Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

SEVGİYLE YÜKSELMEK...Bir Oluş Felsefesi 1




 


 

Dünyaca ünlü Alman psikoterapist vc filozof Bert Hellinger tarafından son yirmi yıl içe­risinde geliştirilen Aile Konstelasyon Çalışmala­rı Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika, Uzakdo­ğu ve Afrika başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, ülkemizde de giderek yayı­lan bir biçimde uygulanıyor. Yüz binlerce insan, kökleri geçmişteki yarım kalmış hesaplaşmalara dayanan sorunlarını, bu teknik sayesinde aşıyor.

 Aile Konstelasyonu, klasik psikoterapinin tıkan­dığı noktalarda, insan ruhuna şifa veren, derin bir bakış açısı sunuyor. Bu kitap, Bert Hellinger’in Aile Konstelasyon Çahşmaları’na temel teşkil eden, Hellinger sciencia diye adlandırdığı kuramını ana batlarıyla ortaya koyuyor ve birçok vaka hikâyesiyle örneklendiriyor. Bert Hellinger’in bakış açısından, aile ilişkilerimizde sevginin nasıl bir düzen veya düzen­sizlik içinde yer aldığına dair bir sistem sunuyor. Bu sistemde insan ru­hunun secisi, her birimizin kendimize göre geliştirdiğimiz ”tyi ve Kötü algısıyla” Sınırlandırılan sevginin çok daha ötesine taşıyor.

Bu kitapta insan ilişkilerinde kendi kendimize bilerek ya da bilmeyerek koy­duğumuz sınırlan aşmamızı sağlayacak temel içgörülerin kaynağını bula­caksınız. İnsan ruhunun sevgi potansiyeline dair dile getirilen bu içgörüler, insan ilişkileri üzerine kapsamlı bir bilimin temelini de atıyor. Bu kitapta söz konusu olan şey, bir nevi “Sevgi Bilimi” diye de nitelendirilebilir.

Acaba biz insanlar ne kadar birer bireyiz, ne kadar bir bütünün parçaları­yız? Mutluluklarımız, acılarımız, üzüntülerimiz, başarılarımız, başarısızlık­larımız, iyiliklerimiz, kötülüklerimiz, suçlarımız, masumiyetimiz, kısacası yaşamımız ne ölçüde bizim elimizde, ne ölçüde çok daha büyük bir gücün yönetiminde?

 

 

 
Bir Oluş Felsefesi

BERT HELLINGER

Türkçesi:

İnan Deniz Erguvan

Alınan filozof ve psikoterapist Bert Hellinger, yaygın olarak aile konstelasyonu olarak bilinen terapi metoduyla anılır. Son yıllarda çalışmaları bunun ötesine geçmiş ve “ruh-aklın hareketleri” ve “çok boyutlu yaklaşım” olarak tanımladığı bir noktaya ulaşmıştır. Hellinger’den etkilenen dünyanın dört bir yanındaki meslektaşı, onun içgörülerinden yararlan­maktadır. 1925 yılında Almanya’da doğan Bert Hellinger, ilk önce felsefe, teoloji ve pedogoji eğitimi almış ve eski bir katolik misyoner olarak Güney Afrika’da Zulularla 16 yıl yaşamıştır. Bu dönem Bert Hellinger için son derece değiştirici ve dönüştürücü bir süreç olmuş ve 1960‘h yılların ortasında Katolik dinî misyondan ayrılmasının zeminini hazılamıştır,1970’li yılların ortalarında Viyana’da birkaç sene kalarak klasik psikoanaliz eğitimi almıştır. Ardından Amerika’da Arthur Janov’dan primer terapi eğitimi alarak transaksiyonel analize yönelmiştir. Eric Bern’in hikâyeciliğinden ve Milton Erickson’dan etkilenmiştir. İlk aile konstelasyon çalışmasını Thea Schönfelder'in bir çalışmasında şizofren bir çocuğun babasını temsil ederek deneyimlemiştir. Daha sonra Ruth McClendon ve Les Kadis’in liderliğini yaptığı bir seminerde aile konstelasyon çalışmalarının nelere öncülük edebileceğine dair içgörüleri oluşmaya başlamış ve kendi deyimiyle bir yıl sonra bu göre­vi başarmak için cesaret bulmuştur. Bert Hellinger, 60’h yaşlarının sonuna kadar aile konstelasyonu çalışmalarıyla ilgili içgörülerini ve yaklaşımlarını ne belgelendirmiş ne de yaklaşımlarını devam ettirmesi için öğrenciler yetiştirmiştir. Sadece Alman psikiyatr Gunthard Weber’in önerisini kabul ederek çalışmalarını kayıt altına almıştır. Weber’in bu çalışmaları kitaplaştırması, Almanya’da büyük ilgi görmüş ve 200.000 kopya satarak en çok satan kitaplar listesine girmiştir. Bugün itibarıyla Hellinger Siencia çatısı altında eğitimlerine devam eden Bert Hellinger, elliden fazla kitap yazmıştır ve bunlardan birçoğu 22 dilde yayımlanmıştır.

İçindekiler

Önsöz.............................................................................. 21

Hellinger Sciencia........................................................... 25

Giriş ve Genel Bakış........................................................ 25

Ruhani boyut............................................................. 26

Özgürlük .................................................................. 28

Endişeler ve sıkıntılar ............................................... 29

Gelecek ve şimdi ...................................................... 29

Sevgi.......................................................................... 29

Kitap Hakkında............................................................... 30

Başlangıç......................................................................... 33

Giriş ................................................................................ 33

İlişkilerde Suç ve Masumiyet.......................................... 33

Denge........................................................................ 34

Bir: Çitin üstünde oturmak....................................... 35

Bütünlük ................................................................... 35

İki: Yardımcı sendromu............................................ 35

Üç: Değiş tokuş ........................................................ 36

Aktarmak................................................................... 36

Altın Top .................................................................. 37

Minnettarlık............................................................... 38

Sadece teşekkür yeterlidir ........................................ 38

Eve dönüş.................................................................. 39

Mutluluk ................................................................... 39

Denklik...................................................................... 39

Zarar ve kayıp .......................................................... 40

Çıkış yolu.................................................................. 41

Çaresizlik................................................................... 41

İkili yer değiştirme.................................................... 42

İntikamcı ................................................................... 43

Bağışlamak................................................................ 44

İkinci raunt ............................................................... 45

Uzlaşma .................................................................... 45

Kendini keşfetme...................................................... 46

Acı çekmek................................................................ 47

İyi ve kötü ................................................................ 47

Bize ait olan............................................................... 48

Başkasına ait olan...................................................... 48

Kader ........................................................................ 48

Alçak gönüllülük....................................................... 50

Düzen ve Bereket...................................................... 51

Vicdanın Sınırları............................................................ 52

Yanıt.......................................................................... 52

Suç ve masumiyet .................................................... 53

Ön koşullar ............................................................... 54

Farklılık...................................................................... 55

Farklı ilişkiler............................................................. 56

Düzen........................................................................ 56

Görünüşler................................................................ 57

Oyuncular ................................................................. 57

Büyü.......................................................................... 58

Aidiyet ...................................................................... 58

Anlayış...................................................................... 60

Sadakat...................................................................... 60

Yer açmak.................................................................. 61

Sadakat ve hastalık.................................................... 61

Sınırlar....................................................................... 62

İyilik........................................................................... 62

Aile vicdanı .............................................................. 63

Ait olma hakkı........................................................... 64

Yineleme baskısı........................................................ 64

Rütbe sırası................................................................ 65

Özlem........................................................................ 66

Titreme...................................................................... 66

Korku......................................................................... 66

Yoldan çıkmak........................................................... 67

Kefaret ...................................................................... 68

Çözüm ...................................................................... 69

İçgörü........................................................................ 69

Patika......................................................................... 70

Anne Baba ve Çocuklar Arasındaki ve

Grup İçindeki Sevginin Düzenleri.................................. 70

Sevgi ve Düzen.......................................................... 71

Farklı düzenler......................................................... 71

Anne baba ve çocuklar.............................................. 71

Roma Çeşmesi .........................................................  72

Onurlandırmak ......................................................... 73

Hayat armağanı ........................................................ 73

Şükran ...................................................................... 74

Reddetme.................................................................. 75

Özel bir şey ............................................................... 76

Anne babamızın bize.................................... verdikleri. 76

Anne babamıza ait............................................. olanlar. 77

Küstahlık .................................................................. 78

Kader ortaklığı........................................................... 79

Hısım ve akrabalar.................................................... 79

Akrabalık bağlan ...................................................... 80

Bütünlük .................................................................. 81

Kabile sorumluluğu.................................................. 82

Aidiyet hak<ı eşitliği ................................................ 82

Sevginin düzenleri.................................................... 84

Kadın ile Erkek Arasındaki Sevgi Düzeni ..................... 87

Kadın ve er<ek.......................................................... 87

Anne ve baba............................................................ 87

Arzu.......................................................................... 88

Sevgi eylemi.............................................................. 89

Karı koca arasındaki bağlar...................................... 90

Kıskançlık ................................................................ 91

Kan bağı.................................................................... 92

Basso contiıiuo.......................................................... 93

Eksiklik ..................................................................... 93

Babasının o>lu, annesinin kızı.................................. 94

Anima ve aflimus...................................................... 94

Her iki tara ............................................................... 95

Peşinden gi mek ve hizmet etmek........................... 96

Eşitlik........................................................................ 96

Değiş tokuşun ölçüsü............................................... 97

Farklı ilişki kalıpları ................................................. 99

Kilitlenmeler ............................................................ 99

Taahhüt .................................................................. 100

Vazgeçmek.............................................................. 100

Miş gibi.................................................................... 101

Ruhani Vicdan.............................................................. 103

Giriş .............................................................................  103

Farklı Vicdanla: ............................................................ 103

Kişisel Vicdan ..................................................................... 104

a.     Ait olma ............................................................. 104

b.     İyi ve kötü .......................................................   105

Kolektif Vicdan............................................................. 105

a.     Bütünlük............................................................. 106

b.     İçgüdü ............................................................... 107

c.     Ölümün ötesinde aidiyet .................................. 107

d.     Kimler aittir? ..................................................... 107

e.     Tek çözüm sevgi................................................. 108

f.     Başka kimler aileye aittir?................................... 109

g.     Denge................................................................. 110

h.     Kefaret ve ceza................................................... 110

i.     intikam ............................................................... 111

j.      Şifa...................................................................... 111

k.     Öncelik kuralı .................................................... 111

l.     Öncelik kuralının çiğnenmesi ve sonuçları ....... 112

m.     Kolektif vicdanm kapsamı ............................... 113

Ruhani Vicdan ............................................................. 114

Farklı Vicdanlar ve Aile Konstelasyonundaki Rolleri . 115

Ruhani Vicdan ........................................................ 116

a.     Değişik vicdan türleri arasındaki ayrımlar.... 116

b.     Ruhani aile konstelasyonu............................ 117

Kişisel Vicdan............................................................... 119

Kolektif Vicdan............................................................. 121

Sonuç............................................................................. 122

Düşünceler ................................................................... 123

Yanıp gitmek .......................................................... 123

Kılavuz..................................................................... 123

Arayış...................................................................... 124

İyi niyet ................................................................... 125

Beklentiler ............................................................... 126

Önümüzdekiler ...................................................... 126

Hafiflik..................................................................... 127

Uyum ...................................................................... 128

Orada olmak............................................................ 129

Bilinçlilik ................................................................. 130

Bag .......................................................................... 131

Ailelerde Hastalığa Yol Açan Nedenler ve Şifa Yolları 135

Giriş .............................................................................. 135

Hastalığa Neden Olan ve iyileştiren Sevgi .................. 136

Aileye sadakat ve sonuçları ................................... 136

Benzerlik ve denge.................................................. 137

Hastalık ruhu takip eder ........................................ 138

“Sana bir şey olacağına bana olsun”....................... 138

Gözleri açık sevgi.................................................... 140

“Senin yerine ben”.................................................. 140

“Sen gitsen de ben kalacağım”............................... 141

“Senin peşinden geleceğim” .................................. 142

“Biraz daha yaşamaya devam edeceğim”............... 143

Yanhş yönlendiren umutlar.................................... 144

İyileştiren sevgi....................................................... 144

Kefaret olarak hastalık............................................ 145

Kendini cezalandırarak bedel ödemek çifte felaketle sonuçlanır           145

Kabul etme ve uzlaşma yöntemiyle tazminat ödeme 147

İlişki kurmaktansa kendini cezalandırmak ............ 148

Yeryüzünde suç sona erer ....................................  149

Başkasının yerine kefaret ödeme sonucunda hastalık 149

Anne babayı reddetmenin sonucunda hastalık ..... 150

Anne babayı onurlandırmak................................... 150

Boşluk...................................................................... 150

Ruhani Bakış Açısıyla Sağlık ve Şifa............................. 153

Ruh Sevgisi................................................................... 153

Anne Babamızı Ruhen Sevmek.................................... 154

Çocuk...................................................................... 154

Diğer sevgi .............................................................. 155

Meditasyon: Veda................................................... 156

Yol ........................................................................... 158

(O) An ..................................................................... 158

Zedelenmiş Eşitlik......................................................... 159

Kilitlenme................................................................ 159

Çözüm .................................................................... 160

Suç ve kefaret.......................................................... 160

Ruhani düzey.......................................................... 160

Psikozlar, Derinliklerdeki Sevgi.................................... 161

Bir örnek.................................................................. 161

Psikoza ne sebep olur?............................................ 163

Suçlu olarak psikoz, kurban olarak psikotik........... 166

Bir aile sorunu olarak psikoz................................... 167

Yardımcılar.............................................................. 168

Alıştırma: Ruhani sevgi ......................................     169

Derinliklerdeki Sevgimiz............................................... 169

Bilinçdışı vicdanın sevgisi ....................................   170

Herkes için iyi niyet................................................ 170

Kilitlenme................................................................ 171

Bilen sevgi............................................................... 171

Öncelik kuralları ..................................................... 172

Kör sevgimiz............................................................ 172

Arınma yolu............................................................ 172

Meditasyon: Bizi Derinliklerden Çıkaran Sevgi .......... 173

Çember.................................................................... 173

Ölüye huzur............................................................ 174

Özgürlük ................................................................. 174

Konuşma Bozuklukları: Görülmeyenlerle

Uyum İçindeki Uyumsuz Sesler................................... 174

Kekemelik ve şizofreni............................................ 175

İçselleşmiş bir kişiden korku nedeniyle kekemelik 175

Bir aile sırrının ortaya çıkmasına izin verilmesinden kaynaklanan kekemelik 176

Rahatlama................................................................ 176

Karşıt olanla uzlaşma ...........................................   177

Kekemeler için alıştırma: “Sen ve ben, her ikimiz” 178

Nasıl büyürüz.......................................................... 178

Alıştırma: Ruhta uzlaşma........................................ 178

Örnek: Kekelemek ve şizofreni .............................. 180

Açıklamalar.............................................................. 183

Sözcüğü Söylemek ....................................................... 186

Nesneleri isimlendirmek ........................................ 186

Yaratıcı gerçeğin sözcükleri..................................... 187

Otizm ............................................................................ 187

Ruhani Aile Konstelasyonlarında Cümle..................... 188

Yöntem................................................................... 188

Örnek: Sinirsel tiki olan on iki yaşında bir çocuk... 189

Örnek: İshal hastası kırk yaşında bir adam............ 190

Örnek: Kendine zarar veren, panik atak hastası on beş yaşında bir çocuk       192

Ömek: Sadece sıvı gıda alabilen oluz beş yaşında bir kadın .. 192

Örnek: Sağ tarafı felçli, otuz yedi yaşında bir adam 193

İçsel hareket............................................................. 194

Meditasyon: Kendi cümlemiz................................. 194

Kısa Gözetmenlikler...................................................... 195

Gelecek.................................................................... 195

Bir çocuk konuşma yeteneğini kaybeder................ 196

Alıştırma: Ruhla hareket etmek............................. 197

Bütünle Uyum İçinde Yardım Etmek........................... 199

Konuya Giriş................................................................. 199

Mesleki Açıdan Yardım Etmek..................................... 200

Alarak ve vererek yardım........................................ 200

Profesyonel yardım................................................. 200

Ne zaman yardım edebiliriz?.................................. 200

Saygıyla yardım etmek............................................ 201

Güvenli bir şekilde yardım...................................... 201

Başkalarına gelişmeleri için yardım etmek.............. 202

Yardım Etmenin Düzenleri........................................... 202

Yardım etmek ne anlama geliyor? .......................... 203

Denge ve akış olarak yardım .................................. 203

Sadece sahip olduklarımızı verme ve ihtiyaç duyduklarımızı alma      204

Olanaklar dünyasında kalma.................................. 205

Yardım etmenin ilk örneği: Anne, baba ve çocuklar 206

Denkler arasında yardım etme................................ 206

Danışanın tüm ailesini dikkate alma....................... 209

Yargılamadan yardım etmek................................... 210

İyinin ve kötünün ötesinde yardım etmek............. 211

Pişmanlık duymadan yardım etmek ...................... 211

Büyük zorluklarla uyum içinde yardım etmek .............             212

Özel bir algı ............................................................. 212

Gözlem, algı, içgörü, sezgi, uyum .......................... 213

Ruhla Uyumlu Yardım Etmek ..................................... 215

Terapötik tutum, duruş........................................... 217

Danışana sorulacak sorular .................................... 218

Sevginin başlangıcı.................................................. 219

Sevgi ve güç ............................................................ 219

Yardımcının sevgisi ................................................ 220

Kucaklayan ve saran ruh ........................................ 221

Kolay psikoterapi..................................................... 222

Sevgi ve kader.......................................................... 223

Ailelerle Uyum İçinde Yardım Etmek........................... 223

Anne babayla uyum içinde yardım etmek.............. 223

Kendi ailemizle uyum ............................................ 225

Diğer aileyle uyum.................................................. 226

Diğer yardımcılarla uyum ...................................... 226

İyi niyet ................................................................... 227

Yardım Nasıl Başarıya Ulaşır?....................................... 227

Son yer..................................................................... 228

Öncelik düzeni......................................................... 229

Büyüklük ................................................................. 230

Terapötik İlişki............................................................... 230

Eyleme geçmek........................................................ 230

Kontrol..................................................................... 231

Yaşamın hizmetinde................................................ 231

Heveslilik...............................................................   232

Uyum ve cesaret...................................................... 233

Güç mücadeleleri..................................................... 234

Zorluk...................................................................... 235

Empati ..................................................................... 236

Sistematik empati..................................................... 237

Büyük Ruh .................................................................... 238

Hiçbir şey yapmamak ............................................. 238

Ruhun karanlığı....................................................... 238

Hareket etmeyi reddetmek...................................... 239

Savaşçı ..................................................................... 239

Kazanmak ve kaybetmek......................................... 239

Karşıtlar ................................................................... 240

Hatalar .................................................................... 240

Kuyu........................................................................ 241

Rahatlatan Görüntüler ................................................. 241

İlk görüntü............................................................... 241

İyileştiren resimler.................................................   242

İki Tür Duygu............................................................... 243

Birincil duygular...................................................... 243

Dramatik duygular.................................................. 243

Rüyalar..................................................................... 244

iyi göz ve kem göz................................................... 244

Fark Yaratan Yardım..................................................... 244

ilgilenmemiz gereken konu..................................... 245

Kısa ve kesin............................................................ 246

Ölüm kalım meselesi .............................................. 246

En uzaktaki sınırlar ................................................. 246

Saygı......................................................................... 247

Konsantrasyon......................................................... 247

Bir başka boyut........................................................ 248

Alçak gönüllülük .................................................... 248

Acımak..................................................................... 249

Anneyle ilişkinin kopması....................................... 249

Ölüyü serbest bırakmak.......................................... 250

Çözüme dönük eylem ............................................ 252

Korku.....................................................................   253

Dikkat...................................................................... 254

Nehir........................................................................ 254

Denkler Arasında Yardım............................................ 255

Üstünde ve altında.................................................. 255

Eyleme geçmek........................................................ 255

Sızlanmak................................................................. 255

Olaylar .................................................................... 256

İçsel Aile Konstelasyonları............................................ 256

Devretme yoluyla yardım etmek ............................ 257

Su yüzüne çıkan gerçek........................................... 258

Kader............................................................................. 258

Kişisel özgürlüğün kapsamı.................................... 259

Kaderimiz olan ailemiz..........................................   259

Nesiller..................................................................... 260

İyileştirici güç........................................................... 261

Büyük kader............................................................ 261

Erken ölüm.............................................................. 262

Ruhani Aile Konstelasyonları....................................... 263

Giriş .............................................................................. 263

Ruhani aile konstelasyonlarında neler yenidir?...... 263

Felsefe............................................................................ 264

Beden ...................................................................... 265

Ruh........................................................................... 265

İnsan ruhu .............................................................. 265

Yaratıcı ruh.............................................................. 266

Ruhani Aile Konstelasyonları....................................... 266

Ruhani alan ............................................................. 267

Ruhani zihnin hareketleri ....................................... 267

Ailenin ruhani alanı................................................. 268

Alan ve ruh.............................................................. 268

Aile ruhu ................................................................. 269

Vicdan...................................................................... 269

Adalet....................................................................... 269

Tutsak ruh ............................................................... 270

Fenonıonolojik İçgörü Yolu........................................... 271

İlerleme şekli ........................................................... 272

Meditasyon: Mesafe ................................................ 273

Ruh................................................................................ 274

Diğer yön ................................................................ 274

Son derece ciddi....................................................... 275

Kapsam.................................................................... 275

Kayıp ruh................................................................. 276

Açıklık ..................................................................... 276

Kopmuş Bağları Onarmak............................................. 277

Ailemizin içinde....................................................... 277

Danışanın ailesinde ................................................ 278

Uyumsuzluk ve uyum ............................................ 279

Farklı Aile Konstelasyonlan.......................................... 280

Dilekler.................................................................... 281

Yardım etmenin boyutları ...................................... 281

Hiçbir şey yapmamanın varhgı............................... 282

Yeni başlayanlar...................................................... 283

Ruha güvenmek...................................................... 283

Koruma.................................................................... 284

Tamamlanmamış .................................................... 285

Uyum içinde büyüme.............................................. 286

Hiçbir şey yapmamak.............................................. 287

Farklı yollar seçmek................................................. 288

Bir öykü: Bilgi ve biliş ............................................. 288

Kadınlar ve Erkekler..................................................... 291

Ruhani Bir Bakış Açısından Kadın ve Erkek ............... 291

Saygı......................................................................... 291

Onaylamak............................................................... 292

Ruhun sevgisi.......................................................... 293

Sadakat..................................................................... 293

Kim kimi takip eder?............................................... 294

Alıştırma: Eşin ötesine bakmak............................... 294

Alıştırma: Ruhla hareket etmek.............................. 295

Hoşgörü .................................................................. 296

Alıştırma: Süren mutluluk....................................... 297

Sıkıntılı Çocuklar........................................................... 301

Bütün Çocuklar İyidir................................................... 301

Meditasyon: Zor çocuklar olarak bizler................... 303

Kimsesiz Bir Çocukla İlgili Bir Öykü............................. 304

Çocuklara yardım etmek ........................................ 305

Alıştırma/Engelli Çocuk: “Şimdi Katılıyorum”............. 306

Giriş ........................................................................ 306

Konstelasyon .......................................................... 307

Alıştırma: Kürtajla Alınmış Çocukların Temsil Edilmesi     309

Kadın üzerindeki sonuçları .................................... 317

Çocuklar üzerindeki etkileri ................................... 318

Eşle olan ilişki üzerindeki sonuçları ....................... 319

Büyük Ölçekli Çatışmalar.............................................. 321

Giriş .............................................................................. 321

Büyük Çatışmalar.......................................................... 322

Yok etme isteği........................................................ 322

Yok etme isteğinin yer değiştirmesi........................ 323

Adalet...................................................................... 324

Vicdan...................................................................... 325

Yeniliğin tehdidi...................................................... 326

Reddedileni benimseme.......................................... 326

Alan ........................................................................ 327

Alan ve vicdan ........................................................ 328

Çılgınlık................................................................... 329

Özet ......................................................................... 330

Büyük Huzur................................................................. 330

Sevgi................................. ;...................................... 330

Değiş tokuş.............................................................. 331

Ortak vicdan............................................................ 331

Güçsüzlük ............................................................... 331

Zafer......................................................................... 332

İçgörü....................................................................... 332

İç huzur ................................................................... 333

Algı.......................................................................... 333

Başka bir vicdan....................................................... 334

Başka bir sevgi ........................................................ 335

Halkların Barışı.............................................................. 336

Ruhani Din.................................................................... 339

Giriş .............................................................................. 339

Tanrı Sevgisi.................................................................. 340

 

Tanrı ve Tanrılar............................................................ 342

Tanrı’nın Sureti............................................................. 344

Başka Türlü Bir Tanrı.................................................... 344

Örnek: İsa ve Kayafas................................................... 345

Giriş ........................................................................ 345

İsmail ve İshak......................................................... 346

Kayafas ve İsa.......................................................... 346

Ruhani içgörü yolu.................................................. 347

Konstelasyon .......................................................... 347

Düşünceler...... ;...................................................... 349

Hikâye: Dönüm Noktası............................................... 350

Düşünceler ................................................................... 352

Evini düzenle........................................................... 352

Gözetlerken ............................................................ 352

Özgürlük ................................................................. 353

Varmış olmak........................................................... 354

Akıp giden hayat ................................................... 35.5

Geri çekilme............................................................. 356

Barış ........................................................................ 357

Yeterh..................................................................... 358

Giden ...................................................................... 359

Son söz..................................................................... 360

Ek A: Kitaptaki Konulara İlişkin Yayınlar ................... 361

Ek B: Bert Hellinger’in Çeşitli Dillerde Yayınlanmış Eserleri          368

Bert Hellinger'den selamlar...

  özel bir kitaptır. Göksel Karabayır'ın ön­cülüğünde bu kitabımın Türkçeye çevrilmesi beni çok mutlu edi­yor. Çok canlı anılarım var Türkiye ile ilgili. Mehmet Zarasızoğlu ve ona yardım edenlerin katkılarıyla Aile Konstelasyon Çalışmaları’nı gösterdim, örneklerle açıkladım.

Aile Konstelasyon Çalışmaları, Yunan ve Türk halkları, Hristiyan ve Müslüman inananlar, Türkiye ve Ermenistan arasında uzlaşma ve barış için yeni bir yol açtı. Sonuç olarak görebiliyoruz ki,yeni bir yolla ve yeni bir sevgiyle birbirlerini anlayarak ve bir­birlerinin değerini bilerek geçmişi geride bırakıp yeni ortak gele­ceğe bakabilirler.

Bu kitabın, aynı hayatı ve aynı mutlu geleceği paylaşan aynı insan ailesinin mensupları olarak, ortak yolumuzda, karşılıklı say­gı ve sevgi ile daha dolu, doygun hayatlar yaşamak için gerekli olan uzlaşmm bir başka önemli dönüm noktası olması dileğiyle...

Bert Hellinger

6 Aralık 2010, Bad Reichenhall/Almanya

Önsöz

Bugün kendime özgü ve yeni bir yaklaşımla yapmakta oldu­ğum ve ruhun derin hareketleriyle çalışmayı tercih ettiğim konstelasyon* çalışmalarında, özellikle Bert Hellinger olmak üzere, Bert'in düşüncelerini ve uygulamalarını kendi psikotera­pist, psikanalist, psikolog, psikiyatr, tıp doktoru, akademisyen, eğitmen kimlikleriyle ve tecrübeleriyle birleştiren sayısız kişi­den katkı gördüm. İsimleri uzunca bir liste tutacak bu kişilere ayrı ayrı teşekkür ederim.

Her konuda başlangıçlar önemlidir. Hellinger Türkiye Ensti­tüsü çatısı altında konstelasyon çalışmalarını öğrenme sürecine başladığım Mehmet Zararsızoğlu ve atölye çalışmalarıyla, temsil­ci algısı fenomenini defalarca deneyimleyerek çok ciddi içgörüler edindim. Teşekkür ederim Mehmet.

Uluslararası Konstelasyon Çalışmaları alanında edindiğim tecrübeleri paylaşmak adına kurduğum Konstelasyon Danış­manlık kuruntunun katkılarıyla yayınlamayı planladığımız ki­taplar arasında, önceliği konstelasyon çalışmalarının öncüsü

* konstelasyon: Bir sistem içerisindeki öğelerin birbirine göre konu­mu, durumu ve birbiriyle etkileşimi.

Beri Hellinger'in bu alanda yaptığı çalışmaların felsefesini ve uygulamalarını içeren   kitabına verdik.

Son yıllarda bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de giderek yaygınlaşmaya başlayan konstelasyon çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmak isteyen ve tabiî ki hayatının herhangi bir dönemin­de fiziksel ya da zihinsel çeşitli belirtilerle ve tanılarla tıkanmış, yaşam kalitesi düşmüş, nefes almakta zorlanan, birçok yöntemi denemiş ve yeni çözüm yolları arayan herkes için son derece önemli katkılar sunacak bir kitap olacağım bildiğim  , okunması son derece kolay, anlaşılabilir ve insanın bugü­ne kadar getirdiği zihinsel koşullanmaları sarsarak sınırları geniş­letmeye, ön yargısız ve korkusuz tekrar düşünmeye, yeniye yer açmaya teşvik eden bir içeriktedir.

Yıllardır bu alanda edindiğim tecrübeler ve gözlemlerden son­ra, konstelasyon çalışmalarının geleceği ve özellikle bu alanda ye­ni yol alacaklara alarm mahiyetinde şu uyarıyı yapmak durumun­da buluyorum kendimi. Konstelasyon çalışmalarının ne kadar önemli olduğu ve “bilen alan’ da, “bilinmeyenden gelen güç”le ge­lişerek yeni anlayışlara yol açabileceği, maalesef birçok uygulayı­cı tarafından yeterince anlaşılamamıştır. Vakti zamanında konusu insan olan birçok profesyonele klasik ve geleneksel psikoıerapinin tıkandığı ve yetmediği durumlarda taze ve güçlü bir nefes ola­rak inanılmaz katkısı olan bu çalışmaları, bugün aynı kişiler bir takım hesaplar, kaygılar ve korkularla, içini doldurmadan, sözüm ona daha bilimsel ve profesyonel olma açıklamalarıyla, eskinin sı­nırlı düşünce kalıplarının içine bilerek ya da bilmeyerek hapsede­rek oradan tekrar tanımlamaya çalışmaktadırlar. Bu ve benzeri tu­tumlar hem çalışmaların gücünü elinden almakta hem de ileride yeni ve yaratıcı içgörülerin, düşüncelerin ve uygulamaların to­humlanarak filizlenmesine katkı sunmamaktadır.

Konstelasyon kolaylaştırıcısın tabiî ki bir otoritesi olacak, bu otorite sadece, “bilen alan”da kendini daha büyük bir güce, bilinmeyene açık bırakmak suretiyle bilginin ve tecrübenin sonradan geldiği konstelasyon çalışmasının yapıldığı süreyle sı­nırlı olacaktır. Yaşamın bütününe yönelik aldatıcı bir otorite kurma yanılgısının hiç kimseye bir faydası olmayacağı gibi, ko­laylaştırıcıdan da çok şey alıp götüreceği bir gerçektir.

Konstelasyon çalışmalarının bugünü ve geleceği açısından unutulmaması gereken çok önemli olgulardan birisi de kuantum teorisinin bugün genel kabul görmüş olmasıdır ve feno­menlerin yerel görünümlerine rağmen, dünyamızın aslında ara­cısız ve anında iletişimin mümkün olduğu, görünmez bir ger­çeklikle çevrili olduğudur. Bu gerçeklik altındaki etkileşimler mesafeyle azalmaz, ışık hızından çok daha hızlı bir şekilde, anında harekete geçebilir ve uzayda yol alınmasına gerek kal­madan mekânları birleştirir.

Konstelasyon çalışmaları, ustasının çok hasas, çok dikkatli ve sürekli anda olmasını gerektiren bir sanattır da aynı zaman­da. Bu sanatın büyük ustası sevgili Bert, senden çok şey öğren­dim. Çok teşekkür ederim. Bu yıl Bad Reichenhall’da, konste­lasyon çalışmalarından ve uluslararası kongreden sonra, 16 Aralık günü, elli beş ülkeden gelen katılımcılarla beraber, sev­gili Bert'in 85. doğum yılını kutlayacağız. Doğum günün kutlu olsun Bert. Sana sağlıklı, huzurlu ve her bağlamda konstelasyonu kolay nice yıllar diliyorum.

Sözlerime son verirken, daha önce okumuş olduğum Kaknüs yayınlarından çıkan ve çok değerli bulduğum Kültürel An­tropoloji kitabının çevirisini yapan, bir şekilde araştırarak ken­disine ulaştığım ve   kitabının çevirisini yap­ması için kendisini ikna ettiğim sayın İnan Deniz Erguvan'a ve kitabın basımını ve yayınlanmasını sağlayan Kaknüs yayınevi­nin sahibi Muhammed Çiftçi'ye çok teşekkür etmek isterim. Ki­tabın baskıya hazır edilmesi sürecinde gösterdiği özen, sabır, anlayış, ciddiyet, samimiyet ve iyi niyetle, üstlenmiş olduğum sorumluluğu kolaylaştıran editör Seda Darcan Çiftçi Hanım'a da özel olarak teşekkür ediyorum.

Istanbul-Varşova-Bursa-Bad Reichenhall 10 Ekim-10 Aralık 2010 Göksel Karabayır, Konstelasyon Kolaylaştırıcısı

 

Hellinger Sciencia

Giriş ve Genel Bakış

Kasıtlı olarak yazımını böyle uygun gördüğümüz Hellinger Sciencia, özgün felsefe geleneğinde scientia ımiversalis, yani ev­rensel bilimdir. Bütün önemli insan ilişkileri ve etkileşimlerini yöneten düzenler, hatta kuralların evrensel bilimidir. Bu düzen­ler, kadın ile erkek, anne baba ile çocuklar ve onların yetiştirilişi gibi, öncelikle aile içindeki ilişkilere uygulanır. Bu bilim, çalışma yaşamımızdaki, organizasyonlardaki ve kurumlardaki düzenleri kapsar, hatta insan toplulukları ve kültürleri gibi daha büyük gruplara da uzanır.

Bu bilim, aynı zamanda insan ilişkilerinde çatışmalara yol açan, onları bir araya getirmek yerine ayıran düzensizliklerin de evrensel bilimidir.

Bu düzen ve düzensizlikler vücudumuzda da yansımasını bu­lur; hastalıklarda, vücut, ruh ve akıl sağlımızda büyük rol oynar.

Neden Hellinger sciencia kavramını kullanıyorum? Yaklaşık 20-30 yıldır birtakım içgörüler edindim ve bunları özgürce açık­ladım. Bu içgörülerimi gerçek yaşam durumlarında, halka açık or­tamlarda sınadım, insanlar, içgörülerimin etkilerini kendi içlerin­de, ilişkilerinde ve eylemlerinde inceleme imkânına sahip oldular.

Bir bilim olarak Hellinger sciencia, gelişmekte olan bir süreç­tir. Çalışmalarım, uygulayıcıların deneyimleri, içgörüleri ve orta­ya çıkan sonuçlarla evrilmeye devam etmektedir. Yaşayan bir bi­lim olduğu için, tamamlanmış ve kesinleşmiş bir disiplin gibi öğretilemez, bir ekolün durağan temelini oluşturamaz. Gelişim, et­kililik denetimi olmadan gerçekleşir çünkü kendi dışındaki stan­dartlarla değerlendirilip sonra da kendini bu standartlara göre kanıtlaması beklenemez. Bilimin doğrulanması, ortaya çıkan et­kilerde ve elde edilen başarıdadır. Hellinger sciencia, her açıdan açık bir bilimdir.

Ruhani boyut

İlişkilerimizde kolaylıkla anlaşılan düzen ve düzensizliklere ilişkin içgörülerin ötesinde, Hellinger sciencia başka bir boyuta, ruhani bir boyuta ulaşmıştır. Yalnızca bu boyut sayesinde bu iç­görülerin etkilerinin ne kadar kapsamlı olduğunu anlayabiliriz. Bu düzeyin kabul edilmesi ve benimsenmesi sayesinde içgörüle­rin evrensel önemini kavrar, ortaya çıkan sonuçları her alanda deneyimleriz.

Bu ruhani içgörü nedir ve boyutları nelerdir? Bu içgörünün kökeni, her alandaki derin gözlemlerdir. Her şey, dışarıdan ge­len bir güçle hareket eder. Kendi kendine hareket ediyor gibi görünen canlılar bile, içten gelemeyecek bir başlangıç kuvveti­ne gerek duyar. Canlı olan her şeyin hareketi, dışardan gelen bir hareketin sonucudur. Bu hareket süreklidir ve yaşam sür­dükçe bizimledir.

Bunun dışında, her hareket, özellikle de yaşayanların hare­keti, bilinen, bilinçli ve maksatlı bir harekettir. Bu anlayışa gö­re her şeyi hareket ettiren kuvvet, bir bilince sahiptir. Diğer bir deyişle, her hareket, üzerinde düşünülmüş bir harekettir. Bu güç, hareket üzerinde düşünür ve düşündüğü biçimde hareke­tin başlamasını sağlar.

Hareketin başlangıcında ne vardır? Her şeyi düşünen bir dü­şünce vardır.

Bunun ardından ne olur? Bu düşünce, her şeyi olduğu gibi, hareket ettiği gibi kabul eder. Her hareket, ruhani zihnin hareke­tidir, bu nedenle bu ruhani zihin için hiçbir şeyin sonu yoktur. Her şey, hep vardı ve hep olacaktır; geçmişte, bugün ve gelecek­te de bizi olduğumuz gibi kabul etmeye hazırdır.

Bu güce göre, gitmiş olanla gelecek olan, birbirine bağlıdır. Gitmiş olan, gelecek olana doğru hareket eder ve onunla bütün­lüğe kavuşur.

Gelecek olan, zaten çoktan gitmiş olandır ve bir yandan geç­mişe doğru hareket eder. Bizim için her şeyi hareket ettiren dü­şüncenin tam olarak kavranması imkânsızdır. Onun düşünmedi­ği hiçbir şey olamaz, ardından hiçbir şey gelemez.

Bu düşünceye göre, “özgür irade” ya da “kişisel sorumluluk” gibi, yıllardır benimsediğimiz varsayımlarımız ve görüşlerimizin hiçbir değeri yoktur. Bize önemli gelen değer yargılarımız, kültü­rümüzde önem taşıyan ayrımlarımız, gerçekte önemsizdir.

Ruhani zihnin nezdinde iyi ile kötü, doğru ile yanlış, seçilen ile reddedilen, üstteki ile alttaki, yukarı ile aşağı ve nihayetinde yaşam ile ölüm arasındaki ayrımlar kaybolur.

Yine de bu ayrımları yapmaya devam eder, gerçekmiş gibi kabul ederiz. Bu kavramlar da ruhani zihin tarafından yaratıl­mamış mıdır?

Burada göz önünde tutmamız gereken şey, gidenin gelenle aynı şey olmadığıdır. Gitmiş olan gelene yol açar. Bu yüzden “ön­ce”, “sonra”ya benzer, “çok” da “aza”a.

Az nedir, çok nedir? Bu kavramlar bilinç düzeyimizi gösterir. Daha az bilinçliden daha çok bilinçli olmaya doğru hareket ederiz. Ruhani zihin ile olan uyumumuzda az bilinçlilikten, çok bilinçliliğe doğru ilerleriz. Bizim için az’dan çok’a doğru bir hareket vardır ama bu ayrım ruhani zihin tarafından geliştirilmemiştir. Bu hare­ket ruhani zihin tarafından yönetilse de, az-çok ayrımı bize aittir. Biz yine de “çok” bilinçlilik yolunda ilerlemeye devam ederiz.

Bu bilinç artışında kim başarılı olur? Kim ruhani zihnin bi­linciyle daha uyumlu olma konusunda başarı gösterir? Bireysel olarak bunu başarabilir miyiz? Yanıtı bizde midir, hayattayken buna yanıt verebilir miyiz? Geçmişteki ve gelecekteki bütün in­sanlar bu yolda mıdır? Bu bilinçlenme yolculuğuna birlikte mi çıkarız? Hep birlikte başarmaya mı çalışmalıyız? Burada da diğer bütün insanlarla beraber mi hareket ederiz?

Özgürlük

Özgürlüğü değişik anlamlarda yaşarız. Yaptıklarımızdan ve sonuçlarından sorumluyuzdur. Ama aynı zamanda özgürlük, so­rumluluk ve suç kavramlarının, bütün sonuçlarıyla birlikte, bir başka güç, her şeyi hareket ettiren ruhani bir güç tarafından ön­ceden düşünüldüğünü, planlandığını ve böylece kendi kaderi­mizmiş gibi yaşamamızın sağlandığını biliriz.

Bu bilgiyle daha farkh davranabilir miyiz? Farkh davranma gücünü kendimizde bulabilir miyiz?

O zaman bize yapacak ne kalır? Bize kalan, her şeye olduğu gibi devam etmek, bütün sonuçlarıyla birlikte özgürlüğümüzü, sorumluluğumuzu, geçmişimizi ve suçlarımızı kabul etmektir.

Aynı zamanda her şeyi hareket ettiren ruhani zihinle uyum içinde olan daha büyük bir bilinci deneyimleriz. Özgürlüğümü­zün, sorumluluğumuzun sonuçlarını taşıyan, bunlardan etkile­nen herkesle birlikte bu büyük bilinci hissederiz.

Çoğu insan, aynı olayı farklı biçimlerde yaşar. Aynı olay­dan farkh deneyimler kazanır. Kişiler aynı anda hem özgür hem de özgür olmayan varlıklar olarak algılayabilirlerse daha fazla bilinç kazanır, ruhani zihin hareketleriyle daha fazla uyum elde ederler. Kazandıkları bilinç, onları daha kapsamlı bilincin yoluna doğru götürür.

Endişeler ve sıkıntılar

Ruhani boyutta, Hellinger sciencia’nın geleceğine dönük kay­gılar da dâhil olmak üzere, bütün endişeler sona erer. İnsanlar is­ter kabul etsin, ister etmesin, bu da ruhani zihnin hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Evrensel bilim olarak, Hellinger sciencia ger­çeklerini, etkileri aracılığıyla ortaya koyacaktır. Peki ya geleceğe dönük endişelerimiz? Kendimizin, başkalarının, dünyanın gelece­ğine dönük endişelerimiz ne olacak? Endişelerimiz hiçbir şeyi de­ğiştirmiyor ya da engellemiyorsa zaten saçma oldukları ortada de­ğil midir? Endişelerimiz saçmaysa ruhani zihnin hareketlerine ulaşmamızı engelleyen bir karşı güç oluşturur sadece.

Ruhani zihnin hareketleriyle uyumlu olan sıkıntılarımızın türü farklıdır. Bu sıkıntı ve endişeler dünyamızı ve onu hareket ettiren ruha olan ilgimizi gösteren sıkıntılardır, ruhun endişeleri ve ilgisiyle ve yaşamın düzeniyle uyumludur.

Gelecek ve şimdi

Ruhani zihnin düşünceleriyle ahenkli biçimde, gelecek şu an­da bizim için buradadır. Ruhani zihin her şeyi şu anda düşünür. Ruhani zihnin boyutlarına göre, geleceğe dönük endişeler sona erer. Bizi şu anda endişelendiren şey, bize ruhani zihinle ahenk içinde gösterilir. Bir sonraki şey, yani gelecek, aslında şimdidir.

Hellinger sciencia şimdiyle ilgilenir. Bütün içgörüleri şimdi için çalışır ve anında devreye girer. Bu içgörülere gösterilecek her türlü direnç de şu anda etkilidir. Bu nedenle Hellinger sciencia deneye dayalı bir ilişki bilimidir.

Sevgi

Nihai olarak, Hellinger sciencia sevgi bilimidir. Sevginin ev­rensel bilimidir. Her şeyi eşit biçimde ele alan sevgi bilimidir.

Bu sevgi nasıl başarılı olur? Her şeyi hareket ettiren ruhun düşünce biçimiyle uyum içindeyken başarılı olur. Bu sevgi, bes­belli ruhun düşünce biçiminden haberdardır. Bu sevgi nasıl sev­diğini, sevmeye izni olduğunu bilir çünkü ruhun bilinciyle uyu­mu yakalamıştır. Bu bilinci bir içgörü olarak hisseder. Bu neden­le bu sevgi katıksızdır çünkü başka bir düşünce biçimiyle yöne­tilmektedir. Bu sevgi, bilen bir sevgidir.

Aynı zamanda yaratıcı bir sevgidir. Bu sevgi, bütün evren için geçerli olan evrensel bilime de kendini açar.

Kitap Hakkında

Kitap boyunca kullanılmış olan Hellinger sciencia kavramı akla, kavramın meşruluğuna dönük sorular getirebilir. Ben de kendime bu soruları sordum çünkü insan ilişkilerinin ve sevgi­nin düzenine dönük ortaya çıkan içgörülerin tam kapsamını ben de yavaş yavaş özümsemeye başladım. Bütün içgörülerin birbiri­ne uyumlu biçimde, kapsamlı bir ilişki bilimi oluşturduğunu ve artık bu içgörüleri kendi başına bir bilim olarak kamuya sunma­nın zamanının geldiğini düşündüm.

Hellinger ismini, yani kendi adımı dâhil etmem, bu bilimin ilk ortaya çıktığı hâldeki, özgün hâliyle tanımlandığının ve su­nulduğunun güvencesidir. Bu kitabın amacı da budur.

İnsan ilişkilerindeki düzenler ve düzensizliklere dönük içgö­rüler, insan bilincinin çalışma biçimlerine ve insan ilişkilerinin bütün düzeylerindeki etkilerine dönük içgörülerimle anlaşılabi­lir hâle gelmiştir. Batı uygarlığında, özellikle de Hristiyan kültü­ründe, vicdan kavramına verilen kutsal konumun yansımaları çok derindir. Kant gibi önemli filozofların ve aydınlanma çağının diğer düşünürlerinin bile kör noktası olarak kalmış, insan ilişki­lerinde vicdanın yeri, amacı, getirdiği sonuçlar gibi konuların ya­kından incelenmesinden kaçınılmıştır. Bu uzak durmanın ne­denlerinden biri de vicdanın sesinin, Tanrı’nm sesi olduğunun ve her koşulda bu sesin dinlenmesi gerektiğinin iddia edilmesidir.

Bu iddiaların yıkıcı sonuçları, farklı görüşlere sahip insanla­rın şiddetli çatışmalar yaşayarak birbirlerini yok etmeye çalışma­sı ve bunu vicdanlarının sesini dinleyerek ama saygı ve sevgiden uzaklaşarak yapmasıdır.

Bu kitap Hellinger sciencia’nm tanımını ve uygulama boyut­larını aşağıdaki başlıklarda ele almaktadır:

      Kadın ve erkek

      Anne baba ve çocuklar

      Sağlık ve hastalık

      İş ve başarı

      Organizasyonlar

      Uzlaşma ve barış

Kitap aynı zamanda bu içgörülerin nasıl uygulandığına dö­nük bir kullanma kılavuzu biçimindedir. Esas yoğunlaştığımız konu ise Aile Konstelasyonları ve onun daha gelişmiş hâli olan ruhani Aile Konstelasyonları yöntemidir.

Kitap aşağıdaki temaları kapsamaktadır:

1.     başlangıç

2.     ruhani vicdan

3.     ailede hastalığa yol açan ve iyileştiren konular

4.     ruhani bakış açısıyla sağlık ve şifa

5.     uyum içinde yardım

6.     ruhani aile konstelasyonları

7.     kadın ve erkek

8.      yardıma muhtaç çocuklar

9.      büyük çatışmalar

10.     ruhani din

Hellinger Sciencia’nm iş ve başarı konularındaki uygulama­larının kaynağı, büyük oranda vicdanla ilgili içgörülerdir. Bu içgörüler arasında en önemlileri dışlanmanın etkileri, alışverişin kuralları, kaybetmenin ve kazanmanın kuralları, öncelik sı­ralaması kuralı ve bu kuralın çiğnenmesi durumunda ortaya çı­kan sonuçlardır.

Bu kitapla birlikte sizlere canlı deneyimlerle edinilmiş bir an­layış zenginliği sunuyorum. Kitabın sonuna geldiğinizde kendi­nizi yeni bir başlangıç aşamasında bulacaksınız: Hellinger sciencia’nın kapsamını, kişisel ve iş ilişkilerinizdeki uygulama alanla­rını daha iyi anlayacaksınız. Sizin yardımınızla ilişkilerimiz pek çok düzeyde çok daha kolay başarıya ulaşacak ve bu sayede pek çok insan daha mutlu olacaktır.

Bert Hellinger

Başlangıç

Giriş

İnsan ilişkilerinin düzenine dönük temel içgörülerim, uzun bir içgörü yoluyla, yavaş yavaş bana geldi. Bu bölümde sizler de bu keşif yolculuğuna benimle birlikte çıkabilirsiniz. En başından başlayarak bu yolculuğu birlikte yaşayabiliriz.

Kitaptaki bölümlerin oluşması bir yılımı aldı. Temel alınan içgörüler sürekli yaşanan deneyimlerle kontrol edildi. Bu dene­yimler aynı zamanda ruhlarımızdaki keşif yolculukları olarak da görülebilir. Her bölümle birlikte, alışverişin düzenine, vicdanın, ait olmanın ve dışlanmanın kurallarına, erkek ile kadın, anne ba­ba ile çocuklar arasındaki sevginin düzenlerine doğru bir adım daha atacaksınız.

Bu konularda daha fazla içgörü edinmek isteyen okurlarım, “İçgörüler: Dersler ve Öyküler” başlıklı kitabıma danışabilir.

İlişkilerde Suç ve Masumiyet

İnsan ilişkileri, alma ve verme eylemiyle başlar ve bu alışve­rişle birlikte suç ve masumiyet duygusu da başlar. Bunun nede­ni, veren kişinin bir beklentisinin olması, alan kişinin de bir yü­kümlülük hissetmesidir. Bir tarafta beklenti, öte tarafta yüküm­lülük, bütün ilişkilerde suç ve masumiyet örüntüsünü oluşturur ve bu durum, alışveriş eylemini çoğaltır. Alan kişi yeri geldiğin­de verme olanağına sahip olmalı, veren kişi de bazen alabilmeli­dir. Aşağıda bu duruma bir örnek okuyacaksınız.

