Dünyaca
ünlü Alman psikoterapist vc filozof Bert Hellinger tarafından son yirmi yıl içerisinde
geliştirilen Aile Konstelasyon Çalışmaları Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika,
Uzakdoğu ve Afrika başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi,
ülkemizde de giderek yayılan bir biçimde uygulanıyor. Yüz binlerce insan,
kökleri geçmişteki yarım kalmış hesaplaşmalara dayanan sorunlarını, bu teknik
sayesinde aşıyor.
Aile
Konstelasyonu, klasik psikoterapinin tıkandığı noktalarda, insan ruhuna şifa
veren, derin bir bakış açısı sunuyor. Bu kitap, Bert Hellinger’in Aile
Konstelasyon Çahşmaları’na temel teşkil eden, Hellinger sciencia diye
adlandırdığı kuramını ana batlarıyla ortaya koyuyor ve birçok vaka hikâyesiyle
örneklendiriyor. Bert Hellinger’in bakış açısından, aile ilişkilerimizde
sevginin nasıl bir düzen veya düzensizlik içinde yer aldığına dair bir sistem
sunuyor. Bu sistemde insan ruhunun secisi, her birimizin kendimize göre
geliştirdiğimiz ”tyi ve Kötü algısıyla” Sınırlandırılan sevginin çok daha
ötesine taşıyor.
Bu
kitapta insan ilişkilerinde kendi kendimize bilerek ya da bilmeyerek koyduğumuz
sınırlan aşmamızı sağlayacak temel içgörülerin kaynağını bulacaksınız. İnsan
ruhunun sevgi potansiyeline dair dile getirilen bu içgörüler, insan ilişkileri
üzerine kapsamlı bir bilimin temelini de atıyor. Bu kitapta söz konusu olan
şey, bir nevi “Sevgi Bilimi” diye de nitelendirilebilir.
Acaba
biz insanlar ne kadar birer bireyiz, ne kadar bir bütünün parçalarıyız?
Mutluluklarımız, acılarımız, üzüntülerimiz, başarılarımız, başarısızlıklarımız,
iyiliklerimiz, kötülüklerimiz, suçlarımız, masumiyetimiz, kısacası yaşamımız ne
ölçüde bizim elimizde, ne ölçüde çok daha büyük bir gücün yönetiminde?
BERT HELLINGER
Türkçesi:
İnan
Deniz Erguvan
Alınan
filozof ve psikoterapist Bert Hellinger, yaygın olarak aile konstelasyonu
olarak bilinen terapi metoduyla anılır. Son yıllarda çalışmaları bunun ötesine
geçmiş ve “ruh-aklın hareketleri” ve “çok boyutlu yaklaşım” olarak tanımladığı
bir noktaya ulaşmıştır. Hellinger’den etkilenen dünyanın dört bir yanındaki
meslektaşı, onun içgörülerinden yararlanmaktadır. 1925 yılında Almanya’da
doğan Bert Hellinger, ilk önce felsefe, teoloji ve pedogoji eğitimi almış ve
eski bir katolik misyoner olarak Güney Afrika’da Zulularla 16 yıl yaşamıştır.
Bu dönem Bert Hellinger için son derece değiştirici ve dönüştürücü bir süreç
olmuş ve 1960‘h yılların ortasında Katolik dinî misyondan ayrılmasının zeminini
hazılamıştır,1970’li yılların ortalarında Viyana’da birkaç sene kalarak klasik
psikoanaliz eğitimi almıştır. Ardından Amerika’da Arthur Janov’dan primer
terapi eğitimi alarak transaksiyonel analize yönelmiştir. Eric Bern’in
hikâyeciliğinden ve Milton Erickson’dan etkilenmiştir. İlk aile konstelasyon çalışmasını
Thea Schönfelder'in bir çalışmasında şizofren bir çocuğun babasını temsil
ederek deneyimlemiştir. Daha sonra Ruth McClendon ve Les Kadis’in liderliğini
yaptığı bir seminerde aile konstelasyon çalışmalarının nelere öncülük
edebileceğine dair içgörüleri oluşmaya başlamış ve kendi deyimiyle bir yıl
sonra bu görevi başarmak için cesaret bulmuştur. Bert Hellinger, 60’h
yaşlarının sonuna kadar aile konstelasyonu çalışmalarıyla ilgili içgörülerini
ve yaklaşımlarını ne belgelendirmiş ne de yaklaşımlarını devam ettirmesi için
öğrenciler yetiştirmiştir. Sadece Alman psikiyatr Gunthard Weber’in önerisini
kabul ederek çalışmalarını kayıt altına almıştır. Weber’in bu çalışmaları
kitaplaştırması, Almanya’da büyük ilgi görmüş ve 200.000 kopya satarak en çok satan
kitaplar listesine girmiştir. Bugün itibarıyla Hellinger Siencia çatısı
altında eğitimlerine devam eden Bert Hellinger, elliden fazla kitap yazmıştır
ve bunlardan birçoğu 22 dilde yayımlanmıştır.
Önsöz.............................................................................. 21
Hellinger
Sciencia........................................................... 25
Giriş ve Genel
Bakış........................................................ 25
Ruhani boyut............................................................. 26
Özgürlük .................................................................. 28
Endişeler ve
sıkıntılar ............................................... 29
Gelecek ve
şimdi ...................................................... 29
Sevgi.......................................................................... 29
Kitap Hakkında............................................................... 30
Başlangıç......................................................................... 33
Giriş ................................................................................ 33
İlişkilerde
Suç ve Masumiyet.......................................... 33
Denge........................................................................ 34
Bir: Çitin
üstünde oturmak....................................... 35
Bütünlük ................................................................... 35
İki: Yardımcı
sendromu............................................ 35
Üç: Değiş
tokuş ........................................................ 36
Aktarmak................................................................... 36
Altın Top .................................................................. 37
Minnettarlık............................................................... 38
Sadece
teşekkür yeterlidir ........................................ 38
Eve dönüş.................................................................. 39
Mutluluk ................................................................... 39
Denklik...................................................................... 39
Zarar ve kayıp
.......................................................... 40
Çıkış yolu.................................................................. 41
Çaresizlik................................................................... 41
İkili yer
değiştirme.................................................... 42
İntikamcı ................................................................... 43
Bağışlamak................................................................ 44
İkinci raunt ............................................................... 45
Uzlaşma .................................................................... 45
Kendini
keşfetme...................................................... 46
Acı çekmek................................................................ 47
İyi ve kötü ................................................................ 47
Bize ait olan............................................................... 48
Başkasına ait
olan...................................................... 48
Kader ........................................................................ 48
Alçak
gönüllülük....................................................... 50
Düzen ve
Bereket...................................................... 51
Vicdanın
Sınırları............................................................ 52
Yanıt.......................................................................... 52
Suç ve
masumiyet .................................................... 53
Ön koşullar ............................................................... 54
Farklılık...................................................................... 55
Farklı
ilişkiler............................................................. 56
Düzen........................................................................ 56
Görünüşler................................................................ 57
Oyuncular ................................................................. 57
Büyü.......................................................................... 58
Aidiyet ...................................................................... 58
Anlayış...................................................................... 60
Sadakat...................................................................... 60
Yer
açmak.................................................................. 61
Sadakat
ve hastalık.................................................... 61
Sınırlar....................................................................... 62
İyilik........................................................................... 62
Aile
vicdanı .............................................................. 63
Ait
olma hakkı........................................................... 64
Yineleme
baskısı........................................................ 64
Rütbe
sırası................................................................ 65
Özlem........................................................................ 66
Titreme...................................................................... 66
Korku......................................................................... 66
Yoldan
çıkmak........................................................... 67
Kefaret
...................................................................... 68
Çözüm
...................................................................... 69
İçgörü........................................................................ 69
Patika......................................................................... 70
Anne Baba ve
Çocuklar Arasındaki ve
Grup İçindeki
Sevginin Düzenleri.................................. 70
Sevgi
ve Düzen.......................................................... 71
Farklı
düzenler.........................................................
71
Anne
baba ve çocuklar.............................................. 71
Roma
Çeşmesi ......................................................... 72
Onurlandırmak
......................................................... 73
Hayat
armağanı ........................................................ 73
Şükran
...................................................................... 74
Reddetme.................................................................. 75
Özel
bir şey ............................................................... 76
Anne babamızın bize.................................... verdikleri. 76
Anne babamıza ait............................................. olanlar. 77
Küstahlık
.................................................................. 78
Kader
ortaklığı........................................................... 79
Hısım ve
akrabalar.................................................... 79
Akrabalık
bağlan ...................................................... 80
Bütünlük .................................................................. 81
Kabile
sorumluluğu.................................................. 82
Aidiyet
hak<ı eşitliği ................................................ 82
Sevginin
düzenleri.................................................... 84
Kadın ile
Erkek Arasındaki Sevgi Düzeni ..................... 87
Kadın ve
er<ek.......................................................... 87
Anne ve baba............................................................ 87
Arzu.......................................................................... 88
Sevgi eylemi.............................................................. 89
Karı koca
arasındaki bağlar...................................... 90
Kıskançlık ................................................................ 91
Kan bağı.................................................................... 92
Basso
contiıiuo.......................................................... 93
Eksiklik ..................................................................... 93
Babasının
o>lu, annesinin kızı.................................. 94
Anima ve
aflimus...................................................... 94
Her iki tara ............................................................... 95
Peşinden gi
mek ve hizmet etmek........................... 96
Eşitlik........................................................................ 96
Değiş tokuşun
ölçüsü............................................... 97
Farklı ilişki
kalıpları ................................................. 99
Kilitlenmeler ............................................................ 99
Taahhüt .................................................................. 100
Vazgeçmek.............................................................. 100
Miş gibi.................................................................... 101
Ruhani Vicdan.............................................................. 103
Giriş ............................................................................. 103
Farklı
Vicdanla: ............................................................ 103
Kişisel Vicdan
..................................................................... 104
a.
Ait olma ............................................................. 104
b.
İyi ve kötü ....................................................... 105
Kolektif
Vicdan............................................................. 105
a.
Bütünlük............................................................. 106
b.
İçgüdü ............................................................... 107
c.
Ölümün ötesinde aidiyet .................................. 107
d.
Kimler aittir? ..................................................... 107
e.
Tek çözüm sevgi................................................. 108
f.
Başka kimler aileye aittir?................................... 109
g.
Denge................................................................. 110
h.
Kefaret ve ceza................................................... 110
i.
intikam ............................................................... 111
j.
Şifa...................................................................... 111
k.
Öncelik kuralı .................................................... 111
l.
Öncelik kuralının çiğnenmesi ve
sonuçları ....... 112
m.
Kolektif vicdanm kapsamı ............................... 113
Ruhani Vicdan ............................................................. 114
Farklı
Vicdanlar ve Aile Konstelasyonundaki Rolleri . 115
Ruhani
Vicdan ........................................................ 116
a.
Değişik vicdan türleri
arasındaki ayrımlar.... 116
b.
Ruhani aile konstelasyonu............................ 117
Kişisel Vicdan............................................................... 119
Kolektif
Vicdan............................................................. 121
Sonuç............................................................................. 122
Düşünceler ................................................................... 123
Yanıp
gitmek .......................................................... 123
Kılavuz..................................................................... 123
Arayış...................................................................... 124
İyi
niyet ................................................................... 125
Beklentiler
............................................................... 126
Önümüzdekiler
...................................................... 126
Hafiflik..................................................................... 127
Uyum ...................................................................... 128
Orada olmak............................................................ 129
Bilinçlilik ................................................................. 130
Bag .......................................................................... 131
Ailelerde
Hastalığa Yol Açan Nedenler ve Şifa Yolları 135
Giriş .............................................................................. 135
Hastalığa
Neden Olan ve iyileştiren Sevgi .................. 136
Aileye sadakat
ve sonuçları ................................... 136
Benzerlik ve
denge.................................................. 137
Hastalık ruhu
takip eder ........................................ 138
“Sana bir şey
olacağına bana olsun”....................... 138
Gözleri açık
sevgi.................................................... 140
“Senin yerine
ben”.................................................. 140
“Sen gitsen de
ben kalacağım”............................... 141
“Senin
peşinden geleceğim” .................................. 142
“Biraz daha
yaşamaya devam edeceğim”............... 143
Yanhş
yönlendiren umutlar.................................... 144
İyileştiren
sevgi....................................................... 144
Kefaret olarak
hastalık............................................ 145
Kendini cezalandırarak bedel ödemek çifte
felaketle sonuçlanır 145
Kabul etme ve
uzlaşma yöntemiyle tazminat ödeme 147
İlişki
kurmaktansa kendini cezalandırmak ............ 148
Yeryüzünde suç
sona erer .................................... 149
Başkasının
yerine kefaret ödeme sonucunda hastalık 149
Anne babayı
reddetmenin sonucunda hastalık ..... 150
Anne babayı
onurlandırmak................................... 150
Boşluk...................................................................... 150
Ruhani Bakış
Açısıyla Sağlık ve Şifa............................. 153
Ruh Sevgisi................................................................... 153
Anne Babamızı
Ruhen Sevmek.................................... 154
Çocuk...................................................................... 154
Diğer sevgi .............................................................. 155
Meditasyon:
Veda................................................... 156
Yol ........................................................................... 158
(O) An ..................................................................... 158
Zedelenmiş
Eşitlik......................................................... 159
Kilitlenme................................................................ 159
Çözüm .................................................................... 160
Suç ve kefaret.......................................................... 160
Ruhani düzey.......................................................... 160
Psikozlar,
Derinliklerdeki Sevgi.................................... 161
Bir örnek.................................................................. 161
Psikoza ne
sebep olur?............................................ 163
Suçlu olarak
psikoz, kurban olarak psikotik........... 166
Bir aile
sorunu olarak psikoz................................... 167
Yardımcılar.............................................................. 168
Alıştırma:
Ruhani sevgi ...................................... 169
Derinliklerdeki
Sevgimiz............................................... 169
Bilinçdışı
vicdanın sevgisi .................................... 170
Herkes için
iyi niyet................................................ 170
Kilitlenme................................................................ 171
Bilen sevgi............................................................... 171
Öncelik
kuralları ..................................................... 172
Kör sevgimiz............................................................ 172
Arınma yolu............................................................ 172
Meditasyon:
Bizi Derinliklerden Çıkaran Sevgi .......... 173
Çember.................................................................... 173
Ölüye huzur............................................................ 174
Özgürlük ................................................................. 174
Konuşma
Bozuklukları: Görülmeyenlerle
Uyum İçindeki
Uyumsuz Sesler................................... 174
Kekemelik ve
şizofreni............................................ 175
İçselleşmiş
bir kişiden korku nedeniyle kekemelik 175
Bir aile
sırrının ortaya çıkmasına izin verilmesinden kaynaklanan kekemelik 176
Rahatlama................................................................ 176
Karşıt olanla
uzlaşma ........................................... 177
Kekemeler için
alıştırma: “Sen ve ben, her ikimiz” 178
Nasıl büyürüz.......................................................... 178
Alıştırma:
Ruhta uzlaşma........................................ 178
Örnek:
Kekelemek ve şizofreni .............................. 180
Açıklamalar.............................................................. 183
Sözcüğü
Söylemek ....................................................... 186
Nesneleri
isimlendirmek ........................................ 186
Yaratıcı
gerçeğin sözcükleri..................................... 187
Otizm ............................................................................ 187
Ruhani Aile
Konstelasyonlarında Cümle..................... 188
Yöntem...................................................................
188
Örnek:
Sinirsel tiki olan on iki yaşında bir çocuk... 189
Örnek: İshal
hastası kırk yaşında bir adam............ 190
Örnek: Kendine
zarar veren, panik atak hastası on beş yaşında bir çocuk 192
Ömek: Sadece sıvı gıda alabilen oluz
beş yaşında bir kadın .. 192
Örnek: Sağ
tarafı felçli, otuz yedi yaşında bir adam 193
İçsel hareket............................................................. 194
Meditasyon:
Kendi cümlemiz................................. 194
Kısa
Gözetmenlikler...................................................... 195
Gelecek.................................................................... 195
Bir çocuk
konuşma yeteneğini kaybeder................ 196
Alıştırma:
Ruhla hareket etmek.............................
197
Bütünle Uyum
İçinde Yardım Etmek........................... 199
Konuya Giriş................................................................. 199
Mesleki Açıdan
Yardım Etmek..................................... 200
Alarak ve
vererek yardım........................................ 200
Profesyonel
yardım................................................. 200
Ne zaman
yardım edebiliriz?.................................. 200
Saygıyla
yardım etmek............................................ 201
Güvenli bir
şekilde yardım...................................... 201
Başkalarına
gelişmeleri için yardım etmek.............. 202
Yardım Etmenin
Düzenleri........................................... 202
Yardım etmek
ne anlama geliyor? .......................... 203
Denge ve akış
olarak yardım .................................. 203
Sadece sahip
olduklarımızı verme ve ihtiyaç duyduklarımızı alma 204
Olanaklar
dünyasında kalma.................................. 205
Yardım etmenin
ilk örneği: Anne, baba ve çocuklar 206
Denkler
arasında yardım etme................................ 206
Danışanın tüm
ailesini dikkate alma....................... 209
Yargılamadan
yardım etmek................................... 210
İyinin ve
kötünün ötesinde yardım etmek............. 211
Pişmanlık
duymadan yardım etmek ...................... 211
Büyük
zorluklarla uyum içinde yardım etmek ............. 212
Özel bir algı ............................................................. 212
Gözlem, algı,
içgörü, sezgi, uyum .......................... 213
Ruhla Uyumlu
Yardım Etmek ..................................... 215
Terapötik
tutum, duruş........................................... 217
Danışana
sorulacak sorular .................................... 218
Sevginin
başlangıcı.................................................. 219
Sevgi ve güç ............................................................ 219
Yardımcının
sevgisi ................................................ 220
Kucaklayan ve
saran ruh ........................................ 221
Kolay
psikoterapi..................................................... 222
Sevgi ve kader.......................................................... 223
Ailelerle Uyum
İçinde Yardım Etmek........................... 223
Anne babayla
uyum içinde yardım etmek.............. 223
Kendi
ailemizle uyum ............................................ 225
Diğer aileyle
uyum.................................................. 226
Diğer
yardımcılarla uyum ...................................... 226
İyi niyet ................................................................... 227
Yardım Nasıl
Başarıya Ulaşır?....................................... 227
Son yer..................................................................... 228
Öncelik düzeni......................................................... 229
Büyüklük ................................................................. 230
Terapötik
İlişki............................................................... 230
Eyleme geçmek........................................................ 230
Kontrol..................................................................... 231
Yaşamın hizmetinde................................................ 231
Heveslilik............................................................... 232
Uyum ve
cesaret...................................................... 233
Güç
mücadeleleri..................................................... 234
Zorluk...................................................................... 235
Empati ..................................................................... 236
Sistematik
empati..................................................... 237
Büyük Ruh .................................................................... 238
Hiçbir şey
yapmamak ............................................. 238
Ruhun
karanlığı....................................................... 238
Hareket etmeyi
reddetmek...................................... 239
Savaşçı ..................................................................... 239
Kazanmak ve
kaybetmek......................................... 239
Karşıtlar ................................................................... 240
Hatalar .................................................................... 240
Kuyu........................................................................ 241
Rahatlatan
Görüntüler ................................................. 241
İlk görüntü............................................................... 241
İyileştiren
resimler................................................. 242
İki Tür Duygu...............................................................
243
Birincil
duygular...................................................... 243
Dramatik
duygular.................................................. 243
Rüyalar..................................................................... 244
iyi göz ve kem
göz................................................... 244
Fark Yaratan
Yardım..................................................... 244
ilgilenmemiz
gereken konu..................................... 245
Kısa ve kesin............................................................ 246
Ölüm kalım
meselesi .............................................. 246
En uzaktaki
sınırlar ................................................. 246
Saygı......................................................................... 247
Konsantrasyon......................................................... 247
Bir başka
boyut........................................................ 248
Alçak
gönüllülük .................................................... 248
Acımak..................................................................... 249
Anneyle
ilişkinin kopması....................................... 249
Ölüyü serbest
bırakmak.......................................... 250
Çözüme dönük
eylem ............................................ 252
Korku..................................................................... 253
Dikkat...................................................................... 254
Nehir........................................................................ 254
Denkler
Arasında Yardım............................................
255
Üstünde ve
altında.................................................. 255
Eyleme geçmek........................................................ 255
Sızlanmak................................................................. 255
Olaylar .................................................................... 256
İçsel Aile
Konstelasyonları............................................ 256
Devretme
yoluyla yardım etmek ............................ 257
Su yüzüne
çıkan gerçek........................................... 258
Kader............................................................................. 258
Kişisel
özgürlüğün kapsamı.................................... 259
Kaderimiz olan
ailemiz.......................................... 259
Nesiller..................................................................... 260
İyileştirici
güç........................................................... 261
Büyük kader............................................................ 261
Erken ölüm.............................................................. 262
Ruhani Aile
Konstelasyonları....................................... 263
Giriş .............................................................................. 263
Ruhani aile
konstelasyonlarında neler yenidir?...... 263
Felsefe............................................................................ 264
Beden ...................................................................... 265
Ruh........................................................................... 265
İnsan ruhu .............................................................. 265
Yaratıcı ruh.............................................................. 266
Ruhani Aile
Konstelasyonları....................................... 266
Ruhani alan ............................................................. 267
Ruhani zihnin
hareketleri ....................................... 267
Ailenin ruhani
alanı................................................. 268
Alan ve ruh.............................................................. 268
Aile ruhu ................................................................. 269
Vicdan...................................................................... 269
Adalet....................................................................... 269
Tutsak ruh ............................................................... 270
Fenonıonolojik
İçgörü Yolu........................................... 271
İlerleme şekli
........................................................... 272
Meditasyon:
Mesafe ................................................ 273
Ruh................................................................................ 274
Diğer yön ................................................................ 274
Son derece
ciddi....................................................... 275
Kapsam.................................................................... 275
Kayıp ruh................................................................. 276
Açıklık ..................................................................... 276
Kopmuş Bağları
Onarmak............................................. 277
Ailemizin
içinde....................................................... 277
Danışanın
ailesinde ................................................ 278
Uyumsuzluk ve
uyum ............................................ 279
Farklı Aile
Konstelasyonlan.......................................... 280
Dilekler.................................................................... 281
Yardım etmenin
boyutları ...................................... 281
Hiçbir şey
yapmamanın varhgı............................... 282
Yeni
başlayanlar...................................................... 283
Ruha güvenmek...................................................... 283
Koruma.................................................................... 284
Tamamlanmamış .................................................... 285
Uyum içinde
büyüme.............................................. 286
Hiçbir şey
yapmamak.............................................. 287
Farklı yollar
seçmek................................................. 288
Bir öykü:
Bilgi ve biliş ............................................. 288
Kadınlar ve
Erkekler..................................................... 291
Ruhani Bir
Bakış Açısından Kadın ve Erkek ............... 291
Saygı......................................................................... 291
Onaylamak............................................................... 292
Ruhun sevgisi.......................................................... 293
Sadakat..................................................................... 293
Kim kimi takip
eder?............................................... 294
Alıştırma:
Eşin ötesine bakmak............................... 294
Alıştırma:
Ruhla hareket etmek.............................. 295
Hoşgörü .................................................................. 296
Alıştırma:
Süren mutluluk....................................... 297
Sıkıntılı
Çocuklar........................................................... 301
Bütün Çocuklar
İyidir................................................... 301
Meditasyon:
Zor çocuklar olarak bizler................... 303
Kimsesiz Bir
Çocukla İlgili Bir Öykü............................. 304
Çocuklara
yardım etmek ........................................ 305
Alıştırma/Engelli
Çocuk: “Şimdi Katılıyorum”............. 306
Giriş ........................................................................ 306
Konstelasyon .......................................................... 307
Alıştırma:
Kürtajla Alınmış Çocukların Temsil Edilmesi 309
Kadın
üzerindeki sonuçları .................................... 317
Çocuklar
üzerindeki etkileri ................................... 318
Eşle olan
ilişki üzerindeki sonuçları ....................... 319
Büyük Ölçekli
Çatışmalar.............................................. 321
Giriş .............................................................................. 321
Büyük
Çatışmalar.......................................................... 322
Yok etme
isteği........................................................ 322
Yok etme
isteğinin yer değiştirmesi........................ 323
Adalet...................................................................... 324
Vicdan...................................................................... 325
Yeniliğin
tehdidi...................................................... 326
Reddedileni
benimseme.......................................... 326
Alan ........................................................................ 327
Alan ve vicdan
........................................................ 328
Çılgınlık................................................................... 329
Özet ......................................................................... 330
Büyük Huzur................................................................. 330
Sevgi................................. ;...................................... 330
Değiş tokuş.............................................................. 331
Ortak vicdan............................................................ 331
Güçsüzlük ............................................................... 331
Zafer......................................................................... 332
İçgörü....................................................................... 332
İç huzur ................................................................... 333
Algı.......................................................................... 333
Başka bir
vicdan....................................................... 334
Başka bir
sevgi ........................................................ 335
Halkların
Barışı.............................................................. 336
Ruhani Din.................................................................... 339
Giriş .............................................................................. 339
Tanrı Sevgisi.................................................................. 340
Tanrı ve
Tanrılar............................................................ 342
Tanrı’nın
Sureti............................................................. 344
Başka Türlü
Bir Tanrı.................................................... 344
Örnek: İsa ve
Kayafas................................................... 345
Giriş ........................................................................ 345
İsmail ve
İshak......................................................... 346
Kayafas ve İsa.......................................................... 346
Ruhani içgörü
yolu.................................................. 347
Konstelasyon .......................................................... 347
Düşünceler...... ;...................................................... 349
Hikâye: Dönüm
Noktası............................................... 350
Düşünceler ................................................................... 352
Evini düzenle........................................................... 352
Gözetlerken ............................................................ 352
Özgürlük ................................................................. 353
Varmış olmak........................................................... 354
Akıp giden
hayat ................................................... 35.5
Geri çekilme............................................................. 356
Barış ........................................................................ 357
Yeterh.....................................................................
358
Giden ...................................................................... 359
Son söz..................................................................... 360
Ek A:
Kitaptaki Konulara İlişkin Yayınlar ................... 361
Ek B: Bert
Hellinger’in Çeşitli Dillerde Yayınlanmış Eserleri 368
Bert Hellinger'den selamlar...
özel
bir kitaptır. Göksel Karabayır'ın öncülüğünde bu kitabımın Türkçeye çevrilmesi
beni çok mutlu ediyor. Çok canlı anılarım var Türkiye ile ilgili. Mehmet
Zarasızoğlu ve ona yardım edenlerin katkılarıyla Aile Konstelasyon Çalışmaları’nı
gösterdim, örneklerle açıkladım.
Aile
Konstelasyon Çalışmaları, Yunan ve Türk halkları, Hristiyan ve Müslüman
inananlar, Türkiye ve Ermenistan arasında uzlaşma ve barış için yeni bir yol
açtı. Sonuç olarak görebiliyoruz ki,yeni bir yolla ve yeni bir sevgiyle
birbirlerini anlayarak ve birbirlerinin değerini bilerek geçmişi geride
bırakıp yeni ortak geleceğe bakabilirler.
Bu
kitabın, aynı hayatı ve aynı mutlu geleceği paylaşan aynı insan ailesinin
mensupları olarak, ortak yolumuzda, karşılıklı saygı ve sevgi ile daha dolu,
doygun hayatlar yaşamak için gerekli olan uzlaşmm bir başka önemli dönüm
noktası olması dileğiyle...
Bert Hellinger
6 Aralık 2010,
Bad Reichenhall/Almanya
Bugün
kendime özgü ve yeni bir yaklaşımla yapmakta olduğum ve ruhun derin
hareketleriyle çalışmayı tercih ettiğim konstelasyon* çalışmalarında, özellikle
Bert Hellinger olmak üzere, Bert'in düşüncelerini ve uygulamalarını kendi
psikoterapist, psikanalist, psikolog, psikiyatr, tıp doktoru, akademisyen,
eğitmen kimlikleriyle ve tecrübeleriyle birleştiren sayısız kişiden katkı
gördüm. İsimleri uzunca bir liste tutacak bu kişilere ayrı ayrı teşekkür
ederim.
Her
konuda başlangıçlar önemlidir. Hellinger Türkiye Enstitüsü çatısı altında
konstelasyon çalışmalarını öğrenme sürecine başladığım Mehmet Zararsızoğlu ve
atölye çalışmalarıyla, temsilci algısı fenomenini defalarca deneyimleyerek çok
ciddi içgörüler edindim. Teşekkür ederim Mehmet.
Uluslararası
Konstelasyon Çalışmaları alanında edindiğim tecrübeleri paylaşmak adına
kurduğum Konstelasyon Danışmanlık kuruntunun katkılarıyla yayınlamayı
planladığımız kitaplar arasında, önceliği konstelasyon çalışmalarının öncüsü
* konstelasyon: Bir sistem içerisindeki
öğelerin birbirine göre konumu, durumu ve birbiriyle etkileşimi.
Beri
Hellinger'in bu alanda yaptığı çalışmaların felsefesini ve uygulamalarını
içeren kitabına verdik.
Son
yıllarda bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de giderek yaygınlaşmaya başlayan
konstelasyon çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmak isteyen ve tabiî ki
hayatının herhangi bir döneminde fiziksel ya da zihinsel çeşitli belirtilerle
ve tanılarla tıkanmış, yaşam kalitesi düşmüş, nefes almakta zorlanan, birçok yöntemi
denemiş ve yeni çözüm yolları arayan herkes için son derece önemli katkılar
sunacak bir kitap olacağım bildiğim ,
okunması son derece kolay, anlaşılabilir ve insanın bugüne kadar getirdiği
zihinsel koşullanmaları sarsarak sınırları genişletmeye, ön yargısız ve
korkusuz tekrar düşünmeye, yeniye yer açmaya teşvik eden bir içeriktedir.
Yıllardır
bu alanda edindiğim tecrübeler ve gözlemlerden sonra, konstelasyon
çalışmalarının geleceği ve özellikle bu alanda yeni yol alacaklara alarm
mahiyetinde şu uyarıyı yapmak durumunda buluyorum kendimi. Konstelasyon
çalışmalarının ne kadar önemli olduğu ve “bilen alan’ da, “bilinmeyenden gelen
güç”le gelişerek yeni anlayışlara yol açabileceği, maalesef birçok uygulayıcı
tarafından yeterince anlaşılamamıştır. Vakti zamanında konusu insan olan birçok
profesyonele klasik ve geleneksel psikoıerapinin tıkandığı ve yetmediği
durumlarda taze ve güçlü bir nefes olarak inanılmaz katkısı olan bu
çalışmaları, bugün aynı kişiler bir takım hesaplar, kaygılar ve korkularla,
içini doldurmadan, sözüm ona daha bilimsel ve profesyonel olma açıklamalarıyla,
eskinin sınırlı düşünce kalıplarının içine bilerek ya da bilmeyerek hapsederek
oradan tekrar tanımlamaya çalışmaktadırlar. Bu ve benzeri tutumlar hem çalışmaların
gücünü elinden almakta hem de ileride yeni ve yaratıcı içgörülerin,
düşüncelerin ve uygulamaların tohumlanarak filizlenmesine katkı sunmamaktadır.
Konstelasyon
kolaylaştırıcısın tabiî ki bir otoritesi olacak, bu otorite sadece, “bilen
alan”da kendini daha büyük bir güce, bilinmeyene açık bırakmak suretiyle
bilginin ve tecrübenin sonradan geldiği konstelasyon çalışmasının yapıldığı
süreyle sınırlı olacaktır. Yaşamın bütününe yönelik aldatıcı bir otorite kurma
yanılgısının hiç kimseye bir faydası olmayacağı gibi, kolaylaştırıcıdan da çok
şey alıp götüreceği bir gerçektir.
Konstelasyon
çalışmalarının bugünü ve geleceği açısından unutulmaması gereken çok önemli
olgulardan birisi de kuantum teorisinin bugün genel kabul görmüş olmasıdır ve
fenomenlerin yerel görünümlerine rağmen, dünyamızın aslında aracısız ve
anında iletişimin mümkün olduğu, görünmez bir gerçeklikle çevrili olduğudur.
Bu gerçeklik altındaki etkileşimler mesafeyle azalmaz, ışık hızından çok daha
hızlı bir şekilde, anında harekete geçebilir ve uzayda yol alınmasına gerek kalmadan
mekânları birleştirir.
Konstelasyon
çalışmaları, ustasının çok hasas, çok dikkatli ve sürekli anda olmasını
gerektiren bir sanattır da aynı zamanda. Bu sanatın büyük ustası sevgili Bert,
senden çok şey öğrendim. Çok teşekkür ederim. Bu yıl Bad Reichenhall’da,
konstelasyon çalışmalarından ve uluslararası kongreden sonra, 16 Aralık günü,
elli beş ülkeden gelen katılımcılarla beraber, sevgili Bert'in 85. doğum
yılını kutlayacağız. Doğum günün kutlu olsun Bert. Sana sağlıklı, huzurlu ve
her bağlamda konstelasyonu kolay nice yıllar diliyorum.
Sözlerime
son verirken, daha önce okumuş olduğum Kaknüs yayınlarından çıkan ve çok
değerli bulduğum Kültürel Antropoloji kitabının çevirisini yapan, bir
şekilde araştırarak kendisine ulaştığım ve kitabının çevirisini yapması için kendisini
ikna ettiğim sayın İnan Deniz Erguvan'a ve kitabın basımını ve yayınlanmasını
sağlayan Kaknüs yayınevinin sahibi Muhammed Çiftçi'ye çok teşekkür etmek isterim.
Kitabın baskıya hazır edilmesi sürecinde gösterdiği özen, sabır, anlayış,
ciddiyet, samimiyet ve iyi niyetle, üstlenmiş olduğum sorumluluğu kolaylaştıran
editör Seda Darcan Çiftçi Hanım'a da özel olarak teşekkür ediyorum.
Istanbul-Varşova-Bursa-Bad
Reichenhall 10 Ekim-10 Aralık 2010 Göksel Karabayır, Konstelasyon
Kolaylaştırıcısı
Kasıtlı
olarak yazımını böyle uygun gördüğümüz Hellinger Sciencia, özgün felsefe
geleneğinde scientia ımiversalis, yani evrensel bilimdir. Bütün önemli
insan ilişkileri ve etkileşimlerini yöneten düzenler, hatta kuralların evrensel
bilimidir. Bu düzenler, kadın ile erkek, anne baba ile çocuklar ve onların
yetiştirilişi gibi, öncelikle aile içindeki ilişkilere uygulanır. Bu bilim,
çalışma yaşamımızdaki, organizasyonlardaki ve kurumlardaki düzenleri kapsar,
hatta insan toplulukları ve kültürleri gibi daha büyük gruplara da uzanır.
Bu
bilim, aynı zamanda insan ilişkilerinde çatışmalara yol açan, onları bir araya
getirmek yerine ayıran düzensizliklerin de evrensel bilimidir.
Bu
düzen ve düzensizlikler vücudumuzda da yansımasını bulur; hastalıklarda,
vücut, ruh ve akıl sağlımızda büyük rol oynar.
Neden
Hellinger sciencia kavramını kullanıyorum? Yaklaşık 20-30 yıldır birtakım
içgörüler edindim ve bunları özgürce açıkladım. Bu içgörülerimi gerçek yaşam
durumlarında, halka açık ortamlarda sınadım, insanlar, içgörülerimin
etkilerini kendi içlerinde, ilişkilerinde ve eylemlerinde inceleme imkânına
sahip oldular.
İlişkilerimizde
kolaylıkla anlaşılan düzen ve düzensizliklere ilişkin içgörülerin ötesinde,
Hellinger sciencia başka bir boyuta, ruhani bir boyuta ulaşmıştır. Yalnızca bu
boyut sayesinde bu içgörülerin etkilerinin ne kadar kapsamlı olduğunu
anlayabiliriz. Bu düzeyin kabul edilmesi ve benimsenmesi sayesinde içgörülerin
evrensel önemini kavrar, ortaya çıkan sonuçları her alanda deneyimleriz.
Bu
ruhani içgörü nedir ve boyutları nelerdir? Bu içgörünün kökeni, her alandaki
derin gözlemlerdir. Her şey, dışarıdan gelen bir güçle hareket eder. Kendi
kendine hareket ediyor gibi görünen canlılar bile, içten gelemeyecek bir
başlangıç kuvvetine gerek duyar. Canlı olan her şeyin hareketi, dışardan gelen
bir hareketin sonucudur. Bu hareket süreklidir ve yaşam sürdükçe bizimledir.
Bunun
dışında, her hareket, özellikle de yaşayanların hareketi, bilinen, bilinçli ve
maksatlı bir harekettir. Bu anlayışa göre her şeyi hareket ettiren kuvvet, bir
bilince sahiptir. Diğer bir deyişle, her hareket, üzerinde düşünülmüş bir
harekettir. Bu güç, hareket üzerinde düşünür ve düşündüğü biçimde hareketin
başlamasını sağlar.
Hareketin
başlangıcında ne vardır? Her şeyi düşünen bir düşünce vardır.
Bunun
ardından ne olur? Bu düşünce, her şeyi olduğu gibi, hareket ettiği gibi kabul
eder. Her hareket, ruhani zihnin hareketidir, bu nedenle bu ruhani zihin için
hiçbir şeyin sonu yoktur. Her şey, hep vardı ve hep olacaktır; geçmişte, bugün
ve gelecekte de bizi olduğumuz gibi kabul etmeye hazırdır.
Bu
güce göre, gitmiş olanla gelecek olan, birbirine bağlıdır. Gitmiş olan, gelecek
olana doğru hareket eder ve onunla bütünlüğe kavuşur.
Gelecek
olan, zaten çoktan gitmiş olandır ve bir yandan geçmişe doğru hareket eder.
Bizim için her şeyi hareket ettiren düşüncenin tam olarak kavranması
imkânsızdır. Onun düşünmediği hiçbir şey olamaz, ardından hiçbir şey gelemez.
Bu
düşünceye göre, “özgür irade” ya da “kişisel sorumluluk” gibi, yıllardır
benimsediğimiz varsayımlarımız ve görüşlerimizin hiçbir değeri yoktur. Bize
önemli gelen değer yargılarımız, kültürümüzde önem taşıyan ayrımlarımız,
gerçekte önemsizdir.
Ruhani
zihnin nezdinde iyi ile kötü, doğru ile yanlış, seçilen ile reddedilen, üstteki
ile alttaki, yukarı ile aşağı ve nihayetinde yaşam ile ölüm arasındaki ayrımlar
kaybolur.
Yine
de bu ayrımları yapmaya devam eder, gerçekmiş gibi kabul ederiz. Bu kavramlar
da ruhani zihin tarafından yaratılmamış mıdır?
Burada
göz önünde tutmamız gereken şey, gidenin gelenle aynı şey olmadığıdır. Gitmiş
olan gelene yol açar. Bu yüzden “önce”, “sonra”ya benzer, “çok” da “aza”a.
Az
nedir, çok nedir? Bu kavramlar bilinç düzeyimizi gösterir. Daha az bilinçliden
daha çok bilinçli olmaya doğru hareket ederiz. Ruhani zihin ile olan uyumumuzda
az bilinçlilikten, çok bilinçliliğe doğru ilerleriz. Bizim için az’dan çok’a
doğru bir hareket vardır ama bu ayrım ruhani zihin tarafından
geliştirilmemiştir. Bu hareket ruhani zihin tarafından yönetilse de, az-çok
ayrımı bize aittir. Biz yine de “çok” bilinçlilik yolunda ilerlemeye devam
ederiz.
Özgürlüğü
değişik anlamlarda yaşarız. Yaptıklarımızdan ve sonuçlarından sorumluyuzdur.
Ama aynı zamanda özgürlük, sorumluluk ve suç kavramlarının, bütün sonuçlarıyla
birlikte, bir başka güç, her şeyi hareket ettiren ruhani bir güç tarafından önceden
düşünüldüğünü, planlandığını ve böylece kendi kaderimizmiş gibi yaşamamızın
sağlandığını biliriz.
Bu
bilgiyle daha farkh davranabilir miyiz? Farkh davranma gücünü kendimizde
bulabilir miyiz?
O
zaman bize yapacak ne kalır? Bize kalan, her şeye olduğu gibi devam etmek,
bütün sonuçlarıyla birlikte özgürlüğümüzü, sorumluluğumuzu, geçmişimizi ve
suçlarımızı kabul etmektir.
Aynı
zamanda her şeyi hareket ettiren ruhani zihinle uyum içinde olan daha büyük bir
bilinci deneyimleriz. Özgürlüğümüzün, sorumluluğumuzun sonuçlarını taşıyan,
bunlardan etkilenen herkesle birlikte bu büyük bilinci hissederiz.
Çoğu
insan, aynı olayı farklı biçimlerde yaşar. Aynı olaydan farkh deneyimler
kazanır. Kişiler aynı anda hem özgür hem de özgür olmayan varlıklar olarak
algılayabilirlerse daha fazla bilinç kazanır, ruhani zihin hareketleriyle daha
fazla uyum elde ederler. Kazandıkları bilinç, onları daha kapsamlı bilincin
yoluna doğru götürür.
Ruhani
boyutta, Hellinger sciencia’nın geleceğine dönük kaygılar da dâhil olmak
üzere, bütün endişeler sona erer. İnsanlar ister kabul etsin, ister etmesin,
bu da ruhani zihnin hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Evrensel bilim olarak,
Hellinger sciencia gerçeklerini, etkileri aracılığıyla ortaya koyacaktır. Peki
ya geleceğe dönük endişelerimiz? Kendimizin, başkalarının, dünyanın geleceğine
dönük endişelerimiz ne olacak? Endişelerimiz hiçbir şeyi değiştirmiyor ya da
engellemiyorsa zaten saçma oldukları ortada değil midir? Endişelerimiz
saçmaysa ruhani zihnin hareketlerine ulaşmamızı engelleyen bir karşı güç oluşturur
sadece.
Ruhani
zihnin hareketleriyle uyumlu olan sıkıntılarımızın türü farklıdır. Bu sıkıntı
ve endişeler dünyamızı ve onu hareket ettiren ruha olan ilgimizi gösteren
sıkıntılardır, ruhun endişeleri ve ilgisiyle ve yaşamın düzeniyle uyumludur.
Ruhani
zihnin düşünceleriyle ahenkli biçimde, gelecek şu anda bizim için buradadır.
Ruhani zihin her şeyi şu anda düşünür. Ruhani zihnin boyutlarına göre, geleceğe
dönük endişeler sona erer. Bizi şu anda endişelendiren şey, bize ruhani zihinle
ahenk içinde gösterilir. Bir sonraki şey, yani gelecek, aslında şimdidir.
Hellinger
sciencia şimdiyle ilgilenir. Bütün içgörüleri şimdi için çalışır ve anında
devreye girer. Bu içgörülere gösterilecek her türlü direnç de şu anda
etkilidir. Bu nedenle Hellinger sciencia deneye dayalı bir ilişki bilimidir.
Nihai
olarak, Hellinger sciencia sevgi bilimidir. Sevginin evrensel bilimidir. Her
şeyi eşit biçimde ele alan sevgi bilimidir.
Bu
sevgi nasıl başarılı olur? Her şeyi hareket ettiren ruhun düşünce biçimiyle
uyum içindeyken başarılı olur. Bu sevgi, besbelli ruhun düşünce biçiminden
haberdardır. Bu sevgi nasıl sevdiğini, sevmeye izni olduğunu bilir çünkü ruhun
bilinciyle uyumu yakalamıştır. Bu bilinci bir içgörü olarak hisseder. Bu nedenle
bu sevgi katıksızdır çünkü başka bir düşünce biçimiyle yönetilmektedir. Bu
sevgi, bilen bir sevgidir.
