"AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME MESELESİ"
NE İDİ? NE DEGİLDİ?
RIFAT N. BALİ
Libra Kitapçılık ve Yayıncılık
1. Basım: 2014
“AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME MESELESİ”
NE İDİ? NE DEĞİLDİ?
RIFAT N. BALİ
Rıfat
N. BALİ, 1948 yılında
İstanbul'da doğdu. 2001 yılında Sorbonne Üniversitesi, Ecole Pratique des Hautes Etudes'den mezun oldu. Çok sayıda makale ve kitabın
yazarıdır. Yayınlarının bilgileri www.rifatbali.com ağ adresinde mevcuttur.
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR 13
ÖNSÖZ 15
GİRİŞ...................................................................... 1.. 7
1 - "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ" NE İDİ?
1-
"Türkleştirme" Yeni Bir Kavr am mı?................ 23
2-
"Türkleştirme Siyaseti" Ne idi?........................... 24
3-Ahmet Hamdi Başar'a
GöreTürkleştirme.................. 25
4-
- Türkleştir me Siyasetinin Yeni Bir Tanımı........
30
5-
Tür kleştir me Siyaseti Neden Başar ısız Oldu?.. 31
il- TÜRK TARİH YAZIMINDA KUTUPLAŞMA
1
- "Resmi Tar ih" Deyimi Neyi Kastetmekte? ........ 33
2
- "Resmi Tarih" Hakkında
Yerleşik Kanaat ........ 41
3-"Gayr-ı Resmi Tar ih"in Or taya Çıkışı..................... 42
a- Kitaplar dan Örnekler ................................................ 46
b-Beyanatlardan ve Makaleler den Örnekler ................ 52
c- Televizyon Tar tışma Pr ogr amlar ından Örnekler .. 55
d-Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner'in
Konu şması... 56
ili - TÜRK TARİH YAZIMINDA AZINLIKLAR
1-
- "Resmi Tar ih" Yazıcılarının
Yaklaşımı............. 57
2-
"Gayr-ı Resmi Tarih"
Yazıcılarının Yaklaşımı... 59
3-
"Gayr-ı Resmi Tar ih"
YazıcılarıA çısından Türkleştirme Siyaseti ..62
4-
Türkleştirme Siyasetinin "Kanıtları
" ..................... 63
5-
En Çok Atıfta Bulunulan "Kanıt":
CHP IX. Büro'nun
"Azınlıklar
Raporu" 65
a.
IX. Büro Neden Sorumlu İdi? ............................. 65
b.
IX. Büro'nun "Azınlıklar Raporu" ...................... 66
c.
IX. Büro'nun "Azınlıklar Raporu" ile İlgili
Değerlendirmeler 69
IV-
"AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ" GÜNÜMÜZDE
NASIL ANLAŞILMAKTA?
1-
"Kanıtlar"ın Sıralandığı Beyanlar 77
2-
Nafıa Taburları İle İlgili Yorumlar 99
3-
6-7 Eylül 1955
Olayları'nın Yıldönümlerinde Yayınlanan
Yazılar 104
4-Yunan
Uyrukluların Sınırdışı Edilmeleri İle İlgili Yorumlar 119
5-
Peder Andrea Santoro, Hrant Dink ve
Malatya Cinayetleri
Vesilesiyle
Yapılan Yayınlar 125
6-
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün
Beyanatına Tepkiler 126
7-
Güz Sancısı
Filminin Gösterime Girmesi Vesilesiyle Yayınlanan Yazılar 129
8-
"Kafes Eylem Planı" Haberi
Üzerine Yorumlar 134
9-
Azınlıklar Tali Komisyonu Ne İdi? 135
V-
"AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME
SİYASETİ"NİN
YANLIŞ
YORUMLANMASI
1-"Türkleştirme
Siyaseti" Konusundaki Yanılgılar 139
2-
Hangi O laylar "Türkleştirme Siyasetinin Bir Merhalesi" Değildir? 143
a)
Türkiye'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve
Hizmetler Hakkında Kanun 143
b)
1934 Trakya Olayları 144
c)
Gayrimüslim Erkeklerin Nafia Taburlarında
Çalıştırılmaları 145
d)
6-7 Eylül 1955 Olayları 146
e)
Yunan Uyrukluların 1 964 Yılında
Sınırdışı Edilmeleri 146
O "Vatandaş
Türkçe Konuş" Kampanyaları 147
3-
Sadece Devlet'i Suçlayan Yaklaşım 148
VI- 6-7 EYLÜL
1955 OLAYLARI 50. YILINDA
NASIL
HATIRLANDI? 151
1-50. Y
ıldönümünün Anılması 152
2-
Neden Tepki Gösterildi? 153
3-
Dilek Güven'in 6-7 Eylül Olayları
Kitabı 153
4-
Kitabın Tarih Anlatımındaki Hatalar 155
5-
Savunulan Tez: "6-7
Eylül1955'teki O laylar,
Devletle İç İçe
Geçmiş Sivil Kurumların Jön Türklerce
Başlatılan
'Küçük Asya'nın Etnik ve Demografik Homojenleştirilmesi Projesi'ni Tamamlamak
Üzere Aldıkları Tedbirlerden Biridir" 159
6-
CHP IX. Büro'nun Raporu 162
7-
Dikkate Alınmayan Olgu 164
8-
Tepkiler 165
9-
Bu Kanaat Nasıl ve Neden Gelişti? 166
VII - "TÜRKLEŞTİRMENİN AMACI AZINLIKLARIN NÜFUSUNU AZALTMAKTI" KANAATİ
NASIL OLUŞTU?
1 - 12 Eylül 1980 Darbesi 167
2-
"İkinci Cumhuriyetçiler" 168
3-
Azınlıklar ile İlgili Yayınlar 169
4-
"Derin Devlet" Meselesi 170
5-
Türk Ermeni Toplumundaki Değişim -
Hrant Dink'in
Etkisi 173
6-
"Komplo Kültürü" Meselesi 175
7-
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne Karşı
Mevcut Peşin
Hükümler 176
8-
"Resmi Tarihe Karşı Çıkma"
Refleksi 180
9-
Fikir Alemindeki Kutuplaşma 181
1-
O- "Türkleşme"
Kavramının Yorumlanması 181
11-
Liberal ve Sol Görüşlü Öğretim
Üyelerinin Etkisi 182
12-
Bazı Arşivlerin
Araştırmacıların Erişimine
Karalı Oluşu 184
5-
Popüler Kültür İkonlarının Etkileri 198
6-
Ne Yapılması Gerek? 199
EKLER
Ek 1- Tarihle Yüzleşmenin "Olmazsa Olmaz" İki Şartı: Özür
Dileme Ve Tazmin
Etme 205
Ek il- Lozan Barış
Konferansı Müzakereleri - Azınlıklarla İlgili İki Belge 2
l 2
1-21 Kasım l 922 Tarihli Belge ..... ............................. 2 l 2
2-
22 Kasım l 922 Tarihli Belge.. ......................... 21
5
Ek III- Azınlıkların Toplumsal Hafızadaki Yeri .......... 21 7
1-Unutulmak İstenen Bir Olgu: Toplumsal Hafızadaki
Yerleşik Olan "Azınlıklar"
İmgesi ... ... 21 7
3-
Toplumsal Hafızadaki İmgeye Eleştirel
Yaklaşımlar 2 l 9 3- Toplumsal Hafızadaki İmgeye
Bir Tepki Örneği..............................................
222
4-
Azınlıkların Hatırlanma Halleri ......................... 223
a- Radikal Gazetesi Yazarı Altan Öymen.....................
224
b- Türkiye 'de Yeni Çağ Gazetesi Yazarı
Muhiddin Nalbantoğlu ........................... ..228
Ek iV - Hatıralarda
Azınlıklar . 232
a- İstanbul' un İşgal Yılları
İle İlgili Anılar ................. 232
-
Cumhuriyet gazetesi kurucusu ve başyazarı
Yunus Nadi 1( 8791- 945) 232
-
Burhan Asaf [Belge] ( 1899-1967)...................... 237
-
Süreyya İlmen Paşa'nın Torunu Vedii İlmen ...... 241
-
(E) Tümamiral Afif Büyüktuğrul (l 917-1985).... 242
-
Edime Mebusu Mehmet ŞerefAykut 1( 8741- 939) 244
-
Cana Oskay 249
-
Emekli Maliye Müfettişi Cahit Kayra (1917-). 250
-
Emekli Lahey Maslahatgüzarı
Esat Cemal P aker (18781- 952)............................. 250
-
Ahmet Ağaoğlu (1 869-1939)........................... 251
-
Halit Fahri Ozansoy (1 891-1971).................... 253
-
Gazanfer Sanlıtop (1 940-)............................... 255
-
Haris Spataris (1 9061- 993 (± 2)) ................. 256
-
Ş. Melih Ataman (1927-).................................. 257
-
Suat Aray (1 902?-1978).................................. 260
-
Gazeteci Sabiha Sertel (18951- 968) ........... 262
-
Prof. D .r Tarık Zafer Tunaya ( 1916-1991)............... 265
-
Halide Edip Advı ar (18841- 964)................. 266
-
Britanya Yüksek Komiserliği Tercümanı
Sir Tefol rd Waugh (18651- 950) 270
-
Prof. Dr. Adnan Ergeneli (1 911 -?) ................ 271
-
Kemalettin Şükrü [O rbay] .............................. 273
-
Gazeteci Ziyad Ebüz ziya (19 11 1- 994)......... 292
-
Aziz Nesin ( 19151- 995)......... ...................... 294
-
Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanı Nejat Gülen (1927-) 295
-
Peyami Safa ( 18991- 961)............................... 298
-
Süleyman Nazif(l8701- 927)............................ 300
-
Darüfül nu n Hukuk F akültesi
Öğrencisi
İsmail Hakkı Sunata 1( 8921- 988)......................... 301
-
C atherine Laskaridhis ..................................... 303
-
(E) Korgeneral İhsan Gürkan 1( 916-2005)...... 303
-
Maliye Nazırı Cav id Bey (1857-1926)............ 305
-
Yahya Kemal Beyatlı 1( 8841- 958) ................ 305
-
Gazeteci İsmail Habib [Sev ük] 1( 8921- 954). 309
-
Falih Rfkı ı [Atay] (189 41- 971) 321
-
Gazeteci Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu (1893-1972) 337
-
Teşkilat-ı Mahsusa'nın Son Başkanı Albay Hüsamettin
Ertürk 339
-
Atatürk'ün Yaveri ve Milletvekili Salih
Bozok (1881-1941) 3.4.0
-
Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat (1903-1971)........
340
-
Maarif Vekili Esat Sagay (1874-1938) ............... 341
-
Dr. Ferruh Niyazi Ayoğlu (1888-1963) .............. 343
-
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974)......... 344
b- İzmir'in İşgal
Yılları ile İlgili Anılar.....................
350
-
Manisa Bağcılar Bankası İzmir Şubesi
Müstahdemi Hafız Galip Bey 350
-
Ahmet İhsan Bey .. 352
-
M.Nuri Bey .......................... 353
-
Mustafa Necip Bey............................................ 353
-
Kurabiyeci Mehmet Ağa ..................................... 354
-
Aksekili Mustafa Asım ..................................... 355
-
Naci Gündem.................................................... 356
-
Anadolu Gazetesi Sahibi Haydar Rüştü Öktem (1890-1951) 358
-
İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kurucularından Nail Moralı .362
-
Mehmet Esat Çınar'ın ( 1894-1975) Türk Sesi Gazetesindeki Yazıları 363
-
N.S.[at] ............................................................. 368
-
Gülfem Kaatçılar İren (1915-2009)..................... 371
-
(E) Albay M. Şevki Yazman (1886-1974).......... 374
-
Müşfik Kinson ( 1909-?)................................... 377
-
Ali Orhan İlkkurşun (1886-1970) ....................... 381
Ek V- "İzmir
Yangını" Konusunun Siyasallaşması..... 383
-
Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Müdürü Prof.Dr. Engin Berber..
383
KAYNAKÇA....................
........................................... 387
DİZİN......................................................................... 415
KISALTMALAR
AB
ABD
AKP
ASALA : Avrupa Birliği
: Amerika Birleşik Devletleri
: Adalet ve Kalkınma Partisi
: Armenian Secret Army for the Liberation ofArmenia (Ermenistan'ın
Kurtuluşu İçin Gizli
Ermeni Ordusu)
CHP
CIA Cumhuriyet Halk Partisi
Central Intelligence Agency (Merkezi İstihbarat
Ajans)ı
DP DSİP IMF İP İT KİT MAH MGK MHP MİT NARA Demokrat Parti
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi
lntemational Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu)
İşçi Partisi
İttihat ve Terakki Cemiyeti
Kamu İktisadi Teşekkülü
Mim Emniyet Hizmetleri Riyaseti
Mim Güvenlik Kurulu
Milliyetçi Hareket Partisi
Mim İstihbarat Teşkilatı
National Archives and Records Administration
(Amerikan Milli Arşivler)i
NATO North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Teşkilat)ı
NGO Non Govemmental Organization (Sivil Toplum Kuruluşu)
ODTÜ Ortadoğu
Teknik Üniversitesi
PKK SSCB TBMM TESEV TİP TRT TSK TÜSİAD Partiya Karkiren Kurdistan (Kürdistan İşçi Partisi)
Sovyet Sosyalist C umhuriyetleri Birliği
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı
Türkiye İşçi Partisi
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
Türk Silahlı Kuvvetleri
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği
Bu çalışma başlangıçta Tek Parti döneminde
geçerli olan "azınlıkları
Türkleştirme siyaseti"nin günümüzde sol ve liberal görüşlü
aydınlar camiası tarafından nasıl anlaşıldığını inceleyen bir makale olarak tasarlanmıştı.
Ancak ilerleyen
zaman içinde meselenin hakkıyla anlaşılabilmesi için "azınlıkların toplumsal hafızadaki yeri" konusunun ciddi bir şekilde de incelenmesinin şart olduğuna kanaat getirdim. Bu nedenle de Mütareke ve İzmir'in işgali
dönemiyle ilgili, makalelerde ve hatıratlarda yer alan ve azınlıkları konu edinen metinlere de bu
kitapta yer verdim. Gene bu çalışmayla doğrudan ilgili olduğu için Dilek Güven'in 6-7 Eylül 1955 Olayları'nı inceleyen ve olayların ellinci yıldönümünde, 2005 yılında,
yayınladığı doktora
tezi hakkında 2006 yılında yayınladığım eleştiri ile tarihle yüzleşmeyi konu edinen bir diğer makalemi de bu kitaba dahil
ettim.
Bu çalışmanın birkaç yönü mevcuttur. Bir yandan son onbeş yılda ortaya çıkmış olan azınlıklarla ilgili tarih anlatımının
eleştirel bir bilançosudur.
Diğer yandan ise Türk
entelektüel aleminin (özellikle sol ve liberal cenahın)
azınlıklara yaklaşımının bir eleştirisidir. Bu vasıflarıyla da değişik kesimleri ilgilendireceğini
umuyorum. Nihayet son bir not: Kitapta bahsi geçen
"azınlıklar" deyimiyle sadece gayrimüslimler kast edilmektedir.
Cumhuriyet dönemi tarih yazımının son derece ihmal edilmiş alanlarından
biri azınlıklardır. Bu ihmalin ortaya çıkmasında (a) T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri 'nde azınlıkların Cumhuriyet dönemindeki
yaşamlarıyla ilgili tasnifi tamamlanmış ve araştırmacıların istifadesine açılmış
vesikaların sayıca çok az olması, (b) Türk araştırmacıların azınlıklar konusunda yayınladıkları
vasıflı makale ve
kitapların ender olması, (c) yabancı dilde mevcut arşiv vesikalarını ve yayınları okuyabilmek için birden fazla yabancı dile vakıf olma şartı, 1 (d) azınlıkların anadillerinde yayınladıkları kitap ve süreli
yayınların çoğunun Türkiye'deki kütüphanelerde mevcut olmamaları ve nihayet (e) Türkiye
Hahambaşılığı, Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Türkiye Ermenileri Patrikliği
arşivlerinin araştırmacılara kapalı olmaları gibi değişik engeller neden olmuştur.
Bütün bu zorluklara rağmen l 990'lı yıllarda
"azınlıklar" konusu üniversite öğrencileri ile medyanın ilgi göstereceği belli başka konulardan biri haline dönüşecekti. Bu hızlı
değişimde,
a)
Ragıp-Ayşenur Zarakolu çiftinin 1977 yılında kurduğu
Belge Yayınları 'nın
yayınladığı, azınlıkları (ağırlıklı .olarak Ermeniler) konu edinen telif ve çeviri eserler,
1
Azınlıklar ile
ilgili yabancı yayınlar ve arşiv vesikalannın önemli bir kısmı
İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca dillerindedir. Bundan başka her bir azınlığın
anadilindeki yayınlanna
vakıf olabilmek için İbranice,
Ladino,
Ermenice, Süryanice ve Yunanca bilmek şarttır.
b)
Prof. Dr. Murat Belge ve arkadaşlarının
girişimiyle 1983 yılında yayın
hayatına başlayan İletişim Yayınları'nın yayınlamaya başladığı Tarih ve Toplum dergisi2
ile bir grup sol görüşlü aydın ve üniversite öğretim üyesinin
girişimiyle l 99 l yılında kurulan Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı 'nın3
kuruluşundan üç yıl sonra, 1994 yılında, yayınlamaya başladığı Toplumsal Tarih dergisinin
"resmi tarih"e karşı çizgideki yayınları,
c)
l 994 yılında kurulan İnsan Hakları
Derneği İstanbul Şubesi Azınlık Hakları İzleme Komisyonu (yeni adıyla
Irkçılığa ve Ayrımcılığa
Karşı Komisyon) üyesi Yelda Özcan'ın makale ve kitapları,4
d)
1996 yılında yayına başlayan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Hrant Dink'in5 kısa zamanda kamusal bir figüre dönüşüp beyanatları ve yazılarıyla o ana kadar "mesele"
haline gelmemiş olan "azınlıklar" konusuna bir "azınlıklar meselesi" hüviyetini
kazandırarak bu meseleyi kamuoyuna mal etmeyi başarması,
e)
Üniversite gençliğinin ve medyanın,
azınlık kültürleriyle ilgilenmeye başlaması,
2
Bu olayı teyit eden bir yayın için bkz. Erkan Şimşek,
"Yakın Tarihi İletişim'den Okumak", Star, 2 Ekim 2009.
3
Tarih Vakfı'nın kuruluşu bir doktora tezine de konu oldu:
Nicolas Monceau, Genera- tions Democrates Les i:!ites Turques et le Pouvoir,
Dalloz, Paris, 2007.
4
Yelda Özcan, sosyalist çizgideki Sö= ve Express dergilerinde yayınladığı
yazılarını daha
sonra kitaplaştırdı. Bkz. Yelda, İstanbul 'da Diyarbakır 'da Azalırken, Belge Yayınları,
İstanbul, 1996;
Yelda, Çoğunluk Aydınlarında lrkçılık, Belge Yayınları,
İstanbul, 1998;
Yelda, Hele Bir Gitsinler Diyalog Sonra, Belge Yayınları,
İstanbul, 2004.
5
Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde öldürüldü. Bu cinayetle ilgili yayınların bir kısmı
şunlardır: Timur
Soykan-Demet Bilge Ergün, Sapan, Güncel Yayınları, İstanbul, 2007; Hepimiz Hrant Dink'iz, Agos
Yayıncılık, İstanbul, 2008; Aret Gıcır, 19 Ocak Öncesine Dönmek İstiyorum, Aras Yayıncılık,
İstanbul, 2008;
Kemal Göktaş, Hrant Dink Cinayeti Medya, Yat;gı Devlet, Güncel
Yayıncılık, İstanbul, 2009; Etyen Mah- çupyan - Mehmet Altan - Avni Özgüzel - Yasemin Çongar - Cem Küçük, Hrant Dink Cinayeti, Profil Yayıncılık,
İstanbul, 2009;
Nedim Şener, Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanlan. Güncel
Yayıncılık. İstanbul, 2009.
O Türkiye'nin AB üyeliği müracaatı
nedeniyle, başta Vakıflar Kanunu'nun azınlıklara ait vakıflara ayrımcı bir
şekilde uygulanması olmak üzere, azınlıkların çözüm bekleyen muhtelif
meselelerinin basının "gündem maddeleri"nden biri haline gelmesi,
g)
Osman Köker'inkurucusu olduğu
BirZamanlar Yayıncılık'ın Ermeniler ile ilgili yayınları ve sergileri,6
h)
Agos gazetesinin yayın hayatına
atıldığı 1996 yılından itibaren başlayan ve 1915 Ermeni tehciri sırasında
yaşanan kitlesel katliamın soykırım olduğu konusunda Türk kamuoyunda kanaat
oluşturmak üzere basının ve entelektüel alemin seçkinlerini hedefleyen
faaliyetleri sonucunda sol ve liberal görüşlü entelektüel camianın ve
gazetecilerin bu katliamların önceden tasarlanmış bir soykırım olduğu görüşünü
benimsemesi7
gibi muhtelif etkenler rol
oynamıştır.
6
Osman Köker, önce İnsan Haklan
Derneği İstanbul Şubesi Azınlıklar Komisyonu üyesi idi. Daha sonra Toplumsa/
Tarih dergisi yayın yönetmeni (Temmuz l 998-Eylül 200 l)ve akabinde Aras Yayınlan
editörü olarak çalıştı. Daha sonra yayıncılığa başladı. 2005 yılında
yayınladığı 100 Yıl Önce Türkiye 'de Ermeniler Orlando Car/o Calumeno
Koleksiyonu 'ndan Kartpostallarla kitabı ve aynı kartpostallan temel alarak
düzenlenen sergi, Türkiye'de ve yurtdışında büyük rağbet gördü. Sahibi olduğu
Bir Zamanlar Yayınlan azınlıklarla (özellikle Ermeniler) ilgili yayınlanyla
temayüz etmektedir.
7
Doç. Dr. Ahmet Kankal, Ermeni
edebiyatı ile ilgili yayınladığı iki incelemesinde "son zamanlarda Türkçe
yayınlanan Ermeni öykü ve roman sayısındaki artışı" iki şekilde izah
etmekte. "İyimser" izah tarzında bu yayınlarla "Türkiye'de
yaşayan Ermeniler, kendilerini Türk kamuoyuna ve okuruna yeterince
tanıtamadıklarını düşünerek hareket etmiş olabilirler" diye yazmakta.
Yazarın "kötümser" izahat şekli ise şöyle: "İzah şekillerinden
ikincisi kötümser yönde olanıdır. Burada da bu tür yayınların içeriden
değil de dışandan, özellikle de mevcudiyetini Türk düşmanlığı sayesinde devam
ettiren ve dünyanın değişik ülkelerinde bulunan Ermeni diasporası tarafından
yönlendirildiği düşünülebilir. Eğer konuya bu düşünceden hareket ile
yaklaşılacak olursa, bu öykülerin basımı ile nelerin hedeflendiği veya
hedeflenebileceği hususu gündeme gelecektir. Çünkü bu öykülerin yayınlanış
tarihleri dikkate alınacak olursa, özellikle Ermeni diasporasının dünya
kamuoyuna siyasi yönden kabul ettirmeye çalıştığı ve hatta bazı ülkeler
düzeyinde başarılı da olduğu asılsız Ermeni soykırım iddialannı pekiştirmenin
yanı sıra, bilhassa Türkiye içinde bu iddiaya karşı oluş1ı1uş ve tarihten gelen
direnci, bu tür öykülerle kırma düşüncesi içinde bulunduğu da
düşünülebilir." Kaynak: Ahmet Kankal, "Ermeni Öykülerinden Türkçe
Yayınlananlar Üzerine", Milli E*itim De^isi, Sayı 157, Kış 2003,
http:yayim.meb.gov.tr/dergiler/157/kankal. hım. Aynı konuda aynı yazarın bir
diğer makalesi ise şudur: Ahmet Kankal, ··Ermeni
Bu gelişmeler sonucunda, Osmanlı Ermeni nüfusunun çok
önemli bir kısmının katledilerek imhası ile sonuçlanan 1915 Ermeni tehcirinin intikamını almak isteyen ASALA örgütünün 1970'1i yılların ikinci yarısı ve 1980'li yıllar boyunca yurtdışında
görevli Türk dışişleri mensuplarına karşı düzenlediği silahlı saldırılara bir tepki olarak yerel basında Ermeni azınlığı inceleyen yazı dizileri ile 1915 tehcirinde yaşanan kitlesel katliamın
soykırım olmadığını savunan kitapların dışında 1990'lı yıllara kadar hiç kimsenin ilgi alanına girmeyen "azınlıklar" konusu, günümüzde artık
konferansla^a,
sergilere, gazete yazı dizilerine, yüksek lisans ve doktora tezlerine, üniversite mezuniyet ödevlerine, belgesel filmlere ve romanlara
konu olmakta.
1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren gerek medyanın ve insan hakları ihlallerine duyarlı sivil toplum kuruluşlarının,8
gerekse araştırmacıların,
yüksek lisans ve
doktora öğrencilerinin konuya ilgi göstermeleri sayesinde genel olarak azınlıkları konu edinen kitap9
Edebi Eserlerinde
Ermenilerin Türk Devletine ve Türk Toplumuna Bakışları", Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Sayı 5, Mart 2005, s. 1-22. Yazarın "kötümser
izahatı"ndaki tesbiti doğru olmasına rağmen yorumu yanlıştır. Bu yayınların
artışındaki neden diaspora Ermenilerinin etkisi değildir. Neden, Agos gazetesinin yayına
başlamasıyla birlikte başlayan değişikliktir. Türk Ermeni toplumunun vicdanını yansıtan
Agos gazetesi ortamın müsait
olduğunu düşünerek 1915 tehciri sırasında cereyan eden katliamın soykırım olduğu konusunda kamuoyu oluşturan
önderleri ve aydınlan etkilemeyi hedeflemişti. Bu hedefine ulaştığı da rahatça
söylenebilir.
8
Örneğin: 1991 yılında kurulan Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1993 yılının Eylül
ayında kurulan
Helsinki Yurttaşlar Derneği, 1994 yılının Ocak ayında İnsan
Hakları Derneği İstanbul Şubesi bünyesinde kurulan ve daha sonra adını Irkçılık
ve Ayrımcılığa
Karşı Komisyon olarak değiştiren
Azınlıklar Komisyonu.
9 Temsili mahiyette şu eserler zikredilebilir: Hülya Demir Rıdvan Akar, İstanbul'un Son Sürgünleri,
İletişim Yayınları, İstanbul, 1994; Avner Levi, Türkiye Cumhuriyeti'nde Yahudiler, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1996; Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni 1923-1945, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1 999; Fuat Dündar, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, Doz Yayınları,
İstanbul, 1 999;
Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme' Politikaları, İletişim Yayınlan,
İstanbul, 2000; Eli
Şaul, Balat tan Batyam 'a, haz: Birsen Talay - Rıfat N. Bali, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2000; Henri Nahum, İzmir Yahudileri, çev: Estreya Seval Vali, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2000; Rıfat N.Bali, Musa'nın Evlatları Cumhuriyet'in Yurttaşları, İletişim Yayınlan,
İstanbul, 2001; Modernleşme ve Çokkültürlülük,
Helsinki Yurttaşlar
Derneği, İstanbul, 2001; Yahya Koçoğlu, kınlık Gençleri Anlatıyor, Metis Yayınları,
İstanbul, 2001, Erol llakcr, Bir Zaman-
ve makalelere10 çok daha sık bir şekilde rastlanmaya başlanacaktı. Bunlar arasında 1915 tehciri sırasında
Osmanlı Ermenilerinin
soykırıma maruz kaldıklarını savunan yayınlar da gittikçe artan bir
/ar Kırklareli'nde
Yahudiler Yaşardı, çev: Natali Medina, İletişim
Yayınlan, İstanbul, 2002; Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Aliya Bir Toplu Göçün Öyküsü (1946-1949), İletişim
Yayınlan, İstanbul 2003; Yahya Koçoğlu, Hatırlıyorum: Türkiye'de Gayrimüslim Hayatlar, Metis Yayınlan,
İstanbul, 2003; Rıfat N. Bali, Devlet'in Yahudileri ve 'Öteki' Yahudi, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2004; M. Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları,
İstanbul Bilgi Üniversitesi,
İstanbul, 2004;
Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül
Olayları, çev: Bahar Şahin, Tarih Vakfı, İstanbul, 2005; Ayhan Aktar, Türk
Milliyetçiliği. Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2006; Hüseyin Perviz Pur, Varlık Vergisi ve Azınlıklar, Eren Yayıncılık,
İstanbul, 2007; Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2008; Rıfat N. Bali, Yirmi Kur 'a Nafia
Askerleri, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2008; Rıfat N. Bali, Devletin Örnek
Vatandaşları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009; Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942 -1945 Ekonomik ve Kültürel Jenosit, Belge Yayınlan,
İstanbul, 2009.
10 Temsili mahiyette şu örnekler verilebilir: Birikim dergisinin
"Etnik Kimlik ve Azınlıklar" özel sayısı, Sayı 71-72, Mart-Nisan 1995; Avner
Levi, "Elza Niyego Olayı ve Türk-Yahudi
İlişkilerine Yeni Bir Bakış", Toplumsa/ Tarih, Sayı 25, Ocak 1996, s. 2327; Halük Karabatak, "1934 Trakya
Olaylan ve Yahudiler", Tarih ve Toplum, Cilt 25, Sayı 146, Şubat 1996, s. 4-16; Avner Levi,
"1934 Trakya Yahudileri Olayı: Alınamayan Ders", Tarih ve Toplum, Sayı 151, Temmuz 1996, s. 10-17; Zafer
Toprak, "1934 Trakya Olaylarıyla Hükümetin ve CHF'nin Sorumluluğu",
Toplumsa/ Tarih,
Sayı 34, Ekim
1996, s. 19-25; Laurent Maile!, "Karikatür Dergisinde Yahudilerle İlgili Karikatürler
1936-1948",
Toplumsa/ Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 26-33; Ayhan Aktar, "Trakya
Yahudi Olaylannı Doğru Yorumlamak", Tarih ve Toplum, Sayı 155, Kasım 1996, s. 45-56; Ayhan Aktar,
"Cumhuriyetin İlk Yıllannda Uygulanan Türkleştirme Politikaları", Tarih ve Toplum, Sayı 156, Aralık 1996, s. 4-17; Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi ve İstanbul",
Toplum ve Bilim,
Sayı 71, Kış 1996, s. 97-149; Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da "Bir Resmi
Metinden' Planlı Türkleştirme Dönemi", Birikim, Sayı 110, Haziran 1998, s. 68-75; Rıfat N. Bali, "il. Dünya Savaşı
Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar: 'Yirmi Kur'a İhtiyatlar' Olayı", Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 179, Kasım 1998, s. 4-18; Ayşe Berktay, "Minasyan Ailesinin
Albümü: Biz Sözde mi Yaşadık?'', Toplumsal Tarih, Sayı 59, Kasım 1998, s. 22-31; Rıfat N. Bali, "il. Dünya Savaşı Y ıllannda
Türkiye'de Azınlıklar: 'Balat Fınnlan' Söylentisi", Tarih ve Toplum, Sayı 180, Aralık 1998, s. 11-17; Rıfat N. Bali, "Yeni Bilgiler ve
1934 Trakya Olayla- n", Tarih ve Toplum, Sayı 186-187, Haziran-Temmuz 1999;
Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi Sırasında Gayrimenkul Satışları İstanbul Tapu Kayıtlannın Analizi (26 Haziran 1942-30
Haziran 1943)", Toplumsa/ Tarih, Sayı 69, Eylül 1999, s. 10-21; 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nı inceleyen Toplumsal Tarih
dergisinin (Sayı 81) Eylül 2000 sayısı.
şekilde kendini belli edecekti. 11 Bu yayınların
artmasıyla birlikte azınlıkların
geçmişte hiçbir ayrıma ve sıkıntıya maruz kalmadan mesut bir hayat yaşadıklarını ileri süren tarih anlatımı "resmi tarih" olarak anılacak,
"gerçek tarih"in toplumdan gizlendiği ileri sürülerek l 990'lı yıllarda
ortaya çıkan, "resmi tarih"in anlatımına
aykırı eserlere de "gayr-ı resmi tarih" sıfatı
yakıştırılacaktı.
11 Bu konudaki ilk yayınlar
şunlardır: Taner Akçam, İnsan Hakları
ve Ermeni
Sorunu, İmge Kitabevi, Ankara, 1999; Taner Akçam, Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogdan Başka Çözüm Var mı?, Su Yayınları,
İstanbul, 2000.
Belge Yayınları, bu konuda çok sayıda telifve çeviri eser yayınladı.
I - "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ"
NE İDİ?
1- "Türkleştirme" Yeni Bir Kavram mı?
1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren olumsuz anlamda sıkça
kullanılmaya başlanan "Türkleştirme" kavramı, yeni bir kavram değildir. Bu kavramı ilk kullananlardan biri, sağ görüşlü Alman şarkiyatçı Karl Klinghardt'tır.
1 Klinghardt'ın 1924 yılında yayınladığı
Angora-Konstantinopel
Ringende Gewalten kitabındaki bölümlerden biri, "Türkleştirme"
başlığını taşımaktaydı. Bu bölümde yazar, "Türkleştirme" deyimini iktisadi hayatın Türkleştirilmesi, yani yabancı sermayeli şirketlerin
Türk uyruklu personel
istihdam etmeleri, şirket kayıtlarının Türkçe tutulması, yabancı
şirketlere verilmiş olunan imtiyazların iptali anlamında kullanacaktı. Bu deyimi ikinci kullanan ise 1928 yılında
Türkleştirme kitabını yayınlayan Hermann Spierer Tobacco Company İstanbul Şubesi
Müdürü Moiz Kohen veya Türkleştirdiği
adı ile Tekin Alp
idi.2 Tekin Alp, Cumhuriyet'i kuran önderlerin azınlıklardan ne beklediklerini anlamış ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında
Türkler ile
Yahudiler arasın-
1
Klinghardt, Angora-Konstantinopel kitabından
başka şu eserlerin
de müellifidir: Türküm Jordu: Der Türken Heimatland, (Hamburg, 1925), Denkwürdigkeiten
des Marscha//s İzzet Pascha (Leipzig, 1927), Türkische Biider (Stuttgart, 1927), Zehn
Jahre unter dem Gazi, (Beriin, 1934) .
2
Tekinalp hakkında incelemeler için bkz. Jacob M. Landau, Tekinalp
Bir Türk Yurtseveri 1883-1961, çev: Burhan Parmaksızoğlu - İlhan Pınar - Oya Engin - Natali Medina, İletişim
Yayınlan, İstanbul, 1996; Rıfat N. Bali, Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp, Libra Kitap, İstanbul, 2012.
da yaşanmakta olan gerginliğin de farkında olan bir Türk Yahudi- siydi. Kitabını da bu nedenle İstanbul
basınının, Yahudileri
yoğun bir şekilde
Türkleşmemek ve Türkçe konuşmamakla eleştirdiği 1928 yılında yayınlamıştı.3
Tekin Alp, kitabında
azınlıkların, yeni Cumhuriyet'in eşit birer yurttaşı olarak yaşayabilmeleri
için cema- atçi
yapılanmayı ve azınlık halet-i ruhiyesini terk edip Türk milletiyle bütünleşmeleri ve Türkleşmeleri
gerektiğini savunmaktaydı. Tekin Alp'a göre azınlıklar arasında Türkleşmeye en müsait topluluk, diğer azınlıkların aksine, Türkler ile ilişkilerinde
ac.ı hatıraların yer almadığı ortak bir geçmişe sahip olan Yahudilerdi.4
2- "Türkleştirme Siyaseti" Ne İdi?
Çok konuşulmasına ve atıfta bulunulmasına
rağmen günümüzde "azınlıkları Türkleştirme" siyasetini inceleyen çok
fazla kaynak ve/ veya araştırma mevcut değil. Bu az sayıda eserlerin
müelliflerinden biri olan Prof. Dr. Ayhan Aktar, Türkleştirme siyasetini şöyle
tarif etmekte:
Türkleştirme
politikalarından kasıt, sokakta konuşulan dilden okullarda öğretilecek tarihe;
eğitimden sanayi hayatına; ticaretten devlet personel rejimine; özel hukuktan
vatandaşların belli yörelerde iskan edilmelerine kadar toplumsal hayatın her
boyutunda, Türk etnik kimliğinin her düzeyde ve tavizsiz bir biçimde
egemenliğini ve ağırlığını koymasıdır. 5
3 Bu gerginlik esas itibariyle Yahudilerin umumi yerlerde Türkçe konuşmayıp
Fransız
ca
ve/veya İspanyolca konuşmaları, 1928 yılında karşılıksız bir aşk cinayetinin ardından
öldürülen Elza N iyego adındaki genç kızın cenaze töreninin bir gövde
gösterisine dönüşmesinin, basının büyük tepkisine yol açması ve sonucunda Türk
Yahudi toplu- munun ileri gelen simalarının TCK 159. madde uyarınca Türklüğü
tahkir suçundan yargılanmalarıydı. Bu konuda bkz: Avner Levi, "Elza Niyego
Olayı ve Türk-Yahudi İlişkilerine Yeni Bir Bakış", Toplumsal Tarih, Sayı
25, Ocak 1 996, s. 23-27.
4 Türkleştirme kitabı, 2001 yılında günümüz Türkçesine uyarlanarak tekrar
yayınlan
dı:
Tekin Alp, Türkleştirme, günümüz yazı ve diline aktaran Özer Ozankaya, T.C. Kültür
Bakanlığı, Ankara, 2001.
5 Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme· Politikaları, İletişim
Yayınları, İstan- hul. 2000. s. 1 Ol
Aktar'ın bu tarifinden on bir yıl sonra Yrd. Doç. Dr. Murat Koral- türk, yaptığı yeni tarifte daha da ileri
gitmekte ve şöyle demekte:
Kısacası,
Türkleştirme politikalarının temeli, kültürel plandaki farklılıklann da bir grubun tasfiyesi ile
birlikte ortadan kaldırılması ve Müslüman Türk unsurun egemenliği
altında yeknesak,
homojen ve etnik-dini bakımdan birbirine benzer bireylerden oluşan bir toplum yaratılmasıdır.6
Bu tarif, Türkleştirme siyasetinin fiili sonuçları dikkate alınarak yapılmış
bir tariftir.
Ancak fiili sonuçlar kadar önemli olan bir diğer husus, siyaseti uygulayan erkin uygulamayı başlattığındaki niyeti ve arzusu idi. Meseleye bu
gözle bakıldığında yeni bir tarif yapmak kaçınılmazdır. Ancak bunu yapmadan önce Ahmet Hamdi Başar'ın
Türkleştirme konusundaki görüşlerini incelememiz şarttır.
3- Ahmet Hamdi Başar'a Göre Türkleştirme[109]
Tek Parti döneminin önde gelen isimlerinden ve İstanbul Liman İşleri İnhisarı T.A.Ş. müdürü olduğu
yıllarda iktisadi hayatı Türkleştirmenin önde gelen uygulayıcılarından
olan Ahmet Hamdi
Başar ( l 897- l
971),8 l 94 l yılının Eylül ayında yazmayı
bitirdiği ancak kağıt yokluğu nedeniyle l 942 yılının Ocak ayında
yayınladığı9 Bir Medeniyetin Sonu kitabında, azınlıkların Türkleşmeleri
ve Türk milleti içinde
bütünleşmeleri konusuna geniş bir şekilde değinecek ve şöyle yazacaktı:
Yeni reel Türk millet tipi, Türkiyenin kudretli, dünya
ölçüsünde ahenk
unsuru halinde inkişaf etmiş, yeni medeniyet safhasında rol almış olması nisbetinde geniş, aksi takdirde dar milletçiliğe
doğru gider. İlerleme ve refah halinde millet camiasına eklenenler ve halkayı
büyütmiye yarıyanlar, aksi halde küçülerek milletten uzakla- şanlar bulunur. ıo Bugünkü reel Türk millet tipi ise milli hudut içinde
kıymetler bütünlüğüne doğru giden, kendi anlamında keniş, lı1dini = layik bir milliyetçiliktir.
Fakat milliyetçiliğimizin ladini olması realiteye uymıyacağı için nazariyede
kalmıya mahkumdur. Çünkü her sosyal müessese gibi milliyetçilik de kökü tarihte
olup bugünkü cemiyet içinde yerini almıya çalışan bir müessesedir.. Bugünkü
milliyetçiliğiniz dünkü Osmanlı cemiyetindeki reel millet tipi üzerine
kurulmak lazımdır. Hiçbir suretle baştan başa yeni bir millet yaratmak imkanı
yoktur. Nasıl en kudretli bir diktatör dokuz ayda doğacak çocuğu üç günde
meydana getiremezse, hiçbir kuvvet de yaşıyan reel millet tipini büsbütün ihmal
eden, yepyeni bir tip hal- kedemez. Yeni millet tipleri yeni tarih
durgunluklarının, medeniyetlerin eseri olup hepsi uzunca bir zamana muhtaç
oluşlar halindedir. Bir insan cemiyet içinde, herhangi tarihi bir tesadüfle
veya zaruretle elde ettiği büyük bir iktidara güvenerek bir takım kıymet
bütünlüklerini değiştirmiye, bozmıya, yerlerine yenisini koymıya çalışabilir.
Şayet bu değiştirici adam, bütün yaptıklarını -bir sistem halinde, önce millet
ve dünya ölçüsünde kafasında yaşatan- bir büyük iman ve bilgi kaynağına
bağlıyamamış, tek tek hadiselerle, şekle ait gösterilerle meşgul olmuş ise, o
zaman yaptıkları millet hayatında felaketle neticelenebilir. Milleti bir takım
kıymet bütünlüklerinden sıyırarak yerlerine yenilerini koyamıyarak büsbütün
sarsabilir. Onun için yeni millet reel tipleri eskilerin üzerine kurulur,
yalnız burada devrin tarih hareketliliği içinde, yani sükfın veya buhran
devirlerinde yaşandığına nazaran ve her devre ait karakterlere uyarak yeni bir
takım kıymet değişmeleri, eklemeleri olur. Onun gibi yeni reel millet tipi de
eski millet tipinin dini olmasından dolayı, ifadelere ve arzulara rağmen,
ladini olamamış; Türk ırkından olmıyan Müslüman milletler aramıza Türk olarak
girebildikleri halde, gayrimüslimler yeni tip dışında bırakılmıştır.
1O
Ahmet Hamdi Başar'ın notu: "Umumi Harpten sonraki mütareke senelerinde
İstanbul'da bazı Dönmeler, Türkiyenin çöküşü ve Yahudiliğin bütün dünyada
kudret ve ehemmiyet kazanışı üzerine, kendilerinin yanlış döndüklerini iddiaya
başlamışlardı. Bugün Dönmelerin içinden hakiki Türk millet camiası arasına
canla ve başla ve kafi olarak karışma hareketlerinin kuvvetlendiğini, ve bu
adamlar ve çocukları arasında yeni reel millet tipinin istediği vasıflara uygun
insanlar yetişerek tamamen Tiirk rnmiasına girenlerin çoğaldığını
görüyoruz."
Gayrimüslimlerin
bu tip dışında
bırakılması tamamen doğru, realiteye uygun bir iştir. Asıl onlara Türk demek suretiyle yapılacak bir zor hatadır. Fakat Türk inkılabı,
yeni ve geniş bir millet anlamı
doğurmak istediği için, gayrimüslim olanlara yeni reel Türk millet tipi kapısını açık
bırakmış, bu
suretle onlara büyük bir lütuf göstermiştir. Bu milletler bu açık kapıdan ya bütün iyi niyetleriyle girerek Türk olmıya, yahut bu camiadan ebediyen ayrılmıya mecbur ve mahkumdurlar. Onlar
hala kendilerini tarih karşısında bu iki şıktan birini tercih etmiye zorlıyan hadiseleri kavramamışlar;
hem asırlarca içimizde yaşamıya, hem de kültürümüze ve camiamıza
karışmı- yarak yakın zamanda bir 'kapitülasyon'
vaziyetinden faydalanmıya
hazırlanmışlardır. Üstün ve hakim milletin, Türkün kendi hudutları
içinde ladini -
laik olduğunu kabul etmesi kadar büyük fedakarlık, yeni reel millet tipini genişletmiye
yarıyacak bir esas olamazdı. Buna rağmen
aramızda ve içimizde
yaşıyan bütün gayrimüslimler, liiyik ve ladini olmak kararımıza kendiliklerinden katılmak
imkanını bulamadılar. Doğrusunu düşünürsek bu hususta onları
ayıplamıya da hakkımız yoktur. Çünkü biz Türkler dahi bu kararı,
inkılapçı bir
otoritenin arzu ve karariyle verdik. Türk inkılabının otoriter kuvvetleri gayrimüslimleri de kilise ve sinagok etrafında toplatmaktan, onları da ladini olmıya davet etmekten ibaret kararını, kanun yoliyle ve zorla yapmıya lüzum
görmeden, bir gönül
rızasiyle ve kendiliğinden
oluşu tercih etti.
Artık
gayrimüslimler layik bir Türkiyede her türlü yeni kıymet bütünlüklerine candan ve gönülden katılmış, karışmış olarak yaşamak, yahut bu camiadan ayrılmak gibi iki şıktan birini seçmiye tarih karşısında
zorlanmışlardır. Yani bundan sonra idarei maslahat olmı- yacaktır ve olmamalıdır.
Beş yüz yıldan beri aramızda beş kelime Türkçe öğrenmemiş bir mösyö bilmem nenin hala benimle Türkçe yerine Fransızca
konuşması, yahut kırık dökük bir Türkçe konuşmakta ısrar etmesi karşısında benim için tutacak iki yol vardır: 1)Ya bu adamların
hepsini kapı dışarı etmek; 2) Yahut bunlara ait kıymet ayrılıklarını
yaşatacak her şeyi ortadan zorla kaldırmak. Ne mektep, ne kilise, ne mezarlık,
ne cemiyet, ne kulüp, ne gazete hiçbir şeye izin vermemek. Dil, an'ane, kültür,
ve menfaat birliği içinde yepyeni bir reel millet tipine kayıtsız ve şartsız
katılmak... Bu hususta en güç nokta kilise meselesinden gelir. Bu adamları
Müslüman yapmayı teklif etmiyorum. Çünkü hakiki Müslüman, din ayrılığı yapmaz,
ve bir Hıristiyanı da kardeş olarak kabul edebilir. Fakat nasıl Türklerin
camii, Çerkeslerin camii yoksa, Hıristiyanların da Ermeni Katolik, Rum Ortodoks
kiliseleri olamaz. Katolik ve Ortodoks kili-
seteri o mezhepten olan bütün Türk millet tipine girmiş insanlar için gönül rızasiyle
gidilebilecek
bir yer olur. Bir insan bu kiliselerden hepsine birden, hatta ayni zamanda
camie de gidebilir. Çünkü cami ve kiliselerde yalnız Türkçe
vardır, ve orada bütün milleti birbirine ekliyecek, dünya ve millet ölçüsünde
kıymetler bütünlüğüne götürecek sözlerden ve ibadetlerden başka bir şey yapılmaz. Bir takım hurafeler tesiriyle ve papas sınıfının cemiyet içinde iktisadi menfaatini korumak ve tahakkümü devam ettirebilmek için koyduğu merasim ve ayinlerden insanlar
kolay kolay kurtulamıyacağından, bu noktada dahi uzun boylu durmadan, kiliseleri olduğu gibi kabul edebiliriz. Bu gibi
vaziyetlerin düzeltilmesini zamana bırakarak, cami ve kilise gibi din müesseselerini,
yeni reel Türk millet tipini bağlıyacak
kıymetler bütünlüğü için bir vasıta olarak kullanmak suretiyle, bu bağın kuvvetlenmesine çalışırız.
Şimdiye
kadar Türk millet tipine eklenmemiş olan gayrimüslimlerden tarihi hadiseler ve acı
tecrübelerden sonra şüphelenmek, onlara güvenememek hakkımızdı. Onların siyasi form halinde Türk olmaları
bir şey ifade etmez. Bir insan 'ben Türk oldum' demekle Türk olmaz. Halbuki biz onlara
hakikaten menfaatleri ve tarihleri müşterek olan bir coğrafi bütün
içinde, temiz ve
tarihi yüksek büyük bir millete bağlamak ve eklenmek fırsatını verdik. Bütün tahsili her vatandaşa
açtık. Onlar tıpkı Türkler gibi mekteplerimizde okuyabilirlerdi. Onlar kendilerine mahsus
mektepler açmayı, çocuklarını oralarda okutmayı tercih ettiler. Bunlara da ses çıkarmadık.
Hiç olmazsa kendi mekteplerinde Türkçe ders okutmaları
için onlara zorla
hocalar yolladık, ders verdirdik. Bunlardan sevinmeleri Jazım iken, sanki kendilerine zulüm
yapıyormuşuz gibi, bir tavır aldılar. Hulasa gayrimüslimler kendilerinin önüne açılmış bir fırsattan istifade ederek veya tarihin zorladığı şekilde
başka bir millet camiasına eklenerek yaşamıya mecbur olduklarını
henüz anlamış değillerdir. [110]
Gayrimüslimlerin Türkleşmeleri konusunu ele alan bu metin, Tek
Parti döneminin Kemalist seçkinlerde rastlanan hakim hissiyatı anlatması açısından oldukça
önemlidir. Bu
metinde dikkati çeken birkaç husus mevcut:
a)
Başar'ın "Türk millet tipine eklenmemiş olan gayrimüslimlerden tarihi hadiseler ve acı
tecrübelerden sonra şüphelenmek, onlara güvenememek hakkımızdı" demesi.
1941 yılında kaleme alınmış bu metinde Başar' ın
azınlıklara bu şekilde bakışı münferit bir görüş olmayıp Tek Parti döneminde siyaset ve fikir aleminin seçkinlerinin
azınlıklara nasıl baktıklarını, onları nasıl algıladıklarını iyi temsil eden bir örnektir.
Başar'ın "tarihi
hadiseler ve acı tecrübeler" olarak atıfta bulunduğu hadiseler, azınlıkların
Mütareke ve İzmir'in işgali
yıllarında İşgal Kuvvetleri'ni destekleyen tavır ve davranışlarıdır.
Azınlıklardan bir kesimin bu yıllarda Türklere sırt çevirmiş olması, onlarla alay etmesi Türk top- lumunun hafızasında bir daha silinmemecesine yer etmiş, Tek Parti döneminin önde gelen kültürel ve siyasal seçkinleri
tarafından yeri geldikçe sık
sık hatırlatılmıştır. Bu tavır, Cumhuriyetçi seçkinlerin gayrimüslimler ile barışıp mazide olup bitenleri mazide bırakmadıklarını,
Cumhuriyet'in ilanından sonra azınlıklarla olan ilişkilerinde temiz bir sayfa açamadıklarını ve Müslüman-gayrimüslim
ilişkilerin mazinin ipoteği altında
seyretmeye devam
ettiğini göstermekte.
b) Başar için "Türk" teriminin, "Müslüman" terimiyle eşanlam taşıması.
Ahmet Hamdi Başar'ın, laikliği ve Cumhuriyetçiliği
savunmasına rağmen "Türk" kavramını, "anayasal vatandaşlık"
şeklinde algılamak yerine "İslam dini ile Türk etnisitesinin bileşimi"
şeklinde algılaması, Tek Parti döneminin halet-i ruhiyesinin bire bir yansımasıdır. Başka bir deyimle "Türk'',
Başar'ın deyimiyle,
"üstün ve hakim millet" anlamına geldiği için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir kişi ancak Müslüman ise "Türk"
kabul
edilmektedir. Başar'ın gayrimüslimlere bakışı, Osmanlı Devleti döneminde
geçerli olan anlayışın bir devamıdır: Bir tarafta millet-i hakime Türkler, diğer tarafta zımmiler yani gayrimüslimler.
c) Başar'ın, Türkiye Cumhuriyeti'nin Lozan Antlaşması ile azınlıklara tanıdığı haklara karşı çıkması.
Bunun sebebi, azınlıkların bu hakları kullanmaya devam etmeleri halinde (örneğin
azınlık okullarında eğitim görmeye devam etmeleri, ana dillerini kullanmaları, cemaat yapılarını muhafaza etmeleri) hiçbir zaman Türkleşemeyecekleri
inancıdır. Dolayısıyla Cumhuriyet'in lider kadrosunun imzaladığı Lozan Antlaşması ile azınlıklara
tanınan haklar, Başar ve onun gibi düşünen Cumhuriyetçi
seçkinler için gayrimüslimleri Türk milli kimliği potasında eritmeyi hedefleyen ulus-devlet inşa tasarısına
ters düşen
'imtiyazlar'dı ve dolayısıyla bu imtiyazlar, kağıt üzerinde kalmalı ve uygulanmamalıydılar.
4- Türkleştirme Siyasetinin Yeni Bir Tanımı
Ahmet Hamdi Başar'ın bu metninin
ışığında Tek Parti döneminin "azınlıkları Türkleştirme siyaseti"
şöyle tarif edilebilir.
Azınlıkları Türkleştirme siyaseti,
Cumhuriyet'in ilk yıllarında uygulanmaya konulan uluslaşma ve ulus-devlet
yaratma sürecinin bir parçası idi. Türkleştirme siyaseti, azınlıkların ana
dillerini, ülkülerini (Yahudiler için Siyonizm, Rumlar için Helenizm,
Ermeniler için Ermeni ülkücülüğü) ve kültürlerini Türk dili, Türk ülküsü ve
Türk kültürü ile ikame etmelerini, Türk kültürü içinde erimelerini, kamusal
alanda sadece 'Türk' kimliğiyle temsil edilmelerini, Musa veya İsa dininden
birer Türk yurttaşı olarak yeniden doğmalarını talep eden, karşılığında da
İslam dinine mensup yurttaşlarla her alanda eşit kabul edileceklerini taahhüt
eden, böylece o ana kadar "zımmi" konumunda olan azınlıkları
"yurttaş" konumuna terfi ettiren bir toplumsal sözleşme idi.
Ancak bu sözleşmenin bir tarafı olan
Devlet, kendi yazdığı bu sözleşmeye riayet etmeyecek ve gayrimüslimleri
"Türk yurttaşı" ola-
rak değerlendirmeyecekti. Bu gerçeğin önemli
kanıtları (a) azınlıkların Tek Parti döneminde Türk
Silahlı Kuvvetleri'nde
gerek yedek subay ve gerekse muvazzaf subay olarak görev
yapamamaları, (b) kamuda hizmet edememeleri ve (c) 1942 yılının Kasım
ayında kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun tamamen keyfi ve gayrimüslimler aleyhine ayrımcı bir şekilde
uygulanmasıydı.
5- Türkleştirme Siyaseti Neden Başarısız Oldu?
Başarısızlığın üç ana nedeni mevcuttu:
(a)
İlki, yüzyıllardan beri şeriatla
yönetilen, gayrimüslimleri zımmi olarak kabul eden Osmanlı Devleti'nin bakiyesinden yeniden inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu liderleri
ile seçkinlerinin ortak hafızasında azınlıkların, "vatana olan kan borçlarını
ödememiş, buna
mukabil servetlerini arttırmış, Mütareke ve İzmir'in işgali sırasında düşmanla işbirliği yapmış hainler" olarak yer etmeleriydi. Tek cümle ile ifade etmek gerekirse azınlıklar,
"güvenilmez" unsurlardı. Her ne kadar genç Cumhuriyet, maziyi unutup yeni
bir sayfa açmaya söz vermişse de, "güvenilmez olma" vasfı toplumsal hafızada çok derin bir yer edinmiş
olmasından ötürü azınlıklar dışlanmaya devam edileceklerdi. Dahası iktisadi hayatta Müslü- man-Türk
unsuruna kıyasla
teşebbüslerinde daha başarılı olup bunun neticesinde Türklere kıyasla daha müreffeh bir hayat sürmeleri ve daha fazla servete sahip olmaları da Türkler
açısından "kabul
edilebilir" değildi. Türkler açısından nihayetinde gayrimüslimler
"Türk", yani bu "vatanın evlatları" değildiler. Bu "vatan için kanlarını
dökmemişlerdi", dolayısıyla kendilerinden daha müreffeh ve daha fazla servet sahibi olmaları kabul edilebilir bir durum değildi.
(b)
İkincisi, Cumhuriyet'in ilan edilmesinden
sonra İslam dininin, Türk toplumunun en önde gelen değerlerinden biri olmaya, Müslüman ve gayrimüslim halk arasında bir ayırıcı unsur olarak etkili olmaya devam
etmesiydi.
(c) Üçüncü neden ise "Türk" kavramına yüklenen ve onunla eşanlam taşıyan etnisite (Türk ırkı) ve din (İslam dini) anlamları idi.
Bütün bu sebeplerden ötürü
gayrimüslimleri de kapsaması arzu edilen "Türk" kavramı, uygulamada "Müslüman"
ile özdeş anlam taşıyan ve dolayısıyla
gayrimüslimleri dışlayan bir kavram haline dönüşecekti. İşte bu nedenlerden ötürü Cumhuriyet'in ilan edilmesine, 1924 Anayasası 'nda mevcut olan "Türkiye Devletinin dini İslam'
dır" maddesinin
1 O Nisan 1 928 tarihinde kaldırılmasına, azınlıkların
Türkleşmeleri halinde yurttaş kabul edilecekleri vaatleri ve azınlıkların
Türkleşme gayretlerine
rağmen gayrimüslimler ne Devlet, ne toplum, ne de kültür ve siyaset aleminin önderleri
tarafından "Türk" olarak kabul edileceklerdi.
il- TÜRK TARİH YAZIMINDA KUTUPLAŞMA
1-
"Resmi Tarih" Deyimi Neyi Kastetmekte?
l 980'li yıllardan itibaren popüler
kültüre mal
olacak olan "resmi tarih" deyimi, günümüzde kamusal alanda cereyan eden tartışma ve polemiklerde sıkça
kullanılan ve sol ve
liberal görüşlü aydınlar camiasının haklı olarak son derece olumsuz bir
anlam yüklemiş olduğu bir deyim. Bu deyimin, popüler
kültürde ne anlama
geldiğini anlamak için aşağıda sıralanan örnekler yeterli olacaktır.
a) Ekşi Sözlük'te "Resmi Tarih"
"Resmi tarih" deyimi için Temmuz 2014 tarihi itibariyle Ekşi Sözlük'te[111] 55 ayrı tanım mevcuttur. Bunlardan anlamlı olan birkaçı şunlardır:
Tarih araştıran birinin en son bakması gereken şeydir. Çünkü
objektif değildir zira resmi tarihi yazanlar
devletin maaş verdiği kadrolu memurudur.2
Olası
tarih türlerinden birisi farkı hakim ideoloji tarafından
destekleniyor olmasıdır.3
Resmi tarih devletin tarihe koyduğu bir filtredir, içerik
ayıklama- sıdır.4
Resmi tarih, bugüne kadar insanları pembe bir masal içinde uyuttu. Ermeni tabusuna değinmemesinin
sebebi de bu: bu
mesele, aslında resmi tarihi kökten değiştirebilecek ve yeni bir Türkiye tarih yazımını
başlatabilecek olan bir potansiyele sahipti. Tabii ki Ermenile- rin resmi tarih'ini de ...
Belgeleri çarpıtmak, yanlış çeviri yapmak gibi resmi tarihin
bilimsel olmayan yönlerini bir kenara bırakalım - bunlara hiç girmeyelim; resmi tarih, tarih anlayışını
"gerçekten bilimsel" olarak şöyle sunar: "benim görüşümdeysen bilimsel, değilsen bilimsel değilsin".5
b) "İslami Fkirlere Dayalı" Köklü Değişim Dergisi Genel Koordinatörü
Süleyman Uğurlu:
Bilindiği
gibi tarih yazıcıları resmi ve gayri resmi olmak üzere iki sınıfa
ayrılmıştır. Resmi tarih yazıcıları gelişen olayları gerçek mahiyetten uzaklaşmasına dikkat etmeden otoritenin haklılığını ve yüceliğini
kanıtlamak için istediği şekilde yansıtmıştır. Gayri resmi tarih yazıcıları ise resmi tarihi yalanlamak adına
gerçekleri araştırmaktan ziyade resmi tarih yazıcılarını ve bilgileri yalanlamakla meşgul
olmuşlardır.6
c) Taraf gazetesi yazarı ve genel yayın
koordinatörü (günümüzde Yeni Şafak ve Daily Sabah gazeteleri yazarı) Markar Esayan:
Umarım
Norveçli bir din adamının
tanıklığına dayanan bu belge doğrudur. Hem olmazsa ne yazar? Nasıl olsa yıllarca çakma
bir tarih anlatısını gerçek diye okumaya alıştık.
Üstelik bile bile
yaptık bunu.7
I IMe. 2" ( kıık 2007, 12:28.
A"-. 2 s l lıııirıııı 2006, 11:36 - 14
Ocak 2007, 22:26.
'illlı-vııııırı l lı:tıırlıı. "Soykırım Meselesine Nasıl Bakmamız Gerekir?'', Köklüdeğişim, Sııvı .'l. 1 < kıık 2007 "
I Mıııkııı
hııvıırı, "Alıılörk ve- lIrant Dink ...”, Taraf, 29
Eylül 2008. Yazarın metin-
ılı-
ııtıllıı hıılııııılııı:tıı "hl'lgc" hivan Soykırım
Müzesi ve Enstitüsü Direktörü Hayk I "mi"'.m ııı.
A"i"S k y.lyııılaııa11 bir makaleye
atfen Atatürk'ün 1930'1u yıllarda
d) Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı kurucusu Doç. Dr. Fikret Başkaya:
Resmi tarih, hakim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Tarihin, geçmişte
yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur. Bu amaçla toplumsal bellek [hafı- za-i enam] yok edilmek, toplum hafıza kaybına
uğratılmak istenir. 8
e) Marksist Tutum
dergisi yazarı Deniz Moralı:
Türkiye'de
egemen sınıfın
yazdığı resmi
tarih, onun kendi egemenliğini sürdürmesinin temel bir vasıtasıdır. Bu resmi tarihin en belli başlı
unsurları olan
Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı, Kürt düşmanlığı ve komünist
düşmanlığı vasıtasıyla egemenler, daima hedef şaşırtarak işçileri ve diğer emekçi halk kitlelerini birbirine karşı
kışkırtmış ve ararlarında
güvensizlik tohumları ekmeye çalışmıştır.9
O Kıbrıs Üniversitesi (University of
Cypms) öğretim üyesi ve şair Neşe Yaşin:
Her
ulus, ulus devletin oluşma sürecinde bir tarih anlatısına ihtiyaç duyuyor. Bu
tarih anlatılarını incelediğimizde genelde bizim iyiler ve haklılar, ötekilerin
ise kötüler ve zalimler olduğu üzerine temellendiklerini görürüz. Kendi tarih
anlatımızı oluştururken seçici bir bellekle işimize yarayan unsurları ayıklıyor
ve ancak kurduğumuz bağlam ve kapsamı destekleyecek ayrıntılara yöneliyoruz.
Her
hatırlamanın bir unutmayı da içerdiğini söyleyebiliriz. Resmi tarih anlatıları
nelerin unutulması, neleri hatırlanması gerektiğini belirlerler. Unutmamız
gerekenler genelde bizim tarafımızdan ötekilere yapılan kötülük, tarihimizin
karanlık noktalarıdır. Hatırladıklarımız ise ötekilerin bize yapmış olduğu
kötülüklerdir. (...)
Ermenileri
tehcir edilmekten kurtardığını belirten beyanatıdır. Bkz. Amberin Zaman,
"Atatürk'ün Kahramanlığını Belgeledik", Taraf, 27 Eylül 2008.
8
Fikret Başkaya, "Neden Resmi Tarih?'', 16 Şubat 2006, ww.
sendika.org/2006/02/ neden-resmi-tarih-fikret-baskaya/
9 Deniz Moralı, "Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir",
24 Nisan 2005, www.mark- sist.com/node/64/print
Resmi tarih anlatılan,
azınlıklara dair bir bellek oluşumuna da katkı koyarlar. Azınlıklara
ilişkin bellek onları hedef alan ulusal politika tarafından
şekillendirilir. Azınlıkların bir tehlike unsuru olarak algılanması,
onların ulus
devlet içinde asıl unsur olmamaları hatta, ulusal devlete karşı bir anlamda kendi bağımsızlık projeleri ya da başka bir ulus devletle bağlantıları
anlamında tehdit oluşturabilecekleri için olumsuz unsurlar içerebilecektir.10
g)
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemil Koçak:
Resmi tarih dediğimiz şey
iktidarın konjonktüre! olarak olarak ortaya koyduğu geçmişe ilişkin toplumun kabul etmesini istediği bilgiler toplamıdır. Bunun en bariz örneğini ders kitaplarında
görürüz. Her
iktidar değişikliğinde genellikle ders kitapları da değişir. Ders kitaplarının
içeriği amacı o kadar ideolojiktir ki bütün geçmişi var olan nokta açısından yeniden görürüz.11
Tarihçilik
yaygınlaştıkça alternatif tarih değil tarihler konuşulmaya
başlandı. Topluma aşılanmaya
çalışılan resmi
tarihe karşı refleks bunlar.
Uzun zaman üst üste eklenerek oluşturulmuş bir [resmi] tarihtir bizimkisi. Fakat dönemden
döneme göre de değişir. İktidarın duruşuna göre şekillenmiştir.
Her darbe sonrası resmi tarih güncellenmiş, yeniden yorumlanmıştır.
DP iktidarında Tek Parti'nin resmi tarihi rötuşlanmıştır.
Çünkü DP, topluma
kendi meşrutiyetini ispat etmek zorundaydı.12
h)
Milli Gazete yazarı Davut Şahin:
Bu millet "yalan
tarih"ten bıktı! Cumhuriyet kurulalı beri, bu vatana kastedenleri adeta bir kahraman
gibi gösteren tarihin sayfaları, artık sarardı.
Tarihi olaylar artık objektif olarak verilmeli. Dönemin
şartları, zorlukları kaleme alınmalı. Günün değer yargılan içinde
bazı mesele-
10 Neşe Yaşin,
"Acının Belleği: Elif Şafak'ın Baba ve Piç Romanından Hareketle Resmi Tarih Anlatılarına
Bakış", İzinsiz Gösteri, Sayı 149, Haziran-Temmuz 200,
http://www.izinsizgosteri.net/new/?issue=46&page= 1&content=3722
11 Murat Tokay,
"Kemalistler Nutuk'u Sansürledi'', Zaman Pazar, 19 Nisan 2009.
12 Samet Altıntaş, "Kemalizm Tutarsız Bir İdeoloji O Bakımdan
Eleştirisi Kolay",
Zaman Pazar, 6 Ocak 2013.
!eri idrak etmek, anlamak güçtür. Mesela Osmanlı tarihinin sayfaları tekrar açılmalı. Gizli kalmış veya özellikle
karanlıkta bırakılmış yönler açığa çıkarılmalı. Çünkü yıllardır ecdada yapılan
saygısızlığın haddi hesabı yok.13
i)
Star gazetesi yazarı İbrahim Kiras:
Tarih dediğimiz "hikaye" gökten inzal olmuş "sabit" bir metne dayanmıyor. Tarihi birileri yazar. Özellikle de "kazanan taraf
yazar" "Kaybedenlerin" de kendilerine göre bir tarih anlatısı
vardır elbette.
Ama onlarınki de kendi bakış açılarına göre kurgulanmış bir "başka" tarihtir. Her tarih anlatısı bir bakış açısına
dayanır.
Bunu söyleyince bizde ister istemez "resmi
tarih" akla geliyor. Resmi tarih derken Kemalist rejimin
kendi meşrutiyetini temin etmek üzere kurguladığı anlatıyı anlıyoruz.
Oysa resmi tarih
tek değil, birden fazla resmi tarih var. Kemalistlerinki okullarda okutulduğu
için belki diğerlerinden "biraz daha resmi", ama
sözgelimi İslamcıların, Türkçülerin, Komünistlerin de kendilerine ait birer resmi
tarihleri var. 14
g)
Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal:
Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte 'devlet' in kendisi bir
tarih yazmış, belki daha doğru deyişle bir tarih icat etmiş, etrafına da kırmızı
çizgiler çekmiştir.
Bu çizgiler
'sınır'lardır.
Bizim memlekette tarihe
ancak bu sınırların içinde kalarak dokunabilirsin, o kadar.
Abdülhamid
mi, Vahdettin
mi?
Sınırlar bellidir.
1915 mi, Ermeni tehciri mi?
Kırmızı
çizgilere dokunan
yanar.
Atatürk mü?
Elbette 'tabu'dur.
"Atatürk
diktatördü!" diyebilir misin? Dedin mi, hakaretten mahkemeyi boylarsın.
13 Davut Şahi , "Tarihle Yüzleşmek",
Milli Gazete, 19
Kasım 2011.
14 İbrahim Kiras, "'Resmi Tarih Bir
Tane Değil ki"', Sıur, 2 Ekim 2009.
Latife Hanım mı? Halide Edip mi?
Resmi tarih ne yazıyorsa odur.
İzmir
yangını?
Gerçeğini
ne kadar yazar
okul kitapları?
Kürt
isyanları, Dersim katliamı, Alevi sorunu...
Devletin ezberleri ne
buyuruyorsa, ötesine gidilemez.
İskilipli
Atıf Hoca mı?
Yazmaz ki işin aslını,
nasıl asıldığını.
Trakya Olayları.
Varlık
Vergisi.
6-7 Eylül
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül,
Türkiye'yi allak
bullak etmiş olan askeri darbeler.
Resmi tarih işin içyüzünü yazar mı?
O kadar çok yasak vardır ki, alternatif tarih yazımı bu ülkede kelleyi koltuğa almak gibi bir şeydir. 15
h)
İnsan hakları aktivisti Temel Demirer:
Evet, durum tamı tamına
böyleyken; resmi
efsanelerle mücadele muhalif tarihçilerin başlıca görevleri arasındadır. Geçmişi itinayla temizlemeye kalkışan resmi bakış açısı,
öncelikle kendi yarattığı efsanelerden beslenir. ..
Resmi efsane yaratmak,
genellikle olmamışı olmuş, olmuşu olmamış gibi göstermek ya da olanın bir kısmını öne
çıkarmak, ardından bunu sık sık tekrarlamak ve siyasi hafızaya kazımak demektir.
Bunun içindir ki resmi efsanelerle mücadelede muhalif tarihçiler, biraz Don Kişot gibi, yel değirmenleriyle
(efsanelerin yarattığı yanlış
bilgilerin tedavülden
kaldırılması için) dövüşmelidirler. [112]
i)
Millf Gazete yazarı Mehmed
Şevket Eygi:
Tarih
öylesine eğilir bükülür bir ilim dalıdır ki, ona birbirine zıt ona her şey,
bütün yalanlar söyletilebilir.
1919'da
Yunan ordusunun İzmire çıkışı Elenler için ak, bizim için karadır.
Balkan
savaşında Rumeli-i şahaneyi kayb edişimiz bizim için büyük felaket; Bulgarlar,
Sırplar, Yunanlılar için büyük bir zaferdir.
Preveze bizim için zafer, Haçlı Avrupa için kara bir gündür. Tersine İnebahtı (Lepant) onların zaferi, bizim hezimetimizdir.
1683 İkinci Viyana kuşatması bozgunu... Madalyonun arka yüzünde onların zaferi ...
Tarihin esnekliği
eğilip bükülmesi, ters yüz edilmesi en fazla Milli Mücadele=İstiklal Savaşının
anlatımında görülür.
Doksan yıldan beri resmi tarihçiler, Yunan mitolojisinden daha girift bir mitoloji fabrika etmiştir.
M. Kemal memleketi kurtarmak
için çürük çarık bir gemiyi biniyor, İngilizleri atlatıyor, Samsuna çıkıyor,
Padişaha kafa
tutup ordudan istifa ediyor ve zaferi kazanıyor, Sultanı kovuyor...
İşin
doğrusu nedir? Paşa, Sultan Vahidüddin
Hanın yaveridir. Ana-
doluya, ödenek verilerek onun tarafından gönderilmiştir. Paşa, Padişahın kızı Sabiha Sultan ile evlenerek Damad-ı
Şehriyari olmak istemiştir ama bunda başarılı
olamamıştır.
Paşa
iki istifa dilekçesinde
Padişaha şöyle hitap etmektedir: 'Ate- be-i ulya-i Hazret-i Hilafetpehaniye... (Halife
hazretlerinin yüce eşiğine ...)
Paşa
dilekçelerden birinin altına "Kulunuz M. Kemal", ötekisinin altına "Kulları M. Kemal" yazmıştır.
Ankara'da 23 Nisanda Meclis açılınca M. Kemal Paşa, Meclisin Halifeyi ve vatanı kurtarmakla vazifeli olduğunu beyan etmiştir.
İlk
Meclis, açılışından
birkaç gün sonra,
Hamdullah Subhi beyin kaleme aldığı bir mektup göndererek
Padişaha ve
Halifeye bağlılığını arz etmiştir.
Tarih adına öyle yalanlar uydurmuşlardır
ki, hiç utanıp arlanmadan laikliğin 1923 'te ilan edildiğini söyleyebilmişlerdir.
Doğru
tarih şudur:
Milli Mücadele bir İslami cihad hareketidir.
İlk
Cumhuriyet bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulmuştur.
İlk
Cumhuriyet'in Dolmabahçe
sarayında ikamet
eden ve her Cuma merasimle selamlığa çıkan resmi bir Halifesi vardır.
İlk
Cumhuriyet'in
kabinesinde sarıklı, cüppeli, sakallı bir Şer'iyye vekili (Şeriat işleri
bakanı) vardır.
Bu gerçek, doğru tarih bir kenara atılmış, onun yerine düzmece ideolojik bir tarih uydurulmuştur.
Kaç
neslin
beyinlerine bu uyduruk düzmece tarihin yalan bilgeleri, tezleri,
zehirleri, uyuşturucuları zerk edilmiştir.
Lisan ve tarih konusunda ne
Almanyada Hitler, ne Rusyada Stalin rejimleri bizdeki kadar aşırı bir müdahale ve spekülasyon
yapmamıştır. .. Halide Edib, Türkiyede Şark Garp Amerikan Tesirleri adlı kitabında
böyle demektedir.
Türkiyenin
Müslüman çoğunluğu gerçek tarihi öğrenip anlayama- sın diye alfabe ve lisan değiştirilmiştir.
1923'ten bu yana tam doksan
sene geçti. Asıl tarihi yaşamış olanlar öldü. Yeni nesillerin büyük kısmı ideolojik vesayet rejiminin yalan
tarihini, sahici tarih sanıyor.
Vesayet rejimi Müslümanları cahil bıraktı, divitle et imperia prensibini uygulayıp bin parçaya
ayırdı.
Müslümanlar
kültür bakımından o kadar geri bırakıldı ki, şu ana kadar her biri bin sayfalık, yekun on bin sayfa, içi on binlerce resim, belge ihtiva
eden gerçek bir Milll Mücadele ve Cumhuriyet tarihi hazırlayıp yayınlayamadılar.
Bu hizmeti yapmak için para mı yok, hürriyet mi yok, imkan ve fırsat mı yok. Artık hepsi var ama yeterli kültür ve ahlak yok.
Uzmanlarımız,
arşivcilerimiz yok mu? Bol bol var ama bunlar bir araya gelip gerçek tarih külliyatını ortaya koyamıyor.
Bunun için ilmi araştırma, tarih kurumları gerekir.
Türkiye
Müslümanları tarih tabularını yıkamadı.
Son 1 O kasımdaki
manzarayı gördük.
Müslümanlar
yakın tarihin cahiliye
mitolojisini berhava edemiyor. lsıramadığın eli öp felsefesi.
Hahambaşı
Haim Nahum
doktrini.
Gerçek
tarihimizin üzerindeki Sabatay Sevi gölgesi.
Diyanet Vakfı otuz küsur ciltlik bir ansiklopedi yayınladı.
İstese pek iili
bu hacimde doğru bir tarih de yazdırıp yayınlayabilirdi.
Tarihini doğru bilmeyen toplumların
geleceği karanlıktır.
Vesayetçi
egemen azınlıkların,
Kriptoların tarihi başkadır, Müslü- manlarınki başkadır. Onların tarihi düzmece ve sahtedir, Müslü-
manlarınki doğru ve gerçektir.
Sakarya savaşında
şehid olan Müslümanlar,
İstanbul düşman işgalinden kurtulsun, Ayasofyada çan çalmasın diye can vermişlerdi...
Onlara ileride Hilafet lağv edilecek, Ayasofyada ezan
susturulacak, ulu mabed müze yapılacak denseydi savaşırlar
mıydı?17
j)
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi
Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem:
Resmi
Tarih-alternatif tarih-popüler tarih gibi birçok tamlama var söz konusu 'tarih
' olunca. Nasıl ayrılırlar bunlar birbirinden?
17
Mehmed Şevket Eygi, "Düzmece Mitolojik Cahiliye! Tarihi", Milli
Gazete, 20 Aralık 2013.
Daha ziyade tarih üretenlerin
kimliği ve hangi amaçla
ürettikleriyle ilgili bir ayrımdır bu. Resmiyetin ürettiği ve öğrenilmesini
sağladığı tarihe
resmi tarih, resmiyetin yazdığı tarihe karşı çıkan ve tarihi olaylar hakkında alternatif açıklamalar getiren tarihe alternatif tarih,
akademik-bilimsel tarihçilerin yazdıklarını geniş kitleler için
ulaşılabilir kılan tarihe de popüler tarih diyebiliriz. Bence önemli olan, bunların böyle
işlevsel bir şekilde birbirinden ayrılmaları
değil, bilimsel
tarihten ne kadar ayrıldıkları, akademik tarihten ne kadar uzağa
düştükleridir.18
k)
Yazar ve Şair Murathan Mungan
- Tarih işini
yapmadığı için mi siz bu boşluğu do/duruyorsunuz? Edebiyat sadece kendine ait bir boşluğu doldurur. Resmi tarih zaten işini yapmadı.
Türkiye'de yaşayan halklar, kendinden saklanan gerçeklerin tarihi içinde
yaşıyor. Birdenbire
"O öyle değildi, bu böyle olmamıştı"yı bu halk nasıl
taşıyacak? Kendisine
çok yıllar boyunca yalan söylenmiş, bir örtbas etme kültürü içinde
yaşanmış. Geçmişi niye hatırlıyoruz? Bir hıncın, bir kinin tazelenmesi için değil.
Günümüze düşen uzantılarını ve tekrarını engellemek için. Yoksa tarihin tek başına kimseye faydası yoktur. En son yazdığım
şiirlerden birinde "Tarihte delilden çok yalan var" diyorum. 19
2-
"Resmi Tarih" Hakkında
Yerleşik Kanaat
Entelektüel
alemde yerleşik ve de büyük ölçüde doğruluk payı içeren bir kanaate göre devlet
üniversiteleri, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür
Merkezi, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, (halihazırda Avrasya İncelemeleri Merkezi
(AVİM) bünyesinde faaliyet göstermekte) TBMM gibi resmi ve yarı resmi
kuruluşlar "resmi tarih"i ideoloji olarak benimsemiş müesseseler olup
yayınları da bu çizgidedir. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu
tarafından kabul edilip ortaöğretim
18
Çağlayan Çevik, "Kendi gününü yazan tarihçi değildir", Hürriyet
Kitap, 1 Kasım 2013.
19
Zeynep Miraç, "Türkiye'de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı",
Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014.
müfredatında yer alan tarih kitapları da "resmi tarih" anlayışının
genç kuşak nezdinde
en geniş şekilde yaygınlaşmasını sağlayan en önemli
vasattır.20 Bütün bu kuruluşların yayınlarında rastlanan tarih yazımının ortak özellikleri ise şöyle
özetlenebilir:
a)
Geçmişte cereyan etmiş olan kimi olayların tarih yazımına dahil edilmemesi yani, seçici ve "unutkan" olması, Prof. Dr. Cemil Koçak'ın deyimiyle gerçeğin
"yalnızca aydınlık yüzü"nü sunması,21
b)
Tarihi şahsiyetleri aşırı bir şekilde
yüceltmesi, onların "olumsuz" nitelenebilecek yönlerinden söz etmemesi ve böylece "propaganda" vasfına sahip olması,
c)
Tarihe milliyetçi bir bakışla
yaklaşması, gerçekleri tahrif etme pahasına maziyi yüceltmesi.
3-
"Gayr-ı Resmi Tarih"in
Ortaya Çıkışı
Böylesi bir
tarih yazımının yıllar içinde tepkisel bir karşı tarih yazımını yaratması
kaçınılmazdı.22 Nitekim birçok yayınevi son yıllarda biyografi kitaplarına
karşı artan ilginin sebebinin, "resmi tarihin iflası" olduğunda
hemfikir olacaklardı.23 Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf
Hakan Erdem bu ilginin nedenini şöyle açıklayacaktı:
20
Nitekim salt bu nedenle TÜSİAD ve Tarih Vakfı, orta öğretim için alternatif
tarih kitapları hazırlayacak, Milli Eğitim Bakanlığı'na teklif edecek ancak
netice elde etmeyecektir. Kaynak: 'TÜSİAD'dan Felsefe veTarih Kitabı",
Radikal, 6 Mayıs 2003.
21
Cemil Koçak, Geçmişiniz İtinayla Temizlenir, İletişim Yayınları, İstanbul,
2009, s. 10.
22
Buna benzer bir tartışma, İsrail'de de yaşanacaktı. "Yeni tarihçiler"
ile "eski tarihçiler" olarak adlandırılan bu iki kesimin
tartışmalarını özetleyen yazılar için bkz. Halil Berktay, "Kuruluş
Efsaneleri: Türkiye'den İsrail'e, İsrail'den Türkiye'ye'', Toplumsal Tarih,
Sayı 16, Nisan 1995, s. 6-7; Ethan Bronner, "Siyonizm Tarihi Yeniden
Yazılıyor", Toplumsal Tarih, Sayı 16, Nisan 1 995, s. 7-12.
23
Serkan Kara, "Resmi Tarihe İnanmayanlar Biyografik Eserlere
Yöneliyor", Zaman, 4 '.'lisan 2009.
Bugün
giderek olgunlaşan
Türkiye kamuoyu,
aynen bizim gibi insan olan "düşmanın" yerlerde süründüğü bu basit edebiyattan zevk almak
bir yana dursun, tarihin mağdurlarının kimler olduğunun
doğru bir şekilde tespit edilmesiyle daha çok ilgileniyor. "Resmi
tarih" dediğimiz ve bu tür mağduriyetleri görmezden gelmesiyle maruf yönelimleri tercih etmek yerine bir şekilde doğruya
ulaşmak istiyor. Çağımızda
insanlığın ulaştığı etik birikim seviyesi ve tabii ki "resmi tarih"in doğruyu
söylemediğine ve söylemeyeceğine duyulan inanç bu merakın başlıca bedenidir diyebiliriz.24
"Resmi tarih"e tepki,
kimi zaman gülünç şekillerde de kendini gösterecekti. Bunlardan biri işadamı Dr. Şeref Menteşe idi. Menteşe,
basına verdiği beyanatta "Gizlenen gerçekleri ve yalan-eksik yazılan Cumhuriyet tarihimizi ben yanlış
öğrendim, çocuklarım gerçeği öğrensin diye 1 milyon lira ayırdım. Yakın
tarihi
belgeleriyle yazabilecek donanımlı ve cesaretli bir tarihçi arıyorum. Tarihini doğru bilmeyen günümüzde olan-bitenleri anlayamaz"
diyecek, bunun sebebini de "Hz. Adem'i, Firavun'u, Roma'yı ezbere biliyoruz da kendi yakın tarihimizi yalan-yanlış
öğreniyoruz. Benim kuşağım yanlış öğrendi bari çocuklarım gerçeği öğrensin istiyorum" şeklinde izah edecekti.25 Bir diğer gülünç tepki, Radikal gazetesinin blog yazarlarından
Özgün Armağan'ın bir yazısı idi. Armağan, "resmi tarih" kavramıyla olan kişisel
ilişkisini ve
zihinsel dönüşümünü şöyle anlatmakta:
Resmi tarih olarak adlandırılan, yani yazılı kaynaklarca desteklenen, geçmişimiz ana hatlarıyla bize bu şekilde
öğretilir, durulur. İlkokulda
başlar ve devam
eder. Üniversitelerin tarih bölümlerinde bile böyledir. Resmi tarihi sorgulamak kısa zaman öncesine kadar asla yapabileceğim bir şey değildi. O mükemmellikteki
geçmişi neden sorgulayacaktım
ki? Damarlarımdaki
"asil kanın" (!) mevcudiyeti ile şahlanıp arşa
çıkmak varken,
her 18 Mart'ta haklı (!) zaferimizin şerefiyle sarhoş olmak varken, Kanuni Sultan Süleyman'ın
24 Sevim Şentürk, "Ey Tarih, Bana Zaferleri i Değil Karanlık
Noktaları Anlat!'',
Zaman Pazar, 27 Aralık 2009.
25 Ömer Şahin,
"Tarihçilere Açık Çağrı: 1 Milyon Liralık Teklif', Radikal, 24 Ağustos 2012. Şeref Menteşe
hakkında bilgi için bkz. www.seretiııentese.coın.
muhteşem
seferleriyle, toprağına toprak katan bir imparatorluğun
ak tarihinin ak insanı olmak. Yani vicdan muhasebesi
yapmadan yaşayıp gitmek varken, resmi tarihi sorgulayıp, altından hoşuma gitmeyecek şeyleri niye öğrenecektim ki?
Sabiha Gökçen'in Dersim Harekatı(!)'nda
"İnsanları bombalarken heyecanlanıyorum" dediğini
öğrenirsem elime ne geçecekti?
Sabiha'yı yüce önder Atatürk'ün manevi kızı ve ilk savaş kadın
pilotu olarak bilmem yeterdi. Bir katliamın kadın Azrail'i olduğunu
öğrendiğimdeki yaşadığım ağırlığı neden yaşayaydım?
Yani resmi tarih kolaydı. Gururdu. Mükemmeldi.
Adı üstünde resmi tarih belgelerle destekli. Suyun yüz derecede kaynaması kadar mutlaktı.
Kısa zaman öncesine kadar. Atatürk'ü sevmeyen insanları
sevmeyen bir insandım. Yılmaz Özdil denilince akan sular dururdu.
PKK-TSK çatışmasının sonucunda ölenlerin "Kaçı Türk?"
sorusunu soran faşizan ırkçılardandım. Ama kendimi sosyalist olarak da görüyordum.
Faşizan sosyalist!
Türban,
cehalet demekti.
Üniversitelere uğraması mı? Kesinlikle hayırdı.
Ermeniler deseniz 1915'te taşkınlıklar
çıkarıp durmuşlardı. Biz iyi niyetle onları göç ettirmiştik, onlar yakıp
yıkmıştı. Kürtler deseniz hepsi terör örgütüne (!) yakın mesafedeydi. Yani hepsi teröristti bir nevi.
Ve daha bir sürü şey. Bir Türk'ün
geçirdiği evlerdi işte hepsi. Ait olduğum sistemin çıktısıydım. Resmi tarihin, resmi ideolojinin
bir neferiydim.
Değişmeyen,
tek şey değişimin kendisidir. Faşizan sosyalist halimden şimdi eser yok. E tabi uzun yıllar resmi tarihin oyuncağı olmuş
olmaktan pişmanlık duymuyor da değilim. Ancak yapabilecek pek de bir şey yok. O zamanlar önüme
sunulanları seçme şansım yoktu. Koşulsuzca kabul etmekten öteye gidecek kudretim yoktu.
Sizin oldu mu?
Resmi tarihin masalsı olay örgüsünün
dışında alternatif
bir tarih olduğu fikrini hiç uzak hissetmiyorum artık. Her şey bu kadar masalsı olamaz değil mi?
Bunu anlattıktan sonra yazar, genel ağda dolaşan
saçma ve mesnetsiz bir rivayeti de "resmi
tarihin bir yalanı" olarak değerlendirip şu yorumda bulunacaktı:
Velhasıl
kısa zaman önce
öğrendiğim bir
anekdotu paylaşmak istiyorum.
"Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözünü
Atatürk'ün söylediğini hepimiz biliriz. Bize böyle öğretilmiştir çünkü. Bu sözü Atatürk
söylememiştir desem ne tepki verirsiniz?
Ne mutlu Türk'ün diyene sözünü, Mustafa Kemal'in katıldığı bir toplantıda Haim Nahum isimli bir Yahudi'nin
slogan niteliğinde söylediği yönünde iddialar var.
Eğer
resmi tarihin masalsı
dokunuşlarında uçuşan bir kelebek iseniz şaşırır ve kabul etmezsiniz. Ama alternatif tarihinin varlığının
olabileceğini düşünüyorsanız şaşırmazsınız ve araştırırsınız.
Seçim sizin.26
Yazarın bu yazısında
ilginç ve bir o
kadar şaşırtıcı olan iki husus var. İlki, yazarın "resmi tarih" kavramına
öfkesi o denli büyük ki ortalıkta
dolaşan ve ilk önce Abdullah Öcalan
tarafından 2008 yılında ortaya atılan bu saçma
iddiayı27 hemen
benimsemekte. İkinci husus, benimsediği bu iddiada adı geçen Osmanlı'nın Son Haham- başısı olan Haim Nahum'dan, aynen Öcalan gibi, "bir Yahudi" olarak söz etmesi, kim olduğuna dair fikri bile olmamasıdır.28
Genç yaşta vefat eden araştırmacı Mehmet Ali Gökaçtı (19632008), "gayr-ı resmi tarih" deyimiyle popüler
kültüre mal olan
bu tepkisel tarih yazımı sayesinde toplumun gerçeklerle
yüzleşmesini temenni edecektir:
Artık
İngilizceden bile daha yabancı hale gelmiş bir yazı ve dili bu saatten sonra yeniden topluma mal edemeyeceğimiz
gerçeğini de göz önüne alarak, tarihin yazımı ve yorumlanmasında
yeni ve cesur seçenekleri
üreterek devreye
sokmak gerekiyor.
Tarihimizde sürekli pozitif bir açıdan
bakmanın ötesinde negatif boyuttan da bakmak ve gerçek anlamda yüzleşme sürecini başlatabilmek de gerekiyor. Yansımaları
bugün de devam eden
pek çok sorunu (Ermeni meselesinde olduğu gibi) halledebilmek ve bütün bunların
26 Özgün Annağan,
"Ne Mutlu Türk'üm Diyene" Sözünü Haim Nahum mu Söyledi?",
Radikal, 29 Mart
2013.
27 Selim Acar, "Öcalan'ın
40 Hikayesi var.
40'ı da
Kemalizm Hakkındadır!", 17 Nisan 2008, www.kurdinfo.com/arsiv/nivis/s acar_22.htm
28 Haim Nahum hakkında
Türkçe yayınlanmış kitap mevcuttur.
ötesinde
geçmişi, sırtta taşınan bir yük olmaktan çıkarabilmek için, tarihin tüm çıplaklığıyla ele alınması da icap ediyor. Komplekssiz,
korkusuz, önyargısız ve tersyüz etmeden olduğu gibi.29
Mehmet Ali Gökaçtı'nın bu iyi niyetli temennisi gerçekleşmeyecek, tam aksine aydınlar alemi kutuplaşacaktır.
Bu kutuplaşmanın fark edilebileceği en iyi örnek ise "azınlıklar"
konusundaki yayınlar ve beyanatlar olacaktır.
"Alternatif tarih" veya
"gayr-ı resmi tarih" sıfatlarıyla tanımlanan bu "yeni" tarih yazımına ait eserlerin özellikleri,
gerçeklerin "resmi tarih" tarafından gizlendikleri veya örtbas edildikleri kanaatinden yola çıkıp okurları
"gerçeklerle yüzleştirmesi" iddiası idi. "Gayr-ı resmi tarih", "sıradışı
tarih"30
veya "yalan söyleyen tarih"31 sıfatıyla sunulan ve örnekleri
aşağıda sıralanan bu tür eserlerin tanıtım yazıları da bu iddiada idiler. Bu kitapların
birçoğununun başlığı, "gizli tarih" veya "gayr-ı resmi tarih" ibarelerini taşımaktaydı.32
a- Kitaplardan Örnekler
Örnek 1-Soner Yalçın'ın
Hürriyet gazetesinde
pazar günleri yayınladığı yazılarının bir derlemesi olan ve 100.000 nüsha basılan bir kitabı Siz Kimi Kandırıyorsunuz!
Yakın Tarihin
Gayriresmi Notlarından Gerçeklerle Yüzleşmeye Hazır mısınız? gibi iddialı bir başlık
taşımaktaydı.
Ömek2-Aykırı
Yayınlar'ın editörü Seyfi Öngider'in, Cumhuriyet'in kuruluşu ile ilgili Kuruluş ve Kurucu kitabının
tanıtım yazısında "resmi tarih" şöyle eleştirilmekte:
29 Mehmet Ali Gökaçtı, "Tarihi Tersyüz Etmek'', Radikal İki, 1 7 Şubat 2008.
30 Ural Kahraman, Sıradışı Tarih, Akçağ
Yayınları, Ankara,
2012.
31 Mustafa Müftüoğlu, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Çile
Yayınları, İstanbul, 1 976.
32 Mustafa Akyol, Gayri
Resmi Yakın Tarih, Etkileşim Yayınlan, İstanbul, 201 1; Ziya Nur Aksun, Osmanlı
Padişahları Gayr-ı Resmi Tarihimiz, Marifet Yayınları, İstanbul, 2004; Yavuz Bahadıroğlu, Tarilıimiziıı Gizli Odaları, Hayat Yayınlan,
İstanbul, 2012.
Asıl
olarak 1919-1927
yıllan arasındaki Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş dönemini ve bütün bir tarihe damgasını vuran Kurucu'yu ele alan bu kitap
resmi tarihe karşı bir çalışmadır. Tam da bu sıralarda hayli abartılı
övgüler düzülen bu döneme ve kişilere yeniden bakmakta büyük yarar var. Türkiye
kuruluş sürecinin kendine özgü koşullarının ve kurucu kadrolarının da etkisiyle, resmi tarihi belki
de en sorunlu ülkedir. Evet, her ülkenin bir 'resmi tarihi' vardır ve her ülke bu tarihi yaparken gerçekleri kendine göre eğer,
büker, çarpıtır, farklı gösterir. Aynı şey bizim tarihimizde de olmuş ama doğrusu biraz fazla ileri gidilmiştir!
Özellikle kuruluş süreci ve kurucu söz konusu olduğunda neredeyse denebilir ki, bu dönemin resmi tarihi olarak yazılmış olanlarda, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs l 919'da Samsun'a çıktığı ve Türk
ordularının 9 Eylül 1922'de İzmir'e girdiği doğrudur da geri kalan hemen her şey bu resmi tarihin şöyle ya da böyle kurbanı
olmuştur!33
Örnek 3- Erdoğan
Aydın'ın Osmanlı tarihini inceleyen Osmanlı Gerçeği "Nizam-ı Alem "in Gayri Resmi Tarihi kitabının
tanıtım yazısı da "resmi tarih" anlatımının bir eleştirisidir:
Bu bir gayri resmi Osmanlı tarihi; yani okullarda öğretilenlerden,
ırkçı ve şeriatçıların tarih diye yazdıkları propaganda metinlerinden ve tabii
bu işi çok daha ince yapan resmi tarihçilerin yazdıklarından farklı bir tarih ...
Öncelikle
her türden
tahakküm ilişkisine karşı; bu yüzden Osmanlı'dan yana değil Türkmenlerden yana, padişahlardan yana değil halktan yana, fetihlerden yana değil barıştan
yana...
Osmanlı'nın
1 299'da kurulduğu
safsatası başta olmak üzere bir dizi efsaneyle beslenen Osmanlı tablosunu indirip yerine gerçeğini koymayı
amaçlayan bir tarih
çalışması. Bu nedenle tarih diye hamaset okumaya koşullandırılmış okuyucuların çok
öfkelenerek başlayacakları, ama eminiz ki gerçeklerle tanışacakları bir kitap.34
Örnek 4- Nesil Yayın Grubu Genel Danışmanı Metin Karabaşoğlu, Star ve Hürriyet Daily News gazeteleri yazarı Mustafa Akyol'un köşe )/'azılarını
derlediği Gayri
Resmi Yakın Tarih başlıklı kitabının "sunuş" yazısında kitabı
şöyle takdim etmekte:
33 Seyfi Öngider,
Kuruluş ve
Kurucu, Aykırı Yayınlar, İstanbul, 2003, (tanıtım
yazısı). 34 Erdoğan Aydın,
Osmanlı Gerçeği '"Nizam-ı Alem '"in Gayri Resmi Tarihi, Kırmızı
Yayınları,
İstanbul, 2010, (tanıtım yazısı).
Mustafa Akyol, dünün hadiselerine ait arşivlerin
büyük kısmına ulaşmanın hala imkansız olduğu, açıkçası devletlülann bilmemizi istediklerinden ötesini bilmekten büyük ölçüde mahrum olduğumuz bir sosyal-siyasal zeminde, bugünün problem alanlarına dair fikir yürütürken, resmi ideoloji'nin önerdiği
gözlüğü çıkararak olaylan değerlendiriyor ve okuyucuyu son derece sarsıcı bilgi ve tesbitlerle yüzleştiriyor.
35
Örnek 5- Taraf gazetesi muhabiri (halihazırda genel yayın yönetmeni) Neşe Düzel'in Prof. Dr. Cemil Koçak, Prof. Dr. Mete Tunçay, Prof. Dr. Zafer Toprak, Prof. Dr.
Selim Deringil, Prof. · Dr. Kemal Karpat, Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem ve Milliyet
gazetesi yazarı Taha Akyol ile yaptığı röportajları derlediği ve Korkusuz Tarih başlığını
verdiği kitabının arka kapak yazısı da adeta bir "gayr-ı resmi tarih" methiyesidir:
Tarihçilik
bu ülkedeki en tehlikeli mesleklerden
biridir. Yöneticiler, tarihi gerçeklerden korktukları kadar hiçbir şeyden
korkmamışlar- dır. O yüzden de özellikle yakın tarihin gerçeklerini dile getirenler, bunu ağır bedellerle ödemek zorunda kalmışlardır. Bu korkunun, korkanlar açısından
haklı bir nedeni vardır. Çünkü toplum uzun yıllar boyunca yalanlarla kandırılmış,
bugünkü sistem de
bu tarihi yalanların üzerine bina edilmiştir. Sadece geçmişi değil,
bugünü de açıklayacak olan tarihi gerçeklerin ortaya çıkmaması için
de her türlü tedbiri almışlardır. Neredeyse bütün eğitim sistemimiz çocuklara tamamen uydurulmuş bir tarihi ezberletmek için
düzenlenmiştir. Bu toplumun çocukları, bu ulusun ve yöneticilerinin hiç hata yapmadığına,
geçmişin hiçbir haksızlıkla lekelenmediğine inandırılmıştır.
Bu nedenle de, tarihi gerçeklerle
karşılaştıklarında, kendilerinden ve öğrendiklerinden değil, bizzat gerçeklerin kendisinden kuşku duyar hale gelmişlerdir.
Neşe Düzel, bir dizi dürüst ve cesur tarihçiyle yaptığı konuşmalarla, tarihimize az rastlanır bir gerçeklik ve şeffaflıkla
bakmamızı sağlıyor. Yalanların arkasına saklanan gerçekleri, bu konuşmaları okuyarak gördüğünüzde sadece aldatıldığınızı
değil, halii aldatılmakta
olduğunuzu da keşfedeceksiniz.
Gerçeklerden korkuyorsanız, yalanların içinde mutluysanız, aldatılmakta korkakça
bir huzur buluyorsanız, bu kitabı
okumayın. Bu kitap gerçekleri
35 Mustafa Akyol, Gayri
Resmi Yakın Tarih, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 201 1, <)-1O.
açıklayacak
cesarete sahip olanların,
gerçekle yüzleşmekten korkmayan cesur insanlara bir armağanı
çünkü.36
Örnek 6- Toplumsal Olayları
Araştırma ve Yüzleşme
Derneği Başkanı Cafer Solgun'un yayınladığı Gayri Resmi Cumhuriyet Türkiye 'nin Resmi İdeolojiyle
İmtihanı, (Timaş, 2012) kitabının tanıtım yazısı da gayr-ı resmi tarihi metheden bir başka metin örneğiydi:
Cumhuriyet nedir? Sebepleri
nelerdir? Yıllardır bize öğretilen, anlatılan Cumhuriyet'in başka bir yüzüyle
karşılaşıyoruz bu kitapta. Geçmişin karanlık sayfalarıyla yüzleşirken, resmi ideolojinin nasıl
yazıldığını, nasıl uygulandığını ve en önemlisi kimlerin her zaman Cumhuriyet'in dışında
kaldığını keşfediyoruz. Cafer Solgun, bu kitabıyla bize öteki Cumhuriyet'i, bir rejimin görülmeyen,
gösterilmeyen yüzünü ifşa ediyor. Geçmişe
dürüstlük, geleceğe umutla bakmak isteyen okurlar için...37
Cafer Solgun'un başkanı olduğu
demek, kitabı
yayınladıktan bir süre sonra da "Resmi İdeolojiyle Yüzleşiyoruz!"
başlığıyla iki gün süreli bir konferans düzenleyecek,
konferansın "Azınlıklar ve Kemalizm" oturumunda konuşmacılar Prof. Dr. Ayhan Aktar, Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu ve Apoyevmatini gazetesi yayın
yönetmeni Mihail
Vasiliadis olacaktı.38
Örnek 7- H. Erroll Gelardin'in Ruhlarrn
Gezisi ve Zaman Durdu romanının arka kapak yazısı:
Bu kitap, okuyucunun aklında bir soru işareti yaratma çabasında. Bildiklerinize karşı çıkan ve yazılmayan tarih ile yazılı tarihin çarpıştığı bir gezintiye çıkmaya hazır olun.39
36 Neşe Düzel, Korkusuz Tarih, Alkım Yayınevi,
İstanbul, 201 1, (tanıtım
yazısı).
37 Cafer Solgun, Gayri Resmi
Cumhuriyet Türkiye'nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2012, (tanıtım yazısı).
38 Enis Tayman, "Resmi İdeolojiyle
Yüzleşme İçin Sempozyum", Radikal, 25 Şubat 2012.
39
H. Erroll Gelardin, Ruhların Gezisi ve Zaman Durdu, Dinozor Yayıncılık,
İstanbul, 2012, (tanıtım
yazısı).
Örnek 8- İsmail
Çolak'ın Cumhuriyet'in
Gizli Tarihi 1- Resmi Tarihten Gayri Resmi Tarihe başlıklı
kitabının tanıtım metni şöyle kaleme alınmıştı:
İdeolojik
şablonlarla şekillendirilen Cumhuriyet tarihi üzerindeki yoğun sis tabakasının
kalktığı ve ilmi
mahiyet kazandığı henüz söylenemez. Resmi Tarih'in ürettiği tezlerin yakın tarih üzerindeki
belirleyiciliği ve ideolojik-doğmatik sultası maalesef devam ediyor. Yakın tarihimizin birçok hadisesi hala aydınlatılmaya
muhtaç.
Cumhuriyet 'in Gizli Tarihi,
'karartılan' tarihimizi aydınlığa kavuşturmak iddiasıyla, buna talip.40
Aynı kitabın ikinci cildinin tanıtım yazısı
ise şöyle idi:
Yıllarca
resmi ideoloji doğrultusunda
"üretilen" resmi tarih, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde yaşanan hadiseleri aslından
saptırarak elel aldı ve tahrif etti. Yakın tarihimizi tartışmalı ve bulanık bir alan haline getirdi; bilinmezliğe ve hatta "hiçliğe"
mahkum etti.
Cumhuriyet tarihi boyunca
genel anlamda Osmanlı, özelde de başta Sultan il. Abdülhamid ve Vahdettin olmak üzere neredeyse bütün
padişahlar ağır ithamlarla anıldı, tabir yerindeyse linç edildi. Genç nesiller, ilim adamları,
tarihçiler, aydınlar ve nihayet toplumun büyük kesimi onlarca yıl
"Osmanlı düşmanlığı" ile yetiştirildi; zihinler inşa edildi, beyinler yıkandı.
Halbuki bilhassa 90'1ı
yıllardan bu yana yapılan yeni ilmi araştırmalar ve yazılan eserlerle gördük ki, siyasi-ideolojik taarruz ve tahrifatların izleri, tarih ilminin şahadeti ve sunduğu yeni vesikalar ışığında
aydınlatıldıkça ortaya "ezber bozan, öğretilmeyen" bambaşka bir yakın tarih çıkmakta.41
Örnek 9- Yavuz Bahadıroğlu
mahlasını kullanan
Anadolu 'da Vakit gazetesi yazarı Niyazi Birinci ( l 945-
) Kayıtdışı Tarihimiz adlı kitabını tanıtmak için yazdığı yazıda,
kitabını "gayr-ı resmi tarih" çerçevesi içine oturtup şöyle
tanıtıyordu:
40
İsmail Çolak, Cumhuriyetin Gizli
Tarihi 1- Resmi Tarihten Gayri Resmi Tarihe, Gül Nesli, İstanbul, 2013.
41
İsmail Çolak, Cumhuriyetin Gizli
Tarihi 2-Derin Tarihle Yüzleşme, Gül Nesli, İstanbul. 2014.
Din ve tarih dahil, her şey bir ikilem içinde ele alınıyor
Türkiye'mizde. Bu yüzden hem her şey muğlak kalıyor, hem de tartışmalar çabucak kavgaya dönüşüyor. ..
İdeolojinin
(rahmetli Cemil Meriç'in
deyişiyle, "ideoloji
deli gömleğidir") tuzağıdır bu toplumlara; biz galiba böyle bir tuzağa düştük!
Aslında
resmi mülahazaların
giremeyeceği iki alan söyle deseler, tereddütsüz "din" ve "tarih" deriz. Hazin ki
en çok bu alanlara girmiş, görüş bildirmiş, hükümler vermiş ...
Sadece totaliter rejimlerde
rastlanabilen bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti'nin yakasını hiç bırakmamış...
Tabi "ifrat",
"tefrit"i doğurmuş, her ifrat kendi alternatifini üretmiş...
Mesela, "resmi tarih"in
(ki ders kitaplarında somutlaşır) "Kızıl Sultan" dediği Sultan II. Abdülhamid Han, alternatifinde "Ulu
Hakan" olarak selamlanmış, resmi tarihin "vatan haini" ilan ettiği Sultan Vahideddin, alternatifinde
"büyük vatansever" olmuş. Bunların ve benzerlerinin etrafında
saflaşmalar meydana gelmiş, kıran kırana savaşlar yaşanmış...
İki
tarafın bilgi
sahibi olmadan kanaat sahibi olmuş fanatikleri, tarihi kişilerle olaylara salt tarih ilmi açısından
yaklaşan dürüst tarihçiyi konudan uzak tutmuş...
Dolayısıyla
gerçek Abdülhamid'le gerçek Vahideddin, tarihimizin diğer bazı "gerçek"leri gibi, kaynayıp
gitmişler.
Böyle
bir ortamda, özellikle
yakın tarihe ilişkin olarak resmi tarih tezine aykırı şeyler
söylemek büyük cesaret istiyor. ..
Oysa yakın tarih hakkında aldığım
soruların haddi hesabı yok. Ne çare ki, yakın tarih, tam bir mayın
tarlasıdır.
Tek kaynaktan ve tek
kanaldan beslenir. Tek kaynaktan, tek kanaldan (Atatürk'ün "Nutuk"u) beslendiği
için de tümüyle "resmi" kimliklidir.
İşte
bu yüzden yakın tarih, belgelerden ziyade
duygulara bağlı olarak gelişmiştir.
Artık
bunu aşmamız, tarihin kodlarını
çözmemiz gerekiyor...
Yeni kitabım
Kayıtdışı Tarihimiz
işte böyle bir ihtiyacın ürünüdür.42
42 Yavuz Bahadıroğlu,
"Kayıtdışı Tarihimiz Üzerine", Anadolu 'da Vakit, 26 Mayıs 2010. Hakkında daha fazla bilgi için bkz:
http://yavuzbahadiroglu.blogspot.com Aynı yazarın bir diğer kitabı da Yakın Tarihin Kara Kutusu (Granada
kitap, İstanbul, 2013) başlığını taşımakta.
Örnek 1 O- Ayşe
Hür, yayınladığı yazıların bir kısmını derleyip 2012 yılının ilk günlerinde
Öteki Tarih başlığıyla kitap olarak yayınlayacaktı. "Resmi tarih"e
muhalifliği ile tanınan Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç, kitabı şöyle
methedecekti:
Hemen
belirtelim: Ayşe Hoca'nın anlattığı tarih, okullarda öğretilmeyen tarihtir.
"Gizli tarih" demeyelim de, bilinen gerçeklerin bilinmeyen yönleri,
ya da değişik bakış açılarından yorumlan.43
Ayşe Hür, Türk
Yahudi toplumunun en eski derneklerinden biri olan Fakirleri Koruma Demeği'nde
yaptığı konuşması da demek yetkilileri tarafından "yıllarca bize
öğretilmiş Resmi Tarih'ten çok farklı şeyler duymak ister misiniz?"
başlığıyla ilan edilecekti.44
h)
Beyanatlardan ve Makalelerden Örnekler
Örnek 1 -
Prof. Dr. Murat Belge The New York Times gazetesi muhabiri Sabrina Tavemise
ile yaptığı mülakatta Türk tarih yazımını "tarihimizle çok sıhhatsiz bir
ilişkimiz var. Temel olarak bir yalanlar manzumesidir" sözleriyle
tanımlayacaktı.45
Örnek 2- Mor
ve Ötesi rock müzik grubunun, "Dünya Yalan Söylüyor" isimli
albümünün kitapçığında kısaca "Türkiye'yi Dönmeler yönetiyor"
şeklinde özetlenebilecek antisemit bir görüşe sahip Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün Şebeke
adlı kitabından alıntı yapmasının bazı dinleyiciler tarafından yadırganması
üzerine grup üyesi Harun Tekin, Yalçın Küçük hakkındaki görüşlerini şöyle dile
getirecekti:
Sabetayizm
konusu Yalçın Küçük çalışmalarının bir noktası sadece. Bu adamı kaale almamak
için sırf bu noktadan yola çıkmak çok yaygın bir İstanbul aydın pratiği oldu.
Bu konu bir tarafa Yalçın
43
Engin Ardıç, "Ayşe Hür'ün Kitabını Okuyun", Sabah, 11 Ocak 2012.
44
27 Ekim 2013 tarihinde Levent Kültür Merkezi'nde yapılan konuşma.
45
Sabrina Tavernise, "On the Bosporus, a Scholar Telis of Sultans,
Washerwomen and Snakcs'" Tlıc .\'cır York Times, 25 Ekim 2008.
Küçük'ün
alternatif bir
tarih yazma çabasını nasıl görmezden gelebiliriz? Bu sabetayizm meselesi de bir
teori, bir olta belki sadece. İçinde ırkçılık barındırdığına da ben inanmıyorum. Bu derinlikte dahi ya da deli kaç tane adam var bu memlekette?46
Bu beyanatta ilginç olan Harun Tekin'in, Küçük'ün eserlerini "alternatif tarih" olarak değerlendirmesidir.
Örnek 3- Taraf ve Agos (halihazırda Radikal) gazeteleri yazarı, Toplumsal Tarih dergisi yayın kurulu üyesi Ayşe
Hür:
Küreselleşme
ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrimler sayesinde, bilginin daha demokratik biçimde
dağıldığı bir çağa girdik. Etnik, dini ve dilsel
kimliklerin giderek daha çok telaffuz edilir oluşu,
küreselleşmenin değirmeninde öğütülmekten korkan insanları kendi yerel köklerini aramaya itti. Resmi tarih, bu tür
farklılıkları yok sayan homojenleştirici bir tarih anlayışını seçtiği için, yereli keşfetmek için
resmi olanın dışına
çıkılması farz
oldu. Öte yandan birilerinin unutturmak istediği şeyleri başkaları
hatırlatmaya başladı. Mağdurlar uluslar arası dayanışmanın ve hukukun desteği ile başlarına gelenleri anlatmaya başladı. Gasp edilmiş
haklarını talep
etti, en azından özür dilenmesini istedi. Örneğin Ermenile- rin 1915'te olanların
hesabını ısrarla sorması, Kürtlerin kültürel ve siyasal tanınma taleplerini giderek şiddetlendirerek
dillendirmesi, Gayrimüslim
azınlıkların aslında kendilerine hiç de hoşgörülü davranmadığımızı söylemeye
başlaması, Türklerde, resmi tarihin kendilerine her şeyi anlatmadığı kanısını
güçlendirdi. Bu da perdenin arkasına bakmak ihtiyacını doğurdu.47
Örnek 4- Bu tepkisel tarih yazımının en güzel ve aynı zamanda en aşırı örneği, 2007 yılında kurulan ve amacı
"Türkiye'deki tüm sosyal grupları ve sivil toplum kuruluşlarını barışçıl, demokratik, sivil ve adil bir
gelecek için geçmişle yüzleşmeye çağırmak olan" Toplumsal Olayları
Araştırma ve Yüzleşme
Derneği Genel Koordinatörü Aytekin Yılmaz'ın bir makalesidir. Yılmaz, makalesinde
46 Serkan Seymen, "Hoca
ve Ötesi'', Akşam, 11 Ocak 2005.
47 Sevim Şentürk, "Ey Tarih, Bana Zaferlerini Değil Karanlık
Noktaları Anlat!",
Zaman Pa::ar, 27 Aralık 2009.
"Osmanlı 'ya ait ciltler dolusu el yazmasının
Türkçeye çevrilme- melerinin" sebebini, "bunun nedeni istenmeyen, unutturulmak istenen geçmişin inkarıyla açıklanabilir ancak" şeklinde belirtmekte ve Türk Tarih Kurumu'nun lağvedilmesini
talep etmekte:
Tarih yazıcılığında
önemli olan
tarihi yazan ideolojik kurumun kendisidir. Bu kuruma önderlik eden güçlerin
sınıfsal niteliğidir. Tarihin resmi kurumlar tarafından yazılması ve müesese haline getirilmesi çalışmalarının tümü amaçsal girişim
olduğundan ulusalcı ve taraflıdır. Resmi kurumlar tarafından desteklenen ve geliştirilen
bütün tezler geçersiz
sayılmalı hatta
tarih gibi oldukça önemli bir alanda faaliyet yürüten resmi kurumların tümü
ortadan kaldırılmalıdır.
Türk Tarih Kurumu
ortadan kaldırılacak ilk kurum olmalıdır.48
Örnek 5-Al bayrak Holding Medya Grubu bünyesinde
yayınlanmaya başlayan Derin Tarih dergisinin tanıtım
toplantısında derginin yayın yönetmeni Mustafa Armağan yaptığı konuşmada gene gayr-ı resmi tarih vurgusu yapacaktı:
Hem kendi içimizdeki tarih hırsızları, hem Batı'nın dünya
tarihini nasıl
çaldığını görüyoruz. Çaldıkları tarihin yerine sahtesini bıraktılar. Biz o sahte tarihle bugüne kadar geldik. Fakat bunun bize yakışmadığını,
bizi yansıtmadığını
gördük. Biz
burada aynı zamanda bir dert ve iddia ile yola çıkıyoruz.49
Örnek 6- Agos
ve Radikal İki gazeteleri yazarı Karin Karakaşlı ünlü romancı Ayşe Kulin
'in Ermeni Soykırımı 'nı önemsizleştiren sözlerine tepki olarak yayınladığı
yazısında şöyle yazacaktı:
Edebiyat,
doğası gereği muhalif, tanımı gereği kapsayıcıdır. Öyle ya, bir kitap yazmak ya
da okumak için akmakta olan hayatın dışına çıkmanız gerekir. Kurulu düzenle
bir derdiniz yoksa, çarkın dişlilileri sizi her seferinde tükürmüyorsa, niye
yazasınız?..
48 Aytekin Yılmaz, 'Tarih Yazan Resmi Kurumlar
Kapatılmalıdır", 30 Ocak 2008,
http://www.yuzlesmedemegi.org/yazdir.asp?ID=4 1 &tur=yazi; Ayşe Karabat,
"As- sociation Launches Campaign to Confront Turkey's 'unofficial'
History", Sunday's Zaman, 25 Ocak 2009.
49 "Derin Tarih Gerçek Tarihti", Yeni Şafak, 12
Nisan 2012.
Gündelik hayat gerçeklerine boğuldukça hakikatinizden olmak ağrınıza gitmiyorsa, varlığınızın kudret ve aczi nefesinizi
kesmiyorsa niye yaratasınız?
Ha tabii, 'projeci yazarlık' yolunu seçebilir,
yıllık ajandada gündem maddelerini belirleyip münasip eserlerinizi zamanlama harikası
duygulanımlar eşliğinde yumurtlayabilirsiniz. Haliyle dar alanda iki boyutlu tipler yaratır,
ağızlarına hazır replikler koyarsınız. Herkes ve her şey nesneleşir.
Oysa edebiyat öncelikle insan hikayesidir ve resmi
tarihin yalan ile riyaya bulandığı coğrafyalarda, yazarın
hayalgücünün ürünü olmanın ötesinde gayrıresmi tarih kaydı işlevini
de üstlenir. Suya akıtılan, rüzgara fısıldanan sırların sesidir o. Derinden dip dalga
olarak gelir, mum ışığında titreşir.50
c-
Televizyon Tartışma Programlarından Örnekler
Örnek 1-Doç.
Dr. Bülent Arı ile Yrd. Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu'nun TRT-2 televizyon kanalında
sundukları tarih konulu sohbet programının başlığı "Hiçbir Şey Bildiğiniz
Gibi Değil" idi.
Örnek 2- Yeni
Şafak gazetesi yazarı Hilal Kaplan, Star gazetesi yazarı Yrd. Doç. Dr.
Berat Özipek ve Taraf gazetesi eski yayın koordinatörü Markar Esayan'ın
Hilal TV' de birlikte sundukları tartışma programının adı da "Gayr-ı
Resmi" idi.
Örnek 3-
"Tecrübe Konuşuyor" televizyon tartışma programı
Milliyet gazetesi
yazarı Hasan Cemal ile Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar'ın birlikte
sundukları "Tecrübe Konuşuyor" programının 18 Ocak 201 O tarihli
oturumunun konukları Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Cemil Koçak ve
Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem ile Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr.
Ahmet Kuyaş idi. Konu ise "resmi tarih" idi. Program sırasında Hasan
Cemal, görüşünü "resmi tarihçiler toplumu cahil bırakmışlar" şek-
50
Karin Karakaşlı, "Gizli özne olarak soykırım", Agos, 7 Şubat 2014.
Vurgulama taratimdan yapılmıştır.
!inde dile getirecekti. Cemil Koçak'a göre ise "bilmemiz, öğrenmemiz gerekmeyenler ise gayr-ı resmi tarih" idi.
d- Genelkurmay
Başkanı Org. Işık Koşaner 'in Konuşması
Tarih
yazımındaki resmi ve gayr-ı resmi tarih kutuplaşması, eski Genelkurmay Başkanı
(27 Ağustos 201 O - 29 Temmuz 201 1) Org. Işık Koşaner'in söylemine de
yansıyacaktır. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle
"Mütareke Dönemi ve İstanbul'dan Samsun'a Uzanan Yolda Mustafa Kemal"
konulu panelde konuşan Org. Koşaner şunları diyecekti:
Atatürk'ün
İstanbul'da kaldığı 6 aylık sürede neler yaptığının toplum tarafından tam
olarak bilinmemesi ve belki de bu kanlı dönemde kalanların toplum tarafından
hatırlanmak istenmemesi nedeniyle bu dönem daima istismar edilmeye açık
olmuştur. Gerçeklerin değiştirilmesi ve saptırılmasıyla tarihsel olguların
farklılaştırılmak istendiği ve böylece Atatürk ve arkadaşlarının mücadelesine
farklı bir anlam yükleyerek alternatif tarih yazılmaya çalışıldığını ibretle ve
esefle görüyoruz. Bu alternatif tarih yazma gayretlerine, birçok değerli
tarihçi ve araştırmacımız en güzel cevabı yazdıktan eserlerinde
vermişlerdir.51
Org. Işık
Koşaner'in bu demeci Doç. Dr. Halil Berktay, Prof. Dr. Selim Deringil, Prof.
Dr. Ahmet Demirel, Prof. Dr. Murat Belge, Ayşe Hür52 ve Doç. Dr. Yusuf Hakan
Erdem51 tarafından tepkiyle karşılanacaktı.
51
"Org. Koşaner: Alternatif Tarih Yazılmaya Çalışılıyor", Milliyet, 20
Mayıs 201 1.
52
Dicle Baştürk, 'Tarih Muhtırası'na Tepki", Taraf, 21 Mayıs 201 1; Halil
Berktay, "Koşaner'e Davet: Buyurun, Tartışalım", Taraf, 22 Mayıs
2011;Murat Belge, 'Tarih ve Genelkurmay!", Taraf, 24 Mayıs 2011; Selim
Deringil, "Koşaner'e Alternatif Tarih Dersleri", Agos, 27 Mayıs 201
1.
53 Ayça Örer, "Alternatiftarih de hep doğruyu
söylemez'", Radikal, 15 Ocak 2012.
III - TÜRK TARİH YAZIMINDA AZINLIKLAR
1-
"Resmi Tarih" Yazıcılarının Yaklaşımı
l 990'lı yıllara
kadar araştırmacılar
ve tarihçiler
azınlıklardan ya (a) "Osmanlı'dan bizlere kalan emanetler" veya (b) "bağrımızda
beslediğimiz hainler" sıfatlarıyla söz etmekteydiler. Bilimsellikten uzak, yabancı arşiv
vesikalarına ve birincil kaynaklara dayanmayan bu tür eserlerin ortak özelliği, Tek Parti döneminde ( 1923-1946) cereyan eden azınlık
karşıtı olaylara
yer vermemeleriydi. Aynı eserlerin bir diğer
özelliği, Osmanlı Devleti'nin zımmilere karşı gösterdiği hoşgörüyü her daim hatırlatan himayeci bir üslupla yazılmış
olmalarıydı.
Türk
araştırmacılarının ve üniversite öğretim üyelerinin azınlık karşıtı olaylara değinmemelerinin
birçok sebebi
mevcuttur. Bunlardan biri, daha önce değinildiği üzere, kaynaklara erişmede
yaşanan zorluklardı. Bir diğer sebep, milliyetçi bir ideolojiyle yazılmış birbirine benzer kaynakların
sürekli kullanımı nedeniyle araştırmacıların ve üniversite öğretim üyelerinin meseleyi tek taraflı olarak ele alma alışkanlıklarıdır.
Bir diğer önemli sebep, üniversite
öğretim üyelerinin azınlık
karşıtı olaylara değinmeleri halinde milliyetçi
çevrelerden kendilerine yöneltilebilecek olan "Türkiye Cumhuriyeti'ne hasım dış mihraklara Türkiye'ye
karşı kullanacakları malzeme temin etme, onlarla teşrik-i mesaide bulunma" suçlamalarıyla
karşı karşıya kalmak istememeleriydi. Bu endişenin dayandığı arka
plan ise şu idi: 1974 yılının Temmuz ayında
gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı'nın hemen akabinde Amerika'daki Yunan ve Ermeni toplumlarını temsil eden Amerikan sivil toplum
örgütleri Amerikan medyasının, karar verici mevkilerde bulunan siyasi elitlerin ve
Beyaz Saray yönetiminin Türkiye'ye karşı tavır almalarını hedefleyen yoğun bir halkla ilişkiler
kampanyası başlatacaklardı. Bu kampanya sırasında Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı son derece ağır suçlama ve eleştiriler
yöneltilecek, l 9. yüzyılda Batılı kaynaklarda rastlanan "eli palalı korkunç
Türk" imgesi
tekrar canlandırılacaktı. Bu eleştirileri yönelten Amerikan Yunan ve Ermeni örgütleri Türkiye Cumhuriyeti 'ni, sadece Kıbrıs'a askeri müdahalede
bulunduğu için değil, geçmişten beri azınlıklara karşı ayrımcı ve dışlayıcı bir siyaset sürdürmesinden
dolayı da eleştirecek, bunu yaparken de geçmişte cereyan eden azınlık
karşıtı olaylara
da atıfta bulunacak- lardı.[113] Aynı çevreler,
görüşlerine destek sağlamak amacıyla, Türk araştırmacılar tarafından yayınlanmış
azınlık karşıtı olayları tahlil eden araştırmaları da Batı dillerine çevirteceklerdir.
Nitekim Varlık Vergisi Kanunu'nun uygulandığı
yıllarda İstanbul Defterdarı olarak görev yapan Faik Ökte'nin (1902-1982) 1951 yılında
yayınladığı hatıratı l 987 yılında İngilizceye,2 Hülya Demir-Rıdvan Akar ikilisinin Türkiyc'de ikamet eden Yunan uyrukluların l964 yılında sınır
dışı edilmelerini
konu edinen ve ilk baskısı 1994 yılında yayınlanan kitabı da 2005 yılında Yunanca'ya çevrilerek
yayınlanacaktı.[114]
2-
"Gayr-ı Resmi Tarih"
Yazıcılarının YaHaşımı
Azınhklar
konusunda "gayr-ı resmi tarih" sınıflanmasına giren ilk araştırma
eserlerinden biri, "32. Gün" haber programı eski genel yayın
yönetmeni Rıdvan Akar'ın, 1987 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü'ne sunduğu, aynı yıl kabul edilen ve 1992 yıhnda da ilk baskısı
yayınlanan Varlık Vergisi Kanunu'nun ayrımcı ve keyfi uygulamasını inceleyen
yüksek lisans tezidir.4 Bu kitabın yayınlandığı tarihten sonra azınhkları konu
edinen çok fazla yayına rastlanmayacak, bu durum 1996 yılından itibaren değişecekti.
Bu tarihten itibaren azınlıklar konusunda ardı ardına yayınlanan kitap ve
makalelerin önemli bir kısmı, o ana kadar kullanılmamış yerli ve yabancı kaynaklardan
istifade ederek meseleye çok daha eleştirel bir bakış açısı getirecekti. Rıdvan
Akar, Varlık Vergisi'yle ilgili kitabının genişletilmiş ikinci baskısını,
Yılmaz Karakoyunlu'nun aynı başlıklı romanından5 uyarlanan ve Varlık Vergisi'ni
konu eden Salkım Hanım 'ın Taneleri filminin gösterime girdiği 1999 yılında
neşredecekti. 6 Bu filmin çok geniş kitlelere erişmesi ve böylece Cumhuriyet
yıllarında azınlıkların maruz kaldıkları ayrımcı siyasetin en vahim örneği
olan Varlık Vergisi konusunun tartışmaya açılması üzerine "azınhklar
meselesi", kısa süreli de olsa, kamuoyunda tartışılacaktı.7 Bu
tartışmalarda dikkati çeken husus, "azınlıklar meselesi"ne
ahşılagelmiş anlatımın dışında yak-
4
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi Tek Parti
Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, Belge Yayınları, İstanbul, 1992.
5
Söz konusu roman, 1990 yılında
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen Sedat Simavi Ödülleri
yarışmasında 'yayınlanmamış roman' dalında ödül kazanacaktı.
6
Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve
Çalışma Kampları, Belge Yayınları, İstanbul, 2000.
7
Filmin gösterime girmesi vesilesiyle
ATV, "Siyaset Meydanı"ndaki tartışma programlarından birini bu
konuya ayıracak, daha sonra bu programda cereyan eden tartışmalar
yayınlanacaktı. Bkz: Ali Kırca, Azınlıklar Kaybolan Renkler, Sabah Kitapları,
İstanbul, 2000. Filmin önce sinema salonlarında daha sonra TRT'de gösterime
girmesi ve romanda Yahudi olan bir kahramanın filmde Ermeni'ye dönüşmesi
üzerine yaşanan tartışmalar konusunda bkz. Rıfat N. Bali, The '"Varlık Vergisi
" Affair A Study On lts Legacy - Selected Documents, The !sis Press,
İstanbul, 2005, s. 133-180.
)aşanlar, bir başka deyimle "gayr-ı resmi tarihçiler"
ile klasik tarih
anlatımını tekrarlayanlar arasında yaşanan polemiklerdi.
Bu "yeni ve eleştirel bakış"ın
en önemli
özelliği, aydınlar camiasının gündemine "Türkleştirme" kavramını
yerleştirmiş olmasıydı. Burada ilginç olan ve not edilmesi gereken husus (a) Türk Yahudile- ri konusunda yayınlanan telif ve yabancı eserlerin sadece Tek Parti dönemini kapsamalarına,
(b) Cumhuriyet yıllarında Ermenilerin ve Süryanilerin
yaşantıları konusunda telif veya yabancı hiçbir incelemenin mevcut olmamasına, (c) Cumhuriyet döneminde
Rumların yaşantısı konusunda yayınlanmış ancak Türkçeye çevrilmemiş tek incelemenin "Türkleştirme"
tezini savunmamasına
rağmen8 sol ve
liberal görüşlü aydınlar ile müesses nizama muhalif kesimde Türkleştirme siyasetinin günümüze kadar süregeldiğine,
gayesinin de azınlıkların
nüfusunu asgari düzeye indirip Türkiye'nin demografik açıdan homojenleşmesini
sağlamak olduğuna dair yaygın bir kanaatin yerleşmesidir.