Denge

Afrika’da bir misyonerin bir başka bölgeye taşınma zamanı gelmişti. Ayrılacağı günün sabahı, adamın biri, misyonere küçük bir veda hediyesi sunmak için saatlerce yürüyerek kampa geldi. Hastayken kendisini ziyaret ettiği için misyonere teşekkür etmek istiyordu. Misyoner, bu küçük hediyenin, adam için aslında ne kadar büyük bir miktar olduğunun farkındaydı.

Misyoner, hediyeyi geri vermek, hatta üstüne adama kendisi bir şeyler vermek istedi. Ama sonra kabul etmesinin daha doğru olacağını düşünerek kendisine sunulan hediye parayı teşekkür ederek aldı. Birisinden bir hediye aldığımızda, ne kadar memnun olursak olalım, bağımsızlığımızı ve masumiyetimizi kaybederiz. Hediyeyi aldığımızda, veren kişiye karşı kendimizi borçlu hisse­deriz. Bu borcun yarattığı rahatsızlıktan ötürü karşılığında bir şeyler vererek kendimizi bu baskıdan kurtarmaya çalışırız. Her hediyenin bir bedeli vardır.

Masumiyet duygusunu ise memnuniyet duygusu biçiminde yaşarız. Karşılığında bir şey almadan verdiğimizde ya da aldığı­mızdan fazlasını verdiğimizde hafiflemenin ve özgürlüğün, kim­seye borçlu olmamanın, hiçbir şeye ihtiyaç duymamanın, hiçbir şey almamanın getirdiği memnuniyet duygusu kaplar içimizi.

En büyük doyumu ise aldığımız ve verdiğimiz birbirine eşit olduğunda yaşarız.

Bu masumiyet hâline ulaşmak ve onu korumak için üç tür davranış türü vardır.

Bir: Çitin üstünde oturmak

Bazıları herhangi bir değiş tokuş eylemine katılmayı redde­derek masumiyetlerini korumak ister. Başkalarından bir şey ka­bul etmektense kendilerini tamamen dışa kapatırlar ve bu şekil­de birisine karşı yükümlülük duymazlar. Bu durum, ellerini kir­letmek istemeyen, olayları sadece izleyen kişilerin masumiyeti­dir. Bu tür insanlar, kendilerinin özel ya da başkalarından daha iyi olduklarına inanır ama çoğu zaman içlerinde bir boşluk ve hoşnutsuzluk vardır çünkü aslında hayatlarını ana değil, tali yollarda sürdürmektedirler.

Depresif kişilerin çoğu bu tutum içindedir. Almayı reddetme­leri anne ya da babaları, hatta her ikisiyle olan ilişkileriyle başlar. Daha sonra bu reddediş, diğer ilişkilerine ve kendilerine sunulan bütün iyi şeylere de genellenir. Verileni reddetme gerekçesi, genel­de verilen şeyi yeteri kadar iyi ya da yeterli bulmamalarıdır. Bazen de bunun, karşılarındaki kişinin yetersizliğinden kaynaklandığını söylerler. Gerekçe ne olursa olsun sonuç aynıdır, bu kişiler hep edilgen kalır ve kendilerini bir boşlukta hisseder.

Bütünlük

Anne babalarından almayı istekle kabul edenlerde bütünlük hâlini görürüz. Bu kişiler anne babalarını olduğu gibi kabul et­meye, onların verdiklerini de minnettarlıkla kabul etmeye hazır­dır. Bu alış durumu, sürekli bir enerji akışı ve mutluluk duygu­su yaratır, dolu dolu alıp verdikleri ilişkiler yaşamalarını sağlar.

İki: Yardımcı sendromu

Masumiyeti elde etmenin ikinci yolu, başkaları üzerinde hak sahibi olma duygusundan geçer. Bu durum başkalarının bize ver­diğinden daha fazlasını verdiğimizde gerçekleşebilir. Masumiye­tin bu türü genelde geçicidir çünkü karşımızdakinden bir şey alır almaz hak iddiamız sona erer.

Bazıları başkalarından bir şey kabul etmektense bu hak iddi­asına dört elle sarılmayı tercih eder. Bu durumu en iyi açıklaya­bilecek cümle şudur: “Senin bir yükümlülük hissetmeni istiyo­rum.” İdealistlerin çoğunda rastlanan bu davranış kalıbı “yar­dımcı sendromu” olarak bilinir.

Ne var ki yükümlülük duygusundan kurtulma isteği, ilişkiler­de olumlu sonuç doğurmayabilir. Yalnızca vermek isteyen bir eş, aslında bir üstünlük duygusunu sürdürmek istemektedir ve bu du­rum ilişkideki eşitliği bozar. Bu tür kişiler, başkalarından bir şey almayı reddettiği için, başkaları da bir süre sonra onlardan bir şey almayı reddedecek, onlardan uzaklaşacak, hatta onlara kızmaya başlayacaktır. Yardımcılar yalnız kahr ve herkese küser.

Üç: Değiş tokuş

Masumiyeti elde etmenin üçüncü ve en güzel yolu hem ver­menin hem de almanın ardından gelen hafiflik hissidir. Bu alış­veriş dengesi ilişkilerde de sağlıklı bir süreçtir ve karşısından bir şey alan insanın, eşit miktarda karşılık vereceği anlamına gelir.

Önemli olan yalnızca değiş tokuşun dengesi değil, alışveriş eyleminin kendisidir. Alışverişteki miktarlar ne kadar küçük olursa olsun, bu eyleme bolluk ve mutluluk duyguları eşlik eder. Mutluluk kolayca elde edilen bir şey değildir, mutluluğu bizler yaratırız. Ahşverişin büyüklüğü beraberinde doyum, ada­let ve huzuru getirir. Masumiyeti elde etmenin yolları arasında değiş tokuş en özgürleştirici olandır ve elde edilen masumiyet hoşnutluk yaratır.

Aktarmak

Bazı ilişkilerde ise bir özgürleşme durumu söz konusu ola­maz çünkü alıcı ve verici arasında ilişkinin doğası gereği asla aşı­lamayacak bir eşitsizlik vardır. Bu ilişkilere örnek, anne baba ve çocuklar, öğretmen ve öğrenciler sayılabilir. Anne babalar ve öğ­retmenler ilk ve en önemli verici, çocuklar ve öğrenciler ise alı­cıdır. Anne babaların çocuklarından, öğretmenlerin de öğrencile­rinden bir şey aldığı doğrudur ama bu durum eşitsizliği ortadan kaldırmaz, sadece biraz yumuşatır.

Anne babalar da bir zamanlar çocuk, öğretmenler de öğrenci olduğu için buradaki denğe, aldıklarını bir sonraki nesle aktar­malarıyla kurulur. Sonraki nesil de zamanı geldiğinde aynı şekil­de davranacaktır.

Alman şair Boerries von Muenchhausen bu konuyu şiirlerin­den birinde şöyle dile getirir:

Altın Top

Babamın bana sevgiyle verdiğini

Ona tam olarak geri veremedim çünkü

Bir çocuktum henüz, hediyenin değerini anlamayan Büyüdüğümde ise artık erkektim, pek de yumuşak olmayan Şimdi oğlum büyürken

Onu herkesten çok seviyorum ve

Babamın bana verdiklerini aktarıyorum

Ama biliyorum ki, ona verdiklerimi bana geri vermeyecek Çünkü o da bir erkek ve tıpkı benim gibi Kendi çizdiği yolda ilerleyecek

Bana olan borcunu torunuma aktarırken

Onları izleyeceğim, özlemle ama hiç kıskanmadan

Nesiller boyu oynanan bir oyun bu

Büyükler küçüklere doğru atacak altın topu

Küçükler ise asla dönüp bakmayacak geriye doğru

Anne baba ve çocukları, öğretmenler ve öğrencileri arasında­ki ilişkiye benzer durumlar, dengeyi sağlamanın mümkün olma­dığı diğer ilişki türleri arasında da görülebilir. Bu ilişkilerde den­geyi kurmanın yolu, bir sonraki nesle aktarmaktan geçer.

Minnettarlık

Son olarak, alışverişi dengelemek açısından teşekkür etme konusundan söz etmek istiyorum. Teşekkür ederken hediyeye karşılık verme yükümlülüğünden kurtulmuş olmayız ama bazen verilebilecek en uygun karşılık bir teşekkürdür. Kişi sakat ya da hasta, hatta ölmek üzere olabilir ya da bazen âşıklar arasında da bu gibi durumlara rastlanabilir.

Alışverişin dengesini sağlama gereği dışında, bir de yerçeki­mi kuvvetine benzer ve toplumun üyelerini birbirine çeken ve bağlayan “esas sevgi” gücü vardır. Bu sevgi, almanın ve vermenin öncülü ve eşlikçisidir. Alırken gösterilen minnettarlık bu sevgi türünün bir ifadesidir.

Teşekkür eden kişi, “Sen bana, benim sana bir şey verebil­memden bağımsız olarak veriyorsun ve bu yüzden ben de bunu senden bir hediye olarak minnetle kabul ediyorum” demiş olur.

Teşekkürü kabul eden kişi de şunu söylemiş olur: “Senin sevgin ve hediyemi kabul etme inceliğin, bana yerebileceğin her şeyden çok daha değerlidir.”

Teşekkür ederek yalnızca verdiklerimizi değil, birbirimiz için taşıdığımız anlamı da onaylamış oluruz.

Sadece teşekkür yeterlidir

Size bir öykü anlatacağım. Bir zamanlar çok tehlikeli bir du­rumdan kurtulabildiği için kendini Tanrı’ya borçlu hisseden bir adam varmış. Minnettarlığını göstermek için ne yapabileceğini düşünüp dururmuş. Bir gün bir arkadaşına danışmış ve arkadaşı da ona-şu öyküyü anlatmış:

Bir kadını çok seven ve onunla evlenmek isteyen bir adam var­mış. Ama kadın adamla evlenmek istemiyor, adamı reddediyormuş. Bir gün birlikte caddede karşıdan karşıya geçerken, adam kadını arabanın altında kalmaktan kurtarmış. Hayatını kurtaran erkeğe minnetle bakan kadın, “Şimdi seninle evlenebilirim” demiş.

Öyküyü anlatan adam arkadaşına dönmüş ve sormuş, “Sence adam kendini nasıl hissetmiştir?” Adam yanıt vermemiş, sadece anlamlı anlamlı gülümsemiş.

“Sanırım anladın. Belki Tanrı da senin minnettarlığın için ay­nı şeyleri düşünüyor olabilir.”

Eve dönüş

Benzer bir konuda bir başka öyküyü paylaşmak istiyorum. Çocukluktan beri arkadaş olan bir grup genç, birlikte savaşa ka­tılmış. Çok şiddetli çarpışmaların yaşandığı savaşta gençlerin ço­ğu sakat kalmış ya da hayatını kaybetmiş. Sonuçta yalnızca ikisi sağ salim eve dönebilmiş.

Eve dönenlerden bir tanesi sessizleşmiş, içine dönmüş. Ha­yatta kalmasının yalnızca kendi başarısı olmadığını biliyormuş ve bunu kendisine verilmiş bir hediye olarak kabul etmiş.

Diğeri ise gösterdiği kahramanlıkları ve atlattığı tehlikeleri gururla çevresindekilerle paylaşmış. Bu yaşadıklarının değerini hiç anlayamamış.

Mutluluk

Hak edilmeyen mutluluk, genellikle bir tehdit gibi algılanır ve endişeye yol açabilir. Bunun nedeni mutluluğumuzun başka­larının kıskançlığına hedef olmasından ve bize nazar değdirme­sinden korkmamızdır. Mutlu olduğumuzda neredeyse bir tabuyu yıkıyor gibi hisseder, bu yüzden biraz suçluluk ve endişe duya­rız. Minnet duygusu, endişeyi azaltır. Mutluluğu kabul etmek için alçakgönüllülüğün yanı sıra cesarete de ihtiyacımız vardır.

Denklik

Alışveriş eylemi sırasında suç ve masumiyet değiş tokuşu da yapılır ve bu değiş tokuşu düzenleyen şey, denklik sağlama ge­reksinimidir. Bu denklik sağlandığında ilişki sona erebilir ya da yenilenen alışverişle harekete geçip devam edebilir.

Bir ilişkide denklik sağlanamıyorsa değiş tokuş sürekli ola­maz. Yürürken de benzer bir şey yaşarız; dengemizi korumak is­tiyorsak olduğumuz yerde dururuz, dengemizi kaybettiğimizde ise düşeriz. İleri doğru hareket edebilmek için dengemizin bozul­masını ve yeniden kurulmasını göze alarak öne doğru bir adım atmamız gereklidir.

Yükümlülük gibi hissettiğimiz suç ile beklenti olarak hisset­tiğimiz masumiyet tahterevalli gibidir ve bu sürekli değiş tokuş sayesinde birbirimizin gelişimini destekleyerek olumlu bir ilişki kurarız. Bu tür suç ve masumiyet olumlu bir güçtür ve bunların sayesinde düzen, kontrol ve uyum duygusunu yaşarız.

Zarar ve kayıp

Alış verişte suç ve masumiyet, alan kişinin suçu işleyen, ve­renin ise suçun mağduru olması gibi durumlarda olumsuz boyut­lar da kazanabilir. Birisi savunmasız bir kişiye zarar verdiğinde, başkasına sıkıntı verecek bir durum yarattığında ya da karşısın­dakini hiçe sayarak kendi çıkarlarını gözettiğinde, suçlu ve mağdur ilişkisi ortaya çıkmış olur.

Bu tür bir ilişkide bile denkliğin yeniden kurulması gerekli­dir. Mağdur adaleti hak eder, suçlu ise verdiği zararı tazmin et­mek zorunda olduğunu bilir. Ancak mağdur suçluya zarar ver­mek ve yaptıklarının cezasını çektirmek istediği için, bu değiş to­kuş daha fazla zarara neden olur. Bu nedenle suçlunun zararını tazmin etmesi yeterli olmayabilir, işlediği suç için kendini affet­tirmek zorundadır.

Suçlu ve mağdur birbirine eşit derecede zarar verdiğinde, yaşa­nan kayıplar ve acılar birbirine denk olduğunda, taraflar durumu eşitlenmiş kabul eder. Ancak barış ve uzlaşma durumunda kişiler birbirine tekrar iyi davranmaya başlayabilir. Ama eğer verilen zarar çok büyükse taraflar bazen yollarını ayırmaya karar verebilirler.

Aşağıda bu duruma bir örnek vardır:

Çıkış yolu

Bir adam arkadaşına, evliliklerinin hemen ardından anne ba­basıyla tatile çıkıp, onu altı hafta yalnız bıraktığı için karısının yirmi yıldır kendisini affetmediğini anlatır. Anne babasının bir şoföre ihtiyacı olmuştur ve adam da bu işi yapmayı kabul etmiş­tir. Özür dilemesi, yalvarması yeterli olmamış, karısının kırılan kalbini bir daha tamir edememiştir.

Arkadaşı ona şunları söyler: “Karından, yirmi yıl önce onu yalnız bıraktığında kendini nasıl hisset tiyse, senin de şu anda öy­le hissetmeni sağlayacak bir şey yapmasını iste.”

Adam arkadaşının ne demek istediğini anlar. Artık elinde ki­lidi açacak bir anahtar vardır.

Bazı insanlar, masum olan tarafın da bencilce davranması ve öç alması durumunda durumun eşitleneceğini düşünebilir. Ama neyin bencilce olduğunu, neyin dengeyi yeniden kurma­yı sağlayacağını anlamak için yapılan eylemin sonucuna bak­mamız yeterlidir.

Çaresizlik

Zarar ve kayıp kavramlarıyla ilişkili olarak masumiyeti elde etmenin çeşitli yolları vardır.

Bunun ilk yolu çaresizliktir. Bir suçlunun suçunu, kurbanı­nın çaresizliğine göre yargılarız. Mağdur ne kadar çaresizse, suç o kadar büyüktür. Ancak bir suç işlendikten sonra mağdurun ça­resiz kalmasına gerek yoktur. Suçu sona erdirmek ve yeni bir başlangıç yapmak için suçludan adalet talep etmeli ve suçunun kefaretini ödemesini istemelidir.

Eğer mağdur bu konuda bir adım atmayacak ya da atamaya­caksa onun adına başkaları bunu yapabilir ama bir farkla: Mağdur adına alınacak intikam, mağdurun kendi alacağı intikam ve talep edeceği adaletten çok daha büyük olur.

Buna bir örnek okuyalım:

İkili yer değiştirme

Yaşlı bir çift kişisel gelişim atölyesine katılmış ama ilk akşamın sonunda kadın ortadan kaybolmuş. Ertesi sabah ortaya çıkmış ve kocasının önüne dikilerek: “Geceyi sevgilimle geçirdim” demiş.

Kadın seminere katılan diğer üyelere karşı nazik ve sevecen davranıyor ama kocasına gelince davranışları değişiyormuş. Ko­casına karşı hep öfke dolu olan kadın, sadakatsizliğini anlattığı zaman bile adam susmuş, sakinliğini korumuş.

Atölye devam ederken kadının bir çocukken babası tarafın­dan annesi ve kardeşleriyle birlikte şehir dışında bir kasabaya gönderildiği, bu sırada babanın evde kalarak kız arkadaşıyla za­man geçirdiği ortaya çıkmış. Baba bazen ailesi varken bile kız ar­kadaşını eve getiriyor, karısı hiç şikâyet etmeden, ağzım açma­dan onlara yemek pişiriyor, hizmet ediyormuş. Acısını ve öfkesi­ni içine atıyor ve çocuklar bunu hissediyormuş.

Annenin yaptığına erdemli bir hareket diye bakabilirsiniz ama bu durumun sonuçları çok yıkıcıdır. İnsanlarda bastırılmış kin, daha sonra mutlaka savunmasız kişilerde ortaya çıkar ve bu kişiler genellikle çocuklar ya da torunlardır. Ortaya çıkma duru­mu iki aşamada olur.

Öncelikle olayın kurbanından bir başkasına geçer; bizim ör­neğimizde kin, anneden kıza geçmiştir.

İkinci olarak kin bir nesneye yönlendirilir. Bizim örneğimizde kadın, babasını sorumlu tutmaktansa öfke ve kinini masum koca­sına yansıtmaktadır. Kocası karısını sevdiği ve herhangi bir şekil­de karşı koymadığı için kadının işi daha da kolaylaşmaktadır. Ma­sumların harekete geçmektense sessizliğini koruduğu durumlarda ortaya daha fazla suçlu ve mağdur çıkma olasılığı vardır.

Böyle bir durumda çözüm, annenin öfkesini açıkça kocasına göstermesiydi. Böylece baba kendi davranışıyla yüzleşecek, çift ya ilişkilerine başka bir şekilde devam edecek ya da ayrılmaya ka­rar verecekti.

Örneğimizdeki kadın, yalnızca intikamını üstlendiği annesi­ni değil, annesine olan davranışını taklit ettiğibabasını da sev­mektedir. Burada devreye bir başka suç/masumiyet kalıbı gir­mektedir: Çocuğun duyduğu sevgi öncelik sırasını görmesini de engellemekte, babasının suçuna karşı onu körleştirmektedir. So­nuç olarak insanlar başkasına karşı kusurlu davranarak masumi­yetlerini korumaya çalışmaktadır.

Çifte yer değiştirmenin ortaya çıktığı bir başka durum da kurbanın zarar görmesine rağmen, çaresizlikten ötürü harekete geçememesidir. Aşağıda bu duruma bir örnek okuyacağız:

İntikamcı

Psikoterapi sürecindeki kırklı yaşlarında bir adam, şiddete baş­vurabilme olasılığından dolayı endişe duyuyordu. Davranışları ve kişiliğiyle şiddet eğilimli bir insan gibi görünmediği için psikotera­pist, ailesinde bir şiddet olayının yaşanıp yaşanmadığını sordu.

Bu süreçte annesinin erkek kardeşinin, yani dayısının bir ka­til olduğu ortaya çıktı. Dayısı sahip olduğu şirketteki bir çalışa­nıyla bir aşk ilişkisi yaşamıştı. Bir gün sevgilisine bir kadının res­mini göstermiş ve saçını tıpkı fotoğraftaki kadın gibi yapmasını istemiş, kadın da bu isteğe boyun eğmişti. Daha sonra sevgilisini de yanma alarak bir yurtdışı gezisine çıkan dayı, burada sevgili­sini öldürmüş, eve dönerken de fotoğrafta gösterdiği kadını ya­nında getirmişti. Bu kadım şirkette işe almış, yani kadını hem ça­lışanı hem de metresi yapmıştı. Cinayet ortaya çıktığında ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı.

Terapist, danışanın akrabaları, özellikle de büyük anne ve ba­bası, yani dayısının annesi ve babası hakkında daha fazla bilgi edinmek istedi çünkü böyle bir cinayetin altında yatan gerçek nedeni öğrenmek istiyordu.

Danışanın verdiği bilgiye göre, büyük anne oldukça dindar ve saygıdeğer bir kadındı; büyük babası hakkında ise fazla bilgi­si yoktu. Terapist konuyu araştırdığında büyük annenin, kocası­nın eşcinsel olduğunu Nazilere ispiyonladığını, adamın bundan dolayı tutuklandığını, çalışma kampına gönderildiğini ve burada öldüğünü öğrendi.

Ailedeki esas katil ve yıkıcı enerjinin kaynağı büyükanneydi. Oğlu, yani danışanın dayısı, babasının intikamını alıyordu. Bura­da da karşımıza yine ikili yer değiştirme çıkıyordu.

Önce oğlu babasının yerine intikam almıştı ve böylece özne yer değiştirmişti. Ama annesini bu duruma karıştırmamış, onu öldürmek yerine, sevdiği kadını öldürmüştü. Bu da nesnenin yer değiştirmesi durumuydu. Bunu yaparken kendini babasıyla öz­deşleştirmiş, sanki babası karısından öcünü almıştı.

Dayısı hem kendi hem de annesinin cinayetinin cezasını çe­kiyordu. Aslında böylece hem onun gibi katil olarak annesine, hem de hapse girerek babasına sadakatini göstermişti. Annesinin yerine hapse girerek babasının da öcünü almış oluyordu. Hapis cezası hem gerçek hem de mecazi anlamda iki şeyi temsil ediyor­du: “Bunu senin için yapıyorum anne. Bunu senin için de yapı­yorum baba.”

Masum ya da çaresizmiş gibi davranarak kötülüklerden uzak kalabileceğimizi zannetmek bir yanılsamadır. Suçlunun işlediği suçun altında yalan gerçekle yüzleşmezsek suç kısır döngüsü so­na eremez. Bir başkasının işlediği suça boyun eğmek, kişiyi ma­sum kılmaz, bu durum herkese zarar vermeye başlar.

Bağışlamak

Gerçekle yüzleşmek ve bir çözüm yolu bulmak yerine “ba­ğışlamak”, gerçeklerin üstünü örtmek ve çalışmayı ötelemek çabası olabilir.

Mağdur, sanki sadece kendine verilmiş bir hakmiş gibi suçlu taralı suçundan azat ederse bağışlama eylemi kötü sonuçlar do­ğurabilir. Gerçek anlamda bir uzlaşma olacaksa masum tarafın olayların tamir edilmesini istemeye hakkı vardır, hatta bu, hak­tan çok bir görevdir.

Öte taraftan, suçlu taraf, yaptığının sonuçlarına katlanmaya mecburdur, hatta bu, onun hakkıdır. Aşağıda buna bir örnek yer almaktadır:

İkinci raunt

İkisi de başkalarıyla evli olan bir adam ve kadın birbirine âşık olur. Kadın bu ilişkiden hamile kalınca eşlerinden boşanmaya ve birbirleriyle evlenmeye karar verirler. Kadının önceki evliliğin­den çocuğu yoktur, adamın ise küçük bir kızı vardır. Adamın es­ki karısına ve kızına karşı büyük bir suçluluk duyarlar ve eski eşin, adamı affetmesini isterler. Ama eski eş hâlâ çok öfkelidir, kendisinin ve kızının büyük acı çektiğini söyler.

Yeni evli çift, bir arkadaşlarına danışır. Danıştıkları arkadaş, eski eş kendilerini affederse kendilerini nasıl hissedeceklerini so­rar. İşte o an hem kadın hem erkek o ana kadar yol açtıkları mut­suzlukla hiç yüzleşmediklerini fark eder. Aslında bağışlanma is­teklerinin altında kendileri de dâhil olmak üzere bu olaydan et­kilenen herkesin itibarım ve ihtiyacını inkâr etmeleri yatmakta­dır. Kadın ve erkek, kendi mutluluklarının altında eski eşin ve çocuğunun mutsuzluğunun yattığını kabul eder ve onlardan ge­lecek her türlü talebi yerine getirmeyi kabul eder. Ancak beraber­liklerini sürdüreceklerdir.

Uzlaşma

Bunun dışında olumlu, hem suçlunun hem de mağdurun iti­barını koruyan bağışlama da vardır. Bu tür bağışlamada zarar gö­ren taraf abartılı taleplerde bulunmaz; mantıklı bir tazminatı ka­bul eder. Böylesi bir bağışlama olmadan uzlaşma da mümkün de­ğildir. Aşağıdaki örneğe bir bakalım:

Kendini keşfetme

Kadının biri, bir başka erkek için kocasını terk eder. Yıllar sonra eski kocasını ne kadar sevdiğini fark eder ve geri dönerek tekrar onunla birlikte olmak istediğini söyler. Erkek kesin bir ce­vap vermese de birlikte bir psikoterapiste gitmeye karar verirler.

Terapist, bu görüşmeden ne beklediğini sorar erkeğe. Erkek kendisiyle ilgili bir keşif yapmayı umduğunu söyler. Terapist bu­nun çok kolay olmayacağını ama elinden geleni yapacağını söy­ler. Sonra kadına dönen terapist, erkeğin onu tekrar eşi olarak kabul etmesi için kadının ne yapacağını sorar. Bu işin çok zor ol­madığını düşünen kadın yuvarlak cevaplar verir, eski kocasını et­kileyecek şeyler söyleyemez.

Terapist, kadına öncelikle eski kocasını ne kadar kırdığını ve üzdüğünü kabul etmesini, bu yaptıklarını telafi etmek için çaba harcayacağı konusunda kocasını ikna etmesi gerektiğini söyler.

Kadın bir süre düşünür, sonra eski kocasının gözlerinin içi­ne bakar ve “Yaptıklarım için çok özür dilerim” der. “Beni tekrar karın olarak kabul etmen için sana yalvarıyorum. Seni hep seve­ceğim, sana bakacağım. Bana güvenebilirsin.”

Erkek pek yerinden kıpırdamaz. Terapist, erkeğe döner ve şöyle der: “Karının sana yaptığı şey sana çok acı vermiş olmalı. Eminim aynı acıyı bir kez daha yaşamak istemiyorsun.” Erkeğin gözü yaşlarla dolar, terapist konuşmaya devam eder: “Bir başka­sı yüzünden acı çeken insan, aslında kendisine acı çektirene kar­şı kendini daha güçlü hisseder çünkü o kişiyi reddetme hakkı vardır. Bu tür bir masumiyet karşısında, suçlunun yaptıklarını te­lafi etmesinin imkânı yoktur.” Erkek gülümser, terapistin dedik­lerinin doğru olduğunu fark eder. Sonra karısına döner ve sevgi dolu gözlerle ona bakar.

Terapist sözlerini şöyle tamamlar: “İşte, kendinle ilgili bir ke­şif yapmış oldun. Şimdi artık gidebilirsiniz, size söyleyecek baş­ka bir sözüm yok.”

Acı çekmek

Bir ilişkideki taraflardan birinin yaptığı acı veren eylemin so­nucunda ilişki sona erdiğinde, suçlu kişinin özgürce ortada do­laştığını görürüz. Ama eğer bu kişi böyle bir eyleme kalkışmamış olsaydı, bunun sonucunda kendini yıpratsa ya da hasta olsaydı o zaman bu kişi, ilişki içinde olduğu kişiye karşı kin besleyebilirdi.

Genellikle suçlu taraf, mağdurun acısını etkisizleştirmek çaba­sıyla, ayrılma öncesinde büyük acılar çeker. Belki de bu kişi, haya­tını içinde bulunduğu durumdan kurtarmak istemekte ama bunu karşısındaki kişiye zarar vermeden yapamayacağını bildiği için acı çekmektedir. Ayrılık, bu durumdan zarar gören için olduğu kadar, bu zarara yol açan kişi için de yeni bir başlangıç anlamına gelebilir. Mağdur bile birdenbire önünde yeni kapıların açıldığını görebilir.

Ne var ki kurban acı çekmeye devam eder ve hayatına devam etmeyi reddederse suçlunun da yeni bir hayata başlaması zorla­şır. İkisi de ayrılığa rağmen, birbirine bağımlı yaşamayı sürdürür.

Kurban yeni bir başlangıç yaptığında bu durum diğer kişiye de bir nefes alma olanağı tanır. Çeşitli bağışlama türleri arasında en güzeli budur çünkü taraflar ayrılmış olmalarına rağmen, ara­larında uzlaşmışlardır.

Suç ve acı kaçınılmaz bir hâl aldığında, uzlaşmaya varmanın tek yolu, tarafların öç alma konusunda ısrarcı olmamasıdır.

Güçsüz olana boyun eğmek, affetmenin en alçak gönüllü şeklidir. Her iki taraf da kendilerini önceden kestirilemez bir ka­dere teslim eder ve böylelikle intikam alma duygusu sona erer.

iyi ve kötü

Dünyayı ikiye böler, bir kısmının yaşama hakkı olduğunu kabul eder, diğer kısmının bu hakka sahip olmadığını düşünü­rüz. İlk kısım bize göre iyiyi, sağlığı, huzuru ve barış temsil eder­ken ikinci kısım kötülük, hastalık, felaket ve savaş anlamına ge­lir. Bu iki değişik kısma pek çok sıfatlar yakıştırabiliriz ama so­nuç olarak bize kolay gelen şeylere iyi, zorluk çıkaran şeylere ise kötü deme eğilimindeyizdir.

Eğer yakından inceleyecek olursak dünyayı değiştiren gücün genelde zor, acımasız, hatta kötü kökenli olduğunu görürüz. Ye­niliğe giden yol, genelde sahip olmak istemeyeceğimiz, hayatı­mızdan dışlamak isteyeceğimiz şeylerden kaynaklanır.

Bu nedenle hoş olmayan, kötü niyetli ya da tartışmalı şeylerden kaçınırsak korumak istediklerimizi, yani hayatımızı, saygınlığımızı ve özgürlüğümüzü kaybedebiliriz. Karanlık güçlerle yüz yüze gelen ve bunların varlığını kabul edenler, kendi köklerine ve güç kaymak­larına sıkı sıkı bağlanabilirler. Bazı insanlar iyi ya da kötünün ötesin­dedir; çok daha büyük, derin ve güçlü bir varlıkla uyum içindedir.

Bize ait olan

Kalıtsal bir hastalık, çocuklukta geçirilmiş bir travma ya da suçluluk hissi gibi, kaderimize bağlanmış, kötü ve bize bir yük getiren bir durum içinde olduğumuzu hayal edelim. Kabullendi­ğimizde ve hayat sürecimize dâhil ettiğimizde, bu kader bizim için bir güç kaynağı olur.

Ama insan kaderine itiraz ettiğinde bu güç azalır. Aynı du­rum kişisel suç ve sonuçları için de geçerlidir.

Başkasına ait olan

Aile sistemi içinde bir üye, başkasının reddettiği kaderi ya da suçu üstlendiğinde bu durumun sonuçları kötü olabilir.

Bize ait olmayan kader ve suç, bize güç vermez, bize güç ve­ren yalnızca kendi kaderimizdir. Hatta bizim olmayan kaderi üst­lenmek, kaderini üstlendiğimiz kişiyi de zayıflatır.

Kader

Önüne geçemediğimiz ya da değiştiremediğimiz kaderimiz, diğer insanların pahasına bizi şanslı konuma getirirse bundan ötürü suçluluk duyarız.

Örneğin, bir çocuk dünyaya gelirken annesi hayatını kaybe­derse hiç şüphesiz çocuk masumdur. Kimse bundan ötürü çocu­ğu suçlu bulamaz. Ne var ki masum olduğunu bilmek, çocuğun içini rahatlatmaz çünkü kendisinin hayata gelmesinin, annesinin ölümüyle iç içe geçmiş olduğunun bilincindedir. Bu yüzden, suç­luluk duygusundan kurtulması çok zordur.

Bir başka örnekte ise adam araba kullanırken lastiği patlar. Araba yolda kayar ve bir başka arabaya çarpar. Diğer arabanın şo­förü ölür, kendisi hayatta kalır. Adam masum olsa bile bundan sonraki hayatı başka insanların ölümü ve acısı ile ilişkili olacağı için suçluluk duygusu onu rahat bırakmaz.

Üçüncü olarak, hamile bir kadın, savaşın sonunda kocasını sağ salim eve getirebilmek için sahra hastanesine doğru yola çı­kar. Bu yolculuk sırasında karşısına çıkan bir Rus askeri tarafın­dan tehdit edilince, kadın askeri öldürür. Kadın kendini savun­mak amacıyla böyle bir şey yapmış bile olsa, hem çocuk hem de annesi ve babası, bu suçun yükünü taşımaya devam eder, çünkü onlar hayatta kalmış, asker ise ölmüştür.

Geçmişin tüm günahlarım değil, yalnızca kendi günahımızı ta­şımak zorunda olsaydık kendimizi daha güçlü hissedebilirdik; oy­sa kaderimize bağlanmış, başkalarının günah ve masumiyet duy­gusuyla kendimizi pek çok açıdan güçsüz hissedebiliriz ve bu du­rum hayatımızı katlanılmaz bir hâle getirebilir. Ancak bu noktada iyinin de kötünün dc önceden tahmin edemeyeceğimiz bir kader­den kaynaklandığını fark etmeye başlarız. Bu kader bizim iyi ya da kötü olup olmadığımıza bakmaksızın yaşamı ve ölümü, mutlulu­ğumuzu ve mutsuzluğumuzu, sağlığımızı ve hastalığımızı belirler.

Kaderin bu kadar belirleyici olabilmesi bazılarına o kadar korkutucu gelir ki hak etmedikleri bir mutluluğu kabul etmek­tense, mutsuz olmayı yeğleyebilirler. Bu tür insanlar genellikle kontrollerinin dışında gelişen olayları, kişisel beceri ya da hata­ları ile açıklamaya çalışarak bu duyguyu hafifletmeye çalışırlar.

Bir başkasının pahasına kişisel üstünlük elde etmeye çalışan bir kişi, genelde intihar etmek, hastalanmak ya da cezalandırılaca­ğı bir suça karışmak gibi eylemlerle bu üstünlüğünü sınırlandırır, boşa harcar ya da kullanamaz hâle gelir. İnsanların bu beklenme­dik şans ve hak etmedikleri mutluluk karşısında bazen çocukça tepkiler gösterdiklerini de görebiliriz. Eğer dikkatli incelersek, ki­şilerin kendilerine zarar vermeye dönük eylemlerinin şanssızlık ya da üzüntülerini azaltmadığını, tam tersi arttırdığını görürüz.

Örneğin, annesi kendisini dünyaya getirirken ölen bir çocuk, yaşamım sonlandırmak isler ve intihar ederse annesinin fedakâr­lığı boşa gitmiş olur, hatla çocuğun ölümünden de dolaylı olarak anne sorumlu tutulur. Bunun yerine çocuk, “Anneciğim, hayatı­nı beni doğurabilmek için kaybetmiş olsan da boşuna ölmediği­ni sana kanıtlayacağım. Seni her gün anmak için hayatımı en gü­zel biçimde değerlendireceğim” diyebilmelidir. Çocuğun haya­tındaki zorluklara karşı direnme gücünün kaynağını bu suçluluk duygusu oluşturur ve böylece annenin kaderi kendinden sonraki hayatı olumlu etkileyerek bir uzlaşma ve huzur ortamı yaratır.

Hepimiz için kaderin bize sunduklarını dengeleyici bir güç vardır. Bize verilenlere göre, biz de eşdeğer bir şey vermek iste­riz ve bu mümkün değilse en azından kendimizi bir şeylerden mahrum etmeye çalışırız. Ama bu çabalarımız bizi bir yere gö­türmez çünkü kaderimiz; beklentilerimizle ya da telafi ve özür­lerimizle değişmez.

Alçak gönüllülük

Kaderimizden kaynaklanan günaha katlanmayı bu kadar zorlaştıran şey masumiyetimizdir. Eğer suçlu olsaydık ve ceza­landırılmayı bekleseydik ya da masum olsaydık ve kurtarılmayı bekleseydik kaderin adil olduğunu, kendi suçluluk ya da masu­miyet durumumuza göre belirleyebileceğimiz ya da etkileyebi­leceğimiz kurallar tarafından yönetildiğini düşünürdük. Ne var ki kimisi suçlu olmasına karşm cezalandırılmıyor, kimisi dc masum olmasına karşın acı çekiyorsa kaderimizi etkileme gü­cüne sahip değiliz demektir.

Bu durumda kendimizi bizden daha büyük bir güce emanet etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok demektir. Bu duruşun temelinde alçak gönüllülük yatar ve alçak gönüllülük sayesinde hayatımızı ve bize sunulan mutluluğu, olduğu gibi, başkalarının bundan dolayı bir bedel ödeyeceğini düşünmeden kabul ederiz. Benzer şekilde, sıra bize geldiğinde ölümü ve mutsuzlukları da kendi masumiyet ya da günahımıza bağlamadan kabulleniriz.

Bu alçak gönüllülük sayesinde kaderimi kendimin belirleme­diğini, kaderimin her şeyi belirlediğini, çözemediğim ve çözmeye çalışmamam gereken bazı kurallara göre beni yücelttiğini ya da ye­rin dibine soktuğunu kabul ederim. Bu alçak gönüllülük, kader­den kaynaklanan suçluluk ve masumiyetle de bir uyum içinde ha­reket eder, beni bazen kurban durumuna sokar. Böylece diğer in­sanlara saygı duyarım, onların pahasına bir şeyler elde etmeye de­ğil, elde ettiklerimi minnetle karşılayarak onlarla paylaşmaya çalı­şırım. Buraya kadar ağırlıklı olarak alışverişteki suç ve masumiyet­ten söz ettim ama suç ve masumiyet değişik şekillerde karşımıza çıkabilir ve bizi etkileyebilir. İnsan ilişkileri, suç ve masumiyet duygularının yaşandığı çeşitli ortamlarda ortaya çıkan ihtiyaç ve kuralların karşılıklı etkileşimi üzerine kuruludur.

Suç ve masumiyeti yaşamanın diğer biçimleri konusuna, vic­danın sınırları ve sevginin düzenleri bölümünde değineceğiz. Şimdi düzen ve bereket konusuna geçelim.

Düzen ve Bereket

Düzen, pek çok şeyin kesiştiği bir yoldur

Hem bolluktur, hem çeşitlilik

Dağınık olanı birleştirir,

Kaderin çizdiği şekilde bir araya getirir.

Hareketlendirir, geçici olanı biçimlendirir

Süreklilik umudu verir.

Düzen kalıcılık demektir.

Ağacın meyvesinin düşeceği zamanı söyler,

Her şeyin vaktini belirler.

Düzen, değişim ve yenilenme demektir.

Yaşayan düzen, hayata uyum sağlar

Bizi zorla disipline sokar,

Bazen özlemle bazen korkuyla.

Sınırları belirler, bize esneklik tanır.

Düzenin yaşadığı mekân ayrılığın her türlüsünü barındırır.

Vicdanın Sınırlan

Bir atın, sırtındaki binicinin; gemi kaptanının da yön bulma­da kullandığı yıldızların farkında olması gibi, biz de vicdanımı­zın farkındayızdır. Ne var ki atın değişik binicileri olur; yüzlerce, binlerce kaptan, değişik yıldızlara bakar. Buradaki soru, binici­nin kılavuzunun ne olduğu ve kaptanın, gemisinin dümenini hangi yöne doğru kırdığıdır.

Yanıt

Bir öğrenci ustasına döner ve sorar: “Özgürlük nedir?”

“Hangi özgürlük?” diye sorar ustası. “Özgürlüklerin ilki aptal­lıktır. Atın kişneyerek binicisini sırtından fırlatıp atmasına benzer ama daha sonra binici, atın yularlarını daha sıkı tutmaya çalışır.”

“İkinci özgürlük, pişmanlıktır. Bir cankurtaran botuna binmektense batan gemide kalmayı tercih eden kaptan, buna örnektir.”

“Üçüncü özgürlük ise anlayıştır, aptallık ve pişmanlıktan sonra gelir. Anlayış rüzgârla birlikte salınan bir saz gibidir, esnek olduğu için bükülebilir ama rüzgâr dindiği zaman dikleşir ve es­ki hâline döner.”

Öğrenci şaşırır: “Hepsi bu kadar mı?”

Bu soruya da şöyle bir yanıt verir usta: “Bazı insanlar gerçeği kendi ruhlarında aradıklarını zannederler; oysa bireylerin ruhla­rında gerçeği arayan şey, bizden çok daha büyük bir ruhtur.”

Doğa Ana gibi bu Büyük Ruh da yaptığımız pek çok hataya göz yumabilir. Eğer Büyük Ruh’un bizim adımıza düşünmesine izin verirsek, kendimiz ona teslim edersek o da bize bazı özgür­lükler verir, gücünü bizimle birleştirir ve selamete kavuşmamıza yardımcı olur.”

Suç ve masumiyet

İlişkilerde de vicdanımız devreye girer çünkü başkalarını et­kileyen bütün eylemlerimize bir suç ve masumiyet duygusu eşlik eder. Nasıl gözlerimiz karanlık ve aydınlığı birbirinden ayırt ede­biliyorsa suç ve masumiyetin farkında olma duygusu da ilişkile­rimize zarar veren ya da ilişkilerimizi besleyen eylemlerimizi ayırt edebilir. İlişkilerimize zarar verdiğimizde suçluluk, besledi­ğimizde ise masumiyet duygusunu yaşarız.

İlişkiyi tehlikeye soktuğumuzda yaşadığımız suç duygusu sa­yesinde vicdanımız yularımızı sıkıca çeker ve bizi kendimize ge­tirmeye çalışır. Masumiyet duygusu sayesinde ise yularımızı gev­şetir ve dörtnala koşmamıza izin verir.

Rahatlık ve rahatsızlık duyguları arasında gidip gelmek, den­gemizi sağlamamıza yardımcı olur. Benzer şekilde vicdanımız da bize rahatlık ve rahatsızlık duyguları yaşatarak önem verdiğimiz ilişkilerde bir denge tutturmamızı sağlar.

Aşağı-yukarı, ileri-geri, sağ-sol gibi kavramları nasıl hisse­diyorsak ilişkilerimizin başarılı olup olmadığını da hissederiz. Bazen sağa sola yalpalasak, ileri geri sarsılsak da içimizdeki refleksler bizim dengede kalmamızı sağlar ve herhangi bir fela­kete yol açmadan, genellikle kendimize çeki düzen vermemize yardımcı olur.

Aptalca davranışlarda bulunmamızı engelleyen bir denge duygusu, ilişkilerimizde de baskın çıkar ve sürmesi için gerekli koşulların dışına çıkıp ilişkilerimizi riske attığımız durumlarda bizi düzeltme ve dengeleme yönünde harekete zorlar. Fiziksel denge duygumuz gibi, ilişkilerimizdeki denge duygusu da özgür­lüklerimizin kapsamını ve sınırlarını çok iyi bilir ve bize verdiği rahatlama ve rahatsızlanma duygularıyla doğru yolda tutmaya çalışır. Rahatsızlanma duygusunu suç, rahatlama duygusunu ise masumiyet olarak deneyimleriz.

Suç ve masumiyet aynı amaca hizmet eder, ikisi de aynı ara­bayı çeken atlar gibi düşünülebilir. Arabayı yoldan çıkmadan ile­ri doğru hareket ettirebilmeleri için birbirlerini dengelemeleri, güçlerini birleştirmeleri gereklidir. Bazen yularları elimize almak isteriz ama at arabasının sürücüsü yularları bize vermeyecektir. Biz bu arabada yalnızca birer yolcu ve tutsak olabiliriz çünkü ara­banın esas sürücüsü vicdanımızıdır.

Ön koşullar

İnsan ilişkilerindeki ön koşullar şunlardır:

    Aidiyet

    Denge

    Düzen

Aksi yöndeki istek ve planlara rağmen; içgüdü, gereksinim ve reflekslerin baskısı altında bu üç koşulu yerine getirmeye ça­lışırız. Bu koşullar bizim için temeldir çünkü bunları temel ge­reksinimler olarak algılarız.

Aidiyet, denge ve düzen birbirine bağlıdır ve birbirinin ta­mamlayıcısıdır. Bizler hepsini birden “vicdan” olarak hissederiz. Bu yüzden vicdanımızı içgüdü, gereksinim ve refleks olarak da algılarız. Aidiyet, denge ve düzene karşı duyduğumuz gereksi­nimlerimizin tamamı, bizim için vicdanımızın sesidir.

Farklılık

Aidiyet, denge ve düzen gereksinimlerimiz çoğunlukla birbi­riyle uyum içinde çalışsa da her biri kendi özel suç ve masumi­yet duyguları aracılığıyla, kendi hedefleri doğrultusunda da çalı­şır. Bu yüzden hangi hedef ve gereksinim doğrultusunda hizmet verdiğine göre, suç ve masumiyeti değişik biçimlerde hissederiz.

Suç ve masumiyet, aidiyet ön koşulu doğrultusunda çalışı­yorsa suç, ayrılık ve uzaklaşma; masumiyet ise rahatlık ve sami­miyet olarak yaşanır.

Alışverişteki denge konusunda ise suç, yükümlülük; masu­miyet ise beklentilerden bağımsızlık olarak yaşanır.

Suç ve masumiyet, düzeni koruma hizmeti görüyorsa suç, ya­saları çiğnemek ve cezalandırma korkusu yaşamak; masumiyet ise sadakat ve birlik olarak yaşanır.

Birbirlerine karşıt bile duruyor olsalar vicdanımız bizi bu he­defler doğrultusunda yönlendirir. Bu yüzden hedeflere ulaşmada yaşadığımız çelişkileri biz de vicdanımızdaki çelişkiler olarak ya­şayabiliriz. Vicdanımız, aidiyet ön koşulunu yerine getirmek için yasaklayabileceği bazı eylemlere, dengemizi korumamız için izin verebilir ya da aidiyet için yasaklanması gereken bazı eylemler, düzeni korumak için gerekli olabilir.

Örneğin, kalbimizi kırmış bir kişinin canını acıtmak istediği­mizde, denge duygumuzu koruma gerekçesiyle kendi davranışı­mızı adil gibi algılayabiliriz. Ama bu şekilde davranarak aidiyet duygumuzdan vazgeçmiş oluruz. Aidiyet ve denge gereksinimle­rimizi dengeli biçimde karşılamak için bize zarar veren kişiye, onun bize verdiğinden daha az zarar vermemiz uygun olabilir. Böylece denge duygumuz biraz bozulmakla birlikte, aidiyet ve sevgi gereksinimlerimiz karşılanmış olur.

Tam tersine, eğer bir kişiye, ondan aldığımız kadarını geri verirsek, denge duygusunu elde ederiz ama aidiyet duygusu bi­raz eksik kalır. Hem dengenin hem de aidiyet duygusunun başa baş olmasını istiyorsak aldığımızdan biraz fazlasını vermemiz ge­rekir. Aldığımızın karşılığında biraz fazlasını verdiğimizde hem alışveriş dengeli olur hem de değiş tokuşun sürekliliğini, sevgi ve aidiyet duygusuyla kuvvetlendirmiş oluruz.

Aidiyet ve düzen konularında da benzer çelişkiler yaşarız. Ör­neğin, bir anne çocuğuna yaramazlık yaptığı için odada tek başına kalma cezası verirse ve onu gerçekten odada tek başına bırakırsa dü­zen gereksinimi karşılanmış olur. Ama çocuk haklı bir şekilde öfke­lenebilir çünkü anne, düzeni korumak için sevgiden feragat etmiş­tir. Eğer anne, cezayı kısa keser ve bir süre sonra çocuğun odadan çıkmasına izin verirse düzen gereksinimine ihanet etmiş ama çocu­ğuyla arasındaki sevgi ve aidiyet duygusunu güçlendirmiş olur.

Bu gibi durumlarda nasıl bir tepki verirsek verelim, kendimi­zi hem özgür hem de suçlu hissetmekten kurtulamayız.

Farklı ilişkiler

Gereksinimlerimiz gibi ilişkilerimiz de birbirinden farklıdır. Farkh ilişkilerdeki çıkarlar birbiriyle çatışabilir. Bir ilişkiyi kur­tarmaya çabalarken diğerine zarar verebiliriz. Bir ilişkide masum sayılan şey, diğerinde suç olarak algılanabilir. Yargıçların huzu­runa çıktığımızda bir kısmı bizi masum ilan ederken, diğer kısmı suçlu ilan edebilir.

Düzen

Vicdanımızı bazen tekil, bazen de farkh birimlerin farkh he­deflere sahip olduğu, farkh suç ve masumiyet duygularının ya­şandığı çoğul bir varhk olarak algılarız. Bu çoğulluk içindeki bi­rimler birbirini destekler ve toplamda bir iyilik doğrultusunda hareket eder. Yine de birbirleriyle çelişme durumuna düşerlerse daha üst düzeydeki amaç doğrultusunda hareket ederler.

Düzen; değişik cephelerde, değişik mühimmatla ve değişik taktikler doğrultusunda savaşan çeşitli askerlere sahip bir mare­şal gibidir. Bu çeşitlilik içinde değişik durumlarda başarı elde et­meye çalışır ama bu strateji, sadece belirli cephelerde kısmi başa­rı elde etmeye izin verir. Benzer durum masumiyet için de geçerlidir, o da bazı durumlarda başarılı olabilir.

Görünüşler

Çoğu zaman suç ve masumiyet aynı anda yaşanır. Masumiye­ti yakalamak istedikçe suçu da harekete geçirmiş olursunuz. Eğer suç evinde ev sahibi iseniz, masumiyet kiracınızdır. Hatta bazen suç ve masumiyet birbirinin kılığına girer ve kendilerini gizler.

