Hazırlayan: Mesut
AYAR
Bektaşî tarikatının yedi asırlık tarihi boyunca geçirdiği en önemli
sahalarından birisi olarak kabul edebileceğimiz 1826’daki ilga olayı ve
getirdiklerinin ortaya konması, günümüzün çok tartışılan konularından biri olan
Alevîlik-Bektaşîlik meselesinin daha iyi anlaşılmasını sağlıyacağı aşikârdır.
Bunun için de bu konudaki çalışmaların artması gerekmektedir. Biz bu naçizane
çalışmamızla, son derece bakir olan bu sahaya girmeye teşebbüs edenlerden biri
olduk.
Araştırmamız, Bektaşîliğin Yeniçerilik ile birlikte ortadan kaldırıldığı
yıl olan 1826’dan başlamaktadır ve esas konusunu hemen o tarihteki uygulamalar
teşkil etmektedir.
Çalışmamızın ana kaynakları Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA)’nde
rastlayabildiğimiz defter ve vesikalardır. Özellikle de Hatt-ı Hümayunlar (HH)
ve Maliye’den Müdevver Defterler (MAD) tasniflerinden yararlanma imkanı
bulabildik.
Mesut Ayar/ İstanbul 1998
GİRİŞ
Hacı Bektaş-ı Velî adına kurulan ve onu “pîr”[1]
tanıyan tarikata Bektaşî tarikatı; bu tarikata mensup olanlara da Bektaşî
denmiştir. Yüzyılımızın başlarında ve daha sonraları yapılan araştırmalarda
Alevîlik ve Bektaşîliğin menşei eski Türk inanç ve kültürüne dayandırılmakta
idi.[2] Son zamanlarda konu ile ilgili
bilhassa Ahmet Yaşar Ocak’ın tespitlerine göre ise menşei aynı olmakla birlikte
günümüze ulaşan bu inancın oluşmasında tarih boyunca başka faktörlerin de
tesirleri olduğu görülmektedir.
Müslüman olmadan önce Orta Asya’nın değişik bölgelerinde, farklı hayat
şartlarına sahip Türk toplulukları vardı. Bunlardan bazıları henüz yazılı
kültürle tanışmayıp göçebe olarak yaşarken; bazıları da yerleşik hayata geçerek
diğerlerine nispeten daha gelişmiş bir kültür seviyesine ulaşmışlardı. Türk
boylarının İslâmî algılayış, anlayış ve yaşayışları arasındaki farklılıkların
sebebi buydu. Elbetteki okuma yazma bilip İslâm’ın esas ve kurallarını ana
kaynaklarından öğrenebilenlerin yaşadıkları İslâm’la göçebe Türkler arasında
yayılan coşkulu bir mistik anlayışın etkisinde, eski inançlarla karışık olarak
öğrenilip yaşanılmaya çalışılan İslâm arasında fark olacaktı. Nitekim Sünnî
İslâm anlayışının en önemli akidelerinden olan namaz, oruç ve benzeri
ibadetler, bu göçebe hayat tarzı içinde oluşan İslâm anlayışında pek yer
bulamıyordu. İşte bu anlayış XII. ve XIII. asırlardaki göçlerle Orta Asya’dan
Anadolu’ya gelirken yol üzerindeki değişik kültür ve inançlarla tanışarak ve
onlardan da bazı özellikler alarak bağdaştırmacı bir yapı kazandı. Eski
mitolojilerin üstüne yeni mitolojiler ekledi ama temelindeki güçlü mistik
özelliği korudu. Alevîlik-Bektaşîlik hulul (Tanrının insan bedenine girmesi) ve
tenâsüh (ruh göçü) gibi iki temel inanca oturur ki bunlar sünnî halk inancında
yoktur.[3]
Zaten daha ilk yerleştiği zamanlarda bile batınî bir mahiyet alan
Bektaşîlik, Babaîlik, Ahilik, Abdallık gibi üç çeşit ekolün karışmasından
meydana geldikten sonra Hurûfîliğin de etkisinde kalmış ve böylece de bundan
başka bir sima alamamıştır.[4]
1.
HACI BEKTAŞ-I VELÎ’NİN
HAYATİ
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında,
Vilayetnâme’deki menkabevî bilgilerden başka pek birşey bilememekteyiz. Ancak
onun “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderiyye mektebine mensup cezbeci bir
sûfî, dolayısıyla Horasan
Melametiyye Mektebi'ne mensup olduğu bugün kesinleşen bilgiler
arasındadır. Bu sebeple XIII. yüzyılda Moğol istilası önünden meydana gelen
Türk göçleri arasında bulunan dervişlerin göçleri sırasında aynı mektebe mensup
Yesevî veya daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden biri olarak
Anadolu’ya gelmiş olmalıdır.[5]
Hacı Bektaş-ı Velî’nin manevi intisabının kime olduğu bugüne kadar bir
hayli tartışılmıştır. Fuad Köprülü bazı yazılarında onun Baba İshak’ın
halifelerinden olduğunu söylerken, bazılarında ise yalnızca “Babaî”
halifelerinden olduğunu söyler. Baba İshak da Baba İlyas’ın halifelerindendir.[6]
Hemen belirtmek gerekir ki, konunun yabancısı olanlar için ilk bakışta
pek bir şey ifade etmeyen Hacı BektaşTn kimin halifesi olduğu sorunu, aslında
Bektaşîlik tarihinin en önemli meselelerinden birisidir. Çünkü onun kimin
halifesi olduğu sorunu, Bektaşî tarikatının aslında sünnî temellere dayalı bir
tarikat olup, Ahmed Yesevî’nin öğretileri ile gelişip, daha sonraları bu
yolundan saparak, gayri sünnî bir şekle girdiğini belirten tarihçilerle,
Bektaşîliği Islâm öncesi Türk diniyle îslâmiyetin ve İran’daki yerel dinî
unsurların bir nevi karışımından oluşan Vefâîlik ve Kalenderîliğin devamı
olarak gören araştırmacıların ileri sürdükleri tezlerin temelini teşkil eder.
Bizim bu çalışmamızda dayandığımız görüşler, Hasluck ve Köprülü gibi ikinci
gruba giren araştırmacıların, özellikle de Ahmet Yaşar Ocak’ın görüşleridir.
Günümüze kadar Hacı Bektaş Baba İshak’ın halifesi sayılmıştır. Bu eğilimin
sebebi İbn Bibi’nin, Baba Resul olarak Baba İshak’ı göstermesidir. Ahmet
Eflâkî, Elvan Çelebi ve Aşıkpaşazâde’nin üçlü şehadetleriyle Baba İlyas ile
Hacı Bektaş arasında bir şeyhlik- halifelik bağlantısının bulunduğu kesinlik
kazanır. Bununla birlikte Hacı Bektaş Baba Resul’ün ileri gelen bir halifesi
değildir. Eğer böyle olsaydı, mantıken onun da isyanda Baba îshak, Şeyh Osman,
Aynuddevle Dede ve diğer halifeler gibi aktif bir görev alması veya en azından
Baba İshak gibi muharebe esnasında yahut daha sonra ya öldürülmesi ya da
yakalanıp hapse atılması gerekirdi. Oysa o Babaîler İsyanı’na katılmamış,
kardeşi Menteş ile birlikte Baba İlyas’a intisap ettikten sonra, birlikte önce
Kırşehir’e gelmişlerdir. Oradan Kayseri’ye geçip, buradan da Sivas’a giderken
yolda Selçuklu kuvvetleriyle yapılan savaşta Menteş öldürülmüş, o da bunun
üzerine Sulucakaraöyük’e gitmiştir.[7] Bu durumda Hacı Bektaş, ya
tasvip etmediği için veya bizim bilemediğimiz başka bir sebeple isyanda hiçbir
aktif rol almamış, muhtemelen isyan sırasında ve daha sonra uzunca bir müddet
gizlenerek izini kaybettirmiş, daha sonra Moğol işgal ve hakimiyetinin sebep
olduğu karışık ortamdan yararlanarak Sulucakaraöyük’te ortaya çıkmıştır.[8]
Hacı Bektaş’ın tasavvufî hüviyeti hakkında da birbirine zıt görüşler
bulunmaktadır. Yaşar Nuri Öztürk Hacı Bektaş-ı Velî’nin Ahmed Yesevî’den
etkilendiğini, yani feyzaldığını belirterek Bektaşîliği tıpkı Nakşîlik gibi
Yesevîlik’ten kaynaklanan tasavvufî bir ekol olarak kabul etmektedir. Buna
göre, Yesevîlik tarih boyunca biri koyu kuralcı ve tutucu, diğeri alabildiğince
hoşgörülü iki ayrı tarikat şeklinde devam etmiş olmaktadır.[9]
Bu görüşlere katılmayan Ahmet Yaşar Ocak her ne kadar isyan olayına
katılmamış olsa da, Hacı Bektaş’ın Baba îlyas’ın halifelerinden biri olarak
onun fikirlerinin yayıcısı olduğunu savunmaktadır. Ona göre konuyla ilgili ana
kaynak olan “Vilayetnâme”de bu iki şahıs arasındaki ilgiye dair en ufak bir
imaya rastlanmadığı gibi, Baba îlyas’ın adı da geçmez. Ancak Hacı Bektaş’ın
halifeleri arasında bir Baba Resul’dan bahsedilir ki şüphesiz bu Baba İlyas’tan
başkası değildir. Bektaşî geleneği aradan geçen birkaç yüzyıl boyunca iki
şahsiyet arasındaki bu ilişkiyi, Hacı Bektaş’ın yükselen kimliğine yakışır bir
biçime sokarak tersine çevirmiştir. Hacı Bektaş ile Ahmed Yesevî ilişkisine ise
kronolojik sebepden dolayı imkan yoktur... Ayrıca “Vilayetnâme”deki Ahmed
Yesevî menkabelerinin bolluğu ve Hacı Bektaş’ın bu büyük Türk şeyhine
bağlanmasının başka bir manası olduğu şüphesizdir. Bütün bunlar bir bakıma Hacı
Bektaş’ın gerçekten Yesevî geleneği ile bir alâkasının bulunduğunu göstermeye
yaradığı gibi, vaktiyle Fuad Köprülü’nün çok yerinde olarak belirttiği üzere,
Ahmed Yesevî’nin Türkmen çevrelerinde hayli popüler bir sima olduğunu da isbat
etmektedir. Bu itibarla Hacı Bektaş’ın Baba İlyas’a intisap etmezden evvel, bir
Yesevî dervişi olmamakla beraber, Yesevî geleneğini koruyan Haydarîlik’e mensup
olduğunu, Baba îlyas’ın çevresine katıldıktan sonra aynı zamanda Vefâîliğe de
geçtiğini, yahut kendi mensubiyetini koruduğu da söylenebilir. Bektaşî
tarikatında Yesevî ananelerinin neden yaşamaya devam ettiğini, hatta
Vilayetnâme’nin yazıldığı çağa kadar bu geleneğin varlığını neden sürdürdüğü
ancak bu şekilde açıklanabilir.[10] Ali Alparslan da Abdülbaki
Gölpınarlı’nın ifadelerine dayanarak A.Yaşar Ocak’ın bu görüşlerine katılırken[11]; Ethem Ruhi Fığlalı ise, Hacı
Bektaş ile Ahmed Yesevî arasında mevcut olduğunu söylediği bağı; Hacı Bektaş’ın
mürşidi olan Baba İlyas’ın bir Vefâî şeyhi olması yanında Yesevî şeyhi de
olduğu şeklinde açıklamaktadır.[12]
Bütün bunların yanında Fuad Köprülü, sülük silsilesi bakımından Ahmed
Yesevî’ye mensup bulunan iki tarikat olduğunu ve bunların Nakşibendiye ile
Bektaşiye olduğunu belirtmektedir.[13]
Yazara göre, Hacı Bektaş’ın Yesevî müridlerinden olduğu hakkındaki
menkabede mevcut rivayet, OsmanlIların teşekkülünden önce Anadolu’ya birçok
Yesevî dervişlerin gelmesi sebebiyle onun da bunlardan sayıldığı şeklinde
açıklanabileceği gibi, hakikaten Hacı Bektaş’ın Yesevî müridlerinden olma
ihtimali de vardır. Bu iki ihtimalden hangisi doğru olursa olsun, Bektaşî
tarikatı Hacı Bektaş’ın meydana koyduğu bir tarikat olmadığı için, bu tarikatın
Yesevîlik ile alâkasını göstermez. Bektaşîlikle Yesevîlik arasında hiçbir
hakiki bağ mevcut değildir; zira Bektaşî tarikatının daha ilk kuruluş anlarında
bile ona intisap edenler, bütün haram olan şeyleri mübah gören zındıklar gibi
telakki edilmiş, yahut Hurûfî inançlara sahip oldukları düşünüldüğünden “hâriç
ez-şerî‘at” sayılmıştır. Tarikatın daha ilk kuruluş yıllarına ait olan bu hal,
onu daha önce başka tarikatlar gibi şeriat dairesi içinde bir tasavvuf
ekolüyken, sonraları bir takım hurûfî, zındık ve mülhid(dinsiz)lerin eline
geçerek eski mahiyetini kaybettiği şeklinde genellikle beslenen zannın tarihsel
açıdan yanlış olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.[14]
O halde buradan, her ne kadar Hacı Bektaş-ı Velî bu tarikata ismini
vermiş olsa da, gerek Fuad Köprülü’nün ve gerek A.Y.Ocak’ın ifadelerine
dayanarak bu tarikatı onun kurmamış olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu süre içinde çarpıcı olan hadise, Hacı Bektaş-ı Velî etrafında
teşekkül eden kültün, Anadolu’da ondan çok daha eski olan ve göçlerle buraya
intikal eden Ahmed Yesevî, Kutbuddin Haydar, Dede Garkın kültlerini ve nihayet,
büyük bir dinî-sosyal hareketin lideri olmasına rağmen Baba İlyas kültünü kendi
içine alması ve böylece, Anadolu’daki bütün heterodoks sûfî eğilimleri temsil
eder duruma yükselmesidir. Ayrıca bütün yerel İslâm öncesi kültleri de kendi
bünyesi içinde özümseyerek bağdaştırmam bir yapı ortaya koymak suretiyle,
kendini Anadolu Türk heterodoksisinin temeline yerleştirmiş bulunmasıdır.
Nitekim bu bağdaştırmaklık özelliğidir ki, Bektaşîliğe dünyaca ünlü hoşgörülü
niteliğini kazandırmıştır.
Hacı Bektaş-ı Velî, Sulucakaraöyük’e yerleştikten sonra burada bir tekke
kurarak halkı eğitmiş, müridlerini irşada devam etmiştir. Vilayetnâme’ye göre
ona bağlı 36 bin kişi vardı ve bunların 36O’ı huzurunda hizmette bulunurdu.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum tarihinde olduğu gibi ölüm tarihi hakkında
da görüş ayrılıkları vardır. Bektaşî kaynakları onun 1337’de öldüğünü
belirtirken, ölüm tarihi olarak en çok kabul edilen tarih 1271’dir.[15]
2.
BAŞLANGIÇTAN İLGASINA KADAR
BEKTAŞÎLİĞİN TARİHÇESİ
Bektaşîliğin mahiyetini, yapısını ve tarihi gelişimini iyi anlayabilmek
ve doğru teşhiste bulunabilmek için, tarihçesini a) XIII.
yüzyıldan başlayıp XIV. yüzyılda gelişerek süren ve XV.yüzyılın sonlarına
kadar uzanan teşekkül devresi; b) XVI.yüzyılın başından yani Balım Sultan’dan
1826’ya kadar devam edegelen ve asıl bilinen Bektaşîliği temsil eden devre
olmak üzere iki safhada ele almak gerekir.[16]
a)
Teşekkül Devresi: Bektaşîliğin
XIII. yüzyılda Anadolu’da ortaya çıkan şiddetli sosyal ve dinî, kısmen de
siyasî hareketlerle, başka bir deyişle Babaî isyanı ve hareketiyle başlayan
süreç içinde oluştuğu bilinmektedir.
Vefâiyye tarikatının Anadolu’daki şeyhi olan Baba İlyas-ı Horasanî
öncülüğünde meydana gelen Babaî İsyanı[17],
XIII.yüzyıl ortalarına doğru yeni bir gayri Sünnî hareketin doğuşuyla
sonuçlandı. Babaîlik adını taşıyan bu hareket Vefâîlerden başka Anadolu’daki
Kalenderiye, Haydariye, Yeseviye zümreleri tarafından da benimsendi ve XIV.
yüzyılın başlarından itibaren Abdalân-ı Rum adı altında sürdürüldü.
Çeşitli siyasî düşüncelerle uç bölgelerindeki Türkmen beylerinin desteğini
sağlayan ve daha çok Kalenderi, Haydarî ve Vefâî dervişlerinin hakimiyeti
altında bulunan bu zümre mensupları bütün Orta ve Batı Anadolu’da ve sonra da
ilk Osmanlı fetihleriyle birlikte Rumeli’de faaliyetlerini devam ettirdiler.
Abdal Kumral, Abdal Mehmed ve bilhassa Abdal Musa gibi bazılarının tarihi
şahsiyetleri de bilinen Rum abdalları, belki “ilk Bektaşîler” diyebileceğimiz
Kalenderi, Vefâî ve Haydarî dervişleri idi. Ancak o zaman bunlara Bektaşî
denilmiyordu. Bu şahıslar kendilerine “Baba İlyas müridi” diyorlar, yahut Vefâî
tarikatından olduklarını söylüyorlardı. Aralarındaki ortak özellik, kuvvetli
bir Hacı Bektaş ananesinin mevcuditeyi idi. Muhtemelen XIV.yüzyılın başlarından
itibaren Hacı Bektaş ananeleri daha doğrusu Hacı Bektaş kültü bunlar arasında
gelişerek yayıldı. Bunda da en önemli rolü, hiç şüphesiz vaktiyle Babaî
hareketinin en kuvvetli temsilcisi olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin yaşadığı
Sulucakaraöyük’teki (bugünkü Hacı Bektaş) Hacı Bektaş Zaviyesi oynadı.[18]
Yine bu zaviyede yetiştikten sonra henüz fetihlerin devam ettiği Batı
Anadolu uçlarına giden diğer dervişler gibi Abdal Musa da Osmanlı Beyliğine
gitti. Burada bazı fetihlere katılarak Hacı Bektaş menkabelerinin gaziler
arasında yayılmasını sağladı. Bir müddet Bergama ve Manisa dolaylarında da
bulunan Abdal Musa, daha sonra Antalya Elmalı yakınlarındaki bir köye
(Tekkeköy) gelerek burada kurduğu zaviyesinde öldü.[19]
Abdal Musa gibi yüzlerce Rum abdalı Anadolu’nun çeşitli yerlerinde,
özellikle Anadolu’da kurdukları zâviyelerde adını koymadan Bektaşîliğin temellerini
attılar. Hacı Bektaş-ı Velî menakıbnâmesinde (Vilayetnâme) adları geçen Hacım
Sultan, Sarı İsmail, Pîrabî Sultan gibi Kalenderî-Haydarî şeyhlerinin de henüz
Bektaşî adını taşımayan bu ilk nesil Bektaşî şeyhlerinden sayılması doğru
olacaktır. Zira bunların hepsi Hacı Bektaş ananesine bağlı kimselerdir.
Bunların Bektaşîlik adını kullanmadan tarikat şeklinde teşkilatlanmalarının XV.
yüzyılın sonlarına doğru gerçekleştiği Vilayetnâme’den anlaşılmaktadır.[20]
Abdal Musa başta olmak üzere XIV-XV. yüzyıllarda yaşamış olup “abdal”
lakabını taşıyan ve bugün Bektaşî olarak bilinen şeyhlerin çoğu aslında
Kalenden ve Haydarî idiler. Bektaşî edebiyatının kurucusu sayılan Abdal
Musa’nın halifesi Kaygusuz Abdal[21] da bir Kalenden şeyhinden
başka bir şey değildir. Nitekim Bektaşî adıyla anılmadıkları kesin olan Seyyid
Ali Sultan (Kızıl Deli), Sultan Şuca ve Hüsam Şah gibi Kalenderi şeyhlerinin
büyük Bektaşî evliyâsı arasında gösterilmesi, Kalenderiye’nin Bektaşîliğin
teşekkülündeki tesirini ortaya koyar.[22]
[23]
b)
Esas Kuruluş ve
Gelişme Devresi: Bugünkü haliyle bilinen Bektaşîlik, 922 (1516) yılında
öldüğü ileri sürülen Balım Sultan’ın tarikatın başına geçmesiyle
şekillenmiştir. Zaten Bektaşî ananesi de Balım Sultan’ı “ikinci pîr” kabul
etmekle bu tarihi vakıayı tescil • • 23
etmiştir.
Bektaşîliği Kalenderlikten ayırarak ona bugünkü yapısını kazandıran Balım
Sultan’ın 1501’de rivayete göre II.Bayezid tarafından Hacı Bektaş Zâviyesinin,
dolayısıyla tarikatın şeyhliğine getirilmesiyle birlikte tarikatı derleyip
toparladığını, tarikatın merkezi olan Hacı Bektaş Zâviyesine bağlı sağlam bir
taşra teşkilatı meydana getirdiğini görmekteyiz. Bunun sonucunda tarikat
İktisadî bakımdan da güçlenmiş ve bağlı zaviyeler üzerinde bir kontrol
mekanizması kurabilmiştir.[24]
Balım Sultan’ın ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Kalender Çelebi de
Anadolu’da Bektaşîliğin yayılması için yıllarca emek sarfetmiş, ancak etrafına
topladığı müridler, abdallar, dervişler ve diğer zümrelerden oluşan otuzbin
kişilik bir kuvvetle Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk saltanat yıllarında ona
karşı büyük bir isyan başlatmış[25] ve Vezir İbrahim Paşa ile
giriştiği savaşta yanında bulunanların büyük bir kısmının kendini terketmesi
yüzünden yenilerek hayatını kaybetmiştir (1529).[26]
Bu isyan sebebiyle Bektaşîlik bir süre nüfuzunu kaybetmiş, Osmanlı yönetimiyle
arası açılmıştır.[27] Fakat Balım Sultan’ın kurduğu
sağlam teşkilat yapısı sayesinde tarikat, 1826’da II. Mahmud tarafından
yeniçerilikle birlikte ilga edilinceye kadar varlığını kesintisiz sürdürmüştür.
Bektaşîlik teşkilat bakımından genel görünüş itibariyle diğer tarikatlara
benzer. Hacı Bektaş Zaviyesi tarikatın teşkilatlanmasında baş rolü oynamıştır.
“Pîr evi” denen bu zaviye tarikat yayıldıkça bütün öteki zaviyelere örnek
olmuştur. Önceden de belirttiğimiz gibi Balım Sultan ayin ve erkânda yaptığı
yeniliklerin yanı sıra tarikatın teşkilatını da merkeziyetçi bir anlayışla
düzenlemiştir.[28] Buna mukabil F. Köprülü,
Bektaşîliğin Balım Sultan’dan önce bütün ayin ve erkânıyla teşekkül etmiş
olduğunu söylemekte, Balım Sultan’ın yapmış olduğu teşkilatlanmanın öneminden
bahsetmekte ve o da Bektaşî tekkelerinin bu devirde yaygınlaştığını
belirtmektedir.[29]
Bektaşîler esas olarak Çelebiler ve Babalar olarak iki kola ayrılırlar.
Bu iki kolu ortaya çıkaran husus Hacı Bektaş-ı Velî’nin evli veya bekar yaşamış
olmasıdır.
Babalar Hacı Bektaş’ın mücerred (bekâr) öldüğünü, hiç dünya evine
girmediğini ve Seyyid Ali Sultan’ın yani Timurtaş’ın Kadıncık Ana’dan ve fakat
Hacı Bektaş’ın burun kanıyla doğmuş olduğunu söylerler. Kısaca Seyyid Ali
Sultan’ın Hacı Bektaş’ın manevi evladı olduğunu iddia ederek “evlad bel evladı
değil, yol evladı” derler. 29 [30]
Balım Sultan’la birlikte tarikatın hiyerarşisi tesis edildi. Hacı Bektaş
zâviyesinde oturan ve bütün Bektaşîlerin şeyhi olan kişi “dede-baba” diye
anılır oldu. Ondan sonra her tekkenin başkanlığı demek olan “babalık” makamı
geliyordu. Bunlar arasındaki liyakatlilerden dede-babayı temsil etmek üzere
halifeler seçilmekteydi. Her zâviyede diğer tarikatlarda olduğu gibi “canlar”
denilen dervişler vardı. Bunlar zaviyelerde çeşitli hizmetleri ifa ederlerdi.
Canlar “muhib” tabir edilen müridler arasından seçilirdi. Muhibler yalnız Muhib
Ayin-i Cem‘i ile Ölü Ayin-i Cem‘ine katılabilirlerdi.[31]
Tarikata henüz kabul olunmamış olanlara da “aşık” adı veriliyordu.
İrşad müessesesinin başında bulunan ve manen en yüksek dereceyi kazanan
şahıs “mürşid”dir. 12 posttan birincisi Hacı Bektaş- ı Velî’nin temsil ettiği
pîr postudur. İkincisi mürşid postu olup Hz. Muhammed’i temsil eder. Mürşidlik
en zor ve sorumluluğu ağır olan makamdır. Ondan sonra “rehber” gelir. Rehber
Hz. Ali’nin temsil edildiği üçüncü postun sahibidir. “Talip” denilen ve irşad
edilerek tarikata alınacak olan adayları, yani aşıkları aydınlatmak, her
bakımdan hazır hale getirmek rehberin görevidir. Tarikata katılma işlemi “İkrar
ayini”nden sonra tamamlanır. Gerek bu ayinde gerekse ötekilerinde her erkânı
icraya hizmet edecek görevliler bulunur ve bunların her birinin ayrı adları
olurdu.[32]
Kalenderîlik’ten doğmuş olması sebebiyle Bektaşîliğin daha başından beri
Sünnî İslâmın itikad ve ibadet esasları karşısında genellikle kayıtsız bir
tutum içerisinde olduğu tarihi bir gerçektir. Bektaşîlik, İslâmın
mükelleflerini mecbur tuttuğu namaz, oruç gibi ibadetleri açıkça olmasa bile
çeşitli tevillerle red yolunu tercih etmiş, buna karşılık İslâm öncesi Türk
dinleriyle Şamanizm, Budizm ve İran dinlerinin bakıyyelerine dayanan bir takım
ayin ve erkân geliştirmiştir. Bunlara İslâmî bir çehre kazandırmak maksadıyla
bazı tasavvuf! mefhum ve telakkiler kullanılmış, Hz. Peygamber zamanına kadar
götürülen bazı menkabeler teşekkül ettirilmiştir. Bütün Bektaşî ayin ve erkânı
“dört kapı-kırk makam” şeklinde ifade edilen tasavvufî anlayışa dayandırılır.
Kul ancak şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını ve her kapıdaki on
makamı geçerek Hakk’a ulaşır. Bütün ayin ve erkân kulun bu yolculuğunu temsil
eder.[33]
Bektaşîliğin ibadet anlayışı, en eski ve temel ayin olan “ayin-i cem”de
kendini gösterir. Kamlık dinî ayinleriyle bir çok yönden benzerlik gösteren Cem
ayini,[34] evli çiftlerin katıldığı, çok
sıkı disiplin kaideleri içerisinde cereyan eden içkili dinî toplantının adıdır.
En az bunun kadar önemli bir temel ayin de “ikrar ayini” denilen tarikata giriş
merasimidir. Maniheizm’deki dine kabul ayini ile büyük benzerliği olan bu ayin,
tarikata kabul edilmeye ehil olan kadın ve erkekleri eski mensuplara tanıtan
önemli bir merasimdir. Maniheizm’in eski Türk dinleri vasıtasıyla Bektaşîliğe
tesiri bundan ibaret kalmamış, meşhur “eline, diline, beline sahip olma” düsturu
da söz konusu Maniheist tesirlerle Bektaşîliğin ayırıcı niteliği haline
gelmiştir. Yine bu iki ayinin dışında “Muharrem matemi”, “Baş okutma” ve
“Düşkünlük” gibi muhtelif vesilelerle icra edilen daha başka ayin ve erkânlar
da vardır. Bütün bu ayinler sırasında saz ve refakatinde nefes denilen ilahiler
söylenir. Ayrıca kurban kesme, dolu[35]
içme, lokma[36] yeme gibi yine eski Türk
dinlerindeki törenlerle büyük benzerlik gösteren[37]
bir takım erkâna mahsus “terceman” ve “gülbank” adı verilen dualar da okunur.[38]
5.
BEKTAŞÎLERİN COĞRAFÎ
DAĞILIMI
Bektaşîliğin merkezi, 1271’e kadar bizzat Hacı Bektaş-ı Velî'nin yaşadığı
Sulucakaraöyük çevresidir. Buradaki zâviyenin XIV.yüzyıldan itibaren önem
kazanmasına paralel olarak çevre giderek genişlemiş ve XV. yüzyılın sonlarında tarikat
teşekkül ettiği zaman ilk nüfûz sahası da muhtemelen Kızılırmak yayının içi
olmuştur. Bunun yanında Babaî isyanını takip eden yıllarda bu harekete mensup
şeyhlerin uç bölgelerine dağılmaları neticesi bilhassa Batı Anadolu’da
açtıkları zâviyeler, tabiî olarak Bektaşîliğin ikinci derecede merkezleri
haline gelmiştir.[39]
Osmanlı fetihlerinin Rumeli’de devam ettiği yıllarda birçok Bektaşî
dervişinin Rumeli’ye geçerek buranın İslâmlaşmasında ne denli önemli rol
oynadığını önceden belirtmiştik. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptığımız
çalışmalarda Anadolu’dakiler kadar Bektaşî tekkesinin burada da tesis edilmiş
olduğunu gördük. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu tekkelerin isimlerini ve
bulundukları yerleri çalışmamızın “ekler” bölümünde vereceğiz.
Yine arşiv çalışmalarımız sırasında Anadolu, Rumeli ve İstanbul dışındaki
yerlerde kurulan Bektaşî tekkelerine -biri hariç, Halep’teki Bayram Baba
tekkesi[40] ki, bu da Yılmaz Soyyer’in
bahsettiği üzere daha sonra Halvetî tekkesi olduğu gerekçesiyle tekrar
açılmıştır[41] - tesadüf edemedik. Yalnızca
Girid’deki Bektaşî topluluğuna dair kayıtlara rastlayabildik.[42] Buna mukabil F.W. Hasluck "Bektaşîlik
Tedkikleri” adlı eserinde, el-Cezire ve Irak, Mısır, Romanya, Arnavutluk,
Epîr, Teselya gibi bölgelerdeki Bektaşî tekkelerinden bahsetmektedir.[43]
El-Cezire ve Irak: Şiîlerin mübarek saydığı ziyaretgahların
yakınlarında Bektaşî tekkeleri vardı ve bunlar ihtimalen muntazam tekkeler
olmaktan ziyade buraya gelen Bektaşî ziyaretçiler için istirahat mahalleriydi.[44]
Mısır : Hasluck’un Kahire’de bulunan Mukattam’daki Bektaşî
zaviyesi için bu tarikatın yegâne müessesesidir demesine[45]
rağmen, F. Köprülü, çoğunluğunu Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere dayanarak
burada dört Bektaşî tekkesinin bulunduğunu söyler. Bunların adları ise Haşan
Baba, Kaygusuz Baba, Abdullah Ensâri ve Kasru’l-Ayn Tekkeleridir.[46]
Bektaşîlik Mısır’da Abdal Musa’nın müridlerinden olan Kaygusuz Sultan’ın
buraya gelerek bir tekke kurmasıyla başlar. Ancak Bedeviye gibi Mısır’da çok
güçlü olan yerli tarikatler karşısında Bektaşîliğin burada tutunabilmesi
imkansızdı. Bektaşîlik mesela, Makedonya, Arnavutluk, Teselya ve Girid’de
olduğu gibi gayrimüslim unsurlar arasında güçlü bir İslâm misyonerliği
göstermenin mümkün olduğu yerlerde veyahut göçebe Türkmen bölgelerinde kök
salabiliyorken, müslüman Mısır’da tutunamamış ancak burada bulunan Türkler ve
Arnavutlar arasında yayılabilmiştir.[47]
Balkanlar ve Doğu Avrupa ; Fetihlerle
birlikte Bektaşîliğin yayılma sahaları da Bulgaristan, Girit ve hatta
Macaristan gibi pek çok memleketi içine aldı. Hasluck buna Romanya’yı da
eklemektedir.[48] Özellikle Arvanutlar arasında
tutunan Bektaşîliğin buradaki gücünü Hasluck Tepedelenli Ali Paşa’ya
bağlamaktaysa da F. Köprülü, Evliya Çelebi’ye dayanmak suretiyle XVI.yüzyılda
bu yayılışın başladığını belirtir.
