Ana içeriğe atla

  
 
Print Friendly and PDF

"AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME MESELESİ" NE İDİ? NE DEGİLDİ?

 

"AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME MESELESİ"
NE İDİ? NE DEGİLDİ?

RIFAT N. BALİ

 Libra Kitapçılık ve Yayıncılık

1. Basım: 2014

 “AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME MESELESİ”
NE İDİ? NE DEĞİLDİ?

 

RIFAT N. BALİ

Rıfat N. BALİ, 1948 yılında İstanbul'da doğdu. 2001 yılında Sorbonne Üniversitesi, Ecole Pratique des Hautes Etudes'den mezun oldu. Çok sa­yıda makale ve kitabın yazarıdır. Yayınlarının bilgileri www.rifatbali.com adresinde mevcuttur.

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR                                                            13

ÖNSÖZ                                                                           15

GİRİŞ......................................................................   1.. 7

1 - "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ" NE İDİ?

1-            "Türkleştirme" Yeni Bir Kavr am mı?................ 23

2-            "Türkleştirme Siyaseti" Ne idi?........................... 24

3-Ahmet Hamdi Başar'a GöreTürkleştirme.................. 25

4-          - Türkleştir me Siyasetinin Yeni Bir Tanımı........ 30

5-           Tür kleştir me Siyaseti Neden Başar ısız Oldu?.. 31

il- TÜRK TARİH YAZIMINDA KUTUPLAŞMA

1          - "Resmi Tar ih" Deyimi Neyi Kastetmekte? ........  33

2              - "Resmi Tarih" Hakkında Yerleşik Kanaat ........  41

3-"Gayr-ı Resmi Tar ih"in Or taya Çıkışı..................... 42

a- Kitaplar dan Örnekler ................................................ 46

b-Beyanatlardan ve Makaleler den Örnekler ................  52

c- Televizyon Tar tışma Pr ogr amlar ından Örnekler .. 55

d-Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner'in Konu şması... 56

ili - TÜRK TARİH YAZIMINDA AZINLIKLAR

1-         - "Resmi Tar ih" Yazıcılarının Yaklaşımı............. 57

2-           "Gayr-ı Resmi Tarih" Yazıcılarının Yaklaşımı... 59

3-           "Gayr-ı Resmi Tar ih" YazıcılarıA çısından Türkleştirme Siyaseti                          ..62

4-           Türkleştirme Siyasetinin "Kanıtları " .....................  63

5-           En Çok Atıfta Bulunulan "Kanıt": CHP IX. Büro'nun

"Azınlıklar Raporu"                                                        65

a.             IX. Büro Neden Sorumlu İdi? .............................  65

b.            IX. Büro'nun "Azınlıklar Raporu" ......................  66

c.             IX. Büro'nun "Azınlıklar Raporu" ile İlgili

Değerlendirmeler                                                             69

IV-        "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ" GÜNÜMÜZDE NASIL ANLAŞILMAKTA?

1-             "Kanıtlar"ın Sıralandığı Beyanlar                        77

2-             Nafıa Taburları İle İlgili Yorumlar                       99

3-             6-7 Eylül 1955 Olayları'nın Yıldönümlerinde Yayınlanan

Yazılar                                                                            104

4-Yunan Uyrukluların Sınırdışı Edilmeleri İle İlgili Yorumlar                   119

5-             Peder Andrea Santoro, Hrant Dink ve Malatya Cinayetleri

Vesilesiyle Yapılan Yayınlar                                         125

6-             Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün Beyanatına Tepkiler 126

7-             Güz Sancısı Filminin Gösterime Girmesi Vesilesiyle Yayınlanan Yazılar   129

8-             "Kafes Eylem Planı" Haberi Üzerine Yorumlar  134

9-             Azınlıklar Tali Komisyonu Ne İdi?                      135

V-          "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ"NİN

YANLIŞ YORUMLANMASI

1-"Türkleştirme Siyaseti" Konusundaki Yanılgılar       139

2-           Hangi O laylar "Türkleştirme Siyasetinin Bir Merhalesi" Değildir? 143

a)            Türkiye'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve

Hizmetler Hakkında Kanun                                           143

b)            1934 Trakya Olayları                                           144

c)            Gayrimüslim Erkeklerin Nafia Taburlarında

Çalıştırılmaları                                                               145

d)            6-7 Eylül 1955 Olayları                                        146

e)            Yunan Uyrukluların 1 964 Yılında

Sınırdışı Edilmeleri                                                        146

O "Vatandaş Türkçe Konuş" Kampanyaları                  147

3-           Sadece Devlet'i Suçlayan Yaklaşım                     148

VI- 6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARI 50. YILINDA

NASIL HATIRLANDI?                                                151

1-50. Y ıldönümünün Anılması                                     152

2-            Neden Tepki Gösterildi?                                      153

3-            Dilek Güven'in 6-7 Eylül Olayları Kitabı             153

4-            Kitabın Tarih Anlatımındaki Hatalar                    155

5-            Savunulan Tez: "6-7 Eylül1955'teki O laylar,

Devletle İç İçe Geçmiş Sivil Kurumların Jön Türklerce

Başlatılan 'Küçük Asya'nın Etnik ve Demografik Homojenleştirilmesi Projesi'ni Tamamlamak Üzere Aldıkları Tedbirlerden Biridir"    159

6-            CHP IX. Büro'nun Raporu                                   162

7-            Dikkate Alınmayan Olgu                                     164

8-            Tepkiler                                                                165

9-            Bu Kanaat Nasıl ve Neden Gelişti?                     166

VII - "TÜRKLEŞTİRMENİN AMACI AZINLIKLARIN NÜFUSUNU AZALTMAKTI" KANAATİ

NASIL OLUŞTU?

1 - 12 Eylül 1980 Darbesi                                              167

2-             "İkinci Cumhuriyetçiler"                                      168

3-             Azınlıklar ile İlgili Yayınlar                                 169

4-             "Derin Devlet" Meselesi                                       170

5-             Türk Ermeni Toplumundaki Değişim -

Hrant Dink'in Etkisi                                                        173

6-             "Komplo Kültürü" Meselesi                                 175

7-             Türk Silahlı Kuvvetleri'ne Karşı

Mevcut Peşin Hükümler                                                  176

8-             "Resmi Tarihe Karşı Çıkma" Refleksi                 180

9-             Fikir Alemindeki Kutuplaşma                              181

1-             O- "Türkleşme" Kavramının Yorumlanması         181

11-           Liberal ve Sol Görüşlü Öğretim Üyelerinin Etkisi 182

12-           Bazı Arşivlerin Araştırmacıların Erişimine

Karalı Oluşu                                                                   184

 

5-            Popüler Kültür İkonlarının Etkileri                      198

6-            Ne Yapılması Gerek?                                           199

EKLER

Ek 1- Tarihle Yüzleşmenin "Olmazsa Olmaz" İki Şartı: Özür Dileme Ve Tazmin Etme          205

Ek il- Lozan Barış Konferansı Müzakereleri - Azınlıklarla İlgili İki Belge                     2 l 2

1-21 Kasım l 922 Tarihli Belge .....  .............................  2 l 2

2-            22 Kasım l 922 Tarihli Belge..   ......................... 21 5

Ek III- Azınlıkların Toplumsal Hafızadaki Yeri ..........  21 7

1-Unutulmak İstenen Bir Olgu: Toplumsal Hafızadaki

Yerleşik Olan "Azınlıklar" İmgesi ...                         ... 21 7

3-            Toplumsal Hafızadaki İmgeye Eleştirel Yaklaşımlar   2 l 9 3- Toplumsal Hafızadaki İmgeye Bir Tepki Örneği.............................................. 222

4-            Azınlıkların Hatırlanma Halleri ......................... 223

a- Radikal Gazetesi Yazarı Altan Öymen..................... 224

b- Türkiye 'de Yeni Çağ Gazetesi Yazarı

Muhiddin Nalbantoğlu ...........................  ..228

Ek iV - Hatıralarda Azınlıklar .                                232

a- İstanbul' un İşgal Yılları İle İlgili Anılar ................. 232

-              Cumhuriyet gazetesi kurucusu ve başyazarı

Yunus Nadi 1( 8791- 945)                              232

-              Burhan Asaf [Belge] ( 1899-1967)...................... 237

-              Süreyya İlmen Paşa'nın Torunu Vedii İlmen ......  241

-              (E) Tümamiral Afif Büyüktuğrul (l 917-1985).... 242

-              Edime Mebusu Mehmet ŞerefAykut 1( 8741- 939)    244

-              Cana Oskay                                                           249

-             Emekli Maliye Müfettişi Cahit Kayra (1917-). 250

-             Emekli Lahey Maslahatgüzarı

Esat Cemal P aker (18781- 952)............................. 250

-             Ahmet Ağaoğlu (1 869-1939)........................... 251

-             Halit Fahri Ozansoy (1 891-1971).................... 253

-             Gazanfer Sanlıtop (1 940-)............................... 255

-             Haris Spataris (1 9061- 993 (± 2))   ................. 256

-             Ş. Melih Ataman (1927-).................................. 257

-             Suat Aray (1 902?-1978).................................. 260

-             Gazeteci Sabiha Sertel (18951- 968) ...........    262

-             Prof. D .r Tarık Zafer Tunaya ( 1916-1991)............... 265

-             Halide Edip Advı ar (18841- 964).................    266

-             Britanya Yüksek Komiserliği Tercümanı

Sir Tefol rd Waugh (18651- 950)                             270

-             Prof. Dr. Adnan Ergeneli (1 911 -?) ................            271

-             Kemalettin Şükrü [O rbay] ..............................  273

-             Gazeteci Ziyad Ebüz ziya (19 11 1- 994)......... 292

-             Aziz Nesin ( 19151- 995)......... ...................... 294

-             Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanı Nejat Gülen (1927-)            295

-             Peyami Safa ( 18991- 961)............................... 298

-             Süleyman Nazif(l8701- 927)............................ 300

-             Darüfül nu n Hukuk F akültesi Öğrencisi

İsmail Hakkı Sunata 1( 8921- 988)......................... 301

-             C atherine Laskaridhis .....................................  303

-             (E) Korgeneral İhsan Gürkan 1( 916-2005)...... 303

-             Maliye Nazırı Cav id Bey (1857-1926)............ 305

-             Yahya Kemal Beyatlı 1( 8841- 958) ................  305

-             Gazeteci İsmail Habib [Sev ük] 1( 8921- 954). 309

-             Falih Rfkı ı [Atay] (189 41- 971)                      321

-              Gazeteci Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu (1893-1972) 337

-              Teşkilat-ı Mahsusa'nın Son Başkanı Albay Hüsamettin Ertürk          339

-              Atatürk'ün Yaveri ve Milletvekili Salih Bozok (1881-1941)  3.4.0

-              Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat (1903-1971)........   340

-              Maarif Vekili Esat Sagay (1874-1938) ............... 341

-              Dr. Ferruh Niyazi Ayoğlu (1888-1963) ..............  343

-              Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974)......... 344

b- İzmir'in İşgal Yılları ile İlgili Anılar.....................   350

-              Manisa Bağcılar Bankası İzmir Şubesi Müstahdemi Hafız Galip Bey                               350

-              Ahmet İhsan Bey ..                                                352

-              M.Nuri Bey                                 .......................... 353

-              Mustafa Necip Bey............................................   353

-              Kurabiyeci Mehmet Ağa .....................................  354

-              Aksekili Mustafa Asım .....................................   355

-              Naci Gündem....................................................    356

-              Anadolu Gazetesi Sahibi Haydar Rüştü Öktem (1890-1951) 358

-              İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kurucularından Nail Moralı                      .362

-              Mehmet Esat Çınar'ın ( 1894-1975) Türk Sesi Gazetesindeki Yazıları            363

-              N.S.[at] .............................................................   368

-              Gülfem Kaatçılar İren (1915-2009)..................... 371

-              (E) Albay M. Şevki Yazman (1886-1974).......... 374

-              Müşfik Kinson ( 1909-?)...................................   377

-              Ali Orhan İlkkurşun (1886-1970) ....................... 381

Ek V- "İzmir Yangını" Konusunun Siyasallaşması..... 383

-              Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Müdürü Prof.Dr. Engin Berber..         383

KAYNAKÇA.................... ...........................................  387

DİZİN.........................................................................   415

 

         KISALTMALAR

AB

ABD

AKP

ASALA           : Avrupa Birliği

: Amerika Birleşik Devletleri

: Adalet ve Kalkınma Partisi

: Armenian Secret Army for the Liberation ofArmenia (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu)

CHP

CIA   Cumhuriyet Halk Partisi

Central Intelligence Agency (Merkezi İstihbarat

Ajans)ı

DP DSİP IMF İP İT KİT MAH MGK MHP MİT NARA    Demokrat Parti

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi

lntemational Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu)

İşçi Partisi

İttihat ve Terakki Cemiyeti

Kamu İktisadi Teşekkülü

Mim Emniyet Hizmetleri Riyaseti

Mim Güvenlik Kurulu

Milliyetçi Hareket Partisi

Mim İstihbarat Teşkilatı

National Archives and Records Administration

(Amerikan Milli Arşivler)i

NATO North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Teşkilat)ı

NGO Non Govemmental Organization (Sivil Toplum Kuruluşu)

ODTÜ Ortadoğu Teknik Üniversitesi

 

 

PKK SSCB TBMM TESEV TİP TRT TSK TÜSİAD          Partiya Karkiren Kurdistan (Kürdistan İşçi Partisi)

Sovyet Sosyalist C umhuriyetleri Birliği

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı

Türkiye İşçi Partisi

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu

Türk Silahlı Kuvvetleri

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği

ÖNSÖZ

Bu çalışma başlangıçta Tek Parti döneminde geçerli olan "azınlıkları Türkleştirme siyaseti"nin günümüzde sol ve liberal görüşlü aydınlar camiası tarafından nasıl anlaşıldığını inceleyen bir makale olarak ta­sarlanmıştı. Ancak ilerleyen zaman içinde meselenin hakkıyla anla­şılabilmesi için "azınlıkların toplumsal hafızadaki yeri" konusunun ciddi bir şekilde de incelenmesinin şart olduğuna kanaat getirdim. Bu nedenle de Mütareke ve İzmir'in işgali dönemiyle ilgili, maka­lelerde ve hatıratlarda yer alan ve azınlıkları konu edinen metinlere de bu kitapta yer verdim. Gene bu çalışmayla doğrudan ilgili olduğu için Dilek Güven'in 6-7 Eylül 1955 Olayları'nı inceleyen ve olay­ların ellinci yıldönümünde, 2005 yılında, yayınladığı doktora tezi hakkında 2006 yılında yayınladığım eleştiri ile tarihle yüzleşmeyi konu edinen bir diğer makalemi de bu kitaba dahil ettim.

Bu çalışmanın birkaç yönü mevcuttur. Bir yandan son onbeş yılda ortaya çıkmış olan azınlıklarla ilgili tarih anlatımının eleştirel bir bilançosudur. Diğer yandan ise Türk entelektüel aleminin (özellikle sol ve liberal cenahın) azınlıklara yaklaşımının bir eleştirisidir. Bu vasıflarıyla da değişik kesimleri ilgilendireceğini umuyorum. Niha­yet son bir not: Kitapta bahsi geçen "azınlıklar" deyimiyle sadece gayrimüslimler kast edilmektedir.

GİRİŞ

Cumhuriyet dönemi tarih yazımının son derece ihmal edilmiş alan­larından biri azınlıklardır. Bu ihmalin ortaya çıkmasında (a) T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri 'nde azınlıkların Cumhuriyet dönemindeki yaşamlarıyla ilgili tasnifi tamamlanmış ve araştır­macıların istifadesine açılmış vesikaların sayıca çok az olması, (b) Türk araştırmacıların azınlıklar konusunda yayınladıkları vasıflı makale ve kitapların ender olması, (c) yabancı dilde mevcut arşiv vesikalarını ve yayınları okuyabilmek için birden fazla yabancı dile vakıf olma şartı, 1 (d) azınlıkların anadillerinde yayınladıkları kitap ve süreli yayınların çoğunun Türkiye'deki kütüphanelerde mevcut olmamaları ve nihayet (e) Türkiye Hahambaşılığı, Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Türkiye Ermenileri Patrikliği arşivlerinin araştır­macılara kapalı olmaları gibi değişik engeller neden olmuştur.

Bütün bu zorluklara rağmen l 990'lı yıllarda "azınlıklar" konusu üniversite öğrencileri ile medyanın ilgi göstereceği belli başka ko­nulardan biri haline dönüşecekti. Bu hızlı değişimde,

a)            Ragıp-Ayşenur Zarakolu çiftinin 1977 yılında kurduğu Belge Yayınları 'nın yayınladığı, azınlıkları (ağırlıklı .olarak Ermeniler) konu edinen telif ve çeviri eserler,

1 Azınlıklar ile ilgili yabancı yayınlar ve arşiv vesikalannın önemli bir kısmı İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca dillerindedir. Bundan başka her bir azınlığın anadi­lindeki yayınlanna vakıf olabilmek için İbranice, Ladino, Ermenice, Süryanice ve Yunanca bilmek şarttır.

b)           Prof. Dr. Murat Belge ve arkadaşlarının girişimiyle 1983 yılında yayın hayatına başlayan İletişim Yayınları'nın ya­yınlamaya başladığı Tarih ve Toplum dergisi2 ile bir grup sol görüşlü aydın ve üniversite öğretim üyesinin girişimiyle l 99 l yılında kurulan Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı 'nın3 kuruluşundan üç yıl sonra, 1994 yılında, yayın­lamaya başladığı Toplumsal Tarih dergisinin "resmi tarih"e karşı çizgideki yayınları,

c)            l 994 yılında kurulan İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Azınlık Hakları İzleme Komisyonu (yeni adıyla Irkçılığa ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon) üyesi Yelda Özcan'ın makale ve kitapları,4

d)           1996 yılında yayına başlayan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in5 kısa zamanda kamusal bir figü­re dönüşüp beyanatları ve yazılarıyla o ana kadar "mesele" haline gelmemiş olan "azınlıklar" konusuna bir "azınlıklar meselesi" hüviyetini kazandırarak bu meseleyi kamuoyuna mal etmeyi başarması,

e)            Üniversite gençliğinin ve medyanın, azınlık kültürleriyle il­gilenmeye başlaması,

2      Bu olayı teyit eden bir yayın için bkz. Erkan Şimşek, "Yakın Tarihi İletişim'den Okumak", Star, 2 Ekim 2009.

3      Tarih Vakfı'nın kuruluşu bir doktora tezine de konu oldu: Nicolas Monceau, Genera- tions Democrates Les i:!ites Turques et le Pouvoir, Dalloz, Paris, 2007.

4      Yelda Özcan, sosyalist çizgideki Sö= ve Express dergilerinde yayınladığı yazılarını daha sonra kitaplaştırdı. Bkz. Yelda, İstanbul 'da Diyarbakır 'da Azalırken, Belge Ya­yınları, İstanbul, 1996; Yelda, Çoğunluk Aydınlarında lrkçılık, Belge Yayınları, İstan­bul, 1998; Yelda, Hele Bir Gitsinler Diyalog Sonra, Belge Yayınları, İstanbul, 2004.

5      Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde öldürüldü. Bu cinayetle ilgili yayınların bir kıs­mı şunlardır: Timur Soykan-Demet Bilge Ergün, Sapan, Güncel Yayınları, İstanbul, 2007; Hepimiz Hrant Dink'iz, Agos Yayıncılık, İstanbul, 2008; Aret Gıcır, 19 Ocak Öncesine Dönmek İstiyorum, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2008; Kemal Göktaş, Hrant Dink Cinayeti Medya, Yat;gı Devlet, Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2009; Etyen Mah- çupyan - Mehmet Altan - Avni Özgüzel - Yasemin Çongar - Cem Küçük, Hrant Dink Cinayeti, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2009; Nedim Şener, Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanlan. Güncel Yayıncılık. İstanbul, 2009.

O Türkiye'nin AB üyeliği müracaatı nedeniyle, başta Vakıflar Kanunu'nun azınlıklara ait vakıflara ayrımcı bir şekilde uy­gulanması olmak üzere, azınlıkların çözüm bekleyen muhte­lif meselelerinin basının "gündem maddeleri"nden biri hali­ne gelmesi,

g)           Osman Köker'inkurucusu olduğu BirZamanlar Yayıncılık'ın Ermeniler ile ilgili yayınları ve sergileri,6

h)           Agos gazetesinin yayın hayatına atıldığı 1996 yılından itiba­ren başlayan ve 1915 Ermeni tehciri sırasında yaşanan kitlesel katliamın soykırım olduğu konusunda Türk kamuoyunda ka­naat oluşturmak üzere basının ve entelektüel alemin seçkin­lerini hedefleyen faaliyetleri sonucunda sol ve liberal görüşlü entelektüel camianın ve gazetecilerin bu katliamların önceden tasarlanmış bir soykırım olduğu görüşünü benimsemesi7

gibi muhtelif etkenler rol oynamıştır.

6      Osman Köker, önce İnsan Haklan Derneği İstanbul Şubesi Azınlıklar Komisyonu üyesi idi. Daha sonra Toplumsa/ Tarih dergisi yayın yönetmeni (Temmuz l 998-Eylül 200 l)ve akabinde Aras Yayınlan editörü olarak çalıştı. Daha sonra yayıncılığa başladı. 2005 yılında yayınladığı 100 Yıl Önce Türkiye 'de Ermeniler Orlando Car/o Calumeno Koleksiyonu 'ndan Kartpostallarla kitabı ve aynı kartpostallan temel alarak düzenle­nen sergi, Türkiye'de ve yurtdışında büyük rağbet gördü. Sahibi olduğu Bir Zamanlar Yayınlan azınlıklarla (özellikle Ermeniler) ilgili yayınlanyla temayüz etmektedir.

7      Doç. Dr. Ahmet Kankal, Ermeni edebiyatı ile ilgili yayınladığı iki incelemesinde "son zamanlarda Türkçe yayınlanan Ermeni öykü ve roman sayısındaki artışı" iki şekilde izah etmekte. "İyimser" izah tarzında bu yayınlarla "Türkiye'de yaşayan Ermeniler, kendilerini Türk kamuoyuna ve okuruna yeterince tanıtamadıklarını düşünerek hare­ket etmiş olabilirler" diye yazmakta. Yazarın "kötümser" izahat şekli ise şöyle: "İzah şekillerinden ikincisi kötümser yönde olanıdır. Burada da bu tür yayınların içeriden değil de dışandan, özellikle de mevcudiyetini Türk düşmanlığı sayesinde devam et­tiren ve dünyanın değişik ülkelerinde bulunan Ermeni diasporası tarafından yönlen­dirildiği düşünülebilir. Eğer konuya bu düşünceden hareket ile yaklaşılacak olursa, bu öykülerin basımı ile nelerin hedeflendiği veya hedeflenebileceği hususu gündeme gelecektir. Çünkü bu öykülerin yayınlanış tarihleri dikkate alınacak olursa, özellikle Ermeni diasporasının dünya kamuoyuna siyasi yönden kabul ettirmeye çalıştığı ve hatta bazı ülkeler düzeyinde başarılı da olduğu asılsız Ermeni soykırım iddialannı pekiştirmenin yanı sıra, bilhassa Türkiye içinde bu iddiaya karşı oluş1ı1uş ve tarihten gelen direnci, bu tür öykülerle kırma düşüncesi içinde bulunduğu da düşünülebilir." Kaynak: Ahmet Kankal, "Ermeni Öykülerinden Türkçe Yayınlananlar Üzerine", Mil­li E*itim De^isi, Sayı 157, Kış 2003, http:yayim.meb.gov.tr/dergiler/157/kankal. hım. Aynı konuda aynı yazarın bir diğer makalesi ise şudur: Ahmet Kankal, ··Ermeni

Bu gelişmeler sonucunda, Osmanlı Ermeni nüfusunun çok önemli bir kısmının katledilerek imhası ile sonuçlanan 1915 Ermeni tehci­rinin intikamını almak isteyen ASALA örgütünün 1970'1i yılların ikinci yarısı ve 1980'li yıllar boyunca yurtdışında görevli Türk dışiş­leri mensuplarına karşı düzenlediği silahlı saldırılara bir tepki olarak yerel basında Ermeni azınlığı inceleyen yazı dizileri ile 1915 tehci­rinde yaşanan kitlesel katliamın soykırım olmadığını savunan kitap­ların dışında 1990'lı yıllara kadar hiç kimsenin ilgi alanına girme­yen "azınlıklar" konusu, günümüzde artık konferansla^a, sergilere, gazete yazı dizilerine, yüksek lisans ve doktora tezlerine, üniversite mezuniyet ödevlerine, belgesel filmlere ve romanlara konu olmakta.

1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren gerek medyanın ve insan hakları ihlallerine duyarlı sivil toplum kuruluşlarının,8 gerekse araş­tırmacıların, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin konuya ilgi göstermeleri sayesinde genel olarak azınlıkları konu edinen kitap9

Edebi Eserlerinde Ermenilerin Türk Devletine ve Türk Toplumuna Bakışları", Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Sayı 5, Mart 2005, s. 1-22. Yazarın "kötümser izahatı"ndaki tesbiti doğru olmasına rağmen yorumu yanlıştır. Bu yayınla­rın artışındaki neden diaspora Ermenilerinin etkisi değildir. Neden, Agos gazetesinin yayına başlamasıyla birlikte başlayan değişikliktir. Türk Ermeni toplumunun vicdanı­nı yansıtan Agos gazetesi ortamın müsait olduğunu düşünerek 1915 tehciri sırasında cereyan eden katliamın soykırım olduğu konusunda kamuoyu oluşturan önderleri ve aydınlan etkilemeyi hedeflemişti. Bu hedefine ulaştığı da rahatça söylenebilir.

8      Örneğin: 1991 yılında kurulan Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1993 yılının Eylül ayında kurulan Helsinki Yurttaşlar Derneği, 1994 yılının Ocak ayında İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi bünyesinde kurulan ve daha sonra adını Irkçı­lık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon olarak değiştiren Azınlıklar Komisyonu.

9 Temsili mahiyette şu eserler zikredilebilir: Hülya Demir Rıdvan Akar, İstanbul'un Son Sürgünleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994; Avner Levi, Türkiye Cumhuriyeti'nde Yahudiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996; Rıfat N. Bali, Cum­huriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni 1923-1945, İletişim Yayınları, İstanbul, 1 999; Fuat Dündar, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, Doz Yayınları, İstanbul, 1 999; Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme' Politikaları, İletişim Yayınlan, İstanbul, 2000; Eli Şaul, Balat tan Batyam 'a, haz: Birsen Talay - Rıfat N. Bali, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000; Henri Nahum, İzmir Yahudileri, çev: Estreya Seval Vali, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000; Rıfat N.Bali, Musa'nın Evlatları Cumhuriyet'in Yurttaşları, İletişim Yayınlan, İstanbul, 2001; Modernleş­me ve Çokkültürlülük, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İstanbul, 2001; Yahya Koçoğlu, kınlık Gençleri Anlatıyor, Metis Yayınları, İstanbul, 2001, Erol llakcr, Bir Zaman-

ve makalelere10 çok daha sık bir şekilde rastlanmaya başlanacak­tı. Bunlar arasında 1915 tehciri sırasında Osmanlı Ermenilerinin soykırıma maruz kaldıklarını savunan yayınlar da gittikçe artan bir

/ar Kırklareli'nde Yahudiler Yaşardı, çev: Natali Medina, İletişim Yayınlan, İstan­bul, 2002; Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Aliya Bir Top­lu Göçün Öyküsü (1946-1949), İletişim Yayınlan, İstanbul 2003; Yahya Koçoğlu, Hatırlıyorum: Türkiye'de Gayrimüslim Hayatlar, Metis Yayınlan, İstanbul, 2003; Rıfat N. Bali, Devlet'in Yahudileri ve 'Öteki' Yahudi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004; M. Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2004; Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, çev: Bahar Şahin, Tarih Vakfı, İstanbul, 2005; Ayhan Aktar, Türk Milliyetçiliği. Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönüşüm, İletişim Yayınla­rı, İstanbul, 2006; Hüseyin Perviz Pur, Varlık Vergisi ve Azınlıklar, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2007; Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2008; Rıfat N. Bali, Yirmi Kur 'a Nafia Askerleri, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2008; Rıfat N. Bali, Devletin Örnek Vatandaşları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009; Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942 -1945 Ekonomik ve Kültürel Jenosit, Belge Yayınlan, İstanbul, 2009.

10 Temsili mahiyette şu örnekler verilebilir: Birikim dergisinin "Etnik Kimlik ve Azın­lıklar" özel sayısı, Sayı 71-72, Mart-Nisan 1995; Avner Levi, "Elza Niyego Olayı ve Türk-Yahudi İlişkilerine Yeni Bir Bakış", Toplumsa/ Tarih, Sayı 25, Ocak 1996, s. 23­27; Halük Karabatak, "1934 Trakya Olaylan ve Yahudiler", Tarih ve Toplum, Cilt 25, Sayı 146, Şubat 1996, s. 4-16; Avner Levi, "1934 Trakya Yahudileri Olayı: Alınama­yan Ders", Tarih ve Toplum, Sayı 151, Temmuz 1996, s. 10-17; Zafer Toprak, "1934 Trakya Olaylarıyla Hükümetin ve CHF'nin Sorumluluğu", Toplumsa/ Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 19-25; Laurent Maile!, "Karikatür Dergisinde Yahudilerle İlgili Kari­katürler 1936-1948", Toplumsa/ Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 26-33; Ayhan Aktar, "Trakya Yahudi Olaylannı Doğru Yorumlamak", Tarih ve Toplum, Sayı 155, Kasım 1996, s. 45-56; Ayhan Aktar, "Cumhuriyetin İlk Yıllannda Uygulanan Türkleştirme Politikaları", Tarih ve Toplum, Sayı 156, Aralık 1996, s. 4-17; Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi ve İstanbul", Toplum ve Bilim, Sayı 71, Kış 1996, s. 97-149; Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da "Bir Resmi Metinden' Planlı Türkleştirme Dönemi", Birikim, Sayı 110, Haziran 1998, s. 68-75; Rıfat N. Bali, "il. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar: 'Yirmi Kur'a İhtiyatlar' Olayı", Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 179, Kasım 1998, s. 4-18; Ayşe Berktay, "Minasyan Ailesinin Albümü: Biz Sözde mi Yaşadık?'', Toplumsal Tarih, Sayı 59, Kasım 1998, s. 22-31; Rıfat N. Bali, "il. Dünya Savaşı Y ıllannda Türkiye'de Azınlıklar: 'Balat Fınnlan' Söylentisi", Tarih ve Toplum, Sayı 180, Aralık 1998, s. 11-17; Rıfat N. Bali, "Yeni Bilgiler ve 1934 Trakya Olayla- n", Tarih ve Toplum, Sayı 186-187, Haziran-Temmuz 1999; Ayhan Aktar, "Varlık Ver­gisi Sırasında Gayrimenkul Satışları İstanbul Tapu Kayıtlannın Analizi (26 Haziran 1942-30 Haziran 1943)", Toplumsa/ Tarih, Sayı 69, Eylül 1999, s. 10-21; 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nı inceleyen Toplumsal Tarih dergisinin (Sayı 81) Eylül 2000 sayısı.

şekilde kendini belli edecekti. 11 Bu yayınların artmasıyla birlikte azınlıkların geçmişte hiçbir ayrıma ve sıkıntıya maruz kalmadan mesut bir hayat yaşadıklarını ileri süren tarih anlatımı "resmi tarih" olarak anılacak, "gerçek tarih"in toplumdan gizlendiği ileri sürüle­rek l 990'lı yıllarda ortaya çıkan, "resmi tarih"in anlatımına aykırı eserlere de "gayr-ı resmi tarih" sıfatı yakıştırılacaktı.

11 Bu konudaki ilk yayınlar şunlardır: Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitabevi, Ankara, 1999; Taner Akçam, Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogdan Başka Çözüm Var mı?, Su Yayınları, İstanbul, 2000. Belge Yayınları, bu konuda çok sayıda telifve çeviri eser yayınladı.

I - "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME SİYASETİ"
NE İDİ?

1-    "Türkleştirme" Yeni Bir Kavram mı?

1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren olumsuz anlamda sıkça kullanılmaya başlanan "Türkleştirme" kavramı, yeni bir kavram değildir. Bu kavramı ilk kullananlardan biri, sağ görüşlü Alman şarkiyatçı Karl Klinghardt'tır. 1 Klinghardt'ın 1924 yılında yayın­ladığı Angora-Konstantinopel Ringende Gewalten kitabındaki bö­lümlerden biri, "Türkleştirme" başlığını taşımaktaydı. Bu bölümde yazar, "Türkleştirme" deyimini iktisadi hayatın Türkleştirilmesi, yani yabancı sermayeli şirketlerin Türk uyruklu personel istihdam etmeleri, şirket kayıtlarının Türkçe tutulması, yabancı şirketlere verilmiş olunan imtiyazların iptali anlamında kullanacaktı. Bu de­yimi ikinci kullanan ise 1928 yılında Türkleştirme kitabını yayın­layan Hermann Spierer Tobacco Company İstanbul Şubesi Müdürü Moiz Kohen veya Türkleştirdiği adı ile Tekin Alp idi.2 Tekin Alp, Cumhuriyet'i kuran önderlerin azınlıklardan ne beklediklerini an­lamış ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkler ile Yahudiler arasın-

1     Klinghardt, Angora-Konstantinopel kitabından başka şu eserlerin de müellifidir: Türküm Jordu: Der Türken Heimatland, (Hamburg, 1925), Denkwürdigkeiten des Marscha//s İzzet Pascha (Leipzig, 1927), Türkische Biider (Stuttgart, 1927), Zehn Jahre unter dem Gazi, (Beriin, 1934) .

2     Tekinalp hakkında incelemeler için bkz. Jacob M. Landau, Tekinalp Bir Türk Yurt­severi 1883-1961, çev: Burhan Parmaksızoğlu - İlhan Pınar - Oya Engin - Natali Medina, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1996; Rıfat N. Bali, Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp, Libra Kitap, İstanbul, 2012.

da yaşanmakta olan gerginliğin de farkında olan bir Türk Yahudi- siydi. Kitabını da bu nedenle İstanbul basınının, Yahudileri yoğun bir şekilde Türkleşmemek ve Türkçe konuşmamakla eleştirdiği 1928 yılında yayınlamıştı.3 Tekin Alp, kitabında azınlıkların, yeni Cumhuriyet'in eşit birer yurttaşı olarak yaşayabilmeleri için cema- atçi yapılanmayı ve azınlık halet-i ruhiyesini terk edip Türk mille­tiyle bütünleşmeleri ve Türkleşmeleri gerektiğini savunmaktaydı. Tekin Alp'a göre azınlıklar arasında Türkleşmeye en müsait toplu­luk, diğer azınlıkların aksine, Türkler ile ilişkilerinde ac.ı hatıraların yer almadığı ortak bir geçmişe sahip olan Yahudilerdi.4

2-    "Türkleştirme Siyaseti" Ne İdi?

Çok konuşulmasına ve atıfta bulunulmasına rağmen günümüzde "azınlıkları Türkleştirme" siyasetini inceleyen çok fazla kaynak ve/ veya araştırma mevcut değil. Bu az sayıda eserlerin müelliflerinden biri olan Prof. Dr. Ayhan Aktar, Türkleştirme siyasetini şöyle tarif etmekte:

Türkleştirme politikalarından kasıt, sokakta konuşulan dilden okul­larda öğretilecek tarihe; eğitimden sanayi hayatına; ticaretten dev­let personel rejimine; özel hukuktan vatandaşların belli yörelerde iskan edilmelerine kadar toplumsal hayatın her boyutunda, Türk etnik kimliğinin her düzeyde ve tavizsiz bir biçimde egemenliğini ve ağırlığını koymasıdır. 5

3     Bu gerginlik esas itibariyle Yahudilerin umumi yerlerde Türkçe konuşmayıp Fransız­

ca ve/veya İspanyolca konuşmaları, 1928 yılında karşılıksız bir aşk cinayetinin ardın­dan öldürülen Elza N iyego adındaki genç kızın cenaze töreninin bir gövde gösterisine dönüşmesinin, basının büyük tepkisine yol açması ve sonucunda Türk Yahudi toplu- munun ileri gelen simalarının TCK 159. madde uyarınca Türklüğü tahkir suçundan yargılanmalarıydı. Bu konuda bkz: Avner Levi, "Elza Niyego Olayı ve Türk-Yahudi İlişkilerine Yeni Bir Bakış", Toplumsal Tarih, Sayı 25, Ocak 1 996, s. 23-27.

4     Türkleştirme kitabı, 2001 yılında günümüz Türkçesine uyarlanarak tekrar yayınlan­

dı: Tekin Alp, Türkleştirme, günümüz yazı ve diline aktaran Özer Ozankaya, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001.

5     Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme· Politikaları, İletişim Yayınları, İstan- hul. 2000. s. 1 Ol

Aktar'ın bu tarifinden on bir yıl sonra Yrd. Doç. Dr. Murat Koral- türk, yaptığı yeni tarifte daha da ileri gitmekte ve şöyle demekte:

Kısacası, Türkleştirme politikalarının temeli, kültürel plandaki farklılıklann da bir grubun tasfiyesi ile birlikte ortadan kaldırılması ve Müslüman Türk unsurun egemenliği altında yeknesak, homojen ve etnik-dini bakımdan birbirine benzer bireylerden oluşan bir top­lum yaratılmasıdır.6

Bu tarif, Türkleştirme siyasetinin fiili sonuçları dikkate alınarak ya­pılmış bir tariftir. Ancak fiili sonuçlar kadar önemli olan bir diğer husus, siyaseti uygulayan erkin uygulamayı başlattığındaki niyeti ve arzusu idi. Meseleye bu gözle bakıldığında yeni bir tarif yapmak kaçınılmazdır. Ancak bunu yapmadan önce Ahmet Hamdi Başar'ın Türkleştirme konusundaki görüşlerini incelememiz şarttır.

3-    Ahmet Hamdi Başar'a Göre Türkleştirme[109]

Tek Parti döneminin önde gelen isimlerinden ve İstanbul Liman İş­leri İnhisarı T.A.Ş. müdürü olduğu yıllarda iktisadi hayatı Türkleş­tirmenin önde gelen uygulayıcılarından olan Ahmet Hamdi Başar ( l 897- l 971),8 l 94 l yılının Eylül ayında yazmayı bitirdiği ancak kağıt yokluğu nedeniyle l 942 yılının Ocak ayında yayınladığı9 Bir Medeniyetin Sonu kitabında, azınlıkların Türkleşmeleri ve Türk milleti içinde bütünleşmeleri konusuna geniş bir şekilde değinecek ve şöyle yazacaktı:

Yeni reel Türk millet tipi, Türkiyenin kudretli, dünya ölçüsünde ahenk unsuru halinde inkişaf etmiş, yeni medeniyet safhasında rol almış olması nisbetinde geniş, aksi takdirde dar milletçiliğe doğru gider. İlerleme ve refah halinde millet camiasına eklenenler ve hal­kayı büyütmiye yarıyanlar, aksi halde küçülerek milletten uzakla- şanlar bulunur. ıo Bugünkü reel Türk millet tipi ise milli hudut içinde kıymetler bütünlüğüne doğru giden, kendi anlamında keniş, lı1dini = layik bir milliyetçiliktir. Fakat milliyetçiliğimizin ladini olması realiteye uymıyacağı için nazariyede kalmıya mahkumdur. Çünkü her sosyal müessese gibi milliyetçilik de kökü tarihte olup bugün­kü cemiyet içinde yerini almıya çalışan bir müessesedir.. Bugünkü milliyetçiliğiniz dünkü Osmanlı cemiyetindeki reel millet tipi üze­rine kurulmak lazımdır. Hiçbir suretle baştan başa yeni bir millet yaratmak imkanı yoktur. Nasıl en kudretli bir diktatör dokuz ayda doğacak çocuğu üç günde meydana getiremezse, hiçbir kuvvet de yaşıyan reel millet tipini büsbütün ihmal eden, yepyeni bir tip hal- kedemez. Yeni millet tipleri yeni tarih durgunluklarının, medeniyet­lerin eseri olup hepsi uzunca bir zamana muhtaç oluşlar halindedir. Bir insan cemiyet içinde, herhangi tarihi bir tesadüfle veya zaruretle elde ettiği büyük bir iktidara güvenerek bir takım kıymet bütünlük­lerini değiştirmiye, bozmıya, yerlerine yenisini koymıya çalışabilir. Şayet bu değiştirici adam, bütün yaptıklarını -bir sistem halinde, önce millet ve dünya ölçüsünde kafasında yaşatan- bir büyük iman ve bilgi kaynağına bağlıyamamış, tek tek hadiselerle, şekle ait gös­terilerle meşgul olmuş ise, o zaman yaptıkları millet hayatında fela­ketle neticelenebilir. Milleti bir takım kıymet bütünlüklerinden sı­yırarak yerlerine yenilerini koyamıyarak büsbütün sarsabilir. Onun için yeni millet reel tipleri eskilerin üzerine kurulur, yalnız burada devrin tarih hareketliliği içinde, yani sükfın veya buhran devirlerin­de yaşandığına nazaran ve her devre ait karakterlere uyarak yeni bir takım kıymet değişmeleri, eklemeleri olur. Onun gibi yeni reel mil­let tipi de eski millet tipinin dini olmasından dolayı, ifadelere ve ar­zulara rağmen, ladini olamamış; Türk ırkından olmıyan Müslüman milletler aramıza Türk olarak girebildikleri halde, gayrimüslimler yeni tip dışında bırakılmıştır.

1O Ahmet Hamdi Başar'ın notu: "Umumi Harpten sonraki mütareke senelerinde İstanbul'da bazı Dönmeler, Türkiyenin çöküşü ve Yahudiliğin bütün dünyada kudret ve ehemmiyet kazanışı üzerine, kendilerinin yanlış döndüklerini iddiaya başlamış­lardı. Bugün Dönmelerin içinden hakiki Türk millet camiası arasına canla ve başla ve kafi olarak karışma hareketlerinin kuvvetlendiğini, ve bu adamlar ve çocukları arasında yeni reel millet tipinin istediği vasıflara uygun insanlar yetişerek tamamen Tiirk rnmiasına girenlerin çoğaldığını görüyoruz."

Gayrimüslimlerin bu tip dışında bırakılması tamamen doğru, rea­liteye uygun bir iştir. Asıl onlara Türk demek suretiyle yapılacak bir zor hatadır. Fakat Türk inkılabı, yeni ve geniş bir millet anlamı doğurmak istediği için, gayrimüslim olanlara yeni reel Türk millet tipi kapısını açık bırakmış, bu suretle onlara büyük bir lütuf göster­miştir. Bu milletler bu açık kapıdan ya bütün iyi niyetleriyle gire­rek Türk olmıya, yahut bu camiadan ebediyen ayrılmıya mecbur ve mahkumdurlar. Onlar hala kendilerini tarih karşısında bu iki şıktan birini tercih etmiye zorlıyan hadiseleri kavramamışlar; hem asırlar­ca içimizde yaşamıya, hem de kültürümüze ve camiamıza karışmı- yarak yakın zamanda bir 'kapitülasyon' vaziyetinden faydalanmıya hazırlanmışlardır. Üstün ve hakim milletin, Türkün kendi hudutları içinde ladini - laik olduğunu kabul etmesi kadar büyük fedakar­lık, yeni reel millet tipini genişletmiye yarıyacak bir esas olamazdı. Buna rağmen aramızda ve içimizde yaşıyan bütün gayrimüslimler, liiyik ve ladini olmak kararımıza kendiliklerinden katılmak imkanı­nı bulamadılar. Doğrusunu düşünürsek bu hususta onları ayıplamıya da hakkımız yoktur. Çünkü biz Türkler dahi bu kararı, inkılapçı bir otoritenin arzu ve karariyle verdik. Türk inkılabının otoriter kuv­vetleri gayrimüslimleri de kilise ve sinagok etrafında toplatmaktan, onları da ladini olmıya davet etmekten ibaret kararını, kanun yoliyle ve zorla yapmıya lüzum görmeden, bir gönül rızasiyle ve kendili­ğinden oluşu tercih etti.