Görünüşler bizi aldatır, gerçekler yalnızca ortaya çıkan so­nuçtadır. Buna bir örnek vermek için şu öyküyü anlatacağım:

Oyuncular

Birbirlerini rakip gibi selamlar

Karşılıklı otururlar

Ve oyuna başlarlar

Oyun tahtasında

Çeşitli parçalar vardır

Eski, karmaşık kurallar geçerlidir

Hamle ardına hamle gelir

Bu yıllanmış oyunda

Her ikisi de bazı taşları feda edip

Birbirlerine göz açtırmazlar

Ta ki hamleler sona erip

Artık kımıldayacak yer kalmayıncaya kadar

Oyun biter

Taraflar değişir

Renkler de

Sonra aynı oyun

Tekrar başlar.

Ama bu oyunu uzun zamandır oynayanlar

Hem çokça kaybeder

Hem çokça kazanır

Her iki tarafta da

Usta olmuşlardır artık.

Büyü

Vicdanın sırrım çözmek isterseniz bir labirentin içinde yol­culuk etmeye hazır olmanız gerekir. Bu yolculukta çıkmaz so­kaklara saplanıp kalmadan, özgürlüğe çıkan yolları bulabilmek için bol miktarda ipucuna ihtiyaç duyacaksınız. Bir yandan ka­ranlıkta ayağınız tökezleyecek, bir yandan suç ve masumiyet kav­ramlarının etrafını saran gizemle boğuşacaksınız çünkü bu gizem neler olup bittiğini anlamayalım diye duyularımızı körelten bir büyü yapmıştır.

Anne ve babalarından, bebekleri leyleklerin getirdiğini anlat­tığı masalı dinleyen çocuklar gibi ölüm kampının kapısında “ça­lışmak özgürleştirir” yazısını okuyan mahkûmlar da kendilerini böyle bir gizem bulutuyla sarmalanmış gibi hissetmiştir.

Nadiren bu büyüyü çözmeye cesaret eden birisi çıkar ve kral, çırılçıplak herkesin önünde yürürken bir çocuk, herkesin görüp de söylemeye cesaret edemediğini haykırır: “Kral çıplak!”

Bazen de bu cesur kişi, fareli köyün kavalcısı müziğiyle bü­yülediği yüzlerce çocuğu peşine takmış giderken bir kenarda oturup onların geçmesini bekleyen ve tam onlar geçerken kendi flütüyle başka bir ezgi çalmaya başlayıp çocukları büyüden kur­tarmaya çalışan bir müzisyendir.

Aidiyet

Vicdanımız, yaşamımızı sürdürmemiz için ait olmak zorun­da olduğumuz gruba bizi bağlar. Vicdanımız, grubun inançları­nın üstünde değildir, grubun hizmetindedir. Nasıl bir ağaç nere­de' büyüyeceğini seçemez ve sık bir ormanda, dağ başında ya da korunaklı bir vadide bulunmasına bağlı olarak değişik özellikle­re sahip biçimde gelişim gösterirse çocuklar da içinde doğduğu gruba göre, hiç sorgulamadan kendini şekillendirir ve grubun il­kelerine tüm gücüyle sahip çıkar. Ait olma gereksinimi, çocuğun varlığında derin bir iz bırakır. Bu aidiyet, bazen çocuğun gelişi­mine, bazen de sararıp solmasına yol açsa da çocuk için sevgi ve mutluluk demektir.

Vicdan, ailedeki aidiyet duygusunu güçlendiren ya da zayıf­latan her şeye tepki gösterir, bu yüzden gruba ait olmaya devam edeceğimizden emin olduğumuzda vicdanımız rahattır, gruba ait olma hakkımızı kaybetmemize neden olacak şekilde kurallardan saptığımızda ise vicdanımız rahatsızdır. Havuç ve sopa yöntemi gibi, vicdanımızın rahat ya da rahatsız olması da aynı amaca hiz­met eder, aynı yönde ilerlememizi sağlar. İkisi de bizi köklerimi­ze ve ait olduğumuz gruba sıkı sıkı bağlar.

Vicdanımız, ait olduğumuz grubun kurallarına göre kararını verir, bundan ötürü farkh köklerden gelen insanların vicdanları birbirinden farklıdır. Birden fazla gruba ait bireyler ise her bir grup için ayrı vicdana sahiptir.

Vicdan bizi sistemimize bağlar, sürüden ayrılmasın diye bo­yunları denetleyen bir çoban köpeği gibi gözlerini üzerimizden ayırmaz. Çevremizi değiştirdiğimizde vicdanımız da bizi koru­mak için renk değiştiren bukalemun gibi değişiverir. Annemizle birlikteyken, babamızla birlikte olduğumuzdan daha farkh işle­yen vicdanımız, aile içindeyken, iş ortamında, arkadaşlarımızla birlikteyken de bir ibadet yerinde olduğundan daha farkh davra­nır. Yine de her ortamda vicdanımız, bizim için önem taşıyan gruba olan aidiyet ve sevgi duygumuz ile ayrılma ve kaybetme korkumuzla yakından ilgilenir.

Bir gruba olan bağlılığımız, bir başka gruba olan bağlılığımız ile rekabet içine girerse ne olur? Bu durumda grupların birbirleriyle çatışan taleplerini dengelemek için elimizden geleni yaparız.

Anlayış

Bir anne ve baba, kızlarıyla ne yapmaları gerekliği konusunda bir terapiste danışır. Anne kızma bir takım sınırlar koyması gerekti­ğini ama babadan yeteri kadar destek alamadığını düşünmektedir.

Terapist başarılı çocuk yetiştirmenin kurallarını şu üç cüm­leyle açıklar:

1.   Çocuk yetiştirirken anne ve baba, içinde yetiştikleri ailele­rinde önemli görülmelerine ya da eksik olmalarına bağlı olarak, farklı şeylerin üzerinde durmaktadır.

2.   Çocuklar, anne ve babalarının içinde yetiştiği ailelerde ne­lerin geçerli olduğunu ya da eksik kaldığını görür, anlar ve bunları uygular.

3.   Anne ya da babadan biri, çocuk yetiştirirken diğer taraftan daha baskın çıkmaya çalışırsa çocuk gizlice baskı uygu­layan taralın yanında olur ve ona benzemeye çalışır.

Bu üç kuralın ardından terapist, anne ve babadan, çocukları­nın onları ne kadar çok sevdiğini anlamasını istedi. Bunun üzeri­ne anne ve baba birbirlerinin gözünün içine baktı ve o an ikisi­nin de yüzleri aydınlandı.

Son olarak terapist, babaya, annesiyle iyi geçinmesinin ken­disini ne kadar memnun ettiğini kızına göstermesini önerdi.

Sadakat

Grup içindeki konumumuz çok sağlam değilse vicdanımız bizi gruba daha fazla bağlar, gruptaki yerimiz sağlamlaştıkça gru­ba olan bağımlılığımız azalır, vicdanımız da rahatlamaya başlar.

Grubun en zayıf üyeleri özenli davranır ve sadık olmaya ça­lışır çünkü gruba duydukları bağ daha güçlüdür. En zayıf üye­ler aile içinde çocuklar, iş ortamında düşük düzeyli çalışanlar, orduda en düşük rütbeli askerler, bir cami ya da kilisede de ise cemaat üyeleridir.

Gruptaki güçlü üyelerin iyiliği için, zayıf üyeler gözü kapalı ola­rak sağlıklarını, masumiyetlerini, mutluluklarını, hatta bazen hayat­larını tehlikeye atar. Grubun güçlü üyeleri bazen sözüm ona grubun yüksek hedefleri için zayıfları sömürse de durum pek değişmez.

Bu zayıf insanlar, başkalarının pis işlerini yapmaya hazır ma­şalar, kazanmayacağım bile bile savaşan kahramanlar, kendisini mezbahaya bile götürüyor olsa çobanı takip eden koyunlar, bedel ödemek zorunda kalan masum kurbanlardır. Kendilerini anne babalarının yapamadığı şeyleri yapmak, onların lamamlayamadığı işleri tamamlamak, yapamadıkları şeyler için bedel ödemek, iş­lemedikleri suçların cezasını çekmek zorunda kalan çocuklar da ne yazık ki bu durumdadır.

Yer açmak

Bir baba suratını astığı için oğlunu azarlar vc o gece oğlu ken­dini asarak öldürür.

Yıllar geçer, baba yaşlanır ama bu durum hâlâ içini sızlat­maktadır. Bir gün arkadaşıyla konuşurken aklına bir şey gelir. Oğlu intihar etmeden birkaç gün önce hepsi birlikte masanın çevresinde oturmuş, annenin hamilelik haberini konuşuyor­muş. Çocuk biraz canı sıkkın bir şekilde: “Ama hiç yerimiz yok” demiş. Baba yıllar sonra hatırladığı bu sözle birlikte oğlu­nun aslında anne babasını yeni doğacak bebeğin stresinden kurtarmak için kendini astığını anlamış. Ağabey, yeni gelecek kardeşine yer açmak istemiş.

Sadakat ve hastalık

Aile içindeki sevgi, bazen kendini ciddi bir hastalık olarak da gösterebilir, örneğin yeme bozukluğu olan bir kız çocuğu aslın­da anne ya da babasına, “Senin ölmendense ben ölmeyi tercih ederim” demektedir. Bu tür hastalıkları tedavi etmek zordur çün­kü çocuk ruhuna göre bu fedakârlık, masumiyetimizin kanıtıdır; ailemize duyduğumuz bağlılığın göstergesidir. Hastalık bir sada­kat nişanıdır. Çocuğa verdiğiniz güvencelere rağmen iyileşmek istemeyebilir çünkü iyileşirse aidiyet duygusunun zayıflayaca­ğından, suçluluk ve ihanet duygusu yaşayacağından korkar.

Sınırlar

Vicdan, bağlayıcı olduğu kadar sınırlandırıcı ve dışlayıcıdır. Bir grupta kalmak için, grubun değerlerinden sapan kişilerin üyeliğini de reddetmemiz gerekir. Vicdanımız, bu kişiler farklı olduğu için onları dışlamamızı ister ve böylece başkaları için bir tehdit hâline gelebilir. Gruptan dışlanmak en çok korktuğumuz şeydir; bu yüzden yalnızca bizden farkh oldukları için, vicdanı­mız adına, başkalarını gruptan dışlarız.

Vicdanımız için yaptığımız bu dışlama eylemini başkaları da bize yapabilir. Böylece karşılıklı olarak iyi kabul edilen şeylerin sınırlarını belirleriz, birbirimize iyi olmadığımızı söyleriz. Başka­larının kötü olduğunu düşündüğümüz zaman, biz de onlara kar­şı kötü olma gereği duyarız.

Suç ve masumiyet iyilik ve kötülükten farkh kavramlardır. Genelde kötülük yaparken vicdanımız rahattır çünkü bu hareke­tin bizi gruba bağlayacağını düşünürüz. Benzer mantıkla, iyilik yaparken ise vicdanımız rahatsızdır çünkü böyle yaparak gruba ait olma hakkımızı kaybedebileceğimizden korkarız.

İyilik

Uzlaştırıcı ve barışçı iyilik, vicdanımızın kendi küçük grubu­muza ait olmak için koyduğu sınırların ötesine geçmelidir. Bu iyilik, vicdanımızın sesinden daha farkh, açıkça söylenmeyen, gizli bir kurala göre hareket eder.

Vicdanımızın kullandığı yöntem ve araçlardan farkh olarak iyilik, yeraltında sessizce akan su gibidir; kendisini değil, etkile­rini hissederiz.

Vicdan ise gürültülüdür. Bir bahçeye giren çocuk burada bü­yüyen çiçeklere, ağaçlara hayranlıkla bakar ve şarkı söyleyen kuşu dinlemeye başlar. Sonra bahçeye bir yetişkin girer ve çocuğa döne­rek, “Bak, ne kadar güzel bir yer” der. Vicdanın anlayışına göre, çocuk hayranlıkla bahçeye bakmaktan vazgeçip kendisine söyle­nen sözleri dinlemeli, anlamaya ve yorumlamaya çalışmalıdır. Do­ğayla olan bağını, ifadeler ve değerlendirmelerle kurmalıdır.

Aile vicdanı

Vicdan, bizi ailelerimize ve diğer gruplara o kadar güçlü bi­çimde bağlar ki, farkında olmasak bile atalarımızın çektiği acılar ve yaşadığı suçluluk duygularıyla kendimizi özdeşleştirmek zo­runda hissederiz. Bu vicdan aracılığıyla körü körüne başka insan­ların suç ve masumiyetlerine, düşüncelerine, endişelerine, duy­gularına, başka insanlarla giriştikleri kavga ve tartışmalara, amaçlarına ve ulaştıkları sonuçlara bulaşmış oluruz.

Örneğin kendi mutluluğunu feda edip hayatını yaşlı anne ba­basına bakmaya adayan ve bundan dolayı diğer kardeşlerinin hor gördüğü bir kız kardeş, yıllar sonra bu durumun hiç farkında ol­mayan bir yeğeni tarafından örnek alınabilir ve yeğen, teyzesiyle aynı kaderi paylaşabilir.

Burada daha kapsamlı bir vicdan işbaşındadır ve bu vicdan, kişisel vicdanımızla çatışabilir ama ondan daha önceliklidir. Yü­zeysel kişisel vicdanımız bizi bu gizli, daha derinlikli vicdana karşı körleştirir ve çoğu zaman kişisel vicdanımızın sesini dinle­yerek kapsamlı vicdana aykırı hareket ederiz.

Kişisel vicdanımız güdüler, gereksinimler ve reflekslerle ken­dini açığa vuran bir düzene hizmet eder; kapsamlı vicdan ise giz­lice çalışır, kendini fazla belli etmez ve neye hizmet ettiğini de çoğu zaman anlayamayız. Genelde görmezden geldiğimiz bu vic­danın etkilerini de olumsuz olarak yaşarız. Kapsamlı vicdanı gör­mezden gelmenin cezasını genelde çocuklar çeker.

Kişisel vicdan; anne baba, kardeşler, akrabalar, arkadaşlar, eşler ve çocuklar gibi kendimizi bağlı hissettiğimiz kişilerle ilgi­lidir. Bu vicdan sayesinde bu kişilerin her biri ruhumuzda bir ses ve yer edinmiş olur.

Gizli ve kapsamlı vicdan ise ruhumuzdan ve vicdanımızdan dışlanmış insanların adına devreye girer. Dışlanma çeşitli şekil­lerde ve nedenlerle gerçekleşir; bazen bu kişilerden korkar ya da onları kınarız, kaderlerini ya da işledikleri bir suçu kabullenmek istemeyiz, bizim elde ettiklerimiz karşılığında bu kişilerin öde­miş olabilecekleri bedeli inkâr ederiz. Bu vicdan reddedilmiş, dış­lanmış, unutulmuş ve ölmüş kişilerin haklarım gözetir ve dışlan­mışlara kalplerinde bir yer ve ses ayırıncaya, aile içindeki itibar­larını iade edene kadar da kendi gruplarında mutlu ve huzurlu yaşayan kişilere rahat vermez.

Ait olma hakkı

Aile vicdanı, bütün üyelere aynı aidiyet hakkını verir ve aile üyelerinin hepsinin eşit haklara sahip olmasını ister. Kişisel vic­dana göre aidiyeti çok daha kapsamlı biçimde ele alır ve katiller de dâhil olmak üzere, kimseyi bu haktan yoksun bırakmaz.

Yineleme baskısı

Eğer bir grup üyesi dışlandıysa, unululduysa ya da çok kü­çük bir yaşla ölmüş bir çocuğun ardından artık kimse konuş­muyorsa, gruptaki üyelerden birisi bu dışlanmış üyeyi temsil eder. Derin vicdan, bu grup üyesinin de, farkında olmadan temsil ettiği kişi gibi dışlanmış bir üye olarak yaşamasını sağ­lar. Örneğin bir torun, neden böyle olduğunu bilmeden, dış­lanmış dedesi gibi yaşayıp onun gibi hisseder ve aynı başarısız­lıklara uğrar.

Aile vicdanı bakımından bu bir telafi yöntemidir ama arkaik düzeyde gerçekleşir çünkü bu vicdan geçmişe ait, arkaik bir vic­dandır. Bu tür körü körüne telafi etme, herhangi bir grup üyesi­ne faydası dokunmadan yinelenir durur. Sistemin eski üyelerine sapılan haksızlık, sonraki üyelerine de yapılır ve bu yinelemenin herhangi bir getirisi olmaz. Unutulmuş ya da dışlanmış üye, yine unutulmuş ve dışlanmış kalmaya devanı eder. Bu yüzden aile vic­danım aşan düzeyde bir çözüm aranmalıdır.

Rütbe sırası

Aile vicdanının en temel kurallarından biri dc her ailede dün­yaya önce gelenin, daha sonra gelene göre önceliğe sahip olduğu bir rütbe sıralamasının bulunmasıdır. Bir büyük babanın rütbesi torunundan daha yüksektir; ilk doğan kardeş, üçüncü doğan kardeşe göre, amca yeğenine göre önceliklidir.

Grup vicdanına göre gerçekleşen telafide küçüklere pek adil davranılmaz çünkü büyüklerle eşit görülmezler. Geçmişe ait dengeleme sürecinde, dünyaya daha önce gelmiş olanlar için ça­ba harcanırken sonra gelmiş olanlar göz ardı edilir.

Grup vicdanı, çocukların ve torunların, anne babalarının ya da dede ve ninelerinin kaderine karışmasına, onların adına hak mücadelesine girişmesine, suçlarının kefaretini ödemesine ya da kaderlerinin esaretinden kurtarmasına izin vermez.

Grup vicdanı baskısı altında böylesi cüretkâr hareketler, daha sonra dünyaya gelen vc hiç farkında olmadan benzer başarısızlık­ları vc felaketleri yaşayanlar tarafından düzeltilir. Ailedeki bir kişi onurlu bir mücadele adına göz göre göre kendi felaketine yol açan hareketlerde bulunduğunda, kendini yok etme hareketine, bütün aile tanıklık etmiş olur. Kendi felaketine yol açan kişi, genelde ai­ledeki düşük rütbeli bir kişidir ve kendisini yok ederek aslında ata­larını onurlandırmış olur. Var olduğu iddia edilen güç, güçsüzlük­le; var olduğu iddia edilen haklar, suçla; var olduğu iddia edilen kader, trajediyle sonuçlanmıştır.

Aşağıda bu konuya dönük bir takım örnekler okuyacağız:

Özlem

Genç bir kadın, kendine bile açıklayamadığı, tatmin edile­mez bir özlem duygusu içindedir. Daha sonra bunun kendisinin değil, babasının ilk evliliğinden olan üvey kız kardeşinin duydu­ğu bir özlem olduğunu fark eder. Babası tekrar evlendiğinde, ilk evliliğinden olan kızının, babasını vc babasının sonraki evliliğin­den olan çocuklarını görmesine izin verilmemiştir.

Üvey kız kardeş daha sonra Avustralya’ya göç etmiş ve ar­dında hiçbir iz bırakmamıştı. Ancak genç kadın bir şekilde Avustralya’daki kardeşinin izini bulmuş vc onu, yaşadığı yer olan Almanya’ya davel etmiş, hatta ona uçak bileti bile gönder­mişti. Ancak kaderleri sanki önceden belirlenmişti ve görüşme­lerine izin çıkmıyordu. Almanya’ya gitmek üzere havaalanına doğru yolan çıkan kız kardeş, ortadan kayboldu; kendisinden kimse bir daha haber alamadı.

Titreme

Bir atölye çalışmasında, kadının biri kontrol edilemez biçim­de titremeye başlar. Grup yöneticisi.kadınla zihinsel rezonansa girdiğinde bu titremenin bir başkasına ait olduğunu anlar.

Yönetici, kadına “Bu kimin titremesi?” diye sorar. Kadın, “Bilmiyorum” diye yanıtlar. Yönetici sorgulamaya devam eder: “Yahudi biri olabilir mi?” Kadın, “Yahudi bir kadın” der.

Kadın dünyaya geldiğinde, bir Nazi subayı, parti adına annesi­ni kutlamaya gelmiştir. Bu sırada kapının arkasına saklanmış genç bir Yahudi kadın, korkudan lir tir titremişti. İşte şimdi kadının ya­şadığı titreme, evlerinde sakladıkları bu Yahudi kadına aitti.

Korku

Bir çili uzun zamandır birliktedir ancak adamın yalnızca baş­ka bir şehirde uygun bir iş bulabileceği ısrarı yüzünden, bir ara­da yaşamamaktadır. Katıldıkları terapi grubunda adama, kadının yaşadığı şehirde de uygun bir iş bulabileceği kendisine hatırlatıl­dığında adam, çeşitli bahaneler bulmaktadır. Sonuçla adamın bu davranışının alımda başka bir nedenin yattığı anlaşılır.

Adamın babası yıllarca verem yüzünden uzak bir klinikle yalmış, annesiyle ne zaman babasını ziyarete gitse baba, hastalı­ğını onlara ckı bulaştırmaktan korktuğunu söylemiştir. Bu olayın üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına vc babanın iyileşmesine rağmen oğlu da aynı endişeyi ve kaderi paylaşmaktan kurtulama­mıştır. Tehlikeli bir hastalığı varmış gibi, karısından uzak dur­mayı tercih etmiştir.

Yoldan çıkmak

İntiharın eşiğindeki bir delikanlı, terapi grubunda, küçük bir çocukken dedesine (annesinin babasına) “Dede, sen ne zaman ölüp arkadan gelenlere yer açacaksın?” diye sorduğunu anlatır. Dedesi bu soru üzerine kahkahalarla güler ama çocuk bu sorusu­nu asla unutamaz.

Terapist bu sorunun bir çocuğa sorduruldugunu, çünkü nor­malde başka birisinin sormaya cesaret edemediğini söyler.

İntihar eğilimli gencin aile geçmişi araştırılır vc çocuğun di­ğer dedesinin (babasının babası), sekreteriyle bir ilişki yaşadığı ortaya çıkar. Bu sırada dedenin eşi vereme yakalanmıştır.

Dedenin bundan haberi olmasa da “Ne zaman ölüp arkadan gelenlere yer açacaksın?” sorusu, bu bağlam içerisinde anlam ka­zanmakladır. Bu soru aslında dedenin veremli eşine dönük bir sorudur ve bu gizli arzu bir süre sonra gerçekleşmiş, eş verem­den ölmüşlür.

Dedenin suçunun bedelini ödemek, bilmeden “masum suçlu”ya dönüşen toruna düşmüştür. Oğlu, babasının, annenin ölü­münden bir miras almasını engeller. Dede sekreterle kaçar. Daha sonra torunu, bu meşum cümleyi söylemeyi ve bunun cezasını çekmeyi üstlenerek intiharın eşiğine sürüklenir.

Kefaret

Bir danışanımın bana anlattığı şekilde sizlere bir olayı aktar­mak isliyorum.

Danışanımın büyük büyük annesi genç bir çiftçiyle evlenir ve hamile kalır. Hamilelik sürecinde, kocası 31 Aralık günü, 27 ya­şındayken, ateşli bir hastalık sonucu ölür. Kocasının ölümünden sonra ailede bir takım tatsız olaylar yaşanmaya devam eder. Bü­yük büyük annenin evliliğinde kocasına sadık olmadığı, sonra­dan ikinci evliliğini yapacağı bir başka adamla ilişki yaşadığı, hat­ta kocanın ölümünün de bununla ilişkili olduğu söylentileri do­laşmaya başlar.

Büyük büyük anne, ikinci kocasıyla 27 Ocak’ta evlenir (bu kişi, danışanımın büyük büyük babasıdır). Bu eş de, oğlu 27 ya­şındayken, bir kazada ölür. O günden tam 27 yıl sonra büyük bü­yük babanın torunlarından biri hayata gözlerini yumar. Bir baş­ka torun da 27 yaşındayken kayıplara karışır.

Ailede şanssızlıklar bitmez vc torunlardan biri, 31 Aralık’ta, yani ilk kocanın öldüğü tarihte, 27 yaşındayken delirir ve 27 Ocak’ta, yani büyük büyük annenin ikinci evlilik yıldönümünde kendini asar. Bu torunun karısı da, tıpkı büyük büyük anne gibi, ilk kocası öldüğünde hamiledir.

Kendini asan adamın oğlu, danışanımın büyük büyük babası­nın torununun torunuydu ve danışanım bana bu mektubu yazma­dan 1 ay önce, 27 yaşında ölmüştü. Danışanım, bu akrabasının sağlığından endişe duyuyor, kendisi de bu yaşa yaklaştığında ba­şına bir şey gelmesinden korkuyordu. Bu korkusu yüzünden onu sık sık ziyaret ediyordu, hatla bir gün birlikte babasının mezarına bile birlikle gitmişlerdi. Bu olaydan sonra, annesi danışanıma 31 Aralık’ta bir sinir krizi geçirdiğini ve eline silah alarak havaya ateş açtığım anlatmıştı. Anne ve ikinci kocası, oğlunu o gün durdura­bilmişti ama bir dahaki sefere kendisini öldürmesinden korkuyor­lardı. Bu olay, büyük büyük annenin ilk kocasının 31 Aralık’ta, 27 yaşındayken ölümünden 127 yıl sonra gerçekleşmişti. Danışanı­mın akrabalarının bu olaydan haberi yoktu. Daha sonra büyük büyük babanın zehirlenerek öldüğü ortaya çıkmıştı.

Burada bir aile içinde yaşanan korkunç bir eylemin, dördüncü ve beşinci nesillere nasıl aktarıldığını görüyoruz. Ancak öykü bura­da bitmiyor. Bu mektup elime geçtikten birkaç ay sonra danışanım, büyük bir telaş içinde beni görmek istedi. İntihar etme düşüncesine saplanmıştı ve bu düşünceden kurtulamıyordu. Kendisini, büyük büyük annenin ilk kocasının karşısına geçmiş, ona bakarken hayal etmesini istedim. Bu kişinin önünde saygıyla eğilip şunları söyleme­sini istedim: “Sizin varlığınızı kabul ediyor ve onurlandırıyorum. Kalbimde bir yeriniz var. Lütfen hayatta kalmama izin verin.”

Sonra büyük büyük anne ve babasına dönüp şöyle demesini önerdim: “Her ne günah işlediyseniz bunu size bırakıyorum. Ben sadece bir çocuğum.” Sonra boynuna astığı ilmikten kendini kur­tardığını hayal etmesini ve o ilmikten uzaklaşmasını istedim. Bun­ları yaptıktan sonra danışanım oldukça rahatladı ve intihar eğilim­li düşüncelerden uzaklaştı. Büyük büyük annenin ilk kocası da o andan sonra danışanımın iyi bir arkadaşı ve koruyucusu oldu.

Çözüm

Son örnekte aile vicdanının yaptığı bazı taleplerin, ailenin son­raki masum nesillerini serbest bırakacak şekilde nasıl karşılanabi­leceğini gösterdim. Aileden dışlanmış üyeler onurlandırılır ve hak ettikleri yeri ve rütbeyi tekrar kazanmış olur. Böylece sisteme son­radan katılacak olanlar, işlenmiş olan günahı ve sonuçlarını geç­mişte, yani ait olduğu yerde bırakabilir ve bu günahın getirdiği yükten sıyrılabilir. Sistem kendini yeniden dengeleyerek herkese hak ettiği onuru ve huzuru yeniden vermiş olur.

İçgörü

Aile vicdanının altında yatan ilkeler, ilişkilerimizde de ken­dini belli eder. Bunların ilişkilerimiz üzerindeki etkisini anlaya­bilirsek içgörülcrimiz sayesinde aile vicdanının sınırlarını aşma­yı başarabiliriz. Bu içgörü, vicdanın bizi ne zaman körleştirdiği­ni bilir, vicdan bizi sarmaladığında özgürleştirir, harekete geçir­diğinde vicdana engel olur, felç etliğinde harekete geçirir, vicdan bizi yalnız bıraktığında ise bizi sever.

Patika

Oğlan babasını görmeye eve gider

Vc babasından bir şey ister:

“Gitmeden önce hayır duanı almak isterim.” Baba şöyle der: “Senin için edeceğim hayır dua, Seninle kısa bir yürüyüş yapmak olacak Bilgelik yolunda.”

Ertesi gün baba ve oğlu çıkarlar yürüyüşe. Dar bir vadiden tırmanmaya başlarlar dağa doğru. Zirveye yaklaştıklarında

Gün kararmak üzeredir.

Ama önlerinde uzanan ufuk çizgisi

Güneşin son ışıklarıyla apaydınlıktır.

Güneş batar

Bütün görkemiyle.

Gece olur

Ama karanlıkta

Yıldızlar çıkar ortaya birdenbire...

Anne Baba ve Çocuklar Arasındaki ve

Grup İçindeki Sevginin Düzenleri

Öncelikle sevgi ve düzenin etkileşimi hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Bu konu oldukça yoğun olduğu için en te­mciden başlayacağım.

Sevgi ve Düzen

Düzenin taşıdığını sevgi doldurur

Sevgi sudur, düzen bir gemi.

Düzen bir araya getirir,

Sevgi akar gider.

Sevgi vc düzen birlikte vaşar vc hareket eder.

Bir şarkı nasıl ezgide kendini bulursa

Sevginin ezgisi düzendedir.

Kulağımızı nasıl tırmalarsa düzensiz sesler

Ruhumuz da öyle rahatsız olur.

Eğer sevginin bir düzeni yoksa

Bazısı düzen olmasa da sevgi var diye düşünse de

Düzen sevgiden önce gelir.

Biz bilmesek de hep oradadır.

Düzeni biz yaratmadık, o zaten yaratılmıştı.

Ruhumuz gibi, bir anlam gibi keşfettik düzeni

Üzerimizdeki etkilerini gördükçe.

Farklı düzenler

Sevginin düzenini üzerimizdeki etkileri aracılığıyla fark ede­riz ve sevgi ilişkisinde kaybettiğimizi ya da kazandığımızı anla­mamızı belirleyecek olan kuralları da bu etkiler sayesinde anla­rız. Benzer özellikteki ilişkiler aynı, farklı ilişkiler ise farklı ku­rallara tabiidir. Anne baba ve çocuklar arasındaki sevginin düze­ni, akrabalar arasındaki sevginin düzerimden farklıdır. Birçiflin arasındaki ilişkinin kuralları da çiftin çocukları ile olan ilişkinin kurallarından farklılık gösterir. Aynı şekilde her şeyi bir arada tu­tan ve ilişkilerimizi düzenleyen, ruhani ve dinî bağla olan ilişki­mizin kuralları da hepsinden farklıdır.

Anne baba ve çocuklar

Anne baba ve çocuklar arasındaki sevginin düzeninde önce­likli kural, anne babaların vermesi, çocukların ise almasıdır. An­ne babalar çocuklarına daha önce kendi ailelerinden vc bir çili olarak birbirlerinden aldıklarını verir. Çocuklar da anne babala­rının verdiklerini kabul eder, kendi anne babalarından aldıkları­nı daha sonra kendi çocuklarına aktarır.

Çocuklar daha önceden anne babalarından bir şeyler aldık­ları için kendi çocuklarına bir şeyler verebilecek durumdadır, onların çocukları da ileride kendi çocuklarına verebilmek için şimdi anne babalarından almayı kabul eder. Dünyaya ilk gelen, daha çok vermek zorundadır çünkü daha sonra gelene göre da­ha çok şey almıştır. Dünyaya en son gelen, verdiğinden daha çok alabilir. En son gelen de yeteri kadar aldığı zaman o da ken­dinden sonra gelenlere vermek durumundadır. Versek dc alsak da bu şekilde hepimiz aynı düzene ve kurallara uymuş oluruz. Almanın vc vermenin kuralları kardeşler arasında da geçerlidir: ilk gelen ardından gelene vermek, sonradan gelen ise kendin­den önce gelenin verdiğini almak zorundadır. Birinci çocuk İkinciye ve üçüncüye vermek; ikinci, birinciden almak vc üçüncüye vermek, o da birinci vc İkinciden almak zorundadır. En büyük çocuk en fazla verir, en küçük çocuk en fazla alır. Bunun karşılığında en küçük çocuk, yaşlılıklarında anne ve babasına bakmak zorundadır.

Bir Alman şairi Conrad Ferdinand Mcyer, yukarıdan aşağıya doğru inen bu hareketi şiirlerinden birinde şöyle aktarmıştır:

Roma Çeşmesi

Su yükselir

Mermer havuzu doldurur.

Havuzun kenarından taşan sular

İkinci havuza doğru akar.

Bu bolluk sonra üçüncüye geçer.

Her bir havuz birbirinden alır, birbirine verir.

Sular akar durur.

Onurlandırmak

Anne baba-çocuklar ve kardeşler arasındaki sevginin düzenine göre, alan kişi vereni ve verdiğini omırlandırmalıdır. Verilen arma­ğanı kabul ederek, bu armağanı sonsuza dek yaşatmış oluruz; ar­mağandan yayılan ışık seli, hem alanı hem de vereni aydınlatır. Ro­ma çeşmesinde olduğu gibi, alçaktaki havuz, yukarıdan dökülen suyu alırken kendinden yukarıdaki havuzun suyuna yansıyan gök­yüzünden de bir miktar almış olur. Gökyüzünün en parlak oldu­ğu havuz ise en üstteki, suyu herkese akıtan havuzdur.

Ailedeki sevgi düzeninin üçüncü boyutu da öncelik sırasıdır; tıpkı alışverişte olduğu gibi, yukarıdan aşağıya ilerleyen bu önce­lik, zaman çizelgesi üzerinde önceden sonraya doğru ilerler. Ya­ni anne babaların çocuklara, ilk doğan çocuğun, sonradan doğan çocuğa göre önceliği vardır.

Yukardan aşağıya, önceden sonraya doğru olan alışveriş, ters yönde olacak şekilde değiştirilemez, geri çevrilemez. Çocuklar her zaman anne babalarının; sonradan gelen, önceden gelenin al­tındadır ve onlara bağımlıdır. Alışveriş ve zaman yalnızca ileri doğru akar, asla geri dönmez.

Hayat armağanı

Anne babanın vermesi, çocukların alması herhangi bir alışve­riş değildir; burada alınıp verilen şey, hayatın ta kendisidir. Ha­yat verirken anne baba kendilerine ait bir şeyi değil, bizzat ken­dilerini vermektedir. Bu nedenle anne ve baba çocuklarına aktar­dıkları hayata bir şeyler eklemek, ondan bir şeyler eksiltmek du­rumunda değildir; çocuklar da kendilerine verilen bu hayatı red­detmek, eksiltmek ya da arttırmak gibi haklara sahip değildir.

Sevginin düzeni, çocuğun anne babası taralından verilen ha­yatı ve anne babasını okluğu gibi kabul etmesini, daha farklı ol­masını dilememesini, herhangi bir savunma gereği ya da korku duymadan yaşamasını gerektirir.

Bu kabul ediş, tevazu gerektirir. Anne babamız aracılığıyla bize verilen hayalı ve kaderi, sınırların bu şekilde çizilmiş olma­sını, bize sunulan fırsatları, ailenin suçlarım, yüklerini ve avantajlarını onayladığımız anlamına gelir.

Bu kabul ediş deneyimini tekrar yaşamak istersek anne ba­bamızın önünde diz çöktüğümüzü, alınınız yere değecek kadar eğildiğimizi, avuçlarımız yukarı bakacak şekilde kollarımızı öne doğru uzattığımızı ve şöyle dediğimizi hayal edelim: “Sizlcri annem ve babam olarak onurlandırıyorum.” Sonra doğrula­lım ve hem babamızın hem de annemizin gözlerinin içine bakıp bize verdikleri hayat armağanı için teşekkür edelim. Şu sözleri dc söyleyebiliriz:

Şükran

Sevgili Anneni

Senden aldığım hayalı, bütün getirdikleriyle kabul ediyor,

Ödediğin bedeli

Benim ödeyeceğim bedeli biliyorum.

Sana mutluluk vermek için

Bir anımı boşa geçirmeden

Hayalımı dolu dolu yaşayacağım.

Hayatıma sıkıca sarılıp onurla yaşayacağım.

Senin bana verdiklerin gibi

Ben de benden sonrakine vereceğim.

Seni annem olarak kabul ediyorum

Sen dc beni çocuğun olarak kabul el.

Sen benim annemsin, ben senin çocuğunum.

Sen büyüksün, bense küçük.

Sen verirsin, ben alırım.

Sevgili Annem

Babamla evlendiğin için çok mutluyum.

Sizlcr benim için lek anne babasınız.

Sonra aynısını babanıza da söyleyin:

Sevgili Babam

Senden aldığım hayalı da bütün getirdikleriyle kabul ediyor,

Ödediğin bedeli

Benim ödeyeceğim bedeli biliyorum.

Sana mutluluk vermek için

Bir anımı bosa geçirmeden

Hayalımı dolu dolu yaşayacağım.

Hayatıma sahip çıkıp onu zenginleştireceğim.

Senin bana verdiklerin gibi

Ben dc benden sonrakine vereceğim.

Seni babam olarak kabul ediyorum

Sen dc beni çocuğun olarak kabul et.

Sen benim babamsın, ben de senin çocuğunum.

Sen büyüksün, bense küçük.

Sen verirsin, ben alırım.

Sevgili babam

Annemle evlendiğin için çok mutluyum.

Sizler benim için tek anne babasınız.

Bu sözleri anne ve babasına huzur içinde söyleyebilen kişiler, kendilerini bütün hisseder.

Reddetme

Bazıları anne babalarını bu şekilde kabul ederek onların kötü yönlerini, yani bazı huylarını, eksikliklerini ve suçlarını da kabul ediyor olmaktan rahatsız olur. Oysa kabul etmeyerek kötünün yanı sıra iyiyi dc dışlamış olurlar ve hayatı olduğu gibi kabul edemezler.

Eksik olanı tazmin etmek için, anne babasını reddeden ço­ğu kişi, bir aydınlanma ya da kendini gerçekleştirme çabasına girer. Bu çabalar aslında kabul etmedikleri anne ve babanın ye­rini doldurma çabasıdır. Anne babamızı reddederek aslında kendimizi reddetmiş oluruz; bundan ötürü de kendimizi kör­leşmiş, boş ve eksik hissederiz.

Özel bir şey

Tam olarak ne olduğunu açıklamak kolay olmasa da herke­sin kabul ettiği bir gerçek, hepimizin anne babamızdan miras al­madığımız, özel bir şeye sahip olduğudur. Bu iyi ya da kötü ama bizim kontrolümüz dışında gelişen bir durumdur. İnançlarımız, duygularımız ne yönde olursa olsun, istesek de istemesek de he­pimiz çok daha büyük bir gücün hizmclindeyizdir. Bazen üstlen­diğimiz bir sorumlulukla, bazen işimizle, karşımıza her ne çıkar­sa çıksın hepimiz bu amaca hizmet ederiz.

Anne babamızın bize verdikleri

Anne babalar bize yalnızca hayal vermez; bizi besler, eğilir, korur vc bize bir ev sağlar. Bu armağanları bize verildiği şekilde kabul etmemiz gerekir. Bu nedenle anne vc babamıza “Bana ver­diğiniz her şeyi sevgiyle kabul ediyorum” demeliyiz. Sevgi ve minnetle kabul etmek bir denge biçimidir çünkü böylelikle anne babalar takdir edildiklerini ve onurlandırıldıklarını hissederek daha da büyük bir mutlulukla vermeye devam ederler.

Anne babamızdan aldıklarımızın yeterli olduğunu düşünme­liyiz. Sıra dışı durumlar olsa da, her zaman istediğimiz kadarını ya da tam olarak istediğimizi alamasak da prensip olarak aldıkla­rımızın yeterli olduğuna kanaat getirmeliyiz.

Bir çocuk büyüdüğünde kendisini daha zengin ve yeterli his­sederse anne babasına, “Şimdiye kadar sizden yeleri kadar aldım, bundan sonrasını ben üstlenebilirim" diyebilir. Bu cümle gayet olumludur ve çocuğun bağımsız olmasına katkıda bulunur. Bu­nun yanı sıra, “Şimdi sizi huzur içinde bırakıyorum" derse ço­cuk, anne babasından ayrılmış olur ama hem anne baba hem de çocuk birbirlerine sahip olmaya devam ederler.

Öte yandan, eğer çocuk anne babasına, “Bana hâlâ borçlusu­nuz” derse anne baba kalplerini çocuğa karşı kapatır. Artık çocu­ğun talepleri yüzünden eskisi gibi özgürce ve isteyerek vermeye devam edemezler. Taleplerinden vazgeçmediği sürece çocuk da kendisine verileni kabul etmekte zorlanır.

Eğer çocuk taleplerinde ısrarcı olursa özgürleşemez çünkü talepleri onu anne babasına bağımlı kılar. Bu tür çocuklar anne babalarından asla ayrılamaz ama anne baba artık o çocuğu sahip­lenmek istemez.

Anne babamıza ait olanlar

Anne babamızın kim olduğuna ve ne verdiklerine ek olarak, bir de şimdiye kadarki hayatlarında yalnızca kendilerine ait ola­cak şekilde ne kazandıkları da önemlidir. Çocuklar tesadüfen an­ne babalarına bu yönden benzeyebilir ama aslında anne baba bi­lerek çocuklarına böyle bir özelliği aktaramaz, çocuklar da böyle bir şeyi devralamaz. Bazı şeyler bizim kendi şansımızdır.

Çocuk anne babasına ait iyi bir kaderi ve olumlu özellikleri, herhangi bir çaba göstermesine gerek kalmadan, bu deneyimi ya­şamadan, bir sıkıntı çekmeden devraldığında, sahip olduğu bu hakkın bir temeli olduğunu düşünebilir miyiz?

Bir çocuk anne ya da babasının bir rahatsızlığını, sorumlulu­ğunu ya da işlediği bir suçu üstlenmek durumunda kalırsa aile yaşamındaki alışveriş tersine dönmüş, çocuk kendine ait olma­yan bir şeyi almış olur. Çocuğun üstlendiği her ne ise aslında bir önceki aile üyesine aittir ve aslında bu kişinin kaderi ve sorum­luluğudur. Bu şey, kişi (aralından kabul edilmesi durumunda o kişiye güç ve yarar getirir. Bu kişi kendine ait bu gücü, kendisi­nin ödemiş olduğu bedeli yüklemeden başkasına aktarabilir.

İnsan doğduğunda kendinden önce doğmuş bir kişinin adına isteyerek de olsa bir kötülük üstlendiğinde, yaşça küçük olan, büyük olanın kişisel kaderine dâhil olmuş ve bu kaderi yaşamış olmanın getirdiği onur vc güçlen onu mahrum bırakmış olur. Geriye yalnızca yaşanmayan bir deneyim için ödenen bedel, ken­disine ait olmadığı hâlde üstlenilmiş bir suçun getirdiği yükle le­kelenmiş bir deneyim kalır.

Küstahlık

Ailede sonradan doğan birisi, kendine verileni kabul etmek yerine, eşitmiş, hatta üstünmüş gibi bunu kendinden önce doğ­muş birisine vermeye çalışırsa alışveriş düzeni tamamen bozul­muş olur. Anne babalar çocuklarından aldığında ya da çocuklar anne babalarına kendi anne babalarından ya da eşlerinden alama­dıklarını vermeye çalıştığında anne babalar çocuk, çocuklar anne baba rolünü üstlenmiş olur. Yukarıdan aşağıya doğru doğal bi­çimde akan alışveriş düzeni, yer çekimine karşı, aşağıdan yuka­rıya akmaya başlar, ancak asla hedefe ulaşamaz.

Birlikte çalıştığım bir grupta, annesi kör vc babası sağır olan bir kadın vardı. Anne baba birbirine gayet iyi bakıyordu ama kız çocukları onların sorumluluğunu vc bakımım üstlenme gereği duyuyordu. Gerçeği aydınlatmak için bir aile konstelasyonu ça­lışması yaptım vc bu çalışma sırasında kız çocuk bir yetişkin, an­ne babası ise küçük çocuk gibi davrandı. Ama anne, kızına, “Ben babanla başa çıkabilirim” derken baba da “Ben annenle başa çı­kabilirim, senin yardımına ihtiyacımız yok” dedi. Kız çocuk, bu sözleri duyunca büyük hayal kırıklığına uğradı çünkü tekrar ai­lenin çocuğu rolüne geri dönmek zorunda kalmıştı.

Kadın o gece uyuyamadı, ertesi gün de kendisine yardım et­memi istedi. Ona şöyle dedim: “İnsan uyuyaınıyorsa bunun ne­deni, sürekli birisine göz kulak olmaya çalışmasıdır.” Sonra ona Alman yazar Borchcrl’in yazdığı, savaş sonrası Berlin'de bir çocu­ğun başından geçen bir öyküyü anlattım. Öyküdeki çocuk, bede­nini sıçanlar yemesin diye, ölmüş kardeşinin başından ayrılmı­yor, gözlerini bir an kırpmıyordu. Çok yorgun düşmüştü ama uyanık kalmak zorunda olduğuna inandığı için uyuyanuyordu. Onun bu hâlini gören yaşlı bir adam, bir gün yanma yaklaştı vc “sıçanların gece uyuduğunu bilmiyor musun?" diye sordu. O ge­ce çocuk derin bir uykuya daldı. Bu öyküyü dinleyen kadın da o gece rahat bir uyku çekli.

Bir çocuk, alışverişin düzenini önemsemediğinde kendini ba­şarısızlık ya da yenilgiyle cezalandırır ama işlediği suçu ve çekiiği cezanın nedenini anlayamaz. Sevgisinden yapıyor bile olsa kendisine ait olmayan bir şeyi alıp vererek düzene karşı gelmiş olur. Yaptığının uygun olmadığım bilemez, hana iyi bir şey yap­tığını düşünür. Ancak düzen, sevgiyle yönlendirilemez çünkü ruhumuzda sevgiden önce gelen, sevginin düzenini belirleyen bir denge duygusu vardır. Bu denge duygusunun bedeli bazen mut­luluk, hatta hayalın kendisi bile olabilir. Bu nedenle sevginin, düzenin önüne geçme mücadelesi, bütün trajedilerin sonu ve başlangıcıdır. Bundan kurtulmanın tek yolu,, düzeni anlamak vc sevgiyle kabul etmektir. Düzeni anlamak bilgelik, ona sevgiyle teslim olmak tevazudtır.

Kader ortaklığı

Anne baba ve çocuklar çeşitli şekillerde birbirine bağımlı ol­dukları bir kader grubu oluşturur. Her biri yeteneklerine göre di­ğerlerinin refahı için elinden geleni yapmak zorundadır. Herkes hem alır hem de verir, çocuklar bile anne babaları yaşlanıp bakı­ma ihtiyaç duyduğunda vermeye başlar. Bu aşamada anne baba­lar, verdiklerini çocuklarından geri isteme hakkına sahiptir.

Hısım vc akrabalar

Anne babamızın yanı sıra anne babamızdan, akrabalarımız­dan ve onların yakınlarından oluşan bir gruba aidizdir. Bu büyük akraba grubu, bir kuvvetle birbirine bağlanmış gibi hareket eder vc grup üyeleri üzerinde bir düzen ve denge duygusu hâkimdir.

Bu düzen vc denge duygusu tarafından grubun üyesi sayı­lan herkes bu akrabalık grubuna aittir; bunun dışındakiler bu gruba ait sayılmaz. Bu gücün etki kapsamı, kimin gruba ait olup olamayacağını belirler. Genel olarak aşağıda belirtilenler gruba ait sayılır:

1.   Çocuklar vc kardeşleri

• Ölenler vc ölü doğanlar, kürtajlar vc düşükler, evlilik dışı doğanlar ve üvey kardeşler

2.    Anne babalar vc kardeşleri

• 1. maddenin alt başlığında belirtilenlerin hepsi buraya da dâhildir

3.    Büyük anne babalar vc genelde bir kardeşleri

4.    Bazen büyük büyük anne ya da baba

5.  Kan bağı olmasa da kişilerin akrabalık grubuna dâhil ol­masını sağlayan kişiler

      Anne babaların eski eşleri

     Bir şanssızlık ya da ölüm sonucu gruptaki kişilere fayda sağlamış kişiler

6.  Birini öldüren ya da öldürülen akrabalar, aynı ya da başka akraba grubundan olan kurbanları ya da katilleri

Akrabalık bağları

Akrabalık grubunun üyeleri kader ortaklığıyla birbirine bağ­lıdır, bu yüzden bir üyenin başına gelen sarsıcı bir olay, herkesi etkiler vc harekete geçirir. Örneğin, kardeşlerden biri ölünce di­ğerleri onun ardından ölmek ister, büyük anne vc babalar da ölen bir çocuğun ya da lorunun ardından ölmek isleyebilirler. Eşler­den biri öldüğünde diğeri dc ölmeyi dileyebilir ve ölenin ardın­dan içinden, “Senin gittiğin yere ben de geleceğim” der.

Kanser, ciddi bir kaza gibi hayatlarım tebdil eden bir dene­yim yaşayanlar, intihar eğilimli olanlar, bu lür bir akrabalık bagının pençesindedir ve içlerinden “Senin gittiğin yere ben dc gele­ceğim” derler.

Buna yakın bir başka konu da, bir aile üyesinin diğerinin sı­rasını alması, yani diğer üyenin acısını, kefaretini ve ölümünü üstlenmesi, bu kişiyi kaderinden kurtarmasıdır. Bu durumda iç­ten söylenen söz, “Senin yerine ben ölcyim”dir.

Örneğin bir çocuk, akraba grubundan birinin çok ciddi has­ta olduğunu görünce içinden, “Senin yerine ben hasta olayım” diyebilir. Ya da bir üyenin, işlediği bir günahtan ötürü kefaret ödediğini gördüğünde, “Senin yerine cezanı ben çekeyim” diye içinden geçirebilir. Ya da bir çocuk, anne babasının ya da yakın bir akrabasının gitmek ya da ölmek üzere olduğunu gördüğünde, “Senin yerine ben gideyim” diyebilir.

Genelde bir başkasının yerine acı çekmek, kefaret ödemek ya da ölmek isteyenler, ailenin genç üyeleridir. Karı koca arasında da bu tür bir yer değiştirme dileği gerçekleşebilir.

Burada bilinmesi gereken şey, bu sürecin bilinçdışı bir dü­zeyde gerçekleştiğidir. Kimse böyle bir durumdan bir yarar sağ­lamayı düşünmez vc olan bitenin farkında olmaz. Ancak bu sü­recin farkına vardığımızda kendimizi bu durumdan özgürleştir­me şansımız olabilir. Bu gibi karmaşık durumlar bir aile konste­lasyonu sayesinde açığa çıkabilir.