Bektaşî tarikatinin coğrafi dağılımını bu şekilde belirttikten sonra
günümüzde, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1925’teki tekke ve zaviyelerin
kapatılmasıyla ilgili kanundan sonra, diğer tarikatlar gibi Bektaşîlik de
resmen olmasa bile fiilen mevcudiyetini devam ettirmektedir. Yine bugün eski
Türk toprakları olan bölgelerde yaşayan müslümanlar arasında özellikle de
Arnavutluk’ta Bektaşîlik az çok devam etmektedir.
Osmanlı ordusunun daimî ve hâzineden ulûfe alan kapıkulu askeri
zümresinin en önemli sınıfıdır. Yeniçeriler, padişahın hassa kuvveti yani onu
korumakla görevli özel muhafızları olup, sefer zamanlarında onun emir ve
kumandası altında bulunurdu. Kurulduğu yıllarda uç beylerine karşı padişahın
merkezi otoritesini de temsil eden Yeniçeriler, daha sonraları eyalet
kuvvetlerine karşı da bu otoriteyi devam ettirdiler.[49]
Rumeli’deki ilk Osmanlı akınlarında fütûhatın devamının, daimî bir ordu
ile mümkün olacağının anlaşılması, Türklerden oluşturulan yaya kuvvetlerinin
yeterli gelmemesi ve bunların devlete karşı bazı yolsuz hareketleri göz önüne
alınarak, müslüman edilen hristiyan esir gençlerden müteşekkil yeni bir askerî
kuvvet meydana getirilmiştir.[50] I. Murad zamanında,
Edirne’nin fethinden sonra, Çandarlı Kara Halil Paşa’nın teşebbüsü ile Yeniçeri
(yeni-asker) adı altında oluşturulan bu askerler ilk olarak Çanakkale
Boğazı’nda asker nakleden gemilerde kullanılmaya başlanmıştır.[51]
Yeniçeri Ocağına asker yetiştirmek için kurulmuş olan “Acemi Ocağı” ise
yine Çandarlı Kara Halil ile Karamanlı Molla Rüstem’in çalışmaları sonucu ilk
defa Gelibolu’da meydana getirilmiştir. Acemi oğlanı iki şekilde alınırdı.
Bunlardan biri savaşlarda elde edilen erkek esirlerin beşte birinden (pençik),
diğeri ise Osmanlı tebaası hristiyan çocuklarından. Savaşlarda elde edilen
esirlerin asker olarak alınmasıyla ilgili olarak “Pençik Kanunu” tertib
edilmiştir. Bu sebeple alınan esir çocuklara “Pençik oğlanı” adı verilmiştir.
Pençik oğlanlarının önemli bir kısmı akıncıların düşman memleketlerine
yaptıkları akınlar sonucu elde edilirdi. Pençik oğlanlarının Anadolu’ya
gönderilerek az bir bedel karşılığında Türk çiftçilerinin hizmetine verilmesi
kararlaştırılarak bunların Türk-îslâm terbiyesi alıp, Türkçeyi öğrenmeleri
sağlanmış oldu ve daha emniyetli bir şekilde hizmet edeceği düşünüldü. Aynı
usûl daha sonra devşirmelere de tatbik edilmiştir.[52]
Acemi Ocağı teşkilatı daha sonraları fetih hareketlerinin genişlemesi
nedeniyle askere duyulan ihtiyacın artması ve bazı siyasî olaylar Pençik
oğlanından başka “Devşirme” ismiyle Rumeli tarafından ocağa çocuk toplanmasını
gerekli kıldı. Bunun için bir Devşirme Kanunu çıkarıldı ve ihtiyaca göre 3-5
senede ve bazen daha da uzun bir müddette hristiyan tebaadan 8 ile 20 yaşları
arasında sıhhatli ve güçlülerden Acemi Oğlanı alınmaya başlandı. İlk önceleri
Rumeli’den bu tarz çocuk toplanırken bu uygulama XV. yüzyıl sonları ve XVI.
yüzyıl başlarından itibaren Anadolu’ya da şamil olmuş, XVII. yüzyılda ise bütün
devleti içine almıştır.[53]
XVI. yüzyılın ortalarına kadar evlenmeleri yasak olan Yeniçeriler İstanbul
ve Edirne’de oda denilen kışlalarda bekar hayatı yaşarlardı. Fakat I. Selim’in
Yeniçeri emekdarlarına bahşettiği evlenme hakkı zamanla genişleyerek bütün
Yeniçerilerin arasında yayılmıştır.[54]
Elbette bu durum Ocağın bozulmasında çok önemli bir rol oynamış, ileride
savaştan korkan, sefere katılmayan Yeniçerilerin ortaya çıkması belki de aile
sahipliğinin verdiği sorumluluk duygusuyla birlikte, geride kalanlar için
duyulan korku ve endişenin de bir sonucu olmuştur.
Yeniçeri Ocağının başı yeniçeri ağası olup, Acemi Ocağı’nın da amiri
sayılırdı. Yeniçeri Ağası “Divan-ı Hümayun”un aslî üyelerinden olduğu gibi
payitahtın inzibatî işlerinden de mesuldü. Ağa Ocak’ta bulunmadığı zaman
sekbanbaşı kendisine vekalet ederdi.
Yeniçeri Ocağı kuruluşundan itibaren XVI.yüzyılın ortalarına kadar
gelişerek bu tarihte bütün teşkilatıyla tam ve mükemmel bir hale gelmişti.
Ocağın bozulmasında, birinci derecede kuvvetli bir elin Ocak üzerinden
kalkması, makam ve mevki hırsı ile can kaygısıyla vezirlerin ve ağaların kendi arzularına
hizmet etmek üzere Ocağı isyan için tahrik etmeleri etken olmuştur.55
Bir de III. Murad devrinde devşirme kanununa aykırı olarak Ocağa yabancı
kişiler kaydedildi, böylece; talimsiz, başıboş kimselerin Ocağa girmeleriyle bu
askeri teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya
azlettiren56 işe yaramaz, hatta zararlı bir teşkilat haline geldi ve
İstanbul’da zaman zaman meydana gelen isyan hareketlerinde başlıca güç unsuru
olarak yer aldı. Bunların yanında Ocak yıkılana kadar savaşlarda alınan peş
peşe mağlubiyetlerle birlikte duyulan korku, gevşeklik ve itaatsizlik sürüp
gitti.
Yeniçeri Ocağının düzenlenmesi için bir çok kereler teşebbüste
bulunulduysa da buna muvaffak olunamadığından bu durumu Ocağın yıkılarak tarihe
gömüldüğü 9 Zilka’de 1241/ 15 Haziran 1826'ya kadar devam edip gitmiştir. [55] [56]
C.
BEKTAŞÎ - YENİÇERİ İLİŞKİSİ
Bektaşîliğin Yeniçeri Ocağı ile olan çok sıkı bağı, bütün yeniçelerin
Bektaşî olması, hatta bu asker ocağına “Ocağ-ı Bektâşîyân” veya “Hacı Bektâş
Ocağı” denmesi ve bunların kendilerine “Tâife-i Bektâşîyân” ismini
vermelerinden rahatlıkla görebilmekteyiz. Yine Yeniçerilerin “Gürûh-ı
Bektâşîye”, “Zümre-i Bektâşîyân” adlarıyla anılmaları ile Ocak’taki derece ve
terfi silsilesine “silsile-i tarîk-i Bektâşîyân” denilmesi ve Ocak ağaları
hakkında da “sanadîd-i Bektâşîyân”, “ricâl-i dudmân-ı Bektâşiye”[57] gibi tabirler
kullanılması elbetteki bu yakın münasabetin bir göstergesidir.
Yeniçerilerin Hacı Bektaş-ı Velî’ye olan bağlılıklarının nasıl
başladığına dair bazı hikayeler vardır ki bunların en meşhuruna göre, Orhan
Gazi zamanında Yeniçeri Ocağının teşkiline başlandığı sırada Hacı Bektaş-ı
Velî’ye gidilerek, bu yeni asker hakkında duası talep edilmiş, o da kendisine
gelenleri hüsn-i kabul ile kendi hırkasından onlara birer abâ parçası hediye
etmiştir. Onlar da bunları başlarına takmış olduklarından bundan sonra
Yeniçerilerin hepsi başlarına keçe takmayı gelenek edinmişlerdir. Bunun gibi
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Osmanoğullarının gelecekteki uzun saltanatını
müjdelediği, Osman Gazi’ye kılıç kuşattığı, Yeniçeri Ocağının kuruluşunda
manevi bir pîr ve hâmî rolü oynadığı hakkında çeşitli rivayetler bulunmaktadır.
Fakat ölüm tarihi üzerinde az da olsa ihtilafların olmasına rağmen 1271’de
öldüğü kabul edilen Hacı Bektaş-ı Velî’nin bu sayılanlarla hiçbir alâkası
olamıyacağı ortadadır. Daha önemlisi I. Murad devrinde 1362’de kurulduğu
bilinen Yeniçeri Ocağı ile hiçbir şekilde maddi bir ilişkisinin imkan dahilinde
olmadığı âşikârdır.
Öyleyse Yeniçeriler Hacı Bektaş-ı Velî’yi niçin manevî kurucu
seçmişlerdir? Bunun cevabı birbirine karışmış iki sebebe dayanmaktadır.
Bunlardan birincisi, Hacı Bektaş-ı Velî’ye manen bağlı bulunan Abdal Musa,
Abdal Murad, Geyikli Baba ve daha birçok Rum abdalı, mücahit Türkmen babaları
ve Ahiler Osmanlı devletinin ve Yeniçeriliğin kurulmasında büyük hizmetlerde
bulunmuşlardı. Bu yüzden ilk Osmanlı padişahlarının takdir ve sevgisini
kazanmış olan bu kimseler, pîrleri Hacı Bektaş-ı Velî’nin adını yaşatmak
istemişlerdir.[58]
İkinci neden olarak, araştırmacıların genelde birleştikleri bir nokta
Osmanlı beylerinin bir fütüvvet teşkilatı olan Ahîlikle yakın ilişkisi
sonucunda Hacı Bektaş-ı Velî, Yeniçerilerle özdeşleştirilmiştir. Bilindiği
üzere her mesleğin bir pîri olması bir ahilik geleneğidir ve bundan dolayı da
Hacı Bektaş-ı Velî Yeniçeri Ocağının pîri sayılmıştır.[59]
Daha sonraları, XIV.yüzyıl başlarında Ahilerin siyasî gücü ve oynadıkları rolün
kıymeti yavaş yavaş kaybolup, Ahîliğin dinî ve ahlâkî yönü Bektaşîliğe mal
olduğu zaman bu özdeşleşme daha da belirginleşerek devam edip gelmiştir.[60]
Daha sonraki dönemlerde de Yeniçeri-Bektaşî münasebeti çok sıkı bir
biçimde süregelmiş; Tarikat, Ocağın fikrî ve siyasî yörüngesine hakim olmaya
devam etmiştir. Hatta Yeniçeri Ocağının bozulmaya başladığı devir olarak kabul
edilen XVI. yüzyıl ortalarından sonraki dönem[61]
bazı aratırmacılara göre Bektaşîlikteki bozuluşla aynı zamana tekabül
etmektedir.[62] Gerçi Yeniçerilikteki bozuluşu
tamamıyla Bektaşîlikteki bozuluşa maletmek niyetinde olmasak da, Bektaşî
tarikatinde var olduğu söylenen bu bozulmanın, tarikata mensup olanları
etkilemediği düşünülemez. Her ne kadar Bektaşîliğin İslâm öncesi Türk inancıyla
sair inançların karışımından ortaya çıkmış bir inanç sistemi olduğuna dâyânarak
çalışmamızın giriş bölümünü hazırlamaya çalıştıksa da, nihayet bu tarikatın
1826’da kapatıldığı zamanki haliyle teşekkül etmediği ve bir bozuluş süreci
yaşadığı anlaşılmaktadır.
Büyük bir ihtimalle de bu bozuluş, Tarikatla içiçe olan Ocağın
bozuluşuyla beraber seyretmiş ve iki müessesenin yakın münasebeti nedeniyle
bilinen sonu ikisi birden yaşamışlardır.
Yeniçerilerle Bektaşîler arasındaki ilişkilerin belki de düzenleyici
merkezi Ocağın 94. cemaat ortasında bulunan tekke idi. Burada Hacı Bektaş
babalarından biri “Hacı Bektaş Vekili” olarak otururdu.[63]
Hacı Bektaş Türbesi’ndeki baba vefat ettiği zaman yerine geçen baba İstanbul’a
gelirdi. Burada Yeniçeriler bu babayı alarak tören ile Ağakapısına götürürler,
ardından önce Yeniçeri ağası tarafından tacı giydirilir, sonra Bâbıâlî’ye
gidilip orada da sadrazam tarafından kendisine ferace giydirilirdi. Bu yeni
Bektaşî babasının Pîr evine dönünceye kadar Yeniçeriler tarafından misafir
edilmesi usuldendi.[64]
I. BÖLÜM
YENİÇERİ
OCAĞININ İLGASI VE BEKTAŞÎ
TARİKATININ YASAKLANMASI
Yeniçeri ocağının ilgasından sonra gerek Yeniçerilerle olan ilişkisi,
gerekse şeriata aykırı davranışlarından dolayı Bektaşî tarikatı da lağv
edilmiş, bu tarikata ait tekkelerin son 60 sene içerisinde inşa edilenleri
yıkılmıştır.
Bektaşî tarikatının ilgasının sebebi, Osmanlı resmî makamlarının
yazışmalarında Bektaşîlerin şeriata aykırı amel ve hareketlerde bulunmaları
olarak gösterilmiş, ilganın siyasî sebebinden pek az bahsedilmiştir. Gerçekten
de bu ilga kararında Yeniçerilerle çok yakın ilişkisi olan tarikattan duyulan
rahatsızlık, bunların Yeniçerilere yaptıkları bir bakıma yataklık en önemli
etken olmuştur. Kafasında tasarladığı planlara ulaşmak amacında olan, daha
açıkçası o zamanki Osmanlı geri kalmışlığının farkında olan II. Mahmud’un
Devletin bu durumdan kurtulması için düşündüğü en önemli çare olan “askeri
alandaki yenilik” fikrini hayata geçirebilmesi, başıbozuk Yeniçeri ordusunun
ilgasıyla mümkün görünmekteydi. Neden ilga?
Daha XVI. asrın ortalarında teşkilat yapısı bozulan Yeniçeri Ocağı, bu
zamandan sonra gittikçe yarardan çok zarar getiren bir zümre halini almış,
dahası bir çok kereler devlet otoritesini sarsan hatta daha da ileri gidip
sultan bile katleden bir ocak olup çıkıvermiştir. Sultan Mahmud başa geçtikten
sonra son derece gizli bir şekilde ve yavaş yavaş ülkenin nüfuzlu zümrelerini kendine
bağlayarak bir nevi sindirmişti. Ancak III. Selim’e yaptıkları akıldan
silinemeyen Yeniçerilerin istediği tarzda kendine bağlanamayacağını bilen
Sultan için herhalde tek yol vardı. O da Ocağın ilgası.
Sultan Mahmud belki Yeniçeri Ocağının ortadan kaldırılmasında, belki de
yalnız düzenli ve talimli bir ordu teşkil ettirmek amacıyla “Eşkinci Ocağı”[65]nı kurmaya karar verdi. Fakat
her böyle bir yenilik teşebbüsünde Yeniçerilerin ayaklandığı unutulmamaktaydı.
Bunun için ihtiyatlı davranmaya karar verildi. Sadaret makamına gücü ve
dirayetiyle tanınan Benderli Selim Paşa getirilirken, yeniliklere taraftar
görünen İzzet Mehmed ve Ağa Hüseyin Paşa’lar da Boğaz’da Anadolu ve Rumeli
yakalarına memur edildiler. Ekseriya Yeniçerilerin tahrikleriyle kolayca isyana
katıldıkları bilinen boğaz muhafızları ile Tophane ve Tersane Ocakları da
gönülleri alınmak suretiyle saraya yaklaştırılıp bağlandılar. Daha sonraları
“Vak‘a-i Hayriye” denilen Ocağın ilgası olayında bunlardan da faydalanılacaktı.[66]
Yeniçeriler, Şeyhülislâm Kadızâde Tahir Efendi[67]
nin bir fetvası ile kendi içlerinden seçilecek Eşkinci Ocağı’nın yeni usul ve
eğitimini
5 Zilka‘de 1241/ 11 Haziran 1826’da kabul ettiler ancak, üç gün sonra bu
ocağın teşkilini bahane ile isyan ederek Bâbıâlî ve Ağakapısını yağma ettiler.
Bunun üzerine İzzet Mehmed Paşa ile Ağa Hüseyin Paşa’ya bağlı 3000 kadar sekban
askeri, topçu ve humbaracılar, medrese öğrencileriyle bunların hocaları, daha
sonra da vükelâ ve ulemâ saraya çağrıldı. Bunları cesaretlendirmek için
“Sancak-ı Şerif’ yerinden çıkarılarak Sultan Ahmed Camii’nin mihrabına kondu.
Ardından Sultan Mahmud taraftarlarıyla Yeniçeriler arasında çatışmalar başladı
ve kısa bir süre sonra Yeniçeriler yenilgiye uğratıldı. Yeniçerilerin bazıları
öldürülürken, bazıları kaçmayı başarabilmişti.[68]
Yeniçeri Ocağının geleceği konusunda, çatışmalardan iki gün sonra 11
Zilka‘de 1241/ 17 Haziran 1826’da Meşveret Meclisi toplandı. Burada Ocağın
kadim olması hasebiyle bütün yaptıklarına ve son olaylara rağmen tekrar ihyası
yönünde bir hava belirince, bundan rahatsız olan Reisülküttab Şeyda Efendi
yaptığı konuşmada; Yeniçerilerin şimdiye kadar sayısız kötülükler yaptığını,
bunlara defalarca nasihat edildiği halde yola gelmediklerini ve daha
imzaladıkları Eşkinci Ocağının teşkiline dair hüccetin mürekkebi bile kurumadan
nasıl isyan ettiklerini dile getirmiş, Yeniçerilere güvenilemeyeceğini ve bu
fırsatın bir daha ele geçmeyeceğini ifade ile mecliste bulunanların oylarını
Ocağın kaldırılması yönünde etkilemiştir. Anlaşıldığı üzere Meşveret Meclisi’ne
katılanlardan bir kısmı Ocağın kadimliği bahanesine sığınarak kapatılmamasını
düşünmekteydiler. Ancak elbette bu görüşlerini Yeniçerilere karşı duyulan
korkunun bir ifadesi olarak ele almak gerekir.[69]
Yeniçeri Ocağının ilgasından sonra Padişah ve taraftarlarına karşı cephe
alıp doğal olarak Yeniçeriler safında yer alan Bektaşîler’dedir sıra.
Anadolu’nun ve Rumeli’nin İslâmlaşma ve Türkleşmesinde çok büyük emeği bulunan
bu tarikat ve mensupları, belki Yeniçerilik ile birlikte zamanla bozuldukları,
şeriat dairesinden de uzaklaştıkları için ortadan kaldırılmışlardır. Fakat bu
görüş ancak Osmanlı resmî evrâkında ve bazı yazarların eserlerinde beiirse de
Ahmet Yaşar Ocak’ın görüşleri, bu çalışmanın giriş bölümünde uzunca anlatıldığı
gibi daha farklıdır. Yani Bektaşîlik, daha kuruluş yıllarından beri hep bir
gayri sünnî tarikat olmuş, onların sünnî inancına göre şer’î sınırlardan
çıkması son dönemlerde olmamıştır. O halde çizgisi hep bilinen Bektaşîliğin
ilgası neden 1826’lara kadar gecikmişti? Madem ki şeriata uymayan davranışları
vardı niçin bu yıla kadar, Yeniçeriliğin ilgasına kadar beklendi? Bu soruların
cevabı elbette ki “siyasî sebepler”den dolayı olsa gerek. Çalışmamızın ileriki
kısımlarında bu husus üzerinde durulacaktır.
Bektaşî tarikatı, bu dönemde Osmanlı Devletinin varlık ve düzenini
kemiren Yeniçerilik sorunuyla paralel seyretmenin de ötesinde, ocağın ana
destekçisi, temel fikir kaynağı olarak görülmüştür.[70]
Fakat belirtmek lazım ki, bu devirde bile Bektaşî tarikatı bütünüyle
suçlanmamış, tarikatın pîri olan Hacı Bektaş-ı Velî’ye ve diğer ileri gelen
Bektaşî büyüklerine asla dil uzatılmamış, hatta bu zatlardan hürmetle
bahsedilmiştir.[71] Bununla alâkalı olarak
daha sonraki bölümlerde ele alacağımız Bektaşî türbelerinin kutsal
sayılarak yıkılmadıklarına ve türbelerde medfun zatların yine hürmetle
anıldıklarına, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulduğumuz belgelerde
rastlamaktayız.[72] Burada belirtmeliyiz ki, bu
belgelerden “zamane Bektaşîliği” denen ilganın olduğu yıllardaki Bektaşîlik ile
önceki dönemlerdeki Bektaşîliğe karşı beslenen hisler arasındaki fark açıkça
görülmektedir.
Herhalde Yeniçerilerle yakınlığı dolayısıyla
Bektaşîlere birçok suç isnad edilmiştir. Bunların arasında Rafızilik[73] ile nitelendirilme, yani Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in halifeliklerini tanımayarak bunlara yapılan
saygısızlık ve söylenen küfürler, namaz kılmamak, oruç tutmamak, gusül ve
temizliği reddetmek, içki içmek, dinî vecibelerle alay etmek, Hz. Muhammed’e
saygısızlık ve Hz. Ali’ye kelime-i tevhid’i telkin etmek, yani “Ali Allah’tır” demek[74] sayılabilir. Yine Başbakanlık
Osmanlı Arşivi’nde bulunan Bektaşîlerle alâkalı, tarikatın ilgasından sonra
düzenlenen hemen tüm belgelerde Bektaşîlerin “mülhid”(dinsiz) olarak
nitelendirildiği görülmektedir.[75] [76]
[77]
Bektaşîliğe yöneltilen itham ve tenkitlerin, sonradan tarikata girmiş
bulunan Hurûfî (Allah’ın harfler şeklinde tecellisine inanma) unsurlara yönelik
oldukları söylenebilir. Ne var ki tenkit ve ithamları yöneltenler böyle bir
ayırımdan söz etmemişlerdir. Buna göre Bektaşîliğin ilgasının, tarikatlara
karşı bir icraat değil, Yeniçerilerle münasebeti dolayısıyla çok siyasî bir
durum arzeden bu tarikata karşı bir icraat olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim
1826’da ilga ile birlikte, Ocağın 94.Orta’sında oturan ve miralay rütbesiyle
temsil edilen Bektaşî şeyhliğine son verilmekle birlikte, ruhsal kurumun orduda
temsil edilmesine son verilmemiştir. Aynı temsil bu defa “Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediye”[78] bünyesinde ve müşir (mareşal)
rütbesiyle bir Mevlevî şeyhi tarafından icra edilmeye başlanmıştır.[79]
A. MEŞÂYİH MECLİSİ’NİN TOPLANMASI VE ALDIĞI
Yeniçeriliğin ilgasından sonra 2 Zilhicce 1241/ 8 Temmuz 1826 tarihinde
Saray-ı Hümâyûn Camii’nde Bektaşî tarikatının durumunu görüşmek amacıyla bir
meclis toplatılır. Mecliste başta Sadrazam olmak üzere, o anki ve eski
şeyhülislâmlar, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri ile Meşâyih-i Nakşibendiyye’den
Beşiktaş’daki Yahya Efendi Türbedarı Hafız Ahmed Efendi, Eyüp’teki Kaşgârî
Tekkesi Şeyhi Balmumcu Mustafa Efendi, Mevlevi meşâyihinden Galata
Mevlevîhanesi Şeyhi Kudrettuilah Efendi, Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Ali
Efendi, Beşiktaş Mevlevîhanesi Şeyhi Abdülkadir Efendi, Halvetî meşâyihinden
Koca Mustafa Paşa’daki Sünbüliye Şeyhi ile Zâkirbaşı Şikarizâde Şeyh Ahmed
Efendi, Merkez Efendi Dergahı Şeyhi Ahmed Efendi, Üsküdar’da Nasuhizâde Şeyh
Şemseddin Efendi, Celvetî meşâyihinden Hüdâyî Dergahı Şeyhi Şehab Efendizâde
Seyyid Efendi ve Bandırmalızâde Galib Efendi, Sa‘diyye meşâyihinden Kovacı Şeyh
Emin Efendi ile rical-i şûrâ hazır bulunuyordu.[80]
II. Mahmud’un kafes arkasından dinlediği Meşâyih Meclisi’ndeki
müzakereler dönemin Şeyhülislâmı Kadızâde Mehmed Tahir Efendi'nin sözleriyle
başladı. Şeyhülislâm konuşmasında Hacı Bektaş-ı Velî’yi ve diğer pîrânı Allah
ehli olarak niteleyip “bunlara asla diyeceğimiz yoktur” diyerek Bektaşî
büyüklerinden saygı ve hürmetle bahsettikten sonra, “tarikat-ı aliyye denilen
büyük tarikatlardan birine intisab edildiğinde, her şeyden önce şeriata tam
olarak bağlanılması gerekir; hatta şeriatta mekruh olan tarikatta haram
seviyesindedir. Bazı cahiller Bektaşîlik adıyla nefsî arzularına uyarak dinî
vecibeleri yerine getirmemeye başlamışlardır. Bu insanların kafir oldukları
söylenmekte ve duyulmaktadır” dedikten sonra Şûrâ’da hazır bulunanların bu
husustaki görüşlerini almak istediğinde, bazı şeyhler “o taife ile görüşmemiz
yoktur, bu yüzden hallerini bilmeyiz” derken, bazı şeyhler de “Üsküdar
taraflarında böyle münkeratın (şeriatçe yasaklanan şeylerin) vuku‘ı had safhaya
gelmiştir” demişlerdir.[81]
Şûra’ya katılan ulemâdan bazıları, Bektaşîlerin genel görünüşünün şeriata
aykırı hareketlere cesaret ettikleri şeklinde olduğunu ancak onların herbirini
aynı kefeye koymanın yanlış olacağını, bunların Kitap ve Sünnet üzerine olan
durumlarının tek tek incelendikten sonra şer‘î hükmün verilebileceğini belirtmişlerdir.
Bu duruma binaen Bektaşîlerin önce tutuklanarak Darphane hapishanesine
konulmalarına; burada bunlara dinî sorular yöneltilerek itikadlarının ne derece
doğru veya sapkın olduğunun belirlenmesine karar verilmiştir. Sorulara doğru
cevap verebilenlerin serbest bırakılmasına, itikadının bozukluğu
anlaşılanların, ulemânın çok bulunduğu Hadim, Birgi ve Kayseri gibi yerlere
nefy (sürgün) edilmelerine karar verilmiştir.[82]
Meclis’in verdiği en ağır karar ise Üsküdar’daki Bektaşî dergahının şeyhi
Kinci Baba ile İstanbul Ağasızâde Ahmed ve Hâcegândan Salih Efendi hakkında
olmuştur. Bunlar oruç tutmamak, namaz kılmamak ve İslâm büyüklerine dil uzatmak
suçlarından
“dinsiz” olarak kabul edilmişler, yine etraflarındaki cahil halkı da
kendi sapık yollarına düşürdükleri gerekçesiyle katledilmeleri vacib
görülmüştür.[83] Şûra meclisinin bu kararından
bir gün sonra hazırlandığı anlaşılan bir belgede, öngörülen bu cezaların
uygulanılması istendiği görülmektedir.[84]
Meclis’in aldığı karara göre, İstanbul’daki Bektaşî tekkeleri “kadim”
(eski) ve “muhdes” (yeni-sonradan inşa olunmuş) olarak iki gruba ayrılmış, bu
tekkelerden 60 yıl öncesine kadar inşa edilenler kadim kabul edilerek bunlara
dokunulmaması; ancak son 60 yıl içinde bina edilenlerin yıkılması
öngörülmüştür.[85] Meclisin bu kararına riayet
eden II. Mahmud bir ferman yayınlamış, öncelikle Dersaadet civarındaki Bektaşî
tekkelerinin tahkîk edilerek bunların Meclis’in kararına uygun bir biçimde
icraya tabi tutulmasını istemiş, yine bu fermanda muhdes olsa bile yıkılan
tekkelerin içlerinde bulunan türbelere dokunulmamasını istemiştir.[86] Bunun yanında kadim tabir
olunan tekkelere Nakşibendiyye’den birer türbedar tayinini Meclis’in
kararındaki gibi emretmiştir.[87]
B. TARİKATIN
İLGASINDAN SONRA BEKTAŞÎLERE VE BEKTAŞÎ TEKKELERİNE UYGULANAN MUAMELE
Meşâyih Meclisi’nin Bektaşîler ve Bektaşî tekkeleri hakkında aldığı
kararlardan sonra II. Mahmud’un bir ferman yayınladığını yukarıda belirtmiştik.
Sıra bunu uygulamaya gelmiştir.
II. Mahmud verilen bu kararın önce İstanbul’daki Bektaşî tekkelerine
uygulanmasını, daha sonra Anadolu ve Rumeli’nin Bektaşî’lerden temizlenmesini
istemiştir.[88] 4 Zilhice 1241/ 10 Temmuz 1826
tarihinde yani Meşâyih Meclisinin toplanmasından iki gün sonra, gerek
Bâbıâlî’den gerekse Bâbıfetvâpenâhî’den (Şeyhülislâmlık merciinden) gönderilen
memurlarla tekkeler basılıp,[89] içlerinde
bulunanlar birer ikişer yakalanmaya başlandılar. Bunlar tutuklanıp Darphane
hapishanesine gönderiliyorlardı. Burada fermân-ı âlî gereğince Şeyhülislâm
Efendi tarafından akaid yoklamasına tabi tutulduktan sonra, sorulara doğru
cevap verenler affedilip serbest bırakılmış, cevap veremeyenler sürgün
edilmişlerdir.