Kitap
boyunca kullanılmış olan Hellinger sciencia kavramı akla, kavramın meşruluğuna
dönük sorular getirebilir. Ben de kendime bu soruları sordum çünkü insan
ilişkilerinin ve sevginin düzenine dönük ortaya çıkan içgörülerin tam
kapsamını ben de yavaş yavaş özümsemeye başladım. Bütün içgörülerin birbirine
uyumlu biçimde, kapsamlı bir ilişki bilimi oluşturduğunu ve artık bu içgörüleri
kendi başına bir bilim olarak kamuya sunmanın zamanının geldiğini düşündüm.
Hellinger
ismini, yani kendi adımı dâhil etmem, bu bilimin ilk ortaya çıktığı hâldeki, özgün
hâliyle tanımlandığının ve sunulduğunun güvencesidir. Bu kitabın amacı da
budur.
İnsan
ilişkilerindeki düzenler ve düzensizliklere dönük içgörüler, insan bilincinin
çalışma biçimlerine ve insan ilişkilerinin bütün düzeylerindeki etkilerine
dönük içgörülerimle anlaşılabilir hâle gelmiştir. Batı uygarlığında, özellikle
de Hristiyan kültüründe, vicdan kavramına verilen kutsal konumun yansımaları
çok derindir. Kant gibi önemli filozofların ve aydınlanma çağının diğer
düşünürlerinin bile kör noktası olarak kalmış, insan ilişkilerinde vicdanın
yeri, amacı, getirdiği sonuçlar gibi konuların yakından incelenmesinden
kaçınılmıştır. Bu uzak durmanın nedenlerinden biri de vicdanın sesinin,
Tanrı’nm sesi olduğunun ve her koşulda bu sesin dinlenmesi gerektiğinin iddia
edilmesidir.
Bu
iddiaların yıkıcı sonuçları, farklı görüşlere sahip insanların şiddetli
çatışmalar yaşayarak birbirlerini yok etmeye çalışması ve bunu vicdanlarının
sesini dinleyerek ama saygı ve sevgiden uzaklaşarak yapmasıdır.
Bu
kitap Hellinger sciencia’nm tanımını ve uygulama boyutlarını aşağıdaki
başlıklarda ele almaktadır:
•
Kadın ve erkek
•
Anne baba ve
çocuklar
•
Sağlık ve
hastalık
•
İş ve başarı
•
Organizasyonlar
•
Uzlaşma ve
barış
Kitap
aynı zamanda bu içgörülerin nasıl uygulandığına dönük bir kullanma kılavuzu
biçimindedir. Esas yoğunlaştığımız konu ise Aile Konstelasyonları ve onun daha
gelişmiş hâli olan ruhani Aile Konstelasyonları yöntemidir.
Kitap
aşağıdaki temaları kapsamaktadır:
1.
başlangıç
2.
ruhani vicdan
3.
ailede
hastalığa yol açan ve iyileştiren konular
4.
ruhani bakış
açısıyla sağlık ve şifa
5.
uyum içinde
yardım
6.
ruhani aile
konstelasyonları
7.
kadın ve erkek
8.
yardıma muhtaç
çocuklar
9.
büyük
çatışmalar
10.
ruhani din
Hellinger
Sciencia’nm iş ve başarı konularındaki uygulamalarının kaynağı, büyük oranda
vicdanla ilgili içgörülerdir. Bu içgörüler arasında en önemlileri dışlanmanın
etkileri, alışverişin kuralları, kaybetmenin ve kazanmanın kuralları, öncelik
sıralaması kuralı ve bu kuralın çiğnenmesi durumunda ortaya çıkan
sonuçlardır.
Bu
kitapla birlikte sizlere canlı deneyimlerle edinilmiş bir anlayış zenginliği
sunuyorum. Kitabın sonuna geldiğinizde kendinizi yeni bir başlangıç aşamasında
bulacaksınız: Hellinger sciencia’nın kapsamını, kişisel ve iş ilişkilerinizdeki
uygulama alanlarını daha iyi anlayacaksınız. Sizin yardımınızla ilişkilerimiz
pek çok düzeyde çok daha kolay başarıya ulaşacak ve bu sayede pek çok insan
daha mutlu olacaktır.
Bert Hellinger
İnsan
ilişkilerinin düzenine dönük temel içgörülerim, uzun bir içgörü yoluyla, yavaş
yavaş bana geldi. Bu bölümde sizler de bu keşif yolculuğuna benimle birlikte
çıkabilirsiniz. En başından başlayarak bu yolculuğu birlikte yaşayabiliriz.
Kitaptaki
bölümlerin oluşması bir yılımı aldı. Temel alınan içgörüler sürekli yaşanan
deneyimlerle kontrol edildi. Bu deneyimler aynı zamanda ruhlarımızdaki keşif
yolculukları olarak da görülebilir. Her bölümle birlikte, alışverişin düzenine,
vicdanın, ait olmanın ve dışlanmanın kurallarına, erkek ile kadın, anne baba
ile çocuklar arasındaki sevginin düzenlerine doğru bir adım daha atacaksınız.
İnsan
ilişkileri, alma ve verme eylemiyle başlar ve bu alışverişle birlikte suç ve
masumiyet duygusu da başlar. Bunun nedeni, veren kişinin
bir beklentisinin olması, alan kişinin de bir yükümlülük hissetmesidir. Bir
tarafta beklenti, öte tarafta yükümlülük, bütün ilişkilerde suç ve masumiyet
örüntüsünü oluşturur ve bu durum, alışveriş eylemini çoğaltır. Alan kişi yeri
geldiğinde verme olanağına sahip olmalı, veren kişi de bazen alabilmelidir.
Aşağıda bu duruma bir örnek okuyacaksınız.
Afrika’da
bir misyonerin bir başka bölgeye taşınma zamanı gelmişti. Ayrılacağı günün
sabahı, adamın biri, misyonere küçük bir veda hediyesi sunmak için saatlerce
yürüyerek kampa geldi. Hastayken kendisini ziyaret ettiği için misyonere
teşekkür etmek istiyordu. Misyoner, bu küçük hediyenin, adam için aslında ne
kadar büyük bir miktar olduğunun farkındaydı.
Misyoner,
hediyeyi geri vermek, hatta üstüne adama kendisi bir şeyler vermek istedi. Ama
sonra kabul etmesinin daha doğru olacağını düşünerek kendisine sunulan hediye
parayı teşekkür ederek aldı. Birisinden bir hediye aldığımızda, ne kadar memnun
olursak olalım, bağımsızlığımızı ve masumiyetimizi kaybederiz. Hediyeyi
aldığımızda, veren kişiye karşı kendimizi borçlu hissederiz. Bu borcun
yarattığı rahatsızlıktan ötürü karşılığında bir şeyler vererek kendimizi bu
baskıdan kurtarmaya çalışırız. Her hediyenin bir bedeli vardır.
Masumiyet
duygusunu ise memnuniyet duygusu biçiminde yaşarız. Karşılığında bir şey
almadan verdiğimizde ya da aldığımızdan fazlasını verdiğimizde hafiflemenin ve
özgürlüğün, kimseye borçlu olmamanın, hiçbir şeye ihtiyaç duymamanın, hiçbir
şey almamanın getirdiği memnuniyet duygusu kaplar içimizi.
En
büyük doyumu ise aldığımız ve verdiğimiz birbirine eşit olduğunda yaşarız.
Bu
masumiyet hâline ulaşmak ve onu korumak için üç tür davranış türü vardır.
Bazıları
herhangi bir değiş tokuş eylemine katılmayı reddederek masumiyetlerini korumak
ister. Başkalarından bir şey kabul etmektense kendilerini tamamen dışa
kapatırlar ve bu şekilde birisine karşı yükümlülük duymazlar. Bu durum, ellerini
kirletmek istemeyen, olayları sadece izleyen kişilerin masumiyetidir. Bu tür
insanlar, kendilerinin özel ya da başkalarından daha iyi olduklarına inanır ama
çoğu zaman içlerinde bir boşluk ve hoşnutsuzluk vardır çünkü aslında
hayatlarını ana değil, tali yollarda sürdürmektedirler.
Masumiyeti
elde etmenin ikinci yolu, başkaları üzerinde hak sahibi olma duygusundan geçer.
Bu durum başkalarının bize verdiğinden daha fazlasını verdiğimizde
gerçekleşebilir. Masumiyetin bu türü genelde geçicidir çünkü karşımızdakinden
bir şey alır almaz hak iddiamız sona erer.
Bazıları
başkalarından bir şey kabul etmektense bu hak iddiasına dört elle sarılmayı
tercih eder. Bu durumu en iyi açıklayabilecek cümle şudur: “Senin bir
yükümlülük hissetmeni istiyorum.” İdealistlerin çoğunda rastlanan bu davranış
kalıbı “yardımcı sendromu” olarak bilinir.
Masumiyeti
elde etmenin üçüncü ve en güzel yolu hem vermenin hem de almanın ardından
gelen hafiflik hissidir. Bu alışveriş dengesi ilişkilerde de sağlıklı bir
süreçtir ve karşısından bir şey alan insanın, eşit miktarda karşılık vereceği
anlamına gelir.
Bazı
ilişkilerde ise bir özgürleşme durumu söz konusu olamaz çünkü alıcı ve verici
arasında ilişkinin doğası gereği asla aşılamayacak bir eşitsizlik vardır. Bu
ilişkilere örnek, anne baba ve çocuklar, öğretmen ve öğrenciler sayılabilir.
Anne babalar ve öğretmenler ilk ve en önemli verici, çocuklar ve öğrenciler
ise alıcıdır. Anne babaların çocuklarından, öğretmenlerin de öğrencilerinden
bir şey aldığı doğrudur ama bu durum eşitsizliği ortadan kaldırmaz, sadece
biraz yumuşatır.
Anne
babalar da bir zamanlar çocuk, öğretmenler de öğrenci olduğu için buradaki
denğe, aldıklarını bir sonraki nesle aktarmalarıyla kurulur. Sonraki nesil de
zamanı geldiğinde aynı şekilde davranacaktır.
Alman şair Boerries von Muenchhausen
bu konuyu şiirlerinden birinde şöyle dile getirir:
Babamın bana sevgiyle
verdiğini
Ona tam olarak geri
veremedim çünkü
Bir çocuktum
henüz, hediyenin değerini anlamayan Büyüdüğümde ise artık erkektim, pek de
yumuşak olmayan Şimdi oğlum büyürken
Onu herkesten çok
seviyorum ve
Babamın
bana verdiklerini aktarıyorum
Ama biliyorum
ki, ona verdiklerimi bana geri vermeyecek Çünkü o da bir erkek ve tıpkı benim
gibi Kendi çizdiği yolda ilerleyecek
Bana
olan borcunu torunuma aktarırken
Onları
izleyeceğim, özlemle ama hiç kıskanmadan
Nesiller
boyu oynanan bir oyun bu
Büyükler
küçüklere doğru atacak altın topu
Küçükler
ise asla dönüp bakmayacak geriye doğru
Anne
baba ve çocukları, öğretmenler ve öğrencileri arasındaki ilişkiye benzer
durumlar, dengeyi sağlamanın mümkün olmadığı diğer ilişki türleri arasında da
görülebilir. Bu ilişkilerde dengeyi kurmanın yolu, bir sonraki nesle
aktarmaktan geçer.
Son
olarak, alışverişi dengelemek açısından teşekkür etme konusundan söz etmek
istiyorum. Teşekkür ederken hediyeye karşılık verme yükümlülüğünden kurtulmuş
olmayız ama bazen verilebilecek en uygun karşılık bir teşekkürdür. Kişi sakat
ya da hasta, hatta ölmek üzere olabilir ya da bazen âşıklar arasında da bu gibi
durumlara rastlanabilir.
Alışverişin
dengesini sağlama gereği dışında, bir de yerçekimi kuvvetine benzer ve
toplumun üyelerini birbirine çeken ve bağlayan “esas sevgi” gücü vardır. Bu
sevgi, almanın ve vermenin öncülü ve eşlikçisidir. Alırken gösterilen
minnettarlık bu sevgi türünün bir ifadesidir.
Teşekkür
eden kişi, “Sen bana, benim sana bir şey verebilmemden bağımsız olarak
veriyorsun ve bu yüzden ben de bunu senden bir hediye olarak minnetle kabul
ediyorum” demiş olur.
Teşekkürü
kabul eden kişi de şunu söylemiş olur: “Senin sevgin ve hediyemi kabul etme
inceliğin, bana yerebileceğin her şeyden çok daha değerlidir.”
Size
bir öykü anlatacağım. Bir zamanlar çok tehlikeli bir durumdan kurtulabildiği
için kendini Tanrı’ya borçlu hisseden bir adam varmış. Minnettarlığını
göstermek için ne yapabileceğini düşünüp dururmuş. Bir gün bir arkadaşına
danışmış ve arkadaşı da ona-şu öyküyü anlatmış:
Bir
kadını çok seven ve onunla evlenmek isteyen bir adam varmış. Ama kadın adamla
evlenmek istemiyor, adamı reddediyormuş. Bir gün birlikte caddede karşıdan
karşıya geçerken, adam kadını arabanın altında kalmaktan kurtarmış. Hayatını
kurtaran erkeğe minnetle bakan kadın, “Şimdi seninle evlenebilirim” demiş.
Öyküyü
anlatan adam arkadaşına dönmüş ve sormuş, “Sence adam kendini nasıl
hissetmiştir?” Adam yanıt vermemiş, sadece anlamlı anlamlı gülümsemiş.
“Sanırım anladın. Belki Tanrı da senin minnettarlığın
için aynı şeyleri düşünüyor olabilir.”
Benzer
bir konuda bir başka öyküyü paylaşmak istiyorum. Çocukluktan beri arkadaş olan
bir grup genç, birlikte savaşa katılmış. Çok şiddetli çarpışmaların yaşandığı
savaşta gençlerin çoğu sakat kalmış ya da hayatını kaybetmiş. Sonuçta yalnızca
ikisi sağ salim eve dönebilmiş.
Eve
dönenlerden bir tanesi sessizleşmiş, içine dönmüş. Hayatta kalmasının yalnızca
kendi başarısı olmadığını biliyormuş ve bunu kendisine verilmiş bir hediye
olarak kabul etmiş.
Alışveriş
eylemi sırasında suç ve masumiyet değiş tokuşu da yapılır ve bu değiş tokuşu
düzenleyen şey, denklik sağlama gereksinimidir. Bu denklik sağlandığında
ilişki sona erebilir ya da yenilenen alışverişle harekete geçip devam edebilir.
Bir
ilişkide denklik sağlanamıyorsa değiş tokuş sürekli olamaz. Yürürken de benzer
bir şey yaşarız; dengemizi korumak istiyorsak olduğumuz yerde dururuz,
dengemizi kaybettiğimizde ise düşeriz. İleri doğru hareket edebilmek için
dengemizin bozulmasını ve yeniden kurulmasını göze alarak öne doğru bir adım
atmamız gereklidir.
Alış
verişte suç ve masumiyet, alan kişinin suçu işleyen, verenin ise suçun mağduru
olması gibi durumlarda olumsuz boyutlar da kazanabilir. Birisi savunmasız bir
kişiye zarar verdiğinde, başkasına sıkıntı verecek bir durum yarattığında ya da
karşısındakini hiçe sayarak kendi çıkarlarını gözettiğinde, suçlu ve mağdur
ilişkisi ortaya çıkmış olur.
Bu
tür bir ilişkide bile denkliğin yeniden kurulması gereklidir. Mağdur adaleti
hak eder, suçlu ise verdiği zararı tazmin etmek zorunda olduğunu bilir. Ancak
mağdur suçluya zarar vermek ve yaptıklarının cezasını çektirmek istediği için,
bu değiş tokuş daha fazla zarara neden olur. Bu nedenle suçlunun zararını
tazmin etmesi yeterli olmayabilir, işlediği suç için kendini affettirmek
zorundadır.
Suçlu
ve mağdur birbirine eşit derecede zarar verdiğinde, yaşanan kayıplar ve acılar
birbirine denk olduğunda, taraflar durumu eşitlenmiş kabul eder. Ancak barış ve
uzlaşma durumunda kişiler birbirine tekrar iyi davranmaya başlayabilir. Ama
eğer verilen zarar çok büyükse taraflar bazen yollarını ayırmaya karar verebilirler.
Aşağıda
bu duruma bir örnek vardır:
Bir
adam arkadaşına, evliliklerinin hemen ardından anne babasıyla tatile çıkıp,
onu altı hafta yalnız bıraktığı için karısının yirmi yıldır kendisini
affetmediğini anlatır. Anne babasının bir şoföre ihtiyacı olmuştur ve adam da
bu işi yapmayı kabul etmiştir. Özür dilemesi, yalvarması yeterli olmamış,
karısının kırılan kalbini bir daha tamir edememiştir.
Arkadaşı
ona şunları söyler: “Karından, yirmi yıl önce onu yalnız bıraktığında kendini
nasıl hisset tiyse, senin de şu anda öyle hissetmeni sağlayacak bir şey
yapmasını iste.”
Adam
arkadaşının ne demek istediğini anlar. Artık elinde kilidi açacak bir anahtar
vardır.
Zarar
ve kayıp kavramlarıyla ilişkili olarak masumiyeti elde etmenin çeşitli yolları
vardır.
Bunun
ilk yolu çaresizliktir. Bir suçlunun suçunu, kurbanının çaresizliğine göre
yargılarız. Mağdur ne kadar çaresizse, suç o kadar büyüktür. Ancak bir suç
işlendikten sonra mağdurun çaresiz kalmasına gerek yoktur. Suçu sona erdirmek
ve yeni bir başlangıç yapmak için suçludan adalet talep etmeli ve suçunun
kefaretini ödemesini istemelidir.
Eğer
mağdur bu konuda bir adım atmayacak ya da atamayacaksa onun adına başkaları
bunu yapabilir ama bir farkla: Mağdur adına alınacak intikam, mağdurun kendi
alacağı intikam ve talep edeceği adaletten çok daha büyük olur.
Buna
bir örnek okuyalım:
Yaşlı
bir çift kişisel gelişim atölyesine katılmış ama ilk akşamın sonunda kadın
ortadan kaybolmuş. Ertesi sabah ortaya çıkmış ve kocasının önüne dikilerek:
“Geceyi sevgilimle geçirdim” demiş.
Kadın
seminere katılan diğer üyelere karşı nazik ve sevecen davranıyor ama kocasına
gelince davranışları değişiyormuş. Kocasına karşı hep öfke dolu olan kadın,
sadakatsizliğini anlattığı zaman bile adam susmuş, sakinliğini korumuş.
Atölye
devam ederken kadının bir çocukken babası tarafından annesi ve kardeşleriyle
birlikte şehir dışında bir kasabaya gönderildiği, bu sırada babanın evde
kalarak kız arkadaşıyla zaman geçirdiği ortaya çıkmış. Baba bazen ailesi
varken bile kız arkadaşını eve getiriyor, karısı hiç şikâyet etmeden, ağzım
açmadan onlara yemek pişiriyor, hizmet ediyormuş. Acısını ve öfkesini içine
atıyor ve çocuklar bunu hissediyormuş.
Annenin
yaptığına erdemli bir hareket diye bakabilirsiniz ama bu durumun sonuçları çok
yıkıcıdır. İnsanlarda bastırılmış kin, daha sonra mutlaka savunmasız kişilerde
ortaya çıkar ve bu kişiler genellikle çocuklar ya da torunlardır. Ortaya çıkma
durumu iki aşamada olur.
Öncelikle
olayın kurbanından bir başkasına geçer; bizim örneğimizde kin, anneden kıza
geçmiştir.
İkinci
olarak kin bir nesneye yönlendirilir. Bizim örneğimizde kadın, babasını sorumlu
tutmaktansa öfke ve kinini masum kocasına yansıtmaktadır. Kocası karısını
sevdiği ve herhangi bir şekilde karşı koymadığı için kadının işi daha da
kolaylaşmaktadır. Masumların harekete geçmektense sessizliğini koruduğu
durumlarda ortaya daha fazla suçlu ve mağdur çıkma olasılığı vardır.
Böyle
bir durumda çözüm, annenin öfkesini açıkça kocasına göstermesiydi. Böylece baba
kendi davranışıyla yüzleşecek, çift ya ilişkilerine başka bir şekilde devam
edecek ya da ayrılmaya karar verecekti.
Örneğimizdeki
kadın, yalnızca intikamını üstlendiği annesini değil, annesine olan
davranışını taklit ettiğibabasını da sevmektedir. Burada devreye bir başka
suç/masumiyet kalıbı girmektedir: Çocuğun duyduğu sevgi öncelik sırasını
görmesini de engellemekte, babasının suçuna karşı onu körleştirmektedir. Sonuç
olarak insanlar başkasına karşı kusurlu davranarak masumiyetlerini korumaya
çalışmaktadır.
Psikoterapi
sürecindeki kırklı yaşlarında bir adam, şiddete başvurabilme olasılığından
dolayı endişe duyuyordu. Davranışları ve kişiliğiyle şiddet eğilimli bir insan
gibi görünmediği için psikoterapist, ailesinde bir şiddet olayının yaşanıp
yaşanmadığını sordu.
Bu
süreçte annesinin erkek kardeşinin, yani dayısının bir katil olduğu ortaya
çıktı. Dayısı sahip olduğu şirketteki bir çalışanıyla bir aşk ilişkisi
yaşamıştı. Bir gün sevgilisine bir kadının resmini göstermiş ve saçını tıpkı
fotoğraftaki kadın gibi yapmasını istemiş, kadın da bu isteğe boyun eğmişti.
Daha sonra sevgilisini de yanma alarak bir yurtdışı gezisine çıkan dayı, burada
sevgilisini öldürmüş, eve dönerken de fotoğrafta gösterdiği kadını yanında
getirmişti. Bu kadım şirkette işe almış, yani kadını hem çalışanı hem de
metresi yapmıştı. Cinayet ortaya çıktığında ömür boyu hapis cezasına
çarptırılmıştı.
Terapist,
danışanın akrabaları, özellikle de büyük anne ve babası, yani dayısının annesi
ve babası hakkında daha fazla bilgi edinmek istedi çünkü böyle bir cinayetin
altında yatan gerçek nedeni öğrenmek istiyordu.
Danışanın
verdiği bilgiye göre, büyük anne oldukça dindar ve saygıdeğer bir kadındı;
büyük babası hakkında ise fazla bilgisi yoktu. Terapist konuyu araştırdığında
büyük annenin, kocasının eşcinsel olduğunu Nazilere ispiyonladığını, adamın
bundan dolayı tutuklandığını, çalışma kampına gönderildiğini ve burada öldüğünü
öğrendi.
Ailedeki
esas katil ve yıkıcı enerjinin kaynağı büyükanneydi. Oğlu, yani danışanın
dayısı, babasının intikamını alıyordu. Burada da karşımıza yine ikili yer değiştirme
çıkıyordu.
Önce
oğlu babasının yerine intikam almıştı ve böylece özne yer değiştirmişti. Ama
annesini bu duruma karıştırmamış, onu öldürmek yerine, sevdiği kadını
öldürmüştü. Bu da nesnenin yer değiştirmesi durumuydu. Bunu yaparken kendini
babasıyla özdeşleştirmiş, sanki babası karısından öcünü almıştı.
Dayısı
hem kendi hem de annesinin cinayetinin cezasını çekiyordu. Aslında böylece hem
onun gibi katil olarak annesine, hem de hapse girerek babasına sadakatini
göstermişti. Annesinin yerine hapse girerek babasının da öcünü almış oluyordu.
Hapis cezası hem gerçek hem de mecazi anlamda iki şeyi temsil ediyordu: “Bunu
senin için yapıyorum anne. Bunu senin için de yapıyorum baba.”
Gerçekle
yüzleşmek ve bir çözüm yolu bulmak yerine “bağışlamak”, gerçeklerin üstünü
örtmek ve çalışmayı ötelemek çabası olabilir.
Mağdur,
sanki sadece kendine verilmiş bir hakmiş gibi suçlu taralı suçundan azat ederse
bağışlama eylemi kötü sonuçlar doğurabilir. Gerçek anlamda bir uzlaşma
olacaksa masum tarafın olayların tamir edilmesini istemeye hakkı vardır, hatta
bu, haktan çok bir görevdir.
İkisi
de başkalarıyla evli olan bir adam ve kadın birbirine âşık olur. Kadın bu
ilişkiden hamile kalınca eşlerinden boşanmaya ve birbirleriyle evlenmeye karar
verirler. Kadının önceki evliliğinden çocuğu yoktur, adamın ise küçük bir kızı
vardır. Adamın eski karısına ve kızına karşı büyük bir suçluluk duyarlar ve
eski eşin, adamı affetmesini isterler. Ama eski eş hâlâ çok öfkelidir,
kendisinin ve kızının büyük acı çektiğini söyler.
Bunun
dışında olumlu, hem suçlunun hem de mağdurun itibarını koruyan bağışlama da
vardır. Bu tür bağışlamada zarar gören taraf abartılı taleplerde bulunmaz;
mantıklı bir tazminatı kabul eder. Böylesi bir bağışlama olmadan uzlaşma da
mümkün değildir. Aşağıdaki örneğe bir bakalım:
Kadının
biri, bir başka erkek için kocasını terk eder. Yıllar sonra eski kocasını ne
kadar sevdiğini fark eder ve geri dönerek tekrar onunla birlikte olmak istediğini
söyler. Erkek kesin bir cevap vermese de birlikte bir psikoterapiste gitmeye
karar verirler.
Terapist,
bu görüşmeden ne beklediğini sorar erkeğe. Erkek kendisiyle ilgili bir keşif
yapmayı umduğunu söyler. Terapist bunun çok kolay olmayacağını ama elinden
geleni yapacağını söyler. Sonra kadına dönen terapist, erkeğin onu tekrar eşi
olarak kabul etmesi için kadının ne yapacağını sorar. Bu işin çok zor olmadığını
düşünen kadın yuvarlak cevaplar verir, eski kocasını etkileyecek şeyler
söyleyemez.
Terapist,
kadına öncelikle eski kocasını ne kadar kırdığını ve üzdüğünü kabul etmesini,
bu yaptıklarını telafi etmek için çaba harcayacağı konusunda kocasını ikna
etmesi gerektiğini söyler.
Kadın
bir süre düşünür, sonra eski kocasının gözlerinin içine bakar ve “Yaptıklarım
için çok özür dilerim” der. “Beni tekrar karın olarak kabul etmen için sana
yalvarıyorum. Seni hep seveceğim, sana bakacağım. Bana güvenebilirsin.”
Erkek
pek yerinden kıpırdamaz. Terapist, erkeğe döner ve şöyle der: “Karının sana
yaptığı şey sana çok acı vermiş olmalı. Eminim aynı acıyı bir kez daha yaşamak
istemiyorsun.” Erkeğin gözü yaşlarla dolar, terapist konuşmaya devam eder: “Bir
başkası yüzünden acı çeken insan, aslında kendisine acı çektirene karşı
kendini daha güçlü hisseder çünkü o kişiyi reddetme hakkı vardır. Bu tür bir
masumiyet karşısında, suçlunun yaptıklarını telafi etmesinin imkânı yoktur.”
Erkek gülümser, terapistin dediklerinin doğru olduğunu fark eder. Sonra
karısına döner ve sevgi dolu gözlerle ona bakar.
Terapist
sözlerini şöyle tamamlar: “İşte, kendinle ilgili bir keşif yapmış oldun. Şimdi
artık gidebilirsiniz, size söyleyecek başka bir sözüm yok.”
Bir
ilişkideki taraflardan birinin yaptığı acı veren eylemin sonucunda ilişki sona
erdiğinde, suçlu kişinin özgürce ortada dolaştığını görürüz. Ama eğer bu kişi
böyle bir eyleme kalkışmamış olsaydı, bunun sonucunda kendini yıpratsa ya da
hasta olsaydı o zaman bu kişi, ilişki içinde olduğu kişiye karşı kin
besleyebilirdi.
Genellikle
suçlu taraf, mağdurun acısını etkisizleştirmek çabasıyla, ayrılma öncesinde
büyük acılar çeker. Belki de bu kişi, hayatını içinde bulunduğu durumdan
kurtarmak istemekte ama bunu karşısındaki kişiye zarar vermeden yapamayacağını
bildiği için acı çekmektedir. Ayrılık, bu durumdan zarar gören için olduğu
kadar, bu zarara yol açan kişi için de yeni bir başlangıç anlamına gelebilir.
Mağdur bile birdenbire önünde yeni kapıların açıldığını görebilir.
Ne
var ki kurban acı çekmeye devam eder ve hayatına devam etmeyi reddederse
suçlunun da yeni bir hayata başlaması zorlaşır. İkisi de ayrılığa rağmen,
birbirine bağımlı yaşamayı sürdürür.
Kurban
yeni bir başlangıç yaptığında bu durum diğer kişiye de bir nefes alma olanağı
tanır. Çeşitli bağışlama türleri arasında en güzeli budur çünkü taraflar
ayrılmış olmalarına rağmen, aralarında uzlaşmışlardır.
Suç
ve acı kaçınılmaz bir hâl aldığında, uzlaşmaya varmanın tek yolu, tarafların öç
alma konusunda ısrarcı olmamasıdır.
Güçsüz
olana boyun eğmek, affetmenin en alçak gönüllü şeklidir. Her iki taraf da
kendilerini önceden kestirilemez bir kadere teslim eder ve böylelikle intikam
alma duygusu sona erer.
Dünyayı
ikiye böler, bir kısmının yaşama hakkı olduğunu kabul eder, diğer kısmının bu
hakka sahip olmadığını düşünürüz. İlk kısım bize göre iyiyi, sağlığı, huzuru
ve barış temsil ederken ikinci kısım kötülük, hastalık, felaket ve savaş
anlamına gelir. Bu iki değişik kısma pek çok sıfatlar yakıştırabiliriz ama sonuç
olarak bize kolay gelen şeylere iyi, zorluk çıkaran şeylere ise kötü deme
eğilimindeyizdir.
Eğer
yakından inceleyecek olursak dünyayı değiştiren gücün genelde zor, acımasız,
hatta kötü kökenli olduğunu görürüz. Yeniliğe giden yol, genelde sahip olmak
istemeyeceğimiz, hayatımızdan dışlamak isteyeceğimiz şeylerden kaynaklanır.
Kalıtsal
bir hastalık, çocuklukta geçirilmiş bir travma ya da suçluluk hissi gibi,
kaderimize bağlanmış, kötü ve bize bir yük getiren bir durum içinde olduğumuzu
hayal edelim. Kabullendiğimizde ve hayat sürecimize dâhil ettiğimizde, bu
kader bizim için bir güç kaynağı olur.
Aile
sistemi içinde bir üye, başkasının reddettiği kaderi ya da suçu üstlendiğinde
bu durumun sonuçları kötü olabilir.
Önüne
geçemediğimiz ya da değiştiremediğimiz kaderimiz, diğer insanların pahasına
bizi şanslı konuma getirirse bundan ötürü suçluluk duyarız.
Örneğin,
bir çocuk dünyaya gelirken annesi hayatını kaybederse hiç şüphesiz çocuk
masumdur. Kimse bundan ötürü çocuğu suçlu bulamaz. Ne var ki masum olduğunu
bilmek, çocuğun içini rahatlatmaz çünkü kendisinin hayata gelmesinin, annesinin
ölümüyle iç içe geçmiş olduğunun bilincindedir. Bu yüzden, suçluluk
duygusundan kurtulması çok zordur.
Bir
başka örnekte ise adam araba kullanırken lastiği patlar. Araba yolda kayar ve
bir başka arabaya çarpar. Diğer arabanın şoförü ölür, kendisi hayatta kalır.
Adam masum olsa bile bundan sonraki hayatı başka insanların ölümü ve acısı ile
ilişkili olacağı için suçluluk duygusu onu rahat bırakmaz.
Üçüncü
olarak, hamile bir kadın, savaşın sonunda kocasını sağ salim eve getirebilmek
için sahra hastanesine doğru yola çıkar. Bu yolculuk sırasında karşısına çıkan
bir Rus askeri tarafından tehdit edilince, kadın askeri öldürür. Kadın kendini
savunmak amacıyla böyle bir şey yapmış bile olsa, hem çocuk hem de annesi ve
babası, bu suçun yükünü taşımaya devam eder, çünkü onlar hayatta kalmış, asker
ise ölmüştür.
Geçmişin
tüm günahlarım değil, yalnızca kendi günahımızı taşımak zorunda olsaydık
kendimizi daha güçlü hissedebilirdik; oysa kaderimize bağlanmış, başkalarının
günah ve masumiyet duygusuyla kendimizi pek çok açıdan güçsüz hissedebiliriz
ve bu durum hayatımızı katlanılmaz bir hâle getirebilir. Ancak bu noktada
iyinin de kötünün dc önceden tahmin edemeyeceğimiz bir kaderden
kaynaklandığını fark etmeye başlarız. Bu kader bizim iyi ya da kötü olup
olmadığımıza bakmaksızın yaşamı ve ölümü, mutluluğumuzu ve mutsuzluğumuzu,
sağlığımızı ve hastalığımızı belirler.
Kaderin
bu kadar belirleyici olabilmesi bazılarına o kadar korkutucu gelir ki hak
etmedikleri bir mutluluğu kabul etmektense, mutsuz olmayı yeğleyebilirler. Bu
tür insanlar genellikle kontrollerinin dışında gelişen olayları, kişisel beceri
ya da hataları ile açıklamaya çalışarak bu duyguyu hafifletmeye çalışırlar.
Bir
başkasının pahasına kişisel üstünlük elde etmeye çalışan bir kişi, genelde
intihar etmek, hastalanmak ya da cezalandırılacağı bir suça karışmak gibi
eylemlerle bu üstünlüğünü sınırlandırır, boşa harcar ya da kullanamaz hâle
gelir. İnsanların bu beklenmedik şans ve hak etmedikleri mutluluk karşısında
bazen çocukça tepkiler gösterdiklerini de görebiliriz. Eğer dikkatli
incelersek, kişilerin kendilerine zarar vermeye dönük eylemlerinin şanssızlık
ya da üzüntülerini azaltmadığını, tam tersi arttırdığını görürüz.
Örneğin,
annesi kendisini dünyaya getirirken ölen bir çocuk, yaşamım sonlandırmak isler
ve intihar ederse annesinin fedakârlığı boşa gitmiş olur, hatla çocuğun
ölümünden de dolaylı olarak anne sorumlu tutulur. Bunun yerine çocuk,
“Anneciğim, hayatını beni doğurabilmek için kaybetmiş olsan da boşuna ölmediğini
sana kanıtlayacağım. Seni her gün anmak için hayatımı en güzel biçimde
değerlendireceğim” diyebilmelidir. Çocuğun hayatındaki zorluklara karşı
direnme gücünün kaynağını bu suçluluk duygusu oluşturur ve böylece annenin
kaderi kendinden sonraki hayatı olumlu etkileyerek bir uzlaşma ve huzur ortamı
yaratır.
Kaderimizden
kaynaklanan günaha katlanmayı bu kadar zorlaştıran şey masumiyetimizdir. Eğer
suçlu olsaydık ve cezalandırılmayı bekleseydik ya da masum olsaydık ve kurtarılmayı
bekleseydik kaderin adil olduğunu, kendi suçluluk ya da masumiyet durumumuza
göre belirleyebileceğimiz ya da etkileyebileceğimiz kurallar tarafından
yönetildiğini düşünürdük. Ne var ki kimisi suçlu olmasına karşm
cezalandırılmıyor, kimisi dc masum olmasına karşın acı çekiyorsa kaderimizi
etkileme gücüne sahip değiliz demektir.
Bu
durumda kendimizi bizden daha büyük bir güce emanet etmekten başka
yapabileceğimiz bir şey yok demektir. Bu duruşun temelinde alçak gönüllülük
yatar ve alçak gönüllülük sayesinde hayatımızı ve bize sunulan mutluluğu,
olduğu gibi, başkalarının bundan dolayı bir bedel ödeyeceğini düşünmeden kabul
ederiz. Benzer şekilde, sıra bize geldiğinde ölümü ve mutsuzlukları da kendi
masumiyet ya da günahımıza bağlamadan kabulleniriz.
Bu
alçak gönüllülük sayesinde kaderimi kendimin belirlemediğini, kaderimin her
şeyi belirlediğini, çözemediğim ve çözmeye çalışmamam gereken bazı kurallara
göre beni yücelttiğini ya da yerin dibine soktuğunu kabul ederim. Bu alçak
gönüllülük, kaderden kaynaklanan suçluluk ve masumiyetle de bir uyum içinde hareket
eder, beni bazen kurban durumuna sokar. Böylece diğer insanlara saygı duyarım,
onların pahasına bir şeyler elde etmeye değil, elde ettiklerimi minnetle
karşılayarak onlarla paylaşmaya çalışırım. Buraya kadar ağırlıklı olarak
alışverişteki suç ve masumiyetten söz ettim ama suç ve masumiyet değişik
şekillerde karşımıza çıkabilir ve bizi etkileyebilir. İnsan ilişkileri, suç ve
masumiyet duygularının yaşandığı çeşitli ortamlarda ortaya çıkan ihtiyaç ve
kuralların karşılıklı etkileşimi üzerine kuruludur.
Düzen,
pek çok şeyin kesiştiği bir yoldur
Hem
bolluktur, hem çeşitlilik
Dağınık
olanı birleştirir,
Kaderin
çizdiği şekilde bir araya getirir.
Hareketlendirir,
geçici olanı biçimlendirir
Süreklilik
umudu verir.
Düzen
kalıcılık demektir.
Ağacın
meyvesinin düşeceği zamanı söyler,
Her
şeyin vaktini belirler.
Düzen,
değişim ve yenilenme demektir.
Yaşayan
düzen, hayata uyum sağlar
Bizi
zorla disipline sokar,
Bazen
özlemle bazen korkuyla.
Sınırları
belirler, bize esneklik tanır.
Düzenin yaşadığı mekân ayrılığın her
türlüsünü barındırır.
Bir
atın, sırtındaki binicinin; gemi kaptanının da yön bulmada kullandığı
yıldızların farkında olması gibi, biz de vicdanımızın farkındayızdır. Ne var
ki atın değişik binicileri olur; yüzlerce, binlerce kaptan, değişik yıldızlara
bakar. Buradaki soru, binicinin kılavuzunun ne olduğu ve kaptanın, gemisinin
dümenini hangi yöne doğru kırdığıdır.
Bir
öğrenci ustasına döner ve sorar: “Özgürlük nedir?”
“Hangi
özgürlük?” diye sorar ustası. “Özgürlüklerin ilki aptallıktır. Atın kişneyerek
binicisini sırtından fırlatıp atmasına benzer ama daha sonra binici, atın
yularlarını daha sıkı tutmaya çalışır.”
“İkinci
özgürlük, pişmanlıktır. Bir cankurtaran botuna binmektense batan gemide kalmayı
tercih eden kaptan, buna örnektir.”
“Üçüncü
özgürlük ise anlayıştır, aptallık ve pişmanlıktan sonra gelir. Anlayış rüzgârla
birlikte salınan bir saz gibidir, esnek olduğu için bükülebilir ama rüzgâr
dindiği zaman dikleşir ve eski hâline döner.”
Öğrenci
şaşırır: “Hepsi bu kadar mı?”
Bu
soruya da şöyle bir yanıt verir usta: “Bazı insanlar gerçeği kendi ruhlarında
aradıklarını zannederler; oysa bireylerin ruhlarında gerçeği arayan şey,
bizden çok daha büyük bir ruhtur.”
İlişkilerde
de vicdanımız devreye girer çünkü başkalarını etkileyen bütün eylemlerimize
bir suç ve masumiyet duygusu eşlik eder. Nasıl gözlerimiz karanlık ve aydınlığı
birbirinden ayırt edebiliyorsa suç ve masumiyetin farkında olma duygusu da
ilişkilerimize zarar veren ya da ilişkilerimizi besleyen eylemlerimizi ayırt
edebilir. İlişkilerimize zarar verdiğimizde suçluluk, beslediğimizde ise
masumiyet duygusunu yaşarız.
İlişkiyi
tehlikeye soktuğumuzda yaşadığımız suç duygusu sayesinde vicdanımız yularımızı
sıkıca çeker ve bizi kendimize getirmeye çalışır. Masumiyet duygusu sayesinde
ise yularımızı gevşetir ve dörtnala koşmamıza izin verir.
Rahatlık
ve rahatsızlık duyguları arasında gidip gelmek, dengemizi sağlamamıza yardımcı
olur. Benzer şekilde vicdanımız da bize rahatlık ve rahatsızlık duyguları
yaşatarak önem verdiğimiz ilişkilerde bir denge tutturmamızı sağlar.
Aşağı-yukarı,
ileri-geri, sağ-sol gibi kavramları nasıl hissediyorsak ilişkilerimizin
başarılı olup olmadığını da hissederiz. Bazen sağa sola yalpalasak, ileri geri
sarsılsak da içimizdeki refleksler bizim dengede kalmamızı sağlar ve herhangi
bir felakete yol açmadan, genellikle kendimize çeki düzen vermemize yardımcı
olur.
Aptalca
davranışlarda bulunmamızı engelleyen bir denge duygusu, ilişkilerimizde de
baskın çıkar ve sürmesi için gerekli koşulların dışına çıkıp ilişkilerimizi
riske attığımız durumlarda bizi düzeltme ve dengeleme yönünde harekete zorlar.
Fiziksel denge duygumuz gibi, ilişkilerimizdeki denge duygusu da özgürlüklerimizin
kapsamını ve sınırlarını çok iyi bilir ve bize verdiği rahatlama ve
rahatsızlanma duygularıyla doğru yolda tutmaya çalışır. Rahatsızlanma duygusunu
suç, rahatlama duygusunu ise masumiyet olarak deneyimleriz.
İnsan
ilişkilerindeki ön koşullar şunlardır:
•
Aidiyet
•
Denge
•
Düzen
Aksi
yöndeki istek ve planlara rağmen; içgüdü, gereksinim ve reflekslerin baskısı
altında bu üç koşulu yerine getirmeye çalışırız. Bu koşullar bizim için
temeldir çünkü bunları temel gereksinimler olarak algılarız.
Aidiyet,
denge ve düzen birbirine bağlıdır ve birbirinin tamamlayıcısıdır. Bizler
hepsini birden “vicdan” olarak hissederiz. Bu yüzden vicdanımızı içgüdü, gereksinim
ve refleks olarak da algılarız. Aidiyet, denge ve düzene karşı duyduğumuz
gereksinimlerimizin tamamı, bizim için vicdanımızın sesidir.
Aidiyet,
denge ve düzen gereksinimlerimiz çoğunlukla birbiriyle uyum içinde çalışsa da
her biri kendi özel suç ve masumiyet duyguları aracılığıyla, kendi hedefleri
doğrultusunda da çalışır. Bu yüzden hangi hedef ve gereksinim doğrultusunda
hizmet verdiğine göre, suç ve masumiyeti değişik biçimlerde hissederiz.
Suç
ve masumiyet, aidiyet ön koşulu doğrultusunda çalışıyorsa suç, ayrılık ve
uzaklaşma; masumiyet ise rahatlık ve samimiyet olarak yaşanır.