Bütünlük

Kader bağıyla yakından ilişkili bir konu da akrabalık sistem­lerindeki bütünlük düzenidir. Çok güçlü bir düzen duygusu ak­rabalık sistemi içindeki her bir üyenin, koşullar nc olursa olsun sisteme aidiyetinin sürmesini garanti altına alır. Akrabalık grubu üçüncü kuşağa, hatta bazen daha ötesine kadar uzanır; ölü üye­leri de yaşayan üyeler kadar kapsar. Akrabalık grubundan bir üye kaybolduğunda, örneğin aidiyeti reddedildiğinde ya da varlığı unutulduğunda, sistemde en baştaki özgün bütünlüğe dönmek için inanılmaz bir dürtü oluşur. Bundan ölürü dışlanmış üye, da­ha sonra sisteme katılan bir üye tarafından temsil edilir; bu üye, dışlanmış üyeyle özdeşleşerek onun kaderini üstlenmiş olur.

Bu süreç tamamen bılinçdışı gerçekleşir ve öncelikle çocuk­lar üzerinde etkisi görülür. Aşağıda bir örnek okuyacaksınız:

Evli bir adanı bir başka kadınla tanışır vc karısına “seni artık iste­miyorum, bir başkasıyla birlikle olmak isliyorum” der. Yeni eşin­den çocuk sahibi olur ve hu çocuklardan biri, terk edilen eşin yaşa­dığı nelrel, reddedilme vc üzümü gibi duyguları taşıyarak eski eşi, temsil edecektir. Ne çocuklar ne de anne baba bu özdeşleşmeden haberdardır.

Kabile sorumluluğu

Akrabalık grubunda çoğunlukla masum üyeler, diğer üyele­rin günahlarının bedelini öder. Bunun nedeni daha önceki üye­lerin neden olduğu adaletsizliğin kefaretinin ödenmesi ve düzeltilmcsidir. Bu adaletsizliğin giderilmesinde büyük gücün kullan­dığı kişiler, öncelikli olarak çocuklardır. Bu durum öncekilerin sonrakiler üzerinde öncelik sahihi olduğu ve sonrakilerin önce­kilere hizmet ettiği, sistem içindeki öncelik düzeniyle ilişkilidir. Hatla bazen sonrakiler öncekilerin uğrunda feda bile edilebilir. Bu yüzden akrabalık sistemindeki denge sorunu, öncekilere vc sonrakilere eşil muamele gözetmez vc sonrakilere adil davranma­yı güvence altına almaz.

Aidiyet hakkı eşitliği

Bir akrabalık grubunda bütün üyelerin eşit derecede ait olma hakkının bulunması, temel kurallardan biridir. Çoğu aile ve akra­balık grubu, bazı aile üyelerini bu haktan yoksun bırakır. Örneğin evli bir erkek, evlilik dışı bir çocuk sahibi olduğunda kendisi ya da eşi, “Bu çocuk ya da annesi hakkında hiçbir şey bilmek istemi­yorum. Onlar bu aileye ait değil ’ diyebilir. Bir aile üyesinin başı­na kötü bir olay geldiğinde, örneğin büyük babanın ilk eşi bebe­ğini dünyaya getirirken öldüğünde bir daha kimse onun adını an­maz. Aile üyeleri, kadmın başına gelenden korktuğu, benzeri bir kaderden çekindiği için, o sanki artık akrabalık grubuna ait değil­miş gibi davranmayı tercih eder. Ailenin kurallarına uymayan bir kişi, diğer üyeler tarafından, “Sen bizim için utanç kaynağısın, ar­tık seninle bütün bağımızı koparıyoruz” denerek dışlanabilir.

Kendilerinin daha ahlaklı olduğuna inananlar, “Bizim senden daha çok hakkımız var” ya da “Ait olma hakkını boş yere harca­dın” demektedir. Bu açıdan “iyi”, “Benim senden daha fazla hak­kım var” anlamına gelirken “kötü”, “Senin daha az hakkın var” anlamındadır.

Ölü doğan ya da çok küçükken ölen çocuklar genelde unu­tulduğu için, ait olma hakları ellerinden alınmış olur. Bazen an­ne babalar, ölü doğan çocuklarının adını, sonradan doğan çocuk­larına verirler, oysa burada ölü doğan çocuğa açıkça, “Sen artık bu aileye ait değilsin, senin yerini başka bir çocukla doldurduk” denmekledir. Ölü çocuk, kendisine verilmiş olan adı bile koru­yamamaktadır.

Akrabalık grubunun üyeleri, sevmedikleri, kaderinden kork­tukları, bir başka aile üyesine yer açtığını kabul etmek islemedik­leri ya da aslında minnet borcu duymaları gereken eski bir aile üyesinin elinden, aiı olma hakkını aldıklarında sistemde gözeti­len denge yüzünden, sonradan aileye katılan bir üye, özdeşleşme yoluyla, dışlanan üyenin kaderini üstlenecektir. Özdeşleşmiş üyenin bu durumdan haberi olmaz ve kendini korumak için hiç­bir şey yapamaz. Bir üyenin ait olma hakkı elinden alındığında grubun eski bütünlüğünü korumak ve adaleti sağlamak için önü­ne geçilemez bir güç oluşur ve dışlanmış üye, bir başkası aracılı­ğıyla temsil ve taklit edilir.

Bu bağlamda, ölen bir aile üyesinin hayatta kalan akrabaları, kendilerinin hayatta kalabilmesini bir haksızlık olarak kabul edip suçluluk duygusuna kapılabilir. Haksızlığı giderme işlekleri, nede­nini bilmeden kendi hayatlarını kısıtlamalarına yol açabilir.

Sevginin düzenleri

Akrabalık grubu, mutsuzluğu ve acıyı azaltmak yerine çoğal­tan, arkaik bir düzen tarafından yönetilmektedir. Ne pahasına olursa olsun dengeyi yeniden kurmak üzere işleyen sistemdeki bu baskının, dünyaya sonradan gelen bir üyeyi, eski bir üyenin suçunun kefaretini ödemek zorunda bırakması, bir mutsuzluk kısır döngüsü yaratır. Bu tür bir düzen, bilinçdışı kaldığı sürece gücünü koruyabilir; mesele aydınlatıldığı zaman ise altta yatan nedeni daha iyi anlayabilir ve yıkıcı sonuçlara yol açmasını en­gelleyebiliriz. Bunun üzerine düzen tekrar devreye girerek hem eski hem de yeni üyelere, adaletsizliği ya da haksızlığı giderme konusunda eşit haklar verir. Ben bu düzene Sevgi Düzeni diyo­rum. Kötülüğe kötülükle karşılık veren, körü körüne sevginin tersine bu sevgi, daha bilgedir, iyileştirici bir denge kollar ve kö­tülüğü sonlandırmak için iyiliği kullanır.

Öncelikle, “Senin peşinden geliyorum” ve “Senin yerine ben öleyim” sözlerini inceleyelim.

Bu sözleri içinden söyleyen kişilerden, peşinden gitmek isle­diği ya da yerine acı çekmek ya da cezasının kefaretini ödemek istediği kişiye doğrudan söylemelerini istiyorum. Kişi genelde bu sözleri doğrudan o kişinin yüzüne, gözlerinin içine bakarak söy­leyemez çünkü karşısındaki kişinin kendisini gerçekten sevdiği­ni ve böyle bir fedakârlığı kabul edemeyeceğini bilir.

Bir sonraki adım, peşinden gitmek istediği kişiye şunları söy­lemektir: “Sen büyüksün, bçnş.ç küçüğüm. Senin kaderinin önün­de eğiliyor ve kendi kaderimi bana verildiği şekliyle kabul ediyo­rum. Lütfen burada kaldığım sürece beni koru ve kolla. Tüm sev­gimle gitmene izin veriyorum.” Böylece kişi, yerine ölmek islediği insanla çok daha derin bir bağ kurmuş olacaktır. Ölmüş kişi onun mutluluğunu tehdit etmektense bütün sevgisiyle dünyada onu ko­ruyup kollayacaktır.

Bazen küçük yaşta ölen kardeşinin peşinden gitmek isteyen bir çocuk söz konusu olduğunda şunlar söylenebilir: “Sen benim ağabeyimsin (ya da kız kardeşimsin), seni bir ağabey/kız kardeş olarak onurlandırıyorum. Kalbimde her zaman bir yerin olacak. Senin kaderinin önünde eğiliyorum ve bana her ne getirdiyse ka­derimi yaşamak istiyorum.” Böylelikle, yaşayanların ölülere katılmasındansa, ölüler yaşayanlara katılmış olur ve onları esirger.

Kardeşi ölüp de kendisi hayatta kaldığı için kendini suçlu hisseden bir çocuk, ölmüş kız ya da erkek kardeşine şunları söy­leyebilir: “Sevgili kardeşim, sen öldün; ben bir süre daha yaşaya­cağım ve bir gün ben de öleceğim.” Ölen kişinin yaşayan üzerin­de kurduğu hâkimiyet duygusu sona ereceği için, hayatta kalan çocuk da kendini suçlu hissetmeden yaşamaya devam edecektir.

Akraba grubunun bir üyesi dışlandığında ya da unutuldu­ğunda, grubun bütünlüğünün yeniden sağlanması, bu dışlanma­nın kabul edilmesinden ve dışlanan kişinin hak ettiği saygıyı gör­mesinden geçer. Bu kabul ediş içsel bir süreç olarak başlar ve ör­neğin ikinci eş, birinci eşe “Sen ilksin, ben İkinciyim. Senin var­lığını ve gittiğinde benim için hazırladığın yeri kabul ediyorum.” Eğer birinci eş haksızlığa uğradıysa ikinci eş, sözlerine şunu da ekleyebilir: “Kocamı elde etmemin sana üzüntü verdiğini kabul ediyorum. Lütfen kocamla birlikteyken beni gözet, çocuklarımı koruyup kolla.” Aile konstelasyonu sırasında birinci eşin yüzü­nün nasıl değiştiğini, yumuşadığını ve gördüğü saygı sayesinde ikinci eşin bu talebini kabul ettiğini görebiliriz. Böylece düzen yeniden kurulmuş olur ve hiçbir çocuk, birinci eşi temsil etmek zorunda kalmaz. Aşağıda bir örnek dah i okuyabilirsiniz:

Kendi ülkesinde bir ürünün tek yetkili sancısı olan genç bir işada­mı, Porsche’siyle gelir ve elde ettiği başarılarını anlatmaya başlar. Yaptığı işte son derece başarılı ve oldukça çekici bir erkek olduğumı herkes kabul etmektedir. Ancak çok içki içmektedir vc muhase­becisi, kişisel harcamalarını çok yüksek tutarak şirketi tehlikeye al­tığı konusunda onu uyarmıştır. Başarısına rağmen, sanki her şeyi kaybetmeye çalışmak istemektedir.

Genç adam daha dünyaya gelmeden önce annesinin, zayıf karakter­li olduğu gerekçesiyle ilk kocasından ayrıldığı ve başka bir erkekle evlenerek ilk kocasından olan çocuğunu bu ikinci evliliği süresince doğurduğu ortaya çıkar. İşadamının yarı kardeşi olan bu çocuğun, gerçek babasını görmesine asla izin verilmez. Bugüne kadar da ba­basıyla hiç tanışamaz vc hayatta olup olmadığını da öğrenemez.

Genç işadamı uzun vadede başarılı olamayacağını çünkü elde ettiği mutluluğun kardeşinin mutsuzluğu pahasına olduğunu öğrenmiş­tir. Kendince şöyle bir çözüm bulur:

İlk olarak anne babasının evliliğinin ve kendi yaşamının, kardeşi­nin babasının katlanmak zorunda olduğu bir kadere bağlı olduğu­nu kabul eder.

İkinci olarak kendi kaderini kabullenir; kardeşine vc kardeşinin ba­basına. onları kendisiyle eşit gördüğünü, onların da eşit derece ya­şama hakkı olduğunu kabul ettiğini dile getirir.

Üçüncü olarak, alışverişteki dengeyi sağlamak isteğiyle, kardeşi için özel bir şey yapmak isler. Kayıp babasını arar vc onları tekrar bir araya getirmeye çalışır.

Sevgi Düzeni’nin uygulandığı alanlarda, geçmişteki adaletsiz­liği giderme konusunda akraba grubunun sorumluluğu sona erer; işlenen suç ve ortaya çıkan sonuçlar, ait olduğu yerde kalır. Daha fazla kötülükten başka bir şey doğurmayacak olan kötüyü kötüyle dengeleme yöntemi yerine, artık terazinin ibresi iyiyi göstermeye başlar. Dünyaya sonradan gelenler, kendinden önce gelenlerden alır, yapmış oldukları her şeyi kabullenerek bu kişi­leri onurlandırır, geçmişle yaşanan iyi kötü ne varsa geçmişte bı­rakırsa sevgi düzeni gerçekten işe yarar. Aileden dışlanmış olan­lar haklarını yeniden elde eder; biz de bu kişilerden korkmak ye­rine, onların dualarını elde etmiş oluruz. Bunun gerçekleşebilinesi için ruhlarımızda bu kişilere yer açmalıyız; bu yer, zaten onların en temel hakkıdır. Ancak bu sayede kendimizi tam ve bü­tün hissedebiliriz.

Kadın ile Erkek Arasındaki Sevgi Düzeni

Öncelikle kadın ve erkek arasındaki sevgi düzeninde herke­sin bildiği konuları anlatmak istiyorum.

Kadın ve erkek

Erkek, kendi içinde kadınsılık olmadığı için, kadın da erkeksiliklen yoksun olduğu için karşı cinsi çekici bulur. Bir erkeğin erkek olabilmesi için kadına ihtiyacı vardır, kadın olabilmek için kadın da erkeğe gerek duyar. Bir erkek, bir kadını eş olarak ka­bul ettiği zaman ilk kez erkek olur, kadın da bir erkeği kocası olarak kabul ettiğinde kadın olur. Ancak o zaman kadın ve erkek bir çili hâline dönüşür. _

Erkek ve kadın arasındaki sevgi düzenine göre, önce erkek bir kadını kendi kadını yapmak, kadın da erkeğin kendi erkeği olma­sını ister. Erkek ve kadın birbirlerini, örneğin eğlenmek ya da ken­disine bakacak birini bulmak gibi başka nedenlerden ötürü istiyor­sa bu ilişkinin temeli sağlam değildir. Bazen ekonomik konum, eğitim düzeyi, dinî inanç, birisini korumak, iyileştirmek, kurtar­mak, çocuklarımıza anne ya da baba aramak gibi nedenlerle evle­nenler olsa da bu ilişkilerin hiçbirinin temeli sağlam değildir.

Anne ve baba

İkinci olarak, Sevgi Düzeni, bir ilişki içindeki kadın ve erkeğin üçüncü bir varlığa yöneldiğini, erkeklik ve kadınlığın bir çocukla gerçek anlamını bulduğunu söyler. Çünkü bir erkek ancak baba olduğunda tam anlamıyla bir erkek, kadın da anne olduğunda tam bir kadın olur ve bir çocuğun varlığında gözle görülür biçimde ve ayrılmaz olarak birleşirler. Anne baba olarak, çocuklarına karşı duydukları sevgi, birbirlerine karşı duydukları sevgiyi de zengin­leştirir ve taçlandırır. Birbirlerine karşı duydukları sevgi, anne ba­ba olarak çocuklarına karşı duydukları sevgiden önce gelir ve kök­lerin bir ağacı beslemesi gibi, birbirilerine karşı duydukları sevgi de çocuklarına karşı duydukları sevgiyi besler.

Birbirilerine karşı duydukları sevgi gerçekten kalplerinden geliyorsa çocuklarına karşı duydukları sevgi de öyle olacaktır. Eşlerin birbirine duyduğu sevgi zayıfsa çocuklarına karşı duy­dukları sevgi de zayii olacaktır. Kadın ve erkek, birbirlerinde sev­dikleri ve beğendikleri özellikler her neyse, çocuklarında da aynı özellikleri beğenecek ve seveceklerdir. Birbirlerinde rahatsız edi­ci buldukları özellikleri, çocuklarında da aynı şekilde rahatsız edici bulacaklardır.

Anne ve baba kendi ilişkilerinde saygı, sevgi ve destek adına ne kadar başarılı oldularsa çocuklarıyla olan ilişkilerinde de o ka­dar başarılı olacaklardır. Benzer şekilde kendi ilişkilerinde başa­rısız oldukları konularda çocuklarıyla olan ilişkilerinde de başa­rısız olacaklardır.

Çocuklarına duydukları sevgi, anne babanın birbirilerine olan sevgisini zenginleştiriyor ve taçlandırıyorsa çocuk kendini kabul edilmiş, saygı görmüş, sevilmiş ve iyi hissedecektir.

Arzu

Evli bir çift, ünlü bir terapiste başvurur ve yardım ister. “Her gece soyumuzu devam ettirme konusundaki sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışıyoruz, ancak bütün çabalarımıza karşın şu ana kadar bu soylu görevi yerine getirmede başarılı olamadık. Yanlış yaptığımız bir şey mi var? Bu durumda ne yapmalıyız?”

Terapist çiftten kendilerini iyice dinlemelerini ister. Terapi sonunda doğrudan eve gidecekler ve kendi aralarında bu konu­yu tartışmayacaklardır. Çift kabul eder ve terapistin dediklerini dinler: “Her gece soyunuzu sürdürmek için çaba gösteriyorsunuz ama bu cesurca çabanıza karşın elinize bir şey geçmemiş. O za­man çabalamayı bırakın, artık tutku, üstüne düşen görevi yerine getirsin.” Böylece terapist, çifti eve gönderir.

Çift sabırsızlıkla eve döner. Baş başa kaldıkları bir anda birbirilerine karşı duydukları arzu ve tutkuya kendilerini bırakırlar ve on beş gün içinde kadın hamile kalır.

Çocuk doğurma yaşım biraz geçmiş bir kadın, son anda bir hamle yaparak gazeteye ilan verir: “Evlenmek için çocuklu ve dul bir erkek arıyorum.” Bu şekilde başlayacak bir ilişkinin başarılı olma şansı çok düşüktür. Bunun yerine gazeteye “Bir erkek arı­yorum, yok mu beni almak isteyen?” diye yazsa da pek bir deği­şiklik olmazdı.

Sevgi eylemi

Bir ilişkideki en samimi anımızın adını koyma ve bunu arzu­lama konusundaki çekincemizin birinci ve temel nedeni, kültü­rümüzün sevişme eylemini önemsiz ve neredeyse saygısız bir ge­reksinim olarak görmesidir. Oysa sevişmek, insanlığın başına ge­lebilecek en muhteşem eylemdir. İnsanların birbiriyle kurduğu başka hiçbir bağ, yaşamın düzeni ve bütünlüğüyle daha büyük bir uyum içinde olamaz. Dünyada başka hiçbir eylem bundan da­ha fazla bir sorumluluk gerektirmez, hiçbir eylem ruhumuza bu kadar büyük bir zevk verip ardından böylesi tatlı bir sızı bıraka­maz. İnsan eylemleri arasında en ciddisi, en tehlikelisi ve zorlu­su budur ve bize anlayış, bilgelik ve önem kazandırır. Bir karşı­laştırma yapacak olursak bütün diğer çabalarımız, bu esas eyle­me dönük bir hazırlık ya da onun bir sonucu, destekleyicisi ya da yerine koymaya çalıştığımız bir yedeğidir.

Sevgi eylemini yerine getirirken en mütevazı hâlimizleyizdir, başka hiçbir zaman kendimizi bu kadar açık ve savunmasızca or­taya koymayız. Sevgi eylemi sırasında hassas ve kırılgan oluruz, bu yüzden kadın ve erkeğin bir araya geldiği mekânı da gözler­den uzak tutmaya çalışırız. Bu eylem sırasında kendimizi karşımızdakinc emanet ederiz.

Kadın ve erkek arasındaki sevgi eylemi, aynı zamanda en ce­sur eylemdir. Kadın ve erkek ömürlerinin sonuna kadar birlikte olmak üzere bir araya geldiği zaman, daha ilişkinin en başınday­ken bile, bir sonun varlığına razı olurlar vc birbirlerinin sınırla­rını kabul ederler.

Karı koca arasındaki bağlar

Incil’de söylendiğine göre erkek, kadını sevdiğinde anne ve babasından ayrılmış ve karısına bağlanmış olur; böylece ikisi bir bedende birleşir. Kadın için de aynı şey geçerlidir. Bu imge ruhu­muzda yaşanan bir süreci taril eder, somut sonuçlarım da birbi­rinden ayrılamaz bir bağ biçiminde görebiliriz. İstesek dc isteme­sek de bu bağ başka bir ilişkide aynı şekilde tekrarlanamaz. Bil­il işkinin sona ermesi vc ardından bir başkasının başlamasıyla ay­nı bağın kurulduğunu söyleyenler olsa da sonraki ilişkilerde bu bağ kırklı bir biçimde gerçekleşir.

İkinci eşler kendilerinden önce kurulmuş bu bağın varlığım içgüdüsel olarak hissedebilir. Halta bazen eşler, birbirlerini bi­rinci eşlerini kabul ettikleri gibi tam olarak kabul etmekte zorla­nabilirler. İlk ilişki, eşlerden birinin ölümü yüzünden son bul­duysa bile, ikinci ilişkide suçluluk duygusu yaşanabilir.

İkinci ilişkinin başarılı olmasının koşulu, ilk ilişkide eşler ara­sında kurulmuş olan bağın tam olarak kabul edilmesi ve onurlandırılmasıdır. Yeni ilişkideki taraflar, kendi ilişkilerinin ilk ilişkiden sonra geldiğini, kendilerinden önceki kişilerin önceliğini vc önce­ki eşlerin kendilerine bir yer bıraktığını bilmelidir. İlk ilişkide ya­şanan bağın, bu ilişkide aynı şekilde yinelenemeyeceğini ve aslın­da bu bağın her yeni ilişkide biraz daha zayıfladığım kabul etmeli­dir. Bu yüzden, bir kural olarak ikinci ilişkiyi sona erdirirken, hissedilen suçluluk ve sorumluluk duygusu, birincide yaşanana göre biraz daha zayıflar. Aşağıda buna bir örnek okuyacaksınız.

Kıskançlık

Bir kadın, grup terapisinde kıskançlığıyla kocasını nasıl bez­dirdiğini, bu huyunun ilişkileri için çok zararlı olduğunu bilse bile kendini değiştiremediğini anlattı. Grup lideri, bu soruna şöyle bir çözüm gösterdi: “Böyle devam edersen cninde sonunda kocanı kaybedersin. İlişkiniz sürerken tadını çıkarmaya çalış.” Kadın rahatladı ve güldü. Bu grup çalışmasından bir süre sonra kocası, grup liderini aradı “karısını kendisine geri kazandırdığı için” teşekkür etli.

Yıllar önce aynı erkek, kız arkadaşı olarak tanıttığı bir başka kadınla grup çalışmasına katılmış ve terapi sırasında, kız arkada­şına yaşatacağı acı ve sıkıntıyı hiç önemsemeden, kendisine çok daha genç bir başka kız arkadaş bulduğunu vc yanında oturan kız arkadaşından ayrılmayı düşündüğünü söylemişti. İlişkileri yedi yıldır sürüyordu.

Bu erkek daha sonra yeni kız arkadaşıyla bir başka seminere katılmıştı. Kız arkadaşı seminer haftası süresinde hamile kalmış ve kısa bir süre sonra evlenmişlerdi. Onu kıskançlığıyla canından bezdiren kadın, işte bu kız arkadaştı.

Grup lideri, kadının kıskançlığının nedenini anlamıştı. Bu kadın, kocasının önceki ilişkisini inkâr etmiş, o ilişki hiç olma­mış gibi davranmıştı. Kıskançlık göstererek aslında kocasının sa­hibi olduğunu herkese göstermeye çalışıyordu. Oysa gizliden gizliye bu ilişkinin varlığını ve kendi sorumluluğunu kabul edi­yordu. Kıskançlığı, kocasının suçunun bir kanıtı değil, aslında bu ilişkiyi hak etmediğini düşünmesinden kaynaklanan bir du­rumdu. Kıskançlığının yaratacağı bir ayrılık, kocasının kendisin­den önceki ilişkisini kabul etmesinin tek yoluydu. Böylece önce­ki ilişkideki kadını desteklediğinin de bir göstergesi olacaktı.

Kan bağı

Kadın ve erkek arasındaki özel ve çözülmesi güç olan bağ, aralarındaki sevginin tamamlanmasıyla daha da gelişir. Bu eylem sayesinde kadın ve erkek önce bir çift, sonra da anne baba olur. Bu manevi sevgi ve ilişkinin herkese duyrulması yeterli değildir. Örneğin, eğer taraflardan biri ilişki başlamadan önce bir kısırlaş­ma ameliyatı geçirdiyse beraberliklerini sürdürmek istemelerine rağmen, bu durum ilişkiyi ve aralarındaki bağı zayıflatır. Bu çeşit ilişkiler bağlayıcı olmaz ve taraflar ayrıldığında duyulan suçluluk ve sorumluluk hissi az olur.

Eğer hamileliğin son bulması gibi bir nedenden ötürü ilişki­deki sevgi akışı zaman içinde zayıflarsa aradaki bağ sürse bile, ilişkide bir kırılma noktası oluşmuş demektir. Örneğin, kürtaj da ilişkinin sona ermesine neden olur. Kürtajın ardından kadın ve erkek, ilişkilerini sürdürmek isterse birbirlerine olan bağlılıkları­nı yenilemeleri ve yeni bir ilişkiye başlıyormuş gibi davranmalı­dırlar. Çünkü birinci ilişki sona ermiş, yeni bir ilişki başlamıştır.

Cinsel birliktelik, bedenin ruha olan üstünlüğünün bir gös­tergesi, gerçek ve çok büyük bir kanıtıdır. Bu kanıta rağmen cin­sel arzularımızı, zekâmıza göre aşağı görme eğilimindeyizdir. iç­güdülerimiz, gereksinimlerimiz, istek ve arzularımız aracılığıyla gerçekleşenleri; akılcı ve ahlaki kararlarımız aracılığıyla gerçekleşenlere göre daha az değerli kabul ediyoruz. Ama aklın ve ah­lakın bizi yarı yolda bıraktığı yerde, içgüdülerimiz haklılığını ve gücünü ispat eder. İçgüdülerimizin altında çok daha derin bir an­lam ve anlayış yattığı için, işler sarpa sardığında akıl ve ahlak korkarak geri çekilir ve meydanı içgüdülerimize bırakır.

Küçük bir çocuğun suya düştüğünü ve bir adamın çocuğun ar­dından suya atladığını hayal edelim. Adam bunu hesaplanmış bir akıl yürütme ya da ahlaki yükümlülükten ötürü değil, içgüdüsel olarak yapar. Akılcı değil de içgüdüsel olması, bu hareketin haklı­lığım, cesaretini ve övgüye değer olma durumunu azaltmaz.

Bir erkek ve dişi kuşun birlikle yuva yapması, çiftleşmesi ve yumurtaların üstüne yatarak onların çıkmaya hazır olana kadar sıeak tutmaya uğraşması, yalnızca içgüdülerle gerçekleştiği için daha mı az heyecan verici bir süreçtir?

Basso continuo

Kadın erkek ilişkisi, bir barok konçertosu gibi yönetilmeli­dir. Barok müziğin en önemli özelliklerinden olan “basso conti­nuo”, yani melodiye iyi bir zemin hazırlayacak ve armoniyi dol­duracak bas bölümü, ilişkiyi geri planda sürekli desteklerken üst notalarda çeşitli melodiler çalmahdır. Kadın erkek ilişkisinde “basso continuo” ya da “sürekli bas”ın şöyle bir ses çıkardığını hayal edebiliriz: “Seni istiyorum, seni istiyorum, seni isliyorum, seni karım olarak kabul ediyorum, seni kocam olarak kabul edi­yorum, seni hayalıma kabul ediyorum vc kendimi bütün aşkım­la sana sunuyorum.”

Eksiklik

Kadın vc erkek arasındaki ilişkinin ilk başladığındaki gibi devanı çimesi için, erkeğin erkek gibi olması vc öyle kalması, kadının da kadın gibi olması vc öyle kalması gereklidir. Bunun anlamı, hem erkeğin hem de kadının karşı cinslenmiş gibi dav­ranmaya, onun gibi düşünmekten vc hissetmekten kaçınmaya çalışmak zorunda olmasıdır. İki cins arasındaki ilişkide erkek, erkek gibi olduğu sürece önemlidir; kadın da kadın gibi olduğu sürece arzu edilir. İlişki ancak bu sayede anlamlı vc sürdürme­ye değer olur.

Erkek, bir kadın gibi davranabilscydi kadına ihtiyaç duymaz­dı; kadın da aynı şekilde erkeksi özelliklere sahip olsaydı bir er­kek olmadan hayatına devam ederdi. Bu nedenle hem erkeksi hem dc kadınsı özelliklere sahip insanlar, genelde yalnız yaşarlar vc kendilerine yeten insanlardır.

Babasının oğlu, annesinin kızı

Kadın vc erkek arasında sevgi düzeninin bir parçası da feda­kârlıktır. Fedakârlık çocuklukta başlar; örneğin, erkek olabilmek için erkek çocuğu ilk aşkından, yani annesine olan aşkından vaz­geçmek zorundadır. Kız çocuk da kadın olabilmek için hayatın­daki ilk erkekten, yani babasından vazgeçer. Erkeklik yolculu­ğunda başarılı olabilmek için erkek, annesinin yörüngesinden çı­kıp babasının yörüngesine girmelidir; kız çocuk da zaman içinde babasından uzaklaşıp annesine doğru yönelmelidir. Yalnızca an­nesinin etkisinde kalan bir erkek çocuğu, ergenlik düzeyinde ka­larak bir erkek ya da koca değil, ancak bir kadın avcısı olur. Ba­basının yörüngesinden çıkamayan kız çocuğu ise bir kadın, bir eş değil, ancak gelip geçici bir llört ya da metres olabilir.

“Annesinin oğlu”, “babasının kızı” ile evlendiğinde, aslında aradığı, annesinin yerine koyacak bir kişidir. “Babasının kızı” da kendine bir baba figürü arar vc bunu bir sevgili şeklinde bulur. “Babasının oğlu”, “annesinin kızı” ile evlendiğinde başarılı bir çift olma olasılıkları yüksektir. “Babasının oğlu", genelde kayın­pederiyle, “annesinin kızı” da kayınvalidesiyle iyi geçinir. Bunun tersine, “annesinin oğlu” ise genelde kayınvalidesiyle, “babasının kızı” ise kayınpederiyle iyi geçinir.

Anima ve aniınus

Bir erkek, annesinin yörüngesinden ayrılamazsa kadınsılık ruhuna işler vc babasından erkeksi özellikler almasını engeller. Kız çocuk da babasının yörüngesinden çıkamazsa erkeksilik ru­huna işler vc annesinden kadınsı özellikler almasını engelleyerek kız çocuğunun kadın olma yönündeki gelişimini sınırlandırır. C.G. Jııng erkek ruhundaki kadınsıhğı Anima, kadındaki erkeksiligi ise Animus olarak adlandırmıştır. Anima, annesinin yanından ayrılamayan erkekte çok güçlüdür. Bu tür erkekler kadınları anla­makla zorlanır ve onlara karşı daha az şefkat besler, diğer erkek vc kadınlar tarafından da pek ilgi çekici bulunmaz. Babasının yö­rüngesinden kopaınayan kız çocuklarında da Animus çok gelişir vc bu tür kadınlar hem erkeklere hem de kadınlara çok çekici gel­mez, erkeklere karşı pek anlayışlı ve merhametli olamazlar.

Erkek çocuk, annesinin etkisinden erken yaşta kurtulup ba­basının etkisine girerse ruhundaki Ânima etkisi sınırlı olur. Bövlece kadınların değerini daha iyi anlayan vc takdir eden bir erkek hâline dönüşür. Kız çocuk da erken yaşta babasının etkisinden kurtulup annesinin etkisine girdiğinde ruhundaki Animus çok belirleyici olamaz. Böylece bu kadın da erkeklere karşı daha an­layışlı vc şefkatli bir insan hâline dönüşür.

Anima erkek çocuğun babasına, Animus da kız çocuğun an­nesine çok yakınlaşamamasının sonucudur diyebiliriz.

Her iki taraf

Kadın ve erkek arasındaki sevgi düzeninin bir boyutu da bel­li bir miktarda alışverişin gerçekleşmesidir. Hem kadın hem dc erkek, karşı tarafla olmayan ama kendilerinde olanı verir, ken­dilerinle olmayanı alır. Bir ilişkinin verimli olabilmesi için taraf­ların karşı tarafta eksik olanı vermesi, kendinde eksik olanı kar­şı taraftan alması gerekir. Hem kadın hem dc erkek kendini kar­şı tarafa verir, onu da kendine alır.

Eğer taraflardan yalnızca biri veriyor, diğeri alıyor ise bu sev­gi düzeni bozulur. Alan taraf yoksul, veren taraf ise yardımsever gibi davranıyorsa bu süreçte alan taraf çocuk, veren taraf ise an­ne-baba rolüne bürünür. Alıcı, karşılığında bir şey vermeden, yal­nızca teşekkür ederek kabul eden bir kişiyse verici, karşılığında bir şey almadığı için zamanla kendini daha üstün hissetmeye baş­lar. Böylelikle denge bozulur ve alışveriş süreci tehlikeye girer.

İlişkideki alışverişin başarılı olabilmesi için her iki taraf da birbirini arzu etmeli, sevmeli vc eşinin gereksinim duyduğu şey­lere saygı duymalıdır.

Peşinden gitmek ve hizmet etmek

Sevgi düzenine göre kadın, erkeğin peşinden gider. Bunun anlamı kadının erkeğin ailesine, yaşadığı yere, arkadaş ortamına, diline ve kültürüne katılması ve çocuklarının da babalarının pe­şinden gitmesine rıza göstermesidir. Bu düzeni daha iyi anlamak için etkilerine bakmamız ve kadının erkeğin, çocukların ise ba­balarının peşinden gittiği aileler ile erkeğin kadının, çocukların da annelerinin peşinden gittiği aileleri karşılaştırmamız gerekir. Ancak elbette istisnai durumlar yaşanabilir ve bazı durumlarda erkeğin ve çocukların, kadının ailesine katılmasının daha güven­li vc uygun olduğu durumlar yaşanabilir.

Kadının erkeğin peşinden gitmesindeki eşitlik durumunu den­gelemek için, sevgi düzenine göre erkek de kadına hizmet etmelidir.

Eşitlik

Kadın ve erkek arasındaki sevgi düzeni, anne baba ve çocuk­lar arasındaki sevgi düzeninden farklıdır. Eğer bir çift, anne baba-çocuk ilişkisindeki sevgi düzenini kendi ilişkilerine uygula­maya çalışırsa ilişkinin dengesi bozulur.

Örneğin eşlerden biri, bir çocuk gibi diğerinden koşulsuz sevgi bekliyorsa aslında beklediği şey, anne babanın çocuğuna sağladığı bir güven duygusudur. Bunun sonucunda ilişkide bir sorun yaşanabilir. Bu beklentiyi çok fazla bulan eş, kendini geri çekebilir, hatta eşini terk edebilir ve bu kararında da haklıdır. Çocukluktaki düzenin eşler arasındaki ilişkiye aktarılması, ken­disinden koşulsuz sevgi beklenen taralı haksız bir yükün altına sokar ve ilişkinin sona ermesine neden olabilir.

Bir erkek karısına ya da kadın kocasına 'Ben sensiz yaşaya­mam” ya da “Beni terk edersen kendimi öldürürüm” gibi şeyler söylüyorsa söylenen kişi, ilişkiyi sonlandırmak zorundadır çün­kü burada aklı başında yetişkinler için kabul edilmesi mümkün olmayan bir zorlama söz konusudur. Oysa bu sözleri bir çocuğun söylemesi gayet kabul edilebilir bir durumdur çünkü gerçekten de çocuklar anne babaları olmadan yaşayamaz.

Kadın ya da erkek, eşini sürekli eleştirmek, eğitmek ve onu değiştirmeye çalışmak çabasındaysa burada da yalnızca anne ba­banın çocuklarına yapmaya hakkı olan bir takım davranışlar içi­ne girmiş demektir. Bu durumda da ilişki çoğu zaman baskı al­tındaki eşin bunalması, ilişkinin dışında bir kaçış yolu ve denge araması ile sonuçlanır.

Kadın ve erkek arasındaki sevgi düzeni, her iki taralın da birbi­rine eşit düzeyde saygı duymasını gerektirir. Taraflardan birinin kendini anne baba yerine koyması ve diğerine çocuk gibi davran­ması, eşler arasındaki sevgi akışını bozar ve ilişkiyi tehlikeye sokar.

Bu düzen, alışveriş dengesinde de geçerlidir. Anne baba ve çocuk ilişkisinde verici olan anne baba, alıcı ise çocuklardır. Ço­cuğun bu dengeyi bozma, anne babasıyla eşit konuma gelme ça­bası başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur. Çocuklar her za­man anne babalarına borçlu olacaklardır ve ilginçtir ki eşitlik arama çabaları başarısız oldukça kendilerini anne babalarına da­ha yakın hissederler. Ancak çocukları anne babalarına bağlayan borçluluk duygusu, aynı zamanda onları bağımsız olmaya ve ev­den ayrılmaya doğru da iter çünkü kendi başlarına bir şeyler ya­parak kendilerini kanıtlamaya çabalarlar.

Bu yüzden, bir kadın kocasına ya da erkek karısına bir çocuk gibi davranmaya başladığında örneğin, onun okul masraflarını ödediğinde artık ilişkide eşitlik dengesi bozulur. Kişi kendini borçlu hissetse bile okulu bittiğinde artık o ilişkiden ayrılmak is­teyecektir. Ancak paranın tamamını eşine geri öderse ilişkideki eşitlik tekrar sağlanır vc ilişki sağlıklı bir biçimde sürer.

Değiş tokuşun ölçüsü

Cinsiyet açısından kadın ve erkeğin verebildikleri farklı olsa da alışverişin oranı eşit olmalıdır. Sevgiyi alma ve vermede eşit­lik sağlanırsa ve bu eşitlik yaşamın diğer alanlarına da uzanırsa ilişki başarılı olur.

Taraflardan biri, diğerinden iyi bir şey aldığında eşitlik ve huzur duygusunu korumak için kendisine verilene denk bir şey vermek ister. Bir kadın, erkeği sevdiği için ona erkeğin kendisi­ne vermiş olduğundan daha fazlasını verdiğinde erkek de kadını sevdiği, ilişkinin devam etmesini istediği için ve aldığı şeyin al­tında ezilmemek için kadına aldığından daha fazlasını vermeye çalışır, ikisinin arasındaki alışveriş döngüsü süreklilik kazandığı sürece alışveriş de büyümüş olur.

Alışveriş tek taraflı olduğunda ilişki sona erer. Almadan veren kişi, bir süre sonra vermekten, vermeden alan da almaktan yoru­lur. Alışverişin sona erme nedenlerinden biri de veren kişinin, alan kişinin geri verebileceğinden ya da vermek istediğinden fazlasını vermesidir. Alan kişi, verenin verebileceğinden fazlasını istediğin­de de benzer durum yaşanır. Ahş ve veriş eylemleri birbirine denk ve ilişkinin kuralları çerçevesinde sınırları belli olmalıdır.

ikili bir ilişkinin başarılı olabilmesi için acı çekmenin derece­si de eşit olmalıdır. Eşlerden biri diğerini kırdığında ya da ona acı verdiğinde, mağdur da suçluyu benzer bir derecede kırmalıdır.

Mağdur kızmayı ya da öfkelenmeyi reddederse değiş tokuş yaşanamaz ve ilişki tehlikeye girer. Örneğin, eşlerden biri diğeri­ni aldatır ve aldatılan eş bir biçimde intikam alamazsa ilişki de­vam edemez. Ancak aldatılan eş de diğerinin canını yakarsa iliş­ki kaldığı yerden devam eder. Eğer mağdur suçluyu seviyorsa bu intikam birebir eşit derecede olmamalıdır yoksa ilişki bir acı çek­tirme yarışmasına dönüşür. Kendi masumiyetinden emin olan mağdur, daha fazla acı çektirme peşinde de koşmamahdır, bu da suçluyu mağdur durumuna düşürüp ona öç alma hakkı tanır. Mağdur acı çektirirken biraz daha insaflı davranmalıdır; böylece hem adalet hem sevgi dengesi bozulmamış olur ve sağlıklı bir alışveriş tekrar başlayabilir.

Mağdur ve suçlu, birbirine kötülük yapmaya devam ederse kötülüğün derecesi her seferinde artar ve ilişkide bir mutsuzluk ve intikam döngüsü başlamış olur. İlişkinin kalitesi iyiliklerin alışverişi ile ölçülür, kötülük ve intikamın değil. Kötülükten iyi­liğe doğru bir dönüşüm başladığında çiftin ilişkisi iyileşmeye başlar ve zaman içinde sevgi ile ilişkilerini tamir ederler.

Farklı ilişki kalıpları

Herkesin aile içi ilişkileri birbirinden farklıdır. Bir ilişkinin başarılı olması için, kadın ve erkek, anne babalarından miras al­dıkları ilişki kalıplarını incelemeli ve kendi ilişkileri için belirle­dikleri ilişki kalıplarını eski kalıpların yerine koymalıdırlar. Bu süreçte masumiyet ve suçluluk duyguları yaşanabilir. Eşler, ken­di anne babalarının davranış ve inanç kalıplarını benimserken bu kalıplar zararlı bile olsa kişilerde masumiyet duygusu hâkimdir. Bu kalıpları iyi ve kendileri için yararlı olan yenileriyle değiştirir­ken bile suçluluk duygusu yaşanması kaçınılmazdır. İlişkide iyi­lik ve mutluluk için ödenecek bedel, suçluluk duygusudur.

Kilitlenmeler

İkili ilişkilerde yaşanan bazı sorunlar kendi akraba grubu­muz içindeki ilişkilerden kaynaklanabilir çünkü bazen her iki ta­raf da aile içinde çözümlenmemiş bazı konuları bilinçdışında be­raberlerinde taşıyor olabilir. Aşağıda bir örnek okuyacaksınız:

Bir kadın ve erkek birbirlerine çok yakın da olsalar nedenini bile­medikleri biçimde çok çalışma yaşamaktadırlar. Bir gün kadın, terapisıin önünde kocasına terslenir ve terapist o sırada kadının yü­zünün yaşlı bir kadına dönüştüğünü fark eder. Terapist hemen dik­katleri kadının yüzünün dönüştüğü hâle çeker ve sorar: “Kim bu yaşlı kadın?” Kadın birden büyük annesini hatırlar. Büyük babası­nın, misafirlerin önünde bile büyük annesinin saçından sürükleye sürükleye başka odaya götürdüğünü ve onu hırpaladığını anımsar.

Çalışmaya katılan kadın, kocasına karşı hissettiği öfkenin kaynağı­nın, aslında büyük annesinin büyük babasına karşı hissettiği bastı­rılmış öfke olduğunu anlar.

Evliliklerde nedeni anlaşılamayan pek çok sorun, buna ben­zer ailevi kilitlenmelerden kaynaklanır. Bu süreç tamamen bilinçdışımızda gerçekleşir ve biz farkına varana kadar da bizi etki­si altına alır. Ancak kilitlenmelerin bir kere farkına vardığımız zaman, ortada hiçbir neden yokken eşimize kızmamak konusun­da daha dikkatli davranmaya başlarız.

Taahhüt

Bazı çiftler ilişkilerinin derinliği konusunda yanlış bir izleni­me kapılır ve ilişkilerini zaman içinde, kişisel heves ve isteklere göre değişebilen bir düzenleme zannederler. Bu pervasızlık ve kapris nedeniyle ilişkilerini tehlikeye atan çift, aslında uyulması gereken bir sevgi düzeni olduğunun farkına vardığında çok geç kalmış olurlar. Örneğin, eşlerden biri ilişkiyi sona erdirmek iste­diğinde eğer diğer eşe haksızlık yapıldıysa bu ilişkiden doğmuş çocuk bir hastalık sebebiyle ya da intihar ederek ölebilir ve böy­lece bu haksızlığın kefaretini ödemiş olur, ilişkiler, kuralları asla değişmeyen bir sevgi düzeni temeline kurulur. Bu sevgi düzeni, çiftlere bazı hedefler belirler. Çift eğer bu hedefleri başarmak is­tiyorsa taahhütte bulunmanın getirdiği bazı talepler ve fedakâr­lıklar yerine getirilmelidir.

Vazgeçmek

Bir erkek bir kadını karısı olarak kabul ettiğinde onun aracı­lığıyla bir erkek hâline gelir. Aynı zamanda kadın onun erkeksi­liğini sorgular, eksiltir vc evlilik içinde erkek zamanla erkekliğin­den kaybeder. Benzer şekilde kadın da erkeği kocası olarak kabul ettiğinde onun sayesinde bir kadın hâline gelir ancak aynı za­manda bu ilişki kadının kadınsılığından da götürür. Kadın ve er­keğin aralarındaki bu farkı korumaları için, her ikisi de hemcins­leriyle zaman geçirerek erkeksilik ve kadınsıhklarını korumalı ve eksilmesine izin vermemelidir.

Buna karşın, hem erkek hem de kadın, ilişki içinde kendi kimliklerinden bir parça kaybedebilir. Erkekler ve kadınlar her açıdan farklı yaratıklardır ancak dünyayı algılama, hissetme ve davranış biçimlerindeki farklılık, eşil derecede kabul edilebilir yaşam biçimleridir. Hem kadınlar hem de erkekler bunun farkı­na varmalıdır. Yine de hem kadın hem de erkek, eşinin erkeksi­lik ya da kadınsılığını azaltıyorsa birbirleri sayesinde kazandıkla­rı kadınsı ve erkeksi kimliklerden zaman içinde vazgeçmelidirler. Bu değiş tokuş sırasında her iki cins dc ilişkinin aslında bir tür kendinden vazgeçme olduğunu anlamaya başlar. Bir ilişkiye gi­rerken bunun bizim için büyük bir tatmin ve başarı olduğu dü­şüncesiyle hareket ederiz, oysa gerçekte bütün ilişkiler kendin­den vazgeçmeyi gerektirir. Bir ilişki ne kadar uzun sürerse kadın ve erkek, kendi kimliklerinden o kadar fedakârlık eder. Ancak daha sonra eşler farklı, daha üst bir düzeye ulaşır. İlk başta kadın ve erkeği birlikte olmaya doğru iten şey farklılıklardır, bu iki cin­sin birleşimi, yalnızca geçici bir bütünlük oluşturur. İki cinsin dünyevi düzeyde bir araya gelmesi yalnızca bir semboldür, ger­çek anlamda birleşme ancak ölüm sayesinde gerçekleşir. Öldük­ten sonra hepimiz ait olduğumuz yere geri döneriz.

Yukarıda anlatılanlar elbette bir bakış açısıdır ancak yaşadı­ğımız ilişkilerin derinliğini ve ciddiyetini göstermek açısından önemlidir. Cinsler arasındaki farklılıkların üstesinden gelmek ancak nihai feragatimiz sayesinde mümkün olacaktır.

Miş gibi

Önceki ilişkilerimizde bizi yönlendirmiş olan sevgi düzeni, genel boyutta bütün ilişkilerimizde geçerlidir, hatta dünyayı ve bize gizemli gelen pek çok şeyi anlamamızda da bize yar­dımcı olur.

Bu gizem dünyasıyla olan ilişkimizi anne baba ve çocuk iliş­kisine benzetebiliriz; kendimize bir “tanrı baba” ya da “doğa an­ne” gibi bir kavram arar, bir çocuk gibi inanır, umut eder, güve­nir ve severiz. Gizemlerden bir çocuk gibi korkarız; hatta belki esas korktuğumuz şey, gerçeği öğrenmektir.

Bazen bu gizemle ilişki kurarken atalarımız ya da akrabala­rımızla yaptığımız gibi, bir topluluğun kan bağıyla bağlı üyesi olduğumuzun farkına varırız ya da gerekçelerini anlayamadığı­mız ve değiştiremediğimiz bazı nedenlerle seçildiğimiz ya da dışlandığımız akraba grubumuzda olduğumuz gibi ilişki kur­mayı tercih ederiz.

Bu gizemli dünyada bir iş ortamındaymışız ve diğerleri bizim çalışma arkadaşlarımızmış gibi de davranabilir; hak, hukuk vs. konularında anlaşmalar ve pazarlıklara oturabilir, alışverişi, ka­zanma ve kaybetme konularını düzenleyebiliriz.

Bazen bir ilişki içindeymişiz, damat ya da gelin, seven ve se­vilenmiş gibi davranmak isteriz.

Bu gizemli dünyaya bir anne babanın çocuğuna davrandığı gibi davranabilir, neyi yanlış neyi doğru yaptığım söyleyip yara­dılışını sorgular, eğer işler beğendiğimiz gibi gitmiyorsa kendi­mizi bu dünyadan uzaklaştırmak isteyebiliriz.

Bu gizemle ilişki kurarken sevgi düzenini geride bırakıp bir denizdeymişiz ve bütün akarsular, bütün yollar varması gereken yere varmış gibi huzur içinde yaşamayı seçebiliriz.

Ruhani Vicdan

Giriş

Aile konstelasyonu kişisel ve kolektif vicdan çerçevesinde kaldığı sürece ruhu içeren geniş kapsamlı çözümleri engelleyici bir özellik gösterir. Yalnızca ruhani aile konstelasyonları ruhani vicdanla uyumlu hareket eder ve diğer iki vicdanın sınırlılıkları­nı aşar, böylece ilişkilerimizdeki her şeyi sarıp sarmalayan sevgi­ye yol açmış olur.

îleriki sayfalarda ruhani aile konstelasyonuna neden gerek duyduğumuz konusuna açıklık getirmek üzere bazı düşünceleri­mi aktaracağım. Bu düşünceler, bizlere kendi varlığımızla uyum içindeki ruhani bir desteğin kılavuzluğunu yaşama deneyimini anlamada yardımcı olacaktır.

Farklı Vicdanlar

Üç farklı vicdan vardır ve her biri ayrı bir ruhani alan oluş­turur.

îlki kişisel vicdandır. Bu vicdan dar ve kısıtlıdır: “İyi” ve “kö­tü” ayrımı yaptığı için bazı kişilerin ait olma hakkım kabul eder­ken, bazılarını bu haktan yoksun bırakır.