Artık gayrimüslimler layik bir Türkiyede her türlü yeni kıymet bü­tünlüklerine candan ve gönülden katılmış, karışmış olarak yaşamak, yahut bu camiadan ayrılmak gibi iki şıktan birini seçmiye tarih kar­şısında zorlanmışlardır. Yani bundan sonra idarei maslahat olmı- yacaktır ve olmamalıdır. Beş yüz yıldan beri aramızda beş kelime Türkçe öğrenmemiş bir mösyö bilmem nenin hala benimle Türkçe yerine Fransızca konuşması, yahut kırık dökük bir Türkçe konuş­makta ısrar etmesi karşısında benim için tutacak iki yol vardır: 1)Ya bu adamların hepsini kapı dışarı etmek; 2) Yahut bunlara ait kıymet ayrılıklarını yaşatacak her şeyi ortadan zorla kaldırmak. Ne mektep, ne kilise, ne mezarlık, ne cemiyet, ne kulüp, ne gazete hiçbir şeye izin vermemek. Dil, an'ane, kültür, ve menfaat birliği içinde yepye­ni bir reel millet tipine kayıtsız ve şartsız katılmak... Bu hususta en güç nokta kilise meselesinden gelir. Bu adamları Müslüman yap­mayı teklif etmiyorum. Çünkü hakiki Müslüman, din ayrılığı yap­maz, ve bir Hıristiyanı da kardeş olarak kabul edebilir. Fakat nasıl Türklerin camii, Çerkeslerin camii yoksa, Hıristiyanların da Ermeni Katolik, Rum Ortodoks kiliseleri olamaz. Katolik ve Ortodoks kili-

seteri o mezhepten olan bütün Türk millet tipine girmiş insanlar için gönül rızasiyle gidilebilecek bir yer olur. Bir insan bu kiliselerden hepsine birden, hatta ayni zamanda camie de gidebilir. Çünkü cami ve kiliselerde yalnız Türkçe vardır, ve orada bütün milleti birbirine ekliyecek, dünya ve millet ölçüsünde kıymetler bütünlüğüne götü­recek sözlerden ve ibadetlerden başka bir şey yapılmaz. Bir takım hurafeler tesiriyle ve papas sınıfının cemiyet içinde iktisadi men­faatini korumak ve tahakkümü devam ettirebilmek için koyduğu merasim ve ayinlerden insanlar kolay kolay kurtulamıyacağından, bu noktada dahi uzun boylu durmadan, kiliseleri olduğu gibi kabul edebiliriz. Bu gibi vaziyetlerin düzeltilmesini zamana bırakarak, cami ve kilise gibi din müesseselerini, yeni reel Türk millet tipini bağlıyacak kıymetler bütünlüğü için bir vasıta olarak kullanmak su­retiyle, bu bağın kuvvetlenmesine çalışırız.

Şimdiye kadar Türk millet tipine eklenmemiş olan gayrimüslimler­den tarihi hadiseler ve acı tecrübelerden sonra şüphelenmek, onlara güvenememek hakkımızdı. Onların siyasi form halinde Türk olma­ları bir şey ifade etmez. Bir insan 'ben Türk oldum' demekle Türk olmaz. Halbuki biz onlara hakikaten menfaatleri ve tarihleri müş­terek olan bir coğrafi bütün içinde, temiz ve tarihi yüksek büyük bir millete bağlamak ve eklenmek fırsatını verdik. Bütün tahsili her vatandaşa açtık. Onlar tıpkı Türkler gibi mekteplerimizde okuya­bilirlerdi. Onlar kendilerine mahsus mektepler açmayı, çocuklarını oralarda okutmayı tercih ettiler. Bunlara da ses çıkarmadık. Hiç ol­mazsa kendi mekteplerinde Türkçe ders okutmaları için onlara zorla hocalar yolladık, ders verdirdik. Bunlardan sevinmeleri Jazım iken, sanki kendilerine zulüm yapıyormuşuz gibi, bir tavır aldılar. Hula­sa gayrimüslimler kendilerinin önüne açılmış bir fırsattan istifade ederek veya tarihin zorladığı şekilde başka bir millet camiasına ek­lenerek yaşamıya mecbur olduklarını henüz anlamış değillerdir. [110]

Gayrimüslimlerin Türkleşmeleri konusunu ele alan bu metin, Tek Parti döneminin Kemalist seçkinlerde rastlanan hakim hissiyatı anlatması açısından oldukça önemlidir. Bu metinde dikkati çeken birkaç husus mevcut:

a)    Başar'ın "Türk millet tipine eklenmemiş olan gayrimüslim­lerden tarihi hadiseler ve acı tecrübelerden sonra şüphelen­mek, onlara güvenememek hakkımızdı" demesi.

1941 yılında kaleme alınmış bu metinde Başar' ın azınlıklara bu şe­kilde bakışı münferit bir görüş olmayıp Tek Parti döneminde siyaset ve fikir aleminin seçkinlerinin azınlıklara nasıl baktıklarını, onları nasıl algıladıklarını iyi temsil eden bir örnektir. Başar'ın "tarihi ha­diseler ve acı tecrübeler" olarak atıfta bulunduğu hadiseler, azın­lıkların Mütareke ve İzmir'in işgali yıllarında İşgal Kuvvetleri'ni destekleyen tavır ve davranışlarıdır. Azınlıklardan bir kesimin bu yıllarda Türklere sırt çevirmiş olması, onlarla alay etmesi Türk top- lumunun hafızasında bir daha silinmemecesine yer etmiş, Tek Parti döneminin önde gelen kültürel ve siyasal seçkinleri tarafından yeri geldikçe sık sık hatırlatılmıştır. Bu tavır, Cumhuriyetçi seçkinlerin gayrimüslimler ile barışıp mazide olup bitenleri mazide bırakmadık­larını, Cumhuriyet'in ilanından sonra azınlıklarla olan ilişkilerinde temiz bir sayfa açamadıklarını ve Müslüman-gayrimüslim ilişkile­rin mazinin ipoteği altında seyretmeye devam ettiğini göstermekte.

b)    Başar için "Türk" teriminin, "Müslüman" terimiyle eşan­lam taşıması.

Ahmet Hamdi Başar'ın, laikliği ve Cumhuriyetçiliği savunmasına rağmen "Türk" kavramını, "anayasal vatandaşlık" şeklinde algı­lamak yerine "İslam dini ile Türk etnisitesinin bileşimi" şeklinde algılaması, Tek Parti döneminin halet-i ruhiyesinin bire bir yansı­masıdır. Başka bir deyimle "Türk'', Başar'ın deyimiyle, "üstün ve hakim millet" anlamına geldiği için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir kişi ancak Müslüman ise "Türk" kabul edilmektedir. Başar'ın gayrimüslimlere bakışı, Osmanlı Devleti döneminde geçerli olan anlayışın bir devamıdır: Bir tarafta millet-i hakime Türkler, diğer tarafta zımmiler yani gayrimüslimler.

c)    Başar'ın, Türkiye Cumhuriyeti'nin Lozan Antlaşması ile azınlıklara tanıdığı haklara karşı çıkması.

Bunun sebebi, azınlıkların bu hakları kullanmaya devam etme­leri halinde (örneğin azınlık okullarında eğitim görmeye devam etmeleri, ana dillerini kullanmaları, cemaat yapılarını muhafaza etmeleri) hiçbir zaman Türkleşemeyecekleri inancıdır. Dolayısıy­la Cumhuriyet'in lider kadrosunun imzaladığı Lozan Antlaşması ile azınlıklara tanınan haklar, Başar ve onun gibi düşünen Cum­huriyetçi seçkinler için gayrimüslimleri Türk milli kimliği pota­sında eritmeyi hedefleyen ulus-devlet inşa tasarısına ters düşen 'imtiyazlar'dı ve dolayısıyla bu imtiyazlar, kağıt üzerinde kalmalı ve uygulanmamalıydılar.

4-    Türkleştirme Siyasetinin Yeni Bir Tanımı

Ahmet Hamdi Başar'ın bu metninin ışığında Tek Parti döneminin "azınlıkları Türkleştirme siyaseti" şöyle tarif edilebilir.

Azınlıkları Türkleştirme siyaseti, Cumhuriyet'in ilk yıllarında uy­gulanmaya konulan uluslaşma ve ulus-devlet yaratma sürecinin bir parçası idi. Türkleştirme siyaseti, azınlıkların ana dillerini, ülkü­lerini (Yahudiler için Siyonizm, Rumlar için Helenizm, Ermeniler için Ermeni ülkücülüğü) ve kültürlerini Türk dili, Türk ülküsü ve Türk kültürü ile ikame etmelerini, Türk kültürü içinde erimelerini, kamusal alanda sadece 'Türk' kimliğiyle temsil edilmelerini, Musa veya İsa dininden birer Türk yurttaşı olarak yeniden doğmalarını talep eden, karşılığında da İslam dinine mensup yurttaşlarla her alanda eşit kabul edileceklerini taahhüt eden, böylece o ana kadar "zımmi" konumunda olan azınlıkları "yurttaş" konumuna terfi etti­ren bir toplumsal sözleşme idi.

Ancak bu sözleşmenin bir tarafı olan Devlet, kendi yazdığı bu söz­leşmeye riayet etmeyecek ve gayrimüslimleri "Türk yurttaşı" ola-

rak değerlendirmeyecekti. Bu gerçeğin önemli kanıtları (a) azınlık­ların Tek Parti döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri'nde gerek yedek subay ve gerekse muvazzaf subay olarak görev yapamamaları, (b) kamuda hizmet edememeleri ve (c) 1942 yılının Kasım ayında ka­bul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun tamamen keyfi ve gayrimüs­limler aleyhine ayrımcı bir şekilde uygulanmasıydı.

5-    Türkleştirme Siyaseti Neden Başarısız Oldu?

Başarısızlığın üç ana nedeni mevcuttu:

(a)    İlki, yüzyıllardan beri şeriatla yönetilen, gayrimüslimleri zımmi olarak kabul eden Osmanlı Devleti'nin bakiyesinden yeniden inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu liderleri ile seçkinlerinin ortak hafızasında azınlıkların, "vatana olan kan borçlarını ödeme­miş, buna mukabil servetlerini arttırmış, Mütareke ve İzmir'in iş­gali sırasında düşmanla işbirliği yapmış hainler" olarak yer etmele­riydi. Tek cümle ile ifade etmek gerekirse azınlıklar, "güvenilmez" unsurlardı. Her ne kadar genç Cumhuriyet, maziyi unutup yeni bir sayfa açmaya söz vermişse de, "güvenilmez olma" vasfı toplum­sal hafızada çok derin bir yer edinmiş olmasından ötürü azınlıklar dışlanmaya devam edileceklerdi. Dahası iktisadi hayatta Müslü- man-Türk unsuruna kıyasla teşebbüslerinde daha başarılı olup bu­nun neticesinde Türklere kıyasla daha müreffeh bir hayat sürmeleri ve daha fazla servete sahip olmaları da Türkler açısından "kabul edilebilir" değildi. Türkler açısından nihayetinde gayrimüslimler "Türk", yani bu "vatanın evlatları" değildiler. Bu "vatan için kan­larını dökmemişlerdi", dolayısıyla kendilerinden daha müreffeh ve daha fazla servet sahibi olmaları kabul edilebilir bir durum değildi.

(b)     İkincisi, Cumhuriyet'in ilan edilmesinden sonra İslam dininin, Türk toplumunun en önde gelen değerlerinden biri olmaya, Müs­lüman ve gayrimüslim halk arasında bir ayırıcı unsur olarak etkili olmaya devam etmesiydi.

(c)    Üçüncü neden ise "Türk" kavramına yüklenen ve onunla eşan­lam taşıyan etnisite (Türk ırkı) ve din (İslam dini) anlamları idi.

Bütün bu sebeplerden ötürü gayrimüslimleri de kapsaması arzu edilen "Türk" kavramı, uygulamada "Müslüman" ile özdeş anlam taşıyan ve dolayısıyla gayrimüslimleri dışlayan bir kavram haline dönüşecekti. İşte bu nedenlerden ötürü Cumhuriyet'in ilan edilme­sine, 1924 Anayasası 'nda mevcut olan "Türkiye Devletinin dini İslam' dır" maddesinin 1 O Nisan 1 928 tarihinde kaldırılmasına, azınlıkların Türkleşmeleri halinde yurttaş kabul edilecekleri vaat­leri ve azınlıkların Türkleşme gayretlerine rağmen gayrimüslimler ne Devlet, ne toplum, ne de kültür ve siyaset aleminin önderleri tarafından "Türk" olarak kabul edileceklerdi.

il- TÜRK TARİH YAZIMINDA KUTUPLAŞMA

1-     "Resmi Tarih" Deyimi Neyi Kastetmekte?

l 980'li yıllardan itibaren popüler kültüre mal olacak olan "resmi tarih" deyimi, günümüzde kamusal alanda cereyan eden tartışma ve polemiklerde sıkça kullanılan ve sol ve liberal görüşlü aydınlar camiasının haklı olarak son derece olumsuz bir anlam yüklemiş ol­duğu bir deyim. Bu deyimin, popüler kültürde ne anlama geldiğini anlamak için aşağıda sıralanan örnekler yeterli olacaktır.

a)    Ekşi Sözlük'te "Resmi Tarih"

"Resmi tarih" deyimi için Temmuz 2014 tarihi itibariyle Ekşi Sözlük'te[111] 55 ayrı tanım mevcuttur. Bunlardan anlamlı olan birkaçı şunlardır:

Tarih araştıran birinin en son bakması gereken şeydir. Çünkü objek­tif değildir zira resmi tarihi yazanlar devletin maaş verdiği kadrolu memurudur.2

Olası tarih türlerinden birisi farkı hakim ideoloji tarafından destek­leniyor olmasıdır.3

Resmi tarih devletin tarihe koyduğu bir filtredir, içerik ayıklama- sıdır.4

Resmi tarih, bugüne kadar insanları pembe bir masal içinde uyuttu. Ermeni tabusuna değinmemesinin sebebi de bu: bu mesele, aslında resmi tarihi kökten değiştirebilecek ve yeni bir Türkiye tarih yazı­mını başlatabilecek olan bir potansiyele sahipti. Tabii ki Ermenile- rin resmi tarih'ini de ... Belgeleri çarpıtmak, yanlış çeviri yapmak gibi resmi tarihin bilimsel olmayan yönlerini bir kenara bırakalım - bunlara hiç girmeyelim; resmi tarih, tarih anlayışını "gerçekten bilimsel" olarak şöyle sunar: "benim görüşümdeysen bilimsel, de­ğilsen bilimsel değilsin".5

b)    "İslami Fkirlere Dayalı" Köklü Değişim Dergisi Genel Koor­dinatörü Süleyman Uğurlu:

Bilindiği gibi tarih yazıcıları resmi ve gayri resmi olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Resmi tarih yazıcıları gelişen olayları gerçek ma­hiyetten uzaklaşmasına dikkat etmeden otoritenin haklılığını ve yü­celiğini kanıtlamak için istediği şekilde yansıtmıştır. Gayri resmi tarih yazıcıları ise resmi tarihi yalanlamak adına gerçekleri araş­tırmaktan ziyade resmi tarih yazıcılarını ve bilgileri yalanlamakla meşgul olmuşlardır.6

c)    Taraf gazetesi yazarı ve genel yayın koordinatörü (günümüzde Yeni Şafak ve Daily Sabah gazeteleri yazarı) Markar Esayan:

Umarım Norveçli bir din adamının tanıklığına dayanan bu belge doğrudur. Hem olmazsa ne yazar? Nasıl olsa yıllarca çakma bir ta­rih anlatısını gerçek diye okumaya alıştık. Üstelik bile bile yaptık bunu.7

I  IMe. 2" ( kıık 2007, 12:28.

A"-. 2 s l lıııirıııı 2006, 11:36 - 14 Ocak 2007, 22:26.

'illlı-vııııırı l lı:tıırlıı. "Soykırım Meselesine Nasıl Bakmamız Gerekir?'', Köklüdeğişim, Sııvı .'l. 1 < kıık 2007          "

I  Mıııkııı hııvıırı, "Alıılörk ve- lIrant Dink ...”, Taraf, 29 Eylül 2008. Yazarın metin-

ılı- ııtıllıı hıılııııılııı:tıı "hl'lgc" hivan Soykırım Müzesi ve Enstitüsü Direktörü Hayk I "mi"'.m ııı. A"i"S k y.lyııılaııa11 bir makaleye atfen Atatürk'ün 1930'1u yıllarda

d)    Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı kurucusu Doç. Dr. Fikret Başkaya:

Resmi tarih, hakim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Tarihin, geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultu­sunda kurgulanmış versiyonudur. Bu amaçla toplumsal bellek [hafı- za-i enam] yok edilmek, toplum hafıza kaybına uğratılmak istenir. 8

e)    Marksist Tutum dergisi yazarı Deniz Moralı:

Türkiye'de egemen sınıfın yazdığı resmi tarih, onun kendi egemen­liğini sürdürmesinin temel bir vasıtasıdır. Bu resmi tarihin en belli başlı unsurları olan Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı, Kürt düş­manlığı ve komünist düşmanlığı vasıtasıyla egemenler, daima he­def şaşırtarak işçileri ve diğer emekçi halk kitlelerini birbirine karşı kışkırtmış ve ararlarında güvensizlik tohumları ekmeye çalışmıştır.9

O Kıbrıs Üniversitesi (University of Cypms) öğretim üyesi ve şair Neşe Yaşin:

Her ulus, ulus devletin oluşma sürecinde bir tarih anlatısına ihtiyaç duyuyor. Bu tarih anlatılarını incelediğimizde genelde bizim iyiler ve haklılar, ötekilerin ise kötüler ve zalimler olduğu üzerine temel­lendiklerini görürüz. Kendi tarih anlatımızı oluştururken seçici bir bellekle işimize yarayan unsurları ayıklıyor ve ancak kurduğumuz bağlam ve kapsamı destekleyecek ayrıntılara yöneliyoruz.

Her hatırlamanın bir unutmayı da içerdiğini söyleyebiliriz. Resmi tarih anlatıları nelerin unutulması, neleri hatırlanması gerektiğini belirlerler. Unutmamız gerekenler genelde bizim tarafımızdan öte­kilere yapılan kötülük, tarihimizin karanlık noktalarıdır. Hatırladık­larımız ise ötekilerin bize yapmış olduğu kötülüklerdir. (...)

Ermenileri tehcir edilmekten kurtardığını belirten beyanatıdır. Bkz. Amberin Zaman, "Atatürk'ün Kahramanlığını Belgeledik", Taraf, 27 Eylül 2008.

8 Fikret Başkaya, "Neden Resmi Tarih?'', 16 Şubat 2006, ww. sendika.org/2006/02/ neden-resmi-tarih-fikret-baskaya/

9 Deniz Moralı, "Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir", 24 Nisan 2005, www.mark- sist.com/node/64/print

Resmi tarih anlatılan, azınlıklara dair bir bellek oluşumuna da katkı koyarlar. Azınlıklara ilişkin bellek onları hedef alan ulusal politika tarafından şekillendirilir. Azınlıkların bir tehlike unsuru olarak al­gılanması, onların ulus devlet içinde asıl unsur olmamaları hatta, ulusal devlete karşı bir anlamda kendi bağımsızlık projeleri ya da başka bir ulus devletle bağlantıları anlamında tehdit oluşturabile­cekleri için olumsuz unsurlar içerebilecektir.10

g)    Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemil Koçak:

Resmi tarih dediğimiz şey iktidarın konjonktüre! olarak olarak or­taya koyduğu geçmişe ilişkin toplumun kabul etmesini istediği bil­giler toplamıdır. Bunun en bariz örneğini ders kitaplarında görürüz. Her iktidar değişikliğinde genellikle ders kitapları da değişir. Ders kitaplarının içeriği amacı o kadar ideolojiktir ki bütün geçmişi var olan nokta açısından yeniden görürüz.11

Tarihçilik yaygınlaştıkça alternatif tarih değil tarihler konuşulmaya başlandı. Topluma aşılanmaya çalışılan resmi tarihe karşı refleks bunlar.

Uzun zaman üst üste eklenerek oluşturulmuş bir [resmi] tarihtir bi­zimkisi. Fakat dönemden döneme göre de değişir. İktidarın duruşu­na göre şekillenmiştir.

Her darbe sonrası resmi tarih güncellenmiş, yeniden yorumlanmış­tır. DP iktidarında Tek Parti'nin resmi tarihi rötuşlanmıştır. Çünkü DP, topluma kendi meşrutiyetini ispat etmek zorundaydı.12

h)     Milli Gazete yazarı Davut Şahin:

Bu millet "yalan tarih"ten bıktı! Cumhuriyet kurulalı beri, bu vata­na kastedenleri adeta bir kahraman gibi gösteren tarihin sayfaları, artık sarardı.

Tarihi olaylar artık objektif olarak verilmeli. Dönemin şartları, zor­lukları kaleme alınmalı. Günün değer yargılan içinde bazı mesele-

10 Neşe Yaşin, "Acının Belleği: Elif Şafak'ın Baba ve Piç Romanından Hareketle Resmi Tarih Anlatılarına Bakış", İzinsiz Gösteri, Sayı 149, Haziran-Temmuz 200, http://www.izinsizgosteri.net/new/?issue=46&page= 1&content=3722

11 Murat Tokay, "Kemalistler Nutuk'u Sansürledi'', Zaman Pazar, 19 Nisan 2009.

12 Samet Altıntaş, "Kemalizm Tutarsız Bir İdeoloji O Bakımdan Eleştirisi Kolay", Zaman Pazar, 6 Ocak 2013.

!eri idrak etmek, anlamak güçtür. Mesela Osmanlı tarihinin sayfala­rı tekrar açılmalı. Gizli kalmış veya özellikle karanlıkta bırakılmış yönler açığa çıkarılmalı. Çünkü yıllardır ecdada yapılan saygısızlı­ğın haddi hesabı yok.13

i)     Star gazetesi yazarı İbrahim Kiras:

Tarih dediğimiz "hikaye" gökten inzal olmuş "sabit" bir metne da­yanmıyor. Tarihi birileri yazar. Özellikle de "kazanan taraf yazar" "Kaybedenlerin" de kendilerine göre bir tarih anlatısı vardır elbette. Ama onlarınki de kendi bakış açılarına göre kurgulanmış bir "baş­ka" tarihtir. Her tarih anlatısı bir bakış açısına dayanır.

Bunu söyleyince bizde ister istemez "resmi tarih" akla geliyor. Res­mi tarih derken Kemalist rejimin kendi meşrutiyetini temin etmek üzere kurguladığı anlatıyı anlıyoruz. Oysa resmi tarih tek değil, bir­den fazla resmi tarih var. Kemalistlerinki okullarda okutulduğu için belki diğerlerinden "biraz daha resmi", ama sözgelimi İslamcıların, Türkçülerin, Komünistlerin de kendilerine ait birer resmi tarihleri var. 14

g)     Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal:

Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte 'devlet' in kendisi bir tarih yaz­mış, belki daha doğru deyişle bir tarih icat etmiş, etrafına da kırmızı çizgiler çekmiştir.

Bu çizgiler 'sınır'lardır.

Bizim memlekette tarihe ancak bu sınırların içinde kalarak dokuna­bilirsin, o kadar.

Abdülhamid mi, Vahdettin mi?

Sınırlar bellidir.

1915 mi, Ermeni tehciri mi?

Kırmızı çizgilere dokunan yanar.

Atatürk mü?

Elbette 'tabu'dur.

"Atatürk diktatördü!" diyebilir misin? Dedin mi, hakaretten mah­kemeyi boylarsın.

13 Davut Şahi , "Tarihle Yüzleşmek", Milli Gazete, 19 Kasım 2011.

14 İbrahim Kiras, "'Resmi Tarih Bir Tane Değil ki"', Sıur, 2 Ekim 2009.

Latife Hanım mı? Halide Edip mi?

Resmi tarih ne yazıyorsa odur.

İzmir yangını?

Gerçeğini ne kadar yazar okul kitapları?

Kürt isyanları, Dersim katliamı, Alevi sorunu...

Devletin ezberleri ne buyuruyorsa, ötesine gidilemez.

İskilipli Atıf Hoca mı?

Yazmaz ki işin aslını, nasıl asıldığını.

Trakya Olayları.

Varlık Vergisi.

6-7 Eylül

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, Türkiye'yi allak bullak etmiş olan askeri darbeler.

Resmi tarih işin içyüzünü yazar mı?

O kadar çok yasak vardır ki, alternatif tarih yazımı bu ülkede kelleyi koltuğa almak gibi bir şeydir. 15

h)      İnsan hakları aktivisti Temel Demirer:

Evet, durum tamı tamına böyleyken; resmi efsanelerle mücadele muhalif tarihçilerin başlıca görevleri arasındadır. Geçmişi itinayla temizlemeye kalkışan resmi bakış açısı, öncelikle kendi yarattığı efsanelerden beslenir. ..

Resmi efsane yaratmak, genellikle olmamışı olmuş, olmuşu olma­mış gibi göstermek ya da olanın bir kısmını öne çıkarmak, ardından bunu sık sık tekrarlamak ve siyasi hafızaya kazımak demektir.

Bunun içindir ki resmi efsanelerle mücadelede muhalif tarihçiler, biraz Don Kişot gibi, yel değirmenleriyle (efsanelerin yarattığı yan­lış bilgilerin tedavülden kaldırılması için) dövüşmelidirler. [112]

i)     Millf Gazete yazarı Mehmed Şevket Eygi:

Tarih öylesine eğilir bükülür bir ilim dalıdır ki, ona birbirine zıt ona her şey, bütün yalanlar söyletilebilir.

1919'da Yunan ordusunun İzmire çıkışı Elenler için ak, bizim için karadır.

Balkan savaşında Rumeli-i şahaneyi kayb edişimiz bizim için bü­yük felaket; Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar için büyük bir zaferdir.

Preveze bizim için zafer, Haçlı Avrupa için kara bir gündür. Tersine İnebahtı (Lepant) onların zaferi, bizim hezimetimizdir.

1683 İkinci Viyana kuşatması bozgunu... Madalyonun arka yüzün­de onların zaferi ...

Tarihin esnekliği eğilip bükülmesi, ters yüz edilmesi en fazla Milli Mücadele=İstiklal Savaşının anlatımında görülür.

Doksan yıldan beri resmi tarihçiler, Yunan mitolojisinden daha gi­rift bir mitoloji fabrika etmiştir.

M. Kemal memleketi kurtarmak için çürük çarık bir gemiyi biniyor, İngilizleri atlatıyor, Samsuna çıkıyor, Padişaha kafa tutup ordudan istifa ediyor ve zaferi kazanıyor, Sultanı kovuyor...

İşin doğrusu nedir? Paşa, Sultan Vahidüddin Hanın yaveridir. Ana- doluya, ödenek verilerek onun tarafından gönderilmiştir. Paşa, Pa­dişahın kızı Sabiha Sultan ile evlenerek Damad-ı Şehriyari olmak istemiştir ama bunda başarılı olamamıştır.

Paşa iki istifa dilekçesinde Padişaha şöyle hitap etmektedir: 'Ate- be-i ulya-i Hazret-i Hilafetpehaniye... (Halife hazretlerinin yüce eşiğine ...)

Paşa dilekçelerden birinin altına "Kulunuz M. Kemal", ötekisinin altına "Kulları M. Kemal" yazmıştır.

Ankara'da 23 Nisanda Meclis açılınca M. Kemal Paşa, Meclisin Halifeyi ve vatanı kurtarmakla vazifeli olduğunu beyan etmiştir.

İlk Meclis, açılışından birkaç gün sonra, Hamdullah Subhi beyin kaleme aldığı bir mektup göndererek Padişaha ve Halifeye bağlılı­ğını arz etmiştir.

Tarih adına öyle yalanlar uydurmuşlardır ki, hiç utanıp arlanmadan laikliğin 1923 'te ilan edildiğini söyleyebilmişlerdir.

Doğru tarih şudur:

Milli Mücadele bir İslami cihad hareketidir.

İlk Cumhuriyet bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulmuştur.

İlk Cumhuriyet'in Dolmabahçe sarayında ikamet eden ve her Cuma merasimle selamlığa çıkan resmi bir Halifesi vardır.

İlk Cumhuriyet'in kabinesinde sarıklı, cüppeli, sakallı bir Şer'iyye vekili (Şeriat işleri bakanı) vardır.

Bu gerçek, doğru tarih bir kenara atılmış, onun yerine düzmece ide­olojik bir tarih uydurulmuştur.

Kaç neslin beyinlerine bu uyduruk düzmece tarihin yalan bilgeleri, tezleri, zehirleri, uyuşturucuları zerk edilmiştir.

Lisan ve tarih konusunda ne Almanyada Hitler, ne Rusyada Stalin rejimleri bizdeki kadar aşırı bir müdahale ve spekülasyon yapma­mıştır. .. Halide Edib, Türkiyede Şark Garp Amerikan Tesirleri adlı kitabında böyle demektedir.

Türkiyenin Müslüman çoğunluğu gerçek tarihi öğrenip anlayama- sın diye alfabe ve lisan değiştirilmiştir.

1923'ten bu yana tam doksan sene geçti. Asıl tarihi yaşamış olanlar öldü. Yeni nesillerin büyük kısmı ideolojik vesayet rejiminin yalan tarihini, sahici tarih sanıyor.

Vesayet rejimi Müslümanları cahil bıraktı, divitle et imperia prensi­bini uygulayıp bin parçaya ayırdı.

Müslümanlar kültür bakımından o kadar geri bırakıldı ki, şu ana kadar her biri bin sayfalık, yekun on bin sayfa, içi on binlerce resim, belge ihtiva eden gerçek bir Milll Mücadele ve Cumhuriyet tarihi hazırlayıp yayınlayamadılar.

Bu hizmeti yapmak için para yok, hürriyet mi yok, imkan ve fırsat mı yok. Artık hepsi var ama yeterli kültür ve ahlak yok.

Uzmanlarımız, arşivcilerimiz yok mu? Bol bol var ama bunlar bir araya gelip gerçek tarih külliyatını ortaya koyamıyor.

Bunun için ilmi araştırma, tarih kurumları gerekir.

Türkiye Müslümanları tarih tabularını yıkamadı.

Son 1 O kasımdaki manzarayı gördük.

Müslümanlar yakın tarihin cahiliye mitolojisini berhava edemiyor. lsıramadığın eli öp felsefesi.

Hahambaşı Haim Nahum doktrini.

Gerçek tarihimizin üzerindeki Sabatay Sevi gölgesi.

Diyanet Vakfı otuz küsur ciltlik bir ansiklopedi yayınladı. İstese pek iili bu hacimde doğru bir tarih de yazdırıp yayınlayabilirdi.

Tarihini doğru bilmeyen toplumların geleceği karanlıktır.

Vesayetçi egemen azınlıkların, Kriptoların tarihi başkadır, Müslü- manlarınki başkadır. Onların tarihi düzmece ve sahtedir, Müslü- manlarınki doğru ve gerçektir.

Sakarya savaşında şehid olan Müslümanlar, İstanbul düşman işga­linden kurtulsun, Ayasofyada çan çalmasın diye can vermişlerdi...

Onlara ileride Hilafet lağv edilecek, Ayasofyada ezan susturulacak, ulu mabed müze yapılacak denseydi savaşırlar mıydı?17

j)      Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem:

Resmi Tarih-alternatif tarih-popüler tarih gibi birçok tamlama var söz konusu 'tarih ' olunca. Nasıl ayrılırlar bunlar birbirinden?

17 Mehmed Şevket Eygi, "Düzmece Mitolojik Cahiliye! Tarihi", Milli Gazete, 20 Aralık 2013.

Daha ziyade tarih üretenlerin kimliği ve hangi amaçla ürettikleriyle ilgili bir ayrımdır bu. Resmiyetin ürettiği ve öğrenilmesini sağla­dığı tarihe resmi tarih, resmiyetin yazdığı tarihe karşı çıkan ve ta­rihi olaylar hakkında alternatif açıklamalar getiren tarihe alternatif tarih, akademik-bilimsel tarihçilerin yazdıklarını geniş kitleler için ulaşılabilir kılan tarihe de popüler tarih diyebiliriz. Bence önem­li olan, bunların böyle işlevsel bir şekilde birbirinden ayrılmaları değil, bilimsel tarihten ne kadar ayrıldıkları, akademik tarihten ne kadar uzağa düştükleridir.18

k)    Yazar ve Şair Murathan Mungan

- Tarih işini yapmadığı için mi siz bu boşluğu do/duruyorsunuz? Edebiyat sadece kendine ait bir boşluğu doldurur. Resmi tarih zaten işini yapmadı. Türkiye'de yaşayan halklar, kendinden saklanan ger­çeklerin tarihi içinde yaşıyor. Birdenbire "O öyle değildi, bu böyle olmamıştı"yı bu halk nasıl taşıyacak? Kendisine çok yıllar boyunca yalan söylenmiş, bir örtbas etme kültürü içinde yaşanmış. Geçmişi niye hatırlıyoruz? Bir hıncın, bir kinin tazelenmesi için değil. Günü­müze düşen uzantılarını ve tekrarını engellemek için. Yoksa tarihin tek başına kimseye faydası yoktur. En son yazdığım şiirlerden birin­de "Tarihte delilden çok yalan var" diyorum. 19

2-    "Resmi Tarih" Hakkında Yerleşik Kanaat

Entelektüel alemde yerleşik ve de büyük ölçüde doğruluk payı içeren bir kanaate göre devlet üniversiteleri, Türk Tarih Kuru­mu, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, (halihazırda Avrasya İncelemeleri Mer­kezi (AVİM) bünyesinde faaliyet göstermekte) TBMM gibi resmi ve yarı resmi kuruluşlar "resmi tarih"i ideoloji olarak benimsemiş müesseseler olup yayınları da bu çizgidedir. Milli Eğitim Bakan­lığı Talim ve Terbiye Kurulu tarafından kabul edilip ortaöğretim

18 Çağlayan Çevik, "Kendi gününü yazan tarihçi değildir", Hürriyet Kitap, 1 Kasım 2013.

19 Zeynep Miraç, "Türkiye'de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı", Hürriyet Pa­zar, 23 Şubat 2014.

müfredatında yer alan tarih kitapları da "resmi tarih" anlayışının genç kuşak nezdinde en geniş şekilde yaygınlaşmasını sağlayan en önemli vasattır.20 Bütün bu kuruluşların yayınlarında rastlanan tarih yazımının ortak özellikleri ise şöyle özetlenebilir:

a)            Geçmişte cereyan etmiş olan kimi olayların tarih yazımına dahil edilmemesi yani, seçici ve "unutkan" olması, Prof. Dr. Cemil Koçak'ın deyimiyle gerçeğin "yalnızca aydınlık yüzü"nü sunması,21

b)            Tarihi şahsiyetleri aşırı bir şekilde yüceltmesi, onların "olumsuz" nitelenebilecek yönlerinden söz etmemesi ve böylece "propaganda" vasfına sahip olması,

c)            Tarihe milliyetçi bir bakışla yaklaşması, gerçekleri tahrif etme pahasına maziyi yüceltmesi.

3-     "Gayr-ı Resmi Tarih"in Ortaya Çıkışı

Böylesi bir tarih yazımının yıllar içinde tepkisel bir karşı tarih yazı­mını yaratması kaçınılmazdı.22 Nitekim birçok yayınevi son yıllar­da biyografi kitaplarına karşı artan ilginin sebebinin, "resmi tarihin iflası" olduğunda hemfikir olacaklardı.23 Sabancı Üniversitesi Öğ­retim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem bu ilginin nedenini şöyle açıklayacaktı:

20 Nitekim salt bu nedenle TÜSİAD ve Tarih Vakfı, orta öğretim için alternatif tarih kitapları hazırlayacak, Milli Eğitim Bakanlığı'na teklif edecek ancak netice elde et­meyecektir. Kaynak: 'TÜSİAD'dan Felsefe veTarih Kitabı", Radikal, 6 Mayıs 2003.

21 Cemil Koçak, Geçmişiniz İtinayla Temizlenir, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 10.

22 Buna benzer bir tartışma, İsrail'de de yaşanacaktı. "Yeni tarihçiler" ile "eski tarihçi­ler" olarak adlandırılan bu iki kesimin tartışmalarını özetleyen yazılar için bkz. Halil Berktay, "Kuruluş Efsaneleri: Türkiye'den İsrail'e, İsrail'den Türkiye'ye'', Toplum­sal Tarih, Sayı 16, Nisan 1995, s. 6-7; Ethan Bronner, "Siyonizm Tarihi Yeniden Yazılıyor", Toplumsal Tarih, Sayı 16, Nisan 1 995, s. 7-12.

23 Serkan Kara, "Resmi Tarihe İnanmayanlar Biyografik Eserlere Yöneliyor", Zaman, 4 '.'lisan 2009.

Bugün giderek olgunlaşan Türkiye kamuoyu, aynen bizim gibi in­san olan "düşmanın" yerlerde süründüğü bu basit edebiyattan zevk almak bir yana dursun, tarihin mağdurlarının kimler olduğunun doğru bir şekilde tespit edilmesiyle daha çok ilgileniyor. "Resmi tarih" dediğimiz ve bu tür mağduriyetleri görmezden gelmesiyle maruf yönelimleri tercih etmek yerine bir şekilde doğruya ulaşmak istiyor. Çağımızda insanlığın ulaştığı etik birikim seviyesi ve tabii ki "resmi tarih"in doğruyu söylemediğine ve söylemeyeceğine du­yulan inanç bu merakın başlıca bedenidir diyebiliriz.24

"Resmi tarih"e tepki, kimi zaman gülünç şekillerde de kendini gös­terecekti. Bunlardan biri işadamı Dr. Şeref Menteşe idi. Menteşe, basına verdiği beyanatta "Gizlenen gerçekleri ve yalan-eksik yazı­lan Cumhuriyet tarihimizi ben yanlış öğrendim, çocuklarım gerçeği öğrensin diye 1 milyon lira ayırdım. Yakın tarihi belgeleriyle yaza­bilecek donanımlı ve cesaretli bir tarihçi arıyorum. Tarihini doğru bilmeyen günümüzde olan-bitenleri anlayamaz" diyecek, bunun sebebini de "Hz. Adem'i, Firavun'u, Roma'yı ezbere biliyoruz da kendi yakın tarihimizi yalan-yanlış öğreniyoruz. Benim kuşağım yanlış öğrendi bari çocuklarım gerçeği öğrensin istiyorum" şeklin­de izah edecekti.25 Bir diğer gülünç tepki, Radikal gazetesinin blog yazarlarından Özgün Armağan'ın bir yazısı idi. Armağan, "resmi tarih" kavramıyla olan kişisel ilişkisini ve zihinsel dönüşümünü şöyle anlatmakta:

Resmi tarih olarak adlandırılan, yani yazılı kaynaklarca destekle­nen, geçmişimiz ana hatlarıyla bize bu şekilde öğretilir, durulur. İlkokulda başlar ve devam eder. Üniversitelerin tarih bölümlerinde bile böyledir. Resmi tarihi sorgulamak kısa zaman öncesine kadar asla yapabileceğim bir şey değildi. O mükemmellikteki geçmişi ne­den sorgulayacaktım ki? Damarlarımdaki "asil kanın" (!) mevcudi­yeti ile şahlanıp arşa çıkmak varken, her 18 Mart'ta haklı (!) zafe­rimizin şerefiyle sarhoş olmak varken, Kanuni Sultan Süleyman'ın

24 Sevim Şentürk, "Ey Tarih, Bana Zaferleri i Değil Karanlık Noktaları Anlat!'', Zaman Pazar, 27 Aralık 2009.

25 Ömer Şahin, "Tarihçilere Açık Çağrı: 1 Milyon Liralık Teklif', Radikal, 24 Ağustos 2012. Şeref Menteşe hakkında bilgi için bkz. www.seretiııentese.coın.

muhteşem seferleriyle, toprağına toprak katan bir imparatorluğun ak tarihinin ak insanı olmak. Yani vicdan muhasebesi yapmadan yaşayıp gitmek varken, resmi tarihi sorgulayıp, altından hoşuma gitmeyecek şeyleri niye öğrenecektim ki?

Sabiha Gökçen'in Dersim Harekatı(!)'nda "İnsanları bombalarken heyecanlanıyorum" dediğini öğrenirsem elime ne geçecekti?

Sabiha'yı yüce önder Atatürk'ün manevi kızı ve ilk savaş kadın pi­lotu olarak bilmem yeterdi. Bir katliamın kadın Azrail'i olduğunu öğrendiğimdeki yaşadığım ağırlığı neden yaşayaydım?

Yani resmi tarih kolaydı. Gururdu. Mükemmeldi.

Adı üstünde resmi tarih belgelerle destekli. Suyun yüz derecede kaynaması kadar mutlaktı.

Kısa zaman öncesine kadar. Atatürk'ü sevmeyen insanları sev­meyen bir insandım. Yılmaz Özdil denilince akan sular dururdu. PKK-TSK çatışmasının sonucunda ölenlerin "Kaçı Türk?" sorusu­nu soran faşizan ırkçılardandım. Ama kendimi sosyalist olarak da görüyordum. Faşizan sosyalist!

Türban, cehalet demekti. Üniversitelere uğraması mı? Kesinlikle hayırdı.

Ermeniler deseniz 1915'te taşkınlıklar çıkarıp durmuşlardı. Biz iyi niyetle onları göç ettirmiştik, onlar yakıp yıkmıştı. Kürtler deseniz hepsi terör örgütüne (!) yakın mesafedeydi. Yani hepsi teröristti bir nevi.

Ve daha bir sürü şey. Bir Türk'ün geçirdiği evlerdi işte hepsi. Ait olduğum sistemin çıktısıydım. Resmi tarihin, resmi ideolojinin bir neferiydim.

Değişmeyen, tek şey değişimin kendisidir. Faşizan sosyalist halim­den şimdi eser yok. E tabi uzun yıllar resmi tarihin oyuncağı olmuş olmaktan pişmanlık duymuyor da değilim. Ancak yapabilecek pek de bir şey yok. O zamanlar önüme sunulanları seçme şansım yoktu. Koşulsuzca kabul etmekten öteye gidecek kudretim yoktu.

Sizin oldu mu?

Resmi tarihin masalsı olay örgüsünün dışında alternatif bir tarih ol­duğu fikrini hiç uzak hissetmiyorum artık. Her şey bu kadar masalsı olamaz değil mi?

Bunu anlattıktan sonra yazar, genel ağda dolaşan saçma ve mesnet­siz bir rivayeti de "resmi tarihin bir yalanı" olarak değerlendirip şu yorumda bulunacaktı:

Velhasıl kısa zaman önce öğrendiğim bir anekdotu paylaşmak is­tiyorum.

"Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözünü Atatürk'ün söylediğini hepi­miz biliriz. Bize böyle öğretilmiştir çünkü. Bu sözü Atatürk söyle­memiştir desem ne tepki verirsiniz?

Ne mutlu Türk'ün diyene sözünü, Mustafa Kemal'in katıldığı bir toplantıda Haim Nahum isimli bir Yahudi'nin slogan niteliğinde söylediği yönünde iddialar var.

Eğer resmi tarihin masalsı dokunuşlarında uçuşan bir kelebek ise­niz şaşırır ve kabul etmezsiniz. Ama alternatif tarihinin varlığının olabileceğini düşünüyorsanız şaşırmazsınız ve araştırırsınız. Seçim sizin.26

Yazarın bu yazısında ilginç ve bir o kadar şaşırtıcı olan iki husus var. İlki, yazarın "resmi tarih" kavramına öfkesi o denli büyük ki ortalıkta dolaşan ve ilk önce Abdullah Öcalan tarafından 2008 yı­lında ortaya atılan bu saçma iddiayı27 hemen benimsemekte. İkinci husus, benimsediği bu iddiada adı geçen Osmanlı'nın Son Haham- başısı olan Haim Nahum'dan, aynen Öcalan gibi, "bir Yahudi" ola­rak söz etmesi, kim olduğuna dair fikri bile olmamasıdır.28

Genç yaşta vefat eden araştırmacı Mehmet Ali Gökaçtı (1963­2008), "gayr-ı resmi tarih" deyimiyle popüler kültüre mal olan bu tepkisel tarih yazımı sayesinde toplumun gerçeklerle yüzleşmesini temenni edecektir:

Artık İngilizceden bile daha yabancı hale gelmiş bir yazı ve dili bu saatten sonra yeniden topluma mal edemeyeceğimiz gerçeğini de göz önüne alarak, tarihin yazımı ve yorumlanmasında yeni ve cesur seçenekleri üreterek devreye sokmak gerekiyor.