Alışverişteki
denge konusunda ise suç, yükümlülük; masumiyet ise beklentilerden bağımsızlık
olarak yaşanır.
Suç
ve masumiyet, düzeni koruma hizmeti görüyorsa suç, yasaları çiğnemek ve
cezalandırma korkusu yaşamak; masumiyet ise sadakat ve birlik olarak yaşanır.
Birbirlerine
karşıt bile duruyor olsalar vicdanımız bizi bu hedefler doğrultusunda
yönlendirir. Bu yüzden hedeflere ulaşmada yaşadığımız çelişkileri biz de
vicdanımızdaki çelişkiler olarak yaşayabiliriz. Vicdanımız, aidiyet ön
koşulunu yerine getirmek için yasaklayabileceği bazı eylemlere, dengemizi
korumamız için izin verebilir ya da aidiyet için yasaklanması gereken bazı
eylemler, düzeni korumak için gerekli olabilir.
Örneğin,
kalbimizi kırmış bir kişinin canını acıtmak istediğimizde, denge duygumuzu
koruma gerekçesiyle kendi davranışımızı adil gibi algılayabiliriz. Ama bu
şekilde davranarak aidiyet duygumuzdan vazgeçmiş oluruz. Aidiyet ve denge
gereksinimlerimizi dengeli biçimde karşılamak için bize zarar veren kişiye,
onun bize verdiğinden daha az zarar vermemiz uygun olabilir. Böylece denge
duygumuz biraz bozulmakla birlikte, aidiyet ve sevgi gereksinimlerimiz
karşılanmış olur.
Tam
tersine, eğer bir kişiye, ondan aldığımız kadarını geri verirsek, denge
duygusunu elde ederiz ama aidiyet duygusu biraz eksik kalır. Hem dengenin hem
de aidiyet duygusunun başa baş olmasını istiyorsak aldığımızdan biraz fazlasını
vermemiz gerekir. Aldığımızın karşılığında biraz fazlasını verdiğimizde hem
alışveriş dengeli olur hem de değiş tokuşun sürekliliğini, sevgi ve aidiyet
duygusuyla kuvvetlendirmiş oluruz.
Aidiyet
ve düzen konularında da benzer çelişkiler yaşarız. Örneğin, bir anne çocuğuna
yaramazlık yaptığı için odada tek başına kalma cezası verirse ve onu gerçekten
odada tek başına bırakırsa düzen gereksinimi karşılanmış olur. Ama çocuk haklı
bir şekilde öfkelenebilir çünkü anne, düzeni korumak için sevgiden feragat
etmiştir. Eğer anne, cezayı kısa keser ve bir süre sonra çocuğun odadan
çıkmasına izin verirse düzen gereksinimine ihanet etmiş ama çocuğuyla
arasındaki sevgi ve aidiyet duygusunu güçlendirmiş olur.
Vicdanımızı
bazen tekil, bazen de farkh birimlerin farkh hedeflere sahip olduğu, farkh suç
ve masumiyet duygularının yaşandığı çoğul bir varhk olarak algılarız. Bu
çoğulluk içindeki birimler birbirini destekler ve toplamda bir iyilik
doğrultusunda hareket eder. Yine de birbirleriyle çelişme durumuna düşerlerse
daha üst düzeydeki amaç doğrultusunda hareket ederler.
Düzen;
değişik cephelerde, değişik mühimmatla ve değişik taktikler doğrultusunda
savaşan çeşitli askerlere sahip bir mareşal gibidir. Bu
çeşitlilik içinde değişik durumlarda başarı elde etmeye çalışır ama bu
strateji, sadece belirli cephelerde kısmi başarı elde etmeye izin verir.
Benzer durum masumiyet için de geçerlidir, o da bazı durumlarda başarılı
olabilir.
Çoğu
zaman suç ve masumiyet aynı anda yaşanır. Masumiyeti yakalamak istedikçe suçu
da harekete geçirmiş olursunuz. Eğer suç evinde ev sahibi iseniz, masumiyet
kiracınızdır. Hatta bazen suç ve masumiyet birbirinin kılığına girer ve
kendilerini gizler.
Birbirlerini
rakip gibi selamlar
Karşılıklı
otururlar
Ve
oyuna başlarlar
Oyun
tahtasında
Çeşitli
parçalar vardır
Eski,
karmaşık kurallar geçerlidir
Hamle
ardına hamle gelir
Bu
yıllanmış oyunda
Her
ikisi de bazı taşları feda edip
Birbirlerine
göz açtırmazlar
Ta
ki hamleler sona erip
Artık
kımıldayacak yer kalmayıncaya kadar
Oyun
biter
Taraflar
değişir
Renkler
de
Sonra
aynı oyun
Tekrar
başlar.
Ama
bu oyunu uzun zamandır oynayanlar
Hem
çokça kaybeder
Hem
çokça kazanır
Her
iki tarafta da
Vicdanın
sırrım çözmek isterseniz bir labirentin içinde yolculuk etmeye hazır olmanız
gerekir. Bu yolculukta çıkmaz sokaklara saplanıp kalmadan, özgürlüğe çıkan
yolları bulabilmek için bol miktarda ipucuna ihtiyaç duyacaksınız. Bir yandan
karanlıkta ayağınız tökezleyecek, bir yandan suç ve masumiyet kavramlarının
etrafını saran gizemle boğuşacaksınız çünkü bu gizem neler olup bittiğini
anlamayalım diye duyularımızı körelten bir büyü yapmıştır.
Anne
ve babalarından, bebekleri leyleklerin getirdiğini anlattığı masalı dinleyen
çocuklar gibi ölüm kampının kapısında “çalışmak özgürleştirir” yazısını okuyan
mahkûmlar da kendilerini böyle bir gizem bulutuyla sarmalanmış gibi
hissetmiştir.
Nadiren
bu büyüyü çözmeye cesaret eden birisi çıkar ve kral, çırılçıplak herkesin
önünde yürürken bir çocuk, herkesin görüp de söylemeye cesaret edemediğini
haykırır: “Kral çıplak!”
Vicdanımız,
yaşamımızı sürdürmemiz için ait olmak zorunda olduğumuz gruba bizi bağlar.
Vicdanımız, grubun inançlarının üstünde değildir, grubun hizmetindedir. Nasıl
bir ağaç nerede' büyüyeceğini seçemez ve sık bir ormanda, dağ başında ya da
korunaklı bir vadide bulunmasına bağlı olarak değişik özelliklere sahip
biçimde gelişim gösterirse çocuklar da içinde doğduğu gruba göre, hiç
sorgulamadan kendini şekillendirir ve grubun ilkelerine tüm gücüyle sahip
çıkar. Ait olma gereksinimi, çocuğun varlığında derin bir iz bırakır. Bu
aidiyet, bazen çocuğun gelişimine, bazen de sararıp solmasına yol açsa da
çocuk için sevgi ve mutluluk demektir.
Vicdan,
ailedeki aidiyet duygusunu güçlendiren ya da zayıflatan her şeye tepki
gösterir, bu yüzden gruba ait olmaya devam edeceğimizden emin olduğumuzda
vicdanımız rahattır, gruba ait olma hakkımızı kaybetmemize neden olacak şekilde
kurallardan saptığımızda ise vicdanımız rahatsızdır. Havuç ve sopa yöntemi
gibi, vicdanımızın rahat ya da rahatsız olması da aynı amaca hizmet eder, aynı
yönde ilerlememizi sağlar. İkisi de bizi köklerimize ve ait olduğumuz gruba
sıkı sıkı bağlar.
Vicdanımız,
ait olduğumuz grubun kurallarına göre kararını verir, bundan ötürü farkh
köklerden gelen insanların vicdanları birbirinden farklıdır. Birden fazla gruba
ait bireyler ise her bir grup için ayrı vicdana sahiptir.
Vicdan
bizi sistemimize bağlar, sürüden ayrılmasın diye boyunları denetleyen bir
çoban köpeği gibi gözlerini üzerimizden ayırmaz. Çevremizi değiştirdiğimizde
vicdanımız da bizi korumak için renk değiştiren bukalemun gibi değişiverir.
Annemizle birlikteyken, babamızla birlikte olduğumuzdan daha farkh işleyen
vicdanımız, aile içindeyken, iş ortamında, arkadaşlarımızla birlikteyken de bir
ibadet yerinde olduğundan daha farkh davranır. Yine de her ortamda vicdanımız,
bizim için önem taşıyan gruba olan aidiyet ve sevgi duygumuz ile ayrılma ve kaybetme
korkumuzla yakından ilgilenir.
Bir
gruba olan bağlılığımız, bir başka gruba olan bağlılığımız ile rekabet içine
girerse ne olur? Bu durumda grupların birbirleriyle çatışan taleplerini
dengelemek için elimizden geleni yaparız.
Bir
anne ve baba, kızlarıyla ne yapmaları gerekliği konusunda bir terapiste
danışır. Anne kızma bir takım sınırlar koyması gerektiğini ama babadan yeteri
kadar destek alamadığını düşünmektedir.
Terapist
başarılı çocuk yetiştirmenin kurallarını şu üç cümleyle açıklar:
1.
Çocuk
yetiştirirken anne ve baba, içinde yetiştikleri ailelerinde önemli
görülmelerine ya da eksik olmalarına bağlı olarak, farklı şeylerin üzerinde
durmaktadır.
2.
Çocuklar, anne
ve babalarının içinde yetiştiği ailelerde nelerin geçerli olduğunu ya da eksik
kaldığını görür, anlar ve bunları uygular.
3.
Anne ya da
babadan biri, çocuk yetiştirirken diğer taraftan daha baskın çıkmaya çalışırsa
çocuk gizlice baskı uygulayan taralın yanında olur ve ona benzemeye çalışır.
Bu
üç kuralın ardından terapist, anne ve babadan, çocuklarının onları ne kadar
çok sevdiğini anlamasını istedi. Bunun üzerine anne ve baba birbirlerinin
gözünün içine baktı ve o an ikisinin de yüzleri aydınlandı.
Grup
içindeki konumumuz çok sağlam değilse vicdanımız bizi gruba daha fazla bağlar,
gruptaki yerimiz sağlamlaştıkça gruba olan bağımlılığımız azalır, vicdanımız
da rahatlamaya başlar.
Grubun
en zayıf üyeleri özenli davranır ve sadık olmaya çalışır çünkü gruba
duydukları bağ daha güçlüdür. En zayıf üyeler aile içinde çocuklar, iş
ortamında düşük düzeyli çalışanlar, orduda en düşük rütbeli askerler, bir cami
ya da kilisede de ise cemaat üyeleridir.
Gruptaki
güçlü üyelerin iyiliği için, zayıf üyeler gözü kapalı olarak sağlıklarını,
masumiyetlerini, mutluluklarını, hatta bazen hayatlarını tehlikeye atar.
Grubun güçlü üyeleri bazen sözüm ona grubun yüksek hedefleri için zayıfları
sömürse de durum pek değişmez.
Bir
baba suratını astığı için oğlunu azarlar vc o gece oğlu kendini asarak
öldürür.
Aile
içindeki sevgi, bazen kendini ciddi bir hastalık olarak da gösterebilir,
örneğin yeme bozukluğu olan bir kız çocuğu aslında anne ya da babasına, “Senin
ölmendense ben ölmeyi tercih ederim” demektedir. Bu tür hastalıkları tedavi
etmek zordur çünkü çocuk ruhuna göre bu fedakârlık, masumiyetimizin kanıtıdır;
ailemize duyduğumuz bağlılığın göstergesidir. Hastalık bir
sadakat nişanıdır. Çocuğa verdiğiniz güvencelere rağmen iyileşmek istemeyebilir
çünkü iyileşirse aidiyet duygusunun zayıflayacağından, suçluluk ve ihanet
duygusu yaşayacağından korkar.
Vicdan,
bağlayıcı olduğu kadar sınırlandırıcı ve dışlayıcıdır. Bir grupta kalmak için,
grubun değerlerinden sapan kişilerin üyeliğini de reddetmemiz gerekir.
Vicdanımız, bu kişiler farklı olduğu için onları dışlamamızı ister ve böylece
başkaları için bir tehdit hâline gelebilir. Gruptan dışlanmak en çok
korktuğumuz şeydir; bu yüzden yalnızca bizden farkh oldukları için, vicdanımız
adına, başkalarını gruptan dışlarız.
Vicdanımız
için yaptığımız bu dışlama eylemini başkaları da bize yapabilir. Böylece
karşılıklı olarak iyi kabul edilen şeylerin sınırlarını belirleriz, birbirimize
iyi olmadığımızı söyleriz. Başkalarının kötü olduğunu düşündüğümüz zaman, biz
de onlara karşı kötü olma gereği duyarız.
Uzlaştırıcı
ve barışçı iyilik, vicdanımızın kendi küçük grubumuza ait olmak için koyduğu
sınırların ötesine geçmelidir. Bu iyilik, vicdanımızın sesinden daha farkh,
açıkça söylenmeyen, gizli bir kurala göre hareket eder.
Vicdanımızın
kullandığı yöntem ve araçlardan farkh olarak iyilik, yeraltında sessizce akan
su gibidir; kendisini değil, etkilerini hissederiz.
Vicdan
ise gürültülüdür. Bir bahçeye giren çocuk burada büyüyen çiçeklere, ağaçlara
hayranlıkla bakar ve şarkı söyleyen kuşu dinlemeye başlar. Sonra bahçeye bir
yetişkin girer ve çocuğa dönerek, “Bak, ne kadar güzel bir yer” der. Vicdanın
anlayışına göre, çocuk hayranlıkla bahçeye bakmaktan vazgeçip kendisine söylenen
sözleri dinlemeli, anlamaya ve yorumlamaya çalışmalıdır. Doğayla olan bağını,
ifadeler ve değerlendirmelerle kurmalıdır.
Vicdan,
bizi ailelerimize ve diğer gruplara o kadar güçlü biçimde bağlar ki, farkında
olmasak bile atalarımızın çektiği acılar ve yaşadığı suçluluk duygularıyla
kendimizi özdeşleştirmek zorunda hissederiz. Bu vicdan aracılığıyla körü
körüne başka insanların suç ve masumiyetlerine, düşüncelerine, endişelerine,
duygularına, başka insanlarla giriştikleri kavga ve tartışmalara, amaçlarına
ve ulaştıkları sonuçlara bulaşmış oluruz.
Örneğin
kendi mutluluğunu feda edip hayatını yaşlı anne babasına bakmaya adayan ve
bundan dolayı diğer kardeşlerinin hor gördüğü bir kız kardeş, yıllar sonra bu
durumun hiç farkında olmayan bir yeğeni tarafından örnek alınabilir ve yeğen,
teyzesiyle aynı kaderi paylaşabilir.
Burada
daha kapsamlı bir vicdan işbaşındadır ve bu vicdan, kişisel vicdanımızla
çatışabilir ama ondan daha önceliklidir. Yüzeysel kişisel vicdanımız bizi bu
gizli, daha derinlikli vicdana karşı körleştirir ve çoğu zaman kişisel
vicdanımızın sesini dinleyerek kapsamlı vicdana aykırı hareket ederiz.
Kişisel
vicdanımız güdüler, gereksinimler ve reflekslerle kendini açığa vuran bir
düzene hizmet eder; kapsamlı vicdan ise gizlice çalışır, kendini fazla belli
etmez ve neye hizmet ettiğini de çoğu zaman anlayamayız. Genelde görmezden
geldiğimiz bu vicdanın etkilerini de olumsuz olarak yaşarız. Kapsamlı vicdanı
görmezden gelmenin cezasını genelde çocuklar çeker.
Kişisel
vicdan; anne baba, kardeşler, akrabalar, arkadaşlar, eşler ve çocuklar gibi
kendimizi bağlı hissettiğimiz kişilerle ilgilidir. Bu vicdan sayesinde bu
kişilerin her biri ruhumuzda bir ses ve yer edinmiş olur.
Eğer
bir grup üyesi dışlandıysa, unululduysa ya da çok küçük bir yaşla ölmüş bir
çocuğun ardından artık kimse konuşmuyorsa, gruptaki üyelerden birisi bu dışlanmış
üyeyi temsil eder. Derin vicdan, bu grup üyesinin de, farkında olmadan temsil
ettiği kişi gibi dışlanmış bir üye olarak yaşamasını sağlar. Örneğin bir
torun, neden böyle olduğunu bilmeden, dışlanmış dedesi gibi yaşayıp onun gibi
hisseder ve aynı başarısızlıklara uğrar.
Aile
vicdanı bakımından bu bir telafi yöntemidir ama arkaik düzeyde gerçekleşir
çünkü bu vicdan geçmişe ait, arkaik bir vicdandır. Bu tür
körü körüne telafi etme, herhangi bir grup üyesine faydası dokunmadan
yinelenir durur. Sistemin eski üyelerine sapılan haksızlık, sonraki üyelerine
de yapılır ve bu yinelemenin herhangi bir getirisi olmaz. Unutulmuş ya da
dışlanmış üye, yine unutulmuş ve dışlanmış kalmaya devanı eder. Bu yüzden aile
vicdanım aşan düzeyde bir çözüm aranmalıdır.
Aile
vicdanının en temel kurallarından biri dc her ailede dünyaya önce gelenin,
daha sonra gelene göre önceliğe sahip olduğu bir rütbe sıralamasının
bulunmasıdır. Bir büyük babanın rütbesi torunundan daha yüksektir; ilk doğan
kardeş, üçüncü doğan kardeşe göre, amca yeğenine göre önceliklidir.
Grup
vicdanına göre gerçekleşen telafide küçüklere pek adil davranılmaz çünkü
büyüklerle eşit görülmezler. Geçmişe ait dengeleme sürecinde, dünyaya daha önce
gelmiş olanlar için çaba harcanırken sonra gelmiş olanlar göz ardı edilir.
Grup
vicdanı, çocukların ve torunların, anne babalarının ya da dede ve ninelerinin
kaderine karışmasına, onların adına hak mücadelesine girişmesine, suçlarının
kefaretini ödemesine ya da kaderlerinin esaretinden kurtarmasına izin vermez.
Grup
vicdanı baskısı altında böylesi cüretkâr hareketler, daha sonra dünyaya gelen
vc hiç farkında olmadan benzer başarısızlıkları vc felaketleri yaşayanlar
tarafından düzeltilir. Ailedeki bir kişi onurlu bir mücadele adına göz göre
göre kendi felaketine yol açan hareketlerde bulunduğunda, kendini yok etme
hareketine, bütün aile tanıklık etmiş olur. Kendi felaketine yol açan kişi,
genelde ailedeki düşük rütbeli bir kişidir ve kendisini yok ederek aslında atalarını
onurlandırmış olur. Var olduğu iddia edilen güç, güçsüzlükle; var olduğu iddia
edilen haklar, suçla; var olduğu iddia edilen kader, trajediyle sonuçlanmıştır.
Aşağıda
bu konuya dönük bir takım örnekler okuyacağız:
Genç
bir kadın, kendine bile açıklayamadığı, tatmin edilemez bir özlem duygusu
içindedir. Daha sonra bunun kendisinin değil, babasının ilk evliliğinden olan
üvey kız kardeşinin duyduğu bir özlem olduğunu fark eder. Babası tekrar
evlendiğinde, ilk evliliğinden olan kızının, babasını vc babasının sonraki
evliliğinden olan çocuklarını görmesine izin verilmemiştir.
Bir
atölye çalışmasında, kadının biri kontrol edilemez biçimde titremeye başlar.
Grup yöneticisi.kadınla zihinsel rezonansa girdiğinde bu titremenin bir
başkasına ait olduğunu anlar.
Yönetici,
kadına “Bu kimin titremesi?” diye sorar. Kadın, “Bilmiyorum” diye yanıtlar.
Yönetici sorgulamaya devam eder: “Yahudi biri olabilir mi?” Kadın, “Yahudi bir
kadın” der.
Bir
çili uzun zamandır birliktedir ancak adamın yalnızca başka bir şehirde uygun
bir iş bulabileceği ısrarı yüzünden, bir arada yaşamamaktadır. Katıldıkları
terapi grubunda adama, kadının yaşadığı şehirde de uygun bir iş bulabileceği
kendisine hatırlatıldığında adam, çeşitli bahaneler bulmaktadır. Sonuçla
adamın bu davranışının alımda başka bir nedenin yattığı anlaşılır.
İntiharın
eşiğindeki bir delikanlı, terapi grubunda, küçük bir çocukken dedesine
(annesinin babasına) “Dede, sen ne zaman ölüp arkadan gelenlere yer açacaksın?”
diye sorduğunu anlatır. Dedesi bu soru üzerine kahkahalarla güler ama çocuk bu
sorusunu asla unutamaz.
Terapist
bu sorunun bir çocuğa sorduruldugunu, çünkü normalde başka birisinin sormaya
cesaret edemediğini söyler.
İntihar
eğilimli gencin aile geçmişi araştırılır vc çocuğun diğer dedesinin (babasının
babası), sekreteriyle bir ilişki yaşadığı ortaya çıkar. Bu sırada dedenin eşi
vereme yakalanmıştır.
Dedenin
bundan haberi olmasa da “Ne zaman ölüp arkadan gelenlere yer açacaksın?”
sorusu, bu bağlam içerisinde anlam kazanmakladır. Bu soru aslında dedenin
veremli eşine dönük bir sorudur ve bu gizli arzu bir süre sonra gerçekleşmiş,
eş veremden ölmüşlür.
Dedenin
suçunun bedelini ödemek, bilmeden “masum suçlu”ya dönüşen toruna düşmüştür.
Oğlu, babasının, annenin ölümünden bir miras almasını engeller. Dede
sekreterle kaçar. Daha sonra torunu, bu meşum cümleyi söylemeyi ve bunun
cezasını çekmeyi üstlenerek intiharın eşiğine sürüklenir.
Bir
danışanımın bana anlattığı şekilde sizlere bir olayı aktarmak isliyorum.
Danışanımın
büyük büyük annesi genç bir çiftçiyle evlenir ve hamile kalır. Hamilelik
sürecinde, kocası 31 Aralık günü, 27 yaşındayken, ateşli bir hastalık sonucu
ölür. Kocasının ölümünden sonra ailede bir takım tatsız olaylar yaşanmaya devam
eder. Büyük büyük annenin evliliğinde kocasına sadık olmadığı, sonradan
ikinci evliliğini yapacağı bir başka adamla ilişki yaşadığı, hatta kocanın
ölümünün de bununla ilişkili olduğu söylentileri dolaşmaya başlar.
Büyük
büyük anne, ikinci kocasıyla 27 Ocak’ta evlenir (bu kişi, danışanımın büyük
büyük babasıdır). Bu eş de, oğlu 27 yaşındayken, bir kazada ölür. O günden tam
27 yıl sonra büyük büyük babanın torunlarından biri hayata gözlerini yumar.
Bir başka torun da 27 yaşındayken kayıplara karışır.
Ailede
şanssızlıklar bitmez vc torunlardan biri, 31 Aralık’ta, yani ilk kocanın öldüğü
tarihte, 27 yaşındayken delirir ve 27 Ocak’ta, yani büyük büyük annenin ikinci
evlilik yıldönümünde kendini asar. Bu torunun karısı da, tıpkı büyük büyük anne
gibi, ilk kocası öldüğünde hamiledir.
Kendini
asan adamın oğlu, danışanımın büyük büyük babasının torununun torunuydu ve
danışanım bana bu mektubu yazmadan 1 ay önce, 27 yaşında ölmüştü. Danışanım,
bu akrabasının sağlığından endişe duyuyor, kendisi de bu yaşa yaklaştığında başına
bir şey gelmesinden korkuyordu. Bu korkusu yüzünden onu sık sık ziyaret
ediyordu, hatla bir gün birlikte babasının mezarına bile birlikle gitmişlerdi.
Bu olaydan sonra, annesi danışanıma 31 Aralık’ta bir sinir krizi geçirdiğini ve
eline silah alarak havaya ateş açtığım anlatmıştı. Anne ve ikinci kocası,
oğlunu o gün durdurabilmişti ama bir dahaki sefere kendisini öldürmesinden
korkuyorlardı. Bu olay, büyük büyük annenin ilk kocasının 31 Aralık’ta, 27 yaşındayken
ölümünden 127 yıl sonra gerçekleşmişti. Danışanımın akrabalarının bu olaydan
haberi yoktu. Daha sonra büyük büyük babanın zehirlenerek öldüğü ortaya
çıkmıştı.
Burada
bir aile içinde yaşanan korkunç bir eylemin, dördüncü ve beşinci nesillere
nasıl aktarıldığını görüyoruz. Ancak öykü burada bitmiyor. Bu mektup elime
geçtikten birkaç ay sonra danışanım, büyük bir telaş içinde beni görmek istedi.
İntihar etme düşüncesine saplanmıştı ve bu düşünceden kurtulamıyordu.
Kendisini, büyük büyük annenin ilk kocasının karşısına geçmiş, ona bakarken
hayal etmesini istedim. Bu kişinin önünde saygıyla eğilip şunları söylemesini
istedim: “Sizin varlığınızı kabul ediyor ve onurlandırıyorum. Kalbimde bir
yeriniz var. Lütfen hayatta kalmama izin verin.”
Aile
vicdanının altında yatan ilkeler, ilişkilerimizde de kendini belli eder.
Bunların ilişkilerimiz üzerindeki etkisini anlayabilirsek
içgörülcrimiz sayesinde aile vicdanının sınırlarını aşmayı başarabiliriz. Bu
içgörü, vicdanın bizi ne zaman körleştirdiğini bilir, vicdan bizi
sarmaladığında özgürleştirir, harekete geçirdiğinde vicdana engel olur, felç
etliğinde harekete geçirir, vicdan bizi yalnız bıraktığında ise bizi sever.
Oğlan babasını
görmeye eve gider
Vc babasından bir şey
ister:
“Gitmeden
önce hayır duanı almak isterim.” Baba şöyle der: “Senin için edeceğim hayır
dua, Seninle kısa bir yürüyüş yapmak olacak Bilgelik yolunda.”
Ertesi gün
baba ve oğlu çıkarlar yürüyüşe. Dar bir vadiden tırmanmaya başlarlar dağa
doğru. Zirveye yaklaştıklarında
Gün kararmak
üzeredir.
Ama önlerinde uzanan
ufuk
çizgisi
Güneşin son ışıklarıyla
apaydınlıktır.
Güneş batar
Bütün görkemiyle.
Gece olur
Ama karanlıkta
Yıldızlar çıkar
ortaya birdenbire...
Anne Baba ve Çocuklar Arasındaki ve
Grup
İçindeki Sevginin Düzenleri
Öncelikle
sevgi ve düzenin etkileşimi hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Bu konu
oldukça yoğun olduğu için en temciden başlayacağım.
Düzenin
taşıdığını sevgi doldurur
Sevgi
sudur, düzen bir gemi.
Düzen
bir araya getirir,
Sevgi
akar gider.
Sevgi
vc düzen birlikte vaşar vc hareket eder.
Bir
şarkı nasıl ezgide kendini bulursa
Sevginin
ezgisi düzendedir.
Kulağımızı
nasıl tırmalarsa düzensiz sesler
Ruhumuz
da öyle rahatsız olur.
Eğer
sevginin bir düzeni yoksa
Bazısı
düzen olmasa da sevgi var diye düşünse de
Düzen
sevgiden önce gelir.
Biz
bilmesek de hep oradadır.
Düzeni
biz yaratmadık, o zaten yaratılmıştı.
Ruhumuz
gibi, bir anlam gibi keşfettik düzeni
Üzerimizdeki etkilerini gördükçe.
Anne
baba ve çocuklar arasındaki sevginin düzeninde öncelikli kural, anne babaların
vermesi, çocukların ise almasıdır. Anne babalar çocuklarına daha önce kendi
ailelerinden vc bir çili olarak birbirlerinden aldıklarını verir. Çocuklar da
anne babalarının verdiklerini kabul eder, kendi anne babalarından aldıklarını
daha sonra kendi çocuklarına aktarır.
Çocuklar
daha önceden anne babalarından bir şeyler aldıkları için kendi çocuklarına bir
şeyler verebilecek durumdadır, onların çocukları da ileride kendi çocuklarına
verebilmek için şimdi anne babalarından almayı kabul eder. Dünyaya ilk gelen,
daha çok vermek zorundadır çünkü daha sonra gelene göre daha çok şey almıştır.
Dünyaya en son gelen, verdiğinden daha çok alabilir. En son gelen de yeteri
kadar aldığı zaman o da kendinden sonra gelenlere vermek durumundadır. Versek
dc alsak da bu şekilde hepimiz aynı düzene ve kurallara uymuş oluruz. Almanın
vc vermenin kuralları kardeşler arasında da geçerlidir: ilk gelen ardından
gelene vermek, sonradan gelen ise kendinden önce gelenin verdiğini almak
zorundadır. Birinci çocuk İkinciye ve üçüncüye vermek; ikinci, birinciden almak
vc üçüncüye vermek, o da birinci vc İkinciden almak zorundadır. En büyük çocuk
en fazla verir, en küçük çocuk en fazla alır. Bunun karşılığında en küçük
çocuk, yaşlılıklarında anne ve babasına bakmak zorundadır.
Bir
Alman şairi Conrad Ferdinand Mcyer, yukarıdan aşağıya doğru inen bu hareketi
şiirlerinden birinde şöyle aktarmıştır:
Su
yükselir
Mermer
havuzu doldurur.
Havuzun
kenarından taşan sular
İkinci
havuza doğru akar.
Bu
bolluk sonra üçüncüye geçer.
Her
bir havuz birbirinden alır, birbirine verir.
Sular
akar durur.
Anne
baba-çocuklar ve kardeşler arasındaki sevginin düzenine göre, alan kişi vereni
ve verdiğini omırlandırmalıdır. Verilen armağanı kabul ederek, bu armağanı
sonsuza dek yaşatmış oluruz; armağandan yayılan ışık seli, hem alanı hem de
vereni aydınlatır. Roma çeşmesinde olduğu gibi, alçaktaki havuz, yukarıdan
dökülen suyu alırken kendinden yukarıdaki havuzun suyuna yansıyan gökyüzünden
de bir miktar almış olur. Gökyüzünün en parlak olduğu havuz ise en üstteki,
suyu herkese akıtan havuzdur.
Ailedeki
sevgi düzeninin üçüncü boyutu da öncelik sırasıdır; tıpkı alışverişte olduğu
gibi, yukarıdan aşağıya ilerleyen bu öncelik, zaman çizelgesi üzerinde önceden
sonraya doğru ilerler. Yani anne babaların çocuklara, ilk doğan çocuğun,
sonradan doğan çocuğa göre önceliği vardır.
Anne
babanın vermesi, çocukların alması herhangi bir alışveriş değildir; burada
alınıp verilen şey, hayatın ta kendisidir. Hayat verirken anne baba
kendilerine ait bir şeyi değil, bizzat kendilerini vermektedir. Bu nedenle
anne ve baba çocuklarına aktardıkları hayata bir şeyler eklemek, ondan bir
şeyler eksiltmek durumunda değildir; çocuklar da kendilerine verilen bu hayatı
reddetmek, eksiltmek ya da arttırmak gibi haklara sahip değildir.
Sevginin
düzeni, çocuğun anne babası taralından verilen hayatı ve anne babasını okluğu
gibi kabul etmesini, daha farklı olmasını dilememesini, herhangi bir savunma
gereği ya da korku duymadan yaşamasını gerektirir.
Bu
kabul ediş, tevazu gerektirir. Anne babamız aracılığıyla bize verilen hayalı ve
kaderi, sınırların bu şekilde çizilmiş olmasını, bize sunulan fırsatları,
ailenin suçlarım, yüklerini ve avantajlarını onayladığımız anlamına gelir.
Bu
kabul ediş deneyimini tekrar yaşamak istersek anne babamızın önünde diz
çöktüğümüzü, alınınız yere değecek kadar eğildiğimizi, avuçlarımız yukarı
bakacak şekilde kollarımızı öne doğru uzattığımızı ve şöyle dediğimizi hayal
edelim: “Sizlcri annem ve babam olarak onurlandırıyorum.” Sonra doğrulalım ve
hem babamızın hem de annemizin gözlerinin içine bakıp bize verdikleri hayat
armağanı için teşekkür edelim. Şu sözleri dc söyleyebiliriz:
Sevgili
Anneni
Senden
aldığım hayalı, bütün getirdikleriyle kabul ediyor,
Ödediğin
bedeli
Benim
ödeyeceğim bedeli biliyorum.
Sana
mutluluk vermek için
Bir
anımı boşa geçirmeden
Hayalımı
dolu dolu yaşayacağım.
Hayatıma
sıkıca sarılıp onurla yaşayacağım.
Senin
bana verdiklerin gibi
Ben
de benden sonrakine vereceğim.
Seni
annem olarak kabul ediyorum
Sen
dc beni çocuğun olarak kabul el.
Sen
benim annemsin, ben senin çocuğunum.
Sen
büyüksün, bense küçük.
Sen
verirsin, ben alırım.
Sevgili
Annem
Babamla
evlendiğin için çok mutluyum.
Sizlcr
benim için lek anne babasınız.
Sonra
aynısını babanıza da söyleyin:
Sevgili
Babam
Senden
aldığım hayalı da bütün getirdikleriyle kabul ediyor,
Ödediğin bedeli
Benim
ödeyeceğim bedeli biliyorum.
Sana
mutluluk vermek için
Bir
anımı bosa geçirmeden
Hayalımı
dolu dolu yaşayacağım.
Hayatıma
sahip çıkıp onu zenginleştireceğim.
Senin
bana verdiklerin gibi
Ben
dc benden sonrakine vereceğim.
Seni
babam olarak kabul ediyorum
Sen
dc beni çocuğun olarak kabul et.
Sen
benim babamsın, ben de senin çocuğunum.
Sen
büyüksün, bense küçük.
Sen
verirsin, ben alırım.
Sevgili
babam
Annemle
evlendiğin için çok mutluyum.
Sizler
benim için tek anne babasınız.
Bu sözleri anne ve babasına huzur
içinde söyleyebilen kişiler, kendilerini bütün hisseder.
Bazıları
anne babalarını bu şekilde kabul ederek onların kötü yönlerini, yani bazı
huylarını, eksikliklerini ve suçlarını da kabul ediyor olmaktan rahatsız olur.
Oysa kabul etmeyerek kötünün yanı sıra iyiyi dc dışlamış olurlar ve hayatı
olduğu gibi kabul edemezler.
Eksik
olanı tazmin etmek için, anne babasını reddeden çoğu kişi, bir aydınlanma ya
da kendini gerçekleştirme çabasına girer. Bu çabalar aslında kabul etmedikleri
anne ve babanın yerini doldurma çabasıdır. Anne babamızı reddederek aslında kendimizi reddetmiş oluruz; bundan ötürü de kendimizi körleşmiş,
boş ve eksik hissederiz.
Anne
babamızın bize verdikleri
Anne
babalar bize yalnızca hayal vermez; bizi besler, eğilir, korur vc bize bir ev
sağlar. Bu armağanları bize verildiği şekilde kabul etmemiz gerekir. Bu nedenle
anne vc babamıza “Bana verdiğiniz her şeyi sevgiyle kabul ediyorum” demeliyiz.
Sevgi ve minnetle kabul etmek bir denge biçimidir çünkü böylelikle anne babalar
takdir edildiklerini ve onurlandırıldıklarını hissederek daha da büyük bir
mutlulukla vermeye devam ederler.
Anne
babamızdan aldıklarımızın yeterli olduğunu düşünmeliyiz. Sıra dışı durumlar
olsa da, her zaman istediğimiz kadarını ya da tam olarak istediğimizi alamasak
da prensip olarak aldıklarımızın yeterli olduğuna kanaat getirmeliyiz.
Bir
çocuk büyüdüğünde kendisini daha zengin ve yeterli hissederse anne babasına,
“Şimdiye kadar sizden yeleri kadar aldım, bundan sonrasını ben
üstlenebilirim" diyebilir. Bu cümle gayet olumludur ve çocuğun bağımsız
olmasına katkıda bulunur. Bunun yanı sıra, “Şimdi sizi huzur içinde
bırakıyorum" derse çocuk, anne babasından ayrılmış olur ama hem anne baba
hem de çocuk birbirlerine sahip olmaya devam ederler.
Öte
yandan, eğer çocuk anne babasına, “Bana hâlâ borçlusunuz” derse anne baba
kalplerini çocuğa karşı kapatır. Artık çocuğun talepleri yüzünden eskisi gibi
özgürce ve isteyerek vermeye devam edemezler. Taleplerinden vazgeçmediği sürece
çocuk da kendisine verileni kabul etmekte zorlanır.
Anne
babamızın kim olduğuna ve ne verdiklerine ek olarak, bir de şimdiye kadarki
hayatlarında yalnızca kendilerine ait olacak şekilde ne kazandıkları da
önemlidir. Çocuklar tesadüfen anne babalarına bu yönden benzeyebilir ama
aslında anne baba bilerek çocuklarına böyle bir özelliği aktaramaz, çocuklar
da böyle bir şeyi devralamaz. Bazı şeyler bizim kendi şansımızdır.
Çocuk
anne babasına ait iyi bir kaderi ve olumlu özellikleri, herhangi bir çaba
göstermesine gerek kalmadan, bu deneyimi yaşamadan, bir sıkıntı çekmeden
devraldığında, sahip olduğu bu hakkın bir temeli olduğunu düşünebilir miyiz?
Bir
çocuk anne ya da babasının bir rahatsızlığını, sorumluluğunu ya da işlediği
bir suçu üstlenmek durumunda kalırsa aile yaşamındaki alışveriş tersine dönmüş,
çocuk kendine ait olmayan bir şeyi almış olur. Çocuğun üstlendiği her ne ise
aslında bir önceki aile üyesine aittir ve aslında bu kişinin kaderi ve sorumluluğudur.
Bu şey, kişi (aralından kabul edilmesi durumunda o kişiye güç ve yarar getirir.
Bu kişi kendine ait bu gücü, kendisinin ödemiş olduğu bedeli yüklemeden
başkasına aktarabilir.
İnsan
doğduğunda kendinden önce doğmuş bir kişinin adına isteyerek de olsa bir
kötülük üstlendiğinde, yaşça küçük olan, büyük olanın kişisel kaderine dâhil
olmuş ve bu kaderi yaşamış olmanın getirdiği onur vc güçlen
onu mahrum bırakmış olur. Geriye yalnızca yaşanmayan bir deneyim için ödenen
bedel, kendisine ait olmadığı hâlde üstlenilmiş bir suçun getirdiği yükle lekelenmiş
bir deneyim kalır.
Ailede
sonradan doğan birisi, kendine verileni kabul etmek yerine, eşitmiş, hatta
üstünmüş gibi bunu kendinden önce doğmuş birisine vermeye çalışırsa alışveriş
düzeni tamamen bozulmuş olur. Anne babalar çocuklarından aldığında ya da
çocuklar anne babalarına kendi anne babalarından ya da eşlerinden alamadıklarını
vermeye çalıştığında anne babalar çocuk, çocuklar anne baba rolünü üstlenmiş
olur. Yukarıdan aşağıya doğru doğal biçimde akan alışveriş düzeni, yer
çekimine karşı, aşağıdan yukarıya akmaya başlar, ancak asla hedefe ulaşamaz.
Birlikte
çalıştığım bir grupta, annesi kör vc babası sağır olan bir kadın vardı. Anne
baba birbirine gayet iyi bakıyordu ama kız çocukları onların sorumluluğunu vc
bakımım üstlenme gereği duyuyordu. Gerçeği aydınlatmak için bir aile
konstelasyonu çalışması yaptım vc bu çalışma sırasında kız çocuk bir yetişkin,
anne babası ise küçük çocuk gibi davrandı. Ama anne, kızına, “Ben babanla başa
çıkabilirim” derken baba da “Ben annenle başa çıkabilirim, senin yardımına
ihtiyacımız yok” dedi. Kız çocuk, bu sözleri duyunca büyük hayal kırıklığına
uğradı çünkü tekrar ailenin çocuğu rolüne geri dönmek zorunda kalmıştı.
Kadın
o gece uyuyamadı, ertesi gün de kendisine yardım etmemi istedi. Ona şöyle
dedim: “İnsan uyuyaınıyorsa bunun nedeni, sürekli birisine göz kulak olmaya
çalışmasıdır.” Sonra ona Alman yazar Borchcrl’in yazdığı, savaş sonrası
Berlin'de bir çocuğun başından geçen bir öyküyü anlattım. Öyküdeki çocuk, bedenini
sıçanlar yemesin diye, ölmüş kardeşinin başından ayrılmıyor, gözlerini bir an
kırpmıyordu. Çok yorgun düşmüştü ama uyanık kalmak zorunda olduğuna inandığı
için uyuyanuyordu. Onun bu hâlini gören yaşlı bir adam, bir gün yanma yaklaştı
vc “sıçanların gece uyuduğunu bilmiyor musun?" diye sordu. O gece çocuk
derin bir uykuya daldı. Bu öyküyü dinleyen kadın da o gece rahat bir uyku
çekli.
Anne
babamızın yanı sıra anne babamızdan, akrabalarımızdan ve onların yakınlarından
oluşan bir gruba aidizdir. Bu büyük akraba grubu, bir kuvvetle birbirine
bağlanmış gibi hareket eder vc grup üyeleri üzerinde bir düzen ve denge duygusu
hâkimdir.
Bu
düzen vc denge duygusu tarafından grubun üyesi sayılan herkes bu akrabalık
grubuna aittir; bunun dışındakiler bu gruba ait sayılmaz. Bu gücün etki
kapsamı, kimin gruba ait olup olamayacağını belirler. Genel olarak aşağıda
belirtilenler gruba ait sayılır:
1.
Çocuklar vc
kardeşleri
• Ölenler vc ölü doğanlar, kürtajlar
vc düşükler, evlilik dışı doğanlar ve üvey kardeşler
2.
Anne babalar
vc kardeşleri
• 1. maddenin alt başlığında
belirtilenlerin hepsi buraya da dâhildir
3.
Büyük anne
babalar vc genelde bir kardeşleri
4.
Bazen büyük
büyük anne ya da baba
5.
Kan bağı
olmasa da kişilerin akrabalık grubuna dâhil olmasını sağlayan kişiler
•
Anne babaların
eski eşleri
•
Bir şanssızlık
ya da ölüm sonucu gruptaki kişilere fayda sağlamış kişiler
Akrabalık
grubunun üyeleri kader ortaklığıyla birbirine bağlıdır, bu yüzden bir üyenin
başına gelen sarsıcı bir olay, herkesi etkiler vc harekete geçirir. Örneğin,
kardeşlerden biri ölünce diğerleri onun ardından ölmek ister, büyük anne vc
babalar da ölen bir çocuğun ya da lorunun ardından ölmek isleyebilirler. Eşlerden
biri öldüğünde diğeri dc ölmeyi dileyebilir ve ölenin ardından içinden, “Senin
gittiğin yere ben de geleceğim” der.
Kanser,
ciddi bir kaza gibi hayatlarım tebdil eden bir deneyim yaşayanlar, intihar
eğilimli olanlar, bu lür bir akrabalık bagının pençesindedir ve içlerinden
“Senin gittiğin yere ben dc geleceğim” derler.
Buna
yakın bir başka konu da, bir aile üyesinin diğerinin sırasını alması, yani
diğer üyenin acısını, kefaretini ve ölümünü üstlenmesi, bu kişiyi kaderinden
kurtarmasıdır. Bu durumda içten söylenen söz, “Senin yerine ben ölcyim”dir.