İkinci vicdan kolektiftir; kapsamı daha geniştir ve kişisel vic­danın dışladığı kişilerin de temsilini üstlenir. Bu nedenle çoğu zaman kişisel vicdanla çatışma halindedir. Ancak kolektif vicda­nın da bazı sınırlılıkları vardır ve yalnızca yönetimi altındaki grup üyelerini içine ahr.

Üçüncü vicdan ruhanidir ve “iyi”, “kötü”; “ait”, “dışlanmış” ayrımı yapılırken ortaya çıkan diğer vicdani sınırlılıkları aşar.

Kişisel Vicdan

a.    Ait olma

Kişisel vicdanı iyi ve kötü olarak hissederiz, vicdanımız ra­hatken kendimizi iyi, rahatsızken kötü hissederiz.

Vicdanımız iyi ve kötü, rahat ve rahatsızken neler olur? Bu rahat ve rahatsızlığa ne neden olur?

Vicdanımızın rahatsızlığının nedeni, ait öldüğümüz ve hayat­la kalmak için bağımlı olduğumuz kişilerin ve topluluğun bek­lentilerine ve taleplerine uygun olmayan bir düşünce ve davranış içinde olmamızdır.

Vicdanımız, bu insanlar ve gruplar ile sürekli yakın ilişki için­de olmamız konusunda tetiktedir. Düşüncelerimizin, isteklerimi­zin ve eylemlerimizin aidiyet duygumuzu tehlikeye atıp atmaya­cağını kontrol eder. Eğer bağımlı olduğumuz insanlardan uzak­laştığımızı algılarsa aidiyetimizin tehlikeye girmesinden korku duyar. Bu korkuyu bizler vicdan rahatsızlığı olarak algılarız.

Öle yandan bu insan ve grupların beklenti ve talepleri doğ­rultusunda düşünüp hareket elliğimizde aidiyet duygumuzun sağlamlaştığını hissederiz. Bu güven duygusu kendimizi iyi his­setmemizi ve rahat etmemizi sağlar. Yalnız ve savunmazsız kal­ma korkusundan uzaklaşır vc kendimizi güvende hissederiz. Bu olumlu duyguyu da vicdanımızın rahatlığı olarak algılarız.

Kısacası kişisel vicdan, bizim için önemli insanlarla olan bağlarımızı kuvvetlendirir. Ama bu vicdan bizi yalnızca belirli insanlara bağlar, geri kalanı dışlar. Bu nedenle dar kapsamlı bir vicdandır.

Bu vicdan türü, çocuklarda baskındır çünkü çocuklar aidiyet duygusu olmadan yaşayamaz. Kişisel vicdan, topluluk içindeki varlığımızı sürdürmemiz açısından son derece önemlidir. Bu önemi göz ardı etmemeli, kişisel vicdanın toplumda ve kültürde öncelikli yere sahip olduğunu kabul etmeliyiz.

b.    İyi ve kötü

Bu bağlamda, iyi ve kötü kavramlarımızın kişisel vicdanımız tarafından oluşturulduğunu gözlemleyebiliriz. Bu kavramlar dü­şünce ve eylemlerimizin, aidiyetimizi ne kadar koruduğunu ya da ne kadar tehlikeye attığını ölçer.

İyi kavramı, aidiyetimizi güvence altına alan şeyler için geçerlidir. Vicdanımız rahatken iyilik hissederiz ve endişelenmeyiz, örneğin kişisel vicdanımızın dışına çıkıp dışarıdan bir gözle ba­kacak olursak iyilik ve kötülük kavramlarımız farkh olabilir. Ki­şisel vicdana göre bu kavramlar tartışmalı hâle gelebilir.

Bu nedenle iyi kavramını pek sorgulamadan, iyi olarak kabul eder ve savunuruz. Bu tartışmalı iyi kavramı, bu zihinsel alanın dışındaki bir kişiye tuhaf, hatla tehlikeli gelebilir; oysa içindeki­lere göre sorguya suale gerek hile yoktur.

Aynı durum kötü için de geçerlidir; tek fark, kötü kavramı­nı iyiye göre daha yoğun hissetmemizdir. Burada da aidiyet, hatta buna bağlı olarak yaşama hakkımızı kaybetme korkumuz ağır basar.

Kısacası iyi ve kötü arasındaki ayrım, bireylerin kendi grup­ları içinde hayatta kalmalarını sağlar.

Kolektif Vicdan

Hissettiğimiz vicdanın ardında, ondan daha kapsamlı, etkile­ri daha güçlü bir vicdan daha vardır. Ancak bu vicdanı her zaman hissedemeyiz çünkü kişisel vicdannnız kolektif vicdana göre da­ha öncelikli hissedilir.

Kolektif vicdan, grup vicdanıdır. Kişisel vicdan, birey tarafın­dan hissedilir ve bireyin aidiyetinin ve yaşam mücadelesinin hiz­metindedir. Kolektif vicdan ise aile ve grubu bir bütün olarak ele ahr. Bireyleri feda etmek pahasına, topluluğun hayatta kalmasına hizmet eder. Grubun bütünlüğü önemlidir ve varlığını sürdür­mesini sağlayacak kurallar geliştirir.

Bireylerin çıkarları, grup çıkarlarıyla ters düştüğünde kişisel vicdan da kolektif vicdanla çakışmış olur.

a.    Bütünlük

Kolektif vicdan ne tür kurallar geliştirir ve bu kurallara uyul­masını nasıl sağlar?

İlk kural, grubun her üyesinin eşil derecede aidiyet hakkına sahip olmasıdır. Bir grup üyesi, herhangi bir nedenle gruptan dış­landığında gruba sonradan katılan bir üye, dışlanan üyenin tem­silciliğini üstlenir.

Kolektif vicdan, ahlak duygusundan bağımsızdır. İyi ile kö­tü, suçlu ile masum arasında ayrım yapmaz. Bütün grup üyeleri­ni aynı şekilde korur, herkesin ait olma hakkını gözetir, eğer bu haklan yoksun bırakıldılarsa dengeleri yeniden kurmaya çalışır.

Eğer bir aile üyesi bu haktan yoksun bırakıldıysa ne olur? Dışlanan üye, aileye sonradan katılan üye aracılığıyla temsil edi­lerek bu vicdan tarafından tekrar aileye hatırlatılır. Bu aile üyesi, dışlanmış üyeyle olan bağlantısının farkında değildir.

Dışlanmış aile üyesinin tekrar aileye geri döndüğünü nasıl anlarız? Bir başka aile üyesi, dışlanmış aile üyesinin kaderini üst­lenir, benzeri duygular yaşar, benzer bir hayat sürer; hastalıkları, hatla ölümü bile eski üyeye benzerlik gösterir. Bu temsilci üye, dışlanmış üyenin hizmetindedir. Bir bakıma, dışlanmış üye, son­radan aileye katılan üyeyi sahiplenir ama yine de kendi kimliği belirgindir. Dışlanmış üye, aile içinde hak ettiği yere döndüğün­de temsilci üye de dışlanmış üyeyi aileye yeniden hatırlatma gö­revinden kurtulmuş olur.

Dışlanmış üye temsilci olmayı kendisi istemez. Nadiren, dış­lanmış bir üye bir başka aile üyesi hakkında kötü niyet taşısa da bu temsile neden olan şey kolektif vicdandır. Kolektif vicdanın hedefi, grubun bütünlüğünü korumaktır.

b.    İçgüdü

Bu vicdanı kişiselleştirmek, hesaplı ve planlı kişisel amaçlar taşıdığını söylemek doğru değildir. Bu vicdan, kolektif bir dürtü olarak harekete geçer ve istediği tek şey, grup bütünlüğünü ko­rumak ve kollamaktır. Bu nedenle araçlarını seçerken yaptığı se­çimler tamamen bilinçsizdir.

c.    Ölümün ötesinde aidiyet

Kolektif vicdanın etkisi altına aldığı insanları ayırt etmemiz zor olmaz çünkü kimin dışlanmış aile üyesinin temsilcisi olarak seçilebileceğini, kimin seçilemeyeceğini çoğu zaman biliriz. Dik­kat edilmesi gereken bir konu, hiçbir aile üyesinin ölüm nede­niyle ait olma hakkını kaybetmediğidir. Kolektif vicdan; ölmüş üyeleri, yaşayan üyelerden ayrı tutmaz, onlara eşit davranır. Kim­se öldüğü için ailesinden kopmaz, aile sistemi ölü ve yaşayan üyelerini sistem içinde tutmaya devam eder.

Bu vicdan özellikle, alenin dışlanmış, merhum üyelerini geri döndürmeye çalışır. Ölünce insanlar yaşamlarını kaybetseler de aileye olan aidiyetleri asla kaybolmaz.

d.    Kimler aittir?

Aşağıda kolektif vicdan tarafından yönetilen aile sistemine kimlerin ait olduğunu sıralamaya çalışacağım. Bu vicdan taralın­dan yönetilen aile üyeleri, en yakından başlayarak şu şekildedir:

1.   Çocuklar. Bu grup kendimizi ve kardeşlerimizi kapsar. Kardeşlere yalnızca yaşayanlar değil; ölü doğanlar, kürtaj­la alınanlar vc düşükle kaybedilenler dc dâhildir. Bildiği­miz gibi bazıları bu son saydıklarımızın dışlanması ya da unutulması, hayata onlarsız devam edilmesi gerektiğine inansa da hepsini gruba dâhil ederiz. Sistem, başka aileye evlatlık verilmiş ya da herkesten saklanmış çocukları da aile üyesi olarak kabul eder.

Kolektif vicdan açısından herkes gruba aittir, her zaman hatırlanmalı, nedeni sorgulanmadan ailenin parçası olarak gö­rülmelidir.

2.   Çocukların üstündeki düzey. Bu kategori anne baba ve anne babanın kan bağıyla kardeş olduğu akrabaları içerir. Ölenler, yaşayanlar, bilmediklerimiz, başka ailelere evlat­lık verilmiş herkes bu gruptadır.

Buna ek olarak anne babaların eski eşleri de aileye dâhildir. Reddedilmiş ya da dışlanmışlarsa sevgiyle hatırlanana vc tekrar kabul edilene kadar çocuklardan biri tarafından temsil edilirler. Bu insanlar, kendilerinden sonra yaşananlara doğrudan ya da do­laylı olarak yol açmışlardır.

e.    Tek çözüm sevgi

Dışlanmış aile üyeleri, yalnızca sevgi sayesinde geri getirile­bilir. Peki, bu sevgi nasıl bir sevgidir? Bu sevgi, o insanı oldu­ğu gibi kabul ettiğimizde hissettiğimiz sevgidir. Bazen nelere yol açmış olabileceğimizi düşündüğümüzde bu sevgiyi acı ola­rak da hissederiz.

Bu sevginin diğer insanlara ulaşıp ulaşmadığını, bir uzlaşma ortamı yaratıp yaratmadığını ve dışlanmış üyelerin rahata kavuş­masını, böylelikle de hak ettikleri konumu yeniden kazanıp ora­da huzur içinde yaşamalarına yardım edip etmediğini hissederiz. Bu sayede kolektif vicdan da huzura kavuşur.

Bu vicdan, sevgiye hizmet eder vc aynı aileye üye olan herke­sin bu sevgiden yararlanmasını sağlar.

f.    Başka kimler aileye aittir?

3.   Anne babanın üstündeki düzey. Büyük anne ve babalar bu gruba aittir ancak özel bir kadere sahip olmadıkları sü­rece onların kardeşleri bu grupta değildir, bir önem taşı­mazlar. Büyük anne ve babanın eski eşleri de bu gruptadır, ilişkiler önemli kabul edilir.

4.   Büyük büyük anne babalar. Nadiren de olsa büyük büyük anne babalardan bir iki tanesi aileye ait olabilir.

Bu noktaya kadar anne baba ve büyük anne babaların kan ba­ğıyla bağlı olduğu akrabaları ve eski eşlerini bu gruba dâhil ettik. Aidiyetle ilgili diğer kategoriler şunlardır:

5.   Ailenin zararına ya da yararına neden olanlar. Kan bağı olanlar vc eski eşler dışında hayatları ya da servetleriyle ai­leye etkisi olmuş kişiler bu gruptadır. Örneğin, aile bu ki­şiden miras devralmış olabilir.

6.   Kurbanlar. Aile üyelerinin şiddet dolu davranışının kurba­nı olmuş kişiler, özellikle dc öldürülmüşlerse ailenin üyesi sayılır. Aile bu bireyleri sevgi, acı ve anlayış ile anmahdır.

7.   Suçlular. Ailenin üyeleri bir suçun kurbanı olduysa, bu yüz­den hayatlarını kaybettiyse, katiller de aileye dâhil olur. Bu kişiler dışlanır ya da reddedilirse kolektif vicdan sayesinde daha sonra başka üyeler tarafından temsil edilirler.

Katiller vc kurbanları birbirinden ayrılamaz. Her ikisi de bir­birlerine kavuştuğunda bir bütün oluşturur, kolektif vicdan bu­rada da bir ayrım gütmez.

g.    Denge

Denge kuralları her iki vicdan türünde de geçerlidir. Alışve­rişi olduğu kadar kayıp vc kazancı dengeleme gereği de yine vic­danın bir eylemidir.

iyi ile kötü, masum vc suçlu ayrımını güttüğümüz kişisel vic­danımız, alışveriş dengesini gözetirken masumiyet ile suçluluk duygularını ve vicdanımızın huzurlu olup olmamasını ölçüt ola­rak kullanır. Ancak bu tür suç ve masumiyet, ait olup olmama ile ilgili hissettiğimiz suç ve masumiyetten daha farklı duygulardır.

Buradaki suç, bir şey aldığımızda karşılığını yeteri kadar ve­rememe durumunda bir yükümlülük olarak yaşanır. Masumiyet ise yükümlülükten kurtulma duygusudur. Hem aldığımız hem de verdiğimiz, yani alışverişimiz dengeye oturduğu zaman masu­miyet duygusunu yaşarız.

Dengeyi bir başka biçimde de yaşayabiliriz. Karşımızdakinc bir şey vermeyip onun yerine başkalarına eş değer bir şey aktar­mak da bunun bir yoludur.

Özellikle anne babalarımızla olan alışverişte böyle bir durum yaşanabilir. Onlara bize verdiklerinin aynısını veremesek de bize verdikleri yaşam hediyesini çocuklarımıza verebilir ya da hayatın sürmesi için bir başka biçimde katkıda bulunabiliriz.

h.    Kefaret ve ceza

Alışverişi dengelemenin bir yolu da acı çekmektir. Bu da vic­danımızın bir eylemidir. Birisine acı çektirdiğimizde bu durumu dengelemek için biz de acı çekmeliyiz. Ancak biz dc acı çektik­ten sonra vicdanımız tekrar huzura kavuşabilir.

Dengenin bu türüne kefaret ödemek vc ecza çekmek denir. Ancak çekilen ceza kişiseldir, yani karşımızdakinc bir şey ver­mekten çok, bize dönük bir harekettir ama böylece karşımızdaki insanın kendisini yalnız hissetmesini engelleyebiliriz.

Bu tür dengede sevgi kavramı yer almaz, bu denge sadece iç­güdüseldir.

i.    İntikam

Birisi bize zarar verdiğinde de denge gereksinimi ortaya çıka­bilir. Biz de karşılığında bu kişiye zarar vermeyi isteriz. Denge gereksinimi burada intikam gereksinimine dönüşür, ancak inti­kam anlık bir denge sağlar. Bu anlık denge kaybolduğu zaman karşı tarafta da intikam alma isteği ortaya çıkar, böylece intikam arzusu, zarar veren bir sürece dönüşür.

j.    Şifa

Kolektif vicdan içerisinde de denge gereksinimi vardır an­cak bu dengenin hareketleri bizim bilincimizin dışında gerçek­leşir. Dışlanmış insanları temsil etmek zorunda kalanlar, aile sistemine zarar vermiş bir sorunu çözmek için görevlendirildik­lerini bilemezler.

Bu düzeydeki denge, geniş ölçekli bir hareket gerektirir. Şifa hareketinde görev alacak kişiler, kişisel vicdana göre masumdur, bu yüzden kolektif vicdan kişisellikten uzaktır. Bu tür dengele­me genelde şifa süreciyle paralel ilerler.

Zarar görmüş olan şey, daha büyük güçlerin etkisi altında düzeltilmeye çalışılır. Kolektif vicdan kaybolmuş şeyleri geri ge­tirmek, böylelikle aile sisteminin tamamı için düzeni yeniden kurmak ve iyileştirmek isler.

k.    Öncelik kuralı

Kolektif vicdanın hizmet ettiği ve eğer çiğnemliyse düzeltme­ye çalışacağı ikinci kural, gruptaki herkesin kendine uygun rüt­beye göre yer alması gerekliğidir.

Bu kurala göre sisteme önceden katılmış kişiler, sonradan ka­tmanlara göre öncelik sahibidir. Bu nedenle anne babalar, çocukla­rına göre; çocuklar arasında da ilk çocuk, ikinci ve sonradan gelen­lere göre önceliklidir. Grubun her bir üyesinin belirli ve uygun bir yeri vardır. Rütbe ve öncelik, yeni çocuklar doğdukça değişebilir.

En geç ve öncelik sıralamasında en sonda yer alan bir üye, ai­leye daha genç biri eklendiğinde öncelik sıralamasında bir üste çıkar. Herkes bir aile kurduğunda eşiyle birlikte bu ailede en ön­de gelen kişi olur. Bu geçiş sırasında bir başka öncelik kuralı ken­dini belli eder, bu da ailelerin önceliği konusudur. Kişinin doğ­duğu aile mi yoksa sonradan kurduğu yeni aile mi önceliklidir? Bu kurala göre yeni aile, eskisinin önüne geçer.

Bu kural, anne ya da baba evlilik sırasında bir başka ilişkiye girip bu ilişkiden çocuk sahibi olduğunda da geçerlidir. Burada da yeni bir aile kurulmuştur ve bu yeni aile, eskinin önüne geçer.

Yeni ailenin ortaya çıkışı, eski aileyle olan bağların yok ola­cağı anlamına gelmez; tıpkı doğduğumuz aileyle okluğu gibi, bağlarımız hiç kopmaz.

l.    Öncelik kuralının çiğnenmesi ve sonuçları

Öncelik kuralı, sisteme sonradan katılan birinin, hakkı olan­dan daha yüksek bir rütbe talep etmesiyle çiğnenmiş olur. Bu ku­ralı çiğnemeye çalışanlar genelde kendilerini anne babalarından öncelikli konuma koyan ve öyle davranmaya başlayan çocuklardır.

Öncelik kuralı çoğunlukla, anne babalarının yerine bir so­rumluluk üstlenen çocuklar tarafından çiğnenir. Çocuk, anne veya babasının hastalığım onun yerine taşımak, hatla onun yeri­ne ölmek islediğinde öncelik kuralı sevgi nedeniyle çiğnenmiş olur. Sevgi, bu durumda bile çocuğu kuralı çiğnemenin sonuçla­rından kurtaramaz.

Çocuk, aslında öncelik kuralını kişisel vicdanı gayet masum vc huzurlu olarak çiğnemekte ve kendini çok iyi hissetmekledir. Bu kuralı çiğnerken aidiyet hakkının güçlendiğini düşünmektedir.

Bu senaryoda iki vicdan birbiriyle çakışır. Kolektif vicdanın zorunlu kıldığı vc koruyup kolladığı öncelik kuralı, kişisel vicda­nın etkisiyle çiğnenmektedir. Kişisel vicdan, kişiyi bu kuralı çiğ­nemeye, sonra da sonuçlarına katlanmaya zorlamaktadır.

Kuralı çiğnemenin sonuçları nelerdir? İlk sonuç başarısızlık­tır. Anne babalarının önüne geçmek isleyenler ve bunu sevgi du­yarak ya da duymadan yapanlar, sonunda başarısız olur. Bu ku­ral ve çiğnenmesi hâlinde ortaya çıkacak sonuçlar, yalnızca aile­lerde değil, organizasyonlarda ve diğer gruplarda da geçerlidir.

Pek çok organizasyon, düşük rütbeli bir çalışanın, eskilerin ve daha üst rütbelilerin önüne geçmeye çalışmasından doğan iç çatışmalardan ötürü sıkıntılar yaşar.

Bu kuralın çiğnenmesi hâlinde en önemli başarısızlık ve so­nuç, ölümdür. Kahraman olmak isleyen kişi, sistem içinde kendi önündekilerin önüne geçmeye çalıştığında yalnızca başarısız ol­makla kalmaz, bazen hayatını da kaybeder.

Anne babasının yükünü onların üstünden almak isteyen ço­cuk da bu kuralı çiğner, demiştik. Bu durumda çocuk, “Senin ye­rine ben öleyim” demek istemekledir. Çocuğu kendi uğruna ölen bir anne ya da babanın trajedisi, içlerinde en acısıdır.

Öncelik kuralı, aile ve topluluk içinde huzuru sağlamaya çalı­şır. Kısacası hayatın her alanında sevgiye ve yaşama hizmet eder.

m.    Kolektif vicdanın kapsamı

Kolektif vicdan ne kadar geniş kapsamlıdır? Sadece tanıdığı­mız ölülere kadar mı uzanır yoksa daha eski nesillerden dışlan­mış üyeleri de geri getirmeye çalışır mı? Geçmiş hayatlarımıza da ulaşabilir mi? Belki de kolektif vicdan hiçbir şeyin asla kaybol­madığı kozmik bir hareketin hizmetindedir.

İlerlemeye olan inancımız yüzünden, atalarımızdan daha iyi, daha ileri olduğumuzu düşünerek acaba bizler de öncelik kuralı­nı ihlal ediyor olabilir miyiz?

Bütünün içinde bize ayrılmış yerimizi mütevazı bir biçimde alırken bu vicdan bizi nasıl etkilemektedir?

Her ne sebepten olursa olsun bütün dışlanmış kişileri ve za­manından önce ölmüşleri kalbimize kabul ederken bizi neler beklemekledir? Herkesi kabul ederek zincirin halkalarını ta­mamlarken belki bizler de onlarla birlikle, kaybolan her şeyi lek lek yerine koyuyoruzdur.

Rilke bu konuda şöyle yazmıştır:

O ne varsa her şeyi avucuna alır

Cam kırıkları, keskin bıçaklar

Yabancı değil bize, çünkü kanımızda yaşıyor

Canımızdan bir parça; bazen koşan, bazen durup dinlenen

Adaletsizlik değil onun yapmak istediği

Ama neden bu kadar çok insan kötü konuşuyor ardından?

Ruhani Vicdan

Ruhani vicdan ne zaman devreye girer? Ruhumuz harekete geçtiğinde, her şeyi de beraberinde hareket ettirir. Bu ruh, her şe­yi yaratıcı olmaya zorlar.

İstesek de istemesek de, teslim olsak da, karşı koysak da, her şey bu harekele bağlıdır. Kendimize bu harekede uyum içinde olup olmadığımızı sormalı, teslim olmaya ve bu vicdanla uyum içinde yaşamaya hazır olup olmadığımızı sorgulamalıyız. Bu vic­danla uyum içinde yaşarsak hareketlerimiz, düşüncelerimiz ve duygularımız bu vicdanın bizi yönlendirdiği doğrultuda olur.

Bu hareketle uyum içinde olursak neler olur? Çok büyük ve korkul ucu bulduğumuz ,çin bu hareketten kendimizi çektiğimiz zaman başımıza neler gelir?

işle o zaman ruhani vicdanın kişisel vicdanımıza benzeyen bir yönünü görürüz. Ruhun hareketleriyle uyum içinde olduğumuzda kendimizi iyi hissederiz. Hepsinden de öte, sakinleşir ve rahatlarız. Bir sonraki adımımızı bilinçli atar, kendimizi güçlü hissederiz. Bu “bilme” duygusu, rahatlamış ruhani vicdan olarak adlandırılır.

Kişisel vicdanımızda olduğu gibi, bu ruhla uyum içinde olup olmadığımızı hemen hissederiz. Buradaki fark, bu bilginin ruha­ni olmasıdır. Huzurlu ruhani vicdan, ruhani harekete teshin ol­maya isteklilik olarak hissedilir.

Bu ruhani hareketin özü nedir? Özünde, her şeyi olduğu gi­bi sevmeye dönük bir sevgi hareketidir.

Bu durumda ruhani vicdandaki rahatsızlığı, kişisel vicdanımızdakiyle nasıl karşılaştırabiliriz? Huzursuzluk, ruhani bir tı­kanma, yönümüzü bulamama, ne yapacağımızı bilememe ve gücümüzün eksilmesi gibi belirtiler, ruhani vicdanda bir soru­nun işaretidir.

Ne zaman böyle hissederiz? Yanıtı kolaydır: Ruhun sevgisin­den saptığımızda. Böyle bir sapmaya örnek; birisini sevgimizden ve iyi niyetimizden yoksun bırakmamız, o kişiyi dışlamamızdır. İşte o an, ruhun hareketiyle olan uyumu kaybeder, kendi başımı­za kalır ve vicdanımızdaki rahatsızlığı hissederiz.

Huzursuz bir kişisel vicdan kadar, huzursuz ruhani vicdan da aslında vicdanımızı rahatlatmak amacıyla çalışır. Hissettiği­miz etkileri aracılığıyla tekrar ruhun hareketiyle uyumlu hareket etmeye yönelir, sakinleşir ve her şeyi ve herkesi olduğu gibi se­ven varlıkla bütünleşiriz.

Farklı Vicdanlar ve Aile

Konstelasyonundaki Rolleri

İnsanlar kişisel sorunlarını; ilişkileriyle, aileleri ya da çocuk­larıyla ilgili yaşadığı sorunları aile konstelasyonu yardımıyla an­lamak ve çözüme kavuşturmak istediklerinde hangi vicdan türü­nün sorunu yarattığını ve sürmesine neden olduğunu hemen gö­rebiliriz. Bu aşamadan sonra, sorunun çözülmesi için bireyin ve ailenin ne yapması gerekliğini belirleriz. Böylece vicdanların birbirleriyle ne kadar iç içe geçmiş olduğunu anlarız çünkü bütün vicdan türleri ilişkilerimizle bağlantılıdır. Vicdanların hepsi bir­likte ya da birbiri ardına devreye girdikleri ve birbirlerini tamam ladıkları için, sorunun ve çözümün birden fazla vicdanı ilgilen­dirdiğini, halta hepsini ilgilendirdiğini söyleyebiliriz.

Danışan bize bir sorunla geldiğinde hangi vicdanın ön plan­da olduğunu görebiliriz, yardımcı kişi de danışanla birlikte çalı­şırken hangi vicdan türlerinin söz konusu olduğunu anlayabilir ve ona çözüm sunma konusunda yardımcı olabilir.

Ruhani Vicdan

Aile konstelasyonu konusuna dolaylı bir giriş yapıp ruhani vicdan yaklaşımına doğru ilerledik, ilerlediğimiz yolda geriye dö­nüp baktığımızda kişisel ve kolektif vicdanın önemini açıkça gö­rebilir, ancak bu vicdan türlerinin sınırlılıklarının da farkına va­rabiliriz. Ruhani vicdan, bizi bu sınırların ötesine taşır.

a.    Değişik vicdan türleri arasındaki ayrımlar

Vicdan türleri arasındaki ayrımlar ve her birinin sınırlılıkla­rı, sevginin kapsamıyla ilişkilidir.

Kişisel vicdan, küçük bir gruba aidiyetimizle ilgilidir. Bu gruba ait olmayan herkesi dışlar. Yani bir yandan bizi bir topluluğa bağ­lar, öte yandan başka gruplardan ayırır. Sevdiği kadar reddeder de.

Kolektif vicdan, kişisel vicdanın ötesine geçerek reddedilen ya da dışlanan aile ve grup üyelerini de sever. Kolektif vicdan, dışlanmışları ailelerine tekrar kabul ettirmeye uğraşır; bu neden­le sevgisi daha geniş kapsamlıdır.

Kolektif vicdan, bireyin mutluluğuyla ilgilenmez; eğer böyle olsaydı, başka üyelerin dışlanmasıyla hiç ilgisi olmayan masum ki­şileri, bazen çok pahalı bedeller pahasına, dışlanmış kişileri temsil etmeye zorlamazdı. Bu noktada kişisel ve kolektif vicdan arasında­ki ayrım belirginleşir: Kolektif vicdan, bir grubun bütünlüğüyle, o gruptaki kuralların geçerliliğini sürdürmesiyle ilgilenir.

Bunlara karşın, ruh vicdanı hepsiyle eşil derecede ilgilenir. Ruhun hareketleriyle uyumlu olduğumuzda biz de iyilik ve sev­giyle dolarız. Bu sevgi sınır tanımaz, “iyi” ve “kötü” ya da “daha iyi” ve “daha kötü” arasındaki ayrımların üstesinden gelir. Bu ne­denle bu vicdan hem kişisel hem de kolektif vicdanın sınırlılık­larını aşar, herkesi eşit tutar.

Ruhani vicdan, evrensel sevgiyi gözetir; böylece biz de bu çok geniş kapsamlı sevgiden saptığımızda ruhani vicdanın iğne­sinin battığını hissederiz.

b.    Ruhani aile konstelasyonu

Ruhani vicdan, aile konstelasyonlarmı nasıl etkiler, sevgisini nasıl gösterir? Ruh hareketleri, aile konstelasyonlarında kendile­rini çok etkileyici biçimde belli eder. Bir aile konstelasyonuna katıldığımızda ruhun hareketlerini kendimiz de yaşar, temsilciler üzerinde ve bütün izleyenler üzerinde bir değişiklik gözlemleye­biliriz. Bu hareketleri önce temsilciler algılar, sonra temsilciler aracılığıyla bu hareketleri gözlemleyenler ve bunlardan etkile­nenler de algılamaya başlar.

Ruhani aile konstelasyonundaki yöntem, sıradan aile konstelasyonundan farklıdır. Burada aile üyeleri, grup temsilcilerinin seçildiği ve birbiriyle olan ilişkilerine göre konumlandırıldığı, ge­leneksel bir düzende yer almazlar. Ruhani aile konstelasyonunda çok sade bir düzen vardır. Bir ya da iki kişi katılır, bu kişiler da­nışan ya da onun bir temsilcisi ve onun eşi olabilir, iki kişinin arasına belli bir mesafe konur, karşı karşıya durmaları istenir. Herhangi bir talimat verilmez, belli bir niyet güdülmez. Danışan ya da temsilcisi ve diğer katılımcı sadece ayakta durur.

Belli bir zaman verildikten sonra, birdenbire kişilerin dışarı­dan gelen bir hareketle birbirlerine doğru çekildikleri gözlemle­nir. Bu kuvveti yönlendirmeleri ve ona karşı koymaları mümkün değildir. Bu hareket, dışarıdan gelir ama sanki içeriden geliyormuşçasına hissedilir. Bu şekilde içlerinde bir hareket başlatan, dış kaynaklı bir güçle uyum içinde olurlar. Ancak her iki kişi de sakin kalabilir, kendilerini olayın akışına bırakıp bundan sonra yaşanabileceklerden korkmazlarsa bir aşama kaydedilir. Kişilerin kendi iradeleri ve niyetleri ortaya çıkarsa; örneğin yardım etme, ortaya çıkabilecekleri kontrol altına alma gibi bir niyet belirirse, ruhun hareketiyle olan bağlantı kaybolur. Bu durumda izleyicile­rin dikkati dağılır ve huzursuzlaşmaya başlayabilirler.

Bir süre sonra temsilcilerin hareketlerinden, bir başka kişinin bu sürece katılıp katılmaması gerektiği belli olur. Eğer birisi ye­re bakıyorsa bu kişinin bir ölüye baktığını düşünebiliriz. Bu du­rumda birisinin temsilcinin baktığı noktada yere uzanması iste­nir. Ya da temsilcinin bakışları bir yöne sabitlendiyse bir başka­sının bu yönde ayakta durması istenebilir.

Temsilcilerin hareketleri çok yavaştır. Birisi hızlı hareket etti­ğinde bunun anlamı, o kişinin kendi iradesiyle hareket ettiğidir ve o kişinin artık ruhun hareketiyle bağı kopmuştur. Kişi artık güveni­lirliğini yitirmiştir ve yerine bir başka temsilcinin geçmesi gerekir.

En önemlisi, konstelasyon liderinin kişisel görüş ve yorum­lardan kaçınmasıdır. Kolaylaştırıcılar da ruhun hareketlerine kendilerini bırakmalı, yani ancak bir sonraki adıma doğru hare­ket ettiklerini açıkça hissettiklerinde harekete geçmeli, bunu da temsilciye söylemeli veya temsilcinin söylemesini istemelidir.

Kolaylaştırıcı, temsilcilerin hareketlerinden iç dünyalarında ne­ler olup bittiğine, hareketlerinin onları nereye götürdüğüne ve gö­türmesi gerektiğine dönük ipuçları elde eder. Örneğin, temsilci önünde yatan ölüden uzaklaşır ve ona sırtım dönerse lider müdaha­le eder ve onu geri getirir. Temsilciler hareketleriyle konuşur ama bir sonraki adımı kendileri belirleyemez. Kolaylaştırıcılar da temsil­ciler gibi ruhun hareketlerinin etkisi altındadır; karşı çıkmadan onu izler, belirli biçimlerde müdahale eder ya da bir şeyler söylerler.

Ruhun hareketleri bizi sonunda nereye götürür? Bu hareket­ler, ayrılmış olanı birleştirmeyi amaçlar çünkü hareketler sevgi kaynaklıdır.

Ruhun hareketleri her zaman bir bütünlüğe ulaşmak zorun­da değildir. Nereye doğru gittiklerini anlamak da yeterli olabilir. Bu nedenle aile konstelasyonları genelde açık uçlu kalır. Hareket etmeye başlayan şeyin, ilgili kişilerin ruhlarında süreceğinden emin olabiliriz. Çünkü bunlar oldukça derin hareketlerdir ve be­lirli bir soruna dönük bir çözüm önermeklense şifa sürecine dö­nük atılmış, kararlı adımlar olarak kendilerini belli ederler. An­cak gelişmeleri zaman alır.

Ruhun hareketleriyle uyumlu aile konstelasyonları, konste­lasyon liderinin de bu hareketlerle uyum içinde olmasını gerek­tirir. Bu nedenle bu kişi de iyi ve kötü ayrımı yapmayan ve her­kese eşit derecede sevgi gösteren bir insan olmalıdır. Bunu başar­manın yolu, kendi içindeki ruh ile uyumu yakalamayı öğrenmiş olması ve sevgi yolundan sapmış olanları hemen tanıyabilmesidir. Örneğin, kolaylaştırıcı belirli bir olayda birisini suçlamaya ya da ona acımaya meyil ederse ruhani vicdanın kararlı sevgisinden uzaklaşıyor demektir. Bu tür sapmaları kendimizde de sık sık gözlemleyebiliriz ama ruhani vicdanın hareketlerine dikkat et­meyi ve disiplinine boyun eğmeyi öğrendiğimizde her şeyi oldu­ğu gibi sevme hareketiyle uyum içinde olmayı da başarabiliriz.

Kişisel Vicdan

Sevginin çevresindeki en sıkı sınırlar, kişisel vicdanımız tara­fından çizilmiştir çünkü ait olma hakkı ile aidiyetin reddi ayrımı, bu vicdan tarafından yaratılır ve derinleştirilir.

Bu ayrımın hayatta kalmamız açısından çok önemli olduğu açıktır. Belirli bir bağlam dâhilinde, bu vicdanın yerine bir baş­kasını koymamız mümkün değildir. Kişisel vicdan bu sınırları, henüz hepimiz çocukken çizmeye başlar. Çocuğun hayatla kal­ması, bu vicdan tarafından talep edilen düşünce ve davranış biçi­mine uymasına bağlıdır. Vicdan, çocukların başka gruplara ait üyelere, yani farklı bir kişisel vicdana sahip kişilere karşı şüphey­le yaklaşmasını ister. İyi bir kişisel vicdana sahip bir grup, diğe­rine şüpheyle bakar, hatta reddeder vc onunla çatışır. Oysa diğer grup da kendine göre iyi bir vicdana sahiptir.

İyi bir kişisel vicdan, bir yandan hayatta kalmamızı kolaylaştı­rır, öle yandan hayat mücadelemizi zorlaştırır; çünkü diğer grup­larla, sonu bazen ölümle noktalanabilecek çatışmalara yol açar.

Denge gereksinimi, kişisel vicdanın hareket etmesidir. Bize verilene denk bir şeyi geri verdiğimizde kişisel vicdanımız huzur­ludur, bu da alışverişin dengeli olduğu anlamına gelir. Bu denk­liği yakalayamadığımızda ama bize verilenin dengini, o şeyi bize veren kişiye değil de bir başkasına verdiğimizde yine vicdanımı­zın huzurunu elde ederiz.

Karşılık vermediğimizde ya da karşımızdakinden uygun olma­yan bir talepte bulunduğumuzda kişisel vicdanımız huzursuzdur.

Bu dengeleme gereği, ilişkilerimizin sürmesini sağlar. Bu şe­kilde kişisel vicdanımız ilişkilerimizin sürmesi için çalışmış olur.

Hayatla kalmamız için de çalışan vicdanın bazı sınırlılıkları vardır. Kişisel vicdan, denge gözetmesinin yanı sıra grubu bir arada tutmadaki rolüyle de hayatta kalmamıza yardımcı olur. Ne var ki sınırları geçmeye çalıştığımızda kişisel vicdanımız bambaş­ka bir şeye dönüşerek ölümümüze bile neden olabilir.

Kişisel vicdan, bizi gruba bağladığı kadar, başka gruplardan da uzak durmamızı ister. Bu istekler savaşa kadar varabilen çatış­malara yol açabilir.

Denge gereğinin niteliği değişip de intikam isteği hâline dö­nüştüğünde, kişisel vicdanımız bazen hayatta kalmamızı sağlaya­cak sınırları bile çiğneyebilir. Bunun anlamı, bize verilen bir za­rarın karşılığını almak için, vicdanımızın başkalarına zarar ver­memizi istemesidir. Başkalarına çektirdiğimiz acıyı dengelemek için, kendimize acı çektirmeye başlarız.

Bazen de başkalarının yerine acı çekeriz. Aile konstelasyonlarında bir çocuğun anne babasının günahını ödediğini, hasta düştüğünü, hatta öldüğünü görmekteyiz. Bazen de anne ya da baba, çocuklarının kendi yerlerine bir günahın bedelini ödemesi gerektiğini düşünebilir. Bu durum, her iki tarafta da bilinçdışı bir süreç olarak gelişir; burada rol oynayan şey, kolektif vicdandır.

Ama bu tür bir denge, üstelik de iyi niyetle, hatta masumi­yet duygusuyla yapılmış olsa da hayata ters düşmüş, hatta onu yok etmiş olur.

Aile konstelasyonlarında bizi hayata bağlayan kişisel vicdanı­mızı bu sınırlar içerisinde tutmaya dikkat etmeli, iyi ve kötü ara­sındaki ayrımı bir kenara bırakmalıyız. Kişisel vicdanımızın ek­seninde kalırsak, örneğin bir danışanla çalışırken diğer insanları reddedersek hayatta kalma konusunda elimizden geleni yapma­mış oluruz. Biz de kişisel vicdanımız gibi bir yandan hayata, bir yandan da ölüme hizmet etmiş oluruz.

Kolektif Vicdan

Kolektif vicdanla ilgili olarak aile konstelasyonlarında neler gözlemleriz?

Öncelikle aile konstelasyonunda başkalarına yardımcı olma ro­lümüz çerçevesinde ne kendi ailemizden ne de danışanın ailesinden kimseyi aileden dışlamamamız, halta tam tersine kendimizin ve da­nışanın ailesindeki dışlanmış kişileri arayıp bulmamız gerekir. Bu kişilere sevgiyle yaklaşıp yakınımıza almalıyız. Bunu yapmanın tek yolu, iyi ile kötü arasındaki ayrımı terk etmektir. Eğer doğmamış çocuklar da söz konusuysa durum biraz üzüntü verici olabilir, o yüzden bu girişim hem açıklık hem dc cesaret gerektirir.

İkinci olarak, öncelik kuralına saygı göstermemiz gereklidir. Aile konstelasyonu yaparken geçici olarak danışanın ailesinin bir üyesi oluruz ama aileye en son üye olarak katıldığımız için, yeri­mizin en sonda olduğunu bilmeliyiz.

Yardımcı, danışanın ve danışanın anne babasının üstünde yer almaya kalkarsa başarısız olur. Tıpkı kendini anne babasının yeri­ne koyup onların sorumluluğunu üstlenmeye çalışması gibi, önce­lik kuralım çiğnemiş olur. Buradaki gizli mesaj, “Ben senin yerini istiyorum” okluğu için danışan da başarısızlığa mahkûmdur.

Yardımcı için öncelik kuralının ihlali tehlikeli olabilir, çoğu zaman zincirleme bir tepkime başlayabilir: Tıpkı danışanın ken­disini anne babasının üstünde görmesi veya yardımcının da bel­ki çocukken kendi anne babasına yaptığı gibi yardımcı, danışana ait bir şeyi üstlenmiş ve kendini danışanın üstüne koymuş olur.

Yardımcı, danışanın kaderini değiştirebileceğini ya da onu bu kaderden koruyabileceğini düşündüğünde bu iyi niyetli varsa­yım, aslında konuyla ilgili herkesi bu olasılıktan yoksun bırak­mış olur. Yardımcı, yalnızca öncelik kurallarının sınırı kapsa­mında gücünü kullanabilir, danışan da ancak böylece uygun çö­züme doğru yolunu bulabilir.

Aile konsıelasyonunda kolektif vicdana ve kurallarına uygun biçimde çalışırız ve bu şekilde vicdanın sınırları içinde kalırız. Bu sınırlar geniş ve açıktır.

Eğer şu iki kurala bağlı kalırsak bu sınırları aşmamış oluruz: Birinci kural, bütün üyelerin eşit derecede ait olma hakkının bu­lunmasıdır. İkinci kural, yani öncelik kuralına göre de bütün üyeler kendilerine ayrılmış yerlerde bulunmalıdır.

Sonuç

Ruhani vicdan, herkese karşı duyduğu sevgi ile kişisel vicda­nın sınırlarının ötesinde bizi yönlendirir. Herkese eşit uzaklıkta duran kolektif vicdanın kurallarını görmezden gelmekten de ko­rur. Öncelik kuralına özel bir önem verir ve ruhun hareketlerine uyum sağlayarak herkesle bağlantı kurmamızı, herkesle eşit du­rumda olduğumuzu anlamamızı sağlar.

Ruhani aile konstelasyonlarında herkesi ve her şeyi olduğu gibi sevmeyi öğreniriz. Ancak ve ancak ruhani aile konstelasyonları, her yerde ve her zaman hayatın, sevginin ve huzurun hizmetindedir.

Düşünceler

Yanıp gitmek

Noel günü şöminenin önünde oturmuş, yanan odunlardan çı­kan alevleri izliyordum. Odunlar yanıp gittikçe geriye yalnızca köz­lerin pırıltısı kalıyordu. Orada öylece oturmuş, ateşin bulunmasın­dan beri süregiden bu hareketi izlerken aklıma birkaç cümle geldi.

Her şey bir amaca hizmet ederken bir yandan da yok olup gider.

Herkes kendi başına yanar, kül olur.

Yanıp küle dönerken uzun bir süre kor hâlinde kalır.

Yok olmadan önce son bir kez alev alır.

Yanan şey küle döner ve bu küllerden yeni bir şey doğar.

Kılavuz

Ruhani âlemde ve özellikle ruhani aile konstelasyonlarında her şey; bizim kendimizi bir kılavuzun yönlendirmesine bırak­maya ne kadar istekli ve bizi kendine alacak ruhani hareketle ne kadar uyum içinde olduğumuza bağlıdır.

Kılavuzun yönlendirmesini birkaç şekilde hissederiz. Önce eyleme geçmemiz gereken anda bir yıldırım gibi parlayan içgörü deneyimi yaşarız, örneğin birisi bizim yardımımızı ya da desteği­mizi istediğinde ne yapmamız gerektiğini biliriz.

Bu içgörü içimizde hep taze kalır, bizi şaşırtır ve kendisini dinlememizi ister. Eğer şüphe duyarsak anında kendimizi terk e­dilmiş, kendi muhakeme ve niyetimizle baş başa kalmış hissede­riz. Önceki deneyimlerimize döner, böyle bir durumda neyin gerçekten önemli olduğunu anlamakta zorlanırız.

Ruhani âlemde harekete geçirmeye ve kendi başımıza çözme­ye çalıştığımız hiçbir şey başarılı olamaz. Ruhani zihin ile tek ses içinde olmadığımızda kendimizde ya da başkalarında karmaşa içinde bulunanı bir düzene sokma gücünü bulamayız.

İkinci olarak, bu yönlendirmeyi berraklık ve güç olarak yaşa­rız, arlık başkalarından tavsiye ve yardım istemeye gerek duyma­yız. Ruhani zihnin kılavuzluğu, yanma hiç kimseyi yaklaştırmaz; hiçbir değerlendirme, itiraz ya da eleştiriye gerek duymaz.

Ruh, ruhani zihinle birliğe itiraz ederek sevginin yoluna çıkmak isteyenleri anında terk eder; o kişi ve onun karşıtı ile ni­hai birlikteliğini engeller.

Arayış

Gerçek ve en derin arayışımız içgörüye, nihayelinde tek önemli şey olan ve her şeyi içine alan bilişe dönüktür. Her şey gitse de geriye bu biliş kalır, bu biliş bizi tamama erdirir çünkü bu biliş sevgidir.

Bu arayışımızda bir kılavuzumuz vardır. Bizi sarıp sarmala­yan, kendi başımıza gidemeyeceğimiz yerlere götüren bir güçtür bu kılavuz. Bu kılavuz bizi en nihayelinde nereye götürür? Yuka­rı mı, aşağı mı? Kılavuz bizi aşağı doğru, her şeyle bir bütün hâ­line dönüştüğümüz ve sevgiyle bağlandığımız yere götürür.

Aşağıda bizim gibi niceleriyle birlikle yukarı doğru bakar, önü­müze doğru bakar ve bizi aşan ötelere doğru bakar ve yolumuzu bu­luruz. İşte arlık burada arayışa gerek kalmadan huzuru buluruz çün­kü oraya doğru güven içinde götürülür, nereye gittiğimizi biliriz.

Bizi bu arayıştan ne uzaklaştırır? Bu bilgiyi başka yerde arar­sak elimizi tutacak elleri doğru seçemezsek ve geçici bir kılavu­zun peşinden gidersek arayıştan uzaklaşırız.

Bu yüzden yol arkadaşlarımız olsa da aslında bu arayışta ve bu yolda tek başımızayız; yanımızda yalnızca bu güç, yani ruhani zi­hin vardır ve artık kendimize başka bilgi ya da kılavuz aramayız.

Ruhani zihin bizi eyleme doğru ilerletir; sevgi eylemine ve daha nicesine... Bu sevginin diyarında olsak bile, burada kalma­nın yolu, doğru biçimde, çok uzun bir süre, derinlerden, lek ba­şımıza ve kendinden emin bir biçimde yönlendirilmemizdir.

Bu sevgide aramak ile bulmak tek vücutta birleşir. Sevgi ile biliş, sevinç ile keder, başlangıç ile son, yekvücul olur ve sonsu­za dek öyle kalır.

iyi niyet

Başkaları için iyi niyet beslemek bir sevgi harekelidir. İyi ni­yeti çeşitli türlerde hissederiz: Bir insanın diğer insana beslediği iyi niyetin en güçlü örneği de hayatlarını birlikle geçirmek iste­yen kadın ve erkek arasındaki iyi niyettir. Bu iki kişi, karşılıklı iyi niyet sayesinde mutlu bir şekilde birbirlerine bağlı kalırlar.

İyi niyeti yabancılara karşı da hissederiz. Bu iyi niyet, arada­ki yabancılığı kaldırır; bizi insanlara doğru hareket etmeye, on­larla tanışmaya doğru iter ve bizi yakınlaştırır.

iyi niyeti daha geniş bir bağlamda, ruhani zihnin yardımıyla öğrenebilir ve uygulayabiliriz. Her şeyi harekete geçiren vc her şeyi olduğu gibi kabul eden ruh ile uyumlu davranmalıyız. Ruh her şeye iyi niyetle yaklaşır.

Bu hareketlerle uyumlu davranmaya, onların etkisine girme­ye başladığımızda kendimizin dc her şeye iyi niyetle yaklaşmaya başladığını fark ederiz.

Bu iyi niyet, bir insanın diğerine duyduğu iyi niyetin aynısı mıdır? Burada sözünü ettiğimiz şey ruhani, yani ruhun hareket­leriyle uyumlu hareket eden iyi niyettir.

Bu iyi niyet, öncelikle bizde ve başkalarında korku uyandıran şeylere karşı bile duyulan iyi niyettir. Bu yüzden de ruhun hare­ketleri ile uyumun ta kendisidir. Ruhun hareket ettirdikleriyle olan uyum ikinci sırada gelir. Ruhun hareket ettirdiği her ne var­sa önce ruha bakar, sonra ruh ile birlikle hareket edenlere baka­rız. Ruhun harekel ettirdikleriyle aramıza mesafe koyarız vc bu mesafeyle kendi niyetimizden dc feragat elmiş oluruz.

İyi niyetimiz, kişisel niyetlerimizden bağımsızdır. Herkesi vc her şeyi ait olduğu, kaderlerini buldukları ve gerçekleştirdikleri yerde tek başlarına bırakır. Biz de ait olduğumuz, hareket ettiği­miz, kaderimizin bizi götüreeegi ve gerçekleşeceği yere bu ruh tarafından götürülür ve orada kalırız.

Beklentiler

Belli bir anda kaldığımızda, beklentilerimiz de durur çünkü beklediğimiz her şey o anın ötesindedir. Beklentiler bizim belirli bir anda kalmamızı engeller. Beklentilerimiz yüzünden o anı kaybederiz. Hepsinden önemlisi, o anın bize vereceklerini dc kaybetmiş oluruz. Oysa o an bize beklediğimizden fazlasını vere­bilir vc anın bize sunduklarına güven içinde sahip olabiliriz.

Beklentilerin çoğu sevinç doludur ama aynı zamanda gerçek­leşmeme ihtimali nedeniyle korku da içerirler. Bu sevinç vc kor­ku bizi felç eder, önümüzde doğabilecek yeni olasılıklara korku­suzca açılmamıza engel olur. Beklentilerimiz yüzünden neyin gerçekleşeceği ve neye hazırlıklı olmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimize bağlanır kalırız.