Tarihimizde sürekli pozitif bir açıdan bakmanın ötesinde negatif bo­yuttan da bakmak ve gerçek anlamda yüzleşme sürecini başlatabil­mek de gerekiyor. Yansımaları bugün de devam eden pek çok sorunu (Ermeni meselesinde olduğu gibi) halledebilmek ve bütün bunların

26 Özgün Annağan, "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" Sözünü Haim Nahum mu Söyledi?", Radikal, 29 Mart 2013.

27 Selim Acar, "Öcalan'ın 40 Hikayesi var. 40'ı da Kemalizm Hakkındadır!", 17 Nisan 2008, www.kurdinfo.com/arsiv/nivis/s acar_22.htm

28 Haim Nahum hakkında Türkçe yayınlanmış kitap mevcuttur.

ötesinde geçmişi, sırtta taşınan bir yük olmaktan çıkarabilmek için, tarihin tüm çıplaklığıyla ele alınması da icap ediyor. Komplekssiz, korkusuz, önyargısız ve tersyüz etmeden olduğu gibi.29

Mehmet Ali Gökaçtı'nın bu iyi niyetli temennisi gerçekleşmeye­cek, tam aksine aydınlar alemi kutuplaşacaktır. Bu kutuplaşmanın fark edilebileceği en iyi örnek ise "azınlıklar" konusundaki yayın­lar ve beyanatlar olacaktır.

"Alternatif tarih" veya "gayr-ı resmi tarih" sıfatlarıyla tanımlanan bu "yeni" tarih yazımına ait eserlerin özellikleri, gerçeklerin "resmi tarih" tarafından gizlendikleri veya örtbas edildikleri kanaatinden yola çıkıp okurları "gerçeklerle yüzleştirmesi" iddiası idi. "Gayr-ı resmi tarih", "sıradışı tarih"30 veya "yalan söyleyen tarih"31 sıfatıy­la sunulan ve örnekleri aşağıda sıralanan bu tür eserlerin tanıtım yazıları da bu iddiada idiler. Bu kitapların birçoğununun başlığı, "gizli tarih" veya "gayr-ı resmi tarih" ibarelerini taşımaktaydı.32

a- Kitaplardan Örnekler

Örnek 1-Soner Yalçın'ın Hürriyet gazetesinde pazar günleri yayın­ladığı yazılarının bir derlemesi olan ve 100.000 nüsha basılan bir kitabı Siz Kimi Kandırıyorsunuz! Yakın Tarihin Gayriresmi Notla­rından Gerçeklerle Yüzleşmeye Hazır mısınız? gibi iddialı bir baş­lık taşımaktaydı.

Ömek2-Aykırı Yayınlar'ın editörü Seyfi Öngider'in, Cumhuriyet'in kuruluşu ile ilgili Kuruluş ve Kurucu kitabının tanıtım yazısında "resmi tarih" şöyle eleştirilmekte:

29 Mehmet Ali Gökaçtı, "Tarihi Tersyüz Etmek'', Radikal İki, 1 7 Şubat 2008.

30 Ural Kahraman, Sıradışı Tarih, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012.

31 Mustafa Müftüoğlu, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Çile Yayınları, İstanbul, 1 976.

32 Mustafa Akyol, Gayri Resmi Yakın Tarih, Etkileşim Yayınlan, İstanbul, 201 1; Ziya Nur Aksun, Osmanlı Padişahları Gayr-ı Resmi Tarihimiz, Marifet Yayınları, İstanbul, 2004; Yavuz Bahadıroğlu, Tarilıimiziıı Gizli Odaları, Hayat Yayınlan, İstanbul, 2012.

Asıl olarak 1919-1927 yıllan arasındaki Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş dönemini ve bütün bir tarihe damgasını vuran Kurucu'yu ele alan bu kitap resmi tarihe karşı bir çalışmadır. Tam da bu sıra­larda hayli abartılı övgüler düzülen bu döneme ve kişilere yeniden bakmakta büyük yarar var. Türkiye kuruluş sürecinin kendine özgü koşullarının ve kurucu kadrolarının da etkisiyle, resmi tarihi belki de en sorunlu ülkedir. Evet, her ülkenin bir 'resmi tarihi' vardır ve her ülke bu tarihi yaparken gerçekleri kendine göre eğer, büker, çar­pıtır, farklı gösterir. Aynı şey bizim tarihimizde de olmuş ama doğ­rusu biraz fazla ileri gidilmiştir! Özellikle kuruluş süreci ve kurucu söz konusu olduğunda neredeyse denebilir ki, bu dönemin resmi ta­rihi olarak yazılmış olanlarda, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs l 919'da Samsun'a çıktığı ve Türk ordularının 9 Eylül 1922'de İzmir'e gir­diği doğrudur da geri kalan hemen her şey bu resmi tarihin şöyle ya da böyle kurbanı olmuştur!33

Örnek 3- Erdoğan Aydın'ın Osmanlı tarihini inceleyen Osmanlı Gerçeği "Nizam-ı Alem "in Gayri Resmi Tarihi kitabının tanıtım yazısı da "resmi tarih" anlatımının bir eleştirisidir:

Bu bir gayri resmi Osmanlı tarihi; yani okullarda öğretilenlerden, ırkçı ve şeriatçıların tarih diye yazdıkları propaganda metinlerinden ve tabii bu işi çok daha ince yapan resmi tarihçilerin yazdıklarından farklı bir tarih ...

Öncelikle her türden tahakküm ilişkisine karşı; bu yüzden Osmanlı'dan yana değil Türkmenlerden yana, padişahlardan yana değil halktan yana, fetihlerden yana değil barıştan yana...

Osmanlı'nın 1 299'da kurulduğu safsatası başta olmak üzere bir dizi efsaneyle beslenen Osmanlı tablosunu indirip yerine gerçeğini koy­mayı amaçlayan bir tarih çalışması. Bu nedenle tarih diye hamaset okumaya koşullandırılmış okuyucuların çok öfkelenerek başlaya­cakları, ama eminiz ki gerçeklerle tanışacakları bir kitap.34

Örnek 4- Nesil Yayın Grubu Genel Danışmanı Metin Karabaşoğlu, Star ve Hürriyet Daily News gazeteleri yazarı Mustafa Akyol'un köşe )/'azılarını derlediği Gayri Resmi Yakın Tarih başlıklı kitabının "sunuş" yazısında kitabı şöyle takdim etmekte:

33 Seyfi Öngider, Kuruluş ve Kurucu, Aykırı Yayınlar, İstanbul, 2003, (tanıtım yazısı). 34 Erdoğan Aydın, Osmanlı Gerçeği '"Nizam-ı Alem '"in Gayri Resmi Tarihi, Kırmızı

Yayınları, İstanbul, 2010, (tanıtım yazısı).

Mustafa Akyol, dünün hadiselerine ait arşivlerin büyük kısmına ulaşmanın hala imkansız olduğu, açıkçası devletlülann bilmemizi istediklerinden ötesini bilmekten büyük ölçüde mahrum olduğumuz bir sosyal-siyasal zeminde, bugünün problem alanlarına dair fikir yürütürken, resmi ideoloji'nin önerdiği gözlüğü çıkararak olaylan değerlendiriyor ve okuyucuyu son derece sarsıcı bilgi ve tesbitlerle yüzleştiriyor. 35

Örnek 5- Taraf gazetesi muhabiri (halihazırda genel yayın yönet­meni) Neşe Düzel'in Prof. Dr. Cemil Koçak, Prof. Dr. Mete Tunçay, Prof. Dr. Zafer Toprak, Prof. Dr. Selim Deringil, Prof. · Dr. Kemal Karpat, Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem ve Milliyet gazetesi yazarı Taha Akyol ile yaptığı röportajları derlediği ve Korkusuz Tarih baş­lığını verdiği kitabının arka kapak yazısı da adeta bir "gayr-ı resmi tarih" methiyesidir:

Tarihçilik bu ülkedeki en tehlikeli mesleklerden biridir. Yöneticiler, tarihi gerçeklerden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmamışlar- dır. O yüzden de özellikle yakın tarihin gerçeklerini dile getirenler, bunu ağır bedellerle ödemek zorunda kalmışlardır. Bu korkunun, korkanlar açısından haklı bir nedeni vardır. Çünkü toplum uzun yıllar boyunca yalanlarla kandırılmış, bugünkü sistem de bu tarihi yalanların üzerine bina edilmiştir. Sadece geçmişi değil, bugünü de açıklayacak olan tarihi gerçeklerin ortaya çıkmaması için de her tür­lü tedbiri almışlardır. Neredeyse bütün eğitim sistemimiz çocuklara tamamen uydurulmuş bir tarihi ezberletmek için düzenlenmiştir. Bu toplumun çocukları, bu ulusun ve yöneticilerinin hiç hata yapma­dığına, geçmişin hiçbir haksızlıkla lekelenmediğine inandırılmıştır.

Bu nedenle de, tarihi gerçeklerle karşılaştıklarında, kendilerinden ve öğrendiklerinden değil, bizzat gerçeklerin kendisinden kuşku du­yar hale gelmişlerdir. Neşe Düzel, bir dizi dürüst ve cesur tarihçiyle yaptığı konuşmalarla, tarihimize az rastlanır bir gerçeklik ve şeffaf­lıkla bakmamızı sağlıyor. Yalanların arkasına saklanan gerçekleri, bu konuşmaları okuyarak gördüğünüzde sadece aldatıldığınızı de­ğil, halii aldatılmakta olduğunuzu da keşfedeceksiniz. Gerçeklerden korkuyorsanız, yalanların içinde mutluysanız, aldatılmakta korkak­ça bir huzur buluyorsanız, bu kitabı okumayın. Bu kitap gerçekleri

35 Mustafa Akyol, Gayri Resmi Yakın Tarih, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 201 1, <)-1O.

açıklayacak cesarete sahip olanların, gerçekle yüzleşmekten kork­mayan cesur insanlara bir armağanı çünkü.36

Örnek 6- Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği Başkanı Cafer Solgun'un yayınladığı Gayri Resmi Cumhuriyet Türkiye 'nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı, (Timaş, 2012) kitabının tanıtım yazısı da gayr-ı resmi tarihi metheden bir başka metin ör­neğiydi:

Cumhuriyet nedir? Sebepleri nelerdir? Yıllardır bize öğretilen, an­latılan Cumhuriyet'in başka bir yüzüyle karşılaşıyoruz bu kitapta. Geçmişin karanlık sayfalarıyla yüzleşirken, resmi ideolojinin nasıl yazıldığını, nasıl uygulandığını ve en önemlisi kimlerin her zaman Cumhuriyet'in dışında kaldığını keşfediyoruz. Cafer Solgun, bu kitabıyla bize öteki Cumhuriyet'i, bir rejimin görülmeyen, göste­rilmeyen yüzünü ifşa ediyor. Geçmişe dürüstlük, geleceğe umutla bakmak isteyen okurlar için...37

Cafer Solgun'un başkanı olduğu demek, kitabı yayınladıktan bir süre sonra da "Resmi İdeolojiyle Yüzleşiyoruz!" başlığıyla iki gün süreli bir konferans düzenleyecek, konferansın "Azınlıklar ve Ke­malizm" oturumunda konuşmacılar Prof. Dr. Ayhan Aktar, Yeni Şa­fak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu ve Apoyevmatini gazetesi yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis olacaktı.38

Örnek 7- H. Erroll Gelardin'in Ruhlarrn Gezisi ve Zaman Durdu romanının arka kapak yazısı:

Bu kitap, okuyucunun aklında bir soru işareti yaratma çabasında. Bildiklerinize karşı çıkan ve yazılmayan tarih ile yazılı tarihin çar­pıştığı bir gezintiye çıkmaya hazır olun.39

36 Neşe Düzel, Korkusuz Tarih, Alkım Yayınevi, İstanbul, 201 1, (tanıtım yazısı).

37 Cafer Solgun, Gayri Resmi Cumhuriyet Türkiye'nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, (tanıtım yazısı).

38 Enis Tayman, "Resmi İdeolojiyle Yüzleşme İçin Sempozyum", Radikal, 25 Şubat 2012.

39    H. Erroll Gelardin, Ruhların Gezisi ve Zaman Durdu, Dinozor Yayıncılık, İstanbul, 2012, (tanıtım yazısı).

Örnek 8- İsmail Çolak'ın Cumhuriyet'in Gizli Tarihi 1- Resmi Ta­rihten Gayri Resmi Tarihe başlıklı kitabının tanıtım metni şöyle kaleme alınmıştı:

İdeolojik şablonlarla şekillendirilen Cumhuriyet tarihi üzerinde­ki yoğun sis tabakasının kalktığı ve ilmi mahiyet kazandığı henüz söylenemez. Resmi Tarih'in ürettiği tezlerin yakın tarih üzerindeki belirleyiciliği ve ideolojik-doğmatik sultası maalesef devam edi­yor. Yakın tarihimizin birçok hadisesi hala aydınlatılmaya muhtaç.

Cumhuriyet 'in Gizli Tarihi, 'karartılan' tarihimizi aydınlığa kavuş­turmak iddiasıyla, buna talip.40

Aynı kitabın ikinci cildinin tanıtım yazısı ise şöyle idi:

Yıllarca resmi ideoloji doğrultusunda "üretilen" resmi tarih, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde yaşanan hadiseleri as­lından saptırarak elel aldı ve tahrif etti. Yakın tarihimizi tartışmalı ve bulanık bir alan haline getirdi; bilinmezliğe ve hatta "hiçliğe" mahkum etti.

Cumhuriyet tarihi boyunca genel anlamda Osmanlı, özelde de başta Sultan il. Abdülhamid ve Vahdettin olmak üzere neredeyse bütün padişahlar ağır ithamlarla anıldı, tabir yerindeyse linç edildi. Genç nesiller, ilim adamları, tarihçiler, aydınlar ve nihayet toplumun bü­yük kesimi onlarca yıl "Osmanlı düşmanlığı" ile yetiştirildi; zihin­ler inşa edildi, beyinler yıkandı.

Halbuki bilhassa 90'1ı yıllardan bu yana yapılan yeni ilmi araş­tırmalar ve yazılan eserlerle gördük ki, siyasi-ideolojik taarruz ve tahrifatların izleri, tarih ilminin şahadeti ve sunduğu yeni vesikalar ışığında aydınlatıldıkça ortaya "ezber bozan, öğretilmeyen" bam­başka bir yakın tarih çıkmakta.41

Örnek 9- Yavuz Bahadıroğlu mahlasını kullanan Anadolu 'da Va­kit gazetesi yazarı Niyazi Birinci ( l 945- ) Kayıtdışı Tarihimiz adlı kitabını tanıtmak için yazdığı yazıda, kitabını "gayr-ı resmi tarih" çerçevesi içine oturtup şöyle tanıtıyordu:

40    İsmail Çolak, Cumhuriyetin Gizli Tarihi 1- Resmi Tarihten Gayri Resmi Tarihe, Gül Nesli, İstanbul, 2013.

41    İsmail Çolak, Cumhuriyetin Gizli Tarihi 2-Derin Tarihle Yüzleşme, Gül Nesli, İstan­bul. 2014.

Din ve tarih dahil, her şey bir ikilem içinde ele alınıyor Türkiye'mizde. Bu yüzden hem her şey muğlak kalıyor, hem de tartışmalar çabucak kavgaya dönüşüyor. ..

İdeolojinin (rahmetli Cemil Meriç'in deyişiyle, "ideoloji deli göm­leğidir") tuzağıdır bu toplumlara; biz galiba böyle bir tuzağa düş­tük!

Aslında resmi mülahazaların giremeyeceği iki alan söyle deseler, tereddütsüz "din" ve "tarih" deriz. Hazin ki en çok bu alanlara gir­miş, görüş bildirmiş, hükümler vermiş ...

Sadece totaliter rejimlerde rastlanabilen bu anlayış, Türkiye Cumhuriyeti'nin yakasını hiç bırakmamış...

Tabi "ifrat", "tefrit"i doğurmuş, her ifrat kendi alternatifini üret­miş...

Mesela, "resmi tarih"in (ki ders kitaplarında somutlaşır) "Kızıl Sul­tan" dediği Sultan II. Abdülhamid Han, alternatifinde "Ulu Hakan" olarak selamlanmış, resmi tarihin "vatan haini" ilan ettiği Sultan Vahideddin, alternatifinde "büyük vatansever" olmuş. Bunların ve benzerlerinin etrafında saflaşmalar meydana gelmiş, kıran kırana savaşlar yaşanmış...

İki tarafın bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmuş fanatikleri, tari­hi kişilerle olaylara salt tarih ilmi açısından yaklaşan dürüst tarihçi­yi konudan uzak tutmuş...

Dolayısıyla gerçek Abdülhamid'le gerçek Vahideddin, tarihimizin diğer bazı "gerçek"leri gibi, kaynayıp gitmişler.

Böyle bir ortamda, özellikle yakın tarihe ilişkin olarak resmi tarih tezine aykırı şeyler söylemek büyük cesaret istiyor. ..

Oysa yakın tarih hakkında aldığım soruların haddi hesabı yok. Ne çare ki, yakın tarih, tam bir mayın tarlasıdır.

Tek kaynaktan ve tek kanaldan beslenir. Tek kaynaktan, tek kanal­dan (Atatürk'ün "Nutuk"u) beslendiği için de tümüyle "resmi" kim­liklidir.

İşte bu yüzden yakın tarih, belgelerden ziyade duygulara bağlı ola­rak gelişmiştir.

Artık bunu aşmamız, tarihin kodlarını çözmemiz gerekiyor...

Yeni kitabım Kayıtdışı Tarihimiz işte böyle bir ihtiyacın ürünüdür.42

42 Yavuz Bahadıroğlu, "Kayıtdışı Tarihimiz Üzerine", Anadolu 'da Vakit, 26 Mayıs 2010. Hakkında daha fazla bilgi için bkz: http://yavuzbahadiroglu.blogspot.com Aynı yazarın bir diğer kitabı da Yakın Tarihin Kara Kutusu (Granada kitap, İstanbul, 2013) başlığını taşımakta.

Örnek 1 O- Ayşe Hür, yayınladığı yazıların bir kısmını derleyip 2012 yılının ilk günlerinde Öteki Tarih başlığıyla kitap olarak ya­yınlayacaktı. "Resmi tarih"e muhalifliği ile tanınan Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç, kitabı şöyle methedecekti:

Hemen belirtelim: Ayşe Hoca'nın anlattığı tarih, okullarda öğretil­meyen tarihtir. "Gizli tarih" demeyelim de, bilinen gerçeklerin bi­linmeyen yönleri, ya da değişik bakış açılarından yorumlan.43

Ayşe Hür, Türk Yahudi toplumunun en eski derneklerinden biri olan Fakirleri Koruma Demeği'nde yaptığı konuşması da demek yetkilileri tarafından "yıllarca bize öğretilmiş Resmi Tarih'ten çok farklı şeyler duymak ister misiniz?" başlığıyla ilan edilecekti.44

h) Beyanatlardan ve Makalelerden Örnekler

Örnek 1 - Prof. Dr. Murat Belge The New York Times gazetesi mu­habiri Sabrina Tavemise ile yaptığı mülakatta Türk tarih yazımını "tarihimizle çok sıhhatsiz bir ilişkimiz var. Temel olarak bir yalan­lar manzumesidir" sözleriyle tanımlayacaktı.45

Örnek 2- Mor ve Ötesi rock müzik grubunun, "Dünya Yalan Söy­lüyor" isimli albümünün kitapçığında kısaca "Türkiye'yi Dönme­ler yönetiyor" şeklinde özetlenebilecek antisemit bir görüşe sahip Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün Şebeke adlı kitabından alıntı yapmasının bazı dinleyiciler tarafından yadırganması üzerine grup üyesi Harun Tekin, Yalçın Küçük hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirecekti:

Sabetayizm konusu Yalçın Küçük çalışmalarının bir noktası sadece. Bu adamı kaale almamak için sırf bu noktadan yola çıkmak çok yaygın bir İstanbul aydın pratiği oldu. Bu konu bir tarafa Yalçın

43 Engin Ardıç, "Ayşe Hür'ün Kitabını Okuyun", Sabah, 11 Ocak 2012.

44 27 Ekim 2013 tarihinde Levent Kültür Merkezi'nde yapılan konuşma.

45 Sabrina Tavernise, "On the Bosporus, a Scholar Telis of Sultans, Washerwomen and Snakcs'" Tlıc .\'cır York Times, 25 Ekim 2008.

Küçük'ün alternatif bir tarih yazma çabasını nasıl görmezden gele­biliriz? Bu sabetayizm meselesi de bir teori, bir olta belki sadece. İçinde ırkçılık barındırdığına da ben inanmıyorum. Bu derinlikte dahi ya da deli kaç tane adam var bu memlekette?46

Bu beyanatta ilginç olan Harun Tekin'in, Küçük'ün eserlerini "al­ternatif tarih" olarak değerlendirmesidir.

Örnek 3- Taraf ve Agos (halihazırda Radikal) gazeteleri yazarı, Toplumsal Tarih dergisi yayın kurulu üyesi Ayşe Hür:

Küreselleşme ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrimler saye­sinde, bilginin daha demokratik biçimde dağıldığı bir çağa girdik. Etnik, dini ve dilsel kimliklerin giderek daha çok telaffuz edilir olu­şu, küreselleşmenin değirmeninde öğütülmekten korkan insanları kendi yerel köklerini aramaya itti. Resmi tarih, bu tür farklılıkları yok sayan homojenleştirici bir tarih anlayışını seçtiği için, yereli keşfetmek için resmi olanın dışına çıkılması farz oldu. Öte yandan birilerinin unutturmak istediği şeyleri başkaları hatırlatmaya baş­ladı. Mağdurlar uluslar arası dayanışmanın ve hukukun desteği ile başlarına gelenleri anlatmaya başladı. Gasp edilmiş haklarını talep etti, en azından özür dilenmesini istedi. Örneğin Ermenile- rin 1915'te olanların hesabını ısrarla sorması, Kürtlerin kültürel ve siyasal tanınma taleplerini giderek şiddetlendirerek dillendirmesi, Gayrimüslim azınlıkların aslında kendilerine hiç de hoşgörülü dav­ranmadığımızı söylemeye başlaması, Türklerde, resmi tarihin ken­dilerine her şeyi anlatmadığı kanısını güçlendirdi. Bu da perdenin arkasına bakmak ihtiyacını doğurdu.47

Örnek 4- Bu tepkisel tarih yazımının en güzel ve aynı zamanda en aşırı örneği, 2007 yılında kurulan ve amacı "Türkiye'deki tüm sosyal grupları ve sivil toplum kuruluşlarını barışçıl, demokratik, sivil ve adil bir gelecek için geçmişle yüzleşmeye çağırmak olan" Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği Genel Koor­dinatörü Aytekin Yılmaz'ın bir makalesidir. Yılmaz, makalesinde

46 Serkan Seymen, "Hoca ve Ötesi'', Akşam, 11 Ocak 2005.

47 Sevim Şentürk, "Ey Tarih, Bana Zaferlerini Değil Karanlık Noktaları Anlat!", Zaman Pa::ar, 27 Aralık 2009.

"Osmanlı 'ya ait ciltler dolusu el yazmasının Türkçeye çevrilme- melerinin" sebebini, "bunun nedeni istenmeyen, unutturulmak iste­nen geçmişin inkarıyla açıklanabilir ancak" şeklinde belirtmekte ve Türk Tarih Kurumu'nun lağvedilmesini talep etmekte:

Tarih yazıcılığında önemli olan tarihi yazan ideolojik kurumun kendisidir. Bu kuruma önderlik eden güçlerin sınıfsal niteliğidir. Tarihin resmi kurumlar tarafından yazılması ve müesese haline ge­tirilmesi çalışmalarının tümü amaçsal girişim olduğundan ulusalcı ve taraflıdır. Resmi kurumlar tarafından desteklenen ve geliştirilen bütün tezler geçersiz sayılmalı hatta tarih gibi oldukça önemli bir alanda faaliyet yürüten resmi kurumların tümü ortadan kaldırılma­lıdır. Türk Tarih Kurumu ortadan kaldırılacak ilk kurum olmalıdır.48

Örnek 5-Al bayrak Holding Medya Grubu bünyesinde yayınlanma­ya başlayan Derin Tarih dergisinin tanıtım toplantısında derginin yayın yönetmeni Mustafa Armağan yaptığı konuşmada gene gayr-ı resmi tarih vurgusu yapacaktı:

Hem kendi içimizdeki tarih hırsızları, hem Batı'nın dünya tarihini nasıl çaldığını görüyoruz. Çaldıkları tarihin yerine sahtesini bıraktı­lar. Biz o sahte tarihle bugüne kadar geldik. Fakat bunun bize yakış­madığını, bizi yansıtmadığını gördük. Biz burada aynı zamanda bir dert ve iddia ile yola çıkıyoruz.49

Örnek 6- Agos ve Radikal İki gazeteleri yazarı Karin Karakaşlı ünlü romancı Ayşe Kulin 'in Ermeni Soykırımı 'nı önemsizleştiren sözle­rine tepki olarak yayınladığı yazısında şöyle yazacaktı:

Edebiyat, doğası gereği muhalif, tanımı gereği kapsayıcıdır. Öyle ya, bir kitap yazmak ya da okumak için akmakta olan hayatın dı­şına çıkmanız gerekir. Kurulu düzenle bir derdiniz yoksa, çar­kın dişlilileri sizi her seferinde tükürmüyorsa, niye yazasınız?..

48 Aytekin Yılmaz, 'Tarih Yazan Resmi Kurumlar Kapatılmalıdır", 30 Ocak 2008, http://www.yuzlesmedemegi.org/yazdir.asp?ID=4 1 &tur=yazi; Ayşe Karabat, "As- sociation Launches Campaign to Confront Turkey's 'unofficial' History", Sunday's Zaman, 25 Ocak 2009.

49 "Derin Tarih Gerçek Tarihti", Yeni Şafak, 12 Nisan 2012.

Gündelik hayat gerçeklerine boğuldukça hakikatinizden olmak ağ­rınıza gitmiyorsa, varlığınızın kudret ve aczi nefesinizi kesmiyorsa niye yaratasınız?

Ha tabii, 'projeci yazarlık' yolunu seçebilir, yıllık ajandada gündem maddelerini belirleyip münasip eserlerinizi zamanlama harikası duygulanımlar eşliğinde yumurtlayabilirsiniz. Haliyle dar alanda iki boyutlu tipler yaratır, ağızlarına hazır replikler koyarsınız. Her­kes ve her şey nesneleşir.

Oysa edebiyat öncelikle insan hikayesidir ve resmi tarihin yalan ile riyaya bulandığı coğrafyalarda, yazarın hayalgücünün ürünü olma­nın ötesinde gayrıresmi tarih kaydı işlevini de üstlenir. Suya akıtı­lan, rüzgara fısıldanan sırların sesidir o. Derinden dip dalga olarak gelir, mum ışığında titreşir.50

c- Televizyon Tartışma Programlarından Örnekler

Örnek 1-Doç. Dr. Bülent Arı ile Yrd. Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu'nun TRT-2 televizyon kanalında sundukları tarih konulu sohbet progra­mının başlığı "Hiçbir Şey Bildiğiniz Gibi Değil" idi.

Örnek 2- Yeni Şafak gazetesi yazarı Hilal Kaplan, Star gazetesi ya­zarı Yrd. Doç. Dr. Berat Özipek ve Taraf gazetesi eski yayın koor­dinatörü Markar Esayan'ın Hilal TV' de birlikte sundukları tartışma programının adı da "Gayr-ı Resmi" idi.

Örnek 3- "Tecrübe Konuşuyor" televizyon tartışma programı

Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal ile Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar'ın birlikte sundukları "Tecrübe Konuşuyor" progra­mının 18 Ocak 201 O tarihli oturumunun konukları Sabancı Üniver­sitesi öğretim üyeleri Prof. Cemil Koçak ve Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem ile Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Kuyaş idi. Konu ise "resmi tarih" idi. Program sırasında Hasan Cemal, görüşünü "resmi tarihçiler toplumu cahil bırakmışlar" şek-

50 Karin Karakaşlı, "Gizli özne olarak soykırım", Agos, 7 Şubat 2014. Vurgulama taratimdan yapılmıştır.

!inde dile getirecekti. Cemil Koçak'a göre ise "bilmemiz, öğrenme­miz gerekmeyenler ise gayr-ı resmi tarih" idi.

d- Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner 'in Konuşması

Tarih yazımındaki resmi ve gayr-ı resmi tarih kutuplaşması, eski Genelkurmay Başkanı (27 Ağustos 201 O - 29 Temmuz 201 1) Org. Işık Koşaner'in söylemine de yansıyacaktır. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı vesilesiyle "Mütareke Dönemi ve İstanbul'dan Samsun'a Uzanan Yolda Mustafa Kemal" konulu panelde konuşan Org. Koşaner şunları diyecekti:

Atatürk'ün İstanbul'da kaldığı 6 aylık sürede neler yaptığının top­lum tarafından tam olarak bilinmemesi ve belki de bu kanlı dönem­de kalanların toplum tarafından hatırlanmak istenmemesi nedeniy­le bu dönem daima istismar edilmeye açık olmuştur. Gerçeklerin değiştirilmesi ve saptırılmasıyla tarihsel olguların farklılaştırılmak istendiği ve böylece Atatürk ve arkadaşlarının mücadelesine farklı bir anlam yükleyerek alternatif tarih yazılmaya çalışıldığını ibretle ve esefle görüyoruz. Bu alternatif tarih yazma gayretlerine, birçok değerli tarihçi ve araştırmacımız en güzel cevabı yazdıktan eserle­rinde vermişlerdir.51

Org. Işık Koşaner'in bu demeci Doç. Dr. Halil Berktay, Prof. Dr. Selim Deringil, Prof. Dr. Ahmet Demirel, Prof. Dr. Murat Belge, Ayşe Hür52 ve Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem51 tarafından tepkiyle karşılanacaktı.

51 "Org. Koşaner: Alternatif Tarih Yazılmaya Çalışılıyor", Milliyet, 20 Mayıs 201 1.

52 Dicle Baştürk, 'Tarih Muhtırası'na Tepki", Taraf, 21 Mayıs 201 1; Halil Berktay, "Koşaner'e Davet: Buyurun, Tartışalım", Taraf, 22 Mayıs 2011;Murat Belge, 'Tarih ve Genelkurmay!", Taraf, 24 Mayıs 2011; Selim Deringil, "Koşaner'e Alternatif Ta­rih Dersleri", Agos, 27 Mayıs 201 1.

53 Ayça Örer, "Alternatiftarih de hep doğruyu söylemez'", Radikal, 15 Ocak 2012.

III - TÜRK TARİH YAZIMINDA AZINLIKLAR

1-    "Resmi Tarih" Yazıcılarının Yaklaşımı

l 990'lı yıllara kadar araştırmacılar ve tarihçiler azınlıklardan ya (a) "Osmanlı'dan bizlere kalan emanetler" veya (b) "bağrımızda bes­lediğimiz hainler" sıfatlarıyla söz etmekteydiler. Bilimsellikten uzak, yabancı arşiv vesikalarına ve birincil kaynaklara dayanmayan bu tür eserlerin ortak özelliği, Tek Parti döneminde ( 1923-1946) cereyan eden azınlık karşıtı olaylara yer vermemeleriydi. Aynı eserlerin bir diğer özelliği, Osmanlı Devleti'nin zımmilere karşı gösterdiği hoş­görüyü her daim hatırlatan himayeci bir üslupla yazılmış olmalarıydı.

Türk araştırmacılarının ve üniversite öğretim üyelerinin azınlık kar­şıtı olaylara değinmemelerinin birçok sebebi mevcuttur. Bunlardan biri, daha önce değinildiği üzere, kaynaklara erişmede yaşanan zor­luklardı. Bir diğer sebep, milliyetçi bir ideolojiyle yazılmış birbirine benzer kaynakların sürekli kullanımı nedeniyle araştırmacıların ve üniversite öğretim üyelerinin meseleyi tek taraflı olarak ele alma alışkanlıklarıdır. Bir diğer önemli sebep, üniversite öğretim üyele­rinin azınlık karşıtı olaylara değinmeleri halinde milliyetçi çevre­lerden kendilerine yöneltilebilecek olan "Türkiye Cumhuriyeti'ne hasım dış mihraklara Türkiye'ye karşı kullanacakları malzeme te­min etme, onlarla teşrik-i mesaide bulunma" suçlamalarıyla kar­şı karşıya kalmak istememeleriydi. Bu endişenin dayandığı arka

plan ise şu idi: 1974 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı'nın hemen akabinde Amerika'daki Yunan ve Erme­ni toplumlarını temsil eden Amerikan sivil toplum örgütleri Ame­rikan medyasının, karar verici mevkilerde bulunan siyasi elitlerin ve Beyaz Saray yönetiminin Türkiye'ye karşı tavır almalarını he­defleyen yoğun bir halkla ilişkiler kampanyası başlatacaklardı. Bu kampanya sırasında Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı son derece ağır suçlama ve eleştiriler yöneltilecek, l 9. yüzyılda Batılı kaynaklarda rastlanan "eli palalı korkunç Türk" imgesi tekrar canlandırılacaktı. Bu eleştirileri yönelten Amerikan Yunan ve Ermeni örgütleri Tür­kiye Cumhuriyeti 'ni, sadece Kıbrıs'a askeri müdahalede bulundu­ğu için değil, geçmişten beri azınlıklara karşı ayrımcı ve dışlayıcı bir siyaset sürdürmesinden dolayı da eleştirecek, bunu yaparken de geçmişte cereyan eden azınlık karşıtı olaylara da atıfta bulunacak- lardı.[113] Aynı çevreler, görüşlerine destek sağlamak amacıyla, Türk araştırmacılar tarafından yayınlanmış azınlık karşıtı olayları tahlil eden araştırmaları da Batı dillerine çevirteceklerdir. Nitekim Varlık Vergisi Kanunu'nun uygulandığı yıllarda İstanbul Defterdarı olarak görev yapan Faik Ökte'nin (1902-1982) 1951 yılında yayınladığı hatıratı l 987 yılında İngilizceye,2 Hülya Demir-Rıdvan Akar ikili­sinin Türkiyc'de ikamet eden Yunan uyrukluların l964 yılında sınır dışı edilmelerini konu edinen ve ilk baskısı 1994 yılında yayınlanan kitabı da 2005 yılında Yunanca'ya çevrilerek yayınlanacaktı.[114]

2-     "Gayr-ı Resmi Tarih" Yazıcılarının YaHaşımı

Azınhklar konusunda "gayr-ı resmi tarih" sınıflanmasına giren ilk araştırma eserlerinden biri, "32. Gün" haber programı eski genel yayın yönetmeni Rıdvan Akar'ın, 1987 yılında İstanbul Üniversi­tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne sunduğu, aynı yıl kabul edilen ve 1992 yıhnda da ilk baskısı yayınlanan Varlık Vergisi Kanunu'nun ayrımcı ve keyfi uygulamasını inceleyen yüksek lisans tezidir.4 Bu kitabın yayınlandığı tarihten sonra azınhkları konu edinen çok fazla yayına rastlanmayacak, bu durum 1996 yılından itibaren de­ğişecekti. Bu tarihten itibaren azınlıklar konusunda ardı ardına ya­yınlanan kitap ve makalelerin önemli bir kısmı, o ana kadar kulla­nılmamış yerli ve yabancı kaynaklardan istifade ederek meseleye çok daha eleştirel bir bakış açısı getirecekti. Rıdvan Akar, Varlık Vergisi'yle ilgili kitabının genişletilmiş ikinci baskısını, Yılmaz Karakoyunlu'nun aynı başlıklı romanından5 uyarlanan ve Varlık Vergisi'ni konu eden Salkım Hanım 'ın Taneleri filminin gösteri­me girdiği 1999 yılında neşredecekti. 6 Bu filmin çok geniş kitlelere erişmesi ve böylece Cumhuriyet yıllarında azınlıkların maruz kal­dıkları ayrımcı siyasetin en vahim örneği olan Varlık Vergisi konu­sunun tartışmaya açılması üzerine "azınhklar meselesi", kısa süreli de olsa, kamuoyunda tartışılacaktı.7 Bu tartışmalarda dikkati çeken husus, "azınlıklar meselesi"ne ahşılagelmiş anlatımın dışında yak-

4      Rıdvan Akar, Varlık Vergisi Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, Bel­ge Yayınları, İstanbul, 1992.

5      Söz konusu roman, 1990 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenle­nen Sedat Simavi Ödülleri yarışmasında 'yayınlanmamış roman' dalında ödül kaza­nacaktı.

6      Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Belge Yayınları, İstanbul, 2000.

7      Filmin gösterime girmesi vesilesiyle ATV, "Siyaset Meydanı"ndaki tartışma program­larından birini bu konuya ayıracak, daha sonra bu programda cereyan eden tartışmalar yayınlanacaktı. Bkz: Ali Kırca, Azınlıklar Kaybolan Renkler, Sabah Kitapları, İstan­bul, 2000. Filmin önce sinema salonlarında daha sonra TRT'de gösterime girmesi ve romanda Yahudi olan bir kahramanın filmde Ermeni'ye dönüşmesi üzerine yaşanan tartışmalar konusunda bkz. Rıfat N. Bali, The '"Varlık Vergisi " Affair A Study On lts Legacy - Selected Documents, The !sis Press, İstanbul, 2005, s. 133-180.

)aşanlar, bir başka deyimle "gayr-ı resmi tarihçiler" ile klasik tarih anlatımını tekrarlayanlar arasında yaşanan polemiklerdi.

Bu "yeni ve eleştirel bakış"ın en önemli özelliği, aydınlar camia­sının gündemine "Türkleştirme" kavramını yerleştirmiş olmasıydı. Burada ilginç olan ve not edilmesi gereken husus (a) Türk Yahudile- ri konusunda yayınlanan telif ve yabancı eserlerin sadece Tek Parti dönemini kapsamalarına, (b) Cumhuriyet yıllarında Ermenilerin ve Süryanilerin yaşantıları konusunda telif veya yabancı hiçbir ince­lemenin mevcut olmamasına, (c) Cumhuriyet döneminde Rumların yaşantısı konusunda yayınlanmış ancak Türkçeye çevrilmemiş tek incelemenin "Türkleştirme" tezini savunmamasına rağmen8 sol ve liberal görüşlü aydınlar ile müesses nizama muhalif kesimde Türk­leştirme siyasetinin günümüze kadar süregeldiğine, gayesinin de azınlıkların nüfusunu asgari düzeye indirip Türkiye'nin demografik açıdan homojenleşmesini sağlamak olduğuna dair yaygın bir kana­atin yerleşmesidir.

Bu kanaatin birçok örneği ileride zikredilecektir. Burada bazı bariz örneklerini vurgulayalım. Marksist görüşteki Türkiye ve Ortado­ğu Forumu Vakfı - Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacılarından Gülçiçek Güne) Tekin'in, İttihat Terakki'den Günümüze Yek Tarz-ı Siyaset: Türkleştirme başlığını taşıyan kitabıdır. Yazar, kitabında Türkleştirme siyasetini özetle şöyle tarif etmekte:

Cumhuriyet dönemindeki gayrimüslimlere karşı yapılan ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, İttihat Terakki dönemini aratmayacak nite­liktedir. Bu dönemdeki bütün politikalar, şiddet yoluyla toplum­sal yapının ve iktisadın Türkleştirilmesi, ayrıca, gayrimüslimlerin Türkiye' den kaçırtılması üzerine kurulmuştur.9

8       Alexis Alexandris, The Greek Minority of lstanbul and Greek-Turkish Relations 1918-1974, Center of Asia Minor Studies, Atina, 1983.

9       Gülçiçek Güne!, İttihat Terakki 'den Günümüze Yek Tarz-ı Siyaset: Türkleştirme, Bel­ge Yayınları, İstanbul, 2006, s. 185-186.

Gülçiçek Günel Tekin'in kitabını yayınlayan Belge Yayınları'nın genel yayın yönetmeni Ragıp Zarakolu da resmi ideolojinin azın­lıklara yaklaşımını, sadece kendi yayınevinden yayınlanan eserleri kaynak göstererek şöyle özetlemekte:

Resmi ideoloji, azınlıkları Batının 5. Kolu olarak gördü ve ulusal güvenlik açısından, silinmesi gereken bir tehdit olarak tanımladı. 1925'te Medrese, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile Aleviler ve Kürtler kendi kültürlerini devam ettirecekleri kurumlardan yoksun bırakıldı. 1927'de harf devrimi ile yurttaşların tarih ile olan bağları kesilir ve genç kuşaklar resmi ideoloji ve tarihe mahkum edilirken, asimilasyon politikaları ile de dilkırım [linguacide] politikalarına yönelindi.10 30'lu yıllarda Yahudiler Trakya'dan sürüldü." İkin­ci Dünya Savaşından, azınlıkların ekonomik olarak tasfiyesi için fırsat olarak yararlanıldı.12 Gizli raporlarda, "İstanbul'un fethinin 500. yılında İstanbul'da Rum kalmamalıdır" deniliyordu. Ve yıl­dönümünden 2 yıl sonra 6-7 Eylül Olayları patlak verdi.13 Lozan "fatihi" İsmet Paşa, 1960 darbesinden sonra ilk koalisyon hüküme­tini kurduktan sonra, "nerede kalmıştık" diyerek, azınlıkların mut­lak tasfiyesini planlayan gizli "Azınlıklar Tali Komisyonunu" kur­du. İki yıl sonra 1964 'te İstanbul Rumsuzlaştırıldı. 14 2000 yılında Kıbrıs "fatihi" Bülent Ecevit ve yardımcısı MHP [Genel Başkanı] Devlet Bahçeli, MGK'ya bağlı "Sözde Ermeni Soykırımı İddiaları ile Mücadele Komisyonu'nu" kurdu. 2007 Ocağında Hrant Dink, 1915'ten sonra katledilen ilk Ermeni aydını oldu. Bence kurşunu sıktıran el, coğrafyamızda birlikte yaşadığımız halkları "ötekileşti- ren" resmi ideoloji ve tarih idi.15

1   O Gülçiçek Günel Tekin, Beyaz Soykırım I Türkiye 'nin Asimilasyon ve Dilkırım Politi­kaları, Belge Yayınları, İstanbul, 2009.

11    Yelda, İstanbul 'da Diyarbakır 'da Azalırken, Belge Yayınları, İstanbul, 1995; Yelda, Çoğunluk Aydınlarında lrkçılık, Belge Yayınları, İstanbul, 1998; Yelda, Hele Bir Git­sinler Diyalog Sonra, Belge Yayınları, İstanbul, 2003.

12    Ali Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942-1944 Ekonomik ve Kültürel Jenosid, Belge Yayınları, İstanbul, 2009.

13    Emine Erdem, Bir Yerde Bir Gül Ağlar, Belge Yayınları, İstanbul, 2000.

14    Rıdvan Akar, lstanbul 'un Son Sürgünleri, Belge Yayınları, İstanbul, 1999.

15    Ragıp Zarakolu, "Resmi İdeoloji ve Ermeni Soykırımı", Resmi Tarih Tartışmaları-8 Türkiye 'de "Azınlıklar ", ed: Fikret Başkaya-Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitap­lığı, Ankara, 2009, s. 283-293.

İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Aktar da "The AKP and Non-Muslims of Turkey: A Re-Assessment" (AKP ve Türkiye'nin Gayrimüslimleri: Bir Yeniden Değerlendirme) baş­lıklı tebliğinin özetinde Cumhuriyet'in gayrimüslimlere karşı tav­rını ve amacını, "Nihayet Türkiye' deki gayrimüslim varlığını imha etme ve kökünden söküp atmayı amaçlayan merhametsiz Cumhuri­yetçi tavrın "eski imparatorluk mirası"nı hatırlatan bir unsur olarak gayrimüslimleri koruma altına alan ve sınırlayan bir tavır olarak değiştiğini söyleyebiliriz" demekteydi.16 Bu yorumda not edilmesi gereken, Cumhuriyetçi ideoloji için kullanılan "merhametsiz" nite­lemesi ve bu tavrın sol ve liberal görüşlü diğer aydınların benzeri beyanatları ile örtüşmesidir.

