar bir cumhuriyettir. Anayasaya laiklik ilkesi 1937'de sokulmuştur" Ataıürkün kurduğu cumhuriyete sadık olanların herhalde savunması gerekirken ilkeler, yada istiklal savaşını veren halkın kongreler aracılığı  ile yükselttiği sesle uyum içinde olması gerekirdi. Ama ne yazık ki, daha sonra, bir partinin programında yer alan umdeler, tek parti döneminin takriri sukun gölgesi altındaki astığı astık, kestiği kestik, padişahvari yönetimi zamanında halka rağmen yasalara .1 sokulmuş ve devletin kuruluş felsefesine aykırı bir takım dayat• malar, devletin varlık ve bütünlüğünün teminatı sayılmak gibi bir j garipliğin içine girilmiştir.       

Ne acıdır ki, imparatorluğu yıkan güçler İslam dünyasını parçaladıktan sonra, İslam dünyasının birlik ve bütünlüğünün te­minatı olan Hilafet makamının ilgasından sonra bu bölgelerde kurdurulan işbirlikçi yönetimler dini kendi denetimleri altına ala­rak, önce halkı dininden caydırmaya ve efendilere boyun eğmeye zorlamışlar, bu da olmayınca dini devlet denetimine alarak, onu kendi iradelerine göre biçimlendirme yolunu seçmişlerdir. Müs­lümanların maslahatını gözetecek sivil bir din ve müslümanlan si­yasi baskıların dışında kalan dini bir otoritesi kalmayınca, bir ta­kım İngiliz oyunları, Yahudi entrikaları örgütlenerek din ve İs­lamların vahdeti parçalanma yoluna gidilmiştir.

Bugün sayıları 1, 5 milyarı bulan müslümanların ortak bir dini merkezleri yoktur ve bu durumda olan tek din İslam dinidir. Bütün öteki dinlerin, en küçük dinlerin bile ruhani meclisleri var­lıklarını sürdürürken, bu gün İslam, bir takım müstebit yönetimle­rin insafına terkedilmiş gözükmektedir.

Bugün başörtüsünün farz olup olmadığı konusunda bile ka­rar vermekten aciz bir bürokrasi kalıbı içine sıkışmış olan ve hük­münü yürütme imkanı bulamayan, bir sendikal güç kadar bile baskı gücüne sahip olmayan, tapu kadastro memurluğu mevkiine indirgenmiş bir diyanet teşkilatı ile bu sorunlara çözüm bulmak herhalde mümkün olmasa gerekir.

Cumhuriyet Döneminde Din-Devlet İlişkisi

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren din devlet ilişkilerinde bir gariplik hemen kendini göstermektedir. 1920'de kurulan ya da 1923'de ilan edilen Cumhuriyet döneminde, taa 1928'e kadar Anayasa hükmü olarak "Devletin dininin İslam olduğu" yazılıdır. 1928’de bu "Devletin dini, din-i islamdır" ibaresi kaldırıldı. Yeri­ne de herhangi bir şey konulmadı. O zaman laiklik te yoktu. Doğ­rudan doğruya dinin belirleyici özelliği yokedilerek dinsiz bir ya­pıya döndü. 14 yıl sonra 1937 de Laiklik ilkesi getirildi. Gerçekte İsmet Paşa'nm bir marifeti olan laiklik ilkesi batılı anlamda bir uy­gulama getirmedi. Aksine Bizantinist bir uslubla, dini devletin

denetimine sokma gayretleri ağır bastı. Camilerin kapatılması, dini neşriyatın yasaklanması, din görevlilerinin tutuklanması, din eğitiminin tatil edilmesi gibi bir yola girildi.

10. Yıl Albümü

Daha 1937 ye gelinmeden, 1933’de durum belli olmuştu. İsmet Paşa'nın Cumhuriyetin 10.yılı dolayısı ile hazırlattığı "Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine" başlıklı al­büm yıllar sürecek bir edebiyatın başlangıcı gibidir!

Devlet matbaasında bastırılarak bütün resmi dairelere ve okullara gönderilen, her tarafa dağıtılan albümdeki ifadelerden bazıları şöyle:

Saltanat Rejimi:

Osmanlı imparatorluğunun tarihi sultanlar tarihidir, Sul­tanlar kimdir? Sultanlar millet davasında önde yürüyüp kıymet ve hizmet eleğinden geçerek belirmiş şahsiyetler midir?Sullanlar milletin ülkülerini dileklerini şahıslarında merkezleştiren, karar ve iradelerinde olgunlaşpran fikir ve hareket adamları mıdır?..

Hayır, Sultanlar, sarayların dört duvarları içinde soysuz­laşmış zulum ve sefahat mirasyedileridir. Sultanlar kendilerini milletin çocuğu değil, milleti kendilerinin kölesi telakki ederlerdi. Sultanlar indinde millet davası kendi aile menfeatlcrini kurtar­mak için pazara çıkartılan bir metadan ibaretti. Sultanlar millete inanmazlar, milletin gelişmesini istemezler, millette beliren hertürlü uyanış hareketlerini bir kan deryasında boğarlar, kuv­vetlerini milletin şuurundan ve sevgisinden değil milletin cehale­tinden ve korkusundan alırlardı. Osmanlı imparatorluğu, kendile­rini Allah’ın gölgesi sanan sultanların idaresindeydi.

İki resim : Abdulhamid: Uyanık gençliği boğan, zindanlar­da çürüten Yıldız baykuşu Abdulhamid

Vahidüddin: Tahtını kurtarmak için memleketini satan Sevr mimarı: Vahidüddin.

Sayfa:6 ve 7: Horoz döğüştüren sultan/Gazi fikir dö-

ğüştrür.

17. sayfadan üç vecize:

Mustafa Kemal Diyor ki: Arkadaşlar! Sarayların içinde Türkten Gayri unsurlara istinad ederek, düşmanlarla ittifak ederek Anadolunun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adam lann Türk vatanından tardı, düşmanların denize dökülmesinden daha rehakar bir harekettir.

Saltanat l.Teşrin 1922'de yokedildi

Teşkilatı Esasiye Kanunu ile Türkiye halkı, hukuku haki­miyet ve hükümraniyesinin mümessili hakikisi olan TBMM şah­siyeti maneviyesinde olan gayrikabili terk ve tecezzi ve ferağ ol­mak üzere temsil ve bilfiil istimale, ve iradei milliyeye istinad etmeyen hiç bir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misak-ı Milli hudutları dahilinde TBMM’den başka şekli hükü­meti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı hakimiyeti şahsiyeye müstenidolan İstanbul'daki şekli hükümeti 16 mart 1336’dan iti­baren ve ebediyyen tarihe müntehil addetmiştir.

Lozan kahramanı ibaresinin altında İnönü'nün resmi konul­duktan sonra şu ibare yer almış:

Hilafet kaldırıldı: 3 Mart 1924

Hilafetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhu­riyeti memaliki haricine çıkanlmasma dair kanundan: Halife hal­ledilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumun­da esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır.

20. sayfadan bir başka örnek. Tabi hemen Cumhuriyet keli­mesini burada bir kere daha hatırlamalıyız. Meğerse Hilafet keli­mesi Cumhuriyet kelimesinin mana ve mefhumunda mündemiç­miş. Yani Cumhuriyet te dini bir kelimedir ve laikliğe aykırı­dır!

Sayfa başlığuörümcekli kafa: Örümcekli kafa Osmanlı va­tandaşının kafasıdır. Bu kafanın içerisinde iki tane kocaman örümcek otururdu. İslam taassubu ve garb hayranlığı!

Ne garip, daha sonra "Batıcılık" ideolojisi bu lakımın milli ideolojisi haline gelecek. O gün öyle demek gerekiyormuş demek ki!

Yan başlık: Ümmet Leşi

Taassub örümceğinin ördüğü ağlar, milleti daima ahirete bağlardı. Türk Cemiyeti şeriatın, mecellenin ve fetvanın taşlaş­mış kalıplan içinde hapsoiunıırdu. Bu teokratik nizam kendini de­vam ettirmek ve insanlarını kendi ihtiyaçlarına göre yetiştirebil­mek için bütün müesseselerini de kurmuştu. Mesela kabinede dünya işlerini temsil eden sadrazam, yanıbaşmda daima ahiret işlerini temsil eden kellifelli bir şeyhülislam yer alırdı.

Sayfa: 21

İlginç, Laiklik prensibi Türk anayasasına 1937 de girmesi­ne karşılık, l0.yıl albümünde, 1933 de şu satırlara rastlamak dü­şündürücü.