O anı yaşadığımızda, anın bize sunduklarına sahip oluruz; böylece sürprizlere ve atacağımız sonraki adımlara kendimizi korkusuzca açarız. O anı yaşarken gelecekleri görebiliriz, gele­ceklere hazırlıklı oluruz.

O zaman neyi bekliyoruz? Bir sonraki anı bekliyoruz, işte bi­zi ileri götürecek, gerçekleşeceğinden emin olduğumuz tek şey budur. Nasıl bir beklentiyle bekliyoruz? Sakin, huzurlu ve güçlü bir biçimde, bir sonraki anı karşılamaya hazır bekliyoruz.

Önümüzdekiler

Yaratıcı hareket her zaman yeniye doğru bir harekettir ve ile­ri doğru gider. Sevgi ve iyi niyet de ileri doğru gider, tıpkı bilgi ve içgörü gibi.

içinde bulunduğumuz an “şimdi”dir. “Şimdi” bile, zaman ve bizi bekleyenler açısından önümüzde ve ilerimizdedir. “Şimdi” önümüzdedir vc yüzünü geleceğe çevirmiştir.

Geleceğe dönük hayallerimiz ve gelecekle ilgili düşünceleri­miz nasd olmalıdır? Gelecek önümüzde mi yoksa arkamızda mı­dır? Hayallerimizin temelinde ne vardır? Yaratıcı biçimde gelece­ğe mi dönüktür yoksa eski bir beklenti gibi geçmişten mi besle­nirler? Bu gibi hayaller gerçeklen yaratıcı olan hayallerin de önü­nü keser çünkü aslında gelecekle pek ilgisi olmayan şeylerle bizi sınırlandırırlar.

Ancak bir sonraki, yeni olabilir. Ancak önümüzde olan, bizi yaratıcı kılar.

Peki ya geçmişimiz? Yapılmamış, eksik kalanlar ya da yanlış yaptıklarımız? Ya işlenen suçlar ve ortaya çıkan sonuçlar? Bunların üzerinde durursak ne olur? O zaman yeni ve yaratıcı olan bizi terk eder. Bizi ileriye götürecek olan şeyi elimizden kaçırmış oluruz.

Gerçekten önümüze baktığımızda ve ileri adım attığımızda geçmiş de bizimle gelir ama geçmişin geçmişle kalmasına izin vermemiz gerekir. Çünkü aslında bir sonraki adım, geçmişimizin de gitmek islediği yerdir çünkü geçmiş de ilerlemek isler.

Hafiflik

Ruh için hafillik önemlidir. Bizim uyum göstermemizle bir­likte ruhun hareketleri de haliflcşir çünkü bizi aşağı çeken, özel­likle de geçmişe saplayan şeylerden uzaklaştırmış olur.

Belki de “hangi geçmiş?” diye merak ediyorsunuzdur. Yalnız­ca kişisel geçmişimiz mi yoksa anne babamızın, halla büyük an­ne ve babalarımızın geçmişi de mi söz konusudur? Belki önceki hayatlarımızın geçmişi de buna dâhildir, ilişkili olduğumuz bü­tün herkesin, halta bütün insanlığın geçmişi de mi bizi kendine çekmekledir? Bu geçmiş, olumlu anılarla mı doludur yoksa uzak vc düşmansı bir geçmiş midir?

Bütün geçmişler ruhani zihin hareketleriyle birlikle hareket eder ve ruhani zihin hareketleri, bizimki de dâhil olmak üzere bütün geçmişlerle uyumludur. Ruhani zihin hareketleri içerisindc her geçmiş haklıdır ve eksiktir çünkü hâlâ hareket etmektedir. Benim imgelememe göre, bu harekette bütün geçmişler hafifleşir çünkü hareket halindedir. Geçmiş bizim için de hafifleşir çünkü hafifleşmesine izin verilir.

Peki, geçmiş nasıl hafifleşir? Ruhani zihin harekeli içinde ka­lırsak bu hareket bizi ileri götürür. İleriye doğru neresidir? Bu yön bizimle hareket eden, bizimle ilerleyen her şeyle uyum için­de olduğumuz yere doğrudur. Nereye doğru hareket ederiz? Ru­hun sevgisiyle, geçmişle, geçmişin her ne şekilde olursa olsun ta­mamlanmış hâliyle uyuma doğru hareket ederiz.

Bu tamamlanma ruhanidir ve şimdiden hafiftir. Bunun nede­ni ise tamama ermenin katıksız sevgi olmasıdır.

Bizi hafifleştiren şey nedir? Geçmişimizde, anne babalarımı­zın ve atalarımızın, geçmiş yaşamlarımızın, insanlığın geçmişin­deki harika olaylar, bizi hafifletir. Hafiflik aynı zamanda olumlu ya da olumsuz bir ilişki kurduğumuz insanların geçmişindeki harika olaylardan da kaynaklanmaktadır.

Bu harikuladelik, ruhun hareketleri sayesinde ortak geleceği­mizin yanı sıra ilerler. Bizi şimdiden hafifletir, tamamlar ve zen­ginleştirir.

Uyum

Yüzü ileriye dönük bir hareketle uyum içinde olduğumuzda, biz de ileriye doğru ilerleriz; arkadan gelenlerden uzaklaşır, geç­mişi geride bırakırız. Uyum içindeyken sakinleşiriz çünkü bu ha­reket içinde başarılı oluruz. Bu hareketle uyum içinde hareket et­liğimizde her şey bir sonuca ulaşır çünkü biz dc bu harekelin bir parçası oluruz.

Kendimizi her zaman uyum içinde hissetmeyebiliriz çünkü bu uyum bizi, korkulan yerlere götürebilir. Uyum içinde kalma­ya devam etmek cesaret gerektirir, bizden tamamen teslim olma­mızı ve tüm sevgimizi vermemizi bekler.

Uyum içindeyken özverili vc tertemiz oluruz, her şeyle bağ­lantımızı yeniden kurarız. Uyum içindeyken her şey bize gelir, kendini açar ve bizim için değişir. Ancak başkalarının ruhani zi­hin hareketleri ile uyumlu olduğumuzda, kendi içimizdeki ruha­ni zihin ile dc uyumu elde ederiz.

Orada olmak

Orası neresidir? Her şey oradadır. Ne kadar süredir oradadır? Şimdi orada olan, hep orada mı olmuştur? Bir zamanlar orada olan şimdi dc orada mıdır? O zaman ben burada farklı bir şekilde mi bulunuyorum? Ben buradakilerle. burada hep benimle birlikle bu­lunmuş olanlarla birlikleyken daha mı farklı oluyorum? Burada bulunmuş olanların hep olduğu gibi kalmasıyla bende bir şeyler değişiyor mu? Benimle birlikle bulunanların farkh ya da değişik olmasını hiç istemediğim için, hiçbir şeyin değişmesine izin yok mu demektir? Deneyimlerim vc oluşum açısından kendimi diğer her şeyle aynı anda hissedebilmcm fark yaratır. Kendimi diğer her şeyle burada hissettiğim için, kendimi bir bütün hissederim.

Benim burada, olduğum gibi bulunmam, onun benim burada olduğumu bilmesi vc benim varlığıma katılması belki dc bir fark yaratır. Ben de burada olduğum için, her şey daha da zenginleşir.

Her şeyle birlikle burada olmamız, burada olmamıza ve her şeyin burada olmasına izin verilmesi, her şeyi zenginleştirir. Hep birlikte hangi yöne ilerleriz? Her şeyi vc bizi de sevene doğru yol alırız.

Bunların ruhani aile konstelasyonu ile ilişkisi nedir? Ruhani aile konstelasyonunda daha önceden orada olmasına izin veril­meyen her şeyin şimdi orada olduğunu görürüz. Her şeyin orada bizimle birlikle olmasına izin verilmiştir. Her şey bizimle birlik­teyken bunu bir zenginlik olarak kabul ederiz.

Belki dc bizi ayıran şeylere gözyaşı dökmemiz gerekiyordun Gözyaşı dökeriz, sevgiyle.

Bilinçlilik

Her şeyin, özellikle de yaşayan her şeyin, bilinci vardır. Bilinç olmadan hayatta kalmak mümkün olmazdı. Ama bu bilinçlilik bi­reysel yaşamın çok ötesine geçer çünkü birey yaşamının diğer ya­şayanlarla karşılıklı olarak bağlantılı olduğunu, birbirlerini destek­lediğini ve güzelleştirdiğini bilir. Ne var ki, yaşayan her şey, bilin­cinin bilincinde değildir. Yine de bilincindeymiş gibi davranır.

Bu bilinç nerededir? Yaşayan her canlının içinde midir? Yok­sa bilinç, bir başka bilinç taralından yönetilerek diğer bütün can­lıların bilinciyle birlikte hareket etmesi mi sağlanır? Canlıların bilinci, onların bilemediği bir amaç doğrultusunda yönlendirilip bireylerin de sanki bilinçliliklerinin farkındaymış gibi davranma­larının sağlanması mümkün müdür?

İnsanların bilince sahip olduğunu söyleriz. Ayrıca bilinç sa­hibi olduklarının da bilincedirler, deriz. Acaba insan bilinci diğer canlıların bilincinden farklı mıdır? Bilincindeymiş gibi davransa­lar da insanlar da büyük oranda bilincinde olmadıkları bir bilinç tarafından yönlendirilmezler mi?

Bilincimiz hakkında ne kadar şey biliyoruz? Bu bilinçle ne kadar bağlantı kurup sanki kendimizinmiş gibi bilincimizi yön­lendirebiliriz? İdare bizim bilincimizdeymiş ve ipler bizim eli­mizdeymiş gibi davrandığımızda aslında nereye doğru gittiğimi­zin bilincinde miyiz? Bir süre sonra kişisel bilincimizin kısıtlı ol­duğunun farkına varıp yaşamın esas unsurunun yanı başımızdan akıp gittiğini anlarız.

Esas bilinç, her şeyi içine alan bilincimiz nerededir? Onun bi­lincinde olacak kadar bizi de içine almıştır bu bilinç ama yine de bizim çok ötemizde olduğunu biliriz. Bu bilinç bizi öylesine aşar ki onun sonsuz olduğunu düşünürüz. Öylesine bir sonsuzluktur ki bu bireysel bilincimizin yetmediği âlemlere bizi ahr götürür.

Burası ruhani bir âlemdir. Sırf bu nedenden ötürü bile, bize sonsuzluk gibi gelir. Aynı zamanda yaratıcı bir âlemdir çünkü buradaki her şey yaratıcı düşünceyle var olmuştur. Bunun anla­mı her şeyin tam da düşünüldüğü gibi var olduğudur. Buradaki her şey sınırsız bir vicdandan çıkar gelir.

Bu vicdanın bilincinde olduğumuzda hayat yolumuz bizi nere­ye götürür? Biz de bu vicdanın düşündüğü ve bizi götürdüğü yere gideriz. Bu vicdanla, kendi isteğimizle gider, ona teslim oluruz ve en sonunda her anlamda kendimizi onunla bir bütün hissederiz.

Sıradan hayatlarımız, sevgimiz ve şu anda yaptıklarımız için bunun anlamı nedir?

Her şey yaşandıkça biz de beraberinde gideriz. Hiçbir şeyi dert etmeyiz çünkü bu bilincin bizi alıp götürdüğünün farkmdayızdır. Başkalarının başına gelenleri, dünyada olup biteni dert et­meyiz çünkü her şeyin bu vicdan tarafından, olması gerektiği gi­bi hareket ettirildiğini biliriz.

Peki, hâlâ kendimizde miyizdir? Bu vicdan doğrultusunda hareket ederken kendimizin de farkına varırız. Bu vicdanın bizi ve diğer her şeyi nasıl hareket ettirdiğini anlarız.

Bu vicdanın dışında başka bir şey var olabilir mi? Bu vicdandan bağımsız kalabilen var mıdır? Sonunda bizim için, bizimle sonsuza dek kalacak tek şeyin bu vicdan olduğunun farkına varırız.

Ruhani aile konstelasyonu ne demektir? Kendimizdeki ve başkalarındaki vicdanla, bu vicdanın hareketleriyle tek bir vücut hâline gelmek demektir.

Bağ

Bağ bizleri, örneğin kadın ve erkeği bir arada tutar. Diğer in­sanlarla, örneğin anne babamızla ve ailemizle çeşitli biçimlerde ilişkiler kurarız. Bazı durumlarda, kurduğumuz ilişki bir görev niteliği taşır.

Bazen başkalarına karşı ittifaklar kurarız; bu ittifak, karşı grup­la barış yaptığımızda sona erer. Bir zamanlar birbirlerinin aleyhine çalışan insanlar, şimdi birbirleri için çalışmaya başlayabilir.

Burada şu soruyu sorabiliriz: Kendimizle nasıl ilişkiliyiz? Kendi bedenimizle ilişkili miyiz? Anne babamızla olan bağımız ne durumda? Kaderimizle ilişkimiz nasıl? Hepsinden önemlisi, kendimizin ya da ailemizin reddettiği, unutmak istediği, hatta şimdiden unuttuğu kişilerle bağımız sürüyor mu? Ailemiz ya da kendimiz tarafından gizlenen kişilerle ilişkili miyiz? Eski eşleri­miz, öğretmenlerimiz ya da ihtiyaç duyduğumuzda ve hasta ol­duğumuzda bize yardım etmiş, hâlâ borçlu olduğumuz kişilere hâlâ bağh mıyız?

Bu sorularla karşı karşıya geldiğimizde bu kişilerin eksikliği­ni hisseder, onları özler, onlarla artık ilişki kurmadığımız için onların bizi ne kadar özlemiş olabileceğini anlarız. Bu kişilerle artık s :vgi, minnet, acı ya da pişmanlık gibi hiçbir bağımız kal­mamıştır. Birdenbire onlar olmadan ne kadar yalnız olduğumu­zu fark ederiz.

Bu bağı, en azından düşüncelerimizde ve kalbimizde yenile­mek için ne yapabiliriz? Onlara sevgiyle kalbimizi açarız.

Bazen, özellikle de onlara karşı kendimizi suçlu ya da borçlu hissediyorsak bu bizim için çok zordur. Aramızdaki bağı tekrar kurmak için ne yapabiliriz?

Gözden çıkardığımız ya da dışladığımız insanların hâlâ bize ait olduğunu, bizim de onlara ait olduğumuzu kabul etmeliyiz. Bu kabul ediş, bağı tekrar kurmanın ön koşuludur ve bu sayede kendimizi daha zengin, daha bütün vc tamamlanmış hissederiz. Aile konstelasyonları dışlanmışlarla vc unutulmuşlarla yeniden ittifak kurduğumuzda ve onları, ait oldukları gruplarına geri ça­ğırdığımızda başarılı olur.

Bazen konstelasyonda, liderin dışlanmış kişiyle ittifak kur­maya itiraz etmesinden ötürü bir sorun çıkabilir. Örneğin, lider vc danışanın, aidiyetlerini yeniden kazanmak isteyen kişilerden gözlerini kaçırması ya da konstelasyon liderinin, danışanın zarar verdiği kişilere bakmayı reddetmesi, bu sorunlardandır.

Ruhani aile konstelasyonlarında kopmuş bağları yeniden kurmak ve iyileştirmek kolaydır çünkü ruhani aile konstelasyonları, herkese eşil derecede sevgi gösteren bir ruh hareketiyle uyum içindedir. Bu nedenle nihayetinde ortaya çıkan esas bağ, ebedi ittifak, ruh ile yapılan bir anlaşmadır. Bize ait olan herkes­le bağlarımızı yenileriz, hepsini onaylar ve hepsine özen gösteri­riz. Bu bağı artık hiç kimse koparamaz. Bunu yapmaya kimsenin cesareti yoktur ve gücü yelmez. Kopan bağ bile ruhun sevgisiyle sağlam ve kutsal kalır.

O zaman hayatımız boyunca bağlı olduğumuz insanlara bizi tekrar derinden bağlayan şey nedir? Her şeyi kavrayan, kapsayan, mütevazı sevgidir. Sevgi bizim ruhla, ruhun sevgisiyle ve bu ruh tarafından can verilmiş sevgimizle yaptığımız bir sözleşmedir ve herkesi, her şeyi, olduğu gibi kabul eder ve sever.

Ailelerde Hastalığa Yol Açan

Nedenler ve Şifa Yolları

Giriş

Bu bölümde, aile içinde bizi hasla edebilen ve iyileşmeyi en­gelleyen nedenlere dönük içgörülerin ortaya çıkışı aktarılacaktır.

Başlangıçta aile konstelasyonlarmda gördüğümüz ve yaşadı­ğımız biçimde, kişisel vicdanın ve ailemiz için duyduğumuz sev­ginin hareketlerini gözlemledik, sonra bunların sağlık ve hastalık üzerindeki sonuçlarını gördük. Bu nedenle buradaki ilk bölüm, bizi hasta eden ve bize şifa veren sevgiyle ilgilidir. Bu içgörüler vicdanın sınırları çerçevesinde kalır ve kısa sürede sınırlarına ulaşırlar. Ruhun hareketleriyle ilgili içgörüler, sağlık ve hastalık üzerine farkh bir bakış açısı sunarlar. Ruh, bütün insanları eşit biçimde hareket ettirir, kaderleri ne olursa olsun, onları kendi hizmetine alır. Ruhun hareketleri bizi, vicdanın sınırlarıyla ulaşı­lamayan ve anlaşılamayan çözümlere kavuşturur.

Bu bölümün ikinci kısmı, bu çözümlerle, yani ruhani bakış açısına göre hastalık ve şifa kavramlarıyla ilgilidir. Bu bölümde kilitlenmelerimizin ve tıkanıkların kapsamını ve bunlara neyin yof açtığını göreceğiz. İki ana neden:

1.  Gruba eşit derecede ait olma hakkının dışlanma ile çiğ­nenmesi,

2.  Öncelik hakkının, yani önceden gelen üyelerin sonradan gelen üyelere göre öncelikli olma hakkının çiğnenmesi. Burada düzeni bozan, aileye sonradan katılıp daha ön sıra­larda hak iddia eden üyelerdir.

Bazı ciddi hastalıkların altyapısına ilişkin örnekler vereceğim ve bu hastalıklara yol açan nedenlerle olan ilişkilerini aile konstelasyonları ile nasıl gün yüzüne çıktığını anlatacağım. Daha son­ra da şifaya doğru giden yollardan bahsedeceğim. Bu bölümün ilk kısmı olan “Ailelerde Hastalığa Yol Açan Nedenler ve Şifa Yol­ları”, Sevginin Kendi Gerçekleri: Yakın İlişkilerde Bağlanma ve Dengelenme adlı kitaptan alınmıştır.

Hastalığa Neden Olan ve İyileştiren Sevgi

Pek çok insan bir aile üyesinin acısını ya da işlediği günahı üstüne alarak bu kişinin hastalığını, hatta ölümünü engelleyebi­leceğini düşünür. İnsanlar ölmüş bir aile üyesini çok özledi­ğinden dolayı, onunla tekrar kavuşabilmek için hastalanabilir, kaza geçirebilir, halta kendilerini öldürebilir. Aşağıda aktardı­ğım, konstelasyonlarda edindiğim gözlemler ve içgörüler, hasta­lıklara neden olan ve onları iyileştirecek nedenleri daha iyi anla­mamıza yardımcı olacaktır.

Aileye sadakat ve sonuçlan

Bütün aile üyeleri değişmez biçimde, kaderle birbirine bağ­lanmıştır. En güçlü kader bağı, anne baba ve çocukları arasında­dır. Kardeşler vc karı koca arasında da bu bağ oldukça güçlüdür. Ailede yenilere yer açmış olan üyelerle, onların yerine gelmiş üyeler arasındaki bağ da etkisini sürdürür. Örneğin, ikinci evli­likten olan çocuklarla, babanın doğum yaparken ölen ilk eşi arasında bu tür bir bağ olur.

Benzerlik ve denge

Bu bağlar, daha genç grup üyelerinin yaşlı ve güçlü üyelere sıkı sıkıya sarılmasına, gruptan ayrılmalarını ya da ölmelerini en­gellemeye, gruplan ayrıldılarsa onları geri döndürmeye çalışma­larına neden olur.

Üstünlük sahibi bir üyenin, bazen bir özrü olan üyenin kade­rini paylaşma isteği olabilir; bu da güçlü ama gizli kalmış bir bağ yaratabilir. Örneğin, sağlıklı çocuklar hasta anne babaları, ma­sum aile üyeleri ise bir suç işlemiş anne babalan ya da bir akra­baları gibi olmak isleyebilir. Bazen sağlıklı olanlar hastalara, ma­sumlar suçlulara, mutlular mutsuzlara, yaşayanlar ölülere karşı kendilerini suçlu hissedebilir.

Başkalarına göre üstün durumda olanlar sağlıklarını, masu­miyetlerini, mutluluklarını, hatla hayatlarım eksiklik sahibi üye­ler için riske atmak isleyebilirler. Kendi mutluluklarından ve ha­yatlarından feragat ederek başkalarının mutlu ve sağlıklı olmala­rını sağlayabileceklerini düşünürler. Bu fedakârlıkla, diğer aile üyesinin hayatını ve mutluluğunu yeniden kurtarabilecek, hatla gidenleri bile geri döndürebileceklcrini zannederler.

Aile ve akrabalar arasındaki bü sadakat; bazı üyelerin masu­miyet ve mutluluğu, diğerlerinin şanssızlığı; bazılarının sağlıklı olması, diğerlerinin hastalığı; bazısının hayatta olması, diğerinin ölmüş olması gibi, bazılarının sahip oldukları üstünlüklerin ve bazılarının katlanmak zorunda oldukları eksikliklerin, sistem ta­rafından dengelenmesi gereği olarak kendini gösterir.

Dengeyi kurmak için duyulan ve bütün grubu etkileyen bu istek, grubun bir üyesi acı çekerken diğer üyeyi de acı çekmeye, bir üye hasla ya da suçluyken diğerini de hasla olmaya, bir üye ölünce ona yakın olan diğerini de ölmek islemeye iter.

Böylece kader birliği yapmış bu toplulukla sadakat, denge ve tazminat gereği, diğer üyenin suçuna, hastalığına, kaderine ve ölümüne katılma sonucu doğar. Bir üyenin iyiliği, sağlığı, masıımiyeti ve hayalı için, diğer üye, şanssızlığı, hastalığı, suçu ve ölü­mü göze almaya kalkışabilir.

Hastalık ruhu takip eder

Denge ve tazminat için duyulan sisıemik gereksinim, hasta­lık ve ölüme yol açtığına göre, hastalıklar ruhumuzu takip et­mektedir. Bilinen anlamdaki tıbbı yardıma ek olarak psikolojik yardım ve tedavi de şifa için gereklidir. Bunu tıp doktoru da ya­pabilir, hastanın ruhunu iyileştirmek için doktora yardımcı biri­si de devreye girebilir. Doktorlar hastalarını iyileştirmek için el­lerinden geleni yaparken hastalıkların sisıemik boyutunun far­kında olan psikoterapistler, uğraşmak zorunda oldukları güçle­rin karşısında kendilerini biraz daha kısıtlanmış hissederler. Bu güçlere karşı mücadele edebileceğimizi düşünmek yanıltıcı olur. Bu nedenle terapist, bu güçlerle uyum içinde çalışarak kötü ka­deri bir rakip değil, bir müttefik gibi ele almalıdır. Aşağıda buna bir örnek vardır:

“Sana bir şey olacağına bana olsun”

Bir grup hipnoterapisi sırasında MS (mullipl skleroz) hastası bir kadın, kendini çocuk hâliyle felçli annesinin yatağının başucunda eğilmiş, kalbinden şu düşünceleri geçirirken görmüştür: “Sana bir şey olacağına bana olsun anneciğim. Ben senin yerine acı çekerim.” Grup, çocuğun sevgisi karşısında ve şimdi dönüş­müş olduğu kadının, kendisi vc kaderiyle nasıl barışık olduğunu görünce çok duygulandı. Ama katılımcılardan biri, çocuğun an­nesinin hastalığını ve ölümünü üstlenecek kadar derin olan sev­gisini katlanılmaz buldu ve sonunda terapiste dönerek şunları söyledi: “Lütfen ona yardım edin, size yalvarıyorum.”

Bu şekilde müdahale ederek çocuğun sevgisine hakaret etme­yi nasıl aklınızdan geçirebilirsiniz? Çocuklukta kendi kendine verdiği bir sözden geri dönmesi, kadının şimdiki acısını rahatlat­mak bir yana, daha da kötüleştirir; onu sevgisini saklamaya iter, acı çekerek sevgili annesini kurtarma isteğine daha da körü kö­rüne bağlar. Şimdi bir başka örneğe bakalım.

MS hastası bir başka genç kadın, bir aile konstelasyonuna ka­tılır. Babasının sağında annesi, karşılarında en büyük çocukları (yani hastanın kendisi), solunda 14 yaşında kalp yetmezliğinden ölmüş erkek kardeşi ve onun da solunda ailenin en küçük çocu­ğu olan diğer erkek kardeşi durmaktadır.

Temsilcilerin raporlarının ardından psikoterapist, ölü kardeşin odadan çıkmasını ister; bu hareket onun ölümünü temsil etmekte­dir. Erkek kardeş odadan çıktığında danışanın temsilcisinin yüzü birden aydınlanır, anne de çok rahatlamış görünmekledir. Hem babanın hem dc en küçük kardeşin odadan çıkmak istediğini an­layan psikoterapist, onları da odadan çıkartır. Bütün erkekler oda­dan çıktığında (yani öldüklerinde) anne, yüzünde rahatlama ifade­siyle duruşunu dikleştirir. Böylece herkes, nedeni her ne olursa ol­sun, ölüm baskısını üstlenmiş kişinin aslında anne olduğunu an­lar. Ailedeki bütün erkeklerin onun yerine ölmeye hazır ve istekli olduğunu görmek, anneyi etkilemiş ve rahatlatmıştır.

Psikoterapist, ailenin erkeklerini odaya geri çağırır ve anneyi odadan çıkartır. Birden diğer temsilciler annenin kaderini üzer­lerine almanın sistemik baskısından kurtulmuş biçimde rahatlar ve kendilerini daha iyi hissetmeye başlarlar.

Kızının MS hastalığının, annenin aslında kızının ölmesi ge­rektiğine dönük gizli inancından kaynaklanıp kaynaklanmadığı­nı sınamak isteyen terapist, anneyi odaya çağırır, kocasının solu­na yerleştirir, kızını da hemen annenin yanma koyar.

Kızın annesinin gözlerinin içine bakmasını ve sevgiyle şunla­rı söylemesini ister: “Anne, senin için bunu yapmaya hazırım.” Kız bu sözleri söylerken yüzü aydınlanır ve hastalığının sistemik anlamı ve amacı ortaya çıkmış olur. Böyle bir durumda doktorlar ve psikoterapistler ne yapmalıdır ve nelerden kaçınmalıdır?

Gözleri açık sevgi

İçgörü sahibi bir psikoterapistin yapabileceği tek şey, çocu­ğun sevgisini ortaya çıkarmak ve sevginin dinamiklerine güven­mektir. Çocuk Her neyi üstlendiyse bunu iyi niyetle, doğru ve asil olanın bu olduğunu düşünerek yapmıştır. Bu sevgi, anlayışlı bir psikoterapistin yardımıyla gün ışığına çıktığında çocuk da körü körüne sevmenin asla bir amaca ulaşamayacağını anlamış olur.

Bu sevgi, sevdiklerini iyileştirebileceklerine, onları kötülük­ten koruyabileceklerine, suçları için kefaret ödeyebileceklerine ve ölüm döşeğinden kurtarabileceklerine inanan çocukların sev­gisidir. Çocuklar bu sevgiyle, ölmüş kişiyi bile geri döndürcbileceklerinc inanırlar.

Ama kör sevgi, gün ışığına çıktığında, çocuksu umutlar ve is­teklerle birlikte bu kör sevgi ve fedakârlığın, sevilen kişinin acı­sını, kaderini ve ölümünü üstlenmeye yetmeyeceğini nihayetin­de anlarlar. Bunun ardından kaderle yüzleşme, cesur olma ve her şeyi olduğu gibi kabul etme gereği de kendini belli.eder.

Çocuğun sevgisinin bedeli ve bunu başarma yolları aydın­latıldığında yanlış inançlar sarsılır ve ortadan kaybolur. Ancak sevgi ebedidir ve hastalık nedenleri ortaya çıkartıldığında sev­gi, yardımcı olabilecek başka yollar aramaya başlar. Bir zaman­lar hastalığa neden olmuş sevgi, şimdi kendine başka bir çıkış yolu arayarak kaderin izin vermesi durumunda, hastalığa ne­den olan şeylere veda eder. Artık doktor ve psikoterapist daha etkili bir çözüm yolu önerebilir. Bu yolu bulabilmek için ço­cuk ruhunun sevgisi fark ve kabul edilmeli; daha özgür ve bü­yük bir kalp ile yaşamasına, yeni ve iyi şeylere yönelmesine izin verilmelidir.

“Senin yerine ben”

Çoğu zaman ölümcül bir hastalığın nedenini çocuğun bihnçchşında verdiği bir kararda buluruz: “Senin yerine ben öleceğim.”

Yemek bozukluğu hastalığı olan anoreksiyada verilen karar, “Sevgili babacığım, senin yerine ben ölcccğim”dir.

Önceki sayfalarda anlattığımız MS örneğinde çocuğun kararı “Sevgili anneciğim, senin yerine ben ölccegiın”di.

Veremde de benzeri bir durum söz konusudur, batta intihar vc ölümcül kazalarda da aynı dinamiklerin varlığını bulabiliriz.

“Sen gitsen de ben kalacağım”

Söz ettiğimiz bu dinamikler hastayla yapılan görüşmede orta­ya çıktığında uygulanması gereken, iyileştirici çözüm nedir? Önce­likle sorunu iyi tanımlamamız gerekir çünkü çözüm çoğu zaman sorunun içindedir, hatta sorunu tanımlayarak çözüme doğru bir adım atmış oluruz. Hastalığa yol açan cümle açığa çıkarıldığında sevdiği kişiyle yüz yüze gelen danışan, kendisini bu cümleyi söy­lemeye ilen sevgisiyle “Senin yerine ben ölmek isliyorum” der.

Danışanın, bu cümleyi istediği kadar tekrarlayarak sevdiği insanın kendinden ayrı bir birey olduğunu anlaması önemlidir. Sevgisinin derinliğine karşın, sevilen kişi ayrı bir kendilik olarak tanınmalıdır. Aksi takdirde süre giden ortak yaşam vc özdeşleş­me devam edecek, şifa için gerekli olan, “danışan ve sevilen kişi­nin ayrışması” gerçekleşmeyecektir.

Bu sevgi dolu sözcükler, aslında sevilen kişi ve danışan ara­sında bir çizgi çeker. Bu sözler, bireyin kaderini, sevilen insanın kaderinden ayırmaya yarar.

Söylenen cümle, söyleyen kişinin kendi sevgisini vc karşısın­daki için duyduğu sevgiyi anlamasını sağlar. Bu cümle, seven ki­şiyi, sevdiği için ne yapmak istediğini görmeye, böyle bir feda­kârlığın sevilen kişiyi rahatlatmaktan çok, ona yük getireceğini anlamaya zorlar.

Artık sevilen insana başka bir cümle söyleme zamanı gelmiş­tir: “Sevgili anne, baba, kız kardeş, erkek kardeş -sevilen kişi her kimsesen gitsen bile ben kalacağım."

Bazen, cümle özellikle de anneye ya da babaya hitaben söyle­niyorsa danışan kişi şunları da ekler: “Anneciğim, babacığım, si­zin ardınızdan ben kaldığımda lütfen beni esirgeyin; siz gitseniz bile, benim için her şeyin en iyisini dileyin.”

Bu duruma bir örnekle açıklık getireyim. Bir kadının babasının iki özürlü erkek kardeşi vardı; kardeşlerden biri sağırdı, diğeri psikozluydu. Baba, sistem tarafından kardeşlerinin kaderine kilitlen­mişti ve onlara duyduğu sadakatten dolayı, kardeşlerini böyle sı­kıntı çekerken görmeye dayanamıyordu. Kızı ise babasının tehli­kede olduğunu ve kendini feda etmeye hazır olduğunu fark etmiş­ti. Kız, aile konstelasyonuna katıldığında temsilcisi babanın erkek kardeşlerine doğru koşmuş ve onlara sıkıca sarılarak sanki baba­sıyla konuşuyormuş gibi, “Sevgili babacığım, ben amcalarımızın talihsizliğini paylaşıp seni bu sıkıntıdan kurtaracağım” demişti. Danışanda daha sonra anoreksiya hastalığı baş göstermişti.

Oysa çözüm ne olmalıydı? Kız babasının kardeşlerine bakıp onlara şöyle yalvarınahydı: “Lütfen babam bizimle kaldığında onu korumanız altına alın, ben de babamla kalırsam beni dc ko­ruyun ve kollayın.”

“Senin peşinden geleceğim”

Anne babanın gitme ihtimalini engelleme cümlelerinden bi­ri olan, “Senin yerine ben öleyim” cümlesinden daha önce söy­lenen bir başka cümle de çocukların erken ölen, uzun süre has­talık çeken ya da sakat anne babalarını ya da kardeşlerini bu durumdan kurtarmak için söylediği, “Ben de senin ardından ge­leceğim” cümlesidir. Daha ayrıntılı hâliyle bu cümleleri, “Ben de senin gibi hasta olacağım” ya da “Ben dc senin ardından öle­ceğim” olarak yorumlayabiliriz.

Aile içinde etkisini ilk gösteren cümle budur. Zamanında bu­nu söylemiş olan çocuklar büyüdüğünde kendi çocukları da “Se­nin yerine ben öleyim” diyerek anne babalarının gitmelerini en­gellemeye çalışır.

“Biraz daha yaşamaya devam edeceğim”

Ölümcül bir hastalığın, kazanın ya da intiharın altında ya­tan nedenin, “Senin peşinden geleceğim” cümlesi olduğu anla­şılınca şifaya doğru giden çözüm yolu, öncelikle çocuğun bu sözleri yüksek sesle söylemesidir. Sevdiği kişinin gözlerine, ço­cuk sevgisinin bütün gücü ve inandırıcılığıyla bakan kişi, “Sev­gili anneciğim, sevgili babacığım, kardeşim -ya da bu kişi her kimsesenin ardından ölüme bile gelirim” der. Bu noktada, ki­şinin bu cümleyi; sevdiği kişinin kendinden farklı bir varlık, ayrı bir birey olduğunu anlayana ve lam olarak algılayana kadar tekrar etmesi önemlidir. Çocuk, duyduğu bu güçlü sevginin kendisi ve sevdiği kişi ile arasında var olan ayrımı ortadan kal­dıramayacağını fark eder, bu sınırın ayrımına varır ve sınırı ka­bul eder. Bu cümle, çocuğun kendi sevgisini olduğu kadar, sev­diği insandan gelen sevgiyi de kabul etmesini sağlar. Bunun ya­nı sıra bazı gerçekleri anlamasına yardımcı olur: Özellikle de kendi çocuğunun müdahalesi olmadığında ve hiç kimse peşin­den gelmediğinde sevilen kişi, kendi kaderine daha kolay kat­lanır ve yaşaması gerekenleri yaşar.

Daha sonra çocuk, sevdiği ölmüş kişiye bir başka cümle da­ha söyler. Bu cümle, çocuğu, üstlenmek istediği kaderinden kur­tarır ve özgürleştirir: “Sevgili anneciğim, sevgili babacığım, kar­deşim -ya da bu kişi her kimsesen öldün, ben bir süre daha ya­şamaya devam edeceğim, sonra ben de öleceğim.” Ya da “Bana verilen ömrü sonuna kadar doldurup sonra ben de öleceğim.”

Çocuklar anne ya da babalarının, kendi ailelerinden birinin hastalığının ya da ölümünün peşinden gittiğini görünce şu sözle­ri söyleyerek kendilerini bu yükümlülükten kurtarabilirler:

“Sevgili anne, sevgili baba, sen gitsen bile ben kalacağım,” ya da “Gitsen bile, hep benim sevgili annem/babam olarak kalacak­sın.” Anne ya da baba intihar ettiyse: “Kararma saygı duyuyorum ve kaderinin önünde eğiliyorum. Annem/babam olduğun için gurur duyuyorum, İrer zaman anncm/babam olarak kalacaksın. Ben de her zaman senin çocuğun olacağım.”

Yanlış yönlendiren umutlar

“Senin yerine ben öleyim” ve “Senin ardından geleceğim” cümleleri, çocuklar tarafından son derece masumca söylenmiş ve yerine getirilmeye çalışılan sözlerdir. Bu cümleler aynı zamanda Hrisliyanlık inancına göre İsa'nın söylediği şu sözlere karşılık ge­lir: “Hayatını arkadaşları uğruna feda eden bir insanın sevgisi üs­tüne bir sevgi yoktur.” Bu sözler Isa'nın çarmıha gerilirken ve ölüme giderken de havarilerine, onun ardından gelmelerini tav­siye etmekledir.

Acı çekerek ve hayalını feda ederek kefaret ödemeye ilişkin Hrisliyanlık öğretisi, din tarihinde azizlerin ve kahramanların benzer şekilde öldüğüne yönelik örnekler, çocukların başkasının yerine acı çekebileceği ya da başkasının hastalığım üstlenebilece­ğine yönelik hayallerini doğrular niteliktedir. Başkalarının acısı­nı, hastalığını ve ölümünü üstlenerek sevdiklerini kurtarabile­ceklerini umut ederler. Yeryüzünde bunu başaramazlarsa bile, tıpkı sevdikleri gibi hayatlarını kaybederlerse ölüm sayesinde on­larla tekrar bir araya gelebileceklerine inanırlar.

İyileştiren sevgi

Bu inanç yaygınlaştığında şifa ve özgürleşme, yalnızca alına­cak tıbbi önlemlerle sağlanamaz. Dini bir edim, hayallerin peşin­den koşmanın ötesinde bir inanç değişikliği ve bunu kalpten is­temek gibi yöntemlerin de kullanılması gerekir. Bazen doktorun ya da terapistin bir inanç değişikliği yaratması söz konusu olabi­lir. Ancak bu değişiklik, yardımcının elinde değildir ve tek bir yöntemle sağlanamaz; basil bir neden ve sonuç ilişkisi ile elde edilemez. Böylesi bir değişiklik yaşandığında saygı duyulması vc bu değişimin bir lütuf olarak adlandırılması gerekir.

 

Kefaret olarak hastalık

İşlenen suç için kefaret ödeme gereği; hastalığa, intihara, ka­zalara ve zamanından önce ölüme yol açan nedenlerden biridir.

Kader tarafından belirlenen ve önlenemez olaylar, bazen bir be­delin ödenmesini gerektiren kişisel bir suç yüzünden yaşanıyor gi­bi gelebilir. Bebeğin düşürülmesi ya da sakatlığı, çocuğun erken ölümü gibi durumlar, bu gibi yorumlara yol açabilir. Bu durumda ölen ya da sakat doğan çocuğa sevgiyle bakılmalı, ölümün ve sakat­lığın neden olduğu acıyla yüzleşilmek, geçmişle barış yapılmalıdır.

Benzer biçimde, önüne geçilemez bir olay sonucunda bir ki­şinin hayatı kurtuluyor, diğerinin ise başına bir takım olumsuz­luklar geliyorsa bu da çoğu zaman işlenen bir suça yorulabilir. Örneğin, bir anne doğum anında öldüyse çocuğun hayatta başa­rılı bir insan olması genelde zor olur. Annesinin fedakârlığı kar­şısında çocuğun ödemesi gereken bir bedel olduğu düşünülür.

Bebeğin kürtajla alınması ya da evlatlık verilmesi gibi du­rumlarda ise birisine kasıllı olarak verilen ciddi bir zarar söz ko­nusudur. Birinden başkasına bir kötülük yapmasını islemek, bi­rine bile bile kötülük yapmak da buna örnek olarak verilebilir.

Suçlu kişinin, işlediği suçun cezasını çekmesi, başkasına ver­diği zararın karşılığında kendisine zarar vermesi gerektiğine dö­nük, yaygın bir inanç vardır. Böylece dengenin eski hâline döne­ceği düşünülür.

Bu inançlardan doğan kavramlar vc eylemler, dinî öğretiler ve örneklerle de desteklenir, ancak çok kötü sonuçlar doğurabi­lir. Acı çekerek, hatta ölerek diyet ödemenin gerekliliğini ya da kendimize işkence ederek günahlarımızdan arınacağımızı öne süren dinî inançların varlığından hepimizin haberi vardır.

Kendini cezalandırarak bedel

ödemek çifte felaketle sonuçlanır

Kişinin kendi kendine cezasını kesmesi, tazminat ödeme ve dengeyi yeniden kurma için körü körüne.duyulan gereksinimi tatmin edebilir ama bu tazminat hastalık, kaza ya da ölüm yön­temiyle ödenecekse elimize neyin geçtiğini sorgulamalıyız. Bir insandansa iki kişinin zarar görmesi, ikinci kişinin öleceği günü beklemesi bir başarı mıdır? Daha da kötüsü, bu cezalandırma, kurbana verilen zararı iki katına çıkarır çünkü kurbanın çektiği acı daha fazla acıya, ölümü de daha fazla ölüme neden olur.

Göz önünde bulundurmamız gereken başka şeyler de vardır. Kişinin kendini cezalandırması ucuz bir yöntemdir. Dinî öğreti­lerde de yinelendiği üzere, diğerlerinin kurtuluşu, kişinin acı çekmesine bağlıdır; buradan çıkarabileceğimiz sonuç, diğer in­sanların kurtulmasının, bir kişinin acı çekmesine bağlı olduğu­dur. Yani tek başına acı çekmenin ve ölmenin yeterli olacağı var­sayılır, diğer insanlarla olan ilişkiler dikkate alınmaz. Başka in­sanların acısı görmezden gelinir, fark edilmez, sürece dâhil edil­mez, onlara neyin iyi geleceği sorgulanmaz. Bu kişiler hiç kimse­yi kendi korumalarına alamaz; çektikleri acı boşunadır, hiçbir işe yaramaz. Suçu işlemiş kişinin gözlerindeki pişmanlığı göremez­ler -ki aslında çoğu zaman kurbanın tek isteği budur, kendisine zarar vermiş kişinin insani yönünü görerek onu bağışlamayı di­ler. Bu süreçte kurban dışlanır.

Kişisel cezalandırma sürecinde, örneğin birinin ardından ölüme gidiliyorsa yaşamanın yerine ölmek, suçlu hissetmenin yerine kendini cezalandırma geçmiştir. Acı çekmenin ve ölmenin yeterli olduğu düşünülür; bir eyleme geçmek, katkıda bulunmak gibi konulardan hiç söz edilmez. Nasıl “Senin yerine ben öleyim” ve “Senin ardından ölmek istiyorum” gibi cümleler söylendiğin­de verilen zarar ve çekilen acı iki katına çıkıyorsa kişisel cezalan; dırmada da durum böyledir.

Çocuğun annesi doğum anında öldüyse çocuk, kendini suç­lu hisseder çünkü annesi çocuğun yaşamanın bedelini kendi ha­yatıyla ödemiştir. Çocuk, annesinin ölümünün bedelini, acı çe­kerek ödemek islerse annesinin ölümü pahasına elde ettiği yaşa­ma hakkım reddetmiş olur. Eğer çocuk bu yükün altında ezile­rek intihar etmeye kalkışırsa bu durum anne için de felaket de­mektir. Çocuk annesinin verdiği yaşama, sevgiye ve kendisini dünyaya getirme isteğine saygı göstermemiş olur. Bu durumda anne boşuna ölmüştür. Dünyaya yeni bir insan getirmenin değe­ri yok olmuş, bu pazarlıkta iki kişi hayatından olmuştur.

Bu durumdaki bir çocuğa yardım etmek istiyorsak çocuğun kefaret ödeme isteğinin farkına varmalı, “Senin yerine ben öle­yim” cümlesinin aslında ne anlama geldiğini, çocuğun fark etme­sini sağlamalı ve bu cümlenin iyileştirici etkisinin kendisini gös­termesine izin vermeliyiz.

Kabul etme ve uzlaşma yöntemiyle tazminat ödeme

Bu durumda çocuk ve anne için en uygun çözüm nedir? Ço­cuğun şöyle demesi gerekir: “Sevgili annem, benim hayatım için bu kadar büyük bir bedel ödediysen bu bedel boşa gitmemeli. Se­nin hatıranı ve onurunu yaşatmak için hayatımı yaşanmaya de­ğer kılacağım.”

Daha sonra çocuk, acı çekmek yerine olumlu eylemler içine girmeli, başarısızlık yerine başarıyı, ölmek yerine yaşamayı seç­melidir. Böyle yaparak, annesinin ardından ölüme gitmeyi iste­mek yerine, annesine daha derinden bağlanacaktır. Mayalını do­lu dolu yaşamayı seçen çocuk, annesine sımsıkı sarılmış olur, an­nesinin gücü ve rahmeti çocuğa doğru akar.

Annesiyle birlikte ölmeyi seçen çocuk, ona körü körüne bağ­lanmış olur. Ama çocuk, annesinin ve ölümünün hatırası adına yaşamayı seçerse hayatı büyük bir armağan olarak kabul elmiş ve bütün iyilikleri üstüne çekmiş olur. Daha sonra bu çocuk anne­siyle çok farkh bir biçimde bağ kurar, anne artık çocuğun kalbin­de ebediyen yer eder. Çocuk, yaşamı kendine verilen bir armağan olarak kabul ederse kendine sunulanları da minnetle alır, anne­sini her gün yanında hisseder.

Acıyı ve ölümü iki katına çıkaran kefaret yoluyla tazminat ödemekten farklı olarak bu tazminat biçimi, çocuğu mutluluğa vc sağlığa ulaştırır. Olumlu eylemler yoluyla tazminat ödemek çok değerlidir ve kişileri kutsar. Böylece hem çocuk hem de an­ne, kaderleriyle uzlaşmış olur. Böylece anne de çocuğun hayatın­da yer alır ve yaşamaya devam eder.

Bu tazminat biçimi, yaşamın eşsiz olduğu içgörüsünden yola çıkar. Başkasına hayat vermek yeniliklere kapı açar, kişinin ken­di hayatı sona erse bile geleceği beslemeye devam eder.

İlişki kurmaktansa kendini cezalandırmak

Suçun acı çekerek hafifleyeceğine inanırsak kendisine karşı kabahat işlediğimiz kişiyle yüzyüze gelmekten kaçınırız. Kendi­mizi cezalandırdığımızda para ya da bir beceri gibi sahip olduğu­muz bir şeyle, verdiğimiz zararı ödeyebileceğimizi hayal ederiz. Bir insana acı çektirdiğimizde o kişinin bedenine, ruhuna ve ya­şamına, geri dönüşü olmayan bir zarar verdiğimizde kendimizi cezalandırmak neyi değiştirir? Çektiğimiz cezayla ve acıyla rahat­layacağımızı düşünmek ve karşımızdaki kişiyi önemsememek, yalnızca kendimize odaklanmaktır. Esas planımız, suçluluk duy­gusundan kurtulmaktır. Karşımızdaki insanı düşünüyorsak ken­dimizi cezalandırarak aslında yapmamız gereken esas şeyi yap­maktan kaçındığımızın farkına varmalıyız.

Şahsen sorumlu olduğumuz suç için de aynı şey geçerlidir. Bir anne kürtaj ya da başka bir nedenle çocuğunu kaybettiği için, hastalığa yakalanarak ya da çocuğun babasıyla ilişkisini sonlandırarak ya da kimseyle ilişki kurmayarak kendini cezalandırma ve kefaret ödeme yolunu seçebilir. Kişisel bir suçtan ötürü kefa­ret ödemek genelde, bilinçli olarak inkâr etme ya da gerekçe bul­ma gibi eylemlere karşı bir eylem olarak, bilinçdışında yaşanır.

Bazen anne, çocuğunun ölümü için, hastalanarak ve ölümü seçerek kefaret ödüyorsa burada ölü çocuğun ardından gitme is­teği olduğu gibi, çocuğun ölü annesinin ardından gitme isteği de yer alabilir. Annesinin suçu yüzünden ölen çocuk bile, “Senin yerine ben öleyim” der. Böylece çocuğun sevgisi ve annesi için ölme isteği fark edilmez ve boşa gider.

Kişisel suç durumunda çözüm, kefaret ödemenin yerine uz­laşma eylemini koymaktır. Kendisine karşı kötülük yaptığım ya da başkalarına kötülük yapmaya zorladığım kişiye dönüp bakma­lıyım. Bir anne kürtajla aldırdığı, baba da tanımadığı ya da terk et­tiği çocuğuna dönüp “Üzgünüm, sana kalbimde bir yer açıyorum ve yaptığım hayatı telafi edeceğim” ve “Yaptığım bütün iyilikler­de seni düşünüyor olacağım, gözümün önünde seni canlandıraca­ğım ve seni yaşatacağım” demelidir. Bu şekilde suç, benmerkezli değil, diğer insan merkezli olur. Anne ya da babanın yaptığı bü­tün iyilikler, bu çocuk sayesinde gerçekleşir. Çocuk, anne ve ba­basının yaşamında yer alır, anne ya da babasına bağlı kalır.

Yeryüzünde suç sona erer

Suçla ilgili hatırlamamız gereken başka bir şey daha vardır: suç, bir insandan diğerine geçer ve geçmesine de izin verilmeli­dir. Suç geçişlidir ve yeryüzündeki her şey gibi bir süre sonra or­tadan kaybolur.

Başkasının yerine kefaret ödeme sonucunda hastalık

Aile ya da akrabalık grubunun üyeleri sıkça başka bir üyenin suçunu üstlenebilir. Bir çocuk ya da eş, “Senin yerine ben ceza çekeyim” diyebilir. Bu durumda başkasının işlediği suçu ve orta­ya çıkan sonuçları kendi üzerlerine çekmiş olurlar.

Bir örnek aktaralım: Bir grup terapisi sırasında, bir kadın an­nesinin kendisiyle birlikte yaşama isteğini reddedip onu huzure­vine gönderdiğini anlatmıştır. O haftadan itibaren kadının kızla­rından biri anoreksiyaya yakalanmış, simsiyah giysiler giymeye başlamış ve haftada iki kez huzurevine giderek yaşlıları ziyaret etme alışkanlığı geliştirmiştir. Kadının kızı da dâhil olmak üzere hiç kimse, bu davranış değişikliğinin nereden kaynaklandığını anlayamamıştır.