Örneğin
bir çocuk, akraba grubundan birinin çok ciddi hasta olduğunu görünce içinden,
“Senin yerine ben hasta olayım” diyebilir. Ya da bir üyenin, işlediği bir
günahtan ötürü kefaret ödediğini gördüğünde, “Senin yerine cezanı ben çekeyim”
diye içinden geçirebilir. Ya da bir çocuk, anne babasının ya da yakın bir
akrabasının gitmek ya da ölmek üzere olduğunu gördüğünde, “Senin yerine ben
gideyim” diyebilir.
Genelde
bir başkasının yerine acı çekmek, kefaret ödemek ya da ölmek isteyenler,
ailenin genç üyeleridir. Karı koca arasında da bu tür bir yer değiştirme dileği
gerçekleşebilir.
Kader
bağıyla yakından ilişkili bir konu da akrabalık sistemlerindeki bütünlük
düzenidir. Çok güçlü bir düzen duygusu akrabalık sistemi içindeki her bir
üyenin, koşullar nc olursa olsun sisteme aidiyetinin sürmesini garanti altına
alır. Akrabalık grubu üçüncü kuşağa, hatta bazen daha ötesine kadar uzanır; ölü
üyeleri de yaşayan üyeler kadar kapsar. Akrabalık grubundan bir üye
kaybolduğunda, örneğin aidiyeti reddedildiğinde ya da varlığı unutulduğunda,
sistemde en baştaki özgün bütünlüğe dönmek için inanılmaz bir dürtü oluşur.
Bundan ölürü dışlanmış üye, daha sonra sisteme katılan bir üye tarafından
temsil edilir; bu üye, dışlanmış üyeyle özdeşleşerek onun kaderini üstlenmiş
olur.
Bu
süreç tamamen bılinçdışı gerçekleşir ve öncelikle çocuklar üzerinde etkisi
görülür. Aşağıda bir örnek okuyacaksınız:
Bir
akrabalık grubunda bütün üyelerin eşit derecede ait olma hakkının bulunması,
temel kurallardan biridir. Çoğu aile ve akrabalık grubu, bazı aile üyelerini
bu haktan yoksun bırakır. Örneğin evli bir erkek, evlilik dışı bir çocuk sahibi
olduğunda kendisi ya da eşi, “Bu çocuk ya da annesi hakkında hiçbir şey bilmek
istemiyorum. Onlar bu aileye ait değil ’ diyebilir. Bir aile üyesinin başına
kötü bir olay geldiğinde, örneğin büyük babanın ilk eşi bebeğini dünyaya
getirirken öldüğünde bir daha kimse onun adını anmaz. Aile üyeleri, kadmın
başına gelenden korktuğu, benzeri bir kaderden çekindiği için, o sanki artık
akrabalık grubuna ait değilmiş gibi davranmayı tercih eder. Ailenin
kurallarına uymayan bir kişi, diğer üyeler tarafından, “Sen bizim için utanç
kaynağısın, artık seninle bütün bağımızı koparıyoruz” denerek dışlanabilir.
Kendilerinin
daha ahlaklı olduğuna inananlar, “Bizim senden daha çok hakkımız var” ya da
“Ait olma hakkını boş yere harcadın” demektedir. Bu açıdan “iyi”, “Benim
senden daha fazla hakkım var” anlamına gelirken “kötü”, “Senin daha az hakkın
var” anlamındadır.
Ölü
doğan ya da çok küçükken ölen çocuklar genelde unutulduğu için, ait olma
hakları ellerinden alınmış olur. Bazen anne babalar, ölü doğan çocuklarının
adını, sonradan doğan çocuklarına verirler, oysa burada ölü doğan çocuğa
açıkça, “Sen artık bu aileye ait değilsin, senin yerini başka bir çocukla
doldurduk” denmekledir. Ölü çocuk, kendisine verilmiş olan adı bile koruyamamaktadır.
Akrabalık
grubunun üyeleri, sevmedikleri, kaderinden korktukları, bir başka aile üyesine
yer açtığını kabul etmek islemedikleri ya da aslında minnet borcu duymaları
gereken eski bir aile üyesinin elinden, aiı olma hakkını aldıklarında sistemde
gözetilen denge yüzünden, sonradan aileye katılan bir üye, özdeşleşme yoluyla,
dışlanan üyenin kaderini üstlenecektir. Özdeşleşmiş üyenin bu durumdan haberi
olmaz ve kendini korumak için hiçbir şey yapamaz. Bir üyenin ait olma hakkı
elinden alındığında grubun eski bütünlüğünü korumak ve adaleti sağlamak için
önüne geçilemez bir güç oluşur ve dışlanmış üye, bir başkası aracılığıyla
temsil ve taklit edilir.
Bu
bağlamda, ölen bir aile üyesinin hayatta kalan akrabaları, kendilerinin hayatta
kalabilmesini bir haksızlık olarak kabul edip suçluluk
duygusuna kapılabilir. Haksızlığı giderme işlekleri, nedenini bilmeden kendi
hayatlarını kısıtlamalarına yol açabilir.
Akrabalık
grubu, mutsuzluğu ve acıyı azaltmak yerine çoğaltan, arkaik bir düzen
tarafından yönetilmektedir. Ne pahasına olursa olsun dengeyi yeniden kurmak
üzere işleyen sistemdeki bu baskının, dünyaya sonradan gelen bir üyeyi, eski
bir üyenin suçunun kefaretini ödemek zorunda bırakması, bir mutsuzluk kısır
döngüsü yaratır. Bu tür bir düzen, bilinçdışı kaldığı sürece gücünü
koruyabilir; mesele aydınlatıldığı zaman ise altta yatan nedeni daha iyi
anlayabilir ve yıkıcı sonuçlara yol açmasını engelleyebiliriz. Bunun üzerine
düzen tekrar devreye girerek hem eski hem de yeni üyelere, adaletsizliği ya da
haksızlığı giderme konusunda eşit haklar verir. Ben bu düzene Sevgi Düzeni diyorum.
Kötülüğe kötülükle karşılık veren, körü körüne sevginin tersine bu sevgi, daha
bilgedir, iyileştirici bir denge kollar ve kötülüğü sonlandırmak için iyiliği
kullanır.
Öncelikle,
“Senin peşinden geliyorum” ve “Senin yerine ben öleyim” sözlerini inceleyelim.
Bu
sözleri içinden söyleyen kişilerden, peşinden gitmek islediği ya da yerine acı
çekmek ya da cezasının kefaretini ödemek istediği kişiye doğrudan söylemelerini
istiyorum. Kişi genelde bu sözleri doğrudan o kişinin yüzüne, gözlerinin içine
bakarak söyleyemez çünkü karşısındaki kişinin kendisini gerçekten sevdiğini
ve böyle bir fedakârlığı kabul edemeyeceğini bilir.
Bir
sonraki adım, peşinden gitmek istediği kişiye şunları söylemektir: “Sen
büyüksün, bçnş.ç küçüğüm. Senin kaderinin önünde eğiliyor ve kendi kaderimi
bana verildiği şekliyle kabul ediyorum. Lütfen burada kaldığım sürece beni
koru ve kolla. Tüm sevgimle gitmene izin veriyorum.” Böylece kişi, yerine
ölmek islediği insanla çok daha derin bir bağ kurmuş olacaktır. Ölmüş kişi onun
mutluluğunu tehdit etmektense bütün sevgisiyle dünyada onu koruyup
kollayacaktır.
Bazen
küçük yaşta ölen kardeşinin peşinden gitmek isteyen bir çocuk söz konusu
olduğunda şunlar söylenebilir: “Sen benim ağabeyimsin (ya da kız kardeşimsin),
seni bir ağabey/kız kardeş olarak onurlandırıyorum. Kalbimde her zaman bir
yerin olacak. Senin kaderinin önünde eğiliyorum ve bana her ne getirdiyse kaderimi
yaşamak istiyorum.” Böylelikle, yaşayanların ölülere katılmasındansa, ölüler
yaşayanlara katılmış olur ve onları esirger.
Kardeşi
ölüp de kendisi hayatta kaldığı için kendini suçlu hisseden bir çocuk, ölmüş
kız ya da erkek kardeşine şunları söyleyebilir: “Sevgili kardeşim, sen öldün;
ben bir süre daha yaşayacağım ve bir gün ben de öleceğim.” Ölen kişinin
yaşayan üzerinde kurduğu hâkimiyet duygusu sona ereceği için, hayatta kalan
çocuk da kendini suçlu hissetmeden yaşamaya devam edecektir.
Akraba
grubunun bir üyesi dışlandığında ya da unutulduğunda, grubun bütünlüğünün
yeniden sağlanması, bu dışlanmanın kabul edilmesinden ve dışlanan kişinin hak
ettiği saygıyı görmesinden geçer. Bu kabul ediş içsel bir süreç olarak başlar
ve örneğin ikinci eş, birinci eşe “Sen ilksin, ben İkinciyim. Senin varlığını
ve gittiğinde benim için hazırladığın yeri kabul ediyorum.” Eğer birinci eş
haksızlığa uğradıysa ikinci eş, sözlerine şunu da ekleyebilir: “Kocamı elde etmemin
sana üzüntü verdiğini kabul ediyorum. Lütfen kocamla birlikteyken beni gözet,
çocuklarımı koruyup kolla.” Aile konstelasyonu sırasında birinci eşin yüzünün
nasıl değiştiğini, yumuşadığını ve gördüğü saygı sayesinde ikinci eşin bu
talebini kabul ettiğini görebiliriz. Böylece düzen yeniden kurulmuş olur ve
hiçbir çocuk, birinci eşi temsil etmek zorunda kalmaz. Aşağıda bir örnek dah i
okuyabilirsiniz:
Kendi
ülkesinde bir ürünün tek yetkili sancısı olan genç bir işadamı, Porsche’siyle
gelir ve elde ettiği başarılarını anlatmaya başlar. Yaptığı işte son derece
başarılı ve oldukça çekici bir erkek olduğumı herkes kabul etmektedir. Ancak
çok içki içmektedir vc muhasebecisi, kişisel harcamalarını çok yüksek tutarak
şirketi tehlikeye altığı konusunda onu uyarmıştır. Başarısına rağmen, sanki
her şeyi kaybetmeye çalışmak istemektedir.
Genç adam daha dünyaya gelmeden önce
annesinin, zayıf karakterli olduğu gerekçesiyle ilk kocasından ayrıldığı ve
başka bir erkekle evlenerek ilk kocasından olan çocuğunu bu ikinci evliliği
süresince doğurduğu ortaya çıkar. İşadamının yarı kardeşi olan bu çocuğun,
gerçek babasını görmesine asla izin verilmez. Bugüne kadar da babasıyla hiç
tanışamaz vc hayatta olup olmadığını da öğrenemez.
Genç işadamı uzun vadede başarılı
olamayacağını çünkü elde ettiği mutluluğun kardeşinin mutsuzluğu pahasına
olduğunu öğrenmiştir. Kendince şöyle bir çözüm bulur:
İlk olarak anne babasının evliliğinin
ve kendi yaşamının, kardeşinin babasının katlanmak zorunda olduğu bir kadere
bağlı olduğunu kabul eder.
İkinci olarak kendi kaderini
kabullenir; kardeşine vc kardeşinin babasına. onları kendisiyle eşit
gördüğünü, onların da eşit derece yaşama hakkı olduğunu kabul ettiğini dile
getirir.
Üçüncü olarak, alışverişteki dengeyi
sağlamak isteğiyle, kardeşi için özel bir şey yapmak isler. Kayıp babasını arar
vc onları tekrar bir araya getirmeye çalışır.
Sevgi
Düzeni’nin uygulandığı alanlarda, geçmişteki adaletsizliği giderme konusunda
akraba grubunun sorumluluğu sona erer; işlenen suç ve ortaya çıkan sonuçlar,
ait olduğu yerde kalır. Daha fazla kötülükten başka bir şey doğurmayacak olan
kötüyü kötüyle dengeleme yöntemi yerine, artık terazinin ibresi iyiyi
göstermeye başlar. Dünyaya sonradan gelenler, kendinden önce gelenlerden alır,
yapmış oldukları her şeyi kabullenerek bu kişileri onurlandırır, geçmişle
yaşanan iyi kötü ne varsa geçmişte bırakırsa sevgi düzeni gerçekten işe yarar.
Aileden dışlanmış olanlar haklarını yeniden elde eder; biz de bu kişilerden
korkmak yerine, onların dualarını elde etmiş oluruz. Bunun gerçekleşebilinesi için ruhlarımızda bu kişilere yer açmalıyız; bu yer,
zaten onların en temel hakkıdır. Ancak bu sayede kendimizi tam ve bütün
hissedebiliriz.
Kadın
ile Erkek Arasındaki Sevgi Düzeni
Öncelikle kadın ve erkek arasındaki sevgi
düzeninde herkesin bildiği konuları anlatmak istiyorum.
Erkek,
kendi içinde kadınsılık olmadığı için, kadın da erkeksiliklen yoksun olduğu
için karşı cinsi çekici bulur. Bir erkeğin erkek olabilmesi için kadına
ihtiyacı vardır, kadın olabilmek için kadın da erkeğe gerek duyar. Bir erkek,
bir kadını eş olarak kabul ettiği zaman ilk kez erkek olur, kadın da bir
erkeği kocası olarak kabul ettiğinde kadın olur. Ancak o zaman kadın ve erkek
bir çili hâline dönüşür. _
İkinci
olarak, Sevgi Düzeni, bir ilişki içindeki kadın ve erkeğin üçüncü bir varlığa
yöneldiğini, erkeklik ve kadınlığın bir çocukla gerçek anlamını bulduğunu
söyler. Çünkü bir erkek ancak baba olduğunda tam anlamıyla bir erkek, kadın da
anne olduğunda tam bir kadın olur ve bir çocuğun varlığında gözle görülür
biçimde ve ayrılmaz olarak birleşirler. Anne baba olarak, çocuklarına karşı
duydukları sevgi, birbirlerine karşı duydukları sevgiyi de zenginleştirir ve
taçlandırır. Birbirlerine karşı duydukları sevgi, anne baba olarak çocuklarına
karşı duydukları sevgiden önce gelir ve köklerin bir ağacı beslemesi gibi,
birbirilerine karşı duydukları sevgi de çocuklarına karşı duydukları sevgiyi
besler.
Birbirilerine
karşı duydukları sevgi gerçekten kalplerinden geliyorsa çocuklarına karşı
duydukları sevgi de öyle olacaktır. Eşlerin birbirine duyduğu sevgi zayıfsa
çocuklarına karşı duydukları sevgi de zayii olacaktır. Kadın ve erkek,
birbirlerinde sevdikleri ve beğendikleri özellikler her neyse, çocuklarında da
aynı özellikleri beğenecek ve seveceklerdir. Birbirlerinde rahatsız edici
buldukları özellikleri, çocuklarında da aynı şekilde rahatsız edici
bulacaklardır.
Anne
ve baba kendi ilişkilerinde saygı, sevgi ve destek adına ne kadar başarılı
oldularsa çocuklarıyla olan ilişkilerinde de o kadar başarılı olacaklardır.
Benzer şekilde kendi ilişkilerinde başarısız oldukları konularda çocuklarıyla
olan ilişkilerinde de başarısız olacaklardır.
Evli
bir çift, ünlü bir terapiste başvurur ve yardım ister. “Her gece soyumuzu devam
ettirme konusundaki sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışıyoruz, ancak bütün
çabalarımıza karşın şu ana kadar bu soylu görevi yerine getirmede başarılı
olamadık. Yanlış yaptığımız bir şey mi var? Bu durumda ne yapmalıyız?”
Terapist
çiftten kendilerini iyice dinlemelerini ister. Terapi sonunda doğrudan eve
gidecekler ve kendi aralarında bu konuyu tartışmayacaklardır. Çift kabul eder
ve terapistin dediklerini dinler: “Her gece soyunuzu sürdürmek için çaba
gösteriyorsunuz ama bu cesurca çabanıza karşın elinize bir şey geçmemiş. O zaman
çabalamayı bırakın, artık tutku, üstüne düşen görevi yerine getirsin.” Böylece
terapist, çifti eve gönderir.
Çift
sabırsızlıkla eve döner. Baş başa kaldıkları bir anda birbirilerine karşı
duydukları arzu ve tutkuya kendilerini bırakırlar ve on beş gün içinde kadın
hamile kalır.
Bir
ilişkideki en samimi anımızın adını koyma ve bunu arzulama konusundaki
çekincemizin birinci ve temel nedeni, kültürümüzün sevişme eylemini önemsiz ve
neredeyse saygısız bir gereksinim olarak görmesidir. Oysa sevişmek, insanlığın
başına gelebilecek en muhteşem eylemdir. İnsanların birbiriyle kurduğu başka
hiçbir bağ, yaşamın düzeni ve bütünlüğüyle daha büyük bir uyum içinde olamaz.
Dünyada başka hiçbir eylem bundan daha fazla bir sorumluluk gerektirmez,
hiçbir eylem ruhumuza bu kadar büyük bir zevk verip ardından böylesi tatlı bir
sızı bırakamaz. İnsan eylemleri arasında en ciddisi, en tehlikelisi ve zorlusu
budur ve bize anlayış, bilgelik ve önem kazandırır. Bir karşılaştırma yapacak
olursak bütün diğer çabalarımız, bu esas eyleme dönük bir hazırlık ya da onun
bir sonucu, destekleyicisi ya da yerine koymaya çalıştığımız bir yedeğidir.
Sevgi
eylemini yerine getirirken en mütevazı hâlimizleyizdir, başka hiçbir zaman kendimizi
bu kadar açık ve savunmasızca ortaya koymayız. Sevgi eylemi sırasında hassas
ve kırılgan oluruz, bu yüzden kadın ve erkeğin bir araya geldiği mekânı da
gözlerden uzak tutmaya çalışırız. Bu eylem sırasında kendimizi karşımızdakinc
emanet ederiz.
Incil’de
söylendiğine göre erkek, kadını sevdiğinde anne ve babasından ayrılmış ve
karısına bağlanmış olur; böylece ikisi bir bedende birleşir. Kadın için de aynı
şey geçerlidir. Bu imge ruhumuzda yaşanan bir süreci taril eder, somut
sonuçlarım da birbirinden ayrılamaz bir bağ biçiminde görebiliriz. İstesek dc
istemesek de bu bağ başka bir ilişkide aynı şekilde tekrarlanamaz. Bilil
işkinin sona ermesi vc ardından bir başkasının başlamasıyla aynı bağın kurulduğunu
söyleyenler olsa da sonraki ilişkilerde bu bağ kırklı bir biçimde gerçekleşir.
İkinci
eşler kendilerinden önce kurulmuş bu bağın varlığım içgüdüsel olarak
hissedebilir. Halta bazen eşler, birbirlerini birinci eşlerini kabul ettikleri
gibi tam olarak kabul etmekte zorlanabilirler. İlk ilişki, eşlerden birinin
ölümü yüzünden son bulduysa bile, ikinci ilişkide suçluluk duygusu
yaşanabilir.
İkinci
ilişkinin başarılı olmasının koşulu, ilk ilişkide eşler arasında kurulmuş olan
bağın tam olarak kabul edilmesi ve onurlandırılmasıdır. Yeni ilişkideki
taraflar, kendi ilişkilerinin ilk ilişkiden sonra geldiğini, kendilerinden
önceki kişilerin önceliğini vc önceki eşlerin kendilerine bir yer bıraktığını
bilmelidir. İlk ilişkide yaşanan bağın, bu ilişkide aynı şekilde
yinelenemeyeceğini ve aslında bu bağın her yeni ilişkide biraz daha
zayıfladığım kabul etmelidir. Bu yüzden, bir kural olarak ikinci ilişkiyi sona
erdirirken, hissedilen suçluluk ve sorumluluk duygusu,
birincide yaşanana göre biraz daha zayıflar. Aşağıda buna bir örnek
okuyacaksınız.
Bir
kadın, grup terapisinde kıskançlığıyla kocasını nasıl bezdirdiğini, bu huyunun
ilişkileri için çok zararlı olduğunu bilse bile kendini değiştiremediğini
anlattı. Grup lideri, bu soruna şöyle bir çözüm gösterdi: “Böyle devam edersen
cninde sonunda kocanı kaybedersin. İlişkiniz sürerken tadını çıkarmaya çalış.”
Kadın rahatladı ve güldü. Bu grup çalışmasından bir süre sonra kocası, grup
liderini aradı “karısını kendisine geri kazandırdığı için” teşekkür etli.
Yıllar
önce aynı erkek, kız arkadaşı olarak tanıttığı bir başka kadınla grup
çalışmasına katılmış ve terapi sırasında, kız arkadaşına yaşatacağı acı ve
sıkıntıyı hiç önemsemeden, kendisine çok daha genç bir başka kız arkadaş
bulduğunu vc yanında oturan kız arkadaşından ayrılmayı düşündüğünü söylemişti.
İlişkileri yedi yıldır sürüyordu.
Bu
erkek daha sonra yeni kız arkadaşıyla bir başka seminere katılmıştı. Kız
arkadaşı seminer haftası süresinde hamile kalmış ve kısa bir süre sonra
evlenmişlerdi. Onu kıskançlığıyla canından bezdiren kadın, işte bu kız
arkadaştı.
Grup
lideri, kadının kıskançlığının nedenini anlamıştı. Bu kadın, kocasının önceki
ilişkisini inkâr etmiş, o ilişki hiç olmamış gibi davranmıştı. Kıskançlık
göstererek aslında kocasının sahibi olduğunu herkese göstermeye çalışıyordu.
Oysa gizliden gizliye bu ilişkinin varlığını ve kendi sorumluluğunu kabul ediyordu.
Kıskançlığı, kocasının suçunun bir kanıtı değil, aslında bu ilişkiyi hak
etmediğini düşünmesinden kaynaklanan bir durumdu. Kıskançlığının yaratacağı
bir ayrılık, kocasının kendisinden önceki ilişkisini kabul etmesinin tek
yoluydu. Böylece önceki ilişkideki kadını desteklediğinin de bir göstergesi
olacaktı.
Kadın
ve erkek arasındaki özel ve çözülmesi güç olan bağ, aralarındaki sevginin
tamamlanmasıyla daha da gelişir. Bu eylem sayesinde kadın ve erkek önce bir
çift, sonra da anne baba olur. Bu manevi sevgi ve ilişkinin herkese duyrulması
yeterli değildir. Örneğin, eğer taraflardan biri ilişki başlamadan önce bir kısırlaşma
ameliyatı geçirdiyse beraberliklerini sürdürmek istemelerine rağmen, bu durum
ilişkiyi ve aralarındaki bağı zayıflatır. Bu çeşit ilişkiler bağlayıcı olmaz ve
taraflar ayrıldığında duyulan suçluluk ve sorumluluk hissi az olur.
Eğer
hamileliğin son bulması gibi bir nedenden ötürü ilişkideki sevgi akışı zaman
içinde zayıflarsa aradaki bağ sürse bile, ilişkide bir kırılma noktası oluşmuş
demektir. Örneğin, kürtaj da ilişkinin sona ermesine neden olur. Kürtajın
ardından kadın ve erkek, ilişkilerini sürdürmek isterse birbirlerine olan
bağlılıklarını yenilemeleri ve yeni bir ilişkiye başlıyormuş gibi davranmalıdırlar.
Çünkü birinci ilişki sona ermiş, yeni bir ilişki başlamıştır.
Cinsel
birliktelik, bedenin ruha olan üstünlüğünün bir göstergesi, gerçek ve çok
büyük bir kanıtıdır. Bu kanıta rağmen cinsel arzularımızı, zekâmıza göre aşağı
görme eğilimindeyizdir. içgüdülerimiz, gereksinimlerimiz, istek ve arzularımız
aracılığıyla gerçekleşenleri; akılcı ve ahlaki kararlarımız aracılığıyla gerçekleşenlere
göre daha az değerli kabul ediyoruz. Ama aklın ve ahlakın bizi yarı yolda
bıraktığı yerde, içgüdülerimiz haklılığını ve gücünü ispat eder.
İçgüdülerimizin altında çok daha derin bir anlam ve anlayış yattığı için,
işler sarpa sardığında akıl ve ahlak korkarak geri çekilir ve meydanı
içgüdülerimize bırakır.
Küçük
bir çocuğun suya düştüğünü ve bir adamın çocuğun ardından suya atladığını
hayal edelim. Adam bunu hesaplanmış bir akıl yürütme ya da ahlaki yükümlülükten
ötürü değil, içgüdüsel olarak yapar. Akılcı değil de içgüdüsel olması, bu
hareketin haklılığım, cesaretini ve övgüye değer olma durumunu azaltmaz.
Kadın
vc erkek arasındaki ilişkinin ilk başladığındaki gibi devanı çimesi için,
erkeğin erkek gibi olması vc öyle kalması, kadının da kadın gibi olması vc öyle
kalması gereklidir. Bunun anlamı, hem erkeğin hem de kadının karşı cinslenmiş
gibi davranmaya, onun gibi düşünmekten vc hissetmekten kaçınmaya çalışmak
zorunda olmasıdır. İki cins arasındaki ilişkide erkek, erkek gibi olduğu sürece
önemlidir; kadın da kadın gibi olduğu sürece arzu edilir. İlişki ancak bu
sayede anlamlı vc sürdürmeye değer olur.
Erkek,
bir kadın gibi davranabilscydi kadına ihtiyaç duymazdı; kadın da aynı şekilde
erkeksi özelliklere sahip olsaydı bir erkek olmadan hayatına devam ederdi. Bu
nedenle hem erkeksi hem dc kadınsı özelliklere sahip insanlar, genelde yalnız
yaşarlar vc kendilerine yeten insanlardır.
Babasının
oğlu, annesinin kızı
Kadın
vc erkek arasında sevgi düzeninin bir parçası da fedakârlıktır. Fedakârlık
çocuklukta başlar; örneğin, erkek olabilmek için erkek çocuğu ilk aşkından,
yani annesine olan aşkından vazgeçmek zorundadır. Kız çocuk da kadın olabilmek
için hayatındaki ilk erkekten, yani babasından vazgeçer. Erkeklik yolculuğunda
başarılı olabilmek için erkek, annesinin yörüngesinden çıkıp babasının
yörüngesine girmelidir; kız çocuk da zaman içinde babasından uzaklaşıp annesine
doğru yönelmelidir. Yalnızca annesinin etkisinde kalan bir erkek çocuğu,
ergenlik düzeyinde kalarak bir erkek ya da koca değil, ancak bir kadın avcısı
olur. Babasının yörüngesinden çıkamayan kız çocuğu ise bir kadın, bir eş
değil, ancak gelip geçici bir llört ya da metres olabilir.
Bir
erkek, annesinin yörüngesinden ayrılamazsa kadınsılık ruhuna işler vc
babasından erkeksi özellikler almasını engeller. Kız çocuk da babasının
yörüngesinden çıkamazsa erkeksilik ruhuna işler vc annesinden kadınsı
özellikler almasını engelleyerek kız çocuğunun kadın olma yönündeki gelişimini
sınırlandırır. C.G. Jııng erkek ruhundaki kadınsıhğı Anima, kadındaki erkeksiligi
ise Animus olarak adlandırmıştır. Anima, annesinin yanından ayrılamayan erkekte
çok güçlüdür. Bu tür erkekler kadınları anlamakla zorlanır ve onlara karşı
daha az şefkat besler, diğer erkek vc kadınlar tarafından da pek ilgi çekici
bulunmaz. Babasının yörüngesinden kopaınayan kız çocuklarında da Animus çok
gelişir vc bu tür kadınlar hem erkeklere hem de kadınlara çok çekici gelmez,
erkeklere karşı pek anlayışlı ve merhametli olamazlar.
Erkek
çocuk, annesinin etkisinden erken yaşta kurtulup babasının etkisine girerse
ruhundaki Ânima etkisi sınırlı olur. Bövlece kadınların değerini daha iyi
anlayan vc takdir eden bir erkek hâline dönüşür. Kız çocuk da erken yaşta
babasının etkisinden kurtulup annesinin etkisine girdiğinde ruhundaki Animus
çok belirleyici olamaz. Böylece bu kadın da erkeklere karşı daha anlayışlı vc
şefkatli bir insan hâline dönüşür.
Kadın
ve erkek arasındaki sevgi düzeninin bir boyutu da belli bir miktarda
alışverişin gerçekleşmesidir. Hem kadın hem dc erkek, karşı tarafla olmayan ama
kendilerinde olanı verir, kendilerinle olmayanı alır. Bir ilişkinin verimli
olabilmesi için tarafların karşı tarafta eksik olanı vermesi, kendinde eksik
olanı karşı taraftan alması gerekir. Hem kadın hem dc erkek kendini karşı
tarafa verir, onu da kendine alır.
Eğer
taraflardan yalnızca biri veriyor, diğeri alıyor ise bu sevgi düzeni bozulur.
Alan taraf yoksul, veren taraf ise yardımsever gibi davranıyorsa bu süreçte
alan taraf çocuk, veren taraf ise anne-baba rolüne bürünür. Alıcı,
karşılığında bir şey vermeden, yalnızca teşekkür ederek kabul eden bir kişiyse
verici, karşılığında bir şey almadığı için zamanla kendini daha üstün
hissetmeye başlar. Böylelikle denge bozulur ve alışveriş süreci tehlikeye
girer.
İlişkideki alışverişin başarılı
olabilmesi için her iki taraf da birbirini arzu etmeli, sevmeli vc eşinin
gereksinim duyduğu şeylere saygı duymalıdır.
Peşinden
gitmek ve hizmet etmek
Sevgi
düzenine göre kadın, erkeğin peşinden gider. Bunun anlamı kadının erkeğin
ailesine, yaşadığı yere, arkadaş ortamına, diline ve kültürüne katılması ve
çocuklarının da babalarının peşinden gitmesine rıza göstermesidir. Bu düzeni
daha iyi anlamak için etkilerine bakmamız ve kadının erkeğin, çocukların ise babalarının
peşinden gittiği aileler ile erkeğin kadının, çocukların da annelerinin
peşinden gittiği aileleri karşılaştırmamız gerekir. Ancak elbette istisnai
durumlar yaşanabilir ve bazı durumlarda erkeğin ve çocukların, kadının ailesine
katılmasının daha güvenli vc uygun olduğu durumlar yaşanabilir.
Kadın
ve erkek arasındaki sevgi düzeni, anne baba ve çocuklar arasındaki sevgi
düzeninden farklıdır. Eğer bir çift, anne baba-çocuk ilişkisindeki sevgi
düzenini kendi ilişkilerine uygulamaya çalışırsa ilişkinin dengesi bozulur.
Örneğin
eşlerden biri, bir çocuk gibi diğerinden koşulsuz sevgi bekliyorsa aslında
beklediği şey, anne babanın çocuğuna sağladığı bir güven duygusudur. Bunun
sonucunda ilişkide bir sorun yaşanabilir. Bu beklentiyi çok fazla bulan eş,
kendini geri çekebilir, hatta eşini terk edebilir ve bu kararında da haklıdır.
Çocukluktaki düzenin eşler arasındaki ilişkiye aktarılması, kendisinden
koşulsuz sevgi beklenen taralı haksız bir yükün altına sokar ve ilişkinin sona
ermesine neden olabilir.
Bir
erkek karısına ya da kadın kocasına 'Ben sensiz yaşayamam” ya da “Beni terk
edersen kendimi öldürürüm” gibi şeyler söylüyorsa söylenen kişi, ilişkiyi
sonlandırmak zorundadır çünkü burada aklı başında yetişkinler için kabul
edilmesi mümkün olmayan bir zorlama söz konusudur. Oysa bu sözleri bir çocuğun
söylemesi gayet kabul edilebilir bir durumdur çünkü gerçekten de çocuklar anne
babaları olmadan yaşayamaz.
Kadın
ya da erkek, eşini sürekli eleştirmek, eğitmek ve onu değiştirmeye çalışmak
çabasındaysa burada da yalnızca anne babanın çocuklarına yapmaya hakkı olan
bir takım davranışlar içine girmiş demektir. Bu durumda da ilişki çoğu zaman
baskı altındaki eşin bunalması, ilişkinin dışında bir kaçış yolu ve denge araması
ile sonuçlanır.
Kadın
ve erkek arasındaki sevgi düzeni, her iki taralın da birbirine eşit düzeyde
saygı duymasını gerektirir. Taraflardan birinin kendini anne baba yerine
koyması ve diğerine çocuk gibi davranması, eşler arasındaki sevgi akışını bozar
ve ilişkiyi tehlikeye sokar.
Bu
düzen, alışveriş dengesinde de geçerlidir. Anne baba ve çocuk ilişkisinde
verici olan anne baba, alıcı ise çocuklardır. Çocuğun bu dengeyi bozma, anne
babasıyla eşit konuma gelme çabası başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur.
Çocuklar her zaman anne babalarına borçlu olacaklardır ve ilginçtir ki eşitlik
arama çabaları başarısız oldukça kendilerini anne babalarına daha yakın
hissederler. Ancak çocukları anne babalarına bağlayan borçluluk duygusu, aynı
zamanda onları bağımsız olmaya ve evden ayrılmaya doğru da iter çünkü kendi
başlarına bir şeyler yaparak kendilerini kanıtlamaya çabalarlar.
Cinsiyet
açısından kadın ve erkeğin verebildikleri farklı olsa da alışverişin oranı eşit
olmalıdır. Sevgiyi alma ve vermede eşitlik sağlanırsa ve bu eşitlik yaşamın
diğer alanlarına da uzanırsa ilişki başarılı olur.
Taraflardan
biri, diğerinden iyi bir şey aldığında eşitlik ve huzur duygusunu korumak için
kendisine verilene denk bir şey vermek ister. Bir kadın, erkeği sevdiği için
ona erkeğin kendisine vermiş olduğundan daha fazlasını verdiğinde erkek de
kadını sevdiği, ilişkinin devam etmesini istediği için ve aldığı şeyin altında
ezilmemek için kadına aldığından daha fazlasını vermeye çalışır, ikisinin
arasındaki alışveriş döngüsü süreklilik kazandığı sürece alışveriş de büyümüş
olur.
Alışveriş
tek taraflı olduğunda ilişki sona erer. Almadan veren kişi, bir süre sonra
vermekten, vermeden alan da almaktan yorulur. Alışverişin sona erme
nedenlerinden biri de veren kişinin, alan kişinin geri verebileceğinden ya da
vermek istediğinden fazlasını vermesidir. Alan kişi, verenin verebileceğinden
fazlasını istediğinde de benzer durum yaşanır. Ahş ve veriş eylemleri
birbirine denk ve ilişkinin kuralları çerçevesinde sınırları belli olmalıdır.
ikili
bir ilişkinin başarılı olabilmesi için acı çekmenin derecesi de eşit
olmalıdır. Eşlerden biri diğerini kırdığında ya da ona acı verdiğinde, mağdur
da suçluyu benzer bir derecede kırmalıdır.
Mağdur
kızmayı ya da öfkelenmeyi reddederse değiş tokuş yaşanamaz ve ilişki tehlikeye
girer. Örneğin, eşlerden biri diğerini aldatır ve aldatılan eş bir biçimde
intikam alamazsa ilişki devam edemez. Ancak aldatılan eş de diğerinin canını
yakarsa ilişki kaldığı yerden devam eder. Eğer mağdur suçluyu seviyorsa bu
intikam birebir eşit derecede olmamalıdır yoksa ilişki bir acı çektirme
yarışmasına dönüşür. Kendi masumiyetinden emin olan mağdur, daha fazla acı
çektirme peşinde de koşmamahdır, bu da suçluyu mağdur durumuna düşürüp ona öç
alma hakkı tanır. Mağdur acı çektirirken biraz daha insaflı davranmalıdır;
böylece hem adalet hem sevgi dengesi bozulmamış olur ve sağlıklı bir alışveriş
tekrar başlayabilir.
İkili
ilişkilerde yaşanan bazı sorunlar kendi akraba grubumuz içindeki ilişkilerden
kaynaklanabilir çünkü bazen her iki taraf da aile içinde çözümlenmemiş bazı
konuları bilinçdışında beraberlerinde taşıyor olabilir. Aşağıda bir örnek
okuyacaksınız:
Bir
kadın ve erkek birbirlerine çok yakın da olsalar nedenini bilemedikleri
biçimde çok çalışma yaşamaktadırlar. Bir gün kadın, terapisıin önünde kocasına
terslenir ve terapist o sırada kadının yüzünün yaşlı bir kadına dönüştüğünü
fark eder. Terapist hemen dikkatleri kadının yüzünün dönüştüğü hâle çeker ve
sorar: “Kim bu yaşlı kadın?” Kadın birden büyük annesini hatırlar. Büyük babasının,
misafirlerin önünde bile büyük annesinin saçından sürükleye sürükleye başka
odaya götürdüğünü ve onu hırpaladığını anımsar.
Çalışmaya katılan kadın, kocasına
karşı hissettiği öfkenin kaynağının, aslında büyük annesinin büyük babasına
karşı hissettiği bastırılmış öfke olduğunu anlar.
Bir
erkek bir kadını karısı olarak kabul ettiğinde onun aracılığıyla bir erkek
hâline gelir. Aynı zamanda kadın onun erkeksiliğini sorgular, eksiltir vc
evlilik içinde erkek zamanla erkekliğinden kaybeder. Benzer şekilde kadın da
erkeği kocası olarak kabul ettiğinde onun sayesinde bir kadın hâline gelir
ancak aynı zamanda bu ilişki kadının kadınsılığından da götürür. Kadın ve erkeğin
aralarındaki bu farkı korumaları için, her ikisi de hemcinsleriyle zaman
geçirerek erkeksilik ve kadınsıhklarını korumalı ve eksilmesine izin
vermemelidir.
Buna
karşın, hem erkek hem de kadın, ilişki içinde kendi kimliklerinden bir parça
kaybedebilir. Erkekler ve kadınlar her açıdan farklı yaratıklardır ancak
dünyayı algılama, hissetme ve davranış biçimlerindeki farklılık, eşil derecede
kabul edilebilir yaşam biçimleridir. Hem kadınlar hem de erkekler bunun farkına
varmalıdır. Yine de hem kadın hem de erkek, eşinin erkeksilik ya da
kadınsılığını azaltıyorsa birbirleri sayesinde kazandıkları kadınsı ve erkeksi
kimliklerden zaman içinde vazgeçmelidirler. Bu değiş tokuş sırasında her iki
cins dc ilişkinin aslında bir tür kendinden vazgeçme olduğunu anlamaya başlar.
Bir ilişkiye girerken bunun bizim için büyük bir tatmin ve başarı olduğu düşüncesiyle
hareket ederiz, oysa gerçekte bütün ilişkiler kendinden vazgeçmeyi gerektirir.
Bir ilişki ne kadar uzun sürerse kadın ve erkek, kendi kimliklerinden o kadar
fedakârlık eder. Ancak daha sonra eşler farklı, daha üst bir düzeye ulaşır. İlk
başta kadın ve erkeği birlikte olmaya doğru iten şey farklılıklardır, bu iki
cinsin birleşimi, yalnızca geçici bir bütünlük oluşturur. İki cinsin dünyevi
düzeyde bir araya gelmesi yalnızca bir semboldür, gerçek anlamda birleşme
ancak ölüm sayesinde gerçekleşir. Öldükten sonra hepimiz ait olduğumuz yere
geri döneriz.
Önceki
ilişkilerimizde bizi yönlendirmiş olan sevgi düzeni, genel boyutta bütün
ilişkilerimizde geçerlidir, hatta dünyayı ve bize gizemli gelen pek çok şeyi
anlamamızda da bize yardımcı olur.
Bu
gizem dünyasıyla olan ilişkimizi anne baba ve çocuk ilişkisine benzetebiliriz;
kendimize bir “tanrı baba” ya da “doğa anne” gibi bir kavram arar, bir çocuk
gibi inanır, umut eder, güvenir ve severiz. Gizemlerden bir çocuk gibi
korkarız; hatta belki esas korktuğumuz şey, gerçeği öğrenmektir.
Bazen
bu gizemle ilişki kurarken atalarımız ya da akrabalarımızla yaptığımız gibi,
bir topluluğun kan bağıyla bağlı üyesi olduğumuzun farkına varırız ya da
gerekçelerini anlayamadığımız ve değiştiremediğimiz bazı nedenlerle
seçildiğimiz ya da dışlandığımız akraba grubumuzda olduğumuz gibi ilişki kurmayı
tercih ederiz.
Bu
gizemli dünyada bir iş ortamındaymışız ve diğerleri bizim çalışma
arkadaşlarımızmış gibi de davranabilir; hak, hukuk vs. konularında anlaşmalar
ve pazarlıklara oturabilir, alışverişi, kazanma ve kaybetme konularını
düzenleyebiliriz.
Bazen
bir ilişki içindeymişiz, damat ya da gelin, seven ve sevilenmiş gibi davranmak
isteriz.
Bu
gizemli dünyaya bir anne babanın çocuğuna davrandığı gibi davranabilir, neyi
yanlış neyi doğru yaptığım söyleyip yaradılışını sorgular, eğer işler
beğendiğimiz gibi gitmiyorsa kendimizi bu dünyadan uzaklaştırmak
isteyebiliriz.
Bu
gizemle ilişki kurarken sevgi düzenini geride bırakıp bir denizdeymişiz ve
bütün akarsular, bütün yollar varması gereken yere varmış gibi huzur içinde
yaşamayı seçebiliriz.
Aile
konstelasyonu kişisel ve kolektif vicdan çerçevesinde kaldığı sürece ruhu
içeren geniş kapsamlı çözümleri engelleyici bir özellik gösterir. Yalnızca
ruhani aile konstelasyonları ruhani vicdanla uyumlu hareket eder ve diğer iki
vicdanın sınırlılıklarını aşar, böylece ilişkilerimizdeki her şeyi sarıp
sarmalayan sevgiye yol açmış olur.
Üç
farklı vicdan vardır ve her biri ayrı bir ruhani alan oluşturur.
îlki
kişisel vicdandır. Bu vicdan dar ve kısıtlıdır: “İyi” ve “kötü” ayrımı yaptığı
için bazı kişilerin ait olma hakkım kabul ederken, bazılarını bu haktan yoksun
bırakır.
İkinci
vicdan kolektiftir; kapsamı daha geniştir ve kişisel vicdanın dışladığı
kişilerin de temsilini üstlenir. Bu nedenle çoğu zaman kişisel vicdanla çatışma
halindedir. Ancak kolektif vicdanın da bazı sınırlılıkları vardır ve yalnızca
yönetimi altındaki grup üyelerini içine ahr.
Kişisel
vicdanı iyi ve kötü olarak hissederiz, vicdanımız rahatken kendimizi iyi,
rahatsızken kötü hissederiz.
Vicdanımız
iyi ve kötü, rahat ve rahatsızken neler olur? Bu rahat ve rahatsızlığa ne neden
olur?
Vicdanımızın
rahatsızlığının nedeni, ait öldüğümüz ve hayatla kalmak için bağımlı olduğumuz
kişilerin ve topluluğun beklentilerine ve taleplerine uygun olmayan bir
düşünce ve davranış içinde olmamızdır.
Vicdanımız,
bu insanlar ve gruplar ile sürekli yakın ilişki içinde olmamız konusunda
tetiktedir. Düşüncelerimizin, isteklerimizin ve eylemlerimizin aidiyet
duygumuzu tehlikeye atıp atmayacağını kontrol eder. Eğer bağımlı olduğumuz
insanlardan uzaklaştığımızı algılarsa aidiyetimizin tehlikeye girmesinden
korku duyar. Bu korkuyu bizler vicdan rahatsızlığı olarak algılarız.