En başta İstanbul’daki Bektaşî tekkelerinin şeyhlerinin yoklamalarında
takıyye yaptıkları düşünüldüğünden,[90]
bunların biri hariç -ki o da idam edilmiştir- hemen hepsi ehl-i sünnet ulemanın
çok olduğu Anadolu şehirlerine sürgün edilmişlerdir.[91]
Ancak şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki Bektaşî tekkelerinde bulunan her
dervişe ille de sürgün edilmeli gözüyle bakılmamış, bunların aralarında da
itikadları düzgün olanların dikkatlice belirlenmesine çalışılmıştır; yani
adları Bektaşî olsa bile yine itikaden ne durumda oldukları anlaşılmaya
çalışılmıştır.[92] Buna göre:
Karaağaç Tekkesi Şeyhi, Hacı Bektaş Vekili denilen İbrahim Baba ile 8
Bektaşî Birgi’ye,
Şehidlik Tekkesi Şeyhi Mahmud Baba ile 7 Bektaşî Kayseri’ye,
Öküzlimanı Tekkesi’ndeki Ahmed Baba ile 2 Bektaşî Hadim’e,
Yedikule, Kazlıçeşme’de bulunan Mehmed Baba Tekkesi Şeyhi Hüseyin Baba
ile 2 Bektaşî Hadim’e,
Sütlüce Bademli Tekkesi Şeyhi Mustafa Baba
Birgi’ye,
Eyüp’de bulunan Karyağdı Baba Tekkesi Şeyhi Mustafa Baba 3 Bektaşî ile
Birgi’ye,
Büyük Çamlıca’daki Tahir Baba Tekkesinin Şeyhi Mehmed Baba Tire’ye,
Nerdibanlıköy (Merdivenköy) Tekkesi Şeyhi Mehmed Baba ve 4 Bektaşî Tire’ye,
Üsküdar’da Kasım Ağa mahallesinde bulunan Mürüvvet Baba Tekkesi Şeyhi
Mustafa Baba Tire’ye,
Karaağaç Tekkesinde misafir bulunan Yusuf Baba Amasya’ya, yine aynı yerde
bulunan Antepli Mustafa Baba Güzelhisar’a ve idam edilen Kinci Baha’nın kardeşi
Mehmed Baba yine Tire’ye sürgün edilmişlerdir.[93]
Ayrıca Bektaşî tarikatının merkezi durumundaki Hacı Bektaş (Mucur)
Tekkesi’nin Şeyhi Hamdullah Efendi de Amasya’ya sürgün edilmiştir.[94] Yine Bektaşî olan Kapan
Veznedarı Aziz ile Haremeyn Veznedarı Arif de Birgi’ye sürgün edilmişlerdir.[95]
Bu sürgünlerden Bektaşî olmayanlar dahî nasibini almış ve bu devir o
denli koyu bir temizlik hareketine sahne olmuş ki, artık birbirlerine garezi
bulunanlar da Sultan Mahmud’un Yeniçeri ve Bektaşî düşmanlığından yararlanıp “o
Bektaşîdir”, “bu Yeniçeri muhibbidir” diyerek haksız sürgünlere bile sebep
olmuşlardır. Ahmed
Cevdet Paşa’nın, genelde Üss-i Zafer[96]den naklettiği bilgiye
göre Anadolu payelilerinden eski Bursa Kadısı Murad Mollazâde Arif Efendi
bundan böyle İstanbul’a ayak basmamak üzere Aydın Güzelhisar’a sürgün
edilirken, yine Bektaşîlik ithamıyla Anadolu Payelilerden eski Medine kadısı
Melek Paşazade Abdülkadir Bey Manisa’ya, Vak‘anüvis-i sabık Şanizâde Mehmed
Ataullah Efendi Tire'ye ve Şıkk-ı Sâlis Defterdarı İsmail Ferruh Efendi de
Bursa’ya sürgün edilmişlerdir.[97] Ancak Ferruh Bey o sıralar bir
tefsir kaleme alması sebebiyle bunu tamamlamasına izin verilerek Kadıköy’e
yerleştirilmiştir. Fakat bu son sayılan kişilerin Bektaşîlikle ilişkileri
olmadığı ve bunları çekemeyenler tarafından sürgün ettirildiklerini de
belirtmek gereklidir.[98]
Aslında mesele Ahmet Yaşar Ocak hocanın dediği kadar basit olup, sadece
bir kaç küçük zaviye şeyhinin sürgün edilmesi veya katli olsaydı,[99] sanıyoruz bu tip uygulamalara
rastlayamazdık; ya da Bektaşîler birazdan bahsedeceğimiz gibi sıkı bir takibata
uğratılmazdı. Bu meselenin boyutlarının büyüklüğü, konunun akışı içerisinde
daha açık bir şekilde görülecektir.
Yukarıda adı geçen şahısların takibatından başka Bektaşîlerin bulunduğu
her tekkede bir temizlik harekatına girişilmiş, hiç bir şekilde Bektaşîliğe
müsaade edilmemiştir. Bunun Osmanlı yönetimince ne kadar ciddiye alındığını
gösteren bir belgeden; İstanbul’daki Bektaşî varlığının hala sona
erdirilemediğinden ve
bunların zaman zaman ortaya çıkıp ileri geri konuştuklarından bahisle,
bunun sebebinin işlerini iyi yapamayan ihtisab memurları olduğu söylenmekte ve
akabinde îhtisap Ağası Mustafa’nın ve yardımcılarının mallarının ceza olarak
müsadere edilip, görevlerinden azledildiklerini görmekteyiz. Dahası bir hatt-ı
hümayun metninin sonunda “...mazallahu-te’âlâ bu husûsa vaktiyle tavır
alınmamış olaydı ne derece ihtilâl-ı âleme bâ ‘is olacak fenalıkların zuhûrı
derkâr idi..."9i ifadesi bulunmaktadır.
Bu sürgünlerden sonra İstanbul ve diğer bölgelerdeki Bektaşîlerin
tutuklanma ve yaşadıkları yerlerden kovulmalarına devam edilmiştir. Buna dair
Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde sayısız evrak vardır. Bunlardan bazılarına
değinecek olursak:
Üsküp’te bulunan Karacaahmed Türbesi’nin üç adet ehl~i sünnet türbedarı
olmasına rağmen burada misafir olarak kalan 7-8 Bektaşînin buradan kovulduğu;[100] [101]
Girit’teki Kandiye kalesi haricindeki Bektaşî tekkesindekilerin
kovularak, tekkeye ait çiftlik ve sair gelir getiren mülklere burada yapılacak
mescid ve mektebin imar ve masrafları için el konulduğu;[102]
Yine Girit adasındaki Resmo kazasında bulunan Bektaşî tekkesindeki
Bektaşîlerin kovulduğu ve zimmetlerinde olan paralara el konulduğu;[103]
Kırçova’da harab halde bulunan bir tekke binasına sığınan Bektaşîler yine
tekkeden ve Kırçova’dan kovularak, harab binanın da
yıkıldığı ifadeleri yer almaktadır.[104]
Bu sefer İstanbul’daki Bektaşîlere dair bir belgeden; Vak’a-i Hayriye
sırasında hapiste olmalarına rağmen Lüleci-Bektaşî oldukları bilinen 15 kişi[105] tutuklanmış, ardından diğer
Bektaşîler gibi Şeyhülislâmın akaid sorgusundan geçtikten sonra bunların 7
tanesinin ehl-i sünnet olduklarına kanaat getirilerek serbest bırakılmalarına,
diğer 8 tanesinin ise bozuk itikadları sebebiyle ayrı yerlere sürgün
edilmelerine karar verildiği anlaşılıyor.[106]
Bektaşîlere uygulanan muameleyi gösteren başka bir olay da Manastır’da
vuku bulmuş, burada yakalanan Esad adlı bir Bektaşînin üzerinde yapılan aramada
bir kitap bulunmuş, bu kitapta Kur’an ayetlerine kendi tabiatlarına göre söz
eklendiği tesbit edilmiş[107] ve bunun üzerine kölesiyle
beraber tutuklanıp mallarına ve parasına el konmuştur. Esad daha sonra
İstanbul’a gönderilip sorgusu yapıldığında, kendisinin cahil olduğunu ve
kitapta yazılı şeylerden bihaber olduğunu dile getirmişse de kendisine
inanılmayarak katledilmesi uygun görülmüştür. Yine Esad’ın zikredilen kitabının
içinde Selanik mutassarıfı Ömer Paşa’nın mühürdarının kardeşi Mahmud Bey’e ait
bir mektup bulununca, onun da bulunduğu yerden sürgün edilmesine karar
verilmiştir.[108]
Bu sefer, yapı itibariyle diğerlerinden farklı bir olay Üskürdar’da
olmuş, adı verilmeyen ancak “şaki” olarak nitelendirilen bir Bektaşîye mazbût
mîrî toprak devletçe zabtedildikten sonra müzâyedeye çıkarılarak 1000 kuruş
muaccele ile başka birine satılmıştır.[109]
En büyük Bektaşî tekkelerinden birisi olan Dimetoka’daki Kızıl Deli
Sultan’ın Bektaşîlerden temizlenmesi biraz daha zor olmuştur. Çünkü buradaki
Bektaşî sayısı hayli fazlaydı. Kızıl Deli Sultan tabir olunan tekke, iki adet
idi ve 24 adet köy, 7 un değirmeni, 2500 baş koyun ve keçi, 200 baş sığır,
40-50 kadar at ve 20-30 çift kara sığır öküzüne sahip büyük bir tekke idi. Bu
iki tekkede çift hizmetkarlarından, çoban, değirmenci ve atlarla ilgilenen
hademelerden başka hizmetçi Bektaşî ve derviş olarak 40-50 kadar kimse olup, zikrolunan
24 adet köyde de 700-800 kadar buraya bağlı Bektaşî vardı. Tekkede 150 kadar
bekâr Bektaşî olup ayrıca İstanbul’dan kaçan yeniçerilerin de buraya sığınması
ihtimal dahilindeydi. Bunun için buraya 70-80 atlı asker gönderilmiş ve
buradaki eşyaların kaçırılmamasını kontrol için de 2 mübaşir
görevlendirilmişti. Tekkenin şeyhleri İstanbul’a gönderilmişler, ardından
tekkenin meydan odaları camiye çevrilmiş ve diğer türbelerde olduğu gibi buraya
da sünnî birer türbedar tayin edilmiştir. Bu kadar büyük bir nüfusa sahip
tekkedeki Bektaşîlerin sürgün edilip edilmediklerine dair belgelerde bir kayda
rastlanmamaktadır. Ancak benzer başka örneklerden, burada bulunan Bektaşîlerin
de yakın kasaba ve şehirlerde toplatılıp, buralarda bunlara din telkini
yapıldığını söyleyebiliriz.[110] Zaten bu tip, yani
çiftçi-rençber takımından olup, büyük nüfusa sahip halkın sürgün edilmelerinden
ziyade bulundukları yerlere yakın merkezlerde itikadlarının düzeltilmesine
çalışılmıştır.[111]
Tekkelerin kapatılmasına, mensuplarının sürgün edilmelerine rağmen yine
de Bektaşîler toplum içinde varlıklarını devam ettirmişlerdir.[112]
İstanbul’daki ve diğer bölgelerdeki Bektaşîlerin ehl-i sünnet halk
arasından temizlenmesine bu denli çaba harcayan devrin yönetimi askerler
arasından da bunları ayıklamaya çalışmıştır. Bunun için “... Asâkir-i
Mansûre tertıblerinin içinde bulunan eski takımın tefrik ve ihracı ve bundan
böyle bir ân gafil bulunmayıp ale ’d-devâm basiret üzre olmak...” türünden
emirler verilmiştir.[113] Padişah tarafından Başbinbaşı
Osman Ağa bu tip askerlerin ordudan temizlenmesinde görevlendirilmiş, yine
diğer askerî erkân da bozuk halli ve şüphelilerin ordu içinden temizlenmeleri
hususunda tekrar tekrar uyarılmışlardır.[114]
Bu tip emirlere binaen Anadoluhisarı’nda Bektaşî Ahmed Ağa’nın önceden tertip
ettiği Mansûre askerleri içinden 53 tanesi buradan kovularak Ağrıboz muhafızı
Ömer Paşa’nın maiyetine gönderilmiş, yine Rumelihisarı’nda Bektaşî Velî Ağa’nın
tertib ettiği Mansûre askerleri içinden hiç kimsenin durumundan
şüphelenilmediği için buradan ihracına lüzum görülmemesine rağmen devrin
yönetimi, buna kanaat etmeyerek az önce bahsettiğimiz Başbinbaşı Osman Ağa’yı
bu askerleri tekrar gözden geçirmesi için uyarmıştır.[115]
Rütbesiz askerler arasında olduğu gibi subaylar arasında da eski takımdan
(yeniçerilerden) kimseler olduğu muhakkaktı. Ancak bunların İstanbul’dan
ihracı, diğerleri kadar çabuk olamıyordu. Çünkü subayların görev yapacakları
yerlerin belirlenmesi zaman almaktaydı. Bu yüzden diğer askerler gibi bunlar
toptan ihraç edilememiş, yavaş yavaş ve tek tek bunlarla ilgilenilmiştir.[116]
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye tertiplerinden başka diğer ocaklardaki
eski tertiplerin (yeniçeri - Bektaşîlerin) ayıklanması için de çalışılmış bunun
için yine bir çok sürgün olayı yaşanmıştır. Örneğin Tophane Nazırı Sadık Efendi
ile Hassa Hasekilerinden Mesudzâde Şerif Haseki, Sadık Haseki, Kağıdhaneli
Kamil Haseki ve Odabaşı Kassab Bekir Bursa’ya sürülürken;[117]
İstanbul’da bulunan Acem kışlasındaki Rumeli Ağası Mustafa Ağa ve Anadolu Ağası
Abdullah Ağa Yeniçeri ve Bektaşî oldukları gerekçesiyle aileleriyle birlikte
yine Bursa’ya sürgün edilmişlerdir.[118]
Osmanlı ordusundaki Yeniçeri-Bektaşîlerin yapılan araştırma ve
gözlemlerle bu şekilde temizlenmesinden başka, Asâkir-i Mansûre’ye yazılmak
isteyenlerin de durumları İncelenmekteydi. Başka bir ocaktan kovulduktan sonra
İstanbul’dan gitmeyip bu orduya katılmak isteyenlerin olabileceği düşünülerek,
Anadolu’dan gelip yazılmak isteyenlerin durumları dikkatle tedkik edilerek,
bunlar ancak bu şekilde kabul edilmişlerdir.[119]
|
SÜRGÜN EDİLEN BEKTAŞîLER |
SÜRGÜN EDİLDİĞİ YER |
1 |
Karaağaç Tekkesi şeyhi (Hacı Bektaş Vekili) İbrahim Baba ile 8 Bektaşî |
Birgi |
2 |
Şehitlik Tekkesi şeyhi Mahmud Baba ile 7 Bektaşî |
Kayseri |
3 |
Öküzlimanı Tekkesi şeyhi Ahmed Baba ile 2 Bektaşî |
Hadim |
4 |
Yedikule’deki Mehmed Baba Tekkesi şeyhi Hüseyin Baba ile 2 Bektaşî |
Hadim |
5 |
Sütlüce Bademli Tekkesi şeyhi Mustafa |
Birgi |
6 |
Karyağdı Tekkesi şeyhi Mustafa Baba ile 3 Bektaşî |
Birgi |
7 |
Büyük Çamlıca Tahir Baba Tekkesi şeyhi Mehmed Baba |
Tire |
8 |
Merdivenköy Tekkesi şeyhi Mehmed Baba ile 4 Bektaşî |
Tire |
9 |
Üsküdar Mürüvvet Baba Tekkesi şeyhi Mustafa Baba |
Tire |
10 |
Yusuf Baba (Karyağdı Tekkesi’nde misafir) |
Amasya |
11 |
Antepli Mustafa Baba (Karyağdı Tekkesi’nde misafir) |
Güzelhisar |
12 |
Mehmed Baba (idam edilen Kinci Baha’nın kardeşi) |
Tire |
13 |
Şeyh Hamdullah Efendi (Hacı Bektaş Tekkesi şeyhi) |
Amasya |
14 |
Kapan veznedârı Aziz |
Birgi |
15 |
Haremeyn veznedârı Arif |
Birgi |
16 |
Murad Mollazâde Arif Efendi (eski Bursa kadısı) |
Güzelhisar |
17 |
Melekpaşazâde Abdülkadir Bey (eski Medine kadısı) |
Manisa |
18 |
Şanizâde Mehmed Ataullah Efendi (eski vak’anüvis) |
Tire |
19 |
Tophane Nazırı Sadık Efendi |
Bursa |
20 |
Hassa Hasekilerinden Mesudzâde Şerif Haseki |
Bursa |
21 |
Hassa Hasekilerinden Sadık Haseki |
Bursa |
22 |
Hassa Hasekilerinden Kâğıthâneli Kamil Haseki |
Bursa |
23 |
Odabaşı Kassab Bekir |
Bursa |
24 |
Rumeli Ağası Mustafa Ağa |
Bursa |
25 |
Anadolu Ağası Abdullah Ağa |
Bursa |
Tablodan da anlaşıldığı üzere yapılan
sürgünler belirli bölgelerde yoğunlaşmıştır. Elimizdeki kaynaklara göre
Bektaşîlerin en çok sürgün edildikleri yerler bugün Aydın ili dahilinde olan
Birgi, Tire ve Güzelhisar olmuştur. Bunun yanında Hadim, Kayseri, Amasya ve
Manisa’ya da sürgün edilenler olduğu gibi asker kökenli Bektaşîlerin de bizim
görebildiğimiz kadarıyla hep Bursa’ya sürgün edildiklerini söyleyebiliriz.[120] Adı geçen bu şehirlerin sünnî
din âlimlerine yeterince sahip olan mahaller olduklarını da burada
ekleyebiliriz.
Yapılan sürgünlerin oranı hakkında sağlıklı
bilgi edinme imkânına mâlesef sahip olamadık. Adını tespit edebildiğimiz
yaklaşık 300 Bektaşîtekkesinden en çok 20 tanesi hakkında bu konuyla ilgili
malumat elde edebildik.Bu yüzden sürgün edilenlerin oranını
belirleyememekteyiz.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız sürgün
olaylarından başka, son Yeniçeri isyanına katıldıkları ve halkı da buna alet
etmek istedikleri gerekçesiyle bazı kimselerin idamlarına karar verilmiştir.
Bunlardan en meşhuru Üsküdar’daki Bektaşî tekkesinin şeyhi olan Kinci
Baba’nınkidir. Ayrıca Nahılcı Mustafa, Mumcular Kethüdâsı Ahmed Ağa, Yusuf Agâh
Efendi’nin mühürdarı Küçükzâde Salih Efendi’nin de idamına karar verilmiştir.[121] Buna dair bir belgede “Kinci
Üsküdar'da ve İstanbul Ağasızâde'nin kadılığını Şeyhülislâm Efendi dâ ‘ileri
ref' itmiş olmağla ol dahî Tophane 'de ve Salih Efendi ’nin dahî hâceliği ref' olunarak
Pişegâh-ı Bâb-ı Hümâyûn ’larında alenen tertîb-i cezâ olunarak akaid-i bâtılayı
i 'tikad ile hem dâll hem mudili olduklarından şer'an cezaları tertîb
olunduğunu mübeyyin yafta vaz‘ olunmak..." ibaresi geçmektedir119
[122] ki; bundan idamların ibret alınması
için, halkın gözü önünde yapıldığını anlıyoruz. İdamı istenen Balcıyokuşuzâde
Raşid ise “hakk ve batılı ayırmaya kudreti olmadığından” dolayı
şeyhülislâmlıktan kendisine tevbe verilerek affedilmiştir.[123]
Yine bu cümleden olarak sürgün edilenleri ele aldığımız konuda bahsi geçen ve
Manastır’da yakalanarak İstanbul’a getirilip idam edilen Esad adlı Bektaşîye
daha önce temas edilmişti.
Elimizde buluna Bektaşîlerle alâkalı yüzlerce belgede yalnızca bu 4-5
idam olayına tesadüf edebildik. Böylece bu yıllarda Bektaşîlerin büyük kısmının
asılıp kesilmesiyle ilgili olarak bazı kesimlerin yaptıkları propagandaların ne
denli boş ve kasıtlı olduğunu müşâhede edebildik. Gerçekten de bu devir koyu
bir Bektaşî düşmanlığına sahne olmuşsa da, bu ancak onların ileri gelenlerinin
sürgün edilmesiyle sonuçlanmıştır. Üstelik çalışmamızın ilerleyen kısımlarında
göreceğimiz gibi bunların da bir süre sonra affedilip eski yaşadıkları yerlere
dönmelerine izin verilmiştir. İdam edilenler ise genelde son yeniçeri
ayaklanmasına katıldıkları için bu cezaya çarptırılmıştır.
C. BEKTAŞÎ
TEKKELERİNE VE BEKTAŞÎLERE
UYGULANACAK MUAMELEYE MEMUR OLANLAR VE
GÖREVLERİ
Öncelikle İstanbul’da yıkım için
görevlendirilen memurlar Bektaşî tekkelerini basıp, içlerindeki Bektaşîleri
tutukladıktan sonra emir gereğince tekkelerin türbeleri hariç binalarını
yıkmışlardır. Bu görevlilerden yalnızca Şehidlik Tekkesine gönderilen İçelli
Ahmed Paşa’nın kethüdası Osman Ağa’nın adını tesbit edebilmekteyiz ki
zikredilen bu tekke ilk yıkıma uğrayan Bektaşî zâviyesi olmuştur.121 [124] Daha sonra bu tekkelerin
durumlarını belirten defterler hazırlatmak ve buna göre emlâk ve mallarının
müsaderesi için Hâcegân-ı Divân’dan ve Mektûbî Defteri halifelerinden İbrahim
Nazif Efendi ve Hassa Mimarı halifelerinden Tahir Efendi memur tayin edilip,
Bektaşî tekkelerine gönderilmişlerdir. Bu memurlar tekkelerin ne halde
olduklarını tedkik ederek bunların durumlarını bir defter tutarak
kaydetmişlerdir. Tutulan bu defter hükümete sunulduğunda ise buna göre tekkeye
ve buradakilere uygulanacak muameleye karar veriliyordu.[125]
4 Zilhicce 1241/ 10 Temmuz 1826’da İstanbul’da bulunan tekkelerdeki
Bektaşîler tutuklandıktan sonra Anadolu ve Rumeli’deki Bektaşî tekkeleri
hakkındaki kararın icrası için de 26 Zilhicce 1241/ 1 Ağustos 1826’da buralara
memurlar yollanmıştır. Rumeli'deki Bektaşî tekkeleri için Mirahor-ı evvel-i
sabık, o an Tophane-i Amire Nazırı olan Hacı Ali Bey mübaşir olarak tayin
edilirken, maiyetine müderrisîn-i kiramdan Pîrlepeli Ahmed Efendi mevlanâ ve
bir de katip verilmiştir. Anadoluda’ki Bektaşî tekkeleri için ise, önceleri
Cebecibaşı-ı esbak Ali Ağa ile Ağa mazüllerinden Hoca Mahmud Efendi arasında
tercih yapılamamışsa da sonra Cebecibaşı-ı esbâk Ali Ağa mübaşir olarak tayin
edilirken, maiyetine müderrisîn-i kirâmdam Çerkeşli Mehmed Efendi mevlânâ ve
Baş muhasebe’den bir katip verilmiştir.[126]
Ali Bey ve Ali Ağa ile Ali Bey’in maiyetinde memur olan Pîrlepeli Ahmed
Efendi ki; Ali Bey’in maiyetine tayin edildikten kısa bir süre sonra bu göreve,
devrin şeyhülislâmı olan Kadızâde Mehmed Tahir Efendi'nin seçtiği Seyyid Ali
Remzi Efendi getirilirken Pîrlepeli, Mektûbî-i sâbık Arif Bey ile beraber
Bosna’ya başka bir görevle memur olmuştur;[127]
ve Çerkeşli Mehmed Efendi’ye bu görevleri karşılığında üçerbin kuruş harcırah
verilmiştir. Yine Ali Bey’in yanında katip olarak görev yapan Mektubi-i defteri
halifelerinden Mehmed Said Kemal Efendi ile Ali Ağa’nın yanında katip olarak
görev yapan Golos halifesi[128] yamaklarından Mehmed Said
Efendi’ye de ikişerbin kuruş harcırah verilmiştir.[129]
Bektaşî tekkelerine memur olanlar içinde en meşhuru olan (bunu
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki çalışmalarımız sırasında müşahade ettik) Ali
Bey’in memuriyeti önceleri gizli tutulmuştu. Bunun sebebi herhalde, tekkeleri
hedm olunup belki de tutuklanacak olan Bektâşilerin kaçmasını engellemek idi.
Ancak tekkelere karşı ilkin İstanbul’da başlayan icraatın ülkenin her yerinde
duyulmuş olması bu gizliliğe gerek bırakmamış, akabinde Ali Bey’in memuriyeti
de ilan edilmiştir.[130] Ali Bey Rumeli’ye yollanırken
kendisine bir de korular ile ilgili görev verilmişti ki ilk zamanlar bu işle
uğraşması yüzünden aslî memuriyetini yapamamaktan kendisi muzdarip olmuştu. Bu
durumda o da maiyetine bir memur daha istemişken[131]
Ali Bey’in tekkelerle ilgili görevi Osmanlı merkezince daha önemli görülmüş olmalı
ki öteki görevi üzerinden alınmış ve yalnızca Bektaşîlerle ilgilenmesi
istenmiştir.[132]
Ali Bey, Rumeli’deki görevi sırasında tekkelerdeki Bektaşîleri kovup ele
geçirilen para, eşya, hayvanat ve saireyi maiyetindeki katip Kemal Efendi’ye
yazdırdıktan sonra düzenlediği evrakı Dersaadet’e göndermiş, önceden sâdır olan
fermân-ı âli gereğince de bunların satılmasına izin verilenleri müzâyede ile
taliplerine satmıştır. Bu satıştan sonra elde edilen para da önceleri Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediye'nin masraflarının karşılanması için “Mukataat
Hazinesi”ne;[133] daha sonraları ise özel bir
hazine olarak teşekkül ettirildiğini düşündüğümüz “Mansûre Hazinesi”ne
gönderiliyordu.[134]
Ali Bey’in Dimetoka ve civarında yaptığı çalışmaları sonucunda dört adet
defter hazırladığı anlaşılmaktadır.[135]
Ancak bütün Rumeli’deki çalışmaları sonucunda kaç defter hazırladığını şimdilik
kesin olarak bilemesek de 8 ayrı defterde Bektaşî tekkeleri ve Ali Bey’in
ismine tesadüf edebildik.[136]
Anadolu’daki Bektaşî tekkelerinin düzenleme ve durumlarını belirten
defterlerin yazımı ve bunların mallarının müsaderesiyle görevli Ali Ağa
hakkında ise elimizde hemen hiç bilgi yoktur. Yalnızca, onun 12 Zilka‘del243/
26 Mayıs 1828 tarihli bir belgeden Uşak’ta çocuksuz ve varisi olmadan öldüğünü
belirleyebilmekteyiz.[137]
İLGADAN SONRA BEKTAŞÎ TEKKE VE
TÜRBELERİNİN
DURUMU
A.
BEKTAŞÎ ŞEYHLERİN YERİNE
NAKŞÎ ŞEYHLERİN
ATANMASI
Meşihat Meclisinin kararına dayanarak tutuklanıp sürgün edilen veya daha
öncesinde bulundukları yerlerden kaçmayı başarabilen Bektaşî şeyhlerinin
yerine, koyu bir Sünnî tarikat olarak bilinen Nakşibendiyye’den yeni şeyhler bu
tekkelere tayin edilmişlerdir. Bununla tekkelerin bulundukları mahallerdeki
Bektaşî geleneğine göre yaşayan halkın sünnîleştirilmesi düşünülmüş olmalıdır.
Herhalde bu konudaki en seçkin örneklerden birisi, Hacı Bektaş’taki
merkez tekkenin Bektaşî şeyhinin sürgün edilmesinden sonra, -vesikaların
diliyle- “hankâhın ve bulunduğu kasabanın Rafızîlik'ten ve dinsizlikten
temizlenmesi için" Nakşibendî şeyhi Hacı Mehmed Said Efendi’nin buraya
tayinidir. Bektaşîlerin sünnîleştirilmesi çalışmalarında elbette ki en önemli
tekkenin sarf-ı nazar edilmesi düşünülemezdi. Yeni şeyh buraya gittikten sonra
kendisi için bir harem dairesi yapımını istediği gibi, burada önceden var olan
ancak kullanılmadığından harabeye dönen caminin yerine yeni bir cami
yapılmasını da istemiş ve devrin yönetimi de bu isteği gayet makul bularak
buraya, yani Bektaşîliğin merkez tekkesine yeniden bir cami bina ettirmiştir.130
Ancak bu konuda belirtmek gerekir ki, elimizdeki vesikalarda bulunan malumat
ilgadan 9-10 sene sonrasına aittir. Yine Mehmed Said Efendi’nin tayiniyle
kendisine 1500 kuruş yol harçlığının verildiğini belirten bir başka vesika da[138] [139]
2 5 Rebiülahır 1250/ 31 Ağustos 1834 tarihlidir ki bu durum akla şu soruyu
getiriyor. Mehmed Said Efendi’ye yol harçlığı bu tarihte verildiğine göre Hacı
Bektaş’a tayini de bu tarihlerde olmalıdır. Durum böyle ise bu tayin işinin
ilga vakasından yaklaşık 8,5 sene sonra gerçekleştiği ortaya çıkıyor. O halde
niçin bu kadar vakit beklenmiştir? Bunun cevabını kesin olarak veremesek dahi
ya bizim adına rastlayamadığımız daha önce tayin edilen başka bir şeyh var; ya
da Bektaşîliğin ilgasından sonra, önceleri tekkenin şeyhsiz olarak kalması
uygun görülüp, daha sonra bir Nakşî şeyhinin atanması kararlaştırılmış
olmalıdır. Aslında diğer bölgelerdeki tekkelerin de bazı buna benzer vakaları
olmuş, bazı tekke ve türbelere yapılan atamalar ilgadan yıllar sonra
gerçekleşebilmiştir.[140]
En büyük Bektaşî tekkelerinden biri olduğu bilinen Antalya’ya bağlı
ElmalI’daki Abdal Musa Zâviyesi’nin de başına burada Nakşibendiliği ikame
ettirmesi amacıyla bu tarikata mensup Halil Efendi geçirilmiştir. Ancak bundan
sonra Halil Efendi’nin ehl-i ilim olmadığı ve tarik-i Nakşîbendiyye usulünü
icraya kadir olmadığı gerekçesiyle görevinden alındığını görüyoruz. Halil
Efendi’nin âmâ olması ve geçimini sağlayacak durumunun olmaması yüzünden,
tekkede ikametine izin ile geçinmesine yetecek miktarda bir maaşın kendisine
bağlanması da uygun görülmüştür.[141]
Bu kısa malumattan, devrin yönetiminin Bektaşîliğin yerine Nakşîliği ikame etme
işini gayet ciddiye aldığını ve bunun için liyakati olmayanları da görevinde
bırakmadığı sonucunu çıkarabiliriz.
Nakşî şeyhlerin Bektaşî tekkelerine atanmalarına dair örnekleri çoğaltmak
istersek; Çirmen sancağında bulunan Uzuncaabad- Hasköy’deki Ali Baba tekkesinin
başına Hüseyin Halife’nin[142]; Edirne’nin Çöke nahiyesinde
bulunan Hacı Baba zâviyesine de Nakşî Şeyh Davud Efendi’nin zâviyedar olmasını[143] gösterebiliriz.
BEKTAŞÎ TEKKELERİNE ATANAN NAKŞÎ ŞEYHLER
TEKKE ADI |
BULUNDUĞU YER |
YENİ ŞEYH |
Hacı Bektaş |
Mucur, Kırşehir |
Hacı Mehmed Said Efendi |
Abdal Musa |
Elmalı, Antalya |
Şeyh Halil Efendi |
Ali Baba |
Uzuncaabad-Hasköy, Çirmen |
Hüseyin Halife |
Hacı Baba |
Çöke, Edirne |
Şeyh Davud Efendi |
Osmanlı idaresinin güttüğü koyu Bektaşî düşmanlığı siyaseti daha önceden
de belirttiğimiz gibi yalnız o devrin Bektaşîlerine ve Bektaşîliğine karşı idi.
Yoksa önceki dönemlerde yaşayan ve sünnî olduğu düşünülen Bektaşî büyüklerine
karşı bir tutum değildi. Bunun en önemli göstergesi tekkelerde bulunan
türbelerle ilgili alınan karar ve uygulamasıdır.[144]
Önce İstanbul’dakilerden başlanılarak daha sonra bütün ülkedeki Bektaşî
tekkelerinin çoğunun binaları yıkılırken, kesinlikle içlerindeki Bektaşî büyüklerinin
türbelerine dokunulmamıştır. Bunun uygulamasına bulabildiğimiz hemen her
vesikada şahit oluyoruz.[145]
Bektaşî türbeleri yıkılmamakla kalmamış, buralarda medfun olan zatların
“mazanne-i kiram” (ermiş olduğu düşünülen Allah dostlarımdan sayılmaları sebebiyle
türbelerin korunmasına özen gösterilmiş, hatta buralara yeni türbedar tayini
yoluna gidilmiştir. Yapılan yeni türbedar atamalarında, türbedar olacak şahsın
ehl-i sünnet olması ve yaşadığı bölgede iyi bir müslüman olarak tanınmış
olmasına dikkat edilmiştir.[146]
Abdal Musa tekkesi gibi en büyük Bektaşî tekkelerinden birisi olan
Dimetoka’daki Kızıl Deli Sultan tekkesi meydan-ı zîr ve meydan-ı bâlâ denen iki
tekkeden oluşmaktaydı ve bu yüzden buraya iki türbedar tayini gerekli olmuştu.
