Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

YENİÇERİ OCAĞI’NIN İLGASINDAN SONRA BEKTAŞİ TARİKATI



Hazırlayan: Mesut AYAR

ÖNSÖZ

Bektaşî tarikatının yedi asırlık tarihi boyunca geçirdiği en önemli sahalarından birisi olarak kabul edebileceğimiz 1826’daki ilga olayı ve getirdiklerinin ortaya konması, günümüzün çok tartışılan konularından biri olan Alevîlik-Bektaşîlik meselesinin daha iyi anlaşılmasını sağlıyacağı aşikârdır. Bunun için de bu konudaki çalışmaların artması gerekmektedir. Biz bu naçizane çalışmamızla, son derece bakir olan bu sahaya girmeye teşebbüs edenlerden biri olduk.

Araştırmamız, Bektaşîliğin Yeniçerilik ile birlikte ortadan kaldırıldığı yıl olan 1826’dan başlamaktadır ve esas konusunu hemen o tarihteki uygulamalar teşkil etmektedir.

Çalışmamızın ana kaynakları Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA)’nde rastlayabildiğimiz defter ve vesikalardır. Özellikle de Hatt-ı Hümayunlar (HH) ve Maliye’den Müdevver Defterler (MAD) tasniflerinden yararlanma imkanı bulabildik.

Mesut Ayar/ İstanbul 1998

GİRİŞ

A.                       BEKTAŞÎ TARİKATI

Hacı Bektaş-ı Velî adına kurulan ve onu “pîr”[1] tanıyan tarikata Bektaşî tarikatı; bu tarikata mensup olanlara da Bektaşî denmiştir. Yüzyılımızın başlarında ve daha sonraları yapılan araştırmalarda Alevîlik ve Bektaşîliğin menşei eski Türk inanç ve kültürüne dayandırılmakta idi.[2] Son zamanlarda konu ile ilgili bilhassa Ahmet Yaşar Ocak’ın tespitlerine göre ise menşei aynı olmakla birlikte günümüze ulaşan bu inancın oluşmasında tarih boyunca başka faktörlerin de tesirleri olduğu görülmektedir.

Müslüman olmadan önce Orta Asya’nın değişik bölgelerinde, farklı hayat şartlarına sahip Türk toplulukları vardı. Bunlardan bazıları henüz yazılı kültürle tanışmayıp göçebe olarak yaşarken; bazıları da yerleşik hayata geçerek diğerlerine nispeten daha gelişmiş bir kültür seviyesine ulaşmışlardı. Türk boylarının İslâmî algılayış, anlayış ve yaşayışları arasındaki farklılıkların sebebi buydu. Elbetteki okuma yazma bilip İslâm’ın esas ve kurallarını ana kaynaklarından öğrenebilenlerin yaşadıkları İslâm’la göçebe Türkler arasında yayılan coşkulu bir mistik anlayışın etkisinde, eski inançlarla karışık olarak öğrenilip yaşanılmaya çalışılan İslâm arasında fark olacaktı. Nitekim Sünnî İslâm anlayışının en önemli akidelerinden olan namaz, oruç ve benzeri ibadetler, bu göçebe hayat tarzı içinde oluşan İslâm anlayışında pek yer bulamıyordu. İşte bu anlayış XII. ve XIII. asırlardaki göçlerle Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken yol üzerindeki değişik kültür ve inançlarla tanışarak ve onlardan da bazı özellikler alarak bağdaştırmacı bir yapı kazandı. Eski mitolojilerin üstüne yeni mitolojiler ekledi ama temelindeki güçlü mistik özelliği korudu. Alevîlik-Bektaşîlik hulul (Tanrının insan bedenine girmesi) ve tenâsüh (ruh göçü) gibi iki temel inanca oturur ki bunlar sünnî halk inancında yoktur.[3]

Zaten daha ilk yerleştiği zamanlarda bile batınî bir mahiyet alan Bektaşîlik, Babaîlik, Ahilik, Abdallık gibi üç çeşit ekolün karışmasından meydana geldikten sonra Hurûfîliğin de etkisinde kalmış ve böylece de bundan başka bir sima alamamıştır.[4]

1.   HACI BEKTAŞ-I VELÎ’NİN HAYATİ

Hacı Bektaş-ı Velî’nin Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında, Vilayetnâme’deki menkabevî bilgilerden başka pek birşey bilememekteyiz. Ancak onun “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderiyye mektebine mensup cezbeci bir sûfî, dolayısıyla Horasan

Melametiyye Mektebi'ne mensup olduğu bugün kesinleşen bilgiler arasındadır. Bu sebeple XIII. yüzyılda Moğol istilası önünden meydana gelen Türk göçleri arasında bulunan dervişlerin göçleri sırasında aynı mektebe mensup Yesevî veya daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden biri olarak Anadolu’ya gelmiş olmalıdır.[5]

Hacı Bektaş-ı Velî’nin manevi intisabının kime olduğu bugüne kadar bir hayli tartışılmıştır. Fuad Köprülü bazı yazılarında onun Baba İshak’ın halifelerinden olduğunu söylerken, bazılarında ise yalnızca “Babaî” halifelerinden olduğunu söyler. Baba İshak da Baba İlyas’ın halifelerindendir.[6]

Hemen belirtmek gerekir ki, konunun yabancısı olanlar için ilk bakışta pek bir şey ifade etmeyen Hacı BektaşTn kimin halifesi olduğu sorunu, aslında Bektaşîlik tarihinin en önemli meselelerinden birisidir. Çünkü onun kimin halifesi olduğu sorunu, Bektaşî tarikatının aslında sünnî temellere dayalı bir tarikat olup, Ahmed Yesevî’nin öğretileri ile gelişip, daha sonraları bu yolundan saparak, gayri sünnî bir şekle girdiğini belirten tarihçilerle, Bektaşîliği Islâm öncesi Türk diniyle îslâmiyetin ve İran’daki yerel dinî unsurların bir nevi karışımından oluşan Vefâîlik ve Kalenderîliğin devamı olarak gören araştırmacıların ileri sürdükleri tezlerin temelini teşkil eder. Bizim bu çalışmamızda dayandığımız görüşler, Hasluck ve Köprülü gibi ikinci gruba giren araştırmacıların, özellikle de Ahmet Yaşar Ocak’ın görüşleridir.

Günümüze kadar Hacı Bektaş Baba İshak’ın halifesi sayılmıştır. Bu eğilimin sebebi İbn Bibi’nin, Baba Resul olarak Baba İshak’ı göstermesidir. Ahmet Eflâkî, Elvan Çelebi ve Aşıkpaşazâde’nin üçlü şehadetleriyle Baba İlyas ile Hacı Bektaş arasında bir şeyhlik- halifelik bağlantısının bulunduğu kesinlik kazanır. Bununla birlikte Hacı Bektaş Baba Resul’ün ileri gelen bir halifesi değildir. Eğer böyle olsaydı, mantıken onun da isyanda Baba îshak, Şeyh Osman, Aynuddevle Dede ve diğer halifeler gibi aktif bir görev alması veya en azından Baba İshak gibi muharebe esnasında yahut daha sonra ya öldürülmesi ya da yakalanıp hapse atılması gerekirdi. Oysa o Babaîler İsyanı’na katılmamış, kardeşi Menteş ile birlikte Baba İlyas’a intisap ettikten sonra, birlikte önce Kırşehir’e gelmişlerdir. Oradan Kayseri’ye geçip, buradan da Sivas’a giderken yolda Selçuklu kuvvetleriyle yapılan savaşta Menteş öldürülmüş, o da bunun üzerine Sulucakaraöyük’e gitmiştir.[7] Bu durumda Hacı Bektaş, ya tasvip etmediği için veya bizim bilemediğimiz başka bir sebeple isyanda hiçbir aktif rol almamış, muhtemelen isyan sırasında ve daha sonra uzunca bir müddet gizlenerek izini kaybettirmiş, daha sonra Moğol işgal ve hakimiyetinin sebep olduğu karışık ortamdan yararlanarak Sulucakaraöyük’te ortaya çıkmıştır.[8]

Hacı Bektaş’ın tasavvufî hüviyeti hakkında da birbirine zıt görüşler bulunmaktadır. Yaşar Nuri Öztürk Hacı Bektaş-ı Velî’nin Ahmed Yesevî’den etkilendiğini, yani feyzaldığını belirterek Bektaşîliği tıpkı Nakşîlik gibi Yesevîlik’ten kaynaklanan tasavvufî bir ekol olarak kabul etmektedir. Buna göre, Yesevîlik tarih boyunca biri koyu kuralcı ve tutucu, diğeri alabildiğince hoşgörülü iki ayrı tarikat şeklinde devam etmiş olmaktadır.[9]

Bu görüşlere katılmayan Ahmet Yaşar Ocak her ne kadar isyan olayına katılmamış olsa da, Hacı Bektaş’ın Baba îlyas’ın halifelerinden biri olarak onun fikirlerinin yayıcısı olduğunu savunmaktadır. Ona göre konuyla ilgili ana kaynak olan “Vilayetnâme”de bu iki şahıs arasındaki ilgiye dair en ufak bir imaya rastlanmadığı gibi, Baba îlyas’ın adı da geçmez. Ancak Hacı Bektaş’ın halifeleri arasında bir Baba Resul’dan bahsedilir ki şüphesiz bu Baba İlyas’tan başkası değildir. Bektaşî geleneği aradan geçen birkaç yüzyıl boyunca iki şahsiyet arasındaki bu ilişkiyi, Hacı Bektaş’ın yükselen kimliğine yakışır bir biçime sokarak tersine çevirmiştir. Hacı Bektaş ile Ahmed Yesevî ilişkisine ise kronolojik sebepden dolayı imkan yoktur... Ayrıca “Vilayetnâme”deki Ahmed Yesevî menkabelerinin bolluğu ve Hacı Bektaş’ın bu büyük Türk şeyhine bağlanmasının başka bir manası olduğu şüphesizdir. Bütün bunlar bir bakıma Hacı Bektaş’ın gerçekten Yesevî geleneği ile bir alâkasının bulunduğunu göstermeye yaradığı gibi, vaktiyle Fuad Köprülü’nün çok yerinde olarak belirttiği üzere, Ahmed Yesevî’nin Türkmen çevrelerinde hayli popüler bir sima olduğunu da isbat etmektedir. Bu itibarla Hacı Bektaş’ın Baba İlyas’a intisap etmezden evvel, bir Yesevî dervişi olmamakla beraber, Yesevî geleneğini koruyan Haydarîlik’e mensup olduğunu, Baba îlyas’ın çevresine katıldıktan sonra aynı zamanda Vefâîliğe de geçtiğini, yahut kendi mensubiyetini koruduğu da söylenebilir. Bektaşî tarikatında Yesevî ananelerinin neden yaşamaya devam ettiğini, hatta Vilayetnâme’nin yazıldığı çağa kadar bu geleneğin varlığını neden sürdürdüğü ancak bu şekilde açıklanabilir.[10] Ali Alparslan da Abdülbaki Gölpınarlı’nın ifadelerine dayanarak A.Yaşar Ocak’ın bu görüşlerine katılırken[11]; Ethem Ruhi Fığlalı ise, Hacı Bektaş ile Ahmed Yesevî arasında mevcut olduğunu söylediği bağı; Hacı Bektaş’ın mürşidi olan Baba İlyas’ın bir Vefâî şeyhi olması yanında Yesevî şeyhi de olduğu şeklinde açıklamaktadır.[12]

Bütün bunların yanında Fuad Köprülü, sülük silsilesi bakımından Ahmed Yesevî’ye mensup bulunan iki tarikat olduğunu ve bunların Nakşibendiye ile Bektaşiye olduğunu belirtmektedir.[13] Yazara göre, Hacı Bektaş’ın Yesevî müridlerinden olduğu hakkındaki menkabede mevcut rivayet, OsmanlIların teşekkülünden önce Anadolu’ya birçok Yesevî dervişlerin gelmesi sebebiyle onun da bunlardan sayıldığı şeklinde açıklanabileceği gibi, hakikaten Hacı Bektaş’ın Yesevî müridlerinden olma ihtimali de vardır. Bu iki ihtimalden hangisi doğru olursa olsun, Bektaşî tarikatı Hacı Bektaş’ın meydana koyduğu bir tarikat olmadığı için, bu tarikatın Yesevîlik ile alâkasını göstermez. Bektaşîlikle Yesevîlik arasında hiçbir hakiki bağ mevcut değildir; zira Bektaşî tarikatının daha ilk kuruluş anlarında bile ona intisap edenler, bütün haram olan şeyleri mübah gören zındıklar gibi telakki edilmiş, yahut Hurûfî inançlara sahip oldukları düşünüldüğünden “hâriç ez-şerî‘at” sayılmıştır. Tarikatın daha ilk kuruluş yıllarına ait olan bu hal, onu daha önce başka tarikatlar gibi şeriat dairesi içinde bir tasavvuf ekolüyken, sonraları bir takım hurûfî, zındık ve mülhid(dinsiz)lerin eline geçerek eski mahiyetini kaybettiği şeklinde genellikle beslenen zannın tarihsel açıdan yanlış olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.[14]

O halde buradan, her ne kadar Hacı Bektaş-ı Velî bu tarikata ismini vermiş olsa da, gerek Fuad Köprülü’nün ve gerek A.Y.Ocak’ın ifadelerine dayanarak bu tarikatı onun kurmamış olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bütün bu süre içinde çarpıcı olan hadise, Hacı Bektaş-ı Velî etrafında teşekkül eden kültün, Anadolu’da ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed Yesevî, Kutbuddin Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük bir dinî-sosyal hareketin lideri olmasına rağmen Baba İlyas kültünü kendi içine alması ve böylece, Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimleri temsil eder duruma yükselmesidir. Ayrıca bütün yerel İslâm öncesi kültleri de kendi bünyesi içinde özümseyerek bağdaştırmam bir yapı ortaya koymak suretiyle, kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerleştirmiş bulunmasıdır. Nitekim bu bağdaştırmaklık özelliğidir ki, Bektaşîliğe dünyaca ünlü hoşgörülü niteliğini kazandırmıştır.

Hacı Bektaş-ı Velî, Sulucakaraöyük’e yerleştikten sonra burada bir tekke kurarak halkı eğitmiş, müridlerini irşada devam etmiştir. Vilayetnâme’ye göre ona bağlı 36 bin kişi vardı ve bunların 36O’ı huzurunda hizmette bulunurdu.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum tarihinde olduğu gibi ölüm tarihi hakkında da görüş ayrılıkları vardır. Bektaşî kaynakları onun 1337’de öldüğünü belirtirken, ölüm tarihi olarak en çok kabul edilen tarih 1271’dir.[15]

2.                        BAŞLANGIÇTAN İLGASINA KADAR BEKTAŞÎLİĞİN TARİHÇESİ

Bektaşîliğin mahiyetini, yapısını ve tarihi gelişimini iyi anlayabilmek ve doğru teşhiste bulunabilmek için, tarihçesini a) XIII.

yüzyıldan başlayıp XIV. yüzyılda gelişerek süren ve XV.yüzyılın sonlarına kadar uzanan teşekkül devresi; b) XVI.yüzyılın başından yani Balım Sultan’dan 1826’ya kadar devam edegelen ve asıl bilinen Bektaşîliği temsil eden devre olmak üzere iki safhada ele almak gerekir.[16]

a)                        Teşekkül Devresi: Bektaşîliğin XIII. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan şiddetli sosyal ve dinî, kısmen de siyasî hareketlerle, başka bir deyişle Babaî isyanı ve hareketiyle başlayan süreç içinde oluştuğu bilinmektedir.

Vefâiyye tarikatının Anadolu’daki şeyhi olan Baba İlyas-ı Horasanî öncülüğünde meydana gelen Babaî İsyanı[17], XIII.yüzyıl ortalarına doğru yeni bir gayri Sünnî hareketin doğuşuyla sonuçlandı. Babaîlik adını taşıyan bu hareket Vefâîlerden başka Anadolu’daki Kalenderiye, Haydariye, Yeseviye zümreleri tarafından da benimsendi ve XIV. yüzyılın başlarından itibaren Abdalân-ı Rum adı altında sürdürüldü. Çeşitli siyasî düşüncelerle uç bölgelerindeki Türkmen beylerinin desteğini sağlayan ve daha çok Kalenderi, Haydarî ve Vefâî dervişlerinin hakimiyeti altında bulunan bu zümre mensupları bütün Orta ve Batı Anadolu’da ve sonra da ilk Osmanlı fetihleriyle birlikte Rumeli’de faaliyetlerini devam ettirdiler. Abdal Kumral, Abdal Mehmed ve bilhassa Abdal Musa gibi bazılarının tarihi şahsiyetleri de bilinen Rum abdalları, belki “ilk Bektaşîler” diyebileceğimiz Kalenderi, Vefâî ve Haydarî dervişleri idi. Ancak o zaman bunlara Bektaşî denilmiyordu. Bu şahıslar kendilerine “Baba İlyas müridi” diyorlar, yahut Vefâî tarikatından olduklarını söylüyorlardı. Aralarındaki ortak özellik, kuvvetli bir Hacı Bektaş ananesinin mevcuditeyi idi. Muhtemelen XIV.yüzyılın başlarından itibaren Hacı Bektaş ananeleri daha doğrusu Hacı Bektaş kültü bunlar arasında gelişerek yayıldı. Bunda da en önemli rolü, hiç şüphesiz vaktiyle Babaî hareketinin en kuvvetli temsilcisi olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin yaşadığı Sulucakaraöyük’teki (bugünkü Hacı Bektaş) Hacı Bektaş Zaviyesi oynadı.[18]

Yine bu zaviyede yetiştikten sonra henüz fetihlerin devam ettiği Batı Anadolu uçlarına giden diğer dervişler gibi Abdal Musa da Osmanlı Beyliğine gitti. Burada bazı fetihlere katılarak Hacı Bektaş menkabelerinin gaziler arasında yayılmasını sağladı. Bir müddet Bergama ve Manisa dolaylarında da bulunan Abdal Musa, daha sonra Antalya Elmalı yakınlarındaki bir köye (Tekkeköy) gelerek burada kurduğu zaviyesinde öldü.[19]

Abdal Musa gibi yüzlerce Rum abdalı Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, özellikle Anadolu’da kurdukları zâviyelerde adını koymadan Bektaşîliğin temellerini attılar. Hacı Bektaş-ı Velî menakıbnâmesinde (Vilayetnâme) adları geçen Hacım Sultan, Sarı İsmail, Pîrabî Sultan gibi Kalenderî-Haydarî şeyhlerinin de henüz Bektaşî adını taşımayan bu ilk nesil Bektaşî şeyhlerinden sayılması doğru olacaktır. Zira bunların hepsi Hacı Bektaş ananesine bağlı kimselerdir. Bunların Bektaşîlik adını kullanmadan tarikat şeklinde teşkilatlanmalarının XV. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleştiği Vilayetnâme’den anlaşılmaktadır.[20]

Abdal Musa başta olmak üzere XIV-XV. yüzyıllarda yaşamış olup “abdal” lakabını taşıyan ve bugün Bektaşî olarak bilinen şeyhlerin çoğu aslında Kalenden ve Haydarî idiler. Bektaşî edebiyatının kurucusu sayılan Abdal Musa’nın halifesi Kaygusuz Abdal[21] da bir Kalenden şeyhinden başka bir şey değildir. Nitekim Bektaşî adıyla anılmadıkları kesin olan Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli), Sultan Şuca ve Hüsam Şah gibi Kalenderi şeyhlerinin büyük Bektaşî evliyâsı arasında gösterilmesi, Kalenderiye’nin Bektaşîliğin teşekkülündeki tesirini ortaya koyar.[22] [23]

b)                        Esas Kuruluş ve Gelişme Devresi: Bugünkü haliyle bilinen Bektaşîlik, 922 (1516) yılında öldüğü ileri sürülen Balım Sultan’ın tarikatın başına geçmesiyle şekillenmiştir. Zaten Bektaşî ananesi de Balım Sultan’ı “ikinci pîr” kabul etmekle bu tarihi vakıayı tescil •    •         23

etmiştir.

Bektaşîliği Kalenderlikten ayırarak ona bugünkü yapısını kazandıran Balım Sultan’ın 1501’de rivayete göre II.Bayezid tarafından Hacı Bektaş Zâviyesinin, dolayısıyla tarikatın şeyhliğine getirilmesiyle birlikte tarikatı derleyip toparladığını, tarikatın merkezi olan Hacı Bektaş Zâviyesine bağlı sağlam bir taşra teşkilatı meydana getirdiğini görmekteyiz. Bunun sonucunda tarikat İktisadî bakımdan da güçlenmiş ve bağlı zaviyeler üzerinde bir kontrol mekanizması kurabilmiştir.[24]

Balım Sultan’ın ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Kalender Çelebi de Anadolu’da Bektaşîliğin yayılması için yıllarca emek sarfetmiş, ancak etrafına topladığı müridler, abdallar, dervişler ve diğer zümrelerden oluşan otuzbin kişilik bir kuvvetle Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk saltanat yıllarında ona karşı büyük bir isyan başlatmış[25] ve Vezir İbrahim Paşa ile giriştiği savaşta yanında bulunanların büyük bir kısmının kendini terketmesi yüzünden yenilerek hayatını kaybetmiştir (1529).[26] Bu isyan sebebiyle Bektaşîlik bir süre nüfuzunu kaybetmiş, Osmanlı yönetimiyle arası açılmıştır.[27] Fakat Balım Sultan’ın kurduğu sağlam teşkilat yapısı sayesinde tarikat, 1826’da II. Mahmud tarafından yeniçerilikle birlikte ilga edilinceye kadar varlığını kesintisiz sürdürmüştür.

3.                          BEKTAŞÎ TEŞKİLATI

Bektaşîlik teşkilat bakımından genel görünüş itibariyle diğer tarikatlara benzer. Hacı Bektaş Zaviyesi tarikatın teşkilatlanmasında baş rolü oynamıştır. “Pîr evi” denen bu zaviye tarikat yayıldıkça bütün öteki zaviyelere örnek olmuştur. Önceden de belirttiğimiz gibi Balım Sultan ayin ve erkânda yaptığı yeniliklerin yanı sıra tarikatın teşkilatını da merkeziyetçi bir anlayışla düzenlemiştir.[28] Buna mukabil F. Köprülü, Bektaşîliğin Balım Sultan’dan önce bütün ayin ve erkânıyla teşekkül etmiş olduğunu söylemekte, Balım Sultan’ın yapmış olduğu teşkilatlanmanın öneminden bahsetmekte ve o da Bektaşî tekkelerinin bu devirde yaygınlaştığını belirtmektedir.[29]

Bektaşîler esas olarak Çelebiler ve Babalar olarak iki kola ayrılırlar. Bu iki kolu ortaya çıkaran husus Hacı Bektaş-ı Velî’nin evli veya bekar yaşamış olmasıdır.

Babalar Hacı Bektaş’ın mücerred (bekâr) öldüğünü, hiç dünya evine girmediğini ve Seyyid Ali Sultan’ın yani Timurtaş’ın Kadıncık Ana’dan ve fakat Hacı Bektaş’ın burun kanıyla doğmuş olduğunu söylerler. Kısaca Seyyid Ali Sultan’ın Hacı Bektaş’ın manevi evladı olduğunu iddia ederek “evlad bel evladı değil, yol evladı” derler. 29 [30]

Balım Sultan’la birlikte tarikatın hiyerarşisi tesis edildi. Hacı Bektaş zâviyesinde oturan ve bütün Bektaşîlerin şeyhi olan kişi “dede-baba” diye anılır oldu. Ondan sonra her tekkenin başkanlığı demek olan “babalık” makamı geliyordu. Bunlar arasındaki liyakatlilerden dede-babayı temsil etmek üzere halifeler seçilmekteydi. Her zâviyede diğer tarikatlarda olduğu gibi “canlar” denilen dervişler vardı. Bunlar zaviyelerde çeşitli hizmetleri ifa ederlerdi. Canlar “muhib” tabir edilen müridler arasından seçilirdi. Muhibler yalnız Muhib Ayin-i Cem‘i ile Ölü Ayin-i Cem‘ine katılabilirlerdi.[31] Tarikata henüz kabul olunmamış olanlara da “aşık” adı veriliyordu.

İrşad müessesesinin başında bulunan ve manen en yüksek dereceyi kazanan şahıs “mürşid”dir. 12 posttan birincisi Hacı Bektaş- ı Velî’nin temsil ettiği pîr postudur. İkincisi mürşid postu olup Hz. Muhammed’i temsil eder. Mürşidlik en zor ve sorumluluğu ağır olan makamdır. Ondan sonra “rehber” gelir. Rehber Hz. Ali’nin temsil edildiği üçüncü postun sahibidir. “Talip” denilen ve irşad edilerek tarikata alınacak olan adayları, yani aşıkları aydınlatmak, her bakımdan hazır hale getirmek rehberin görevidir. Tarikata katılma işlemi “İkrar ayini”nden sonra tamamlanır. Gerek bu ayinde gerekse ötekilerinde her erkânı icraya hizmet edecek görevliler bulunur ve bunların her birinin ayrı adları olurdu.[32]

4.                         ÂYİN VE ERKÂN

Kalenderîlik’ten doğmuş olması sebebiyle Bektaşîliğin daha başından beri Sünnî İslâmın itikad ve ibadet esasları karşısında genellikle kayıtsız bir tutum içerisinde olduğu tarihi bir gerçektir. Bektaşîlik, İslâmın mükelleflerini mecbur tuttuğu namaz, oruç gibi ibadetleri açıkça olmasa bile çeşitli tevillerle red yolunu tercih etmiş, buna karşılık İslâm öncesi Türk dinleriyle Şamanizm, Budizm ve İran dinlerinin bakıyyelerine dayanan bir takım ayin ve erkân geliştirmiştir. Bunlara İslâmî bir çehre kazandırmak maksadıyla bazı tasavvuf! mefhum ve telakkiler kullanılmış, Hz. Peygamber zamanına kadar götürülen bazı menkabeler teşekkül ettirilmiştir. Bütün Bektaşî ayin ve erkânı “dört kapı-kırk makam” şeklinde ifade edilen tasavvufî anlayışa dayandırılır. Kul ancak şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını ve her kapıdaki on makamı geçerek Hakk’a ulaşır. Bütün ayin ve erkân kulun bu yolculuğunu temsil eder.[33]

Bektaşîliğin ibadet anlayışı, en eski ve temel ayin olan “ayin-i cem”de kendini gösterir. Kamlık dinî ayinleriyle bir çok yönden benzerlik gösteren Cem ayini,[34] evli çiftlerin katıldığı, çok sıkı disiplin kaideleri içerisinde cereyan eden içkili dinî toplantının adıdır. En az bunun kadar önemli bir temel ayin de “ikrar ayini” denilen tarikata giriş merasimidir. Maniheizm’deki dine kabul ayini ile büyük benzerliği olan bu ayin, tarikata kabul edilmeye ehil olan kadın ve erkekleri eski mensuplara tanıtan önemli bir merasimdir. Maniheizm’in eski Türk dinleri vasıtasıyla Bektaşîliğe tesiri bundan ibaret kalmamış, meşhur “eline, diline, beline sahip olma” düsturu da söz konusu Maniheist tesirlerle Bektaşîliğin ayırıcı niteliği haline gelmiştir. Yine bu iki ayinin dışında “Muharrem matemi”, “Baş okutma” ve “Düşkünlük” gibi muhtelif vesilelerle icra edilen daha başka ayin ve erkânlar da vardır. Bütün bu ayinler sırasında saz ve refakatinde nefes denilen ilahiler söylenir. Ayrıca kurban kesme, dolu[35] içme, lokma[36] yeme gibi yine eski Türk dinlerindeki törenlerle büyük benzerlik gösteren[37] bir takım erkâna mahsus “terceman” ve “gülbank” adı verilen dualar da okunur.[38]

5.                        BEKTAŞÎLERİN COĞRAFÎ DAĞILIMI

Bektaşîliğin merkezi, 1271’e kadar bizzat Hacı Bektaş-ı Velî'nin yaşadığı Sulucakaraöyük çevresidir. Buradaki zâviyenin XIV.yüzyıldan itibaren önem kazanmasına paralel olarak çevre giderek genişlemiş ve XV. yüzyılın sonlarında tarikat teşekkül ettiği zaman ilk nüfûz sahası da muhtemelen Kızılırmak yayının içi olmuştur. Bunun yanında Babaî isyanını takip eden yıllarda bu harekete mensup şeyhlerin uç bölgelerine dağılmaları neticesi bilhassa Batı Anadolu’da açtıkları zâviyeler, tabiî olarak Bektaşîliğin ikinci derecede merkezleri haline gelmiştir.[39]

Osmanlı fetihlerinin Rumeli’de devam ettiği yıllarda birçok Bektaşî dervişinin Rumeli’ye geçerek buranın İslâmlaşmasında ne denli önemli rol oynadığını önceden belirtmiştik. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptığımız çalışmalarda Anadolu’dakiler kadar Bektaşî tekkesinin burada da tesis edilmiş olduğunu gördük. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu tekkelerin isimlerini ve bulundukları yerleri çalışmamızın “ekler” bölümünde vereceğiz.

Yine arşiv çalışmalarımız sırasında Anadolu, Rumeli ve İstanbul dışındaki yerlerde kurulan Bektaşî tekkelerine -biri hariç, Halep’teki Bayram Baba tekkesi[40] ki, bu da Yılmaz Soyyer’in bahsettiği üzere daha sonra Halvetî tekkesi olduğu gerekçesiyle tekrar açılmıştır[41] - tesadüf edemedik. Yalnızca Girid’deki Bektaşî topluluğuna dair kayıtlara rastlayabildik.[42] Buna mukabil F.W. Hasluck "Bektaşîlik Tedkikleri” adlı eserinde, el-Cezire ve Irak, Mısır, Romanya, Arnavutluk, Epîr, Teselya gibi bölgelerdeki Bektaşî tekkelerinden bahsetmektedir.[43]

El-Cezire ve Irak: Şiîlerin mübarek saydığı ziyaretgahların yakınlarında Bektaşî tekkeleri vardı ve bunlar ihtimalen muntazam tekkeler olmaktan ziyade buraya gelen Bektaşî ziyaretçiler için istirahat mahalleriydi.[44]

Mısır : Hasluck’un Kahire’de bulunan Mukattam’daki Bektaşî zaviyesi için bu tarikatın yegâne müessesesidir demesine[45] rağmen, F. Köprülü, çoğunluğunu Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere dayanarak burada dört Bektaşî tekkesinin bulunduğunu söyler. Bunların adları ise Haşan Baba, Kaygusuz Baba, Abdullah Ensâri ve Kasru’l-Ayn Tekkeleridir.[46]

Bektaşîlik Mısır’da Abdal Musa’nın müridlerinden olan Kaygusuz Sultan’ın buraya gelerek bir tekke kurmasıyla başlar. Ancak Bedeviye gibi Mısır’da çok güçlü olan yerli tarikatler karşısında Bektaşîliğin burada tutunabilmesi imkansızdı. Bektaşîlik mesela, Makedonya, Arnavutluk, Teselya ve Girid’de olduğu gibi gayrimüslim unsurlar arasında güçlü bir İslâm misyonerliği göstermenin mümkün olduğu yerlerde veyahut göçebe Türkmen bölgelerinde kök salabiliyorken, müslüman Mısır’da tutunamamış ancak burada bulunan Türkler ve Arnavutlar arasında yayılabilmiştir.[47]

Balkanlar ve Doğu Avrupa ; Fetihlerle birlikte Bektaşîliğin yayılma sahaları da Bulgaristan, Girit ve hatta Macaristan gibi pek çok memleketi içine aldı. Hasluck buna Romanya’yı da eklemektedir.[48] Özellikle Arvanutlar arasında tutunan Bektaşîliğin buradaki gücünü Hasluck Tepedelenli Ali Paşa’ya bağlamaktaysa da F. Köprülü, Evliya Çelebi’ye dayanmak suretiyle XVI.yüzyılda bu yayılışın başladığını belirtir.