Öle
yandan bu insan ve grupların beklenti ve talepleri doğrultusunda düşünüp
hareket elliğimizde aidiyet duygumuzun sağlamlaştığını hissederiz. Bu güven
duygusu kendimizi iyi hissetmemizi ve rahat etmemizi sağlar. Yalnız ve
savunmazsız kalma korkusundan uzaklaşır vc kendimizi güvende hissederiz. Bu
olumlu duyguyu da vicdanımızın rahatlığı olarak algılarız.
Kısacası
kişisel vicdan, bizim için önemli insanlarla olan bağlarımızı kuvvetlendirir.
Ama bu vicdan bizi yalnızca belirli insanlara bağlar, geri kalanı dışlar. Bu
nedenle dar kapsamlı bir vicdandır.
Bu
bağlamda, iyi ve kötü kavramlarımızın kişisel vicdanımız tarafından
oluşturulduğunu gözlemleyebiliriz. Bu kavramlar düşünce ve eylemlerimizin, aidiyetimizi
ne kadar koruduğunu ya da ne kadar tehlikeye attığını ölçer.
İyi
kavramı, aidiyetimizi güvence altına alan şeyler için geçerlidir. Vicdanımız
rahatken iyilik hissederiz ve endişelenmeyiz, örneğin kişisel vicdanımızın
dışına çıkıp dışarıdan bir gözle bakacak olursak iyilik ve kötülük
kavramlarımız farkh olabilir. Kişisel vicdana göre bu kavramlar tartışmalı
hâle gelebilir.
Bu
nedenle iyi kavramını pek sorgulamadan, iyi olarak kabul eder ve savunuruz. Bu
tartışmalı iyi kavramı, bu zihinsel alanın dışındaki bir kişiye tuhaf, hatla
tehlikeli gelebilir; oysa içindekilere göre sorguya suale gerek hile yoktur.
Aynı
durum kötü için de geçerlidir; tek fark, kötü kavramını iyiye göre daha yoğun
hissetmemizdir. Burada da aidiyet, hatta buna bağlı olarak yaşama hakkımızı
kaybetme korkumuz ağır basar.
Kısacası iyi ve kötü arasındaki ayrım,
bireylerin kendi grupları içinde hayatta kalmalarını sağlar.
Hissettiğimiz
vicdanın ardında, ondan daha kapsamlı, etkileri daha güçlü bir vicdan daha
vardır. Ancak bu vicdanı her zaman hissedemeyiz çünkü kişisel vicdannnız
kolektif vicdana göre daha öncelikli hissedilir.
Kolektif
vicdan, grup vicdanıdır. Kişisel vicdan, birey tarafından hissedilir ve
bireyin aidiyetinin ve yaşam mücadelesinin hizmetindedir. Kolektif vicdan ise
aile ve grubu bir bütün olarak ele ahr. Bireyleri feda etmek pahasına,
topluluğun hayatta kalmasına hizmet eder. Grubun bütünlüğü önemlidir ve
varlığını sürdürmesini sağlayacak kurallar geliştirir.
Kolektif
vicdan ne tür kurallar geliştirir ve bu kurallara uyulmasını nasıl sağlar?
İlk
kural, grubun her üyesinin eşil derecede aidiyet hakkına sahip olmasıdır. Bir grup
üyesi, herhangi bir nedenle gruptan dışlandığında gruba sonradan katılan bir
üye, dışlanan üyenin temsilciliğini üstlenir.
Kolektif
vicdan, ahlak duygusundan bağımsızdır. İyi ile kötü, suçlu ile masum arasında
ayrım yapmaz. Bütün grup üyelerini aynı şekilde korur, herkesin ait olma
hakkını gözetir, eğer bu haklan yoksun bırakıldılarsa dengeleri yeniden kurmaya
çalışır.
Eğer
bir aile üyesi bu haktan yoksun bırakıldıysa ne olur? Dışlanan üye, aileye
sonradan katılan üye aracılığıyla temsil edilerek bu vicdan tarafından tekrar
aileye hatırlatılır. Bu aile üyesi, dışlanmış üyeyle olan bağlantısının
farkında değildir.
Dışlanmış
aile üyesinin tekrar aileye geri döndüğünü nasıl anlarız? Bir başka aile üyesi,
dışlanmış aile üyesinin kaderini üstlenir, benzeri duygular yaşar, benzer bir
hayat sürer; hastalıkları, hatla ölümü bile eski üyeye benzerlik gösterir. Bu
temsilci üye, dışlanmış üyenin hizmetindedir. Bir bakıma, dışlanmış üye, sonradan
aileye katılan üyeyi sahiplenir ama yine de kendi kimliği belirgindir.
Dışlanmış üye, aile içinde hak ettiği yere döndüğünde temsilci üye de
dışlanmış üyeyi aileye yeniden hatırlatma görevinden kurtulmuş olur.
Kolektif
vicdanın etkisi altına aldığı insanları ayırt etmemiz zor olmaz çünkü kimin
dışlanmış aile üyesinin temsilcisi olarak seçilebileceğini, kimin
seçilemeyeceğini çoğu zaman biliriz. Dikkat edilmesi gereken bir konu, hiçbir
aile üyesinin ölüm nedeniyle ait olma hakkını kaybetmediğidir. Kolektif
vicdan; ölmüş üyeleri, yaşayan üyelerden ayrı tutmaz, onlara eşit davranır. Kimse
öldüğü için ailesinden kopmaz, aile sistemi ölü ve yaşayan üyelerini sistem
içinde tutmaya devam eder.
Aşağıda
kolektif vicdan tarafından yönetilen aile sistemine kimlerin ait olduğunu
sıralamaya çalışacağım. Bu vicdan taralından yönetilen aile üyeleri, en
yakından başlayarak şu şekildedir:
1.
Çocuklar. Bu
grup kendimizi ve kardeşlerimizi kapsar. Kardeşlere yalnızca yaşayanlar değil;
ölü doğanlar, kürtajla alınanlar vc düşükle kaybedilenler dc dâhildir. Bildiğimiz
gibi bazıları bu son saydıklarımızın dışlanması ya da unutulması, hayata
onlarsız devam edilmesi gerektiğine inansa da hepsini gruba dâhil ederiz.
Sistem, başka aileye evlatlık verilmiş ya da herkesten saklanmış çocukları da
aile üyesi olarak kabul eder.
Kolektif
vicdan açısından herkes gruba aittir, her zaman hatırlanmalı, nedeni
sorgulanmadan ailenin parçası olarak görülmelidir.
2.
Çocukların
üstündeki düzey. Bu kategori anne baba ve anne babanın kan bağıyla kardeş
olduğu akrabaları içerir. Ölenler, yaşayanlar, bilmediklerimiz, başka ailelere
evlatlık verilmiş herkes bu gruptadır.
Dışlanmış
aile üyeleri, yalnızca sevgi sayesinde geri getirilebilir. Peki, bu sevgi
nasıl bir sevgidir? Bu sevgi, o insanı olduğu gibi kabul ettiğimizde
hissettiğimiz sevgidir. Bazen nelere yol açmış olabileceğimizi düşündüğümüzde
bu sevgiyi acı olarak da hissederiz.
Bu
sevginin diğer insanlara ulaşıp ulaşmadığını, bir uzlaşma ortamı yaratıp
yaratmadığını ve dışlanmış üyelerin rahata kavuşmasını, böylelikle de hak
ettikleri konumu yeniden kazanıp orada huzur içinde yaşamalarına yardım edip
etmediğini hissederiz. Bu sayede kolektif vicdan da huzura kavuşur.
Bu vicdan, sevgiye hizmet eder vc aynı
aileye üye olan herkesin bu sevgiden yararlanmasını sağlar.
f.
Başka kimler
aileye aittir?
3.
Anne babanın
üstündeki düzey. Büyük anne ve babalar bu gruba aittir ancak özel bir kadere
sahip olmadıkları sürece onların kardeşleri bu grupta değildir, bir önem taşımazlar.
Büyük anne ve babanın eski eşleri de bu gruptadır, ilişkiler önemli kabul
edilir.
4.
Büyük büyük anne
babalar. Nadiren de olsa büyük büyük anne babalardan bir iki tanesi aileye ait
olabilir.
Bu
noktaya kadar anne baba ve büyük anne babaların kan bağıyla bağlı olduğu
akrabaları ve eski eşlerini bu gruba dâhil ettik. Aidiyetle ilgili diğer
kategoriler şunlardır:
5.
Ailenin
zararına ya da yararına neden olanlar. Kan bağı olanlar vc eski eşler dışında
hayatları ya da servetleriyle aileye etkisi olmuş kişiler bu gruptadır.
Örneğin, aile bu kişiden miras devralmış olabilir.
6.
Kurbanlar.
Aile üyelerinin şiddet dolu davranışının kurbanı olmuş kişiler, özellikle dc
öldürülmüşlerse ailenin üyesi sayılır. Aile bu bireyleri sevgi, acı ve anlayış
ile anmahdır.
7.
Suçlular.
Ailenin üyeleri bir suçun kurbanı olduysa, bu yüzden hayatlarını kaybettiyse,
katiller de aileye dâhil olur. Bu kişiler dışlanır ya da reddedilirse kolektif
vicdan sayesinde daha sonra başka üyeler tarafından temsil edilirler.
Katiller
vc kurbanları birbirinden ayrılamaz. Her ikisi de birbirlerine kavuştuğunda
bir bütün oluşturur, kolektif vicdan burada da bir ayrım gütmez.
Denge
kuralları her iki vicdan türünde de geçerlidir. Alışverişi olduğu kadar kayıp
vc kazancı dengeleme gereği de yine vicdanın bir eylemidir.
iyi
ile kötü, masum vc suçlu ayrımını güttüğümüz kişisel vicdanımız, alışveriş
dengesini gözetirken masumiyet ile suçluluk duygularını ve vicdanımızın huzurlu
olup olmamasını ölçüt olarak kullanır. Ancak bu tür suç ve masumiyet, ait olup
olmama ile ilgili hissettiğimiz suç ve masumiyetten daha farklı duygulardır.
Buradaki
suç, bir şey aldığımızda karşılığını yeteri kadar verememe durumunda bir
yükümlülük olarak yaşanır. Masumiyet ise yükümlülükten kurtulma duygusudur. Hem
aldığımız hem de verdiğimiz, yani alışverişimiz dengeye oturduğu zaman masumiyet
duygusunu yaşarız.
Dengeyi
bir başka biçimde de yaşayabiliriz. Karşımızdakinc bir şey vermeyip onun yerine
başkalarına eş değer bir şey aktarmak da bunun bir yoludur.
Alışverişi
dengelemenin bir yolu da acı çekmektir. Bu da vicdanımızın bir eylemidir.
Birisine acı çektirdiğimizde bu durumu dengelemek için biz de acı çekmeliyiz.
Ancak biz dc acı çektikten sonra vicdanımız tekrar huzura kavuşabilir.
Dengenin
bu türüne kefaret ödemek vc ecza çekmek denir. Ancak çekilen ceza kişiseldir,
yani karşımızdakinc bir şey vermekten çok, bize dönük bir harekettir ama
böylece karşımızdaki insanın kendisini yalnız hissetmesini engelleyebiliriz.
Bu
tür dengede sevgi kavramı yer almaz, bu denge sadece içgüdüseldir.
Kolektif
vicdan içerisinde de denge gereksinimi vardır ancak bu dengenin hareketleri
bizim bilincimizin dışında gerçekleşir. Dışlanmış insanları temsil etmek
zorunda kalanlar, aile sistemine zarar vermiş bir sorunu çözmek için
görevlendirildiklerini bilemezler.
Bu
düzeydeki denge, geniş ölçekli bir hareket gerektirir. Şifa hareketinde görev
alacak kişiler, kişisel vicdana göre masumdur, bu yüzden kolektif vicdan
kişisellikten uzaktır. Bu tür dengeleme genelde şifa süreciyle paralel
ilerler.
Kolektif
vicdanın hizmet ettiği ve eğer çiğnemliyse düzeltmeye çalışacağı ikinci kural,
gruptaki herkesin kendine uygun rütbeye göre yer alması gerekliğidir.
Bu
kurala göre sisteme önceden katılmış kişiler, sonradan katmanlara göre öncelik
sahibidir. Bu nedenle anne babalar, çocuklarına göre; çocuklar arasında da ilk
çocuk, ikinci ve sonradan gelenlere göre önceliklidir. Grubun her bir üyesinin
belirli ve uygun bir yeri vardır. Rütbe ve öncelik, yeni çocuklar doğdukça
değişebilir.
En
geç ve öncelik sıralamasında en sonda yer alan bir üye, aileye daha genç biri
eklendiğinde öncelik sıralamasında bir üste çıkar. Herkes bir aile kurduğunda
eşiyle birlikte bu ailede en önde gelen kişi olur. Bu geçiş sırasında bir
başka öncelik kuralı kendini belli eder, bu da ailelerin önceliği konusudur.
Kişinin doğduğu aile mi yoksa sonradan kurduğu yeni aile mi önceliklidir? Bu
kurala göre yeni aile, eskisinin önüne geçer.
Bu
kural, anne ya da baba evlilik sırasında bir başka ilişkiye girip bu ilişkiden
çocuk sahibi olduğunda da geçerlidir. Burada da yeni bir aile kurulmuştur ve bu
yeni aile, eskinin önüne geçer.
l.
Öncelik kuralının
çiğnenmesi ve sonuçları
Öncelik
kuralı, sisteme sonradan katılan birinin, hakkı olandan daha yüksek bir rütbe
talep etmesiyle çiğnenmiş olur. Bu kuralı çiğnemeye çalışanlar genelde
kendilerini anne babalarından öncelikli konuma koyan ve öyle davranmaya
başlayan çocuklardır.
Öncelik
kuralı çoğunlukla, anne babalarının yerine bir sorumluluk üstlenen çocuklar
tarafından çiğnenir. Çocuk, anne veya babasının hastalığım onun yerine taşımak,
hatla onun yerine ölmek islediğinde öncelik kuralı sevgi nedeniyle çiğnenmiş
olur. Sevgi, bu durumda bile çocuğu kuralı çiğnemenin sonuçlarından
kurtaramaz.
Çocuk,
aslında öncelik kuralını kişisel vicdanı gayet masum vc huzurlu olarak
çiğnemekte ve kendini çok iyi hissetmekledir. Bu kuralı çiğnerken aidiyet
hakkının güçlendiğini düşünmektedir.
Bu
senaryoda iki vicdan birbiriyle çakışır. Kolektif vicdanın zorunlu kıldığı vc
koruyup kolladığı öncelik kuralı, kişisel vicdanın etkisiyle çiğnenmektedir.
Kişisel vicdan, kişiyi bu kuralı çiğnemeye, sonra da sonuçlarına katlanmaya
zorlamaktadır.
Kuralı
çiğnemenin sonuçları nelerdir? İlk sonuç başarısızlıktır. Anne babalarının
önüne geçmek isleyenler ve bunu sevgi duyarak ya da duymadan yapanlar, sonunda
başarısız olur. Bu kural ve çiğnenmesi hâlinde ortaya çıkacak sonuçlar,
yalnızca ailelerde değil, organizasyonlarda ve diğer gruplarda da geçerlidir.
Pek
çok organizasyon, düşük rütbeli bir çalışanın, eskilerin ve daha üst
rütbelilerin önüne geçmeye çalışmasından doğan iç çatışmalardan ötürü
sıkıntılar yaşar.
Bu
kuralın çiğnenmesi hâlinde en önemli başarısızlık ve sonuç, ölümdür. Kahraman
olmak isleyen kişi, sistem içinde kendi önündekilerin önüne geçmeye
çalıştığında yalnızca başarısız olmakla kalmaz, bazen hayatını da kaybeder.
Anne
babasının yükünü onların üstünden almak isteyen çocuk da bu kuralı çiğner,
demiştik. Bu durumda çocuk, “Senin yerine ben öleyim” demek istemekledir.
Çocuğu kendi uğruna ölen bir anne ya da babanın trajedisi, içlerinde en
acısıdır.
Kolektif
vicdan ne kadar geniş kapsamlıdır? Sadece tanıdığımız ölülere kadar mı uzanır
yoksa daha eski nesillerden dışlanmış üyeleri de geri getirmeye çalışır mı?
Geçmiş hayatlarımıza da ulaşabilir mi? Belki de kolektif vicdan hiçbir şeyin
asla kaybolmadığı kozmik bir hareketin hizmetindedir.
İlerlemeye
olan inancımız yüzünden, atalarımızdan daha iyi, daha ileri olduğumuzu
düşünerek acaba bizler de öncelik kuralını ihlal ediyor olabilir miyiz?
Bütünün
içinde bize ayrılmış yerimizi mütevazı bir biçimde alırken bu vicdan bizi nasıl
etkilemektedir?
Her
ne sebepten olursa olsun bütün dışlanmış kişileri ve zamanından önce ölmüşleri
kalbimize kabul ederken bizi neler beklemekledir? Herkesi kabul ederek zincirin
halkalarını tamamlarken belki bizler de onlarla birlikle, kaybolan her şeyi
lek lek yerine koyuyoruzdur.
Rilke
bu konuda şöyle yazmıştır:
O
ne varsa her şeyi avucuna alır
Cam
kırıkları, keskin bıçaklar
Yabancı
değil bize, çünkü kanımızda yaşıyor
Canımızdan
bir parça; bazen koşan, bazen durup dinlenen
Adaletsizlik
değil onun yapmak istediği
Ama neden bu kadar çok insan kötü
konuşuyor ardından?
Ruhani
vicdan ne zaman devreye girer? Ruhumuz harekete geçtiğinde, her şeyi de
beraberinde hareket ettirir. Bu ruh, her şeyi yaratıcı olmaya zorlar.
İstesek
de istemesek de, teslim olsak da, karşı koysak da, her şey bu harekele
bağlıdır. Kendimize bu harekede uyum içinde olup olmadığımızı sormalı, teslim
olmaya ve bu vicdanla uyum içinde yaşamaya hazır olup olmadığımızı
sorgulamalıyız. Bu vicdanla uyum içinde yaşarsak hareketlerimiz,
düşüncelerimiz ve duygularımız bu vicdanın bizi yönlendirdiği doğrultuda olur.
Bu
hareketle uyum içinde olursak neler olur? Çok büyük ve korkul ucu bulduğumuz
,çin bu hareketten kendimizi çektiğimiz zaman başımıza neler gelir?
işle
o zaman ruhani vicdanın kişisel vicdanımıza benzeyen bir yönünü görürüz. Ruhun
hareketleriyle uyum içinde olduğumuzda kendimizi iyi hissederiz. Hepsinden de
öte, sakinleşir ve rahatlarız. Bir sonraki adımımızı bilinçli atar, kendimizi
güçlü hissederiz. Bu “bilme” duygusu, rahatlamış ruhani vicdan olarak
adlandırılır.
Kişisel
vicdanımızda olduğu gibi, bu ruhla uyum içinde olup olmadığımızı hemen hissederiz.
Buradaki fark, bu bilginin ruhani olmasıdır. Huzurlu ruhani vicdan, ruhani
harekete teshin olmaya isteklilik olarak hissedilir.
Bu
ruhani hareketin özü nedir? Özünde, her şeyi olduğu gibi sevmeye dönük bir
sevgi hareketidir.
Bu
durumda ruhani vicdandaki rahatsızlığı, kişisel vicdanımızdakiyle nasıl
karşılaştırabiliriz? Huzursuzluk, ruhani bir tıkanma, yönümüzü bulamama, ne
yapacağımızı bilememe ve gücümüzün eksilmesi gibi belirtiler, ruhani vicdanda
bir sorunun işaretidir.
Ne
zaman böyle hissederiz? Yanıtı kolaydır: Ruhun sevgisinden saptığımızda. Böyle
bir sapmaya örnek; birisini sevgimizden ve iyi niyetimizden yoksun bırakmamız,
o kişiyi dışlamamızdır. İşte o an, ruhun hareketiyle olan uyumu kaybeder, kendi
başımıza kalır ve vicdanımızdaki rahatsızlığı hissederiz.
Konstelasyonundaki
Rolleri
İnsanlar
kişisel sorunlarını; ilişkileriyle, aileleri ya da çocuklarıyla ilgili
yaşadığı sorunları aile konstelasyonu yardımıyla anlamak ve çözüme kavuşturmak
istediklerinde hangi vicdan türünün sorunu yarattığını ve sürmesine neden
olduğunu hemen görebiliriz. Bu aşamadan sonra, sorunun çözülmesi için bireyin
ve ailenin ne yapması gerekliğini belirleriz. Böylece vicdanların birbirleriyle
ne kadar iç içe geçmiş olduğunu anlarız çünkü bütün vicdan türleri
ilişkilerimizle bağlantılıdır. Vicdanların hepsi birlikte ya da birbiri ardına
devreye girdikleri ve birbirlerini tamam ladıkları için, sorunun ve çözümün
birden fazla vicdanı ilgilendirdiğini, halta hepsini ilgilendirdiğini
söyleyebiliriz.
a.
Değişik vicdan
türleri arasındaki ayrımlar
Vicdan
türleri arasındaki ayrımlar ve her birinin sınırlılıkları, sevginin kapsamıyla
ilişkilidir.
Kişisel
vicdan, küçük bir gruba aidiyetimizle ilgilidir. Bu gruba ait olmayan herkesi
dışlar. Yani bir yandan bizi bir topluluğa bağlar, öte yandan başka gruplardan
ayırır. Sevdiği kadar reddeder de.
Kolektif
vicdan, kişisel vicdanın ötesine geçerek reddedilen ya da dışlanan aile ve grup
üyelerini de sever. Kolektif vicdan, dışlanmışları ailelerine tekrar kabul
ettirmeye uğraşır; bu nedenle sevgisi daha geniş kapsamlıdır.
Kolektif
vicdan, bireyin mutluluğuyla ilgilenmez; eğer böyle olsaydı, başka üyelerin
dışlanmasıyla hiç ilgisi olmayan masum kişileri, bazen çok pahalı bedeller
pahasına, dışlanmış kişileri temsil etmeye zorlamazdı. Bu noktada kişisel ve
kolektif vicdan arasındaki ayrım belirginleşir: Kolektif vicdan, bir grubun
bütünlüğüyle, o gruptaki kuralların geçerliliğini sürdürmesiyle ilgilenir.
Bunlara
karşın, ruh vicdanı hepsiyle eşil derecede ilgilenir. Ruhun hareketleriyle
uyumlu olduğumuzda biz de iyilik ve sevgiyle dolarız. Bu sevgi sınır tanımaz,
“iyi” ve “kötü” ya da “daha iyi” ve “daha kötü” arasındaki ayrımların
üstesinden gelir. Bu nedenle bu vicdan hem kişisel hem de kolektif vicdanın
sınırlılıklarını aşar, herkesi eşit tutar.
Ruhani
vicdan, aile konstelasyonlarmı nasıl etkiler, sevgisini nasıl gösterir? Ruh
hareketleri, aile konstelasyonlarında kendilerini çok etkileyici biçimde belli
eder. Bir aile konstelasyonuna katıldığımızda ruhun hareketlerini kendimiz de
yaşar, temsilciler üzerinde ve bütün izleyenler üzerinde bir değişiklik
gözlemleyebiliriz. Bu hareketleri önce temsilciler algılar, sonra temsilciler
aracılığıyla bu hareketleri gözlemleyenler ve bunlardan etkilenenler de algılamaya
başlar.
Ruhani
aile konstelasyonundaki yöntem, sıradan aile konstelasyonundan farklıdır.
Burada aile üyeleri, grup temsilcilerinin seçildiği ve birbiriyle olan
ilişkilerine göre konumlandırıldığı, geleneksel bir düzende yer almazlar.
Ruhani aile konstelasyonunda çok sade bir düzen vardır. Bir ya da iki kişi
katılır, bu kişiler danışan ya da onun bir temsilcisi ve onun eşi olabilir,
iki kişinin arasına belli bir mesafe konur, karşı karşıya durmaları istenir.
Herhangi bir talimat verilmez, belli bir niyet güdülmez. Danışan ya da
temsilcisi ve diğer katılımcı sadece ayakta durur.
Belli
bir zaman verildikten sonra, birdenbire kişilerin dışarıdan gelen bir
hareketle birbirlerine doğru çekildikleri gözlemlenir. Bu kuvveti
yönlendirmeleri ve ona karşı koymaları mümkün değildir. Bu hareket, dışarıdan
gelir ama sanki içeriden geliyormuşçasına hissedilir. Bu şekilde içlerinde bir
hareket başlatan, dış kaynaklı bir güçle uyum içinde olurlar. Ancak her iki
kişi de sakin kalabilir, kendilerini olayın akışına bırakıp bundan sonra
yaşanabileceklerden korkmazlarsa bir aşama kaydedilir. Kişilerin kendi
iradeleri ve niyetleri ortaya çıkarsa; örneğin yardım etme, ortaya
çıkabilecekleri kontrol altına alma gibi bir niyet belirirse, ruhun hareketiyle
olan bağlantı kaybolur. Bu durumda izleyicilerin dikkati dağılır ve
huzursuzlaşmaya başlayabilirler.
Bir
süre sonra temsilcilerin hareketlerinden, bir başka kişinin bu sürece katılıp
katılmaması gerektiği belli olur. Eğer birisi yere bakıyorsa bu kişinin bir
ölüye baktığını düşünebiliriz. Bu durumda birisinin temsilcinin baktığı
noktada yere uzanması istenir. Ya da temsilcinin bakışları bir yöne
sabitlendiyse bir başkasının bu yönde ayakta durması istenebilir.
Temsilcilerin
hareketleri çok yavaştır. Birisi hızlı hareket ettiğinde bunun anlamı, o
kişinin kendi iradesiyle hareket ettiğidir ve o kişinin artık ruhun hareketiyle
bağı kopmuştur. Kişi artık güvenilirliğini yitirmiştir ve yerine bir başka
temsilcinin geçmesi gerekir.
En
önemlisi, konstelasyon liderinin kişisel görüş ve yorumlardan kaçınmasıdır.
Kolaylaştırıcılar da ruhun hareketlerine kendilerini bırakmalı, yani ancak bir
sonraki adıma doğru hareket ettiklerini açıkça hissettiklerinde harekete
geçmeli, bunu da temsilciye söylemeli veya temsilcinin söylemesini istemelidir.
Kolaylaştırıcı,
temsilcilerin hareketlerinden iç dünyalarında neler olup bittiğine,
hareketlerinin onları nereye götürdüğüne ve götürmesi gerektiğine dönük
ipuçları elde eder. Örneğin, temsilci önünde yatan ölüden uzaklaşır ve ona sırtım
dönerse lider müdahale eder ve onu geri getirir. Temsilciler hareketleriyle
konuşur ama bir sonraki adımı kendileri belirleyemez. Kolaylaştırıcılar da
temsilciler gibi ruhun hareketlerinin etkisi altındadır; karşı çıkmadan onu
izler, belirli biçimlerde müdahale eder ya da bir şeyler söylerler.
Ruhun
hareketleri bizi sonunda nereye götürür? Bu hareketler, ayrılmış olanı
birleştirmeyi amaçlar çünkü hareketler sevgi kaynaklıdır.
Ruhun
hareketleri her zaman bir bütünlüğe ulaşmak zorunda değildir. Nereye doğru
gittiklerini anlamak da yeterli olabilir. Bu nedenle aile konstelasyonları
genelde açık uçlu kalır. Hareket etmeye başlayan şeyin, ilgili kişilerin
ruhlarında süreceğinden emin olabiliriz. Çünkü bunlar oldukça derin
hareketlerdir ve belirli bir soruna dönük bir çözüm önermeklense şifa sürecine
dönük atılmış, kararlı adımlar olarak kendilerini belli ederler. Ancak
gelişmeleri zaman alır.
Sevginin
çevresindeki en sıkı sınırlar, kişisel vicdanımız tarafından çizilmiştir çünkü
ait olma hakkı ile aidiyetin reddi ayrımı, bu vicdan tarafından yaratılır ve
derinleştirilir.
Bu
ayrımın hayatta kalmamız açısından çok önemli olduğu açıktır. Belirli bir
bağlam dâhilinde, bu vicdanın yerine bir başkasını koymamız mümkün değildir.
Kişisel vicdan bu sınırları, henüz hepimiz çocukken çizmeye başlar. Çocuğun
hayatla kalması, bu vicdan tarafından talep edilen düşünce ve davranış biçimine
uymasına bağlıdır. Vicdan, çocukların başka gruplara ait üyelere, yani farklı
bir kişisel vicdana sahip kişilere karşı şüpheyle yaklaşmasını ister. İyi bir
kişisel vicdana sahip bir grup, diğerine şüpheyle bakar, hatta reddeder vc
onunla çatışır. Oysa diğer grup da kendine göre iyi bir vicdana sahiptir.
İyi
bir kişisel vicdan, bir yandan hayatta kalmamızı kolaylaştırır, öle yandan
hayat mücadelemizi zorlaştırır; çünkü diğer gruplarla, sonu bazen ölümle
noktalanabilecek çatışmalara yol açar.
Denge
gereksinimi, kişisel vicdanın hareket etmesidir. Bize verilene denk bir şeyi
geri verdiğimizde kişisel vicdanımız huzurludur, bu da alışverişin dengeli
olduğu anlamına gelir. Bu denkliği yakalayamadığımızda ama bize verilenin
dengini, o şeyi bize veren kişiye değil de bir başkasına verdiğimizde yine
vicdanımızın huzurunu elde ederiz.
Karşılık
vermediğimizde ya da karşımızdakinden uygun olmayan bir talepte bulunduğumuzda
kişisel vicdanımız huzursuzdur.
Bu
dengeleme gereği, ilişkilerimizin sürmesini sağlar. Bu şekilde kişisel
vicdanımız ilişkilerimizin sürmesi için çalışmış olur.
Hayatla
kalmamız için de çalışan vicdanın bazı sınırlılıkları vardır. Kişisel vicdan,
denge gözetmesinin yanı sıra grubu bir arada tutmadaki rolüyle de hayatta
kalmamıza yardımcı olur. Ne var ki sınırları geçmeye çalıştığımızda kişisel
vicdanımız bambaşka bir şeye dönüşerek ölümümüze bile neden olabilir.
Kişisel
vicdan, bizi gruba bağladığı kadar, başka gruplardan da uzak durmamızı ister.
Bu istekler savaşa kadar varabilen çatışmalara yol açabilir.
Denge
gereğinin niteliği değişip de intikam isteği hâline dönüştüğünde, kişisel
vicdanımız bazen hayatta kalmamızı sağlayacak sınırları bile çiğneyebilir.
Bunun anlamı, bize verilen bir zararın karşılığını almak için, vicdanımızın
başkalarına zarar vermemizi istemesidir. Başkalarına çektirdiğimiz acıyı
dengelemek için, kendimize acı çektirmeye başlarız.
Bazen
de başkalarının yerine acı çekeriz. Aile konstelasyonlarında bir çocuğun anne
babasının günahını ödediğini, hasta düştüğünü, hatta öldüğünü görmekteyiz.
Bazen de anne ya da baba, çocuklarının kendi yerlerine bir günahın bedelini
ödemesi gerektiğini düşünebilir. Bu durum, her iki tarafta da bilinçdışı bir
süreç olarak gelişir; burada rol oynayan şey, kolektif vicdandır.
Ama
bu tür bir denge, üstelik de iyi niyetle, hatta masumiyet duygusuyla yapılmış
olsa da hayata ters düşmüş, hatta onu yok etmiş olur.
Kolektif
vicdanla ilgili olarak aile konstelasyonlarında neler gözlemleriz?
Öncelikle
aile konstelasyonunda başkalarına yardımcı olma rolümüz çerçevesinde ne kendi
ailemizden ne de danışanın ailesinden kimseyi aileden dışlamamamız, halta tam
tersine kendimizin ve danışanın ailesindeki dışlanmış kişileri arayıp bulmamız
gerekir. Bu kişilere sevgiyle yaklaşıp yakınımıza almalıyız. Bunu yapmanın tek
yolu, iyi ile kötü arasındaki ayrımı terk etmektir. Eğer doğmamış çocuklar da
söz konusuysa durum biraz üzüntü verici olabilir, o yüzden bu girişim hem
açıklık hem dc cesaret gerektirir.
İkinci
olarak, öncelik kuralına saygı göstermemiz gereklidir. Aile konstelasyonu
yaparken geçici olarak danışanın ailesinin bir üyesi oluruz ama aileye en son
üye olarak katıldığımız için, yerimizin en sonda olduğunu bilmeliyiz.
Yardımcı,
danışanın ve danışanın anne babasının üstünde yer almaya kalkarsa başarısız
olur. Tıpkı kendini anne babasının yerine koyup onların sorumluluğunu
üstlenmeye çalışması gibi, öncelik kuralım çiğnemiş olur. Buradaki gizli
mesaj, “Ben senin yerini istiyorum” okluğu için danışan da başarısızlığa
mahkûmdur.
Yardımcı
için öncelik kuralının ihlali tehlikeli olabilir, çoğu zaman zincirleme bir
tepkime başlayabilir: Tıpkı danışanın kendisini anne babasının üstünde görmesi
veya yardımcının da belki çocukken kendi anne babasına yaptığı gibi yardımcı,
danışana ait bir şeyi üstlenmiş ve kendini danışanın üstüne koymuş olur.
Yardımcı,
danışanın kaderini değiştirebileceğini ya da onu bu kaderden koruyabileceğini
düşündüğünde bu iyi niyetli varsayım, aslında konuyla ilgili herkesi bu olasılıktan
yoksun bırakmış olur. Yardımcı, yalnızca öncelik kurallarının sınırı kapsamında
gücünü kullanabilir, danışan da ancak böylece uygun çözüme doğru yolunu
bulabilir.
Aile
konsıelasyonunda kolektif vicdana ve kurallarına uygun biçimde çalışırız ve bu
şekilde vicdanın sınırları içinde kalırız. Bu sınırlar geniş ve açıktır.
Ruhani
vicdan, herkese karşı duyduğu sevgi ile kişisel vicdanın sınırlarının ötesinde
bizi yönlendirir. Herkese eşit uzaklıkta duran kolektif vicdanın kurallarını
görmezden gelmekten de korur. Öncelik kuralına özel bir önem verir ve ruhun
hareketlerine uyum sağlayarak herkesle bağlantı kurmamızı, herkesle eşit durumda
olduğumuzu anlamamızı sağlar.
Ruhani
aile konstelasyonlarında herkesi ve her şeyi olduğu gibi sevmeyi öğreniriz.
Ancak ve ancak ruhani aile konstelasyonları, her yerde ve her zaman hayatın,
sevginin ve huzurun hizmetindedir.
Noel
günü şöminenin önünde oturmuş, yanan odunlardan çıkan alevleri izliyordum.
Odunlar yanıp gittikçe geriye yalnızca közlerin pırıltısı kalıyordu. Orada
öylece oturmuş, ateşin bulunmasından beri süregiden bu hareketi izlerken
aklıma birkaç cümle geldi.
Her
şey bir amaca hizmet ederken bir yandan da yok olup gider.
Herkes
kendi başına yanar, kül olur.
Yanıp
küle dönerken uzun bir süre kor hâlinde kalır.
Yok
olmadan önce son bir kez alev alır.
Yanan şey küle döner ve bu küllerden
yeni bir şey doğar.
Ruhani
âlemde ve özellikle ruhani aile konstelasyonlarında her şey; bizim kendimizi
bir kılavuzun yönlendirmesine bırakmaya ne kadar istekli ve bizi kendine
alacak ruhani hareketle ne kadar uyum içinde olduğumuza bağlıdır.
Kılavuzun
yönlendirmesini birkaç şekilde hissederiz. Önce eyleme geçmemiz gereken anda
bir yıldırım gibi parlayan içgörü deneyimi yaşarız, örneğin birisi bizim
yardımımızı ya da desteğimizi istediğinde ne yapmamız gerektiğini biliriz.
Bu
içgörü içimizde hep taze kalır, bizi şaşırtır ve kendisini dinlememizi ister.
Eğer şüphe duyarsak anında kendimizi terk edilmiş, kendi muhakeme ve
niyetimizle baş başa kalmış hissederiz. Önceki deneyimlerimize döner, böyle
bir durumda neyin gerçekten önemli olduğunu anlamakta zorlanırız.
Ruhani
âlemde harekete geçirmeye ve kendi başımıza çözmeye çalıştığımız hiçbir şey
başarılı olamaz. Ruhani zihin ile tek ses içinde olmadığımızda kendimizde ya da
başkalarında karmaşa içinde bulunanı bir düzene sokma gücünü bulamayız.
İkinci
olarak, bu yönlendirmeyi berraklık ve güç olarak yaşarız, arlık başkalarından
tavsiye ve yardım istemeye gerek duymayız. Ruhani zihnin kılavuzluğu, yanma
hiç kimseyi yaklaştırmaz; hiçbir değerlendirme, itiraz ya da eleştiriye gerek
duymaz.
Gerçek
ve en derin arayışımız içgörüye, nihayelinde tek önemli şey olan ve her şeyi
içine alan bilişe dönüktür. Her şey gitse de geriye bu biliş kalır, bu biliş
bizi tamama erdirir çünkü bu biliş sevgidir.
Bu
arayışımızda bir kılavuzumuz vardır. Bizi sarıp sarmalayan, kendi başımıza
gidemeyeceğimiz yerlere götüren bir güçtür bu kılavuz. Bu kılavuz bizi en
nihayelinde nereye götürür? Yukarı mı, aşağı mı? Kılavuz bizi aşağı doğru, her
şeyle bir bütün hâline dönüştüğümüz ve sevgiyle bağlandığımız yere götürür.
Aşağıda
bizim gibi niceleriyle birlikle yukarı doğru bakar, önümüze doğru bakar ve
bizi aşan ötelere doğru bakar ve yolumuzu buluruz. İşte arlık burada arayışa
gerek kalmadan huzuru buluruz çünkü oraya doğru güven içinde götürülür, nereye
gittiğimizi biliriz.
Bizi
bu arayıştan ne uzaklaştırır? Bu bilgiyi başka yerde ararsak elimizi tutacak
elleri doğru seçemezsek ve geçici bir kılavuzun peşinden gidersek arayıştan
uzaklaşırız.
Bu
yüzden yol arkadaşlarımız olsa da aslında bu arayışta ve bu yolda tek başımızayız;
yanımızda yalnızca bu güç, yani ruhani zihin vardır ve artık kendimize başka
bilgi ya da kılavuz aramayız.
Ruhani
zihin bizi eyleme doğru ilerletir; sevgi eylemine ve daha nicesine... Bu
sevginin diyarında olsak bile, burada kalmanın yolu, doğru biçimde, çok uzun
bir süre, derinlerden, lek başımıza ve kendinden emin bir biçimde
yönlendirilmemizdir.
Başkaları
için iyi niyet beslemek bir sevgi harekelidir. İyi niyeti çeşitli türlerde
hissederiz: Bir insanın diğer insana beslediği iyi niyetin en güçlü örneği de
hayatlarını birlikle geçirmek isteyen kadın ve erkek arasındaki iyi niyettir.
Bu iki kişi, karşılıklı iyi niyet sayesinde mutlu bir şekilde birbirlerine
bağlı kalırlar.
İyi
niyeti yabancılara karşı da hissederiz. Bu iyi niyet, aradaki yabancılığı
kaldırır; bizi insanlara doğru hareket etmeye, onlarla tanışmaya doğru iter ve
bizi yakınlaştırır.
iyi
niyeti daha geniş bir bağlamda, ruhani zihnin yardımıyla öğrenebilir ve
uygulayabiliriz. Her şeyi harekete geçiren vc her şeyi olduğu gibi kabul eden
ruh ile uyumlu davranmalıyız. Ruh her şeye iyi niyetle yaklaşır.
Bu
hareketlerle uyumlu davranmaya, onların etkisine girmeye başladığımızda
kendimizin dc her şeye iyi niyetle yaklaşmaya başladığını fark ederiz.
Bu
iyi niyet, bir insanın diğerine duyduğu iyi niyetin aynısı mıdır? Burada sözünü
ettiğimiz şey ruhani, yani ruhun hareketleriyle uyumlu hareket eden iyi
niyettir.
Bu
iyi niyet, öncelikle bizde ve başkalarında korku uyandıran şeylere karşı bile
duyulan iyi niyettir. Bu yüzden de ruhun hareketleri ile uyumun ta kendisidir.
Ruhun hareket ettirdikleriyle olan uyum ikinci sırada gelir. Ruhun hareket
ettirdiği her ne varsa önce ruha bakar, sonra ruh ile birlikle hareket
edenlere bakarız. Ruhun harekel ettirdikleriyle aramıza mesafe koyarız vc bu
mesafeyle kendi niyetimizden dc feragat elmiş oluruz.
İyi
niyetimiz, kişisel niyetlerimizden bağımsızdır. Herkesi vc her şeyi ait olduğu,
kaderlerini buldukları ve gerçekleştirdikleri yerde tek
başlarına bırakır. Biz de ait olduğumuz, hareket ettiğimiz, kaderimizin bizi
götüreeegi ve gerçekleşeceği yere bu ruh tarafından götürülür ve orada kalırız.
Belli
bir anda kaldığımızda, beklentilerimiz de durur çünkü beklediğimiz her şey o
anın ötesindedir. Beklentiler bizim belirli bir anda kalmamızı engeller.
Beklentilerimiz yüzünden o anı kaybederiz. Hepsinden önemlisi, o anın bize
vereceklerini dc kaybetmiş oluruz. Oysa o an bize beklediğimizden fazlasını
verebilir vc anın bize sunduklarına güven içinde sahip olabiliriz.
Beklentilerin
çoğu sevinç doludur ama aynı zamanda gerçekleşmeme ihtimali nedeniyle korku da
içerirler. Bu sevinç vc korku bizi felç eder, önümüzde doğabilecek yeni
olasılıklara korkusuzca açılmamıza engel olur. Beklentilerimiz yüzünden neyin
gerçekleşeceği ve neye hazırlıklı olmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimize
bağlanır kalırız.
O
anı yaşadığımızda, anın bize sunduklarına sahip oluruz; böylece sürprizlere ve
atacağımız sonraki adımlara kendimizi korkusuzca açarız. O anı yaşarken
gelecekleri görebiliriz, geleceklere hazırlıklı oluruz.
Yaratıcı
hareket her zaman yeniye doğru bir harekettir ve ileri doğru gider. Sevgi ve
iyi niyet de ileri doğru gider, tıpkı bilgi ve içgörü gibi.
içinde
bulunduğumuz an “şimdi”dir. “Şimdi” bile, zaman ve bizi bekleyenler açısından
önümüzde ve ilerimizdedir. “Şimdi” önümüzdedir vc yüzünü geleceğe çevirmiştir.
Geleceğe
dönük hayallerimiz ve gelecekle ilgili düşüncelerimiz nasd olmalıdır? Gelecek
önümüzde mi yoksa arkamızda mıdır? Hayallerimizin temelinde ne vardır?
Yaratıcı biçimde geleceğe mi dönüktür yoksa eski bir beklenti gibi geçmişten
mi beslenirler? Bu gibi hayaller gerçeklen yaratıcı olan hayallerin de önünü
keser çünkü aslında gelecekle pek ilgisi olmayan şeylerle bizi
sınırlandırırlar.
Ancak
bir sonraki, yeni olabilir. Ancak önümüzde olan, bizi yaratıcı kılar.