İşıklı kafa:

İnkılab Tiirkiyesinin insanı ışıklı bir kafa taşır. Bu kafa hiç­bir yabancı hayatı telakki tarzına yer yoktur. Bu kafayı işleten mo, tor, inkılabın yüksek menfaatleridir. Bu kafa müstakil bir kafadır. Her hadiseyi inkılabın zaruretlerine göre tahlil ve terkib eder ve her karara inkılabın prensiblerine göre varır.

Cumhuriyet Türkiyesi'nde vatandaşın hayatı, milletin istik­laline, milletin menfaatlerine ve milletin dirliğine bağlanmıştır. Cumhuriyet Türkiyesi'nin cemiyeti laik bir cemiyettir. Fakat bu laiklik sadece din ve dünya işleri arasında Fransada olduğu gibi bir mütareke manası ifade etmez. Yani pasif bir laiklik değildir. Türk laikliği hayatın, yani milletin menfaatlerini ve dirliğini herşeye hakim kılan aktif bir telakkisidir.

(Öyle anlaşılıyor ki, bu satırları İnönü hazırladı. Daha son­ra bu düşüncelerini pratiğe geçirerek, dini denetim aluna alma yolana gidecek ve parti programını devletin hukuku, temel daya­nağı halinde takdim edecektir. Öyle ki bu telakkiden yola çıkarak Kıır'an-ı Kerimin tadil ve tebdiline kadar varan bir tavır sergileye­cektir. A.D.)

İnkılâb hükümetlerinde başvekil, milletin yüksek hayati menfaatleri namına olan iktidarı, hiç bir ahiret ve ukba mümessili ile paylaşmaz.

Gazi imzalı bir vecize: Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harab eden fenalıklar hep din kisve­si altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Köhne prensiplerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir.

CHF Programından: “Din telakkisi vicdani olduğundan, fırka; din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin muasır terakkide başlıca muvaffakiyet amili görür”

Ümmet maarifi:... Mesela bir idadi talebesi bir tarafta hik­met, kimya, jeoloji gibi müsbet tabiat ilimleri ile kainatın oluşu­nu ve seyrini öğrenirken, diğer taraftan aynı mektepte, aynı sınıf­ta tabiatın 1300 sene evvelki bir ukba görüşüne göre izahına inan­mak mecburiyetinde bırakılırdı.

Osmanlı imparatorluğunda kadın, kümes hayvanı telakki olunurdu. Muhallebici dükkanında, tramvayda, tiyatroda, hula­sa hayatta o tecrid edilmiş ve cinsi ihtilaçlarına teslim olmuş bir mahluktu.

24. sayfada, Zekat ve öşür için "Batıla inanma vergisi” tabi­ri kullanılırken, dervişler için "Tekke tufeylisi" tabirini kullanı­yorlardı. Bir şeyhin resmi altında ise "Bu herifin kerametine inanır mısınız" yazılmış, bir mevlevi ayinini gösteren resmin altına ise "Şu soytarılara milletin ruhu emniyet olunur mu " denmişti.

Ve bir medrese tanımı. Bir medrese hocasının resminin al­tındaki yazı: Bir medrese softası. Sonra açıklama: Teokrasi niza­mını yaşatan unsurları medreseler yetiştirirdi. Medreseler, kalın duvarları, izbe odaları içine düşen taze dimağları kötürümleşti­ren, hayata ve hakikate karşı körleştiren fikir ve bilgi hapishane­leri idi. (Bir takım tecvid ve ilmihal gibi dini bilgilerle ilgili arapça ders konularının adı yazıldıktan sonra) Türk çocukları ydlarca ha­yat için hiç bir gıda kıymeti olmayan bu posaları gevelemekle fikir körletirlerdi.

Falih Rıfkı'dan bir Türkçe örneği. Eski dilin ne kadar kötü ve zor, yeni dilin ne kadar güzel ve kolay olduğunu anlatmak için örnekler sıralanırken Falih Rıfkı'dan şu pasaj alınmış: Tek mektep dokuz yaşındadır. Arap harfi bilmeyen okumuş çocukların sayısı 400.000 i geçti. Dolaba attığımız son feslerin kırmızı çuhaları ve

kara püskülleri çürüdü. Tecvid ve şedde, acem terkipleri ve arab bablan eski şark işlemelerine döndü. Son medreselerinin saçları ağardı. Bizim bütün gençliğimizcc süren kavganın adı, eski-yeni kavgası oldu. Bu ad yanlış konmuştur. Bu kavganın asıl doğru adı eski ve yeni değil, iki medeniyet, iki kültür iki çağ kavgasıdır. Bizim İsmimiz gavur, karşımızdakilerin ismi mürteci idi: HaçHilal kavgası gibi çarpışıyorduk.

Ve Türkçe şiire bir örnek. Behçet Kemal'den

Aşk diye ne bir Tanrı adına varacağız

Ne gözleri yeşil bir kadına varacağız

Ergenliğin düşünü gören genç adam gibi

Toprağı alt edmenin tadına varacağız.

Arap harflerini niçin terkettiğimiz ise şöyle anlatılıyordu bu albümde: "Bizi teokrasinin külliyatına ve fikriyatlarına doğru sürüklüyordu. Yabancdann, (Ekalliyetler dahil) dilimizi öğrenme­lerini ve bizi tanımalarını adeta imkansız kılıyordu, vs.

Tarih kitapları ile ilgili olarak ise, Osmanlı tarihinin gayri ilmi, gayri milli olduğu ve Türk tarihinden çök Arap ve İslam ta­rihine ağırlık verildiği eleştirisi getiriliyordu. Kısası enbiya konu­sunda ise şu cümleler yer alıyordu sözü edilen albümde "Kısası enbiya ki yahudi peygamberlerinin masallarından başka bir şey değildir.”

Ve kadınla ilgili bir vecize dahaBizde kadının azatlığı, doğrudan doğruya ahlak mefhumunun azatlığını ifade eder"

Broşür Bitlerin, bir Hind'li ve bir İngiliz’in Atatürk'ü övücü sözleri ile son buluyordu.

Bugün 23 Nisan

Nutukta Mustafa Kemal, 21 Nisan 1920 tarihli tebliğini şöy­le anlatır: «Vatanın istiklalini, makaın-ı hilafet ve saltanatın isıihlası (Kurtuluşu) gibi en mühün vezaifi ifa edecek olan Büyük Mil­let Meclisinin yevrn-i küşadını (Açılışını) Cumaya tesadüf ettirmekle, ycvm-i mezkurun mebrukiyetinden (Sözü edilen günün feyiz ve bereketinden) istifade ve bilumum mebusanı kiram hazeratı ile Hacı Bayram Veli Camii Şerifinde Cuma namazı eda olunarak envar-ı Kur'an ve salattan (Kur'antn nurları ve namaz­dan) da istifade olunacaktır. Ba'dessalat lihye-i saadet ve sancak-ı şerifi hamilen (Namazdan sonra peygamber efendimizin sakal ve  sancağını alarak) daire-i mahsusaya gidilecektir. Daire-i mahsusaya dahil olmazdan evvel bir dua kıraati ile kurbanlar zebholunacaktır (Kesilecektir)

Bazı Kcmalistler Mustafa Kemal’in bu tutumu ile ilgili ola.        rak şu görüşü ileri sürerler '."Anadolu’da fiilen yeni bir hükümet kuruldu. Bu fiilen cumhuriyetti. Cumhuriyetin ilam isim koymadan ibaretti. Bazı kolordu komutanları halife taraftanydı, bazda ise şahsen Atatürk’ü sevmiyorlardı. Meclisteki 45 hocadan sadece ikisi cumhuriyet, diğerleri halife taraftan idiler. Hatta hilafet ve saltanatın aynlmayacağına dair kitap neşrediyorlardı. Memleketin her tarafından halife taraftarları çıktı. Bu yüzden Atatürk cumhuriyet kelimesini 4 yıl telaffuz edemedi" (A.Altıner'in aktar­dıklarından)

"Atatürkün fikir ve düşünceleri" üzerine bir inceleme yapan Prof.Utkan Kocatürk aynı adı taşıyan çalışmasının 50. sayfasında, Nutuk'un 2. cildinin 714. sayfasından şu alıntılan (Kanunun gerek 2. ve gerekse 26. maddelerinde gereksiz görülen ve yeni !         Türk devletinin ve Cumhuriyet idaremizin asri karekteri ile uyuşamıyan tabirler, inkılab ve cumhuriyetin o zaman için sakıncagörmediği tavizlerdir. Millet anayasamızdan bu fazlalıkları ilk münasib zamanda kaldırmalıdır) yaptıktan sonra kaldırılması ge­reken fazlalıklarla ilgili olarak dip notta şu açıklamayı yapmakta­dır ( 1924 anayasasının 2.maddesinde yer alan -Türkiye devleti­mi   nin dini din-i islamdırfıkrası ile 26. maddede mevcut –Ahkamı şer'iyyede mevcut -Ahkamı şer'iyyenin Büyük Millet Meclisi ta­rafından yürütüleceğini-belirten cümle meclisin 9.4.1928 günki oturumunda kaldırılmışta.”