Anne babayı reddetmenin sonucunda hastalık

Ciddi hastalıklara yol açan bir başka tutum da çocuğun anne babasını sevgiyle kabul edip onları onurlandırmayı reddetmesi­dir. Örneğin, kanser hastalarının bir kısmı, anne ya da babaları­nın önünde eğilmektense ölmeyi tercih eden kişilerdir.

Anne babayı onurlandırmak

Kişinin anne ve babasını onurlandırması, onları olduğu gi­bi sevmesi ve kabullenmesi, hayatı onurlandırması ise hayatı başıyla ve sonuyla, yaşamı ve ölümüyle, hastalığı ve sağlığıyla, suçu ve masumiyetiyle sevmesi ve olduğu gibi kabullenmesidir. Eskiden teslim olmak ve ibadet etmek olarak adlandırdığımız temel dinî edim budur. Bu teslimiyet sayesinde her şeyi sevgiy­le alır ve sevgiyle veririz.

Konuyu sona erdirmeden size felsefi bir öykü anlatmak isti­yorum:

Boşluk

Mutlak olanı arayan bir keşiş

Pazar yerinde bir tüccara yaklaşır

Ve ondan sadaka ister

Tüccar keşişe bakar ve bir şey demez-

Sonra ona bir miktar sadaka verir, bir de soru sorar:

“Yaşaman için gereken parayı benden istemekte bir sakınca gör­müyorsun      -

O zaman neden beni ve yaptığım işi kendine ve yaptığın işe gö­re daha aşağı görüyorsun?”

Keşiş karşılık verir:

“Peşinden gittiğim Mutlak olanla karşılaştırılınca her şey aşağıdır."

Tüccar bu karşılıktan tatmin olmaz ve bir başka soru daha sorar:

“Eğer böyle bir Mutlak gerçeklen varsa

Bizim ulaşabileceğimizin çok ötesindedir.

Sen onu nasıl bulabileceğini düşünüyorsun?

Birisi onu bulduğunda Mutlak’a sahip çıkıp da aslan payını mı alacak?

Eğer bu Mutlak gerçekten varsa insanlar doğru yoldan nasıl sapar,

Ondan nasıl uzaklaşır, himayesinden çıkabilir?"

Keşiş yanıt verir:

“Yalnızca bütün sahip olduklarım geride bırakıp

Kendilerini şimdiye ve buraya bağlayan bütün zincirlerini kırıp

Gitmeye hazır olanlar Mutlak’a ulaşabilir."

Bu yanıtı da pek ikna edici bulmayan Tüccar, bir soruyla daha keşişi sınamak ister:

“Eğer Mutlak diye bir şey varsa

Herkese yakın olmalıdır,

Kendini gizlemiş olsa da.

Nasıl ki Gıyap, Mevcut olanla karşılaştırdığımızda bugün, ya­rın ve dün de varsa,

Şimdi ve Burada ile karşılaştırdığımızda

Bize geçmiş ve gelecek gibi sonsuz ve uçsuz bucaksız geliyorsa.

Ama yine de bize kendini mevcut olanla belli ediyorsa

Gece ve gündüzde görüyorsak onu

Gıyap bilinmeyenleri barındırır içinde

Henüz olmamış olanları

Mutlak şimdiyi aydınlatır

Tıpkı gece çakan bir şimşek gibi

Mutlak da bize yakın olanı

Bize daha da yakınlaştırır

Ve şimdiyi aydınlatır. ”

Düşünme sırası keşişe gelmiştir:

“Eğer dediğin doğruysa

O zaman sana ve bize kalan nedir?”

Tüccar şöyle der:

“Kısa bir süreliğine de olsa

Yeryüzü hâlâ burada bizimle olacak.”

Sağlıkla ilgili diğer yayınlar için Ek A’ya bakınız.

Ruhani Bakış Açısıyla Sağlık ve Şifa

Ruh Sevgisi

Hastalık, ruh sevgisinden saptığımız zaman ortaya çıkar. Sağ­lık, ruh sevgisi ile uyum içinde yaşadığımız ya da ruhla olan uyu­mu kaybedip de sonra geri kazandığımız zaman bizimle kalır ve geri gelir.

Şu ana kadar kastetmiş olduğum şey, ailelerde hastalıklara neden olan şeylerin, her şeyi olduğu gibi kabul edip seven ve is­teyen ruh sevgisinden sapma yolları olduğudur. Çünkü ruh, her şeyi olduğu gibi kabul edip düşünür.

Aile içindeki hastalıkları hafifleten ve iyileştiren yollar hak­kında şimdiye kadar söylemiş olduğum her şey, ruh sevgisine ge­ri dönme ve var olanla uyum içinde olma yollarıdır.

Ruh sevgisinden ne şekilde sapabiliriz?

Birincisi, hastalık anne babanın reddi ile ortaya çıkar; bu da onların her türlü külfetinin, zorluğunun ve hastalığının reddi, yani her türlü suçlama anlamına gelir. Reddetme, özellikle top­lum içinde suçlamalar, anne baba aleyhinde dava açma, ihtiyaç­ları olduğunda onlara yardım etmeme ve ilgi göstermeme, destek olmama ya da itibarlarını zedeleme şeklinde kendini gösterebilir. Bu durumu, bazen kanser hastalarında ve diğer ciddi hastalıkları olan kişilerde görebiliriz. Birçoğu, annelerini onurlandırmaktansa ölmeyi tercih eder.

Özellikle kadınlarda görülen obezite, çoğu kez kişinin annesi­ni reddetmesi ile ilişkilendirilir. Aynı şekilde iş ve aşk hayatımız­daki başarısızlık da buna bağlanabilir. Her ikisi de tam anlamıyla hastalık değildir ama sonuçları, hastahklarınkiyle aynı olabilir.

Ruh sevgisi, sebebi her ne olursa olsun anne babalarımızı reddetmemizi cezasız bırakmaz. Ruh sevgisi, hiçbir küstahlığı ve kendini beğenmişliği hoş görmez.

Kişinin anne ve babasını suçlamasının ya da reddetmesinin sonuçları, onların haklılığına ya da haksızlığına bakmaksızın or­taya çıkar çünkü ruhlar âleminde işleyen düzen, bizim bildiğimiz doğru ya da yanlışın, haklı ya da haksızın çok daha ötesindedir. Hem çocukların hem de ailelerinin sağlığının ve başarısının kar­şısında olan nedenler, ruhlar âleminde tekrar işlemeye başlar, kendi eski düzenine döner.

Kendimize şu soruyu soralım: “Anne babamıza duyduğumuz sevgiyi nasıl geri kazanırız?” Onlarla ruh sevgisiyle, doğru ve yan­lışın ötesinde bir yer olan ruhlar âleminde buluştuğumuz zaman, bunu başarmış oluruz. Nasıl olabileceğini evlatlık verilmiş bir ço­cuk örneğiyle ifade edeyim. Bu örnek aynı zamanda, onları ruhen nasıl kabullenebileceğimiz!, sevmeyi ve saygı göstermeyi nasıl öğ­reneceğimizi ve onlara dönmek için bir yol bulmamızı anlamamı­za imkân sağlar. Şartlar ne olursa olsun, eğer onlardan ayrılmış ya da ayrı düşürülmüşsek ya da hâlâ onlardan, bize veremeyecekleri bir şeyi beklemeyi sürdürürsek bunu yapmış oluruz.

Anne Babamızı Ruhen Sevmek

Çocuk

Evlat edinilmiş çocuğun da diğer her çocuk gibi bir annesi ve babası vardır. Diğer çocuklar gibi, evlat edinilmiş çocuk da belir­li bir anne babadan bir yaşam kazanmıştır. Bu çocuk, bu aileye en az ailenin diğer tüm bireyleri kadar aittir. Kaderde ne olursa olsun, çocuk bu aileye bağlanmıştır ve ailenin diğer tüm bireyle­ri de bu kaderden aynı şekilde etkilenir. Çocuğun kaderini, ken­di kaderleriymişçesine paylaşırlar. Evlatlık olması, hiçbir şeyi, hiçbir surette değiştirmez.

Şimdiki anne babasının, evlatlık çocuğun kaderi olmak üze­re orada bulundukları bir gerçektir.

Üzerlerine bir günah işlemişçesine yıkılan herhangi bir suç ya da onlardan beklenen herhangi bir şey, ruhani güçle uyumu kaybetmelerine ve hem anne babanın hem de çocuğun hiçbir şe­yin olduğundan farklı olamayacağı düşüncesiyle hareket etmesi­ne neden olur. Peki, o zaman bu çocuk, bu özel kaderin iyi yan­larını görmek, onu olumlu bir şekilde yorumlamak ve olduğu gi­bi kabul etmekle ruhen nasıl baş edebilir ve de etmelidir?

Diğer sevgi

Çocuk, hiç tanışmadan bile anne babasını gözünde canlandı­rabilir. Çocuğun ihtiyaç duyduğu şey sadece onlarla içinden, duygu düzeyinde temasa geçmektir. Çocuğun ruhunda oldukla­rı için, onlarla ilgili her şeyi bilir. Anne babası çocuğun içinde ya­şadığı için, hem fiziksel hem de ruhani anlamda çocuğun ruhun­da mevcuttur. Çocuğun da onlar gibi duyguları vardır, o da on­lar gibi bir şeyler hisseder ve onlara benzer. Çocuk, onların ka­derinde ve ailelerinin kaderinde sıkışmıştır. O da onlar gibi acı çeker, ümit eder ve onlar gibi iyileşmeyi ister. Çocuk kendini bir başka aileye verilmiş olmaktan dolayı suçlu hisseder ve bunun bedelini ödemek ister.

Anne ve babası gibi, çocuk da özel bir görevle karşı karşıya­dır; bu karmaşıklıktan ve onun sonuçlarından kurtulmak için ço­cuk, kaderin zorluğunun üstesinden ruhani bir güçle gelmeye ih­tiyaç duyar. Evlat edilenler de dâhil, tüm aile üyelerini içine alan bir ruhani zihin hareketi vardır. Bu hareket, etkilediği herkesin kendilerinin ötesinde bir şeye hizmet etmelerini ve büyümeleri­ni sağlar. Evlat edinme, bu durumla ilişkili herkes için ağırdır ve kişilerin daha insancıl, sevgi dolu, mütevazı ve iyi olma şansına sahip olacakları ortak bir kader hâline gelir.

Meditasyon: Veda

Evlat edinilmiş bir çocuğun, anne babasını sevgiyle özgür bı­rakmasına yardımcı olan içsel bir alıştırma öneriyorum. Bu veda için iki şey gerekiyor:

Birincisi, çocuğa ailesi taralından verilen her şeyi tamamen kabul etmek.

İkincisi, fazlasını ummaktan tümüyle vazgeçmek.

Bu alıştırmanın ayrıntılarına inelim. Çocuk gözlerini kapar ve annesi ile babasını görür. Anne ile baba birbirlerini, erkek ve kadın olarak sevmişler ve bu sevgiye engel olamamışlardır. Şart­lara aldırış etmeksizin, daha büyük bir güç onları bir araya getir­miş ve bu çocuğun .dünyaya gelmesini istemiştir. Böylece çocuk, anneye ve babaya, bu güç tarafından görevlendirilmiş kişiler ola­rak bakar.

Çocuk aynı zamanda anne babasının ötesine de bakar ve yüz­leştiği bu gücün karşısında saygıyla eğilir. Çocuk, bu gücün sev­gisini ve armağan olan bu yaşamı, anne babası aracılığıyla ona nasıl verdiğini ve onu sevgi ile kendisine nasıl yaklaştırdığını his­seder. Çocuk, büyük bir teslimiyet içinde, bu gücü ve onun ha­reketlerini kabul eder. Ve çocuk: “Evet, bana anne ve babam ara­cılığıyla verdiklerinin tümünü verdiğin şekliyle, yaşamım olarak kabul ediyorum. Kalbimi ve ruhumu bu armağana açıyorum ve onu gururla tutuyorum. Beni her nereye götürürse götürsün onunla gideceğim. Teşekkür ederim” der.

Sonra çocuk, bu güç tarafından görevlendirilmiş olan anneye ve ona geçmişte ve belki de şu anda bile mal olmuş her şeye ba­karak annesine: “Sevgili annem, bunu senden bedeli ne olursa ol­sun kabul ediyorum çünkü bu, senin ve benim ödediğim bedele değer. Teşekkür ederim.

“Beni sonsuza dek başkasına vermiş olsan da ben seni olduğun gibi, annem olarak, bana bu büyük güç tarafından sevgiyle verilmiş olarak kabul ellim. Sen de beni kabul edebilirsin. Ben hala sana ai­dim. Bana ihtiyacın olursa şunu bilmelisin ki, sen her zaman benim annem ve ben dc her zaman senin çocuğun olacağım” der.

Sonra çocuk, babaya ve ona geçmişte ve belki de şu anda bi­le mal olmuş her şeye bakar ve ona: “Sevgili babam, bunu senden bedeli ne olursa olsun kabul ediyorum çünkü bu senin ve benim ödediğim bedele değer. Teşekkür ederim. Beni sonsuza dek baş­kasına vermiş olsan da ben seni olduğun gibi, babam olarak, ba­na bu büyük güç tarafından sevgiyle verilmiş olarak kabul etlim. Sen de beni kabul edebilirsin. Ben hâlâ sana aidim. Bana ihtiya­cın olursa şunu bilmelisin ki, sen her zaman benim babam ve ben de her zaman senin çocuğun olacağım” der.

Ardından çocuk anneye tekrar bakar ve ona: “Sevgili annem, seni annem, kendimi de senin çocuğun olarak görüyorum. Ve se­ni, annenin ve babanın çocuğu olarak görüyor, onlarla ve aynı zamanda onların aileleriyle, kaderleri ve onun getirdikleriyle bir­likle, sevgiyle nasıl bir bağ kurduğunu anlıyorum. Senin aracılı­ğınla ben dc onlara ve kabul etmek zorunda oldukları kaderleri­ne bağlıyım. Seni oraya hangi yol sürüklediyse sürüklesin, seni orada bırakıyorum. Ben de kendimin, onlarla bağlı olduğunu bi­liyorum. Ama aynı zamanda hepinizin ölesine, hareket etliğiniz yöne, sizi hareket ettiren o güce, geçmişte ve şimdi kim için gö­revlendirildiğinize bakıyorum. Kendimi, seninle birlikte buna teslim ediyorum ve bunun için teşekkür ediyorum. Seni çekerek kendi içine sevgiyle aldığı için seni orada bırakıyorum” der.

Ardından babasına döner ver: “Sevgili babam, seni babam, kendimi de senin çocuğun olarak görüyorum. Vc seni, annenin ve babanın çocuğu olarak görüyor, onlarla ve aynı zamanda on­ların aileleriyle ve kaderleriyle ve bu kaderin getirdikleriyle bir­likte, sevgiyle nasıl bir bag kurduğunu anlıyorum. Senin aracılı­ğınla ben de onlara ve kabul etmek zorunda oldukları kaderleri­ne bağlıyım. Seni oraya hangi yol sürüklediyse sürüklesin, seni orada bırakıyorum. Ben de kendimin onlarla bağlı olduğunu bi­liyorum. Ama aynı zamanda hepinizin ötesine, hareket ettiğiniz yöne sizi hareket ettiren o güce, geçmişte ve şimdi kim için gö­revlendirildiğinize bakıyorum. Kendimi, seninle birlikte buna teslim ediyorum ve bunun için teşekkür ediyorum. Seni çekerek kendi içine sevgiyle aldığı için seni orada bırakıyorum” der.

Yol

Bir sonraki adımda, çocuk onu kabul eden ve hayatta kalma­sı için gerekli olanları sağlayan kişilere döner ve onlara: “Bana ol­duğunuz gibi verildiniz. Beni, aileme fazla geldiğimde kanatlara mz altına aldınız. Şimdi benim için bir anne ve babasınız. Benim annem ve babam oldunuz; bana ikinci anne ve babam olarak ve­rildiniz. Sizi, size ve bana neye mal olursa olsun, beni sizin almmza .yazan kaderinizde ne olursa olsun kabul ediyorum.”

Ardından çocuk anne babasının ötesine, herkesi olduğu gibi kabul eden ve herkesin kaderini elinde tutan güce bakar. Çocuk, herkesi saran güç karşısında eğilir, güce sevgiyle teslim olur ve ona: “Evet, hayatımı ve kaderimi bu şekilde kabul ediyorum. Bu şekilde beni taşımana ve bana yol göstermene izin veriyor, bu şe­kilde bana ne verirsen ve hayatımı nereye yönlendirirsen yönlen­dir, kabul ediyorum. Teşekkür ederim” der.

(O) An

Bu çocuk şimdi nerede ve nasıldır? Hâlâ birilerindc mi? Hâlâ terk edilmiş biri gibi midir yoksa mucizevî bir şekilde istenme ve kabul edilme duygusunu hissediyor mudur? Çocuk, ne kadar es­kilere dayanırsa dayansın kökeni ile bağ kurmayı deneyimler. Ço­cuğun vücudunun her bir dokusunda, ruhani gücün sayesinde tüm ataları (geçmişte ve şimdi de oldukları gibi) ve yaşam gücüy­le birlikle bir bütün olma duygusu bulunur. Bu gücün hizmetinde, kimse daha iyi ya da kötü, daha fakir ya da zengin değildir. Herkes eşil derecede sevilir ve eşil derecede yaşamın hizmetindedir.

Bu nedenle bu çocuk, herkesle aynı olduğunu ve eşit derece­de sevildiğini bilir. Çocuk her an, bolluk ve sevgi içinde, herkes­le birlikte, gerçeklen yaşamakladır.

Zedelenmiş Eşitlik

Herkes aynı ruhani zihin hareketiyle var olduğu için birbiriy1c eşittir. Hangi hayalın daha değerli olduğuna ya da hangi insa­nın daha fazla haklara sahip olduğuna karar vermek bizim üzeri­mize vazifeymiş gibi davrandığımızda bu eşitlik yasasını ihlal ederiz. Bu durumun kendi sağlığımız, diğer aile bireylerinin sağ­lığı, özellikle çocuklarımızın, torunlarımızın ve zaman zaman da eşimizin sağlığı için geniş kapsamlı sonuçları olur.

Böyle bir kibrin sonuçlarına, suçu işleyen ve aynı zamanda olayla hiç ilgisi olmayan kişiler de katlanmak Zorundadır. Sonuç1ar aileyi, hangi bireylerin olayları bildiğine ya da olayların için­de yer aldığına bakmadan bir bütün olarak etkiler.

Eşitlik yasasını ihlal etmek, hastalıkların ve pek çok çocuğun yaşadığı vc ailelerinin büyük endişe duymasına sebep olan sıkın­tıların ana nedenlerindendir. Dışlanmış, reddedilmiş, halta kür­tajla öldürülmüş olan kişiler, sonradan diğer aile bireyleri tara­fından temsil edilir. Reddedilenler ise aileye sonradan katılan bi­reylerce, haklarında hiçbir şey bilinmeden temsil edilir.

Kilitlenme

Önceki aile bireylerinin dışlanması, bu kişilerin kaderleriyle bir kilitlenmeye yol açar. Kaderleri birbirleriyle kilitlenmiş aile

bireylerinde, reddedilen kişinin özelliklerini ve sıkıntılarını; ay­rıca reddetmeden sorumlu olanlarda sıkça saldırganlık gözlemle­yebiliriz. Bu kişilerin saldırganlığı, aileye sonradan katılan birey­lere geçer vc onlarda dışarıya vurur. Reddeden kişilerin saldır­ganlığı, soyundan gelen kişilerde kendini yine gösterir.

Çözüm

O zaman çözüm nedir? Dışlanmış bireyler, sevgiyle aileye tekrar kazandırılır ama yaşananlardan duyulan üzüntü ve piş­manlık da hatırlatılır. Unutulmuş üyeler isimleriyle hatırlanır ve aileleri içindeki eski yerlerini alırlar. Biz dc o anda tekrar iyi ola­bileceğimizi, çocukların sağlıklarına kavuşabileceklerini, kendi­lerine ve başkalarına zarar verecek saldırgan tavrı devam ettir­mek zorunda kalmadıklarını görürüz. Unutulmuş üyeler dc o an­dan itibaren, düzen vc ait olma duygusuna sahip olurlar.

Suç ve kefaret

Ne var ki dışlanmış olanları geri getirmek çoğu kez yeterli değildir; onları dışlayanlar, bir kenara alanlar ya da öldürenler, kendilerini suçlu hissederler. Yani yaptıklarının kefaretini öde­mek isterler; örneğin onlar da ailelerini terk eder, hasta olurlar hatta ölümü seçer ya da daha başka yollarla bedel öderler.

Bu sebepten çocuklar, aileleri için kendilerini uçurumun ke­narına sürüklerler. Anne babalarının yerine hasta olur, ölür ya da cezalandırılacakları suçlar işler; sonra da sadece kendileri için değil, aynı zamanda anne babaları için de bir kefaret öderler.

Ruhani düzey

Burada çözüm, bir başka düzeyde, ruh ve akıl düzeyinde saklıdır. Bu düzeyde, dışlanmışların, kendini suçlu hissedenle­rin, kendileri ve başkaları için kefaret ödemek isleyenlerin kade­rinin, kısacası gerçekleşen her şeyin, başka bir güç tarafından yönetildiğini görürüz.

Ardından kişiler bu her şeyi hareket ettiren ruhani gücün ya­kınma ve ötesine bakarak ona teslim olurlar; dışlanmış olanların bu güç tarafından sahiplcnildiklerini bilirler. Hiç kimse, suçlu olanlar bile onları hu güçten ayıramaz. Bu gücün karşısında, hem kendilerini hem de acısına sebep oldukları kişileri, bu gücün el­lerine tevazu ve uyum içinde teslim ederler.

Kötülüğün gerçeklen üstesinden gelinildiği yer, sadece ruha­ni düzeydir. Düzen böylece sevgiyle yeniden kurulmuş olur ve etkileri de bir son bulur.

Psikozlar, Derinliklerdeki Sevgi

Bir örnek

Hellinger, danışana: Sorunun nedir?

Danışan: Ailemde psikoz hastaları var, şimdi de ben bu du­ruma sürüklendim. Üç defa ruh ve sinir hastalıkları hastanesi­ne gittim.

Hellinger gruba: Psikoz üzerinde oldukça fazla çalıştım. Şim­di, psikozla farklı bir şekilde nasıl başa çıkılacağının bir örneğini göreceğiz.

Hellinger, temsilci olarak bir kadın seçer.

Hellinger gruba: Şimdi daha önce hiç yapmadığım bir şeyi deneyeceğim.

Temsilciye: Sen psikozu temsil ediyorsun.

Psikozu temsil eden kadın huzursuzlaşmaya başlar. Sağa ve sola döner, ellerini kalçalarının üstüne koyarak yere bakar, son­ra ellerini serbest bırakır ve öne doğru bir adım atar.

Tekrardan, ellerini yumruk yaparak kalçalarının üzerine ko­yar. Başını hiddetle sallar, yukarı bakar ve tekrar hızla yere eği­lir; yerde yatmakla olan hayali bir kişiye dokunmaya çalışır ama tekrar hızla doğrulur.

bert hellinger

Aynı hareketleri tekrarlar; yukarı bakar, ellerini kalçalarının üstüne koyar ve tekrar çeker, huzursuz bir şekilde sağa sola dö­ner. Ardından bir elini gözlerinin önüne getirir, sağa döner ve sanki birini azarlıyormuşçasına bir hareket yapar.

Hellinger, temsilci olarak bir kadın daha seçer ve psikozun karşısında durmasını ister. Hellinger, kadına kimi temsil ettiğini bilmediğini söyler.

Psikoz temsilcisi, korku içinde arkasını döner ve titremeye başlar. Yavaşça, kenardan küçük adımlarla diğer kadına doğru yürür, duraklar ve tekrar, kenardan hareket etmeye başlayarak bir çocuk gibi ürkek sesler çıkarır.

Hellinger, psikozu temsil eden kadından, diğer kadına “lüt­fen” demesini ister.

Psikoz: Lütfen.

Psikozun temsilcisi kadın “lütfen”! yüksek, ağlamaklı ve ço­cuksu bir ses tonuyla söyler. Kadın tek sözcük söylemeden, o ses tonuyla sızlanmaya devam eder ve titreyerek ellerini diğer tem­silci kadına uzatır ama yine geri adım atar. Diğer kadın, yerinde hareketsiz durmaktadır.

Psikozu temsil eden kadın yavaşça, diğer kadına doğru yü­rür, etrafında döner, arkasında çömelir ve sonra yanında durur. Bir süre sonra, bu kadının etrafında dönmeye başlar. Kimi temsil ettiği bilinmeyen diğer kadın da soğuk bir bakışla, karşısında onunla beraber dönmeye başlar. Psikoz, ondan uzak durur, kar­şısında dikilir ve gözlerini bu kadından hiç ayırmaz. Temsilci, ya­vaşça, küçük adımlarla psikozun yanından ayrılır.

Flellinger bu kadından, psikoza “lütfen” demesini ister.

Temsilci: “Lütfen.”

Psikoz, biraz daha geri çekilir. Diğer kadın da geriye doğru çekilir.

Bir süre sonra, bu kadın yavaşça psikoza doğru hareket eder ancak psikoz mesafeyi korumak için geri çekilir. Bir süre sonra

her ikisi de birbirilerine doğru yavaşça yürümeye başlarlar ve aralarında yaklaşık iki metre kalınca dururlar.

Hellinger, bir başka kadından, ikisi arasında sırt üstü yere uzanmasını ister. Kadın ölü bir insanı temsil ediyordur. Psikoz, korkuyla titremeye başlarlar. Ona daha da yaklaşır, titreyerek eli­ni, ölünün öbür tarafındaki kişiye doğru uzatır. Ölü kıpırdanarak psikozdan uzaklaşır ve diğer kadına doğru bakar.

Psikoz yavaşça ölünün etrafında döner ve ölüye dikkatlice bakmakta olan kadının arkasında durur.

Bir süre sonra psikoz, görevi sona ermişçesine geri çekilir ve dönüp gider. Görevi şüphesiz, diğer kadınla ölü arasında temas kurmak olduğu için, bunu yerine getirerek sakinleşir.

Diğer kadın, kendisine elini uzatan ölü kadına doğru yakla­şır, yanında dizlerinin üzerine çöker ve elini tutar. Bu hareketle birlikte, psikoz daha da geri çekilir; dizlerinin üzerine çöker, di­ğerlerine bakar ve onları saygıyla selamlar.

Bu arada, diğer kadın da ölü olanın yanına uzanmıştır. Her ikisi de birbirlerinin gözüne bakar ve içten bir şekilde birbirleri­ne sarılırlar. Kadın hıçkırıklara boğulur. Ölü, onu daha da yakı­nına çeker ve birbirlerine daha da sıkı sarılırlar. Hâlâ çömelmek­le olan psikoz, diğer iki kadının yanından tamamen uzaklaşır.

Psikoza ne sebep olur?

Hellinger, gruba: “Şimdi size psikozla ilgili deneyimlerimi bi­raz daha ayrıntılı anlatmak istiyorum. Özellikle şizofreni şeklin­deki psikoz, cinayet işlenmiş ailelerde görülür. Bu olay çoğun­lukla birkaç kuşak geçmişe uzanır. Bu olay hafızalardan silinmiş­tir ama ailenin ruhani boyutunda, bu kötü hatıra eksiksiz olarak duruyordur ve konstelasyon çalışması ile su yüzüne çıkar.

Bu konstelasyonda psikoz temsilcisinin, başlangıçta birçok karmaşık duygu yaşadığını gördük. Bir başka kişiyi eklediğimde bu kişiyle psikozun birbirleriyle ilişkisi olduğunu gördük.’’

Hcllinger, danışana: “Biz bu kişinin kim olduğunu bilmiyor­duk. Belki dc bu kişi önceki bir kuşağa aitti.”

Gruba: “Psikoz ve diğer kişi birbirlcriylc ilişki içindeydiler ve birbirlerine söyledikleri aynı anahtar sözcük olan “lütfen”, her ikisi için de bir şey ifade ediyordu. Psikoz bu diğer kişiye: “Lüt­fen bir şeyler yap” vc diğer kişi de psikoza: “Lütfen bana yardım et” dedi. Psikoz, bu kişinin hizmelindcydi.

Sonra bir araya gelmeye çalıştılar ancak olmadı, bir şey buna engel oldu. Sonra birden anladık ki aralarında ölü bir insan var­dı. ikisinin arasında yatacak ölü kişi için bir temsilci istedim. Ölü kişi, yere yalar yatmaz vc diğer kişi ölü olana baktığında, psikoz geri çekilebildi. Görevini yerine getirmişti.

Hellinger, danışana: “Psikozun, görevini tamamladığını açık­ça görebildik.”

Gruba: “İnsanlar neden psikoz geliştirir? Kişi, birbirine de­rinden bağlı olan, ancak uzlaşamayan iki insan arasında aynı an­da kilitlenir. Bugüne kadar olan tecrübelerime göre bu durum, her zaman katil vc kurban olmakla ilişkilidir. Kişiler henüz sev­giyle uzlaşamamıştır. Bu konstelasyonun sonunda, sevgiyle bir araya gelirler. Bu şekilde o ana kadar tızlaşılamayan ne varsa, so­nunda hallolur ve çözümlenmemiş sorun çözümlenir.

Hcllinger, danışana: “Bir aile içinde yaşanmış böyle bir olayın ardından, sonraki kuşaklan bir birey, aralarında uzlaşma olana kadar, uzlaşılamayanı temsil eder. Bu temsili yapan birey, sizin dc bildiğiniz üzere psikolik olur.”

Danışan başını sallar.

Hcllinger: “Aslında hasla değillerdir, sevgiyle bir çözüm yolu arıyorlardır. Hepsi sevgide bir çözüm arar. Psikoz sevgiyle çözüm yolu arar; aileden ayrı duranları, dışlanan kişileri tekrar bir araya getirmeyi ister. Bu olay ürkütücü olduğu için daha kızla bakma­yı da islemezler.”

Gruba: “Burada gördüğümüz, ruh ve akd hareketinin ve upu­zun bir ayrılıktan sonra psikozun yardımı ile katille kurbanın na­sıl tekrar bir araya geldiğinin güzel bir sunumuydu.”

Danışana: “Burada psikoz, aynı anda farklı kişileri temsil et­miş gibi görünüyor. Aneak bizler, psikozun işlevini doğrudan ve açıkça gözlemleyebildik. Şimdi nasılsın?”

Danışan: "Kendimi daha iyi hissediyorum.”

Hellinger: “Şimdi psikozun temsilcisine gidin ve onu kucak­layın.”

Danışan, hâlâ çömelmekte olan psikozun önünde diz çöker ve ellerini onun yüzüne koyar. Psikoz yukarı bakar ve ona uza­nır ama kollarını bir süre sonra tekrar aşağı indirir.

Danışan, yana döner ve yere bakar. Başını psikozun dizlerine yaslayıncaya kadar eğilir ve birden yüksek sesle ağlamaya başlar. Bir süre sonra doğrulur, elini yüzünden çeker ve psikozun gözle­rinin içine bakar. Sonra tekrar yana döner ve yere bakar. Bir sü­re sonra psikoz, kadının yanında diz üstü oturmak için ona doğ­ru hareket eder.

Danışan, psikozun sırtına dokunmak ister ama çekinir. Bir süre sonra kadın, psikoza hafifçe dokunur, başını onun omzuna yaslar ve kolunu tutar.

Biraz sonra psikoz, başım danışana doğru çevirir. İkisinin de yanakları neredeyse birbirine değecekken psikoz geri çekilir vc tekrar yere bakar.

Sonra danışan, psikozun karşısına oturur ve ellerini tutar. Bir süre sonra gözlerini psikozdan başka yere çevirir, sonra yeniden ba­kar. Birbirlerinin ellerini serbest bırakırlar. Psikoz tekrar yere bakar.

Bir süre sonra psikoz arkasını döner. Danışan, yerde onun yanma oturur. Psikoz ellerini danışanın sırtına koymak isler an­cak aniden tekrar çeker. Birbirlerine uzun süre bakarlar. Danı­şan, ellerini psikozun sırtına koyar ve birbirlerine içten bakarlar. Sonra psikoz tekrar yere bakar. Danışan, biraz daha arkasına yas­lanır ve derin bir iç çeker. Bir süre sonra psikoz ayağa kalkar ve birkaç adım yürür. Hasla da ayağa kalkar. Her ikisi de yerde, ay­nı noktaya bakarlar. Sonra birbirlerine döner, birbirlerinin gözle­rinin içine bakar ve birkaç adını geri giderler.

Hellinger, iki temsilci seçer ve onlardan yerdeki noktaya sırt üstü yatmalarını ister. Danışan arkasını döner ve yerdeki iki kişiye bakar. Her ikisi de yüzleri birbirlerine dönük, sırt üstü yatarlar, birbirlerine bakarlar ve el ele tutuşurlar. Danışan onlara doğru dö­ner ve sonra birkaç adım geri gider. Psikoz da aynısını yapar.

Hellinger, danışana: “Şimdi ikisinin ötesine, uzağa, çok uza­ğa bak.”

Danışan, iki ölünün ötesine, uzağa bakar ve hemen ardından psikoza döner.

Hellinger: “Şimdi psikozun da ötesine, uzağa bak.”

Psikozun yüzü canlanır. Danışan yüzünü, ondan gruba doğ­ru çevirirken psikoz, kenara çekilir.

Hellinger: “Şimdi gruptaki herkese bak.”

Psikoz gruba döner ve ağlamaya başlar.

Hellinger, danışana ve temsilcilere: “Bir an için olduğunuz gibi kalın; bir şey açıklamak isliyorum.”

Suçlu olarak psikoz, kurban olarak psikotik

Hellinger, gruba: “Bu hareketler inanılmaz güzellikle ve de­rinlikleydi, kusursuzdu. Kimse bu hareketleri kendiliğinden yapamazdı çünkü bu kişiler güçlü bir şey taralından kontrol ediliyorlardı.

Peki, burada ne gördük? Danışan ile psikoz arasında daha ön­ce yerde yatan iki kadında gördüğümüze benzer bir süreç yaşandı. Psikoz suçluyu, danışan da kurbanı temsil etti. Danışan, bir kur­ban gibi davrandı. Psikoza, sanki kendisinin katili oymuş gibi dav­randı. İşte psikoza aile içinde de aynen böyle davranılıyor. Aile psi­koza, bir suçluyla aynı muameleyi yapıyor; onu dışlıyor ve ona korku ile yaklaşıyor; psikolik aile bireyine, bir suçlunun kurbanı­na davrandığı gibi davranıyorlar. Psikozun aile için ne anlam taşı­dığını ve aileyi nereye götürmek istediğini fark etmiyorlar.

Sonunda psikoz yalnız kalmak isledi. Saygı görmeye başladı­ğında ve tamamen olmasa bile, hayati bir rolü olduğu kabul edil­diği zaman geri çekildi.”

Hellinger, temsilcilere: “Hepinize teşekkürler.”

Danışana: “Benimle buraya oturun. Simdi nasılsın?”

Danışan: “Daha iyiyim.”

Hellinger, danışanın cevabı için: “Bu kadarcık mı?”

Danışan gülerek: “Niye öyle dediniz?”

Danışan bir kahkaha atar.

Hellinger: “Böylesi daha hoş.”

Kadın gülmeye devam eder ve Hellinger’a bakar.

Hellinger: “Birçok kişinin psikozu, farklı bir şeymiş gibi gör­düğünü unutmayalım. ‘Ben psikozluyum’ demeniz yeterli, insan­lar hemen dehşete kapılıyor. Şaşırtıcı değil mi?”

Kadın güler ve başıyla onaylar.

Hellinger: “Sizin de hoşunuza gitti tabiî, değil mi?”

Gruba dönerek: “Psikozlu insanların aynı zamanda kendile­rini suçluyla nasıl özdeşleştirdiklerini gösterme biçimi bu.”

Danışan başıyla onaylar.

Hellinger, gruba: “Sanırım şu ana kadar yeterince izledik, şimdi biraz da bunun oturması gerek.”

Bir aile sorunu olarak psikoz

Psikozu telikleyen olaydan, yani aile içindeki bir cinayetten sonra her bir kuşakla, bir bireyin psikozlu olması gerekir. Birey, bu kaderi diğer aile bireyleri için de yüklenir. Bir aile bireyi gö­revi alır almaz, aile rahatlar. Sonra aile üyeleri, bu bireyin iyile­şebileceğinden korkar ve belki de bir başka bireyin psikolik ola­cağından korktukları için, gizlice psikolik aile bireyinin iyilcşmemesi için birlik olurlar. Bu korkuyu en bariz şekilde, anne ya da babada fark ederiz. Bu kaderi yüklenen aile bireyi, en büyük sevgiyi gösterir ama bunu gizlice yapar.

Pek çok psikoterapist vc psikiyatrın direnişine rağmen, psikotik danışanlara ilk seminerimi verdiğimde bu kişilerin sevgisi beni derinden etkiledi. Bu yüzden bir kitabınım adını Derinlikler­deki Sevgi koydum. Psikozda gözlemleyeceğimiz şey budıır; de­rinliklerdeki sevgi.

I lellingcr, danışana: “Bu sevgi su yüzüne çıktığında aileniz için ne kadar önemli olduğunuzu ve üzerinize ne aldığınızı bilirsiniz.”

Danışan, gülümser vc başıyla onaylar.

Hellinger, gruba: “Bu yüzden psikoıik danışanı bir birey ola­rak tedavi etmek anlamsızdır. Tüm aileyi tedavi etmeli ve aileye topluca yardım etmeliyiz.”

Danışana: “Burada yaptığımız şey, aynı zamanda bütün ailen içindi. Kimsenin psikoıik olurum’ diye endişelenmesine gerek yok çünkü sen kendini psikozdan özgürleştirdin.”

Gruba: “Yaptığımız, birçok kuşağın da şifa bulması içindi.”

Yardımcılar

Aynı durumu, psikiyatri kliniklerindeki birçok doktor ve yardımcılarında gözlemleyebiliriz. Eğer tedavi edecek hastaları kahnasaydı, kendileri psikotik olmaktan korku duyabilirlerdi.

Hellinger, danışana: “Sana da öyle gelmiyor mu?”

Kadın, başıyla onaylar.

Bunun dışında, çoğunlukla onların ailelerinde de bir aile üye­sine karşı işlenmiş ve üstü örtülmüş bir suç vardır. Bu bakımdan psikiyatri kliniklerindeki yardımcılar, çoğu zaman hastalarına aile­lerinden biriymiş gibi davranırlar. Burada çözüm ne olmalıdır?

Bu içgörülerin, bu kurumlarca kolayca kabul edilmesini bek­leyemeyiz. Bu içgörülerin sonuçları ve beraberinde getirdikleri, bizim düşüncelerimizin de ötesindedir.

Alıştırma: Ruhani sevgi

Hellinger, gruba: “Şimdi (az önceki psikozla kadınla) bir alıştırma yapacağım. O artık hepimizi temsil ediyor.”

Danışana: “Orada dur ve bu yöne bak. Psikiyatri kliniklerine bakıyorsun. Şimdi onların da ötesine, uzağına, oralarda da aynı dikkat ve sevgiyle işleyen ruhani sevgiye bak. Sonra yavaşça geri çekil ama aynı yöne bakmaya devam et.”

Kadın aynı yöne bakmaya devam eder.

Hellinger: Bu şekilde kal... Hep aynı yöne bakarak... Gözün başka hiçbir yere kaymasın. Tamamen öteye, her şeyi aynı şekil­de hareket ettirmek islediği için ettiren bu ruh hareketine büyük bir güvenle bak; bunun içinde kimse daha iyi ya da kötü değildir. Burada artık ne suçlular ne de kurbanlar vardır. 1 lepsi dc, her yö­nüyle sadece insandır."

Bir süre sonra: “Şimdi bu gruptaki insanlara doğru dön.”

Kadın yavaşça gruba döner.

Hellinger: “Şimdi hepsine bakabilirsin. Onlara ben burada­yım' de."

Danışan: "Buradayım."

Grup alkışlar.

Hellinger: “Sizden birivim.”

Danışan: “Sizden biriyim."

Danışan da gruba bakarak alkışlamaktadır. Grup da ona ka­tılır.

Derinliklerdeki Sevgimiz

Derinliklerdeki sevgi için başka bir şey daha söylemek isliyo­rum. Bunu bir medilasyon olarak yapacağım. Kendi sevgimizin, ruhumuzda bazen hangi derinliklere ulaştığını hissedcbilmcmiz için gözlerimizi kapatalım.

Bilinç dışı vicdanın sevgisi

Derinliklerdeki bu sevgi nedir? Ruhani bir sevgi midir? Ya da kilitlenip kalmış bir kişinin tıkanıp kalmış sevgisi midir? Yoksa ai­ledeki bir ihtiyacın ortaya çıkardığı bir sevgi midir? Bu nedenlerden ötürü bu sevgi, ruhani olmayan, kör bir sevgidir. Başka bir yerdedir.

Bu sevgi, bilinç dışı vicdan âlemindedir. Aile konstelasyonuyla şunu görürüz: Aile sistemi, hareketlerimizi vicdan gibi gözleyen bir güç taralından yönelilir ve bu nedenle aile sistemi­nin belirli kuralları vardır.

Herkes için iyi niyet

İki kural vardır. İlk kural: Ailedeki herkes aidiyet konusun­da aynı haklara sahiptir. Bu yüzden bu vicdan, her aile bireyi için iyi niyetle doludur. Bunu bir mcdilasyonla kendimiz için tekrar edebiliriz.

Ailemizi, tüm üyelerini hayal edin ve onlara duyduğunuz i\ i niyeti hissedin. Hepsine aynı gözle mi bakarız? Hepsi aynı şekil­de mi olmalıdır? Yoksa bazılarını hafızalarımızdan kaybolacak kadar mı dışladık?

Örneğin, sadece anne ve babamızı hayal edelim. Hangisi da­ha önde, hangisi geri plandadır? ikisini dc yan yana, ön plana alıp her ikisine dc aynı iyi niyeti gösterelim. Sonra babamızın ve annemizin ailesine bakalım. Hangisi ön, hangisi daha geri plan­dadır? İçimizde onları, ikisi dc eşil şekilde ön planda ve birbirle­rine yakın olana dek hareket ettirelim. Artık her iki aileye dc ay­nı sevgiyle bakalım.

Simdi aileye ait olan diğer üyelere de bakalım; örneğin anne babalarımızın ya da büyük anne ve babalarımızın eski eşlerine. Kendimizin ve ailemizin yararının, kimlerin kaybına bağlı olduğu­na da bakalım. Onları da aynı iyi niyetle, diğerleriyle birlikle ön plana koyalım. İyi niyet dâhilinde herkesle mesafemizi korumaya dikkat edelim ve kişisel hayatlara saygı duyalım, iyi niyetimiz sa­dece herkese iyi niyetli davranmak dışında, hiçbir şey istemez.

SliVGIYLI: Yl KSLI MI K

Ailede adı geçmeyen, varlıklarından ulandığımız suçlular ve kurbanlar olarak anılan bazı kişiler vardır. Onları, geri kalanlarla eşil olarak ön plana taşıyalım ve hepsine aynı iyi niyetle yaklaşalım.

Bu iyi niyet içinde yargılama yoktur. Tanrı’nın bizlere kimse­ye ayırım yapmaksızın gösterdiği iyi niyet gibi, İlahî bir iyi niyet­tir, bilinçdışı arkaik vicdanımız ile uyum içindedir.

Kilitlenme

Ailemizde bazı kişiler dışlanmış, reddedilmiş ya da unutulmuş olsalar da arkaik vicdan, bu kurala uyulmasını sağlar ve bu amaç­la dışlanmış bireyi temsil edecek başka birini bulur. Bir sonraki kuşaktan masum bir üyeyi seçer; bu üye bir çocuk, bir torun, hat­la söz konusu kişinin lorunu bile olabilir. Arkaik vicdan sonradan doğanı, iyi niyet göstermeye mecbur eder ama bu arkaik vicdanın etkisi alımdaki kişinin iyi niyeti, bilinçdışı bir iyi niyettir. Sonraki kuşaktan olan bu tip temsilciler, dışlanmış kişi gibi davranmak zo­runda kalırlar. Dışlanmış kişiyle birbirine kilitlenirler.

Böyle bir sevgi derinliklerdedir, çünkü bilinçdışıdır, gözü ka­palı başka bir kuvvetin insafına kalmıştır. Aslında bu sevgi, bir aile sisteminin bilinçdışı, arkaik, ortak vicdanının sevgisidir. Ki­şisel bir sevgi değildir. Bütün olarak bakıldığında sevgidir ve her ne kadar bilinçdışı olsa da etkisine giren kişiler, bir sevgi hareke­tinin içindedirler.

Bilen sevgi

Sıradaki soru ise bu kör sevginin nasıl, bilen bir sevgiye dö­nüştüğüdür. Nasıl kör sevginin ötesine geçerek ruhani bir sevgi­ye, arlık derinliklerde olmayan bir sevgiye dönüşür?

Derine iner ve kendimizin de derinliklerdeki sevgiye kapılıp kapılmadığını anlamaya çalışırız. Böyle bir sevgi bir hastalık ya da başarısızlığa yol açan bir davranış ya da kontrol edilemeyen duygularda, bazen ölke, umutsuzluk, üzüntü ve hayal kırıklıkla­rında ortaya çıkar.

Derinliklerin ötesindeki bu kör sevgiyi, ruhani bir boyuta ta­şıyarak kurtarmayı bekleriz. Böylece sevgi kalır; derinlikler, bu sevgiyle dolarak derinlik olmaktan çıkar ve sizi sıkıca tutan bir zemin hâline gelir.

Öncelik kuralları

Arkaik vicdanın izlediği başka bir kural daha vardır. Bu ku­rala göre, aile sistemine önce gelen kişiler, sonradan gelenlere göre öncelikli olurlar. Bu nedenle, bu vicdanın gereklilikleri şun­lardır: Sonradan gelenler öncekiler için bir şey üstlenmeye çalış­maz. Düşük öncelik taşıyan bireyler, önceliği yüksek olanlar için bir şey üstlenmeye çalışmazlar. Özellikle sonradan gelen bir kişi­nin, yardım amacıyla kendinden önce gelen bir üyeye sevgisini verdiğini gözlemleriz.

Bu da bir diğer kör sevgi türüdür. Ama elde edilen sonuç hep başarısızlıktır. Çoğu zaman hastalık ya da psikoz, hatla ölümle sonuçlanır. Bu kör sevgi, sınırlarım bilmez.

Kör sevgimiz

Derinlere iner ve böylesine kör bir sevgiye yakalanıp yaka­lanmadığımızı anlamaya çalışırız. Belki de bizden daha önce dünyaya gelmiş, bizden büyük biri için endişe duyarız. Derinlik­lerdeki bu kör sevgi bizi nasıl ele geçirir? Belki dc bizim küçük, diğerlerinin büyük olduğu yerde, büyüğümüze yardım edebilece­ğimize inanır, kibrin cazibesine yenik düşeriz.

Bu körlükten nasıl kurtuluruz? Nasıl tekrar görmeye başla­rız? Büyüklüğü, diğerlerine bırakır, güçsüzlüğümüzü kabul eder ve ona razı olursak bu körlükten kurtuluruz.

Arınma yolu

Psikozda ortaya çıktığı hâliyle derinliklerdeki sevgi kavramı­na bir kez daha değiniyorum. Bu kavramda özellikle ruhani şifa­lım ne olduğunu çok iyi anlayabiliriz.

Belki kör sevgiyi kendimizde dc dencyimlcmiş ve bu âleme dal­mışındır. Belki bizler de bu yakalandığımız kör sevgiyi çözebiliriz?

Bu y ol, arınma yoludur. Bu ruhani yolda özellikle güçle ilgi­li, pek çok düşünceyi serbest bırakırız.

Ruhun hareketlerine uyduğumuzda bir süre sonra kendimizi güvende hissetmeye başlarız. Bu yolda yürüdüğümüzde hissel li­gimiz güven duygusu sal ve katışıksız güvendir.

Meditasyon: Bizi Derinliklerden Çıkaran Sevgi

Bu bağlamda, sizi derinliklerin uzağındaki yolda bir yürüyü­şe çıkarmak isliyorum. Bunu ruhani bir yolculuk gibi yapacağız. Bu yüzden gözlerinizi kapalın.

Çember

Kuşaklar evvel, bizden önceki aile üyelerinizi hayal edin. Hepsinin var olduğunu hayal edin. Bazılarını hiç tanımaz, hakla­rında hiçbir şey bilmeyiz. Ancak yine de onlar bize, biz de onla­ra aidizdir.

Tanımadığımız bu bireylerin, önümüzde durduklarını hayal edin. Onları sadece seçilemeyen loş gölgeler olarak görsek dc yi­ne dc oradadırlar. El ele tutuşup bir çember yapıyorlar. Bizler de bu çembere; yakın aile bireylerimiz, anne babamız, kardeşleri­miz, eşlerimiz ve çocuklarımızla birlikle dâhil oluyoruz. Hepsi birbirine, sağa, sola ve ileri bakıyorlar. Hepsi birbirine sevgiyle bakıyorlar. Biz de onlara bakıyoruz vc onların bizi görmesinden dolayı mutluluk duyuyoruz.

Tanımadığımız bazı yüzler, birden orada beliriyorlar. Varlıklarının etkisini hissediyoruz. Biz onlara, onlar bize bakın­ca her birine: “Seni goruyorum. Sana saygı duyuyorum. Lüllen sen de bana sevgiyle bak” diyoruz.

Çemberdeki herkes birbiıinin elini tuttukça enerjiyi, hareke­li vc orada bulunan herkesin sevgisini hissediyoruz. Bu sevginin bize ne verdiğini içlen bir şekilde hissetmek için kendimizi bıra­kıyoruz. Birdenbire nasıl rahatladığımızı, endişelerimizin nasıl azaldığını hissediyoruz. Vc ansızın hepsiyle birlikte orada oldu­ğumuzu duyumsuyoruz.

Ölüye huzur

Bu çemberdekilerin çoğu, çok uzun zaman önce ölmüştür. Ancak hâlâ oradadırlar ve belki bir şey bckliyorlardır. Belki de bekledikleri onlara bakmamızdır. Gözlerini kaparlar. Ölüme da­lıp sonsuzluğa giderccsinc rahatlarlar.