Elimizdeki vesikalarda ancak meydan-ı zîr’e atanan türbedarın adı geçmektedir.
Hacı Bektaş’taki merkez tekkeye yapılan tayinde olduğu gibi, meydan-ı zîr’e
tayin edilen Dimetoka sakinlerinden ve erbâb-ı istihkakdan olduğu belirtilen
Hatiboğlu Molla Mehmed'in atanması da Bektaşîliğin ilga kararından çok
sonraları, ancak 12 Muharrem 1246/ 3 Temmuz 1830’da olmuştur. Bu durumu yine
tam olarak açıklayamazsak da, herhalde tarikatın ilgasından sonra yaşanılan
karışıklığın düzelmesini beklemenin uygun görülmüş olabileceğini söyleyebiliriz.
Molla Mehmed ile diğer türbedara tekkeye bağlı vakıfdan karşılanmak üzere beher
sene 20’şer keyl-i İstanbulî hınta (buğday) ve çavdar tahsis edilmiş ve aylık
20’şer kuruş da maaş bağlanmıştır.[147]
Demirhisar’da bulunan Bektaşî tekkesinde medfun Kişer Baba yine mazanne-i
kiramdan olduğundan türbedar tayini lazım görülmüş, bunun için erbâb-ı istihkak
(görevi almaya hak kazanan)’dan olduğu belirtilen Seyyid Ahmed Halife b.
Mustafa türbedar olarak tayin edilmiştir. Ayrıca bu yeni türbedarın burada
ikameti ve geçimini sağlayabilmesi için de, türbe civarında bulunan bir-iki
odalı tekke binası yıkılmayıp ve bir-iki dönüm bahçe ile tarla satılmayarak
önceden olduğu gibi yeni türbedara bırakılmıştır.[148]
Vidin kalesi arkasında bulunan Selahaddin Baba adlı tekkenin zâviyedarı
daha önce kaçmış olduğundan burada medfun bulunan ve yine evliyaullahtan olduğu
kabul edilen Selahaddin Baha’nın türbesine bir türbedar tayini gerekli olmuş,
bunun üzerine hakkında yöre halkının hüsn-i zannı olan Hacı Mehmed buraya
türbedar tayin edilmiştir. Ayrıca Hacı Mehmed’in geçimini sağlaması amacıyla,
türbedarlığa şart kılınmış olan beş adet dükkanın geliri de kendisine
bırakılmıştır.[149]
Bektaşî büyüklerinin türbelerine yeni türbedar tayinine dair örnekleri
çoğaltabiliriz: Selanik’te bulunan Kara Baba ve Süleyman Baba türbelerine,
Sünnî olup hakkında herkesin hüsn-i zannı olan Derviş Ahmed türbedar tayin
edilmiştir.[150]
Yenice-i Vardar’da bulunan Bayezid Baba türbesine bir türbedar ve
zâviyedar tayini lazım gelmiş, bunun için Selanik’te oturan ve Selanik halkının
haber vermesiyle şeyhliğe liyakati bulunduğu öğrenilen Rıfaî şeyhi Hüseyin b.
Ahmed buraya türbedar olarak tayin edilmiştir.[151]
Yine Yenice-i Vardar’da bulunan Cafer Baba ve Bayram Dede türbeleriyle,[152] Edirne’deki Çöke nahiyesinde
bulunan Danişmend Köyü’ndeki Muhyiddin Baba ve aynı nahiyede bulunan
Yeniköy’deki Hızır Baba türbeleri[153]
ile Çirmen sancağındaki Uzuncaabad-Hasköy kazasında bulunan Osman Baba ve Ali
Baba tekkelerine[154] de tekke binaları yıkıldıktan
sonra buralara birer türbedar tayin edildiğini tahmin etmekteyiz.
Bektaşîliğin ilgasından sonraki yıllarda yapılan bu uygulamalardan
türbelere ihtimam gösterildiği görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde de bu
politikanın sürdüğünü görmekteyiz. 1263/ 1846-47 tarihli bir vesikada,
Kırşehir’de Hacıbektaş kazasında bulunan Hacı Bektaş-ı Velî’nin kubbesindeki
tavanındaki bozulan kurşun kaplamanın değiştirilmesi ve bu velîye uygun biçimde
türbenin bakım görmesi anlatılmakta, bu da gösterilen ihtimama işaret
etmektedir.152 [155]
C.
TEKKELERDE BULUNAN ŞEYH YAKINLARININ
DURUMU
Bektaşîliğin ilgasından sonra İstanbul ve taşradaki Bektaşî tekkelerinde
bulunan şeyh ve müridlerin tekkelerinden ve hatta bulundukları muhitlerden
kovulduklarını yakalanabilenlerin bazılarının da sürgün edildiklerini
belirtmiştik. Bu durum elbetteki Bektaşîler için son derece vahim sonuçlar
doğurmuş, en önemlisi de, ailelerinden koparılmışlardır. Bu uygulama bu
insanların özellikle de tekke şeyhlerinin ailelerini zor duruma düşürmüş,
oturdukları evlerinden ve geçim kaynaklarından uzaklaşmalarına neden olmuştur.
Fakat tekkelerle ilgili müsadere kararındaki, tekkelerde bulunan ve “mülk” diye
tarif edilen şeyhlere ait emlâk ve arazilerin eğer varisleri varsa bunlara terk
olunması hususu son derece dikkate şayandır. Bektaşîlere duyulan derin düşmanlığa
karşı, bunların özel mülkleri olan yerlere dokunulmaması ve eğer varsa
varislerine terk edilmesi devrin yönetiminin insafını sergilemektedir.[156] Yani başka bir deyişle o
şartlarda bile kişilerin mağdur olmamaları, geride kalan şeyhin aile efradının
ziyana uğramaması düşünülmüş, zalimane bir tavır takınılmamıştır.
Bu uygulamaya dair vesikalara dayanarak pek çok örnek verilebilir.
Mesela, Üsküdar Öküzlimanı’nda bulunan tekkenin içindeki sürgün edilen şeyhe
ait olan iki adet oda ve bir adet ev yıkılmamış fakat irâde-i seniyye gereğince
müzayedeye çıkarılarak satılmıştır. Ancak bir süre sonra, sürgün edilen şeyhin
hanımının verdiği bir arzıhal ile tekkenin durumu tekrar incelenmiş, bunun
sonucunda sürgündeki şeyhe ait olduğu tespit edilen bu emlâkin varisi olarak
zevcesi, pederi, bir erkek ve bir kız çocuğunun bulunduğu görüldüğünden,
zikredilen emlâkin satış işlemleri iptal edilerek bu insanlara iade edilmesi
kararlaştırılmış ve böylece mağduriyetleri önlenmiştir.[157]
Yine bu hususta Üsküdar, Nerdibanlı Köyü (Merdivenköy)’ndeki tekkede bulunan ve
sürgün edilen şeyhin hanımının oturduğu dört odalı ev ve iki dönüm bağın bu
kadına bırakılması[158] ile Rumelihisarı’ndaki
Şehidlik tekkesinde daha önce ölen şeyhin hanımı, kız kardeşi ve üç kızının
ikameti için yıkılmayarak bunlara terk edilen haneyi sayabiliriz.[159]
Aynı konudaki örnekler çoğaltılabilir: Yine İstanbul'daki Sütlüce
tekkesinin bütün binaları yıkıldıktan sonra buradan kovulan Şeyh Mustafa’nın
hanımıyla biri Galata Sarayı’nda diğeri Tophane Ocağı’nda eğitim gören
çocukları mağdur olduklarından, burada tekke enkazından yeni bir ev yapılmasına
izin verilmiştir. Zaten varisleri bulunan emlâkin sahiplerine terki hükümdar
buyruğu olduğundan da tekke civarında bulunan beş adet hane de zikredilen
şeyhin varislerine bırakılmıştır.[160]
Yapı itibarıyla diğerlerinden daha başka tarzda olan bir örnekte ise
gösterilen merhametin sınırları anlaşılmaktadır. Üsküp’e bağlı Kırçova
kazasında bulunan Hızır Baba adlı Bektaşî tekkesinin şeyhi daha önceki bir
tarihte ölmüş ve yerine 14 yaşındaki oğlu Cabir ve onun amcazadesi 11 yaşındaki
Ali adlı zatlar tekkenin şeyhi olmuşlarsa da, tarikatın ilgası ve Bektaşîlerin
tekkelerinden kaçmaları veya kovulmalarına rağmen bunlar ve yanlarında olan
15-20 kadar çocuk ve diğer yakınları, gidecek başka yerleri bulunmayıp
geçimlerini sağlayacak güçte olmadıklarından, bu tekkede ikamete devam
ediyorlardı. Ancak bunlar birer Bektaşî olduklarından buradan çıkarılmaları
gerekmekteydi. Buna rağmen devrin yönetimi, Kırçova halkının da niyaz etmesi
üzerine bu insanlara acımış ve tekkede ikametlerine izin vermiştir.[161] Bektaşî şeyhi olmalarına
rağmen Cabir ve Ali Efendilere müsamaha gösterilmiştir. Bu durum şeyhlerin
çocuk yaşta olmalarına bağlanabilir. Elbette ki verilen ikamet izni bir daha
Bektaşîlik kelamını ağızlarına almamak üzere olmuş olmalıdır.
Yukarıdaki örnekler başta da belirttiğimiz gibi güdülen koyu Bektaşî
düşmanlığına rağmen devrin yönetiminin insafını sergilemektedir.
D.
SÜRGÜNDEN SONRA AFFEDİLEN
BEKTAŞÎLER
İtikadlarının düzeltilmesi için yaşadıkları yerlerden ehl-i sünnet
ulemânın çok olduğu bölgelere, bazısı ailesiyle birlikte bazısı yalnız
başlarına sürgün edilen Bektaşîlerin itikadlarının düzeldiği, yani Bektaşîliğe
tövbe ettikleri gerekçesiyle yıllar sonra affedildiklerini de görmekteyiz. Bu konuda
verebileceğimiz örneklerden herhalde en önemlisi, Bektaşîliğin merkez tekkesi
Hacıbektaş’taki tekkenin son Bektaşî şeyhi Mehmed Hamdullah Efendi ile ilgili
olanıdır. Hamdullah Efendi tarikatın ilgasından sonra Amasya’ya sürgün edilmiş
ve burada yaşamaya başlamıştı. Eski şeyhin bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra
İstanbul’a gönderdiği bir arizaya rastlıyoruz[162]
ki bu yazıda durumunun perişanlığından bahsederek ailesinin yanına gelmesine
izin istemiştir. Herhalde daha evvel bahsettiğimiz gibi aileleriyle beraber
sürgün edilenler olduğundan buna müsaade edilmiştir.
Bundan yaklaşık yedi yıl sonra da, aynı şeyh kendisinin iftiraya uğrayıp
sürgün edildiğini belirterek affını istemiştir.[163]
Aynı zatla ilgili olarak, diğer vesikalardan onun affedilmesi için birçok
ileri gelen Osmanlı devlet adamının aracı olduğunu anlıyoruz. Nihayet bu
girişimler akabinde şeyhin affedileceği ancak bu sefer de Hacıbektaş’a dönüp
yerleşmesinin mahzurunun olup olmayacağı sorunu ortaya çıkmışsa da[164] [165]
en sonunda 1833 yılında şeyhin affedilip Hacıbektaş’a yerleşmesine izin
verilmiştir.103 Bununla da kalınmayarak geçimini sağlaması için Hacı
Bektaş Vakfından kendisine bir miktar maaş bağlanmıştır.[166]
Yine Bektaşî şeyhlerinden, İstanbul Rumelihisarı’ndaki Şehidlik
tekkesinin Kütahya’ya sürgün edilen eski türbedarı Mehmed Efendi itikadını
düzeltip Nakşibendi tarikatına girdiği için affedilmesi gündeme gelmiş, buna
mukabil Osmanlı idaresi Nakşî şeyhlerinin incelemesinden sonra onun da
affedileceğini bildirmiştir.[167]
Bir başka örnek de, Bayındır’a sürgün edilen
Saraçhane dellalı Ahmed ve onun arkadaşı Yenikapı’dan Çedikçi Hafız Hüseyin’in
affedilmeleridir. Yaklaşık yedi yıl sonra affedilmeleri için yoğun çaba
sarfedilen bu insanların özellikle beş vakit namaz kılmaları delil olarak
gösterilerek itikadlarının düzeldiği bildirilmiştir.[168]
Muhakkak
ki bu konuda daha bir çok örnek vardır. Ancak bizim edinebildiğimiz
belgelerde yalnızca bu dört şahsın adı geçmektedir. Gerçi bu kadar az örnekle
genel bir değerlendirme yapmanın sağlıklı olamayacağı aşikar olsa da,
Yeniçeriliğin ilgasından sonra onun en büyük destekçisi olan Bektaşîliğin
bertaraf edilmesi, herhalde tatmin edici bir düzeye geldi ki, artık II. Mahmud
eski Bektâşilerin İstanbul'daki varlıklarına izin vermeye başlamıştı. Gerçi
özellikle Mehmed Ali Paşa’nın isyanıyla bunalan devlette huzurdan bahsetmek boş
olsa dahi artık Yeniçerilerden ve onları anımsatan şeylerden bahsetmek korku
vermez olmuştu diyebiliriz.
E.
BEKTAŞÎ TEKKESİ
OLARAK KURULUP 1826’DAN ÖNCEKİ BİR TARİHTE SÜNNÎ BİR ŞEYHİN BAŞA GEÇTİĞİ
Bir Bektaşî dergahı olarak ihdas edildiği halde sonraki dönemlerde başına
sünnî bir şeyh geçen tekke ve zâviyeler diğer Bektaşî tekkelerinden ayrı
tutulmuş, Bektaşî tekke ve zaviyelerine tatbik edilen muamele bunlara
uygulanmamıştır. Bu tip tekke ve zâviyelerin başlarında bulunan zâviyedar ve
tekkenişinlerin görevlerinde bırakılmasının, bu zatların “talebe-i ulûmdan”
olmaları koşuluyla yerine getirildiğini de belirtmek gereklidir.[169]
Osmanlı resmî evrâkında bu uygulamayla ilgili kayıtlar oldukça fazladır.
Örneğin, önceden Bektaşî zaviyesi olarak bilinen, Tire’de Hacı köyünde bulunan
Ali Baba Zâviyesi’nin zâviyedar ve türbedarı İstanbul’daki Büyük Ayasofya
Camii’nin imamı olan Seyyid Hafız Hüseyin Efendi’dir. Kadirî ve ehl-i sünnet
olması yanında talebe-i ulûmdan olduğunun aşikar olması sebebiyle, bu zaviyeye
ve zâviyedarına dokunulmayarak faaliyetinin devamına müsaade edilmiştir.[170]
Kirmasti’de[171] bulunan Garipçe Zâviyesi’nin
şeyhi de yine aynı sebepten görevinde bırakılmış, zâviyenin malları müsâdere
edilmemişti.[172]
Bu sefer Manisa, Turgutlu’daki Azizli karyesinde bulunan Okçu Baba
zâviyesinin zâviyedarlığı eski Manisa müftüsü ve müderrislerinden Hacı
Veliyyüddin Efendi’nin uhdesinde olduğu için, aslında bu zâviye bir Bektaşî
zaviyesi olmasına rağmen, zikredilen zâviyedarının muteber biri olması ve bu
şahsın geçiminin zâviyenin hasılatına bağlı olması yüzünden adı geçen
zâviyedara ve zaviyeye dokunulmamıştır.[173]
Bu uygulamadan, her ne kadar o an bir Bektaşî tekkesi olsa da zâviyedarları
ehl-i sünnet olan tekkelere diğer Bektaşî tekkelerine uygulanan muamelenin
uygulanmadığı, bunların işlevlerine devam etmelerine izin verildiği
anlaşılmaktadır.
Buna benzer bir durum da Şehyli kazasında bulunan Kıran Baba Zâviyesi’nde
görülmüştür. Bektaşî tekkelerinin ilgası sırasında tekkenin başında bulunan ve
sünnî olan Mehmed Efendi'nin sağlığında bu tekkeye dokunulmamış, ancak o
öldükten sonra, tekke aslında bir Bektaşî tekkesi olduğundan, buranın emlâk ve
eşyasının devletçe zabtına karar verilmişti.[174]
Başka bir örnek de, Yenice-i Vardar’da Esirlik karyesinde bulunan Haşan
Baba Türbesi’nde Kadirî alameti görüldüğünden ve zâviyedarının da Kadirî olması
hasebiyle görevinde bırakılmasıdır.[175]
Yukarıda bahsedilenlerden farklı olarak, Çirmen’deki Cisr-i
Mustafa Paşa nahiyesinde bulunan Hızır Baba Zâviyesi’nin içinde hiçbir
Bektaşî kalmaması sebebiyle burasının normalde yıkılması ve mallarının müsâdere
edilmesi gerekirken, zâviyenin hasılatının burada bulunan caminin ve hayrat-ı
sâirenin giderlerine sarf olunmakta olduğundan buranın mütevellisi tarafından
eskisi gibi idare edilmesine müsaade edildiğini görüyoruz.[176]
Yine Bursa’da bulunan Ramazan Baba ve Bursa dışında bulunan ve Derviş
İbrahim olarak bilinen, diğer Ramazan Baba tekkeleri artık Nakşibendî tekkeleri
oldukları için, diğerleri gibi onlara da dokunulmadığını görüyoruz.[177] Bu konuyla ilgili örnekler
çoğaltılabilir:
Kirmasti’deki Anbarlar karyesinde İzzetlice
Baba,
Yine Kirmasti’de bulunan Göncü Baba,
Mihaliç’teki Sancak nahiyesinde bulunan Kabil
Baba,
Yalâkabad’da bulunan Ali Dede,
Kırkağaç’ta bulunan Doğan Baba,
Yine Kırkağaç’ta bulunan Tabkan Baba,
Gördes’te bulunan Kertmeci Baba,
Biga’daki Sarılı Şeyhler karyesinde bulunan
Haydar Baba, Çal’daki Side karyesinde bulunan Beyce Sultan, Uluborlu’daki
Yassıviran karyesinde Ayazmend (Zekeriya), Yine Uluborlu’daki İlegüp karyesinde
bulunan Velî Baba,[178] Şeyhli’deki Melhus
karyesinde bulunan Er Baba, Şeyhli’deki Demirci karyesinde bulunan Umur Baba,
Şeyhli’de bulunan Derbend (Dülbend ?) Baba, Şeyhli’de bulunan Çadır Baba, Ve
yine Şeyhli’de Sarı Baba, Ağlasun’daki Kuzköy karyesinde Hızır Abdal,
İsparta’daki Derthoş karyesinde Arslan Baba, İsparta’da Tekke mahallesinde
Hızır Baba, Dobruca ma‘a Yavulca kazasındaki Değirmen karyesinde Eser (Eşcar ?)
Baba,
Dobruca ma‘a Yavulca kazasında Kayadibi
karyesi’nde Emir Sultan,
Dobruca ma‘a Yavulca kazasında Hayreddin
Baba, Sandıklı’da Yağdın karyesinde Koyun Baba, Sandıklı’da Şeyh Kovan Türbesi,
Sandıklı’da Hacım Sultan Türbesi, Sandıklı’da Balçık Baba, Sandıklı’da Menteş
karyesinde Menteş Baba, Burdur’da Ayakhane karyesinde Pîrî Baba,
Yatağan’da bulunan Hürekâ Baba tekke ve zâviyeleri diğer örneklerde de
olduğu gibi türbedar ve zâviyedarları sünnî ve talebe-i ulûm’dan oldukları için
Bektaşîliğin ilgasından sonra görevlendirilen memurlar aracılığıyla tutulan
defterlerden durumları anlaşılıp, zikredilen durumlarına uygun kararlar
verilmiştir.[179]
F.
DAHA ÖNCE DİĞER TARİKATLARA
AİT İKEN BEKTAŞÎLERİN ELİNE GEÇEN TEKKELER
Bektaşî tekkelerine uygulanan mallarının müsaderesi politikası, Nakşî,
Halvetî, Celveti, Kadiri ve sair tarikatlara ait olup sonradan Bektaşîlerin
eline geçen tekkelere de uygulanmıştır. Ancak bir farkla ki o da bu tekkelere
bağlı vakıf olan emlâk, arazi ve saire, diğerlerinde olduğu gibi devletçe
zabtedilmemiş, bu statüdeki yerler bağlı bulundukları tekkelerin kuruluşları
itibarıyla hangi tarikata ait iseler onlara bağlı vakıflara devredilmişlerdir.
Böylece bu tip Bektaşî tekkelerinin mülk olan emlâk ve arazisi eğer varsa
varislerine terk edildiği gibi, vakf olan müsakkafatı da diğer tarikatlara
bağlı vakıflara devredilmiştir. Yani bu tip Bektaşî tekkelerine de diğerlerine
uygulanan politikanın uygulanmasının câiz olmayacağı düşünülmüş[180] ve bunlara yukarıda
belirtildiği şekilde muamele edilmiştir.
İstanbul’da bulunan Bektaşî tekkelerinin durumları ise biraz daha
farklıdır. Buradaki tekkeler her ne kadar Bektaşî tekkeleri olarak ihdâs
edilmiş iseler de genelde Sultan Bayezid-i Velî Vakfına bağlı vakıflara
sahiptiler. Buradaki tekkelerden Üsküdar’daki Mürüvvet Baba tekkesinin emr-i
âlî gereğince vakıf olan emlâk ve arazisi Haremeyn tarafına terkedilirken;[181] Büyük Çamlıca’daki Tahir Baba
tekkesinin vakıf olan yerleri bağlı olduğu Sultan Abdülhamid Vakfına
terkedilmiştir.[182] İstanbul’daki diğer Bektaşî
tekkelerinden Yedikule, Kazlıçeşme’deki[183]
ve Şehidlik’teki[184] tekkelerle Karaağaç Tekkesi[185] ve Eyüp’teki Karyağdı
Tekkesi'nin[186] vakf olan emlâk, arazi ve
sairesi bağlı bulundukları Sultan Bayezid-i Velî Vakfına terkedilmiştir.
Yine İstanbul’daki Sütlüce semtinde h.l 179/ 1765-66 yılında bir Nakşî
dergâhı olarak kurulan Kiremitçi tekkesi h. 1230/ 1814-15 yılında, yani Bektaşî
tekkelerinin ilgasından yaklaşık 11 sene önce Bektaşîlerin eline geçmiş ve bu
tarihten ilga edilene kadar bunların elinde kalmıştır. Tekkelerin binalarının
yıkılmasıyla ilgili karardan sonra da bu tekkenin binası tamamen yıkılmıştır.[187] Daha sonra diğer benzer
tekkeler gibi onun da vakıf olan yerleri bağlı bulunduğu Sultan Bayezid-i Velî
Vakfına terkedilmiştir.[188]
G.
TEKKE ARAZİ VE BİNALARI İLE
YIKILAN TEKKELERİN
ENKAZININ KULLANILMASI
Bektaşî tekkelerinin muhdes (ilgadan 60 yıl öncesine kadar bina
edilenler) tabir olanlarının yıkılmasına dair, gerek Meşâyih Meclisinin
kararına, gerekse II. Mahmud’un emirlerine önceki konularda değinmiş ve bununla
alâkalı olarak örnekler vermeye çalışmıştık. Ancak her ne kadar bu konudaki
“emr-i âlî” südûr etmiş olsa da Bektaşî tekkelerinden bazıları emr-i âlî
hilâfına yıkılmayıp, bulundukları mahallerde ihtiyaca göre cami, mescit, mektep
ve medrese türü binalara çevrilmiş veya turuk-ı aliyye denen sair büyük
tarikatların meşâyihinden kimselerin ikameti için sağlam bırakılmıştır.[189]
1.
Mescit, Cami, Mektep ve Benzerlerinin Eskisi
Gibi Hizmetlerine
Devam Etmesi
Bu konuyla ilgili olarak elimizde ayrıntılı bilgi mevcut değildir.
Yalnızca birkaç ayrı vesikada, ilgadan önce faaliyet gösteren bazı hayır
müesseselerinin bu faaliyetlerine devam edebilmeleri için gerekli olan izin ve
bunlarla ilgili emirlerin verilmiş olduğu görülmektedir.[190]
Nasliç kazasındaki Belazim Karyesi Camii yanında bulunan mektebin
hocalarının giderleri, ilgadan önceki dönemde, yine aynı kazadaki Verdin
karyesinde bulunan Eminî Baba adlı Bektaşî tekkesinin vakfından
karşılanmaktaydı. İlgadan sonra da bu müessesenin faaliyetine önceden olduğu
gibi devam etmesi uygun görülmüş ve zikredilen tekkenin Belazmeşte karyesinde
bulunan beş adet dükkanının geliri de yine bu hocalara bırakılmıştır.[191]
Yukarıda bahsetmeye çalıştığımız bu durum, Bektaşî tekkelerinin
bazılarının cami ve mescit gibi genellikle Türklerdeki “Sünnî İslâm” inancı
içinde yer bulabildiği düşünülen ibadet mahallerine sahip olduklarını
göstermektedir. Vesikalar ışığında en azından Bektaşî zâviyelerine dayanarak
ayakta duran bu tip kurumların varlığı görülmektedir.
2.
Bektaşî Tekkelerinin Cami,
Mektep vb. Hizmet Binalarına Çevrilerek Kullanılması
Az önceki konuda bahsi geçtiği üzere, bazı Bektaşî tekkelerinde cami ve
mescit gibi binaların bulunması, ilk bakıldığında tuhaf bulunabilir, ancak
bunların pek büyük bir yekûn teşkil etmediğini de belirtmek yerinde olacaktır.
Aslında Bektaşî tekkelerinin büyük kısmında bu tip binaların bulunmadığını
tekkelerin sahip oldukları emlâkin beyan edildiği vesikalardan yararlanarak
söyleyebiliriz.
Bunun yanında devletin güttüğü Bektaşî düşmanlığı ile sünnî halk
arasındaki bu inanç sisteminin ve buna mensup olanların temizlenmesi politikası
olanca hızıyla sürmekteydi. Güdülen bu siyasetin belki de en önemli
uygulamalarından birisi eski Bektaşî tekkelerinden bazılarının binalarının
yıkılmayarak cami, mescit, mektep ve medrese olarak kullanılmaya başlatılması;
yani Bektaşîliği silmek için, zamanında Bektaşîlerin yaşadığı yapıların
kullanılmasıdır. Bununla ilgili birçok örnek verilebilir:
1826 yılına gelindiğinde, Girit adası Türk idaresinde olmasına rağmen
buradaki müslüman halkın İslâmî eğitim ve terbiyeden uzak olduğunu görmekteyiz.
Üstelik adadaki köylerde -herhalde halkın Bektaşî olması sebebiyle- cami
olmaması yüzünden buralarda doğan çocukların İslâmî öğrenmek yerine, papas ve
ruhban okullarındaki ayinlere katıldıkları görüldüğünden önceden bir Bektaşî
tekkesi olan Kandiye kalesi dışındaki tekkenin camiye dönüştürülmesine karar
verilmiş ve böylece bölgedeki halk arasında sünnî İslâm inancının yayılması
sağlanarak bu mahallin ifsattan temizleneceği düşünülmüştür.[192]
En büyük Bektaşî tekkelerinden birisi olan ve iki ayrı tekkeden meydana
gelen Dimetoka'daki Kızıl Deli Sultan tekkesinde ve çevresinde 700-800 kadar
Bektaşî yaşamaktaydı. Bunların hepsinin yaşadıkları yerlerden sürgün edilmeleri
elbetteki imkansız olduğundan, yalnızca buradaki ahalinin itikatlarının
düzeltilmesi düşünülmüş ve bundan dolayı bu tekke de yıkılmayarak camiye
dönüştürülmüştür.[193]
Kesriye kazası'nda bulunan Aydın Baba tekkesi vakfına bağlı, aynı kazada
bulunan bir adet semerci dükkanı ve tekke civarında tahminen bir dönüm miktarı
bahçe ile Suhleşte tabir olunan mevkîde yine tahminen bir dönüm bağın geliri,
Kesriye'de bulunan medresenin bir odasında, kasabanın çocuklarını eğitmek
üzere, kasaba ahalisi tarafından hocalığa layık olduğu bildirilip bu göreve
atanan Mustafa adlı birine bırakılmıştır.[194]
Yine benzer bir vak‘a da Horpeşte kazasında yaşanmış, buradaki Kasım Baba
zaviyesi kasabanın içinde olduğundan, bundan yararlanılmak istenilmiş ve yöre
ahalisine Birgivî Şerhi okutturulmanın yanında buradaki çocuklara verilecek
eğitimde yararlanılması için, tekkenin binası yıktırılmayarak mektep olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca bu zaviyeye bağlı arazi, bağ ve dükkanlar
zikredilen mektepte hoca bulunanlara şart kılınmıştır.[195]
Başka bir ifadeyle bu görevlilerin giderleri buradan karşılanmıştır.
Aynı konuda vereceğimiz son örnekte Evreşe kazasında bulunan Sancaktar
Baba Zâviyesi'nde, yine kasabaya yakınlığı sebebiyle, bir müderris ile ilim
talim ettirilmesi uygun görülmüş ve bu görevle ilgili olarak bütün kasabalının hakkında
iyi düşüncelere sahip olduğu Mehmed adlı birisi bu zâviyede ikamet etmek üzere
buraya tayin edilmiştir. Ayrıca zâviyenin diğer emlâk ve arazisinin hasılatı
ile az miktarda olduğu belirtilen eşyası da kendisine tahsis edilmiştir.[196]
Bektaşî tekkelerinden bazılarının yıkılmayarak yukarıda bahsi geçtiği
şekilde kullanılmasından başka, bunların büyük çoğunluğunun padişah buyruğu
gereğince yıkılmış olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yıkılan bu tekkelerden de bir
şekilde yararlanmak gerektiği düşünüldüğünden, bunların da enkazından
faydalanma yoluna gidilmiştir. Buna göre birçok tekke kalıntısı, cami, medrese
ve mektep nevinden hizmet gören binaların ya imarında ya da tamirinde
kullanılmıştır.
Bektaşî tekkelerinin kalıntıları, bulundukları mahalle yakın yerlerde
bulunan cami, mektep ve medrese ihtiyacına göre değerlendirilmiştir. Çoğunlukla
Bektaşîlerin meskûn olduğunu düşündüğümüz bu bölgelerde sünnî İslâm'ın kurallar
bütününün öğrenilip yaşanılabilmesi için bu tip yapıların, harap halde olanları
varsa tamirinde, yoksa inşasında bu enkazdan yararlanılmıştır.
Bu enkazın kullanılması sırasında devlet hiçbir şekilde masrafa girmemiş,
enkazın taşınması ile ilgili giderler, bu enkazın kendi yörelerindeki inşa veya
tamir edilecek binalar için kullanılmasını niyaz eden ahali ya da bölgenin
âyânı tarafından karşılanması sağlanmıştır.[197]
Bu konuda vereceğimiz örneklerin ilkinde; Nasliç kazasındaki Belazmeşte
karyesinde bulunan Derviş Ali Tekkesi yıkıldıktan sonra, bunun enkazıyla aynı
kazada ve harap halde bulunan Hüseyin Çavuş Camii’nin tamiri sağlanmış, ayrıca
bu tekkeye ait bağ ve tarlalar da adı geçen caminin imamının geçimini sağlamak
üzere bırakılmıştır.[198]
Kesriye kazasındaki Markon karyesinde bulunan Ali Baba zâviyesi
yıkıldıktan sonra meydana gelen enkaz da aynı kasabada harap halde bulunan bir
caminin tamirinde kullanılmıştır. Bunun yanında Ali Baba zaviyesinin yine
Markon karyesinde bulunan üç kalem bağı ve tarlaları “ber- vech-i vakf ” bu
camiye bırakılmıştır.[199]
Ferecik'te bulunan Nefer Baba, Gaziler ve Irakî zâviyeleri ise zaten
önceden de harap halde olduğundan, yani başka bir şekilde kullanılmaları mümkün
olmadığından yıkılmış, bunların enkazı da yine
Ferecik'te yeni bir caminin inşasıyla buradaki medresenin tamirine
sarfedilmiştir.[200]
Rusçuk'ta bulunan Kurd Ali Baba zaviyesinin enkazı, aynı kazada bulunan
medresenin gereken yerlerinin tamiri için bu medreseye terkedilmiştir.[201]
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız türdeki uygulamalardan başka, yine bu
konuyla ilgili uygulamalar vardır. Mesela, Paşa sancağındaki Köprülü kazasında
bulunan Cahid Baba tekkesinin emlâki yıkıldıktan sonra içinde bulunan eşyası,
yine Köprülü'de inşa edilen ancak bir geliri olmayan medresenin müderrisleri
için bırakılmıştır.[202]
İpsala'da bulunan Fülfül (Kangal) Baba zâviyesinin arazi ve değirmeninin
senelik hasılatı, ahalisinin niyazı üzerine İpsala'da bulunan bir caminin
hademelerine bırakılmıştır.[203]
Vidin kalesi arkasında bulunan Selahaddin Baba zâviyesinin
müsakkafatından olan Vidin'deki 12 adet dükkandan altı adet bakkal ve bir adet
ekmekçi dükkanının geliri ise buradaki Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye kışlasına
yakın olan Yahya Paşa Camiî'nde, askerleri savaşa hazırlamak için cuma ve salı
günlerinde Siyer-i kebir ve diğer vakitlerde de askerlere ve yöre
ahalisine Birgivî Şerhi ve ilmühaber okutturmak üzere tayin
edilen Ömer adlı bir zata şart ve tayin edilmiştir.[204]
1.