Afet İnan Atatürk’ün Din ile ilgili tutumuna ilişkin "Atatür­kün el yazılan” isimli kitabının 56.sayfaşmda şu alıntıyı yapıyor:

Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bü­tün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere dünya ihtiyaçlarına göre yapıla ve tatbik edilir. Din telakkisi vicdani olduğundan Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.

Asaf İlbay ise 1949 (13.7)'de Tan gazetesinde yayınlanan makalesinde şu görüşlere yer verecektir: "Biz din işlerini, millet ve devlet işleri ile karıştırmıyoruz. Millet ve devlet işlerinin kabesi milli egemenliğin belirdiği Büyük Millet Meclisidir. Din işleri­nin mihrabı ise insanların, şahısların vicdanlarıdır.''

Görüldüğü gibi Yeni devletin kuruluş temellerinden zaman geçtikçe hızla uzaklaşılmakta ve Kurtuluş savaşının manası ve ru­hu terkedilmektedir.

23 Nisan 1336 (1920) de Ankara'da toplanan Miüetvekilleri TBMM'nin teşkiline karar verdiklerinde şöyle bir karar almış­lardı TBMM bu kerre intihab edilen azalarla İstanbul Meclis-i Mebusanından iltihak eden azalardan müteşekkil bulunmasına karar verildi" 16 Mart 1920'de İstanbul'daki Meclisi Mebusan İngilizler tarafından dağıtılmış, bu kez yeni meclis Ankarada yeni seçilen üyelerle birlikte toplanmıştı.

18 Haziran 1920 bir bayram günü idi ve bayram Cumaya raslamıştı. Ankara'nın milli merkez oluşundan sonra gelen bu ilk bayramda yine Haeıbayram’da resmi bir kutlama töreni düzenlen­miş Mustafa Kemal ve Çerkez Ethem’in birlikte katıldıkları bu tö­rende namazdan sonra usûl olduğu üzere ''Padişahım çok yaşa" di­ye üç defa bağrılmışu..

İlk Meclisin önemli bir bölümü İstanbul'dan gelen Meclisi Mebusan üyeleri idi. Bir bakıma yeni üyelerle İstanbul Meclisi Ankara'da toplanrruşü. O günü anlatanlar yıllarca bütün camilerde sultan Vahidüddin'in adının okunmaya devam elliğini zikretmek­tedirler.

Cumhuriyetin ilanı ve halifenin kovulması konusunda bir çok rivayetler aktarılmaktadır. Vahdeddin sanıldığı gibi İngilizler'in himayesine sığınmak değil, Hicaz, Filistin veya Kıbrıs'a git­mek isliyordu. Giderken yanına Kur'an-ı Kerim almayı unutmuş yaverinden Kuran-ı Kerim istemişti. O da Topkapı sarayından Altın mahfazası içinde özel şekilde yazılmış bir Kur'an-ı Kerim getirmişti. Vahdeddin daha sonra Beytülmale ait olduğu için bu al un mahfazayı iade edecekti.

Ne garip, İngilizlere hizmet etliği öne sürülen Vahdettin İtalya'da beş parasız kalacak. Bir Yahudi tüccar tabutuna haciz koyduracaktır.. O yoksulluk içinde ölürken İngiliz şeref madalya­ları başkalarının göğüslerini süsleyecektir..

Vahdellin'in yanında oğlu Erıuğrul Efendi, Yarbay Çerkez Zeki, Başhekim Reşat Paşa, Başmabeyinci Ömer Dilaver, Esvabcıbaşı İbrahim, Berberbaşı Mahmut, Tülüncübaşı Şükrü, Muhasib Cevher ve Hayreddin Ağalar bulunuyordu.

Vahdeddin'in gidişi gizli değildi. Garip bir şekilde İstan­bul'daki İngiliz karargahı 17 Kasım 1922'de Refet Paşaya bir res­mi mektup göndererek İngiltere'ye çekilen telgrafın suretini gön­deriyor ve durumu bildiriyordu.

Telgraf şöyle: Resmen haber verildiğine göre Zat-ı Hazreti padişahi, vaziyeti hazıra münasebeti ile hürriyet ve hayatının teh­likede olduğundan korkarak bütün müslümanlann halifesi sıfatı ile İngiltere'nin himayesini ve İsıanbuldan derhal dışarı naklini ta­lep etti. Zat-ı hazrcti padişahinin talebi bu sabah is'af edildi. Türki­ye'de Britanya kuvası başkumandanı General sir Charles, zat-ı Hazrcti padişahinin emirlerine amade olarak kendisine, bir İngiliz harp ganisine kadar refakat etmiş ve gemide Akdeniz filosu baş kumandanı Sir O. Dob Brok tarafından kabul edilmiştir. Britanya fevkalade komiserliği vekaletini ifa eden Misler Nevil Henderson, gemide zat-ı şahaneyi ziyaret ederek İngiltere kralı haşmetli beşinci George hazretlerine arzedilmck üzerine arzularını istisfar etmiştir.

Vahidüddin, ilk önce Malta’ya çıktı. Oradan İtalya'ya, San Remo şehrine gitti. Dört yıl sonra 65 yaşında 16 Mayıs 1926'da orada öldü. Son sözü "Beni İslam topraklarına gömünüz'' oldu., Cenazesi müslümanlar tarafından kaldırılarak Şam'da bulunan Sultan Selim Camii mezarlığına gömüldü.

İtalya'daki yoksul günlerinde elçilik tarafından "Muhtacundan vatandan Mehmet Efendi'ye” diye ayda 200 lira ödendiğine ilişkin rivayetler varsa da kesin değildir. Dilese idi saraydaki altın ve elmaslardan bir kısmını götürebilirdi. Herkes biliyor ki, gerek Osmanlı döneminde, gerek İngiliz işgali ve sonrasındaki yağma­larda saray talan ediliyordu. Vahdeddin ve yakınlan beytülmali talan etmediler.

Hilafet ve Şeriat

25 Nisan'da 5 sayılı kararla hükümetin teşkiline karar veril­di. 2 Mayısta icra vekillerinin teşkilinin nasıl yapılacağına ilişkin yasanın kabul edilmesi ile "Şer'iyye ve evkaf vekaleti'' ve "Adliye ve Mezahib vekaleti" de kuruluyordu. Bu bakanlık şeriata uygun olarak adli işleri yürütmekle görevli idi.

5.9.1336(1920) tarih ve 18 sayılı kamın TBMM’nin kuru­luş gayesini şöyle belirliyordu: "Büyük Millet Meclisi hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin islihlas ve istiklalinden (Kurtuluş ve bağımsızlığından) olan gayenin husulüne kadar şerait-i atiye dairesinde müsteıniren in'ikat eder"

Görüldüğü gibi ilk meclisin, padişahı hain ilan etmek, ai­lesi ile birlikte sürülmesi gibi bir meselesi yok. Hatta "Hilafet ve saltanat kurtulup vatan da istiklalini elde ettikten sonra Büyük Millet Meclisinin vazifesinin sona ermesi" sözkonusu.

Bu konuda Bünyamin Ateş "TC Kuruluşunda Laik Değil­dir" isimli kitapçığının 14.sayfasında şu tesbiti yapmaktadır:" TBMM İstanbul'da dağıtılan Meclis-i mebusan azalarından Ankaraya gelip Kuvayı Milliye hareketine destek olan mebuslara farklı ve mültefit b'tr tavır lakındı. Her biri padi şahın bir temsilcisi gibi TBMM saflarında yer alan Meclis-i Mebusan azalarının arkasında millet, hilafet ve saltanatı temsil eden padişahın gücünü ve desteğini görüyordu ve dolayısı ile kurtuluş hareketine canla başla sarılıyordu. Tarihler o sırada İstanbul hükümeti ile Kuvayı Milliye hareketi arasında bir sürtüşmenin olduğundan bahsediyorlar ama TBMM aldığı bir kararla hilafet ve saltanatın kurtulu­şunu asıl maksat ve gaye yapıyordu. Şayed bunun aksi bir durum olsa, TBMM Kuruluş maksadını daha başka türlü tayin ve tesbit eder ve hatta İstanbul hükümetine karşı kesin bir tavır bile takınır­dı. Ancak TBMM'nin kurulduğu günlerde böyle bir sürtüşme yok" ilginçtir, Mustafa Kemal bile TBMM'nde Meclisi Mebusan'ın Erzurum milletvekili olarak yer aldı

Birinci meclis sarıklı hocadan geçilmiyordu. Yakub Kadri Meclisi "papatya bahçesi"ne benzetiyordu. Dinine bağlı insanlar­dı, din ve şeriata bağlı insanlardı.