3-    "Gayr-ı Resmi Tarih" Yazıcıları Açısından

Türkleştirme Siyaseti

Tek Parti döneminde geçerli olan ve azınlıkları zımmiden yurttaşa dönüştürmeyi hedefleyen "Türkleştirme siyaseti"nin günümüzün sol ve liberal görüşlü aydınlar camiası tarafından nasıl anlaşıldığı konusu incelendiğinde; "İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul ettiği ve Osmanlı Ermenilerin soykırıma tabi tutulmasıyla sonuçlanan Tehcir Kanunu'nun amacı Anadolu'yu Er­meni ve Rum nüfusundan arındırarak homojenleştirme idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin bu Türkleştirme, başka bir deyimle Türkiye Cumhuriyeti'ni azınlıklardan arındırma siyaseti, Cumhuriyet yılla­rında da sistemli bir şekilde devam etti. Daha başka bir deyimle İtti­hatçı zihniyet, Cumhuriyet yıllarında da egemen oldu ve varlığını bir dizi olaylarla belli etti" şeklinde özetlenebilecek olumsuz bir ortak kanaatin bu kesime yaygın bir şekilde hakim olduğu gözlemlenebilir.

16 "Finally we can argue that the ruthless republican attitude aiming for the destruction and eradication ofnon-Muslim presence in Turkey has shifted towards a preservation and containment ofnon-Muslims as something reminiscent ofour 'good old imperial hcritage.' "inside, Outside: I O Years ofthe AK Party Government Revisited, İstanbul Şehir Üniversitesi, 31 Mayıs-1 Haziran 2013 konferans tebliğleri in özet kitabı, s. 1.1. http://mot.sehir.edu.tr/PagesletkinliklConccpt.aspx

4-    Türkleştirme Siyasetinin "Kanıtları”

Bu görüşü savunan kişilere göre azınlıkların nüfusunu asgariye in­dirmeyi hedefleyen planlı bir Türkleşme siyasetiyle karşı karşıya olunduğunun kanıtları, geçmişte cereyan eden bir dizi olaydı. Bu olaylar şunlardı:

(a)          30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan "Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol" ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, İstanbul vilayetinin dışında yerleşik Rum asıllı Türk vatandaşlarının, Batı Trak­ya bölgesi hariç, Yunanistan'da yerleşik Müslüman Türk asıllı Yunan yurttaşlarıyla mübadele edilmeleri,17

(b)         Cumhuriyet'in ilk yıllarında umumi yerlerde sadece Türk­çe konuşulmasını hedefleyen "Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyası, 18

(c)          4 Haziran 1932 tarihinde kabul edilen 2007 sayılı "Türkiye' de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkın­da kanun" ile oturma ve çalışma iznine sahip olan yabancı uyrukluların, kanunun yayınlanma tarihinden bir yıl içinde işlerini terk etmeye mecbur edilmeleri,19

17 Mübadele konusunda çok sayıda inceleme ve hatırat mevcuttur. Temsili mahiyet­te şunlar zikredilebilir: Kemal Arı, Büyük Mübadele, Tarih Vakfı, İstanbul, 1995; Ege 'yi Geçerken: 1923 Türk Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, ed: Renee Hirschon, çev: Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005; Yıldırım Onur, Dip­lomasi ve Göç: Türk Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2006; Bruce Clark, İki Kere Yabancı, çev: Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlan, İstanbul, 2008. Lozan Mübadilleri Vakfı da bu konuda çok sayıda araştırma yayınlamıştır.

18 Bu konuda birçok eser mevcuttur. Yalnızca "Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyasını inceleyen bir makale için bkz. Senem Aslan, "Citizien, Speak Turkish!", A Nation in the Making", Nationalism andEthnic Politics, Cilt 13, Sayı 2, Nisan 2007, s. 245-272.

19 Bu konuda ayrıntılı bir araştırma için bkz. Rıfat N. Bali, Xenophobia and Protec- tionism - A Study ofthe 1932 law Reserving Majority ofOccupations in Turkey to Turkish Nationals, Libra Kitap, İstanbul, 2013.

(d)         1934 yılının Haziran-Temmuz aylarında Yahudi nüfusunun yoğun olduğu Trakya'nın il ve ilçelerinde (Çanakkale, Edir­ne, Kırklareli, Tekirdağ, Çorlu) Yahudilere ait evlere ve ma­ğazalara karşı gerçekleşen taciz ve yağma eylemi,20

(e)          Nisan 1941-Temmuz 1942 arasında ihtiyat olarak askere alınan gayrimüslim erkeklerin nafıa taburlarında istihdam edilmeleri,21

(O 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlıklara karşı keyfi ve ayrımcı bir şekilde uygulanması,22

(g)         6-7 Eylül 1955 günlerinde İstanbul ve İzmir'de Rumlara ait işyerleri, kilise, mezarlık ve gazetelere yönelik yağma ve imha eylemleri,23

20 Ayrıntılı bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Libra Kitap, İstanbul, 2012.

21 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, Yirmi Kur'a Nafıa Askerleri, Kita- bevi Yayınları, İstanbul, 2008.

22 Ayrıntılı bilgi için bkz. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme' Politikaları, İle­tişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 135-244; Yorga Hacıdimitriadis 'in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011; Arslan Başer Kafaoğlu, Varlık Vergisi Gerçeği, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002; Rıfat N. Bali, The "Varlık Vergisi " Affair A Study on Jts legacy - Selected Documents, The lsis Press, İstanbul, 2005; Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Doğan Kitap, İstanbul, 2009; Hüseyin Perviz Pur, Varlık Vergisi ve Azınlıklar, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2007; Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942-1944 Ekonomik ve Kül- tiirel Jenosid, Belge Yayınları, İstanbul, 2009; Rıfat N. Bali, Varlık Vergisi Hatıralar- Tanıklıklar. Libra Kitap, İstanbul, 2012. Varlık Vergisi'ni savunan bir bakış için bkz. Cahit Kayra, Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi, Tarihçi Yayınlan, İstanbul, 2011. Varlık Vergisi'nin yabancı uyruklu mükelleflere uygulaması için bkz. Rıfat N. Bali, l 'Affaire Jmpôt Sur la Fortune (Varlık Vergisi), Libra Kitap, İstanbul, 201 O.

23 Bu konuda yayınlanmış en son ve en geniş kapsamlı eser, Speros Vryonis Jr'un ki­tabıdır: Speros Vryonis Jr, The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom of September 6-7, 1955, and the Destruction ofthe Greek Community of İstanbul, Gre- ekworks, New York, 2007. Diğer eserler şunlardır: Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayla­rı / Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında, çev: Bahar Siber, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009; Emine Gürsoy Naskali, 6-7 Eylül Olayları Davası I Yassıada Zabıtları il, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2007; Hulusi Dosdoğru. 6- 7 Eylii! Olayları, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1 993; Fatih Akın, Türkiye 'de Azınlık

(h)         30 Ekim 1930 tarihli "Türkiye ile Yunanistan arasında İka­met, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi"nin 16 Mart 1964 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından tek taraftı olarak feshedilmesi neticesinde Türkiye'de ikamet eden Yu­nan uyrukluların oturma ve çalışma izinlerinin iptal edilme­leri ve sınır dışı edilmeleri.24

5-    En Çok Atıfta Bulunulan "Kanıt": CHP IX. Büro'nun "Azınhklar Raporu"

a- IX Büro Neden Sorumlu idi?

CHP Umumi İdare Heyeti'nin görev dağılımına göre IX. Büro, "memleketin iktisadi faaliyetleri, Fırka programında yazılı sınıflar üzerinde çalışacak ve programımızın ruhunu teşkil eden sınıf mü­cadelelerine mahal vermeden hepsi arasında ahenk ve müvazenet tesis için konacak kanunları ve Fırka esaslarını yürütmek için çalı­şacak" olan C grubuna bağlı olup "iş, işçiler, esnafteşkilatı, serbest meslek erbabı"ndan sorumlu büro idi.25 Cumhuriyet Arşivleri'nde mevcut "Dokuzuncu Büronun Çalışma Planı" başlıklı belgede de aynı görev tanımı verilmekte.26

Politikaları ve 6-7 Eylül Olayları, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2006; MehmetArif Demirer, 6 Eylül 1955 - Yassıada 6-7 Eylül Davası, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1995; Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda Yeni Bakış, Demok­ratlar Kulübü, Ankara, 2006.

24     Bu konuda bkz. Hülya Demir - Rıdvan Akar, İstanbul 'un Son Sürgünleri, Belge Ya­yınları, İstanbul, 1999.

25    Cumhuriyet Halk Fırkası Katibiumumumiliğin F Teşkilatına Umumi Tebligatı Mayıs 1931 'den Birincikanun 1932 Nihayetine Kadar, Cilt 1, (Mahremdir. Hizmete Mah­sustur. Fırka bürolarında kullanılacaktır), Ankara Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1933, s. 19-20.

26 T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, 490.01/1437.O1.01 rcli:raııslı bdgc.

b- IX Büro 'nun "Azınlıklar Raporu "

IX. Büro'nun resmi görev tanımı bu olmasına rağmen araştırmacı Faik Bulut'un l 998 yılında yayınladığı bir anonim raporda "Umu­mi İdare Heyeti işbölümünde, Türkiye'deki azınlıklara ait işler IX. Büro'ya verilmiştir" ibaresi yer almakta. Tarihsiz ancak muhteva­sından muhtemelen l 944 yılında tanzim edildiği tahmin edilen ve CHP Genel Sekreterliği'ne sunulan bu raporun gayrimüslimler ile ilgili bölümü şöyle:27

1-Anadili Türkçeden Başka Olan Gayrimüslim Ekalliyetler:

Bunlar Yahudilerle Ermeniler ve Rumlardır. Memlekette bunların sayısı (250.000) kadardır. Bunlar Parti proğramının saydığı üç esas- dan hiç birine bağlı olmadıkları gibi, kendilerini Türk camiasından (toplumundan) da saymazlar. Bunun için de Türk devletinin umumi ve şamil garantisini kendilerine kafi görmiyerek ayrıca cemaat teşkilatlarını muhafaza etmişlerdir. Asırlardanberi içimizde dili, kültürü ve ülküsü ayrı ekalliyetler halinde yaşadıklarından içtimai bünyeleri tamamen ayrı bir şekil göstermektedir. Türk Milliyeti ile bunlar arasında geniş ölçüde sıhriyetler de (akrabalıklar) vaki ol­madığından bugünkü Türklükle aralarında bir yakınlık hasıl olma­mıştır. Ayrıca bunlar Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunda, ge­nişlemesinde ve bilahare müdaafasında hiçbir müsbet (olumlu) rol almadıklarından Türk milletiyle tarih birlikleri yoktur. Bunlardan dışarıda müstakil devlet teşkilatı bulunanlar ise bütün emellerini içinde yaşadıkları memlekete değil, dışarıdaki mi111 teşekküllerine bağlamışlardır. İşte bunun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin aza­mi hüsnü niyetle (azami iyiniyetle) almak istediği tedbirler bunlar üzerinde çok müessir olmamıştır. Esasen milli hüviyetleri bu kadar ayrı ekalliyetler (azınlıklar) tarihinin her devrinde ve dünyanın her yerinde daimi bir düalizm içinde yaşadıklarından, hiçbir vakit o memleketin asıl unsurunu teşkil eden milletle tamamen kaynaşma­mış ve sadakat gösterememişlerdir. Ve çok vakit hareketleri hıyanet halinden çıkmamıştır (x) Binaenaleyh Parti proğramımızın arz et­tiği dil, kültür ve ülkü birliğinin tahakkukunu bu gibi cemaatlere mensup fertlerden istemek gayri mümkünü dilemek demektir.

27 Kiirt Sorununun Çözüm Arayışları Devlet ve Parti Raporları Yerli ve Yabancı Öneri- lai l 9;}0-1997, Jcr: Faik Bulut, Ozan Yayıııcılık, İstanbul, 1 998, s. 166-191.

(Ermeniler] 1935 istatistiklerine göre Türkiyede 108. 725 Rum, 57.599 Ermeni ve 56.846 Yahudi bulunmaktadır. Bunların %90'ı İstanbul'da yaşamaktadır. Bunun için bu iş bugün bile kültür mües- seselerimizin çoğunu içinde taşıyan ve Türk Kültürü üzerinde çok tesirli rolü olan bu eski merkezimizin ve en büyük şehrimizin der­didir. Ancak bu derde çare aramadan evvel Anadolu'da bugünkü gayrimüslim ekalliyetler meselesini teşrih etmek lazımdır.

İttihat ve Terakki hükümeti tehcirle Anadolu'daki Ermeni meselesi­ni, Cumhuriyet hükümeti de mübadele (değiş-tokuş) yolu ile Rum meselesini halletmişlerdir. Ancak bugün Ermeniler Anadolu'nun muhtelifyerlerine çöreklenerek yavaş yavaş küçük cemaatler haline gelmekte ve her hangi bir küçük idare makamının gafletinden istifa­de ederek kuvvetlenmeğe çalışmaktadırlar (x) 1938'de iki bin küsür Ermeninin bulunduğu Sivas Vilayetinde bunların sayısının beşbine yaklaştığı bir hakikattır. Bugün Amasya'da Ermenilerin 250 hane teşkil ettiklerini ve şehrin nüfusunun % 15'inin Ermeni olduğunu, Kastamonu'nun Daday merkezinde mevcut 400 küsür Ermeniden 98'inin 10 yaşından aşağı çocuk olduğunu gözönüne alırsak tehli­kenin derecesi kendiliğinden meydana çıkar. (xx)

Ermeniler politik her hangi bir tesiri düşünerek nüfuslarını ço­ğaltmaya çalışmaktadırlar. Hatta Patrikhanenin eski Ermeni darü- leytamcılarını (Öksüzler yurdu) Anadolu'daki Ermeniler nezdine göndererek meşru ve gayrimeşru çocuk nisbetini teşvik ettiğini vaktiyle idare makamlarımızdan duymuştum. Köylerde ve köy ka­rakterini muhafaza eden kasabalarda nüfusun şehirlerden çok fazla bir nisbette arttığı dünyanın her yerinde istatistiklerin tesbit ettiği bir hakikattır. "Şehirler kısırdır ve köylerden aldığı nüfusu da kısır­laştırırlar" mealindeki demoğrafya düsturu (yolundaki demografik kural) her zaman hükmünü icra etmiştir (yürütmüştür). Anadolu köy ve kasabalarında Ermeni nüfusunun artış nisbeti de bu hakikati bu yönden teyit eylemektedir. Sivas'ın, Elazığ'ın, Kastamonu'nun herhangi bir köyünde 8 çocuk yapmaktan çekinmiyen bir insanın büyük bir şehirde bundan çok sakınacağı şüphesizdir. Sivas köyü­nün verdiği kolay hayat irnkanınını ne Taksim ve ne de Yenicami meydanı verebilir. Binaenaleyh Anadolu'nun hiç olmazsa gayri­müslim ekalliyetten tamamen temizlenmesi için bunların her ted­birine başvurularak evvel emirde Anadolu köy ve kasabalarından İstanbul'a nakledilmeleri lazımdır. Bu suretle hem çoğalmalarının önüne geçilmiş hem de yarın bu mesele halledilirken topluca hal imkanı hazırlanmış olur. Ben bu tedbiri kestirme yol olarak gör­mekteyim. Başka tedbirlerin hepsi muvakkat (geçici) olur ve bir gün altından zor çıkabileceğimiz bir dava karşısında kalabiliriz.

İstanbul' da bulunan Ermenilere gelince: Bütün gayrimüslim ekalli­yetlerin içtima ve milli hüviyetlerini yukarıda teşrih ederek temsil­lerinin (asimile edilmelerinin) mümkün olmadığını göstermiştir. Bu hedefe göre alınacak tedbirlerin hedefi mübadele (değiş-tokuş) yolu ile ve kısmen de başka memleketlere göçmelerini kolaylaştırmak suretiyle her gün nisbetlerini azaltmaktır.

Rumlar: Anadolu'da bugün Rum yok denecek derecede azdır. Hiçbir yerde ileride bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul fethinin (500) yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz bir hale getirmektir. Bu hedefe vusul (ulaşma) için tatbiki istenilecek şey Gayrimüslim un­surlar için bu kısmın sonunda teklif edilecek umumi tedbirlerle be­raber bu unsurun Yunanistan'daki Türklerle mübadele yoluyla her iki taraf için hayırlı olacak bir usul takip etmektir.

Yahudiler: Temamen ırki bir dine dayanan ve daima kapalı bir kavmi cemaat halinde yaşayan bu unsur, dünyanın hiçbir tarafında birlikte yaşadığı milletle tamamen kaynaşmamıştır. İki bin yıldan beri vatan ve toprak bağlılığı gibi bir millete yüksek gurur ve şeref veren hislerden mahrum yaşayan Yahudi, dünyada para kuvvetini kendisine tek hedefbilmiştir.

Politikada, ister kapitalist ister sosyalist yolda olsun, daima kozmo­polit ve entemasyonalist cereyanların içinde yaşamağa çalışır. Ya- hudiyi bu vasıflarıyla tanıdıktan sonra milli politikamız bakımından bunlar hakkında karar almak mecburiyetindeyiz Kanaatımca bunlar hakkında alınacak karar evvela bunların dışarıdan gelme suretiy­le memlekette çoğalmasına müsaade etmemek, imkan bulundukça memleketten çıkmalarında her türlü kolaylığı göstermek suretiyle mevcutlarını azaltmak ve iktisadi menfaat kaynaklarından bunla­rı uzaklaştırmak için devlet teşebbüslerinde ve taahhütlerde yer vermemek.

Her ne kadar Rum, Ermeni ve Yahudiler nüfus bakımından küçük birer ekalliyet iseler de, bir çok ithaliit işlerini ve bir kısım sanayi işletmelerini ya doğrudan doğruya veyahut muvazaalı (anlaşmalı/ danışıklı) ortaklarla ellerinde tuttuklarından iş ve ticaret alanları­na hakim bulunmaktadırlar. Teşkilatı Esasiye (Anayasa) kanunu­muzun devletçilik esasına dayanarak bir taraftan büyük ithalat ve ihracatı devlet eline almak diğer taraftan da sanayi işletmelerinde hadlar koyarak bunların iş sahalarını daraltmak mümkün olacağı gibi muvazaalı ortaklıkları da şiddetle takip ederek hem iş sahamızı

milleştireceğimize ve hem de bu yoldan bu unsurların memlekette nisbetlerini azaltmak tedbirini temin edebileceğimize kaniim.28

1     . IX Büro 'nun "Azınlıklar Raporu " ile İlgili Değerlendirmeler

Bu rapor, her ne kadar akibeti ve/veya parti yönetiminin rapora ceva­bı ile ilgili herhangi bir bilgi ve belge mevcut olmasa da, kısa zaman­da sol ve liberal görüşlü aydınlar camiası tarafından Tek Parti döne­minde ve sonrasında cereyan eden azınlık karşıtı olaylar silsilesinin münferit olaylar olmayıp önceden tasarlanmış bir plan ve program çerçevesinde cereyan ettiğinin kanıtı olarak benimsenecekti.

Rıdvan Akar'm Değerlendirmesi

Bu belgenin bu camiada bu şekilde tefsir edilmesi ve yaygınlık ka­zanmasında, Rıdvan Akar'ın belgeyi takdim, tahlil ve tefsir eden makalesi çok etkili olmuştur. Akar' ın 1998 yılında yayınladığı bel­geyi takdim eden makalesi29 sayesinde sol görüşlü aydınlar cami­ası, ilk kez tanıştıkları bu belgeye olağanüstü önem atfedecek ve konuyla ilgili yayınlarında da sık sık atıfta bulunacaktır.

Rıdvan Akar'ın makalesi dikkatle okunduğunda yazarın, bu ano­nim raporu "Türkleştirme siyasetinin kanıtı" olarak kabul etmesi­nin sebebinin, Cumhuriyet döneminde cereyan eden azınlık karşıtı hadiselerin tamamının planlı bir "Türkleştirme siyaseti"nin merha­leleri olduğuna dair bir peşin yargıya sahip olmasından ileri geldi­ği anlaşılmakta. Akar, bu peşin yargısını şu satırlarda açıkça ifade etmekte:

28     Faik Bulut (deri.), Kürt Sorununa Çözüm Arayışları Devlet ve Parti Raporları Yerli ve Yabancı Öneriler (1920-1997), Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 176-179. Metindeki mevcut imla ve diğer hatalar aynen muhafaza edilmiştir.

29     Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti, ya da "Bir Resmi Metin"den Planlı Türkleş­tirme Dönemi'', Birikim, Sayı 1 1O, 1 laziraıı 1 998, s. 68-75.

Bu yüzyılın başından itibaren neredeyse her 1 O yılda bir ortaya çıkan kırılma noktalarıyla azınlıklara dönük tehcir/tecrit ve tezli! süreci bugün hata sürüyor. Bu noktada herhalde bu tartışmayı sür­dürenler açısından en heyecan verici olan bu "istikrarlı" eğilimi sür­düren bir amentünün varlığı olabilirdi. Yıllar, rejimler, yasalar ve devlet adamları değişse de değişmeyen azınlık politikasını gösteren bir "resmi belge" herhalde çok kolaylaştırıcı bir fonksiyon ihtiva ederdi.

Tek parti döneminde yayımlanan Azınlıklar Raporu işte bu heye­can verici "reçetelerden" biri.10 ( •• •) Her araştımacının düşü, tarihi yorumlarken, yaptığı analizi doğrulayacak bir resmi belgenin varlı­ğı olabilirdi. Bu rapor ve yazarının gerçekleşen kehanetleri işte bu heyecanı uyandırıyor.1 1

Bu izahattan da anlaşılacağı üzere Rıdvan Akar 'a göre Cumhuriyet' in kuruluşundan bu yana değişik zamanlarda cereyan eden azınlık kar­şıtı olaylar, iktidarda hangi siyasi parti veya partiler olursa olsun, süreklilik ve kararlılık arz eden bir üst siyasetin sonucuydu. Faik Bulut'un yayınladığı rapor da bu partiler üstü siyaseti "ifşa ettiği" için heyecan vericiydi.

Akar'ın bu yorumu ilginç ve bir yerde "öncü" bir yorumdur. Akar, belgeyi bu şekilde yorumlamakla "Derin Devlet" kavramının po­püler kültüre henüz günümüzdeki gibi yerleşmediği bir tarih olan 1998 yılında, azınlıkların tarih boyunca maruz kaldıkları ayrımcı ve dışlayıcı olayların "Derin Devlet'in icraatları" olduğunu adeta ima etmektedir.

Rıdvan Akar, 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın 48. yıldönümü vesilesiy­le yayınlayacağı bir diğer makalesinde de gene bu belgeye atıfta bulunacak ve şöyle yazacaktı:

Cumhuriyet dönemi "Türkleştirme" politikalarının temeli Cum­huriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker tarafından for­müle edilen millet tanımında yatıyordu. Türk milleti "dil kültür ve

30 Rıdvan Akar, a.g. m., s. 69.

:ı 1 Rıd\ an Akar, a.g.111.,   75.

mefkure/ülkü birliğine" sahip olan vatandaşlardan oluşurdu. Yani Türk milletine mensup olanlar, Türkçe konuşacaklar, geçmiş değer- leri/tarihi paylaşacaklar ve Cumhuriyet'in geleceğine dönük "emel birliği"ne sahip çıkacaklardı. Recep Peker bu üç "olmazsa olmaz" nitelikten ikincisinin kimi yurttaşlar için geçerli olmayacağını tespit etmişti. Cumhuriyet'in kuruluş sürecinde özellikle Rumlar ve Er­menilerle ortak bir "kültür birliği" aramak beyhude bir çaba olurdu. Zira 1915 tehciri ve 1924 nüfus mübadelesi hafızalarda canlılığını koruyordu. Peker de millet tanımında, dil ve emel birliğinin, ülkede yaşayan Hıristiyan vatandaşlar için yeterli olacağını ifade etmişti. Ancak İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'de Türkçülüğüyle övünen, Türkçülüğü kültür değil, aynı zamanda kan meselesi olarak da gören bir başbakan vardı. Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun iktida­rı sürecinde Türkiye Varlık Vergisi uygulamasını yaşadı. Gayrimüs­lim azınlıkları mülksüzleştiren ve ticareti Türkleştiren bu uygulama sürecinin sadece iktisadi bir tasarruf olmadığını ise aynı dönemde CHP içinde azınlıklar ve gelir dağılımından sorumlu 9. Büro tara­fından hazırlanan bir rapordan anlıyoruz. "Azınlıklar Raporu"nun başlığımızı ilgilendiren Rumlarla ilgili bölümünde şu görüşlere yer verilmişti: 'Anadolu'da bugün Rum yok denecek kadar azdır. Hiçbir yerde ilerde bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul'un fethinin (500.) yıl dönümü­ne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale getirmektir.' ( ...) Fethin 500. yıldönümü 1953 yılını işaret ediyordu. İki yıl gecikmeyle İstanbul 'u Rumsuzlaştırma projesi, Türk siyasi tarihini en büyük provokasyo­nu ile gerçekleştirilmek istendi. Ve bugünkü demografik verilere bakılırsa da "başarılı" oldu.32

Rıdvan Akar, aynı görüşünü, 2006 yılında İstanbul' da düzenlenen İstanbul Rumları ile ilgili konferansta yaptığı konuşmada da tek­rarlayacaktı:

Tek Parti döneminde, "20 kura", "Varlık Vergisi", "cemaat okul­ları ve hayır kurumlarına dönük kısıtlamalar", "iktisadi hayatın Türkleştirilmesi" gibi "Türkleştirme" hedefiyle uygulanan bir dizi pratik, siyasal gelişmeler olmaktan ziyade gayrimüslim azınlıkların

32 Rıdvan Akar, "İki Yıllık Gecikme: 6-7 Eylül 1955", Toplumsal Tarih, Sayı 117, Eylül 2003, s. 86-93, 86.

"imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kütle" içerisinde eritilmesi hede­fini güden uygulamalardır. Gayrimüslim topluluklara yönelik o dö­nemdeki hakim düşünce biçiminin bir sonucudur bu uygulamalar.33

Rıdvan Akar'ın, IX. Büro'un raporunda yer alan "kehanet"e atıf­ta bulunarak yaptığı bu yorum yanlıştır zira raporda bahsi geçen "İstanbul'un Fethi'nin 500. yıldönümü"ne tekabül eden l 953 yı­lında DP hükümeti, azınlık cemaatleri liderleriyle mükemmel iliş­kilere sahipti. Böyle olduğu için de İstanbul'un Fethi'nin 500. yılı kutlamalarının, azınlıklara ve özellikle Rumlara karşr milliyetçi duyguların gelişmesine fırsat vermesini, "Hilal'in Haç'ı mağlup etmesi"ni fazlaca vurgulayarak Türk-Yunan ilişkilerini zedeleme­sini ve Hıristiyan dünyasını incitmesini istemeyen DP, kutlamala­rın sönük geçmesine uğraşacak ve bunda da muvaffak olacaktı.34 Bu nedenle de basın, törenin sönük geçmesine tepki gösterecek ve üzüntülerini dile getirecekti.35

Dilek Güven'in Değerlendirmesi

Bu raporu en yanlış şekilde değerlendiren çalışma ise Ruhr Üni­versitesi Bochum, Tarih Fakültesi doktora öğrencilerinden Dilek Güven'in, Prof. Dr. Fikret Adanır'ın danışmanlığında 2004 yılında savunduğu ve 6-7 Eylül 1955 Olayları'nın 50. yıldönümünde Türkçe çevirisini yayınladığı doktora tezidir. Dr. Güven, 6-7 Eylül Olayları'nı

33 Rıdvan Akar, "Dış Politikanın Rehineleri: Rumlann 1964'te Sürgün Edilmesi", İstanhııl Rumları Bugün ve Yarm, haz: Foti Benlisoy - Anna Maria Aslanoğlu - Haris Rigas, Zoğrafyon Lisesi Mezunları Derneği, İstos Yayın, İstanbul, 2012, s. 165-173.

'4 NARA, RG59 General Records of the Department of State, Central Files, Decimal File 2950-1954, 3 Haziran 1953 tarih ve 882.424/6-353 sayılı belge aktaran Rıfat N. llali. Devlet 'in Örnek Yurttaşları, Kitabevi, İstanbul, 2009, s. 24-25.

1 ' "BOyilk Fetih ... ", Yeni Sabah, 29 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "Bugün", Hürriyet, 29 Mııvıs 1953; "Bir Fiyasko", Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; "Ankara'nın Alakasızlığı Ynıllıı llOyOk Bir Teessür Uyandırdı", Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "llllvllk Bayramınız", Hürriyet, 31 Mayıs 1953; "Bravo Yunanlılar Beğendi", Yeni ,■. ılı. ı I M.e, ı:. I 953. “Bülün İnsanların Uayraıııı", Yeni Sabah, 2 Haziran 1953.

inceleyen bu çalışmasında 1944 yılında hazırlandığı tahmin edilen IX. Büro raporunun 1946 yılında hazırlandığını varsayacak,36 bu raporun "Devlet'in azınlıklardan kurtulmak istediği"nin kanıtı ol­duğunu savunacak, 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nın raporda öngörülen "500. yıl kutlamalarına kadar İstanbul'da tek bir Rum bırakmama" hedefine bir adım daha yaklaştırdığını ileri sürecektir.37

Benzer bir yorumu, aynı belgeye dayanarak sol görüşlü insan hak­ları aktivisti Sait Çetinoğlu,38 Gelawej İnternet sitesi editörü olup Berlin'de siyasi mülteci olarak yaşayan Recep Maraşlı,39 Taraf ga­zetesi yazarı Ayşe Hür4° ve Sınıf Mücadelesinde Marksist Tutum dergisi yazarı Cem Keskin de yapacaklardı:

TC devletinin kuruluşundan itibaren siyasal yaşama damgasını vu­racak olan kesim Osmanlı'dan sarkan sivil-asker bürokrasi olacaktı. Burjuvalaşma öncelikli olarak bu bürokratik elit kesimde ve onun eliyle gerçekleşecekti. Bir taraftan M. Kemal, Türk burjuvazisine "zenginleşin" diye seslenirken, öte taraftan, kimi uygulamalarla gayrimüslimlerin elinde yoğunlaşan sermayenin, Türk burjuvazi­sine akışı amaçlanıyordu. Bu tarihlerde, İT (İttihat ve Terakki)41 çizgisinin takipçisi olan CHP tarafından hazırlanan "Azınlıklar Raporu"nun Rumlarla ilgili bölümünde şu ifadeler yer almaktay­dı: "Anadolu'da bugün Rum yok denecek kadar azdır. Hiçbir yerde ilerde bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rum-

36 Dilek Güven, a.g. e., s. 122.

37 Dilek Güven. a.g. e. s. 141.

38 Sait Çetinoğlu, "6-7 Eylül'', Resmi ideoloji Sö:: lüğü, ed: Fikret Başkaya - Tolga Er- soy, Özgür Üniversite, Ankara, 2007, s. 703-716.

39 Recep Maraşlı, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı, Peri Yayınla­n, İstanbul, 2008, s. 387. Maraşlı, bir diğer makalesinde de bu görüşü tekrarlayacak­tır. Bkz. Recep Maraşlı, "Resmi İdeoloji/Resmi Tarih ve "Azınlıklar'', Resmi Tarih Tartışmaları-8 Türkiye 'de Azınlıklar, ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 11-40.

40 Ayşe Hür, "Cumhuriyet' in Azınlık Raporu'', Taraf, 22 Ocak 2012.

41 İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kısaltılarak kullanılması halinde doğru kısaltma şekli İTC olmalıdır. Nitekim sanal ansiklopedi wikipedia da böyle kullanmaktadır. (http:// tr.wikipedia.org/wiki/lttihat_ve_Terakki) Ancak kimi sol görüşlü ve müesses niza­ma muhalif aktivistler, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden bahsederken aşağılayıcı bir anlam taşıyan "it" sözcüğüne gönderme yaparak İT kısaltmasını kullanmayı tercih etmekteler.

lar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hu­susta söylenecek tek söz, İstanbul'un fethinin (500.) yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale getirmektir."

Türk egemenlerinin bu hedeflerine iki yıl gecikmeyle de olsa ulaş­malarına vesile olan 6-7 Eylül Olayları'dır. Osmanlı'nın son döne­minde "İT iktidarının, devleti kurtarmanın temel bir yönü olarak, milli bir burjuvazi yaratmayı kendine hedef koyması, azınlıkla­rın mülksüzleştirilmeleri yolunda önemli bir dönemeç noktasıy­dı" Aynı amaçla 1915'te gerçekleştirilen Ermeni Soykırımı ile 1924 'teki nüfus mübadelesi, bu İT misyonunu tamamlamak için yeterli olmamıştı. Ardından 1942-44 arasında getirilen Varlık Ver­gisi de, çok önemli bir adım teşkil etmekle birlikte kafi görülmedi. Osmanlı'nın son döneminden bu mirası devralan yeni Türk devle­tinde, 6-7 Eylül Olayları Türk burjuvazisinin amacına ulaşmasında yeni dönemeç noktasını oluşturdu. 42

Ayşe Hür'ün Değerlendirmesi

Ayşe Hür, bu rapora yaptığı bir atıfta elde hiçbir kanıt olmaması­na ve de raporu ilk kere kamuoyuna takdim ve tahlil eden Rıdvan Akar'ın raporun muhtemelen 1944 yılında yazıldığını belirtmesine rağmen raporun l 946 yılında yayınlandığını varsayacak ve akabin­de şu yorumda bulunacaktı:

Raporda Türk milliyetçiliği dil, kültür ve ülkü birliği olarak tanım­landıktan sonra gayrimüslimlerin kendilerini bu ilkelerden hiç­birine bağlı hissetmedikleri, bu nedenle cemaat yaşamlarını Türk kültürüyle bütünleşme amacı taşımadan sürdürdükleri söyleniyor­du. Raporu kaleme alanlara göre, bu grupların Türklerle birlikte dil, kültür ve ülkü birliğine yöneltilmeleri imkansız olduğundan çözüm bu grupların yurt dışına göç ettirilmesiyle çözülebilirdi. Rapor şöyle devam ediyordu: "İstanbul'da özellikle Rumlara kar­şı ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var: İstanbul'un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile kalmamalıdır." Ancak bu sorunun çözümüne geçilmeden önce Anadolu'nun geri kalan kısmı gayrimüslimlerden arındırılma-

42 Cem Keskin, "6-7 Eylül Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi", 7 Eylül 2005, \\'\\W.ınarksist.coın/priııt/ 149

lıydı. Rapor doğrultusunda hemen harekete geçildi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB'nin Ermenilere kapısını açması fırsat bi­linip, Ermenilere baskı yapılmaya başladı. 1946 yılı sonunda baş­vuruların sayısı 1 O bine ulaşmıştı. Ermeniler göçmen olmak için SSCB konsolosluklarına akın edince de 'Ermenilerin ne kadar hain' olduklarına dair propagandalara hız verildi.43

Burada yapılan iki ciddi hata var. İlki, tarihsiz ve muhtemelen l 944 yılında düzenlendiği tahmin edilen bir belgenin, 1946 yılında tan­zim edildiğini varsayarak, hadiselerin kronolojik olarak yer aldığı bir zaman dizininde bu raporu 1946 yılı olarak yer vermek. İkincisi tarihi gerçekleri çarpıtmak. Yukarıda alıntılanan bölümde "Rapor doğrultusunda hemen harekete geçildi. İkinci Dünya Savaşı son­rasında SSCB'nin Ermenilere kapısını açması fırsat bilinip, Erme- nilere baskı yapılmaya başlandı" beyanının gerçekle ilgisi yoktur. Ayşe Hür'e göre baskıyı yapan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bu baskı­dan dolayı da Ermeniler, SSCB Konsolosluğu'na akın etmişlerdir. Gerçek ise şudur: Türkiye Cumhuriyeti, Ermenilere SSCB'ye göç etmeleri için baskı yapmamıştır. Türkiye'de yaşayan Ermeniler, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin "anavatana dönün" çağrısı üzerine SSCB Konsolosluğu 'na başvurmuşlardır.44

43 Bugünün Bilgileriyle Kemal 'in Türkiye 'si, La Turquie Kemaliste, ed: Bülent Özükan, Boyut Yayınlan, İstanbul, 2012, s. 247.

44 Rıfat N. Bali, "Ennenistan'ın Anavatana Geri Dönün" Çağrısının Diaspora Ermeni- lerine ve Türkiye'ye Etkisi", Tarih ve Toplum, Sayı 210, Haziran 2001, s. 13-19.

İV - "AZINLIKLARI TÜLLEŞTİRME SİYASETİ" GÜNÜMÜZDE NASIL ANLAŞILMAKTA?

Geçmişte cereyan etmiş azınlık karşıtı olayları, Devlet'in "azınlık­ları planlı bir şekilde azaltarak yok etme siyasetinin merhaleleri" olarak kabul eden, CHP'nin IX. Büro'su tarafından hazırlanan ra­poru da bu siyasetin "nihai belgesi" olarak algılayan ortak kanaatin birçok örneği mevcuttur. Bu kanaatlerin dile getirilişleri, değişik kategorilerde sınıflandırılabilir:

1    - "Kanıtlar"m Sıralandığı Beyanlar

             Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'ne bağlı araştırmacı Dr. Fuat Dündar:

"Dili, kültürü, tarihi ayrı" kitlelerin varlığını sürdürmesi halinde ulusal bir birlik inşası mümkün olamayacağından, bazı politikalar seri bir şekilde uygulamaya konur; 20 Kura İhtiyatlar Olayı, Mec­buri İskan yasası, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası, Türk Ta­rih Tezi, Güneş Dil Teorisi, Türkiye'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun, 1934 Trakya Olayları, 1934 Soyadı Kanunu gibi. 1

Fuat Dündar, Türkiye Nüfas Sayımlarında Azınlıklar, Çiviyazıları, İstanbul, 2. baskı, 2000, s. 50-51. Bu kitap Yunancaya da çevrilmiştir. Birdönem İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Azınlıklar Komisyonu üyesi olan Dündar, yüksek lisans tezi olan İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskdn Politikası (1913-1918), (İletişim Yayın­ları, İstanbul, 2001) kitabının yazarıdır. Dündar, 23 Aralık 2006 tarihinde Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)'de savunduğu "L'lngenierie Ethnique

Nüfus sayımlarının dil ve din sonuçlarının iktidarın azınlık karşıtı politikalara bir veri sağladığı bir gerçektir. 1927 sayımı sonrası Va­tandaş Türkçe Konuş Kampanyası, Mecburi İskan Yasası, Trakya Olayları vb. tesadüf değildir. Bunlar bize, sayım sonuçlarının azın­lık karşıtı politikalar oluşturulmasındaki sayımların işlevini göste­riyor. Nitekim bu politikalar sonuca ulaşmış, "Türkiye nüfusunun çoğunluğunu Müslüman ve Türklerin oluşturduğu tüm dünyaya" gösterilmiştir. 2

             İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon üyesi Ayşe Günaysu:

Cumhuriyet döneminde de devam eden, bu çok etnili, çok dilli, çok dinli ülkeyi Türkleştirme sürecinin ve bu sürecin devamı olan azın­lık karşıtı politikaların belli başlı uğrak noktaları, 1924 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyaları, 1934 Trakya Olayları, 20 Kur'a ihti­yatlar, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 Rum Sürgünü ve bütün bunları mümkün kılan genel ortamı belirleyen iki faktör vardır: Devlet politikaları ve genel kamuoyunun duygu ve düşün­ce dünyası. Devlet politikaları bunların olabilmesi için gerekli alt­yapıyı kurmuş, genel kamuoyunun duygu ve düşünce dünyası da gerekli toplumsal desteği sağlamıştır. Bu duygu ve düşünce dün­yasının belli başlı bileşenleri, kalabalıkları harekete geçiren, sık sık ırkçılıkla iç içe geçen Türk milliyetçiliği, yabancı düşmanlığı, şid­det ve "galeyan"a gelmeye hazır kitlelerin özümsemiş olduğu linç kültürüdür. ( ...) Bu yukarıda anlatılan, ne 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyaları, ne 6-7 Eylüller, ne de diğerleri birbirinden kopuk, arızi, ya da münferit olaylardı. Bunlar Türklük bilincinin belli başlı tezahürlerinden olan, ince ince örülmüş bir gayrimüslim düşmanlı­ğının belirli noktalarda patlak vermesiydi.1

du Comite Union et Progres: la Turcisation de I 'Anatolie (1913-1918)" başlıklı te­ziyle "tarih ve medeniyet dalında doktor" ünvanını almıştır. Söz konusu tez, Türk- çeye de çevrilmiştir: Fuat Dündar, Modern Türkiye "nin Şifresi İttihat ve Terakki 'nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. Yazarın en son çalışması şudur: Kahir Ekseriyet Ermeni Nüfus Meselesi (1878-1923), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2013.

2     Fuat Dündar, a.g.e., s. 137-138.

3    Kavram Sözlüğü il Söylem ve Gerçek, ed: Fikret Başkaya, Türkiye ve Ortadoğu Vakfı ÖLgür Üniversite Kitaplığı. Ankara, 2006, s. 165 ve l 70.

İT ile Cumhuriyet'i azınlık politikaları açısından birbirine bağlayan ve her şeyi tek bir sözcükte özetleyen kavram, "Türkleştirme"dir. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Anadolu'nun çok-etnili, çok- dinli toplumsal çeşitliliğinin, zorla homojenleştirilmesi ve bu coğ­rafyanın bir "Türk yurdu" yapılması süreci Milli Mücadele'nin ana içeriğini oluşturmuş, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde ve sonra­sında da sürmüştür. Bu bakımdan İT ile Cumhuriyet arasında kesin­tisiz bir süreklilik söz konusudur.

"Türkleştirme" politikasının bileşenlerini, kabaca şöyle sıralayabi­liriz:

1.            Nüfusun gayrimüslimlerden arındırılması. "Türkiye Türklerin- dir" şiarında ifade bulan homojen bir ulus yaratılması. Sürgün, zo­runlu göç, iskan politikaları aracılığıyla etnik-demografik haritanın değiştirilmesi, kısacası toplum mühendisliği.

2.            Gayrimüslim varlığına el konulması, Müslüman nüfusa aktarıl­ması. Yağma.

3.            Bu politikalara kitle desteği sağlamak için sık sık ırkçı bir çehre­ye bürünecek şekilde Türklüğün yüceltilmesi, bütün bir toplumun Türklük ruhu etrafında birleşmesi talebi, diğer kimliklerin aşağı­lanması, düşmanlaştırılması ya da etkisizleştirilerek görünmez kı­lınması.

Bu politikanın yaşama geçirilmesi için "olmazsa olmaz" unsur, otoriter, baskıcı bir devlet, militarist bir rejim, onun ayrılmaz bir parçası olan, "vatan" için hukuk dışına çıkmayı meşru sayan devlet anlayışı ve onun pratiğe yansıyan "özel savaş" ya da "gayri-nizami harp" operasyonlarıdır. Bu, İT ile Cumhuriyet'in en önemli ortak özellikleridir ve azınlık karşıtı politikaları mümkün kılan kurumsal altyapıyı oluşturur.4

             BirGün gazetesi yazarı Gökhan Kaya:

Türkiye'de rejimin karakterini belirleyen önemli olaylardan birisi de, Balkan savaşlarındaki yenilginin ardından İttihat ve Terakki'ye ege­men olan sermayenin Türkleştirilmesi girişimidir. Azınlıkların elin­deki sermaye birikiminin Müslüman eşrafve girişimciye aktarılması Ermeni tehciri ile başlayıp Cumhuriyet döneminde de devlet politika­sı haline gelmiştir. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, Kıbrıs çıkarma­sı dönemindeki yapılan baskılar bu politikanın sürekliliğini gösterir.

4 Ayşe Günaysu, "İttihat Terakki'den Cumhuriyete Azınlıklar'', Resmi Tarih Tartış­maları -3- İttihatçılıktan Kemalizm 'e..., ed Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 208-209.