Bektaşî tarikatinin coğrafi dağılımını bu şekilde belirttikten sonra günümüzde, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1925’teki tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili kanundan sonra, diğer tarikatlar gibi Bektaşîlik de resmen olmasa bile fiilen mevcudiyetini devam ettirmektedir. Yine bugün eski Türk toprakları olan bölgelerde yaşayan müslümanlar arasında özellikle de Arnavutluk’ta Bektaşîlik az çok devam etmektedir.

B.    YENİÇERİ OCAĞI

Osmanlı ordusunun daimî ve hâzineden ulûfe alan kapıkulu askeri zümresinin en önemli sınıfıdır. Yeniçeriler, padişahın hassa kuvveti yani onu korumakla görevli özel muhafızları olup, sefer zamanlarında onun emir ve kumandası altında bulunurdu. Kurulduğu yıllarda uç beylerine karşı padişahın merkezi otoritesini de temsil eden Yeniçeriler, daha sonraları eyalet kuvvetlerine karşı da bu otoriteyi devam ettirdiler.[49]

Rumeli’deki ilk Osmanlı akınlarında fütûhatın devamının, daimî bir ordu ile mümkün olacağının anlaşılması, Türklerden oluşturulan yaya kuvvetlerinin yeterli gelmemesi ve bunların devlete karşı bazı yolsuz hareketleri göz önüne alınarak, müslüman edilen hristiyan esir gençlerden müteşekkil yeni bir askerî kuvvet meydana getirilmiştir.[50] I. Murad zamanında, Edirne’nin fethinden sonra, Çandarlı Kara Halil Paşa’nın teşebbüsü ile Yeniçeri (yeni-asker) adı altında oluşturulan bu askerler ilk olarak Çanakkale Boğazı’nda asker nakleden gemilerde kullanılmaya başlanmıştır.[51]

Yeniçeri Ocağına asker yetiştirmek için kurulmuş olan “Acemi Ocağı” ise yine Çandarlı Kara Halil ile Karamanlı Molla Rüstem’in çalışmaları sonucu ilk defa Gelibolu’da meydana getirilmiştir. Acemi oğlanı iki şekilde alınırdı. Bunlardan biri savaşlarda elde edilen erkek esirlerin beşte birinden (pençik), diğeri ise Osmanlı tebaası hristiyan çocuklarından. Savaşlarda elde edilen esirlerin asker olarak alınmasıyla ilgili olarak “Pençik Kanunu” tertib edilmiştir. Bu sebeple alınan esir çocuklara “Pençik oğlanı” adı verilmiştir. Pençik oğlanlarının önemli bir kısmı akıncıların düşman memleketlerine yaptıkları akınlar sonucu elde edilirdi. Pençik oğlanlarının Anadolu’ya gönderilerek az bir bedel karşılığında Türk çiftçilerinin hizmetine verilmesi kararlaştırılarak bunların Türk-îslâm terbiyesi alıp, Türkçeyi öğrenmeleri sağlanmış oldu ve daha emniyetli bir şekilde hizmet edeceği düşünüldü. Aynı usûl daha sonra devşirmelere de tatbik edilmiştir.[52]

Acemi Ocağı teşkilatı daha sonraları fetih hareketlerinin genişlemesi nedeniyle askere duyulan ihtiyacın artması ve bazı siyasî olaylar Pençik oğlanından başka “Devşirme” ismiyle Rumeli tarafından ocağa çocuk toplanmasını gerekli kıldı. Bunun için bir Devşirme Kanunu çıkarıldı ve ihtiyaca göre 3-5 senede ve bazen daha da uzun bir müddette hristiyan tebaadan 8 ile 20 yaşları arasında sıhhatli ve güçlülerden Acemi Oğlanı alınmaya başlandı. İlk önceleri Rumeli’den bu tarz çocuk toplanırken bu uygulama XV. yüzyıl sonları ve XVI. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu’ya da şamil olmuş, XVII. yüzyılda ise bütün devleti içine almıştır.[53]

XVI. yüzyılın ortalarına kadar evlenmeleri yasak olan Yeniçeriler İstanbul ve Edirne’de oda denilen kışlalarda bekar hayatı yaşarlardı. Fakat I. Selim’in Yeniçeri emekdarlarına bahşettiği evlenme hakkı zamanla genişleyerek bütün Yeniçerilerin arasında yayılmıştır.[54] Elbette bu durum Ocağın bozulmasında çok önemli bir rol oynamış, ileride savaştan korkan, sefere katılmayan Yeniçerilerin ortaya çıkması belki de aile sahipliğinin verdiği sorumluluk duygusuyla birlikte, geride kalanlar için duyulan korku ve endişenin de bir sonucu olmuştur.

Yeniçeri Ocağının başı yeniçeri ağası olup, Acemi Ocağı’nın da amiri sayılırdı. Yeniçeri Ağası “Divan-ı Hümayun”un aslî üyelerinden olduğu gibi payitahtın inzibatî işlerinden de mesuldü. Ağa Ocak’ta bulunmadığı zaman sekbanbaşı kendisine vekalet ederdi.

Yeniçeri Ocağı kuruluşundan itibaren XVI.yüzyılın ortalarına kadar gelişerek bu tarihte bütün teşkilatıyla tam ve mükemmel bir hale gelmişti. Ocağın bozulmasında, birinci derecede kuvvetli bir elin Ocak üzerinden kalkması, makam ve mevki hırsı ile can kaygısıyla vezirlerin ve ağaların kendi arzularına hizmet etmek üzere Ocağı isyan için tahrik etmeleri etken olmuştur.55 Bir de III. Murad devrinde devşirme kanununa aykırı olarak Ocağa yabancı kişiler kaydedildi, böylece; talimsiz, başıboş kimselerin Ocağa girmeleriyle bu askeri teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren56 işe yaramaz, hatta zararlı bir teşkilat haline geldi ve İstanbul’da zaman zaman meydana gelen isyan hareketlerinde başlıca güç unsuru olarak yer aldı. Bunların yanında Ocak yıkılana kadar savaşlarda alınan peş peşe mağlubiyetlerle birlikte duyulan korku, gevşeklik ve itaatsizlik sürüp gitti.

Yeniçeri Ocağının düzenlenmesi için bir çok kereler teşebbüste bulunulduysa da buna muvaffak olunamadığından bu durumu Ocağın yıkılarak tarihe gömüldüğü 9 Zilka’de 1241/ 15 Haziran 1826'ya kadar devam edip gitmiştir. [55] [56]

C.    BEKTAŞÎ - YENİÇERİ İLİŞKİSİ

Bektaşîliğin Yeniçeri Ocağı ile olan çok sıkı bağı, bütün yeniçelerin Bektaşî olması, hatta bu asker ocağına “Ocağ-ı Bektâşîyân” veya “Hacı Bektâş Ocağı” denmesi ve bunların kendilerine “Tâife-i Bektâşîyân” ismini vermelerinden rahatlıkla görebilmekteyiz. Yine Yeniçerilerin “Gürûh-ı Bektâşîye”, “Zümre-i Bektâşîyân” adlarıyla anılmaları ile Ocak’taki derece ve terfi silsilesine “silsile-i tarîk-i Bektâşîyân” denilmesi ve Ocak ağaları hakkında da “sanadîd-i Bektâşîyân”, “ricâl-i dudmân-ı Bektâşiye”[57] gibi tabirler kullanılması elbetteki bu yakın münasabetin bir göstergesidir.

Yeniçerilerin Hacı Bektaş-ı Velî’ye olan bağlılıklarının nasıl başladığına dair bazı hikayeler vardır ki bunların en meşhuruna göre, Orhan Gazi zamanında Yeniçeri Ocağının teşkiline başlandığı sırada Hacı Bektaş-ı Velî’ye gidilerek, bu yeni asker hakkında duası talep edilmiş, o da kendisine gelenleri hüsn-i kabul ile kendi hırkasından onlara birer abâ parçası hediye etmiştir. Onlar da bunları başlarına takmış olduklarından bundan sonra Yeniçerilerin hepsi başlarına keçe takmayı gelenek edinmişlerdir. Bunun gibi Hacı Bektaş-ı Velî’nin Osmanoğullarının gelecekteki uzun saltanatını müjdelediği, Osman Gazi’ye kılıç kuşattığı, Yeniçeri Ocağının kuruluşunda manevi bir pîr ve hâmî rolü oynadığı hakkında çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Fakat ölüm tarihi üzerinde az da olsa ihtilafların olmasına rağmen 1271’de öldüğü kabul edilen Hacı Bektaş-ı Velî’nin bu sayılanlarla hiçbir alâkası olamıyacağı ortadadır. Daha önemlisi I. Murad devrinde 1362’de kurulduğu bilinen Yeniçeri Ocağı ile hiçbir şekilde maddi bir ilişkisinin imkan dahilinde olmadığı âşikârdır.

Öyleyse Yeniçeriler Hacı Bektaş-ı Velî’yi niçin manevî kurucu seçmişlerdir? Bunun cevabı birbirine karışmış iki sebebe dayanmaktadır. Bunlardan birincisi, Hacı Bektaş-ı Velî’ye manen bağlı bulunan Abdal Musa, Abdal Murad, Geyikli Baba ve daha birçok Rum abdalı, mücahit Türkmen babaları ve Ahiler Osmanlı devletinin ve Yeniçeriliğin kurulmasında büyük hizmetlerde bulunmuşlardı. Bu yüzden ilk Osmanlı padişahlarının takdir ve sevgisini kazanmış olan bu kimseler, pîrleri Hacı Bektaş-ı Velî’nin adını yaşatmak istemişlerdir.[58]

İkinci neden olarak, araştırmacıların genelde birleştikleri bir nokta Osmanlı beylerinin bir fütüvvet teşkilatı olan Ahîlikle yakın ilişkisi sonucunda Hacı Bektaş-ı Velî, Yeniçerilerle özdeşleştirilmiştir. Bilindiği üzere her mesleğin bir pîri olması bir ahilik geleneğidir ve bundan dolayı da Hacı Bektaş-ı Velî Yeniçeri Ocağının pîri sayılmıştır.[59] Daha sonraları, XIV.yüzyıl başlarında Ahilerin siyasî gücü ve oynadıkları rolün kıymeti yavaş yavaş kaybolup, Ahîliğin dinî ve ahlâkî yönü Bektaşîliğe mal olduğu zaman bu özdeşleşme daha da belirginleşerek devam edip gelmiştir.[60]

Daha sonraki dönemlerde de Yeniçeri-Bektaşî münasebeti çok sıkı bir biçimde süregelmiş; Tarikat, Ocağın fikrî ve siyasî yörüngesine hakim olmaya devam etmiştir. Hatta Yeniçeri Ocağının bozulmaya başladığı devir olarak kabul edilen XVI. yüzyıl ortalarından sonraki dönem[61] bazı aratırmacılara göre Bektaşîlikteki bozuluşla aynı zamana tekabül etmektedir.[62] Gerçi Yeniçerilikteki bozuluşu tamamıyla Bektaşîlikteki bozuluşa maletmek niyetinde olmasak da, Bektaşî tarikatinde var olduğu söylenen bu bozulmanın, tarikata mensup olanları etkilemediği düşünülemez. Her ne kadar Bektaşîliğin İslâm öncesi Türk inancıyla sair inançların karışımından ortaya çıkmış bir inanç sistemi olduğuna dâyânarak çalışmamızın giriş bölümünü hazırlamaya çalıştıksa da, nihayet bu tarikatın 1826’da kapatıldığı zamanki haliyle teşekkül etmediği ve bir bozuluş süreci yaşadığı anlaşılmaktadır.

Büyük bir ihtimalle de bu bozuluş, Tarikatla içiçe olan Ocağın bozuluşuyla beraber seyretmiş ve iki müessesenin yakın münasebeti nedeniyle bilinen sonu ikisi birden yaşamışlardır.

Yeniçerilerle Bektaşîler arasındaki ilişkilerin belki de düzenleyici merkezi Ocağın 94. cemaat ortasında bulunan tekke idi. Burada Hacı Bektaş babalarından biri “Hacı Bektaş Vekili” olarak otururdu.[63] Hacı Bektaş Türbesi’ndeki baba vefat ettiği zaman yerine geçen baba İstanbul’a gelirdi. Burada Yeniçeriler bu babayı alarak tören ile Ağakapısına götürürler, ardından önce Yeniçeri ağası tarafından tacı giydirilir, sonra Bâbıâlî’ye gidilip orada da sadrazam tarafından kendisine ferace giydirilirdi. Bu yeni Bektaşî babasının Pîr evine dönünceye kadar Yeniçeriler tarafından misafir edilmesi usuldendi.[64]

I. BÖLÜM

YENİÇERİ OCAĞININ İLGASI VE BEKTAŞÎ
TARİKATININ YASAKLANMASI

Yeniçeri ocağının ilgasından sonra gerek Yeniçerilerle olan ilişkisi, gerekse şeriata aykırı davranışlarından dolayı Bektaşî tarikatı da lağv edilmiş, bu tarikata ait tekkelerin son 60 sene içerisinde inşa edilenleri yıkılmıştır.

Bektaşî tarikatının ilgasının sebebi, Osmanlı resmî makamlarının yazışmalarında Bektaşîlerin şeriata aykırı amel ve hareketlerde bulunmaları olarak gösterilmiş, ilganın siyasî sebebinden pek az bahsedilmiştir. Gerçekten de bu ilga kararında Yeniçerilerle çok yakın ilişkisi olan tarikattan duyulan rahatsızlık, bunların Yeniçerilere yaptıkları bir bakıma yataklık en önemli etken olmuştur. Kafasında tasarladığı planlara ulaşmak amacında olan, daha açıkçası o zamanki Osmanlı geri kalmışlığının farkında olan II. Mahmud’un Devletin bu durumdan kurtulması için düşündüğü en önemli çare olan “askeri alandaki yenilik” fikrini hayata geçirebilmesi, başıbozuk Yeniçeri ordusunun ilgasıyla mümkün görünmekteydi. Neden ilga?

Daha XVI. asrın ortalarında teşkilat yapısı bozulan Yeniçeri Ocağı, bu zamandan sonra gittikçe yarardan çok zarar getiren bir zümre halini almış, dahası bir çok kereler devlet otoritesini sarsan hatta daha da ileri gidip sultan bile katleden bir ocak olup çıkıvermiştir. Sultan Mahmud başa geçtikten sonra son derece gizli bir şekilde ve yavaş yavaş ülkenin nüfuzlu zümrelerini kendine bağlayarak bir nevi sindirmişti. Ancak III. Selim’e yaptıkları akıldan silinemeyen Yeniçerilerin istediği tarzda kendine bağlanamayacağını bilen Sultan için herhalde tek yol vardı. O da Ocağın ilgası.

Sultan Mahmud belki Yeniçeri Ocağının ortadan kaldırılmasında, belki de yalnız düzenli ve talimli bir ordu teşkil ettirmek amacıyla “Eşkinci Ocağı”[65]nı kurmaya karar verdi. Fakat her böyle bir yenilik teşebbüsünde Yeniçerilerin ayaklandığı unutulmamaktaydı. Bunun için ihtiyatlı davranmaya karar verildi. Sadaret makamına gücü ve dirayetiyle tanınan Benderli Selim Paşa getirilirken, yeniliklere taraftar görünen İzzet Mehmed ve Ağa Hüseyin Paşa’lar da Boğaz’da Anadolu ve Rumeli yakalarına memur edildiler. Ekseriya Yeniçerilerin tahrikleriyle kolayca isyana katıldıkları bilinen boğaz muhafızları ile Tophane ve Tersane Ocakları da gönülleri alınmak suretiyle saraya yaklaştırılıp bağlandılar. Daha sonraları “Vak‘a-i Hayriye” denilen Ocağın ilgası olayında bunlardan da faydalanılacaktı.[66]

Yeniçeriler, Şeyhülislâm Kadızâde Tahir Efendi[67] nin bir fetvası ile kendi içlerinden seçilecek Eşkinci Ocağı’nın yeni usul ve eğitimini

5 Zilka‘de 1241/ 11 Haziran 1826’da kabul ettiler ancak, üç gün sonra bu ocağın teşkilini bahane ile isyan ederek Bâbıâlî ve Ağakapısını yağma ettiler. Bunun üzerine İzzet Mehmed Paşa ile Ağa Hüseyin Paşa’ya bağlı 3000 kadar sekban askeri, topçu ve humbaracılar, medrese öğrencileriyle bunların hocaları, daha sonra da vükelâ ve ulemâ saraya çağrıldı. Bunları cesaretlendirmek için “Sancak-ı Şerif’ yerinden çıkarılarak Sultan Ahmed Camii’nin mihrabına kondu. Ardından Sultan Mahmud taraftarlarıyla Yeniçeriler arasında çatışmalar başladı ve kısa bir süre sonra Yeniçeriler yenilgiye uğratıldı. Yeniçerilerin bazıları öldürülürken, bazıları kaçmayı başarabilmişti.[68]

Yeniçeri Ocağının geleceği konusunda, çatışmalardan iki gün sonra 11 Zilka‘de 1241/ 17 Haziran 1826’da Meşveret Meclisi toplandı. Burada Ocağın kadim olması hasebiyle bütün yaptıklarına ve son olaylara rağmen tekrar ihyası yönünde bir hava belirince, bundan rahatsız olan Reisülküttab Şeyda Efendi yaptığı konuşmada; Yeniçerilerin şimdiye kadar sayısız kötülükler yaptığını, bunlara defalarca nasihat edildiği halde yola gelmediklerini ve daha imzaladıkları Eşkinci Ocağının teşkiline dair hüccetin mürekkebi bile kurumadan nasıl isyan ettiklerini dile getirmiş, Yeniçerilere güvenilemeyeceğini ve bu fırsatın bir daha ele geçmeyeceğini ifade ile mecliste bulunanların oylarını Ocağın kaldırılması yönünde etkilemiştir. Anlaşıldığı üzere Meşveret Meclisi’ne katılanlardan bir kısmı Ocağın kadimliği bahanesine sığınarak kapatılmamasını düşünmekteydiler. Ancak elbette bu görüşlerini Yeniçerilere karşı duyulan korkunun bir ifadesi olarak ele almak gerekir.[69]

Yeniçeri Ocağının ilgasından sonra Padişah ve taraftarlarına karşı cephe alıp doğal olarak Yeniçeriler safında yer alan Bektaşîler’dedir sıra. Anadolu’nun ve Rumeli’nin İslâmlaşma ve Türkleşmesinde çok büyük emeği bulunan bu tarikat ve mensupları, belki Yeniçerilik ile birlikte zamanla bozuldukları, şeriat dairesinden de uzaklaştıkları için ortadan kaldırılmışlardır. Fakat bu görüş ancak Osmanlı resmî evrâkında ve bazı yazarların eserlerinde beiirse de Ahmet Yaşar Ocak’ın görüşleri, bu çalışmanın giriş bölümünde uzunca anlatıldığı gibi daha farklıdır. Yani Bektaşîlik, daha kuruluş yıllarından beri hep bir gayri sünnî tarikat olmuş, onların sünnî inancına göre şer’î sınırlardan çıkması son dönemlerde olmamıştır. O halde çizgisi hep bilinen Bektaşîliğin ilgası neden 1826’lara kadar gecikmişti? Madem ki şeriata uymayan davranışları vardı niçin bu yıla kadar, Yeniçeriliğin ilgasına kadar beklendi? Bu soruların cevabı elbette ki “siyasî sebepler”den dolayı olsa gerek. Çalışmamızın ileriki kısımlarında bu husus üzerinde durulacaktır.

Bektaşî tarikatı, bu dönemde Osmanlı Devletinin varlık ve düzenini kemiren Yeniçerilik sorunuyla paralel seyretmenin de ötesinde, ocağın ana destekçisi, temel fikir kaynağı olarak görülmüştür.[70] Fakat belirtmek lazım ki, bu devirde bile Bektaşî tarikatı bütünüyle suçlanmamış, tarikatın pîri olan Hacı Bektaş-ı Velî’ye ve diğer ileri gelen Bektaşî büyüklerine asla dil uzatılmamış, hatta bu zatlardan hürmetle bahsedilmiştir.[71] Bununla alâkalı olarak

daha sonraki bölümlerde ele alacağımız Bektaşî türbelerinin kutsal sayılarak yıkılmadıklarına ve türbelerde medfun zatların yine hürmetle anıldıklarına, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulduğumuz belgelerde rastlamaktayız.[72] Burada belirtmeliyiz ki, bu belgelerden “zamane Bektaşîliği” denen ilganın olduğu yıllardaki Bektaşîlik ile önceki dönemlerdeki Bektaşîliğe karşı beslenen hisler arasındaki fark açıkça görülmektedir.

Herhalde Yeniçerilerle yakınlığı dolayısıyla Bektaşîlere birçok suç isnad edilmiştir. Bunların arasında Rafızilik[73] ile nitelendirilme, yani Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliklerini tanımayarak bunlara yapılan saygısızlık ve söylenen küfürler, namaz kılmamak, oruç tutmamak, gusül ve temizliği reddetmek, içki içmek, dinî vecibelerle alay etmek, Hz. Muhammed’e saygısızlık ve Hz. Ali’ye kelime-i tevhid’i telkin etmek, yani “Ali Allah’tır” demek[74] sayılabilir. Yine Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan Bektaşîlerle alâkalı, tarikatın ilgasından sonra düzenlenen hemen tüm belgelerde Bektaşîlerin “mülhid”(dinsiz) olarak nitelendirildiği görülmektedir.[75] [76] [77]

Bektaşîliğe yöneltilen itham ve tenkitlerin, sonradan tarikata girmiş bulunan Hurûfî (Allah’ın harfler şeklinde tecellisine inanma) unsurlara yönelik oldukları söylenebilir. Ne var ki tenkit ve ithamları yöneltenler böyle bir ayırımdan söz etmemişlerdir. Buna göre Bektaşîliğin ilgasının, tarikatlara karşı bir icraat değil, Yeniçerilerle münasebeti dolayısıyla çok siyasî bir durum arzeden bu tarikata karşı bir icraat olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim 1826’da ilga ile birlikte, Ocağın 94.Orta’sında oturan ve miralay rütbesiyle temsil edilen Bektaşî şeyhliğine son verilmekle birlikte, ruhsal kurumun orduda temsil edilmesine son verilmemiştir. Aynı temsil bu defa “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye”[78] bünyesinde ve müşir (mareşal) rütbesiyle bir Mevlevî şeyhi tarafından icra edilmeye başlanmıştır.[79]

A. MEŞÂYİH MECLİSİ’NİN TOPLANMASI VE ALDIĞI

KARARLAR

Yeniçeriliğin ilgasından sonra 2 Zilhicce 1241/ 8 Temmuz 1826 tarihinde Saray-ı Hümâyûn Camii’nde Bektaşî tarikatının durumunu görüşmek amacıyla bir meclis toplatılır. Mecliste başta Sadrazam olmak üzere, o anki ve eski şeyhülislâmlar, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri ile Meşâyih-i Nakşibendiyye’den Beşiktaş’daki Yahya Efendi Türbedarı Hafız Ahmed Efendi, Eyüp’teki Kaşgârî Tekkesi Şeyhi Balmumcu Mustafa Efendi, Mevlevi meşâyihinden Galata Mevlevîhanesi Şeyhi Kudrettuilah Efendi, Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Ali Efendi, Beşiktaş Mevlevîhanesi Şeyhi Abdülkadir Efendi, Halvetî meşâyihinden Koca Mustafa Paşa’daki Sünbüliye Şeyhi ile Zâkirbaşı Şikarizâde Şeyh Ahmed Efendi, Merkez Efendi Dergahı Şeyhi Ahmed Efendi, Üsküdar’da Nasuhizâde Şeyh Şemseddin Efendi, Celvetî meşâyihinden Hüdâyî Dergahı Şeyhi Şehab Efendizâde Seyyid Efendi ve Bandırmalızâde Galib Efendi, Sa‘diyye meşâyihinden Kovacı Şeyh Emin Efendi ile rical-i şûrâ hazır bulunuyordu.[80]

II. Mahmud’un kafes arkasından dinlediği Meşâyih Meclisi’ndeki müzakereler dönemin Şeyhülislâmı Kadızâde Mehmed Tahir Efendi'nin sözleriyle başladı. Şeyhülislâm konuşmasında Hacı Bektaş-ı Velî’yi ve diğer pîrânı Allah ehli olarak niteleyip “bunlara asla diyeceğimiz yoktur” diyerek Bektaşî büyüklerinden saygı ve hürmetle bahsettikten sonra, “tarikat-ı aliyye denilen büyük tarikatlardan birine intisab edildiğinde, her şeyden önce şeriata tam olarak bağlanılması gerekir; hatta şeriatta mekruh olan tarikatta haram seviyesindedir. Bazı cahiller Bektaşîlik adıyla nefsî arzularına uyarak dinî vecibeleri yerine getirmemeye başlamışlardır. Bu insanların kafir oldukları söylenmekte ve duyulmaktadır” dedikten sonra Şûrâ’da hazır bulunanların bu husustaki görüşlerini almak istediğinde, bazı şeyhler “o taife ile görüşmemiz yoktur, bu yüzden hallerini bilmeyiz” derken, bazı şeyhler de “Üsküdar taraflarında böyle münkeratın (şeriatçe yasaklanan şeylerin) vuku‘ı had safhaya gelmiştir” demişlerdir.[81]

Şûra’ya katılan ulemâdan bazıları, Bektaşîlerin genel görünüşünün şeriata aykırı hareketlere cesaret ettikleri şeklinde olduğunu ancak onların herbirini aynı kefeye koymanın yanlış olacağını, bunların Kitap ve Sünnet üzerine olan durumlarının tek tek incelendikten sonra şer‘î hükmün verilebileceğini belirtmişlerdir. Bu duruma binaen Bektaşîlerin önce tutuklanarak Darphane hapishanesine konulmalarına; burada bunlara dinî sorular yöneltilerek itikadlarının ne derece doğru veya sapkın olduğunun belirlenmesine karar verilmiştir. Sorulara doğru cevap verebilenlerin serbest bırakılmasına, itikadının bozukluğu anlaşılanların, ulemânın çok bulunduğu Hadim, Birgi ve Kayseri gibi yerlere nefy (sürgün) edilmelerine karar verilmiştir.[82]

Meclis’in verdiği en ağır karar ise Üsküdar’daki Bektaşî dergahının şeyhi Kinci Baba ile İstanbul Ağasızâde Ahmed ve Hâcegândan Salih Efendi hakkında olmuştur. Bunlar oruç tutmamak, namaz kılmamak ve İslâm büyüklerine dil uzatmak suçlarından

“dinsiz” olarak kabul edilmişler, yine etraflarındaki cahil halkı da kendi sapık yollarına düşürdükleri gerekçesiyle katledilmeleri vacib görülmüştür.[83] Şûra meclisinin bu kararından bir gün sonra hazırlandığı anlaşılan bir belgede, öngörülen bu cezaların uygulanılması istendiği görülmektedir.[84]

Meclis’in aldığı karara göre, İstanbul’daki Bektaşî tekkeleri “kadim” (eski) ve “muhdes” (yeni-sonradan inşa olunmuş) olarak iki gruba ayrılmış, bu tekkelerden 60 yıl öncesine kadar inşa edilenler kadim kabul edilerek bunlara dokunulmaması; ancak son 60 yıl içinde bina edilenlerin yıkılması öngörülmüştür.[85] Meclisin bu kararına riayet eden II. Mahmud bir ferman yayınlamış, öncelikle Dersaadet civarındaki Bektaşî tekkelerinin tahkîk edilerek bunların Meclis’in kararına uygun bir biçimde icraya tabi tutulmasını istemiş, yine bu fermanda muhdes olsa bile yıkılan tekkelerin içlerinde bulunan türbelere dokunulmamasını istemiştir.[86] Bunun yanında kadim tabir olunan tekkelere Nakşibendiyye’den birer türbedar tayinini Meclis’in kararındaki gibi emretmiştir.[87]

B. TARİKATIN İLGASINDAN SONRA BEKTAŞÎLERE VE BEKTAŞÎ TEKKELERİNE UYGULANAN MUAMELE

Meşâyih Meclisi’nin Bektaşîler ve Bektaşî tekkeleri hakkında aldığı kararlardan sonra II. Mahmud’un bir ferman yayınladığını yukarıda belirtmiştik. Sıra bunu uygulamaya gelmiştir.

II. Mahmud verilen bu kararın önce İstanbul’daki Bektaşî tekkelerine uygulanmasını, daha sonra Anadolu ve Rumeli’nin Bektaşî’lerden temizlenmesini istemiştir.[88] 4 Zilhice 1241/ 10 Temmuz 1826 tarihinde yani Meşâyih Meclisinin toplanmasından iki gün sonra, gerek Bâbıâlî’den gerekse Bâbıfetvâpenâhî’den (Şeyhülislâmlık merciinden) gönderilen memurlarla tekkeler basılıp,[89] içlerinde bulunanlar birer ikişer yakalanmaya başlandılar. Bunlar tutuklanıp Darphane hapishanesine gönderiliyorlardı. Burada fermân-ı âlî gereğince Şeyhülislâm Efendi tarafından akaid yoklamasına tabi tutulduktan sonra, sorulara doğru cevap verenler affedilip serbest bırakılmış, cevap veremeyenler sürgün edilmişlerdir.