Meclisi tem silen halifeye bağhlık ve biat için bir heyeti temsiliye istanbula gönderilecektir.

Meclisin açıhşı Perşembe günü yapılacaktı. Ama Bu müba­rek günün ruhaniyetinden istifade edilmesi için açılış Cumaya er­telendi. Önce Cuma namazı kılınacak daha sonra Meclise gidile­rek ruhani bir hava içinde açılış merasimi yapılacaktı.

Bu maksatla tertip edilen program yalnız Ankarada neşre­dilmekle kalmayıp Mustafa Kemal imzası ile bütün ülkeye tamim edildi.

Mustafa Kemal imzası ile tamim edilen program şu şekilde idi.

1-Allahm izni ile Nisanın 23. cuma günü Cuma namazını müteakip Büyük Millet Meclisi açılacakta'.

2-Vatanın istiklali makam-ı hilafet ve saltanatın istihlası gi­ bi (Kurtarılması gibi) en mühim ve hayati vazifeyi ifa edecek olan Büyük Millet Meclisinin açılış gününü Cumaya tesadüf ettirmek­le mezkur günün Mebnıkiyetinden istifade ve açılıştan mukaddem bilumum mebusini kiram hazeratı ile Hacıbayram Camii şe­rifinde Cuma namazı da eda olunarak envar-ı Kur'an ve salattan istifade olunacaktır.

Bade salat( Namazdan sonra) lihye-i saadet, sancak-ı şerifi hamilen daire-i mahsusaya gidilecektir. Daire-i mahsusaya dahil olmadan evvel bir dua kıraati ile kurbanlar kesilecektir. İş bu me­rasimde Camii şeriften başlayarak Daire-i mahsusaya kadar kolordu kumandanlığınca askeri kıtalarda tertibat-ı mahsusa alına­caktır.

3-Mezkur günün kudsiyetini teyid için bu günden itibaren merkezi vilayette Vali beyefendi hazretlerinin tertibi ile hatim ve Buharii şerif tilavetine başlanacak ve Hatimi şerifin son akşamı Teberrüken cuma namazından sonra Daire-i mahsusa önünde ik­mal edilecektir.

Cuma namazının edasından sonra,

4-Mukaddes ve mecruh vatanımızın her köşesinde aynı su­rette bu günden itibaren Buhari ve hatmi şerif kıraat edilecek, Cuma günü ezandan evvel minarelerde salavatı şerif okunacak ve esnayı hutbede bilumum efradı milletin bir an evvel naili felah ve saadet olmaları Cuma namazının edasından sonra da İkmali hatim edilerek bilcümle akşamı vatanın halası maksadı ile vuku bulan mesaii milletin ehemmiyet ve kudsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekillerinden mürekkeb olan Büyük Millet Meclisinin tevdi eyle­yeceği vazifeyi ifaya mecburiyeti hakkında mev'i zalar irad olu­nacakta. Badehu din ve devletimizin vatan ve millerimizin halası selameü ve istiklali için dua edilecektir. Bu merasimi diniyye ve vataniyyenin ifasında camilerden çıkıldıktan sonra Bilad-ı Osmaniyenin her tarafında makam-r hükümete gelinerek meclisin açılışından dolayı resmen tebrikat icra edilecektir. Her tarafta Cu­ma namazından evvel münasip surette Mevlid-i şerif okunacak­tır.

5-lş bu tebliğin hemen neşir ve tamimi için her vasıtaya mü­racaat olunacak ve senan en ücra köylere en küçük askeri kıtalara, teşkilat ve müessesalına iblağı temin edilecektir. Aynca levhalar halinde her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tab'ı ve teksir ve meccanen tevzi edilecektir.

6-Cenab-ı Haktan muvaffakiyeti kamile tazarru olunur.

Heyeti Temsiliye Namına Mustafa Kemal

Bu tören sırasında Cuma günü, Hacı bayram camiinde kılı­nan Cuma namazında hutbe, öteki camilerde olduğu gibi "Hali fe-i ruy-u zemin Sultan Vahidüddin Han adına" okunmuştu.

        Tören baştan sema müftilerin yönetiminde gerçekleşiyordu ve törende ön sırada yer alan "Zevatı kiram" arasında Nakşi ve di; ger tarikat şeyhleri bulunuyordu. Yeni kurulan meclisin en büyük gayesi ve belki de biricik gayesi "Hilafet ve saltanatın kurtarılması" şeklinde ifade ediliyor­du.

 20 Ocak 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununun l.maddesine ı göre Hakimiyet bila kaydu şart millete ait olacak, 2. maddesine göre ise yasama ve yürütme yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi TBMM'de ifadesini bulacak, Türkiyenin TBMM tarafından 11 yönetildiği ve meclisinin de TBMM adını taşıyacağı belirtiliyorJ du Teşkilatı Esasi Kanununun 7.maddesine göre ise "Ahkamı şeriyenin tenfizi (Yani şefi hükümlerin yerine getirilmesi) vazifesi­ni TBMM yerine getirecek" ti. 20 Ocak 1921 tarih ve 85 sayılı yasada h ilafet ve saltanatın kurtarılmasına ilişkin her hangi bir ifade| nin yer almadığı görülecektir. 30.10 1922 tarih ve 307 saydı karar ile Osmanlı devletinin ve saltanatın fiilen sona erdiği, Osmanlı ’< devletinin yerine, milli hudutlar içinde yeni TBMM hükümetinin < varis olduğu ilan edilecektir.

Hilafet bu kararda tümü ile yok sayılmamakta, hakimiyetin ı millete ait olduğu vurgulanırken hilafet konusunda "Türk hükü­metinin hakkı meşruu olan makam-ı hilafeti esir bulunduğu ecne­bilerin elinden kurtaracağına karar verildi."

 5 Eylül 1920 de TBMM'nin kuruluş gayelerinden birincisi  Hilafet ve saltanatın kurtarılması olduğu belirtilirken 20 Ocak  1921 de çıkartılan 85 sayılı kanunda bu gayeden hiç sözedilmemiş olması düşündürücüdür. Bu yasa değişikliği ile TBMM kuruluş l gayelerinde bir değişiklik yapıyor ve Saltanatı değil, sadece hila­fetin kurtarılması konusunda bir teahhütte bulunuyordu. Bu değişikliğin resmi gerekçesi ile hiç bir zaman açıklanmadı. Ancak Meclis gizli celse zabıtlarında bu konunun ayrıntılı olarak tartı şıldığı görülüyor.

30.10.1922 tarih ve 307 sayılı kanunla saltanat lağvedilirken, Kanunun ikinci maddesinde hilafetle ilgili şu görüşler yer

alıyordu: "Hilafet Al-i Osmana ait olup, halifeliğe TBMM tara­fından bu hanedanın ilmen ve ahlaken erşed ve aslah olanı intihab olunur. Türlüye devleti, makam-ı hilafetin istinatgahıdır" denili­yordu.

TBMM başlangıçta Türkiye’nin idaresi, ya da yeni bir dev­let ilanı için kurulmadı. Bu konuda zihinlerde bir netlik yok. 23 Nisan’daki atmosfer, ruh, siyasi tercih çok farklı..

2. Meclis Ve Yeni Yönelişler

2. Meclisin birinci ile ortak fazla bir hesabı yok. 2. Devre in­tihabı için meclis 16 Nisan 1923 de tatile girdikten sonra yeni ku­rulan mecliste eskilerden pek az kişi bulunuyordu. İtilafçı tabir edilen eskilerin yerini ittihatçılar alacaktı. Liberal eğilimli, komutacılardan oluşan ittihatçılar daha sonra kendi aralarında hesapla­şacak ve işler İnönü'ye kalacaktı.

11 Ağustos 1923’de Meclisin ikinci devresi başladığında bir numaralı yasaya göre Allaha yemin ediliyordu. Her ne kadar, 29 Ekim 1339 (1923) de yapılan değişiklikle "Türkiye devletinin şekli hükümeti Cumhuriyettir" ibaresi konmuşsa da 2. Madde de "Türkiye Devletinin dini din-i islamdır, Resmi lisanı Türkçedir" ifadesi yer alıyordu. Yeni mecliste eskilerden hemen hemen pek kimse yoktu. Kurtuluş savaşı veren halk temsilcileri yerine, itti­hatçı, batı yanlısı cunta heveslisi bürokraVaydmlar yönetime gel­mişti.

1921 anayasasında, devletin dini ibaresi yerahnamaktadır. Çünki sözkonusu olan Hilafetin geri getirilmesidir. Daha sonra henüz Hilafet müessesesi tartışılmamakla birlikte, resmi din ola­rak İslamiyetin benimsendiği ifade edilmektedir.