Bu kanaatin birçok örneği ileride zikredilecektir. Burada bazı bariz örneklerini
vurgulayalım. Marksist görüşteki Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı - Özgür
Üniversite (Ankara) araştırmacılarından
Gülçiçek Güne) Tekin'in, İttihat Terakki'den Günümüze Yek Tarz-ı Siyaset: Türkleştirme
başlığını taşıyan kitabıdır. Yazar, kitabında Türkleştirme siyasetini özetle şöyle tarif etmekte:
Cumhuriyet dönemindeki
gayrimüslimlere karşı yapılan ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, İttihat Terakki dönemini aratmayacak niteliktedir. Bu dönemdeki
bütün politikalar, şiddet yoluyla toplumsal yapının ve iktisadın
Türkleştirilmesi, ayrıca, gayrimüslimlerin Türkiye' den kaçırtılması
üzerine kurulmuştur.9
8
Alexis Alexandris, The Greek Minority of lstanbul and
Greek-Turkish Relations 1918-1974, Center of Asia Minor Studies, Atina, 1983.
9
Gülçiçek Güne!, İttihat Terakki 'den Günümüze Yek Tarz-ı Siyaset: Türkleştirme,
Belge Yayınları, İstanbul, 2006, s. 185-186.
Gülçiçek Günel
Tekin'in kitabını
yayınlayan Belge Yayınları'nın genel yayın
yönetmeni Ragıp Zarakolu da resmi ideolojinin azınlıklara yaklaşımını, sadece kendi yayınevinden
yayınlanan eserleri
kaynak göstererek şöyle özetlemekte:
Resmi ideoloji, azınlıkları
Batının 5. Kolu
olarak gördü ve ulusal güvenlik açısından, silinmesi gereken bir tehdit olarak tanımladı. 1925'te Medrese, Tekke ve
Zaviyelerin kapatılması ile Aleviler ve Kürtler kendi kültürlerini devam ettirecekleri kurumlardan
yoksun bırakıldı. 1927'de harf devrimi ile yurttaşların tarih ile olan bağları kesilir ve genç kuşaklar resmi ideoloji ve tarihe mahkum
edilirken, asimilasyon politikaları ile de dilkırım [linguacide] politikalarına
yönelindi.10 30'lu yıllarda Yahudiler Trakya'dan sürüldü." İkinci Dünya Savaşından, azınlıkların ekonomik olarak tasfiyesi için fırsat olarak yararlanıldı.12
Gizli
raporlarda, "İstanbul'un fethinin 500. yılında İstanbul'da Rum kalmamalıdır"
deniliyordu. Ve yıldönümünden
2 yıl sonra 6-7 Eylül Olayları
patlak verdi.13
Lozan "fatihi" İsmet Paşa, 1960 darbesinden sonra ilk
koalisyon hükümetini kurduktan sonra, "nerede kalmıştık"
diyerek, azınlıkların
mutlak
tasfiyesini planlayan gizli "Azınlıklar Tali Komisyonunu" kurdu. İki yıl sonra 1964 'te İstanbul
Rumsuzlaştırıldı. 14 2000 yılında Kıbrıs "fatihi" Bülent Ecevit ve yardımcısı MHP [Genel Başkanı] Devlet Bahçeli, MGK'ya bağlı
"Sözde Ermeni Soykırımı İddiaları ile Mücadele Komisyonu'nu" kurdu. 2007 Ocağında Hrant Dink, 1915'ten sonra
katledilen ilk Ermeni aydını oldu. Bence kurşunu
sıktıran el, coğrafyamızda birlikte yaşadığımız
halkları "ötekileşti- ren" resmi ideoloji ve tarih idi.15
1
O Gülçiçek Günel Tekin, Beyaz Soykırım I Türkiye 'nin Asimilasyon ve Dilkırım
Politikaları, Belge Yayınları, İstanbul, 2009.
11
Yelda, İstanbul 'da Diyarbakır 'da Azalırken, Belge Yayınları,
İstanbul, 1995;
Yelda, Çoğunluk Aydınlarında lrkçılık, Belge Yayınları,
İstanbul, 1998;
Yelda, Hele Bir Gitsinler Diyalog Sonra, Belge Yayınları,
İstanbul, 2003.
12
Ali Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942-1944 Ekonomik ve Kültürel Jenosid, Belge Yayınları,
İstanbul, 2009.
13
Emine Erdem, Bir Yerde Bir Gül Ağlar, Belge Yayınları,
İstanbul, 2000.
14
Rıdvan Akar, lstanbul 'un Son Sürgünleri, Belge Yayınları,
İstanbul, 1999.
15
Ragıp Zarakolu, "Resmi İdeoloji ve Ermeni Soykırımı",
Resmi Tarih Tartışmaları-8
Türkiye 'de "Azınlıklar
", ed:
Fikret Başkaya-Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 283-293.
İstanbul Bilgi Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Aktar da "The AKP and Non-Muslims of Turkey: A Re-Assessment"
(AKP ve Türkiye'nin Gayrimüslimleri: Bir Yeniden Değerlendirme)
başlıklı tebliğinin özetinde Cumhuriyet'in gayrimüslimlere karşı tavrını ve amacını, "Nihayet Türkiye' deki gayrimüslim
varlığını imha etme
ve kökünden söküp atmayı amaçlayan merhametsiz Cumhuriyetçi
tavrın "eski
imparatorluk mirası"nı hatırlatan bir unsur olarak gayrimüslimleri
koruma altına alan ve sınırlayan bir tavır olarak değiştiğini
söyleyebiliriz" demekteydi.16 Bu yorumda not edilmesi gereken, Cumhuriyetçi ideoloji için
kullanılan "merhametsiz"
nitelemesi ve bu tavrın sol ve liberal görüşlü diğer aydınların benzeri beyanatları ile örtüşmesidir.
3- "Gayr-ı Resmi Tarih" Yazıcıları
Açısından
Türkleştirme
Siyaseti
Tek Parti döneminde
geçerli olan ve azınlıkları
zımmiden yurttaşa dönüştürmeyi hedefleyen "Türkleştirme siyaseti"nin günümüzün sol ve liberal görüşlü
aydınlar camiası tarafından nasıl anlaşıldığı konusu incelendiğinde;
"İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul ettiği ve Osmanlı Ermenilerin soykırıma tabi tutulmasıyla
sonuçlanan Tehcir
Kanunu'nun amacı Anadolu'yu Ermeni ve Rum nüfusundan arındırarak
homojenleştirme idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin bu Türkleştirme, başka bir deyimle Türkiye Cumhuriyeti'ni azınlıklardan
arındırma siyaseti,
Cumhuriyet yıllarında da sistemli bir şekilde devam etti. Daha başka bir deyimle İttihatçı zihniyet, Cumhuriyet yıllarında da egemen oldu ve varlığını bir dizi olaylarla belli
etti" şeklinde özetlenebilecek olumsuz bir ortak kanaatin bu
kesime yaygın bir şekilde hakim olduğu gözlemlenebilir.
16 "Finally we can
argue that the ruthless republican attitude aiming for the destruction and
eradication ofnon-Muslim presence in Turkey has shifted towards a preservation
and containment ofnon-Muslims as something reminiscent ofour 'good old imperial
hcritage.' "inside, Outside: I O Years ofthe AK Party Government
Revisited, İstanbul Şehir Üniversitesi, 31 Mayıs-1 Haziran 2013 konferans tebliğleri in özet kitabı, s. 1.1. http://mot.sehir.edu.tr/PagesletkinliklConccpt.aspx
4- Türkleştirme Siyasetinin "Kanıtları”
Bu görüşü
savunan kişilere göre azınlıkların nüfusunu asgariye indirmeyi hedefleyen
planlı bir Türkleşme siyasetiyle karşı karşıya olunduğunun kanıtları, geçmişte
cereyan eden bir dizi olaydı. Bu olaylar şunlardı:
(a)
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da
imzalanan "Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve
Protokol" ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, İstanbul vilayetinin
dışında yerleşik Rum asıllı Türk vatandaşlarının, Batı Trakya bölgesi hariç,
Yunanistan'da yerleşik Müslüman Türk asıllı Yunan yurttaşlarıyla mübadele
edilmeleri,17
(b)
Cumhuriyet'in ilk yıllarında umumi
yerlerde sadece Türkçe konuşulmasını hedefleyen "Vatandaş Türkçe
Konuş!" kampanyası, 18
(c)
4 Haziran 1932 tarihinde kabul edilen
2007 sayılı "Türkiye' de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve
hizmetler hakkında kanun" ile oturma ve çalışma iznine sahip olan yabancı
uyrukluların, kanunun yayınlanma tarihinden bir yıl içinde işlerini terk etmeye
mecbur edilmeleri,19
17
Mübadele konusunda çok sayıda inceleme ve hatırat mevcuttur. Temsili mahiyette
şunlar zikredilebilir: Kemal Arı, Büyük Mübadele, Tarih Vakfı, İstanbul, 1995;
Ege 'yi Geçerken: 1923 Türk Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, ed: Renee Hirschon,
çev: Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005; Yıldırım Onur,
Diplomasi ve Göç: Türk Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü, İstanbul Bilgi
Üniversitesi, İstanbul, 2006; Bruce Clark, İki Kere Yabancı, çev: Müfide Pekin,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlan, İstanbul, 2008. Lozan Mübadilleri Vakfı
da bu konuda çok sayıda araştırma yayınlamıştır.
18
Bu konuda birçok eser mevcuttur. Yalnızca "Vatandaş Türkçe Konuş!"
kampanyasını inceleyen bir makale için bkz. Senem Aslan, "Citizien, Speak
Turkish!", A Nation in the Making", Nationalism andEthnic Politics,
Cilt 13, Sayı 2, Nisan 2007, s. 245-272.
19
Bu konuda ayrıntılı bir araştırma için bkz. Rıfat N. Bali, Xenophobia and
Protec- tionism - A Study ofthe 1932 law Reserving Majority ofOccupations in
Turkey to Turkish Nationals, Libra Kitap, İstanbul, 2013.
(d)
1934 yılının Haziran-Temmuz aylarında Yahudi nüfusunun yoğun
olduğu Trakya'nın il ve ilçelerinde (Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çorlu) Yahudilere ait evlere ve mağazalara
karşı gerçekleşen taciz ve yağma eylemi,20
(e)
Nisan 1941-Temmuz 1942 arasında ihtiyat olarak askere alınan
gayrimüslim erkeklerin
nafıa taburlarında istihdam edilmeleri,21
(O 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM
tarafından kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlıklara karşı keyfi ve
ayrımcı bir şekilde uygulanması,22
(g)
6-7 Eylül 1955 günlerinde İstanbul ve
İzmir'de Rumlara ait işyerleri, kilise, mezarlık ve gazetelere yönelik yağma ve
imha eylemleri,23
20
Ayrıntılı bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Libra Kitap,
İstanbul, 2012.
21
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, Yirmi Kur'a Nafıa Askerleri,
Kita- bevi Yayınları, İstanbul, 2008.
22
Ayrıntılı bilgi için bkz. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme'
Politikaları, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 135-244; Yorga
Hacıdimitriadis 'in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2011; Arslan Başer Kafaoğlu, Varlık Vergisi Gerçeği,
Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002; Rıfat N. Bali, The "Varlık Vergisi
" Affair A Study on Jts legacy - Selected Documents, The lsis Press,
İstanbul, 2005; Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma
Kampları, Doğan Kitap, İstanbul, 2009; Hüseyin Perviz Pur, Varlık Vergisi ve
Azınlıklar, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2007; Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi
1942-1944 Ekonomik ve Kül- tiirel Jenosid, Belge Yayınları, İstanbul, 2009;
Rıfat N. Bali, Varlık Vergisi Hatıralar- Tanıklıklar. Libra Kitap, İstanbul,
2012. Varlık Vergisi'ni savunan bir bakış için bkz. Cahit Kayra, Savaş,
Türkiye, Varlık Vergisi, Tarihçi Yayınlan, İstanbul, 2011. Varlık Vergisi'nin
yabancı uyruklu mükelleflere uygulaması için bkz. Rıfat N. Bali, l 'Affaire
Jmpôt Sur la Fortune (Varlık Vergisi), Libra Kitap, İstanbul, 201 O.
23
Bu konuda yayınlanmış en son ve en geniş kapsamlı eser, Speros Vryonis Jr'un kitabıdır:
Speros Vryonis Jr, The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom of
September 6-7, 1955, and the Destruction ofthe Greek Community of İstanbul,
Gre- ekworks, New York, 2007. Diğer eserler şunlardır: Dilek Güven, 6-7 Eylül
Olayları / Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında,
çev: Bahar Siber, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009; Emine Gürsoy Naskali, 6-7
Eylül Olayları Davası I Yassıada Zabıtları il, Kitabevi
Yayınları, İstanbul, 2007; Hulusi Dosdoğru. 6- 7 Eylii! Olayları, Bağlam
Yayıncılık, İstanbul, 1 993; Fatih Akın, Türkiye 'de Azınlık
(h)
30 Ekim 1930 tarihli "Türkiye ile Yunanistan arasında İkamet, Ticaret ve Seyrisefain
Mukavelenamesi"nin 16 Mart 1964 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından tek taraftı olarak feshedilmesi neticesinde Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların oturma ve çalışma izinlerinin iptal edilmeleri ve sınır dışı edilmeleri.24
5- En Çok Atıfta Bulunulan "Kanıt": CHP IX. Büro'nun
"Azınhklar Raporu"
a- IX Büro Neden Sorumlu idi?
CHP Umumi İdare Heyeti'nin görev
dağılımına göre IX. Büro, "memleketin iktisadi faaliyetleri, Fırka
programında yazılı sınıflar üzerinde çalışacak ve programımızın ruhunu teşkil eden sınıf mücadelelerine mahal vermeden hepsi arasında ahenk ve müvazenet tesis için konacak kanunları ve Fırka
esaslarını yürütmek için çalışacak" olan C grubuna bağlı olup "iş,
işçiler, esnafteşkilatı, serbest meslek erbabı"ndan sorumlu büro idi.25 Cumhuriyet Arşivleri'nde mevcut "Dokuzuncu Büronun Çalışma
Planı" başlıklı belgede de aynı görev tanımı verilmekte.26
Politikaları
ve 6-7 Eylül
Olayları, Kum Saati
Yayınları, İstanbul, 2006; MehmetArif Demirer, 6 Eylül 1955 - Yassıada 6-7 Eylül Davası,
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1995; Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda Yeni Bakış, Demokratlar Kulübü, Ankara, 2006.
24 Bu konuda bkz. Hülya Demir - Rıdvan Akar, İstanbul 'un Son Sürgünleri, Belge Yayınları,
İstanbul, 1999.
25 Cumhuriyet Halk Fırkası
Katibiumumumiliğin F Teşkilatına Umumi Tebligatı Mayıs 1931 'den Birincikanun 1932
Nihayetine Kadar, Cilt 1, (Mahremdir. Hizmete Mahsustur. Fırka bürolarında kullanılacaktır), Ankara Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1933, s. 19-20.
26 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, 490.01/1437.O1.01 rcli:raııslı bdgc.
b- IX Büro 'nun "Azınlıklar
Raporu "
IX. Büro'nun resmi görev tanımı bu olmasına rağmen
araştırmacı Faik
Bulut'un l 998 yılında yayınladığı bir anonim raporda "Umumi İdare Heyeti işbölümünde,
Türkiye'deki azınlıklara ait işler IX. Büro'ya verilmiştir" ibaresi yer almakta. Tarihsiz
ancak muhtevasından muhtemelen l 944 yılında tanzim edildiği tahmin edilen ve CHP Genel Sekreterliği'ne
sunulan bu
raporun gayrimüslimler ile ilgili bölümü şöyle:27
1-Anadili Türkçeden
Başka Olan Gayrimüslim Ekalliyetler:
Bunlar Yahudilerle Ermeniler
ve Rumlardır. Memlekette bunların sayısı (250.000) kadardır. Bunlar Parti proğramının
saydığı üç esas- dan
hiç birine bağlı
olmadıkları gibi, kendilerini Türk camiasından (toplumundan) da saymazlar. Bunun
için de Türk devletinin umumi ve şamil garantisini kendilerine kafi görmiyerek
ayrıca cemaat teşkilatlarını
muhafaza etmişlerdir.
Asırlardanberi içimizde dili, kültürü ve ülküsü ayrı ekalliyetler halinde yaşadıklarından
içtimai bünyeleri tamamen ayrı bir şekil göstermektedir. Türk Milliyeti ile bunlar arasında geniş
ölçüde sıhriyetler de (akrabalıklar) vaki olmadığından bugünkü Türklükle
aralarında bir yakınlık hasıl
olmamıştır. Ayrıca bunlar Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunda, genişlemesinde ve bilahare müdaafasında
hiçbir müsbet (olumlu) rol almadıklarından Türk milletiyle tarih birlikleri
yoktur. Bunlardan dışarıda müstakil devlet teşkilatı bulunanlar ise bütün emellerini içinde
yaşadıkları memlekete değil, dışarıdaki mi111 teşekküllerine bağlamışlardır. İşte bunun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin azami hüsnü niyetle (azami iyiniyetle) almak istediği tedbirler bunlar üzerinde çok
müessir olmamıştır. Esasen milli hüviyetleri bu kadar ayrı ekalliyetler (azınlıklar) tarihinin her devrinde ve dünyanın her yerinde daimi bir düalizm içinde
yaşadıklarından, hiçbir vakit o memleketin asıl unsurunu teşkil eden milletle tamamen kaynaşmamış ve sadakat gösterememişlerdir.
Ve çok vakit hareketleri hıyanet
halinden çıkmamıştır (x) Binaenaleyh Parti proğramımızın arz ettiği dil,
kültür ve ülkü birliğinin tahakkukunu bu gibi cemaatlere mensup fertlerden
istemek gayri mümkünü dilemek demektir.
27 Kiirt
Sorununun Çözüm Arayışları Devlet ve Parti Raporları Yerli ve Yabancı Öneri- lai
l 9;}0-1997, Jcr: Faik Bulut, Ozan Yayıııcılık, İstanbul, 1 998, s.
166-191.
(Ermeniler] 1935 istatistiklerine
göre Türkiyede 108. 725 Rum, 57.599 Ermeni ve 56.846 Yahudi bulunmaktadır.
Bunların %90'ı İstanbul'da yaşamaktadır. Bunun için bu iş bugün bile kültür mües- seselerimizin çoğunu içinde
taşıyan ve Türk Kültürü
üzerinde çok tesirli rolü olan bu eski merkezimizin ve en büyük şehrimizin derdidir. Ancak bu derde çare aramadan evvel Anadolu'da bugünkü
gayrimüslim ekalliyetler meselesini teşrih etmek lazımdır.
İttihat
ve Terakki hükümeti tehcirle Anadolu'daki Ermeni meselesini, Cumhuriyet hükümeti de mübadele
(değiş-tokuş) yolu ile Rum meselesini halletmişlerdir. Ancak bugün Ermeniler Anadolu'nun
muhtelifyerlerine çöreklenerek yavaş yavaş küçük cemaatler haline gelmekte ve her
hangi bir küçük idare makamının gafletinden istifade ederek kuvvetlenmeğe çalışmaktadırlar (x)
1938'de iki bin küsür Ermeninin bulunduğu Sivas Vilayetinde bunların sayısının
beşbine yaklaştığı bir hakikattır. Bugün Amasya'da Ermenilerin 250 hane teşkil
ettiklerini ve şehrin nüfusunun % 15'inin Ermeni olduğunu, Kastamonu'nun Daday
merkezinde mevcut 400 küsür Ermeniden 98'inin 10 yaşından aşağı çocuk olduğunu
gözönüne alırsak tehlikenin derecesi kendiliğinden meydana çıkar. (xx)
Ermeniler
politik her hangi bir tesiri düşünerek nüfuslarını çoğaltmaya
çalışmaktadırlar. Hatta Patrikhanenin eski Ermeni darü- leytamcılarını
(Öksüzler yurdu) Anadolu'daki Ermeniler nezdine göndererek meşru ve gayrimeşru
çocuk nisbetini teşvik ettiğini vaktiyle idare makamlarımızdan duymuştum.
Köylerde ve köy karakterini muhafaza eden kasabalarda nüfusun şehirlerden çok
fazla bir nisbette arttığı dünyanın her yerinde istatistiklerin tesbit ettiği
bir hakikattır. "Şehirler kısırdır ve köylerden aldığı nüfusu da kısırlaştırırlar"
mealindeki demoğrafya düsturu (yolundaki demografik kural) her zaman hükmünü
icra etmiştir (yürütmüştür). Anadolu köy ve kasabalarında Ermeni nüfusunun
artış nisbeti de bu hakikati bu yönden teyit eylemektedir. Sivas'ın, Elazığ'ın,
Kastamonu'nun herhangi bir köyünde 8 çocuk yapmaktan çekinmiyen bir insanın
büyük bir şehirde bundan çok sakınacağı şüphesizdir. Sivas köyünün verdiği
kolay hayat irnkanınını ne Taksim ve ne de Yenicami meydanı verebilir.
Binaenaleyh Anadolu'nun hiç olmazsa gayrimüslim ekalliyetten tamamen
temizlenmesi için bunların her tedbirine başvurularak evvel emirde Anadolu köy
ve kasabalarından İstanbul'a nakledilmeleri lazımdır. Bu suretle hem
çoğalmalarının önüne geçilmiş hem de yarın bu mesele halledilirken topluca hal
imkanı hazırlanmış olur. Ben bu tedbiri kestirme yol olarak görmekteyim. Başka
tedbirlerin hepsi muvakkat (geçici) olur ve bir gün altından zor
çıkabileceğimiz bir dava karşısında kalabiliriz.
İstanbul'
da bulunan
Ermenilere gelince: Bütün gayrimüslim ekalliyetlerin içtima ve milli hüviyetlerini
yukarıda teşrih ederek temsillerinin (asimile edilmelerinin) mümkün
olmadığını göstermiştir. Bu hedefe göre alınacak tedbirlerin hedefi mübadele
(değiş-tokuş) yolu ile ve kısmen de başka memleketlere göçmelerini
kolaylaştırmak suretiyle her gün nisbetlerini azaltmaktır.
Rumlar: Anadolu'da bugün Rum yok denecek derecede azdır. Hiçbir yerde ileride bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul fethinin (500) yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz bir hale getirmektir.
Bu hedefe vusul (ulaşma) için tatbiki istenilecek şey
Gayrimüslim unsurlar için bu kısmın sonunda teklif edilecek umumi tedbirlerle beraber bu unsurun Yunanistan'daki Türklerle
mübadele yoluyla
her iki taraf için hayırlı olacak bir usul takip etmektir.
Yahudiler: Temamen ırki bir dine dayanan ve daima kapalı bir kavmi cemaat halinde yaşayan bu unsur, dünyanın
hiçbir tarafında birlikte yaşadığı milletle tamamen kaynaşmamıştır. İki bin yıldan beri vatan ve toprak bağlılığı gibi bir millete yüksek gurur ve şeref veren hislerden mahrum yaşayan Yahudi, dünyada para kuvvetini kendisine tek hedefbilmiştir.
Politikada, ister kapitalist
ister sosyalist yolda olsun, daima kozmopolit ve entemasyonalist cereyanların
içinde yaşamağa çalışır. Ya- hudiyi bu vasıflarıyla tanıdıktan sonra milli politikamız
bakımından bunlar hakkında karar almak mecburiyetindeyiz Kanaatımca bunlar hakkında
alınacak karar
evvela bunların dışarıdan gelme suretiyle memlekette çoğalmasına
müsaade etmemek,
imkan bulundukça memleketten çıkmalarında her türlü
kolaylığı göstermek suretiyle mevcutlarını azaltmak ve iktisadi menfaat kaynaklarından
bunları uzaklaştırmak için devlet teşebbüslerinde ve taahhütlerde yer vermemek.
Her ne kadar Rum, Ermeni ve
Yahudiler nüfus bakımından küçük birer ekalliyet iseler de, bir çok ithaliit işlerini ve bir kısım sanayi işletmelerini ya doğrudan
doğruya veyahut muvazaalı
(anlaşmalı/ danışıklı) ortaklarla ellerinde tuttuklarından iş ve ticaret alanlarına hakim bulunmaktadırlar.
Teşkilatı Esasiye
(Anayasa) kanunumuzun devletçilik esasına dayanarak bir taraftan büyük ithalat ve ihracatı devlet eline almak diğer taraftan da sanayi işletmelerinde
hadlar koyarak bunların iş
sahalarını daraltmak
mümkün olacağı gibi muvazaalı ortaklıkları da şiddetle takip ederek hem iş sahamızı
milleştireceğimize
ve hem de bu
yoldan bu unsurların memlekette nisbetlerini azaltmak tedbirini temin edebileceğimize
kaniim.28
1 . IX Büro 'nun "Azınlıklar
Raporu "
ile İlgili Değerlendirmeler
Bu rapor, her ne kadar akibeti ve/veya parti yönetiminin rapora cevabı ile ilgili herhangi bir bilgi ve
belge mevcut olmasa da, kısa zamanda sol ve liberal görüşlü
aydınlar camiası tarafından Tek Parti döneminde ve sonrasında cereyan eden azınlık karşıtı olaylar silsilesinin münferit olaylar olmayıp önceden
tasarlanmış bir plan
ve program çerçevesinde cereyan ettiğinin kanıtı olarak benimsenecekti.
Rıdvan Akar'm Değerlendirmesi
Bu belgenin bu camiada bu şekilde tefsir edilmesi ve yaygınlık kazanmasında,
Rıdvan Akar'ın belgeyi takdim, tahlil ve tefsir eden makalesi çok etkili olmuştur. Akar' ın 1998 yılında
yayınladığı belgeyi takdim eden makalesi29 sayesinde sol görüşlü aydınlar camiası, ilk kez tanıştıkları bu belgeye olağanüstü önem
atfedecek ve
konuyla ilgili yayınlarında da sık sık atıfta bulunacaktır.
Rıdvan Akar'ın makalesi dikkatle okunduğunda
yazarın, bu anonim raporu "Türkleştirme
siyasetinin kanıtı" olarak kabul etmesinin sebebinin, Cumhuriyet döneminde cereyan eden azınlık karşıtı
hadiselerin tamamının
planlı bir "Türkleştirme
siyaseti"nin
merhaleleri olduğuna dair bir peşin yargıya sahip olmasından ileri geldiği
anlaşılmakta. Akar, bu peşin yargısını şu satırlarda açıkça ifade etmekte:
28 Faik Bulut
(deri.), Kürt Sorununa Çözüm Arayışları Devlet ve Parti Raporları Yerli ve Yabancı
Öneriler (1920-1997),
Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 176-179. Metindeki mevcut imla ve diğer hatalar aynen muhafaza edilmiştir.
29 Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti, ya da "Bir Resmi
Metin"den Planlı Türkleştirme Dönemi'', Birikim, Sayı 1 1O, 1 laziraıı 1 998, s. 68-75.
Bu yüzyılın
başından itibaren
neredeyse her 1 O yılda bir ortaya çıkan kırılma noktalarıyla
azınlıklara dönük tehcir/tecrit ve tezli! süreci bugün hata sürüyor. Bu noktada herhalde bu tartışmayı sürdürenler
açısından en
heyecan verici olan bu "istikrarlı" eğilimi sürdüren
bir amentünün
varlığı olabilirdi.
Yıllar, rejimler, yasalar ve devlet adamları değişse de değişmeyen
azınlık politikasını gösteren bir "resmi belge" herhalde çok
kolaylaştırıcı bir fonksiyon ihtiva ederdi.
Tek parti döneminde
yayımlanan Azınlıklar Raporu işte bu heyecan verici "reçetelerden" biri.10 ( ••
•) Her araştımacının düşü, tarihi yorumlarken, yaptığı analizi doğrulayacak bir
resmi belgenin varlığı olabilirdi. Bu rapor ve yazarının gerçekleşen
kehanetleri işte bu heyecanı uyandırıyor.1 1
Bu izahattan da anlaşılacağı üzere
Rıdvan Akar 'a göre Cumhuriyet' in kuruluşundan bu yana değişik zamanlarda
cereyan eden azınlık karşıtı olaylar, iktidarda hangi siyasi parti veya
partiler olursa olsun, süreklilik ve kararlılık arz eden bir üst siyasetin
sonucuydu. Faik Bulut'un yayınladığı rapor da bu partiler üstü siyaseti
"ifşa ettiği" için heyecan vericiydi.
Akar'ın bu yorumu ilginç ve bir yerde
"öncü" bir yorumdur. Akar, belgeyi bu şekilde yorumlamakla
"Derin Devlet" kavramının popüler kültüre henüz günümüzdeki gibi
yerleşmediği bir tarih olan 1998 yılında, azınlıkların tarih boyunca maruz
kaldıkları ayrımcı ve dışlayıcı olayların "Derin Devlet'in
icraatları" olduğunu adeta ima etmektedir.
Rıdvan Akar, 6-7 Eylül 1955 Olayları
'nın 48. yıldönümü vesilesiyle yayınlayacağı bir diğer makalesinde de gene bu
belgeye atıfta bulunacak ve şöyle yazacaktı:
Cumhuriyet
dönemi "Türkleştirme" politikalarının temeli Cumhuriyet Halk Fırkası
Genel Sekreteri Recep Peker tarafından formüle edilen millet tanımında
yatıyordu. Türk milleti "dil kültür ve
30 Rıdvan
Akar, a.g. m., s. 69.
:ı 1 Rıd\
an Akar, a.g.111., 75.
mefkure/ülkü
birliğine" sahip olan vatandaşlardan oluşurdu. Yani Türk milletine mensup olanlar, Türkçe konuşacaklar,
geçmiş değer- leri/tarihi paylaşacaklar ve Cumhuriyet'in geleceğine dönük "emel birliği"ne
sahip çıkacaklardı. Recep Peker bu üç "olmazsa olmaz"
nitelikten ikincisinin kimi yurttaşlar için geçerli olmayacağını tespit etmişti. Cumhuriyet'in kuruluş
sürecinde özellikle Rumlar ve Ermenilerle ortak bir "kültür birliği" aramak beyhude bir çaba olurdu. Zira 1915 tehciri ve 1924
nüfus mübadelesi hafızalarda canlılığını koruyordu. Peker de millet tanımında, dil ve emel birliğinin,
ülkede yaşayan Hıristiyan vatandaşlar için yeterli olacağını ifade etmişti. Ancak İkinci Dünya
Savaşı yıllarında Türkiye'de Türkçülüğüyle övünen, Türkçülüğü kültür değil,
aynı zamanda kan
meselesi olarak da gören bir başbakan vardı. Başbakan Şükrü
Saracoğlu'nun iktidarı sürecinde Türkiye Varlık Vergisi uygulamasını
yaşadı. Gayrimüslim azınlıkları mülksüzleştiren ve ticareti Türkleştiren bu uygulama sürecinin sadece iktisadi bir tasarruf olmadığını ise aynı dönemde CHP içinde
azınlıklar ve gelir dağılımından sorumlu 9. Büro tarafından
hazırlanan bir
rapordan anlıyoruz. "Azınlıklar Raporu"nun başlığımızı ilgilendiren Rumlarla ilgili bölümünde şu
görüşlere yer verilmişti: 'Anadolu'da bugün Rum yok denecek kadar azdır. Hiçbir yerde ilerde bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz,
İstanbul'un fethinin (500.) yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale getirmektir.' (
...) Fethin 500. yıldönümü 1953 yılını işaret ediyordu. İki yıl gecikmeyle İstanbul 'u Rumsuzlaştırma
projesi, Türk siyasi tarihini en büyük
provokasyonu ile gerçekleştirilmek istendi. Ve bugünkü demografik verilere bakılırsa da "başarılı"
oldu.32
Rıdvan Akar, aynı görüşünü, 2006 yılında
İstanbul' da düzenlenen
İstanbul Rumları ile ilgili konferansta yaptığı konuşmada da tekrarlayacaktı:
Tek Parti döneminde, "20 kura", "Varlık Vergisi", "cemaat okulları ve hayır
kurumlarına dönük kısıtlamalar", "iktisadi hayatın Türkleştirilmesi" gibi "Türkleştirme"
hedefiyle
uygulanan bir dizi pratik, siyasal gelişmeler olmaktan ziyade gayrimüslim
azınlıkların
32 Rıdvan Akar, "İki
Yıllık Gecikme:
6-7 Eylül 1955", Toplumsal Tarih, Sayı 117, Eylül 2003, s. 86-93, 86.
"imtiyazsız
sınıfsız kaynaşmış bir kütle" içerisinde eritilmesi hedefini güden uygulamalardır. Gayrimüslim topluluklara yönelik o dönemdeki hakim düşünce
biçiminin bir
sonucudur bu uygulamalar.33
Rıdvan Akar'ın, IX. Büro'un raporunda yer alan
"kehanet"e atıfta bulunarak yaptığı bu yorum yanlıştır zira raporda bahsi geçen
"İstanbul'un Fethi'nin 500. yıldönümü"ne tekabül eden l 953 yılında DP hükümeti,
azınlık cemaatleri
liderleriyle mükemmel ilişkilere sahipti. Böyle olduğu için de İstanbul'un Fethi'nin 500. yılı
kutlamalarının, azınlıklara ve özellikle Rumlara karşr milliyetçi duyguların gelişmesine fırsat vermesini, "Hilal'in Haç'ı mağlup etmesi"ni fazlaca
vurgulayarak Türk-Yunan ilişkilerini zedelemesini ve Hıristiyan
dünyasını incitmesini
istemeyen DP, kutlamaların sönük geçmesine uğraşacak ve bunda da muvaffak olacaktı.34 Bu nedenle de basın, törenin
sönük geçmesine tepki gösterecek ve üzüntülerini dile getirecekti.35
Dilek Güven'in
Değerlendirmesi
Bu raporu en yanlış şekilde değerlendiren çalışma ise Ruhr Üniversitesi Bochum, Tarih Fakültesi doktora öğrencilerinden
Dilek Güven'in, Prof. Dr. Fikret Adanır'ın
danışmanlığında 2004 yılında savunduğu ve 6-7 Eylül 1955 Olayları'nın 50. yıldönümünde
Türkçe çevirisini yayınladığı doktora tezidir. Dr. Güven, 6-7 Eylül
Olayları'nı
33 Rıdvan Akar, "Dış Politikanın Rehineleri: Rumlann
1964'te Sürgün Edilmesi", İstanhııl Rumları Bugün ve Yarm, haz: Foti
Benlisoy - Anna Maria Aslanoğlu - Haris Rigas, Zoğrafyon Lisesi Mezunları
Derneği, İstos Yayın, İstanbul, 2012, s. 165-173.
'4 NARA, RG59 General Records of the Department of State,
Central Files, Decimal File
2950-1954, 3 Haziran 1953 tarih ve 882.424/6-353 sayılı belge aktaran Rıfat N. llali.
Devlet 'in Örnek Yurttaşları, Kitabevi, İstanbul, 2009, s. 24-25.
1 ' "BOyilk Fetih ... ", Yeni
Sabah, 29 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "Bugün", Hürriyet,
29 Mııvıs 1953; "Bir Fiyasko", Yeni Sabah, 30 Mayıs
1953; "Ankara'nın Alakasızlığı Ynıllıı llOyOk Bir Teessür
Uyandırdı", Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "llllvllk
Bayramınız", Hürriyet, 31 Mayıs
1953; "Bravo Yunanlılar Beğendi", Yeni ,■. ılı.
ı I M.e, ı:. I 953. “Bülün İnsanların Uayraıııı", Yeni Sabah, 2 Haziran 1953.
inceleyen bu çalışmasında 1944 yılında
hazırlandığı tahmin edilen IX. Büro raporunun 1946 yılında
hazırlandığını varsayacak,36 bu raporun "Devlet'in azınlıklardan kurtulmak istediği"nin
kanıtı olduğunu savunacak, 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nın raporda öngörülen "500. yıl
kutlamalarına kadar İstanbul'da tek bir Rum bırakmama" hedefine bir adım daha yaklaştırdığını
ileri sürecektir.37
Benzer bir yorumu, aynı belgeye dayanarak sol görüşlü insan hakları aktivisti Sait Çetinoğlu,38 Gelawej İnternet sitesi editörü olup Berlin'de siyasi mülteci olarak yaşayan Recep Maraşlı,39 Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür4° ve Sınıf
Mücadelesinde Marksist Tutum dergisi yazarı Cem Keskin de yapacaklardı:
TC devletinin kuruluşundan itibaren siyasal yaşama
damgasını vuracak olan kesim Osmanlı'dan sarkan sivil-asker bürokrasi
olacaktı. Burjuvalaşma öncelikli olarak bu bürokratik elit kesimde ve onun eliyle gerçekleşecekti.
Bir taraftan M.
Kemal, Türk burjuvazisine "zenginleşin" diye seslenirken, öte taraftan, kimi uygulamalarla gayrimüslimlerin
elinde yoğunlaşan sermayenin, Türk burjuvazisine akışı amaçlanıyordu. Bu tarihlerde, İT (İttihat ve Terakki)41 çizgisinin
takipçisi olan CHP tarafından
hazırlanan "Azınlıklar Raporu"nun Rumlarla ilgili bölümünde şu ifadeler yer almaktaydı: "Anadolu'da bugün Rum yok denecek kadar azdır. Hiçbir yerde ilerde bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rum-
36 Dilek Güven, a.g. e., s. 122.
37 Dilek Güven. a.g. e. s. 141.
38 Sait Çetinoğlu, "6-7 Eylül'', Resmi ideoloji Sö:: lüğü, ed: Fikret Başkaya - Tolga Er- soy, Özgür
Üniversite, Ankara, 2007, s. 703-716.
39 Recep Maraşlı, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi
ve 1915 Soykırımı, Peri Yayınlan, İstanbul, 2008, s. 387.
Maraşlı, bir diğer makalesinde de bu görüşü tekrarlayacaktır. Bkz. Recep
Maraşlı, "Resmi İdeoloji/Resmi Tarih ve "Azınlıklar'', Resmi Tarih
Tartışmaları-8 Türkiye 'de Azınlıklar, ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu,
Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 11-40.
40 Ayşe Hür,
"Cumhuriyet' in Azınlık Raporu'', Taraf, 22 Ocak 2012.
41
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kısaltılarak kullanılması halinde doğru
kısaltma şekli İTC olmalıdır. Nitekim sanal ansiklopedi wikipedia da böyle kullanmaktadır.
(http:// tr.wikipedia.org/wiki/lttihat_ve_Terakki) Ancak kimi sol görüşlü ve
müesses nizama muhalif aktivistler, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden
bahsederken aşağılayıcı bir anlam taşıyan "it" sözcüğüne gönderme
yaparak İT kısaltmasını kullanmayı tercih etmekteler.
lar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz,
İstanbul'un fethinin (500.) yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale
getirmektir."
Türk
egemenlerinin bu
hedeflerine iki yıl gecikmeyle de olsa ulaşmalarına vesile olan 6-7 Eylül
Olayları'dır. Osmanlı'nın son döneminde "İT iktidarının, devleti kurtarmanın temel bir yönü olarak, milli bir burjuvazi yaratmayı kendine hedef koyması,
azınlıkların mülksüzleştirilmeleri yolunda önemli bir dönemeç
noktasıydı" Aynı amaçla 1915'te gerçekleştirilen Ermeni Soykırımı ile 1924 'teki nüfus
mübadelesi, bu İT misyonunu tamamlamak için yeterli olmamıştı.
Ardından 1942-44 arasında getirilen Varlık Vergisi de, çok önemli bir adım teşkil etmekle birlikte kafi görülmedi.
Osmanlı'nın son döneminden bu mirası devralan yeni Türk devletinde, 6-7 Eylül Olayları
Türk burjuvazisinin amacına
ulaşmasında yeni dönemeç noktasını oluşturdu. 42
Ayşe Hür, bu rapora yaptığı bir atıfta elde hiçbir kanıt
olmamasına ve de
raporu ilk kere kamuoyuna takdim ve tahlil eden Rıdvan Akar'ın raporun muhtemelen 1944 yılında
yazıldığını belirtmesine
rağmen raporun l 946 yılında yayınlandığını varsayacak ve akabinde şu yorumda bulunacaktı:
Raporda Türk
milliyetçiliği dil, kültür ve ülkü birliği olarak tanımlandıktan sonra gayrimüslimlerin
kendilerini bu
ilkelerden hiçbirine bağlı hissetmedikleri, bu nedenle cemaat yaşamlarını Türk kültürüyle
bütünleşme amacı taşımadan sürdürdükleri söyleniyordu. Raporu kaleme alanlara göre, bu grupların
Türklerle birlikte
dil, kültür ve ülkü birliğine yöneltilmeleri imkansız olduğundan çözüm bu grupların yurt dışına göç ettirilmesiyle çözülebilirdi.
Rapor şöyle devam ediyordu: "İstanbul'da
özellikle Rumlara karşı ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var: İstanbul'un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile kalmamalıdır."
Ancak bu sorunun
çözümüne geçilmeden önce Anadolu'nun geri kalan kısmı
gayrimüslimlerden arındırılma-
42 Cem Keskin, "6-7 Eylül
Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi", 7 Eylül 2005, \\'\\W.ınarksist.coın/priııt/
149
lıydı.
Rapor doğrultusunda hemen harekete geçildi.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB'nin Ermenilere kapısını
açması fırsat bilinip, Ermenilere baskı yapılmaya başladı. 1946 yılı sonunda başvuruların
sayısı 1 O bine
ulaşmıştı. Ermeniler göçmen olmak için SSCB konsolosluklarına akın edince de 'Ermenilerin ne kadar hain' olduklarına dair propagandalara hız verildi.43
Burada yapılan iki ciddi hata var. İlki, tarihsiz ve muhtemelen l 944
yılında düzenlendiği tahmin edilen bir belgenin, 1946 yılında tanzim edildiğini varsayarak, hadiselerin
kronolojik olarak yer aldığı bir zaman dizininde bu raporu
1946 yılı olarak yer vermek. İkincisi tarihi gerçekleri
çarpıtmak. Yukarıda alıntılanan bölümde "Rapor doğrultusunda hemen harekete geçildi. İkinci
Dünya Savaşı sonrasında SSCB'nin Ermenilere kapısını açması fırsat bilinip, Erme- nilere baskı yapılmaya
başlandı" beyanının gerçekle ilgisi yoktur. Ayşe Hür'e göre baskıyı yapan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bu baskıdan dolayı da Ermeniler, SSCB Konsolosluğu'na
akın etmişlerdir. Gerçek ise şudur: Türkiye Cumhuriyeti, Ermenilere SSCB'ye göç etmeleri için baskı
yapmamıştır. Türkiye'de yaşayan Ermeniler, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin
"anavatana dönün" çağrısı üzerine SSCB Konsolosluğu 'na başvurmuşlardır.44
43 Bugünün Bilgileriyle Kemal 'in Türkiye 'si, La Turquie Kemaliste, ed: Bülent Özükan,
Boyut Yayınlan,
İstanbul, 2012, s.
247.
44 Rıfat N. Bali, "Ennenistan'ın
Anavatana Geri Dönün"
Çağrısının Diaspora
Ermeni- lerine ve Türkiye'ye Etkisi", Tarih ve Toplum,
Sayı 210, Haziran 2001, s. 13-19.
İV - "AZINLIKLARI
TÜLLEŞTİRME SİYASETİ" GÜNÜMÜZDE NASIL ANLAŞILMAKTA?
Geçmişte cereyan etmiş azınlık
karşıtı olayları, Devlet'in "azınlıkları planlı bir şekilde azaltarak yok
etme siyasetinin merhaleleri" olarak kabul eden, CHP'nin IX. Büro'su
tarafından hazırlanan raporu da bu siyasetin "nihai belgesi" olarak
algılayan ortak kanaatin birçok örneği mevcuttur. Bu kanaatlerin dile
getirilişleri, değişik kategorilerde sınıflandırılabilir:
1
- "Kanıtlar"m Sıralandığı
Beyanlar
•
Fransız Anadolu Araştırmaları
Enstitüsü'ne bağlı araştırmacı Dr. Fuat Dündar:
"Dili,
kültürü, tarihi ayrı" kitlelerin varlığını sürdürmesi halinde ulusal bir
birlik inşası mümkün olamayacağından, bazı politikalar seri bir şekilde
uygulamaya konur; 20 Kura İhtiyatlar Olayı, Mecburi İskan yasası, Vatandaş
Türkçe Konuş Kampanyası, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, Türkiye'de Türk
Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun, 1934 Trakya
Olayları, 1934 Soyadı Kanunu gibi. 1
Fuat
Dündar, Türkiye Nüfas Sayımlarında Azınlıklar, Çiviyazıları, İstanbul, 2.
baskı, 2000, s. 50-51. Bu kitap Yunancaya da çevrilmiştir. Birdönem İnsan
Hakları Derneği İstanbul Şubesi Azınlıklar Komisyonu üyesi olan Dündar, yüksek
lisans tezi olan İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskdn Politikası
(1913-1918), (İletişim Yayınları, İstanbul, 2001) kitabının yazarıdır. Dündar,
23 Aralık 2006 tarihinde Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)'de savunduğu
"L'lngenierie Ethnique
Nüfus
sayımlarının dil ve din sonuçlarının iktidarın azınlık karşıtı politikalara bir veri sağladığı bir gerçektir. 1927 sayımı sonrası
Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası, Mecburi İskan Yasası, Trakya Olayları vb. tesadüf
değildir. Bunlar
bize, sayım sonuçlarının azınlık karşıtı politikalar oluşturulmasındaki
sayımların işlevini gösteriyor. Nitekim bu politikalar sonuca ulaşmış,
"Türkiye nüfusunun çoğunluğunu Müslüman ve Türklerin
oluşturduğu tüm dünyaya" gösterilmiştir. 2
•
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Irkçılık ve Ayrımcılığa
Karşı Komisyon üyesi Ayşe
Günaysu:
Cumhuriyet döneminde de devam eden, bu çok etnili, çok dilli, çok dinli ülkeyi
Türkleştirme sürecinin ve bu sürecin devamı olan azınlık karşıtı politikaların belli başlı uğrak
noktaları, 1924 'Vatandaş
Türkçe Konuş' kampanyaları, 1934 Trakya Olayları, 20 Kur'a ihtiyatlar, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 Rum Sürgünü ve bütün bunları
mümkün kılan genel ortamı belirleyen iki faktör vardır: Devlet politikaları ve genel kamuoyunun duygu ve düşünce dünyası. Devlet politikaları
bunların olabilmesi
için gerekli altyapıyı
kurmuş, genel
kamuoyunun duygu ve düşünce dünyası da gerekli toplumsal desteği
sağlamıştır. Bu duygu ve düşünce dünyasının belli başlı
bileşenleri, kalabalıkları harekete geçiren, sık sık ırkçılıkla iç içe geçen Türk milliyetçiliği,
yabancı düşmanlığı, şiddet ve "galeyan"a gelmeye hazır kitlelerin özümsemiş
olduğu linç kültürüdür. ( ...) Bu yukarıda anlatılan, ne 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyaları,
ne 6-7 Eylüller, ne de diğerleri birbirinden kopuk, arızi, ya da münferit
olaylardı. Bunlar Türklük bilincinin belli başlı
tezahürlerinden olan, ince ince örülmüş bir gayrimüslim
düşmanlığının belirli noktalarda patlak vermesiydi.1
du Comite Union et Progres:
la Turcisation de I 'Anatolie (1913-1918)" başlıklı teziyle "tarih ve medeniyet dalında doktor" ünvanını
almıştır. Söz konusu tez, Türk- çeye de çevrilmiştir: Fuat Dündar, Modern Türkiye "nin Şifresi
İttihat ve
Terakki 'nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim
Yayınları, İstanbul, 2008. Yazarın en son çalışması şudur: Kahir Ekseriyet Ermeni Nüfus Meselesi (1878-1923), Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2013.
2
Fuat Dündar, a.g.e., s. 137-138.
3
Kavram Sözlüğü il Söylem ve Gerçek, ed: Fikret Başkaya,
Türkiye ve Ortadoğu Vakfı
ÖLgür Üniversite Kitaplığı. Ankara, 2006,
s. 165 ve l 70.
İT
ile Cumhuriyet'i
azınlık politikaları açısından birbirine bağlayan ve her şeyi tek bir sözcükte
özetleyen kavram, "Türkleştirme"dir.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Anadolu'nun çok-etnili,
çok- dinli toplumsal çeşitliliğinin,
zorla homojenleştirilmesi
ve bu coğrafyanın bir "Türk yurdu" yapılması
süreci Milli Mücadele'nin ana içeriğini
oluşturmuş, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde ve sonrasında da sürmüştür. Bu bakımdan İT ile Cumhuriyet arasında kesintisiz bir süreklilik söz
konusudur.
"Türkleştirme"
politikasının bileşenlerini, kabaca şöyle sıralayabiliriz:
1.
Nüfusun gayrimüslimlerden
arındırılması. "Türkiye Türklerin- dir" şiarında ifade bulan homojen bir ulus yaratılması.
Sürgün, zorunlu göç, iskan politikaları
aracılığıyla etnik-demografik haritanın değiştirilmesi, kısacası toplum mühendisliği.
2.
Gayrimüslim varlığına el konulması,
Müslüman nüfusa aktarılması. Yağma.
3.
Bu politikalara kitle desteği
sağlamak için sık sık ırkçı bir çehreye bürünecek şekilde Türklüğün yüceltilmesi, bütün bir toplumun Türklük ruhu etrafında
birleşmesi talebi, diğer kimliklerin aşağılanması,
düşmanlaştırılması ya da etkisizleştirilerek görünmez kılınması.
Bu politikanın
yaşama geçirilmesi için "olmazsa olmaz" unsur, otoriter, baskıcı bir devlet, militarist bir rejim,
onun ayrılmaz bir parçası olan, "vatan" için hukuk dışına çıkmayı
meşru sayan devlet anlayışı ve onun pratiğe
yansıyan "özel savaş" ya da "gayri-nizami harp" operasyonlarıdır.
Bu, İT ile Cumhuriyet'in en önemli ortak özellikleridir
ve azınlık
karşıtı politikaları mümkün kılan kurumsal altyapıyı oluşturur.4
•
BirGün gazetesi
yazarı Gökhan Kaya:
Türkiye'de
rejimin karakterini belirleyen önemli olaylardan birisi de, Balkan
savaşlarındaki yenilginin ardından İttihat ve Terakki'ye egemen olan
sermayenin Türkleştirilmesi girişimidir. Azınlıkların elindeki sermaye
birikiminin Müslüman eşrafve girişimciye aktarılması Ermeni tehciri ile
başlayıp Cumhuriyet döneminde de devlet politikası haline gelmiştir. Varlık
Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, Kıbrıs çıkarması dönemindeki yapılan
baskılar bu politikanın sürekliliğini gösterir.
4
Ayşe Günaysu, "İttihat Terakki'den Cumhuriyete Azınlıklar'', Resmi Tarih
Tartışmaları -3- İttihatçılıktan Kemalizm 'e..., ed Fikret
Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 208-209.
Türkiye
sermayesinin oluşumundaki bu karanlık taraf egemen ittifak tarafından bir 'tabu' olarak konuşulmadan
korunmuştur, devlet uzam- lı tam siyasi yapılar da bu tabuyu korumuş ve kollamıştır.5
•
Yazar Orhan Pamuk:
Bu kitabın sonunda el konulan bu tür vakıf
mallarının uzun ve iç parçalayıcı bir listesi var. Belli ki, devletimiz, bizim adımıza tamı
tamına bizim
gibi Türk vatandaşı olan bazılarını "ikinci sınıf
vatandaş" ya da "muhtemel düşman" ilan ediyor ve göstere
göstere mülklerine, bağlarına, bahçelerine, dükkanlarına, evlerine ve kiliselerine el koyuyor. Bunun arkasında
Türkleştirme denilen bir siyaset yatıyor.6
•
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Irkçılık ve Ayrımcılığa
Karşı Komisyon:
Bu uygulamanın gerisinde, Türkiye'de
yaşayan azınlıkların varlıklarına zaman içinde son verme, Türkiye'yi
Türkleştirme politikası yatıyor. Çünkü, bir azınlık cemaatinin bireyi kendi
cemaatinin vakfına malını hibe edemeyecekse, vakıflar cemaat yararına faaliyet göstermek amacıyla mülk edinemeyecekse, azınlıklarda geleceklerini bu topraklarda görmeme duygusu yeşerecek , "buralardan gitme" duygusu pekişecektir. Azınlık cemaatlerinin toplumsal, kültürel, dinsel ve eğitsel
kurumlarını yöneten vakıfların ekonomik can damarları kurutulduğunda,
azınlıkların bir toplum olarak varlıklarını sürdürmelerinin olanakları ortadan kalkacaktır.
Türkiye 'yi azınlıklardan
acımasızca temizleme
siyasetinin arkasında İttihat ve Terakki'nin Türkleştirme politikası var. Bu siyaset "genç"
Cumhuriyet tarafından da devralındı. Tek parti döneminde, iktidardaki CHP'nin hazırladığı
Azınlıklar Raporu'nda
hedefin "Tek dil konuşan; kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan yurttaşlardan
mürekkep siyasi ve
içtimai bir bütün meydana getirmek; yani vatan içinde anadili tek, ülküsü tek bir millet yaratmak", olduğu belirtiliyordu. Resmi tarihin yok
saydığı, unutturmaya çalıştığı birçok olay bu politikanın birer parçasıdır. Yahudilerin kitle halinde göç etmesine yol açan 1934 Trakya Olaylan, 60 yaşında ihtiyarlar dahil askerliğini yap-
5 Gökhan Kaya, "Emıeni Meselesi ya da Kong
Debelenirken", BirGün, 11 Ekim 2006. 6 Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü, İHD
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, İstanbul, 2000, s. 5. Söz konusu kitap, Emıeni Protestan Kilisesi Vakfı'na ait bir gayrimenkulün
vakfın elinden alınmasını anlatmakta.
mış
gayrimüslim erkeklerin ikinci kez silah altına alınıp ağır işlerde çalıştırıldığı 1941 "20 kur'a
ihtiyatlar" olayı, ekonomik hayatın Türkleştirilmesini amaçlayan 1942 Varlık Vergisi, bir pogrom niteliğindeki
1955 6-7 Eylül Olaylan, 1964 yılında 12 bin Rumun anayurtlarından
kovulması, hep aynı
politikanın hayata geçirilmesinden ibarettir. Azınlık vakıflarının taşınmaz
mallarının ellerinden
alınması da, bu zincirin, 20 yıldır süren en son halkalarından biridir.7
•
Today s Zaman ile Zaman gazeteleri (günümüzde Daily Sabah) yazarı ve TESEV Danışmanı Etyen Mahçupyan:
Gayrimüslimlere
yönelik İttihatçı bakış ve politikalar, cumhuriyet döneminde de kesintisiz bir biçimde
sürdürüldü. 1920'li yıllarda Ermeni tüccarların kent sınırları dışına çıkmasını engelleyen veya Ermenileri
evlerini göçmenlerle paylaşmak zorunda bırakan uygulamalar; Yahudilere yapılan 1934 Trakya pogromu, 1942 Varlık Vergisi ve 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları
ile devam etti.
8
Muhafazakar zaviyeden bakıldığında halii ileri sürülebilecek bir muhakeme olabilir. Türkiye'deki
ırkçılığın devlet
eksenli olduğu, tahriklerle yükseldiği; oysa toplumun böyle bir bakışının
olmadığı söylenebilir. Nitekim bir süre önce Ayşe Hür de antisemitizm vakalarını
toparladığı yazısında9 genelde devlet uygulamalarından ve devlet adamı beyanatlarından söz ediyordu. Lozan'ı
imzalamış olan Türkiye'nin
yöneticileri, henüz iki yıl geçmeden bu toprakların gayrimüslimlerden temizlenmesi gereğini
yüksek sesle söylemekteydiler. Yahudi cemaatine ise mali ve
idari baskılar artmakla kalmadı, 1 934'te Trakya' dan kaçmak zorunda kaldılar.
Savaş yıllarında ise bu tavır tam bir utanca dönüştü... Yahudi mültecileri taşıyan Salvador gemisi ve birkaç yıl sonra da Nazilerden kaçan Struma gemisi bilerek tüm
yolcularıyla birlikte ölüme gönderildi.
Daha sonraki birçok olay ise hala hafızamızda. . . [115]
Bu ülkede
gayrimüslimler son yüz yıl içinde zorunlu bir yabancılaşma sürecine sokuldular. Bir yandan, devletin
kendilerini düşman olarak algılayıp topluma da düşman olarak tanıtmasına tanık oldular. Diğer taraftan, gördükleri
baskı ve haksızlıklarla
sindiler, kendi
cemaatlerine kapandılar ve böylece onlar da Türkiye
halkının geneline karşı
yabancılaştılar.
Bu ortam devletin daha da saldırgan ve müdanasız politikalar üretmesine zemin hazırladı. Amaç
belliydi; gayrimüslimlerin
bu topraklardan gitmesi, tercihan son kişiye kadar Anadolu'nun 'arındırılması'
isteniyordu. Çünkü onların
kalıcı bir unsur
olarak varlığı 'millet' veya 'kimlik' türü kavramları çok sıkıntılı hale getirmekte, vatandaşlığın 'Türklük' üzerine
yerleştirilmesini olanaksız kılmaktaydı. Çare, gayrimüslim bireyden öte, tümüyle
cemaatlerin birer nostaljik öğe haline gelmesi, romantik geçmişin
parçası kılınmasıydı.
Bu hedefe yönelik çok fazla olay yaşandı ve onlarca kanun çıkarıldı ... Gayrimüslimlerin
ticaret imkanları, seyahat özgürlükleri
kısıtlandı, evlerine el kondu. Yetmedi, 1934'te Trakya'da, 1955'te başta İstanbul
olmak üzere birçok kentte pogromlar yapıldı.
Varlık Vergisi
kondu, vs. [116]
Bir yerden sonra
Cumhuriyetle beraber bu mübadele,12 Yahudilere karşı yapılan 1934'teki Trakya Olayı, bütün bunlar bir şekilde sürgün
mantığıdır ve çok net olarak 'mallarını burada bırak, kendin git' mesajıdır. Nitekim başarılı da olmuştur çünkü
bir sürü
gayrimüslim gitmek durumunda kaldı. ( ...)
Devletin, Cumhuriyet
rejiminin bu kadar sene gayrimüslimlerle ilgili bir tane temel düsturu oldu: "Mal varlıklarını
bıraksınlar kendileri gitsinler." Bu kadar basittir. Dolayısıyla bunu sağlamaya
yönelik fırsat eline geçtikçe kullanıldı. Bu son on yıla kadar da kullanılmaya devam etti. Burada da AK Parti yönetimi
farklı, radikal
bir cumhuriyet anlayışı, farklı bir rejim anlayışı getirmiş oldu gayrimüslimler
açısından bakınca. 13
•
Daily Sabah gazetesi editörü Meryem İlayda Atlas:
Türkiye
Cumhuriyeti'nin azınlıklar ile ilgili ulusu homojenleş- tirmeyi hedefleyen, türdeş bir yurttaş
kimliği ve varlıkları
[Müs-
lümanlara]
transfer edip
milli bir burjuvazi yaratmayı hedefleyen siyasetini İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden miras aldığı herkes tarafından gayet iyi bilinmekte. Benzer bir şekilde Kemalist devletin liderleri İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin sabık üyeleri idi. Kema- listlerin Türk
milliyetçiliği ve ulus inşası için yaptıkları faaliyetler gerçekte İttihat ve Terakki tarafından
formüle edilmişti ( ...) Ulus inşa etme politikalarının uygulanması sırasında
Rumlar,
Ermeniler ve Yahudiler resmi devlet propagandasında tehdit olarak yer aldılar.
1942 yılının Varlık
Vergisi, 6-7 Eylül 1955 Olaylan ve 1964 yılında
Rumların sınırdışı edilmeleri, bütün bunlar rejimin gayrimüslimleri tehdit olarak algılaması nedeniyle devlet tarafından icra edilmişti. ı4
•
Taraf ve Sosyalist İşçi gazeteleri yazarı ve DSİP üyesi Roni Margulies:
Osmanlı'nın
sön döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde azınlıkları öldürmeyi amaçlayan ilk plan değil bu. Sadece öldürmeyi değil, kaçmalarını sağlayarak yok etmeyi amaçlayanları da sayarsak, Ermeni katliamıyla
başlayıp günümüzün düşük yoğunluklu savaşına kadar gelen ve arada Dersim katliamı, Trakya Olaylan, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları,
Rumların sınırdışı edilmesi gibi uygulamalardan geçen uzun, kanlı ve gaddar bir tarih yaşandı ve yaşanıyor bu topraklarda.
Bütün
bu uygulamaların ortak bir noktası var. Hepsini aynı "şer
odağı" planlamış ve hayata geçirmiş: Devlet.
Türkiye'de
azınlıklara karşı yapılan barbarlıkların hiçbirinde Müslümanların parmağı yok, tek bir tanesi bile İslam adına
yapılmamış. Öldürülen veya kaçıp giden hiçbir Ermeni veya Rumun arkasından "Allah-ü ekber" diye bağırılmamış, tekbir çekilmemiş. ıs
Margulies'in bu yorumu nesnellikten uzak, yanlış ve taraftı bir yorumdur. Margulies 21 Ağustos 2003 tarihinde diş hekimi Yasef Yahya'nın
İslamcı militanlar
tarafından öldürüldüğünü, 15 Kasım 2003 tarihinde İstanbul' daki iki sinagoga karşı
düzenlenen intihar
14 Meryem İlayda Atlas, "Coup Plots and
Minorities in Turkey", Turkish Review, Sayı 1, Ekim-Kasım 2010, s. 32-34.
15 Roni Margulies, "Şer
Odakları ve
Devlet", Taraf, 2 Aralık 2009. Bu yazıda atıfta bulunulan, gayrimüslimlere
karşı saldırılar planlayıp olayın İslamcı militanlar tara- tından yapıIdığı izlenimini
vermeyi amaçlayan "Kafes Operasyonu Eylem Planı"dır
saldırılarının da İslamcı militanlar tarafından
gerçekleştiğini görmezlikten gelmektedir.
•
Eski TİP Diyarbakır milletvekili Tarık Ziya Ekinci:
Yukarıda
değindiğimiz gibi, Kemalizm'in öngördüğü değerlere süreklilik kazandırmak ve kapitalist gelişmeyi
sağlamak için bir burjuva sınıfına ihtiyaç vardı. Özellikle, M. Kemal'in etrafında yer alan kadroların
zenginleşmesi için büyük çaba gösterilmiştir. Bunlar, devletin teşvikiyle arsalar kapatmaya, devlet
ihalelerini almaya, ithalat ve ihracat yapmaya başladılar.
Gelişmekte olan
ticaret burjuvazisi de devlet ihaleleriyle palazlandırıldı.
Burjuva sınıfı yaratma bağlamında türdeş bir ulus-devletin oluşturulması da önemliydi. Bu amaçla ikili bir politika izlendi.
Birincisi, gayrimüslimlerden arındırma politikasıdır. Bu, ticari yaşamı elinde tutan gayrimüslimleri
baskıcı yöntemlerle yurtdışına kaçmaya zorlamak biçiminde uygulanmıştır. Bununla hem ticari yaşamın
gelişmekte olan Türk burjuvazisinin eline geçmesi, hem de tek kültürlü
türdeş bir Türk ulusu oluşturma
amacı güdülmekteydi. Cumhuriyet'in ilk yıllarında gerçekleştirilen nüfus
mübadelesi, 'vatandaş Türkçe konuş!" kampanyaları, Trakya pogromu, Varlık vergisi, 6-7 Eylül provokatif ayaklanması ve 1964 Kıbrıs
olaylarına bağlı 'tepkisel sürgün' eylemlerine paralel olarak yürütülen psikolojik baskıların tehdidi altında
gayrimüslimler, büyük ölçüde, yurtdışına kaçmışlardır. Bugünkü gayrimüslim
nüfus Cumhuriyet'in
ilk yıllarına bakarak devede kulak mesabesine inmiştir. İkincisi de, Türk olmayan Müslüman
yurttaşlara uygulanan ret ve inkara dayalı asimilasyoncu politikadır.16
•
Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Güliz Beşe Erginsoy:
Ulus devlet belgelerine, kağıtlarına,
yazışmalarına göre, ve olması gereken çeşitli uygulamalar vardır. Ulus devlet olmayı destekleyen ve gerektiren
uygulamalar her zaman yapıldı. Bunlar bazen yasal olarak ve iktidarların
onayı ile, bazen
gruplar ve kişiler düzeyinde olmuştu: 'Türkiye'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkındaki Kanun'; 'Devlet Memuru Olmak İsteyenlerde Aranacak Şartlar'; 'Yirmi Kur'a İhtiyatlar';
'Vatandaş Türkçe
16 Tarık Ziya Ekinci, "Kemalist Aydınlanma ve Kürtler, 7 Şubat 2007, http://www.di- yarbekir.net/cgibin/index. p 19mod=news: op_author_
id ;id-3 89
Konuş'
uygulamaları; Varlık Vergisi; 6-7 Eylül Olaylan (1955 yılı) örnek olarak gösterilebilir.17
•
Agos gazetesi yazarı Sarkis Seropyan:
Ermenilerin bir inancı vardır:
"Türkiye' de yaşıyorsan 10 senede bir sopayı yiyeceksin kafana." Bu artık bir atasözü oldu. Gerçekten de 1 O senede bir Ermenilere ya
da genelde gayrimüslimlere yönelik bir operasyon olmuştur. Aklıma gelenleri sayarsam; 20 Kura Askerlik, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları
... 20 Kura
Askerlik'te amaç 20'den 40 yaşına kadar olan gayrimüslim erkekleri askere almaktı. Şaheser bir fikirdi! İsmet Paşa
'nın o dokuz tilkinin
dolaştığı beyninden çıkmış bir şaheserdi!18
•
Agos gazetesi başyazısı:
Cumhuriyet, gerçekte
cemaatçiliğe nokta koymadı. Birtakım istenmeyen kimliklere nokta koydu. Böylece, kendi kurucu metni olan Lozan Antlaşması'nı neredeyse her gün ihlal eden, insan haklarına itibar etmeyen bir devlet
zihniyeti ortaya çıktı. Yeni rejimin hemen başında,
yurtdışındaki Ermenilerin dönmesini engelleyen ve mallarına el koyan yasalar yapıldı.
Gayrimüslim tüccarların şehirden çıkmaları, bazı meslekleri yapmaları engellendi. İnsanlar evlerini başkalarıyla
paylaşmak zorunda bırakıldı. .. Trakya Olayları,
Varlık Vergisi,
6-7 Eylül diye giden zincirin ardında binlerce din ve kültürel mekanın tahribini ve yağmalanmasını
ifade eden,
kesintisiz bir süreç yatar. 19
•
Agos gazetesi başyazısı:
Cumhuriyet, çok halklı bir imparatorluktan geriye kalan topraklarda bir ulus devlet kurarken, pek çok adaletsizliğe
imza attı. Farklı etnik kökenden olanlar, farklı diller konuşanlar, dini devletin istediğinden
farklı yaşayanlar baskıya maruz kaldı, ötekileştirildi, şiddete maruz kaldı, katledildi, göçe zorlandı.
Bu dönüştürme
çabası sadece
1
7 Güliz Beşe Erginsoy, Adalılar İmroz
'dan Gökçeada ya, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul, 2006, s. 91.
18 Ecevit Kılıç,
"Türkiye'de Ermeni Olmak Depremi Beklemek Gibi", Sabah Pazar, 16 Eylül 2007.
19 .. Noktaya Muhta^ Bir
Devlet"', Agvs, 5 Aralık 2008.
insanlar üzerinde
değil, mal ve mülk üzerinde de etkili oldu. Gayrimüslimler
ellerinde avuçlarında ne varsa yavaş yavaş yitirirken, bazı Türk ve Müslümanlar o malların yeni sahibi oldu.
'Gayrı-milli'
addedilen
sermayenin millileştirilmesi için beyannameler, kanunlar çıkarıldı. Derin devlet maharetiyle düzenlenen 6-7 Eylül ve benzeri operasyonlarla, Türklerin her alanda hiikim olacağı bir toplumsal düzene
ulaşılmaya çalışıldı. Hukuk bu amaçla eğilip büküldü, adalet iğdiş edildi. İstanbul'un göbeğinde Elmadağ'da bulunan Surp Agop Mezarlığı ve Surp Krikor Lusoroviç Kilisesi de resmi ideolojinin
temel yapıtaşları olan Sermaye, Bürokrasi ve Ordu tarafından
işte böyle gasp
edildi.20
•
Agos gazetesi sorumlu Yazıişleri
Müdürü Ferda Balancar'ın Prof. Dr. Levent Yılmaz'a yönelttiği
soru ve cevabı:
Sadece 1915 değil, Cumhuriyet tarihi boyunca da 20.
Kura askerlik, 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 vakası gibi pek çok örnekte anti Hıristiyan bir tutum görüyoruz.
Yüzleşmenin zor olması biraz da devlet siyasetindeki bu süreklilikten değil mi?
Elbette. Mesela, MHP'nin en
fazla oy aldığı yerler, Ermeni mallarının en fazla yağmalandığı yerlerdir. Siz eğer haksız bir kazanç elde etmişseniz, bunu da insanları
öldürerek yapmışsanız, bu noktada çok sert olmanız gerekir. İnkar
feryatları atmanız gerekir ki kendinizi meşru kılabilesiniz. Bunu soğukkanlı biçimde kabul edip "Biz bu insanları kestik, mallarına da el koyduk" demek bugünkü dünyada mümkün değildir. Türkiye 'nin burjuvazisi 1915 ve sonrasında
yaşanan bu yağma ve katliam üzerine kuruldu.21
•
ODTÜ Sosyoloji bölümü
araştırma görevlisi ve doktora öğrencisi Linda Barış:
Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluş
aşamasında, Türkleştirme politikaları içerisinde sayabileceğimiz ve bir yandan da 'Türkiye'nin
Azınlıklarının Tarihi' diyebileceğimiz birçok olay meydana gelmiştir. Lozan Antlaşması 'ndan başlayarak
azınlıklar; Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyası,
cemaatlerin eğitim kurumları üzerinde yapılan
değişiklikler, Trakya Yahu-
20 "Hayaletler",
Agos, 26 Ağustos, 201 1.
21 Ferda Balancar,
"1915 Gerçeğinin Bilgisi Size Her Yönden Ulaşırken Ona Gözünüzü
Kapatamazsınız", Agos, 31 Mayıs 2013.
di Olaylan, Türkleştirme
politikalarının iktisadi bir boyutu olarak nitelendirebileceğimiz, Tek Parti Dönemi'nde
kemikleşen 'biz' ve 'öteki'
ayrımının somut bir
örneği olan Varlık Vergisi uygulaması ve 1955 yılında Demokrat Parti döneminde
yaşanan 6-7 Eylül Olayları
gibi birçok travmatik olay yaşamıştır.22
•
Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacılarından
Pervin Erbil:
Türkifikasyon,
"başka halklardan Türk yaratma veya topraktaki başka uluslardan kurtulma"
demektir. Dolayısıyla Türkifikasyon sürecinin bir ayağı olarak devreye sokulan iskiin politikalarının
da temel kaygısı, Türk yaratma ya da Türk olmayandan kurtulmaktır ve doğal olarak, uygulamaları bu kaygının giderilmesi amacına yönelik olacaktır.23
Milletler Cemiyeti gözetiminde
Türkiye ile
Yunanistan arasında yapılan Mübadele Antlaşması'yla 192 bin 356 Rum'un Anadolu'dan ayrılması
sağlanmıştır. Antlaşma gereği İstanbul, İmroz ve Bozcaada' da kalanların
sayısı ise, 120
bin kişidir. 1914 yılında Anadolu'da yaklaşık 2 milyon Rum'un bulunduğu, 1922 yılına dek Yunanistan'a 1 milyon kişinin savaş vb. nedeniyle göç ettiği, 192 bin 356 kişinin
mübadeleyle sürgüne gönderildiği ve 120 bin kişinin de İstanbul, Bozcaada ve İmroz'da
kaldığı göz önünde bulundurulduğunda, 1914 ile 1923 yılları arasındaki 9 yıllık zaman dilimi içerisinde 687 bin 644 kişilik bir Rum nüfusun kayıp
olduğu söylenebilir. Bu, İttihat ve Terakki Partisi'nin Cumhuriyet öncesi ve sonrasında hayata geçirilmiş
Türkifikasyon politikalarının ve savaşın kurbanı olmuş büyük bir kitledir.
Türkiye'nin
altına imza koyduğu
Mübadele Antlaşması, İstanbul ve adalardaki Rumları Türk tarafını tüm ısrarlarına
karşın tehcir dışı
tutmuştur. Ancak bu
durum, Türk tarafının İstanbul'da Rum varlığını sineye çekeceği
anlamına gelmemektedir.
Gelememiştir de. Türk hükümeti Mübadele Antlaşması'yla süremediği insanları kimi zaman yasal kılıflar
içinde, kimi
zaman da çıplak bir biçimde uyguladığı ekonomik, psikolojik ve fiziksel baskı
aracılığıyla yıldırarak kaçırmaya çalışmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir.
Lozan Barış
Antlaşması'nın 42. Madde'sinin geçersizleştirilmesi, 18 Mart
22 Linda Barış,
"Azınlıklar ve Ruh Sağlıkları", BirGün, 11 Şubat 2009.
23
Pe^in Erbil, "Nü^s ve İskan Politikaları", Resmi Tarih
Tartışma/arı -3- ittihatçılıktan Kemalizm 'e.. ., ed: Fikret Başkaya -
Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 277.
1926'da çıkarılan Memurin Kanunu, 1942 yılında
yürürlüğe sokulan Varlık Vergisi Kanunu, İkinci
Paylaşım Savaşı yıllarında yaşları yirmi ile kırk beş arasında değişen gayrimüslim
erkekleri aniden
askere diye alıp gayri insani - sağlıksız koşullarda çalıştırmaları, 6-7 Eylül Provokasyonu ve dolaşım
yasakları, İstanbul ve adalarda yaşayan Rum ve diğer gayrimüslim toplulukları
Türkiye dışına sürmeye yönelik uygulamalardan birkaçıdır.
Bütün
bu saldın ve baskıların sonucunda 2005 yılında
İstanbul'da kalan Rum sayısı 1500 kişiye düşmüştür. Bu durum İttihatçı politikaların amaçladığı hedefe çok
yaklaşıldığını göstermektedir.24
•
Sosyalist Devrim Yolunda Kurtuluş dergisi yazarı ve insan hakları aktivisti Temel Demirer:
Nihayetinde militarist
devletin resmi ideolojisi olarak Kemalizm ile İttihat ve Terakki'nin çizgilerinde bire bir örtüşme
vardır. Nüfusu Homojenleştime + Türkifikasyon = İdelojik Uluslaşma + Irkçı
Tarih Tezi ... 25
•
Devrimci sol çizgideki Yürüyüş
dergisi:
Kemalist
iktidarın amacı, bir "ulus-devlet" yaratmaktı. Bunun için onlarca
milliyeti barındıran Anadolu'nun "homojenleştirilmesi" şarttı. Bu
anlamda, "tek ulus-tek devlet" anlayışı, sonraki yıllarda da, artık
bir avuç bile kalmış olsalar, azınlıklara karşı yeni baskı ve zulüm
uygulamaları yaratmaya devam edecektir. 1934'te Trakya'daki şovenist kışkırtma
ve saldırılarla Yahudilerin göç ettirilmesi, 1930'lu yıllar boyunca Kürtlere
uygulanan iskan politikaları, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin İstanbul'a
toplanması, "Anadolu'nun Türkleştirilmesi" politikasının yürürlükte
olduğunun göstergeleriydi.
CHP'nin
1946'da hazırladığı bir raporda, "Anadolu'nun Türkleş- tirilmesi"
politikası açıkça ifade ediliyordu. Bu raporda "1950'lere kadar
Anadolu'nun, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmesi ve
24
Pervin Erbil, "Nüfus ve İskan Politikaları", Resmi Tarih Tartışmaları
-3- İttihatçılıktan Kemalizm 'e ..., ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu,
Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 280-281.
25
Temel Demirer, "Türküm, Doğruyum Çalışkanım " mı Dediniz? Resmi
İdeoloji Devlet, Milliyetçilik, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2012, s. 372. Hakkında
bilgi için bkz. temeldemirer.blogspot.com.tr
sonra İstanbul'un da, Yunanistan'la olan bağlan ve nüfuslarının
çokluğu nedeniyle
Rumlardan anndınlmasının şart olduğu" söylenmektedir.
Paylaşım
Savaşı döneminde çıkarılan Varlık Vergisi, ardından da 1955'teki 6-7 Eylül
saldırıları, Anadolu'nun ve İstanbul 'un azınlıklardan "temizlenmesi"
operasyonunun son büyük aşamaları olarak yürürlüğe konuldu. ( ...)
Bu
kadar baskıya, zulme rağmen halii kalanlar vardı. 6-7 Eylül 1955'te çoğu Rum
olan azınlıklara karşı gerçekleştirilen yağma, talan ve katliamda bir darbe
daha vuruldu. Sonra, 1964 yılında Kıbrıs olaylan bahane edilerek, onbinlerce
Rum sınırdışı edildi... Mesele biraz da şuydu. Lozan Anlaşması'yla gayrimüslim
azınlıklara belli haklar tanınmıştı. Ama fiiliyatta azınlıkları asimile
etmekten, sindirmekten de hiç vazgeçmiyorlardı. Her fırsattan yararlanıp,
provokasyonlar düzenlenip İttihat ve Terakki'den beri gelen "proje"
büyük ölçüde uygulanmış oldu. Cumhuriyet öncesi genel nüfus içindeki oranları
yüzde 20 olan azınlıkların genel nüfusa oranı önce yüzde 2,5'e düştü, bugünse
artık en azından gayri-Müslim azınlıklar açısından yüzdelik bir orandan bile
sözedilemez noktaya gelinmiştir. Müslüman azınlıklar ise, zaten hala tamamen
"yok sayıldığı" için oransal bir rakam vermek de sözkonusu değil.26
•
Minority Rights Group International
(Londra) kuruluşunun Türkiye 'de Azınlıklar raporu:
Anadolu'nun
gayrimüslimlerden arındırılma süreci, 1923 'te gerçekleştirilen ve Türkiye ile
Yunanistan'ın birkaç istisna dışında ülkelerindeki Rum ve Türk azınlıkları
"değiş tokuş", yani sürgün etmelerini öngören nüfus mübadelesi
anlaşması ile Lozan 'dan sonra da devam etmiştir. Geriye kalan gayrimüslimler
ise esasen, azınlık koruma rejimi kisvesi altında ikinci sınıf vatandaşlık kazanmışlardır.
Resmi korumaya karşın, 1923 'ten itibaren yürütülen bir dizi politika bu
azınlıkların birer grup olarak neredeyse yok edilmesine katkıda bulunmuştur:
toplu saldırıların teşviki ve bunlara göz yumulması - 1934'te Trakya'daki Musevilere
ve 1955'te İstanbul'daki gayrimüslimlere -, 1941 ve l942'de amele taburlarında
hizmet vermek üzere yalnızca gayrimüslimlere yönelik askerlik çağrısı, 1942
'de gayrimüslimlere yönelik oransız ve ayrımcı
26
"Azınlıklar Sorunu'nu "YOKEDEREK" Çözme Politikası",
Yürüyüş, Sayı 31, 4 Şubat 2007, s. 3 1 -34.
bir varlık vergisi getirilmesi, 1964'te İstanbul
Rumlarının sınırdışı edilmesi ve gayrimüslim vakıflarına ait mülklere l 960'lardan beri sistematik bir şekilde el konulması. Bu olay, yasa ve politikalar iki sonuç
yaratmıştır: Geri kalan gayrimüslimlerin çok büyük bir kısmının
Türkiye'yi terk
etmesi ve servetin Müslümanlara geçmesi.27
•
Günlük gazetesi yazarı Nevzat Ogün:
İttihatçı
Türk Milliyetçiliği'nin 'hem gayri Türk, hem de gayrimüslim" ekseninde oluşturduğu politik anlayışın
egemenliği bugüne kadar süregeldi; yarattığı sorunlar da...
191O'un ilk yarısında
İttihat ve
Terakki iktidarının Batı Anadolu'da Bulgar mübadelesi ve Rum sürgünü ile başlayan Anadolu'yu Türkleştirme
politikası, Ermeni kırımıyla devam etti ... Bunun ekonomi politiği de mülkiyetin
Türkleştirilmesi olarak yaşandı.
1920'1erin birinci yarısında Erzurum Kongresi'yle başlayan, Ekim 1919'da Amasya Protokolü ve 27 Haziran 192l'de BMM Reisi
Mustafa Kemal imzalı 5 maddelik 'Kürdistan hakkında BMM Vekiller Heyeti'nin Elcezire Cephesi Kumandanlığı'na
Talimatı'yla süren ve Lozan 'da gündeme gelen Kürt sorununu çözmeye
yönelik tavır, 1920'1erin ikinci yarısında kırılmayla Kürtlerin
sürgünü ve
operasyonlarla yaşanan sürece dönüştü; ve devam etti.
1930'1arda Yahudilere yönelik operasyonlar ile Dersim Kırımı ve Sürgünü, l 940'larda ve l 950'1erde gayrimüslimlere
karşı Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül imhası, 1960 cuntası ve Rum sürgünü ve 12 bin köy adının
değiştirilmesi, 12 Mart devamında gayrimüslim vakıf mallarının gaspı ve binlerce gencin sivil faşistler
tarafından öldürülmesi ve Maraş Alevi kırımı, 12 Eylül toplumsal ve sosyal kırımı, 1990'larda 3 milyon Kürt'ün
sürgünü, Sivas Yangını,
çeyrek asırdır süren 'düşük yoğunluklu savaş ve faili meçhullerle
yaşanagelindi.28
•
Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacısı Sait Çetinoğlu:
Bir İttihat ve Terakki geleneği olan Varlık Vergisi, 1934 yılında Trakya'da Yahudi aleyhtarı pogromlar, "Vatandaş
Türkçe Konuş"
27 Bir Eşitlik
Arayışı: Türkiye 'de Azınlıklar, Minority Rights Group Intemational, Londra, 2007, s.
8. Bu rapor her ne kadar anonim olarak hazırlanmış görünüyorsa da hazırlayan, TESEV Demokratikleşme
Programı eski Yöneticisi Dilek Kurban'dır.
28 Nevzat Ogün,
"Türk Milliyetçiliğinin 'Kanlı' Ekonomi Politiği", Günlük, 7 Temmuz 201 O, aktaran hllp:..
'akinici.net tr '?p 1-f 11
kampanyası
ve 1941-42 yıllarında
azınlıkların nafıa taburlarında çalıştırılmaları uygulamalarından sonraki en ciddi uygulama idi. Bu
siyasi uygulamalar azınlıklara bu topraklarda yerleri olmadığını
göstermeyi hedefliyorlardı. 29
Türkleştirme
örnekleri olarak
verilen Türklerin iktidarı alma süreçlerine denk gelen; İstanbul ve Edirne ticaret ve Sanayi Odalarının
millileştirilmesi, Avukatlık kanunu ile gayrimüslimlerin adalet mekanizmasından
uzaklaştırılması, bazı mesleklerin bunlar tarafından yerine getirilmesinin önlenmesi ... gibi uygulamalar gayrimüslimler
açısından selametin
ebediyen ortadan kalktığını ve egemen zümrece kullanılan dilin yanında
Mübadele sonrasında Rum- lardan kalan mal varlıklarının talan edilmesi sürecinin bir bakıma gelecek yıllarda ki 6-7 Eylül I 955 pogromu, Varlık vergisi, 1964 kovulmaları ... gibi uygulamaların habercisi olduğunu
söylemek abartılı bir ifade değildir. 30
•
Yazar Erkan Şimşek:
Zaten 1915'te başlayan
süreç, 1934
Trakya Olayları, Yirmi kura ihtiyatlar olayı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül
katliamları ve I 964 Rum sürgünü ile tamamen eriyor; memleket 'büyük bir tehlikeden" kur-
tuluyordu.31
•
İstanbul Bilgi Üniversitesi
öğretim görevlisi Dr. Aylin Kılıç ve İstanbul Üniversitesi doktora öğrencisi Utku Özer:
Devletin korunmasına ontolojik olarak öncelik veren Osmanlı/Türk elit anlayışı,
böylece devletin bekasıyla kendi varlığını
eşanlamlı görerek bu birlikteliğin devamlılığı için homojen ve kaynaşmış bir topluluğun elzem olduğu
noktasında birleşmişlerdir. Dolayısıyla 1914-I 9 I 5 Ermeni tehciri, l 923-l 930
Yunanistan' la nüfus mübadelesi, l 942 'de gayrimüslim
işadamlarının mallarına yüzde yetmiş
29 Sait Çetinoğlu, "The Mechanisms for
Terrorizing Minorities: The Capital Tax and Work Batallions in Turkey during
the Second World War", Mediterranean Quarterly, İlkbahar 2012, 23:2, s. 14-29.
30 Sait Çetinoğlu, "Etnik Temizlik ve
Ekonominin Türkleşmesi", 12 Temmuz 2012,
http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=863
31 Erkan Şimşek, "Soyum Sopum Sobe",
Star, 26 Ekim 2009. Yazar hakkında daha fazla bilgi için bkz. www.erkansimsek.net
beşe
kadar varan özel bir varlık vergisi konulması ve 6-7 Eylül Olayları
sırasında Rumlar
ile diğer gayrimüslimlere ait işyerlerinin yağmalanmasını hep bu homojen bir ulus-devlet
yaratma projesinin birer parçaları olarak değerlendirmek
mümkündür.32
•
Ekşi Sözlük'te "aethewulf' takma adlı, 8 Şubat 2006 tarihli giriş:
Yirmi Kura ihtiyatları
olayı, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları ile tamamlanan Türkiye'nin
gayrimüslimsizleştirilmesi operasyonunun bir bölümü veya en iyi ihtimalle bu yolda
ilerleyen bir basamak taşı olarak ele alınabilir.33
•
Agos ve Radikal gazeteleri yazarı, Toplumsal Tarih dergisi yayın kurulu üyesi Ayşe Hür:
1942 Varlık Vergisi, 6/7 Eylül 1955 talanı, 1963 'ten sonra 40 bin Rum'un Türkiye'den zorla çıkarılması
İttihatçıların başlattığı 'sermayenin Türkleştirilmesi' politikalarının devamı niteliğindeydi. 1974'te Vakıf
mallarına el konması bu operasyonun son hamlesi idi.14
•
İstanbul Bilgi Üniversitesi
öğretim üyesi ve Taraf gazetesi yazarı Prof. Dr. Murat Belge:
İttihat
ve Terakki'nin başlattığı ve ciddi bir devlet politikası
haline getirdiği,
"ülkeyi azınlıklardan arındırmak" projesi, Cumhuriyet döneminde sivil hükümetlerin de benimsediği bir politikaydı.
Otuzlarda
Trakya'da Yahudilere karşı, savaş yıllarında Varlık Vergisi ile "Selanik dönmeleri"
dahil bütün
gayrimüslim kökenlilere karşı ve 6-7 Eylül' de plana göre Rumlara karşı (bu, l 964 Kıbrıs
olaylarıyla bu sefer en geniş çaplı ve etkili biçimde devam edecek) yapılanlar bu planın değişik
uygulama
evreleriydi.35
32
Aylin Kılıç - Utku Özer,
"Ulusçuluk Literatürü ve Türkiye'de Ulusal Kimlik İnşası", Bilgi ve Bellek, Yıl 3, Sayı 6, Kış, 2006, s. 16-45, 24.
33
https://eksisozluk.com.
34 Ayşe Hür, "Ermeni Mallarını Kim Aldı?", Taraf, 2 Mart 2008.
35 Murat Belge, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2O 11, s. 708.
"Mustafa Kemal ve
Kemalizm, ordunun ve toplumun modernleşme projesinin hangi aşamasını temsil ediyor? "
Toplumu homojenleştirmeyi
modernleştirme olarak görüyorlar. Oysa bir toplum ne kadar heterojense ve uyum içinde
yaşıyorsa o kadar
modern demektir bugün. Kemalizm'in hedefi ise bunun tam tersi oluyor.
Edirne'de Yahudilere yapılanlar,36 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olaylan, hep 1915'i devam ettiren
şeyler. İşin ucunda hep bir mülkiyet transferi var. Amaç, Türk burjuvazisini yaratmak ve
bunlarla ilericilik yapmak. 37
•
Ermenistanlı gazeteci Alin Ozinian:
Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren devletin derin ajandasında
azınlıklar hep
"tehlike" damgası ile anıldı. Farklı
etnik grupları barındıran
Anadolu'nun
homojen hale getirilmesi, Kemalist elit tarafından başarılı bir ulus-devletin vazgeçilmez
şartı olarak görüldü, yeni kurulan devletin Hıristiyan
azınlıklara haklarını garanti edeceğini vaat etmesine rağmen, 1920'li ve 30'lu yıllarda
hükümetler aleni bir
asimilasyon politikası güttü ve hep gitmeleri istendi. "Düşmanı"
dışan atarken
sermayelerini Türkleştirmek en büyük hedefti. Başarılı da olundu. "Vatandaş
Türkçe Konuş" kampanyaları, "Varlık Vergisi" Kanunu, "20
Kura Askerlik" düzenlemesi ile Ermeni- lerin, Rumların ve Yahudilerin bıkmasını,
usanmasını, korkmasını, gitmesini ve sonunda ekonomideki liderliklerine son verilmesini hedeflemişti. 38
•
Apoyevmatini gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Mihail Vasi-
liadis:
- Yunan Uyruklu Rumların
Sınırdışı edildiği 1964 Olayları, neden ve nasılyaşandı?
1955'te 6-7 Eylül Olayları
da,
40'lardakiler de münferit değil, tek tek incelenemez. Hepsi birer halka. Halkalara
bakmak bizi yanıltır. Zincire bakıldığında ne olduğu ortaya çıkar.
36 Burada kastedilen 1934
Trakya Olayları'dır.
37 Neşe Düzel, "Murat Belge: Atatürk
İlerici Değildi", Taraf, 9 Ocak 2012.
38 Alin Ozinian, "Bir 6-7 Eylül Hikayesi: 'Çok İçli
Dışlıydın o Rum Kızla"', Zaman, 6 Eylül 2013.
- Zincire baktığımızda ne görüyorsunuz?
Osmanlı
İmparatorluğu'nda milli bir anlayış yoktu. İttihat ve Terakki döneminde bu nedenle ulus kurulmak istendi. 1964 olaylan da, zaman içinde halka halka karşımıza
çıkan gelişmeler de, ulus devlet kurma çabasından dolayı ortaya çıktı. Çünkü ulus-devleti kurma gücünü
gösterdiğimiz topraklarda azınlıklar vardı. Müslüman azınlıklar için asimilasyon kolaydır diye düşünülerek bir program hazırlandı.
Hıristiyanlar içinse asimilasyon zordu. Ne de olsa insanlar "cehennemde yanacağım"
diye korktuğundan dinlerini değiştirmiyorlardı.
Bu nedenle de
bir eritme programı hazırlandı. İşte bu zinciri elimize aldığımızda 1964 halkası bir "altın
vuruş" niteligindedir.
- Neden 6-7 Eylül değil de, 1964 için
"altın vuruş " tanımını kullanıyorsunuz?
Bütün
süreçler önemli ama 1964'ün önemi şu: Bir mahkum kurşuna dizildiğinde idam mangası onun karşısına
geçer ve komutla ateş eder. Mahkum yere düştüğünde
ölüp ölmediğine bakılmaksızın bir kurşun daha sıkılır
kafasına. Ölümü tartışmasız hale getirilmek istenir. İşte bu olay da öyledir. 1964 sonun başlangıcı oldu.
Türkiye
tarihi boyunca
zincirin halkalarını birbirine kim bağladı?
Bu zincirin halkaları
bazıları yasalarla
bazıları illegal girişimlerle oluşturuldu. Halk Partisi iktidarken baskı
yöntemleri yasalarla
belirlendi. Halk Partisi'nin iktidarda olmadığı dönemlerde illegal yapıldı. Mesela 6-7 Eylül yasalarla değil
yeraltında hazırlanmış bir pogromdu. Varlık Vergisi ise Meclis'in onayladığı bir yasa ile çıktı. Demek ki bu eritme programını uygulayan parti Halk Partisi'ydi.
Zaten Halk Partisi raporunda İstanbul'un fethinin 500. yılında şehirde hiçbir Rum'un kalmaması isteniyordu.39 1964'te Halk
Partisi yeniden iktidar oldu. Yaptığı icraatlardan biri Atatürk ile Venize- los arasında 1930'da yapılmış olan İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması'nı tek taraflı
kaldırmaktı. Yunan vatandaşlarının bu anlaşmayla kaldıklarını öne sürüp
gönderdi. Halbuki
bu insanlar anlaşmadan önce de Türkiye'de yaşıyordu.40
39 Burada kastedilen CHP IX. Büro'nun
"Azınlıklar Raponı"dur. Bkz. bu kitabın 66-69. sayfalan.
40 M. Serdar Konıcu.
"Altın Vunış'" F:xprcss, Sayı
2012-129, l laziran 2012, s. 54-56.
Vasiliadis 2013 yılında gerçekleşen bir mülakatında da aynı görüşleri tekrarlayacaktı:
6-7 Eylül 'ü tek bir olay olarak ele alıp incelemek mümkün değil. Bu olaylar zincirinin bir parçasıdır.
Uluslararası düzeyde İngiltere'nin rolünün yanı sıra ulusal düzeyde de ulus devlet kurma ve o devlete
bir ulus yaratma çabasına ve asimile edilemeyecek unsurları eritme çabasına bakmak gerekli.
6-7 Eylül Olayları
bu eritme çabasının son halkasıydı.
İkinci Dünya Savaşı
zamanında 20-42 yaş arası
azınlık erkeklerinin
toplama kamplarına kapatılması, azınlıkların devlete bağlı
çalışmasının engellenmesi ve Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası süreci hazırlayan politikalardı.
Ancak bu kez Vasiliadis "yeni bir beyan"da bulunacaktı. O da şuydu:
Gazetecilikte bazı şeyler
yazılmadan da satır
aralarında ifade edilebilir. Gazete bunu yapıyordu.
Yıllar sonra
elime o dönem Teşkilat-ı Mahsusa'nın azınlık gazeteleri ile ilgili hazırladığı bir rapor geçti. Rapor Jamanak'ı
överken Ermenilerin
bir diğer gazetesi olan Marmara hakkında 'Ermeni kültürünü empoze etmeye çalışıyor' diye yazmıştı. Apoyevmatini için de 'Dikkatli ama.. ' diyordu.41
Vasiliadis'in "elime geçen"
iddiasıyla sözüm ona açıkladığı rapor bu satırların yazan tarafından 2002 yılında yayınlanan Türk Ermeni basını ile ilgili bir makaleden okuduklarından
aklında yarım yamalak ve yanlış bir şekilde kalanlardı. Söz konusu makalede Apoyev-
matini gazetesinden hiç söz edilmemektedir.42
•
Dr. Cemil Ertem ve Markar Esayan
Ertem ve Esayan'ın köşe yazılarını
derledikleri kitabın bir bölümü "Osmanlı'nın gayrimüslimleri, Cumhuriyet'
in Azınlıkları" başlığı-
41
ElifAkgül, "6-7 Eylül Olaylarında Basının Rolü", 6 Eylül 2013,
http://www2. bianet.org/bianet/toplum/ 1
49700-6-7-ey1ul-olaylarinda-basinin-rolu.
42
Rıfat N. Bali, "Cumhuriyet Arşivleri Belgelerine Göre Türk Enneni
Basını", Tarih ve fop/um, Aralık 2002, Sayı 228, s. 41-51.
nı taşımakta. Ertem ve Esayan'ın bu bölümle ilgili açılış
paragrafı şöyle başlamakta:
Kemalist toplum mühendisliğinin
büyük bir başarıyla ifa edilen en önemli operasyonu, şüphesiz
azınlıkların ülkeden göçertilmesi ve sermayenin 'millileştirilmesi' olmuştur.
Akabinde yazarlar alışılagelmiş
örnekleri sıralarlar:
Cinayetler, tecavüz ve yağma ile 15 bin Yahudi'nin Tekirdağ, Edirne, Çanakkale, Kırklareli gibi Trakya şehirlerinden
ülke ·dışında kaçmasına neden olan 1934 Trakya Yahudi
Pogromu (Furtuna) 1941 yılında 27 ile 40 yaş arasında
gayrimüslim erkeklerin ikinci kez askere alındığı ve amele taburlarında
çalıştırıldığı yirmi Kur'a Askerlik Vak'ası gayrimüslimlerin ekonomik hayattan tasfiye edilmesi ve 'milli' sermayenin oluşturulmasında
önemli yer
tutan, (apo- lojisi Milli Şef İnönü'nün "Savaş şartlarında
diplomatik
mahareti" olarak yapılan) 1942 Varlık Vergisi uygulaması sermayenin yerli- leştirilmesi,
azınlıkları göçertme siyasetinin en trajik olayı sayılan ve binlerce Rum, Ermeni ile
Yahudi'nin ülkeden göç etmesi sonucunu doğuran 6-7 Eylül
Olayları, her ne
hikmetse İstanbul 'un kurtuluşu gününe denk getirilen bir kararla İstanbullu
Rumların Kıbrıs meselesi bahane edilerek ülkeden mallarına el konarak kovulduğu 1964 Rum Mübadelesi, bu tercihin bir konjonktüre) denk düşme değil, daimi, seçilmiş bir devlet politikası
olduğunu göstermektedir.43
•
Radikal ve Agos gazeteleri yazarı Oral Çalışlar:
1915 Ermeni Tehciri, İttihatçılığın
zor yoluyla
tepeden aşağıya kurmayı planladığı 'ulusal devlet' projesinin başlangıç
noktası. Sonrasında, 1923 Rum mübadelesi, 1926 Şeyh Said bastırması, 1938 Dersim Katliamı, 1942 Varlık Vergisi faciası, 6-7 Eylül 1955 saldırıları, 1 960, 1971, 1980 askeri
darbeleri geldi. Bunların aşağı yukarı tamamı, 'İttihatçılığın
başlattığı proje'nin
parçası. Bütün bu 'dram'ların öncülerinin Talat'lar, Enver'ler olduğunu
görebiliyoruz.44
43 Dr. Cemil Ertem-Markar
Esayan, Dünyayı 'durduran 'A/tmış Gün-Meydan, Darbe, Demokrasi, Etkileşim
Yayınları, İstanbul, 2013, s. 158.
44 Oral (alışlar. "Ahmet Refik'in Gözlemleriyle 1915", Agos, 30 Aralık 2011.
Oral Çalışlar, Edime Valisi Gökhan
Sözer'in bir çevre
etkinliği sırasında Bulgar Ortodoks kiliseleri temsilcisi rahip Aleksander Çıkrık'a protokolde yer vermemesi üzerine
yayınladığı yazıda da şu yorumda bulunacaktı:
Şurası
bir gerçek:
Müslüman dindarların 'öteki' algısında olumlu yönde değişiklikler oldu ve olmaya devam ediyor. Hıristiyan'ı ve Yahudi'yi başdüşman
gören bakış açısı, eski sertliğine sahip değil. Ancak dindar kesimde ve milliyetçi-ulusalcı
kesimde ciddi
bir 'Hıristiyan fobisi'nin varlığını sürdürdüğü bir gerçek.
Geleneksel milliyetçi ideolojinin de geleneksel dindarlık
kültürünün de bu fobi üzerinde etkileri oldu. Cumhuriyet'in kurucu ideolojisinin 'tekçi' yaklaşımının da belirleyici olduğu açık...
Cumhuriyet kurulurken 'Hıristiyanların
temizlenmesi'
fikri, temel bir 'felsefe' ve 'yöntem'e dönüştü...
Kemalistlerin ataları olan İttihatçılar 1915 Ermeni tehciriyle Erme-
nileri temizledi, Cumhuriyet kurucuları da '1923 mübadelesi 'yle Rumları
gönderdi. Daha
sonra bu 'temizlik' Kürtleri ve Alevileri de kapsayarak bir
katliamlar zincirini tetikledi . . . 45
Çalışlar'ın bu yorumu, yanlışlar ve tezatlar ile dolu. Bir kere İslamcıların Yahudilere, İsrail'e ve Siyonizm'e bakışlarında en ufak bir yumuşama
olmamış, tam
aksine sertleşme yaşanmıştır. Bunun en bariz kanıtı, 2003 yılında
İstanbul'da iki sinagoga yapılan intihar saldırılarıdır. Cumhuriyet' in kuruluşunda
"Hıristiyanların temizlenmesi" fikrinin yattığı görüşü, liberal ve sol kesimde sıkça tekrarlanan bir görüştür. Bunun ne kadar doğru olduğu ve neden kaynaklandığı Oral Çalışlar'ı pek ilgilendirmemekte. Halbuki "Türkiye'yi
Hıristi- yanlardan
temizleme" fikrinin temelinde yatan sebep, Mütareke ve Kurtuluş
Savaşı sırasında azınlıkların İşgal Kuvvetleri ile olan işbirlikçi
davranışlarıdır. Bu işbirlikçi tavra bir tepki olarak gelişen ve en belirgin sonucu Türk - Yunan Nüfus
Mübadelesi olan bu "Hıris-
tiyansızlaştırma" siyaseti elbette tasvip edilmez. Ancak Çalışlar gibi tarihi panoramayı
seçici bir şekilde kullanmak da kabul edilemez ve
okuru yanıltan bir tavır olduğunu da not etmek gerekir.
45 Oral Çalışlar, "Binde 1 Hıristiyan'a
Düşman: Hangi Dindarlık",
Radikal, 11
Nisan 2012.
•
İstanbul Bilgi Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Aktar:
Prof. Dr. Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi Kanunu, yakın tarihimizde birçok kez karşımıza
çıkan "azınlık karşıtı" politikalar zincirinde önemli bir yer tutar" tespitini doğru bir şekilde
yapmasına rağmen "azınlık karşıtı politikalar zinciri" olarak 1915 tehciri ile başlayıp 1964 yılında Yunan uyrukluların
sınırdışı edilmeleriyle
sona eren ve yukarıda bir dizi yazar tarafından örnekleri verilen olaylara benzer bir şekilde atıfta
bulunur:
Burada, azınlık
karşıtı politikalardan
kastımız, Osmanlı Devleti'nin son yıllarında İttihat ve Terakki hükümetinin Anadolu Ermenile- rine karşı
uyguladığı Enneni
Tehciri ve Kıyımı ( 1915); Anadolu nüfusunun dini bakımdan
homojenleşmesini hedefleyen Türk-Yu- nan Nüfus Mübadelesi (1923-24); Trakya'daki Yahudi nüfusu göçe zorlayan Trakya Yahudi Olayları (1934); ekonominin Türkleşmesini hedefleyen Varlık Vergisi (1942-43); İstanbul'da
yoğunlaşmış gayrimüslim nüfusun tehdit ve baskılarla ülkeyi terk etmesini hızlandıran 6-7 Eylül Olayları
(1955) ve son
olarak Kıbrıs krizi dolayısıyla İstanbul Rumlarının bir bölümünün
sınır dışı edilmesini
karara bağlayan 1 7 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu kararı gibi örnek olaylar.46
•
İnsan Hakları Derneği İstanbul
Şubesi:
İnsan Hakları
Derneği İstanbul Şubesi de 6-7 Eylül Olayları 'nın 56. yıldönümü vesilesiyle yayınladığı bildiride "6-7 Eylül, Anadolu'nun ve ekonominin Türkleştirilmesi
sürecinin parçasıydı" şeklinde bir değerlendirmede bulunacaktı.47
46 Yorga Hacıdimitriadis
'in Aşkale-Erzurum
Günlüğü (1943),
haz: Ayhan Aktar, İletişim Yayınlan, İstanbul, 201 1, s. 76.
47
"İnsan Hakları Derneği: 56 Yıl Sonra Tek Millet, Tek KülWr Anlayışı
Sürüyor", Eı-rcıısc/, 7 Eylül 2011.
•
Ankara Üniversitesi doktora öğrencisi Levent Odabaşı:
1914-1924 yıllan
arasında Rum ve
Ermenilerin zorunlu göçe maruz kalması aynı zamanda Türkçülük ideolojisinin uygulanabilirliğini
kanıtlıyor ve
Anadolu coğrafyasında hala yaşamını sürdüren az miktardaki gayrimüslimin
çeşitli yöntemler kullanılarak ülkeden kovulabilmesini olanaklı kılıyordu. Öyle ki, 1934 yılında Trakya'da Yahudilere yönelik Vandalizm, 1942 de uygulanan Varlık Vergisi, 1955 Selanik Olaylan ve
1964 yılında gerçekleştirilen Rum Tehciri, Türkleştirme
politikalarının köşe taşlarını oluşturuyordu.48
2- Nafıa Taburlara İle İlgili Yorumlar
•
Bakırköy Belediyesi Başkan Yardımcısı
Yervant Özuzun:
Varlık
Vergisi'nden önce gayrimüslimlerin iş yaşamlarını etkileyen başka bir uygulama
daha vardı. 1941 yılının Mayıs ayından itibaren, 20-25 yaşından 45-50 yaşına
kadar babadan, oğula tüm gayrimüslimleri ani bir kararla "nafıa
askerliği" ya da "amele taburları" denen, sözde askere aldılar.
İşyerlerinden, evlerinden, sokaklardan yakaladıklarını, kamplarda topladılar.
Kahve rengi elbiseler giydirilip, Anadolu'nun her tarafına yol yapımı tünel açma
gibi işler için yolladılar. Hiç kuşkusuz, bunun nedeni de, onları işlerinden
uzaklaştırarak, ticari anlamda zor durumda bırakmaya, işlerini kapatmaya,
devretmeye, ülkeyle gönül bağlarını zedelemeye yönelikti. Öyle ya, aynı iş
yerinde çalışan baba ile oğlunu, usta ile kalfasını çalışma kamplarına sürersen
o iş yeri ne olur?
Amele
taburlarına 1942 Temmuzunda son verildi. Birkaç ay sonraki Varlık Vergisi ise,
amele taburlarından geri dönenleri bekleyen acı bir sürprizdi. Aynı amaçlı
politikaların 1942 uygulamasıydı. Biliyorsunuz bu politikalar daha sonra 1955
617 Eylül Olayları ve 1964 sürgünleriyle devam edecekti.49
48
Levent Odabaşı, "1908 ve Sonrasında 'Nüfusun ve Sermayenin
Türkleştirilmesi' Projesi Kapsamında Azınlıklara Yönelik Geliştirilen Politikalar
ve Bu Politikaların Toplumsal Hayata Yansımaları", Ağustos 201 1,
yayınlanmamış çalışma, s. 36. htt- ps://ankara.academia.edu/Leventüdabasi
49 Yervant Özuzun, '"Tamam Azınlık Biziz!", Radikal lki, 14 Kasını 2004.
•
Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacılarından
Sait Çetinoğlu:
1941
yılı Mayıs ayında hükümet gizli bir karar alarak 1894 ile 1913 arasında doğan
bütün gayrimüslimleri askere almayı kararlaştırdı. Karar gizliydi ve ilgililer
dışında kimseye bildirilmemişti. Bir mayıs sabahı askerler vatandaşlardan
kimlik kontrolü ile gayrimüslim olduğu anlaşılanlar hemen o anda askere
alınmaya başladılar. Askere alınanlara üniforma verilmedi. 1939 depreminde
Yunanistan’dan yardım için gönderilen çöpçü elbiseleri giydirildi. Silah da
verilmeyen bu gayrimüslim ordu, sadece amelelik yapacaktı. (...) “Hükümet bu
karara neden gerek duymuştu?” sorusuna verilen yanıtlardan biri: Gayrimüslim
vatandaşları bir süre işinden uzaklaştırıp, onları ticari olarak zayıflatmak ve
bu yöntemle Müslüman butjuva- ziyi güçlendirmek cevabı önceki yapılanları göz
önüne aldığımızda bize yabancı gelmeyecektir.[117]
Türkiye’de
azınlıklara yönelik politikaların ortak paydası kesintisiz kovma ve yok etme
şeklinde ifade edilebilir. Bu politikalar Hamid döneminde başlamış,
İttihatçılar (1. Jöntürk dönemi) politikaları sistematize edilip soykırıma
varacak pratiklerle hayata geçirmiş, Kemalistler (2. Jöntürk) de kesintisiz
sürdürerek günümüzde Gayrimüslim azınlıkları folklorik bir figüre
indirmişlerdir.
Her
üç dönemde de azınlık politikaları neredeyse birbirinin aynı olup
kesintisizdir. Kilikya 1909 katliamı bir bakıma Hamid’in 1894-96 katliamlarının
kopyası olduğu kadar 1915’in de provasıdır. 1942 Varlık Vergisi de 1915’in son
noktasıdır.
Bu
üç dönemin en önemli siyasal figürü İsmet İnönü’dür. Uzun yıllar süren iktidar
veya iktidar ortaklığı boyunca azınlık politikalarının kesintisiz
uygulanmasında neredeyse eşsizdir, bir başka örneği yoktur.
1908’den
1972’ye kadar neredeyse 70 yıl siyasal yaşamın baş aktörüdür. Bu süre içinde
azınlıklara yönelik çok önemli uygulamalara imza atmıştır.[118]
•
2006-2008 dönemi Sabancı Üniversitesi yarı
zamanlı öğretim üyesi Dr. Dilek Güven:
Gayrimüslimleri
çalışma kamplarında toplama kararında, siyasi eli- tin ulaşmak istediği iki hedef vardı: Birincisi, savaşa girilmesi durumunda gayrimüslimlerin olası "devlet karşıtı" faaliyetlerini kontrol altına almak, ikincisi ise, zanaat ve
ticaret alanındaki işyerlerine Türk etnisitesini yerleştirmek suretiyle, Jön Türkler
döneminden bu yana sürdürülen
'Müslüman burjuvazi'
oluşturma hedefini gerçek- leştirmekti.52
•
İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi
Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan
Cumhuriyet'in ilanı ardından
"Türkleştirme" başlar. Gayrimüslimler devlet ve ekonomiden, avukatlık dahil serbest mesleklerden ve şirketlerden
dışlanmaktadır. "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları, Yahudiler için Trakya Olayları,
Varlık Vergisi Faciası, 6-7 Eylül
Olayları, 1963 ve
1964 Olayları, Heybeliada Rum Mektebi 'nin kapatılışı, 1974 Kıbrıs
Harekatı ve
Rumlar, Ermeni Terör Örgütü ASALA ve Ermeniler, gayrimüslim
mallarına el konulması... bu konudaki bazı
başlıklardır. 53
•
Devrimci sol çizgideki Yürüyüş Dergisi:
Aslında
Varlık Vergisi Yasası 'yla vurulacak darbenin tam
etkili olması için, bu yasa çıkarılmadan önce bir başka baskı daha uygulanmıştı.
1941 Mayıs 'ında, 20 yaşından 50 yaşına kadar tüm erkek gayrimüslimler, "nafıa
askerliği" ya da "amele taburları" adı verilen bir uygulamayla askere alındı. Tabii "askere alma" işin
göstermelik yanıydı. İşyerlerinden, evlerinden toplanan gayrimüslimler, kamplarda toplandı. Hepsine kahverengi elbiseler
giydirilip, Anadolu'nun dört bir yanında yol yapma, tünel açma gibi işlerde
çalıştırılmaya başlandılar. Aslında azınlıklara ait işyerleri daha o zaman iflas etmeye başladı,
sonrasında konulan insafsız vergileri ödeyememeleri
böylece garantilenmişti ! ! !54
52 Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık
Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, çev: Bahar Şahin, Tarih Vakfı,
İstanbul, 2005, s.
108.
53 Mehmet Ö. Alkan, "Devlet'in kendi
ifadesiyle "kökü içeride" tehlike olarak azınlıklar: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtler. .. ", Birikim, Ocak 2014, Sayı 297, s. 97-104.
54 "Azınlıklar
Sorunu'nu
"YOKEDEREK" Çözme Politikası'', Yürüyüş, Sayı 31, 4 Şubat 2007, s. 31 -34.
•
Agos gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Hrant
Dink:
Hrant Dink de değişik
yazılarında ve konuşmalarında "Devlet'in azınlıkları tüketme siyaseti"nden yakınacaktı. Dink, bunu ya "bugün bile Türkiye Ermenileri bürokrasinin bu azınlıkların
azaltılması politikasının tehdidi altında yaşamını sürdürmektedir"55 veya "Bu cemaatin bir tek
sahici sorunu var. O da doktor Devletlu'nun azınlıkları
tüketme politikasıdır",56 şeklinde dile getirecekti. Dink, bir başka
söyleşide57 ve TESEV'in düzenlediği bir panelde de bu görüşünü
tekrarlayacaktı. 58
•
Columbia Üniversitesi Müzik bölümü Okutmanı Dr. Melissa Bilal:
Melissa Bilal gayrimüslim erkeklerin 1941 yılında silah altına alınıp nafıa
taburlarında çalıştırılmalarını, 1942 yılında kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlıklara
karşı ayrımcı ve keyfi uygulanmasını ve 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nı bu sürecin
değişik evreleri
olarak değerlendirecek, 1934 Trakya Olaylan dahil olmak üzere bu olaylar zincirini Türkleştirme siyasetinin bir neticesi olarak yorumlayacaktır.59
55 Hrant Dink, "Türkiye-Ennenistan
Çözüm Dialogda", Görüş, Sayı 48, Ağustos-Ey-
lül 2001, s. 20-23.
56 Hrant Dink, "O ki Azınlıksın (2)", Agos, 26 Ocak 2001
57 Bkz. Gül Demir. "Annenians and Turkey
Shared History", Tıırkish Daily News, 18 Eylül 2002.
58 Bkz. "Çözüm Bekliyoruz", Agos, 29 Kasım 2002.
59 Melissa Bilal, 'The Lost
Lullaby and Other Stories about being an Annenian in Tur- key", New
Perspectives on Turkey, Sayı 34, İlkbahar 2006, s. 67-92,73. "The very
resul! of Turkification during the institutionalization of the Republic has
been the displacement of different ethnic groups from the collective memory of
people li- ving in Turkey and from the cultural representations of Anatolia.
These groups were suddenly regarded as foreigners in their homelands. This
understanding resulted in various otherization practices, manifested in
discrimination and violence against non-Muslim and non-Turkish groups in every
sphere of life. Examples ofsuch disc- riminatory practices and violence
massively targeting non-Muslims include a law passed in 1932 (aiming to
restrict the freedom of choosing one's profession), the violent attacks against
Jews in Thrace in 1934, the 20 Kura İhtiyatlar (forced military service in 1939
during which non-Muslims were not given anns but instead were obliged to work
in construction) the Varlık vergisi (propertyTax) in 1942,
the attacks on Scptcmhcr 6 aııd 7, 1955, and
tlıc dcportation of G^cks in 1964.
•
Agos gazetesi ve Radikal İki gazeteleri yazarı Prof. Dr. Baskın Oran:
"Azınlıklar"
başlıklı ansiklopedi
maddesinde, 4 Haziran 1932 tarihli 2007 sayılı kanun ile "Nafia Taburları"
hadisesi dahil
olmak üzere, yukarıda zikredilen yazarların verdikleri örnekleri aynen tekrarlayacaktır.60
•
Hamburg Üniversitesi Türkiye İncelemeleri
bölümü okutmanı ve bağımsız araştırmacı Corry Guttstadt:
Bu araştırmacı da "Türkiye Yahudileri için 1933-1945 arasında gerçekleşen
üç travmatik olay
-Trakya Olaylan, 20 Kur'a İhtiyatları ve Varlık Vergisi- ise kesinlikle Almanya'nın
baskısı veya önerisiyle
gerçekleşmemişti, aksine radikal Türkleştirme siyaseti çerçevesinde yapılan
uygulamalardı" satırlarıyla benzer biryorumda bulunacaktır.61
Guttstadt kitabının ilerleyen sayfalarında
"nafıa taburları" olayının sebebiyle ilgili olarak bu kere, "20 Kur'a uygulaması belki de, azınlık
mensuplarına karşı alınan baskıcı önlemlerle ilişkiliydi" yorumunda bulunacak ve birçok
araştırmacının kullandığı ve CHP IX. Büro tarafından muhtemelen 1944 yılında hazırlanıp Genel Sekreterliğe sunulan raporu mesnet olarak gösterecektir:
"CHP'nin
1940 yılında kaleme aldırdığı ve bu tür önlemler için öneriler içeren gizli bir azınlıklar raporunun varlığı, buna dair bir işarettir."62
Guttstadt, kitabının Almanca ilk baskısını 2008 yılında,
Türkçe çevirisini 2012 yılında, İngilizce çevirisini ise 2013 yılında ya- yınlayacaktır.63
Her üç baskıda da "nafıa taburları"
uygulamasının sebeplerinin belgelenmemiş
olduğunu savunacaktır.64 Bu görüşü
60
Baskın Oran, "Azınlıklar", İstanbul Ansiklopedisi, NTV
Yayınları, İstanbul, 201 O, s. 159-165.
61
Corry Guttstadt, Türkiye, Yahudiler ve Holokost, çev: Atilla Dirim, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2012, s. 140.
62
Corry Guttstadt, a.g. e., s. 152.
63
Turkey, the Jews and the Holocaust, Cambridge University Press,
Cambridge, 2013.
64
Türkiye, Yahudiler ve Holokost, s. 152, "Bu uygulamanın sebebi
şimdiye dek bel- gelendirilmemiştir" Turkey, the Jews and the
Holocaust, s. 71. 'The reason for this measure is not clearly
documente<l"
savunmasının sebebi ise bu konuda şimdiye dek yayınlanmış tek ayrıntılı
araştırma olup bu olayın sebeplerini de ortaya koyan Yirmi
Kur'a Nafia Askerleri (Kitabevi, İstanbul, 2008) kitabının
faydalandığı eserler kaynakçasında yer almamasındandır.
•
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi
Doç.Dr. Halil
Berktay
İmparatorluğu'ndan
ikinci Meşrutiyet ve Cumhuriyete geçiş süreçlerinde, yeni bir Türk "milli burjuvazi"sinin palazlanmasında
ise, gayrimüslim "komprador"
burjuvazilerinin mülksüzleştirilmesi önemli rol oynadı.
İttihatçıların başlattığı bu müsadere ve transfer süreci, Lozan Mübadelesi'nden 1930'1arın "Trakya Olayları"ndan
geçerek, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Varlık Vergisi uygulamasına,
Aşkale toplama kampına,
sonrasında 6-7 Eylül 1955 pogrom'una ve "İstanbul'un
son [1964] sürgünleri"ne
kadar devam
etti. 1915 Ermeni tehciri ve katliamları elbette öncelikle bu amaçla
yapılmadı; o kadarı çok dar ve kaba, aşırı-indirgemeci
bir ekonomik
determinizm olur. Asıl neden milliyetçi ideo-politik belirlenimlerdi. Lakin bir sonucu bu oldu.65
3- 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nın
Yıldönümlerinde Yayınlanan Yazılar
• 2006-2008 dönemi Sabancı Üniversitesi yarı
zamanlı öğretim üyesi Dr. Dilek Güven:
1955 Eylül'ünde
gerçekleştirilen saldırılar, Türk tarih araştırmalarında bugüne dek sorunsallaştırılmamıştır.
Bu nedenle,
burada sunulan çalışma çerçevesinde, öncelikle olayların yeniden kurgulanması hedeflenmektedir. Her halükarda,
şimdiye dek yapılan
-özellikle de yayımlanmış olan- çalışmalarda, pek çok nokta açıklığa
kavuştu- rulmamıştır. Buradan hareketle, 6-7 Eylül Olaylarının istisnai, bir defaya mahsus bir
olgu olarak anlaşılmayacağı gösterilmek istenmektedir. İstanbul'un gayrimüslim sakinlerinin kentten göç edişle-
65 Halil Berktay,
"Meaningful World soykırım panelinde (2) söylediklerim:
İnkar inadı nereden kaynaklanıyor?", 27 Nisan 2014,
http://serbestiyet.com/meaningful-world- soykiriııı-pancliııdc2-soylcdiklcriııı-inkar-inadı-m:rcden-kaynaklaniyor/
rine
ya da kovulmalarına işaret eden, 1955 yılının pogrom benzeri olaylan, yapısal
ve nedensel olarak sürmekte olan homojenleştirme çabalarıyla yakından
bağlantılıdır ve "1908 Jön Türk devrimi" milliyetçiliğinin
sürekliliği içerisinde ele alınmalıdır.[119]
Azınlıkların
asimilasyonunun yanı sıra, göç ve iskan politikası da, yeni devlet sınırları
içerisinde etnik-kültürel birliğin sağlanması için kullanılmış olan başka bir
araçtır. Örneğin 1929-1934 yılları arasında yerel makamlar, halen Küçük
Asya'nın kırsal bölgelerinde yaşayan Ermenilere, kent merkezlerine göç
etmeleri için baskı yapmıştır. Ancak köylü Ermeniler yeni kentsel çevreye uyum
sağlayamamış, sonuçta ağırlıklı olarak Suriye'ye göç etmişlerdir. Bu çerçevede,
1930'larda doğrudan devlet mercilerinin katılımı ile gerçekleşen, Yahudilere
yönelik pogrom benzeri saldırıları da sıralamak gerekir. Trakya bölgesindeki
kentlerde yaşayan bazı Yahudiler, tehditler ve ekonomik boykotlarla
korkutulmuş, 1934 yazında ise işyerleri ve evleri kalabalık kitleler tarafından
saldırıya uğramıştır. Bu çalışmanın önemli bir savı, araştırmanın konusunu
oluşturan 1955 Eylül'ünde İstanbul ve İzmir'in gayrimüslim sakinlerine karşı
başlatılan saldırıların da, Türk devletinin yukarıda çizilen politikasıyla
sıkı bir ilişki içerisinde ele alınması gerektiğiydi.
Araştırmanın
sonuçları, bu varsayımları büyük oranda doğrular.67
Boğaziçi
Üniversitesi Atatürk Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. M. Asım Karaömerlioğlu:
İşte
6-7 Eylül Olaylar'ını Türk milliyetçiliğinin "ötekilerine" karşı bir
pratik olarak algıladığımızda Türkiye gerçeğini anlamakta önümüze çok daha
aydınlatıcı yaklaşımlar çıkabilecektir, özellikle de yaşanan olayları tarihsel
süreç içine oturttuğumuzda. Çünkü 1955'te yaşananlar kuşkusuz münferit olaylar
değildi. Aslında 1920'li yıllardan 1960'lar ortalarına kadar olan süreçte
gayrimüslimlere ilişkin pratiklere baktığımızda "Türkleştirmenin"
gerçek serüvenini daha iyi anlamak mümkün.
Dolayısıyla
1955'te yaşananları "Milli İktisat" yaratma politikalarıyla, 1915
"tehciri"yle, "mübadele"yle, "Vatandaş Türkçe Konuş"
kampanyalarıyla, 1934 Trakya Olaylarıyla savaş yıllarındaki "Varlık
Vergisi" faciasıyla ele aldığımızda karşımıza çok daha
tutarlı,
çok daha tarihsel
bir süreç çıkacaktır. O da Cumhuriyet Türkiyesi'nin en önemli hedeflerinden birisi olan Türkleştirmenin
sürekliliğidir.68
• Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü öğretim
üyesi Prof. Dr. Elçin Macar:
[Bu olayları] Burjuvazinin Türkleştirilmesi
denilen ve İttihatçılarla
başlayan politikanın devamı olarak görebiliriz. Bu süreç, İttihatçıların Milli İktisat
politikasından başlar, Cumhuriyet'in ilk dönemlerindeki ekonominin Türkleştirilmesi
politikalarından, Varlık Vergisi 'nden geçer. 6-7 Eylül, burjuvazinin Türkleştirilmesinde
önemli bir
merhaledir.69
• Galatasaray Üniversitesi
öğretim üyesi, Radikal gazetesi yazarı Prof. Dr. Ahmet İnsel:
6-7 Eylül, Ermeni tehciri, diğer
gayrimüslimlerin korkutulup kaçırılması, mübadele, 1934'te Trakya'da Yahudilere karşı yürütülen korkutma ve kaçırma
kampanyası, Varlık Vergisi gibi olayların oluşturduğu Türkiye'yi Türkleştirme
operasyonları zinciri içinde bir halkadır.70
6-7 Eylül
Olayları, Osmanlı İmparatorluğu'ndan çıkış sırasında, devletin kurucu güçlerinin
çözümlenmemiş olarak gördükleri bir sorunu çözmek için adım adım uyguladıkları uzun vadeli stratejinin önemli eşiklerinden biridir. Bu strateji, Türkiye'de etnik ve dini azınlığı yok etme stratejisidir. Dini azınlıklar, Lozan Antlaşması
çerçevesinde kendi dillerini öğretmek, din hizmetlerini özerk kurumlar aracılığıyla
yürütmek hakkına sahiptiler. Bu hakların varlığı, Cumhuriyet elitlerinin bu azınlıkları eksiksiz bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak algılamamalarına
yol açtı. Türklük
içinde eritemeyeceklerini
görünce, dışlama, korkutma ve kaçırma yöntemini benimsediler.
68 M. Asım
Karaömerlioğlu, "6-7 Eylül'ün Anlattıkları", 7 Eylül 2002, www.bianet.
org/2002/09/07il3018.htm
69 Tolga Korkut,
"Kitlesel Şiddetin Yaratılan Hassasiyetleri", 7 Eylül 2005, www. bianet.org/2005/09/07/66722.htm
70 Ahmet İnsel, "Yerli Nazizm", Radikal
İki, 11 Eylül 2005.
İmparatorluk
bakiyesi bir
sorunu bu biçimde çözme tercihi, bugün dahi, azınlıklara
eşit haklar tanınmasıyla ilgili açılım
girişimlerinin karşısına dikilen en büyük engeldir. Türkiye'de devletin üst düzey
güvenlik toplantılarında dile getirilen hakim bir görüş vardır. Bu görüşe göre,
Türkiye'de Hıristiyanlara ve Yahudilere vakıflarını yaşatma, okullarını ve kültür
kurumlarını geliştirme ve benzeri olanaklar tanınırsa, Osmanlı İmparatorluğu'nda
yapılan hata tekrarlanmış
olacaktır. Bu hata,
devletin tebasını bütünüyle homojen kılmaya yönelik önlemlerin zamanında
alınmamış olmasıdır. Eğer Türkiye'de yaşamak istiyorlarsa, Müslüman olmayan yurttaşlar
yavaş yavaş Türk-İslam kimliği içinde erimeyi kabul etmelidir. Ya da zorluklar karşısında
yılıp, çekip gitmelidir.71
• Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi
öğretim üyesi, Bugün gazetesi yazarı Prof. Dr. Doğu Ergit:
Bu fenomen [ 6-7 Eylül 1955 Olayları]
gayrimüslimleri ve etnik anlamda Türk olmayanları ülkeden çıkarma ve sermayeyi azınlıklardan milli (etnik anlamda Türk) burjuvaziye transfer etme konusunda açıklanmamış siyasetin bir dizi eyleminin bir
somut örneğiydi.
Bu süreç Jön
Türkler (veya yarı gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti)
tarafından yönetilen Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılı zarfında
başlamış, Cumhuriyet
yıllarında 1934 yılında Trakya'daki (Avrupa Türkiyesi) Yahudileri korkutarak, 1942 yılında bütün gayrimüslim azınlıklardan
Varlık Vergisi adında fahiş bir gelir vergisi alınarak ve nihayet İstanbul'da
yaşayan 12.000
Rum'u planlı bir harekatla İstanbul' dan uzaklaştırarak tekrarlana tekrarla- na devam etmiştir. 72
Tarihe 6-7 Eylül (1955) Olayları olarak mal olan hadiselerden
bahsediyorum. Bu azınlık tüccarlarına ait sermayenin Müslüman
Türklere transfer
edilmesini ve gayri Türk cemaatlerin anavatanlarını
terk etmelerini sağlayarak
türdeş bir Türk devletinin oluşmasını hedefleyen devlet destekli bir
kampanya idi.73
71 Ahmet İnsel, "6-7 Eylül ve Homojen Toplum", Radikal
iki, 6 Eylül 2009.
72 Doğu Ergil, "Past as
Present", Turkish Daily News, 12 Eylül 2005.
73 Doğu Ergil, "The Dark Side of
Nationalism: September 6-7 Incidents", Today's Zaman, 17 Eylül 2008.
•
Birikim dergisi web sitesi yazarlarından
Gültekin Genç:
1908 'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ekonomik,
kültürel ve siyasal bir proje olarak ortaya koyduğu "Türkleştirme"
politikası, milli iktisat yaklaşımı doğrultusunda bir "milli burjuva" sınıfının
yaratılmasını gerekli kılmaktaydı. Milli mücadele dönemiyle birlikte kurulan yeni Türk-Ulus devleti, kendisinden önceki siyasal birikimden ve düşünce hareketlerinden esinlenerek
Cumhuriyet döneminde de özellikle ekonomi alanında İttihat ve Terakki birikimini değerlendirme düşüncesi içerisinde
olmuştur. Devlet merkezli modernleşme projesinin cumhuriyetin sivil ve
askeri bür.okrasisi tarafından aynen devam ettirilmesi neticesinde homojen/türdeş
bir ulus
yaratabilmenin ön koşulu olarak; iktisadi alanda bir Osmanlı
kalıntısı gibi görülen
azınlıklara yönelik olarak farklı ekonomik ve siyasi projeler devreye sokulmuştur. ( ...) l 946'da parlamenter demokrasiye geçen Türkiye'de 1950 yılında Demokrat Parti (DP)'nin iktidara gelişi ile birlikte, il. Meşrutiyet
döneminden itibaren sürdürülen
"Türkleştirme" politikalarında bir farklılık gözlemlenmedi. DP, ekonomide bütün liberal söylemlerine
rağmen, Lozan Antlaşması
çerçevesinde İstanbul ve çevresinde oturan Rum nüfusun, elindeki sermaye gücünü
millileştirmeyi planlıyordu. Bütün bu gelişmeler doğrultusunda 1955 Kıbrıs sorunu DP'ye bu politikalarını
gerçekleştirme olanağı verdi. ( ...) 6-7 Eylül Olayları sonrasında birçok Rum asıllı Türk
vatandaşı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle homojen bir Türk ekonomisi yaratma hayali de kısmen
gerçekleşti. Yaşanan olaylar ülke içinde büyük maddi ve manevi zarar yarattığı kadar dış politikada da Türkiye'yi olumsuz etkilemiştir.