BEKTAŞÎ
TEKKELERİNİN SAHİP OLDUĞU MAL VE
EMLÂKE MÜSÂDERE EDİLDİKTEN SONRA UYGULANAN
MUAMELE
2.
Bektaşî Tekkelerinin
İcâreteyn Usulüyle Satılan Emlâk ve Arazileri
Osmanlı yönetimi tarafından Bektaşîliğin ilgasıyla ilgili karar
alındıktan sonra, Anadolu ve Rumeli1 deki Bektaşî tekkelerinin büyük
bir kısmının yıkılarak, bunların sahip olduğu emval, eşya ve emlâkin devlet
tarafından zabtedilmesi yönünde emirler verilmiştir. Daha sonra bu tekke ve
zaviyelere bağlı vakıfların ve bunların müsakkafâtının (ev,dükkan vs.) birer
miktar muaccele (peşinat) ve müeccele (aylık veya senelik kira) ile başkalarına
devredildiğini görüyoruz ki bu sisteme icâreteyn denmektedir.[205]
Buna göre, tekkelere ait ve vakıf olan ev, bağ, bahçe ve dükkan gibi
gayrimenkuller, tekkenin bulunduğu yerdeki âyân, kaymakam, kadı ve mevlâ gibi
görevliler tarafından müzayedeye çıkarılıp bu yöntemle (bi’l-icâreteyn)
satılmıştır (füruht olunmuştur).[206]
İcâreteyn usûlüne göre müşteri, belirlenen muaccele ile birlikte, binde
25 oranında alınan ve “dellâliye” denen tellâklık vergisini görevli memura
vererek, “temliknâme veya mülknâme-i Hümâyûn” denen ve kişinin o mîrî arazinin
gelirine sahip olduğunu gösteren belgeyi ediniyordu.[207]
Müşteriden alınan para, memuru tarafından İstanbul’a Mukataat Hâzinesine
gönderiliyordu. Mukataat Hâzinesine gelen bu para ise “Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediye”nin masraflarının karşılanmasında kullanılıyordu.[208]
Daha sonraki dönemlerde ise, Bektaşî tekke ve zâviyelerinden gelmeye
devam eden paralar, sonradan ihdâs edilen “Mansûre Hazinesi”nde toplanmaya
başlanmıştır.[209]
Aslında Bektaşî tekkelerinin sahip oldukları emlâk, eşya ve sairenin
burada anlatılması tez konumuzun sınırlarını biraz aşıyor görünse de, Bektaşî
tekkelerinin ilgadan önceki dönemde sahip olduğu İktisadî gücü hakkında bir
fikir verdiği için birkaç örnek vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz.[210]
3.
Bektaşî Tekkelerinin
İcâre-i Vâhideli Emlâk ve Arazileri
İcâre-i vahide, vakıfa ait herhangi bir mülkün muayyen bir müddet için
kiraya verilmesi hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu müddet, arazi ise üç,
bina ise bir seneden fazla olamaz ve akdin sona erişinde kiracı hiç bir hak
iddia edemez ve kiraladığı şeyi başkasına ciro edemezdi.[211]
Bektaşî tekkelerinin bazı mülkleri icâreteyn usulüyle satıldığı gibi bazı
mülklerinin de “icâre-i vâhideli ” olarak nitelendirilip buna göre kiraya
verildiğini görüyoruz.[212] Bu kiralanan mülklerin kimi
zaman el değiştirdiği de Osmanlı arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır.
Ayrıca belirtmek gerekli ki, Bektaşî tekkelerine bağlı vakıflara ait olan
icâre-i vâhideli emlâk ve arazilerin daha sonraki dönemlerde bi’l-icâreteyn
başkalarına satıldığını da görüyoruz.[213]
4.
Bektaşî Tekkelerine
Aitken Satılan Eşya Zehâir ve Hayvanlar
Bektaşî tarikatının ilgasından sonra, Bektaşî tekkelerinin emlâk ve
arazileri gibi bunların içlerinde bulunan eşya, zehâir
(buğday, arpa, yulaf vs.) ve hayvanlar da müsâdere edilmiştir. Ele
geçirilen bu mallar özellikle telef olmaktan korunmak için de, yine müzayede
yöntemiyle taliplerine satılmıştır.[214]
Satılan bu tip mallardan elde edilen gelir, emlâk ve arazilerde olduğu gibi,
İstanbul’a, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin masraflarında kullanılmak üzere
Mukataat Hâzinesine gönderiliyordu.[215]
Zaviyelerde bulunan hayvanlardan, dölleri alınmaya değer olanları
diğerlerinden ayrı tutulmuş ve bunların beslenmesi yoluna gidilmiştir.Yine bu
hayvanlar içinde askerî hizmetlerde, özellikle de top taşımacılığında ve ileri
gelen süvarilerin hizmetlerinde yararlanılabilecek durumda olanlar da
satılmayıp İstanbul’a gönderilmiş veya belirlenen merkezlerde toplanmıştır.[216] Ele geçirilen hayvanların
durumlarıyla ilgili birçok örnek verilebilir:
Silistre sancağındaki Hazergrad kazasında bulunan Timur Baba
Tekkesi’nde 67, aynı yerdeki Hüseyin Baba Tekkesi’nde 63, Yenipazar kazasında
Kozluca karyesinde bulunan Musa Baba Tekkesi’nde 29 ve yine aynı kazada bulunan
Tay Hızır Baba Tekkesi’nde 58 baş ki, toplam 217 baş hergele (merkeb) ele
geçirilmiş,[217] bunlar daha sonra 5236 guruşa
satılmıştır.[218]
Teke sancağında Elmalı kazasında Abdal Musa zâviyesi’nin satılan
eşya ve hayvanlarından bazıları:[219]
Saban demiri, aded 37, baha 555 k.; / araba, aded 1, baha 230 k.; /
zahire anbarı, aded 3, baha 350 k.; / çift öküzü, aded 78, baha 7315 k.; /
camuş, re’s 4, baha 1200 k.; / manda, re’s 5, dana 4, buzağı 1, toplam 10, baha
750 k.; / kısrak, re’s 5, kolon (?) 2, tay 1, toplam 8, baha 800 guruş.[220]
Paşa sancağındaki Eğribucak kazasındaki Mü’min Baba Tekkesi’nde
bulunan 1182 aded evâni-i sim (gümüş kaplar) 5486 guruş; yine Paşa sancağında
Cuma kazasında bulunan Pîrî Baba Tekkesi’ndeki emvâl 850 guruş; aynı
sancakta bulunan Emînî Baba Tekkesi’ndeki emvâl de 1304,5 guruşa
müzayede ile satılmıştır.[221]
Çirmen Sancağındaki Keşan kazasında bulunan Rüstem Baba ve Evhad
Baba tekkelerinin eşya ve hayvanları ise yine teleften korunmak maksadıyla
33661 guruşa satılmıştır.[222]
Bu konudaki örnekleri çoğaltabiliriz: Bu sefer de Paşa sancağında Köprülü
kazasında Cahid Baba tekkesi’nde ele geçirilen 300 keyl hınta (buğday),
kısır ağnam (koyunlar) ve 79 baş kuzu 4797,5 guruşa;[223]
[224]
Aynı kazada bulunan Hacet Baba tekkesi’nin eşyaları 2228,5 222 guruşa;
Ve en son vereceğimiz misalde de, Kümelideki en büyük Bektaşî tekkesi
olan Çirmen sancağındaki Dimetoka kazasında bulunan Kızıl Deli Sultan tekkesi’nin
eşyaları 30783 guruşa, yine müzâyede edilmek suretiyle taliplerine satılmıştır.[225]
Osmanlı Devleti’nde XXVII. yüzyıldan itibaren, devlete gelir getiren
kaynakların belirli bir bedel karşılığında şahıslara verilmesine “iltizâm”
denilmektedir.[226] İltizâmı üzerine alan
kimseler, yani mültezimler, geliri devlete peşin olarak öderler, sonra yine
hükümet kuvvetine dayanarak bunu halktan tahsil ederlerdi. İltizâma verilen
arazi ve sair gelirlere ise “mukataa” denirdi. İltizâm bazen kayd-ı hayat
şartıyla bazen de babadan oğula geçmek suretiyle olurdu.[227]
Müsâdere edilen Bektaşî tekkelerinin emlâk ve arazilerinin bir kısmının
da iltizâma verildiğini görüyoruz. Bununla ilgili olarak fazla ayrıntıya
girmeden, yine tekkelerin İktisadî gücü hakkında bir fikir vermesi
münasebetiyle, bu konuda da bir örnek vermenin yerinde olacağı kanaatindeyiz.[228]
Çalışmamızın “Ekler” kısmında sahip olduğu emlâk, arazi, hayvanat vs.
mallarını verdiğimiz tekkenin, mallarına bakarak, oldukça zengin bir tekke
olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu tekkeden çok daha fazla mal varlığı olan
mesela Dimetoka’daki Kızıl Deli Sultan ve ElmalI’daki Abdal Musa tekkelerini de
düşündüğümüzde Bektaşî tekkelerinin oldukça önemli bir İktisadî güce sahip
olduklarını söyleyebiliriz.
6.
Emaneten İdare
Ettirilen Emlâk ve Arazi
Bektaşî tekkelerinin emlâk ve arazilerinin bazıları iltizâmen idare
edildiği gibi bazıları da emaneten idare edilmiştir.[229]
Tekkelerin emlâk, arazi ve saire mallarını satın almak isteyen taliplerin
verdikleri muaccele ve müeccelelerin, bu malların değerlerinden aşağıda
oldukları görüldüğünde, yine bu malların bozulmasını önleyip korumak üzere,
devlet tarafından veya tekkenin bulunduğu yörenin âyânları tarafından, seçkin
ve mutemet bir kişi görevlendirilirdi. Bu kişi devlet adına bu malları yönetir
ve gelirini de merkeze, Mukataat Hâzinesine gönderirdi.[230]
Paşa sancağındaki Eğribucak, Cuma, Kesriye, Nasliç ve Piriştine
kazalarında bulunan ve adları belirtilmeyen 5 adet tekkeye bağlı emlâk ve
arazilerin, h. 1252/ 1834-35 yılına kadar tayin edilen bir memur tarafından
emaneten idare edilirken bu tarihten sonra daha büyük kazanç ve kolaylık
sağladığı için iltizâmen idaresine karar verilmesi, konuyla ilgili güzel bir
misal teşkil eder.[231]
Anadolu ve Rumeli’deki bizim tesbit edebildiğimiz yaklaşık 300 Bektaşî
tekkesinin mallarının müsâdere edildiğini göz önüne aldığımızda, ortaya çıkan
gelirin oldukça yüksek olduğu ortaya çıkar. Elde edilen bu paranın yeni kurulan
Mansûre ordusunun masraflarına tahsis edildiğini düşünürsek, ordunun
kurulmasının maddi sıkıntı vermediği düşünülebilir.
senesinden
i’tibâren iltizâma rabt olunmak üzre bedelât-ı mu'accelelerinin iş'arı babında
..."
SONUÇ
Türkiye’nin siyasî ve toplumsal tarihinin her yönüyle ve objektif bir
biçimde ortaya konulması gerekmektedir. Biz bu çalışmamızda Türkiye tarihinde
çok önemli bir yeri olan Alevî- Bektaşîliğin geçirdiği en önemli safhalardan
birisi olarak kabul edebileceğimiz 1826 yılında meydana gelen Yeniçeriliğin
ilgası ve Bektaşîliğin yasaklanması olayı akabinde Bektaşî tarikatı mensupları
ve Bektaşî tekkelerinin karşılaştıkları muamele ile bunların o yıllardaki
durumunu ortaya koymaya çalıştık.
Çalışmamızın Giriş bölümünde Bektaşî tarikatı ve Yeniçeri Ocağı hakkında
malumat verildikten sonra bu iki müessesenin birbiriyle olan yakın ilişkisine
de aynı kısımda değinildi.
I. Bölüm’de Yeniçeriliğin ilgası ve Bektaşî tarikatının yasaklanması
resmî vesikalar ışığında anlatılmıştır. Aynı bölümde tarikatın yasaklanmasından
sonra Bektaşîlere uygulanan muamele hakkında da bilgi verilmiştir. Çalışmamızın
bu kısmında konuyla ilgili olan genel kanaate ters düşen bazı çarpıcı bulgulara
ulaştığımızı söyleyebiliriz. Şöyle ki Osmanlı idaresin bu yıllarda Bektaşîlere
karşı olan siyasetinin insafsızca olduğu gibi bir düşünce vardır. Güya
Bektaşîler asılmıştır kesilmiştir. Gerçi Yeniçerilerle olan sıkı ilişkisinden
dolayı bunların çoğu zor günler geçirmiştir; ama sanıldığı kadar da gadre
uğratılmamışlardır.Güdülen koyu Yeniçeri-Bektaşî düşmanlığına karşı bu süre
zarfında bizim tesadüf edebildiğimiz ancak 4-5 idam olayı meydana gelmiş,
Bektaşî ileri gelenlerinin çoğu ancak sürgün edilmişlerdir. Üstelik bu
sürgünlerin çoğu Yeniçeriliğin artık tamamen silindiği, ilgadan 7-8 sene
sonraları affedilmiş, bunların eski yaşadıkları yerlere dönmelerine izin
verilmiştir.
Yine sırf ideolojik kaygılarla bazı kesimlerin dile getirdiği gibi
Osmanlı yönetimi Bektaşîlere karşı gaddarca bir siyaset izlememiştir.
Tekkelerle ilgili müsâdere kararındaki, tekkelerde bulunan ve “mülk” diye tarif
edilen şeyhlere ait emlâk ve arazilerin eğer varisleri varsa bunlara terk
olunması hususu son derece önemlidir. Buna göre sürgün edilen Bektaşî şeyhlerin
geride bıraktığı ailesi düşünülmüş, bunlar asla nağdur edilmemişlerdir. Hatta
Bektaşî şeyhi olmalarına rağmen yaşlarının küçüklüğü nedeniyle affedilip
yerlerinde kalmalarına izin verilenler dahi vardır.
Şimdi, öyleyse yapılan bu sürgünlerin nedeni neydi? sorusu akla
gelebilir. Bunun cevabı elbetteki OsmanlI’nın o yıllardaki en büyük başağrısı
olan Yeniçerilik sorunuyla Bektaşilerin içiçe olmalarıdır. Bu yüzdendir ki,
Yeniçeriliğin ilgası ardından onların en büyük destekçisi olan Bektaşî tarikatı
da yasaklanmıştır. Ancak bütün bu uygulamalara rağmen Bektaşîlik, II. Mahmud’un
ölümünden sonraki yıllarda tekrar canlanmış; 1925’te bütün tekke ve zâviyelerin
yasaklanmasından sonra ise bugüne kadar diğer tarikatlar gibi gayri resmî
olarak devam edegelmiştir.
I. Bölüm’de bundan başka bir de Osmanlı Devleti’nin Bektaşîlerle ilgili
görevlere atadığı memurlar ve bunların görevleri hakkında bilgi
verilmiştir.Çalışmamızın bu kısmındaki bilgileri genellikle BOA, Hatt-ı
Hümâyûnlar tasnifinde bulabildiğimiz vesikalardan temin ettik.
Çalışmamızın II. Bölümünde ise ilgadan sonraki yıllarda Bektaşî tekke ve
türbelerinin durumuyla, bu müesseselere bağlı emlâk arazi, emvâl ve saireye
uygulanan muameleye değinilmiştir. Buna göre yapılan uygulamaların yalnız
dönemin Bektaşîliğine karşı bir tutum olduğunu söyleyebiliriz. Emr-i âlî gereğince
tekke binaları yıkılırken içlerinde bulunan ve Bektaşî büyüklerine ait olan
türbelere kesinlikle dokunulmamıştır. Resmî evrakta bu kimseler “mazanne-i
kirâm”(ermiş olduğu düşünülen Allah dostları) dan sayılmış ve kovulan Bektaşî
türbedârların yerine ehl-i sünnet türbedârlar atanarak bu türbelerde yatanlara
karşı gösterilen hürmet ve ihtimam devam etmiştir. Bu malumat ise BOA,
Mâliyeden Müdevver Defterler tasnifinde bulunan defterlerden (MAD, 9731, 9732,
9766, 9771, 9772, 9773, 9774 ve 9776) elde edilmiştir.
Yine bu bölümde Bektaşî tekke ve zâviyelerinin sahip oldukları emlâk,
eşya, hayvanlar ve saireden ve bunların nasıl değerlendirildiği anlatılmıştır.
Mesela bazı tekkelerin binaları yıkılmayıp, medrese, mektep, cami ve benzeri
hizmet binalarına çevrilirken, bazı tekkelerin ise yıkıldıktan sonra enkazı ile
bu tip binaların tamir ve inşası yoluna gidilmiştir.
“Ekler” de ise önce İstanbul’daki Bektaşî tekke ve zâviyelerinin listesi
verildikten sonra Rumeli ve Anadolu’dakilerin de listesi verilmiştir. En son
olarak ise II. Bölümdeki bazı mevzulara ait örnekler verilip çalışma
tamamlanmıştır.
Daha önce belirttiğimiz gibi 1826 yılında Yeniçerilikle birlikte onun bir
nevi manevî dayanağı olan Bektaşî tarikatının da ilgası yediyüz küsur yıllık
Bektaşî tarihinin en önemli merhalelerinden birini teşkil etmesi bakımından
oldukça önemlidir ve bu sebeple ilganın ve sonuçlarının incelenmesi
Alevî-Bektaşî tarihi için son derece büyük bir gerekliliktir. Bu yüzden bu
konuyla ilgili arşiv çalışmalarının gelişerek sürmesi gerektiği inancındayız.
EKLER
(EK 1)
h. 1242/ 1826-27
TARİHİNDE İSTANBUL'DAKİ BEKTAŞÎ
TEKKE VE ZÂVİYELERİ
(BOA, MAD, 9731,
9766)
NO |
Tekke veya Zâviye
Adı |
Bulunduğu Sancak |
Bulunduğu Kaza |
Bulunduğu Köy
veya Mahal |
1 |
Karaağaç |
Dersaadet |
Eyüp |
Sütlüce |
2 |
Mahmud Baba (Şehidlik) |
Dersaadet |
Galata |
Rumelihisarüstü |
3 |
Öküz Limanı Anbarı |
Dersaadet |
Üsküdar |
Öküz Limanı |
4 |
Nerdibanlı (Merdivenköy) |
Dersaadet |
Üsküdar |
Merdivenköy |
5 |
Tahir Baba (Çamlıca-i Kebir) |
Dersaadet |
Üsküdar |
Çamlıca |
6 |
Mürüvvet Baba |
Dersaadet |
Üsküdar |
Atik Valde |
7 |
Kinci Baba |
Dersaadet |
Üsküdar |
Nuhkuyusu |
8 |
Mehmed Efendi (Yedikule) |
Dersaadet |
İstanbul |
Kazlıçeşme |
9. |
Karyağdı |
Dersaadet |
Eyüp |
Eyüp |
10 |
Kiremitçi (Bademli) |
Dersaadet |
Eyüp |
Sütlüce |
(EK 2)
h. 1242-1254/ 1826-1839 TARİHLERİNDE RUMELİ’DEKİ
BEKTAŞÎ TEKKE VE ZÂVİLERİ
(BOA, MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772,
9773, 9774, 9776)
1 |
Ahi Baba |
Çirmen |
Mekri |
|
2 |
Ahi Baba |
Paşa |
Pınarhisar |
|
3 |
Ali Baba |
Silistre |
|
|
4 |
Ali Baba |
Çirmen |
Çirmen |
|
5 |
Ali Baba |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
6 |
Ali Baba |
Paşa |
Nasliç |
Dirotla |
7 |
Ali Baba |
Niğbolu |
Rusçuk |
|
8 |
Ali Koç Baba |
Niğbolu |
Rusçuk |
|
9 |
Ahmet Ağa |
Çirmen |
Mekri |
|
10 |
Ahmet Baba |
Çirmen |
Pınarhisar |
|
1 1 |
Akbaş Baba |
Çirmen |
Gelibolu |
Yalâkabad |
12 |
Akça Baba |
Çirmen |
Keşan |
|
13 |
Aydın Baba |
Paşa |
Kesriye |
|
14 |
Aykut Baba |
Çirmen |
Pınarhisar |
|
15 |
Arız Baba |
Çirmen |
Havass-ı Mahmud Paşa |
|
16 |
Babalar |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
17 |
Baran Baba |
Çirmen |
Zağra-i Cedid |
|
18 |
Bayezid Baba |
Selanik |
Yenice-i Vardar |
Baba |
19 |
Bayındır Baba |
Selanik |
Yen.-i Vardar |
|
20 |
Bayram Dede |
Selanik |
Yen.-i Vardar |
|
21 |
Binbiroklu Ahmed Baba |
Çirmen |
Pınarhisar |
|
22 |
Cafer Baba |
Selanik |
Yen.-i Vardar |
|
23 |
Cafer Baba |
Çirmen |
Cisr-i Mustafa Paşa |
|
24 |
Cahid Baba |
Paşa |
Köprülü |
|
25 |
Civan Baba |
Çirmen |
Ferecik (?) |
|
26 |
Çoban Baba |
Çirmen |
Tekfurdağı |
|
27 |
Dağî Mehmed Efendi |
Çirmen |
Gelibolu ma'a Eceabad |
|
28 |
Dayı Hızır (Ali Baba) |
Niğbolu |
Rusçuk |
|
29 |
Dedeler |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
30 |
Derviş Ali |
Paşa |
Nasliç |
Irazmeşte |
31 |
Ece Baba (Ece Sultan) |
Çirmen |
Gelibolu ma‘a Eceabad |
Karabeyli |
32 |
Elmalı (Timurhan) |
Çirmen |
Sultanyeri |
|
33 |
Eltutan Dede |
Çirmen |
Gelibolu ma'a Eceabâd |
Koruca Dede |
34 |
Eminî Baba |
Paşa |
Nasliç |
Varya |
35 |
Ersen Baba |
Çirmen |
Keşan |
|
36 |
Evhâd Baba |
Çirmen |
Keşan |
|
37 |
Fülfül (Kangal) Baba |
Çirmen |
İpsala |
|
38 |
Gaibler Baba |
Çirmen |
Havass-ı Mahmud Paşa |
|
39 |
Gaziler |
Çirmen |
Ferecik |
|
|
Gül Baba |
Çirmen |
Edirne |
Edirne yakınlarında |
41 |
Göbekli Saraç Baba |
Çirmen |
Ferecik |
|
42 |
Hacet Baba |
Paşa |
Köprülü |
|
43 |
Hacı Baba |
Çirmen |
Edirne |
Hamzabeyli |
44 |
Hacı Baba |
Çirmen |
Edirne-Çöke |
Samarrabeyli |
45 |
Hacı Dede |
Çirmen |
Çirmen |
|
46 |
Hacı Sultan |
Çirmen |
Keşan |
|
47 |
Halil Baba |
Çirmen |
Gelibolu |
|
48 |
Hanlık (?) |
Çirmen |
Mekri |
|
49 |
Haşan Baba |
Selanik |
Yen.-i Vardar |
Esirlik |
50 |
Haşan Baba |
Paşa |
Köprülü |
|
51 |
Hızır Baba |
Çirmen |
Cisr-i Mustafa Paşa |
|
52 |
Hızır Baba |
Çirmen |
Mekri |
|
53 |
Hızır Baba |
Çirmen |
Gelibolu ma'a Eceabâd |
Karababa |
54 |
Hızır Baba |
Çirmen |
Gelibolu ma'a Eceabâd |
Kurunca |
55 |
Hızır Baba |
Üsküp |
Kırçova |
|
56 |
Hızır Baba |
Çirmen |
Edirne-Çöke |
Yenikarye |
57 |
Hocalar |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
58 |
Horasanî Ali Baba |
Niğbolu |
Rusçuk |
|
59 |
Hüseyin Baba |
Silistre |
Hazergrad |
|
60 |
Hüseyin Sultan |
Çirmen |
İpsala |
|
61 |
Irakî |
Çirmen |
Ferecik |
|
62 |
İlyas Baba |
Çirmen |
Gelibolu ma'a Eceabad |
Seddülbahir Kalesi civ. |
63 |
İsa Baba |
Çirmen |
Gelibolu |
|
64 |
Kabataşlı (Kayataşı ?) |
Çirmen |
Gelibolu |
Kilidbahir alesi civ. |
65 |
Kadı Dede |
Paşa |
Eğribucak |
|
66 |
Kadı Baba |
Üsküp |
Üsküp |
|
67 |
Kadıncık |
Çirmen |
|
|
68 |
Kamber Baba |
Çirmen |
Havass-ı Mahmud Paşa |
|
69 |
Kara Baba |
Selanik |
Selanik |
nefs-i Selanik |
70 |
Kara Baba |
Çirmen |
Hayrabolu |
|
71 |
Kara Baba |
Çirmen |
Çirmen |
Akpınar |
72 |
İCaracaahmed Sultan |
Üsküp |
|
|
73 |
Kara Ahmedler |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
74 |
Kapudan Baba |
Üsküp |
Kalkandelen |
|
75 |
Kasım Baba |
Çirmen |
Kesriye |
|
76 |
Kasım Baba |
Paşa |
|
|
77 |
Kaygusuz Baba |
Çirmen |
Baba-yı Atik |
|
78 |
Kız Ocağı |
Çirmen |
Havass-ı Mahmud Paşa |
|
79 |
Kızıl Deli Sultan (Meydan- ı zîr) |
Çirmen |
Dimetoka |
|
80 |
Kızıl Deli Sultan (Meydan- ı bâlâ |
Çirmen |
Dimetoka |
|
81 |
Kişer (?) Baba |
|
Timurhisar |
|
82 |
Koç Doğan |
Silistre |
Hazergrad |
|
83 |
Koyun Baba |
Üsküp |
Kalkandelen |
|
84 |
Kıdemli Baba |
Çirmen |
Zağra-i Cedid |
|
85 |
Kurd Baba |
Üsküp |
Kalkandelen |
|
86 |
Küçük |
Çirmen |
|
|
87 |
Mesud (?) Baba |
Çirmen |
Çirmen |
|
88 |
Muhyiddin Baba |
Çirmen |
Edirne-Çöke |
Danişmend |
89 |
Muhyiddin Baba |
Çirmen |
Mekri |
|
90 |
Muhyiddin Baba |
Çirmen |
Edirne |
nefs-i Edirne |
91 |
Musa Baba (1) |
Silistre |
Hazergrad |
|
92 |
Musa Baba (2) |
Silistre |
Hazergrad |
|
93 |
Musa Baba |
Paşa |
Eğribucak |
|
94 |
Musa Baba |
Çirmen |
Zağra-i Atik |
|
95 |
Musa Baba |
Silistre |
Yenipazar |
Kozluca |
96 |
Musaca |
Çirmen |
Zağra-i Atik |
|
97 |
Mümin Baba |
Paşa |
Eğribucak |
|
98 |
Mümin Baba |
Çirmen |
Zağra-i Atik |
|
99 |
Naci Dede |
Çirmen |
Ferecik |
|
100 |
Nasuh Baba |
Silitre |
Eskicuma |
|
101 |
Nefer Baba |
Çirmen |
Ferecik |
|
102 |
Nefes Baba |
Çirmen |
Ferecik |
|
103 |
Okbaş Baba |
Çirmen |
Gelibolu ma‘a Eceabad |
Yalâkabad |
104 |
Osman Baba |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
105 |
Osman Baba |
Çirmen |
Gelibolu |
|
106 |
Pîrî Baba |
Paşa |
Köprülü |
|
107 |
Pîrî Baba |
Paşa |
Cuma |
|
108 |
Rüstem Baba |
Çirmen |
Havass-ı Mahmud Paşa |
|
109 |
Rüstem Baba |
Çirmen |
Keşan |
|
110 |
Sancakdar Baba |
Çirmen |
Mekri |
|
111 |
Sancakdar Baba |
Çirmen |
Evreşe |
Seydikavağı |
112 |
Selahaddin Baba |
Vidin |
Vidin |
Vidin Kalesi |
113 |
Sersem Baba |
Çirmen |
Tekfurdağı |
|
114 |
Sersem Baba |
Paşa |
Paşa |
|
115 |
Şeydi Fedayi |
Çirmen |
Gelibolu |
|
116 |
Seyfı Baba |
Çirmen |
Gelibolu ma'a Eceabad |
Kum |
117 |
Sucu Haşan b.Memiş |
Çirmen |
|
|
118 |
Sultan Baba |
Çirmen |
Ferecik |
|
119 |
Süleyman Baba |
Selanik |
Selanik |
nefs-i Selanik |
120 |
Şeyh Ali Baba |
Çirmen |
|
|
121 |
Şeyh Yusuf Baba |
Paşa |
Paşa |
|
122 |
Taşlık |
Çirmen |
Mekri |
|
123 |
Tay Hızır (Ali Baba) |
Niğbolu |
Rusçuk |
|
124 |
Tepecik |
Çirmen |
Uzuncaabad- Hasköy |
|
125 |
Timur Baba |
Silistre |
Hazergrad |
|
126 |
Üryan Baba |
Üsküp |
|
|
127 |
Velî Dede |
Çirmen |
Zağra-i Atik |
|
128 |
Yadatı Baba |
Çirmen |
Zağra-i Cedid |
|
(EK 3)
h. 1242-1254/ 1826-1839 TARİHLERİNDE ANADOLU'DAKİ
BEKTAŞÎ TEKKE VE ZÂVİLERİ
(BOA, MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772,
9773, 9774, 9776)
1 |
Abdal Ata |
Çorum |
|
|
2 |
Abdal Musa |
|
Ahlı |
|
3 |
Abdal Musa |
Saruhan |
Palamud |
|
4 |
Abdal Musa |
|
Ayazmend |
|
5 |
Abdal Musa |
Teke |
Elmalı |
Tekkeköy |
6 |
Abdi Bey |
Hamid (Aydın ?) |
Güzelhisar |
|
7 |
Açıkbaş Baba |
|
Eskişehir |
|
8 |
Açıkbaş Baba |
Karesi |
Lapseki |
Çardak |
9 |
Ahi Sultan |
Karahisar |
Bolvadin |
îshaklı |
10 |
Ahmed Baba |
Hüdavendigar |
Bursa |
Hassa Ağa Dikme |
11 |
Ahmed Dede |
Çorum |
Osmancık |
|
12 |
Akça |
Aydın |
Güzelhisar |
|
13 |
Akman |
Hüdavendigar |
Kirman |
|
14 |
Akrabaoğlu Haşan Dede |
İsparta |
Eğirdir |
Yar |
15 |
Ali Baba |
Aydın |
Tire |
|
16 |
Ali Dede |
Hüdavendigar |
Karamürsel |
|
17 |
Ali Dede |
Karesi |
Yalâkabad |
|
18 |
Aron (?) Baba |
Çorum |
|
|
19 |
Arslan Baba |
İsparta |
İsparta |
Derthoş |
20 |
Ayazmend (Zekeriya) |
İsparta |
Uluborlu |
Yassıviran |
21 |
Baba |
Aydın |
Güzelhisar |
|
22 |
Baba |
Karahisar |
Şuhûd |
|
23 |
Balçık Baba |
Karahisar |
Sandıklı |
|
24 |
Ballıca Sultan |
Karahisar |
Karahisar |
|
25 |
Beyce Sultan |
Karahisar |
Çal |
Side |
26 |
Boncuk Sultan |
Karahisar |
Karahisar |
|
27 |
Burçaklı Baba |
Karesi |
Lapseki |
|
28 |
Çadır Baba |
Amasya (?) |
Şeyhli |
|
29 |
Çanlı Ali Baba |
Karesi |
Edremit |
|
30 |
Davud Baba |
Karesi |
Bigadiç |
Aşıklar |
31 |
Derbend (Dülbend ?) Baba |
Amasya (?) |
Şeyhli |
|
32 |
Derviş İbrahim |
Karesi |
Gönen |
|
33 |
Derviş Şah |
Bozok |
Akdağ |
|
34 |
Doğan Baba |
Saruhan |
Kırkağaç |
|
35 |
Dünşa (?) |
Bozok |
Akdağ |
|
36 |
Düzbey Baba |
Karesi |
Çanakkale |
|
37 |
Efendioğlu (Hüseyin Dede) |
İsparta |
Burdur |
|
38 |
Ekmek Yemez Sultan |
Karesi (?) |
Tuzla |
|
39 |
Emir Sultan |
Karesi (?) |
Dobruca ma‘a Yavulca |
Kayadibi |
40 |
Er Baba |
Amasya (?) |
Şeyhli |
Melhus |
41 |
Eser (Eşcar?)Baba |
Karesi (?) |
Dobruca ma‘a Yavulca |
Değirmen |
42 |
Ferid Velî Baba |
Hüdavendigar |
Mihaliç |
Çamlıca |
43 |
Garipçe |
Hüdavendigar |
Kirmasti |
|
44 |
Göncü Baba |
Hüdavendigar |
Kirmasti |
|
45 |
Gül Baba |
Ankara |
Çubukabad |
|
46 |
Hacı Baba |
Saruhan |
Gördes |
|
47 |
Hacı Baba-yı Velî |
Saruhan |
Demirci |
|
48 |
Hacı Menteş |
Karesi |
Gönen |
|
49 |
Hacım Sultan |
Karahisar |
Sandıklı |
|
50 |
Hacım Sultan |
|
Karamud |
|
51 |
Hâki Baba |
Saruhan |
Manisa |
|
52 |
Halife Sultan |
Saruhan |
Gördek (Kırkağaç) |
Musaca |
53 |
Haydar Baba |
Karesi |
Biga |
Sarılı Şeyhler |
54 |
Haykıran (Saykoran?) Baba |
Saruhan |
Menemen (Menteş ?) |
|
55 |
Hayreddin Baba |
Karesi |
Dobruca ma‘a Yavulca |
|
56 |
Hızır Abdal |
İsparta |
Ağlasun |
Kuzköy |
57 |
Hızır Baba |
İsparta |
İsparta |
Tekke mah. |
58 |
Hızır Şeydi |
Saruhan |
Demirci |
|
59 |
Hürekâ Baba |
Aydın |
Yatağan |
|
60 |
Hüseyin Sultan |
|
Eskişehir |
|
61 |
îlyas Dede |
Saruhan |
Palamud |
|
62 |
İlyas Dede |
Saruhan |
Kırkağaç |
|
63 |
İncik Dede (1) |
|
Pınarabad |
|
64 |
İncik Dede (2) |
|
Pınarabad |
|
65 |
İzzetlice Baba |
Hüdavendigar |
Kirmasti |
Anbarlar |
66 |
Kabil Baba |
Hüdavendigar |
Mihaliç |
Sancak |
67 |
Kadeki (?) Baba |
Karahisar |
Karahisar |
|
68 |
Kal'a Işık Baba |
Saruhan |
Palamud |
Babaköy |
69 |
Kâni Baba |
Çorum |
|
|
70 |
Kara Baba |
Çorum |
Osmancık |
|
71 |
Kara Baba Sultan |
Hüdavendigar |
Kirmasti |
Paşalar |
72 |
Karşu Baba |
Hüdavendigar |
Karamürsel |
|
73 |
Kaynak Baba |
Aydın |
Güzelhisar |
nefs-i Güzelhisar |
74 |
Kertmeci Baba |
Saruhan |
Gördes |
|
75 |
Kıllı Aşık |
Saruhan |
Palamud |
|
76 |
Kıran Baba |
Amasya (?) |
Şeyli |
|
77 |
Koyun Baba |
Saruhan |
|
Yağdın |
78 |
Koyun Baba |
Amasya |
Merzifon |
|
79 |
Köse Baba |
Hüdavendigar |
Mihaliç |
Karadağ |
80 |
Külhan Baba |
Tokat |
Niksar |
|
81 |
Kum Baba |
Hüdavendigar |
Kirmasti |
|
82 |
Kurd Baba |
Aydın |
Tire |
|
83 |
Kurd Baba |
Karesi |
Biga |
|
84 |
Kura (?) Baba |
|
Şuhûd (?) |
|
85 |
Menteş Baba |
Karahisar |
Sandıklı |
Menteş |
86 |
Menteş Sultan |
Saruhan |
Gördes |
Balıklı |
87 |
Merdüm (?) Dede |
Karahisar |
Karahisar |
|
88 |
Musaca |
Saruhan |
Kırkağaç |
|
89 |
Muyon (?) Baba |
Saruhan |
Gördes |
|
90 |
Nasuh Baba |
Saruhan |
Demirci |
Yolkarye |
91 |
Nasuh Baba |
Saruhan |
Borlu |
|
92 |
Okçu Baba |
Saruhan |
Turgutlu |
|
93 |
Pîrî Baba |
İsparta |
Burdur |
Ayakhane |
94 |
Ramazan Baba (1) |
Hüdavendigar |
Bursa |
|
95 |
Ramazan Baba (2) (Derviş İbrahim) |
Hüdavendigar |
Bursa |
Bursa dışında |
96 |
Ramazan Baba |
Karesi |
Gönen |
|
97 |
Sami Baba |
Hüdavendigar |
Sancak |
|
98 |
Saraç Baba |
Saruhan |
Borlu |
|
99 |
Sarı Baba |
Amasya (?) |
Şeyhli |
|
100 |
Sarı Baba Sultan |
Karesi |
Bayramiç |
|
101 |
Sâyân Baba |
Karahisar |
Çay |
|
102 |
Saykoran Baba |
Teke |
Kaş |
|
103 |
Sersem Baba |
Amasya |
Merzifon |
|
104 |
Şeydi Baba |
Saruhan |
Gördes |
|
105 |
Şeydi Dede |
Karesi |
Gönen |
|
106 |
Seyyah Baba |
|
Ayazmend |
|
107 |
Seyyah Baba |
Saruhan |
Demirci |
|
108 |
Seyyid Baba |
Karahisar |
Karahisar |
|
109 |
Sinan Dede |
Kastamonu |
Tosya |
|
110 |
Sûreti Baba (Baba Sultan) |
Hamid |
Eğirdir |
|
111 |
Şah Çelebi |
Kütahya |
Kula |
|
112 |
Şeyh Doğan |
Karesi (?) |
Dobruca ma'a Yavulca |
|
113 |
Şeyh Hızır |
Ankara |
Çubukabad |
Akçakuzulu |
114 |
Şeyh Kovan Türbesi |
Karahisar |
Sandıklı |
|
115 |
Tabkan Baba |
Saruhan |
Kırkağaç |
|
116 |
Taşlıca |
|
Karacaşehir |
|
117 |
Umur Baba |
Amasya (?) |
Şeyhli |
Demirci |
118 |
Velî |
Bozok (?) |
Akdağ |
|
119 |
Velî Baba |
İsparta |
Uluborlu |
Yeküp |
120 |
Velî Baba |
Hüdavendigar |
Mihaliç |
|
121 |
Yatağan Baba |
Aydın |
Birgi |
|
122 |
Yatağan Baba |
Saruhan |
Kırkağaç |
Karabâdî |
(*Yukanda, Bektaşî tekkesi olarak kurulduktan
sonra Sünnî bir şeyhin başına geçip ehl-i sünnet bir mahiyet kazanan tekkelerin
de adları verilmiştir.)