Yani Cumhuriyetin ilanındaki anayasada Türkiye Cumhu­riyetinin resmi dininin İslam olduğu yazılmaktadır. Yani ne ilk meclis ve ne de Cumhuriyet meclisi din dışı bir karakter gösterme­mektedir.

Halifeliğin ilgası 3.3.1340 (1924) te gerçekleşecektir. Bu tarihte çıkan 431 sayılı kanunla "halife hal ve hilafet ilga edildi.’1 Os( manii hanedanı ülke sınırları dışına sürüldü mallarına el kondu.

Bu müzakerenin yapıldığı mecliste ilginç bir hava vardır.. 7 Mart 1924 tarihli Akşam gazetesinde yer alan bir habere göre mecliste üyeler "Yalnız sağ olanlar sınır dışına çıkartılmakla kalmamalı, ölenlerin kemikleri bile mezarlarından çıkartılarak bu memleke­tin dışına atılmalıdır" diye bağırmaktadırlar!

 Halife Sınır Dışı Ediliyor

 1920'de saltanat ve hilafeti kurtarmak ve ihya için kurulan meclis 26 ay sonra 308 saydı karan ile saltanatı gayrimeşru saya­cak ve Vahdeddin'i hain ilan edecekti. 1922'de Vahdeddin yerine Abdülmecid halife olacak ve TBMM Hilafetin istinatgahı olarak ; ilan edilecekti. 6 Ekim 1923’de ise halife bütün ailesi ile birlikte , sımrdışı edilecekti.

Hilafetin Kaldırılmasının perde arkası ile ilgili olarak Ömer Sami Coşar farklı iddialar ortaya atmaktadır. Abdülmecid in İngi­liz ve Fransızlarla görüştüğünü ve saltanatı ihya için onlarla işbiri liği yaptığını, bu bilgilerin Ankara hükümetinin eline geçmesi üzerine iplerin koptuğunu ileri sürmektedir.

Her nasılsa Fransız elçisinin merkezine gönderdiği mesaj ' Ankaradakilerin eline geçmektedir. General Belle hala Halifeli11 ğin nufıızunu koruduğunu, . halife ite temas kumıaiannın yararlı olacağını söylemektedir. Fransız yüksek komiseri daha sonra ül­kesine gönderdiği mesajında şöyle demektedir: "Seçim mekaniz­malarım ve devlet memurlarının çoğunluğunu ellerinde bulundu­ran tecrübeli politikacılar olan ittihatçılar eninde sonunda duruma hakim olacaklardır. Muhtemeldir ki, Sultan-Halife anayasal bir

I hükümdar olarak eskisi gibi tekrar tahtına oturacaktır"

Hilafetin kaldırılması ile ilgili olarak, resmi tarihçilerin yo! rumlan yukarıda anlaülan gerekçelere dayanmaktadır.

24 Temmuz I923'de Lozan anlaşması imzalanmış ve hilafe­tin ilgasından hemen sonra 29 Ekimde Cumhuriyet ilan edilmişti.

Lozan'ın sonuçlarına ilişkin meclis gizli celsesinde yapılan tartışmalar çok ilginçtir.

Başbakan Rauf bey, Lozandan dönen İsmet Paşa'yı karşıla­mamak için elinden geleni yapmaktadır. Mustafa Kemal'den şöy­le bir ricada bulunur:" Ben ismet paşa ile karşı karşıya gelemem. Onun istikbalinde bulunamam, müsade ederseniz muvasalatında Ankara’da bulunmamak için dairei intihabiyemde bir devir yap­mak üzere Sivas istikametinde seyahate çıkayım " diyor.. İsmet   paşanın hangi tekliflerle geleceğini herkes biliyor. Misakı Mil­liden geri adım atılmış, bazı teahhütler gündeme gelmiştir. Başî bakan İsmet paşa ile karşı karşıya gelmesinin kendisi için hiç te iyi > olmayacağını bilmekte, bir yolunu bulup Ankara dışına çıkmaya 1 çalışmaktadır.                 

Daha sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olmasına ilişkin j yapılan müzakerelerle ilgili olarak İsmet Paşanın mecliste yaptığı konuşma son derece dikkat çekicidir. Şöyle demektedir İsmet Pa­şa: «Fırka reisinin teklifini kabule ihtiyaç kaı'idir (Teşkilatı Esasi­de yapılacak değişiklik ve Cumhuriyetin ilanı ile ilgili) Cihan bi­zim bir şekli hükümet görüştüğümüzü biliyor. Bu müzekaratımızı bir neticeye rabdedip ifade etmemek, zaaf ve teşettürü idameden başka bir şey değildir. Avrupa diplomatları bu hususta beni ikaz ettiler. -Devletin reisi yokturdediler, -şekli hazırdaki reis meclis reisidir. Demek ki siz başka bir reis bekliyorsunuzAvrupa düşüncesi işte budur.»

Nereden Nereye

Mustafa Kemal Meclis'te yapüğı konuşmada, daha önceki­lerin aksine, halifenin luzumsuz işlerle uğraştığından, kendini bir saltanat temsilcisi gibi görerek milli iradenin üstünde bir takım işlere soyunduğundan bahisle, hilafetin aslında İslam tarihi bo­yunca hiç bir zaman lam anlamı ile gerçekleşmediğinden ve en uygun idare şeklinin Cumhuriyet rejimi olduğundan ve Cumhuri­yet rejiminin İslam ilkeleri ile çelişmediğinden sözediyordu.

Ne olmuştu birden bire böyle herşeyin tam tersine dönmesi için.. 23 Nisan üzerine Yunus Nadi, l'.TBMM ile ilgili hatırala­rında Karabekir’den şu cümleleri nakletmektedir: "Tarihimizde bu kadar koyu bir taassublu merasimi diniyye ile hiç bir meclis açılmamıştır... Meclisi Milli 23 Nisan Cuma günü pek dindarane, daha doğrusu pek dervişane bir merasimle açıldı.."

Saidi Nursilerin renklendirdikleri meclis, şimdi başka bir boya ile boyanıyor ve sıra 1. Meclisin ruhaniyetini savunanların yargılanmasına geliyordu. *

Ne diyordu o günlerde Atatürk? Nutuktan okuyalım: "Ey ar­kadaşlar, Tanrı birdir, büyüktür.. Cenab ı peygamber hatemül enbiya olmuştur ve kitabı kitab-ı ekmeldir. Son peygamber olan Muhammed Mustafa Sallahu aleyhi vesellem 1394 sene evvel Ru­mi Nisan içinde veRebiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan. Bu gün o gündür. Filhakika arabi tarihlerinde bu akşam yevmi veladetin tamam sene-i devriyesine tesadüf ediyor. İnşallah bu hayırlı tesadüftür."

Böyle diyordu Mustafa Kemal Meclisin açılış günü konuş­masında. Yine Nutukta Hilafet konusunda ise şöyle diyordu:” Ha­kikaten emri hilafet, hilafetrmilel i islamiyece en büyük maslahat­tır. Çünki efendiler halifeyi nebeviyye ehli İslam arasında rabıta olan bir emarettir. Ve ehli İslam kelimeyi vahdet üzere içtimalannı temin eden bir emarettir... Emaret işte Cenab-ı hakkın bir sır ve hikmetidir ki, teessüsü daima satvet ve kudretle meşruttur. An­dan maksad-ı asli de def-i fesat, hıfzı asayiş, himaye-i bilad ve tanzim-i umur-u cihad ile mesalih-i ammeyi hüsnü tanzim ve tes­viyeden ibarettir.."

Hilafet "Def-i fesat"n, daha sonra "Fesat yuvası olduğu iddi­ası ile "kapatılacaktı.

19 Kasan 1922’de Mustafa Kemal Paşa Abdulmecid Efendi'ye gönderdiği telgrafta ne diyordu: "Hanedan-ı Al-i Osmandan Halifeyi müslimin Abdulmecid hazretlerine, Amme-i müslimin için mucib-i mahv olan düşman tckalif-i şedidesini kabul ve müs­limin müdafaâi mücahedelerinde düşmana muvafaketle beynel müslimin ika-ı şer ve fesad ve sevk-i dimaya fiilen teşebbüs ve bu harekatında devam ve ısrar ve binnihaye ecnabi himayesine tevdi-i nefs ederek bir İngiliz gemisiyle Maesesat dairesinde Meclisi ali’ce 18 sayı ile teşrinisani 1922 tarihinde münakit celsede rnakam-ı muallayı hilafete intihab buyurulmuş (Yüce halifelik maka­mına seçilmiş) olduklarım hürmeti mahsusa ile zal-ı hazret-i hilafetpenahilerine arzederim." Hilafet kaldırılmadan 16 ay önce Nu­tukta da belirtildiği gibi Mustafa Kemal, Abdulmecid efendiye halifeliğini böyle haber veriyordu.