Özellikle Londra Konferansı kesintiye uğramış ve Kıbrıs konusu çözümsüz
kalmıştır. Bu
sorunun bugün de devam ettiği düşünülürse ne denli kritik bir dönemde meydana geldiği
anlaşılabi- 1ir.
Bununla birlikte olaylar Türkiye'nin dışarıdaki imajına da zarar vermiştir.
Türkiye'nin içindeki azınlıkları korumada aciz kaldığı gi\ril I nıüştür. 74
• Mıırksist çizgideki Ezilenlerin Kurtuluşu dergisi:
• > l 1 vllll <
Hııylan dönemsel bir politika olmadığı gibi, yalnızca il
ııııılııııı vöııelık hir eylem de değildi. 6-7 Eylül Olaylarının ardın
I ı ııilı. ^ m
ı nm, •, 1 \ ılııiılıı eı 1 Lvlül < Haykırı",
14 Ağustos 2008 http://^^w.
I I ıııl.ıııı ııı.ıL.ık ı.ı;dıı .v.pViıııid 458
da yatan politik anlayış, devletin kuruluş
aşamasına kadar
uzanan bütünlüklü bir politikanın ürünüdür. TC devleti, ırkçı Türk
milliyetçiliği temelinde kuruldu ve örgütlendi. Üniter devlet anlayışı, cumhuriyet tarihi boyunca Türk milliyetçiliği
politikasının belirleyeni oldu. ( ...)
Azınlıkların
asimilasyonu planının önemli bir parçası da uygulanan zorunlu göç ve iskan
politikalarıdır. Anadolu'nun Türkleşti- rilmesi planı kapsamında,
gayrimüslimlerin köy, kasaba gibi toplu yerleşim oluşturmalarının önlenmesi,
sınır bölgelerinde yaşayan azınlıkların içerilere, merkezlere ve sonra da
İstanbul'a göç ettirilmesi, yerleri değiştirilen azınlıkların yerine özellikle
göçmen Türklerin ve Lazlar, Gürcüler gibi Müslüman kökenlilerin yerleştirilmesi
politikaları izlendi.
Zorunlu
göç ve iskan politikaları dahilinde, 1929-1930 yıllarında Ermeniler,
yaşadıkları yerleri terke zorlandılar. Özellikle Diyarbakır, Harput ve Sivas
Ermenileri tehdit ve yasaklamalarla göçe zorlandılar. Bu yıllarda binlerce
Ermeni, Suriye'ye göç ettirildi; geri kalanı İstanbul'da toplandı. Rumlar,
Yunanistan ile imzalanan "Nüfus Mübadelesi" anlaşması kapsamında
Türk ve Müslümanlarla değiş-tokuş edildiler. Nüfus mübadelesiyle, Anadolu'da
Rum nüfus kalmaması sağlandı; geri kalan Rumlar ise İstanbul'da toplandılar.
CHP'nin 1946'daki Azınlık Raporu'nda; "İstanbul'un fethinin 500.
yıldönümüne kadar, bu şehirde bir tek Rum bile kalmaması" gerektiği
görüşü, asimilasyon planlarının hedef ve kapsamını anlatır. 1934 yılında Trakya
bölgesinde yaşayan Yahudiler, Trakya'nın sınır bölgesi olması ve azınlıklara
karşı geleneksel "olası hain" bakış açısı sonucunda sürgüne tabi
tutuldular. Edime ve Trakya Yahudileri, 6-7 Eylül'ün prototipi bir planla
İstanbul'a göç ettirildiler. 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olaylarıyla ise bu
politikaların, sürekliliği olan bir devlet politikası olduğunun altı çizilmiş
oldu.75
•
Apoyevmatini gazetesi yayın yönetmeni
Mihail Vasiliadis:
Bulunmaz
nimettir bu ulusalcılar için: Ulusu yabancı unsurlardan temizlemek; devleti,
tek millet, tek din, tek lisan... devleti haline getirebilmek için
uyguladıkları baskılar zincirine yeni bir halka ekleyebileceklerdir. (Bu
halkaları saymak gerekiyorsa, 30'lu yıllarda
75
"Ulus Devlet Politikası: Homojenleştirme/Etnisiteden Arındırma",
Ezilenlerin Kurtuluşu, Sayı 23, Ekim 2005,
http://czilcnlerinkurtulusıı.org/php/news.php?readmore= 113
toplumumuzun bir kısım
mensuplarına çalışmayı yasaklamak;76 40'1ı yıllarda 18'inden 42'sine kadar tüm erkek nüfusumuzu
kamplarda toplamak,77
hemen sonra "Varlık Vergisi" adı altında bizleri haraca kesmek; 50'li yıllarda,
varımızı-yoğumuzu çalıp çırpacak, talan edecek, kalanını ise tahrip edecek olaylar
tertiplemek,78 60'1ı yıllarda ise, kalanların en önemli kısmını
sınır dışı ederek kökümüzü kurutmak... 79 bunlardan bazıları). [120]
•
Altüst dergisi sahibesi Arife Köse'nin Mihail Vasiliadis ile yaptığı
söyleşi:
- Önce 6-7 Eylül
Olaylarının arka planından başlayalım isterseniz.
6-7 Eylül
Olaylarını hangi çerçevede,
nasıl algılamak lazım?
6-7 Eylül
Olaylarını tek başına ele alarak anlamak mümkün değildir. 6-7 Eylül Olayları
bir olaylar
zincirinin bir halkasını oluşturur.
Bu zincirin diğer
halkalarını bilmeden sadece 6-7 Eylül'ü ele alıp izah etmeye çalışmak nafiledir.
- Hangi halkalardan oluşuyor bu zincir?
Bu zincir, ulus devlet kurma
sevdasında olanların, ulus devleti kendi kafalarındaki biçimle düşünenlerin, yani tek dil, tek din, tek devlet, tek milletten oluşan bir Türk ulus devleti yaratmak
isteyenlerin yaptıklarından oluşuyor. Fakat Türkiye'nin ulus devlet olmasının
önünde büyük engeller vardı.
- Nasıl engeller?
Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorluklar dağıldı,
onların yerine ulus devletler kuruldu. Ama bu ulus devletlerin çoğu o milletlerin yaşadığı yerlerde kuruldu, yani örneğin Polonya Polonyalıların
yaşadığı yerde
kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu dağıldığında ise bir dizi ülke ortaya çıktı. Ama bunlar genellikle ulus
bilincinde olmayan, daha çok din bilincinde olan ülkelerdi.
Türkiye'de de o
zamanlar Jön Türkler ile birlikte milliyetçi fikirler gelişmeye ve güçlenmeye
başlamıştı. Jön Türkler de ulus devlet kurma fikrini benimsiyordu. Fakat bu ulus devleti Türklerin
yaşadığı bölgelerde kurma olanağı yoktu. Dolayısıyla Türkiye, ulus devletini Türklerin yaşadığı yerlerde değil gücünün
yettiği yerlerde
kurmak zorunda kaldı.
- Bu ne anlama geliyor?
Misak-ı
Milll olarak
belirlenen sınırlar içinde ortaya çıkması düşünülen ulus devlet esasında küçük
bir imparatorluk
gibi. Bu topraklarda Türkler var, ama onlarda Türklük bilincinden çok Müslüman olma bilinci öne çıkmış durumda. Kürtler var, Lazlar var, daha birçok milliyet var. Bu arada gayrimüslim gruplar da var tabii. Onlar da
Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler. Ulus devlet kurmak için ne yapmak gerekiyor? Herkese "Türk"
dedirtmek
gerekiyor. Dolayısıyla "Ne mutlu Türk'üm diyene" deniliyor, "Ne
mutlu Türk olana" değil, çünkü Türk olanı arayıp bulmak zaten neredeyse imkansız.
Dolayısıyla Türk olmayanları Türkleştirerek bu devleti kurma yoluna
gidiyorlar. Ancak Müslüman olmayan gruplar Lozan Anlaşması ile korunuyor, anlaşmanın
Müslüman olmayan azınlıklara
tanıdığı haklar onların asimile edilmesini zorlaştırıyor.
Bunun üzerine iki ayrı plan kurmak zorunda kalıyorlar.
Müslüman azınlıkları asimile etmek, Müslüman olmayanları eritmek. Bu düşünce biçimi
hiilii günümzde bile var. Rumlardan, Ermenilerden
ve Yahudiler- den bahsederken Cumhurbaşkanı bile "yabancılar"
diyebiliyor, onların
vakıflarından bahsederken "yabancı vakıflar" diyebiliyor.
- Nasıl bir eritme programı
uygulanıyor?
İşte,
başta bahsettiğim zincir bu eritme programının halkalarıdır. Bu zincirin bazı halkaları
küçük, bazı halkaları ise çok kaba ve acı verici. Bu kaba ve acı verici olaylar arasında 6-7 Eylül
Olayları, Varlık Vergisi, 20 yaşındakilerin toplama kamplarına gönderilmesi gibi olaylar var. Lozan'dan dönülür
dönülmez yapılan ilk şey azınlıkların önde gelenlerini toplayıp Lozan'ın kendilerine tanıdığı
hakları reddetmek
olmuştur. Böylece bu eritme programı başlamış
oldu. Bu, resmi olarak da
kendisini CHP gençlik kollarının hazırladığı raporda gösterdi. Raporda, "İstanbul'un
fethinin 500. yılında
İstanbul'da bir tek Rum kalmamalı" deniyor. Tabii bir programın uygulanabilir olması biraz da uluslar arası
konjonktüre bağlıdır. Önce mübadeleyle 1 milyon 200 bin Rum Ortodoks Anadolu'dan sürüldü. Yunanistan'a gönderildi, 600 bine yakın Müslüman
Türk de Yunanistan topraklarından
buraya gönderildi.
İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte dünyadaki hava değişti,
milliyetçilik yeniden yükseldi ve Türkiye'de de bu bahsettiğim zincirin ilk kaba halkası olan 27-47 yaş arası
bütün azınlık erkeklerinin toplama kamplarına gönderilmesi olayı gerçekleşti. Ardından Varlık Vergisi faciası
yaşandı. Dikkatinizi
çekerim. Saydığım bu halkaların hepsi yasal zemini hazırlanarak, yasalar çerçevesinde hayata geçiriliyor. Yani böyle bir yöntemle ulus devlet kurma projesini
savunanlar, devlete hakim olup istediklerini yaptırabiliyor.
- Kim hunlar?
Ergenekon. Bence bugünkü Ergenekon'un temeli ta o
zamanlarda atılmıştı ve yapı, bu çekirdek hep devlete hakim olma mücadelesi verdi.81
•
Marksist.org Devrimci Antikapitalist Haber Yorum
Sitesi:
Osmanlı
İmparatorluğu'nda gelişen Türk milliyetçiliği fikirlerinin ana temsilcisi
konumunda olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, ulusal bir devlet kurmak için Anadolu'yu Türkleştirme olarak adlandırılabilecek bir proje hazırlamıştı. Bu projeye göreAnadolu
"rahatsızlık unsuru" olan Hıristiyan unsurlardan arındırılacak,
Hıristiyanlardan boşalan yerlere Balkanlar'dan gelen muhacirler yerleştirilecek,
böylece ulusal
bir devlet için gereken zemin yaratılacaktı.
1915 yılında
yaşanan Ermeni soykırımı, bu politikanın ilk ayağıydı.
Yaklaşık 1 ,5
milyon Ermeni, Osmanlı İmparatorluğu'nun her tarafından toplanarak kafileler halinde
yollara çıkarıldı. Gidecekleri yerin Suriye'de insan yaşaması
mümkün olmayan
Deyr Zor Çölü olduğu söyleniyordu, ancak Ermenilerin büyük kısmı oraya bile ulaşamadı. Yollarda yağmalandılar,
kurşuna dizildiler,
kaçırıldılar, öldürüldüler. Anadolu'nun Ermenisizleştirilmesinden sonra sıra diğer
Türk ve Müslüman olmayanlara gelmişti.
Süryaniler de büyük ölçüde Ermenilerle beraber katledilmişti.
Karadeniz Rumları, başta
To-
81 Arife Köse, "6-7 Eylül
Olayları: "Susanlar
da Suçlu", Altüst, Sayı 3, Eylül 201 1, S. 42-44.
pal
Osman olmak üzere katil çeteleri tarafından gruplar hâlinde öldürülüyordu.
Yunan ordusunun 1922’de geri çekilmesi üzerine, İttihat ve Terakki’nin
sürdürücüsü olan Kemalistler büyük bir taarruzla Anadolu Rumlannı
topraklanndan söküp attılar. 1923 Lozan Anlaşması’yla da, İstanbul Rumlan
dışında kalan Hıristiyanları Yunanistan’a göndermek ve yerlerine Müslümanları
yerleştirmek suretiyle, Anadolu’nun Türkleştirilmesi projesinde önemli bir adım
daha attılar.
1934
Trakya Olayları ve 1942 Varlık Vergisi ile Yahudiler de büyük ölçüde
mülksüzleştirildikten ve ülkeyi terk etmeye zorlandıktan sonra, geriye sadece
İstanbul Rumları kalmıştı. Onlar da 6-7 Eylül Olaylarıyla tasfiye edilecekti.[121]
•
Bugün gazetesi
yazarı Nesrullah Sonay:
6-7
Eylül azınlıkların ulus devlet çerçevesinde nereye koyulacağı bilinemediğinden
asimile etmek, eritmek yoluna giden bir düşüncenin mahsulü. Müslüman
azınlıkların daha kolay eritileceği düşünüldü. Dini farklılığın olduğu
azınlıkları eritmek kolay olmuyor. 6-7 Eylül Olayları ulus-devlet kurma çabası
çerçevesinde azınlıklara yapılan baskı zincirinin bir halkası niteliğinde.
Diğer halkalar ise azınlıkları 20 yaşında askere almak, varlık vergisi,
‘Vatandaş Türkçe konuş’ uygulaması ve azınlıkların bazı işlere alınmaması.
Müesseselerin iflas ettirilmesi... Ve son olarak (1965 yılında] sınır dışı
etmek yani ‘altın vuruş’ oldu.[122]
•
Star gazetesi
yazarı İktisatçı Dr. Cemil Ertem:
6-7
Eylül Olayları bir devamdır: Yani 1915’in, 1942’nin devamı. 1955 6-7 Eylül
Olayları yukarıdan aşağıya, tek bir ırka dayanan bir ulus-devlet ve pazar
yaratmanın en ayırt edici basamaklarından birisidir. Bu ideolojik-politik
yaklaşım, OsmanlI’da ve Türkiye’de başından beri kendisini “ittihatçılık”
örgütlenmesi ve anlayışıyla var etmiştir. Bu anlayışa ve buna bağlı
örgütlenmelere bugün hem devlet içinde hem de devletin dışında sağ ve “sol”
olarak rastlıyoruz. İttihatçılığın düşünsel arka planı -ama en sağından en
soluna
kadar- "millet-i
hakime"dir. Millet-i hakime anlayışı, doğal olarak, diğerini millet-i mahkfime olarak görecektir. Bu aynı zamanda başından beri "resmi" bir inkar politikasını gerekli kılar. Falih Rıfkı'nın şu
sözü "millet-i
hakime"ye dayalı resmi inkar politikasının en özlü ifadesidir. "Tarihe
hakikat"in ne lüzumu var? Osmanlı tarihi, bu sebeple, bir yalan
iilemi olmuştur. Yalan Şark'ta ayıp değildir" Bu anlayış
Türkiye'de yalnızca inkarcı resmi politikanın temel düsturu olmamıştır; yaygın, geçerli bir resmi ideoloji hatta kültür olarak meşrulaşmış ve içselleşmiştir.
Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren siyasal yaşama
damgasını vuracak
olan asker-sivil bürokrasi, ayakta kalmasını sağlayacak zenginlik yaratıcı
ortağını tabii ki
kendisine benzer olandan seçecekti. Bunun için gayrimüslim ve Türk olmayan azınlığın
mülksüzleştirilmesi bir devlet politikası olmuştur. İttihat-Terakki 'nin, birçok açıdan,
devamı sayılabilecek CHP'nin o zaman ki Azınlıklar Raporu bu anlayışı çok iyi ifade eder: "Anadolu'da
Rum yok denecek kadar azdır. ( ...) Fakat Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz,
İstanbul'un fethinin 500. yıldönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale
getirrnektir."84
Bugün
6-7 Eylül' e baktığımızda, 1955 'e Türkiye 'nin, Cumhuriyet'ten önce başlayan ama Cumhuriyet'le resmileşen bir süreç sonunda geldiğini
görürüz. Bu süreç, üç temel alanda "Türkleştirme"
politikaları ile götürülmüştür. Birinci alan bürokrasinin ve ekonominin Türk-
leştirilmesidir ki bu süreç 1955 6-7 Eylül ile taçlanmıştır. İkincisi dilin Türkleştirilmesidir. İmparatorluğun
bütün iktisadi, kültürel ve tarihi bağlarıyla
ilişkisinin koparılması için, Farsça Arapçayı içine alan, çok zengin ve geniş bir ifade-anlaşma
imkanı sunan Osmanlıca
öldürülmüştür. Bununla, aynı zamanda, tarihle ve o tarihteki Türk olmayan ama Müslüman olan yapı ve unsurlarla bağın
koparılması da amaçlanmıştır.
Üçüncüsü,
kültürün ve eğitimin
Türkleştirilmesidir. Bu alanda olanlar Hitler'in kitap yakma seanslarını bile aratan uygulamalardır
ve ne yazık ki bugünlere kadar sürrnüştür.85
84 Cemil Ertem, "Yalan Şark'ta Ayıp
Değildir!", Taraf, 2 Eylül 2008.
85 Cemil Ertem, "12 Eylül. 6-7 Eylül"ü Bitirme fırsatıdır", Turu.f, 7 Eylül 2010.
•
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
öğretim üyesi ve Taraf gazetesi yazarı Prof. Dr. Mithat Sancar:
6-7
Eylül, her şeyden önce, etnik ve dinsel açıdan homojen bir toplum yaratmaya
yönelik muhteris ve acımasız projenin bir halkasıdır; 1915’teki Ermeni
kıyımının, 1934’teki Trakya tehcirinin, 1942’deki Varlık Vergisi tasfiyesinin
bir devamıdır. Irkçı, ayrımcı zihniyet yapısının bir ürünü ve aynı zamanda
kaynağıdır.[123]
•
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe
Girişimi:
6-7
Eylül pogromu hem nüfusu hem de sermayeyi Türkleştirme operasyonlarının
devamıdır. 6-7 Eylül’ün ardından, Rumların ekonomideki etkisi iyice zayıflamış
ve Türklerin sermayeye hâkim olması hızlanmıştır. 1923’te 110 bini bulan
İstanbul’daki Rum nüfus, 1999’da 2 bin 500 kişiye düşmüştür. 6-7 Eylül Olaylan
etnik homojenleşme ve milli ekonomi yaratma çabasının ürünüdür.
Sonraki
yıllarda yürütülen politikalarla da ‘kamulaştırma’ adı altında gayrimüslim
yurttaşların mallarına, mülklerine, vakıflarına el konulmuştur. Bunların
bedellerinin ödendiği ise yalandır. Bir çift ayakkabının 50 lira olduğu bir
dönemde, Rumların arsa veya tarlalarına, metrekaresi 35 kuruştan resmen el
konulmuştur.[124]
•
İnsan hakları aktivisti Temel
Demirer:
Bu
kapsamda denilebilir ki 6-7 Eylül Olayları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan çıkış
sırasında, devletin kurucu güçlerinin çözümlenmemiş olarak gördükleri bir
sorunu çözmek için adım adım uyguladıkları uzun vadeli stratejinin önemli
eşiklerinden biridir. Bu strateji, Türkiye’de etnik ve dini azınlığı yok etme
stratejisidir. Dini azınlıklar, Lozan Antlaşması çerçevesinde kendi dillerini
öğretmek, din hizmetlerini özerk kurumlar aracılığıyla yürütmek hakkına
sahiptiler. Bu hakların varlığı, Cumhuriyet elitlerinin bu azınlıkları eksiksiz
bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak algılamamalarına yol açtı. Türklük
içinde eritemeyeceklerini görünce, dışlama, korkutma ve kaçırma yöntemini
benimsediler.[125]
•
Süleyman Şah Üniversitesi öğretim
üyesi Doç. Dr. Ayşe Maya Arakon:
Nasıl
ki Almanya'da
Naziler "iiri ırk" kavramı çerçevesinde sadece üstün Almanlardan oluşan bir toplum yaratmaya çalışıyorlardı,
biz de sadece Türklerden
mütevellit bir Türkiye
yaratmanın peşine düşmüştük. 6-7 Eylül l 955 Olayları bu coğrafyada
yaşanan ilk "Türkleştirme"
girişimi de değildi
üstelik. Türkiye Cumhuriyeti topraklarını sadece Türk etnik yapısına dayanan bir
"ulus-devlet"e çevirmenin ilk adımlarının l 923-1924 yıllarındaki
Türk-Yunan mübadelesi ile atmış, hem sermayenin (ekonominin) hem de nüfusun homojenleştirilmesi girişimlerine daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında
başlamıştık.
1942 yılında
gayrimüslim vatandaşları ekonomik aktivitenin dışına atmanın en etkin yolu olarak Varlık Vergisi uygulamasını
başlattık. Varlık Vergisi basit bir vergi uygulaması olmaktan çok öte, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Tek Parti döneminde
başlatılan bu "Türkleştirme"
politikalarının önemli bir parçasıydı. ( ...)
Kurulu düzenin temsilcileri Varlık Vergisi uygulamasından
hızını alamamış olacak ki 6-7 Eylül 1955'te ortaya atılan bir asparagas'ı temel alarak, Nazilerin uyguladığına benzer bir pogroma (örgütlü katliam) girişmekte beis görmemişlerdir.
( ...)
Evet, 6-7 Eylül bu toprakların toplumsal tarihinde bir dönemin sonudur. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi makamları
tarafından "azınlıkların tasfiyesine" yönelik bir uygulamadır.
Çoğul kimliklerin tek
bir etnik kimliğe indirgenerek, bütün renklerin silinmesine yönelik bir anlayışın temsilcisidir.M9
•
Soykırım Karşıtları Derneği (Frankfurt):
5-7 Eylül
Olayları, 1915 soykırımının "etnik arındırma",
"yerli halkları sosyal ve ekonomik hayattan
tasfiye etme" biçimindeki çizgisinin bir devamıdır. 1943 'teki Varlık Vergisi nasıl bir ekonomik tasfiye uygulamasıydı ise ve gayrimüslimlerin
bütün ekonomik varlıklarına el koyulmuştu ise, nasıl yine aynı tarihlerdeki "Çalışma
Kampları" Nazi Almanyası'nın kaderine de bağlı olarak planlanan fiili bir yok
etme hazırlığı idiyse; 1955, 6-7 Eylül tahribatı ise, hem çok kültürlülüğe
vurulmuş son darbe
hem de Rum ve Ermeniliği artık büyük şehirlerde de ortadan kaldırma
girişimiydi. Daha sonraki uygulama-
89 Maya Arakon, "6-7 Eylül'ü
Hatırlamak", 6 Eylül 2008, http://www.sansursuz.com/ hahcrlcr1tcınplatcs/saıısursuz-yazar.asp'?artic
le ide 7
1 204&0111.:id-7(iyy^54
larda l915'te uç noktaya çıkmış olan Anadolu'yu yerli halklardan anndırarak
"Türkleştirme" tek ulusa dayalı, homojen bir ulus devlet kurma siyasetinin şaşmaz devamı
niteliğindedir.
Bu nedenle yapılanları birbirleriyle bağlantısız
görmek, koşullara göre aniden oluşmuş kendiliğinden olaylar gibi değerlendirmek, arkasındaki uzun yıllara
dayanmış devlet
siyasetini görmemek büyük bir yanılgı olur.90
•
Ankara Üniversitesi doktora öğrencisi Levent Odabaşı:
6/7 Eylül 1955 Selanik Olayları bir döneme
damgasını vurmuş, arkasında utanılacak izler bırakan bir devlet piyesidir. Bu piyes, o
dönemin iktidarı ve bileşenleri tarafından ustalıkla planlanmış, yeri geldiğinde
planlandığı reddedilmiş, fakat dönemin tanıkları tarafından bunun bir devlet piyesi olduğu itiraf edilmiştir.
Azınlıklara, kendilerinin bu ülkede misafir olduğu,
canlarının ve mallarının her an alınabileceği
mesajını vermesi açısından da TC'nin bir devlet klasiği
uygulaması olarak hafızalara
kazınmıştır. Gerçekten de 1955 olayları, devletin azınlıklara bakışını yansıtması açısından önemli bir nitelik taşır.
İstanbul'un fethinin 500. yılında tüm ülkeyi Müslüman-Türk yapma hedefi belki gerçekleşmemiştir
ama hedefe önemli ölçüde
yaklaşılmasını sağlamıştır.
1955 Selanik olayları
esasında etnik homojenleştirme
ve sermayeyi Türkleştirme idealinin önemli ve göz ardı edilemez bir gerçeğidir. (
... )
Sonuç
itibariyle 1955 Selanik Olayları, hem ekonominin Türkleş- tirilmesi hem de
etnik homojenliğin sağlanması yolunda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin dönüm
noktalanndan biridir.91
• Boğaziçi Üniversitesi doktora öğrencisi
ve insan hakları akti- visti Ahmet Özcan:
6-7
Eylül Olayları, Türkiye'de Cumhuriyet dönemi azınlık politikalarının 1955'te
ulaştığı evreyi gösterir ve bu anlamda Kemalist uluslaşma projesinin
azınlıklara bakış açısını cisimlendirir. ( ...)
90 6-7 Eylül
2008 tarihli bildiri.
91
Levent Odabaşı, "1908 ve Sonrasında 'Nüfusun ve Sermayenin
Türkleştirilmesi' Projesi Kapsamında Azınlıklara Yönelik Geliştirilen
Politikalar ve Bu Politikaların Toplumsal Hayata Yansımaları", Ağustos
2011, yayınlanmamış çalışma, s. 28-29. https://ankara.acado:ınia.o:du/Lo:vo:ntüdabasi. Vurgulama
yazara aittir.
1950'de DP'nin iktidarı
almasına kadar,
Cumhuriyet'in kurucu partisi olarak CHP, ilk önce ekonominin ve bürokrasinin
Türkleş- tirilmesi
için çabaladı. Bu durumu, dilin ve eğitim kurumlarının Türkleştirilmesi izledi. İskan
politikalarıyla, özellikle Anadolu üzerinde yaşayan Türk etnisitesine dahil olmayan halklar yerlerinden edildiler. l 934'teki Trakya Olayları, Yahudilere yöneltilmiş bir saldırı olarak 6-7 Eylül Olayları
ile benzeşir ve genel çıkarımlar
için önemli ipuçları verir. Bundan sonra sırasıyla, 1934'e kadar sürecek Ermenilerin zorunlu göçü,
gayri-Müslimlerin askerlik hizmetine alınması ve Varlık Vergisi gelecektir. İşte bu noktada çok partili siyasal hayata geçişin,
azınlıkların toplumsal durumunu uzun vadede değiştirmediğini söylemek yerinde olur. Nitekim Cumhuriyet dönemi azınlık
politikaları, belli bir hükümet ya da partinin özgün tavrını değil, bir bütün olarak T.C. Devleti'nin politikasını
yansıtmaktaydı. Gerçekten de her iki parti, azınlıklara yalnızca bir oy deposu olarak bakıyor, verdikleri vaatleri yerine
getirmek içinse hiç acele etmiyorlardı.
Sonuç
olarak, 6-7 Eylül Olayları
'nın doğru bir
analizini yapabilmek için; tarihsel perspektif açısından kökenleri İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin başlattığı ve 1915'te Ermenilerin
katledilmesiyle doruğuna ulaşan Türkleştirme politikaları olan Kemalist uluslaşma projesini, 50'li yılların kendine özgü siyasal ve ekonomik koşullarını ve Kıbrıs sorununu bir arada değerlendirmek
gerekiyor.92
Benzer bir şekilde Star gazetesi yazarı Celal Tahir de olayların yıldönümü
vesilesiyle yayınladığı
yazısında olayları "ulus-devlet ve homojen bir Türk ulusu inşasının
tamamlanması için" kozmopolit bir yapının tasfiyesi olarak yorumlayacak ve de "Derin
Devlet"i müsebbip olarak görecektir.93
Birbirlerini tekrarlayan bu söyleme
katılmayan nadir kişilerden biri, Genç Siviller94 üyesi ve AKP İl Gençlik
Kolları Başkan Yardımcısı Pınar Akyasan'dır. Akyasan, 6-7 Eylül
Olayları'nın yıldönümü vesilesiyle yayınladığı makalesinde olayların, Türkleştirme politikaları
ile yorumlanamayacağını
dile
getirecektir:
92 "6-7 Eylül
Olayları: Homojen
Bir Toplum Yaratma yolunda Modem Türkiye'de
Sosyal Mühendislik'',
6 Eylül 2012, http://ahmetozcan.org/tag/trakya-olaylari
93 Celal Tahir, "6-7 Eylül Efsaneler ve Gerçekler",
Star, 19 Eylül 2011.
94 Daha fazla bilgi için bkz. wwvv.gencsiviller.net
DP'nin bu tertibin neresinde
ne sebeple yer aldığı ve gerçekten böyle bir Türkleştirme niyeti taşıyıp
taşımadığı sorusunu
sormak lazımdır. DP 6-7 Eylül'deki olaylan dudak ucuyla desteklemiş ve olaylar çığırından
çıktığında kontrolü sağlayamamıştır. Yine de katı bir ideolojisi olmayan, iktidar
merkezli ve hızla değişen koşullara pragmatik bir biçimde uyum sağlayan bu partinin şayet sahiden de tertipte parmağı varsa bile -ki buna dair de söylemler
dışında yazılı ya da somut bir kanıt bulunamamıştır, farklı grupları
bünyesinde barındırdığı düşünüldüğünde Türkleştirme amacı güttüğü pek inandırıcı
değildir. Zaten, DP'nin
azınlık politikalarına bakıldığında, 1955 yılına kadar Demokrat Parti'nin azınlıklara
yönelik saldırganlığını kanıtlayacak herhangi bir somut olay yaşanmamıştır.
DP azınlıkları, oylan kazanılması gereken bir seçmen kitlesi olarak gördüğünden, muhalefetteyken de, iktidardayken
de teveccühlerini kazanmak için elinden geleni yapmıştır.
Dolayısıyla da 6-7 Eylül Olaylarının DP tarafından Türkçü ideallerle tertiplendiğini
söylemek dayanağı olmayan bir iddiadır. Kaldı ki eldeki veriler, azınlıkların 1956 seçiminde
oylarını, olaylar
ve hafızaları bu kadar tazeyken dahi DP'ye verdiklerini söyler. Bu trajik hadiseden sonra, hükümet
gayrimüslimlerin göç etmesini engelleyecek bir uygulama başlatmış ve hatta resmi makamlar göç etmek isteyenlere pasaport
vermeyi reddetmişlerdir. Aynca iddia edildiği gibi büyük dalgadan göçlerin, bu hadiselerden sonra olmadığını da söylemek gerekir.95
4- Yunan Uyrukluların Sınırdışı Edilmeleri İle İlgili Yorumlar
Türkiye ile
Yunanistan arasında 30 Ekim 1930 tarihinde imzalanan "İkamet, Ticaret ve
Seyrisefain Mukavelenamesi" Kıbrıs ihtilafı nedeniyle 1964 yılında Türkiye
tarafından feshedilecekti. Feshedilmesinin akabinde, bu antlaşma gereğince
Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların oturma ve çalışma izinleri iptal
edilecek ve bu kişiler sınır dışı edileceklerdi. Sınır dışı edilen Yunan uyruklu
Rumların, Türk uyruklu Rumlar ile evli olmaları halinde aileler bölünmekte
idiler. Bu bölünme nedeniyle de Türk uyruklu eşler de Türkiye'yi terk etmek
zorunda kalacaklardı.
95
Pınar Akyasan, "6-7 Eylül 1955'i Nasıl Okumalı", Yeni Şafak, 6 Eylül
2009. Akyasan Kandemir, halihazırda King's Colkgc (Londra)'dc doktora
öğrencisidir.
Hal böyle olmasına
rağmen Hülya Demir ile birlikte bu konuda Türkiye'de yayınlanan ilk araştırmanın
müellifi olan CNN Türk Haber Müdürü Rıdvan Akar, sınır dışı edilen Yunan uyruklu Rumlar- dan yanlış bir şekilde "Rum vatandaşı"
olarak söz edecekti.96 Aynı yanlışı Taraf gazetesi yazarı Prof. Dr. Cengiz Aktar da bu kişilerden
"gayrimüslim vatandaş" şeklinde söz ederek tekrarlayacaktı.97
Rıdvan Akar - Hülya Demir ikilisi, kitaplarında bu olayı şöyle yorumlayacaklardı:
İnönü
Hükümeti Rumları İstanbul'dan kovmak için anlamlı bir günü seçti. 16 Mart İstanbul'un
düşman işgalinden kurtuluşunun 44. yılıydı ve o gün hükümet
aldığı bir
kararla, Atatürk ile Veni- zelos arasında imzalanan "Seyrisefanin Anlaşmasını"
feshettiğini açıkladı. Bir başka deyişle Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki en büyük zorunlu Rum göçüne de yeşil ışık
yakılmış oluyordu.
Yani İstanbul üçüncü kez Rumlardan "kurtarılıyordu" 16 Mart'ın bir başka 'yıldönümü'
ise Varlık Vergisinin tasfiyesine 1944 yılında o gün karar verilmesiydi. Aradan 30 yıl geçtikten sonra İnönü,
"işe" bıraktığı yerden devam ediyordu.98
Bu metinde de iki önemli tarihsel hata mevcuttur. İlki 16 Mart 1 920, İstanbul 'un işgalden
kurtuluş tarihi değil, fiili olarak işgal edildiği
tarihtir. İkinci önemli hata, Varlık Vergisi Kanunu'nun kaldırılma tarihinin 16 Mart 1944 değil, 15 Mart 1944 olmasıdır.99
Hafıza
yanılması ve olguların yeterince kontrol edilmemelerinden
ileri gelen bu iki hatanın "önemli" sıfatını hak etmeleri, tarihle-
96 Rıdvan Akar, "Ortak Düşman Patrikhane", 22 Aralık 2009, http://www4.cnnturk.
com/yazarlar/ridvan.akar/ortak.dusman.patrikhane/23.1530/.
Benzer bir şekilde Hürriyet yazarı Yalçın Doğan da sınırdışı edilenlerin Yunan uyruklu olduklarını belirtmeden "Türkiye'deki
Rumlar"
olarak tanımlayacaktı. Yalçın Doğan, "Ermeni Anıtı'na Orman Bakanı
Çözümü", Hürriyet, 20 Mart 2010.
97 Cengiz Aktar, "Cuma notları'', Taraf, 21 Nisan 2014.
98 Hülya Demir - Rıdvan Akar, İstanbul'un Son Sürgünleri, 4. baskı, Belge Yayınlan,
İstanbul, 1999, s.
39.
99 "Varlık Vergisi bakayasınının terkinine dair kanun", 15
Mart 1944 http://www.tbmm. gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR
KARARLAR/kanuntbmmc026/kanuntbmmc026/ kanunthmmc02604530.pdf
rin yanlış
olmalarından ziyade yazarların zihinlerinde mevcut olan peşin
yargıların dışavurumunu göstermelerinden ileri gelmektedir. Zihinlerde yer etmiş olan "tarih boyunca azınlıkları yok etmeye yönelik bir siyasetin mevcudiyeti" peşin
yargısından ötürü yazarlar iki yanlış tarihi mesnet göstererek Yunan uyrukluların 1964 yılında sınır
dışı edilmelerini bu
siyasetin nihai merhalesi olarak değer- lendirmekteler ve peşin
yargılarını doğruladıklarını sanmaktadırlar.
Rıdvan Akar - Hülya Demir ikilisi bu yanlış kanaatlerinde yalnız
değiller. Bu görüş
entelektüel alemin bir kesiminde yaygın bir şekilde yer etmiş durumda. Birkaç örnek vermekle yetinelim.
•
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Halil Şimşek:
1964 Yunan uyruklu Rumların sınır
dışı edilmesi
hadisesi, beraberinde azınlık/yabancı mallarına karşı boykot ve "Vatandaş
Türkçe Konuş" kampanyaları da düşünüldüğünde Tek Parti dönemi uygulamalarından,
Trakya Yahudi Olaylarına, oradan Varlık Vergisi uygulamalarına
ve oradan 6-7 Eylül
Olaylarına bir sürekliliğin
ifadesidir
denilebilir. Sınır dışı etmede yaşananlar Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül
Olaylarıyla benzerlik göstermektedir. Aynı zamanda basının bir bölümünün
yönlendirmesi ve halkı infiale sevk edici yayın yapması her üç olayda da benzerlikler arz
etmektedir. Örneğin Ulus gazetesinin 30 Nisan 1964 tarihli başmakalesinin
"Atatürk'ün evini yıkacaklarmış!" başlığı ile verilmesi doğrudan 6-7 Eylül Olaylarını
çağrıştırmaktadır. [126]
•
Ankara Üniversitesi doktora öğrencisi Levent Odabaşı:
1964 yılında doğup
büyüdükleri ülkelerinden koparılan Rumların Yunanistan'a gönderilmesi, en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti'nin azınlıklara
uyguladığı 'nüfusu ve sermayeyi Türkleştirme' politikasının bir sonucudur. [127]
•
İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu (Atina) Başkanı Prof. Dr. Nikolaos Uzunoğlu:
Devamlı
uygulanan baskılara
rağmen Rum
cemaati 1963 'e kadar sosyal bütünlüğünü korudu. Ancak Rumların
anlamadığı bir nokta
vardı. Bütün bu baskıların ve topraklarından kovulma teşebbüslerinin ardında, İsmet İnönü gibi Türk Devleti'nin ileri gelenlerinden bazılarının
şahsi düşmanlığı değil, 1908'den itibaren uygulanmaya başlayan, 1923 'te ise yüzeysel bir değişime
uğrayan devlet
politi- kasıydı. Devletin 1923 'ten sonra sistemli bir şekilde tarihi saptırma
politikası, 1914-24 dönemini yakından yaşayanların bile. beynini tam olarak "yıkayamadıysa"
da onları
korkutmayı başarıp sonraki nesillere yaşadıklarını aktarmamalarını, başka bir değişle susmalarını
sağladı. Bu
durumda, bu sosyal yapının yok edilişine karşı çıkacak hiçbir kuvvet mevcut değildi. Bunu sağlamanın en iyi yolu da Rumları
doğdukları topraklardan
kovmaktı. Böylece, Rumları ve diğer "yabancı cemaatleri" vücuttan ameliyatla çıkarılması gereken bir "ur" gibi gören
Jöntürkler Komitesi'nin
planı başarıya ulaşacaktı. Yunanistan' ın da ihmali neticesinde, 1923'te
imzalanan Lozan Antlaşması'nın bir parçası olan Nüfus
Mübadelesi'nden muaf tutulan İstanbul'da yaşayan Yunan vatandaşlarının
muallakta kalan
durumları bunu sağlamak üzere değerlendirildi. [128]
02
•
Strasbourg Üniversitesi öğretim üyesi
Prof.Dr. Samim Akgönül:
"Ulus
devlet" kavramının icadıyla her şey kötüye gitmeye başladı. Tarihin en
uzun yüzyılı, 19. Yüzyıl, gerginlikler, savaşlar, katliamlar ve kovulmalarla
doluydu. Diğerlerine oranla geç ortaya çıkan Türk milliyetçiliği, gerici,
tutucu, radikal ve zaman zaman da yıkıcı olabiliyordu. Bu yüzden imparatorluk
topraklarında yaşayan gayrimüslimler kendilerini, nüfusu homojenleştirmek
adına yapılan ve ardı arkası kesilmeyen baskıların içinde buldular. Bu bağlamda
özellikle üç tarih öne çıkar: Önümüzdeki sene yüzüncü yıldönümü gelen Ermeni
katliamının sembolik tarihi 1915; geçen sene birçok toplantıyla 90. Yılını
andığımız, 1923'te Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleşen nüfos mübadelesi
ve 50. Yılını bu sene andığımız 1964. 103
102
Hera Büyüktaşçıyan (sergi küratörü), 20 Dolar 20 Kilo Cumhuriyet Tarihinin En
Büyük Sürgün Hikayelerinden Biri, Babil Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim
Derneği, İstanbul, 2014, s. 54.
•
Belge Yayınları Genel Yayın
Yönetmeni Ragıp Zarakolu:
Uzun zamandır 1964'te İstanbul'dan
sürgün edilenlerin
anılarına dayanan bir derleme üzerine çalışıyoruz..
Türkiye
Cumhuriyeti'nin
ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1964 yılında Koalisyon Hükümeti'nin
Başbakanı olarak,
1964 yılında, siyasal rakibi Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın aktif uygulayıcılarından
biri olduğu 1914 Batı Anadolu Rum Tehciri'ni tamamladı.
Kendi imzacısı
olduğu Lozan Barış
Antlaşması 'nı rafa kaldırdı. 1924 Yunanistan- Türkiye Müslüman- Hıristiyan Ortodoks yurttaş
mübadele anlaşmasının, kapsam dışı bıraktığı İstanbul Rumluğu'nu, yine aynı
antlaşmanın sözde özerklik verdiği Bozcada ve Gökçeada
Rumluğu'nu tasfiye
etti. 104
•
Yıldız Teknik Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Elçin Macar:
1964'te yaşananlar, Rumlar özelinde, tek parti dönemindeki
azınlık politikasının Demokrat Parti döneminde, bir süre ara verilmiş olsa da, devam ettiğinin en büyük
kanıtıdır.105
•
31 Ekim-1 Kasım 20 l 4 tarihleri arasında
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde
düzenlenecek “ 1964 Expulsion: A Tuming Point in Homogenization ofTurkish
Society" başlıklı konferansın Bildiri Çağrısı:
Türkiye'nin
homojenizasyon süreci geç l 9ncu yüzyılda "ulus" kavramının daha önce
tehlikeli olarak algılandığı Osmanlı İmparatorluğu'nda başladı. Türklük bir
yerde tekrar icat edilmiş ve şekillendirilmişti. Homojenizasyon süreci Türkiye
Cumhuriyeti 'nin kurulmasından sonra tepe noktasına ulaştı. Türklüğün ana
kıstası din oldu. Türklüğün hayati bir şartı Müslüman kimliği olduğu için etnik
olmayan veya Türkçe konuşmayan Müslümanların Türkleş- tirilmelerinin
yapılabilir olduğu düşünüldü. Ancak Anadolu'nun bazı eski sakinleri hatta
sadece Türkçe konuşan, eski Hıristiyan sakinleri, bu milli paradigmaya dahil
edilmediler. Homojenizasyon önceden düşünülmüş, dikkatle planlanmış ve
birbirlerine bağlı üç
104
Ragıp Zarakolu, "Rum tehciri tamamlandı", Taraf. 23 Mart 2014.
Vurgulama yazara aittir.
105 Elçin Macar, ••istisna mı süreklilik
miT", Altıcı, Sayı 12, Nisaıı-llaziran 2014, s. 24.
politika ile gerçekleşti. Etnik temizlik, asimilasyon ve folklorlaş-
tırma. Hedef alınmış
gayrimüslimleri temizlemek, bunun yanı sıra, Kürtler hariç Türk olmayan Müslümanları
başarılı bir şekilde asi- mile etmek. Kalan farklılıklar turistik özelliklere,
örneğin diyalekt
ve mutfak, indirildi ve böylece folklorlaştırıldı.
Etnik temizlemenin iki en önemli tarihi 1915 ve 1923 idi. Bu tarihlerde Anadolu'nun en eski halklarından ikisi, Ermeniler ve Rum- lar, doğdukları topraklardan söküldüler.
İmhadan sonra
kalanlar ise sistemli bir şekilde asimilasyona maruz kaldılar. Homojen bir ulus yaratmak fikri o
kadar güçlü idi ki, her ne kadar nüfusları az olsa da, gayrimüslimler
tolere edilmiyorlardı.
1950'li yıllarda
uluslararası siyasetteki yeni gelişmeler Türkiye'ye etnik temizlik yapmayı haklı
gösterecek yeni bir
bahane sundu. İngiltere'nin idaresi altında olan Kıbrıs
uluslararası siyaset sahnesinde önem kazanınca Türkiye
topraklarındaki Rumları hedef almaya başladı. Özellikle İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada'da yaşayanlar
yurttaş olarak değil rehine olarak görüldüler. 6-7 Eylül 1955 Pogromu Rumların
kırılgan durumlarını daha da kötüleştirdi ve onların komşularına, ülkelerine ve yaşadıkları
şehire olan güvenlerini tamamen kaybetmelerine yol açtı. Ancak popüler inanca rağmen kitlesel göç bu olaydan sonra başlamadı. Kitlesel göç 1964 yılında oldu. Kıbrıs'a
müdahil olmayan Türk hükümeti
İstanbul'daki Rumlardan hıncını aldı. 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan İkamet, Ticaret ve Seyri Sefain
Mukavelenamesi tek taraftı olarak iptal edildi. Yunan tebaalı
Rumların hemen Türkiye'yi terk etmeleri istendi. Ancak
Yunan tebaalı Rumlar ile Türk tebaalı Rumlar içiçe geçmiş olduklarından ilk başta tehcir edilen 12.000 Rum'un ardından 30.000 Rum daha Türkiye'yi terk etti. Böylece,
İstanbul'un en eski topluluklarından Rumların çoğunluğu yaşadıkları şehirden
söküldüler. Bu perspektiften bakıldığında 1964 20nci yüzyılda Jön
Türkler ile başlayan uzun bir homojenizasyon
zincirinin son halkası olarak görülebilir. O tarihten sonra Gökçeada ve Bozcaada'daki Rumlar da göç etmeye mecbur edildiler. İstanbul ve Anadolu'da birçok mahallelere ve köylere yeni isimler verildi, tarih ders kitapları da gözden
geçirildi. Böylece Rumların ve de aynı zamanda Ermenilerin, Yahudilerin, Kürtlerin ve Süryanilerin
bütün izlerini
sistematik olarak yok edilmelerinin bitiş noktası oldu. [129]
5- Peder Andrea Santoro, Hrant Dink ve
Malatya Cinayetleri Vesilesiyle Yapılan Yayınlar
•
Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Hrant Dink'in 19 Ocak 2007 tarihinde öldürülmesi üzerine Yürüyüş dergisinde
yayınlanan "Haklar ve Özgürlükler Cephesi" imzalı beyanname:
Ne
yazık ki, bu topraklar üstünde 1 milyonu aşkın Ermeni'nin katledilmesiyle
sonuçlanan "Tehcir Kanunu" çıkarıldı. Yıl 1915'ti. Tam dört bin
yıldır Anadolu topraklarında yaşayan Ermeniler bu topraklardan sürüldü...
1920-30 yıllan boyunca Kürt halkına karşı onlarca sefer düzenlendi. Kürt'e,
Kürt'lüğünü inkar dayatıldı. .. Yine bu topraklar üstünde 6-7 Eylül ( 1955)
yağma ve talanı yaşandı. Rum, Ermeni insanlarımıza ait binlerce ev, işyeri
yakılıp yıkıldı. Hıristiyan ve diğer gayr-ı Müslim azınlıkları
"mülksüzleştirmek" ve ülkemizden kovmak için Varlık Vergisi
yürürlüğe konuldu. 1964'te Kıbrıs sorunu bahane edilerek, ülkemizde kalan az
sayıda Rum da sınır dışı edildi. Lazlar sürüldü. Süryaniler sürüldü... Bunlar
bizim ülkemizde yaşandı. Ve bilinmelidir ki, bunların hiçbiri
"kendiliğinden'', sıradan insanların "hassasiyetleri"nden
kaynaklanan olaylar değildi. Bunların hepsi, devlet tarafından kışkırtıldı, organize
edildi.
Bugünkü
saldırı da bu saldırıların bir devamıdır. Saldırı, halk düşmanlarının
kardeşliğimize saldırısıdır. [130]
•
Santa Maria Katolik Kilisesi
(Trabzon) rahibi peder Andrea Santoro'nun, 4 Şubat 2006 tarihinde öldürülmesi
üzerine Agos ve Radikal İki gazeteleri yazarı Prof. Dr. Baskın Oran:
Eğer:
1915 Tehciri, 1934 Trakya Musevi Olayları, 1942 Varlık Vergisi, 20 Kura
Askerlik uygulaması, 6-7 Eylül 1955 pogromu, Yunanistan vatandaşı Rumların
mallarını donduran 1964 Kararnamesi gibi yasa, olgu ve olaylar memleketi bu
gavurlardan arıtmak gerektiğini bana öğretmişse... ( ...) Yaşım 16 değil, 61 de
olsa fu-
huş
mafyasıyla veya karikatürle
ilişkim de
olmasa, yine gidip vurabilirdim papazı. 108
•
Zirve Yayınevi (Malatya) çalışanlarının
18 Nisan 2007 tarihinde öldürülmeleri üzerine sol görüşlü
Yürüyüş dergisi:
Katliamın
bir yanı
Hıristiyan düşmanlığına, misyonerliğin hedef haline getirilmesine dayanırken,
öte yanında en genelde farklı olanı yok etme politikası yatmaktadır. Bu politika, Osmanlı'nın son dönemlerinden,
İttihat ve
Terakki iktidarından bu yana kesintisiz bir şekilde
sürmektedir. Ermeni'si, Rum'u, Yahudi'si, Hıtistiyan'ı ile tüm azınlıklar
o günden bu yana bir "tehlike"
olarak görülmüş ve çeşitli yöntemlerle yok edilmeye çalışılmışlardır. 1915 Ermeni Soykırımı bunun en üst boyutudur, ancak onunla sınırlı
olmayıp, sonraki yıllarda da, 6-7 Eylül
provokasyonlarıyla, Trakya Olaylarıyla, azınlıkların mallarına el konularak, vakıf
mallarını gasbede-
rek sürdürülmüştür. 109
•
Zirve Yayınevi (Malatya) cinayetleri sebebiyle Türkiye Komünist
Partisi eski
genel sekreteri Nabi Yağcı:
[Bu cinayetler] Anadolu'yu Türkleştirme hareketinin, ulus meydana getirme hareketinin devamıdır. 1923'te Yunanistan ile imzalanan mübadele (karşılıklı nüfus değişimi)
anlaşması anlaşılır bir şeydi. Ondan sonra 1 964'teki büyük sürgünde hiç de doğal olmayan bir şey yapılıyor.
Ondan önce 6-7 Eylül
Olayları. Gayrimüslimler bu ülkeden kovuluyor. 110
6-
Milli Savunma Bakam Vecdi Gönül'ün Beyanatına Tepkiler
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün, 10 Kasım 2008 günü
Brüksel'deki Türk Büyükelçiliği 'nde düzenlenen Atatürk 'ü anma
108 Baskın Oran, "Trabzon'daki Papazı Ben de Gidip Vurabilirdim", Birgün, 10 Şubat 2006.
109 "Malatya Katliamını Yaratan Politikalar", Yürüyüş, Sayı 102, 29 Nisan 2007, s. 18-23.
11O Emin Akdağ,
"Gül'ün Cumhurbaşkanlığı Önyargıları Kıracak", Aksiyon, Sayı 647, 30 Nisan 2007.
töreninde
yaptığı konuşmasındaki şu sözler, ciddi bir tartışmaya yol açacaktı:
İzmir
Ticaret Odası 'nda bir dönem görev
almıştım. Bu odanın kurucuları
arasında bir tek Müslüman yoktu ve tamamı Levantenlerden müteşekkildi. Cumhuriyet'in kuruluş öncesi
de Ankara'da
Ermeni- lere, Rumlara, Musevilere ve Müslümanlara ait dört mahalle bulunurdu. Ege'de verimli topraklar azınlıkların elindeydi. Ulus oluşturma sürecinde en önemli adım
mübadele olmuştur. Düşünün Ege' de Rumlar veya Türkiye 'nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba böyle milli bir devlet olabilir miydik?
Bugün dahi Güneydoğu'da verilen mücadelede tehcir sebebiyle kendini mağdur
sayanların katkısını hep biliyoruz. Çağdaş medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmemizde Cumhuriyet'in başlangıçtaki
prensipleri en önemli prensiplerdir. [131]
Tahmin edilebileceği gibi tepkiler, basının sol ve liberal görüşlü
cenahında yer alan
yazarlardan gelecekti. Bu tepkilerin ortak özelliği, gene 1915 yılından 1964 yılına kadar uzanan dönemde cereyan eden azınlık
karşıtı olayların belli bir plan ve program içinde yapıldığının savunulmasıydı.
•
Taraf gazetesi yazarı Markar Esayan:
Gerçekten
de, ideolojinin,
tehcir mübadele gibi opsiyonları "Tehlike anında kır" kutucuklarının
içinde daima yer
alır ve
aciliyetin durumuna göre kullanılır da. Nitekim yöntem, bu ideolojinin iktidara geldiği Balkan Savaşı'ndan itibaren de Ermeni tehciri başta olmak üzere sıkça
kullanılmıştır. Sadece 80-90 sene öncesinde değil, 1934 Trakya Yahudi pogromu, 1939 Çift Kur'a askerlik, 1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül Olayları
ve 1964 'te 40
bin Rumun sınır dışı edilmesinde de bu devlet prensibi hiç tereddüt edilmeden uygulamaya sokulmuştur. [132]
•
Zaman gazetesi yazarı ve ODTÜ öğretim
üyesi Prof. Dr. İhsan Dağı:
"Milli" devlet' in
bu toprakları homojenleştirme projesi 1924'te bitmedi. 1930'larda "vatandaş
Türkçe konuş" kampanyası, 1942'de Varlık Vergisi, 1955'te 6-7 Eylül
saldırıları hep "milli devlet'i kurmak adına meşrulaştırıldı.113
•
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem:
İttihat
Terakki'nin
iktidar olduğu yıllardan bugüne kadar izlenen sistematik ve bilinçli politikalarla gayrimüslim
nüfus azaltılmaya, genel nüfus içerisindeki oranı düşürülmeye çalışıldı. 1915 Ermeni- lerin tehciri, 1923 Rumların
mübadelesi, 1934 Trakya Yahudilerinin mülksüzleştirilmesi, 1942 Varlık Vergisi uygulaması ve 6-7 Eylül
Olayları, gayrimüslim nüfusun kitlesel göçüne yol açtı. Daha sonraki tarihlerde de benzeri
politikalara devam edildi. Gayrimüslimleri denetim altında tutmak amacıyla 1962 yılında gizlice "Azınlık Tali Komisyonu" kuruldu;
1971'de Heybeliada Ruhban Okulu kapatıldı; 1974 'te gayrimüslimlere
ait vakıf
taşınmazlarına el konuldu. Gayrimüslimlere yönelik olmak üzere çeşitli
aralıklarla "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları düzenlendi. Eğitim
öğretim faaliyetinin her kademesinde gayrimüslimlere yönelik kin ve nefret kültürü
aşılanmaya çalışıldı. Mahkeme kararlarında gayrimüslimlerden "yabancı" diye söz edildi. Aynı yaklaşım,
Cumhurbaşkanlığı makamı ve Devlet Denetleme Kurulu'nca da sürdürüldü. Kısaca, gayrimüslimlere uygulanan tehcir, mübadele,
müsadere, mülksüzleştir- me, dışlama ve ötekileştirme politikalarıyla, Birinci Dünya Savaşı
öncesi toplam nüfusa oranı
yüzde 20'1erde olan gayrimüslim
nüfus, bugün itibariyle yüzde 0.02'1ere geriledi.114
113 İhsan Dağı, "Ak Partili mi İttihatçı
mı?", Zaman, 14
Kasım 2008.
114 Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, "ABD'nin WASP'ı
Türkiye'nin TMSL'i", Taraf.
24 Kasım 2008.
•
İstanbul Adalar Belediye Başkanlığı
Uluslararası İlişkiler ve Kültür Sanat İşleri'nden Sorumlu Başdanışman Raffi Hermonn Araks:
Varlık
Vergisi, 6-7 Eylül, daha nice olaylar, özde Rumları ve Er- menileri ticaret hayatından tasfiye etme amacıyla
gerçekleşmiştir.
Yoksa Ermeni, Rum, Musevi, Kürt, Levanten, Türk, Arap ve diğerleriyle pekala da Milli Türk Burjuvazisi yapılandırılabilirdi.115
•
Radikal gazetesi yazarı Ersin Tokgöz:
Mübadele
günlerini, sürülen gayrimüslimleri düşünüyorum, ulus devlet kurma yolunda ayıklananlarla,
sürdüğümüz değerleri bir kez yine anlıyorum... 'Ah'ımı yineliyorum. Oysa devletlularımız
ne de güzel
düşünmüştü... Ayrık otları
gayrimüslimler ve Kürtlerdi ya, iki dertle uğraşmak yerine tek derdi temizlemek daha rafine, daha az
zahmetli, daha pratikti. Kürtler zaten mağara devrini yaşıyordu, kafalarını kaldırmaları, örgütlü
sıkıntı yaratmaları nereden baksan bir yüzyıl sürerdi.
Ama gayrimüslim tebaa öyle mi? Hem şehirli, hem varlıklı, dolayısıyla
daha
tehlikelilerdi. Sürelim gitsin. E tabi açılan mübadele kapısından girenler 6-7 Eylül
Olaylarına kadar
gidecekler, geri kalanları da iyice güçten düşürerek masalların etnik süsüne çevireceklerdi. 'İttihat ve Terakki derini' hep diriydi çünkü!
Ne diyordu geçen onca zamandan sonra bugünkü Bakan: "Sürme- seydik, ulus devleti nasıl
kuracaktık?" Ne iyi niyetli, vatansever bir yaklaşım değil mi? Ah, bir de bu iyi niyetli
devlet sicilini bozan İttihat ve Terakki derin eli olmasaydı. ..116
7-
Güz Sancısı Filminin Gösterime Girmesi Vesilesiyle Yaymlanan Yazılar
Yılmaz Karakoyunlu'nun 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nı konu edinen Güz Sancısı
romanının aynı isimle yönetmen Tomris Giritlioğlu tarafından sinemalaştırılması ve filmin 23 Ocak 2009 tarihinde
etkili bir tanıtım kampanyası eşliğinde gösterime girmesi üzerine
"azınlıklar" konusu yeniden medyada tartışılmaya başlanacaktı. Nilgün
115 Raffi A. Hennonn, "Gayrimüslimler
"Milli"
Değilse", Taraf, 18 Kasım 2008.
116 Ersin Tokgöz,
"Mübadele, Tersine Evrim ya da Habeıtürk", Radikal, 29 Haziran 2009.
Öneş'le birlikte filmin senaryosunu yazan
Taraf gazetesi yazarı Et- yen Mahçupyan, film ile yargı süreci devam eden Ergenekon Davası
arasında süreklilik olduğunu belirterek şu yorumda bulunacaktı:
Öte
yandan tarih,
devletin içinde çöreklenmiş olan bu Ergenekon çizgisinin ana hedefinin gayrimüslimler
olduğunu açıkça göstermekte. 1894, 1909 ve 1915 kıyımları,117 1926 ve sonrasındaki
vatandaşlık yasaları, 1934 Trakya Olaylan, 1942 Varlık Vergisi, 1955'teki 617 Eylül vandalizmi, 1963 kararnamesi118
ve 1972 sonrasında günümüze kadar gelen vakıf malları müsadereleri ... Hedef belli: Gayrimüslimler
bu topraklardan
gitsin, ama mallarını da 'bize' bıraksın...
Devlet azınlıkları
tanımlamayı, ayrıştırmayı ve dış konjonktürün izin verdiği her fırsatı kullanarak 'buharlaştırmayı'
temel düstur haline getirmiş
gözüküyor. Devletin yasaları ile sokağın
vahşeti arasında sıkışan gayrimüslimlerin 'kendiliğinden' gitmeleri muhtemelen tercih ediliyor ama
gitmeyenlerin de nasıl gönderileceği biliniyor. . . [133]
Senarist Nilgün Öneş de kendisine yöneltilen "[tarihle] bu hesaplaşmaları
yapmakta niçin gecikiyoruz?" sorusuna cevap
verirken 1923 yılından günümüze kadar süren bir Türkleştirme siyasetinden bahsedecekti:
Öncelikle
devlet politikaları nedeniyle... Gayrimüslimlere
ve Türk olmayan etnik guruplara
1900'1erden itibaren yapılmaya başlayan ayrımcılık 1923 'te Cumhuriyet'in kurulmasıyla
şiddetleniyor. Bundan sonra da vatan topraklarını Türkleştirme faaliyetleri bugünlere kadar geliyor. Uzun yıllara
yayılan bu bilinçli devlet politikasının bireyler üzerindeki etkisi tartışılmaz.
Bütün bunlara ek
olarak yaşananları savunmak için milliyetçi görüşe daha fazla yaklaşıp,
karşı düşüncelere duyulan tepki ve saldırıların yüzleşmeyi geciktirdiğini
düşünüyorum. 120
Filmin gösterime girmesi vesilesiyle kendisiyle mülakat yapılan
Dilek Güven, Sabah gazetesi muhabiri Ecevit Kılıç'ın suallerini şöyle
cevaplandıracaktı:
- 6-7 Eylül
Olaylarının tezgahlanmasındaki amaç neydi?
Ülkeyi
homojenleştirme. Bu ülkede gayrimüslimlere şimdi de Kürtlere
yabancı gözüyle bakılıyor. "Bunlar bize ihanet edebilir mi?" diye düşünülüyor. Bunun için de göç ettirme stratejisi var. 6-7 Eylül Olayları
bunun parçası.
- Temel amaç gitmelerini sağlamak mı?
Amaçlarına
iki katmanlı olarak bakmak gerekiyor. CHP Azınlık
Bürosu'nun olaylardan
önce hazırladığı bir rapor var. Raporda, "Anadolu'da hemen hemen hiç Rum kalmadı.
Birkaç da Ermeni
kaldı. Ama çok çoğalıyor. Onları İstanbul'a göç ettirmemiz gerekiyor. Ne kadar İstanbul' da toplarsak o kadar kontrol altında olurlar. Ama sermayelerini burada
bırakmalılar" deniliyor.
- Ne zaman hazırlanıyor bu rapor?
l 947'de. Birkaç yıl gecikmeyle de olsa 6-7 Eylül Olayları
yaşanıyor. Raporda yer alan çarpıcı bir cümle daha var: "İstanbul'un
fethinin 500. yılında
İstanbul'da bir tek Rum olmazsa ne iyi olur."
-Ama olaylar CHP değil Demokrat Parti iktidarında
yaşandı ...
Doğru.
Ama DP döneminde
azınlıklara karşı pek bir liberalleşme yaşanmadı. Göstermelik gelişmeler var; Adnan Menderes'in Patrikhane'yi
ziyaret etmesi gibi. Bir şekilde DP, CHP'nin devamıydı. Menderes, CHP üyesiydi.
Varlık Vergisi
Kanunu'nun çıkması için oy veren kişiydi. CHP ile DP'yi bu noktada çok ayrı
göremeyiz. [134]
Bu mülakatta ilginç olan, Dilek Güven'in
kitabında ileri sürdüğü yanlış
savlarını, bu konuda
yayınlanmış bir eleştiriye rağmen, aynen tekrar etmesidir. Dilek Güven, bu mülakattan
birkaç gün sonra 25
Ocak 2009 akşamı Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında konuyu tartışan
HaberTürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı, DP döneminin son İçişleri Bakanı
Namık Gedik'in oğlu Arda Gedik ve
tarihçi Erol Şadi Erdinç'i ( 1935-2012) eleştirdiği yazısında
6-7 Eylül 1955 Olayları'nın nedenini daha önceki
beyanatları doğrultusunda şöyle açıklayacaktı:
Güz Sancısı'nda, 6-7 Eylül Olaylarına sebep
olarak Kıbrıs meselesi öne sürülüyor. Fakat bu zaten devletin resmi söylemi.
Madem tarihimizle yüzleşeceğiz, o zaman 6-7 Eylül'ü Türkiye'yi etnik homojenleştirme
stratejisinin bir parçası olarak anlatmak daha doğru olduğu kanısındayım.
Bu
nedenden dolayı olaylarda, sadece Rumlar değil Ermeni, Yahudi ve
"dönme" vatandaşlarımız da hedef alınmıştır.122
Bu eleştiriye karşın Erol Şadi Erdinç
şu cevabı verecekti:
Dilek
Güven ile ayrıldığımız nokta ya da karşıt görüşlerimiz şu: Kendisi, 6-7 Eylül Olaylarını
Türkiye'yi "homojenleştirme stratejisinin bir parçası olarak"
anlamaktadır. Oysa ki ben, bu olaylan dış politikada etkinliğin sağlanması
yönünden, yönetimin güdümünde ve korumasında, denetlenmesi irade dışına çıkmış,
hukuk dışı, bilgisiz, tipik bir eylem örneği olarak görmekteyim.123
Geçen zaman zarfında Dilek Güven'in
görüşleri değişmeyecektir. 9 Ekim 2010 tarihinde Surp Haç Tıbrevank Lisesi'nden
Yetişenler Derneği'nde yaptığı konuşmada da aynı görüşlerini tekrarlayacaktı:
Yani,
"Türkiye Türklerindir" denerek, Türkiye'nin sadece Türklerin ve
Müslümanların yaşadığı bir ülke olması isteniyordu. Bunu gerçekleştirmek için
bir çok olay organize ettiler. 6-7 Eylül saldırılarından evvel 'Vatandaş
Türkçe Konuş' kampanyası, Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 20 Kura Askerlik
gibi azınlıkları hedef alan uygulamalar hayata geçirildi. Ekonominin
Türkleştirilmesi de saldırıların gerçekleşmesinde önemli bir neden
oluşturuyordu. Saldırılarla birlikte göç eden gayrimüslimlerin yerine
sermayenin Müslümanların eline geçmesi hedeflendi. Anadolu'da oluşturulan orta
sınıf, aslında 1915, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül gibi felaketler sonucunda
oluştu. 124
122 Dilek Güven, "6-7 Eylül'e Devlet Gözüyle Bakmak",
Taraf, 6 Şubat 2009.
123 Erol Şadi Erdinç, "Dilek Güven'e Cevap'', Taraf, 2 Mart
2009.
124 'T1brc\'ank Dcrııcği"ndc 6-7 Eylül Olayları Tartı^ıldı"", Agus, 15 Ekim 201 O.
6-7 Eylül Olayları’nın bir
Türkleştirme politikası olduğunu Yeni Film dergisi yazarları Aylin Sayın
ve Murat Çınar Büyükakça da ileri süreceklerdir:
Evde
hissetme çabası azınlıkların kaderindedir. Temel misyonları azınlıkları tasfiye
ya da asimile etmek olan ulus devletlerden oluşmuş bir dünyada azınlıklara
“yer”, “yurt” kelimelerinin anlamlı olacağı bir hayat kurmaya çabalamak kalır.
Ulusal çıkarlar yasalar karşısında önceliklidir.
1915
Ermeni soykırımı, 1934 Trakya Olayları, vatandaş Türkçe konuş kampanyası, 20
kura askerlik, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 1964 Yunan uyrukluların sınır dışı
edilmesi, azınlık vakıflarının mal edinememesi gibi türlü ayrımcılıkla baş
etmek zorunda kalan gayrimüslimlere azınlık oldukları, öteki oldukları duygusu
hep ya- şatılmıştır. Çok gerilere de gitmeye gerek yok. İsrail’in Gazze saldırısına
tepkilerini Türkiye topraklarındaki Yahudilere yönelik bir çeşit linçe dönüştürmeye
çalışan faşist hezeyan son günlerin öteki- leştirme politikasına dair ilk akla
gelendir.
İttihat
ve Terakki döneminden beri uygulamaya konulmuş olan “Türkleştirme”
politikasının bir ayağının Tek Parti iktidarınca uygulanması Varlık Vergisi
dolayısıyla olmuştur. Bu vergiyle gayrimüslim azınlığın ekonomideki gücünü
azaltıp bunu Müslümanlara devretmek, bir şekilde onları sindirmek
hedeflenmiştir. “Türkleştirme” politikasının amacı ekonomik, kültürel, siyasal
homojenleştirme yaratmak ve milli burjuvaziyi ortaya çıkarmaktır. İstenilen
Varlık Vergisi ve diğer uygulamalarla büyük oranda başarılsa da eksik
bırakılan şey -özellikle azınlıkların varlıklarının gasp edilerek onların
ekonomideki ağırlıklarını azaltmak- 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla tamamlanmıştır.
Bu olaylardan sonra çoğu gayrimüslim mal varlıklarını kaybetmiş, ülkelerini
terk etmiş ya da bu ülkede huzurlu yaşayacaklarına dair son ümitleri de yok
olmuştur.
İttihat
ve Terakki’den alınan gelenek dolayısıyla 6-7 Eylül Olaylarını tek başına DP
iktidarı ile özdeşleştirmek hatalı bir sonuç olacaktır. Bu, İttihat Terakki
ile başlayan ve Tek Parti iktidarında devam eden Türkleştirme, homojenleştirme
politikasının ve milli ekonomi yaratma gayretinin devamı olarak düşünülmelidir.
6-7
Eylül Olayları Kıbrıs sorunu dolayısıyla Rumlara yönelik olarak başlamıştır.
Olay günü talandan Ermeniler, Yahudiler ve Beyaz Ruslar da paylarını
almışlardır. Hatta yağma öyle bir hal almıştır ki Müslümanların dükkânları da
yer yer hasar görmüştür.[135]
Güz Sancısı filmini övenlerin veya filmin gösterime girmesi vesilesiyle olayların Türkleştirme politikasının bir merhalesi olduğunu savunan isimlerin ideolojik
profillerine bakıldığında tamamının liberal ve sol görüşlü oldukları görülmekte. Buna mukabil filmin "'açıkça taraf tutan', toplumun değerleri ve duyarlılıklarına
yabancılaşmış sol sinema anlayışının son derece tipik bir örneği"
olduğunu savunan
Yeni Şafak gazetesi film eleştirmeni Ali Murat Güven ise filmin, "kötü ve sağcı
Türk" temasının peşinden gittiğini ileri sürerek "resmi görüş"ü temsil edecekti.126
8-
"Kafes Eylem Planı" Haberi Üzerine Yorumlar
Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu'nun 19 Kasım 2009 tarihinde yayınladığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda
görevli bazı muvazzaf subaylar ile bazı emekli subaylar tarafından
gayrimüslimlere karşı düzenlenmesi tasarlanan ve saldırganların İslamcı militanlar olduğu izlenimini vermeyi amaçlayan "Kafes Operasyonu Eylem Planı" haberi üzerine127 aynı
gazetenin yazarı Markar Esayan şu yorumda bulunacaktı:
Tarafı
Kafes haberini yaptığı için kampanya düzenlemekle
suçlayan Başbakan
Erdoğan'a duyurulur.
Ortaya saçılan bilgilerin bendeki yorumu böyle.
Burada adli bir süreklilik olmasa dahi, bir yüzyıl boyunca yaşanan benzer "operasyonlar" arasında ideolojik-kimyasal bir bağlantı olduğu
kesin.
1915,
Varlık Vergisi, 6-7 Eylül vandalizmi, Yahudilere yönelik Trakya Olayları, 1964 Rum Mübadelesi, Dersim, Madımak, Bah- çelievler
katliamları, darbeler ve tüm faili meçhuller aynı kafes zihniyetinin bir ürünü.
İttihatçı paşalar iktidarı ele geçirmek için suikastları bir yöntem olarak seçmişlerdi. Hasan Fehmilerden, Ahmet
Samimlerden gelen, Sabahattin Ali'yi, Uğur Mumcu'yu, Bahriye
126 Ali Murat Güven, "Bu Kadar "Mazohist Bir
Sinema"ya Sahiden de Gerek Var mı?", Yeni Şafak, 25 Ocak 2009.
127 Mehmet Baransu, "Gayrimüslimleri
Vurup AKP'yi
Bitireceklerdi", Taraf, 19 Ka- silil 2009.
Üçok'u,
Kemal Türkleri,
Çetin Emeç'i, Danıştay saldırısını, Dink suikastını ve daha birçoklarını
içine alan operasyonları bu Kafesçi örgüt
yönetti.
Her seferinde de bunun mesuliyetini
halkın sırtına yüklediler. Amaçları sadece ve sadece kendi iktidarlarını
korumaktı.128
9-
Azınlıklar Tali Komisyonu Ne idi?
l 960'lı yıllarda Kıbrıs ihtilafı nedeniyle 7 Kasım 1962 tarihinde kurulan Azınlıklar Tali Komisyonu'nun görevi,
"ülkemizdeki azınlıkların yurt güvenliği bakımından kontrolü" idi. Kuruluşundan 41 yıl sonra, 2003 yılında,
Dışişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü görevlileri, bu komisyonun kuruluş
gerekçesini şöyle açıklayacaklardı:
Dışişleri
Bakanlığı Temsilcisi:
1962 'de özellikle Kıbrıs sorunu, Yunanistan'la ilişkiler ve Rum azınlığın o günkü sayısal
özelliği göz önüne alınarak, Başbakanlığa bir yazı yazılmış, bu azınlıkların
başıboş hareket
ettikleri, zapturapt altına alınıp hakları neyse o haklarını
alması; haksızlıklara veya haksız edinimlerine karşılık tedbir alınması için, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT
Müsteşarlığı ve Dışişleri Bakanlığı mensuplarından oluşan bir komisyon kurulmasını
önermiş. l 962 'de
aynı yıl içinde, Başbakanlık "Bu çok doğrudur, azınlıkları gayet iyi kontrol etmek lazımdır, bunun için de böyle bir komisyon kurulsun" demiş.
Azınlıklar
Komisyonu, hiçbir zaman mevcut hükümetlerin veya siyasi iktidarın,
ülkemizin o anki iç
koşullarının dışında kararlar alabilmiş ve uygulamaya geçirmiş bir kurul değil. Bu itibarla, tutumunun inişli çıkışlı olduğunu, dış ve iç politik gelişmelere, siyasi iktidarların
yaklaşımlarına paralel olarak iniş çıkış olduğunu söylemek mümkün.
Emniyet Genel Müdürlüğü Temsilcisi: Genelkurmay ve MGK
asil üye. Konuya göre, ilgili kuruluş temsilcisi çağrılıyor. Lozan'daki azınlıklarla ilgili bazı hükümler yasalara yansımamış. Uygulamayla
128 Markar Esayan, "Kampanyamızın
İsmi Kafes'ten Çıkmaktır",
Taraf, 23 Kasım 2009.
şekillendirilmiş
ve koordinatörlük
bir makama
verilerek azınlıkların sorunlarının çözümü, aynı zamanda devlet güvenliği
bakımından da değerlendirilmesi
var. İnsan
haklarıyla çelişen bir durumu olamaz. Karara muhalefet şerhi konulabilir. O günkü siyasi iradenin onayı alınır. Ondan sonra, ilgili kurumları
bağlar nitelik kazanır. Zaruretten doğmuştur. [136]
Komisyonun ana görevinin, satır aralarından da anlaşılacağı
üzere, Türk ve Yunan uyruklu Rumların Kıbrıs
ihtilafı konusunda
Yunanistan'a maddi veya manevi destek verip vermediklerini denetlemek olmasına rağmen Radikal gazetesi genel yayın yönetmeni
İsmet Berkan, "bu
komisyonun başlıca görevi de, Türkiye'de yaşayan gayrimüslim azınlıklara hayatı zehir etmek ve onların böylece
bu ülkeden kaçıp gitmesini sağlamaktı"
diye
yazabilecekti.130
Burada yeri gelmişken bir parantez açıp şimdiye kadar hiç incelenmemiş
bir konuya da kısaca değinmek
gerekmekte.
Toplum ve müesses nizam nezdinde "Türk yurttaşı" olarak algılanmayan ve kabul görmeyen
gayrimüslim yurttaşların anavatanları (İsrail, Ermenistan, Yunanistan) ile olan ilişkileri
hiçbir zaman soğukkanlı ve bilimsel bir şekilde
incelenmemiştir. Bu konuya değinenler gayrimüslim yurttaşları asli sadakatleri anavatanlarına olan kişiler res- metmişlerdir. Hal böyle olunca azınlıkların
anavatanlarına maddi ve/veya manevi destek verip vermedikleri konusu da hiç incelenmemiştir.
Milliyetçi, muhafazakar
ve İslamcı kesimin kendisini İslam ümmetinin bir parçası olarak görmesi, İslam aleminin herhangi bir yerinde
cereyan eden savaş, tabii afet gibi olayların mağdurlarına maddi, manevi destekte bulunması ise Türk toplumu tarafından son derece doğal
karşılanmaktadır. Şayet böyle bir davranış doğal ise gayrimüslim
Türk yurttaşlarının anavatanlarına yardımda bulunmaları da gayet doğaldır. Ancak bu yardımın
Türkiye'nin
toplumsal ve kültürel şartları nedeniyle resmi olarak değil gizlice yapılması da bir başka
gerçekliktir. Ancak bu gerçeklik tabu bir meseledir ve hiçbir araştırmaya konu olmamıştır. 131 Hal böyle olunca Azınlıklar Tali Komisyonu'nun "Devlet'i
koruma refleksi" ile hareket edip azınlıkların bu tür
yardımlarını denetlemek istemesi de "anlaşılabilir"dir. İsmet
Berkan'ın meselenin
bu kısmına hiç de- ğinmeyip sadece bir kısmını ele alması ise "seçici tarih" anlayışının bir başka
örneğidir.
131 Bu konuda bkz. Rıfat N. Bali , Aliya: Bir Toplu Göçün Öyküsü (1946-1949), İletişim Yayınları,
İstanbul, 2009.
V- "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME
SİYASETİ"NİN YANLIŞ YORUMLANMASI
1-
"Türkleştirme Siyaseti" Konusundaki Yanılgılar
Bu kitapta örnekleri verildiği üzere ortak özellikleri liberal veya sol görüşlü
olmaları olan çok sayıda
araştırmacı, gazeteci, öğretim üyesi ve insan hakları aktivisti Devlet'in dönemler, iktidarlar, ulusal ve uluslararası
konjonktürdeki değişiklikler ne olursa olsun azınlıkları Türkleştirme, başka bir deyimle, Türkiye'den
gitmelerine yol açacak hadiselerle Türkiye'den
ayrılmalarını sağlama ve öz- varlıklarına el koyma gibi bir planı olduğunu ve muhtelif tarihlerde cereyan
eden hadiselerin de bu planın muhtelif halkaları
olduğunu iddia
etmekte. Örneğin Prof. Dr. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi örneğinden yola çıkıp bu kanaate varmakta ve bunu şöyle ifade etmekte:
Burada "l945'te göç etmeyenlere ne oldu?" sorusu
haklı ve meşru bir sorudur. 1950'li yılların başına geldiğimizde bütün
gayrimüslimlerin göç etmedikleri biliyoruz. Ama
sonraki yıllarda Kıbrıs meselesi ile ilgili olarak, "iyi saatte
olsunlar" takımının sahneye koyduğu 6-7 Eylül 1955 olaylarını ve 1960 darbesinden sonra kısa bir süre
Başbakanlık yapan İsmet İnönü'nün 1964 yılında aldığı "İstanbul Rumlarını sınır dışı etme" kararını
düşündüğümüz zaman, Varlık Vergisi uygulamasının uzun bir Türkleştirme politikaları zincirinin sadece bir halkasını
oluşturduğunu görebiliriz.
Ankara hükümetleri
için Kıbrıs meselesi, sadece adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin can güvenliğini ve demokratik haklarını
"korumak" için değil; İstanbul'da 1955 nüfus sayımının verilerine göre sayıları 52,000 civarında olan İstanbul
Rumlarından da "kurtulmak" için önemlidir. 1
Tek Parti döneminde gayrimüslimlere yönelik her türlü icraati, sistematik bir politikanın bir merhalesi olarak yorumlayan
bir diğer öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Koraltürk'tür.
Koraltürk, 1924 yılında kabul edilen Muhamat Kanunu'nun
akabinde İstanbul Barosu'na kayıtlı gayrimüslim avukatlardan bir kısmının tasfiye edilmesini konu edinen
makalesinde bu tasfiyeyi, "bazı mesleklerin Türkleştirilmesi"
bağlamında ele aldığını belirtecektir.2 Koraltürk, Agos gazetesi muhabiri Funda
Tosun ile yaptığı mülakatta daha da ileri giderek şu yorumda bulunacaktır:
Bizim devletimiz, çok sofistike bir şekilde, çok kurnazca, inceden yaptığı
düzenleme ve
kanunlara, tehcir, mübadele gibi olaylara rağmen burada kalmayı
başaran gayrimüslim yurttaşlarını gönderebilmek için hiilii elinden geleni yapıyor. Devletimiz 34 Trakya Olayları ya da 6-7 Eylül
Olaylarında olduğu gibi zaman zaman tosuncuklarını devreye sokuyor. Doğrudan darp ederek buradan göndereme- diklerini ise yasada kendini göstermeyen ama yönetmelik
aralarına sıkışmış düzenlemelerle yıldırıyor. 3
Koraltürk'ün yanılgısı, bu tasfiyeyi "bir meslek dalını
Türkleştirme" olarak yorumlaması ve kendisinin de atıfta bulunduğu avukat Ali Haydar Özkent'in
anılarına fazla
itibar etmemesi ve bu anılara
I Yorga Hacıdimitriadis
'in Aşkale Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 195.
Murat Koraltürk,
"Avukatlığın Türkleştirilmesi 1924'te İstanbul Barosu'nda Ger- \:cklcşen Tasfiye Üzerine
Yaşanan Tartışmalar", Toplumsal Tarih, Sayı 212, Ağustos 201 1. s. 50-58. Bu konuda daha dengeli bir
yorum için bkz. Umut Karabulut, "Mıılıfımiit Kanunu: Türkiye'de
Avukatlık Korumunun
Düzenlenmesi ve İstan- hııl llarosıında Yaşanan Tasfiyeler", Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, .\111127 (201HiUz). s.
79-104.
' 1 ııııda lıısıııı. "Devlet (iayrimüslimleri
Sinsi Yasalarla Yıldırdı",
Agos, 16 Eylül
'1111
şüphe ile yaklaşmasıdır. Özkent, anılarında
Mütareke dönemine şu satırlarla atıfta bulunacaktı:
Bizde meşrutiyet idaresi, pek kıymetli istisnalar bir yana bırakılırsa, meslek mirası olarak ruhan muhzir döküntülerini,
Karamanlı ve İncesulu dava vekillerini bulmuştur. Bunlar çoğu Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Kürt, Çerkes ve azı Türk olmak üzere acayip bir halita teşkil
ediyorlardı.
Mütareke
yıllan irinle
dolu kursaklan patladı. İstanbul'un göbeğinde Rum Barosu, Ermeni Barosu teşkil edildi. Ayasofya Camiini, Yunanlılara
peşkeş çeken Osmanlı avukatlan görüldü. Göğüslerinde bilmem hangi hükumet şefinin rozetini taşıyanlar da eksik değildi. Osmanlı mahkemeleri bomboşken ve vatanın
yabancı çizmeler altında çiğnendiğini gören hakiki yurtseverler, için için
ağlar ve gizli
matemler tutarken bazı Osmanlı avukatlar ecnebi konsoloshane mahkemelerinde hani hani iş takip ettiler, Türkleri oralara sürüklediler. (Kroker Oteli, Arapyan Hanı) böyle
faciaların karanlık sahneleriydi. Bir ilamın icrasına giden icra memurlanmız
bazı defa önlerine Yunan, İtalyan
bayraklarının dikildiğini görürlerdi. Osmanlı Adliyesi'nin nüfuzu hiçe
sayılıyordu. Biraz ısrar edince ecnebi askerler gelip memuru dışarıya atıyorlardı. Bugün bile cübbeyi giyerek elan içimizde
dolaşmakta olan bazıları, Yunan, Fransız,
İtalyan devletlerinin
himayesine girmişlerdi. Rum patrikinin, Ermeni patrikinin pasaportuyla
gelenleri saymayalım. Bir kısmının cebinde bu cinsten birkaç pasaport vardı. Onlardan bir kısmının velinimeti (Papaz Frü)4 idi. O İngiliz Rahip ki katran elbisesinin önünde sarkan zünnariyle
İsa'nın ruhaniyetinden
imdat umar görünürken, Türke düşmanlık hırsıyla adli mukaddesatımızı
alt üst ediyordu. İrtibat zabiti yüzbaşı (Benet)in5 son sopasına yapışmak,
bazı Osmanlı avukatlar için bir şerefti. Oradan hiyanete, hiyanetten de kursağa yol vardı.
Osmanlı
avukatlığı tefessüh etmişti. Müzevirliğe, kağıt kavaflığına, tefeciliğe bir de hainlik ve casusluk
inzimam etmişti. Milli idare, muhamiliği kurarken ve onu Büyük Millet Meclisi namına adalet dağıtan hakimlerin sırasına
çıkarırken bu
tefecilerin, bu namussuz ve alçakların yardım işine
ortaklaşmalarına müsaade edemezdi. İşte
4 Burada sözü edilen, Rahip Robert Frew'dir.
5 Burada sözü edilen, John Godolphin
Bennett'tir. Anılan için bkz. John Godolphin Bennett, Tanık
BirArayışın Hikifyesi, çev: Çiçek Öztek, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2006.
Muhamat kanununun muvakkat
maddesinde gösterilen tasfiye lüzumu, bu gibi düşüncelerin
mahsulüdür. Tatbikatta tam bir muvaffakiyet hasıl oldu mu? Bu bir meseledir.6
İstanbul Barosu'ndaki gayrimüslim
avukatların tasfiyesi,
bu anıların ışığında okunduğunda "bir meslek dalının
Türkleştirilmesi"nden ziyade kendilerine artık hiç güven duyulmayan avukatların
tasfiyesi olarak yorumlanmalıdır.
Burada sorulması gereken kritik soru, Mütareke ve İzmir'in işgali
döneminde azınlıkların işgal kuvvetleri ile gerçekten işbirliğinde bulunup bulunmadıklarıdır.
Bu soruya cevap, bu kitapta yer alan anılardır. Bu anılardan
görülebileceği gibi dönemi yaşayanların ortak hafızasında yerleşik imge, azınlıkların
işgal kuvvetleri ile işbirliği
yaptıklarıdır ve de bu gerçektir. Gerçektir, ancak o tarihte İstanbul ve İzmir'de
yaşayan Rum,
Ermeni ve Yahudi nüfusunun tamamını tabii ki kapsamaz. İşbirliğinde bulunanlar olduğu gibi, işbirliği yapmayanlar da vardı. Ancak daha önce de belirtildiği
üzere yerleşik imge, bütün azınlıkların vatana ihanet ettikleridir. Hal böyle olunca azınlıklara duyulan güven ortadan kalkmış ve gayrimüslim
avukatların tasfiyesi
gerçekleşmiştir.
Bir diğer aşırı örnek, Agos ve Taraf gazeteleri yazarı Ayşe
Hür'dür. Hür'ün kullandığı yöntem, aynen "resmi tarihçiler"in yöntemine benzerdir. "Resmi tarihçiler"
genelde azınlıklar-Devlet,
özelde Türkler-Yahudiler ilişkilerinde tarih boyunca cereyan etmiş azınlık ve Yahudi karşıtı
olayları yok sayıp sadece olumlu olayları peş
peşe dizip pembe
renkli bir tarih anlatımı kurgularlar. Ayşe Hür de Taraf gazetesinde yayımlanan uzun makalesinde benzer bir yönteme başvurup kapkara bir tarih anlatımı kurgulamakta.7 Hür, hiçbir denge ve nüans
gözetmeksizin kurguladığı Türk-Yahudi ilişkilerini konu alan tarih anlatımında
sıraladığı olaylarla,
Cumhuriyet'in kurulmasından bu yana Türkiye' de bir antisemitizm geleneğinin mevcut olduğunu ispatladığını sanmakta. Bunu yaparken de
siyasal
6 Ali Haydar Özkent,
Avukatın Kitabı, İstanbul Barosu, İstanbul, 2002, s. 79-80. 1940 tarihli nüshanın tıpkıbasımı.
7 ı\yşc 1 Iür,
"\1ünfcrit (') ı\ntiscnıitizııı Vak "alan", Taruf, 8 Şubat 2009.
İslamcılar, Kemalistler ve milliyetçiler
arasında tefrik yapmamakta, antisemitizm ile ksenofobyayı harmanlamakta ve son derece yanlış bir yoruma ulaşmakta.8
2- Hangi Olaylar "TürUeştirme Siyasetinin Bir
Merhalesi"
Değildir?
Daha önce sıralanan kamuya mal olmuş
azınlık karşıtı olaylardan, Varlık Vergisi Kanunu'nun gayrimüslim mükelleflere
ayrımcı ve keyfi bir şekilde uygulanması bir "iktisadi hayatın
Türkleştirilmesi" vakası olduğu şüphesizdir. Buna mukabil (a) 4 Haziran
1932 tarih ve 2007 sayılı "Türkiye'de Türk vatandaşlarına tahsis edilen
sanat ve hizmetler hakkında kanun"un uygulanmasıyla, oturma ve çalışma
iznine sahip yabancı uyrukluların işlerini terk etmek zorunda kalmaları, (b)
1934 Trakya Olayları, (c) gayrimüslim erkeklerin Nisan 1941-Temmuz 1942 ayları
zarfında nafıa taburlarında çalıştırılmaları, (d) 6-7 Eylül 1955 Olayları, (e)
Yunan uyruklu kişilerin oturma ve çalışma izinlerinin 16 Mart 1964 tarihinde
iptal edilmeleri hadiseleri ise, aşağıda sıralanan sebeplerden ötürü planlı ve
düzenli bir Türkleştirme siyasetinin birer uygulaması olarak kabul edilemezler.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlayan ve Tek Parti döneminin sonuna kadar devam
eden "Vatandaş Türkçe Konuş" talebi ise Türkleştirme siyasetinin
kültürel anlamda bir uygulaması olduğu kuşkusuzdur.
a) Türkiye 'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve
Hizmetler Hakkında Kanun
4 Haziran 1932 tarih ve 2007 sayılı
kanunun kabulü ile Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan yabancı uyrukluların
neredeyse tamamının gayrimüslim olduğu gerçektir. Bu uygulama,
Cumhuriyet'in kuru-
8
Hür'ün bu yorumuna karşı tek tepki, bir okurun Milliyet gazetesinin blogun- da
yayınlanan yazısı olacaktı: Uzay Gökerman, "Antisemitizm Konusunda Ayşe
Hür'ün Yanlış Tarih Yorumu", (9 Şubat 2009),
www.blog.milliyet.eom.tr/Blog. aspx'!HlogNo= 161456
luş yıllarında topluma ve müesses nizama hakim olan ksenofobya- nın bir tezahürüydü. Maksat, ticaret hayatından
yabancı uyrukluları tasfiye edip onları Türk (tercihan Müslüman) uyruklular ile ikame etmekti. Dolayısıyla bu hadiseyi Türk uyruklu gayrimüslimleri
Türkleştirme siyasetinin bir merhalesi olarak kabul etmek mümkün
değildir.9
Hal böyle olmasına rağmen kimi öğretim üyesi bu kanunun Yunan uyruklu
Rumlardan kurtulmak amacıyla kabul edilen ve dolayısıyla 'Türkleştirme politikalarının önemli bir parçası" olarak değer- lendirecekti.10 Halbuki bu kanun
nedeniyle Türkiye'den ayrılmak zorunda kalanlar sadece Yunan uyruklu olmayıp birçok
değişik ülkenin vatandaşı idiler.
b) 1934 Trakya Olayları
1934 Trakya Olayları, sadece "bir Türkleştirme
harekatı" olarak izah edilmeyecek kadar karmaşık ve çok sebeplidir. İlk sebep, Trakya bölgesinin askeri mıntıka olarak kabul edilmesi üzerine T.C. Genelkurmay Başkanlığı 'nın
bölgede yaşayan ve "güvenilmez" olarak kabul edilen Yahudilerin ve Bulgarların sessiz bir şekilde
bölgeden uzaklaştırılmalarını istemesidir. Bir diğer sebep, Yahudi tüccar ve esnafın bölge ekonomisindeki önemli yeri ve bu durumun, bölge halkı nezdinde yarattığı derin haset ve öfkedir. Bir diğer sebep, dönemin ünlü antisemit ve milliyetçi
yazarlarından Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan'ın tahrikçi yayınları ve bu yayınlara seyirci kalan resmi makamlardır. T.C. Genelkurmay Başkanlığı'nın Yahudilerin ve Bulgarların
bölgeden sessizce uzaklaştırılmaları
arzusu, bir
yerde Yahudi tüccar ve esnafın bölgenin ticaret hayatına
9
Bu konuda bir inceleme için bkz. Rıfat N. Bali, Xenophobia and
Protectionism - A Study ofthe 1932 Law Reserving Majority ofOccupations in
Turkey to Turkish Nati- onals, Libra Kitap, İstanbul, 2013.
10 Örneğin Elçin Macar, "İstisna mı Süreklilik mi?", Altüst, Sayı 12, Nisan-Haziran 2014, s. 24.
hakim olmalarından hazzetmeyen yerel esnaf ve tüccarı memnun eden bir karardı. İlk
başta Yahudilerin
taciz edilerek, korkutularak kendiliklerinden bölgeden
uzaklaşmalarını hedefleyen bir hareket, çok kısa zamanda kontrolden çıkacak ve bir yağmaya
dönüşecekti. [137] Bu hadiselerde Ankara'nın rolünün ne olduğu hadiselerin cereyan etmesinde dahli olup olmadığı
hakkında elde
mevcut olan belgelerin ışığında, bir kesin cevap vermek imkansızdır.
c) Gayrimüslim Erkeklerin Nafia Taburlarında Çalıştırılmaları
Gayrimüslim erkeklerin 1941 yılının Nisan ayında ihtiyat askeri olarak silah altına
alınmaları ve nafıa
taburlarında çalıştırılmaları kararı; Trakya sınırına dayanmış olan Nazi Ordusu'nun Türkiye'ye
saldırmaya karar
vermesi halinde, Türk Ermeni toplumu içindeki bazı grupların, beşinci kol faaliyetlerinde ve Nazilerle işbirliğinde
bulunacaklarına dair iddialardan endişe eden hükümetin, bu ihtimalin önüne geçmek için aldığı bir "tedbir" idi. [138]
Bu "tedbir" İkinci Dünya
Savaşı sırasında Japonya'nın Pe- arl Harbour'daki Amerikan Donanması'na baskın düzenlemesinden sonra Birleşik Amerika hükümeti 1942 yılında
Birleşik Amerika'nın Pasifik kıyısında yaşayan Japon kökenli Amerikalıların Amerikan toplama kamplarında enterne etmesine büyük ölçüde benzemekte. Bu kararın gerisinde yatan sebep, aynen
nafia taburlarında olduğu gibi, Japon kökenli Amerikalıların beşinci kol olarak hareket edecekleri kaygısıyla
alınan bir tedbirdi. Bu
karar alındığında Birleşik Amerika'da 127.000 Japon kökenli
Amerikalı yaşıyordu. Bunların 112.000'i Pasifik kıyısında ikamet etmekteydi. 80.000'i
Amerika'da doğmuş ve Amerikan vatandaşı idi. Diğerleri ise Japonya'da doğmuş ancak ABD'ye göçüp buraya yerleşmiş ve
Amerikan vatandaşlığına sahip olmayan Japonlardı. Bunlara ilaveten yaklaşık 14.500 İtalyan ve Alman kökenli
Amerikalı da
enterne edilecekti.
Birleşik Amerika hükümeti 'nin bu karan her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin kararına büyük benzerlik taşıyorsa da önemli bir farklılığa da sahip. Fark şu: 1988 yılında
Birleşik Amerika Başkanı Ronald Reagan imzaladığı Civil Liberties Act (Sivil Hürriyetler Karan) ile bu haksızlıktan
dolayı özür diledi ve
hayatta olan enterne edilmiş her kişiye 20.000 dolar tazminat ödemeyi taahhüt
etti. Nafia Taburları konusu ise bir Meclis Araştırması'na bile konu olmadı.
d) 6-7 Eylül 1955 Olayları
6-7 Eylül 1955
Olaylan 'nın hatırlanış ve yorumlanış şekli, uzun bir inceleme gerektirdiği
için, bundan sonraki bölümde incelenecektir.
e) Yunan Uyrukluların 1964 Yılında Sınırdışı Edilmeleri
30 Ekim 1930 tarihinde imzalanan
"Türkiye ile Yunanistan Arasında İkamet, Ticaret ve Seyrisefain
Mukavelenamesi"nin, Türkiye ile Yunanistan arasındaki diplomatik
ilişkilerin Kıbrıs ihtilafı nedeniyle gerginleştiği bir dönemde, 16 Mart 1 964
tarihinde feshedilmesiyle oturma ve çalışma iznine sahip Yunan uyrukluların
sınırdışı edilmeleri kararı ise, aynen 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nda olduğu gibi,
azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti ile sınır komşuları arasında meydana gelen
ihtilaflarda birer "rehine"ye dönüştüklerinin bir diğer örneğidir.
Bu gerçeğin farkına varan ve belirten
tek kişi ise araştırmacı gazeteci Rıdvan Akar olmuştur. 6-7 Eylül 1955 Olaylan
'nı "İstanbul 'un Rumlardan temizlenmesi" şeklinde yanlış bir yorumla
değerlendirmesine rağmen Akar Yunan uyrukluların sınır dışı edilmelerini ise
doğru değerlendirecektir:
l 964'te Rumların sınır
dışı edilmelerine
neden olan gelişme aslında dış politikanın eseriydi. Kıbns'ta çözüm
konusunda yaşanan açmaza çare olarak Türkiye' de yaşayan Rumlar hedef seçilmişti. Yani Türkiye kendi yurttaşlarını
dış politikanın rehinesine dönüştürüyor, pazarlık masasına koz olarak sürüyordu. 13
DSİP Eş Genel Başkanı Meltem Oral da Yunan uyruklu Rumların "diplomatik bir koz"
olarak kullanıldıklarını teyit edecekti. 14
f)
"Vatandaş Türkçe Konuş " Kampanyaları
Cumhuriyet'in ilk yıllarında rastlanan ve umumi yerlerde Türkçe
konuşulmasını talep eden "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları genç Cumhuriyet'in, Osmanlı
döneminin istenmeyen
mirası olan azınlıkların çoğunlukla yaşadığı İstanbul'a karşı dile getirdiği tepkisidir. Aynı zamanda ulus-devlet inşa etme sürecinin olmazsa olmaz şartlarından biridir. Bütün
vatandaşların Türkçe konuşmalarını talep eden bu kampanyaların kabul edilemez yanı, şiddete
meyilli olmaları
(örneğin Türkçe konuşmayanların taciz edilmeleri) ve de değişimin hemen gerçekleşmesinin
talep
edilmesiydi. Türkleşme siyasetinin, Osmanlı döneminde reaya, zımmi olarak yaşamış olan gayrimüslimlerin,
Türkleşmeleri halinde 1924 Anayasası 'nın kendilerine tanıdığı yurttaşlık ve eşitlik
haklarından faydalanma
olduğu unutulmadığı takdirde, "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyalarının
azınlıkları yok
etmeye yönelik bir siyaset olduğunu söylemek mümkün değildir. Umumi yerlerde Türkçe
konuşturmayı hedefleyen "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları gayrimüslimlerin Türkçeyi konuşmayı, Türk ülküsünü ve Türk kültürünü
benimsemelerini hedeflemekte ve bunun gerçekleşmesi halinde 1924
13 Hera Büyüktaşcıyan,
a.g.e., s. 7.
Akar bu görüşünü kitabında da belirtmişti: "İşte bu aşamada
hükümet, Türkiye'de yaşayan Rumlan, Kıbrıs'ta önerilen Türk politikasının gerçekleşmesi için "rehine" olarak
kullanma yolunu seçti: Bkz. Rıdvan Akar- Hülya Demir, İstanbul'un Son Sürgünleri 1964 te Rumların Sınır
Dışı Edilmeleri, Doğan Kitap, İstanbul, 2014, s. 23.
14 Meltem Oral ,
"20 Dolar 20 Kilo: Belleksizliğe Karşı Direnmek", Altüst, Sayı 12, Nisan-Haziran 2014, s. 30.
Anayasası 'nın belirlenen yurttaşlık
haklarından istifade
etmeyi taahhüt etmekteydi.
3-Sadece Devlet'i Suçlayan Yaklaşım
Dönemler, ulusal ve uluslararası
konjonktür ve
iktidardaki siyasi parti(ler) ne olursa olsun Devlet'in her zaman "azınlıkları
Türkleştirme" iradesine sahip olduğunu savunan köşe yazarları,
üniversite öğretim üyeleri
ve aktivistler "Devlet-azınlıklar-Türk
toplumu" üçgeninde yer alan tarafların birbirleriyle olan karmaşık
ilişkilerini tahlil etmemekte, dahası "toplumsal hafıza" gibi son derece önemli bir olguyu da kat'i surette
dikkate almamaktadırlar. Bu yaklaşıma birkaç örnek verilebilir.
İlkine, Hülya Demir-Rıdvan Akar ikilisinin hazırladıkları ve 1964 yılında sınır
dışı edilen Yunan uyrukluları konu eden kitapta rast- lanmaktadır.
Kitabın "giriş" kısmında yer alan şu satırlar, yazarların
"Devlet-azınlıklar-toplum" ilişkiler ağında sadece "devlet" ve "azınlıklar"
üzerinde yoğunlaştıklarını ve "toplum" kısmını göz ardı ettiklerini göstermekte:
Cumhuriyet yılları boyunca devletin temel
hedeflerinden birini "Türklük şuuru" olarak tanımlanan
milliyetçiliğin vatandaşlar arasında yaygınlaşması oluşturdu. Osmanlı'nın
mirasçısı Türkiye'nin Türklerden oluşan bir ulus-devlete çevrilmesi için bu şuurun resmi tarih ile desteklenmesi
olmazsa olmaz koşuldu. Ancak Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların 'etkisizleştirilmesi' de gerekiyordu. Ekonomik gücü elinde bulundurmaları
ve bu nedenle de
Türk burjuvazisinin batıya açılan penceresi olmaları onları hedef haline getiriyordu. Böylece devlet onları zenginlikleriyle, etnik
kimlikleri arasında kurduğu analoji ile azınlıklara karşı uyguladığı
politikaları halkın gözünde meşru kılma politikası gütmüş ve bunda da bir ölçüde
başarılı olmuştur.
İstanbul
Rumlarının 30 yıl önce
kovulmaları işte bu yaklaşımın ürünüdür.
Biz bu çalışmayla, resmi tarihin 'Türkiye
eşittir Türkler' şeklinde formüle edilen yaklaşımını sorgulamayı amaçlıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin kısa tarihi içinde Türk olmayanlara yönelik politikalardan en çok etkilenenler Kürtler ve Müslüman olmayan azınlıklar oldu. 15
Bu bağlamdaki ikinci örnek ise Hrant Dink'in öldürülmesinden
sonra devrimci
sol çizgideki Yürüyüş dergisinde yer alan "Haklar ve Özgürlükler Cephesi" imzalı beyannamedir:
Anadolu kardeşlik
toprağıdır. Fakat Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Gürcü, Boşnak, Laz, Rum, Ermeni yüzlerce yıl
kardeşçe yaşadığımız bu topraklarda, bizi birbirimize düşürmek, birbirimize kırdırtmak
için nice
provokasyonlar düzenlendi. Nice düşmanlık tohumlan ekildi bu kardeşlik
toprağına. Bu kardeşlik, bu topraklardaki egemen sınıftan her zaman rahatsız etti.
Osmanlı'nın
son dönemlerinde
başlayan bu saldırganlık, Kemalist yönetim ve ardından
oligarşi k diktatörlük
tarafından da sürdürüldü. Anadolu'da katliama ve sürgüne
uğramamış tek bir
halk bırakılmadı. "Farklı" olan inkarla, imhayla, tehcirle,
asimilasyonla yok edilmeye çalışıldı.
Ermeniler, Rumlar, Kürtler,
Süryaniler, Lazlar, Boşnaklar hemen tüm halklar, bu saldırılardan, katliam ve sürgünlerden nasibini aldı.
"Türk" ve "Sünni" olmayanlar için, farklı ulusal kökenden ve farklı
inançtan olanlar için bu güzel topraklar cehenneme dönüştürüldü.
Bu beyannamede masum halkların Devlet'in maksatlı tahriklerine alet oldukları savunularak Devlet, tek suçlu ilan edilmektedir. [139]
Benzer bir şekilde Gaziosmanpaşa Üniversitesi
öğretim görevlisi Niyazi Özdemir ve Yrd. Doç. Dr. Zekeriya Başka! Sivas, Amasya, Kayseri, Tokat ve İstanbul'da
yaşayan Ermenilerle
yaptıkları mülakatlara atıfta bulunarak Ermeni ve Türk toplumları arasında yaşanan
gerginliğin sebebinin
ulus-devlet olduğunu belirteceklerdi:
Ulus devlet böyle
günahsız, hatasız bir şey olarak sunuldu bize. Zaten iki toplumun birbirine düşme nedeni de bu ırkçı anlayış.17
"Azınlıkları Türkleştirme" meselesinde sadece Devlet'i suçlayan,
azınlıkların Mütareke dönemi ve İzmir'in işgal yılları sırasındaki davranışları ve bunun halk ve Devlet nezdinde yarattığı etkiler üzerinde durmayan sol ve liberal görüşlü yazarlar, bu nevi hatıraların toplumun hafızasında
kazınamayacak bir şekilde yer ettiğini gör- memekteler veya görmek istememekteler. Aynı yazarlar, bu olayların
azınlıklara karşı müthiş bir husumet, kıskançlık, güvensizlik ve öfke birikimi yarattığı, 1934 Trakya Olayları ve 6-7 Eylül 1955 Olayları gibi kitlesel hadiselerde yaşanan şiddet ve yağmanın gerisinde toplumda sıkı bir şekilde yer edinmiş bu duyguların yattığı,
Varlık Vergisi
Kanunu'nun gayrimüslimlere karşı ayrımcı ve keyfi uygulaması
sırasında yağmalanan servetlerden Türk halkının ve dönemin ileri gelen Müslüman tüccar
ve
sanayicilerinin büyük bir iştah ve memnuniyetle faydalandıkları
gerçeğini dikkate
alma- maktalar. Böyle davranarak da sadece Devlet'i müsebbib gördüklerinden azınlıklar aleyhinde cereyan etmiş hadiseleri yanlış bir şekilde sadece Devlet'in icra ettiği bir "master planın
uygulaması" olarak yorumlamaktalar. Bu hadiseler de toplumun ezici çoğunluğunun
müdahil olduğu ve de yağmadan yararlandığı ısrarla gözardı etmekteler.
Uınıiıı.
"I ııııo-ııı Meselesinde Kendimizi Keşfettikçe Güvenimiz Artacak", 'I! j 11111
VI- 6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARI 50. YILINDA
NASIL HATIRLANDI?
l 955 yılının 6-7 Eylül günleri
İstanbul ve İzmir'de
yaşayan Rumların ev, işyeri, kilise, mezarlık, gazete, okul ve hayır cemiyetlerine karşı düzenlenen utanç verici yağmanın, "6-7 Eylül 1955 Olayları"
adıyla tarihe mal olduğu
malı1mdur.1 Olayların dehşet verici sonuçları nedeniyle başta Yunan tarihçileri olmak üzere kimi araştırmacı ve yorumcular olaylardan
"pogrom"2 veya 'Kristallnacht'3 olarak söz eder. 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın 50. yıldönümü vesilesiyle basında yer alan köşe
yazılarında4 dile getirilen yerleşik kanaatin tam aksine bu trajedi, Varlık Vergisi Kanunu'nun ayrımcı
uygulamasıyla birlikte, yakın tarihimizin en fazla hatırlanan, araştırılan,5 belgelenen,6 üniversite tezlerine
1
Bu bölümün ilk hali, Maziyi Eşelerken,
(Dünya Kitapları, İstanbul, 2006) kitabı içinde yayınlanmıştır.
2 "Pogrom" Rusça bir sözcüktür.
Çarlık Rusyası'nda Yahudilere karşı düzenlenen yağ
ma ve kitlesel cinayetleri
kastetmek için kullanılır.
3 Tarihe Kristallnacht (Kırık Camlar Gecesi) adıyla geçen, Nazilerin 9-1 O Kasım 1938 geceleri sinagogları, Yahudilere ait mağaza ve işyerlerini
yakıp yıktıkları olaylar.
4 Örneğin Yiğiter Uluç, "6-7 Eylül'ü Neden Hatırladık?",
Vatan Pazar, 11
Eylül 2005.
5 6-7 Eylül 1955 Olayları Tarih ve Toplum dergisinin Eylül 1986, Toplumsal Tarih
dergisinin Eylül 2000 ve Eylül 2003 sayılarının ana konusuydu.
6 Can Dündar "O Gün"
başlıklı belgesel
dizisinden birini 6-7 Eylül Olayları'na ayırmıştı. Söz konusu belgesel, 7 Eylül 2002 gecesi CNN Türk'te
yayınlandı. Bkz. Can Dündar, "Atatürk'ün Evini Bombalamadım",
Milliyet, 7 Eylül 2002. Olayların ellinci yıldönümü vesilesiyle de bir başka belgesel yapıldı:
Rıdvan Akar, Utancın Tarihi: 6-7 Eylül 1955, Bir Yapım,
İstanbul, 2005. Söz konusu belgesel 5 Eylül 2005 akşamı TV8 televizyon kanalında yayınlandı.
konu olan[140]
azınlık karşıtı olaylarından biridir. Dahası, bu konuda Yunanistan ve
Amerika’da yayınlanmış ancak henüz Türkçeye kazandırılmamış çok sayıda
araştırma ve anı kitapları da mevcuttur.[141]
Basının ve aydınlar camiasının, 50.
yıldönümü nedeniyle bu hazin hadiseyi yazı dizileri ve köşe yazılarıyla anması
gayet doğaldı. 2005 yılındaki anmanın geçmiş yıllara kıyasla en önemli farkı,
Dilek Güven’in Ruhr Üniversitesi Bochum’da kabul edilen doktora tezinin Türkçe
çevirisinin,[142] merhum emekli Hâkim
Tümamiral Fahri Çoker’in Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’na
bağışladığı fotoğraf ve belgelerin yer aldığı bir diğer kitapla birlikte
yayınlanması ve fotoğrafların sergilenmesiydi. Aslında olayların fotoğraf
sergisiyle anılması bir “ilk” değildi. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Azınlık Hakları Komisyonu, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi fotoğrafçısı
Dimitrios Kaloumenos’un 6-7 Eylül geceleri hayatı pahasına çektiği ve Ethnos
gazetesi muhabiri
vasıtasıyla gizlice Yunanistan' a yolladığı10
fotoğrafların kopyalarından oluşan11 "Utandıran Tarih" isimli sergisini 8-13
Eylül 1996 günleri ziyarete açmıştı. İlginç
bir şekilde o tarihte bu sergiye basın fazla ilgi göstermemiş ve aşırı
milliyetçi bir
grubun 2005 yılında düzenlenen fotoğraf sergisine saldırmasının tam aksine12 bu sergi, herhangi
olumsuz bir tepki de yaratmamıştı.
2- Neden Tepki Gösterildi?
Aşırı milliyetçi kesimin 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nı anan sergilere 1996 yılında tepki göstermemesi, buna mukabil 2005 yılında sert tepki göstermesinin tek sebebi, aradan geçen dokuz yıl zarfında
Türkiye'nin AB üyeliğini savunan liberal-sol cepheye karşı bir tavır olarak milliyetçiliğin
yükselmesi, yaygınlaşması ve toplumun "AB yanlısı liberal cephe" ile "ulusalcı-Kemalist-milliyetçi
cephe" olarak kutuplaşmasıdır.
Sergiyi düzenleyen
kuruluşların liberal cephede yer almaları ve düzenledikleri etkinliklerde AB ile ünlü işadamı George Soros'un kurduğu Soros Vakfı'nın
desteklediği Açık Toplum Enstitüsü'nün sivil toplum örgütleri ve üniversitelere
sundukları araştırma fonlarından yararlanmaları, AB ve küreselleşme karşıtı ulusalcı-Kemalist-milliyetçi cephenin tepkisini arttıracaktı. Nitekim sergiye tepki gösterenler, sergiyi düzenleyen kuruluşların
"Soros
destekli" olduklarını söyleyeceklerdi. 13
3-
Dilek Güven'in 6-7 Eylül
Olayları Kitabı
Olayların 50. yıldönümünün anma etkinliklerinin geçmiş yıllara
kıyasla bir diğer özelliği,
sol-liberal görüşlü
aydınlar camiasının,
10 llias K. Maglinis,
"Istanbul 1955: The Anatomy ofa Pogrom", Kathimerini, 28 Haziran 2005.
11 Söz konusu fotoğraflar, The Crucification ofChristianity
(2. baskı, Atina, 1991) kitabında yayınlandı.
12 Erkan Aktuğ, "50 Yıl SonraAynı Beraberlik", Radikal. 7 Eylül 2005.
13 Kemal Özmen, "6-7 Eylül Sergisine Saldırdılar",
htl^^wbKine^^ haklarıi66620-tı-7-eylul-sergısıne-saldiıdıiar, 6 Eylül 2005.
Dilek Güven'in kitabında öne sürdüğü "6-7 Eylül Olaylarının
azınlıkları Türkleştirme politikasının bir örneği" olduğu tezini heyecanlı bir şekilde benimsemesi, tekrarlaması,
kitabı hiçbir eleştirel tahlile tabi tutmadan övmesi ve kaynak göstermesiydi. Bir özeti Radikal gazetesinde yazı dizisi14 olarak yayınlanan
kitabı Celal Üster,
"Güven'in 6-7 Eylül Olayları kitabı tepeden tırnağa bilimsel bir çalışmanın
ürünü. Ama üniversite
sınırlan içinde kalmadığı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 'nca kamuya sunulduğu için kendimizi talihli saymalıyız" satırlanyla,15 İstanbul'da
Rumca yayınlanan Apoyev- matini gazetesi yayın yönetmeni
ve Ülkede Özgür
Gündem gazetesi yazan Mihail Vasiliadis ise "öğrenmeye meraklı olanlar, birkaç gün önce
Tarih Vakfı
tarafından yayımlanan, Tarih Doktoru Dilek Güven' in kitabına
güvenebilirler" satırlarıyla tanıtacaktı. 16 Hürriyet gazetesinin ünlü edebiyat eleştirmeni
Doğan Hızlan da yeni kitapların tanıtımına ayırdığı cumartesi yazılarından birinde kitaptan takdirle söz edecekti.17
"Kitap tanıtımı"ndan anlaşılanın sadece övgü olduğu bir fikir ortamında bu tür
"taraftarlık" duygularıyla malı11 yazıların yayınlanması çok da şaşırtıcı
değil. Ancak kitabı
övgülerle tanıtan her üç yazar da Dilek Güven'in araştırmasını eleştirel bir gözle ve yakından incelemedikleri için kitapta, kimisi çok önemli,
oldukça fazla sayıda hatanın yer aldığının
farkında bile değillerdi.18
4- Kitabm Tarih Anlatımmdaki Hatalar
Dilek Güven'in savunduğu tezin zaaflarına
değinmeden önce kitaptaki tarih yazımının dayandığı olgularla ilgili bazı önemli maddi hatalara veya eksikliklere
dikkati çekmekte yarar var.
(a)
Yazar dört ayrı yerde (s.122-123 dipnotlar 553 ve
554, s. 141 ve l 76) Rıdvan Akar'ın CHP IX. Büro'nun
azınlıklar konusunda
hazırladığı tarihsiz bir raporu tahlil ettiği makalesini kaynak göstererek aynı rapora atıfta bulunmakta. Raporun tahmini
tarihini de 1946 yılı olarak belirtmekte. Halbuki raporu yorumlayan ve Dilek
Güven'in kaynağı olan Rıdvan Akar, doğru bir tespitle, tahmini düzenleme tarihini l 944 yılı olarak kabul etmektedir. 19 Raporun
1946 yılında yazıldığını sanan Dilek Güven ise bu hatalı
varsayımından yola çıkarak tezini 1946 yılı etrafında inşa etmekte, dolayısıyla CHP'nin 1946 sonrası
azınlıklar siyasetini
de son derece yanlış bir şekilde yorumlamakta ve şöyle yazmakta:
Fakat CHP'nin 1946 'dan beri
izlediği, görünürde liberal azınlık politikası da, aslında sadece dış politika ve parti taktikleri gözetilerek
belirlenmişti. Nitekim, 1946 yılında CHP'nin yönetici elitlerinin gayrimüslimleri
Türk vatandaşı olarak kabul etmediklerini açıkça gösteren ve devletin, nüfusun bu bölümünü nihai olarak kovma stratejilerini
içeren gizli bir bilirkişi raporu bulunmaktadır.20
(b)
Yazar, daha sonra şöyle devam etmekte:
Bu bilirkişi raporuna [yukarıda
atıfta bulunulan
rapor] dayanarak dışarıya karşı azınlık politikasında daha liberal bir tutum izlenmekle beraber, bu gruplara yönelik
ayrımcılıklar resmi olmayan talimatlar üzerinden sürdürüldü. Böylece, Marshall Planı ( 1948-1949) çerçevesinde
büyük oranda yabancı sermaye ile işletilen otoyol, liman ve havaalanı
inşaat firmalarıyla ilgili bakanlıklara ve devlet işletmelerine gizli bir mektup yazılarak,
Türk personel alımında
19 Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da 'Resmi Metin' den Planlı
Türkleştirme Dönemi", Birikim, Sayı 110, Haziran 1998, s. 68-75, 69.
20 Dilek Güven, a.g. e., s. 122.
gayrimüslimlerin
ve Türkiye'de ikamet etmeyen yabancıların tercih edilmemesi 'rica'
edildi.21
Güven yukarıdaki tespitte bulunurken her nedense faydalandığı kaynakta yazılanların sadece bir kısmını
kullanmayı tercih etmiştir. Böyle yapınca da yazdıklarından,
CHP'nin azınlıklara
karşı ayrımcı bir siyaset sürdürmeye kararlı olduğu anlamı çıkmıştır. Ancak Güven' in kullandığı ve aşağıda
alıntılanan özgün kaynak okunduğunda bu siyasetin esasında Devlet iradesinden ziyade CHP hükümetinin, halkın
gayrimüslimler konusundaki hassasiyetlerini dikkate almasından kaynaklandığı görülmekte:
CHP'nin 1946 yılından itibaren azınlıklara
karşı sıcak bir yaklaşım sergilemesine ve Tek Parti döneminde gayrimüslim yurttaşların
KİT, kamu hizmetleri
ve üniversitelerde memur olmalarını engelleyen siyasetin uygulamadan yavaş yavaş
kalkmasına rağmen bu ayrımcı zihniyet tamamıyla yok olmayıp varlığını başka bir şekle bürünerek sürdürdü. 1948-49 yıllarında karayolu, liman, havaalanı
inşaatı gibi müteahhitlik hizmetleri veren şirketlerle Marshall Yardım Planı
çerçevesinde büyük ölçekli taahhütleri olan yabancı sermayeli şirketlere, ilgili bakanlık veya KİT'ler gayriresmi birer genelge yolladı. Genelgede müteahhitlerden,
çalıştıracakları Türk personelin seçimi sırasında gayrimüslim vatandaşlar ile Türkiye'de
yerleşik yabancı uyruklu kişileri seçmemeye dikkat etmeleri "rica" edildi. Bu kısıtlama
geçici olarak Türkiye'de
çalıştırılacak yabancı personele ve Türkiye'de yerleşik ticari ve sınai faaliyetlerde bulunan yabancı sermayeli şirketlerin personeline uygulanmadı. Bu genelgeyle uygulanmaya konulan
kısıtlama hiçbir zaman resmileştirilmedi ve kamuoyuna açıklanmadı. Bu genelgenin uygulanması
sırasında işe alınacak olan gayrimüslimler sayısal bir kotaya tabi tutuldu. Bu kota hesaplanırken esas alınan ölçü
müteahhit firmanın faaliyet gösterdiği kentte yaşayan toplam azınlık
nüfusunun kentin
toplam nüfusuna oranıydı. Örneğin İstanbul'da yaşayan azınlıklar toplam kent nüfusunun
yüzde yarımını oluşturuyorlarsa İstanbul'da faaliyet gösteren
yabancı sermayeli
bir müteahhitin çalıştıracağı gayrimüslim memur sayısı da şirkette
çalışan toplam
personel sayısının yüzde yarımını geçmeyecekti. Bu uygulamadaki amaç yabancı
sermayeli şirketlerin fazla sayıda
gayrimüslim istihdam
’l
Dik k (liiwn. u.^ c
s.123-124.
etmelerini önleyerek Türk
toplumu içinde bu şirketlerin
gayrimüslimlere daha ayrıcalıklı davrandıkları izlenimini yaratmamaktı. Bir diğer kaygı,
alınacak personelin
çoğunluğunun gayrimüslim olması halinde CHP'nin, ezici çoğunluğu
Müslüman olan halkın gözünde
zor bir duruma düşmesiydi.22
c) Dilek Güven'in, kaynaklarını zihnindeki tasavvura uyacak bir şekilde eğip
büküp yeniden şekillendirmesi,
bir tek yukarıdaki örneklerle kısıtlı değil. Bir önemli örnek daha mevcut. O da 1941 yılında 20 ilii 45 yaşları
arasındaki gayrimüslim erkeklerin ihtiyat askeri olarak silah altına alınmaları ve bu kişilerin askeri eğitim
yaptırılmak yerine
yol inşaat işlerinde çalıştırılmalarını yorumlayış şeklidir. Dilek Güven, bu kararı şöyle izah etmekte:
Gayrimüslimleri
çalışma kamplarında toplama kararında, siyasi elitin ulaşmak istediği iki hedef vardı: Birincisi, savaşa girilmesi durumunda gayrimüslimlerin
olası 'devlet karşıtı'
faaliyetlerini kontrol altına almak, ikincisi ise, zanaat ve ticaret alanındaki
işyerlerine Türk etnisitesini yerleştirmek suretiyle, Jön Türkler döneminden bu yana sürdürülen
'Müslüman burjuvazi'
oluşturma hedefini gerçekleştirmekti.23
Güven, bu olayı izah ederken kesin bir üslup kullanarak iki nedene işaret etmekte. Halbuki daha önce yayınlanan
bir araştırmada, ki Güven bundan faydalanmış ancak kullandığı
kaynağı yukarıda alıntılanan paragrafta tekrarlamayı ihmal etmiştir, bu olayın sebeplerine şu izahat getirilmişti:
Dönemi
yaşamış kişilere ve dış basına göre, ihtiyata ayrılmış azınlıkların tekrar silah altına
alınmalarının gerisinde birbirlerini tamamlayan üç etken mevcuttu:
a)
Gayrimüslim vatandaşları bir süre ticaretlerinden uzaklaştırıp
onları ticari
olarak zayıflatmak ve bu yöntem sayesinde Müslüman bir burjuvazinin doğmasını
kolaylaştırmak.
22 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında
Türkiye Yahudileri
Aliya Bir Toplu Göçün Öyküsü (1946-1949), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 58.
23 Dilek Uüven, a.g. e., s. 108.
b)
Gayrimüslim vatandaşlara güven
duyulmadığından Türkiye'nin savaşa girmesi halinde gerçekleştirebilecekleri muhtemel beşinci kol faaliyetlerini önlemek için
onları kamplarda
enterne etmek.
c)
Nazilerin, dönemin Hariciye Vekâleti'ne
yönelttiği talep doğml- tusunda azınlıktan kamplarda toplayıp enterne etmek.
Yukarıda
sıralanan etkenler arasında, CHP milletvekili Kazım Karabekir'in CHP grup
toplantısında yaptığı konuşma da dikkate alındığında, ikincisi en belirleyici
olmuş gibi görünüyor.24
Görülebileceği gibi Güven 'in kaynağı
olan bu metinde sebep olarak üç varsayımdan söz edilmekte, bunlardan birine
işaret edilmekte ve bu yapılırken de kesin bir lisan kullanılmamakta. Halbuki
Dilek Güven, aynı kaynaktan faydalandığı halde yukarıda sıralanan üç muhtemel
nedenden (a) ve (b)'yi birlikte kullanmayı ve bunu da başka ihtimallere yer
vermeyen kesin bir lisanla yapmayı tercih etmiştir.
d) Yazar, araştırma yöntemini izah
ettiği bölümde Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Rum
Ortodoks Patrikhanesi arşivlerini incelemek isteyip istemediğini, şayet istediyse
ne netice aldığını belirtmemekte. Her ne kadar bu arşivlere erişmek oldukça zor
olsa da araştırmacılara, hiçbir peşin yargıya esir olmadan ve yılmadan bütün
kapıları zorlamalarının şart olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Kitapta varılan sonucu son derece
yakından ilgilendiren ve bu sonucu şekillendiren bu ciddi hataları ve
eksiklikleri bir köşeye not ettikten sonra Dilek Güven'in olayları izah etmek
için kurguladığı tezin zaaflarını şöyle tahlil edebiliriz.
24 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir
Türkleştirme Serüveni (1973- 1945). İletişim Yayınbrı. İstanhul, 1 999,
s. 42
1 -422.
5-
Savunulan Tez: "6-7 Eylül 1955'Teki Olaylar,
Devletle İç İçe Geçmiş Sivil Kurumların, Jön Türklerce Başlatdan
'Küçük Asya'nın Etnik ve Demografik Homojenleştirilmesi Projesi'ni Tamamlamak Üzere
Aldıkları Tedbirlerden Biridir."[143]
Yazar, kitabın girişinde 6-7 Eylül l 955 Olayları 'nı 'ekonomik hayatın
millileştirilmesi ve etnik homojenleştirme bağlamında' inceleyeceğini belirtmekte.26 "Sonuç"
bölümünde ise olayları şöyle izah etmekte:
Osmanlı
İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından, Küçük Asya'nın etnik homojenleştirilmesi,
yeni Kemalist önderlik tarafından
başarılı bir
ulus-devlet kurma sürecinin olmazsa olmaz şartı olarak görülmüştür.
Gayrimüslim azınlıkların -Rum, Ermeni ve Yahudiler- ve örneğin Kürtler gibi Türk olmayan grupların zorunlu asimilasyonu, asıl olarak ulus-devletin bu homojenleştirme
çabalarının sonucu olarak değerlendirilmelidir. Aynı zamanda bu gruplara yönelik göç, iskan ve tehcir politikaları da, devletin Türk etnisitesinin baskınlığını
güvenceye almak için
faydalandığı araçlar olmuştur. Yeni Türk devleti her ne kadar uluslararası
anlaşmalarla Rumlara, Yahudilere ve Ermenilere azınlık statüsünü tanımış olsa da, Cumhuriyet hükümetleri
açıkça asimilasyon
politikaları izlemişlerdir. Teorik olarak yasalar önünde tüm
vatandaşlar aynı hak ve ödevlere sahip olsa da, gündelik hayatta, Türk etnisitesine mensup olmak,
devletin kimlik politikasının temelini oluşturmuştur.
Bu politika kendisini öncelikle milli eğitim
alanında göstermiştir. Azınlık okullarının sayısının belirgin şekilde
düşmesi, Türkçenin eğitim dili olarak kullanılması zorunluluğu ve bu okulların zaman zaman Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından keyfi denetimlere tabi tutulması, gayrimüslim cemaatlere ait eğitim
kurumlarının Türkleş- tirilmesindeki ana duraklardır.
Eğitim
alanındaki Türkleştirme, devletin "ulusal burjuvazi"yi yaratma sürecini
hızlandırmak için ekonomide aldığı tedbirlerle önemli ölçüde desteklenmiştir.
Azınlıkların
asimilasyonunun yanı sıra, göç
ve iskan politikası da, yeni devlet sınırlan
içerisinde etnik-kültürel birliğin sağlanması için
kullanılmış
olan bir başka araçtır.
Örneğin 1929-1934
yıllan arasında yerel makamlar, halen Küçük Asya'nın kırsal bölgelerinde yaşayan Ermenilere, kent merkezlerine göç etmeleri için baskı
yapmıştır. Ancak köylü Ermeniler yeni kentsel çevreye uyum sağlayamamış,
sonuçta ağırlıklı olarak Suriye'ye göç etmişlerdir. Bu çerçevede, l 930'larda doğrudan devlet mercilerinin katılımı ile gerçekleşen, Yahudilere yönelik pogrom benzeri saldırılan da sıralamak gerekir. Trakya bölgesindeki kentlerde yaşayan bazı Yahudiler, tehditler ve ekonomik
boykotlarla korkutulmuş, 1934 yazında ise işyerleri ve evleri kalabalık kitleler tarafından
saldırıya uğramıştır.
Bu çalışmanın
önemli bir savı,
araştırmanın konusunu ol^şturan 1955 Eylül'ünde İstanbul ve İzmir'in gayrimüslim sakinlerine karşı
başlatılan saldırıların da, Türk devletinin yukarıda çizilen politikasıyla sıkı bir ilişki
içerisinde ele alınması
gerektiğiydi. Araştırmanın sonuçları, bu varsayımları büyük oranda doğrular. ( ...)