Peki
ya geçmişimiz? Yapılmamış, eksik kalanlar ya da yanlış yaptıklarımız? Ya
işlenen suçlar ve ortaya çıkan sonuçlar? Bunların üzerinde durursak ne olur? O
zaman yeni ve yaratıcı olan bizi terk eder. Bizi ileriye götürecek olan şeyi
elimizden kaçırmış oluruz.
Ruh
için hafillik önemlidir. Bizim uyum göstermemizle birlikte ruhun hareketleri
de haliflcşir çünkü bizi aşağı çeken, özellikle de geçmişe saplayan şeylerden
uzaklaştırmış olur.
Belki
de “hangi geçmiş?” diye merak ediyorsunuzdur. Yalnızca kişisel geçmişimiz mi
yoksa anne babamızın, halla büyük anne ve babalarımızın geçmişi de mi söz
konusudur? Belki önceki hayatlarımızın geçmişi de buna dâhildir, ilişkili
olduğumuz bütün herkesin, halta bütün insanlığın geçmişi de mi bizi kendine
çekmekledir? Bu geçmiş, olumlu anılarla mı doludur yoksa uzak vc düşmansı bir
geçmiş midir?
Bütün
geçmişler ruhani zihin hareketleriyle birlikle hareket eder ve ruhani zihin
hareketleri, bizimki de dâhil olmak üzere bütün geçmişlerle uyumludur. Ruhani
zihin hareketleri içerisindc her geçmiş haklıdır ve eksiktir çünkü hâlâ hareket
etmektedir. Benim imgelememe göre, bu harekette bütün geçmişler hafifleşir
çünkü hareket halindedir. Geçmiş bizim için de hafifleşir çünkü hafifleşmesine
izin verilir.
Peki,
geçmiş nasıl hafifleşir? Ruhani zihin harekeli içinde kalırsak bu hareket bizi
ileri götürür. İleriye doğru neresidir? Bu yön bizimle hareket eden, bizimle
ilerleyen her şeyle uyum içinde olduğumuz yere doğrudur. Nereye doğru hareket
ederiz? Ruhun sevgisiyle, geçmişle, geçmişin her ne şekilde olursa olsun tamamlanmış
hâliyle uyuma doğru hareket ederiz.
Bu
tamamlanma ruhanidir ve şimdiden hafiftir. Bunun nedeni ise tamama ermenin
katıksız sevgi olmasıdır.
Bizi
hafifleştiren şey nedir? Geçmişimizde, anne babalarımızın ve atalarımızın,
geçmiş yaşamlarımızın, insanlığın geçmişindeki harika olaylar, bizi
hafifletir. Hafiflik aynı zamanda olumlu ya da olumsuz bir ilişki kurduğumuz
insanların geçmişindeki harika olaylardan da kaynaklanmaktadır.
Yüzü
ileriye dönük bir hareketle uyum içinde olduğumuzda, biz de ileriye doğru
ilerleriz; arkadan gelenlerden uzaklaşır, geçmişi geride bırakırız. Uyum
içindeyken sakinleşiriz çünkü bu hareket içinde başarılı oluruz. Bu hareketle
uyum içinde hareket etliğimizde her şey bir sonuca ulaşır çünkü biz dc bu
harekelin bir parçası oluruz.
Kendimizi
her zaman uyum içinde hissetmeyebiliriz çünkü bu uyum bizi, korkulan yerlere
götürebilir. Uyum içinde kalmaya devam etmek cesaret gerektirir, bizden
tamamen teslim olmamızı ve tüm sevgimizi vermemizi bekler.
Orası
neresidir? Her şey oradadır. Ne kadar süredir oradadır? Şimdi orada olan, hep
orada mı olmuştur? Bir zamanlar orada olan şimdi dc orada mıdır? O zaman ben
burada farklı bir şekilde mi bulunuyorum? Ben buradakilerle. burada hep benimle
birlikle bulunmuş olanlarla birlikleyken daha mı farklı oluyorum? Burada
bulunmuş olanların hep olduğu gibi kalmasıyla bende bir şeyler değişiyor mu?
Benimle birlikle bulunanların farkh ya da değişik olmasını hiç istemediğim
için, hiçbir şeyin değişmesine izin yok mu demektir? Deneyimlerim vc oluşum
açısından kendimi diğer her şeyle aynı anda hissedebilmcm fark yaratır. Kendimi
diğer her şeyle burada hissettiğim için, kendimi bir bütün hissederim.
Benim
burada, olduğum gibi bulunmam, onun benim burada olduğumu bilmesi vc benim
varlığıma katılması belki dc bir fark yaratır. Ben de burada olduğum için, her
şey daha da zenginleşir.
Her
şeyle birlikle burada olmamız, burada olmamıza ve her şeyin burada olmasına
izin verilmesi, her şeyi zenginleştirir. Hep birlikte hangi yöne ilerleriz? Her
şeyi vc bizi de sevene doğru yol alırız.
Bunların
ruhani aile konstelasyonu ile ilişkisi nedir? Ruhani aile konstelasyonunda daha
önceden orada olmasına izin verilmeyen her şeyin şimdi orada olduğunu görürüz.
Her şeyin orada bizimle birlikle olmasına izin verilmiştir. Her şey bizimle
birlikteyken bunu bir zenginlik olarak kabul ederiz.
Belki
dc bizi ayıran şeylere gözyaşı dökmemiz gerekiyordun Gözyaşı dökeriz, sevgiyle.
Her
şeyin, özellikle de yaşayan her şeyin, bilinci vardır. Bilinç olmadan hayatta
kalmak mümkün olmazdı. Ama bu bilinçlilik bireysel yaşamın çok ötesine geçer
çünkü birey yaşamının diğer yaşayanlarla karşılıklı olarak bağlantılı
olduğunu, birbirlerini desteklediğini ve güzelleştirdiğini bilir. Ne var ki,
yaşayan her şey, bilincinin bilincinde değildir. Yine de bilincindeymiş gibi
davranır.
Bu
bilinç nerededir? Yaşayan her canlının içinde midir? Yoksa bilinç, bir başka
bilinç taralından yönetilerek diğer bütün canlıların bilinciyle birlikte
hareket etmesi mi sağlanır? Canlıların bilinci, onların bilemediği bir amaç
doğrultusunda yönlendirilip bireylerin de sanki bilinçliliklerinin farkındaymış
gibi davranmalarının sağlanması mümkün müdür?
İnsanların
bilince sahip olduğunu söyleriz. Ayrıca bilinç sahibi olduklarının da
bilincedirler, deriz. Acaba insan bilinci diğer canlıların bilincinden farklı
mıdır? Bilincindeymiş gibi davransalar da insanlar da büyük oranda bilincinde
olmadıkları bir bilinç tarafından yönlendirilmezler mi?
Bilincimiz
hakkında ne kadar şey biliyoruz? Bu bilinçle ne kadar bağlantı kurup sanki
kendimizinmiş gibi bilincimizi yönlendirebiliriz? İdare bizim bilincimizdeymiş
ve ipler bizim elimizdeymiş gibi davrandığımızda aslında nereye doğru
gittiğimizin bilincinde miyiz? Bir süre sonra kişisel bilincimizin kısıtlı olduğunun
farkına varıp yaşamın esas unsurunun yanı başımızdan akıp gittiğini anlarız.
Esas
bilinç, her şeyi içine alan bilincimiz nerededir? Onun bilincinde olacak kadar
bizi de içine almıştır bu bilinç ama yine de bizim çok ötemizde olduğunu
biliriz. Bu bilinç bizi öylesine aşar ki onun sonsuz olduğunu düşünürüz.
Öylesine bir sonsuzluktur ki bu bireysel bilincimizin yetmediği âlemlere bizi
ahr götürür.
Burası
ruhani bir âlemdir. Sırf bu nedenden ötürü bile, bize sonsuzluk gibi gelir.
Aynı zamanda yaratıcı bir âlemdir çünkü buradaki her şey yaratıcı düşünceyle
var olmuştur. Bunun anlamı her şeyin tam da düşünüldüğü gibi var olduğudur.
Buradaki her şey sınırsız bir vicdandan çıkar gelir.
Bu
vicdanın bilincinde olduğumuzda hayat yolumuz bizi nereye götürür? Biz de bu
vicdanın düşündüğü ve bizi götürdüğü yere gideriz. Bu vicdanla, kendi
isteğimizle gider, ona teslim oluruz ve en sonunda her anlamda kendimizi onunla
bir bütün hissederiz.
Sıradan
hayatlarımız, sevgimiz ve şu anda yaptıklarımız için bunun anlamı nedir?
Her
şey yaşandıkça biz de beraberinde gideriz. Hiçbir şeyi dert etmeyiz çünkü bu
bilincin bizi alıp götürdüğünün farkmdayızdır. Başkalarının başına gelenleri,
dünyada olup biteni dert etmeyiz çünkü her şeyin bu vicdan tarafından, olması
gerektiği gibi hareket ettirildiğini biliriz.
Peki,
hâlâ kendimizde miyizdir? Bu vicdan doğrultusunda hareket ederken kendimizin de
farkına varırız. Bu vicdanın bizi ve diğer her şeyi nasıl hareket ettirdiğini
anlarız.
Bu
vicdanın dışında başka bir şey var olabilir mi? Bu vicdandan bağımsız kalabilen
var mıdır? Sonunda bizim için, bizimle sonsuza dek kalacak tek şeyin bu vicdan
olduğunun farkına varırız.
Ruhani
aile konstelasyonu ne demektir? Kendimizdeki ve başkalarındaki vicdanla, bu
vicdanın hareketleriyle tek bir vücut hâline gelmek demektir.
Bağ
bizleri, örneğin kadın ve erkeği bir arada tutar. Diğer insanlarla, örneğin
anne babamızla ve ailemizle çeşitli biçimlerde ilişkiler kurarız. Bazı
durumlarda, kurduğumuz ilişki bir görev niteliği taşır.
Bazen
başkalarına karşı ittifaklar kurarız; bu ittifak, karşı grupla barış
yaptığımızda sona erer. Bir zamanlar birbirlerinin aleyhine çalışan insanlar,
şimdi birbirleri için çalışmaya başlayabilir.
Burada
şu soruyu sorabiliriz: Kendimizle nasıl ilişkiliyiz? Kendi bedenimizle ilişkili
miyiz? Anne babamızla olan bağımız ne durumda? Kaderimizle ilişkimiz nasıl? Hepsinden
önemlisi, kendimizin ya da ailemizin reddettiği, unutmak istediği, hatta
şimdiden unuttuğu kişilerle bağımız sürüyor mu? Ailemiz ya da kendimiz
tarafından gizlenen kişilerle ilişkili miyiz? Eski eşlerimiz, öğretmenlerimiz
ya da ihtiyaç duyduğumuzda ve hasta olduğumuzda bize yardım etmiş, hâlâ borçlu
olduğumuz kişilere hâlâ bağh mıyız?
Bu
sorularla karşı karşıya geldiğimizde bu kişilerin eksikliğini hisseder, onları
özler, onlarla artık ilişki kurmadığımız için onların bizi ne kadar özlemiş
olabileceğini anlarız. Bu kişilerle artık s :vgi, minnet, acı ya da pişmanlık
gibi hiçbir bağımız kalmamıştır. Birdenbire onlar olmadan ne kadar yalnız
olduğumuzu fark ederiz.
Bu
bağı, en azından düşüncelerimizde ve kalbimizde yenilemek için ne yapabiliriz?
Onlara sevgiyle kalbimizi açarız.
Bazen,
özellikle de onlara karşı kendimizi suçlu ya da borçlu hissediyorsak bu bizim
için çok zordur. Aramızdaki bağı tekrar kurmak için ne yapabiliriz?
Gözden
çıkardığımız ya da dışladığımız insanların hâlâ bize ait olduğunu, bizim de
onlara ait olduğumuzu kabul etmeliyiz. Bu kabul ediş, bağı tekrar kurmanın ön
koşuludur ve bu sayede kendimizi daha zengin, daha bütün vc tamamlanmış
hissederiz. Aile konstelasyonları dışlanmışlarla vc unutulmuşlarla yeniden
ittifak kurduğumuzda ve onları, ait oldukları gruplarına geri çağırdığımızda
başarılı olur.
Bazen
konstelasyonda, liderin dışlanmış kişiyle ittifak kurmaya itiraz etmesinden
ötürü bir sorun çıkabilir. Örneğin, lider vc danışanın, aidiyetlerini yeniden
kazanmak isteyen kişilerden gözlerini kaçırması ya da konstelasyon liderinin,
danışanın zarar verdiği kişilere bakmayı reddetmesi, bu sorunlardandır.
Ruhani
aile konstelasyonlarında kopmuş bağları yeniden kurmak ve iyileştirmek kolaydır
çünkü ruhani aile konstelasyonları, herkese eşil derecede sevgi gösteren bir
ruh hareketiyle uyum içindedir. Bu nedenle nihayetinde ortaya çıkan esas bağ,
ebedi ittifak, ruh ile yapılan bir anlaşmadır. Bize ait olan herkesle
bağlarımızı yenileriz, hepsini onaylar ve hepsine özen gösteririz. Bu bağı
artık hiç kimse koparamaz. Bunu yapmaya kimsenin cesareti yoktur ve gücü
yelmez. Kopan bağ bile ruhun sevgisiyle sağlam ve kutsal kalır.
O
zaman hayatımız boyunca bağlı olduğumuz insanlara bizi tekrar derinden bağlayan
şey nedir? Her şeyi kavrayan, kapsayan, mütevazı sevgidir. Sevgi bizim ruhla,
ruhun sevgisiyle ve bu ruh tarafından can verilmiş sevgimizle yaptığımız bir
sözleşmedir ve herkesi, her şeyi, olduğu gibi kabul eder ve sever.
Nedenler
ve Şifa Yolları
Bu
bölümde, aile içinde bizi hasla edebilen ve iyileşmeyi engelleyen nedenlere
dönük içgörülerin ortaya çıkışı aktarılacaktır.
Başlangıçta
aile konstelasyonlarmda gördüğümüz ve yaşadığımız biçimde, kişisel vicdanın ve
ailemiz için duyduğumuz sevginin hareketlerini gözlemledik, sonra bunların
sağlık ve hastalık üzerindeki sonuçlarını gördük. Bu nedenle buradaki ilk
bölüm, bizi hasta eden ve bize şifa veren sevgiyle ilgilidir. Bu içgörüler
vicdanın sınırları çerçevesinde kalır ve kısa sürede sınırlarına ulaşırlar.
Ruhun hareketleriyle ilgili içgörüler, sağlık ve hastalık üzerine farkh bir
bakış açısı sunarlar. Ruh, bütün insanları eşit biçimde hareket ettirir,
kaderleri ne olursa olsun, onları kendi hizmetine alır. Ruhun hareketleri bizi,
vicdanın sınırlarıyla ulaşılamayan ve anlaşılamayan çözümlere kavuşturur.
Bu
bölümün ikinci kısmı, bu çözümlerle, yani ruhani bakış açısına göre hastalık ve
şifa kavramlarıyla ilgilidir. Bu bölümde kilitlenmelerimizin ve tıkanıkların
kapsamını ve bunlara neyin yof açtığını göreceğiz. İki ana neden:
1.
Gruba eşit
derecede ait olma hakkının dışlanma ile çiğnenmesi,
2.
Öncelik
hakkının, yani önceden gelen üyelerin sonradan gelen üyelere göre öncelikli
olma hakkının çiğnenmesi. Burada düzeni bozan, aileye sonradan katılıp daha ön
sıralarda hak iddia eden üyelerdir.
Hastalığa
Neden Olan ve İyileştiren Sevgi
Bütün
aile üyeleri değişmez biçimde, kaderle birbirine bağlanmıştır. En güçlü kader
bağı, anne baba ve çocukları arasındadır. Kardeşler vc karı koca arasında da
bu bağ oldukça güçlüdür. Ailede yenilere yer açmış olan üyelerle, onların
yerine gelmiş üyeler arasındaki bağ da etkisini sürdürür. Örneğin, ikinci evlilikten
olan çocuklarla, babanın doğum yaparken ölen ilk eşi arasında bu tür bir bağ
olur.
Bu
bağlar, daha genç grup üyelerinin yaşlı ve güçlü üyelere sıkı sıkıya
sarılmasına, gruptan ayrılmalarını ya da ölmelerini engellemeye, gruplan
ayrıldılarsa onları geri döndürmeye çalışmalarına neden olur.
Üstünlük
sahibi bir üyenin, bazen bir özrü olan üyenin kaderini paylaşma isteği
olabilir; bu da güçlü ama gizli kalmış bir bağ yaratabilir. Örneğin, sağlıklı
çocuklar hasta anne babaları, masum aile üyeleri ise bir suç işlemiş anne
babalan ya da bir akrabaları gibi olmak isleyebilir. Bazen sağlıklı olanlar
hastalara, masumlar suçlulara, mutlular mutsuzlara, yaşayanlar ölülere karşı
kendilerini suçlu hissedebilir.
Başkalarına
göre üstün durumda olanlar sağlıklarını, masumiyetlerini, mutluluklarını,
hatla hayatlarım eksiklik sahibi üyeler için riske atmak isleyebilirler. Kendi
mutluluklarından ve hayatlarından feragat ederek başkalarının mutlu ve
sağlıklı olmalarını sağlayabileceklerini düşünürler. Bu fedakârlıkla, diğer
aile üyesinin hayatını ve mutluluğunu yeniden kurtarabilecek, hatla gidenleri
bile geri döndürebileceklcrini zannederler.
Aile
ve akrabalar arasındaki bü sadakat; bazı üyelerin masumiyet ve mutluluğu,
diğerlerinin şanssızlığı; bazılarının sağlıklı olması, diğerlerinin hastalığı;
bazısının hayatta olması, diğerinin ölmüş olması gibi, bazılarının sahip
oldukları üstünlüklerin ve bazılarının katlanmak zorunda oldukları
eksikliklerin, sistem tarafından dengelenmesi gereği olarak kendini gösterir.
Dengeyi
kurmak için duyulan ve bütün grubu etkileyen bu istek, grubun bir üyesi acı
çekerken diğer üyeyi de acı çekmeye, bir üye hasla ya da suçluyken diğerini de
hasla olmaya, bir üye ölünce ona yakın olan diğerini de ölmek islemeye iter.
Böylece
kader birliği yapmış bu toplulukla sadakat, denge ve tazminat gereği, diğer
üyenin suçuna, hastalığına, kaderine ve ölümüne katılma sonucu doğar. Bir
üyenin iyiliği, sağlığı, masıımiyeti ve hayalı için, diğer
üye, şanssızlığı, hastalığı, suçu ve ölümü göze almaya kalkışabilir.
“Sana
bir şey olacağına bana olsun”
Bir
grup hipnoterapisi sırasında MS (mullipl skleroz) hastası bir kadın, kendini
çocuk hâliyle felçli annesinin yatağının başucunda eğilmiş, kalbinden şu
düşünceleri geçirirken görmüştür: “Sana bir şey olacağına bana olsun anneciğim.
Ben senin yerine acı çekerim.” Grup, çocuğun sevgisi karşısında ve şimdi dönüşmüş
olduğu kadının, kendisi vc kaderiyle nasıl barışık olduğunu görünce çok
duygulandı. Ama katılımcılardan biri, çocuğun annesinin hastalığını ve ölümünü
üstlenecek kadar derin olan sevgisini katlanılmaz buldu ve sonunda terapiste
dönerek şunları söyledi: “Lütfen ona yardım edin, size yalvarıyorum.”
Bu
şekilde müdahale ederek çocuğun sevgisine hakaret etmeyi nasıl aklınızdan
geçirebilirsiniz? Çocuklukta kendi kendine verdiği bir sözden geri dönmesi,
kadının şimdiki acısını rahatlatmak bir yana, daha da kötüleştirir; onu
sevgisini saklamaya iter, acı çekerek sevgili annesini kurtarma isteğine daha
da körü körüne bağlar. Şimdi bir başka örneğe bakalım.
MS
hastası bir başka genç kadın, bir aile konstelasyonuna katılır. Babasının
sağında annesi, karşılarında en büyük çocukları (yani hastanın kendisi), solunda
14 yaşında kalp yetmezliğinden ölmüş erkek kardeşi ve onun da solunda ailenin
en küçük çocuğu olan diğer erkek kardeşi durmaktadır.
Temsilcilerin
raporlarının ardından psikoterapist, ölü kardeşin odadan çıkmasını ister; bu
hareket onun ölümünü temsil etmektedir. Erkek kardeş odadan çıktığında
danışanın temsilcisinin yüzü birden aydınlanır, anne de çok rahatlamış
görünmekledir. Hem babanın hem dc en küçük kardeşin odadan çıkmak istediğini anlayan
psikoterapist, onları da odadan çıkartır. Bütün erkekler odadan çıktığında
(yani öldüklerinde) anne, yüzünde rahatlama ifadesiyle duruşunu dikleştirir.
Böylece herkes, nedeni her ne olursa olsun, ölüm baskısını üstlenmiş kişinin
aslında anne olduğunu anlar. Ailedeki bütün erkeklerin onun yerine ölmeye hazır
ve istekli olduğunu görmek, anneyi etkilemiş ve rahatlatmıştır.
Psikoterapist,
ailenin erkeklerini odaya geri çağırır ve anneyi odadan çıkartır. Birden diğer
temsilciler annenin kaderini üzerlerine almanın sistemik baskısından kurtulmuş
biçimde rahatlar ve kendilerini daha iyi hissetmeye başlarlar.
Kızının
MS hastalığının, annenin aslında kızının ölmesi gerektiğine dönük gizli
inancından kaynaklanıp kaynaklanmadığını sınamak isteyen terapist, anneyi
odaya çağırır, kocasının soluna yerleştirir, kızını da hemen annenin yanma
koyar.
Kızın
annesinin gözlerinin içine bakmasını ve sevgiyle şunları söylemesini ister:
“Anne, senin için bunu yapmaya hazırım.” Kız bu sözleri söylerken yüzü
aydınlanır ve hastalığının sistemik anlamı ve amacı ortaya çıkmış olur. Böyle
bir durumda doktorlar ve psikoterapistler ne yapmalıdır ve nelerden
kaçınmalıdır?
İçgörü
sahibi bir psikoterapistin yapabileceği tek şey, çocuğun sevgisini ortaya
çıkarmak ve sevginin dinamiklerine güvenmektir. Çocuk Her neyi üstlendiyse
bunu iyi niyetle, doğru ve asil olanın bu olduğunu düşünerek yapmıştır. Bu
sevgi, anlayışlı bir psikoterapistin yardımıyla gün ışığına çıktığında çocuk da
körü körüne sevmenin asla bir amaca ulaşamayacağını anlamış olur.
Bu
sevgi, sevdiklerini iyileştirebileceklerine, onları kötülükten
koruyabileceklerine, suçları için kefaret ödeyebileceklerine ve ölüm döşeğinden
kurtarabileceklerine inanan çocukların sevgisidir. Çocuklar bu sevgiyle, ölmüş
kişiyi bile geri döndürcbileceklerinc inanırlar.
Ama
kör sevgi, gün ışığına çıktığında, çocuksu umutlar ve isteklerle birlikte bu
kör sevgi ve fedakârlığın, sevilen kişinin acısını, kaderini ve ölümünü
üstlenmeye yetmeyeceğini nihayetinde anlarlar. Bunun ardından kaderle
yüzleşme, cesur olma ve her şeyi olduğu gibi kabul etme gereği de kendini
belli.eder.
Çoğu
zaman ölümcül bir hastalığın nedenini çocuğun bihnçchşında verdiği bir kararda
buluruz: “Senin yerine ben öleceğim.”
Yemek
bozukluğu hastalığı olan anoreksiyada verilen karar, “Sevgili babacığım, senin
yerine ben ölcccğim”dir.
Önceki
sayfalarda anlattığımız MS örneğinde çocuğun kararı “Sevgili anneciğim, senin
yerine ben ölccegiın”di.
Söz
ettiğimiz bu dinamikler hastayla yapılan görüşmede ortaya çıktığında
uygulanması gereken, iyileştirici çözüm nedir? Öncelikle sorunu iyi
tanımlamamız gerekir çünkü çözüm çoğu zaman sorunun içindedir, hatta sorunu
tanımlayarak çözüme doğru bir adım atmış oluruz. Hastalığa yol açan cümle açığa
çıkarıldığında sevdiği kişiyle yüz yüze gelen danışan, kendisini bu cümleyi söylemeye
ilen sevgisiyle “Senin yerine ben ölmek isliyorum” der.
Danışanın,
bu cümleyi istediği kadar tekrarlayarak sevdiği insanın kendinden ayrı bir
birey olduğunu anlaması önemlidir. Sevgisinin derinliğine karşın, sevilen kişi
ayrı bir kendilik olarak tanınmalıdır. Aksi takdirde süre giden ortak yaşam vc
özdeşleşme devam edecek, şifa için gerekli olan, “danışan ve sevilen kişinin
ayrışması” gerçekleşmeyecektir.
Bu
sevgi dolu sözcükler, aslında sevilen kişi ve danışan arasında bir çizgi
çeker. Bu sözler, bireyin kaderini, sevilen insanın kaderinden ayırmaya yarar.
Söylenen
cümle, söyleyen kişinin kendi sevgisini vc karşısındaki için duyduğu sevgiyi
anlamasını sağlar. Bu cümle, seven kişiyi, sevdiği için ne yapmak istediğini
görmeye, böyle bir fedakârlığın sevilen kişiyi rahatlatmaktan çok, ona yük
getireceğini anlamaya zorlar.
Artık
sevilen insana başka bir cümle söyleme zamanı gelmiştir: “Sevgili anne, baba,
kız kardeş, erkek kardeş -sevilen kişi her kimsesen gitsen bile ben
kalacağım."
Bazen,
cümle özellikle de anneye ya da babaya hitaben söyleniyorsa danışan kişi
şunları da ekler: “Anneciğim, babacığım, sizin ardınızdan ben kaldığımda
lütfen beni esirgeyin; siz gitseniz bile, benim için her şeyin en iyisini
dileyin.”
Bu
duruma bir örnekle açıklık getireyim. Bir kadının babasının iki özürlü erkek
kardeşi vardı; kardeşlerden biri sağırdı, diğeri psikozluydu. Baba, sistem
tarafından kardeşlerinin kaderine kilitlenmişti ve onlara duyduğu sadakatten dolayı,
kardeşlerini böyle sıkıntı çekerken görmeye dayanamıyordu. Kızı ise babasının
tehlikede olduğunu ve kendini feda etmeye hazır olduğunu fark etmişti. Kız,
aile konstelasyonuna katıldığında temsilcisi babanın erkek kardeşlerine doğru
koşmuş ve onlara sıkıca sarılarak sanki babasıyla konuşuyormuş gibi, “Sevgili
babacığım, ben amcalarımızın talihsizliğini paylaşıp seni bu sıkıntıdan
kurtaracağım” demişti. Danışanda daha sonra anoreksiya hastalığı baş
göstermişti.
Anne
babanın gitme ihtimalini engelleme cümlelerinden biri olan, “Senin yerine ben
öleyim” cümlesinden daha önce söylenen bir başka cümle de çocukların erken
ölen, uzun süre hastalık çeken ya da sakat anne babalarını ya da kardeşlerini
bu durumdan kurtarmak için söylediği, “Ben de senin ardından geleceğim”
cümlesidir. Daha ayrıntılı hâliyle bu cümleleri, “Ben de senin gibi hasta
olacağım” ya da “Ben dc senin ardından öleceğim” olarak yorumlayabiliriz.
Aile
içinde etkisini ilk gösteren cümle budur. Zamanında bunu söylemiş olan
çocuklar büyüdüğünde kendi çocukları da “Senin yerine ben öleyim” diyerek anne
babalarının gitmelerini engellemeye çalışır.
“Biraz daha
yaşamaya devam edeceğim”
Ölümcül
bir hastalığın, kazanın ya da intiharın altında yatan nedenin, “Senin peşinden
geleceğim” cümlesi olduğu anlaşılınca şifaya doğru giden çözüm yolu, öncelikle
çocuğun bu sözleri yüksek sesle söylemesidir. Sevdiği kişinin gözlerine, çocuk
sevgisinin bütün gücü ve inandırıcılığıyla bakan kişi, “Sevgili anneciğim,
sevgili babacığım, kardeşim -ya da bu kişi her kimsesenin ardından ölüme bile
gelirim” der. Bu noktada, kişinin bu cümleyi; sevdiği kişinin kendinden farklı
bir varlık, ayrı bir birey olduğunu anlayana ve lam olarak algılayana kadar
tekrar etmesi önemlidir. Çocuk, duyduğu bu güçlü sevginin kendisi ve sevdiği
kişi ile arasında var olan ayrımı ortadan kaldıramayacağını fark eder, bu
sınırın ayrımına varır ve sınırı kabul eder. Bu cümle, çocuğun kendi sevgisini
olduğu kadar, sevdiği insandan gelen sevgiyi de kabul etmesini sağlar. Bunun
yanı sıra bazı gerçekleri anlamasına yardımcı olur: Özellikle de kendi
çocuğunun müdahalesi olmadığında ve hiç kimse peşinden gelmediğinde sevilen
kişi, kendi kaderine daha kolay katlanır ve yaşaması gerekenleri yaşar.
Daha
sonra çocuk, sevdiği ölmüş kişiye bir başka cümle daha söyler. Bu cümle,
çocuğu, üstlenmek istediği kaderinden kurtarır ve özgürleştirir: “Sevgili
anneciğim, sevgili babacığım, kardeşim -ya da bu kişi her kimsesen öldün, ben
bir süre daha yaşamaya devam edeceğim, sonra ben de öleceğim.” Ya da “Bana
verilen ömrü sonuna kadar doldurup sonra ben de öleceğim.”
Çocuklar
anne ya da babalarının, kendi ailelerinden birinin hastalığının ya da ölümünün
peşinden gittiğini görünce şu sözleri söyleyerek kendilerini bu yükümlülükten
kurtarabilirler:
“Sevgili
anne, sevgili baba, sen gitsen bile ben kalacağım,” ya da “Gitsen bile, hep
benim sevgili annem/babam olarak kalacaksın.” Anne ya da baba intihar ettiyse:
“Kararma saygı duyuyorum ve kaderinin önünde eğiliyorum. Annem/babam olduğun
için gurur duyuyorum, İrer zaman anncm/babam olarak
kalacaksın. Ben de her zaman senin çocuğun olacağım.”
“Senin
yerine ben öleyim” ve “Senin ardından geleceğim” cümleleri, çocuklar tarafından
son derece masumca söylenmiş ve yerine getirilmeye çalışılan sözlerdir. Bu
cümleler aynı zamanda Hrisliyanlık inancına göre İsa'nın söylediği şu sözlere
karşılık gelir: “Hayatını arkadaşları uğruna feda eden bir insanın sevgisi üstüne
bir sevgi yoktur.” Bu sözler Isa'nın çarmıha gerilirken ve ölüme giderken de
havarilerine, onun ardından gelmelerini tavsiye etmekledir.
Bu
inanç yaygınlaştığında şifa ve özgürleşme, yalnızca alınacak tıbbi önlemlerle
sağlanamaz. Dini bir edim, hayallerin peşinden koşmanın ötesinde bir inanç
değişikliği ve bunu kalpten istemek gibi yöntemlerin de kullanılması gerekir.
Bazen doktorun ya da terapistin bir inanç değişikliği yaratması söz konusu
olabilir. Ancak bu değişiklik, yardımcının elinde değildir ve tek bir yöntemle
sağlanamaz; basil bir neden ve sonuç ilişkisi ile elde edilemez. Böylesi bir
değişiklik yaşandığında saygı duyulması vc bu değişimin bir lütuf olarak
adlandırılması gerekir.
İşlenen
suç için kefaret ödeme gereği; hastalığa, intihara, kazalara ve zamanından
önce ölüme yol açan nedenlerden biridir.
Kader
tarafından belirlenen ve önlenemez olaylar, bazen bir bedelin ödenmesini
gerektiren kişisel bir suç yüzünden yaşanıyor gibi gelebilir. Bebeğin
düşürülmesi ya da sakatlığı, çocuğun erken ölümü gibi durumlar, bu gibi
yorumlara yol açabilir. Bu durumda ölen ya da sakat doğan çocuğa sevgiyle
bakılmalı, ölümün ve sakatlığın neden olduğu acıyla yüzleşilmek, geçmişle
barış yapılmalıdır.
Benzer
biçimde, önüne geçilemez bir olay sonucunda bir kişinin hayatı kurtuluyor,
diğerinin ise başına bir takım olumsuzluklar geliyorsa bu da çoğu zaman
işlenen bir suça yorulabilir. Örneğin, bir anne doğum anında öldüyse çocuğun
hayatta başarılı bir insan olması genelde zor olur. Annesinin fedakârlığı karşısında
çocuğun ödemesi gereken bir bedel olduğu düşünülür.
Bebeğin
kürtajla alınması ya da evlatlık verilmesi gibi durumlarda ise birisine
kasıllı olarak verilen ciddi bir zarar söz konusudur. Birinden başkasına bir
kötülük yapmasını islemek, birine bile bile kötülük yapmak da buna örnek
olarak verilebilir.
Suçlu
kişinin, işlediği suçun cezasını çekmesi, başkasına verdiği zararın
karşılığında kendisine zarar vermesi gerektiğine dönük, yaygın bir inanç
vardır. Böylece dengenin eski hâline döneceği düşünülür.
Bu
inançlardan doğan kavramlar vc eylemler, dinî öğretiler ve örneklerle de
desteklenir, ancak çok kötü sonuçlar doğurabilir. Acı çekerek, hatta ölerek
diyet ödemenin gerekliliğini ya da kendimize işkence ederek günahlarımızdan arınacağımızı
öne süren dinî inançların varlığından hepimizin haberi vardır.
ödemek
çifte felaketle sonuçlanır
Kişinin
kendi kendine cezasını kesmesi, tazminat ödeme ve dengeyi yeniden kurma için
körü körüne.duyulan gereksinimi tatmin edebilir ama bu tazminat hastalık, kaza
ya da ölüm yöntemiyle ödenecekse elimize neyin geçtiğini sorgulamalıyız. Bir
insandansa iki kişinin zarar görmesi, ikinci kişinin öleceği günü beklemesi bir
başarı mıdır? Daha da kötüsü, bu cezalandırma, kurbana verilen zararı iki
katına çıkarır çünkü kurbanın çektiği acı daha fazla acıya, ölümü de daha fazla
ölüme neden olur.
Göz
önünde bulundurmamız gereken başka şeyler de vardır. Kişinin kendini
cezalandırması ucuz bir yöntemdir. Dinî öğretilerde de yinelendiği üzere,
diğerlerinin kurtuluşu, kişinin acı çekmesine bağlıdır; buradan
çıkarabileceğimiz sonuç, diğer insanların kurtulmasının, bir kişinin acı
çekmesine bağlı olduğudur. Yani tek başına acı çekmenin ve ölmenin yeterli
olacağı varsayılır, diğer insanlarla olan ilişkiler dikkate alınmaz. Başka insanların
acısı görmezden gelinir, fark edilmez, sürece dâhil edilmez, onlara neyin iyi
geleceği sorgulanmaz. Bu kişiler hiç kimseyi kendi korumalarına alamaz;
çektikleri acı boşunadır, hiçbir işe yaramaz. Suçu işlemiş kişinin gözlerindeki
pişmanlığı göremezler -ki aslında çoğu zaman kurbanın tek isteği budur,
kendisine zarar vermiş kişinin insani yönünü görerek onu bağışlamayı diler. Bu
süreçte kurban dışlanır.
Kişisel
cezalandırma sürecinde, örneğin birinin ardından ölüme gidiliyorsa yaşamanın
yerine ölmek, suçlu hissetmenin yerine kendini cezalandırma geçmiştir. Acı
çekmenin ve ölmenin yeterli olduğu düşünülür; bir eyleme geçmek, katkıda
bulunmak gibi konulardan hiç söz edilmez. Nasıl “Senin yerine ben öleyim” ve
“Senin ardından ölmek istiyorum” gibi cümleler söylendiğinde verilen zarar ve
çekilen acı iki katına çıkıyorsa kişisel cezalan; dırmada da durum böyledir.
Çocuğun
annesi doğum anında öldüyse çocuk, kendini suçlu hisseder çünkü annesi çocuğun
yaşamanın bedelini kendi hayatıyla ödemiştir. Çocuk, annesinin ölümünün
bedelini, acı çekerek ödemek islerse annesinin ölümü pahasına elde ettiği yaşama
hakkım reddetmiş olur. Eğer çocuk bu yükün altında ezilerek intihar etmeye
kalkışırsa bu durum anne için de felaket demektir. Çocuk annesinin verdiği
yaşama, sevgiye ve kendisini dünyaya getirme isteğine saygı göstermemiş olur.
Bu durumda anne boşuna ölmüştür. Dünyaya yeni bir insan getirmenin değeri yok
olmuş, bu pazarlıkta iki kişi hayatından olmuştur.
Kabul
etme ve uzlaşma yöntemiyle tazminat ödeme
Bu
durumda çocuk ve anne için en uygun çözüm nedir? Çocuğun şöyle demesi gerekir:
“Sevgili annem, benim hayatım için bu kadar büyük bir bedel ödediysen bu bedel
boşa gitmemeli. Senin hatıranı ve onurunu yaşatmak için hayatımı yaşanmaya değer
kılacağım.”
Daha
sonra çocuk, acı çekmek yerine olumlu eylemler içine girmeli, başarısızlık
yerine başarıyı, ölmek yerine yaşamayı seçmelidir. Böyle yaparak, annesinin
ardından ölüme gitmeyi istemek yerine, annesine daha derinden bağlanacaktır.
Mayalını dolu dolu yaşamayı seçen çocuk, annesine sımsıkı sarılmış olur, annesinin
gücü ve rahmeti çocuğa doğru akar.
Annesiyle
birlikte ölmeyi seçen çocuk, ona körü körüne bağlanmış olur. Ama çocuk, annesinin
ve ölümünün hatırası adına yaşamayı seçerse hayatı büyük bir armağan olarak
kabul elmiş ve bütün iyilikleri üstüne çekmiş olur. Daha sonra bu çocuk annesiyle
çok farkh bir biçimde bağ kurar, anne artık çocuğun kalbinde ebediyen yer
eder. Çocuk, yaşamı kendine verilen bir armağan olarak kabul ederse kendine
sunulanları da minnetle alır, annesini her gün yanında hisseder.
Acıyı
ve ölümü iki katına çıkaran kefaret yoluyla tazminat ödemekten farklı olarak bu
tazminat biçimi, çocuğu mutluluğa vc sağlığa ulaştırır. Olumlu eylemler yoluyla
tazminat ödemek çok değerlidir ve kişileri kutsar. Böylece hem çocuk hem de anne,
kaderleriyle uzlaşmış olur. Böylece anne de çocuğun hayatında yer alır ve
yaşamaya devam eder.
İlişki
kurmaktansa kendini cezalandırmak
Suçun
acı çekerek hafifleyeceğine inanırsak kendisine karşı kabahat işlediğimiz
kişiyle yüzyüze gelmekten kaçınırız. Kendimizi cezalandırdığımızda para ya da
bir beceri gibi sahip olduğumuz bir şeyle, verdiğimiz zararı ödeyebileceğimizi
hayal ederiz. Bir insana acı çektirdiğimizde o kişinin bedenine, ruhuna ve yaşamına,
geri dönüşü olmayan bir zarar verdiğimizde kendimizi cezalandırmak neyi
değiştirir? Çektiğimiz cezayla ve acıyla rahatlayacağımızı düşünmek ve
karşımızdaki kişiyi önemsememek, yalnızca kendimize odaklanmaktır. Esas
planımız, suçluluk duygusundan kurtulmaktır. Karşımızdaki insanı düşünüyorsak
kendimizi cezalandırarak aslında yapmamız gereken esas şeyi yapmaktan
kaçındığımızın farkına varmalıyız.
Şahsen
sorumlu olduğumuz suç için de aynı şey geçerlidir. Bir anne kürtaj ya da başka
bir nedenle çocuğunu kaybettiği için, hastalığa yakalanarak ya da çocuğun
babasıyla ilişkisini sonlandırarak ya da kimseyle ilişki kurmayarak kendini
cezalandırma ve kefaret ödeme yolunu seçebilir. Kişisel bir suçtan ötürü kefaret
ödemek genelde, bilinçli olarak inkâr etme ya da gerekçe bulma gibi eylemlere
karşı bir eylem olarak, bilinçdışında yaşanır.
Bazen
anne, çocuğunun ölümü için, hastalanarak ve ölümü seçerek kefaret ödüyorsa
burada ölü çocuğun ardından gitme isteği olduğu gibi, çocuğun ölü annesinin
ardından gitme isteği de yer alabilir. Annesinin suçu yüzünden ölen çocuk bile,
“Senin yerine ben öleyim” der. Böylece çocuğun sevgisi ve annesi için ölme
isteği fark edilmez ve boşa gider.
Başkasının
yerine kefaret ödeme sonucunda hastalık
Aile
ya da akrabalık grubunun üyeleri sıkça başka bir üyenin suçunu üstlenebilir.
Bir çocuk ya da eş, “Senin yerine ben ceza çekeyim” diyebilir. Bu durumda
başkasının işlediği suçu ve ortaya çıkan sonuçları kendi üzerlerine çekmiş
olurlar.
Bir
örnek aktaralım: Bir grup terapisi sırasında, bir kadın annesinin kendisiyle
birlikte yaşama isteğini reddedip onu huzurevine gönderdiğini anlatmıştır. O
haftadan itibaren kadının kızlarından biri anoreksiyaya yakalanmış, simsiyah
giysiler giymeye başlamış ve haftada iki kez huzurevine giderek yaşlıları
ziyaret etme alışkanlığı geliştirmiştir. Kadının kızı da
dâhil olmak üzere hiç kimse, bu davranış değişikliğinin nereden kaynaklandığını
anlayamamıştır.
Anne
babayı reddetmenin sonucunda hastalık
Kişinin
anne ve babasını onurlandırması, onları olduğu gibi sevmesi ve kabullenmesi,
hayatı onurlandırması ise hayatı başıyla ve sonuyla, yaşamı ve ölümüyle,
hastalığı ve sağlığıyla, suçu ve masumiyetiyle sevmesi ve olduğu gibi
kabullenmesidir. Eskiden teslim olmak ve ibadet etmek olarak adlandırdığımız
temel dinî edim budur. Bu teslimiyet sayesinde her şeyi sevgiyle alır ve
sevgiyle veririz.
Konuyu sona erdirmeden size felsefi
bir öykü anlatmak istiyorum:
Mutlak
olanı arayan bir keşiş
Pazar
yerinde bir tüccara yaklaşır
Ve
ondan sadaka ister
Tüccar
keşişe bakar ve bir şey demez-
Sonra
ona bir miktar sadaka verir, bir de soru sorar:
“Yaşaman için gereken parayı benden
istemekte bir sakınca görmüyorsun -
O
zaman neden beni ve yaptığım işi kendine ve yaptığın işe göre daha aşağı
görüyorsun?”
Keşiş karşılık verir:
“Peşinden
gittiğim Mutlak olanla karşılaştırılınca her şey aşağıdır."
Tüccar
bu karşılıktan tatmin olmaz ve bir başka soru daha sorar:
“Eğer
böyle bir Mutlak gerçeklen varsa
Bizim
ulaşabileceğimizin çok ötesindedir.
Sen
onu nasıl bulabileceğini düşünüyorsun?
Birisi
onu bulduğunda Mutlak’a sahip çıkıp da aslan payını mı alacak?