Atatürk: Anayasa Kur'andır!

Mahmut Esat’a göre "Mustafa Kemal bazan taktik icabı inanmadığı şeyi söylerdi”. Balıkesir Zağanos paşa camiinde 7 Şu­bat 1923'te çizmeleri ile çıktığı minberde söylediklerini de bu , gözle mi değerlendirmek gerekirdi. Mustafa Kemal burada "Ka­nuni Esasi (Anayasa) Kur'an-ı azimüşşandır" diyordu. Hani irtica olarak kabul edilen "Anayasa Kur'andır " sloganı da Mustafa Ke­mal'e aitti.

Atatürk bir İslam Cunıhuriyet'i mi kurdu, yoksa bir batılının dediği gibi "O Türk milletine, dinin haber verdiği ilah yerine yeni bir ilahtan sözediyordu. Bu batı medeniyetiydi. Gizlemeye gerek yok, Mustafa Kemal hiç bir dini değere inanmazdı.”

Sanıyorum tarih bilgisi açısından son derece gerilerdeyiz. Mustafa Kemal'in İslam Devleti'ne ve müslümanların hilafetine son veren bir lider ya da, İslami Türkiye devletini kuran bir lider olduğunu söylemek aynı derecede doğru. -.

Fasih Nuri'nin anlattıkları da doğru. 14 Ağustos 1920 tarihli bir hatıra. Rasih Nuri, Atatürk'ü ve Komünizmi ele aldığı kitabı­nın 132. sayfasında şu iktibas yer alıyor:" Bolşeviklerin özellikle son günlerde Polonya dahilinde süregelen başarı ve zaferleri cid­den devrimlerin pek mesut, pek parlak ve pek önemli bir sonucu­dur. İslamiyetin en yüksek kural ve kanunlarını kapsayan bolşevizmin, bizim bile varlığımıza kasdetmiş olan ortak düşman aleyhinde bu gün elde etmiş bulunduğu zafer bizim için de teşekkür edilecek bir sonuçtur".

O günlerde siyasi irade eğer Sovyetlerden yana bir askeri kampa katılmamız yönünde tecelli etmiş olsa idi, bugün Varşova paklı üyesi olabilirdik ve bu tercih belli çevrelerce aynı derecede kutsal bir tercih olarak kabul edilebilirdi. NATO üyesi olmamız sadece bir tesadüftür.

Bir zamanlar TBMM'nin duvarlarında "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ibaresi yerinde "Ve emrühüm şura beynehüm" ayeti edilesi yazılı idi. O zaman Meclis girişinden başlayarak j1 Meclis koridorlarının dört bir yanuıda, üzerinde Kurtuluş Sava­şında kullanılan "La ilahe illallah" ya da "Allahu ekber" veya "Nasrun minallah ve fethün garib" yazılı ayet ve lafızlar yazık idi. Şimdi bunlar suç aleti. Astında 1. Meclis milletvekillerinin tümü­nü bugün 163'den yargılayıp mahkum etmek mümkün. Bu devleti I kuranların inancım temsil eden semboller ve sloganlar artık irtica  olarak damgalanıyor..

Hakimiyetin kime ait olduğunu ise bir kez daha sorguluyonız. Çünkü sıra şimdi batılılaşmanın tabii sonucu olarak Milli Ha­kimiyeti Avrupa Parlementosuna terketnıe aşamasında.. Nereden nereye değil mi? O zaman Al Yeşil bayraklar arasında Ittihad-ı İs­lam'dan sözeden Mustafa Kemalin izinden gidenler, bu gün ittihad-ı Avrupadan sözediyorlar. Meclisin o günki halini Birinci Bü­yük Millet Meclisi isimli kitabında Yunus Nadi uzun boylu anlaUr !'     (Bak: adı geçen kitap 33. sayfa)

Buralardan başladık, ardından yüzlerce caminin yıkıldığı  satıldığı, parti binası yapıldığı günlere geldik. Öyle ki camiler n açık artırma ile satılıyordu.. Kimini azınlıklar aldı, kimi de İstanbul'un en meşhur fuhuş yuvalarına dönüştürüldü.

Şeriat Devletinden Nereye?

Şu olay da bu gerçekleri teyid ediyor: "CHP iktidarı Hristiyanlığın resmi din olarak kabulü için ciddi çalışmalar yapıyordu.

Kazım Karabekir Paşa bu görüşe karşı çıkarak şöyle demişti: "İslamın terakkiye mani olduğu Avrupalıların uydurmasıdır. Bu me­seleyi istediğiniz kadar münakaşa edebilirsiniz, fakat münakaşa­ya tahammülü olmayan bir mesele varsa din değiştirmek gayreti­dir..''

Bir başka hatıra da şöyle: 18 Temmuz 1923 te mecliste yeni bir Teşkilat-ı Esasi (Anayasa) yapılması konusu tartışılmaktadır. Tevfik Rüştü Bey, "Teşkilatı Esasi de dinimiz apaçık yazılmalı­dır'' diye konuşmaktadır. Bundan sonrasını Kazım Karabekir’den dinleyelim (Bakınız Türk Edebiyatı 1988-Mart) "Ben (Bu şuada) söz aldım ve sordum Teşkilat-ı Esasiye'de dinimizin İslam oldu­ğu yazılıdır. Tevfik Rüşdü Bey, hangi kanaati haykıracaksın ve Teşkilat-ı Esasiye hangi dini yazdıracaksın? Hristiyanlığı mı?

Bu şuada Mahmut Esad Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi: “Evet Hristiyanlığı.. Çünki İslamlık terakkiye manidir. Bu dinle yürümez. Ve bize de kimse ehemmiyet vermez.”

Kazan Karabekir'in cevabı üzerine bu kez de Fethi Bey söz alarak " Evet Karabekir, Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle kaldılar. Ve İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkum­durlar. Bunun için İslam kalmayacağız 'dedi.

Bunun üzerine Kazım Karabekir şu cevabı verir: "Geri kal­maklığımıza amil olan şey, bir değildir. Fütühatçılık, temsil kud­reti gösterememek, Avrupanın ilim ve irfan cephesi ile temassızlık, idarede istibdat gibi mühim sebebler varda... İslamlık terakki­ye manidir fikrini garib bulurum. Bu yabancı ve tehlikeli fikrin aramızda da münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından çok müteessir oldum. Fakat ben iddia ediyorum ki Türk milleti ne Hrisliyan olur ne de dinsiz kalu. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri cn mukaddes duygularım bir hamlede atabileceğinize inanışınız objektif bir görüş değil hayalinizdir. Böyle bir harekete cür’et memlekette kanlı bir istibdat ile başlar. Ve İstiklal harbinin birliğini de birbirine katar. Nasd bilebileceği­ni de söyleyebilirim, Düşmanlarından kam pahasına istiklalini kurtaran Türk milleti, hürriyetini kendi evlatlarına boğdurtmayacak.."

Artık işin rengi ortaya çıkmıştı.. Lozan Anlaşması bir dö­nüm noktası idi. Lozan'ın görüşüldüğü gizli celse sırasında taraf­lar ortaya çıkmıştı. Milli Mücadele kadrosu darmadağın olmuştu. Artık iş üç Aliler’e düşecek ve Karabckir'in dedikleri çıkacaktı.

Bir zamanlar Mustafa Kemal ne diyor ve ne yapıyordu ve bu gün gelinen nokta neydi: Evet bu gün Cumanın tatil olmasını iste­mek bile suç. ama o zamanlar Mustafa Kemal Adana’da ne diyor­du: "Biliyorsunuz ki şeriatte cuma namazından maksat, herkesin dükkanım kapayarak, işlerini bırakarak, bir araya toplanmaları ve tslamın genel meseleleri hakkında dertleşmeleri içindir. Cuma günü tatil yapmak, şeriatın da emri gereğidir..'

Lozan'da Ne Oldu?

Herşey Lozan görüşmeleri sırasında oldu. Bir çok kaynaklarda" gizli bir anlaşma ile İsmet paşanın îngilizlere hilafeti kaldırma sö­zü verdiği" belirtiliyor.. Yakın Tarih ansiklopedisinde de bu tez bir çok belge ile teyid edilmektedir.