(EK 4)
YALNIZCA ADLARI BİLİNEN BEKTAŞÎ TEKKE VE
ZÂVİYELERİ
1.
Abdal Numan
2.
Ali Ahmed Sultan
3.
Baba Ahmet
4.
Balık Sultan
5.
Derviş Nuri
6.
Derviş Sultan
7.
Duran Baba
8.
Duhan Baba
9.
Ersan (?) Baba
10.
Habib Dede
11.
Hayber Baba
12.
Haydar Sultan
13.
Hızır Çelebi
14.
Hızır Dede
15.
Kadîm Baba
16.
Karacaahmed Sultan
17.
Karadonlu
18.
Kesancı Baba
19.
Kesikbaş Ahmed Baba
20.
Köse Baba
21.
Merkebli Baba
22.
Monla (Molla) Geldi
23.
Musa Dede
24.
Murad Baba
25.
Numan Baba
26.
Saruhanlı
27.
Selim
28.
Selman Sultan
29.
Seyyid Ahmed Sultan
30.
Sersem Ali Baba
31.
Sinan
32.
Sultan Abidin
33.
Şeyh Sultan
34.
Taşmud Dede
35.
Velîyyüddin Baba
36.
Son kısımdaki, bulundukları yerleri tesbit edemediğimiz bu 35 adet
tekke ve zaviyenin isimlerini K.Daşcıoğlu'nun adıgeçen tezinden temin ettik.)
(EK 5)
İCÂRETEYN USULÜYLE SATILAN EMLÂK VE
ARAZİYE DAİR ÖRNEKLER
Çirmen Sancağında Uzuncaabâd- Hasköy Kazasında Bulunan Osman Baba
Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâki: (BOA, MAD, 9732, s.
99-100)
37.
. Osman Baba zaviyesi
merbutânından Baba değirmeni demekle ma'rûf 3 bâb değirmen ve 1 bâb abâ dolabı
senevi 20 guruş icâre ve 2250 guruş muaccel ile çiftçi Mahsun oğlu Haşan ve
zevcesi Ayşe Hatun’a füruht olunmuş...” (h.l)
38.
. İlyascı karyesi derûnunda
3 göz değirmen bi’l-müzâyede 2640 guruş muaccel ile İbrahim b. Ahmed uhdesinde
karar etmekle...” (h.12)
39.
. Eskiköy karyesi civarında
2 bâb değirmen ve 1 bâb abâ dolabı bi’l-müzâyede 1650 guruş muaccel ile
Feyzullah b. Mehmed uhdesinde karar...” (h. 13)
40.
. Guraşlı karyesi kurbünde
3 göz harab değirmen 2000 guruş muaccel ile Molla Hüseyin b. Said uhdesinde
karar...” (h.14)
41.
. Uludede Tatarı karyesinde
harab değirmen (ve) 1 bâb ocağı 500 guruş muaccel ile İbrahim b. Ahmed
uhdesinde karar...” (h.15)
42.
. İplice Tatarı karyesinde
1 aded değirmen gözü 300 guruş muaccel ile Zeliha Kadın uhdesinde karar...” (h.
16)
43.
. İplice Tatarı'nda 1 aded
değirmen gözü 200 guruş muaccel ile Müftü Ali zîde kadruhuya...” (h. 17)
“... Ezinceabâd karyesinde 6 bâb dekâkîn bi’l-müzâyede 1750 guruş muaccel
ile dekâkîn-i mezbûrun selâsân hissesi Hacı Bekir ve selâse hissesi Mustafa b.
Süleyman uhdelerinde karar...” (h.18)
“...Nefs-i Hasköy’de 10 kıt‘a dekâkîn bi’l-müzâyede 3700 guruş muaccel
ile Rüstem ve karındaşı Feyzullah uhdelerinde karar...” (h. 19)
“...Musanlı toprağında Haşlama bağlarında 5 (....) bağı bi’l- müzâyede 60
guruş muaccel ile İbrahim b. Berat uhdesinde karar...” (h.20)
“Sâlifü’z-zikr Osman Baba zaviyesi emlâkinden tekye civârında 2 aded
sebze bağçesi bi’l-müzâyede 1160 guruş muaccel ile Feyzullah b. Mestan
uhdesinde karar...” (h.21)
“...Filibe kazâsında 11 göz Cürde ve Ahmed abâ değirmenleri ve 2 kıt‘a
sebze bahçesi ve 1 aded koru bi’l-müzâyede 14250 guruş muaccel ile emlâk-i
mezkûrun selâsân hissesi Hacı Bekir b. Hacı Osman ve selâse hissesi Mustafa b.
Süleyman uhdelerinde karar...” (h.22)
“Sâlifü’z-zikr Osman Baba zâviyesi emlâkinden tekye civârında 10 dönüm
bağı bi’l-müzâyede 150 guruş muaccel ile Ahmed b. Ali uhdesine karar
etmekle...” (h.23)
Çirmen Sancağında Uzuncaabâd-Hasköy Kazasında Bulunan Ali Baba
Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâki : (BOA, MAD, 9732, s.
99-100)
“Sâlifü’z-zikr Ali Baba zâviyesi emlâkinden Uzuncaabâd- Hasköy kazâsı’nda
vâki‘ Çalu Ezin karyesinde 2 göz değirmen ve ittisâlinde 5 bâb abâ dolabı 265
guruş muaccel ile Ahmed Bey ile Süleyman’a füruht olunmuş ...” (h.2)
“...Sarı Ba‘desi karyesi kurbünde kâin 1 göz değirmen ve 1 bâb abâ dolabı
bi’l-müzâyede 1550 guruş muaccel ile Emin b. Sadık uhdesinde karar...” (h.3)
“...Şeytan değirmeni demekle ma'rûf 2 göz değirmen bi’l- müzâyede 3000
guruş muaccel ile Katip Ömer zîde(....) uhdesinde karar...” (h.4)
“...Beyaz (Fakih?) karyesinde Ahmed nâm kimesneyle iştirâken 3 göz
değirmen 400 guruş muaccel ile Hafız Ahmed b. Mestân uhdesinde karar
etmekle...” (h.5)
“...Kavak mahallesi tahtında 1 göz değirmen bi’l-müzâyede 250 guruş
muaccel ile Duhânî İbrahim b. Mustafa uhdesinde karar etmekle...” (h.6)
“...Kavak mahallesi tahtında 1 kıt‘a sebze bağçesi 720 guruş muaccel ile
Ahmed Bey b. Süleyman uhdesinde karar...” (h.7)
“Sâlifü’z-zikr Ali Baba zaviyesi emlâkinden tekye civârında 8 dönüm bağı
360 guruş muaccel ile Besârî Ömer ve karındaşları Feyzullah ve Hâfız Ahmed ve
Mollâ Süleyman uhdelerinde...” (h.8)
“...Ali Baba zâviyesi emlâkinden Haşan Babalar zâviyesinin 2 (...) bağı
55 guruş muaccel ile Feyzullah b. Mestan uhdesinde karar...” (h.9)
“...Ali Baba zâviyesi emlâkinden Hocalar zâviyesi(nin) 1 dönüm bağı
bi’l-müzâyede 40 guruş muaccel ile Ali b. Mehmed uhdesinde karar...” (h.10)
“...tekye civârında 1 kıt‘a gül ve meyve bağçesi bi’l-müzâyede 50 guruş
muaccel ile Feyzullah b. Mestan uhdesinde karar etmekle zabtıçün ber-siyâk
başka” (h.ll)
Hüdavendigar Sancağında, Mihaliç Kazasındaki Çamlıca Karyesinde Bulunan Velî
Baba Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâk ve Arazisi: (BOA, MAD,
9732, s. 150)
“...karye-i mezkûrede vâki‘ zâviye-i mezkûr civârında kâin
ma'lûmü’l-hudûd 65,5 dönüm tarla 350 guruş muaccel ile meskenelerin muhtarı
Kara İbrahim b. İsmail nâm kimesne uhdesinde karar...” (h.l)
“Sâlifü’z-zikr Velî Baba zaviyesinin emlâkinden zâviye-i merkûmenin
ebniyesi lede’l-müzâyede 57,5 guruş muaccel ile Kiremidi Süleyman nâm kimesneye
füruht olunmuş ...” (h.2)
“...bir bâb tam yeri bi’l-müzâyede 31,5 guruş muaccel ile İsmail b. Ömer
nâm kimesne uhdesinde karar...” (h.3)
Hüdavendigar Sancağında, Mihaliç Kazasındaki Karadağ’da Bulunan Köse
Baba Zâviyesi’nin Bi’l-icâreteyn Füruht Olunan Emlâk ve Arazisi: (BOA, MAD,
9732, s. 150, h. 4)
“Zevâyâ-yı merkûmeden Nasliç kazâsında Karadağ’da vaki‘ Köse Baba
zâviyesinin emlâkinden zâviye-i merkûme civârında kâin iki dönüm bağı ve
ittisâlinde Kara(....) kurbünde dört dönüm sebze bağçesi ve bağı itttisâlinde
karadut ve çayır ve yol altı ve yol üzeri ve Hacı Haşan tarlaları demekle
ma‘rûf ma‘lûmü’l-mikdâr bin tohum istî‘âb eder ma‘lûmü’l-hudûd 62 dönüm tarla
ve zâviye-i mezkûr civârında kâin iki bâb çiftçi odası ve zâviye-i mezkûreye
bir sa‘at mesâfe bir taş harîk bir bâb değirmen zâviye-i mezkûrenin ma‘lûmü’1-
mikdâr bir kıt‘a meydân odası bi’l-müzâyede 1250 guruş muaccel ile Hancızâde
el-Hacc Mustafa ibn-i Hüseyin Süleyman zîde kadruhu uhdesinde karar ve muaccele-i
mezkûr ma‘a resm-i dellâliye hazine-i merkûmeye teslim olunmuş olunmağın
mûcebince emlâk merkûmun uhdesine kayd olunarak zabt u tasarrufıyçün(....)
başka mülknâme-i hümâyûn yazılmak”
(EK 6)
İCÂRE-İ VÂHİDELİ EMLÂK VE ARAZİYE DAİR
ÖRNEKLER
Kütahya Sancağındaki Kula Kazasında Bulunan Şah Çelebi Zâviyesi’nin îcâre-i
Vâhideli Emlâk ve Arazisi: (BOA, MAD, 9773, s. 265-266.)
“Mülknâme-i hümâyûn yazıla ki
Anadolu ve Rumili câniblerinde vâki1 bi’l-cümle Bektâşî
zâviyelerinin fakat türbe mahalleri ibka ile ma‘dâ mahalleri hedm olunarak
kâffe-i emvâl ve emlâkini cânib-i mîrîçün zabt ve kabzı ve mu'accelâtının
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye mesârifıne tahsîsen Mukata‘at Hazinesi’ne
teslîmi husûsuna irâde-i seniyyem taalluk idüp ol bâbda şeref-rîz-i sudûr
buyurulan hatt-ı hümâyûn-ı şevketmakrûn-ı şâhânem mûcebince tekâyâ-yı
merkûmeden Kula kazâsında vâki1 Şah Çelebi Zâviyesi’nin icâre-i
vâhidelü emlâkinin bi’l-müzâyede füruhtuyla ma‘a resm-i dellâliye
mu'accelâtının tahsîli veye bâyi‘i yedine mülknâme-i hümâyûn i‘tâ kılınmak üzre
isim ve şöhretlerini mübeyyin defteriyle ma‘ân Dersaadet’e irsâl ve hazine-İ
merkûmeye tesyîri bâbında sâdır ve tesyâr olan emr-i şerîfe mûcebince zâviye-i
merkûmenin emlâkinden tarafeyni Kassâb Kara İsmail ve bir tarafı Haşan ve
tarîk-i amm ile mahdûd Bazaroğlu Ahmed’in mutasarrıf olduğu 10 dönüm tarlası 75
guruş ve yine zâviye-i merkûmenin emlâkinden bir tarafı Bazaroğlu ve bir tarafı
Hammâmî İbrahim ve Halil ve cebel ile mahdûd Küçük Hacı Hüseyin’in mutasarrıf
olduğu 15 dönüm tarlası 200 guruş ve yine zâviye-i merkûmenin emlâkinden bir
tarafı Hacı Haşan ve bir tarafı Hacı Hadioğlu Mehmed ve cebel ve Hammâmî
İbrahim tarlaları ile mahdûd Hacı Bostanoğlu Halil’in mutasarrıf olduğu 6 dönüm
tarlası 65 guruş ve yine emlâk-i merkûmeden bir tarafı Etmekci Mehmed ve bir
tarafı Hacı Bostanoğlu ve tarafeyni cebe! ile mahdûd Hacı Hadioğlu’nun
mutasarrıf olduğu 6 dönüm tarlası 85 guruş ve yine zâviye-i merkûmenin
emlâkinden...” “...ki cem‘an 3445 guruş mu‘accele ile kazâ-i mezkûr sükkânından
es-Seyyid el-Hacc İbrahim ibn-i el-Hacc Ahmed zîde kadruhu uhdesinde karar
etmiş olmağla karar (.. .) üzre mu'accelesi olan meblağ-ı mezbûr ile îcâb eden
resm-i dellâliye ve mu'accele tahsîl ve irsal kılınmış olduğundan bahisle
emlâk-i merkûmenin mu‘accele-i merkûm mukabili merkûma füruhtu husûsuna irâde-i
seniyye taalluk eder ise lâzım gelen mülknâme-i hümâyûnun itâsı husûsu Kütahya
mütesellimi Halil Kamil zîde mecduhu tarafından inhâ olunmakdan nâşî...” (fî 17
R 1246/ 5 Ekim 1830)
(EK 7)
İLTİZÂMA VERİLENLERE
DAİR ÖRNEKLER
Eğribucak kazasında Mii’min Baba zâviyesi’nin emlâk ve hayvanat-ı
sairesi olup mûmâileyh el-Hacc Hüseyin Ağa’ya iltizâm olunan (BOA, MAD, 9731,
s. 411.)
Karakarye toprağında kâin ve bir cânibi Cuma tekkesi tarlası ve bir
cânibi Çamlıoluk ve bir tarafı Koca manda gediği Karakarye yolu Tilbisli gediği
hudûduyla mahdûd ma‘a yaylak kıt‘a 1,
Hacı Hüsnü toprağında tarla kıta'at 34 dönüm
784, bağ dönüm 9, Sûfıler toprağında tarla kıt‘a 2 dönüm 16, Odunlu toprağında
tarla kıt‘a 1 dönüm 40, Durali toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 90, Abdiç
toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 13, Muradlı toprağında tarla kıta 1 dönüm 60,
Karabath ve Şahinler topraklarında tarla kıt‘a 12 dönüm 138, Köseler toprağında
tarla kıt‘a 13 dönüm 193, Üskübler toprağında tarla kıt‘a 2 dönüm 53, Öküz
öbesi toprağında tarla kıt‘a 1 dönüm 40,
Cuma toprağında çayır kıt‘a 5 dönüm 137,
koşum öküzü aded 12 mültezimi yedinde tevkîf olduğu,
Hacı Hüsnü ve Çakırlar toprağında koru ve
tarla koru 300 dönüm tarla kıt‘a 1 dönüm 35,
bargir aded 9 mültezimi yedinde 5,
merkeb aded 12 mültezimi yedinde 3,
aygır aded 1
Üstorova Kandere çiftliği derûnunda olan:
Kara sığır öküzü çift 2, tosun 3,
iki yaşında düve 1,
mezru' hınta çütre 71,
mezru' çavdar çütre 28,
mezru' şair çütre 16,
mezru' alef çütre 10,
mercimek çütre 10,
nuhas kıyye 2,
balta aded 2,
çayır aded 1,
çiftlik samanlığı 1,
ahır aded 1,
hizmetkâr hanesi aded 1,
oda aded 2,
terike anbarı aded 1 göz 6,
ganem sâyesi aded 1,
taş ve zemin hânesi bâb 2,
kovan aded 68,
Cuma kazasında kâin Kurtlar çiftliği derûnunda
olan: Çiftçi hânesi bâb 2,
anbar aded 3,
samanlık aded 3,
tahtânî ve fevkânî oda bâb 2,
fırın aded 1,
kara sığır koşum öküzü aded 3,
manda aded 2,
su değirmeni taş bâb 4,
değirmen içinde anbar 2,
çayır dönüm 28, çiftlik-i mezkûrun beş çift
zimmet arazisi olduğu
Yine kazâ-i mezkûrda Yukarı Kayalar karyesinde kâin çiftlik derûnunda
olan: Çiftçi odası bâb 2, samanlık aded 1, anbar kıt‘a 2 göz 6, ahır 1,
birbuçuk çift mahall arazisi olup arazi-i mezkûreye ortakçı marifetiyle zira1
olunmuş zehair: (40 dönüm, 8 yarıcı ta‘bir olunur.) hınta çütre 45/ çavdar
çütre 23/ şair çütre 30/
Tekye-i mezkûrun Bucak kazasında Şallı çiftliği derûnunda olan: Çiftçi
odası bâb 4, anbar 1 göz 4, ahır 1, samanlık 1, koyun sayesi 1, manda 1, çiftçi
hânesi bâb 3, bağ dönüm 9, tarla dönüm 442, ber-vech-i tahmin koru dönüm 8,
zikrolunan tarlalarda mezru‘at:çavdar çütre 180/ hınta çütre 16/ şair çütre 94/
alef çütre 4.
Kilidtepe kazasına muzâfa Durnik karyesinde çiftlik derûnunda olan: ma‘a
ahır çiftçi odaları bâb 2, anbar 1 göz 8, samanlık aded 1, koyun sâyesi 1,
çiftlik-i mezbûrun bir miktar arazi olduğu.
Karakarye kazası toprağında kâin Ayaz çiftliğin 5-6 aded hânesi ve 5-6
çift mahmûl arazisi mevcûd ise de zikr olunan hanelerde iskân eden re‘âyâ
bir(?) ekinde olduğundan hâli kalmış olduğu.
Tekye-i mezkûrun Karakarye kasabası derûnunda
kâin hânesinin ebniyesi: Oda aded 1, nalbant dükkânı 1, samanhâne bâbl.
Ilâne-i mezkûresinden 50 guruş icâre
verilmekde idüğü muharrer olmağla şerh verildi
Baha-i iltizâm: yekûn 15000 guruş.
BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ
a)
Mâliyeden Müdevver
Defterler Tasnifi (MAD), nr. 9731, 9732, 9766, 9772, 9773, 9774, 9776.
b)
Hatt-ı Hümâyûnlar Tasnifi
(HH)
c)
Mühimme, 242, s. 231,
h.7/2.
d)
Cevdet Dahiliye, nr. 6218.
e)
Cevdet Askeriye, nr. 8714,
9108, 10468.
f)
Cevdet Evkaf, 7082, 10776.
g)
DH (Divan-ı Hümâyûn),
İstanbul Ahkâm, 21/ 45/ 112.
AHMED CEVDET PAŞA, Tarih-i Cevdet,XII, İstanbul 1309.
ALPARSLAN, Ali, Abdillbâki Gölpınarlı, Ankara 1996.
ALTUNSU, Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972.
B1RGE, John Kingsley, Bektaşîlik Tarihi, çev. Reha Çamuroğlu,
İstanbul 1992.
COŞAN, Esat, Hâcî Bcktâş-ı Velî, Makalât, İstanbul (Tarihsiz,
1986?).
DAŞCIOĞLU, Kemal, 1827 (11.1248) Tarihli Muhallefât Defterine Göre
Bektaşî Zaviyeleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İsparta 1996.
ERÖZ, Mehmet, Eski Türk Dinî (Gök Tanrı inancı) ve Alevîlik-
Bektaşîlik, İstanbul 1992.
ES AD EFENDİ, Üss-i Zafer, İstanbul 1243.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, Türkiye’de Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul
1991.
GÜNDÜZ, İrfan, OsmanlIlarda Devlet/ Tekke Münasebetleri, İstanbul
1989.
, “Yeniçeri Ocağının İlgasından Sonra Meydana Gelen Bazı Tasavvuf?
Gelişmeler”, ÎLAM Araştırma Dergisi, II, Sayı: 1 (Ocak-Haziran 1997), s.
7-21.
KAYGUSUZ ABDAL, Dilgüşâ, Haz. Abdurrahman Güzel, Ankara 1987.
HAFIZ HIZIR İL YAS, Târîh-i Enderun, İstanbul 1276.
HALAÇOGLU, Yusuf, XIV-XVII.Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve
Sosyal Yapı, Ankara 1991.
HASLUCK, F.W., Bektaşîlik Tedkikleri, Çev. Ragıb Hulusi, İstanbul
1928.
IŞIN, Ekrem, “Bektaşîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
II, s. 131-13 7.
İLGÜREL, Mücteba, “Yeniçeriler” ÎA, XIII, s. 385-395.
ilmiye Salnamesi, İstanbul 13 34.
KARA, Mustafa, Tekkeler ve Zâviyeler, İstanbul 1990.
KOÇU, Reşat Ekrem, “Yeniçerilik ve Bektaşîlik” Hayat Tarih Mecmuası,
II, Sayı: 10, Kasım 1970, s. 10-14.
KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1991.
, “Bektaş” İA, II, s. 461-464.
, “Mısır’da Bektaşîlik” Türkiyat Mecmuası, VI, İstanbul 1939, s.
21-29.
, “Bektaşîliğin Menşe’leri”, Türk Yurdu, II/ 8 (Mayıs 1341), s.
121-140.
, “Edebiyat Araştırmaları”, II, İstanbul 1989, s. 418-428.
MELIKOFF, irene, Uyur İdik Uyardılar, Çev. Turan Alptekin,
İstanbul 1993.
MUTLU, Şamil, Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı ve II. Mahmud’ un Edirne
Seyahati- Mehmed Daniş Bey ve Eserleri, İstanbul 1994.
OCAK, Ahmet Yaşar, Türk Sûfîliğine Bakışlar, İstanbul 1996.
_________ ,
Babaîler İsyanı- Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu'da Türk- İslâm
Heteredoksisinin Teşekkülü, İstanbul 1996.
, “Bektaşîlik” DİA, II, s. 373-379.
, “Alevîlik-Bektaşîlik Gerçeği ve Bazı Tezler”, Türkiye Günlüğü,
sayı: 31, Kasım-Aralık 1994, s. 115-120.
ÖZTÜRK, Mürsel, Hacı Bektaş-ı Veli ve Çevresinde Oluşan Kültür
Değerleri Bibliyografyası, Ankara 1991.
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul 1997.
ÖZCAN, Abdülkadir, “Eşkinci Ocağı”, DİA, XI, s.471.
, “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye”, DİA, III, s. 457- 458.
PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
II, İstanbul 1993,
REFİK, Ahmet, Onaltıncı Asırda Rafızîlik ve Bektaşîlik, İstanbul
1932.
SABUNCU, Zeynep, Menakıpnames, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Boğaziçi Ün., İstanbul 1989.
SAMANCIGİL, Kemal, Bektaşîlik Tarihi, İstanbul 1945.
SERTOGLU, Midhat, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul 1986.
SEYİRCİ, Musa, Abdal Musa Sultan, İstanbul 1992.
SOYYER, Yılmaz, Sosyolojik Açıdan Alevî Bektaşî Geleneği, İstanbul
1996.
ŞAPOLYO, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatler Tarihi, İstanbul
1964.
TÜRKDOGAN, Orhan, Alevi Bektaşî Kimliği, İstanbul 1995.
ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Kapıkulu Ocakları, I, Ankara 1988.
ÜREKLİ, Bayram- Ali BAŞ, “Velî Baba ve Senirkent Uluğbey’deki Manzumesi”,
Selçuk Ün. Fen- Edebiyet Fak. Edebiyat Dergisi, 9-10 (Konya 1995), s.
139-217.
'
Tarikat kurucusu için kullanılan bir tabirdir. Geniş bilgi için bk. Süleyman
Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 384; Mehmet Zeki
Pakalın, Osnıanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993,
II, s. 776-777.