Bilimsel literatürde
yaygın olarak
var olan, "6-7 Eylül Olaylarını sadece Kıbrıs sorunuyla bağlantılı
görme" eğilimi, yanıltıcı olarak değerlendirilmelidir. Kıbrıs'ta
yaşanan kriz,
daha çok, 20'li yıllardan beri sürdürülen azınlıkların göç ettirilmesi sürecine
katkıda bulunan
"olumlu" bir gelişmeydi. Tıpkı 1934 yılında Trakya Yahu- dileri örneğinde
olduğu gibi, gayrimüslimler
taşınabilir ve taşınamaz mülklerinin tahrip edilmesi sonucunda ülkeyi terk etmek durumunda bırakılmıştır. CHP hükümetlerinin
Anadolu kasabalarını
Hıristiyan ve
Yahudilerden "arındırma" ve azınlıkları ülkenin az sayıdaki
metropolünde -başta İstanbul'da- yoğunlaştırma arzusu, l 950'li yıllardan önce
gerçekleşmişti. Bundan sonra, azınlıkların durumuna dair 1946 yılında
hazırlanan bir
raporda belirtildiği üzere, İstanbul'un "Hıristiyanlardan ve Yahudilerden arındırılması
süreci" tamamlanmalıydı. Tahrip edilen işletmelerin sadece yarısından biraz fazlasının Rumlara ait olduğu göz
önünde bulundurulursa,
şiddet olaylarının Yunanistan 'ın Kıbrıs politikasına karşı yapılan bir misilleme olarak açıklanamayacağı
ortaya çıkacaktır. ( ...) 6-7 Eylül 1955 Olaylarının
doğru bir analizi
ancak, Kemalist elit tarafından başarılı bir ulus-devlet kurmak için
gerçekleştirilen etnik-dini homojenleştirme, 50'li yılların özel demokratik-ekonomik koşulları ve Kıbrıs sorunu çerçevesinde ele alındığında
mümkündür.27
Kısacası Dilek Güven, İttihat
ve Terakki ile başlayan, azınlıkları
ve ekonomiyi Türkleştirme
sürecinin doğrusal bir çizgi halinde 1946
n Dilek Güven, agc • S. 175-177
sonrasında da devam ettiğini, 6-7 Eylül Olayları
'nın da bu çizginin bir kilometre taşı olduğunu ve sanılanın aksine sadece Rumları değil,
Ermenileri ve
Yahudileri de hedeflediğini söylemekte.
Yazar, yeterince kaynak taramadan
böylesine şümullü bir genelleme yaparken ciddi şekilde yanıldığının farkında
değildir. Halbuki araştırmasını
daha kapsamlı
tutsaydı, olaylar sırasında Türk
Yahudilerinin de maddi zarara uğramaları nedeniyle İsrail'deki
Türk diplomatik misyonunun Türk hükümeti adına İsrail Devleti'ne üzüntülerini
ilettiğini, olaylarda Türk Yahudilerine özellikle zarar verme gayesi güdülmediğini
bildirdiğini fark edebilecekti.28 Güven'in birçok tarihsel olgu ve belgeyi yanlış
yorumladığını bir an için unutmaz isek şayet, bu yanlış yorumlardan yola çıkarak
vardığı sonucun doğruluğunun son derece tartışmalı
olacağını kolaylıkla idrak edebiliriz. Dahası, çok partili demokrasiye geçilen l 946 yılından itibaren Dev- let-azınlıklar
ilişkilerini, azınlıkların Türk ekonomisindeki yerlerini, Ermenistan, Yunanistan ve İsrail'le olan bağlarını
arşiv belgelerine
dayanarak inceleyen tek bir bilimsel makale ve kitap mevcut değilken,
nasıl olur da Tek Parti
dönemi için geçerli olan azınlıkları Türkleştirme siyasetinin l 946 sonrasında da aynen devam ettiği, bunda da Devlet'in başarılı
olduğu söylenebilir? Halbuki l 960'1ı ve l 970'li yılların basınını bir parça inceleyen herhangi bir araştırmacı veya üniversite
öğrencisi sadece sıradan haberleri izlemekle, ekonominin merkezi olan İstanbul' da azınlıkların
özellikle ithalat-ihracat
faaliyetlerine ve döviz kaçakçılığına hakim olduklarının pekala farkına varabilir. Nitekim bu gerçeklikten
ötürü l 960'1ı yıllarda
Kemalist sol görüşlü
aydınlar, en yüksek gelir vergisini ödeyenlerin
azınlıklar olmasından şikayet edecek,29 günümüzün ünlü işadamı Aydın Doğan iş
hayatına atıldığı l 960'lı yılları anlatırken "O yıllarda Bankalar Caddesi'nde Türk olarak bir tek iş adamının
olduğunu hatırlamıyorum. Tam o sıralarda bizler girdik işin içine, şartlar bize çok
28 "La Turkiya Eksprimo Sus
Regretos a lsrael'', La Vera Luz, 6 Ekim 1955.
29 Bu konuyu inceleyen bir makale için bkz. Rıfat N. Bali, "Milyonerlik Rekoru
Neden Musevilerde?'", Toplumsal Tarih, Sayı 129, Eylül 2004, s. 70-75.
yardım etti" diyecek,30 günümüz Milli Gazete yazarlarından Meh- med Şevket Eygi'nin 1960'lı
yıllarda yayınladığı İslamcı çizgideki Bugün gazetesi 1968 yılının Ocak ayından itibaren aylar boyunca Yahudi tüccar ve sanayiciler aleyhinde
kampanyalar düzenleyecek, İstanbul'daki Birleşik Amerika Başkonsolosluğu
1967 yılında hazırladığı
bir raporda da azınlıkların
İstanbul'un ekonomisinde çok ciddi bir yer işgal ettiğini belirtecektir.31
6- CHP IX. Büro'nun Raporu
Doğruluğu son derece tartışmalı bir sonuca kestirmeden varan Dilek Güven, istisnai bir örnek değil.
Aynı kanaat,
sol-liberal görüşlü entelektüel alemde geniş sayılabilecek bir çevre
tarafından da paylaşılmakta.
Bu geniş çevre bu kanaati paylaşırken, aynen Dilek Güven gibi, CHP IX. Büro
tarafından hazırlanan raporu kaynak olarak göstermekte.32 Bu raporun tek kayda değer tarafı, Tek Parti döneminin halet-i ruhiyesini son derece iyi
yansıtmasıdır. 1944 yılında hazırlanan ve CHP yönetimi tarafından dikkate alınıp alınmadığı
dahi bilinmeyen
anonim bir raporda geçen tavsiyelerin, 1946 sonrasında iç ve dış
konjonktürün tamamen değiştiği bir ortamda aynen uygulandığını ileri sürmek, buradan da yola çıkıp 6-7 Eylül 1955 Olayları'nı bu raporda yer alan,
Anadolu'da bugün Rum yok denecek kadar azdır. Hiçbir yerde de ilerde bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz,
İstanbul'un fethinin 500. yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale getinnektir.33
10 Emin Karaca, Pl^aların Efendisi Aydın Doğan Bir Medya İmparatorunun
^k^ü, Karakulu Yayınları, İstanbul, 2003, s. 36.
11 NAl{A, RG59 General Records of the Department of State, Central
Foreign Policy l ■ ı^ l %7-69 Political and Defense, POL2 TUR 1/1/67,
Box 2547, 12 Haziran 1967 Mı ılılı rapor.
ı ' A ılı f Sorununa < •<>=üm
Arayışları, der: Faik Bulut, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998,
I"" m
ı ı Aıiı ı Aoı‘inııuıu IJıziiıu Arayışları, der: Faik
Bulut, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998, I
satırlarıyla ifade edilen arzunun "iki yıl
gecikıne"yle34 gerçekleşmesi şeklinde yorumlamak yanlıştır. Yanlıştır zira raporda bahsi geçen
"İstanbul'un Fethi'nin 500. yıldönümü" olan 1953 yılında, DP'nin azınlık cemaatleriyle ilişkisi
mükemmeldi. Böyle olduğu için de azınlıklara ve özellikle Rumlara karşı
milliyetçi duyguların gelişmesine fırsat vermek, "Hiliil'in Haç'ı mağlup
etınesi"ni fazlaca vurgulayarak Türk-Yunan ilişkilerini zedelemek ve Hıristiyan dünyasını
incitmek istemeyen
DP, fethin 500. yıl kutlamalarının sönük geçmesine uğraşacak ve bunda da muvaffak olacaktı.35 Bu nedenle basın, törenin
sönük geçmesine tepki gösterecek ve üzüntülerini dile getirecekti.36 Hal böyle olmasına
rağmen araştırmacı Rıdvan Akar,37 Ülkede Özgür Gündem yazan Pınar Selek,38 Sabah gazetesi başyazarı Erdal Şafak,39 Anadolu 'da Vakit gazetesi yazarı Hasan Karakaya,40 emekli askeri
hakim Ümit Kardaş41 bu rapora atıfta bulunarak 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nın raporda yer alan "İstanbul'u
Rumsuzlaştır- ma" arzusunun yerine getirilmesi olduğunu ileri süreceklerdir.
Bu isimlere, bu
rapora atıf yapmadan, 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nın, aynen Varlık Vergisi gibi, Türkleştirme
sürecinin bir diğer örneği ve son merhalesi olduğunu savunan başka isimler de eklenebilir.42
34 Rıdvan Akar, "İki
Yıllık Gecikme:
6-7 Eylül 1955", Toplumsal Tarih, Sayı 117, Eylül 2003, s. 86-93, 86.
35 NARA, RG59 General
Records of the Department of State, Central Files, Decimal File 2950-1954, 3
Haziran 1953 tarih ve 882.424/6-353 sayılı belge.
36 "Büyük Fetih ...", Yeni Sabah, 29 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "Bugün",
Hürriyet, 29 Mayıs 1953; '"Bir Fiyasko",
Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; "Ankara'nın Alakasızlığı Yurtta Büyük Bir Teessür
Uyandırdı'', Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "Büyük
Bayramımız", Hürriyet, 31 Mayıs 1953; "Bravo Yunanlılar Beğendi", Yeni Sabah, 31 Mayıs 1953; "Bütün
İnsanların Bayramı", Yeni Sabah, 2 Haziran 1953.
37 Rıdvan Akar, 'İki Yıllık Gecikme: 6-7 Eylül 1955', Toplumsal Tarih, Sayı 117, Eylül 2003, s. 86-93.
38 Pınar Selek, "Bir Kara Eylül Daha... (2)", Ülkede Özgür
Gündem, 7 Eylül 2005.
39 Erdal Şafak, "6-7 Eylül ve Brandt Cesareti", Sabah,
5 Eylül 2005.
40 Hasan Karakaya, "Av
Taktikleri... Bir Ürkütenler Vardır, Bir de Tetikte Bekleyenler!", Anadolu 'da Vakit, 7 Eylül 2005.
41 Ümit Kardaş,
"Türklük Çıkmazındaki Cumhuriyet", Taraf, 24 Eylül 2008.
42 Örneğin Ayhan Aktar, "50'nci Yılında 6-7 Eylül
Gerçeği", Sabah, 9 Eylül 2005; İsmet Berkan, "6-7 Eylül'ün Anlamı", Radikal, 6 Eylül 2005; "Türkiye'nin
Türkleşti- rilmesi: Dün ve Bugün", Radikal, 7 Eylül 2005;
''Türkiye
'niıı Türklc^ıirilırn:si: Iıııo
7-Dikkate Alınmayan Olgu
6-7 Eylül 1955 Olayları 'nı izah eden ve yorumlayan kişilerin dikkate almadıkları en önemli olgu çok partili dönemde
Türkiye'nin sınır komşuları olan ilişkilerde doğabilecek ihtilaflar ve uluslararası konjonktördeki olumsuz gelişmelerin
Türk toplumunda ve müesses nizamda yarattığı tepkilerden azınlıkların
çok fazla etkilenmeleridir. Türkiyenin Yunanistan ile olan ihtilafları
Türkiye' deki Rum yurttaşlara, Ermeni Soykırımı meselesinde Türkiye aleyhine gelişmelerin Ermeni yurttaşlara,
İsrail-Filistin ihtilafının da Yahudi yurttaşlara olumsuz yansımaları olmaktadır. Bu yansımalar ya toplumda ve basında Rum, Ermeni, Yahudi aleyhtarı
yazılar ve davranışlar ile veya müesses
nizamın, zaten çok fazla hoşlanmadığı ve güvenmediği,
azınlıkları ihtilaflı konularda amacına ulaşmak için satranç masasında sarf edilebilir piyonlar misali kullanması ile kendini göstermekte. Başka bir tabirle müesses nizam azınlıklar
zamanı ve yeri geldikçe
uluslararası siyaset ve diplomasi arenasında azami fayda edebilmek için rehine olarak kullanılmaktadır.
6-7 Eylül 1955 Olayları ve Yunan uyrukluların 1964 yılında sınır
dışı edilmeleri bu gerçeğin birer örneğidir. Hal böyle olmasına rağmen 6-7 Eylül
Olayları değerlendirilirken dış konjonktürün kaale alınmadığına dikkati çeken tek kesimin, olayları dış
güçlerin komploları ile izah etmeye yatkın Aydınlık dergisi yazarları43
olmasını da bir ilginçlik olarak not etmekte yarar var. 6-7
Eylül Olayları konusunda yapılan bir diğer değerlendirme hatası ise şudur.
Azınlıkların gerek nüfus ve gerekse
ekonomideki önemlerinin son derece azalmasında, azın- 1 ıklar konusunu inceleyen araştırmacıların
belirttikleri olayların
ılw
Wcst"".
Radikal, 8 Eylül 2005; Raffi A. Hermonn, "Nereden Gelmiştik l 955'e", l '!frdı· rJ=ı.ıiir Giindem, 8 Eylül 2005.
•I 1 l • ıııccl 1 >kııytıı.
"'6-7 Eylül Olaylarında 'Dış Dinamik' Meselesi", Aydınlık,
Sayı 946, ·I hliil 21111^. s. 16; Emcet Olcaytu,
"6-7 Eylül Olaylarında 'Dış Dinamik' Mesele- 'ı frdııılık. Sayı 947. 11 Eylül 2005, s. 24;
Hikmet Çiçek, "6-7 Eylül'ü Hangi
1 ı, ılı ı
\ .q.ıı Jı ,/111/1/._ S") ı 'J-l7. 11 Eylül
2005, s. 22-23.
etkili olduğu
gerçektir.44 Ancak Tek Parti döneminde geçerli olan bir siyasetin, 6-7 Eylül
Olayları'nı örnek göstererek, 1946 sonrasında da aynen devam ettiğini ileri sürmek mümkün
değildir zira 1946
sonrasında azınlıkları Türkleştirmek isteyen bir siyasi irade mevcut değildi.
Dilek Güven'in Radikal gazetesinde yayınlanan ve kitabını
özetleyen yazı dizisi ile Rıdvan Akar'ın
belgesel filmine
ilk tepki gösterecek olan araştırmacı, Mehmet Arif Demirer olacaktı. 1995 yılında
yayınlanan 6 Eylül 1955 Yassıada 6-7 Eylül Davası
kitabının yazarı olan Demirer, 2006 yılının Ocak ayında
yayınladığı kitabında hem Akar'ın, hem de Dilek Güven'in birçok yanlışına dikkat çekecek, Basın
Konseyi'ne Dilek
Güven'in tefrikasının yayınlandığı Radikal gazetesi ile Rıdvan Akar'ın
belgesel
filminin yayınlandığı TV8 televizyon kanalını yanlış bilgi vermekle suçlayarak
şikayet edecek, cevap hakkının tanınmasını isteyecek ancak müracaatı akim kalacaktı.45
İP üyesi ve Teori
dergisi yazı kurulu üyesi Doç. Dr. Cüneyt Akalın ise 6-7 Eylül Olayları
'nın müsebbibinin "ABD ve NATO uzantısı Gladyo Kuvvetleri" olduğunu iddia edecek, Dilek Güven'i ve onun görüşünü benimseyenleri de "Güz
Sancısı gibi
filmlerle, sözde tarih araştırmaları ile, romanlarla 6-7 Eylül'ün sorumluluğunu
Kemalist
Devrim'in, devrimci Cumhuriyet'in, Atatürk milliyetçiliğinin üzerine
yıkmaya çalışan azınlık tarihçileri de gerçek Gladyo tarihçileridir"
sözleriyle eleştirecekti.46
44 Türkçe
konuşturma baskısı, 1934 Trakya Olayları, gayrimüslim erkeklerin nafıa taburlarında çalıştırılmaları ve nihayet Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlıklara
ayrımcı bir şekilde
uygulanması.
45 Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda Yeni Bir Bakış,
Demokratlar Kulübü
Yayınları, Ankara, 2006.
46 Dr. Cüneyt Akalın,
"6-7 Eylül Olayları
ve Çarpıtılan
Gerçekler", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 33-42.
9- Bu Kanaat Nasıl ve Neden Gelişti?
6-7 Eylül l 955 Olayları'nı
"Türkiye'yi Türkleştirme siyaseti"nin bir merhalesi olarak yorumlamak son yıllarda
gözlemlenen yeni bir gelişme. l 990'1arın ortasından itibaren her yılın Eylül ayında basında olaylara gönderme yapan anı ve/veya makalelerin yayınlanmasına
rağmen yakın bir geçmişe kadar olaylar "Türkleştirme siyasetinin bir merhalesi"
olarak değerlendirilmemişti. Bu değerlendirmeye, l 999 yılından itibaren rastlanmaya başlanacaktır.47
Olaylar, l 999
yılına kadar bu şekilde yorumlanmazken, neden bu tarihten itibaren "azınlıkları
Türkleştirme siyasetinin bir merhalesi" olarak değerlendirilmeye
başlandı? Bu suale
cevap verebilmek için l 990'lı yılların ikinci yarısından itibaren Türk toplumundaki gelişmeleri
değerlendirmek lazım.
47 Örneğin "Alaturka Yok Etme", V-Özgürlük,
Sayı 49, il Eylül 1999; Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü, İnsan Haklan Derneği
İstanbul Şubesi, İstanbul. 2000, s. 9; Özcan Kaldoyo, "Kara Bir Leke: 6-7
Eylül", Yeniden Özgür Gündem, 6 Eylül 2002; M. Asım
Karaömerlioğlu, "6-7 Eylül'ün Anlattıkları", www.bianet.
O'J. 07
IJO 1 6 Eylül 2002.
VII- "TÜRKLEŞTİRMENİN
AMACI
AZINLIKLARIN NÜFUSUNU
ASGARİYE İNDİRMEKTİ" KANAATİ
NASIL OLUŞTU?
Tarih boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümetler, siyasi partiler ve dönemler üstü bir "azınlıkları
azaltma"
iradesinin mevcut olduğunu savunan kanaatin, sadece sol ve liberal görüşlü
aydınlar camiası ile Kürt ve Ermeni aydınları ve aktivistleri arasında geçerli olduğunu, Kemalist, milliyetçi ve İslamcı
çevrelerde yaygınlık kazanmadığını bir kere daha tekrarlamakta fayda var. Bu yanlış kanaatin en fazla bu kesimlerde rastlanmasının
sebepleri ise şöyle
sıralanabilir:
1-
12 Eylül 1980 Darbesi
12 Eylül 1980 askeri darbesinin hışmına maruz kalan ve 1402 sayılı
Sıkıyönetim Kanunu'nun uygulamasıyla sıkıyönetim komutanlıkları tarafından
üniversitelerden ihraç edilen sol görüşlü aydınlar, maruz kaldıkları
haksız işkence, zulüm ve eziyetten ötürü, anlaşılabilir bir şekilde, Devlet'e ve Türk Silahlı Kuvvetlt:ri'ne karşı rövanş
duyguları beslemeye
başladılar. Bu hissiyattan ötürü de "azınlıklar meselesi" söz konusu olduğu zaman Devlet'in azınlık-
tara karşı
sürdürdüğü karmaşık siyaseti anlamaya ve tahlil etmeye çalışmak yerine "bizlere böyle davranan Devlet azınlıkları da yok etmek istemiştir"
şeklinde özetlenebilecek genellemeci bir zihniyetle yola çıkarak bir hükme
vardılar.
1980'li
yılların ikinci yarısından itibaren Kemalizm'e ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Tek
Parti dönemine karşı eleştirel bir bakış sergilemeye başlayan ve kamuoyunda
"İkinci Cumhuriyetçiler"1 sıfatıyla anılan sol ve liberal görüşlü
gazeteci, üniversite öğretim üyesi ve yazarlardan oluşan bir aydın grubu, 1915
tehciri sırasında yaşanan soykırımı ile azınlıkların Cumhuriyet yıllarında
maruz kaldıkları ayrımcılıkla ilgilenmeye ve "resmi tarih"e zıt
görüşte yayın yapmaya başladılar. Bunun bir örneği, İletişim Yayınları'nın
1983 yılında yayınlamaya başladığı Tarih ve Toplum dergisidir. Askeri idareden
sivil idareye geçilmeye karar verildiği bir tarihte sol görüşlü aydın
camiasının önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Murat Belge ve arkadaşları
tarafından kurulan İletişim Yayınları'nın,2 gene üniver-
"İkinci
Cumhuriyet" kavramı, ilk kez Prof. Dr. Mehmet Altan tarafından 31 Ocak
1991 tarihinde dile getirildi. Bkz.
2
İletişim Yayınları, kuruluş hikayesini şöyle anlatmakta: "İletişim
Yayınları'nın kuruluşu, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile oluşan rejimin son
demlerinde gerçekleşti. Seçimler yaklaşıyordu. Yönetim, eskileri kapatılıp
yenileri kurulmuş bulunan partilerden icazetli olanları vasıtasıyla,
"sivillere" devredilecekti. Yayınevi'ni kurmaya girişenler, bu
"sivilleşme" ve "demokratikleşme" şeklinin pek derde deva
olmadığını düşünenlerdendi. Askeri yönetimin, siyaseti topluma çok gören, bu
ülke halkını reşit saymayan tavrının ve bu tavrın meşruiyet kazanabilmesinin,
derin ve ciddi bir sorunu işaret ettiği fikrindeydiler. Kurumlaşmış, zihniyet
yapılarına kazınmış bir sorundu bu. Ki zaten İletişim Yayınları projesini
başlatanlar, 12 Eylül 1980 öncesinde de "Türkiye'nin düzeni"
ile sorunu olmuş, radikal bir toplumsal dönüşüm için, özgürlükçü bir sosyalizm
arayışı için bulundukları ortamlarda faaliyet göstermiş, kafa yormuş, yazı
yazmış, yayıncılık yapmış insanlardı. Kurumlaşmış, etkili, yaygın, popüler bir
yayıncılık faaliyeti yoluyla, 12 Eylül rejimi koşullarında vahimleşen bu temel
demokratikleşme sorununun üzerine varma kaygısıyla kuruldu İletişim. Toplumun
her alanındaki özgürleşme saiklerinin, özerk hareket ve düşünme yeteneklerinin
leş\ ik edilmesi hedefleniyordu; \·e bunun "öğretici" olmayan,
konuşmaktan yük ko-
siteden tasfiye edilen Prof. Dr.
Mete Tunçay'ın yönetmenliğinde 1984 yılının
başında yayınlamaya başladığı Tarih ve Toplum dergisi, eleştirel tarih anlayışı ile o ana kadar incelenmeye değer bulunmamış
azınlıklar konusunda
da yayın yapmaya başladı.3 Sol ve liberal görüşlü bu camianın mensupları 1990'1ı yıllarda medyada ağırlık
kazandılar. Bu kişiler, toplumun ana gövdesini teşkil eden Kemalist, milliyetçi ve muhafazakar değerlere
bağlı kesim tarafından kabul ve tasvip görmemelerine
rağmen, medyada önemli mevkilerde bulunmaları ve dolayısıyla kamuoyunda ağırlığa sahip olmaları nedeniyle geniş bir okur kitlesine ulaştılar ve böylece görüşleri
yaygınlık kazandı.4
3- Azmhklar İle İlgili Yaymlar
l 996 yılına kadar Tek Parti döneminde Devlet'in azınlıklara yönelik siyasetinin ne olduğuna dair, Rıdvan Akar'ın
l 992 yılında
yayınladığı Varlık Vergisi kitabı dışında, kayda değer herhangi bir yayın mevcut değildi. l 996 yılından itibaren Tek Parti döneminde azınlıklara uygulanan Türkleştirme
politikalarını inceleyen çok sayıda araştırmalar yayınlanmaya başlandı. 5 Bu konudaki yayınlar
çoğalmaya başlayınca Devlet'e eleştirel yaklaşan sol ve muhalif
nuşturan
birtutumla yapılması hedefleniyordu." (Kaynak: İletişim
Yayınları, "Neden
"İletişim" Var?", http://www.iletisim.com.tr/neden-iletisim-var
3 Örneğin bu derginin 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın inceleyen Eylül 1986 tarihli sayısı.
4- Bu kesim, görüşlerini sol ve liberal çizgideki Radikal, BirGiin, Taraf
gazeteleri ile muhafazakar ve İslamcı çizgideki Zaman, Star ve Yeni Şafak gazetelerinde dile getirmekte.
5- Örneğin Ayhan Aktar'ın sonradan kitaplaştırdığı makaleleri: Ayhan Aktar, "Cumhuriyetin İlk Yıllarında Uygulanan Türkleştirme
Politikaları", Tarih ve Toplum, Sayı 156, Aralık 1 996, s. 4-17; Ayhan Aktar,
'Trakya Yahudi Olaylarını 'Doğru' Yorumlamak", Tarih ve Toplum, Sayı 155, Kasım 1996, s. 45-56; Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi ve İstanbul",
Toplum Bilim, Sayı 71, Kış 1996, s. 97-149; Ayhan Aktar, "Varlık
Vergisi Sırasında Gayrimenkul Satışları
İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi (26 Haziran 1942
- 30 Haziran 1943)", Toplumsa/ Tarih, Sayı 69, Eylül 1999, s. 10-21; Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da 'Bir Resmi
Metinden' Planlı Türkleştirme Dönemi", Birikim, Sayı 11
O, Haziran 1998, s. 68-75, 69; Rıfat N. Bali, Bir
Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.
görüşlü
entelektüel camia, azınlık cemaatlerine mensup aydınlar ve insan hakları savunucusu aktivistler bu yayınları
büyük bir heyecanla benimsediler. Benimsedikten
sonra da, her ne kadar bu yayınların ezici çoğunluğu sadece Tek Parti dönemini
kapsıyorsa da ve l
946 sonrasındaki Devlet-azınlıklar ilişkilerini inceleyen çok fazla yayın mevcut değilse de tarihi bilimsel bir gözle okumak yerine ideolojik bir bakışla okuyup Tek Parti döneminde Devlet'in uyguladığı
azınlıkları Türkleştirme siyasetinin günümüze kadar devam ettirildiğini tekrarlamaya başladılar.
3 Kasım 1996
tarihinde meydana gelen Susurluk Kazası ile ortaya çıkan yasadışı ilişkiler
yumağı, 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararları ile Refah-Yol Koalisyon Hükümeti
'nin istifasına yol açan "28 Şubat süreci", faili meçhul
siyasi cinayetler, son yıllarda ortaya çıkan "çeteler" gerçeği,
bunun neticesinde "Devlet" kavramı imajının sol entelektüel camiada
son derece yıpranması ve sonuçta son derece olumsuz bir anlam içeren
"Derin Devlet" kavramının kamuoyunda yerleşmesi ve yaygınlık
kazanması,6 Agos gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in 19 Ocak 2007 tarihinde
öldürülmesi ve cinayetin ardındaki ilişkiler ağının henüz tam anlamıyla
aydınlığa kavuşturulmaması, üst rütbeli Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının
da içinde yer aldıkları, Türkiye'nin popüler siyasi kültürüne
"Ergenekon" adıyla mal olan ve AKP hükümetine karşı tasarlandığı
ileri sürülen askeri darbe teşebbüsleri, bazı Türk Silahlı Kuvvetleri
mensuplarının AKP hükümetini güç durumda bırakma amacıyla "Kafes Eylem
Planı" adı altında kamuoyunda tanınmış gayrimüslim şahsiyetlere karşı
saldırılar düzenlemeyi tasarladıkları iddiaları
(ı "I >erin Devlet" kavramı ile kastedilen;
bürokrat, Emniyet, MİT ve Türk Silahlı Kuv- vellcri mensubu bir grubun
"Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez büWnlüğü’’nü ko- rmııa amacıyla gizli
bir şekilde örgütlenmesi ve gerekli gördüğü takdirde "cemiyet'i koıııma vi"
kollama" amacıyla yasa dışı eylemlerde bulunmayı kazanılmış bir hak
ada
gibi bir dizi siyasi ve toplumsal
gelişmeler sonucunda sol ve liberal görüşe mensup aydınlar
camiasında müesses nizama ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı menfi ve eleştirel bir tavır
yerleşti, kemikleşti ve yaygınlaştı.
Bu kesim, yakın tarihte cereyan eden azınlık
karşıtı olayların tamamını, İttihatçı geleneğin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğinin birer kanıtı olarak algıladı. Bunun sonucunda aynı camiada "İttihatçı
gelenek halen
devam ediyor" şeklinde bir kanaat oluştu. Müesses nizama muhalif olan İslamcı, solcu ve liberal görüşlü camia, "Ergenekon ile ifşa edilen Derin Devlet pekala 1915 soykırımını da tasarlamıştır"
gibi bir kanaate
kapıldı. Bu kanaati dile getiren tipik bir örnek, Today's Zaman gazetesi yazarı İhsan
Yılmaz'ın bir yazısıdır.
Yılmaz, bir grup
sol ve liberal görüşlü gazeteci ve öğretim üyesinin imzaya açtığı "1915 tehciri sırasında cereyan eden Büyük Feliiket için özür dileme" kampanyası vesilesiyle yayınladığı
yazısında şöyle yazmakta:
Devlet, her zaman Devlet tarafından
emredilmiş bir
Ermeni katliamı olduğunu inkar etti. Ben tarihçi değilim ve 1915 hadiselerini ayrıntılı bir şekilde incelemedim. Ancak sıradan bir Türk olarak ne zaman bu mesele hakkında
düşünürsem, Türk devletinin diğer vatandaşlarına karşı nasıl davrandığı hemen aklıma gelir ve aklımda her iki olay hakkında paralellikler çizmeye
başlarım. Bunun bilimsel bir teknik veya tarihçilerin
kullandıkları bir alet olmadığını pekala biliyorum. Ancak her Türk'ün
tarihçi olması gerekmiyor ve buna rağmen bazı konularda hislere, fikirlere ve
kanaatlere sahiptir. Ne zaman Ermeni meselesi ve 1915 hadiseleri hakkında
düşünmeye başlarsam Devlet'in Güneydoğu Anadolu'da Kürtlere karşı davranışı aklıma gelir. Anadillerini yasaklamak
iyi bir örnektir. Bundan daha büyük bir işkence olabilir mi? Sonra 1980 askeri darbesinden sonra Türk hapishanelerinde sürekli
işkence gören binlerce genç insan solcu, sağcı, Kürt, hatırlanır. Sonra bazı askerlerimizin Kürt kökenli
vatandaşlarımıza inek dışkısı yedirmelerinden ötürü Türkiye'nin bu Kürt
vatandaşlarımıza binlerce dolar tazmınat ödediğini hatırlarım. Sonra bazı idarecilerimiz ve bürokratlarımız
bir zamanlar vatandaşlarımıza
bütün bunları yapmışlarsa, aynı zihniyetteki Osmanlı siyasetçi, idareci ve bürokratlarının
Ermeni
hadi-
selerine, büyük güçler ve Rusya'nın
teşvikiyle, Ermenileri gerekli sıhhi ve güvenlik tedbirlerini almadan Suriye'ye
tehcir ederek tepki gösterebileceklerini düşünüyorum.
Dahası bazı "Osmanlı Ergene- koncuları" bu sivilleri kolaylıkla hedef seçebilirlerdi.
Vicdanım ve çağdaş Türkiye
hakkındaki okumalarım sonunda, Ergenekon vakası dahil, vatanın tehlikede olduğunu
düşünen Ergenekonvari
aşırı vatanseverlerin kolaylıkla Ermeni sivilleri
katledebildiklerine ikna oldum. Bunun için de gerçekten bir vekil tarafından
imzalı herhangi
bir vesikaya veya kararnameye ihtiyaçları yoktu.7
Bu kanaatin sonucunda da "İttihatçı
geleneği günümüzde de sürdüren Derin Devlet'in azınlıkları Türkleştirme", başka
bir deyimle
"yok etme" konusunda belirgin ve ısrarcı bir iradeyi sergilediğine
inanıldı. 6-7 Eylül Olayları
'nın yarı resmi
odaklar tarafından gerçekleşmesi de bu düşünceye
sağlam bir temel
yarattı. Bunun bir örneğine, 1974 yılında patlayan Kıbrıs buhranı nedeniyle, ailesinin Atina'ya göç etmeye karar vermesiyle
Yunanistan'a göç eden Prof. Dr. Nikolaos Uzunoğlu'nun İstanbullu bir gazeteciye söylediklerinde rastlamak mümkün. "Cumhuriyet'in gayrimüslim vatandaşlarına
reva gördüğü 20 Kur'ayı,
Varlık Vergisi'ni,
6-7 Eylül Olayları'nı kimi zaman bütün dehşetiyle, kimi zaman kıyısından atlatarak yaşayan"
Uzunoğlu Ailesi'nin
hayat hikayesini anlatan Nikolaos Uzunoğlu, gazetecinin "Öfke duymuyor musunuz?" sualine "Artık duymuyorum, olayların
arkasındaki mekanizmayı çözdüm çünkü" cevabını verecekti.8 Bu cevabında
Uzunoğlu'nun "mekanizma"dan kastı, elbette ki "Derin
Devlet" idi.
Benzer bir şekilde Star gazetesi yazarı Aziz Üstel de 6-7 Eylül Olayları
'nı "derin
devlet" ile izah edecekti:
llııgiln herkes artık 6-7 Eylül'ün "milletin ayaklanması, komşuları- ııı kesmesi, yağmaya
so^nması" olmadığını, hükümetin bunu kapalı kapılar ardında Kıbrıs
davasına "milletin duyarlılığını" kanıtla- ııııık ıııııarıyla tezgahlamadığını,
Gladyo, Özel Harp, Ergenekon, ne
Ili"’""
\‘ılıııııı. "The Armcnian Apology Campaign and the Ottoman
Ergenekon", İmini \ /unum, .'8 Anılık 2008.
Çeviri tarafımdan yapılmıştır.
Mılıkmlıı llıı Kııııı Nıko llı.uııoğlu". Agus, 18 Ağustus 2009.
derseniz deyin o iğrenç
yapılanmanın korkunç eserlerinden biri olduğunu biliyor. Amaç
Türkiye'yi karıştırmak, demokrasiye, beş yıl sonra gelecek darbenin yolunu döşemeye
başlamaktı. Gladyo'nun mucidi Gehlen ve sonradan yöneticisi CIA'nin "mother" şifre adıyla
tanımladığı James Jesus Angelton 'un daha önce İtalya ve Fransa'da sahnelediği oyunun devamıydı.9
Bu kanaati tekrarlayanların
yaptıkları mühim hata, çok partili demokrasi döneminde azınlıkların, "uluslararası siyasi gelişmelerin
Türk siyasi ve toplumsal
hayatına etkileri ve yansımaları" gibi yeni ve çok önemli bir faktörün etki alanına girdiklerini, böylece Devlet'in reel politika uygulamaları sonucunda kolaylıkla sarf edilebilir günah keçilerine, rehinelere veya Türkiye'nin
tanıtım ve lobi
faaliyetlerinde bereketli bir şekilde kullandığı aktörlere dönüştüklerini fark etmemeleridir.
5- Türk Ermeni Toplumundaki Değişim -
Hrant
Dink'in Etkisi
Roman ve
hikaye yazarlığının yanı sıra sol çizgideki Evrensel gazetesinde haftalık köşe
yazıları yazan Diyarbakırlı Mıgırdiç Margosyan'ın önderliğinde Türk toplumuna
Ermeni edebiyatını ve tarihini tanıtma amacıyla 1993 yılında Aras Yayınları
'nın kurulması, Agos gazetesinin 1996 yılında yayın hayatına başlaması ve
Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in ana mecrada yer alan medya mensuplarıyla
tesis ettiği mükemmel dostluk ilişkileri sayesinde 1990'lı yılların ikinci
yarısından itibaren genelde "azınlıklar meselesi"ni, özelde
"Ermeni soykırımı meselesi"ni dile getiren ve Devlet'i eleştiren
"dürüst Türkler"10 de ortaya çıkmaya başladı.
9 Aziz Üstel,
"6-7 Eylül Olaylan Nedir, Ne değildir?" Star, 7 Eylül 2013.
1 O "Dürüst Türkler" deyimi, Holokost sırasında
hayatlannı tehlikeye atarak Yahudilerin hayatını kurtaran Yahudi olmayan
şahıslara verilen "Righteous Gentile" teriminden esinlenerek üretilen
bir deyimdir. Bu deyim, 1915 Ermeni tehcirinde Ermenilerin hayatlannı
kurtaran Müslüman Türkler için kullanılmaktadır. Günümüzde kimi gazeteciler bu
deyimi, 1915 Ermeni tehciri sırasında cereyan eden kitlesel imhanın soykırım
olduğunu savunan Türkler için de kullanmakta.
Bundan cesaret ve enerji alan
Ermeni11 ve Rum12 gazeteciler, yazarlar ve aktivistler o ana kadar sürdürdükleri sessizliklerini bozacak, çoğu zaman rövanş
duyguları içeren yazı ve beyanatlarında geçmişte cereyan eden olayları
sürekli hatırlatarak Devlet'i eleştirecek ve bu olayları "Devlet'in azınlıkları yok etme arzusu"nun tezahürleri olarak tefsir edeceklerdir.
Agos gazetesi Yayın
Yönetmeni Hrant
Dink'in çok başarılı bir halkla ilişkiler ve iletişim stratejisi sayesinde önce medyanın ve entelektüel alemin önde gelen figürleriyle
kısa zamanda geniş bir ilişkiler ağı
kurması, ardından bir "kamu aydını" figürüne dönüşmesi ve 15 Ocak 2007 tarihinde
failleri henüz tam aydınlanmamış bir cinayete kurban gitmesi de bu kanaatin oluşmasında etkileyici bir faktördür. Sol ve liberal görüşlü
entelektüel alemin tamamının azınlıklar konusunda çok yüzeysel bilgilere sahip olduğu ve de aynı zamanda müesses nizama karşı muhalif olduğu bir ortamda Hrant Dink gibi
karizmatik bir figürün, bir halkla ilişkiler ve iletişim
sihirbazının her beyanatı, kısmen veya tamamen yanlış olsa bile, doğru olarak kabul edilecekti. Bunun
sebebi de "içeriden biri"nin konuşmuş olmasıydı. Benzer bir nedenle Apoyevmatini gazetesi Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis'in de çoğu zaman yanlış yorumlar içeren bütün
beyanatları doğru kabul edilecekti.
Buradaki problem Hrant Dink,
Mihail Vasiliadis veya siması ve ismi kamuya mal olmuş herhangi bir başka azınlık
figürünün her dediğinin tartışmasız doğru olarak kabul edilmesidir. Bu figürlerin
aynı zamanda kendi gündemlerine sahip birer aktivist olmaları ise hiç kimse tarafından
tartışılmadı. Bunu tartışan ve bunu da faşist ve ırkçı bir
11 Ülkede Özgür
Gündem gazetesi yazarı Raffi Hermonn, Agos gazetesi yazarı Aris Nalcı, önce Agos sonra Taraf ve nihayet Yeni Şafak gazeteleri yazarı Markar Esayan, bir dönem Radikal İki ve Agos gazetelerinde yazıları
yayınlanan Yervant Özuzun, öykü
yazarı Jaklin Çelik, Agos ve Radikal İki gazeteleri yazarı Karin Karakaşlı.
12 Artık
yayınlanmayan Beyoğlu dergisi ve Kürt okurlara seslenen Ülkede Özgür
Gündem gazetesi yazarı, Apoyevmatini gazetesi genel yayın
yönetmeni Mihail
Vasi- ladis.
üslupla yapan tek kesim aşın sağcı ve milliyetçi kesimler oldu. Kimse tartışmadığı
için aktivistlerin, reklamcıların ve propaganda ustalarının
kullandıkları iletişim yöntemlerinden biri olan, aynı mesajı ilanihaye tekrarlama yöntemi sayesinde de simaları kamuya mal olmuş gaze- teci/aktivist kimlikli azınlık cemaati önderlerinin
"azınlıkları Türkleştirme siyaseti azınlıkları tüketme/azaltma/yok etme siyaseti idi" türünden
beyanları inandırıcılık ve yaygınlık kazandı. Hrant Dink cinayeti yaygınlık kazanmış bu kanaati daha da pekiştirdi ve kaynaştırdı. Bu durumun bir örneği Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan'ın Hrant Dink cinayetinin yedinci yıldönümü vesilesiyle yayınladığı makalesidir. Alkan, Devlet'in azınlıkları "tehlike" olarak gördüğünü konu eden makalesinde Dink
cinayeti hakkında şu yorumda bulunacaktı:
Sonuç
ortada, Hrant
Dink 7 sene önce katledildi. Davası bile vicdanları rahatlatacak şekilde
sonuçlanmadı. Ne katledilmesi, ne davasının vicdanları rahatlatıcı bir sonuca ulaşamaması
rastlantı olmasa gerek.13
Alkan'ın Dink cinayeti davasında ortaya çıkan neticenin vicdanları
rahatlatmadığı konusundaki gözleminde tabii ki haklı. Ancak buradan yola çıkıp Alkan'ın
"bir rastlantı olmasa gerek" hükmüne
varması ise yanlış. Yanlış
zira bu kanaat
Devlet'in geçmişte azınlıklar konusunda, tarihte mevcut olan örneklerde
olduğu gibi,
hasmane bir tavır takınmış olması nedeniyle aynı Devlet'in Dink cinayetinin
gerisinde de yer aldığı sonucuna varmaktadır. Bu da bir nevi komplo
teorisidir.
İzahı zor ve
karmaşık her tür olayı "Derin devlet' in icraatı" olarak izah etmeye
hazır bir basın camiası ve son yıllarda adeta bir "meslek birliği"
halini almış olan komplo teorisyenleri sayesinde yakın tarihin henüz
aydınlanmamış siyasi ve toplumsal gelişmelerini
13
Mehmet Ö. Alkan, "Devletin kendi ifadesiyle "kökü içeride"
tehlike olarak azınlıklar: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtler. ..",
Birikim, Ocak 2014,
Sayı 297,
s. 97-104.
komplo
teorileri ile izah etmek bir itiyat haline gelmiş ve neticede topluma bir
“komplo kültürü” yerleşmiştir. İşte bu nedenle sol ve liberal görüşlü
çevrelerde bile azınlıkların geçmişte maruz kaldıkları ayrımcılık ve şiddet
olayları, bir komplo teorisini andırırcasına, Devlet’in zaman içinde süreklilik
arz eden “azınlıkları azaltmak” projesinin birer parçası olarak
değerlendirilmiştir.
7-Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Karşı
Mevcut Peşin Hükümler
Agos gazetesi
muhabiri Hrant Kasparyan’ın, 2009 yılında insan hakları aktivisti Sait
Çetinoğlu ile yaptığı mülakat hem Sait Çetinoğlu’nun, hem de mülakatı
“Genelkurmay’ın psikolojik propaganda belgesi’nde gayrimüslimler” başlığıyla
yayınlayan Agos gazetesi ve aynı gazetenin muhabiri Hrant Kasparyan’ın
nasıl başka bir resmî tarih inşa ettiklerini anlamak açısından önemlidir.
Mülakatın konusu, Kara Harp Okulu Komutanlığı’nda, Anıtkabir Atatürk ve
Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanlığı ve İstanbul’daki Askerî Müze ve Kültür
Sitesi Komutanlığı’nda görev yapmış ve 3 Ekim 2005 tarihinde kendi isteğiyle
Dr. Öğr. Albay rütbesiyle emekli olan14 ve halihazırda Hacettepe
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde ders veren Yrd.
Doç. Dr. Ali Güler’in 1996 yılında T.C. Genelkurmay ATAŞE Başkanlığı tarafından
yayınlanan XX Yüzyıl Başlarının Askerî ve Stratejik Dengeleri İçinde
Türkiye 'deki Gayri Müslimler (Sosyo-Ekonomik Durum Analizi) başlıklı
kitabıdır. Bu kitap, yazarın 1993 yılında Ankara Üniversitesi Türk İnkılap
Tarihi Enstitüsü’nde Prof. Dr. Bahaed- din Yıldız danışmanlığında hazırladığı
“Türkiye’de Gayrimüslimlerin Yirminci Yüzyıl Başlarında Sosyo-Ekonomik
Durumları (1900-1918)” başlıklı doktora tezidir.15 Hal böyle olmasına
rağmen
I
I Kısıı luı biyografi için bkz. “Ali Güler”, http://tr.wikipedia/org/wiki/Ali_güler
I
İnip icz vok gov.tr/lllusalTezMerkezi/ Tez no. 26281 Bu kitabın birçok
baskısı ıııı'M ııı nlııp en son baskısı şudur. Osmanlı'dan Cumhuriyet e
Azınlıklar, Berikan \uk.il.i. .'İlli')
hem Agos gazetesi muhabiri, hem
de Sait Çetinoğlu bu kitaba sürekli "Genelkurmay'ın hazırladığı rapor" şeklinde
atıfta bulunacaklardır. Kitabın doktora tezi olmasından bihaber görünen Sait Çetinoğlu, bununla da yetinmeyip kitap hakkında "Rapor bir inceleme
olmaktan ziyade, psikolojik bir propaganda belgesidir. ( ...) Raporun Agos 'un
yayın hayatına başladığı 1996'da yayınlanması da anlamlıdır" gibi gülünç
yorumlarda bulunacaktır. Daha sonra Çetinoğlu, sol ve liberal kesimlere yerleşmiş
olan malum kanaati bir kere daha tekrarlayacaktır:
Türkleştirme
politikalannın Kemalist dönemde de devam ettiğini bugün çok iyi biliyoruz.
Burada şöyle bir silsile izlemek mümkün, 1 894-96 Abdülhamit katliamlan,
İttihat ve Terakki 'nin 1909 Adana Katliamı ve 1915 Soykırımı, Kemalistler
dönemindeki Nüfus mübadelesi, 1934 Trakya Pogromu, 1941 Amele Taburları,
1942-44 Varlık Vergisi ve Aşkale-Sivrihisar sürgünleri: çok partili dönemdeki
6-7 Eylül 1955 Pogromu, 1964 kovulmaları, 1974 Kıbrıs işgali ve nihayet 19 Ocak
2007. [144]
Eserin bir
doktora tezi olduğunun ve 1993 yılında hazırlandığının farkında bile olmayan
ve bundan dolayı kitap hakkında "Genelkurmay'ın raporu bilimsel bir
inceleme olarak sunduğu" yorumunda bulunan Sait Çetinoğlu ve Agos gazetesi
muhabiri Kasparyan'ın, kitabı "2009 yılına kadar gizlenebilmiş olan bir
gizli rapor" havasıyla takdim etmeleri, Çetinoğlu'nun kitabı
"psikolojik propaganda belgesi" olarak tanımlaması ve 1996 yılında
yayınlanmasını da, Agos gazetesinin aynı yıl yayın hayatına başlaması
nedeniyle, "anlamlı" bulması ise iideta bir komplo teorisini andırmaktadır.
Çetinoğlu bununla da yetinmeyip,
Bu
rapor Birinci Dünya Savaşı'nın önemli bir veçhesine ışık tutuyor, ancak asıl
olarak devletin kendi vatandaşlarına karşı savaşını ve bu savaşın hiilii
sürdüğünü bir başka açıdan ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
sözleriyle adeta "derin devletin azınlıklara
yönelik icraatının bir belgesini" bulduğunu ima etmektedir. Bu yanlış yorumlamada Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı beslenen menfi duyguların da rol oynadığı kesindir.
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili bir diğer peşin
hüküm örneği, Genelkurmay Başkanı (27 Ağustos 2010 - 29 Temmuz 201 1) Işık
Koşaner'in 19 Mayıs
Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı
kapsamında düzenlenen "Mütareke Dönemi ve İstanbul'dan Samsun'a Uzanan Yolda Mustafa
Kemal" panelinde yaptığı konuşmadır. Bu konuşmada
Koşaner, "Mütareke döneminde Ermeni tehciri sırasında kötü muamele yaptıkları
iddiasıyla birçok vatanseverin cezalandırıldığını, halkın silahlarının toplanarak müdafaasız
bırakıldığını, azınlıkları memnun etmek amacıyla devlet dairelerinde onlardan memurlar atandığını ve yıllardır uygulanan usuller terk edilerek şirketlerde
Türk dili kullanılma
zorunluluğunun kaldırıldığını" belirtecekti.17
Koşaner'in
konuşmasında Mütareke dönemine atıfta bulunduğu gayet açıktır. Hal böyle olmasına
rağmen Marmara Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan ve İstanbul Bilgi Üniversitesi
öğretim görevlisi Dr. Ohannes Kılıçdağı'nın birlikte hazırladıkları Türkiye Ermenilerini Duymak Sorunlar.
Talepler ve Çözüm Önerileri kitabında bu iki yazar, Türkiye'de "Ermenilerin orta ve üst düzey devlet görevlisi
olmayacakları düşüncesinin geçerli olduğu" tespitini yaparken atıfta
bulundukları örneklerden biri Koşaner'in konuşması olacaktır. Yazarlar, bu konuşmayı
örnek gösterip şu yanlış yorumda bulunacaklardır:
Bu yaklaşımın en son örneklerinden biri de, Genelkurmay Başkanı
l^ık Koşaner'in 19 Mayıs 2011 tarihinde yaptığı konuşmadır; Kıı^aner,
"azınlıkları memnun etmek amacıyla devlet dairelerine 1111lıınlan memur
atanması"ndan şikayet etmiş, bunu tehlikeli bir 1•ı·l1^1111· ıılıınık
nitelendirmiştir. Bu tür atamaların gözle görülür sa
I \Iin11.1iı I ı.ııılı
)<ıı.ılıııaya çalışılıyor", Milliyet, 20 Mayıs
2011.
yıda
olmaması bir yana,
Koşaner'in bu sözleri, askeri bürokrasinin gayrimüslimlerin memur olmaları konusundaki zihniyet ve yaklaşımlarını
net bir biçimde ortaya koymaktadır.18
Kılıçdağı bir yıl sonra yayınladığı bir makalesinde de aynı yanlış
değerlendirmesini tekrarlayacaktır:
Resmi boyut söz konusu olduğu zaman dikkat çeken ve şikayet edilen bir başka uygulama da Ermenilerin (ve diğer
Hıristiyan ve
Musevilerin) devlet memuru yapılmamasıdır. Aslında yasal mevzuatta buna engel hiçbir hüküm yoktur, ama devletin 'yazılı olmayan kuralları'
gereği Ermeniler
bürokraside, hele de üst kademelerinde görevlendirilmez. Böyle bir niyeti olanlar bir şekilde
'caydırılır' Türkiye vatandaşı bir Ermeni'ninAvrupa Birliği Genel Sekreterliği'nde
uzman olarak
istihdam edilmesi ihtimali üzerine, zamanın Genelkurmay Başkanı Işık
Koşaner'in 19 Mayıs 2011'de yaptığı bir konuşmada
"azınlıkları memnun etmek amacıyla devlet dairelerine onlardan memur atanması"ndan
şikayet etmesi
devlet aklının bu konuda nasıl işlediğinin çok iyi bir örneği olmuştur. Ermeniler devlet memuru
olabilmeyi sembolik değerinden dolayı, eşit vatandaşlığın
bir göstergesi
olduğu için önemser; yoksa asker, polis, kaymakam vs. olmayı çok sevdiklerinden değil!19
TSK'ya karşı beslenen ve haklı ve/veya haksız gerekçelerden
kaynaklanan peşin hükümler
liberal ve sol görüşlü
aydınların sadece "Azınlıkların
Türkleştirilmeleri" konusunu yanlış yorumlamalarına yol açmadı. Aynı zamanda aynı
aydınların "askeri
vesayete son verecek" beklentisiyle AKP'ye kayıtsız
şartsız destek
vermelerine de yol açtı. Günümüzde devam eden ve AKP'nin iktidarını
güçlendirmek için sol ile liberal cenaha mensup aydınları
kullanmış olması ve Balyoz Davası 'nın aslında sahte ve tahrif edilmiş belgelere dayandığı
tartışmalarının gerisinde yatan esas sebep sol ve liberal görüşlü
aydınların TSK'ya karşı besledikleri hasmane duygular
18 Günay Göksu
Özdoğan Ohannes Kılıçdağı,
Türkiye Ermenilerini
Duymak:
Sorunlar. Talepler ve Çözüm
Önerileri, TESEV, İstanbul, 2011, s. 32.
19 Ohannes Kılıçdağı, "Madem ki Ermenisin ...
", Altüst, Sayı 6, Nisan-Mayıs 2012, s. 34-36.
nedeniyle, "azınlıkları
Türkleştirme meselesi" dahil olmak üzere, birçok konuda önemli hatalar yapmış
olmalardır.20
8-
"Resmi Tarihe Karşı Çıkma"
Refleksi
Akşam gazetesi yazarı Kürşat
Başar'ın,
Ülkemizde,
resmi tarih tarafından aldatıldığına inanan kalabalık bir insan topluluğu
yaşıyor. Bunların içinden okur yazar olanlar da bir yerlerden sık sık resmi
tarihi yalanlayacak 'gayri resmi tarih' vesikaları bulup günışığına çıkartmayı
vazife sayıyor.2ı
satırlarıyla
özetlediği üzere okul ve üniversite eğitimi sırasında birçok şeyin es
geçildiğine haklı olarak inanan ve haklı olarak aldatılmış olma duygusuna
sahip olan önemli bir aydın kitlesi mevcuttur. Bu aydın kitlesi, bu hayal
kırıklığıyla örtbas edilmiş veya es geçilmiş her tür tarihi olayı da
"resmi tarihe karşı çıkma" refleksiyle yanlış yorumlamaya başladı.
Böyle bir ortamda bu tarih anlatımını tekzip eden her tür yayın ve beyanat,
gene Kürşat Başar'ın aynı yazısında,
Resmi
tarihin yalanlarını ortaya çıkartmak için özel uğraşlar içinde bulunanları
daha doğrusu bu çabanın Türkiye'de 'entelektüel' kimliği edinmekte
önemsenmesini de doğrusu çok iyi anlayabilmiş değilim.
satırlarıyla
ifade ettiği üzere, müellifini "aydın" mertebesine terfi ettirmekte.
Toplum hiyerarşisi içinde statüsü yükselen, itibar kaza-
20AKP'nin
sol ve liberal görüşlü aydınlardan "Kullanışlı aptallar" olarak
faydalanmış olması konusunda bkz. Burak Bilgehan Özpek, "Romantik ile
Kumarbaz", Taraf. 14 Şubat 2014; Ariane Bonzon, "En Turquie les
intellectuals liberaux ont-ils joue les "idiots utiles" des
Islamistes?", 4 Ocak 2014, www.slate.fr/story/81795/akp-er-
dogan-intellectuels-idiots-utiles Balyoz Davası konusunda bkz. Pınar Doğan-Dani
Rodrik, Balyoz: Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekler, Destek Yayınlan,
İstanbul, 2010; Pınar Doğan-Dani Rodrik, Yargı. Cemaat ve Bir Darbe Kurgusunun
İçyü: ü, Destek Yayınları, İstanbul, 2014.
21 Kiir^at Ba^ar, "Resmi Tarih'', Akşam, 23 Temmuz 2005.
nan, "konusunda
otorite" veya "uzman" sıfatıyla anılan bu kişi(ler),
Türk fikir aleminin içinde
bulunduğu ideolojik
kutuplaşmada "ulusalcı", "Atatürkçü" veya "Kemalist" sıfatlarıyla
anılmamak için sol ve liberal görüşlü aydınlar camiasında yerleşik ve yaygın olan Türkleştirme ile ilgili menfi kanaati
benimsemekte ve bu fikri biteviye tekrarlamakta. Milliyet gazetesi
yazarı, siyaset bilimci Doç. Dr. Nuray Mert, bu durumu "aydın kesimin cemaat baskısı" olarak nitelemekte. [145]
9-
Fikir Alemindeki Kutuplaşma
Fikir
dünyasının "resmi tarihçi - gayr-ı resmi tarihçi'', "Kemalist -
İkinci Cumhuriyetçi", "ulusalcı - liberal" şeklinde
kutuplaşması, İslamcı, sol ve liberal görüşlü kişilerin de ortak bir zeminde
buluşup Kemalist cenaha karşı cephe almaları nedeniyle ortaya çıkan gergin
atmosferde sol ve liberal görüşlü aydınlar, tarihsel meseleleri soğukkanlı bir
şekilde tahlil etmektense meselelere adeta birer "taraftar'', birer
"aktivist", birer "militan" olarak yaklaşmış, geçmişte
cereyan eden olayları da bu duygularla yorumlamışlardır.
10-
"Türkleşme" Kavrammm Yorumlanması
"Azınlıklar
meselesi"ni 1990'lı yılların ikinci yarısında keşfeden ve keşfetmeleriyle
birlikte bu "mesele"yi büyük bir heyecanla sahiplenen sol görüşlü
insan hakları savunucuları, köşe yazarları, üniversite öğretim üyeleri ve
üniversite gençliği "Türkleştirme meselesi"ni günümüzde geçerli olan
anlayış ve algılama ile değerlendirmekte- ler. 1920'li ve l 930'lu
yıllara kıyasla 1990'lı ve 2000'li yıllarda bambaşka bir anlam taşıyan
"azınlık" kavramı çerçevesinde günümüzde "Türkleştirme"
elbette asimilasyonist, baskıcı ve "alt kültürleri yok etme
siyaseti" olarak algılanacaktır. Dolayısıyla l 920'li
ve l 930'lu yıllarda, yani ulus-devlet'in kuruluş
döneminde geçerli olan ve başka ülkelerde de benzerine rastlanan "yurttaş yaratma" tasarısı, son derece menfi bir şekilde
değerlendirilmektedir. Ancak bu değerlendirme l 920'li, l 930'lu yıllarda uygulanan Türkleştirme siyasetinin gayrimüslimler
için nazari olarak
olumsuz bir anlam içermediğini, tam aksine Osmanlı Devleti döneminde "reaya" ve "zımmi"
olarak kabul
edilen gayrimüslimlerin Türkleşmeleri halinde yeni Cumhuriyet rejiminin onları
"yurttaş" olarak kabul edeceğini taahhüt ettiğini dikkate almamaktalar.
11-
Liberal ve Sol Görüşlü Öğretim Üyelerinin Etkisi
Türkleştirme siyasetinin olumsuz bir anlamda yorumlanmasında
ve bu yorumun
sol görüşlü üniversite öğrencileri arasında yaygınlık
kazanmasında, aynı görüşe mensup üniversite öğretim üyelerinin rolü büyüktür.
Günümüzde devlet ve vakıf
üniversitelerinde görevli "Cumhuriyet dönemi Devlet-azınlıklar ilişkileri"
konusunda
derinlemesine araştırma yapmış, kaynaklara hakim, bu kaynakları okuyabilecek gerekli yabancı dillerle mücehhez ve yüksek lisans ve doktora öğrencilerine layıkıyla danışmanlık yapabilecek olan öğretim üyesi mevcut değildir.23
Bu gerçeğin en çarpıcı
örneklerinden biri Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Koraltürk'ün
gayrimüslim tüccarlar ile ilgili yanlış bir değerlendirmesidir. Koraltürk kendisiyle yapılan bir mülakatta
şöyle konuşacaktı:
"Türkiye'de
24 Ocak Kararları
sonrası liberalleşme döneminde hile hem basında hem siyasette 'Yahu bu gayrimüslimler
bu sayede yıırtdı^ına ciddi servet transfer ederler'
diye yine gayrimüslimleri
'ı l lıı k111111<l:ı lıkz. Rıfat N. Bali, "Osmanlı ve Türk Yahudileri Araştırmaları:
Engeller, lıııkıııılııı.
^avııaklar", Toplu Makaleler-/ Tarihin Ufak Bir Dipnotu: Azınlıklar. Libra l .u.T 1 .ı. <J .Ul .21111, .■,.465-472.
hedef gösteren
söylentiler çıkmıştır. Ben son 30-35 yılda ekonomide yolsuzluk yapmış ve ulusal basına
yansımış bir gayrimüslim
Türkiye vatandaşı hatırlamıyorum. Tam tersi bu insanlar korktukları
için belki de daha da
titiz davranıyorlar. Ciddi bir kuşatma ve baskı altında
olduklarını biliyor gayrimüslimler. "24
Koraltürk'ün
beyanatında belirttiği zaman dilimi ("son 30-35 yıl") 1978-2013 yıllarını kapsamakta. Bu zaman diliminde basın incelendiği
takdirde, özellikle 1978-1980 arası, dönemin
ekonomik şartlarından
dolayı çok sayıda gayrimüslim tüccarın döviz kaçakçılığı ve ithalat işlemlerinde
yaptıkları usulsüzlükler nedeniyle mahkı1m olduğu, bir diğer kısmının ise yurtdışına
kaçtığı kolaylıkla fark edilecektir.
Türkiye' deki üniversitelerde
görevli öğretim üyelerinin azınlıkların tarihlerine, kaynaklarına ve dillerine vakıf
olmamalarına rağmen Türkleştirme meselesini yanlış bir şekilde
değerlendiren kimi sol ve liberal görüşlü öğretim üyeleri bu alanda "otorite"
olarak temayüz etmişlerdir. Bu üniversite öğretim üyelerinin önemli bir kısmı, aynı zamanda ya geçmişte, ya da halihazırda
günlük gazetelerde köşe
yazandır.25 Türkleştirme meselesini yanlış yorumlayan kimi köşe yazarları ise üniversitelerde
öğretim üyesidir.26 Aynı ideolojik camiada yer alan bu iki kesim, yani "köşe
yazan/üniversite öğretim üyesi" veya "üniversite öğretim üyesi/köşe
yazarı" veya sadece "köşe yazan" kimlikli figürler birbirlerini destekleyen bir cephe
oluşturmuşlardır. Bu isimler, köşe yazarı
olmaları vesile-
24 Özgün Çağlar
"Türkiye, Arşimidis olayına uygun atmosfere sahipti", 8 Haziran
2013,
http://agossapgir.blogspot.com/20 1
3/06/turkiye-arsimidis-olayna-uygun.html 25 Örneğin Prof. Dr. Ayhan Aktar (İstanbul Bilgi Üniversitesi),
Doç. Dr. Ferhat
Kente!
(İstanbul
Şehir Üniversitesi), Doç. Dr. Halil Berktay (Sabancı Üniversitesi), Prof. Dr. Murat Belge (İstanbul Bilgi Üniversitesi) Tara/gazetesinde; Prof. Dr. Baskın Oran Agos ve Radikal gazetesinin
Radikal iki ekinde; Prof. Dr. Ahmet İnsel (Galatasaray Üniversitesi) Radikal gazetesinde; Prof. Dr.
Cemil Koçak (Sabancı Üniversitesi), Prof. Dr. Mehmet Altan (İstanbul
Üniversitesi) ve Prof. Dr. Eser Karakaş (Bahçeşe- hir Üniversitesi) Star gazetesinde; Prof. Dr. Şahin Alpay (Bahçeşehir
Üniversitesi) Zaman gazetesinde köşe yazanydılar. Bu isimlerden bazıları halen köşe yazandır.
26 Örneğin Cengiz Çandar
(İstanbul Kültür Üniversitesi) Radikal gazetesinde; Ali Bay- ramoğlu
(İstanbul Kültür Üniversitesi) ve Kürşat Bumin (İstanbul Bilgi Üniversitesi) Yeni Şafak gazetesinde köşe
yazarıdırlar.
siyle de toplum içinde
itibarları yükselmiş ve birer saygın 'kamu aydını' figürüne dönüşmüşlerdir. Basın ve entelektüel alemin bir yandan "Kemalist,
milliyetçi, ulusalcı" diğer yandan "sol, liberal, İslamcı" cenaha ayrışması ve kutuplaşması, sol ve liberal görüşlü
öğretim üyelerinin aynı zamanda medyada etkin mevkilerde bulunmaları nedeniyle bu kişilerin
görüşleri üniversite kampüslerinin dar çevrelerini aşarak toplumun nispeten geniş
katmanlarına ulaşmıştır. Bundan ötürü de bu görüşlerden etkilenen ve de Devlet'e karşı muhalif bir tavrı olan sol ve liberal görüşlü
entelektüel iil^m, köşe yazarları ve üniversite gençliğinin bir kısmı aynı
görüşleri biteviye
tekrarlamaya başlamıştır.
Medya nezdinde "azınlıklar-Devlet
ilişkileri" konusunda "otorite" olarak kabul gören
üniversite öğretim üyelerinin ezici çoğunluğu, daha önce
sıralanmış değişik sebeplerden ötürü araştırmalarını derinleştirmemiş ve erişebildikleri
az sayıda kaynağa
dayanarak vardıkları
sonuçların "meselenin
nihai izahatı" olduğuna inanmış ve yakın
çevrelerini ve öğrencilerini etkileyerek buna inandırmışlardır. Bu durum, bir zincirleme tepki
etkisi yaratmış, hep aynı kaynaklara, aynı "uzmanlar"a ve aynı "gayrimüslim
tanıklar"a başvurularak yapılan yayınlar sonucunda "meselenin nihai izahatı"nın
'Türkleştirme siyasetinin azınlıkları yok etme siyaseti" olduğuna inananlar halkası
genişleyerek artmıştır.
12- Bazı Arşivlerin Araştırmacıların Erişimine
Kapah Oluşu
Cumhuriyet
Arşivleri'nin tasnifinin tamamlanmamış olması, MİT, İçişleri Bakanlığı ve ona
bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ile Cum- h urhaşkanlığı gibi önemli kurumların
arşivlerinin araştırmacılara kapalı olmaları27 ve 1934 Trakya Olayları,
Nafıa Taburları, Varlık
' ı \ı ş" len dOzcnlcınc ile ilgili 28 Eylül 1988
tarih ve 3473 sayılı "Muhafazasına
I ıizimi Kıılmııyıın l'vrak ve Malzemenin Yok Edilmesi Hakkında
Kanun Hükmün- .1. I..ı ı.ııihum ııııı I legıylıı ilerek Kabulü Hakkında
Kanuıı"un kapsamına Cumhur-
Vergisi ve 6-7 Eylül 1955 Olayları'nda
azınlıkların mağdur oldukları konusunda toplumun geniş bir kesiminin mutabık
olmasına rağmen Devlet'in özür dilemeyip mağdurları simgesel anlamda bile tazmin etmemesi nedeniyle azınlıklar-Devlet
ilişkilerinin gerçekçi bir değerlendirilmesi yapılamamakta ve bu durum da yanlış
yorumların yaygınlık kazanmasına yol açmaktadır.
başkanlığı,
TBMM,
Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve MİT girmemekte. Bu kurumlar, arşivlerini Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne devretmek zorunda değillerdir.
VIII - SONUÇ
1-
"Azınhkları Türkleştirme Siyaseti", Partiler ve Dönemler
Üstü Bir Siyaset miydi?
Son yirmi beş yılda ortaya çıkan "yeni" veya "gayr-ı resmi tarih" anlatımında
kullanılan "azınlıkları Türkleştirme siyaseti" kavramı, 1915 yılında
Osmanlı Ermenilerinin
tehcir edilmeleri ve soykırıma maruz kalmaları ile başlayan ve 1964 yılında
Türkiye' de ikamet
eden Yunan uyruklu kişilerin sınırdışı edilmeleriyle sona eren ve "süreklilik
arz eden"
bir siyaseti tasvir edilmekte. Bu iki tarih, yani 1915 ila 1964 yılları,
arasında cereyan
eden ve azınlıkları mağdur eden hadiseleri bu siyasetin birer merhalesi olarak
yorumlanmakta. Bu yorumlamada "Azınlıkları Türkleştirme" siyaseti, "azınlıkların
nüfusunu asgariye
indirme" siyaseti olarak anlaşılmakta.
Başka bir tabirle gayr-ı resmi tarih anlatıcıları
için azınlıkları Türkleştirme siyaseti, partiler ve dönemler üstü ve süreklilik arz eden bir siyasetti. Aynı
anlatıcılara göre iktidarda hangi siyasi parti olursa olsun, tarihsel dönem ve uluslararası
konjonktür ne olursa
olsun, Devlet'in (veya müesses nizamın) azınlıkları
Türkleştirme, başka bir tabirle nüfuslarını asgariye indirme ve dolayısıyla
varlıklarını ve servetlerini Müslüman Türk burjuvazisine transfer etme gibi zaman zaman su yüzüne çıkan bir gizli iradesi mevcuttu. Başarıya
ulaşan bu
iradenin varlığı da yukarıda sıralanan değişik olaylarda
kendini göstermişti.
Böylesine bir tarih
anlatımı bir yerde günümüz popüler siyasi kültürünün sürekli kullandığı ünlü "derin devlet" deyimini
akla getirmekte. Başka bir tabirle bu yorumlamaya göre "Derin Devlet" yukarıda
sıralanan olaylar
zincirinin faildir.
Bu "yeni" veya "gayr-ı resmi" tarih anlatımının en önemli hatası Devlet'in (veya müesses
nizamın) böylesine sarsılmaz bir iradeye sahip olduğu peşin
yargısıdır. Bu peşin yargının etkisi altında kalan gazeteciler, aktivistler ve öğretim
üyeleri Tek
Parti, çok partili dönem ayrımı yapmaksızın tüm olayları böyle bir derin iradenin tezahürü olarak yorumlamaktalar.
Sol ve liberal görüşlü
entelektüel camia Tek Parti döneminde geçerli olan azınlıkları ve ekonomiyi Türkleştirme siyasetinin ulusal ve uluslararası
şartların tamamen değiştiği,
"azınlıkları Türkleştirme siyaseti"nden bahsedilmesi mümkün olmayan çok partili demokrasi döneminde de aynen uygulandığına
inanmaktadır. Bu kesim, Türkiye Cumhuriyeti 'nin sınır komşularıyla olan ihtilaf ve gerginlikleri ile Ortadoğu'da cereyan eden olumsuz siyasi gelişmelerin
milliyetçi, muhafazakar, Kemalist ve İslamcı görüşe mensup camia üzerinde
yarattığı tepkinin,
toplum tarafından "yabancı" olarak kabul edilen ve dolayısıyla asli sadakatlerinin Türkiye Cumhuriyeti yerine soydaşlarının
yaşadıkları "anavatan"a, (yani Yahudiler için İsrail'e,
Ermeniler için Ermenistan'a, Rumlar için Yunanistan'a) olduğuna
inanılan azınlıklara yöneldiğini görmemekte. Aynı kesim azınlıkların
Türkiye Cumhuriyeti
'nin uluslararası ilişkilerinde veya diplomatik müzakerelerinde
kullandığı bir tanıtım unsuruna, bir pi- yonıına ve/veya iradeleri dışında
gelişen ulusal
veya uluslararası si- v:ısi olayların yarattığı şiddet
ortamının rehinelerine
dönüştüklerini di’ dikkate almamaktadır.
\ ı
ııılıkfarı ’farklcştime” siyasetinin 1915 yılında başlayıp 1964 Mİıııa
kııılııı kasıllarla devam ettiği görüşünü savunanların dikkate ahıiıidıkhıı
eıı önemli olgu, Tek Parti dönemi ile çok partili döne- ııılıl 1 ıı I
ı<-, ki ilişkileri hakımından tamamen farklı olduk-
landır. Her iki dönemin
kaygıları ve öncelikleri
değişiktir. Her iki dönemde azınlıkları etkileyen faktörler değişiktir. Tek Parti döneminde ulus-devlet inşa etme, azınlıkları asimile etme kaygıları egemendi. Buna ilaveten azınlıkların ekonomideki etkin durumlarını muhafaza etmeleri hem müesses
nizamı, hem de
yeni yeşermeye çalışan Türk burjuvazisini rahatsız etmekteydi. Dahası
Mütareke dönemi ve İzmir'in işgali yıllarında azınlıkların işgal kuvvetleri ile işbirliğinde
bulunmaları halen hafızalarda tazeydi. Çok partili dönemde ise bu kaygılar geride kalmıştır.
Dahası, özellikle İstanbul'da yoğunlaşan azınlıklar, İstanbul'dan seçilecek milletvekilleri açısından belirleyici bir öneme sahipti ve bu nedenle Tek Parti döneminde azınlık karşıtı siyaseti ile temayüz eden CHP dahil siyasi partiler azınlık cemaatlerinin önde gelen isimlerini genel seçimlerde milletvekili adayı olarak göstermek için
birbirleriyle yarışmaktaydılar.
Hal böyle olunca 6-7 Eylül 1955 Olayları ve 1964 yılında Yunan uyrukluların
sınırdışı edilmelerini
nasıl izah etmek gerekir? Her iki olay, azınlıkların gerek toplum ve gerekse müesses nizam tarafından "Türk" olarak kabul görülmediklerinin,
"Yunanistan
uzantılı bir beşinci kol kolonisi" olarak algılandıklarının ve de kendi iradelerinin dışında cereyan eden gelişmelerin rehinesi durumuna düştüklerinin
ve özellikle 1964 yılında cereyan eden sınırdışı etme olayında fark edilebileceği gibi, Türkiye'nin
sınır komşuları ile olan ihtilaflarında kolayca kullanılabilecek, gerekirse harcanılabilecek
unsurlara dönüştüklerinin
acı örnekleridir.
Bu kitap boyunca sıralanan azınlık
karşıtı olaylar
alt alta dizildiklerinde ortaya çıkan neticenin azınlık
nüfusunun Türkiye genel nüfusu içinde sıfıra yakın, dolayısıyla ihmal edilebilir bir seviyeye indiği görülmekte. Buna rağmen
yetmişli yılların sonuna kadar azınlıkların (özellikle Yahudilerin) Türk ekonomisinde kayda değer bir öneme sahip oldukları da fark edilebilir. Dolayısıyla
"Azınlıkları Türkleştirme Siyaseti"nin doğrudan amacı
olan azınlıkların
varlıklarının Müslüman Türk burjuvazisine başarıyla transfer edildiği
ve bunun en son merhalesini Yunan
uyruklu Rumların 1964 yılında sınırdışı edilmeleri olduğunu savunan varsayım
doğrulanmamakta- dır. Bu da şunu göstermekte. Devlet, müesses nizam ve toplum hiçbir zaman azınlıklardan
çok fazla haz etmemiştir.
Onların Mütareke döneminde ve İzmir'in işgali yıllarında İşgal Kuvvetleri ile olan işbirliğini
hiç unutmamış ve zaten çok fazla güvenmediği azınlıklardan da, içten içe kurtulmak istemiştir.
Onları vatanları için kan dökmemiş zımmiler olarak gören toplum, Devlet ve müesses nizam azınlıkların ekonomik alanda görünür ve etkin olm;ılarından da hiç haz etmemiştir.
Dolayısıyla müesses nizam 1934 Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 Olayları ve 1964 yılında Yunan uyruklu Rumların sınır
dışı edilmeleri olaylarının bir sonucu olarak azınlık burjuvazisinin servetinin Müslüman Türk
burjuvazisine transfer edilmiş olmasına içten içe sevinmiştir. Ancak bu gerçeklerden yola çıkıp
"Azınlıkların nüfusunun asgariye indirme" gibi bir gizli master planının 1915 yılından beri fasıllarla
uygulandığını söylemek doğru değildir. Olayların ulaştığı netice toplumun Devlet'i ve müesses
nizamın içten içe arzu ettiği bir netice olmasına rağmen bu olayların sadece bu neticeleri elde etmek için
planlanmış eylemler olduklarını
söylemek için yeterli veri ve belge mevcut değildir.
2-
"Gayr-ı Resmi Tarih"e
Tepeler
Azınlıkların
Cumhuriyet rejimi altında karşılaştıkları güçlükleri anlatan ve çoğunluğu Türk
araştırmacılar tarafından hazırlanmış eser sayısı son on yıl zarfında gözle
görülür bir şekilde artmıştır. Bu olumlu gelişmeye rağmen sol ve liberal
görüşlü entelektüel camianın "azınlıklar-Devlet ilişkisi"nin
temelini teşkil eden Türkleştirme siyasetini yanlış bir şekilde yorumlaması,
bu yorum şeklinin de aynı camia nezdinde büyük bir yaygınlık kazanması
sonucunda azınlıkları anlatan tarih yazımında tuhaf bir durum meydana çık- ııııştır.
"Azınlıklar-Devlet ilişkileri"nin kayda değer bir önem ta-
şımayan birkaç
ihtilafın dışında pürüzsüz süregeldiğini ileri süren "resmi tarih" yazımına bir tepki olarak ortaya çıkan
"gayr-ı resmi tarih" yazıcıları, "gerçekleri" dile getirdiklerini ileri sürdükleri eserlerinde kendi bakış
açılarına uygun bir
başka resmi t^rih inşa etmeye başlamışlardır. Ancak bu durum haklı olarak bazı tepkilere yol açacaktır.
Birkaç örnek vermekle yetinelim.
a)
Prof Dr. İlber Ortaylı
Prof. Dr. İlber Ortaylı bu durumu "Resmi tarihin
alternatifleri kendileri de birer resmi tarih yaratıyor.
Çünkü bu iki grubun
ortak vasfı, tarih bilmemeleri, tarihi malzemeyi kullanmayı bilmemeleridir. O yüzden böyle bir tartışma
anlamsız kalıyor" sözleriyle izah etmekte.1
b)
Prof Dr. Mete Tunçay
Prof. Dr. Mete Tunçay da bir gazetecinin "resmi
tarih-alternatif tarih kavramlarına da bir açıklık getirir misiniz?" sorusunu
Prof. Ortaylı 'ya benzer bir şekilde cevaplandırmakta:
Resmi tarih, malum. İçinde
abartılar, hatta
yalanlar var. Ama tümden de yabana atamazsın; içinde sayısız dokümanı var, bilgisi var. Fakat bunu eleştirenlerin
çoğunun kafasında da aslında başka bir resmi tarih var. Buna alternatiftarih diyorlar
ama, aynı şeyleri başka bir dogmatiklikle öneriyorlar.
Onların da başka ideolojik yönelişleri var.2
c)
Doç. Dr. YusufHakan Erdem
Sabancı
Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem de "gayr-ı resmi tarih" anlatımına ihtiyatla yaklaşacaktı:
Aslında
tarih
malzemesine bakarken ' resmi tarih mi, alternatiftarih mi' diye bakmam. Nasıl ki resmi tarih her zaman
kalitesiz ve yalan
1
"Moskova'da
Öğreniyor Veletler", Hürriyet Cumartesi, 12 Aralık 1999.
2 Gürsel Göncü, "Tarih Mete Hoca'yla
Sevilir", vatan Pazar, 15 Tı:ınınuz 2007.
değilse
gayri resmi
tarih de resmi tarihin söylediği her şeyin tersini söyleyerek her zaman doğru olmaz ( ...)Alternatif tarih, kanıtsız, desteksiz, tarih biliminin kuralları
dışında çalışma özgürlüğüne sahip bir disiplin değildir. Bir tane tarih vardır, onun da kuralları bellidir. Aynı
standartları, ister devlet tarafından üretilmiş metinlere, ister çeşitli kurum ve kişilerce
üretilmiş metinlere
uygulamak zorundayız. Türkiye gibi bir ülkede gayrı resmi tarihin de kör noktaları
çok fazla.3
Hakan Erdem kendisiyle yapılan bir başka mülakatta
"Peki, örneğin alternatiftarih ne kadar doğru bilgi barındırır?"
sorusuna şöyle cevap verecekti:
Gerekli olarak resmi
tarihten daha doğru bilgi verecek diye bir kural yok. Nasıl
yazıldığına, tarihi gerçekliğe saygısının derecesine bakmak gerek. Siyasi olarak azınlık durumunda olan bir görüş de tarihin otonomisine müdahale edebilir. Bizde ise maalesef, "alternatif tarih anlatıyorum"
diyerek sadece
tarihi gerçeklikle çelişmekle kalmayıp coğrafyayla hatta fizikle bile çelişmeyi becerenler eksik değil.4
d) Doç. Dr. Nuray
Mert
Siyaset bilimci Doç. Dr. Nuray Mert de Başbakan
Erdoğan'ın Güneydoğu'da mayından temizlenerek tarıma açılacak arazilerin tasarrufu konusunda başlayan
tartışmalar sırasında, "farklı etnik kimlikten olanlar ülkeden kovuldu, bu aslında faşizan
bir anlayışın ifadesiydi" beyanatı
üzerine liberal
ve sol görüşlü yazarların Erdoğan'ı desteklemeleri sebebiyle başlayan
tartışmalar vesilesiyle
kaleme aldığı yazısında, Mete Tunçay'ın tespitlerine benzer bir şekilde görüşlerini beyan etmekte:
Geçmişi
sorgulamak, eleştirel bir tarih okumasına
girişmek kolay işler değil. Mesela
bakıyomm son zamanlarda herkes, her melanetin altında 'İttihat ve
Terakki ve Türkleştime siyaseti'ni görür
' Ayç:ı (lrcr.
"Alternatif tarih de hep doğmyu söylemez", Radikal,
15 Ocak 2012.
•I
Ç:ı£l:ıy:m Çevik. "Kendi gününü yazan tarihçi değildir", Hürriyet
Kitap, 1 Kasım '111 1
oldu. İTC konusu bir yana, her kötülüğün ucunu bağlayıp
özetleyeceğiniz bir şey, hiçbir zaman hiçbir şeyi açıklayamaz. Tarihi ak- kara gibi gösteren birilerine karşı, kara-ak diye gösteren
diğerleri aslında aynı şeyleri yapar, bu tarih okuması değil şeytan çıkarma ayini olur. Türkiye'de bir süredir söz konusu olan da bu. O nedenle, kimse kusura bakmasın,
çeşitli vesilelerle
gündeme gelen 'tarihi özeleştiriler'in çoğunluğu beni pek heyecanlandırmıyor,
fazla umut
vermiyor.5
Nuray Mert, aynı konudaki bir diğer yazısında da bu konuya bir daha değinecekti:
Geçen
haftaya "mayın
tartışmaları" damgasını vurdu. Mayın üzerinden birçok şey tartışıldı. Başbakan,
mayınları temizleme
işinin bir İsrail firmasına verilmesine tepki gösterenlere
karşı, ne alakaysa, "Azınlıkları kovduk, bu faşizan bir tavırdı" mahiyetinde bir karşılık verdi. Öyle olunca, tabii konu yine döndü dolaştı,
"ulus
devlet"e geldi.
Öncelikle
"Ne
alaka?" demek yerine, başı ağrısa "ulus devlet"ten bilen
kim varsa, "tarihi özeleştiri" diye derin açıklamalar
yapmaya girişti. Bir toplumun, tarihi sorgulamaya,
özeleştiri yapmaya alışması iyi güzel de, bu sorgulama ve özeleştirilerin suyu çıkmış durumda... Böyle olduğu
için de bir noktadan
sonra, milliyetçi tepkileri beslemek dışında bir işe yaramayacak diye korkuyorum. Demokratikleşme
ve her şeyden
önemlisi marazi milliyetçilikten
kurtulmaya çalışmak
başka, "dünyada ne kadar arızalı iş olduysa, bu ülkede, bizim geçmişimizde oldu" kafasında olmak başka. Ulus devlet inşasının maliyeti, dünyanın her yerinde çok ağır oldu. Çok erken başlamasına
karşın Batı Avrupa'da bu süreç İkinci Dünya Savaşı bitimine kadar sürdü.
Ardından da hiçbir ulus devlet, "Ya bu proje tutmadı,
kıralım bu
zincirleri, yıkahm bu ulus devletleri" falan demedi. Savaş
sonrasında ulus
devletin dar kalıplarını esnetme sürecine girildiğinde ortada, neredeyse azınlık falan kalmamıştı.
Herkes kırmış dökmüş,
bizde olanlardan
müteessir olmayalım, en ufak bir şey diyeni "tencere dibin kara" diye pişkince
geçiştirelim demiyorum. Ama geçmişi sorgulamak başka, geçmişi
bir büyük kompleks haline getirmek başka.
Halihazırda
bizde bazı
çevrelerde hakim
olan ikincisi. Bu topluma yöneltilen tüm suçlardan sıyrılmanın yolu, geçmişi suç ve günah
5 Nuray Mert, "'Tarihi Özele^tiri", Radikal,
26 Mayıs 2009.
galerisine dönüştürmek oldu. Sanki kim daha çok suçlar,
suçlarken daha
keskin bir dil kullanırsa, o en temiz, en "medeni", en suçsuz olacak. Atalarımıza toz kondurmama hastalığından
sıyrılmanın yolu, geçmişle hesaplaşmak adına, dünyanın en karanlık geçmişini
kurgulamak sanılıyor. Oysa bu da başka bir hastalıklı hal, bir "Üçüncü
Dünya entelektüeli kompleksi"
Diğer
taraftan, çağımızda onca topa konulmasına
karşın ve günahları bir yana ulus devlet, insanlığın en kötü deneyimi falan değildi. Bugün Batı dışındaki dünyanın birçok yerinde, ulus devletin inşa edilememesinin yarattığı sorunlar yaşanıyor.
Müslüman coğrafyada köktendinciliğin yükselmesi, Afrika'da iç savaşlar) hatta Balkanlar'da derin
dondurucudan çıkan etnik çatışma ve çözülüşler ulus devlet değil, ulus devlet olamamanın neticesi. Dünyanın
içinde olduğu hali dikkate alarak, ulus devletlere ilişkin klişelere sığınmak yerine işin bu boyutunu da düşünmekte fayda var.
Sonuçta
maksat, geçmişi sorgulayarak insanlığın, bu ülkede yaşayanların
dertlerine deva
bulmak, yaşanan acılara yenilerini eklemekten sakınmaksa, zamanın ruhuna uygun klişelerle tarihe bakmanın
hiçbir faydası olamaz. Yok amaç "entelektüel ego tatmini" ise, bunun
beyhudeliği bir yana, beslediği milliyetçi tepkiler şeklinde fazladan bir de
maliyeti var ve o maliyeti hepimiz ödeyeceğiz.6
e) Murat Bardakçı
Bir diğer tepki, HaberTürk gazetesi
yazarı Murat Bardakçı'dan gelecektir. Bardakçı, Ayşe Hür'ün yazılarını
derlediği Öteki Tarih kitabının yayınlanması vesilesiyle konuğu olduğu bir
televizyon programındaki konuşmasını dinledikten sonra adını zikretmeden Hür'ün
tarih anlatımını şöyle eleştirecektir:
Geçen
gün, TV' de tarihimizin bilinmeyen son devri hakkında yeni bir kitap çıkartmış
olan "tarihçi" bir hanımefendiyi dinledim... Hanımefendi ekranda
saydırıyor da saydırıyordu... 1915'ten girdi, Dersim'den çıktı, Edime
olaylarına uğradı, Varlık Vergisi'nin ağzının payını verdi, döktürdü de
döktürdü... Ne kadar eli sopalı, baskıcı, ceberrut ve kan dökmeye meraklı bir
millet olduğumuzu uzun uzun, örnekleri ile anlattı! Ama hakkını yemeyeyim...
Gayet nazik konuştu. Mesela İttihadçı liderler için ekranda başkalarının
h Nıırav Meri.
"En Karanlık Tarih Bizim Tarih", Hürriyet, 1 Haziran 2009.
Vurgulama-
1
.ıı \ .l/.lM .ııllıı.
söylediği
gibi
"katiller" falan demedi, "Bunları toprak bile kabul etmez ama gene
de öyle dememeye çalıştım" gibisinden sözler etti, yani lı1tuf buyurdu! Ne nezaket değil mi? Derken söz Hrant Dink'in katledilmesine,
oradan da Sabiha Gökçen'e uzandı ve "tarihçi" hanımefendi, rahmetli Gökçen'in Ermeni olabileceğine dair ortaya son derece önemli, bilimsel ve şimdiye kadar kimsenin düşünemediği bir kanıt koydu: Sabiha Gökçen
Havaalanı'nın isminin değiştirilmesi tartışılıyormuş, Sabiha Hanım'ın hakikaten Ermeni olabileceğine bu tartışmanın
başlaması ile
inanmaya başlamış, zira Gökçen şayet Türk olsa imiş böyle bir değişiklik
düşünülemezmiş fakat aslen Ermeni olanlar için isimlerinin kaldırılması
mümkünmüş...
Bilimsel metodolojiye bakın!
Hanımefendi,
son dönem tarihimizi büründüğü
karanlıktan yırtar- casına aydınlığa çıkartan asıl açıklamasını programın sonunda yaptı: Sabiha Gökçen'in
meğerse şimdi tartışılan hayatının ayrıntılarını anlattığı yayınlanmamış
hatıraları varmış, her şeyi yazdıktan sonra bunları bir Ermeni tarihçiye, Kevork Pamukçiyan'a emanet etmiş,
hatıralar şimdi Pamukçiyan'da duruyormuş ve yayınlandığı zaman her şey ortaya çıkacakmış!
"Tarihçi" hanımefendi bu emsalsiz açıklamayı yaptıktan sonra Kevork Pamukçiyan'ın elinde bulunan bu çok önemli
hatıraları yayınlaması gerektiğini de söyledi! Emriniz olur hanımefendi,
hiç merak buyurmayın! Kevork Pamukçiyan fermanınızı,
talimatınızı almış ve talimatınızda buyurduğunuz hususu yerine getirmek için kolları
sıvayıp derhal çalışmaya
başlamıştır. Emrettiğiniz hatıraları en kısa zamanda yayına hazır hale getirip "ahret postası" ile yayınevine
gönderecektir! Şakayı bir tarafa bırakıp meselenin acı bir cehalet ile dolu olan tarafını
söyleyeyim: "Tarihçi" hanımefendinin geçen hafta ekrandan"Sabiha Gökçen'in
hatıralarını yayınlamasını gerekir" dediği Kevork Pamukçiyan bundan tam 16 sene önce, 1996'da vefat etmiştir; yani gelmesi yaklaşmıştır!
Sabiha Gökçen'in
vefatı ise, 2001
'dir! ( ... )
Eski harflerle arşiv belgelerini okuyacak derecede aşina
olmadığınız halde geçmiş senelerin gazete haberlerine yahut birkaç hatırata dayanarak tarihçilik yapmaya çalışacaksınız... Bunu yaparken ideoloji ile
metodolojiyi birbirinden ayıramayacak, işin içine "Biz ne kadar zalim, nasıl kan dökücü bir milletiz; asırlar boyunca azınlık, çoğunluk, dindar vesaire diyirek kesmediğimiz adam kalmadı" teraneleri ile bitmeyen kininizi
de karıştırıp birşeyler karalayacak, sonra televizyona çıkıp 1996'da vefat etmiş bir kişiye "Elindekileri yayınla" diyeceksiniz! İşte, nefretin tarihçiliğinin
Türkiye'de geldiği nokta!7
7 Murat Bardakçı, ..Nefret Tarihçiliği", Habertiirk,
30 Ocak 201 2.
3-
Ulusalcı Kesimden Tepkiler
"Gayr-ı resmi tarih yazımı"na en şiddetli tepki, İP'nin yayın
organı Teori
dergisinden gelecektir. Bir sayısını "Türk Devrimi'ne karşı ne- oliberal tarihçilik"
başlığıyla bu konuyu
ele alan makalelere hasreden dergide yayınlanan makalelerin birinde derginin yazı kurulu sekreteri Mehmet Ulusoy, yanlış bir şekilde,
"gayr-ı resmi tarih yazımı"nı küreselleşme ve AB üyeliğinin bir sonucu şeklinde
yorumlayacaktır:
Türkiye'de
kimler görevlendirildi
bu iş için? AB, ABD, Soros Vakfı
fonlarıyla beslenen
ideoloji üretimi merkezleri. En başta Tarih Vakfı, Bilgi Üniversitesi,
Açık Toplum Enstitüsü'ne
bağlı çeşitli NGO'lar ve İletişim Yayınları vb. Bunlar, Türkiye ulusal tarihini tasfiye ederek,
Sevr'ci yeni liberal bir tarih yazma işine giriştiler. Kuşkusuz, bu yeniden yazılan tarih, en başta Cumhuriyet'in dayandığı temellerin yıkılmasını hedeflemeliydi. Ki böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin meşru olmayıp,
"yapay bir
devlet" olduğu bilinçlere yerleşebilsin. Neoliberal tarihçiliğe
göre, Kurtuluş Savaşı antiemperyalist bir savaş değil, anti-Rum, anti-Ermeni savaşıydı. Ermeni ve Rum "soykırımına"
dayanmaktaydı; yani Türk devleti "soykırım üzerine kurulan bir devlet"ti; "Türkler
Cumhuriyeti, Anadolu'yu yeniden işgal ederek kurmuşlardı";
"85 yıldır
Türkiye'nin başına gelmiş en büyük felaket ulus devlet olmasıydı"; "meşru değildi
ve tasfiye
edilmeliydi ! ..." Bunlar, emperyalizmin bilinen sömürgeci,
ırkçı tarih anlayışından ithal ettikleri "toplumsal tarih", "mikro
tarih" (etniklerin tarihi), "çoğulcu tarih" gibi bilim dışı kavramlarla tarihsel gerçekleri ters yüz etmektedirler.
Türk
Devrimi tarihine
karşı işbirlikçi neoliberal ve neosolun emperyalizm cephesinden yürüttüğü bu yıkıcı faaliyet, özellikle uluslaşmayla
her aşamada
hesaplaşmaktadır. Bütün bu hesaplaşmada, hesaplaşmanın araçları romanların,
"araştırma"ların, tarih kitaplarının, filmlerin vb. konusu, hala Batı'nın bir alet olarak kullanmaya çalıştığı Hıristiyan ve Yahudi azınlıkların
özgürlükleri, hakları ve tarihleri olmaktadır. Yani emperyalizmin yüz yıldır devrimci Türk
milliyetçiliğine, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'na karşı kullandığı azınlıkların tarihi ve özgürlüğü (!?) ... Mahkum edilen nedir'? Uluslaşmak, diğer bir deyişle
Türkleşmek...
Ulusun ve ulusal ıkvlcıin yaratılmasının
en doğal ve meşru evreleri olan, kuşkusuz ;ı1111lıkların
Batı'nın zoruyla elde ettikleri imtiyazları ortadan kal- ılır:ııı
hillilıı ııvp11l;ıırnılar: 1912-1918 "Milli İktisat" uygulamaları,
1924-25 Yunanistan'la nüfus
mübadelesi, 1942-43 Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül 1955 olaylan, ırkçılık biçiminde yorumlanarak çarpıtılan bir "Türkleştirme"
suçlamasıyla mahkum ediliyor.8
Ulusoy'a göre bu tarih yazımında asıl amaç tamamen siyasal idi:
Tarih Vakfı 'nın bu yöndeki bütün "tarih çalışmalan"nın
Rokefeller Vakfı (ABD), Körber Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Georg Eckert Enstitüsü ve Goethe Enstitüsü (Alman), Soros Vakfı ve çoğu Alman diğer AB vakıflarının para desteğiyle
gerçekleştirildiğini düşünürsek, asıl amacın tamamen siyasal olduğu,
Avrupa'nın l 920'lerde
uygulamayı başaramadığı Sevr'i yeniden uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti'ni tasfiye etmekten başka bir şey olmadığı
açıkça görülür. (...)
Ekonomiyi Türkleştirme-millileştirme
uygulamaları ırkçı bir uygulama mı, uluslaşmanın doğal bir gereği mi?
Bir AB projesi olan liberal
Sevrci tarih yazımı kapsamlı bir programdır. Tarih Vakfı dışında,
yukarıda sözünü ettiğimiz vakıf ve yayınevlerince desteklenen daha birçok kitap ve dergide bu program, çeşitli biçimlerde ve boyutlarda sürdürülmektedir.
Tema aynıdır:
Uluslaşmanın doğal bir sonucu olan, ekonomide, dilde, kültürde yürütülen millileştirmeler,
Hıristiyan azınlıkların zorla "Türkleştirildiği'', Türkleşmeyenlerin aşağılandığı ve Türkiye'yi terke zorlandığı
iddiaları, ezberletilmişçesine tekrar edilen ortak suçlamalardır.
Buradaki en büyük yalan da, emperyalizmin yüzyıllık
yağmasından aldığı imtiyaz payıyla büyük servetler edinen komprador sınıfın elinden bu imtiyazlarını almaya yönelik uygulamaların,
onların özgürlüklerini kısıtlama, baskı ve zulüm olarak gösterilmesidir.
Oysa, bu ve benzeri,
emperyalist sömürgeciliğe ve ortaçağa özgü imtiyazlar uluslaşmanın ve çağdaşlaşmanın
önündeki,
tasfiyesi zorunlu, engellerdir.9
Burada ilginç olan, "gayr-ı resmi tarihçiliği" ulusalcı bir dille eleştiren bu reddiye metninin bir komplo
teorisi olmasıdır. Aynen "gayr-ı resmi tarihçiler"in, "resmi tarih yazımı"na
karşı geliştirdik-
8 Mehmet Ulusoy,
"Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi'ne Karşı - Türkleştirme,
Varlık Vergisi
ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21.
Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları,
İstanbul, 2011, s.
115-116.
9 Mehmet Ulusoy,
"Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi 'ne Karşı - Türkleştirme,
Varlık Vergisi
ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21.
!eri azınlıklarla ilgili yeni tarih anlatısının da bir komplo teorisini andırması gibi.
Tepki gösteren bir diğer kişi
ulusalcı çizgideki Türk Solu dergisi yazarlarından Serap Yeşiltuna idi. Yeşiltuna Menemen Olayları ve Çanakkale
Savaşı sırasında Seyit Onbaşı'nın 276 kg.luk bir top mermisini kaldırması ile ilgili olarak İslamcı basının
bu olayları başka
türlü yorumlamasına tepki olarak yayınladığı makalesinde şu haklı tespitte bulunacaktı:
[Şeriatçı
kesimimizin] karşı
çıktıkları da
"resmi tarih" değil, Atatürk'ün savaş
meydanlarında yazdırdığı "Türk Devrim Tarihi"dir. Sabah akşam bu tarihe küfredip durur, "derin tarih" adı altında bu tarihin tüm
gerçekliğini silmeye çalışırlar. Ve işin garip tarafı,
saldırının merkezi
"resmi tarih" olunca Türkiye'de bir kesimin artık refleks haline gelmiş biçimde
bu "gayri
resmi tarih" uydurmacasına inanmaya meyilli oluşudur. "Resmi tarih" derse düzmece, "gayri resmi tarih"
deyince bilimseldir.10
4-
Pragmatist Zihniyetten Bir Örnek
Liberal ve sol görüşlü "gayr-ı resmi tarih" yazıcıları,
çoğu zaman Devlet'i demokratikleştirmeyi
amaçlayan birer
aktivist olarak da davrandıklarından "amaç, amaca ulaşmak için
kullanılan yolları mubah kılar" şeklinde özetlenebilecek pragmatist bir zihniyetle hareket
etmekteler. Böyle davranarak da meseleye olan mesafelerini kaybetmekteler ve inşa edilen "gayr-ı resmi tarih"in birer savunucusuna dönüşmekteler. Tarihçinin bir aktiviste dönüşüp pragmatizmi yöntem olarak benimsemesinin bir örneği,
İstanbul Bilgi Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Yılmaz' dır. Yılmaz'ın, AKos gazetesi muhabiri Ferda Balancar'ın sorusuna verdiği cevap s< ııı derece
düşündürücüdür:
I
ıı Srnıp Ycşillıııuı. “(’ıayri resmi tarih söyleminin yeni hedefi: Menemen
Olayları ve
. 'ıı < >ııkı>ı 1111, Solu, sayı 389, 31 Aralık 2012, s.10-1l.
Soru: Bir de muhafazakar
kesimde egemen olan bir söylem var: 1915 ve sonrasındaki 6-7 Eylül gibi olaylar, muhafazakar kesim tarafından
değil, laik milliyetçi kesimler tarafından
yapıldı. Bu söylemi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Cevap: Bu söylem
başbakanın ağzından çıkarsa çok iyi olur. Ama bu tarihsel olarak gerçek midir, o başka bir konu. Bu, güncel siyasetin getirdiği, artık taşınamaz hale gelmiş bir yükten kurtulmak için üretilmiş
bir söylem, bir argüman olarak karşımıza
çıkıyorsa, hayırlı olur. Ama daha sonra tarihsel gerçekliğin ne olduğu tartışılacaktır.
Tarihsel olarak
1915'te yaşananların 1948 tarihli soykırım suçu kapsamında olduğunu kabul ederseniz, bunun nedenleri
ve sorumluları hakkında tarihsel bilgiye ulaşmanın yolunu açmış olursunuz. Bu açıdan bu söylem olumlu bir rol oynayabilir. [146]
Bu cevap son derece düşündürücüdür zira böylesine pragmatist bir tavrı benimsemek, bir tarihçiden
değil, bir aktivistten beklenebilecek bir davranış
tarzıdır.
5-
Popüler Kültür İkonlarının Etkileri
Tek Parti döneminde Devlet'in azınlıklara
yönelik siyasetini araştırarak Türk tarihine önemli katkılarda bulunan
araştırmacılar ve öğretim üyeleri, Tek Parti dönemine kıyasla çok daha
karmaşık olan çok partili dönemdeki azınlıklar siyasetini incelerken çok
değişik kaynaklarda mevcut olan arşiv malzemelerinin tamamını derinlemesine
inceleyeceklerine, ortaya atılan çözümlemelere kuşkuyla yaklaşacaklarına
günümüzde yaşanan siyasal gelişmelerin etkisinde kalarak ve de kendi siyasal
görüşlerinin paralelinde içinde yer aldıkları ideolojik cenaha uygun olarak ve
de "Kemalist" sıfatıyla anılmamak gayretiyle kısa yoldan
genellemelere gitmekteler. Bu yaklaşımlarıyla da farkında olmadan "İttihat
ve Terakki'yle başlayan azınlıkları Türkleştirme politikaları günümüze kadar
süregelmiş ve sonunda azınlıklar tüketilmiştir" şeklinde özetlenebilecek
yeni bir resmî tarihin inşasına
katkıda bulunmaktalar. Bu aslında bilimsel merakın ve de bilimsel araştırma
heyecanının ölümüdür. Azınlıklar konusunda yayınları olan öğretim üyeleri,
benmerkezci bir şekilde öncelikle medyada birer popüler kültür ikonu olmayı,
araştırmaya ve müstakbel bilim insanı yetiştirmeye ayıracakları vakitlerde köşe
yazısı yazmayı, medyada görünür olmayı ve birbirinin aynısı olan tartışma
programlarına katılmayı tercih etmekteler.12 Böylece görüşlerini de
başta öğrencileri ve okurları olmak üzere geniş bir kesime yayma imkânına sahip
olmaktalar.
Kendileriyle aynı görüşe mensup
meslektaşları ve/veya medyadaki arkadaşları tarafından “hoca” sıfatıyla anılan
bu popüler figürlerin elbirliğiyle yaratmış oldukları bu “yeni resmî tarih”
anlatımını değiştirebilmenin tek çözümü, genç bilim insanlarının yeni
araştırma yapmalarını teşvik edecek bir ortam yaratmaktır. Ancak bu genç bilim
insanlarının araştırma yapıp eser üretebilmeleri için de “hassas” veya “millî
menfaatleri ilgilendiren konular” olarak kabul gören, başta azınlıklar ve
Kürtler konuları olmak üzere yakın tarihimizle ilgili belgelerin herhangi bir
kısıtlamaya tâbi olmadan Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne devredilip
araştırmacıların incelemelerine sunulmaları şarttır. MİT, Emniyet Genel
Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı gibi
önemli kurumların, arşivlerini Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne devretme
gibi bir mecburiyete tâbi olmamaları ve arşivlerini kamuya açmamaları, komplo
teorilerinin hâkim olduğu gayr-ı resmî tarih söyleminin inşa edilmesine ve
yaygınlık kazanmasına yardımcı olmakladır. Tarih yazımındaki bu olumsuz
gelişmenin önüne geçme-
I
I'»'' vılıınln cereyan eden İzmir Yangını’nın müsebbibinin kim olduğu konusu da
■ "gııvr-ı resmi" tarih yazımının kutuplaştığı konulardan biridir. Bu
konuya
a,
inin n l'ml I ııgııı Herher'in Hk V’de yer alan yorumları, burada sözünü
ettiğim m.dı.nhı iİonLimiu meselesine değinmekte.
nin tek yolu şeffaf, hesap verebilen ve geçmişiyle
barışık bir
devlet anlayışının yerleşmesinden geçmektedir. Bunun gerçekleşmesi
için de Batı aleminde olduğu gibi Devlet kurumlarının
tamamının arşivlerinin araştırmacılara açık olması, Devlet'in geçmişiyle ve dolayısıyla
gayrimüslim yurttaşlarıyla barışık olması şarttır. Devlet'in, gayrimüslim
yurttaşlarıyla barışık olmasının tek yolu da azınlıkların geçmişte yaşadıkları hazin olaylardan doğan
mağduriyetlerinin simgesel anlamda olsa dahi tazmin edilmeleridir.
Ancak bu kolay bir karar değildir. "Devlet" veya "müesses nizam" olarak soyut bir şekilde tarif edilen örgütlenme
şekli neticede çoğunluğu
milliyetçi ve
muhafazakar değerlerle büyümüş ve şekillenmiş insanlardan oluşan bir düzendir. Bu insanların zihinleri, okul yıllarından
başlamak üzere, azınlıklar konusunda sürekli menfi bilgilerle teçhiz edilmiştir. Yüzyıl önce cereyan etmiş ve de, evet kabul etmek gerekir, azınlıkların bir kısmının
Mütareke döneminde İşgal Kuvvetleri'yle işbirliğinde bulunmuş olmaları gerçeği milliyetçi, muhafazakar, İslamcı ve bir ölçüde Kemalist kesim tarafından bir nesilden diğerine
aktarılması ve taşınması gereken bir miras olarak yansıtılmıştır.
Ancak bu yanlıştır.
Yüzyıl önce cereyan
eden olayların azınlıkların bir bölümü tarafından gerçekleştiğini,
azınlık topluluklarının tamamına teşmil edilemeyeceğini, günümüzün azınlık
topluluklarına lanetli bir miras gibi devredilmemesi gerektiğini idrak etmek lazım.
Böylesine hiç de kolay olmayan bir zihniyet devriminin gerçekleşmesi halinde bundan en çok yararlanacak kesim sosyal bilimler olacaktır. Hayal bile olsa, böylesi bir zihniyet devrimi gerçekleşmesi halinde gayrimüslim
yurttaşların anavatanları ile gizliden gizliye yürüttükleri ilişkileri alenileşecek ve resmileşecektir.
Bir zamanlar var
olan ve bugün kurulmasında yasal bir engel olmasa da içinde
bulunduğumuz kültürel ve toplumsal şartlardan dolayı kurulması fiilen imkansız olan dernekler
kurulabilecektir.13 Yeni belgelerin ışığında daha serbest bir şekil-
13 Örneğin Siyonizm veya Helenizm fikrini
benimseyen dernekler, Amerikan Yahudi örgütlerinin şubeleri
açılabilecektir.
de çalışabilecek olan sosyal bilimciler ya milliyetçi ve azınlıkları "hain" olarak resmeden
veya bunun tam zıttı olarak Devlet'i mahkum eden ve azınlıkları melekler mertebesine yücelten bir bakışla kaleme alınmamış
çalışmalar yaratabileceklerdir.
Böylesi bir ortamın Türk fikir alemini sadece zenginleştireceği
şüphesizdir.
- EKLER -
EK i
TARİHLE YÜZLEŞMENİN "OLMAZSA OLMAZ" İKİ ŞARTI:
ÖZÜR DİLEME VE TAZMİN ETME
Azmhklar ile İlgili Tartıştlması
"Tabu" Olaylar
1980'li yılların sonuna kadar "azınlıklar"
konusu Türkiye'de halen "tabu" bir mesele idi.
"Tabu" olarak addedilmesinin sebebi de geçmişte cereyan etmiş birbirinden acı olayların ne mağdurlar, ne de müesses nizam tarafından
hatırlanmak istenmemesiydi.
Azınlıkların müesses nizam ile olan ilişkilerinin kilometre taşlarını teşkil eden ve can ve/veya mal kaybına yol açtığı için
hatırlanmak istenmeyen bu olayları şöyle sıralayabiliriz:
1-
Osmanlı Ermenilerinin kitlesel imhası ile sonuçlanan ve fiilen bir soykırıma
dönüşen 1915
Ermeni tehciri,
1934 yılında Trakya'nın önemli
şehirlerinde yerleşik Yahu- dilere karşı düzenlenen kitlesel yağma,
3-
Gayrimüslim erkeklerin 1941 yılında silah altına alınıp
nafıa taburlarında çalıştırılmaları,
4-
Varlık Vergisi Kanunu'nun gayrimüslimlere
karşı ayrımcı ve keyfi şekilde uygulanması,
5-
6-7 Eylül 1955 günleri
İstanbul ve İzmir'de Rumlara ait işyerlerine, kiliselere, gazetelere, mezarlıklara ve evlere karşı
düzenlenen kitlesel yağma hareketi.
"Tabular"m Kırdması-Değişimin
Başlaması
Ancak bu "tabu" durumu, l 990'lı yılların
başından itibaren değişmeye
başladı. "İkinci Cumhuriyet" adıyla kamuya mat olan bir grup liberal
ve sol görüşlü gazeteci, üniversite öğretim üyesi ve aydın, Cumhuriyet'in alışılagelmiş tarih anlatımını daha eleştirel bir şekilde yeniden gözden
geçirmeye ve değerlendirmeye
başladı. Bu aktörlere ilaveten siyasi ve toplumsal gelişmeler de sürecin gelişmesinde etkiliydi. Kürt meselesi, Tek Parti döneminin ve Kemalizm'in eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirlımesi
ile başlayan
geçmişin yeniden gözden
geçirilmesi süreci, Varlık Vergisi 1 ve 6-7 Eylül 1955 Olayları2
örneklerinde olduğu gibi, sinema ve televizyon gibi kitlesel medya kanalları sayesinde de çok geniş kitlelere nüfuz etti.
Bilgilenme arttıkça Türkiye Cumhuriyeti'nin o ana kadar geçerli olan "resmi" görüşü git gide artan bir hızla itibar kaybetmeye başladı ve "resmi tarih" deyimi
"gerçeklerin üstünü örten tarih" anlamıyla eşdeğer bir anlam taşır oldu. Ancak onlarca yıl boyunca hadiselerin resmi anlatımı ile beslenen bir toplumun, resmi anlatımın es geçtiği veya yüzeysel bir şekilde söz
ettiği olayların tam zıttı bir "gayr-ı resmi" anlatımı itirazsız benimsemesi beklenemezdi. Polemikler, Tek Parti döneminde
azınlıkların korkulu rüyası olan Türk Ceza Kanunu 'nda mevcut "Türklüğü tahkir" maddesine dayanılarak yazarlara, gazetecilere ve aydınlara karşı
açılan davalar, ölüm tehditleri ve nihayet Agos
gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesi gibi bir dizi ürkütücü ve trajik olay "resmi tarih militanları"nın
gösterdikleri tepkiler manzumesiydi. Ancak Türkiye'nin "geçmişi ile yüzleşmesi"
veya
"tarihi ile barışması" cümleleriyle özetlenebilecek olan ve de halen çok başında olan bu süreç sona ermedi. Başka bir deyimle tozlu arşivlerdeki
belgelerden, yırtık ve harap gazete ciltlerindeki
haberlerden ve fotoğ-
1
Tomris Giritlioğlu'nun
yönettiği Salkım Hanım 'ın Taneleri filmi. Yapım yılı 1 999. 2 Tomris Giritlioğlu'ııuıı
yönçttiği CiC Saıu;ısı filmi. Yapım yılı 2009.
raflardan yeniden inşa edilen tarihi geçmiş, toplumun ve müesses nizamın
tamamı tarafından tartışmasız bir şekilde kabul edilmedi. Bugün onca dava, tehdit, binlerce sayfa
tutan yerli ve yabancı araştırmalar külliyatı, iki film ve nihayet muazzam bir
kitlesel tepkiye yol açan bir cinayete rağmen toplumun çok geniş bir kesiminde azınlıkların
hırpalandıkları, ayrıma uğradıkları, atalarının mal varlıklarının gasp edildikleri gerçeği kabul görmemekte. Sadece çok sınırlı bir aydın camiası ve bir o kadar az sayıda
üniversite öğrencisi bu gerçeği kabul etmekte.
Değişimi Benimseyen Kesim
Sözü edilen "çok
sınırlı" kavramını rakamlandırmak gerekli. Bunun için iki kaynak faydalıdır: (a) Gazete tirajları ve (b) üniversite öğrencileri sayısı. Günümüzde sol ve/veya liberal görüşlü bir Türk genci, görüşlerine uygun düşen Radikal, Taraf, Evrensel veya BirGün gazetelerinden birini veya birkaçını okumakta. Azınlıkların
mağduriyetlerinin temelini teşkil eden olaylar silsilesini sık sık konu edinen gazeteci ve öğretim
üyelerinin ezici çoğunluğu da zaten bu gazetelerde yazmakta.
Bu dört gazetenin toplam satış rakamı, yaklaşık 120.000'dir. Bu da 4.912.075 nüshalık toplam gazete satışı içinde sadece %2.44'yi teşkil etmekte. Bunlara "gayr-ı resmi tarih" anlatımını destekleyen bazı yazarlara yer veren muhafazakar/İslamcı
çizgideki Yeni Şafak, Sabah ve Star gazetelerini de eklersek toplam 661.661 satışa
ulaşılmakta. Yani toplam gazete satışlarının % 14'ü'dür. 3
Türkiye'de mevcut 94'ü devlet, 45'i özel olmak üzere toplam 139 üniversite
arasında sosyal
bilimler alanında eğitim veren öğretim üyelerinden azınlıklar konusunda "resmi" bir yaklaşıma sahip olmayanların hangi üniversitelerde
görev yaptıkları incelendiğinde
3 Bu rakamlar 14-20 Nisan 2014 tarihi itibariyle geçerlidir. Kaynak: www.medyatava.
com/tiraj
dört üniversite temayüz etmekte: Boğaziçi,
İstanbul Bilgi, Sabancı ve Bahçeşehir
üniversiteleri. Bu dört üniversitenin 2006-2007 eğitim yılındaki toplam öğrenci sayısı 30.000 civarındaydı.
Aynı öğretim yılında devlet ve vakıf üniversitelerindeki toplam öğrenci sayısı ise 2.419.214 idi. Yani
"resmi tarih anlatımı"nı benimsemeyen öğretim üyelerinin hitap edebildikleri azami üniversite
öğrencisi kitlesi,
toplam öğrenci kitlesinin sadece % 1,24'üdür.4
Sadece bu rakamlar, "tarihle yüzleşme"
sürecinin ilerlemesinin,
başka bir
tabirle "gayr-ı resmi tarih anlatımı"nın eğitimli.
kuşaklar tarafından benimsenmesinin ne kadar zor ve uzun olacağını göstermekte. Burada dikkate alınması gereken bir diğer husus, yazıları ve eylemleri nedeniyle öğretim üyesi ve kamu aydını olmanın
yanı sıra aynı zamanda "geçmişle yüzleşme" sürecinin aktivistleri olan öğretim
üyelerinin yetiştirdikleri talebeler arasında geleceğin öğretim üyeleri olabilecek doktora öğrencilerinin
önemli bir bölümünün Avrupa veya Amerikan üniversitelerinin
birinde öğretim üyesi
olmayı tercih ettiği
gerçeğidir. Bu beyin göçü nedeniyle "gayr-ı resmi tarih anlatımı"nı
yaygınlaştıracak olan aydınlar ordusuna yeterince yeni katılım olmamaktadır.
Rakamlar, gelecek için iyimser olmamızı engelliyorsa da kabul etmek gerekir ki yirmi yıl öncesine
kıyasla Türkiye'de "aykırı görüşler" çok daha rahatlıkla ifade edilmekte. Bunda elbette Türkiye'nin AB'ye aday ülke olmasının
getirdiği ifade hürriyetini
genişleten düzenlemeler ile toplumsal ve siyasal anlayışta fark edilen değişiklikler de etkili oldu ve olmaya devam
ediyor. Dolayısıyla "tarihle yüzleşme" sürecinin sivil toplum kuruluşları,
üniversite çevreleri ve kamu aydınlarının yazı ve eylemleri ile, çok zor ve çok uzun vadeli de olsa, yavaş yavaş daha fazla kişi tarafından
benimseneceğine inanılabilir.
4 Bu rakamlar 30 Mayıs 2009 tarihinde geçerli
rakamlardır. Kaynak: http://yogm.meb. go\ .tr/rnkifogrcnci.htın
"Tarihle Yüzleşme"nin
Şartları
Ancak bu gelişmeye ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
"Tarihle yüzleşme"
sürecinin hiçbir zaman çoğunluk tarafından benimseneceğine, daha da önemlisi bu benimsemenin gerçek anlamda bir "yüzleşme"
olabileceğine inanmak mümkün değildir zira "tarihle yüzleşme"
sürecinin toplumun
çoğunluğu ve müesses nizam tarafından kabul edildiğine işaret eden olmazsa olmaz şartlardan ilki bir hatanın
yapıldığının Devlet tarafından alenen kabul edilmesi, ikincisi de bu hatadan dolayı zarar gören
mağdurların maddi ve
manevi zararlarının tazmin edilmesidir. 1915 ila 1955 yılları
arasındaki 40 yıllık dönemde
azınlıkların zarar gördükleri beş olaydan sadece birisinde, 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nda, Türkiye Cumhuriyeti mağdurlara tazminat ödedi. Ancak bu vakada bile hükümet, toplam tazminat talebinin sadece
% 11,50'sini ödedi.5 Diğer olayların hiçbirinde ne bir hatanın
yapıldığı alenen
kabul edildi, ne de tazminat ödendi. Devlet'in, azınlıkların
mağdur edildiklerini
aleni bir şekilde kabul etmemesinin sebebi açıktır. Kabul' ün bir sonraki kaçınılması imkansız
kademeleri, önce özür dileme sonra da mağdurları ve/veya mağdur
yakınlarını uğradıkları zararlardan ötürü tazmin etmektir. Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişten cereyan eden şu veya bu olay için
azınlıkların mağdur edildiklerini kabul etmesi ve onlardan özür dilemesi, pandoranın kutusunun açılması demektir zira böylesi bir eylemin tazminatların
ödenmesi ile tamamlanması
şarttır. Dahası Devlet'in, örneğin sadece Varlık Vergisi mağdurları için, böyle bir adım atması halinde bu adım emsal teşkil edecek ve diğer olayların
mağdurlarının da tazminat talep etmelerine sebep olacaktır. Nitekim Yunan asıllı
Amerikalıları temsil eden American Hellenic Institute, 2008 yılında
açıkladığı Amerikan-Yunan
Siyaset Beyanatları 'nda (Greek American Policy Statements) Federal Alman hükümetinin Holokost kurbanlarına ve İsrail Devleti'ne, Japon hükümetinin de İkinci Dünya
Savaşı sırasında Asya'daki eylemlerinden dolayı bu
5 Speros Vryonis Jr., The
Mechanism ofCatastophe, Greekworks, New York, 2005, s. 285.
eylemlerin mağdurlarına tazminat ödemiş
olmalarına atıfta bulunarak Türkiye Cumhuriyeti 'nin değişik olaylarda mağdur olmuş Rumlara ve Ermenilere tazminat ödemesini
sağlaması için Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'ye baskı yapmasını istemiştir.
Bu belgede yer
alan bu tazminat talebinin kimler için istendiğini okumakta fayda var:
Alman hükümetinin Holokost kurbanlarına ve İsrail Devleti'ne, Japon hükümetinin
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Asya'da gerçekleştirdiği
eylemlerin mağdurlarına
ödedikle.ri tazminatlara ve zarar ziyanlara atıfta bulunuyoruz. Birleşik Amerika hükümetine
aşağıda sıraladığımız mağdurlara tazminat ve zarar ziyan bedelleri ödemesi için
Türkiye'ye baskı yapması çağrısında bulunuyoruz:
-
Türkiye'nin 1974 yılında gayr-ı
kanuni olarak Kıbrıs'ı istila etmesinin mağdurları,
-
Türk makamlarının ve şahısların 1974 yılından beri gayr-ı kanuni olarak Kıbrıs'ta
işgal ettikleri,
sahiplerinin ellerinden aldıkları arazi ve gayrimenkullerin, Amerikalılar dahil, sahipleri,
-
İstanbul'daki Rum asıllı
vatandaşlara karşı Eylül 1955 tarihinde gerçekleşen Türk pogromunun mağdurlarına. O tarihte Türk hükümeti hadiselerden mağdur olanlara tazminat ödeyeceğini
belirtmiş ancak
talep edilen tazminat bedellerinin küçük bir kısmını ödemiştir.
-
Mustafa Kemal Atatürk'ün emirleri doğrultusunda 1922 yılında
İzmir'in Rum ve
Ermeni nüfusuna karşı Türklerin yaptığı katliamların kurbanları ve,
1915-1923 yıllarında
Türkiye 'nin gerçekleştirdiği
Ermeni Soykı- nını
kurbanları. 6
Türkiye'nin Önündeki Yol Ayrımı
"Tarihle yüzleşme"nin gerçekleşmesini isteyen aydınlar ve akti- vistler, muhtemelen haklı taktik nedenlerle pek nadiren
tazminat konusunu gündeme getirmekteler. Bunda da haklıdırlar zira bu
6 "2008 Greek American
Policy Statements'", American Hellenic Institute, 4 Mart 2008, lıttp://11 11 11 .ahi"oild.or"/pdfs,'2008 Policy Stateım:ııts.pdf.
konunun gündeme getirilmesinden en çok tedirgin olacak olan kesim, her şeye rağmen inatla Türkiye'de
yaşamaya devam
eden azınlıklardır. Ancak durum, berrak ve billur bir şekilde
açıktır. Bir devletin
ve bir toplumun geçmişi ile yüzleşmesi, bu yüzleşmenin
getirdiği sorumlukları da üstlenmesi demektir. Sorumluluk, sadece özür dilemekle sona ermemektedir.
Sorumluluk, tazminatların da ödenmesini şart koşar. "Tazmin etme" olgusunun
uluslararası hukukun alanına girdiği, tazminat meblağının ne olacağının ve kimlere ödeneceğinin uzun ve karmaşık bir sürecin sonunda çıkacak yargı
kararı ile sonuçlanacağı
şüphesizdir. Ancak günümüzde çağdaş bir devletin ahlaki ilkelere saygı
göstermesinin şart olduğu akılda tutulduğu takdirde Türkiye Cumhuriyeti'nin "Uluslararası
Adalet Divanı karar vermelidir" argümanının
arkasına sığınıp ahlaki ilkeleri göz ardı etmesinin kabul edilebilir bir yanı yoktur.
Dolayısıyla Türkiye'nin önündeki yol açıktır: Ya "Bon pour l'Orient" (Şark için iyidir) usulü bir özür dileme ile yetinilecek ya da çağdaş bir devletin gerekleri yerine
getirilerek özür dilemenin yanı sıra geçmişte cereyan eden ve yukarıda sıralanan tarihe mal olmuş olaylardan doğan
mağduriyetler telafi edilip tazminatlar ödenecektir. Bu gerçekleşmediği
sürece Türk toplumunun
ve devletinin geçmişi ile hesaplaştığını söylemek imkansızdır. 7
7 Rıfat N. Bali, "Tarihle Yüzleşmenin 'Olmazsa Olmaz' İki Şartı:
Özür Dileme ve Tazmin
Etme", Toplumsal Tarih, Sayı 192, Aralık 2009, s. 26-28.
EK il
LOZAN BARIŞ KONFERANSI MÜZAKERELERİ
- AZINLIKLARLA İLGİLİ İKİ BELGE
Bu bölümde özgün metinleri ve çevirileri sunulan iki belge Lozan Barış
Konferansı müzakereleri sırasında Lozan'da bulunan Amerikan misyonu ile ABD Dışişleri
Bakanlığı arasında cereyan etmiş yazışmalardır. Bu bölümde bu iki belgenin tamamı değil, sadece azınlıklar ile ilgili bölümleri yer almaktadır.
*
* *
1-21 Kasım 1922 Tarihli Belge
CIPHER
TO
FROM
DATED RECEIVED
Nü : American Mission, Lausanne Department of State
November 21, 7 p.m., 1922 November 23, 9 a.m., 1922 4
On November 15ıh Admiral Bristol8 telegraphed [the
State) Depart- ment that on November 4ıh and 81h he had addressed
communicati-
8 Amiral Mark Lambert Bristol ( 1868-1939). 1919
ila 1927 yılları arasında Birleşik
Amerika Yüksek Komiseri olarak İstanbul'da
göre\ yaptı.
ons to [the] Nationalist representative at
Constantinople protesting against the reported policy of the Turkish
authorities to expel the Christian populations of Anatolia and Constantinople.
in his com- munication of November 81h he also expressed his entire
accord with a communication addressed in the same sense to the Natio- nalist
representatives by the Allied High Commissioners at Cons- tantinople. in reply
to his communications Admiral Bristol was in- formed that no order of expulsion
had been issued by the Angora Govemment but that permission for Christians to
leave within one month had been granted. Admiral Bristol pointed out that in
Anato- lia this permission was apparently being misconstrued as an order and
that if such an impression should gain headway it would result in a rush to the
coast of thousands of people and would create just as bad a situation as an
actual order of expulsion. On November l 91h Admiral Bristol telegraphed
as follows. (Gray)
Latest information makes me certain that Nationalist
Govemment wishes to get rid of entire Greek and Armenian population ofAna-
tolia and Constantinople and would like to have this a fait accompli or at
least well under way before question ofMinorities arises at the Conference. The
Turkish feeling is that the presence ofthese peop- le has offered most of the
pretexts in the past for the political inro- ads ofWestern Powers and further
inroads ofthis sort are abhorrent to the newly awakened ideals ofNationalism in
Turkey. This desire should be considered furthermore in connection with the
problem of the continuance of the special privileges heretofore accorded to
Greek and Armenian and other non-Moslem Communities.
Hughes9
*
* *
9 Kongre Kütüphanesi, Yazmalar (Manuscript) Bölümü (Washington, D.C). Conferen- ce on Near Eastem Afairs ( 1922-1923: Lausanm:, Switzerland) dosyası MMC-0608.
ŞİFRELİ
Kime Kimden
Tarih
Alınan tarih Sayı : Amerikan Misyonu, Lozan Hariciye Vekaleti
21 Kasım 1922, 19:00
23 Kasım 1922, 21:00
4
15 Kasım tarihinde Amiral Bristol Hariciye
Vekaleti 'ne telgraf göndererek 4 ve 8 Kasım günleri Konstantiniye'deki Milliyetçilerin [Kemalistlerin] mümessiline
Türk makamlarının Anadolu ve Konstantiniye'deki Hıristiyan halkları buralardan kovma siyasetini protesto eden mesajlar ilettiğini bildirdi. Amiral Bristol 8 Kasım tarihli haberleşmesinde
Konstantiniye'deki
İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri 'nin Kemalistlerin mümessillerine gönderdikleri aynı meyandaki mesaja da tam mutabakatını verdi. Bu mesajlarına
cevaben Amiral
Bristol'e Ankara Hükümeti'nin herhangi bir kovma emri vermediği ancak Hıristiyanlara bir ay içinde
ayrılmaları için izin verildiği bilgisi verildi. Amiral Bristol Anadolu'da bu iznin bir emir olarak yanlış anlaşıldığını, böyle bir hissiyatın güç
kazanması halinde
ise bunun binlerce insanın sahillere hücum etmesine yol açacağını ve böylece fiili bir kovma emri kadar kötü bir durum yaratacağını
söyledi. 19 Kasım'da Amiral Bristol şöyle bir telgraf yolladı. (Gray)
En son bilgiler ışığında Milliyetçi Hükümet'in Anadolu ve Konstantiniye'deki
Ermeni ve Rum ahalisinin tamamından kurtulmayı arzu ettiği ve bunu da bir oldu bittiye
getirmeyi veya bu mevzuda en azından Ekalliyetler meselesinin
Konferans'ta müzakere edilmesinden önce iyice yol alınmış olmasını istediğine eminim. Türklerin
hissiyatı bu insanların mevcudiyetlerinin geçmişte Batılı
Güçler'in Türkiye'ye siyaseten nüfuz etmiş olmaları için mazeretlerin çoğunu sunmuş olduğu yönünde. Batılı
Güçler'in bu şekilde
Türkiye'ye nüfuz etmeye devam etmeleri Türkiye' de yeni uyanmış olan Milliyetçi ülkü
için nefret edilecek
bir şey. Bu [Ermenileri ve Rumları] kovma arzusu Rumlara, Ermenilere
ve diğer gayrimüslim
cemaatlere şimdiye kadar tanınan hususi imtiyazların devam etmesi meselesi ile rabıtalı olarak düşünülmeli.
* Hughesio
* *
2- 22 Kasım 1922 Tarihli Belge
CIPHER
TO Department of State
FROM : American Mission, Lausanne
DATED November 22, 8 p.m., 1922
Nü 8
Following is Child's report of
conversation with Djelalledin Bey and Secretary Turkish delegation held at
latter's request privately and in confidence here given under separate
headings:
THREE. Minorities. Stated that
remaining minorities were small in number and promised truthful figures as soon
as obtainable from Angcr ra. Admitted that public opinion and
sentiment ofAssembly would make it absolutely impossible to grant out of
Turkish soil any refuge. Stated frankly that Armenians and Greeks were no
longer wanted not only be- cause ofdislike but because minorities were used by
foreign powers for intrigue. Said that minorities in Turkey were always like
open wound not only painful in itself but inviting infection from foreign
contacts. Understood that feeling in America was strong and expressed willing-
ness to give strongest possible guarantees provided outlook for gradual
reduction ofminorities was provided over a term ofyears by emigration. Assented
and approved of immediate exchange ofprisoners.