Haim Nahum efendinin bu yeni oluşumlarda büyük rolü olduğu görülüyor.. Daha sonra Mısır'a giderek Nasıdın danışmanları ara­sında yer alacak olan Nahum Efendi, projesini Amerika'da hazır­lamış, Amerikan ve Fransız enielijansı ile birlikte sonuçlandır­mıştır.. Nahum Efendi İsmet paşanın Lozan'da yanından ayrılma­mış ve Mustafa Kemal Paşa ile de İzmir İktisat kongresi esnasında görüşerek bu konuda görüş alışverişinde bulunmuştur.

tzmir fktisad Kongresi yeni Türkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktasıdır. Ali İhsan Sabis bu görüşmeden sonra askerlerin yor­gun olduğu gerekçesi 3e terhis edildiğini yazar. Lord Gûrzon gö­rüşmelerin sonunda Hilafetin kaldırılması ile sulhun mümkün olabUeceği mesajını verecektir.

Karabckir'in hatıralarında belirttiğine göre Nahum baldı ülkelere "Türklerin tslami bünyesini değiştirerek onların Protestanlığı ka­bul etmelerinin kolaylaştırılacağını "anlatmıştır. Gerçekten de Lozan sonrası gelişmeler çok ilginçtir. Banklara ve azınlıklara bir çok imtiyazlar verilirken, okullardaki İslam tarihi, Osmanlı tari­hi kaldırılarak Yunan medeniyet tarihi konmuş, maarif vekaleti batı klasiklerini tercüme ettirerek, ardından ders kitaplarım Yunan ve batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek bu emele hizmet edilmiştir.

Yakın Tarih Ansiklopedisinin 3. cildinde yer alan (S:62) bir belgeye göre, Kaim Nahum, Gürzon'a "Siz Türkiyenin mülki tamamiyetini kabul edin onlara ben İslamiyet! ve İslam temsilcilik­lerini ayaklar altında çiğnetmeyi teahhüt ediyorum”

İnönü Lozan kahramanıdır ve Halife sınır dışına gönderil­miştir. Tek parti iktidarının elinde istiklal mahkemeleri ve takriri sukun gibi iki önemli silah vardır artık. Ve Türkiye Cumhuriyeti yeniden biçimlendirilmektedir. Bu kez Kurtuluş Savaşı ruhuna karşı yeni bir ütopya, devlet zihniyetine egemendir.

Olaylar bundan sonra arkası arkasına gelişir. 3 Mart 1340 (1924) Tevhidi Tedrisat,. Dini çevrelerde bir kıpırdanış. 20 Nisan: Türkiye devletinin dini din-i İslamdır.. Sistem Cumhuriyet, Din İslam, zahiren önemli bir değişiklik gözlenmiyor.

1 Şubat 1925 Şeyh Said isyanı. İngilizler bir yandan Şeyh Said'i destekler görünüp öte yandan Ankara'yı Şeyh Said'e karşı kışkırtır. Devlet-Şeriat hesaplaşması örgütlenmektedir.. 29Haziran 1925 de Diyarbakır’da 47 idam. 4 Mart 1925 Takriri Sukun ka­nunu.. Ve ardından devrimler başladı. Şapka kanunu. Türbe ve zaviyelerin kapatılması.

2.5.1928'de, 1924 Anayasasının 2. Maddesi değiştirilerek "Türkiye devletinin dini din-i islamdır" ibaresi çıkartıldı ve yeri­ne de herhangi bir hüküm konmadı. Din yoktu artık. Allah adına yapılan yeminlerdeki "Vallahi" yerine "Namusum üzerine söz ve­ririm" ibaresi kondu.

Aynı zamanda Anayasanın 26. maddesi de değiştirilerek TBMM'nin görevleri arasındaki Şeriat hükümlerinin yerine geti­rilmesine ilişkin hüküm de yokedildi.

Din fiilen bir daha devlet işlerine müdahil olmadı. Ancak bu konudaki yasal düzenleme için 1937'yi beklemek gerekli idi. 1931 deki CHP 3. Kurultayında alınan bir kararla partinin ilkeleri ara­sında Laiklik te bulunuyordu. Daha sonra milletin sinesine dayandınlan alu ok şeklinde ifadesini bulan bu ilkeler takrir-i sukun ve istiklal mahkemesi gölgesinde tek parti istibdadı ile anayasa hük­mü haline getirilecek ve herhangi bir gerekçe gösterilmediği gibi bu kavramlar ile ilgili hukuki açıklamalarda yapılmayacaktı.

 Laiklik ilkesi Cumhuriyet Türkiyesi'nin temel ilkesi değil,       Tek parti döneminde yasalaştırılan bir müessesedir. Türkiye kuru­luşta laik olmadığı gibi hiç bir zaman da ban ülkelerindeki laisiz­me benzer bir laiklik uygulaması söz konusu olmamıştır. Daha çok dinin devlet denetimi altına alındığını görüyoruz.

10.4.1928 tarih ve 1222 sayılı yasanın 2. Maddesinde yapı­lan devletin dini ibaresinin çıkarıldığı düzenlemenin ardından 5

 Şubat 1937 de 3115 sayılı yasa ile 24 anayasasının 2. maddesi şu şekli aldı: Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, dev­letçi, laik ve inkılabçıdır. Resmi dili Türkçedir ve başkenti Ankara şehridir.

Ya bayrağımız.. O hilâl ile haç karşısındaki bir direnişi sem­bolize etmiyor mu idi?. Malum çevreler bayrak için de laik bir yo­rum bulmuşlardı bile. The Encyclopedia Americana'ya göre " Türk bayrağının yanmay şeklinin eski Bizans imparatorunun koruyucu mukaddes patronu ve tanrıçası olan Diana'mn amblemin­den, yıldızının ise Hristiyan Constantinople'un (İstanbul'un) mu­kaddes koruyucu meleği olan Mary'in amblemi veya onu temsil eden sembolü olduğu" ileri sürülüyordu. Tabi İkinci Murat zama­nında şehidlerin kan gölü üzerine akseden ay ve yıldız gölgesi ile ilgili bir rivayette var. Osmanlılar da bu âlemi kullanmış. Ayrıca bu âlemi 5000 yıllık geçmişi olan bir Anadolu sembolü olarak gö­renler de var. Belki de tek başına bir Osmanlı sembolü olsa idi, Osmanlı mirası herşeyi ile reddedilirken ayyıldızlı bayrak ta aradan kaybolabilirdi.. Başlangıçta Ayyıldızlı bayrak ve yeşil kelime-i tevhid yazılı bayrak birlikte kullanılırken, daha sonra özellikle Menemen olayından sonra bu bayrak bir irtica sembolü olarak nitelenecekti. Oysa bütün istiklal Mücadelesi boyunca ve ilk Millet Meclisinde en önde taşınan bayrak oydu. Mustafa Kemal İzmir'e girdiği gün adet olduğu üzere yeşil sancak-ı şerifle karşılanmıştı.. Ve bugünki bayrak 3 Haziran 1936'da 2994 sayılı yasa ile son şeklini aldı ve tüm öteki bayraklar yasaklandı.

Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden 14 yıl geçmişti ve anayasadan din maddesi çıkartılalı dokuz yıl olmuştu. Mustafa Kemal'in ölümünden yaklaşık 2 yıl önce laiklik ilkesi benimsendi. Şeriyye ve evkaf vekaleti kaldırıldı, Diyanet teşkilatı kuruldu ve din giderek tamamı ile devletin denetimine girdi. Daha sonra ca­mileri değiştirmek ve Kur'anı-Kerimi değiştirmek istedilerse de bunda muaffak olamadılar.

Cumhuriyetin yeni şekli bu dönemde iyice kökleştiriliyor­du. Bağımsızlık savaşı veren ve devleti kuran irade ile, bundan sonraki yeni Türkiyenin öncü kadrosu arasında büyük ruh, kişilik ve zihniyet farklılıkları vardı.

Hükümet yapılan, 1. Meclisi oluşturan üyeler Osmanlı ay­dınlarının bir devamı gibi idi. Hatta Yeni devletin Anadolu'daki idari teşkilaü aynı idi. Devletin devamlı lığında bir kopukluk mey­dana gelmemişti. Yeni devlet'te, eski devletin mirası üzerine ku­rulmuştu. Yeniden kurulan bir devlet değil, yeni bir iktidar zihni­yeti sözkonusu idi.

1. TBMM 'nin yapısını incelemek için bakınız: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi C: 10, S:2683. Bu bir şeyhler, hacı ve hocalar meclisidir.

Günümüzün modem tarih yazıcıları bütün bu ayrıntıları görmemezlikten gelerek bakın nasıl yazdıklarım anlamak için okullarda çocuklarınıza okutulan kitaplara bir göz atmanız faydalı olacaktır.