Eğer
bu Mutlak gerçekten varsa insanlar doğru yoldan nasıl sapar,
Ondan
nasıl uzaklaşır, himayesinden çıkabilir?"
Keşiş yanıt verir:
“Yalnızca
bütün sahip olduklarım geride bırakıp
Kendilerini
şimdiye ve buraya bağlayan bütün zincirlerini kırıp
Gitmeye
hazır olanlar Mutlak’a ulaşabilir."
Bu
yanıtı da pek ikna edici bulmayan Tüccar, bir soruyla daha keşişi sınamak
ister:
“Eğer
Mutlak diye bir şey varsa
Herkese
yakın olmalıdır,
Kendini
gizlemiş olsa da.
Nasıl
ki Gıyap, Mevcut olanla karşılaştırdığımızda bugün, yarın ve dün de varsa,
Şimdi
ve Burada ile karşılaştırdığımızda
Bize
geçmiş ve gelecek gibi sonsuz ve uçsuz bucaksız geliyorsa.
Ama yine de bize
kendini mevcut olanla belli ediyorsa
Gece
ve gündüzde görüyorsak onu
Gıyap
bilinmeyenleri barındırır içinde
Henüz
olmamış olanları
Mutlak
şimdiyi aydınlatır
Tıpkı
gece çakan bir şimşek gibi
Mutlak
da bize yakın olanı
Bize daha da yakınlaştırır
Ve şimdiyi aydınlatır. ”
Düşünme sırası keşişe
gelmiştir:
“Eğer dediğin
doğruysa
O zaman sana ve bize
kalan nedir?”
Tüccar şöyle der:
“Kısa bir süreliğine
de olsa
Yeryüzü hâlâ burada
bizimle olacak.”
Sağlıkla ilgili diğer yayınlar için Ek A’ya
bakınız.
Ruhani Bakış
Açısıyla Sağlık ve Şifa
Hastalık,
ruh sevgisinden saptığımız zaman ortaya çıkar. Sağlık, ruh sevgisi ile uyum
içinde yaşadığımız ya da ruhla olan uyumu kaybedip de sonra geri kazandığımız
zaman bizimle kalır ve geri gelir.
Şu
ana kadar kastetmiş olduğum şey, ailelerde hastalıklara neden olan şeylerin,
her şeyi olduğu gibi kabul edip seven ve isteyen ruh sevgisinden sapma yolları
olduğudur. Çünkü ruh, her şeyi olduğu gibi kabul edip düşünür.
Aile
içindeki hastalıkları hafifleten ve iyileştiren yollar hakkında şimdiye kadar
söylemiş olduğum her şey, ruh sevgisine geri dönme ve var olanla uyum içinde
olma yollarıdır.
Ruh
sevgisinden ne şekilde sapabiliriz?
Birincisi,
hastalık anne babanın reddi ile ortaya çıkar; bu da onların her türlü
külfetinin, zorluğunun ve hastalığının reddi, yani her türlü suçlama anlamına
gelir. Reddetme, özellikle toplum içinde suçlamalar, anne baba aleyhinde dava
açma, ihtiyaçları olduğunda onlara yardım etmeme ve ilgi göstermeme, destek
olmama ya da itibarlarını zedeleme şeklinde kendini gösterebilir. Bu durumu,
bazen kanser hastalarında ve diğer ciddi hastalıkları olan kişilerde görebiliriz.
Birçoğu, annelerini onurlandırmaktansa ölmeyi tercih eder.
Özellikle
kadınlarda görülen obezite, çoğu kez kişinin annesini reddetmesi ile
ilişkilendirilir. Aynı şekilde iş ve aşk hayatımızdaki başarısızlık da buna
bağlanabilir. Her ikisi de tam anlamıyla hastalık değildir ama sonuçları,
hastahklarınkiyle aynı olabilir.
Ruh
sevgisi, sebebi her ne olursa olsun anne babalarımızı reddetmemizi cezasız
bırakmaz. Ruh sevgisi, hiçbir küstahlığı ve kendini beğenmişliği hoş görmez.
Kişinin
anne ve babasını suçlamasının ya da reddetmesinin sonuçları, onların
haklılığına ya da haksızlığına bakmaksızın ortaya çıkar çünkü ruhlar âleminde
işleyen düzen, bizim bildiğimiz doğru ya da yanlışın, haklı ya da haksızın çok
daha ötesindedir. Hem çocukların hem de ailelerinin sağlığının ve başarısının
karşısında olan nedenler, ruhlar âleminde tekrar işlemeye başlar, kendi eski
düzenine döner.
Evlat
edinilmiş çocuğun da diğer her çocuk gibi bir annesi ve babası vardır. Diğer
çocuklar gibi, evlat edinilmiş çocuk da belirli bir anne babadan bir yaşam
kazanmıştır. Bu çocuk, bu aileye en az ailenin diğer tüm bireyleri kadar
aittir. Kaderde ne olursa olsun, çocuk bu aileye bağlanmıştır ve ailenin diğer
tüm bireyleri de bu kaderden aynı şekilde etkilenir. Çocuğun kaderini, kendi
kaderleriymişçesine paylaşırlar. Evlatlık olması, hiçbir şeyi, hiçbir surette
değiştirmez.
Şimdiki
anne babasının, evlatlık çocuğun kaderi olmak üzere orada bulundukları bir
gerçektir.
Çocuk,
hiç tanışmadan bile anne babasını gözünde canlandırabilir. Çocuğun ihtiyaç
duyduğu şey sadece onlarla içinden, duygu düzeyinde temasa geçmektir. Çocuğun
ruhunda oldukları için, onlarla ilgili her şeyi bilir. Anne babası çocuğun içinde
yaşadığı için, hem fiziksel hem de ruhani anlamda çocuğun ruhunda mevcuttur.
Çocuğun da onlar gibi duyguları vardır, o da onlar gibi bir şeyler hisseder ve
onlara benzer. Çocuk, onların kaderinde ve ailelerinin kaderinde sıkışmıştır.
O da onlar gibi acı çeker, ümit eder ve onlar gibi iyileşmeyi ister. Çocuk
kendini bir başka aileye verilmiş olmaktan dolayı suçlu hisseder ve bunun
bedelini ödemek ister.
Anne
ve babası gibi, çocuk da özel bir görevle karşı karşıyadır; bu karmaşıklıktan
ve onun sonuçlarından kurtulmak için çocuk, kaderin zorluğunun üstesinden
ruhani bir güçle gelmeye ihtiyaç duyar. Evlat edilenler de dâhil, tüm aile
üyelerini içine alan bir ruhani zihin hareketi vardır. Bu
hareket, etkilediği herkesin kendilerinin ötesinde bir şeye hizmet etmelerini
ve büyümelerini sağlar. Evlat edinme, bu durumla ilişkili herkes için ağırdır
ve kişilerin daha insancıl, sevgi dolu, mütevazı ve iyi olma şansına sahip
olacakları ortak bir kader hâline gelir.
Evlat
edinilmiş bir çocuğun, anne babasını sevgiyle özgür bırakmasına yardımcı olan
içsel bir alıştırma öneriyorum. Bu veda için iki şey gerekiyor:
Birincisi,
çocuğa ailesi taralından verilen her şeyi tamamen kabul etmek.
İkincisi,
fazlasını ummaktan tümüyle vazgeçmek.
Bu
alıştırmanın ayrıntılarına inelim. Çocuk gözlerini kapar ve annesi ile babasını
görür. Anne ile baba birbirlerini, erkek ve kadın olarak sevmişler ve bu
sevgiye engel olamamışlardır. Şartlara aldırış etmeksizin, daha büyük bir güç
onları bir araya getirmiş ve bu çocuğun .dünyaya gelmesini istemiştir. Böylece
çocuk, anneye ve babaya, bu güç tarafından görevlendirilmiş kişiler olarak
bakar.
Çocuk
aynı zamanda anne babasının ötesine de bakar ve yüzleştiği bu gücün karşısında
saygıyla eğilir. Çocuk, bu gücün sevgisini ve armağan olan bu yaşamı, anne
babası aracılığıyla ona nasıl verdiğini ve onu sevgi ile kendisine nasıl
yaklaştırdığını hisseder. Çocuk, büyük bir teslimiyet içinde, bu gücü ve onun
hareketlerini kabul eder. Ve çocuk: “Evet, bana anne ve babam aracılığıyla
verdiklerinin tümünü verdiğin şekliyle, yaşamım olarak kabul ediyorum. Kalbimi
ve ruhumu bu armağana açıyorum ve onu gururla tutuyorum. Beni her nereye
götürürse götürsün onunla gideceğim. Teşekkür ederim” der.
Sonra
çocuk, bu güç tarafından görevlendirilmiş olan anneye ve ona geçmişte ve belki
de şu anda bile mal olmuş her şeye bakarak annesine: “Sevgili annem, bunu
senden bedeli ne olursa olsun kabul ediyorum çünkü bu, senin ve benim ödediğim
bedele değer. Teşekkür ederim.
“Beni
sonsuza dek başkasına vermiş olsan da ben seni olduğun gibi, annem olarak, bana
bu büyük güç tarafından sevgiyle verilmiş olarak kabul ellim. Sen de beni kabul
edebilirsin. Ben hala sana aidim. Bana ihtiyacın olursa şunu bilmelisin ki,
sen her zaman benim annem ve ben dc her zaman senin çocuğun olacağım” der.
Sonra
çocuk, babaya ve ona geçmişte ve belki de şu anda bile mal olmuş her şeye
bakar ve ona: “Sevgili babam, bunu senden bedeli ne olursa olsun kabul ediyorum
çünkü bu senin ve benim ödediğim bedele değer. Teşekkür ederim. Beni sonsuza
dek başkasına vermiş olsan da ben seni olduğun gibi, babam olarak, bana bu
büyük güç tarafından sevgiyle verilmiş olarak kabul etlim. Sen de beni kabul
edebilirsin. Ben hâlâ sana aidim. Bana ihtiyacın olursa şunu bilmelisin ki, sen
her zaman benim babam ve ben de her zaman senin çocuğun olacağım” der.
Ardından
çocuk anneye tekrar bakar ve ona: “Sevgili annem, seni annem, kendimi de senin
çocuğun olarak görüyorum. Ve seni, annenin ve babanın çocuğu olarak görüyor,
onlarla ve aynı zamanda onların aileleriyle, kaderleri ve onun getirdikleriyle
birlikle, sevgiyle nasıl bir bağ kurduğunu anlıyorum. Senin aracılığınla ben
dc onlara ve kabul etmek zorunda oldukları kaderlerine bağlıyım. Seni oraya
hangi yol sürüklediyse sürüklesin, seni orada bırakıyorum. Ben de kendimin,
onlarla bağlı olduğunu biliyorum. Ama aynı zamanda hepinizin ölesine, hareket
etliğiniz yöne, sizi hareket ettiren o güce, geçmişte ve şimdi kim için görevlendirildiğinize
bakıyorum. Kendimi, seninle birlikte buna teslim ediyorum ve bunun için
teşekkür ediyorum. Seni çekerek kendi içine sevgiyle aldığı için seni orada
bırakıyorum” der.
Ardından
babasına döner ver: “Sevgili babam, seni babam, kendimi de senin çocuğun olarak
görüyorum. Vc seni, annenin ve babanın çocuğu olarak
görüyor, onlarla ve aynı zamanda onların aileleriyle ve kaderleriyle ve bu
kaderin getirdikleriyle birlikte, sevgiyle nasıl bir bag kurduğunu anlıyorum.
Senin aracılığınla ben de onlara ve kabul etmek zorunda oldukları kaderlerine
bağlıyım. Seni oraya hangi yol sürüklediyse sürüklesin, seni orada bırakıyorum.
Ben de kendimin onlarla bağlı olduğunu biliyorum. Ama aynı zamanda hepinizin
ötesine, hareket ettiğiniz yöne sizi hareket ettiren o güce, geçmişte ve şimdi
kim için görevlendirildiğinize bakıyorum. Kendimi, seninle birlikte buna
teslim ediyorum ve bunun için teşekkür ediyorum. Seni çekerek kendi içine
sevgiyle aldığı için seni orada bırakıyorum” der.
Bir
sonraki adımda, çocuk onu kabul eden ve hayatta kalması için gerekli olanları
sağlayan kişilere döner ve onlara: “Bana olduğunuz gibi verildiniz. Beni,
aileme fazla geldiğimde kanatlara mz altına aldınız. Şimdi benim için bir anne
ve babasınız. Benim annem ve babam oldunuz; bana ikinci anne ve babam olarak verildiniz.
Sizi, size ve bana neye mal olursa olsun, beni sizin almmza .yazan kaderinizde
ne olursa olsun kabul ediyorum.”
Bu
çocuk şimdi nerede ve nasıldır? Hâlâ birilerindc mi? Hâlâ terk edilmiş biri
gibi midir yoksa mucizevî bir şekilde istenme ve kabul edilme duygusunu
hissediyor mudur? Çocuk, ne kadar eskilere dayanırsa dayansın kökeni ile bağ
kurmayı deneyimler. Çocuğun vücudunun her bir dokusunda, ruhani gücün
sayesinde tüm ataları (geçmişte ve şimdi de oldukları gibi) ve yaşam gücüyle
birlikle bir bütün olma duygusu bulunur. Bu gücün hizmetinde, kimse daha iyi ya
da kötü, daha fakir ya da zengin değildir. Herkes eşil derecede sevilir ve eşil
derecede yaşamın hizmetindedir.
Herkes
aynı ruhani zihin hareketiyle var olduğu için birbiriy1c eşittir. Hangi hayalın
daha değerli olduğuna ya da hangi insanın daha fazla haklara sahip olduğuna
karar vermek bizim üzerimize vazifeymiş gibi davrandığımızda bu eşitlik
yasasını ihlal ederiz. Bu durumun kendi sağlığımız, diğer aile bireylerinin sağlığı,
özellikle çocuklarımızın, torunlarımızın ve zaman zaman da eşimizin sağlığı
için geniş kapsamlı sonuçları olur.
Böyle
bir kibrin sonuçlarına, suçu işleyen ve aynı zamanda olayla hiç ilgisi olmayan
kişiler de katlanmak Zorundadır. Sonuç1ar aileyi, hangi bireylerin olayları
bildiğine ya da olayların içinde yer aldığına bakmadan bir bütün olarak
etkiler.
Önceki
aile bireylerinin dışlanması, bu kişilerin kaderleriyle bir kilitlenmeye yol
açar. Kaderleri birbirleriyle kilitlenmiş aile
Ne
var ki dışlanmış olanları geri getirmek çoğu kez yeterli değildir; onları
dışlayanlar, bir kenara alanlar ya da öldürenler, kendilerini suçlu
hissederler. Yani yaptıklarının kefaretini ödemek isterler; örneğin onlar da
ailelerini terk eder, hasta olurlar hatta ölümü seçer ya da daha başka yollarla
bedel öderler.
Burada
çözüm, bir başka düzeyde, ruh ve akıl düzeyinde saklıdır. Bu düzeyde,
dışlanmışların, kendini suçlu hissedenlerin, kendileri ve başkaları için
kefaret ödemek isleyenlerin kaderinin, kısacası gerçekleşen her şeyin, başka
bir güç tarafından yönetildiğini görürüz.
Ardından
kişiler bu her şeyi hareket ettiren ruhani gücün yakınma ve ötesine bakarak
ona teslim olurlar; dışlanmış olanların bu güç tarafından sahiplcnildiklerini
bilirler. Hiç kimse, suçlu olanlar bile onları hu güçten ayıramaz. Bu gücün
karşısında, hem kendilerini hem de acısına sebep oldukları kişileri, bu gücün
ellerine tevazu ve uyum içinde teslim ederler.
Psikozlar,
Derinliklerdeki Sevgi
Hellinger,
danışana: Sorunun nedir?
Danışan:
Ailemde psikoz hastaları var, şimdi de ben bu duruma sürüklendim. Üç defa ruh
ve sinir hastalıkları hastanesine gittim.
Hellinger
gruba: Psikoz üzerinde oldukça fazla çalıştım. Şimdi, psikozla farklı bir
şekilde nasıl başa çıkılacağının bir örneğini göreceğiz.
Hellinger,
temsilci olarak bir kadın seçer.
Hellinger
gruba: Şimdi daha önce hiç yapmadığım bir şeyi deneyeceğim.
Temsilciye:
Sen psikozu temsil ediyorsun.
Psikozu
temsil eden kadın huzursuzlaşmaya başlar. Sağa ve sola döner, ellerini
kalçalarının üstüne koyarak yere bakar, sonra ellerini serbest bırakır ve öne
doğru bir adım atar.
Tekrardan,
ellerini yumruk yaparak kalçalarının üzerine koyar. Başını hiddetle sallar,
yukarı bakar ve tekrar hızla yere eğilir; yerde yatmakla olan hayali bir
kişiye dokunmaya çalışır ama tekrar hızla doğrulur.
bert hellinger
Aynı
hareketleri tekrarlar; yukarı bakar, ellerini kalçalarının üstüne koyar ve
tekrar çeker, huzursuz bir şekilde sağa sola döner. Ardından bir elini
gözlerinin önüne getirir, sağa döner ve sanki birini azarlıyormuşçasına bir
hareket yapar.
Hellinger,
temsilci olarak bir kadın daha seçer ve psikozun karşısında durmasını ister.
Hellinger, kadına kimi temsil ettiğini bilmediğini söyler.
Psikoz
temsilcisi, korku içinde arkasını döner ve titremeye başlar. Yavaşça, kenardan
küçük adımlarla diğer kadına doğru yürür, duraklar ve tekrar, kenardan hareket
etmeye başlayarak bir çocuk gibi ürkek sesler çıkarır.
Hellinger,
psikozu temsil eden kadından, diğer kadına “lütfen” demesini ister.
Psikoz:
Lütfen.
Psikozun
temsilcisi kadın “lütfen”! yüksek, ağlamaklı ve çocuksu bir ses tonuyla
söyler. Kadın tek sözcük söylemeden, o ses tonuyla sızlanmaya devam eder ve
titreyerek ellerini diğer temsilci kadına uzatır ama yine geri adım atar.
Diğer kadın, yerinde hareketsiz durmaktadır.
Psikozu
temsil eden kadın yavaşça, diğer kadına doğru yürür, etrafında döner,
arkasında çömelir ve sonra yanında durur. Bir süre sonra, bu kadının etrafında
dönmeye başlar. Kimi temsil ettiği bilinmeyen diğer kadın da soğuk bir bakışla,
karşısında onunla beraber dönmeye başlar. Psikoz, ondan uzak durur, karşısında
dikilir ve gözlerini bu kadından hiç ayırmaz. Temsilci, yavaşça, küçük
adımlarla psikozun yanından ayrılır.
Flellinger
bu kadından, psikoza “lütfen” demesini ister.
Temsilci:
“Lütfen.”
Psikoz,
biraz daha geri çekilir. Diğer kadın da geriye doğru çekilir.
Bir
süre sonra, bu kadın yavaşça psikoza doğru hareket eder ancak psikoz mesafeyi
korumak için geri çekilir. Bir süre sonra
her
ikisi de birbirilerine doğru yavaşça yürümeye başlarlar ve aralarında yaklaşık
iki metre kalınca dururlar.
Hellinger,
bir başka kadından, ikisi arasında sırt üstü yere uzanmasını ister. Kadın ölü
bir insanı temsil ediyordur. Psikoz, korkuyla titremeye başlarlar. Ona daha da
yaklaşır, titreyerek elini, ölünün öbür tarafındaki kişiye doğru uzatır. Ölü
kıpırdanarak psikozdan uzaklaşır ve diğer kadına doğru bakar.
Psikoz
yavaşça ölünün etrafında döner ve ölüye dikkatlice bakmakta olan kadının
arkasında durur.
Bir
süre sonra psikoz, görevi sona ermişçesine geri çekilir ve dönüp gider. Görevi
şüphesiz, diğer kadınla ölü arasında temas kurmak olduğu için, bunu yerine
getirerek sakinleşir.
Diğer
kadın, kendisine elini uzatan ölü kadına doğru yaklaşır, yanında dizlerinin
üzerine çöker ve elini tutar. Bu hareketle birlikte, psikoz daha da geri
çekilir; dizlerinin üzerine çöker, diğerlerine bakar ve onları saygıyla
selamlar.
Hellinger,
gruba: “Şimdi size psikozla ilgili deneyimlerimi biraz daha ayrıntılı anlatmak
istiyorum. Özellikle şizofreni şeklindeki psikoz, cinayet işlenmiş ailelerde
görülür. Bu olay çoğunlukla birkaç kuşak geçmişe uzanır. Bu olay hafızalardan
silinmiştir ama ailenin ruhani boyutunda, bu kötü hatıra eksiksiz olarak
duruyordur ve konstelasyon çalışması ile su yüzüne çıkar.
Bu
konstelasyonda psikoz temsilcisinin, başlangıçta birçok karmaşık duygu
yaşadığını gördük. Bir başka kişiyi eklediğimde bu kişiyle psikozun
birbirleriyle ilişkisi olduğunu gördük.’’
Hcllinger,
danışana: “Biz bu kişinin kim olduğunu bilmiyorduk. Belki dc bu kişi önceki
bir kuşağa aitti.”
Gruba:
“Psikoz ve diğer kişi birbirlcriylc ilişki içindeydiler ve birbirlerine
söyledikleri aynı anahtar sözcük olan “lütfen”, her ikisi için de bir şey ifade
ediyordu. Psikoz bu diğer kişiye: “Lütfen bir şeyler yap” vc diğer kişi de
psikoza: “Lütfen bana yardım et” dedi. Psikoz, bu kişinin hizmelindcydi.
Sonra
bir araya gelmeye çalıştılar ancak olmadı, bir şey buna engel oldu. Sonra
birden anladık ki aralarında ölü bir insan vardı. ikisinin arasında yatacak
ölü kişi için bir temsilci istedim. Ölü kişi, yere yalar yatmaz vc diğer kişi
ölü olana baktığında, psikoz geri çekilebildi. Görevini yerine getirmişti.
Hellinger,
danışana: “Psikozun, görevini tamamladığını açıkça görebildik.”
Gruba:
“İnsanlar neden psikoz geliştirir? Kişi, birbirine derinden bağlı olan, ancak
uzlaşamayan iki insan arasında aynı anda kilitlenir. Bugüne kadar olan
tecrübelerime göre bu durum, her zaman katil vc kurban olmakla ilişkilidir.
Kişiler henüz sevgiyle uzlaşamamıştır. Bu konstelasyonun sonunda, sevgiyle bir
araya gelirler. Bu şekilde o ana kadar tızlaşılamayan ne varsa, sonunda
hallolur ve çözümlenmemiş sorun çözümlenir.
Hcllinger,
danışana: “Bir aile içinde yaşanmış böyle bir olayın ardından, sonraki kuşaklan
bir birey, aralarında uzlaşma olana kadar, uzlaşılamayanı temsil eder. Bu
temsili yapan birey, sizin dc bildiğiniz üzere psikolik olur.”
Danışan
başını sallar.
Hcllinger:
“Aslında hasla değillerdir, sevgiyle bir çözüm yolu arıyorlardır. Hepsi sevgide
bir çözüm arar. Psikoz sevgiyle çözüm yolu arar; aileden ayrı duranları,
dışlanan kişileri tekrar bir araya getirmeyi ister. Bu olay ürkütücü olduğu
için daha kızla bakmayı da islemezler.”
Gruba:
“Burada gördüğümüz, ruh ve akd hareketinin ve upuzun bir ayrılıktan sonra
psikozun yardımı ile katille kurbanın nasıl tekrar bir araya geldiğinin güzel
bir sunumuydu.”
Danışana:
“Burada psikoz, aynı anda farklı kişileri temsil etmiş gibi görünüyor. Aneak
bizler, psikozun işlevini doğrudan ve açıkça gözlemleyebildik. Şimdi nasılsın?”
Danışan:
"Kendimi daha iyi hissediyorum.”
Hellinger:
“Şimdi psikozun temsilcisine gidin ve onu kucaklayın.”
Danışan,
hâlâ çömelmekte olan psikozun önünde diz çöker ve ellerini onun yüzüne koyar.
Psikoz yukarı bakar ve ona uzanır ama kollarını bir süre sonra tekrar aşağı
indirir.
Danışan,
yana döner ve yere bakar. Başını psikozun dizlerine yaslayıncaya kadar eğilir
ve birden yüksek sesle ağlamaya başlar. Bir süre sonra doğrulur, elini yüzünden
çeker ve psikozun gözlerinin içine bakar. Sonra tekrar yana döner ve yere
bakar. Bir süre sonra psikoz, kadının yanında diz üstü oturmak için ona doğru
hareket eder.
Danışan,
psikozun sırtına dokunmak ister ama çekinir. Bir süre sonra kadın, psikoza
hafifçe dokunur, başını onun omzuna yaslar ve kolunu tutar.
Biraz
sonra psikoz, başım danışana doğru çevirir. İkisinin de yanakları neredeyse
birbirine değecekken psikoz geri çekilir vc tekrar yere bakar.
Sonra
danışan, psikozun karşısına oturur ve ellerini tutar. Bir süre sonra gözlerini
psikozdan başka yere çevirir, sonra yeniden bakar. Birbirlerinin ellerini
serbest bırakırlar. Psikoz tekrar yere bakar.
Bir
süre sonra psikoz arkasını döner. Danışan, yerde onun yanma oturur. Psikoz
ellerini danışanın sırtına koymak isler ancak aniden tekrar çeker.
Birbirlerine uzun süre bakarlar. Danışan, ellerini psikozun sırtına koyar ve
birbirlerine içten bakarlar. Sonra psikoz tekrar yere bakar. Danışan, biraz
daha arkasına yaslanır ve derin bir iç çeker. Bir süre sonra psikoz ayağa
kalkar ve birkaç adım yürür. Hasla da ayağa kalkar. Her ikisi de yerde, aynı
noktaya bakarlar. Sonra birbirlerine döner, birbirlerinin gözlerinin içine
bakar ve birkaç adını geri giderler.
Hellinger,
iki temsilci seçer ve onlardan yerdeki noktaya sırt üstü yatmalarını ister.
Danışan arkasını döner ve yerdeki iki kişiye bakar. Her ikisi de yüzleri
birbirlerine dönük, sırt üstü yatarlar, birbirlerine bakarlar ve el ele
tutuşurlar. Danışan onlara doğru döner ve sonra birkaç adım geri gider. Psikoz
da aynısını yapar.
Hellinger,
danışana: “Şimdi ikisinin ötesine, uzağa, çok uzağa bak.”
Danışan,
iki ölünün ötesine, uzağa bakar ve hemen ardından psikoza döner.
Hellinger:
“Şimdi psikozun da ötesine, uzağa bak.”
Psikozun
yüzü canlanır. Danışan yüzünü, ondan gruba doğru çevirirken psikoz, kenara
çekilir.
Hellinger:
“Şimdi gruptaki herkese bak.”
Psikoz
gruba döner ve ağlamaya başlar.
Suçlu
olarak psikoz, kurban olarak psikotik
Hellinger,
gruba: “Bu hareketler inanılmaz güzellikle ve derinlikleydi, kusursuzdu. Kimse
bu hareketleri kendiliğinden yapamazdı çünkü bu kişiler güçlü bir şey
taralından kontrol ediliyorlardı.
Peki,
burada ne gördük? Danışan ile psikoz arasında daha önce yerde yatan iki
kadında gördüğümüze benzer bir süreç yaşandı. Psikoz suçluyu, danışan da
kurbanı temsil etti. Danışan, bir kurban gibi davrandı. Psikoza, sanki
kendisinin katili oymuş gibi davrandı. İşte psikoza aile içinde de aynen böyle
davranılıyor. Aile psikoza, bir suçluyla aynı muameleyi yapıyor; onu dışlıyor
ve ona korku ile yaklaşıyor; psikolik aile bireyine, bir suçlunun kurbanına
davrandığı gibi davranıyorlar. Psikozun aile için ne anlam taşıdığını ve
aileyi nereye götürmek istediğini fark etmiyorlar.
Sonunda
psikoz yalnız kalmak isledi. Saygı görmeye başladığında ve tamamen olmasa
bile, hayati bir rolü olduğu kabul edildiği zaman geri çekildi.”
Hellinger,
temsilcilere: “Hepinize teşekkürler.”
Danışana:
“Benimle buraya oturun. Simdi nasılsın?”
Danışan:
“Daha iyiyim.”
Hellinger,
danışanın cevabı için: “Bu kadarcık mı?”
Danışan
gülerek: “Niye öyle dediniz?”
Danışan
bir kahkaha atar.
Hellinger:
“Böylesi daha hoş.”
Kadın
gülmeye devam eder ve Hellinger’a bakar.
Hellinger:
“Birçok kişinin psikozu, farklı bir şeymiş gibi gördüğünü unutmayalım. ‘Ben
psikozluyum’ demeniz yeterli, insanlar hemen dehşete kapılıyor. Şaşırtıcı
değil mi?”
Kadın
güler ve başıyla onaylar.
Hellinger:
“Sizin de hoşunuza gitti tabiî, değil mi?”
Gruba
dönerek: “Psikozlu insanların aynı zamanda kendilerini suçluyla nasıl
özdeşleştirdiklerini gösterme biçimi bu.”
Danışan
başıyla onaylar.
Hellinger, gruba: “Sanırım şu ana
kadar yeterince izledik, şimdi biraz da bunun oturması gerek.”
Psikozu
telikleyen olaydan, yani aile içindeki bir cinayetten sonra her bir kuşakla,
bir bireyin psikozlu olması gerekir. Birey, bu kaderi diğer aile bireyleri için
de yüklenir. Bir aile bireyi görevi alır almaz, aile rahatlar. Sonra aile
üyeleri, bu bireyin iyileşebileceğinden korkar ve belki de bir başka bireyin
psikolik olacağından korktukları için, gizlice psikolik aile bireyinin iyilcşmemesi
için birlik olurlar. Bu korkuyu en bariz şekilde, anne ya da babada fark
ederiz. Bu kaderi yüklenen aile bireyi, en büyük sevgiyi gösterir ama bunu
gizlice yapar.
Pek
çok psikoterapist vc psikiyatrın direnişine rağmen, psikotik danışanlara ilk
seminerimi verdiğimde bu kişilerin sevgisi beni derinden etkiledi. Bu yüzden
bir kitabınım adını Derinliklerdeki Sevgi koydum. Psikozda
gözlemleyeceğimiz şey budıır; derinliklerdeki sevgi.
I
lellingcr, danışana: “Bu sevgi su yüzüne çıktığında aileniz için ne kadar
önemli olduğunuzu ve üzerinize ne aldığınızı bilirsiniz.”
Danışan,
gülümser vc başıyla onaylar.
Hellinger,
gruba: “Bu yüzden psikoıik danışanı bir birey olarak tedavi etmek anlamsızdır.
Tüm aileyi tedavi etmeli ve aileye topluca yardım etmeliyiz.”
Gruba:
“Yaptığımız, birçok kuşağın da şifa bulması içindi.”
Aynı
durumu, psikiyatri kliniklerindeki birçok doktor ve yardımcılarında
gözlemleyebiliriz. Eğer tedavi edecek hastaları kahnasaydı, kendileri psikotik
olmaktan korku duyabilirlerdi.
Hellinger,
danışana: “Sana da öyle gelmiyor mu?”
Kadın,
başıyla onaylar.
Bunun
dışında, çoğunlukla onların ailelerinde de bir aile üyesine karşı işlenmiş ve
üstü örtülmüş bir suç vardır. Bu bakımdan psikiyatri kliniklerindeki
yardımcılar, çoğu zaman hastalarına ailelerinden biriymiş gibi davranırlar.
Burada çözüm ne olmalıdır?
Bu
içgörülerin, bu kurumlarca kolayca kabul edilmesini bekleyemeyiz. Bu
içgörülerin sonuçları ve beraberinde getirdikleri, bizim düşüncelerimizin de
ötesindedir.
Hellinger,
gruba: “Şimdi (az önceki psikozla kadınla) bir alıştırma yapacağım. O artık
hepimizi temsil ediyor.”
Danışana:
“Orada dur ve bu yöne bak. Psikiyatri kliniklerine bakıyorsun. Şimdi onların da
ötesine, uzağına, oralarda da aynı dikkat ve sevgiyle işleyen ruhani sevgiye
bak. Sonra yavaşça geri çekil ama aynı yöne bakmaya devam et.”
Kadın
aynı yöne bakmaya devam eder.
Hellinger:
Bu şekilde kal... Hep aynı yöne bakarak... Gözün başka hiçbir yere kaymasın.
Tamamen öteye, her şeyi aynı şekilde hareket ettirmek islediği için ettiren bu
ruh hareketine büyük bir güvenle bak; bunun içinde kimse daha iyi ya da kötü
değildir. Burada artık ne suçlular ne de kurbanlar vardır. 1 lepsi dc, her yönüyle
sadece insandır."
Bir
süre sonra: “Şimdi bu gruptaki insanlara doğru dön.”
Kadın
yavaşça gruba döner.
Hellinger:
“Şimdi hepsine bakabilirsin. Onlara ben buradayım' de."
Danışan:
"Buradayım."
Grup
alkışlar.
Hellinger:
“Sizden birivim.”
Danışan:
“Sizden biriyim."
Danışan da gruba bakarak alkışlamaktadır.
Grup da ona katılır.
Derinliklerdeki
sevgi için başka bir şey daha söylemek isliyorum. Bunu bir medilasyon olarak
yapacağım. Kendi sevgimizin, ruhumuzda bazen hangi derinliklere ulaştığını
hissedcbilmcmiz için gözlerimizi kapatalım.
Derinliklerdeki
bu sevgi nedir? Ruhani bir sevgi midir? Ya da kilitlenip kalmış bir kişinin
tıkanıp kalmış sevgisi midir? Yoksa ailedeki bir ihtiyacın ortaya çıkardığı
bir sevgi midir? Bu nedenlerden ötürü bu sevgi, ruhani olmayan, kör bir
sevgidir. Başka bir yerdedir.
İki
kural vardır. İlk kural: Ailedeki herkes aidiyet konusunda aynı haklara
sahiptir. Bu yüzden bu vicdan, her aile bireyi için iyi niyetle doludur. Bunu
bir mcdilasyonla kendimiz için tekrar edebiliriz.
Ailemizi,
tüm üyelerini hayal edin ve onlara duyduğunuz i\ i niyeti hissedin. Hepsine
aynı gözle mi bakarız? Hepsi aynı şekilde mi olmalıdır? Yoksa bazılarını
hafızalarımızdan kaybolacak kadar mı dışladık?
Örneğin,
sadece anne ve babamızı hayal edelim. Hangisi daha önde, hangisi geri
plandadır? ikisini dc yan yana, ön plana alıp her ikisine dc aynı iyi niyeti
gösterelim. Sonra babamızın ve annemizin ailesine bakalım. Hangisi ön, hangisi
daha geri plandadır? İçimizde onları, ikisi dc eşil şekilde ön planda ve birbirlerine
yakın olana dek hareket ettirelim. Artık her iki aileye dc aynı sevgiyle
bakalım.
Simdi
aileye ait olan diğer üyelere de bakalım; örneğin anne babalarımızın ya da
büyük anne ve babalarımızın eski eşlerine. Kendimizin ve ailemizin yararının,
kimlerin kaybına bağlı olduğuna da bakalım. Onları da aynı iyi niyetle,
diğerleriyle birlikle ön plana koyalım. İyi niyet dâhilinde herkesle mesafemizi
korumaya dikkat edelim ve kişisel hayatlara saygı duyalım, iyi niyetimiz sadece
herkese iyi niyetli davranmak dışında, hiçbir şey istemez.
SliVGIYLI: Yl KSLI MI K
Ailede
adı geçmeyen, varlıklarından ulandığımız suçlular ve kurbanlar olarak anılan
bazı kişiler vardır. Onları, geri kalanlarla eşil olarak ön plana taşıyalım ve
hepsine aynı iyi niyetle yaklaşalım.
Ailemizde
bazı kişiler dışlanmış, reddedilmiş ya da unutulmuş olsalar da arkaik vicdan,
bu kurala uyulmasını sağlar ve bu amaçla dışlanmış bireyi temsil edecek başka
birini bulur. Bir sonraki kuşaktan masum bir üyeyi seçer; bu üye bir çocuk, bir
torun, hatla söz konusu kişinin lorunu bile olabilir. Arkaik vicdan sonradan
doğanı, iyi niyet göstermeye mecbur eder ama bu arkaik vicdanın etkisi alımdaki
kişinin iyi niyeti, bilinçdışı bir iyi niyettir. Sonraki kuşaktan olan bu tip
temsilciler, dışlanmış kişi gibi davranmak zorunda kalırlar. Dışlanmış kişiyle
birbirine kilitlenirler.
Sıradaki
soru ise bu kör sevginin nasıl, bilen bir sevgiye dönüştüğüdür. Nasıl kör
sevginin ötesine geçerek ruhani bir sevgiye, arlık derinliklerde olmayan bir
sevgiye dönüşür?
Derine
iner ve kendimizin de derinliklerdeki sevgiye kapılıp kapılmadığını anlamaya
çalışırız. Böyle bir sevgi bir hastalık ya da başarısızlığa yol açan bir
davranış ya da kontrol edilemeyen duygularda, bazen ölke, umutsuzluk, üzüntü ve
hayal kırıklıklarında ortaya çıkar.
Arkaik
vicdanın izlediği başka bir kural daha vardır. Bu kurala göre, aile sistemine
önce gelen kişiler, sonradan gelenlere göre öncelikli olurlar. Bu nedenle, bu
vicdanın gereklilikleri şunlardır: Sonradan gelenler öncekiler için bir şey
üstlenmeye çalışmaz. Düşük öncelik taşıyan bireyler, önceliği yüksek olanlar
için bir şey üstlenmeye çalışmazlar. Özellikle sonradan gelen bir kişinin,
yardım amacıyla kendinden önce gelen bir üyeye sevgisini verdiğini gözlemleriz.
Derinlere
iner ve böylesine kör bir sevgiye yakalanıp yakalanmadığımızı anlamaya
çalışırız. Belki de bizden daha önce dünyaya gelmiş, bizden büyük biri için
endişe duyarız. Derinliklerdeki bu kör sevgi bizi nasıl ele geçirir? Belki dc
bizim küçük, diğerlerinin büyük olduğu yerde, büyüğümüze yardım edebileceğimize
inanır, kibrin cazibesine yenik düşeriz.
Psikozda
ortaya çıktığı hâliyle derinliklerdeki sevgi kavramına bir kez daha
değiniyorum. Bu kavramda özellikle ruhani şifalım ne olduğunu çok iyi
anlayabiliriz.
Belki
kör sevgiyi kendimizde dc dencyimlcmiş ve bu âleme dalmışındır. Belki bizler
de bu yakalandığımız kör sevgiyi çözebiliriz?
Bu
y ol, arınma yoludur. Bu ruhani yolda özellikle güçle ilgili, pek çok
düşünceyi serbest bırakırız.
Meditasyon:
Bizi Derinliklerden Çıkaran Sevgi
Kuşaklar
evvel, bizden önceki aile üyelerinizi hayal edin. Hepsinin var olduğunu hayal
edin. Bazılarını hiç tanımaz, haklarında hiçbir şey bilmeyiz. Ancak yine de
onlar bize, biz de onlara aidizdir.
Tanımadığımız
bu bireylerin, önümüzde durduklarını hayal edin. Onları sadece seçilemeyen loş
gölgeler olarak görsek dc yine dc oradadırlar. El ele tutuşup bir çember
yapıyorlar. Bizler de bu çembere; yakın aile bireylerimiz, anne babamız,
kardeşlerimiz, eşlerimiz ve çocuklarımızla birlikle dâhil oluyoruz. Hepsi
birbirine, sağa, sola ve ileri bakıyorlar. Hepsi birbirine sevgiyle bakıyorlar.
Biz de onlara bakıyoruz vc onların bizi görmesinden dolayı mutluluk duyuyoruz.
Tanımadığımız
bazı yüzler, birden orada beliriyorlar. Varlıklarının etkisini hissediyoruz.
Biz onlara, onlar bize bakınca her birine: “Seni goruyorum. Sana saygı
duyuyorum. Lüllen sen de bana sevgiyle bak” diyoruz.
Çemberdeki
herkes birbiıinin elini tuttukça enerjiyi, harekeli vc orada bulunan herkesin
sevgisini hissediyoruz. Bu sevginin bize ne verdiğini içlen
bir şekilde hissetmek için kendimizi bırakıyoruz. Birdenbire nasıl
rahatladığımızı, endişelerimizin nasıl azaldığını hissediyoruz. Vc ansızın
hepsiyle birlikte orada olduğumuzu duyumsuyoruz.
Bu
çemberdekilerin çoğu, çok uzun zaman önce ölmüştür. Ancak hâlâ oradadırlar ve
belki bir şey bckliyorlardır. Belki de bekledikleri onlara bakmamızdır.
Gözlerini kaparlar. Ölüme dalıp sonsuzluğa giderccsinc rahatlarlar.
Artık
sadece yaşayanlar vardır. Bir süre daha el ele tutuşur vc birbirine sevgiyle
bakarlar.
Sonra
eller bırakılır. Hepsi kendi yollarına giderler ama yine de birbirlerine
bağlıdırlar ve bu sevgiyle özgürdürler.
Konuşma
Bozuklukları: Görülmeyenlerle
Uyum İçindeki Uyumsuz
Sesler
Konuşma
bozuklukları bulunan insanların kaderi ve acısına şimdiye kadar aile
konslclasyonlarmda pek dikkat edilmemiştir. Konuşma bozuklukları bulunan
insanlar vc yardımcıları için iki günlük bir seminere davcı edildiğimde çok
mutlu olmuştum. Bu durumun arkasındaki kilitlenmeleri vc sorunlu kişiler için
ne gibi çözümler bulunabileceğini incelemek istiyordum.
Bu
seminer beklentilerimi fazlasıyla karşıladı çünkü tüm konuşma bozukluklarının,
aile geçmişindeki bir nedenden kaynaklandığını ya ela en
azından geçmişle bağlantılı olduğunu açıkça gördüm.
Vakalara
baktığımızda pek çok konuşma bozukluğunun ardında, aile içinde çözüme
kavuşmamış bir çalışma olduğunu gördük. Örneğin bir aile üyesi, başkalarına
evlatlık verildiği ya da insanlardan gizlendiği için, aileye dâhil edilmemiş
ya da aile içinde söz sahibi olamamıştı. Ya da birbiriyle uzlaşamamış bir suçlu
ile onun kurbanı gibi iki aile üyesi birbiriyle muhalefet halindeydi. Sonuç
olarak bu soydan gelen bir kişi, her ikisini de bir seferde temsil etmek
zorunda kalmış ve her ikisi de söylemek istediklerini dile getirememişti.
Birbirlerinin sesini susturmaya çalışırken kendilerini temsil eden kişinin de
sesini kısmışlardı. Sonuçta temsilci de konuşurken kekelemeye başlamıştı.
Bununla
birlikte kekemeliğin de psikoza benzer bir geçmişe sahip olduğu su yüzüne
çıkmıştır. Şizofrenide çözüme kavuşmamış anlaşmazlık, kendini karmaşa
yaratarak ifade ederken konuşma bozukluğunda anlaşmazlık, kendini kekemelikle
ifade eder.
içselleşmiş
bir kişiden korku nedeniyle kekemelik
Kekemeliğin
başka nedenleri dc vardır. Kişi çok dela, kekemenin konuşmaya başlamadan yanma
baktığını görebilir. Bu kişi içteki bir resme, daha doğrusu korktuğu
içselleşmiş bir kişiye bakar. Kekeme, bu kişi ile aile konstelasyonunda saklanmadan
karşı karşıya gelebildiğinde, onu onurlandırdığında, balla bu kişiyi kabul
elliğinde ve ona sevgi gösterdiğinde, onun gözlerine bakabilir, ne hissettiğini
ve istediğini anlaşılır bir biçimde söyleyebilir.