[Richard
Washburn] Child [Joseph]
Grew11
*
* *
10
[Charles Evans] Hughes (1862-1947). 1921-1925 yılları arasında Birleşik Amerika
Dışişleri Bakanı idi.
11
Kongre Kütüphanesi Yazmalar
(Manuscript) Bölümü (Washington, D.C). Conferen- cc on Ncar Eastcm
Affairs ( 1922-1923: Lausannc, Switzcrland) dosyası
MMC-0608.
ŞİFRELİ
Kime Hariciye Vekaleti
Kimden : Amerikan Misyonu, Lozan
Tarih : 22 Kasım 1922, 08:00
Sayı 8
Aşağıdaki metin Child'in12 Celaleddin Bey13
ve Türk Heyeti'nin katibi14 ile yaptığı ve Türk heyeti katibinin arzusu üzerine mahfuz tutulan konuşmaların raporudur:
Ekalliyetler: Kalan ekalliyetlerin sayıca az olduklarını belirtti ve Ankara'dan temin edeceği
inandırıcı rakamları en kısa zamanda bildireceğine söz verdi. Efkar-ı Umumiye'nin kanaati ile Meclis'in
hissiyatının ekalliyetlerin Türk topraklarında himaye edilmelerini tamamiyle imkansız
kıldığını söyledi. Ermenilerin ve Rumların artık istenmediklerini, bunun sadece sevilmemelerinden ötürü değil, ekalliyetlerin harici güçler
tarafından entrikalar
için kullanılmalarından ileri geldiğini açık yüreklilikle söyledi. Ekalliyetlerin Türkiye'de daima açık bir yara gibi olduklarını, bunun sadece acı verici olmayıp aynı zamanda ecnebiler ile olan münasebetlerde enfeksiyona davet çıkardığını
söyledi. Amerika'da
hissiyatın [ekalliyetler lehine] kuvvetli olduğunu anladı. Ekalliyetlerin yıllara
dağılmış olarak [yurtdı- şına]
göç etmeleri ile nüfuslarının tedrici olarak azaltılmaları
hususunda bir açılımın olması
halinde
ekalliyetler konusunda mümkün olan en kuvvetli garantileri
vermeye hazır olduğunu söyledi. Harp esirlerinin hemen mübadele edilmesine razı oldu ve tasdik etti.
İmzalar
[Richard Washburn] Child [Joseph] Grew15
12 Richard Washbum
Child ( 1881-1935). Birleşik Amerika Hariciye Vekiileti
mensubu.
13 Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Celaleddin Arif Bey (1875-1928).
14 Reşit Saffet [Atabinen].
15 Grew ( 1880-1965) bir
Amerikan diplomatı olup 1927 ila 1932 yılları arasında Büyü- kclçi olarak Ankara· da göre\ yaptı.
EK III
AZINLIKLARIN TOPLUMSAL HAFIZADAKİ
YERİ
1-
Unutulmak İstenen Bir Olgu:
Toplumsal Hafızadaki "Azınlıklar"
İmgesi
"Azınlıkların Türkleştirilmeleri
meselesi üzerinde ortaya çıkan yeni tarih anlatımı, Türk toplumunun toplu hafızasında
yerleşik olan "azınlıklar"
imgesinin son
derece olumsuz olduğu ve bu olumsuzluğun da büyük ölçüde bir gerçekliğe
dayandığı olgusunu göz ardı etmektedir. Bu olumsuz imgede azınlıklar (a) Mütareke
yıllarında İstanbul'u işgal eden İtilaf Kuvvetleri'ni can-ı gönülden alkışlayan ve onlarla işbirliği yapan, (b) İzmir' in işgali
sırasında Yunan
Ordusu'nu çiçeklerle karşılayan, (c) İtilaf Kuvvetleri'nin İstanbul' u, Yunan Kuvvetleri' nin İzmir' i işgallerinin
ardından Türk ahbapları ve komşuları ile alay etmeye başlayan, Türklerin feslerini kapıp yırtan veya ayaklarıyla
çiğneyen, onları "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlayan, (d) servetini, yaptığı ölçüsüz
harcamalar ve
giyim kuşamıyla, umumi yerlerde fütursuzca teşhir etmekten çekinmeyen, kozmopolit bir kültüre sahip, milll değerlere yabancı,
Türkiye'ye sadece
maddi menfaatler nedeniyle bağlı insanlar olarak resmedilmekteler.
Bu dönemi tasvir eden hatıratların ve romanların neredeyse tamamında bu görüntüler bazen bir veya birkaç satırla,
bazen geniş bir şekilde yer alır.
Prof. Dr. Bahri Savcı'nın (1914-1997) 1996 yılında bir konuşmasında telaffuz ettiği "Ben küçükken işgal
gördüm. 'Zito
Venizelos' yani 'Yaşasın Venizelos' diye Anadolu kasabalarında o zamanki
azınlıklar tarafından bağırıldığını
gördüm"16 sözleri bir örnektir. Bir başka örnek, İzmir'in işgal yılları konusunda yapılmış bir sözlü tarih çalışmasının
yazarı olan Ege Üniversitesi
öğretim üyesi Dr. Pelin Böke'nin, İzmir'in işgali sırasında Rum halkının
Türklere karşı olumsuz davranmasını ve bu davranış karşısında afallayan Türk halkını
şöyle tasvir
etmesidir:
Peki ya Türkler ne yapıyordu? Neydi bu başlarına gelen? Kendileri gibi sıradan
Osmanlı tebaası olan Rumlar, kalkmış, efendi kesilmişlerdi başlarına şimdiden. Bu günleri de mi göreceklerdi? Neredeyse yerlere kadar inen ve altından
geçerken başlarını eğmek zorunda kaldıkları Yunan bayrakları da nereden çıkmıştı
böyle?17
Dönemi bizzat yaşamış ve şahsi
tecrübelerini romanlarına yansıtmış yazarların kaleme aldıkları romanlarda da azınlıkların yer alış şekli,
yukarıda özetlenen fotoğrafa uygun bir şekildedir.18
6-7 Eylül 1955 Olayları
sırasında tanıklık yapan İstanbullu Rumlar, olayların cereyan ettiği güne kadar Müslüman komşularıyla dostane ilişkiler yaşadıklarını ancak aynı Müslüman
komşularının olaylar sırasında yağmaya katıldıklarını anlatmaktalar. Ancak Mütareke ve İzmir'in işgali
yıllarında o tarihe
kadar Müslüman komşuları ile dostane münasebetler içinde olan Rumların, işgal
sırasında aynı komşularına karşı tavır değiştirip onlara hasmane bir şekilde
davrandıklarını hatırlamak gereklidir. Aksi takdirde toplumun ve müesses nizamın gayrimüslimlere karşı
neden hasmane duygular
beslediğini anlamak zor olur. Bu yapılmadığı veya sadece "mağdur
azınlıklar"ın anlatıları dikkate alındığı takdirde ortaya çıkan tarih anlatımı,
"seçici" bir anlatım olacaktır. Nitekim Teori dergisi yazı
16 Prof. Dr. Cevat Geray,
"Demokrasiyi, İnsan Haklarını, Hoşgörüyü Ondan Öğrenmiştik ...
", Mülkiye, Cilt 33, Sayı 219, s. 29-46, 33.
17 Pelin Böke, İzmir 1919-1922 Tanıklık/ar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2006, s. 33.
18 Bu konuda iki inceleme için bkz. Mehmet Törenek, Türk
Romanında İşgal İstanbu- lu, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002; Tamer Erdoğan, Türk
Romanında Mütareke İstanbul'u, Kanat Kitap, İstanbul, 2005.
kurulu sekreteri Mehmet Ulusoy da "neoliberal tarihçilik"
olarak adlandırdığı
gayr-ı resmi tarih yazımına karşı
çıktığı makalesinde,
Varlık Vergisi konusunda toplumsal hafıza meselesine ve toplumun tepkisine
dikkati çekmekte:
Halkın
açlık sınırında kıvrandığı, olağanüstü sıkıntıların ve acıların
yaşandığı savaş koşullarında, o dönemi yaşayan muhalif gazeteci ve yazarlar
bile, Varlık Vergisi ile ilgili olguları çok daha gerçekçi,
vicdanlı yansıtmışlardır. Çünkü, enflasyonun yüzde 400'lere fırladığı, bundan da büyük vurgunlar vurarak asıl
yararlananların, büyük haksız servetler yapanların, ekonominin yüzde 90'nını elinde tutan gayrimüslim ithalat ve ihracatçıların
olduğu düşünülürse, o yıllardaki kamuoyu vicdanının nasıl oluştuğu çok daha iyi anlaşılabilir. Kamuoyu vicdanındaki
gayrimüslim zenginlere karşı belli bir düşmanlığa ve saldırganlığa,
sadece yapılan vurgunlar ve büyük servet adaletsizliği yol açmıyordu. Komprador sınıfın
dayandığı Rum ve
Ermeni azınlıklarla ilgili, geçmişteki, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş
Savaşı yıllarındaki büyük ihanet anıları da buna eklenirse, biriken öfke ve kinin tarihsel, toplumsal boyutlarını takdir etmek kolaylaşır.
Oysa liberal tarihçiler
için, o günün özel toplumsal ekonomik, tarihsel, siyasi (savaş)
koşullarının pek önemi yok. Onların mantığına göre önemli olan, Rum, Ermeni, Yahudi, eşit ve özgür
yurttaşlarıyla bir ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğü değil, vurguncu, hırsız, asalak fark etmez, uluslaşmaya,
kamulaşmaya ve ulusal devlet otoritesine karşı olan her şeyin
özgürlüğüdür; misyonları budur.19
2-
Toplumsal Hafızadaki
İmgeye Eleştirel Yaklaşımlar
Toplumsal hafızada yer etmiş bu olumsuz imgenin milliyetçi kesimde nasıl bir tepki yarattığının en iyi örneği Nihal Atsız'dır. 1930'lu yıllarda
azınlıklara karşı en sert ve ırkçı üsluplu makaleleriyle temayüz etmiş olan Atsız ve Orhun dergilerinin sahibi
19 Mehmet Ulusoy,
"Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi'ne Karşı Türkleştirme, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21. Yazar
bu konuyu daha sonra kitabında da işlemiştir. Bkz Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim
ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 131-132.
ünlü Türkçü fikir adamı Nihal Atsız'ın (1905-1975) oğlu Yağmur
Atsız'ın, hatıralarında babasının azınlık karşıtı ve ırkçı tavrına
getirdiği izahat, azınlıkların toplumsal hafızada olumsuz bir şekilde yer etmiş
olmalarıdır:
İstanbullu
bir ailenin çocuğu olduğum
için bende esasen öyle Ermeni, Rum, Yahudi düşmanlığı filan yokdur. Dedelerimden biri
1852'de İstanbul'a yerleşmiş. Benim, gençlik yıllarımda bir sürü Ermeni ve Rum arkadaşım
vardı. Sonra bir
Yahudi kızına ölesiye aşık oldum. Atsız gerçi zaman zaman homurdanır ve "Arkadaşlık
edecek başka kimse bulamadın
mı?" kabilinden
söylenirdi ama daha·da ileri gitmezdi. Onun -Müslim, gayrı-müslim- azınlıklara "husumeti", Mütareke Devri'ndeki ve Balkan Harbi'ndeki
çok acı olaylara dayanır. Onun nesliyle ondan bir önceki ve bir sonraki nesillere mensfib
olanlarda rastladığımız "aşırı hassasiyet"in ana sebebi
bence budur. Türklerin ve en geniş anlamıyla "kendini Türk hissedenler"in o yıllarda çekdiklerini tasavvur etmek zordur. Dikkat
buyrulsun ki bu söylediğim, öbürlerine yakın derecede, Müslüman "Ekalliyetler"e karşı da geçerlidir.
İsteyen bunları o devri yaşamış olan en az iki düzine yazarın kaleminden okuyup öğrenebilir. Ben de şahsen bütün bu hadisatı iyi bilirim ve asla da unutmam.
Ama doğrusu kin de tutmam, zira sırf mütemadiyen mazideki "muharebeler"i
tekraren yaşayarak bir yere varılamayacağına inanırım.20
Yağmur Atsız, hatıratının bir başka yerinde de Falih Rıfkı Atay'ın
Çankaya kitabında yer alan azınlıklarla ilgili anılar ile Halit Fahri Ozansoy'un ünlü Ermeni sahne sanatçısı Eliza Binemeciyan (18801981) ile
ilgili anılarına atıfta bulunduktan sonra tarihçi Yılmaz Öztuna'nın, babası Nihal Atsız'ın
ırkçılığı konusundaki
şu açıklamasını da hatırlatacaktı: "Atsız 1945 'ten önce şüphesiz
Türk Irkçısı idi. ( ...) Atsız'ı ırkçılığa sürükleyen, Türkiye'deki
azınlıkların ırk- çılığ12ı olmuştur."22
20 Yağmur Atsız,
Ömrümün İlk 65 Yılı. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 2006, s. 81.
21 Burada bahsi geçen
"azınlık ırkçılığı" tabiriyle gayrimüslimlerin Mütareke dönemindeki ve İzmir'in
işgali sırasındaki davranışları ve Türkleşmeye direnmeleri kastedilmektedir. Günümüzde ise bu deyimle Kürt
milliyetçiliği kastedilmekte.
Yağmur
ı\tsız, a.g.e.,
s. 23.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
Medialog Platform’u Genel Sekreteri Erkam Tufan Aytav da bir yazısında Mütareke
ve İzmir’in işgali yıllarının toplumsal hafızada yarattığı etkiyi şöyle tasvir
etmekte:
Sistem
ötekilerinin en başında da gayrimüslimler gelir. Üstelik sistemin
gayrimüslimlere olumsuz bakışının toplumda ciddi bir karşılığı da vardır.
Bu
bakışta Kemalist kesim ile İslami kesimin büyük oranda örtüş- tüğünü de
görebiliriz.
Peki,
bu neden böyle?
En
baş etken yüzyılın başında bu topraklarda yaşanan trajedidir. Bu trajedi toplum
sağlığımızı ciddi oranda bozdu. OsmanlI’nın dağılması sırasında yaşananlar
belki de yüzyılın en büyük trajedisi olarak kabul edilebilir.
Kurtuluş
savaşında yedi düvele karşı savaşırken içimizdeki ‘bazı gayrimüslimlerin’ Araplar
ve Balkan halkları gibi, kendi bağımsızlığını kazanmak adına fırsatı
değerlendirip OsmanlI’yı işgal eden kuvvetler ile iş birliği yapması Müslüman
Türk milleti üzerinde ciddi tesir meydana getirmiştir. Mevcut psikolojiyi
anlamak adına bunu asla göz ardı etmememiz lazım.
İki
kulesi yıkılan Amerikalıların bütün Müslümanları düşman görmesi ve paranoyak
davranışlar göstermesine bakacak olursak, koca bir cihan imparatorluğunun
yakılması karşısında yaşanan toplumsal şok ve yaşanan ‘ihanetlerin’ Müslüman
Türk milletinde nasıl derin izler bırakabileceğini anlayabiliriz.
Bu psikoloji ile kurulan cumhuriyet
Tevhid-i Tedrisat üzerinden ısrarla ve özellikle başta Çanakkale olmak üzere
Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza savaştığımız gayrimüslimleri göz ardı etmiş ve
halka sürekli düşmanlık pompalamıştır.
İsyan
ve düşman ile işbirliğinde ayırt etmeksizin bütün gayrimüslimleri sorumlu
tutmuştur, bununla da yetinmediği gibi günümüzün gayrimüslimlerine de yani
onların çocuklarına, torunlarına da aynı faturayı çıkarmıştır. Bunu da topluma
kabul ettirmiştir. Mantık şudur; madem deden isyan etti sen de suçlusun![147]
Gerek Yağmur Atsız ve gerekse Erkam Tufan Aytav'ın
yaklaşımları gerçekçi ve doğru yaklaşımlardır. Zira her iki yazar tarihsel maziyi ve bu mazinin
toplumda yarattığı travmayı inkar etmemekte ancak bunun bir kan davası olarak nesilden nesile aktarılmasını son derece yanlış bulmaktalar.
3-
Toplumsal Hafızadaki
İmgeye Bir Tepki Örneği
Toplumsal hafızada yerleşik bu imgeye münferit bir tepkiye de rastlanacaktır.
Bu örneğe
ilköğretim öğrencilerinin liseye geçişlerini belirleyen Seviye Belirleme Sınavı'nda
rastlanacaktı. Bu sınavın Sosyal Bilgiler bölümünün bir sorusu ve cevapları şöyle idi:
Mondros Ateşkes
Antlaşması'ndan sonra yurdumuzun işgal edilmesi karşısında İstanbul Hükümeti sessiz ve kayıtsız
kaldı. Yüzyıllarca Türklerle beraber huzurlu ve güvenli bir yaşam sürdüren
bazı Rum ve Ermeniler
de işgalcilerle işbirliği yaptılar. Bu durum karşısında
Türk milleti nasıl bir tepki göstermiştir?
A)
Amerikan mandasını istemiştir.
B)
Halifenin etrafında toplanmıştır.
C)
Milli direniş cemiyetleri kurmuştur.
D)
İşgallerin geçici olduğuna inanarak tepki göstermemiştir.
Doğru cevabı (b) şıkkı olan bu soru üzerine bir öğrenci velisi, Milli Eğitim
Bakanlığı'ndan şikayetçi olacaktı. Veli dilekçesinde; "Sınava giren kızıma, Sosyal Bilimler Bölümü'nün ikinci sorusunda Ermeni ve Rumları hain olarak niteleyen bir soru sorulmuştur.
Böyle bir sorunun sorulmuş olması
suç teşkil etmektedir"
diye yazacak ve Taraf gazetesine de "Benim kızım sınavda bu soruyu doğru yaptı. Demek ki ayrımcılık duygusunu kızıma
aşılamışlar" açıklamasında bulunacaktı.24 Burada ilginç olan (a) azınlıkların
Mütareke dönemindeki davranışlarının toplumsal hafızada sürekli canlı tutulup yeniden üretilmesi ve (b) aslında bir tarihsel gerçeklik olan bu davranışları
hatırlatan bir
sualin günümüzde bir öğrenci velisi
24 Fırat ı\lkaç, "I lain Soruya Suç Duyurusu··, Taraf, 21 l laLİraıı 2012.
tarafından "suç" olarak değerlendirilmesidir.
Bu değerlendirmenin
gerisinde yatan
sebep ise milliyetçi ve ulusalcı görüşteki çevrelerin soğukkanlı ve mesafeli bir şekilde
değerlendirilmeleri gereken ve yüzyıl önce geçerli olan bir tarihsel gerçeği azınlıklara karşı toplumda alttan alta var olan husumeti
yeniden üretmede ve canlı tutmada kullanmalarıdır.
Başka bir deyimle tarihsel gerçeklik
milliyetçi ve ulusalcı kesim tarafından
sürekli hafızalarda taze tutulmakta, buna bir tepki olarak da bu gerçeğin ya gözardı edilmesini veyahut gerçek
olmadığını savunan
bir görüş ortaya çıkmaktadır. Bu da sosyal bilimcilerin sık sık karşı
karşıya kaldıkları bir durum olup azınlıklar konusundaki çalışmaların önündeki en büyük engeldir.
4-
^ınlıkların Hatırlanma Halleri
Bu bölümde yer alan ilk metin,
Radikal gazetesi yazarı Altan Öymen'in 2007 yılının Şubat ayında yayınladığı
bir makale. Makale, her ne kadar günümüzde azınlıklara karşı mevcut olan şoven
milliyetçiliği eleştirmekte ise de özellikle azınlıklara karşı sergilenen
husumet ve şovenizmin Mütareke ve İzmir'in işgali döneminden kaynaklandığını
tespit etmesi açısından önemli. Bu tespit, toplumsal hafızada yer alan olumsuz
azınlıklar fotoğrafının kaynağını göstermesi açısından önem taşımakta.
Bu bölümde yer alan ikinci metin ise
2012 yılında cereyan eden yeni bir Anayasa'nın hazırlanması tartışmaları
vesilesiyle kaleme alındı. Yeni Anayasa'nın hazırlanması sırasında TBMM Anayasa
Hazırlama Komisyonu'nun, içinde azınlıkların da yer aldıkları, toplumun her
kesimini temsil eden kişilerden görüş almaları üzerine Türkiye 'de Yeni Çağ
gazetesi yazarı Muhiddin Nalbandoğlu bu yazıyı yayınladı. Yazının önemli kısmı,
aradan geçen neredeyse bir yüzyıla yakın zamana rağmen, azınlıkların Mütareke
dönemindeki davranışlarının Nalbandoğlu'nun hafızasında capcanlı yer aldığı-
nın kanıtıdır.
Bu yazı, Altan Öymen'in
yazısında tenkit ettiği şüpheci bakışın nasıl hiila diri bir şekilde
yaşamaya devam ettiğinin bir örneğidir.
*
* *
a- Radikal Gazetesi Yazarı Altan Öymen
Ülkemizdeki Hıristiyan
vatandaşlarımıza mesafeli davrananların gerekçesi, 'mütareke dönemi'nde olup bitenler... O dönemi hatırlatarak 'onlara güvenilmez' diyorlar. Ama, o dönemin
Osmanlı başkenti ile bugünkü Türkiye'nin durumları arasında ne kadar büyük farklar olduğunu unutuyorlar.
Türkiye'de 'anasır-ı hıristiyaniye'ye
şüpheyle bakmanın nedeni kaldı
mı?
"Ama onlar da bize az mı yaptılar?
Unutmayalım mütareke döneminde olup bitenleri ... Memleket işgal edildi diye bayram edenleri... O dönemin
Türkiyesi'ndeki Rumları, Ermenileri ..." Bu, ülkemizdeki gayrimüslimlere karşı
tavır alanların, gerekçe olarak kullandıkları bir argümandır.
Tabii, şu doğru: 20'nci yüzyılın
çokuluslu imparatorluklarının dağılması sürecini başlatan millileşme hareketleri, Osmanlı
İmparatorluğu'nda daha 19'uncu yüzyıldan itibaren kendini göstermişti. Dış güçlerin de etkisiyle, önce Hıristiyan
kesimlerde başlayan ayaklanmalar gelişmişti.
İmparatorluğun toprak kayıplarına yol açmıştı. O topraklarda, yeni milli
devletler kurulmuştu. Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan halkın bir kesimi, o yeni kurulan devletlerin halkıyla
ilişkiliydi... En azından anadilleri aynıydı. Bu gelişmelerden onlar da etkileniyordu.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun içindeki çeşitli unsurlar gibi. .. Mütareke dönemine bu şartlar altında
girildi ...
O dönemin gerçekleri de belli: 1918 Ekimi'ndeki
Mondros Mütarekesi'yle, ülkenin büyük kısmı yabancıların işgali
altına girmiş... Bu işgal, ülkedeki gayrimüslim (Müslüman olmayan) azınlıkların bir kısmı
tarafından desteklenmiş... Veya en azından benimsenmiş... İzmir'deki ve civarındaki Rumlardan, karaya çıkan Yunan askerlerini coşkulu
alkışlarla karşılayanlar az değil... İstanbul'da Beyoğlu Caddesi'ne Yunan bayrakları asılmış... Ermeni grupları, savaş galibi ülkelerden, isteklerinin gerçekleşmesini
bekler hale gelmiş... O günleri yaşayan
yakınlarım, ben gençken
hayattaydılar. Gördüklerini, işittiklerini anlatırlardı. Durumun Türkler için ne kadar kötü olduğu, o anlatımlardan da belliydi. Ama bunu görmek için
anlatım dinlemeye
de gerek yoktu. İstanbul'un, İzmir'in o yıllardaki
fotoğraflarına bakmak da yeterliydi. Atatürk de zaten, Nutuk'un 'manzara-ı umumiye' girişiyle
başladığı bölümünde o yılların 'genel görünüş'ünü anlatırken, İngiliz, Fransız ve İtalyanların
işgal sırasında yaptıklarıyla birlikte, 'anasır-ı hı- ristiyaniye' (Hıristiyan unsurlar) başlığı
altında, Rum ve
Ermeni kaynaklı hareketlere de yer verir. Şimdi de o durumu hatırlatan filmler var. İzleyenleri de çok. Birini, geçenlerde
gördüm. Adı 'Son Osmanlı'ydı.25 Filmin kahramanı
'Yandım Ali'
(Kenan İmirzalıoğ- lu), o zamanın İstanbul 'undaki işgal kuvvetleriyle, onların -bazısı
gayrimüslim, bazısı Müslüman olan- işbirlikçilerine haddini bildiriyordu. Bazısına silah atarak, bazısını tokatlayarak işlerini bitiriyordu. Sürükleyici bir filmdi. Seyredenler, Ali'nin mücadelelerini izlerken, o dönemde olup bitenleri düşünebiliyorlardı.
Bütün bu olan-bitenin, Kurtuluş
Savaşı'nı izleyen dönemi etkilememesi, herhalde mümkün değildi.
Lozan Barış
Konferansı'na katılan İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti bu konuda çok duyarlıydı.
Osmanlı topraklarında yaşayan yabancı uyruklularla
25 Son Osmanlı Yandım
Ali filmi, İstanbul'un
işgal edildiği dönemi anlatmakta. Film, Suat Yalaz'ın aynı adlı çizgi romanından sinemaya uyarlanmıştır.
Yönetmeni Mustafa Şevki
Doğan'dır. 2006 yılında Özen Film tarafından
yapılmıştır. Kaynak: "Son Osmanlı Yandım Ali", lnip:'arAVikipediaA>rg.'wiki'YanJ%C4%B
ini Alı
birlikte Osmanlı uyruklu olup da 'anasır-ı
hıristiyaniye'ye mensup olanların Türkiye toprakları içindeki varlığını ve etkisini azaltmak istiyordu.
Bunun Rumlarla ilgili en kestirme çaresi, 'mübadele'ydi. Yani, Türkiye'deki Türk
vatandaşı Rumlar,
Yunanistan'a geçsin, Yunan vatandaşı olsun. Yunanistan'daki Yunan vatandaşı Türkler, Türkiye'ye geçsin,
Türk vatandaşı olsun... İki grubun da malları mülkleri karşılıklı olarak tasfiye edilsin. Tasfiye sonrasındaki
hakları korunsun.
Yani, o mallarının karşılığını alabilsinler. Ama iki tarafın da artık, öteki
ülkeyle bir ilişkisi
kalmasın... Bu, 'karşılıklılık'
ilkesi gözetilerek
yapılacak bir
'zorunlu göç' uygulamasıydı. Balkan Savaşları sırasında bunu, Balkan ülkeleri önce
Türkiye'ye karşı, sonra da birbirlerine karşı, 'fiilen' uygulamışlardı.
Başta Türkler olmak üzere, yüz binlerce insanı yerlerinden yurtlarından ayrılmaya zorlamışlardı. Türkiye de artık, yıllarca
süren bir savaşın
gerçeklerini, Lozan'daki müzakere masasında, 'karşılıklılık' esasına dayalı bir hukuki çözüme bağlamak
istiyordu.
Savaş sonucunun gerçekleri
şöyleydi: İstanbul dışındaki Rumların büyük kısmı, destek verdikleri Yunan
kuvvetlerinin yenilmesinden sonra, Anadolu topraklarının işgalden kurtarılması
sırasında Türkiye'den ayrılmışlardı. Veya ayrılmak zorunda kalmışlardı. Gemilerle ve diğer yollarla Yunanistan 'a geçmişlerdi.
Türkiye' den henüz
ayrılmamış olan Rumların bir kısmı 'savaş esiri' veya 'rehine' durumundaydı. Geri kalanlarına ise yeniden kurulan Türk yönetimlerince şüpheyle bakılıyordu. Yunanlıların elinde de, sayıları çok az olmakla beraber Türk esirler ve rehineler vardı. Ayrıca,
ülkenin bazı yerlerinde Balkan savaşlarında 'zorunlu göç'ten
kurtulmuş -artık Yunan uyruklu- Türkler vardı. Lozan'daki savaş galibi ülkeler bu durumu da göz önünde tutarak bir orta formül
geliştirdiler. Buna göre, iki ülke arasında 'mübadele' olacaktı. Ama bu mübadelenin iki istisnası
olacaktı. Türkiye'de, İstanbul ili içinde yerleşmiş olan Rumlar, Türk vatandaşı olmaya ve İstanbul'da kalmaya devam edeceklerdi.
Yunanistan' ın Batı Trakya'sında yaşayan Türkler de Yunan vatandaşı olmaya ve orada oturmaya devam
edeceklerdi. İki
tarafa azınlık statüsü verilecekti. Kendi dinleri,
dilleri, eğitim ku- rumları açısından belirli haklarına dokunulmayacaktı. Bu haklar, sadece İstanbul'daki
Yunanlılara değil, Türkiye'de yaşayan Erme- niler dahil tüm 'gayrimüslim' azınlıklara
tanınacaktı. Ayrıntılarla ilgili uzun müzakerelerden sonra, bu formül kabul edildi. 19 maddelik bir 'nüfus mübadelesi
anlaşması', Lozan'da
imzalanan diğer anlaşmalar gibi, yürürlüğe girip uygulandı.
Tabii, o 'büyük mübadele'den çıkan sorunların
çözümü kolay olmadı.
Mübadele komisyonları yıllarca çalıştı. O arada, Türkiye'yle Yunanistan arasındaki
ilişkiler, iki taraftaki
devlet adamlarının attığı adımlarla düzeldi. Geliştirildi.
Türkiye'de 'mütareke dönemi'nin
anılarının yerini yavaş yavaş, daha iyi anılar almaya başladı. Olumsuzluklar, İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra, Kıbrıs sorunuyla ortaya çıktı. Tatsız olaylar oldu. Bazısının
sorumluluğu (6-7 Eylül Olayı gibi) Türk tarafında,
bazısının sorumluluğu (1963 ve 1964'teki Kıbrıs olayları gibi) Yunan tarafındadır. O gelişmelerin sonucu olarak, mübadeleden sonra İstanbul'da kalan Rumların büyük bir kısmı daha Yunanistan'a göç etti.
Evet, geçmişteki durum bu.
Gelelim bugüne... Bugünün, 1918 yılına ve o yılı izleyen yıllara benzetilebilecek neresi var? Türkiye, o günkü gibi bir savaştan mağlup
olarak çıkmış ve yabancı kuvvetlerce işgal edilmiş bir halde midir? (Bazen bu soruya,
ABD'yle ve AB'yle ilişkilerimizi, IMF'ye borçlarımızı, NATO üyeliğimizi öne
sürerek 'Evet' yanıtı verenlere de rastlayabilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa, öyle bir tartışmaya da girebilirsiniz. Ama konumuz içinde
kalalım.) Ayrıca: Ülkemizin bugünkü nüfusu 72 milyon civarında. İçindeki -Atatürk'ün deyimiyle- 'anasır-ı
hıristiyaniye' nüfusunun ise -3 bini Rum olmak üzere- 70 bini bile bulmadığı tahmin ediliyor.
Büyük kısmı nesiller boyunca Türkiye'de
yaşamış, hepimiz
kadar Türkiye'yi tanıyan, Türkçe konuşan, sadece dinleri ve etnik kökenleri değişik olan o insanlara, 1918 şartlarını
hatırlayarak, şüphe ile bakmanın akla, mantığa sığar yanı var mı?
Bundan 90 yıl önceki savaşlar yüzünden karşı
karşıya gelmiş olan toplulukların yeni nesillerine şüpheyle bakmak kural haline gelseydi, bugün Avrupa Birliği
ülkelerinin çoğundaki azınlıkların, çoğunluklarla birlikte yaşamaları kolay olmazdı.
Oysa, bugünkü Avrupa Birliği'nin
çekirdeğini oluşturan ülkeler, Birinci Dünya Savaşı bir yana, İkinci Dünya
Savaşı sırasındaki azınlık-çoğunluk mücadelelerinin tahribatını bile, savaşın
bitişinin hemen sonrasında
aşmaya başlamışlardır. 70 küsur milyonluk bir Türkiye... Ve onun binde biri kadar 'anasır-ı
hıristiyaniye' Türkiye, Rum'u, Ermeni'si, Süryani'si, Keldani'siyle o 'anasır'a, şüpheyle değil, sevgiyle bakmaya alışmalıdır. Bundan kendisine hiçbir zarar gelmeyeceğini,
gelemeyeceğini bilmelidir. 'Yandım Ali'lere, 1918-1922 arasında
ihtiyaç duymuş olabiliriz. Bugün onlar artık, sadece o yıllara ait film kahramanları olarak kalmalıdır.26
*
* *
b- Türkiye'de Yeni Çağ Gazetesi Yazarı
Muhiddin Nalbantoğlu
Daha 1900'1ü yıllara kadar Osmanlı
Cihan Devleti 'nin devlet kadrosunda Ermeniler, Rumlar ve diğer azınlıklar söz
sahibi idiler. Hariciye nazırları onlardan seçilirdi. Gabriel Noradankiyan
Efendi
26
Altan Öymen, "Akıl Almaz Bir Gerekçe", Radikal, 13 Şubat 2007. Rum
Cemaat
Vakıfları
Destekleme Derneği, Ustura Kemal televizyon dizisi için de benzeri bir tepki
gösterdi. RTÜK'e gönderdiği mektupta dizideki bütün menfi tiplemelerin Rum
olmalarından şikayetçi oldu. Kaynak: "Biz fahişe miyiz?"
isyanı", Hürriyet, 4 Ocak 2013; "Show TV'de yayınlanmakta olan
"Ustura Kemal" adlı dizi hakkında", 14 Aralık 2012, \\
W\\.ruım fa.htıııl
gibi... Oskan Efendi yine nazırlar
arasında idi. Abdülhamid devrinin Maliye Nazırı Kazaz Artin adlı bir Ermeni vatandaşımız idi. Yine dışişlerimizin
önemli kişileri hep Rum ve Ermeni vatandaşlarımızdan oluşuyordu. Hatta Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler adlı oldukça
önemli bir eser vardır. Bundan başka devlet hizmetinde Fenerliler denilen ve yabancı lisanlara vakıf azınlık mensubu tercümanlar
kullanılırdı. Yani Türk Cihan Devleti'nin bütün devlet sınırları
onların namus ve
haysiyetine, vicdanlarına emanetti. Ne zaman ki devlet iç ve dış
düşmanlarımızın tasallutu ile zayıfladı, bütün bu unsurlar devlete karşı büyük bir ihanetin içine girdiler, istikliil istemek telaşına
kapıldılar. Devlet iç ve dış gaileler içinde
bunaldığı 1900'lü yıllarda da Avrupalı ülkelerin dümen suyuna ilk girenler, yine Türk devletinin yönetiminde söz
sahibi olan azınlıklar oldu. İkinci
Meşrutiyet yıllarındaki hürriyet havası içinde söylenen hürriyet türküleri arasında şu deyimler de yer almakta idi:
Türk, Musevi, Rum, Ermeni
Gördük bu ruzu ruşeni
Oysa çok kısa bir zaman sonra bu unsurların
büyük ihanetleri, baltalamaları ve silahlı
sabotajları ile
devletin yapısı sallanmaya başladı. Trablus savaşı sonrasında İtalyanlar ile Uşi anlaşması
görüşmelerinde Türk hariciyesinde bulunan Ermeni vatandaşlarımızın İtalyanlara
ajanlık yaptıkları tarih sahifelerinde kayıtlıdır. Yine Balkan savaşları
sırasında demiryolu
şirketinde (Fransız kontrolünde idi) azınlık memurlarının basit bir görev sorunundan dolayı işi
bırakmaları sonucunda
savaş kaybedilmiştir. Kuşatma altındaki İşkodra cephesinde olduğu gibi daha sonraki Edime kuşatmasındaki askerlerimize İstanbul'dan
gönderilmekte olan askeri birliklerimiz, ikmal ve iaşe katarlarımız, Sirkeci'den kaldırılmadı. Hatta Türkiye'nin ilk sanayileşme hareketleri bile yine Türk devleti yönetiminde etkin bu azınlıkların
kalleşlikleri ile baltalandı, engellendi. Bütün bunlar tamamen tarihi gerçeklerdir.
İttihatçdann Önlemleri
İttihat ve Terakki Hükümeti
yöneticileri ülkede gelişen olaylar karşısında bir tedbir olarak devletin üst kademesindeki nazırlar, müsteşarlar
ve umum müdürler
arasındaki azınlıkları bu görevlerinden uzaklaştırdılar. Ermeniler ve yerli Rumların devlete karşı hırçınlaşmaları
ve çeşitli grevlere, baltalama hareketlerine
kalkışmaları, ihtilal komiteleri kurmaları, kısacası silaha sarılmaları bundan sonradır. İşin
içine bir de yirmi beş asırlık
Türk tarihinin en büyük felaketi olan Cihan Savaşı girince dış güçlerin de geniş çapta yardımlarını
alan bütün bu azınlıklar silaha sarıldılar.
Ülkenin geniş coğrafyasının hemen her kesiminde çete vardı. Sonuçta bu mukate- lelerle (karşılıklı
çatışmalar) bir
Ermeni sorunu oluşturuldu.
Aynı Tezgah Devreye mi?
Basında yer alan ve girişimin
içinde patriklerin ve azınlıkların
temsilcilerinin de, yeni TC Anayasası hazırlıklarına katılacak olmaları dikkat çekiyor. Bu azınlık temsilcilerinin mazideki bütün olayları
olmamış sayarak
yeniden ve tam yüzyıl sonra yine devletin her kesiminde söz sahibi olmak istemeleri ibret
verici. Yüz yıllık mücadelenin sonundaki bu taleplerini ortaya koymaları, halk deyimi ile baklayı
ağızlarından çıkarmaları iyi olmuştur. Onlar, ülke yönetiminin hükümet yönetimi dahil adliye ve idari teşkilatının da her kesiminde yönetici olmak istemekte. Eğer mazideki acı deneyimleri hatırdan çıkarırsak yine o faciaları
yaşarız. Bunun sonunu
da alamayız. Bir anda devletimizin üniter yapısının güme gitmesi bir yana, ülkenin bu yolda paramparça
olması işten bile değildir. Bin- bir hile ile dolu yüz yıllık bir kin ve intikam hırsı ile kursaklarında kalan zihniyetin eski meş'um emellerini bir anda devreye sokmayacaklarını
kim garanti
edebilir? Tarihimizde azınlık ihanetlerinin yüzlerce örneği
yatmaktadır. Bütün bunlar dikkate alınmadan yapılacak her türlü hukuki tasarruf, ülkeyi yeniden büyük badirelere sü-
rükleyebilir. İşler içinden çıkılmaz bir duruma gelebilir. Bu ihanet odaklarının
bütün dünyayı da yaygaraya boğmaları işten bile değildir. TBMM'nin kanun yapıcılarını ben değil, tarih uyarıyor ...27
27 Muhiddin Nalbantoğlu,
"Azınlıkların Yeni Talepleri Gündemde, ya Eski İhanetleri? ...", Türkiye'de Yeni Çağ, 17 Şubat 2012. Muhiddin Nalbantoğlu (1935- ) kitapçılık ve yayıncılık ile meşgul oldu. Türkiye 'de Yeni Çağ gazetesinden önce Türkiye ve Tercüman gazetderinde kö^e yazarı idi.
EK IV
HATIRALARDA AZINLIKLAR
a- İstanbul'un İşgal Yılları İle İlgili
Anılar
- Cumhuriyet Gazetesi kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi ( 1879-1945)
İntihabat ve Anasır
Bazı Yunan gazeteleri ikide bir Türkiye
intihabatından ve intihabatta Rumların mevkiinden, daha doğrusu Rumlara mevki verilmediğinden bahsediyorlar. İhtimal ki gayr-ı müslim unsurlardan bazı fertlerin kafalarından da intihabata nisbetle kendi vaz'
ve mevkilerine ait bazı mülahazalar geçer. O cihetle bir defaya mahsus
olarak burada bu meseleye de temas etmiş olmayı pek de lüzumsuz bulmuyoruz.
Evveıa şurasını söylemek lazımdır ki esasen anasıra göre intihabat yapılmaz. En yüksek derecesinde mim bir iş olan intihabat mim emellerin muhassalasını verecek veçhle mim efkarın tecellisi demektir. Efkar ile anasır arasında
hiçbir münasebet yoktur. Millete ait işlerden unsuri fikir olmaz, belki ve yalnız milli fikir olur. Gerçi bir zamanlar Türkiye Devleti Osmanlı
İmparatorluğu iken intihabatta unsurların da nazar-ı dikkate alındığı vaki ve cari olmuş bir macera idi. Fakat o zaman devlet adı üstünde
İmparatorluk idi, yani
muhtelifmillet ve cemaatlerden müteşekkil bir terkip idi. Şimdi ise çoktan tasfiye edilmiş olan İmparatorluğun yerine tamamen milli bir Türk devleti kaim olmuştur.
İmparatorluk devrinde bile milli hem de pek zor yeri olan "intihabatta anasırı nazar-ı
dikkate almak
meselesi"nin Cumhuriyet Türkiye'si devrinde hiçbir yeri yurdu bulunmayacağını
herkes pek kolaylıkla anlayabilir. Falan veya filan
unsura mensup vatandaşlar değil, Türkiye Cumhuriyeti Teşkiliit-ı Esasiyyesi önünde tam ve kamil bir müsavata mazhar ve umumen Türk olan vatandaşlardan vatan ve millete sadık ve en layık olanlar ancak mebus sıfatı ile seçilebilirler.
Rumdan,
Museviden, Er- meniden de bu şeraiti haiz vatandaşlar
çıkamaz mı?...
Aksini iddia ettiğimiz yoktur. O günlerin huh11 ettiği zamanı her hürriyetperver Türk gibi biz de memnuniyetle görmeye
hazırız. O günlerin hululüne
kadar da şu unsurdan veya bu ırktandır diye kimsenin intihab olunmak hakkını red' ve iptal ettiğimiz yoktur. Kanunlar meydandadır. Meydan ise gayet açıktır. Kanuni şeraitini haiz olan kimselerin namzetliklerini koymalarına ve bu namzetlere isteyenlerin rey
vermelerine hiçbir mania ikame edilmiş değildir. Bununla beraber eğer halii namzetlerde tenevvü'
göremiyorsak onun sebeplerini başka yerlerde aramak lazımdır.
Memleket bir nazariye değil, Türkçede
"şe'niyyet" kelimesi ile tercüme ve ifade ettiğimiz bir realitedir. Şe'ni bir varlık olan milletin, intihabat gibi en canlı işinde ekseriyetin fikri ve sözü amil ve hakim olacağını kabul etmek liizımdır. İntihabatta
tecelli eden
milli efkarın vatan ve millete sadakat ve muhabbet ile temayüz etmesi lazım
geleceğine ise yukarıda işaret
ettik. İntihabatta hakim olmak lazım gelen fikir rastgele her fikir değildir. Mevcut vatana karşı hi- yanet hisleri ile meşbu olan efkarın bu bahiste hiç yeri yurdu yoktur. Öyle fikirler intihabat gibi en büyük milli bir işe karışmak
şöyle dursun, yaşamak ve bilhassa tezahür etmek hakkını gayr-ı haizdir. Her memlekette öyle fikirlerin tezahürleri ile öldürülmeleri bir olur. Öyle fikirlerin tezahür etmek hakkı şöyle dursun, hatta yaşamak hakları
dahi yoktur. Osmanlı Meclis-i Mebusanı
kürsüsünden:
- Benim Osmanlılıkla nisbetim, Osmanlı
Bankası'nın Osmanlı vatanına nisbeti kabilinden bir şeydir!
diyebilmiş olan Boşo'ların28 devri çoktan geçti ve tarihe karıştı.
Bugün biz o zaman o sözü
söyleyebilmiş olan Boşo'ya değil; o, o sözü söylerken kendisini kürsüden
alaşağı ederek gırtlağını sıkmamış
olanlara hiddet
ediyoruz. Fakat ne yapılabilir ki o meclis, Osmanlı İmparatorluğu Meclis-i Mebusanı imiş. Ve orada bu gı1na hezeyanlara o zaman nasılsa
tahammül olunuyormuş. Hayatımızın cereyanında öyle bir hadde reside olduk ki şimdi artık o türlü sözlerin kendisi için değil,
düşüncesi bile bizi
fevkaliide bizar ve bihuzur eder. Pek uzun ve karışık
inkılablar içinde memleketimizin on kere altı üstüne gelmiş olmakla beraber bu şu misali ile bunun emsali henüz dünkü feci maceralardır. Umumi harbten mağlup çıkmak
akıbetini Türklük az kalsın bütün mevcudiyeti ile ödüyordu. Osmanlılıkla nisbetinin derecesini açıktan iliin eden Boşo'lar gittiler, Yunanistan'da ferah ve
fahur Türkiye aleyhine çalıştılar, Yunanistan'da nazırlık sandalyesine yükselecek kadar izzet ü ikbal gördüler ve nihayet günün birinde Yunan ordusunu Türkiye üzerine saldırtacak kadar akı1rane ihtiras ve husumet gösterdiler.
Böyle hareket ederken Türkiye'deki Rum'u kendilerine bilhassa mesned
ittihaz etmiş bulunuyorlardı. Venizelos dahi bir zaman Girit'te Türk
tebaasından bir
avukat idi. Osmanlı İmparatorluğu'nun titrek ellerinde yuvarlanıp giden Girit'ten sonra Boşo'lar ve Venizelos'lar Küçük Asya'yı, yani Anadolu'yu dahi aynı akibete sürükleyebilecekleri zannı ve zehabına
kapılmışlardı. Fakat onlar bu defa karşılarına Osmanlı
İmparatorluğu'nun değil, binnefs Türk milletinin çıkacağından gafil bulunuyorlardı. Onlar öyle yaptılar ve bu harakiri ile bir memleket içindeki
insanları yekdiğeri ile gırtlak gırtlağa boğuşmaya sevk ettiler. İstanbul
sokaklarında:
- Zito Venizelos!
2R Rıırndn sö7ii
edilen kişi. Sergice mchıısıı Yorgo Roşo'dıır.
sadaları halâ kulağımıza aksediyor
gibidir. Cidal, hayat ve memât cidali olmuş ve Türklere pek büyük
fedakârlıklara mâl olmuştur. Biraz Türkiye’deki Rumlara da öyle. Anadolu’daki
Rumları bu badireye sevk etmiş olanlar, onların mahvı harabilerinin yegâne
müsebbib ve mes’ulleridirler. İstanbul’a harben girmemiş olmaklığımızın
neticesi olarak burada bir miktar Rum akalliyeti kalmıştır. Kalmıştır ama bu
nesil dünkü hain ve mühîn maceralara karışmış olmak felâketinden maatteessüf
haricinde kalmış değildir. Onun içindir ki İstanbul Rumları intihabat gibi bir
milletin en yüksek dereceli millî işlerinde kendilerine hakk-ı dava etmek gibi
birden bire dünkü tarihi hemen insanın gözleri önünde canlandıracak hareketlerde
bulunmaktan tevakki ediyorlar. Onlar bilâkis akalliyet hukukundan feragat
ederek kendilerini bu vatana mâl edecek ve bilhassa o acı günleri unutturacak
hareketlere daha ziyade ehemmiyet veriyorlar. Türkiye’de kalan ekall-i kalil
Ermeni unsuru için de hakikat böyledir. Şu devletin tahriki, bu devletin iğfal
ve idlâli ile bu cemaat dahi yer yer vahşetleryaptı ve mukabeleler davet etti.
Şimdi artık olan olmuştur deyip herkesin kendi köşesinde yakın mazinin üzerine
zamanın kesif perdesi çekilmesine intizaren sakit ve sakin çalışması lâzım
geliyor. Ermenilerin dahi akalliyet hukukundan feragate müsaraat etmiş
oldukları malûmdur. Nitekim Mu- seviler dahi bu akalliyet hukukunun kendilerine
tatbikini İçtimaî ve millî haysiyetlerine muvafık bulmamışlardır.
Hakikat-i hal ise şu merkezdedir:
Cumhuriyet Türkiyesi prensip olarak ırk ve din farklarını geçmiş, bütün
vatandaşların müsavatını ilan etmiştir. Ancak bir asra sığmayacak kadar müthiş
vakayi daha dünün malı olduğu için bugün henüz herkesin zihinlerinde yaşıyor.
Fazla olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi için muhtelif unsurları
alâkadar eden akşamında henüz tamamiyle bitmiş değildir. Bu şerait içinde
intihabattan filan veya falan unsur neye nazar-ı iti- bare alınmıyor sözleri
bugün için ancak kendilerini hayal ve gafletten kurtaramamış olanların vehim
ve dalâletleri mahsulü olabilir.
Bizim intihabatta nazar-ı dikkate alacağımız unsurlar değil, fertlerdir. Fertler de ancak fikirleri ve Türk vatan ve milletine alaka ve
merbutiyetleri derecesi ile ölçülecektir. Eğer bugün intihabat sahasında bilhassa Cumhuriyet Halk Fırkası hakim ise bunun esbabını henüz cereyan halinde bulunan bir çok hakikatlerin ictinabı gayr-ı
kabil
zaruretlerinde aramalıdır. Başka hiçbir yerde değil. İnkıraz ve izmihlal uçurumunun
kenarından çekip kurtardığımız bu vatanın hayatı üzerine çok titriyorsak, çok titreyeceksek elbette mazur görüleceğiz. Bu haller pek tabii bir cereyan
ile böyle yürürken bütün vatandaşların vatan ve millete merbutiyette
tesavi ve hatta tesabuk- u daiyelerinde terakki ettiklerini görmek isteriz. İşte anasır
itibariyle
intihabat için söyleyeceğimiz en samimi ifadelerimiz bunlardır.29
Cumhuriyet, 2 l Ağustos 1927
*
* *
Asabımı altüst eden ikinci hadise de General Franşe Despere'in30 ikinci defa İstanbul'a
gelişidir ki
"Zito" (yaşa) avazeleri ile müs- tağrak bir zafer alayı ile bütün sokakları
dolaşması idi. Bu
general, işgali takiben ilk defa İstanbul'a gelerek kısa bir ikametten sonra gitmiş ve tekrar gelişinde kendisine Roma generallerininkini
gölgede bırakacak bir zafer alayı tertip ettirmişti. Ben görmedim ama görenler
söylüyorlardı. Generalin bindiği atın başlığı ve özengileri hususi adamlar tarafından tutularak bütün sokaklar asker ve halk ile dolu, Beyoğlu
sokaklarında nümayişler yapılmıştı. Ben görmedim ama işitiyordum. Bu hadise, hayatımda nefret ve lanete yaraşırlıkla birbiri ile yarışan üç beş sefaletten biridir. ( ...)31
29 Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi TBMM II Dönem 1927-19311. Cilt, TBMM Vakfı, Ankara.
30 Louis Franchet d'Esperey
(1856-1942)
31 Yunus Nadi, Kurtuluş
Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınlan, İstanbul, t.y. [1978), s. 31. Bu anılar ilk kez 7 Mayıs 1924 ^31 Ekim 1925 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.
Geyve, daha çokçası Rum olmak üzere
Hıristiyanı bol bir memleket olduğundan mütarekeden beri geçen günler
zarfında onların burunları havaya kalkmış, burada aşağı yukarı epey hezeyan olmuş... Şimdi memleketin bu kalkınması
karşısında istasyondaki
Rumlar- da süt dökmüş bir kedi vaziyeti vardı. Fakat bizden hiç kimsenin hiçbir
Hıristiyana gözün üstünde kaşın vardır dediği yoktu. Yalnız kaymakam Hamdi Namık Bey istasyon memuru olan Ermeniyi
çekmiş, orasını bir Türk'e tevdi eylemişti. Türklük içinde hayat bulan Rum ve Ermeni bu gayrimüslimlerin
bir felaket anımızda memleket ve yurt yoldaşları olan -hakikatte her cihetle ve
hususiyetle büyük ekseriyetleriyle memleket sahipleri bulunan- Türklere karşı kafa tutmaya kalkışmış, Yunan'a ve İngiliz'e
güvenerek muhakkı- rane evza ve etvara (hareketli tavırlara) ve hatta taşkınlıklara
cür'et etmiş ve şimdi de bundan dolayı nadimane (utanarak) düşünmeye koyulmuş olmaları ibretle temaşa olunacak levhalardandır.32
*
* *
- Burhan Asaf [Belge) (1899-1967)
İstanbul 18 Haziran 1932.
T.B.M.M. hükumeti zamanından beri, Ankaralı'nın
İstanbul'dan şikayet etmesi adet olmuştur. Fakat, "hem söverim hem de severim" fehvasınca,
[sözü uyarınca] yaz göründü mü, İstanbul'un kıyıları çıpıldamağa, donanmış tepeleri ışıldamağa ve bütün serin koyları sevgilinin koynu gibi çağırmağa
başlar.
İstanbul 'un bu cazibesini ve Ankaralı'nın buna kuzu gibi uymasını, Hakimiyeti Milliye'nin bir
vakitki sistemli Ankara propagandası da önliyememiştir.
Sert Dikmen'in
yayla yamacı havası, Yabanabat'ın
32 Yunus Nadi, a.g. e. 237
çamlıkları, gene Hakimiyet' in Ankara'ya yazlık aramak için tayyare seferleri tertip etmesi: Eşref saat çalınca,
İstanbul'dan merkeze boş giden trenlerin merkezden İstanbul'a ıklım tıklım olarak avdet etmeleri hadisesini
tekzip edememiştir.
Ankaralı 'yı İstanbul'dan şikayete sevkeden sebepler mi ortadan kalkmıştır, yoksa dünya
şehirlerinin hakiykaten en aşüftesi [baştan çıkaranı] inkılap cengaverliğini
ürkek bir uysallığa ve bir zamanki dolaklı ve kalpaklıyı
kahkahaların ve batı saati mahmurluklarının tiryakisi ve plaj pantalonlu yahut pijamalı bir mahh1k haline mi sokmuştur?
Bu suali sorarken, hatırıma, Falih Rıfkı'nın
Denizaşrı'sındaki o mükemmel cümlesi geliyor. Orada o, at sırtından inmiyen eski Türk'ün yerini, mahalle kahvesinden ayrılmıyan entarili bir mahlukun almış olmasından bahseder. O entarili mahh1k,
hakiykaten öyle bir şeyin remzidir ki, [simgesidir ki] o şeyden esirgenebilmek için o entarili'yi bir cüzamlı gibi teşhir etmek ve onun mukim olabileceği ve içinde gelişip hemcinsini çoğaltacağı
içtimai muhiti ve
içtimai iklimi, üzerinde "dikkat! Ölüm tehlikesi vardır!" yazılı bir levha ile işaretlemek,
liizım bir iştir.
Babıali caddesine "Ankara
caddesi" ismini vermek, acaba kimin aklına gelmiş? Bunu yapana denmeli idi ki:
"Ya senin Ankara'ya karşı bir hıncın var, yahut Babıali 'nin ne demek olduğunu bilmiyorsun!" Türkiye matbuatının hala en büyük ve en ziyade okunan bir kısmına merkez olan ve bu işi nasıl
yapabildiğine kendisi dahi hayrette kalan bu perişan caddenin iki taraflı matbaa, kağıtçı ve kitapçı
dükkanları arasında, birkaç kıraathane, lokanta ve piyazcı dükkanı şükür ki katılabilmiş. Berberleri de unutmadığımı
söylersem,
memleketin irfan hayatı ile değil de insanların mide ve sakal- lariyle aliikadar
bu dükkancıkların, Babıiili'nin en mühim kalabalıklarını
topladıklarını ve eğer bu dükkanlar da olmasa imiş o avare caddenin iki başına "kiralık bir sokaktır!"
yaftasının yapıştırılmasında hiçbir mahzur tasavvur edilemiyeceğini, artık
söyliyebilirim.
Kitapçı muallim Ahmet Halit'in satış tabiyesi bakımından en hakim noktayı işgal eden (ne diyelim?) mağazası, kabiyleleri gazveye [savaşa] gitmiş
bir çölün vahasına benziyor. İn... Ahmet Halit, Cin de ben.
Mağazanın sahibi leblebi yiyerek halinden
ve halden şikayet ediyor. Ama bilir misiniz? Hakiykaten hiç kimsenin uğradığı yok.
Babıali'ye Babıiili olduğu için de hücum etmek kabil. Fakat kadidi
[iskeleti] çıkmış bu sokağa bir de bu tarafından hücum etmek, zebunküşlük [düşkün ezen] olacak.
İnsan, memleketin her tarafına,
kitabın buradan dağıldığını
düşündükçe iliklerine
kadar üşümeler ve ürpermeler geçiriyor. Tek başına bir adam imişim gibi Sirkeci'ye doğru
yollanırken, arkamdan, arabasını haydayan CEHALET'in "varda! Destur!" diye haykıran zifirli sesini işidir gibi oluyorum.
Köprü üstü. O bildiğiniz acele gidiş.
Canlılık. Bütün Türkiye'nin en sert tempo'sunu burada görebilirsiniz. Nereye koşar bu insanlar, işe mi, istihsale mi, yeni yaratıcılıklara
mı? Hayır! Birkaç simsar ve madrabazı iskonto ettiniz mi, geriye kalanların derdi, vapuru kaçırmamaktır.
Bir satıcının sesi:
Yerli malı çorap, çorap.
Alınız ki kalmasın.
Para memlekette kalsın
Fabrikalar çoğalsın.
Sanayi politikamızın şiarı, mani halinde. Geçenler
gülüyor. Taksim Abidesinin basamaklarından Fatih'in camiine kadar, bütün ca- mekanlarda, ithalat tüccarlarımızın
menfaatleri
oturuyor. Bu keten helva satar gibi çorap satan zibidiyi kim dinler? Hem, çorabının yerli olduğunu kim temin ediyor? Herhalde fiatı değil!!
Moda'nın Rum evleri. Ermeni evleri. İngiliz evleri. İşte ne ise ekalliyet ve Levanten evleri. Akşam,
geçerken, ihtiyar başlar görüyorsunuz. İhtiyar kadın başları. Her birisi, İstanbul' daki şirketlerin imtiyazları
kadar eski. Öyle sakin bir bakışları, öyle
mukim bir
halleri var ki, kendinizi yoklarsanız, gurbetçi olduğunuza karar verirsiniz. Halbuki öyle değildir. Halbuki onların hali, daha ziyade, vapurlarına
ısınmış ve
seyahatin devam edeceği müddet için vapurlarını kendi evleri ve barkları iytibar etmiş
insanların halidir.
Vapur neden varmıyor ve bu müddet neden bitmiyor diye onlar da hayret içindedir. Şu var ki, bu hayret, hiçbir zaman bir endişe olmıyor.
Bu artık,
alışılmış ve tavsamış bir hayrettir. Varmıyor işte vapur. Ve bitmiyor işte seyahat. Navlun ödenmiş. Kamaralar emre amade. Hava güzel. Ötesini,
sokaktan geçmekte olan safderun düşündü.
İhtiyar kadın başları, Moda'daki evlerin pençerelerinden,
insanın gözlerinin içine, müddetleri tükenmiş mukavelelerin solmuş imzaları
gibi bakarlar. Yabancı bir müzenin atsız portreleri gibi bakarlar. Ramzes
devrinden kalma mumyalar gibi bakarlar. Fakat, ummadığınız bir dakiykada, pençereden sarkarak, geçmekte olan yoğurtçu ile sizin dilinizden bir pazarlığa
giriştikleri zaman, tapınırcasına sevdiğiniz dilin halvetini bir takım mide fesadına
uğramış canga-
loz ineklerin istiyla etmiş olmalarına acınırken, o ölü
zannettiğiniz başların hiç de ölü olmadıklarını görmek, sizi acayip bir korkunun pençesine teslim eder. Bu korku, hortlak
ile karşılaşmış olmak korkusudur. Hortlak, Osmanlı
İmparatorluğu'dur. 33
*
* *
33 Burhan Asaf, "Dolaşırken
...", Hakimiyeti Milliye, 21
Haziran 1932. Burhan Asaf [Belge] (1899-1967) bir dönem gazeteci idi. 1957 yılında
Muğla'dan DP
milletvekili seçildi. DP'nin resmi yayın organı Zafer gazetesi in başyazarı idi.
- Süreyya İlmen
Paşa'nın[148] Torunu Vedü
İlmen
1938'de, daha Atatürk son günlerini
yaşarken, biz
Osmanbey'de ana caddeye bakan bir apartmanda otururduk. Ben Robert Kolej'de hazırlık
sınıfındaydım. Her gün önümüzden Taşkışla'daki piyade alayı, Hürriyet
Tepesi'ne talim etmeğe gider ve dönerdi.
Silahlı askerlerden
sonra, ağır makineli tüfeği, parça parça, katırlar üzerinde taşıyan, ağır makineli tüfek takımı ve peşinden de iki elini sallayarak yürüyen, aynı asker elbisesini giymiş, bir miktar silahsız asker geçerdi. Anneme bu askerleri sorduğumda,
onların gayrimüslimler olduğunu, onlara güvenemediğimiz için silah vermediğimizi söylerdi.
Bu güvensizlik, mütareke günleri
anılarının, ülkeyi idare edenlerde çok taze olmasından ileri gelmekteydi. Örneğin, büyükbabam Süreyya Paşa,
Beyoğlu Caddesi'nden
başında fesle geçerken, Rum çocuklarının onu taşladıklarını unutması mümkün
değildi. Kendisi
Hiliil-i Ahmer (Kızılay) Kadıköy şubesi reisi iken, bir müsamere vermek üzere, o vakit Kadıköy'ün tek sineması ve Rum kilise vakfına ait olan Hale sinemasına
müracaat ettiklerinde,
red olunmuşlardı. Süreyya Paşa, kar amacı
düşünmeden, Hale sinemasına, yani Rumlara muhtaç olmamak için Süreyya
Sineması'nı inşa etmişdi.
Benim anılarımda kaldığına göre bizzat gördüğüm
kadarıyla, gayrimüslimlerin tutumu aşırı şımarık bir davranıştı. Bir kere Türkçe
konuşmasını bilmiyorlardı ve öğrenmek de istemiyorlardı. Bağıra bağıra kendi lisanlarını
konuşuyorlardı. Bu bana, hep bir gövde
gösterisi yapıyorlar gibi geliyordu. Yazın Ada vapurunda Rumların bağıra
çağıra davranışları göze batıyordu, gene Büyükada'da, Yor- goli Plajı'nda
(Yürük Ali), çalınan Tino Rossi'nin "Down Mexico Way"
şarkısı,35 Musevilerin, yüksek sesle Fransızca konuşma ve şakalaşmalarına
karışıyordu. Kendilerini bu memlekete bağlı saymıyorlardı. Türkiye'nin durumuyla hiç ilgileri yoktu, kapalı toplumlar olarak, günü gününe
iğreti bir şekilde
yaşıyorlardı. Çok para kazanıyor ve gösterişli bir şekilde tüketiyorlardı.
Memleketin yokluk ve sıkıntıları
içinde yaşayan bizleri bütün bunlar çok rencide ediyordu.36
*
* *
- (E) Tümamiral Afif Büyüktuğrul (1917-1985)
16 Mayıs 1919 günü sabah kalktığımız zaman, bütün subaylarımızı
suratları asık ve üzüntü içinde gördük. Hiç birinin ağzını bıçak
açmıyordu. Çok geçmeden hademelerden kulakları dolaşarak bize gelen haberlere göre,
Yunanlılar bir gün önce
İzmir'i işgal etmişler, Türklere pek zalimce davranmışlar. Subay, asker ve sivillerden bazılarını
öldürmüşler, bir kısmını da alıp kendi gemilerine götürmüşler. Üstelik orada bulunan gemilerimizden
Preveze ganbotuyla, körfezde mayın taramakta olan Nusret mayın gemisine de el koymuşlar.
İstanbul halkı yer yer toplanıp mitingler yapacak ve bu işgali protesto edeceklermiş.
Her Türk gibi bizler de üzüntünün en derin uçurumlarına birden düştük. Elimizden gelse topluca İzmir'e koşup bu güzel şehrimizi Yunanlılardan kurtaracaktık.
Subaylarımız, bütün üzüntülerine
35
Down Mexico Way 1941 yılında
gösterime giren bir
filmdi. Vedii İlmen yanılmaktadır. Filme adını veren şarkıyı üne
kavuşturan, filmin aktörlerinden Gene Autrey olup Tino Rossi değildi.
36
Vedii İlmen, "20 Kur'a Askerler. . .
", Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 180, Aralık 1998, s. 3.
rağmen bize sakin görünmeye
çalışıyor; bizleri rıhtımlarda
dolaştırmıyor, ada turuna çıkarmıyorlardı. İzinli gittiğimiz zaman da resmi elbise giymeyip
sivil elbise ile dolaşmayı ve sık sık sokaklara çıkmamayı bize tavsiye etmişlerdi.
Çünkü Yunan taraflısı ada Rumları adeta okulumuzu karadan ve
denizden muhasara etmişler; şımarıklıklarına şımarıklık katmışlardı. Okul parmaklıklarının
önünden ve rıhtımlara
yaklaşan sandallardan
bize küfür yağdırmaktaydılar. Sanki İstanbul alınmış da, bizler de adada bir toplama kampına sevk edilmiştik.
Rumların gösterileri özellikle Yunan savaş gemilerinin okul önüne demirledikleri günlerde çok
şiddetli oluyordu.
Denizi Yunan bayrağı çekmiş sandallar dolduruyor ve bu sandallar topluca Yunan
gemilerini selamladıktan sonra, göstericiler bas bas bağırarak okul önüne geliyorlar ve bize karşı etmedik küfür
bırakmıyorlardı. Özellikle bizler akşam divan taburunda "Padişahım çok yaşa" diye bağırırken, hemen denizleri dolduran
sandallardan, koro halinde "Zito Venizelos, kato Turkos" sedaları
göklere kadar yükseliyordu.
Olayların en çirkin ve en tehlikelisi ada önüne demirleyen Yunan savaş gemilerinin kendileriyle okul rıhtımı arasına
saç hedef atıp buna karşı tüfek
atışı yapmalarıydı. Subaylarımız bu kadar zalim ve insanlık dışı hareketleri yapan Yunanlıların daha da ileri gidip rıhtımlara ilgi çekici madde şeklinde
patlayıcı madde de atabileceklerini düşünmüşler ve Maltepe'ye bakan bahçede
dolaşmayı bize
yasak etmişlerdi. Üstelik bahçelerde görülecek dolmakalem, saat, kutu gibi
maddelere el sürülmemesi ve onların varlığından nöbetçi
subaylarına haber
verilmesi de sıkı sıkıya tembih edilmişti.
Okul idaresine karşı inançtan mı, yoksa Yunanlıların
yaptıkları şımarıklıklarda daha serbest bırakmak için mi bilinmez; İstanbul 'un her tarafında işgal
kuvvetlerine ait
inzibat gurupları kol gezdikleri halde, ne ada vapuru iskelesinde, ne de Heybeliada sokaklarında
İngiliz, Fransız İtalyan askerlerden kurulu inzibat grupları görülmemekteydi. Buna mukabil Büyükada ve başka adalarda bu gruplar çoktu. ( ...)
9 Eylül 1922 günü şanlı ordumuz, saldırgan
Yunanlıları İzmir'den denize dökerek Anadolu'yu Yunanlılardan temizlemeye başlamıştı. Bizim üzüntülerimizin
yerini de büyük bir sevinç dalgası
sarmıştı. Subaylarımız hemen fener alayları tertip ederek bizleri tabur halinde Rum evlerinin arasında
dolaştırmaya başladılar. Rum evleri kapkara ve pencereleri de sıkı sıkı kapalıydı. Ne zaman vakit bulmuşlar da ev ve dükkanlarının Yunan renklerini kazıyıp yerine kırmızı renk boya sürmüşlerdi? Her bir Rum evine de koskocaman
birer Türk bayrağı asılmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse şımarıklık
süresi bizlere gelmişti. Onlar gibi küfürler
yağdırmıyorduk ama peş peşe Sakarya ve Mustafa Kemal Paşa marşlarını okuyup duruyorduk. 37
*
* *
- Edirne Mebusu Mehmet Şeref Aykut (1874-1939)
Ticaret adı altında vagonlar satılarak
İzmir'den, Ankara'dan,
Avrupa'dan art arda eşya, hep İttihat ve Terakki'nin lütfuna sığınan
nankörler tarafından içeri sevk edilir ve her biri yüzde bin altı yüz
üzerinden satılarak yiyecekler halkın altından kalkamayacağı derecede yükselirken, beride taşra halkını burnunun üstüne sürtüp
ektiği hububatı elinden alarak öldürdükleri halde, İstanbul halkını ekmek dağıtımı ile tüccar yapma kudretini gösteremeyen
iaşe idaresi, görünüşü kurtarmak için ötede yirmi beş Arnavut'u, seksen Rum'u, bin beş yüz Yahudi'yi milyoner yapmakla meşgul oluyordu. Ve Türk tüccarı
yetiştirmekte olduklarını iddia ederken büyük hilekar tüccarların arkasında beş, on Rum, Ermeni, Yahudi bulunduğunu ve yalnız Türk'ün ismini satın alarak ona yüzde beş anafor denilen hava parası
kaptırdıktan sonra asıl kaymağını bu ikinci plandaki Türk olmayan şahısların
(Eşraf!) yediğini kimse düşünemezdi. ( ...)
17 (I'..) Tümamiral Afif BüyUktuğrul, Cumhuriyet Donanmasının
Kuruluşu Sırasında 60 l'ıl llbneı (1918-1977), ed: Cem Gürdemir, vd., T.C. Deniz Basımevi
Müdürlüğü, İ^LıııbuL. 2005, 29 vc 31
İstanbul! Altı asrın padişahlarına zevk yeri olmuş bu şehrin mutsuz halkı daima Türkler... Onun gerçek sahibi olan Türklerdir.
Ötede İttihat ve Terakki Genel Merkezi iyilik yapmak, Türk tüccarı yetiştirmek
için büyük bir iyi
niyetle başladğı işi yüzüne gözüne bulaştırarak Rumeli'de, Anadolu'da ne kadar
halk varsa hepsini topu yirmi Arnavut, iki yüz elli dönme ve beş on vatansız Yahudi'nin ad ve hesabına fakat herhalde... Balta'yı milyoner etmek şartıyla soydururken, bilmeyerek, istemeyerek ve artık bir daha önüne geçe- meyerek bütünüyle
zavallı bir hale
sokarken acaba ordu ve dışarısı ne haldeydi? ( ...)
Rumlar, Ermeniler, Yahudiler saldıracaklardı.
.. Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.
Sanki bu şahıslar gitti de ülkede onlarla zulümde
işbirliği yapan Hürriyet ve İtilaf bireylerinin dışındaki Türk-
ler bunların haksız
saldırılarından kurtuldu mu?
Biz çaresizler hiç olmazsa İttihat ve Terakki'nin kahreden idaresi altında aciz kaldığımız zaman Rumlar, Ermeniler,
Yahudiler, Kemal Bey'in Topal İsmail'in teşkilatı sayesinde para kazanıyorlardı ve zulmü şimdi bizimle birlikte onlar da çekmeliydiler... ( ...)
Şimdi Rumlar, fethedilmiş bir ülkeye giren ortaçağ
orduları şeklinde İstanbul'da, Edirne' de ve her yerde
nitelendirilemez bir çılgınlıkla saldırıyorlar... Sokakta rastladıkları bir İngiliz'i zafer alayı şeklinde havaya kaldırarak, sokaklarda deliler gibi bağıra bağıra
dolaştırıyorlardı. Beyoğlu'nda, Galata'da ve her tarafta "Yaşasın Yunanistan", "Kahrolsun
Türkiye" sesleri sokakları dolduruyor... Genelev kadınları bile sarhoş
palikaryaların büyük gürültüyle kainatın başını ağrıttıkları laternalar (kolu çevrilerek bazı
havalar çalan müzik sandığı veya eskimiş otomobil) arkasında
Türkleri aşağılayan haykırışlarla gösterişler yapıyorlardı. Rasgele Tatavla'dan geçen bir Müslüman'ın
serpuşu derhal
bin parça edilerek iğrenç aşağılayıcı küfürlerle eziliyor, "zito
Venizelos" sesleri arasında havaya atılıyor, artık
Yunan Ordusu
sanki Osmanlı Padişahlığı'nı savaşarak fethetmiş ve daha dün zavallı,
alçak ve değersiz
İttihat
ve Terakki ileri gelenleriyle iaşe
mensuplarından birinin aşağılık ismine sığınarak geniş ölçüde Türkleri soyan Rumlar bugün birden zorla ve isyan ederek fetholunmuş bir ülke veya zorla alınmış bir kalede bile yapılamaz hareketlerle herkesi incitiyorlardı.
Her şey mubahtı.
Türk'ün kanı heder, malı helaldi. Ne gariptir ki her dükkan Yunan Ermeni bayraklarıyla
donatılırken bir de Yahudi bayrağı asılmıştı. Bu Yahudi bayrağını ise, Selanik milletvekili ve İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin
maskara haline gelmelerine sebep olan ve İttihatçıların ileri gelenlerini MASON yapan ünlü Karasu'ya38 mensup Çıfıt Yahudi gençleri
asmışlardı. İşte bütün bu maskaralıklar ortasında Yuda'nın bayrağı eksikti. O da alçaklıkları
tamamlamak üzere Karasu Efendi'nin akrabası
tarafından asıldı. Türkler de İttihat ve Terakki'nin himayesinde yine onların sağladığı servetle beslenip büyütülmüş
olduğu halde ve ilk
defa olmak üzere FATİH diyarında bir Çıfıt-Yahudi bayrağı gördüler.
Şimdi İstanbul 'da türeyen
Yunanlılar burada fethedilmiş bir ülkenin mazlum halkına karşı
kılıç çekmiş kahramanlar gibi yapmadıkları alçaklığı bırakmazken, Rumeli 'de de, Anadolu'da da aynı kötülükler sürüyordu. Artık talan edilecek Müslüman
malları ve mülklerini ellerine geçirmek üzere her Rum, Ermeni, Yahudi hazırlanıyordu.
Yolda resmi
elbisesi ile yürüyen bir Türk subayını aşağılamak için çareler arıyorlardı. ( ... )
Ancak bir gün Doğu Orduları Kumandanı Fransız General Franchet d'Esperey İstanbul'a muazzem bir zafer alayı düzeniyle
giriyordu.
Bu, matem dolu bir gündü. Galata Rıhtımı'ndan
Beyoğlu'na kadar bütün tramvay, araba hareketleri (?) durdurulmuştu. Yollara kumlar dökülmüş,
sulanmıştı.
İki sıralı her çeşitten
İngiliz, Maltız, Hintli, Gurka, Siyamlı, Hoton- tolu, Senagalli bakır renkli, zenci, sarı, beyaz, esmer kısacası İtilaf
Ordusu'nda
Nuh'un teknesi kadar karışık bulunan çeşitli
ırklardan
38 Eınaııud Karasu (veya FraıısıLca
yazılış haliyle
Carasso) ( 1862-1934).
asker dizilmişti. Bunlardan daha çok Rum, Ermeni, Yahudi, yani Osmanlı
tebaası, ellerinde
Osmanlı bayrağından başka her bayrak; Rum, Ermeni ve Yahudi bayrakları
olduğu halde generali karşılıyorlardı.
Böylece Rumlar,
Ermeniler, Yahudiler, Türk'ten intikam alıyorlardı.
İşte Tevfik Paşa
Hükümeti'nin bu marifetleri ortasında Osmanlı toprakları adım adım istila ediliyordu. Ateşkes
hükümlerine göre hasım iki tarafın orduları bulundukları noktada bekleyerek tarafsız bölgelerin
oluşması sağlanacaktı. Halbuki düşman ordusunun bulunmadığı bir nokta kalmamıştı.
Şimdi Ermeniler mağdur millet rolü oynayarak İstanbul'daki
gazeteleriyle yağdırmadık
küfür bırakmıyorlardı. Patriklerle, papazlar, hahamlar Osmanlı Padişahlığı aleyhine yeniden ittifaklar oluşturuyorlardı.
( ...)
Rum tebaa açıkça Türklere ilan-ı harp
etmişti. Patrikhane Yunan bayrağını çekerek bir Yunanistan kurmuştu. Önceleri
gizlice, hor ve hakir hareket ederken şimdi yüzünden maskesini atmıştı. Erme-
niler, Allah korusun, Ermeniler birer zebani gibi artık helal kılınmış bütün
Türk malı ve kanını almak için ortaya atılmışlardı. Büyük Ermenistan'ı kurma
hayali ile kendilerinden geçmiş ve kudurmuş bir biçimde saldırıyorlardı. Şimdi
Türk, kovulmuş şeytan gibi taşlanıyor, onun da hak sahibi olabileceği hayal
bile edilmiyor. Hatta Allah'a bile Türk'ü yarattığı için isyan ediliyor, adeta
hesap soruluyordu. Türk, Hilal'in savunucusu olduğu için Haç taraftarları bunu
çekemiyordu.
Anadolu'da azıtmış olan Ermeniler,
sürülen Ermeni aileleri ad ve hesabına kükreyen bu kılıç artıkları da şimdi
Osmanlı ülkesinde yaşayan Türkleri boğazlamak, kadınların ırzını yırtmak,
çocukları şişlemek için bir heves, bir ihtiyaç duyuyorlardı ve bu taşkınlıkla
saldırmadıkları kutsallık kalmıyordu.
Anadolu'da hıyanet ve ihanet eden (arkadan vuran ve
hor gören) Ermeniler hürriyet şehitleri, vatan şehitleri ve din şehitleri
sırasına geçiyor ve azizler (ermişler) derecesine yükseliyordu.
Londra' da, Paris 'te, Amerika' da, ne kadar gazete
varsa hepsi hepsi istisnasız Türk kasaplığı adına Rum, Ermeni para ve kadınlarının
büyüleyici cazibesiyle
satın alınarak Türklerin aleyhine akla hayale sığmaz olaylar uydurarak cehennemler, öfkeler
yağdırıyorlardı. Rumeli'de, Anadolu'da çeteler türemişti. Zaten her Rum köyü fesat ocağı idi. Savaştan köyüne
henüz dönmüş zayıf, çaresiz, silahsız Mehmetçik'i yolda yakalayınca
gözünü oyuyorlar, üreme organını
çıkarıyorlar, alnında açtıkları bir deliğe raptederek yol üstünde bir ahlat ağacına
asıyorlardı.
Kavaklı39 müftüsü ailesiyle birlikte köye gelirken müftüyü Ergene boyunda buluyorlar, kadının kamını yararak diri diri kocasının
başını içine sokuyorlar, böylece kazığa vurarak geçit boyuna dikiyorlardı.
Keşan yolu boyunda yemek yemeğe oturmuş
jandarmaları birden basarak hepsini kıskıvrak bağladıktan sonra kıymık kıymık
kıyarak şose üstüne diziyorlardı. Binlerce olay birbirini takip ediyordu.
Şehirlerde her Ermeni bir mağazaya dalarak kendi malı olduğunu
söylüyor ve hükümet adına hareket eden bir hangi efendi müdahale edemeyerek mağaza
bütünüyle Ermeni'ye
geçiyordu. Oysa mağaza sahibi Müslüman'ın, ne Ermeni malıyla ne de Ermeni'yle ilgisi vardı.40
*
* *
39 Kırklareli
ilçesi.
40 Mehmet Şeref Aykut, Trakya Milli Mücadele Tarihi Malta Hatıratı ve Malta 'da Tiirkler, Alfa
Yayııılan, İstanbul, 2010, s. 166-224.
-
Cana Oskay
İşgalde tramvaya binerseniz, bir Ermeni kadınına, bir Rum kadınına yer vermezseniz Yunanlı polisi sizi aşağı atar. Hakaretin bini bir para. İngilizler
işgal ettiği zaman hiç unutmam, baş aşağı tavuk tuttun diye ceza keserlerdi. Boynundan tutsan tavuk zaten elinde ölecek. ( ...)
Kurtuluş'u hatırlıyorum. Dokuz yaşındaydım,
Beşiktaş 'ta oturuyorduk. Refet (Bele) Paşa ilk İstanbul'da
Beşiktaş iskelesine
geldi motorla. İskele kalabalıktan yıkıldı. İskeleden aşağı insanlar denize uçtu. Halkın burasına gelmiş.
Beşiktaş'tan Karaköy'e kadar yürüdüler. Bazen gösterir televizyon, seyredin. Deveyi süslediler ipek halılarla, beni de gelin yaptılar, devenin üstüne koydular Refet Paşa'nın resmiyle. Beni bir delikanlı tutuyor, düşmeyeyim diye. O arada beni orada unutmuşlar devenin üstünde.
Beşiktaş'tan Karaköy'e gelinceye kadar devenin üzerinde susuz, aç biilaç,
bayı- lıvermişim. Hemen Karaköy poğaçacısından su, poğaça getirmişler... Ama gene de resmi bırakmıyorum,
çocuk falanım ama hissediyorum. ( ...)
Artık her gece bayram edildi. O yanımızdaki Rum komşu, 'Zito Ve- nizelos' diye bağırıp işgalin
ertesi günü Yunan bayrağı asan kadın, hemen Türk bayrağını
çıkardı bu
sefer...
Bir gün de Refet Paşa'nın
doğduğu eve
gidiliyordu. O zaman arabaların basamakları dışarıda. Ben o basamakta, elimde bayrak, yaver 'kızım içeri gir' diyor, elimde bayrak var
giremiyorum, 'aşağı in', inmiyorum. Şimdi gitsem evini bulurum Refet Paşa'nın.41
*
* *
41 İlhan Eksen, Dünkü
İstanbul, Sel Yayıncılık,
İstanbul, 2002, s.
24-25.
-
Emekli Maliye Müfettişi Cahit Kayra
(1917- )
Anadolu'da İnönü'de sevinçler, Eskişehir
savaşlarında kederler... Sonra Sakarya... Erkeksiz kadınlar bizleri önce dayımın
Küçükyalı'daki köşküne, oradan Acıbadem'deki büyük eve daha sonra oradan tekrar Küçükyalı'ya
taşıyorlar. Sonra
babam geliyor ve bizi oradan Kadıköy'e, Yel Değirmeni'ne
götürüyor ve yine ayrılıp gidiyor. Yıl 1921 ya da 1922 olmalı. Talimhane'deki Feridiye (şimdiki Ferit Bey) Sokağı'nın
karşısındaki büyük tozlu meydanın köşesinde İngilizlerin daha doğrusu Senegalli sömürge askerlerinin kampları var. İngiliz askerleri büyük ağabeyimi
yolda çevirip karakola götürüyor; bir lira ceza kesiyorlar. Aşağıda kıyıda denizin üstündeki bir salaş gazinoda Rumlar Eskişehir zaferini kutlarken, salaş direkler kırılıyor, denize dökülüyorlar. Hamit Ağabeyim gelip müjdeliyor. Ertesi gün komşulardan
birinin büyükçe kızı Marika beni dövüyor. Annem azarlıyor; "Neden sokağa
çıkıyorsun?" diyor.42
*
* *
- Emekli Lahey Maslahatgüzarı Esat Cemal Paker (1878-1952)
İstanbul, işgal kuvvetlerinin çizmesi altında
inliyordu. Türk aileleri evlerine sığınmışlar,
sokağa çıkmaya çekiniyorlardı. Bir kısım aydınlar hapsedilmiş, bir kısmı Malta'ya sürülmüştü.
İşgal kuvvetleri subaylarına tahsis edilmek üzere ileri gelen ailelerin evlerine el
konuyordu. Ecnebi neferler, sokaklarda, gelen geçene, bilhassa kadınlara
sarkıntılık ediyorlardı.
Ben de bir gece sokakta, neferlerden birinden yok yere
bir tokat yedim. İşgal kuvvetleri neferlerinin yapmadıkları rezalet kalmıyor, belediye kurallarına
uymadıkları bahanesiyle
halktan her adımda para cezası alınıyor, birçok kimse Agopyan hanına götürülerek hapsediliyordu.
42 Cahil Kayra, 'JS Kuşağı, İş Bankası
Kültür Yayınlan, İstanbul, 2002, s. 23.
Mütareke ilan edilmişti, fakat İstanbul'da
işgal kuvvetlerinin insafsız hareketleri sürüp gidiyor, hükümet aciz bir vaziyette her yapılana boyun eğiyordu.
İstanbul'un tek hakimi işgal
ordularıydı. ( ...)
İşgal ordusu kuvvetlerine mensup er
ve subaylar elbetteki tek durmuyorlardı, fakat o kara günlerde şehri asıl ezen,
asıl üzen, İstanbul 'un Müslüman halkına kan ağlatan, İstanbullu Rumların
taşkınlıklarıydı.
Bir yandan işgal ordusu emrinde
irtibat subay ve erliği yapan Er- meniler, gerek sansür, gerek ev işgali
işlerinde Müslümanları mağdur etmek için ellerinden geleni yaparlarken, bir
yandan da Rumlar rezaleti ayyuka çıkarmakta idiler.
Hiç unutmam, Yunanlıların İzmir'deki
taşkınlıkları günlerinde, Amiral Bristol ile bir dost evinde buluşmuştuk.
Amiral, Yunanlıların tarz ve hareketini çirkin bulduğunu söyleyip Fransızların
şu atalar sözünü ilave etti:
"Rira bien qui rira le
demier"
Türkçesi: Son gülen iyi güler; yani
kazanılan ufak tefek muvaffakiyetlerin hükmü yoktur, asıl kazanç son
muvaffakiyete bağlıdır.43
*
* *
Mamafih İstanbul üzerinde uçan,
İstanbul muhitine hakim olan ruh ne Türk ve ne de İslam ruhudur. Alelumum
[genellikle] bu mütefes- sih [bozulmuş] ruhun mahiyetini tayin etmek mümkün
bile değildir. Merhum Tevfik Fikret onun evsafını tarif etmiştir.
43
Esat Cemal Paker, Siyasi Tarihimizde Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları, Remzi
Kita- bevi, 2. baskı, İstanbul, 2000, s. 112-113. Paker'in doğum ve vefat
tarihlerini Sinan Kuneralp'den öğrendim. Kendisine mütqekkiriın.
Dünyanın her tarafından
üşüşen, binbir ırka, kana, lisana, dine, mezhebe
mensup, mahiyetleri, asıl ve nesebleri meçhul, sırf para kazanmak hırsı ile müteharrik, her türlü
sergüzeştçi, pespaye insanlar, güzelliği, cazibedarlığı ve işinuş hava ve heves iştehasını tahrik hassası ile müstesna bir mevki olan bu diyare toplanıp her türlü maddi ve manevi rezaletlerle tatmini-hırs ve işteha etmektedirler. Levanten "Levantin" namı tahkiramizini taşıyan böyle bir halitada muayyen bir ruh,
muayyen bir renk aramak abestir. Haki- katta paradan başka mukaddes hiçbir şey
tanımayan bu halitanın ne dini var, ne imanı, ne milliyeti var, ne hükumet! Cebinde birkaç pasaport taşıdığı gibi ruhunda da her türlü
mülevvesatı [kirliliği] taşır ve bütün dünya lisanlarını konuşur.
Gündüzleri içtima ettiği yer borsalar, bankalar, saraflıaneler, geceleri toplandıkları yerler meyhaneler, lokantalardır. Bunlar yer, içer, kazanır, sarfeder, her türlü maddi ve manevi zilletlere,
rezaletlere tahammül eyler, entrikalar, dolaplar çevirir, casusluk yapar, suikastlar tertip
eder, evler yıkarak hanümanlar söndürürler.
Bu meyanda Fatih, Süleymaniye, Eyüp, Aksaray, Sultanahmet ve Kadıköy'le
Üsküdar dairelerine
sığınmış, o ağır başlı, temiz ruhlu, vakur ve temkinli Türkler,
sinmiş, çekingen bir tavırla uzakdan bu yeni yecuc ve mecuclerin cfiş ve huruşlarını,
[gürültülerini] işünuş- larını, rezalet ve denaetlerini [alçaklıklarını]
hayretlerle
seyir ederler ve bu işunuşlann, bu cfiş ve huruşların, bu denaet ve rezaletlerin kurbanları
olduklarına bile
bigane kalırlar.
Köprünün beri tarafı ile öteki tarafında
yükselen ve sanki bütün İstanbul cihetini azamet ve haşmetleri ile yıkan muhteşem iki bina, Düyunu Umumiye ile Osmanlı Bankası
Türk'ün kalbi üzerine bütün
sıkleti ile basan
o rezalet ve denaatlerin canlı ve maddi timsalleridir.
Ben kendi hesabıma diyorum, köprüyü her daima öteki tarafa geçtiğim zaman kendimi başka bir dünyada, garip, hasım, bedhah bir memlekette gibi
hissederek sıkılıyordum, içimden rahatsızlık duyuyordum. Biliikis İstanbul cihetine geçer geçmez
içimden bir
inbisat, bir ferah, bir genişlik duyarak kendimi kendi muhitimde
hissediyordum. Çünkü beri tarafta vücüdümün bütün mesamatı [zerreleriyle] ile hemahenk
[uygun] olan bir muhit duyuyordum. Burada bir kesafeti milliye [millet yoğunluğu]
vardı ki, teneffüsümü teshil ediyordu [kolaylaştırıyordu].
Orada ise bu
kesafet azaldıkça ruhumda bir inkibas, bir sıkıntı duyuyordum. Her Türk, her isliimın da benim gibi olduğunda şüphe
etmiyorum.
Ben mebus oldum, ve hem de muharebe esnasında, yani memleketin, İstanbul 'un binnisbe [bir dereceye kadar]
serbest olduğu bir zamanda. Fakat her zaman kürsüye çıkarken ister istemez o hasım, o mü- levves [kirli] ruhun beni takip ettiğini,
karşımda samiin
[dinleyiciler] locasında bu kere şapkasını fese değiştirmiş bir hainin, bir casusun, memleketim, milletim
aleyhinde tertibat yapan, casusluk eden birisinin oturduğunu hissederek etrafıma
bakıyordum. Söyliyeceğim sözlere dikkat ediyordum, içimdekileri
dökemiyordum, hürriyetimin, şahsiyetimin küçüldüğünü, ezildiğini idrak ediyordum.44
*
* *
- Halit Fahri Ozansoy (1891-1971)
Mütarekenin ilk yılında,
Darülbedayi, Şehzadebaşındaki Letafet apartımanından Beyoğlu'na İngiliz sefarethanesinin yanındaki Hamalbaşı
yokuşuna nakletmişti. Burada da, tıpkı Letafet apartıma- nında olduğu gibi, minare merdiveni uzunluğunda bir merdivenden birinci kata, bu
kattan da ikinci kata çıkılıyordu. Hasılı böyle acayip bir bina idi burası...
Artisler olsun, müellifler veya idare heyeti azaları olsun, çok defa yürek
çarpıntıları geçirmeden bu yokuşun başına ve bu binanın
44 Ahmet Ağaoğlu,
İhtilal mi İnkilap mı, Aliieddin Kıral
Basımcvi, Ankara,
1942, s. 26-27. Azerbaycan'da doğan Ahmet Ağaoğlu (1869-1939), Türkçülük ideolojisinin kurucularından olup Hakimiyeti ı'vlilliye gazdesinin müdürüydü.
önüne gelemiyorlardı. Çünkü
Mütareke'nin en azgın günleri idi. İrili ufaklı Venizelos resimleri dolaştıran Galata ve Tatavla yaranı sokaklarda avaz avaz bağırıyorlar,
İngiliz sefarethanesi
köşesinde, otellerin önünde tramvay yolunu kesiyorlar ve gelip geçen Türk- lerin yüzlerine
tükürüp feslerini
yerlere atıyor, bazen yırtıp parçalıyorlardı. İşte o günlerde
Darülbedayie böyle tehlike ve belalara göğüs gererek gitmek liizım geliyordu. Hatta bir gün karşıdan bu coşkun alaylardan birini görünce adeta koşarak yokuşu
inmiş ve galiba kulağı sağır olan kapıcıya zilin sesini işittirip
kapıyı açtırın- cıya kadar akla karayı seçmiştim. Eliza Binemecyan o aralık henüz
İstanbul'dan Paris'e gitmiş değildi. Benim nefes nefese yukarıya, küçük
sahneli prova odasına
çıktığımı görünce sordu:
- Ne oldunuz?
- Sokakta gene patırtı var. Adam dövüp fes yırtıyorlar!
dedim.
Yanımızda birkaç aktör de vardı. Eliza acı bir gülümseme ile yüzüme baktı. Sonra içerime zehir akıtan şu sözü
söyledi:
- Türkler bu muameleyi hak etmiştir.
Bu sözü Eliza mı söylüyordu? Vaktiile babasile anasını sahnede al- kışlıyan ve nihayet kendisini yıllardır alkış
tufanları içinde tebcil eden türk milletine, velinimetine karşı bu hakaretten daha acı hükmü Eliza mı veriyordu?
Asabiyetimden titriyordum, fakat kendime hakim oldum,
sadece ona:
- Teesüf ederim, Eliza Hanım, dedim. Sizin bu sözünüz, bize sokaktaki yaygaralardan daha çok ıstırap verir. Çünkü san'atinizi her zaman alkışlamağa
koşan ve size bu
mevkii veren Türklerdir.
Böyle diyerek odadan çıktım. Ondan sonra da Eliza'yı
görmedim. Zaten pek
az sonra, sahneyi de, rollerini de bırakarak İstanbul'dan çıkıp
gitmişti. Bazıları:
-Galiba Pariste Comedie-Française'de aktrislik hülyasına
düştü!
diye alay ediyorlardı. Benim kalbimde ise, Baykuştaki
Eliza'nın oynadığı Türk kızı Ayşe rolü boynunu bükmüş ağlıyordu.45
*
* *
- Gazanfer Sanlıtop (1940- )
Bir süre sonra babam da geldi İstanbul'a. Yugoslavya'da son kalan
akrabalardan bir grubu karşılamak ve onlara gümrük ve taşınma
işlemlerinde yardımcı olmak için. O sıralarda hangi gerekçeyle göç ediyorlardı bilemiyorum. Belki parçalanmış aileleri birleştirmek deniliyordu veya başka bir kılıf
uydurulmuştu ama geliyorlardı işte. Beş yüz yıl kendi vatanları olarak bildikleri toprakları, evlerini barklarını terk edip Anavatan'a dönüyorlardı.
Özellikle Makedonya
Bölgesi'nde azınlığa düşmüşlerdi. Örf ve adetlerini, inançlarını
değil ama dini
geleneklerini ve uygulamasını devam ettirmekte zorlanıyorlardı. Azınlıklar, ileride kendi devletleri tekrar
hakim olur ümidiyle bir nevi nöbet tutarken o topraklarda kurulan yeni bağımsız devletler ise azınlıklardan kurtulmak, ileride çıkabilecek savaşlarda arkadan vurulmamak için, bıkmadan bezdirici siyasetler uygulama
yoluna gidiyorlardı. Bizde ise Fatih'ten beri devam eden bir hoşgörü azınlıkları
her yönüyle güçlü hale getirmişti. Fatih Sultan Mehmet'in beş yüz elli yıl önce tarihe yeni bir çağ açarken
sergilediği insanlık dersi, bana göre ne ondan önce ne de sonraları, yani bu güne kadar hiçbir ülkede
anlaşılmadı. Hep baskılar oldu azınlıklara. Hep sindirildiler. Bana göre Fatih, çağının
kaldıramadığı bir hoşgörü ortamı yarattı Osmanlı topraklarında. Sonunda da kimseden aferin almadı. Uzun yıllar boyunca azınlıklar
ülkenin gerçek efendisi oldular. Ticaret onlarda, sanatkarlık onlarda, para getiren her şey onlarda. Ağır işler,
tarım tarla işleri bizde.
45 Halit Fahri Ozansoy, Bir
Edebiyat Sezonu, Kanaat Kitabevi, İstanbul, t.y., s. 90-92.
Ozansoy ( 1891-1971) ^air ve
yazardı.
Bir çark dönüyordu
ama ezilen hep Türkler oluyordu. Azınlıklar örf
ve adetlerinde,
dini inanç ve uygulamalarında serbest ve özgür oldular. Kurtuluş
Savaşı 'nda bazı zihniyetler değişmeye
başladı. Çünkü onlar bir anlamda kendileri yönünden doğru olanı yaptılar, klasik azınlık
eğilimini ortaya
koydular. Düşmanla birlik olup bizi arkadan vurdular. Sonra biz de o günün deyimiyle düşmanı Ege'de denize döktük. Bu durum Anadolu'da, özellikle Ege'de böyleydi. Yoksa İstanbul'da her şey eskisi gibi devam ediyordu. Çünkü İstanbul 6 Ekim 1923 'te savaş
yapılmadan geri alınmıştı.46
*
* *
- Haris Spataris (1906- 1993 (±2))
Sultan teslim olarak Mondros Mütarekesi 'ni imzalayınca
İstanbul'da olanlar tasavvur edilemez. Bütün İstanbul mucizevi bir şekilde Yunan renklerine büründü, halk da gösterilere
başladı.
Müttefiklerin gelmesi, Boğazları
mayınlardan arındırmaları gerektiği için 15 gün sürdü. Türkler bu arada telaşlanmış ve bizi korkutan önlemler almaya başlamışlardı.
Öyle bir an geldi ki mütareke haberinin Türkler aleyhinde taşkınlıklar
yapmamız için verildiğini ve bunun bizi temizlemek için haklı bir fırsat olarak kullanılmak
istendiğini bile düşündük.
Neyse, Müttefikler sonunda, en başta Averof zırhlısı olmak üzere
İstanbul'a geldiler.
Averaj, sanki padişaha nispet olsun diye, gidip Dolmabahçe Sarayı'nın tam önünde demir attı. Müttefik
gemilerinin mürettebatı yollara dökülüp birbirleriyle yarış edercesine etrafa para saçmaya
başladılar.
46 Gazanfer Sanlıtop,
Saklım Gizlim
Yok, Bilge Yayınları, İstanbul, 2002, s. 91-92. Yazar sanayicidir.
1918 biz İstanbul
Rumları için rahat ve mutlu bir yıl oldu. Savaşların ebediyen bittiğine
inanıyorduk.47
*
* *
1939-1940 ders
yılındaydık ve ben İstanbul Erkek Lisesi dokuzuncu sınıf öğrencisiydim.
Bakırköy' de oturuyorduk. O tarihlerde memleketimizde tahsil seviyesi fevkalade
düşüktü. Lise tahsili yapanlar parmakla gösterilecek kadar azdı. On-onbeş yıl
öncesine kadar Ankara' da yeni açılan hukuk fakültesine lise mezunu bulunamadığından
orta okul mezunlarının bile kaydı yapılıyordu. Sirkeci'den Trakya yönüne giden
bütün tren güzergahında bir tek lise yoktu. Orta okuldan mezun olanlar
İstanbul'daki liselere gitmek mecbu- riyetindeydiler. Bakırköy'de sadece bir
orta okul vardı. Buradan mezun olanlar Aksaray'daki Pertevniyal ve
Cağaloğlu'ndaki İstanbul Kız ve Erkek Liselerine giderlerdi. Ekalliyetlerin
çocuklarının tahsil imkanları bizlere göre çok daha fazlaydı. Çünkü gerek kilise,
gerek cemaat dayanışması ve gerekse anlaşmalarla sağladıkları devlet imkanları
fazlaydı. Üstelik onlar zengindi. O tarihlerde Bakırköy' den İstanbul
liselerine 8-9 erkek 2-3 kız öğrenci giderdi. Ekalliyetler Bakırköy'ün deniz
tarafında toplanmışlardı. Demiryolunun kara tarafında ise Müslüman Türk
aileleri otururlardı. Tahmin edebileceğiniz gibi, zenginlik deniz
tarafındaydı. Bu bizleri üzerdi. Ekalliyetlerin çoğunluğu Rum'du. Bugün birçok
yazarlar Yunanistan'a giden Rumlar için "onlar İstanbul mozayiğinin sevimli
bir parçası idiler" demekle kalmıyorlar, "Anadolu'nun kara herifleri
geldi İstanbul, İstanbul olmaktan çıktı, bozuldu" diye hayıflanıyorlar.
47
Haris Spataris, Biz İstanbullular Böyleyiz! Fener 'den Anılar 1906-1922, çev:
İro Kaplangi, Kitap Yayınlan, İstanbul, 2004, s. 243. Haris Spataris'in vefat
yılını Her- kül
Millas bildirdi. Kendisine ınüte^ekkirim.
Gelin, Rumları bir de benim gözümle görün.
Balkan harbinde Edirne'nin işgali
sırasında annemin
ailesi oradadır. Müsaade ederseniz anlatmaya annemin hatıralarından
başlayayım. Düşman tarafından Edirne'nin işgal edildiği sırada, annem dokuz-on yaşlarındadır.
Askeri kaymakam
olan babası esir düşmemek için bir meçhule kaçmış, izi bilinmemektedir. Uzun zamandır kendisinden haber alınamamaktadır.
Komşu evin reisi,
evinin kapısı önünde annemin gözleri önünde süngülenmiş, genç kızları evinden alınmış, bir meçhule
götürülmüştür. Aile korku içinde, başlarında bir büyük olmadan bekleşmekte ve İstanbul'a
nasıl kaçabileceklerini kara kara düşünmektedirler. Elde avuçta ne varsa sarfedilmiştir.
Nihayet komşularının
büyük yardımı ve o tarihlerde küçük yaştaki Dayım Arif'in dirayetiyle bir yük vagonu içinde kaçmayı
başarırlar. Bu anlattıklarım her harpte yenilen mağlup tarafın
başına gelebilecek
bir hadise olarak görülebilir. Ancak bunlar unutulur gibi değildir ve annemden Rumlardan nefret
etmemesini istemeye kimsenin de hakkı yoktur.
Birinci Cihan Harbi bitmiş,
İstanbul galip
devletlerin işgali altındadır. İstanbul'da yaşayan Rumlar, ki bunlar Osmanlı
İmparatorluğu'nu teşkil eden bir mozayiğin daima gözetilen bir parçasıdırlar, Müslüman Türklerle asırlarca beraber yaşamışlardı.
İlk yaptıkları hareket ise Yunan bayraklarını evlerinin kapılarında
dalgalandırmaya başlamalarıydı. Ellerine geçen ilk fırsatta Müslüman Türk halka yaptıkları eziyeti annem ve babamdan ayrı ayrı
dinlemişimdir. Kadınlarımızın sokağa çıkmaları mümkün değildi. Köşe başlarını
tutmuş olan
Palikaryalar (ki bunlar senelerce aynı mahallede yaşamış komşu
çocuklarıdır) örtülü Türk kadınlarının üstünü başını parçalamakta, oralarını
buralarını kahkahalar,
naralar atarak sıkıştırmaktaydılar. Teşkil olunan bando mızıkalar ve köşe başlarına
konan laternalar
sabahın köründen akşama kadar çalınmakta, kendileri "Zito" diye bağırmakla
kalmayıp, yoldan geçenler "Zito" diye bağırmaya mecbur edilmekteydiler. Senelerce
ekmeğimizi paylaştığımız
komşularımız bile bu taşkınlığın içindeydiler.
Bu Rumlar ki en az dört asır
Osmanlı adaleti içinde bizlerle beraber yaşamışlardı.
Bir de benim gençlik
yıllarımda karşılaştıklarımdan bahsedeyim. Tünel'den Galatasaray'a doğru yürürken
yolun sağ tarafına
isabet eden yol
ağızlarında Rum meyhaneleri vardı. Buralara Türkler
alınmadığı gibi Kurtuluş'ta "Tatavla" diye bilinen
semte Türkler sokulmazdı. Bütün adalar parsellenmişti.
Ada vapurlarında
Türkçe nadir
olarak duyulurdu. Bir Rum'a "İstanbul" dedirtemezdiniz. Onlar için sadece Constantinapolis vardı.
Beyoğlu'na (Pera)
derlerdi. (Maalesef son zamanlarda bazı enteller bu semte Pera demekte yarışıyorlar).
Futbolda bile
kendilerinin ayrı ligleri, ayrı turnuvaları vardı. Uzun zaman Beyoğlu cihetinde oturan gençlerin
teşkil ettiği futbol takımının ismi Pera idi ve bu isimle İstanbul ligine alınmış, sonra bu isim nihayet Taksim
olarak değiştirilmişti. Türkler sefaletin pençesinde kıvranırken Rumlar nerede ise zevkü-sefa
içinde Beyoğlu'nu işgal etmişlerdi. Türkiye'nin ekonomik hayatı onların
elinde idi.
Siz hiç kendi evinizde misafir oldunuz
mu? Kendi evinizin uşaklığını yaptınız mı? O günler kolay kolay unutulur mu sanırsınız?
Bugünün gençlerinin bunu anlamakta zorlanacaklarını sanırım. Fakat bunların da onlar tarafından bilinmesini isterim. Şimdi bu memleket bizim. Şimdi bekleriz onları. Hoş gelirler, safalar getirirler.
Benim memleketimde onlarla kolkola sirtaki de oynarım, Rumca şarkılar da söylerim,
hoşuma giden bir
davranışa, içimden gelirse "Zito" diye bağırırım da. Çünkü artık
burası benim
memleketim, benim Türkiyem. 48
*
* *
48 Ş. Melih Ataman, Benden Buraya Kadar
..., Ege Basım, İstanbul, 2005, s. 10-12. Yazar, TÜPRAŞ, TPAO, İGSAŞ ve Petrol Ofisi'nde üst düzey
yöneticilik görevlerinde bulundu.
1918 senesi Birinci Teşrin ayının (Ekim) bir Çarşamba
sabahı evden mektebe49 dönüyordum. Annemin ağır rahatsızlığı beni birkaç gün evde alıkoymuştu.
Bindiğim tramvay
Sultanahmet meydanından geçerken büyük bir meraklı kalabalığının, meydanın denize bakan taraflarına
birikmiş olduğunu gördüm. Denizden ağır yolla İstanbul'a doğru bir donanma seyirhalinde idi. Bunlar, harp gücüyle açtıramadıkları Çanakkale Boğazı'ndan
geçmiş mütareke şartlarına aykırı nispetlerle İstanbul' a doğru yol alan kalabalık
İtilafdev- letleri donanması idi. Tramvayda arkamda konuşan iki yaşlı zatın şu
muhaveresi bugünkü gibi hala kulağımdadır:
- Bu donanmanın sonunda Averof zırhlısı da varmış.
Bugünleri göreceğime, keşke Balkan Harbi'nde ölseydim...
Tramvay Karaköy'den
Beyoğlu eteklerine
doğru kıvrılınca herkeste bir hayret nidası belirdi:
- A, buraya bakın, bu bayrakları da nereden buldular, ne vakit astılar?
Voyvoda (Bankalar) Caddesi'nde İngiliz,
Fransız bayrakları yer yer sallanıyordu. Tramvay Karaköy'den Beyoğlu'nun eteklerinden yukarıya
yükseldikçe bayrak panayırı kesafeti de yükseldi. Hele Beyoğlu caddesinde, son haddini buldu.
Hemen her pencerede İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan bayrakları
dalgalanıyordu. Kendimi hemen aşağı attım, koşa koşa mektep kapısından
içeri daldım... Bir saat sonraki öğle paydosunda hepimiz bahçenin demir parmaklıklarına
dayanmış caddeyi
seyrediyorduk. Tam Mektebin karşısına isabet eden bir Yunanlı terzi, bayrak bulamamış, mavi-beyaz bir etekliği pencereden sallandırmıştı.
Caddede bir kalabalık, bir kaynaşma
vardı. Fakat kaynaşma sessizdi. Tam bu sıralarda bir mızraklı
süvari bölüğü dört nala caddeden geçti. Ne olduğunu daha pek
49 \1cktcb-i Sultani yani Galatasaraı Lisesi.
kestiremiyenler, bu arada Yunanlı terzi, derhal bayrak ve bayrak taslaklarını
içeri aldılar. Bu vaziyette hep bir ağızdan "yaşa" diye bağınştık ve şiddetle
mızraklı askerlerimizi
alkışladık. Biraz sonra terziye hitaben de "yuha"larımızı yolladık. Bu, mütarekenin ilk gününün
ıstırabı idi.
Mütarekenameye
göre İstanbul'a yalnız 500 asker girecekti. Halbuki daha ilk günde binlerce asker şehre
yayılmıştı. Kocaman bir İngiliz harp gemisi Karaköy'de Ziraat Bankası
hizasında rıhtıma yanaştı ve toplarını şehre çevirdi. Tarihinin büyük kısmını
zaferlerle donatmış,
mağlubiyetlerini, Avrupa kuvvet muvazenesi sayesinde büyük acılar görmeden atlatmış ve hele bütün tarih boyunca başşehri işgal
görmemiş bir
milletin bağrına saplanan bu mağlubiyet hançeri çok acı idi. Biz, Mektebi Sultani talebeleri de bu acıyı Tanrının
her günü hissedecektik... Nitekim
hissettik de... ( ...)
Mütareke esnasında
gayet garip
hadiseler oluyordu. Efkar gergin, sinirler gergindi. Herkeste bir şüphe,
tereddüt ve kararsızlık
havası mevcuttu.
Bir gün İstanbul'da gayet heyecanlı bir hadise oldu. İstanbul
tarafından başlayan bir telaş ve "Geliyor" avazesi ile Beyazıt'tan, çarşı içinden,
Mahmutpaşa ve Babıali'den
halkın şuursuzca Köprü'ye ve ordan da Beyoğlu'na doğru koştuğu, kaçtığı görüldü. Herkes bu bir tek kelimenin verdiği esrarengiz bir korkuyla her şeyini, işçi
işini, dükkancı dükkanını, satıcılar tablalarını bırakarak kaçıyorlar,
kaçıyorlardı. Bu helecan ve heyecan saatlerce sürdü ve Boğaziçi'nde veya Şişli tepelerinde nihayet buldu. Telaşın nereden başladığı,
nasıl başladığı da anlaşılamadı. Türkler "geliyor" diye, Rumlar
"Erhete"50 diye kaçmışlardı.
Sonradan dolaşan rivayetlere göre ya Beyazıt
Meydanı'nda veya Çarşı içinde bir kavgada 'polis veya jandarma geliyor' manasına olarak kavgacıların "geliyor" diye kaçmaya
başlamaları ile zaten hem can hem de mal bakımından korku ve kuşku içinde olan çarşı
50 Türkçesi ""ge-ge-gdiyor"
halkında panik çıkmış, bütün
çarşı ve sırasiyle
bütün İstanbul tarafı "geliyor" diye kaçmaya başlamıştı. Türkler belki işgal kuvvetlerinden, Rumlar ve gayrimüslimler
Türk ordusundan, hülasa herkes hayalinde kurduğu bir kuvvetten, bir yabancı veya düşmandan korkup kaçmıştı. Hatırlarım, Babıalide alış
veriş eden soğukkanlı bir ahbabımız, her şeyi olduğu gibi bırakan dükkan
sahibinin dükkanında, panik basılıncaya kadar beklemiş,
akşam geç vakit dükkana dönen
satıcının teşekkür ve minnetleri arasında evine avdet etmişti. İstanbul o saatlerde bomboş bir şehir
manzarası arzeylemişti.
Bu durum halkın nasıl bir haleti ruhiye içinde
bulunduğunu göstermesi bakımından cidden dikkate şayan idi. 51
*
* *
- Gazeteci Sabiha Sertel (1895-1968)
Sokaklarda Senegalli, Hintli, Cavalı sömürge
askerleri, çeşit çeşit elbiseleriyle geziyorlar.
Bellerinden diz kapaklarına sarkan, renk renk, damalı eteklikleriyle gaydalı, davullu İskoç
kıtaları, bir opera
sahnesinde oyun verir gibi sokaklardan geçiyorlar. Boğazda Rumeli ve Anadolu hisarlarının
üzerlerinde işgal ordularının bayrakları dalgalanıyor. Türk bayrağı en geriye asılmış.
Bu matem gününde yüzü
gülenler, ancak
Rumlar. .. Sokaklarda laterna çalarak dolaşıyorlar. Hiç durmadan şarkı
söylüyor, içiyor, nara atıyorlar. Harpte yenilen yurttaşlarına tepeden bakıyorlar. Kadınların
çarşaflarını yırtıyorlar, kızlara saldırıyorlar. Hükümet yok, polis yok.
51 Suat Aray, Bir Galatasaraylının
Hatıraları, TCDD Basımevi,
İzmir, 1959,
116-117, 137-138.
Memleket derin bir karanlığa
gömülmüş. Harp öncesinin
neşeli İstanbul'u artık yok. Sokaklar daralmış, insanlar küçülmüş, çehreler soluk. Ağırbaşlı,
vekarlı memurlar,
cübbeli, sarıklı hocalar, işçi, esnaf bütün halk, başları göğüslerine düşmüş, köprünün üstünden geçiyorlar.
Sanki yıkılan
imparatorluğun yükünü omuzlarında taşıyorlar. Türk milleti tarihinde ilk defa bağımsızlığını
yitirmenin acısını
iliklerinde duyuyor.
Kenar mahalleler yoksulluğun somut bir örneği... Bir yanda çullara sarılmış, çıplak ayaklı çocuklar
sırıtıyor. Öte yanda vagon ticaretiyle milyonlar vuran Topal İsmail Hakkı
Paşalar,52 Bulgur
Palaslar53 kuran harp zenginleri, Viyanalı artist Miloviç'in
sigarasını banknotlarla yakıyorlar. Harp içinde saman ekmeği yiyenlerle, harpte zengin olanlar karşı karşıya.
Biri karargahını
Şişli' de, Nişantaşı'nda,
İstanbul'un onarılmış semtlerinde, öteki Fatih'in, Aksaray'ın, Cihangir'in fakir mahallelerinde,
yangın harabelerine kurmuş.
52
Topal İsmail Hakkı Paşa, Harbiye Nezareti Levazım Dairesi reisi idi. Zaman gazetesi
yazarı Mehmed Niyazi ondan şöyle söz etmekte: "Birinci Dünya Savaşı boyunca levazım
bakanlığı yapan
Topal İsmail Hakkı Paşa, bütün suistimallerin düğüm noktasında
gösterilir, 'sivil ve askerin kanını emiyor' denirdi. Savaş bitti; Topal İsmail Hakkı
Paşa aç kaldı; Alman generali onu alıp Almanya'ya götürdü. Gurbette bunalınca
döndü; çok geçmeden öldü. Bir Yahudi komşusunun himmetiyle defnedildi. Bütün aramalara rağmen bir takma bacakla, İstanbul'un
kıyısında üç odalı evden başka bir şeyi çıkmadı." Kaynak: Mehmed Niyazi, "Biricik Değer
İnsan", Zaman, 4 Eylül 2006.
53
53 Bulgur Palas, İstanbul'da
Cerrahpaşa semtindedir.
Burada uzun yıllar boyun
ca Osmanlı Bankası'nın arşivi muhafaza edilmiştir. Bulgur Palas hakkında mevcut iki rivayetten biri, inşası
bitmemiş olan bu binanın savaş
yıllarında bulgur ticaretinden zengin olan bir tüccara ait olduğu,
Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal Hükümeti'nin eline geçtiği ve hükümetin de binayı Osmanlı
Bankası'na bağışladığıdır. Diğer rivayet ise Osmanlı Bankası 'nın zengin bir müşterisinin iflas ettiği ve inşası tamamlanmayan binayı
borçları karşılığında Osmanlı Bankası 'na devrettiğidir. Ancak her iki rivayet de yanlıştır. Bina hakkında tam bilgi için bkz. "Arşivimizden
Bdgelt:r-Bulgur
Palas , www.obarsiv.com/ab-balgur-palas.htnil
Kabineler birbiri ardına
değişiyor. İzzet Paşa gidiyor, Ferit Paşa geliyor. Ferit Paşa gidiyor, Tevfik Paşa geliyor. Eski Osmanlı paşaları
karaya oturmuş imparatorluk zırhlısını
yüzdürmek için, İngiliz, Amerikan amirallerine, emperyalist devletlere sığınıyorlar.
"İttihat ve Terakki" Partisi'nden yurtta kalanların birçoğu
"Bekirağa" Bölüğüne tıkılmış. Cezaevinin bir kapısından önceleri İttihatçıların tevkif ettiği
"Hürriyet ve İtilafçılar" çıkıyor, öteki kapısından Kürt Mustafa Paşa Divanı Harbi 'nin tevkif ettiği
İttihatçılar giriyor.
Kürt Mustafa Paşa Harp Divanı, emperyalist efendilerine yaranmak, halkı yıldırmak için bazı
İtihatçıları ipe çekiyor.
Yabancı subaylar evleri araştırıyor. Ev sahiplerini sokağa atıyor,
içine yerleşiyorlar. Basın, yabancı devletler sansürünün kontrolünde ... İngiliz
taraflısı gazeteler
serbest çıkıyor. İngiliz emperyalizminin uşağı Ali Kemal'in gazetesi Sabah, İkdam emperyalistleri haklı buluyor. İttihatçılara
küfürler savuruyorlar.
Yabancı sermayeye ajanlık eden azınlık
sermayedarları, Beyoğlu camekanlarını ilanlarla doldurmuşlar.
"Türk
malı almayınız" Köşe başı sarrafları, yabancı subayların dolarlarını, sterlinglerini, drahmilerini Türk parasına
çeviriyorlar. Türk parası değerini kaybetmiş. Beyoğlu mağazalarına, harbi kazanan devletlerin bayrakları
çekilmiş... Rum mağazalarını
etekleri kıvrımlı,
kırmızı fesli,
uzun, mavi püsküllü evzon askerleri bekliyor. Bu, mütarekenin İstanbul'udur. Yıkılmış bir imparatorluğun
çöküntüleri içinde ümidini, benliğini kaybetmiş bir milletin İstanbul 'u...54
*
* *
5-t Sabiha s^rıd, Roıııa11 Gibi, Ant Yayııılan, İstanbul, 1 969, s. 12-14.
- Prof. Dr. Tarık Zafer Tıınaya
(1916-1991)
Mütareke
İstanbul'unda birkaç tip insan vardır.
Birinci tip, büyük
çözülmenin rüzgarından bir zafer havası çıkaran yabancılar ve onlarla işbirliği eden azınlıklardır.
Bunlar arasında kendilerini öyle kabul edenler de vardır.
Yabancılar büyük kentin yaşamına egemendirler. Askerlere evlerin bir iki odası
ayrılacak, "umumi
vasıtalarda" bedava gidip gelecekler, subayları Osmanlı Hükümeti hesabına Pera Palas gibi otellerde kalacaklardır.
Yabancı-azınlık
işbirliği en çok
"karşıda", Köprü'nün öte yanında, ayrı bir dünya
manzarasındaki Beyoğlu'nda, taşkınlıklarda somutlaşır.
Mondros adasına yolcu edilen heyetin uğurlandığı
gün Beyoğlulu bayram etmektedir. Mağaza vitrinleri yabancı ve Yunan bayraklarıyla
donanmıştır. Herkes sarılıp öpüşmekte, göğüslerini İngiliz, Fransız kokartlarıyla
donatmaktadır.
Sadr-ı azam Paşa'nın yaverleri Mondros'tan dönen heyeti karşılarken, Fransız askeri bandosu Pangaltı' da marşlar
çalmaktadır. Amiral Amet, buradaki Katolik kilisesinde ayine katılmaktadır.
Taksim'deki Rum
Ortodoks Kilisesi'nde Yunan subayları alkışlanırken, "Cadde-i Kebir"de (bugün
İstikliil Caddesi)
bir apartmandan kalabalığı seliimlayan Yunan Amirali Kolkonis'in sesi gösterilerin
gürültüsünden işitilememektedir. Amerika'nın eski Başkanlarından
Theodore
Roosevelt'in Ermenistan'a cumhurbaşkanı olacağını gazeteler sevincin zirvesindeki Beyoğlu
halkına duyurmaktadırlar.
Başkan Wilson'un
"Prensiplerine"55 Rumca Neologos gazetesi bir karikatürü ile yeni bir yorum getirmektedir:
Wilson'un attığı top-
55 "Wilson
Prensipleri", ABD Başkanı Woodrow Wilson'un Birinci Dünya
Savaşı'nın sona
ermesinden sonra açıkladığı 14 ilkedir. Wilson'un on ikinci ilkesi, Osmanlı Devleti'nde yaşayan ve Türk olmayan halklara bağımsızlığın verilmesini öngörüyordu.
tan çıkan gülle Venizelos şeklinde Ayasofya Camii'nin kubbesinin üstüne
oturtulmuştur. (İkdam, 1 7 Teşrin-i Sani = Kasım 1918). Gazeteler Rumca
başlıklarının altındaki Türkçe ismi kaldırmış, Rum okullarında Türkçe dersleri
kaldırılmıştır.56
*
* *
- Halide Edip Adıvar (1884-1964)
Müttefik
kuvvetlerinin İstanbul' a girişi ile bir kısım azınlıklar sokaklarda barış
içinde yaşamaya alışmış olan Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye
başladılar. Bu aralık etrafta dolaşan dedikoduların en kuvvetlisi Senegalli
askerler hakkındaydı. Ortada dolaşan bir söylentiye göre, sokakta Türk
kadınlarını ısırıyorlar, Türk çocuklarını kesip akşam yemeği olarak
yiyorlarmış. Tabii, bu bir söylentiden ibaretti. Yalnız şu var ki, Müttefik
kuvvetleri, küçük bahanelerle, durmadan Türkleri tevkif ediyor, cezalara
çarptırıyor ve bazen da Müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler
zorla sahiplerinin elinden alınıyor, içeridekiler dışarıya atılıyordu. Müttefik
tercümanlarının umumiyetle azınlıklardan olması, tabii onlara karşı çok kötü
bir his uyandırıyordu. Bu durum, bilhassa sakin yaşamaya alışmış olan
İstanbulluları çileden çıkarıyordu. Fesler, kadın peçeleri yırtılıyor ve bütün
bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sakin davranıyordu. Burada şunu da ilave
etmek gerekir ki, Türkler her türlü haksızlığı, hatta fenalığı affedebilirler,
fakat onurlarına dokunulduğu zaman mesele bütün bütün değişir.
Türk basını
Müttefikler'in sansürü altında olduğu için, bu olaylar gazetelerde pek az yer
alıyor ve bu yüzden mübalağalı söylentiler ağızdan ağza dolaşıyordu.
56 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye 'de S^vasal Partiler,
Cilt il, Mütareke Dönemi, Hürriyet \'akfı. İstanbul, 1 984, s. XVIII.
Kolonel Heathcote Smythe, İngiliz Genel Karargiihı'nın
en kudretli şahsiyetiydi. Bu adam, bir gün
İstanbul'un hapishanelerini teftişe gitmişti. Bizim o günkü hapishanelerimizin çok feci bir durumda olduğunu kabul etmek liizımdır. Ne var ki, buralara azınlıklar kadar Türkler de girerdi. Aynı zamanda buradaki mahpuslar arasında siyasiler yer almazdı. Daha ziyade adam öldürme ve diğer
suçlardan oraya gelmişlerdi.
Şurası dikkate değer ki, Türkiye'de daima siyasi suçlular idama mahkum olmakla beraber,
adam öldürenlerin çok azı bu cezayı görürler. Kolonel, azınlıklara mensup bütün mahpusları
o gün hemen serbest bıraktırdı.
Bunların arasında kendi ailesinden iki kişiyi öldüren bir Ermeni olduğu gibi, Tokatlıyan'ın
önünde Hayri Paşa'nın oğlunu
tabanca ile
sinsice vuran bir Rum da vardı. Bugünlerde Türklerin hiçbiri silah taşımamakla beraber Hıristiyanların
hepsine siliih verilmişti.
İşte bundan dolayı, bilhassa Fatih ve Aksaray gibi büyük bir kısmı
yangından harabeye dönmüş yerlerde çok acı vakalar
oluyordu. ( ...)
Halk arasında
dolaşıp, herkesi dinlerken kadınların memleket meselesinde erkeklerden daha
hassas olduklarına inandım. Hepsi birden tehlikeyi anlamıştılar. Çünkü onlar,
siyasi sebepleri anlamasalar bile, yurtlarının tehlikeye girmesine karşı derhal
isyan ediyorlardı. Beyoğlu tarafındaki yüksek sosyete kadınları, İtilaf
Kuvvetleri'nin bu hareketine karşı halk arasında uyanan öfkeyi İtilaf
zabitlerini davet ederek onlara anlatmaya çalışıyorlardı. Danslı partiler
veriliyor ve İtilafordularının zabitleri elde edilmek isteniyordu. Belki bu
zabitlerin üzerinde bir tesir yapmışlardı. Bunun görünürdeki neticesi birkaç
evlenme ile nihayet buldu. Ben, kendim bu partilerden daima uzak kaldım. Daha
çok, halk arasında dolaşıyordum ve görüyordum ki, çok konuşmamakla beraber,
Türk kadınları hislerini kudretle ifade ediyorlardı.
Bu devre ait
bu gibi sahnelere, en çok, tramvaylarda ve vapurlarda şahit olunuyordu.
Bunların bazılarını anlatmak isterim. Buradaki azınlık kadınları bilhassa en
aşağı sınıfa mensup olanlardı.
Bunlar daima ikinci mevki bileti aldıkları halde mutlak birincide otururlardı.
Biz, o zaman Bebek'te oturduğumuz
için, İstanbul'a inerken çok zaman vapura binerdik. Bir gün, iyi hatırlarım,
sarı esvaplı bir kadın yan kamaraya gelerek kadınları ite kaka sıkışıp oturdu. Biletçi, biletinin ikinci mevki bileti olduğunu
söylediği zaman
-
Ben İngilizlerle Fransızların himayesindeyim; hiçbir zaman birinci mevki bileti almam, diye bağırıp,
biletçiye epeyce
hakaret etti.
Biletçi gayet sakin bir şekilde:
-
İkinci mevki kamara da var, sizi oraya göndereyim, dedi. Kadın birdenbire azarak (belki biraz da
sinir hastasıydı) biletçinin yüzüne tükürmeye kalktı, yumruklarını
kafasına indirmeye
ve ağıza alınmayacak küfürler savurmaya başladı. Ama biletçi onu yine de çıkardı.
On dakika sonra, bir polis ve bir
müfettişle içeriye girdi. Kadın bağırıyordu:
-
Biletçinin beni dövdüğünü
söyleyiniz! Müfettiş bunun doğru olup olmadığını kadınlardan nezaketle sorunca, aralarından iki üç kişi bir ağızdan:
-
O, biletçiyi dövdü, dediler.
Müfettiş
kadını dışarı çıkardı. Fakat herkes daha yerine oturmadan kadın tekrar geldi ve Rumca ağıza
alınmayacak küfürlere başladı. Ben, meselenin kötüye varacağını düşünerek dışarıya
çıktım, müfettişi çağırdım. Bu defa müfettiş kadını kolundan tuttu, sürükledi. Müfettiş, azınlıklardan olmasına
rağmen vazifesini
yapmayı biliyordu. Fakat çıkarken kadının tekrar dine, imana sövmesinden
dolayı, o zamana
kadar bir köşede oturan bir ihtiyar kadın birdenbire bayıldı. Çantamdaki kolonya ile başını, bileklerini ovdum, biraz sükünct buldu, fakat durmadan ağlıyordu:
-
Oğlum ne der? Fransızların
yanında irtibat
zabiti. Gayet nazik olduklarını söylüyor. Benim gibi ak saçlı ve beş vakit namazında bir kadın dinine küfür
edildiğini duyarsa
ne yapabilir?
Ben bundan sonra hep ikinci
mevkiye, bilhassa denize bakan tarafa gidiyordum. Birinci mevkideki bütün
çekişmeleri çok soğukkanla seyretmiş olan ben, güvertedeki vaziyet karşısında da çileden çıkmaya başladım. Burada, umumiyetle, siyah çarşaflı, fakat peçeleri
kalkık işçi kadınlar otururdu. Bir şey söylemezlerdi. Bana daima aralarında yer verirlerdi. Fakat bu dıştaki sessizliklerine rağmen, Türk milletinin muhtemel akıbetini en çok onların
hissetmemiş olduğunu sezdim.
Bu şirket
vapurlarında, Bebek'ten gelirken, umumiyetle İtilaf Kuvvetleri'nin Boğaziçi'ndeki
donanmalarının önünden geçerdik. Beni bu manzara o kadar sarstı ve belki de bunu yüzümden belli etmiş olacağım
ki, yanımdaki, eli işten
katılaşmış bir kadın elimi tutup:
-
Bu da geçer, dedi.
İşte bu tesir altında,
İstanbul'daki evime taşınmaya karar verdim. Bebek'te oturmamızın başlıca sebeplerinden biri, küçük yaşta olan oğullarımın Robert College'e gitmeleriydi.
Fakat, çocuklarımın İstanbul'dan Bebek'e gitmelerini tercih edecek
kadar irademi kaybetmiştim.
Burada başka bir olay anlatacağım ki, bu, Türk'ü şuur
altı bir kuvvetle İstikliil Savaşı 'na sevk eden amillerden biridir.
Bu defa, İstanbul semtinde, Eminönü'den son tramvaya binerek ablamın evine gidecektim. Biletçi galiba azınlıklardandı.
Sıraya bakmadan içeriye
azınlıkları alıyor, Türk kadınlarını itiyordu. Vakit çok geçti. Sokak fenerlerinin altında duran ihtiyar kadınların
yüzlerinde, bana acı gelen bir şey vardı. Ben tramvaydaydım. Kapıya giderek bir ihtiyar kadını içeriye
çektim ve ona
yerimi vermek istedim. Biletçi buna
o kadar kızdı ki, bilet kutusuyla beni itti ve sövmeye
başladı. Ben daha ağzımı açmaya vakit bulmadan, erkeklerin oturduğu taraftan, perde açıldı ve kudretli bir ses öfkeyle
bağırdı:
- O kadına küfür etmeyi bırak, yoksa vuracağım!