[2] Bektaşîliğin kökeni ile ilgili
olarak ortaya atılan bu görüşler ilk kez 1916 yılında Baha Said tarafından
savunulmuştur. Geniş bilgi için bk. Orhan Türkdoğan, Alevî Bektaşî Kimliği,
İstanbul 1995, s. 22; Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Bektaşîliğin Menşe’leri”, Türk
Yurdu, 11/ 8 ( Mayıs 1341), s. 121-140; Mehmet Eröz, Eski Türk Dinî (Gök
Tanrı İnancı) ve Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul 1992, s. 7.
[3] Ahmet Yaşar Ocak, “Alevîlik,
Bektaşîlik Gerçeği ve Bazı Tezler”, Türkiye Günlüğü, sayı: 31
(Kasım-Araiık 1994), s. 117-118.
[4] Fuad Köprülü, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1991, s. 349.
[5] A.Yaşar Ocak, Türk
Sufîliğine Bakışlar, İstanbul 1996, s. 158.
[6] Yılmaz Soyyer, Sosyolojik
Açıdan Alevî Bektaşî Geleneği, İstanbul 1996, s. 102.
[7] Fuad Köprülü, a.g.e., s.48 ;
Esat Coşan, Hâcî Bektâş-ı Velî, Makalât, İstanbul (Tarihsiz, 1986?), s.
XXXI; A.Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı- Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut
Anadolu‘da Türk-İslâm Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul 1996, s.
173-174.
[8] A.Yaşar Ocak, a.g.e., s. 174.
[9] Y.Nuri Öztürk, a.g.e., s.
54-56.
[10] A.Yaşar Ocak, a.g.e., s.
177-178.
[11] Ali Alparslan, Abdülbaki
Gölpınarlı, Ankara 1996, s. 88.
[12] Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye'de
Alevîlik-Bektaşîlik, İstanbul 1991, s. 147.
[13] Fuad Köprülü, a.g.e., s. 108.
[14] Fuad Köprülü, a.g.e., s.
111-113.
[15]
Mürsel Öztürk, Hacı Bektaş-ı Velî ve Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri
Bibliyografyası, Ankara 1991, s. 12.
[16] A.Yaşar Ocak, “Bektaşîlik” DİA..
II, s. 373.
[17]Daha geniş bilgi için bk.
A.Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, İstanbul 1995.
[18]
A.Yaşar Ocak, “Bektaşîlik”, DİA, II, 373.
[19] Abdal Musa’nın hayatı ve
tekkesi hakkında geniş bilgi için bk. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları,
II, İstanbul 1989, s. 418-428; Musa Seyirci, Abdal Musa Sultan, İstanbul
1992.
[20]
A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 343.
[21] XIV. asrın sonu ile XV. asrın
birinci yarısında yaşamış, Alaiye sancağı beyinin oğludur. Abdal Musa’nın
müridi olmuş ve 40 yıl hizmetinde kaldıktan sonra icazet alarak Mısır ve
Hicaz’a gitmiştir... Kaygusuz Abdal hakkında geniş bilgi için bk., Kaygusuz
Abdal, Dilgüşâ, Haz. Abdurrahman Güzel Ankara 1987.
[22] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 374.
[23] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 374;
Ali Alparslan, a.g.e., s. 98; Iremb Mölikoff, Uyur İdik Uyardılar,
İstanbul 1993, s. 23.
[24] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 374;
Ekrem Işın, “Bektaşîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II, s.
132.
[25] Ahmet Refik, XVI. Asırda
Rafızîlik ve Bektaşîlik, İstanbul 1932, s. 11-12; John Kingsley Birge, Bektaşîlik
Tarihi, (Çev. Reha Çamuroğlu) İstanbul 1991, s. 79-80.
[26] Ahmet Refik, a.g.e., s. 11-12.
[27] Mürsel Öztürk, a.g.e., s. 16.
[28] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 376.
[29]
Fuad Köprülü, “Bektaş”, İA, II, s. 462.
[30] Kemal Samancıgil, Bektaşîlik
Tarihi, İstanbul 1945, s. 81.
[31] Mürsel öztürk, a.g.e., s. 19;
Ethem Ruhi Fığlalı, a.g.e., s. 310.
[32] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 376.
[33] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s.
375-376.
[34] Mehmet Eröz, a.g.e., s. 50.
[35] Alevîlerde cem evlerinde
içilen rakının adıdır.
Bunun yanında dolu, Tahtacı adı verilen Alevilerde ise
ibadetin bir parçasıdır ve saygı sembolüdür. Nitekim, dolu sunulurken, herkes
diz çöker ve cem evine sessizlik hakim olur.Yine Afet İnan'a göre de, Orta Asya
Türkleri kurbana dolu derdi ve dolu kutsal bir kültür unsurudur. Daha geniş
bilgi için bk. Orhan Türkdoğan, Alevi Bektaşi Kimliği, İstanbul 1995, s.
122-123. Ayrıca bk. Mehmet Eröz, Eski Türk Dinî ve Alevîlik Bektaşîlik,
İstanbul 1992, s. 40-41.
[36] Tekkelerde yemek yeme yerine
kullanılan tabirdir.
[37] Mehmet Eröz, a.g.e., s. 40.
[38] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 376.
[39] A.Yaşar Ocak, a.g.m., s. 378.
[40]
BOA, MAD, 9773, s. 55.
[41] Y.Soyyer, a.g.e, s. 115.
[42]B.O.A, HH, 17474-B; MAD, 9731,
s. 409.
[43] F.W. Hasluck, Bektaşîlik
Tedkikleri, (Çev: Ragıb Hulusi) İstanbul 1928, s. 17-48.
[44] F.W. Hasluck, a.g.e, s. 17.
[45] F.W. Hasluck, a.g.e, s. 18.
[46] F.Köprülü, "Mısır’da
Bektaşîlik”, Türkiyat Mecmuası, VI, İstanbul 1939, s. 23.
[47] F. Köprülü, Mısır’da
Bektaşîlik, s. 22; F. Köprülü, "Bektaş”, İA, II, s. 461.
[48] F.W.Hasluck, a.g.e., s. 27.
[49]M.İlgürel, “Yeniçeriler”, İA,
XIII, s. 385.
[51] M.İlgürel, a.g.m., s. 386.
[52] Yusuf Halaçoğlu, XIV.
-XVII. Yüzyıllarda Osnıanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara, 1991,
s. 36-37.
[53] Y. Halaçoğlu, a.g.e., s.
38-39.
[54] M.İlgürel, a.g.m., s. 388.
[56]
Y. Halaçoğlu, a.g.e., s. 44.
[57] Reşad Ekrem Koçu, “Yeniçeriler
ve Bektaşîlik”, Hayat Tarih Mecmuası, 11/10, s. 10; Î.H.Uzunçarşılı, Kapıkulu
Ocakları, I, Ankara 1988, s. 150.
[58] Mürsel öztürk, Hacı
Bektaş-ı Velî ve Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri Bibliyografyası, Ankara
1991, s. 11; Mücteba İlgürel, “Yeniçerilik”, İA, XIII, s. 387; F.
Köprülü, “Bektaş”, İA, II, s. 461.
[59] Zeynep Sabuncu, Menakıpnames,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Boğaziçi University 1989, s. 46.
[60]
Zeynep Sabuncu, a.g.t., s. 46.
[61] İ.H. Uzunçarşılı, Kapıkulu
Ocakları, I, s .477; Mücteba İlgürel, a.g.e., s. 389; Yusuf Halaçoğlu, XIV.-
XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara 1991, s.
44.
[62]
''Bektaşilik'te önemli gelişmeler vucuda getiren üç ana unsur olmuştur:
Hurufilik, Hristiyanlık veya Balım Sultan ve nihayet Şiîlik...” Yaşar Nuri
Özlürk, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul, 1997, s. 157.
[63] Hafız Hızır İlyas, Tarih-i
Enderun, İstanbul 1276, s. 382; John Kingsley Birge, Bektaşîlik Tarihi,
Çev. Reha Çamuroğlu, İstanbul 1991, s. 85; Ekrem Işın, “Bektaşîlik”, Dünden
Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II, 134.
[64] Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i
Cevdet, XII, İstanbul 1309, s. 180, İstanbul 1994, s. 72-73; Reşad Ekrem
Koçu, a.g.m., s. 11; İ.H. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 150; Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler
ve Tarikatler Tarihi, İstanbul 1964, s. 340; Ekrem Işın, a.g.m., s. 133.
[65] II. Mahmud zamanında Yeniçeri
Ocağının ilgasından önce kurulan talimli askerî sınıf. Geniş bilgi için bk.
Abdülkadir özcan, “Eşkinci Ocağı”, DİA, XI, s. 471.
[66] Kemal Samancıgil, Bektaşilik
Tarihi, İstanbul 1945, s. 279.
[67] Devrin şeyhülislâmı olan bu
zat, ocağın ilgası hakkında olumlu fikirleri olup yenilik taraftarı idi. Daha
geniş bilgi için bk. İlmiye Salnamesi, İstanbul 1334, s. 587-588 ve
Abdülkadir Aitunsu, Osnıanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s.186-187.
[68] İrfan Gündüz, Osnıanlılar’da
Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1989, s. 139; Kemal Samancıgil,
a.g.e., s. 281; ayrıca Vak’a-i Hayriye sırasındaki olaylar hakkında geniş bilgi
için bk. Hafız Hızır İlyas, Tarih-i Enderun, İstanbul 1276, s. 367-371;
Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul 1964, s.
340-343.
[69]
Şamil Mutlu, Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı ve 11. Mahmud'un Edirne
Seyahati-Mehmed Daniş Bey ve Eserleri, İstanbul 1994, s. 24.
[70]
Y.N. Öztürk, a.g.e., s. 79.
[71] Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’ndeki Hatt-ı Hümayunlar Tasnifi (HH, 17351) numarada rastladığımız bir
belgede “... Tarîk-ı aliyyenin cümlesi hakk ve Hâcı
Bektâş-ı
Velî ve sâ’ir turukdan güzerân iden pîrân ve e'izze-i kirâm kaddesallahu
ervâhahum cümlesi ehlullah ve ekâmil- i ümmetden olup anlara kat'â diyeceğimiz
yokdur lâkin tarik-i aliyyeye sülük u intisâb idenler usûl ve erkân-ı kadîmesi
üzre gidüp ibtidâ şer‘-i şerife kemâliyle ittibâ' iderek ferâiz ve vâcibât ve
sünnet-i seniyyeyi kâmilen edâdan başka fazâ’il-i a‘mâl ve mücâhedât ile
terbiye-i nefs ve tezhîb-i ahlâka sa’y eylemek lâzimeden ve hatta şerî'atde
derece-i kerâhetde olan nesne tarîkında haram menzilesinde olup bu cihetle bu
turuk-ı aliyye havâss-ı ümmete mahsûs iken ba'zı cühelâ Bektâşîlik nâmiyle
hevâ-yı nefsine teb’an ferâ’izi edâ itmek değil belki mâ'zallahu te‘âlâ
tahlîl-i muharremdi ve istihfâf-ı ibâdât iderek küfrî mü'eddî dürlü dürlü fısk
u fücur u fezâhete tasaddî itmekde oldukları şâyi' ve nıütevâtir olmağla...”
ibaresi geçmektedir ki bu görüşümüzü destekler. Yine BOA, HH, 27175 ve 27481
numaralı iki belgede Hacı Bektaş-ı Velî’nin ismi “kuddise sırruhu" -
sırrı mukaddes olsun-; HH, 17474-B nolu belgede de “kutbü'l-ârifîn" -
ariflerin ulusu, cümleleriyle geçmektedir.
[72] msl. BOA, MAD, 9772, s. 143,
144, 148, 186-187, 344 vb. Bu konuda geniş bilgi için “Türbelerin Durumu” kısmına
bakılmalıdır.
[73] Geniş bilgi için bk. Ahmet
Refik, 16. yy. ‘da Rafızilik ve Bektaşîlik, İstanbul 1932.
[74] BOA, HH, 17351. “... ma'lûmunuzdur
ki Hazret-i Ali keremallâhu vech taraf- ı hazret-i risâletpenâhîden ifdâl-i
i'mâli suâl eylediklerinde fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz
hazretleri ifdâl-i i'mâli zikr u tevhîd olduğunu beyân ve Hazret-i Ali'ye
kelime-i tevhidi telkin buyurup ..."
[77] msl. BOA, MAD, 9732, s. 19."Anadolu
ve Rumili câniblerinde olan bi’l- cümle tekâyâ ve zevâyâlarında fakat türbe
mahalleri hedm olunarak mâ'dâ mahallerin hedm kılınarak derûnlarında olan
mülhîdenin tardıyla bi'l-cümle emlâk ve eşyalarının cânib-i mîrîden zabtı
husûsına ...”
[78] Yeniçeri Ocağının 1826 yılında
II.Mahmud tarafından ilga edilmesi üzerine onun yerine kurulan yeni askerî
teşkilata verilen addır. Geniş bilgi için bk. Abdülkadir özcan, “Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediyye”, DİA, III, s. 457-458,
[79] F.W. Hasluck, a.g.e., s. 133;
Y.Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul 1997, s. 193; İrfan
Gündüz, a.g.e., s. 146; Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul
1990, s. 210.
[80] BOA, HH, 17351.“... dünkü
gün câmi'-i şerîfde semâhatlü Şeyhülislâm Efendi ve sabık u esbâk şuyûh-ı İslâm
ve sudûr-ı kirâm dersi'âm efendiler dâ'ileri ve erbâb-ı şûrâ kulları ve celb
olunan Celvetî ve Nakşibendî ve şâir ba'zı tarik-i aliyye nıeşâyihi dâ'ileri
hâzır oldukları hâlde akd olunan meclîsde Aynı hususta geniş bilgi için bk.
Esad Efendi, Üss-i Zafer, İstanbul 1243, s. 207-208; Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i
Cevdet, XII, İstanbul 1309, s. 181.
[81] Esad Efendi, Üss-i Zafer,
s. 208; Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 181-182.
8u BOA, Cevdet Dahiliye, 6218; HH, 17351;
Esad Efendi, a.g.e., s. 209; Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182-183; Şamil Mutlu,
a.g.e., s. 72-73.
[83] Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182.
[84] BOA, HH, 17351.
[85] BOA, HH, 17351 “... taraf-ı
şeyhülislâmiyeden me’milr ta'yîn ve Bâbıâlî tarafından dahî Mi'nıâr Ağa kulları
terfik olunarak cümlesi hedm olunup ...” Bu konu hakkında geniş bilgi için
bk. Esad Efendi, a.g.e., s. 209; Şamil Mutlu, a.g.e., s. 24-25.
[86] BOA, HH, 17351. Bu konu
önceden de belirtildiği gibi “Türbelerin Durumu” başlığı altında çalışmamızın
ilerleyen sayfalarında genişçe açıklanacaktır.
[87] BOA, HH, 17351; Ahmed Cevdet,
a.g.e., s. 182; Şamil Mutlu, a.g.e., s. 72.
[88]
bu tarîk-i Bektâşiyenin hâl ve keyfiyetleri bu dereceye gelmişken maazallah!
teâlâ halleri üzre bırakılıp tathîrine bakılma gün be gün çoğalarak ekser nâssı
hüsn-i i'tikaddan dalâlete düşürmeye sebeb olacakları zâhir ve aşikâr olmağla
bu makûle güruh-ı melâhidenin fark u temyizi derece-i vücûbe gelmiştir takrir
kerre iş'âr eylediğin üzre şimdilik Dersaadet'imiz civârında olanların tahkik
ve icrâsına bakılıp ba'dehu Runıili ve Anadolu tarafında olanların tathîrine
bakılsın ..."
Daha
geniş bilgi için bk. BOA, HH, 17351.
[89] Bu husus için bk. BOA, HH,
24493 ..." fermânları yazdırılıp mübâşirleri t- â'yîn ve siyâset
olunacakların icrâ- yı muktezâlarına mübâderet olunarak tiz elden defter olunan
dokuz adet tekyelere dahî münâsibi vecihle kapıcıbaşı ve sa’ireden bir mübâşir
ve maiyetlerine birer mikdâr neferât ve taraf-ı şeyhülislâmiyeden birer büyük
kavuklu terfik birle şimdi cümlesi ihrâc ve igrâm kılınmış olmağın varacakları
tekyeleri bağteten basıp şeyh ve mürîdlerini ahz ve kapılarını temhir edecek
olduklarına binâen ...”
[90] Yapılan sorgulamalarda Bektaşî
şeyhlerine karşı gösterilen bu önyargı, yani bunların sorulan sorulara doğru
cevap vermeleri durumunda bile mezheplerini gizlediklerinin düşünülmesi,
Bektaşî şeyhlerinin alelade birer Bektaşî olmamaları ve siyasî nüfûzlarının
bulunması hasebiyle uygulanan bir yöntem olmuş; sonuçta da bunların çoğu sürgün
edilmiştir.
[91] Esad Efendi, a.g.e., s. 211.
[92] BOA, HH, 17351.“... gerek
bunlarda ve gerekse kadîm denilenlerin içinde bulunan şahısları ve dervîş
nâmında olanların keyfiyet-i hâlleri müşârunileyh dâ 'ileri tarafından tahkik
ve tedkîk ile bunlardan dahî şer’an veya siyâseten icrâ-yı cezâ-yı sezâları
lâzım gelenler icrâ ve Bektâşî olanların cümlesi ale'l- umûm nıülhîd ve Rafızî
olmayup içlerinde ba'zı hüsn-i hâl ashâbı dahî nıevcûd olduğu derkenâr
idüğünden içlerinde bu misillü ehl-i sünnet i'tikadında ve kendü hâlinde
oldukları tebeyyün idenlerden sarf-ı nazar olunup ...”
[93]
Esad Efendi, a.g.e., s. 212.
[94] Hamdullah Efendi'nin sürgün
edilmesinin nedeni olarak “namertçe hareketlerde bulunması” gösterilmiştir.
Geniş bilgi için bk. BOA, Mühimme, 242, s. 231, h.7/2; HH, 24588-D.
[95] BOA, Cevdet Dahiliye, 6218;
HH, 17351.
[96] Devrin Vak'anüvisi olan Esad
Efendi tarafından yazılan bu eser Vakka-i Hayriye'yi anlatır.
Kitabın yazarı daha sonra II. Mahmud tarafından taltif edilmiştir. Geniş bilgi
için bk. BOA, HH, 17350.
[97]
Bunların nefyine dair bk. BOA, HH, 24493.
[98] Ahmet Cevdet Paşa,
Şanizâde’nin daha 15 Safer 1241’de onu hiç çekemeyen Hekimbaşı Behçet
Efendi’nin marifetiyle görevinden alınarak yerine Esad Efendi’nin getirildiğini
bildirir (Tarih-i Cevdet, XII, s. 131).
[99]
A.Y.Ocak, "Bektaşîlik” DİA, II, s. 378.
[100]
BOA, HH, 24495.
[101] BOA, Cevdet Askeriye, 9108.
[102] BOA, HH, 17345.
[103] BOA, MAD, 9731, s. 409.
[105]
İki ayrı belgede de yanlış olarak 14 kişi denilmektedir. Bk. BOA, HH, 19475 ve
19426.
[106]
BOA, HH, 19475; HH, 19426.
[107] Müslüman olduktan sonra yerleşik
hayata geçmiş Türkler arasında yayılan Sünnî İslâma kendilerini uyduramayan
göçebe Türkler, farz olan ibadetleri bile tevîl yoluna gitmişlerdi. Burada da
bu belge, bazı Bektaşîlerin Kur’an’a uymayıp onu kendilerine uydurmaya
çalıştıklarına dair iyi bir örnek teşkil eder.
[108]
BOA, HH, 17438 ; HH, 17438-C.
[109] Aslında Bektaşî tekke ve
zâviyelerine karşı uygulanan bu tarz muameleye defalarca şahit olmuşsak da;
tekkesi dışında yakalanan bir Bektaşînin mallarının müsaderesine
verebileceğimiz başka bir örneğimiz yoktur. Geniş bilgi için bk. BOA, MAD,
9773, s. 177.
[112] İrfan Gündüz, “Yeniçeri
Ocağı’nın İlgasından Sonra Meydana Gelen Bazı Tasavvuf! Gelişmeler”, ÎLAM
Araştırma Dergisi, II, Sayı: 1 (Ocak- Haziran 1997), s. 15.
[113]
BOA, HH, 19426.
[114] “...ve def'aki fesâdın
menşei Bektaşîler olmak hasebiyle bunların dahî çaresine bakılması irâde-i
seniyye-i şâhâneleri muktezâsından ve fî nefsi'l-emr îcâb-ı hâl ve nıaslahatdan
olduğunu terfihlerin gereği gibi tathîri ve dâima askerin tecessüs ve ahvâl-i
işlerine dikkat üzre olmaları müşâr-ı mûmâileyhimâ bendelerine mü ’ekkid-i
tenbîh olunduğundan başka dünkü gün çâker-i kemîneleri Serasker Paşa kapısına
uğrayıp bu hususlar tekrar tenbîh ve te'kîd... " BOA, HH, 19426.
[115]
BOA, HH, 19426.
[116] BOA, HH, 19426.
[117] Şamil Mutlu, a.g.e., s. 73.
[118] BOA, Cevdet Askeriye, 10468.
[119]
“...bir de taşradan Asâkir-i Mansûre 'ye yazılmak içün gelenlere pek dikkat ve
ihtimâm olunmak lâzımdır şâyed bu tarafdan tard olunmuş eşhâsdan ve sa'ir o
makalelerle karışup gele zîrâ mukaddema İstanbul'dan az âdem gitmedi ve
bunların herbiri bilinmek mümkün değildir gerek bu tarafdan ve gerek
mahallerinde buna dikkat olunsun... ’’ Bu konuda geniş bilgi için bk. BOA,
HH, 19426.
[120] Yukarı da geçen ellinin
üzerindeki sürgün olayından başka daha birçok sürgün olayının anlatıldığı
vesikaya sahip olmamıza rağmen, bu vesikalarda ne sürgün olan şahısların adları
ne de sürgün edildikleri yerler belirtilmediğinden tabloyaalmayı uygun
bulmadık.
[121] Ahmed Cevdet, a.g.e., s. 182;
Şamil Mutlu, a.g.e., s. 24.
[122] BOA, HH, 17351.
[123]
BOA, HH, 1735 1.
[124] BOA, HH, 24493.
[125] Aşağıdaki arşiv vesikası bu
uygulamaya dair iyi bir örnek teşkil eder.
"Yedikule ve Eyyüb Ensârî ve Rurnili Hisarı ve
Üsküdar taraflarında olup bundan akdem hednı olunan Bektâşî tekyelerinin
keyfiyetleri bi 't-tahkîk zâhire ihrâc olunması muktezâ-yı irâde-i seniyyeden
olduğuna binâen hâcegândan ve Mektûbî Defteri hulefâsından Seyyid İbrahim Nazif
Efendi ve Hassa Mi'mârı halifelerinden Tâhir Efendi me’mûr kılınarak mahall-i
nıerkûmeye gönderilmiş ve mûmâileyhimâ mahall-i mezkûreyi bi'l- mu'ayene
keyfiyetlerini mübeyyin terkîm ve takdim eyledikleri defter nâtık olduğu üzre
Üsküdar'da Atik Valide'de olan Mürüvvet Baba Tekyesinin ebniyesi külliyen hednı
olunarak enkazı arsası derûnunda mevcûd idüğü ve arsa-i mezkûr ittisalinde bir
bâb köhne menzili olup hâli kalmış idüğü ve tekye mahallinin etrâfı taş divârlı
hâricinin 368 zirâ'arsa 1722 zirâ‘ mahalli Haremeyn Vakfından ve 1646 zirâ'
mahalli mülk olduğu bâ-takrîr lede'l- arz takrîr-i mezkûr taraf-ı hazret-i
Sadâret-penâhîden Rikâb-ı hümâyûn-ı şâhâneye lede 'l- arz vakf olan hâne ve
arsa ve tarla ve bağların vakf-ı müşarünileyh tarafından ve mülk olanları
vâris-i ma'rûfları var ise anlara terk olduğu sûretde cânib-i mirîçün zabt
olunması mazmununda hatt-ı şerîf-i şâhâne şerefrîz-i sudûr olunmuş olunmakdan
mantûk-ı milnîfi icrâ olunmak bâbında sâdır olan fermân- ı âlî mûcebince
melfûfâne kayd olunub vakıf taraflarına â'id olanlarçûn evkaf defterlerine
başka ve vereselerine terki lâzım gelenler içûn ve başka ilmühaberi ve cânib-i
mirîçün zabtı îcâb edenlerin mezat ka’imeleri verilmek fernıân buyurulmağın
mûcebince kayd olunup vârislerine terk olunub mirîçün zabtı lâzım gelenler içûn
iktizâlarının ilmühaber ve mezât ka’imeleri verilmiş olmağla sâlifü 'z-zikr
arsa-yı merkûnıe vakf olan mahallin Haremeyn tarafına terk olunduğuna müş'ir
vakf-ı mezbür tarafına işbu ilmühaber veri idi. (fî 13 Receb 1242)’’ BOA,
MAD, 9766, s. 338, h. 1.
[126]
BOA, HH, 17411; Esad Efendi, Üss-i Zafer, s. 212-213.
[127]
BOA, HH, 17386; HH, 17438-B.
[128]
Kuzey Yunanistan'da bir liman şehri olan Golos mukataasının kâtibi.
[129]
BOA, MAD, 9731, s. 408; MAD, 9772, s. 231; Esad Efendi, Üss-i Zafer, s. 213.
[130]
“... Ali Bey kullarının Bektaşî tekyelerine me'mûriyeti şuyû' bulmuş olduğuna
nazaran i'lân ve icrası nıünâsib ...” Geniş bilgi için bk. BOA, HH, 17406.
[131]
“... devletli! el-Hacc Ali Bey bendeleri muktezâ-yı emr-i me 'mûriyeti üzre
Selanik cânibinden Paşa sancağı olan Cumapazarı ve Eğribucak ve havalisi
kazalara vürûd ve teşrifinden evvelce savb-ı bendegîden ma'iyetine âdem matlûb
idüp ...” bk. BOA, HH, 17438-C.
[132] BOA, HH, 17406.
[133]
"...sâ'ir tekyeler derûnlarında zuhûr edüp mukaddem defteri takdim kılınan
emvâl ve eşyanın değerleri misüllü müzâyede-i füruhtıyla hâsıl olan esmânın
Mukataat Hâzinesi 'ne irsâli babında ... " BOA, MAD, 9772, s. 35, h.
2.
[134] Msl. bk. BOA, MAD, 9776, s.
88. " ...hâsılât-ı mezkûrenin îcâb edenlerden bi't-lahsîl milnızâ
defteriyle evvel- be- evvel Mansüre Hâzinesine irsâli bâbında ..."
[135]
Şamil Mutlu, a.g.e, s. 25.
[136] Bu defterlerin numaraları ise
şunlardır: BOA, MAD, 9731, 9732, 9766, 9771, 9772, 9773, 9774, 9776.
[137] BOA, MAD, 9772, s. 303. “Anadolu
canibinde olan Bektaşî tekyelerinin tahrîrine me'mûr Dergâh-ı âlî
kapıcıbaşılarından cebecibaşı-ı esbâk Ali Ağa Uşak kazâsı'nda vefât etmiş
olduğu inhâ olunduğuna ve müteveffâ-yı mumaileyh bilâ-veled ve bilâ-vâris
olduğu haber verildiğine ...”
[138] BOA, HH, 27271. “...Hacı
Bektâş-ı Velî kuddise sırruhu'l-celî hazretlerinin hânkah-ı şerifine minarelice
bir câmi'-i şerif ve faziletin şeyh efendi dâ'ilerine mahsûs bir harem
dâiresinin inşâsı zımnında bundan akdem yedine ta ‘lîmnâme ve bir mikdâr ale
'l-hesâb akçe i'tâsıyla ...” Yine aynı husus için bk. BOA, HH, 27362.
[139]
BOA, Cevdet Evkaf, 10776.
[140] msl. bk. BOA, MAD, 9773, s.
193. “...meydân türbedârlığı vazife-i mezkûresiyle merkum Mollâ Mehmed’e
tevcih ve muhasebe-i merkûmeden berâtı i'tâ burulmak bâbında ... (12 Muharrem
1246)"
[141] BOA, MAD, 9774, s. 56.“... Halil
Efendi fi 'l-hakîka ehl-i ilim olmasa da el- haletü hazihi tekye-i nıezkûrede
iki âdem ile sâkin ve alîl olması mülâbesesiyle ne tarîkat-ı Nakşibendiyye
usûlünü icrâ ne de zâviye-i mezkûr emlâk ve arazisini ihyâ ettireceği
anlaşılmış ve mukaddemâ ber-takrîb ile zâviyedârlık-ı merkûme uhdesine tevcih
buyurulmuş olduğundan şimdi uhdesinden refi meczûbetini hâsıl olacağı zahir ve
aşikâr olduğuna binâen bundan böyle bir şeye karışmamak... ”
[142]
"... Ali Baba tekyesiyle zevâyânın ma'lûm emlâk ve arazi-i sâiresinin
tarafından zabt ve idâre olunmak üzre zâviyedârlığı bundan akdemce tarîk-i
Nakşibendiyye’den Hüseyin Halife ‘ye ba'de’t-tevcîh...’’ BOA, MAD, 9774, s.
94. Aynı konuda bk. BOA, MAD, 9774, s. 101.
[143]
“ Tarîkat-ı aliyye-i Nakşibendiyye meşâyihinden Şeyh Davud Efendi’nin
Edirne'nin Çöke nahiyesine tâbi' Samarra Beyli karyesi kurbünde bâ- mülknâme-i
hümâyûn mutasarrıf olduğu Hacı Baba zaviyesinin ...” MAD, 9773, s. 277; Bu
konuda ayrıca bk. BOA, DH (Divan-ı Hümâyûn), İstanbul Ahkâm, 21/45/ 112.
[144] BOA, HH, 17351.“... pusulası
muhdes denilen mahaller hedm olunacak ise de içinde mevcûd olan şeyh ve
mürîdleri kaçırılmağa gelmez evvelce kaldırılıp bir mahalle koymak ve kadîm
denilen Bektaşî tekyesi ne mikdârdır bilinüp fakat türbelerine dokunulmayarak
anların dahî ...”
[145] msl. bk. BOA, MAD, 9731, s.
406 "... ve arsa-i mezkûrun nihâyetinde üç beş Bektâşî mezarından
ibaret üzeri ve cevânib-i erba'ası rnahfûz türbe hedm olunmamış ... ”
Ayrıca bk. MAD, 9732, s. 18; MAD, 9772, s. 144; MAD, 9773, S. 193 vb.
[146] BOA, MAD, 9732, s. 18
"... Selanik’te olan sâlifü’z-zikr Kara Baba ve Süleyman Baba türbeleri
nıeşhûr olarak türbedâr ta'yîni lâzım geldiğinden ehl-i sünnetden olup hakkında
cümlenin hüsn-i zânnı olan Derviş Ahmed nâm kimesne türbedâr tâ'yîn kılınmış
... ” Ayrıca MAD, 9773, s. 193; MAD, 9772, s. 144 vb. belgeler aynı
husustaki diğer örnekleri teşkil eder.
[147] BOA, MAD, 9773, s. 193.
[148] BOA, MAD, 9772, s. 344.
[149] BOA, MAD, 9772, s.
148."... zâviye-i mezkûrenin defter-i mezkûrda muharrer emlâkinin altı
bâb bakkal dükkânı ile bir bâb etmekci dükkânını mûmâileyhin kendisine mahsûs
olmayarak medrese-i mezkûreye şart ve ta'yin olunarak ...”
[150] BOA, MAD, 9732, s. 18; MAD,
9772, s. 144.
[151] BOA, MAD, 9772, s. 144
"... Atina ahalisinden ve tarikat-i Rıfâiye meşâyihinden olarak
Selânik'de bulunup cümlenin ahbârıyla meşîhate ehliyeti zâhir olan Şeyh Hüseyin
b. Ahmed’e türbedâr ve zâviyedârlık ile tevliyet-i mezbûrenin tevcih kılınması
taraf-ı şer'den verilip takdim olunan i'lâm ile ... ” Ayrıca aynı konuyla
ilgili olarak BOA, MAD, 9732, s. 18'e bakılabilir.