Bir aile sırrının ortaya çıkmasına izin
verilmemesinden kaynaklanan kekemelik
Bazen
kekemelik ya da diğer konuşma bozuklukları su yüzüne çıkmak isteyen ama
ailenin korktuğu, bir aile sırrını ifade eder. Bu sır, örneğin bir çocuğun
aileden gizlenmesi olabilir. Bu sır, bir aile konstelasyonunda ortaya
çıktığında ve aile tarafından kabul edildiğinde bir süre sonra akıcı
konuşmanın önünde engel kalmaz.
Ben
bu tip sorunlara sistematik bir bakış açısıyla yaklaşır, sorunları daha büyük
çerçevede değerlendirir ve oradan farklı çözümler çıkabildiğini düşünürüm.
Psikoterapide
ve diğer yardımcı terapilerde yöntem, konuşma terapisinde olduğu gibi
terapistlerin danışanlarla doğrudan çalışmasıdır. Terapist danışanın karşısına
oturur. Bu şekilde kişi, danışanın bir ailenin üyesi olduğu gerçeğini unutur.
Bu büyük alan göz ardı edildiği zaman sınırlara çabuk geliriz. Oysa danışanla
birlikte bu büyük aile alanını gördüğümüzde tamamen yeni olanaklar belirir. Bu
olanaklar ancak o zaman konuşma terapistlerinin çalışmalarını başarılı kılar.
Alıştırmalar, çözüme kavuşma için önemli bir adımdır ancak ilaha büyük bir
çerçevenin içinde gerçekleşmelidir.
Sistematik yaklaşım, ilgili herkesi,
özellikle dc danışanları rahatlatır.
Düzensizlik
içindeki kişi doğru yerinde değildir. Düzensizlik içinde olma belirtisi
gösteren kişiler, bu karışıklığın temelindeki düzensizliği tekrar düzene
sokmaya çabalarlar. Yani birbirlerine karşıt olmayı sürdürdükleri için
düzenleri bozulmuş insanları buluşturmakta ısrar ederler. Sözüm ona düzensizlik
içindeki kişi, temsil ettiği her iki kişiyle de uyum içinde olmak ister. Ancak
bu kişiler karşıtlığı sürdürürler. Aralarında, kurbanla suçlu arasında olduğu
gibi çözüme kavuşamamış bir şeyler vardır. Düzensizlik içindeki kişi, birbirine
karşıt iki kişiyi aynı anda temsil etmek zorundadır. Genellikle bu da kişinin
şizofren olmasına yol açar.
Konuşma
sorunlarında da benzer bir durum yaşanır. Bir insanda konuşma güçlüğü,
özellikle birbirine karşıt vc aynı anda bir temsilci aracılığıyla sözünü
duyurmayı isteyen kişilerin, aynı bedende buluşmasından kaynaklanır. Bu
kişiler birbirine karşıdır bu yüzden de her ikisi de söylemek istediklerini
söyleyemezler. Biri bir şey ister, diğeriyse buna karşıdır. Bu da sonraki
kuşaktan gelen kişide, kekemeliğe ya da bazı başka konuşma sorunlarına yol
açar.
Ben
bu grupta çalışırken şunu gördüm: Konuşma bozukluğu çoğu zaman düzensizlik ile
ilgilidir ve bu bozukluk, birbirine karşıt iki kişi, konuşma bozukluğu olan
kişinin ruhunda uzlaşabilmek için bir araya gelirilcbildiğindc çözüme kavuşur.
Böylece karşıt iki kişinin söyleyecekleri artık uzlaşmış vc bütünleşmiş bir
biçimde dudaklarından dökülebilir.
Bunun
gerçekleşmesi için yardımcıların ruhunda da benzeri bir süreç yaşanması
gerekir. Yardımcılar, şimdiye kadar kendi ruhlarında uzlaşmamış olanları
buluşturmahdır.
Kekemeler için
alıştırma: “Sen ve ben, her ikimiz”
Hellinger,
gruba: “Bir dakikalığına gözlerinizi kapayın. Aile bireylerini gözünüzün önüne
getirin. Her birini tek tek düşünün... İyi olanı, kötüyü, suçluları,
kurbanları, genç yaşta ölenleri, dışlanmışları, unutulanları... Her birine
bakın ve şunu deyin: “Sen ve ben, ikimiz”, “Sen ve ben, ikimiz”, “Sen ve ben,
ikimiz...”
Uzun
bir sessizlik.
En
önemlisi, bunu annenize ve babanıza söyleyin: “Sen ve ben, ikimiz.” Bunu bütün
çocuklarınıza tek tek söyleyin: “Sen ve ben, ikimiz.”
Yine
uzun bir sessizlik.
Bu,
kekeme için önemli bir egzersizdir: “Sen ve ben, ikimiz” demenin alıştırmasını
yaparlar.
Tekrar
uzun bir sessizlik.
Benim
için, konuşma bozukluklarının altında ailedeki karşıt eğilimlerin yattığım,
daha doğrusu Farklı kişilerin bir araya gelememesinin bu şekilde ortaya
çıktığını görmek çok etkileyiciydi. Bir araya gelmek için yol bulamama, kendini
insanların konuşma şekillerinde gösterir. Bu noktada herkes için önemli bir şey
söylemek isliyorum.
Basit
bir şekilde başlayalım. Sadece gözlerinizi kapayın. Küçük bir alıştırma
yapacağız.
İçimizde
annemizi ve babamızı görelim. Hangisi bize daha yakın? Hangisi daha uzak?
Hangisine daha çok düşkünüz, hangisine mesafeliyiz? Şimdiye kadar mesafe
koyduğumuz ebeveynimizi hem ruhumuza hem de bedenimize alalım. Bizim için
neyin değiştiğine bakalım. Anne ve babamızı eşit derecede sevip onları
aralarında hiç fark olmaksızın kabul edene kadar bu şekilde duralım.
Ardından,
bir sonraki adım olarak annemizin ve babamızın ailesine bakalım. Hangisi bize
daha yakın? Hangisi biraz daha uzak? Bize uzak olanı hiç yargılamadan, iyi kötü
demeden tamamen özümseyene, sevene ve tanıyana kadar yakınımıza getirelim.
Sonra
kendi ruhumuza inip kendimizle ilgili neyi bilmek istemediğimizi, neyi dışlamak
islediğimizi hissedelim. Neyi küçümsediğimize bakıp onu sevgiyle ve beraberinde
getirdiği her şeyle birlikte ruhumuza saralım. Örneğin, kişisel bir suç, bir
şikâyet ya da belki de bir hastalık olabilir bu. Şimdi her şeye, bir yer
verelim.
Böylece
hayal âleminden uyanıp gerçek dünyaya dönelim. Değişmesini, başka bir şekilde
olmasını beklemeden bütünün içindeki yerimizi alalım. Bu şekilde ruhumuz, her
şeyle uzlaşsın.
Özellikle
konuşma bozuklukları olan danışanlarımıza bakalım. Onlarla da aynısını
yapalım. Onların reddettiği ya da görmezden geldiğini ruhumuza alalım ve kabul
edelim. Onlar için gerekli olan uzlaşma, önce bizim ruhumuzda olur. Onlarla buluştuğumuzda
ne kadar güçlü olduğumuzu hissederiz. Danışanların anne baba ve ailelerini de
kimin suçlu, kimin kurban olduğuna bakmadan eşit olarak ruhumuza alalım.
Danışanlarımızın kişisel suçlarını ve kaderlerini de olduğu gibi kabul etmeli,
saygıyla önünde eğilmeliyiz.
Bu
kabul ediş ile danışanların durumuna, ailelerine ve kaderlerine yardım
önerisinde bulunmak ve onlara destek olmak için güç kazanırız.
Yaşlıca
bir kadın danışan, bir şey söylemek isler ama anında kekelemeye başlar.
Hellinger,
gruba döner: “Kekeliyor çünkü acil söylemek istediği bir şey var.”
Danışana:
“Önce neden burada, benim yanımda rahatlamıyorsun?”
Kadın
güler.
Hellinger, gruba bakarak: “Aman
Tanrım, çok heyecanlısın.” Her ikisi de birbirine güler.
Hellinger: “Kaç yaşındasın?”
Danışan o kadar kekeler ki zor
anlaşılır: “Altmış”
Hellinger: “Altmış kaç?”
Çok fena kekeleyen danışan: “Tam
akmış.”
Hellinger:
“Anlayamıyorum. Beni arkadaşın gibi kabul et. Şimdi bir daha, kaç yaşındasın?”
Danışan
kekelemeden: “Altmış.”
Grupta
gülüşmeler ve alkışlar.
Hellinger:
“Arkadaş gibi davranınca her şey çok daha kolay olur. Ama bunun arkasında bir
korku var. Bana bak. Bakarken korkmana gerek yok. Gözlerini yine kaçırıyorsun.”
Kadın,
Hellinger’e bakar.
Hellinger:
“İşte, bu. Buna şans derler.”
Kadın
bir süre için, Hcllingcra içtenlikle bakar.
Hellinger:
“Gözlerini kapa.”
Hellinger,
kolunu kadının sırlına atar. Sonra elini, gözlerinin üstüne koyar. Bir süre
sonra gruba: “Bunu yapmaya alışkın değiT’der.
Kadını
tutmaya devam eder. Biraz sonra, kadının kolunu ahr ve kendi sırtına atar.
Sonra, kadının annesi için bir temsilci seçer ve danışanın karşısına geçirir.
Bir süre sonra, danışanı, anneye doğru birkaç adım daha yaklaştırır.
Hellinger,
yine bir süre sonra: “Annene ‘Lütfen’ de.”
Danışan:
“Lütfen.”
Hellinger
bir süre sonra: “Hâlâ daha çok küçüğüm.”
Danışan,
çok kötü kekeleyerek: “Hâlâ daha çok küçüğüm.”
Hellinger,
danışanı annesine daha da yaklaştırır.
Hellinger
annenin temsilcisine: “Tamamen konsantre ol ve orada kal.”
Bir
süre sonra Hellinger, annenin annesi için bir temsilci seçer ve onu, annenin
arkasına koyar.
Bir
süre sonra anneden kızına, “Hâlâ daha çok küçüğüm” demesini ister.
Anne:
“Hâlâ daha çok küçüğüm.”
Hellinger
anneyi, kendi annesine doğru çevirir. Her ikisi de hiç hareket etmeden
birbirine uzun süre bakarlar. Ardından Hellinger, annenin annesinin arkasına
onun annesini, yani büyük anneanneyi koyar.
Hellinger,
annenin annesinden kızma, “Hâlâ daha çok küçüğüm” demesini ister.
Annenin
annesi: “Hala daha çok küçüğüm.”
Hellinger
annenin annesini, annesine, yani danışanın annesinin anneannesine doğru
çevirir.
Bir
süre sonra, annenin anneannesi için bir temsilci seçer. Onu, annenin
anneannesinin arkasına koyar ve anneanneyi de ona doğru çevirir. Ardından
annenin büyük büyük anneannesi için bir temsilci seçer ve büyük anneanneyi,
annesine doğru çevirir.
Annenin
büyük büyük anneannesi sert bakışlıdır ve bakışlarını yana çevirir. Bir süre
sonra, annenin büyük anneannesi kendi annesine gider. Birbirleriyle
kucaklaşırlar. Hellinger, onları birbirlerinden yavaşça ayırır böylece
aralarına sırtüstü yatan bir kadını koyabilecektir.
Annenin
büyük anneannesi, yerdeki ölü kadının yanma eğilir ve uzanır. Birbirlerini
kucaklarlar.
bert hellinger
Hellinger
danışana: “içinden gelen hareketlerle git.”
Danışan,
ölü kadının ve annesinin büyük anneannesinin yanına gider. Üçü de birbiriyle
içten kucaklaşırlar.
Bir
süre sonra Hellinger, hepsinden ayağa kalkmalarını ister ve ölü kadının
etrafında bir çember oluşturmalarım ister. Sadece annenin büyük büyük
anneannesi ve danışan, çemberin dışında kalır.
Ölü
kadın, çemberdeki kadınların her birine bakar.
Hellinger
annenin, büyük büyük anneannesine: “Senin derdin ne?”
Annenin,
büyük büyük anneannesi: “Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor.”
Hellinger
çemberi bozar ve ölü kadını, annenin büyük büyük anneannesinin önüne koyar. Ölü
kadın, besbelli onun çocuğudur. Annenin büyük büyük anneannesi, evladını
ellerinden tutar ama ölü kadın kıvranır ve yere bakar.
Hellinger,
annenin büyük büyük anneannesinden ölüye “Beni hiç ilgilendirmiyorsun”
demesini ister.
Annenin
büyük büyük anneannesi: “Beni hiç ilgilendirmiyorsun.”
Ölü
kadın, başını öne eğer.
Hellinger,
annenin büyük büyük anneannesinden “Seni istemiyorum” demesini ister.
Büyük
büyük anneanne: “Seni istemiyorum.”
Ölü
kadın, hıçkırıklara boğulur.
Hellinger
annenin, büyük büyük anneannesine: “Burada kişi neyi istemediğini görebiliyor.”
Hellinger,
ölü kadını danışanın yanma getirir. Danışan, kadın hıçkırıklarla ağlarken onu kucaklar.
Hellinger, anneleri yine sıraya dizer. Bir süre sonra kucaklaşmalarını böler ve
danışanı, annenin büyük büyük anneannesinin yanma götürür.
ikili,
birbirine uzun süre bakarlar. Danışan yumruklarını sıkar. Ardından annenin
büyük büyük anneannesi gözlerini kapar,
karnına
dokunur, yavaşça dizleri üzerine çöker ve iyice eğilir. Danışan onu sevgiyle
tutar.
Hellinger
ölü kadının, annenin büyük büyük anneannesinin yanına diz çökmesini sağlar. Ölü
kadın aynı zamanda ona sarılır. Danışan ellerini her ikisinin de üstüne koyar.
Annenin
büyük büyük anneannesi ile ölü kadın sarılırken Hellinger, danışanı annesiyle
yüzleştirmek için geçmişe götürür.
Danışan
kekeleyerek annesine: “Bana yaptığın için seni affediyorum. Seninle barışmak
istiyorum.”
Hellinger
temsilcilere: “Hepinize teşekkürler.”
Hellinger,
gruba: “Yaptıklarımın ardındaki aşamaları anlatacağım.”
İlk
sahnede, danışan annesine erişemiyordu. Onu kollarıma aldığımda, onun durumunu,
babasına ve annesine nasıl ulaşacağımı anladım. Annesinin yokluğunu hissettim.
Hellinger,
danışana dönerek: “İçimde bunları hissettim.”
Danışan
kekelemeden: “Kişi olarak oradaydı ama içimde yoklu.”
Hellinger:
“Gayet iyi konuşuyorsun, öyle değil mi?”
Grupla
gülüşmeler ve alkışlamalar.
Hellinger,
gruba: “Böyle hissettim ve anneyle çocuğu karşılıklı koydum. Önce, annenin
temsilcisi, bir terapist gibi davrandı ve çocuğa yardım etmek isledi ama bu
her şeyi bozdu. Onu, iyice konsantre olması için uyarmak durumunda kaldım.”
Temsilciye:
“Sonra düzelttin”
Gruba:
“Her türlü yardım etme isteği, yardımı engeller. Ruhun harekelini, ortaya
çıkmasını durdurur. Bu yüzden, eğer kendilerini yeterince dizginleme konusunda
geliştirmemiş ve yetiştirmemişlerse terapistlerin temsilci olmaları zordur.”
Annenin
büyük büyük anneannesine: “İyiydin. Danışanın soyunu izlediğimizde bu son
annenin saldırganlığını görebildik. Şimdi çok daha farklı görünüyorsun.”
Temsilci
güler ve başıyla onaylar.
Gruba:
“Sonra annenin evladına şefkat duymadığını gördüm. Bundan da anne ile kendi
annesi arasında da şefkat olmadığı sonucu çıkar. Bu yüzden büyük anneanneyi
onun arkasına koydum ancak onların arasında da biraz kopukluk vardı.
Sonra
ben annenin büyük büyük anneannesini bulana kadar böyle devam elti. Bu kadın,
diğer annelerde de gizli kalmış olan katılık özelliğini gösterdi. Ayrıca büyük
büyük anneanne, başka bir larafa baktı. Bu davranış, soyda bir cinayet
olduğunun göstergesidir. Buna emin olabilirsiniz.
Sonra
birisini bu büyük büyük anneannenin kurbanı olarak koydum. Burada en dikkat
çekici şey danışanın, kendini bu kurbana yakın hisselmesiydi. Büyük büyük
annesinin kurbanından neyi mahrum bıraktığını ifade elti.
Sonra,
danışanı büyük büyük anneannenin önüne koydum. Orada yumruklarını sıktı. Bu da
onun iki taraftan, yani hem kurban hem de suçlu tarafından tanımlandığını
gösterir: Bu dinamikleri şizofrenide ve aynı zamanda kekemelikle buluruz.
Büyük
büyük anneanne kurbanın yanma eğildiğinde danışan her ikisine de dokundu.
Danışana:
“Birden her ikisinin de kalbinde bir yeri oldu. Sanık ve kurban arasındaki
tezgt ve çözüme kavuşmamış anlaşmazlık, senin içinde çözümlendi. Her ikisine
duyduğun sevgi, aniden senin içine doldu. Bu noktaya gelmen ise atmış yılını
aldı.
Danışan
kekeleyerek: “Bu kararı ben vermiştim.”
Hellinger:
“Bana dostça bak. Evet, aynen bu şekilde. Sen cana yakın bir insansın.
Gözlerime bak.”
Danışan
kekeleyerek: “Bu sorunu çözmek, benim karanındı...”
Kekelemeden:
“Hayatımın sonbaharında dahi olsa bunu bir düzene sokmak istiyorum."
Grupta
gülüşmeler ve alkış.
Hellinger:
“Aynen, öyle.”
Gruba:
“Bu aile, konslelasyonunde şizofreni ve kekemeliğin birbiriyle alakalı olduğunu
çok açık olarak gördük.”
Danışana:
“Sonradan tüm anneler seni, sevgiyle kendi çemberlerine dâhil edebildi.”
Danışan:
“Ailede bir cinayet olup olmadığını gerçekten bilmiyordum.”
Hellinger:
“Tabiî ki bilemezsin. Beş kuşak önce olmuş.”
Danışan:
“Açıkçası, geçmişte yaşanan hiçbir şeyi bilmiyorum.”
Hellinger:
“Elbette bilmezsin. Bu durum, ancak böyle bir aile konstelasyonunda su yüzüne
çıkar.”
Gruba:
“Bir sistem içinde cinayet işlendiğinde, yani sistem içindeki bir kimse
öldürüldüğünde, örneğin bir çocuk, annesi ya da bir kadın, kocası tarafından
öldürüldüğü zaman bu olay, pek çok kuşağı etkiler. Halta etkisinin on üç kuşak
kadar sürdüğünü gördüm.”
Danışana:
“Tabiî ki hiçbir şey bilemezsin. Ama hissettiğin şey, onların acılarıydı. Bu da
bir bakıma güzel değil mi?”
Danışan:
“Her zaman, özellikle dc yetişkinlik dönemimde, anneme daha yakın olmak, ona
onu anladığımı gösıcrmck istemişimdir ama benim için onunla iletişim kurmak
mümkün olmadı.”
Hellinger:
“Olmaması doğal. Bir çocuğun almaması gereken bir şeyi üstlenmişsin. Tüm
ataların birbirine kilitlenmiş hâlde. ’
1
Icr ikisi de güler.
Hellinger:
“Tamam, bırakalım da bu senin ruhuna işlesin. Büyük büyük anneanneyi ve kurbanı
eşil olarak içine al. Sevgiyle, her ikisini de aynı sevgiyle kabul el.”
Danışan:
“Umarım kekelemem zamanla kaybolur. Amacım buydu.”
Hellinger:
“Biraz zamana bırak. Kekelemek hâlâ senin için bir alışkanlık. Öbür lürlü
konuşmaya pek alışkın değilsin.”
Danışan
kekelemeden: “Evci, pek alışkın değilim.”
Grupla
büyük bir alkış ve gülüşmeler.
Danışan
da gülmeye başlar.
Hellinger: “Evet, hepsi bu kadar.”
Bir
şey söylediğimizde ne olur? Doğru sözün söylenmesi nasıl sonuç verir?
Bir
çocuk “anne” sözcüğünü ilk kez söylediğinde bunun ne anlam taşıdığını fark
eder misiniz? Neyi değiştirdiğini anlar mısınız?
Bu
sözcük annede ne etki yapar? Anneyi değiştirir. İçinde bir şeyler farklılaşır
çünkü çocuk ona “anne” demiştir. Çocuk için de bir değişim söz konusudur; o da
bu sözcüğü ilk kez söylemeyi başarmıştır. Anne ile çocuk, çocuk ile anne
arasındaki ilişki değişmiştir.
Doğru
ismi verdiğimizde nesneler nasıl etkilenir?
Çoğu
zaman nesneler arasındaki bağı düşünerek çok zaman harcarız ve bu bağı tam
olarak kavrayanlayız. Ama kavrayabildiğimiz zaman bu bağ, tek bir sözcükle
söylenebilecek bir gerçeğe dönüşür. Sadece anlaşılan şeyler hakkında
konuşabiliriz. Bu sözcükler söylendiği zaman kayda değer bir etkisi olur ve
bazı şeyleri değiştirir. Bir şeyi kavradığımız zaman onu ifade edebiliriz.
Böyle bir sözcüğün gücü vardır.
Çoğu
zaman aile konstelasyonunda bir sözcük ya da cümle yelerlidir. Bazen bir
değişim, sadece bir sözcük ya da bir cümle ile olur. Yardımcı öncelikle,
iyileştirici güçle yüzleşmek için üzüntüyü altüst edecek sözcüğü ve cümleyi
kavramahdır. Ardından yardımcı, danışanın bu sözcükleri ve cümleleri
söylemesini ister, böylelikle danışan da bu sözleri söyler. Değişime giden yol
böyle başlar çünkü bu sözcük vc cümleler yaratıcıdır.
Aile
konstelasyonlarmda, doğru zamanda söylenen doğru sözcükler bizi bir yerlere
götürür. Bu sözcükler birer nimettir.
Bazen
diğer sözcükler, itiraz eder gibi doğru sözcüklerin önüne geçer. Bu yüzden bir
sözcüğün ruhumuzda ve başkalarının ruhunda ne etki yaratacağına dikkat ederiz.
Otistik
çocuklarla çalışmaya başladığımda şizofreni dinamiklerine benzer dinamikleri
görmek beni çok şaşırtmıştı. Otistik çocuklu ailelerde, çocukların aynı aileden
bir katil ve kurbanın temsilcisi olduğunu görebiliriz. Bu geçmiş, bir aile
konstelasyonıında su yüzüne çıktığında ve katil ile kurban arasında uzlaşma
sağlandığında otisıik çocuklarda şaşırtıcı gelişmeler meydana gelmiştir, iyileşme
hareketi, ilk olarak suçlulardan gelmiştir.
Ancak
çözümün karşısında çoğu zaman bir direnme olur çünkü olistik çocuk, acı veren
olayın sonuçlarım anne ve babasının yerine kabul etmiştir. İçlerinde bir
yerlerde, anne ve baba bu yükü kendilerinin taşıyacak olmasından korkarlar.
Otisıik
çocuklarla ilgili sınırlı sayıda deneyimim var. Otizmde aile içinde geçmiş
diğer olaylar da rol oynayabilir. Ancak şu ana kadar olistik çocuklarla
çalışmalarım umut vericiydi.
Psikoz ve otizm
DVD’leri ile ilgili bilgiyi Ek A’da bulabilirsiniz.
Ruhani
Aile Konstelasyonlarında Cümle
Ruhani
aile konstelasyonunda ne yaşanır? Bir danışan, bir sorununu ortaya koyar ve
bazı kişilerden bahseder. Bu kişiler genelde anne ya da baba, eş ve
çocuklardır. Adı geçen kişiler yakmlarımızdır ama sorun başka kişilerle ilgili
de olabilir. Şimdi sistematik bir biçimde devam edeceğim, yani herkesle içsel
bir bağ kurmaya çalışacağım ve hepsine aynı iyi niyeti ve özeni göstereceğim.
Onlardan hiç bir şey beklemeden ve hiçbir şeyden korkmadan, uzaklan onlara
kendimi açacağım. Sonra bir işaret bekleyeceğim.
Bu
işaret herkese eşit derecede yardım eder. Sadece danışana değil, herkese
dönüktür. Bu da bu işaretin, yani cümlenin ruhani bir hareketten geldiğini
gösterir.
Bu
cümle bulunduğunda ve söylendiğinde her şey yerine getirilmiş olur.
Tek bir sözcüğe daha gerek kalmaz. Eklenecek her bir sözcük, bu cümlenin
etkisini bozar.
SIİVGİY1.I. YI'KSEİ.MIİK
İnsanlara
yardım etmenin en güzel yolu, bu cümleyi bulmak ve söylemektir. Böylccc ruhani konstclasyonun
bile ötesine geçmiş oluruz.
Örnek:
Sinirsel tiki olan on iki yaşında bir çocuk
Hcllinger,
bu hikâyeyi sunan katılımcıya: “Kiminle ilgili?"
Katılımcı:
“On iki yaşında bir çocuk, eşime ve bana geldi. Sinirsel bir tiki var.
Gözlerini kırpıyor ve ellerini istemsizce hareket ettiriyor.”
Hcllinger:
“Kiminle geldi?"
Katılımcı:
“İlk seferde annesiyle ve erkek kardeşiyle birlikte." Hcllinger bunun
üzerine bir süre düşündükten sonra gruba: “Bize sadece bu çocuktan vc
annesinden bahsetti.”
Katılımcıya:
“Kimi dışarıda bıraktın?”
Katılımcı:
“İkinci sefer baba da geldi.”
Hellinger:
“Tamam, iyi."
Katılımcı:
“ikinci seferde sadece baba ve anne ile çalıştık.”
Hellinger:
“Güzel.”
Gruba:
“Bu çocuğun tiklerini ve el hareketlerini ne zaman yaptığını bir düşünün. Bu
çocuğu görmezden geldiğimizde çocuk nereye bakıyor? Kime bakıyor? Anne ya da
babanın bakmaktan kaçındığı birisi var mı? Anne ve babası belki dc bu kişiye
bakmaktansa çocuklarına bakıyorlar.
Katılımcı
başıyla onaylar.
Hellinger,
gruba: “Şimdi tüm sistemi düşünün; sisteme ait olan herkesi ve kendisine
bakılmasını bekleyen birini... Empati kuracağı, kendisini sevecek birisini
bekleyen kişiyi... Arka planda yatan sorun bu olabilir”
Evet,
şimdi gözlerimizi kapatıp tüm sisteme sevgi dolu bir tutumla ilerliyoruz.
Sonra belirleyici sözcük ya da cümlenin gelmesini bekliyoruz.
Hellinger
derin bir konsantrasyon içine girer.
Bir
süre sonra: “Cümleyi buldum, uydurulamayacak kadar şaşırtıcı bir cümle.”
Katılımcıya:
“Üçü, seni bir daha görmeye geldiklerinde çocuğun anne ve babasına, “Beni dc
unutun” demesini isle.”
Katılımcı
etkilenir ve başıyla onaylar.
Hellinger:
“Sonra onları doğrudan evlerine gönder. Gücü hemen hissettin.”
Gruba:
“Bunu yüzünden okuyabiliyoruz. Ayrıca bizler dc gücü hissettik.”
Katılımcıya:
“Çocuk şimdi daha iyi.”
Adam
başıyla onaylar.
Hellinger:
“Tamam. İyi.”
Örnek:
İshal hastası kırk yaşında bir adam
Hellinger,
gruba: “Bu kısacık terapimize devam edelim mi?”
Bir
kadın parmak kaldırır.
Hellinger,
kadına: “Kendimize biraz zaman verelim. Bunlar, meditasyona yönelik
süreçlerdir. Bu süreçte hepimiz sakinleşiriz.”
Bir
süre sonra: “Şimdi bir sonraki hikâyeye açığım.”
Katılımcı:
“İshal sorunu olan kırk yaşındaki bir adam ile ilgili. Fiziksel olarak bir şey
bulamıyorlar.”
Hellinger:
“Ailesi hakkında bir şey biliyor musun?”
Katılımcı:
“Annesi, adam on altı yaşındayken ölmüş. Kadın, kocası onları terk etlikten
sonra ağır bir depresyon geçirmiş. Kocası, kızıyla büyük bir çalışma
yaşadıktan sonra onu dövmüş vc bu yüzden de evi terk etmiş.”
Hellinger:
“Adamın babası mı bu adam?”
Katılımcı:
“Evet, babası.”
Hellinger:
“Kız, bu adamın kardeşi miydi?”
Kallımcı:
“Evet.”
Hellinger:
“Anne de depresyondan mı öldü?”
Katılımcı:
“Yatağa yatıp ölmek istemiş. Sonunda emboliden (damar tıkanıklığından) ölmüş.”
Hellinger:
“Burada dört kişi var. Bu adam, annesi, babası vc kız kardeşi, ilgiye en çok
hangisi muhtaç?"
Katılımcı:
“Baba.”
Hellinger,
gruba: “Bu bizim için önemli. Dışlanmış olan o, bu yüzden onu şimdi içimize
alıyoruz. Kendimizi bu aileye açıyor ve her bir üyeye eşil derecede ilgi
gösteriyoruz, hiç korkmadan ve herhangi bir niyet gülmeden bekliyoruz.”
Bir
süre sonra: “Bir cümlem var.”
Kadına:
“Adam bu cümleyi söyleyecek. Ama cümlenin kime gideceği belirsiz kalsın. Bu
adam sana geldiği zaman onunla kısa bir seans, bir medilasyon çalışması yap.
Sonra ona bu cümleyi söyle. Bunun ardından adam hemen yanından ayrılmak
isteyecek.
Bu
yüzden, adamı yanma oturt ve ona şunları söyle: ‘Gözlerini kapat. Ailendeki
her bireyi, gözünün önüne getir: Babanı, anneni, kız kardeşini ve kendini.
Belli bir mesafede duruyorlar. Sonra hangisine daha derinden bağlı olduğunu
hissel. O kişice şimdi sana söyleyeceğim cümleyi söyle. Bundan sonra, kalk, lek
sözcük etme ve git.’
Cümle
şu: Lütfen kal.”
Kadın
başıyla onaylar.
Hcllinger:
“Tamam mı?’’
Katılımcı:
“Tamam."
Örnek:
Kendine zarar veren, panik atak hastası
Hcllinger,
bir kalılımcıya: “Şimdiki hikâye ne?”
Katılımcı:
“Anne ve babanın ayrıldığı bir aile hikâyesi. On beş yaşında bir çocuk kendine
zarar veriyor, üstelik panik atağı var.”
Hcllinger:
“Sana kim geldi?”
Katılımcı:
“Üçü beraber.”
Hellinger,
gruba: “Tamam, burada sadece bu üç kişi önemli. Anne, baba ve çocuk.”
Katılımcıya:
“Çocuk kiminle yaşıyor?”
Katılımcı:
“Dönüşümlü olarak her ikisiyle dc ama artık daha çok babasıyla.”
Hcllinger,
gruba: “Şimdi durumu hayal edin. Dikkatinizi bu üç kişiye verin. Çocuğun nc
yaşadığını hissedin.”
Bir
süre sonra katılımcıya: “Bir cümlem var, gizemli bir cümle. Çocuğun gizli
cümlesini annenin ve babanın y anında söyleyeceksin. Şunu da söyle: ‘Size bu
cümleyi söylediğimde hiçbir şey söylemeden buradan ayrılacaksınız.’
Anne
ile babaya, çocuğun içinden, ‘Ben gideyim’ dediğini söyle. Tamam mı?
Katılımcı
gülerken Hellinger: “Tamam, hepsi bu kadar."
Katılımcı:
“Teşekkürler.”
Hellinger,
gruba: “Bir hikâye daha. Sonra bitirelim."
Örnek:
Sadece sıvı gıda alabilen otuz
Hellinger,
konsantrasyon için verilen kısa aradan sonra gruba: “Bazen bir cümlenin
gelmediği de olabilir. Bunun birkaç nedeni olabilir.
Belki
fazla istekliyizdir, bu yüzden de ruhani hareketle olan bağımızı kaybederiz.
Burada da benzer bir durum yaşayabilirim, hikâyeleri ardı ardına ele alınca
yeterince hissedememeye başlayabilirim. Bu tehlikeli olabilir, yani tehlikeden
kasıt, işe yaramamaya başlayabilir.”
Katılımcıya:
“Hikâyeni dinleyelim.”
Katılımcı:
“Otuz beş yaşında bir danışan ile ilgili. Gençliğinden beri bir şikâyeti var.
Katı besinleri yutamıyor, yedikleri boğazında takılıp kalıyor. Bu yüzden de
sadece sıvı besin alabiliyor.”
Hellinger:
“Yani sorunu bu. Seni görmeye kim geldi?”
Katılımcı:
“Danışanın kendisi.”
Hellinger,
gruba: “Şimdi bu duruma ait kişileri de eklemeliyiz. Ayrıntıya girmeden,
kardeşleri de katarak bu aileyi hayal edelim.
Katılımcıya:
“Kardeşlerden biri genç yaşta mı ölmüş?”
Katılımcı:
“Kadın babasını hiç tanımamış.”
Hellinger:
“Bu önemli bir bilgi.”
Bir
süre sonra: “Çok ilginç bir cümle geldi.”
Katılımcıya:
“Kadına, annesine bir cümle söylediğini hayal etmesini söyle. Ama sadece
içinden söylesin, sesli söylemesin. Cümle şu: Yarım kalıyorum.”
Katılımcı
güler ve başıyla onaylar.
Hellinger:
“Tamam mı?”
Katılımcı:
“Teşekkürler.”
Helllinger,
gruba: “Ruhani aile konstelasyonlarının bizi, sonunda nereye götürdüğünü
görüyorsunuz.”
Örnek:
Sağ tarafı felçli, otuz yedi yaşında bir adam
Katılımcı:
“Danışan otuz yedi yaşında. Bir yıldır hiçbir duyusu yok ve sağ tarafı felçli.
Adam bir yaşındayken annesi kendini asmış.”
Hellinger:
“Daha fazlasını bilmek istemiyorum.”
Gruba:
“Kendimizi onun ve ailesinin yerine koyuyoruz.”
Hellinger
derin bir konsantrasyon içine girer.
Bir
süre sonra gruba: “Bu da bir diğer garip cümle.”
Katılımcıya:
“Seni görmeye geldiğinde, gözlerini kapasın ve şunu imgelesin: Henüz küçük bir
çocuk ve annesi, onun önünde kendini asmış, duruyor. Annesine bakıyor ve ona,
‘Ben de’ diyor.”
Katılımcı
dalgın biçimde başıyla onaylıyor.
Hellinger:
“Tamam mı?”
Hellinger,
gruba: “Bu cümleler yardımın da ötesine geçiyor. Bireyi içsel bir hareketle
temasa geçiriyor. Kişi içsel hareketle temasa geçer geçmez, içsel hareket
öncülük etmeye başlar. Ama nereye doğru olduğunu bilmeyiz ve bilmek de
istemeyiz. Artık her şey tamamen bu harekete bağlıdır.
Bövle
bir cümle bize verildiği zaman -ki her zaman verilirbir anda endişe duymaksızın
danışandan bağımsızlaşırız. Anında bağımsızlaşırız. Ruhani aile
konstelasyonlarının bizi getirdiği nokta btıdtır.
Artık
danışan yanınıza oturur, kendinizi ona açarsınız ve hiçbir şey söylemeden
birden bir sözcük ya da cümle belirir aklınızda. Bu güzel bir deneyimdir. Ardından
başka bir şey tarafından yönlendirildiğiniz hissini yaşarsınız.
Sadece
gözlerinizi kapayın. Bir süreliğine ailelerimizle, ailemize ait olan herkesle
birlikte olacağız. Sıraya girip aile içindeki gerçek yerimizi alalım. Herkesle
olan bağımızı hissedelim; ailemizin bizi bekleyen kaderini hissedelim;
bireylerin aileye barış ve sükûnet getirecek şeyi nasd beklediklerini
hissedelim.
Kendimizi
olduğumuz yerde, bütün aile üyelerine ve onların kaderlerine bıraktığımızda bir
süre bekledikten sonra o bireylerin hepsine kendi cümlemizi söyleyebiliriz. Bu
cümleyi onlara sadece söylemekle kalmayız, cümlenin etkisi altına da gireriz.
Bu cümleyi kabul eder ve kendimizi rahatlamış hissederiz. Bu cümle bizi en
derinlerde herkesle bir araya getirir.
Hellinger,
bir yardımcıya: “Buradaki olay ne?”
Yardımcı:
“Büyük babası tarafından tacize uğrayan genç bir kadın var.”
Hellinger:
“Kadının sorunu ne?”
Yardımcı:
“Olay olduktan sonra kadın, olanları babasına anlatıyor. Baba kızının bu
olayı, annesine söylemesine izin vermiyor çünkü annesi de küçükken kendi babasının
tacizine uğramış.
Hellinger,
gruba: “Burada hepimiz için iyi niyet isteniyor.”
Yardımcıya:
“Kadın kaç yaşında?”
Yardımcı:
“Yirmilerinin ortasında.”
Hellinger,
gruba: “Böyle bir durumda ben çoğunlukla tüm aile bireylerini düşünürüm.
Elimizde bu kadın, büyük baba, baba ve anne var. Başka kimse var mı? Kimden
bahsetmedik? Büyük anne. Onun bahsi geçmedi. Kimseyi yargılamadan hepsine eşit
derecede yaklaşıyorum. Hepsine uygun olan ve yardım edecek bir cümle ya da
sözcük bazen böyle belirir.”
Yardımcıya:
“Cümle şu an geldi. Söyleyeyim mi?”
Cümle:
“Bu sevgi de güzel.”
Uzun
bir sessizlik.
Hellinger,
gruba: “Ahlaki yargılarımızı birkaç dakikalığına bir kenara bırakalım. Bu
cümlenin bu aile için etkisine bakalım. Cümlenin, hepsi üzerindeki etkisi
nedir? Hepsi özgürleşti ve hepsinin bir geleceği var.
Bu,
kısa bir terapi örneğiydi. Sizlere burada göstermiş olduğum bu yaklaşım, bu
çalışmanın en özet hâliydi.
Yardımcıya:
“Bu cümleyi kadına söylediğinde bu terapi biter. Daha fazlasına gerek kalmaz,
tek bir sözcük daha söylenmez. Cümle ancak tek başına söylendiği zaman gerçek
etkisini gösterir.”
Ama
önce sen de buna inanmalısın: “Bu sevgi de güzel ve Tanrı’dan gelir.”
Her
ikisi de birbirlerini başlarıyla onaylar.
Hellinger:
“Bu cümle senin de doğrudan ruhuna işledi.”
Birbirlerine
gülerler.
Hellinger:
“Öyle değil mi?”
Yardımcı
başıyla onaylar.
Hellinger: “Burada bırakıyorum.”
Bir
çocuk konuşma yeteneğini kaybeder
Hellinger,
bir yardımcıya: “Evet, sende ne var?”
Yardımcı:
“Beş yaşında bir erkek çocuğu gitgide konuşma yeteneğini kaybediyor.
Hellinger:
“Nasıl oluyor bu?”
Yardımcı:
“Bir şeyler söylemek istiyor, kekelemeye başlıyor, sesi yükseliyor ve kaçıp
saklanıyor.”
Hellinger:
“Tamam. Çocuğa bakıyorum; annesine, babasına bakıyorum ve sırlarına bakıyorum.
Ortada bir sır var, birisi ölmüş. Hissedebiliyor musun?”
Yardımcı:
“Babasını gördüm. Büyük bir panik içinde çünkü o da küçükken konuşma yeteneğini
kaybetmiş. Yatılı okulun birinci sınıfındaymış ve bir daha hiç konuşamamış.”
Hellinger:
“O zaman bu durum uzak bir geçmişe dayanıyor. Ailede bir suçlu var. Suçlu, her
şeyin ortaya çıkmasından korkuyor. Şimdi, bu duruma kendimi iyice
bırakıyorum.”
Bir
süre sonra: “Basit bir sözcüğüm var.”
Yardımcıya:
“Sadece onunla mı çalışıyorsun?”
Yardımcı:
“Evet.”
Hellinger:
“Kaç yaşında?”
Yardımcı:
“Beş buçuk.”
Hellinger:
“Yanında oturduğunu hayal et. Kollarını, onun boynuna sar, zaten bunu
yapıyorsundur aslında. İkiniz de ileri doğru bakın. Sonra sana: ‘Baba, ikimiz
de’ desin.”
Yardımcıya:
“Hemen anladın. Etkisini görebiliyorum.
Yardımcı,
başıyla onaylar.
Alıştırma:
Ruhla hareket etmek
Bunu
herkes için bir alıştırma olarak yapacağım. Yardım etmek istediğiniz, hatta
yardım etmeniz gereken bir sorunun anlatıldığı bir durum hayal edin. Anlatılan
sorun, her zaman bir ilişki sorunudur. Başka sorun yoktur. Bir ilişki nasıl
olur da bir soruna dönüşür? Biri dışlanır, reddedilir ya da unutulursa bu
mümkündür.
Danışan,
bir sorununu anlattığında her zaman kötü olan kişi anlatılır. Yardımcıya, bu
kötü kişiye sinirlensin diye davetiye çıkarmaktır bu. Yardımcıların %80’i bu
tuzağa düşer. Bu yüzden de daha fazla yardım edemezler.
Şimdi
gözlerinizi kapayın. Size anlatılan bir sorunu, hatta kendinizle ilgili bir
sorunu hayal edin. Konuya karışmış herkese bakın ve şuna dikkat edin: Kim bunun
dışında kalmış ve kimden bahsedilmemiş? O kişileri, özellikle de kötü denilen
kişileri ruhunuza sarın.
Hepsine
aynı özeni ve saygıyı gösterin. Hepsini fark gözetmeksizin eşit sevin; hepsine
aynı şekilde davranın. Kendinizi, herkese eşit şekilde yaklaşan ruhun hareketi
olan yaratıcı ruha teslim edin. Bu şekilde aileye katılırsınız ama ilişkiye
değil. Aile sisteminin dışında kalırsınız. Hepsine eşit derecede beslediğiniz
iyi niyetle sadece dışarıdan bakarsınız. Sonra sadece beklersiniz. Ardından
belki dc aniden bir cümle ya da herkesin hakkını veren tek bir sözcük gelir ve
herkese yardım eder. Düşünmeye hiç gerek kalmadan, derinlerden öylece
geliverir.
Her
seferinde yeni sözcük gelir. Tekrarlar yoktur. Sizin içinizde de özgürlük
duygusu uyandırır.
Ben
cümleleri bulup söyler söylemez insanların yüzlerinin aniden değişliğini
gördünüz. Bunu fark etliniz değil mi? Cümle ne kadar yerinde olursa sonucu da o
kadar hızlı oluyor.