Döndüm,
baktım. Uzun
boylu, şişman, orta yaşlı bir Türk subayı idi. Eli pantolonunun cebindeydi. Orada da tabanca var
mıydı, yok muydu bilmiyorum. Fakat, bu, kısa burunlu, büyük gözlü
adamın yüzünü hiç unutmadım. Biletçi o kadar korkmuştu ki, pcılis çağırmaya bilet cesaret edemedi. Tramvay İstanbul'un sessiz ve karanlık
sokaklarından sükunetle geçti. Acaba kimdi? Bu yeis ve felaket arasında, hiç
bilmediği bir kadını korumak için, kendini tehlikeye atan bu adama karşı içimde ebedi bir minnet uyandı. Türbe'de
tramvaydan indiğim zaman dizlerim titriyordu.57
*
* *
- Britanya Yüksek Komiserliği Tercümam Sir Telford Waugh ( 1865-1950)
Konstantiniye'deki Rumların tavrı
ilk günden beri tahrikkar olmuştu. Mütarekenin ilk günlerinde Amiral Webb Pera sokaklarında
Yunan [bayrağı] renklerinin [mavi ve beyaz]
kibirli ve gösterişli bir şekilde teşhir edilmeleri karşısında
şoka uğramıştı. Her akşam gün batımında Yunan muhafızlarının Yunan Yüksek
Komiserliği'nin Cadde-i Kebir'de dalgalandırdığı bayrağı selamlama töreni sırasında Rumların trafiği durdurmalarını engellemek için Müttefik Polisi müdahale etmek zorunda kalacaktı.58
Türkleri özellikle sinirlendi-
57 Halide
Edip Adıvar,
Türk 'ün Ateşle İmtihanı İstiklal Savaşı Hatıraları, Can Yayınları, İstanbul, 2007, s. 1 7-22.
58 Falih Rıfkı Atay, anılarında bu olaydan şöyle söz etmekte: "Beyoğlu'nun
o devir hatıraları
arasında Yunan
generalin oturduğu binanın k^bıısıı da vardı.
Ralkomına
ren bir başka tahrik Yunan Ordusu'na giren ve çoğu Türk uyruklu olan acemi neferlerin sokaklarda
gösteri yaparak gezmeleriydi. 59
*
* *
-
Prof. Dr. Adnan Ergeneli (1911 - ? )
O zamanın en
büyük eğlencelerinden biri de, Kalamış'taki eve yakın olan Fenerbahçe'ye
gezmeye gitmekti. Pek seyrek olmakla beraber bizi, Kadıköy'deki
"Apollon" sinemasına götürdükleri de olurdu. Ama o sinemadan hiçbir
film hatırlamıyorum. Evde, Mela- hat ablanın elle döndürülen ve gaz lambası ile
aydınlatılan külüstür bir sinema makinesi de vardı. İkide bir bozulur ve ne
gösterildiği hiç anlaşılmazdı.
Bazen, akşam
gezmesi olarak, Ihlamur'da bir muhallebiciye gidip dondurma ve muhallebi
yerdik.
Kalamış
iskelesine giden yolda ve tam meyhaneci Todori 'nin karşısında bir Rum bakkal
vardı. Aramızda da adı "bizim bakkal"dı. Oraya çikolata almaya
gittiğimiz zaman, adam bizi Rum şivesiyle "Aydi bizim bakalaaa... diye
bağırarak karşılardı. Zaten Kalamış'ın her tarafı Rumlarla doluydu. Rum
kilisesi (hala var!), Rum bakkal, meyhaneci Todori (şimdi kapanmış), karşımızda
Rum mektebi, onun yanında da bir bostan. Daha sonraları, Mütareke yıllarında
birçok azgın Rum bu bostanın karşısında laterna çalıp hora teperlerdi:
Karoseri
travva,
Napami sto
Tatavla.
Yunan
bayrağı çekildiği zaman, halk zorla selam dururdu. Türkler ge.,işlerini bu zamana
tesadüf ettirmemek için hesapla yola çıkarlardı." Falih Rıfkı Atay,
Çankaya. Dünya Yayınları, İstanbul, 1958, s. 48-49.
59
Sir Telford Waugh, Turkey Yesterday, To-Day and To-Morrow, Chapman and Halis.
Londra, 1930, s. 181.
Yani, "Arabacı
çek, Tatavla'ya
gidelim", ve bir adamın sırtındaki laternanın kolunu ikinci bir adam çevirerek
tıngır tıngır, diye çalardı. O zamanlar Tatavla, Rumların kaynaştığı bir mahalleydi ve adı çok kötüye
çıktığı için, Cumhuriyet'ten sonra bu ad değiştirilip "Kurtuluş"
yapılmıştır. Kol kola girip mendil sallayarak hora tepen ve yukarıdaki
şarkıyı söyleyen Rum palikaryaları, arada, sırada "Zito Venizelos! Kato
Turkos!" diye nara atarlardı. Yani "Yaşasın Venizelos! Kahrolsun Türkler!"
demektir. Bu
sahneleri, Mütarekeden sonra İstanbul'un İngilizler tarafından
işgali sırasında çok gördüm. Bundan dolayı da, şimdi bazı
eğlenen grupların kolkola sarılıp en başta birisi mendil sallayarak zıpladıklarını gördüğüm zaman eski hora tepen Rumları
hatırlayıp tüylerim diken diken oluyor. ( ...)Artık yerli Rumlar da iyice azmışlardı. Daha önce de sözünü
ettiğim gibi
sokaklarda hora tepip nara atıyorlar, laterna çalıp "zito Venizelos! Kato
Turkos" diye bağırıp duruyorlardı. ( ...) Hele [babam] Yunanlıların
[Kırklareli'ne] geleceği gün Mutasarrıflık makamına gidip hükümeti teslim etme durumunda bulunması dolayısıyla,
üzüntüden sapsarı olmuştu. Tabii, heyecanlanmaması gereken hasta annem de bunlara çok
üzülüyordu. Daha birkaç gün öncesinden, bütün yerli Rum ahali, Yunan bayrakları
hazırlamışlar, Yunan askerini karşılama hazırlığı içine girmişlerdi. Hatta bir gün, beni arka taraftaki bakkala, bir şey satın almaya göndermişlerdi.
Bakkalın şımarık küçük çırağı bana "Gel bak sana ne göstereceğim"
dedi ve açık kapıyı
şöyle bir çevirip
arkasında duran bir
Yunan bayrağını bana gösterdi. "Nasıl, bayrağımız güzel, değil mi?" diye de sordu. Ben hiçbir şey
söylemedim ve koşa koşa eve döndüm.60
*
* *
60 Adnan Ergeneli, Çocukluğumun
Savaş Yılları Anıları, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1 993, s. 60-61, 83, 11O.
Yazar, üniversite öğretim üyesidir.
- Kemalettin Şükrü [Orbay)[149]
İlk düşman filosu
Bir akşam matbuata hükumet bir tebliğ
gönderdi.
Bu tebliğ tek bir satırdan ibaretti.
"Yarın
düveli itilafiye donanması limanımıza gelecektir..! ( ... )
İşte bu kısa
yazıdan, çok büyük ve elim manalar ifade eden bu küçük haberden başka hiçbir
tafsilat yoktu.
Ne olacağını
hükumet de bilmiyordu.
Millet, eli
kolu bağlı bir halde artık mukadderatına teslimi mevcudiyet etmişti. Halkın
ağzını pıçak açmayordu. Herkesin kalbinde ölen bir sevgilinin taze matemi
yaşayordu. Vatan ölmüş... öldürülmüştü...
Çaresizlik
içinde kalan millet için yetimler gibi boynunu bükmekten başka bir şey
kalmıyordu.
İstanbul'un
Türk gazeteleri Babıali'nin bu küçük ve meş'um tebliğini feci bir felaket
muhabiri şeklinde ufak yazılarla dercederler- ken Beyoğlu matbuatı en büyük
harflerle ilk sahifelerinde adeta bir müjde gibi bildirmişlerdi.
Bu,
gayrımüslimlerle İstanbul Türkleri arasında ve bütün mütareke ve işgal faciası
esnasında görülen ayrılığın başlangıcını teşkil etti.
Beyoğlu
matbuatının bu ilk yaygarası rum, ermeni, Yahudi taşkınlıklarına bir işaret
oldu.
Bir gece içinde bütün
İstanbul sihirbaz değneği temas etmiş gibi değişti.
İstanbul ve Üsküdar cihetleri matemi bir manzara
arzederken Galata, Beyoğlu düğün evine benzedi. Rumlarda Ermenilerde... Yahu- dilerde
bir faaliyet başladı.
Barlar, sefahathaneler tıklım tıklım
dolmuş... Beyoğlu caddeleri... zito! ... naralarından
geçilmez olmuştu.
Türk milleti, felaket karşısında öz
evlatları ile
beraber yene yalınız kalmıştı.
Sabahleyin erkenden Galata rıhtımı,
Köprü, Saray
Bumu, Haydar paşa ve Kadı Köy sahilleri halk ile dolmuştu.
Hava güneşli ve güzel Deniz rakitti.
Kız kulesi açıklarında liman idaresinin kılavuz
romorkörü... bacasından hafif dumanlar çıkararak
nöbet bekliyordu...
Denizde zabıta
motorları mütemadiyen dolaşıyordu... Saraybumu, Kız kulesi, Tophane müsellesinin
teşkil ettiği boş meydanda resmi haraketlerden başka faaliyet mevcut değildi.
Galata gümrüğünün
rıhtımında itilaf donanmasını istikbale! gelmiş Babıali
me'murları ve
vaziyeti anlamak için koşmuş gazetecilerden bir grup vardı. Rıhtımı
ayıran parmaklığın cadde tarafında ise yüzleri göz bebeklerine kadar gülen bir halk kesafeti görülüyordu.
Göz yaşlarını
için için kalplerine
akıtan betbaht İstanbul'un ma- teınzcde Türk kitlesi karşısında
sırıtan bu sürü ... bu iğrenç sürü,
Beyoğlu sürüsü ... gayrimüslimler sürüsü idi.
Bütün
gilzler hep aynı noktaya ı;evirilınişti.
Sızlayan
yllreklcr. hıı;kırıııak isteyip de boğazlarda
tıkanan sesler, kiııdaı
kııı'alı bilişi lıakıjaı. :.ıkılaıı y uımuklaı..., kaynamaya baş-
layan mel'un ihtiraslar hep...
Hep aynı noktaya müteveccihti: Marmara
Saat on bire doğru ...
İstanbul
afakında bir
gulgule yükseldi:
- GELİYORLAR!
Halk, muazzam dritnotlarla
heybetli bir filo gelecek zan ediyordu.
Marmara ufkunda beliren hafif
dumanlar yavaş yavaş koyulaştı. ..
Ve nihayet üç küçük torpito ... Fransız
bandıralı üç küçük harp gemisi Saray Bumunu döndü ve Galata gümrüğü rıhtımına doğru teveccüh etti.
İtiliif
donanmasını alkışlamak ve istikbal etmek için ta geceden beri hazırlanan Rumlar, Ermeniler şaşkın şaşkın birbirilerinin yüzlerine
baktılar.
Bu ne demekti?
O kadar büyük
ümitlerle bekledikleri,
bu üç küçük torpito mu idi?
Yahudiler ise gelen filonun bu
kadar az olmasını hayretle karşılamışlar, akşamki taşkın hareketlerinin kendi aleyhlerine
fena ve makus bir netice vermesi ihtimalinden korkmuşlardı.
- Böyle oyuncak gibi filomu olur be...
Haydi buradan yidelim... başımızı beliiya sokmayalum ...
diyerek kurnazca ortadan sıvışmışlardı.
Memnun olan yalnız
İstanbul'un Türk halkı idi.
Akşamdan beri çektiği ölüm
heyecanlarıyle üzülen ahali, öyle şayi olan dedikodular hiliifına üç küçük geminin gelmesinden derin bir
nefes aldı.
Adeta ağır ve korkunç bir kabus yükünden kurtuldu.
Hele gemilerin Fransız gemileri olması, hissedilen memnuniyeti sevince
bile tebtil etti.
Çünkü, avam tabakasından en yüksek zümreye
kadar herkeste Fransızlara
karşı, düşman olmasına rağmen bir muhabbet vardı.
Halk zannediyordu ki (Pierre
Loti)lerin, (Claud Farrer)lerin62 vatandaşlarından Türke fenalık gelmez.
Ne gaflet!... hem de ne acı gaflet.
Bu gaflet yalınız
Türkler için değil, Fransız idaresi, Fransız siyaseti için de acı olmuştur.( ...)
Torpitolardan karaya asker çıkarılmadı.
Çünkü gemilerde yalnız
mürettebat vardı. Bir de mütareke şartlarının tatbikine nezaret etmek üzere askeri bir heyet gelmişti. Ma'hut Fransız
yüzbaşısı Halit de
bu heyetin refakatinde idi. Askeri heyet ilk iş olarak Fransanın
İstanbul sefaretini
açmakla faaliyete geçti.
Heyetin beraberinde üç dört küçük
rütbeli me'mur gelmişti.
Bunlar, rum, ermeni ve Yahudi sürülerinin
yaygaralı, nümayişleri arasında Galata, Voyvoda caddesi, Şişhane karakolu ve Galatasaray tariki
ile sefaretaneye gittiler.
O gün denebilir ki Beyoğlu
tarafında bir tane
fesli... yani Türk gözükmüyordu.
İstanbul 'un öz halkı bu elim manzarayı
görmemek için hep kendi nezih ve mütevekkil muhitlerine çekilmişlerdi.
Yalnız Türk polisleri takviye edilmiş, her hangi bir ihtimale karşı Galatasaray merkezi mürettebatı tezyit olunmuştu.
62 Picmc Loti ( 1850-1923) ve- Claudc Farrerc ( 1876-1957),
Türk dostu Fransız
yazarlardı.
Bunlar, Fransa sefaretinin muhafazasına me'mur idiler.
Ufak rütbede adi dört Fransız me'murunu binlerce palikarya aralarına
almışlar...
Zito!... na'raları, yirmi dört saatten beri içen serhoş
ağızlarından fırlayor... Yollara sağlı sollu Fransız... Yunan ve hatta tek tük Ermeni ve Yahudi ... evet... Yahudi bayrakları
çekilmiş!...
Bunların
arasında sırıtarak, sağa sola iltifatlar savurarak şaşkın şaşkın yürüyen dört Fransız,
ömürlerinde bir daha görmek nasipleri olmayacak iğrenç bir nümayişin menfur kahramanları dört serseri!... O gün Türk sokakları, Türk caddeleri koca Türk milletinin mukadderatı
hakkında çok elim akıbetlerin bir kara habercisi manzarasını arzediyordu.
Nara ve yaygara alayı Galatasaray köşesini
saptılar, Fransa
sefare- tanesinin bulunduğu sokak başına geldiler.
Rumlar... Ermeniler... Yahudiler kudurmuşlar
nümayişlerinin en parlak numarasını en sona saklamışlardı. . . Doğruca sefaretaneye gidecekler ve orada
muazzam tezahuratlarla Fransa bayrağının resmen çekilmesini alkışlayacaklardı.
Bunun için ne hazırlıklar
yapılmamıştı? Yüzlerce genç ve beyazlar giymiş aftoslar, umumhanelerin iğrenç sefahat kokan cifeli muhitinden Caddeikebire fırlamışlar ve sıralanmışlardı.
Hepsinin ellerinde birer çiçek buketi vardı. Bütün
Beyoğlu çiçekçi dükkanları tam takır edilmişti.
Fakat bu yaygaracı
sürünün, bu
umumhane, meyhane ve kumarhane serserilerinin son planları ... sona sakladıkları
arzuları yarıda kaldı.
Caddei kebirden Fransa
sefaretanesine inen dar yokuşun başında bir Jandarma ve bir Polis müfrezesi mevki almış, sokağa
hiçbir ferdin girmesine müsaade etmiyordu.
Rumlar şaşırdılar... Yahudiler korkarak sıvıştılar.
Yalınız Ermeni-
ler, bir az kabarmak istediler...
Fakat genç, ve azmi parlak gözlerinden okunan bir jandarma zabiti, üzerine yağan tehtit avazelerine rağmen vakur adımlarla dört
Fransız memuruna doğru yürüdü.
Selis, pürüzsüz bir Fransızca ile:
Mösyöler!... dedi. Sefarethane binası her hangi müessif bir vaka'ya meydan verilmemesi için Türk
hükumeti tarafından muhafaza altına alınmıştır. Yanınızda kimse olmadan yalınız siz, dördünüz sefaretaneye gidebilirsiniz;
ahaliden hiçbir fert bu sokağa gıremez ...
Jandarma zabitinin bu sözleri
karşısında dört Fransız şaşırıp kaldılar.
İçlerinden biri bağırdı:
- Zabit efendi! Bizimle beraber
olan bütün bu halk bugün Fransız hükumetinin himayesi altındadır, ve beraber sefarethaneye gidecektir. .. siz bunu menedemezsiniz...
Genç serserinin bu sözleri zabiti hırslandırdı. Ciddiyet ve vekarını bozmadan kat'i bir ifade ile şu cevabı verdi:
- Sizi alkışlayan bu sürünün mahiyetini siz değil, biz biliriz. Fransa hükumeti bir serseri, esrarkeş, yankesici, katil ve... oruspuları himayesine kabul etmeyecek kadar yüksektir ve sizi bu sözleriniz
karşısında bir sefaret
me'muru olarak tanımıyorum. Aldığım emir kat'idir. Bu sokağa me'murlardan başka kimse giremez.
Sürü arasından
bir ses yükseldi:
- Artık o günler geçti ... Bize bir şey
yapamazsınız, zorla geçeriz...
Bu sesi yüzlerce avaz ... yüzlerce yaygara takip etti:
- Evet evet. .. zorla geçeriz.. yaşasın Fransa!...
Jandarma zabitinin yaygarayı
bastıran sert bir
emri çınladı:
-
Asker. .. silah sür!. ..
Siliih süren
müfrezenin safından yükselen çelik sesleri kudurmuş sürünün beyninde bir tokat gibi çaktı.
İşin şakaya tahammülü
olmadığını gören yaygaracılar sindiler.
Dört Fransız me'muru polislerin refakatinde
pis pis önlerine bakarak sokağa girdiler. Sefaret binasında senelerden beri açılmamış bayrak kutusunu açtılar ve Fransa bayrağı
tozları silkilmek
suretiyle bila merasim çekildi.
Genç ve kahraman bir zabitin vatan
hislerinden kuvvet alan cesareti palikaryaların çanlarına ot tıkamış oldu.
Ma'mafih o gece sabaha kadar Beyoğlu... Tatavla ve Galata sokaklarından
havlayan yardakçıların
serhoş ulumaları eksilmedi...
Hükumet
Beyoğlundaki rum ve ermenilerin taşkınlıklarını güç halle idare edebiliyordu. Gayrimüslim
anasır bilhassa
tehcir vesilesiyle gemi azıya almışlardı. ( ...)
Artık
mütarekenamenin tatbikatına fi'len girişilmiş demekti.
Harp
münasebeti ile senelerden beri kısmen kapalı ve kısmen iaşe nezareti namına
erzak anhan olarak kullanılan gümrük depoları açıldı.
Avrupadan
artık yolcu ve tüccar malı serbesçe gelebilecekti.
Rum ve
Ermeniler ilk yolcu vapurunun gelmesini sabırsızlıkla bek- leşiyorlardı.
Çünkü evvelii
İstanbul'dan hudut haricine atılmış bütün komiteci erkanı, mel'un
teşkiliitlarının rüesası hep bu ilk vapurla Türk vata-
nına
saldıracaklarını Paris ve Atinadan İstanbul' daki kafadarlarına telgrafta haber vermişlerdi.
Nihayet beklenen bu ilk vapur Marsilya'dan
geldi, rıhtıma yanaştı.
Gümrüğün önü Rum, Ermeni ve Yahudi sürüleri ile dolmuştu. Ellerinde mendilleri, güvertedekilerle
tanıdık olsun olmasın
selamlaşı- yorlar ve
çılğın bir sevinç içinde yaygara koparıyorlardı.
Diplomat vesikalarını hamil olanlar birer, ikişer vapurdan çıktılar.
Müteakıben sekiz Türk polis me'muru geldi. Dördü vapurun içine girdi. Diğer dördü de merdiven başında ahzı mevki ettiler.
Bu polisler niçin
gelmişlerdi?... Ne yapacaklardı? Türk polislerinin artık ne vazifeleri kalmıştı?
Böyle düşünen
yardakçı alayı rıhtımdan vapurdakilere mütemadiyen bağırıyorlardı:
- Haydi ... ne duruyorsunuz? Ne
bekliyorsunuz? Çıksanız ya?
Vatan toprağından kovulan vapurdaki serseriler de çıkmak için can atıyorlardı. Uzun, sivri ve siyah sakallı, altın
gözlüklü, menhus suratlı bir ermeni, Haçatoryan, eline meşin
çantasını alarak
ilerledi.
Bu herif, avdet eden firariler ve
kovulmuşlar içinde en dişli, en azılı idi.
Vapurun parmaklıklarından
rıhtımda karşı çıkanlara Ermenice seslendi:
- Otomobil hazır mı?
- Her şey hazır. .. Haydi in... bekliyoruz
Haçatoryan, azamet ve gururla merdiven başına doğru
yürüdü. Orada
duran karşılıklı Türk polislerine bir nazarı tenezzül bile at-
fetmeden, şapkasını bile çıkarıp berayi nezaket seliim vermeden geçmek istedi.
Fakat bu küstah ermeninin iki kolu birden çelik mengene gibi dört elin tazyikı
altında kaldı ve kulaklarında Türk polisinin ciddi, kat'i ve amirane hitabı
çınladı:
- Pasaport!
Türk polisinin bu ciddi müdahelesi
veküstah ermeniden
tam vapurdan çıkacağı sırada pasaport talep etmesi yalnız
Haçatoryanı değil bütün vapur yolcularını şaşırttı.
Bir kısmının ellerinde pasaportları
vardı.
Fakat ekserisinin yoktu. Bunlar i
'tilaf devletlerinin tahtı işgalinde olan bir memlekete geldiklerini düşünerek
hiçbir kayda ve şarta riayeti lüzumsuz
görmüşlerdi:
Halbuki işe Türk Polisi bütün
hisaplarını alt üst edivermişti.
Pasaportları olanlar eğer
vesikalarını gösterecek olurlarsa, şehre çıkacaklar, pasaportu olmayanlar çıkamıyacaklardı.
Haçatoryan bunu düşündü - Cebine doğru uzattığı
elini geri çekti ve sert bir sesle türk polislerine:
-
Ne pasaportu?.. diye bağırdı.
Polisler ciddiyetlerini bozmadılar.
-
Hangi milletin tab'asından isen o milletin pasaportu...
-
Ya yoksa...
-
Şehre çıkamazsın...
Ermeni bir kahkaha fırlattı:
- Artık borunuz ötmez... dedi. Şimdi burada muzaffer i'tiHifkuvet-
leri var. Türk hükumeti bize bir şey yapamaz. Bizden ne vesika, ne de
pasaport soramaz ...
(Limanda demirlemiş
sürülerce diritnot
ve torpitoları göstererek) yoksa korkmuyor musunuz?
Bu hiddet ve tehditle söylenen hakaretli sözler vazifesini ifa eden Türk polislerinin asabiyetini tahrik
etti.
- Hayır... korkmuyoruz... Biz vazifemizi
yapıyoruz... pasaportsuz bir tek kişi karaya ayak basamaz ...
Güvertede bir uluma yükseldi:
- Ne duruyorsunuz... bu kadar kişiyiz, dört polisin hakkından gelemiyor musunuz?
Vaziyet tehlikeli ve çok nazik bir satbaya giriyordu.
Türk polisleri rıhtım
üzerinde ve
merdiven başında duran diğer dört arkadaşlarını da çağırdılar. .. Şimdi sekiz kişi
olmuşlardı.
Yolcuların zorla çıkmağa
hazırlandıklarını görünce derhal azimkar bir kat'iyetle silahlarını çektiler. Ayni zamandada berayı ihtiyat iki polis indirilmiş olan merdiveni yukarı
çektiler. .. Bu
suretle vapurun rıhtımla alakasını kestiler.
Yolcular Türk
tabancaları karşısında sinmişlerdi.
Güverteden
rıhtım üzerindeki yardakçılara bağırdılar:
-
Gidin ... İngiliz, Fransız sefaretanesine... filo kumandanına haber verin 'Türkler kendi gözleri önünde
bizi kıtır kıtır kesecekler!"
Sürü sürü palikaryalar doğruca i 'tiHif devletleri sefaretanelerine
koştular. Birin üzerine bin katarak hadiseyi haber verdiler.
Derhal, düşmanın
yüksek rütbeli zabitleri otomobillere binerek Babıali 'ye koştular.
Babıali vaziyeti haber almış ve temamen memleketin dahili inzibatını taalluk eden polislerin harekatını tasvip etmişti.
O zaman Dahiliye nazırı Fethi beydi.
Düşmanın
Babıali'de yapmış olduğu teşebbüsat akim kaldı. İzzet paşa hükumeti ağır
bastı.
-
Mütareke şartlarında siyaseti dahiliyemize karışılacağına
dair kayt
yoktur. Pasaport sormak polisin hakkıdır. Türkiye bir müstemlike
değil, müstakil bir devlettir, kanunlarımızın haricine çıkamayız!...
Bu çok ciddi ve şayanı takdir haraket mütarekeden sonra İstanbul
hükumetinin gösterdiği ilk ve maalesef son haraket oldu. ( ...)
Rumca, Ermenice, Fransızca yeni yeni ve renk renk gazeteler çıkmağa
başladı.
Herkes kendi başına bir hava tutturmuş gidiyordu. Kimsenin ne yaptığı, ne istediği belli olmadığı gibi, bütün bu rezilane taşkınlıklara (dur! ...) diyecek bir makam
yoktu.
Ermeni gazetecileri Ermeni
tehcirini ileri sürüyorlar ve bundan bütün Türklüğü mes'ul tutmak istiyorlardı. ..
Joğovurt Çayn,
Verçinlur,63 Azadamart64 ve daha birçok Ermeni gazeteleri sağa sola saldırıyorlardı.
63 Falih RıfkıAtay,
Çankaya kitabında bu gazeteden şöyle söz etmekte: "Verçinlur" Ermeni gazetesinin sahibi Zaven iki taraflı Türk gazetelerini dolaşıp haber sızdırmağa bakarken "Anadolu'da Mustafa
Kemal, İstanbul'da Ali Kemal asayi5 berkemal... " diye alay
eder" Falih Rıfkı Atay, Çankaya Atatürk Devri Hatıraları, Birinci Cild, Dünya
Yayınları, İstanbul, [ 1958], s. 174.
64 Azadamart Taşnak Partisi' in yayın organı idi. Kaynak
http://www.armenocide.de/ armenocideıarmgende.nst/$$AllDocs-tr/ l 9 1 5-04-30-DE-002'!0penüocument
Ancak bütün bu gazeteler Ermenice intişar ettiği
için aleyhimizdeki propagandaları
yine kendi aralarında kalmakta idi.
Türk düşmanı komiteciler tarafından meydana getirilen Ermeni kulübü,
neşriyatlarının i 'tiliifdevletlerinin nazarı dikkatlarına vaz'ı için bir de Fransızca gazete neşrettiler. Bu gazetenin ismi Renaissance65
idi. Başında da doktor Topcıyan isminde bir rezil vardı. Şimdi İsviç- rede olan bu herif, Azadamart'ta
zehir kusan Sirets isminde diğer bir Ermeni ile İngiliz ve Fransız istihbarat dairelerine dayanmışlardı.
Diğer taraftan da yavaş yavaş
İstanbul'da toplanmağa başlayan (Hürriyeti i 'ti laf) yaranile temasa geliyorlardı.
Maksatları, melanetlerini daha ileri götürmek için bu fırkanın re'si kara geçmesini temin idi.
Ermeniler bu suretle çalışırlarken Rumlar da boş
durmuyorlardı.
Ermeniler gibi Rumlar da mel'un maksatları
için Bosphore isimli Fransızca bir gazete çıkardılar ve müdafaasız
kalmış Türkler hakkında her gün bin bir yalan, bin bir düzenle i'tilafkuvetleri erkanını aleyhimize zehirliyorlardı.
Neo/ogos, Proiya, Kiriks
gazetelerinin neşriyatı muntazam bir plan tahtında Türklere hücum ile dolmakta idi. Bilhassa Proiya'nın başında
bulunan Kaleneos
sefilinin herzeleri tahammül edilmez dereceyi bulmuştu.
Bunlara karşı Türk
matbuatı boş durmuyor... Vaziyetin müsadesi dahilinde ve büyük bir cesaretle cevap veriyorlardı.
Türk vatanperveleri bu ahenksizlik ve
bu taşkınlık karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlar, büyük
ıztıraplarının nihayetsiz alemi içinde kıvranıyorlardı.
65 La Renaissance gazetesi
Dikran Chayan tarafından yayınlanmaktaydı. Kaynak: G.Groc-İ.
Çağlar, La Presse
Française de Turquie de 1795 ii nos Jours Histoire et Catı.ılvgue,
!sis, İstanbul, 1985, s. 156-157.
Hükümet te aciz ve şaşkın bir hale düşmüştü.
Meyhanelerden serhoş
ağızların çıkardığı Yunan, İngiliz, Fransız marşları İstanbul 'un saf havasını
mütemadiyen zehirliyordu.
İş bununla kalsa iyi... Limandaki
harp gemilerinden askerler şehre çıkarak sarkıntılığa
başladılar.
Bunların hedefleri bilhassa Türk kadın ve kızları idi.
Müslüman
kadınlarının üzerine vahşiler gibi hücum ederek hemen sandallara ... ve
sandallardan da gemilerine götürüyorlardı. ..
Direklerinde medeni! İngiliz ve Fransız
bayrakları sallanan
bu harp gemileri kaç Türk ailesinin kurban edilen namusuna sahne olmuştur.
Hiçbir Türk
kadını, hiçbir Türk kızı sokağa çıkamıyordu.
İstanbul'un en temiz ve en saf kalmış nezih mahallelerinde geceleri
sabaha kadar İngiliz askerlerinin küfürleri, namus avculuğuna çıkan Fransız bahriyelilerinin na'raları
yükseliyordu.
Bütün bu iğrenç
taşkınlıklar ve tecavüzler karşısında hükumet hiç ... hiçbir şey yapamayacak kadar şaşırmıştı.
Polis te aciz bir vaziyette idi. Birkaç hafta evel (pasaport) hadisesinde azmini, kuvvetini gösteren Türk polisi kısa bir an içinde birden bire değişmiş,
sinivermişti.
Çünkü re'sikarda artık İzzet
paşa değil...
Tevfik paşa vardı ve yeni hükumet i 'tilaf devletleri ile her hangi
bir sıkıntıya meydan bırakmamak için polis merkezlerine üst üste tamimler yağdırıyor:
[Her şeye kulak asmayın. Her şeyi görmeyin,
ecnebilerle bir
hadise zuhuruna sebep olacak her hareketten tevakki edin...]
diyordu. Beyoğlu'nda bir Türk polis komiserini tahkir ettiği için
yakalanıp sevkedilen
bir palikarya için en yüksek rütbeli i 'tilaf za-
biti müdahale ediyor... ve palikarya yirmi dört saat sonra serbest bırakılıyordu.
Rumlar bir taraftan:
-
Artık Türk hükumeti bize hiçbir şey yapamaz...
diyerek azgınlıklarını
artırırlarken Türk polisi de eli kolu bağlı hiçbir icraatta bulunamıyor, bulunsa bile gülünç mevkie düşüyordu.
Küstahlıklara zamimeten bir de ırza... namusa karşı olan tecavüzler İstanbul'un Türk halkını çileden
çıkarttı.
Gençler,
delikanlılar, ihtiyarlar taraf taraf, mahalle, mahalle toplanarak bu facialara nihayet vermek için çare
aradılar. Buldukları çare en doğru ... en kestirme yoldu.
Türk, ırzını, namusunu yine bizzat kendisi müdafaa edecekti. Ancak son dakikaya kadar hükumetin emirlerine itaat etmeği ananevi bir terbiyei siyasiye şeklinde alan millet kararını
Babıiili'de gölge gibi yaşayan hükumete bildirdi.
-
Siz milleti müdafaadan aciz iseniz millet namusunu
bizzat kendi kuvveti ve azmi ile müdafaa edecek ... Bilmiş olun...
dediler. Adeta bir ultimatum
mahiyetini haiz bu karar Babıali'yi ürküttü. Milletin, halkın
galeyanı atıl hükumetin üzerinde faaliyet, mecburi harakete sevk edici bir kırbaç gibi şakladı. Tevfik Paşa kabinesini bir telaş aldı.
Ya... maazallah bir İngiliz veya Fransız askeri her hangi bir Türk sokağında... mahallesinde öldürülecek olursa!... O zaman vaziyet büsbütün sarpa sarardı.
İşte bu endişe içinde bir parça canlanan Babıalı, itiliif devletleri mümessillerine
şu mealde bir nota
verdi. ( ...)
Bu
sırada ansızın bir haber alındı:
Fransız
kumandanı ceneral (Franşe d'Espre)66 geliyormuş.
Bir kıyamettir koptu.
Rumlar... Ermeniler iç içe girdiler... Büyük
halaskarları geliyordu.
Mağazalara, evlere Fransız bayrakları
asıldı. Hatta
sokaklarda, küfeci çocukların küfelerinde, balıkçı Rumların tablalarında bile Fransız renkleri görülüyordu.
Beyoğlu... Napolyon... gibi Fransız ceneralini karşılamağa
hazırlanıyordu.
O gün karşı yakaya gidenler kendilerini bir Fransız
şehrinde zannederlerdi. Bin bir çeşit ve renk renk Fransız askeri sokaklara dökülmüş, "La Madelon"67 şarkısı
ortalığı çınlatıyordu.
İstanbul
tarafı ise,
sinesinde yaşayan Türk halkı ile beraber matemi bir sükuta
bürünmüştü...
Fransız,
İngiliz, İtalyan zırhlıları harp sırası oldular.
Denizde münakalat kesildi.
Kabataş,
Dolmabahçe Fındıklı sahilleri taşkın hiristiyanlarla doldu.
Hazırlık fevkalade idi.
Fransa... Türklerin kalplerinde seneler ve asırlardan beri kazandığı
mevkıi büsbütün kaybedecek son beceriksizliğini yapacaktı.
Çünkü İstanbul
o gün yaşadığı
manzarayı asla...
asla unutmadı ve unutmayacaktır.
66 Fransız Kuvvetleri Komutanı General Louis Franchet d'Esperey
(1856-1942). Biyografisi için bkz. en.wikipedia.org/wiki/Louis_Franchet_d'Esperey
67 Bir popüler
Fransız askeri şarkısı. Kaynak: "La Madelon",
fr_wikipedia.org/wiki/ La Madelon
Fransız siyasilerinin uzun emeklerle kazandıkları muzafferiyet ve mazhariyeti bir (Franşe d'Espre) kuru bir çaka ile söndürüverecekti:
Fransız
ceneralı Dolmabahçe'ye yakın bir yerde, Salıpazarı civarında karaya ayak basacaktı.
Burası daha gece yarısından
hazırlanmağa başlanmış, yollara halılar düşenmiş... çiçekler serpilmişti. Rumların, Ermenilerin ileri gelenleri,
gazeteciler, fotografçılar, sinemacılar, papaslar grup grup toplanmışlar
bekiyorlardı.
Kenarda gayet güzel bir at vardı; üzeri
sırma püsküllü bir örtü ile örtülmüştü.
Bu atın başında da iki Rum palikaryası duruyordu.
Yarım saat kadar süren bir intizar devresinden sonra...
Harp gemilerinden toplar atılmaya, ecnebi tüccar gemilerinden düdükler
çalmağa başladı.
Ufak bir çatana sahile doğru son süratle geliyordu...
Arkasından da birkaç motör takip ediyordu.
Çatana, sureti mahsusada yapılmış iskeleye yanaştı.
"Franşe d'Espre" karaya ayak basmıştı.
Bir kıyamettir koptu. Alkışların
ardı arkası kesilmedi. Herifin üzerine çiçekler serpiliyor. İngiliz,
Fransız, İtalyan kıtaatı, zabitleri resmi ta'zim ifa ediyorlar... Muzikalar Fransız marşını çalıyorlardı.
Ceneral (Şarpi),68 mister (Hütson), marki (Garoni),69 ceneral (Vep-
rey) ilerlediler ve (Franşe d'Espre) yi ayrı ayrı
kucakladılar.
Bu manasız
nümayiş epey
devam etti.
68 Fransız General Charpy.
69 Marquis
(Marki) Camile Garoııi, İstanbul"daki İtalyan Fevkalade
Koınseri idi.
Hayatında belki bu derece bir istikbal görmemiş olan Fransız ce- nerah, arkasında
erkanı harbiyesini
teşkil eden büyük rütbeli yedi zabit olduğu halde etrafa iltifatlar, tebessümler
saçıyordu. Nutuklar söylendi ... eller sıkıldı.
Rum ve Ermeni kızları, ellerinde çiçek buketleri birer birer gelip cenaralın
karşısında boyun kırdılar. Rum kiliselerine mensup bir papas
(Barbar Türklerin zulmü altında inleyen mazlum Rum ve Ermeni halkını himaye için gelen büyük halaskara) dualar etti.
Nihayet ceneral, iki Rum palikaryasının
tuttuğu sırmalı eyerli ata bindi. Maiyet halkı, itilaf devletleri ümera ve zabitanı da kendi atlarına bindiler.
En önde... iki Rum'un sağlı sollu yularından
tuttuğu at üzerinde ceneral Franşe d'Espre, etrafında
İngiliz, İtalyan ve Fransız kumandanları, arkada itilaf kıtaatı Beyoğlu'na doğru yürüdüler. ..
Yollar, hiristiyan halk ile dolmuştu.
Bağıranın, çağıranın, alkışlayanın haddi hesabı yoktu.
Her tarafta yaşa Fransa avazeleri yükseliyor... Hatta ara sıra küstah ve mel'un ağızlardan (Kahrolsun Türkler) sözü bile dökülüyordu.
Tezahuratın kuvvet ve vüsatı Franşe d'Espreyi o derece serkeş etmişti
ki ... kendi yüzünden
yapılan bu taşkınlıkların
ne kadar mühim akibetler hazırlamakta
olduğundan gafildi.
Türkler böyle bir hareketi her milletten
beklerler, fakat cihana bir vatan, bir milliyet aşkı aşılamış olan Fransızlardan
ümit etmezlerdi. Hatta İngiliz idaresinin zulmünden bizar kalmış İstanbul halkı Franşe d'Esprenin gelmesine büyük
ümitlerle bağlanmışlardı.
Fakat işte o ümitleri de suya düşmüştü.
O gün
İstanbul'un gördüğü manzara, yaşadığı hayret bütün Türk- leri kalplerinin en derin yerinden yaraladı. . . Ancak o gündür ki İstanbul'un
üzerine mağlubiyet acısının şifa bulmaz elemi çoktü ...
O gece sabaha kadar Beyoğlu'nun
bütün sakinleri şenlik
yaptılar.
Franşe d'Espre'nin ismi her ağızda, cinnet ve serhoşluğun kuvveti ile açılan her ağızda
dolaşıyordu.
Karşı yakanın en iğrenç muhitleri en sefih köşeleri, en rezil yuvaları
Fransız ceneralının şerefine alem yapıyorlardı.
Beyoğlunun mu'tat olan bu taşkınlıklarına
o ana kadar İstanbul'un saf muhiti sessiz bir sabır ve tevekkül
içinde mukabele
ederdi. Fakat bu akşam, Franşe d'Espre'nin geldiği bu akşam
İstanbul'da, İstanbul'un sessiz muhiti de sarsılmıştı.
Bu Türk şehrinin ta göbeğinden
yükselen askeri
bir bando... (La Marseillaise)70 havası ile milli Türk ruhunu hırpalayordu...
Bu muzika nerede mi çalınıyordu?
Öz İstanbul'un
öz evlatları arasında yükselen bu yabancı hava nereden mi geliyordu? Şehremaneti
karşısındaki meydandan, İstan- bulu ve İstanbul halkını temsil eden binanın önünden
...
Çünkü bu binada Fransız fevkalade komiseri ceneral (Şarpi) yerleşmişti.
Fransız nezaketi, Fransız medeniyeti ve Fransız
milliyetperverliği bu şehrin öz malı olan bir binaya yerleşir, işgal ederken hiç müteessir olmuyordu. ( ...)
Hükumet adeta İngilizlerin bir emirber neferi derecesine düşmüştü.
Bu vaziyet karşısınde Galata ve Tatavlanın
Rumları, Beyoğlu ve Kumkapı 'nın Ermenileri büsbütün işi azıttılar. Birer suretle itilaf devletlerine
yaranarak, mütareke ve işğal devrinin meşhur Lese pase71 rezaletlerini meydana getirdiler.
70 "La
Marseillaise" Fransız milli marşıdır.
71 Fransızca "laisser passer" (bırakınız
geçsinler) deyiminin
Türkçe telaffuz ediliş şekli. Bu belge, onu taşıyan kişiye seyahat etme izni vermekteydi.
Belge sahibi kişiler, belli bir bölgeye seyahat etme hürriyetine sahiptiler.
Bu rezaletin mahiyetini hülasatan
yazıyoruz: Türk polisinin elinde artık hiçbir kuvvet kalmadığını
gören Rum, Ermeni hırsızları,
sabıkalıları 'fırsat bu fırsattır' diyerek paçaları sıvadılar.
İtilaf zabıtasına
müracaat ettiler:
- Türk polisleri bizi tazyik ediyor.
Sizlere hizmet ettiğimiz için herkes bize kin besliyor. Ne olur ne
olmaz elimize bir vesika verin ... icabında kendimizi itilaf zabıtası sayesinde kurtaralım...
dediler... Bu talep derhal infaz
edildi.
İngiliz,
Fransız, İtalyan mümessilleri istediklerini (!ese pase)72 ismi altında himaye vesikası verdi.
İşin garibi bu vesikaların ekserisinde isim yazılı
değildi. Her kimde
ise istimiil edebilirdi.
Bu vesikalar sayesinde Rum ve
Ermeniler neler yapmadılar. Güpe gündüz evlere girip soygunculuk mu
etmediler. Sokak ortasında gözlerine kestirdiklerinin yolunu çevirip
karmanyolacılık mı yapmadılar.
Bunlara kimse bir şey
yapamıyordu.
Elinde bir !ese pase, bir himaye vesikası
olmayanların rahat ve huzur görmedikleri bu sırada İngilizler yeni bir kurnazlık
düşündüler. İstanbul' da İngiliz taraftarlarının adedini tesbit ve bu suretle sulh müzakeresinde
İstanbul hakkında söz sahibi olmak istediler.
Bunun için de yegane çare İngiliz Muhipleri Cemiyeti73 namı altında bir cemiyet teşkili idi. 74
*
* *
72 Fransızca "laissez passer" kelimelerinin Türkçe telaffuz şekli. "Bırakınız geçsinler" anlamına gelir.
73 Bu
cemiyet hakkında
bilgi için bkz. Tarık Zafer
Tunaya, a.g. e., s. 472-492; Doç.Dr. Mehmet Demiryürek, "İngiliz Muhibler Cemiyeti Hakkında Bazı Notlar ve Belgeler", Ankara Üniversitesi Türk lnkilap
Tarihi Enstitüsü
Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 37-38, Mayıs-Kasım 2006, s.
77-1 Ol; Cengiz Dönmez, Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngili= Muhipleri
Cem^veti, Atatürk
Araştırına Merkezi, Ankara, 2008.
74
Kemalettin Şükrü,
Miitareke Acıları, Selamet Matbaası. İstanbul. 1930. s. 17-20. 37--+2. 52-57. <ıI-<ı5. x<ı-90.
- Gazeteci Ziyad Ebüzziya (1911-1994)
Mütareke
yıllarında burada Küçük Moda'da oturuyorduk. Mütareke olduğu gün babam beni aldı, İşgal
orduları donanması şehre giriyor. Moda bumuna gittik. Oradan seyrediyoruz. Babamın gözlerinden yaşlar akıyor, ben anlamıyorum. 6-7 yaşındayım. Tam bu sırada etrafta Rumlar birikmiş, ellerinde Yunan bayrakları
sallıyorlar. Babam birden bire dehşete düştü. "Vay, namussuzlar daha şimdiden Mütarekeyi ihlal ettiler" diye. Averof zırhlısının girmemesi lazımmış,
İngiliz donanmasıyla beraber İstanbul'a girdi. Bundan sonra İngilizler Moda'da yayıldı. Bizim evin arkasında
yüksekçe bir yerde
bir hastane vardı. Çocuk hastalar vardı. Bütün karyolalarını boşaltıp,
işgal ettiler... Çanakkale'den
mehtaplı gecelerde
İngiliz uçakları kalkar, gelir İstanbul'un üzerine bomba atarlardı. Bomba dedikleri de 20-30 kilo ağırlığında elle atılanlar. Bunlara mukabil İstanbul 'un muhtelif yüksek yerlerinde, mitralyozlar kurmuşlar
ateş açıyorlardı. Bizim yanımızda bir bina vardı, damı eski usfıl ahşap bina. Çinko
kaplıydı, orada
mitralyoz vardı. Oradan da ateş açılırdı. Onu tespit etmişler, o yüzden geldiler, zavallı yetimlerin hepsini sokağa
attılar. Düşmanın ne olduğunu ilk defa orada gördüm. Bazen evin önüne çıkar, oynardım. Birgün çıktım yine, sokağın öbür
başında bir İngiliz otomobili. İçine İngiliz
dolmuş, bir kısmı da at uşağı olarak Rumları
kullanıyor. Onlara İngilizler, askeri kıyafet de verirdi. Onlar da var, konuşa, gülüşe
geliyorlar. Ben kaldırıma
çıktım. Ben
oradan kaçmaya çalışırken, beni ezmek için arabayı kaldırıma çıkardılar. Can havliyle arka üstü duvara sıçradığımı biliyorum. Hepsi kahkahalarla güldüler, gittiler. Aradan on-onbeş gün
geçti gene kapının
önündeyim. Bir İngiliz subay atla geçiyor, tam hizama geldi. Ben yere oturmuş, elimde değnek var oynuyorum. Elinde bulunan kamçıyı bütün bilek kuvvetiyle bana savurdu. Kamçı etrafımda
dolaştı, değmedi. Adam vuramadığını görünce bir daha denedi, ben hemen eve kaçtım ondan sonra bir daha evden dışarı
çıkmamıştım. O zaman, bir Türk tek başınay- sa beş tane Rum bir araya gelir, dövüşürlerdi. Bunlara hep seyirci olurduk. Kadıköy'ün ekserisi Rum'du.
Beyoğlu'na gelince, Beyoğlunda
bütün caddede apartmanların en üst katından yere kadar hemen hemen Ermeni,
Rum, Fransız, İtalyan, İngiliz, Amerikan bayrakları inerdi. Fesli Türkler korkardı.
Galatasaraylılar mektepten çıktığı zaman yandaki yokuştan Tophane'ye inerlerdi korkudan.
Birgün
büyükannemle gidiyoruz. 9 yaşındayım. 1921-22. Bir Yunan bayrağı yüzüme değmesin diye başımı
çevirdim. Çevirmemle beraber, bir Rumdan tokadı yedim. Fes düştü yere, adam fesi aldı, yırttı,
ayağının altında aldı, ezdi. Ve akşama kadar yanağımda adamın parmak izi kaldı. Ağlamadığımı iyi biliyorum. Büyükannem kolumdan tuttu, çekti.
Düşmanın ne olduğunu orda gördüm. Daha sonra mütareke oldu. Mütarekeden bir gün evvel 8-1 O tane büyük büyük adamlar geldi. Her tarafı karıştırıyorlardı.
Babamı tutuklamışlar, evde arama yapıyorlar. Gedik Paşa hükümeti iktidarda. Benim oyuncaklarım vardı, bebeklerim falan. Oyuncağı
bıçakla yırttı, içinde kağıt arıyor. Benim de aklım ermiyor. Ben bir şey kırsam
kıyamet kopar,
koca adamlar kırıyor, evden ses çıkaran yok. Siyasetin ne olduğunu o zaman anladım. Gene bir akşam, büyükannem, babaannem Bakırköy' de aile evinde oturur, orada
misafiriz. Birden bire kıyamet kopmaya başladı.
İngilizler gelmiş, kapıları kırıyorlar. Amcamı aldılar, Malta'ya götürdüler. O kapının
üstündeki o dipçik darbeleri yıllarca durdu. Bunlar gerçekte memleket hakkındaki felaketten anladığım
şeyler. O evi
maalesef 3 sene evvel yıkmışlar, daha önce ihmalden o kapının
fotoğrafını çekmedim. Kapı çok sağlamdı, cevizden, kıramadılar da, içeriden
açmıştık, kırılmasın diye. Bunlar o yılların üzerimde bıraktığı ilk tesirler.
İlk mektebe burada, St. Josef Fransız mektebine gittim. Babam hapisti. Gidiyorum en önde oturuyorum. Fransızcam kuvvetliydi. Her sabah derse başlamadan papaz dua ediyor. istavroz çıkarıyoruz. Ben ne olduğunu bilmiyorum. Akşam da saat 5 oldu mu arkadaki fesli
talebeler eve gidiyor, ben kalıyorum. Kısas-ı Enbiya anlatıyor
Fransızca. Masal
diye dinliyorum. Babam hapishanede hastalan-
mış, eve izin verdiler, eve geldi, yatıyor: "Ziyad" dedi,
"Cuma günü fesle git mektebe" "peki" dedim. Fes giydim. Baş açık gidiyordum. Derse girdik, çıktık, arkadaki fesli çocuklar
etrafıma toplanıp sormaya başladılar. "Türk müsün?", "Türküm",
"Müslüman mısın?" "Müslümanım" "Sen niye ıstavroz
çıkarıyorsun?" istavrozun ne olduğunu anlattılar. Vay, tepem attı. Sıram da eski bir tahta sıra, tek başımayım. Ondan sonra adamlar ne zaman
okumaya başladı, ben sıraya vurmaya başladım. Üç hafta sonra okuldan kovuldum. 75
*
* *
Annem, eskiden Ada'da oturduğu zamandan tanıdığı bir yaşlı Rum'u soruyor arkadaşlarına.
Bu yaşlı Rum'un bir tuhafiye mağazası
varmış. Annemin söylediğine
göre, çok iyi bir insanmış. Annem Ada'ya gelince onu aramış,
dükkanının yerinde başka bir dükkan varmış.
Annem üzünçle,
- Yoksa öldü mü
zavallı, çok yaşlıydı diyor.
Sonunda o Rum'un ne olduğunu bilen bir kadın buldu.
Ha o mu? ... Gebermedi, gebermedi
... Hay gözü körolsun onun inşallah ...
İşgal ordusu İstanbul'a, Yunan ordusu İzmir'e girince o tuhafiyeci yaşlı Rum da öyle coşmuş ki, o zamana dek, başında
taşıdığı fesi, çarşıdaki kilisenin kapısı önünde,
yere atmış,
çiğnemiş, üzerine çıkıp tepinmiş.
75 Muhsin Karabay - Mehdi Ergüzel, "Ziyad Ebuzziya ile Röportaj",
Türk Edebiyatı, Yıl 22, Sayı 249, Temmuz 1994, s. 31-35.
Annem,
- Nasıl olur, nasıl olur, o kadar da iyi adamdı ki... deyip acınıyor.
İnanmıyor, inanmak istemiyor anlatılana... Ama başka bir tanıdığı daha, olayı
pekiştirince artık inanıyor, üzüntüsü büsbütün artıyor.
- Bütün çarşı esnafının gözü önünde, "Zito Venizelos, Zito Veni- zelos..." diye
diye başından çıkarıp attığı fesi çiğnedi, üzerine çıkıp tepindi ya... Hiç kimse, korkudan bir şey diyemedi. O kendisi utanmadıktan sonra ... Bizim ordu zaferi kazanınca da kaçıp gitti buralardan...
Annem,
- Vahvah... diyor.
Hiç umulur
muydu!... Ne iyi adamdı 76
*
* *
- Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanı Nejat Gülen
(1927- )
[Heybeli] Ada'da Türk-Rum
ilişkilerinin bozulması I.ci Cihan Savaşı 'ndan sonra işgalle birlikte başladı.
Savaşın yenilgi ile sonuçlanması,
İmparatorluğun tamamen dağılması olasılığını çıkardı ortaya. İmparatorluk
parçalanınca azınlıklar ne olacaktı? Hele işgalci devletlerin (İngiltere, Fransa ve İtalya) daha 70-80 yıl önce Yunan bağımsızlığını
destekleyen
devletler oluşu, İstanbul Rumlarını, belki de haklı olarak, bir takım hayallere ve ümitlere
sürükledi.
1918 Sonbahar'ında
düşman donanması İstanbul'a demir atmıştı. Azınlıklardan, özellikle Rum palikaryalar büyük
taşkınlıklar yapıyorlardı.
76 Aziz
Nesin, Böyle
Gelmiş Böyle Gitme:: ^ l Yol,
Adam Yayınlan.
9. Baskı. İstanbul, 309-3 1 O.
Ünlü Yunan zırhlısı Averaj adanın önüne
gelmişti. O dönemin gerçekten
en büyük savaş gemisiydi. Ada'nın Rum halkı sahile toplanıp
alkışlıyordu gemiyi. Efendi takımından olan Osmanlı Rumları ise böyle
gösterilere katılmıyorlardı. Mütareke sırasında da başından fes.ini çıkartmamış olan Müstecip
Onbaşı sokağının sol başındaki köşkün sahibi Aristidi efendinin (Köseoğlu) Averofu alkışlama olayına gösterdiği tepki çok ilginçtir.
- Alkışlayın,
Alkışlayın... demiş. Bir gün bu geminin direkleri kıçınıza girecek.
Mütareke'de Ada'daki Askeri okulların durumu da değişti. Emekli Tümamiral Adnan Kaynar şöyle
anlatıyor:
İstanbul
işgal edildi. Biz
namzet sınıfları şimdiki Papaz Mektebi'nden çıkardılar, sahildeki binaya getirdiler.
Sonra Çarkçı Okulu boşaltıldı. Güverte, makine ve namzet sınıflar hep sahildeki binada toplandık. Burada bir gün hep beraber Yavuz'un İzmit'e
çekilişini seyrettik.
Bahçede
gezerken, sınıflarda ders okurken parmaklıklardan
ve pencerelerden
gördüğümüz Heybeliada açıklarında yatan düşman savaş gemileri, okul kapısının
önünde gizlenen düşman askerleri idi. Bazen onlara yapılan
gösterileri görmemek için başımızı çevirir, azınlıkların onlara yönelttikleri
'yaşa' seslerini
duymamak için kulaklarımızı tıkardık.
Biz son sınıfa gelinceye kadar İstanbul hep işgal altında
kaldı. Gördüğümüz hep düşman savaş gemileri ve askerleri idi. Heybeliada'da bile onları görür,
azınlıkların taşkınlıklarına başımızı çevirir, kulaklarımızı tıkardık.
Balıkçı Hidayet de bir kere, Dioyeni'nin
kahvesinde o günleri anlatmıştı.
- Ah vre diyordu, bu namussuzlar
yok mu? Kahvedeki Rum arkadaşlarını göstererek:
- İşgal zamanı ne zulum yaptılar bize ne zulum...
Hidayet bir Rum'dan farksız
şivesiyle anlatıyordu etrafını çeviren gençlere.
-
Ah, ah bilmezsiniz siz bu rufyanaları,77
•••Allah fırsat vermesin bunlara...
-
Haniya işgal oldu. Düşman geldi adaya. Averof geldi adanın önüne. Bunlar bir coştu. Hudut koydular. Rumlar aşağıda.
Türkler yukarıda olacak. Ama yukarıda su yok. Ben geliyorum, elimde tenekeler, kuyudan su çekeceğim. Diyorlar: Olmaz. Diyeceksin:
-
Zito Venizelos...
Yre diyorum. Neden? Bize ne
Venizelos'tan. Olmaz diyorlar bağıracaksın böyle:
-
Zito, zito Yenizelos...
-
Kato, Kato Kemali... 78
Hidayet, heyecanla anlatırken,
bitişik masalarda
şakur-şukur tavla, pişti oynayan Rum arkadaşları arada bir başlarını kaldırıp Hidayet'e ciddiye almaz bir biçimde
bakıyorlardı.
-
Bak, bak... dedi. Şu Aristo yok mu? Sankim ana-baba
bir kardeşim benim. O namussuz da vardı kuyunun başında.
Aristo, duvarın dibine yaslanmış, ceketi omzunda, pavurya ağı onarıyordu
olanca
dikkatiyle.
Hidayet coştu Aristo'yu göstererek:
-
Bana su çektirmedi. 'Kato, Kato Kemali'diye bağırttı ama, ben de intikamımı
aldım, dedi.
77 Rumca
00peze\'enk"
7X ··ya^asın Veııizelos. kahrolsun i'vlusıaıa Kemal.
- Haniya Cumhuriyet ilan oldu.
Venizelos geldi adaya. Bütün olanlar unutuldu. Bir gün bu Aristo geldi bana, dedi:
Hidayet var mısın Yandros'a balığa? Hava kış. Atladık iki çifteye. Akşam oldu, dönüyoruz adaya. Na... bir eşek poyrazı
patladı ki. Asılıyoruz ikimiz küreklere,
kayık olduğu yerde duruyor. Neredeyse geri gideceğiz, düşeceğiz Gemliğe, Mudanya'ya...
Tam zamanıdır dedim. Bıraktım
kürekleri, çıkardım iskarmozdan, yatırdım kayığın içine. Aristo şaşırdı:
-
Vre Trelosi?79 dedi. Ne yapıyorsun?
Çektim söğüt
yaprağı bıçağı kuşağımdan, dayadım Aristo'nun sırtına.
-
Ulan Rufyana dedim. Zito Venizelos Kato Kemali ha... Asıl bakalım
küreklere tek başına
götüreceksin kayığı adaya. Hem de bağıracaksın.
- Kato, Kato Venizelos...
Aristo önce inanmadı.
Sonra baktı ki Hidayet'in şakası yok. Tuh diye tükürdü
avuçlarına bir asıldı
küreklere ...
Na panayamu ...80 Nasin çekiyor küreği
poyraza karşı, sankim motor... Zart, zart diye
de osuruyor bir yandan. 81
*
* *
Birinci Dünya Harbi 'nin mütareke
yılları, İstanbul İngiliz işgali altında, Dolmabahçe'nin önünde İtilaf
donanması, Beyoğlu semti kudurmuş bir neşe ve ışıklar içinde, İstanbul semti simsiyah bir kedere batmış,
karanlıklarda, susuyor. Yılbaşı gecesi.
79 "Deli misin?"
80 "Aman Allahım!"
81 Ncjat Gülen, l/eybeliada,
Tekin Yayıncvi, 2. baskı, İstanbul, 1985, s. 197-201.
Birkaç
arkadaş, ressam
Elif Naci, aktör Ertuğrul Sadeddin (Sadi Tek), şair Hayri Muhiddin ve diğer
bazıları, gençlik şeytanının ayartma gayretlerine karışan milli bir tecessüsle, o gece, Beyoğlu'nun halini görmeğe gittik.
Winter Palas denilen bir çalgılı gazinoya girdik. Numaralar başlamadan evvel, İngiliz
subayları ellerinde
ince kamış bastonlariy- le sahneye çıktılar ve İngiliz milli marşını koro halinde okudular. Peşinden bütün
salon Fransız milli marşını (Marseillaise)i söyledi.
Biz gençler de, aramızda doğan
ani bir kararla masalarımızın
üstüne çıktık ve en gür seslerimizle "Ordumuz etti yemin" marşını
söyledik. Derken, masamızın önünde
yüksek rütbeli bir Fransız subayı belirdi:
- İniniz aşağı, vahşiler! diye bağırdı.
O zaman bu subayla aramızda,
büyük bir kalabalığı
etrafımıza çeken yüksek sesli bir münakaşa başladı. Ona Türk topraklarını haksız yere işgal edenlerin medeniyet adına
konuşamayacaklarını anlatmak için en veciz cümlelerimizi yağdırdık (daima masanın üstünde idik). Fransız subayı
insaflı imiş. Bize hak verdiğini zannettiren bir baş sallayışiyle sustu ve uzaklaştı. Biz de muzaffer bir heyecanla bir
Türk marşı daha okuduk.
O sırada bizim grupa katılan Hayri adında bir genç arkadaş
(valilerimizden birinin oğlu), bir Rum genciyle münakaşaya tutuşmuş. Döğüşmek için
dışarı çıkmışlar. Pasajın dibinde ve gazinonun kapısı önünde, Todori adındaki Rum, tabancasını
çekmiş. Hayri'yi
kalbinden vurarak öldürmüş. Bunu duyar duymaz dışarı
fırladım. Arkadaşımız yerde yatıyordu. Todori kaçmıştı. İngilizler onu ertesi gün
yakaladılar serbest bıraktılar.
Facianın
dehşeti içinde dillerimiz tutulmuş, yaya olarak İstanbul'a döndük. Köprüyü geçerken yeni yıl
başlıyordu. Yabancı donanmalarının düdükleri vah^i çığlıklariyle
şehrin sessizliğini tırmalamağa
başladı. Koyu bir sis vardı.
İstanbul semti, muhteşem kubbeleri ve zarif minareleriyle,
bu düdükleri ve Beyoğlu'nun azgın sevincini hissetmekten tiksiniyormuş gibi karanlıklara
dalıyor, uzaklaşıyordu.
Haykıran
Beyoğlu karşısında susan İstanbul 'un biriktirdiği ve gizlediği büyük milli kudret, Anadolu'muzun müdafaa gücüne
de karışarak
Yunanlıları topraklarımızdan silip süpürdüğümüz ve İzmir'den denize döktüğümüz gün
tam ölçüsüyle kendini belli etti.
Bu hatıranın kabusu bugünkü mesut ve müstakil
Türkiye'de yeni bir yıla girerken bana saadetimizi daha çok hissettiriyor. İstiklaline bu şartlar içinde
kavuşmuş bir
millet, elbette bu hürriyetinin üstüne titreyecek, onu tehdit eden uzak
ve yakın her ihtimalin karşısına, dikkatten parlayan gözleriyle, dikilecektir. [150]
*
* *
- Süleyman Nazif (1870-1927)
Kara Bir Gün
Fransız generalinin dün şehrimize
vürudu [gelişi] münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş Türk ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde müebbeden kanayacak bir ceriha [yara] açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzn ü
idbanmız zevk ü ikbale munkalib olsa yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzn ü
teessürü evlad ü ahfiidımıza nesilden nesi le ağlayacak bir miras terk edeceğiz.
Alman ordulan 1871 senesinde
Paris'e dahil olarak Büyük Napolyon'un neşide-i
mütehaccire-i muzafferiyatı olan tak-ı zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti
ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar
hissettiğimiz ye's ü azabı duymamıştı. Çünkü 'Fransız' adını taşıyan her fert, çünkü yalnız
Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslü- manlar o matem-i milli karşısında
telehhüf ve hicab
ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz ise mevcudiyet-i milliye vü lisaniyelerini bizim ulüvv-i cenabımıza
medyun olan bir kısım halkın hay u huy-ı
şemiitetiyle [gürültüsüyle] matem-i muazzezimize en acı hakaretlerin bir tokat şeklinde atıldığını gördük.
'Buna müstahak değil
idik' diyemeyiz.
Müstahak olmasaydık bu felakete duçar olmazdık. Her kavmin sahiiif-i hayatında
birçok ikbal ve idbar sahifeleri vardır. Fransa kralı Birinci François'yı Char- les Quint'in mahbesinden kurtarmış ve koca Viyana şehrini kerrat ile sarmış bir ümmetin defter-i mukadderatında
böyle bir satr-ı elim de mestur [yazılı] imiş.
Her hal mütehavvildir
[değişir]. Arapların güzel bir sözü vardır: 'lsbır, feinneddehre la-yasbir' [Sen sabret, zira zaman
sabretmez]. 83
*
* *
- Darülfünun Hukuk Fakültesi
Öğrencisi İsmail Hakkı Sunata ( 1892-1988)
l 9 l 9'un (1335) Ocak ayı
geçti. Limandaki düşman gemileri eksilmiyor, artıyor gibi. İstanbul'u işgal
eden galip devletlerden, en ziyade İngilizler düşmanlıklarını gösteriyorlar.
Onlar nedense bizlere çok diş biliyorlar. Bu kızgınlığın içinde, Çanakkale
mağlubiyeti de yer alıyor gibi geldi bana. Fransızlar, İtalyanlar o kadar
düşmanca
83 Hadisat, Sayı 63, 9 Şubat 1919. Aktaran Devrin Ya=arları m Kalemiyle Milli
Mücadele ve G<ı=i Mustaj{ı Kemal 1. haz: Mehmet Kaplan - İnci Enginün
- Birol Emil - Necat Birinci - Abdullah Uçman, külıür Bakanlığı, Ankara. 1 % l, >. 65.
davranmıyorlar.
İngilizlerin kurduğu polis teşkilatı, kanatlarını, bütün Hıristiyan toplulukların
üzerine germiş durumda. Bundan dolayı Rumlar ve Ermeniler şımarmış halde. Benim mahallem, sessiz ve
fakir bir Müslüman mahallesi olduğundan baskı görmüyoruz. Fakat Beyoğlu
tarafı, artık tamamıyla bize düşman durumda. Benim de şimdilik o tarafta ilgim yok.84
Bu sıralarda, Selanik'teki İngiliz ve Fransız
Orduları Başkumandanı Franchet d'Esperey İstanbul'a geldi. Alman taraftarı devletlerin çöküşü önce Selanik cephesindeki Bulgar
ordusundan başlamıştı. Sonra arkadan sırasıyla Avusturya, Türkiye ve Almanya çöktüler. Bu yüzden Franchet d'Esperey bir efsane kahramanı
olmuştu ve İstanbul'a en büyük galip kumandan olarak geliyordu.
Bütün
Hıristiyanlar, Avrupalı geçinen Levantenler, kendisini beyaz bir ata bindirerek, yollara halılar sererek ve her tarafı Fransız
bayraklarıyla donatarak, büyük bir fatih gibi çılgınca alkışlamışlar. Ben onun geldiğini ve alkışlandığını
dairede işitmiştim, ama nasıl olduğunu
bilmiyordum.
Ertesi gün Süleyman Nazif Bey'in "Kara Bir Gün"
başlığıyla yayımladığı başmakaleyi okuyunca durumun veya durumumuzun ne kadar acıklı ve ezici olduğunu
anladım.
İstanbul adeta ikiye ayrılmıştı. Galata ve Beyoğlu tarafı
artık bizden kopmuş,
İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı ve Yunanlılarla enternasyonal bir memleket olmuştu.
İstanbul
tarafı ise, mağlup olmanın
bütün ağır yükünü ve acısını taşıyan bahtı kara bir yer. 85
*
* *
84 İ. Hakkı Sunata, İstanbul 'da İşgal Yılları,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s. 18-19.
85 İsmail Hakkı Sunala, a.g. e., s. 26-27.
Binlerce insan kıyılara,
yüksek yerlere doluştu. Erkekler çatılara, teraslara, yüksek duvarlara, Limana, Marmara
Denizi'ne nazır her yere tırmandılar. Kenar mahallelerin bütün sakinleri şafaktan itibaren Boğaziçi 'nin aşağı
taraftarına yöneldiler, Galata Köprüsü kalabalıktan batma tehlikesi ile karşı karşıya
kaldı. Eski sarayın parkı,
Mannara
Denizi'nin kıyısındaki mahallelerden gelen insanlarla dolup taşıyordu. Sanki Ayasofya yükseliyor ve minareleri -muhafızları-
alçalıyordu. Heyecan ve sabırsızlık duygularıyla dolu Eli ve ben, odamızda giyiniyorduk. Sofrada aceleden ve
sinirden tepiniyorduk; ·Hadi çabuk, geç kalacağız.' Baba sizi efsanevi savaş gemisini ziyarete götürecek. O benzersiz günde neler giydiğimizi
hatırlamıyorum. Fakat bizim küçük oğlanın Yunan mavisi çizgili bir beyaz kurdele kuşandığını
çok iyi hatırlıyorum. Ve işte
Averoftaydık! Merdiveni ne büyük bir heyecanla tırmanmıştık! Gemiyi, makinalarından
kaptan köprüsüne kadar bir ucundan ötekine tümüyle dolaşmıştık. Sanki, kutsal ve benzersiz
ziyaret yerini, Ayasofya'yı ziyaret etmiştik.86
*
* *
- (E) Korgeneral İhsan Gürkan (1916-2005)
İşgal
yıllarında Ada'nın önünde iki Yunan savaş gemisi yatardı. Çok iyi anımsıyorum,
adları Averaj ve Kılkış olan bu gemiler, zaman zaman demir alarak
adaların arkasına, yani güneyine iner ve orada top atışı yaparlardı. Hedefleri
Yalova ile Bozburun arasındaki Marmara güney kıyıları kesimiydi. Çünkü, kimi
zaman buralarda yangın çıkar ve özellikle lodos havalarda, olay evimizin
yakınındaki düzlükten, açık seçik görülürdü. Bunun üzerine Rumlar, küçük büyük
sevinir, hora teperlerdi.
86 Q11in=e Mil/es Jo11rs el Constantinople Ala Patrie,
Atina, 1 987. Aktaran Helene Yc- rasimos - Stdaııos Yerasiınos.
""Yitik Bir Kentin Düşleri ve Kabusları",
istaııbıı/ IY14-19JJ. çcv: Cüııcyl Akalııı. İklimim
Yayınlan. İsiaııbul. l 9%. s.
134.
Sanırım 1924 yılındaydı,
günlerden bir gün Ada 'nın önünde iki küçük Yunan yolcu vapuru demirledi. Çok geçmeden
Rumların büyük bölümü ve bizim bütün komşularımız, taşıyabildikleri eşyayı toplayıp,
çocuklara küçük çıkın, büyüklere büyük çıkın yaparak yüklendiler,
yanlarına alamadıkları eşyayı olanakları derecesinde yakarak ya da diğer
yöntemlerle işe yaramaz hale getirdikten sonra kapılarını kilitleyip çıkıp gittiler. Uzun süre evimizin önündeki hakim noktadan onları seyreden fakat bir anlam
veremeyen ben, eve koştum ve anneme onların gittiğini söyledikten sonra "Biz niye
gitmiyoruz?" dedim. Rahmetli ve sevgili anacığım,
yanaklarımı okşadıktan sonra, "Sen küçüksün, anlayamıyorsun. Burası bizim vatanımız.
Başka gidecek yerimiz
yok. Onlar hainlik ettiler, şimdi kaçıyorlar... " sözleriyle bana bir ders de vermiş oldu. ( ...)
Ada Rumlarından biri, işgal senelerinde hemen her gün, babamın
dükkanına uğrar ve "Şerif Efendi, biliyor musun, bizimkiler Ayasofiya'ya çan takacaklar. .." gibi yakışıksız ve tahrik edici sözler söyler ve babamın
şiddetli tepkisine
maruz kalmamak için hemen oradan sıvışırdı. Ne var ki, kahraman ordumuz 30 Ağustos 1922 Afyon-Dumlupınar
Meydan
Muharebesi 'nde, işgalci Yunan Ordusu'nu kesin sonuçlu bir yenilgiye uğrattıktan sonra; gazetelerde, bu ordunun bir çapulcu yığını
halinde, önüne çıkan
savunmasız köy ve kasabaları ateşe vererek, camileri insanla doldurup yakarak, kadın ve kızlara
tecavüz ederek, İzmir'e doğru
kaçtığı yollu
haberler çıkınca, bu zavallı kişinin bir kalp krizi sonucu öldüğünü
öğrendik. Yine de toprağı bol olsun, ne diyelim. 87
*
* *
X7 Ihsan < iilrkan. /lir <iı•11ı·mli11 A.\'keri ı•e Akademik Anıları, Kastaş Yayınevi,
İstanbul,
2iJll2. ‘ . 12-H
- Maliye Nazırı Cavid Bey (1875-1926)
Dün bütün
Beyoğlu sokakları bayraklarla donatılmıştı. Sanki memleket için bir yevm-i iyd imiş. Dahiliye Nezareti böyle bir ihtimali nazar-ı dikkate alarak zabıtasına
hiçbir talimat vermemiş olacak ki, emr-i vakii polisler
kabul etmişler. Tereddütle çekilen ilk bayrakları bayrak seylabı takip etmiş, bütün
gün bu bayraklar
milletin matemiyle eğlenircesine dalgalanıp durdular. Bir çok düşman
tebaası bile bu cfışiş-i meserretten mahcup olduklarını
söylüyorlardı. Filhakika bunun asıl müsebbibi Rumlar. Fakat onlara meydan veren bizler de mesul değil miyiz?
Sadrazama söylemesi için
Hariciye Nazırına telefon etmiştim. O da Dahiliye Nazırına
söylemiş. Fakat
bayraklar ancak gece kaldırıla- bilmiş. Bugün artık yoktu.88
*
* *
- Yahya Kemal Beyath (1884-1958)
Biraz iz'anı89 olan bir Türk İstanbul
halkının bu hazin günlerimizde bile devam eden gafletine baka
baka teessüründen verem olur gider. Birçok kereler dediğimiz gibi hissiyetle milll varlığına pek ziyade bağlı olan bu halk fikirce bilakis son
derecede kayıtsızdır. Bu canhıraş90 gafletin en ziyade ibrete şayan bir numunesini şu son günlerde
gördük. İstanbullular İnönü muzafferiyetinden pek ziyade sevindiler, gözleri
yaşararak koştular, zaruretten kırıldıkları böyle bir zamanda ceplerinde ne varsa Hiliil-i Ahmer'in
önüne döktüler;
88 Maliye Nazırı Cavid Bey, Feilikeı Günleri Miitôreke
Devrinin Feci Tarihi -1, haz: Osman Sdim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, :WOO. s. 40.
89 Anlayış. kavrayış.
90 Y i.ir^k paralayaıı.
bu fakir halkın ianesinin yekunu tuta tuta, şimdiye kadar, yüz seksen beş bin lira tuttu.
İnönü askerlerinin yaralarını
sardırmak için yüz seksen beş bin lira veren bu halk, bir maaş aldı mı hemen Yunan bakkallarına, Yunan mağazalarına
koşar, bir aylık maaşın yekunu olan bir milyon iki yüz bin lirayı, hem de her ay, Yunanlılara cephane yetiştiren Yunan teşkilatının
eteğine döker. Bazen dış yüzü, bazen da yalnız iç yüzü mavili beyazlı olan bu dükkanlardan
alış veriş eden Müslümanlar, fark etmiyorlar ki Yunan ordusuna
yataklık ediyorlar; çünkü en basit bir muhakemeyle bu gafletin başka bir tabiri yoktur.
Bu halk Mütareke'ye kadar memleketimizde Yunanlılık
teşkilatını temyiz etmekte mazurdu. Lakin Mütareke' den sonra hakikati gazeteden, kitaptan öğrenmeye
muhtaç değildir. Çünkü gözü önündedir. Düşman vatandaşlarımız teşkilatlarını bu halktan saklamadılar,
çakır gözlü bayraklarını dikmedikleri kapı, sallamadıkları pencere kalmadı. Üç sene sürekli maceralardan sonra anlaşıldı ki Türkiye
Yunanlılığı, Yunanistan'a taş çıkarıyor. Mamafih Yunan vatanperverliğinin şeydası91 olan bakkallar, mağazalar zerre kadar istiflerini bozmadılar.
Türk parası kasalarına eskisi gibi aktı. Bu kara günlerde, bu hazin saatlerde muttasıl
akıyor da.
Bir tek Rum evi olmayan İslam mahallelerinde yeni, üç dört Rum dükkanı hani hani işliyor.
Yüksek bir mevki-i
ilmi92 işgal eden bir zat bu ibret alınacak manzarayı yakından tetkik etmiş, dün bize diyordu ki: "Bozdoğan
Kemeri semti tamamıyla
Müslümandır. Orada karşılıklı dört bakkal dükkanı var. İkisi Türk, ikisi Yunanlı.
Yunanlı dükkanlar makine gibi işliyor. Girenin çıkanın haddi yok, müşterilerin hepsi de Müslüman.
Karşılarındaki Türk bakkallarına bilakis kimseler uğramıyor. Önce zannettim ki Türk
dükkanları gerek mal
gerek de muamele itibariyle rakipleri Yunan bakkallarına rekabet edemiyorlar. Bu karşılıklı
dükkanlara günlerce devam ederek bu iktisadi hadiseyi
91 Aşırı düşkün.
92 İlim makamı, mevkii.
müşahede etmeye çalıştım.
Baktım ki Türk
dükkanları bilakis ötekilerden çok daha temiz, mal ve emtiaca da ötekilere faik,93 muamele de pek
iyi. Türklerin her cihetçe bu tefevvukuyla94 beraber rekabet edemediklerine şaştım. Rivayet olunduğu gibi bu fark veresiyeden ileri
geliyor sandım. Onu da tahkik ettim, Türk bakkalları da veresiye veriyor. Mesele nazarımda
büsbütün mu'dilleşti.95 Tahkikatımı her noktadan ilerlettim; bu meseleye çok dikkat etmiş bazı
müdekkikle- rin96 şehadetiyle de sabit oldu ki, asırlardan beri kökleşmiş bir itiyat sevkiyle Türkler Rum bakkalına gidiyor, Türk bakkalına
gitmiyor."
Bu zatın tetkiki bizi hazin düşündürdü. Bu asırda
zekasıyla yaşayacağına sevk-i tabiisiyle yaşayan bir halk dünyanın
güzergahı olan bir
payitahtta nasıl barınabilir?
Bir Müslüman
dükkanından alışveriş ederken bir Müslüman kızının çeyizine bir şey
zammettiğini,97 bir Müslüman çocuğunun mektep parasını ödediğini, Müslümanlığı,
Türklüğü İstanbul'da biraz daha fazla yaşattığını idrak edecek kadar basit bir
fikre malik olmayan bu halk, bari bu kara günlerde o sakim98 itiyadından bir müddet
vazgeçse, Yunan bakkallarına
hiç olmazsa bu
Anadolu cidalinin nihayetine kadar uğramasa, göz göre göre Yunan ordularına
levazım yetiştiren Yunanlılık gayretkeşlerine yardım ve daha Türkçe söyleyelim, kema!-i safvetinden99 yataklık etmese!
Dediğimiz gibi İstanbul halkı
hissen milletine
pek bağlı, lakin fikren bu derekededir.10° Kaderin sevkiyle Anadolu'daki milli cidale iştirak edemedi. Bari müessir olduğu
kadar sade de
olan bu iktisadi cihada azmetse. Yarın içimizde bir gurbet hissiyle bir daha gireceğimiz
mübarek Ramazan
bu mukaddes mücadeleye ne güzel bir
mebde101 olur. Bu hakikati idrak
edenler, henüz edemeyenlere mahallelerde, camilerde, mescitlerde telkin etse, bu cemaati büyük bir günahtan kurtarmakla beraber bir sevaba da
nail ederler. 102
*
* *
Mütareke'nin ilk senesi, eli bayraklı Yunan taşkınlığı,
yapılacak her alayiş103 gibi yapılmayacak her nümayişi104
yapmış, İstanbul'u yar ü ağyara 105 bir Yunan şehri olarak göstermeye çalışmış, bizim gibi ecnebilerin gözlerini de uzun bir müddet Elenizmos 'un tütsüsüyle
bulandırmıştı. O senenin Ramazanı geldi. Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven bir ecnebi ile Moda'daydım.
Karşıdan İstanbul, mahyalarıyla, minarelerinin şerefelerindeki kandilleriyle görünüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı, baktı: "Bu şehir Türktür ve Türk olmasa insaniyet güzelliğinden bir alem kaybeder!" dedi. Bu
heyecanından biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayişi
karşısında hatırına gelen bir mülahazayı düşünceyi söyledi: "Rumlar bir senedir bu şehri bize Yunanlı
göstermek için ne çarelere baş vurmadılar, kendi evlerinden sonra Beyoğlu'nda
Türk emlakini de
maviye, beyaza gark ettiler siz ses çıkarmadınız, lakin bu akşam ne sizin ne de hükfımetinizin
tertibi eseri
olarak minareler kendiliğinden öyle bir nümayiş
yaptılar ki bu şehrin milliyetini tamamıyla
gösterir." Hakikaten İstanbul'un o gece nümayişi, o senenin bütün çirkin
nümayişlerini söndürmüştü.106
*
* *
1O1 Başlangıç.
102
Yahya Kemal, "Ramazanla Beraber", İleri, 9 Mayıs 1921. Aktaran Yahya
Kemal, Eğil Dağlar İstik/dl Harbi Yazıları, İstanbul Fetih Cemiyeti, 1 !. baskı,
İstanbul, 2008, s. 124-126.
103 Gösteriş.
104 Gösteri.
105 Dost ve
düşman.
106
Yahya Kemal, "Kandiller Yanarken Hasbihal", İleri, 1 O Mayıs 192 !.
Aktaran Yahya Kemal, a.g. e.. s. 127-129.
- Gazeteci İsmail Habib [Sevük] (1892-1954)
Bilet Alırken
İstanbul' dan yeni gelen bir zabit anlatıyordu.
Haydarpaşa istasyonunda Kızıltoprak'a gitmek üzere bilet gişesinin
yanına vardığı vakit orada bir Rum ile biletçi arasında Türkçe şöyle bir muhavere cereyan etmiş:
-
Bana bir bilet ver.
-
Nereye gideceksiniz?
-
Ankara'ya!
Biletçi de ya Rum ve yahut bir Rum gayretkeşi olacak ki şöyle cevap vermış:
-
Oraya hep gideceğiz, fakat şimdilik nereye bilet alacaksın'?
Haydarpaşa'dan
Erenköy'üne gidecek bir Rum ile herkese bilet vermekten başka bir vazifesi olmıyan bir biletçi arasındaki
bu muhavere orada bir Türk zabiti bulunduğu için
mi yapıldı bilmem, fakat onu dinliyen zabit
bir yıldırımla vurulmuş kadar müteessir olmuş, aradan bu kadar gün geçtiği, o muhavereyi dinlediği yer ile burada o muhavereyi
hikaye ettiği yer arasında bu kadar denizler ve dağlar aştığı halde, biz bu kısa hikayeyi o zabitin ağzından dinlerken dikkat ettik ki zabitin heyecanı hala o muhavereyi dinlediği zamandaki heyecandı, onu anlatırken sesinde bir titreyiş,
hançe- resinde
bir hıçkırık ve gözlerinde alevli bir kıvılcım vardı. Şimdi düşmanın
karşısında çarpışan, kimbilir kaç Yunanlı tepeliyen ve kimbilir belki de yaralanan o zabit
burada bize o muhavereyi naklettikten sonra dedi ki:
-
Ben şimdi cepheye gidiyorum. Fakat
Ankara'dan tirene binerken birisi bana "Nereye
gidiyorsun?" dese vereceğim cevap aç ıktır:
- İzmir'e!
İşte iki isim ki iki taraf için de birer gaye oldu. Haydarpaşadan
Erenköyüne bilet alırken Ankara'ya gittiğini
söyliyen o Rum ile
Ankara'dan cepheye giderken İzmire gideceğini haykıran o zabitin ağızlarındaki bu iki kelimede yarabbim ne kadar
derin bir tezad var:
- Nereye gidiyorsun?
- Ankara'ya!
Hayır Ankara'ya değil küstah Rum, Ankara'ya değil ölüme
gidiyorsun. Kostantinin 107 arkasına taktığı ordu Ankara'ya değil ölüme ve ademe gidiyor, çünkü Ankara bir şehir
değildir, Ankara kükreyen bir azmin timsali, coşan bir tarihin remzi, feveran eden
bir hak ve hürriyetin ulvi bir mefhumu oldu. [151]
Açık Söz, 28 Ağustos 133 7 (1921)
*
* *
Oniki günlük bir ihata hareketi ve oniki günlük bir yürüyüşten sonra, bir an geldi ki düşman emeline muvaffak oluyorum
zannetti ve bütün milletine, Türk ordusunun çevrildiğini ilan etti: Fakat birde baktı ki ortada çevrilen bir ordu değil, devrilen kırkbin
kişilik Yunan askeri var!
Düşman
ajansları o
dakikada neler uydurmadılar: Kırk, ellibin esir alınmış,
İsmet Paşa yaralanmış, Kazım Karabekir Paşa esir edil-
miş, bir Yunan tayyaresi Mustafa Kemal
Paşa'yı şimendiferden kapıp götürmüş! Atina caddelerinde ve Beyoğlu
sokaklarında bu haberlerle şampanyalar patlatıldı, hançereler açıldı,
mavili-beyazlı bayraklar dalgalandı. Atina ve Beyoğlu sokaklarında sabahlara kadar salyalı nariilar, coşkun
neşeler, mezheb-i
hulyalar dolaştı: Fakat beklenen kırkbin Türk esiri yerine, kırkbin Yunan yaralısı
geldiği anlaşılınca açılan şişeler atıldı, bağıran hançereler tıkandı, dalgalanan bayraklar büküldü. Türk ordusunun endamıyla esir olduğu haberi yerine, bütün
mühimmatı ve bütün
levazımıyla harika-engiz bir manevra ric'ati yaptığı öğrenilince; Yunanlıların
dudaklarındaki handeler birer homurtu, alkış için hazırlanan avuçlar ye'sden bükülmüş birer yumruk; neşeli
şarkılarla inleyen
Tesalya ve Girit ovaları birer isyan sahası oldu.
Hakikat acıdır derler. Yalandan sonra hakikat
ise, sürurdan sonra matem gibi daha şiddetli oluyor. Yunanlılar sevindi, Yunanlılar neşeli
bir rüya gördü.
Yunanlılar "bütün Türk ordusunu ihata ettik' diye çılgın şenlikler yaptılar: Fakat sonra da yanlışlıkla cennete girerek hakikat anlaşılınca
dışarı atılan bir mücrime döndüler! ıo9
Açık Söz, 21 Ağustos 1921
*
* *
Sahil Rumları
İki nev'i Rumluk olduğunu
söylemiştim. Sahil Rumları, dahil Rumları. '"Etniki Eterya" yangını bir asırdan beri, evvela sahilleri tutuşturdu, ve Mütarekeden sonra anladık ki bu yangın artık sahil Rumlarında
yapacağı her şeyi yapmış ve eserini bitirmiştir!
Yunanlılar İzmir'e çıkınca bütün Rumları başlarından feslerini, cüz-
109 İsmail Habib Sevük'iin Açıksö= deki
Yazıları 1921-1922 Makaleler Fıkralar, lıaz: Yd. Doç. Dr. Mustafa Eski. Atatürk Aranırına Merkoı.
Ankara. 1998. s. IU.
danlarından
nüfus tezkerelerini yırttılar.
İstanbul'a İtilaf kuvvetleri girince, başta Patrik olmak üzere bütün
İstanbul Rumları Osmanlı tabiiyetinden çıktıklarını iliin ettiler, artık Patrik cuh1s ve muayede merasimi
gibi resmi günlerde padişahı tebrike gitmiyor, buna mukabil bütün Beyoğlu sokaklarında bütün Rumlar tarafından
tantanalarla Venizelos günleri tes'id ediliyordu. Samsun'da Pontusçular
bütün teşkiliitlarını bitirmişler, yapacakları hükümetin bütün programını
çizmişler, asacakları yaprakların kaffesini hazırlamışlardı: İzmir, İstanbul, Samsun bu üç isim sahil Rumlarının Qç
büyük hıyanet ve tezvir deposu oldu. Bu üç yerde de Rumluk hep al ve beyaz
yemenili anadan ayrılmak, mavi ve beyaz hotozlu hemşireye
kavuşmak istiyordu.
İzmir Rumları bu hemşireye "Oh kavuştuk!"
dediler. İstanbul Rumları
"hemşireye kavuşmadık fakat al ve beyaz yemenili anandan da ayrıldık!" diye müteselli oldular. Samsun Rumları ise anadan ayrılıp
hemşireye kavuşayım derken çukura düştüler ve "Ah mahvolduk!" telehhüfiitında bulundular. Birincide saadet,
ikincide teselli, üçüncüde hüsran var.
İzmir Rumları kendilerini mesut mu telakki
ediyorlar? Varsın öyle olsun! İstanbul Rumları bizden ayrıldıklarını
ilan etmekle müteselli midirler? Bu, kendi bilecekleri iş! Samsun Rumları
hulyalarının doğmadan öldüğünü görmekle nalan mıdırlar? Döğünmek bize düşecek
değildir. Saadet,
teselli, hüsran, bütün bunları anladık, fakat onların bu vaziyeti karşısında bize de düşen bir vazife var: Artık onlara tebaamız dememek.
Dünkü nüshamızda
Anadolu Ajansı'nın
bildirdiği bir telgrafı okudunuz: Celaleddin ArifBey'in padişahiin-ı izam tarafından tevarih-i muhtelifede
ekalliyetlere bahş edilen imtiyaziitın feshi hakkındaki teklifi Meclis tarafından
müstaceliyet kararıyla ruznameye idhiil edilmiş.
Sahil Rumları için bence böyle tedbire bile lüzum yoktur, çünkü onlar Osmanlı tabiiyetinden çıktıklarını iliin etmekle o imtiyazat ve fermanları bizzat kendileri feshetmiş oldular!
Bizim nüfus tezkerelerimizin yırtılması, bizim verdiğimiz o fermanların da yırtılması demektir: Rumlar madem ki bizim tabiiyetimizden çıktılar, o fermanları isterlerse çerçeveleyip
odalarının duvarlarına assınlar, belki kendilerine tarihi bir hatıra olur!
Sahil Rumları bizim tabiiyetimizden çıktılar dedim. Hayır, onlar yalnız bizim tabiiyetimizden çıkmakla
kalmadılar, bizim hayatımıza saldırdılar, bizden yalnız ayrılmadılar, düşman da oldular; yalnız nüfus tezkerelerimizi yııtmadılar, en hiiin ve sefil bir katil gibi bizim boğazımıza da sarıldılar.
Bu düşmanlık ki "etniki"nin ateşiyle yanan her Rum ruhunda eskiden beri gizli gizli devam ediyordu,
bu düşmanlık ki mavi ve beyaz bayrağın tahassürüyle aşılanmış her Rum'da sinsi bir hiyanetti.
Fakat artık Mütarekeden sonra İzmir'de, İstanbul'da, Samsun'da bu düşmanlık açık
bir husumet, o
hiyanet aleni bir suikast oldu. Bugün cephede bizimle çarpışan
süngünün belki yarısından
fazlası dünkü tebamızın süngüsüdür. Karşımızdaki orduya lazım gelen paranın belki kısm-ı azamını
yine onlar temin
etti. Onlar bu orduya asker verdiler, para verdiler, otomobil verdiler. Bütnü bunlar yarı Anadolu'ya ölüm ve elem getirdi. Yarı Anadolu'yu harap ve türab eden, köyleri yangın
ve yangınları
şehr-ayln yapan
eller Yunanlı mıdır, Rum mudur, biz artık bunu ayırmıyoruz.
Şu gaziyi ma'lul bırakan süngü,
şu şehidi toprağın altına gömen kurşun, şu siperi uçurmak isteyen bomba Atina' dan gelen
bir askerin mi, yoksa İzmir'den asker olan bir Rum'un ve İstanbul'dan
gönüllü yazılan bir palikaryanın mı, biz artık bunları tefrik etmiyoruz. Yunanlılıkla Rumluk, düşmanla hiiin birbirine karıştı. Ma'mureleri harabe, aileleri perişan, bakireleri nalan eden kuvvet hep
birdir, hep birleşen o ellerdir: Artık Atina'dan gelen o askerden daha fazla,
İzmir'den gelen şu neferde ve İstanbul'dan
gönderilen şu gönüllüde hıncımız ve intikamımız var. Onlar ki yalnız bizim tabiiyetimizden çıktıklarını iliinla iktifa etmediler, onlar
ki bizim karşımıza ellerinde süngü, ceplerinde bomba, öyle çıktılar. Onlarla ki artık aramızda
yalnız ayrılık değil, bu kadar hesap ve bu kadar kan var: Söyleyiniz artık onlarla elimizi nasıl
sıkabiliriz? Ve onlar artık bu vatanda nasıl kalabilirler? "Peki bunun çaresi nedir ve onlara ne yapalım
mı?" diyeceksiniz.
Bunun çaresini Balkan Harbi 'nden sonra Venizelos bulmuştu ve bu çareyi bir
ay evvel Times gazetesi de yazdı, bu çare tek bir kelimeden ibarettir:
Mübadele.
Burada mavi ve
beyaz hotozlu hemşireye hasret çekenler oraya gitsinler, orada da kırmızı ve
beyaz yemenili anaya hasret çekenler var. Onlar da buraya gelsin. Balkan
Harbi'nden sonra Venizelos'la yapılan müzakere ve itilaf neticesinde bunun
tatbikine bile başlanmıştı, araya Umumi Harb'in girişi bu işi durdurdu. Umumi
Harp'ten sonra ise Venizelos, bizdeki Yunancı Rumları Yunanistan'a götüreceğine,
Yunanistan'ı bizdeki Rumlara getirdi!
Bu belki daha
şanlı idi, liikin Sakarya'dan sonra büsbütün anlaşıldı ki Yunanistan'ı buraya
getirmek değil, buradakilerini Yunanistan'a götümek daha faydalı ve zarari
imiş! Bu fayda ve zarureti işte Times da itiraf ve
ilan ediyor, Pontus meselesi dolayısıyla yazdığı bir makalede Rumların hiçbir
vakit müstakil bir hükümet teşkil edemeyeceklerini ve İtilaf zabitlerinin
murakabesi altında Rumlarla Türklerin mübadelesi lazım geldiğini anlattıktan
sonra diyor ki:
"Bu
suretle Türkler siyaseten şüpheli olmayan anasırı kazanmış, Yunanlılar da
Avrupa'daki viliiyetlerinde hiç de kuvvetli olmayan Yunan unsurunu takviye
etmiş olurlar."
Biz buna
razıyız. Bu suretle biz yalnız şüpheli olmayan anasırı kazanmış değil, mavi ve
beyaz hotozlu hemşirenin zulüm ve tazyikinden de yüz binlerce Türk ve
Müslümanı kurtarmış olacağız. Yunanistan da bu suretle yalnız Makedonya ve
Garbi Trakya'da
hiç de kuvvetli olmayan Yunan
unsurunu takviye etmiş değil, yüz binlerce Rum'u da al ve beyaz yemenili anayı aldatıp durmak riyakarlığından
ve onu hançerleyip gitmek cinayet ve katilliğinden
kurtarmış olacaktır! [152]
Açık Söz, 29 Kasım 1921
*
* *
Bundan tam dörtyüzseksenbeş
sene evvel
Fatih, kıratının üstünde İstanbul'a girdiği vakit bu, cihanın en mühim hadiselerinden biri oldu. Bu giriş bin senelik çürümüş bir saltanatın
kapanışı, dinç ve temiz bir hilalin parlayışı idi, bu giriş bütün cihan tarihini ikiye böldü. Fakat bu girişin belki bunlardan daha büyük bir neticesi vardır: Saltanat içinde saltanat doğuşu! Fatih kıratının üstünde
İstanbul'a girerken
Rum patriği debiryere kapanmış, hiiifve lerzan, ölümünü bekliyordu. Fatih ona cellat
yerine yaldız haşeli bir at, ölüm yerine altın işlemeli
bir hil'at ve altından
yapılmış bir asa gönderdi. Patriğin
yaldız hiişeli atının üstünde Fatih'in yanına girişi, kıratının üstünde Fatih'in İstanbul'a
girişinden daha
debdebeli oldu. Aldığı belde ile cihanın tarihini ikiye bölen Fatih, aldığı beldenin patriğini
tahtından inip
yayan istikbal etti. Patrik kendine verilen fermanı ve Patrikliğe
bahş edilen imtiyazları dinlerken şüphesiz
kulaklarına inanamıyordu. Bu, kendine verilen şey bir imtiyaz değil bir saltanattı. Patrik, Bizans İmparatorları
zamanında miilik olmadığı hukukun üç, beş misline şimdi Fatih eliyle nail oluyordu. Bu
verilen imtiyazla patriğe kimse karışmayacak, Patrikliğin ayrı bir teşkilatı
olacaktı. Bu
imtiyazdan sonra Rumluk yalnız dini bir cemaat değil müstakil
bir millet,
patrik de yalnız ruhani bir reis değil, Rumluğun ruhuna ve kilisesine hakim bir hükümdardı. Fatih İstanbul'a
girerken elem ve ölüm bekleyen patrik, Fiitih'in
huzurunda bu hudutsuz
ve inanılmayacak
lütı1ftarı işitince, kendini tutamadı, gözlerinden şükran yaşları akarak, Fatih'in ayaklarına
kapandı: Dünyada hiçbir şükran şüphesiz bu kadar samimi ve sıcak olmamıştır.
Çünkü dünyada
hiçbir galip hükümdar
hiçbir mağlup reis-i ruhaniye böyle lii-yetenahi bir semahat yapmadı ve hiçbir mağlup reis-i ruhani hiçbir galip hükümdardan
böyle bir muamele göremezdi.
Aradan dörtyüzseksenbeş
sene geçti:
Gözlerinden şükran yaşları akıtarak Fatih'in ayağına kapanan ve o patrikten, dörtyüzseksen-
beş sene sonra diğer bir patrik alenen ve hayasızca
neşrettiği bir
beyanname ile şimdi bütün Rumları Yunan ordusuna ianeye ve Yunan ordusuna yardıma davet ediyor. Patrik bu fedakarlığı yapmayan Rumları siyah kitaba yazacak ve bütün "elenizmus" alemine teşhir
edecekmiş! Dörtyüzseksenbeş senelik bir zamanın bir ucundaki o patriğe yapılan muamele ile diğer ucundaki bu patriğin bize yaptığı muamele: Şüphesiz ki yalnız biz değil, cihan tarihi bile o kadar yüksek bir ulüvv-i cenabe karşı bu kadar yüksek bir hiyanet görmedi!
Bizim bu muameleye hiddetimiz, Rumluğun
hıyanetini patriğin bu beyannamesiyle öğrenip işittiğimiz için değildir.
Biliyonız ki o hi-
yanet dörtyüzseksenbeş senedir için için ve yedi sekiz senedir de açık devam ediyordu. Biliriz ki karşımızda bizi boğmak için
çarpışan kuvvetin yarısından çok
fazlası Yunanlı değil Rum'dur. Biliriz ki karşımızdaki orduyu teçhiz eden servetin yarısından çok
fazlası, bizim vatandaşlarımızın
kesesinden çıkan servettir. O keseleri ki bizim
gafil ellerimiz doldurdu. Onlara verdiğimiz her kuruş bize çevrilen bir fişek, onların
bizden kazandığı her lira bizim göğsümüzü
nişanlayan bir tüfek, onların
kasasını dolduran
her servet bize ölüm saçan bir tank ve bir zırhlı oldu. Ne feci bir vaziyet ki biz kendi kendimizin katili oluyoruz: Oğlunun
şahadetiyle ağlayan şu baba bilse ki onu öldüren kurşun, bakkal Dimitri'den aldığı bir okka pirinçtir.
Kocasının şahadetiyle saçını yolan şu dul kadın anlasa ki kocasının
göğsünü delen, manifaturacı Yorgi'den aldığı
fistanlığın bedelidir. Şimdi yetim bi-vaye kalan şu küçük çocuk
ilerde olsun
öğrensin ki düşman
güllesiyle şehid olan babası o gülleyi düşmana kendi parasıyla atmıştı! Biz, Rumluğun hiyanetini patriğin beş,
altı gün evvel neşrettiği o beyanname ile öğrenmedik.
Ondan çok evvel de biliyorduk ki
Sakarya'dan İzmir sahillerine, Marmara kıyılarından aşağılara kadar yer yer yanan evler yakılan
köylerin kundakçıları en çok hep o, bizim, vatandaş diye ellerini sıktığımız ellerdir. Kanlar içinde ismeti yırtılan bu bakire, sandığında
hazırladığı çeyizi belki o yırtıcı Rum' un mağazasından satın almıştı. Marmara kıyılarında denizin tuzlu suyuyla şişip
tanınmayacak hale gelen şu mazlum Müslüman cesedi, kendini denize atan Rum'un kesesini belki de kendi eliyle şişirmişti. Bizim onlara verdiğimiz servet, hiyanet ve ölüm şeklinde tekrar bizim karşımıza geldi. Bizim vatandaş diye sahte tebessümüne ve tatlı diline aldandığımız insanlar, eşkıya ve cani kıyafetinde bizim hayatımıza
saldırdılar. Bizim dörtyüzseksenbeş seneden beri bir hükümdar salahiyeti ve bir saltanat teşkilatıyla
makamında bıraktığımız patrik efendi, bu beş asırlık lütuf ve nimetin şükranını
bütün Rumları Yunan ordusuna ianeye icbar ile eda ediyor.
Zararı yok, biz bunlara artık hiddet bile etmiyoruz. Biliyoruz
ki kabahat onlardan ziyade bizimdir. Bize ne için hiyanet ediyorlar diye kızacağımıza, bize hiyanet edecekleri ne için bıraktık diye kendimize kızmalıyız. Anladık ki Fiitih'in beş asır evvel yaptığı
ulüvv-i cenab en büyük bir basiretsizlik, bizim beş asırdır devam eden siyasetimiz en büyük bir hata ve bugünkü hiyanet bütün o basiretsizlik ile bu hatanın tabii bir neticesi imiş. Fener Patrikhanesi tarihimin kızıl renkli bir çıbanıydı. Ne yazık ki derin bir gaflet içinde, o çıbanın
kızıllığını taze bir gelin penbeliği sandık. Şimdi o çıban bütün
afüvvünü ve bütün İrinleri ile deşilip mahiyetini meydana çıkardı. Biz
buna memnunuz. İçin için işleyen yaralar daha tehlikeli, el altından yapılan
hiyanetler daha derin, tatlı bir dil ve yaldızlı bir tebessüm altında saklanan
riyakarlıklar daha korkunçtur. Artık ne ortada riya, ne yüzlerde maske, ne
arada saklanacak esrar kaldı. Varsın bütün Rumlar Yunan ordusu ilerleyince
şenlik. gerileyince
matem yapsın; varsın
patrik efendi
Yunan ordusu Ankara'ya doğru giderken Konstantin'e Rum
heyetleri, Konstantin ordusu Ankara yakınlarından yüz geri ederken Rumlara iane
beyannameleri çıkarsın; varsın Kral Konstantin Anadolu Rumlarını
kandırmak için parlak nutuklar, kazandıklarını Sakarya 'ya gömdükten sonra da şimdi bütün Anadolu Rumlarına cebri seferberlikler yapsın. Bütün bunlar bizim beş asırdır
aldanmaklığımızdan ve onların beş asırdır bizi aldatıp durmalarından daha tehlikeli ve daha mazarratlı
değildir.
"Mağrurane
Ricatlar" kumandanı Papulas, Eskişehir' denAnkara'ya doğru hareket ve bir darbede Kuva-yı Milliye ordusunu tarumar edeceğini
zannettiği demlerde
Yunan gazetecilerine dedi ki.
-
Türklerle bütün hesabımı birden ve toptan halledeceğim!
Çok doğru
söylüyorsun iki gözümün göz bebeği Papulas, biz de bunu istiyor ve diyoruz ki:
-
Rumlarla hesabımızı artık toptan ve kökünden
halledeceğiz!111
Açık Söz, 2 Ekim 1921.
*
* *
Hiç unutmam, Balkan Harbi'nden evvel "Hürriyet
ve İtilaf' propagandası
yapılırken, Rıza Tevfik maskarası, Rum mebusu mahud Boşo'yu koluna takmış "Bana nasıl eminseniz buna da öyle emin olunuz!" diye onu
konferans kürsüsü üstünden kalabalık bir İslam cemaatine takdim etmişti.
Boşo'nun orada söylediği nutkun şu cümlesi hala kulağımda
çınlıyor:
111 Yr<l. Do,. Dr. Mustafa Eski. a.g. e
.. s. 137-139.
"Türkiye bizim için bir ana ise, Yunanistan da bir hemşiredir.
İnsan hem anasını sever, hem hemşiresini!"
Onu söyledikten bir sene sonra, Yunan mebusu
veYunan mutasarrıfı olan Boşo'nun o sözü bizi iğfal için
tılsımlı bir efsun
oldu. Bunlar o ananın en hayırlı evliitlarıydı ki, o anadan kazandıkları
paraları hep o hemşireye
gönderdiler. O hemşire ise onlardan gelen paraları hep o ananın göğsüne
atılacak bir fişek ve göğsünü delecek bir süngü yaptı.
Nihayet bir gün mavi ve beyaz hotozlu hemşireleri
İzmir'e ayak basınca, bütün
İzmir Rumları al ve beyaz başörtülü analarının boğazına sarıldılar. Analarının al ve beyaz renkli başörtüsü
parçalanıp çamurlara atıldı. İstabul Rumları da aynı şeyi yaptı.
Boşo'nun cümlesindeki riyayı anarak açıkça, boğazlarını yırtarcasına bedmest ve bedtıynet
bağırdılar ve halii bağırıyorlar: "Mavi ve beyaz hotozlu hemşireyi isteriz, al ve beyaz örtülü bu anayı
boğacağız!"
Peki o ana onlara ne yapmıştı, bu hemşire onlara ne getirdi?
O ana onları altı yedi asırdır muhafaza etmiş, himaye etmiş, onları
zengin etmiş, mesut etmişti. Bu hemşire ise onlara ilk iş olarak ticarette durgunluğu, askerlikte seferberliği getirdi. Bütün İzmir
Rumları seksen
bin imza ile devletlere müracat ettiler, biz Yunanlı
değiliz Osmanlı'yız dediler, mavi ve beyaz hotozlu hemşireler, girerken yırttıkları nüfus tezkerelerini tekrar çıkartmak için
Osmanlı nüfus idaresine üşüştüler. Çünkü hotozlu hemşire onlardan ticarette felç, kasalardan servet, askerlik
sininde onlardan da kan ve ölüm istiyordu.
Bugün o coşkun ve servetle kaynaşan İzmir
rakid ve yosunlu
bir göl gibi sakin ve bugün İzmir'deki Rumlar oradaki İslamlardan daha matemli ve daha dilhfmdur!
İşitiyoruz ki Yunan ordusu Ankara'ya doğru ilerlerken gali fiyatlarla gişelerden Ankara için bilet alan İstanbul
Rumları da şimdi Sa-
karya zaferinden sonra başlarındaki
serpuşu değiştirmek için fesçi dükkanlarına koşuyorlarmış! İkinci İnönü zaferinden sonra da Rum
meyhanecileri ve Rum bakkalları, mavi ve beyaz renkli fıçılarını ihtiyaten kırmızı ve beyaz renge boyamışlardı: Fakat artık yeter, fıçıdaki boya, baştaki fes ile kendilerine aldanacak
kimse kalmadı! Rum Patrikhanesi kapı kahyası İkyadis, patriğin beyannamesi münasebetiyle Akşam gazetesi muharrirlerinden birine
diyor ki:
"Aramızı açmak doğru değildir,
yarın yine yüz yüze
bakacağız!"
Hangi yüz yüze İkyadis efendi. Sizde yüz mü kaldı ki yüzünüze
bakalım. Bizi öldürmek için
sapladığınız kirli hançerlerinizin ucundan hala temiz kanlarımız akıyor. Şimdiye kadar haindiniz, fakat iki
seneden beri katil de oldunuz. Hepinizde öldürülen bir Müslü- manın
kanı, yakılan bir evin hıncı, söndürülen bir ailenin laneti var.
Sakarya'dan İzmir'e kadar, yalnız
Türkiyeli Rumların elleriyle yanan köylerin, dumandan gündüzleri birer geceye ve o yangınların alevinden geceleri birer gündüze döndü.
Bir taraftan patrik hala alenen o beyanname ile Rumları Yunan ordusuna davet ederken, diğer taraftan kapı kahyasının
hala "birbirimizin yüzüne bakacağız" demesi: Yok, İkyadis Efendi dünyada her şey olur, fakat bu kadar hiyanet ve o
kadar kandan sonra yalnız bu dediğin olamaz ve olmayacak!112
Açık Söz, 2 Ekim 1921.
*
* *
112 Yn.l. Doç. Dr. Mustafa Eski. a.g. e., s. 142-143.
- Falih Rıfkı [Atay] (1894-1971)
"Yunan tebliği - Kütahya
işgalinden sonra
Yunan ileri hareketi devam ediyor. Düşman inatla mukavemet ederek Eskişehir'e
doğru çekilmektedir..."
Karşıyaka gazeteleri üç dört gündür Anadolu ordularını
yazılarla çevirdi, resimlerle esir, karikatürlerle mahvettiler. İki gündür Galata'da, Beyoğlu'nda, Adalar'da zevkin, oyunun, cümbüşün,
sırıtkanlığın ölçüsü yoktu. Sarraflar tekrar borsada drahmiyi rak- setirdiler, Beyoğlu
camekanları bu sefer
de Kostantin113 için "Zito" seslerile çın çın öttü.
Büyükada'da karyolalarının örtülerine kadar mavi beyaz boyalı oteller gelene bayrak salladılar, gidene şampanya açtılar. Gene orada Türk azalarını
kapısından kovan klüp bir kat daha Rumlaştı, iki kat daha Yunanlılaştı. ..
Kağıt üstünde kalemlerin bu kahramanlığına,
meyhane bayraklarının buram buram kırıtışına diyecek yoktu ... Daha ne isterdiniz; Anadolu ordusu kaçıyor,
dağılıyor, şehirler düşüyor ve kral, İzmir'den ağzını açmış gözünü yummuş var kuvvetile zafer edebiyatına cinaslar, istiareler, nükteler
yetiştiriyor.
Ancak bu rüya yirmi dört saat sürdü. Ne zaman ki Kocaeli'nin bir
ucundan, Afyonkarahisar'ın bir kenarından Türk akıncıları oklar gibi Yunan ordusunun sağına, soluna, böğrüne bağrına
saplanmağa başladı; Ne zaman ki yıldırım hızlı ve Türk cesaretli [çünkü Anadolu kahramanlarının cesareti için bunun bir Türk cesareti olduğunu
söylemekten daha
kuvvetli kelime yok] evet, ne zaman ki dağlar arkasında, ovalar içinde, ormanlar ortasında, gizlenen b:.ı kuvvetler ilk şevk ile ileri giden bu haçlı orduyu gerisinden zorladı. Bu sabah
113 Yunan Kralı 1. Konstantin (2 Ağustos 1868-11
Ocak 1923), 1913 ila l 917 ve 1920 ila 19n yılları arasında hükümdardı.
dikkat ettim: Tahidromos'un[153]
harfleri biraz daha ufaktı; Galata kalabalığında daha az mahmurluk vardı. Adayı
görmedim, fakat şüphesiz Yunan otelleri bayraklarını biraz azaltmışlar ve Yunan klübü dün akşam
daha az şampanya tıpası
fırlatmıştır.
Şimdi İstanbul Türklerine bir şey söylemek
hatırıma geldi:
Evveli akşam gibi, biraz şüpheli, biraz karanlık ve karışık zamanlarda bu Rum havrasının
İstanbul'a verdiği amansız yaygara havası içinde nasıl ezildiklerini bir defa daha düşünsünler ve bu ezgin, bitkin, kırılmış
gönüllerimizin en küçük Anadolu zaferi ile birdenbire nasıl, sevinç demiyelim, çünkü biz ölen yüz binliklerin vatandaşları, biz nasıl sevinebiliriz, fakat Anadolu'nun öyle bir zafer gününde
İstanbul'da bu havanın birdenbire nasıl
temizlendiğini ve nasıl ciğerlerimize olsun ferah verdiğini de düşünsünler. .. Bu fırtınadan sonra Anadolu 'ya söylenen sözü bu ölçü ile dinlesinler, Anadolu'ya söyleyecekleri
sözü bu ölçü ile tartsınlar.
Sevgili Anadolu, senin mağlfıp olmak değil, bir manevra adımı geri çekildiğin
günün akşamını İstanbul'da geçirmemiş bir Türk, senin büyüklüğünü ve senin pahanı bizim kadar nasıl anlıyabilir?
[154]
Temmuz 1921
*
* *
Buradaki cephe kaçağı, cesaret düşkünü
Yunanlılar iki gündür, ağızlarında
rakı salyası ile, sokak sokak, semt semt coştular. İnönü'nde Yunan'ın sayıca,
topça, tüfekçe bizden üç defa daha üstün ordula-
rını göğüs göğüse muharebe ederek bozduğumuz
günün sabahı, ne İstanbul sokaklarında otomobilleri kırmızı beyaz bayraklara sararak bir cadde aşağı bir sokak yukarı
koşturmuş, ne de
vapurlarda sırıtgan şamatalarla yolcuları rahatsız etmiştik. Yunanlılar ise on iki gündür henüz Türk
ordusunun yüzünü bile görmediler, fakat manevra oyunları içinde
ele geçirdikleri bir iki istasyon ve kasaba
fethinin sevinci ile Marn Fransızlarının zafer edebiyatını
sönük bir kitabet, şenliklerini titrek bir mum ışığı haline soktular.
Bu manzara bizi zafer idealine bin kat daha bağladı. Çünkü
şimdi Türk ordusu alçak avcıyı,
hınç ve öç solukları ile adım adım kendi ormanına doğru
çekiyor.
Bizans'ı tekrar diriltmiyeceğiz.
Bizim için Yunan üstünlüğünü tasdik edecek her sulh, hayatı imkansız
kılan bir şeydir.
Damarında bir damla
Türk kanı olanlar için öyle bir günü düşünmek bile hayali çatlatır. [155]
Temmuz 1921
*
* *
Arada sırada vapurda orta yaşlı bir Türk yolcuya tesadüf ediyorum. Bu yolcu sabahları Journal d'Orient117 ve akşamları Stambou/118 okuyor. Çok vakit Türklerle bile, Fransızca
konuşuyor. Başındaki fesi, İstanbul'a ilk gelen ecnebilerin tuhaflık için giydikleri eğri büğrü, tepesi kalkık, püskülü
dikişsiz fesine döndürmüştür. Belli ki fes giymekte acemi görünmemek bu gencin zıddına gidiyor. Vapur-
da, serpuşlarını mütarekeden beri değiştiren
Galatalı Frenklerle
Ta- tavlalı119 medeniler arasında başında kırmızı bir Türk damgası bulundurmak ona ağır geliyor. Bir gün Türkçesini dinlemek istedim, oturduğu yere yaklaştım,
yanındaki konuştuğu adam biraz alaturka idi ve zavallı genç, Türkçesini de tıpkı fesi gibi, buruşturmak,
bozmak için ne mümkünse
yapıyordu. Düzgün bir cümle söylemek, Arapça bir kelimeyi doğru harekelemek yüzünü
kızartıyordu.
Sansür
- Acaba beni Türk zannediyorlar mı?
Bu korkunç şüpheden kurtulmak için cebine soktuğu Journal d'Orient'ı tekrar çıkarıyor; Bosphore'u1^0 enine
boyuna tekrar açıyor; fesi bir paçavra gibi buruşturup yanına, kanapenin bir köşesine gömüyor. Okuduğu gazeteler içinde
"Türk-Yunan harbi" başlığı ona ancak "Yab adası mes'elesi" veya "Vaşington
konferansı" kadar merak veriyor.
Onun için Fransa'nın veya İngiltere'nin veya Amerika'nın en basit spor haberi Sakarya
Muharebesi 'nin en heyecanlı havadislerinden daha cazibelidir. Ve eminim ki şu dakikada dünyada kaç tenis müsabakası veya kaç yat yarışı olduğunu
biliyor. Hatta
diyebilirim ki bu müsabakalara ve yarışlara iştirak eden erkekler ve
kadınlar bütün familya isimleri ile hatırındadır. İstanbul'da mütarekenin, bir
Türk'ü öteki Türk'ten ayırmayan kara günlerden beri ister istemez gittikçe
azalan bu kozmopolitler şimdi gene sırıtır oldular. Bunlar Beyoğlu'nda da
aykırı kaldıkları içindir ki cihanda ancak bir emelleri kalmıştır: Para ve
Avrupa...
Fesi, gazetesi, dili, bayrağı, kanı
bu gence zillet gibi görünen bu milletin, yalnız parası, Türk harfleri ile
yazılmış ve Türk ellerinde kirlenmiş ve yırtılmış olsa da kıymetlidir. Bu öyle
bir tılsım ki onu
119
Kurtuluş semtinin Rumca adı.
120 İslanbul'da Fransızca yayınlanan günlük gazete.
Türk'ten, Türkçeden, festen, İstanbul'dan,
Türk zannedilecek yerlerde Türk alametlerini taşımak
utancından kurtaracaktır.
Evet düne kadar böyle idi. Fakat bu sabah işittim ki bu adam Avrupa'da bir vazife istemiştir; ve Avrupa'da Türklerin milli haklarını, milli davalarını
müdafaa edecekleri
bir postu ele geçirmek için etek etek eşik eşik dolaşıyormuş. Avrupa'ya gitmek ve Türk olmaktan kurtulmak, bu hayal bu
genci gece uyutmuyor, gündüz sersem ediyor.
Bundan sonra iyi Türkçe konuşamayanları, Türklüğü
benimsemekten utananları Anadolu nahiyelerinin güneşinde
pişire pişire aslına nesline benzetmeden dışarı çıkarmamalıyız. [156]
Eylül 1921
*
* *
Geçen günkü gazetelerden birinde zabıta havadisleri arasında sade olduğu kadar meraklı bir başlık gözüme
ilişti: "Bir
palto, bir can! ...
Vak'a şu: Serseri bir sefil gece vakti yol kenarında oturan bir fıka- ranın
önüne çıkıyor,
-
Paltonu ver!.. diyor
Vermediği için de zavallıyı
bıçakla vuruyor.
Fıkara adam kendi kendine demiştir ki:
-
Önümde koca bir kış ve arkamda bir paltom var. Evim
bu, ateşim bu, yatağım bu, yorganım bu... Bin kapı gezerek birkaç avuç köpek kırıntısı bulabilirim, fakat paltosuz ne
yapabilirim? Ölmek paltosuz kalmaktan daha hayırlıdır.
Ve şüphesiz öteki serseri de hemen hemen öyle düşündü:
- Karakış geliyor, belimdeki bıçağımdan
başka ne var? Şu adamı canı ile paltosu arasında muhayyer bıraktım. Mademki canı paltosundan daha ucuzmuş, şu kör
bıçaktan şimdi istifade etmezsem, ne kadar işime yarar?
Bu iki sefilden şimdi biri mezarda, biri zindanda yatıyor.
Yaşlıca bir memur geçenlerde diyor ki:
- Üç çocuğum, bir karım var. Kendimle beraber dört canız. Yirmi günde on lira alıyorum.
Topkapı'da iki
delikli bir kovuğa sokulmuştuk. Fakat şimdi kira artıyor. Ne yapacağımı
şaşırdım. Eğer on beş lira bulmak mümkün olsaydı, yangın arsalarından birinin oyuğuna teneke tavan kurup sığınacaktım.
Muhacirin müdürü, İstanbul'da 65.000 muhacir olduğunu yazdan beri söyledi, durdu. Acaba açların yekunu ne kadardır?
İstanbul' da belki üç yüz bine yakın Türk etsiz ve ateşsiz
yaşıyor. Ve et istedikleri de yok: Birkaç baş
kömürle bir iki
dilim ekmek binlerce yuva için en büyük
bahtiyarlık pahasına çıktı.
Büyük harpten evvel dilencilerimiz
bile, dilendikleri evlerin şimdiki sahiplerinden daha bahtiyardı.
Şehremini diyor ki: "Emanet kasası
tamtakırdır, borcumuzdan başka bir şeyimiz yok" Muhacirin müdürü kömür ve ekmek ianesini ecnebilerden
umuyor!
Maliye Nezareti yirmi günde Türk
halkın bir kısmına ancak bir iki günlük sadaka dağıtıyor.
Sansür
Bu şehirden hiçbir şey kazanamayan Türk halkı, midesi boş, boğazı kuru, Şehremininin nutkunun suratına
bakıyor.
Sonra soruyorlar ki Anadolu ne için
çarpışıyor? Eğer Yunan ordusu, Papulas'ın dediği gibi, asayişi kurmuş olsaydı, bu sene Ankara da, Konya da İstanbul gibi olacak değil mi idi?
Sansür
İstanbul için ve bütün Türk milleti için tek bir ümit varsa o da vatan ve vatandaş
haklarını kazanmak
isteyen Anadolu mücahedesinin zaferindedir. Çünkü Venizelos'un ln ve şimdi Gonaris'in, 123 orduları ile, mantıkları ile, paraları ile vücude getirmek istedikleri yeni Türkiye bir Afrika müstemlekesi ve yeni Türkler Afrika yerlileri olacaktı. Anadolu'nun Türk kanı ile suladığı topraktan bizim için yeni bir vatan ve yeni bir vatandaşlık
yetişiyor. Rumlar,
Ermeniler, Yahudiler:
- Bir gün evvel sulh!
diye bağırıyorlar. Bu yaygara bizim kulağımızın
kenarından geçiyor, çünkü sulh bizim için gaye değildir. Bizim için gaye Türklere
yer/i'liğin bütün zillet ve sefaletlerini getiren şartların kökünden ortadan kalkmasıdır.
Bugüne kadar
akalliyetleri düşünenler, cemaatler hesabına bir sulh yapmak istediler. .. Yeni sulh ekseriyetin sulhu olmalıdır.
İstanbul'un hergün artan sefalet faciaları
gözlerimizi Sevre
sulhuna değil, Anadolu harbine çeviriyor. 124
Teşrinievvel 1921
*
* *
Beğenmemiş Olacaklar...
İstanbul'da zafer ianesi toplamağa karar veren hey' et düşündü, ki her vakit olduğu gibi gene maaşsız memurdan, aç halktan para istemek doğru değildir. .. Fakat İstanbul'da
hergün peşin para kazanan tüccarlar, büyük zenginler, sonra zaferimizle bizim kadar sevinen ve Büyük Millet Meclisi 'ne adeta
milletten evvel biat eden hemşe- riler var. Bu sınıf hiç olmazsa elli altmış bin lira verebilirdi. Gazeteler önayak oldular. Ceplerinden bir iki bin
lira ile, sütunlarında birkaç gün nasihat verdiler. Zaferin değerini dilleri döndüğü kadar tekrar anlattılar.
Yanıp kül olmuş küçük kasabalarımızda bile bu vazifenin unutulmadığını söylediler.
Öyle sanıyorduk ki bir iki gün sonra gazete sütunları iane rakamlarından
taşacaktı. Fakat yazık, şimdiye kadar bir para vermediler. Dün hey'ette çalışan bir arkadaşımız dedi ki:
- Tahminimizde aldanmışız. Galiba utanacağız. Acaba sırası değil mi idi?
Bu suali ben başka türlü sormak istiyorum:
- Acaba beğenmediler mi?
Evet acaba yangından yanmış yüzü ile, kılıç sallamaktan nasır tutmuş eli ile, saçları kanlı
şakaklarına yapışmış, dört sene ölümün ta kendisi ile dövüşerek bize kavuşan öksüz zafer kızını
beğenmediler mi? Bir Galata orospusuna bütün altınlarını verenler, bu dişi aslanın
başına takacağımız eklil için neden bakır akçelerini esirgediler?
Zafer, halka şeref ve hürriyet getirdi. Fakat, zengin Efendiler,
o size dört senedir demir kapısı önünde dolaştığınız haznelerin tılsımını getirdi.
Zaferden evvel dükkanınız tehlikede idi. Düşman bizden yaşamak, sizden de kazanmak hakkını
almıştı. Ya siz,
Yahudi hemşeriler, bu zafer bütün rakiplerinizi memleketten kovdu, meydanı size bırak-
tı. İstanbul piyasasını ellerinde tutan en kuvvetli Rum
bankerleri Atina'ya göç ettiler. Şehrin bütün kazanç kaynaklarını keyfinize ve sermayenize açık
bıraktılar. Hiçbir zaman meydanda bu kadar rakipsiz kalmamıştınız.
Bu yaralı zafer kızını evleri yananlar, bağları yananlar, çocukları, karıları
ve babaları yananlar beğendiler ve onun kanlı cemal ini görünce
yangının ve ölümün dehşetini, ölenlerin acısını unuttular ve kızlarının
kesilen boynundan kalan ziynetleri onun yoluna serptiler. ..
Onu niçin beğenmediniz? O harbi
kazandı. Fakat siz ganimet içinde kayboldunuz. Size bağışladığı ganimetten ona
küçük bir hediye olsun ikram etmez misiniz?
Size vatanı geriveren zafere, hanlarınızın,
apartımanlarınızın vergisi kadar bahşiş veremez misiniz'?
Bu hizmet, Galata barlarından
herhangi birinin, zaferden evvel, Türk olduğunuz için hakaretlerine
uğradığınız garsonlarının servis'inden sizi daha mı az memnun etti? [157]
Şubat 1923
*
* *
Mehtap vardı. Madenyolu üstünde bir
bedbinle dolaşıyordum. Bilseniz ne bedbin, ruhunun karanlığı aydınlık bahar
gecesini bulandırıyor. Öyle amansız ki burada ayağı taşa takılsa Ankara' da
hüku- metin düşmesi lazım geliyor.
Şarkı nakaratı gibi, her şikayetinin
sonunda bir terane var: "- Bu fırsat ta kaçıyor!"
Fırsat kelimesini Peyam-ı Sabah kapandığından beri unutmuştum.
İstanbul karilerinin
hatırındadır: Ali Kemal'e126 göre Anadolu her- gün siyasi, askeri bir fırsat
kaçırırdı. Avrupa
devletlerinin tekliflerinden herhangi birini reddetmek, kaçırılmış bir fırsattı.
Şimdiki mantık ta yavaş yavaş bu hale geliyor: Rodos tahşidatı mı
olmuş, kaçırılmış fırsatların neticesi! Arnavutluk mu ayağa kalkıyor, bakalım bu fırsatı da kaçıracak
mıyız? Milran mı düştü, bu da bir fırsat ise de istifade edecek zeka
nerede?
İhtimal Anadolu tarafından geliyor diye, bedbin arkadaşım
mehtaptan bile kaçıyor.
Denize arkamızı dönerek çamlığa doğru gidiyoruz. O sırada kulağıma derinden sesler geliyor. Dört sene evvel, henüz hapisten çıkmış, arasıra
gene bu yol üstünde
dolaşırdım. Rumlar
eskisi gibi hakaret etmezlerdi, bize acıyorlardı, o kadar düşkün ve bitkindik. Kadınlar, erkekler, hep bir ağızdan
bağırışıyorlardı:
Zito, Zito Vinizele
Kondoriyotis ke Dankilis 127
Ayasofya için de bir türküleri
vardı, şimdi hatırlamıyorum. İncesaz bu şarkıları söyler, liitama bu havayı çalar,
eşekler bile bu marşla
yürütülürdü.
Türk evi olduğunu bildiklerinden, boğazları
kurumuş olanlar
bile, kapımızın önünde mutlak bir iki nakarat bağırırlardı. Hele Papulas'ın zafer akşamları,
Büyükada baştanbaşa bir tek saza dönerdi. Ertesi sabah bütün Ada Rumlarının sesi kısık çıkardı.
126 Ali Kemal Bey
(1867-1922) gazeteci ve şair idi. 6 Kasım 1922 tarihinde linç edilerek öldüıi ldü.
127 Türkçesi
"Yaşasın, yaşasın Venizelos, Kunduriyotis ve Danglis" Kuniduriyotis, Amiral Pavlos
Kunduriotis, Danglis ise General Panayiotis Danglis'tir. Bu üç şahıs, 1915 yılında Yunan Kralı' ın
kovulmasından sonra naip olarak Yunanistan'ın babına geçeceklerdi.
Bedbin arkadaşım: "-Şu sessizliğe bak, mütareke senelerinde bile ne kadar şevk
vardı." Rumlarla birlikte İstanbul'un neş' esi de gidiyor. Burası da Hasköy'e döndü...
Mütareke seneleri bile... Korkulu bir rüya gibi kendimi dört sene evvel, biraz nefes almak için Madenyolu üstünde
gezindiğim gecede
zannettim. Derin bir uğultu gibi kulağıma şarkı sesleri geliyordu:
Zito, Zito Vinizele
Kondoriyotis ke Dankilis
Denizden karadan, evden sokaktan Papulas'ın zafer marşları yağıyordu.
Hakikat Ada o
zaman ne kadar neş'eli idi. Bunu bedbin arkadaşıma hatırlatmak istedim. Kimbilir nekadar kızacak, belki bugünlerde çok
söylendiği üzere:
- Hiila mı İzmir zaferi?.. Hala mı mazi? "Bıktık,
usandık...
diyip yanımdan kaçacaktı. Halbuki bu bedbini dinlemekten mahrum kalmak, hakikaten kaçırılmış bir fırsat olurdu. 128
Haziran 1 924.
*
* *
30 Ağustos
30 Ağustos, takvimin hergün koparıp
attığımız yapraklarından biri, dört sene evvel, bu yaprağı da ötekiler gibi, hiç tereddütsüz
koparıp atıyorduk. Fakat iki seneden beri 30 Ağustos yaprağı, takvimin karanlığı
içinde bir şafak gibi söküyor. Bu yaprak elimizde, büyük hatırayı
düşünüyoruz.
1 28 Falilı Rılkı Alay.
a.g.e.. s. 407-409.
338 senesi gazetelerinin o günkü
nüshalarını açınız; İstanbul'un henüz bir şeyden haberi yok; her taraftan şaşırtıcı müphem
haberler geliyor.
Herkes bu müphemliği gönlünün dilediği gibi tefsir etmektedir; Galata'nın hayali bir türlü, İstanbul
hayali başka türlü
çalışıyor.
Zafer havadisi İstanbul'a yıldırım gibi indi. Sevinenler sevince,
meyus olanlar ye'se hazırlanmıştı. Biz nasıl meserretten vurulduksa, bize düşman olanlar da kederinden öyle vuruldular.
Bir akşam gene haber, rivayet, tebliğ beklemekten yorgun Ada'ya129 dönüyorduk. Vapurun Rum kalabalığı
içinde bir kaynaşma vardı.
Bir şey yapmaktan bir şey söylemekten
kendilerini güç
tuttuklarını seziyorduk. Birinin ağzı yanındakinin kulağına eğiliyor,
fısıldanan esrarlı havadis, ötekinin gözlerinde ve dudağında tebessüm olarak doğuyor. Biz ise bir köşeye
büzülmüş, öldürücü bir haberle bütün gece kıvranmaktansa hiçbir şey duymamak ve anlamamak istiyoruz.
Fakat bu sır Rum kalabalığının
içinde uzun müddet gizli kalamadı. Nihayet açığa vurdu: "Türk ordusu mahvolmuştur.
Başkumandan esir
olarak Yunan karargahındadır."
Ah o gece, Yat Klübü ve bütün Rum muhitlerini çalgı, türkü,
içki içinde çıldırtan, Türk İstanbul'a ölüm kıvrantısı içinde gözyaşı döktüren o gece, sonra hiç gelmemesini istediğimiz o sabah, hiç doğmasını
istemediğimiz o sabah güneşi! Yollarda, mücrimler gibi, yüzlerimizi birbirimizden saklıyarak yürüyorduk ve öğleye doğru o vakit Ankara' dan şifre almaya başlayan Hilaliahmer bize şu tebliği verdi: "Yunan ordusu mahvolmuştur,
Başkumandanları esir olarak Türk karargahındadır. " [158]
Ağustos 1926
*
* *
1918 Eylül ayındayız. Büyükada'daki Yat Kulübünde son Türk mevsimini tamamlamak üzereyiz.
1914' e kadar, bankalar, şirketler ve piyasalar gibi, kulüpler de Türklere hemen hemen kapalıydı.
Şimdi "Büyük Kulüp" dediğimiz Cercle d'Orient'in resmi dili Fransızcadır.
Bugünkü İstanbul Kulübünün bir adı da İngiliz Kulübüdür. Padişahlıktan en küçük idare hizmetine kadar siyasi
iktidar biz Türklerde iken, Beyoğlu ve Galata hakiki bir sömürgeciler yatağı, Osmanlı-Müslüman sınıfı ise bir proleterya ezginliği
içinde idi. 1908 Meşrutiyeti, saltanat devrinin 33 yıllık mabeyn ve Bab-ı ali oligarşisini de yıktığı için,
büsbütün yaldızsız, gösterişsiz bir kalabalığa dönmüştük. İttihat ve Terakki Fırkasının Rumeli'den İstanbul'a
taşınan merkez-i
umumisi, uzun müddet, eski Alemdar Mustafa Paşa takımına benzer, şivesi tuhaf, adetleri iptidai, mizacı dağlı bir komiteciler ve fedailer ocağı gibi yabancı
kalmıştı. Gece
vakti bir paşa, birkaç gazeteci öldürülmüş, bazılarının katilleri hiç aranmamış, bulunanlar da merkez-i umumi nüfuzu ile korunmuştu. İlk
Bab-ı ali hükumetleri bu esrarlı cemiyeti idare edenlerin kuklaları
sanılırdı. Fakat
merkez-i umumi'nin de hükmü Türklere idi. Hristiyanlar tekin değildi. Ecnebiler ise büsbütün
imtiyazlı idiler.
Mahkemeleri dahi ayrı idi.
1914 Harbi başlayınca Beyoğlu çevreleri sindiler. Tekalif-i harbiye denen rekizisyondan ve polisten korktukları
için Hıristiyanların Türklere yanaşmak ve onlara hoş görünmek yolunu tutmaları tabii idi. Kapitülasyonları
kaldıran İttihatçılar, iktisat ve ticaret gibi, kulüpleri, hatta otelleri de Türkleştirmek
lazım geldiğini düşünmüş olacaklar, Merkez-i umuminin başlıca azaları iki harb yazlarında
Büyükada'ya göç ederler ve Yat Kulübe yahut kiralık köşklere yerleşirlerdi.
Harb zenginleri ve karaborsacılar
zayıfmizaçlılara sokulmak yolunu kolayca bulmuşlardı. Bir kılı kırk yaran ahlakçıların
nasıl olup da halk
sefaletiyle bir hızda artan, küstah ve sırıtıcı sefahetin iç yüzüne doğru
bakmak merakını
duymadıklarına şaşardık.
Yat Kulüpte iki parola vardı: Harbe devam ve zafer.
Zaferden en küçük şüphe imansızlıkla damgalanmak için kafi idi. Bir merkez-i umumi azası vardı ki kardeşi az zamanda harb zenginleri arasına geçmişti. Kendisi ise Yat Kulübün
bahçesinde fikir adamlarına bir iman korkuluğu gibi görünürdü. Çok
dürüst kalmıştı da! Mutbak ihtiyaçlarını merkez-i umumi devletinin vermekte olduğu bu devirde fikri uğruna
vesikalarını tehlikeye koyabilecek pek az kahraman çıkmış olması tabii değil midir?
"Zenginler bir gün işe yarar" düşüncesi de vardı. Sanki bütün bu zenginler paralarını
İttihat ve
Terakki hesabına biriktirmekte idiler. Sonraları bana aynı kulübün
bahçesinde, sağ elini parmaklariyle sol elinin avucunu göstererek:
İki milyon lirayı elimde gördüm, diyen Seliinikli Karasu, İngiliz donanması İstanbul'a girdikten hemen sonra İtalyan
tebaalığı- na geçmişti.
İttihatçı Nazırlardan birinin himayesiyle yüz binler kazanan bir iş adamı,
Mütareke zamanı, kendisine çocuklarının İsviçre'ye gidebilmesi için bilet parası vermenizi rica etmektedir, dediğimde:
Nerede bende para? Kendim nasıl
geçineceğimi düşünüyorum, diye yazıhanesinin kapısını yüzüme kapamıştı. ( ...)
Yat Kulübü Rumlar teslim almağa
hazırlanmakta idiler. Gelecek yaz, kulübün kapıları Türklere kapanacaktı.
İçeride Yunan zaferleri şerefine yapılan şenlikleri görüp kahrolmamak için arka
sokağından bile geçmiyecektik. ( ... )
General Franchet d'Esperey Köprü
başından beyaz bir ata binerek, ve atı ürktüğü için kendini seliimlıyan
mızıkayı kırbaciyle susturarak, Galata nümayişçileri arasından Beyoğlu'na
çıktı. Bu beyaz at, fetih resimlerinde İkinci Mehmed'in suya at süren 465 yıllık
hayaletini çiğnedi, geçti.
Öğle üzeri Padişahı kovarak Dolmabahçe
sarayına kendi yerleşmek
istediği havadisini
duyduk. Acaba Fransız generalini Dolmabahçe sarayı üzerinde kendi bayrağını
dalgalandırma fikrinden caydırmak mümkün olacak mı idi? Bütün kaygımız bu...
Rahmetli Süleyman Nazif, gazetelerden birinde, bu giriş gününe "kara gün" adını
vermiştir ve birkaç satırlık
bir fıkra
yazmıştır. Franchet
d'Esperey bunu haber alınca:
Hemen yakalayınız, kurşuna diziniz, emrını verir. Kim Bilir kimlerin ricaları
üzerine Dolmabahçe Sarayı'na yerleşmek ve Süleyman Nazif'i kurşuna dizdirmekten vazgeçer.
Bir manevi çözülüş içinde idik. Bu çözülüş
gittikçe ağırlaşarak İzmir işgaline kadar sürüp gidecektir.
İstanbul'da hayat denebilecek ne varsa, birkaç güç
içinde Türklüğün havasından çıktı. 1911 'den hele Rumeli'yi kaybettikten beri durmadan düşen
İstanbul'un Birinci Dünya Harbi'nde çekmedik çilesi
kalmıyan Müslüman semtleri bir göçüş hali gösterir. Hemen bütün mülkler Emniyet Sandığı'na veya tefecilere rehin verilmiştir. Atina Bankası, Türk
malı satın alacak
olanlara hesapsız kredi açar. Gazetelerde ikide bir, satmayınız, göçmeyiniz, konulu yazılar okursunuz.
Kendi kendime düşünürüm: Eğer o hal devam etseydi ne olurduk'? Padişahın
sarayından son
memurun yuvasına kadar, cemiyetin başı hazneye bağlı idi.
Galata kaynaşmakta, Beyoğlu şenlik içinde, biz ise şehrin bu yakasında birbirimizin boğazına
sarılmış, sövüşüp duruyorduk. Sevmediklerinden öç almak için işgal casuslarına
yanaşanlar çoktu. ( ...)
Anadolu eşirrasının, Anadolu'da bir
harekete önayak olabileceklerin yakalanmaları hakkında emirler gider,
havadisler gelir. Bütün bu kaynaşmalar, İzmir işgali hazırlıklarının bittiğini
göstermekte idi.
Havada bir titreme var. Bir türlü sahi olabileceğine
inanmıyoruz. Fakat vapur güvertelerinde ve kamaralarda Rumlar, bize yan yan bakarak ve sözlerinin
işitilmesine dikkat ederek konuşuyorlar. Yüzlerinden sevinç akıyor. ı3ı
*
* *
Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada'ya gidiyordum. Aydınlık, ferah bir ağustos akşamı ... Köpüklü, uyanık
ve neşeli bir deniz. Güverte, tıka basa dolu... Türkçe
konuşamıyanlarda, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. "Ne olmuştu?" diye sormaktan korkuyorduk.
Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın
onu zihnimizde
ha- fifletmiye uğraşıyorduk. İhtimal durmuştuk. Belki de bir iki noktada gerilemiştik. Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı?
Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler? Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da, elbette Sevr
Andlaşmasından daha iyi olurdu.
Fakat içimizdeki sualin, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz
cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün
karargahı ile
beraber esir olmuş...
Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalb denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış
olduğunu ben, o akşamüstü
Büyükada vapurunun
güvertesinde öğrendim.
Türkleri Büyükada Yat Kulübü'nden
kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o akşam
cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal'in esir olması şerefine
kavın bütün şampanyaları patlıyor ve o Türkler de dağıtılan kadehleri içmeğe
zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk çocuğun çığılıklariyle geçilmez bir hale geldi.
131 Falih Rıfkı Atay, Çankaya Atatürk Devri Hatıraları, Birinci Cild, Dünya Yayınları,
İstanbul, [1958], s. 24-27, 43-44, 86.
Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arıyarak sabahı
ettik. İlk vapurun en görünmez
köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.
Bütün Türkleri, yas içinde
bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu mu- hipler cemiyeti azaları mı idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?
Meğer bütün karargahı ile Başkumandan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkumandanı Trikopis esir olmuş...
Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış
olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçramağa
başladım. Habere,
havadise, telgrafa koşuyorum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin
kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir'e
ınıyormuşuz.
Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk
hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün
heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk. 132
*
* *
- Gazeteci Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu
(1893-1972)
Muzaffer İtilaf devletleri İstanbul'u
işgal etmişler, bir kısım Rum, Ermeni hemşehrilerimiz gemi azıya almışlar, şımardıkça şımarmışlardı.
İngiliz, Fransız, İtalyan harp gemilerinin zor kuvvetiyle bir türlü geçemedikleri Çanakkale Boğazı
'nı, Mondros Mütarekesi'nin
hükümlerine dayanarak
aşıp Dolmabahçe önünde funda demir
131 Falih Rıfkı Atay. Çankc(ı·a Atatiirk Devri Hatıraları. Dünya Yayınları.
İstanbul. 1958. s. 197-198.
edişlerini, İkdam binasının Boğaz'a bakan pencerelerinden gözlerimizden yaşlar aka aka, yüreklerimiz kavrula kavrula seyretmiş
olduğumuzu aradan
otuz yedi yıl geçmiş olmasına rağmen, halii bugünkü gibi hatırlarım. Neydi Yarabbi, o kara günler!
İstanbul'un öz çocukları biz Türkler kan ağlıyorduk, asırlar boyunca bu şehirde yaşamış, servet ve refah sahibi olmuş ekalliyete mensup bir takım
hemşerilerimiz ise keyiflerinden, neşelerinden kaplarına sığamıyorlar, zevklerinden oynuyorlardı ...1 33
Hilali terhis olunduktan sonra Mihran Efendi'nin meşhur
Sabah'ındaki yazı işleri müdürlüğüne dönmesine döndü idi ama İstanbul da muzaffer düşman
ordularının işgali üzerine acayipleş- tikçe acayipleşiyordu. Daha düne gelinceye kadar bizden görünen, bizden sayılan bir kısım ekalliyetler artık kraldan ziyade kral taraftarı
geçinir oldular.
Sanki harbi kazananlar bunlardı. Nümayişler, ardı arası kesilmeyen "zito"lar,
yollarda, caddelerde fes kapmalar, çarşaf yırtmalar birbirini kovalar olmuştu.
Nihayet bütün bu şımarıklıklar,
taşkınlıklar, nankörlükler gayretul- laha dokunmuş, Türk'ün ayranı kabarmış olacak ki, milli kıyam başladı, milli hareket belirdi, Kuva-yı Milliyecilik ruhu doğdu. Rahmetli Atatürk de Samsun'a ayak basınca şurada,
burada münferit vak'alar halinde kendini gösteren bu mukavemet hareketleri muntazam
bir askeri hareket halini aldı. Artık tam manasıyla Milli Mücadele
başladı idi.134
*
* *
133 Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar
Etrafında Mütareke Yıllarında İstanbul, haz: İsmail Dervişoğlu, Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2009, s.
57-58.
134 Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar
Etrafında Mütareke Yıllarında İstanbul, haz: İsmail Dervişoğlu, Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2009, s.
161.
- Teşkilat-ı Mahsusa'nın Son Başkanı Albay Hüsamettin
Ertürk Birinci
Cihan Harbinin galib devletleri, donanmalarile İstanbul'a geldikleri zaman, şehri üç kısma
ayırmışlardı: Bunlardan Beyoğlu ve havalisi ta Kavaklara kadar İngilizlerin, İstanbul ciheti Yeşilköy'e kadar Fransızların,
Kadıköy semti,
Pendik'le Kavaklar arasındaki geniş sahada İtalyanların mıntıkası olarak kabul edilmiş, bu bölgelerde askeri karakollar kurulmuştu. Her karakolda bir subay ve yanlarında hem tercümanlık yapmak, hem de kılavuzluk etmek üzere, bir Rum, bir de Ermeni yardımcı
bulundurulmuştu. Rumlar ve Ermeniler sevmedikleri veya intikam almak hevesine düştükleri
Türkleri, İstanbul'u mıntıkalara ayırmış olan ecnebilere haber vermekte, onların
cezalandırılmasını temin etmekte idiler. Galata'da sakin Venizelosçu Rumlarla Tatavla'nın ve Yenişehir'in
kabadayı geçinen Rum palikaryaları, Türklere göz açtırmıyor, Karaköy'de,
Beyoğlu'nda Kalyoncukulluğu'nda bunlardan hiçbirini sokağa bile çıkartmıyorlardı.
İşte bu sıralarda Rum delikanlıları
Kasımpaşa'ya bir iki defa inmiş, bazı hadiselere sebebiyet vermişlerdi. Bunun üzerine son derece heyecanlı ve milliyetçi olan Kasımpaşalı
gençler de derhal
teşkilatlanmışlar. Kızlarına ve çocuklarına karşı bir tecavüzü,
sindirmeğe karar vermişlerdi.
Diğer taraftan
Tatavla, Feriköy, Papazköprüsü, Yenişehir, Dolapdere ve Kalyoncukulluğu'nda
türemiş Hrisantos135
adında bir Rum kabadayısı vardı. Eli tabancalı, beli bıçaklı olan bu haydud, sağda, solda kahbece adam vurarak büyük bir şöhret elde etmiş, bir nevi eşkıya
kesilmişti. Bunu ne zabıta ve ne de halk tutamıyor,
adını duyan korku geçiriyordu.
Başka bir yazımızın
başlıbaşına mevzuu
olacak olan Hrisantos, Tatavla Rumlarını çok şımartmış ve Kasımpaşa'ya
135 Hrisantos hakkında bilgi için bkz: Dr. Gürkan Fırat Saylan, ··işgal İstanbul'unda Eli Kanlı Bir Örgüt: Hrisantos Çetesi'', A tatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırma/arı Enstitüsü Dergisi, Sayı 44, 201 O, s. 325-343; İhsan Birinci, ··ttrisantos Nasıl Öl-
dürüldü9", Hayat Tarih Mecmuası. 1-6 Temmuz 1970, s. 62-66;
Muharrem Alkız. Hrisantus 'ıı Ben Ö/diirdiiın, İstanbul. 1952; Ali Karayaka, "Mütareke
Yıllarında (
1919-1920) İstanbul'da İşgal Güçlerinin Himayesinde Bir Katili Şerir; Hrisantos", l'o/i.ı·
lJergisi, Xlı45, 2005. s. 20^-213.
meydan okur bir hale getirmişti.
İşte bu semtteki
hassasiyet bundan dolayı azami haddine vasıl olmuştu. Hrisantos bir defasında Ayna- lıçeşme karakolunu basarak, komiserinden dümenci polisine kadar bütün kadrodaki polislere hakaret etmiş ve elini kolunu sallıyarak karakoldan çıkmıştı. 136
*
* *
-Atatürk'ün Yaveri ve Milletvekili Salih Bozok (1881-1941)
İstanbul'da bulunan azınlıklar,
savaş sonunda Türkler aleyhine biteceğine emin oldukları andan itibaren gemi azıya aldılar.
Türlü taşkınlıklar yapıyorlardı. Özellikle Rumlar her fırsatta "zito Yunanistan, zito Müttefikler"
diye bağırmaktan ve Rumca şarkılar söylemekten
çekinmiyorlardı. Pazar günleri Boğaziçi vapurlarını dolduruyor, içlerinde
çaldıkları )atamalara
eşlik ediyor, türlü kepazelikler yapıyorlardı. Türklüğe hakaretler de caba. Küçük büyük her Türk'ün yür,eği
kan ağlıyor,
tevekkül içinde bunlara seyirci kalmaktan başka çare göremiyorlardı. Memleket iflasa yüz tutmuştu.
Artık yapılacak iş kalmamış gibiydi.137
*
* *
- Prof. Dr. Akdes
Nimet Kurat (1903-1971)
13 Kasım (1918) Çarşamba günü, puslu bir hava içinde,
İngiliz, Fransız, İtalyan ve hatta Yunan zırhlı ve muhriplerinden mürekkep bir düşman
donanması İstanbul Boğazına gelerek Saraybumu ile Bebek arasında demirledi. Düşman harp gemilerinin, gelişi İstanbul Türk-İsliim ahalisi tarafından, "kadere boyun eğme"
inancının
136 Hüsamettin
Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Pınar Yayınları, İstanbul, 1964, yazan Samih Nafız Tansu, s. 231-232.
137 Salih Bozok - Cemil S.
Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, Çağdaş Yayınları. İstanbul. 1985, s. 46-47.
verdiği emniyet ve tevekkül
içinde, tam bir sükunetle
karşılandı; içte saklanan nefret ve kin hisleri, ve "nasıl geldilerse öyle giderler" cümlesiyle ifade edilen, fakat bağırarak
söylenmiyen inançlar, dua ve niyazlar içinde İstanbul Müslüman halkı bundan sonraki gelişmeleri
sabırla beklemeye
başlayacaktır. İslam-Türk ahalisinin bu sükunet ve vekarına
karşılık Ermeni ve
bilhassa Rum azınlıklar çılgınca tezahürata başladılar. Rum, Ermeni ve Yahudi evlerinin Boğaz'a bakan pencerelerinden İtilaf Devletleri bayrakları
sallanmakta ve rıhtımda toplanan azınlıklar
çılgınca bağırışıp-çağırış- makta, gelen düşmanı selamlamakta idiler.
Beyoğlu caddelerinde bilhassa Yunan bayrakları sallanmakta ve Türk polisi buna seyirci kalmak
mecburiyetinde idi. İstanbullu Rumlar tam bir bayram havası içinde
yaşıyorlardı. Calthrope 'in söz vermesine rağmen, Yunan harp gemilerinin de İstanbul'a gelmelerine müsaade edilmişti. Bu defa İstanbullu Rumlar, motorlar ve sandallarla
Yunan harp gemileri etrafında çılgınca tezahürat yapmakta idiler. Mütareke
ahkamı, zaten ilk
gününden itibaren çiğnenmeğe başlamış ve bilhassa Yunanlıların İstanbul'a gelişleri
büyük endişelere yol açmıştı.138
*
* *
- Maarif Vekili
Esat Sagay (1874-1938)
Candan vücudumu vakfetmiş olduğum askerlikten çekilmek bana oldukça acı geldi. Ordu ve donanma pazarı (Eşya-yı
Askeriye Türk Anonim Ticaret Şirketi) Umumi Müdürü
sınıfarkadaşlarımdan Namık Paşazade Ubeydullah Paşa ile görüşürken
şirketin müdürlüğü münhal olduğunu söyledi ve beraber çalışmaklığımızı teklif etti, kabul ettim. Askeri eşya satan zengin bir şirkettir diye Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti Umumi Merkez Azası ve bunların
teşvikiyle, Mu-
sevi ve bazı Dönme casus ve serserilerin yardımı ile İngiliz askeri makamları,
Bahçekapı'daki Ordu ve Donanma Pazarı mağazasına musallat oldular. ( ...)
Müdür-i Umumi İsmail Bey depolardaki eşyayı paraya tahvil ile geçer eşya almak için bazı komisyoncular çağırtmış, bunlar depolardan birer numune alırken, kasaturalardan da üç numune elde etmişler ve hemen Beyoğlu İngiliz
polis kumandanına
götürmüşler. Bu komisyoncular (Marko isminde kısa boylu ve şişmanca bir _
Musevi ve ismini şimdi hatırlayamadığım bir dönme) İngiliz polis hafiyesi imişler.
Bir pazar günü öğleden sonra, mağazanın üst
katında bulunan müdüriyet
odasında meclis-i
idare (Topçu Hasan Rıza, Piyade Neşet ve Ubeydullah, Topçu İbrahim Paşalar, İpekçi İsmail Bey ve ben) içtimasında iken alt katta satış yerinde gürültüler ve bağırışmalar oldu, merdivenden gürültü acele ile yukarı
çıkanların ayak
sesleri ve arada birkaç silah sesi işitildi. Hatırıma derhal, bazı Rusların
mağazalara girerek kasaları
boşalttıklarını işittiğimden, bir baskına uğradığımız geldi ve odanın demir kapılarını
kapatıp arkasına dayandık. Ben pencereye koştum, polise haber vermeleri için geçen yolculara bağırmak istedim. Halbuki mağazanın
karşısına halk birikmiş bir şey seyrediyorlar. O esnada odanın kapısı vurulmaya başladı ve Fransızca olarak "polis anglez" denildiğini
işittik. "Yapacak yoktur, kapıyı açalım" dedik. Karşımızda İngiliz zabit ve neferleriyle, nefer kıyafetinde ve lisanlarından Rum ve Ermeni oldukları
anlaşılan tercümanlar gördük. Depoda sandıkların kırıldığını işitiyorduk. ( ...) Kıymetli
eşyadan çok zayi vardı. En ziyade İngi- lizlerin maiyetindeki Rum ve
Ermeni neferler bunları almışlar. Zayiat defterlerinin bir suretini İngiliz
İstanbul polisine
verdim. Zayi eşyanın bir kısmını bu neferlerde bulmuşlar ve bize iade ettiler. 139
119 Esat Sagay. "HOCAM" Maarif Vekili Esat Sagay'ın Hatıraları. haz: Eren Sagay.
Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 58-81.
*
* *
- Dr. Ferruh Niyazi Ayoğlu (1888-1963)
6 Şubat 1919
Galata' dan itibaren Beyoğlu'na
doğru bütün sokaklar Türk bayrağı
dışındaki diğer bayraklarla süslenmiş, kordelalar asılmış, insanlar sokakları
doldurmuştu. Şımarıklık son haddine ulaşmıştı. Öğrendik ki, Makedonya Orduları
Başkomutanı olan
general İstanbul'a gelecek ve bir fatih olarak karşılanacak, Beyoğlu'ndaki karargahına götürülecekti. Saat dokuza doğru bir Fransız
zırhlısından istimbota binen general, limanı dolduran savaş gemilerinin top sesleri ve
gemilerden çıkan düdük çığlıkları arasında Galata Rıhtımı'na
yanaştı. Kalabalığın en büyük kısmını İstanbul'un gayrimüslimleri oluşturuyordu. Alkış ve çiçek tufanı
içinde karaya ayak
basan mağrur general Fatih Sultan Mehmet'i taklit ederek beyaz bir ata bindi ve yavaş yavaş
Karaköy Bankalar
Caddesi'ne yürüdü. Sokaklarda, evlerin pencerelerinden yığılan kadınlı
erkekli binlerce
levantenin durmayan alkışları, çiçek ve konfeti yağmuru altında üç saatte Beyoğlu'ndaki
karargahına gidebildi.
( ...)
O günlerde çeşitli isimlerde ve çeşitli dillerde yayınlar yapan gazeteler çıkıyor, sütun sütun barbarlığımızdan
ve vahşetimizden
bahsediyorlardı. Bunları biliyor ve görüyorduk. Bir gün, Beyoğlu'nda Fransızca çıkan
Rönesans isimli
bir gazetede,140 çok acı ve yazanlara şeref veremeyecek yeni bir saldırıyla
karşılaştık. Gazetede, Kafkas sınırlarında görev almış ordumuzun doktorlarının, bilimsel deney maskesi altında binlerce Hıristiyan erat ve subayı, hatta hekimleri öldürdüğünü ileri sürülüyordu.
Dünya ilim meclisinde sandalyeleri olan Ti.irk hekimliğinin
asırlardır süren temiz gayretleri de böylece yok ediliyor, milletlerarası bir ilim olan hekimliğe de layık
140 Söz konusu, Dikran Chayan' ın yayınladığı la Renaissance gazetesidir. Bkz. G.
Groc - 1. Çağlar, la Presse Franç·aise de Tıırquie de 1795 ii nos Jours Histoire eı Cuıulugtıe. b. iliuıt> bi,. i,laııbul. 1 905. s. 156.
olmadığımız ve bunun insani
gereklerine uymadığımız dünyaya anlatılmak isteniyordu. Bunu yazanlar kimlerdi
biliyor musunuz? Bizimle beraber aynı fakültede okuyan ve aynı hocalardan ders
alan Hıristiyan arkadaşlarımızdı.141
*
* *
- Yakup Kadri Karaosmanoğlu
(1889-1974)
Geçenlerde Akşam refikimiz,
“Günün Fıkrası” başlıklı bir bendinde İstanbul’daki hayatımızın ne hazin, ne
acıklı bir noktasına dokunmuştu. Bu bendi yazan içli ve derin muharrire göre
Türk, İstanbul’da kendini yavaş yavaş yabancı hissetmektedir. Gerçi, payitahtın
Galata, Beyoğlu, Pangaltı, Büyükada vs. gibi bazı semtleri var ki, oralarda
kendimizi, beş yüz yıldan beri hüküm sürdüğümüz, beş yüz yıldan beri her
tarafına kök saldığımız, her köşesine bir kahramanın cesedini yatırdığımız ve
yedi tepesinin her birine dünyanın en İlâhî en muhteşem mâbetlerinden birer
taç giydirdiğimiz bu büyük şehirden yüzlerce fersah uzakta, (“kendimizi”) bir
Yunan beldesinde (sansür), bir İtalyan limanında veyahut yedi milletin biriktiği
sıkıntılı bir kervansarayda zannederiz.
İstanbul’un bu semtleri, hele
Mütareke’den sonra artık büsbütün bizimle ilgisini kesmiştir. Sakin ve mütavazı
İstanbul’un karşısında çirkin, farfara ve gürültücü Beyoğlu, eski ve türedi
birçok milletlerin bayraklarıyla donanıyor ve geceleri Türk’ün havsalasına
sığmayacak birtakım dans havalarında nesli belli değil bir çingene kadını gibi
teller, pullar, zillerle raksediyor.
İstanbul bir hayalet gibi
karanlıklara dalarken o etinin, kemiklerinin ve bütün yutucu iştihasının
[iştahının] parıltısı ile neşe içinde yanıyor. Sıra sıra mağazalarının
hiçbirinin üstünde Türkçe yazılı tek bir kelimeye tesadüf edemezsiniz. Polis
karakollarımızdan başka hiçbir binanın kapısında ay yıldızlı bayrağın
dalgalandığını
141 Ferruh Niyazi Ayoğlu, Kurtuluşa, Cumhuriyete ve
Sıtmaya Adanan Yürek: Dr.
Ferruh Niyazi Ayoğlu'nun Anıları, Zonguldak
Tabip Odası Yayınları, Zonguldak, 2008, s. 148-149.
göremezsiniz. Son günlerde bazı
tramvayların semti gösteren levhaları mavi ile beyaza boyandı.
Doğru Yolun, Tünel'den itibaren, sağlı sollu herhangi bir dükkanına girecek olursanız
işiteceğiniz ilk söz ya Rumca, ya Fransızcadır. Geçen gün şekerci Löbon'un142
karşısındaki "Kolaro"143 mağazasına gitmiştim. Mağaza hizmetkarı pekala Türkçe anlamakla beraber bana mütemadiyen
Fransızca cevap
veriyordu. Hem de -ne Fransızca yarabbim- Rum Fransızcası... O ve ben, inadımızdan
karşı karşıya tir tir titriyorduk zannederim. Ben sonuna kadar Türkçe
söylemekte, o sonuna
kadar Fransızca cevap vermekte devam ettik.
İki dille bu acayip konuşma tarzı nihayet o kadar tuhafıma gitti ki, kendi kendime gülmeye
başladım. Esasen Beyoğlu'na,
mecburiyet düşüp de çıktığım zamanlar gülmekle
ağlamak arasında asabi bir ruh haline düşerim. İçime bazen derin bir gurbet çöktüğü de olur. Bazen hiç bilmediğim bir şehre henüz
çıkmışım gibi şaşırır
kalırım. Bir
zamanlar -ilk gençlik yıllarımda- bu soğuk, kasvetli Kervansaray'a eğlenmek için
nasıl gittiğimize hayret ediyorum. Gerçi orası bundan beş-on yıl önce
bugünkü kadar alacalı ve yabancı
değildi, asıl şimdiki Türk gençlerinedir ki o yerin havası ile nasıl
bağdaştıklarını sormalıdır. Mutlaka son nesil sinir itibarıyla bizden daha dayanıklı ve daha kuvvetli olsa gerek.
Geçen akşam Galata'da -Kule'nin civarında- oturan bir dostuma misafir olmuştum. Bütün
gece dışarıdan gelen yabancı sesler ortasında, pencerelerden gördüğüm
yabancı manzaralar
karşısında, kendimi, ya Marsilya'nın ya Napoli'nin veya Pire'nin işlek bir sokağında bir otele henüz inmiş
sanıyordum. Karşı tarafın ışıklarına baktıkça bir türlü
İstanbul'un bu kadar yakınında
olduğuma ihtimal
142 Lcbon Pasıahanesi
İsıiklal Caddcsi'ndc
idi. 19. yüzyıl ortalarında Fransız Büyükdçiliği'ndc çalı^an ve buradan ayrılan Eduard Lcbon tarafından kuruldu. Pastahane 1940'11 yıllarda
kapandı. Kaynak '"tarihçe",
http://www.lebonpastanesi.
com/tarih.htm
143 İngiliz erkek kuına^ı satan Jozcf Kolaro'nun mağazası. Kaynak: Gökhan Akçu- ra, ""Moda eşittir
Beyoğlu". 22 Haziran 2008, http://gokhanakcura.blogspot.com. lL2008 06 22 ardıi\^.hınıl
veremiyordum. Bütün gece uzak diyarlardan gelmiş bir yolcu gibi çevremi
yadırgadım durdum. O
kadar ki, sabah olup da kulağıma, aşağıdaki sokaktan birdenbire bir ses, bir
"Satebim kaynıyor!" sesi aksediverince sanki bulutlardan düşüyor gibi sersemleştim.
İşittiğim sesin bir
Türk sesi olduğuna bir türlü ihtimal veremedim.
- Salebim kaynıyor!
Hiçbir ses, hiçbir söz bana ne kadar zamandan beri bu
derece tatlı gelmemişti. Uzun bir gurbetten sonra bir gemi içinde yavaş
yavaş kendi vatanının
toprağına yaklaşan ve bu toprağın kokularını duyan bir zavallı gibiydim. Yatağımın
içinde doğruldum, dinledim; şimdi başka sesler Galata'nın çeşitli köşelerinden,
sabahın geçici sessizliğini hafif hafif yırtıyorlardı.
-Süt kaymak! Sıcak simidim!
O dakika hiçbir şiir, hiçbir şarkı hiçbir
müzik parçası benim için bu adi satıcı sesinden daha belagatli, daha tesirli değildi. Manyetizma olmuş bir adam gibi yavaş yavaş
yatağımdan çıktım ve sokağa bakan pencereye yaklaştım. Bu yüksek yerden, bütün Galata sakil, galiz ve kirli binaları ile bütün o yamru-yumru Galata görünüyor. Evet, bu şehre bir Türk şehri denilemezdi. Fakat hala durmayan
bu Türkçe seslerin burada ne işi var? Nereden geliyor? Kimlere söylüyor?
Böyle düşünerek gözlerimi sağa sola çeviriyordum. Bir de ne göreyim:
Bulunduğum evin ta önünde küçük bir cami duruyor; beyaz minaresi,
suyu çekilmiş sebili ve yanı başında kafesli harap bir Türk evi ile eski bir cami ... Başımı
çevirince ötede bir cami daha gördüm, Galata'nın pis ve mekruh sokaklarının bir köşesine sinmiş
bu küçücük,
üslupsuz, zarafetsiz
kasabada mabetler bana karşıkilerden, yedi tepelerin üzerindekilerden
daha muhteşem, daha güzel göründü. Bu camilere kim bilir, ne kadar
zamandan beri hiçbir Müslüman ayağını basmıyor; sokak sokak dolaşan bu salep- çi, sütçü, şu
simitçi belki
Lehli fahişelerle Yunanlı tayfaların parasıyla geçiniyor. Fakat asırlardan beri adım adım, sinsi sinsi zorlu bir istilaya
karşı bu sessiz minareler, bu kapalı camiler, bu kurumuş
çeşmeler ve bu satıcı sesleri bana müdafaasız ve avare Türk'ün son koruyucuları gibi göründü. Acaba bizim gördüğümüz facialar bir şeyin sathı
mıdır? Acaba bütün bulanan suyun dalgaları
altında gene
bizim manevi hazinelerimiz mi saklı duruyor?144
*
* *
Harp sırasında ve hususiyle [özellikle]
Mütareke gününden beri üzerine çöken bütün elemlere ve bütün müşküllere rağmen İstanbul
şehrinin hala birçok gülünç
taraftarı vardır. Hatta diyebilirim ki, umumi görünüşü bakımından keder verici olmaktan ziyade
komik ve acayiptir. Bu şehir, tıpkı ayağı kayıp da yuvarlanan bir şişman adam manzarasını
gösteriyor. İnsanı için için acındırmakta beraber kahkahalarla da güldürüyor.
Zavallı İstanbul, zavallı büyük ve muhteşem şehir, günün birinde senin bu hale gireceğine kim ihtimal verebilirdi? Siyah serviler ve
beyaz minareler diyarı; ey, yedi tepesi yedi tane şaheserle
taçlanmış cihan başkenti!
Üç-dört yıldan beri senin artık bir "sirk" meydanından farkın yoktur. Tozların ve çamurların
içinde birçok soytarı sabahtan akşama kadar tepiniyor, haykırıyor, zıplıyor, takla atıyor!
Dünyada, bir
"sirk" meydanında bu yüzü boyalı, başı külahlı madeni sesli ve mihaniki
[mekanik] hareketli palyaçoların tuhaflıklarından daha korkunç ne olabilir? İnsana öyle gelir ki, halkı
güldürmeye çabalayan bu biçarelerin her birinin ayrı bir derdi, ayrı bir ıstırabı
vardır. Kimisi
bir fıkara aile başı, kimisi bir genç kızın aşığı, kimisi çocuğu henüz ölmüş bir ana, kimisi içinde bir gizli kanser taşıyan
hastadır. Veyahut,
Debanville'in o meşhur şiirinde olduğu gibi, kim bilir belki bazısı da derin hisli, ince kalpli birer
şairdir. Daima bulutların üstünden baktıkları insanları yerlerde güldürmeye mahkumdurlar. Kırmızı boyadan yapılmış geniş
sırıtışları kanayan
bir yara gibidir, yüzlerinin kireci bir ölü beyazlığını andırır ve kalın sürmeler
çekilmiş
144 İkdam, 12 Kasım 1920.
Aktaran Yakup Kadri Karaosınanoğlu, Ergenekon
Milli
Miicodı:le lcı=ılurı. İktı^ıın Yayınları, İstanbul, 2010. s. 24-27
gözleri bir çukurun korkunç
ve karanlık
ağzıdır. Bununla
beraber nedir o sır ki, "sirk"te hiç kimse ağlamaz, herkes güler, çocuklar
ve kadınlar kahkahadan kıvranır? İşte,
İstanbul tıpkı bu tarzda gülünçtür. İşte, İstanbul o süslü, boyalı
kadınlarıyla, o sefih [zevk ve eğlence düşkünü], züppe erkekleriyle, o kayıtsız ve gurursuz ihtiyarlarıyla,
o sıska ve arsız
çocuklarıyla, o soğuk kalpli bilginleri ve soğuk kafalı düşünürleriyle insanı
böyle ve bu tarzda güldürüyor.
Bundan birkaç ay önce
"İstanbul Eğleniyor!" başlıklı bir makale yazmıştım. Hayır, İstanbul
eğlenmiyor, İstanbul eğlendiriyor. Cihanın dört köşesinden gelmiş bu kadar yabancı var, Hizım değil mi ki, biraz avunup eğlensinler?
Türkler, misafirseverdir.
İstanbullular ise hem misafirsever hem rind [kalender] ve naziktir. Onun için dünkü
yangınlara rağmen, bugünkü göç sellerine rağmen bütün o sefaletlere, o açlıklara, o çıplaklıklara ve bahtın bütün o siyahlığına
rağmen bu zehirli
bozgun havasında, halk dişlerini sıkmış çalıyor, oynuyor, giyiniyor, süsleniyor,
kırıtıyor.
Bazı şairler ve şair
yaradılışlı bazı tarihçiler, imparatorlukların yıkılış devirlerini pek severler; en şayanı hayret zekaların, en dayanılmaz
güzellerin ve en
ince, en derin, en sarhoş edici hazların bu devirlerde geliştiğini
söylerler; bunun içindir ki, yalnız yıkılış devirlerini terennüm eden şairler, yalnız
yıkılış devirlerini
hikaye eden tarihçiler vardır. Birçok tatlı günahlardan, şarap
kokularından, musiki seslerinden ve şuh kadınların tebessümlerinden
yapılmış bu yüzyılların
dışında her yüzyıl onlara karanlık ve kasavetli görünür. Gerçi,
Roma'nın, Babil'in,
Bizans'ın yıkılış devrini, şevket ve kemal devirlerinden üstün tutmamak için ortada hiçbir sebep yoktur. Şüphesiz ki, her Batı, Doğu' dan daha renkli ve daha ihtişamlıdır ve uzun, derin hülya saatleri fecre [gündoğumuna]
değil guruba [gün- batımına]
aittir.
Kalplerimizde ölmüş sevdaların uyandığı, başımız içinde kuru gülrenkli
esvaplarıyla el ele vermiş hatıraların raksa başladığı, gönlümüzün her türlü
çerçeveden sıyrılıp bütün vücudumuzda bir coşkun sel halinde aktığı saat o saattir. Biten günle
beraber her şeyin bittiğini hissetmek, haşmet ve ikbalin boşluğunu anlamak ve kendini bahtın haşin
aşkına bırakmak ve biricik hikmet, biricik gerçek olarak yaşanılan saniyenin zevkini duymak; hayata tatlı tatlı, doya doya veda eylemek ... İşte, yıkılış halinde bir şehrin ilham ettiği şeyler
bunlardır. Yaptıklarına gelince, onları azametli bir sefahat, hakimane [hükmeden] bir delilik ve ahenkli bir coşkunluk tabirleriyle ancak
anlatabiliriz.
İstanbul'un havasında böyle hisler mi dolaşıyor?
İstanbul halkı böyle şeyler mi yapıyor? Ne gezer? İstanbul'da yalnız sırıtan, durmadan sırıtan bir halk var. En bayağı şeylerle
eğleniyor, anlamadığı şeylere gülüyor, bilmediği şeyleri istiyor ve inciden boncuğa, altından tenekeye kadar her şeyi süs ve ihtişam
sayıyor.
Bir akşam Kadıköy'ünde bir sinemada idim. Salon bayağı, pis ve soğuk, tıpkı bir ahırı
andırıyordu. Localarda birçok süslü, lavantalı, pudralı, sürmeli kadınlar. .. Bunlardan birçoğunu tiyatroya girerken gördüm; buraya, içinden
aydınlıklı büyük ve mükellef otomobillerde, bir operaya gelir gibi geldiler. Hepsinin sinema şeritlerinde
görülen kadınları taklit eden bir halleri var. Manşonlarını tutuşları o kadar iğreti,
kürklerine sarılışları, sağa sola bakışları o kadar yapmacık ki, insanın bunların kurulmuş birer büyük bebek olduklarına
hükmedeceği gelir.
Hepsinin elinde bir program ara sıra dikkatle okuyorlar, bu
programlarda gösterilecek şeridin [filmin] mevzuu hakkında verilen tafsilat yalnız iki dilde, Fransızca ve Rumca olarak yazılıdır. Eminim ki, bunların
hiçbiri Rumca
bilmiyordu, Fran- sızcayı da anlayan pek azdı; nitekim oyun sırasında her locadan, oyunun mevzuu ile
ilgili öyle acayip, öyle yanlış öyle aslından uzak görüş ve düşünceler
söylenmeye başladı ki, oturduğum yerde bu hale kızmak mı, gülmek mi gerektiğini bilmiyordum. Şerit tarihi bir olayı
gösteriyordu. Kıyafetlerin antikalığı, kişilerin o zamana mahsus tavır ve hareketleri, ne seyrettiğini bir türlü anlamayan bu halkı filmin en acıklı yerinde bile kahkahalarla güldürüyordu.
Hayatımda halk denilen insan kitlesinin bu
kadar ahmaklaştığını, bu kadar bayağılaştığını hiç görmemiştim.
İçimden şeritleri Türkçe yazdırmak, hiç değilse dağıttığı programlarda gösterilen oyun hakkında
Türkçe bir hulasa [özet]
yaptırmak lüzumunu hissetmeyen nankör, kaba ve kayıtsız sinema sahibine lanetler
ediyordum. Çünkü bu halkın bu tarzda eğlenmeye mecbur olmasına, yani anlamadığı, bilmediği bir dille, anlamadığı, bilmediği sahneleri seyretmek derecesine düşmesine sebep, biraz da sinemanın sahibi idi.
Müşterilerinin büyük bir kısmı, hatta hepsi Türklerden ibaret olan bu adam, acaba hangi
mazerete dayanarak bir Türk memleketinde Türk dilinin Rumcadan daha lüzumsuz
olduğuna kanidir?
Ve bu iğreti kadınlar ve bu sırıtkan efendiler acaba ne gibi kaçınılmaz bir ihtiyaç üzerinedir
ki, kendilerini
bu kadar gülünç bir hale sokan böyle nezaketsiz bir müesseseye doğru koşuyorlar ve bunda, belki, biraz da zevk
buluyorlar?
Mutlaka Orta Afrika zencileri eğlence bahsinde bizden bir kat daha zevk
sahibidirler. Zavallı gülünç İstanbul! 145
b- İzmir'in İşgal Yılları İle İlgili
Anılar
- Manisa Bağcılar Bankası
İzmir Şubesi Müstahdemi Hifız Galip Bey
Bendeniz işgal-i meş'fımdan mukaddem Katiboğlu Jandarma Karakol Kumandanı Mektebi'nde jandarma onbaşılığa tahsil görmekte idim. 14 Mayıs 1335 (1919) senesi çarşamba akşamı
mektepte yalnız nöbetçi olarak birkaç jandarma bırakılıp bütün
mevcudiyetimizle hükümet
civarında devriye
gezdirilmek üzere getirildik. O gece vazifemizi ila ettikten sonra ferdası günü ale's-sabah Yunan
145 İkdam, 15 Aralık 1920. Aktaran Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
Ergenekon Milli Miicade/e
Yn^ılnrı. İletişim Ynyınlnrı. İstnnbul, 2010, s. 35-38.
askerinin Kordon'a çıktığı ve hükümeti işgal etmek üzere gelmekte oldukları
söylendi. Herkes yapacağından aciz, Vali İzzet de gerek gece ve gerek o sabah hükümette kukla gibi dolaşıyordu.
Yunanlılar hükümet önündeki bahçeye mitralyöz ve makineli tüfekleri kurarak masum ve silahsız olan Müslümanları katlederek hükümeti işgal ettiler. Onların da birjandarma zabit vekili olduğu h:llde bizi de esir alarak
Kordon'a götürdüler. Bilahare etraftan topladıkları masum sivillerle birlikte etrafımızda Rum ve Ermeni çocukları ellerinde asker ve polis kasaturaları
olduğu halde 'eller yukarıya 'Zito Ve- nizelos' diye bağıracaksınız'
dediler. Bağırmayan bir Türk'ü gerek önünden gerekse arkasından Yunan askerler yanında
süngüleyerek şehit ettiler. Yine zalimler şehidin hep beraberce el ve ayaklarından tutarak denize attılar. 'Zito Venizelos!' diye bağıra bağıra
şimdiki postahanenin
önüne getirdiler.
Orada etrafımızı yine yerli Rumlarla Ermeniler sararak yedimizde de bulunan nakd-i mevcudumuzu yağmaya
başladılar. Hiç aklımdan çıkmaz. Koca şalvarlı ihtiyarca bir Ruma da biz isabet
ettik. Bendenizi alaydan dışarıya çekerek çantamda bulunan 39 banknotu alıp gözümün
önünde kendi parası gibi beşer beşer Yunan askerlerine sanki harbe girmiş gibi taksim ediyor ve hem de arkalarını
okşuyordu. Merhamete
gelmiş olacak ki, boş cüzdanımı iade etti. Yedimde bulunan gümüş köstekli Sergi- sof saatimi dahi alıp askerlere vermeye kıyamadı.
Etrafına bakınarak kendi beline yerleştirdi. Bu hal Yunan zabitinin muvacehesinde cereyan ediyordu.
Yeleğimin cebinde bulunan iki gümüş mecidiyeyi de alıp bir askere verirken bir zabitan üzerimdeki askeri elbisesi nazar-ı dikkatini celb etmiş olmalı ki hemen yerli Rum'u kovaladı. Askerden iki mecidiyeyi alıp kendi cebine yerleştirdi. [159]
*
* *
-Ahmet İhsan Bey
Yunan işgali olacağı
günün gecesinde yerli
Rum ahali yani şu bizim sapık vatandaşlar çarşıda, pazarda ne kadar Türk dükkanı varsa işaret
koymuşlar. İlk Yunan askeri karaya çıkar çıkmaz Yunangir- ler ön ayak olarak Yunan askerinin önüne düşmüş
kadın, papaz, çocuk, kız, askerlerin rehberliğini ediyor, Kışla'ya doğru
geliyorlardı. Kışla önünde ilk silah patlar patlamaz evvelden işaretli olan Türk
dükkanlarını yağma edilmek üzere süngü, tabanca, bıçak her ne varsa elde asker, ahali kadın ve papazlar birlikte şimdiki Askeri Kıraathanesi'nden başlayan hücum ile Kemeraltı'na
doğru geldiler. Beyler
Sokağı ağzında bulunduğum bir sıradaydı ki bu gözleri kanlı
kalabalık, 'işte Şifa Eczahanesi' diye gösteren Rumların de!aletiyle eczahaneye dehşetli süngü
ve mitralyöz
hücumu başladı. Biz iki dakika kadar devam eden bu ateş karşısında canlı bir mahlı1k
kalmadığını zanneden asker ve ahali eczahaneden içeri girerek o güzelim
dolapları süngülerle parçalamaya o ferid kuvvet şurupları, bahar kolonyaları caddeye atarak yerlerde kırmaya başladılar.
İzmir'in Rumluğa karşı yegane bir Türk eczahanesi olan Şifa'yı daima bir gelin odası kadar sık ve minyon güzelliklerini
böyle hurdahaş manzarayla görmek bize mukadder imiş. Üç sene sonra Cenab-ı
Hakk'ın azameti
bana o vahşi Yunan sürülerinin 'yaşasın Mustafa Kema! Paşa' diye bağırarak zelil geçişlerini
Şifa Eczahanesi önünden seyrettirdi. Bu acı günlerin ye'sini daima istir- dad-ı mes'udumuzla karşılıyor, daima necip Türk milletine dualar ediyorum. 147
*
* *
l.+7 Ahıııı.:t İhsan. ''Türk
Dükkanlarına İşaret Koymuşlardı!··,
Ahenk, 1 Mart 1 926, s. 1.
İzmir'in ilk işgal edildiği
gün sabah nasılsa Frenk mahallesine gitmiştim. Buradan Kordon'a çıkmak istedim. Ne mümkün,
kalabalık dehşetti. Bütün Rumlar ayaklanmıştı. Kordon'a Yunan askeri çıkıyormuş, tehlikesini hissettim; fesi
cebime yerleştirdim. Dönmek istedim; fakat kalabalıktan mümkün olmadı. Daha da çocuktum. Mahalle arasından
dolaşıp gitmeyi düşündüm. Bir sokağa daldım.
Artık Rumlar kuduruyorlardı.
Tam Meyhane Yokuşu
taraflarına gelmiştim. Her tarafta silahlar patlamaya başladı. Geri döndüm. Moraiti(?) eczanesinin yanından tekrar Frenk Mahallesi'ne çıktım. Oradan Ayafotini Kilisesi tarafına
yürüdüm. Beni
tabii Rum çocuğu zannediyorlardı. Tam kilisenin önüne geldim. Meyhane Boğazı tarafına
giden caddenin ortasında kanlar içinde iki vatandaşımız
yatıyorlardı. İkisinde de köylü elbisesi vardı. Bu şehitleri görünce fena halde korktum. Çakı Bedesteni'ne doğru süratle
koşmaya başladım. Kilisenin bu tarafta kapısının hizasında cadde üzerinde bir cenaze daha vardı. Bu da bir köylü idi. Taşların
üzerine kıpkızıl kan akmıştı. Çakı Bedesteni'nden Odun Pazarı'na, oradan Mezarlıkbaşı'na,
oradan da İki Çeşmelik'e
ve sonra Beyler Sokağı'na
çıktım. O gün akşama kadar evden çıkmadım. Silah sesleri devam etti.148
*
* *
Yunan işgal-i meş 'umunun ilk günü nasılsa
Kemeraltı'nda gafil avlanmış, epeyce dayak yedikten sonra hükümet avlusuna götürülmüştüm.
Burada tutup
getirilen vatandaşlarla bizi çift sıra yaptılar. Kordon' a doğru
götürdüler. Park cesetlerle dolu idi. Kemer' in önüne varıncaya kadar sağdan soldan üzerimize
saldırıyorlar, dövüyorlar, ceplerimizde ne var, ne yok hepsini aşırıyorlardı. Bir aralık ölüm
halinde
Anadolu Bankası
civarına geldiğimizi fark eder gibi
1-tö lvl. Nurı, "h^ıık
;\lalıall^>111J^ Nd^r Gi.irJüııı", ,.J/ıı:ıık, 15 ŞLıbal 1 926, >. 1.
oldum. Orada biraz durdurmuşlardı.
Otellerin uzun balkonlarından
bir takım Rum karıları
toplanmıştı. Birinin elinde tabanca vardı. Yukardan 'Pis Türk' diye bağıran bu kadın
tabancasıyla üzerimize ateş etmeye başladı. Kafile bu ateşten kaçmak üzere dağılır gibi oldu. Etrafından tokat yumruk dipçik
yağmuruna tutularak
tekrar küme oldu. Artık bizi Punta'ya (Alsancak) kadar götürdüler. Her tarafımız yara bere içindeydi.
Hükümet civarından ilerlerken kafilemiz epeyce kalabalık idi. Punta'ya geldiğimizde kafilenin azaldığını
gördüm. Kim bilir
zavallı vatandaşlarımıza ne oldu.149
*
* *
İşgal-i
meş'i'ımun ilk günü ben de Kışla önünde bulunuyordum. Birdenbire Rumlarda
bir taşkınlık hissettim. Meğer Yunan'ın İzmir'i işgal etmek üzere asker ve cephaneyi hiimil vapurları Yeni- kale önünde
gözükmüşler. İşte yerli Rumlar bundan haberdar olunca ma'li'ım olan taşkınlıklarıyla
'Zito
Venizelos!'diye bağırıyorlardı. Bittabi bu vaziyet karşısında
Kışla önünde kalmanın tehlikeli olduğunu hissettiğimden evime avdet etmek üzere hemen oradan uzaklaştım.
Balcılar içine henüz varmıştım ki silah sesleri işittim.
İşte bu silah seslerini işiten bazı
fırsat düşkünü ma'hi'ıd vatandaşla- rımız(!) derhal Türk emvalini yağma ve tahribe koyuldular. Kapalı
Çarşı'da ve Bit Pazarı'nda
birçok dükkanın bu ma'hi'ıd vatandaşlar tarafından soyulduğunu müşahede ettim. Bu hiil, beni pek sinirlendirdiğinden
vaziyeti ve yapılan fecaati her ne olursa olsun
yakinen görmek hevesine düştüm. Fakat yalnız başıma oralarda dolaşmak da doğru
olmayacağı için yanıma tanıdıklardan bir Musevi arkadaş alarak ve fesimi de cebime
koyarak birlikte Kışla önüne geldik. Burada gördüğüm hiil pek feci' idi.
149 Mustafa Receb. "ün Beş Mayıs", Ahenk, 11
Şubat 1926, s. 1.
Şehit edilmiş
dört vatandaşımızı hamil olan arabayı, askeri otelin önünde durduruyordu. Derha! otelin
merdivenlerinden bir gürültü işittim ve oraya baktığım zaman gördüm ki otelin üstünde şehit ettikleri diğer bir vatandaşımızı da beşinci olmak üzere arabaya atıyorlardı. Buradan ayrıldım. Beyler Sokağı'na geldim; burada da polis deposunun
yağma edildiğini gördüm. Benim bizzat gördüğüm bunlardır. Fakat sonradan işittim ki Kemeraltı, Beyler Sokağı, Kapalı
Çarşı ve Hisarönü'ne kadar ne kadar Türk dükkanı varsa soyulmuş. Kahrolsun haydutlar! [160]
*
* *
- Aksekili Mustafa Asım
Sevgili İzmir'imizi Yunan canavarlarının
işgal etmiş olduğu 15 Mayıs günü idi. Anam babam burada yok idi. 15 yaşında çocuk idim. O gün öğleden sonra işittim ki, arastadaki bütün Türk
mağazaları yağma ediliyormuş. Bendeniz de arastada bir mağazada
çalışıyordum. Tabii çocukluk eseri olacak kalktım. Namazgah'tan arastaya yollandım.
Mezarlıkbaşı'nda fesimi Museviler yırttılar ve arastaya geldim. Baktım bizim mağazayı
melfınlar kırmaya çalışıyorlar. Ve mütemadiyen 'Zito Yenizelos' diyorlardı. Bunlardan birini tanıyordum. Yalvardım mağazayı açtırmadım. Bunlar bıraktılar, gittiler ve Yunan askerleri de dolaşıyorlardı.
Bakınız ki,
Musevi vatandaşlarımızın akarlığına. Kimdir Yunan askerlerine haber
veren? Hemen bir çavuş elinde telden bir kırbaç,
arkasında silahlı birkaç asker, on beş yaşında bir Türk yavrusunu derdeste geliyorlardı.
Çavuş geldi 'ne
milletsin' dedi. Yüksek bir millete mensup olan Türk Türklüğünü
inkar edemezdi. 'Türküm' dedim. 'Zito Venizelos' de, dedi.
Ben demedim. Elindeki kırbacı hem vuruyor hem 'Zito Venizelos'
diyerek bağırıyordu. Ben söylemedim. O boyuna elime, yüzüme,
ayaklarıma vuruyordu.
Beş dakika
kadar adam akıllı elindeki tel ile dövdü. Bilflhare askerin birine beni
teslim etti.
Biz arastadan Başdurak Caddesi'ne yürümek üzere
kömürcüler içine geldik. Merhametsiz zalim elindeki silahın dipçiği ile arkama hem vuruyor hem bir şeyler
söyleniyor. Ben hemen hiç olmazsa caddeye çıkayım da dayaktan kurtulayım dedim. Hemen caddeye yollandım.
Başdurak'a çıktık, baktım yerde bir iki tane ölü yatıyor. Tabii bunlar benim gibi Türk idiler. Ben daha ziyade korkmaya başladım.
Kışla'nın önüne geldim, orada dahi cenazeler vardı. Beni Kışla'ya sokup bir odaya kapattılar.
Mütemadiyen Rumlar gidip hem beni sövüyorlar ve hem de 'Zito Venizelos' diye bağırıyorlardı.
Birkaç saat sonra bir zabit geldi. 'Bu
ne için buradadır' dedi. Onlar da 'Zito Venizelos dememiştir', dediler. Zabit 'kerata bir daha böyle bir şey yapma' dedi. Beni bıraktılar hemen koşa koşa evime geldim. Geldim ama dayağın bir iki ay acısını çektim.
Beni Yunanlılara teslim eden Musevi vatandaşımızı
istirdadı mes'ı1ddan sonra gördüm. Türklük şerefimle mı1nasip bir nezaketle kendisine söyledim. Tabii nedamet etti. Beni gördükçe
hürmet etmeye başladı. [161]
*
* *
- Naci Gündem
İzmirin meş'um
işgali Türk milletine çok ağır gelmişti. Hayatiyeti elinden alınan ve esaret zincirini giyen bu
millete, en ağır gelen şey safiyane hislerle yakın olduklarını zannettiği bazı unsurlardan gördüğü
nankörlüklerdi. Meşrutiyet'in ilanında (Hürriyet, Adalet, Musavat ve Uhuvvet)'i
prensip olarak kabul eden ve eşit vatandaş muamelesi göstererek
Türklerle aynı hakka sahip kıldığı bazı unsurlardan gördüğü feci ve ağır muameleleri hiçbir zaman hazmede- memiş ve asla da affedememiştir.
İsmail Habib Sevük bir yazısında: "insanlar su baskınından ve yangından
kaçabilir ve
uzaktan o heyecanlı manzarayı seyredebilirler.
Fakat en güvendiğimiz ve üzerinde
bulunduğumuz toprak sarsılırsa, o zaman dehşet veren hatta şuurumuzu kaybettiren bazı haller olabilir" der.
Bunun gibi Osmanlı camiası
içinde en şefkatli muamele gören ve kendi hayat seviyemizin çok üstünde (bir zamanlar askere de alınmazlardı)
yaşattığımız nice kimselerin böyle bir muamelesine maruz kalmak toprağın
sarsıntısı kadar
bize ağır gelmişti.
Hiç unutmam mahallemizde kırk seneye yakın tenekecilik yapan biri vardı. İşgalin
üçüncü senesi sonlarına
doğru Anadolu harekatı bazı
yönden ümit verici görünmekteydi. İşte bu günlerden birinde bir ikindi vakti ayla yıldızı gök
yüzünde güç fark edilir bir şekilde ve bayrağımızdaki
gibi görmüştük. Bu görünüşü
içimizden yarı mahzun, yarı sevinçli hayra yormağa çalışıyorduk. Ben de herkes gibi çekingen bir tavırla kafamı
yukarıya kaldırmış bakmağa çalışıyordum. O, Türkün musamahasiyle hayatını kazanan tenekeci, bana dönerek küçük ve yaralı kalbimi daha çok hırpalayan
şu sözleri söylemişti:
"Söz bundan
sonra ay-yıldızı gökte göreceksiniz. Hem siz nelerinize güveniyorsunuz,
hangi fabrikalarınıza,
hangi topunuza, tüfeğinize... Dört düvel bir arada bir şey
yapamadınız da şimdi mi yapacaksınız? Yeçti o yunler! ...”
(Fakat mes'ut
günler geldikten sonra o tenekeci daha onbeş sene Türklerin verdiği ekmekle ve
kalb huzuru içinde mükemmelen yaşamıştır.) 151
*
* *
152
Naci Gündem, Giinler Boyunca Hôtıralar, İhsan Gümüşayak Matbaası, İzmir, 1955, s.
61-62.
-Anadolu Gazetesi Sahibi Haydar Rüştü Öktem (1890-1951)
Bazı geceler evin karşısında
Yunanlılar, Rumlar
balolar tertip ederek zevk ve neşe içinde sabahlara kadar eğlenip duruyorlar idi. Göztepe 'deki İtalyan mektebi Harb-i umuminin son
senelerinde Hilal-i Ahmer Hastanesi yapılmış, mütarekeden sonra da burası bir Yunan klübü haline ifrağ edilmiş idi. Benim oturduğum,
saklandığım, evin tam karşısına tesadüf eden bu klubde gece geçmiyordu ki resmi, hususi eğlenceler tertip edilmiş
olmasın. Bu müsamerelere Yunan kumandanları, yerli Rumlar, Ermeniler ve hatta
Yahudiler de iştirak ediyor daha garibi birkaç ta Müslüman hemen her su- varede bu klubün
müdavimleri arasında isbat-ı vücud ediyorlardı. Sabahlara kadar devam eden bu eğlencelerden sonra Venizelos'un marşını teganni eden, Rum, Yahudi, Ermeni
izcilerinin feryatları arasında eğlenti düşkünleri evlerine avdet edinceye kadar ben
de tek başıma kalın, perdeli pencereler arkasında elemler, ıstıraplar
içinde yuvarlanıp duruyordum.153
*
* *
Memleket, hayatından yüzde elli ümit olan, baygın bir hasta halinde, ekseriyet-i millet atinin alacağı şekli tayin edemediği için
mütereddit ve
bikarar. Fakat bu tereddüt, bu kararsızlık yeni yeni hadiselerin tevlidine
garip ve acip müddeayatın meydan almasına sebeb oluyor. Her kavme bir arz-ı mevud-ı muhayyel vaad eden (Wilson)
prensibi, akıbet bizde de efkarı tezebzübe endişeye ilka etti. Şimdiye kadar beraber yaşayan unsurlar ayrılmak,
müzehhep bir hülya peşinde
koşmak için hadisattan
ihtilas ve fırsat çarelerini buldular. E en kesdirim tarik olmak üzere Türklerin
zulmünü, Türklerin gadrini sebep olarak ileri sürdüler. Vaktiyle gördüğü bir
153 Haydar Rüştü Öktem,
Mütareke ve İşgal Anıları,
haz: Prof. Dr.
Zeki Arıkan, Türk rarilı Kurumu, Ankara, 1991, s. 94-95.
yolsuzluğu, bir Türkten gördüğü
gayri layik bir
muameleyi bütün Türklere isnat ettiler ve hala ediyorlar. Hükümet zalimdir, dediler. Gasıpdır dediler ve hükümete
isnad-ı cürüm ederken bunu teşmil etmeği unutmadılar: "Türkler zalim ve gasıpdır!"
sözünü yek avaz olarak haykırdılar.
Zavallı Türk! Meclisi Mebusanda mebuslar, hariçte gazeteler, hükümet nezdinde patrikhaneler milletin ihtiyacını beyan ederken Türk unutuluyor, zalim ve gasıp
gösteriliyor. Hiçbir taraftan bir sada-yı hak "Ti.irk masumdur" diye yükselmiyor. Zavallı
Ti.irk!
Ti.irk zalim değildir. Ti.irk bugünkü
vatandaşlarını reaya ve zimmi olarak tanıdığı günlerde bile bunların dinlerine, lisanlarına,
milli vicdanlarına,
hakkına hürmet etmiş, daima nezaket ve insaf ile muamele eylemiştir. İşte tarih bir Rumun bir Ermeninin ve herhangi bir gayrimüslimin
mukaddesatına tecavüz edildiğini göstermiyor. Ti.irk zalim olsaydı Ti.irk ifna politikasını takip etseydi, bugün Anadolu'da ya herkes Türk olurdu veyahut bir gayrimüslim
kalmazdı. Ti.irk
dine hürmetkardır: "Varsın diniyle dinlensin" sözü Türkündür.
Türk milli vicdana riayetkardır: "Her koyun bacağından asılır" sözü kendisinindir. Ti.irk gayrimüslimlerin
hakkını gasıp değildir: "Reaya hakkı dağdan ağırdır" sözü Türkündür ve şiarıdır. O halde yine zavallı Ti.irk!
Ti.irk gasıb değildir: Anadolu'yu bitaraf bir nazarla
gezenler oralarda Ti.irk evlerinin harebezar, gayrimüslim vatandaşlarımızın evleri mamur olduğu görülür.
Servet ve ümran Türkün
değil gayrimüslimindir. Sebep nedir acaba? Denecek ki gayrimüslimler çalışkan, müteşbbis, amenna! Fakat altı yüz senedir vatandaşlarının
ırzı, namusu, malı, canı için
elinde silah
serhadlarda dolaşan, ömrünün üçte ikisini cidaller içinde geçiren hanesini imar, tarlasını zer etmek ve kendi malına sahip olabilmek için vakit bulamayan kimdir, Türk değil mi? Acaba Türkten gayri milletler de Türkler gibi daima seyyar ve bikarar dolaşsalardı
bugünkü servetten
bugünkü milli şuurdan hisseyap olabilirler mi idi?
Daha düne kadar Türk asker olur, ölür, perişan aile bırakırken
diğer vatandaşlar küçük bir vergi ile ailelerinin yanında, işlerinin başında müreffeh bir hayat geçirir; Türkün
kaimesiz, bikes [parasız, kimsesiz] ailesinin elinde nesi varsa
komisyonculuk, bazirganlık ve sair suretle alınırdı ve hala alınmaktadır. Bari bu hizmetine mukabil Türk bir imtiyaza sahip olsa. Zavallı Türk!
Patrikhaneler imtiyazı anasır-ı saireye serbest bir inkişaf;
mücade- Je-i
hayatta muvaffakiyet için vasi bir imkan bahşettiği halde bu memleketin bekası,
vatandaşlarının muhafaza-i menafi için altı yüz senedir kanını döken
Türk en ağır tekalife katlanır,
inkişaf ve tekamül için ne vakit bulur, ne de bir
istisnaiyete mazhar olurdu. Ve hala da öyledir.
Ermeni uygunsuzluğu zuhur eder. Türk ölür, Arap isyan eder, Türk kanıyla
sükun bulur. Kürd tuğyanı
başlar. Türk kurbanıyla nihayete erer. Öyle olduğu halde Türk zalim, Türk gasıptır?
Çünkü memleketin hayatını tehlikeye ilka edenleri tarık-ı hakka irca için kan dökmüştür.
Çünkü bütün milletin
huzurunu ihlal edenlerin emellerine sed çekmiştir. İşte
bu cihetle Türk barbardır!
Zavallı Türk!
Rumeli'de yüzbinlerle İslam öldürülür, malı zapt edilir, ırzı parçalanır.
Bunlar asar-ı medeniyettir. Anadolu'da bir
polis, bir gayrimüslime ihtarda bulunur, yahut vazife-i resmiyesinin verdiği salahiyeti istimal eder, işte o zaman Türk barbar, zalim, gasıptır.
Zavallı Türk! Mebusanda mebuslar takrirler yağdırıyor, gazeteler bin türlü muhayyel ve yalan iftiralar kusuyor,
patrikhaneler makam makam milletlerinin hakkını müdafaa için takrirler dolaştırıyor,
hükümet taraf
taraf gayri-müslimlerin terfihini [rahatlığını] emrediyor; ne yazıktır ki Türk mebusları l:il ü ebkem [şaşırıp susup kalmış] Türk
matbuatı küfür savurmakla meşgul, merci-i İslam olan Meşihat [Şeyhülislamlık] Türkler hakkında lakayd, hükümet ise... Zavallı Türk!
Hiçbir hamisi olmayan Türk,
gayrimüslim vatandaşlarının felaketine asırlarca ağlamışken, bugün onlardan iftiralar, hakaretler görü-
yor, birkaç şahsın kabahatı bütün ona yükletiliyor, bundan yalnız Türk'ün
vicdanı sızlar. Zavallı Türk! 154
*
* *
Rumca gazeteler bu sıralarda
Yunanlılık amalini açıktan açığa izhar ediyorlar. Bu amalin pek yüksek, pek geniş olduğunu zaten biliyorduk. Hayret ettiğimiz bir nokta varsa bu yüksek emelleri izharda artık hiçbir ihtiyata lüzum görmeyen Rum refiklerimiz bahis, ispatı müddea
noktasına intikal
edince fikirlerini apaşikar söylemeyerek mugalata vadisine sapmalarıdır. Neologos Rumların
Osmanlı hükümetinden ve Türklerden zulüm gördüklerini, bu zulümlerle beraber şimdiye kadar isyan tarikine süluk etmediklerini, şimdi İtilaf
devletleri Yunan
ahalinin (hukukunun) teminini deruhde ettikten sonra artık isyana daha hiç ihtiyaç
kalmadığını, Rumların buralardaki tarih ve etnografik haklarını alem-i medeniyete tanıttırmaktan
hiç kimse kendilerini
men edemeyeceğini yazıyor.
Türkiye' deki Rumların
ötedenberi Yunan
ahalisini terviç etmeleri gördükleri zulümlerden mi neş'et etmiştir. Yoksa Rumlar Türkiye'de, idare-i hükümetin her türlü
düzelmesinden meyus ve müteessir olacak yerde bilakis memnun mu olmuşlardır? Bu suale Rumca gazeteler samimi
bir cevap verebilirler mi? Osmanlı hükümeti her ne zaman ciddi ıslahat vadisine sapmışsa bu ıslahat teşebbüsleri
Rumları kuşkulandırmıştır. Çünkü onlara lazım olan şey bu memlekette daima tezebzi.ib ve
teşevvüşün devamı, Hıristiyan ahalinin duçar-ı zulüm ve hakaret olmasıdır.
İdaresizlik, fena hükümet payidar oldukça Rumlar herhalde bir gün nail-i emel olacaklarını
bilmiyorlardı. Halbuki adi ve müsavata riayetkar bir hükümet
154 Anadolu, l 3
Tc^rinisani l 334 [ l l Eylül 1916]. Aktaran Zeki Arıkan, İ:: mir Basınından
Seçweler /871-19:!:!. l. Cilt, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, lzmir, 2001, s. 244-246.
Yunanlılık emellerinin sönmesini intaç
edebilirdi: İşte bunun için Osmanlı
hükümetinin sui-idaresi
Rumları mahzun ve meyus etmek şöyle dursun bilakis sevindirmiştir.
Rumların Türkiye'de gördükleri
zulümlerden dolayı Yunan amaline hizmet ettiklerini iddia edenler Kıbrıs Rumlarının niçin dünyanın en adil olan İngiliz idaresinden ayrılıp Yunanistan'a iltihak etmek
istediklerini izah edebilirler mi? Fakat tarihi ve etnografik sebeplerin
tetkiki esnasında elbette Türklerin de mübeccel ve meşru sadaları istima edilecek, o zaman Rumların pek bala-pervezane hareket
etmekte oldukları anlaşılacaktır.155
Anadolu, 17 Teşrinisani [Kasım] 1918
*
* *
- İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Nail Morah
Mütarekede azınlıkların izcileri taburlar halinde
Kordon'da hergün gösteriler yapıyordu. Bir gün Sporting Club önünden, mavi şortlu, mavi fularlı, çizgili
bayraklar ile
Yahudi izcileri geçerken, Harp içinde Almanlarla büyük işler yaparak milyonlar kazanan Yahudi
MAYER firmasının İzmir müdürü Laster bahçe korkuluğuna çıkıp Yahudi çocuklarını
alkışlamaya başladı. Orada duran eski şehbenderlerden Nurettin (Deli Nurettin) Bey
Laster'i yakasından tutup aşağıya indirdi, ve suratına iki tokat attı.
Türkler kan ağlarken Laster'in saygısızlığını,
nankörlüğünü orada bulunan ecnebiler bile kınamışlardı.156
*
* *
155 Zeki Arıkan, a.g. e., s. 246-247.
1 56 Nail Morali. Miitarckcdc İzmir Önceleri
ve Sonraları, İstanbul, 1976, s. 105.
- Mehmet Esat Çmar'm (1894-1975) Türk Sesi Gazetesindeki Yazıları 157
Umumi harp bir inhitat [düşme] ve felaket devresi açarken senelerden beri kapımızda
beslediğimiz yılanlar başlarını kaldırmışlar. Aziz Türkiye'nin rasime-i tedfinine [defin
merasiminin] hazırlanmışlardır. O zaman İzmir'de bulunanlar bu iğrenç namertlerin nümayişleri
karşısında yüreklerinin ne kadar kanadığını hala unuta- mamışlardır. Biz bu devrede bir çok Musevilerin de bu cereyana katıldıklarını
gördük. Senelerden
beri içimizde yaşamak, bizimle beraber bu memleketin iyi günlerini
görmüş olan bu Musevi münevverleri Türkiye'nin yıkılmak ihtimalleri karşısında her nedense mevzi almağa lüzum
görmüşlerdir. Burada acı bir hatırayı yad edeceğim: İzmir'in eski bir Musevi ailesinden çok iyi tanıdığım bir dostum vardı. Uzun senelerden beri tanıdığım bu Musevi genç, benim -ırkımın seciyesindeki [karakterlerindeki]
saffet [saftık] ve itimadı suistimal ederek- payansız [sonsuz] bir samimiyetimi kazanmıştı.
Mütarekenin akdini müteakib Adventor İngiliz
torpidosunun İzmir'e geldiği
gün, bana ilk söylediği söz herkes gibi benim de yüzümden okunan teessürlerimle istihfafeden [küçük gören]
şu cümle oldu:
-
Türk Milleti'nin içinde çok iyi tanımadığım bir iki sima olmasa idi bugün o millete ben de lanet ederdim. Türklerden o kadar muz- taribiz...
Bu sözü söyleyen Musevi genci, Harbi-i Umumi'nin
uzun beş senesinde sakat hükümeti -her vesileden istifade ederek- alkışlamışlardı.
Felaketin tahakkuk ettiği gün hakiki hissiyatını izhara lüzum
157 Mehmet Esat Çınar (1894-1975) hakkında kısa biyografik bilgi için bkz. Zeki Arı- kan. İzmir Basınından Seçmeler (1923-1938), İl. Cilt - İl. Kitap,
İzmir Hüyükşehir lklediycsi, İzmir, 2008, s. 15.
görmüştü. İlave edeyim ki, bu Musevi münevveri
üç-dört ay evvel
askere davet edileceğini haber aldığı gün, ailesinin otuz seneden beri İtalyan tabiyetinde olduğunu isbat etmiş ve Amerika'ya kaçmıştı. Bu acı hatırayı takip eden günler içinde Museviler bizim itimadımızı ve bizim misafirperverliğimizi
ne kadar
suistimal ettiler. Bütün İzmirli hemşehrilerimin kalbinde hala kanayan derin bir
yara var: Unutmuyoruz ki İzmir'in işgal edildiği gün Başdurak ve Kemeraltı'ndaki
Müslüman mağazalarını soyanlar Musevi kadınları ve Musevi çocukları idi.
İzmir'e Türk ordusunun girdiği
günlerde tahaddüs eden [ortaya çıkan] tabii karışıklıktan istifade ederek aynı işi yapanlar yine pek çok Musevi soyguncuları idi. Bunu daha iyi anlamak için Polis Dairesi'nin kuyudatına [resmi evraklar defteri] müracaat edilsin. İhbarat üzerine
taharri edilen
[aranan] bir çok Musevi haneleri birer emval-i metruke anbarı haline bilinmişti. Bu misallerden binler- cesini
verebiliriz. İzmir'de yaşayanlar bu hakayıkı teslim ederler. Geçelim. ( ...)
Muharrir Bey İzmir'de bulunmadığı
için belki bilmez. Fakat biz çok iyi biliyoruz ki, İzmir sokaklarında Yunan
izcileriyle çift olarak dolaşanlar, Musevi havralarına varıncaya kadar her
çatının üstünde mai ile beyazdan birer tufan yaratanlar bu memleketin
mekteplerinde okumuş, bu memleketin sultanilerinden feyz almış Musevi çocukları
ve yine bu memleketin nimetiyle yaşamış bazirgiinları idi. Ve biz icabında isim
de zikredebiliriz. Niçin bu hakikatleri itiraf etmek mecburiyetinde olanlar
sükı1t edecekleri yerde kalemlerini memleketin saadetine vakfetmek isteyenleri
susturmak için maka- matı taciz ediyorlar? ( ...)
Kanaatin ve içtihadın manevi zevkini
tatmış olanları hangi kuvvet veya hangi tesir susturabilir? Biz Musevilik'in
mühim bir ekseriyetiyle Türkiye için tehlike teşkil ettiğine inanıyoruz. Bunu
yazdık ve yazacağız. Hiçbir endişe bizi bu mücadeleden men edemeyecektir.
Bu kanaatla soruyoruz: Hiçbir tazyik görmeden Yunan idaresinden hiçbir emir almadan -çünkü böyle bir tazyik yapılmış olsaydı
Türklere teşmil edilirdi- sokaklarda Yunan bayraklarıyla dolaşanlar, havralarını mai, beyaz bayraklarla donatanlar
ve nihayet Türk Ordusu 'nu arkasından Müslüman dükkanlarını soyanlar, Türk hakimiyet ve milliyetine bilfiil
ihanet etmiş değiller de nedirler? Yoksa bu küfranı irtikiib eyleyenlerin gazetelerle
ihanetlerini mi bekleyeceklerdir?
Bizim izzet-i nefsimizi yaralamaktan çekinmeyenler
Türk Ordusu İzmir'e avdet ettikten sonra bizimle dost
olmak, dost geçinmek ihtiyacını hissedebilirler. Bu onlara ait bir meseledir. Fakat
bizim aldanmağa niyetimiz yoktur. Musevi dostluğuna ise hiç ihtiyaç duymuyoruz. Böyle olunca neden tenvir ve ikaza lüzum görelim?
Asırlar var ki
siyasete kalbi karıştırmanın ne muzır neticeler verdiğini feci misallerle gördük. Bundan sonra Türk için ihaneti affetmek, mezarını hazırlamakla müsavidir. Bu işte de hakikati görmemek Türkiye için feci bir akıbetin
hazırlanmasına müsaade etmek demektir. Ye unutmayalım ki, yirminci asrın tehlikeleri siyasi değil, iktisadidir. Bu sahada da bizi
yere vurmağa çalışacaklara göz yummak niyetinde de değiliz. Bilhassa ihanet-i siyasilerini gördükten sonra...
Her yerde ve her memlekette iktisadi hayatın menafii o memleketin öz evlatlarına
hasredilmiştir. Türkiye de bu yoldan yürüyecektir. Yeni meclisimizin toplandığı gün bu husustaki kanaatlerimizi daha
uzun bir suretde teşrih edeceğiz. Şimdilik bu noktaya işaretle iktifa ediyoruz... Meselenin hukuk-u
esasiye cephesinden görünüşü bu... İktisadi cepheden de başka bir gün görmeğe
çalışırız.158
*
* *
158 Türk Sesi, 8 lemınuz 1339 11923 ). Aktaran
Le‘ki Arıkan, a.g.e., s. 69-71.
Yunan Ordusu İzmir'e çıktıktan sonra, Türk idaresinin bir daha avdetine imkan yoktu. Konstantin'in namağlup ve muzaffer orduları Anadolu içinde ilerlerken, İzmir'de
yaşayacak gayri Türk anasır
için bu iki idare ile
uyuşmaktan başka çare kalmamış demekti. Mu- sevilerin çok mühim bir ekseriyeti bu vaziyeti idare
etmek için asırlarca sadakat iddiasıyla bağlı kaldıkları Türk tabiyetini hemen terk etmekten çekinmediler.
Kimi Fransız tabiyetine girdi. Kimisi İngiliz himayesine dahil oldu. Mühim bir kısmı da İtalyan tabiyetini kabul etti. Bunun için uzun uzadıya merasime ihtiyaç yoktu. Bir ecnebi konsolosuna
giderek pederinin esasen İtalyan tabiyetinde bulunduğuna dair -nasıl tedarik edildiği meçhul- bir vesika ibraz etmek veyahut da
doğrudan doğruya mfıracaat etmiş olduğu devletin tabiyetine dühul arzusunu izhar eylemek kifayet
ediyordu.
Bu terk-i tabiyet cereyanı az zamanda inkişaf etti. Ve hatta körüklendi de. Öyle Museviler tanıyoruz ki; 'şu kadar bin kişiyi İtalyan
yaptım', cümlesini makam-ı iftiharda hi li zikrederler. Ve bunlar iddialarında kazib [yalancı] de değiller. Filhakika Büyük Millet Meclisi intihabatı münasebetiyle tanzim edilen müntehibisani defterleri İzmir'de
Türkiye tabiyetinde
bulunan Musevilerin hemen hemen bir ekalliyet teşkil etmekte olduklarını ispat etti. Belediyemiz erkanından bir zatın bize verdiği malumattan anlıyoruz ki intihabata iştirak eden Museviler, mevcut ve mükellef Musevi zukfır
nüfusunun yalnız üçte biridir. Şu halde kuvvetli ve çözülmez bağlarla Türkiye'ye bağlı
olduklarını her fırsatta istifade ederek iddia eyleyen bu
sahte tabiyetli efendilerin sadakatinden şüphe etmekte haklı değil miyiz?
Biz bu nokta üzerinde biraz tevakkuf etmek [durmak]
istiyoruz. Malum olduğu üzre Türk tabiyeti keyfiyeti hukukudüvel [devletler umumi hukuku]
merasimine tabi mesaildendir [meselelerdir]. Türkiye tabiyetinden bir ferdin
tabiyetimizi terk ile başka bir devletin
tabiyetine girebilmesi için yapılması
lazım gelen bir takım merasim vardır ki Musevilerin tabiyetleri bu
safhadan geçmemiş ve binaenaleyh resmi ve hukuki bir mahiyet kesbetmemiştir.
Şu halde işgal esnasında ecnebi tabiyetine girmiş olan Musevilerin tabiyetleri
huzur-u kanunda sahte ve minküllilvücuh gayri kanunidir. Ve şüphesizdir ki, bir ihtilal hükümetinin prensipleri önünde bu hareket -hala iddia edildiğine
göre- bir ihanet teşkil eder.
Türkiye tabiyetinden çıkabilmek için
Hariciye
Vekaleti nezdinde teşübbüsatta bulunarak istihsal-ı muvafakat eylemek ve hatta şimdiki Teşkilat-ı Esasiyemize göre irade-i milliyenin sudurunu temin
etmek lüzumu vardı.
Acaba içimizde ecnebi sıfatıyla
dolaşan dünkü tebamızın tabiyetleri bu mecradan geçmemiş midir'? Ve geçmediğine
göre hükümetimizin bu sahte tabiyetleri tetkik etmesi zamanı çoktan gelmemiş midir'?
Biz bu nokta üzerinde hükümetimizin bizi tenvir etmesini [aydınlatmasını]
rica ediyoruz. Türkiyenin öz
çocukları dokuz
senelik uzun bir mücadelede can ve başla fedakarlık yaptılar. Ve hala da memleketin mühim bir kısım evladı silah altındadır. Her memlekette kan vergisi teba hakkında seyyanen tevzi olunur.
Musevilerin sahte bir ecnebi tabiyeti iddiasıyla hizmet-i askeriyeden kaçmalarına
müsaade etmek bu
memleketin müdafaasında hiçbir vazifeleri olmadığını kabul etmek demektir. Ve malumdur
ki her hak bir vazife mukabilidir.
Museviler bu memleketin müdafaasıyla vazifedar değillerse
Türkiye'de hiç hakları yoktur demekte haklı olmaz mıyız'? Ve şu takdirde kendilerine vatandaş muamelesi yapmak doğru bir hareket sayılabilir mi'?
Mevzubahis ettiğimiz Museviler şüphe olunamaz ki Türk tebaasıdır.
İddia ettikleri ecnebi
tabiyetleri sahtedir ve bu surette hizmet-i askeriyelerini ifa etmeleri lazımdır. Ahz-ı
asker şubeleriyle umur-u
hukukiye müdüriyetleri bu hususta icap eden tetkikat ve tahkikatı bilatehir [ertelemeden] yapmalı ve bu gibi sahte tabiyet iddia
eyli- yenleri kıtaata [askeri' bölüklere] sevk etmelidir. Bu neticenin aksi tasavvur edilemez. Çünkü içimizde ecnebi tebaası
sıfatıyla dolaşmalarına müsaade etmek her şeyden evvel izzet-i nefs-i milliye-
mizle istihza etmek demektir. Buna hiçbir Türk'ün kolay kolay tahammül
edebileceğini hatırımızdan geçirmeyiz.
Bize Musevi anasırının sadakatinden bahseden Musevi münevverleri de bu ciheti layık olduğu ehemmiyetle nazar-ı itibara almalı ve milletdaşlarının
bu iki taraflı
hüviyetlerini tashih etmelidirler. Aksi takdirde bizi igfal ile içimizde
gayrımeşru bir
surette temin-i menfaat etmek isteyenlere tekrar edeceğimiz iki cümle vardır. Ve bu iki cümle milli reisin ağzından çıkmış
olduğu için veciz ve
kahhar [fazlasıyla kahreden] bir belagatı da haizdir: "Bizi sevenler dostluğumuzdan
emin
olabilirler. Aksi takdirde cehenneme kadar yolları vardır." 159
*
* *
- N.S.[at]
Memleketimizde maateessüf bir kısım halk vardır ki; burada yaşadıkları, para kazandıkları ve pek müreffeh bir hayat geçirdikleri halde daima gayrimemnundur. Türkleri tenkit etmek, hırpalamak ve hatta terzil [rezil] etmek için hiçbir
fırsatı kaçırmazlar ve her fırsatta bir bir yanlışlıkla tekellüm ettikleri ve yüzde kırk Rumca kelimelerden müteşekkil garip bir Fransızca ile Türklerin,
hükümetin aleyhine
sinsi sinsi atıp tutmaktan bir hazz-ı deruni [gönül hazzı]
159 Tiirk Sesi, 9 Ağustos 1339 ( 1923 ). Aktaran Zeki
Arıkan, a.g. e., s. 91-92.
hissederler. Türklerin hiçbir muamelesi mümkün değil
onları memnun edemez. Memnun olsalar bile kadim bir adet üzerine tenkidatta devam ederler. Bunlar
kimdir? Asılları ve nesilleri nedir? Bu ciheti ancak kendilerinin bildiklerini iddia eden bu
Levantenlere -ki yüzde sekseni mütecavizdir- 'madem ki memnun değilsiniz
başka memlekette gidiniz orada tavattun ediniz' [yerleşin] diyecek olsanız derhal ateşli vatanperver kesilirler, Türkün,
Türklüğün, bu ezeli düşmanları kraldan ziyade kral taraftarı olarak; İzmir'e
Türklerden fazla
merbut [bağlı] olduklarını ar ve hicap [utanma] hissetmeksizin söylerler ve modası geçmiş
birçok nazariyat ile çürük
davalarını müdafaa ederler. Memleketimize ilk gelen ecnebi daima bu Levantenlerin telkinatı neticesinde Türkleri mutaassıp ve ecnebi düşmanı zanneder. Dün böyle bir muhavereyi [konuşmayı] istima eden [dinleyen] bir vatandaşın yana yakıla derdini dökmesi bu makalenin tahririne saik olmuştur.
Vatandaşımız bu suretle anlatmak istiyor ki ecnebi maskesi altında yaşayan
birçok Levanten
memleketimizin biaman düşmanı ve Yunanın da en faal bir propagandacısıdır.
Muharrir-i aciz bir vakitler Prag sefiri Vasıf Beyin biraderi aziz kardeşim
Esat'ın riyaset-i
tahririyesinde intişar eden yevmi Türk Sesi'nde yazdığım bir makalede şehrimize peyderpey avdet eden Levantenlerin hüviyetlerinin iyice tetkik edilmesini temenni
ve mümkünse avdetlerine müsaade edilmemesini selamet-i vatan namına talep etmiş idim, fakat varak-ı mihr-i vefayı ne okuyan160 ne de dinleyen olmuştu.
Hiç olmazsa bundan sonra gözümüzü açarak
bu gibi propagandalarla izzet-i nefs-i millimizin
rencide edilmesine müsaade etmeyelim ve faillerini lazım gelen cezalara çarptıralım.
Levantenlerin bir çoğu psikolojikman tetkik edilecek
olursa görülür ki bunlar fevkalade kurnaz, menafaatı için hiçbir fedakarlıktan
160 Ferit Devellioğlu'nun
sözlüğüne göre birçok Divan Edebiyatı şairi tarafından kullanılan bu cümle ··arıık kimsede dostluk, sadakat
ve vefa kalmadı, kimse bunları ınühiınsemiyur" ınanas111a gdiyur.
çekinmez, arkadan söyler, yüze
güler, riyakar, mutabasbıs ve yaşadıkları memlekete muzır kimselerdir. Çünkü benimsedikleri vatanla bu vatanın en ehemmiyetli en mukaddes
vazifesi olan askerlikle hiçbir alakaları yoktur. Alakaları
vatanımızdaki alakaları gibidir. Yani tamamiyle maddidir. Vataniyle alaka-i maneviyesi olmayanlar vatansızlardır.
Ve bir kaide-i
umumiyedir ki vatansızlar yaşadıkları memlekete muzırdır.
Menfaat-ı gayri meşrualarına
müsaade ve müsamaha
edildiği takdirde Türklerden iyi kavim yoktur. Fakat menfaatlarına zerre kadar haleldarı
olduğu [zararı olduğu] takdirde velinimetleri olan Türk- ler hakkında
söylemediklerini bırakmazlar. Levantenler, Türkleri sevmezler daha doğrusu sevemezler. Çünkü çoğunun
aslı Rumdur. Mayaları Rum hamurundan mamuldür. Her nasılsa eline bir ecnebi pasaportu geçirmiş olan bir Levanten ailesinin
hariminde Rumca görüşülür. Adetleri tamamiyle Rum adetidir. Bir levantenin ya amcası, ya dayısı, ya birader ve hemşiresi hatta peder ve validesi Rumdur.
Ve pek tabiidir ki bu halitadan [alaşımdan] meydana gelen Rumdur. Eski
devirlerde kapitülasyonların cenah-ı atıfet ve saadetine sığınan bir levantenin şimdiki müsavat
idaresini beğenmeyeceği
gün gibi aşikardır.
Türk'e ruhen, ırken, iktisaden düşman olan Levantenlerin emeli, arzusu
Yunan idaresidir.
İzmir, bu talihsiz memleket, tarihin şimdiye kadar mislini kaydetmediği bir felaketi gördü. Yunan idaresinde 15 Mayıs 335'ten 9 Eylül 338 tarihine kadar 40 ay mütemadiyen kan ağladı. Garbi Anadolu bu zalim idarenin Engisizyon icraatıyla inledi. Türk'ün izzet-i nefs-i millisine bundan büyük bir darbe vurulmamış, bundan büyük bir hakaret yapılmamıştı. Bizi bu müthiş ve elemli zamanlarda yalnız ecnebiler teselli etti.
Levantenler 15 Mayıs Perşembe sabahı Yunan'ı Patris vapuruyla İzmir'e
getirdiği vahşi sürülerini Rumlarla, Ermenilerle, Yunanlılarla, "Sporting'', "Küçük
Avcılar", "Büyük Avcılar" klübünden çılgıncasına bir meserretle [sevinçle]
alkışladılar. "Zito!" sadaları afaka [göğe] kadar yükseldi. O gün Sporting
Klüp'te bulunan bir Levanten muharrir-i
acize "İzmir şimdi kurtuldu!'', demişti. Neferleri bağrına basan, evlerinde ziyafet veren, sürüler
geçerken pencereden
çiçek atan,
kolonya suları döken bu Levanten ailesi şimdi yine aramızdadır.
Kızlarını bir Yunan zabitine tenkih etmek
[evlendirmek] için servetlerini sarfetmekten çekinmeyenler Etniki Eterya'dan, propaganda
cemiyetlerine avuç avuç para dökenler, Yunan ordusunun muvaffakiyetleri haberi üzerine fener alayları tertip edenler, evlerini ve
ticarethanelerini mavi ve beyaza boyayanlar, evlerine konsoloshane bayrakları gibi üç metre tulunda [boyunda] bayrak çekenler, Küçük Avcılar Klübü'nün salonuna Venizelos'un altın yaldızlı muazzam çerçeveli tasvirini duvara talik etmek şerefini! ihraz [kazanmak] için Yunan ordusu menfaatine müzayedeye
iştirak edenler şimdi yine aramızdadır.
Türk'ün uluvv-ı cenabı [alicenaplığı]
bu hainleri
cezaya çarptırmadı. Korkularından Rumlarla beraber firar edenlerin
avdetine müsaade etti. Fakat artık bundan böyle bu kiryelerin [bayların] Türk
aleyhine propagandaları tecviz edilmemelidir. Uluvv-ı cenabın
fazlası fazladır, iyilikten maraz hasıl olacağını unutmamalı ve müteyekkız
davranmalıdır. Öyle ümit ederiz ki badema [bundan sonra] hükümet bu gibi propagandaları
yapanları layık olduğu cezaya çarptırmakta gecikmez. [162]
*
* *
- Gülfem Kaatçılar
İren (1915-2009)
Son akşam geri döndük tam yemek saati her şey hazırlanmış
yemek yenilecek, büyük araba kapısı vurulmaya başladı, derhal anladılar evin basıldığını. Basanlar da yerli Rum ve
Ermeniler, asker
elbiseleri giymişler. Evin büyük beyi Mehmet bey çocukları ve hanımları
topladı gizli bir
oda varmış, o odaya bizi doldurdu ve kapısını kapattı. Erkekler konağın dört bir tarafına
dağılmışlar, kimi samanların içine girmiş kimi kömür çuvallarının arasına saklanmış,
büyükbabam tavan arasına çıkmış
üç katlrbüyük bir ev. Bir müddet sonra büyük gürültüler olmaya başladı. Evin içinde kırma vurma gibi. Meğer gelen o üç kişi araba kapısını
açamamışlar. Onlara yol gösteren başka bir yerli Rum evin başka bir küçük kapısı
olduğunu söylemiş, o kapıdan girmişler evin içine, eve girdikten sonra epeyce bir gürültüler oldu, yukarıdaki katta öteberi kırıldı
vuruldu, kimseyi bulamamışlar çıkmışlar dışarıya, gene herhalde aynı kimse, evi gayet iyi tanıyormuş,
çünkü eskiden o evin kahyasıymış, diyor ki "büyük bir kızma hamam vardır, o hamamın
karşısında gizli bir
oda vardır kapısı görünmez orada saklanıyorlar gidin orada açtırmaya çalışın kapıyı." Hakikaten yine geldiler. Biz içeride titriyoruz küçük bir mum ışığında üst
üste insan, en azından 1O-12 hanım ve bir o kadar da çocuk. Kapıya vurmaya başlıyorlar,
"açın yoksa
vururuz kırarız, yakarız" diye. Bunu evin büyük beyi Mehmet Bey duyuyor, saklandığı yerden çıkıp geliyor diyor ki "telaş etmeyin açacağım kapıyı
ve ne isterseniz
vereceğim." Kapı açılıyor içeriye perişan halde sarhoş, asker elbiseleri giymiş, bir ellerinde bomba öbür ellerinde bıçak üç kişi
dalıyor. Odada kullanılmayan
eşyalar, bir de büyük kasa var. Mehmet bey kasayı açıyor
içindekilerin hepsini torba torba bunlara veriyor. Oniki zengin hanımın
mücevher ve para torbaları ve eve ait bazı eşyaları ceplerine, boyunlarına, kemerlerine bağlıyorlar. Bu arada "bu torbaları bize vermezseniz Kemal geliyor, o
alacak" diye tekrarlıyorlar. Mehmet beyi de alarak çıkıyorlar dışarıya. Mehmet beyi mermer bir havuzlu
oda vardı, yatırıyorlar yere, boğazına bıçağı dayıyorlar, diyorlar ki "senin gömüde ellibin altının varmış
onları da çıkar. " Mehmet Bey yok diyor, "gömüde
hiç param yok, ben ziraatçı bir adamım malım
orada, gömüde param yok, olanı verdim. Yalnız rica ediyorum" diyor.
"Kesmeyin de şöyle karşınızda durayım birer kurşun atın bana." Kalk diyorlar kaldırıyorlar ama adamlar sarhoş, perişan
vaziyette,
ortalık da kararıyor o sırada. Bunu alıyorlar
sokağa çıkartıyorlar, eski Manisa sokakları dar birbiriyle iç içe. Mehmet bey onların zaaflarından
faydalanarak bir
tecrübe yapmak istiyor ve ters istikamete dönüp saklanıyor. Karanlıkta
göremiyorlar, kurşun atıyorlar ama isabet etmiyor velhasıl izini kaybettiriyor, dönüp eve geliyor, biz hala aynı yerde titremekteyiz. Bizdeki gürültüyü duyan Manisalılar
dağa çıkıyor. Manisa da yanmaya başladı. Gece karanlık, dağ yolunu bilen yok, başlıyoruz
tırmanmaya kayalardan,
meğer bizim çıktığımız yer eski bir dere yatağıymış, kuru bir dere yatağı. Güçlükle
bir düzlüğe
varıyoruz ve
herkesin gittiği istikamette biz de dağa tırmanmaya başlıyoruz korku ve dehşet içinde. Herkes dağda kayaların
arasında saklanıyor. Bizim hemen arkamızdan eşkıyalar yolu kesiyor, genç erkekleri vurup ihtiyar ve kadınlara "elinizde ne varsa verin ve
gidin" diyorlar. Arkamızdan bir genç hanım geldi, ağlayıp çırpınıyordu. Kocasını
vurmuşlar, kayınvalidesi oğlunu bırakmamış, başında kalmış. Kadıncağız
ağlayarak olanları bizimkilere anlattı. Dağda ne kadar kaldığımızı bilmiyorum, hep korku içinde
kayaların arasından bir sızıntı görmüş, beni sürükleyerek oraya götürmüş bana bu suyu yala, dudaklarını dilini ıslat demiş, ben de aynısını
yapmışım. Gene o
arada elime siyah bir şey verdiler bir parça, kösele gibi, meğer birisinde biraz siyah un varmış, o taşların
arasından akan su
ile unu ıslatmışlar, paslı bir teneke üzerinde onu pişirmişler, ekmek yahut pide gibi bana da bir
lokma verdiler ama ben yiyemedim. Biz üç gün üç gece o dağlarda kaldık.16^
*
* *
162 Gülfem Kaatçılar İren,
Anılarıııı, Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., İstanbul, 2004, s. 22-24. Gülfem Kaatçılar İren, Doç. Dr. Leyla Neyzi ile sözlü tarih mülakatı yapmasının ardından
anılarını kaleme almaya karar verdi.
Neyzi'nin bu konudaki makalesi şudur: Leyla Neyzi... Remembering Smymailzmir: Shared History.
Shared ırauına",
Hisıoıy anıl Memory. Cilı 20,
Sayı 2, Sonbaharı Krj 2008, s. 106-12 7
- (E) Albay M. Şevki Yazman
(1886-1974)
İtalyanlar yerleşmeğe başladıkları
erkek muallim mektebi binasını bir kale gibi tahkime çalışıyorlar. Büyük
pencerelerin önüne, kapıların iki tarafına makineli tüfekleri
yerleştiriyorlar. Etraflarına nöbetçi, nöbetçi, nöbetçi.
Zabitler yalnız Ermeni mahallesindeki
evlerde misafir kalacaklar. Burada da gene köşelerde, kapıların önünde
bölüklerin yarısı nöbet bekliyor. Çarşı pazarda tek başına gezen bir nefer yok.
Karargâhların bulundukları yerler ıslık sesinden, nefer şarkılarından anlaşılıyor.
Buraları sanki bir işgal alayının garnizonları değil de meşk eden musiki
mektepleri. (...)
Bir gün işgal alayı kumandanlığından
şu haberi verdiler:
Bir eşkıya çeşme başında yüzlerini
yıkayan İtalyan neferlerine kama ile hücum etmiş ve bir kaçını yaralamış, hâlâ
da yaralamakta devam ediyormuş, yakalamak için sür’atle yetişmeli imişiz. Biz
koca bir alayın bir eşkıya için bize müracaatını garip bulmakla beraber yanıma
iki nefer aldım, koşa koşa vak’anın zuhur ettiği Ermeni mahallesine doğru
gittim. Maarif evlerinin köşesinden liseye giden yola yani eski Ermeni
mahallesine döndüğüm zaman sekiz on İtalyan neferi bağıra çağıra sokaktan
çıktılar ve koşarak Alâeddin tepesine saptılar. Bunların çıkmasile sokakta ses
kesilmiş değildi, ileride gene bir sürü bağırışmalar devam ediyordu. Sekiz on
nefer gene var kuvvetleriyle koşuyorlar, arada sırada dönüp arkalarına
bakıyorlar, bağırıyorlar, bazıları Ermeni evlerinin açık kapılarından girerek
kapıyı sıkı sıkı kapıyorlar, Ermeniler pencerelere dökülmüş onların da bir
kısmı bu hale gülüyor, bazıları neferlere yol gösteriyor, mukabele için teşvik
ediyordu. Fakat hepsi nafile, bu korkmuş kalabalığın bütün gayreti arkalarından
gelen ve kendilerinden bazılarının neresi rastgeldiyse, kolu, budu, kulağı
demeden hacamat eden şu baş belâsından kurtulmaktı. (...)
[Halk] Harpten o kadar yorgun ve bıkkındı. Tam fikirlerin bu keşmekeş, bu tereddüd
anlarında şu haber bir bomba gibi patladı:
- İzmir Yunanlılar tarafından işgal
edilmiş.
O günü hiç unutmam. Sille kasabasının ufak kahvesinin bir tarafında bizim tabur zabitanı ve bazı ateşli
gençler, öte tarafta kasabanın bize muhalif olan ihtiyarları toplanmış düşünüyorlar. Ne Zeynela- bidin hocanın, ne itilafcı belediye reisinin ağzını bıçak
açmıyor. Herkes artık bu işin şakası
olmadığını, bu
gelenlerin artık geri gitmek niyeti bulunmadığını anlamıştı. Herkes kasabadaki Rumların son günlerindeki
taşkınlıklarını hep bu Yunan işgalile alakadar görüyorlar, attar Yuvani'nin vergi borcu
isteyen tahsildara:
Yeter artık sizin zulmünüz be, bundan sonra boyun eğmiyece- ğiz demesini; üç gün evvel muallim Ahmed efendi Aşkar oğlu Dimon'un kapısının
önünden geçerken karısının:
- Ayasofya'ya çan takılmış ninni diye çocuğunu
uyuttuğunu duymasını hep bu yeni işgalin Rumlarca çok evvelden malum olduğuna atfediyorlardı. Hülasa aylardan, hatta senelerden beri
ilk defa şu ufak kasabadakiler ayni acıyı hissetmiş, ayni kederle müteellim olmuş
bulunuyorlardı. Fakat kimsede de bunun çaresi hakkında kati bir fikir, bir iman doğmuş değildi,
herkes bir şey ümit ediyor bir şey bekliyor gibiydi fakat neyi? Ve
kimi? Bu malum değildi. ( ...)
Bergamadan çekilenler Kınıkta bir cephe ve müfreze
kumandanlığı teşkil ettikten sonra Somaya çekilmişler teşkilat yapmıya çalışıyorlardı
Kınıktaki müfreze bu teşkilatı ve çalışmayı setredecekti. Müsaadenizle bir de Kınıktaki müfreze ve cephe kumandanlığının
mevcutj urnalına göz gezdirelim:
Müfreze kumandanı yüzbaşı Sami efendi.
Maiyetinde: 3 zabit,
8
Piyade neferi
5
Süvari neferi
1 Makineli tüfek
Fakat bu Kınık müfrezesi yalnız Somaya giden yolu kapatmıyor,
müsademeler bile yapıyordu. Bu müsademelerden birinde yegane makineli tüfeğini kullanan mülıizim Sabri efendiyi de esir vermişti. Onun da şu kahramanca macerasını dinleyelim:
Müliizim Sabri efendiyi esir aldıktan sonra Yunanlılar:
- Bize bu biçici makineli tüfek ateşini
açan parmaklar bunlar
mıdır? diyerek Sabri efendinin sağ elinin parmaklarını
köfte gibi ezmişler ve bununla da iktifa etmiyerek üzerine kelepçe
takmışlar, ertesi günü Bergamaya gönderilmek
üzere Kınıkta bir evin odasına tıkmışlardı. Muhafazasına memur edilen de tesadüfen bir Yahudi neferiydi. Rumlar
kadar Mişon da Sabri efendiye kızgındı, çünkü onun biçici ateşi
arkadaşları kadar ona
da soğuk terler döktürmüş- tü. Bu parmakları ezik, eli kolu bağlı yerde yatan Türk zabitinin karşısında
ihtiyatlı bulunmaya
lüzum görmeden tüfeğini duvara dayamış bir taraftan cigarasını
sarmağa çalışırken diğer taraftan da hiddetle söyleniyordu:
- Nedir bu sizdeki akılsız kafa. Hiç
uslanmıyacak mısınız, akıllan- mıyacak mısınız, sekiz kişi ile koca bir alay durdurulur mu
be? Sizin kafanızı ezmeli, gözünüzü çıkarmalı, siz Avrupa devletleri, dritnot, büyük ordu ne demektir, hiçbir şey bilmez misiniz be?
Bu esnada Sabri efendi hep duvara dayalı, ucu süngülü tüfeği
düşünüyor, ezik parmaklı ellerinin kelepçeden
çıkarma imkanını araştırıyordu. Mişon diskuruna devam ediyordu:
- Sakin kipirdanayim deme, karnını
deşerim.
Sabri efendi rica ediyor:
- Mişon ne olur, şu elimi biraz çöz de bir parça ağrısı gitsin.
- Senin elini çözmek ha, geber, öteki
parmaklarını da ezmediğimize şükret.
Sabri efendi artık her şeyi göze
almıştır. Parmakları ezik elinin sağlam kalan adalesini de kelepçe demirine sıyırtarak
çıkarıyor, kendisini topluyor, bir hamlede sıçrıyor, duvara dayalı ve ucu süngülü tüfeği
yakalıyor, Mişon neye uğradığının farkına varamıyor, korkudan gözleri dışarı fırlıyor, ağzı
açılıyor, fakat bağıramıyor, Sabri efendi can havlile ani bir
hamle yapıyor ve pencereden dışarı atlarken yere düşen Mişona bakarak:
-Adiyo Mişon diyor.
Ezik elinde kanlı süngülü tüfeği ile işgal edilmiş
kasabayı bir baştan öte
başına kadar katediyor
ve sonra gene kıtasına iltihak ediyor. [163]
*
* *
- Müşfik Kinson (1909-?)
Meydan Yunan askerlerini karşılamak isteyen insanlarla doluydu. Kısa kollu, beyaz renkli entariler giymiş Rum kızları, neşe
içinde ellerinde tuttukları mavi beyaz renkli Yunan bayraklarını
dalgalandırıyorlardı.
Bir süre sonra Kordon tarafından Yunan askerlerinin geldiğini gördük.
Önde Yunan bayrağı taşıyan
bir bayraktar ve
arkasında sıra halindeki askerler Hükümet Konağı'na doğru
yaklaşıyorlardı. Askerleri görünce ağabeylerimiz ateş etmeye başladılar. Ben öndeki Yunanlı
bayraktarın yere yıkıldığını
gördüm. Ancak
silah sesleri o kadar yoğundu ki, Bezmi ağabeyim ve ben korkudan fişekleri yere atıp hemen oradan kaçtık.
Eşrefpaşa'ya doğru koşmaya başladık. Biz kaçarken arkamızdaki silah sesleri şiddetini iyice arttırmıştı.
Öğleye kadar Eşrefpaşa'da
kaldık. Güzelyalı'ya gidebilmek için Konak'tan geçmemiz gerekiyordu. Dolayısıyla kaçtığımız yere geri dönmeliydik. Bu arada delicesine yağan bir yağmur da başlamıştı. Her şeye rağmen Bezmi ağabeyimle geri dönmeye karar verdik.
Konak'a geldiğimizde çatışmaların tamamen bitmiş olduğunu
gördük. Her
tarafa Yunan bayrakları çekilmişti. Yunanlı askerler meydanda yerde oturuyorlardı.
Etraflarında tertemiz giyinmiş Rum kızları "Ekmek ister misiniz? Soğan ister misiniz? Tuz ister
misiniz?" diye ikramlarda bulunuyorlardı.
Benim gözüm hapisten çıkan
ağabeylerimizi arıyordu. Acaba akıbetleri ne olmuştu? Derken yaklaşık on kadarını gördüm. Meydanın Kemeraltı tarafında bir okul vardı. Okulun merdivenlerinde kimisi sırt üstü, kimisi yüz üstü yere serilmişlerdi.
Kolları bacakları açık, kan içinde cansız yatıyorlardı. Çarpışırken okula çekilmişler ve orada şehit
olmuşlardı. Milli mücadelemiz
işte bu on tane kahraman mahkumla başlamış oldu.
Ölen bu mahkum ağabeylerimizin
yanlarında Rum çocukları
vardı. Hemen çocukların
yanına gittim. Anlamasınlar diye Rumca konuşuyor, güya seviniyormuşum gibi yapıyordum. Rum çocuklar
ellerindeki çivilerle
ölülerin gözlerini deşiyorlardı. Birbirlerine gülerek henüz soğumamış cansız
vücutların burunlarını, kulaklarını çekiştiriyorlardı. Bu manzaraya daha fazla dayanamadım ve oradan uzaklaştım.
Rıhtım Yunan gemileriyle doluydu.
Averof, Kılkıç, Patris gemileri Körfez'de demirliydi. Kordon'daki otellerin balkonlarındaki Frenkler, Körfezdeki bu manzarayı
seyrediyorlardı. Yağmurdan dolayı kafelere sığınmış olan Rumlar, gemilerden boşalan Yunan askerlerine tezahüratlarda
bulunuyorlardı.
Etrafta kaba saba giyimli silahlı Rumlar bela ararcasına
dolanıyorlardı. İzmir'in dışından geldikleri belliydi bunların.
Fenalık yapacak Türk arıyorlardı. ( ...)
Sabah gün ağarırken Yunan gemileri İzmir Limanı
açıklarında görüldüler. Saat sekiz buçuk civarında ise Yunan askerleri limana çıkmaya başladılar.
Limanda Rumlar tarafından büyük bir karşılama
töreni tertip edilmişti. Karaya çıkan askerler alkışlarla ve "Zito" nidalarıyla
karşılandılar. Başlarında Yunanlı komutan Albay Zafiriu vardı. İlk
çıkan askerleri,
Metropolit Hrisostomos bizzat takdis etti. Metropolit burada ateşli bir de konuşma yaptı. Bu nutkunun ardından Rum halkı iyice galeyana geldi.
Rumlar birbirleriyle kucaklaşıp "Sonunda oldu işte, bu günleri de gördük" diyerek sevinç
gözyaşları döküyorlardı. Hep bir ağızdan '"Le-le-lefterya, le-le-lefterya"16-ı diye bağırarak,
alkışlarla özgürlüklerini kutluyorlardı.
Karaya çıkan Yunan taburları
etraflarında yerli Rumlar olduğu halde Hükümet Konağı'na doğru yürümeye
başladılar. Kordon'daki
binaların balkonlarındaki insanlar ellerindeki Yunan bayraklarını
çılgınca sallıyorlar, Kordon boyunca geçen askerlerin üzerine çiçekler atıyorlardı.
Askerler Kordon 'u müteakip Konak Meydanı 'na geldiler. Başlarında bir bayraktar vardı. Bayraktar Hükümet
Konağı'na iyice yaklaşınca
Hükümet Konağı'nın batısında, Kemeraltı girişinde mevzile- nen benim de aralarında
bulunduğum vatansever
mahkumlar, Yunan askerlerine doğru ateşe başladılar. Yunanlı bayraktar yere yığıldı. Yunan askerleri önce geldikleri yöne doğru
dağıldılar. Daha
sonra toparlanarak Sarı Kışla ve Hükümet konağı istikametine doğru rast- gele ateş etmeye başladılar. Bu arada yerli Rumlar da çatışmalara
karıştılar ve
etrafta gördükleri Türklere saldırmaya başladılar. ( ... )
İzmir'e gemilerle Yunan askeri gelirdi. Sarı Kışla
ağzına kadar Yunan askeri doluydu. Bazı günler askerler kıtalar halinde Basmane'ye doğru uygun adım
yürürlerdi. Hep bir ağızdan marşlar
söyleyerek
164 Rumca
"letierya". "hürriyet" anlamına gelir. Yani göstericiler ''hü-hü-hürriyet" diye tezahürat yapıyorlardı. Bu konuda bilgı veren
Mihail Vasilyadis'c ıcşekkür cdcriın.
Türkleri Kızılırmak'a dökeceklerine yemin ederlerdi:
Tetio Konstantino mas, tetio vasilia
Na parume tin Poli ke tin Aya Sofya
Ap' oxo me ton turko tin Kokkini Milia.
O yane vasilya165
Yerli Rumlar hemen sokaklara çıkar Yunan askerlerini alkışlarlardı. Bizim aşağı mahallenin Papazı Yannis, Yunan askerlerinin geçişini hiç
kaçırmazdı. Siyah
entarisi ve başlığıyla koşarak caddeye gelir, istavroz çıkararak askerleri kutsardı.
Ben hep Rumların arasında olduğumdan, olup biteni rahatlıkla seyrederdim. Bu şekilde
öğrenmiş oldum marşlarını.
Askerler tezahüratlar altına Basmane'ye varırlardı. Yunan askerleri Basmane Garı'nın önünde
bölükler halinde
otururlar, kendilerini Aydın 'aya da Anadolu'nun içlerine
götürecek trenleri
beklerdi. Bu arada bekleyen askerlere yemekler çıkardı. Yerli Rum kızları askerlere ikramlarda bulunurlar, ekmek ve
su taşırlardı. Askerlere moral olsun diye onlarla konuşurlar,
sırtlarını sıvazlarlardı. Bu suretle askerler de cesaretlenir ve taşkınlaşırlardı. ( ...)
Her ne olursa olsun İzmir işgal
altındaydı ve bunun ezikliğini biz çocuklar dahi hissedebiliyorduk. Sokakta bir
Türk çocuğuyla bir Yahudi çocuğu kavga etmeye başladı mı etraftaki Yahudiler
hemen yetişir ve bizimkilere dönerek "Hayde ketçi o günler karye, aylan
yildizi kökte köreceksiniz karye" diye nispet yaparlardı.166
165
Bu marş 20. Yüzyılın Kralcılar ve Venizelosçular Yunanistan'ında Kralcıların
Kral Konstandinos 'u öven bir marşın dörtlüğüdür. Doğrusu şöyledir:
Me tetio Konstandi Böyle
bir Konstantinos ile
Me tetio vasilia Böyle
bir kralla
Tha parume tin Poli ke tin Aya Sofya Konstantinopolis ve Aya Sofya'yı
[geri]
alacağız
Tha
dioksume ton Turko stin kokkini milia Türk'ü kızıl elma [diyarına] kovacağız
Oo yennee vasilia.. Ey
kahraman kral
Bu
bilgileri veren ve çeviriyi yapan Mihail Vasiliadis'e müteşekkirim.
166
Volkan Gönenç, Küllerin Altındaki İzmir 1909-1930, Çatı Kitapları, İstanbul,
2012, s. 41-43, 53-54, 62.
-Ali Orhan İlkkurşun (1886- 1970)
Birinci Kordon'un, binalardan olan kaldırımı boyunca İzmirli ve civar köy ve kasabalardan gelmiş Rum ve Ermeniler göze çarpıyordu. Bunlar kudurmuş gibi haykırarak
küfür ve hakaretlerin
her türlüsünü bize savuruyorlardı. Tükürüyorlardı. Yakalardan tutup çekiyorlar,
üstümüzü başımızı parçalıyorlardı.
Ağızları kuduz köpeklerinki gibi salyalı idi! Korkunç gözleri
çanaklarından fırlamıştı. Vahşet duyguları suratlarını kıpkırmızı yapmıştı. Elleri birer pençe olmuştu.
Oldukları yerde
tepiniyorlar, çömelip kalkıyorlardı. Türk'i.in imanı, dini, hülasa bütün
mukaddesatına sövülüyordu, tabii Türkçe olarak! ( ...)
Birinci Kordon boyunda İtilaf
Donanması'na mensup büyük küçük gemiler kıçtan karaya yanaşmışlardı ve caddenin
muhteşem binalarından çoğunda, yerli ve ecnebi zengin Hıristiyanlar ve tatlı
su Frenkleri oturuyorlardı. Yunanlılar akıllarınca kahramanlık sahneleri
yarattıklarını sanarak, onların önlerinde Türklere türlü hakaret ve eziyetlerle
saldırmakta idiler.
Yerli Rumlar ve Ermeniler bıçak,
demir parçası, zincir, odun ellerine ne geçimişlerse bize karşı ağızlarını
köpürterek kullanıyorlardı. ( ...)
Şüphesiz, İzmir'in Yunanlılar
tarafından işgali haberi üzerine bütün memleketin sıtmalı nabız noktası
İstanbul oldu.
16 Mayıs'ta çıkan
gazeteleri iki gruba ayırmak lazımdır. Türk basını kara haberi kara çerçeveler
içinde ağlayan ve ağlatan ifadelerle verirken, Rumca ve Ermenice gazeteler
Ti.irk nüfus kayıtlarını hayasızca taşıyan azınlıklara bunu bir müjde gibi
duyuruyor ve onları zafer şenliklerine davet ediyordu.
Türlü hadiselerle her bakımdan
yıpranmış köhne payitahtın bir tarafında memleketin asıl sahipleri kanlı
gözyaşları döküyorlar, Rum ve Ermenilerin fazla olduğu Beyoğlu ve Tatavla
(Kurtuluş) taraftarı şarkılarla laternalarla ve küstah naralarla çınlıyordu.
Birkaç saat içinde Rumlarla, Ermenilerin dükkanları, evleri Yunan bayrakları ile süslenmişti. Bu bayrakların çok
önceden hazırlandığı ve böyle bir güne saklandığına şüphe yoktu.
Kiliselerin çanları bütün gün kısa aralıklarla
çaldı. [164]
EK V
"İZMİR YANGINI" KONUSUNUN SİYASALLAŞMASI
Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Müdürü Prof. Dr.
Engin Berber
Bazı yabancı kalemlerin, ""İzmir
Yangını" konusuna neden odaklandıkları ve kimlikleri üzerine kitabımıza yeterince açıklama koyduk. Aynı konuda, deyim yerindeyse mangalda
kül bırakmayan yerli kalem erbabının kimliğini ise, iki sebepten ötürü özellikle
açığa vurmadık. İlk olarak, Türkiye'de hukukun alabildiğine siya- sallaştığı/siyasallaştırıldığı bu günlerde organize bir dava sağanağına maruz kalmaktan çekiniyoruz.
İkincisi, "tarihimi::.le
yii::.leşmek " söylemini kendilerine paravan ederek, erken cumhuriyet dönemi ve ka::.anımlarını
hedef tahtasına koyan (bundan tartışılmasın
anlamı çıkarılmasın) söz konusu zevata, son yıllarda Türk siyasetinde yığınla
örneğini gördüğümüz suni bir gündem yaratma şansı vermek istemiyoruz. Sanal ortamda bazı anahtar sözcükleri aratarak yapılacak kısa bir gezinti, yerli kalem erbabının
kimliği konusundaki
merakı fazlasıyla giderecektir. ( ...)
Ben herkesin olmasa bile,
aklrselim sahibi olanların ii::.erine buluşabileceği bir yargıya
varılamayışında, "İzmir Yangını " konusunun tartışıldığı zeminin giderek siyasileşmesi/siyasileştirilmesi
önemli bir rol oynadığını
düşünüyorum.
Soru: Bunu kim veya kimler, ne sebeple yapıyor?
E. Berber: İsim vermek istemiyorum ama bunu yapanların
çoğu gazeteci, azı akademisyendir. Daha kolay algılansın diye, bunları üç gruba ayırıyorum: 1. Konuyla ilgili vaktiyle yayımlanmış
belgeleri yeni
diye yutturmaya kalkanlar ile bilinenleri cilalayarak tekrar edenler; 2. Bir-iki
anı ve tanıklıktan yola çıkarak,
"Türk- ler yaktı veya (Sakallı) Nurettin Paşa yaktırdı " diyenler ki, esasen ikincisinin "Türkler
yaktı " demekten
bir farkı yoktur; 3. Neye dayandıklarını açıklama gereği bile duymadan, "failin kim olduğu belli, hepimiz biliyoruz ama açıkla(ya)mıyoruz"
anlamında yazıp konuşan, aydın görünümlü tipler. Özellikle ikinci ve üçüncü gruba dahil olanlar, seçtikleri bir veya birkaç kaynaktan (diğerlerini
işlerine gelmediği için ya görmezden gelirler veya kendileri sanki hiç öyle değilmiş gibi, bunların yanlı
olduklarını iddia ederler) hareketle İzmir Yangını 'nı Türklere fatura ederler. Bunlar, son üç-beş yil içinde, İzmir
Yangını ile kitap
yazmış bazı yabancıların Türkiye sürümüdür. Keza, "tarihimizle yüzleşmek " söylemini kendilerine paravan ederek, küfretmek
peşinde olanlar
da bunlardır.
Soru: "Tarihimizle yüzleşmek"
neden sizi rahatsız ediyor?
E. Berber: Yüzleşmek,
gerçeği bulmak amacıyla suçlu
olduğu düşünülen kişilerin sorgulanmasında kullanılan bir yöntemdir. Tarihimizle yüzleşmek söyleminin, geçmişimizi
sanık sandalyesine oturtmayı
amaçlayan maksatlı bir proje olduğunu düşünüyorum. Konumuzdan sapmak kaygısıyla
ayrıntıya girmiyorum
ama tarih mahkeme salonu değildir. Kuşkusuz bize belletilen tarih (resmi
tarih), her zaman yaşanmış gerçekle örtüşmüyor, ancak birileri- nin iddia ettiği gibi büsbütün
düzmece ve
palavra da değildir. Ben ürettiğimiz geçmiş bilgisinin (tarih), yeni bilgi ve belgeler ışığında
sürekli güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda,
"tarihimizi doğru öğrenmek
" veya
"tarihimizi yanlışlardan arındırmak" söylemi, bana daha isabetli gibi geliyor.
Soru: "İzmir
Yangını" konusunu siyasi zemine çekmek isteyenlere biraz daha
odaklanacak olursak...
Ek V/ .. İzmir Yangını" Konusunun Siyasallaşması 385
E. Berber: Şöyle
söyleyeyim. Birinci grup, şöhrete meraklı akademisyenlerden oluşuyor. Bunların şöhret merakı, akademik yaşamda kendilerine hiç
yakıştırmadıkları konumlarını örtbas etmek istemelerinden kaynaklanıyor. İkinci grup tiraja meraklı, bunun için her şeyi mubah gören gazetecilerden oluşuyor. Bunlar köşeli haberler yapmayı, gazetelerinde kalıcı olmanın
biricik yolu
olarak görüyorlar. Üçüncü grup ise, bilimi bütünüyle dışlayan gazeteci ve akademisyenlerdir. Şöhrete meraklı olanların zararı sadece kendilerine- dir. Ancak diğerleri için
aynı şeyi söylemek mümkün değil. İkinci grup, bilerek veya bilmeyerek iç kamuoyunu, İzmir
Yangını'ndan Türklerin sorumlu olduğu düşüncesine alıştırırken; üçüncü grup sanki bizzat tanık
olmuşçasına Türkleri ima ve işaret ediyor, tetikçilik yapıyor. 168
168 Engin
Berber, bııir
Yangını Hakkında Ön Rapor Örnek Olay: Ödemiş-Birgi 'ııiıı Yakılması, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını, İzmir, 2013, 2, 3ö. 37
1- itaplar
Adıvar,
Halide Edip, Türk 'ün Ateşle İmtihanı İstiklâl Savaşı Hatıraları, Can
Yayınları, İstanbul, 2007.
Ağaoğlu, Ahmet, İlıtilôl mi
İnkilôp mı, Alaeddin Kıra! Basımevi, Ankara, 1942.
Ahmet Hamdi Başar '11
Hatıraları, haz: Murat Koraltürk, Cilt 1 ve 2, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007.
Akar,
Rıdvan, Aşkale Yolcııları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Doğan
Kitap, İstanbul, 2009.
Akar, Rıdvan, İstanbul'un Son
Sürgünleri, Belge Yayınları, İstanbul, 1 999. Bu kitabın yeni
baskısı 2014 yılında Doğan Kitap tarafından yayınlandı.
Akar,
Rıdvan, Varlık Vergisi Tek Parti Rejiminde Azmiık Karşıtı Politika Örneği,
Belge Yayınları, İstanbul, 1 992.
Akçam,
Taner, Ermeni Tabusu Arala11 rken Diyalogdan Başka Çözüm Var mı?, Su
Yayınları, İstanbul, 2000.
Akçam, Taner, İnsan Hakları ve
Ermeni Sorunu, İmge Kitabevi, Ankara, 1 999.
Akın,
Fatih, Türkiye 'de Azmlık Politikaları ve 6-7 Eylül Olayları, Kum Saati
Yayınları, İstanbul, 2006.
Aksun, Ziya Nur, Osmanlı
Padişahları Gayr-ı Resmi Tarihimiz, Marifet Yayınları, İstanbul, 2004.
Akar, Rıdvan, Aşkale
Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Belge Yayınları,
İstanbul, 2000.
Aktar, Ayhan, Türk
Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2006.
Aktar, Ayhan, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme'Politikaları,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
Akyol, Mustafa, Gayri Resmi Yakın Tarih, Etkileşim
Yayınları, İstanbul, 2011.
Alexandris, Alexis, The
Greek Minority ofIstanbul and Greek-Turkish Relations 1918-1974, Center of Asia
Minor Studies, Atina, 1 983.
Alkor, Muharrem, Hrisantos
'u Ben Öldürdüm, İstanbul, 1 952.
Aray, Suat, Bir Galatasaraylının
Hatıraları, TCDD Basımevi, İzmir, 1 959.
Arı,
Kemal, Büyük
Mübadele: Türkiye 'ye Zorunlu Göç, 1923-1925, Tarih Vakfı, İstanbul, 1995.
Arıkan,
Zeki, İzmir
Basınından Seçmeler 1872-1922, 1. Cilt, İzmir Bü- yükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı,
İzmir, 2001.
Arıkan,
Zeki, İzmir
Basınından Seçmeler (1923-1938), il. Cilt - il. Kitap, İzmir
Büyükşehir Belediyesi,
İzmir, 2008.
Ataman,
Ş. Melih, Benden Buraya Kadar... Ege Basım, İstanbul, 2005.
Atay,
Falih Rıfkı, Çankaya Atatürk Devri Hatıraları, Dünya Yayınları, İstanbul, 1
958.
Atay,
Falih Rıfkı, Eski Saat 1917-1933, Akba Kitabevi, Akşam Matbaası,
İstanbul, l 933.
Atsız,
Yağmur, Ömrümün İlk 65 Yılı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2. baskı,
İstanbul, 2006.
Aydın,
Erdoğan, Osmanlı Gerçeği "Nizam-ı Alem "in Gayri Resmi Tarihi,
Kırmızı Yayınları, İstanbul, 20 l O.
Ayoğlu,
Ferruh Niyazi, Kurtuluşa, Cumhuriyete ve Sıtmaya Adanan Yürek: Dr. Ferruh
Niyazi Ayoğlu 'nun Anıları, Zonguldak Tabip Odası Yayınları, Zonguldak. 2008.
Aykut, Mehmet Şeref, Trakya Milli Mücadele Tarihi Malta Hatıratı ve Malta 'da Türkler, Alfa Yayınları,
İstanbul, 20 l
O.
Bahadıroğlu, Yavuz, Tarihimizin Gizli Odaları, Hayat Yayınları,
İstanbul, 2012.
Bali, Rıfat N., 1934 Trakya Olayları, Libra Kitap, İstanbul, 2012.
Bali, Rıfat N., Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp, Libra Kitap, İstanbul, 2012.
Bali, Rıfat N ., Cumhuriyet Yıllarında
Türkiye Yahudileri
A liya Bir Top- lıı Göçün Öyküsü (1946-1949), İletişim Yayınları, İstanbul 2003.
Bali, Rıfat N., Cumhuriyet Yıllarında
Türkiye Yahudileri
Bir Türkleştirme Serüveni 1923-1945, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.
Bali, Rıfat N., Devletin Örnek
Vatandaş/arı, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009.
Bali, Rıfat N., Devlet 'in Yahudileri ve 'Öteki' Yahudi, İleti^im Yayınları,
İstanbul, 2004.
Bali, Rıfat N ., L 'Ajfaire lıııpôt Sıır la Fortııne
(Varlık Vergisi),
Libra Kitap, İstanbul, 2010.
Bali, Rıfat N., Mıısa'nm
Evlatları Cıımhııriyet'in Yurttaşları, İletişim Yayınları, İstanbul, 200 !.
Bali, Rıfat N., Tlıe · varlık Vergisi 'Aj}Cıir A Stııdy offts Legacy, The !sis Press, İstanbul, 2005.
Bali, Rıfat N., Xenophobia and Protectionisın
- A Stııdy of the 1932 Law Reserving
Majority of Occııpations in Tıırkey ta Turkish Nati- onals, Libra
Kitap, İstanbul, 2013.
Bali, Rıfat N., Yirmi Kur 'a Nafıa Askerleri, Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2008.
Başar, Ahmet Hamdi, Bir Medeniyetin
Sonu, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, l 942.
Belge, Murat, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye,
İletişim Yayınları, İstanbul, 201 l.
Bennett, John Godolphin, Tanık Bir Arayışın Hikayesi, çev: Çiçek Öz- l-:k, Yapı Kr-:Ji Yayınları, İstanbul, 2006.
Berber, Engin, İzmir Yangını
Hakkında Ön Rapor Örnek Olay: Öde- miş-Birgi 'nin Yakılması, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını,
İzmir, 2013.
Bir Eşitlik
Arayışı: Türkiye 'de Azınlıklar, Minority Rights Group In- temational, Londra, 2007.
Bozok, Salih - Cemil S.
Bozok, Hep Atatürk 'ün Yanında, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1985.
Böke,
Pelin, İzmir 1919-1922 Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2006.
Bugünün
Bilgileriyle
Kemal 'in Türkiye 'si, La Turquie Kemaliste, ed: Bülent Özükan, Boyut Yayınları,
İstanbul, 2012.
Büyüktaşçıyan,
Hera (sergi küratörü), 20 Dolar 20 Kilo Cumhuriyet
Tarihinin En Büyük Sürgün Hikayelerinden Biri, Babil Bağımsız
Araştırma, Bilgi ve İletişim
Derneği, İstanbul, 2014.
Büyüktuğrul,
Afif, Cumhuriyet
Donanmasının Kuruluşu Sırasında 60 Yıl Hizmet (1918-1977), ed: Cem Gürdemir, vd., T.C. Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2005.
Cemal, Hasan, 1915 Ermeni Soykırımı, Everest Yayınları,
İstanbul, 2012.
Clark, Bruce, İki Kere Yabancı, çev:
Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008.
Cıımhıır^vet
Halk Fırkası
Katibiumumumiliğin F Teşkilatına Umumi Tebligatı Mayıs 1931 'den Birincikanun 1932
Nihayetine Kadar, Cilt 1, (Mahremdir. Hizmete Mahsustur. Fırka
bürolarında kullanılacaktır), Ankara Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1933.
Çetinoğlu,
Ali Sait, Varlık Vergisi 1942 -1944 Ekonomik ve Kültürel Jenosit, Belge Yayınları,
İstanbul, 2009.
Çolak,
İsmail, Cumhuriyetin
Gizli Tarihi 1- Resmi Tarihten Gayri Resmi Tarihe, Gül Nesli, İstanbul, 2013.
Çolak,
İsmail, Cumhuriyetin
Gizli Tarihi 2- Derin Tarihle Yüzleşme, Gül Nesli, İstanbul, 2014.
Demir, Hülya - Rıdvan Akar, İstanbul 'un Son Sürgünleri,
İletişim Yayınları, İstanbul. 1 994.
Demirer, Mehmet Arif, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda Yeni Bir Bakış, Demokratlar Kulübü, Ankara, 2006.
Demirer, Mehmet Arif, 6 Eylül 1955 - Yassıada 6-7 Eylül Davası,
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Demirer, Temel, '"Türküm,
Doğruyum, Çalışkanım " mı Dediniz? Resmi İdeoloji, Devlet, Milliyetçilik, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2012.
Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal 1, haz:
Mehmet Kaplan - İnci Enginün - Birol Emil - Necat Birinci - Abdullah Uçman, Kültür
Bakanlığı, Ankara,
1981.
Doğan, Pınar - Dani Rodrik, Balyoz: Bir Darbe Kurgusıınun Belgeleri ve Gerçekler, Destek Yayınları,
İstanbul, 201 O.
Doğan, Pınar - Dani Rodrik, Ylırgı, Cemaat ve Bir Darbe Kurgusunun İç Yüzü, Destek Yayınları,
İstanbul, 2014.
Dosdoğru, Hulusi, 6-7 Eylül Olayları, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul, 1993.
Dündar, Fuat, Modern Türkiye 'nin Şifresi
İttihat ve
Terakki 'nin Etni- site Mühendisliği (1913-1918), İletişim
Yayınları, İstanbul, 2008.
Dündar, Fuat, Türkiye Nüfus Sayımlarında
Azınlıklar, Doz Yayınları,
İstanbul, 1999.
Düzel, Neşe, Korkusu:: Tarih, Alkım Yayıncvi,
İstanbul, 2011.
Ege 'yi Geçerken: 1923 Türk Yunan Zorunlu Nüfus
Mübadelesi, ed: Renee
Hirschon, çev: Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi,
İstanbul, 2005.
Eksen, İlhan, Dünkü İstanbul, Sel Yayıncılık,
İstanbul, 2002.
Erdem, Emine, Bir Yerde Bir Gül Ağlar, Belge Yayınları,
İstanbul, 2000.
Erdoğan, Tamer, Türk Romanında
Mütareke İstanbıı/'u, Kanat Kitap, İstanbul, 2005.
Ergeneli, Adnan, Çocııklıığıımıın Savaş Yılları
Anıları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993.
Erginsoy, Güliz Beşe,
Adalılar İmroz 'dan Gökçeada ya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006.
Ertem, Dr. Cemil-Markar
Esayan, Dünyayı 'Durduran' Altmış Gün- Meydan, Darbe, Demokrasi, Etkileşim
Yayınları, İstanbul, 2013.
Ertürk,
Hüsamettin, yazan Samih Nafız Tansu, İki Devrin Perde Arkası, Pınar
Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 1964.
Gıcır,
Aret, 19 Ocak Öncesine
Dönmek İstiyorum, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2008.
Göktaş,
Kemal, Hrant
Dink Cinayeti Medya, Yargı Devlet, Güncel Yayıncılık,
İstanbul, 2009.
Gönenç,
Volkan, Küllerin
Altındaki İzmir 1909-1930, Çatı Kitapları, İstanbul, 2012.
Groc, G. - I. Çağlar, La Presse Française de Turquie de 1795 ii nos
Jours Histoire et Catalogue, Editions Isis, İstanbul, 1985.
Guttstadt, Corry, Türkiye, Yahudiler ve Holokost, çev: Atilla Dirim, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2012.
Gülen,
Nejat,
Heybeliada, Tekin Yayınevi, 2. baskı, İstanbul, 1985.
Gündem,
Naci, Günler Boyunca Hatıralar,
İhsan Gümüşayak Matbaası, İzmir, 1955.
Güne!,
Gülçiçek, İttihat Terakki 'den Günümüze Yek Tarz-ı Siyaset: Türkleştirme, Belge Yayınları,
İstanbul, 2006.
Gürkan,
İhsan, Bir
Generalin Askeri ve Akademik Anıları, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2002.
Güven,
Dilek, 6-7 Eylül Olayları
/ Cumhuriyet Dönemi Azınlık
Politi- ka/arı ve Stratejileri Bağlamında,
çev: Bahar Siber, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2009.
Güven,
Dilek,
Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül
Olayları, çev: Bahar Şahin, Tarih Vakfı, İstanbul, 2005.
Haker, Erol, Bir Zamanlar Kırklareli 'nde Yahudiler Yaşardı, çev: Natali Medina, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2002.
Hepimiz Hrant Dink 'iz, Agos
Yayıncılık, İstanbul, 2008.
Huyugüzel, Ömer Faruk, İzmir Fikir ve Sanat Adamları 1850-1950, T.C. Kültür
Bakanlığı, Ankara,
2000.
İren, Gülfem Kaatçılar, Anılarım,
Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş.,
İstanbul, 2004.
İsmail Habib Seviik'iin Açıksöz'deki
Yazıları 1921-1922
Makaleler Fıkralar, haz: Yrd. Doç. Dr. Mustafa Eski, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1998.
Kafaoğlu, Arslan Başer, Varlık Vergisi Gerç·eği, Kaynak Yayınları,
İstanbul, 2002.
Kahraman, Ural, Sıradışı Tarih, Akçağ
Yayınları, Ankara,
2012.
Kaloumenos, D.[imitrios], The Crııcification of Christianity, Atina, 1991.
Karaca, Eınin,
Plazaların Efendisi Aydın Doğan Bir Medya İmparato-
rıınıın Öyküsü, Karakutu Yayınları, İstanbul, 2003.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Ergenekon Milli Mücadele
Yazıları, İletişim Yayınları, İstanbul, 201 O.
Kavram Sözlüğü 11 Söylem ve Gerçek, ed: Fikret Başkaya,
Türkiye ve Ortadoğu Vakfı
Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2006.
Kayra, Cahit, '38 Kuşağı, İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002.
Kayra, Cahit, Savaş, Türkiye,
Varlık Vergisi, Tarihçi Yayınları, İstanbul, 2011.
Kemalettin Şükrü, Mütareke
Acıları, Selamet Matbaası, İstanbul, 1930.
Kırca, Ali, Azınlıklar Kaybolan
Renkler, Sabah Kitapları, İstanbul, 2000.
Koçak, Cemil, Geç-mişiniz İtinayla
Temizlenir, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.
Koçoğlu, Yahya, Azınlık Gençleri
Anlatıyor, Metis Yayınları, İstanbul, 2001.
Koçoğlu, Yahya, Hatırlıyorum:
Türkiye 'de Gayrimüslim Hayatlar, Metis Yayınları, İstanbul, 2003.
Koraltürk,
Murat, Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleş- tirilmesi,
İletişim Yayınları, İstanbul, 201 1.
Koraltürk,
Murat, Türkiye 'de Sermaye Birikimi Sorununa
Tarihsel Perspektifte Bir Bakış ve Ahmet Hamdi Başar 'dan Seçmeler, Sermaye Piyasası Kurulu, Ankara, 1997.
Kurat, Prof. Dr. Akdes
Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990.
Kürt
Sorununun Çözüm
Arayışları Devlet ve
Parti Raporları Yerli ve Yabancı Önerileri 1920-1997, der: Faik Bulut, Ozan Yayıncılık,
İstanbul, 1998.
Landau, Jacob M., Tekinalp
Bir Türk Yurtseveri 1883-1961, çev: Burhan Parmaksızoğlu - İlhan Pınar - Oya Engin - Natali Medina, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1996.
Lcvi, Avner, Türkiye Cumhuriyeti 'nde Yahudiler, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1996.
Mahçupyan,
Etyen, İçimizdeki
Öteki, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.
Mahçupyan,
Etyen - Mehmet
Altan - Avni Özgüzel - Yasemin Çongar - Cem Küçük, Hrant Dink Cinayeti, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2009
Maliye Nazırı Cavid Bey, Felaket Günleri
Mütareke Devrinin
Feci Tarihi -1, haz: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel
Yayınları, İstanbul, 2000.
Maraşlı,
Recep, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı, Peri Yayınları, İstanbul,
2008.
Modernleşme
ve Çokkültürliilük, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İstanbul, 2001.
Monceau,
Nicolas, Generations Democrates Les Elites Turques et le Pouvoir, Dalloz,
Paris, 2007.
Moralı,
Nail, Mütarekede İzmir Önceleri ve Sonraları, İstanbul, 1976.
Müftüoğlu,
Mustafa, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Çile Yayınları, İstanbul, 1976.
Nadi,
Yunus, Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, t.y. [I978)
Nahum,
Henri, İzmir Yahudileri, çev: Estreya Seval Vali, İletişim Yayınları, İstanbul,
2000.
Naskali, Emine Gürsoy, 6-7 Eylül Olayları
Davası / Yassıada
Zabıtları II, Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2007.
Nesin, Aziz, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez - 1 Yol, Adam Yayınları, 9. Baskı,
İstanbul.
Okutan, M. Çağatay, Tek Parti Döneminde
Azınlık Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2004.
Onur, Yıldırım, Diplomasi ve Göç: Türk Yunan Mübadelesinin
Öteki Yüzü, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2006.
Ozansoy, Halit Fahri, Bir Edebiyat Sezonu, Kanaat
Kitabevi, İstanbuf, t.y.
Ödemişli Bir Ö::g: iirliik Savaşçısı: Ali Orhan İlkkıırşıın
'ıın Kaleminden İlk Kurşun ve Sonrası, haz: Engin Berber - Taner Bulut -
Tü- lay Gül, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını,
İzmir, 2013.
Öktem, Haydar Rüştü, Mütareke
ve İşgal A11 ları, haz: Prof. Dr. Zeki Arıkan, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991.
Öngider, Seyfi, Kıırııluş ve Kıırucıı,
Aykırı Yayınlar, İstanbul, 2003.
Özdoğan,
Günay Göksu - Ohannes Kılıçdağı, Türkiye Ermenilerini Duymak: Sorunlar, Talepler ve Çözüm
Önerileri, TESEV, İstanbul, 2011.
Özkent, Ali Haydar, Avukatın
Kitabı, İstanbul Barosu, İstanbul, 2002.
Öztürk,
Kazım, Türk Parlamento Tarihi TBMM lJ Dönem 1927-1931 !. Cilt, TBMM Vakfı, Ankara.
Paker, Esat Cemal, Siyasi Tarihimizde Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları, Remzi Kitabevi, 2. baskı,
İstanbul, 2000.
Pur, Hüseyin Perviz, Varlık Vergisi ve Azınlıklar, Eren Yayıncılık,
İstanbul, 2007.
Sagay, Esat, .. HOCA M" Maarif Vekili Esat Sagay 'ın Hatıraları,
haz: Eren Sagay,
Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2012.
Sanlıtop, Gazanfer, Saklım Gizlim Yok, Bilge Yayınları,
İstanbul, 2002.
Saraçoğlu,
Ahmet
Cemaleddin, Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar Etrafında
Mütareke Yıllarında İstanbul, haz: İsmail Dervişoğlu, Ki- tabevi Yayınları,
İstanbul, 2009.
Sertel, Sabiha, Roman Gibi,
Ant Yayınları, İstanbul, 1969.
Sever, Murat, Ahmet Hamdi Başar ve İstanbul
Tüccar Derneği, Libra Kitap, İstanbul, 2009.
[Sevük],
İsmail Habib, O
Zamanlar 1920-1923, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1 937.
Solgun, Cafer, Gayri Resmi
Cumhuriyet Türkiye 'nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012.
Soykan, Timur - Demet Bilge Ergün, Sapan, Güncel
Yayınları, İstanbul, 2007.
Spataris, Haris, Biz İstanbullular
Böyleyiz! Fener
'den Anılar 19061922, çcv: İro Kaplangi, Kitap Yayınları, İstanbul, 2004.
Sunata, İ. Hakkı, İstanbul
'da İşgal Yılları,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006.
Şaul,
Eli, Balat 'tan
Batyam 'a, haz: Birsen Talay - Rıfat N. Bali, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2000.
Şener,
Nedim, Dink
Cinayeti ve İstihbarat Yalanları, Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2009.
Tekin Alp, Türkleştirme,
günümüz yazı ve diline aktaran Özer Ozanka- ya, T.C. Kültür
Bakanlığı, Ankara,
2001.
Tekin, Gülçiçek
Güne!, Beyaz Soykırım / Türkiye 'nin Asimilasyon ve Dilkırım
Politikaları, Belge Yayınları, İstanbul, 2009.
Törenek,
Mehmet, Türk Romanında
İşgal İstanbulu, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002.
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye 'de Siyasal Partiler, Cilt il,
Mütareke Dönemi, Hürriyet Vakfı, İstanbul, 1984.
Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü, İHD
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa
Karşı Komisyon, İstanbul, 2000.
Ulusoy, Mehmet, U:lusal
Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları. İstanbul. 201 1.
Vryonis Jr, Speros, The Mechanisın of Catastrophe: The Turkish Pog- rom of
Septeınber 6-7, 1955, and the Destruction of the Greek Coınınunity ofİstanbul, Greekworks,
New York, 2007.
Waugh, Sir Telford, Turkey
Yesterday, To-Day and To-Morrow, Chap- man and Halis, Londra, 1930.
Yahya Kemal, Eğil Dağlar İstiklal
Harbi Yazıları, İstanbul Fetih Cemiyeti, 11. baskı, İstanbul, 2008.
Yazman, M. Şevki, İstiklal Savaşı
Nasıl Oldu?, İkinci Basılış, Kenan Basımevi, İsatnbul, 1938.
Yelda, Çoğunluk Aydınlarında
Irkçılık, Belge Yayınları, İstanbul, 1998;
Yelda, Hele Bir Gitsinler Diyalog
Sonra, Belge Yayınları, İstanbul, 2004.
Yelda, İstanbul 'da Diyarbakır 'da
Azalırken, Belge Yayınları, İstanbul, 1996.
Yerasimos, Helene - Stefanos
Yerasimos, İstanbul 1914-1923, çev: Cüneyt Akalın, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1996.
Yorga Hacıdimitriadis 'in
Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 201 1.
2- Süreli
Yayınlar-Makaleler
Ahmet İhsan, "Türk Dükkanlarına
İşaret Koymuşlardı!", Ahenk, 1 Mart 1926.
Akalın, Dr. Cüneyt, "6-7 Eylül
Olayları ve Çarpıtılan Gerçekler", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s.
33-42.
Akar, Rıdvan, "Bir Bürokratın
Kehaneti ya da ''Bir Resmi Metin"den Planlı Türkleştirme Dönemi", Birikim,
Sayı 110, Haziran 1998, s. 68-75.
Akar, Rıdvan, "Dış Politikanın
Rehineleri: Rumların l 964'te Sürgün Edilmesi", İstanbul Rumları Bugün
ve Yarın, haz: Foti Benlisoy - Anna Maria Aslanoğlu - Haris Rigas,
Zoğrafyon Lisesi Mezunları D.: rn.: ği, İstos Yayın, İstanbul, 2012,
s. 165-173.
Akar, Rıdvan,
"İki Yıllık Gecikme: 6-7 Eylül l 955", Toplumsal Tarih, Sayı l 17, Eylül 2003, s. 86-93, 86.
Akdağ,
Emin, "Gül'ün
Cumhurbaşkanlığı Önyargıları Kıracak", Aksiyon, Sayı 647, 30 Nisan 2007.
Akman, Nuriye, "Ermeni
Meselesinde Kendimizi Keşfettikçe Güvenimiz Artacak", Zaman, 30 Eylül 2009.
Aktar, Ayhan, "50'nci Yılında 6-7 Eylül
Gerçeği'', Sabah, 9 Eylül 2005.
Aktar, Ayhan,
"Cumhuriyetin İlk Yıllarında Uygulanan Türkleştirme Politikaları", Tarih ve Toplum, Sayı 156, Aralık l 996, s. 4-17.
Aktar, Ayhan, "Trakya
Yahudi Olaylarını Doğru Yorumlamak'', Tarih ve Toplum, Sayı 155, Kasım 1996, s. 45-56.
Aktar, Ayhan, "Varlık Vergisi Sırasında Gayrimenkul Satışları
İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi (26 Haziran 1942-30
Haziran 1943)'', Toplumsal Tarih, Sayı 69, Eylül 1999, s. 10-21.
Aktar, Ayhan, "Varlık Vergisi ve İstanbul",
Toplum Bilim, Sayı 71, Kış 1996, s. 97-149.
Aktar, Cengiz, "Cuma notları",
Taraf, 21 Nisan
2014.
Aktuğ,
Erkan, "50 Yıl Sonra Aynı Beraberlik", Radikal, 7 Eylül 2005.
Akyasan, Pınar, "6-7 Eylül 1955'i Nasıl
Okumalı", Yeni Şafak, 6 Eylül 2009.
"Alaturka Yok
Etme", V-Özgürlük, Sayı 49, 11 Eylül 1 999.
Alkaç,
Fırat, "Hain
Soruya Suç Duyurusu", Taraf, 21 Haziran 2012.
Alkan, Mehmet Ö., "Devletin kendi ifadesiyle "kökü
içeride" tehlike olarak azınlıklar: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtler . . . ", Birikim, Ocak 2014, Sayı 297, s. 97-104.
Altıntaş,
Samet,
"Kemalizm Tutarsız Bir İdeoloji O Bakımdan
Eleştirisi Kolay'',
Zaman Pazar, 6 Ocak 2013.
"Ankara'nın
Alakasızlığı Yurtta Büyük Bir Teessür Uyandırdı'', Yeni Sabah, 30 Mayıs l 953.
Ardıç,
Engin, "Ayşe
Hür'ün Kitabını Okuyun'', Sabah, 11 Ocak 2012.
Armağan,
Özgün, "Ne
Mutlu Türk'üm Diyene" Sözünü Haim Nahum mu Söyledi?", Radikal, 29 Mart 2013.
Aslan, Senem, "Citizien, Speak Turkish!", A
Nation in the Making", Na- tionalism and Ethnic Politics, Cilt 13, Sayı 2, Nisan 2007, s. 245-272.
Atlas, Meryem İlayda, "Coup Plots and Minorities
in Turkey", Tıırkish Review, Sayı 1, Ekim-Kasım 201 O, s. 32-34.
"Azınlıklar Sorunu'nu "YOKEDEREK" Çözme
Politikası", Yürüyüş, Sayı 3 1, 4 Şubat 2007, s. 3 1-34.
"Azınlıklarla Ulus Olamazdık",
Taraf, 11 Kasım 2008.
Bahadıroğlu, Yavuz, "Kayıtdışı
Tarihimiz Üzerine", Anadolu 'da Vakit, 26 Mayıs 201 O.
Balancar, Ferda, "1915 Gerçeğinin Bilgisi Size Her Yönden
Ulaşırken Ona Gözünüzü
Kapatamazsınız", Agos, 31 Mayıs 2013.
Bali, Rıfat N., "Ahmet Hamdi Başar'ın
^öıiişleri: Varlık Vergisi ve Türkleşme Hakkında", Toplumsal Tarih. sayı 175, Temmuz 2008, s.42-49.
Bali, Rıfat N., ··ıı. Dünya Savaşı
Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar: 'Balat Fırınları' Söylentisi", Tarih ve Toplum, Sayı 180, Aralık 1998, s. 11-17.
Bali, Rıfat N., "il. Dünya Savaşı
Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar: 'Yirmi Kur'a İhtiyatlar' Olayı", Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 179, Kasım 1998, s. 4-18.
Bali, Rıfat N., "Ermenistan'ın
Anavatana Geri Dönün"
Çağrısının Di-
aspora Ermenilerine ve Türkiye'ye Etkisi'', Tarih ve Toplum, Sayı 210, Haziran 2001, s. 13-19.
Bali, Rıfat N., "Milyonerlik Rekoru Neden
Musevilerde?", Toplumsal Tarih, Sayı 129, Eylül 2004, s. 70-75.
Bali, Rıfat N., "Osmanlı ve Türk Yahudileri Araştırmaları: Engeller, İmkanlar, Kaynaklar", Kırkbudak, Yıl 3, Sayı 12, Güz 2007, s. 44-48.
Bali, Rıfat N., "Tarihle Yüzleşmenin 'Olmazsa Olmaz' İki Şartı: Özür
Dileme ve Tazmin
Etme, Toplumsal Tarih, Sayı 192, Aralık 2009, s. 26-28.
Bali, Rıfat N ., "Yeni Bilgiler ve 1934
Trakya Olayları", Tarih ve Top- lıım, Sayı 186-187, Haziran-Temmuz 1 999.
Baransu, Mehmet, "Gayrimüslimleri Vurup AKP'yi
Bitireceklerdi", Taraf, 19 Kasım 2009.
Bardakçı,
Murat,
"Nefret Tarihçiliği", HaberTürk, 30 Ocak 2012.
Barış,
Linda, "Azınlıklar
ve Ruh Sağlıkları'',
BirGün, 11 Şubat 2009.
Başar,
Kürşat, "Resmi
Tarih", Akşam, 23 Temmuz 2005.
Baştürk,
Dicle,
"Tarih Muhtırası 'na Tepki'', Taraf, 21 Mayıs 201 1.
[Belge], Burhan Asaf, "Dolaşırken
...",
Hakimiyeti Milliye, 21 Haziran 1932.
Belge, Murat, "Tarih ve
Genelkurmay!'', Taraf, 24 Mayıs 201 1.
Berkan, İsmet, "6-7 Eylül'ün
Anlamı", Radikal, 6 Eylül 2005.
Berkan, İsmet,
"Azınlıkların Çektiği Çile", Radikal, 23 Ağustos 2007.
Berktay, Ayşe, "Minasyan Ailesinin Albümü: Biz Sözde mi Yaşadık?",
Toplumsal Tarih,
Sayı 59, Kasım 1 998, s. 22-3 1.
Bcrktay, Halil, "Koşancr'e
Davet: Buyurun, Tartışalım'', Taraf, 22 Mayıs 2011.
Bcrktay, Halil, "Kuruluş Efsaneleri: Türkiye'den
İsrail'e, İsrail'den Türkiye'ye", Toplumsal Tarih, Sayı 16, Nisan 1995, s. 6-7.
Bilal, Melissa, "The
Lost Lullaby and Other Stories about being an Ar- menian in Turkey", New
Perspectives on Turkey, Sayı 34, İlkbahar 2006, s. 67-92.
"Bir Fiyasko",
Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953.
"Biz fahişe miyiz? İsyanı",
Hürriyet, 4 Ocak
2013
"Bravo Yunanlılar
Beğendi", Yeni Sabah, 31 Mayıs 1953.
Bronner, Ethan,
"Siyonizm Tarihi Yeniden Yazılıyor", Toplumsal Tarih, Sayı 16, Nisan 1995, s. 7-12.
"Bütün
İnsanların Bayramı", Yeni Sabah, 2 Haziran 1953.
"Büyük
Fetih ...",
Yeni Sabah, 29 Mayıs 1 953.
Çalışlar,
Oral,
"Ahmet Refik'in Gözlemleriyle 1915'', Agos, 30 Aralık 2011.
Çalışlar,
Oral,
"Binde 1 Hıristiyan'a Düşman: Hangi Dindarlık", Radikal, 11 Nisan 2012.
Çelebi,
Yrd. Doç. Dr. Mevlüt,
"Tanıkların Anlatımıyla Yunanlıların İzmir'i İşgali'', Polis Dergisi, Yıl 10, Sayı 38, Özel Sayı 2004, S. 224-23 J.
Çetinoğlu, Sait, "6-7 Eylül", Resmi İdeoloji
Sözlüğü, ed:
Fikret Başkaya - Tolga Ersoy, Özgür Üniversite, Ankara, 2007, s. 703-716.
Çetinoğlu, Sait, "Sermayenin "Türk"leştirilmesi",
Resmi Tarih Tartışmaları
-2, ed: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı, İstanbul, 2006, s.
79-152.
Çetinoğlu, Sait, "The Mechanisms
for Terrorizing Minorities: The Capital Tax and Work Batallions in Turkey
during the Second World War", Mediterranean Qııarterly, İlkbahar
2012, 23:2, s. 14-29.
Çevik, Çağlayan, "Kendi gününü
yazan tarihçi değildir", Hürriyet Kitap, 1 Kasım 2013.
Çiçek, Hikmet, "6-7 Eylül'ü
Hangi Devlet Yaptı'^, Aydınlık, Sayı 947, 11 Eylül 2005, s. 22-23.
"Çözüm Bekliyoruz", Agos,
29 Kasım 2002.
Dağı, İhsan, "Ak Partili mi
İttihatçı mı?", Zaman, 14 Kasım 2008.
Demir, Gül, "Armenians and
Turkey Shared History'', Tıırkish Dai/y News, 18 Eylül 2002.
"Derin Tarih Gerçek
Tarihti", Yeni Şafak, 12 Nisan 2012.
Deringil, Selim, "Koşaner'e
AlternatifTarih Dersleri", Agos, 27 Mayıs 2011.
Dink, Hrant, "O ki Azınlıksın (2)",
Agos, 26 Ocak 2001.
Dink, Hrant, "Türkiye-Ermenistan
Çözüm Dialogda", Görüş, Sayı 48, Ağustos-Eylül 2001, s. 20-23.
Doğan, Yalçın, "Ermeni Anıtı'na
Orman Bakanı Çözümü", Hürr(vet, 20 Mart 201 O.
Dündar, Can, "Atatürk'ün Evini
Bombalamadım", Milliyet, 7 Eylül 2002. Düzel, Neşe, "Murat
Belge: Atatürk İlerici Değildi", Taraf, 9 Ocak 2012. Erbil, Pervin,
"Nüfus ve İskan Politikaları'', Resmi Tarih Tartışmaları -3-
İttihatçılıktan Kemalizm 'e... , ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğ- lu,
Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 277.
Erdem, Prof. Dr. Fazıl Hüsnü,
"ABD'nin WASP'ı Türkiye'nin TMSL'i", Taraf, 24 Kasım 2008.
Erdinç,
Erol Şadi, "Dilek Güven'e Cevap", Taraf, 2 Mart 2009.
Ergi!, Doğu, "Past as Present",
Turkish Daily News, 12 Eylül 2005.
Ergi!, Doğu, "The Dark Side of
Nationalism: September 6-7 Inci- dents", Today's Zaman, 17 Eylül 2008.
Ertem, Cemil, "12 Eylül, 6-7 Eylül'ü Bitirme Fırsatıdır",
Taraf, 7 Eylül 2010.
Ertem, Cemil, "Yalan Şark'ta Ayıp
Değildir!", Taraf, 2 Eylül 2008.
Esayan, Markar, "Atatürk ve Hrant Dink ...", Taraf,
29 Eylül 2008.
Esayan, Markar, "Kampanyamızın
İsmi Kafes'ten Çıkmaktır",
Taraf, 23 Kasım 2009.
Esayan, Markar, "Vecdi Gönül'e
Teşekkür Borçluyuz", Taraf, 1 3 Kasım 2008.
"Etnik Kimlik ve Azınlıklar"
özel sayısı, Birikim, Sayı 71-72, Mart- Nisan 1995.
Gcray, Prof. Dr. Cevat,
"Demokrasiyi, İnsan Haklarını, Hoşgörüyü Ondan Öğrenmiştik... ", Mülkiye, Cilt 33, Sayı 219, s. 29-46.
Gökaçtı,
Mehmet Ali,
"Tarihi Tersyüz Etmek'', Radikal İki, 17 Şubat 2008.
Göncü,
Gürsel, "Tarih
Mete Hoca'yla Sevilir", Vatan Pazar, 15 Temmuz 2007.
Günaysu,
Ayşe, "İttihat Terakki'den Cumhuriyete Azınlıklar", Resmi Tarih Tartışmaları -3- İttihatçılıktan
Kemalizm 'e ...
, ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 208-209.
Güven,
Ali Murat,
"Bu Kadar "Mazohist Bir Sinema"ya Sahiden de Gerek Var mı?'', Yeni Şafak, 25 Ocak 2009.
Güven,
Dilek, "6-7
Eylül Olayları", Radikal, 6-8 Eylül 2005.
Güven,
Dilek, "6-7
Eylül'e Devlet Gözüyle Bakmak", Taraf, 6 Şubat 2009.
Hafız
Galip, "Nasıl Soydular, Nasıl
Öldürdüler?", Ahenk, 15 Şubat 1926.
"Hayaletler'', Agos, 26 Ağustos, 201 1.
Hermonn, Raffi A., "Gayrimüslimler
"Milli"
Değilse", Taraf, 18 Kasım 2008.
Hermonn, Raffi A., "Nereden Gelmiştik 1955'e", Ülkede Özgür
Gündem, 8 Eylül 2005.
Hızlan, Doğan, "Unutmak İstediğim
Günlerin Kitabı", Hürriyet Cumartesi, 1 O Eylül 2005.
Hür, Ayşe, "Cumhuriyet'in Azınlık Raporu", Taraf, 22 Ocak
2012.
Hür, Ayşe, "Ermeni Mallarını Kim Aldı?", Taraf, 2 Mart 2008.
Hür, Ayşe, "Münferit(!) Antisemitizm Vak'alan",
Taraf, 8 Şubat 2009.
İlmen, Vedii, "20 Kur'a Askerler...
Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 180, Aralık 1998, s. 3.
"İnsan Hakları Derneği: 56 Yıl Sonra Tek Millet, Tek Kültür Anlayışı
Sürüyor", Evrensel, 7 Eylül 201 1.
İnsel, Ahmet, "6-7 Eylül ve Homojen Toplum", Radikal İki, 6 Eylül 2009.
İnsel, Ahmet, "Yerli Nazizm",
Radikal İki, 11 Eylül 2005.
"İstanbul'un Son Sürgünleri, Yunanca'ya Çevrildi",
Hürriyet, 23 Aralık 2004.
İşeri, Gülşen, "Hatalarımızı Kabullenmek Zorundayız",
Bir Gün Pazar, 1 Şubat 2009.
"Kadıköylü Bir Rum: Niko Uzunoğlu",
Agos, 1 8 Ağustos 2009.
Kaldoyo, Özcan, "Kara Bir Leke: 6-7 Eylül", Yeniden Özgür Gündem, 6 Eylül 2002.
Kankal, Ahmet, "Ermeni Edebi Eserlerinde
Ermenilerin Türk Devletine ve Türk Toplumuna Bakışları",
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Sayı 5, Mart 2005, s. 1 -22.
Kara, Serkan, "Resmi Tarihe İnanmayanlar Biyografik Eserlere Yöneliyor", Zaman, 4 Nisan 2009.
Karabat, Ayşe, "Association Launches
Campaign to Confront Turkey's 'unofficial' History", Sunday's Zaman, 25
Ocak 2009.
Karabatak, Halük, "1934 Trakya Olayları ve Yahudiler", Tarih ve Toplum, Cilt 25, Sayı 146, Şubat 1996, s. 4-16.
Karabay, Muhsin - Mehdi Ergüzel, "Ziyad Ebuzziya ile Röportaj",
Türk Edebiyatı, Yıl 22, Sayı 249, Temmuz 1994, s. 31-35.
Karabulut, Umut,
"Muhamat Kanunu: Türkiye'de Avukatlık Kuru- munun Düzenlenmesi ve İstanbul Barosunda Yaşanan Tasfiyeler", Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIII/27 (2013-Güz), s. 79-104
Karakaşlı,
Karin,
"Gizli özne olarak soykırım", Agos, 7 Şubat 2014.
Karayaka, Ali, "Mütareke
Yıllarında (1919-1920)
İstanbul'da İşgal Güçlerinin Himayesinde Bir Katili Şerir; Hrisantos", Polis Dergisi,
XI/45, 2005, s. 208-213
Karakaya, Hasan, "Av
Taktikleri ... Bir Ürkütenler Vardır, Bir de Tetikte Bekleyenler!", Anadolu 'da
Vakit, 7 Eylül 2005.
Kardaş,
Ümit, "Türklük Çıkmazındaki Cumhuriyet", Taraf, 24 Eylül 2008.
Kasparyan, Hrant, "Genelkurmay'ın
Psikolojik
Propaganda Belgesi'nde Gayrimüslimler", Agos, 20 Kasım 2009.
Kaya, Gökhan, "Ermeni Meselesi ya da Kong
Debelenirken", BirGün, 11 Ekim 2006.
Kılıç,
Aylin - Utku Özer,
"Ulusçuluk Literatürü ve Türkiye'de Ulusal Kimlik İnşası", Bilgi ve Bellek, Yıl 3, Sayı 6, Kış, 2006, s. 16-45.
Kılıç,
Ecevit,
"6-7 Eylül Olayları Bir MİT Organizasyonu", Sabah, 2 Şubat 2009.
Kılıç,
Ecevit, "Türkiye'de
Ermeni Olmak
Depremi Beklemek Gibi", Sabah Pazar, 16 Eylül 2007.
Kılıçdağı,
Ohannes,
"Madem ki Ermenisin... ", Altüst, Sayı 6, Nisan- Mayıs 2012, s. 34-36.
Kiras, İbrahim, "Resmi Tarih Bir Tane Değil ki", Star, 2 Ekim 2009.
Koraltürk,
Murat, "Avukatlığın
Türkleştirilmesi 1924'te İstanbul Barosu'nda Gerçekleşen Tasfiye Üzerine Yaşanan Tartışmalar", Toplumsal Tarih, Sayı 212, Ağustos 201 1, s. 50-58.
Korucu, M. Serdar, '"Altın
Vuruş", Express, Sayı 2012-129, Haziran 2012, s. 54-56.
Köse, Arife, "6-7 Eylül Olayları:
"Susanlar
da Suçlu", Altüst, Sayı 3, Eylül 2011, s. 42-44.
Kuyucu, Ali Tuna, '"Ethno-religious 'unmixing' of
'Turkey': 6-7 September riots as a case in Turkish nationalism", Nations
and Natio- nalism, Cilt 11, Sayı 3, Temmuz 2005, s.361-380.
"La Turkiya Eksprimo Sus Regretos a lsrael",
La Vera Lu::., 6 Ekim 1955.
Levi, Avner, '"1934 Trakya Yahudileri Olayı:
Alınamayan Ders",
Tarih ve Toplum, Sayı 151, Temmuz 1 996, s. 10-17.
Levi, Avner, "Elza Niyego Olayı ve Türk-Yahudi
İlişkilerine Yeni Bir Bakış", Toplumsal Tarih, Sayı 25, Ocak 1 996, s. 23-27.
M. Nuri, "Frenk Mahallesinde Neler Gördüm", Ahenk, 15 Şubat 1926.
Macar, Elçin, "Tarih Vakfı Yurt Yayınları 'na Bir Eleştiri 6-7 Eylül
Olayları", Toplumsal Tarih, Sayı 149, Mayıs 2006, s. 92-93.
Macar, Elçin, "İstisna mı Süreklilik mi?", Altüst, Sayı 12, Nisan-Ha- ziran 2014, s. 24.
Maglinis, Ilias K., "lstanbul 1955: The Anatomy
ofa Pogrom", Kathi- merini, 28 Haziran 2005.
Mahçupyan, Etyen. "Biz Irkçı
mıyız?", Taraf, 3 Mart 2009.
Mahçupyan, Etyen, "Güz
Sancısı'ndan Ergenekon'a", Taraf, 30 Ocak 2009.
Mahçupyan, Etyen, "Koltuğun
Tadı", Agos, 3
Nisan 2009.
''Malatya Katliamını Yaratan Politikalar", Yürüyüş, Sayı 102, 29 Nisan 2007' s.
18-23.
Mallet, Laurent, "Karikatür Dergisinde Yahudilerle İlgili
Karikatürler 1936-1948", Toplumsal Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 26-33.
Maraşlı, Recep, "Resmi İdeoloji/Resmi Tarih ve "Azınlıklar",
Resmi Tarih Tartışmaları-8
Türkiye 'de Azınlıklar, ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu,
Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 11-40.
Margulies, Roni, "Şer
Odakları ve
Devlet", Taraf, 2 Aralık 2009.
Mert, Nuray, "En Karanlık Tarih Bizim Tarih'', Hürriyet, 1 Haziran 2009.
Mert, Nuray, "Fener Rum
Patrikhanesi ve Ekümeniklik'', Radikal, 29 Ocak 2008.
Mert, Nuray, "Tarihi Özeleştiri",
Radikal, 26 Mayıs 2009.
Miraç,
Zeynep, "Türkiye'de
yalan söyleyenlerden
hiç hesap sorulmadı'',
Hürriyet Pazar, 23
Şubat 2014.
"Moskova' da Öğreniyor Veletler", Hürriyet Cumartesi, 12 Aralık 1999.
Mustafa Reccb, "On Beş
Mayıs", Ahenk, 11 Şubat 1926.
Nalbantoğlu,
Muhiddin, "Azınlıkların
Yeni Talepleri Gündemde, ya Eski İhanetleri?...", Türkiye 'de Yeni Çağ, 17 Şubat 2012.
Neyzi, Leyla,
"Remembering Smyma/Izmir: Shared History, Shared trauma", History and
Memory, Cilt 20, Sayı 2, Sonbahar/ Kış 2008, s. 106-127.
Niyazi, Mehmed,
"Biricik Değer İnsan", Zaman, 4 Eylül 2006.
"Noktaya Muhtaç Bir Devlet", Agos, 5 Aralık 2008.
Olcaytu, Emcet, "6-7 Eylül
Olaylarında 'Dış Dinamik' Meselesi", Aydınlık, Sayı 946, 4 Eylül 2005, s. 36.
Olcaytu, Emcct, "6-7 Eylül
Olaylarında 'Dış Dinamik' Meselesi-2", Aydınlık, Sayı 947, 11 Eylül 2005, s. 24.
Oral, Meltem, "20 Dolar
20 Kilo: Belleksizliğe Karşı Direnmek", Altüst, Sayı 12, Nisan-Haziran 2014, s. 30.
Oran, Baskın,
"Azınlıklar", İstanbul Ansiklopedisi, NTV Yayınları, İstanbul, 2010, s. 159-165.
Oran, Baskın, "Trabzon'daki Papazı Ben de Gidip Vurabilirdim",
Bir Gün, 1 O Şubat 2006.
"Org. Koşaner: Alternatif Tarih Yazılmaya
Çalışılıyor", Milliyet, 20 Mayıs 2011.
"Org. Koşaner'den
Şok Tespit! ", Doğan Haber Ajansı, 20 Mayıs 201 1.
"Osmanlı'dan Bugüne Ermeni Katliamı Devam Ediyor!", Yürüyüş, Sayı 89, 28 Ocak 2007, s. 20-2 l.
Ozinan, Alin, "Bir 6-7 Eylül Hikayesi 'Çok İçli
Dışlıydın o Rum Kızla"', Zaman, 6 Eylül, 2013.
Örer, Ayça, "Alternatif tarih de hep doğruyu
söylemez", Radikal, 15 Ocak 2012.
Öymen, Altan, "Akıl Almaz Bir Gerekçe", Radikal, 13 Şubat 2007.
Özuzun, Yervant, "Tamam Azınlık Biziz!", Radikal İki, 14 Kasım 2004.
Safa, Peyami, "Eski Bir Yılbaşı Gecesi'', Milliyet, 2 Ocak 1958.
Sancar, Mithat, "6-7 Eylül: Bir Utancın Uzun Gölgesi",
BirGün, 8 Eylül 2008.
Sayın, Aylin - Murat Çınar
Büyükakça, "Güz Sancısı: Müsamerelcşti- rilen Bir Tarih'', Yeni Film, Sayı 17, Mart 2009, 'S. 4-17.
Saylan, Dr. Gürkan Fırat, "İşgal
İstanbul'unda Eli Kanlı Bir Örgüt: Hrisantos Çetesi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, Sayı 44, 201 O, s. 325-343.
Selek, Pınar, "Bir Kara Eylül
Daha ... (2)", Ülkede Özgür Gündem, 7 Eylül 2005.
Seymen, Serkan, "Hoca ve
Ötesi", Akşam, 11 Ocak 2005.
Simavi, Sedat, "Bugün", Hürriyet,
29 Mayıs 1953.
Simavi, Sedat, "Büyük
Bayramımız", Hürriyet, 31 Mayıs 1953.
Sonay, Nesrullah, ''Bizi Ancak
Madımak'takiler Anlar", Bugün, 6 Eylül 2009.
Şafak, Erdal, "6-7 Eylül ve
Brandt Cesareti", Sabah, 5 Eylül 2005.
Şahin, Davut, "Tarihle
Yüzleşmek", Milli Gazete, 19 Kasım 2011.
Şahin, Ömer, "Tarihçilere Açık
Çağrı: 1 Milyon Liralık Teklif', Radikal, 24 Ağustos 2012.
Şentürk, Sevim, "Ey Tarih, Bana
Zaferlerini Değil Karanlık Noktaları Anlat!'', Zaman Pazar, 27 Aralık 2009.
Şimşek. Erkan. "Soyum Sopum
Sobe", Star, 26 Ekim 2009.
Şimşek,
Erkan, "Yakın Tarihi İletişim'den Okumak", Star, 2 Ekim 2009.
Şimşek,
Halil, "İkamet, Ticaret ve Seyrisefain
Mukavelenamesi'nin Feshi ve Yunan Uyruklu Rumların Sınır Dışı Edilmeleri", Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı l, 2007, s.237-260.
Tahir, Celal, "6-7 Eylül Efsaneler ve Gerçekler",
Star, l 9 Eylül 201 1.
Tavemise, Sabrina, "On
the Bosporus, a Scholar Telis of Sultans, Was- herwomen and Snakes", The
New York Times, 25 Ekim 2008.
"Tıbrevank
Derneği 'nde 6-7 Eylül Olayları
Tartışıldı", Agos, 15 Ekim 2010.
Tokay, Murat,
"Kemalistler Nutuk'u Sansürledi", Zaman Pazar, 19 Nisan 2009.
Tokgöz,
Ersin, "Mübadele,
Tersine Evrim ya
da Habertürk", Radikal, 29 Haziran 2009.
Toplumsal Tarih, Sayı 81, Eylül 2000.
Toprak, Zafer, "1934
Trakya Olaylarıyla Hükümetin ve CHF'nin Sorumluluğu", Toplumsal Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 19-25.
Tosun, Funda, "Devlet Gayrimüslimleri
Sinsi Yasalarla Yıldırdı",
Agos, 16Eylül20ll.
"Türkiye'nin
Türkleştirilmesi: Dün ve Bugün", Radikal, 7 Eylül 2005.
"Türkiye'nin
Türkleştirilmesi: Into the West", Radikal, 8 Eylül 2005.
"TÜSİAD'dan
Felsefe ve Tarih
Kitabı", Radikal, 6 Mayıs 2003.
Uğurlu,
Süleyman, "Soykırım Meselesine Nasıl Bakmamız Gerekir?", Köklüdeğişim, Sayı 27, 1 Ocak 2007.
Uluç,
Yiğiter, "6-7
Eylül 'il Neden Hatırladık?", Vatan Pazar, 11 Eylül 2005.
Ulusoy, Mehmet,
"Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi'ne Karşı Türkleştirme, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21.
Üstel,
Aziz, "6-7 Olayları Nedir, Ne Değildir?",
Star, 7 Eylül 2013.
Üster,
Celal, "Utanılası
Bir Eylül Ayının
Yazılı ve Sözlü
Tanıklıkları", Radikal Kitap, Yıl 4, Sayı 233, 2 Eylül 2005, s. 4-5.
Vasiliadis, Mihail, "Rumların
Dehşet Gecesi 6-7 Eylül 1955", Ülkede Özgür
Gündem, 5 Eylül 2005.
Yeşiltuna, Serap, '"Gayri resmi tarih söyleminin yeni hedefi: Menemen Olayları ve Seyit Onbaşı",
Türk Solu, sayı 389, 31 Aralık 2012, s.10-11.
Yılmaz, İhsan, '"The Armenian Apology
Campaign and the Ottoman Ergenekon", Today s Zaman, 28 Aralık 2008.
Zaman, Amberin, '"Atatürk'ün Kahramanlığını Belgeledik", Taraf, 27 Eylül 2008.
Zarakolu, Ragıp, '"Resmi İdeoloji ve Ermeni Soykırımı"^
Resmi Tarih Tartışmaları-8
Türkiye 'de Azınlıklar ", ed: Fikret Başkaya-Sait
Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 283-293.
Zarakolu, Ragıp, "Rum tehciri tamamlandı",
Taraf, 23 Mart
2014.
3- Yayımlanmamış
Kaynaklar-Tezler
Akın, Fatih, Türkiye 'de Azınlık
Politikaları (617 Eylül 1955 Olayları), İstanbul Üniversitesi,
Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1999, (yayınlanmamış
yüksek lisans tezi)
Ceylan, Faruk Erhan, The lncidents
ofSeptember 6-7, 1955, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1996,
(yayınlanmamış yüksek lisans tezi)
Gürcan, Gürhan, 6-7 Eylül 1955
Olayları, Ankara Üniversitesi, 2006, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi).
Kılıçdere, Arzu, İzmir Boyutunda 6-7
Eylül 1955 Olayları, Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi, İzmir 1998, (yayınlanmamış lisans tezi)
Odabaşı, Levent, “l908 ve Sonrasında
'Nüfusun ve Sermayenin Türk- leştirilmesi' Projesi Kapsamında Azınlıklara
Yönelik Geliştirilen Politikalar ve Bu Politikaların Toplumsal Hayata
Yansımaları", Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Ağustos 2011, yayınlanmamış çalışma.
4-
Arşiv Belgeleri
National Archives and Records
Administration (College Park, Maryland)
RG59 General Records of the
Department of State, Central Files, De- cimal File 2950-1954, 3 Haziran 1953
tarih ve 882.424/6-353 sayılı belge.
RG59 General Records of the
Department of State, Central Foreign Policy Files 1967-69 Political and
Defense, POL2 TUR 111167, Box 2547, 12 Haziran 1967 tarihli rapor.
Library of Congress, Manuscripts
Division, (Washington D.C.)
Confcrcncc on Near Eastern Affairs
(1922-1923; Lausanne, Switzer- land), MMC-0608. 21 ve 22 Kasım 1922 tarihli
belgeler.
T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri
490.01/1437.01.01 referanslı belge.
5-
İnternet Kaynakları
"2008 Grcck Amcrican Policy
Statements", American Hellenic Institute ine., 4 Mart 2008,
http://www.ahiworld.org/pdfs/2008_poli- cy Statements.pdf.
"6-7 Eylül 1955: Anadolu
Hıristiyanlarının Tasfiyesi Büyük Ölçüde Tamamlandı", 5 Eylül 2013,
http://marksist.org/tarihte-bugun/8238-
6-7-eylul-1955-anadolu-hiristiyanlarinin-tasfiyesi-buyuk-olcude- tamamlandi.
"Cali for Papers: 1964
Expulsions: A tumingpoint in the homogenizati- on of Turkish society",
http://akgonul.wordpress.com/2014/01117/
call-for-papers-1964-expulsions-a-tuming-point-in-the-homogeni-
zation-of-turkish-society/
Acar, Selim, "Öcalan'ın 40 Hikayesi var. 40'ı da Kemaliz.m Hakkındadır!",
17 Nisan 2008,
www.kurdinfo.com/arsiv/nivis/s_acar_22. htm
Akar, Rıdvan, "Ortak Düşman Patrikhane", 22 Aralık 2009, http://
www4.cnnturk.com/yazarlar/ridvan.akar/ortak.dusman.patrikha- ne/23. 1530/
Akgül, Elif,"6-7 Eylül
Olaylarında Basının Rolü", 6 Eylül 2013, http:// www2.
bianet/org/bianet/toplum/ 149700-6-7-ey 1 ul-olaylarinda-ba- sinin-rolu
Aktar, Ayhan, '"inside, Outside: 10 Years ofthe
AK Party Govemment Revisited", İstanbul Şehir Üniversitesi, 31 Mayıs-! Haziran 2013 konferans kitabı, s. 13.
http://mot.sehir.edu.tr/Pages/etkinlik/Con- cept.aspx
..Ali Güler",
http://tr.wikipedia/org/wiki/Ali_güler
Arakon, Maya, "'6-7 Eylül'ü
Hatırlamak", 6 Eylül 2008, http:// www.sansursuz.com/haberler/templates/sansursuz-yazar.
asp?articleid=71204&oneid=7@y=54
"'Arşivimizden Belgeler-Bulgur Palas",
www.obarsiv.com/ab-bulgur- palas.html
Aytav, Erkam Tufan, "Bir Müslüman Kemalist Eğitim
Tornasından Geçerse Nasıl Olur?", 18 Ekim 201 1 www.haber7.com, http://
www.haber7.com/yazarlar/erkam-tufan-aytav/7961 94-bir-muslu-
man-kemalist-egitim-tornasindan-gecerse-nasil-olur
Başkaya, Fikret, '"Neden Resmi
Tarih?", 16 Şubat 2006, http://www.
sendika.org/2006/02/neden-resmi-tarih-fikret-baskaya/
Berktay, Halil, "Meaningful World soykırım panelinde (2) söylediklerim: İnkar inadı nereden kaynaklanıyor?",
27 Nisan 2014,
http:// serbestiyet.com/meaningful-world-soykirim-panelinde2-soyledik- lerim-inkar-inadı-nereden-kaynaklaniyor/
Bonzon, Ariane, "En Turquie, les intellectuels
liberaux ont-ils joues "les idiots utiles" des Islamistes?", 4
Ocak 2014, http://www.slate. fr/story/8 1
795/akp-erdogan-intellectuels-idiots-utiles
Çağlar,
Özgün "Türkiye, Arşimidis olayına uygun atmosfere sahipti", 8 Haziran 2013,
http://agossapgir.blogspot.com/201 3/06/turkiye- arsimidis-olayna-uygun.html )
Çetinoğlu,
Sait, "Bir
Etnik Temizlik Mimarı: İsmet İnönü", 1 Şubat 2009,
http://www.rizgari.com/ebook/bir etnik_temizlik_mimari_ ismet_inonu
Saitcetinoglu.pdf
Çetinoğlu,
Sait,
"Etnik Temizlik ve Ekonominin Türkleşmesi", 12 Temmuz 2012,
http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale. aspx?mid=863
Ekinci, Tarık Ziya, "Kemalist Aydınlanma ve Kürtler, 7 Şubat 2007,
http://www.diyarbekir.net/cgibin/index.pi?mod=news;op=author id;id=389
Genç, Gültekin, "53. Yılında 6-7 Eylül Olayları", 14 Ağustos 2008 http://www.birikimdergisi.com/birikim/makaleyazdir.
aspx?mid=458
Gökerman,
Uzay,
"Antisemitizm Konusunda Ayşe Hür'ün Yanlış Tarih Yorumu", (9 Şubat 2009),
www.blog.milliyet.eom.tr/Blog. aspx?BlogNo=161456
Güven,
Dilek,
"Riots Against the Non-Muslims of Turkey: 6/7 September 1955 in the
Context of Demographic Engineering", Euro- pean Journa/ ofTurkish Studies
[Online], 12 Ocak 2011, http://ejts. revues.org/index4538.html
http://sozluk.sourtimes.org.
http://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/
"İttihat
ve
Terakki", http://tr.wikipedia.org/wiki/lttihat_ve_Terakki
"Son Osmanlı Yandım
Ali",
http://tr.wikipedia.org/wiki/Son
Osmanl%C4%B l _Yand%C4%B 1 m Ali
www.serefmentese.com
"Varlık
Vergisi bakayasının terkinine dair kanun", 15
Mart 1 944, http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR KARARLAR/
kanuntbmmc026/kanuntbmmc026/kanuntbmmc02604530.pdf
http://yogm.meb.gov.tr/vakifogrenci.htm
Kankal, Ahmet, "Ermeni Öykülerinden
Türkçe Yayınlananlar Üzerine", Milli Eğitim Dergisi, Sayı 157, Kış 2003, http:yayim.meb.gov.
tr/dergiler/157/kankal.htm.
Karaömerlioğlu, M. Asım, "6-7 Eylül'ün
Anlattıkları", 7 Eylül 2002, www.bianet.org/2002/09/07 il 3018.htm
Keskin, Cem, "6-7 Eylül Olayları:
Azınlıkları Tasfiye
Hareketi'', 7 Eylül 2005, www.marksist.com/print/l 49.
Korkut, Tolga, "Kitlesel Şiddetin
Yaratılan Hassasiyetleri",
7 Eylül 2005,
www.bianet.org/2005/09/07/66722.htm
Moralı, Deniz, '"Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir", 24 Nisan 2005,
www.marksist.com/node/64/print
"Neden İletişim Var?",
http://www.iletisim.eom.tr/neden-iletisim-var
Ogün, Nevzat, "Türk
Milliyetçiliğinin 'Kanlı' Ekonomi Politiği", Günlük, 7 Temmuz 201 O, aktaran
http://akunq.net/tr/?p=l 411
Özcan, Ahmet, "6-7 Eylül
Olayları: Homojen Bir Toplum Yaratma Yolunda tyıodern Türkiye'de Sosyal
Mühendislik", 6 Eylül 2012, http://ahmetozcan.org/tag/trakya-olayları
Özmen, Kemal, "6-7 Eylül
Sergisine Saldırdılar", 6 Eylül 2005, http:// www. b
ianet/insan-haklari/66620-6-7-ey1u !-sergi sine-saldirdi!ar
"Show TV'de yayınlanmakta olan
"Ustura Kemal" adlı dizi hakkında", 14 Aralık 2012,
www.rumvader.org/Page/84/anasayfa.html
"Süreyya İlmen", www.
sureyyapasa.gov. tr/index.php/hastanemiz/sue- reyya-lınen
··uıus Devlet Politikası: Homojenleştirıne/Etnisiteden
Arındırma", Ezilenlerin Kıırtıılıışzı, Sayı 23, Ekim 2005,
http://ezilenlerinkur- tulusu.org/php/news.php?readmore= 113
www.erkansimsek.net
www.gencsiviller.net
www. ikincicumhuriyet.org.
Yaşin,
Neşe, "Acının Belleği: Elif Şafak'ın Baba ve Piç Romanından Hareketle Resmi Tarih Anlatılarına
Bakış'', İzinsiz Gösteri, Sayı 149, Haziran-Temmuz 2007. http://www.
izinsizgosteri.net/new/?i ssue=46&page= 1 &content=3 72
Yılmaz,
Aytekin,
"Tarih Yazan Resmi Kurumlar Kapatılmalıdır'', 30 Ocak 2008,
http://www.yuzlesmedernegi.org/yazdir. asp?ID=4 l &tur=yazi
Zengin, Nilüfer,
"İnsanlar Önce Komşuluk, Sonra "Vatani" Görevini Yaptı
", 5 Eylül 2008,
www.bianet.org/bianet/yazdir/109538
DİZİN
IX. Büro, 65, 66, 69, 72, 73, 77, 103, 155, 162.
IX. Büro Azınlıklar Raporu bkz. Azınlıklar Raporu.
12 Eylül 1980 (Darbesi), 38, 90, 167, 168.
12 Mart, 38, 90.
1924 Anayasası, 32, 147.
1934
Trakya Olayları
bkz. Trakya Olayları.
1964 Olayları bkz.Yunan Uyrukluların Sınırdışı edilmeleri.
1964 Rum Mübadelesi 17 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı bkz.Yunan Uyrukluların Sınırdışı edilmeleri.
1964 Rum Sürgünü bkz.Yunan Uyrukluların Sınırdışı edilmeleri.
1974 Kıbrıs Harekat bkz. Kıbrıs Barış Harekatı.
20 Kura İhtiyatlar (Olayı), 77, 102.
27 Mayıs 1960 (Darbesi), 38.
28 Şubat, 1 70.
32 . Gün, 59.
6-7 Eylül 1955 Olayları, 15, 38,
58, 61, 64, 70, 72-74, 78, 79, 81, 83-98, 100-102, 104-111' 113119, 121,
124-129, 131-135, 139, 140, 143, 146, 150-155, 159-166, 169, 172, 185, 189,
190, 196, 198, 205, 206, 209, 218, 227.
A
AB bkz.
Avrupa Birliği.
ABD
(Amerika Birleşik
Devletleri), 58, 145, 146,
152, 165, 195, 196, 210, 212, 216, 227, 248, 265, 324, 364.
Abdülhamid, (il.), 37, 50, 51, 177, 229.
Acıbadem, 250.
Açık Toplum Enstitüsü, 153, 195.
Adalar,
129, 321.
Adana Katliamı, 1 77.
Adanır,
Fikret, 72.
Adıvar,
Halide Edip, 266.
Afrika, 194, 327, 350.
Afyon-Dumlupınar
Meydan Muharebesi, 304.
Afyonkarahisar, 321.
Agopyan hanı, 250.
Agos, 18-20, 53, 54, 85, 86,
92, 96, 102, 103, 125, 140, 142, 170, 173, 174, 176, 177, 198, 206.
Ağaoğlu,
Ahmet, 251, 253.
Ahmet İhsan Bey, 352.
Ahmet Samim, 134.
Akalın.
Cüneyt, 165.
Akar, Rıdvan, 20, 58, 69-72, 74, 119, 120, 146,
148, 155, 163, 165, 169.
Akgönül,
Samim, 122, 125,
AKP, 62, 118, 170, 179, 180.
Aksaray, 252, 257, 263, 267.
Aksekili Mustafa Asım, 11, 355.
Akşam,
180, 320, 344.
Aktar, Ayhan, 24, 49, 62,
98, 125, 139, 169, 183.
Aktar, Cengiz, 120, 124,
125, 183, 291.
Akyasan, Pınar, 1 18, 1 19.
Akyol, Mustafa, 47, 48.
Akyol, Taha, 48.
Albayrak, Holding Medya
Grubu 54.
Alevi (-!er), 38, 55, 61,
92, 97.
Ali Kemal, 264, 283, 330.
Alman (-!ar), 23, 116, 146,
197, 209, 210, 263, 300, 362.
Almanya. 92.
103. 116. 26j. j02.
Alsancak, 354.
Altaylı,
Fatih, 131.
Altüst,
110.
Amasya, 67, 90, 149.
Amasya Protokolü, 90.
American Hellenic Institute,
209, 210, 410.
Amerikan, 39, 58, 145, 146,
162, 201, 208, 209, 212, 214, 216, 222,264,293.
Amiral Bristol, 212-214,
251.
Anadolu, 358, 362.
Anadolu, 39, 62, 67, 68, 71,
73, 74, 77, 79, 82, 87-90, 93, 98, 99, 101, 109, 112-114, 117, 118, 123-126,
131, 132, 149, 160, 162, 171, 196, 214, 217, 234, 235, 244-248, 250, 256, 257,
262, 300, 307, 313, 318, 321, 322, 325, 327, 330, 335, 357, 359, 360, 366, 370,
380.
Anadolu Ajansı, 312.
Anadolu 'da Vakit, 50, 51,
163.
Anıtkabir
Atatürk ve Kurtuluş
Savaşı Müzesi Komutanlığı, 176.
Ankara, 60, 87, 90, 99, 100,
107, 115, 117, 121, 145, 176, 214, 237, 238, 244, 257, 30^ 310,
318,319,327,329,332.
Ankara Üniversitesi, 99, 107, 115, 117, 121, 152,
176,291.
Apoyevmatini, 49, 93, 95, 109,
154,
174.
Arakon. Maya. 116.
Araks,
Raffi Hennonn, 129.
Arap
(-lar), 129, 141, 149, 221, 301, 360.
Arapça, 114, 324.
Arapyan Hanı, 141.
Aras Yayınları, 19, 173.
Aray,
Suat, 260.
Ardıç, Engin, 52.
Arı, Bülent, 55.
Armağan, Mustafa,
54.
Armağan, Özgün, 43.
Arnavut
(-lar), 244, 245.
ASALA, 13,
20, 101.
Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, 176.
Asya, 209,
210.
Atabinen, Reşit Saffet, 216.
Ataman, Ş. Melih, 10, 257, 259.
ATASE,
176.
Atatürk Araştırına Merkezi,
41, 291, 311.
Atatürk Kültür Merkezi,
41.
Atatürk, Mustafa
Kemal, 45, 47, 56, 90, 93, 178, 210, 244, 263, 283,297,301,311,336,337
Atay,
Falih Rıfl<ı,
114, 220, 238, 270,271,283,321.
Atilhan,
Cevat Rıfat,
144.
Atina, 60,
122, 152, 153, 172, 303, 311, 313, 329, 335.
Atlas,
Meryem İlayda,
82.
Atsız, 219.
Atsız, Nihal,
144, 219, 220.
Atsız, Yağmur, 220, 222.
Aı•erof zırhlısı, 256. 260.
Avrupa Birliği, 179, 228.
Avrupa, 13, 39,
107, 179, 193, 197,
208, 228, 244,
261, 314, 324,
325,
330, 376.
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu,
224.
Avusturya, 224,
302.
Ayafotini Kilisesi
353,
Ayasofya Cami
Aydın, 380.
Aydın, Erdoğan, 47.
Aydınlık, 164.
Aykırı Yayınlar, 46, 47.
Aykut, Mehmet Şeref, 244.
Ayoğlu, Ferruh
Niyazi, 343.
Aytav, Erkam
Tufan, 221, 222.
Azadamart, 283, 284.
Azınlıklar Raporu,
65, 66, 69-71, 73, 80, 89, 94, 103, 114.
Azınlıklar Tali
Komisyonu, 135, 137.
B
Babıali, 238, 239,
261.
Bahadıroğlu, Yavuz, 50.
Bahçeli, Devlet,
61.
Bahçelievler (Katliamı), 134.
Bahçeşehir Üniversitesi, 183, Bakırköy 99, 257,
293, Balancar, Ferda, 86, 198.
Balkan Harbi/Savaşları, 38, 79, 127, 220, 22^ 229, 241, 258, 260, 314, 318.
Balkanlar, 112,
194.
Bankalar Caddesi. 161. 343.
Baransu, Mehmet, 134.
Bardakçı,
Murat, 131, 194,
195.
Barış,
Linda, 86.
Basın
Konseyi, 165.
Basmane, 379, 380.
Başar,
Ahmet Hamdi, 25,
26, 29, 30.
Başar,
Kürşat, 180.
Başka!,
Zekeriya, 149.
Başkaya,
Fikret, 35, 61,
73, 78, 79, 87, 88, 100.
Batı
(-lılar), 54, 58,
61, 63, 194, 196, 201, 214, 348.
Batı
Anadolu 90, 123,
370.
Batı
Trakya 63, 226,
314.
Bayramoğlu,
Ali, 49, 183.
Bebek, 268, 269, 340.
Bele, Refet, 249.
Belge Yayınları, 17, 61
Belge, Burhan Asaf, 237.
Belge, Murat, 18, 52, 56,
92, 168.
Bennett, John Godolphin,
141.
Bergama, 375, 376.
Berkan, İsmet, 136, 137.
Berktay, Halil, 21, 42, 56,
104, 183.
Beşiktaş
249,
Beyatlı,
Yahya Kemal,
305.
Beyaz Ruslar, 133.
Beyaz Saray, 58.
Beyazıt,
261.
Beyler Sokağı, 352, 353, 355.
Beyoğlu,
174, 225, 236,
241, 245, 246, 253, 259-261, 264, 265, 267, 270. 273. 274. 276. 277.
279,
285, 287, 290, 293, 298300, 302, 305, 308, 311, 312,
321, 324, 333-335, 339, 341345, 381.
Bilal, Melissa, 102.
Binemeciyan, Eliza, 220.
Bir Zamanlar Yayıncılık, 19.
BirGün,
79, 80, 87, 130,
169, 207.
Birikim, 21, 108.
Birinci Dünya Savaşı, 79, 111, 128, 177, 219, 228, 241,
263, 265.
Birinci, Niyazi, 50.
Bochum, 72, 152.
Boğaziçi
Üniversitesi, 105, 117, 152.
Boğaziçi,
105, 117, 152,
208, 261, 269, 303, 340.
Bosphore, 284, 324.
Boşnak
(-!ar), 149.
Bozburun, 303, Bozcaada, 87,
124.
Bozok, Salih, 340.
Böke,
Pelin, 218.
Brüksel,
126.
Bugün,
107, 113, 162.
Bulgar (-tar), 38, 90, 97',
144, 302.
Bulut, Faik, 66, 70.
Büyük
Felaket, 171,
Büyük
Millet Meclisi
bkz. TBMM. Büyükada, 242, 243, 321, 330, 332, 333, 336, 344.
Büyükakça, Murat Çınar, 133. Büyüktuğrul, Arif, 242, 244.
c
Cağaloğlu, 257.
Cavid Bey, 305.
Celaleddin
ArifBey, 215, 216, 312.
Cemal, Hasan, 37,
55.
Cevat Rıfat,
Cezayir (-liler),
301.
Charpy, 288.
Child, Richard
Washbum, 215, 216. CHP bkz. Cumhuriyet Halk Partisi. Cihangir, 263, CNN Türk, 120, 151.
Comedie-Française, 255. Cıımhııriyet, 232, 236.
Cumhuriyet
Arşivleri,
17, 65, 95, 184.
Cumhuriyet
Halk Partisi/Fırkası,
65, 66, 70, 71, 73, 77, 80, 88, 94, 103,
109, 112, 114, 118, 131, 155, 156, 157, 158, 160, 162, 189, 236.
ç
Çakı Bedesteni, 353.
Çalışlar, Oral, 96. 97.
Çanakkale, 64, 96, 121, 198, 221, 260, 292, 301, 337.
Çandar, Cengiz, 55, 183.
Çerkes (-ler), 28, 141, 149.
Çetinoğlu, Sait, 21, 61, 64, 73, 79, 87, 88, 90, 91,
100, 176, 177.
Çıkrık, Aleksander, 97.
Çınar, Mehmet Esat, 363.
Çoker, Fahri, 152.
Çorlu, 64.
D
d'Esperey, Franchet, 236, 246, 287290.
Dağı, İhsan, 128.
Danıştay, 135.
Darülbedayi, 253.
Demir, Hülya, 58, 120, 121, 148.
Demirel, Ahmet, 56.
Demirer, Mehmet Arif, 165.
Demirer, Temel, 38, 65, 88, 115.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 134.
Derin Devlet, 8, 70, 118, 170, 171,
172,
188,
Derin Tarih, 54.
Deringil, Selim, 48, 56.
Dersim (katliamı), 38, 44, 83, 90, 96, 134, 194.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 185, 200.
Devlet Denetleme Kurulu, 128.
Deyr Zor Çölü, 112.
Dicle Üniversitesi, 20, 128.
Dimitrios Gonaris, 327.
Dink, Hrant, 18, 61, 102, 125, 149, 170, 173-175, 177,
195, 206.
Diyarbakır, 18, 61, 84, 109.
Doğan, Aydın, 161.
Dolapdere, 339.
Dolmabahçe Sarayı, 256.
Dolmabahçe, 39, 256, 287, 298, 335, 337.
Dönme (-ler), 26, 52, 92, 132, 245, 341, 342.
DP,36, 72, 108, 118, 119, 131, 133,
163,
240. 377
DSİP, 13, 83, 147.
Dündar, Fuat, 77.
Düyunuumumiye,
252.
Düzel, Neşe, 48.
E
Ebüzziya, Ziyad, 292.
Ecevit, Bülent, 61, 85, 131.
Edime, 64, 91, 93, 96, 97, 109,
229, 244, 245, 258.
Ege Üniversitesi, 152, 218.
Ekinci, Tarık Ziya, 84.
Ekşi Sözlük, 33, 92,
Elçin
Macar,
106, 123, 124, 125, 144, 154.
Elmadağ,
86.
Emanuel Karasu, 246, 334.
Emeç, Çetin, 135.
Eminönü, 269.
Emniyet Genel Müdürlüğü, 135, 158, 184, 200.
l·:rhil, Pervin, 87.
Fnlcm, Fazıl Hüsnü, 128.
hdcm, Hakan, 40, 48,
55, 56, 191, 192.
l·:rdinç, Erol Şadi, 131, 132.
l ·:rdoğan, Recep Tayyip,
134, 192.
l·:rdoğdu, Teyfur, 55.
l:.rcnköy, 309.
ı:.rgcııc, 248.
I · rgl·nckon (Davası/Yapılanması),
112, IJO, 170-172.
hgl·ııckon, 112, 130, 170, 171, 172 ..^47,
350.
1 irmeli.
Adnan, 271, 272. 391.
Ergi!,
Doğu, 107.
Erginsoy,
Güliz Beşe, 84, 85.
Ermeni
(-!er), 17, 19-21, 28, 30, 34, 35, 37, 41, 44, 45, 53, 54, 58, 60-62, 67, 68,
71, 74, 75, 81, 83, 85, 86, 88, 90, 91, 93, 95-99, 101, 102, 104-106, 109, 111,
112, 115, 116, 118, 120, 122, 124-133, 141, 142, 145, 149, 159-161, 164, 167, 171174, 178, 179,
187, 188, 195, 196, 205, 210, 214, 216, 219, 220, 222, 224, 225, 227-230, 233,
235, 237, 240, 244-249, 251, 267, 273-281, 283, 284, 287-291, 293 302, 327,
337, 339, 341, 342, 351, 358-360, 370, 371, 374, 381, 382.
Ermeni
Araştırmaları Enstitüsü, 41. Ermenice, 17, 280, 283, 284, 381. Ermenistan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, 75.
Ermenistan,
13, 75, 102, 136, 161, 188, 247, 265.
Ertem,
Cemil, 95, 113.
Ertürk,
Hüsamettin, 339.
Erzurum
Kongresi, 90.
Esat
Cemal, 1 O, 250, 25 L
Esayan,
Markar, 34, 55, 95, 96, 127, 134, 135, 174.
Eskişehir,
250, 318, 321.
Eşrefpaşa,
377, 378.
Ethnos,
152.
Etniki
Eterya, 3 1 1, 3 71 .
Etyen Mahçupyan, 18, 81, 82, 130. Evrensel, 98, 122, 173, 207.
Express, 18, 94.
Eygi,
Mehmed Şevket,
38, 162.
Eyüp, 252.
Ezilenlerin Kurtuluşu, 108, 109.
F
Falih Rıfkı Atay, 1 O, 114, 220, 238, 270, 271, 283, 321-323, 325, 327, 329, 331,
332, 336, 337.
Farrere,
Claude, 276.
Farsça, 114.
Fatih
Sultan Mehmet, 255, 315317, 343.
Fatih,
239, 246, 252, 255, 263, 267.
Fenerbahçe, 27 1.
Feriköy, 339.
Ferit Paşa, 264.
Fındıklı, 287.
Firavun,
43.
Frankfurt,
116.
Fransız (-!ar),
77, 141, 225, 229, 243, 246, 251, 260, 265, 268, 269, 275-279, 282, 284-291'
293, 299-302, 323, 335, 337, 339, 340, 343, 345, 366.
Fransızca, 17, 24,
27, 242, 278, 283, 284, 290, 293, 323, 324, 342, 343, 345, 349, 368.
Frew,
Robert, 141.
Friedrich
Ebert Vakfı,
197.
G
Galata,
245, 246, 254, 274-276, 27^ 29^ 302, 303, 321, 322, 328, 329, 332-335, 339, 343346.
Galatasaray,
259, 276, 277.
Galatasaray
Üniversitesi,
55, 106, 183.
Garoni,
Camille, 288.
Gayr-ı resmi
tarih, 22, 45, 46, 48, 50, 54, 56, 59, 191, 196, 198, 200, 207, 208, 219.
Gayrimüslim (-!er), 15,
28-32, 53, 60, 62, 64, 66-68, 71-74, 78, 79, 81-86, 88-92, 96, 98-102, 104-107'
109-1 11, 1 14-1 16, 119, 120, 122, 124, 126-134, 136, 139, 140, 142-145, 147,
148, 150, 155-160, 164, 170, 172, 176, 179, 182-184, 201, 205, 214, 218-221,
224, 225, 227, 237, 241, 262, 274, 279, 343, 359.
Gazeteciler
ve Yazarlar Vakfı,
221. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 149. Gazze, 133.
Gedik Paşa, 293.
Gedik,
Arda, 131.
Gedik, Namık, 131, 237, 341.
Gelardin,
H. Erroll, 49.
Genç Siviller, 118.
Genç, Gültekin, 108.
Genelkurmay Başkanlığı, 144,
185,
200.
Georg
Eckert Enstitüsü,
197.
Girit, 234, 311.
Giritlioğlu,
Tomris, 129,
206.
Gladyo, 165, 172, 173.
Goethe Enstitüsü, 197.
Gonaris, Dimitrios, 327.
Gökaçtı,
Mehmet Ali, 45,
46.
Gökçen,
Sabiha, 44, 194,
195.
Gönenç,
Volkan, 380.
Gönül,
Vecdi, 125, 126.
Göztepe,
358.
Gray, 213, 214.
Grew, Joseph, 216.
Guttstadt, Corry, 103, 392.
Gülen,
Nejat, 295, 298.
Güler,
Ali, 176.
Gülfem
Kaatçılar, 11,371,373.
Gültekin,
Genç 108, 412.
Günay
Göksu, 178, 179.
Günaysu,
Ayşe, 78, 79.
Gündem,
Naci, 11, 110,
154, 163, 164, 166, 174, 356, 357.
Güneş
Dil Teorisi, 77.
Güneydoğu
Anadolu, 171.
Günlük,
90.
Gürcü,
109, 149.
Gürkan,
İhsan, 303.
Güven,
Ali Murat, 134.
Güven,
Dilek, 15, 72,
101, 104, 131, 132, 152-155, 157, 158, 160, 162, 165.
Giiz Sancısı, 129, 130, 132, 133, 134, 165,
206.
Güzelyalı,
3 78.
H
Habertürk, 129, 195.
Hacettepe Üniversitesi, 176.
Hafız
Galip Bey, 11,
350.
Hakimiyeti Milliye, 65, 237,
240, 253.
Hali Sinemasi, 241.
Harput, 109.
Hasan Fehmi, 134.
Hasköy,
33 1.
Haydar Rüştü, 358.
Haydarpaşa,
309.
Helenizm, 30, 201.
Hermonn, Raffi, 129,
Heybeliada Ruhban Okulu,
101, 128.
Heybeliada Rum Mektebi bkz.
Heybeliada Ruhban Okulu.
Heybeliada, 58, 101, 128,
243, 296, 298, 332.
Hıristiyan,
27, 28, 71, 72,
86, 88, 93, 94, 97, 107, 112, 113, 123, 125, 126, 160, 163, 179, 196, 197, 214,
224-228, 237, 267, 287, 289, 301, 302, 333, 343, 344, 361, 381.
Hızlan,
Doğan, 154.
Hilal TV, 55.
Hi!al-i Ahmer, 241, 305.
Hisarönü,
355.
Hitler, 39, 114.
Holokost, 103, 173, 209,
210.
Hrant Dink, 18, 34, 61, 102,
125, 135, 149, 170, 173, 174, 175, 206.
Hrisantos, 339, 340, 388, 404,
407.
Hughes, Charles
Evans, 215.
Hür, Ayşe, 52, 53, 56, 73-75, 81, 92, 142,
194, 195.
Hürriyet, 46, 154.
Hürriyet Daily News, 47.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, 245, 264, 318,341.
I
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi, l 15.
i
İçişleri
Bakanlığı, 135, 184, 185, 200.
İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması, 94.
İkdam, 264, 266.
İkinci Cumhuriyetçiler, 8, 168.
İkinci Dünya
Savaşı, 71, 75, 95, 104, 112, 145, 193, 209, 210, 227, 228.
İkinci Meşrutiyet, 229.
İletişim
Yayınları, 18, 20, 2 L 23, 24, 25, 42, 64, 77' 78, 81' 92, 98, 103, 137,
140, 157, 158, 168, 169, 196, 272, 303, 347, 350.
İlmen, Süreyya, 241.
İlmen, Vedii, 241, 242.
IMF, 227.
İmirzalıoğlu, Kenan, 225.
İmroz, 85, 87,
392.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti. 291
İngiliz, 141,
225, 237, 240, 243, 245, 246, 250, 253, 254, 260, 261, 264, 265, 267, 282, 284,
285, 286, 287, 288, 289, 291, 292, 293, 298, 299, 302, 333, 334, 337, 340, 341'
342, 362, 363, 366.
İngilizce, 17,
45, 58, 103.
İnönü, İsmet,
61, 85, 225, 31 O.
İnsan Hakları
Derneği, 18, 1 9, 20, 77, 78, 80, 81, 98, 152, 166.
İnsan Hakları Derneği Irkçılığa ve Ayrımcılığa Karşı
Komisyon, 18.
İnsel, Ahmet, 106.
İP, 165, 196.
İren, Gülfem Kaaıçılar, 371, 373.
İskilipli Atıf Hoca, 38.
İslam, 29-32,
39, 83, 107, 251, 300, 306,318,319,340,341,360.
İslamcı, 83,
134, 136, 162, 167, 169, 171, 181, 184, 188, 198, 201, 207.
İsmet Paşa bkz. İnönü, İsmet.
İsrail, 42,
97, 133, 136, 161, 164, 188, 193, 209, 210.
İstanbul, 18,
23-25, 56, 58, 59, 62-64, 71-73, 78, 80, 83, 91, 92, 97, 98, 101, 104, 120,
122, 123, 129, I40, I42, 146, 147, 149, 151, 152, 154, 161-163, 172, 176, 178,
189, 198, 205, 208, 217, 218, 225-227, 229, 232, 234-238, 240, 242-247, 249-270.
27'1.-276, '279, 280,
283-287,
289-292, 294, 295, 298-302, 305, 307-309, 312- 315, 319, 322-335, 337-345,
347-350,381.
İstanbul
Barosu, 140, 142, 395, 404.
İstanbul
Bilgi Üniversitesi, 21, 25, 62, 63, 85,91,92, 98, 123, 178, 183, 198.
İstanbul Erkek
Lisesi, 257.
İstanbul
Liman İşleri İnhisarı T.A.Ş., 25.
İstanbul
Üniversitesi, 59, 91, 101, 152, 183.
İstiklâl
Caddesi, 265.
İsviçre,
334.
İşgal
Kuvvetleri, 29, 97, 190, 201.
İtalyan
(-1ar), 141, 146, 225, 229, 243, 260, 287-289, 291, 293, 301, 302, 334, 337,
339, 340, 344,358. 364, 366,374.
İtilaf
Kuvvetleri, 217,246,312.
İttihat
ve Terakki Cemiyeti, 13, 62, 73, 83, 107, 108, 112, 118, 126, 129, 133, 160,
177, 192, 199, 230, 244-246, 264, 333, 334.
İzmir Ticaret
Odası, 127.
İzmir,
15,29,31,64, 142, 150, 189, 190, 205. 210, 217, 218, 221,
223,
225, 242, 244, 251, 294,
300,
304, 310-314, 317, 319-
321,
331, 335, 352-356, 362-
366,
369-371, 375, 378-381, 383-385.
İzzet Paşa,
264.
Japon (-1ar),
145, 146, 209, 210.
Joğovurt
Çayn, 283.
Journal
d’Orient, 323,324.
Jön Türkler,
101,107,111,124, 157.
Kabataş, 287.
Kadıköy,
241,250,252,271,292, 339, 349.
Kafes Eylem
Planı, 134, 170.
Kalamış, 271.
Kalelizade,
Kemalettin Şükrü bkz.
Kemalettin
Şükrü Orbay.
Kaloumenos,
Dimitrios, 152.
Kalyoncukulluğu,
339.
Kanuni Sultan
Süleyman, 43.
Kaplan, Hilal,
55.
Kara Harp
Okulu Komutanlığı, 176.
Karabaşoğlu,
Metin, 47.
Karabekir,
Kâzım, 158, 310.
Karadeniz, 58,
112.
Karakaşlı,
Karin, 54,55,174.
Karakaya,
Haşan, 163.
Karakoyunlu,
Yılmaz, 59,129.
Karaköy,
249,260,261,339,343.
Karaosmanoğlu,
Yakup Kadri, 344, 347, 350.
Karaömerlioğlu,
M. Asım, 105, 106, 166.
Karasu,
Emanuel, 246, 334.
Kardaş, Ümit,
163.
Karpat, Kemal,
48.
Kasımpaşa, 339.
Kasparyan,
Hrant, 176, 177.
Katolik, 28, 125, 265.
Kavaklı, 248.
Kaya, Gökhan, 79.
Kaynar,
Adnan, 296.
Kayra,
Cahil, 64, 250.
Kayseri,
149.
Keldani
(-ler), 228.
Kemalettin
Şükrü, 273.
Kemalist (-ler), 28, 37, 83, 88,
93, 96, 97, 100, 113, 117, 118, 143, 149, 153, 159-161, 165, 167, 169, 177,
181, 184, 188, 199, 201, 214, 221.
Kemalizm, 36, 45, 49, 79, 84, 87,
88, 93, 168,206,398,401,402, 411.
Kemeraltı, 352, 353, 355, 364, 378, 379.
Keskin,
Cem, 73.
Kıbrıs Barış Harekatı / Kıbrıs çıkarması, 58.
Kıbrıs Üniversitesi, 35.
Kıbrıs, 35, 58, 61, 79, 84, 89, 92, 98,
101, 108, 118, 119, 124, 125, 132, 133, 135, 136, 139, 140, 146, 147, 160, 172,
177, 210, 227, 362.
Kılıç, Aylin, 91.
Kılıç, Ecevit,
131.
Kılıçdağı, Ohannes,
178, 179.
Kınık, 375, 376.
Kırklareli, 21, 64, 96, 248, 272.
Kızılınnak, 380.
Kilikya.
100.
Kiras, İbrahim, 37.
Kiriks, 284.
KİT, 156.
Klinghardt, Kari,
23.
Kocaeli, 321.
Koçak, Cemil, 36, 42, 48, 55, 56, 183.
Kohen, Moiz bkz.
Tekin Alp.
Kolonel Heathcote
267.
Komünist (-!er),
35, 37, 126.
Konak, 378, 379.
Konya, 327.
Koraltürk, Murat, 25, 140, 182, 183.
Kordon, 350, 351, 353, 362, 377, 378, 379, 381.
Koşaner, Işık, 5, 56, 178, 179.
Köker, Osman, 19.
Köklü Değişim, 34.
Körber Vakfı, 197.
Köse, Arif, 11 O, 112.
Kral Konstantin, 318.
Kristallnacht, 151.
Kroker Oteli, 141.
Ksenofobya, 143, 144.
Kulin, Ayşe, 54.
Kumkapı, 290.
Kurabiyeci Mehmet Ağa, 11, 354.
Kural, Akdes Nimet, 340.
Kurtuluş Savaşı, 97, 120, 176, 196,
219, 221, 225, 236, 256, 263.
Kıırtıılıış, 88.
Kuva-yı Milliye, 338.
Kuyaş, Ahmet, 55.
Küçük Asya. 105. 159. 160. 234.
Küçük,
Yalçın, 52, 53.
Küçükyalı,
250.
Kürt
(-!er), 35, 38,
44, 53, 61, 88, 90, 97, ili, 124, 125, 129, 131, 141, 149, 159, 167,
171, 174, 200, 206, 220, 264.
Kürt
Mustafa Paşa, 264.
L
La Madelon, 287.
La Marseillaise, 290.
Lahey,
250.
Laskaridhis,
Catherine, 303.
Latife Hanım, 38.
Laz (-lar), 109, 111, 125,
149.
Letafet Apartmanı, 435
Levanten (-ler), 129, 240,
252, 369, 370, 371.
Londra Konferansı, 108.
Londra, 89, 108, 248.
Loti,
Pierre, 276.
Lozan Antlaşması, 30, 85, 86, 106, 108, 115, 122.
Lozan Barış
Konferansı, 212, 213, 215, 225.
M
M. Nuri
Bey, 353.
Macar
Macar, Elçin, 106, 123-125.
Madımak
(Katliamı), 113, 134, 407.
Mahçupyan,
Etyen, 18, 81,
82, 130.
Mahmutpaşa,
261.
Makedonya. 255. 314. 343.
Malatya, 125, 126.
Maliye Bakanlığı, 295.
Malta, 248, 250, 293.
Manisa, 350, 373.
Maraş
Alevi kırımı, 90.
Maraşlı,
Recep, 73.
Margosyan, Mıgırdiç, 173.
Margulies, Roni, 83.
Marksist Tutum, 35, 73.
Marksist, 60, İ 08, 112.
Marksist.org, 112.
Marmara Denizi, 303, 332.
Marshall Planı, 155.
Marsilya,
345.
Mason (-!ar), 246.
Maya Arakon, 116.
Mecburi İskan Yasası, 78.
Menderes, Adnan, 131.
Menteşe,
Şerif, 43.
Meriç,
Cemil, 51.
Mert, Nuray, 181, 192, 193.
Meryem İlayda, 82, 83.
Mezarlıkbaşı,
353, 355.
MGK (Milli Güvenlik Kurulu), 61, 135, 170.
MHP (Milliyetçi Hareket Partisi), 61, 86.
Mihran Efendi, 338.
Milletler Cemiyeti, 87.
Milli Eğitim
Bakanlığı, 41, 222.
Milli Gazete, 36, 37, 38,
40, 162.
Milli İktisat, 105, 106, 196.
Milli İstihbarat
Teşkilatı (MİT), 158.
Mill(vet. 37. 48. 55. 181.
Minority
Rights Group Intemation- al, 89, 90.
Misak-ı Milli,
111.
MİT bkz. Milli İstihbarat Teşkilatı.
Moda, 240, 292, 308, 345.
Mondros Ateşkes Antlaşması/Mü- tarekesi, 222.
Mor ve Ötesi 52.
Moralı, Deniz, 35.
Moralı, Nail, 362.
Muhamat Kanunu,
140.
Mumcu, Uğur, 134.
Mungan, Murathan,
41.
Musevi (-!er}, 89, 125, 127, 129,
179, 229, 233, 235, 242, 341' 342, 354-356, 363-368.
Mustafa Kemal, 45, 47, 56, 90,
93, 178, 210, 244, 263, 283, 297, 301, 311, 336, 337.
Mustafa Necip Bey,
11, 353.
Mübadele, 63, 67, 68, 82, 105, 106, 123,
126, 127, 128, 129, 140, 216, 226, 227.
Müslüman (-!ar), 29, 31, 32, 63, 144, 150,
187, 189, 190, 218, 225, 246, 248, 251, 257, 258, 285, 294, 301, 302, 306, 307,
314, 317, 320, 333, 335, 341, 346,351,358,364,365.
Mütareke, 15, 29, 31, 56, 97, 141, 142,
150, 178, 189, 190, 201, 217, 218, 220-224, 251, 261, 265, 266, 271, 273, 283,
291, 292, 296, 306, 308, 331, 334, 338. 339, 341. 344. 347. 358.
N
Naci, Elif,
299.
Nadi,
Yunus, 232.
Nafıa Taburları, 6, 99,
184.
Nahum,
Haim, 40, 45.
Napolyon, 287, 300.
NATO, 165, 227.
Nazi (-!er), 81, 116, 145, 151, 158.
Neologos, 265, 284, 361.
Nesil Yayın Grubu, 47.
Nesin, Aziz, 294.
Nesrullah, 113,
407.
Nişantaşı. 263.
Norveç, 34.
o
Odabaşı, Levent,
99, 1 1 7, 121.
ODTÜ, 86, 128.
Ogün, Nevzat,
90.
Ohannes Kılıçdağı, 178, 179.
Oran, Baskın, 103, 125, 183.
Orhun, 219.
Ortadoğu, 35, 60, 188.
Ortaylı, İlber, 191.
Ortodoks, 17, 28, 97, 112. 123,
152, 158, 265.
Oskay, Cana, 249.
Osmanbey, 24 1.
Osmanlı (-!ar), 20, 21, 26, 29, 31, 37,
45, 47, 50, 54, 57, 58, 62, 66, 73, 74, 83, 91' 94, 95, 98, 106-108, 110-115,
126; 141, 147-149, 159, 171, 172, 182, 187' 205, 218, 221, 224-226, 228. 232-235.
240. 245. 247.
252,
255, 258,
259, 264, 265, 296, 312, 313, 319, 333, 357, 261, 362.
Osmanlı Bankası, 234, 252,
263.
Osmanlı Devleti,
29, 31, 57, 98, 182, 224, 265.
Osmanlıca, 114.
Ozansoy,
Halit Fahri, 220, 253, 255.
Öcalan, Abdullah,
45.
Ökte, Faik, 58.
Öktem, Haydar Rüştü, 358.
Öneş, Nilgün, 130.
Öngider, Seyfi, 46.
Öymen, Altan,
223, 224.
Özcan, Yelda, 18.
Özdemir, Niyazi,
149.
Özdil, Yılmaz, 44.
Özdoğan, Günay Göksu, 178.
Özer, Utku, 91.
Özgür Üniversite, 60, 61,
73, 78, 79, 87, 88, 90, 100.
Özipek, Berat, 55.
Özkent, Ali
Haydar, 140.
Öztuna, Yılmaz, 220.
Özuzun, Yervant,
99, 174.
p
Paker,
Esat Cemal, 250.
Pamuk,
Orhan, 80.
Pamukçiyan, Kevork,
195. Pangaltı,
265, 344.
Papazköpıiisü. 339.
Paris, 18, 248,
254, 280, 300.
Patrikhane bkz. Rum Ortodoks Patrikhanesi.
Peker, Recep, 70, 71.
Pendik, 339.
Pera Palas, 265.
Peyam-ı Sabah, 330.
Peyami, 10, 298,
300.
PKK, 44.
Pogrom, 81, İ04, 105, 151, 160.
Polonya (-lılar), 111.
Polonya, 111.
Pontus, 314.
Prag, 369.
Proiya, 284.
R
Radikal İki, 46, 54, 99, 103, 106, 107, 125, 174, 183.
Radikal,
43, 53-55, 92, 96, 103, 106, 129, 136, 154, 165, 174, 183, 207, 223, 224.
Refah-Yol Hükümeti, 170. Renaissance, 284, 343.
Resmi
tarih, 18, 22, 33, 34, 36, 41, 42, 43, 45-48, 50, 54-56, 59, 148, 168, 176,
191, 196-198, 200, 206-208, 219.
Richard Washburn, 216.
Robert Kolej, 241.
Rodos, 330.
Roma, 43, 216,
236, 348.
Roosevelt, Theodore, 265.
Rossi, Tino, 242.
Ruhr Üniversitesi,
72, 152.
Rum (-1ar),
17, 27, 30, 35, 58, 61, 62, 63, 67, 68, 71, 73, 74, 78,
87,88,89,90,91,92,93,94,96, 99, 101, 107, 108, 109, 112, 114, 115, 116, 119-127,
129, 131, 132, 134, 135, 141, 142, 147, 149, 152, 158, 159, 162, 164, 172, 174,
175, 181, 188, 196, 210, 214, 218-220, 222, 225- 229. 234, 235, 237, 240, 241,
244-251, 257, 258, 259, 261, 262. 264-267. 2 71. 272, 277- 280, 284, 286-289,
291-297, 299, 302, 303, 305-310, 312,
313,
315-320, 322, 327, 329,
330,
332, 334,
336, 337, 339-
342,
345, 351-354, 356, 358,
361,370-372,376-381.
Rum Ortodoks
Patrikhanesi, 17, 152, 158.
Rumca, 154,
259, 265, 266, 268, 283, 297, 322, 324, 340, 345, 349, 350, 361, 368, 370, 378,
381.
Rumeli, 38,
245, 246, 248, 262, 333, 335, 360.
Rusya, 172, 341, 394.
S
Sabah, 52, 131,
163,207,264. Sabahattin Ali, 134.
Sabancı
Üniversitesi, 36, 40, 42, 55, 101, 104, 183, 191.
Sabetayizm, 52.
Sabiha Gökçen. 39. 44. 262. 264.
Safa, Peyami, 298, 300.
Sagay, Esat, 341.
Sakarya, 40, 244, 250, 314, 317, 318,
319, 320, 324.
Salıpazarı, 288.
Salkım
Hanım 'm Taneleri, 59, 206.
Salvador gemisi, 81.
Samsun, 47, 56, 178, 312, 313, 338.
Sancar, Mithat, 115.
Sanlıtop, Gazanfer, 255, 256.
Santa Maria Katolik
Kilisesi, 125.
Santoro, Andrea, 125.
Saraçoğlu, Şükrü, 71.
Saraçoğlu,
Ahmet Cemaleddin, 337.
Saraybumu, 274, 340.
Savcı, Bahri. 217.
Sayın, Aylin, 133.
Selanik, 92,99, 117,246,302.
Selek, Pınar, 163.
Senegal (-lilcr), 250, 262, 266.
Seropyan, Sarkis, 85.
Sertel, Sabiha, 262.
Sevr Antlaşması, 336.
Sevük, İsmail
Habib, 309, 310, 311, 356.
Sıkıyönetim Kanunu, 167.
Sınıf
Mücadelesinde Marksist Tutum, 73.
Sirkeci, 229,239,257.
Sivas, 67, 90, 109, 149.
Sivas Yangını, 90.
Sivrihisar, 177.
Siyonizm. 30.42.97.201.
Smythe, Kolonel Heathcote, 267. Ş
Solgun, Cafer, 49.
Soma, 375, 376.
Son Osmanlı, 225.
Sonay, Nesrullah, 113.
Soros Vakfı, 153, 196, 197.
Soros, George, 153.
Sosyalist Devrim Yolunda Kurtuluş,
88.
Sosyalist İşçi, 83.
Soyadı Kanunu, 77.
Soykırım Karşıtları Derneği, 1 16.
Soykırım, 19, 20, 55, 104, 173, 196,
199.
Sözer, Gökhan, 97.
Spataris, Haris, 10, 256, 257.
Spierer, Hermann, 23.
SSCB, 75.
Stamboul, 323.
Star, 18, 37, 47, 55, 91, 113, 118,
169, 172, 173, 183,207.
Strııma gemisi, 81 .
Sultan Süleyman, 43.
Sultanahmet, 252, 260.
Sunata, İsmail Hakkı, 301, 302.
Suriye, 105, 109, 112, 160, 172.
Surp Agop Mezarlığı, 86.
Surp Haç Tıbrevank Lisesi, 132.
Surp Krikor Lusoroviç Kilisesi, 86.
Susurluk Kazası, 170.
Süleyman Nazif, 300, 302, 335.
Süleymaniye, 252.
Sünni (-!er), 149.
Süreyya Sineması, 241.
Süryani (-!er), 60, 112, 124, 124, 149, 228. Şafak, Erdal, 163.
Şahin, Davut, 36.
Şehzadebaşı, 253.
Şeyh Said, 96.
Şimşek, Erkan, 91.
Şimşek, Halil, 121
Şişhane, 276.
Şişli, 261, 263.
T
T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri,
17, 65, 41 O.
Tahidromos, 322.
Tahir, Celal, 118.
Taksim, 67, 239, 259, 265.
Talimhane, 250.
Taraf, 48, 53, 55, 73, 83, 92, 115,
120, 127, 130, 134, 142, 207, 222.
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 78, 154,
218.
Tarih ve Toplum, 18, 21, 75, 95, 151,
168, 169, 242.
Taşkışla, 241.
Tatavla, 245, 254, 259, 271, 272,
279, 339, 381.
Tavemise, Sabrina, 52.
TBMM, 41, 64, 141, 185, 223,
231,236,328,366.
Tehcir, 19-21, 35, 37, 58, 62, 67, 70, 71, 79, 87, 91, 96-99,
104, 106, 115, 123-125, 127, 128, 140, 149, 159, 168, 171-173, 178, 187. 205,
279, 283.
Tek Parti, 15,21,25,28-31,36,57,
59, 60, 62, 69, 71, 87, 116, 121, 133, 140, 143, 156, 161, 162, 164, 168-170,
188, 189, 199, 206.
Tek, Ertuğrul Sadi, 299.
Tekin Alp,
23, 24.
Tekin, Gülçiçek Güne!, 60, 61.
Tekin,
Harun, 52, 53.
Tekirdağ, 64, 96.
Teori, 165, 196, 197, 218, 219.
TESEV
(bkz. Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı)
Tevfik
Fikret, 251.
Tevfik Paşa, 247, 264, 286.
Tevhid-i
Tedrisat, 221.
The New York Times, 52.
Tim es, 3 14.
TİP, 14, 84.
Tobacco
Company, 23.
Today'sZaman, 81, 107, 171, 172.
Tokat,
149.
Tokgöz, Ersin,
129.
Topal İsmail Hakkı Paşa, 263.
Topal
Osman, 112.
Tophane, 274, 293.
Topkapı, 326.
Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği, 49, 53.
Toplumsal Tarih, 18-21, 24, 42,
53, 71, 92, 140, 151, 152, 154, 161, 163, 169,211.
Toprak,
Zafer, 48.
Tosun,
Funda, 140.
Trablus Savaşı. 229.
Trabzon, 125, 126.
Trakya, 21, 38, 61, 63, 64, 77,
78, 80-86, 88-93, 96, 98, 99, 101107, 109, 113, 115, 118, 121, 125^128, 130,
132-134, 140, 143-145, 150, 160, 164, 169, 177, 184, 190, 205, 226, 248, 257,
315.
Trakya Olayları, 21, 64, 77, 78, 93, 101-103, 113,
118, 132, 134, 143, 144, 145, 150, 164, 184, 190, 194.
TRT-2, 55.
Tunaya, Tarık Zafer, 265, 266, 291. Tunçay, Mete, 48, 169, 191, 192. Tıırkish Review, 83.
Türk, 15, 17, 19-21, 23-32, 35, 37, 39,
41. 43, 44, 45, 47, 49, 51-55, 57-61, 63, 65-67, 69-75, 77-80, 82-84, 86, 87,
89-91, 93, 95, 97, 98, 100, 10 !, 104, 105, !07-112, 114, 116-120, 122, 124,
126, 129, 130, 134, 136. 141-145, 147-151, 155-157, 159-161, 163, 164, 166,
167, 170, 171, 173, 176, 178, 181, 182, 187, 189, 190, 195-199, 202, 206, 207,
210, 211, 214, 216-222, 225-227, 229, 230, 233, 234, 236-238, 241, 242,
244-253, 257-259, 261-267, 269-278, 280-287, 289-295, 297, 299, 300, 305-311,
314, 321-327, 329, 330, 332, 333, 335-'.B8. 340. 341. 343-346.
348,
350-356,
358-371, 376, 379-381, 383, 384.
Türk
Ceza Kanunu,
206.
Türk Sesi, 363, 365,
368, 369.
Türk Silahlı Kuvvetleri
(TSK), 31, 44, 110, 167, 170, 171, 176, 178, 179, 241.
Türk
Tarih Kurumu,
41, 54, 358.
Türk
Tarih Tezi 77.
Türk-Yunan
Nüfus Mübadelesi,
82, 86,
98.
Türkçe, 19, 23,
24, 27, 28, 45, 60, 63, 71, 72, 77, 78, 84, 86, 90, 93, 95, 101, 103, 105, 113,
121, 123, 128, 132, 133, 143, 147, 152, 159, 164, 228, 233, 241, 259, 266, 29^
307, 309, 325, 33^ 344, 345, 346, 349, 350, 381.
Türkçü (-ler),
37, 71, 99, 119, 220, 253.
Türkifikasyon,
87, 88.
Türkiye, 17-19,
29-32, 49, 52, 53, 57, 58, 60, 62, 63, 65, 66, 75, 89, 97, 102, 103, 119, 120,
126, 136, 139, 142-146, 152, 153, 164, 166-168, 170, 173, 176 178, 183, 187-189,205-211,214,216
217, 220, 224, 226-229, 232235, 238, 239, 242, 245, 259, 267, 283, 3^, 302, 306, 319, 320, 327,
361-367, 383, 384.
Türkiye
Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı, 20, 81, 90, 102, 152, 179.
Türkiye
Ermenileri
Patrikhanesi,
17.
Türkiye
Hahambaşılığı, 17.
Türkiye
Komünist Partisi, 126.
Türkiye
ve Ortadoğu Forumu Vakfı, 35, 60.
Türkiye'de
Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun, 77.
Türkler,
Kemal, 135.
Türkleştirme, 60, 62, 69, 102, 103, il8, 130, 133, 134, 139, 140, 143, 144, 148, 150, 154,
160, 161, 163, 165, 166, 169, 170, 172, 175, 180-184, 187-190, 192, 197, 199,
333.
TV8 151, 165.
u
Uğurlu,
Süleyman, 34.
Ulus, 121.
Uluslararası
Adalet Divanı, 211.
Ulusoy,
Mehmet, 196, 219.
Uşi
Antlaşması, 229.
Uzunoğlu,
Niko, 122, 172.
Üçok,
Bahriye, 134.
Ülkede Özgür Gündem, 11O, 154, 163, 164, 174.
Üsküdar, 252, 274.
Üster,
Celal, 154.
v
Vahdettin,
37, 50.
Vakıflar Kanunu,
19.
Varlık Vergisi, 20, 21, 24, 31, 38, 58,
59, 61, 64, 71, 74, 78, 79, 81-83, 85-94, 96, 98-107, 110113, 115, 116, 118,
120, 121, 125, 127-134, 139, 143, 150, 151, 163, 165, 169, 172, 177, 185, 190,
194, 197, 205, 206, 209, 219.
Vasiliadis, Mihail, 49, 93, 95,
109, 110, 154, 174.
Vatandaş
Türkçe Konuş (Kampanyası), 63, 77, 78, 84, 86, 90, 93, 95, 101, 105, 121, 128, 132, 143, 147.
Vecdi Gönül, 126, 127.
Venizelos, 94, 120, 217, 234,
243, 245, 249, 254, 266, 272, 295, 297, 298, 312, 314, 327, 330,
351,354,355,356,358,371.
Verçinlıır. 283.
Viyana, 39, 263, 301.
w
Waugh,
Telford, 270.
Wilson,
Woodrow, 265.
y
Yağcı, Nabi, 126.
Yağmur Atsız, 220, 222.
Yahudi (-ler), 21, 24, 45, 59,
64, 67, 68, 81, 87, 88, 90, 96, 97, 98, 121. 126, 127, 132, 141,
142, 144, 162, 164,
169, 173, 196, 201, 219, 220, 244, 245, 246, 247, 263, 273, 276, 277, 280, 301,
328, 341, 358, 362, 376, 380.
Yakup Kadri il, 344, 347,
350.
Yalçın, Soner, 46.
Yalova,
303.
Yaşin, Neşe, 35.
Yazman, M.
Şevki, 374.
Yeni Çağ, 223, 228, 231.
Yeni Film, 133.
Yeni Şafak, 34, 49, 54, 55, 119, 134, 169,
174, 183, 207.
Yenişehir, 339.
Yervant, 99, 174.
Yeşilköy, 339.
Yıldız Teknik Üniversitesi, 106, 123.
Yıldız, Bahaeddin,
176.
Yılmaz, Aytekin,
53.
Yılmaz, İhsan, 171.
Yılmaz, Levent,
86, 198.
Yorgoli Plajı, 242.
Yugoslavya,
255.
Yunan (-lılar), 38, 39, 58, 63, 65, 72, 82, 86,
93, 94, 97, 98, 110, 113, 116, 119-122, 124, 127, 130, 133, 136, 141, 143, 144,
146-148, 151, 163, 164, 187, 189, 190, 209, 217, 218, 225227, 232, 237,
242-247, 249, 251, 256, 259-261, 265, 270272, 277, 285, 293-296, 300, 302-304,
306-311, 313-324,
327, 330,
332, 334, 336, 340, 341, 344, 346, 350-356, 358, 361, 362, 364-366, 369-371,
375-382.
Yunan uyrukluların
sınırdışı edilmeleri, 98, 119, 130, 133, 146, 189.
Yunanca, 17, 58.
Yunanistan,
63, 65, 68, 87, 89, 91, 100, 109, 112, 113, 119-126, 130, 135, 136, 146, 152,
153, 160, 161, 164, 172, 188, 189, 197, 226, 227, 234, 245, 247, 257, 306, 314,
319, 327, 330, 340, 362, 380.
Yürüyüş, 88, 101,
125, 126, 149.
z
Zaman, 81,
128, 171.
Zarakolu, Ayşenur, 17.
Zarakolu, Ragıp, 17, 61, 123.
Zımml (-ler),
29-31, 57, 62, 147, 182, 190, 359.
Zirve Yayınevi, 126.
"Zito
Venizelos", 217, 234, 243, 245, 249, 272, 295, 297, 298, 351, 354-356.
Son on beş yıl zarfında
Türkiye’nin tarih anlatımında yer almış yeni deyimlerden biri,
"Türkleştirme" deyimidir. Özellikle sol ve liberal görüşlü tarihçi,
araştırmacı ve köşe yazarları tarafından olumsuz bir anlamda kullanılan
“Türkleştirme” deyimi ile kastedilen Devlct'in, Cumhuriyet'in kuruluşundan
buyana, asimilasyon ve/veya şiddet unsuru içeren olaylarla gayrimüslim nüfusu
“yok etmeyi” amaçlayan bir siyasî iradeye sahip olduğu iddiasıdır.
“Türkleştirme” deyiminin bu şekli ile tarih anlatımına yerleşmesi, 1990’h
yalların başından
itibaren ortaya çıkan “gayr-ı resmî tarih, resmî tarihe karşı" şeklinde
özetlenebilecek kutuplaşmaya paralel bir gelişmedir.
Azınlıkları gerçekten yok
etmek isleyen bir Devlet iradesi hiç var oldu mu? Cumhuriyet'in kuruluşundan bu
yana cereyan eden ve azınlıkları hedef alan olaylar, bu siyasetin birer
tezahürleri miydi? Mütareke döneminde ve İzmir'in Yunan Ordusu tarafından işgal
edildiği yıllarda azınlıkların “hal ve gidişat”ı nasıldı? Bu “hal ve gidişat”
toplumsal hafızada nasıl yer etti? “Gayr-ı resmî tarih" nasıl ortaya
çıktı? “Azınlıkları Türkleştirme", nasıl oldu da “azınlıkları yok
etme" anlamını kazandı? Bu kitap, İstanbul ve İzmir'in işgal döneminde
azınlıkların davranışlarını konu edinen hatıraların eşliğinde bu sorulara cevap
vermekte.
6 Murat Koraltürk, Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonomi in Türkleştirilmesi, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 15.
8 Başar hakkındaki
yayınlar şunlardır: Murat Koraltürk, Türkiye 'de Sermaye Birikimi Sorununa Tarihsel Perspektifte
Bir Bakış ve Ahmet
Hamdi Başar 'dan Seçmeler, Sermaye Piyasası Kurulu,
Ankara, 1997; Ahmet Hamdi Başar 'ın Hatıraları, haz: Murat Koraltürk, Cilt 1 ve 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007; Murat Sever, Ahmet Hamdi Başar ve İstanbul Tüccar Derneği, Libra Kitap, İstanbul, 2009. Başar hakkında yayınlanmamış çok
sayıda tez mevcuttur.
9 Ahmet Hamdi Başar, Bir Medeniyetin Sonu, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul,
1942, s. 3 ve
15.
2 Berenice, 1
7 Mayıs 2001,
23:06.
3 Tohum, 25 Temmuz
2002, 22: 1 O.
15
Hasan Cemal, 1915 Ermeni Soykırımı, Everest Yayınlan, İstanbul, 2012, s.
199-200.
2 Prof. Dr. Stanford J.
Shaw'ya göre İngiltere'de yaşayan Ermeniler, Türkiye'yi kötülemek maksadıyla
kitabı tercüme ettirmişlerdi. Kaynak: Rıfat N. Bali, The 'Varlık Vergisi'Affair A Study of/Is Legacy, The !sis Press, İstanbul, 2005, s. 23.
7 Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir ElKoyma Öyküsü, İHD İnsan Haklan Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, İstanbul, 2000, s. 8-9.
8 Etyen Mahçupyan,
İçimizdeki Öteki, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 270.
9 Ayşe Hür,
"Münferit (!)
Antisemitizm Vak'aları", Taraf, 8 Şubat 2009.
67
Dilek Güven, a.g. e., s. 174.
76 Burada kastedilen, 4
Haziran 1932 tarihinde kabul edilen 2007 sayılı "Türkiye'de Türk
vatandaşlarına tahsis
edilen sanat ve hizmetler hakkında kanun"dur. Bu kanun ile Türkiye'de oturma ve çalışma iznine sahip yabancı uyruklu kişilerin çalışabilecekleri alanlar kısıtlanmakta idi.
77 Yazarın
bahsettiği, Nisan
1941-Temmuz 1942 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ihtiyat olarak görevli
gayrimüslim erkeklerin
nafıa taburlarında çalıştırılmalarıdır.
78 Burada kastedilen, 6-7 Eylül 1955 Olayları'dır.
79 Burada kastedilen, Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların 1964 yılında sınırdışı edilmeleridir.
117 Burada kastedilen
olaylar, 1894-1896 yıllarında ve 1909 yılında Adana'da yaşanan Ermeni katliamlardır.
1 18 Yazar, 30 Ekim 1930
tarihli Türkiye ile Yunanistan arasında İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi"nin, 16
Mart 1964 tarihinde feshedilmesi sonucunda Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların sınırdışı edilmelerini kastetmekte.
120 Gülşen İşcri, "! [atalarımızı Kabullenmek Zorundayız··. BirGün Pazar, 1 Şubat 2009.
15 Hülya Demir - Rıdvan Akar, İstanbul 'un Son Sürgünleri. 4. baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 1999, s. 1 O.
14
Dilek Güven, "6-7 Eylül Olayları", Radikal, 6-8 Eylül
2005. Güven, yedi yıl sonra yayınladığı makalesinde de, aradan geçen zamana
rağmen, görüşlerini değiştirmedi. Bkz. Dilek Güven, "Riots Against the
Non-Muslims of Turkey: 6/7 September 1955 in the Context of Demographic Engineering", European
Journal of Turkish Studies [Online], 12 Ocak 2011,
http://ejts.revues.org/index4538.html.
15 Celal Üster, "Utanılası Bir Eylül Ayının Yazılı ve Sözlü Tanıklıkları", Radikal Kitap, Yıl 4, Sayı 233, 2 Eylül 2005, s. 4-5.
Ilı Mihail Vasiliadis,
"Rumların 'Dehşet Gecesi': 6-7 Eylül 1955", Ülkede Özgür
Giindem,
5 Eylül 2005.
17
Doğan Hızlan, "Unutmak İstediğim Günlerin Kitabı", Hürriyet
Cumartesi, 10 Eylül 2005.
1
H Bu hlllUıııUn ilk yayınlanmış halinde, biçimle ilgili hatalar da
zikredilmiştir. Bu hata- hırla ilgili bir başka eleştiri için bkz. Elçin Macar,
"Tarih Vakfı Yurt Yayınları'na Bir l.l^lm ( 7 1.) lül Oluyları", Toplumsal
Tarih, Sayı 149, Mayıs 2006, s. 92-93.
26 üilek (jüven, a.g.e., s. 3.
93 Üstün.
94 Üstünlük.
95 Zorlaştı.
96 Tetkik eden, araştıran.
97 Eklediğini.
98 Yanlış.
99 Büyük bir saftık.
1 UU Aşağı derece.
107 Yunan Kralı 1. Konstantin (2 Ağustos 1868-11Ocak 1923), 1913 ila 1917 ve 1920 ila 1922 yılları arasında
hükümdardı.
117 İstanbul'da
Fransızca yayınlanan günlük gazete. Ana okurları azınlıklardı.
11S İstanbul' da hansızca yayınlanan günlük gazete. Ana okurları azınlıklardı.
122 27 Haziran 1917 - 18 Kasım 1920 döneminde Yunan Başbakanı.
123 Dimitrios Gonaris. 10 Mart-23 Ağustos 1915 ve 8 Nisan 1921 ila 16 Mayıs 1922 arası Yunanistan Başbakanı.
124 Falih Rılkı Alay. u.g.e., '· 158-161.
129 Marmara Denizi'ndeki Büyükada. Heybeliada ve Burgazada.
138
Prof. Dr. Akdes Nimet Kural, Türkiye ve Rusya. Kültür Bakanlığı,
Ankara, 1990, s. 584-585.
[109] Bu bölümün ilk hali şu makale ile yayımlanmıştır: Rıfat N. Bali,
"Ahmet Hamdi Başar'ın Görüşleri: Varlık Vergisi ve Türkleşme
Hakkında'', Toplumsa/ Tarih,
sayı 175, Temmuz 2008, s.42-49.
[110] ı\lııııct l laıııdi
Başar, a.g.e., s. 243-246.
[112] Temel
Demirer, 'Türküm, Doğruyum, Çalışkanım " mı Dediniz?... Resmi İdeoloji, Dede!
..\fi!liyeli«İlik, Ütopya Yayıııcvi, Ankara, 2012, s. 361.
[113] Amerikan Yunan örgütlerinin
eleştirileri şöyle özetlenebilir: (a) Türklerin Karadeniz
kıyılarında yaşayan Pontuslu Rum halkını
soykırıma uğrattığı, (b) İzmir'in 9 Eylül 1922 tarihinde Yunan işgalinden kurtarılmasından sonra çıkan yangının Türk Ordusu tarafından
başlatıldığı, (c) 6-7 Eylül 1955 Olayları'nın
devletin tertip ettiği bir eylem olduğu, (d) Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nun eğitime açılmaması, e) Rum vakıflarına ait gayrimenkullere el konulması.
Amerikan Ermeni örgütlerinin eleştirileri ise esas itibarıyla
1915 tehciri sırasında büyük bir kısmı imha edilen Osmanlı Ermenilerinin soykırıma maruz kaldıklarıdır. Buna Ermeni vakıflarına
ait gayrimenkullerine el konulması da eklenmektedir.
[114] "İstanbul'un Son Sürgünleri, Yunanca'ya çevrildi'', Hürriyet, 23 Aralık 2004. Kitabı, Tsoukat Yayıncvi yayııılayacaktı.
[115] Etyen Mahçupyan, "Biz Irkçı
mıyız?", Taraf, 3 Mart 2009. Salvador ve Struma gemilerindeki mültecilerin
akibetinin antisemitizmle bir ilgisi yoktur. Bu konuda daha fazla bilgi için
bkz. Rıfat N. Bali, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 33 1-369.
[116] Etyen Mahçupyan,
"Koltuğun Tadı", Agos, 3 Nisan 2009.
12 Burada kastedilen 1923 yılında
cereyan eden Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'dir.
13 Etyen Mahçupyan 'la Yüzyıllık Parantez, söyleşi:
Şener Boztaş - Mehmet Akif Mcmmi. Profil Yayıııcılık,
İstanbul, 2014, s. 57 ve 70.
[117] Sait Çetinoğlu, “Sermayeni “Türk”leştirilmesi”, Resmi Tarih
Tartışmaları -2, ed: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı,
İstanbul, 2006, s. 79-152, 146-148.
[118] Sait Çetinoğlu, “Bir Etnik Temizlik Mimarı: İsmet İnönü”, 1 Şubat
2009, http://www.
rizgari.com
'cbook4iir_ctnik_tcmizlik_inimari_isnict_inoiiu_Saitcclinoglu.pdf
[119] Dilek Güven, a.g.e., s. 5.
[120] Mihail Vasiliadis, "Rumların Dehşet Gecesi 6-7 Eylül
1955", Ülkede Özgür Gündem, 5 Eylül 2005. Vasiliadis, bu yazıyı 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın ellinci yıldönümü
vesilesiyle yayınladı. Vasiliadis, bu görüşünü
2008 yılında da tekrarladı. Bkz. Nilüfer Zengin, "İnsanlar
Önce Komşuluk, Sonra "Vatani" Görevi i Yaptı", 5 Eylül 2008, www.bianct.org/bianct/yazdir/109538
[121] “6-7 Eylül 1955: Anadolu Hıristiyanlannın Tasfiyesi Büyük Ölçüde
Tamamlandı”, 5 Eylül 2013, http://marksist.org/tarihte-bugun/8238-6-7-eylul-1955-anadolu-hiris-
tiyanlarinin-tasfiyesi-buyuk-olcude-tamamlandi
[122] Nesrullah Sonay, "Bizi Ancak MadımakTakiler Anlar”, Bugün,
6 Eylül 2009.
[123] Mithat Sancar, “6-7 Eylül: Bir Utancın Uzun Gölgesi”, Birgün,
8 Eylül 2008.
[124] 6 Eylül 2008 tarihli basın bildirisi, www.durde.org Bu girişim,
kendisini "milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı mücadele edenlerin
oluşturduğu bir girişim” olarak tarif etmekte.
[125] l emel Demirer, a.g.e., s. 403.
[126] Halil Şimşek, "İkamet, Ticaret ve
Seyrisefain Mukavelenamesi'nin Feshi ve Yunan Uyruklu Rumların Sınır
Dışı Edilmeleri", Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2007, s. 237-260.
[127] Levent Odabaşı, u.g. e., s. 33.
[128] Ol 1 icra
Büyüktaşcıyan (küratör), a.g.c., 27-28.
[129] http://akgonul.wordpress.com/2014/01/17/call-for-papers-1964-explusions-a-tur-
ning-point-in-the-homogenization-of-turkish-society/ Bu konferansı tertip eden heyette şu isimler yer almakta: Prof. Dr. Samim Akgönül. Prof. Dr. Cengiz Aktar, Prof. Dr. Elçin Ma^ar,
Doç. Dr. İlay Roman
Örs. Bilimsel komitede yer alan isimler
şunlar: Prof. Dr. Samim Akgönül, Prof. Dr. Ayhan Aktar, Prof. Dr.
Cengiz Aktar, Prof. Dr. Elçin Macar, Doç. Dr. İlay Roman Örs, Doç. Dr. Yangelis
Kechriotis, Stavros Anestidis. Çeviri tarafımdan yapılmıştır.
[130] "Osmanlı'dan Bugüne Ermeni Katliamı Devam Ediyor!", Yürüyüş, Sayı
89, 28 Ocak 2007,
s. 20-21.
[131] "Azınlıklarla Ulus Olamazdık",
Taraf, 11 Kasım 2008.
[132] Markar Esayan, "Vecdi Gönül'e Teşekkür Borçluyuz", Taraf, 13 Kasım 2008. Yazar, burada iki maddi hata yapmakta. (a) 1941 yılının Nisan ayında uygulanan Yirmi Kur'a gayrimüslim
askerlerin silah altına alınmalan olayının 1939 yılında olduğunu söylemekte ve bunu "çift
kur'a" olarak belirtmekte, (b) 1964 yılında sı- nırdışı edilen Rumların Yunan uyruklu olduklarını bdirlmcmcktc.
[133] Etyen Mahçupyan, "Güz Sancısı'ndan Ergenekon'a",
Taraf. 30 Ocak 2009.
[134] Ecevit Kılıç, "6-7 Eylül Olaylan Bir MİT Organizasyonu'', Sahah, 2 Şubat 2009.
[135] Aylin Sayın - Murat Çınar Büyükakça, “Güz Sancısı:
Müsamereleştirilen Bir Ta- nh”. Yeni Film, Sayı 17, Mart
2009, s. 4-17.
[136] Hülya Karabağlı, "Biri azınlıkları
40 yıldır
gözetliyor", Sabah, 8 Kasım 2003, aktaran Rıfat N. Bali, Devlet 'in Örnek Vatandaşları, Kitabevi Yayınlan, İstanbul, 2009, s. 117.
1 :Hı i,ıııct 13crkan, "Azınlıkların
Çektiği Çile'", Rııdikııl, 23 Ağustos 2007.
[137] Daha fazla bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Libra Kitap, İstanbul, 2012.
[138] Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, Yirmi Kur 'a Nafıa Askerleri, Ki- tabevi Yayınları,
İstanbul, 2008.
[139] "Osmanlı'dan Bugüne Ermeni Katliamı Devam Ediyor!", Yürüyüş, Sayı 89, 28 Ocak 2007,
s. 20.
[140] Örneğin Faruk Erhan Ceylan, The Incidents of September 6-7, 1955,
Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1996, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi);
Arzu Kılıçdere, İzmir Boyutunda 6-7 Eylül 1955 Olayları, Ege
Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir 1998, (yayınlanmamış
lisans tezi); Fatih Akın, Türkiye 'de Azınlık Politikaları (6/7 Eylül 1955
Olayları), İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İn- kilap
Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1999, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi); Gürhan 1
Gürcan, 6-7 Eylül 1955 Olayları, Ankara Üniversitesi, 2006,
(yayınlanmamış yüksek lisans tezi).
[141] D.[imitrios] Kaloumenos, The Crucification of Christianity,
Atina, 1991 olaylan belgeleyen fotoğraf kitabıdır. Bu konudaki en yetkin ve en
son araştırma şu kitaptır: Speros Vryonis Jr., The Mechanism of Catastrophe: The
Turkish Pogrom of September 6-7, 1955, and the Destruction of the Greek Community
of İstanbul, Gre- ek works, New York,
2005. Dilek Güven, her nedense kitabında ne Vryonis’in, ne de Kaloumcnos'un
eserlerine herhangi bir atıfta bulunmamakta. 6-7 Eylül Olaylan’nı inceleyen
2005 yılına ait bir diğer yabancı kaynak şu makaledir: Ali Tuna Kuyucu,
Tlhno-religious ‘unmixing’ of ‘Turkey’: 6-7 September riots as a case in Turkish ııııtuııııılisııı", Nations and
Nationalism, Cilt 11, Sayı 3, Temmuz 2005, s.361-380.
'I I lılck t iüvcn, t ıımhuriyet Dönemi
Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayla- II.ılı.ıı Sıbcı. I.ııilı
Vakfı. İstanbul, 2005.
[143] Dilek Güven, a.g.e.,
s. 138.
[144] Hrant
Kasparyan, "Genelkunnay'ın Psikolojik Propaganda Belgesi'nde Gayrimüslim-
ler", Agos, 20
Kasım 2009. 19 Ocak
2007 tarihi,
Hrant üink'in öldürüldüğü
tarihtir.
[145] Nuray Mert, ··tener Rum Patrikhanesi ve Ekümeniklik", Radikal, 29 Ocak 2008.
[146] Ferda Balancar, "I915 Gerçeğinin Bilgisi Size Her Yönden
Ulaşırken Ona Gözünüzü Kapatamazsınız", Agos, 31 Mayıs 2013.
[147] Erkam Tufan Aytav, “Bir Müslüman Kemalist Eğitim Tornasından
Geçerse Nasıl Olur?”, 18 Ekim 2011 www.haber7.com,http://www.haber7.com/yazarlar/erkam-
tufan-aytav/796194-bir-musluman-kemalist-egitim-tornasindan-gecerse-nasil-olur. Vurgulamalar yazara aittir.
[148] Süreyya İlmen Paşa ( 1874-1955) Balkan Savaşı
'na katıldı. Birinci Dünya
Savaşı 'nda Türk Silahlı Kuvvetleri 'nden ayrılarak
iş hayatına atıldı. Devlet yardımı alınmadan kurulan ilk özel tesis olan Süreyya
Paşa Mensucat Fabrikası 'nı kurdu. 1922 yılına kadar faaliyet gösteren
bu tesiste iplik ve kumaş üretiliyordu. 1926 yılında
İstanbul Milli Sanayi Birliği 'ni kurdu. Süreyya
İlmen Paşa, sosyal hizmetleri ve hayırseverliği ile tanınmıştır. Eserleri şunlardır:
Tayay recilik ve Balonculuk
Tarihi, (1947), Te- şebbüslüklerim ve Reisliklerim, ( 1 949), Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, (1959), Maliyemize
Armağan,
( 1951), Cumhuriyet Adliyesine Armağan, (1954) , Sanayi Odası için Vaktile Ne Kadar Çalışmıştım, (1952). Kaynak: "Süreyya İlmen'', www.sureyyapasa.gov tr
[149] Kemalettin
Şükrii'nün soyadının Orbay olduğunun kaynağı şudur: Prof. Dr. Ömer Faruk
Huyugüzel (haz.), lzmir Fikir ve Sanat Adamları 1850-1950, T.C. Kültür
Bakanlığı, Ankara, 2000, s. 301-303. Ancak bu biyografide yazarın Mütareke Anıları kitabı
yer almamakta. Bu kaynağa dikkatimi çeken İsmail Dervişoğlu'na teşekkür ederim.
[150] Peyami Safa. "Eski
Bir Yılbaşı Gecesi", Mill^vet, 2 Ocak 1958. Peyami Safa
(1899
1961) hikayeci, romancı ve köşe yazarı idi.
[151] İsmail Habib, O Zamanlar 1920-1923, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1937, s. 52-53. İsmail 1 !abip Scvük ( 1 892- 1 954) yazar ve edebiyat tarihçisiydi.
[152] Yrd. Duç. Dr. Muslafa hski, u.g.e. 190-192.
[153] İstanbul'da yayınlanan Rumca gazete.
[154] Falih Rıfkı Atay, Eski Saat 1917-1933, Akba Kitabevi, Akşam
Matbaası, İstanbul,
1933, s. 102-104.
[155] falih Rıtkı Atay, a.g.
e., s. 107-108.
[156] 1-alih Kılkı Atay, a. g. e. 129-131.
[157] 1-alih Rılkı Ala). u.g. e., 336-338.
[158] Falih Rıfkı Atay, a.g.
e., s. 42 1 -422.
[159] Hafız Galip, "Nasıl Soydular, Nasıl Öldürdüler'?", Ahenk, 15 Şubat 1926. Bu bölümde yer alan anlatıların tamamı 1926 yılının Ocak ayından itibaren Ahenk gazetesinde yayınlanmış olup şu makaleden alıntılanmıştır: Yrd. Doç. Dr. Mevlüt Çelebi. "Tanıkların
Anlatımıyla Yunanlıların izıııir'i İşgali", Polis Deıxisi. Yıl 10. Sayı 38, Üze! Sayı 2UU4, s. 224-23 1.
[160] .4/ıenk, 19 Quibat 1926.
[161] Alıı:11k, 8 Şubat
1926.
[162] N.S.[at]. ··Levantenler", Yanık Yurt, 1 6 Ağustos 1341 ( 1925). Aktaran Zeki Arıkan, a.ge., s. 284-286.
[163] M. Şevki Yazman, İstiklâl Savaşı Nasıl Oldu', İkinci Basılış,
Keman Basımevi, İstanbul, 1938, s. 10-25. M. Şevki
Yazman (1886-1974) emekli albay olup, 19501954 yıllarında DP b. lazıg
ınılleıvekili olarak görev yaptı.
[164] Ödemişli Bir Özgürlük Savaşçısı:
Ali Orhan İlkkurşun'un Kaleminden İlk Kurşun ve Sonrası, haz: Engin Berber- Taner Bulut - Tülay Gül, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşi,·i ve Müzesi Yayını, İzmir, 2013, s. 27, 28, 53.