Kaygı duymadan, bir talepte bulunmadan onların gitmesine izin veririz. Beklemişiz, onlar ya da bizim için bir şeyleri telafi ede­bilme fikrine kapılmaksızm onları serbest bırakırız. Artık onları özgür bıraktığımız için, içimizde yeni bir özgürlük hissederiz.

Özgürlük

Artık sadece yaşayanlar vardır. Bir süre daha el ele tutuşur vc birbirine sevgiyle bakarlar.

Sonra eller bırakılır. Hepsi kendi yollarına giderler ama yine de birbirlerine bağlıdırlar ve bu sevgiyle özgürdürler.

Konuşma Bozuklukları: Görülmeyenlerle

Uyum İçindeki Uyumsuz Sesler

Konuşma bozuklukları bulunan insanların kaderi ve acısına şimdiye kadar aile konslclasyonlarmda pek dikkat edilmemiştir. Konuşma bozuklukları bulunan insanlar vc yardımcıları için iki günlük bir seminere davcı edildiğimde çok mutlu olmuştum. Bu durumun arkasındaki kilitlenmeleri vc sorunlu kişiler için ne gi­bi çözümler bulunabileceğini incelemek istiyordum.

Bu seminer beklentilerimi fazlasıyla karşıladı çünkü tüm konuşma bozukluklarının, aile geçmişindeki bir nedenden kay­naklandığını ya ela en azından geçmişle bağlantılı olduğunu açıkça gördüm.

Kekemelik ve şizofreni

Vakalara baktığımızda pek çok konuşma bozukluğunun ar­dında, aile içinde çözüme kavuşmamış bir çalışma olduğunu gör­dük. Örneğin bir aile üyesi, başkalarına evlatlık verildiği ya da in­sanlardan gizlendiği için, aileye dâhil edilmemiş ya da aile içinde söz sahibi olamamıştı. Ya da birbiriyle uzlaşamamış bir suçlu ile onun kurbanı gibi iki aile üyesi birbiriyle muhalefet halindeydi. Sonuç olarak bu soydan gelen bir kişi, her ikisini de bir seferde temsil etmek zorunda kalmış ve her ikisi de söylemek istedikle­rini dile getirememişti. Birbirlerinin sesini susturmaya çalışırken kendilerini temsil eden kişinin de sesini kısmışlardı. Sonuçta temsilci de konuşurken kekelemeye başlamıştı.

Bununla birlikte kekemeliğin de psikoza benzer bir geçmi­şe sahip olduğu su yüzüne çıkmıştır. Şizofrenide çözüme ka­vuşmamış anlaşmazlık, kendini karmaşa yaratarak ifade eder­ken konuşma bozukluğunda anlaşmazlık, kendini kekemelikle ifade eder.

Kekeleyen kişi için çözüm, şizofreninkiyle çoğu kez aynıdır. Uzlaşamamış aile bireyleri, birbirlerini tanıyana ve anlaşmazlığı çözümleyene kadar birbirleriylc karşı karşıya getirilir. Belirliler ardındaki gerçek anlaşmazlık ortaya çıktığında konuşma bozuk­luğu olanlar ya da şizofrenler, anlaşmazlığı ait olduğu yerde bıra­kabilir ve böylece rahatsızlıktan kurtulabilirler.

içselleşmiş bir kişiden korku nedeniyle kekemelik

Kekemeliğin başka nedenleri dc vardır. Kişi çok dela, keke­menin konuşmaya başlamadan yanma baktığını görebilir. Bu kişi içteki bir resme, daha doğrusu korktuğu içselleşmiş bir ki­şiye bakar. Kekeme, bu kişi ile aile konstelasyonunda saklan­madan karşı karşıya gelebildiğinde, onu onurlandırdığında, balla bu kişiyi kabul elliğinde ve ona sevgi gösterdiğinde, onun gözlerine bakabilir, ne hissettiğini ve istediğini anlaşılır bir bi­çimde söyleyebilir.

Bir aile sırrının ortaya çıkmasına izin verilmemesinden kaynaklanan kekemelik

Bazen kekemelik ya da diğer konuşma bozuklukları su yü­züne çıkmak isteyen ama ailenin korktuğu, bir aile sırrını ifade eder. Bu sır, örneğin bir çocuğun aileden gizlenmesi olabilir. Bu sır, bir aile konstelasyonunda ortaya çıktığında ve aile tarafın­dan kabul edildiğinde bir süre sonra akıcı konuşmanın önünde engel kalmaz.

Çocuklar sıkça konuşma güçlüğü çekerler çünkü anne baba­ları bir şeyler saklamak isliyor ya da saklamak zorunda kalıyor­dun Aileler sırlarım saklamadan konuştukları takdirde, çocuklar konuşma güçlüğünü geride bırakabilirler.

Rahatlama

Ben bu tip sorunlara sistematik bir bakış açısıyla yaklaşır, so­runları daha büyük çerçevede değerlendirir ve oradan farklı çö­zümler çıkabildiğini düşünürüm.

Psikoterapide ve diğer yardımcı terapilerde yöntem, konuş­ma terapisinde olduğu gibi terapistlerin danışanlarla doğrudan çalışmasıdır. Terapist danışanın karşısına oturur. Bu şekilde kişi, danışanın bir ailenin üyesi olduğu gerçeğini unutur. Bu büyük alan göz ardı edildiği zaman sınırlara çabuk geliriz. Oysa danı­şanla birlikte bu büyük aile alanını gördüğümüzde tamamen ye­ni olanaklar belirir. Bu olanaklar ancak o zaman konuşma tera­pistlerinin çalışmalarını başarılı kılar. Alıştırmalar, çözüme ka­vuşma için önemli bir adımdır ancak ilaha büyük bir çerçevenin içinde gerçekleşmelidir.

Sistematik yaklaşım, ilgili herkesi, özellikle dc danışanları ra­hatlatır.

Karşıt olanla uzlaşma

Düzensizlik içindeki kişi doğru yerinde değildir. Düzensiz­lik içinde olma belirtisi gösteren kişiler, bu karışıklığın teme­lindeki düzensizliği tekrar düzene sokmaya çabalarlar. Yani bir­birlerine karşıt olmayı sürdürdükleri için düzenleri bozulmuş insanları buluşturmakta ısrar ederler. Sözüm ona düzensizlik içindeki kişi, temsil ettiği her iki kişiyle de uyum içinde olmak ister. Ancak bu kişiler karşıtlığı sürdürürler. Aralarında, kur­banla suçlu arasında olduğu gibi çözüme kavuşamamış bir şey­ler vardır. Düzensizlik içindeki kişi, birbirine karşıt iki kişiyi aynı anda temsil etmek zorundadır. Genellikle bu da kişinin şi­zofren olmasına yol açar.

Konuşma sorunlarında da benzer bir durum yaşanır. Bir in­sanda konuşma güçlüğü, özellikle birbirine karşıt vc aynı anda bir temsilci aracılığıyla sözünü duyurmayı isteyen kişilerin, ay­nı bedende buluşmasından kaynaklanır. Bu kişiler birbirine karşıdır bu yüzden de her ikisi de söylemek istediklerini söyle­yemezler. Biri bir şey ister, diğeriyse buna karşıdır. Bu da son­raki kuşaktan gelen kişide, kekemeliğe ya da bazı başka konuş­ma sorunlarına yol açar.

Ben bu grupta çalışırken şunu gördüm: Konuşma bozukluğu çoğu zaman düzensizlik ile ilgilidir ve bu bozukluk, birbirine karşıt iki kişi, konuşma bozukluğu olan kişinin ruhunda uzlaşa­bilmek için bir araya gelirilcbildiğindc çözüme kavuşur. Böylece karşıt iki kişinin söyleyecekleri artık uzlaşmış vc bütünleşmiş bir biçimde dudaklarından dökülebilir.

Bunun gerçekleşmesi için yardımcıların ruhunda da benzeri bir süreç yaşanması gerekir. Yardımcılar, şimdiye kadar kendi ruhlarında uzlaşmamış olanları buluşturmahdır.

Kekemeler için alıştırma: “Sen ve ben, her ikimiz”

Hellinger, gruba: “Bir dakikalığına gözlerinizi kapayın. Ai­le bireylerini gözünüzün önüne getirin. Her birini tek tek dü­şünün... İyi olanı, kötüyü, suçluları, kurbanları, genç yaşta ölenleri, dışlanmışları, unutulanları... Her birine bakın ve şu­nu deyin: “Sen ve ben, ikimiz”, “Sen ve ben, ikimiz”, “Sen ve ben, ikimiz...”

Uzun bir sessizlik.

En önemlisi, bunu annenize ve babanıza söyleyin: “Sen ve ben, ikimiz.” Bunu bütün çocuklarınıza tek tek söyleyin: “Sen ve ben, ikimiz.”

Yine uzun bir sessizlik.

Bu, kekeme için önemli bir egzersizdir: “Sen ve ben, ikimiz” demenin alıştırmasını yaparlar.

Tekrar uzun bir sessizlik.

Tamam. Güzel.

Nasıl büyürüz

Benim için, konuşma bozukluklarının altında ailedeki karşıt eğilimlerin yattığım, daha doğrusu Farklı kişilerin bir araya gele­memesinin bu şekilde ortaya çıktığını görmek çok etkileyiciydi. Bir araya gelmek için yol bulamama, kendini insanların konuşma şekillerinde gösterir. Bu noktada herkes için önemli bir şey söy­lemek isliyorum.

Nasıl büyürüz? Sığ olmaktan enginliğe, eksiklikten bütüne, yolumuzu nasıl buluruz? Büyüme süreci, bir şeyle bütünleşmeyi reddetmekten ve geri çevirmekten vazgeçerek ona hak ettiği yeri vermemizle gerçekleşir. Sevgi de işte bunu başarır.

Alıştırma: Ruhta uzlaşma

Basit bir şekilde başlayalım. Sadece gözlerinizi kapayın. Kü­çük bir alıştırma yapacağız.

İçimizde annemizi ve babamızı görelim. Hangisi bize daha yakın? Hangisi daha uzak? Hangisine daha çok düşkünüz, han­gisine mesafeliyiz? Şimdiye kadar mesafe koyduğumuz ebevey­nimizi hem ruhumuza hem de bedenimize alalım. Bizim için neyin değiştiğine bakalım. Anne ve babamızı eşit derecede se­vip onları aralarında hiç fark olmaksızın kabul edene kadar bu şekilde duralım.

Ardından, bir sonraki adım olarak annemizin ve babamızın ailesine bakalım. Hangisi bize daha yakın? Hangisi biraz daha uzak? Bize uzak olanı hiç yargılamadan, iyi kötü demeden tama­men özümseyene, sevene ve tanıyana kadar yakınımıza getirelim.

Sonra kendi ruhumuza inip kendimizle ilgili neyi bilmek istemediğimizi, neyi dışlamak islediğimizi hissedelim. Neyi küçümsediğimize bakıp onu sevgiyle ve beraberinde getirdiği her şeyle birlikte ruhumuza saralım. Örneğin, kişisel bir suç, bir şikâyet ya da belki de bir hastalık olabilir bu. Şimdi her şe­ye, bir yer verelim.

Böylece hayal âleminden uyanıp gerçek dünyaya dönelim. Değişmesini, başka bir şekilde olmasını beklemeden bütünün içindeki yerimizi alalım. Bu şekilde ruhumuz, her şeyle uzlaşsın.

Özellikle konuşma bozuklukları olan danışanlarımıza baka­lım. Onlarla da aynısını yapalım. Onların reddettiği ya da gör­mezden geldiğini ruhumuza alalım ve kabul edelim. Onlar için gerekli olan uzlaşma, önce bizim ruhumuzda olur. Onlarla bu­luştuğumuzda ne kadar güçlü olduğumuzu hissederiz. Danışan­ların anne baba ve ailelerini de kimin suçlu, kimin kurban oldu­ğuna bakmadan eşit olarak ruhumuza alalım. Danışanlarımızın kişisel suçlarını ve kaderlerini de olduğu gibi kabul etmeli, say­gıyla önünde eğilmeliyiz.

Bu kabul ediş ile danışanların durumuna, ailelerine ve kader­lerine yardım önerisinde bulunmak ve onlara destek olmak için güç kazanırız.

Örnek: Kekelemek ve şizofreni

Yaşlıca bir kadın danışan, bir şey söylemek isler ama anında kekelemeye başlar.

Hellinger, gruba döner: “Kekeliyor çünkü acil söylemek iste­diği bir şey var.”

Danışana: “Önce neden burada, benim yanımda rahatlamı­yorsun?”

Kadın güler.

Hellinger, gruba bakarak: “Aman Tanrım, çok heyecanlısın.” Her ikisi de birbirine güler.

Hellinger: “Kaç yaşındasın?”

Danışan o kadar kekeler ki zor anlaşılır: “Altmış”

Hellinger: “Altmış kaç?”

Çok fena kekeleyen danışan: “Tam akmış.”

Hellinger: “Anlayamıyorum. Beni arkadaşın gibi kabul et. Şimdi bir daha, kaç yaşındasın?”

Danışan kekelemeden: “Altmış.”

Grupta gülüşmeler ve alkışlar.

Hellinger: “Arkadaş gibi davranınca her şey çok daha kolay olur. Ama bunun arkasında bir korku var. Bana bak. Bakarken korkmana gerek yok. Gözlerini yine kaçırıyorsun.”

Kadın, Hellinger’e bakar.

Hellinger: “İşte, bu. Buna şans derler.”

Kadın bir süre için, Hcllingcra içtenlikle bakar.

Hellinger: “Gözlerini kapa.”

Hellinger, kolunu kadının sırlına atar. Sonra elini, gözleri­nin üstüne koyar. Bir süre sonra gruba: “Bunu yapmaya alışkın değiT’der.

Kadını tutmaya devam eder. Biraz sonra, kadının kolunu ahr ve kendi sırtına atar. Sonra, kadının annesi için bir temsilci seçer ve danışanın karşısına geçirir. Bir süre sonra, danışanı, anneye doğru birkaç adım daha yaklaştırır.

 

Hellinger, yine bir süre sonra: “Annene ‘Lütfen’ de.”

Danışan: “Lütfen.”

Hellinger bir süre sonra: “Hâlâ daha çok küçüğüm.”

Danışan, çok kötü kekeleyerek: “Hâlâ daha çok küçüğüm.”

Hellinger, danışanı annesine daha da yaklaştırır.

Hellinger annenin temsilcisine: “Tamamen konsantre ol ve orada kal.”

Bir süre sonra Hellinger, annenin annesi için bir temsilci se­çer ve onu, annenin arkasına koyar.

Bir süre sonra anneden kızına, “Hâlâ daha çok küçüğüm” de­mesini ister.

Anne: “Hâlâ daha çok küçüğüm.”

Hellinger anneyi, kendi annesine doğru çevirir. Her ikisi de hiç hareket etmeden birbirine uzun süre bakarlar. Ardından Hel­linger, annenin annesinin arkasına onun annesini, yani büyük anneanneyi koyar.

Hellinger, annenin annesinden kızma, “Hâlâ daha çok küçü­ğüm” demesini ister.

Annenin annesi: “Hala daha çok küçüğüm.”

Hellinger annenin annesini, annesine, yani danışanın annesi­nin anneannesine doğru çevirir.

Bir süre sonra, annenin anneannesi için bir temsilci seçer. Onu, annenin anneannesinin arkasına koyar ve anneanneyi de ona doğru çevirir. Ardından annenin büyük büyük anneannesi için bir temsilci seçer ve büyük anneanneyi, annesine doğru çevirir.

Annenin büyük büyük anneannesi sert bakışlıdır ve bakışla­rını yana çevirir. Bir süre sonra, annenin büyük anneannesi ken­di annesine gider. Birbirleriyle kucaklaşırlar. Hellinger, onları birbirlerinden yavaşça ayırır böylece aralarına sırtüstü yatan bir kadını koyabilecektir.

Annenin büyük anneannesi, yerdeki ölü kadının yanma eği­lir ve uzanır. Birbirlerini kucaklarlar.

bert hellinger

Hellinger danışana: “içinden gelen hareketlerle git.”

Danışan, ölü kadının ve annesinin büyük anneannesinin ya­nına gider. Üçü de birbiriyle içten kucaklaşırlar.

Bir süre sonra Hellinger, hepsinden ayağa kalkmalarını ister ve ölü kadının etrafında bir çember oluşturmalarım ister. Sadece anne­nin büyük büyük anneannesi ve danışan, çemberin dışında kalır.

Ölü kadın, çemberdeki kadınların her birine bakar.

Hellinger annenin, büyük büyük anneannesine: “Senin der­din ne?”

Annenin, büyük büyük anneannesi: “Bunlar beni hiç ilgilen­dirmiyor.”

Hellinger çemberi bozar ve ölü kadını, annenin büyük büyük anneannesinin önüne koyar. Ölü kadın, besbelli onun çocuğu­dur. Annenin büyük büyük anneannesi, evladını ellerinden tutar ama ölü kadın kıvranır ve yere bakar.

Hellinger, annenin büyük büyük anneannesinden ölüye “Be­ni hiç ilgilendirmiyorsun” demesini ister.

Annenin büyük büyük anneannesi: “Beni hiç ilgilendirmi­yorsun.”

Ölü kadın, başını öne eğer.

Hellinger, annenin büyük büyük anneannesinden “Seni iste­miyorum” demesini ister.

Büyük büyük anneanne: “Seni istemiyorum.”

Ölü kadın, hıçkırıklara boğulur.

Hellinger annenin, büyük büyük anneannesine: “Burada kişi neyi istemediğini görebiliyor.”

Hellinger, ölü kadını danışanın yanma getirir. Danışan, ka­dın hıçkırıklarla ağlarken onu kucaklar. Hellinger, anneleri yine sıraya dizer. Bir süre sonra kucaklaşmalarını böler ve danışanı, annenin büyük büyük anneannesinin yanma götürür.

ikili, birbirine uzun süre bakarlar. Danışan yumruklarını sı­kar. Ardından annenin büyük büyük anneannesi gözlerini kapar,

karnına dokunur, yavaşça dizleri üzerine çöker ve iyice eğilir. Danışan onu sevgiyle tutar.

Hellinger ölü kadının, annenin büyük büyük anneannesinin yanına diz çökmesini sağlar. Ölü kadın aynı zamanda ona sarılır. Danışan ellerini her ikisinin de üstüne koyar.

Annenin büyük büyük anneannesi ile ölü kadın sarılırken Hellinger, danışanı annesiyle yüzleştirmek için geçmişe götürür.

Danışan kekeleyerek annesine: “Bana yaptığın için seni affe­diyorum. Seninle barışmak istiyorum.”

Hellinger, yavaşça onu annesine doğru götürür ve kucakla­şırlar. Diğer kadınlar da onların çevresinde bir çember yapıp on­larla kucaklaşırlar. Sadece annenin büyük büyük anneannesi ile ölü kadın, dışarıda kalır.

Hellinger temsilcilere: “Hepinize teşekkürler.”

Açıklamalar

Hellinger, gruba: “Yaptıklarımın ardındaki aşamaları anlata­cağım.”

İlk sahnede, danışan annesine erişemiyordu. Onu kollarıma aldığımda, onun durumunu, babasına ve annesine nasıl ulaşaca­ğımı anladım. Annesinin yokluğunu hissettim.

Hellinger, danışana dönerek: “İçimde bunları hissettim.”

Danışan kekelemeden: “Kişi olarak oradaydı ama içimde yoklu.”

Hellinger: “Gayet iyi konuşuyorsun, öyle değil mi?”

Grupla gülüşmeler ve alkışlamalar.

Hellinger, gruba: “Böyle hissettim ve anneyle çocuğu karşı­lıklı koydum. Önce, annenin temsilcisi, bir terapist gibi davran­dı ve çocuğa yardım etmek isledi ama bu her şeyi bozdu. Onu, iyice konsantre olması için uyarmak durumunda kaldım.”

Temsilciye: “Sonra düzelttin”

Gruba: “Her türlü yardım etme isteği, yardımı engeller. Ru­hun harekelini, ortaya çıkmasını durdurur. Bu yüzden, eğer ken­dilerini yeterince dizginleme konusunda geliştirmemiş ve yetiştirmemişlerse terapistlerin temsilci olmaları zordur.”

Annenin büyük büyük anneannesine: “İyiydin. Danışanın soyunu izlediğimizde bu son annenin saldırganlığını görebildik. Şimdi çok daha farklı görünüyorsun.”

Temsilci güler ve başıyla onaylar.

Gruba: “Sonra annenin evladına şefkat duymadığını gördüm. Bundan da anne ile kendi annesi arasında da şefkat olmadığı so­nucu çıkar. Bu yüzden büyük anneanneyi onun arkasına koy­dum ancak onların arasında da biraz kopukluk vardı.

Sonra ben annenin büyük büyük anneannesini bulana kadar böyle devam elti. Bu kadın, diğer annelerde de gizli kalmış olan katılık özelliğini gösterdi. Ayrıca büyük büyük anneanne, başka bir larafa baktı. Bu davranış, soyda bir cinayet olduğunun göster­gesidir. Buna emin olabilirsiniz.

Sonra birisini bu büyük büyük anneannenin kurbanı olarak koydum. Burada en dikkat çekici şey danışanın, kendini bu kur­bana yakın hisselmesiydi. Büyük büyük annesinin kurbanından neyi mahrum bıraktığını ifade elti.

Sonra, danışanı büyük büyük anneannenin önüne koydum. Orada yumruklarını sıktı. Bu da onun iki taraftan, yani hem kur­ban hem de suçlu tarafından tanımlandığını gösterir: Bu dina­mikleri şizofrenide ve aynı zamanda kekemelikle buluruz.

Büyük büyük anneanne kurbanın yanma eğildiğinde danışan her ikisine de dokundu.

Danışana: “Birden her ikisinin de kalbinde bir yeri oldu. Sa­nık ve kurban arasındaki tezgt ve çözüme kavuşmamış anlaşmaz­lık, senin içinde çözümlendi. Her ikisine duyduğun sevgi, aniden senin içine doldu. Bu noktaya gelmen ise atmış yılını aldı.

Danışan kekeleyerek: “Bu kararı ben vermiştim.”

Hellinger: “Bana dostça bak. Evet, aynen bu şekilde. Sen ca­na yakın bir insansın. Gözlerime bak.”

Danışan kekeleyerek: “Bu sorunu çözmek, benim karanın­dı...”

Kekelemeden: “Hayatımın sonbaharında dahi olsa bunu bir düzene sokmak istiyorum."

Grupta gülüşmeler ve alkış.

Hellinger: “Aynen, öyle.”

Gruba: “Bu aile, konslelasyonunde şizofreni ve kekemeliğin birbiriyle alakalı olduğunu çok açık olarak gördük.”

Danışana: “Sonradan tüm anneler seni, sevgiyle kendi çem­berlerine dâhil edebildi.”

Danışan: “Ailede bir cinayet olup olmadığını gerçekten bil­miyordum.”

Hellinger: “Tabiî ki bilemezsin. Beş kuşak önce olmuş.”

Danışan: “Açıkçası, geçmişte yaşanan hiçbir şeyi bilmiyo­rum.”

Hellinger: “Elbette bilmezsin. Bu durum, ancak böyle bir ai­le konstelasyonunda su yüzüne çıkar.”

Gruba: “Bir sistem içinde cinayet işlendiğinde, yani sistem içindeki bir kimse öldürüldüğünde, örneğin bir çocuk, annesi ya da bir kadın, kocası tarafından öldürüldüğü zaman bu olay, pek çok kuşağı etkiler. Halta etkisinin on üç kuşak kadar sür­düğünü gördüm.”

Danışana: “Tabiî ki hiçbir şey bilemezsin. Ama hissettiğin şey, onların acılarıydı. Bu da bir bakıma güzel değil mi?”

Danışan: “Her zaman, özellikle dc yetişkinlik dönemimde, an­neme daha yakın olmak, ona onu anladığımı gösıcrmck istemişim­dir ama benim için onunla iletişim kurmak mümkün olmadı.”

Hellinger: “Olmaması doğal. Bir çocuğun almaması gereken bir şeyi üstlenmişsin. Tüm ataların birbirine kilitlenmiş hâlde. ’

1 Icr ikisi de güler.

Hellinger: “Tamam, bırakalım da bu senin ruhuna işlesin. Büyük büyük anneanneyi ve kurbanı eşil olarak içine al. Sevgiy­le, her ikisini de aynı sevgiyle kabul el.”

Danışan: “Umarım kekelemem zamanla kaybolur. Amacım buydu.”

Hellinger: “Biraz zamana bırak. Kekelemek hâlâ senin için bir alışkanlık. Öbür lürlü konuşmaya pek alışkın değilsin.”

Danışan kekelemeden: “Evci, pek alışkın değilim.”

Grupla büyük bir alkış ve gülüşmeler.

Danışan da gülmeye başlar.

Hellinger: “Evet, hepsi bu kadar.”

Sözcüğü Söylemek

Bir şey söylediğimizde ne olur? Doğru sözün söylenmesi nasıl sonuç verir?

Bir çocuk “anne” sözcüğünü ilk kez söylediğinde bunun ne an­lam taşıdığını fark eder misiniz? Neyi değiştirdiğini anlar mısınız?

Bu sözcük annede ne etki yapar? Anneyi değiştirir. İçinde bir şeyler farklılaşır çünkü çocuk ona “anne” demiştir. Çocuk için de bir değişim söz konusudur; o da bu sözcüğü ilk kez söylemeyi başar­mıştır. Anne ile çocuk, çocuk ile anne arasındaki ilişki değişmiştir.

Bu sözcük yaratıcıdır çünkü yeni bir ilişki şekli başlatmıştır. İnsanlar birbirlerine hitap ederken ve resmî dilden, gayriresmî dile geçerken de bu böyledir. Örneğin, Fransızcada “vous”, “tu” ya da Almancada “Sie”, “du” olur. İngilizcede sözcük aynıdır ama tonlama değişir.

Nesneleri isimlendirmek

Doğru ismi verdiğimizde nesneler nasıl etkilenir?

Çoğu zaman nesneler arasındaki bağı düşünerek çok zaman harcarız ve bu bağı tam olarak kavrayanlayız. Ama kavrayabildi­ğimiz zaman bu bağ, tek bir sözcükle söylenebilecek bir gerçeğe dönüşür. Sadece anlaşılan şeyler hakkında konuşabiliriz. Bu söz­cükler söylendiği zaman kayda değer bir etkisi olur ve bazı şey­leri değiştirir. Bir şeyi kavradığımız zaman onu ifade edebiliriz. Böyle bir sözcüğün gücü vardır.

Burada farkında olmamız gereken bir şey de düzgün bir şekilde isimlendirilmeyen bir şeyin tam olamayacağıdır. Gelin basil bir söz­cük seçelim, örneğin “gül”. Gül sözcüğünün ne anlama geldiğini kavradığımızda ve ardından da söylediğimizde, gül bize farklı gelir; eskisi gibi değildir artık. Sözcükte tamamlanmamış bir şey, tamam­lanmamış bir ilişki, tamamlanmamış bir durum, daha büyük bir şe­ye doğru yükselir. Söylenen sözcükle canlanır, bir ruh kazanırlar.

Yaratıcı gerçeğin sözcükleri

Çoğu zaman aile konstelasyonunda bir sözcük ya da cümle yelerlidir. Bazen bir değişim, sadece bir sözcük ya da bir cümle ile olur. Yardımcı öncelikle, iyileştirici güçle yüzleşmek için üzüntüyü altüst edecek sözcüğü ve cümleyi kavramahdır. Ardın­dan yardımcı, danışanın bu sözcükleri ve cümleleri söylemesini ister, böylelikle danışan da bu sözleri söyler. Değişime giden yol böyle başlar çünkü bu sözcük vc cümleler yaratıcıdır.

Aile konstelasyonlarmda, doğru zamanda söylenen doğru sözcükler bizi bir yerlere götürür. Bu sözcükler birer nimettir.

Bazen diğer sözcükler, itiraz eder gibi doğru sözcüklerin önüne geçer. Bu yüzden bir sözcüğün ruhumuzda ve başkaları­nın ruhunda ne etki yaratacağına dikkat ederiz.

Büyük sözcükler sessizlikten doğar. Olgunlaşmak için mey­veler gibi zamana ihtiyaç duyarlar. Onlar içgörüsüz sözcüklerdir.

Otizm

Otistik çocuklarla çalışmaya başladığımda şizofreni dinamik­lerine benzer dinamikleri görmek beni çok şaşırtmıştı. Otistik çocuklu ailelerde, çocukların aynı aileden bir katil ve kurbanın temsilcisi olduğunu görebiliriz. Bu geçmiş, bir aile konstelasyonıında su yüzüne çıktığında ve katil ile kurban arasında uzlaşma sağlandığında otisıik çocuklarda şaşırtıcı gelişmeler meydana gelmiştir, iyileşme hareketi, ilk olarak suçlulardan gelmiştir.

Ancak çözümün karşısında çoğu zaman bir direnme olur çünkü olistik çocuk, acı veren olayın sonuçlarım anne ve babası­nın yerine kabul etmiştir. İçlerinde bir yerlerde, anne ve baba bu yükü kendilerinin taşıyacak olmasından korkarlar.

Otisıik çocuklarla ilgili sınırlı sayıda deneyimim var. Otizm­de aile içinde geçmiş diğer olaylar da rol oynayabilir. Ancak şu ana kadar olistik çocuklarla çalışmalarım umut vericiydi.

Psikoz ve otizm DVD’leri ile ilgili bilgiyi Ek A’da bulabilirsiniz.

Ruhani Aile Konstelasyonlarında Cümle

Yöntem

Ruhani aile konstelasyonunda ne yaşanır? Bir danışan, bir so­rununu ortaya koyar ve bazı kişilerden bahseder. Bu kişiler genel­de anne ya da baba, eş ve çocuklardır. Adı geçen kişiler yakmlarımızdır ama sorun başka kişilerle ilgili de olabilir. Şimdi sistematik bir biçimde devam edeceğim, yani herkesle içsel bir bağ kurmaya çalışacağım ve hepsine aynı iyi niyeti ve özeni göstereceğim. On­lardan hiç bir şey beklemeden ve hiçbir şeyden korkmadan, uzak­lan onlara kendimi açacağım. Sonra bir işaret bekleyeceğim.

Bu işaret herkese eşit derecede yardım eder. Sadece danışana değil, herkese dönüktür. Bu da bu işaretin, yani cümlenin ruha­ni bir hareketten geldiğini gösterir.

Bu cümle bulunduğunda ve söylendiğinde her şey yerine ge­tirilmiş olur. Tek bir sözcüğe daha gerek kalmaz. Eklenecek her bir sözcük, bu cümlenin etkisini bozar.

SIİVGİY1.I. YI'KSEİ.MIİK

İnsanlara yardım etmenin en güzel yolu, bu cümleyi bulmak ve söylemektir. Böylccc ruhani konstclasyonun bile ötesine geç­miş oluruz.

Sizinle bunun alıştırmasını yapmak, ben de seansı gözlemle­mek istiyorum. Kişisel bir şey ortaya koymadan, yalnızca bir da­nışanın durumundan bahsedeceğiz. Ben de size yardım etmeyi göstereceğim. Hepimiz böyle bir yardım hareketini nasıl yapaca­ğımızı öğreneceğiz. Sonuç ne olursa olsun, bize pek çok açıdan yardımcı olacak. Tamamen farklı bir tutum içine gireceğiz. Su kesin ki burada hiçbir yönelimimiz olamaz. Bu cümleleri uydu­ranlayız çünkü cümleler lenomenolojik bir içgörü yoluyla bize verilmiştir. Söylediklerim yeterince açık mı? Ortaya sunmak iste­yeceği bir hikâyesi olan var mı?

Örnek: Sinirsel tiki olan on iki yaşında bir çocuk

Hcllinger, bu hikâyeyi sunan katılımcıya: “Kiminle ilgili?"

Katılımcı: “On iki yaşında bir çocuk, eşime ve bana geldi. Si­nirsel bir tiki var. Gözlerini kırpıyor ve ellerini istemsizce hare­ket ettiriyor.”

Hcllinger: “Kiminle geldi?"

Katılımcı: “İlk seferde annesiyle ve erkek kardeşiyle birlikte." Hcllinger bunun üzerine bir süre düşündükten sonra gruba: “Bize sadece bu çocuktan vc annesinden bahsetti.”

Katılımcıya: “Kimi dışarıda bıraktın?”

Katılımcı: “İkinci sefer baba da geldi.”

Hellinger: “Tamam, iyi."

Katılımcı: “ikinci seferde sadece baba ve anne ile çalıştık.”

Hellinger: “Güzel.”

Gruba: “Bu çocuğun tiklerini ve el hareketlerini ne zaman yaptığını bir düşünün. Bu çocuğu görmezden geldiğimizde ço­cuk nereye bakıyor? Kime bakıyor? Anne ya da babanın bakmak­tan kaçındığı birisi var mı? Anne ve babası belki dc bu kişiye bakmaktansa çocuklarına bakıyorlar.

Katılımcı başıyla onaylar.

Hellinger, gruba: “Şimdi tüm sistemi düşünün; sisteme ait olan herkesi ve kendisine bakılmasını bekleyen birini... Empati kuracağı, kendisini sevecek birisini bekleyen kişiyi... Arka plan­da yatan sorun bu olabilir”

Evet, şimdi gözlerimizi kapatıp tüm sisteme sevgi dolu bir tu­tumla ilerliyoruz. Sonra belirleyici sözcük ya da cümlenin gelme­sini bekliyoruz.

Hellinger derin bir konsantrasyon içine girer.

Bir süre sonra: “Cümleyi buldum, uydurulamayacak kadar şaşırtıcı bir cümle.”

Katılımcıya: “Üçü, seni bir daha görmeye geldiklerinde çocu­ğun anne ve babasına, “Beni dc unutun” demesini isle.”

Katılımcı etkilenir ve başıyla onaylar.

Hellinger: “Sonra onları doğrudan evlerine gönder. Gücü he­men hissettin.”

Gruba: “Bunu yüzünden okuyabiliyoruz. Ayrıca bizler dc gü­cü hissettik.”

Katılımcıya: “Çocuk şimdi daha iyi.”

Adam başıyla onaylar.

Hellinger: “Tamam. İyi.”

Bir süre sonra gruba: “Gördüğünüz gibi, bu cümleleri biz uy­duranlayız; bizim düşündüğümüzden çok daha farklıdırlar.”

Örnek: İshal hastası kırk yaşında bir adam

Hellinger, gruba: “Bu kısacık terapimize devam edelim mi?”

Bir kadın parmak kaldırır.

Hellinger, kadına: “Kendimize biraz zaman verelim. Bunlar, meditasyona yönelik süreçlerdir. Bu süreçte hepimiz sakinleşiriz.”

Bir süre sonra: “Şimdi bir sonraki hikâyeye açığım.”

Katılımcı: “İshal sorunu olan kırk yaşındaki bir adam ile ilgi­li. Fiziksel olarak bir şey bulamıyorlar.”

Hellinger: “Ailesi hakkında bir şey biliyor musun?”

Katılımcı: “Annesi, adam on altı yaşındayken ölmüş. Kadın, kocası onları terk etlikten sonra ağır bir depresyon geçirmiş. Ko­cası, kızıyla büyük bir çalışma yaşadıktan sonra onu dövmüş vc bu yüzden de evi terk etmiş.”

Hellinger: “Adamın babası mı bu adam?”

Katılımcı: “Evet, babası.”

Hellinger: “Kız, bu adamın kardeşi miydi?”

Kallımcı: “Evet.”

Hellinger: “Anne de depresyondan mı öldü?”

Katılımcı: “Yatağa yatıp ölmek istemiş. Sonunda emboliden (damar tıkanıklığından) ölmüş.”

Hellinger: “Burada dört kişi var. Bu adam, annesi, babası vc kız kardeşi, ilgiye en çok hangisi muhtaç?"

Katılımcı: “Baba.”

Hellinger, gruba: “Bu bizim için önemli. Dışlanmış olan o, bu yüzden onu şimdi içimize alıyoruz. Kendimizi bu aileye açıyor ve her bir üyeye eşil derecede ilgi gösteriyoruz, hiç korkmadan ve herhangi bir niyet gülmeden bekliyoruz.”

Bir süre sonra: “Bir cümlem var.”

Kadına: “Adam bu cümleyi söyleyecek. Ama cümlenin kime gideceği belirsiz kalsın. Bu adam sana geldiği zaman onunla kısa bir seans, bir medilasyon çalışması yap. Sonra ona bu cümleyi söy­le. Bunun ardından adam hemen yanından ayrılmak isteyecek.

Bu yüzden, adamı yanma oturt ve ona şunları söyle: ‘Gözle­rini kapat. Ailendeki her bireyi, gözünün önüne getir: Babanı, anneni, kız kardeşini ve kendini. Belli bir mesafede duruyorlar. Sonra hangisine daha derinden bağlı olduğunu hissel. O kişice şimdi sana söyleyeceğim cümleyi söyle. Bundan sonra, kalk, lek sözcük etme ve git.’

Cümle şu: Lütfen kal.”

Kadın başıyla onaylar.

Hcllinger: “Tamam mı?’’

Katılımcı: “Tamam."

Örnek: Kendine zarar veren, panik atak hastası

on beş yaşında bir çocuk

Hcllinger, bir kalılımcıya: “Şimdiki hikâye ne?”

Katılımcı: “Anne ve babanın ayrıldığı bir aile hikâyesi. On beş yaşında bir çocuk kendine zarar veriyor, üstelik panik atağı var.”

Hcllinger: “Sana kim geldi?”

Katılımcı: “Üçü beraber.”

Hellinger, gruba: “Tamam, burada sadece bu üç kişi önemli. Anne, baba ve çocuk.”

Katılımcıya: “Çocuk kiminle yaşıyor?”

Katılımcı: “Dönüşümlü olarak her ikisiyle dc ama artık daha çok babasıyla.”

Hcllinger, gruba: “Şimdi durumu hayal edin. Dikkatinizi bu üç kişiye verin. Çocuğun nc yaşadığını hissedin.”

Bir süre sonra katılımcıya: “Bir cümlem var, gizemli bir cüm­le. Çocuğun gizli cümlesini annenin ve babanın y anında söyleye­ceksin. Şunu da söyle: ‘Size bu cümleyi söylediğimde hiçbir şey söylemeden buradan ayrılacaksınız.’

Anne ile babaya, çocuğun içinden, ‘Ben gideyim’ dediğini söyle. Tamam mı?

Katılımcı gülerken Hellinger: “Tamam, hepsi bu kadar."

Katılımcı: “Teşekkürler.”

Hellinger, gruba: “Bir hikâye daha. Sonra bitirelim."

Örnek: Sadece sıvı gıda alabilen otuz

beş yaşında bir kadın

Hellinger, konsantrasyon için verilen kısa aradan sonra gru­ba: “Bazen bir cümlenin gelmediği de olabilir. Bunun birkaç ne­deni olabilir.

Belki fazla istekliyizdir, bu yüzden de ruhani hareketle olan bağımızı kaybederiz. Burada da benzer bir durum yaşayabilirim, hikâyeleri ardı ardına ele alınca yeterince hissedememeye başla­yabilirim. Bu tehlikeli olabilir, yani tehlikeden kasıt, işe yaramamaya başlayabilir.”

Katılımcıya: “Hikâyeni dinleyelim.”

Katılımcı: “Otuz beş yaşında bir danışan ile ilgili. Gençliğinden beri bir şikâyeti var. Katı besinleri yutamıyor, yedikleri boğazında takılıp kalıyor. Bu yüzden de sadece sıvı besin alabiliyor.”

Hellinger: “Yani sorunu bu. Seni görmeye kim geldi?”

Katılımcı: “Danışanın kendisi.”

Hellinger, gruba: “Şimdi bu duruma ait kişileri de eklemeliyiz. Ayrıntıya girmeden, kardeşleri de katarak bu aileyi hayal edelim.

Katılımcıya: “Kardeşlerden biri genç yaşta mı ölmüş?”

Katılımcı: “Kadın babasını hiç tanımamış.”

Hellinger: “Bu önemli bir bilgi.”

Bir süre sonra: “Çok ilginç bir cümle geldi.”

Katılımcıya: “Kadına, annesine bir cümle söylediğini hayal etmesini söyle. Ama sadece içinden söylesin, sesli söylemesin. Cümle şu: Yarım kalıyorum.”

Katılımcı güler ve başıyla onaylar.

Hellinger: “Tamam mı?”

Katılımcı: “Teşekkürler.”

Helllinger, gruba: “Ruhani aile konstelasyonlarının bizi, so­nunda nereye götürdüğünü görüyorsunuz.”

Örnek: Sağ tarafı felçli, otuz yedi yaşında bir adam

Katılımcı: “Danışan otuz yedi yaşında. Bir yıldır hiçbir du­yusu yok ve sağ tarafı felçli. Adam bir yaşındayken annesi ken­dini asmış.”

Hellinger: “Daha fazlasını bilmek istemiyorum.”

Gruba: “Kendimizi onun ve ailesinin yerine koyuyoruz.”

Hellinger derin bir konsantrasyon içine girer.

Bir süre sonra gruba: “Bu da bir diğer garip cümle.”

Katılımcıya: “Seni görmeye geldiğinde, gözlerini kapasın ve şunu imgelesin: Henüz küçük bir çocuk ve annesi, onun önünde kendini asmış, duruyor. Annesine bakıyor ve ona, ‘Ben de’ diyor.”

Katılımcı dalgın biçimde başıyla onaylıyor.

Hellinger: “Tamam mı?”

Katılımcı: “Teşekkürler.”

İçsel hareket

Hellinger, gruba: “Bu cümleler yardımın da ötesine geçiyor. Bireyi içsel bir hareketle temasa geçiriyor. Kişi içsel hareketle te­masa geçer geçmez, içsel hareket öncülük etmeye başlar. Ama nereye doğru olduğunu bilmeyiz ve bilmek de istemeyiz. Artık her şey tamamen bu harekete bağlıdır.

Bövle bir cümle bize verildiği zaman -ki her zaman verilirbir anda endişe duymaksızın danışandan bağımsızlaşırız. Anında bağımsızlaşırız. Ruhani aile konstelasyonlarının bizi getirdiği nokta btıdtır.

Artık danışan yanınıza oturur, kendinizi ona açarsınız ve hiç­bir şey söylemeden birden bir sözcük ya da cümle belirir aklınız­da. Bu güzel bir deneyimdir. Ardından başka bir şey tarafından yönlendirildiğiniz hissini yaşarsınız.

Bir konstelasyonda nasıl ilerleyeceğimizi bilmediğimizde iç­görü, sonraki aşamalar ya da kişinin ihtiyaç duyduğu cümle be­lirir aklınızda.”

Meditasyon: Kendi cümlemiz

Sadece gözlerinizi kapayın. Bir süreliğine ailelerimizle, aile­mize ait olan herkesle birlikte olacağız. Sıraya girip aile içindeki gerçek yerimizi alalım. Herkesle olan bağımızı hissedelim; aile­mizin bizi bekleyen kaderini hissedelim; bireylerin aileye barış ve sükûnet getirecek şeyi nasd beklediklerini hissedelim.

Kendimizi olduğumuz yerde, bütün aile üyelerine ve onların kaderlerine bıraktığımızda bir süre bekledikten sonra o bireyle­rin hepsine kendi cümlemizi söyleyebiliriz. Bu cümleyi onlara sa­dece söylemekle kalmayız, cümlenin etkisi altına da gireriz. Bu cümleyi kabul eder ve kendimizi rahatlamış hissederiz. Bu cüm­le bizi en derinlerde herkesle bir araya getirir.

Hellinger bir süre sonra: “Belki siz de böyle bir cümle buldu­nuz. Size bir örneğini vereceğim. Birisi, ailedeki herkese bakarak: ‘Burada kalıyorum’ der.”

Kısa Gözetmenlikler

Size ruhla birlikte hareket etmeye dair birkaç örnek daha ve­receğim. Bunlar, sadece bir cümlelik kısa gözetmenliklerdir.

Gelecek

Hellinger, bir yardımcıya: “Buradaki olay ne?”

Yardımcı: “Büyük babası tarafından tacize uğrayan genç bir kadın var.”

Hellinger: “Kadının sorunu ne?”

Yardımcı: “Olay olduktan sonra kadın, olanları babasına an­latıyor. Baba kızının bu olayı, annesine söylemesine izin vermi­yor çünkü annesi de küçükken kendi babasının tacizine uğramış.

Hellinger, gruba: “Burada hepimiz için iyi niyet isteniyor.”

Yardımcıya: “Kadın kaç yaşında?”

Yardımcı: “Yirmilerinin ortasında.”

Hellinger, gruba: “Böyle bir durumda ben çoğunlukla tüm ai­le bireylerini düşünürüm. Elimizde bu kadın, büyük baba, baba ve anne var. Başka kimse var mı? Kimden bahsetmedik? Büyük anne. Onun bahsi geçmedi. Kimseyi yargılamadan hepsine eşit derecede yaklaşıyorum. Hepsine uygun olan ve yardım edecek bir cümle ya da sözcük bazen böyle belirir.”

Yardımcıya: “Cümle şu an geldi. Söyleyeyim mi?”

Cümle: “Bu sevgi de güzel.”

Uzun bir sessizlik.

Hellinger, gruba: “Ahlaki yargılarımızı birkaç dakikalığına bir kenara bırakalım. Bu cümlenin bu aile için etkisine bakalım. Cümlenin, hepsi üzerindeki etkisi nedir? Hepsi özgürleşti ve hepsinin bir geleceği var.

Bu, kısa bir terapi örneğiydi. Sizlere burada göstermiş oldu­ğum bu yaklaşım, bu çalışmanın en özet hâliydi.

Yardımcıya: “Bu cümleyi kadına söylediğinde bu terapi biter. Daha fazlasına gerek kalmaz, tek bir sözcük daha söylenmez. Cümle ancak tek başına söylendiği zaman gerçek etkisini gösterir.”

Ama önce sen de buna inanmalısın: “Bu sevgi de güzel ve Tanrı’dan gelir.”

Her ikisi de birbirlerini başlarıyla onaylar.

Hellinger: “Bu cümle senin de doğrudan ruhuna işledi.”

Birbirlerine gülerler.

Hellinger: “Öyle değil mi?”

Yardımcı başıyla onaylar.

Hellinger: “Burada bırakıyorum.”

Bir çocuk konuşma yeteneğini kaybeder

Hellinger, bir yardımcıya: “Evet, sende ne var?”

Yardımcı: “Beş yaşında bir erkek çocuğu gitgide konuşma ye­teneğini kaybediyor.

Hellinger: “Nasıl oluyor bu?”

Yardımcı: “Bir şeyler söylemek istiyor, kekelemeye başlıyor, sesi yükseliyor ve kaçıp saklanıyor.”

Hellinger: “Tamam. Çocuğa bakıyorum; annesine, babasına bakıyorum ve sırlarına bakıyorum. Ortada bir sır var, birisi öl­müş. Hissedebiliyor musun?”

Yardımcı: “Babasını gördüm. Büyük bir panik içinde çünkü o da küçükken konuşma yeteneğini kaybetmiş. Yatılı okulun birin­ci sınıfındaymış ve bir daha hiç konuşamamış.”

Hellinger: “O zaman bu durum uzak bir geçmişe dayanıyor. Ailede bir suçlu var. Suçlu, her şeyin ortaya çıkmasından korku­yor. Şimdi, bu duruma kendimi iyice bırakıyorum.”

Bir süre sonra: “Basit bir sözcüğüm var.”

Yardımcıya: “Sadece onunla mı çalışıyorsun?”

Yardımcı: “Evet.”

Hellinger: “Kaç yaşında?”

Yardımcı: “Beş buçuk.”

Hellinger: “Yanında oturduğunu hayal et. Kollarını, onun boynuna sar, zaten bunu yapıyorsundur aslında. İkiniz de ileri doğru bakın. Sonra sana: ‘Baba, ikimiz de’ desin.”

Yardımcıya: “Hemen anladın. Etkisini görebiliyorum.

Bu, çocuk için. Ardından baba ile çalışacaksın ve onu sır ko­nusunda yönlendirip yönlendiremeyeceğine bir bak. Sır, kesin­likle bir cinayet. Bu çok eskiye, hatta savaş zamanında gerçekleş­miş bir olaya dayanıyor olabilir. Burada kesebilir miyim?”

Yardımcı, başıyla onaylar.

Alıştırma: Ruhla hareket etmek

Bunu herkes için bir alıştırma olarak yapacağım. Yardım et­mek istediğiniz, hatta yardım etmeniz gereken bir sorunun anla­tıldığı bir durum hayal edin. Anlatılan sorun, her zaman bir iliş­ki sorunudur. Başka sorun yoktur. Bir ilişki nasıl olur da bir so­runa dönüşür? Biri dışlanır, reddedilir ya da unutulursa bu mümkündür.

Danışan, bir sorununu anlattığında her zaman kötü olan kişi anlatılır. Yardımcıya, bu kötü kişiye sinirlensin diye davetiye çı­karmaktır bu. Yardımcıların %80’i bu tuzağa düşer. Bu yüzden de daha fazla yardım edemezler.

Şimdi gözlerinizi kapayın. Size anlatılan bir sorunu, hatta kendinizle ilgili bir sorunu hayal edin. Konuya karışmış herkese bakın ve şuna dikkat edin: Kim bunun dışında kalmış ve kimden bahsedilmemiş? O kişileri, özellikle de kötü denilen kişileri ru­hunuza sarın.

Hepsine aynı özeni ve saygıyı gösterin. Hepsini fark gözet­meksizin eşit sevin; hepsine aynı şekilde davranın. Kendinizi, herkese eşit şekilde yaklaşan ruhun hareketi olan yaratıcı ruha teslim edin. Bu şekilde aileye katılırsınız ama ilişkiye değil. Aile sisteminin dışında kalırsınız. Hepsine eşit derecede beslediğiniz iyi niyetle sadece dışarıdan bakarsınız. Sonra sadece beklersiniz. Ardından belki dc aniden bir cümle ya da herkesin hakkını veren tek bir sözcük gelir ve herkese yardım eder. Düşünmeye hiç ge­rek kalmadan, derinlerden öylece geliverir.

Her seferinde yeni sözcük gelir. Tekrarlar yoktur. Sizin içi­nizde de özgürlük duygusu uyandırır.

Ben cümleleri bulup söyler söylemez insanların yüzlerinin aniden değişliğini gördünüz. Bunu fark etliniz değil mi? Cümle ne kadar yerinde olursa sonucu da o kadar hızlı oluyor.






Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to