[152] BOA, MAD, 9732, s. 18.
[153] BOA, MAD, 9732, s. 79, h. 1.
[154]
BOA, MAD, 9732, s. 99, h. 1.
[155] BOA, Cevdet Evkaf, 7082. “...
Hacı Bektâş-ı Velî kuddise sırruhu’i-celî hazretlerinin türbe-i nıünîfeleri
üzerinde olan kurşun kaplamalar...”
[156]
"... vakf olan hâne ve arsa mutasarrıflarının bilâ-veled olanları evkafı tarafından
ve vâris-i ma‘rufları var ise anlara terk ve mülk olarak kimesneleri
olmayanların emlâki cânib-i mîrîden zabt olunması hususuna irâde-i seniyye
taalluk idüp ol-vechile o makûle Bektâşî şeyhlerinden vârisi olanların
emlâkleri vârislerine terk olunduğunu nıüş'ir ilmühaberleri verilmiş ..."
BOA, MAD, 9766, s. 393.
[157] BOA, MAD, 9766 s. 393. “...tekye-i
mezkûrun emlâki cânib-i mîrîden zabt ile ile bâ-müzâyede tâlibine füruht
olunmak üzre rnezâd ka'imesi verilmiş ve şeyh-i mûmâileyhin bir nefer vâlide ve
bir nefer zevce ve bir nefer zükûr ve bir nefer inâs evlâdları olduğıyçün sünûh
eden irâde-i şâhâneye nazaran emlâk-ı merkûmenin cânib-i mîrîden zabtı gayr-i
câiz olduğuna binâen verese-i merkûmenin niyâzları ve enısâli vecihle emlâk-i
merkûmenin mezâdı kaydı ref‘ ve terkin olunarak kendülere terk olduğunu müş'ir
ilmühaberi i 'tâsını ... ” Aynı konuda MAD, 9731, s. 406'ya bakılabilir.
[158] BOA, MAD, 9731, s. 407.“... Nerdibânlı
karyesinde olan Bektâşî tekyesinin etrâf-ı erba'ası taş divârlı meydân odasının
yalnız nısfı hedm olunup ittisâlinde mülk olarak dört odalı hânesinde nefy
olunan şeyhin zevcesi sâkine olduğu... ”
[159] BOA, MAD, 9731, s. 407.“... Şehidlik
nâm mahalde olan tekye hedm olunmuş ve ittisâlinde başkaca inşâ olunmuş olan
beş odalı bir bâb hânesi hedm olunmamış idüğü ve tekye-i mezbûre şeyhi
müteveffâ Mahmud Dede'nin zevce ve üç nefer sagîre kerime ve bir nefer
hemşiresi mevcûd olup Rumeli Hisarında zevcinin hanesinde sakine oldukları
..."
[160] BOA, MAD, 9766, s. 339, h.
7.“... merkûm Şeyh Mustafa 'nınveresesi mevcûd olmağla bâlâda zikr olunan
emlâki veresesine terk olduğunu milş’ir tarafına ilmühaber verildi."
MAD, 9731, s. 406'da da aynı bilgiler bulunmaktadır.
[161] MAD, 9772, s. 236, h. 1.“... rekye-i
mezkûrenin zâviyedârı müteveffâ-yı merkûnıun terk etmiş olduğu ‘ıyâl ve
evlâdtarı ve şâir müteallikaiının keyfiyetleri mukaddemki inhâsmdan bir yarar
idüğün ifâde etmekle bu suretde mîr-i mûmâileyhin inhâ ve ifâdesine nazaran
çiftlikât ve emlâk ve hayvanât-ı mezkûrenin nıerkûmûne terki husûsunu bâ-takrîr
lede'l-arz çiftlikât ve emlâk ve hayvanâtın merkûmlara terk olunmak üzre enır-i
şerife ısdârı hususuna irâde-i aliyye taalluk etmekle ... " BOA, MAD,
9772, s. 236, lı. 1.
16û
BOA, HH, 24588-B. "... bir müddetden beril menfien Amasya 'da ikamet
üzre olan Hacı Bektâş-ı Velî şeyhi sabık Mehmed Hamdullah Efendi nıağdûriyet-i
hâlinden bahisle tahliye sebebiyle evlâd u ‘tyâlinin yanına gitmesine müsâ
‘ade-i seniyye istid'âsıyla takdim eylediği arzuhâli ..."
[163] BOA, HH, 24588-A. "...
arzuhâl-i bîçâre kullarıdır ki bu kulları Kırşehri sancağında Mucur kazâsında
vâki' Hacı Bektâş-ı Velî kuddise sırruhu hazretlerinin hankâhmda seccâdenişîni
olup ba'zı ashâb-ı ağrâzın ifk u iftirâsına mebnî der-devlet-medâre inhâ ve bu
bâbda sâdır olan fermân-ı celîlü ’ş-şâne imtisâlen medîne-i Amasya'ya vürûd
fakirli ’l-hâl-i perîşân ‘ıyâl u evlâdımdan ..."
[164] BOA, HH, 24588-E.'1...
nıûmâileyhin afvıyla varıp kasaba-i mezkûrda kendü kendüye şöylece ikameti
suretlerinde bir güne mahzûr var mıdır...". HH, 24588 nolu belge de
benzer bilgileri ihtiva etmektedir.
[165]
İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul 1993, s. 236.
[166]
BOA, HH, 24588-E.“... vakf-ı mezbûrdan münâsibi vecihle kendüyi idare edecek
mikdâr şey tahsis olunmak milnâsib görünür... “
[167] BOA, HH, 24676.“...işbu
takririn ve sadrâzamın şifresiyle i'lâm u muhzır-ı mâ‘lûnı-ı hümâyûnum olmuştur
vak'â-yı nıerkûm cidden ve hakîkaten millk-i kadîminden ‘udûl ile tarîkat-i
Nakşibendiyye 'ye duhûl etmiş ise afvında be‘is yok ancak merkumun keyfiyet-i
hâli Efendi dâ'imize ifâde ve müşârûnileyh ma ‘rifetiyle tarîkat-ı
Nakşibendiyye 'nin mürtedd ü milnâsib meşâyihinden bi't- tahkîk ana göre afv u
ıtlâkına ibtidâr olunsun. ”
[168] BOA, HH, 25094, 25094-D,
25094-E, 25094-F. Aynı hususta Bayındır ulemâ ve eşrâfının zikredilen bu iki
zatın affedilmeleri için devlet merkezine gönderdikleri arz-ı mahzar ( HH,
25094-G ) ise şöyledir: “ Atabe-i aliyye-i adâlet ünvân ve südde-i seniyye-i
saâdet nişân li-izâlet-i âlîye ilâ yevmi 7-
haşr
ve'l-nıîzân türâb-ı celâlet-penâhilerine medîne-i Bayındır'da sâkinûn ulemâ ve
sulehâ ve e'inime ve hutebâ ve sâ'ir fukara kullarının mahzâr-ı sıhhat
eserleridir ki hâlâ medîne-i mezbûrede altı seneye karîb bâ- emr-i âlî menfiyen
rneks ve ikamet üzre bulunan Dersaâdet’te Sarâçhane dellâlı Bektâşî Ahmed ve
Yenikapu 'da Çedikçi Hâfız Hüseyin nâm şahıslar zamâne Bektâşîliği yoluna
saparak şer‘-i şerife menâfi ve ma'azallahu teâlâ küfr-i mü'eddâ bayağı
istihlâl-i muharremât sürelinde şenaâl ile nıe’lüf oldukların[dan] ma'dâ savm u
salât-i tarîk ve tarîk-i Rafz ve'l- cadde sâlik oldukları sâbıka Şeyhü 'l-islâm
Kadızâde Muhanımed Tâhir Efendi tarafından tahkik olunarak li- ecli't- te’dîb
nefy ü iclâları husûsunu iş'âr itmeleriyle celâlet rîz-i südûr olan hatt-ı
hümâyûn-ı mehâbet-makrûn-ı şâhâne mücebince merkumlar tashîh-i i'tikâd idüp kendülerine
salâh-ı hâl gelmedikçe afv u ıtlâk olunmamak şartıyla Haşan Çavuş
nıübâşeretiyle nıerkünıâtın li-ecli't-te'dîb Bayındır'a nefy ü iclâları ve o
nıisüllü i‘tikadât-ı bâtıla kalen ve kalemen keff-i yed ve ferâgât itdirderek
muktezâ-yı şerîat-ı mutahhara üzre tashîh-i i ‘tikâd idup kendülerine salâh-ı
hâl gelmesi esbâbına istihsâle dikkat ve mugâyir-i şerîat-ı garrâ hareket
vukü'ına irâ’et ve ruhsaldan hazer olunmak bâbında şeref-sunûh efzâ- yı sahîfe
pîrâ-yı südûr buyurulan fermân-ı vâcibü ’l-etbâ ‘m itaat makrûnu üzre nıenfîyen
meks ve ikanet üzre olan nıerkûmân Ahmed ve Hüseyin bâ-enır-i âlî çavuş
nıübâşeretiyle Bayındır’a zaman zaman vürûdlarında taraf-ı şer'ü’l- enverden
tenbîh olunarak dâr-ı fetvâhâneden kendülere bir hüccet i‘tâ olunup ol hinden
işbu sâl-i meyâmin-i mübârekeye değin evvelâ i‘tikadât-ı bâtıla kal-i
kalitelerinden keff-i yed itdirdilerin kendülere bilâ-rayb salâh-ı hâl gelup
savm u salâtların mukîm oldukları nümâyan olmağla her vechle şayeste-i merhamet
olduklarından Bâb-ı Asafî'den kayıdları terkin buyurularak afv ve ıtlâkları
bâbında bir kıt‘a fernıân-ı âlişân sadaka ve ihsân buyurulması istid'a ve
niyâzında alâ-tarîki’l-mahzâr arzıhâle cesâret kılındı bâkî lütf ü kerem
hazret-i nıenlehü ’l-enırindir. ” (1249)
[169] msl. bk. BOA, MAD, 9772, s.
235. “... ma'lûmü‘l-esâmî zevâyâ mülhid Bektâşî zaviyelerinden olmayup ve
tekyenişîn ve zâviyedârlıkları dahî talebe-i ulûmdan ehl-i sünnet(...)oldukları
mahallinden lede ’l-inhâ zikr olunan zâviye ve türbedarlıkların ashabı
uhdelerinde ibkası husûsuna irâde-i aliyye taalluk etmiş olmağla ..."
[170] MAD, 9772, s. 235.
[171] Bugünkü Mustafa Kemal Paşa.
[172] MAD, 9772, s. 266-267; Kemal
Daşçıoğlu, I827(h.l243) Tarihli Muhallefat Defterine Göre Bektaşî
Zaviyeleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,Süleyman Demirel Üniversitesi,
İsparta 1996, s. 195.
111
MAD, 9772, s. 328.“... Okçu Baba zâviyesinin zâviyedârı mûmâileyh Veliyûddin
Efendi muhavvel-i amellerden olduğuna ve bu makûle hâllerden olan ashâbı
zâviyenin zâviyedârı(.. ..Juhdelerinde idüğüne binâen inhâ olunduğu vecihle
zâviyedârlık mezkûr mûmâileyh uhdesinde ibka ile ..."
[174] BOA, MAD, 9774, s. 127. "...
mûmâileyh Hacı Emin ehl-i sünnet ve'l- cema ‘atten olup zâviye-i mezkûreye
mukaddemâ ber-takrîb mutasarrıf olmuş ve müddet-i hayatında zâviye-i mezkûre
hâsılâtı tarafından ve ba'de ’l-fevt yetim ve yetimesi olmak mülâbesesiyle
birkaç senedenberu zevcesi tarafından ahz u kabz olunmuş olduğunu tahrîr
eylediğin ecilden kuyûd-ı lâzimesi ba'de ‘l-ihrâc ... " "... Kıran
Baha’nın mukaddem târih ile kazâ-i mezkûrda türbesi var ise de el-haletü hazihi
bî-nâm u nişân olup fakat merbût olan bir mikdâr emlâk ve arazisi ve
hâsılâtlarını zâviyedârlık uhdesinde olanlar zabt u ta’şîr edegeldikleri ve
merkûm Hacı Emin 'in vefâtından sonra ber-minvâl-i muharrer zevcesi tarafından
bi’t-ta'şîr ahz u kabz olunmuş olduğu müftî-i sâbık mûrnâileyhin tastır u
ifâdesinden nünıâyân olmağla bu takrirce zâviye-i mezkûre mülgâ Bektâşî
zâviyelerinden olarak hîn-i tahrirde me ‘mûrına haber verilmeyerek merkûm Hacı
Emin uhdesinde kalmış ve şimdi vefâtı takribiyle mahlûl olduğuna ve
vârislerinin bir güne istihkakları olmayacağına nazaran ber-nıûceb-i irâde-i
seniyye zâviye-i mezkûrun 46 senesi Martından i'tibâren Mukataat Hâzinesi 'nden
zabtı ...”
[175] BOA, MAD, 9732, s. 18. “Haşan
Baba türbesinde dahî tarîk-i Kadirî alameti olarak zâviyedârı dahî tarîk-i
Kadiriyye 'den olduğu cihetiyle ol bâbda ... “ Ayrıca aynı konuda MAD,
9772, s. 144'e bakılabilir.
[176] BOA, MAD, 9766, s. 453.“... zâviye-i
mezkûrede medfûn sâhibil ‘l-hayrın mahrûse-i mezkûrede bina ve ihya etmiş
olduğu üç adet cevâmi‘-i şerife ve hayrât-ı sâiresinin ta'mîrât ve mesârifât-i
sâiresine sarf u rü'yet olunmakda olduğu husûs-ı mezbûre tahkîk-i me'nıûrînin
hilâfet-me ‘ab mirahûr-ı evvel-i sabık el-Hacc Ali Bey dâme mecdehu serian ve
alenen gereği gibi tahkik etmiş olduğundan bahisle zâviye-i mezkûrenin zikr
olunan emlâk ve arazi ve hayvanâtı kemâ fi’s-sâbık mütevellisi tarafından idâre
olunmak bâbında bir kıt‘a enır-i şerif ısdarı husûsunu tahrîr ve inhâ ... ”
[177]
BOA, MAD, 9772, s. 186-187.
[178] Hayatı ve tekkesi hakkında
geniş bilgi için bk. Bayram Ürekli- Ali Baş, “Veli Baba ve Senirkent
Uluğbey’deki Manzumesi”, Selçuk Üniversitesi Fen- Edebiyat Fak. Edebiyat
Dergisi, 9-10 (Konya 1995), s.139-217.
[179]
BOA, MAD, 9772, s. 186-187; Kemal Daşçıoğlu, a.g.t., s. 195-196.
[180] BOA, MAD, 9772, s. 148.“... el-haletü
hazihi Bektaşî nıülhidleri yedlerine geçüp fi'l-asl Halvetî ve Celveti ve
Kadirî ve sair tarafa vakf olanların zabtı gayr-i câiz olacağına binâen
..." Aynı husûsta MAD, 9772, s. 186-187 ve MAD, 9772, s. 328'e
bakılabilir.
1,9 BOA, MAD, 9766, s. 338, h. 1.
"... arsa-yı merkûme vakf olan mahallin Haremeyn tarafına terk
olunduğuna nıüş'ir ..."
[182] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 1,
"... irâde-i şâhâne icrâ olunmak üzre Sultân Abdülhamid Han Evkafı
defterlerine diğer ilmühaber verldi. "
[183] BOA, MAD, 9766, s. 338, h. 2.
[184] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 3.
[185] BOA, MAD, 9766, s. 338, h .3.
[186] BOA, MAD, 9766, s. 339, h. 4.
[187] BOA, MAD, 973 1, s.
406."... tekye-i mezbûr kaydına lede ’l-mürâca'a tarîkat-i
Nakşibendiyye’den mahreç Derviş Mehnıed Ağa'nın Südlüce 'de inşâ eylediği
zâviyenin 1179 târihinden beri ve tevârîh-i muhtelife ile Nakşibendî meşâyihine
tevcih olunagelmişken 1230 senesinde kasr-ı yedden tarîk-i Bektâşiyyeden Hafız
Himmed Baha'ya tevcih olunup hâlâ üzerinde olduğu ..."
[188] BOA, MAD, 9766, s. 339, h.
2.“... Sultân Bayezid-i Velî hazretlerinin vakf- ı şeriflerinden Südlüce nâm
mahalde olan tekyenin ...”
[189] BOA, HH, 17386.'’... Anadolu
ve Rumili taraflarında vâki' Bektâşî tekyelerinin şeyh ve dervişlerinin tahkik-i
ahvâl ve keyfiyyetleri ve nıuhdes olan Bektâşî tekyelerinin hedmi bâbında emr-i
aliyye ısdârı husûsi mukaddemâ bi ’l-müzâkere hâkipâ-yı hilmâyûn-ı
şâhânelerinden istizân olunmuş olup ancak o misillü muhdes Bektâşî tekyeleri
hedm olunmakdan ise bulundukları mahallerde lüzûm ve iktizâsına göre câmi ‘ ve
rnescid ve medrese olmak veyahûd şâir tarîk-i aliyye meşâyihinden milnâsib ve
müstehakk olan zevât iskân olunmak üzre ibka olunduğu hâlde ...”
[190]
“...Bektâşî tekâyâ ve zevâyâlarında nıescid ve câmi‘-i şerife ve türbe ve
mektebler olan vakıfların kemâ fi’s-sâbık hizmetleri rü'yet ve hitâbel ciheti
var ise müstehakkına tevcih olunmak ...” BOA, M AD, 9773, s. 73.
Bu
konuda ayrıca bk. MAD, 9772, s. 18; MAD, 9772, s. 186-187.
[191] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3.
“mefhûmunda Nâslîç kazâsında Verdin karyesinde kâin Enıînî Baba tekyesi
vakfı olmak üzre defter-i mûmzâda muharrer kazâ-i nıezbûre tâbi' Belâzim
karyesinde vâki' beş aded dekâkîn yerleri Belâzim karyesi câmii’nin vakfından
olduğundan ve câmi‘-i şerif kurbünde olan mekteb hocasının bir tarafdan medâr-ı
ma'âş olmadığına mebnî mezkûr dükkânların mekteb-i mezkûr hocası bulunanlara
sâlifti ’l-beyân Nâslîç kazası derûnunda ...”
[192] BOA, HH, 17474-B. “... cezire-i
Girid sekenesinden ekserisi tâbi' olarak hilâf-ı şer'-i şerif âyin-i
fâsidelerin alenen icrâya ictisârları melhûz idüğü ve bütün nevâhî-i Girid
kurâlarında sâkinûn ekser-i nâss sâkin oldukları karyelerinde câmi' ve mekteb
olmadığına binâen vücûda gelen sagîr ve sagîrelerin ta'lîm-i ilme verilmeyüp
re'âyâ lisânlarıyla me'lûf ve papas ve ruhbân manastırlarında âyîn-i
bâtılalarına dâir her ne ihbâr etmişler ise ehi-i İslâm cebbânları dahî tâife-i
müşrikinin ihbârâtına havâle-i sem' u i'tiyâd ederek ba'zân irtidâdlarına
vesile idüğü fî-mâ-ba'd ehl-i İslâm bulundukları karyelerinde birer mescid ile
bir mekteb binâ ve inşâ ederek ilmuhâllerin ta'lînı ve şeref-i İslâmiyet! icrâ
etmeleri ve sâlifü ’z-zikr Bektâşî eşkiyâsının indifâ'iyyeleriyle Kandiye
kal'ası hâricinde Topaltı'nda tarîk-i caddede kâin tekyeleri etrâfında vâki'
çiftlikât ahalisiyle ebnâ-yı sebile câmi'-i şerif olarak iki üç yüz guruş
hâsıldâr mevcûd evkafı yine câmi'-i şerife evkaf tahsis olup ol veçhile
mahrûse-i şâhâne eşkiyâ-i merkûme ifsâdından tathîr u tanzîfi muvâfık- ı
irâde-i seniyyeden ise icâb eden emr-i âlinin şerefsudûrı bâbında enir u fermân
Devlet-i aliyye-i ebdiyyü ‘d-devâmındır efendim."
Aynı konuyla ilgili olarak ayrıca bk. BOA, HH, 17345.
[193] BOA, HH, 17411.“... Çirmen
sancağında kâin Kızıl Deli Sultân tekyesiyle şâir Bektâşî tekyelerinin âstâne
usûlüne tatblkan hedm u ifnâsı ve Bektâşîlerden sû-i i'tikad ve âyîn-i Rafz ve
elhâd ile şöhretli olanlarının şehir ve kasabalara celb u cenı'iyle müftî
efendiler nıa'rifetleriyle telkîn-i dîn olunarak tashîh-i i'tikad eylemeleri
husûsına mübâderet olunmak îcâb idüp ... "
[194] BOA, MAD, 9772, s. 108, h.
3.“... Aydın Baba tekyesinin ve vakıf olmak üzre derûn-ı kasaba-i mezkûrda
bir aded semerci dükkânı ve tekye-i mezkûr kurbünde tahminen bir dönüm bağçe ve
Suhleşte bağlarında tahminen bir dönüm bağının hoca-i merkûme ta'yin olunması
... "
[195] BOA, MAD, 9772, s. 108, h.
3."... mahall-i mezkûrede dahî sıbyana ta'lim-i ilm eylemek ve kasaba-i
mezkûre ahalisine Birgivî Şerhi kıraat itdirilmek üzre bir mekteb lüzûmu derkâr
idüğüne mebnî ba'dehu bir hoca tedârik olunmak üzre evvel emirde zikr olunan
zâviyenin mektebe tahviline ve hizmetinde müdâvemet eylemek ..."
[196] M AD, 9772, s. 143.“... zâviye-i
merkûmenin kasaba-i merkûmeye karîbiyeti hasebiyle zâviye-i merkûmede
beyne’l-ahali bir müderris tensîb olunmuş olduğundan karye-i rnezbûr
sakinlerinden cümlenin hüsn-i zannı olan Mehmed nâm kimesne ta'lîm-i i İm etmek
etmek zâviye-i merkûmede ikamet eylemek şartıyla müderris ta'yin ve hâsılât-ı
merkûmenin dahî mûmâileyhe tahsisi husûsına müsa'ade kılındığı ...”
[197] msl bk. BOA, MAD, 9772, s.
37, h. 3. "... medrese-i mezkûrun mesârifi kasaba-i merkum vücûh ve
ahalileri tariklerinden i'lâ olunmak üzre câmi'-i şerife ve medresenin inşâ ve
ta'mîri husûsâtıyla müsa'ade-i aliyye şâyân kılınmış ..."
Aynı konuda ayrıca bk. BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3.
[198] BOA, MAD, 9772, s. 108, h.
3."... Ali Baba tekyesi hedrn olunarak lâzım gelen enkazı îcâb eden
mesârifi ahali-i kasaba tarafından verilmek şartıyla câmi'-i şerifin ta'mîrine
sarf... "
[199] BOA, MAD, 9772, s. 108, h. 3.
."... Markon karyesinde kâin zâviye hedrn olunarak iktizâ eden mesârifi
ahali-i merkum tarafından verilmek üzre derûn-ı karye-i mezbûrda harâb olan
câmi'nin ebniyesine sarf... "
[200] BOA, MAD, 9772, s. 37, h. 3;
Kemal Daşçıoğlu, a.g.t., s. 86 ve 91.
[201] Kemal Daşçıoğlu, a.g.t., s.
75.
[202] BOA, MAD, 9772, s. 139-140. "eşyâ-yı
mezkûrun hâsılatı medrese-i merkûmeye şart-ı vakfiyete tanzim ve tesviyesi
husûslarına irâde-i seniyye-i mülûkâne müteallik olup ..."
[203] BOA, MAD, 9772, s.
143."... zâviye-i mezbûrenin arazi ve değirmeninin senevi lâzım gelen
hâsılâtının cânıi'-i mezkûr hademesi vezâifine la'yîn olunarak isticlâb-ı
dâ'avât-ı hayriyelerine rağbet kılınmış bi'l-cümle ahali-yi kazâ niyâz ederek
bu bâbda verilen i'lâm irsâl olunmuş olduğun ... ”
[204] MAD, 9772, s. 148.“... zâviye-i
mezkûr emlâkinden küsur kalan beş bâb dükkânının türbedârlık-ı mezkûre şart ve
ta'yîn olunması niyâz olunmuş olduğundan bahisle hâsılât-ı mezkûrenin
ber-mûceb-i iltimâs şartı rnenût re‘y-i âliden idüğünü sen bir kıt'a ka’imende
ve mîr-i nıûmâileyhe çend bend takririnde ve kadı-ı mûmâileyh i'/ânımda tahrir
ve inhâ eylediğin ecilden keyfiyet bâ-takrîr rikâb-ı hümâyûn-ı şâhâneme
lede’l-arz zikr olunan otuzbir cild kütüb evkaf-ı hümâyûn-ı şâhâne olmak üzre
tarafından tahrîr ve inhâ olunarak ma'rifet-i şer'le sicile kayd ve kütüphâne-i
mezbüreye vaz' ve oniki bâb dekâkinden alyı bâb bakkal ve bir bâb etmekci
dükkânı dersiye-i mezkûreye ve beş bâb dekâkin dahî türbedârlığa şart ve ta'yîn
kılınması ve 359 vukiyye nuhâsın dahî kal'a-i merkûme ..."
[205] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı
Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, İstanbul 1993, s. 17-18; Midhat
Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul, 1986, s.158.
[206]
Bu konu ile ilgili sayılamayacak kadar çok belge vardır. Msl. bk. BOA, MAD,
9732, s. 5, h. 1."... Zağra-i Atik kazâsında kâin Mü'nıîn Baba tekyesi
ve Velî Dede zaviyesinin enıvâl ve sâiresi mahallinde mîr-i mîrân-ı kiramdan
hâlâ Çirmen sancağı ka'immakanıı Mehmed Vechî Paşa dâme ikbâluhunun inzimânı-ı
ma'rifeti ve ma'rifet-i şer'le lede ’l-müzâyede rağbâtü ’n-nâs inkıtâ'ından
sonra »»
Aynı
konudaki benzer bilgiler için ayrıca MAD, 9766, s. 443; MAD, 9776, s. 306; MAD,
9773, s. 283'e bakılabilir.
[207] Msl. bk. BOA, MAD, 9732, s.
5, h. 1. "...Çirmen sancağında vaki1 Zağra-i Atik kazâsında
kâin Mil'mîn Baba ve Velî Baba zâviyelerinin kâffe-i emlâki ma' resm-i
dellâliye otuzbeşbinyediyüz guruş mukabili âyân-ı mûmâileyhe füruht olunmuş ve
mu ‘accelesi olan mebâliğ-i mezbûr bi't-tahsîl irsâl ... "
Aynı
konu için ayrıca bk. MAD, 9772, s. 396, h. 1; MAD, 9773, s. 272, h. 1; MAD,
9773, s. 269- 270.
[208] Bu husus için bk. 132.
dipnot; Ayrıca bk. MAD, 9766, s. 443, h. 1; MAD, 9766, s. 332, h. 2; MAD, 9732,
s. 154.
2u7 Bu husus için bk. 133. dipnot;
Ayrıca bk. MAD, 9776, s. 329, h. 1; MAD, 9776, s. 374, h. 1; MAD, 9766, s. 390.
[210] Konuyla ilgili örnekleri
çalışmamızın “ekler” kısmında (EK.5) bulabilirsiniz
[211] Midhat Sertoğlu, Osmanlı
Tarih Lügati, İstanbul 1986, s. 158.
[212] Bu husustaki örnek için bk.
(EK 6)
[213] msl. bk. BOA, MAD, 9772, s.
267, h. 2.“... ma'lûmü ’l-nıikdâr dönüm tarla ile icâre-i vâhidelü tekye-i
mezkûreye meşrûta Harâb Katırcı karyesi ve sekiz bâb çiftçi hanesi dağ ve arazi
mahalleri olduğu ve defter-i mezkûrda muharrer olduğundan o makûle bi
’l-icâreteyn ba'zı kesân uhdelerinde olan emlâkin kadîmden verilegelen rusûmât
ve maktû'atları ne veçhile ise ol-vechile güzeşt rusûmâtlarının ashâblarından
tamamen tahsil ile icâre-i vâhidelü olan emlâkin mahallinde sen ki mütesellim-i
mûmâileyhsin ma'rifetin ve ma'rifet-i şer'le bâ- nıüzâyede füruht olunarak ...”
Bu
konuda ayrıca BOA, MAD, 9772, s. 315- 316; MAD, 9772, s. 324'e bakılabilir.
[214] BOA, MAD, 9772, s. 300- 301,
h. 3."... tekyenin demirbaş hayvanâtı telef olmakda olduğundan füruhtı
menût-ı re 'y-i âlîşân eylediğini tahrîr ve inhâ eylediği ecilden ..."
Ayrıca
benzer bilgileri ihtivâ eden BOA, MAD, 9772, s. 35, h. 2 ve MAD, 9772, s. 37,
h. l'e bakılabilir.
[215] BOA, MAD, 9772, s. 261-263;
MAD, 9772, s. 265.
[216] Msl. Dayı Hızır (Ali Baba) ve
diğer Ali Baba tekkelerinden ele geçirilen 73 baş hayvan Vidin’de toplanmıştır.
(BOA, MAD, 9772, s. 323.)
[217] BOA, MAD, 9772, s. 261-263.
[218] BOA, MAD, 9774, s. 10.
[219] En büyük Bektaşî
tekkelerinden biri olan bu tekkenin burada sayılamayacak kadar çok emvâli
olduğundan bu kadarının bu kadarının verilmesi uygun bulundu.
[220]
BOA, MAD, 9774, s. 55.
[221]
BOA, MAD, 9772, s. 107, h. 1.
[222]
BOA, MAD, 9772, s. 71.
[223]
BOA, MAD, 9772, s. 139-140.
[224]
BOA, MAD, 9772, s. 230-231.
[225]
BOA, MAD, 9772, s. 72.
[226] Mehmet Zeki Pakalın, a.g.e.,
II, s. 57; Midhat Sertoğlu, a.g.e., s. 160.
[227] Midhat Sertoğlu, a.g.e., s.
161.
[228] Bu konudaki örnekler için bk.
(EK 7)
[229] BOA, MAD, 9772, s. 37, h. 2. “...
sâlifü'z-zikr arazi ve sâirenin nıîr-i mümâileyhe iltizâm veyahûd emâneten
idâre itdirilmesi mantûk-ı irâde-i seniyye ...”
Bu
konudaki benzer bilgiler için ayrıca BOA, MAD, 9772, s. 186- 187; MAD, 9772, s.
324, 11. 2; MAD, 9774', s. 16 ve MAD, 9774, s. 55-56, h. l'e bakılabilir.
[230] BOA, MAD, 9772, s. 325, h. 1.
"... bir nıe’mûr ta’yîn kılınsa her birini yerli yerinden mu'âyene ve
iktizâsını mütâla'a iderek hem emlâk ve arazi-i mezkûrenin i1 mârına
ve hem biraz menâfi' husûsına sebeb olacağı ve arazi-i mezkûrenin 43 senesine
mahsuben zer' itmeleri ve emlâk-i sâirenin dahî güzelce muhâfazasıyla harâb
olmaması husûsına dikkat ve her hâlde i'mârına gayret eylemeleri tarafından
kazâ ayanlarına tahrîr olunmuş ise de bu maslahatı mustakılen nıe'mûr
ma'rifetiyle idâresini lâyıkıyla dikkat olacağı beyânıyla gerek mezkûr
tekyelere rnerbût emlâkların mu'accel ve mü'eccelesiyle füruhtını ve gerek
arazilerinin zırâ'at itdirilmesi husûslarıçün husûsi ve nıünâsib bir nıe'mûr
ta'yîn kılınması mütevâfık-ı re'y-i âlîşân i düğünü ..."
[231] BOA MAD, 9776, s. 294. "...
nıa'lûmü ‘l-esânıi cenı'an beş kıt'a zevâyaya rnerbût emlâkin hâsılâtları
zabtları târihinden 51 senesi inâyetine değin teslîm-i hazine kılınmış ve bu
makûle vâridâtın emâneten idâresinden iltizâma rabtı her veçhile suhûlet ve
menâfi-i zâideyi mûceb olacağından cümlesi 52