Türkiye sermayesinin oluşumundaki bu karanlık taraf egemen ittifak tarafından bir 'tabu' olarak konuşulmadan korunmuştur, devlet uzam- tam siyasi yapılar da bu tabuyu korumuş ve kollamıştır.5

             Yazar Orhan Pamuk:

Bu kitabın sonunda el konulan bu tür vakıf mallarının uzun ve iç par­çalayıcı bir listesi var. Belli ki, devletimiz, bizim adımıza tamı tamı­na bizim gibi Türk vatandaşı olan bazılarını "ikinci sınıf vatandaş" ya da "muhtemel düşman" ilan ediyor ve göstere göstere mülklerine, bağlarına, bahçelerine, dükkanlarına, evlerine ve kiliselerine el ko­yuyor. Bunun arkasında Türkleştirme denilen bir siyaset yatıyor.6

             İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon:

Bu uygulamanın gerisinde, Türkiye'de yaşayan azınlıkların varlıkla­rına zaman içinde son verme, Türkiye'yi Türkleştirme politikası ya­tıyor. Çünkü, bir azınlık cemaatinin bireyi kendi cemaatinin vakfına malını hibe edemeyecekse, vakıflar cemaat yararına faaliyet göster­mek amacıyla mülk edinemeyecekse, azınlıklarda geleceklerini bu topraklarda görmeme duygusu yeşerecek , "buralardan gitme" duy­gusu pekişecektir. Azınlık cemaatlerinin toplumsal, kültürel, dinsel ve eğitsel kurumlarını yöneten vakıfların ekonomik can damarları kurutulduğunda, azınlıkların bir toplum olarak varlıklarını sürdür­melerinin olanakları ortadan kalkacaktır. Türkiye 'yi azınlıklardan acımasızca temizleme siyasetinin arkasında İttihat ve Terakki'nin Türkleştirme politikası var. Bu siyaset "genç" Cumhuriyet tarafın­dan da devralındı. Tek parti döneminde, iktidardaki CHP'nin hazır­ladığı Azınlıklar Raporu'nda hedefin "Tek dil konuşan; kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan yurttaşlardan mürekkep siyasi ve içtimai bir bütün meydana getirmek; yani vatan içinde anadili tek, ülküsü tek bir millet yaratmak", olduğu belirtiliyordu. Resmi tarihin yok saydığı, unutturmaya çalıştığı birçok olay bu politika­nın birer parçasıdır. Yahudilerin kitle halinde göç etmesine yol açan 1934 Trakya Olaylan, 60 yaşında ihtiyarlar dahil askerliğini yap-

5 Gökhan Kaya, "Emıeni Meselesi ya da Kong Debelenirken", BirGün, 11 Ekim 2006. 6 Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü, İHD İnsan Hakları Derneği İstan­bul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, İstanbul, 2000, s. 5. Söz konusu kitap, Emıeni Protestan Kilisesi Vakfı'na ait bir gayrimenkulün vakfın elinden alın­masını anlatmakta.

mış gayrimüslim erkeklerin ikinci kez silah altına alınıp ağır işler­de çalıştırıldığı 1941 "20 kur'a ihtiyatlar" olayı, ekonomik hayatın Türkleştirilmesini amaçlayan 1942 Varlık Vergisi, bir pogrom nite­liğindeki 1955 6-7 Eylül Olaylan, 1964 yılında 12 bin Rumun ana­yurtlarından kovulması, hep aynı politikanın hayata geçirilmesinden ibarettir. Azınlık vakıflarının taşınmaz mallarının ellerinden alınması da, bu zincirin, 20 yıldır süren en son halkalarından biridir.7

             Today s Zaman ile Zaman gazeteleri (günümüzde Daily Sabah) yazarı ve TESEV Danışmanı Etyen Mahçupyan:

Gayrimüslimlere yönelik İttihatçı bakış ve politikalar, cumhuriyet döneminde de kesintisiz bir biçimde sürdürüldü. 1920'li yıllarda Ermeni tüccarların kent sınırları dışına çıkmasını engelleyen veya Ermenileri evlerini göçmenlerle paylaşmak zorunda bırakan uy­gulamalar; Yahudilere yapılan 1934 Trakya pogromu, 1942 Varlık Vergisi ve 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları ile devam etti. 8

Muhafazakar zaviyeden bakıldığında halii ileri sürülebilecek bir muhakeme olabilir. Türkiye'deki ırkçılığın devlet eksenli olduğu, tahriklerle yükseldiği; oysa toplumun böyle bir bakışının olmadı­ğı söylenebilir. Nitekim bir süre önce Ayşe Hür de antisemitizm vakalarını toparladığı yazısında9 genelde devlet uygulamalarından ve devlet adamı beyanatlarından söz ediyordu. Lozan'ı imzalamış olan Türkiye'nin yöneticileri, henüz iki yıl geçmeden bu toprakla­rın gayrimüslimlerden temizlenmesi gereğini yüksek sesle söyle­mekteydiler. Yahudi cemaatine ise mali ve idari baskılar artmakla kalmadı, 1 934'te Trakya' dan kaçmak zorunda kaldılar. Savaş yıl­larında ise bu tavır tam bir utanca dönüştü... Yahudi mültecileri taşıyan Salvador gemisi ve birkaç yıl sonra da Nazilerden kaçan Struma gemisi bilerek tüm yolcularıyla birlikte ölüme gönderildi.

Daha sonraki birçok olay ise hala hafızamızda. . . [115]

Bu ülkede gayrimüslimler son yüz yıl içinde zorunlu bir yabancı­laşma sürecine sokuldular. Bir yandan, devletin kendilerini düşman olarak algılayıp topluma da düşman olarak tanıtmasına tanık oldu­lar. Diğer taraftan, gördükleri baskı ve haksızlıklarla sindiler, kendi cemaatlerine kapandılar ve böylece onlar da Türkiye halkının gene­line karşı yabancılaştılar.

Bu ortam devletin daha da saldırgan ve müdanasız politikalar üret­mesine zemin hazırladı. Amaç belliydi; gayrimüslimlerin bu top­raklardan gitmesi, tercihan son kişiye kadar Anadolu'nun 'arındı­rılması' isteniyordu. Çünkü onların kalıcı bir unsur olarak varlığı 'millet' veya 'kimlik' türü kavramları çok sıkıntılı hale getirmek­te, vatandaşlığın 'Türklük' üzerine yerleştirilmesini olanaksız kılmaktaydı. Çare, gayrimüslim bireyden öte, tümüyle cemaatle­rin birer nostaljik öğe haline gelmesi, romantik geçmişin parçası kılınmasıydı.

Bu hedefe yönelik çok fazla olay yaşandı ve onlarca kanun çıka­rıldı ... Gayrimüslimlerin ticaret imkanları, seyahat özgürlükleri kısıtlandı, evlerine el kondu. Yetmedi, 1934'te Trakya'da, 1955'te başta İstanbul olmak üzere birçok kentte pogromlar yapıldı. Varlık Vergisi kondu, vs. [116]

Bir yerden sonra Cumhuriyetle beraber bu mübadele,12 Yahudilere karşı yapılan 1934'teki Trakya Olayı, bütün bunlar bir şekilde sür­gün mantığıdır ve çok net olarak 'mallarını burada bırak, kendin git' mesajıdır. Nitekim başarılı da olmuştur çünkü bir sürü gayrimüslim gitmek durumunda kaldı. ( ...)

Devletin, Cumhuriyet rejiminin bu kadar sene gayrimüslimler­le ilgili bir tane temel düsturu oldu: "Mal varlıklarını bıraksınlar kendileri gitsinler." Bu kadar basittir. Dolayısıyla bunu sağlamaya yönelik fırsat eline geçtikçe kullanıldı. Bu son on yıla kadar da kul­lanılmaya devam etti. Burada da AK Parti yönetimi farklı, radikal bir cumhuriyet anlayışı, farklı bir rejim anlayışı getirmiş oldu gay­rimüslimler açısından bakınca. 13

               Daily Sabah gazetesi editörü Meryem İlayda Atlas:

Türkiye Cumhuriyeti'nin azınlıklar ile ilgili ulusu homojenleş- tirmeyi hedefleyen, türdeş bir yurttaş kimliği ve varlıkları [Müs-

lümanlara] transfer edip milli bir burjuvazi yaratmayı hedefleyen siyasetini İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden miras aldığı herkes ta­rafından gayet iyi bilinmekte. Benzer bir şekilde Kemalist devletin liderleri İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin sabık üyeleri idi. Kema- listlerin Türk milliyetçiliği ve ulus inşası için yaptıkları faaliyetler gerçekte İttihat ve Terakki tarafından formüle edilmişti ( ...) Ulus inşa etme politikalarının uygulanması sırasında Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler resmi devlet propagandasında tehdit olarak yer aldılar.

1942 yılının Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 Olaylan ve 1964 yılında Rumların sınırdışı edilmeleri, bütün bunlar rejimin gayrimüslimleri tehdit olarak algılaması nedeniyle devlet tarafından icra edilmişti. ı4

             Taraf ve Sosyalist İşçi gazeteleri yazarı ve DSİP üyesi Roni Margulies:

Osmanlı'nın sön döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde azınlıkları öldürmeyi amaçlayan ilk plan değil bu. Sadece öldürme­yi değil, kaçmalarını sağlayarak yok etmeyi amaçlayanları da sa­yarsak, Ermeni katliamıyla başlayıp günümüzün düşük yoğunluklu savaşına kadar gelen ve arada Dersim katliamı, Trakya Olaylan, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, Rumların sınırdışı edilmesi gibi uygulamalardan geçen uzun, kanlı ve gaddar bir tarih yaşandı ve yaşanıyor bu topraklarda.

Bütün bu uygulamaların ortak bir noktası var. Hepsini aynı "şer odağı" planlamış ve hayata geçirmiş: Devlet.

Türkiye'de azınlıklara karşı yapılan barbarlıkların hiçbirinde Müs­lümanların parmağı yok, tek bir tanesi bile İslam adına yapılmamış. Öldürülen veya kaçıp giden hiçbir Ermeni veya Rumun arkasından "Allah-ü ekber" diye bağırılmamış, tekbir çekilmemiş. ıs

Margulies'in bu yorumu nesnellikten uzak, yanlış ve taraftı bir yorumdur. Margulies 21 Ağustos 2003 tarihinde diş hekimi Yasef Yahya'nın İslamcı militanlar tarafından öldürüldüğünü, 15 Kasım 2003 tarihinde İstanbul' daki iki sinagoga karşı düzenlenen intihar

14 Meryem İlayda Atlas, "Coup Plots and Minorities in Turkey", Turkish Review, Sayı 1, Ekim-Kasım 2010, s. 32-34.

15 Roni Margulies, "Şer Odakları ve Devlet", Taraf, 2 Aralık 2009. Bu yazıda atıfta bulunulan, gayrimüslimlere karşı saldırılar planlayıp olayın İslamcı militanlar tara- tından yapıIdığı izlenimini vermeyi amaçlayan "Kafes Operasyonu Eylem Planı"dır

saldırılarının da İslamcı militanlar tarafından gerçekleştiğini gör­mezlikten gelmektedir.

             Eski TİP Diyarbakır milletvekili Tarık Ziya Ekinci:

Yukarıda değindiğimiz gibi, Kemalizm'in öngördüğü değerlere sü­reklilik kazandırmak ve kapitalist gelişmeyi sağlamak için bir bur­juva sınıfına ihtiyaç vardı. Özellikle, M. Kemal'in etrafında yer alan kadroların zenginleşmesi için büyük çaba gösterilmiştir. Bunlar, dev­letin teşvikiyle arsalar kapatmaya, devlet ihalelerini almaya, ithalat ve ihracat yapmaya başladılar. Gelişmekte olan ticaret burjuvazisi de devlet ihaleleriyle palazlandırıldı. Burjuva sınıfı yaratma bağlamın­da türdeş bir ulus-devletin oluşturulması da önemliydi. Bu amaç­la ikili bir politika izlendi. Birincisi, gayrimüslimlerden arındırma politikasıdır. Bu, ticari yaşamı elinde tutan gayrimüslimleri baskıcı yöntemlerle yurtdışına kaçmaya zorlamak biçiminde uygulanmıştır. Bununla hem ticari yaşamın gelişmekte olan Türk burjuvazisinin eline geçmesi, hem de tek kültürlü türdeş bir Türk ulusu oluşturma amacı güdülmekteydi. Cumhuriyet'in ilk yıllarında gerçekleştirilen nüfus mübadelesi, 'vatandaş Türkçe konuş!" kampanyaları, Trakya pogromu, Varlık vergisi, 6-7 Eylül provokatif ayaklanması ve 1964 Kıbrıs olaylarına bağlı 'tepkisel sürgün' eylemlerine paralel olarak yürütülen psikolojik baskıların tehdidi altında gayrimüslimler, bü­yük ölçüde, yurtdışına kaçmışlardır. Bugünkü gayrimüslim nüfus Cumhuriyet'in ilk yıllarına bakarak devede kulak mesabesine inmiş­tir. İkincisi de, Türk olmayan Müslüman yurttaşlara uygulanan ret ve inkara dayalı asimilasyoncu politikadır.16

             Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Güliz Beşe Erginsoy:

Ulus devlet belgelerine, kağıtlarına, yazışmalarına göre, ve olması gereken çeşitli uygulamalar vardır. Ulus devlet olmayı destekleyen ve gerektiren uygulamalar her zaman yapıldı. Bunlar bazen yasal olarak ve iktidarların onayı ile, bazen gruplar ve kişiler düzeyinde olmuştu: 'Türkiye'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkındaki Kanun'; 'Devlet Memuru Olmak İsteyenler­de Aranacak Şartlar'; 'Yirmi Kur'a İhtiyatlar'; 'Vatandaş Türkçe

16 Tarık Ziya Ekinci, "Kemalist Aydınlanma ve Kürtler, 7 Şubat 2007, http://www.di- yarbekir.net/cgibin/index. p 19mod=news: op_author_ id ;id-3 89

Konuş' uygulamaları; Varlık Vergisi; 6-7 Eylül Olaylan (1955 yılı) örnek olarak gösterilebilir.17

             Agos gazetesi yazarı Sarkis Seropyan:

Ermenilerin bir inancı vardır: "Türkiye' de yaşıyorsan 10 senede bir sopayı yiyeceksin kafana." Bu artık bir atasözü oldu. Gerçekten de 1 O senede bir Ermenilere ya da genelde gayrimüslimlere yönelik bir operasyon olmuştur. Aklıma gelenleri sayarsam; 20 Kura Asker­lik, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları ... 20 Kura Askerlik'te amaç 20'den 40 yaşına kadar olan gayrimüslim erkekleri askere almaktı. Şaheser bir fikirdi! İsmet Paşa 'nın o dokuz tilkinin dolaştığı beynin­den çıkmış bir şaheserdi!18

             Agos gazetesi başyazısı:

Cumhuriyet, gerçekte cemaatçiliğe nokta koymadı. Birtakım isten­meyen kimliklere nokta koydu. Böylece, kendi kurucu metni olan Lozan Antlaşması'nı neredeyse her gün ihlal eden, insan haklarına itibar etmeyen bir devlet zihniyeti ortaya çıktı. Yeni rejimin hemen başında, yurtdışındaki Ermenilerin dönmesini engelleyen ve mal­larına el koyan yasalar yapıldı. Gayrimüslim tüccarların şehirden çıkmaları, bazı meslekleri yapmaları engellendi. İnsanlar evlerini başkalarıyla paylaşmak zorunda bırakıldı. .. Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül diye giden zincirin ardında binlerce din ve kültü­rel mekanın tahribini ve yağmalanmasını ifade eden, kesintisiz bir süreç yatar. 19

             Agos gazetesi başyazısı:

Cumhuriyet, çok halklı bir imparatorluktan geriye kalan topraklar­da bir ulus devlet kurarken, pek çok adaletsizliğe imza attı. Farklı etnik kökenden olanlar, farklı diller konuşanlar, dini devletin istedi­ğinden farklı yaşayanlar baskıya maruz kaldı, ötekileştirildi, şiddete maruz kaldı, katledildi, göçe zorlandı. Bu dönüştürme çabası sadece

1   7 Güliz Beşe Erginsoy, Adalılar İmroz 'dan Gökçeada ya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006, s. 91.

18 Ecevit Kılıç, "Türkiye'de Ermeni Olmak Depremi Beklemek Gibi", Sabah Pazar, 16 Eylül 2007.

19 .. Noktaya Muhta^ Bir Devlet"', Agvs, 5 Aralık 2008.

insanlar üzerinde değil, mal ve mülk üzerinde de etkili oldu. Gay­rimüslimler ellerinde avuçlarında ne varsa yavaş yavaş yitirirken, bazı Türk ve Müslümanlar o malların yeni sahibi oldu.

'Gayrı-milli' addedilen sermayenin millileştirilmesi için beyanna­meler, kanunlar çıkarıldı. Derin devlet maharetiyle düzenlenen 6-7 Eylül ve benzeri operasyonlarla, Türklerin her alanda hiikim olacağı bir toplumsal düzene ulaşılmaya çalışıldı. Hukuk bu amaçla eği­lip büküldü, adalet iğdiş edildi. İstanbul'un göbeğinde Elmadağ'da bulunan Surp Agop Mezarlığı ve Surp Krikor Lusoroviç Kilisesi de resmi ideolojinin temel yapıtaşları olan Sermaye, Bürokrasi ve Ordu tarafından işte böyle gasp edildi.20

             Agos gazetesi sorumlu Yazıişleri Müdürü Ferda Balancar'ın Prof. Dr. Levent Yılmaz'a yönelttiği soru ve cevabı:

Sadece 1915 değil, Cumhuriyet tarihi boyunca da 20. Kura asker­lik, 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 vakası gibi pek çok örnekte anti Hıristiyan bir tutum görüyoruz. Yüzleşmenin zor olması biraz da devlet siyasetindeki bu süreklilikten değil mi?

Elbette. Mesela, MHP'nin en fazla oy aldığı yerler, Ermeni malları­nın en fazla yağmalandığı yerlerdir. Siz eğer haksız bir kazanç elde etmişseniz, bunu da insanları öldürerek yapmışsanız, bu noktada çok sert olmanız gerekir. İnkar feryatları atmanız gerekir ki kendi­nizi meşru kılabilesiniz. Bunu soğukkanlı biçimde kabul edip "Biz bu insanları kestik, mallarına da el koyduk" demek bugünkü dün­yada mümkün değildir. Türkiye 'nin burjuvazisi 1915 ve sonrasında yaşanan bu yağma ve katliam üzerine kuruldu.21

             ODTÜ Sosyoloji bölümü araştırma görevlisi ve doktora öğ­rencisi Linda Barış:

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasında, Türkleştirme poli­tikaları içerisinde sayabileceğimiz ve bir yandan da 'Türkiye'nin Azınlıklarının Tarihi' diyebileceğimiz birçok olay meydana gel­miştir. Lozan Antlaşması 'ndan başlayarak azınlıklar; Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyası, cemaat­lerin eğitim kurumları üzerinde yapılan değişiklikler, Trakya Yahu-

20 "Hayaletler", Agos, 26 Ağustos, 201 1.

21 Ferda Balancar, "1915 Gerçeğinin Bilgisi Size Her Yönden Ulaşırken Ona Gözünüzü Kapatamazsınız", Agos, 31 Mayıs 2013.

di Olaylan, Türkleştirme politikalarının iktisadi bir boyutu olarak nitelendirebileceğimiz, Tek Parti Dönemi'nde kemikleşen 'biz' ve 'öteki' ayrımının somut bir örneği olan Varlık Vergisi uygulaması ve 1955 yılında Demokrat Parti döneminde yaşanan 6-7 Eylül Olay­ları gibi birçok travmatik olay yaşamıştır.22

               Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacılarından Pervin Erbil:

Türkifikasyon, "başka halklardan Türk yaratma veya topraktaki başka uluslardan kurtulma" demektir. Dolayısıyla Türkifikasyon sürecinin bir ayağı olarak devreye sokulan iskiin politikalarının da temel kaygısı, Türk yaratma ya da Türk olmayandan kurtulmaktır ve doğal olarak, uygulamaları bu kaygının giderilmesi amacına yö­nelik olacaktır.23

Milletler Cemiyeti gözetiminde Türkiye ile Yunanistan arasında ya­pılan Mübadele Antlaşması'yla 192 bin 356 Rum'un Anadolu'dan ayrılması sağlanmıştır. Antlaşma gereği İstanbul, İmroz ve Bozcaada' da kalanların sayısı ise, 120 bin kişidir. 1914 yılında Anadolu'da yaklaşık 2 milyon Rum'un bulunduğu, 1922 yılına dek Yunanistan'a 1 milyon kişinin savaş vb. nedeniyle göç ettiği, 192 bin 356 kişinin mübadeleyle sürgüne gönderildiği ve 120 bin kişinin de İstanbul, Bozcaada ve İmroz'da kaldığı göz önünde bu­lundurulduğunda, 1914 ile 1923 yılları arasındaki 9 yıllık zaman dilimi içerisinde 687 bin 644 kişilik bir Rum nüfusun kayıp olduğu söylenebilir. Bu, İttihat ve Terakki Partisi'nin Cumhuriyet öncesi ve sonrasında hayata geçirilmiş Türkifikasyon politikalarının ve sava­şın kurbanı olmuş büyük bir kitledir.

Türkiye'nin altına imza koyduğu Mübadele Antlaşması, İstanbul ve adalardaki Rumları Türk tarafını tüm ısrarlarına karşın tehcir dışı tutmuştur. Ancak bu durum, Türk tarafının İstanbul'da Rum var­lığını sineye çekeceği anlamına gelmemektedir. Gelememiştir de. Türk hükümeti Mübadele Antlaşması'yla süremediği insanları kimi zaman yasal kılıflar içinde, kimi zaman da çıplak bir biçimde uy­guladığı ekonomik, psikolojik ve fiziksel baskı aracılığıyla yıldı­rarak kaçırmaya çalışmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Lozan Barış Antlaşması'nın 42. Madde'sinin geçersizleştirilmesi, 18 Mart

22 Linda Barış, "Azınlıklar ve Ruh Sağlıkları", BirGün, 11 Şubat 2009.

23 Pe^in Erbil, "Nü^s ve İskan Politikaları", Resmi Tarih Tartışma/arı -3- ittihatçılık­tan Kemalizm 'e.. ., ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 277.

1926'da çıkarılan Memurin Kanunu, 1942 yılında yürürlüğe soku­lan Varlık Vergisi Kanunu, İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında yaşları yirmi ile kırk beş arasında değişen gayrimüslim erkekleri aniden askere diye alıp gayri insani - sağlıksız koşullarda çalıştırmaları, 6-7 Eylül Provokasyonu ve dolaşım yasakları, İstanbul ve adalarda yaşayan Rum ve diğer gayrimüslim toplulukları Türkiye dışına sür­meye yönelik uygulamalardan birkaçıdır.

Bütün bu saldın ve baskıların sonucunda 2005 yılında İstanbul'da kalan Rum sayısı 1500 kişiye düşmüştür. Bu durum İttihatçı politi­kaların amaçladığı hedefe çok yaklaşıldığını göstermektedir.24

             Sosyalist Devrim Yolunda Kurtuluş dergisi yazarı ve insan hakları aktivisti Temel Demirer:

Nihayetinde militarist devletin resmi ideolojisi olarak Kemalizm ile İttihat ve Terakki'nin çizgilerinde bire bir örtüşme vardır. Nüfusu Homojenleştime + Türkifikasyon = İdelojik Uluslaşma + Irkçı Ta­rih Tezi ... 25

               Devrimci sol çizgideki Yürüyüş dergisi:

Kemalist iktidarın amacı, bir "ulus-devlet" yaratmaktı. Bunun için onlarca milliyeti barındıran Anadolu'nun "homojenleştirilme­si" şarttı. Bu anlamda, "tek ulus-tek devlet" anlayışı, sonraki yıl­larda da, artık bir avuç bile kalmış olsalar, azınlıklara karşı yeni baskı ve zulüm uygulamaları yaratmaya devam edecektir. 1934'te Trakya'daki şovenist kışkırtma ve saldırılarla Yahudilerin göç etti­rilmesi, 1930'lu yıllar boyunca Kürtlere uygulanan iskan politika­ları, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin İstanbul'a toplanması, "Anadolu'nun Türkleştirilmesi" politikasının yürürlükte olduğunun göstergeleriydi.

CHP'nin 1946'da hazırladığı bir raporda, "Anadolu'nun Türkleş- tirilmesi" politikası açıkça ifade ediliyordu. Bu raporda "1950'lere kadar Anadolu'nun, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmesi ve

24 Pervin Erbil, "Nüfus ve İskan Politikaları", Resmi Tarih Tartışmaları -3- İttihatçılık­tan Kemalizm 'e ..., ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 280-281.

25 Temel Demirer, "Türküm, Doğruyum Çalışkanım " mı Dediniz? Resmi İdeoloji Devlet, Milliyetçilik, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2012, s. 372. Hakkında bilgi için bkz. temeldemirer.blogspot.com.tr

sonra İstanbul'un da, Yunanistan'la olan bağlan ve nüfuslarının çokluğu nedeniyle Rumlardan anndınlmasının şart olduğu" söylen­mektedir.

Paylaşım Savaşı döneminde çıkarılan Varlık Vergisi, ardından da 1955'teki 6-7 Eylül saldırıları, Anadolu'nun ve İstanbul 'un azınlık­lardan "temizlenmesi" operasyonunun son büyük aşamaları olarak yürürlüğe konuldu. ( ...)

Bu kadar baskıya, zulme rağmen halii kalanlar vardı. 6-7 Eylül 1955'te çoğu Rum olan azınlıklara karşı gerçekleştirilen yağma, ta­lan ve katliamda bir darbe daha vuruldu. Sonra, 1964 yılında Kıbrıs olaylan bahane edilerek, onbinlerce Rum sınırdışı edildi... Mesele biraz da şuydu. Lozan Anlaşması'yla gayrimüslim azınlıklara belli haklar tanınmıştı. Ama fiiliyatta azınlıkları asimile etmekten, sindir­mekten de hiç vazgeçmiyorlardı. Her fırsattan yararlanıp, provokas­yonlar düzenlenip İttihat ve Terakki'den beri gelen "proje" büyük ölçüde uygulanmış oldu. Cumhuriyet öncesi genel nüfus içindeki oranları yüzde 20 olan azınlıkların genel nüfusa oranı önce yüzde 2,5'e düştü, bugünse artık en azından gayri-Müslim azınlıklar açı­sından yüzdelik bir orandan bile sözedilemez noktaya gelinmiştir. Müslüman azınlıklar ise, zaten hala tamamen "yok sayıldığı" için oransal bir rakam vermek de sözkonusu değil.26

             Minority Rights Group International (Londra) kuruluşunun Türkiye 'de Azınlıklar raporu:

Anadolu'nun gayrimüslimlerden arındırılma süreci, 1923 'te ger­çekleştirilen ve Türkiye ile Yunanistan'ın birkaç istisna dışında ülkelerindeki Rum ve Türk azınlıkları "değiş tokuş", yani sürgün etmelerini öngören nüfus mübadelesi anlaşması ile Lozan 'dan sonra da devam etmiştir. Geriye kalan gayrimüslimler ise esasen, azınlık koruma rejimi kisvesi altında ikinci sınıf vatandaşlık ka­zanmışlardır. Resmi korumaya karşın, 1923 'ten itibaren yürütülen bir dizi politika bu azınlıkların birer grup olarak neredeyse yok edilmesine katkıda bulunmuştur: toplu saldırıların teşviki ve bun­lara göz yumulması - 1934'te Trakya'daki Musevilere ve 1955'te İstanbul'daki gayrimüslimlere -, 1941 ve l942'de amele taburla­rında hizmet vermek üzere yalnızca gayrimüslimlere yönelik as­kerlik çağrısı, 1942 'de gayrimüslimlere yönelik oransız ve ayrımcı

26 "Azınlıklar Sorunu'nu "YOKEDEREK" Çözme Politikası", Yürüyüş, Sayı 31, 4 Şu­bat 2007, s. 3 1 -34.

bir varlık vergisi getirilmesi, 1964'te İstanbul Rumlarının sınırdışı edilmesi ve gayrimüslim vakıflarına ait mülklere l 960'lardan beri sistematik bir şekilde el konulması. Bu olay, yasa ve politikalar iki sonuç yaratmıştır: Geri kalan gayrimüslimlerin çok büyük bir kıs­mının Türkiye'yi terk etmesi ve servetin Müslümanlara geçmesi.27

             Günlük gazetesi yazarı Nevzat Ogün:

İttihatçı Türk Milliyetçiliği'nin 'hem gayri Türk, hem de gayrimüs­lim" ekseninde oluşturduğu politik anlayışın egemenliği bugüne kadar süregeldi; yarattığı sorunlar da...

191O'un ilk yarısında İttihat ve Terakki iktidarının Batı Anadolu'da Bulgar mübadelesi ve Rum sürgünü ile başlayan Anadolu'yu Türk­leştirme politikası, Ermeni kırımıyla devam etti ... Bunun ekonomi politiği de mülkiyetin Türkleştirilmesi olarak yaşandı.

1920'1erin birinci yarısında Erzurum Kongresi'yle başlayan, Ekim 1919'da Amasya Protokolü ve 27 Haziran 192l'de BMM Reisi Mustafa Kemal imzalı 5 maddelik 'Kürdistan hakkında BMM Ve­killer Heyeti'nin Elcezire Cephesi Kumandanlığı'na Talimatı'yla süren ve Lozan 'da gündeme gelen Kürt sorununu çözmeye yönelik tavır, 1920'1erin ikinci yarısında kırılmayla Kürtlerin sürgünü ve operasyonlarla yaşanan sürece dönüştü; ve devam etti.

1930'1arda Yahudilere yönelik operasyonlar ile Dersim Kırımı ve Sürgünü, l 940'larda ve l 950'1erde gayrimüslimlere karşı Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül imhası, 1960 cuntası ve Rum sürgünü ve 12 bin köy adının değiştirilmesi, 12 Mart devamında gayrimüslim vakıf mallarının gaspı ve binlerce gencin sivil faşistler tarafından öldü­rülmesi ve Maraş Alevi kırımı, 12 Eylül toplumsal ve sosyal kırımı, 1990'larda 3 milyon Kürt'ün sürgünü, Sivas Yangını, çeyrek asırdır süren 'düşük yoğunluklu savaş ve faili meçhullerle yaşanagelindi.28

             Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacısı Sait Çetinoğlu:

Bir İttihat ve Terakki geleneği olan Varlık Vergisi, 1934 yılında Trakya'da Yahudi aleyhtarı pogromlar, "Vatandaş Türkçe Konuş"

27 Bir Eşitlik Arayışı: Türkiye 'de Azınlıklar, Minority Rights Group Intemational, Londra, 2007, s. 8. Bu rapor her ne kadar anonim olarak hazırlanmış görünüyorsa da hazırlayan, TESEV Demokratikleşme Programı eski Yöneticisi Dilek Kurban'dır.

28 Nevzat Ogün, "Türk Milliyetçiliğinin 'Kanlı' Ekonomi Politiği", Günlük, 7 Temmuz 201 O, aktaran hllp:.. 'akinici.net tr '?p 1-f 11

kampanyası ve 1941-42 yıllarında azınlıkların nafıa taburlarında çalıştırılmaları uygulamalarından sonraki en ciddi uygulama idi. Bu siyasi uygulamalar azınlıklara bu topraklarda yerleri olmadığını göstermeyi hedefliyorlardı. 29

Türkleştirme örnekleri olarak verilen Türklerin iktidarı alma sü­reçlerine denk gelen; İstanbul ve Edirne ticaret ve Sanayi Oda­larının millileştirilmesi, Avukatlık kanunu ile gayrimüslimlerin adalet mekanizmasından uzaklaştırılması, bazı mesleklerin bunlar tarafından yerine getirilmesinin önlenmesi ... gibi uygulamalar gay­rimüslimler açısından selametin ebediyen ortadan kalktığını ve ege­men zümrece kullanılan dilin yanında Mübadele sonrasında Rum- lardan kalan mal varlıklarının talan edilmesi sürecinin bir bakıma gelecek yıllarda ki 6-7 Eylül I 955 pogromu, Varlık vergisi, 1964 kovulmaları ... gibi uygulamaların habercisi olduğunu söylemek abartılı bir ifade değildir. 30

             Yazar Erkan Şimşek:

Zaten 1915'te başlayan süreç, 1934 Trakya Olayları, Yirmi kura ihtiyatlar olayı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül katliamları ve I 964 Rum sürgünü ile tamamen eriyor; memleket 'büyük bir tehlikeden" kur- tuluyordu.31

             İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Aylin Kılıç ve İstanbul Üniversitesi doktora öğrencisi Utku Özer:

Devletin korunmasına ontolojik olarak öncelik veren Osmanlı/Türk elit anlayışı, böylece devletin bekasıyla kendi varlığını eşanlamlı görerek bu birlikteliğin devamlılığı için homojen ve kaynaşmış bir topluluğun elzem olduğu noktasında birleşmişlerdir. Dolayısıyla 1914-I 9 I 5 Ermeni tehciri, l 923-l 930 Yunanistan' la nüfus müba­delesi, l 942 'de gayrimüslim işadamlarının mallarına yüzde yetmiş

29 Sait Çetinoğlu, "The Mechanisms for Terrorizing Minorities: The Capital Tax and Work Batallions in Turkey during the Second World War", Mediterranean Quarterly, İlkbahar 2012, 23:2, s. 14-29.

30 Sait Çetinoğlu, "Etnik Temizlik ve Ekonominin Türkleşmesi", 12 Temmuz 2012, http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=863

31 Erkan Şimşek, "Soyum Sopum Sobe", Star, 26 Ekim 2009. Yazar hakkında daha fazla bilgi için bkz. www.erkansimsek.net

beşe kadar varan özel bir varlık vergisi konulması ve 6-7 Eylül Olayları sırasında Rumlar ile diğer gayrimüslimlere ait işyerlerinin yağmalanmasını hep bu homojen bir ulus-devlet yaratma projesinin birer parçaları olarak değerlendirmek mümkündür.32

            Ekşi Sözlük'te "aethewulf' takma adlı, 8 Şubat 2006 tarihli giriş:

Yirmi Kura ihtiyatları olayı, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları ile tamamlanan Türkiye'nin gayrimüslimsizleştirilmesi operasyonu­nun bir bölümü veya en iyi ihtimalle bu yolda ilerleyen bir basamak taşı olarak ele alınabilir.33

            Agos ve Radikal gazeteleri yazarı, Toplumsal Tarih dergisi ya­yın kurulu üyesi Ayşe Hür:

1942 Varlık Vergisi, 6/7 Eylül 1955 talanı, 1963 'ten sonra 40 bin Rum'un Türkiye'den zorla çıkarılması İttihatçıların başlattığı 'ser­mayenin Türkleştirilmesi' politikalarının devamı niteliğindeydi. 1974'te Vakıf mallarına el konması bu operasyonun son hamlesi idi.14

            İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi ve Taraf gazetesi ya­zarı Prof. Dr. Murat Belge:

İttihat ve Terakki'nin başlattığı ve ciddi bir devlet politikası hali­ne getirdiği, "ülkeyi azınlıklardan arındırmak" projesi, Cumhuriyet döneminde sivil hükümetlerin de benimsediği bir politikaydı. Otuz­larda Trakya'da Yahudilere karşı, savaş yıllarında Varlık Vergisi ile "Selanik dönmeleri" dahil bütün gayrimüslim kökenlilere karşı ve 6-7 Eylül' de plana göre Rumlara karşı (bu, l 964 Kıbrıs olaylarıyla bu sefer en geniş çaplı ve etkili biçimde devam edecek) yapılanlar bu planın değişik uygulama evreleriydi.35

32      Aylin Kılıç - Utku Özer, "Ulusçuluk Literatürü ve Türkiye'de Ulusal Kimlik İnşası", Bilgi ve Bellek, Yıl 3, Sayı 6, Kış, 2006, s. 16-45, 24.

33      https://eksisozluk.com.

34 Ayşe Hür, "Ermeni Mallarını Kim Aldı?", Taraf, 2 Mart 2008.

35 Murat Belge, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye, İletişim Yayın­ları, İstanbul, 2O 11, s. 708.

"Mustafa Kemal ve Kemalizm, ordunun ve toplumun modernleşme projesinin hangi aşamasını temsil ediyor? "

Toplumu homojenleştirmeyi modernleştirme olarak görüyorlar. Oysa bir toplum ne kadar heterojense ve uyum içinde yaşıyorsa o kadar modern demektir bugün. Kemalizm'in hedefi ise bunun tam tersi oluyor. Edirne'de Yahudilere yapılanlar,36 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olaylan, hep 1915'i devam ettiren şeyler. İşin ucunda hep bir mülkiyet transferi var. Amaç, Türk burjuvazisini yaratmak ve bunlarla ilericilik yapmak. 37

            Ermenistanlı gazeteci Alin Ozinian:

Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren devletin derin ajandasında azınlıklar hep "tehlike" damgası ile anıldı. Farklı etnik grupları ba­rındıran Anadolu'nun homojen hale getirilmesi, Kemalist elit tara­fından başarılı bir ulus-devletin vazgeçilmez şartı olarak görüldü, yeni kurulan devletin Hıristiyan azınlıklara haklarını garanti ede­ceğini vaat etmesine rağmen, 1920'li ve 30'lu yıllarda hükümetler aleni bir asimilasyon politikası güttü ve hep gitmeleri istendi. "Düş­manı" dışan atarken sermayelerini Türkleştirmek en büyük hedefti. Başarılı da olundu. "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları, "Var­lık Vergisi" Kanunu, "20 Kura Askerlik" düzenlemesi ile Ermeni- lerin, Rumların ve Yahudilerin bıkmasını, usanmasını, korkmasını, gitmesini ve sonunda ekonomideki liderliklerine son verilmesini hedeflemişti. 38

             Apoyevmatini gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasi- liadis:

- Yunan Uyruklu Rumların Sınırdışı edildiği 1964 Olayları, neden ve nasılyaşandı?

1955'te 6-7 Eylül Olayları da, 40'lardakiler de münferit değil, tek tek incelenemez. Hepsi birer halka. Halkalara bakmak bizi yanıltır. Zincire bakıldığında ne olduğu ortaya çıkar.

36 Burada kastedilen 1934 Trakya Olayları'dır.

37 Neşe Düzel, "Murat Belge: Atatürk İlerici Değildi", Taraf, 9 Ocak 2012.

38 Alin Ozinian, "Bir 6-7 Eylül Hikayesi: 'Çok İçli Dışlıydın o Rum Kızla"', Zaman, 6 Eylül 2013.

- Zincire baktığımızda ne görüyorsunuz?

Osmanlı İmparatorluğu'nda milli bir anlayış yoktu. İttihat ve Terak­ki döneminde bu nedenle ulus kurulmak istendi. 1964 olaylan da, zaman içinde halka halka karşımıza çıkan gelişmeler de, ulus dev­let kurma çabasından dolayı ortaya çıktı. Çünkü ulus-devleti kurma gücünü gösterdiğimiz topraklarda azınlıklar vardı. Müslüman azın­lıklar için asimilasyon kolaydır diye düşünülerek bir program ha­zırlandı. Hıristiyanlar içinse asimilasyon zordu. Ne de olsa insanlar "cehennemde yanacağım" diye korktuğundan dinlerini değiştirmi­yorlardı. Bu nedenle de bir eritme programı hazırlandı. İşte bu zin­ciri elimize aldığımızda 1964 halkası bir "altın vuruş" niteligindedir.

- Neden 6-7 Eylül değil de, 1964 için "altın vuruş " tanımını kulla­nıyorsunuz?

Bütün süreçler önemli ama 1964'ün önemi şu: Bir mahkum kurşu­na dizildiğinde idam mangası onun karşısına geçer ve komutla ateş eder. Mahkum yere düştüğünde ölüp ölmediğine bakılmaksızın bir kurşun daha sıkılır kafasına. Ölümü tartışmasız hale getirilmek iste­nir. İşte bu olay da öyledir. 1964 sonun başlangıcı oldu.

Türkiye tarihi boyunca zincirin halkalarını birbirine kim bağladı?

Bu zincirin halkaları bazıları yasalarla bazıları illegal girişimler­le oluşturuldu. Halk Partisi iktidarken baskı yöntemleri yasalarla belirlendi. Halk Partisi'nin iktidarda olmadığı dönemlerde illegal yapıldı. Mesela 6-7 Eylül yasalarla değil yeraltında hazırlanmış bir pogromdu. Varlık Vergisi ise Meclis'in onayladığı bir yasa ile çıktı. Demek ki bu eritme programını uygulayan parti Halk Partisi'ydi. Zaten Halk Partisi raporunda İstanbul'un fethinin 500. yılında şe­hirde hiçbir Rum'un kalmaması isteniyordu.39 1964'te Halk Partisi yeniden iktidar oldu. Yaptığı icraatlardan biri Atatürk ile Venize- los arasında 1930'da yapılmış olan İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması'nı tek taraflı kaldırmaktı. Yunan vatandaşlarının bu an­laşmayla kaldıklarını öne sürüp gönderdi. Halbuki bu insanlar an­laşmadan önce de Türkiye'de yaşıyordu.40

39 Burada kastedilen CHP IX. Büro'nun "Azınlıklar Raponı"dur. Bkz. bu kitabın 66-69. sayfalan.

40 M. Serdar Konıcu. "Altın Vunış'" F:xprcss, Sayı 2012-129, l laziran 2012, s. 54-56.

Vasiliadis 2013 yılında gerçekleşen bir mülakatında da aynı görüş­leri tekrarlayacaktı:

6-7 Eylül 'ü tek bir olay olarak ele alıp incelemek mümkün değil. Bu olaylar zincirinin bir parçasıdır. Uluslararası düzeyde İngiltere'nin rolünün yanı sıra ulusal düzeyde de ulus devlet kurma ve o devlete bir ulus yaratma çabasına ve asimile edilemeyecek unsurları eritme çabasına bakmak gerekli.

6-7 Eylül Olayları bu eritme çabasının son halkasıydı. İkinci Dün­ya Savaşı zamanında 20-42 yaş arası azınlık erkeklerinin toplama kamplarına kapatılması, azınlıkların devlete bağlı çalışmasının en­gellenmesi ve Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası süreci hazırla­yan politikalardı.

Ancak bu kez Vasiliadis "yeni bir beyan"da bulunacaktı. O da şuydu:

Gazetecilikte bazı şeyler yazılmadan da satır aralarında ifade edile­bilir. Gazete bunu yapıyordu. Yıllar sonra elime o dönem Teşkilat-ı Mahsusa'nın azınlık gazeteleri ile ilgili hazırladığı bir rapor geçti. Rapor Jamanak'ı överken Ermenilerin bir diğer gazetesi olan Mar­mara hakkında 'Ermeni kültürünü empoze etmeye çalışıyor' diye yazmıştı. Apoyevmatini için de 'Dikkatli ama.. ' diyordu.41

Vasiliadis'in "elime geçen" iddiasıyla sözüm ona açıkladığı rapor bu satırların yazan tarafından 2002 yılında yayınlanan Türk Ermeni basını ile ilgili bir makaleden okuduklarından aklında yarım yama­lak ve yanlış bir şekilde kalanlardı. Söz konusu makalede Apoyev- matini gazetesinden hiç söz edilmemektedir.42

             Dr. Cemil Ertem ve Markar Esayan

Ertem ve Esayan'ın köşe yazılarını derledikleri kitabın bir bölümü "Osmanlı'nın gayrimüslimleri, Cumhuriyet' in Azınlıkları" başlığı-

41 ElifAkgül, "6-7 Eylül Olaylarında Basının Rolü", 6 Eylül 2013, http://www2. bianet.org/bianet/toplum/ 1 49700-6-7-ey1ul-olaylarinda-basinin-rolu.

42 Rıfat N. Bali, "Cumhuriyet Arşivleri Belgelerine Göre Türk Enneni Basını", Tarih ve fop/um, Aralık 2002, Sayı 228, s. 41-51.

nı taşımakta. Ertem ve Esayan'ın bu bölümle ilgili açılış paragrafı şöyle başlamakta:

Kemalist toplum mühendisliğinin büyük bir başarıyla ifa edilen en önemli operasyonu, şüphesiz azınlıkların ülkeden göçertilmesi ve sermayenin 'millileştirilmesi' olmuştur.