Ve işte Başbakanlık Basın-Yayın ve Enfermasyon Genel Müdürlüğü’nce çıkartılan "Türkiye 1987" isimli kitapçıkta yer alan ifadeler: (S:45) "Lozan barış konferansında sağlanan başarı, Mustafa Kemal'e Cumhuriyetin ilanını gerçekleştirmek için ge­rekli saygınlık ve yetkiyi kazandırmıştı. Ancak bunun için önce itilaf devletlerinin son temsilcilerinin de Türkiye’yi terk etmeleri gerekiyordu. Netekim İstanbul'daki son İngiliz askeri de 2 Ekim 1923'de gemilerine binip Türkiye’den ayrıldılar. Şimdi sıra Cum­huriyet rejiminin kurulması için gerekli temellerin atılmasına gel­mişti. TBMM önce 13 Ekim'de çıkardığı yasa ile Ankara'yı yeni devletin başkenti ilan etti. Ardından da 29 Ekim'de Türkiye dev­letinin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu açıklandı. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü de ilk başbakanı seçiktiler. Lozan heyecanı geçergeçmez halife, padişahlığı geri getirmek isteyen yeni rejim muhaliflerinin mer­kezi durumuna gelmişti. Öle yandan milliyetçilik ve milli ege­menlik düşüncesi üzerine kutulan yeni Tüıkiye'nin, Ümmet düşüncesi üzerine kurulmuş bir kurum olan hilafetle bağdaşması za­ten olanaksızdı. Bu nedenle TBMM 3 Mart 1924'de Halifeliğin kaldırılması kararını aldı. Son halife Abdülmecid ertesi gün Istan buldan ayrılırken, eski düzenden yana olanların her zaman güç alacakları zararlı bir odak yokedilmiş oluyordu"

Ve ardından gelsin inkılablar..

"Batı'ya kalkan tren" hızım almıştı.

"Hilafetin kaldırılmasına dıştan ve içten akisler" derleyen Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı nm Nisan sayısında bu konuya ol­dukça geniş yer ayırıyor. İkbal gibi İslam şairleri o zaman Mustafa Kemal'i "Mücahid-i İslam" olarak selamlıyordu. Sonra "Eyvah'ı yazacaktı ama, olan olacaktı bu arada.

Kabaklının bu derlemesini özet olarak buraya aktarıyorum: "Tüıklerin hilafeti ansızın ve beklenmeyen bir tarzda kaldırmaları başta İngilizler olmak üzere bütün batıdan alkış toplamıştır. Bu bakımdan Mustafa Kemal Paşa ya yöneltilen pek çok övgüler ara­sında General Sheiril (...) Mustafa Kemal Paşa'yı ünlü Protestan reformcu Martin Luthcr'e bile benzetmektedir.

İngiliz yazar Ph. Gravet -Saltanat ve hilafetin kaldırılması­nı Türkiye’yi bir Avnıpa devleti haline getirmek isteyen devrimci değişikliklerin ilkiolarak yorumluyor.

’Hind Müslümanları ve Avrupa müslümanları Hilafetin kal­dırılması karşısında hayal kırıklıklarını ifade ederlerken Briton and Türk, London 1941'de şu görüşler yer almaktaydı: ‘Türk Cumhuriyetçileri, mtlslüman uyrukları olan herhangi bir gayri­müslim devlet için (İngiltere gibi) her zaman güçlükler çıkartacak bir kurumu (Hilafeti) ortadan kaldırmakla Britanya İmparalorluğu'na olağanüstü bir iyilik yapmıştır."

Şii ve Sünni müslümanlar Hilafetin korunmasından yana idiler. Ağa ve Emir Han'lar bu maksatla İnönü'ye bir mektup yaz­mışlar ve bu düşüncelerini Ankara'ya iletmişlerdi. Hind Hilafet Kongresi Hilafet'in devamından yana idi. Yayınladıkları bildiride şu görüşlere yer veriyorlardı: Hindistan müslümanlaeı, Türk Cumhuriyetini ve hilafetin Cumhuriyetinizce tanınan şeklini terakkiyatı islamiyenin ümidi olarak bilirler”

Halifeliğin kaldırılması ile, İslam alemi manen başsız kalı­yordu. Buna paralel olarakta, Türklerin İslamiyet! terketliği yo­lundaki propaganda dalga dalga İslam dünyasına yayılıyordu. İngilizler, İslam dünyasına yaydıkları haberlerde: "Türkler, İslam'ı terketti. Halifeyi ülkelerinden kovdular, İslam alemi ile ilişkileri­ni kestiler" şeklinde ifadeler kullanıyorlardı.

İran Devriminden sonra, İranlı yaşlı birisi ile konuşurken,, namaz vakti kıbleyi sorunca şaşırmış ve "Siz dinden vazgeçmedinizmi, siz kuran okur, namaz kılar mısınız, biz hep böyle bilir­dik ve Şah ta bize öyle söylerdi. Televizyon da sizin kadınlarınızı üryan gösterirdi" diye o eski haberlerin hikayesini bize anlatmış ve namaz kılan bir Türk'ü görmek onu heyecanlandırmıştı.

Hilafet devam ederken, Sovyet müslümanları ve El Ezher Uleması 1922 Aralığında birer heyet göndererek padişaha biat et­mişlerdi. Gürcü, Laz, Boşnak, Arnavut, Kürt, Arap, Çerkez gibi etnik topluluklarda Hilafete bağlılıklarını teyid etmişlerdi. Ya­bancı gözlemciler, Hilafetin sona erdirilmesi ile, Anadolu'daki et­nik ayaklanmaların da artık denetimden çıktığı noktasında birleş­mektedirler.

23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk bayramınız kutlu ol­sun.

Türkiye’de Cumhuriyet nasıl kurul­du? Saltanattan Cumhuriyete uzayan uzun yolculuğu, adım adım izlemeye ça­lıştık. Mustafa Kemal’in, Samsun’a çık­madan önceki hayatı ve O’nu Samsun yolculuğuna hazırlayan şartlar, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Amasya tamimi, An­kara’ya geliş, İstanbul’la ilişkiler, Enver Paşa Sorunu, Kâzım Karabekir faktörü, İç İsyanlar, Kurtuluş Savaşı, Sovyetler’le, Amerika ve İngiltere ile ilişkiler ve Cumhuriyetin ilanı.. Hilafet tartışmaları.

Mondros’la başlayıp, Sevr’le sonuçlanan bir yıkımın, Mudan­ya ile başlayıp Lozan’la noktalanan bir kuruluşun hikâyesi...

Yakın tarihimiz ile ilgili çalışmalarımızın 3.sünde 1919’dan 1923’e Cumhuriyetin inşası dönemini sorgulamaya çalıştık.

Tarih gerçeğini, resmi yazıcıların ütopyaları ve ön yargılarından arındırılmış olarak tarih şuuru uyandırmak istiyoruz. İyi bir tarih okuru bilir ki, kurtuluş reçetemiz ne padişahın altın sırmalı ipek kaf­tanının ihtişamında gizlidir, ne de ulu önderin mavi gözlerinden ya­yılan ışıklarda!

Tarih, övgü ve yergiden ibaret değildir. Dün dünde kaldı. Onla­rın yaptıkları onlara, bizim yaptıklarımız bize..

Dünün bilgi birikimine, belgelere, tecrübelerine ihtiyacımız var. Bugün bu topraklarda, özgür, mutlu, barış içinde bir arada yaşa­mak istiyorsak, dünün gerçeğine, geleceğin umuduna, bugünün so­rumluluk bilincine muhtacız.

Herkes yaşadığı her anın, yaptıklarının ve söylediklerinin, ya­pıp söylemesi gerekirken, yapıp söylemediklerinin hesabını verecektir.

Bu kitap bu yönde bir sorumluluk bilinci uyanmasına katkı sağ­layabilirse ne mutlu bize!



[*] Kongrelerle ilgili olarak, lütfen, bu serinin ilk kitabı olan «Bir Başka Açıdan Kemalizm'e» bakınız, özellikle Sivas ve Erzurum kongrelerinin nihai bildi­rilerinin mahiyetini anlamak açısından bu konu önemlidir. Daha sonraki Cumhuriyet hükümetleri politikası, bu kongrelerin kararlarından tamamen farklıdır. Bu metinleri fazla yer işgal etmemesi için buraya tekrar almadık. İhtiyaç duyanlar buradaki belgeleri tetkik edebilirler.


Mustafa Kemal çok “mütevazi” bir hayat yaşamadı. Çok şeye sahipti.
İlk günlerin çelin şartlarından sonra lüks salonlarda, yatlar­da saraylarda görkemli bir hayat yaşadı. Ülkeyi ve Halkı kurtar­mış bir kurtarıcı olarakta böyle yaşamayı haketmişti. Bu halk ona her istediğini vermişti ve verecekti.
Aşağıya Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı iken aldığı ma­aşı, öteki Cumhurbaşkanları'nın aldıkları maaşlarla beraber Nok­ta dergisinden iktibas ederek veriyoruz.



Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to