1.                                            SÜRGÜN EDİLEN BEKTAŞîLER

En başta İstanbul’daki Bektaşî tekkelerinin şeyhlerinin yoklamalarında takıyye yaptıkları düşünüldüğünden,[90] bunların biri hariç -ki o da idam edilmiştir- hemen hepsi ehl-i sünnet ulemanın çok olduğu Anadolu şehirlerine sürgün edilmişlerdir.[91] Ancak şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki Bektaşî tekkelerinde bulunan her dervişe ille de sürgün edilmeli gözüyle bakılmamış, bunların aralarında da itikadları düzgün olanların dikkatlice belirlenmesine çalışılmıştır; yani adları Bektaşî olsa bile yine itikaden ne durumda oldukları anlaşılmaya çalışılmıştır.[92] Buna göre:

Karaağaç Tekkesi Şeyhi, Hacı Bektaş Vekili denilen İbrahim Baba ile 8 Bektaşî Birgi’ye,

Şehidlik Tekkesi Şeyhi Mahmud Baba ile 7 Bektaşî Kayseri’ye,

Öküzlimanı Tekkesi’ndeki Ahmed Baba ile 2 Bektaşî Hadim’e,

Yedikule, Kazlıçeşme’de bulunan Mehmed Baba Tekkesi Şeyhi Hüseyin Baba ile 2 Bektaşî Hadim’e,

Sütlüce Bademli Tekkesi Şeyhi Mustafa Baba Birgi’ye,

Eyüp’de bulunan Karyağdı Baba Tekkesi Şeyhi Mustafa Baba 3 Bektaşî ile Birgi’ye,

Büyük Çamlıca’daki Tahir Baba Tekkesinin Şeyhi Mehmed Baba Tire’ye,

Nerdibanlıköy (Merdivenköy) Tekkesi Şeyhi Mehmed Baba ve 4 Bektaşî Tire’ye,

Üsküdar’da Kasım Ağa mahallesinde bulunan Mürüvvet Baba Tekkesi Şeyhi Mustafa Baba Tire’ye,

Karaağaç Tekkesinde misafir bulunan Yusuf Baba Amasya’ya, yine aynı yerde bulunan Antepli Mustafa Baba Güzelhisar’a ve idam edilen Kinci Baha’nın kardeşi Mehmed Baba yine Tire’ye sürgün edilmişlerdir.[93]

Ayrıca Bektaşî tarikatının merkezi durumundaki Hacı Bektaş (Mucur) Tekkesi’nin Şeyhi Hamdullah Efendi de Amasya’ya sürgün edilmiştir.[94] Yine Bektaşî olan Kapan Veznedarı Aziz ile Haremeyn Veznedarı Arif de Birgi’ye sürgün edilmişlerdir.[95]

Bu sürgünlerden Bektaşî olmayanlar dahî nasibini almış ve bu devir o denli koyu bir temizlik hareketine sahne olmuş ki, artık birbirlerine garezi bulunanlar da Sultan Mahmud’un Yeniçeri ve Bektaşî düşmanlığından yararlanıp “o Bektaşîdir”, “bu Yeniçeri muhibbidir” diyerek haksız sürgünlere bile sebep olmuşlardır. Ahmed

Cevdet Paşa’nın, genelde Üss-i Zafer[96]den naklettiği bilgiye göre Anadolu payelilerinden eski Bursa Kadısı Murad Mollazâde Arif Efendi bundan böyle İstanbul’a ayak basmamak üzere Aydın Güzelhisar’a sürgün edilirken, yine Bektaşîlik ithamıyla Anadolu Payelilerden eski Medine kadısı Melek Paşazade Abdülkadir Bey Manisa’ya, Vak‘anüvis-i sabık Şanizâde Mehmed Ataullah Efendi Tire'ye ve Şıkk-ı Sâlis Defterdarı İsmail Ferruh Efendi de Bursa’ya sürgün edilmişlerdir.[97] Ancak Ferruh Bey o sıralar bir tefsir kaleme alması sebebiyle bunu tamamlamasına izin verilerek Kadıköy’e yerleştirilmiştir. Fakat bu son sayılan kişilerin Bektaşîlikle ilişkileri olmadığı ve bunları çekemeyenler tarafından sürgün ettirildiklerini de belirtmek gereklidir.[98]

Aslında mesele Ahmet Yaşar Ocak hocanın dediği kadar basit olup, sadece bir kaç küçük zaviye şeyhinin sürgün edilmesi veya katli olsaydı,[99] sanıyoruz bu tip uygulamalara rastlayamazdık; ya da Bektaşîler birazdan bahsedeceğimiz gibi sıkı bir takibata uğratılmazdı. Bu meselenin boyutlarının büyüklüğü, konunun akışı içerisinde daha açık bir şekilde görülecektir.

Yukarıda adı geçen şahısların takibatından başka Bektaşîlerin bulunduğu her tekkede bir temizlik harekatına girişilmiş, hiç bir şekilde Bektaşîliğe müsaade edilmemiştir. Bunun Osmanlı yönetimince ne kadar ciddiye alındığını gösteren bir belgeden; İstanbul’daki Bektaşî varlığının hala sona erdirilemediğinden ve

bunların zaman zaman ortaya çıkıp ileri geri konuştuklarından bahisle, bunun sebebinin işlerini iyi yapamayan ihtisab memurları olduğu söylenmekte ve akabinde îhtisap Ağası Mustafa’nın ve yardımcılarının mallarının ceza olarak müsadere edilip, görevlerinden azledildiklerini görmekteyiz. Dahası bir hatt-ı hümayun metninin sonunda “...mazallahu-te’âlâ bu husûsa vaktiyle tavır alınmamış olaydı ne derece ihtilâl-ı âleme bâ ‘is olacak fenalıkların zuhûrı derkâr idi..."9i ifadesi bulunmaktadır.

Bu sürgünlerden sonra İstanbul ve diğer bölgelerdeki Bektaşîlerin tutuklanma ve yaşadıkları yerlerden kovulmalarına devam edilmiştir. Buna dair Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde sayısız evrak vardır. Bunlardan bazılarına değinecek olursak:

Üsküp’te bulunan Karacaahmed Türbesi’nin üç adet ehl~i sünnet türbedarı olmasına rağmen burada misafir olarak kalan 7-8 Bektaşînin buradan kovulduğu;[100] [101]

Girit’teki Kandiye kalesi haricindeki Bektaşî tekkesindekilerin kovularak, tekkeye ait çiftlik ve sair gelir getiren mülklere burada yapılacak mescid ve mektebin imar ve masrafları için el konulduğu;[102]

Yine Girit adasındaki Resmo kazasında bulunan Bektaşî tekkesindeki Bektaşîlerin kovulduğu ve zimmetlerinde olan paralara el konulduğu;[103]

Kırçova’da harab halde bulunan bir tekke binasına sığınan Bektaşîler yine tekkeden ve Kırçova’dan kovularak, harab binanın da

yıkıldığı ifadeleri yer almaktadır.[104]

Bu sefer İstanbul’daki Bektaşîlere dair bir belgeden; Vak’a-i Hayriye sırasında hapiste olmalarına rağmen Lüleci-Bektaşî oldukları bilinen 15 kişi[105] tutuklanmış, ardından diğer Bektaşîler gibi Şeyhülislâmın akaid sorgusundan geçtikten sonra bunların 7 tanesinin ehl-i sünnet olduklarına kanaat getirilerek serbest bırakılmalarına, diğer 8 tanesinin ise bozuk itikadları sebebiyle ayrı yerlere sürgün edilmelerine karar verildiği anlaşılıyor.[106]

Bektaşîlere uygulanan muameleyi gösteren başka bir olay da Manastır’da vuku bulmuş, burada yakalanan Esad adlı bir Bektaşînin üzerinde yapılan aramada bir kitap bulunmuş, bu kitapta Kur’an ayetlerine kendi tabiatlarına göre söz eklendiği tesbit edilmiş[107] ve bunun üzerine kölesiyle beraber tutuklanıp mallarına ve parasına el konmuştur. Esad daha sonra İstanbul’a gönderilip sorgusu yapıldığında, kendisinin cahil olduğunu ve kitapta yazılı şeylerden bi­haber olduğunu dile getirmişse de kendisine inanılmayarak katledilmesi uygun görülmüştür. Yine Esad’ın zikredilen kitabının içinde Selanik mutassarıfı Ömer Paşa’nın mühürdarının kardeşi Mahmud Bey’e ait bir mektup bulununca, onun da bulunduğu yerden sürgün edilmesine karar verilmiştir.[108]

Bu sefer, yapı itibariyle diğerlerinden farklı bir olay Üskürdar’da olmuş, adı verilmeyen ancak “şaki” olarak nitelendirilen bir Bektaşîye mazbût mîrî toprak devletçe zabtedildikten sonra müzâyedeye çıkarılarak 1000 kuruş muaccele ile başka birine satılmıştır.[109]

En büyük Bektaşî tekkelerinden birisi olan Dimetoka’daki Kızıl Deli Sultan’ın Bektaşîlerden temizlenmesi biraz daha zor olmuştur. Çünkü buradaki Bektaşî sayısı hayli fazlaydı. Kızıl Deli Sultan tabir olunan tekke, iki adet idi ve 24 adet köy, 7 un değirmeni, 2500 baş koyun ve keçi, 200 baş sığır, 40-50 kadar at ve 20-30 çift kara sığır öküzüne sahip büyük bir tekke idi. Bu iki tekkede çift hizmetkarlarından, çoban, değirmenci ve atlarla ilgilenen hademelerden başka hizmetçi Bektaşî ve derviş olarak 40-50 kadar kimse olup, zikrolunan 24 adet köyde de 700-800 kadar buraya bağlı Bektaşî vardı. Tekkede 150 kadar bekâr Bektaşî olup ayrıca İstanbul’dan kaçan yeniçerilerin de buraya sığınması ihtimal dahilindeydi. Bunun için buraya 70-80 atlı asker gönderilmiş ve buradaki eşyaların kaçırılmamasını kontrol için de 2 mübaşir görevlendirilmişti. Tekkenin şeyhleri İstanbul’a gönderilmişler, ardından tekkenin meydan odaları camiye çevrilmiş ve diğer türbelerde olduğu gibi buraya da sünnî birer türbedar tayin edilmiştir. Bu kadar büyük bir nüfusa sahip tekkedeki Bektaşîlerin sürgün edilip edilmediklerine dair belgelerde bir kayda rastlanmamaktadır. Ancak benzer başka örneklerden, burada bulunan Bektaşîlerin de yakın kasaba ve şehirlerde toplatılıp, buralarda bunlara din telkini yapıldığını söyleyebiliriz.[110] Zaten bu tip, yani çiftçi-rençber takımından olup, büyük nüfusa sahip halkın sürgün edilmelerinden ziyade bulundukları yerlere yakın merkezlerde itikadlarının düzeltilmesine çalışılmıştır.[111]

Tekkelerin kapatılmasına, mensuplarının sürgün edilmelerine rağmen yine de Bektaşîler toplum içinde varlıklarını devam ettirmişlerdir.[112]

İstanbul’daki ve diğer bölgelerdeki Bektaşîlerin ehl-i sünnet halk arasından temizlenmesine bu denli çaba harcayan devrin yönetimi askerler arasından da bunları ayıklamaya çalışmıştır. Bunun için “... Asâkir-i Mansûre tertıblerinin içinde bulunan eski takımın tefrik ve ihracı ve bundan böyle bir ân gafil bulunmayıp ale ’d-devâm basiret üzre olmak...” türünden emirler verilmiştir.[113] Padişah tarafından Başbinbaşı Osman Ağa bu tip askerlerin ordudan temizlenmesinde görevlendirilmiş, yine diğer askerî erkân da bozuk halli ve şüphelilerin ordu içinden temizlenmeleri hususunda tekrar tekrar uyarılmışlardır.[114] Bu tip emirlere binaen Anadoluhisarı’nda Bektaşî Ahmed Ağa’nın önceden tertip ettiği Mansûre askerleri içinden 53 tanesi buradan kovularak Ağrıboz muhafızı Ömer Paşa’nın maiyetine gönderilmiş, yine Rumelihisarı’nda Bektaşî Velî Ağa’nın tertib ettiği Mansûre askerleri içinden hiç kimsenin durumundan şüphelenilmediği için buradan ihracına lüzum görülmemesine rağmen devrin yönetimi, buna kanaat etmeyerek az önce bahsettiğimiz Başbinbaşı Osman Ağa’yı bu askerleri tekrar gözden geçirmesi için uyarmıştır.[115]

Rütbesiz askerler arasında olduğu gibi subaylar arasında da eski takımdan (yeniçerilerden) kimseler olduğu muhakkaktı. Ancak bunların İstanbul’dan ihracı, diğerleri kadar çabuk olamıyordu. Çünkü subayların görev yapacakları yerlerin belirlenmesi zaman almaktaydı. Bu yüzden diğer askerler gibi bunlar toptan ihraç edilememiş, yavaş yavaş ve tek tek bunlarla ilgilenilmiştir.[116]

Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye tertiplerinden başka diğer ocaklardaki eski tertiplerin (yeniçeri - Bektaşîlerin) ayıklanması için de çalışılmış bunun için yine bir çok sürgün olayı yaşanmıştır. Örneğin Tophane Nazırı Sadık Efendi ile Hassa Hasekilerinden Mesudzâde Şerif Haseki, Sadık Haseki, Kağıdhaneli Kamil Haseki ve Odabaşı Kassab Bekir Bursa’ya sürülürken;[117] İstanbul’da bulunan Acem kışlasındaki Rumeli Ağası Mustafa Ağa ve Anadolu Ağası Abdullah Ağa Yeniçeri ve Bektaşî oldukları gerekçesiyle aileleriyle birlikte yine Bursa’ya sürgün edilmişlerdir.[118]

Osmanlı ordusundaki Yeniçeri-Bektaşîlerin yapılan araştırma ve gözlemlerle bu şekilde temizlenmesinden başka, Asâkir-i Mansûre’ye yazılmak isteyenlerin de durumları İncelenmekteydi. Başka bir ocaktan kovulduktan sonra İstanbul’dan gitmeyip bu orduya katılmak isteyenlerin olabileceği düşünülerek, Anadolu’dan gelip yazılmak isteyenlerin durumları dikkatle tedkik edilerek, bunlar ancak bu şekilde kabul edilmişlerdir.[119]

 

 

SÜRGÜN EDİLEN BEKTAŞîLER

SÜRGÜN

EDİLDİĞİ YER

1

Karaağaç Tekkesi şeyhi (Hacı Bektaş Vekili) İbrahim

Baba ile 8 Bektaşî

Birgi

2

Şehitlik Tekkesi şeyhi Mahmud Baba ile 7 Bektaşî

Kayseri

3

Öküzlimanı Tekkesi şeyhi Ahmed Baba ile 2 Bektaşî

Hadim

4

Yedikule’deki Mehmed Baba Tekkesi şeyhi Hüseyin Baba ile 2 Bektaşî

Hadim

5

Sütlüce Bademli Tekkesi şeyhi Mustafa

Birgi

6

Karyağdı Tekkesi şeyhi Mustafa Baba ile 3 Bektaşî

Birgi

7

Büyük Çamlıca Tahir Baba Tekkesi şeyhi Mehmed Baba

Tire

8

Merdivenköy Tekkesi şeyhi Mehmed Baba ile 4 Bektaşî

Tire

9

Üsküdar Mürüvvet Baba Tekkesi şeyhi Mustafa Baba

Tire

10

Yusuf Baba (Karyağdı Tekkesi’nde misafir)

Amasya

11

Antepli Mustafa Baba (Karyağdı Tekkesi’nde misafir)

Güzelhisar

12

Mehmed Baba (idam edilen Kinci Baha’nın kardeşi)

Tire

13

Şeyh Hamdullah Efendi (Hacı Bektaş Tekkesi şeyhi)

Amasya

14

Kapan veznedârı Aziz

Birgi

15

Haremeyn veznedârı Arif

Birgi

16

Murad Mollazâde Arif Efendi (eski Bursa kadısı)

Güzelhisar

17

Melekpaşazâde Abdülkadir Bey (eski Medine kadısı)

Manisa

18

Şanizâde Mehmed Ataullah Efendi (eski vak’anüvis)

Tire

19

Tophane Nazırı Sadık Efendi

Bursa

20

Hassa Hasekilerinden Mesudzâde Şerif Haseki

Bursa

21

Hassa Hasekilerinden Sadık Haseki

Bursa

22

Hassa Hasekilerinden Kâğıthâneli Kamil Haseki

Bursa

23

Odabaşı Kassab Bekir

Bursa

24

Rumeli Ağası Mustafa Ağa

Bursa

25

Anadolu Ağası Abdullah Ağa

Bursa

 

Tablodan da anlaşıldığı üzere yapılan sürgünler belirli bölgelerde yoğunlaşmıştır. Elimizdeki kaynaklara göre Bektaşîlerin en çok sürgün edildikleri yerler bugün Aydın ili dahilinde olan Birgi, Tire ve Güzelhisar olmuştur. Bunun yanında Hadim, Kayseri, Amasya ve Manisa’ya da sürgün edilenler olduğu gibi asker kökenli Bektaşîlerin de bizim görebildiğimiz kadarıyla hep Bursa’ya sürgün edildiklerini söyleyebiliriz.[120] Adı geçen bu şehirlerin sünnî din âlimlerine yeterince sahip olan mahaller olduklarını da burada ekleyebiliriz.

Yapılan sürgünlerin oranı hakkında sağlıklı bilgi edinme imkânına mâlesef sahip olamadık. Adını tespit edebildiğimiz yaklaşık 300 Bektaşîtekkesinden en çok 20 tanesi hakkında bu konuyla ilgili malumat elde edebildik.Bu yüzden sürgün edilenlerin oranını belirleyememekteyiz.

2.                        İDAM EDİLEN BEKTAŞÎLER

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız sürgün olaylarından başka, son Yeniçeri isyanına katıldıkları ve halkı da buna alet etmek istedikleri gerekçesiyle bazı kimselerin idamlarına karar verilmiştir. Bunlardan en meşhuru Üsküdar’daki Bektaşî tekkesinin şeyhi olan Kinci Baba’nınkidir. Ayrıca Nahılcı Mustafa, Mumcular Kethüdâsı Ahmed Ağa, Yusuf Agâh Efendi’nin mühürdarı Küçükzâde Salih Efendi’nin de idamına karar verilmiştir.[121] Buna dair bir belgede “Kinci Üsküdar'da ve İstanbul Ağasızâde'nin kadılığını Şeyhülislâm Efendi dâ ‘ileri ref' itmiş olmağla ol dahî Tophane 'de ve Salih Efendi ’nin dahî hâceliği ref' olunarak Pişegâh-ı Bâb-ı Hümâyûn ’larında alenen tertîb-i cezâ olunarak akaid-i bâtılayı i 'tikad ile hem dâll hem mudili olduklarından şer'an cezaları tertîb olunduğunu mübeyyin yafta vaz‘ olunmak..." ibaresi geçmektedir119 [122] ki; bundan idamların ibret alınması için, halkın gözü önünde yapıldığını anlıyoruz. İdamı istenen Balcıyokuşuzâde Raşid ise “hakk ve batılı ayırmaya kudreti olmadığından” dolayı şeyhülislâmlıktan kendisine tevbe verilerek affedilmiştir.[123] Yine bu cümleden olarak sürgün edilenleri ele aldığımız konuda bahsi geçen ve Manastır’da yakalanarak İstanbul’a getirilip idam edilen Esad adlı Bektaşîye daha önce temas edilmişti.

Elimizde buluna Bektaşîlerle alâkalı yüzlerce belgede yalnızca bu 4-5 idam olayına tesadüf edebildik. Böylece bu yıllarda Bektaşîlerin büyük kısmının asılıp kesilmesiyle ilgili olarak bazı kesimlerin yaptıkları propagandaların ne denli boş ve kasıtlı olduğunu müşâhede edebildik. Gerçekten de bu devir koyu bir Bektaşî düşmanlığına sahne olmuşsa da, bu ancak onların ileri gelenlerinin sürgün edilmesiyle sonuçlanmıştır. Üstelik çalışmamızın ilerleyen kısımlarında göreceğimiz gibi bunların da bir süre sonra affedilip eski yaşadıkları yerlere dönmelerine izin verilmiştir. İdam edilenler ise genelde son yeniçeri ayaklanmasına katıldıkları için bu cezaya çarptırılmıştır.

C. BEKTAŞÎ TEKKELERİNE VE BEKTAŞÎLERE
UYGULANACAK MUAMELEYE MEMUR OLANLAR VE
GÖREVLERİ

Öncelikle İstanbul’da yıkım için görevlendirilen memurlar Bektaşî tekkelerini basıp, içlerindeki Bektaşîleri tutukladıktan sonra emir gereğince tekkelerin türbeleri hariç binalarını yıkmışlardır. Bu görevlilerden yalnızca Şehidlik Tekkesine gönderilen İçelli Ahmed Paşa’nın kethüdası Osman Ağa’nın adını tesbit edebilmekteyiz ki zikredilen bu tekke ilk yıkıma uğrayan Bektaşî zâviyesi olmuştur.121 [124] Daha sonra bu tekkelerin durumlarını belirten defterler hazırlatmak ve buna göre emlâk ve mallarının müsaderesi için Hâcegân-ı Divân’dan ve Mektûbî Defteri halifelerinden İbrahim Nazif Efendi ve Hassa Mimarı halifelerinden Tahir Efendi memur tayin edilip, Bektaşî tekkelerine gönderilmişlerdir. Bu memurlar tekkelerin ne halde olduklarını tedkik ederek bunların durumlarını bir defter tutarak kaydetmişlerdir. Tutulan bu defter hükümete sunulduğunda ise buna göre tekkeye ve buradakilere uygulanacak muameleye karar veriliyordu.[125]

4 Zilhicce 1241/ 10 Temmuz 1826’da İstanbul’da bulunan tekkelerdeki Bektaşîler tutuklandıktan sonra Anadolu ve Rumeli’deki Bektaşî tekkeleri hakkındaki kararın icrası için de 26 Zilhicce 1241/ 1 Ağustos 1826’da buralara memurlar yollanmıştır. Rumeli'deki Bektaşî tekkeleri için Mirahor-ı evvel-i sabık, o an Tophane-i Amire Nazırı olan Hacı Ali Bey mübaşir olarak tayin edilirken, maiyetine müderrisîn-i kiramdan Pîrlepeli Ahmed Efendi mevlanâ ve bir de katip verilmiştir. Anadoluda’ki Bektaşî tekkeleri için ise, önceleri Cebecibaşı-ı esbak Ali Ağa ile Ağa mazüllerinden Hoca Mahmud Efendi arasında tercih yapılamamışsa da sonra Cebecibaşı-ı esbâk Ali Ağa mübaşir olarak tayin edilirken, maiyetine müderrisîn-i kirâmdam Çerkeşli Mehmed Efendi mevlânâ ve Baş muhasebe’den bir katip verilmiştir.[126]

Ali Bey ve Ali Ağa ile Ali Bey’in maiyetinde memur olan Pîrlepeli Ahmed Efendi ki; Ali Bey’in maiyetine tayin edildikten kısa bir süre sonra bu göreve, devrin şeyhülislâmı olan Kadızâde Mehmed Tahir Efendi'nin seçtiği Seyyid Ali Remzi Efendi getirilirken Pîrlepeli, Mektûbî-i sâbık Arif Bey ile beraber Bosna’ya başka bir görevle memur olmuştur;[127] ve Çerkeşli Mehmed Efendi’ye bu görevleri karşılığında üçerbin kuruş harcırah verilmiştir. Yine Ali Bey’in yanında katip olarak görev yapan Mektubi-i defteri halifelerinden Mehmed Said Kemal Efendi ile Ali Ağa’nın yanında katip olarak görev yapan Golos halifesi[128] yamaklarından Mehmed Said Efendi’ye de ikişerbin kuruş harcırah verilmiştir.[129]

Bektaşî tekkelerine memur olanlar içinde en meşhuru olan (bunu Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki çalışmalarımız sırasında müşahade ettik) Ali Bey’in memuriyeti önceleri gizli tutulmuştu. Bunun sebebi herhalde, tekkeleri hedm olunup belki de tutuklanacak olan Bektâşilerin kaçmasını engellemek idi. Ancak tekkelere karşı ilkin İstanbul’da başlayan icraatın ülkenin her yerinde duyulmuş olması bu gizliliğe gerek bırakmamış, akabinde Ali Bey’in memuriyeti de ilan edilmiştir.[130] Ali Bey Rumeli’ye yollanırken kendisine bir de korular ile ilgili görev verilmişti ki ilk zamanlar bu işle uğraşması yüzünden aslî memuriyetini yapamamaktan kendisi muzdarip olmuştu. Bu durumda o da maiyetine bir memur daha istemişken[131] Ali Bey’in tekkelerle ilgili görevi Osmanlı merkezince daha önemli görülmüş olmalı ki öteki görevi üzerinden alınmış ve yalnızca Bektaşîlerle ilgilenmesi istenmiştir.[132]

Ali Bey, Rumeli’deki görevi sırasında tekkelerdeki Bektaşîleri kovup ele geçirilen para, eşya, hayvanat ve saireyi maiyetindeki katip Kemal Efendi’ye yazdırdıktan sonra düzenlediği evrakı Dersaadet’e göndermiş, önceden sâdır olan fermân-ı âli gereğince de bunların satılmasına izin verilenleri müzâyede ile taliplerine satmıştır. Bu satıştan sonra elde edilen para da önceleri Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye'nin masraflarının karşılanması için “Mukataat Hazinesi”ne;[133] daha sonraları ise özel bir hazine olarak teşekkül ettirildiğini düşündüğümüz “Mansûre Hazinesi”ne gönderiliyordu.[134]

Ali Bey’in Dimetoka ve civarında yaptığı çalışmaları sonucunda dört adet defter hazırladığı anlaşılmaktadır.[135] Ancak bütün Rumeli’deki çalışmaları sonucunda kaç defter hazırladığını şimdilik kesin olarak bilemesek de 8 ayrı defterde Bektaşî tekkeleri ve Ali Bey’in ismine tesadüf edebildik.[136]

Anadolu’daki Bektaşî tekkelerinin düzenleme ve durumlarını belirten defterlerin yazımı ve bunların mallarının müsaderesiyle görevli Ali Ağa hakkında ise elimizde hemen hiç bilgi yoktur. Yalnızca, onun 12 Zilka‘del243/ 26 Mayıs 1828 tarihli bir belgeden Uşak’ta çocuksuz ve varisi olmadan öldüğünü belirleyebilmekteyiz.[137]

IL bölüm

İLGADAN SONRA BEKTAŞÎ TEKKE VE TÜRBELERİNİN

DURUMU

A.    BEKTAŞÎ ŞEYHLERİN YERİNE NAKŞÎ ŞEYHLERİN
ATANMASI

Meşihat Meclisinin kararına dayanarak tutuklanıp sürgün edilen veya daha öncesinde bulundukları yerlerden kaçmayı başarabilen Bektaşî şeyhlerinin yerine, koyu bir Sünnî tarikat olarak bilinen Nakşibendiyye’den yeni şeyhler bu tekkelere tayin edilmişlerdir. Bununla tekkelerin bulundukları mahallerdeki Bektaşî geleneğine göre yaşayan halkın sünnîleştirilmesi düşünülmüş olmalıdır.

Herhalde bu konudaki en seçkin örneklerden birisi, Hacı Bektaş’taki merkez tekkenin Bektaşî şeyhinin sürgün edilmesinden sonra, -vesikaların diliyle- “hankâhın ve bulunduğu kasabanın Rafızîlik'ten ve dinsizlikten temizlenmesi için" Nakşibendî şeyhi Hacı Mehmed Said Efendi’nin buraya tayinidir. Bektaşîlerin sünnîleştirilmesi çalışmalarında elbette ki en önemli tekkenin sarf-ı nazar edilmesi düşünülemezdi. Yeni şeyh buraya gittikten sonra kendisi için bir harem dairesi yapımını istediği gibi, burada önceden var olan ancak kullanılmadığından harabeye dönen caminin yerine yeni bir cami yapılmasını da istemiş ve devrin yönetimi de bu isteği gayet makul bularak buraya, yani Bektaşîliğin merkez tekkesine yeniden bir cami bina ettirmiştir.130 Ancak bu konuda belirtmek gerekir ki, elimizdeki vesikalarda bulunan malumat ilgadan 9-10 sene sonrasına aittir. Yine Mehmed Said Efendi’nin tayiniyle kendisine 1500 kuruş yol harçlığının verildiğini belirten bir başka vesika da[138] [139] 2 5 Rebiülahır 1250/ 31 Ağustos 1834 tarihlidir ki bu durum akla şu soruyu getiriyor. Mehmed Said Efendi’ye yol harçlığı bu tarihte verildiğine göre Hacı Bektaş’a tayini de bu tarihlerde olmalıdır. Durum böyle ise bu tayin işinin ilga vakasından yaklaşık 8,5 sene sonra gerçekleştiği ortaya çıkıyor. O halde niçin bu kadar vakit beklenmiştir? Bunun cevabını kesin olarak veremesek dahi ya bizim adına rastlayamadığımız daha önce tayin edilen başka bir şeyh var; ya da Bektaşîliğin ilgasından sonra, önceleri tekkenin şeyhsiz olarak kalması uygun görülüp, daha sonra bir Nakşî şeyhinin atanması kararlaştırılmış olmalıdır. Aslında diğer bölgelerdeki tekkelerin de bazı buna benzer vakaları olmuş, bazı tekke ve türbelere yapılan atamalar ilgadan yıllar sonra gerçekleşebilmiştir.[140]

En büyük Bektaşî tekkelerinden biri olduğu bilinen Antalya’ya bağlı ElmalI’daki Abdal Musa Zâviyesi’nin de başına burada Nakşibendiliği ikame ettirmesi amacıyla bu tarikata mensup Halil Efendi geçirilmiştir. Ancak bundan sonra Halil Efendi’nin ehl-i ilim olmadığı ve tarik-i Nakşîbendiyye usulünü icraya kadir olmadığı gerekçesiyle görevinden alındığını görüyoruz. Halil Efendi’nin âmâ olması ve geçimini sağlayacak durumunun olmaması yüzünden, tekkede ikametine izin ile geçinmesine yetecek miktarda bir maaşın kendisine bağlanması da uygun görülmüştür.[141] Bu kısa malumattan, devrin yönetiminin Bektaşîliğin yerine Nakşîliği ikame etme işini gayet ciddiye aldığını ve bunun için liyakati olmayanları da görevinde bırakmadığı sonucunu çıkarabiliriz.

Nakşî şeyhlerin Bektaşî tekkelerine atanmalarına dair örnekleri çoğaltmak istersek; Çirmen sancağında bulunan Uzuncaabad- Hasköy’deki Ali Baba tekkesinin başına Hüseyin Halife’nin[142]; Edirne’nin Çöke nahiyesinde bulunan Hacı Baba zâviyesine de Nakşî Şeyh Davud Efendi’nin zâviyedar olmasını[143] gösterebiliriz.

BEKTAŞÎ TEKKELERİNE ATANAN NAKŞÎ ŞEYHLER

TEKKE ADI

BULUNDUĞU YER

YENİ ŞEYH

Hacı Bektaş

Mucur, Kırşehir

Hacı Mehmed Said Efendi

Abdal Musa

Elmalı, Antalya

Şeyh Halil Efendi

Ali Baba

Uzuncaabad-Hasköy, Çirmen

Hüseyin Halife

Hacı Baba

Çöke, Edirne

Şeyh Davud Efendi

B.                         TÜRBELERİN DURUMU

Osmanlı idaresinin güttüğü koyu Bektaşî düşmanlığı siyaseti daha önceden de belirttiğimiz gibi yalnız o devrin Bektaşîlerine ve Bektaşîliğine karşı idi. Yoksa önceki dönemlerde yaşayan ve sünnî olduğu düşünülen Bektaşî büyüklerine karşı bir tutum değildi. Bunun en önemli göstergesi tekkelerde bulunan türbelerle ilgili alınan karar ve uygulamasıdır.[144] Önce İstanbul’dakilerden başlanılarak daha sonra bütün ülkedeki Bektaşî tekkelerinin çoğunun binaları yıkılırken, kesinlikle içlerindeki Bektaşî büyüklerinin türbelerine dokunulmamıştır. Bunun uygulamasına bulabildiğimiz hemen her vesikada şahit oluyoruz.[145]

Bektaşî türbeleri yıkılmamakla kalmamış, buralarda medfun olan zatların “mazanne-i kiram” (ermiş olduğu düşünülen Allah dostlarımdan sayılmaları sebebiyle türbelerin korunmasına özen gösterilmiş, hatta buralara yeni türbedar tayini yoluna gidilmiştir. Yapılan yeni türbedar atamalarında, türbedar olacak şahsın ehl-i sünnet olması ve yaşadığı bölgede iyi bir müslüman olarak tanınmış olmasına dikkat edilmiştir.[146]

Abdal Musa tekkesi gibi en büyük Bektaşî tekkelerinden birisi olan Dimetoka’daki Kızıl Deli Sultan tekkesi meydan-ı zîr ve meydan-ı bâlâ denen iki tekkeden oluşmaktaydı ve bu yüzden buraya iki türbedar tayini gerekli olmuştu. Elimizdeki vesikalarda ancak meydan-ı zîr’e atanan türbedarın adı geçmektedir. Hacı Bektaş’taki merkez tekkeye yapılan tayinde olduğu gibi, meydan-ı zîr’e tayin edilen Dimetoka sakinlerinden ve erbâb-ı istihkakdan olduğu belirtilen Hatiboğlu Molla Mehmed'in atanması da Bektaşîliğin ilga kararından çok sonraları, ancak 12 Muharrem 1246/ 3 Temmuz 1830’da olmuştur. Bu durumu yine tam olarak açıklayamazsak da, herhalde tarikatın ilgasından sonra yaşanılan karışıklığın düzelmesini beklemenin uygun görülmüş olabileceğini söyleyebiliriz. Molla Mehmed ile diğer türbedara tekkeye bağlı vakıfdan karşılanmak üzere beher sene 20’şer keyl-i İstanbulî hınta (buğday) ve çavdar tahsis edilmiş ve aylık 20’şer kuruş da maaş bağlanmıştır.[147]

Demirhisar’da bulunan Bektaşî tekkesinde medfun Kişer Baba yine mazanne-i kiramdan olduğundan türbedar tayini lazım görülmüş, bunun için erbâb-ı istihkak (görevi almaya hak kazanan)’dan olduğu belirtilen Seyyid Ahmed Halife b. Mustafa türbedar olarak tayin edilmiştir. Ayrıca bu yeni türbedarın burada ikameti ve geçimini sağlayabilmesi için de, türbe civarında bulunan bir-iki odalı tekke binası yıkılmayıp ve bir-iki dönüm bahçe ile tarla satılmayarak önceden olduğu gibi yeni türbedara bırakılmıştır.[148]

Vidin kalesi arkasında bulunan Selahaddin Baba adlı tekkenin zâviyedarı daha önce kaçmış olduğundan burada medfun bulunan ve yine evliyaullahtan olduğu kabul edilen Selahaddin Baha’nın türbesine bir türbedar tayini gerekli olmuş, bunun üzerine hakkında yöre halkının hüsn-i zannı olan Hacı Mehmed buraya türbedar tayin edilmiştir. Ayrıca Hacı Mehmed’in geçimini sağlaması amacıyla, türbedarlığa şart kılınmış olan beş adet dükkanın geliri de kendisine bırakılmıştır.[149]

Bektaşî büyüklerinin türbelerine yeni türbedar tayinine dair örnekleri çoğaltabiliriz: Selanik’te bulunan Kara Baba ve Süleyman Baba türbelerine, Sünnî olup hakkında herkesin hüsn-i zannı olan Derviş Ahmed türbedar tayin edilmiştir.[150]

Yenice-i Vardar’da bulunan Bayezid Baba türbesine bir türbedar ve zâviyedar tayini lazım gelmiş, bunun için Selanik’te oturan ve Selanik halkının haber vermesiyle şeyhliğe liyakati bulunduğu öğrenilen Rıfaî şeyhi Hüseyin b. Ahmed buraya türbedar olarak tayin edilmiştir.[151]

Yine Yenice-i Vardar’da bulunan Cafer Baba ve Bayram Dede türbeleriyle,[152] Edirne’deki Çöke nahiyesinde bulunan Danişmend Köyü’ndeki Muhyiddin Baba ve aynı nahiyede bulunan Yeniköy’deki Hızır Baba türbeleri[153] ile Çirmen sancağındaki Uzuncaabad-Hasköy kazasında bulunan Osman Baba ve Ali Baba tekkelerine[154] de tekke binaları yıkıldıktan sonra buralara birer türbedar tayin edildiğini tahmin etmekteyiz.

Bektaşîliğin ilgasından sonraki yıllarda yapılan bu uygulamalardan türbelere ihtimam gösterildiği görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde de bu politikanın sürdüğünü görmekteyiz. 1263/ 1846-47 tarihli bir vesikada, Kırşehir’de Hacıbektaş kazasında bulunan Hacı Bektaş-ı Velî’nin kubbesindeki tavanındaki bozulan kurşun kaplamanın değiştirilmesi ve bu velîye uygun biçimde türbenin bakım görmesi anlatılmakta, bu da gösterilen ihtimama işaret etmektedir.152 [155]

C.                                   TEKKELERDE BULUNAN ŞEYH YAKINLARININ DURUMU

Bektaşîliğin ilgasından sonra İstanbul ve taşradaki Bektaşî tekkelerinde bulunan şeyh ve müridlerin tekkelerinden ve hatta bulundukları muhitlerden kovulduklarını yakalanabilenlerin bazılarının da sürgün edildiklerini belirtmiştik. Bu durum elbetteki Bektaşîler için son derece vahim sonuçlar doğurmuş, en önemlisi de, ailelerinden koparılmışlardır. Bu uygulama bu insanların özellikle de tekke şeyhlerinin ailelerini zor duruma düşürmüş, oturdukları evlerinden ve geçim kaynaklarından uzaklaşmalarına neden olmuştur. Fakat tekkelerle ilgili müsadere kararındaki, tekkelerde bulunan ve “mülk” diye tarif edilen şeyhlere ait emlâk ve arazilerin eğer varisleri varsa bunlara terk olunması hususu son derece dikkate şayandır. Bektaşîlere duyulan derin düşmanlığa karşı, bunların özel mülkleri olan yerlere dokunulmaması ve eğer varsa varislerine terk edilmesi devrin yönetiminin insafını sergilemektedir.[156] Yani başka bir deyişle o şartlarda bile kişilerin mağdur olmamaları, geride kalan şeyhin aile efradının ziyana uğramaması düşünülmüş, zalimane bir tavır takınılmamıştır.

Bu uygulamaya dair vesikalara dayanarak pek çok örnek verilebilir. Mesela, Üsküdar Öküzlimanı’nda bulunan tekkenin içindeki sürgün edilen şeyhe ait olan iki adet oda ve bir adet ev yıkılmamış fakat irâde-i seniyye gereğince müzayedeye çıkarılarak satılmıştır. Ancak bir süre sonra, sürgün edilen şeyhin hanımının verdiği bir arzıhal ile tekkenin durumu tekrar incelenmiş, bunun sonucunda sürgündeki şeyhe ait olduğu tespit edilen bu emlâkin varisi olarak zevcesi, pederi, bir erkek ve bir kız çocuğunun bulunduğu görüldüğünden, zikredilen emlâkin satış işlemleri iptal edilerek bu insanlara iade edilmesi kararlaştırılmış ve böylece mağduriyetleri önlenmiştir.[157] Yine bu hususta Üsküdar, Nerdibanlı Köyü (Merdivenköy)’ndeki tekkede bulunan ve sürgün edilen şeyhin hanımının oturduğu dört odalı ev ve iki dönüm bağın bu kadına bırakılması[158] ile Rumelihisarı’ndaki Şehidlik tekkesinde daha önce ölen şeyhin hanımı, kız kardeşi ve üç kızının ikameti için yıkılmayarak bunlara terk edilen haneyi sayabiliriz.[159]

Aynı konudaki örnekler çoğaltılabilir: Yine İstanbul'daki Sütlüce tekkesinin bütün binaları yıkıldıktan sonra buradan kovulan Şeyh Mustafa’nın hanımıyla biri Galata Sarayı’nda diğeri Tophane Ocağı’nda eğitim gören çocukları mağdur olduklarından, burada tekke enkazından yeni bir ev yapılmasına izin verilmiştir. Zaten varisleri bulunan emlâkin sahiplerine terki hükümdar buyruğu olduğundan da tekke civarında bulunan beş adet hane de zikredilen şeyhin varislerine bırakılmıştır.[160]

Yapı itibarıyla diğerlerinden daha başka tarzda olan bir örnekte ise gösterilen merhametin sınırları anlaşılmaktadır. Üsküp’e bağlı Kırçova kazasında bulunan Hızır Baba adlı Bektaşî tekkesinin şeyhi daha önceki bir tarihte ölmüş ve yerine 14 yaşındaki oğlu Cabir ve onun amcazadesi 11 yaşındaki Ali adlı zatlar tekkenin şeyhi olmuşlarsa da, tarikatın ilgası ve Bektaşîlerin tekkelerinden kaçmaları veya kovulmalarına rağmen bunlar ve yanlarında olan 15-20 kadar çocuk ve diğer yakınları, gidecek başka yerleri bulunmayıp geçimlerini sağlayacak güçte olmadıklarından, bu tekkede ikamete devam ediyorlardı. Ancak bunlar birer Bektaşî olduklarından buradan çıkarılmaları gerekmekteydi. Buna rağmen devrin yönetimi, Kırçova halkının da niyaz etmesi üzerine bu insanlara acımış ve tekkede ikametlerine izin vermiştir.[161] Bektaşî şeyhi olmalarına rağmen Cabir ve Ali Efendilere müsamaha gösterilmiştir. Bu durum şeyhlerin çocuk yaşta olmalarına bağlanabilir. Elbette ki verilen ikamet izni bir daha Bektaşîlik kelamını ağızlarına almamak üzere olmuş olmalıdır.

Yukarıdaki örnekler başta da belirttiğimiz gibi güdülen koyu Bektaşî düşmanlığına rağmen devrin yönetiminin insafını sergilemektedir.

D.                       SÜRGÜNDEN SONRA AFFEDİLEN BEKTAŞÎLER

İtikadlarının düzeltilmesi için yaşadıkları yerlerden ehl-i sünnet ulemânın çok olduğu bölgelere, bazısı ailesiyle birlikte bazısı yalnız başlarına sürgün edilen Bektaşîlerin itikadlarının düzeldiği, yani Bektaşîliğe tövbe ettikleri gerekçesiyle yıllar sonra affedildiklerini de görmekteyiz. Bu konuda verebileceğimiz örneklerden herhalde en önemlisi, Bektaşîliğin merkez tekkesi Hacıbektaş’taki tekkenin son Bektaşî şeyhi Mehmed Hamdullah Efendi ile ilgili olanıdır. Hamdullah Efendi tarikatın ilgasından sonra Amasya’ya sürgün edilmiş ve burada yaşamaya başlamıştı. Eski şeyhin bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra İstanbul’a gönderdiği bir arizaya rastlıyoruz[162] ki bu yazıda durumunun perişanlığından bahsederek ailesinin yanına gelmesine izin istemiştir. Herhalde daha evvel bahsettiğimiz gibi aileleriyle beraber sürgün edilenler olduğundan buna müsaade edilmiştir.

Bundan yaklaşık yedi yıl sonra da, aynı şeyh kendisinin iftiraya uğrayıp sürgün edildiğini belirterek affını istemiştir.[163]

Aynı zatla ilgili olarak, diğer vesikalardan onun affedilmesi için birçok ileri gelen Osmanlı devlet adamının aracı olduğunu anlıyoruz. Nihayet bu girişimler akabinde şeyhin affedileceği ancak bu sefer de Hacıbektaş’a dönüp yerleşmesinin mahzurunun olup olmayacağı sorunu ortaya çıkmışsa da[164] [165] en sonunda 1833 yılında şeyhin affedilip Hacıbektaş’a yerleşmesine izin verilmiştir.103 Bununla da kalınmayarak geçimini sağlaması için Hacı Bektaş Vakfından kendisine bir miktar maaş bağlanmıştır.[166]

Yine Bektaşî şeyhlerinden, İstanbul Rumelihisarı’ndaki Şehidlik tekkesinin Kütahya’ya sürgün edilen eski türbedarı Mehmed Efendi itikadını düzeltip Nakşibendi tarikatına girdiği için affedilmesi gündeme gelmiş, buna mukabil Osmanlı idaresi Nakşî şeyhlerinin incelemesinden sonra onun da affedileceğini bildirmiştir.[167]

Bir başka örnek de, Bayındır’a sürgün edilen Saraçhane dellalı Ahmed ve onun arkadaşı Yenikapı’dan Çedikçi Hafız Hüseyin’in affedilmeleridir. Yaklaşık yedi yıl sonra affedilmeleri için yoğun çaba sarfedilen bu insanların özellikle beş vakit namaz kılmaları delil olarak gösterilerek itikadlarının düzeldiği bildirilmiştir.[168] Muhakkak

ki bu konuda daha bir çok örnek vardır. Ancak bizim edinebildiğimiz belgelerde yalnızca bu dört şahsın adı geçmektedir. Gerçi bu kadar az örnekle genel bir değerlendirme yapmanın sağlıklı olamayacağı aşikar olsa da, Yeniçeriliğin ilgasından sonra onun en büyük destekçisi olan Bektaşîliğin bertaraf edilmesi, herhalde tatmin edici bir düzeye geldi ki, artık II. Mahmud eski Bektâşilerin İstanbul'daki varlıklarına izin vermeye başlamıştı. Gerçi özellikle Mehmed Ali Paşa’nın isyanıyla bunalan devlette huzurdan bahsetmek boş olsa dahi artık Yeniçerilerden ve onları anımsatan şeylerden bahsetmek korku vermez olmuştu diyebiliriz.

E.                             BEKTAŞÎ TEKKESİ OLARAK KURULUP 1826’DAN ÖNCEKİ BİR TARİHTE SÜNNÎ BİR ŞEYHİN BAŞA GEÇTİĞİ

TEKKELER

Bir Bektaşî dergahı olarak ihdas edildiği halde sonraki dönemlerde başına sünnî bir şeyh geçen tekke ve zâviyeler diğer Bektaşî tekkelerinden ayrı tutulmuş, Bektaşî tekke ve zaviyelerine tatbik edilen muamele bunlara uygulanmamıştır. Bu tip tekke ve zâviyelerin başlarında bulunan zâviyedar ve tekkenişinlerin görevlerinde bırakılmasının, bu zatların “talebe-i ulûmdan” olmaları koşuluyla yerine getirildiğini de belirtmek gereklidir.[169]

Osmanlı resmî evrâkında bu uygulamayla ilgili kayıtlar oldukça fazladır. Örneğin, önceden Bektaşî zaviyesi olarak bilinen, Tire’de Hacı köyünde bulunan Ali Baba Zâviyesi’nin zâviyedar ve türbedarı İstanbul’daki Büyük Ayasofya Camii’nin imamı olan Seyyid Hafız Hüseyin Efendi’dir. Kadirî ve ehl-i sünnet olması yanında talebe-i ulûmdan olduğunun aşikar olması sebebiyle, bu zaviyeye ve zâviyedarına dokunulmayarak faaliyetinin devamına müsaade edilmiştir.[170]

Kirmasti’de[171] bulunan Garipçe Zâviyesi’nin şeyhi de yine aynı sebepten görevinde bırakılmış, zâviyenin malları müsâdere edilmemişti.[172]

Bu sefer Manisa, Turgutlu’daki Azizli karyesinde bulunan Okçu Baba zâviyesinin zâviyedarlığı eski Manisa müftüsü ve müderrislerinden Hacı Veliyyüddin Efendi’nin uhdesinde olduğu için, aslında bu zâviye bir Bektaşî zaviyesi olmasına rağmen, zikredilen zâviyedarının muteber biri olması ve bu şahsın geçiminin zâviyenin hasılatına bağlı olması yüzünden adı geçen zâviyedara ve zaviyeye dokunulmamıştır.[173] Bu uygulamadan, her ne kadar o an bir Bektaşî tekkesi olsa da zâviyedarları ehl-i sünnet olan tekkelere diğer Bektaşî tekkelerine uygulanan muamelenin uygulanmadığı, bunların işlevlerine devam etmelerine izin verildiği anlaşılmaktadır.

Buna benzer bir durum da Şehyli kazasında bulunan Kıran Baba Zâviyesi’nde görülmüştür. Bektaşî tekkelerinin ilgası sırasında tekkenin başında bulunan ve sünnî olan Mehmed Efendi'nin sağlığında bu tekkeye dokunulmamış, ancak o öldükten sonra, tekke aslında bir Bektaşî tekkesi olduğundan, buranın emlâk ve eşyasının devletçe zabtına karar verilmişti.[174]

Başka bir örnek de, Yenice-i Vardar’da Esirlik karyesinde bulunan Haşan Baba Türbesi’nde Kadirî alameti görüldüğünden ve zâviyedarının da Kadirî olması hasebiyle görevinde bırakılmasıdır.[175]

Yukarıda bahsedilenlerden farklı olarak, Çirmen’deki Cisr-i

Mustafa Paşa nahiyesinde bulunan Hızır Baba Zâviyesi’nin içinde hiçbir Bektaşî kalmaması sebebiyle burasının normalde yıkılması ve mallarının müsâdere edilmesi gerekirken, zâviyenin hasılatının burada bulunan caminin ve hayrat-ı sâirenin giderlerine sarf olunmakta olduğundan buranın mütevellisi tarafından eskisi gibi idare edilmesine müsaade edildiğini görüyoruz.[176]

Yine Bursa’da bulunan Ramazan Baba ve Bursa dışında bulunan ve Derviş İbrahim olarak bilinen, diğer Ramazan Baba tekkeleri artık Nakşibendî tekkeleri oldukları için, diğerleri gibi onlara da dokunulmadığını görüyoruz.[177] Bu konuyla ilgili örnekler çoğaltılabilir:

Kirmasti’deki Anbarlar karyesinde İzzetlice Baba,

Yine Kirmasti’de bulunan Göncü Baba,

Mihaliç’teki Sancak nahiyesinde bulunan Kabil Baba,

Yalâkabad’da bulunan Ali Dede,

Kırkağaç’ta bulunan Doğan Baba,

Yine Kırkağaç’ta bulunan Tabkan Baba,

Gördes’te bulunan Kertmeci Baba,

Biga’daki Sarılı Şeyhler karyesinde bulunan Haydar Baba, Çal’daki Side karyesinde bulunan Beyce Sultan, Uluborlu’daki Yassıviran karyesinde Ayazmend (Zekeriya), Yine Uluborlu’daki İlegüp karyesinde bulunan Velî Baba,[178] Şeyhli’deki Melhus karyesinde bulunan Er Baba, Şeyhli’deki Demirci karyesinde bulunan Umur Baba, Şeyhli’de bulunan Derbend (Dülbend ?) Baba, Şeyhli’de bulunan Çadır Baba, Ve yine Şeyhli’de Sarı Baba, Ağlasun’daki Kuzköy karyesinde Hızır Abdal, İsparta’daki Derthoş karyesinde Arslan Baba, İsparta’da Tekke mahallesinde Hızır Baba, Dobruca ma‘a Yavulca kazasındaki Değirmen karyesinde Eser (Eşcar ?) Baba,

Dobruca ma‘a Yavulca kazasında Kayadibi karyesi’nde Emir Sultan,

Dobruca ma‘a Yavulca kazasında Hayreddin Baba, Sandıklı’da Yağdın karyesinde Koyun Baba, Sandıklı’da Şeyh Kovan Türbesi, Sandıklı’da Hacım Sultan Türbesi, Sandıklı’da Balçık Baba, Sandıklı’da Menteş karyesinde Menteş Baba, Burdur’da Ayakhane karyesinde Pîrî Baba,

Yatağan’da bulunan Hürekâ Baba tekke ve zâviyeleri diğer örneklerde de olduğu gibi türbedar ve zâviyedarları sünnî ve talebe-i ulûm’dan oldukları için Bektaşîliğin ilgasından sonra görevlendirilen memurlar aracılığıyla tutulan defterlerden durumları anlaşılıp, zikredilen durumlarına uygun kararlar verilmiştir.[179]

F.                                                        DAHA ÖNCE DİĞER TARİKATLARA AİT İKEN BEKTAŞÎLERİN ELİNE GEÇEN TEKKELER

Bektaşî tekkelerine uygulanan mallarının müsaderesi politikası, Nakşî, Halvetî, Celveti, Kadiri ve sair tarikatlara ait olup sonradan Bektaşîlerin eline geçen tekkelere de uygulanmıştır. Ancak bir farkla ki o da bu tekkelere bağlı vakıf olan emlâk, arazi ve saire, diğerlerinde olduğu gibi devletçe zabtedilmemiş, bu statüdeki yerler bağlı bulundukları tekkelerin kuruluşları itibarıyla hangi tarikata ait iseler onlara bağlı vakıflara devredilmişlerdir.

Böylece bu tip Bektaşî tekkelerinin mülk olan emlâk ve arazisi eğer varsa varislerine terk edildiği gibi, vakf olan müsakkafatı da diğer tarikatlara bağlı vakıflara devredilmiştir. Yani bu tip Bektaşî tekkelerine de diğerlerine uygulanan politikanın uygulanmasının câiz olmayacağı düşünülmüş[180] ve bunlara yukarıda belirtildiği şekilde muamele edilmiştir.

İstanbul’da bulunan Bektaşî tekkelerinin durumları ise biraz daha farklıdır. Buradaki tekkeler her ne kadar Bektaşî tekkeleri olarak ihdâs edilmiş iseler de genelde Sultan Bayezid-i Velî Vakfına bağlı vakıflara sahiptiler. Buradaki tekkelerden Üsküdar’daki Mürüvvet Baba tekkesinin emr-i âlî gereğince vakıf olan emlâk ve arazisi Haremeyn tarafına terkedilirken;[181] Büyük Çamlıca’daki Tahir Baba tekkesinin vakıf olan yerleri bağlı olduğu Sultan Abdülhamid Vakfına terkedilmiştir.[182] İstanbul’daki diğer Bektaşî tekkelerinden Yedikule, Kazlıçeşme’deki[183] ve Şehidlik’teki[184] tekkelerle Karaağaç Tekkesi[185] ve Eyüp’teki Karyağdı Tekkesi'nin[186] vakf olan emlâk, arazi ve sairesi bağlı bulundukları Sultan Bayezid-i Velî Vakfına terkedilmiştir.

Yine İstanbul’daki Sütlüce semtinde h.l 179/ 1765-66 yılında bir Nakşî dergâhı olarak kurulan Kiremitçi tekkesi h. 1230/ 1814-15 yılında, yani Bektaşî tekkelerinin ilgasından yaklaşık 11 sene önce Bektaşîlerin eline geçmiş ve bu tarihten ilga edilene kadar bunların elinde kalmıştır. Tekkelerin binalarının yıkılmasıyla ilgili karardan sonra da bu tekkenin binası tamamen yıkılmıştır.[187] Daha sonra diğer benzer tekkeler gibi onun da vakıf olan yerleri bağlı bulunduğu Sultan Bayezid-i Velî Vakfına terkedilmiştir.[188]

G.                       TEKKE ARAZİ VE BİNALARI İLE YIKILAN TEKKELERİN
ENKAZININ KULLANILMASI

Bektaşî tekkelerinin muhdes (ilgadan 60 yıl öncesine kadar bina edilenler) tabir olanlarının yıkılmasına dair, gerek Meşâyih Meclisinin kararına, gerekse II. Mahmud’un emirlerine önceki konularda değinmiş ve bununla alâkalı olarak örnekler vermeye çalışmıştık. Ancak her ne kadar bu konudaki “emr-i âlî” südûr etmiş olsa da Bektaşî tekkelerinden bazıları emr-i âlî hilâfına yıkılmayıp, bulundukları mahallerde ihtiyaca göre cami, mescit, mektep ve medrese türü binalara çevrilmiş veya turuk-ı aliyye denen sair büyük tarikatların meşâyihinden kimselerin ikameti için sağlam bırakılmıştır.[189]

1.                                Mescit, Cami,        Mektep ve Benzerlerinin            Eskisi

Gibi Hizmetlerine Devam Etmesi

Bu konuyla ilgili olarak elimizde ayrıntılı bilgi mevcut değildir. Yalnızca birkaç ayrı vesikada, ilgadan önce faaliyet gösteren bazı hayır müesseselerinin bu faaliyetlerine devam edebilmeleri için gerekli olan izin ve bunlarla ilgili emirlerin verilmiş olduğu görülmektedir.[190]

Nasliç kazasındaki Belazim Karyesi Camii yanında bulunan mektebin hocalarının giderleri, ilgadan önceki dönemde, yine aynı kazadaki Verdin karyesinde bulunan Eminî Baba adlı Bektaşî tekkesinin vakfından karşılanmaktaydı. İlgadan sonra da bu müessesenin faaliyetine önceden olduğu gibi devam etmesi uygun görülmüş ve zikredilen tekkenin Belazmeşte karyesinde bulunan beş adet dükkanının geliri de yine bu hocalara bırakılmıştır.[191]

Yukarıda bahsetmeye çalıştığımız bu durum, Bektaşî tekkelerinin bazılarının cami ve mescit gibi genellikle Türklerdeki “Sünnî İslâm” inancı içinde yer bulabildiği düşünülen ibadet mahallerine sahip olduklarını göstermektedir. Vesikalar ışığında en azından Bektaşî zâviyelerine dayanarak ayakta duran bu tip kurumların varlığı görülmektedir.

2.                         Bektaşî Tekkelerinin Cami, Mektep vb. Hizmet Binalarına Çevrilerek Kullanılması

Az önceki konuda bahsi geçtiği üzere, bazı Bektaşî tekkelerinde cami ve mescit gibi binaların bulunması, ilk bakıldığında tuhaf bulunabilir, ancak bunların pek büyük bir yekûn teşkil etmediğini de belirtmek yerinde olacaktır. Aslında Bektaşî tekkelerinin büyük kısmında bu tip binaların bulunmadığını tekkelerin sahip oldukları emlâkin beyan edildiği vesikalardan yararlanarak söyleyebiliriz.

Bunun yanında devletin güttüğü Bektaşî düşmanlığı ile sünnî halk arasındaki bu inanç sisteminin ve buna mensup olanların temizlenmesi politikası olanca hızıyla sürmekteydi. Güdülen bu siyasetin belki de en önemli uygulamalarından birisi eski Bektaşî tekkelerinden bazılarının binalarının yıkılmayarak cami, mescit, mektep ve medrese olarak kullanılmaya başlatılması; yani Bektaşîliği silmek için, zamanında Bektaşîlerin yaşadığı yapıların kullanılmasıdır. Bununla ilgili birçok örnek verilebilir:

1826 yılına gelindiğinde, Girit adası Türk idaresinde olmasına rağmen buradaki müslüman halkın İslâmî eğitim ve terbiyeden uzak olduğunu görmekteyiz. Üstelik adadaki köylerde -herhalde halkın Bektaşî olması sebebiyle- cami olmaması yüzünden buralarda doğan çocukların İslâmî öğrenmek yerine, papas ve ruhban okullarındaki ayinlere katıldıkları görüldüğünden önceden bir Bektaşî tekkesi olan Kandiye kalesi dışındaki tekkenin camiye dönüştürülmesine karar verilmiş ve böylece bölgedeki halk arasında sünnî İslâm inancının yayılması sağlanarak bu mahallin ifsattan temizleneceği düşünülmüştür.[192]

En büyük Bektaşî tekkelerinden birisi olan ve iki ayrı tekkeden meydana gelen Dimetoka'daki Kızıl Deli Sultan tekkesinde ve çevresinde 700-800 kadar Bektaşî yaşamaktaydı. Bunların hepsinin yaşadıkları yerlerden sürgün edilmeleri elbetteki imkansız olduğundan, yalnızca buradaki ahalinin itikatlarının düzeltilmesi düşünülmüş ve bundan dolayı bu tekke de yıkılmayarak camiye dönüştürülmüştür.[193]

Kesriye kazası'nda bulunan Aydın Baba tekkesi vakfına bağlı, aynı kazada bulunan bir adet semerci dükkanı ve tekke civarında tahminen bir dönüm miktarı bahçe ile Suhleşte tabir olunan mevkîde yine tahminen bir dönüm bağın geliri, Kesriye'de bulunan medresenin bir odasında, kasabanın çocuklarını eğitmek üzere, kasaba ahalisi tarafından hocalığa layık olduğu bildirilip bu göreve atanan Mustafa adlı birine bırakılmıştır.[194]

Yine benzer bir vak‘a da Horpeşte kazasında yaşanmış, buradaki Kasım Baba zaviyesi kasabanın içinde olduğundan, bundan yararlanılmak istenilmiş ve yöre ahalisine Birgivî Şerhi okutturulmanın yanında buradaki çocuklara verilecek eğitimde yararlanılması için, tekkenin binası yıktırılmayarak mektep olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca bu zaviyeye bağlı arazi, bağ ve dükkanlar zikredilen mektepte hoca bulunanlara şart kılınmıştır.[195] Başka bir ifadeyle bu görevlilerin giderleri buradan karşılanmıştır.

Aynı konuda vereceğimiz son örnekte Evreşe kazasında bulunan Sancaktar Baba Zâviyesi'nde, yine kasabaya yakınlığı sebebiyle, bir müderris ile ilim talim ettirilmesi uygun görülmüş ve bu görevle ilgili olarak bütün kasabalının hakkında iyi düşüncelere sahip olduğu Mehmed adlı birisi bu zâviyede ikamet etmek üzere buraya tayin edilmiştir. Ayrıca zâviyenin diğer emlâk ve arazisinin hasılatı ile az miktarda olduğu belirtilen eşyası da kendisine tahsis edilmiştir.[196]

3.                            Yıkılan Tekkelerin Enkazının Cami, Mescit, Medrese ve Benzeri Müesseselerin İmar ve Tamirine Sarfı

Bektaşî tekkelerinden bazılarının yıkılmayarak yukarıda bahsi geçtiği şekilde kullanılmasından başka, bunların büyük çoğunluğunun padişah buyruğu gereğince yıkılmış olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yıkılan bu tekkelerden de bir şekilde yararlanmak gerektiği düşünüldüğünden, bunların da enkazından faydalanma yoluna gidilmiştir. Buna göre birçok tekke kalıntısı, cami, medrese ve mektep nevinden hizmet gören binaların ya imarında ya da tamirinde kullanılmıştır.

Bektaşî tekkelerinin kalıntıları, bulundukları mahalle yakın yerlerde bulunan cami, mektep ve medrese ihtiyacına göre değerlendirilmiştir. Çoğunlukla Bektaşîlerin meskûn olduğunu düşündüğümüz bu bölgelerde sünnî İslâm'ın kurallar bütününün öğrenilip yaşanılabilmesi için bu tip yapıların, harap halde olanları varsa tamirinde, yoksa inşasında bu enkazdan yararlanılmıştır.

Bu enkazın kullanılması sırasında devlet hiçbir şekilde masrafa girmemiş, enkazın taşınması ile ilgili giderler, bu enkazın kendi yörelerindeki inşa veya tamir edilecek binalar için kullanılmasını niyaz eden ahali ya da bölgenin âyânı tarafından karşılanması sağlanmıştır.[197]

Bu konuda vereceğimiz örneklerin ilkinde; Nasliç kazasındaki Belazmeşte karyesinde bulunan Derviş Ali Tekkesi yıkıldıktan sonra, bunun enkazıyla aynı kazada ve harap halde bulunan Hüseyin Çavuş Camii’nin tamiri sağlanmış, ayrıca bu tekkeye ait bağ ve tarlalar da adı geçen caminin imamının geçimini sağlamak üzere bırakılmıştır.[198]

Kesriye kazasındaki Markon karyesinde bulunan Ali Baba zâviyesi yıkıldıktan sonra meydana gelen enkaz da aynı kasabada harap halde bulunan bir caminin tamirinde kullanılmıştır. Bunun yanında Ali Baba zaviyesinin yine Markon karyesinde bulunan üç kalem bağı ve tarlaları “ber- vech-i vakf ” bu camiye bırakılmıştır.[199]

Ferecik'te bulunan Nefer Baba, Gaziler ve Irakî zâviyeleri ise zaten önceden de harap halde olduğundan, yani başka bir şekilde kullanılmaları mümkün olmadığından yıkılmış, bunların enkazı da yine

Ferecik'te yeni bir caminin inşasıyla buradaki medresenin tamirine sarfedilmiştir.[200]

Rusçuk'ta bulunan Kurd Ali Baba zaviyesinin enkazı, aynı kazada bulunan medresenin gereken yerlerinin tamiri için bu medreseye terkedilmiştir.[201]

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız türdeki uygulamalardan başka, yine bu konuyla ilgili uygulamalar vardır. Mesela, Paşa sancağındaki Köprülü kazasında bulunan Cahid Baba tekkesinin emlâki yıkıldıktan sonra içinde bulunan eşyası, yine Köprülü'de inşa edilen ancak bir geliri olmayan medresenin müderrisleri için bırakılmıştır.[202]

İpsala'da bulunan Fülfül (Kangal) Baba zâviyesinin arazi ve değirmeninin senelik hasılatı, ahalisinin niyazı üzerine İpsala'da bulunan bir caminin hademelerine bırakılmıştır.[203]

Vidin kalesi arkasında bulunan Selahaddin Baba zâviyesinin müsakkafatından olan Vidin'deki 12 adet dükkandan altı adet bakkal ve bir adet ekmekçi dükkanının geliri ise buradaki Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye kışlasına yakın olan Yahya Paşa Camiî'nde, askerleri savaşa hazırlamak için cuma ve salı günlerinde Siyer-i kebir ve diğer vakitlerde de askerlere ve yöre ahalisine Birgivî Şerhi ve ilmühaber okutturmak üzere tayin edilen Ömer adlı bir zata şart ve tayin edilmiştir.[204]

1.           BEKTAŞÎ TEKKELERİNİN SAHİP OLDUĞU MAL VE
EMLÂKE MÜSÂDERE EDİLDİKTEN SONRA UYGULANAN

MUAMELE

2.                                        Bektaşî Tekkelerinin İcâreteyn Usulüyle Satılan Emlâk ve Arazileri

Osmanlı yönetimi tarafından Bektaşîliğin ilgasıyla ilgili karar alındıktan sonra, Anadolu ve Rumeli1 deki Bektaşî tekkelerinin büyük bir kısmının yıkılarak, bunların sahip olduğu emval, eşya ve emlâkin devlet tarafından zabtedilmesi yönünde emirler verilmiştir. Daha sonra bu tekke ve zaviyelere bağlı vakıfların ve bunların müsakkafâtının (ev,dükkan vs.) birer miktar muaccele (peşinat) ve müeccele (aylık veya senelik kira) ile başkalarına devredildiğini görüyoruz ki bu sisteme icâreteyn denmektedir.[205]

Buna göre, tekkelere ait ve vakıf olan ev, bağ, bahçe ve dükkan gibi gayrimenkuller, tekkenin bulunduğu yerdeki âyân, kaymakam, kadı ve mevlâ gibi görevliler tarafından müzayedeye çıkarılıp bu yöntemle (bi’l-icâreteyn) satılmıştır (füruht olunmuştur).[206]

İcâreteyn usûlüne göre müşteri, belirlenen muaccele ile birlikte, binde 25 oranında alınan ve “dellâliye” denen tellâklık vergisini görevli memura vererek, “temliknâme veya mülknâme-i Hümâyûn” denen ve kişinin o mîrî arazinin gelirine sahip olduğunu gösteren belgeyi ediniyordu.[207]

Müşteriden alınan para, memuru tarafından İstanbul’a Mukataat Hâzinesine gönderiliyordu. Mukataat Hâzinesine gelen bu para ise “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye”nin masraflarının karşılanmasında kullanılıyordu.[208]

Daha sonraki dönemlerde ise, Bektaşî tekke ve zâviyelerinden gelmeye devam eden paralar, sonradan ihdâs edilen “Mansûre Hazinesi”nde toplanmaya başlanmıştır.[209]

Aslında Bektaşî tekkelerinin sahip oldukları emlâk, eşya ve sairenin burada anlatılması tez konumuzun sınırlarını biraz aşıyor görünse de, Bektaşî tekkelerinin ilgadan önceki dönemde sahip olduğu İktisadî gücü hakkında bir fikir verdiği için birkaç örnek vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz.[210]

3.                                              Bektaşî Tekkelerinin İcâre-i Vâhideli Emlâk ve Arazileri

İcâre-i vahide, vakıfa ait herhangi bir mülkün muayyen bir müddet için kiraya verilmesi hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu müddet, arazi ise üç, bina ise bir seneden fazla olamaz ve akdin sona erişinde kiracı hiç bir hak iddia edemez ve kiraladığı şeyi başkasına ciro edemezdi.[211]

Bektaşî tekkelerinin bazı mülkleri icâreteyn usulüyle satıldığı gibi bazı mülklerinin de “icâre-i vâhideli ” olarak nitelendirilip buna göre kiraya verildiğini görüyoruz.[212] Bu kiralanan mülklerin kimi zaman el değiştirdiği de Osmanlı arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır.

Ayrıca belirtmek gerekli ki, Bektaşî tekkelerine bağlı vakıflara ait olan icâre-i vâhideli emlâk ve arazilerin daha sonraki dönemlerde bi’l-icâreteyn başkalarına satıldığını da görüyoruz.[213]

4.                                              Bektaşî Tekkelerine Aitken Satılan Eşya Zehâir ve Hayvanlar

Bektaşî tarikatının ilgasından sonra, Bektaşî tekkelerinin emlâk ve arazileri gibi bunların içlerinde bulunan eşya, zehâir

(buğday, arpa, yulaf vs.) ve hayvanlar da müsâdere edilmiştir. Ele geçirilen bu mallar özellikle telef olmaktan korunmak için de, yine müzayede yöntemiyle taliplerine satılmıştır.[214] Satılan bu tip mallardan elde edilen gelir, emlâk ve arazilerde olduğu gibi, İstanbul’a, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin masraflarında kullanılmak üzere Mukataat Hâzinesine gönderiliyordu.[215]

Zaviyelerde bulunan hayvanlardan, dölleri alınmaya değer olanları diğerlerinden ayrı tutulmuş ve bunların beslenmesi yoluna gidilmiştir.Yine bu hayvanlar içinde askerî hizmetlerde, özellikle de top taşımacılığında ve ileri gelen süvarilerin hizmetlerinde yararlanılabilecek durumda olanlar da satılmayıp İstanbul’a gönderilmiş veya belirlenen merkezlerde toplanmıştır.[216] Ele geçirilen hayvanların durumlarıyla ilgili birçok örnek verilebilir:

Silistre sancağındaki Hazergrad kazasında bulunan Timur Baba Tekkesi’nde 67, aynı yerdeki Hüseyin Baba Tekkesi’nde 63, Yenipazar kazasında Kozluca karyesinde bulunan Musa Baba Tekkesi’nde 29 ve yine aynı kazada bulunan Tay Hızır Baba Tekkesi’nde 58 baş ki, toplam 217 baş hergele (merkeb) ele geçirilmiş,[217] bunlar daha sonra 5236 guruşa satılmıştır.[218]

Teke sancağında Elmalı kazasında Abdal Musa zâviyesi’nin satılan eşya ve hayvanlarından bazıları:[219]

Saban demiri, aded 37, baha 555 k.; / araba, aded 1, baha 230 k.; / zahire anbarı, aded 3, baha 350 k.; / çift öküzü, aded 78, baha 7315 k.; / camuş, re’s 4, baha 1200 k.; / manda, re’s 5, dana 4, buzağı 1, toplam 10, baha 750 k.; / kısrak, re’s 5, kolon (?) 2, tay 1, toplam 8, baha 800 guruş.[220]

Paşa sancağındaki Eğribucak kazasındaki Mü’min Baba Tekkesi’nde bulunan 1182 aded evâni-i sim (gümüş kaplar) 5486 guruş; yine Paşa sancağında Cuma kazasında bulunan Pîrî Baba Tekkesi’ndeki emvâl 850 guruş; aynı sancakta bulunan Emînî Baba Tekkesi’ndeki emvâl de 1304,5 guruşa müzayede ile satılmıştır.[221]

Çirmen Sancağındaki Keşan kazasında bulunan Rüstem Baba ve Evhad Baba tekkelerinin eşya ve hayvanları ise yine teleften korunmak maksadıyla 33661 guruşa satılmıştır.[222]

Bu konudaki örnekleri çoğaltabiliriz: Bu sefer de Paşa sancağında Köprülü kazasında Cahid Baba tekkesi’nde ele geçirilen 300 keyl hınta (buğday), kısır ağnam (koyunlar) ve 79 baş kuzu 4797,5 guruşa;[223] [224]

Aynı kazada bulunan Hacet Baba tekkesi’nin eşyaları 2228,5 222 guruşa;

Ve en son vereceğimiz misalde de, Kümelideki en büyük Bektaşî tekkesi olan Çirmen sancağındaki Dimetoka kazasında bulunan Kızıl Deli Sultan tekkesi’nin eşyaları 30783 guruşa, yine müzâyede edilmek suretiyle taliplerine satılmıştır.[225]

5.                                  İltizâma Verilenler

Osmanlı Devleti’nde XXVII. yüzyıldan itibaren, devlete gelir getiren kaynakların belirli bir bedel karşılığında şahıslara verilmesine “iltizâm” denilmektedir.[226] İltizâmı üzerine alan kimseler, yani mültezimler, geliri devlete peşin olarak öderler, sonra yine hükümet kuvvetine dayanarak bunu halktan tahsil ederlerdi. İltizâma verilen arazi ve sair gelirlere ise “mukataa” denirdi. İltizâm bazen kayd-ı hayat şartıyla bazen de babadan oğula geçmek suretiyle olurdu.[227]

Müsâdere edilen Bektaşî tekkelerinin emlâk ve arazilerinin bir kısmının da iltizâma verildiğini görüyoruz. Bununla ilgili olarak fazla ayrıntıya girmeden, yine tekkelerin İktisadî gücü hakkında bir fikir vermesi münasebetiyle, bu konuda da bir örnek vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz.[228]

Çalışmamızın “Ekler” kısmında sahip olduğu emlâk, arazi, hayvanat vs. mallarını verdiğimiz tekkenin, mallarına bakarak, oldukça zengin bir tekke olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu tekkeden çok daha fazla mal varlığı olan mesela Dimetoka’daki Kızıl Deli Sultan ve ElmalI’daki Abdal Musa tekkelerini de düşündüğümüzde Bektaşî tekkelerinin oldukça önemli bir İktisadî güce sahip olduklarını söyleyebiliriz.

6.                                  Emaneten İdare Ettirilen Emlâk ve Arazi

Bektaşî tekkelerinin emlâk ve arazilerinin bazıları iltizâmen idare edildiği gibi bazıları da emaneten idare edilmiştir.[229] Tekkelerin emlâk, arazi ve saire mallarını satın almak isteyen taliplerin verdikleri muaccele ve müeccelelerin, bu malların değerlerinden aşağıda oldukları görüldüğünde, yine bu malların bozulmasını önleyip korumak üzere, devlet tarafından veya tekkenin bulunduğu yörenin âyânları tarafından, seçkin ve mutemet bir kişi görevlendirilirdi. Bu kişi devlet adına bu malları yönetir ve gelirini de merkeze, Mukataat Hâzinesine gönderirdi.[230]

Paşa sancağındaki Eğribucak, Cuma, Kesriye, Nasliç ve Piriştine kazalarında bulunan ve adları belirtilmeyen 5 adet tekkeye bağlı emlâk ve arazilerin, h. 1252/ 1834-35 yılına kadar tayin edilen bir memur tarafından emaneten idare edilirken bu tarihten sonra daha büyük kazanç ve kolaylık sağladığı için iltizâmen idaresine karar verilmesi, konuyla ilgili güzel bir misal teşkil eder.[231]

Anadolu ve Rumeli’deki bizim tesbit edebildiğimiz yaklaşık 300 Bektaşî tekkesinin mallarının müsâdere edildiğini göz önüne aldığımızda, ortaya çıkan gelirin oldukça yüksek olduğu ortaya çıkar. Elde edilen bu paranın yeni kurulan Mansûre ordusunun masraflarına tahsis edildiğini düşünürsek, ordunun kurulmasının maddi sıkıntı vermediği düşünülebilir.

senesinden i’tibâren iltizâma rabt olunmak üzre bedelât-ı mu'accelelerinin iş'arı babında ..."

SONUÇ

Türkiye’nin siyasî ve toplumsal tarihinin her yönüyle ve objektif bir biçimde ortaya konulması gerekmektedir. Biz bu çalışmamızda Türkiye tarihinde çok önemli bir yeri olan Alevî- Bektaşîliğin geçirdiği en önemli safhalardan birisi olarak kabul edebileceğimiz 1826 yılında meydana gelen Yeniçeriliğin ilgası ve Bektaşîliğin yasaklanması olayı akabinde Bektaşî tarikatı mensupları ve Bektaşî tekkelerinin karşılaştıkları muamele ile bunların o yıllardaki durumunu ortaya koymaya çalıştık.

Çalışmamızın Giriş bölümünde Bektaşî tarikatı ve Yeniçeri Ocağı hakkında malumat verildikten sonra bu iki müessesenin birbiriyle olan yakın ilişkisine de aynı kısımda değinildi.

I. Bölüm’de Yeniçeriliğin ilgası ve Bektaşî tarikatının yasaklanması resmî vesikalar ışığında anlatılmıştır. Aynı bölümde tarikatın yasaklanmasından sonra Bektaşîlere uygulanan muamele hakkında da bilgi verilmiştir. Çalışmamızın bu kısmında konuyla ilgili olan genel kanaate ters düşen bazı çarpıcı bulgulara ulaştığımızı söyleyebiliriz. Şöyle ki Osmanlı idaresin bu yıllarda Bektaşîlere karşı olan siyasetinin insafsızca olduğu gibi bir düşünce vardır. Güya Bektaşîler asılmıştır kesilmiştir. Gerçi Yeniçerilerle olan sıkı ilişkisinden dolayı bunların çoğu zor günler geçirmiştir; ama sanıldığı kadar da gadre uğratılmamışlardır.Güdülen koyu Yeniçeri-Bektaşî düşmanlığına karşı bu süre zarfında bizim tesadüf edebildiğimiz ancak 4-5 idam olayı meydana gelmiş, Bektaşî ileri gelenlerinin çoğu ancak sürgün edilmişlerdir. Üstelik bu sürgünlerin çoğu Yeniçeriliğin artık tamamen silindiği, ilgadan 7-8 sene sonraları affedilmiş, bunların eski yaşadıkları yerlere dönmelerine izin verilmiştir.

Yine sırf ideolojik kaygılarla bazı kesimlerin dile getirdiği gibi Osmanlı yönetimi Bektaşîlere karşı gaddarca bir siyaset izlememiştir. Tekkelerle ilgili müsâdere kararındaki, tekkelerde bulunan ve “mülk” diye tarif edilen şeyhlere ait emlâk ve arazilerin eğer varisleri varsa bunlara terk olunması hususu son derece önemlidir. Buna göre sürgün edilen Bektaşî şeyhlerin geride bıraktığı ailesi düşünülmüş, bunlar asla nağdur edilmemişlerdir. Hatta Bektaşî şeyhi olmalarına rağmen yaşlarının küçüklüğü nedeniyle affedilip yerlerinde kalmalarına izin verilenler dahi vardır.

Şimdi, öyleyse yapılan bu sürgünlerin nedeni neydi? sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı elbetteki OsmanlI’nın o yıllardaki en büyük başağrısı olan Yeniçerilik sorunuyla Bektaşilerin içiçe olmalarıdır. Bu yüzdendir ki, Yeniçeriliğin ilgası ardından onların en büyük destekçisi olan Bektaşî tarikatı da yasaklanmıştır. Ancak bütün bu uygulamalara rağmen Bektaşîlik, II. Mahmud’un ölümünden sonraki yıllarda tekrar canlanmış; 1925’te bütün tekke ve zâviyelerin yasaklanmasından sonra ise bugüne kadar diğer tarikatlar gibi gayri resmî olarak devam edegelmiştir.

I. Bölüm’de bundan başka bir de Osmanlı Devleti’nin Bektaşîlerle ilgili görevlere atadığı memurlar ve bunların görevleri hakkında bilgi verilmiştir.Çalışmamızın bu kısmındaki bilgileri genellikle BOA, Hatt-ı Hümâyûnlar tasnifinde bulabildiğimiz vesikalardan temin ettik.

Çalışmamızın II. Bölümünde ise ilgadan sonraki yıllarda Bektaşî tekke ve türbelerinin durumuyla, bu müesseselere bağlı emlâk arazi, emvâl ve saireye uygulanan muameleye değinilmiştir. Buna göre yapılan uygulamaların yalnız dönemin Bektaşîliğine karşı bir tutum olduğunu söyleyebiliriz. Emr-i âlî gereğince tekke binaları yıkılırken içlerinde bulunan ve Bektaşî büyüklerine ait olan türbelere kesinlikle dokunulmamıştır. Resmî evrakta bu kimseler “mazanne-i kirâm”(ermiş olduğu düşünülen Allah dostları) dan sayılmış ve kovulan Bektaşî türbedârların yerine ehl-i sünnet türbedârlar atanarak bu türbelerde yatanlara karşı gösterilen hürmet ve ihtimam devam etmiştir. Bu malumat ise BOA, Mâliyeden Müdevver Defterler tasnifinde bulunan defterlerden (MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772, 9773, 9774 ve 9776) elde edilmiştir.

Yine bu bölümde Bektaşî tekke ve zâviyelerinin sahip oldukları emlâk, eşya, hayvanlar ve saireden ve bunların nasıl değerlendirildiği anlatılmıştır. Mesela bazı tekkelerin binaları yıkılmayıp, medrese, mektep, cami ve benzeri hizmet binalarına çevrilirken, bazı tekkelerin ise yıkıldıktan sonra enkazı ile bu tip binaların tamir ve inşası yoluna gidilmiştir.

“Ekler” de ise önce İstanbul’daki Bektaşî tekke ve zâviyelerinin listesi verildikten sonra Rumeli ve Anadolu’dakilerin de listesi verilmiştir. En son olarak ise II. Bölümdeki bazı mevzulara ait örnekler verilip çalışma tamamlanmıştır.

Daha önce belirttiğimiz gibi 1826 yılında Yeniçerilikle birlikte onun bir nevi manevî dayanağı olan Bektaşî tarikatının da ilgası yediyüz küsur yıllık Bektaşî tarihinin en önemli merhalelerinden birini teşkil etmesi bakımından oldukça önemlidir ve bu sebeple ilganın ve sonuçlarının incelenmesi Alevî-Bektaşî tarihi için son derece büyük bir gerekliliktir. Bu yüzden bu konuyla ilgili arşiv çalışmalarının gelişerek sürmesi gerektiği inancındayız.

EKLER

(EK 1)

h. 1242/ 1826-27 TARİHİNDE İSTANBUL'DAKİ BEKTAŞÎ
TEKKE VE ZÂVİYELERİ

(BOA, MAD, 9731, 9766)

NO

Tekke veya Zâviye Adı

Bulunduğu

Sancak

Bulunduğu

Kaza

Bulunduğu Köy veya Mahal

1

Karaağaç

Dersaadet

Eyüp

Sütlüce

2

Mahmud Baba (Şehidlik)

Dersaadet

Galata

Rumelihisarüstü

3

Öküz Limanı

Anbarı

Dersaadet

Üsküdar

Öküz Limanı

4

Nerdibanlı (Merdivenköy)

Dersaadet

Üsküdar

Merdivenköy

5

Tahir Baba (Çamlıca-i Kebir)

Dersaadet

Üsküdar

Çamlıca

6

Mürüvvet Baba

Dersaadet

Üsküdar

Atik Valde

7

Kinci Baba

Dersaadet

Üsküdar

Nuhkuyusu

8

Mehmed Efendi (Yedikule)

Dersaadet

İstanbul

Kazlıçeşme

9.

Karyağdı

Dersaadet

Eyüp

Eyüp

10

Kiremitçi (Bademli)

Dersaadet

Eyüp

Sütlüce

 

 

(EK 2)
h. 1242-1254/ 1826-1839 TARİHLERİNDE RUMELİ’DEKİ
BEKTAŞÎ TEKKE VE ZÂVİLERİ

(BOA, MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772, 9773, 9774, 9776)

1

Ahi Baba

Çirmen

Mekri

 

2

Ahi Baba

Paşa

Pınarhisar

 

3

Ali Baba

Silistre

 

 

4

Ali Baba

Çirmen

Çirmen

 

5

Ali Baba

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

6

Ali Baba

Paşa

Nasliç

Dirotla

7

Ali Baba

Niğbolu

Rusçuk

 

8

Ali Koç Baba

Niğbolu

Rusçuk

 

9

Ahmet Ağa

Çirmen

Mekri

 

10

Ahmet Baba

Çirmen

Pınarhisar

 

1 1

Akbaş Baba

Çirmen

Gelibolu

Yalâkabad

12

Akça Baba

Çirmen

Keşan

 

13

Aydın Baba

Paşa

Kesriye

 

14

Aykut Baba

Çirmen

Pınarhisar

 

15

Arız Baba

Çirmen

Havass-ı

Mahmud Paşa

 

16

Babalar

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

17

Baran Baba

Çirmen

Zağra-i Cedid

 

18

Bayezid Baba

Selanik

Yenice-i

Vardar

Baba

19

Bayındır Baba

Selanik

Yen.-i Vardar

 

20

Bayram Dede

Selanik

Yen.-i Vardar

 

21

Binbiroklu Ahmed Baba

Çirmen

Pınarhisar

 

22

Cafer Baba

Selanik

Yen.-i Vardar

 

23

Cafer Baba

Çirmen

Cisr-i Mustafa Paşa

 

24

Cahid Baba

Paşa

Köprülü

 

25

Civan Baba

Çirmen

Ferecik (?)

 

26

Çoban Baba

Çirmen

Tekfurdağı

 

27

Dağî Mehmed Efendi

Çirmen

Gelibolu ma'a Eceabad

 

28

Dayı Hızır (Ali Baba)

Niğbolu

Rusçuk

 

29

Dedeler

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

30

Derviş Ali

Paşa

Nasliç

Irazmeşte

 

 

31

Ece Baba (Ece Sultan)

Çirmen

Gelibolu ma‘a

Eceabad

Karabeyli

32

Elmalı (Timurhan)

Çirmen

Sultanyeri

 

33

Eltutan Dede

Çirmen

Gelibolu ma'a Eceabâd

Koruca Dede

34

Eminî Baba

Paşa

Nasliç

Varya

35

Ersen Baba

Çirmen

Keşan

 

36

Evhâd Baba

Çirmen

Keşan

 

37

Fülfül (Kangal) Baba

Çirmen

İpsala

 

38

Gaibler Baba

Çirmen

Havass-ı

Mahmud Paşa

 

39

Gaziler

Çirmen

Ferecik

 

 

Gül Baba

Çirmen

Edirne

Edirne yakınlarında

41

Göbekli Saraç Baba

Çirmen

Ferecik

 

42

Hacet Baba

Paşa

Köprülü

 

43

Hacı Baba

Çirmen

Edirne

Hamzabeyli

44

Hacı Baba

Çirmen

Edirne-Çöke

Samarrabeyli

45

Hacı Dede

Çirmen

Çirmen

 

46

Hacı Sultan

Çirmen

Keşan

 

47

Halil Baba

Çirmen

Gelibolu

 

48

Hanlık (?)

Çirmen

Mekri

 

49

Haşan Baba

Selanik

Yen.-i Vardar

Esirlik

50

Haşan Baba

Paşa

Köprülü

 

51

Hızır Baba

Çirmen

Cisr-i Mustafa

Paşa

 

52

Hızır Baba

Çirmen

Mekri

 

53

Hızır Baba

Çirmen

Gelibolu ma'a

Eceabâd

Karababa

54

Hızır Baba

Çirmen

Gelibolu ma'a

Eceabâd

Kurunca

55

Hızır Baba

Üsküp

Kırçova

 

56

Hızır Baba

Çirmen

Edirne-Çöke

Yenikarye

57

Hocalar

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

58

Horasanî Ali Baba

Niğbolu

Rusçuk

 

59

Hüseyin Baba

Silistre

Hazergrad

 

60

Hüseyin Sultan

Çirmen

İpsala

 

61

Irakî

Çirmen

Ferecik

 

62

İlyas Baba

Çirmen

Gelibolu ma'a Eceabad

Seddülbahir Kalesi civ.

63

İsa Baba

Çirmen

Gelibolu

 

 

 

64

Kabataşlı (Kayataşı ?)

Çirmen

Gelibolu

Kilidbahir alesi civ.

65

Kadı Dede

Paşa

Eğribucak

 

66

Kadı Baba

Üsküp

Üsküp

 

67

Kadıncık

Çirmen

 

 

68

Kamber Baba

Çirmen

Havass-ı

Mahmud Paşa

 

69

Kara Baba

Selanik

Selanik

nefs-i

Selanik

70

Kara Baba

Çirmen

Hayrabolu

 

71

Kara Baba

Çirmen

Çirmen

Akpınar

72

İCaracaahmed Sultan

Üsküp

 

 

73

Kara Ahmedler

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

74

Kapudan Baba

Üsküp

Kalkandelen

 

75

Kasım Baba

Çirmen

Kesriye

 

76

Kasım Baba

Paşa

 

 

77

Kaygusuz Baba

Çirmen

Baba-yı Atik

 

78

Kız Ocağı

Çirmen

Havass-ı

Mahmud Paşa

 

79

Kızıl Deli Sultan (Meydan- ı zîr)

Çirmen

Dimetoka

 

80

Kızıl Deli Sultan (Meydan- ı bâlâ

Çirmen

Dimetoka

 

81

Kişer (?) Baba

 

Timurhisar

 

82

Koç Doğan

Silistre

Hazergrad

 

83

Koyun Baba

Üsküp

Kalkandelen

 

84

Kıdemli Baba

Çirmen

Zağra-i Cedid

 

85

Kurd Baba

Üsküp

Kalkandelen

 

86

Küçük

Çirmen

 

 

87

Mesud (?) Baba

Çirmen

Çirmen

 

88

Muhyiddin Baba

Çirmen

Edirne-Çöke

Danişmend

89

Muhyiddin Baba

Çirmen

Mekri

 

90

Muhyiddin Baba

Çirmen

Edirne

nefs-i Edirne

91

Musa Baba (1)

Silistre

Hazergrad

 

92

Musa Baba (2)

Silistre

Hazergrad

 

93

Musa Baba

Paşa

Eğribucak

 

94

Musa Baba

Çirmen

Zağra-i Atik

 

95

Musa Baba

Silistre

Yenipazar

Kozluca

96

Musaca

Çirmen

Zağra-i Atik

 

97

Mümin Baba

Paşa

Eğribucak

 

98

Mümin Baba

Çirmen

Zağra-i Atik

 

99

Naci Dede

Çirmen

Ferecik

 

 

 

100

Nasuh Baba

Silitre

Eskicuma

 

101

Nefer Baba

Çirmen

Ferecik

 

102

Nefes Baba

Çirmen

Ferecik

 

103

Okbaş Baba

Çirmen

Gelibolu ma‘a Eceabad

Yalâkabad

104

Osman Baba

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

105

Osman Baba

Çirmen

Gelibolu

 

106

Pîrî Baba

Paşa

Köprülü

 

107

Pîrî Baba

Paşa

Cuma

 

108

Rüstem Baba

Çirmen

Havass-ı

Mahmud Paşa

 

109

Rüstem Baba

Çirmen

Keşan

 

110

Sancakdar Baba

Çirmen

Mekri

 

111

Sancakdar Baba

Çirmen

Evreşe

Seydikavağı

112

Selahaddin Baba

Vidin

Vidin

Vidin Kalesi

113

Sersem Baba

Çirmen

Tekfurdağı

 

114

Sersem Baba

Paşa

Paşa

 

115

Şeydi Fedayi

Çirmen

Gelibolu

 

116

Seyfı Baba

Çirmen

Gelibolu ma'a Eceabad

Kum

117

Sucu Haşan b.Memiş

Çirmen

 

 

118

Sultan Baba

Çirmen

Ferecik

 

119

Süleyman Baba

Selanik

Selanik

nefs-i

Selanik

120

Şeyh Ali Baba

Çirmen

 

 

121

Şeyh Yusuf Baba

Paşa

Paşa

 

122

Taşlık

Çirmen

Mekri

 

123

Tay Hızır (Ali Baba)

Niğbolu

Rusçuk

 

124

Tepecik

Çirmen

Uzuncaabad- Hasköy

 

125

Timur Baba

Silistre

Hazergrad

 

126

Üryan Baba

Üsküp

 

 

127

Velî Dede

Çirmen

Zağra-i Atik

 

128

Yadatı Baba

Çirmen

Zağra-i Cedid

 

 

 

(EK 3)
h. 1242-1254/ 1826-1839 TARİHLERİNDE ANADOLU'DAKİ
BEKTAŞÎ TEKKE VE ZÂVİLERİ

(BOA, MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772, 9773, 9774, 9776)

1

Abdal Ata

Çorum

 

 

2

Abdal Musa

 

Ahlı

 

3

Abdal Musa

Saruhan

Palamud

 

4

Abdal Musa

 

Ayazmend

 

5

Abdal Musa

Teke

Elmalı

Tekkeköy

6

Abdi Bey

Hamid (Aydın ?)

Güzelhisar

 

7

Açıkbaş Baba

 

Eskişehir

 

8

Açıkbaş Baba

Karesi

Lapseki

Çardak

9

Ahi Sultan

Karahisar

Bolvadin

îshaklı

10

Ahmed Baba

Hüdavendigar

Bursa

Hassa Ağa Dikme

11

Ahmed Dede

Çorum

Osmancık

 

12

Akça

Aydın

Güzelhisar

 

13

Akman

Hüdavendigar

Kirman

 

14

Akrabaoğlu Haşan Dede

İsparta

Eğirdir

Yar

15

Ali Baba

Aydın

Tire

 

16

Ali Dede

Hüdavendigar

Karamürsel

 

17

Ali Dede

Karesi

Yalâkabad

 

18

Aron (?) Baba

Çorum

 

 

19

Arslan Baba

İsparta

İsparta

Derthoş

20

Ayazmend (Zekeriya)

İsparta

Uluborlu

Yassıviran

21

Baba

Aydın

Güzelhisar

 

22

Baba

Karahisar

Şuhûd

 

23

Balçık Baba

Karahisar

Sandıklı

 

24

Ballıca Sultan

Karahisar

Karahisar

 

25

Beyce Sultan

Karahisar

Çal

Side

26

Boncuk Sultan

Karahisar

Karahisar

 

27

Burçaklı Baba

Karesi

Lapseki

 

28

Çadır Baba

Amasya (?)

Şeyhli

 

29

Çanlı Ali Baba

Karesi

Edremit

 

30

Davud Baba

Karesi

Bigadiç

Aşıklar

31

Derbend (Dülbend ?) Baba

Amasya (?)

Şeyhli

 

32

Derviş İbrahim

Karesi

Gönen

 

33

Derviş Şah

Bozok

Akdağ

 

34

Doğan Baba

Saruhan

Kırkağaç

 

 

 

35

Dünşa (?)

Bozok

Akdağ

 

36

Düzbey Baba

Karesi

Çanakkale

 

37

Efendioğlu (Hüseyin Dede)

İsparta

Burdur

 

38

Ekmek Yemez Sultan

Karesi (?)

Tuzla

 

39

Emir Sultan

Karesi (?)

Dobruca ma‘a Yavulca

Kayadibi

40

Er Baba

Amasya (?)

Şeyhli

Melhus

41

Eser (Eşcar?)Baba

Karesi (?)

Dobruca ma‘a

Yavulca

Değirmen

42

Ferid Velî Baba

Hüdavendigar

Mihaliç

Çamlıca

43

Garipçe

Hüdavendigar

Kirmasti

 

44

Göncü Baba

Hüdavendigar

Kirmasti

 

45

Gül Baba

Ankara

Çubukabad

 

46

Hacı Baba

Saruhan

Gördes

 

47

Hacı Baba-yı Velî

Saruhan

Demirci

 

48

Hacı Menteş

Karesi

Gönen

 

49

Hacım Sultan

Karahisar

Sandıklı

 

50

Hacım Sultan

 

Karamud

 

51

Hâki Baba

Saruhan

Manisa

 

52

Halife Sultan

Saruhan

Gördek (Kırkağaç)

Musaca

53

Haydar Baba

Karesi

Biga

Sarılı Şeyhler

54

Haykıran (Saykoran?) Baba

Saruhan

Menemen (Menteş ?)

 

55

Hayreddin Baba

Karesi

Dobruca ma‘a Yavulca

 

56

Hızır Abdal

İsparta

Ağlasun

Kuzköy

57

Hızır Baba

İsparta

İsparta

Tekke mah.

58

Hızır Şeydi

Saruhan

Demirci

 

59

Hürekâ Baba

Aydın

Yatağan

 

60

Hüseyin Sultan

 

Eskişehir

 

61

îlyas Dede

Saruhan

Palamud

 

62

İlyas Dede

Saruhan

Kırkağaç

 

63

İncik Dede (1)

 

Pınarabad

 

64

İncik Dede (2)

 

Pınarabad

 

65

İzzetlice Baba

Hüdavendigar

Kirmasti

Anbarlar

66

Kabil Baba

Hüdavendigar

Mihaliç

Sancak

67

Kadeki (?) Baba

Karahisar

Karahisar

 

68

Kal'a Işık Baba

Saruhan

Palamud

Babaköy

69

Kâni Baba

Çorum

 

 

70

Kara Baba

Çorum

Osmancık

 

 

 

71

Kara Baba Sultan

Hüdavendigar

Kirmasti

Paşalar

72

Karşu Baba

Hüdavendigar

Karamürsel

 

73

Kaynak Baba

Aydın

Güzelhisar

nefs-i Güzelhisar

74

Kertmeci Baba

Saruhan

Gördes

 

75

Kıllı Aşık

Saruhan

Palamud

 

76

Kıran Baba

Amasya (?)

Şeyli

 

77

Koyun Baba

Saruhan

 

Yağdın

78

Koyun Baba

Amasya

Merzifon

 

79

Köse Baba

Hüdavendigar

Mihaliç

Karadağ

80

Külhan Baba

Tokat

Niksar

 

81

Kum Baba

Hüdavendigar

Kirmasti

 

82

Kurd Baba

Aydın

Tire

 

83

Kurd Baba

Karesi

Biga

 

84

Kura (?) Baba

 

Şuhûd (?)

 

85

Menteş Baba

Karahisar

Sandıklı

Menteş

86

Menteş Sultan

Saruhan

Gördes

Balıklı

87

Merdüm (?) Dede

Karahisar

Karahisar

 

88

Musaca

Saruhan

Kırkağaç

 

89

Muyon (?) Baba

Saruhan

Gördes

 

90

Nasuh Baba

Saruhan

Demirci

Yolkarye

91

Nasuh Baba

Saruhan

Borlu

 

92

Okçu Baba

Saruhan

Turgutlu

 

93

Pîrî Baba

İsparta

Burdur

Ayakhane

94

Ramazan Baba (1)

Hüdavendigar

Bursa

 

95

Ramazan Baba (2) (Derviş İbrahim)

Hüdavendigar

Bursa

Bursa dışında

96

Ramazan Baba

Karesi

Gönen

 

97

Sami Baba

Hüdavendigar

Sancak

 

98

Saraç Baba

Saruhan

Borlu

 

99

Sarı Baba

Amasya (?)

Şeyhli

 

100

Sarı Baba Sultan

Karesi

Bayramiç

 

101

Sâyân Baba

Karahisar

Çay

 

102

Saykoran Baba

Teke

Kaş

 

103

Sersem Baba

Amasya

Merzifon

 

104

Şeydi Baba

Saruhan

Gördes

 

105

Şeydi Dede

Karesi

Gönen

 

106

Seyyah Baba

 

Ayazmend

 

107

Seyyah Baba

Saruhan

Demirci

 

108

Seyyid Baba

Karahisar

Karahisar

 

109

Sinan Dede

Kastamonu

Tosya

 

110

Sûreti Baba (Baba Sultan)

Hamid

Eğirdir

 

111

Şah Çelebi

Kütahya

Kula

 

 

 

112

Şeyh Doğan

Karesi (?)

Dobruca ma'a Yavulca

 

113

Şeyh Hızır

Ankara

Çubukabad

Akçakuzulu

114

Şeyh Kovan Türbesi

Karahisar

Sandıklı

 

115

Tabkan Baba

Saruhan

Kırkağaç

 

116

Taşlıca

 

Karacaşehir

 

117

Umur Baba

Amasya (?)

Şeyhli

Demirci

118

Velî

Bozok (?)

Akdağ

 

119

Velî Baba

İsparta

Uluborlu

Yeküp

120

Velî Baba

Hüdavendigar

Mihaliç

 

121

Yatağan Baba

Aydın

Birgi

 

122

Yatağan Baba

Saruhan

Kırkağaç

Karabâdî

(*Yukanda, Bektaşî tekkesi olarak kurulduktan sonra Sünnî bir şeyhin başına geçip ehl-i sünnet bir mahiyet kazanan tekkelerin de adları verilmiştir.)

(EK 4)

YALNIZCA ADLARI BİLİNEN BEKTAŞÎ TEKKE VE
ZÂVİYELERİ

1.                               Abdal Numan

2.                                Ali Ahmed Sultan

3.                                Baba Ahmet

4.                                Balık Sultan

5.                                Derviş Nuri

6.                                Derviş Sultan

7.                                Duran Baba

8.                               Duhan Baba

9.                                Ersan (?) Baba

10.                               Habib Dede

11.                               Hayber Baba

12.                               Haydar Sultan

13.                               Hızır Çelebi

14.                               Hızır Dede

15.                               Kadîm Baba

16.                               Karacaahmed Sultan

17.                               Karadonlu

18.                               Kesancı Baba

19.                               Kesikbaş Ahmed Baba

20.                                Köse Baba

21.                                Merkebli Baba

22.                                Monla (Molla) Geldi

23.                                Musa Dede

24.                                Murad Baba

25.                                Numan Baba

26.                                Saruhanlı

27.                                Selim

28.                                Selman Sultan

29.                                Seyyid Ahmed Sultan

30.                                Sersem Ali Baba

31.                                Sinan

32.                                Sultan Abidin

33.                                Şeyh Sultan

34.                                Taşmud Dede

35.                                Velîyyüddin Baba

36.                         Son kısımdaki, bulundukları yerleri tesbit edemediğimiz bu 35 adet tekke ve zaviyenin isimlerini K.Daşcıoğlu'nun adıgeçen tezinden temin ettik.)

(EK 5)

İCÂRETEYN USULÜYLE SATILAN EMLÂK VE
ARAZİYE DAİR ÖRNEKLER

Çirmen Sancağında Uzuncaabâd- Hasköy Kazasında Bulunan Osman Baba Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâki: (BOA, MAD, 9732, s. 99-100)

37.                         . Osman Baba zaviyesi merbutânından Baba değirmeni demekle ma'rûf 3 bâb değirmen ve 1 bâb abâ dolabı senevi 20 guruş icâre ve 2250 guruş muaccel ile çiftçi Mahsun oğlu Haşan ve zevcesi Ayşe Hatun’a füruht olunmuş...” (h.l)

38.                         . İlyascı karyesi derûnunda 3 göz değirmen bi’l-müzâyede 2640 guruş muaccel ile İbrahim b. Ahmed uhdesinde karar etmekle...” (h.12)

39.                         . Eskiköy karyesi civarında 2 bâb değirmen ve 1 bâb abâ dolabı bi’l-müzâyede 1650 guruş muaccel ile Feyzullah b. Mehmed uhdesinde karar...” (h. 13)

40.                         . Guraşlı karyesi kurbünde 3 göz harab değirmen 2000 guruş muaccel ile Molla Hüseyin b. Said uhdesinde karar...” (h.14)

41.                         . Uludede Tatarı karyesinde harab değirmen (ve) 1 bâb ocağı 500 guruş muaccel ile İbrahim b. Ahmed uhdesinde karar...” (h.15)

42.                         . İplice Tatarı karyesinde 1 aded değirmen gözü 300 guruş muaccel ile Zeliha Kadın uhdesinde karar...” (h. 16)

43.                         . İplice Tatarı'nda 1 aded değirmen gözü 200 guruş muaccel ile Müftü Ali zîde kadruhuya...” (h. 17)

“... Ezinceabâd karyesinde 6 bâb dekâkîn bi’l-müzâyede 1750 guruş muaccel ile dekâkîn-i mezbûrun selâsân hissesi Hacı Bekir ve selâse hissesi Mustafa b. Süleyman uhdelerinde karar...” (h.18)

“...Nefs-i Hasköy’de 10 kıt‘a dekâkîn bi’l-müzâyede 3700 guruş muaccel ile Rüstem ve karındaşı Feyzullah uhdelerinde karar...” (h. 19)

“...Musanlı toprağında Haşlama bağlarında 5 (....) bağı bi’l- müzâyede 60 guruş muaccel ile İbrahim b. Berat uhdesinde karar...” (h.20)

“Sâlifü’z-zikr Osman Baba zaviyesi emlâkinden tekye civârında 2 aded sebze bağçesi bi’l-müzâyede 1160 guruş muaccel ile Feyzullah b. Mestan uhdesinde karar...” (h.21)

“...Filibe kazâsında 11 göz Cürde ve Ahmed abâ değirmenleri ve 2 kıt‘a sebze bahçesi ve 1 aded koru bi’l-müzâyede 14250 guruş muaccel ile emlâk-i mezkûrun selâsân hissesi Hacı Bekir b. Hacı Osman ve selâse hissesi Mustafa b. Süleyman uhdelerinde karar...” (h.22)

“Sâlifü’z-zikr Osman Baba zâviyesi emlâkinden tekye civârında 10 dönüm bağı bi’l-müzâyede 150 guruş muaccel ile Ahmed b. Ali uhdesine karar etmekle...” (h.23)

Çirmen Sancağında Uzuncaabâd-Hasköy Kazasında Bulunan Ali Baba Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâki : (BOA, MAD, 9732, s. 99-100)

“Sâlifü’z-zikr Ali Baba zâviyesi emlâkinden Uzuncaabâd- Hasköy kazâsı’nda vâki‘ Çalu Ezin karyesinde 2 göz değirmen ve ittisâlinde 5 bâb abâ dolabı 265 guruş muaccel ile Ahmed Bey ile Süleyman’a füruht olunmuş ...” (h.2)

“...Sarı Ba‘desi karyesi kurbünde kâin 1 göz değirmen ve 1 bâb abâ dolabı bi’l-müzâyede 1550 guruş muaccel ile Emin b. Sadık uhdesinde karar...” (h.3)

“...Şeytan değirmeni demekle ma'rûf 2 göz değirmen bi’l- müzâyede 3000 guruş muaccel ile Katip Ömer zîde(....) uhdesinde karar...” (h.4)

“...Beyaz (Fakih?) karyesinde Ahmed nâm kimesneyle iştirâken 3 göz değirmen 400 guruş muaccel ile Hafız Ahmed b. Mestân uhdesinde karar etmekle...” (h.5)

“...Kavak mahallesi tahtında 1 göz değirmen bi’l-müzâyede 250 guruş muaccel ile Duhânî İbrahim b. Mustafa uhdesinde karar etmekle...” (h.6)

“...Kavak mahallesi tahtında 1 kıt‘a sebze bağçesi 720 guruş muaccel ile Ahmed Bey b. Süleyman uhdesinde karar...” (h.7)

“Sâlifü’z-zikr Ali Baba zaviyesi emlâkinden tekye civârında 8 dönüm bağı 360 guruş muaccel ile Besârî Ömer ve karındaşları Feyzullah ve Hâfız Ahmed ve Mollâ Süleyman uhdelerinde...” (h.8)

“...Ali Baba zâviyesi emlâkinden Haşan Babalar zâviyesinin 2 (...) bağı 55 guruş muaccel ile Feyzullah b. Mestan uhdesinde karar...” (h.9)

“...Ali Baba zâviyesi emlâkinden Hocalar zâviyesi(nin) 1 dönüm bağı bi’l-müzâyede 40 guruş muaccel ile Ali b. Mehmed uhdesinde karar...” (h.10)

“...tekye civârında 1 kıt‘a gül ve meyve bağçesi bi’l-müzâyede 50 guruş muaccel ile Feyzullah b. Mestan uhdesinde karar etmekle zabtıçün ber-siyâk başka” (h.ll)

Hüdavendigar Sancağında, Mihaliç Kazasındaki Çamlıca Karyesinde Bulunan Velî Baba Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâk ve Arazisi: (BOA, MAD, 9732, s. 150)

“...karye-i mezkûrede vâki‘ zâviye-i mezkûr civârında kâin ma'lûmü’l-hudûd 65,5 dönüm tarla 350 guruş muaccel ile meskenelerin muhtarı Kara İbrahim b. İsmail nâm kimesne uhdesinde karar...” (h.l)

“Sâlifü’z-zikr Velî Baba zaviyesinin emlâkinden zâviye-i merkûmenin ebniyesi lede’l-müzâyede 57,5 guruş muaccel ile Kiremidi Süleyman nâm kimesneye füruht olunmuş ...” (h.2)

“...bir bâb tam yeri bi’l-müzâyede 31,5 guruş muaccel ile İsmail b. Ömer nâm kimesne uhdesinde karar...” (h.3)

Hüdavendigar Sancağında, Mihaliç Kazasındaki Karadağ’da Bulunan Köse Baba Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâk ve Arazisi: (BOA, MAD, 9732, s. 150, h. 4)

“Zevâyâ-yı merkûmeden Nasliç kazâsında Karadağ’da vaki‘ Köse Baba zâviyesinin emlâkinden zâviye-i merkûme civârında kâin iki dönüm bağı ve ittisâlinde Kara(....) kurbünde dört dönüm sebze bağçesi ve bağı itttisâlinde karadut ve çayır ve yol altı ve yol üzeri ve Hacı Haşan tarlaları demekle ma‘rûf ma‘lûmü’l-mikdâr bin tohum istî‘âb eder ma‘lûmü’l-hudûd 62 dönüm tarla ve zâviye-i mezkûr civârında kâin iki bâb çiftçi odası ve zâviye-i mezkûreye bir sa‘at mesâfe bir taş harîk bir bâb değirmen zâviye-i mezkûrenin ma‘lûmü’1- mikdâr bir kıt‘a meydân odası bi’l-müzâyede 1250 guruş muaccel ile Hancızâde el-Hacc Mustafa ibn-i Hüseyin Süleyman zîde kadruhu uhdesinde karar ve muaccele-i mezkûr ma‘a resm-i dellâliye hazine-i merkûmeye teslim olunmuş olunmağın mûcebince emlâk merkûmun uhdesine kayd olunarak zabt u tasarrufıyçün(....) başka mülknâme-i hümâyûn yazılmak”

(EK 6)

İCÂRE-İ VÂHİDELİ EMLÂK VE ARAZİYE DAİR
ÖRNEKLER

Kütahya Sancağındaki Kula Kazasında Bulunan Şah Çelebi Zâviyesi’nin îcâre-i Vâhideli Emlâk ve Arazisi: (BOA, MAD, 9773, s. 265-266.)

“Mülknâme-i hümâyûn yazıla ki

Anadolu ve Rumili câniblerinde vâki1 bi’l-cümle Bektâşî zâviyelerinin fakat türbe mahalleri ibka ile ma‘dâ mahalleri hedm olunarak kâffe-i emvâl ve emlâkini cânib-i mîrîçün zabt ve kabzı ve mu'accelâtının Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye mesârifıne tahsîsen Mukata‘at Hazinesi’ne teslîmi husûsuna irâde-i seniyyem taalluk idüp ol bâbda şeref-rîz-i sudûr buyurulan hatt-ı hümâyûn-ı şevketmakrûn-ı şâhânem mûcebince tekâyâ-yı merkûmeden Kula kazâsında vâki1 Şah Çelebi Zâviyesi’nin icâre-i vâhidelü emlâkinin bi’l-müzâyede füruhtuyla ma‘a resm-i dellâliye mu'accelâtının tahsîli veye bâyi‘i yedine mülknâme-i hümâyûn i‘tâ kılınmak üzre isim ve şöhretlerini mübeyyin defteriyle ma‘ân Dersaadet’e irsâl ve hazine-İ merkûmeye tesyîri bâbında sâdır ve tesyâr olan emr-i şerîfe mûcebince zâviye-i merkûmenin emlâkinden tarafeyni Kassâb Kara İsmail ve bir tarafı Haşan ve tarîk-i amm ile mahdûd Bazaroğlu Ahmed’in mutasarrıf olduğu 10 dönüm tarlası 75 guruş ve yine zâviye-i merkûmenin emlâkinden bir tarafı Bazaroğlu ve bir tarafı Hammâmî İbrahim ve Halil ve cebel ile mahdûd Küçük Hacı Hüseyin’in mutasarrıf olduğu 15 dönüm tarlası 200 guruş ve yine zâviye-i merkûmenin emlâkinden bir tarafı Hacı Haşan ve bir tarafı Hacı Hadioğlu Mehmed ve cebel ve Hammâmî İbrahim tarlaları ile mahdûd Hacı Bostanoğlu Halil’in mutasarrıf olduğu 6 dönüm tarlası 65 guruş ve yine emlâk-i merkûmeden bir tarafı Etmekci Mehmed ve bir tarafı Hacı Bostanoğlu ve tarafeyni cebe! ile mahdûd Hacı Hadioğlu’nun mutasarrıf olduğu 6 dönüm tarlası 85 guruş ve yine zâviye-i merkûmenin emlâkinden...” “...ki cem‘an 3445 guruş mu‘accele ile kazâ-i mezkûr sükkânından es-Seyyid el-Hacc İbrahim ibn-i el-Hacc Ahmed zîde kadruhu uhdesinde karar etmiş olmağla karar (.. .) üzre mu'accelesi olan meblağ-ı mezbûr ile îcâb eden resm-i dellâliye ve mu'accele tahsîl ve irsal kılınmış olduğundan bahisle emlâk-i merkûmenin mu‘accele-i merkûm mukabili merkûma füruhtu husûsuna irâde-i seniyye taalluk eder ise lâzım gelen mülknâme-i hümâyûnun itâsı husûsu Kütahya mütesellimi Halil Kamil zîde mecduhu tarafından inhâ olunmakdan nâşî...” (fî 17 R 1246/ 5 Ekim 1830)

(EK 7)

İLTİZÂMA VERİLENLERE DAİR ÖRNEKLER

Eğribucak kazasında Mii’min Baba zâviyesi’nin emlâk ve hayvanat-ı sairesi olup mûmâileyh el-Hacc Hüseyin Ağa’ya iltizâm olunan (BOA, MAD, 9731, s. 411.)

Karakarye toprağında kâin ve bir cânibi Cuma tekkesi tarlası ve bir cânibi Çamlıoluk ve bir tarafı Koca manda gediği Karakarye yolu Tilbisli gediği hudûduyla mahdûd ma‘a yaylak kıt‘a 1,

Hacı Hüsnü toprağında tarla kıta'at 34 dönüm 784, bağ dönüm 9, Sûfıler toprağında tarla kıt‘a 2 dönüm 16, Odunlu toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 40, Durali toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 90, Abdiç toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 13, Muradlı toprağında tarla kıta 1 dönüm 60, Karabath ve Şahinler topraklarında tarla kıt‘a 12 dönüm 138, Köseler toprağında tarla kıt‘a 13 dönüm 193, Üskübler toprağında tarla kıt‘a 2 dönüm 53, Öküz öbesi toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 40,

Cuma toprağında çayır kıt‘a 5 dönüm 137, koşum öküzü aded 12 mültezimi yedinde tevkîf olduğu,

Hacı Hüsnü ve Çakırlar toprağında koru ve tarla koru 300 dönüm tarla kıt‘a 1 dönüm 35,

bargir aded 9 mültezimi yedinde 5,

merkeb aded 12 mültezimi yedinde 3,

aygır aded 1

Üstorova Kandere çiftliği derûnunda olan: Kara sığır öküzü çift 2, tosun 3,

iki yaşında düve 1,

mezru' hınta çütre 71,

mezru' çavdar çütre 28,

mezru' şair çütre 16,

mezru' alef çütre 10,

mercimek çütre 10,

nuhas kıyye 2,

balta aded 2,

çayır aded 1,

çiftlik samanlığı 1,

ahır aded 1,

hizmetkâr hanesi aded 1,

oda aded 2,

terike anbarı aded 1 göz 6,

ganem sâyesi aded 1,

taş ve zemin hânesi bâb 2,

kovan aded 68,

Cuma kazasında kâin Kurtlar çiftliği derûnunda olan: Çiftçi hânesi bâb 2,

anbar aded 3,

samanlık aded 3,

tahtânî ve fevkânî oda bâb 2,

fırın aded 1,

kara sığır koşum öküzü aded 3,

manda aded 2,

su değirmeni taş bâb 4,

değirmen içinde anbar 2,

çayır dönüm 28, çiftlik-i mezkûrun beş çift zimmet arazisi olduğu

Yine kazâ-i mezkûrda Yukarı Kayalar karyesinde kâin çiftlik derûnunda olan: Çiftçi odası bâb 2, samanlık aded 1, anbar kıt‘a 2 göz 6, ahır 1, birbuçuk çift mahall arazisi olup arazi-i mezkûreye ortakçı marifetiyle zira1 olunmuş zehair: (40 dönüm, 8 yarıcı ta‘bir olunur.) hınta çütre 45/ çavdar çütre 23/ şair çütre 30/

Tekye-i mezkûrun Bucak kazasında Şallı çiftliği derûnunda olan: Çiftçi odası bâb 4, anbar 1 göz 4, ahır 1, samanlık 1, koyun sayesi 1, manda 1, çiftçi hânesi bâb 3, bağ dönüm 9, tarla dönüm 442, ber-vech-i tahmin koru dönüm 8, zikrolunan tarlalarda mezru‘at:çavdar çütre 180/ hınta çütre 16/ şair çütre 94/ alef çütre 4.

Kilidtepe kazasına muzâfa Durnik karyesinde çiftlik derûnunda olan: ma‘a ahır çiftçi odaları bâb 2, anbar 1 göz 8, samanlık aded 1, koyun sâyesi 1, çiftlik-i mezbûrun bir miktar arazi olduğu.

Karakarye kazası toprağında kâin Ayaz çiftliğin 5-6 aded hânesi ve 5-6 çift mahmûl arazisi mevcûd ise de zikr olunan hanelerde iskân eden re‘âyâ bir(?) ekinde olduğundan hâli kalmış olduğu.

Tekye-i mezkûrun Karakarye kasabası derûnunda kâin hânesinin ebniyesi: Oda aded 1, nalbant dükkânı 1, samanhâne bâbl.

Ilâne-i mezkûresinden 50 guruş icâre verilmekde idüğü muharrer olmağla şerh verildi

Baha-i iltizâm: yekûn 15000 guruş.

BİBLİYOGRAFYA

BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ

a)                     Mâliyeden Müdevver Defterler Tasnifi (MAD), nr. 9731, 9732, 9766, 9772, 9773, 9774, 9776.

b)                                      Hatt-ı Hümâyûnlar Tasnifi (HH)

c)                                      Mühimme, 242, s. 231, h.7/2.

d)                                      Cevdet Dahiliye, nr. 6218.

e)                                      Cevdet Askeriye, nr. 8714, 9108, 10468.

f)                                       Cevdet Evkaf, 7082, 10776.

g)                                      DH (Divan-ı Hümâyûn), İstanbul Ahkâm, 21/ 45/ 112.

AHMED CEVDET PAŞA, Tarih-i Cevdet,XII, İstanbul 1309.

ALPARSLAN, Ali, Abdillbâki Gölpınarlı, Ankara 1996.

ALTUNSU, Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972.

B1RGE, John Kingsley, Bektaşîlik Tarihi, çev. Reha Çamuroğlu, İstanbul 1992.

COŞAN, Esat, Hâcî Bcktâş-ı Velî, Makalât, İstanbul (Tarihsiz, 1986?).

DAŞCIOĞLU, Kemal, 1827 (11.1248) Tarihli Muhallefât Defterine Göre Bektaşî Zaviyeleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İsparta 1996.

ERÖZ, Mehmet, Eski Türk Dinî (Gök Tanrı inancı) ve Alevîlik- Bektaşîlik, İstanbul 1992.

ES AD EFENDİ, Üss-i Zafer, İstanbul 1243.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, Türkiye’de Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul 1991.

GÜNDÜZ, İrfan, OsmanlIlarda Devlet/ Tekke Münasebetleri, İstanbul 1989.

, “Yeniçeri Ocağının İlgasından Sonra Meydana Gelen Bazı Tasavvuf? Gelişmeler”, ÎLAM Araştırma Dergisi, II, Sayı: 1 (Ocak-Haziran 1997), s. 7-21.

KAYGUSUZ ABDAL, Dilgüşâ, Haz. Abdurrahman Güzel, Ankara 1987.

HAFIZ HIZIR İL YAS, Târîh-i Enderun, İstanbul 1276.

HALAÇOGLU, Yusuf, XIV-XVII.Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara 1991.

HASLUCK, F.W., Bektaşîlik Tedkikleri, Çev. Ragıb Hulusi, İstanbul 1928.

IŞIN, Ekrem, “Bektaşîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II, s. 131-13 7.

İLGÜREL, Mücteba, “Yeniçeriler” ÎA, XIII, s. 385-395.

ilmiye Salnamesi, İstanbul 13 34.

KARA, Mustafa, Tekkeler ve Zâviyeler, İstanbul 1990.

KOÇU, Reşat Ekrem, “Yeniçerilik ve Bektaşîlik” Hayat Tarih Mecmuası, II, Sayı: 10, Kasım 1970, s. 10-14.

KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1991.

, “Bektaş” İA, II, s. 461-464.

, “Mısır’da Bektaşîlik” Türkiyat Mecmuası, VI, İstanbul 1939, s. 21-29.

, “Bektaşîliğin Menşe’leri”, Türk Yurdu, II/ 8 (Mayıs 1341), s. 121-140.

, “Edebiyat Araştırmaları”, II, İstanbul 1989, s. 418-428.

MELIKOFF, irene, Uyur İdik Uyardılar, Çev. Turan Alptekin, İstanbul 1993.

MUTLU, Şamil, Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı ve II. Mahmud’ un Edirne Seyahati- Mehmed Daniş Bey ve Eserleri, İstanbul 1994.

OCAK, Ahmet Yaşar, Türk Sûfîliğine Bakışlar, İstanbul 1996.

_________ , Babaîler İsyanı- Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu'da Türk- İslâm Heteredoksisinin Teşekkülü, İstanbul 1996.

, “Bektaşîlik” DİA, II, s. 373-379.

, “Alevîlik-Bektaşîlik Gerçeği ve Bazı Tezler”, Türkiye Günlüğü, sayı: 31, Kasım-Aralık 1994, s. 115-120.

ÖZTÜRK, Mürsel, Hacı Bektaş-ı Veli ve Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri Bibliyografyası, Ankara 1991.

ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul 1997.

ÖZCAN, Abdülkadir, “Eşkinci Ocağı”, DİA, XI, s.471.

, “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye”, DİA, III, s. 457- 458.

PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, İstanbul 1993,

REFİK, Ahmet, Onaltıncı Asırda Rafızîlik ve Bektaşîlik, İstanbul 1932.

SABUNCU, Zeynep, Menakıpnames, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Boğaziçi Ün., İstanbul 1989.

SAMANCIGİL, Kemal, Bektaşîlik Tarihi, İstanbul 1945.

SERTOGLU, Midhat, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul 1986.

SEYİRCİ, Musa, Abdal Musa Sultan, İstanbul 1992.

SOYYER, Yılmaz, Sosyolojik Açıdan Alevî Bektaşî Geleneği, İstanbul 1996.

ŞAPOLYO, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatler Tarihi, İstanbul 1964.

TÜRKDOGAN, Orhan, Alevi Bektaşî Kimliği, İstanbul 1995.

ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1988.

ÜREKLİ, Bayram- Ali BAŞ, “Velî Baba ve Senirkent Uluğbey’deki Manzumesi”, Selçuk Ün. Fen- Edebiyet Fak. Edebiyat Dergisi, 9-10 (Konya 1995), s. 139-217.

 



' Tarikat kurucusu için kullanılan bir tabirdir. Geniş bilgi için bk. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 384; Mehmet Zeki Pakalın, Osnıanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993, II, s. 776-777.

[2] Bektaşîliğin kökeni ile ilgili olarak ortaya atılan bu görüşler ilk kez 1916 yılında Baha Said tarafından savunulmuştur. Geniş bilgi için bk. Orhan Türkdoğan, Alevî Bektaşî Kimliği, İstanbul 1995, s. 22; Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Bektaşîliğin Menşe’leri”, Türk Yurdu, 11/ 8 ( Mayıs 1341), s. 121-140; Mehmet Eröz, Eski Türk Dinî (Gök Tanrı İnancı) ve Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul 1992, s. 7.

[3] Ahmet Yaşar Ocak, “Alevîlik, Bektaşîlik Gerçeği ve Bazı Tezler”, Türkiye Günlüğü, sayı: 31 (Kasım-Araiık 1994), s. 117-118.

[4] Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1991, s. 349.

[5] A.Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İstanbul 1996, s. 158.

[6] Yılmaz Soyyer, Sosyolojik Açıdan Alevî Bektaşî Geleneği, İstanbul 1996, s. 102.

[7] Fuad Köprülü, a.g.e., s.48 ; Esat Coşan, Hâcî Bektâş-ı Velî, Makalât, İstanbul (Tarihsiz, 1986?), s. XXXI; A.Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı- Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu‘da Türk-İslâm Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul 1996, s. 173-174.

[8] A.Yaşar Ocak, a.g.e., s. 174.

[9] Y.Nuri Öztürk, a.g.e., s. 54-56.

[10] A.Yaşar Ocak, a.g.e., s. 177-178.

[11] Ali Alparslan, Abdülbaki Gölpınarlı, Ankara 1996, s. 88.

[12] Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye'de Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul 1991, s. 147.

[13] Fuad Köprülü, a.g.e., s. 108.

[14] Fuad Köprülü, a.g.e., s. 111-113.

[15] Mürsel Öztürk, Hacı Bektaş-ı Velî ve Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri Bibliyografyası, Ankara 1991, s. 12.

[16] A.Yaşar Ocak, “Bektaşîlik” DİA.. II, s. 373.

[17]Daha geniş bilgi için bk. A.Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, İstanbul 1995.

[18] A.Yaşar Ocak, “Bektaşîlik”, DİA, II, 373.

[19] Abdal Musa’nın hayatı ve tekkesi hakkında geniş bilgi için bk. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, II, İstanbul 1989, s. 418-428; Musa Seyirci, Abdal Musa Sultan, İstanbul 1992.

[20] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 343.

[21] XIV. asrın sonu ile XV. asrın birinci yarısında yaşamış, Alaiye sancağı beyinin oğludur. Abdal Musa’nın müridi olmuş ve 40 yıl hizmetinde kaldıktan sonra icazet alarak Mısır ve Hicaz’a gitmiştir... Kaygusuz Abdal hakkında geniş bilgi için bk., Kaygusuz Abdal, Dilgüşâ, Haz. Abdurrahman Güzel Ankara 1987.

[22] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 374.

[23] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 374; Ali Alparslan, a.g.e., s. 98; Iremb Mölikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul 1993, s. 23.

[24] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 374; Ekrem Işın, “Bektaşîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II, s. 132.

[25] Ahmet Refik, XVI. Asırda Rafızîlik ve Bektaşîlik, İstanbul 1932, s. 11-12; John Kingsley Birge, Bektaşîlik Tarihi, (Çev. Reha Çamuroğlu) İstanbul 1991, s. 79-80.

[26] Ahmet Refik, a.g.e., s. 11-12.

[27] Mürsel Öztürk, a.g.e., s. 16.

[28] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 376.

[29] Fuad Köprülü, “Bektaş”, İA, II, s. 462.

[30] Kemal Samancıgil, Bektaşîlik Tarihi, İstanbul 1945, s. 81.

[31] Mürsel öztürk, a.g.e., s. 19; Ethem Ruhi Fığlalı, a.g.e., s. 310.

[32] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 376.

[33] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 375-376.

[34] Mehmet Eröz, a.g.e., s. 50.

[35] Alevîlerde cem evlerinde içilen rakının adıdır.

Bunun yanında dolu, Tahtacı adı verilen Alevilerde ise ibadetin bir parçasıdır ve saygı sembolüdür. Nitekim, dolu sunulurken, herkes diz çöker ve cem evine sessizlik hakim olur.Yine Afet İnan'a göre de, Orta Asya Türkleri kurbana dolu derdi ve dolu kutsal bir kültür unsurudur. Daha geniş bilgi için bk. Orhan Türkdoğan, Alevi Bektaşi Kimliği, İstanbul 1995, s. 122-123. Ayrıca bk. Mehmet Eröz, Eski Türk Dinî ve Alevîlik Bektaşîlik, İstanbul 1992, s. 40-41.

[36] Tekkelerde yemek yeme yerine kullanılan tabirdir.

[37] Mehmet Eröz, a.g.e., s. 40.

[38] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 376.

[39] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 378.

[40] BOA, MAD, 9773, s. 55.

[41] Y.Soyyer, a.g.e, s. 115.

[42]B.O.A, HH, 17474-B; MAD, 9731, s. 409.

[43] F.W. Hasluck, Bektaşîlik Tedkikleri, (Çev: Ragıb Hulusi) İstanbul 1928, s. 17-48.

[44] F.W. Hasluck, a.g.e, s. 17.

[45] F.W. Hasluck, a.g.e, s. 18.

[46] F.Köprülü, "Mısır’da Bektaşîlik”, Türkiyat Mecmuası, VI, İstanbul 1939, s. 23.

[47] F. Köprülü, Mısır’da Bektaşîlik, s. 22; F. Köprülü, "Bektaş”, İA, II, s. 461.

[48] F.W.Hasluck, a.g.e., s. 27.

[49]M.İlgürel, “Yeniçeriler”, İA, XIII, s. 385.

5U İ.H.Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1988, s. 144-146.

[51] M.İlgürel, a.g.m., s. 386.

[52] Yusuf Halaçoğlu, XIV. -XVII. Yüzyıllarda Osnıanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara, 1991, s. 36-37.

[53] Y. Halaçoğlu, a.g.e., s. 38-39.

[54] M.İlgürel, a.g.m., s. 388.

55 İ.H. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 477.

[56] Y. Halaçoğlu, a.g.e., s. 44.

[57] Reşad Ekrem Koçu, “Yeniçeriler ve Bektaşîlik”, Hayat Tarih Mecmuası, 11/10, s. 10; Î.H.Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1988, s. 150.

[58] Mürsel öztürk, Hacı Bektaş-ı Velî ve Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri Bibliyografyası, Ankara 1991, s. 11; Mücteba İlgürel, “Yeniçerilik”, İA, XIII, s. 387; F. Köprülü, “Bektaş”, İA, II, s. 461.

[59] Zeynep Sabuncu, Menakıpnames, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Boğaziçi University 1989, s. 46.

[60] Zeynep Sabuncu, a.g.t., s. 46.

[61] İ.H. Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, s .477; Mücteba İlgürel, a.g.e., s. 389; Yusuf Halaçoğlu, XIV.- XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara 1991, s. 44.

[62] ''Bektaşilik'te önemli gelişmeler vucuda getiren üç ana unsur olmuştur: Hurufilik, Hristiyanlık veya Balım Sultan ve nihayet Şiîlik...” Yaşar Nuri Özlürk, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul, 1997, s. 157.

[63] Hafız Hızır İlyas, Tarih-i Enderun, İstanbul 1276, s. 382; John Kingsley Birge, Bektaşîlik Tarihi, Çev. Reha Çamuroğlu, İstanbul 1991, s. 85; Ekrem Işın, “Bektaşîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II, 134.

[64] Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, XII, İstanbul 1309, s. 180, İstanbul 1994, s. 72-73; Reşad Ekrem Koçu, a.g.m., s. 11; İ.H. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 150; Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatler Tarihi, İstanbul 1964, s. 340; Ekrem Işın, a.g.m., s. 133.

[65] II. Mahmud zamanında Yeniçeri Ocağının ilgasından önce kurulan talimli askerî sınıf. Geniş bilgi için bk. Abdülkadir özcan, “Eşkinci Ocağı”, DİA, XI, s. 471.

[66] Kemal Samancıgil, Bektaşilik Tarihi, İstanbul 1945, s. 279.

[67] Devrin şeyhülislâmı olan bu zat, ocağın ilgası hakkında olumlu fikirleri olup yenilik taraftarı idi. Daha geniş bilgi için bk. İlmiye Salnamesi, İstanbul 1334, s. 587-588 ve Abdülkadir Aitunsu, Osnıanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s.186-187.

[68] İrfan Gündüz, Osnıanlılar’da Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1989, s. 139; Kemal Samancıgil, a.g.e., s. 281; ayrıca Vak’a-i Hayriye sırasındaki olaylar hakkında geniş bilgi için bk. Hafız Hızır İlyas, Tarih-i Enderun, İstanbul 1276, s. 367-371; Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul 1964, s. 340-343.

[69] Şamil Mutlu, Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı ve 11. Mahmud'un Edirne Seyahati-Mehmed Daniş Bey ve Eserleri, İstanbul 1994, s. 24.

[70] Y.N. Öztürk, a.g.e., s. 79.

[71] Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Hatt-ı Hümayunlar Tasnifi (HH, 17351) numarada rastladığımız bir belgede “... Tarîk-ı aliyyenin cümlesi hakk ve Hâcı

Bektâş-ı Velî ve sâ’ir turukdan güzerân iden pîrân ve e'izze-i kirâm kaddesallahu ervâhahum cümlesi ehlullah ve ekâmil- i ümmetden olup anlara kat'â diyeceğimiz yokdur lâkin tarik-i aliyyeye sülük u intisâb idenler usûl ve erkân-ı kadîmesi üzre gidüp ibtidâ şer‘-i şerife kemâliyle ittibâ' iderek ferâiz ve vâcibât ve sünnet-i seniyyeyi kâmilen edâdan başka fazâ’il-i a‘mâl ve mücâhedât ile terbiye-i nefs ve tezhîb-i ahlâka sa’y eylemek lâzimeden ve hatta şerî'atde derece-i kerâhetde olan nesne tarîkında haram menzilesinde olup bu cihetle bu turuk-ı aliyye havâss-ı ümmete mahsûs iken ba'zı cühelâ Bektâşîlik nâmiyle hevâ-yı nefsine teb’an ferâ’izi edâ itmek değil belki mâ'zallahu te‘âlâ tahlîl-i muharremdi ve istihfâf-ı ibâdât iderek küfrî mü'eddî dürlü dürlü fısk u fücur u fezâhete tasaddî itmekde oldukları şâyi' ve nıütevâtir olmağla...” ibaresi geçmektedir ki bu görüşümüzü destekler. Yine BOA, HH, 27175 ve 27481 numaralı iki belgede Hacı Bektaş-ı Velî’nin ismi “kuddise sırruhu" - sırrı mukaddes olsun-; HH, 17474-B nolu belgede de “kutbü'l-ârifîn" - ariflerin ulusu, cümleleriyle geçmektedir.

[72] msl. BOA, MAD, 9772, s. 143, 144, 148, 186-187, 344 vb. Bu konuda geniş bilgi için “Türbelerin Durumu” kısmına bakılmalıdır.

[73] Geniş bilgi için bk. Ahmet Refik, 16. yy. ‘da Rafızilik ve Bektaşîlik, İstanbul 1932.

[74] BOA, HH, 17351. “... ma'lûmunuzdur ki Hazret-i Ali keremallâhu vech taraf- ı hazret-i risâletpenâhîden ifdâl-i i'mâli suâl eylediklerinde fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri ifdâl-i i'mâli zikr u tevhîd olduğunu beyân ve Hazret-i Ali'ye kelime-i tevhidi telkin buyurup ..."

Bu konuda ayrıca bk. HH, 17474-B; Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, XII

İstanbul 1309, s. 183; Şamil Mutlu, a.g.e., 24 ve 72-73.

[77] msl. BOA, MAD, 9732, s. 19."Anadolu ve Rumili câniblerinde olan bi’l- cümle tekâyâ ve zevâyâlarında fakat türbe mahalleri hedm olunarak mâ'dâ mahallerin hedm kılınarak derûnlarında olan mülhîdenin tardıyla bi'l-cümle emlâk ve eşyalarının cânib-i mîrîden zabtı husûsına ...”

[78] Yeniçeri Ocağının 1826 yılında II.Mahmud tarafından ilga edilmesi üzerine onun yerine kurulan yeni askerî teşkilata verilen addır. Geniş bilgi için bk. Abdülkadir özcan, “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye”, DİA, III, s. 457-458,

[79] F.W. Hasluck, a.g.e., s. 133; Y.Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul 1997, s. 193; İrfan Gündüz, a.g.e., s. 146; Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul 1990, s. 210.

[80] BOA, HH, 17351.“... dünkü gün câmi'-i şerîfde semâhatlü Şeyhülislâm Efendi ve sabık u esbâk şuyûh-ı İslâm ve sudûr-ı kirâm dersi'âm efendiler dâ'ileri ve erbâb-ı şûrâ kulları ve celb olunan Celvetî ve Nakşibendî ve şâir ba'zı tarik-i aliyye nıeşâyihi dâ'ileri hâzır oldukları hâlde akd olunan meclîsde Aynı hususta geniş bilgi için bk. Esad Efendi, Üss-i Zafer, İstanbul 1243, s. 207-208; Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, XII, İstanbul 1309, s. 181.

[81] Esad Efendi, Üss-i Zafer, s. 208; Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 181-182.

8u BOA, Cevdet Dahiliye, 6218; HH, 17351; Esad Efendi, a.g.e., s. 209; Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182-183; Şamil Mutlu, a.g.e., s. 72-73.

[83] Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182.

[84] BOA, HH, 17351.

[85] BOA, HH, 17351 “... taraf-ı şeyhülislâmiyeden me’milr ta'yîn ve Bâbıâlî tarafından dahî Mi'nıâr Ağa kulları terfik olunarak cümlesi hedm olunup ...” Bu konu hakkında geniş bilgi için bk. Esad Efendi, a.g.e., s. 209; Şamil Mutlu, a.g.e., s. 24-25.

[86] BOA, HH, 17351. Bu konu önceden de belirtildiği gibi “Türbelerin Durumu” başlığı altında çalışmamızın ilerleyen sayfalarında genişçe açıklanacaktır.

[87] BOA, HH, 17351; Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182; Şamil Mutlu, a.g.e., s. 72.

[88] bu tarîk-i Bektâşiyenin hâl ve keyfiyetleri bu dereceye gelmişken maazallah! teâlâ halleri üzre bırakılıp tathîrine bakılma gün be gün çoğalarak ekser nâssı hüsn-i i'tikaddan dalâlete düşürmeye sebeb olacakları zâhir ve aşikâr olmağla bu makûle güruh-ı melâhidenin fark u temyizi derece-i vücûbe gelmiştir takrir kerre iş'âr eylediğin üzre şimdilik Dersaadet'imiz civârında olanların tahkik ve icrâsına bakılıp ba'dehu Runıili ve Anadolu tarafında olanların tathîrine bakılsın ..."

Daha geniş bilgi için bk. BOA, HH, 17351.

[89] Bu husus için bk. BOA, HH, 24493 ..." fermânları yazdırılıp mübâşirleri t- â'yîn ve siyâset olunacakların icrâ- yı muktezâlarına mübâderet olunarak tiz elden defter olunan dokuz adet tekyelere dahî münâsibi vecihle kapıcıbaşı ve sa’ireden bir mübâşir ve maiyetlerine birer mikdâr neferât ve taraf-ı şeyhülislâmiyeden birer büyük kavuklu terfik birle şimdi cümlesi ihrâc ve igrâm kılınmış olmağın varacakları tekyeleri bağteten basıp şeyh ve mürîdlerini ahz ve kapılarını temhir edecek olduklarına binâen ...”

[90] Yapılan sorgulamalarda Bektaşî şeyhlerine karşı gösterilen bu önyargı, yani bunların sorulan sorulara doğru cevap vermeleri durumunda bile mezheplerini gizlediklerinin düşünülmesi, Bektaşî şeyhlerinin alelade birer Bektaşî olmamaları ve siyasî nüfûzlarının bulunması hasebiyle uygulanan bir yöntem olmuş; sonuçta da bunların çoğu sürgün edilmiştir.

[91] Esad Efendi, a.g.e., s. 211.

[92] BOA, HH, 17351.“... gerek bunlarda ve gerekse kadîm denilenlerin içinde bulunan şahısları ve dervîş nâmında olanların keyfiyet-i hâlleri müşârunileyh dâ 'ileri tarafından tahkik ve tedkîk ile bunlardan dahî şer’an veya siyâseten icrâ-yı cezâ-yı sezâları lâzım gelenler icrâ ve Bektâşî olanların cümlesi ale'l- umûm nıülhîd ve Rafızî olmayup içlerinde ba'zı hüsn-i hâl ashâbı dahî nıevcûd olduğu derkenâr idüğünden içlerinde bu misillü ehl-i sünnet i'tikadında ve kendü hâlinde oldukları tebeyyün idenlerden sarf-ı nazar olunup ...”

[93] Esad Efendi, a.g.e., s. 212.

[94] Hamdullah Efendi'nin sürgün edilmesinin nedeni olarak “namertçe hareketlerde bulunması” gösterilmiştir. Geniş bilgi için bk. BOA, Mühimme, 242, s. 231, h.7/2; HH, 24588-D.

[95] BOA, Cevdet Dahiliye, 6218; HH, 17351.

[96] Devrin Vak'anüvisi olan Esad Efendi tarafından yazılan bu eser Vakka-i Hayriye'yi anlatır. Kitabın yazarı daha sonra II. Mahmud tarafından taltif edilmiştir. Geniş bilgi için bk. BOA, HH, 17350.

[97] Bunların nefyine dair bk. BOA, HH, 24493.

[98] Ahmet Cevdet Paşa, Şanizâde’nin daha 15 Safer 1241’de onu hiç çekemeyen Hekimbaşı Behçet Efendi’nin marifetiyle görevinden alınarak yerine Esad Efendi’nin getirildiğini bildirir (Tarih-i Cevdet, XII, s. 131).

[99] A.Y.Ocak, "Bektaşîlik” DİA, II, s. 378.

[100] BOA, HH, 24495.

[101] BOA, Cevdet Askeriye, 9108.

[102] BOA, HH, 17345.

[103] BOA, MAD, 9731, s. 409.

lu2 BOA, Cevdet Askeriye, 8714.

[105] İki ayrı belgede de yanlış olarak 14 kişi denilmektedir. Bk. BOA, HH, 19475 ve 19426.

[106] BOA, HH, 19475; HH, 19426.

[107] Müslüman olduktan sonra yerleşik hayata geçmiş Türkler arasında yayılan Sünnî İslâma kendilerini uyduramayan göçebe Türkler, farz olan ibadetleri bile tevîl yoluna gitmişlerdi. Burada da bu belge, bazı Bektaşîlerin Kur’an’a uymayıp onu kendilerine uydurmaya çalıştıklarına dair iyi bir örnek teşkil eder.

[108] BOA, HH, 17438 ; HH, 17438-C.

[109] Aslında Bektaşî tekke ve zâviyelerine karşı uygulanan bu tarz muameleye defalarca şahit olmuşsak da; tekkesi dışında yakalanan bir Bektaşînin mallarının müsaderesine verebileceğimiz başka bir örneğimiz yoktur. Geniş bilgi için bk. BOA, MAD, 9773, s. 177.

lüs BOA, HH, 17411.

,û9BOA, MAD, 9772, s. 143.

[112] İrfan Gündüz, “Yeniçeri Ocağı’nın İlgasından Sonra Meydana Gelen Bazı Tasavvuf! Gelişmeler”, ÎLAM Araştırma Dergisi, II, Sayı: 1 (Ocak- Haziran 1997), s. 15.

[113] BOA, HH, 19426.

[114] “...ve def'aki fesâdın menşei Bektaşîler olmak hasebiyle bunların dahî çaresine bakılması irâde-i seniyye-i şâhâneleri muktezâsından ve fî nefsi'l-emr îcâb-ı hâl ve nıaslahatdan olduğunu terfihlerin gereği gibi tathîri ve dâima askerin tecessüs ve ahvâl-i işlerine dikkat üzre olmaları müşâr-ı mûmâileyhimâ bendelerine mü ’ekkid-i tenbîh olunduğundan başka dünkü gün çâker-i kemîneleri Serasker Paşa kapısına uğrayıp bu hususlar tekrar tenbîh ve te'kîd... " BOA, HH, 19426.

[115] BOA, HH, 19426.

[116] BOA, HH, 19426.

[117] Şamil Mutlu, a.g.e., s. 73.

[118] BOA, Cevdet Askeriye, 10468.

[119] “...bir de taşradan Asâkir-i Mansûre 'ye yazılmak içün gelenlere pek dikkat ve ihtimâm olunmak lâzımdır şâyed bu tarafdan tard olunmuş eşhâsdan ve sa'ir o makalelerle karışup gele zîrâ mukaddema İstanbul'dan az âdem gitmedi ve bunların herbiri bilinmek mümkün değildir gerek bu tarafdan ve gerek mahallerinde buna dikkat olunsun... ’’ Bu konuda geniş bilgi için bk. BOA, HH, 19426.

[120] Yukarı da geçen ellinin üzerindeki sürgün olayından başka daha birçok sürgün olayının anlatıldığı vesikaya sahip olmamıza rağmen, bu vesikalarda ne sürgün olan şahısların adları ne de sürgün edildikleri yerler belirtilmediğinden tabloyaalmayı uygun bulmadık.

[121] Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182; Şamil Mutlu, a.g.e., s. 24.

[122] BOA, HH, 17351.

[123] BOA, HH, 1735 1.

[124] BOA, HH, 24493.

[125] Aşağıdaki arşiv vesikası bu uygulamaya dair iyi bir örnek teşkil eder.

"Yedikule ve Eyyüb Ensârî ve Rurnili Hisarı ve Üsküdar taraflarında olup bundan akdem hednı olunan Bektâşî tekyelerinin keyfiyetleri bi 't-tahkîk zâhire ihrâc olunması muktezâ-yı irâde-i seniyyeden olduğuna binâen hâcegândan ve Mektûbî Defteri hulefâsından Seyyid İbrahim Nazif Efendi ve Hassa Mi'mârı halifelerinden Tâhir Efendi me’mûr kılınarak mahall-i nıerkûmeye gönderilmiş ve mûmâileyhimâ mahall-i mezkûreyi bi'l- mu'ayene keyfiyetlerini mübeyyin terkîm ve takdim eyledikleri defter nâtık olduğu üzre Üsküdar'da Atik Valide'de olan Mürüvvet Baba Tekyesinin ebniyesi külliyen hednı olunarak enkazı arsası derûnunda mevcûd idüğü ve arsa-i mezkûr ittisalinde bir bâb köhne menzili olup hâli kalmış idüğü ve tekye mahallinin etrâfı taş divârlı hâricinin 368 zirâ'arsa 1722 zirâ‘ mahalli Haremeyn Vakfından ve 1646 zirâ' mahalli mülk olduğu bâ-takrîr lede'l- arz takrîr-i mezkûr taraf-ı hazret-i Sadâret-penâhîden Rikâb-ı hümâyûn-ı şâhâneye lede 'l- arz vakf olan hâne ve arsa ve tarla ve bağların vakf-ı müşarünileyh tarafından ve mülk olanları vâris-i ma'rûfları var ise anlara terk olduğu sûretde cânib-i mirîçün zabt olunması mazmununda hatt-ı şerîf-i şâhâne şerefrîz-i sudûr olunmuş olunmakdan mantûk-ı milnîfi icrâ olunmak bâbında sâdır olan fermân- ı âlî mûcebince melfûfâne kayd olunub vakıf taraflarına â'id olanlarçûn evkaf defterlerine başka ve vereselerine terki lâzım gelenler içûn ve başka ilmühaberi ve cânib-i mirîçün zabtı îcâb edenlerin mezat ka’imeleri verilmek fernıân buyurulmağın mûcebince kayd olunup vârislerine terk olunub mirîçün zabtı lâzım gelenler içûn iktizâlarının ilmühaber ve mezât ka’imeleri verilmiş olmağla sâlifü 'z-zikr arsa-yı merkûnıe vakf olan mahallin Haremeyn tarafına terk olunduğuna müş'ir vakf-ı mezbür tarafına işbu ilmühaber veri idi. (fî 13 Receb 1242)’’ BOA, MAD, 9766, s. 338, h. 1.

[126] BOA, HH, 17411; Esad Efendi, Üss-i Zafer, s. 212-213.

[127] BOA, HH, 17386; HH, 17438-B.

[128] Kuzey Yunanistan'da bir liman şehri olan Golos mukataasının kâtibi.

[129] BOA, MAD, 9731, s. 408; MAD, 9772, s. 231; Esad Efendi, Üss-i Zafer, s. 213.

[130] “... Ali Bey kullarının Bektaşî tekyelerine me'mûriyeti şuyû' bulmuş olduğuna nazaran i'lân ve icrası nıünâsib ...” Geniş bilgi için bk. BOA, HH, 17406.

[131] “... devletli! el-Hacc Ali Bey bendeleri muktezâ-yı emr-i me 'mûriyeti üzre Selanik cânibinden Paşa sancağı olan Cumapazarı ve Eğribucak ve havalisi kazalara vürûd ve teşrifinden evvelce savb-ı bendegîden ma'iyetine âdem matlûb idüp ...” bk. BOA, HH, 17438-C.

[132] BOA, HH, 17406.

[133] "...sâ'ir tekyeler derûnlarında zuhûr edüp mukaddem defteri takdim kılınan emvâl ve eşyanın değerleri misüllü müzâyede-i füruhtıyla hâsıl olan esmânın Mukataat Hâzinesi 'ne irsâli babında ... " BOA, MAD, 9772, s. 35, h. 2.

[134] Msl. bk. BOA, MAD, 9776, s. 88. " ...hâsılât-ı mezkûrenin îcâb edenlerden bi't-lahsîl milnızâ defteriyle evvel- be- evvel Mansüre Hâzinesine irsâli bâbında ..."

[135] Şamil Mutlu, a.g.e, s. 25.

[136] Bu defterlerin numaraları ise şunlardır: BOA, MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772, 9773, 9774, 9776.

[137] BOA, MAD, 9772, s. 303. “Anadolu canibinde olan Bektaşî tekyelerinin tahrîrine me'mûr Dergâh-ı âlî kapıcıbaşılarından cebecibaşı-ı esbâk Ali Ağa Uşak kazâsı'nda vefât etmiş olduğu inhâ olunduğuna ve müteveffâ-yı mumaileyh bilâ-veled ve bilâ-vâris olduğu haber verildiğine ...”

[138] BOA, HH, 27271. “...Hacı Bektâş-ı Velî kuddise sırruhu'l-celî hazretlerinin hânkah-ı şerifine minarelice bir câmi'-i şerif ve faziletin şeyh efendi dâ'ilerine mahsûs bir harem dâiresinin inşâsı zımnında bundan akdem yedine ta ‘lîmnâme ve bir mikdâr ale 'l-hesâb akçe i'tâsıyla ...” Yine aynı husus için bk. BOA, HH, 27362.

[139] BOA, Cevdet Evkaf, 10776.

[140] msl. bk. BOA, MAD, 9773, s. 193. “...meydân türbedârlığı vazife-i mezkûresiyle merkum Mollâ Mehmed’e tevcih ve muhasebe-i merkûmeden berâtı i'tâ burulmak bâbında ... (12 Muharrem 1246)"

[141] BOA, MAD, 9774, s. 56.“... Halil Efendi fi 'l-hakîka ehl-i ilim olmasa da el- haletü hazihi tekye-i nıezkûrede iki âdem ile sâkin ve alîl olması mülâbesesiyle ne tarîkat-ı Nakşibendiyye usûlünü icrâ ne de zâviye-i mezkûr emlâk ve arazisini ihyâ ettireceği anlaşılmış ve mukaddemâ ber-takrîb ile zâviyedârlık-ı merkûme uhdesine tevcih buyurulmuş olduğundan şimdi uhdesinden refi meczûbetini hâsıl olacağı zahir ve aşikâr olduğuna binâen bundan böyle bir şeye karışmamak... ”

[142] "... Ali Baba tekyesiyle zevâyânın ma'lûm emlâk ve arazi-i sâiresinin tarafından zabt ve idâre olunmak üzre zâviyedârlığı bundan akdemce tarîk-i Nakşibendiyye’den Hüseyin Halife ‘ye ba'de’t-tevcîh...’’ BOA, MAD, 9774, s. 94. Aynı konuda bk. BOA, MAD, 9774, s. 101.

[143] “ Tarîkat-ı aliyye-i Nakşibendiyye meşâyihinden Şeyh Davud Efendi’nin Edirne'nin Çöke nahiyesine tâbi' Samarra Beyli karyesi kurbünde bâ- mülknâme-i hümâyûn mutasarrıf olduğu Hacı Baba zaviyesinin ...” MAD, 9773, s. 277; Bu konuda ayrıca bk. BOA, DH (Divan-ı Hümâyûn), İstanbul Ahkâm, 21/45/ 112.

[144] BOA, HH, 17351.“... pusulası muhdes denilen mahaller hedm olunacak ise de içinde mevcûd olan şeyh ve mürîdleri kaçırılmağa gelmez evvelce kaldırılıp bir mahalle koymak ve kadîm denilen Bektaşî tekyesi ne mikdârdır bilinüp fakat türbelerine dokunulmayarak anların dahî ...”

[145] msl. bk. BOA, MAD, 9731, s. 406 "... ve arsa-i mezkûrun nihâyetinde üç beş Bektâşî mezarından ibaret üzeri ve cevânib-i erba'ası rnahfûz türbe hedm olunmamış ... ” Ayrıca bk. MAD, 9732, s. 18; MAD, 9772, s. 144; MAD, 9773, S. 193 vb.

[146] BOA, MAD, 9732, s. 18 "... Selanik’te olan sâlifü’z-zikr Kara Baba ve Süleyman Baba türbeleri nıeşhûr olarak türbedâr ta'yîni lâzım geldiğinden ehl-i sünnetden olup hakkında cümlenin hüsn-i zânnı olan Derviş Ahmed nâm kimesne türbedâr tâ'yîn kılınmış ... ” Ayrıca MAD, 9773, s. 193; MAD, 9772, s. 144 vb. belgeler aynı husustaki diğer örnekleri teşkil eder.

[147] BOA, MAD, 9773, s. 193.

[148] BOA, MAD, 9772, s. 344.

[149] BOA, MAD, 9772, s. 148."... zâviye-i mezkûrenin defter-i mezkûrda muharrer emlâkinin altı bâb bakkal dükkânı ile bir bâb etmekci dükkânını mûmâileyhin kendisine mahsûs olmayarak medrese-i mezkûreye şart ve ta'yin olunarak ...”

[150] BOA, MAD, 9732, s. 18; MAD, 9772, s. 144.

[151] BOA, MAD, 9772, s. 144 "... Atina ahalisinden ve tarikat-i Rıfâiye meşâyihinden olarak Selânik'de bulunup cümlenin ahbârıyla meşîhate ehliyeti zâhir olan Şeyh Hüseyin b. Ahmed’e türbedâr ve zâviyedârlık ile tevliyet-i mezbûrenin tevcih kılınması taraf-ı şer'den verilip takdim olunan i'lâm ile ... ” Ayrıca aynı konuyla ilgili olarak BOA, MAD, 9732, s. 18'e bakılabilir.

[152] BOA, MAD, 9732, s. 18.

[153] BOA, MAD, 9732, s. 79, h. 1.

[154] BOA, MAD, 9732, s. 99, h. 1.

[155] BOA, Cevdet Evkaf, 7082. “... Hacı Bektâş-ı Velî kuddise sırruhu’i-celî hazretlerinin türbe-i nıünîfeleri üzerinde olan kurşun kaplamalar...”

[156] "... vakf olan hâne ve arsa mutasarrıflarının bilâ-veled olanları evkafı tarafından ve vâris-i ma‘rufları var ise anlara terk ve mülk olarak kimesneleri olmayanların emlâki cânib-i mîrîden zabt olunması hususuna irâde-i seniyye taalluk idüp ol-vechile o makûle Bektâşî şeyhlerinden vârisi olanların emlâkleri vârislerine terk olunduğunu nıüş'ir ilmühaberleri verilmiş ..." BOA, MAD, 9766, s. 393.

[157] BOA, MAD, 9766 s. 393. “...tekye-i mezkûrun emlâki cânib-i mîrîden zabt ile ile bâ-müzâyede tâlibine füruht olunmak üzre rnezâd ka'imesi verilmiş ve şeyh-i mûmâileyhin bir nefer vâlide ve bir nefer zevce ve bir nefer zükûr ve bir nefer inâs evlâdları olduğıyçün sünûh eden irâde-i şâhâneye nazaran emlâk-ı merkûmenin cânib-i mîrîden zabtı gayr-i câiz olduğuna binâen verese-i merkûmenin niyâzları ve enısâli vecihle emlâk-i merkûmenin mezâdı kaydı ref‘ ve terkin olunarak kendülere terk olduğunu müş'ir ilmühaberi i 'tâsını ... ” Aynı konuda MAD, 9731, s. 406'ya bakılabilir.

[158] BOA, MAD, 9731, s. 407.“... Nerdibânlı karyesinde olan Bektâşî tekyesinin etrâf-ı erba'ası taş divârlı meydân odasının yalnız nısfı hedm olunup ittisâlinde mülk olarak dört odalı hânesinde nefy olunan şeyhin zevcesi sâkine olduğu... ”

[159] BOA, MAD, 9731, s. 407.“... Şehidlik nâm mahalde olan tekye hedm olunmuş ve ittisâlinde başkaca inşâ olunmuş olan beş odalı bir bâb hânesi hedm olunmamış idüğü ve tekye-i mezbûre şeyhi müteveffâ Mahmud Dede'nin zevce ve üç nefer sagîre kerime ve bir nefer hemşiresi mevcûd olup Rumeli Hisarında zevcinin hanesinde sakine oldukları ..."

[160] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 7.“... merkûm Şeyh Mustafa 'nınveresesi mevcûd olmağla bâlâda zikr olunan emlâki veresesine terk olduğunu milş’ir tarafına ilmühaber verildi." MAD, 9731, s. 406'da da aynı bilgiler bulunmaktadır.

[161] MAD, 9772, s. 236, h. 1.“... rekye-i mezkûrenin zâviyedârı müteveffâ-yı merkûnıun terk etmiş olduğu ‘ıyâl ve evlâdtarı ve şâir müteallikaiının keyfiyetleri mukaddemki inhâsmdan bir yarar idüğün ifâde etmekle bu suretde mîr-i mûmâileyhin inhâ ve ifâdesine nazaran çiftlikât ve emlâk ve hayvanât-ı mezkûrenin nıerkûmûne terki husûsunu bâ-takrîr lede'l-arz çiftlikât ve emlâk ve hayvanâtın merkûmlara terk olunmak üzre enır-i şerife ısdârı hususuna irâde-i aliyye taalluk etmekle ... " BOA, MAD, 9772, s. 236, lı. 1.

16û BOA, HH, 24588-B. "... bir müddetden beril menfien Amasya 'da ikamet üzre olan Hacı Bektâş-ı Velî şeyhi sabık Mehmed Hamdullah Efendi nıağdûriyet-i hâlinden bahisle tahliye sebebiyle evlâd u ‘tyâlinin yanına gitmesine müsâ ‘ade-i seniyye istid'âsıyla takdim eylediği arzuhâli ..."

[163] BOA, HH, 24588-A. "... arzuhâl-i bîçâre kullarıdır ki bu kulları Kırşehri sancağında Mucur kazâsında vâki' Hacı Bektâş-ı Velî kuddise sırruhu hazretlerinin hankâhmda seccâdenişîni olup ba'zı ashâb-ı ağrâzın ifk u iftirâsına mebnî der-devlet-medâre inhâ ve bu bâbda sâdır olan fermân-ı celîlü ’ş-şâne imtisâlen medîne-i Amasya'ya vürûd fakirli ’l-hâl-i perîşân ‘ıyâl u evlâdımdan ..."

[164] BOA, HH, 24588-E.'1... nıûmâileyhin afvıyla varıp kasaba-i mezkûrda kendü kendüye şöylece ikameti suretlerinde bir güne mahzûr var mıdır...". HH, 24588 nolu belge de benzer bilgileri ihtiva etmektedir.

[165] İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul 1993, s. 236.

[166] BOA, HH, 24588-E.“... vakf-ı mezbûrdan münâsibi vecihle kendüyi idare edecek mikdâr şey tahsis olunmak milnâsib görünür... “

[167] BOA, HH, 24676.“...işbu takririn ve sadrâzamın şifresiyle i'lâm u muhzır-ı mâ‘lûnı-ı hümâyûnum olmuştur vak'â-yı nıerkûm cidden ve hakîkaten millk-i kadîminden ‘udûl ile tarîkat-i Nakşibendiyye 'ye duhûl etmiş ise afvında be‘is yok ancak merkumun keyfiyet-i hâli Efendi dâ'imize ifâde ve müşârûnileyh ma ‘rifetiyle tarîkat-ı Nakşibendiyye 'nin mürtedd ü milnâsib meşâyihinden bi't- tahkîk ana göre afv u ıtlâkına ibtidâr olunsun. ”

[168] BOA, HH, 25094, 25094-D, 25094-E, 25094-F. Aynı hususta Bayındır ulemâ ve eşrâfının zikredilen bu iki zatın affedilmeleri için devlet merkezine gönderdikleri arz-ı mahzar ( HH, 25094-G ) ise şöyledir: “ Atabe-i aliyye-i adâlet ünvân ve südde-i seniyye-i saâdet nişân li-izâlet-i âlîye ilâ yevmi 7-

haşr ve'l-nıîzân türâb-ı celâlet-penâhilerine medîne-i Bayındır'da sâkinûn ulemâ ve sulehâ ve e'inime ve hutebâ ve sâ'ir fukara kullarının mahzâr-ı sıhhat eserleridir ki hâlâ medîne-i mezbûrede altı seneye karîb bâ- emr-i âlî menfiyen rneks ve ikamet üzre bulunan Dersaâdet’te Sarâçhane dellâlı Bektâşî Ahmed ve Yenikapu 'da Çedikçi Hâfız Hüseyin nâm şahıslar zamâne Bektâşîliği yoluna saparak şer‘-i şerife menâfi ve ma'azallahu teâlâ küfr-i mü'eddâ bayağı istihlâl-i muharremât sürelinde şenaâl ile nıe’lüf oldukların[dan] ma'dâ savm u salât-i tarîk ve tarîk-i Rafz ve'l- cadde sâlik oldukları sâbıka Şeyhü 'l-islâm Kadızâde Muhanımed Tâhir Efendi tarafından tahkik olunarak li- ecli't- te’dîb nefy ü iclâları husûsunu iş'âr itmeleriyle celâlet rîz-i südûr olan hatt-ı hümâyûn-ı mehâbet-makrûn-ı şâhâne mücebince merkumlar tashîh-i i'tikâd idüp kendülerine salâh-ı hâl gelmedikçe afv u ıtlâk olunmamak şartıyla Haşan Çavuş nıübâşeretiyle nıerkünıâtın li-ecli't-te'dîb Bayındır'a nefy ü iclâları ve o nıisüllü i‘tikadât-ı bâtıla kalen ve kalemen keff-i yed ve ferâgât itdirderek muktezâ-yı şerîat-ı mutahhara üzre tashîh-i i ‘tikâd idup kendülerine salâh-ı hâl gelmesi esbâbına istihsâle dikkat ve mugâyir-i şerîat-ı garrâ hareket vukü'ına irâ’et ve ruhsaldan hazer olunmak bâbında şeref-sunûh efzâ- yı sahîfe pîrâ-yı südûr buyurulan fermân-ı vâcibü ’l-etbâ ‘m itaat makrûnu üzre nıenfîyen meks ve ikanet üzre olan nıerkûmân Ahmed ve Hüseyin bâ-enır-i âlî çavuş nıübâşeretiyle Bayındır’a zaman zaman vürûdlarında taraf-ı şer'ü’l- enverden tenbîh olunarak dâr-ı fetvâhâneden kendülere bir hüccet i‘tâ olunup ol hinden işbu sâl-i meyâmin-i mübârekeye değin evvelâ i‘tikadât-ı bâtıla kal-i kalitelerinden keff-i yed itdirdilerin kendülere bilâ-rayb salâh-ı hâl gelup savm u salâtların mukîm oldukları nümâyan olmağla her vechle şayeste-i merhamet olduklarından Bâb-ı Asafî'den kayıdları terkin buyurularak afv ve ıtlâkları bâbında bir kıt‘a fernıân-ı âlişân sadaka ve ihsân buyurulması istid'a ve niyâzında alâ-tarîki’l-mahzâr arzıhâle cesâret kılındı bâkî lütf ü kerem hazret-i nıenlehü ’l-enırindir. ” (1249)

[169] msl. bk. BOA, MAD, 9772, s. 235. “... ma'lûmü‘l-esâmî zevâyâ mülhid Bektâşî zaviyelerinden olmayup ve tekyenişîn ve zâviyedârlıkları dahî talebe-i ulûmdan ehl-i sünnet(...)oldukları mahallinden lede ’l-inhâ zikr olunan zâviye ve türbedarlıkların ashabı uhdelerinde ibkası husûsuna irâde-i aliyye taalluk etmiş olmağla ..."

[170] MAD, 9772, s. 235.

[171] Bugünkü Mustafa Kemal Paşa.

[172] MAD, 9772, s. 266-267; Kemal Daşçıoğlu, I827(h.l243) Tarihli Muhallefat Defterine Göre Bektaşî Zaviyeleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,Süleyman Demirel Üniversitesi, İsparta 1996, s. 195.

111 MAD, 9772, s. 328.“... Okçu Baba zâviyesinin zâviyedârı mûmâileyh Veliyûddin Efendi muhavvel-i amellerden olduğuna ve bu makûle hâllerden olan ashâbı zâviyenin zâviyedârı(.. ..Juhdelerinde idüğüne binâen inhâ olunduğu vecihle zâviyedârlık mezkûr mûmâileyh uhdesinde ibka ile ..."

[174] BOA, MAD, 9774, s. 127. "... mûmâileyh Hacı Emin ehl-i sünnet ve'l- cema ‘atten olup zâviye-i mezkûreye mukaddemâ ber-takrîb mutasarrıf olmuş ve müddet-i hayatında zâviye-i mezkûre hâsılâtı tarafından ve ba'de ’l-fevt yetim ve yetimesi olmak mülâbesesiyle birkaç senedenberu zevcesi tarafından ahz u kabz olunmuş olduğunu tahrîr eylediğin ecilden kuyûd-ı lâzimesi ba'de ‘l-ihrâc ... " "... Kıran Baha’nın mukaddem târih ile kazâ-i mezkûrda türbesi var ise de el-haletü hazihi bî-nâm u nişân olup fakat merbût olan bir mikdâr emlâk ve arazisi ve hâsılâtlarını zâviyedârlık uhdesinde olanlar zabt u ta’şîr edegeldikleri ve merkûm Hacı Emin 'in vefâtından sonra ber-minvâl-i muharrer zevcesi tarafından bi’t-ta'şîr ahz u kabz olunmuş olduğu müftî-i sâbık mûrnâileyhin tastır u ifâdesinden nünıâyân olmağla bu takrirce zâviye-i mezkûre mülgâ Bektâşî zâviyelerinden olarak hîn-i tahrirde me ‘mûrına haber verilmeyerek merkûm Hacı Emin uhdesinde kalmış ve şimdi vefâtı takribiyle mahlûl olduğuna ve vârislerinin bir güne istihkakları olmayacağına nazaran ber-nıûceb-i irâde-i seniyye zâviye-i mezkûrun 46 senesi Martından i'tibâren Mukataat Hâzinesi 'nden zabtı ...”

[175] BOA, MAD, 9732, s. 18. “Haşan Baba türbesinde dahî tarîk-i Kadirî alameti olarak zâviyedârı dahî tarîk-i Kadiriyye 'den olduğu cihetiyle ol bâbda ... “ Ayrıca aynı konuda MAD, 9772, s. 144'e bakılabilir.

[176] BOA, MAD, 9766, s. 453.“... zâviye-i mezkûrede medfûn sâhibil ‘l-hayrın mahrûse-i mezkûrede bina ve ihya etmiş olduğu üç adet cevâmi‘-i şerife ve hayrât-ı sâiresinin ta'mîrât ve mesârifât-i sâiresine sarf u rü'yet olunmakda olduğu husûs-ı mezbûre tahkîk-i me'nıûrînin hilâfet-me ‘ab mirahûr-ı evvel-i sabık el-Hacc Ali Bey dâme mecdehu serian ve alenen gereği gibi tahkik etmiş olduğundan bahisle zâviye-i mezkûrenin zikr olunan emlâk ve arazi ve hayvanâtı kemâ fi’s-sâbık mütevellisi tarafından idâre olunmak bâbında bir kıt‘a enır-i şerif ısdarı husûsunu tahrîr ve inhâ ... ”

[177] BOA, MAD, 9772, s. 186-187.

[178] Hayatı ve tekkesi hakkında geniş bilgi için bk. Bayram Ürekli- Ali Baş, “Veli Baba ve Senirkent Uluğbey’deki Manzumesi”, Selçuk Üniversitesi Fen- Edebiyat Fak. Edebiyat Dergisi, 9-10 (Konya 1995), s.139-217.

[179] BOA, MAD, 9772, s. 186-187; Kemal Daşçıoğlu, a.g.t., s. 195-196.

[180] BOA, MAD, 9772, s. 148.“... el-haletü hazihi Bektaşî nıülhidleri yedlerine geçüp fi'l-asl Halvetî ve Celveti ve Kadirî ve sair tarafa vakf olanların zabtı gayr-i câiz olacağına binâen ..." Aynı husûsta MAD, 9772, s. 186-187 ve MAD, 9772, s. 328'e bakılabilir.

1,9 BOA, MAD, 9766, s. 338, h. 1. "... arsa-yı merkûme vakf olan mahallin Haremeyn tarafına terk olunduğuna nıüş'ir ..."

[182] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 1, "... irâde-i şâhâne icrâ olunmak üzre Sultân Abdülhamid Han Evkafı defterlerine diğer ilmühaber verldi. "

[183] BOA, MAD, 9766, s. 338, h. 2.

[184] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 3.

[185] BOA, MAD, 9766, s. 338, h .3.

[186] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 4.

[187] BOA, MAD, 973 1, s. 406."... tekye-i mezbûr kaydına lede ’l-mürâca'a tarîkat-i Nakşibendiyye’den mahreç Derviş Mehnıed Ağa'nın Südlüce 'de inşâ eylediği zâviyenin 1179 târihinden beri ve tevârîh-i muhtelife ile Nakşibendî meşâyihine tevcih olunagelmişken 1230 senesinde kasr-ı yedden tarîk-i Bektâşiyyeden Hafız Himmed Baha'ya tevcih olunup hâlâ üzerinde olduğu ..."

[188] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 2.“... Sultân Bayezid-i Velî hazretlerinin vakf- ı şeriflerinden Südlüce nâm mahalde olan tekyenin ...”

[189] BOA, HH, 17386.'’... Anadolu ve Rumili taraflarında vâki' Bektâşî tekyelerinin şeyh ve dervişlerinin tahkik-i ahvâl ve keyfiyyetleri ve nıuhdes olan Bektâşî tekyelerinin hedmi bâbında emr-i aliyye ısdârı husûsi mukaddemâ bi ’l-müzâkere hâkipâ-yı hilmâyûn-ı şâhânelerinden istizân olunmuş olup ancak o misillü muhdes Bektâşî tekyeleri hedm olunmakdan ise bulundukları mahallerde lüzûm ve iktizâsına göre câmi ‘ ve rnescid ve medrese olmak veyahûd şâir tarîk-i aliyye meşâyihinden milnâsib ve müstehakk olan zevât iskân olunmak üzre ibka olunduğu hâlde ...”

[190] “...Bektâşî tekâyâ ve zevâyâlarında nıescid ve câmi‘-i şerife ve türbe ve mektebler olan vakıfların kemâ fi’s-sâbık hizmetleri rü'yet ve hitâbel ciheti var ise müstehakkına tevcih olunmak ...” BOA, M AD, 9773, s. 73.

Bu konuda ayrıca bk. MAD, 9772, s. 18; MAD, 9772, s. 186-187.

[191] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3. “mefhûmunda Nâslîç kazâsında Verdin karyesinde kâin Enıînî Baba tekyesi vakfı olmak üzre defter-i mûmzâda muharrer kazâ-i nıezbûre tâbi' Belâzim karyesinde vâki' beş aded dekâkîn yerleri Belâzim karyesi câmii’nin vakfından olduğundan ve câmi‘-i şerif kurbünde olan mekteb hocasının bir tarafdan medâr-ı ma'âş olmadığına mebnî mezkûr dükkânların mekteb-i mezkûr hocası bulunanlara sâlifti ’l-beyân Nâslîç kazası derûnunda ...”

[192] BOA, HH, 17474-B. “... cezire-i Girid sekenesinden ekserisi tâbi' olarak hilâf-ı şer'-i şerif âyin-i fâsidelerin alenen icrâya ictisârları melhûz idüğü ve bütün nevâhî-i Girid kurâlarında sâkinûn ekser-i nâss sâkin oldukları karyelerinde câmi' ve mekteb olmadığına binâen vücûda gelen sagîr ve sagîrelerin ta'lîm-i ilme verilmeyüp re'âyâ lisânlarıyla me'lûf ve papas ve ruhbân manastırlarında âyîn-i bâtılalarına dâir her ne ihbâr etmişler ise ehi-i İslâm cebbânları dahî tâife-i müşrikinin ihbârâtına havâle-i sem' u i'tiyâd ederek ba'zân irtidâdlarına vesile idüğü fî-mâ-ba'd ehl-i İslâm bulundukları karyelerinde birer mescid ile bir mekteb binâ ve inşâ ederek ilmuhâllerin ta'lînı ve şeref-i İslâmiyet! icrâ etmeleri ve sâlifü ’z-zikr Bektâşî eşkiyâsının indifâ'iyyeleriyle Kandiye kal'ası hâricinde Topaltı'nda tarîk-i caddede kâin tekyeleri etrâfında vâki' çiftlikât ahalisiyle ebnâ-yı sebile câmi'-i şerif olarak iki üç yüz guruş hâsıldâr mevcûd evkafı yine câmi'-i şerife evkaf tahsis olup ol veçhile mahrûse-i şâhâne eşkiyâ-i merkûme ifsâdından tathîr u tanzîfi muvâfık- ı irâde-i seniyyeden ise icâb eden emr-i âlinin şerefsudûrı bâbında enir u fermân Devlet-i aliyye-i ebdiyyü ‘d-devâmındır efendim."

Aynı konuyla ilgili olarak ayrıca bk. BOA, HH, 17345.

[193] BOA, HH, 17411.“... Çirmen sancağında kâin Kızıl Deli Sultân tekyesiyle şâir Bektâşî tekyelerinin âstâne usûlüne tatblkan hedm u ifnâsı ve Bektâşîlerden sû-i i'tikad ve âyîn-i Rafz ve elhâd ile şöhretli olanlarının şehir ve kasabalara celb u cenı'iyle müftî efendiler nıa'rifetleriyle telkîn-i dîn olunarak tashîh-i i'tikad eylemeleri husûsına mübâderet olunmak îcâb idüp ... "

[194] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3.“... Aydın Baba tekyesinin ve vakıf olmak üzre derûn-ı kasaba-i mezkûrda bir aded semerci dükkânı ve tekye-i mezkûr kurbünde tahminen bir dönüm bağçe ve Suhleşte bağlarında tahminen bir dönüm bağının hoca-i merkûme ta'yin olunması ... "

[195] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3."... mahall-i mezkûrede dahî sıbyana ta'lim-i ilm eylemek ve kasaba-i mezkûre ahalisine Birgivî Şerhi kıraat itdirilmek üzre bir mekteb lüzûmu derkâr idüğüne mebnî ba'dehu bir hoca tedârik olunmak üzre evvel emirde zikr olunan zâviyenin mektebe tahviline ve hizmetinde müdâvemet eylemek ..."

[196] M AD, 9772, s. 143.“... zâviye-i merkûmenin kasaba-i merkûmeye karîbiyeti hasebiyle zâviye-i merkûmede beyne’l-ahali bir müderris tensîb olunmuş olduğundan karye-i rnezbûr sakinlerinden cümlenin hüsn-i zannı olan Mehmed nâm kimesne ta'lîm-i i İm etmek etmek zâviye-i merkûmede ikamet eylemek şartıyla müderris ta'yin ve hâsılât-ı merkûmenin dahî mûmâileyhe tahsisi husûsına müsa'ade kılındığı ...”

[197] msl bk. BOA, MAD, 9772, s. 37, h. 3. "... medrese-i mezkûrun mesârifi kasaba-i merkum vücûh ve ahalileri tariklerinden i'lâ olunmak üzre câmi'-i şerife ve medresenin inşâ ve ta'mîri husûsâtıyla müsa'ade-i aliyye şâyân kılınmış ..."

Aynı konuda ayrıca bk. BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3.

[198] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3."... Ali Baba tekyesi hedrn olunarak lâzım gelen enkazı îcâb eden mesârifi ahali-i kasaba tarafından verilmek şartıyla câmi'-i şerifin ta'mîrine sarf... "

[199] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3. ."... Markon karyesinde kâin zâviye hedrn olunarak iktizâ eden mesârifi ahali-i merkum tarafından verilmek üzre derûn-ı karye-i mezbûrda harâb olan câmi'nin ebniyesine sarf... "

[200] BOA, MAD, 9772, s. 37, h. 3; Kemal Daşçıoğlu, a.g.t., s. 86 ve 91.

[201] Kemal Daşçıoğlu, a.g.t., s. 75.

[202] BOA, MAD, 9772, s. 139-140. "eşyâ-yı mezkûrun hâsılatı medrese-i merkûmeye şart-ı vakfiyete tanzim ve tesviyesi husûslarına irâde-i seniyye-i mülûkâne müteallik olup ..."

[203] BOA, MAD, 9772, s. 143."... zâviye-i mezbûrenin arazi ve değirmeninin senevi lâzım gelen hâsılâtının cânıi'-i mezkûr hademesi vezâifine la'yîn olunarak isticlâb-ı dâ'avât-ı hayriyelerine rağbet kılınmış bi'l-cümle ahali-yi kazâ niyâz ederek bu bâbda verilen i'lâm irsâl olunmuş olduğun ... ”

[204] MAD, 9772, s. 148.“... zâviye-i mezkûr emlâkinden küsur kalan beş bâb dükkânının türbedârlık-ı mezkûre şart ve ta'yîn olunması niyâz olunmuş olduğundan bahisle hâsılât-ı mezkûrenin ber-mûceb-i iltimâs şartı rnenût re‘y-i âliden idüğünü sen bir kıt'a ka’imende ve mîr-i nıûmâileyhe çend bend takririnde ve kadı-ı mûmâileyh i'/ânımda tahrir ve inhâ eylediğin ecilden keyfiyet bâ-takrîr rikâb-ı hümâyûn-ı şâhâneme lede’l-arz zikr olunan otuzbir cild kütüb evkaf-ı hümâyûn-ı şâhâne olmak üzre tarafından tahrîr ve inhâ olunarak ma'rifet-i şer'le sicile kayd ve kütüphâne-i mezbüreye vaz' ve oniki bâb dekâkinden alyı bâb bakkal ve bir bâb etmekci dükkânı dersiye-i mezkûreye ve beş bâb dekâkin dahî türbedârlığa şart ve ta'yîn kılınması ve 359 vukiyye nuhâsın dahî kal'a-i merkûme ..."

[205] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, İstanbul 1993, s. 17-18; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul, 1986, s.158.

[206] Bu konu ile ilgili sayılamayacak kadar çok belge vardır. Msl. bk. BOA, MAD, 9732, s. 5, h. 1."... Zağra-i Atik kazâsında kâin Mü'nıîn Baba tekyesi ve Velî Dede zaviyesinin enıvâl ve sâiresi mahallinde mîr-i mîrân-ı kiramdan hâlâ Çirmen sancağı ka'immakanıı Mehmed Vechî Paşa dâme ikbâluhunun inzimânı-ı ma'rifeti ve ma'rifet-i şer'le lede ’l-müzâyede rağbâtü ’n-nâs inkıtâ'ından sonra »»

Aynı konudaki benzer bilgiler için ayrıca MAD, 9766, s. 443; MAD, 9776, s. 306; MAD, 9773, s. 283'e bakılabilir.

[207] Msl. bk. BOA, MAD, 9732, s. 5, h. 1. "...Çirmen sancağında vaki1 Zağra-i Atik kazâsında kâin Mil'mîn Baba ve Velî Baba zâviyelerinin kâffe-i emlâki ma' resm-i dellâliye otuzbeşbinyediyüz guruş mukabili âyân-ı mûmâileyhe füruht olunmuş ve mu ‘accelesi olan mebâliğ-i mezbûr bi't-tahsîl irsâl ... "

Aynı konu için ayrıca bk. MAD, 9772, s. 396, h. 1; MAD, 9773, s. 272, h. 1; MAD, 9773, s. 269- 270.

[208] Bu husus için bk. 132. dipnot; Ayrıca bk. MAD, 9766, s. 443, h. 1; MAD, 9766, s. 332, h. 2; MAD, 9732, s. 154.

2u7 Bu husus için bk. 133. dipnot; Ayrıca bk. MAD, 9776, s. 329, h. 1; MAD, 9776, s. 374, h. 1; MAD, 9766, s. 390.

[210] Konuyla ilgili örnekleri çalışmamızın “ekler” kısmında (EK.5) bulabilirsiniz

[211] Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul 1986, s. 158.

[212] Bu husustaki örnek için bk. (EK 6)

[213] msl. bk. BOA, MAD, 9772, s. 267, h. 2.“... ma'lûmü ’l-nıikdâr dönüm tarla ile icâre-i vâhidelü tekye-i mezkûreye meşrûta Harâb Katırcı karyesi ve sekiz bâb çiftçi hanesi dağ ve arazi mahalleri olduğu ve defter-i mezkûrda muharrer olduğundan o makûle bi ’l-icâreteyn ba'zı kesân uhdelerinde olan emlâkin kadîmden verilegelen rusûmât ve maktû'atları ne veçhile ise ol-vechile güzeşt rusûmâtlarının ashâblarından tamamen tahsil ile icâre-i vâhidelü olan emlâkin mahallinde sen ki mütesellim-i mûmâileyhsin ma'rifetin ve ma'rifet-i şer'le bâ- nıüzâyede füruht olunarak ...”

Bu konuda ayrıca BOA, MAD, 9772, s. 315- 316; MAD, 9772, s. 324'e bakılabilir.

[214] BOA, MAD, 9772, s. 300- 301, h. 3."... tekyenin demirbaş hayvanâtı telef olmakda olduğundan füruhtı menût-ı re 'y-i âlîşân eylediğini tahrîr ve inhâ eylediği ecilden ..."

Ayrıca benzer bilgileri ihtivâ eden BOA, MAD, 9772, s. 35, h. 2 ve MAD, 9772, s. 37, h. l'e bakılabilir.

[215] BOA, MAD, 9772, s. 261-263; MAD, 9772, s. 265.

[216] Msl. Dayı Hızır (Ali Baba) ve diğer Ali Baba tekkelerinden ele geçirilen 73 baş hayvan Vidin’de toplanmıştır. (BOA, MAD, 9772, s. 323.)

[217] BOA, MAD, 9772, s. 261-263.

[218] BOA, MAD, 9774, s. 10.

[219] En büyük Bektaşî tekkelerinden biri olan bu tekkenin burada sayılamayacak kadar çok emvâli olduğundan bu kadarının bu kadarının verilmesi uygun bulundu.

[220] BOA, MAD, 9774, s. 55.

[221] BOA, MAD, 9772, s. 107, h. 1.

[222] BOA, MAD, 9772, s. 71.

[223] BOA, MAD, 9772, s. 139-140.

[224] BOA, MAD, 9772, s. 230-231.

[225] BOA, MAD, 9772, s. 72.

[226] Mehmet Zeki Pakalın, a.g.e., II, s. 57; Midhat Sertoğlu, a.g.e., s. 160.

[227] Midhat Sertoğlu, a.g.e., s. 161.

[228] Bu konudaki örnekler için bk. (EK 7)

[229] BOA, MAD, 9772, s. 37, h. 2. “... sâlifü'z-zikr arazi ve sâirenin nıîr-i mümâileyhe iltizâm veyahûd emâneten idâre itdirilmesi mantûk-ı irâde-i seniyye ...”

Bu konudaki benzer bilgiler için ayrıca BOA, MAD, 9772, s. 186- 187; MAD, 9772, s. 324, 11. 2; MAD, 9774', s. 16 ve MAD, 9774, s. 55-56, h. l'e bakılabilir.

[230] BOA, MAD, 9772, s. 325, h. 1. "... bir nıe’mûr ta’yîn kılınsa her birini yerli yerinden mu'âyene ve iktizâsını mütâla'a iderek hem emlâk ve arazi-i mezkûrenin i1 mârına ve hem biraz menâfi' husûsına sebeb olacağı ve arazi-i mezkûrenin 43 senesine mahsuben zer' itmeleri ve emlâk-i sâirenin dahî güzelce muhâfazasıyla harâb olmaması husûsına dikkat ve her hâlde i'mârına gayret eylemeleri tarafından kazâ ayanlarına tahrîr olunmuş ise de bu maslahatı mustakılen nıe'mûr ma'rifetiyle idâresini lâyıkıyla dikkat olacağı beyânıyla gerek mezkûr tekyelere rnerbût emlâkların mu'accel ve mü'eccelesiyle füruhtını ve gerek arazilerinin zırâ'at itdirilmesi husûslarıçün husûsi ve nıünâsib bir nıe'mûr ta'yîn kılınması mütevâfık-ı re'y-i âlîşân i düğünü ..."

[231] BOA MAD, 9776, s. 294. "... nıa'lûmü ‘l-esânıi cenı'an beş kıt'a zevâyaya rnerbût emlâkin hâsılâtları zabtları târihinden 51 senesi inâyetine değin teslîm-i hazine kılınmış ve bu makûle vâridâtın emâneten idâresinden iltizâma rabtı her veçhile suhûlet ve menâfi-i zâideyi mûceb olacağından cümlesi 52

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to