Akabinde yazarlar alışılagelmiş örnekleri sıralarlar:

Cinayetler, tecavüz ve yağma ile 15 bin Yahudi'nin Tekirdağ, Edir­ne, Çanakkale, Kırklareli gibi Trakya şehirlerinden ülke ·dışında kaçmasına neden olan 1934 Trakya Yahudi Pogromu (Furtuna) 1941 yılında 27 ile 40 yaş arasında gayrimüslim erkeklerin ikinci kez askere alındığı ve amele taburlarında çalıştırıldığı yirmi Kur'a Askerlik Vak'ası gayrimüslimlerin ekonomik hayattan tasfiye edil­mesi ve 'milli' sermayenin oluşturulmasında önemli yer tutan, (apo- lojisi Milli Şef İnönü'nün "Savaş şartlarında diplomatik mahareti" olarak yapılan) 1942 Varlık Vergisi uygulaması sermayenin yerli- leştirilmesi, azınlıkları göçertme siyasetinin en trajik olayı sayılan ve binlerce Rum, Ermeni ile Yahudi'nin ülkeden göç etmesi sonu­cunu doğuran 6-7 Eylül Olayları, her ne hikmetse İstanbul 'un kur­tuluşu gününe denk getirilen bir kararla İstanbullu Rumların Kıbrıs meselesi bahane edilerek ülkeden mallarına el konarak kovulduğu 1964 Rum Mübadelesi, bu tercihin bir konjonktüre) denk düşme de­ğil, daimi, seçilmiş bir devlet politikası olduğunu göstermektedir.43

             Radikal ve Agos gazeteleri yazarı Oral Çalışlar:

1915 Ermeni Tehciri, İttihatçılığın zor yoluyla tepeden aşağıya kur­mayı planladığı 'ulusal devlet' projesinin başlangıç noktası. Sonra­sında, 1923 Rum mübadelesi, 1926 Şeyh Said bastırması, 1938 Der­sim Katliamı, 1942 Varlık Vergisi faciası, 6-7 Eylül 1955 saldırıları, 1 960, 1971, 1980 askeri darbeleri geldi. Bunların aşağı yukarı tama­mı, 'İttihatçılığın başlattığı proje'nin parçası. Bütün bu 'dram'ların öncülerinin Talat'lar, Enver'ler olduğunu görebiliyoruz.44

43 Dr. Cemil Ertem-Markar Esayan, Dünyayı 'durduran 'A/tmış Gün-Meydan, Darbe, Demokrasi, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 158.

44 Oral (alışlar. "Ahmet Refik'in Gözlemleriyle 1915", Agos, 30 Aralık 2011.

Oral Çalışlar, Edime Valisi Gökhan Sözer'in bir çevre etkinliği sırasında Bulgar Ortodoks kiliseleri temsilcisi rahip Aleksander Çıkrık'a protokolde yer vermemesi üzerine yayınladığı yazıda da şu yorumda bulunacaktı:

Şurası bir gerçek: Müslüman dindarların 'öteki' algısında olumlu yönde değişiklikler oldu ve olmaya devam ediyor. Hıristiyan'ı ve Yahudi'yi başdüşman gören bakış açısı, eski sertliğine sahip değil. Ancak dindar kesimde ve milliyetçi-ulusalcı kesimde ciddi bir 'Hı­ristiyan fobisi'nin varlığını sürdürdüğü bir gerçek.

Geleneksel milliyetçi ideolojinin de geleneksel dindarlık kültürü­nün de bu fobi üzerinde etkileri oldu. Cumhuriyet'in kurucu ideolo­jisinin 'tekçi' yaklaşımının da belirleyici olduğu açık...

Cumhuriyet kurulurken 'Hıristiyanların temizlenmesi' fikri, temel bir 'felsefe' ve 'yöntem'e dönüştü...

Kemalistlerin ataları olan İttihatçılar 1915 Ermeni tehciriyle Erme- nileri temizledi, Cumhuriyet kurucuları da '1923 mübadelesi 'yle Rumları gönderdi. Daha sonra bu 'temizlik' Kürtleri ve Alevileri de kapsayarak bir katliamlar zincirini tetikledi . . . 45

Çalışlar'ın bu yorumu, yanlışlar ve tezatlar ile dolu. Bir kere İslam­cıların Yahudilere, İsrail'e ve Siyonizm'e bakışlarında en ufak bir yumuşama olmamış, tam aksine sertleşme yaşanmıştır. Bunun en bariz kanıtı, 2003 yılında İstanbul'da iki sinagoga yapılan intihar saldırılarıdır. Cumhuriyet' in kuruluşunda "Hıristiyanların temizlen­mesi" fikrinin yattığı görüşü, liberal ve sol kesimde sıkça tekrarlanan bir görüştür. Bunun ne kadar doğru olduğu ve neden kaynaklandığı Oral Çalışlar'ı pek ilgilendirmemekte. Halbuki "Türkiye'yi Hıristi- yanlardan temizleme" fikrinin temelinde yatan sebep, Mütareke ve Kurtuluş Savaşı sırasında azınlıkların İşgal Kuvvetleri ile olan işbir­likçi davranışlarıdır. Bu işbirlikçi tavra bir tepki olarak gelişen ve en belirgin sonucu Türk - Yunan Nüfus Mübadelesi olan bu "Hıris- tiyansızlaştırma" siyaseti elbette tasvip edilmez. Ancak Çalışlar gibi tarihi panoramayı seçici bir şekilde kullanmak da kabul edilemez ve okuru yanıltan bir tavır olduğunu da not etmek gerekir.

45 Oral Çalışlar, "Binde 1 Hıristiyan'a Düşman: Hangi Dindarlık", Radikal, 11 Nisan 2012.

            İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan Aktar:

Prof. Dr. Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi Kanunu, yakın tarihimizde birçok kez karşımıza çıkan "azınlık karşıtı" politikalar zincirinde önemli bir yer tutar" tespitini doğru bir şekilde yapmasına rağmen "azınlık karşıtı politikalar zinciri" olarak 1915 tehciri ile başlayıp 1964 yılında Yunan uyrukluların sınırdışı edilmeleriyle sona eren ve yukarıda bir dizi yazar tarafından örnekleri verilen olaylara benzer bir şekilde atıfta bulunur:

Burada, azınlık karşıtı politikalardan kastımız, Osmanlı Devleti'nin son yıllarında İttihat ve Terakki hükümetinin Anadolu Ermenile- rine karşı uyguladığı Enneni Tehciri ve Kıyımı ( 1915); Anadolu nüfusunun dini bakımdan homojenleşmesini hedefleyen Türk-Yu- nan Nüfus Mübadelesi (1923-24); Trakya'daki Yahudi nüfusu göçe zorlayan Trakya Yahudi Olayları (1934); ekonominin Türkleşme­sini hedefleyen Varlık Vergisi (1942-43); İstanbul'da yoğunlaşmış gayrimüslim nüfusun tehdit ve baskılarla ülkeyi terk etmesini hız­landıran 6-7 Eylül Olayları (1955) ve son olarak Kıbrıs krizi do­layısıyla İstanbul Rumlarının bir bölümünün sınır dışı edilmesini karara bağlayan 1 7 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu kararı gibi örnek olaylar.46

            İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi:

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi de 6-7 Eylül Olayları 'nın 56. yıldönümü vesilesiyle yayınladığı bildiride "6-7 Eylül, Anadolu'nun ve ekonominin Türkleştirilmesi sürecinin parçasıydı" şeklinde bir değerlendirmede bulunacaktı.47

46 Yorga Hacıdimitriadis 'in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İleti­şim Yayınlan, İstanbul, 201 1, s. 76.

47 "İnsan Hakları Derneği: 56 Yıl Sonra Tek Millet, Tek KülWr Anlayışı Sürüyor", Eı-rcıısc/, 7 Eylül 2011.

            Ankara Üniversitesi doktora öğrencisi Levent Odabaşı:

1914-1924 yıllan arasında Rum ve Ermenilerin zorunlu göçe ma­ruz kalması aynı zamanda Türkçülük ideolojisinin uygulanabilirli­ğini kanıtlıyor ve Anadolu coğrafyasında hala yaşamını sürdüren az miktardaki gayrimüslimin çeşitli yöntemler kullanılarak ülkeden kovulabilmesini olanaklı kılıyordu. Öyle ki, 1934 yılında Trakya'da Yahudilere yönelik Vandalizm, 1942 de uygulanan Varlık Vergisi, 1955 Selanik Olaylan ve 1964 yılında gerçekleştirilen Rum Tehciri, Türkleştirme politikalarının köşe taşlarını oluşturuyordu.48

2-    Nafıa Taburlara İle İlgili Yorumlar

             Bakırköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Yervant Özuzun:

Varlık Vergisi'nden önce gayrimüslimlerin iş yaşamlarını etkileyen başka bir uygulama daha vardı. 1941 yılının Mayıs ayından itiba­ren, 20-25 yaşından 45-50 yaşına kadar babadan, oğula tüm gayri­müslimleri ani bir kararla "nafıa askerliği" ya da "amele taburları" denen, sözde askere aldılar. İşyerlerinden, evlerinden, sokaklardan yakaladıklarını, kamplarda topladılar. Kahve rengi elbiseler giydi­rilip, Anadolu'nun her tarafına yol yapımı tünel açma gibi işler için yolladılar. Hiç kuşkusuz, bunun nedeni de, onları işlerinden uzak­laştırarak, ticari anlamda zor durumda bırakmaya, işlerini kapatma­ya, devretmeye, ülkeyle gönül bağlarını zedelemeye yönelikti. Öyle ya, aynı iş yerinde çalışan baba ile oğlunu, usta ile kalfasını çalışma kamplarına sürersen o iş yeri ne olur?

Amele taburlarına 1942 Temmuzunda son verildi. Birkaç ay sonraki Varlık Vergisi ise, amele taburlarından geri dönenleri bekleyen acı bir sürprizdi. Aynı amaçlı politikaların 1942 uygulamasıydı. Bili­yorsunuz bu politikalar daha sonra 1955 617 Eylül Olayları ve 1964 sürgünleriyle devam edecekti.49

48 Levent Odabaşı, "1908 ve Sonrasında 'Nüfusun ve Sermayenin Türkleştirilmesi' Projesi Kapsamında Azınlıklara Yönelik Geliştirilen Politikalar ve Bu Politikaların Toplumsal Hayata Yansımaları", Ağustos 201 1, yayınlanmamış çalışma, s. 36. htt- ps://ankara.academia.edu/Leventüdabasi

49 Yervant Özuzun, '"Tamam Azınlık Biziz!", Radikal lki, 14 Kasını 2004.

             Özgür Üniversite (Ankara) araştırmacılarından Sait Çetinoğlu:

1941 yılı Mayıs ayında hükümet gizli bir karar alarak 1894 ile 1913 arasında doğan bütün gayrimüslimleri askere almayı kararlaştırdı. Karar gizliydi ve ilgililer dışında kimseye bildirilmemişti. Bir ma­yıs sabahı askerler vatandaşlardan kimlik kontrolü ile gayrimüslim olduğu anlaşılanlar hemen o anda askere alınmaya başladılar. Aske­re alınanlara üniforma verilmedi. 1939 depreminde Yunanistan’dan yardım için gönderilen çöpçü elbiseleri giydirildi. Silah da veril­meyen bu gayrimüslim ordu, sadece amelelik yapacaktı. (...) “Hü­kümet bu karara neden gerek duymuştu?” sorusuna verilen yanıt­lardan biri: Gayrimüslim vatandaşları bir süre işinden uzaklaştırıp, onları ticari olarak zayıflatmak ve bu yöntemle Müslüman butjuva- ziyi güçlendirmek cevabı önceki yapılanları göz önüne aldığımızda bize yabancı gelmeyecektir.[117]

Türkiye’de azınlıklara yönelik politikaların ortak paydası kesintisiz kovma ve yok etme şeklinde ifade edilebilir. Bu politikalar Hamid döneminde başlamış, İttihatçılar (1. Jöntürk dönemi) politikaları sistematize edilip soykırıma varacak pratiklerle hayata geçirmiş, Kemalistler (2. Jöntürk) de kesintisiz sürdürerek günümüzde Gayri­müslim azınlıkları folklorik bir figüre indirmişlerdir.

Her üç dönemde de azınlık politikaları neredeyse birbirinin aynı olup kesintisizdir. Kilikya 1909 katliamı bir bakıma Hamid’in 1894-96 katliamlarının kopyası olduğu kadar 1915’in de provasıdır. 1942 Varlık Vergisi de 1915’in son noktasıdır.

Bu üç dönemin en önemli siyasal figürü İsmet İnönü’dür. Uzun yıl­lar süren iktidar veya iktidar ortaklığı boyunca azınlık politikaları­nın kesintisiz uygulanmasında neredeyse eşsizdir, bir başka örneği yoktur.

1908’den 1972’ye kadar neredeyse 70 yıl siyasal yaşamın baş aktö­rüdür. Bu süre içinde azınlıklara yönelik çok önemli uygulamalara imza atmıştır.[118]

             2006-2008 dönemi Sabancı Üniversitesi yarı zamanlı öğretim üyesi Dr. Dilek Güven:

Gayrimüslimleri çalışma kamplarında toplama kararında, siyasi eli- tin ulaşmak istediği iki hedef vardı: Birincisi, savaşa girilmesi duru­munda gayrimüslimlerin olası "devlet karşıtı" faaliyetlerini kontrol altına almak, ikincisi ise, zanaat ve ticaret alanındaki işyerlerine Türk etnisitesini yerleştirmek suretiyle, Jön Türkler döneminden bu yana sürdürülen 'Müslüman burjuvazi' oluşturma hedefini gerçek- leştirmekti.52

              İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan

Cumhuriyet'in ilanı ardından "Türkleştirme" başlar. Gayrimüslim­ler devlet ve ekonomiden, avukatlık dahil serbest mesleklerden ve şirketlerden dışlanmaktadır. "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanya­ları, Yahudiler için Trakya Olayları, Varlık Vergisi Faciası, 6-7 Ey­lül Olayları, 1963 ve 1964 Olayları, Heybeliada Rum Mektebi 'nin kapatılışı, 1974 Kıbrıs Harekatı ve Rumlar, Ermeni Terör Örgütü ASALA ve Ermeniler, gayrimüslim mallarına el konulması... bu konudaki bazı başlıklardır. 53

             Devrimci sol çizgideki Yürüyüş Dergisi:

Aslında Varlık Vergisi Yasası 'yla vurulacak darbenin tam etkili olması için, bu yasa çıkarılmadan önce bir başka baskı daha uy­gulanmıştı. 1941 Mayıs 'ında, 20 yaşından 50 yaşına kadar tüm er­kek gayrimüslimler, "nafıa askerliği" ya da "amele taburları" adı verilen bir uygulamayla askere alındı. Tabii "askere alma" işin göstermelik yanıydı. İşyerlerinden, evlerinden toplanan gayrimüs­limler, kamplarda toplandı. Hepsine kahverengi elbiseler giydirilip, Anadolu'nun dört bir yanında yol yapma, tünel açma gibi işlerde çalıştırılmaya başlandılar. Aslında azınlıklara ait işyerleri daha o zaman iflas etmeye başladı, sonrasında konulan insafsız vergileri ödeyememeleri böylece garantilenmişti ! ! !54

52 Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayla­rı, çev: Bahar Şahin, Tarih Vakfı, İstanbul, 2005, s. 108.

53 Mehmet Ö. Alkan, "Devlet'in kendi ifadesiyle "kökü içeride" tehlike olarak azınlıklar: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtler. .. ", Birikim, Ocak 2014, Sayı 297, s. 97-104.

54 "Azınlıklar Sorunu'nu "YOKEDEREK" Çözme Politikası'', Yürüyüş, Sayı 31, 4 Şubat 2007, s. 31 -34.

             Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink:

Hrant Dink de değişik yazılarında ve konuşmalarında "Devlet'in azınlıkları tüketme siyaseti"nden yakınacaktı. Dink, bunu ya "bu­gün bile Türkiye Ermenileri bürokrasinin bu azınlıkların azaltıl­ması politikasının tehdidi altında yaşamını sürdürmektedir"55 veya "Bu cemaatin bir tek sahici sorunu var. O da doktor Devletlu'nun azınlıkları tüketme politikasıdır",56 şeklinde dile getirecekti. Dink, bir başka söyleşide57 ve TESEV'in düzenlediği bir panelde de bu görüşünü tekrarlayacaktı. 58

             Columbia Üniversitesi Müzik bölümü Okutmanı Dr. Melissa Bilal:

Melissa Bilal gayrimüslim erkeklerin 1941 yılında silah altına alınıp nafıa taburlarında çalıştırılmalarını, 1942 yılında kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlıklara karşı ayrımcı ve keyfi uygulanmasını ve 6-7 Eylül 1955 Olaylan'nı bu sürecin değişik evreleri olarak de­ğerlendirecek, 1934 Trakya Olaylan dahil olmak üzere bu olaylar zin­cirini Türkleştirme siyasetinin bir neticesi olarak yorumlayacaktır.59

55 Hrant Dink, "Türkiye-Ennenistan Çözüm Dialogda", Görüş, Sayı 48, Ağustos-Ey- lül 2001, s. 20-23.

56 Hrant Dink, "O ki Azınlıksın (2)", Agos, 26 Ocak 2001

57 Bkz. Gül Demir. "Annenians and Turkey Shared History", Tıırkish Daily News, 18 Eylül 2002.

58 Bkz. "Çözüm Bekliyoruz", Agos, 29 Kasım 2002.

59 Melissa Bilal, 'The Lost Lullaby and Other Stories about being an Annenian in Tur- key", New Perspectives on Turkey, Sayı 34, İlkbahar 2006, s. 67-92,73. "The very resul! of Turkification during the institutionalization of the Republic has been the displacement of different ethnic groups from the collective memory of people li- ving in Turkey and from the cultural representations of Anatolia. These groups were suddenly regarded as foreigners in their homelands. This understanding resulted in various otherization practices, manifested in discrimination and violence against non-Muslim and non-Turkish groups in every sphere of life. Examples ofsuch disc- riminatory practices and violence massively targeting non-Muslims include a law passed in 1932 (aiming to restrict the freedom of choosing one's profession), the violent attacks against Jews in Thrace in 1934, the 20 Kura İhtiyatlar (forced military service in 1939 during which non-Muslims were not given anns but instead were obliged to work in construction) the Varlık vergisi (propertyTax) in 1942, the attacks on Scptcmhcr 6 aııd 7, 1955, and tlıc dcportation of G^cks in 1964.

             Agos gazetesi ve Radikal İki gazeteleri yazarı Prof. Dr. Baskın Oran:

"Azınlıklar" başlıklı ansiklopedi maddesinde, 4 Haziran 1932 ta­rihli 2007 sayılı kanun ile "Nafia Taburları" hadisesi dahil olmak üzere, yukarıda zikredilen yazarların verdikleri örnekleri aynen tekrarlayacaktır.60

             Hamburg Üniversitesi Türkiye İncelemeleri bölümü okutmanı ve bağımsız araştırmacı Corry Guttstadt:

Bu araştırmacı da "Türkiye Yahudileri için 1933-1945 arasında ger­çekleşen üç travmatik olay -Trakya Olaylan, 20 Kur'a İhtiyatları ve Varlık Vergisi- ise kesinlikle Almanya'nın baskısı veya önerisiyle gerçekleşmemişti, aksine radikal Türkleştirme siyaseti çerçevesinde yapılan uygulamalardı" satırlarıyla benzer biryorumda bulunacaktır.61

Guttstadt kitabının ilerleyen sayfalarında "nafıa taburları" olayı­nın sebebiyle ilgili olarak bu kere, "20 Kur'a uygulaması belki de, azınlık mensuplarına karşı alınan baskıcı önlemlerle ilişkiliydi" yorumunda bulunacak ve birçok araştırmacının kullandığı ve CHP IX. Büro tarafından muhtemelen 1944 yılında hazırlanıp Genel Sekreterliğe sunulan raporu mesnet olarak gösterecektir: "CHP'nin 1940 yılında kaleme aldırdığı ve bu tür önlemler için öneriler içe­ren gizli bir azınlıklar raporunun varlığı, buna dair bir işarettir."62

Guttstadt, kitabının Almanca ilk baskısını 2008 yılında, Türkçe çevirisini 2012 yılında, İngilizce çevirisini ise 2013 yılında ya- yınlayacaktır.63 Her üç baskıda da "nafıa taburları" uygulamasının sebeplerinin belgelenmemiş olduğunu savunacaktır.64 Bu görüşü

60 Baskın Oran, "Azınlıklar", İstanbul Ansiklopedisi, NTV Yayınları, İstanbul, 201 O, s. 159-165.

61 Corry Guttstadt, Türkiye, Yahudiler ve Holokost, çev: Atilla Dirim, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, s. 140.

62 Corry Guttstadt, a.g. e., s. 152.

63 Turkey, the Jews and the Holocaust, Cambridge University Press, Cambridge, 2013.

64 Türkiye, Yahudiler ve Holokost, s. 152, "Bu uygulamanın sebebi şimdiye dek bel- gelendirilmemiştir" Turkey, the Jews and the Holocaust, s. 71. 'The reason for this measure is not clearly documente<l"

savunmasının sebebi ise bu konuda şimdiye dek yayınlanmış tek ayrıntılı araştırma olup bu olayın sebeplerini de ortaya koyan Yirmi Kur'a Nafia Askerleri (Kitabevi, İstanbul, 2008) kitabının fayda­landığı eserler kaynakçasında yer almamasındandır.

             Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr. Halil Berktay

İmparatorluğu'ndan ikinci Meşrutiyet ve Cumhuriyete geçiş süreç­lerinde, yeni bir Türk "milli burjuvazi"sinin palazlanmasında ise, gayrimüslim "komprador" burjuvazilerinin mülksüzleştirilmesi önemli rol oynadı. İttihatçıların başlattığı bu müsadere ve transfer süreci, Lozan Mübadelesi'nden 1930'1arın "Trakya Olayları"ndan geçerek, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Varlık Vergisi uygu­lamasına, Aşkale toplama kampına, sonrasında 6-7 Eylül 1955 pogrom'una ve "İstanbul'un son [1964] sürgünleri"ne kadar de­vam etti. 1915 Ermeni tehciri ve katliamları elbette öncelikle bu amaçla yapılmadı; o kadarı çok dar ve kaba, aşırı-indirgemeci bir ekonomik determinizm olur. Asıl neden milliyetçi ideo-politik be­lirlenimlerdi. Lakin bir sonucu bu oldu.65

3-    6-7 Eylül 1955 Olaylan'nın Yıldönümlerinde Yayınlanan Yazılar

• 2006-2008 dönemi Sabancı Üniversitesi yarı zamanlı öğretim üyesi Dr. Dilek Güven:

1955 Eylül'ünde gerçekleştirilen saldırılar, Türk tarih araştırmala­rında bugüne dek sorunsallaştırılmamıştır. Bu nedenle, burada sunu­lan çalışma çerçevesinde, öncelikle olayların yeniden kurgulanması hedeflenmektedir. Her halükarda, şimdiye dek yapılan -özellikle de yayımlanmış olan- çalışmalarda, pek çok nokta açıklığa kavuştu- rulmamıştır. Buradan hareketle, 6-7 Eylül Olaylarının istisnai, bir defaya mahsus bir olgu olarak anlaşılmayacağı gösterilmek isten­mektedir. İstanbul'un gayrimüslim sakinlerinin kentten göç edişle-

65 Halil Berktay, "Meaningful World soykırım panelinde (2) söylediklerim: İnkar inadı nereden kaynaklanıyor?", 27 Nisan 2014, http://serbestiyet.com/meaningful-world- soykiriııı-pancliııdc2-soylcdiklcriııı-inkar-inadı-m:rcden-kaynaklaniyor/

rine ya da kovulmalarına işaret eden, 1955 yılının pogrom benzeri olaylan, yapısal ve nedensel olarak sürmekte olan homojenleştirme çabalarıyla yakından bağlantılıdır ve "1908 Jön Türk devrimi" mil­liyetçiliğinin sürekliliği içerisinde ele alınmalıdır.[119]

Azınlıkların asimilasyonunun yanı sıra, göç ve iskan politikası da, yeni devlet sınırları içerisinde etnik-kültürel birliğin sağlanması için kullanılmış olan başka bir araçtır. Örneğin 1929-1934 yılları arasında yerel makamlar, halen Küçük Asya'nın kırsal bölgelerin­de yaşayan Ermenilere, kent merkezlerine göç etmeleri için bas­kı yapmıştır. Ancak köylü Ermeniler yeni kentsel çevreye uyum sağlayamamış, sonuçta ağırlıklı olarak Suriye'ye göç etmişlerdir. Bu çerçevede, 1930'larda doğrudan devlet mercilerinin katılımı ile gerçekleşen, Yahudilere yönelik pogrom benzeri saldırıları da sıralamak gerekir. Trakya bölgesindeki kentlerde yaşayan bazı Yahudiler, tehditler ve ekonomik boykotlarla korkutulmuş, 1934 yazında ise işyerleri ve evleri kalabalık kitleler tarafından saldırıya uğramıştır. Bu çalışmanın önemli bir savı, araştırmanın konusunu oluşturan 1955 Eylül'ünde İstanbul ve İzmir'in gayrimüslim sakin­lerine karşı başlatılan saldırıların da, Türk devletinin yukarıda çizi­len politikasıyla sıkı bir ilişki içerisinde ele alınması gerektiğiydi.

Araştırmanın sonuçları, bu varsayımları büyük oranda doğrular.67

Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. M. Asım Karaömerlioğlu:

İşte 6-7 Eylül Olaylar'ını Türk milliyetçiliğinin "ötekilerine" kar­şı bir pratik olarak algıladığımızda Türkiye gerçeğini anlamakta önümüze çok daha aydınlatıcı yaklaşımlar çıkabilecektir, özellik­le de yaşanan olayları tarihsel süreç içine oturttuğumuzda. Çün­kü 1955'te yaşananlar kuşkusuz münferit olaylar değildi. Aslında 1920'li yıllardan 1960'lar ortalarına kadar olan süreçte gayrimüs­limlere ilişkin pratiklere baktığımızda "Türkleştirmenin" gerçek serüvenini daha iyi anlamak mümkün.

Dolayısıyla 1955'te yaşananları "Milli İktisat" yaratma politika­larıyla, 1915 "tehciri"yle, "mübadele"yle, "Vatandaş Türkçe Ko­nuş" kampanyalarıyla, 1934 Trakya Olaylarıyla savaş yıllarında­ki "Varlık Vergisi" faciasıyla ele aldığımızda karşımıza çok daha

tutarlı, çok daha tarihsel bir süreç çıkacaktır. O da Cumhuriyet Türkiyesi'nin en önemli hedeflerinden birisi olan Türkleştirmenin sürekliliğidir.68

     Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İliş­kiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Elçin Macar:

[Bu olayları] Burjuvazinin Türkleştirilmesi denilen ve İttihatçılarla başlayan politikanın devamı olarak görebiliriz. Bu süreç, İttihat­çıların Milli İktisat politikasından başlar, Cumhuriyet'in ilk dö­nemlerindeki ekonominin Türkleştirilmesi politikalarından, Varlık Vergisi 'nden geçer. 6-7 Eylül, burjuvazinin Türkleştirilmesinde önemli bir merhaledir.69

     Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi, Radikal gazetesi yaza­rı Prof. Dr. Ahmet İnsel:

6-7 Eylül, Ermeni tehciri, diğer gayrimüslimlerin korkutulup ka­çırılması, mübadele, 1934'te Trakya'da Yahudilere karşı yürütü­len korkutma ve kaçırma kampanyası, Varlık Vergisi gibi olayların oluşturduğu Türkiye'yi Türkleştirme operasyonları zinciri içinde bir halkadır.70

6-7 Eylül Olayları, Osmanlı İmparatorluğu'ndan çıkış sırasında, devletin kurucu güçlerinin çözümlenmemiş olarak gördükleri bir sorunu çözmek için adım adım uyguladıkları uzun vadeli strate­jinin önemli eşiklerinden biridir. Bu strateji, Türkiye'de etnik ve dini azınlığı yok etme stratejisidir. Dini azınlıklar, Lozan Antlaş­ması çerçevesinde kendi dillerini öğretmek, din hizmetlerini özerk kurumlar aracılığıyla yürütmek hakkına sahiptiler. Bu hakların varlığı, Cumhuriyet elitlerinin bu azınlıkları eksiksiz bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak algılamamalarına yol açtı. Türklük içinde eritemeyeceklerini görünce, dışlama, korkutma ve kaçırma yöntemini benimsediler.

68 M. Asım Karaömerlioğlu, "6-7 Eylül'ün Anlattıkları", 7 Eylül 2002, www.bianet. org/2002/09/07il3018.htm

69 Tolga Korkut, "Kitlesel Şiddetin Yaratılan Hassasiyetleri", 7 Eylül 2005, www. bianet.org/2005/09/07/66722.htm

70 Ahmet İnsel, "Yerli Nazizm", Radikal İki, 11 Eylül 2005.

İmparatorluk bakiyesi bir sorunu bu biçimde çözme tercihi, bugün dahi, azınlıklara eşit haklar tanınmasıyla ilgili açılım girişimlerinin karşısına dikilen en büyük engeldir. Türkiye'de devletin üst düzey güvenlik toplantılarında dile getirilen hakim bir görüş vardır. Bu görüşe göre, Türkiye'de Hıristiyanlara ve Yahudilere vakıflarını yaşatma, okullarını ve kültür kurumlarını geliştirme ve benzeri olanaklar tanınırsa, Osmanlı İmparatorluğu'nda yapılan hata tek­rarlanmış olacaktır. Bu hata, devletin tebasını bütünüyle homojen kılmaya yönelik önlemlerin zamanında alınmamış olmasıdır. Eğer Türkiye'de yaşamak istiyorlarsa, Müslüman olmayan yurttaşlar yavaş yavaş Türk-İslam kimliği içinde erimeyi kabul etmelidir. Ya da zorluklar karşısında yılıp, çekip gitmelidir.71

     Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi, Bugün gazetesi yazarı Prof. Dr. Doğu Ergit:

Bu fenomen [ 6-7 Eylül 1955 Olayları] gayrimüslimleri ve etnik an­lamda Türk olmayanları ülkeden çıkarma ve sermayeyi azınlıklar­dan milli (etnik anlamda Türk) burjuvaziye transfer etme konusun­da açıklanmamış siyasetin bir dizi eyleminin bir somut örneğiydi.

Bu süreç Jön Türkler (veya yarı gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti) tarafından yönetilen Osmanlı İmparatorluğu'nun son on yılı zarfında başlamış, Cumhuriyet yıllarında 1934 yılında Trakya'daki (Avrupa Türkiyesi) Yahudileri korkutarak, 1942 yılın­da bütün gayrimüslim azınlıklardan Varlık Vergisi adında fahiş bir gelir vergisi alınarak ve nihayet İstanbul'da yaşayan 12.000 Rum'u planlı bir harekatla İstanbul' dan uzaklaştırarak tekrarlana tekrarla- na devam etmiştir. 72

Tarihe 6-7 Eylül (1955) Olayları olarak mal olan hadiselerden bahsediyorum. Bu azınlık tüccarlarına ait sermayenin Müslüman Türklere transfer edilmesini ve gayri Türk cemaatlerin anavatanla­rını terk etmelerini sağlayarak türdeş bir Türk devletinin oluşması­nı hedefleyen devlet destekli bir kampanya idi.73

71 Ahmet İnsel, "6-7 Eylül ve Homojen Toplum", Radikal iki, 6 Eylül 2009.

72 Doğu Ergil, "Past as Present", Turkish Daily News, 12 Eylül 2005.

73 Doğu Ergil, "The Dark Side of Nationalism: September 6-7 Incidents", Today's Za­man, 17 Eylül 2008.

      Birikim dergisi web sitesi yazarlarından Gültekin Genç:

1908 'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ekonomik, kültürel ve si­yasal bir proje olarak ortaya koyduğu "Türkleştirme" politikası, milli iktisat yaklaşımı doğrultusunda bir "milli burjuva" sınıfının yaratılmasını gerekli kılmaktaydı. Milli mücadele dönemiyle bir­likte kurulan yeni Türk-Ulus devleti, kendisinden önceki siyasal birikimden ve düşünce hareketlerinden esinlenerek Cumhuriyet döneminde de özellikle ekonomi alanında İttihat ve Terakki biriki­mini değerlendirme düşüncesi içerisinde olmuştur. Devlet merkez­li modernleşme projesinin cumhuriyetin sivil ve askeri bür.okrasisi tarafından aynen devam ettirilmesi neticesinde homojen/türdeş bir ulus yaratabilmenin ön koşulu olarak; iktisadi alanda bir Osmanlı kalıntısı gibi görülen azınlıklara yönelik olarak farklı ekonomik ve siyasi projeler devreye sokulmuştur. ( ...) l 946'da parlamenter de­mokrasiye geçen Türkiye'de 1950 yılında Demokrat Parti (DP)'nin iktidara gelişi ile birlikte, il. Meşrutiyet döneminden itibaren sür­dürülen "Türkleştirme" politikalarında bir farklılık gözlemlenme­di. DP, ekonomide bütün liberal söylemlerine rağmen, Lozan Ant­laşması çerçevesinde İstanbul ve çevresinde oturan Rum nüfusun, elindeki sermaye gücünü millileştirmeyi planlıyordu. Bütün bu ge­lişmeler doğrultusunda 1955 Kıbrıs sorunu DP'ye bu politikalarını gerçekleştirme olanağı verdi. ( ...) 6-7 Eylül Olayları sonrasında birçok Rum asıllı Türk vatandaşı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle homojen bir Türk ekonomisi yaratma hayali de kısmen gerçekleşti. Yaşanan olaylar ülke içinde büyük maddi ve manevi zarar yarattığı kadar dış politikada da Türkiye'yi olumsuz etkile­miştir. Özellikle Londra Konferansı kesintiye uğramış ve Kıbrıs konusu çözümsüz kalmıştır. Bu sorunun bugün de devam ettiği dü­şünülürse ne denli kritik bir dönemde meydana geldiği anlaşılabi- 1ir. Bununla birlikte olaylar Türkiye'nin dışarıdaki imajına da zarar vermiştir. Türkiye'nin içindeki azınlıkları korumada aciz kaldığı gi\ril I nıüştür. 74

      Mıırksist çizgideki Ezilenlerin Kurtuluşu dergisi:

      > l 1 vllll < Hııylan dönemsel bir politika olmadığı gibi, yalnızca il ııııılııııı vöııelık hir eylem de değildi. 6-7 Eylül Olaylarının ardın­

I ı ııilı. ^ m ı nm, •, 1 \ ılııiılıı eı 1 Lvlül < Haykırı", 14 Ağustos 2008 http://^^w.

I        I ıııl.ıııı ııı.ıL.ık ı.ı;dıı .v.pViıııid 458

da yatan politik anlayış, devletin kuruluş aşamasına kadar uzanan bütünlüklü bir politikanın ürünüdür. TC devleti, ırkçı Türk milli­yetçiliği temelinde kuruldu ve örgütlendi. Üniter devlet anlayışı, cumhuriyet tarihi boyunca Türk milliyetçiliği politikasının belir­leyeni oldu. ( ...)

Azınlıkların asimilasyonu planının önemli bir parçası da uygula­nan zorunlu göç ve iskan politikalarıdır. Anadolu'nun Türkleşti- rilmesi planı kapsamında, gayrimüslimlerin köy, kasaba gibi toplu yerleşim oluşturmalarının önlenmesi, sınır bölgelerinde yaşayan azınlıkların içerilere, merkezlere ve sonra da İstanbul'a göç etti­rilmesi, yerleri değiştirilen azınlıkların yerine özellikle göçmen Türklerin ve Lazlar, Gürcüler gibi Müslüman kökenlilerin yerleşti­rilmesi politikaları izlendi.

Zorunlu göç ve iskan politikaları dahilinde, 1929-1930 yıllarında Ermeniler, yaşadıkları yerleri terke zorlandılar. Özellikle Diyar­bakır, Harput ve Sivas Ermenileri tehdit ve yasaklamalarla göçe zorlandılar. Bu yıllarda binlerce Ermeni, Suriye'ye göç ettirildi; geri kalanı İstanbul'da toplandı. Rumlar, Yunanistan ile imzala­nan "Nüfus Mübadelesi" anlaşması kapsamında Türk ve Müslü­manlarla değiş-tokuş edildiler. Nüfus mübadelesiyle, Anadolu'da Rum nüfus kalmaması sağlandı; geri kalan Rumlar ise İstanbul'da toplandılar. CHP'nin 1946'daki Azınlık Raporu'nda; "İstanbul'un fethinin 500. yıldönümüne kadar, bu şehirde bir tek Rum bile kal­maması" gerektiği görüşü, asimilasyon planlarının hedef ve kap­samını anlatır. 1934 yılında Trakya bölgesinde yaşayan Yahudiler, Trakya'nın sınır bölgesi olması ve azınlıklara karşı geleneksel "olası hain" bakış açısı sonucunda sürgüne tabi tutuldular. Edime ve Trakya Yahudileri, 6-7 Eylül'ün prototipi bir planla İstanbul'a göç ettirildiler. 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olaylarıyla ise bu politikaların, sürekliliği olan bir devlet politikası olduğunun altı çizilmiş oldu.75

             Apoyevmatini gazetesi yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis:

Bulunmaz nimettir bu ulusalcılar için: Ulusu yabancı unsurlardan temizlemek; devleti, tek millet, tek din, tek lisan... devleti haline getirebilmek için uyguladıkları baskılar zincirine yeni bir halka ek­leyebileceklerdir. (Bu halkaları saymak gerekiyorsa, 30'lu yıllarda

75 "Ulus Devlet Politikası: Homojenleştirme/Etnisiteden Arındırma", Ezilenlerin Kurtu­luşu, Sayı 23, Ekim 2005, http://czilcnlerinkurtulusıı.org/php/news.php?readmore= 113

toplumumuzun bir kısım mensuplarına çalışmayı yasaklamak;76 40'1ı yıllarda 18'inden 42'sine kadar tüm erkek nüfusumuzu kamp­larda toplamak,77 hemen sonra "Varlık Vergisi" adı altında bizleri haraca kesmek; 50'li yıllarda, varımızı-yoğumuzu çalıp çırpacak, talan edecek, kalanını ise tahrip edecek olaylar tertiplemek,78 60'1ı yıllarda ise, kalanların en önemli kısmını sınır dışı ederek kökümü­zü kurutmak... 79 bunlardan bazıları). [120]

             Altüst dergisi sahibesi Arife Köse'nin Mihail Vasiliadis ile yaptığı söyleşi:

- Önce 6-7 Eylül Olaylarının arka planından başlayalım isterseniz.

6-7 Eylül Olaylarını hangi çerçevede, nasıl algılamak lazım?

6-7 Eylül Olaylarını tek başına ele alarak anlamak mümkün değil­dir. 6-7 Eylül Olayları bir olaylar zincirinin bir halkasını oluşturur.

Bu zincirin diğer halkalarını bilmeden sadece 6-7 Eylül'ü ele alıp izah etmeye çalışmak nafiledir.

- Hangi halkalardan oluşuyor bu zincir?

Bu zincir, ulus devlet kurma sevdasında olanların, ulus devleti ken­di kafalarındaki biçimle düşünenlerin, yani tek dil, tek din, tek dev­let, tek milletten oluşan bir Türk ulus devleti yaratmak isteyenlerin yaptıklarından oluşuyor. Fakat Türkiye'nin ulus devlet olmasının önünde büyük engeller vardı.

- Nasıl engeller?

Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorluklar dağıldı, onların ye­rine ulus devletler kuruldu. Ama bu ulus devletlerin çoğu o millet­lerin yaşadığı yerlerde kuruldu, yani örneğin Polonya Polonyalı­ların yaşadığı yerde kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu dağıldığında ise bir dizi ülke ortaya çıktı. Ama bunlar genellikle ulus bilincinde olmayan, daha çok din bilincinde olan ülkelerdi. Türkiye'de de o zamanlar Jön Türkler ile birlikte milliyetçi fikirler gelişmeye ve güçlenmeye başlamıştı. Jön Türkler de ulus devlet kurma fikrini benimsiyordu. Fakat bu ulus devleti Türklerin yaşadığı bölgelerde kurma olanağı yoktu. Dolayısıyla Türkiye, ulus devletini Türklerin yaşadığı yerlerde değil gücünün yettiği yerlerde kurmak zorunda kaldı.

- Bu ne anlama geliyor?

Misak-ı Milll olarak belirlenen sınırlar içinde ortaya çıkması düşü­nülen ulus devlet esasında küçük bir imparatorluk gibi. Bu toprak­larda Türkler var, ama onlarda Türklük bilincinden çok Müslüman olma bilinci öne çıkmış durumda. Kürtler var, Lazlar var, daha bir­çok milliyet var. Bu arada gayrimüslim gruplar da var tabii. Onlar da Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler. Ulus devlet kurmak için ne yapmak gerekiyor? Herkese "Türk" dedirtmek gerekiyor. Dolayı­sıyla "Ne mutlu Türk'üm diyene" deniliyor, "Ne mutlu Türk ola­na" değil, çünkü Türk olanı arayıp bulmak zaten neredeyse imkan­sız. Dolayısıyla Türk olmayanları Türkleştirerek bu devleti kurma yoluna gidiyorlar. Ancak Müslüman olmayan gruplar Lozan An­laşması ile korunuyor, anlaşmanın Müslüman olmayan azınlıklara tanıdığı haklar onların asimile edilmesini zorlaştırıyor. Bunun üze­rine iki ayrı plan kurmak zorunda kalıyorlar. Müslüman azınlıkları asimile etmek, Müslüman olmayanları eritmek. Bu düşünce biçimi hiilii günümzde bile var. Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudiler- den bahsederken Cumhurbaşkanı bile "yabancılar" diyebiliyor, onların vakıflarından bahsederken "yabancı vakıflar" diyebiliyor.

- Nasıl bir eritme programı uygulanıyor?

İşte, başta bahsettiğim zincir bu eritme programının halkalarıdır. Bu zincirin bazı halkaları küçük, bazı halkaları ise çok kaba ve acı verici. Bu kaba ve acı verici olaylar arasında 6-7 Eylül Olayları, Varlık Vergisi, 20 yaşındakilerin toplama kamplarına gönderilme­si gibi olaylar var. Lozan'dan dönülür dönülmez yapılan ilk şey azınlıkların önde gelenlerini toplayıp Lozan'ın kendilerine tanıdığı hakları reddetmek olmuştur. Böylece bu eritme programı başlamış

oldu. Bu, resmi olarak da kendisini CHP gençlik kollarının hazırla­dığı raporda gösterdi. Raporda, "İstanbul'un fethinin 500. yılında İstanbul'da bir tek Rum kalmamalı" deniyor. Tabii bir programın uygulanabilir olması biraz da uluslar arası konjonktüre bağlıdır. Önce mübadeleyle 1 milyon 200 bin Rum Ortodoks Anadolu'dan sürüldü. Yunanistan'a gönderildi, 600 bine yakın Müslüman Türk de Yunanistan topraklarından buraya gönderildi. İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte dünyadaki hava değişti, milliyet­çilik yeniden yükseldi ve Türkiye'de de bu bahsettiğim zincirin ilk kaba halkası olan 27-47 yaş arası bütün azınlık erkeklerinin top­lama kamplarına gönderilmesi olayı gerçekleşti. Ardından Varlık Vergisi faciası yaşandı. Dikkatinizi çekerim. Saydığım bu halka­ların hepsi yasal zemini hazırlanarak, yasalar çerçevesinde hayata geçiriliyor. Yani böyle bir yöntemle ulus devlet kurma projesini savunanlar, devlete hakim olup istediklerini yaptırabiliyor.

- Kim hunlar?

Ergenekon. Bence bugünkü Ergenekon'un temeli ta o zamanlarda atılmıştı ve yapı, bu çekirdek hep devlete hakim olma mücadelesi verdi.81

            Marksist.org Devrimci Antikapitalist Haber Yorum Sitesi:

Osmanlı İmparatorluğu'nda gelişen Türk milliyetçiliği fikirlerinin ana temsilcisi konumunda olan İttihat ve Terakki Cemiyeti, ulusal bir devlet kurmak için Anadolu'yu Türkleştirme olarak adlandırıla­bilecek bir proje hazırlamıştı. Bu projeye göreAnadolu "rahatsızlık unsuru" olan Hıristiyan unsurlardan arındırılacak, Hıristiyanlardan boşalan yerlere Balkanlar'dan gelen muhacirler yerleştirilecek, böylece ulusal bir devlet için gereken zemin yaratılacaktı.

1915 yılında yaşanan Ermeni soykırımı, bu politikanın ilk ayağıydı. Yaklaşık 1 ,5 milyon Ermeni, Osmanlı İmparatorluğu'nun her tarafın­dan toplanarak kafileler halinde yollara çıkarıldı. Gidecekleri yerin Suriye'de insan yaşaması mümkün olmayan Deyr Zor Çölü olduğu söyleniyordu, ancak Ermenilerin büyük kısmı oraya bile ulaşamadı. Yollarda yağmalandılar, kurşuna dizildiler, kaçırıldılar, öldürüldüler. Anadolu'nun Ermenisizleştirilmesinden sonra sıra diğer Türk ve Müslüman olmayanlara gelmişti. Süryaniler de büyük ölçüde Ermenilerle beraber katledilmişti. Karadeniz Rumları, başta To-

81 Arife Köse, "6-7 Eylül Olayları: "Susanlar da Suçlu", Altüst, Sayı 3, Eylül 201 1, S. 42-44.

pal Osman olmak üzere katil çeteleri tarafından gruplar hâlinde öldürülüyordu. Yunan ordusunun 1922’de geri çekilmesi üzerine, İttihat ve Terakki’nin sürdürücüsü olan Kemalistler büyük bir taar­ruzla Anadolu Rumlannı topraklanndan söküp attılar. 1923 Lozan Anlaşması’yla da, İstanbul Rumlan dışında kalan Hıristiyanları Yunanistan’a göndermek ve yerlerine Müslümanları yerleştirmek suretiyle, Anadolu’nun Türkleştirilmesi projesinde önemli bir adım daha attılar.

1934 Trakya Olayları ve 1942 Varlık Vergisi ile Yahudiler de bü­yük ölçüde mülksüzleştirildikten ve ülkeyi terk etmeye zorlandık­tan sonra, geriye sadece İstanbul Rumları kalmıştı. Onlar da 6-7 Eylül Olaylarıyla tasfiye edilecekti.[121]

            Bugün gazetesi yazarı Nesrullah Sonay:

6-7 Eylül azınlıkların ulus devlet çerçevesinde nereye koyulacağı bilinemediğinden asimile etmek, eritmek yoluna giden bir düşün­cenin mahsulü. Müslüman azınlıkların daha kolay eritileceği düşü­nüldü. Dini farklılığın olduğu azınlıkları eritmek kolay olmuyor. 6-7 Eylül Olayları ulus-devlet kurma çabası çerçevesinde azınlık­lara yapılan baskı zincirinin bir halkası niteliğinde. Diğer halkalar ise azınlıkları 20 yaşında askere almak, varlık vergisi, ‘Vatandaş Türkçe konuş’ uygulaması ve azınlıkların bazı işlere alınmaması. Müesseselerin iflas ettirilmesi... Ve son olarak (1965 yılında] sınır dışı etmek yani ‘altın vuruş’ oldu.[122]

            Star gazetesi yazarı İktisatçı Dr. Cemil Ertem:

6-7 Eylül Olayları bir devamdır: Yani 1915’in, 1942’nin devamı. 1955 6-7 Eylül Olayları yukarıdan aşağıya, tek bir ırka dayanan bir ulus-devlet ve pazar yaratmanın en ayırt edici basamaklarından birisidir. Bu ideolojik-politik yaklaşım, OsmanlI’da ve Türkiye’de başından beri kendisini “ittihatçılık” örgütlenmesi ve anlayışıyla var etmiştir. Bu anlayışa ve buna bağlı örgütlenmelere bugün hem devlet içinde hem de devletin dışında sağ ve “sol” olarak rastlıyo­ruz. İttihatçılığın düşünsel arka planı -ama en sağından en soluna

kadar- "millet-i hakime"dir. Millet-i hakime anlayışı, doğal ola­rak, diğerini millet-i mahkfime olarak görecektir. Bu aynı zaman­da başından beri "resmi" bir inkar politikasını gerekli kılar. Falih Rıfkı'nın şu sözü "millet-i hakime"ye dayalı resmi inkar politika­sının en özlü ifadesidir. "Tarihe hakikat"in ne lüzumu var? Osman­lı tarihi, bu sebeple, bir yalan iilemi olmuştur. Yalan Şark'ta ayıp değildir" Bu anlayış Türkiye'de yalnızca inkarcı resmi politikanın temel düsturu olmamıştır; yaygın, geçerli bir resmi ideoloji hatta kültür olarak meşrulaşmış ve içselleşmiştir. Cumhuriyet'in kurulu­şundan itibaren siyasal yaşama damgasını vuracak olan asker-sivil bürokrasi, ayakta kalmasını sağlayacak zenginlik yaratıcı ortağını tabii ki kendisine benzer olandan seçecekti. Bunun için gayrimüs­lim ve Türk olmayan azınlığın mülksüzleştirilmesi bir devlet poli­tikası olmuştur. İttihat-Terakki 'nin, birçok açıdan, devamı sayıla­bilecek CHP'nin o zaman ki Azınlıklar Raporu bu anlayışı çok iyi ifade eder: "Anadolu'da Rum yok denecek kadar azdır. ( ...) Fakat Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul'un fethinin 500. yıldönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale getirrnektir."84

Bugün 6-7 Eylül' e baktığımızda, 1955 'e Türkiye 'nin, Cumhuriyet'ten önce başlayan ama Cumhuriyet'le resmileşen bir süreç sonunda gel­diğini görürüz. Bu süreç, üç temel alanda "Türkleştirme" politikaları ile götürülmüştür. Birinci alan bürokrasinin ve ekonominin Türk- leştirilmesidir ki bu süreç 1955 6-7 Eylül ile taçlanmıştır. İkincisi dilin Türkleştirilmesidir. İmparatorluğun bütün iktisadi, kültürel ve tarihi bağlarıyla ilişkisinin koparılması için, Farsça Arapçayı içine alan, çok zengin ve geniş bir ifade-anlaşma imkanı sunan Osmanlıca öldürülmüştür. Bununla, aynı zamanda, tarihle ve o tarihteki Türk olmayan ama Müslüman olan yapı ve unsurlarla bağın koparılması da amaçlanmıştır.

Üçüncüsü, kültürün ve eğitimin Türkleştirilmesidir. Bu alanda olanlar Hitler'in kitap yakma seanslarını bile aratan uygulamalar­dır ve ne yazık ki bugünlere kadar sürrnüştür.85

84 Cemil Ertem, "Yalan Şark'ta Ayıp Değildir!", Taraf, 2 Eylül 2008.

85 Cemil Ertem, "12 Eylül. 6-7 Eylül"ü Bitirme fırsatıdır", Turu.f, 7 Eylül 2010.

            Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve Taraf gazetesi yazarı Prof. Dr. Mithat Sancar:

6-7 Eylül, her şeyden önce, etnik ve dinsel açıdan homojen bir toplum yaratmaya yönelik muhteris ve acımasız projenin bir hal­kasıdır; 1915’teki Ermeni kıyımının, 1934’teki Trakya tehcirinin, 1942’deki Varlık Vergisi tasfiyesinin bir devamıdır. Irkçı, ayrımcı zihniyet yapısının bir ürünü ve aynı zamanda kaynağıdır.[123]

              Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi:

6-7 Eylül pogromu hem nüfusu hem de sermayeyi Türkleştirme operasyonlarının devamıdır. 6-7 Eylül’ün ardından, Rumların eko­nomideki etkisi iyice zayıflamış ve Türklerin sermayeye hâkim ol­ması hızlanmıştır. 1923’te 110 bini bulan İstanbul’daki Rum nüfus, 1999’da 2 bin 500 kişiye düşmüştür. 6-7 Eylül Olaylan etnik ho­mojenleşme ve milli ekonomi yaratma çabasının ürünüdür.

Sonraki yıllarda yürütülen politikalarla da ‘kamulaştırma’ adı al­tında gayrimüslim yurttaşların mallarına, mülklerine, vakıflarına el konulmuştur. Bunların bedellerinin ödendiği ise yalandır. Bir çift ayakkabının 50 lira olduğu bir dönemde, Rumların arsa veya tarla­larına, metrekaresi 35 kuruştan resmen el konulmuştur.[124]

              İnsan hakları aktivisti Temel Demirer:

Bu kapsamda denilebilir ki 6-7 Eylül Olayları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan çıkış sırasında, devletin kurucu güçlerinin çö­zümlenmemiş olarak gördükleri bir sorunu çözmek için adım adım uyguladıkları uzun vadeli stratejinin önemli eşiklerinden biridir. Bu strateji, Türkiye’de etnik ve dini azınlığı yok etme stratejisi­dir. Dini azınlıklar, Lozan Antlaşması çerçevesinde kendi dillerini öğretmek, din hizmetlerini özerk kurumlar aracılığıyla yürütmek hakkına sahiptiler. Bu hakların varlığı, Cumhuriyet elitlerinin bu azınlıkları eksiksiz bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak algı­lamamalarına yol açtı. Türklük içinde eritemeyeceklerini görünce, dışlama, korkutma ve kaçırma yöntemini benimsediler.[125]

            Süleyman Şah Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ayşe Maya Arakon:

Nasıl ki Almanya'da Naziler "iiri ırk" kavramı çerçevesinde sade­ce üstün Almanlardan oluşan bir toplum yaratmaya çalışıyorlardı, biz de sadece Türklerden mütevellit bir Türkiye yaratmanın peşi­ne düşmüştük. 6-7 Eylül l 955 Olayları bu coğrafyada yaşanan ilk "Türkleştirme" girişimi de değildi üstelik. Türkiye Cumhuriyeti topraklarını sadece Türk etnik yapısına dayanan bir "ulus-devlet"e çevirmenin ilk adımlarının l 923-1924 yıllarındaki Türk-Yunan mübadelesi ile atmış, hem sermayenin (ekonominin) hem de nü­fusun homojenleştirilmesi girişimlerine daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlamıştık.

1942 yılında gayrimüslim vatandaşları ekonomik aktivitenin dışı­na atmanın en etkin yolu olarak Varlık Vergisi uygulamasını baş­lattık. Varlık Vergisi basit bir vergi uygulaması olmaktan çok öte, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Tek Parti döneminde başlatılan bu "Türkleştirme" politikalarının önemli bir parçasıydı. ( ...)

Kurulu düzenin temsilcileri Varlık Vergisi uygulamasından hızını alamamış olacak ki 6-7 Eylül 1955'te ortaya atılan bir asparagas'ı temel alarak, Nazilerin uyguladığına benzer bir pogroma (örgütlü katliam) girişmekte beis görmemişlerdir. ( ...)

Evet, 6-7 Eylül bu toprakların toplumsal tarihinde bir dönemin so­nudur. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi makamları tarafından "azın­lıkların tasfiyesine" yönelik bir uygulamadır. Çoğul kimliklerin tek bir etnik kimliğe indirgenerek, bütün renklerin silinmesine yönelik bir anlayışın temsilcisidir.M9

              Soykırım Karşıtları Derneği (Frankfurt):

5-7 Eylül Olayları, 1915 soykırımının "etnik arındırma", "yerli halk­ları sosyal ve ekonomik hayattan tasfiye etme" biçimindeki çizgisi­nin bir devamıdır. 1943 'teki Varlık Vergisi nasıl bir ekonomik tasfiye uygulamasıydı ise ve gayrimüslimlerin bütün ekonomik varlıklarına el koyulmuştu ise, nasıl yine aynı tarihlerdeki "Çalışma Kampları" Nazi Almanyası'nın kaderine de bağlı olarak planlanan fiili bir yok etme hazırlığı idiyse; 1955, 6-7 Eylül tahribatı ise, hem çok kültür­lülüğe vurulmuş son darbe hem de Rum ve Ermeniliği artık büyük şehirlerde de ortadan kaldırma girişimiydi. Daha sonraki uygulama-

89 Maya Arakon, "6-7 Eylül'ü Hatırlamak", 6 Eylül 2008, http://www.sansursuz.com/ hahcrlcr1tcınplatcs/saıısursuz-yazar.asp'?artic le ide 7 1 204&0111.:id-7(iyy^54

larda l915'te noktaya çıkmış olan Anadolu'yu yerli halklardan anndırarak "Türkleştirme" tek ulusa dayalı, homojen bir ulus devlet kurma siyasetinin şaşmaz devamı niteliğindedir.

Bu nedenle yapılanları birbirleriyle bağlantısız görmek, koşullara göre aniden oluşmuş kendiliğinden olaylar gibi değerlendirmek, arkasındaki uzun yıllara dayanmış devlet siyasetini görmemek bü­yük bir yanılgı olur.90

              Ankara Üniversitesi doktora öğrencisi Levent Odabaşı:

6/7 Eylül 1955 Selanik Olayları bir döneme damgasını vurmuş, arkasında utanılacak izler bırakan bir devlet piyesidir. Bu piyes, o dönemin iktidarı ve bileşenleri tarafından ustalıkla planlanmış, yeri geldiğinde planlandığı reddedilmiş, fakat dönemin tanıkları tarafından bunun bir devlet piyesi olduğu itiraf edilmiştir. Azınlık­lara, kendilerinin bu ülkede misafir olduğu, canlarının ve malları­nın her an alınabileceği mesajını vermesi açısından da TC'nin bir devlet klasiği uygulaması olarak hafızalara kazınmıştır. Gerçekten de 1955 olayları, devletin azınlıklara bakışını yansıtması açısından önemli bir nitelik taşır. İstanbul'un fethinin 500. yılında tüm ülkeyi Müslüman-Türk yapma hedefi belki gerçekleşmemiştir ama hedefe önemli ölçüde yaklaşılmasını sağlamıştır.

1955 Selanik olayları esasında etnik homojenleştirme ve serma­yeyi Türkleştirme idealinin önemli ve göz ardı edilemez bir ger­çeğidir. ( ... )

Sonuç itibariyle 1955 Selanik Olayları, hem ekonominin Türkleş- tirilmesi hem de etnik homojenliğin sağlanması yolunda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin dönüm noktalanndan biridir.91

• Boğaziçi Üniversitesi doktora öğrencisi ve insan hakları akti- visti Ahmet Özcan:

6-7 Eylül Olayları, Türkiye'de Cumhuriyet dönemi azınlık politi­kalarının 1955'te ulaştığı evreyi gösterir ve bu anlamda Kemalist uluslaşma projesinin azınlıklara bakış açısını cisimlendirir. ( ...)

90 6-7 Eylül 2008 tarihli bildiri.

91 Levent Odabaşı, "1908 ve Sonrasında 'Nüfusun ve Sermayenin Türkleştirilmesi' Projesi Kapsamında Azınlıklara Yönelik Geliştirilen Politikalar ve Bu Politikaların Toplumsal Hayata Yansımaları", Ağustos 2011, yayınlanmamış çalışma, s. 28-29. https://ankara.acado:ınia.o:du/Lo:vo:ntüdabasi. Vurgulama yazara aittir.

1950'de DP'nin iktidarı almasına kadar, Cumhuriyet'in kurucu partisi olarak CHP, ilk önce ekonominin ve bürokrasinin Türkleş- tirilmesi için çabaladı. Bu durumu, dilin ve eğitim kurumlarının Türkleştirilmesi izledi. İskan politikalarıyla, özellikle Anadolu üzerinde yaşayan Türk etnisitesine dahil olmayan halklar yerlerin­den edildiler. l 934'teki Trakya Olayları, Yahudilere yöneltilmiş bir saldırı olarak 6-7 Eylül Olayları ile benzeşir ve genel çıkarımlar için önemli ipuçları verir. Bundan sonra sırasıyla, 1934'e kadar sürecek Ermenilerin zorunlu göçü, gayri-Müslimlerin askerlik hizmetine alınması ve Varlık Vergisi gelecektir. İşte bu noktada çok partili siyasal hayata geçişin, azınlıkların toplumsal durumu­nu uzun vadede değiştirmediğini söylemek yerinde olur. Nitekim Cumhuriyet dönemi azınlık politikaları, belli bir hükümet ya da partinin özgün tavrını değil, bir bütün olarak T.C. Devleti'nin po­litikasını yansıtmaktaydı. Gerçekten de her iki parti, azınlıklara yalnızca bir oy deposu olarak bakıyor, verdikleri vaatleri yerine getirmek içinse hiç acele etmiyorlardı.

Sonuç olarak, 6-7 Eylül Olayları 'nın doğru bir analizini yapabil­mek için; tarihsel perspektif açısından kökenleri İttihat ve Terakki Cemiyeti 'nin başlattığı ve 1915'te Ermenilerin katledilmesiyle do­ruğuna ulaşan Türkleştirme politikaları olan Kemalist uluslaşma projesini, 50'li yılların kendine özgü siyasal ve ekonomik koşulla­rını ve Kıbrıs sorununu bir arada değerlendirmek gerekiyor.92

Benzer bir şekilde Star gazetesi yazarı Celal Tahir de olayların yıl­dönümü vesilesiyle yayınladığı yazısında olayları "ulus-devlet ve homojen bir Türk ulusu inşasının tamamlanması için" kozmopolit bir yapının tasfiyesi olarak yorumlayacak ve de "Derin Devlet"i müsebbip olarak görecektir.93

Birbirlerini tekrarlayan bu söyleme katılmayan nadir kişilerden biri, Genç Siviller94 üyesi ve AKP İl Gençlik Kolları Başkan Yar­dımcısı Pınar Akyasan'dır. Akyasan, 6-7 Eylül Olayları'nın yıldö­nümü vesilesiyle yayınladığı makalesinde olayların, Türkleştirme politikaları ile yorumlanamayacağını dile getirecektir:

92 "6-7 Eylül Olayları: Homojen Bir Toplum Yaratma yolunda Modem Türkiye'de

Sosyal Mühendislik'', 6 Eylül 2012, http://ahmetozcan.org/tag/trakya-olaylari

93 Celal Tahir, "6-7 Eylül Efsaneler ve Gerçekler", Star, 19 Eylül 2011.

94 Daha fazla bilgi için bkz. wwvv.gencsiviller.net

DP'nin bu tertibin neresinde ne sebeple yer aldığı ve gerçekten böyle bir Türkleştirme niyeti taşıyıp taşımadığı sorusunu sormak lazımdır. DP 6-7 Eylül'deki olaylan dudak ucuyla desteklemiş ve olaylar çığırından çıktığında kontrolü sağlayamamıştır. Yine de katı bir ideolojisi olmayan, iktidar merkezli ve hızla değişen koşullara pragmatik bir biçimde uyum sağlayan bu partinin şayet sahiden de tertipte parmağı varsa bile -ki buna dair de söylemler dışında yazılı ya da somut bir kanıt bulunamamıştır, farklı grupları bünyesinde ba­rındırdığı düşünüldüğünde Türkleştirme amacı güttüğü pek inandı­rıcı değildir. Zaten, DP'nin azınlık politikalarına bakıldığında, 1955 yılına kadar Demokrat Parti'nin azınlıklara yönelik saldırganlığını kanıtlayacak herhangi bir somut olay yaşanmamıştır. DP azınlıkları, oylan kazanılması gereken bir seçmen kitlesi olarak gördüğünden, muhalefetteyken de, iktidardayken de teveccühlerini kazanmak için elinden geleni yapmıştır. Dolayısıyla da 6-7 Eylül Olaylarının DP ta­rafından Türkçü ideallerle tertiplendiğini söylemek dayanağı olma­yan bir iddiadır. Kaldı ki eldeki veriler, azınlıkların 1956 seçiminde oylarını, olaylar ve hafızaları bu kadar tazeyken dahi DP'ye verdik­lerini söyler. Bu trajik hadiseden sonra, hükümet gayrimüslimlerin göç etmesini engelleyecek bir uygulama başlatmış ve hatta resmi makamlar göç etmek isteyenlere pasaport vermeyi reddetmişlerdir. Aynca iddia edildiği gibi büyük dalgadan göçlerin, bu hadiselerden sonra olmadığını da söylemek gerekir.95

4-    Yunan Uyrukluların Sınırdışı Edilmeleri İle İlgili Yorumlar

Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ekim 1930 tarihinde imzalanan "İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi" Kıbrıs ihtilafı nedeniyle 1964 yılında Türkiye tarafından feshedilecekti. Feshe­dilmesinin akabinde, bu antlaşma gereğince Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların oturma ve çalışma izinleri iptal edilecek ve bu kişiler sınır dışı edileceklerdi. Sınır dışı edilen Yunan uyruk­lu Rumların, Türk uyruklu Rumlar ile evli olmaları halinde aileler bölünmekte idiler. Bu bölünme nedeniyle de Türk uyruklu eşler de Türkiye'yi terk etmek zorunda kalacaklardı.

95 Pınar Akyasan, "6-7 Eylül 1955'i Nasıl Okumalı", Yeni Şafak, 6 Eylül 2009. Akyasan Kandemir, halihazırda King's Colkgc (Londra)'dc doktora öğrencisidir.

Hal böyle olmasına rağmen Hülya Demir ile birlikte bu konuda Türkiye'de yayınlanan ilk araştırmanın müellifi olan CNN Türk Ha­ber Müdürü Rıdvan Akar, sınır dışı edilen Yunan uyruklu Rumlar- dan yanlış bir şekilde "Rum vatandaşı" olarak söz edecekti.96 Aynı yanlışı Taraf gazetesi yazarı Prof. Dr. Cengiz Aktar da bu kişilerden "gayrimüslim vatandaş" şeklinde söz ederek tekrarlayacaktı.97

Rıdvan Akar - Hülya Demir ikilisi, kitaplarında bu olayı şöyle yo­rumlayacaklardı:

İnönü Hükümeti Rumları İstanbul'dan kovmak için anlamlı bir günü seçti. 16 Mart İstanbul'un düşman işgalinden kurtuluşunun 44. yılıydı ve o gün hükümet aldığı bir kararla, Atatürk ile Veni- zelos arasında imzalanan "Seyrisefanin Anlaşmasını" feshettiğini açıkladı. Bir başka deyişle Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki en büyük zorunlu Rum göçüne de yeşil ışık yakılmış oluyordu. Yani İstanbul üçüncü kez Rumlardan "kurtarılıyordu" 16 Mart'ın bir başka 'yıl­dönümü' ise Varlık Vergisinin tasfiyesine 1944 yılında o gün karar verilmesiydi. Aradan 30 yıl geçtikten sonra İnönü, "işe" bıraktığı yerden devam ediyordu.98

Bu metinde de iki önemli tarihsel hata mevcuttur. İlki 16 Mart 1 920, İstanbul 'un işgalden kurtuluş tarihi değil, fiili olarak işgal edildiği tarihtir. İkinci önemli hata, Varlık Vergisi Kanunu'nun kaldırılma tarihinin 16 Mart 1944 değil, 15 Mart 1944 olmasıdır.99

Hafıza yanılması ve olguların yeterince kontrol edilmemelerinden ileri gelen bu iki hatanın "önemli" sıfatını hak etmeleri, tarihle-

96 Rıdvan Akar, "Ortak Düşman Patrikhane", 22 Aralık 2009, http://www4.cnnturk.

com/yazarlar/ridvan.akar/ortak.dusman.patrikhane/23.1530/. Benzer bir şekilde Hürriyet yazarı Yalçın Doğan da sınırdışı edilenlerin Yunan uyruklu olduklarını belirtmeden "Türkiye'deki Rumlar" olarak tanımlayacaktı. Yalçın Doğan, "Ermeni Anıtı'na Orman Bakanı Çözümü", Hürriyet, 20 Mart 2010.

97 Cengiz Aktar, "Cuma notları'', Taraf, 21 Nisan 2014.

98 Hülya Demir - Rıdvan Akar, İstanbul'un Son Sürgünleri, 4. baskı, Belge Yayınlan, İstanbul, 1999, s. 39.

99 "Varlık Vergisi bakayasınının terkinine dair kanun", 15 Mart 1944 http://www.tbmm. gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR KARARLAR/kanuntbmmc026/kanuntbmmc026/ kanunthmmc02604530.pdf

rin yanlış olmalarından ziyade yazarların zihinlerinde mevcut olan peşin yargıların dışavurumunu göstermelerinden ileri gelmektedir. Zihinlerde yer etmiş olan "tarih boyunca azınlıkları yok etmeye yö­nelik bir siyasetin mevcudiyeti" peşin yargısından ötürü yazarlar iki yanlış tarihi mesnet göstererek Yunan uyrukluların 1964 yılında sınır dışı edilmelerini bu siyasetin nihai merhalesi olarak değer- lendirmekteler ve peşin yargılarını doğruladıklarını sanmaktadırlar.

Rıdvan Akar - Hülya Demir ikilisi bu yanlış kanaatlerinde yalnız değiller. Bu görüş entelektüel alemin bir kesiminde yaygın bir şe­kilde yer etmiş durumda. Birkaç örnek vermekle yetinelim.

            Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Halil Şimşek:

1964 Yunan uyruklu Rumların sınır dışı edilmesi hadisesi, berabe­rinde azınlık/yabancı mallarına karşı boykot ve "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları da düşünüldüğünde Tek Parti dönemi uygu­lamalarından, Trakya Yahudi Olaylarına, oradan Varlık Vergisi uy­gulamalarına ve oradan 6-7 Eylül Olaylarına bir sürekliliğin ifade­sidir denilebilir. Sınır dışı etmede yaşananlar Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olaylarıyla benzerlik göstermektedir. Aynı zamanda basının bir bölümünün yönlendirmesi ve halkı infiale sevk edici yayın yap­ması her üç olayda da benzerlikler arz etmektedir. Örneğin Ulus gazetesinin 30 Nisan 1964 tarihli başmakalesinin "Atatürk'ün evi­ni yıkacaklarmış!" başlığı ile verilmesi doğrudan 6-7 Eylül Olayla­rını çağrıştırmaktadır. [126]

              Ankara Üniversitesi doktora öğrencisi Levent Odabaşı:

1964 yılında doğup büyüdükleri ülkelerinden koparılan Rumların Yunanistan'a gönderilmesi, en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti'nin azınlıklara uyguladığı 'nüfusu ve sermayeyi Türkleştirme' politika­sının bir sonucudur. [127]

            İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu (Atina) Başkanı Prof. Dr. Nikolaos Uzunoğlu:

Devamlı uygulanan baskılara rağmen Rum cemaati 1963 'e kadar sosyal bütünlüğünü korudu. Ancak Rumların anlamadığı bir nokta vardı. Bütün bu baskıların ve topraklarından kovulma teşebbüsle­rinin ardında, İsmet İnönü gibi Türk Devleti'nin ileri gelenlerinden bazılarının şahsi düşmanlığı değil, 1908'den itibaren uygulanmaya başlayan, 1923 'te ise yüzeysel bir değişime uğrayan devlet politi- kasıydı. Devletin 1923 'ten sonra sistemli bir şekilde tarihi saptırma politikası, 1914-24 dönemini yakından yaşayanların bile. beynini tam olarak "yıkayamadıysa" da onları korkutmayı başarıp sonraki nesillere yaşadıklarını aktarmamalarını, başka bir değişle susma­larını sağladı. Bu durumda, bu sosyal yapının yok edilişine karşı çıkacak hiçbir kuvvet mevcut değildi. Bunu sağlamanın en iyi yolu da Rumları doğdukları topraklardan kovmaktı. Böylece, Rumları ve diğer "yabancı cemaatleri" vücuttan ameliyatla çıkarılması ge­reken bir "ur" gibi gören Jöntürkler Komitesi'nin planı başarıya ulaşacaktı. Yunanistan' ın da ihmali neticesinde, 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nın bir parçası olan Nüfus Mübadelesi'nden muaf tutulan İstanbul'da yaşayan Yunan vatandaşlarının muallakta kalan durumları bunu sağlamak üzere değerlendirildi. [128] 02

              Strasbourg Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Samim Akgönül:

"Ulus devlet" kavramının icadıyla her şey kötüye gitmeye başladı. Tarihin en uzun yüzyılı, 19. Yüzyıl, gerginlikler, savaşlar, katliamlar ve kovulmalarla doluydu. Diğerlerine oranla geç ortaya çıkan Türk milliyetçiliği, gerici, tutucu, radikal ve zaman zaman da yıkıcı ola­biliyordu. Bu yüzden imparatorluk topraklarında yaşayan gayrimüs­limler kendilerini, nüfusu homojenleştirmek adına yapılan ve ardı arkası kesilmeyen baskıların içinde buldular. Bu bağlamda özellikle üç tarih öne çıkar: Önümüzdeki sene yüzüncü yıldönümü gelen Er­meni katliamının sembolik tarihi 1915; geçen sene birçok toplantıyla 90. Yılını andığımız, 1923'te Türkiye ve Yunanistan arasında ger­çekleşen nüfos mübadelesi ve 50. Yılını bu sene andığımız 1964. 103

102 Hera Büyüktaşçıyan (sergi küratörü), 20 Dolar 20 Kilo Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sürgün Hikayelerinden Biri, Babil Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği, İstanbul, 2014, s. 54.

              Belge Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ragıp Zarakolu:

Uzun zamandır 1964'te İstanbul'dan sürgün edilenlerin anılarına dayanan bir derleme üzerine çalışıyoruz..

Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1964 yılında Koalisyon Hükümeti'nin Başbakanı olarak, 1964 yılında, siyasal rakibi Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü Cumhur­başkanı Celal Bayar'ın aktif uygulayıcılarından biri olduğu 1914 Batı Anadolu Rum Tehciri'ni tamamladı.

Kendi imzacısı olduğu Lozan Barış Antlaşması 'nı rafa kaldır­dı. 1924 Yunanistan- Türkiye Müslüman- Hıristiyan Ortodoks yurttaş mübadele anlaşmasının, kapsam dışı bıraktığı İstanbul Rumluğu'nu, yine aynı antlaşmanın sözde özerklik verdiği Bozca­da ve Gökçeada Rumluğu'nu tasfiye etti. 104

              Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Elçin Macar:

1964'te yaşananlar, Rumlar özelinde, tek parti dönemindeki azın­lık politikasının Demokrat Parti döneminde, bir süre ara verilmiş olsa da, devam ettiğinin en büyük kanıtıdır.105

            31 Ekim-1 Kasım 20 l 4 tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenecek “ 1964 Expulsion: A Tuming Point in Homogenization ofTurkish Society" başlıklı konferansın Bildiri Çağrısı:

Türkiye'nin homojenizasyon süreci geç l 9ncu yüzyılda "ulus" kavramının daha önce tehlikeli olarak algılandığı Osmanlı İmparatorluğu'nda başladı. Türklük bir yerde tekrar icat edilmiş ve şekillendirilmişti. Homojenizasyon süreci Türkiye Cumhuriyeti 'nin kurulmasından sonra tepe noktasına ulaştı. Türklüğün ana kıstası din oldu. Türklüğün hayati bir şartı Müslüman kimliği olduğu için etnik olmayan veya Türkçe konuşmayan Müslümanların Türkleş- tirilmelerinin yapılabilir olduğu düşünüldü. Ancak Anadolu'nun bazı eski sakinleri hatta sadece Türkçe konuşan, eski Hıristiyan sakinleri, bu milli paradigmaya dahil edilmediler. Homojenizasyon önceden düşünülmüş, dikkatle planlanmış ve birbirlerine bağlı üç

104 Ragıp Zarakolu, "Rum tehciri tamamlandı", Taraf. 23 Mart 2014. Vurgulama yaza­ra aittir.

105 Elçin Macar, ••istisna süreklilik miT", Altıcı, Sayı 12, Nisaıı-llaziran 2014, s. 24.

politika ile gerçekleşti. Etnik temizlik, asimilasyon ve folklorlaş- tırma. Hedef alınmış gayrimüslimleri temizlemek, bunun yanı sıra, Kürtler hariç Türk olmayan Müslümanları başarılı bir şekilde asi- mile etmek. Kalan farklılıklar turistik özelliklere, örneğin diyalekt ve mutfak, indirildi ve böylece folklorlaştırıldı.

Etnik temizlemenin iki en önemli tarihi 1915 ve 1923 idi. Bu tarih­lerde Anadolu'nun en eski halklarından ikisi, Ermeniler ve Rum- lar, doğdukları topraklardan söküldüler. İmhadan sonra kalanlar ise sistemli bir şekilde asimilasyona maruz kaldılar. Homojen bir ulus yaratmak fikri o kadar güçlü idi ki, her ne kadar nüfusları az olsa da, gayrimüslimler tolere edilmiyorlardı. 1950'li yıllarda ulusla­rarası siyasetteki yeni gelişmeler Türkiye'ye etnik temizlik yap­mayı haklı gösterecek yeni bir bahane sundu. İngiltere'nin idaresi altında olan Kıbrıs uluslararası siyaset sahnesinde önem kazanınca Türkiye topraklarındaki Rumları hedef almaya başladı. Özellikle İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada'da yaşayanlar yurttaş olarak de­ğil rehine olarak görüldüler. 6-7 Eylül 1955 Pogromu Rumların kırılgan durumlarını daha da kötüleştirdi ve onların komşularına, ülkelerine ve yaşadıkları şehire olan güvenlerini tamamen kaybet­melerine yol açtı. Ancak popüler inanca rağmen kitlesel göç bu olaydan sonra başlamadı. Kitlesel göç 1964 yılında oldu. Kıbrıs'a müdahil olmayan Türk hükümeti İstanbul'daki Rumlardan hıncını aldı. 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan İka­met, Ticaret ve Seyri Sefain Mukavelenamesi tek taraftı olarak ip­tal edildi. Yunan tebaalı Rumların hemen Türkiye'yi terk etmeleri istendi. Ancak Yunan tebaalı Rumlar ile Türk tebaalı Rumlar içiçe geçmiş olduklarından ilk başta tehcir edilen 12.000 Rum'un ardın­dan 30.000 Rum daha Türkiye'yi terk etti. Böylece, İstanbul'un en eski topluluklarından Rumların çoğunluğu yaşadıkları şehirden söküldüler. Bu perspektiften bakıldığında 1964 20nci yüzyılda Jön Türkler ile başlayan uzun bir homojenizasyon zincirinin son halka­sı olarak görülebilir. O tarihten sonra Gökçeada ve Bozcaada'daki Rumlar da göç etmeye mecbur edildiler. İstanbul ve Anadolu'da birçok mahallelere ve köylere yeni isimler verildi, tarih ders ki­tapları da gözden geçirildi. Böylece Rumların ve de aynı zamanda Ermenilerin, Yahudilerin, Kürtlerin ve Süryanilerin bütün izlerini sistematik olarak yok edilmelerinin bitiş noktası oldu. [129]

5-    Peder Andrea Santoro, Hrant Dink ve

Malatya Cinayetleri Vesilesiyle Yapılan Yayınlar

            Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in 19 Ocak 2007 tarihinde öldürülmesi üzerine Yürüyüş dergisinde yayınlanan "Haklar ve Özgürlükler Cephesi" imzalı beyanname:

Ne yazık ki, bu topraklar üstünde 1 milyonu aşkın Ermeni'nin katle­dilmesiyle sonuçlanan "Tehcir Kanunu" çıkarıldı. Yıl 1915'ti. Tam dört bin yıldır Anadolu topraklarında yaşayan Ermeniler bu toprak­lardan sürüldü... 1920-30 yıllan boyunca Kürt halkına karşı onlar­ca sefer düzenlendi. Kürt'e, Kürt'lüğünü inkar dayatıldı. .. Yine bu topraklar üstünde 6-7 Eylül ( 1955) yağma ve talanı yaşandı. Rum, Ermeni insanlarımıza ait binlerce ev, işyeri yakılıp yıkıldı. Hıristiyan ve diğer gayr-ı Müslim azınlıkları "mülksüzleştirmek" ve ülkemiz­den kovmak için Varlık Vergisi yürürlüğe konuldu. 1964'te Kıbrıs sorunu bahane edilerek, ülkemizde kalan az sayıda Rum da sınır dışı edildi. Lazlar sürüldü. Süryaniler sürüldü... Bunlar bizim ülkemizde yaşandı. Ve bilinmelidir ki, bunların hiçbiri "kendiliğinden'', sıradan insanların "hassasiyetleri"nden kaynaklanan olaylar değildi. Bunla­rın hepsi, devlet tarafından kışkırtıldı, organize edildi.

Bugünkü saldırı da bu saldırıların bir devamıdır. Saldırı, halk düş­manlarının kardeşliğimize saldırısıdır. [130]

            Santa Maria Katolik Kilisesi (Trabzon) rahibi peder Andrea Santoro'nun, 4 Şubat 2006 tarihinde öldürülmesi üzerine Agos ve Radikal İki gazeteleri yazarı Prof. Dr. Baskın Oran:

Eğer: 1915 Tehciri, 1934 Trakya Musevi Olayları, 1942 Varlık Vergisi, 20 Kura Askerlik uygulaması, 6-7 Eylül 1955 pogromu, Yunanistan vatandaşı Rumların mallarını donduran 1964 Kararna­mesi gibi yasa, olgu ve olaylar memleketi bu gavurlardan arıtmak gerektiğini bana öğretmişse... ( ...) Yaşım 16 değil, 61 de olsa fu-

huş mafyasıyla veya karikatürle ilişkim de olmasa, yine gidip vu­rabilirdim papazı. 108

            Zirve Yayınevi (Malatya) çalışanlarının 18 Nisan 2007 tarihin­de öldürülmeleri üzerine sol görüşlü Yürüyüş dergisi:

Katliamın bir yanı Hıristiyan düşmanlığına, misyonerliğin hedef haline getirilmesine dayanırken, öte yanında en genelde farklı ola­nı yok etme politikası yatmaktadır. Bu politika, Osmanlı'nın son dönemlerinden, İttihat ve Terakki iktidarından bu yana kesintisiz bir şekilde sürmektedir. Ermeni'si, Rum'u, Yahudi'si, Hıtistiyan'ı ile tüm azınlıklar o günden bu yana bir "tehlike" olarak görülmüş ve çeşitli yöntemlerle yok edilmeye çalışılmışlardır. 1915 Ermeni Soykırımı bunun en üst boyutudur, ancak onunla sınırlı olmayıp, sonraki yıllarda da, 6-7 Eylül provokasyonlarıyla, Trakya Olayla­rıyla, azınlıkların mallarına el konularak, vakıf mallarını gasbede- rek sürdürülmüştür. 109

            Zirve Yayınevi (Malatya) cinayetleri sebebiyle Türkiye Ko­münist Partisi eski genel sekreteri Nabi Yağcı:

[Bu cinayetler] Anadolu'yu Türkleştirme hareketinin, ulus mey­dana getirme hareketinin devamıdır. 1923'te Yunanistan ile imza­lanan mübadele (karşılıklı nüfus değişimi) anlaşması anlaşılır bir şeydi. Ondan sonra 1 964'teki büyük sürgünde hiç de doğal olma­yan bir şey yapılıyor. Ondan önce 6-7 Eylül Olayları. Gayrimüs­limler bu ülkeden kovuluyor. 110

6-     Milli Savunma Bakam Vecdi Gönül'ün Beyanatına Tepkiler

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün, 10 Kasım 2008 günü Brüksel'deki Türk Büyükelçiliği 'nde düzenlenen Atatürk 'ü anma

108 Baskın Oran, "Trabzon'daki Papazı Ben de Gidip Vurabilirdim", Birgün, 10 Şubat 2006.

109 "Malatya Katliamını Yaratan Politikalar", Yürüyüş, Sayı 102, 29 Nisan 2007, s. 18-23.

11O Emin Akdağ, "Gül'ün Cumhurbaşkanlığı Önyargıları Kıracak", Aksiyon, Sayı 647, 30 Nisan 2007.

töreninde yaptığı konuşmasındaki şu sözler, ciddi bir tartışmaya yol açacaktı:

İzmir Ticaret Odası 'nda bir dönem görev almıştım. Bu odanın kuru­cuları arasında bir tek Müslüman yoktu ve tamamı Levantenlerden müteşekkildi. Cumhuriyet'in kuruluş öncesi de Ankara'da Ermeni- lere, Rumlara, Musevilere ve Müslümanlara ait dört mahalle bulu­nurdu. Ege'de verimli topraklar azınlıkların elindeydi. Ulus oluştur­ma sürecinde en önemli adım mübadele olmuştur. Düşünün Ege' de Rumlar veya Türkiye 'nin pek çok yerinde Ermeniler devam etsey­di, bugün acaba böyle milli bir devlet olabilir miydik? Bugün dahi Güneydoğu'da verilen mücadelede tehcir sebebiyle kendini mağdur sayanların katkısını hep biliyoruz. Çağdaş medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmemizde Cumhuriyet'in başlangıçtaki pren­sipleri en önemli prensiplerdir. [131]

Tahmin edilebileceği gibi tepkiler, basının sol ve liberal görüşlü cenahında yer alan yazarlardan gelecekti. Bu tepkilerin ortak özel­liği, gene 1915 yılından 1964 yılına kadar uzanan dönemde cereyan eden azınlık karşıtı olayların belli bir plan ve program içinde yapıl­dığının savunulmasıydı.

             Taraf gazetesi yazarı Markar Esayan:

Gerçekten de, ideolojinin, tehcir mübadele gibi opsiyonları "Teh­like anında kır" kutucuklarının içinde daima yer alır ve aciliyetin durumuna göre kullanılır da. Nitekim yöntem, bu ideolojinin ikti­dara geldiği Balkan Savaşı'ndan itibaren de Ermeni tehciri başta olmak üzere sıkça kullanılmıştır. Sadece 80-90 sene öncesinde de­ğil, 1934 Trakya Yahudi pogromu, 1939 Çift Kur'a askerlik, 1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül Olayları ve 1964 'te 40 bin Rumun sınır dışı edilmesinde de bu devlet prensibi hiç tereddüt edilmeden uygulamaya sokulmuştur. [132]

             Zaman gazetesi yazarı ve ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. İhsan Dağı:

"Milli" devlet' in bu toprakları homojenleştirme projesi 1924'te bit­medi. 1930'larda "vatandaş Türkçe konuş" kampanyası, 1942'de Varlık Vergisi, 1955'te 6-7 Eylül saldırıları hep "milli devlet'i kur­mak adına meşrulaştırıldı.113

             Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem:

İttihat Terakki'nin iktidar olduğu yıllardan bugüne kadar izlenen sistematik ve bilinçli politikalarla gayrimüslim nüfus azaltılmaya, genel nüfus içerisindeki oranı düşürülmeye çalışıldı. 1915 Ermeni- lerin tehciri, 1923 Rumların mübadelesi, 1934 Trakya Yahudilerinin mülksüzleştirilmesi, 1942 Varlık Vergisi uygulaması ve 6-7 Eylül Olayları, gayrimüslim nüfusun kitlesel göçüne yol açtı. Daha sonra­ki tarihlerde de benzeri politikalara devam edildi. Gayrimüslimleri denetim altında tutmak amacıyla 1962 yılında gizlice "Azınlık Tali Komisyonu" kuruldu; 1971'de Heybeliada Ruhban Okulu kapa­tıldı; 1974 'te gayrimüslimlere ait vakıf taşınmazlarına el konuldu. Gayrimüslimlere yönelik olmak üzere çeşitli aralıklarla "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları düzenlendi. Eğitim öğretim faaliyeti­nin her kademesinde gayrimüslimlere yönelik kin ve nefret kültü­rü aşılanmaya çalışıldı. Mahkeme kararlarında gayrimüslimlerden "yabancı" diye söz edildi. Aynı yaklaşım, Cumhurbaşkanlığı maka­mı ve Devlet Denetleme Kurulu'nca da sürdürüldü. Kısaca, gayri­müslimlere uygulanan tehcir, mübadele, müsadere, mülksüzleştir- me, dışlama ve ötekileştirme politikalarıyla, Birinci Dünya Savaşı öncesi toplam nüfusa oranı yüzde 20'1erde olan gayrimüslim nüfus, bugün itibariyle yüzde 0.02'1ere geriledi.114

113 İhsan Dağı, "Ak Partili mi İttihatçı mı?", Zaman, 14 Kasım 2008.

114 Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, "ABD'nin WASP'ı Türkiye'nin TMSL'i", Taraf.

24 Kasım 2008.

             İstanbul Adalar Belediye Başkanlığı Uluslararası İlişkiler ve Kül­tür Sanat İşleri'nden Sorumlu Başdanışman Raffi Hermonn Araks:

Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, daha nice olaylar, özde Rumları ve Er- menileri ticaret hayatından tasfiye etme amacıyla gerçekleşmiştir.

Yoksa Ermeni, Rum, Musevi, Kürt, Levanten, Türk, Arap ve di­ğerleriyle pekala da Milli Türk Burjuvazisi yapılandırılabilirdi.115

               Radikal gazetesi yazarı Ersin Tokgöz:

Mübadele günlerini, sürülen gayrimüslimleri düşünüyorum, ulus devlet kurma yolunda ayıklananlarla, sürdüğümüz değerleri bir kez yine anlıyorum... 'Ah'ımı yineliyorum. Oysa devletlularımız ne de güzel düşünmüştü... Ayrık otları gayrimüslimler ve Kürtlerdi ya, iki dertle uğraşmak yerine tek derdi temizlemek daha rafine, daha az zahmetli, daha pratikti. Kürtler zaten mağara devrini yaşı­yordu, kafalarını kaldırmaları, örgütlü sıkıntı yaratmaları nereden baksan bir yüzyıl sürerdi.

Ama gayrimüslim tebaa öyle mi? Hem şehirli, hem varlıklı, dola­yısıyla daha tehlikelilerdi. Sürelim gitsin. E tabi açılan mübadele kapısından girenler 6-7 Eylül Olaylarına kadar gidecekler, geri ka­lanları da iyice güçten düşürerek masalların etnik süsüne çevire­ceklerdi. 'İttihat ve Terakki derini' hep diriydi çünkü!

Ne diyordu geçen onca zamandan sonra bugünkü Bakan: "Sürme- seydik, ulus devleti nasıl kuracaktık?" Ne iyi niyetli, vatansever bir yaklaşım değil mi? Ah, bir de bu iyi niyetli devlet sicilini bozan İttihat ve Terakki derin eli olmasaydı. ..116

7-    Güz Sancısı Filminin Gösterime Girmesi Vesilesiyle Yaymlanan Yazılar

Yılmaz Karakoyunlu'nun 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nı konu edinen Güz Sancısı romanının aynı isimle yönetmen Tomris Giritlioğlu ta­rafından sinemalaştırılması ve filmin 23 Ocak 2009 tarihinde etkili bir tanıtım kampanyası eşliğinde gösterime girmesi üzerine "azın­lıklar" konusu yeniden medyada tartışılmaya başlanacaktı. Nilgün

115 Raffi A. Hennonn, "Gayrimüslimler "Milli" Değilse", Taraf, 18 Kasım 2008.

116 Ersin Tokgöz, "Mübadele, Tersine Evrim ya da Habeıtürk", Radikal, 29 Haziran 2009.

Öneş'le birlikte filmin senaryosunu yazan Taraf gazetesi yazarı Et- yen Mahçupyan, film ile yargı süreci devam eden Ergenekon Dava­sı arasında süreklilik olduğunu belirterek şu yorumda bulunacaktı:

Öte yandan tarih, devletin içinde çöreklenmiş olan bu Ergenekon çizgisinin ana hedefinin gayrimüslimler olduğunu açıkça gös­termekte. 1894, 1909 ve 1915 kıyımları,117 1926 ve sonrasındaki vatandaşlık yasaları, 1934 Trakya Olaylan, 1942 Varlık Vergisi, 1955'teki 617 Eylül vandalizmi, 1963 kararnamesi118 ve 1972 son­rasında günümüze kadar gelen vakıf malları müsadereleri ... He­def belli: Gayrimüslimler bu topraklardan gitsin, ama mallarını da 'bize' bıraksın...

Devlet azınlıkları tanımlamayı, ayrıştırmayı ve dış konjonktürün izin verdiği her fırsatı kullanarak 'buharlaştırmayı' temel düstur haline getirmiş gözüküyor. Devletin yasaları ile sokağın vahşeti arasında sıkışan gayrimüslimlerin 'kendiliğinden' gitmeleri muh­temelen tercih ediliyor ama gitmeyenlerin de nasıl gönderileceği biliniyor. . . [133]

Senarist Nilgün Öneş de kendisine yöneltilen "[tarihle] bu hesap­laşmaları yapmakta niçin gecikiyoruz?" sorusuna cevap verirken 1923 yılından günümüze kadar süren bir Türkleştirme siyasetinden bahsedecekti:

Öncelikle devlet politikaları nedeniyle... Gayrimüslimlere ve Türk olmayan etnik guruplara 1900'1erden itibaren yapılmaya başlayan ayrımcılık 1923 'te Cumhuriyet'in kurulmasıyla şiddetleniyor. Bun­dan sonra da vatan topraklarını Türkleştirme faaliyetleri bugünlere kadar geliyor. Uzun yıllara yayılan bu bilinçli devlet politikasının bireyler üzerindeki etkisi tartışılmaz. Bütün bunlara ek olarak ya­şananları savunmak için milliyetçi görüşe daha fazla yaklaşıp, karşı düşüncelere duyulan tepki ve saldırıların yüzleşmeyi geciktirdiğini düşünüyorum. 120

Filmin gösterime girmesi vesilesiyle kendisiyle mülakat yapılan Dilek Güven, Sabah gazetesi muhabiri Ecevit Kılıç'ın suallerini şöyle cevaplandıracaktı:

- 6-7 Eylül Olaylarının tezgahlanmasındaki amaç neydi?

Ülkeyi homojenleştirme. Bu ülkede gayrimüslimlere şimdi de Kürtlere yabancı gözüyle bakılıyor. "Bunlar bize ihanet edebilir mi?" diye düşünülüyor. Bunun için de göç ettirme stratejisi var. 6-7 Eylül Olayları bunun parçası.

- Temel amaç gitmelerini sağlamak mı?

Amaçlarına iki katmanlı olarak bakmak gerekiyor. CHP Azınlık Bürosu'nun olaylardan önce hazırladığı bir rapor var. Raporda, "Anadolu'da hemen hemen hiç Rum kalmadı. Birkaç da Ermeni kaldı. Ama çok çoğalıyor. Onları İstanbul'a göç ettirmemiz gereki­yor. Ne kadar İstanbul' da toplarsak o kadar kontrol altında olurlar. Ama sermayelerini burada bırakmalılar" deniliyor.

- Ne zaman hazırlanıyor bu rapor?

l 947'de. Birkaç yıl gecikmeyle de olsa 6-7 Eylül Olayları yaşa­nıyor. Raporda yer alan çarpıcı bir cümle daha var: "İstanbul'un fethinin 500. yılında İstanbul'da bir tek Rum olmazsa ne iyi olur."

-Ama olaylar CHP değil Demokrat Parti iktidarında yaşandı ...

Doğru. Ama DP döneminde azınlıklara karşı pek bir liberalleş­me yaşanmadı. Göstermelik gelişmeler var; Adnan Menderes'in Patrikhane'yi ziyaret etmesi gibi. Bir şekilde DP, CHP'nin deva­mıydı. Menderes, CHP üyesiydi. Varlık Vergisi Kanunu'nun çık­ması için oy veren kişiydi. CHP ile DP'yi bu noktada çok ayrı göremeyiz. [134]

Bu mülakatta ilginç olan, Dilek Güven'in kitabında ileri sürdü­ğü yanlış savlarını, bu konuda yayınlanmış bir eleştiriye rağmen, aynen tekrar etmesidir. Dilek Güven, bu mülakattan birkaç gün sonra 25 Ocak 2009 akşamı Fatih Altaylı'nın Teke Tek progra­mında konuyu tartışan HaberTürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı, DP döneminin son İçişleri Bakanı Namık Gedik'in oğlu Arda Gedik ve tarihçi Erol Şadi Erdinç'i ( 1935-2012) eleştirdiği yazısında

6-7 Eylül 1955 Olayları'nın nedenini daha önceki beyanatları doğ­rultusunda şöyle açıklayacaktı:

Güz Sancısı'nda, 6-7 Eylül Olaylarına sebep olarak Kıbrıs mese­lesi öne sürülüyor. Fakat bu zaten devletin resmi söylemi. Madem tarihimizle yüzleşeceğiz, o zaman 6-7 Eylül'ü Türkiye'yi etnik ho­mojenleştirme stratejisinin bir parçası olarak anlatmak daha doğru olduğu kanısındayım.

Bu nedenden dolayı olaylarda, sadece Rumlar değil Ermeni, Yahudi ve "dönme" vatandaşlarımız da hedef alınmıştır.122

Bu eleştiriye karşın Erol Şadi Erdinç şu cevabı verecekti:

Dilek Güven ile ayrıldığımız nokta ya da karşıt görüşlerimiz şu: Kendisi, 6-7 Eylül Olaylarını Türkiye'yi "homojenleştirme strateji­sinin bir parçası olarak" anlamaktadır. Oysa ki ben, bu olaylan dış politikada etkinliğin sağlanması yönünden, yönetimin güdümünde ve korumasında, denetlenmesi irade dışına çıkmış, hukuk dışı, bil­gisiz, tipik bir eylem örneği olarak görmekteyim.123

Geçen zaman zarfında Dilek Güven'in görüşleri değişmeyecektir. 9 Ekim 2010 tarihinde Surp Haç Tıbrevank Lisesi'nden Yetişenler Derneği'nde yaptığı konuşmada da aynı görüşlerini tekrarlayacaktı:

Yani, "Türkiye Türklerindir" denerek, Türkiye'nin sadece Türklerin ve Müslümanların yaşadığı bir ülke olması isteniyordu. Bunu ger­çekleştirmek için bir çok olay organize ettiler. 6-7 Eylül saldırıların­dan evvel 'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyası, Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 20 Kura Askerlik gibi azınlıkları hedef alan uygula­malar hayata geçirildi. Ekonominin Türkleştirilmesi de saldırıların gerçekleşmesinde önemli bir neden oluşturuyordu. Saldırılarla bir­likte göç eden gayrimüslimlerin yerine sermayenin Müslümanların eline geçmesi hedeflendi. Anadolu'da oluşturulan orta sınıf, aslında 1915, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül gibi felaketler sonucunda oluştu. 124

122 Dilek Güven, "6-7 Eylül'e Devlet Gözüyle Bakmak", Taraf, 6 Şubat 2009.

123 Erol Şadi Erdinç, "Dilek Güven'e Cevap'', Taraf, 2 Mart 2009.

124 'T1brc\'ank Dcrııcği"ndc 6-7 Eylül Olayları Tartı^ıldı"", Agus, 15 Ekim 201 O.

6-7 Eylül Olayları’nın bir Türkleştirme politikası olduğunu Yeni Film dergisi yazarları Aylin Sayın ve Murat Çınar Büyükakça da ileri süreceklerdir:

Evde hissetme çabası azınlıkların kaderindedir. Temel misyonları azınlıkları tasfiye ya da asimile etmek olan ulus devletlerden oluş­muş bir dünyada azınlıklara “yer”, “yurt” kelimelerinin anlamlı olacağı bir hayat kurmaya çabalamak kalır. Ulusal çıkarlar yasalar karşısında önceliklidir.

1915 Ermeni soykırımı, 1934 Trakya Olayları, vatandaş Türk­çe konuş kampanyası, 20 kura askerlik, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 1964 Yunan uyrukluların sınır dışı edilmesi, azınlık vakıflarının mal edinememesi gibi türlü ayrımcılıkla baş etmek zorunda kalan gayrimüslimlere azınlık oldukları, öteki oldukları duygusu hep ya- şatılmıştır. Çok gerilere de gitmeye gerek yok. İsrail’in Gazze sal­dırısına tepkilerini Türkiye topraklarındaki Yahudilere yönelik bir çeşit linçe dönüştürmeye çalışan faşist hezeyan son günlerin öteki- leştirme politikasına dair ilk akla gelendir.

İttihat ve Terakki döneminden beri uygulamaya konulmuş olan “Türkleştirme” politikasının bir ayağının Tek Parti iktidarınca uy­gulanması Varlık Vergisi dolayısıyla olmuştur. Bu vergiyle gayri­müslim azınlığın ekonomideki gücünü azaltıp bunu Müslümanlara devretmek, bir şekilde onları sindirmek hedeflenmiştir. “Türkleş­tirme” politikasının amacı ekonomik, kültürel, siyasal homojenleş­tirme yaratmak ve milli burjuvaziyi ortaya çıkarmaktır. İstenilen Varlık Vergisi ve diğer uygulamalarla büyük oranda başarılsa da ek­sik bırakılan şey -özellikle azınlıkların varlıklarının gasp edilerek onların ekonomideki ağırlıklarını azaltmak- 6-7 Eylül 1955 olayla­rıyla tamamlanmıştır. Bu olaylardan sonra çoğu gayrimüslim mal varlıklarını kaybetmiş, ülkelerini terk etmiş ya da bu ülkede huzurlu yaşayacaklarına dair son ümitleri de yok olmuştur.

İttihat ve Terakki’den alınan gelenek dolayısıyla 6-7 Eylül Olayları­nı tek başına DP iktidarı ile özdeşleştirmek hatalı bir sonuç olacak­tır. Bu, İttihat Terakki ile başlayan ve Tek Parti iktidarında devam eden Türkleştirme, homojenleştirme politikasının ve milli ekonomi yaratma gayretinin devamı olarak düşünülmelidir.

6-7 Eylül Olayları Kıbrıs sorunu dolayısıyla Rumlara yönelik ola­rak başlamıştır. Olay günü talandan Ermeniler, Yahudiler ve Beyaz Ruslar da paylarını almışlardır. Hatta yağma öyle bir hal almıştır ki Müslümanların dükkânları da yer yer hasar görmüştür.[135]

Güz Sancısı filmini övenlerin veya filmin gösterime girmesi vesi­lesiyle olayların Türkleştirme politikasının bir merhalesi olduğunu savunan isimlerin ideolojik profillerine bakıldığında tamamının liberal ve sol görüşlü oldukları görülmekte. Buna mukabil filmin "'açıkça taraf tutan', toplumun değerleri ve duyarlılıklarına yaban­cılaşmış sol sinema anlayışının son derece tipik bir örneği" olduğu­nu savunan Yeni Şafak gazetesi film eleştirmeni Ali Murat Güven ise filmin, "kötü ve sağcı Türk" temasının peşinden gittiğini ileri sürerek "resmi görüş"ü temsil edecekti.126

8-    "Kafes Eylem Planı" Haberi Üzerine Yorumlar

Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu'nun 19 Kasım 2009 ta­rihinde yayınladığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda görevli bazı muvazzaf subaylar ile bazı emekli subaylar tarafından gayri­müslimlere karşı düzenlenmesi tasarlanan ve saldırganların İslamcı militanlar olduğu izlenimini vermeyi amaçlayan "Kafes Operas­yonu Eylem Planı" haberi üzerine127 aynı gazetenin yazarı Markar Esayan şu yorumda bulunacaktı:

Tarafı Kafes haberini yaptığı için kampanya düzenlemekle suçla­yan Başbakan Erdoğan'a duyurulur.

Ortaya saçılan bilgilerin bendeki yorumu böyle.

Burada adli bir süreklilik olmasa dahi, bir yüzyıl boyunca yaşanan benzer "operasyonlar" arasında ideolojik-kimyasal bir bağlantı ol­duğu kesin.

1915,     Varlık Vergisi, 6-7 Eylül vandalizmi, Yahudilere yönelik Trakya Olayları, 1964 Rum Mübadelesi, Dersim, Madımak, Bah- çelievler katliamları, darbeler ve tüm faili meçhuller aynı kafes zih­niyetinin bir ürünü. İttihatçı paşalar iktidarı ele geçirmek için sui­kastları bir yöntem olarak seçmişlerdi. Hasan Fehmilerden, Ahmet Samimlerden gelen, Sabahattin Ali'yi, Uğur Mumcu'yu, Bahriye

126 Ali Murat Güven, "Bu Kadar "Mazohist Bir Sinema"ya Sahiden de Gerek Var mı?", Yeni Şafak, 25 Ocak 2009.

127 Mehmet Baransu, "Gayrimüslimleri Vurup AKP'yi Bitireceklerdi", Taraf, 19 Ka- silil 2009.

Üçok'u, Kemal Türkleri, Çetin Emeç'i, Danıştay saldırısını, Dink suikastını ve daha birçoklarını içine alan operasyonları bu Kafesçi örgüt yönetti.

Her seferinde de bunun mesuliyetini halkın sırtına yüklediler. Amaçları sadece ve sadece kendi iktidarlarını korumaktı.128

9-    Azınlıklar Tali Komisyonu Ne idi?

l 960'lı yıllarda Kıbrıs ihtilafı nedeniyle 7 Kasım 1962 tarihinde kurulan Azınlıklar Tali Komisyonu'nun görevi, "ülkemizdeki azın­lıkların yurt güvenliği bakımından kontrolü" idi. Kuruluşundan 41 yıl sonra, 2003 yılında, Dışişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü görevlileri, bu komisyonun kuruluş gerekçesini şöyle açıklayacaklardı:

Dışişleri Bakanlığı Temsilcisi: 1962 'de özellikle Kıbrıs sorunu, Yunanistan'la ilişkiler ve Rum azınlığın o günkü sayısal özelliği göz önüne alınarak, Başbakanlığa bir yazı yazılmış, bu azınlıkla­rın başıboş hareket ettikleri, zapturapt altına alınıp hakları neyse o haklarını alması; haksızlıklara veya haksız edinimlerine karşılık tedbir alınması için, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT Müsteşarlığı ve Dışişleri Bakanlığı mensuplarından oluşan bir komisyon kurulmasını önermiş. l 962 'de aynı yıl içinde, Başbakan­lık "Bu çok doğrudur, azınlıkları gayet iyi kontrol etmek lazımdır, bunun için de böyle bir komisyon kurulsun" demiş.

Azınlıklar Komisyonu, hiçbir zaman mevcut hükümetlerin veya siyasi iktidarın, ülkemizin o anki iç koşullarının dışında kararlar alabilmiş ve uygulamaya geçirmiş bir kurul değil. Bu itibarla, tu­tumunun inişli çıkışlı olduğunu, dış ve politik gelişmelere, siyasi iktidarların yaklaşımlarına paralel olarak iniş çıkış olduğunu söyle­mek mümkün.

Emniyet Genel Müdürlüğü Temsilcisi: Genelkurmay ve MGK asil üye. Konuya göre, ilgili kuruluş temsilcisi çağrılıyor. Lozan'daki azınlıklarla ilgili bazı hükümler yasalara yansımamış. Uygulamayla

128 Markar Esayan, "Kampanyamızın İsmi Kafes'ten Çıkmaktır", Taraf, 23 Kasım 2009.

şekillendirilmiş ve koordinatörlük bir makama verilerek azınlıkla­rın sorunlarının çözümü, aynı zamanda devlet güvenliği bakımın­dan da değerlendirilmesi var. İnsan haklarıyla çelişen bir durumu olamaz. Karara muhalefet şerhi konulabilir. O günkü siyasi iradenin onayı alınır. Ondan sonra, ilgili kurumları bağlar nitelik kazanır. Za­ruretten doğmuştur. [136]

Komisyonun ana görevinin, satır aralarından da anlaşılacağı üze­re, Türk ve Yunan uyruklu Rumların Kıbrıs ihtilafı konusunda Yunanistan'a maddi veya manevi destek verip vermediklerini de­netlemek olmasına rağmen Radikal gazetesi genel yayın yönetmeni İsmet Berkan, "bu komisyonun başlıca görevi de, Türkiye'de yaşa­yan gayrimüslim azınlıklara hayatı zehir etmek ve onların böylece bu ülkeden kaçıp gitmesini sağlamaktı" diye yazabilecekti.130

Burada yeri gelmişken bir parantez açıp şimdiye kadar hiç ince­lenmemiş bir konuya da kısaca değinmek gerekmekte. Toplum ve müesses nizam nezdinde "Türk yurttaşı" olarak algılanmayan ve kabul görmeyen gayrimüslim yurttaşların anavatanları (İsrail, Er­menistan, Yunanistan) ile olan ilişkileri hiçbir zaman soğukkanlı ve bilimsel bir şekilde incelenmemiştir. Bu konuya değinenler gayri­müslim yurttaşları asli sadakatleri anavatanlarına olan kişiler res- metmişlerdir. Hal böyle olunca azınlıkların anavatanlarına maddi ve/veya manevi destek verip vermedikleri konusu da hiç incelen­memiştir. Milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı kesimin kendisini İs­lam ümmetinin bir parçası olarak görmesi, İslam aleminin herhangi bir yerinde cereyan eden savaş, tabii afet gibi olayların mağdurla­rına maddi, manevi destekte bulunması ise Türk toplumu tarafın­dan son derece doğal karşılanmaktadır. Şayet böyle bir davranış doğal ise gayrimüslim Türk yurttaşlarının anavatanlarına yardım­da bulunmaları da gayet doğaldır. Ancak bu yardımın Türkiye'nin

toplumsal ve kültürel şartları nedeniyle resmi olarak değil gizlice yapılması da bir başka gerçekliktir. Ancak bu gerçeklik tabu bir meseledir ve hiçbir araştırmaya konu olmamıştır. 131 Hal böyle olun­ca Azınlıklar Tali Komisyonu'nun "Devlet'i koruma refleksi" ile hareket edip azınlıkların bu tür yardımlarını denetlemek istemesi de "anlaşılabilir"dir. İsmet Berkan'ın meselenin bu kısmına hiç de- ğinmeyip sadece bir kısmını ele alması ise "seçici tarih" anlayışının bir başka örneğidir.

131 Bu konuda bkz. Rıfat N. Bali , Aliya: Bir Toplu Göçün Öyküsü (1946-1949), İleti­şim Yayınları, İstanbul, 2009.

V- "AZINLIKLARI TÜRKLEŞTİRME
SİYASETİ"NİN YANLIŞ
YORUMLANMASI

1-     "Türkleştirme Siyaseti" Konusundaki Yanılgılar

Bu kitapta örnekleri verildiği üzere ortak özellikleri liberal veya sol görüşlü olmaları olan çok sayıda araştırmacı, gazeteci, öğre­tim üyesi ve insan hakları aktivisti Devlet'in dönemler, iktidarlar, ulusal ve uluslararası konjonktürdeki değişiklikler ne olursa olsun azınlıkları Türkleştirme, başka bir deyimle, Türkiye'den gitmeleri­ne yol açacak hadiselerle Türkiye'den ayrılmalarını sağlama ve öz- varlıklarına el koyma gibi bir planı olduğunu ve muhtelif tarihlerde cereyan eden hadiselerin de bu planın muhtelif halkaları olduğunu iddia etmekte. Örneğin Prof. Dr. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi örne­ğinden yola çıkıp bu kanaate varmakta ve bunu şöyle ifade etmekte:

Burada "l945'te göç etmeyenlere ne oldu?" sorusu haklı ve meşru bir sorudur. 1950'li yılların başına geldiğimizde bütün gayrimüs­limlerin göç etmedikleri biliyoruz. Ama sonraki yıllarda Kıbrıs meselesi ile ilgili olarak, "iyi saatte olsunlar" takımının sahneye koyduğu 6-7 Eylül 1955 olaylarını ve 1960 darbesinden sonra kısa bir süre Başbakanlık yapan İsmet İnönü'nün 1964 yılında aldığı "İs­tanbul Rumlarını sınır dışı etme" kararını düşündüğümüz zaman, Varlık Vergisi uygulamasının uzun bir Türkleştirme politikaları zin­cirinin sadece bir halkasını oluşturduğunu görebiliriz.

Ankara hükümetleri için Kıbrıs meselesi, sadece adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin can güvenliğini ve demokratik haklarını "koru­mak" için değil; İstanbul'da 1955 nüfus sayımının verilerine göre sayıları 52,000 civarında olan İstanbul Rumlarından da "kurtul­mak" için önemlidir. 1

Tek Parti döneminde gayrimüslimlere yönelik her türlü icraati, sistematik bir politikanın bir merhalesi olarak yorumlayan bir di­ğer öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Koraltürk'tür. Koraltürk, 1924 yılında kabul edilen Muhamat Kanunu'nun akabinde İstanbul Barosu'na kayıtlı gayrimüslim avukatlardan bir kısmının tasfiye edilmesini konu edinen makalesinde bu tasfiyeyi, "bazı mesleklerin Türkleştirilmesi" bağlamında ele aldığını belirtecektir.2 Koraltürk, Agos gazetesi muhabiri Funda Tosun ile yaptığı mülakatta daha da ileri giderek şu yorumda bulunacaktır:

Bizim devletimiz, çok sofistike bir şekilde, çok kurnazca, inceden yaptığı düzenleme ve kanunlara, tehcir, mübadele gibi olaylara rağ­men burada kalmayı başaran gayrimüslim yurttaşlarını gönderebil­mek için hiilii elinden geleni yapıyor. Devletimiz 34 Trakya Olayları ya da 6-7 Eylül Olaylarında olduğu gibi zaman zaman tosuncukla­rını devreye sokuyor. Doğrudan darp ederek buradan göndereme- diklerini ise yasada kendini göstermeyen ama yönetmelik aralarına sıkışmış düzenlemelerle yıldırıyor. 3

Koraltürk'ün yanılgısı, bu tasfiyeyi "bir meslek dalını Türkleştir­me" olarak yorumlaması ve kendisinin de atıfta bulunduğu avukat Ali Haydar Özkent'in anılarına fazla itibar etmemesi ve bu anılara

I Yorga Hacıdimitriadis 'in Aşkale Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İleti­şim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 195.

Murat Koraltürk, "Avukatlığın Türkleştirilmesi 1924'te İstanbul Barosu'nda Ger- \:cklcşen Tasfiye Üzerine Yaşanan Tartışmalar", Toplumsal Tarih, Sayı 212, Ağus­tos 201 1. s. 50-58. Bu konuda daha dengeli bir yorum için bkz. Umut Karabulut, "Mıılıfımiit Kanunu: Türkiye'de Avukatlık Korumunun Düzenlenmesi ve İstan- hııl llarosıında Yaşanan Tasfiyeler", Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, .\111127 (201HiUz). s. 79-104.

'   1 ııııda lıısıııı. "Devlet (iayrimüslimleri Sinsi Yasalarla Yıldırdı", Agos, 16 Eylül

'1111

şüphe ile yaklaşmasıdır. Özkent, anılarında Mütareke dönemine şu satırlarla atıfta bulunacaktı:

Bizde meşrutiyet idaresi, pek kıymetli istisnalar bir yana bırakılır­sa, meslek mirası olarak ruhan muhzir döküntülerini, Karamanlı ve İncesulu dava vekillerini bulmuştur. Bunlar çoğu Rum, Ermeni, Ya­hudi, Arap, Kürt, Çerkes ve azı Türk olmak üzere acayip bir halita teşkil ediyorlardı.

Mütareke yıllan irinle dolu kursaklan patladı. İstanbul'un göbeğin­de Rum Barosu, Ermeni Barosu teşkil edildi. Ayasofya Camiini, Yu­nanlılara peşkeş çeken Osmanlı avukatlan görüldü. Göğüslerinde bilmem hangi hükumet şefinin rozetini taşıyanlar da eksik değil­di. Osmanlı mahkemeleri bomboşken ve vatanın yabancı çizmeler altında çiğnendiğini gören hakiki yurtseverler, için için ağlar ve gizli matemler tutarken bazı Osmanlı avukatlar ecnebi konsolos­hane mahkemelerinde hani hani takip ettiler, Türkleri oralara sürüklediler. (Kroker Oteli, Arapyan Hanı) böyle faciaların karan­lık sahneleriydi. Bir ilamın icrasına giden icra memurlanmız bazı defa önlerine Yunan, İtalyan bayraklarının dikildiğini görürlerdi. Osmanlı Adliyesi'nin nüfuzu hiçe sayılıyordu. Biraz ısrar edince ecnebi askerler gelip memuru dışarıya atıyorlardı. Bugün bile cüb­beyi giyerek elan içimizde dolaşmakta olan bazıları, Yunan, Fran­sız, İtalyan devletlerinin himayesine girmişlerdi. Rum patrikinin, Ermeni patrikinin pasaportuyla gelenleri saymayalım. Bir kısmının cebinde bu cinsten birkaç pasaport vardı. Onlardan bir kısmının velinimeti (Papaz Frü)4 idi. O İngiliz Rahip ki katran elbisesinin önünde sarkan zünnariyle İsa'nın ruhaniyetinden imdat umar gö­rünürken, Türke düşmanlık hırsıyla adli mukaddesatımızı alt üst ediyordu. İrtibat zabiti yüzbaşı (Benet)in5 son sopasına yapışmak, bazı Osmanlı avukatlar için bir şerefti. Oradan hiyanete, hiyanetten de kursağa yol vardı.

Osmanlı avukatlığı tefessüh etmişti. Müzevirliğe, kağıt kavaflığına, tefeciliğe bir de hainlik ve casusluk inzimam etmişti. Milli idare, muhamiliği kurarken ve onu Büyük Millet Meclisi namına adalet dağıtan hakimlerin sırasına çıkarırken bu tefecilerin, bu namussuz ve alçakların yardım işine ortaklaşmalarına müsaade edemezdi. İşte

4 Burada sözü edilen, Rahip Robert Frew'dir.

5 Burada sözü edilen, John Godolphin Bennett'tir. Anılan için bkz. John Godolphin Bennett, Tanık BirArayışın Hikifyesi, çev: Çiçek Öztek, Yapı Kredi Yayınları, İstan­bul, 2006.

Muhamat kanununun muvakkat maddesinde gösterilen tasfiye lüzu­mu, bu gibi düşüncelerin mahsulüdür. Tatbikatta tam bir muvaffaki­yet hasıl oldu mu? Bu bir meseledir.6

İstanbul Barosu'ndaki gayrimüslim avukatların tasfiyesi, bu anıla­rın ışığında okunduğunda "bir meslek dalının Türkleştirilmesi"nden ziyade kendilerine artık hiç güven duyulmayan avukatların tasfiye­si olarak yorumlanmalıdır. Burada sorulması gereken kritik soru, Mütareke ve İzmir'in işgali döneminde azınlıkların işgal kuvvetleri ile gerçekten işbirliğinde bulunup bulunmadıklarıdır. Bu soruya ce­vap, bu kitapta yer alan anılardır. Bu anılardan görülebileceği gibi dönemi yaşayanların ortak hafızasında yerleşik imge, azınlıkların işgal kuvvetleri ile işbirliği yaptıklarıdır ve de bu gerçektir. Ger­çektir, ancak o tarihte İstanbul ve İzmir'de yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusunun tamamını tabii ki kapsamaz. İşbirliğinde bu­lunanlar olduğu gibi, işbirliği yapmayanlar da vardı. Ancak daha önce de belirtildiği üzere yerleşik imge, bütün azınlıkların vatana ihanet ettikleridir. Hal böyle olunca azınlıklara duyulan güven or­tadan kalkmış ve gayrimüslim avukatların tasfiyesi gerçekleşmiştir.

Bir diğer aşırı örnek, Agos ve Taraf gazeteleri yazarı Ayşe Hür'dür. Hür'ün kullandığı yöntem, aynen "resmi tarihçiler"in yöntemine benzerdir. "Resmi tarihçiler" genelde azınlıklar-Devlet, özelde Türkler-Yahudiler ilişkilerinde tarih boyunca cereyan etmiş azın­lık ve Yahudi karşıtı olayları yok sayıp sadece olumlu olayları peş peşe dizip pembe renkli bir tarih anlatımı kurgularlar. Ayşe Hür de Taraf gazetesinde yayımlanan uzun makalesinde benzer bir yönte­me başvurup kapkara bir tarih anlatımı kurgulamakta.7 Hür, hiçbir denge ve nüans gözetmeksizin kurguladığı Türk-Yahudi ilişkileri­ni konu alan tarih anlatımında sıraladığı olaylarla, Cumhuriyet'in kurulmasından bu yana Türkiye' de bir antisemitizm geleneğinin mevcut olduğunu ispatladığını sanmakta. Bunu yaparken de siyasal

6 Ali Haydar Özkent, Avukatın Kitabı, İstanbul Barosu, İstanbul, 2002, s. 79-80. 1940 tarihli nüshanın tıpkıbasımı.

7 ı\yşc 1 Iür, "\1ünfcrit (') ı\ntiscnıitizııı Vak "alan", Taruf, 8 Şubat 2009.

İslamcılar, Kemalistler ve milliyetçiler arasında tefrik yapmamak­ta, antisemitizm ile ksenofobyayı harmanlamakta ve son derece yanlış bir yoruma ulaşmakta.8

2-     Hangi Olaylar "TürUeştirme Siyasetinin Bir Merhalesi"

Değildir?

Daha önce sıralanan kamuya mal olmuş azınlık karşıtı olaylardan, Varlık Vergisi Kanunu'nun gayrimüslim mükelleflere ayrımcı ve keyfi bir şekilde uygulanması bir "iktisadi hayatın Türkleştirilmesi" vakası olduğu şüphesizdir. Buna mukabil (a) 4 Haziran 1932 tarih ve 2007 sayılı "Türkiye'de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında kanun"un uygulanmasıyla, oturma ve çalışma iznine sahip yabancı uyrukluların işlerini terk etmek zorunda kal­maları, (b) 1934 Trakya Olayları, (c) gayrimüslim erkeklerin Nisan 1941-Temmuz 1942 ayları zarfında nafıa taburlarında çalıştırılma­ları, (d) 6-7 Eylül 1955 Olayları, (e) Yunan uyruklu kişilerin oturma ve çalışma izinlerinin 16 Mart 1964 tarihinde iptal edilmeleri hadi­seleri ise, aşağıda sıralanan sebeplerden ötürü planlı ve düzenli bir Türkleştirme siyasetinin birer uygulaması olarak kabul edilemezler. Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlayan ve Tek Parti döneminin sonuna kadar devam eden "Vatandaş Türkçe Konuş" talebi ise Türkleştirme siyasetinin kültürel anlamda bir uygulaması olduğu kuşkusuzdur.

a)     Türkiye 'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve

Hizmetler Hakkında Kanun

4 Haziran 1932 tarih ve 2007 sayılı kanunun kabulü ile Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan yabancı uyrukluların neredeyse tamamının gayrimüslim olduğu gerçektir. Bu uygulama, Cumhuriyet'in kuru-

8 Hür'ün bu yorumuna karşı tek tepki, bir okurun Milliyet gazetesinin blogun- da yayınlanan yazısı olacaktı: Uzay Gökerman, "Antisemitizm Konusunda Ayşe Hür'ün Yanlış Tarih Yorumu", (9 Şubat 2009), www.blog.milliyet.eom.tr/Blog. aspx'!HlogNo= 161456

luş yıllarında topluma ve müesses nizama hakim olan ksenofobya- nın bir tezahürüydü. Maksat, ticaret hayatından yabancı uyrukluları tasfiye edip onları Türk (tercihan Müslüman) uyruklular ile ika­me etmekti. Dolayısıyla bu hadiseyi Türk uyruklu gayrimüslimleri Türkleştirme siyasetinin bir merhalesi olarak kabul etmek mümkün değildir.9

Hal böyle olmasına rağmen kimi öğretim üyesi bu kanunun Yunan uyruklu Rumlardan kurtulmak amacıyla kabul edilen ve dolayısıy­la 'Türkleştirme politikalarının önemli bir parçası" olarak değer- lendirecekti.10 Halbuki bu kanun nedeniyle Türkiye'den ayrılmak zorunda kalanlar sadece Yunan uyruklu olmayıp birçok değişik ül­kenin vatandaşı idiler.

b)     1934 Trakya Olayları

1934 Trakya Olayları, sadece "bir Türkleştirme harekatı" olarak izah edilmeyecek kadar karmaşık ve çok sebeplidir. İlk sebep, Trakya bölgesinin askeri mıntıka olarak kabul edilmesi üzerine T.C. Genelkurmay Başkanlığı 'nın bölgede yaşayan ve "güvenilmez" olarak kabul edilen Yahudilerin ve Bulgarların sessiz bir şekilde bölgeden uzaklaştırılmalarını istemesidir. Bir diğer sebep, Yahudi tüccar ve esnafın bölge ekonomisindeki önemli yeri ve bu duru­mun, bölge halkı nezdinde yarattığı derin haset ve öfkedir. Bir diğer sebep, dönemin ünlü antisemit ve milliyetçi yazarlarından Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan'ın tahrikçi yayınları ve bu yayınlara seyirci kalan resmi makamlardır. T.C. Genelkurmay Başkanlığı'nın Yahudilerin ve Bulgarların bölgeden sessizce uzaklaştırılmaları ar­zusu, bir yerde Yahudi tüccar ve esnafın bölgenin ticaret hayatına

9      Bu konuda bir inceleme için bkz. Rıfat N. Bali, Xenophobia and Protectionism - A Study ofthe 1932 Law Reserving Majority ofOccupations in Turkey to Turkish Nati- onals, Libra Kitap, İstanbul, 2013.

10    Örneğin Elçin Macar, "İstisna mı Süreklilik mi?", Altüst, Sayı 12, Nisan-Haziran 2014, s. 24.

hakim olmalarından hazzetmeyen yerel esnaf ve tüccarı memnun eden bir karardı. İlk başta Yahudilerin taciz edilerek, korkutularak kendiliklerinden bölgeden uzaklaşmalarını hedefleyen bir hareket, çok kısa zamanda kontrolden çıkacak ve bir yağmaya dönüşecek­ti. [137] Bu hadiselerde Ankara'nın rolünün ne olduğu hadiselerin ce­reyan etmesinde dahli olup olmadığı hakkında elde mevcut olan belgelerin ışığında, bir kesin cevap vermek imkansızdır.

c)     Gayrimüslim Erkeklerin Nafia Taburlarında Çalıştırılmaları

Gayrimüslim erkeklerin 1941 yılının Nisan ayında ihtiyat askeri olarak silah altına alınmaları ve nafıa taburlarında çalıştırılmaları kararı; Trakya sınırına dayanmış olan Nazi Ordusu'nun Türkiye'ye saldırmaya karar vermesi halinde, Türk Ermeni toplumu içindeki bazı grupların, beşinci kol faaliyetlerinde ve Nazilerle işbirliğinde bulunacaklarına dair iddialardan endişe eden hükümetin, bu ihti­malin önüne geçmek için aldığı bir "tedbir" idi. [138]

Bu "tedbir" İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya'nın Pe- arl Harbour'daki Amerikan Donanması'na baskın düzenleme­sinden sonra Birleşik Amerika hükümeti 1942 yılında Birleşik Amerika'nın Pasifik kıyısında yaşayan Japon kökenli Amerikalı­ların Amerikan toplama kamplarında enterne etmesine büyük öl­çüde benzemekte. Bu kararın gerisinde yatan sebep, aynen nafia taburlarında olduğu gibi, Japon kökenli Amerikalıların beşinci kol olarak hareket edecekleri kaygısıyla alınan bir tedbirdi. Bu karar alındığında Birleşik Amerika'da 127.000 Japon kökenli Amerikalı yaşıyordu. Bunların 112.000'i Pasifik kıyısında ikamet etmekteydi. 80.000'i Amerika'da doğmuş ve Amerikan vatandaşı idi. Diğerleri ise Japonya'da doğmuş ancak ABD'ye göçüp buraya yerleşmiş ve

Amerikan vatandaşlığına sahip olmayan Japonlardı. Bunlara ilave­ten yaklaşık 14.500 İtalyan ve Alman kökenli Amerikalı da enterne edilecekti.

Birleşik Amerika hükümeti 'nin bu karan her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin kararına büyük benzerlik taşıyorsa da önemli bir farklılığa da sahip. Fark şu: 1988 yılında Birleşik Amerika Başka­nı Ronald Reagan imzaladığı Civil Liberties Act (Sivil Hürriyetler Karan) ile bu haksızlıktan dolayı özür diledi ve hayatta olan enterne edilmiş her kişiye 20.000 dolar tazminat ödemeyi taahhüt etti. Nafia Taburları konusu ise bir Meclis Araştırması'na bile konu olmadı.

d)     6-7 Eylül 1955 Olayları

6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nın hatırlanış ve yorumlanış şekli, uzun bir inceleme gerektirdiği için, bundan sonraki bölümde incelenecektir.

e)    Yunan Uyrukluların 1964 Yılında Sınırdışı Edilmeleri

30 Ekim 1930 tarihinde imzalanan "Türkiye ile Yunanistan Arasın­da İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi"nin, Türkiye ile Yunanistan arasındaki diplomatik ilişkilerin Kıbrıs ihtilafı nedeniy­le gerginleştiği bir dönemde, 16 Mart 1 964 tarihinde feshedilme­siyle oturma ve çalışma iznine sahip Yunan uyrukluların sınırdışı edilmeleri kararı ise, aynen 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nda olduğu gibi, azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti ile sınır komşuları arasında meydana gelen ihtilaflarda birer "rehine"ye dönüştüklerinin bir di­ğer örneğidir.

Bu gerçeğin farkına varan ve belirten tek kişi ise araştırmacı gaze­teci Rıdvan Akar olmuştur. 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nı "İstanbul 'un Rumlardan temizlenmesi" şeklinde yanlış bir yorumla değerlendir­mesine rağmen Akar Yunan uyrukluların sınır dışı edilmelerini ise doğru değerlendirecektir:

l 964'te Rumların sınır dışı edilmelerine neden olan gelişme aslında dış politikanın eseriydi. Kıbns'ta çözüm konusunda yaşanan açma­za çare olarak Türkiye' de yaşayan Rumlar hedef seçilmişti. Yani Türkiye kendi yurttaşlarını dış politikanın rehinesine dönüştürüyor, pazarlık masasına koz olarak sürüyordu. 13

DSİP Eş Genel Başkanı Meltem Oral da Yunan uyruklu Rumların "diplomatik bir koz" olarak kullanıldıklarını teyit edecekti. 14

f)     "Vatandaş Türkçe Konuş " Kampanyaları

Cumhuriyet'in ilk yıllarında rastlanan ve umumi yerlerde Türkçe konuşulmasını talep eden "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları genç Cumhuriyet'in, Osmanlı döneminin istenmeyen mirası olan azınlıkların çoğunlukla yaşadığı İstanbul'a karşı dile getirdiği tep­kisidir. Aynı zamanda ulus-devlet inşa etme sürecinin olmazsa ol­maz şartlarından biridir. Bütün vatandaşların Türkçe konuşmalarını talep eden bu kampanyaların kabul edilemez yanı, şiddete meyil­li olmaları (örneğin Türkçe konuşmayanların taciz edilmeleri) ve de değişimin hemen gerçekleşmesinin talep edilmesiydi. Türkleş­me siyasetinin, Osmanlı döneminde reaya, zımmi olarak yaşamış olan gayrimüslimlerin, Türkleşmeleri halinde 1924 Anayasası 'nın kendilerine tanıdığı yurttaşlık ve eşitlik haklarından faydalanma olduğu unutulmadığı takdirde, "Vatandaş Türkçe Konuş" kam­panyalarının azınlıkları yok etmeye yönelik bir siyaset olduğunu söylemek mümkün değildir. Umumi yerlerde Türkçe konuşturmayı hedefleyen "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları gayrimüslim­lerin Türkçeyi konuşmayı, Türk ülküsünü ve Türk kültürünü be­nimsemelerini hedeflemekte ve bunun gerçekleşmesi halinde 1924

13    Hera Büyüktaşcıyan, a.g.e., s. 7. Akar bu görüşünü kitabında da belirtmişti: "İşte bu aşamada hükümet, Türkiye'de yaşayan Rumlan, Kıbrıs'ta önerilen Türk politikası­nın gerçekleşmesi için "rehine" olarak kullanma yolunu seçti: Bkz. Rıdvan Akar- Hülya Demir, İstanbul'un Son Sürgünleri 1964 te Rumların Sınır Dışı Edilmeleri, Doğan Kitap, İstanbul, 2014, s. 23.

14    Meltem Oral , "20 Dolar 20 Kilo: Belleksizliğe Karşı Direnmek", Altüst, Sayı 12, Nisan-Haziran 2014, s. 30.

Anayasası 'nın belirlenen yurttaşlık haklarından istifade etmeyi ta­ahhüt etmekteydi.

3-Sadece Devlet'i Suçlayan Yaklaşım

Dönemler, ulusal ve uluslararası konjonktür ve iktidardaki siyasi parti(ler) ne olursa olsun Devlet'in her zaman "azınlıkları Türkleş­tirme" iradesine sahip olduğunu savunan köşe yazarları, üniversi­te öğretim üyeleri ve aktivistler "Devlet-azınlıklar-Türk toplumu" üçgeninde yer alan tarafların birbirleriyle olan karmaşık ilişkilerini tahlil etmemekte, dahası "toplumsal hafıza" gibi son derece önemli bir olguyu da kat'i surette dikkate almamaktadırlar. Bu yaklaşıma birkaç örnek verilebilir.

İlkine, Hülya Demir-Rıdvan Akar ikilisinin hazırladıkları ve 1964 yılında sınır dışı edilen Yunan uyrukluları konu eden kitapta rast- lanmaktadır. Kitabın "giriş" kısmında yer alan şu satırlar, yazarla­rın "Devlet-azınlıklar-toplum" ilişkiler ağında sadece "devlet" ve "azınlıklar" üzerinde yoğunlaştıklarını ve "toplum" kısmını göz ardı ettiklerini göstermekte:

Cumhuriyet yılları boyunca devletin temel hedeflerinden birini "Türklük şuuru" olarak tanımlanan milliyetçiliğin vatandaşlar ara­sında yaygınlaşması oluşturdu. Osmanlı'nın mirasçısı Türkiye'nin Türklerden oluşan bir ulus-devlete çevrilmesi için bu şuurun resmi tarih ile desteklenmesi olmazsa olmaz koşuldu. Ancak Türkiye'deki gayrimüslim azınlıkların 'etkisizleştirilmesi' de gerekiyordu. