Hazırlayan: SÜLEYMAN YEŞİLYURT
Elinizdeki kitap büyük ölçüde Türk Hristiyanlar'ın Patrikhanesi'ni ihtiva
etse de, yıllar içerisinde onlarla büyük çekişmeler içerisine giren Fener
Rumları'nı da değerlendirmeye almış bulunmaktadır. Tabii ki burada yazarın
(konuların detayına inebilmesi açısından) Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol
ve aile bireyleriyle müteaddit defalar görüşmesi, gözardı edilemez. Şimdiye
kadar Türk Ortodokslar hakkındaki kitaplar genellikle kaynakça kullanılarak
yazıldığından, bazı bilinmeyen gerçeklerin gün yüzüne çıkmadığı kaçınılmaz bir
durumdur. İşte bu nedenle yazar, uygulamaya koyduğu farklı tarzdaki üslup ve
çalışma sistemiyle Selçuk Erenerol ve kızı Sevgi Hanım'la yakın temas kurarak,
hatta onların atalarının doğum yeri Akdağmadeni'ne kadar giderek Erenerol
ailesinin Türk olup olmadıklarına dair yıllardır tartışılan ikilemlerin
belgelerini ortaya çıkarmıştır. Türk Ortodokslar'ın kurulduklarından bugüne
kadar ki mücadelelerini, Atatürk'ten ve gelmiş geçmiş tüm hükümetlerden
gördükleri yardımları, tarihi hatalarını, Fener Rumları'na karşı yeterli
direnci gösteremediklerini "Türk
Hristiyanlar'ın Patrikhanesi"nde tüm açıklığıyla
öğrenip, hakikatlann tanığı olacaksınız...
Kültür Sanat Yayınları
1994 yılı Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı halen üyesi bulunduğum
"İlesam" ın ev sahipliğinde Ankara da yapıldığından, Sovyet
rejiminin yıllarca baskısı altında kalmış olan birçok değerli Türk yazarı
tanımak mutluluğuna eriştim. Bu değerli yazarlarla zaman içerisinde
konuşma.fikir teatisinde bulunma ve kitaplar üzerinde değerlendirmelerimiz
oldu. Kitaplaruı telif hakları ve yayınevleri' nin durumlarından bahsederken,
topluluktaki Gökoğuz Türkleri’ nden birkaç yazar, Ankara'da Türk Ortodoks
Kilisesi' nin var olup olmadığını sordular. O güne kadar kiliselerle
ilgilenmediğimden, bu hususta yeterli bilgimin olmadığını söyledim.
Türk Ortodoks ismi beni düşündürdüğü için, Rum Ortodoks İstanbul'da bir
hayli var ama, Türk Ortodoks' un olması mümkün değil demiştim. Gökoğuz asıllı
yazarlar, siz yanılıyorsunuz, 1922 yılmdan bu yana İstanbul'da bir Türk
Ortodoks Patrikhane'si ve dört kilise'si vaı: Bizler orada ruhani orun bile
yaptık diyorlardı.
Sovyetler’den koparak bağımsızlıklarına kavuşan ''Türk Cumhuriyetleri'
ndeki bir kısım Türkler'in Hristiyan ve Şamanist olduklarını bildiğim halde, Türkiye'de
böyle bir patrikhane' nin varlığından habersiz olmam, beni fazlasıyla
etkilemişti.
Kaldı ki, yakın tarih araştırmacısı bir yazar olarak bu konudaki bilgi
yetersizliğim asla geçerli mazeret sayılamazdı.
Bugünkü
patrik' in Selçuk Erenerol adında bir Türk olması, ilgimi daha da artırarak,
Türkiye'deki
Türk Hristiyan Ortodoks' ları araştırmama neden oldu. Derin
araştırmalarım neticesinde tıpkı benim gibi birçoklarının da bilmediği Türk
Hristiyanları tanıtırken, herkesçe bilinen Fener Rumları' nın patrikhane ve
kiliselerini de yeterince tanıtıp! her iki patrikhane arasındaki çekişmelerin
değerlendirmesini yaparak gerçekleri ortaya çıkarmaya çalıştım. Böylesine
önemli hususlar ve Fener Rumlar' ı hakkında kendisinden bir hayli detay
belgeler aldığım Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol' u (beklentileri doğrultusunda
tarafgir bir davranış sergilemediğim için) kırdığımı da bilmekteyim. Ne var ki
gerçek yazar, gördüklerini yazabilen yazard11: Bu nedenle Fener Rum
Ortodoksları'nı eleştirmemin yanında, Türk Ortodoksları'nın da hatalı
taraflarını yazmışsam ortaya objektif bir eser çıkmış demektir. Bu kitabın
hazır landığı anlarda İstanbul ve Ankara'da müşterek görüşmelerimiz olan Türk
Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol ve sevgili kızları bazı gerçekleri
kabullenmek zorundadırlaı:
Fener
Rumları' ı Cumhuriyetten bu yana hıyanetleri ne kadar büyükse, Türk
Ortodoksları' nın da ihmalkarlıkları o kadar büyüktür!.
Yakın tarihin
perde arkasında kalarak, toplumumuzda pek tamnmayan Türk Hristiyan
Ortodoksları'yla, yıllardır bilinen Fener' in Rum Ortodoksları' 11 okuduğunuzda
bazen üzülecek, bazen de güleceksiniz...
Yaşadığımız
zaman devram içerisinde hep üzüntüler olsaydı, sonuçta ruhsal problemler
doğabileceğinden, gerçek hayattan kesitler
vererek (yazılarımdaki esprilerle) üzüntüyle-gülme arasındaki dengeyi sağlamış
olduğum inancındayım.
Türk Ortodokslar' ın Atatürk' ün bilgisi
dahilinde kurulup Kayseri' den İstanbul' a nasıl geldiklerini, Fener Rum
Patrikhanesiyle olan mücadelelerinde başarılı olup olamadıklarını yakından
müşahede edip gördükten sonra, Fener Rumları'nı okurken; Canavar Papaz
Yakovas' ı, il. Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü' nün Amerika' dan Çankaya'ya davet ettiği çift pasaportlu ithal
Patrik Athenagoras' ı, özürlü (homoseksüel) Papaz Meliton ve Heybeliada Ruhban
Okulunu tanıdığınızda, üzüntüyle memleket sevdasını birarada yaşayacaksınız...
Türk Ortodoks Patriği' nin çıkarılan özel kanunla mabed dışında ruhani
kıyafet giyebilir serbestliğinin belgelerini görünce, Türk Müslüman din
adamlarına neden yasak var diye belki de uygulanan çifte standart' a karşı
olup, bu yasayı ya kaldırın, ya da hakkaniyeti sağlayın deyip, yeni bir
çığırın başlangıcının yolunu açarak, çok bilmiş geçinen ulemaları makam hırsı
uykularından uyandırıp, hakikatları hayata geçiren gerçek bilgeler olduğunuzu
ğöstereceksiniz.
Türk ve Rum Hristiyan Ortodokslar' ı çok net ve duru bilgilerle
tanımladığım, kaynakça olarak umumiyetle Patrik Selçuk Erenerol'dan muhtelif
görüşmelerimiz esnasında (sözlü ve yazılı belge içeren) önemli bilgiler
aldığım eserimdeki konular, geçmişten giinümüze tamamiyle yaşanmış olaylardır.
Yaşanmamışı yaşanmış gibi yazmak, zaten araştırma ve belgesel eserlere
yakışmayan bir dıırumdw:
Şu kadarım açıklıkla söyleyebilirim ki öykü ve roman yazmadığımı:..:
göre, bu tür ciddi araştırmalarda birtakım çekintilerin girdabına kapılıp
belirgin saklantıların içerisine girerek hakikatlardan
uzak kalmak, ölmüş insana elbise giydirmek gibi bir şey olur.
Gerçeklerin ışığında bu iki patrikhane hakkında
(benden çok) kendi değer ölçülerinizle karar verip, hakkaniyetin dengesi
olacaksınız.
Benim şahsi kanaatime göre ülkemizin ebedi
rahatsızlığı olan patrikhane, kilise ve manastır' !ar, varlıklarını sürdürdükleri
müddetçe gelecek kuşakların vazgeçilmez sıkıntıları olmaktan geri
kalmayacaklardu: Tabii ki burada yüzyıllardır ülkemizde çöreklenen ve
Hahambaşılar'ın yönettiği Yahudiler' in ibadet yerleri olan, eskilerin
tabiriyle (havra) adıyla bilinen sinagogları da gözardı etmememiz gerekb:
Bu ve benzeri
nedenlerden dolayı yaşadığımız coğrafyadaki hıyanet yuvalarını yakından
tanımak, ülkemiz insanlarının vazgeçilmez ülküleri olacağmdan, bizden
sonrakilere müreffelı bir Türkiye bırakabilmek ümidiyle, bütün mutluluklann
Türk İslam alemine ebedi olmasını en kalbi duygulanmla temenni ederim...
Koca bir
İmparatorluğa payitahtlık yapmış İstanbulumuz' un içerisinde Rum, Ermeni,
Yahudi azınlıkların patrikhane, kilise ve sinagogları 'nın olması, Osmanlı'dan
günümüze her Türk insanı tarafından bilinen bir gerçektir. Türk Hristiyanlar'a
ait olan patrikhane ve kiliselerin varlıkları ise, ancak araştırmacıların bir
kısmı tarafından bilinmekteydi.
Gökoğuz
(Gagauz) Türkleri'nden adını duyduğum böylesi bir Türk Hristiyan Patrikhanesi,
benim ülkemde olmamalıydı ve olmasını düşünmek bile istemiyordum.
İstanbul 'u
fetheden yüce Fatih 'ten Cihan Padişahı Kanuni 'ye, Kanuni'den Egemenlik
Meclisi'ne kadar, ancak azınlıkların açabildikleri patrikhane ve kiliseler'i
Türk vatandaşlarının hayata geçirebileceklerine hiç mi hiç, ihtimal
vermiyordum.
Bir vesile
ile görüşme imkanı sağlayabildiğim Türk Hristiyanlar'ın Patriği Selçuk Erenerol
'la 6 Temmuz 1995 perşembe
öğleden sonrası karşılaşmamız, hüzünle şaşkınlığımın arasında bir münazara
içinde geçmişti ...
Patrik'le
karşılaşmadan önce, Karaköy 'deki geniş avlulu pembe binayı uzaktan gördüğümde,
Türk bayrağı giriş kapısının üst kısmında nazlı nazlı dalgalanıyordu.
İnanmadıklarını
ve inanmak istemediklerimi, gözlerimle görmeye başlamıştım. Ana kapının
girişinde, Türk Hristiyan Bağımsız
Anadolu Ortodoks Patrikhanesi yazmaktaydı. Avludan beş on adım
yürüdüğümde karşıma patrikhane 'nin ibadet yeri olan Panayia Kilise'si
çıkıyordu. Az daha ileriye gittiğimde beni kapıda beyazlar giymiş güleryüzlü
bir bayan rahibe karşıladı. Bayan rahibe'nin göğsünde oldukça büyük altın bir
ay-yıldız ve boynunda da istavroz haç, kolye takılıydı. ..
Aman Allah'ım
ay-yıldızla, haç'ın belirgin bir tezat teşkil etmesi hazanla baharın mevsimler
boyu birleşmeyen zıt iklimler oluşları gibiydi. ..
Beni ikinci
kata patrik'in yanma çıkaran ve düzgün Türkçesiyle dikkatimi çeken rahibe'nin,
çok geçmeden patrik'in kızı Sevgi Hanım olduğunu öğreniyordum. Patrikhane 'nin
geniş salonunda karşılaştığımız Selçuk Erenerol bana hitaben, hakkınızda
edindiğim bilg!lere göre "Siz
Oğuz Türklerindensiniz, ben de Gökoğuzlar'm Turani boyundanım" anlaşılıyor
ki her ikimiz de özbe öz Türk'üz diyordu...
Bir nehrin
iki kola ayrılması gibi "Siz Müslüman Türkler'den, biz de Hristiyan
Türkler'deniz" sözlerini kullanırken içimdeki üzüntüleri bilmelerini
istemiyordum. Patrik'in beni hiçbir zaman tatmin etmeyen bu sözleri içimi
sızlatsa da, çok önemli bilgileri elde edebilmem gayesiyle, duygularımı belli
etmemem gerekirdi.
Selçuk
Erenerol, 1991 yılında ağabeyi II. Patrik Doktor Turgut Erenerol'un ölümü
üzerine 2780 sayılı yasa gereği III. Türk Hristiyan Ortodoks Patriği olduğunu
söylüyordu.
III. Patrik,
uzun görüşmelerimiz esnasında patrikhane'nin lehinde olan her yazara
kapılarının açık olduğunu söylemekten geri kalmazken, Fener Rum' Patrikhanesi
'nin bazı Türk yazarları kendileri aleyhine teşvik ettiklerini belirtmekteydi.
Türk Ortodoks Patriği, her sene bin kadar Türk gencinin müracaatta
bulunup Hristiyan olmak istediklerini belirtirken, kendilerine çok hazırlıklı
gittiğim için "Sizin babanız Keskin Metropoliti iken neden Fener Rum
Patrikhanesi 'nin emrinde çalışıyordu" demekten kendimi alamadım.
Benim felsefemde Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan Rum,
Ermeni Hristiyan ve Musevi azınlık olabilirdi, fakat gerçek bir Türk, Müslüman doğar, Müslüman ölürdü. Şanlı
tarihimizin akışı içerisinde Türk
deyince Müslüman, Müslüman deyince Türk akla gelmeliydi...
Patrik Selçuk Erenerol, son derece hassas ve dikkatli
sorularım karşısında, bu bir devlet politikası olduğundan Anadolu'daki Türk
Hristiyan'lar İstanbul Fener'e bağlı bulundukları için, bilerek veya bilmeyerek
Rumlar Ortodokslar'a hizmet etmişlerdir demekteydi. •
Efendim siz kiliselerin üst kurulları olan Sen Sinod üyelerinin
belirlediği kurallara göre bir metropolit'in albay, patrik'in paşa rütbesine
haiz olduğunu biliyorsunuz da, babanızın bilerek veya bilmeyerek Fener Rum
Patrikhanesi'ne hizmet edip etmediğini nasıl bilmiyorsunuz? diye sorduğumda;
bana cevaben "aradan yıllar geçmiş, şimdi bugünkü Türk Hristiyantar'ı
tartışalım" demekle yetiniyordu...
Bütün eserlerimde olduğu gibi, araştırmalarımı ciddi ve titiz yapmak
vazgeçilemez prensibim olduğundan, Selçuk Erenerol 'la uzun süren karşılıklı
görüşmemizdeki ilk intibamdan sonra bu patrikhane'yi öncelikle (ruhani ve
siyasi olmak üzere) bilinmeyen yönleriyle ele almakta kararlıydım.
Türk Ortodoks
Patrikhanesi'nin nüvesini teşkil eden Türk çocukları da vardı ve bu durum beni
çok mu çok üzüyordu.
Ancak şu an
kendini büyük Türkçü gösterip, Gökoğuzlar'ın Turani Türklerindenim diyen Selçuk Erenerol'un atalarının
gerçek Türk olduklarına kalben ve ruhen inanmıyordum.
İnanmamak
çözüm olmadığına göre, siz değerli okuyucularım ve hedef durumundaki sevgili
patrik, mutlaka belge isteyeceklerdir. Bu belgeleri kitabımın içeriğinde
bulduğunuzda; Bugünkü Türk Ortodoks Hristiyanları'nın Patriği Selçuk Erenerol'un
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu halde, soykökü' nün Türk olup olmadığına
belgelerin ışığında, benden ziyade sizler karar vereceksiniz.
Gayemiz
hiçbir zaman insanları karalamak değildir ve olmayacaktır da. Selçuk
Erenerol'un ahfadı ne kadar Türktür, ne kadar değildir, bunu hep birlikte görüp
öğreneceğiz...
Patrikhane'nin
ruhani işyarlığı ve politik konumundan çekinen bazı dostlarım, bana sakın
böyle birşey yapma ve yazma öğüdünde bulundular. Ben de onlara "Böylesine
manasız ürküntülerle sanki bu ülke'de kendimi azınlık gibi hissediyorum;
Diyanetten, hatta devletin yetkili kurumlarından çekinmeyen insanlarımız,
patrikhane'den çekiniyorlar, bu acz ifadeleri bizler için ne büyük
ayıptır" diyordum.
Türk
Hristiyan Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol 'un şahsıma bazı sıkıntılar
verebileceğini hiç önemsemeden, Türk İslilm sentezinin gerçek doğrultusunda siz
okuyucularımı detay bilgilerle aydınlatmak bana yeryüzündeki saadetlerin en
büyüğünü bahşedecektir.
Doğruları
yazmak ve doğrulardan ayrılmamak ana prensibim olduğuna göre, bu eserdeki
gerçekler doğrultusunda, tarihi 14
şanlarla şereflerle dolu bir ülkenin içerisinde Türk Hristiyan
Patrikhanesi olmaz, olamaz diyorum!..
Bazı
büyüklerimizin yetmiş küsur yıldır söyledikleri gibi, burası Fener Rumları'na
karşı devlet tarafından kurulmuş bir patrikhane, aman zarar vermeyelim derken,
öyle zaman gelecek ki bu ülkenin asil evlatları olan anası babası Müslüman
Türk çocuklarını bir bir kaybedeceğiz.
O zaman
yapılacak tek şey, Türkiye'nin hayrına olmayan her iki patrikhane'yi de
kapatmak olacaktır. Kapatmak olamıyorsa ıslahları cihetine gidilmesi, sanırım
en akılcı yoldur. Bu eseri hazırlarken yukarıda da belirttiğim gibi "aman
dikkatli ol, 'Jurası uluslararası alanda Fener'e karşı bir denge unsurudur,
zarar vem1eyelim" sözleriyle hep karşılaştım. 1922'den günümüze varlığını
sürdüren Türk Ortodoks Patrikhanesi, Rum'un Fener Patrikhanesi'ne karşı denge
unsuru mu olmuştur? Yoksa Rumlar'ı hiç sevmedikleri halde, dirsek temasında mı
bulunmuşlardır? Bunları hep birlikte belgeleriyle göreceğiz.
Hakikaten
Türk Ortodoks Patrikhanesi amacı doğrultusunda çalışmış olsaydı, azınlık
statüsündeki Fener Rum Patrikhanesi'nin durumu aradan geçen üç çeyrek asırlık
zaman sürecin-' de yok olma noktasına gelirdi. Ne acıdır ki, Türk kimliğini taşıyan
ve devletin maddi manevi bütün imkanlarından faydalanan Türk Ortodoks'ları,
Rum'un azınlık Fener
Patrikhanesi karşısında kendileri azınlık durumuna düşmüşlerdir. Bu
durumun tek sorumlusu, zaman içerisinde Rumlar'la başta din olgusu olmak
üzere kilise ve mezarlık müştereğinde birleşen Türk Ortodoks Patrik'leri
olmuşlardır.
Burada Türk
Ortodoks Patrikhanesi'ni yönetenler, mazeret beyan edemezler. Uluslararası tüm
milli davalarda Fener'in danışıp icazet alması gereken yer Türk Ortodoks
Patrikhanesi ol-
duğuna göre, bu güne kadar Fener'e yapılacak olanı yapmamışlarsa,
(geçmişten günümüze) birleştikleri dini konular nedeniyle bundan sonra da
yapamayacaklardır.
İşte bu
yüzdendir ki, bugünkü Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin varlığıyla, çalışma
sistemi tartışılır duruma gelmiştir. Öyleyse bunu hep birlikte tartışalım...
Buradan
üçüncü Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'a soruyorum, Türk Devleti devamlı
olarak sizlerin yanında olduğu halde babanız Papa Eftim'den bu yana; Fener Rum
Patrikhanesi 'nin CIA Ajanı ve Yunan istihbarat görevlisi Yakovas'ı, hain Papaz
Athenagoras'ı, onun akıl hocası Patrik Meliton'u Amerika'dan ithal edilen bir
başka akıl hocası Meletyos'u durduramamışsanız, kimi, kime şikayet ediyorsunuz?
Üstad Teoman Ergene 1951 yılında yazdığı "Türk Ortodoksları" adlı eserinde,
hıyanet yuvası Fener'i karşısına alıp, sizlere olanca desteğini verdiği halde
cemaatlerinizin yansından fazlasını çoğalacağız ihtirasıyla Rumlar'dan
seçmeniz, bazı kiliselerinize Rum papaz'lar almanız, ölme noktasına gelen ve bu
devleti dünya'ya Jurnalleyen, hain Fener Rumları'nı ve papazları'nı sayenizde
hayata döndürmüştür. Siz Türk Ortodoks 'lan, bu insanlarla dil birliği, din
birliği derken tarihi fırsatı kaçırdıktan sonra, yaşadığınız saray hayatı ve
dersaadete rağmen haHl. ilgisizlikten
yakınıyorsunuz. Bu memleketin yazarları çizerleri, 1922'den bu yana yanınızda
olup, aleyhinizde kalem bile oynatmadılar. Artık sizler yeterince
çalışmadığınız için, bu görev Türk tarihinin araştırmacı yazarlarına
düşmektedir. Burada kurulduğu günden bu yana Türk Ortodoksları'nı ve vurdumduymazlıklarını
anlatırken, Türkiyemiz'in ebedi kamburu fesatlıkların anası, Fener Rum
Ortodoks Patrikhanesi 'nin ihanetlerini gözler önüne sereceğim... Sırasıyla üç
patrik gören Türk Orto16
doks'lar, bütün imkanlara sahipken, Fener'in büyük Bizans hayaliyle
yanan palikaryalarını yok edip bitiremeyişlerinin ötesinde bugünkü
konumlarıyla azınlık durumuna düşmüşlerse, bunu kendi acizliklerinde
aramalıdırlar. Lozan sonrası mübadeledeki büyük değişimin kendilerini
engellediği bir gerçektir. Ortada tevil edilemez bir gerçek varsa, o da 1. Türk
Ortodoks Patriği Papa Eftim'in tarihi yanılgısıdır.
Büyük zaferden sonra, Fener Rum Patrikhanesi'nin Sen Sinod Meclisindeki
metropolitleri'nin görevlerine son verilmiştir. Yeni seçilen Sen Sinod
heyetinin başkanlığına Rum asıllı İznik Metropoliti Kilinkos getirilir. İlk iş
olarak Fener Rum Patriği' nin ruhani işyarlığına son verilip, Papa Eftim Fener
Rum Ortodoks Patrik Vekili seçilerek görevine başlar. Kendi ifadesiyle Turani
Türkleri'nden olduğunu söyleyen ve İstiklfil Harbinde Anadolu'nun yanında yer
alan Eftim, Sen Sinod Meclisi'nin papazları'nı Rumlar'dan seçerek, hayatının
tarihi hatasını yapmıştır. Yeni patrik seçilinceye kadar Fener Rum Ortodoks
Patrikhanesi'nin vekaleten mümessilliğini yürüten Eftim, patrikhane'nin iç
işlerini yönetmek için Rum asıllı Maçka Metropoliti Kirillos ve Niksar
Metropoliti Potosingeleos 'u önemli görevlere tayin edince, kendi ipini
kendisi çekmiş oluyordu. Bu görevlere Türk Hristiyan papazları'nı atamış
bulunsaydı, belki de bugün (sırtımızdan bir türlü atamadığımız) Fener belası
Türk Milletinin kamburu olmayacaktı. ..
Böylesine kritik bir dönemde, Ankara'ya ziyarete giden Eftim, kendi
seçtiği Sen Sinod Meclisi'nin papazlar'ı tarafından aldatılarak gıyabında
yapılan seçimle, vekaleten yürüttüğü Fener Rum Patrikliğini Kadıköy Metropoliti
Girigoryos 'a kaptırır.
Bu haberi Ankara' da devlet görevlilerinden öğrenen Eftim çılgına döner.
Hiç beklemeksizin aile efradıyla birlikte alelacele İstanbul'a dönen Eftim,
kendi seçtiği Rum asıllı Sen Sinod azaları ve metropolitlere, Fener Rum
Patrikhanesi'ne el koyduğunu söyler.
Kural dışı davranışıyla Milli Egemenlik Hükümeti'ni uluslararası
platformda zor durumda bırakan Eftim, işgali altında bulundurduğu Fener Rum
Patrikhanesi'ni on yedi gün sonra terketmeye mecbur kalır.
Eftim'in bizzat atadığı Rum asıllı Sen Sinod azaları tarafından patrik
seçilen Girigoryos, yapılan danışıklı oylama neticesinde Fener Rum Ortodoks
Patrikhanesi'ne resmen oturur.
Rum azalar atayarak patrikliği kaptıran Eftim, Fener Rum '
Patrikhanesi'ni elinden kaçırarak, Türk Devleti'nin baş belası olan bu hıyanet
yuvasını farkında olmadan bizlere ebedi emanet bırakır. Sonradan ki
çırpınışlar fayda vermeyeceğinden, Eftim için tek çare Kayseri'deki Türk Ortodoks
Hristiyan Patrikhanesi'ni İstanbul'a taşımak olacaktır. Ekim 1922'den itibaren
Fener Rum Ortodoksları'na alternatif gösterilen Türk Hristiyan Ortodoks
Patrikhanesi, milletçe çok arzul.adığımız halde hain Fener Ortodoksları'nı
söndürmüş müdür? Yoksa kendileri mi sönmüştür? Hep birlikte göreceğiz.
Başlangıçta tarihi fırsatı kaçıran Papa Eftim ve ondan sonraki ahfadı, Türkiye
Cumhuriyeti topraklarında Yunanistan
Hükümeti adına çalışan Fener'in hain Rum papazları'na ne yapmışlardır
veya ne yapabilmişlerdir? Bütün bu gerçekleri, yakın tarihin ışığı altında,
Türk Milletinin asil insanlarına belgeleriyle açıklamak en kaçınılmaz
görevlerimizin ana ögesi olacaktır..'.
AKDAGMADENLİ HRİSTİYAN
TÜRKLER
Bozok
Vilayetine bilhassa Osmanlı'nın kuruluş yıllarından sonra, Orta Asya'nın Turani
boylarından Hristiyan Türk ve Müslümanların yerleştiği bir gerçektir.
Gökoğuzlar'ın Turani boylarının zaman içerisinde Romalı'lar tarafından
Hristiyanlaştırıldığı bütün tarihçiler tarafından kabul görmüştür. Anadolu'da
Hristiyan ve Müslüman Türkler'in yanısıra; Ermeni, Süryani Kadim Cemaatine ait
topluluklar ve yerli Rumlar da oturduklarından, bu azınlıklar Müslüman
Türkler'le birlikte asırlar boyu aynı topraklarda içiçe yaşamışlardır.
Osmanlı'nın
son dönemlerinde İstanbul'da altı ruhani metropolit bulunurken, Anadolu
kiliseleri yetmiş iki metropolitlik'ten ibaretti. Anadolu'da bu kadar fazla
ruhani topluluk teşkil ettiği halde, bu bölgelerdeki Hristiyan din adamlarının
tamamı Fener Rum Patrikhanesi'nin hizmeti ve emrindeydi. Orta Asya Gökoğuz
Turanileri'nden olduğu kendi aile bireyleri tarafından açıklanan ve sonraları
Türk Ortodoks Hristiyan Patriği ünvanına erişen Papa Birinci Eftim, Bozok
Vilayeti'nin[1] Akdağmadeni ilçesinde ( 1300-1884) senesinde dünyaya
gelir.
Ailenin daha
önce doğan iki çocukları yaşamadığından, üçüncü çocuk Eftim, bezirgan babanın
gözbebeği olur. Bezirganlık, yani bugünün manifaturacılığı, o günlerde
Anadolu'da katır sırtında köyden köye ve kasabalara gidilerek yapıldığından,
küçük Eftim'in babası Baraş Efendi o yörenin insanlarına pazen türü kumaşlar
satarak, parasını hannandan hannana (hasat zamanı) alırdı.
Harman
kalkınca köylUden alınan arpa, buğday, mısır gibi ürünler Bozok pazarında
paraya çevrilince, küçük Eftim'in babası zaman içerisinde katır sırtındaki
meşakkatlı işi bırakarak, Akdağmadeni'nde İstanbul'lu Mahallesi yakınlarında
bir manifaturacı dükkanı açar.
O zamanlar
Müslüman Türk insanlarına bu tür ticari faaliyetler yasak olduğundan, Müslüman
ve Hristiyan vatandaşların büyük çoğunluğu Eftim 'in babasının dükkanından
alışveriş yaparlardı. Buraya gelen papazlar'dan feyz alan küçük Eftim, İsa
Mesihi ve Hristiyanlığı öğrenmek için büyük gayretler sarfederdi. Çok geçmeden
Akdağmadeni'ndeki Hristiyan cemaatin ileri gelenleri 22 yaşındaki Eftim' i
kendilerine ruhban yaparlar. Eftim'in başarılı çalışmaları yerli Rumlar'ın
takdirini kazandığından; bu durum bağlı bulundukları Fener'e bildirilir. Fener
Rum Patrikhane'si 1918 yılında Eftim'i ahimandirit rütbesiyle Keskin
Metropolit'i tayin eder. Eftim, Keskin Metropolit'i seçildiği yıllarda Ankara
ile arası iyi olduğundan, Milli Mücadele başlayınca çoğunlukta Yahudi ve
Ermeniler'in oturduğu Samanpazan'ndaki Gayrimüslim Mahallesine yerleşir. İstanbul işgal
altında bulunduğundan, Fener Patrikhane'si doğal olarak İngiliz yanlısıdır.
Yunanlılar'ın, İtilaf devletleri ve İngilizler' in desteğiyle Anadolu'yu
mutlaka almasını isterler. Zira Büyük Bizans hayalleri bu patrikhanenin
vazgeçilemez ihtiraslarından başlıcasıdır. Bilerek veya bilmeyerek ilk
ahimandirit olduğu günden bu yana, Fener Rum Patrikhanesi 'ne Anadolu'nun bir
kanadı olarak hizmet veren Eftim, 1920 yılında Fener Patriği Doreteos'a isyan
bayrağını açar. Ankara'nın her yerinde ateşli nutuklar atarak, halkı galeyana
getirir. Atatürk'ün tabiriyle Eftim, artık bizden biridir. Başta Başbakan Rauf
(Orbay) olmak üzere, Hükümet Erkanı da kendisini benimser. İşte tam o günlerde
üç kız çocuğunun ardından, 1920 yılında Eftim'in[2] dördüncü çocuğu Turgut (Yorgi) dünya'ya
gelir.
Burada düşünülmesi gereken bir konu, Metropolit Eftim bu ateşli
nutuklarını acaba gelecekteki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurtuluşu için
mi, yoksa bağımsız bir Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin lideri olmak için mi
atmıştır?
Bütün bunları belgeleriyle gün ışığına çıkarmak, araştırmacı bir yazarın
en kaçınılmaz görevi olduğuna göre, genellikle alakalı kişilerle birebir
görüşerek elde ettiğim kaynak bilgilerin kılavuzluğunda gerekeni yaptığıma
içtenlikle inanmaktayım.
O dönemin ünlü simalarıyla yakın dostluklar kurması nedeniyle Milli
Mücadele günlerinin Antalya Mebusu (dönemin Milli Eğitim bakanı ve Türk
Ocakları'nın kurucusu) Hamdullah Suphi Tanrıöver, Eftim'in en büyük
destekçileri arasındadır.
Burada birşeye açıklık getirmek tazım, 1914'te patlak veren Birinci Cihan
Harbi Osmanlı'nın kayıp yılları ve l 918 Ankarası 'nın zor ve bitkin bir halde
olduğu zamanlardır. Papa Eftim bu zor yıllarda değil de, Anadolu'daki tüm
isyanlar bastırıldıktan sonra Kuvayı Seyyare fesh edilip, düzenli ordular kurulunca
neden ateşli bir Ankara taraftarı oluvermiştir? Artık harbin seyri büyük
ölçüde şekillendiğine göre, nutuk atmak çok kolaydı ve öyle de olmuştur.
Papa Eftim
hakkındaki yorumumu belgelerin işığında kitabımın son bölümlerine
bıraktığımdan, Türk Ortodoks Hristiyan Patrikhanesi 'nin kuruluşundan
bahsederek, yakın tarihin gerçeklerini ortaya çıkarrnak daha faydalı olacaktır
görüşündeyim.
Eftim, Ankara
Taşhan[3] ve Egemenlik Meclisi'nin duvarlarında
attığı nutuklarda "Harbi mutlaka kazanacağız" derken, o günün hükümet
büyüklerine telkinlerde bulunarak Kayseri'de, Fener'e alternatif bir Türk
Ortodoks Patrikhanesi'nin kurulmasını mutlaka istiyordu. Bazı muhalif
milletvekilleriyle hükümet üyeleri ise ne Rum Fener, ne Türk Ortodoks
istiyoruz, biz bize yeteriz diyorlardı.
Zaferden
sonra Eftim 'in İstiklal Madalyası hamili olması bazı çevrelerce yadırganırken,
kendi tabiriyle Turani Türk'ü olan bu zat "Anadolu'daki metropolitlerimle
işgalcilerin işbirlikçisi Fener'i ben susturdum, zaferi kazanmakta payım
vardır; benim bağımsız bir patrikhane kurma isteğimi mutlaka yerine
getirmelisiniz" diye diretmekteydi.
KAYSERİ'DE KURULAN
TÜRK HRİSTİYAN
ORTODOKS PATRİKHANESİ
Adliye
(Adalet) Bakanlığı 'ndan patrikhane kurulması için izin alarak, Nevşehir ve
Ürgüp bölgelerini dolaşıp oralardaki Ortodoks Hristiyanlar'la görüşerek
günlerce konaklayan Papa Eftim, bu gezintilerinden sonra Kayseri'ye gelir.
Uzunca bir
süre Kayseri'de kalan Eftim, burada çok iyi karşılanır ve Zincidere[4] Manastırı'nda misafir edilir. Bu Manastır'da
yapılan toplantıda Türk Hristiyanlar tarafından ateşli nutuklar atılır.
Heyecanlı nutukları söyleyenlerden Antalya'lı Çeneoğlu Filip ve sonralan
Eskişehir'den üç dönem milletvekili seçilen İstamat Zihni (Özdamar) göze
çarpanlar arasındaydı. Papa Eftim'in ilk büyük başarısı, Adliye Bakanlığıyla
kurduğu diyalog neticesinde Kayseri cezaevindeki otuz kadar mahkumu serbest
bıraktırmasının yanısıra Erzurum'da sürgünde bulunan bin beşyüz kadar
Hristiyan'ı kefaletle evlerine döndürmek olmuştu. Bu yaptıklarından dolayı
Ortodoks Hristiyanlar arasında Eftim 'in yıldızı parlar.
Bilhassa Türk
Hristiyanlar arasında itibarı artan Eftim, Fener'e bağımlı olup tereddüt içinde
bulunanları da teşkilatına almayı başarır.
Birinci Cihan Harbi sonunda İstanbul işgal edilince, Fener Rum Patrikhanesindekiler
kilise kanunlanna aykırı davranarak, (İngilizler ve İtilaf devletlerinin
destekleriyle) Yunan tebasından Meletyos'u patrik seçerler. Aslında
kiliseler'in yürürlükteki kanunlarına göre patrik'in mensubu bulunduğu
devletin tebasından olması gerekirdi.
Yasadışı patrik olan Meletyos, yapılan ilk toplantıda gayri kanuni Sen
Sinod Meclisi kurarak, dini politikaya alet etmiştir. Fener Rum
Patrikhanesi'nin bu kanun tanımaz tahrikleri karşısında, bilhassa Anadolu'daki
Hristiyanlar üzerinde büyük etkinliği olan Papa Eftim, zaferden sonra bir Türk
Ortodoks Hristiyan Patrikhanesi'ni kurmayı ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek
ister.
İşte bu günlerde (21 Eylül 1922) Kayseri Zincidere Manastr'nda Konya
Metropoliti Prokobiyos'un başkanlığında toplanan kongre üyeleri Çeneoğlu
Filip, Boyacıoğlu Kazma, Kastaki, Fehmi, Yorgi Orologos, Teofilos, Ayhanoğlu
Todor, Çömlekçioğlu Mihaliki, Bulluoğlu İstamat Zihni 'nin oy çokluğuyla aldığı
kararlar neticesinde, Kayseri'de ilk Bağımsız Türk Ortodoks Hristiyan Patrikhanesi'ni kurarlar. Artık
bu patrikhane'nin baş ekiskopos'u Eftim[5] Efendidir.
Aslında dünyadaki bütün Hristiyanlar, daha önceleri Roma Merkez
Kilisesi'ne bağlıydılar. Zamanla şarktaki Hristiyan cemaat ve kiliseleri,
Roma'nın ve onun Sen Sinod üyelerinin yürürlükteki mevcut kilise anayasasına
aykırı hareket ettiklerini iddia ederek, İstanbul'a yeni Roma adını verip, bu
tarihi şehri bütün kiliseler'in merkezi haline getirmişlerdir. Böylece Garb
Katolik Roma'ya, Şark Kiliseleri İstanbul'a bağlanmış oluyordu. İşte bugün
İstanbulumuz'da bulunan hıyanet yuvası Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi 'nin
hikayesi böyle başlamıştır. Kayseri'de Papa Eftim'in kurduğu Tilrk
Hristiyanlar'ın Ortodoks Patrikhanesi "Bu palikaryalar üzerinde ne kadar
etkili olmuştur, ne kadar olamamıştır?" Yetkili kaynaklardan aldığım
bilgiler ve gerçek belgelerle, bu konuları kitabımın içerisinde açıklamaya
çalışacağım.
Türk Ordusu'nun büyük zaferinden sonra, İstanbul Ferıer Rumları'nı bir
korku sarmış ve htikümet'in patrikhane'yi yıkmak için Papa Eftim'e Kayseri'de
Türk Ortodoks Patrikhanesi 'ni kurdurttuğu şaiyalarını, her yere yaymaya
başlamışlardı. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali bu dedikodular Papa
Eftim'i Kayseri'den ayırarak, Ankara'da yaşamak mecburiyetinde bırakmıştır.
Hayli gergin geçen Lozan görüşmelerinde yapılan andlaşmaya göre Anadolu
Türk Ortodoksları'nın kiliseleri'nin kapanmasına karar verilmesi, Fener Rum
Patrikhanesi'nin korkularını bir nebze olsun gideriyordu. Fener Rumlar'ı büyük
bir başarı elde etmişçesine böbürleniyor ve Türk Ortodoksları 'nın patrikhane'sini
kapattırdık diyorlardı.
Bu olumsuz gelişmeler neticesinde Ankara'da yaşayan Papa Eftim'e o
günlerin Başbakanı Fethi
Okyar, Kayseri'deki patrikhane'nin kapanmasını uluslararası
anlaşmaların gereği olduğunu hatırlatıyordu. Bunun böyle kabul edilmesini,
başkaca yapılacak birşey olmadığını beyanla, tesellide bulunmaktaydı.
Aralarında geçen konuşmalar esnasında Fethi Okyar, maddi manevi destek verdiği
Papa Eftim'e şunları söylüyordu:
"Hükiimet adına sizden yeni
hizmetler beklemekteyiz.
Ne gibi hizmetler efendim?
"Lozan Andlaşması[6] gereği, İstanbul Fener
Rum Patrikhanesi ve İstanbul Rumları mübadeleden muaf tutulmuşlardır. Yalnızca
Anadolu Rumları Yunanistan' a gönderilerek mübadele edileceklerdil: Bu sebeple
patrikhane, lıükümetimizle kestiği ilişkilerini yenilemek zorundadır. Biz
hükümet olarak, Rum Patrikhanesi' nin bu isteklerini pek dikkate almadık. Bu
şartlarda sizi İstanbul'a göndererek patrikhane'yle gayri resmi temas kurdurup,
edindiğimiz bilgiler neticesinde, kati kararımızı vermeyi düşündük.
İstanbul'da onların dindaşı sıfatıyla fikirlerini anlamak fırsatını bulup,
Rumlar' 11 hükümetimiz ile anlaşma arzuları varsa, yola
geleceklerini ve verecekleri her sözü tutacaklarını garanti ediyorlarsa,
durumu bana bildirip, vereceğim talimatı beklerseniz. Rumlar patrikhane' nin
vaziyetini arzuladığımız şekilde düzene koysunlar ki, kendileriyle öyle
anlaşabilelim. Bu surette sîzler kilisenize ve İstanbul’da yaşayacak dindaşlarınıza
şefaat etmiş olursunuz. "
. Başbakan Fethi Okyar'ın bu teklifini tereddütsüz kabul eden Papa Eftim,
hemen hazırlanarak Ankara Emniyet Müdürü Dilaver Bey'in kardeşi Saffet'le
birlikte akşam trenine binerek İstanbul'a gider. Papa Eftim'i, Haydarpaşa Garı'nda
patrikhane'den karşılayan bir tek papaz yoktur. Çünkü o Fener'deki Sen Sinod
üyeleri ve metropolitler tarafından istenilmeyen bir adamdı. Bu durum
karşısında hayli tedirgin olan Eftim, Ermeni asıllı Tokatlıyan kardeşlerin
oteline yerleşir. Bu arada Fener Rum Patrikhanesi'ne .nasıl gireceğini
düşünmektedir. Geçen zaman içerisinde Ortodokslarla kurduğu yakın temaslar
sonucu Papa Eftim'i otelde birçok Rum ve Ermeni ziyaret etmişti. Ankara
Hükümetiyle anlaşma isteğinde bulunan patrikhane, dünya görüşlerine ters düşen
Papa Eftim'i bir türlü davet etmiyordu. Nihayet Ankara Hükümeti'nin de
ısrarlarıyla mecbur kalan Fener Rum Patrikhanesi, Tokatlıyan Oteline Maçka
Metropoliti'nin başkanlığında bir heyet gönderir. Ayağına kadar gelen bu
fırsatı kaçırmak istemeyen Papa Eftim, hemen ertesi günü Fener Rum
Patrikhanesi'ne iadei ziyarete gider. Patrikhane'nin cümle kapısında elindeki
asa ile istavroz çıkarttıktan sonra, baş diyokos konumundaki iki papaz ve
yetkililer tarafından gayri memnun bir şekilde karşılanmıştı.
Papa Eftim, patrik odasına girince şaşkınlık geçirir. Buna sebep,
patrik'lik makamına patrik değil, Sen Sinod Meclisi Başkanı Kayseri
Metropoliti Nikolaos'un oturmasıydı. Nikolaos'un sağında ve solunda da ikişer
metropolit oturmaktaydılar. Papa Eftim hürmet göstermek için, Patrik Vekili
Nikolaos'un önünde eğilip daha sonra da elini öper. Buna karşılık Nikolaos da
Eftim'in alnından öper. Kendisine gösterilen yeri nezaketle red eden Papa
Eftim,[7] papazlar'a dönerek şu söylevde bulunur:
"Şeraflü aziz başkan babalar; kutsal huzurunuza
kabulünıden dolayı minnet ve şükranlarımı arzederim. Şu anda kendimi
Hristiyanlığın en mesut bir ferdi addediyorum ve büyük bir iftihar duyuyorum.
Bildiğiniz gibi kutsal kilisemiz' in son günlerde karşılaştığı zorlukları
izale etmek ve vaziyeti tanzim ile, eski şerefli mevkiine yükseltmek için siz
babalanma yardımda bulunmak vazgeçilmez görevimdü: Hepinizin sağ elini öperek,
derin saygı ve hürmet eylerim."
Ankara
Hükümeti'nin Başbakan'ı Fethi Okyar, desteğini baştan sona esirgemediği Papa
Eftim'i patrikhane'ye çeki düzen ver diye gönderiyor; sözde büyük Turani Türkü
olduğunu iddia eden Eftim, yukarıda belirttiği acz ifade eden sözleriyle,
dindaşları olan bu Rum palikaryalarının karşısında adeta ezilip büzülüyordu.
İşte yıllardır bazı büyüklerimin
bana, yazma-çizme dedikleri büyük papa, sözde Türk Ortodoks'u Eftim'in, Fener
Rum Patrikhanesi'ne karşı ilk icraatı böylesine bir ezilmişliğin içerisinde
başlıyordu...
Biz Türk
çocukları, Papa Eftim'den İstiklal Harbinin zor günlerinde Egemenlik
Meclisi'nin önünde ve Anadolu'da attığı ateşli nutukları, burada kendi
dindaşlarının yanında da atmasını beklerdik. Ne yazık ki din bağı bazı şeylere
mani oluyordu.
Ertesi
günlerde yapılan görüşmelerde, Papa Eftim 'e haklı olarak bazı telkinler
yapılmış olacak ki, Eftim nazik tavrını değiştirerek, patrikhanede karargah
kurup büyük Bizans hayaliyle yaşayan Rum papazlar'ın üzerlerine gider. Bu
şartlarda Ankara Hilkümeti'nin arzuladığı durumlar olmadıkça, herhangi bir
şekilde münasebet kurulmasının imkansız olduğunu belirtir. Hükümetin; Fener Rum
Patrikhanesi 'nden istediği konulara aykırı olarak yapılan hataların acilen
düzeltilmesi gerektiğini söyler. Başbakan Fethi Okyar Kabinesi amansız bir
Türk düşmanı olan ve yurt dışına kaçan, aynı zamanda Yunan tebasında bulunan
Patrik Meletyos'un Sen Sinod Meclisi'nce patriklik'ten iskatını istemektedir.
Papa Eftim'in kararlılık içerisindeki bu sözleri Rum Sen Sinod Meclisi'ni
şaşırtır. Sen Sinod Başkanı kısa bir tereddütten sonra "Evladım Papa
Eftim, bu hususta bizlerle konuşmaya yetkilimisin" diye çıkışta bulunur.
Bu soruya karşılık, Papa Eftim: '
"Hükümet bu iş için patrikhane'ye resmi bir
memur gönderilmesini arzu etseydi, herhalde beni göndermezdi. Ben ancak
Anadolu kilise ve cemaatleri genel vekili olarak bu görevi yapıyorum, demekle
yetiniı:"
Papa Eftim'den şifahi izahatlarının karşılığı yazı vermesi istenir. Aynı
gün Tokatlıyan Oteline dönen Eftim, izahatnameyi ve söylemiş olduğu sözleri
yazıya alarak, yardımcılarıyla patrikhane'ye gönderir. Eftim, verdiği
gözdağıyla işleri hallolmuş kabul ediyor ve birkaç güne kadar patrikhane'nin
yola geleceğini düşünüyordu.
Ertesi gün Rumca gazeteleri okuduğunda, hayretler içerisinde kalmıştı.
Rumca yayınlanan gazeteler, Papa Eftim'in hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde,
patrikhane'ye hükümet adına bazı tekliflerde bulunduğunu yazıyorlardı. Rumca
gazetelerin yaptıkları bu yayın, Sen Sinod üyelerinin Papa Eftim'e karşı
oyalayıcı siyasetlerini belirlediği gibi, eskiden bu yana patrikhane'nin
faaliyetlerini beğenmeyen muhalif Rumlar'ı da harekete geçirmiş oluyordu.
İstanbul'daki gidişattan memnun olmayan Rumlar, mübadelede Yunanistan'a
gönderilmediklerinden dolayı hükümete şirin görünmek için günü kurtarmak
gayesiyle şartların gereği Papa Eftim'in yanında yer alarak, patrikhane'ye
tavır koymuşlardı. Tokatlıyan Oteli'nin bir odasında Ankara'ya dönme hazırlığı
yapan Eftim, sürprizden de öte şaşkınlık içerisinde kalabalık bir ziyaretçi
topluluğuyla karşılaşıyordu. Gelenler Galata, Kurtuluş, Kumkapı ve Balat Rum
Ortodoks cemaatlerinin gruplarıydı. Papa Eftim'i, Fener Patrikhanesi'ni
yönetenlere karşı ruhani bir kurtarıcı ve hak yoluna bir ulaştırıcı olarak
gördüklerini söylemekteydiler.
Bu insanlar can derdine düşmüş
olacaklar ki İstanbul, İngiliz işgali altındayken Fener Rum Patrikhanesi'ne
biat edip, kayıtsız şartsız bağlı kalmışlardı. Şimdi ise kendilerini kurtarmak
gayesiyle, Türk Ortodokslar'ın ruhani lideri Eftim'e yardakçılık yaparak Ankara
Hükümetine şirin görünmenin gayretleri içerisindeydiler.
Rumca
gazetelerin yazdıklarını lanetleyerek, Fener Rum Patrikhanesi'nin iki güne
kadar Sen Sinod[8] Meclisi'ni toplayıp, hayırlı kararlar
alacağını söylemekteydiler. Bu sözleri yalvarıp gözyaşı dökerek
söylediklerinden, Papa Eftim "üzülmemelerini Allah'ın ve İsa Mesih'in
yanlarında olduğunu" belirterek gönüllerini alıyordu.
Kendisine
gösterilen yakın ilgiden dolayı Ankara'ya dönmekten vazgeçen Eftim, Sen Sinod
Meclisi'ne etrafında toplanan şakşakçı Ortodoks Rumları'yla gelerek, patrikhane'de
hazır bulunacaktı. Bu karma cemaatlerdeki her fert, Papa Eftim'e itaat
edeceklerine dair yemin etmişlerdi.
Nihayet
beklenen gün geldiğinde Papa Eftim, Saffet Bey ve umumi katibi Yakup'la
patrikhane kapısının önünde otomobilden inince, kendisini heyecanla bekleyen
bir kalabalıkla karşılaşır. Bu kalabalığın önünde Sen Sinod Meclisi Başkatibi
Metropolit Yennonos ve birçok papaz'lar da vardı. Papa Eftim'i hürmetle
selamlayan Yermonos, kendilerini makam odasına kabul ederler. Bu sırada Papa
Eftim, Sen Sinod Meclisi'nin kendisini çağırmasını beklemekteydi. O esnada
korkudan sararmış bir vaziyette olan Metropolit Yermonos, titreyerek:
"Papa Eftim Efendi, size Sen Sinod
Meclisi namma şu kısacık kararı tebl(qe nıemurwn. Sizden başka izahat
almnıasma lüzum görülmemektedİI:" diyordu.
Papa Eftim sinirle karşarını çatarak, hızla yerinden kalkıp dışarıya
çıkar. Dışarıdaki (kendisiyle gelen Rum cemaatlere) Sen Sinod Meclisi'nin
hakkındaki olumsuz kararını, usta ve kışkırtıcı bir üslupla söyler:
"Böyle karşılanacağımı bildiğim için
Ankara'ya dönmeye karar vermiştim, beni ne diye yolumdan ayırdınız ve bu hakarete
uğramama neden sebep oldunuz?"
Bunun üzerine
halk coşmuş, hep bir ağızdan:
"Kodoi sindos. Ana o Eftim (Sen Sinod dışarı, Eftim yukarı) diye ba,qırmaktaydılm:
"
Çoğunluğu İstanbul Rum 'u olan halkın gösterdiği bu coşkun tezahüratla,
sesini biraz daha yükselten Papa Eftim:
"Vekiliniz olarak, arzularımzı yerine getirmek vazifesinin artık
bana düştüğünü anlıyorum. Haydi arkamdan geliniz" diyerek, tepkisini
gösteriı: Daha sonra korkudan tir tir titreyen Metropolit Yernıonos' a
"düş önüme, bizi Sen Sinod' un olduğu salona götür" diye haykırır.
Papa Eftim ve Saffet Bey önde olmak üzere, arkadan gelen Rum cemaatle
birlikte hızla içeriye girerler.
Toplantı halinde bulunan Sen Sinod Meclisi azaları bu ani baskın
karşısında şaşırıp kalmışlardır. Sen Sinod Başkanı Nikolaus korkudan ayağa
kalkarak, Papa Eftim'e cevap vermeye çalışmaktaydı.
Papa Eftim gürleyerek:
"-Dinleyin beni, buraya kilise ve
cemaat genel vekilleri sıfatıyla geldim. Yazılı olarak daha önce bildirdiğim
ve uzlaşmaya yanaşmadığınız isteklerim hakkında sizlere son ihtarda bulunuyorum.
Daha fazla beklemeye tahammülüm kalmamıştır.
Bu sebeple Meclisinize yarım saat müsaade veriyorum. Aksi halde Sen
Sinod' ufeshedip, hepinizi bir daha geri dönmemek üzere kilise'den deledeceğim."
Sen Sinod'un azalan uğradıkları bu ani baskın karşısında aralarında
sessiz bir şekilde fısıldaşıyorlardı. Başgösteren sessizliğe tamamen
sinirlenen Papa Eftim, daha şiddetli bir çıkışta bulununca, bu çıkış tesirini
göstermişti.
Bezgin ve bitap durumda oturduğu koltuktan kalkan Sen Sinod Başkanı
Nikolaus, ellerini oğuşturarak:
"Oğlum Papa Eftim! .. İnan ki teklifleriniz hakkında hiç vakit
kaybetmeden müzakereye başlayıp, sizi memnun eden bir karar alacağız. Yüce
Hristos[9]
adına bundan emin olabilirsin."
Papa Eftim, Nikolaus'un bu teklifi karşısında:
"Kararınızı salon kapısı önünde bekleyeceğim. Tekrar ediyorum;
müzakereyi oyalama bahanesiyle münakaşaya döküp bizi kapı kenarında uzun
müddet bekletmeyiniz!" diyerek, hızla salonu terkeder.
Aradan geçen kısa bir süre içerisinde kararını veren Sen Sinod Meclisi
üyeleri, kaçak Patrik Meletyos'un iskat edildiğini, kendilerine tevdi edilen
diğer istek ve tekliflerin peyderpey görüşülerek karara bağlanacağını
belirtmekteydiler. Papa Eftim, zaman kazanmak için böyle davranıldığını
anlamakta gecikmedi. İşte o anda hırçınlaşan Eftim 'in yüksek sesi
patrikhane'yi çınlatıyordu ...
Metropolit Yermonos'a öfkeyle bağırarak:
"Şimdi git içerdeki Sen Sinod üyelerine, kilise
ve cemaatlerine kararımı tebliğ et! Sen Sinod' un faaliyetlerine şu andan
itibaren son verilmiştir. Hiçbir mazaret üretmeden derhal salonu terk
etsinler."
Papa Eftim bu kararını açıklayıp Fener Rum Patrikhanesi'nin Sen Sinod'unu
ve kaçak Patrik Meletyos'u gıyabında iskat ettikten sonra, patrikhane'de boş
bulduğu odalardan birine topladığı kendine yakın cemaat üyeleri ve diğer
alakalılarla beraber, yeni Sen Sinod Meclisi'nin teşekkülüne koyulmakta gecikmedi.
Azalardan altısını öteden beri Patrik Meletyos'la arası açık
metropolitler'den, diğer altısını da Sen Sinod'un içinde etkin konumda bulunan
Rum görevlilerinden seçer.
Araştırmalarımın giriş
bölümünde bahsettiğim gibi, Papa Eftim patrik olma uğruna Rumlar'a akılalmaz
tavizler vererek, onları Sen Sinod üyeleri yapıp, bir tane Hristiyan Türk'ü
yetkili olarak görevlendirmemiştir. Yetmiş küsur yıldır yazılamayan ve
çizilemeyen gerçek budur. İşte bu nedenlerden dolayı Türk Ortodoksları
devletten sağladıkları bütün imkanlara rağmen, hıyanet yuvası Fener Patrikhanesi'ne
karşı hiçbir zaman alternatif olamamışlardır. Papa Eftim, bu tarihi hatasını
yapmamış olsaydı, bugün başımızın derdi hain Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi
diye bir şey olmayacaktı. Loı.an Andlaşması hükümleri söz konusu olduğu halde
henüz mübadele başlamamış, Anadolu'da binlerce Hristiyan Türk cemaatten söz
ediliyor, buna rağmen fesh edilen patrikhane'nin Sen Sinod'unu yeniden Rumlar' la teşekkül
etmek, onulmaz hataların en büyüğüdür. Anadolu kahramanı olduğunu her yerde
söyleyen sözde Turani Türk'ü Papa Eftim, neden ve niçin Fener Patrikhanesi'nin
Sen Sinod'una yeniden Rumlar'ı seçtirmiştir? Anlamak mümkün değil!..
Yeni Sen Sinod'un Başkanlığını Papa Eftim'in huzurunda İznik Metropoliti
Kilinikos yapmaktaydı. İlk işleri, dağılan Sen Sinod ve kaçak patrik Yunan
vatandaşı Meletyos'un görevlerine son vererek, tasdikli ilan etmeleri oluyordu.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi bir şekilde elde edilmişti, ama Sen
Sinod üyelerinin Rum asıllı olmaları, ileride mutlaka bir terslik
çıkartabilirdi.
O günlerdeki patrikhane operasyonundan dolayı çok yorulmuş olan Eftim,
biraz dinlenmek ve elde ettiği başarıyı Ankara'ya bildirmek gayesiyle yeni Sen
Sinodlar'dan izin alarak daha önce kalmakta olduğu Tokatlıyan Oteline gitmek
istedi. Bu durum karşısında Sen Sinod'lar, yeni mümessilimiz olduğunuza göre
patrikhane'de kalmanız gerekmektedir, ikazında bulunurlar. Tokatlıyan Oteline
bir görevli gönderen Papa Eftim hesabını kapatarak, eşyalarını istetir. Şimdilik
mümessil komımunda olan Eftim'i, kendi seçtiği Sen Sinod'lar en kısa zamanda
mutlaka asli patrik yapacaklardır görüşü herkeste hakimdi ...
Eftim'in de bundan hiç kuşkusu yoktu. Yalnız unuttuğu bir şey vardı, o da
bizzat kendisinin seçtiği bütün azaların tamamına yakınının Rum olmalarıydı.
Bütün bu handikaplara rağmen Papa
Eftim vekaleten de olsa Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin tek yetkilisiydi.
Çok geçmeden şahsi eşyalarının gelmesiyle birlikte patrikhane'ye yerleşen
Eftim'e Sen Sinod azalarının hepsi de iltifatlar yağdırıp, mükellef sofralar
hazırlamaktaydılar. Papa Eftim de bu hain palikarya dindaşlarına inanarak,
gözlerinden akan yaşları sile sile mukaddes kitaptan ve İsa Mesih'ten bahisle:
"Kilise, tüm Ortodokslar' m selamet ve saadeti için yapılması gerekli gördüğü
şeyleri hayata geçirmek vazifesini benim aciz ve cahil şahsiyetime mukadder
etti, ne mutlu bana! Benim vasıtamla vatan ve milletime, kilise ve din
kardeşlerime yaptığı bu büyük iyilikten dolayı Tanrı'ya binlerce şükür olsun..."
Orada hazır bulunan Rum asıllı Sen Sinod azalan, Papa Eftim 'in bu
sözlerinden ruhani zevk duyduklarını belirterek, kendisini uzun uzun
alkışlarlar.
Ertesi gün toplantı halindeki Sen Sinod Meclisi, yeni patrik seçilinceye
kadar patrikhane işlerini idare edecek şahısların tayinlerini yapar.
Patrikhane'nin özel işleri için, Kirillos ve Niksar Metropoliti Potosingeleos
göreve getirilirler.
Hani nerede sözde
büyük Türkçü Eftim Efendi'nin Anadolu'daki binlerce cemaatinden bir tek insan
yokmuydu da, Ankara'dan büyük yetkiler aldığı halde bu Rum palikaryalarını
önemli görevlere getirmekteydi. Çünkü bu hain Rum'lar, kendisine Fener'in asli
patriği olacağı garantisini vermişlerdi. Bu sahte pohpohlamalar, yıllarca
Keskin Metropolitliği yapan Akdağmaden'li Eftim'in işine geliyordu. Ne de olsa
İstanbul'da ruhani liderlik yapmak, Anadolu'dan çok farklıydı...
Buarada büyük zaferden sonra alınan kararlar doğrultusunda İngilizler
de, yavaş yavaş İstanbul'u terke mecbur kalıyorlardı. Aslında Eftim'in korkacağı
hiçbir şey kalmamıştı. Emniyet açısından herşey istediği doğrultuda
seyrediyordu. Kendilerine iletilen ulak habere göre, üç gün sonra Şükrü Naili
Paşa kumandasındaki kuvvetler resmen İstanbul'a gireceklerdi. Bütün Müslüman
vatandaş ve kurumlar paşa'yı ve kuvvetlerini karşılamak için büyük hazırlıklar
yapmaktaydılar.
Papa Eftim
ise, karşılama merasiminde Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi adına papazlar
heyeti ile büyük bir Rum kalabalığı konuşlandırmak ve samimi gösterilerde
bulunmak istiyordu. İstanbul'un ve Anadolu'nun işgal günlerinde Türkler'e
yapılmış hıyanetlerin Rum Milleti'ne değil de, bir kısım gözü dönmüş siyaset ve
ikbal düşkünü işbirlikçi Rumlar'a maledilmesini anlatmak düşüncesindeydi.
Burada patrik olma uğruna Eftim'in
unuttuğu bir şey vardı. Şükrü Naili Paşa'yı karşılamak için topladığı ve masum
göstermek istediği bu yerli Rumlar, işgal kuvvetleri İstanbul'a girdiğinde,
İngiliz askerlerini Galata Köprüsünden Pera'ya kadar sırtlarmda taşımışlardır.
Bir cumartesi
günü Papa Eftim, kendi oluşturduğu Sen Sinod Meclisi'ni bu husus için
toplantıya çağırdıktan sonra düşüncelerinin kabul edilmesini sağlar. Alınan
karar gereği dört metropolitten müteşekkil bir karşılama heyeti seçilerek,
heyet başkanlığına da Papa Eftim getirilir. Bu heyet Hristiyan cemaatinden
oluşan büyük bir kalabalıkla, Rum papazlan'yla birlikte Türk Ortodokslar'ı
adına; İstanbul'a giren Türk askerlerini Sirkeci'de karşılar. Heyet bilahere
Şükrü Naili Paşa'yı, üniversite binasını karargah olarak kullandığı yerde ziyaret
eder. Yetkili subaylar bu ziyaret ve karşılamanın Papa Eftim'in ısrarıyla yapıldığını
anlamakla birlikte, Rum papazlar'a gayet iyi davranırlar. Eftim'in yardımcısı
konumundaki Rum metropolit'ler ise hiç ummadıkları bu iyi muameleden dolayı hem
sevinirler, hem de şaşırırlar. Ne olursa olsun Şükrü Naili Paşa'nın maiyetindeki
subay ve erler tarafından gösterilen bu iyi niyet, yerli Rum 'lar üzerinde
gayet olumlu tesir yapmıştı. Papa Eftim ise, bu durumdan son derece memnun
kalarak, hayatının her döneminde bağlılığı ile iftihar ettiğini söylediği Türk
Milleti adına sevinç duymuştu. Bu aşırı heyecan esnasında meydana gelen bir
dalgınlık Papa Eftim'in geçici de olsa canını yakar. Sirkecide'ki coşkulu
karşılama merasiminden sonra ordugah'a gitmek için otomobiline binerken sağ
elini kapıya sıkıştıran Eftim, (Selçuk Erenerol 'un anlattıklarına göre)
kanayan eline tütün döktürerek sargı beziyle bağlatıp, tören kafilesini takip
etmişti.
Karargahı ziyaret ve tazim esnasında Şükrü Naili Paşa, Papa Eftim'e sargılı
elini sorar. Bakışlarını imalı bir şekilde, paşa'ya doğru gezdiren bir gülüşle:
"Paşam ödenmesi icabeden kanı, ben ödemiş oldum" demekle
yetinir.
Şükrü Naili Paşa ise; "Müsterih olunuz" diyerek, Papa Eftim'in
yanındaki metropolit ve papazlar'a tebessüm dolu bakışlarını gezdirerek,
onlara kan dökülmeyeceği hususunda ümit vermiş oluyordu.
O güne kadar, tereddütler içerisinde bulunan yerli Rum'lar ve
patrikhane'nin işgalcilerle işbirliği yapan hain palikaryaları mutluluktan
sevinç çığlıkları atıyorlardı.
Osmanlı'dan bu güne, Türk insanlarından daima iyi muamele gördükleri
halde sanki bütün bunları unutmuşlar gibi, gereksiz kuşkuları biranda
mutluluğa dönüşmüştü...
Hain Rum papaz'lar bu arada Papa Eftim'e azizler arasında yer vererek,
istavroz çıkartarak takdis etmeyi de unutmamışlardı. Mutlu ve rahat bir hayat
sürdürebilmek uğruna Rumlar için hiçbir şey farketmezdi. Dün işgalci İngiliz
Generali, bu gün de Papa Eftim takdis olunuyordu. Rum Milleti 'nin hasletindeki
sahte olgu, kim gelirse gelsin el etek öpüp, günü kurtarmaktan başka bir şey
değildi.
O günlerde, Papa Eftim'in tek düşüncesi patrikliğe kimin seçileceği idi.
Metropolitler'in kendisine üstü kapalı sorduğu sorulara cevap vermediğinden
dolayı, Ortodoks cemaatini teşkil eden bir çok kimseler patrikliğe Eftim 'in
seçileceğini söylüyorlardı. Eftim, her ne kadar Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin
(geçici konumdaki) yetkili mümessili olsa da, bu patrikhane'yi Türklüğe bağlı
bir "Metropol" olarak hayata geçirmeyi düşündüğünü, Sen Sinod
Meclisi azalarına belirttiği gibi bu konuda Ankara'ya gidip hükümet
yetkililerinin fikirlerini almayı münasip görüyordu.
Başlangıçta Eftim'in tarihi hatasından bahsetmiştim. İşte bu görüşlerini
(Fener'in, Türk Ortodoks ismini alması düşüncesini) Rum Sen Sinod Meclisi üyelerine anlatması, uyuyan
Rumlar'ı uyandırınca, bu hain papaz'lar kendilerince başlarına gelecek felaketi
çoktan hesaplamaya başlamışlardı.
Papa Eftim, bu hususta Ankara'ya gideceğini yalnızca Sen Sinod azalarına
bildirmişti. Ankara' da trenden iner inmez doğruca Adalet Bakanlığına giden
Eftim, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi'nin vekili olduğunu belirterek
vekaletnameyi Adalet Bakanlığı'nın masasına koyar.
Bu durumu, Türk basını ve (Anadolu'daki halk arasında yerli Rum tabir
edilen) Türk Ortodoks Hristiyanlar'ı hoş karşılamazlar. Papa Eftim'in (patrik
olma uğruna) Fener Rum Patrikhanesi'nin vekilliğini kabul etmesi, çeşitli
dedikodulara neden olur.
Burada sırası gelmişken Ortodoks'!ar adına tarihi ve kıymetli bir vesika
addedilen (bizzat Selçuk Erenerol'dan temin ettiğim) Türk Ortodoks Patriği
Eftim'in, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne vekalet ettiği beyannameyi aynen
aktarıyorum:
"İSTANBUL
PATRİKHANESİ PROTOKOL Nü: 4825
İstanbul'da mevcut metropolitlerden müteşekkil Sen
Sinod Meclisi derecat itibariyle Erdek Metropoliti Kilinkos Efendi' nin tahtı
riyasetinde olarak 4 Teşrinievvel 1339 (1923) tarihine müsadifPerşembe, günü içtimaında, Türkiye
Biiyiik Millet Meclisi Hükümeti’ nin nezdinde bir patrikhane
mümessilliği ihdasına müttefikan karar verildi.
Anadolu’daki
Türk Ortodoks kiliseleriyle, cemaatlerinin vekili umumisi İkonomos Eftim
Efendi' nin gerek lıiikümeti mulzteremimize ve gerek ise Anadolu' daki Ortodoks
Hristiyanları' na ve kiliseleri' ne sepkat eden hizmet meşkııresi Sen Sinod Meclisince
takdir olunarak, Türkiye Biiyiik Millet Meclisi Hiikiimeti nezdinde selahiyeti
vasia ile mwnaileyh Papa Eftim Efendi müttefikan, patrikhane mümessili ve
vekili umumisi intihap ve tayin edilmiştİI: 4 Teşrinievvel 1923. İş im mazbatai intihahiye, Ankara' da Biiyiik Millet
Meclisi Hiikiimetine ibraz etmek üzere cihan patrikhanesi ıniiınessili İkonomos
Eftim Efendi'ye vesika olarak ita kılındı.
Cihan
Ortodoks Patrikhanesi 4 Teşrinievvel 1339 (1923) tarihinde Sen Sinod' u temsil edenler:
Reisi: Erdek
Metropoliti Kilinkos. Azalar: Kadıköy Metropoliti Girigoryos, Niksar
Metropoliti Agathangelos, Silivri Metropoliti Evgenyos, Söke Metropoliti
Tomas. İznik Metropoliti
Vasiliyos, Bursa Metropoliti
Konstantinos, İnoz Metropoliti İakim, Maçka Metropoliti Kirilfos.
Cihan
Ortodoks’ ları merkez Patrikhanesi ni temsil ettiğini, Sen Sinod'un yukarıdaki
umumi vekaletnamesinin sureti aslma mutabık olduğu tasdik kılıım: "
Katibi adil mührü...
Yukarıdaki Sen Sinod üyelerinin isimlerinden anlaşıldığı gibi, Papa
Eftim'in ekibinde bir tane Türk Hristiyan Ortodoks' un olmadığı görülmektedir.
Burada tarafıma gelecek her türlü itiraz ve eleştirilere hazırım. Eftim
Efendi, Milli Mücadelede ruhani işyarlık hedeflerine ulaşabilmek için
azınsanmayacak gayretlerde bulunduğu halde, patrikhane olayında ise Rumlar'la
dirsek temasında olduğu apaçık görülmektedir. Benim şahsi görüşüm, patrikhane
tarihçesini en ince ayrıntılarına kadar araştırdığım için söylüyorum; Papa
Eftim patrikhane olayında, Fener Rum Ortodoks veya Türk Hristiyan Ortodoks
farketmez düşüncesinin ihtirasına kapılmıştır. Gerçekten fikirlerindeki büyük
Türkçülüğü savunan bir insan Hristiyan bile olsa, patrikhane'deki Sen Sinod
azalarından hiç değilse bir tanesini Türk Ortodokslar'dan seçerdi. 4
Teşrinievvel 1339 (1923) tarihli protokoldaki Rum asıllı yönetici ve
metropolitleri gördükten sonra, Akdağmaden'li Papa Eftim'in ahfadının Türk olup
olmadığından kuşkulu olduğumu söyleyebilirim. Kitabımın içeriğinde, bilhassa
masa başı kitap ve makaleler yazan akademisyenlerin üç çeyrek asırdır gündeme
getirmedikleri bu hususları (belgeleri ve detaylarıyla) hep birlikte
tartışacağız.
Papa Eftim, Ankara'da olduğu günlerden birinde patrikhane'den bir mektup
almıştı. Mektupta "Anadolu'da bulunan bütün Ortodoks Hristiyanlar'ın
boşanma işlerine Şeriat Mahkemeleri müdahale ediyor" yetkililerle
görüşerek, biran önce bunun önüne geçiniz denilmektedir.
Papa Eftim
fevkalade hassasiyet içeren bu durumu pek uygun görmese de, patrikhane ile
arayı açmamak için vaziyeti ilgili makamlara isteksiz bir şekilde bildirir.
Bizzat görüşüp bilgi aldığı Adalet Bakanı, yakında yürürlüğe girecek medeni kanunla
bütün bu eksikliklerin kökünden halledileceğini söyler.
Zaferden
sonraki zor geçiş günlerinde, Batı Trakya'daki Müslüman Türkler'e Yunanlı'lar
tarafından ağır işkenceler yapıldığı haberleri duyulunca, bu durum haklı
olarak Türk halkını galeyana getirmişti. Böylesine zıt kutuplaşmalar temin
edilmek istenen huzuru bozduğundan, Türkiye'deki azınlıklar tedirgin
durumdaydılar.
Ankara'da
yapılan görüşmeler neticesinde, Batı Trakya Türkleri'ne yapılan zulüm ve
işkencelere biran önce son verilmesi istenmekteydi.
Türk halkı,
tahammül sınırlarının dayanılmaz hale geldiği günlerde Batı Trakya'da
dindaşlarımıza yapılan zulmün aynısının, İstanbul'daki Rumlar'a yapılmasını ve
intikam alınmasını istiyordu. Hükümet üyeleri gazetelere beyanatlar vererek,
galeyana gelen milletimizin haklı isteğinin biran önce yerine getirleceğine
dair sözler veriyorlardı. Meydanlarda yapılan heyecanlı mitingler,
gazetelerdeki üzücü haberler Papa Eftim'i Fener Rum Patrikhanesi'nin Patrik
Vekili olması sıfatıyla, çok güç durumlara düşürmekteydi.
Eftim içine
düştüğü bu sıkıntılardan kurtulmak gayesiyle, Cumhuriyet Hükümeti'nin yeni
Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Vekili İsmet (İnönü)'yü ziyaret eder. İsmet Paşa,
o güne kadar şahsen tanışıp görüşmediği, daha önceki Başbakanlar Rauf (Orbay)
ve Fethi (Okyar)'la aralarının iyi olduğunu bildiği Papa Eftim'i çok iyi
karşılar. Milli Mücadeledeki ateşli tavırlarından dolayı Eftim'in Türkler'in
arasında bir Hristiyan Türk Ortodoks olarak huzur içinde yaşamak hakkına sahip
olduğunu belirterek, kendisini tebrik eder. Bu övgüler, Eftim 'in günlerdir
kafasında yerleşen olumsuz düşünceleri silmeye fazlasıyla yeterli olmuştu.
Eftim patrik vekilliğini koruyup, patrik olabilmek gayesiyle,
Yunanlı'lar tarafından Batı Trakya'daki Türkler'e yapılan işkenceleri verdiği
yazılı ve sözlü demeçlerle devamlı surette telin edip lanetliyordu. Tabii ki
bütün bunlar politik varyasyonlardan başka birşey değildi. Bu arada vaziyeti
idare etmek ikilemiyle Rum halkının suçsuz olduğunu belirterek, onları adeta
savunuyordu. Makam ve mevki uğruna verilen böylesine çelişkili beyanatlar,
Büyük Turani Türk'ü Eftim'e yakışan şeyler değildi. Ama bir yerde patrik'liği
korumak sevdasıyla, dindaşlarını Türk olmasalar da savunmak mecburiyetinde
kalıyordu. Papa Eftim'in seçtiği Sen Sinod Meclisi'nin Rum azaları ise; Batı
Trakya'daki Müslüman Türkler'e yapılan bu işkenceleri sessiz bir şekilde
izliyorlardı. ..
Şahsına atfedilen övgü dolu sözlerden sonra İsmet Paşa'nın huzurundan
büyük bir sevinçle çıkan Papa Eftim, derhal postahaneye giderek patrikhane'ye
şu telgrafı çeker:
"Yunanlılar tarafından Garbi
Trakya'daki Türkler' e yapıldığı sizlerce de malum olan mezalimin insaniyet
nam111a patrikhane' ce protesto edilmesi, İstanbul'daki dindaşlarımızın bugünkü
ve yarınki selamet ve menfaatleri icap ve iktizasındadır, kanaatindeyim.
İcabının derhal icrasını rica ederim. "
Fener Rum Ortodoks Patrik Vekili Eftim.
Bu telgraf, Fener Patrikhanesi'nin Sen Sinod üyeleri arasında tepkiyle
karşılanır. Ç9k güvendiği bu Rum azaları, büyük Türk' çü Eftim Efendi bizzat
kendisi seçmişti. Ama onlar yine de bildiklerini okuyorlardı.
Fener Patrikhanesi'nin Rum asıllı Sen Sinod üyeleri hiç beklemeden,
Ankara'daki mümessilleri Eftim Efendi'ye protesto niteliğinde sert üsluplu bir
mektup gönderdiler. Bu mektupta şu ibareler yer almaktadır:
"Patrikhane, mektubunuzu siyasi mahiyyette
gördüğünden bu hususta şahsınıza bildirildiği gibi, herhangi bir teşebbüste
bulunamayacağımızı ve sizin de mümessilimiz sıfatıyla bu gibi işlerle meşgul
olmamanızı, Sen Sinod Meclisi emriyle, size tebliğ ve bu tebliğe riayet
etmenizi tavsiye eylerim."
Hiç beklemediği böylesine sert üslfıplu mektubu alan Papa Eftim,
beyninden vurulmuşa döner. Bu arada hükümet üyeleri tarafından Büyük Millet
Meclisine bir takrir (önerge) verilerek, İstanbul Rumları'nın tamamının
sürülmesi istenmişti.
Ne yazık ki, İsmet Paşa (İnönü) Papa Eftim'e verdiği (rahat olunuz) mahiyetindeki
sözünde durarak, Büyük Millet Meclisi 'ne verilen takriri reddettirerek,
İstanbul Rumları'nı bekleyen acı akibetten kurtarmaya muvaffak olmuştu!..
Yıllar yılı başımızın
belası olan Fener Rum Patrikhanesi'nin bu iki büyük kurtarıcısına, Fener Rum
Patrikhanesi kutlu mutlu olsun...
Her platformda Fener'i iki kez söndürdük diyen Türk Hristiyan
Ortodokslar'ın III. patriği Selçuk Erenerol, bu gerçeklerin aksini iddia
edebilir mi? Kendileri sözde azılı bir Rum düşmanıdırlar. Keşke şimdiki
düşmanlıkları başlangıçta peder beyleri zamanında olsaydı da, bu günlere
gelmeseydik.
İstanbul'dan-Ankara'ya
gelen Papa Eftim, ziyaretinin on beşinci gününde aldırdığı İstanbul
gazetelerinde gördüğü haberleri okuyunca kahrolmuştu. Gazetelerin yazdıklarına
göre, Fener Rum Patrikhanesi Eftim'i tanımıyor ve alacağı hiçbir görevi kabul
etmiyordu. Üstelik o günlerde Eftim Efendi, Ankara Hükümetine, İstanbul
Rumları'nın suçlu olmadıklarını devamlı söylemekteydi.
30 Ocak
1923'te Lozan'da imzalanan muahedenin (aradan geçen on aylık zamanda)
mürekkepleri henüz kurumadan, Yunanlı'lar İstanbul'da Fener papazları'yla elele
vererek, çeşitli entrikalar çevirmeye başlamışlardı. İstanbul'da misafir olan
Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi Politis, bir bahane ile Ankara'ya dönmeyi
geciktirerek, Rum papazlar'la işbirliği yapıp, Papa Eftim'in gıyabında Sen
Sinod Meclisi'ni toplatır. Buradaki toplantının esas gayesi, patrikhane'nin
Yunanistan'ın talimatları doğrultusunda hareket etmesidir. Devamlı olarak Eftim'in
tarihi yanılgısından bahsetmiştim. Olayların akışına baktığımızda, bu yanılgı
tarihin hiçbir döneminde tevil edilemez. Eftim, patrikhane'yi ele geçirdiğinde
patrik vekili olarak inandığı metropolitler arasından Sen Sinod üyelerini
seçmişti. Bu üyelerden hiçbirinin Türk Hristiyan olmadığını, hepsinin Rum
asıllı papaz'lar olduklarını isimleriyle belirttim. İşte bu Rum papazlar'dan
Eftim'in en güvendiği ve Sen Sinod'un baş azası olan Kadıköy Metropoliti
Girigoryos, yapılan gizli toplantı sonucu resmen Fener Rum Ortodoks Patriği
oluvermiştir. Hem de Eftim Ankara'da iken, Sen Sinod Meclisi'nin tamamının çoğunluk
oylarıyla seçilmişti. Eftim Efendi, Ankara'da bu insanların haklarını
savunacağım ve kahramanlık yapacağım derken, zor şartlarda ele geçirdikleri
hıyanet yuvası Fener Patrikhanesi' ni kendi hatalarıyla ve affedilemez
yanılgılar içerisinde (Başbakan 44
sıfatına haiz) bir devlet büyüğümüzle birlikte, Türk Milletine ebedi
miras olarak bırakmışlardır.
Sonradan İstanbul'da Atatürk'ün
bilgisi dahilinde hükümet üyelerinin destekleriyle açılan Türk Hristiyan Ortodoks
Patrikhane'si, Fener'e karşı denge unsuru olacak diye hep boş hayaller kuruldu.
Ne yazık ki Papa Eftim, büyük fırsatı baştan kaçırmıştı. Bu tarihi fırsat,
tarihi yanılgıya dönüşmüşse, bugünkü Türk Ortodokslar'ın ağlamaya sızlamaya,
şikayete hakları yoktur, olmayacaktır da! •.
Eftim,
Ankara'dan patrikhane'ye yazdığı acılı mektupta seçtirdiği Sen Sinod üyelerine
sitemler yağdırıyor. Çok inandığı kadim dostu Kadıköy Metropoliti Girigoryos'un
patrik'lik makamına getirilişine inanmak istemiyordu.
Eftim
mektubunda, patrikhane'nin matbuata verdiği "Patrik seçimi"
haberlerinin tekzib edilmesini istiyordu. Hiçbir basın organında tekzib
olmadığı gibi İstanbul' da Rumca yayın yapan gazeteler, Papa Eftim'in Sen Sinod
üyelerini tehdit ettiğini yazmaktaydılar.
Ankara'da
Adalet Bakanı'nı ziyarete giden Eftim, oradaki görevliler tarafından eline
tutuşturulan İkdam
Gazetesinde bu haberleri okuyunca, çılgına dönmüştü. Olumsuz
gelişmeler karşısında paniğe kapılan Eftim, ne yapacağını şaşırmış vaziyet.
teydi. Aynı gün patrikhane'ye ivedi telgraf çeken Eftim'in telgrafına gelen
karşı cevapta: "İstanbul'a gelmeniz şimdilik muvafık görülmemiştir"
yazılıydı.
Bu duruma
fena halde sinirlenen Eftim, patrikhane'ye yeniden bir telgraf çekerek, patrik
seçiminin ileri bir tarihe atılmasını istemekteydi.
Esas gayesi, Sen Sinod üyelerine bir müddet daha Ankara'da kalacakmış
hissi vererek, aniden İstanbul'a gitmekti. Aynı günün akşamı Papa Eftim, aile
efradıyla adamlarını yanına alarak apar topar İstanbul'a hareket eder. Ertesi
sabah Haydarpaşa Garı'na vasıl olduklarında, kendine yapılanları hazmede memiş
olacak ki hâlâ sinirden tir tir titriyordu.
Ailesini Beyoğlu 'ndaki akrabalarının yanına bırakan Eftim, habersiz bir
şekilde patrikhane'ye gider. Ani gelişi, patrikhanedekileri fazlasıyla
telaşlandırmıştı. Herkeste bir tedirginlik ve panik hasıl olmuş durumdaydı.
Diğer . üyelerin çekintilerine rağmen Sen Sinod Başkanı Kilinikos, Papa
Eftim'le yüz yüze gelerek konuşmak cesaretini gösterebilmişti. Geniş salonun ortasında
sakalını sıvazlayarak yürüyen Kilinikos:
"Efendi siz patrikhane'nin vekilisiniz değil mi?
- Evet aziz başkan baba, sözüm ona
vekilinizim.
- Aynı zamanda buranın papazı'sm
da!..
- Eeeh, şöyle böyle...
- Bu şartlarda bizden müsaade
almadan İstanbul'a gelmenizin büyük suç teşkil edeceğini bilmeniz gerekir.
- Kilinikos Hazretleri, şunu iyi
bilmeniz gerekir ki bana itimat göstermeyip, beni kandırıp oyalayanların,
entrikalarla patrik vekili .seçenlerin isteklerine boyun eğecek kadar aptal
değilim."
Hayli gergin olan Papa Eftim, o geceyi Beyoğlu'nda misafir kaldığı akrabalarının
evinde geç vakte kadar çalışarak geçirir. Tek düşüncesi Sen Sinod üyelerini
yola getirmekti.
Sabahleyin evden çıkıp, patrikhane'ye gitmek üzere adamlarını bir taksi
çağırmaları için gönderir. Bu kadar gerginliğe rağmen hemen sonra,
patrikhane'nin otomobillerinden bir tanesi Papa Eftim'i almak için kapıya
yanaşır. Eftim, kendisi için sürpriz sayılabilecek bu nazikane hareketi pek
hayra yormamakla birlikte memnun görünür. Rumca konuşan şoför, otomobilin
kapısını açarken şunları söyler:
"Ankara'ya avdet buyuracağınız giinc kadar
emrinizde bulunmak için, Kilinikos başkammızdan emir aldım Papa Hazretleri...
"Ya öyle mi? Sağ olsun başkan babalar"
demekle yetiniyordu.
Sen Sinod Meclis'inin her günkünden erken toplanışına bir mana vermeyen
Eftim, bunun sebebini birkaç saat sonra öğrenebiliyordu. Çünkü günün ilk
ışıklarında yapılan tcplantıda gereken bütün kararlar alınmıştı.
Patrikhane'nin salonlarında sinirli bir şekilde dolaşarak bekleyen
Eftim, Papa Tor'la karşılaşır. Aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra Papa
Tor, alaycı bir tavırla:
"Ne o Papa Eftim Hazretleri, lıala Sen Sinod'dan
haber mi bekliyorsunuz? Tavşan kaçtı, dağlan da aştı hala senin haberin yok.
Patrik seçimi sabaha karşı çoktan oldu bitti bile, çek arabam buradan!"
Söylediklerinin tam aksine patrikhane'yi hızla kendisi terkeden Papa Tor,
Eftim 'i fazlasıyla üzmüştü. Anlaşılan o ki, evine kadar gönderilen özel
otomobil de Sen Sinod üyeleri tarafından uygulanan aldatmacanın bir
parçasıydı.
Oysa bundan kısa bir süre önce Eftim, bu insanları Ankara'da devletin
yetkililerine karşı savunmuş ve Başbakan İsmet (İnönü)'ye Rum'lar suçlu
değillerdir demişti. Şimdi ise kendisi boşluğa düşmüş vaziyetteydi.
Papa Eftim, kendisine gıyabında oynanan bu oyunlardan son derece
müteessir bir durumdaydı. O güne kadar sarfettiği emekler, dindaşlarına olan
hoşgörüsü nedeniyle onların adına Ankara'da yaptığı çalışmalar hep boşa
gitmişti. Her şeye rağmen gayesine güzellikle ulaşmak istediğini belirtiyordu.
Aynı gün, daha önce kendisinin seçtirdiği Sen Sinod azalarından dört
metropolit, kapısını vurmaya gerek bile görmeden Eftim'in bulunduğu patrik
odasına girerler. Odasında kendisine yapılan bu hürmetsizliğe karşı Eftim,
yalvarıcı bir sesle:
"Aziz babalar, yapılan bu emrivaki karşısında
beni aydınlatmanızı istiyorum. Bu yaptığınız kanunsuz patrik seçimi, kilisemiz'
in hayrına değildil: Bu hareketiniz evvelce yaptığımız konuşma ve anlaşmalara
aykırıdır. Yangından mal kaçırır gibi, ben yokken patrik seçtiniz. Hristos
(İsa) aşkına söyleyin, bana bunu neden ve niçin yaptınız?..’’
Metropolit'ler, Papa Eftim 'in bu sözlerini sanki hiçbir şeyden
haberleri yokmuş gibi dikkate almıyorlardı. Nihayet, cevap vermeye gerek bile
duymadan, alaycı tavırlarla ard arda odadan çıkıvermişlerdi. Patriklik
beklerken yapılan danışıklı toplantıyla mümesillikten de (Patrik
Vekilliğinden) iskat edilen Eftim, kahır içerisinde başını sallamakla
yetiniyordu. Çünkü çok güvendiği kadim dostu Girigoryos patrik seçilmişti. O
üzülmesin de, kimler üzülsün dü ...
Papa Eftim, metropolitler'in bu garip halleri karşısında (safiyane
duygularla), Sen Sinod azalarının patrik seçiminden haberleri olmadığı
zehabına kapılır.
El insaf doğrusu! •.
Eftim Efendi, matbuat
herşeyi baştan sona yazmış, Sen Sinod gıyabınızda toplamp patrik seçmiş, siz
hala bu insanlara güvenip, patrik'in seçildiğine inanmamaktasmız...
Nihayet akşama doğru gerçekleri kabul eden Eftim, patrikhane
mümessilliği görevinde kalmanın manasız ve gülünç olduğunu anlamıştı. Bu
şartlarda hemen ilişkisini kesip patrikhane'den ayrılmak ve ondan sonra da
neler yapacağının düşünceleri içerisindeydi. Karmaşık duygular içerisinde
ellerini başına koyup odasında bir istifa mektubu hazırlayarak, Sen Sinod Başkanı'na
gönderir. Kendisini kaale almadıkları için, bu istifaya Sen Sinod 'lar arasında
aldırış eden bile olmamıştı. Hatta oradaki metropolitlerle papazlar, alaycı
tavırlar takınıp gülmekten kendilerini alamıyorlardı.
İstifa mektubundan sonra, çeşitli yerlere telefonlar açan Eftim, Sen
Sinod üyeleri arasında büyük kuşkular uyandırır. Acaba bir baskın mı olacak
gibilerden düşünceler, ortalıkta kol gezmeye başlamıştı. Şahsına yapılan
kandırmacalar karşısında bir anda kararını değiştiren Papa Eftim, geçte olsa
herşeyi anladığından, kendisine biat etmeyen patrikhane görevlilerini dize
getirip kıvrandırmaya kararlıydı.
Vakit ertesi gün öğleden sonradır, Eftim patrik'liğe seçilen Kadıköy
Metropoliti Girigoriyos'a bir mektup yazar. Bu mektupta, "Kanunlara
aykırı bir şekilde patrik seçildiğini ve derhal istifa etmesi gerektiğini"
bildirir. Papa Eftim bu mektubunu elden, Girigoryos'un oturduğu Kadıköy
Metropolithanesi'ne gönqerir. Artık olan olmuş ok yaydan çıkmıştı. Papazlar'ın
arasındaki ruhani kavganın dönüşü yok gibiydi. Türkiye'nin başının belası olan
Fener Rum Patrikhanesi çok şeylere gebe görünüyordu. Girigoryos'a yazdığı
mektubun cevabını hiç beklemeden özel adamlarına emirler veren Eftim, ani bir
baskınla tüm patrikhane çalışanlarının içtimaya dizilmesini sağlar.
Akşam
olduğunda burada görevli bulunan papaz, memur ve tüm müstahdemler tir tir
titriyorlardı. Daha önce yasal olarak ele geçirdiği bu hıyanet yuvasını kendi
hatalarından dolayı kaptırınca, patrik olma ihtirasıyla kanunsuz bir şekilde
basan Eftim, maddi manevi desteğini gördüğü Türk Devletini de zora sokmuş
oluyordu.
Olay akşamı
patrikhane'de adeta esir aldığı bütün görevlilere hışmını gösteren Eftim:
"Şu andan itibaren tüm Ortodoks
Kilise ve Cemaatleri Umumi Vekili olarak patrikhane'ye el koyuyorum, işlerinde
sadakatla kalmak isteyenler kalabilir" diyerek, kalmak istemeyenleri hiç
beklemeksizin kapı dışarı eder.
Anadolu
Ortodoks Hristiyanı olması nedeniyle mübadele hükümleri gereği ailesiyle
birlikte Yunanistan'a gönderilmekten (Atatürk'ün dahliyle) son anda kurtulan
Eftim, makam mevki uğruna hatalı adımlar atmaya başlamıştı. Zorla da olsa
ipler eline geçince, kendisinden izin alınmadıkça hariçten gelecek hiçbir Sen
Sinod üyesi, metropolit ve papaz'ın patrikhane'ye alınmaması hakkında
talimatlar veriyordu.
Bu esnada
bütün adanılan, patrikhane'nin önemli yerlerine gruplar halinde gelerek
yerleşmişlerdi. O geceyi uykusuz geçiren Eftim, patrikhane'nin her tarafını
baştan aşağı dolaşarak, görevlilerin ne gibi işlerle meşgul olduklarını
dikkatli bir şekilde kontrol eder. Bu girişim, aslında geç kalınmış bir
kurnazlıktı.Fener Patrikhanesi'ne yasal uygulamalarla geçme şansı elde
edilmişken, antiyasal olarak birtakım şeyleri zorlamak, ülkemizin hayrına
olmazdı.
Eftim Efendi Rum Ortodoks Patriği olacak diye Fener Patrikhanesi 'ndeki
sözde Türk Hristiyanlar için, (Türk Devleti'nin itibarını) kanun dışı kilise
baskınıyla kimsenin zedelemeye hakkı olamazdı.
Yaptığı ani denetim ve kontroller esnasında Papa Eftim, bazı
papazlar'la, diyokos ve hademelerin kumar oynadıklarını görünce son derece
sinirlenir. Böylesi bir durumda Türk Hristiyan olsa ne olur, Rum Hristiyan olsa
ne olur. Anlatmak istediğimiz, bu insanlar ruhani orun yapılan patrikhane'de
kumar oynayabiliyorlarsa, dinlerine karşı ne kadar bağlı olduklarını da açıkça
belirginleştirmiş oluyorlardı.
Kumar oynayanlara nasihatlerde bulunan Papa Eftim, siniri yatışınca
hepsine nazikane davranmaya başlamıştı. Bir bakıma onları kendi saflarına
çekme düşüncesindeydi.
Bu arada yeni bir ihanetle karşılaşırım kuşkusuyla, sabaha kadar
pencereden patrikhane 'nin kapısını kontrol etmeye koyulmuştu. Daha önce Sen
Sinod davasında başına gelenlerden dolayı, görevli memurların yanısıra diyokos
ve odacılara da iti. mat edemiyordu.
Nihayet, sabaha karşı bu düşüncelerinde yanılmadığını anlamıştı.
Patrikhane'nin ana kapısından girdiğini gördüğü dört insanı tam olarak teşhis
edemez. Rum asıllı kapıcılar da, içeri girenleri bilinçli bir şekilde
görmezlikten gelmişlerdi. Durumdan şüphelenen Papa Eftim, yaptığı kısa bir
araştırma sonucu, içeri girenlerin dört Sen Sinod azası olduğunu görmüş ve yakalamıştı.
Karşısında duran bu kişilerden Sen Sinod azası papaz Yermonos'a hitapla:
"Ben seni dürüst ve şahsiyetli bir
insan sandığım için, yaptığım son değişiklikle Sen Sinod’da bıraktım.
Artık yamldı-
ğımı anladım. İyi niyet
sahibi bir insan olsaydın, ne yapar eder gıyabımda yapılan bu emrivaki patrik
seçimini önlerdin. Kilise ve cemaatlerin umumi vekili sıfatıyla, şu andan
itibaren görevine son veriyorum. Arkana bile bakmadan patrikhane'yi derhal
terk et." .
Papa Eftim, sarfettiği bu öfkeli sözlerin ardından Yermonos'un dışarı
çıkmasında ısrarcı davranmaya başladı. Beklenmedik bir direniş göstererek
patrikhane'den çıkmayan Yermonos, muhatabına kafa tutmaya başlayınca, Eftim ve
çevresindekiler bu papazı kollarından tutup sürüyerek, zorla dışarıya çıkarırlar.
İçerdeki hava son derece gergin bir hal almıştı. Fener Ortodoksları,
baskıncılara nefretle bakıyorlardı. Bu esnada Papa Eftim, diğer metropolit ve
Sen Sinod üyelerine de kibarca yol vererek büyük ölçüde rahatlamıştı.
Fener papazlar'ı, patrikhane'den zorla alaşağı edilip kovulduktan sonra
Kadıköy Metropolitliği'nde, Girigoryos'un etrafında toplanmaya başlamışlardı.
Papaz'lar kendi aralarında heyetler kurup İstanbul Valiliğine müracaat ederek,
gelişmeler hakkında ayrıca telgrafla hükümete de bilgi vermişlerdi.
Başlangıçta Rum papazlar'a inandığı için kandırılan Eftim, şimdi ise
mutad adamları vasıtası ile bunlar hakkında günü gününe bilgiler ediniyordu.
Basın ve matbuata, "Sen Sinod Meclisi'nin kanunsuz patrik seçimi nedeniyle
patrikhane'ye el koyduğunu ve en kısa zamanda yeni Sen Sinod üyelerinin
seçileceğini" açıklamaktaydı.
Faaliyetlerine kararsızlıklar içerisinde devam eden Papa Eftim, el
altından müracaatla azalık teklif ettiği çoğunluğu Rum asıllı olan
metropolitler'in bu teklife yanaşmadıklarına bizzat tanık oluyordu.
Anadolu'daki bazı metropolitler de, Fener Rum Patrikhanesi 'ne Sen Sinod azası
olmak istemiyorlardı.
İstanbul'daki metropolitler'in hemen hepsi Girigoryos'la elele verip,
Papa Eftim 'le uğraşmaya karar alırlar. Hayatlarının her gününde "Büyük
Bizans" hayaliyle yaşayan bu papazlar, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına
saygılı gibi görünseler de, Yunanistan'dan aldıkları talimatlara göre hareket
etmekteydiler. Bu arada Papa Eftim taraftarı olan Rumlar'ı da, türlü vaad ve
tertiplerle kandırmaya çalışıyorlardı. İlgili makamlar Eftim'in yanında yer
alarak, Rum papazlar'ın şikayetlerine pek ehemmiyet vermemişlerdi. Bu duruma
hayli öfkelenen Rum papaz'lar, başta Girigoryos olmak üzere bütün gazetelere
Rumca beyanatlar vererek; Papa Eftim'in patrikhane'ye cerhi müdahalesi ve Sen
Sinod'a uyguladığı taarruzunu, hükümet'in desteklediğini söylemekten
çekinmezler.
Bu arada anavatanları Yunanistan'ı gelişmelerden haberdar eden Rum
papaz'lar, Venizelistleri[10] (Venizelos yanlılarını) ve kenrli
taraftarı Yunan gazetelerini ayaklandırarak, Türkiye aleyhine ağır yazılar
yazdırmaya başlamışlardı.
Papa Eftim, yaptığı kural tanımaz hareketlerin Türkiye aleyhine çirkin
dedikodular meydana getirmesine son derece üzülüyor ve devamlı diken üzerinde
duruyordu.
Nihayet bu davranışlarının uygun bir durum olmadığına karar veren Eftim,
işgali altındaki patrikhane'yi on yedi gün sonra terkediyordu. Hatta bu yüzden
hükümet'le, Yunanistan arasında çıkabilecek muhtemel ihtilaflara neden
olduğunu açıkça kabulleniyordu. Hep söylediğim gibi, Papa Eftim Patrik Vekili
iken gerekeni yapmalıydı. İkinci hareketi ülkemizin geleceği açısından son
derece hatalı ve olmaması gereken bir durumdu. Lozan Muahedesi
hükümlerinde alınan kararlar gereği İstanbul
Rumları Yunanistan'a gönderilemediklerine göre, şartlar ne olursa olsun "Türkiye Cumhuriyeti
Devleti" bir patrikhane • baskınıyla yıpratılmamalıydı.
Artık bundan böyle Papa Eftim, patrikhane dışında savaşına devam etmeye
kararlıydı. Hiçbir yetkili makamdan bu hususta yazılı ve sözlü emir almayan
Eftim, patrikhane'yi bir zamanlar çok güvendiği yeni Patrik Girigoryos'a kendi
elleriyle teslim ediyordu. İstanbul'daki Yunan ve Rum Ortodokslar, Eftim'in
patrikhane'yi hükümetin baskısıyla terkettiği şaiyasını yayıyorlar ve bu
yalanlarıyla taraflar arasında yeni bir kargaşa yaratmaya çalışıyorlardı.'
Papa Eftim, patrikhane'den çekildikten sonra Beyoğlu Tarlabaşında
kiraladığı bir eve beş çocuklu ailesiyle birlikte yerleşir. Artık hiç dışarı
çıkmıyor, yakın arkadaşları haricinde kimsenin ziyaretini kabul etmiyordu. Tam
bu sıralarda Galata Rum Ortodoks Cemaati arasında bir ihtilaf belirlemişti. Bu
ihtilaf kilise hususi heyetleri içerisinde idari olmaktan çok siyasiydi.
Hiçbir zaman Türkiye'nin yanında olmayan bu palikaryalar, Venizelist ve
Kralcılar olmak üzere ikiye ayrılmışlardı. Sözde dinle uğraşıyor görünüyorlar,
ama siyasetin dik alasını yapmaktan geri kalmıyorlardı.
O günlerde Patrik Girigoryos'a şiddetli bir muhalefet gösteren Galata
Rum Ortodoks Merkez Heyeti Başkanı Damyanidis, Fener papazlar'ı tarafından
aforoz edilmek isteniyordu. Bu kargaşaya, Damyariidis'in daha önceki Patrik
Meletyos'u tanımayıp gayrimeşru ilan etmesi neden olmuştu. Kendisine yapılan
bu davranıştan hayli müteessir olan Damyanidis, Sen Sinod azalarını mahkemeye
vermişti. Bu tartışmalardan dolayı Galata Rumlarıyla, Fener Patrikhanesi
arasında fırtınalar esiyordu. Uzun yargılamalar neticesinde Damyanidis'i haklı
gören mahkeme, davalıları hapse atarak tazminata mahkum etmişti. O sıralarda
birbirleriyle kavgalı grupların aracısı olarak gönüllerini yapan Papa Eftim,
her iki tarafı da davalarından vazgeçirerek yeni bir barış paktı kurmaya
çalışır.
Aradan geçen zaman içerisinde kavga yeniden nüksedince Fener Rum
Patrikhane'si taraftarları, Galata Kilisesi'nin Damyanidis'in elinden
alınmasını istiyorlardı. Bu sebeple kalabalık bir cemaatle Patrik Girigoryos'a
başvurarak, gereken işlemin yapılmasını istemekteydiler.
Patrik Girigoryos, Damyanidis'in Eftim'in tarafında olduğunu
hissettiğinden tarafları kuşkulandırmak istemediği için Fener . yanlısı
Rumlar'ın bütün isteklerini geri çevirir.
Böyle bir karar beklemeyen Fener taraftarları, Damyanidis ile
kendilerinin şahsen uğraşmaları gayesiyle izin isterler. Patrik, dindaşlarının
bu ricalarını bizzat yerine getirerek, kabul eder. Müracaatçılara hizmetleri
karşılığında ayrıca para yardımında bulunulacağını da vaadetmişti. Bunun üzerine
Damyani, dis ve arkadaşlarıyla sözde ona bağlı gibi davranan Rum Or-1
todokslar, Papa Eftim 'e katılmayı kararlaştırırlar. Bu bölünmeler tamamiyle
çıkar amaçlıydı. Çok geçmeden Galatalı'lar, Fener Patriği Girigoryos'tan
aldıkları muvaffık vekaletnameyi Papa Eftim'e sunarlar.
Papa Eftim İstanbul'da Galata'lı Rumları kendi saflarına çekmeye
uğraşırken, Lozan şartlarına göre mübadele kaçınılmaz oluyordu. Hamdullah
Suphi Tanrıöver'in bütün yalvarmalarına karşın Atatürk, Anadolu'daki Ortodoks
Hristiyanlar'ın, Batı Trakya ve Yunanistan'daki Müslüman Türkler'le mübadele
edilip değiştirilmelerini istemekteydi. Atatürk'ün bu hususta , duygusal
davranması gayet doğaldı. Zira kendisi de Makedonya sınırları içerisinde
dünyaya gelmiş bir Rumeli'liydi.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Atatürk'e: "Yapmayın paşam, bunlar özbe
öz Türk'türler, bu insanlar Rum değillerdir, bunları mübadeleye tabi
tutmayalım" demiştir.
Anadolu Ortodoks 'lan, her ne kadar Gökoğuz ve Turani Türkleri'nin
soyundan geldiklerini söyleseler de Hristiyan olduklarından, Türk halkına göre
büyük bir bölümü Rum kabul ediliyorlardı. Aslında Yunan'la işbirliği yapan
yerli Rumlar'ın büyük bir bölümü Trakya sınırını aşarak, çoktan kaçmışlardı.
Anadolu'da kalan bir kısım yerli Rum da, Türk Ortodokslar'la birlikte ruhani
orunlarını yapmaktaydılar.
Yıllar sonra Celal Bayar'la, Hamdullah Suphi Tannöver aralarında geçen
bir konuşma esnasında; Celal Bayar, Hamdullah Suphi 'ye:
"Atatürk' ün Anadolu'daki Türk
Ortodoksları'nı Yunanistan' a göndermesinden dolayı çok üzüldüğünü bizzat
duydum" demesi, Hamdullah Suphi' nin (mübadele hususunda) Atatürk' e olan
kırgınlığını gideremez.
Hamdullah
Suphi, Celal Bayar'a:
"Ben zamanında söylemiştim.fakat geç
duyulmuş bir pişmanlık, demekle yetiniyordu."
Hamdullah Suphi geç
duyulmuş pişmanlık diyordu ama, özbe öz Türk dediği bu insanlardan İstamat
Zihni, kilise'yi birlikte kurduğu Eftim'e daha sonraları hıyanet içerisinde
bulunarak, kendimi Türk gibi hissetmiyorum deyip, din birliği içinde olduğu
Rumlar'a ölümüne kadar hizmet etmeyi şeref saymıştır. Üstelik bu insan Türk
Ortodoks Kilisesi'nin icazetiyle üç dönem Türkiye Cumhuriyeti'nin Eskişehir
Milletvekilliğini yaptığı dönemlerde, İsmet Paşa'nın da gözde adamı
olmuştur.
Lozan Muahedesine göre (30 Ocak 1923), aylardan sonra Türkiye'nin
Anadolu'sunda bulunan yerli Rum ve Türk Ortodoks Hristiyan 'lar münavebeli
olarak Yunanistan'a gönderilerek, karşılıklı mübadele edilmişlerdir. İstanbul
Rumlar'ı patrikhane ile birlikte, altı kilise ve görevlileri mübadeleden muaf
tutulurlar. Daha önce de belirttiğim gibi Türk Ortodokslan'ndan Papa Eftim ve
aile efradı Atatürk'ün emirleri gereği 2 Ağustos (1340) 1924 tarihinde
Yunanistan'a gönderilmemek üzere, daimi olmak suretiyle İstanbul'da ikamet
ettirilirler. Bu tarihi kararın belgesini kitabımın son bölümlerinde
yayınlayarak, siz okurlarımı bilgilendirmiş olacağım.
Karşılıklı uygulanan mübadele gereği Türk Ortodokslar'ın tamamına yakını,
yerli Anadolu Rumları'yla birlikte Yunanistan'a gönderilirler. Lozan'dan
sonraki o karışık günlerde bu insanların Hristiyan Türk, Helen veya Rum
olduğunu ayırmak çok zor olduğundan, hatalarıyla sevaplarıyla onbinlerce kişi
değişime uğramıştır.
Burada birilerini siz bunları göndermeliydiniz veya göndermemeliydiniz
diye suçlamak, yanlış olur kanaatindeyim. Aslında mübadele şartlarına göre,
gerekli olan işlem yapılmıştır. O günün şartlarında Türk Hristiyan'lar ve
Anadolu Rumlar'ı mübadeleye tabi tutulmasalardı, Yunanistan ve Batı
Trakya'daki Müslüman Türkler'.i kurtarmak hiçbir zaman mümkün olmayacaktı. Bu
husustaki en büyük itiraz, Yunanistan'daki işe yaramaz çingenelerin bizim
tarafa gönderilmeleriydi. Ve bu şikayetler mübadeleden bu yana halfi
süregelmektedir.
Anlaşmalar ve mütarekeler ahvalinde, devletler önce kendi ırk ve
dindaşlarını düşünmek zorundadırlar. O günlerdeki Egemenlik Hükümeti 'nin
Kayseri 'ye bir Türk Ortodoks Patrikhane 'si açtırması ne kadar yanlış ise,
hatalardan erken dönülerek bu insanların zorunlu mübadeleye tabi tutulmaları
da, o kadar doğru harekettir görüşünü kabullenmek gerekir. Çünkü Anadolu
topraklan, bugünkü şartlarda sayıları tükenme noktasına gelse de Türk'ün
Hristiyanı'nı bağrında taşıyamaz.
Ailesiyle birlikte mübadeleden muaf tutulan Eftim'in en büyük arzusu,
Fener Rum Patrikhanesi'ni elden kaçırdığına göre İstanbul sınırları içerisinde
yeni bir Türk Ortodoks Patrikhanesi kurmak doğrultusundaydı. Mübadele gereği
yeterli cemaati kalmadığından, Papa Eftim'in bu isteği yetkili kurumlar tarafından
bir süre beklemeye terkedilir. Doğal olarak en sıkıntılı dönemlerini yaşayan
Eftim için beklemekten başka çare yoktu.
Nihayet 18 Mart 1926 tarihinde, patrikhane'nin Kayseri Zincidere'den
İstanbul'a taşınmasına karar verilir. O güne kadar Fener Rum Ortodoks Patrik
Vekilliğini kısa bir süre de olsa yürüten Eftim, prezbiterlik dinsel
aşamasındaydı. Panayia Kilisesi'nde yapılan ruhani törenle, ekiskoposluk
aşamasına yükselir. Bu ünvanların neticesinde yeterli cemaate de ulaştığından,
İstanbul Galata Kiliseleri ve Türk Ortodoksları'nın Patriği olmaya hak kazanmıştı.
Eftim'i Kayseri Metropoliti Amarsiyos, Erdek Metropoliti Kirillos, Adalar
Rum Metropoliti Agatangelos, Panayia Kilisesinde takdis ederler.
Artık, bundan böyle
İstanbulumuz'da Türk ve Rum Hristiyan Ortodoks olmak üzere iki patrikhane
vardır.
Türk Hristiyan Ortodoks ve Fener Rum Ortodoks Patrikhaneleri, dini
yönden müşterek, ırki yönden kısmen de olsa ayrılıklar teşkil etmekteydiler.
Galata Kiliseleri ve Rumları 'yla birleşen Eftim, Damyanidis'in
katkılarıyla Panayia, Hristos, Aya Yani, Aya Nikola Kili• selerini ruhani oruna açar. ;
Kongre
üyelerinin ittifakla aldıkları karar gereği patrikhane'nin bahçesindeki Panayia Kilisesi, Türk
Ortodoksları'nın merkezi seçilmişti.
Kimdir bu
Kongredeki Türk Ortodokslar'ın isimleri, hep birlikte görüp kararımızı verelim.
Eftim'in ruhani reisliğindeki kongre
üyeleri; İstamat Zihni Özdamar, Damyanos Damyanidis, Zamba ZambaoğIu, Dimosteni
Papadopulas, Yani Bilbiloğlu, Koço Papadopulas, Sokrat Karahisarlıoğlu
(Eftim'in amcası), Kiryak Gölcüoğlu, Anastas Manoloğlu, Nikola Vasilyadis ve
Kiryako Pamukoğlu Efendilerdir.
Yukarıdaki
isimlerden de anlaşılacağı üzere hıyanet yuvası Fener'e alternatif olacak Türk
Ortodoksları'nın Turani Türkler'i bu hazretler ise, benim felsefemin
doğrultusunda bunlar değil Turani, olsa olsa ruhani Türkleri'dir,
kanaatindeyim.
Muhtelif
platformlarda devamlı görüşüp aynı masalarda yemek yediğim bugünkü Türk
Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol, [11]
belirttiğim isimlerden bir tanesinin Türk olduğunu ispat etsin, bütün sözlerimi
geri almaya hazırım. Kongrenin en etkili isimlerinden İstamat Zihni'nin oğlu
Yorgo Özdamar'ın yirmi yıl önce Yunanistan'a kaçtığını (çocukluk arkadaşı
olmaları nedeniyle) kendileri çok iyi bilmektedirler. Bu şartlarda zikrettiğim
isimlerin, Türk Ortodoks Patrikhanesi 'nin kurulduğu günden bu yana Fener'e
denge unsuru olabilmeleri nasıl mümkün olabilir? Yoksa buradakiler kendilerini
Türkleştirilmiş Rum kabul ederek, zamanla Fener Ortodoksları 'yla işbirliği mi
yapmışlardır, bunu hep birlikte göreceğiz.
Fener Patriği Meletyos'un 10 Temmuz 1923'te sürgün edilerek Aynaroz'a
kaçmasıyla, aynı senenin kasım ortalarında Eftim Ankara'da iken Sen Sinod'un
seçtiği Girigoryos, Rum Ortodokslar'ın Patriği olarak görevine iştahla
sarılmıştı.
Bilindiği gibi Eftim Fener Patrik Vekili iken, Girigoryos Sen Sinod azası
idi. Şimdi ise iki eski kadim dost ayrı patrikhaneler'in patrikleri olarak,
amansız birer rakiptiler.
Olayı Türk Hükümeti açısından düşünecek olursak, yetkili makamlara bilgi
verilmeden seçilen Girigoryos'un patrik'liği yasal değildir. Ayrıca Panayototos
ve İkomenikos rütbesinde olan bu kişinin hükümete danışmadan patrik olması,
kural dışıdır. Eftim'in tarihi yanılgısıyla, Sen Sinod tarafından patrik
seçilen Girigoryos'un haksız seçimi, bugünkü Fener Patriği Bartholomeos'un patrikliğini gayri kanuni hale
getirmektedir. Hukuki bir dava açılacak olursa Cumhuriyet'in
kuruluşundaki kanunsuz patrik seçimi, bugünkü patriğe emsal gösterilerek, tarihi
hata düzeltilmiş olur. Bu şartlar altında patrik Bartholomeos' un patrikhanesi
meşru olmaktan öte, gayrimeşrudur. Bu gayrimeşru yere gerekenin
yapılamayacağını bildiğim halde, sizleri aydınlatmakta fayda görmekteyim.
1926 yılı sonlarına doğru Papa Eftim'i bazı Fener papazlar'ı da ziyaret
ederler. Aslında mütevazi bir tarafı olan Eftim, Tranda ve Kileobas adındaki
Rum diyokoslar'ı kendisine bağlamıştı. Galata, Fener, Feriköy ve Balat Rumları
Eftim'in cemaatlerinin çoğunluğunu teşkil etmekteydiler. Hal böyle iken çok
azı Turani ve Gökoğuz (Hristiyan Gagauz) Türk'ü olan bir kilise'de, Fener
Patrikhanesi'yle nasıl mücadele edilebilirdi? Edilemeyeceği gün gibi aşikardı.
Tam bu sıralarda eski kadim dost, sonraki amansız düşman Patrik
Girigoryos, sektei kalpten hayata veda eder. İdeallerine kavuşamayan ve Fener
Patrikhanesi'ni ona kaptıran Eftim, büyük bir sevinç içerisindeydi...
Fener'li bütün metropolit ve ahimandirit'ler Venizelist olduklarından,
kralcılarkendi adamlarının patrik seçilmesini istemekteydiler. Nihayet
Yunan'lılar ve yerli Rum 'lar usulen de olsa Eftim'e danışarak, yeni patrik
adaylarının nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu sorarlar. Eftim, Konstantinos'un
Fener Patrikliğine layık bir zat olduğunu açıklıkla söyler.
Papa Eftim Efendi,
Türkiye Cumhuriyeti bütün imkanlarını sana seferber ederek, İstanbul'un en
gözde yerinde Türk Ortodoks Patrikhanesi açacak, sen de Fener Rumları'nın
patrik adayına olur vereceksin. Bu nasıl muhalefet, nasıl denge unsurudur
anlamak mümkün değil!..
Nihayet Yunanistan'da çok güçlü olan kralcılar, Venizelistlerin adayını
devre dışı bırakarak Konstantinos 'u patrik seçtirmeye muvaffak olurlar. Şimdi
buradan soruyorum? Hani Fener Patrikhanesi Yunanistan bağlantılı değildi!..
KİMDİR BU KONSTANTINOS
Türk
Hristiyan Ortodoks Patriği Eftim Efendi'nin olumlu gördüğü Konstantinos, 17 Kasım
1926 günü ölen VII. Patrik Girigoryos'un yerine, Yunanistan'daki kralcıların
Sen Sinod Meclisine tesir etmesiyle oldu bittiye getirilerek, alelacele VI11. Fener Rum Ortodoks Patriği
seçilir.
Patrik
Konstantinos, Cumhuriyet hükümetince mübadeleye tabi tutulan Rumlardan' dır.
Kendisi de bunu inkar etmediği halde, metropolit konumunda olduğundan istisna
tutulmasını ister. Mübadele hükümlerinde istisna diye bir kayıt yoktur. Devlete
zararlı görülen her azınlık, makamı ve mevkisine bakılmaksızın mübadeleye tabi
tutulabilir, hükümleri geçerlidir. Bu şartlarda ister vatandaş, ister
metropolit olsun Konstantinos 'un konumu sade bir Rum' dan farksız olmaktadır.
Girigoryos
gibi patrikliği yasal olmayan Konstantinos, patriklik makamına oturur oturmaz
kendini müdabeleden kurtarmak için provokatif girişimlere başlar. Çok geçmeden
dünya kiliselerine telgraflar çekilerek; patrikhane 'nin tehdit altında bulunduğu,
patrik sınır dışı edilip, büyük kilise'nin yıkılmak istendiği yalanlarını
söylüyordu.
Görüyormusunuz, Büyük Türkçü Eftim
Efendi'nin benimsediği Rum Patrik Konstantinos'un Türkiyemiz'e yaptıklarını
ve dünya'yı ayağa kaldırdığını!
Yunan Hükümeti meselenin Lahey Adalet divanına götürülmesini
kararlaştırarak, Cemiyeti Akvan'a başvurur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti her
yönüyle kararlı olması nedeniyle bu palikaryaların önü arkası kesilmeyen
şikayetlerine taviz vermez. Ve vermemiştir de...
İşte Papa Eftim'in dünya görüşü, işte Türk Hükümeti'nin şahsiyetli
kararı.
Bütün dünya kiliseleri birlik olduğu halde, Fener Rum Patriği
Konstantinos 30 Ocak 1927 sabahı henüz iki aylık patrik' ken, Polis Müdürü
İsmail Hakkı Bey ve iki görevli memur tarafından patrikhane'den alınarak,
Sirkeci Garı'na getirilip, Avrupa Ekspresiyle Selanik'e gönderilir. Her
fırsatta kargaşa yaratan bu hain kara cübbelilere o günlerde verilmeyen
tavizler, bugün de verilmemiş olsaydı, Türkiyemiz dünya'nın en müreffeh
ülkelerinden birisi olurdu.
Hemen bu olayın akabinde Atina, sanki bir savaş hali varmış gibi
umulandan fazla askeri silah altına alır. Yunan Hükümeti Lozan şartlarının
çiğnendiğini söyleyerek Fransa ve İngiltere'den, Türkiye'ye müdahele
etmelerini ister. İki ülke arasındaki savaş biteli birkaç yıl olduğu halde,
basit meselelerden dolayı bir bardak suda fırtına koparılmak isteniyordu.
Yunan kiliseleri bütün dünya metropollerine gönderdikleri ültümatomda,
Türkiye'ye karşı harekete geçilmesini deklare etmekteydiler. O günlerde bu
protestoların en büyük destekçisi Korfu Metropoliti Athenagoras'tır. Aynı protestocu Athenagoras, 1949 yılında Türkiye'ye Amerika'clan ithal edilen Fener Rum
Ortodoks Patriği olacaktır...
Konstantinos'un sürülmesiyle, Yunan İçişleri Bakanı General Kondilis,
patrik'in hiç bekletilmeksizin İstanbul'a geri dön-
mesini ister. Yunan basını, Başbakan Mihelekopulos'un Genelkurmayla
Yunan Ordusunun durumunu görüştüğünü ve Türkiye ile savaşa hazır olduklarını
belirtiyordu.
Türk Ortodoks
Patriği Eftim'in desteklediği Konstantinos, Avrupa ve Amerika liderlerine
beyanatlar verip Türkiye'yi karalayarak, Türkler bir asır evvel
"Ortakapı"da Patrik V. Girigoris'u idam ettikleri gibi, bu defa da
milletlerarası andlaşmaları hiçe sayarak, bir patrik'i sürgün ettiler
demekteydi...
Lozan'da
Yunanistan'ın büyük savunucusu İngiliz heyetinin temsilcisi Lord Curzon, bu
meselenin halledilmesi için patrikhane'nin nakli gerekir savunusunu öne sürer.
Konstantinos ve eski sürgün Patrik Meletyos da patrikhane'nin Selanik'e taşınmasını
isterler. Ne var ki bizim hazretler bu hususta herşeyi ağızlarına yüzlerine
bulaştırdıklarından, patrikhane 'nin İstanbul'da kalmasına adeta göz
yummuşlardır.
Zaman
içerisinde Yunanistan'ın (patrik'in sürgünü) hakkındaki çırpınışları bir netice
vermeyince, eski Terkos Metropoliti ve Fener Rum Patriği Arapoğlu Konstantinos,
Selanik'ten (Yunan İçişleri Bakanı Kondilis'in bilgisi dahilinde) zorunlu
istifa mektubunu Türkiye'ye gönderir. Sanki gnödermekle Yunanistan bağlantılı
bu hain palikaryaların sonları mı gelecekti!..
PAPA EFTİM VE
HAMDULLAH SUPHİ
TANRIÖVER DOSTLUGU
Sen Sinod
üyelerini umumiyetle Rum azalardan seçen Türk Ortodoksları'nın, bu şartlarda
Fener Rum Ortodoksları'yla mücadele vermesi çok zor bir durumdu. Papa Eftim'in
cemaatini genişletebilmesi için Hamdullah Suphi Tanrıöver[12]
büyük gayretler gösterir. 1935 yıllarında Romanya'da Büyükelçilik yapan
Hamdullah Suphi, Romanya'nın birçok bölgelerini dolaşarak, oradaki Hristiyan
Türkler'le yakından ilgilenir. "Şu gördüğümüz nehir bu kasabayı ikiye bölüyor. Bunların biri
Müslüman, diğeri Hristiyan söğütçesidiı: Her ikisinde de aynı coğrafya aynı
iklim,'aynı ırk mevcuttur Ayrıldıkları tek yön dindir. Biri Müslüman, diğeri
Hristiyandır" sözlerini sarfeden Hamdullah Suphi, bu tavrıyla
Türk Hristiyanları 'na ne kadar değer verdiğini gösterir. Hamdullah Suphi'nin
en büyük ideallerinden biri de Romanya'daki Hristiyan Türkleri, İstanbul ve
çevresine yerleştirmekti. İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ve Dobruca
şehrinin işgal edilmesiyle, bu isteklerini gerçekleştiremez. Ancak Hamdullah
Suphi, İkinci Dünya Harbinden önce 1935 yıl
lannda yetmiş kadar kızlı erkekli Hristiyan genci İstanbul'a getirterek,
çeşitli mekteplere yerleştirir.
Okullarını
bitiren bu gençlerin nüfus cüzdanlarına Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 'nün
onayıyla, 16 Eylül 1943 'te çıkan bir kararla Hristiyan Türk Ortodoks yazılır.
Artık onlar Hamdullah Suphi ve onun gibi düşünenlere göre özbeöz Türktürler. Bu
gençler Papa Eftim'in has müridleri olup, Panayia kilise korosunun değişmez
müdavimleri arasında yer alırlar. Zaman içerisinde istikbal kuşkusuna düşen
Romen asıllı Türk Ortodoks gençlerin büyük çoğunluğu kendi istekleri
doğrultusunda sözde Müslüman olurlar. Tabii ki pek de inandırıcılık arzetmeyen
bu takiyeye, menfaat gözetiminin söz konusu olabileceğini de çekinmeden
söyleyebiliriz.
Sanki bu
gençler zorla İslamlaştırılmışlar gibi Papa Eftim, Hamdullah Suphi'ye:
"Benim yetmiş kişilik gencime sahip çıkmadınız. Müslümanlığın kitabında
yetmiş kişi mi noksandı" diye sitem etmiştir. Romanya'dan getirilen bu
devşirme insanlar topluluğunun, Galatasaray Sultanisi ve Darülfünun mekteplisi
Hamdullah Suphi'nin bir fantezisi olduğunu düşünmek doğru olur inancındayım.
Dağların
yükseklerine yağan karlar, nasıl şiddetli bir lodos esince bir oraya, bir
buraya düşerlerse, bu Romen gençlerin yağan karlar misali bir o dinde, bir bu
dinde olmaları pek tabii bir olaydır. O nedenledir ki Türk tebasına geçirilen
bu Romen gençlerin ne tam Hristiyan, ne de tam Müslüman olmaları düşünülmez ve
düşünülemezdi. Çünkü böylesine suni değişimler, hangi milliyetten olursa olsun
insanların öz benliklerini kaybetmelerinden başka hiçbir işe yaramaz.
Papa Eftim'e
göre Romen gençlerin Müslümanlaştırılması, Türk Ortodoks Hristiyanlar'ın ikinci
yıkımları oluyordu. Birincisinde Anadolu Ortodokslan Yunanistan'a, sizler Rumsunuz 66
diye gönderilmişlerdi. Bütün bu olaylarda Papa Eftim'in serzenişleri
kendi açısından haklı olabilirdi, ne var ki İstikliil Harbinden çıkmış bir
millet, Pontus Rumlan'nı ve yerli Rumlar'ı mübadele ederken, bunlarla aynı
kiliselerde ruhani ayin yapan Türk Ortodoks Hristiyanları'nı, o kargaşada siz
Türksünüz veya değilsiniz diye tam olarak ayırd edemezdi.
Aynca yıllar içerisinde Yunanistan'da işkence gören onbinlerce Müslüman
Türkü düşünmek zorunluğu kaçınılmaz olduğuna göre, bu karşılıklı değişim o
günkü Egemenlik Hükümeti'nin yapması gereken önemli görevlerinden bir
tanesiydi. Müslüman Türk'ler esaret altında iken, zaman içerisinde dinsel orunlarda
Rumlar'la birlikte olan Türk Ortodokslan'na kıyıldı demek, yanlış olur
kanaatindeyim. Ancak herşeye rağmen Fener Patrikhanesi ve İstanbul Rumlar'ı
kesinlikle gönderilmeliydi. Türk Ortodokslar, bir nebze burada haklı
olabilirler. Yetmiş küsiir yıldır bizim Türk Ortodoks cemaatimiz dağıtıldı
diyerek, bu devlete hergün sitem edeceklerine, bir cemaatin insanları sınır
ötesine mübadele edilirlerken, onların baş ekisposu konumundaki Papa Eftim'in
binlerce insanının önünde kendisi gitmesi gerekirdi. Asıl liderlik vasfı da
budur.
Türkiye'deki rahat hayatı tercih ederek, değişimleri haklı veya haksız,
kendi insanlarını yalnız bırakan bir ruhban liderin, o insanların arkalarından
ağlamaya hakkı yoktur. Ve olamaz da. Hak var denilecekse, bu insanların en
başında (iyi günde, kötü günde) diye söyledikleri gibi, kendileri olmalıydı...
Bu günkü Türk Ortodoks Bağımsız Patrikhanesi 'nin duvarlarında, Anadolu
Kilise'si yazmaktadır. Gelin görün ki bu teamüle hiç uyulmayıp, Anadolu
Kilise'si isim olarak var, cisim olarak yoktur. Patrikhane'nin içindeki
kilise'nin adı Anadolu yerine Panayiadır. Hem Türk Ortodoks 'um diyeceksiniz,
sonra da kiliselerinize Yunanca Hristos, Aya Yani ve Aya Nikola gibi isimler
koyacaksınız. Bu gün bile Türk
Ortodokslar'ın yasal kuruluşlarındaki Anadolu ismini tabelada
kullanıp, tatbikatta neden kullanmadıklarını anlamış değilim...
Kurulduğunuz günden bu yana devletten her türlü maddi imkanı sağlayıp
hıyanetler yuvası Fener Patrikhanesi 'ne karşı denge unsuruyuz diyeceksiniz,
kilise ve mezarlık müştereğinde hemfikir olup, din bağını ırki bağa tercih
ederek, manevi birleşimin içine gireceksiniz.
Asıl önemli faktör, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan ziyade,
sizlere Türk Ortodoks
Hristiyanlar olarak verilen hüviyete sahip çıkmanızdır. Bütün
kuruluşlarınıza Helenizmi çağrıştıran Yunanca isimler vererek Türklüğe sahip
çıkıyoruz derseniz, bu aldatmacalara ancak kendinizi ve din bağınız bulunan
Rum Ortodokslar'ı inandırırsınız.
Galata Kiliseleri 'nin kendilerine katılmasıyla güçlenen Papa Eftim, 6
Haziran 1926 tarihinde Panayia Kilisesi'nde bir kongre yapar. İstanbul 'un
muhtelif semtlerinde oturan Rum Ortodoks cemaatleriyle mübadeleden muaf
tutularak İstanbul'a yerleşmiş Anadolu Türk Ortodoksları 'nın murahhasları,
büyük bir topluluk halinde bu kongreye iştirak ederler. Kongrede alınan
kararlar şu noktada toplanmıştı:
1-Fener Rum Patrikhanesi'yle kesin olarak bütün alakaların
kesilmesi.
2- Kayseri'de daha önce kurulmuş
olan Türk Ortodoks Merkez Kilisesi' nin İstanbul' a nakli ve başkanlığa Papa
Eftim' in getirilmesi.
3-
Ortodoks Kilisesi'nin bağımsız olması.
4- Panayia Kilisesi'nin, Türk
Ortodoksluğu'nun merkezi olarak tanınması.
Büyük bir
katılımla gerçekleşen kongrede alınan kararlan hükümete tasdik ettiren Eftim,
resmen Türk Ortodoksları 'nın başkanı oluyordu olmaya da; ya bu topluluğun
içerisindeki Rumlar'la nasıl başedecekti? Tabii ki bu hayli zor bir durumdu.
Fener Patrikhanesi 'nin metropolitleriyle papazları, içerdeki ve dışardaki
elemanlarını Eftim'e musallat etmeye başlamışlardı.
Galata
Kiliseleri 'nin Eftim 'in elinden alınması için her türlü çareye
başvuruyorlardı. Rum Ortodokslar kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri bu
kiliselerin, hemen teslimini istemekteydiler. Bu girişimlerinde başarılı
olamayan Fener'li Ortodoks' lar, Eftim 'in Rumlar'ı Türkleştirdiğini
söylüyorlardı.
Büyük Turani
Türkü olduğunu her ortamda söyleyen Eftim 'in, ne yazık ki Türk Devleti'nin
kendisine verdiği imkanları sağlıklı kullandığı söylenemez. Sözde Fener'e
karşı denge unsuru olacağım diye patrikliğe soyunan bu hazret, cemaatinin
artması gayesiyle herkese inanıp, önüne geleni aynın yapmadan Türk Ortodoks
Kilisesi'ne davet etmiştir. Fener Ortodoksları 'nın casus olarak Türk
Ortodoksları 'na gönderdikleri Kavala'lı Dimitro Zaharos ve Korfu'lu Rum
Konstantin Teofanidis ile adamlarını Panayia Kilisesi'ne kabul eden Eftim, bu
davranışıyla kendini ateşe atmış oluyordu. İstanbul'a sahte pasaportlarla
gelen bu insanlar, birer Eftim hayranı görünerek kilise'de kalmaya başlarlar.
Papa Eftim, artık bu iki azılı casusun dert ortağıdır. Bu Rum casuslar, Fener
Patrikhanesi 'nden B arba Çorbacıoğlu ve Kiryoki Sotirakis'e Türk Ortodokslar'ı
hakkında devamlı olarak bilgi verirler. Kısa zamanda Türk Ortodoks Patrikhanesi
abluka altına alınmış vaziyetteydi. Papa Eftim'e karşı son derece samimi
davranıp, Türk dostu gibi görünmeyi başarırlar. İstanbul Rumları'nın büyük
bölümünün Fener'den ko-. panlarak, Türk Ortodoksları 'na kazandırılacağını
söyleyen Dimitro Zaharos ve Konstantin Teofanidis, kısa zaman içerisinde
patrikhane 'ye göstennelik cemaatler getirirler. Ayrıca Yunanistan'daki Türk
Ortodoksları'nı getirebilmek için emir beklediklerini Papa Eftim'e sahte
gözyaşları dökerek söyleyip, inandırıcı olurlar. Eftim, bu Rum asıllı
insanların gösterdiği aşırı derecede atılganlıklarını, Türklüğe olan
bağlılıklarının icabı sayıyordu. Bu gizli bozguncular, bir taraftan da
Eftim'in papaz ve diyokoslarına el atıyorlardı. Papazlar'a, Eftim 'in
kiliselere bakmadığını ve devletten sağladığı imkanları çarçur edip zimmetine
para geçirdiğini aşılayıp, artık uyanın demekteydiler. Zaten çokları Rum asıllı
olan Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin papazlar'ı, kandırılmaya her an müsait
durumdaydılar.
Yunan pasaportu taşıyan bu casuslar, Papa Eftim'in külliyetli miktarda
parası olduğunu, bu paraları el altından istediklerine dağıttığını söyleyerek,
papazlar'ı asıl yerleri olan Fener Rum Patrikhanesi'ne ilticaya teşvik
ediyorlardı. Nihayet aradan geçen birkaç haftalık zaman süreci içerisinde
(papaz ve diyokoslar 'ı) Eftim'den soğutmayı başarırlar.
Şimdiye kadar Fener'i
elde etmek için birçok fırsatlar kaçıran Papa Eftim, bu papazlar'm gidişlerini
haklı bulup, onları özürlü insanlar saymıştı.
Papa Eftim Efendi, sizin büyük Türkçülüğünüz böyle mi olmalıydı? Sizden
bu yana ahfadınız, yetmiş küsur yıldır Fener Patrikhanesi'yle mücadele ettiğini
söyler durur. Mücadele, gidenleri affetmek ve ne olduğu belli olmayan bu Rum
casuslarını devlet'in size emanet ettiği Türk Ortodoksları'nın yanına almak
değildir.
Bu Patrikhane Türkiye Cumhuriyeti'nin maddi manevi destekleriyle size
Fener'i söndürün diye açıldığı halde, siz din birliği yaptığınız casus
kimliğine bürünmüş vatan hainlerinin karşısında ne yazık ki kendiniz
sönmüşsünüz...
İSTAMAT ZİHNİ'NİN
İHANETİ
Kimdir bu
İstamat Zihni? Kendisini her fırsatta büyük Turani Türkü gösteren bu insan
Eftim Efendi'nin gözdesidir. Patrikhane arşivleri ve güvenilir kaynaklara göre
Kayseri Zincidere Manastırı'nda ilk Türk Ortodoks Patrikhanesi'ni kuranların
ateşli öncülerinden sayılır. Zaman içerisinde Fener'in hain papazları'yla
işbirliği yapan bu insan, Damyanos Damyanidis, Zamba Zamboğlu ve Papadopulas'la
birlikte kadim dostları Eftim'e isyan bayrağını açıp, Hristiyan olduklarından kendilerini
Türk gibi hissedemediklerini söylerler. Cumhuriyet kurulduğundan bu
yana, devletin her türlü imkanlarından yararlanan bu insanlar daima hoş
tutulmuş, ne acıdır ki Eftim'e ihanet ettikleri yetmiyormuş gibi, Türk
Devleti'nin de kara gölgesi olmuşlardır. Fener'deki kara cübbelilerin karanlık
emellerine alet olan bu insanlar, onlara iltihak ettikten sonra birbirlerini
tebrik edip, Rum papazlar'a el etek öpmeye başlamışlardı. Cumhuriyet döneminin
Denizli Hakimi ve Avukatı, sözde Turani Türkü olduğunu söyleyen İstamat Zihni,
diğer heyet azaları ile birlikte Panayia Kilisesi'ni ani bir ziyaretle,
patrikhane hesaplarını tetkik etmek isterler. Aslında baskın tarzındaki bu
hareketlerini Fener'in emriyle yapıyorlardı. Hep hata ve yanılgıların içerisinde
olan Papa Eftim, geç de olsa aklı başına geldikten sonra bu has adamlarına
nihayet "ideal dönekleri" diyebiliyordu. Makam ve mevki uğruna bütün
muarızlarına hoşgörülü davranan
Eftim, aynı hoşgörüyü dünün eski dostları, bugünün hain baskıncılarına
da göstermişti. Tam bu sıralarda Eftim, önemli bir yerlerden akıl almış olacak
ki, son anda kilise defterlerini inceletmekten imtina eder. Olumsuz gelişmeler
nedeniyle hayli sinirlenen İstamat Zihni ve arkadaşları mahkemeye başvururlar.
Bu insanlar verdikleri ifadelerde Papa Eftim'in iki yüzlü bir kişi olduğunu,
Türk dost ve taraftarlığı kisvesine bürünüp, el altından Yunanlılar'la
anlaştığını söylüyorlardı. Neydi bu dönek insanların ve sözde eski dostların
ciddi iddiaları:
"İstanbul
limanındaki Kılkış Krüvazöründe papaz !ık eden eski arkadaşını ve hain iki
Yunanlı'yı Eftim'in koruduğu, kilise'ye ait paraları, bu papaz' la benzeri
insanlara harcadığını isnat ve iddia etmekteydileı: "
Eftim'in beraber yola çıktığı bunca insan böyle ciddi şeyleri hep bir
ağızdan söylüyorlarsa, vardır bir bildikleri. ..
Türk Ortodoks Patrikhanesi'ni Fener'e alternatif olsun diye kuran bu
insanlar, üç kuruşluk menfaatler uğruna ihtilafa düşüp, mahkeme salonlarında
(ağza alınmayacak sözlerle) birbirlerine hakarete varan tartışmalarda
bulunmaktan çekinmiyorlardı. Nihayet gecikmeli de olsa uyanan Papa Eftim, en
güvendiği gözdesi Avukat İstamat Zihni'nin hareketini "kahpece" demekle
yorumluyordu. Bu dönek insanların Eftim'e yaptıkları menfi davranışları duyan
Fener Patrikhanesi'nin kovduğu Feriköy Rum papazlar'ı, çok geçmeden Türk
Ortodoks cemaatine dahil olurlar. Tam bu sıralarda İstanbul Rumları'ndan birçok
topluluk da Eftim 'e katılarak, destekten ziyade sığınacak bir liman bulmuş
oluyorlardı.
Şimdi burada yıllarca
Türk Ortodoksları hakkında yazmayan, çizmeyen üstadlarıma soruyorum. Bu kadar
Rum'u 72
bünyesinde barındıran
Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin Fener'den bir farkı var mıdır acaba?
Papa Eftim, cemaatinin yüzde sekseni Rum olan bu toplulukla Balıklı
Hastahanesini ele geçinneye teşebbüs eder. Nihayet Fener Rumlan'na karşı olan
bu teşebbüsünde muvaffak olur. Menfaat tatlı bir şey olduğundan Balıklı
Hastahanesi idare heyetine ginnek isteyenler, birer ikişer Eftim'in kapısını
aşındırıyorlardı. Bunların arasında Fener Patrikhanesi 'ne iltihak ettikten
sonra, Eftim'le mahkemelik olan İstamat Zihni de vardı. Eftim'in kendisine
kırgın olduğunu bildiğinden, görüşmekten çekiniyordu. İstamat Zihni, sinsice
bir taktikle Halk Partili dostlarına başvurarak, o zamanın İçişleri Bakanı
Şükrü Kaya'dan kendisini Papa Eftim 'le barıştınnasını ister. Önceleri şahsını
Türk gibi hissetmediğini söyleyebilen bu insan, birtakım menfaatler uğruna
tekrar dönek olabiliyordu. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın tarafların arasına
ginnesiyle, Papa Eftim kilise baskınında "kahpe" dediği İstamat
Zihni'yle yeniden barışıyordu. Bütün bu tulfiat oyunları aklın alacağı işler
değildi. Eftim, kendi listesinin başına yazdığı bu dönek insanı, Balıklı
Hastahanesi' nin Başkanı seçtirir. Kısa bir süre sonra da (sanki kavga edenler
onlar değilmiş gibi) İstamat Zihni, Eftim 'in tavassutuyla Eskişehir'den
milletvekili seçilir.
İstamat Zihni'nin milletvekilliğinden;
Ermeni, Yahudi, Rum Asıllı Milletvekilleri adlı kitabımda detaylı bir şekilde
bahsetmiştim. Fener Patrikhanesi 'yle kol kola olan bu insan, kısa
bir müddet sonra Eftim'e yeniden isyan bayrağını açar. İstamat Zihni bu ebedi
dönekliğinde Fener Rumlar'ı adına, Papa Eftim'i ve herşeyini yıkmaya
kararlıydı. Oysa ki bu insanlar, Cumhuriyet öncesi birlikte yola çıkmışlardı.
Kendini Rum gibi hissettiğini söyleyen İstamat Zihni, başta Hastahane Başhekimi
Doktor Yusuf Pertaki olmak üzere Balıklı Hastahanesindeki bütün Türk Ortodoks'ları kovar.
Kayseri'de
sıradan bir papazken Papa
Eftim'i kendisinin yarattığını ve asla Turani Türkü olmadığını
belirterek, onu kendi elleriyle bitireceğini söylüyordu.
İstamat Zihni
'nin bu tür açıklamalarından sonra başlangıçta Türk müdür, değil midir diye
tereddüt ettiğim Eftim'i, kitabımın sonuç bölümünde üç kuşak özgeçmişiyle ele
alacağım.
Papa Eftim,
cemaatini güçlendirip geliştirmek gayesiyle, hiçbir aynın gözetmeksizin her
önüne geleni patrikhane'ye kabul ettiğinden, tahminlerin tam aksine yalnızlığa
terkedilir. Artık çevresinde (maddi yönden güçlendirdiği) akraba ve yakın
dostlarından başka kimseler yoktu.
Zorunlu
olarak amcazadelerini, yeğenlerini ve o sıralarda tıp tahsili yapan oğlu
Turgut'u da (Yorgi) papazlığa aday gösterir. Heyette bulunan yüz kırküç kişi,
Papa Eftim'in gösterdiği adayları, kutsal ve ruhsal işyarlığa uygun görerek
kabul ederler. Kilise konumuna uygun olarak alınan bu kararla amcazadesi
Akdağmaden'li Sokrat Ermiş ve yeğeni Nikola'ya (Daran) adlarını vererek
papazlığa, büyük oğlu Turgut'u da diyokosluğa tayin edip her üçünü de ruhani
ayinle takdis eder. Geleceğin il.
Türk Ortodoks Patriği Turgut (Erenerol) böylece ruhani hayata atılmış
oluyordu.
Papa Eftim'i
hatalarıyla sevaplarıyla, Milli Mücadeleden bu günlere kadar anlattık. Şimdi de
Fener'in çift pasaportlu ithal papazlarını anlatalım ki, imtiyazlı bir Rum
Patriği Cumhurbaşkanlığı Köşkü 'nde nasıl karşılanmış; geleceğe ümitle bakan
Müslüman Türk gençleri, geçmişte yaşanan bu acı gerçekleri bütün yönleriyle
görsünler...
AMERİKA'DAN İTHAL
EDİLEN FENER RUM
PATRİGİ ATHENAGORAS
Athenagoras,
1886 yılında Osmanlı topraklarına bağlı Yanya'da doğar. 1910 yılında Heybeliada
Ruhban Okulu'nu bitirir. 1923 yılında Korfu Metropolitliği'ne getirilen bu çift
pasaportlu papaz, 1931 yılından 1948 yılına kadar Kuzey ve Güney Amerika
Metropolitliği yapar. Hayatının 1919'la 1923 yıllan bir sır gibi gizlidir. O
yıllarda Mavri-Mira Rum çeteleriyle Osmanlı vilayetlerinde casusluk
faaliyetlerinde bulunup ülkeyi yıkma propagandalarında rol oynadığı, tarihi
kaynakların arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
Amerikan
Devlet Başkanı Truman'ın 1949 yılında Türkiye'ye patrik diye gönderdiği,
(Amerikan vatandaşı) Athenagoras'ı, Ankara Hükümeti sanki siyasi bir zafer
kazanmış gibi sevinçle karşılamıştır.
Athenagoras'ın
gelmesiyle birlikte, İsmet İnönü döneminde Amerika'nın dayatmasıyla Fener Rum
Patrikhanesi'ne yeniden siyasi hüviyet veriliyordu.
1948 yılının
son aylarında Amerika'da patrik olan Athenagoras, 1949 yılının ilk günlerinde Devlet Başkam Truman'ın özel
uçağıyla İstanbul'a gelir. Birkaç gün sonra Anadolu Ekspresine bağlanan özel
vagonlarla, maiyetindekilerle birlikte Ankara'ya vasıl olur. Ankara Garı'nda
Athenagoras ve metropolit!erini Cumhurbaşkanı adına Özel Kalem Müdürü Haldun Derin,
Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Ali Derinsu, İstanbul Milletvekili Hamdullah
Suphi Tannöver ve bir Yunan Ataşemiliter karşılarlar. Sanki bir Hristiyan
papazı değil de Amerikan Devlet Başkanı Türkiye'nin başkentine geliyordu. Bu
imtiyazlı durum karşısında Türk heyetindekiler, adeta şaşkınlık içerisindeydiler.
Amerikan Devlet Başkanı'nın patriğine, Ankara'ya ayak basar basmaz Şemsettin Günaltay Hükümeti
özel iltifatlarda bulunmaktan geri kalmaz. Athenagoras'ın ilk isteği Papa Eftim'in
kilise'sini dağıtmaktır. Aslında Eftim, eline geçirdiği tarihi fırsatları
değerlendirmiş olsaydı, işler bu safhaya hiç mi hiç gelmeyecekti. Rumlar'la
dirsek temasında olması, kimlik ayrımı yapmaksızın kendisine müracaat eden
herkesi cemaatine kabul etmesi onu bugünlere getirmiştir. Eftim Efendi,
şahsına ve kilisesi'ne yapılan ihanetler nedeniyle daha sonralan amansız bir
Rum düşmanı kesilmiştir, ama neye yarar. ..
O günlerin Başbakanı Şemsettin Günaltay ve kabinesi gücünü yitiren
Eftim'e, yeni seçilen Rum Ortodoks Patriği'ne boyun eğmesini bildirir.
Bunların başlıca sebebi, Amerikan yardımının o dönemde başlamış olmasıydı.
Neydi bu Amerikan yardımı? Türkiye ile arası açık olan Rusya, Fener
Patrikhanesi 'ni mutlaka ele geçirmek istiyordu. Türkiye geçmişte Kars, Ardahan
ve boğazlar meselesinde Rusya'ya taviz vermemişse, şartlar ne olursa olsun
patrik konusunda da Amerika'ya taviz vermemeliydi. Amerika, Athenagoras'ın
patrik'lik makamına oturmasını, Rusya'ya karşı Türkiye'nin lehine Amerikan
yardımı olarak kabul ediyordu. Sen Sinod Meclisi tarafından 18 Kasım 1948'de ittifakla seçilen
Athenagoras, Türkiye' deki Fener Rumları'nın ilk ithal patriğidir.
Athenagoras'ı 1949 Şubatında görkemli bir şekilde karşılayanlar onun
sıradan bir kilise papaz'ı olduğunu unutup, devlet başkanı muamelesi
yapmışlardır. Acı ve ıstırap verici bir olaydır ki bu Amerikan papaz'ı,
Cumhuriyet tarihinde ilk defa Çankaya'ya çıkan patrik ünvanına sahip oluyordu.
Athenagoras'ı Çankaya Köşkü'nün merdivenlerinde bizzat karşılayan Milli Şef
İsmet İnönü, bu çift pasaportlu ithal papaz'ı samimi bir dost gibi içtenlikle
kucaklamıştı.
İnönü'nün yanında uzunca bir süre kalan Athenagoras, daha sonra Hariciye
Köşkü'ne giderek Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak'ı ziyaret eder. Yeni
patrik'in şerefine Ankara Palas'ta bir öğle yemeği verilir. Ziyarette hükümeti
Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu temsil eder. Milletvekilleıjnden Feridun
Fikri Düşünsel, Raif Karadeniz, İçişleri Bakanlığı Müsteşan Nihat Pepeyi,
İstanbul Valisi Lütfi Kırdar ve Emniyet Genel Müdürü Gafur Soylu da yemekte
bulunurlar. Hayatı Türk Devleti 'ne hıyanetlerle geçmiş bir papaz'ı düşman
çatlatacak kadar ihtişamlı bir şekilde karşılamak, ancak böylesine yüce devlet
büyüklerine yakışırdı. Acaba değil Amerika'ya, dünya'nın küçük bir Hristiyan
ülkesine bizim din adamlanmızdan bir tanesi gitse, böyle karşılanırlar mı?
Bu hain Rum papazı 'nı baştacı ederek ihtişamlı bir şekilde karşılayan
devletliler, bir de istavroz çıkartsalar herşey daha güzel ve ahenkli olurdu
sanının. Din adamı olması nedeniyle, siyasi demeç vermemesi gereken patrik,
Ankara Radyosuna götürülerek orada Amerikan milletine hitaben bir konuşma
yapar. Konuşmasının son bölümünde ise şunları söylüyordu:
"Amerikan sahillerinden ayrıldım diye,
aralarında 18 yıl yaşadığım ve sevdiğim Amerikan milletini ve hükümetini unutacağımı
zannetmeyin. Öte yandan tekrar edeyim ki, esas vatamm sevgili Türkiye'me avdet
etmek ve aziz Türk Milleti arasında yaşamaktan bahtiyarım."
Atatürk için: "Hatırası daima içimde yaşayacak olan büyük
inkılapçı" diye bahsedt:r. İnönü hakkında ise şöyle diyordu:
"Cumhurbaşkanı Ekselans İsmet İnönü tarafından
lütfen kabul olundum. Kendilerine kalbi şükran ve minnettarlığımı ifade
ederim. Daima benim hayranlığımı cezbeden bu muazzam şahsiyet, şimdi benim
kalbimi tamamen fethetmiş bulunuyor. O cesur ve şanlı bir milletin, vazifesini
tamamen müdrik bulunan büyük ve hakikaten ilham kaynağı olan bir lideridir.
Türkiye, muazzam bir telakki yolunda ilerlerken, Cumhurbaşkanı İnönü Türk
tarihinin parlak bir sayfasını teşkil ediy01: "
Athenagoras; bütün teamülleri altüst ederek Ankara Radyosu
mikrofonlarına İncil'den bazı bölümler ve Ortodoks Kilisesi'nin dualarını da
okumayı ihmal etmez.
"Kudretli
Tanrı'ya gökyüzünden bütün insanlara iyi niyet göndermesi için dua ediyoruz.
Tanrı, sevgili
Cumhurbaşkanımız Ekselans İnönü'yü ve Türkiye'yi taziz etsin" gibi dualar
eder.
Bunlarla da yetinmeyen siyasi casus Athenagoras; yeni bir patrikhane
binasının en kısa zamanda inşasını ister. 1941 yılında yangın geçiren Fener Patrikhanesi 'nin büyütülmesi
için, Amerika'lı zengin Rum'lar patrik'e yarım milyon dolarlık bağışta
bulunurlar. Patrik yeni binanın Ayasofya stilinde olacağından bahsederek,
hayallerindeki "Büyük Bizans"ı yeniden hayata geçirmek istiyordu.
Aynca, Heybeliada Ruhban Okulu'nun genişletilmesi de istekleri
arasındadır. Athenagoras, bu okula Yunanistan'dan daha fazla öğrenci
getirilmesini ve buranın akademi olmasını istiyordu. Bütün bunlar yetmemiş
olacak ki İstanbul Rumları'nın sosyal ve hayır işlerinin teşkilatlandırılmasına,
cemiyetlerinin patrikhane tarafından idaresine de izin istemekteydi. Bu kabul
olunamaz istekler, İsmet İnönü'nün zor şartlarda imzaladığı Lozan Andlaşmasına
tamamiyle aykırı hükümlerdi. Ne kadar aykırı olursa olsun kısa zamanda gardı
düşen İnönü, bu hain papaz'a boyun eğmek zorunda kalmıştı.
Athenagoras bu isteklerinin büyük bir bölümünü elde etmeye eder ama,
Cumhuriyetle birlikte kurulmuş Halk Partisi'nin de sonunu hazırlar.
Aslında ana temamız Türk Ortodoks Patrikhanesi ve Rum patrik'ler olduğu
halde, konunun akışı itibariyle istemesek de zorunlu siyasi anlatımlar
yapabiliyoruz.
Türkiye bilhassa o günlerde muhafazakar bir İslam topluluğuna sahip
olduğundan, Halk Partisi Hükümetinin Patrik Athenagoras 'ı karşılamasını pek
kabullenemez. Türk Halkı bu tepkilerini 1950'deki 14 Mayıs seçimlerinde
sandıkta göstererek, Halk Partisi 'ni iktidardan, ebedi iktidarsızlığa iter.
O günlerin ( 1949) Başbakan 'ı Şemsettin Günaltay, Türk Ortodokslar'ın Patriği
Eftim'e zorunlu telgraf çektirerek, Athenagoras'a bağlılığını teyid ettirir.
Zaman zaman eleştirdiğimiz Eftim, tercihlerini iyi kullanabilmiş olabilseydi,
bu Amerikan casusu ithal papaz'a zorunlu bağlılık telgrafı çekmezdi.
Yeni patrik, düşüncelerindeki gizli hedeflerle, Türkiye'yi adeta Vatikan[13] gibi Hristiyan Devleti yapmak istiyordu.
1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle Athenagoras'ın Ayasofya
stilinde yaptırmak istediği yeni patrikhane, Başbakan Menderes'in taviz vermez
tutumlarıyla kursağına tıkılır kalır. Artık değil yeni patrikhane inşa etmek,
Fener Rumlar'ı 1989 yılına kadar mevcut patrikhanelerine tamirat bile yapamazlar.
Aslında Athenagoras'ın ustası Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkiye'den kaçan
Yunan vatandaşı Meletyos'tu. Meletyos'un çırağı casus papaz, Türkiye'ye içinde
yaşattığı kin tohumlarını ekmeye gelmişti. Heybeliada Ruhban Okulu, onun
gelmesiyle Yunanhlar'la doldurulur. Bizler ne diyelim, onu Türkiye'ye
Amerika'dan ithal edip çift pasaportlu getirenler utansınlar. Bu ayıp onlara
yeter de artar bile!..
1948 'in sonlarına kadar Türkiye'deki Fener Rum Ortodoks patrikleri,
Girigoryos'un hileli seçimi haricinde, çalışmaları hakkında az veya çok
hükümetlere bilgi vermişlerdir. Athenagoras 'ın gelmesiyle birlikte çözülemez
meseleler ve uçurumlar başlamıştı. Artık bundan böyle İstanbul kiliseleri'ni
Yunan pasaportlu papaz'lar yönetmekteydiler. Aslında o günlerin hükümet
yetkilileri bu CIA Ajanı 'nı ihtişamlı bir şekilde karşılayarak, patrikhane
problemini kendileri yaratmışlardı.
Athenagoras, patrikhane'ye yerleştikten sonra ilk iş olarak Sen Sinod'u
kendi belirlediği isimlerden seçip, yeni bir ivme kazandırır. Bununla da
yetinmeyip Yunan vatandaşı olan genç papazlar'ı Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığına aldırarak, patrikhane kadrosunu kabarık ve kuvvetli bir hale
getirir.
Athenagoras'ın yakın mesai arkadaşları Gökçeada'lı hain Yakovas,
Emilyanos ve Meliton adındaki papazlar'dır. Milli Şef İnönü dönemindeki yüce
devlet büyükleri bu casus papazları, Yunan pasaportu taşıdıkları halde
Amerikan Başkanı Truman'ın talebi üzerine acilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
yapıverirler. Devlet Erkanı'nın böylesine cömert davrandığını gören
Athenagoras, yoğun çalışmalar neticesinde İstanbul kiliselerine Yunan
vatandaşlarını doldurmaya koyulur. Bu insanların bir kısmı Ruhban Okulu'nu bitirmiş,
büyük bir bölümü de alelacele Yunanistan'dan getirilmişlerdir. Amerika'nın
desteğiyle tamamen şımaran Athenagoras; Galata Aya Nikola Papazı Panayot
Ksenos, Heybeliada Papazı Anastos Ksenos, Beyoğlu Aya Trinda Papazı Andan
Reponolis, Kumkapı Aya Kiryaler Papazı Konstantinos Fransıs, Yeniköy Papazı
Torna Talleris, Yenişehir Kilisesi Papazı Nikolaus Kutrumbis, patrikhane'de
görevli Evangelos Galanis ve Miran Metropoliti Emilyos Kostanidis'i, Bakanlar
Kurulu kararıyla Yunan vatandaşlığından, Türk vatandaşlığına kabul ettirir.
Aslında bu durum Lozan'ı imzalayan İsmet Paşa'nın Lozan hükümlerine de
-aykırıydı. Lozan hükümleri; İstanbul patrikhane ve kiliselerinde görev alan
patrik, metropolit ve papaz'lar, Türkiye Cumhuriyeti doğumlu olmalıdır şartlarını
öngörüyordu. Bu sekiz Yunan vatandaşı ithal papaz, mevcut hükümleri hiçe
sayarak İstanbul kiliseleri'nde görev alırlar. Athenagoras, kısa denilebilecek
bir zamanda (imtiyazlı olması nedeniyle) düşüncelerindeki casusluk Şebekesini
tam teşekküllü olarak hayata geçirmiş oluyordu.
1962 senesine gelindiğinde, o günün idarecileri sanki geçmişten ders
almamışlar gibi, 29.5.1962 tarih ve 6549 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 1928
doğumlu Yunan pasaportlu, (Papa Eftim döneminde Türk Ortodoks kiliseleri'nde
ve Rum Ortodoks kiliseleri'nde görev yapmış) Evangelos Galanis, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı yapılıyordu.
Gördünüzmü büyük
Türkçü Eftim Efendi, sizin kiliselerinizden yetişen Yunan pasaportlu casuslar,
Rum Patriği
Athenagoras'm yanında
yer alıp, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabiliyorlar. Sizin bu insanlarla
Fener'i yıkmanız zaten mümkün olamazdı ve olmamıştır da„.
Acaba bugün bile Lozan hükümlerini ve mevcut kanunları çiğneyip, Yunan
pasaportuyla Rum kiliseleri 'nde görev yapan papaz'lar yok mudur?
Burada Türk Milleti adına, çok acı bir konuya temas etmekten kendimi
alamayacağım. Athenagoras'ın İstanbul'a patrik olarak geldiği 1949 senesinde,
Heybeliada Ruhban Okulunda 11 öğretmen ve 16 öğrenci bulunmakta olup, bunların
tamamı Rum asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıydı. O yıllarda İstanbul Rum
Erkek Lisesi'nde bulunan iki bin'in üzerindeki öğrenciden yüzde biri bile
Heybeliada Ruhban Okulu 'na gitmek istemiyorlardı. Patrikhane ve Athenagoras'a
verilen tavizlerle bu öğrencilerin çokları kendilerine yapılan tazyikler
neticesinde Ruhban Okulu 'na gönderilmişlerdir.
1962'lerdeki (ihtilal sonrası) Gürsel ve İnönü dönemine gelindiğinde, 81
öğrencisi bulunan Heybeliada
Ruhban Okulu' nun 11 öğrencisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, 70
öğrencisi ise Yunanistan'dan maksatlı bir şekilde getirilen papaz adaylarıdır.
1963 yılında ise 76 öğrenciden yalnızca 12'si Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
statüsündeki öğrencilerdir. O günlerdeki hükümetimiz, Ruhban Okulundaki Yunan
uyruklu öğrencilere ileride nelerin olabileceğini hesaplamadan ikamet
tezkereleri verir. Kanunlara aykırı olduğu halde patrikhane, Yunan uyruklu
gençleri kiliseler'de stajyer papaz olarak görevlendirdiğini belirtiyordu.
Bunların büyük bölümü Türkiye aleyhine faaliyet gösteren casuslardı.
1957 senesinde Başbakan Adnan Menderes, Patrik Athenagoras 'ın bu siyasi
oyunlarını hemen farkederek Yunan uyruklu öğrencilerin Heybeliada Ruhban Okulu
dışındaki kiliselerde staj yapmalarına izin vermez. Sıkı bir gözetim altına
alınan bu Yunan pasaportlu öğrenciler, yetkili makamlardan izin almadan Ruhban
Okulu 'ndan dışarı çıkamazlar.
Her ne hikmetse 1962'lerde yeniden izin verilen bu Yunan uyruklu papaz
adayları, Türkiyemiz'in içerisinde casusluk faaliyetlerini "Büyük
Bizans" ve "Kutsal Ayasofya" adına yürütmekten çekinmezler. Bu
tarihi hatalardan 1971 senesinde annılarak, Ruhban Okulu'nun (Akademi) bölümü
gecikmeli de olsa Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla iptal edilir.
Bu Fener Rum papazları'na neden CIA ajanı diyorsunuz soruları, mutlaka
karşımıza çıkacaktır. Amerika'nın Türkiye'ye gönderdiği Athenagoras'ın, en has
adamlarından Rum Ortodoks Papazı Yakovas, tescilli bir CIA ajanıdır. Yakovas,
Amerikan idarecileri tarafından maddi manevi desteklenen Yunan dikta rejiminin
ve ihtilaciler grubu olarak anılan "Albaylar Cuntasının"
savunuculuğunu da yapmıştır.
Yunan Milli İstihbaratı, gizli faaliyetlerde bulunması için çok büyük
miktarda paralan Yakovas'a vermiştir. Yakovas'ın, ülkemizi yıkmak gayesiyle
yaptığı faaliyetler anlaşıldığı anda, kendileri 1958 yılında sınırdışı
edilirken, Türk Emniyet teşkilatının yetkilileri bu hain papaz'ın Yunan
İstihbaratı adına çalıştığını söylemişlerdir.
Atina Hükümeti bu iddialara itiraz ederek, Türkiye 'nin ana gayesinin
Fener Rum Patrikhanesi'ni yıkmak olduğunu deklare ediyordu. Yıllar sonra Yunan
basın mensupları bile Yakovas'ın Türkiye'de, Atina adına casusluk yaptığını
başmanşetten haber verirlerken, şer güçleri bu gerçekleri kabullenmiş oldukları
halde, hain haçlı ittifakı ise suspus olmaktan öteye gidememişti.
Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, Yorgi Yakovas adındaki Yunan
casusunu Türk vatandaşlığına neden almıştır? Bu hususu açıklamakta yarar
görüyorum.
Aile kökeni Gökçeada olmasına rağmen 1920 (1336) yılında Yunanistan'da
doğan Yakovas, 1941'de Yunanistan Alman işgaline uğrayınca Türkiye'ye
sığınarak, eğitimini Heybeliada Ruhban Okulu 'nda tamamlamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti kanunlarındaki yasakları bildiği halde, Yunan vatandaşı olarak
dört yıl İstanbul'daki Ortodoks kiliseleri'nde görev yapar. Athenagoras 1949'da
Fener Rum Patriği olunca, her yönüyle çok beğendiği bu papaz'ı Bakanlar Kurulu
kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul ettirir. Metropolitlik
yaptığı on üç yıllık süre içerisinde Yakovas Türkiye'ye değil, ruhani ve siyasi
yönden bağımlı olduğu başka' ■ ülkelere hizmet etmiştir. 1958'de casusluk
faaliyetlerinden dolayı sınırdışı edilirken, hiç utanıp sıkılmadan:
"Atatürk
ilkelerine bağlıyım, vatanıma karşı her zaman vazifemi yaptım" demekle
yetiniyordu.
Yeşilköy Havaalanı'ndan Amerikan vizesiyle Newyork'a giden casus Papaz
Yakovas, hemen akabinde ustası ve akıl hocası Athenagoras tarafından terfi
ettirilerek Newyork Başpiskoposluğuna atanır.
Buradan da anlaşılıyor ki gerek Patrik Athenagoras, gerekse canavar
Papaz Yakovas, hiç tartışmasız Amerikan ve Yunan casusudurlar. Athenagoras 7
Temmuz 1972'de öldüğünde, perde arkasındaki Meliton, patrik'lik için
Yunanistan ve Amerika tarafından da destekleniyordu.
Daha önceleri on yıl İngiltere'de yaşamış olan Papaz Meliton, çok özel
durumu nedeniyle, Yunanistan ve Amerika'nın 84
sesini kendiliğinden kestirmeye yetmişti. Bir türlü açıklanmayan bu hal
o kadar açık ve seçikti ki, Meliton 'u destekleyen ülkeler, çıkacak bir
skandaldan çekinerek desteklerini sessizce geri çekmişlerdir. Neydi bu özel
durum denilecek olursa, Meliton çok genç papaz adayı diyokoslar'ı hiç yanından
ayırmaz ve hep onların gönüldaşı olurdu.
Burada Fener Rum
Patrikhanesi'nden veya devletlerarası bir durumdan çekinip, bazı şeyleri üstü
kapalı yazdığım sanılmasın. Türk İslam sentezi terbiye ve ahlakıyla yetişen
bir yazar, ancak bu kadarını açıklayabilir. Sizlerin de ne demek istediğimi,
anladığınızı sanmaktayım.
Amerika ve Yunanistan'da, hatta Hristiyan aleminde böylesine gayri ahlaki
ilişkiler normal olduğundan, haçlı ittifakını destekleyen ülkeler ısrarla
Meliton'un patrikliğini istedikleri halde, Türkiye'nin bu tür hayasız durumları
kabullenemeyeceğini bildiklerinden, zorunlu olarak geri adım atmak durumunda
kalmışlardır.
Meliton'un bu arzuları yerine gelmeyince, Athenagoras'ın yerine; Fener Rum Patriği Dimitrios
Papadopulos olur. Fakat gene de perde arkasındaki asıl patrik ve
akıl hocası Meliton Sotiri Hacis'tir...
Meliton, aslında 1913 yılında İstanbul'da doğduğu halde yasalara aykırı
olmasına rağmen Yunan pasaportu ile dolaşıyordu. Zaten ondan Türk olması
beklenemezdi. 1937 yılında Heybeliada Ruhban Okulu'nu bitirdiğinde, Fener
Patrikhanesi'nin Sen Sinod Meclisi tarafından İngiltere'ye özel görevle gönderilmişti.
Gerekçe, lisan eğitimi bahanesiydi. İngiltere'de hem özel, hem de tüzel
görevlerde bulunan Meliton, 1947 yılında yeniden İstanbul'a patrikhane'ye
dönüyordu.
O günlerin
Rum Ortodoks Patriği Athenagoras ve Amerika Devlet Başkanı Truman'ın
arzularıyla, İsmet İnönü'nün delaletindeki Şemsettin Günaltay Hükümeti,
Meliton'u[14] 4 Mart 1949 gün ve 3l8912 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul eder. Daha sonraları
İmroz ve Bozcaada Metropolitliği yapan Meliton "İmroz ve Bozcaada Yunan
adaları idi, ne yazık ki şimdi Türkler'indir" diyerek, eski defterleri
karıştırıp tahrik unsuru olmaya başlamıştı. Bu İngiliz casusu, Yunan uşağı
papaz'ı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına getiren heyeti zevat, kara
cübbelilere boyun eğdikleri için yüzlerce binlerce kez utanmalıdırlar. O günlerde
bu talihsiz kararları verenlerin bir diyokos olmadıkları kalmış, belki bu hain
papaz'lar teklif etse idiler, kilise'ye gidip o görevleri de ifa etmekten geri
kalmazlardı.
Kıymetli
büyüklerimiz Türkiye'ye emanet bıraktığınız böylesine acı miraslar, bugünkü
Müslüman Türk gençliğinin yıllar boyu ebedi ıstırapları olmuştur. Sizlerin
sözde çağdaşlaşma uğruna hayata geçirdiğiniz, belki de telafisi asırlara
dayanacak bu affedilemez olumsuzlukları hangi tarih tekzip edebilir?..
Özel hayatı
kendi cemaati tarafından da bilinen bu özürlü papaz, İmroz ve Bozcaada Metropoliti olduğu zamanlarda, bütün Rum
okullarını kendi yönetimi altına alır. Daha da ileri giderek İmroz ve Bozcaada
Rumları'nı tamamen Yunanlaştırmak için, büyük gayretler gösterir. O dönemlerde
Rum gençlerin eğitimi Yunanistan'dan gelen Yunan vatandaşı öğretmenlerin
idaresine terkedilmişti. Rum liselerini bitirenler İstanbul yerine, Atina'ya
yüksek öğrenime gönderilmekteydiler. Meliton'a göre Bozcaada'dan esen
rüzgarlar, Yunanistan'la birleşiyordu.
Bidayette Amerika'ya göç etmiş zengin İmroz'lu Rum'lar, Türkiye
aleyhindeki keskin çıkışları nedeniyle Meliton'la devamlı ilişki
içerisindeydiler. Meliton, "Yeni Dünya"daki[15]
Rumlar'ın İmroz' a dönmeleri için hep çırpınıp durmuştur.
1963 yılında sözde İmroz'dan uzaklaştırılan Meliton, Aydın
Metropolitliğine getirilir. Aydın'da üç yıl kaldıktan sonra, metropolitliklerin
en kıdemlisi ve en gözde yeri olan İstanbul Kadıköy Metropolitliğine atanır.
Geldiği sene içerisinde Meliton, patrikhane'nin kendisine verdiği görev nedir
bilinmez, kalabalık bir heyetle birlikte Moskova ziyaretine gider. 1966 senesi
Mart aylarında Sovyet Ortodoks Patrikliği ile uzun görüşmeler yapan Meliton'un,
devamlı irtibat halinde olduğu Amerikan istihbarat elemanlarının bilgisi
dahilinde Moskova'ya gittiği bilinen bir gerçektir. Meliton bu seyahatlerden
sonra, Atina'da albaylar cuntasının gerçekleştirdiği ihtilal neticesinde
Yunanistan'a giderek Girit Adasını dolaşır. Oradan Yunan hariciyesinin bir
görevlisi ile gizlice Kıbrıs'a geçerek, Makarios'la görüşmeler yapar. Yakovas
gibi bir canavar papaz, Yunan istihbaratı ve CIA ile temas edip yıkıcı
faaliyetlerde bulunur da, bu özürlü metropolit hiç bulunmaz mı? Elbette
bulunur. ..
Sözde din işleriyle uğraşır görünen Meliton, sanki devletleri
birbirlerine düşürüp yıkmak için tayin edilmiş bozguncu bir kurye gibi
çalışmıştır. Metropolit olduğu halde, Athenagoras' tan sonraki Patrik Dimitrios
Papadopulos hep Meliton'un gölgesinde kalıp, ondan daima akıl ve görüş
almıştır. Türk Ortodoks Patrikhanesi'ndekiler ise bu hain papazlar'ın
faaliyetlerini yalnızca seyretmekle yetinmişlerdir.
Nasıl
seyretmekle yetinmişlerdir denilecek olursa; Cumhuriyet döneminde belirlenen
yedi Rum Metropolitliği 'ne Patrik Athenagoras ve perde gerisindeki Meliton,
çok kısa denilebilecek bir zamanda on üç metropolit'lik ihdas ederek mevcut sayıyı
yirmiye çıkarırlar.
Bu siyasi
casus papaz'lar, Lozan hükümlerine aykırı davranıp, doğu ve batı kiliseleri
'ni birleştirme yoluna giderek, Girit Adası'nı ve Aynaroz'u Türk Hükümetine
danışma gereği bile duymadan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlamışlardır. Ayrıca
Metropolit Yakovas Amerika'ya giderek, Türkiye'nin aleyhine çalışacak
senatörleri Amerikan Parlamentosuna sokmayı başarıp, yıkıcı faaliyetleriyle (pasaportunu
taşımaktan gurur duyduğu) Yunan milletine hizmet etmiştir. Cumhuriyet kanunları
metropolitlikleri yedi olarak sınırladığına göre, sonradan Fener'e bağlanan on
üç metropolit'lik asla meşru değildir. Bütün bunları gerçekten çok
arzuluyorlarsa; Yunan Hükümeti Atina veya kutsal din merkezleri Aynaroz'a[16] bağlasın ki, devletimiz sırtındaki on üç
hörgüçten kurtulup, geriye kalan yedi kamburu bertaraf etmeye çalışsın.
Çoğalan bu
metropolitlikler hep Athenagoras, Yakovas ve Meliton üçgeni zamanlarında
teşekkül etmiştir.
Burada
devletin yıllar içerisinde maddi manevi büyük imkanlar sağladığı Türk Ortodoks
Patrikhane'si köşesine çekileceğine, her şeye rağmen Papa Eftim'in
başkanlığında kaçınılmaz mücadelesini vermeliydi. Rum Ortodokslar'ın
metropolitlikleri politik kurnazlıklar neticesinde çoğalıp, aynı zamanlarda
Heybeliada Ruhban Okulu'na Yunanistan'dan ithal öğrenciler getirilerek bu yer
yüksek okul seviyesine ulaşmışsa; bunlara alternatif patrikhane'yiz diyen Türk
Ortodoksları'na mevcut ahimandirit, papaz ve diyokoslarınızı da Rumlar'a
kaptırıp, kendi sonunuzu kendiniz hazırlamışsınız derim.
Türk Ortodoks'ları, zaten sizin
papazlarınız ve cemaatinizin yarıdan çoğu Rum değil miydi? Hal böyle olunca
kişilerin özüne dönmesi hayatın kaçınılmaz gerçekleridir. Büyük Turani Türk'ü
dediğiniz, kilisenizin Par-l Eftim'den sonraki büyüğü (aynı zamanda Eskişehir
Milletvekili sıfatına haiz olan) hain İstamat Zihni bile oğlu Yorgo'ya Yunanistan'a
gitmesini vasiyet etmemiş miydi? Oğul Yorgo da diğer kardeşi Niko'yla birlikte
Yunanistan'a iltica ettiklerinde, yerden aldıkları Yunan toprağını öperek ana
vatanımıza kavuştuk diye ağlamamışlar mıydı?
Bugünkü Türk Ortodoks Patriği Selçuk
Erenerol, Yorgo Özdamar sizin çocukluk arkadaşınız değil mi? Anlaşıldığı
kadarıyla siz onu bizlerden daha iyi bilirsiniz. Demekki din birliği günün
birinde ne kadar olmaz denilse de, insanları gönüllerinden kopan ruhani
duygularla gerçek vatanlarına bağlayabiliyor.
Türk
Devletinin bugünkü idare edenleri asıl önemli olan şudur ki; Rum Ortodoks, Türk Ortodoks, bunlar
Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan bu yana (eskilerin tabiriyle) her ne kadar it
dalaşı yapsalar da, din bağıyla bir yerde birleşmektedirler. Yüksek
menfaatleri uğruna düşman gibi görünen, Hristos ve Panaiya adına yaptıkları
ruhani orunlarda hemfikir olan bu Hristiyanlar'ın mezarları da müşterektir.
Aynca doğal olarak vazgeçilemez kutsal kitap bağları da vardır. Bu sebepledir
ki sakın ola bunlardan biri faydalı, diğeri zararlı deyip, bir yerlere yaranmak
uğruna hamaset yaparak geçmişteki gafletlere kapılmayın. Görüldüğü kadarıyla,
Gayrimüslimlerden oy almak uğnina işi politize edip siyaset yapmanın modası
çoktan geçti. Yapabiliyorsanız her iki patrikhane'nin de ıslahı veya iskatı
cihetine gidiniz. Onlar gittikleri yerlerde (tıpkı burada olduğu gibi) ara ara
kavga etseler de, bir yerde birleşeceklerdir. Onun içindir ki Fatihler'in,
Kanuniler'in İstanbul'una camiler, külliyeler, medreseler yakışır. Kilise'ler,
patrikhane'ler, sinagog'lar ana vatanlarına dönsünler ki; bizler bizlerle
başbaşa kalalım. Bu ebedi saadet hepimize yeter de artar bile ...
FENER RUM ORTODOKS PATRİKHANESİ'NİN
RESTORASYONU
1941 senesinde Fener Rum Patrikhanesi'nin bir bölümü yangından zarar
görür. 1949 senesinde Ankara'ya ziyarete gelen Patrik Athenagoras o günlerin
Şemsettin Günaltay Hükümetinden tamirat için şifai söz aldığı halde, 1950
ilkbaharında tam yazılı kanun çıkacakken iktidar değişir. Aslında daha önce de
belirttiğimiz gibi, Patrik
Athenagoras'ın en büyük isteği Eyüp ve Unkapanı sahil yolunda
Ayasofya büyüklüğünde bir kilise yaptırmaktır. Bu casus papaz, içinde yaşattığı
muhteris arzularıyla sanki Eyüp Sultan'a ve Ayasofya'ya nazire yapacaktı.
Değil yeni kilise yaptırmak, Adnan Menderes ve kabinesinden yanan patrikhane'nin
restore işlerine araya giren hatırlı ülkelere rağmen bir türlü izin alamazlar.
1959 senesine gelindiğinde İstanbul büyük bir imarın içerisine girmişti.
Yunanistan'dan getirilen mimarlar eski patrikhane 'nin tamirini ve Eyüp'te
yeni kilise'nin yapımını mutlaka istemekteydiler. Tam o günlerde Tophane
Caddesinden yol geçmesi mecburiyeti hasıl olunca, Türk Ortodokslar'ın Hristos
Kilise'si[17] istimlak edilerek yıkılır. PapaEftim ve
oğlu Turgut Erenerol, yıkıma çok üzüldükleri halde şartların gereği duruma saygı
duyarlar. O senelerde, bu günkü Tarabya Oteli'nin olduğu yer Ortodoks
Rumları'nın Büyük Kiliseleri'ydi. Adnan Menderes'in yoğun Kıbrıs görüşmeleri
yaptığı günlerde kilise'nin önünden imar geçince, Rum'lar bu uygulamada kasıt
arayarak dünya'yı ayağa kaldırırlar. Başbakan Menderes, Türk Ortodokslar'ın bir
kilise'si yıkıldı, İstanbul 'un imarı için sizin büyük kiliseniz de
yıkılacaktır demekteydi. Kamuoyunu ve Avrupa'yı günlerce meşgul eden bu durum
karşısında Menderes, Mart ayının ortalarında papazlar'ın ağlayıp sızlamalarına
aldırmadan tarihi kilise'yi yıktırır. Athenagoras, Rum dindaşlarına
"yıktıramazlar" ben varım diyordu. Menderes de İstanbul yansa bu kilise'yi
yıkacağım, Türkiye bağımsız ve hür bir devlettir diye haykırmaktaydı. Bu kilise
yıkılınca, şimdiki patrikhane' nin de yıkılmasına kesin gözüyle bakılır. İmar
Bakanlığı, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin yıkılması yolunda blok istimlak
hazırlıklarına başlar. O yıllardaki plana göre Fener mutlaka istimlak
edilecektir; kararı gündemde bulunur. Bu durum karşısında ABD başta olmak üzere
Türkiye'ye, dünya'dan ve Hristiyan aleminden tepkiler yağmaktadır. Menderes
bunlara hiç aldırmaz. Bir büyük devlet adamının hayata geçirmek istediği manevi
arzular tam gerçekleşecekken, 1960 ihtilalinin ağır darbesiyle, patrikhane
'nin yıkımı maalesef akim kalır! ..
İstanbul'a her
gidişimde, Büyük Tarabya Otelini beyaz bir martı gibi gördüğümde, burada
yıkılan kapkara kilise'nin şimdi beyazlar içerisinde olması, rahmetli Menderes'in
ruhunun aydınlığıdır diyorum.
1980 yılında Amerika'da patrik olan Türkiye sürgünü canavar papaz
Yakovas, Amerika eski Başkanı Carter'i devreye sokarak, Fener Rum Patrikhanesi
'nin tamirini ister. Adnan Menderes 'in yıkmak istediği bu hıyanet yuvasına,
yıllar sonra 1989 92
yılında o günün Amerikan bağlantılı (Turgut Özal. Hükümeti) restorasyon
izni verir.
Yunanistan ve Amerika'nın katkılarıyla büyük bir restorasyon geçiren
Fener Rum Patrikhane'si, 1989'da müthiş bir Rum Ortodoks şovuyla açılış
merasimi yapar. Yunanistan'dan bakanlar, hükümet sözcüleri, Meclis Başkanı ve
birçok işadamı bu açılışta hazır bulunurlar. Ünlü Türk büyükleri; Sosyal Demokrat
İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen, sözde büyük milliyetçi Turizm Bakanı
İlhan Aküzüm ve İstanbul Valisi Cahit Bayar vatan kurtaran kahramanlar gibi
basın mensuplarına poz vererek, Rum palikaryaların arasından etrafa gülücükler
saçmaktaydılar. Bu restorasyonda en büyük pay sahibi olan Belediye Başkanı
Nurettin Sözen, sarmaş dolaş kucaklaştığı papazlar'ın karşısında adeta Kavala
Kadısı gibi sırıtıyordu. Bir tek ellerinde asalarıyla, boyunlarında istavroz
haçları eksikti. Bir de o olsaydı, o zaman Patrik Athenagoras'tan ne farkınız
kalırdı? Sonralan valilikten alınan Cahit Bayar, Kıbns'a Büyükelçi olur. Demek
ki bu palikaryalar kendilerine hizmet edenleri unutmuyorlardı. Makam mevki
uğruna üçbuçuk oy için bütün bunlara değer miydi, sevgili Türk büyükleri! ..
Sizler bu patrikhane'yi ihya etmekle, içi kokuşmuş bir viraneyi kaşaneye
çevirdiniz. Dünya kamuoyunun dikkatini çektirerek, bu Rum palikaryalara sözde
Vatikan olma yolundaki 540 senelik hayallerinin ilk adımını attırdınız.
Merasime katılan siz Türk büyüklerine, kara cilbbelilerin "Megalo
idea'sı" kutlu olsun. Sizlere de bu yakışırdı zaten...
Fener Rum Patrikhanesi'nin restorasyonu nedeniyle yapılan açılışına,
Nurettin Sözen'in katılması gayet doğal bir durumdu. Konumuzun dışında olduğu
halde Sözen'in öğrencilik dönemlerine kısaca bir göz gezdirecek olursak,
arkadaşlıkları uzun yıllara dayanan saygın Rum dostları olduğunu görürüz. Şu
'anda Atina'da öğetim üyesi olan Profesör Doktor Neoklis Sarris, 1960'lı
yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi gençlik hareketi içerisinde Nurettin Sözen'le
birlikte en ateşli öncülerdendi. O yıllarda Yunanistan'da üniversite tahsili
yapan Doktor Neoklis Sarris, Demokrat Parti iktidarını yıkabilmek için, Halk
Partisi gençlik hareketinde etkin bir kişi olduğunu kendisi itiraf ediyor.
Ailesi İstanbul Galata'da oturan Neoklis Sarris, Atinaİstanbul gidiş
gelişlerinde, yıkıcı politik faaliyetlere nasıl zaman ayırmış, anlamak mümkün
değil!..
Nurettin
Sözen'le öylesine sıkı dostlukları olmuş ki, ev oturmaları, akşam davetleri ve
Doktor Sözen'in Madam Sarris'i tedavi seansları bu iki gözüpek politik insanı
sık sık biraraya getirmiş. Doktor Neoklis Sarris'le, Nurettin Sözen'in sarsılmaz
dostlukları Rum asıllı Sarris ailesinin Türk vatanına zararlı faaliyetlerde
bulundukları sebebiyle, 1964 yılı Temmuz'unda uygulanan ebedi sürgünle sona
erer.
Nurettin
Sözen'in ateşli eylemci, Rum kökenli dava arkadaşı Doktor Neoklis Sarris,
bugün Atina Üniversitesinde profesör sıfatıyla görevini sürdürürken Türkiye
aleyhine yazılar yazmayı da ihmal etmiyor. Nurettin Sözen gibi Türk
büyüklerinin gençlik yıllarında Rum asıllı Sarris'le, Halk Partisi gençlik hareketinin
içerisinde bulunması çok olağan bir durumdur. Bu sebepledir ki Nurettin
Sözen'in Fener Rum Patrikhanesi'nin restorasyonuna sıcak bakıp açılışına
katılması, Yunan asıllı eski Rum dostlara gösterilen bir vefa örneği olsa
gerek!..
Anlaşılan o
ki, anne ve babasıyla birlikte yıllarca bu vatanın ekmeğini yiyen Neoklis
Sarris ve ailesi, zararlı faaliyetlerinden dolayı yedikleri 1964 sürgününü
hala içlerine sindirememişlerdir.
Neoklis
Sarris, artık Osmanlı'nın elinden kaçan topraklarda yaşayanlardan değil,
saygıyla yaklaşılması gereken Yunan ulusunun varlığından bahsedelim diyor.
Türkiye sürgünü bu Rum vatandaşı, Atina Üniversitesinde hergün Yunan 'lı
öğrencilere, İzmir ve İstanbul'u alma hayalleri yaşatmakta! Hatta İzmir' den,
Yunanca "Symirna" diye
bahsetmektedir.
Neoklis Sarris bir zamanlar
Türkiye'de sol bir partinin gençlik temsilcisiydi. Üstelik Nurettin Sözen gibi
bir Türk büyüğünün de dava arkadaşıydı. Şimdilerde ise Atina'dan, Türkiye'ye
yıkıcı fikir eylemlerinde bulunuyor. Tıpkı Türkiye'den sürülmeden önce,
İstanbul'da yaptıkları gibi...
Bütün bu
durumları gördükten sonra, Harput'lu Türk büyüğü Sözen'le, Atina'lı Rum
Sarris'in siyasi dostluklarını yadırgamak politikanın ahlakına ters düşer. Her
asrın sonunda böylesi büyük politikalar çıkacak ki, ülkeler huzur ve saadete
ersin. Yoksa bizler Yunan'lı palikaryaların patrikhanesi'nde eğilip, el
oğuşturacak insanları nasıl bulabiliriz ki? Merak etmeyin sayın Sözen, bu
asırdakiler göremese de, bundan sonraki kuşak Fener Rum Patrikhanesi'nin ebedi
kapanışını mutlaka görecektir. Zira tünelin ucundaki ışık görünmeye başladı
bile! .. Harput'lu Sözen siz bu palikaryalar'la dostluk kurmaya devam edin, zaten
politik miadınız çoktan doldu. Anlamadığım tek şey, eski Yahudi Hahambaşısı
David Aseo ile de yakın dostluğunuz vardı. İnsan, ister istemez kuşku duyuyor.
Yoksa ceddinizin bu dinozorlarla özel bir bağlantısı mı var?..
il. TÜRK ORTODOKS PATRİĞİ
TURGUT ERENEROL
Sene 1960
Şubat ayı, 1. Eftim 76
yaşındadır. Sağlığı günden güne bozulan Türk Ortodoks Patriği Eftim, yaşadığı
streslerin neticesinde felç geçirir. Birinci Meclis'in kurulduğu günlerde
Ankara'da dünya'ya gelen büyük oğul Turgut Erenerol, 2780 sayılı yasa gereği il. Eftim, Türk Ortodoks
Patriği olur. İstanbul Tip Fakültesini bitiren patrik, 1955 yılında
Amerika'nın Newyork kenti Sörler Hastahanesinde doktorasını yapmıştır. Fener
Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin hıyanetlerini hep açıklarken, üzülerek de olsa;
Türk Ortodokslar'ın aczlerini (edindiği bilgiler doğrultusunda izah etmek) bir
araştırmacının en kaçınılmaz görevidir.
Burada Turgut
Erenerol ve şu anki Patrik Selçuk Erenerol Türk isimleri taşırken, Turani
Türk'ü olduklarını iddia eden bu insanların, 1990 yılında Amerika' nın Dallas
şehrinde ölen en büyük ablaları ve diğer iki kız kardeşlerinin neden Türk
isimleri kullanmadıklarını açıklamaktan kaçınmayacağım.
Ben, bu
insanlar Hristiyan Ortodoks olmalarına rağmen Türk değillerdir demiyorum;
olabilirler de, olmayabilirler de!..
Bu fevkalade
hassas konuyu, son Patrik Selçuk Erenerol'u tüm detaylarıyla anlattıktan sonra,
isim isim izaha çalışacağım. Şişli Rum Mezarlığı, konusu itibariyle hassas bir
öneme haiz 96
olduğundan, bu hususta (bana patrikhane'nin kapılarını açan) Selçuk
Erenerol 'la muanz olacağımı bildiğim halde, Papa Eftim ve Turgut Erenerol'un
mezarlarının neden burada olduklarını belirtmek durumundayım. Papa Eftim
hayatını hatalarıyla sevaplarıyla dine vakfettiği halde, il. Patrik Turgut Erenerol patrik
seçildiği 1960 yılından itibaren, kilise ve çevresini ticari bir konuma
getirmeye çalışır. Bu girişimleriyle de yetinmeyip, kardeşlerini ve amcalarını
din üzerinden ticarete yönlendiriyordu. Papa Eftim, Osmanlı ve Cumhuriyet
kuşağının insanı olduğundan, bu durumlara katiyetle müsaade vermemekteydi.
Uzun süren hastalık döneminden sonra Eftim, 14 Mart 1968 senesinde seksen
dört yaşında hayata veda eder. Patrikhane o güne kadar devletin sağladığı bütün
imkanlara rağmen mezar meselesini halletmediğinden, Eftim'in cenazesi mecburen
Şişli Rum Mezarlığına[18] gömülecektir.
Türk Ortodokslar, hiç istemedikleri halde yıllardır haklı veya haksız
mücadele içinde oldukları Fener Patrikhanesi'nden mezar izni isterler. Fener
Patriği defin için izin vermeyince, cenaze zorunlu olarak Şişli Rum
Mezarlığına getirilir. Beyoğlu Metropoliti, Fener Patriğinden izin alınmadan
cenazenin gömülemeyeceğini söyler. İki Hristiyan cemaat arasındaki olaylar
büyüyünce, İstanbul Emniyetinin müdahalesiyle Papa Eftim'in mezarı emrivaki
ikazlarla kazdırılarak defin işlemi yapılır. Papa Eftim'in ölümü İsmet
İnönü'yü derinden etkilemiş olacak ki, Türk Ortodoks Patrikhanesine çektiği
uzun telgraf, milliyetçi övgüler içermektedir. Turgut Erenerol'a görevinin
devamında başarılar dileyen İnönü'nün temennisi, Fener'e karşı mücadele
yönünden değil de, ticari yönden ne kadar başarılı olabilmiştir, hep birlikte
göreceğiz. Papa Eftim'in ölümünden sonra, Galata Aya Yani Kilisesi'nin
karşısına Erenerol ailesinin iş hanlarının temeli atılır. Paşa İşhanı adı
verilen bu altı katlı geniş bina, o günlerin mega iş yerlerinden birisi
sayılabilirdi. Devletin tahsis ettiği vakıf mallarına dokunulamaz kaidesini
dinlemeyen il. Patrik
Turgut Erenerol, Panayia Kilise'si ve patrikhane 'nin bulunduğu geniş alanın
dış çevresine muhtelif iş yerleri açtırarak, buraları kiraya vennekten
çekinmez.
Bu gün tapuda kendi mülkiyetleri olarak görünen
Paşa İşhanı hariç, vakıf yasasına tabi bu yerlerin gelirleri, bir cemaatten
ziyade, bir ailenin tekeline gitmektedir. Şu anda Panayia Kilise'si ruhani
oruna kapalı olduğuna göre, işlevi olmayan bir yerin etrafındaki iş yerlerini
patrik değil, ancak vakıflar kiraya verebilir. Patrikhane kisvesi altındaki bir
aile şirketinin, vakıf mallarını Türk insanlarına kiraya vererek nasıl lüks
yaşadıklarını yerinde gönnek ve bilmek gerekir.
Değerlendinnelerime göre Necatibey Caddesiyle,[19]
Karaköy Fransız çıkmazı civarlarında bir çok iş yerleri kiraya verilmiş
durumdadır. Ülkemizde resmi göreve haiz hiçbir Müslüman din adamının aleni
ticaretle uğraşmadığı bilinirken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türk Ortodoks
Patriği Turgut Erenerol, devletin imkanlarını aile bireylerine seferber ederek
devamlı olarak ticaretle iştigal etmiştir.
Türk Ortodoksları tarafından yıllardır Fener Ortodoksları 'na karşı
verilen mücadele, yabancı eşlerle evlilik ve çocukların dünya görüşlerinin
değişmesi, din tercihinden sonra, milliyet tercihi meselesini de yavaş yavaş
ortadan kaldırır. Ailenin yetişen gençleri papaz'lık, diyokos'luk yerine,
patrik hazretlerinin izinden yürüyerek ticari faaliyetleri tercih ederler. Bu
tercihler, Fener Rumları'yla uğraşmak yerine, devlet'in vakıf mallarını kiraya
verip, havadan kazanılan paralarla Avrupa ve Fransa'da şatafatlı hayatlar
yaşamaktan geçer. Aile şirketi olarak tezgahı öyle güzel kurmuşlar ki,
"Biz olmazsak Fener Patrikhanesi'nin faaliyetlerine mani olamazsınız"
demekteler. Üstelik kuruldukları günden bu yana kendi keselerini doldurmaktan
başka hiçbir iş yapmadıkları halde...
Bu insanlara
(hatalarıyla, sevaplarıyla) ya babanız Eftim gibi ödevlerinizi yerine getirin,
ya da oraları bırakın gidin demek gerekmektedir. Papa Eftim, ruhani
görevlerinde sadakat sahibi olduğu halde, yıllar içerisinde süregelen
yanılgılarıyla Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin sonunu bizzat hazırlamıştır.
Bugün ticari işlev yapan
ve devlete faydası olmayan bir yer, ancak geri iade edilir. Edilmezse
Akdağmadeni'nden, İstanbul'a uzanan dersaadet, nesiller boyu sürecek
demektir...
il. PATRİK
TURGUT ERENEROL
VE KIYAFETİ
Kişilik
olarak, aslında Türk İslam sentezini yaşayan bir yazar olduğumu devamlı belirttiğim
halde, burada bilhassa kıyafet yönünden haklarını yeteri kadar aramayan bazı
büyüklerimizin (uygulamasalar bile) haklarının verilmesi düşüncesindeyim.
Bunlar belgeli gerçekler olduğundan bu durumun uygulaması yetkili makamlara
kalmaktadır. Kitabımın son bölümlerinde deklare edeceğim belgeleri, bizzat
III. Patrik Selçuk Erenerol 'dan almış bulunmaktayım.
Sene 1964, il. Patrik Turgut Erenerol
yetkili makamlara müracaatta bulunarak, mabet dışında ruhani kıyafetle
dolaşmasına izin verilmesini ister. Esasen 12.6.1935 yılında çıkan bir kanunla,
Türk Ortodokslar'ın[20] (T.C. vatandaşı olmaları nedeniyle) dışarıda
ruhani kıyafetle dolaşmaları yasaklanmıştır.
1964'lü
yıllardaki geçiş dönemlerinin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Koalisyon
Hükümetinin Başbakan'ı ise İsmet İnönü'dür. Türk Ortodoks Patriği'nin mabed
dışında ruhani kıyafetle dolaşabilmesine, 5 Şubat 1964 tarihli Bakanlar Kurulu
kararıyla izin verilir. Bu durum 19 Mart 1964 tarihli resmi gazetenin 11660
sayılı bölümünde yayınlanır. il.
Patrik Turgut Erenerol, bu tarihten 1991 yılındaki ölümüne kadar kilise
dışında ruhani kıyafetle serbestçe dolaşabilmiştir. Amerika'da Sörler Hastahanesinde
tahsil gören il. Patrik,
bu kararı o günün hükümetine nasıl çıkarttırabilmiştir, anlamak mümkün
değil!..
Burada neredeyse yarım asra yaklaşan bir süre içerisinde, din adına çifte
standart uygulandığı apaçık ortadadır. Diyanet İşleri Başkanı veya herhangi bir
müftü ile Türk Ortodoks Patriği, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği
taşıyorlarsa bu kıyafet uygulamasındaki çifte standardı ya hepten kaldırın, ya
da iki tarafa da uygulayın gerçeği ortaya çıkmaktadır. Ben tarikat ehli
olmadığım halde bu araştırmaları yapabiliyorsam, çok bilmiş geçinen bazılarına
liif üretmeyin haydi iş başına görevinizi yapın, kendi özümüze ve manevi
değerlerimize uygulanan bu yanlış kararı düzeltin diyorum. Yok düzeltilmesin
diyorsanız, o zaman oturduğunuz sıcak makamlar, sizleri günün birinde farkında
olmadan bir bir terkederler.
Laf üretme yerine, detay araştırma ve sarih belgeler, bazı yıkılamayan
tabuları günün birinde mutlaka yıkacaklardır.
il. Patrik
Amerika'da yetiştiğinden, konumu itibariyle lobilerin adamı olup bazı
açılamayan kapılan açmışsa, din alimlerimiz ve ulemalarımıza, Turgut
Erenerol'a uygulanan bu imtiyazlı kararı iptal ettirmeleri için açık belge
sunuyorum. Türk Ortodoks Patrikhanesi, mevcut hükümetlerden yeterli yardım
almadığını söyleyip sızlanır durur.
Bundan iyi yardım daha nasıl olabilir?
Bu ülkenin ibadet yaptıran din adamları cami dışında resmi kıyafetlerini
giyseler, cezayı müeyyideye tabi tutulurlar. Türk Ortodoks Hristiyan Patriği[21] dünya'yı ruhban kıyafetiyle dolaşsa itibar
görür. Bu nasıl iştir, nasıl kanun hükümünde kararnamedir? Bu vaziyeti hep
birlikte adaletin terazisine koyup, tartarak hakkaniyeti sağlayalım. Aksi
halde kıyafettir şekildir derken, istisnalar hariç bilinçsiz ve populist
kavramlarla yetişmekte olan Türk çocuklarını bu tavizlerle çok acıdır ki, Papa
Eftim 'den sonra belirgin bir cemaat kurma sıkıntısı çeken Hristiyan Türkler'in
Patrikhanesi'ne kaptırmamız kaçınılmaz olacaktır. Büyüklerimizin yıllar yılı
Fener'e denge unsuru dedikleri Türk Ortodoks Patrikhanesi çok doğrudur ki, bir
tek ruhani kıyafette dengeyi sağlayabilmiş!..
Türk Müslüman
din adamları da bunların imtiyazlı durumları karşısında, boynu bükük öksüz
evliit misali önemli haksızlıklara uğramışlardır.
II. Patrik'in
Amerika'da yetiştiğini ve o ülkenin kültürüne göre büyüdüğünü, bugünkü aile
bireyleri dahi kabul etmektedirler. II. Patrik Turgut Erenerol Amerika'da
doktorluk yaptığı yıllarda, Newyork'lu bayan Şarlot'la evlenir. Bu izdivaçtan
bir kız ve bir de erkek çocukları olmuştur. Babası Papa Eftim'den sonra tam
otuz bir yıl Türk Ortodoks Patrik'liği yapan Turgut Erenerol, 1991 'de öldüğü
zaman devrin önde gelen siyasileri cenazesiyle yakından ilgilenirler. Nedenine
gelince; sözde çağdaşlaşma uğruna (sosyete dediğimiz entel kesimin öncülüğünde)
bilhassa son yirmi yılda kiliselere gitmek moda oldu. Bunun aksini hangi
aklıevvel inkar edebilir! ..
Patrikhane'yi
tamamen ticarethaneye dönüştüren II. Patrik lobilerin insanı olduğundan, çok
güçlü bir çevreye sahipti. Babası Eftim 'le aralarındaki en belirgin fark
birinin yetiştiği devrin icaplarına göre içine kapanık ve kuralcı olması,
diğerinin ise her yönüyle sosyal bir görünüm ihtiva etmesiydi. II. Patrik tarihi
fırsatı, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle İstanbul 'u terkeden
Rumlar'ın yerine, Türk Ortodoks'ları teşkilatlandırmamakla kaçırmıştır. Türk
Ortodoks Patrikhanesi (görünürde alternatif bir din kurumu hüviyetiyle) gerçek
manada denge unsuru olabilmiş duruma gelseydi, o günlerde panik halinde olan,
cemaatlerinin büyük çoğunluğu Yunanistan'a kaçan Fener'in sonunu
hazırlayabilir, hatta bitirebilirdi de!.. Her iki patrikhane'nin din konusunda
doğal olarak aynı görüşleri paylaşmaları, mezarları müşterek kullanmaları,
Turgut Erenerol 'un Amerika'lı eşi Şarlot'un Müslüman Türkler'den ziyade Hristiyan
azınlıklara sempati duyması, Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin Fener'e karşı olan
etkinliğini büyük ölçüde azaltmıştır. Erenerol ailesini Fener'e mahkum bırakan
en önemli etken saydığımız din birliğinin yanında, cenazeler için Rum
Patrikhanesi'nden izin almak durumunda olmalarıydı. Türk Ortodokslar' ın neden
mezarları yoktu ve Rum mezarlığına gömülüyorlardı; bu konulan detaylarıyla
gündeme getirdiğimizde, kendilerinin mutlu hayatlar yaşamak uğruna ne kadar
umursamaz bir dünya görüşüne sahip olduklarını hep birlikte göreceğiz...
ŞİŞLİ RUM MEZARLIGI
Ömrümün geçen
kırk beş senesinden sonra, ilk defa bir patrikhane ve kilise'yi yakından
görmüş ve tanımıştım. Şişli'deki Rum Ortodoks Mezarlığına giderken ileri
attığım adımlarım, sanki geriye dönüyor gibiydi. Mezarlığın kasvetli taş
duvarlarının önüne geldiğimde, karşıma çıkan keşiş ' suratlı bir papaz, siz
kimi ziyaret ediyorsunuz, cenazenize İsa Mesih adına dua yapayım diyordu.
Papaz'ın kötü Türkçe'sine aldırış etmeyip hiç cevap vermeden hızla yürümeye
başladım. Bana hep ölümü hatırlatıp korku veren selvi ağaçlarının arasından
yürürken beyaz mermerli, çoklarının üzerlerinde resimler bulunan mezarlar beni
tuhaf duygulara sürükleyip fazlasıyla ürkütüyordu. Fatihler'in, Yavuzlar'ın,
Kanuniler'in ecdadlarının ülkesinde sanki kendimi . bir başka dünya'da gibi
hissediyordum. Mezarlığın içindeki dar patika yoldan az daha yürüdüğümde,
gözlerime inanamadım. Kara cübbeli iki papaz, gömütlerdeki mermerlerin
üzerlerine konan taze çiçekleri ziyaretçiler gittikten sonra alelacele toplayıp
hırpani kılıklı birilerine veriyorlardı. Genç yaştaki üç dört kişi, papazlar'a
para verdikten sonra süratle çiçekleri dışarıya götürüp, tekrar
dönmekteydiler. Gençlerden bir tanesine sorduğumda bana cevaben "Biz
Teşvikiye'de çiçekçiyiz, hergün mezarlıktan parayla çiçek alıyoruz.
Yunanistan'dan turlarla sürekli ziyaretçiler geldiğinden, İstanbul 'un en lüks
semtlerinde bile olmayan değerli çiçekleri burada bulabilmek 104
mümkün. Üstelik çiçeklerin mezar taşlarının üzerlerinde kurumalarını da
önlemiş oluyoruz. Bu şartlarda papazlar da kazanıyor, bizler de kazanıyoruz"
demekle yetiniyordu.
Anlaşılıyor ki din'in ticareti y-alnız Türk Ortodoks Patrikhanesi
'nde değil, Şişli Rum Mezarlığında da varmış. 1995 senesinin bir Temmuz
sabahı, alışılmamış rüzgarın ardından kıyamet kopacak gibi yağmur yağmaya
başladı. Kalben istemesem de, hayatımda ilk defa bir Gayrimüslim mezarlığına
gelmiştim. Yüce Allah'ım; razı olmamış olacaksın ki şimşekler çaktırıyorsun
diye düşüncelere kapılıp, varlığına binlerce defa dualar ediyordum. İnşallah bu
ilk ve son gelişim olacaktı. Herşeye rağmen kendilerini Turani Türkleri kabOI
eden, Erenerol ailesinin mezarlarını görmeden gitmemeye kararlıydım.
Düzenli ve dar patika yolların arasında yaptığım kısa bir gezintiden
sonra, ismiyle ilk defa tanıştığım Mariya Erenerol'un mezarıyla karşılaştım.
Eftim eşi yazdığına göre Mariya Hanım, II. Patrik Turgut Erenerol ve III.
Patrik Selçuk Erenerol 'un anneleri olmalıydı. 11. Patrik'e ilk iki görüşmemizde anne ismini
sorduğumda, neden söylemediklerini şimdi çok daha iyi anlıyordum. Mezarlığın en
dip tabir edilen köşe kısmına geldiğimde, 1. Patrik Eftim ve 11. Patrik Turgut Erenerol'un gömütleri baba-oğul yan
yana bulunmaktaydı. Kimbilir belki de bu durum aile arasında, yaşadıkları
yıllarda belirlenen bir vasiyet olabilirdi. Mezarlığı bir süre daha
dolaştıktan sonra, acemi kılavuzlar gibi Rum mezarlığında Türk isimleri aramaya
koyuldum. Oda ne? Sokrat Erenerol, Niko Erenerol, Evanfiye, Resbina ve Meri
Erenerol isimleriyle karşılaşıyordum. Bunlar bugünkü patrik'in baba, ağabey,
amca ve halalarıydı. Cumhuriyetin kuruluşundan buyana bizleri yöneten devlet
büyüklerimizin Turani Türkler'i dedikleri insanlar, demek bunlardı. Sokrm ve
Niko Erenerol'un, Eftim'in yardımcı papazlar'ı ve amcazadeleri
olduklarını mezar taşlarından öğreniyordum. Dünyada herşey yalan söyler, ama
bir insanın şeceresini yazan mezar taşlan yalan söylemezlerdi.
Sokrat
ismini, çocukluğumda tarih kitaplarında okumuştum ve ünlü bir Yunan bilgini
olduğunu hocalarımız anlatmışlardı. Bu Sokrat Erenerol, demek ki büyük Turani
Türklerinden'di. Hep söyledikleri gibi Erenerol ailesinin bireyleri gerçekten
Türk iseler; peki öyle ise iki ayn millet arasında (Rumlar'la) böylesi bir isim
benzerliği nasıl olabilir? Sokrat,
Niko, Evanfiye, Mariya, Resbina ve Meri isimlerinin hakemliklerini Türk halkına
bırakıyorum.
Gerçekten bu
isimlere Turani Türkleri'nin isimleridir derlerse, benim hiçbir itirazım
olmayacaktır. Yok değildir derlerse, bugünkü Patrik Selçuk Erenerol'un
ahfadının Türk olduğu tartışılır derim. II. Patrik'i anlattıktan sonra,
Akdağmaden'li bezirgan büyükbaba ve eşi büyükanneyi de tanıtınca, biliyorum ki
Selçuk Erenerol 'la aramızda fırtınalar kopacak. Roman yazmadığıma göre,
araştırmacı yazarlığın zorlu risklerini şimdiden kabullenmeye hazır olmalıydım.
Ve öyle de oldu. Çünkü yukarıda belirttiğim isimler, Helen ve Grek
isimleriydi. Mezarlıktan üzüntüler içerisinde ayrılırken, bir papaz'a Türk
Ortodokslar'ın mezarlarının neden burada olduklarını sordum. Papaz bana
"1969 senesinde Ulus Etiler Yahudi Mezarlığı'nın yanında Türk Ortodoks
dediklerinize devlet yer gösterdi, orayı beğenmediklerini söyleyip burayı
kabullendiler. Dinlerimiz ve inandığımız kitap aynı, isimlerimiz benzerlik
içerisinde olduğuna göre, gerisini siz anlayın" demişti. Evet, yukarıda
da belirttiğim gibi isimler, Yunan ve Helen isimlerinin aynılanydı. Fakat bu papaz,
geçmişte yaşanan ihtilaflardan dolayı yanlı konuşabilir di106
ye istemesem de Türk Ortodoks Patrikhanesi 'ne yeniden gidip, Selçuk
Erenerol'dan mezarlık gerçeğini öğrenecektim.
Patrikhane'ye yeniden gittiğimde bu hususun en ince ayrıntılarına kadar
yaptığımız karşılıklı söyleşide beni pek ikna edemeyen III. Patrik, bana 1951
yılında çıkan Türk Ortodoksları' na ait eski bir kitap hediye etti. Ben o
kitabı daha önceleri okuduğumdan bahsedince, patrik bana "bu kitap
çıktığında siz küçük bir çocuk olmalısınız, hayret kırk dört sene önceki bir
kitabı nasıl buldunuz" diye şaşırıyordu. Aslında patrik'in hediye ettiği
kitabı bir yıl önce okumuş ve karşılıklı çanak soruların devamı olan diyaloglarla
yazıldığından, kendi düşüncelerime göre yetersiz bulmuştum. III. Patrik,
"mezarlık konusunda inkar etmiyorum, devlet bize Türk Ortodoks cemaati
olarak Ulus Etiler Deresi Mahallesindeki Musevi Mezarlığı'nın yanında yer
gösterdi. Ağabeyim Turgut ve ben fazla kıyıda köşede olduğundan beğenmedik.
Sonra başka bir yer gösterdiler, belediye harç rüsum kanunu gibi bürokratik
meselelerle uğraşmak istemediğimizden, işin peşini bıraktık" demekle
yetiniyordu.
Burada Türkiye
Cumhuriyeti Devleti üzerine düşen görevleri fazlasıyla yaparken, Türk
Ortodokslar'ı yer beğenmeyip, dinsel birliktelikleri ve isim bağları uyuşan Rum
Mezarlığını tercih etmişlerse, biz ne diyebiliriz ki?
Benim anladığım kadarıyla ne hıyanet yuvası Fener, ne de ticaret odağı
Türk Ortodoks, Türkiye'nin sırtındaki kambur olmaktan ileri gidemezler.
Görüldüğü kadarıyla bu kamburların tümseği büyük ölçüde erozyona uğramaya
başladı. Burada Türk Ortodokslar'a konunun dışında olduğu halde, bir misal
göstermek istiyorum. Çok uzak değil, bundan on yıl kadar önce Midyat Darül
Zafaran ve Güneydoğu Bölgesinden İstanbul'a gelen Süryaniler'e bile, bu devlet
ayırım göstermeden Topkapı Müslüman Mezarlığı'nın yanında yer vermiştir.
Bu örnekten
yola çıkarak, siz Türk Ortodokslar'a diyorum ki, 1922'den bu yana yetkili
makamların size gösterdiği yerleri kabfil etmeyip, ölülerinizi Rumlar'ın
mezarlığına gömdüyseniz, burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yapacağı daha
ne kalmıştır? Kalmadığını sizler de bildiğiniz halde, ikide bir de
"alternatif patrikhaneyiz, bize daha fazla sahip çıkılsın" gibilerden
mırıltılar koparıp, başağrısı oluyorsunuz.
Şimdi her
cenazeden sonra Fener Patriği izin verecek, Beyoğlu Metropoliti -sorgüya
Çekecek diye düşünün durun bakalım. Sizler devletten nemalandığınız üç çeyrek
asırdır ne yaptınız Allah aşkına!..
Fener
Patrikhanesi sizden izin alacakken, sizler izin alacak hatta muhatap kabul
edilmeyecek duruma düşmüşseniz, hiçbir mazeret üretmeksizin kabahatları
kendinizde aramanız gerekir. Ticaret ve safahat tatlı geldiği için ha Rum, ha
Yahudi, ha Süryani farketmez demişsiniz. Bunun aksini konuşursanız, belgeli
gerçekler karşınıza kapı gibi dayanır.
Zorda kalınca
biz Türkiye'nin Rumlar'a karşı denge unsuruyuz deyip, işin içinden
çıkıveriyorsunuz. Sizlerin ve geçmişteki devlet büyüklerimizin gafletleri
yüzünden, gizli misyonerlerin teşvikiyle 1986 yılında İstanbul 'un Tünel
Semtinde Türk Protestan Kilise'si açıldığı halde, hiç oralı bile olmadığınız bilinen
durumlardır. Dün Ortodoks, bugün Protestan, yarın Katolik Kilise 'si açılırsa,
ne olacak bu milletin hali!..
Tünel
Protestan Kilise'si fazla cemaati olmayan küçük çaplı bir papaz'ın
önderliğinde açılıp, görevli diyokosların yoğun gayretleriyle çağdaş kitap ve
kuş resimli amblemlerini ev ev, 108
kapı kapı dağıtarak İsa Mesih'i okuyunuz derlerken, Türkiye'yi ayn
mezheplere karşı kendine göre sözde koruma görevi üstlenen Türk Ortodokslar'ı[22] aile_boyu ticaretinizi yapmaya devam
ediniz. Bu davranışlarınızdan dolayı misyonunuzu yitirdiğinizi sizler de
bilmektesiniz. Son zamanlarda büyük şehirlerin cadde ve sokaklarında bedava
dağıtılan İncil sizlerin marifeti olmasa da, sempatiyle baktığınız bu durum
diğer Hristiyan mezheplerle de dirsek temasında olduğunuzun en belirgin
işaretidir. Daha da önemlisi, 22 Haziran 2006'da Bartholomeos'un Ekümenik
Patriklik safsatalarına destek için Erivan'dan Türkiye 'ye gelen Ermeni
Katolikos'u II. Karekin ve maiyetindeki papazlar'ın Heybeliada Ruhban
Okulundaki gövde gösterilerine bilinçli bir şekilde sessiz kalmanız, asla kabul
edilemez durumlardır.
Günü geldiğinde bu memleketin asil evlatları; çeşitli gruplara bölünüp
asli görevlerinin dışına çıkan kilise ve patrikhane'lere, gerekli cevabı
mutlaka vereceklerdir inancındayım.
1. TÜRK
ORTODOKS PATRİGİ
EFTİM'İN ÇOCUKLARI
I. Patrik
Papa Eftim'in çocuklarından bahsederken, kitabımın konusu itibariyle yalnızca
Dr. Turgut ve küçük kardeşi Selçuk Erenerol'un isimlerini açıklamıştım.
Papa Eftim,
Keskin'de Ahimandirit olduğu günlerde 1908 yılında eşi Mariya'dan bir kız
çocuğu sahibi olur. Türk Hristiyanlar o yıllarda Fener Rum Patrikhanesi'ne
bağlı olduklarından, Anadolu ve İstanbul Ortodoks'ları arasında gözle görülür
bir sorun yoktu. Dikkat edilecek olursa Eftim'in iki oğlu 1920 ve 1926 doğumlu
olduklarından Türk isimleri almışlardır. Bu tarihler Eftim 'in Fener'le
bağlarını kopartıp, Atatürk ve çevresine girdiği zamanlardır. 1920'den önce
doğan üç kızının isimleri sırasıyla Meri, Polyanna ve Natalia'dır. Acaba bu
çocuklar Cumhuriyet sonrası yıllarda dünya'ya gelselerdi, Helen ve Grek
isimlerini alabilirler miydi?
Hiç
sanmıyorum, zira Eftim'in esnek politikası oğullarına Türk ismi vermesiyle
zaten belirlenmiştir. Yalnız büyük oğul Turgut'a (Yorgi) evde Rum, dışarıda ise
Türk ismiyle hitabedilmiştir. Kendilerinin iddia ettiği gibi ve bilindiği kadarıyla
bu zat Turani Türkler'inden değil miydi? Akdağmadeni nüfus kayıtlarındaki
şeceresini incelediğimizde önce Gökoğuz Turani Türkleri'nin tarihlerini, sonra
da Eftim'in baba ismini belirlemiş olacağım. Buradaki esas gayem, kimseyi
yıkmak ve karalamak değildir. Büyük tarihçilerin dedikleri gibi isimlerin anlamı,
insanları soyköklerine götürür. Bu tespitten yola çıkarak Türk Hristiyan
Ortodoks Bağımsız Patrikhanesi'ni kuran ve bu saltanatı babadan oğula devam
ettiren, Eftim ve Mariya Hanım'ın ahfadının soy kütüğüne dikkatli bir araştırma
neticesinde ulaştığımı söyleyebilirim.
Birinci kız
Meri Hanım, genç yaşında Türkiye'den ayrılarak, hareketli bir hayat yaşadığı
Amerika'nın Dallas kentinde 1990 yılında hayata veda eder.
İkinci kız
Polyanna hakkında Selçuk Erenerol'la yaptığım müteaddit görüşmeler esnasında
yeterli bilgi edinemediğim için, yazmaktan imtina ediyorum.
Üçüncü kız
Natalia Hanım, ilerlemiş yaşına rağmen İstanbul'da mutlu bir evlilik
sürdürmekte olup, Kontoğlu soyadını taşımaktadır. Akdağmadeni'nden Keskin'e,
Keskin'den Kayseri'ye, Kayseri'den İstanbul'a taşınan bu ihtişamlı hayat, zannederim
nesilden nesile Türk Devleti'nin sayesinde sürüp gidecektir. Neredeyse yok
denilecek kadar cemaatleri olan bu insanlar vakıf mallarını istedikleri gibi
kullanıp, hatta işine gelenleri kiraya vererek refah içerisinde
yaşamaktadırlar. Günümüzde hiçbir ruhani işyarlığı kalmayan bu ailenin elinden
devlete ait taşınmazlar neden alınmaz, anlamakta zorluk çekiyorum.
111. PATRİK SELÇUK ERENEROL
Selçuk Erenerol 1926 İstanbul doğumlu, Boğaziçi Lisesi mezunu, 1991
yılında patrik oluncaya kadar ticaretle uğraşmış, patrik olduktan sonra devam
eden ticaretine yenilerini ilave etmiş, Sevgi ve Cancan adında iki kız ve
ileride hanedanı devam ettirecek Paşa adında bir erkek evlat sahibi, mutlu bir
babadır. Paşa'nın anlamı Hristiyanlar'da patrik demek olduğundan, demekki
sırada IV. Patrik Paşa Erenerol var! ..
Zaten Karaköy Aya Yani Kilisesi 'nin karşısındaki büyük işhanı'nın adı
da, daha önce bahsettiğim gibi paşa amblemini taşımaktadır.
Bu kitabın hazırlık ve başlangıç zamanlarında Selçuk Erenerol 'la birçok
konularda (fikir alışverişi bakımından) münasebetlerimiz mutlaka olmuştur. Bir
konuşma anında ben kendilerine gördüklerimi yazarım, "Fener'e kızıyorsunuz,
fakat kendi faaliyetleriniz hakkında bir broşür dahi çıkarmıyorsunuz" demiştim.
Bunun üzerine patrik gerçekleri görmüş olacak ki, kızı Sevgi'yi çok kısa
zamanda patrikhane'nin halkla ilişkiler sorumlusu yaptı. Kendilerine Aya Yani
Kilisesi'nin papaz'ı kimdir dediğimde, şimdilik orada ibadet yapılmıyor
cevabını vermekle yetindiler. Israrlı araştırmalarım neticesi, Aya Yani'de Süryani Kadim Cemaati ve
Ermeniler'in hafta
sonları dinsel orunlarını yerine getirdiklerini gördüm. Pazar ayininden sonra 112
konuştuğum bazı kişiler, burasını Selçuk Erenerol'dan kiraladıklarını
söylüyorlardı.
Buradan bütün Türk Ortodoksları 'na soruyorum, bir mezhep, kendi
cemaatlerinden ayrı bir mezhebe kilise'sini ibadet için verebilir mi? Olsa olsa
ticaret için verebilir.
Selçuk Erenerol bu vahim durum karşısında kendilerine, (Fener
Patrikhanesi'ne karşı denge unsuru derse) ben de bana onların hakkında
incitecek şeyler yazma-çizme diyen büyüklerimize; "Kilise'nin ticaretinin
yapıldığını, çok benimsediğiniz Türk Ortodoksları'nda gördüm" derim.
Bir konuşmamız esnasında III. Patrik, "Senede bin kadar Türk
Müslüman çocuğu Hristiyan olmak için geliyor. Hristiyanlar'a yurt dışı vizesi
kolay verildiğinden, ticaret için geldiklerini anlıyor ve kovuyoruz"
diyordu. Kısa süren bir sessizlikten sonra, kabul edilemez bu husus hakkında:
"Evet sayın Patrik, 1 8-25 yaş arası manevi değerlerin bilinciyle
yetişmeyen insanlara çengel atmak ve onları kilise koı:osuna dahil etmek çok
kolaydır. Bu son çağda bazı ailelerin iyi yetiştiremediği çocuklar da çarpık
eğilimler olduğunu farketmiş olacaksınız ki, avını koklayan tazı gibi fırsat
kolluyorsunuz. Önce siz Fener Rumlarıyla mezar meselenizi halledin de, ondan
sonra Türk çocuklarını kovmayı düşünün" diyerek mukabelede bulundum. Daha
sonra Ankara'ya döndüğümde hızımı alamayarak, Selçuk Erenerol'a şu mektubu
yazdım:
"Sayın Patrik, bu devlet 1922'den bu yana
şahsınızı ve aile bireylerinizi himaye edip saltanat sürdürüyor, ama sizler ticaret
yapayım derken hıyanet yuvası Fener' i söndiiremiyorsunuz. Sanırım Rum' un
Feneri'ni söndürmek bu memleketin asil çocuklarına nasip olacakw: Panayia
kiliseniz' in geniş avlusunda çok lüks ve şık giyimli Türk çocukları gördüm,
ama sizin gibi sözde Turani değil, gerçek Türk çocukları. Bu duruma çok mu çok
üzüldüm. Sizin hiç yaşlı insanınız yokmudur da bu çocukları tercih
ediyorsunuz? Bunların şık giyisileri bir yerlerden veya bahsettiğiniz gizli
misyonerlerden geliyor olmalı ki, yakalarmdaki ay-yıldızlı rozetle, Panayia' nm
istavrozu önünde etrafa mutluluk gülücükleri saçıyorlm: Gördüğüm kadarıyla siz
de onların çağdaş kıyafetli, etkileme gücü fevkalade, istikbaliŞişli Rum
Mezarlığı'na izinle gidecek olan son patriğisiniz. Patrikhane' nin ilerisindeki
Aya Nikola'yı kapalı ve camları kırık gördüm, yoksa orayı da Aya Yani gibi bir
başka kadim cemaate verme hazırlığında mısınız? Olur olıa; neden olmasm, çağdaş patriğe de böylesi
işler yakış11: Bu kitabımla, işlevini tam olarak yapmayan Türk Ortodoks
Patrikhanesi' ni gerçek manada sorguya çekmiş durumdayım. Lozan Andlaşması gereğince,
vakıf mallarma ilave yapılamaz ve şekli bozulamaz hükmü getirilmiştil: Sizin
patrikhane'nizin dış kısnımdaki kiradaki iş yerlerinin, kilise' nin şeklini
bozduğu esası değerlendirilecek olursa, vakıflar yasasına göre açılan bu
yerlerin mevcut kanunlara aykırı davranıldığından hemen kapatılmaları gerekir.
Aslmda ticaret yapacağım diye, asıl göreviniz olan
kilise işleriyle hiç uğraşmamışsınız. Sıfatınız patrik ama, uğraşmadığınız
şuradan belli, siz yetmiş küsur yaşmda bir insansınız, bir yıl öncesine kadar
babanız Eftim' in Kayseri'de kurduğu ilkpatrikhane'yi dahi bilmiyordunuz. Geçen
yıl Kayseri'ye kızınız Sevgi Hanım' la gittiğinizde bir gün aradığınız halde,
babanızın yerini bulamadınız. En sonunda bir askeri birliğin içinde kilise var
denilince, şahsınıza kılavuzluk eden yük hamalıyla birlikte oraya gidip, ilk
Ortodoks Patrikhanesi' nin Zincidere semtindeki yerini bulabildiniz. Demek
oluyor ki, konumu itibariyle hassasiyet içeren
meseleler size hep uzak kalmış. Bu şartlarda Türkiye'yi, Fener' e karşı nasıl
temsil edeceksiniz? Doğrusu şimdiye kadar yaptığımız İstanbul ve Ankara'daki
muhtelifgörüşmelerde bu önemli konuların cevabını alabilmiş değilim. "
Burada okuyucularım tereddüte düşebilirler,
Panayia'da ruhani ayin yapılmıyor; bahçesinde nasıl lüks gençler görebilirsi--- niz,-düşüncesi zihinlerde -doğabilir. —
Komünizmin yıkılmasıyla birlikte, Sovyetler'den
koparak bağımsızlığını elde eden Türk Cumhuriyetleri açıldığından bu yana, Orta
Asya'dan gelen Gökoğuz'lar, (Gagauz'lar) Çavuş ve Yakut'lar 'devamlı olarak
Türk Ortodoks Patrikhanesi'ne[23] uğramaktadırlar. Benim Panayia
Kilisesi'nin bahçesinde gördüğüm Türk insanlar topluluğu bunlardır. Aya Yani
Kilisesi'ni emaneten Süryani ve Ermeniler'e veren bir patrik'in, yıllar süren
Sovyet idaresi altında din olgusunu tam olarak kavrayamayan bu Türk çocuklarını
Hristiyan cemaatine katmaya hakkı var mıdır? Bu konu bizleri aştığına göre
söz, kilise ve vakıf cemaatleriyle ilgili devlet büyüklerinindir ...
HEYBELİADA RUHBAN
OKULU
Rum Ortodokslar'ın her yıl Nisan ayında Büyükada Aya Yorgi Manastın'nda Paskalya Yortusu bayramlarının
olduğunu, araştırmalarım doğrultusunda öğrenmiş bulunmaktayım. Yortu
bayramından önce Rumlar'ın arife tabir ettikleri 22 Nisan Espirinos günü,
öğleden sonra kutlanan bir ön Yortudur. Önce Heybeliada'daki casus papazlar'ın
yetiştiği okulu görecek, ondan sonraki günde, Büyükada'ya geçecektim. Yortu Büyükada'da
olduğundan, 22 Nisan gününü Heybeli'ye ayırmıştım. Şehir hatları vapurundan inip
kısa süre yürüdükten sonra, Türk denizcilerini yetiştiren Deniz Harbokulu beyaz
kanatlı bir martı gibi karşımdaydı. Gördüğüm bu manzara karşısında duygulandım,
gururlandım. İşte Türk'ün şanlı tarihini yazanların okulları Heybeliada'nın baş
köşesinde yeralmış diye, gözlerim yaşardı. Beyazlar içerisindeki Bahriyelileri
görünce sevincim bir kat daha arttı. Az daha ileriye gittiğimde Aya Nikola Rum
Kilisesi'nin önünde siyah cübbeler giymiş papazlar'la karşılaştığımda,
sevincim hüzne dönüşüverdi. Demek benim ülkemde din görünümü altında siyasi
casus yetiştiren, Heybeli Ruhban Okulu 'nun papazlar'ı bunlardı. Olmaz
olamazdı!.. Heybeli Ruhban Akademisi 1971'de kapandığına göre, bu genç
papaz'lar kimlerdi? Yoksa Yunanistan'dan turistik seyahat için mi gelmişler
diye, kendi kendime düşünmeye başladım. İçine düştüğüm ikilemler karşısında
merakım daha da artıyordu. Heybeli'de otomobil bulunmadığından sahil yolu
üzerinde park halinde bekleyen atlı fayton'a binerek, kısa sayılabilecek bir
yolculuktan sonra Aya Triada
Manastırı 'nın bahçesindeki Ruhban Okulu'na geldim. Bahçede
sıralanmış genç papaz adayları, on beş yirmi kişilik gruplar halinde
başlarındaki yaşlı bir papaz'ın önderliğinde Rumlar'ın ünlü halas marşını,
ellerindeki kitapçıklardan okumaktaydılar. Bütün bu gelişmeleri pürdikkat
gözlemlemeye koyuldum. Bildiğim kadarıyla akademi yasal olarak kapalı ama,
papaz adayları marşın bitiminden sonra bahçede bulunan sıralara oturarak,
ellerindeki kutsal kitaptan sesli bir şekilde dualar mırıldanıyorlardı. Üç dört
saatlik ısrarlı bir bekleyişten sonra bu grupların hepsinin, Aya Triada
Manastırı'ndaki okul binasına girdiklerini gördüm. Yaşlı papaz ise, bahçede
çamların arasında gezinmekteydi. Bahçe kapısının önüne doğru geldiğimde,
keskin bakışlarını üzerime çeviren yaşlı papaz, bana hitaben:
"Beyefendi siz kimi aradıniz?
- Papaz Efendi, sizinle
görüşebilir miyim.
- Ne görüşeceksiniz, siz
Tiirksiniz sanirim.
- Evet Türküm ve bu okulu merak
ettiğim için geldim.
- Okulimiz 1971 de kapandı, o gün
bugün dir eğitim yoktİI:
- Papaz Efendi, ya az önce
bahçedeki siyah kıyafetli öğrenciler kimlerdi?
- Onlar manastir' in papaz
adaylaridir.
- Efendim, bu okul hakkında kitap
yazmaktayım, onun için soruyorum.
- Yaz efendim yaz. Ben Germonos
Atayonistos, bu manastır' ın papazi'yim. Bahçede çocuklara lıergün dinsel orun
yaptiriyorum. Bildiğiniz gibi bizim akademi kapalidir. Kısmetse
burasi yeniden
açılacak, Türk Devletine faydalı olacağiz. Yalnızca lise bölümümüz açiktir.
Buraya dafazla öğrenci gelmiyor.
-
Manastır'ı ve okulun içini görmek için buralara kadar geldim. Bir
mahsuru yoksa müsaade eder misiniz?
-
Ama şu an ' okula ne siz, ne ben girebilirim. Eski günler için
İsa Mesih' e, ulu Pavlos' a hergün dualar ediyorum.
-
Hiç değilse manastır'ın
bahçesini gezsem.
-
Bu mümkün değildir. Size
güle güle diyorum.
-
Papaz Efendi, şimdi mani
olsanız da bir gün mutlaka bu okulun içini göreceğim. Şunu bilinizki
böylesinekuralcı yasaklamalarla bir yere varamazsınız."
Heybeliada Ruhban Okulu Başpapaz'ı Germonos Atayonistos'la aramızda geçen
konuşmalar beni fazlasıyla düşündürdü. Devletimiz 1971'de Ruhban Okulu'nu
kapattığı halde, okulun içindeki Aya Triada Manastır Kilise'si açık
bulunmaktadır. Demekki bu papaz'lar, okul yerine manastır'ın kilise'sini kullanıp,
ülkemize soktukları casusları şimdi de burada yetiştiriyor olmalıydılar.
Okulun bahçesi kapalı olmadığına göre, yaz eğitimine burada devam
ediliyor. Anladığım kadarıyla kış eğitimi de Aya Triada Manastırı 'ndaki
kilise'de yapılıyordu. Mübarek okul değil, komando kampı sanki! ..
Gördüğüm genç papaz adayları bir ruhban'dan ziyade, karete yapan
sporcular gibilerdi. Okul ne kadar kapalı olursa olsun bu hain papaz'lar,
dernek oluyor ki kendilerini ve cemaatlerini perde arkasından verdiği
talimatlarla Amerika' dan yöneten canavar Yakovas'ın izinden gitmekteydiler.
Yakovas şu anda Amerikan Ortodoks Patriği olduğuna göre, yakında bu hıya118
net yuvasını Avrupa Birliğine girme hayalleriyle yanıp
tutuşan anlı şanlı Türk büyüklerine açtırırsa hiç şaşırmam. Zira dünya
coğrafyasında ekonomik bağımsızlığı olmayan ülkeler, hep aynı yaptırımlarla
karşılaşmışlardır.
Ruhban Okulundan inip, Heybeli Vapur İskelesine gelirken sahilin hemen
arkasındaki Aya Nikola Kilisesi'nin bahçesinde gezen genç papazlar'ı yeniden
görünce, önceleri Ruhbah Okulu'nun büyük bir bölümünü teşkil eden Yunan
pasaportlu sahte din adamları aklıma geldi. Devlet bu okulu ne kadar kapatırsa
kapatsın, haçlı ittifakı içerisindeki hain papazlar'ı anavatanlarına
göndermedikten sonra, kurtuluş mümkün olmayacaktır...
BÜYÜKADA AYA YORGİDEYİM
Tarih 23 Nisan 1995 Rum Ortodokslar'ın Yortu Bayramı. Büyükada Kadıyoran
Yokuşu Caddesinden araba parkına doğru yürümekteyim. Herkes kadınlı erkekli,
yanlarında çocuklarıyla en şık giysiler içerisinde, telaşla bir yerlere
gidiyordu. Az sonra bu telaşlarını anlamakta gecikmedim. Ada çarşısındaki
balıkçının önünde durduğum bir anda, başındaki süslü melon şapkasından ve
ağdalı konuşmasından Rum olduğu anlaşılan yaşlı bir madam, ihtiyar balıkçıya
siparişler veriyordu:
-
Monguldar Efendi, bilirsiniz ki bugün Kutsal Yortu günidir. Metropolit
Simon, Aya Yorgi'ye gelicektir. Şimdi ben gidor, sen benim lakerdaları hazırla,
akşama Hristaki benden meze istiyecektir. Benim koca olacak dinozorun
huysuzluğini anlatmama gerek yoktir herhalde?
-
Tamam Madam Eteni, ben gelemor, sen benim yerime de aziz Yorgi'yi taziz
ediver.
-
Seni tembel Monguldar seni, dün Espirinos'a gelmorsin, bu günde yortuya
gelmorsin, vallahi ulu Hristos'a şikayet edeceğimdir seni... İşin gücün
paradir. Naporsin bu paralari? Yoksa genç bir madam mi var. Ama bu
göbek var ya bu göbek, seni ihtiyar Evanfiye bile istemez.
-
Madam Eteni, sen benim
gençliğimi bilorsun. Seni almadim diye mi böyle dir dır edersin.
-
Tamamdir Monguldm: Sana
Hristos adina Aya Yorgi'de, genç bir madam isteyeceğimdil:
-
Bende sana lakerdalarin en
feriğini ayıracağım Madam Eleni."
Büyükada çok lüks ve kozmopolit bir yer olduğundan, buradaki
Gayrimüslimler aralarında böyle şakalar yapmaktan çekinmiyorlardı. Genellikle
siyahlar giyinmiş şık insanların telaşlarının Aya Yorgi'ye gitmek olduğunu,
Madam Eleni'nin konuşmalarından anlamıştım. İçime tuhaf bir Rum kokusu sinmiş
ve kendimi ayrı bir dünya'da, sanki Yunanistan' da gibi hissediyordum. Biran
aklıma Anadolu'nun tertemiz, pırıl pırıl çocukları geldi. Burada Rum
palikaryalar'la, bizim Türk monşerler de vardı. Öylesine içiçe girmişlerki bu
insanları ayırdetmek adeta imkansız gibiydi. Ada'nın işçileri, yük
taşıyıcıları, gündelikçi kadınları, turistik amaçla hizmet gören at ve
eşeklerin bakıcıları bizim insanlarımızdı. Tarihler yaratmış bir milletin
bugünkü çocukları, bu palikaryalar'a ve bizim hristik monşerlere karın
tokluğuna hizmet etmekteydiler. Her birinin hüznü yüzlerinden okunuyordu. Bu
acıların insanları bizim, bu monşerler de bizim, ya bu palikaryalar kimindi?
Bunların kimin olduğunu bilenler, onları ait oldukları yere neden iade
etmezler?..
Ada'da çok yaşlı, dinç ve hayli bakımlı zinde insanlar görünce,
şaşkınlığımı anlatacak, dertleşecek birilerini arıyordum.
Yollardaki zakkum çiçekleri, bahçelerdeki güzelim begonya ve ortancalar,
lüks cumbalı evler, anlaşılan bu kranta ihtiyarların ömürlerine, ömür
katmaktaydılar. Biran düşünüp gördüklerimin değerlendirmesini yaptıktan sonra
ada'da neden çok yaşlı ve zinde insanlar olduğunu daha iyi anlıyordum.
Anadolu'daki çileli hayat mücadelesi, bu ülkenin asil evlatlarını demek
ki erken bitirip tüketiyordu. Ülke tapusunun evlatları üvey, mutlu hayatlar
yaşayan palikaryalar öz oluyorlarsa, bu durum çok acı ve düşündürücüdür. Aya
Yorgi'ye gitmeden önce, kendime otelde bir yer ayırtmak aklımdan geçti. Güzel
ve şık bahçeli bir yer olan Spilendit Otele girdiğimde, resepsiyondaki
bayandan oda istedim. Bu arada otelin işletmecisi geldi. Türkçesi kavruk
olduğundan, adını sorup Niko olduğunu öğrendiğimde, çok açık bir şekilde
otelde kalmayacağımı söyledim. Oradakiler tuhaf tuhaf bana bakmaya başladılar.
Ömrüm boyunca hiçbir azınlığa bilgim dahilinde para kazandırmak gibi bir
prensibim olmadığından, o günümü sokakta da geçirsem bu insanlara maddi manevi
taviz vermemeye kararlıydım.
Her Türk insanı duyarlı davranmış olsaydı bu palikarya azınlıklar,
anavatanlarına çoktan gitmiş olurlardı. Şimdi ise bizim hristik monşer
ailelerle, ada'nın muhteşem sahilleri ve ihtişamlı köşklerinde hayatın tadını
birlikte çıkarıyorlar. Bilmiyorlar ki bu aileler, kendilerinden sonra gelecek
nesillere farkında olmadan acı bir miras bıraktıklarını. İlerde lüks
yaşadıkları bu cennet yerleri, dost geçindikleri palikaryalara te.slim
ederlerse hiç şaşırmasınlar. Bu monşerlere ancak şunu söyleyebilirim, insanlar
milleyetleriyle doğar, milliyetleriyle ölürler. Bu sebepledir ki hiçbir Rum,
Türk'ün gerçek dostu olamaz!..
Otelde kalmaktan vazgeçtiğimden elimdeki küçük çantamla Büyükada çarşısı
araba parkına geldim. Hristiyanların Kutsal Yortu günü olduğundan burası her
zamankinden daha kalabalıktı. Atlı faytonlardan bir tanesine binip Dil
İskelesi yolundan, yirmi dakikalık bir yolculuk neticesi dinlenme parkının
önüne gelerek indim. Karşıda ise ada eşeklerinin kiralama bahçesi bulunmaktaydı.
Dinlenme parkının önündeki yamaçlı yolun ise Aya Yorgi Manastırı'na gitmekte
olduğunu öğrendim. Oldukça dik olan bu yola ya eşekle, ya da yaya gidecektim.
Bir eşek kiralayarak patika yolundaki çamların arasından kısa sürede Aya Yorgi
Manastın'na varmıştım. Rumlar'ın Aziz Yorgi dedikleri bu yer, muhteşem bir
tepenin üzerinden İstanbul 'u adeta cennet gibi gösteriyordu. Kendi kendime
düşündüm:
"Bu Rumlar mı
azınlıktı, yoksa bizler mi? Bu kadar ihtişamm din ve vicdan hürriyetinin
içerisinde, bir de bizleri bütün diinya'ya şikayet ederler. Tabii ki bütün
dertleri ülkeyi karıştırmak! Bu mu Yunan medeniyeti? Barbar dediğiniz Türk'
fer kendi vatan topraklarında sîzlere bu dersaadetleri vermişse, asıl barbar
sizlersiniz, Perikles'in torunları!.. "
Aya Yorgi Manastırı'nın geniş ve bakımlı bahçesi adeta labe leb doluydu.
Siyahlar giymiş kranta hanım ve beyler, birbirlerine gülücükler
yağdırıyorlardı. Papazlar' daki ağır parfüm kokuları, sanki ünlü Bozart'ın
dükkanı gibiydi. Ahimandirit'ler, papaz'lar, diyokos'lar sıralanmış bir halde
canavar Yakovas'ın çırağı Adalar
Metropolit'i Simon'u bekliyorlardı. Bir gün önce Espirinos
(Arifelerini) kutlayan Rum Ortodoks'lar, bugün de Yortu Bayramlarını
yapacaklardı. Nihayet Metropolit Simon atlı bir faytondan, dört kişilik papaz
grubuyla birlikte yere indi.
Aman ne inmek, Yunan bayrağının mavisi halılar
ayaklarının altına serilmiş, bütün papaz'lar ve yaptıkları makyajdan adeta
boyacı küpüne dönmüş lüks bayanlar yerlere kadar eğilerek, etek öpüyorlardı. Büyükada'nın Türk vatandaşı
statüsündeki Rumlar'ı Paskalya Yortusunu sevinçle kutlarlarken, Yunan'lı
dostlarıyla eleleydiler.
Metropolit Simon elindeki haç'la bahçedekileri
selamlayıp, Aya Yorgi'nin ana kapısına gelmişti. Bahçedeki piyano, Rumların
ünlü halas marşını çalınca, orada bulunanlar hepbir ağızdan coşuverdiler. Daha
sonra herkes Metropolit Simon'un yanına gidiyor ve ulularına dokunabilmek için
izdiham yaratıyorlardı. Simon kısa bir konuşmadan sonra, takdisleri içeride yapacağını
söyledi. Bu konuşmanın bitiminde, Rum Ortodoks'lar sırasıyla yavaş yavaş
manastır'a girmeye başladılar. Bütün bu olanları bahçenin kenarından
seyrediyordum. İçeriye girmezdim, giremezdim yoksa kendimden şüphe ederdim.
Beni buralarda bir yakınım görse acaba ne derdi? O zaman kimselere bir şey
diyemezdim. Artık bahçe dışına çıkıp çam ağacına bağladığım ada eşeğini
çözerek, geri dönecektim. Çok merak ettiğim Yortu'yu dışarıdan da olsa
görmüştüm. Üzüntülerimin bir başka yönü ise, bu palikaryaları dışarda bekleyen
atlı faytoncuların hepsinin Türk olmalarıydı. Dün Rum'lar Osmanlı Türkleri'
nin hizmetkarlanydı. Bugün tarih ters dönmüş olacak ki, bizim çocuklarımız çok
acıdır ki Kostalar'a, Sokratlar'a, Eleniler'e hizmet ediyorlar. Büyük yerlerde
oturup büyük geçinenler, kalkın ayağa ve bu acımasız adaletsizliğe son verin!
..
Aya Yorgi'nin yan yolunda eşekten inerek, yularını
elime alıp, yaya yürümeye başladım. Hayatımın her döneminde içimde yaşattığım
milli duygularım beni derin üzüntülere sevketmişti. Bu palikaryalar eşi menendi
olmayan vatan topraklarımızda metropolit'likler kurup, has bahçenin vezirleri
oluyorlarsa, bizim insanlarımızı rezil etmeye kimsenin hakkı yoktu! .. Devlet
politikası deyip, Cumhuriyet döneminde yedi olan metropoIit'liği daha sonraki
yıllarda yirmiye çıkaranlar, doğru söyleyen tarih sizi hiçbir zaman
affetmeyecektir.
Böylesi vatanseverlik duygularıyla dalgın bir halde
ilerlerken, dinlenme parkına geldiğimi farkettim. Az ilerideki eşek bahçesine
gidip kiraladığım hayvanı teslim edecektim ki, o da ne üç insan bir eşeği yere
yatırıp, ayaklarını bağlamış başında duruyorlardı. Ada eşekleri tavlı[24] olduklarına göre, herhalde çamlıkta eşek
mezbahası var diye düşündüm. Az sonra yanıldığımı anladım. Bahçenin sahipleri
hayvanın dişi çürüktür, kaç gündür (sızlanıp anırmaktan) para kazanmıyor. Onun
için dişlerini çekeceğiz diyorlardı. Bahçenin sahibi İzmit'li Abdi Efendi hem
gülüyor, hem söyleniyordu:
“Bu papaz lar Aya Yorgi'ye yük
taşıyan eşeklere kaba şekeri fazla verdiklerinden, genç yaşta dişleri
çiirüy01:
-
Peki siz nereden
biliyorsunuz bu hayvanın yaşının genç olduğunu?
-
Ağabey eşeğin yaşım
dişinden, kadar yaşım elinden anlarız. Bunu bana çocukluğumda babam
söylemişti. "
Etrafta bir kahkaha fırtınası esince, beni derinden
sarsan üzüntülerimi de kaybetmiştim. Hayatımda ilk kez bir eşeğin diş çekimini
görmek, hatıralarımda tatlı bir anı olarak kalacaktı. "Çocukluğumun
geçtiği batı yakamızm Şiikraniye Köyünde, demirci Ahmet ustanın dişlerimi
çektiği kerpetenin bir benzerini de burada görmüştüm." Çok
geçmeden Abdi Efendi'nin yanındaki iki görevli hayvanın alt ve üst çenesini
kalın bir kenevir ipiyle bağlayıp, ağzını açtılar. Bu durumda operasyon başlamıştı.
Abdi Efendi'nin elindeki büyük kerpeten, arka arkaya iki çürük dişi çekmişti
bile!.. Bir kova su ile pansuman yapılıp, hemen sırtına vurulan sükseli
turistik semerle, ada eşeği görev yapmaya hazır ve nazırdı.
Çekim işlemi tamamlandıktan sonra, bahçedeki
görevliler artık bu akıllı eşek olur. Bundan sonra çikolata şeker yemez diye
etrafı kırıp geçiriyorlardı. Peki bu eşek akıllı olmuştu da, ya bu parktaki
diğer eşekler akılsız eşekler miydi? Dinlenme parkından bindiğim bir atlı
faytonla Büyükada çarşısına inerek, ada'dan ayrılmak istedim. Bu defa zamandan
tasarruf etmek için şehir hatları vapuru yerine deniz otobüsünü tercih ederek,
Büyükada, Heybeli, Kınalı, Burgaz ve Kaşık Adalan 'nı seyrederek buralara veda
ediyordum.
Bir gün, ama bir gün mutlaka, bu Ruhban Okulları,
manastır'lar, patrikhane'ler ve kilise'ler buralardan başka diyarlara
gideceklerdir. Ömrümce ruhumun derinliklerinde yaşattığım bu amansız heyecan ve
isteklerimin gerçekleşip, hakikat olacağına kalpten inanmaktayım...
BARTHOLOMEOS VE FENER RUM PATRİKHANESİ
VATİKAN OLMA YOLUNDA
1989 yılında çeşitli ülkelerden İstanbul'a gelen
Ortodoks palikaryaların arasında (ezilmişliklerine aldırmadan) restorasyonu
tamamlanan Fener Rum Patrikhanesi'nin açılış merasimine katılan Türk büyükleri
Nurettin Sözen, İlhan Aküzüm ve Cahit Bayar, dünya umuru muhterisliğindeki günü
kurtarma politikalarıyla Patrik 1.
Dimitrios'u farkında olmadan onur payesine ulaştırmışlardır. 1. Dimitrios'un 1991'deki ani ölümüyle onun
yerine görevi üstlenen Bartholomeos,
daha keskin çıkışlar yaparak dikkatleri üzerinde toplamaya başlar.
1989'daki açılıştan iki yıl sonra Fener Rumları'nın büyük zaferini Amerika' da
kutlayıp taçlandırmak isteyen patrik, ziyaretinin siyasi bir amacı olmadığını
söylediği halde, Washington Askeri Hava alanı'nda çift başlı Bizans bayrağının
göndere çekilmesiyle karşılanır. Bununla da yetinilmeyip Bartholomeos'a devlet
başkanları ''düzeyinde bir protokol' düzenlenerek,—yalnızca' devler ' baş■
kanlarına açılan "Blair
House" da öğle yemeği verilir. Patrik, Türkiye'ye danışmadan
Amerikan Kongresinde Ermeni tasarı-
sının ev sahipliğini yapan Senatör Robert Dole'un ödül törenine de
iştirak eder. Yanlarında Yunan Başbakan yardımcısı olduğu halde, Washington ve
her gittiği yerde kendilerinden "Ekümenik Konstantinopolis" patriği diye bahsedilir.
Türkiye'de Rum Ortodoks cemaatinin din işlerinden sorumlu ruhani bir patrik
olan Bartholomeos, devlet müsaadesi olmadan bu tür siyasi görüşmelere nasıl
katılabilir? Hani laiktik, hani din devlet işlerine karışmayacaktı. Bir
Müslüman Türk din adamı bu işlerin teşebbüsünde dahi bulunsa, başta sosyalist
kesimin kalemşörleri olmak üzere, sözde entelektüel geçinen hristik monşerler
laiklik elden gidiyor diye bas bas bağırırlar. Bir Rum papaz yurt dışında
Konstantinopolis Patriğiyim diyerek Türk Devleti'ni hiçe sayınca, ne yazık ki
en yetkili kurumlarımız dahi suspus olmaktan öteye gidemezler.
Amerika'nın
Fener Rum Patriği'ni böylesine görkemli karşılaması, dünya üzerinde yaşayan
250 milyon Ortodoks 'u kendi etki alanına çekmek istemesinden
kaynaklanmaktadır. Fener Rum Patrikhanesi'nin asıl gayesi ise, dünya
Ortodoksları'nın merkezi İstanbul olmak üzere, Cihan Patrikliği ünvanını yeniden
kazanmak istemesidir. Katolik İtalya'nın ortasında nasıl Vatikan devlet içinde
devlet'se, İstanbul'umuzun ortasındaki Rum Ortodoks Fener'de tıpkı Vatikan gibi
ruhani bir devlet olmak hayaliyle yanıp tutuşmaktadır. Bu nedenle patrik'in
Amerika gezisi din olgusundan ziyade, siyasi evrensellik kazanma yolunda
atılan tehlikeli adımlardan biridir.
Bugünkü
Patrik Bartholomeos 1991'de Fener Rumları'nın başına geçince, uyguladığı siyasi
faaliyetlerin Athenagoras döneminden daha tehlikeli boyutlara ulaşmaya
başladığı kaçınılmaz bir hakikattır.
Son iki
senedir patrikhane'de dini meclis'ler toplanarak, patrik sık sık yurtdışı
seyahatleri yapmakta olup, bu arada Yunanistan Hükümeti de boş durmayarak
Fener Patriği 'nin Türkiye Cumhuriyeti kimliği mecburiyetinin insan haklarına
aykırı olduğunu belirtip, hiç beklemeksizin kalkmasını istemektedir. Tehlikenin
asıl büyüklüğü ise Ayasofya'nın Hristiyan Ortodoks
ibadetine açılması için öngörülen memerandumu Unesco' ya, Avrupa
Konseyine, Amerika, Kanada ve Avusturalya Kültür Bakanlarına göndermeleridir.
Sovyetler Birliğinde (Komünizmin yıkılmasıyla birlikte) Kafkaslardaki Türk
Cumhuriyetleri 'nin kapılan büyük ölçüde açıldığı halde, Moskova'da sermayesini
Yunanlı işadamlannın verdikleri ilk Ortodoks Bank, patrik ve yardımcıları
konumundaki metropolitler'in gayretleriyle kurulmuş durumdadır. Yunanistan
kendi yörüngesindeki din adamlarını okşayarak, Türkiye'ye karşı bir Rus cephesi
oluşturma gayretleri içerisindedir. Atina ve Moskova arasında yapılan
andlaşmaya göre, Balkanlar'dan Kafkasya'ya kadar Türkiye'nin yolu kesilip,
ülkemiz sinsice uygulanan planlar neticesinde bir Hristiyan Ortodoks kıskacına
alınmak istenmektedir.
Bizim Türk büyüklerinin Hristiyan alemine şirin görünmek uğruna
patrikhane'yi merasimle açtıkları günden bu yana, Fener'in casus papazları
çevrelerindeki evleri satın alarak, genişleme eğilimi tatbikine
koyulmuşlardır. Aslında mevcut yasaiara göre patrikhane'nin mülk edinme hakkı
olmadığı bilinen bir gerçektir. Fener'in deneyimli politik Rum papazlar'ı bunun
da bir formülünü bularak, azınlık statüsündeki sıradan vatandaşlara evler
satın aldırarak, sonradan patrikhane'ye bağışlatmaktadırlar. Araştırmalarıma
göre bu evleri alanlar oldukça fakir insanlardır. Öyle anlaşılıyor ki bu
paralan Fener Rum Patrikhanesi ödüyor, daha sonra da bütün prosedürlerin
bitmesiyle birlikte formalite bağış yaptırıyorlar.
İtalya'nın tam
göbeğinde kalbe saplanan hançer gibi, Katolik Vatikan böyle kurulmamış mıydı?
Allah İstanbulumuz'u Vatikan olma yolunda karanlık emelleri olanlardan ebediyen
korusun .••
Bu durumlara hükümet ve devlet büyüklerimiz her yönüyle tanık oldukları
halde neden suskun kalmaktadırlar? Anlamak mümkün değil!
Türk Hristiyan Ortodoks III. Patriği Selçuk Erenerol, karşılıklı
yaptığımız uzun bir görüşme esnasında Fener Rumları 'nın (megalo idea'larını)
bakınız nasıl telaffuz ediyor:
"Fener Rum Patrikhanesi'ne Lozan'a göre, sadece
ruhani alanda faaliyet göstermesi kaydıyla İstanbul'da kalmasına müsade
edilmişse de, buna hiçbir zaman riayet edilmeyip, hep siyasi birim
olarak faaliyet içerisinde olmuşlardıı: Nitekim patrik in yabancı devlet
adamlarıyla görüşmeler yapması hunun en belirgin ispatıdu: Fener Rum
Patrikhanesi ideallerinden asla vazgeçmez. Bir gün gelecek İstanbul,
Konstantinopolıs olacak ve Ayasofya’da 500 çan
çalınacaktır. Bu (ide-a) Fener Rumları'nın 540 senelik hayalleridil:
"
Evet bu tehlikeleri Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol çok doğru ve
yerinde anlatıyor da, kendileri vicdanlarıyla başbaşa kaldıklarında acaba
Ayasofya'da Fener Rurnları'nın hayfil ettikleri çalacak 500 çanı mı isterler,
yoksa ezan sesini mi?
Burada gerçekleri
objektif bir şekilde değerlendirmek gerekirse, Rumlar'dan ne kadar şikayetçi
olursa olsun, Türk Ortodoks Patriği de Hristiyan olması nedeniyle kalben de
olsa şikayetçi gibi göründüğü; Hristos adına, inandığı din adına o çanların
çalmasını mutlaka isteyecektir. Kimse kimseyi kandırmasın, ne kadar kavgah
olursa olsun her Hristiyan günün birinde müşterekte mutlaka birleşir. Bakmaym
siz bugün aralarında ayrılık rüzgarları estiğine, din bir, dil bir, kitap bir,
bütün semavi dinlerde ırk her zaman son kertede kalır. Türk Ortodoks, Rum
Ortodoks kavgasının Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana var olduğu kaçmılmaz
bir gerçektir. Din birliğinde, hepsi de ırki birliğe son verip, tek vücut haçlı
oluverirler. Müslüman deyince Türk, Türk deyince Müslüman'm akla geldiği bir
ülkede, Türk'ün Hristiyan'mı düşünmek bile; ülke ve millet bütünlüğü
gerçeklerine tamamiyle aykırıdır.
Fener Rum Patrikhanesi Vatikan olma yolunda demiştik, öyleyse anlatalım
da, patrikhane açılışında mutluluk gülücükleri dağıtan üç Türk büyüğümüz
dinlesinler, dinlesinler ki Türk İslam alemi adına ne büyük hatalar
yaptıklarını görsünler:
"7 9 Nisan 1994'te İstanbul'da yapılan vicdana
çağrı toplantısında Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'un da katıldığı
uluslararası vicdan, barış ve hoşgörü konferansının bitiminde, (tıpkı Vatikan
gibi) Fener Patriğinin Devlet Başkanlığı sıfatının onaylanmasmın ön
görüşmeleri yapılır. Konferansın kapamş bildirgesinde İngilizce metni
Bartholomeos (Ekümenik Patrik) olarak imzalamıştu: Türkçe metin bu hain papaz
için fazla önemli olmadığından, Ekümenik'i kaldırtarak (Patrik) olarak
imzalar. Ekümenik "Baş" anlamına geldiğine göre bu palikarya
Türkiyemiz' in dini Devlet Başkanı'mıdır? Bu toplantının kapamş bildirgesine,
bilinçli bir şekilde Boğaziçi şehri yazıl11: Aslında bu tür toplantılarda,
toplantımn yapıldığı şehrin adı bildirgeye mutlaka konw: Bartholomeos, maiyetindeki
Sen Sinod üyeleri ve diğer din temsilcileri için İstanbul yoktur
Konstantinopolis vardır. Bu nedenle metne Boğpziçi şehrini koymuşlardır.
Nitekim 20 Nisanda Fener Rum Patriği Avrupa parlamentosuna, Devlet Başkanı
sıfatıyla çağrılır. Çok acıdır ki, böylesine affedilemez bir ihanete hiçbir
Türk yetkili müdahale etmemiştir. Türkiye'de Halifelik Osmanlı' mn bitimiyle
kalktığına göre, Bartholomeos arkasına aldığı haçlı ittifakıyla acaba yeni bir
Hristiyan Halifeliği mi yaratmaktadır?"
Bu
anlattıklarımı, Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin[25]
arşivlerinde yer alan antentli belgelerden temin ettiğimden dolayı rahatlıkla
yazabilmekteyim. Böylesine acı gerçekleri üç Türk büyüğüne ithaf ederken,
yarattıkları onarılması imkansız kara lekeyi nasıl temizlerler bilemiyorum.
Bugün sadece
ve sadece Yunan emellerine hizmet eden Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin
bütün gelirleri Yunanistan ve dünya'daki diğer Rumlar' dan gelmektedir. Türkiye
sınırlan içerisinde olan bu patrikhane'nin geliri hiçbir zaman sorulup
denetlenmemiştir.
Tabii ki
gelirini dışarıdan sağlayan bu hıyanet yuvası, kendisine faaliyetini
sürdürecek finansı sağlayanlara hizmet etmek zorunluğundadır. Buradaki çifte
standart'ın mutlaka kalkması gerekir. Türk Ortodoks ve diğer Gayrimüslim
kiliseler'in yanında özümüz canımız İslâmî kuruluşlar, vakıflann denetimleri
altında bulunuyorlarsa, Türk Devleti adına bu Rum palikaryalar'ın Fener
Patrikhanesi'de denetlenmeli ve yıllardır gözardı edilen bu ihmal mutlaka
düzeltilmelidir.
Bu Rum papazlar'ın
özel ayncalıklan mı vardır da, mabedlerinin denetimleri yeterince yapılmıyor?
Birileri ortaya çıkıp açıkça söylesinler ki, bizler de gerçekleri öğrenelim.
Yoksa yılların ihmalini önlemek asırlara dayanır. Böylesine gaflet uykuları
bizim insanlarımıza büyük zararlar vereceğinden, kabul edilecek durumlar
olamaz.
KİMDİR BU BARTHOLOMEOS
Dünyevi
adıyla "Dimitrios
Arhondonis" 1940'ın, doğum gününü dört yılda bir
kutlayabileceği 29 Şubat'ta Gökçeada' nın Zeytinli Köyünde dünyaya geldi. Arhondonis ve eşi
Madam Meropi 'nin üçüncü çocuğuydu. Babası yaşadıkları köyün hem kahvecisi, hem
de berberiydi. Bu nasıl olur derseniz, o yıllarda küçük yerlerde ve adalarda,
kahvelerle berber dükkanları müşterekti. Bilhassa bu işleri adalarda
genellikle azınlıklar yapıyorlardı. Kahveci Arhondonis ve eşi Meropi, oğulları
Dimitrios'un vaftizini ada'daki Aya Yorgi Kilisesi'nde kutsadılar. Gökçeada Rum
İlkokulu 'na devam eden Dimitrios on iki yaşına geldiğinde, yaz aylarında
babasına yardım için küçükkardeşi Andon[26]
ile birlikte münavebeli olarak çay dağıtıyor, saç sakal traşı yapıyorlardı.
Ara sıra oynanan kağıt oyunlarının manostınu ise ağabeyleri Niko topluyordu.
Öğretmeni Anastasiadis, Dimitros 'u çok zeki bir öğrenci olarak tanımlamakta.
Halen hayatta olan bu öğretmen (Bartholomeos'la) sık sık görüştüğü gibi eski
öğrencisi tarafından kendisine "Arhan" payesi verilmiştir.
Ortaokul
çağına gelen Dimitrios, İstanbul'un yolunu tuttu. Aynı ünitede orta bölümü
bulunan Zoğrafyon Lisesi 'ne kaydını yaptırdı. Bir yıllık öğretimden sonra
Gökçeada'ya dönerek, tahsiline burada devam etti. Kendi tabiriyle sesi çok
güzeldi. Çok geçmeden ada'nın kilise korosuna katıldı. Boş zamanlarında
buradaki papaz'ın peşine takılır, çantasını taşır, bir eşeğe binerek beraberce
Rum köylerini dolaşırlardı.
Dimitrios,
ortaokulu bitirdikten sonra yeniden İstanbul'a geldi. Hayallerinin mektebi olan
Heybeliada Ruhban Okulu' nun
lise bölümüne başladı. Günlerinin büyük bölümünü okulun dev
kitaplığında geçiriyordu. Burada kompozisyon tekniğini hayli ilerletmişti.
Doğa sevgisi, kar tutkusu üzerine yazdıkları yıllar sonra
"Kompozisyonlar" adıyla Yunanistan 'da kitaplaştırılacaktı. Yaz
aylarında Gökçeada'ya giderek babasına yardımcı oluyordu. Kağıt oyunlarının
manosunu her zamanki gibi babasıyla ağabeyi Niko topluyor, o ise kardeşi
Andon'la birlikte ocakçılık, çay servisi ve berberlik derken aile bütçesine
katkıda bulunuyordu.
Yıllar su
gibi akıp giderken, Dimitrios Arhondonis 1961 'de Heybeliada Ruhban Okulu'nun
yüksek bölümünü birincilikle bitirdi. Çok geçmeden askere gitti. Yedeksubay
(Asteğmen) olarak İstanbul Tuzla'da gördüğü eğitim sonrasında, Çanakkale
Gelibolu-Demirtepe 'den terhis belgesini aldı. Askerlik dönüşü patrikhane'nin
finanse ettiği kaynaklarla beş yıl süreyle İtalya ve İsviçre'de Hristiyanlık
üzerine İlahiyat hukuku okudu. Ayrıca İtalya'daki The Pontifıcal Gregorian
Üniversitesi'nde din hukuku doktorası yaptı. En büyük ideali, Heybeliada'daki
Ruhban Okulu'nda profesör olabilmekti.
Basamakları
hızla tırmanan Dimitrios, İtalya dönüşü patrikhane'nin yazı işleri müdürlüğüne
getirildi. 1973'te Philadephia (Alaşehir-Manisa) Metropoliti göreviyle,
başpiskoposluğa atandı. Manevi babası Metropolit Meliton, takdis anında kulağına
eğilip fısıldadı: "Tann patrikliği nasip etsin."
Dimitrios Arhondonis, 1974'te Kadıköy Metropoliti sıfatıyla patrikhane
Sen Sinod üyeliğine getirildi. Kendisi gibi isim adaşı olan Fener Rum Patriği
Dimitrios I,[27] 3 Ekim 1991'de kalp krizinden öldü.
Dünyadaki 250 milyon[28] Hristiyan Ortodoks, mevcut 14 başpiskopostan
hangisinin patrik olacağını konuşmaya başlamıştı. En gözde ve ön plana çıkan
aday, Amerika ve Avrupa destekli Kuzey-Güney Amerika Başpiskoposu Yakovas'tı.
Daha önce de belirttiğim gibi bu hain papaz, casusluk faaliyetlerinden dolayı
1958'de vatandaşlıktan çıkarılarak, Adnan Menderes Hükümetinin aldığı ivedi
kararla sınırdışı edilmişti. Bu şartlarda, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre
patrik seçilemezdi. Yine de, onun da adının bulunduğu aday listesi İstanbul
Valiliğine sunuldu. 22 Ekim 1991'de yapılan açıklamaya göre; Dimitrios
Arhondonis "Bartholomeos"
Fener Rum Ortodoks Patriği seçilmişti.
270'nci patrik için 2 Kasım'da görkemli bir tören düzenlendi. Patrik'in
tacını Demre Metropoliti
Hrisostomos giydirdi. Asasını Gökçeada ve Bozcaada Metropoliti
Fotios'un elinden aldı. Kilise "Asio" (layıktır) diye inlerken
Yunanistan Başbakanı Konstantin Mitçotakis, yeni patrik'i elini öperek
kutsadı. Bu şartlarda patrikhane bir din kurumundan ziyade, siyasi eksenli
olduğunu ayan beyan belirginleştiriyordu. Aynı günkü kutsamada, dönemin ABD
Başkanı George Bush'un ağabeyi William Bush da hatırlı konuklar arasında
yer almaktaydı.
Bartholomeos,
geçmişteki diğer seleflerinden daha hızlı bir şekilde göreve başlamıştı. Henüz
makamına oturmadan, William Bush aracılığıyla George Bush'a Ruhban Okulu'nun
bir an önce açılması için mesaj göndermeyi ihmal etmiyordu. Aradan geçen birkaç
gün sonra son model mercedes makam aracına özel numara isteyerek, sinsice bir
pliinla "34 EPB
12" plakasını taktırmıştı. Trafik tescildeki iyi niyetli
memurlar fazla dikkat etmemiş olsalar da, buradaki harflerin manası Ekümenik Patrik Bartholomeos'tan başka
bir şey değildi. Türkiye Cumhuriyeti Hilafeti terkedeli üç çeyrek asırdan
fazla bir zaman olduğu halde, o hala Hristiyan Halifeliği ateşiyle yanıp
tutuşuyordu. Bütün bunlarla yetinmeyip, yetkili makamların nabzını yoklayarak
patrikhane'nin önünden geçen "Sadrazam
Ali Paşa Caddesi"nin değiştirilmesinin çarelerini aradı. Ancak,
bu isteği gerçekleşmeyince bir müddet sesini kesmekle yetindi. Asıl gerekçe,
patrikhane'nin ortakapı denilen kısmında Patrik Grigoris' un vatana ihanetten
dolayı Sadrazam Ali Paşa tarafından astırılmasıydı. Anlaşılan o ki 1840'lardan
bu yana süregelen bu kin fırtınası hala dinmemişti. Gerçekten dinmiş olsaydı,
Bartholomeos o günden beri bir duvarla örülü olan ortakapıyı açtırır ve bitmek
bilmeyen kin fırtınalarına son vermiş olurdu. Patrik, on dört yılı aşkın görev
süresinde cemaatinin hızla azalması nedeniyle Türkiye'yi her fırsatta Avrupa
ülkelerine şikayet ederek son çırpınışlarını oynamaktadır.
Bir
istatistiki bilgi verecek olursak, 1900'lerin başlarında Anadolu ve Trakya'da 2
milyona yakın Rum yaşıyordu. Balkan Harbi ve Birinci Dünya Harbi yıllarında
nüfusları büyük ölçüde azaldı. Lozan Muahedesi gereğince yapılan mübadeleden
sonra, demografik yapı tamamen değişti. Her iki taraftan yaklaşık bir milyon
yediyüz bin kişi mübadele edilerek, yaşadığı topraklardan koparılıp başka
ortamlara yerleştirildi. Bu insanlann bir milyon iki yüzbini Anadolu'dan Yunanistan'a
gönderilen T.C uyruklu Ortodoks Rumlar; beşyilz bini de Yunanistan'dan
Tükiye'ye yerleşmek zorunda bırakılmış Türk asıllı Müslümanlardı. Milbadeledeki
gelişmelerin en ilginç yanı ise, sayılan ikiyüz bini bulan Karamanlı'nın da Rum kabul
edilerek, Ege'nin karşı kıyısına yani Yunanistan'a gönderilmeleriydi. Rumlar,
yani Doğu Romalılar, Trakya'nın en eski sakinleri olarak tanınmaktalar. 6.
yüzyılın ortalarından itibaren Bizans'ın Yunanca'yı resmi dil olarak kabul
etmesinden sonra, farklı bir Grekçe konuşmaya başladılar. Tarihi kaynaklara
göre aralarında hiç Rumca-Yunanca
bilmeyenler de bulunmakta. Onlara "Karamanlı" deniliyor. işte bu
Karamanlı'lar, Hristiyan Ortodokslar'dır. Tabii ki bu insanların Türk mü, yoksa
Rum Ortodoks mu oldukları hala tartışma konusudur. 1924 'te gerçekleşen
mübadeleden sonra İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada'da yaklaşık yüz seksenbin
Rum'un kaldığı istatistiki bir gerçektir.
Şu anda Ocak 2006 itibariyle net rakam vermek gerekirse, Türkiye'de
yaşayan Rum asıllı vatandaş sayısı 1214'tür. Bu bilgiler patrikhane'nin arşiv
kayıtlarında yer aldığı için, rahatlıkla yazıyorum. Aslında kesin rakam 1852
kişi olmasına rağmen bunların bir kısmı, Yunanistan ile Türkiye arasında mekik dokumaktalar. Patrik
Bartholomeos, sayılarını her ne kadar yüksek göstermeye çalışsa da, kaçınılmaz
gerçek bu! Her sene 6 Ocak 'ta İstanbul' un çeşitli sahillerinde şatafatlı
kalabalıklarla Rum Ortodoks gençlerini soğuk suya atlatıp denizden haç çıkarma[29] geleneğini sürdürse de, görüldüğü kadarıyla
harç bitmiş yapı paydos olmak üzere ...
Apoyevmatini
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliyadis, tıpkı "Caretta Caretta kaplumbağaları
gibi neslimiz tükenmeye başladı" demesine rağmen, inatçı patrik arkasına
Amerika'yı alarak, her fırsatta Türkiye'yi karıştırmaya çalışmaktadır. Geride
kalan çokları yaşlı 1214 kişilik
cemaatiyle Ruhban Okulu'nun yeniden açılması için akla hayale gelmeyecek
planlar: uygulayan Bartholomeos, Avrupa Birliği uydurmacalarıyla siyasi
Donkişotluğa soyunup, aklı sıra Türkiye'yi boşluğa düşürmek istemektedir. Bu
sahte kurnazlıklara aklıselim hiçbir yetkili inanmaz. On yıl sonra sayıları beş
yüzün altına düşecek olan Fener Rumları'nın gidecekleri yegane yer Aynaroz'
dur. Şimdiden hepsine kutlu mutlu olsun...
Türk Ortodoksları'na
gelince, yaptıkları tarihi hatalar nedeniyle can çekişmekteler. Fener
Patrikhanesi'ne alternatif olma hikayeleri, lafıgüzaftan öteye gidemez. Tünelin
ucu göründüğüne göre, faaliyetlerini farklı ve ticari mecralarda sürdüren bu
kurumdan devlet haklı olarak vakıf mallarını geri çekerse, işlem bitti
demektir. Nasıl olsa Rum Ortodoks, Türk Ortodoks din ve mezar müştereğinde
birleşmiyorlar mı? Bundan sonra hayat sürecinde de birlikte olsalar ne farkeder
ki!..
Fener Patriği
Bartholomeos'a gelince; her ne kadar gizli taktiklerle patrikhane'nin
etrafındaki yerleri yüksek paralarla aldırsa da, bunların hepsi boş bir hayal.
Kafasının arkasındaki Bizans kurgusuyla İstanbul'u Vatikan'a çevirmesi mümkün
değildir. Cemaatinin sayısı 1214olmasına rağmen, patrikhane çevresindeki
Fener ve Balat'ta 10 hane Rum oturmaktadır. Bunun aksini söyleyebilirler mi?
Söyleyemeyeceklerine göre hayallerindeki Ekümenik Patrik'lik, otomobilinin
plakasındaki "EPB
12" ibaresinden öteye gidemez...
22 Kasım 1991'de Fener Rum Ortodoks Patriği seçilen
Gökçeada'lı
Dimitrios Arhondonis, o tarihten itibaren 270'nci patrik olarak
Bartholomeos adını aldı.
. Dimitrios Arhondonis (Bartholomeos) Gökçeada'da Rum
İlkokulu'nda
öğrenci iken. (Arka sıra sağ başta) yıl 1950.
İki eski berber çırağı birarada
Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, Fransa'da berberlik
yapan kardeşi Andon'la birlikte görülmekte.
Tıpkı Vatikan'daki gibi Hristiyan Halifeliği hayalleriyle
yanıp tutuşan
Bartholomeos, Papa il. Jean
Paul'la birlikte.
Bir din adamından çok siyasi görüşleriyle ön pHina çıkan
Bartholomeos, her fırsatta Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması
için ısrarcı olduğu ABD Başkanı George Bush'la görülmekte.
FENER RUM PATRİGİ
BARTHOLOMEOS
SİZE AÇIK İTHAFTA BULUNMAKTA
MAHZUR GÖRMÜYORUM
Fener Patriği
Bartholomeos; 20 Nisan 1994 tarihinde Avrupa Parlamentosuna konuşma yapmaya
gittiniz. Giderken Türkiye'yi temsil edeceğinizi bunun da memleketiniz için
bir şeref addedileceğini söylemekteydiniz. Acaba sizden Türkiye'yi temsil
etmenizi kim istemiş ki, aynca böyle bir yetkiye sahip misiniz? Avrupa
Parlamentosu gibi siyasi bir teşekkülde bir din adamının ne işi vardır. Size
Rum cemaatinin bir patriği ve din adamı olduğunuz, cemaatinizin dini
ihtiyaçlarını karşılamaktan başka hiçbir görevinizin olmadığı ne zaman
hatırlatılacaktır? Bu durum maalesef hiçbir hükümet döneminde hatırlatılmadığı
için, zatıalinizin meydanı boş bulduğu kanaatindeyim.
Avrupa
Parlamentosu gibi uluslararası bir kurumda, patrik'in (Ekümenik
Konstantinopolis Patriği) yani dini devlet başkanı olarak takdim edilmesi,
Türkiye'yi oldu bittiye getirmenizden başka hiçbir şey değildir. Her şeyden
önce Avrupa Parlamentosu size o statüyü vermeye yetkili bir kuruluş mudur?
Bay
Bartholomeos, patrik ancak dünya'da bulunan 7 patrik'in ve 14 Bağımsız
kilise'nin Sen Sinod azalarının göstereceği patrikler'den kurulmuş bir
meclis'in onaylan ile tıpkı Vatikan Devlet Başkanı Papa gibi; (Ekümenik)
sıfatına haiz olabilir. Siz kendiniz de bunları bilirken, batılı ülkeleri ve
bilhassa Amerika'yı Türkiye'nin üzerine göndermeniz fevkalade yanlışqJ.ifTürkiye'de
yaşayan insanların %99'unun Müslüman olduğimu yakınen bilmektesiniz.
Cumhuriyet'le birlikte Halifeliği kaldıran bir ülke, nasıl olur da bir
Hristiyan Halifesini kabul eder? Bildiğiniz gibi (Ekümenik Patrik'lik)
Hristiyan Halifeliği ve Devlet Başkanlığı demektir. Siz demek istiyorsunuz ki:
"Patrik Ekümenik sıfatım alacak.
-
Patrikhane[30]
Vatikan gibi olacak.
-
Ayasofya Hristiyan Ortodoks
ibadetine açılacak.
• —-Patrik’ in Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığı mecburiyeti kalkacak.
-
Vatikan’ daki gibi federe
devlet isteği gelecek.
- İstanbul’ un ortasında patrikhane' nin bulunduğu alan ayrı bir din
devleti olup, mal mülk kabı?! edilecek."
Bay Patrik, burada görülen şudur ki geçmişte Clinton'un Türk yetkililere
gönderdiği mektupta, patrikhane'ye işlerlik kazandırın denilmektedir. Şimdi de
bu görevi "Haydut Devlet’in işgalci başkanı Bush ele almış durumdadır.
Hasbelkader azınlık statüsünde T.C vatandaşı olmanıza rağmen bu alkolik zattan
aldığınız güçle işi şımarık)ığa kadar götürüp, sapla samanı birbirine
karıştırmaktasınız.
Öyle
anlaşılıyor ki bu eski
kapanmış yarayı, hocanız canavar Yakovas gibi siz de kaşıyorsunuz.
Yakovas da
zamanında hep bu sevdalarla yanıp tutuşurken, 1958 yılında casusluktan sınırdışı
edildi. Bütün bunları siz, bizlerden çok daha iyi bilmektesiniz. Türk Milleti
ölür, asla İtalya'nın ortasındaki Vatikan gibi (Ekümenik) Hristiyan Halifeliğini
hiçbir zaman kabul etmez.
Biliyorsunuz
ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu yıllarda Patrik Meletyos da hep bu
(megalo idea'lann) ateşli destekleyicilerindendi. En sonunda İstanbul'u
terkederek zorunlu olarak Aynaroz'a sığındı.
Sakın ola
Bartholomeos, İstanbul'un ortasında Rum Ortodoks 'lann Vatikan'ını kuracağım
derken, sizin sonunuzda Aynaroz'a kaçıp sığınmak olmasın ...
Bazen
tarihler tekerrürden ibaret olmaktadırlar. Bilhassa ikibinli yıllardan sonra
milli ve manevi değerler yükseliş trendine geçtiğine göre; günahlarını
denizlerin bile temizleyemeyeceği patrikhane'nin ana vatanınız Yunanistan'a
gitmesi gerçekleşir de, hep birlikte bu megalo sıkıntılardan kurtulmuş oluruz.
Şunu hiçbir zaman unutmayınız, imparatorluk'lar kurmuş bir ırkın ahfadı,
namusunu şahsiyetini hiçbir şeye değişmez. Biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti
egemen bir devlet'tir, bazıları gibi azınlık olmaya tahammül edemez.
FENER RUM
PATRİKHANESİ'NİN KONUMU
VE
MUHALİF ORTODOKSLAR
Fener Rum
Patrikhanesi'ne; Türkiye'de İstanbul Kadıköy, Tarabya, Adalar,
Gökçeada, Bozacaada, yurt dışında ise Girit, Oniki Adalar, Aynaroz Manastırı,
Amerika, Ortodoks Mezhebini benimseyen Avrupa ülkeleri, Yeni Zelenda, Ortodoks
diyasporası, doğrudan bağlı Ortodoks pisikoposluklar olduğu gibi, bu patrikhane'nin
tarihten gelen önemli bir konumu da vardır. Fener Rum Patriği Bartholomeos,
dünyadaki tüm patrikler arasında birinci sırayı teşkil etmektedir. Fener
Patrikhanesi, Ortodoks Hristiyanlar arasında bir nevi koordinatör konumunda
bulunduğundan Bartholomeos, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ve tüm
dünyada sözde Ekümenik Unvanını kullanarak, akhsıra Hristiyan aleminin halifesi
gibi hareket edip (çapını ve boyunu aşan) kural tanımaz sapkınlıklar
sergilemektedir. Bu durumu Türkiye asla kabul etmeyeceği gibi, Fener Patriği
'nin kendi dindaşlarından sınır ötesi muhaliflerinin de olduğu
unutulmamalıdır. Patrik, her ne kadar Amerika'yı arkasına alarak Ekümenik
sıfatına haiz olduğunu söylese de özellikle Moskova Patrikliği, Bartholomeos'un
hükümranlık kurmaya yönelik davranışlarını kabul etmemektedir. Her geçen gün
yaygınlaşan muhalif çekişmelere, patrikhaneler'in çıkar çatışmaları gözüyle de
bakabiliriz. Bu ve benzeri olumsuzluklardan dolayı diyaspora'da yaşayan
Ortodokslar ve eskiden Sovyetler'e bağlı Doğu Bloku ülkelerindeki kiliseler
üzerinde egemenlik elde etme konusunda, Fener Patriği Bartho144
lomeos ve Moskova patriği büyük bir rekabetin içerisindedirler. Hatta
aralarında kavgaya varan sürtüşmeler, zaman zaman mahkemelere bile
aksetmektedir.
Burada asıl
tuhaf olan ve insanın içini acıtan, Türkiye'nin konumudur. Amerika ve Avrupa
Birliği ile Rusya'nın post kavgasına sahne olan Fener Rum Patrikhanesi'ni,
hiila topraklarımızda banndırmamızın geçerli bir mazereti olamaz. AB
masasındaki temsilcilerimiz patlasalar da, çatlasalar da Hristiyan kulübü statüsünde
olan Avrupa Birliğine bizi almayacaklarına göre, yüce dev-' letlilerimizin
yönünü kaybetmiş ama gibi düz yolu bırakıp, dağ yolunu tercih etmelerine bir
anlam veremiyorum.
Cumhuriyet'in
ilk yıllarında Türkiye'nin, Fener Patrikhanesi üzerinde belirgin bir etkinliği
bulunsa da günümüzde bu denetleyici unsurun yerinde yeller esmektedir. Hep
söylediğim gibi Rum cemaatini teşkil eden palikaryaların sayılan bitme
noktasına geldiği halde, ülke yönetiminin tapusunu elinde bulunduranların haçlı
zihniyetine karşı başeğmeleri, kabul edilemez durumlardır. Bu ve benzeri
durumlardan dolayı Fener Rum Patrikhanesi, Amerika başta olmak üzere Avrupa
Birliği ülkeleri ile ilişkilerini en üst düzeyde tutarak bilhassa son
zamanlarda, Türkiye Cumhuriyeti makamlarını nazarı itibara almamaktadır. İşin
tuhaf tarafı Patrik Bartholomoeos, Sen Sinod Meclisi'ne kanunlara aykırı bir
şekilde yabancı uyruklu üyeleri seçerken, azınlıklardan sorumlu Devlet
Bakanlığı'na danışma ihtiyacı bile duymamakta! Bu şartlarda, (dış borçlar
nedeniyle ekonomik hürriyetimizi kaybetmiş olsak da) neredeyse son
çırpınışlarını oynayan bir fesat yuvasına, umursamazlıklar içerisinde belirgin
tavizler vermeye hiçbir yetkili kurumun hakkı olamaz. Avrupa Birliği defteri
kapandığına göre, Ekümenik Cihan Patrikliği hayalleriyle Türkiye'yi her
fırsatta karalayan Bartholomeos'a
kendi mezhebinden olan Moskova Patrikliği kadar muhalefet edip bu kara cübbeli
papaz'ın sesini kesemiyorsak, gerçekten ağlarız gülünecek halimize ...
TÜRK ORTODOKS PATRİGİ
SELÇUK
ERENEROL'UN BELİRTTİGİ GÖRÜŞLERE
AYDINLATICI AÇIKLAMALAR
Bu günkü Türk Ortodoksları'nın Patriği Selçuk Erenerol, Fener Rumları'nın
(megalo idealarına) tepki göstererek; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hristiyan
toprakları üzerinde kurulduğunu, Hristiyanlar'ın İstanbul ve Anadolu'yu almaya kararlı
olduklarını, gün gelecek Türkler'in Hristiyan'lar tarafından geldikleri Orta
Asya steplerine geri gönderileceklerini, bu görüşlerin Hristiyanlar'ın
vazgeçilmez hayalleri olduğunu belirtmektedir. Burada Patrik Selçuk Erenerol,
bu (megalo ideaları) Fener Rumları'nın, Büyük Bizansı yeniden ihdas etmek adına
vazgeçilmez hayalleri olarak atfediyor. Sanki onlar Hristiyan, kendileri
değilmiş gibi! ..
Yeri gelmişken Anadolu'nun Hristiyan toprakları üzerinde kurulduğunu
düşünen Türk Ortodoks Patriğine, maksatlı bir şekilde saptırmak istedikleri bu
tarihçe üzerinde aydınlatıcı açıklamalarda bulunmayı, kendime ödev kabul
ediyorum. .
Kutsal Kitabın inanç
temellerine dayalı olan Hristiyanlık, aslında Yaruşalem (Kudüs) kökenlidir.
Anadolu topraklarmdan yeryüzüne yayıldığı tezi gerçekle alakalı olamaz.
Hristiyanlık önceleri Yahudi topluluğu inancı olarak 146
Yaruşalem'de (Kudüs)
şehrinde çıkmışsa, üç semavi dinin kutsal merkezi olan Kudüs, Anadolu
toprakları mıdır?
Belli sürelerde
muhtelif aralıklarla Osmanlı idaresinde bulunan Kudüs'ü Anadolu toprakları
olarak değerlendirmek yanlış olur. Bir defa bu hayal mahsulü iddia coğrafi açıdan
da mümkün değildir. Hristiyanlar'ın ısrarla savundukları ana felsefe, büyük
baskı ve mezalimler sonucu Yaruşalem'de kurulan bu dinin, gene baskılar ve
zorluklarla Antakya'yı merkez seçmeleridir. Bugün yurdumuzun güneyinde yer
alan Atatürk'ün (Kırk asırlık Türk yurdu) olarak tanımladığı Antakya,
anavatana 1939 yılında bağlanmıştır. Burası altmış yedi.yıldır Türkiye
Cumhuriyeti'nin bir parçası olup, ebediyen de olacağı bilinirken, Hristiyanlar
asırlar önce Yaruşalem'e bağlı din merkezleri Antakya'yı, Anadolu'nun tamamı
olarak deklare edip, Hristiyan'lık Anadolu'dan dünya'ya yayıldı derlerse, bu
saçma teoriyi yeryüzündeki hiçbir topluma kabul ettiremezler. Türkiye'nin bir
parçası onun özüdür, fakat tamamı değildir.
Antakya (Hatay)
1939'da Türkiye'ye intikal etmeden gerçekten Yaruşalem'den gelen hicretle,
dünya üzerindeki tüm Hristiyanlar'ın ana merkezi durumunda olmuştur. Asırlar
önce olagelen bir durumu Anadolu'muzun tamamına atfetmek tamamiyle hilafı
hakikattır.
Antakya'nın Türk yurduna katılmadan önce Hristiyanlığın merkezi olduğu
İncil'de şöyle tefsir edilir:
"Stefonos'a çektirilen acı sonunda, darmadağan
olanlar Kıbrıs' a ve Antakya' ya gittiler. Tanrı sözünü Yahudiler'den başka hiç
kimseye bildirmiyordu. Ama onlardan Kıbrıs' lı ve Kirine' fi bazı insanlar
Antakya'ya gelip, Yunanlılar'a da, Rab İsa Mesih' in sevindirici haberini
bildirdiler. İsa Mesih onları des-
tekliyordu. Bu olayları duyan Yaruşalem'
deki kilise topluluğu Barnabası Antakya'ya gönderdi. Barnabas da varıp Rabbin
kayrasını görünce sevinç duydu. Böylece büyük bir topluluk Rabba katıldı.
Barnabas, Saul' u Tarsus'tan Antakya'ya getirdi. İkisi bir orada o büyük
topluluğa bildiklerini öğrettiler. Buradaki insanlara ilk kez Antakya'da
Hristiyan adı verildi."
İncil'in tefsirinden de anlaşıldığı gibi, ilk kilise topluluğu. Yaruşalem'de
kurularak Antakya'ya
nakledilir. Hristiyanlık asırlar önce ilk adımını Antakya'da atıp
yayılmışsa, o dönemlerde Kudüs'e bağlı olan bir merkezi, dünya üzerindeki
hiçbir Hristiyan kuruluşu, Anadolu topraklarının tamamı olarak değerlendiremez.
Dünya Hristiyanları, (bilhassa Fener'e bağlı Ortodokslar) Anadolu Hristiyanlığın
merkezidir diyerek, Antakya'yı Türkiye'nin tamamı gibi gösterip Avrupa
Milletler topluluğunu yanlış bilgilendinnektedirler.
Aslında Hristiyan 'lar Ankara-Konya 'yı (Galatya), AdanaMersin 'i
(Kilikya), Kayseri-Nevşehir'i (Kapadokya), SivasTrabzon'u (Pontus),
Kadıköy-Sinop'u (Bitinya), Antalya-Alanya'yı (Psidia), İzmir-Bodrum'u (Truva)
gibi bölgelere ayırarak, kendileri İsa Mesih adına dinlerini bilinçli ve
maksatlı bir şekilde Anadolu'ya yaymak istemişlerdir.
Hristiyanlık dini Antakya hariç, Anadolu'nun tamamından dünya'ya yayılmış
olsaydı, Hristiyanlar'ın bölgelere ayırdıkları bu isimler, dinlerinin kurulduğu yıllarda da
olurdu. Öyle anlaşılıyor ki Hristiyanlar kendi lehçelerine uygun Helenist
bölge isimleri vererek, kendileri Anadolu'ya yayılmak istemişlerdir. Ancak bu
emellerini bazı bölgelerde kısmen gerçekleştirselerde, tarihin hiçbir döneminde
tam olarak hayata geçirdikleri söylenemez. Zaman içerisinde (idealannda)
başarılı olamayınca, o 148
yıllarda Kudüs'e bağlı Antakya'yı
Anadolu'nun tamamı gibi göstererek "Hristiyanlık Anadolu
topraklarından yayıldı, buralar Hristiyanlığın ana merkezidir"
demişlerdir.
Bu belirtilen bölgelerde başta Antakya ve Trabzon olmak üzere,
Hristiyanlar elbette oturmuşlardır. Ana gayeleri Hristiyanlığı Anadolu'ya
yaymak olduğu halde, Hristiyanlık
Anadolu'dan yayıldı terimini kullanmak, madalyonun ters yüzünü
çevirmek kadar yanlış ve inandırıcı olmayan bir tanımlamadır. Bir dini
yaymakla, yayılması arasındaki çok ince nüansı, Müslüman Türk çocukları çok iyi
anlayıp, ona göre değerlendirme yapmalıdırlar. Aksi halde Hristiyan alemi bu
mesnedsiz iddialan 540 yıllık hayallerini gerçekleştirmek gayesiyle hep
söyleyip duracaktır. Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol, aslında bütün bu
anlattıklarımı kendileri de çok iyi bilmekte oldukları halde, serde olan
Hristiyanlık ağır bastığından, Fener Rumlarıyla her ne kadar zıt iklimler gibi
görünür olsa da Anadolu'nun tamamını Hristiyan topraklan yapıvermektedirler.
Şu isimleri Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'a iletirsem, bu
komplikenin Yaruşalem ve Antakya'da toplandığını kendileri ve sözde muhalifleri
olan Fener Rum palikaryaları da kabfil edeceklerdir. ..
Antakya şehrinin tüm dünya Hristiyanları için birinci derecede önem
taşıdığı, Kalkedonya (Kadıköy) Kilise Konsülünün kararları içinde vardır.
Hristiyan kilise tarihleri içerisinde, birçoJ,,. tarihsel kilise
topluluklarının ana kürsüleri görülür. Bunlar Antakya Patrikliği (Meliki
Arap), Ortodoks Antakya Patrikliği, Meliki Katolik Antakya, Yaruşalem Yakındoğu
Patrikliği, Süryani Kadim Antakya Patrikliği ve Moranit Kadim Antakya
Patrikliği'dir.
Sayın Türk Ortodoks Patriği Selçuk
Erenerol; görüldüğü gibi belirttiğim altı yüksek konsül patrikliği Antakya sınırları
içerisindedir. O zamanlar Antakya'nın önce Kudüs, Suriye ve Fransız bağlantılı
olduğunu siz de bilmektesiniz. Antakya sonradan (1939) Türkiye'ye bağlandığına
göre, anlaşılıyor ki hep söylediğim gibi, Hristiyanlık dünya'ya Anadolu'dan
değil Yaruşalem ve Antakya'dan yayılmıştır. Halen çeşitli mozaiklerin varlığını
sürdürdüğü Antakya bugün Anadolumuz'un bir parçasıdır, ama tamamı değildir.
Hristiyanlık
Anadolu'dan yayılmadığı gibi, İsa Mesih'in irdemen (şakirt) elçilerinden,
havari olan Petrus ve Pavlus Hristiyanlığın Anadolu'ya yayıcısı olmuşlardır. Bu
irdemenlerden Pavlus'un Tarsuslu olması, tarihin hiçbir döneminde bütün Türk
İslam alemine maledilemez.
Genel
Hristiyanlık Konsülü önderleri Roma, İstanbul, Yaruşalem, İskenderiye ve Antakya'yı önemli
patriklik kürsüleri olarak belirlediklerine göre, bu belirlenen isimlerden
başka Hristiyanlığın yayıldığı iddia edilen Anadolu'nun, herhangi bir il
merkezini gösterebilir misiniz? Sanırım bu mümkün olmayacaktır. Çünkü
gerçekler daima bir tanedir.
Bugün
Antakya' da yer alan Sen Piyer Mağara Kilisesi'nde her yıl yapılan "Sen Piyer Bayramı" Hristiyanlar'ca
büyük etkinliklerle kutlanmaktadır.
Hristiyan
havarilerinden Pavlus Tarsus'ludur diye, 1992 yılında o bölgeye yabancı
turistleri çekmek amacıyla ilki yapılan "Tarsus Sen Pol Sempozyumu" etkinlikleri,
bütün Tarsus halkına maledilmiştir. Görüyorsunuz ki sayın patrik,
Hristiyan'Iık ince politikalarını Pavlus bu kentin insanıdır diye, o yörenin insanlarına
yaymaya çalışmıştır. Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol, siz nasıl olsa
Fener Rumları 'yla mücadelede sınıfta kaldınız. Arayışlar içerisinde
olacağınıza, Sen Pol (Pavlus) Sempozyumunu üç beş Hristiyan turisti
cezbedeceğim diye düzenleyen Tarsus 'un Belediye Meclisi'nde bu kararları
verenleri Panayia Kiliseniz'e davet edip takdis ediverin de, onlar da göklerdeki
havarileri ulu Pavluslan'na sayenizde kavuşmuş olsunlar. Tarsus'un saygın
Belediye Başkanı ve Meclis üyeleri toprağınızdan bir Hristiyan Pavlus çıkmış
diye, koca bir şehri Pavlus yapamazsınız ki!..
Öyle ise
şahsiyeti olmayan bukararlan kendi bölgenizin insanlarına danışıp herhangi bir
referandum yapmadan, Hristiyan aleminin gönlü olsun diye nasıl verirsiniz?
Muhterem Türk
Ortodoks Patriği, gördüğünüz gibi Hristiyanlık ülkemiz üzerinde asırlardan bu
yana yayılmacı politikalar içerisindedir. Devletin size ve aile bireylerinize
tanıdığı bunca haklardan sonra, siz olsun Hristiyanlık Anadolu'dan yayılmıştır
demeyin. Hristiyanlığın Yaruşalem (Kudüs) ve Antakya' dan yayıldığını detaylı
açıklamalarımdan sonra kabulleneceğinizi sanarak, bu hususta müşterekte
birleşeceğimizi düşünmekteyim. Size, (bugüne kadar hiçbir varlık göstermemiş
olsanız da) Fener Rum Ortodoksları'na karşı mücadelenizde başarılar diler, din
olgusunu tam olarak tanımayan Türk Cumhuriyetlerindeki insanlarımıza el atmamanızı
tavsiye ederim. Çünkü onlar yıllar yılı yaşadıkları Sovyet baskısından dolayı
hangi yöne gideceklerini tam olarak bilmemektedirler.
Gökoğuz
(Gagauz), Çavuş'lar ve Yakutlar'dan almak istediğiniz, yetmiş yıldır dünya'ya
gözleri kapalı bu insanların, sizin aile şirketinizin hizmetkarları olmasına
hiçbir Türk'ün gönlü razı olmaz. Bana sorarsanız bu insanlar mutlaka Türk
İslam alemine bağlanmalıdırlar. Aksi halde geçmişte cemaatleriniz? ticari
menfaatleriniz uğruna Rum palikaryalara kaptırdığınız gibi, bu günahsız
insanları da kaptırmanız kaçınılmazdır...
TÜRK ORTODOKS PATRİGİ
SELÇUK ERENEROL'LA ANKARA'DA
SON BULUŞMAMIZ
Türk
Ortodoksları'nın Patriği Selçuk Erenerol, Sovyetlere bağlı cumhuriyetler
dağıldığından, bu değişimi fırsat bilerek İstanbul'da kaybettiği . cemaatini
yeniden toparlamak gayesiyle kendileriyle ilgili Devlet Bakanlığına Gökoğuz,
Çavuş ve Yakutlar'dan üç bin kadar Türk'ün temin edilmesini ve bu hususta bir
bütçe ihdasını ısrarla istemekteydi. Bununla da yetinmeyip Mithatpaşa Caddesindeki
Kent Otelde karargah kurarak din işleriyle ilgili bakanlıkların kapısını kızı
Sevgi Hanım'la birlikte sürekli aşındırdığı gibi, aile dostu Muzaffer
Özdağ'dan nasıl hareket edeceğine dair bilgiler alıyordu. Bu sebeple 18 Temmuz
1995 günü Ankara'da bulunan patrik ve patrikhane'nin halkla ilişkiler danışmanı
kızı Sevgi Erenerol'la, uzun bir akşam yemeği görüşmesinde mevcut konuları
baştan sona tartıştık. Kendilerine Gökoğuzlar'ın Hristiyan ve Şamanist olduklarını,
Sovyet Rusya'daki Komünist rejimin etkisiyle Yakutistan ve Çavuş (Çuvaş)
Türkleri 'nin zaman içerisinde din'le uzaktan yakından alakalı olmadıklarını
izah ettim.
Aslında Yakutlar'dan olan Kuzeydoğu
Sibirya'da yaşayan insanlar "Saha" olarak tanımlanmaktadırlar.
Bizans Ortodoks
egemenliği her ne kadar bu insanların üzerinde hakim olmuş denilse de,
Nataganya ve Tunguskaya bölgelerinde Şamanizm daha hakim görülmektedir. Çavuşistan'da
ise, Kazakistan Türkleri bunlarla içiçe yaşamaktadırlar. Çavuş (Çuvaş),
Tatarca yavaş anlamına gelmektedir. Önceleri Şamanistliği kabullenen
Çavuşlar'da sonradan din olgusu kaybolup gitmiştir.
Uzun izahatlarımı dinleyen patrik'ten çok kızı Sevgi Hanım, devamlı
surette konuşmalarıma cevap vermekteydi. Ankara Kent Otelin yemek salonunda
içtiği kırmızı şarapla daha cesur konuşmaya başlayan patrik'in çok bilmiş
kızı, iki patrik' li bir Vatikan'dan bahsederek:
"Ortodokslar da Vatikan'da bir patrik' lik[31] kuracaklar ve
Hristiyan'!ık diinya'ya hakim olacak" sözlerini smfedince! Patrik:
"Kmm o senin dediklerin olmaz. İlerde,
Katolik-Ortodoks çatışması olur" demekteydi.
Benim anladığım kadarıyla Papa II. Jean Paul ve kardinalleri Vatikan 'da
ayrı bir patrik'lik kurulmasını istemeyeceklerine göre; Sevgi Erenerol,
herhalde İstanbul'da düşünülen Ekümenik Patrikhane 'nin hayaliyle yaşıyordu.
Yoksa onun hararetle savunduğu bu sapkın düşüncelerin başka türlü izahı
olamaz.
Sevgi Hanım uzun yıllar Fransa'da yaşadığından, sanırım Madam
Mitterand'ın havasını suyunu teneffüs etmiş olacak ki, babası Selçuk
Erenerol'dan çok daha keskin ve farklı düşünmekteydi. Çünkü Türkiye'nin
şartlarını ve manevi değerlere olan
hassasiyetini anlamadığı, her halinden belli oluyordu. Aynı sofrada ben
içki içmediğimi söylediğimde, patrik bana:
"Siz Müslümansınız, içki
içmiyorsanız ben de içmeyeyim, bu akşam ayran içelim" demekle yetindi.
Sevgi Erenerol:
"Hristiyanlık çağdaş dindir. Herkes istediği gibi davranabilir"
sözleriyle ortamı yumuşatıyordu.
Uzun
görüşmelerimizden sonra patrik'e:
Cumhuriyet'ten
bu yana başta babanız Papa Eftim olmak üzere, Fener Rumları'yla mücadele
ettiğinizi söylemektesiniz. Şu anda geçiniz bizleri, ülkemizin yıllardır
başağnsı olan Fener Rumlar'ı bile sizin patrikhane'yi ticarethaneye
çevirdiğinizi bilmekteler. Bu sebepledir ki Kafkas Cumhuriyetleri'nden gelen
Türkler'in, din olgusunu tam manasıyla anlayabilmeleri için İslam alemine
kazandınlmalanndan yanayım.
Patrik bana:
Yetkili
Devlet Bakanlığından karar bekliyorum. Bu karar mutlaka lehimize çıkacak. Bunu
siz de göreceksiniz.
Bende:
"Hiç
sanmıyorum, Türk Hükümeti gerek Türk Ortodoks, gerek Rum Ortodokslar'ın ıslahı
cihetine giderse daha faydalı olur" demekle yetindim.
Anlayamadığım
bir konu, Sevgi Erenerol insanların milliyet tercihi kendilerinin ellerinde
değil derken, daha sonra da ben Fransa'da yaşadığım yıllarda Türklüğü savundum
diyordu. Hatta devamlı taktığı büyük altın ay-yıldızını unutmuş olacak ki
yukarıya çıkıp, tekrar aşağıya göğsüne takılı olarak gelmişti. 154
Gerek patrik, gerekse kızı, Papa Eftim'in büyük Turani Türk'ü olduğundan övgüyle söz
etmekteydiler. Aslında doğduğu Akdağmadeni'ne bir kez bile gitmeyen bu
insanlar, atalarının soyköklerini bilemezlerdi. Aynı günün sabahı yakın aile
dostları olan eski Milli Birlik Komitesi Üyesi Muzaffer Özdağ'ın evine
kahvaltıya gittiklerini söyleyen patrik ve kızının, dinden ziyade siyasi
çalışmaların içerisine girdiklerini farketmekte gecikmedim. Baba kızın
açıklıkla söyledikleri gibi Sevgi Hanım' ın MHP[32]
yönetimine girmesi sağlandıktan sonra, Gagauz (Gökoğuz)
Türkleri'nden bir grup Hristiyan'ın T.C vatandaşlığı statüsüne kavuşmasıyla,
Türk Ortodoks Patrikhanesi yeniden güçlenmiş olacaktı.
Ayrılmadan önce patrik ve kızına, kitabımda sizleri ameliyat masasına,
Fener Rum Patrikhanesi 'ni de morga yatırdım deyince, aramızda esprili bir
gülüşme geçti. Ve devamla:
"Efendim, babanız Eftim'in sevapları kadar, hataları farkında olsun
veya olmasın çok fazladır. Sen Sinod'a Rum üyeler almakla Fener'i elinden
kaçırmış olduğunu siz de bilmektesiniz. Sanki bütün bunlar yetmiyormuş gibi
dönemin hükümet üyelerine tavsiyelerde bulunup, İstamat Zihni gibi dönek bir insanı
Eskişehir'den üç defa üst üste milletvekili seçtirmiştir.
"Tamam, İstamat Zihni konusunu kabfil ediyorum. Türk Ortodoks
Patrikhanesi 'ni birlikte kurdukları halde maalesef babama iki defa ihanet
edip, bizi bu günlere o getirmiştir.
"Aynca
devletin patrikhanenize belli kurallarla sağladığı vakıf mallarını inisiyatif
kullanarak kiraya veriyorsunuz, bu olmamalıdır" diye söylediğimde:
"Herşey
mutlaka düzelecektir, düzelecektir" demekle yetiniyordu.
Burada daha
önce de belirttiğim gibi Türk Ortodoksları 'nı ameliyat masasına aldığımızı ve
tedavilerinin iyi bir kontrolle mümkün olabileceğini kabul edebiliriz. Daha da
önemlisi ruhani işyarlıkları ve cemaatleri bitme aşamasına geldiğinden, devlet
gereğini yapmasa bile görünen o ki, er geç kendilerini tasfiye aşamasına
gideceklerdir. Çünkü misyonunu yitirmiş hiçbir kurum uzun müddet ayakta
kalamaz.
Yıllar boyu
hıyanet içerisinde olan, casusluk ve Ekümenik Patrik'lik ihtiraslarını açıklıkla
ortaya koyduğumuz Fener Rum Ortodoksları 'nı yazılarımla morga almış
durumdayım. Sayıları ne kadar azalsa da, (tünelin ucu büyük ölçüde göründüğü
halde) inanın morgdaki bu ölüyü kısa vadede kaldırabilecek birilerinin
olabileceğini sanmıyorum. O zaman kokuşmakta olan bu palikaryaların mevtaları,
çürüyünceye kadar Türkiyemiz'de bekleyecek demektir. Ne yapalım, gelecek
nesillerimiz patrikhane'yle birlikte bu hainlerin iskeletlerini, arzuladıkları
anavatanlarına götürürler de, bizlerin beceremediklerini hiç değilse onlar
yapmış olurlar. ..
TURANİ TÜRKLERİ VE GÖKOGUZLAR
Türk Ortodoks
Patriği Selçuk Erenerol ve babası Papa Eftim'in, Turani Türk'ü
"Gökoğuzlar"dan olduğunu kendilerinin sözlü beyanları ve bana
verdikleri muhtelif yazılarından öğrenmiş bulunmaktayım. Bu durum karşısında
önce Turani Ttirkleri kimdir, nedir tanıyalım ve ondan sonra Papa Eftim'in
ailesi ne kadar Türk'tür, değildir bunu tartışalım.
Doğu
Avrupa'ya ilk göç eden Turani (Turanlı) Türk toplulukları Hunlar'dır. Hun'lar
Doğu ve Batı diye ikiye bölündükten sonra, bir kısmı batıya giderek, Kazak
bozkırlarının güney <■ kısmıyla, Çu ırmağı vadisinde bulunan Doğu Kangük'de
bir siyasi birlik kurarlar. Daha sonraları bunların Kazak bozkırlarına
çekildiklerini, doğudan gelen Türk-Moğol karışımı olarak bilinen
Uar-Hunları'nın baskılarıyla Avrupa'da göründükleri, Atilla dönemlerinde ise
Rt1sya ve Avrupa'da büyük bir siyasi birlik kurarak yıllar içerisinde
dağıldıklarını, belgelere dayalı tarihsel kaynaklardan anlamaktayız. Burada
asıl üzerinde durulması gereken konu ise, Avrupa'ya gelen Hunlar'ın (Turanlı)
Hristiyanlığı kabullendiklerine dair herhangi bir belge ve bilgiye rastlanmamış
olmasıdır.
Dokümanları
dikkatle incelediğimizde Doğu Avrupa steplerindeki bu Türk topluluklarının önce
var olduklarını, sonraları tarihin sahnesinden kaybolduklarını görmekteyiz.
Kaybolmak tamamen silinmek anlamına gelmediğinden, egemenliklerinin azaldığını
gözardı etmemek daha doğru olur.
Zaman
içerisinde bu Turani Türkleri egemenlik hakimiyetlerini Peçenek, Kuman ve
Gökoğuzlar'a (Gagauz) teslim etmişlerdir. Daha sonraları Turani Türkleri ve
Gökoğuzlar'ı Rornalılar'ın Hristiyanlaştırdığı bir gerçektir. Çoğunluğu
Türk-Moğol kanşımı olan bu insanlar topluluğu, Hristiyan oldukları halde,
çarlık döneminden sonra katı bir komünizmin hüküm sürdüğü "Bolşevik rejimiyle" birlikte,
din olgusunu büyük ölçüde unutmuşlardır.
Turani
Türk'leri umumiyetle çekik gözlü, düz diken saçlı ve yuvarlak çehreli
insanlardır. Bu insanlar topluluğunun, 1800'lü yıllardan sonra Osmanlı ıslahat
döneminde İstanbul ve Anadolu'ya gelerek yerli Rum ve Ermeniler'le içiçe
yaşadığı tarihi bir gerçektir. Bu Hristiyan topluluklan Anadolu'da Süryani
Kadim Cemaatiyle de içiçe yaşadıklanndan, birbirlerinden kız alıp verme
nedeniyle dörtlü bir mozaik oluşmuştur. Aradan geçen iki yüz senelik zaman
zarfında, Anadolu'da katıksız Hristiyan Turani Türk'ü vardır demek doğru olmaz.
Şu anda
Kafkaslar'da yaşayan Gökoğuz Turanileri'nin Ruslar'dan ayrı bir görünüm teşkil
ettikleri de, kaçınılmaz bir gerçektir. Bu sebepledir ki, önce asıl konumuz
olan Papa Eftim'in ^ıdi el yazılarıyla bizzat deklare ettiği hayat hikâyesini
tanıyalım. Ondan sonra da, hep birlikte Akdağmadeni'ne bir gezinti yaparak
kafalanmızı hayli meşgul eden Türk Ortodoks Hristiyanlan'nın Patriği I. Eftim
ve soykökünü günyüzüne çıkaralım. Türk dostu denilmesine bile tahammül edemeyip, ben Türk oğlu Türk'üm diyen
Papa Eftim'i kendi yazılarıyla başbaşa bırakıyorum. Daha sonra onun hayat
hikâyesine, açıklık getireceğimi de hatırlatmak isterim:
"Beni yakından tanıyanlar pekiyi bilirler ki,
gösteriş ve şahsi propagandadan hoşlanmam. Bir övünme ve ululunma sayılamayacağından
emin olarak biraz kendimden, şahsımla ilgili gerçeklerden konu açmama müsade
edilmesini rica ederim.
Ben, 10 yaşımdan beri mukaddes kitaplarla meşgul
olmaya başladım. Mukaddes kitapların leh ve aleyhinde yazılmış neye rastladımsa,
hepsini okumaya çalıştım. Bundan başka kırk yıldan beri, her gün, en az 3 sabah, 2 akşam gazetesi ve birçok mecmualar okumayı da itiyad
edinmişimdir. Diyebilirim ki, hayatım geceli gündüzlü, okumak ve yazmakla
geçmektedir. Günde 6 saat olsun uyumaya
kendimi zorlardım. Ruhumu öyle terbiye etmiştim ki, uykuda bile sanki bana bir
çok yeni şeyler öğreten bilgilerle meşgul olurum, kendimi bu derece ilm-i
ilfana bağladığım halde, yine de bir hiç olduğum kanaatini taşımaktan
asla çekinmemişimdir. Böyle olmakla beraber, ilahi bilgiler ve tecrübeler
içinde itikat ve imanımla şu fani ömürden gücüm yettiği kadar zevk duymaktayım.
Bunun bana bir ilahi lütufkarlık olduğuna inanıyorum, çünkü dünya'ya geliş
sebebimin insanlığa karşı ödevlerimi kavramaktan ileri geldiğine inanıyorum.
Bu inanış, bedenimi ve ruhumu saadete kavuşturuyor. Ulu Tanrıma şükürler olsun
ki, çok mes'ut ve bahtiyarım.
Ben Ortodoks
Hristiyan olarak doğdum. Ana dilim Türkçe'dir. Rumca, Ermenice, Fransızca,
Arapça, Farsça da öğrenmeye çalıştım. Dinimin ve kilisemin ana dili olan Rumca
ile mukaddes kitabı ezberledi,^imden, bu dili çok iyi anlarım. Diğer yabancı
dilleri ise unutmuş gibiyim.
Milli ve dini
duygularınım sağladığı, milliyetimin Türk, din ve mezhebimin ise Ortodoks
olduğundan beni hiçbir zaman şüphe ve tereddüte düşürmemiştir. Ruhanilik
mesleğine girmeden önce de, yaşayaşımdaki sadelik, ahlak ve karakterimdeki
düzgünlükten ötürü, akraba ve dostlarım
beni bir (baba) sayarlar ve bana öyle hitap ederlerdi. Kendimi tanıdığım ve
kavradığını günden beri yirmi dört saatin sekiz saatini .ibadet, yani ruhumun
gıdası ve saadetimin esası saymış ve asla ihmal etmemişimdiı: Bu ibadetlerimde,
bana haksız ve sebepsiz olarak kin ve garaz taşıyanlar hakkında Allalı'ran
daima af ve mağfiret dilemeye kendimi alıştırmışımd11: Bu gibilere karşı
gönlümde dargınlık, kırıklık değll, kötülüklerden kendilerini koruyamadıkları
için acı taşırım. Eğer bu duygularımda beni samimi saymayanlar
bulunursa, onlara derim ki, herşeye vakıfolan Allah, eğer zerrece riyaklirlığımı
görürse, beni ilahi gazab ile kalır-Ü helak etsin.
İşte bu derece samimiyet içinde olduğum içindir ki, kendime düşman olarak
yine kendimi bilirim. Fert olarak hiçbir kimseye zararım ve kötülüğüm
dokunmamıştır. Hiç kimse benden, haklı veya haksız bir kötüliik gördüğünü iddia
edemez. Vicdanını o derece rahattır ki, huzur ve saadet içindeyim. Hiç kimseden
ve hiçbir şeyden korkum yoktur. Bu güne kadar korku denilen varlıktan haberdar
olmadım. Atalarımın: "Kendi kusurlarımdan başka hiçbir şeyden korkum
yoktur" sözüne, can ve yürekten inanmışımdır.
Milli, vatani, dini, kutsal vazifemin, herşeyden önce doğduğum,
yaşadığım yurdumu ve mensup olduğum Türk Milletini sevmek, gücümün yettiği
kadar bu iki mukaddes varlığı korumaktan ibaret olduğuna zerrece şüphem yoktw:
Bunu bana, Ortodoks din ve mezhebim de kesin olarak emretmektedil: Bu iman ve
kanaatimde benimle beraber olmayan herhangi bir Ortodoks din ve mezhep saliki
varsa ortaya çıksın. Onlara derim ki: İsa Mesih, Havariyım ve bütün Hristiyan
evliyası, benim iman ve kanaatimin doğruluğuna
şahittirler ve bunu emir ve telkin etmişlerdir.
İşte bunun içindir ki ben, geceli, gündüzlü
bütün ibadetlerimde, dualarımda kutsal Türk yurdunu, merd Türk Milletini, onu
temsil eden milletvekillerini, devlet ve hükümet başkanlarını, ordusunu,
komutanlarını, erlerini, yargıçları, öğretmen ve öğrencileri, doktorları, büyük
küçük bütün memurları, erkek kadın ve çocuk bütün yurttaşları ayn ayn anm; onlara sulh ve selamet, sağlık, refah,
saadet dilerim. Ve mensup bulundiığum bütün insanlığın da, cins ve mezhep
ayırmaksızm cümlesinin sulh ve selamet içinde yaşamasım dilerim. Herkes, gündüz
işinde ve geçim mücadelesinde, gece rahat uykusunda iken ben, kimseden hiçbir
karşılık beklemeden bütün insanların yersel ve göksel iyiliğini temenni
etmekteyim. Böylece ömrüme saadet, vicdamma rahatlık veren bir kalbi bana ihsan
ettiği için Allahım'a minnettarım.
Ben, hissim ile değil, aklım ile hareket ettiğim için yanlrş yola
sapmayacağıma inanırım. Bununla beraber, hata etmenin insana mukadder olduğunu
bilir, müstahak olduğum bir kötülük ile karşılaşmak ihtimalini düşünerek daha
beter birfenalıktan korwıduğuma hamlederek hakkımda hayırlı sayarım.
Arasıra maruz kaldığım elem ve kederden de zevk duyarım. Elem, keder ve
sıkıntılardan tecrübe, tecrübeden sabır, sabırdan ise ümid, iman, sevgi
doğduğuna, bu manevi duyguların insan saadete ve rahata kavuşturduğuna çok
defa şahit oldum. Otuz dört yıldan beri, hiçbir insanın tahammül edemeyeceği
türlü mahrumiyetler içinde tam bir inziva hayatma kendimi mahkum edişim, bana
zevk ve saadetten başka bir şey sağlamış değildir. Hayatı, benim gibi gören ve
anlayana, ben dahi ne mutlu derim.
Kendimden bu kadarlık bahsettikten sonra,
asıl meseleye geçiyorum. Yaptığım mücadeleleri tam kavrayamamış veya bunları
olduğu gibi göstermekten kaçınmış olan dostlara ve bana doğrudan doğruya
husumet besleyenlere, bazı sitemlerde bulunmak isterim:
"Ben Türk dostu Eftim değil, Türk
oğlıı Türk Eftim' im."
Bazı Türk gazetecileri beni, Türk dostu Papa Eftim* diye tanımak ve
tanıtmak istediler. Kendilerine bir çok defalar bunım yanlışlığını izaha
çalıştım ve bu tabirden duyduğum üzüntüyü açıkladım. Bu arada çok iptidai bir
taassuptan doğduğuna şüphe etmediğim imzasız mektuplarla da bu konuya temas
edilmektedir. Bu gibilerin iddiasına göre, benim Türk olabilmem ancak Müslüman
olmamla mümkün imiş. Kendilerini aydın sayan bu vatandaşlarımm
anlayışsızlıkları karşısında hayretlere düşmekten kendimi alamıyorum. Bunlar
bir insanın Türk olması için mutlaka İslam dininde bulunması şartını nereden
çıkarıyorlar? Bunlar bilmiyorlar mı ki, milliyetin din ve mezheple hiçbir
ilgisi yoktw: Ayrı ayrı ırktan oldukları halde bir çok milletler ve insanlar,
aynı dine mensup oldukları gibi, aynı ırk ve milliyet vasfını taşıyanlar da,
ayrı din ve mezhebe intisap etmişlerdü: Dinini değiştiren birferdin mutlaka
milliyetini de ırkını da değiştirmesi gerekmez. Esasen buna imkan da yoktur.
Din değiştirmek bir arzu ve irade meselesidi1: Irk ve milliyet ise, insanın
arzu ve iradesine değil, dile, kültüre, tarihi münasebetlere bağlıdır. Din.
Allah’ a ait ve vicdana merbut bir hadisedir. Milliyet ise tamamiyle içtimai,
tarihsel bir vakıadır. Aynı milliyet içinde çeşitli din ve mezhepler olduğu
gibi, aym dine mensup olanlar da ayrı ırk ve milliyet duyguları
taşıyabilirler.
"' Papa Eftim'in kendi el yazısıyla kaleme
aldığı görüş ve değerlendirmeleri, Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'dan
alınmıştır.
Milliyeti din esasına bağlayışın pek
cahilce bir anlayıştan ileri gelmediğine asla şüphe yoktur. Türk ırkından gelen
milletler, tarihin kaydettiğine göre, bir çok defa din değiştirdikleri halde,
ırk ve millet vasıflarını daima muhafaza etmişlerdil: Türk, Putperest,
Hristiyan ve Müslüman olduğu zamanlarda da daima Türk kalmıştır. Bu gün
yeıyüzünde Müslüman Türk olduğu kadar, Hristiyan, Budist Türkler de mevcuttur.
Bu gerçeği daha esaslı kavramak, öğrenmek isteyenlere, büyük hatib, muharrir ve
Türk Ocakları'nın kurucusu Hamdullah Suphi Tanrıöver'in (Dağ Yolunda) adlı
kitabını dikkatle okumalarını tavsiye ederim. O eserde göreceklerdir ki, bir
çok Anadolu Ortodoksları' mn halis Türk oldukları ispat edilmiştir. Ana dili
Türkçe olan bir Türk vatandaşımn din ve mezhebi ne olursa olsun, Türk oğlu
Türk olduğundan kimsenin şüphe ve tereddüte düşmeye hakkı yoktur.
Ben, her zaman her yerde Türk olduğumu
beyan ettim. Bir yabancı Türk dostu olabilil: Kendini öyle tanıtabilil: Fakat
benim gibi halis bir Türk vatandaşının bir yabancı Türk dostu gösterilmesi,
onun milliyetinden şüphe edildiğine yol açar ki, bundan incinmemek,
teessüfduymamak imkansızdır. Kendi milletinin dostu olmak bir Türk için tabii,
zaruri, mantıkidir. Bu böyle olunca bir Türk' e, Türk dostu demekle tezada,
mantıksızlığa düşülmüş olmaz mı?
Bana Türk demeyip, Türk dostu diyenleri
hiçbir suretle af edemem. Atatürk' ün ve milletin mücadelesi sonunda biz Hristiyan
Türkler'de, bütün milletimizle beraber milli istiklalimize kavuştuk ve şimdi
övünüyoruz."
PAPA EFTİM'İN DOGDUGU
YER
AKDAGMADENİ'NDEYİM
Türk Ortodokslar'ın I. Patriği, "Patriklik'ten önce" Keskin Rum
Ortodoks Metropoliti, zaferden sonra Fener Rum Ortodoks Patrik Vekili Papa
Eftim'in, 1884 (1300) yılında Akdağmadeni'nde dünya'ya geldiğini kitabımın
içeriğinde anlatmıştım. Kendi ifadelerinden anlaşılacağı gibi "Türk
do.ltu Eftim" denilmesine dahi katlanamayan bu zat, Türk oğlu Türk'üm diyor
ve Romalılar'ın Hristiyanlaştırdığı Turani Türkleri'nden olduğunu söylüyordu.
Bense, Turani Türkleri'nden olmadıklarını düşündüğüme göre, hakikatleri
ispatlamak zorunluğundaydım. Akdağmadeni 'ne girdiğim anda hep bu düşünceler
içerisinde, şehrin etrafına göz gezdiriyordum. İlk defa geldiğim Akdağmadeni,
ormanlıklar içerisinde üç-dört tepenin üzerinde kurulmuş şirin bir kasabaydı.
Akdağ çarşısına vardığımda, esnaf ve halktan bazı insanlar, akşam üzeri
işyerlerinin önüne tabureler atmış, sohbet etmekteydiler. Papa Eftim'in ruhani
orunda bulunduğu kiliseleri bulabilmem için, hep yaşlı insanları arıyordum.
Akdağ çarşısının üzerindeki nalbur dükkanının önünde oturan yaşlı bir amcaya,
İstanbul'lu Mahallesindeki kilise’yi sorunca ihtiyar, kısa denilebilecek
sessizlikten sonra hemen gürledi:
Sen ne yapacaksın kilise'yi? Hepsi kapalıdır. Bir tanesi cami olmuş,
diğer ikisine de Rum 'lar gittiğinden beri uğrayan yoktur. Ayıptır sorması
yoksa gavur musun?
Anı.an amca o nasıl söz, ben veatalanın elhamdülillah Türk ve Müslümanız.
O zaman merak edip niye sormaktasın kilise'yi? Bak işte cami karşıdadır.
Beni yanlış anladınız bey amca, ben kitap yazarıyım, o nedenle geçmişte
burada yaşayan Hristiyanlar'ın, tarihleri ve kiliseleri'ni araştırıyorum.
Şimdi oldu işte, görüldüğü kadarıyla sen alim bir insana benziyorsun
zaten evlat.
Çok sağolun efendim, beni mahçup ediyorsunuz.
Çarıklı Erkanıharb[33] yaşlı amca, dikkatli bakışlarla yanındaki
gençlerden birine bağırarak:
"Bu alim beyefendiye acele bir kürsü getirin" deyince çok
şaşırdım.
Aman bey amca, siz beni alime benzettiniz, ama ben buraya konuşma
yapmaya gelmedim. Sonra yetkili bir idareci de değilim. Sakın kürsü falan
getirtmeyin ...
Olur mu evladım, seni böyle ayakta bekletmek, bizim
Anadolu törelerine hiç yakışır mı? ""'
Ayakta beklemekle, kürsünün alakasını anlamış değilim efendim. Bu
ilçe'nin Kaymakamı, Belediye Reisi varken çarşı önündeki insanlara, ben ne
konuşabilirim ki?
-
Evlat, ben senden konuşmanı
istemiyorum ki, yalnızca oturup bir kahve içimlik dinlenmeni rica ediyorum.
-
O zaman bir tabureye oturup,
izninizle biraz dinlendikten sonra kalkıp giderim efendim. Yalnız, kürsünün
gelmesini istemiyorum.
Az sonra, genç birisi elinde kenarları ağaç, üstü hasırdan örülü bir
tabure getirerek önüme bıraktı. Hiç tereddütsüz oturup, gelen kahvemi
yudumlarken, benimle yakından ilgilenen tatlı sert mizaçlı ihtiyar amcaya,
kürsünün gelmediğine sevindiğimi söyledim. Yaşlı amca, kahkahalarla gülerek:
-
Eviadım, senin üzerinde
oturduğun kürsünün ta kendisidir. Onun için, konuşma yaptıracaklar diye korkup
durma. Bizim buralarda, sizin tabure dediğiniz şeyin adı kürsüdür.
-
Efendim kusura bakmayın,
bana bilmediğim bir şeyi öğretmiş oldunuz.
Akdağ'h ihtiyar bir tek kelimeyle, alim dediği bizleri hem düşüncelere
daldırıyor, hem de kahkahalarla güldürüyordu.
Buralardaki halkın ürettiği bazı mugallit isimler, alim ve bilgin geçinen
birçoklarına bilmediklerini öğretirken, çok bilmişliğin ukaialığına
kapılanların, Anadolu kültürünün zengin değerlerini kabullenmemeleri haksızlık
olur.
Bin okumuşun bilemediğini, bakarsınız bir okumamış bilebilir. O zaman
Anadolu'nun her yöresinden kaptığımız ve bizlere ilham kaynağı olan bu kültür
mozayiğine gönülden saygı duymak Iazım.
Akdağ'h ihtiyar amca'nın yanıma verdiği genç bir kılavuzla, işimin daha
kolay olacağını anladım. Yanımdaki genç, beni kısa sayılabilecek bir zamanda
Akdağ'ın en yaşlı siması Efra166
him Gökbaş 'ın Tahmaz Mahallesindeki yazlık bahçe evine götürdü. Bahçe
kapısını açan orta yaşlı hanım, yanındaki karabaş köpeğiyle bize Efrahim Bey'in
yazlık evini gösterirken, orta boylu yanık tenli, yaşlı adam birden kapının
önünde belirdi. Bana bir asırlık ömrü olduğunu söyledikleri halde, daha genç
gösteriyordu. Bize yol gösteren orta yaşlı hanımın, Efrahim Bey'in üçüncü eşi
olduğunu öğrenince tamamen şaşırdım. Bana anlatıldığı kadarıyla bu şahsın
Selanik muhaciri olduğunu, Akdağ' ın kamyon ve nakliyat taşımacılığını onunla
tanıdığını, yeterince. biliyordum. Beni gayet samimi karşılayan Efrahim Bey,
içerisinin sıcak olacağından, bahçede oturmamızı tavsiye etti. Çeşit çeşit
ağaçlar, lale, sarmaşık ve rengarenk güllerin arasından bahçedeki çardağa doğru
yürüyerek hamağın üzerine karşılıklı oturduk. Kısa bir sohbetten sonra hemen
konuya girerek, bu canlı tarihten bilgiler almak istedim:
-
Efendim, gördüğüm kadarıyla
bu oturduğunuz yazlık ev ve geniş bahçesi Türk Ortodoks Kilise'sine aitmiş.
Anlatılanlara göre siz buraları satın alarak, Akdağ'da ilk kilise sahibi kişi
olmuşsunuz. Şöyle bir anılar denizinde gezinelim mi?
-
Abe çocuğum burası
Akdağ'dır, deniz ne gezer burada...
-
Beni yanlış anladınız. Size
geçmişinizi ve bu gününüzü soruyorum.
■Evlâdım, ben
Selanik muhaciriyim, buralara 1923 'te geldim. Yani mübadeleden hemen sonra. O
yıllarda bizi Hamalbaşı Mahallesine yerleştirdiler. Bilirsiniz ki, muhacirler
çok yokluk çektiğinden umumiyetle çalışkan olurlar. Çocukluk ve gençlik
dönemlerimde hayli zorluk çekmeme rağmen, azim ve sebatla çalışarak kısa
zamanda bir kamyon sahibi, daha sonra da buraların en büyük nakliyecisi oldum.
Nihayet bu gördüğünüz ev ve arazisini satın aldım. Bu bahçenin arkasındaki
kilise ve Papaz Okulu kesinlikle Rumlar'a aittir. Buralarda Rum ve çok az da
Ermeni oturmuştur. İnanmayan gelsin baksın, ben ve ailem kilise ve Papaz
Okulu'na dokunmadık, olduğu gibi durmaktadır. Ancak bahçeye ağaç dikerken,
zaman zaman Rumca yazılı büyük ve çocuk mezarlarına rastladık. Zaten evimin
arka kısmı da, gördüğünüz gibi Rum Mezarlığıdır.
Efendim sözünüzü kesiyorum, bu bölgenin insanı olan Papa Eftim 'i tanır
mısınız?
Mübadale gereği benim ve aile büyüklerimin Akdağ'a geldiklerinde,
Rum'lar Yunanistan'a gitmek üzereydiler. Yani bizlerle karşılıklı değişim
yapıldılar. Siz Hristiyan Türk diyorsunuz, bildiğim kadarıyla bu dedikleriniz
Orta Asya'da olabilir. Ancak buradakiler kesinlikle Rumdu. Papa Eftim'i 1924
veya 1925 yılında muhtelif aralıklarla üç defa gördüm. Akdağmadeni 'ne
mülklerini satmaya gelmişti. Mübadeleden muaf tutulduğundan, İstanbul'a
yerleşmesi kesindi. Ancak sizin Eftim dediğinize, buralarda Pavri diyorlardı.
Bizim bu evin arkasındaki kilise eskiyince, "Pavri" Hamalbaşı Mahallesindeki Büyük
Rum Kilisesi'nde papaz'lık yapmış.
Efendim, İstanbul'lu Mahallesindeki kilise'nin ne zaman yapıldığını
biliyormusunuz?
İstanbul'lu Mahallesindeki kilise, Tahmaz ve Hamalbaşı'ndan sonradır.
Bildiğim kadarıyla ve Akdağ'ın yerlilerinden duyduğuma göre Keskin'de
ahimandirit olan Pavri, 191O yılında
İstanbul 'lu Mahalle Kilisesi 'ni yaptırmış. Malı1munuz 10 yıl önce de (1985)
bu kilise, cami'ye dönüştü.
Efrahim Beyefendi sizce Pavri yani Eftim, Türk mü, Rum mu, Ermeni mi?
-
Evladım bir defa Pavri Rum
ismi değil, Türk ismi de değil, yalnız Pavri'nin annesi Mariya Hanım'ın Rum
olduğunu kimse inkar edemez. .
-
Efendim, zaten kayıtlardan
babasının ve annesinin adını çıkarttım. Baba adı Baraş, anne adı da buyurduğunuz
gibi Mariya'dır. Görüldüğü kadarıyla burada çok az Ermeni oturmuş. Ancak yerli
Rumlar'ın çoğunlukta olduğu bir gerçek.
-
Rumlar'la Ermeniler'in aynı
kiliselere gidip, kendi aralarında kız alıp verme durumları da bilinen bir
durumdur. Çocuğum, Türk Hristiyan'lar Akdağ'da yaşamıştır olayını aklından
çıkar. Bunlar (halkın gavur dediği) yerli Rumlar'dır. Kiliseler' in içini ve
gömütleri gördüğüne göre, bunlar sana birşeyler anlatmıştır. Kim bunlara Türk
diyorsa, gelsin buraları kontrol etsin, araştırıp inceleyenler her yerde, her
kazıda Rumca isimler bulacaklardır. Abe çocuğum, senin görünümün Türkmenler'e
benzer. Sen bu insanların Türk mü, değil mi olduklarını tipceğizlerinden
biliverirsin.
Bu arada biz konuşmamıza devam ederken Efrahim Bey'in üçüncü eşi, birer
bakır tas soğuk ayran getirdi. Oda ne, ayranın içerisinde saman taneleri
bulunmaktaydı. Çok geçmeden hanımefendi, "bizim buralarda adettir, saman
yavaş içtirdiğinden soğuk şeyler insana dokunmaz" diyordu. Böylece biz de
Anadolu'da, bilmediğimiz bazı şeyleri öğrenmiş oluyorduk. Artık ayrılık
zamanı gelmişti. Önce Efrahim Gökbaş Bey'in geniş bahçesinin arkasındaki
kilise'yi resimleyip, daha sonra da bu Selanik'li dinç ihtiyar ve neredeyse
torunu yaşındaki eşine nice uzun ömürler dileyerek, veda ediyordum...
Hamalbaşı Mahallesi ve İstanbul'lu yokuşundaki kiliseleri de baştan sona
resimlemiş olduğumdan, işlem tamamdı.
Belirttiğim bu üç mahalledeki kiliseler'in Rumlar'a ait olduğu, ancak
azınlıktaki Ermenilerin de buralarda, ruhani görevlerini yerine getirdikleri
belirgin bir durum oluşturuyordu.
Mahallenin İstanbul'lu olması, Islahat Fermanıyla İstanbul'dan Akdağmadeni 'ne
gönderilen azınlıkların buralarda ikamet etmesindendir. Turani Türkleri'ni
anlatırken, bunların Anadolu'nun batısına göç ettiklerinden bahsetmiştik.
Akdağ halkı (tarihçesinden de anlaşıldığı gibi) umumiyetle Arapkir kökenli ve
Selanik muhaciri olduğuna göre, burada (o dönemlerde yaşayan Rum ve Erıneni
azınlıkların haricinde) Hristiyan Türkler'in olması söz konusu değildir.
Gökoğuz ve Turaniler'de Mihal,
Stefan, İbrahim, Yakup, Halil gibi isimlere rastladığımız halde; Pavri, Baraş ve Mariya isimleri kesinlikle
yoktur. Yozgat şehri ve Uzunyayla'da bir miktar varolan Hristiyan Turani
Ti.irk'ü de Ermeni ve Rumlar'la içiçe olduklarından, benliklerini
kaybetmişlerdir. Anadolu'da katıksız Hristiyan Türk var demek, abartıdan öte
birşey değildir.
Yazılarımın başlangıcında açıkladığım, Papa Eftim'in aile soykökünü
burada söylerken, Türk
Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'u çok mu, çok üzeceğimi
bilmekteyim.
Akdağmadeni'nde daha çok çocukluğunda, doksan yaşındaki büyük annesiyle,
Eftim'in beraber gittikleri Hamalbaşı Mahallesindeki tarihi kilise'yi uzun uzun
inceledim. İki yüz yıla yakın olan bu yapının iç sütunları günümüzde bile zor
yapılabilirdi. O somaki mermerler ulaşımın kısıtlı olduğu yıllarda nerelerden
getirtilmiş, anlamak çok zor. Kendilerini Turani Türkler'i olarak gösteren
Erenerol ailesinin soykökünü bulduğuma artık inancım tamdı. Eftim 'in bezirgan
babasının adının Baraş, annesinin adının da Mariya olduğunu kayıtlardan
öğrenmiştim. Mariya ismini Rumlar'ın ve genellikle Ortodoks Hristiyan170
lar'ın kullandıklarını, tarihle uzaktan yakından ilgilenmeyen
insanlarımız dahi rahatlıkla bilebilirlerdi. Tarihi kaynaklara göre Baraş ve
Pavri isimleri, gerek Süryani Kadim, gerekse eski kuşak Ermeniler'de
bulunmaktadır.
Bir ihtimal Kumanlar, zaman içerisinde bu isimleri kullanmış
olabilirler. Mutlu bir tesadüf, Eftim'in eşinin adı da annesinin ki gibi
Mariya'dır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında doğan Turgut Erenerol'un adı daha önce
de belirttiğim gibi aile arasında Yorgi, dışarıda ise Turgut olarak
bilinmiştir. Daha açık bir ifadeyle Papa Eftim'in Milli Mücadelede Ankara'nın
yanında yer aldığı zamanlar büyük oğul'un evdeki adı Yorgi, dışardaki adı ise
Turgut'tur.
Başlangıçta da söylediğimiz gibi Eftim, önce doğan üç kızına Rumca
isimler venrken, aralıklarla dünyaya gelen iki erkek çocuğunu Türk isimleriyle
tanıtır. Turgut Erenerol'un Amerikalı eşi Şarlot Hanım bile, kocasına hep
Yorgi ismiyle hitap etmiştir. Papa Eftim'in nüfus kayıt örneğini aleni
yayınlayacağımdan, bu konuda herhangi bir tereddüt'ün olacağını sanmıyorum.
Bu gün Türk Ortodokslar'ın Patriği olan Selçuk Erenerol, baba toprağı diye
övündüğü Akdağmedeni'ne bir gün olsun gitmediğinden, oradaki mevcut
kiliseler'in yapı ve tarzlarını kendilerine resimlerle göstermiş bulunmaktayım.
Hatta Ankara Kent Otel'de yaptığımız kahvaltı esnasında, kızı Sevgi Hanım ve
patrik'in ısrarlı istekleri üzerine bu resimlerin büyük bölümünü takdim etmek
hoşgörüsünü gösterdim. Bir insan Müslüman olsun, Hristiyan olsun doğduğu
topraklara karşı bu kadar vefasız olabilir mi?
Hem patrik'im diyeceksiniz, hem de babanızın yaşadığı yerleri yetıniş
yıllık ömrünüzde bir defa olsun görmeyip, bir araştırmacının verdiği
resimlerden tanıyacaksınız.
Bu sebepledir ki, Fener Rumları size hiç hayat hakkı tanımamışlar ve hep
ezilmiş büzülmüşsünüz.
Patrik'e verdiğim resimler bir Müslüman'ın, bir Hristiyan'a olan
hoşgörüsünün ifadesidir.
Kendi düşüncelerime göre görevlerimi bitirdiğimden dolayı,
Akdağmadeni'nin dik ve yamaçlı yollarından Ankara'ya dönerken, tereddütlerini
yenmiş insanların mutluluğu içerisindeydim. Hayatı boyunca Türk dostu
denilmesine dahi tahammül edemeyen (hatta bu sözü duyunca, karşısındakileri
azarlayan) Pavri torunu, Baraş ve Mariya oğlu, 1. Türk Ortodoks Patriği Akdağmaden'li Papa Eftim Türk
müdür, değil midir?
Bu uzun ve meşakkath araştınnalanmın değerlendinnesini, sizlere bırakıyor
ve kati karar sizlerindir diyorum. Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol,
objektif davrandığım ve sizin istediğiniz gibi yazmadım diye kırılmak gücenmek
yok. Bunlar gecikmeli de olsa gün yüzüne çıkan tarihi ve belgesel hakikatlardır.
Siz bana Türkiye Cumhuriyeti'nde ana adı Mariya, baba adı Baraş olan bir Türk
gösterebilir misiniz?
Gösterdiğiniz anda, her türlü tecziyeyi kabullenmeye hazırım. Babanız
Eftim'in, Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin Sen Sinod Meclisi'ne neden Feriköy,
Galata ve Kumkapı Rumları'nı seçtiğini şimdi çok daha iyi anlamaktayım.
Burada Türk Ocakları'nın kurucusu Hamdullah Suphi Tanrıöver'i
hatırlamamak ne mümkün? Çünkü o hayatı boyunca Hristiyan Ortodokslar'ı, yerli
Rum olsalar bile Türkleştinne sevdalarıyla yanıp tutuştu. Ne demişti dönemin
Milli Eğitim Bakanı, büyük hatip Hamdullah Suphi:
"Bunlar halis muhlis Türk'türler, Rum dediğiniz
bu insanlar Türkçe'nin en güzelini konuşurlar. İtiraj edeyim ki ben Antalya’
da otururken, Ortodoks kadınlarından yüzlerce eski Türk kelimesi öğrendim
diyerek "Ankara Tarihi" ni yazan Niğde Milletvekili Avram Galanti
Bodrumlu’nun bile katıksız Türk olduğunu söylemiştir. Kaldı ki, Galanti’nin
baba adı Mişon’dur. Bu zatın annesinin Rum, babasının Yahudi olduğunu hangi
tarih tekzip edebilir? Türk Ocaklarının kurucusu Hamdullah Suphi' nin
değerlendirmeleri böyle ise, vay bu milletin haline... "
Büyük hatip
ve devlet kurumlarında önemli etkinliği olan o zamanın Milli Eğitim Bakanı
Hamdullah Suphi, bugün hayatta olsaydı çok sevdiği milletvekili arkadaşı, (Papa
Eftim'in eski dostu) İstamat Zihni'nin çocukları ve torunlarının Yunanistan'a
kaçtıklarını gördüğünde, gerçekten bu insanların Turani değil, ruhani Türk'leri
olduklarına inanırdı.
Şişli Rum
Mezarlığında başlayan büyük kuşkulanın, Akdağmadeni'nde hakikatleri öğrenmeye
yetince, Türk Ortodoks Hristiyan Patrikhanesi'ni Cumhuriyetin kurulduğu
yıllardan günümüze kadar üç kuşak yöneten Erenerol ailesini, bunun yanında
hıyanet ve casusluk yuvası Fener Patrikhanesi'ni, detay araştırmalarım
neticesinde belgelerle ülkemin insanlarına tanıtmak, bana yeryüzündeki
mutlulukların en büyüğünü vermiştir.
Üç çeyrek
asrı aşan zaman sürecinde devletten sağladıkları imkanlarla uhdelerindeki vakıf
mallarını ülkemizin öz evlatlarına kiraya vererek, adeta kral hayatı yaşayan
Erenerol ailesi bu gerçekleri kabullenmek durumundadır. Herşey ayan beyan belirginleştiğine
göre (geçmiş dönemlerde olduğu gibi) mazeret üretmeleri, asla ve asla
inandırıcı olamaz...
HEYBELİADA AYA TRİADA
MANASTIRINDAKİ
İZLENİMLERİM VE
AYA NİKOLA KİLİSESİNDEKİ RUHANİ AYİN
22 Nisan 1995
tarihinde Aya Triada Manastırı 'nın duvarlarının dışından Ruhban Okulu 'nu
izlediğim halde, manastır bahçesinden içeriye giremediğimden, bu okulu tam
manasıyla tanıtamamıştım. Araştırmacı yazarlığın asıl görevi zoru başarmak
olduğuna göre, ben de bazı zorlukların üstesinden gelmek mecburiyetindeydim.
Aradan geçen dört aylık zaman sürecinde bir fırsatını bulup Aya Triada Manastırı 'na
girmeyi, amansız takiplerimin sonucunda nihayet başarmıştım. Daha önceki ziyaretimde
yeteri kadar tanıtamadığını bu Rum yuvasını bütün gizemiyle anlatabilmek,
benim yirmi sekiz yıllık hasretimi bir ölçüde sona erdiriyordu. Heybeliada Aya
Triada Ruhban Okulu' nu ilk görmem 1967 yılının bir sonbaharına rastlar. O gün
bu gündür içimdeki acılan sona erdirmek, bu günlere kısmet oluyordu. Daha
önceki gelişimde, Papaz Germanaus'a buraya bir gün mutlaka gireceğim dediğimi,
dün gibi hatırlıyorum. O zaman sözümde durmam gerekirdi. 1-15 Ağustos
tarihleri Rumlar'ın Panayia günü olduğundan, 10 Ağustos Perşembeyi kendime en
uygun gün olarak seçmiştim. Panayia ayinleri Heybeliada'nın merkezindeki Aya
Nikola Kilisesi'nde kutlanacağından, ada'nın zirvesindeki manastır'a
girebilmem daha kolay olacaktı. Bir turizm rehberi arkadaşımın yanındaki sekiz
kişilik Fransız turist grupla birlikte Aya Triada Manastm'nın tarihi bahçe
kapısının önüne geldiğimizde, bizleri manastır'ın mihmandarı Dimitri
karşıladı. Ada'nın merkezinde ruhani ayin olduğundan, manastır'da papaz ve
despotlar'ın[34] bulunmayışı, bir bakıma şansımız
sayılırdı. Mihmandar Dimitri'ye turistlerin mütercimi olarak tanıtılmıştım. Aya
Triada Manastırı'nın daha önceden tanıdığım görkemli bahçesini gezerken,
yanımızdaki gruplarla birlikte Ruhban Okulu'nun ana kapısından içeriye giriyorduk.
Dimitri, ilk etapta kapalı olan akademi'nin sınıflarını gezdirmeye başladı.
Sekizer kişilik sınıflar, siyah ve piyano şeklindeki oymalı sıralardan
ibaretti. Sağ ara koridorun sol taraf kapıları açıldığında, önce yatakhane
sonra da toplantı salonuyla karşılaştık. Siyah muhkem masa ve koltukların
bulunduğu salonda, Sağlık Tanrısı Benazis'in som altın kabartmalı resmi
bulunuyordu. Bir sonraki oda ise yemek salonunu teşkil etmekteydi. Kapı
açıldığında çok şaşırmıştım. Bir önceki salonda bulunan resmin daha büyük
kabartmalısı, yemek salonunda asılı Yunan bayrağı ile yan yanaydı. Bu da
Benazis'in daha büyük kabartmalı altın varak bir tablosuydu. Dimitri 'ye, neden
iki salonda da Benazis'in tablosu bulunduğunu rehber arkadaşım sorduğunda,
Dimitri, Benazis'in Sağlık Tanrısı olduğunu, ona içtenlikle inanarak ve
dikkatle bakan her hastanın kesinlikle iyileştiğini söylüyordu.
Ben inanarak bakmadığıma göre, hasta olsam dahi, demek ki iyileşmem
mümkün olmayacaktı.
Böylesi saçma hurafelere inanmak zaten benim işim değildi. Beni en çok
üzen, yemek salonunda bulunan büyükçe Yunan bayrağının asılı olmasıydı. Bu
manastır'ın ruhban (Ortodoks din adamı) yetiştirmek üzere, Sultan
Abdülmecid'in onayı ile 15 Eylül 1848 yılında açıldığını öğrenince tamamiyle
üzüldüm. Osmanlı Devleti, islahat dönemlerinde bu dünya harikası yeri Rumlar'a
manastır olarak açtırmakla, telafisi imkansız hatalara düşmüş oluyordu.
Bugün
Türkiyemiz'deki hiç bir okul coğrafi olarak, böylesine muazzam ve görkemli
değildir. Okulun lise bölümü açık olduğu halde, yaz tatili nedeniyle
görevlilerden başka kimseler yoktu. Görevliler, mihmandar, ahçı ve bahçevandan
ziyade tıpkı eğitimli korumalara benzemekteydiler.
Bütün
manastır ve kiliseler'in casus yatağı olduğunu daha önceleri bildiğimden,
buradaki görevlileri hiç yadırgamamıştım. Heybeliada Aya Triada Manastırı, Osmanlı'dan
buyana Ruhban Okulu'nda Konstantin,
Meliton, Meletyos, Makarios ve canavar Yakovas gibi birçok casus papaz'lar
yetiştirmişti. Bu akademi Avrupa Birliği sevdalan uğruna yıllar sonra tekrar
eğitime açılacak olursa, yeni casus papazlar'ın yetiştirileceği gün gibi
aşikardı. ..
Dimitri'ye
göre Ruhban Okulu[35] son hazırlıklarını yapmış olup, heran
eğitime açılabilirdi. Okullarında Yunan bayrağını pervasızca asan bu
insanların, ülkemiz aleyhinde neler yapabileceklerini kestirebilmek için,
kahin olmak gerekmez.
Dimitri
konuşmaları arasında, Türk Hükümeti'nin 1971'de Ruhban Akademisi'ni keyfi
kararla kapattığını ve bu durumu Fransız turistlere anlatmamızı ısrarla
istiyordu. Ben ve turizm rehberi arkadaşım üstü kapalı birşeyler söylüyor,
Dimitri'yi zorunlu oyalıyorduk. Ruhban Okulu'nun arka kapısına doğru yöneldiğimizde,
orta bahçede karşımıza Aya Triada Kilisesi çıkıyordu. Kilise kapısının sol
tarafında beş adet çan bulunmakta olup, bu çanlardan biri diğerlerinden
büyüktü. Dimitri, hiç çekinmeden büyük çan'm Ayasofya'yı sembolize ettiğini, beş adet çanın ise, günün
birinde Ayasofya'da çalınacak beş yüz Bizans çanı'nın sembolik temsilcisi
olduğunu söylüyordu. Çok, ama çok üzülmüştüm. Burgaz'a tepeden
bakan, Kaşık Adasını kuşbakışı seyreden, uçsuz bucaksız çam ormanlarıyla kaplı
bir manastır'da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin imkanlarıyla oturan bu
insanlar, hala intikam ateşiyle yanıp tutuşuyorlardı. Kilise'nin arka
kapısındaki tarihi patrik köşkü, sanki bir dünya cennetiydi. Fener Rum Patriği
Bartholomeos' un dinlenme yeri olan böylesine muhteşem bir mekan, bu
memleketin öz insanı kaç Türk'e nasip olabilirdi...
Aya Triada'nın kilise bahçesinde rastladığım güneş saati, bir hayli
ilgimi çekmiş ve ben de büyük merak uyandırmıştı. Kilise'nin arka kısmında spor
kompleksine bakan duvarda, sekiz mezar gömütü bulunmaktaydı. Bunlardan en
büyüğü Osmanlı'yı, İngilizler'e teslim ediyorum diyen Patrik Konstantin' in
gömütüydü. Diğer yedi gömüt ise Fener Rumları'nın önde gelen
metropolitleri'ydi. Manastır ve Ruhban Okulu'nu gezdiğim anda, daha önceki
gelişimde bahçe kenarında karşılaştığım Papaz Germonos'la karşılaşmamak için,
dualar ediyordum. Yoksa herşey berbat olabilir, istenilmeyen
tatsızlıklar_yaşayabilirdik. Kendi açımdan en küçük bir korkum yoktu ama,
turizm •• rehberi arkadaşım işinden olsun istemiyordum.
Aya Nikola'da ayin olduğundan, papazlar'ın manastır'da olmayışları da
beni bir hayli rahatlatıyordu. Nihayet yemekha-
neye indiğimizde, sanki yüz kişilik yemek hazırlığı yapılıyor gibiydi.
Yaz dönemi okulda kimseler olmadığına göre, bu yemekler bir yerlere gidiyor
olmalıydı. Manastır yetkilileri, yıllardır kapalı olan akademi 'nin açılacağına
kesin gözüyle baktıklarına göre, başta ABD olmak üzere mutlaka bir garanti
almış olmalıydılar ki, böylesine rahat davranıyorlardı.
Burada, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin siyasilerine ve ada çıkartması yapanlara sesleniyorum.
Hepinizin bildiği gibi, Aya Triada Manastırındaki Ruhban Okulu bir casus
yatağıdır. Üç buçuk oy uğruna vereceğiniz tavizler, ülkemiz aleyhine onarılması
imkansız yaralar açar. Geçmişte yetmiş beşbin Rum İstanbul'da yaşarken verilen
tavizler, bugün asla verilmemelidir. Bu günkü İstanbul Rumları'nın sayısı bin ikiyüzlere kadar düşmüş
durumdadır. Bunların tamamı oy verse, yarım milletvekili çıkaramazlar. O
sebepledir ki akademi'ye asılan kilidi, lise bölümüne de asmak, kamburun
tümseğinden kurtulmak olacaktır. Rumlar son olarak Aya Nikola'daki Panayia
ayinlerinde yeterli çoğunluğu toplayamadıkları için, Yunan pasaportlu turistler
getirterek, çoğunluk sağlayıp, Heybeliada halkının gözünü boyamışlardır.
Bunlara kanmayıp duyarlı olursak, kendi hazırladıkları bitişlerini, kendileri
seyredeceklerdir.
Aya Triada Manastırı'nı yeterince gezip merakımı yendikten sonra, on beş
dakikalık bir mesafede olan Heybeli sahil caddesinin arkasındaki Aya Nikola
Kilisesi'ndeki ayini izleyip, görevimi tamamlamış olacaktım. Heybeli
iskelesinin karşısındaki Deniz Harp Okulu'nun bahçe duvarının önünde turizm
rehberi arkadaşımı yolcu ederken, ayak üzeri vedalaştık. Bana, Rum
Ortodokslar'ın ibadet yeri olan Aya Nikola'da sağladığı rande178
vu için kendisine teşekkür ediyordum. Orada idari işlerden sorumlu
Diyokos Andony'i görecektim.
Akşam saat 18.00 sıralarında ada rıhtımı tıklım tıklım doluydu. Bu
insanların çoğunun Yunan pasaportlu olduğu, kendilerini karşılamaya gelen
Rumlar'dan anlaşılıyordu. Kısa bir yürüyüşten sonra, önceden ayarladığımız Aya Nikola'nın Diyokos'u Rum Andony, siyah
bir cübbe içinde kilise bahçesinin önünde duruyordu. Bana ayini ancak, ayin
salonunun holünden izleyebileceğimi söyledi. Ben zaten ayin salonuna girmeyi
hiç mi, hiç istemiyordum. Dış kapıdan hole geçtiğimde, ayin salonu olduğu gibi
görünüyordu. Andony'inin anlattığına göre, holün sol yan tarafındaki kapısı
siyah perdeli yer ise, günah çıkartma odası idi. Kilise 'nin mermer sütunlu
büyük cümle kapısından girenler, daha çok gençlerden ibaret gruplardı. Günah
odasından ayin salonuna gelenler ise, ağır parfüm kokuları içindeki şık giyinimli
yaşlı Rum kadınlardan oluşuyordu. Demek bu yaşlı krantaların günahları daha
çok olacak ki önce Hristos'a[36] günah çıkartıyorlar, sonra da ellerindeki
mumla ayin salonuna geliyorlardı. Holden içeriyi gördüğüm kadarıyla Rum Aya
Nikola Papaz'ı Konstantin, siyah cübbesinin yanında boyun kısmından aşağıya
kadar kavuniçi peştemal gibi bir şey sarkıtmıştı. Elindeki İncil 'le, ileri
geri volta atıyor. Daha sonra kürsüdeki diğer papaz Niko ve karşısındaki
okuyuculara işaretler vererek, koro oluşturuyorlardı. Doğrusu çok
yadırgamıştım. Abdest yok, herkez ayakkabılarıyla içeriye giriyor, mini
eteklisi, mini şortlusu ayine katılıyordu. Yaşlılar ise daha çok siyah
kıyafetleri tercih etmişlerdi. Hol kapısının girişinde bulunan küçük mumları ahşap
ınumluktan parayla alan Rum Ortodoks'lar, ayin salonunun içerisindeki büyük
pirinç şamdanlara mum dikiyorlardı. İbadetin belli bir saati olmadığından üç
beş dakikada çıkanlar olduğu gibi, ayakta izleyen veya sıralarda oturanlar da
vardı.
Ayin içerde
devam ederken holün önünde bir dalgalanma oldu, herkes (Veilis Sarios'un)
torunlarının Yunanistan'dan ayine katılmak için geldiklerini söylüyormuş, ama
ben Rumca bilmediğimden durumu kavramak nedeniyle Andony'e sordum. Andony,
içeriye giren iki lüks bayan ve erkeğin, çok saygın kişiler olduğundan
bahsediyordu. Kimdir bunlar dediğimde, Andony bana, bunlar 1964 yılında
Türkiye'den sürgün edilen işadamı Elefthere Veilis Sarios'un torunlarıdır demişti. Ünlü iş
adamımız Vehbi Koç'un o yıllardaki en büyük ortağının Elefthere Veilis Sarios
adındaki vatan haini, Türkiye sürgünü bir Rum olduğunu öğrenince hayli
üzülmüştüm. Ankara'lı Vehbi Beyimiz, Veilis Sarios'un en büyük ortağıymış da,
biz Türkiye'nin mütevazi insanları bu durumları hiç bilmiyormuşuz.
Vatan haini
bir Rum'un ortağı olmaktansa, sade bir Türk vatandaşı olarak yaşamak, bence
kişiliklerin en erdemlisidir. 1964 senesinde Olimpic Havayollan'ndan gidiş
dönüş bileti alan Vehbi Koç'un ünlü Rum ortağı Elefthere Veilis Sarios, bir
daha Türkiye'ye dönememişti ama, torunları Heybeli Rum Aya Nikola Kilisesi
'ndeki ayine katılıyorlardı ... Rum Ortodoks'larda ibadet haftada bir gün
pazarları olduğu halde, 1 Ağustos'tan itibaren on beş gün süreyle devamlı ayin
yapılması, Panayia içindi. Bir anlamda Meryem Ana'nın isim gününü kutluyorlardı.
Diyokos Andony'den günah çıkartma odasını görmek istediğimi söylediğimde,
ancak birlikte gidebileceğimizi kabullendi. Ben Müslüman olarak içeriye
giremeyeceğimi ve siyah kapı perdesinin altından bakmak istediğimi belirttim.
Odanın girişine geldiğimizde Andony, perdeyi hafifçe aralayıp içeriyi
gösterdi. On metre karelik bir yer olan günah çıkartma odasında büyük bir İsa
posteri ve diğer Hristiyan ulularının resimleri vardı. O da ne, olmaz, olamaz.
Burası bir kilise olduğu halde tavanda odanın ebadında bez bir Yunan bayrağı
asılıydı. Anlaşılan kiliseler'in bütün yollan Yunanistan'agidiyordu. Diyokos
Andony orada bulunan Rumlar'a günah odasında fazla kalabalık bulunmamasının ve
çok durulmamasının gerekli olduğunu belirtmekteydi. İçeride gördüğüm iki genç
çift, kabartma ikon resimlere kucaklarcasına sarılıp öpüyor ve ağlıyorlardı. Andony
bana, bunlar günah çıkartıyorlar deyince, içimden gülmek geldi. Resimlere oda'
da sarılıp ağlamakla günah çıkartılıyorsa, "haşa" dünya'daki bütün
resimler Tanrı mıdır da, Hristiyan Ortodoks'lar böyle bir yolu seçmişlerdir.
Hayatımda ilk defa gördüğüm bir Rum Ortodoks ayini 'ni sizlere anlatırken,
kilise bahçesinde bir çeşmenin dahi bulunmayışı, İslilmiyet'in ve ata yadigarı
külliyelerimizin yüceliğini bir kez daha ortaya koyuyordu. Buradaki kişiler
belki en şık kıyafetleriyle gelmişlerdi, ama abdestin olmadığı bir ibadet şekli
hayli düşündürücüydü. Kiliselere ayakkabılarla girmek, çiftlerin günah
çıkartma odasında sarmaş dolaş ağlamaları, temizliğin sembolü olan suyun bulunmayışı,
içeriyi kesif bir mum ve muhtelif parfüm kokularının kaplaması, Grek ve
Helenizmi dünya'ya medeni diye gösteren bu insanlar topluluğu, İslamiyetin
sembolü olan cami ve medreselerimizin temizliği karşısında sınıfta kalmışlardır.
Akşam vapurunu kaçırdığımdan, zorunlu olarak Heybeliada'da kalacaktım.
Bir otele yerleştikten sonra ada'nın sahil kordonunu gezerken, deniz
kenarındaki park restoranda papaz Konstantin, okuyucu Niko ve diğer
papazlar'la, kadınlı erkekli grupları yemek yerlerken gördüm. Hepsi alemlerinde
olduğu gibi, attıkları kahkahalarla ada sahilini inletiyorlardı. Kadeh seslerinin
ardı arkası kesilmiyordu. Görüldüğü kadarıyla biralı, rakılı masada, papaz'lar
gündüz yapılan ayin yorgunluğunun akşanı sefasını sürüyorlardı. Gülmeler,
esprili şakalar ve banttan yayılan Rum müziğiyle Türk adası Heybeli'de, sanki
Yunanistan' da yaşıyor gibiydiler. Çapar[37]
tipli Papaz Konstantin, bir Rum'dan ziyade Arnavut ve Makedonlar'ı andırıyordu.
Türkiye'nin hep aleyhinde olan Ruhban Okulları ve ibadet yaptıkları
kiliselerine Yunan bayrağı asma cesareti gösteren bu papaz'lar mutlaka
denetlenmeliydi. Devlet bu kiliselere neden görevlilerini göndermez? Türkiye
Cumhuriyeti'nin ekmeğini yiyen ve aleni Yunan'a çalışan bu Rum papazlar'ın
saltanatına son verecek bir kurum veya denetleyici yok mudur?..
Türk Ortodoks
Patriği Selçuk Erenerol boş demeçler vereceği yerde, Rum kiliseleri'nde asılan
bu Yunan bayraklarını yerinde tespit etmelidir. Yoksa Fener Rumları'yla kuru
kuruya mücadele ediyorum demek, hiçbir zaman inandırıcı ohnaz. Alternatif bir
patrikhane'nin görevi, diğer patrikhane ve kiliseler'in yıkıcı faaliyetlerini
yerinde belirlemek olmalıdır. Buyrun sayın yetkililer ve Türk Ortodoks Patriği,
Fener Rumları'nın kilise ve Ruhban Okulları'nın yıkıcı faaliyetlerini yerinde
belirledim. Haydi asli mücadelenizi yapın da görelim sizleri!..
Hep
söylediğim gibi günümüzde (2006) Fener Ortodoks Rumları'nın sayısı bin
ikiyüzlere inmiştir. Türk Ortodoks Hristiyanları ise neredeyse bitme noktasına
yaklaşmış durumdadır. Ayrı kutuplarda görünür gibi olsalar da din ve dil
müştereği olan bu insanlar kendi kendilerini bitirirlerse, Türk Devleti
sırtındaki çiftli hörgüçten ebediyen kurtulmuş olur. Tünelin ucu göründüğüne
göre azınlıksız, Hristiyansız bir Türk İslam dünyası, içinde bulunduğumuz
asrın ortalarında hepimizin kutlu günü olacaktır. Buna bütün benliğimle,
gönülden inanmaktayım...
Sizlere Hristiyan Türkler'in,
Türkiyemiz'deki seksen dört yıllık Ortodoks Patrikhaneleri' nin Kayseri' den
İstanbul'a neden taşındığını, mübadaleden muaf tutularak burada Fener
Rumları'yla nasıl mücadele verdiklerini, zaman içerisinde Eftim' in tarihi
yanılgılarını, Papa Eftim ailesinin soyköklerini yerinde tespitlerle izah
etmeye çalıştım.
Bazen esprilerle Türk büyüklerine
benzetme yapmaya yeltendik. Bunda da haklılık payımız var olduğuna
inanmaktayım. Türk Ortodoks Patrikhanesi'ni tanımlarken, Türkiyemiz için hala
en büyük tehlike unsuru olan Fener Rum Patrikhanesi'ni, Athenagoras' ı, özürlü
Meliton' u, canavar Yakovas' ı, sizler de benimle birlikte yaşadınız. Bir Rum
Patriği'nin devlet büyükleri tarafından karşılanıp ihya edilmesine, benim
kadar sizlerin de üzülmüş olduğunuz kanaatindeyim.
Bu arada hep birlikte, Fener Rumları'nın
patrikhane çevresinden yerler satın alıp, yeni bir Vatikan hayalleri uğraşı
içerisinde olduklarını gördük. Türk Ortodoksları 'mn yeterli mücadele
veremediklerinden, haklı olarak yakınıp durduk. Bütün bunlar yakın tarihimizin
kaçınılmaz gerçekleridir.
Ekümenik Cihan Patrik' fiği sevdasında
olan ve patrikhane' nin kapılarını dış dünya'ya kapatan, işgalci Amerika' nın
kuklası Bartholomeos'un yakasını yaşadıkça hiç, ama hiç bırakmayacağım.
Korkmadan çekinmeden yazıyorum. Dünya' daki bütün patrikhane' !er birer siyasi
casus yatağıdırlar. Fener Rum Patrikhanesi, aslında Lozan Muahedesinde
Yunanistan'a kalacaktı. Son andaki Venizelos kurnazlığı ile İstanbulumuz' un
acı hatırası olmuştur. Asıl gaye, bunlarm casus yatağı olan Ruhban Okulları'
na izin vermemektir. Şu anda Heybeliada Ruhban Okulu kapalı durumdad11: Bir
daha açılacak olursa, işte o zaman felaket geliyor denilebilİl: Bu sebepledir
ki, patrikhane anavatanı Yunanistan'a gidinceye kadar mücadeleyi elden
bırakmamak gerekmektedir. Bugün Türkiye'de dinle ilgili okullarımızda belli
kuralların dışına çıkılmayıp, hep bilinen şeyler öğretilmektedir. Ben, bu
kitabımı hazırlarken yüıün üzerinde yüksek tahsil öğrencisine Türk Ortodoks
Patrikhanesi' ni sordum, bunların içinde iki fakülte bitirmiş gençler bile
yeterli cevap \'( remediler.
Hatta böyle bir patrikhane' nin olup olmadığı hakkında ucundan kıyıdan da olsa
bilgi sahibi değillerdi. Eğitim kurumlarında hep aym kalıplaşmış konuları
öğrenmek, bir yerde belirgin sıkıntılar yarat11:
Bir Türk çocuğu, Fener Rum Ortodoks'unu bildiği kadar, Türk Ortodoks' u,
Türk Protestan'ı, Ermeni Katolik' i ve buna benzer kilise teşekküllerini bilmek
zorundad11: Dünya' daki bütün azmlık bireyleri din üzerine eğitim gören
akademiler'de öğrencilerine dini telkinler kadar, karşıt görüşler hakkmda da
bilgiler vermektedirleı: Hep aynı görüşü okutup öğretmek, bir insanın
düşmanım ve karşı görüşünü öğrenmesini engeller.
Açık olduğu dönemlerde, Heybeliada Ruhban Okulunda dini derslerin
yanısıra, öğrencilere istihbarat dersleri de verilmiş ve buradan yetişen papaz'
lar ülkemiz aleyhinde zararlr faaliyetlerde bulunmuşlardır. İslamiyette
zararlı teşebbüslere elbette yer yoktur. Bilinen bir gerçek varsa bizim
çocuklarımız da karşı dinler hakkında yeterli
bilgilere sahip olsunlar ki, mücadelelerinifikren ve ilmen verebilsinler.
Bakınız bugünlerde Kafkaslar' dan
Gökoğuz' lar, Çavuş' lar ve Yakut' far gelmek üzeredirler. Uzun süren katı bir
Sovyet komünizminin baskısı altında yaşamak zorunda kalan bu insanlar topluluğu
din olgusunu bilmedikleri halde, öz be öz Türk oldııklarından hiç şüphe yoktur.
Bizim evlatlarımız dünya' ya açılmanıış bu Türk insanlarını, yeterli bilgilere
sahip olurlarsa Hristiyan alemine kaptırmazlar. Aksi halde, yeterli
bilgilendirmeler olmadığı zaman, haçlı zihniyetine mani olamayız. Köşelerine
çekilmiş bazı din ulenıalarınıızın, artık başlarrnı havaya kaldırıp gerçekleri
görmeleri lazımd11: Fener Rum Ortodoks Patriği başta Amerika olmak üzere bütün
Jıaçlr ittifakını arkas111a alarak Hristiyan Halifesi olup, İstanbul' un
ortasmda bir Vatikan Devleti kurmak istemektedb: Bunlan belgelerin ışığmda
söylüyorum. Bu hain palikaryalara mani olmazsak, sonradan ağlamak, sızlamak
hiçbir işe yaramaz. Belli kapılar arkasma kapanan din bilginlerimize, bir üst
bilim araştırma merkezi kurmalamıı tavsiye ederim. Bu konuda çok geç
kalınnuşt11: Bu üst bilim araştırma merkezi kurulunca, Hristiyan ve Musevi
alemindeki yürürlükte olan ekonomi politiği araştırıldığı gibi, kiliseler' in
batı politikalarrm yönlendirmedeki rolleri ortaya çıkmış olıu: Böylelikle İslam, Hristiyan ve Musevi alemi
aras111daki ilişkiler belirlenir. Bu suretle memleketimizde sağlıklı bir dış
politika uygulanarak, kiliseler' in batı politikalarındaki etkinliklerine mani
olunur. Bu gün hangi Müslüman Tiirk, kilise ve patrikhaneler' in Türkiye' nin
yanrnda olduğunu söyleyebilir. Bu nedenle kurulacak olan üst bilim araştmna
merkeziyle, ülkemiz ve ülkemiz dışmdaki Hristiyan ve Musevi cemaatleriyle,
gizli faaliyetlerde bulunan misyonerlerin önünü kesebiliriz.
Bir örnek vermek gerekirse; 1958 yılında
casuslukfaaliyetlerinden dolayı Türkiye' den kovulan Heybeliada Ruhban Okulu
mezunu canavar Yakovas, Amerikan senatosundaki parlamenterleri Türkiye
aleyhine yönlendirip, ülkemize uzun yıllar azımsanmayacak zararlar
verdirmiştir. İleride başka Yakovas' lar görmek istemiyorsak,
bilgilendirmelerin ışığında kontrol altına aldığımız Fener Rum Ortodoks
Patrikhanesi' nin işlevini genişletmesine imkan tanımayalım. Yoksa gelecek
nesillere hiç umulmayan acı miraslar bırakmış oluruz.
Türk Ortodokslar' ın da Rumlar'la din ve mezar
birlikteliği olduğundan, geçmiş yıllarda görüldüğü gibi yeterli mücadeleyi
verebileceklerini sanmıyorum. Sayıları hayli azalmasına rağmen, zaman
içerisinde kendi aralarında bir haçlı ittifakı oluştururlarsa, hiç şaşmamak
gerekir.
Türk Ortodokslar'ın patriği son Ankara görüşmemizde,
Müslümanlığın Arap milliyetçiliği olduğunu belirttiğinde, hemen müdahale
ederek, bunun doğru olmadığını söyledim. Nasıl Müslümanlar Kur' andaki bütün
sureleri Arapça okuyorlarsa, dünyadaki mevcut Hristiyanlar'da İncil'i Rumca ve
İbranice okumaktadırlar. O zaman sayın patrik, Hristiyan'lık Rum
milliyetçiliğidir desek kabul eder misiniz? Siz kabul etseniz bile, Vatikan ve
başka ülkeler kabul ederler mi? Asla!.. Bu şartlarda kutsal kitaplardaki
tefsirin orjinini milliyetlere göre ölçü almak yanlış olur...
Bir başka hassas konu ise Heybeliada Ruhban
Okulu'dur. Anayasa Mahkemesi kararına göre, 1971 yılında akademi bölümü
kapatılan bu okulun idarecileri, aym yerin nüvesinde bulunan Aya Triada
Manastırı'nda gizli eğitim yaptırıp, öğrencilerine saçtıkları kin tohumlarıyla
ders başlangıcı ve bitiminde intikam yemini ettirmektedirleı: Yaz aylarında
bahçeye taşınan bu eğitim, dini faaliyetlerden ziyade siyasi ve yıkıcı emellere
dayalıdır. Adalar Metropoliti Simon perde arkasında olduğu halde, Yunan
pasaportuyla turist olarak gelen Yunan'lı öğrencilere, Aya Triada Papazı
Germonos'un dini eğitim mi, yoksa siyasi eğitim mi verdiği bilinmemektedir. Bir
okulun kanunen kapanması yeterli olmuyor. Bu sebepledir ki, genç nesil Türk
çocuklarına buraların yakın takipçisi olmaları öğretilmelidir. Karşı dinlerin
faaliyetlerini öğrenmeden, hiçbir yere varılamayacağını devamlı olarak
anlattığımdan, bir defa daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Artık eğitimler
külliyelerin dışında da, sosyal olarak hayata geçirilmelidir. Yoksa, Hristiyan
Halifesi olmak isteyen Fener Rum Patriği Bartholomeos'a mani olamayız. Son
zamanlarda Fener Rum Patrikhanesi' nin yüksek fiatlarla satın aldığı yerler,
ikametten ziyade ebedi haç'lı hıyanetinin başlangıcıdır. Siyasilerimiz, ada'
far ve İstanbul' un muhtelif semtlerindeki azınlıklardan oy almayı
hesaplayacaklarına, onurlu bir şekilde bunların patrikhane, kilise ve
manastırları' nı tasfiye etmek için uğraşırlarsa, halkın gözünde daha çok yücelirler.
Canavar Papaz Yakovas, seksen yaşını aşkın olduğu halde, bugün Amerika Ortodoks
Patriğidir. Bir yerde Fener' e bağlı olması gerekirken, Amerika'dan Fener
Patrikhane'sini yöneten ruhban durumundadır.
Bartholomeos, patrik seçildiği günden buyana Yakovas'
ın emir kulu olduğunu inkar edebilir mi? Perde arkasındaki akıl hocası
Amerika'dan külliyetli miktarda paralar göndermese, İstanbul'dan mülkiyetler
alıp, Vatikan olma hazırlığında bulunabilirler mi dersiniz?
Ömrü boyunca Fener Patriği[38]
olmak için yanıp tutuşan bu vatansız canavar, vatansızlığı nedeniyle olamadığı
Fener Patrikliği' ni, ömrünün son demlerinde (Ekümenik) Patrik olarak yaşayıp,
görmek istemektedir. Yunan casusluğundan tescilli Amerika Patriği ve Amerikan
ajanı canavar Yakovas, yıllar önce seni kovan Türkiye, bir daha asla kabul
etmeyecektil: Hıyaİıetlerinizi okyanusların bile temizlemeyeceğini siz de
bilmektesiniz. O halde okyanus ötesindeki Amerika, sizin son durağınızdır.
Ondan sonrası Ortodoks mezarlığı, bunu çok yakınınızda hissediyorsunuz.
Hissettikleriniz gerçeğe dönüşürse, bütün dünya eşi menendi olmayan din adamı
görünümündeki bir siyasi casus (dinozordan) kurtulmuş olur.
Yakovas' ın yıllarca yönlendirdiği, Türkiye'deki bütün Rum Ortodoks
kiliseleri mutlaka denetlenmelidir. İmtiyazlı davranmak, imtiyazsız bir
gelecek vaadedeı: Bu nedenle bu hıyanet yuvalarını, mutlaka ıslah edelim.
Türkiyemiz' in patrikhaneler'le meselesi olmasını bizler de istemeyiz.
Ülkemizin aleyhinde ol■ mayan herkes baştacımızdır.
Pek tabii ki, Bartholomeos un
Ekümenik Patrik'lik safsataları hiçbir zaman tasvip
görmez. Ve görmeyecektir def Böylesine zararlı faaliyetler gösterenlerin,
gidecekleri en son yer ise anavatanlarıdır.
Günün birinde, ülkemizin ebedi ıstırabı patrikhane, Ruhban Okulu, kilise
ve sinagogları tarihin derinliklerine gömeceklerine gönülden inandığım asil Türk
çocuklanna ebedi saadetler dilerim ...
Süleyman Yeşilyurt
Ankara
Bu eserin kaynakçası, birkaç küçük istisna dışında,
tamamiyle araştırma ve özel görüşmeler neticesinde sağlanmıştır.
Selçuk
Erenerol: Türk Hristiyan Bağımsız Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol,
20 Aralık 2002 tarihinde vefat ettikten iki gün sonra (Fener Patrikhanesi'nin
muhalefetine rağmen) İstanbul Emniyet Müdürlüğünden alınan özel izinle Şişli
Rum Mezarlığına defnedilmiştir.
Paşa Erenerol: Patrik'in
oğlu ve IV. Patrik adayı.
Sevgi
Erenerol: Patrik'in Kızı ve Türk Ortodoks Hristiyan Patrikhanesi
Basın ve Halkla İlişkiler görevlisi.
Evseviya Adasoğlu: Halen İstanbul'da yayınlanmakta
olan Rum cemaatinin iki gazetesinden "Apoyevmatini"nin en büyük
hissedarlarından. ‘
Dimitri
Karayani: İstanbul Balıklı Rum Hastahanesi Mütevelli Heyeti Vakfı
Başkanı.
Efrahim Gökbaş: Akdağmadeni
Eşrafından.
Germonos
Atayonistos: Heybeliada Rum Ortodoks Aya Triada Manastırı Papazı.
Dimitri
Fangopulo: Zoğrafyan Rum Lisesi Öğretmeni ve Müdürü.
Andony
Yumurta: Heybeliada Rum Ortodoks Aya Nikola Kilisesi Diyokosu.
Teoman Ergene: İstiklfil
Harbinde Türk Ortodoksları, Karaköy (İstanbul) 1951.
Maruviç Türk Dünyası
Tarihi Dergisi: Yayın tarihi (Şubat 1993) yalnızca dünya'daki
Hristiyanların sayılan için istatistiki bilgi alınmıştır.
Jyrkankallio: Hristiyan
Gökoğuz'lann, istatistiki sayılan için bilgi alınmıştır.
Fener Rum Ortodoks
Patrikhanesi Kilise kayıtları: Bu kayıtlara göre Ocak 2005
itibariyle Türkiye'de yaşayan azınlık statüsünde 1244 Rum Ortodoks vardır.
Türk Hristiyan
Bağımsız Ortodoks Patrikhanesi Kilise kayıtları ve arşiv bilgileri.
Gökçeada-Bozcaada
Metropolitliği arşiv kayıtları: Kaynak bilgiler Metropolit Krilos
Drağunis'ten alınmıştır.
Balıklı Rum
Hastahanesi Vakfı[39]
2005 yılı kayıtlan.
İSTATİSTİKİ BİLGİLERE
GÖRE
DÜNYADAKİ TÜRK
HRİSTİYANLAR
20-23 Ekim 1994 tarihinde İzmir'de yapılan il. Türk Devlet Toplulukları Dostluk Kurultayında konuşan
Çavuşistan Standartlar Enstitüsü Başkanı Veçislav Timotiyev, dünya'daki Türk
Hristiyanlar'ın on milyon civarında olduğunu belirtmişse de bu çok abartılı bir
rakam olup, önemli ve güvenilir kaynaklardan temin edilen (2004-2006 yılına
ait) gerçeğe yakın istatistikler şöyledir:
Gökoğuzlar |
: 312.680 |
2004 |
Çavuşlar (Çuvaşlar) |
: 1.758.400 |
2004 |
Yakutlar |
: 296.000 |
2004 |
Kriyaşen ve Nogay |
|
|
Bakları |
: 114.860 |
Toplam ortalama |
Beltilerle |
: 12.400 |
Toplam ortalama |
Tubalar |
: 6.640 |
Toplam ortalama |
Türk Adventistler |
: 1.200 |
2004 |
İstanbul Tünel |
|
|
Protestan Kilisesi |
: 180 |
2006 |
Türk Ortodokslar |
: 200 |
2006 |
TOPLAM |
: 2.502.520 |
|
Güvenilir kaynakların verileri ve istatistiklerinden anlaşıldığına göre,
dünyadaki Türk Ortodoks Hristiyan sayısı söylendiği gibi on milyon değil en
iyimser (gerçeğe yakın) rakamlara
göre üç milyon civarındadır. Geçiniz dünyayı, yalnızca Türk İslamları 'm
düşündüğümüzde, Türk Hristiyanlar'ın bu küçük sayılarla gündemde olması dahi
şaşırtıcı bir durumdur. Kaldı ki bu Türk topluluklarında bilinen 11.000 Sünni
(Çolimer) Şamanist ve (Telegetler'den) 1000 kadar Şamanist ve Lamaist bulunmaktadır.
Bir de bunlara din tercihi olmayan Orta Asya'daki (Ateist tabir edilen) büyük
çoğunluğu ekleyecek olursak, dünyadaki Türk Hristiyanlar'ın yok denecek kadar
az olduklarım söyleyebiliriz.
Aynca ülkemizdeki Türk Ortodokslar'ın bitme noktasına gelen küçük
grupları ise, kendi aile bireyleri ve hatır gönül ilişkisiyle aralarına
aldıkları yakınlarından oluşmaktadır. Bilhassa Patrik Selçuk Erenerol'un
20.12.2002'de geçirdiği kalp krizi neticesinde ölmesinden sonra, patrikhane'nin
halkla ilişkiler görevini yürüten kızı Sevgi Hamm'ın cemaatlerini büyütüp
geliştirmek için (yazılı ve görsel medya) dahil olmak üzere önemli gayretler
göstermesine rağmen, başarılı olduğu söylenemez. Bunun en bariz ispatı,
patrikhane'nin iç bünyesinde bulunan Panaiya Kilisesi'nin uzun zamandır ibadete
kapalı oluşudur. Nasıl Fener Rumlar'ı yüzyirmi binlerden bin ikiyüzlere düşmüşlerse,
Türk Ortodoksları da dönülmez akşamın ufkuna yaklaşmış durumdadırlar. Çünkü
üçbuçuk yıldır dördüncü patrik'in seçilemeyişi, bunun en belirgin izdüşümüdür.
Fener Rumları' nın dinozor papazlar'ı yaşları gereği birer birer hayatı terki
salat ettiklerine göre, her iki patrikhane'nin de sonu yakın demektir. Görünen
o ki, pek uzun sayılmayacak bir zaman devranında Türk Ortodokslar'ın
kapılarına kilit vurulurken, ülkemizin ebedi başağrısı Fener Patrikhanesi de
bitme noktasına gelen cemaat yetersizliğinden anavatam Aynaroz'a dönmek ve
varlığım orada sürdürmek zorunda kalacaktır.
[1] Bozok: Cumhuriyet öncesi Yozgat Vilayeti"nin
adıdır. Bozok, 24.10.1926 tarih
ve 4248 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararnamesi ile Yozgat adını almıştır.
[2] Papa Eftim, o günlerde Yorgi koyduğu oğlunun adını zaman içerisinde samimi
olduğu hükümet üyelerine şirin görünmek için, daha sonraları Turgut olarak değiştirmiştir.
[3] Taşhan: Ankara'nın Ulus semtinde 1. Meclis'in karşısındaki tarihi
bina; zaman içerisinde yıktırılan bu yerde 1940'lardan buyana Sümerbank bulunmaktadır.
[4] Zincidere:
Kayseri'de bir semt.
[5] Papa Eftim'in Kayseri'de patrik seçilmesi hakkındaki
bilgiler, İstanbul ve Ankara'da
müteaddit defalar görilştUğüm III.
Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erencrol'dan alınmıştır.
[6] Lozan
Andlaşması gereği yapılan mübadelede Anadolu'daki Rumlar Yunanistan'a
gönderilirlerken, Pire limanından Türkiye'ye gönderilen bir gemi dolusu
çingene Trakya, Marmara, Ege ve İçanadolu bölgelerindeki kasaba ve köylere
yerlqtirilmişlerdir.
[7] Papa Eftim'in Fener Rum Patrikhanesindeki konuşmaları
hakkındaki bilgiler, oğlu III. Türk
Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'dan alınmıştır.
[8] Sen Sinod: Patrikhane'de kilise yöneticileri ve
patrik seçimleri hakkında önemli kararlar vermeye yetkili ruhani üst meclis
kuruludur.
[9] Hristos: Hazreti İsa.
[10] Vcnizelos:
Dönemin Yunanistan Başbakanı.
[11] Selçuk Erenerol'un Ankara Kent Otelde verdiği
kahvaltı ve yemek davetleri-
ne, Kılıç Ali'nin oğlu Gazeteci Atemur Kılıç da zaman zaman katılmıştır.
[12] Hamdullah
Suphi Tanrıöver: İstanbul 1886, Galatasaray Lisesi, Fransızca Lisan, Eğitim ve
Diplomasi, Darülfünun (üniversite) Müderrisi, Osmanlı Meclisi Mebusanı 1. dönem Antalya, 1,
il, III, VIII, X'uncu dönem İstanbul, VII'inci dönem İçel, IX'uncu dönem
Manisa Milletvekili. Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı}, ölüm tarihi:
11.6.1966 İstanbul.
[13] Vatikan, İtalya'nın ortasında Kaıolikler'in merkezi
olduğu gibi, Athenagoras da İstanbul'daHristiyan Ortodokslar'ın devletini
kurmak hayalperestliğinin sapkın düşüncelerini taşıyordu.
[14] Meliton
Sotiri Hacis'in Türk vatandaşlığına geçmesi: 4 Mart 1949 tarihli resmi gazete ve 3/8912 sayılı Bakanlar Kurulu karan.
[15] Yeni Dünya: Amerika Birleşik Devletleri.
[16] Aynaroz: Yunan ve Rum Ortodokslar'ın kutsal din
merkezlerinin bulunduğu bir ada'dır. Buradaki Manastır'da din adamlarının
vazgeçilemez hükümranlıkları nedenleriyle kurallar son derece katı bir şekilde
işlemektedir. Sözde kendilerini uygarlığın beşiği sayan Yunanistan'da kadınlar,
dişi sineğin bile girmesinin yasak olduğu Aynaroz Manastırı'na girip ibadet
edebilmek için büyük mücadele vermektedirler. Yıllar içerisinde Avrupa
Parlamentosu da dahil bütün yetkili kurumlan zorlamalarına rağmen, bu
mücadelelerinde başarılı olabilmiş değillerdir. Ortodoks papazlar'ın almış
oldukları kararlar gereği, Aynaroz'a M.S. 1045 yılından beri kadınların girmeleri yasak. Bu
yasağın kaldırılması için Avrupa Parlamentosu'nun 2002 ve 2003'teki çabaları
bile gözardı edildi. Kendilerini Avrupa Birliği'nin vazgeçilemez parçası gören
hiçbir Yunan Hükümeti, devletin anayasal unsuru sayılan güçlü Ortodoks Kilisesi'ne
söz geçiremediği gibi, geçirmesi de mümkün olamaz. Çünkü bu küçük ülkede din
olgusu, devlet kurumlarının üstünde olmakla kalmayıp egemen güç olarak
varlığını daima hissettirmiştir.
[17] Hristos Kilise'sinin yıkımı hakkındaki bilgiler, Türk
Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol 'dan alınmıştır.
[18] Şişli Rum
Mezarlığı'nın 1 8.04. 1968 tarihli defin
kayıtları. 1. Türk Ortodoks
Patriği
Eftim Erenerol'un gömütü halen burada bulunmaktadır.
[19] Necatibey Caddesi, Karaköy Fransız çıkmazı ve Türk
Ortodoks Patrikhanesi'nin etrafındaki işyerlcrinde bizzat konuştuğum kişiler,
buraları patrik Selçuk Erenerol'dan kiraladıklarını söylemişlerdir. Çok eskiler
ise, II. Patrik Turgut Erenerol zamanından kalma kiracılar olarak iş
hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlardı.
[20] Türk Ortodoks din adamlarının mabet dışındaki
kıyafetleri hususundaki her iki değişiklik 1935 ve 1964 olmak üzere, İsmet
İnönü'nün Başbakanlığı dönemlerinde yapılmıştır.
[21] Türk
Ortodoks Hristiyan Patriği'nin yanı sıra, Fener Patriği Bartholomeos'da
ayrıcalıklı olarak ruhban kıyafetiyle dolaşabilmektedir. Üniter bir hukuk
devletinde bu tür ayrıcalıkların kaldırılarak, kılık kıyafet kanunundaki
kuralların uygulanması gerektiği inancındayım.
[22] Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin Basın ve Halkla
İlişkiler sorumlusu Sevgi Ercnerol, 22 Ekim 2002 tarihinde yaptığı basın
toplantısında verdiği demeçte Türkiye'de son iki yılda 200'ü aşkın kilise
kurulduğunu, sekiz milyon bedava İncil dağıtıldığını, lOO'er USD verilerek
Türk gençlerinin Hristiyanlaştırıldığını, en kısa zaman içerisinde İstanbul'un
%10'unun Hristiyan yapılmasının temel hedef olduğunu belirtmiştir.
Fener Rum Patrikhanesi 'ne alternatif ve denge unsuru sayılan bir
patrikhane'nin sorumlusunun bu açıklamaları, her ne kadar eleştiri gibi
algılansa da, bilhassa bedava İncil dağıtımı konusundaki gelişmelerden hoşnut
olduğu kanaatini taşımaktadır.
[23] Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol ve kızı Sevgi
Hanım'la 22 Ağustos 1998'de III. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ölüm yıldönümünde Gemlik
Umurbey'de karşılaştığımızda, aramızda son derece soğuk bir hava esmişti.
Bayar Vakfı 'nın günün anısına dağıttığı benim imzamı taşıyan kitabı, kural
gereği baba-kız kerhen de olsa almak mecburiyetinde kaldılar.
[24] Tavlı: Hayvanın bakımlı ve besili olanı.
[25] Türk Ortodoks Patrikhanesi arşivlerinde, Fener
Patrikhanesi hakkında resmi veya gayri resmi bilgiler bulunması gayet
doğaldır. Bilhassa son çeyrek asırda, şahsi menfaatleri uğruna her iki
patrikhane'nin birbirlerinin açıklarını kolladıkları kaçınılmaz bir gerçektir.
[26] Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'un kardeşi
Andon halen Fransa'da berberlik yapmaktadır. Ablası Zaharo Atina'da yaşamakta
olup Arhondonis ailesinin en büyüğü olan ağabeyi Niko ise Avusturalya'da içkili
bar ve restoran işletmektedir. Zeytinli Köyündeki kahvelerini ise yeniden
restore ettiren Beşiktaş'ın 1939-43 yıllarındaki altın ayaklı efsane futbolcusu
Hristo Kaplan çalıştırmakta olup, Gökçeada'da halen (2005 yılı istatistiklerine
göre) 105 hanede 167 Rum yaşamaktadır.
[27] Fener
Rum Patriği Dimitrios I, Athenagoras'tan sonra 1972 yılında
patrik-
liğe seçilmiş olup, bu görevini kesintisiz olarak 19 yıl sürdürmüştür.
[28] Fener
Patriği Bartholomeos bu sayının abartılı olarak 300 milyon olduğunu söylese
de, istatistiki kayıtlar 250 milyon'u göstermektedir.
[29] Denizden
haç çıkarına: Hz. İsa (Hristos), İncil'e göre 25 Aralık günü dünyaya geldi. 1 Ocak'ta sünnet oldu. Çünkü Yahudiler'de doğumdan hemen sonra
bir haftaya kadar sünnet olmak kaidesi vardır. Hz. İsa, yıllar sonra bir 6 Ocak günü Yahudilik'ten Hristiyanlığa geçti. Ortodoks
Hristiyanlar bu nedenle 6 Ocak'ı tüm dünyada denize haç atma töreni ile
kutlamaktalar.
[30] Patrikhane
kayıtlarına göre (2005) Türkiye'deki Rumlar'ın yüzde 70'iııin yaşının 60'ın
üzerinde olduğu görülüyor. Balıklı Rum Hastahanesinin "ihtiyarhaııesi"nde
120 yaşlı insan var. Bartholomeos'un doğum yeri Gökçeada'daki 167 Rum'un yaş
ortalaması 70'in üzerinde. Bu şartlarda patrik'in hayallerindeki Hristiyan
Halifeliği, ABD'nin ve Avrupa Birliğinin tüm dayatmalarına rağmen ebediyen
akim kalmaktan öteye gidemez.
[31] Son
zamanlarda sürekli televizyonlara çıkan Sevgi Erenerol, o giin söylediği bu
sözleri gayet iyi biliyorum ki, inkar edecektir. Zira devletin kendilerine
tahsis ettiği malların ve onların kira gelirlerinin ellerinden alınmasını
hiçbir zaman istemezler.
[32] Sevgi Erenerol, bu görüşmemizden kısa bir müddet sonra
Milliyetçi Hareket Parti 'nin Strazburg Caddesindeki Genel Merkezinde
(baba-kız) huzuruna çıktıkları Alparslan Türkeş'in oluruyla parti yönetimine
girdi. Devamlı temas halinde bulundukları Muzaffer Özdağ'ın, Alparslan
Türkeş'le arasının uzun yıllardır açık olduğunu bildikleri halde patrik ve
kızı, menfaatleri icabı her iki tarafa da şirin görünmekten geri kalmıyorlardı.
[33] Çarıklı Erkanıharb: Anadolu'da okumamış, yazmamış çok bilgili
ve kurnaz insanlara verilen addır.
[34] Despot: Manastır'ın idarecilik görevini yürüten
kişidir.
[35] Heybeliada
Ruhban Okulu; yıllar
içerisinde devletin önerdiği yabancı öğrenci sayısı kuralına uymadığından,
zararlı faaliyetlerinden dolayı (Akademi bölümü) 12 Ağustos 1971 tarihinde
kapatılmıştır.
[36] Hristos: Rumlar' da İsa Peygambere Hristos diye
hitabedilir.
[37] Çapar: Sarışın ve kızıla kaçan ten rengi.
[38] Fener Rum Patriklanesi’ni Amerika'dan hayatının sonuna
kadar perde arkasından yönlendiren Yakovas, bu kitabın III. baskısının
hazırlık aşamasında New York'ta öldü.
[39] Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı: Patrikhane'den sonra
Rumlar'ın en köklü kurumu olarak kabul ediliyor. Şifahane olarak çalıştırılan
ilk bina 1456'da Fatih Sultan Mehmed'in fermanıyla kurulmuştur. Tarih boyunca
"akliyye" servisi en iyi hastahane olarak kabul görmüş olup, Bakırköy
Hastahanesini kuran doktorlar da model olarak Balıklı'yı seçmişlerdir. 300
dönümlük bir arazi üzerinde kurulu tam donanımlı geriatri servisi olan Balıklı
Rum, bu hususta tek ayrıcalıklı hastahanedir. Halen 650 yatak kapasitesi olan
hastahane tamamiyle doludur.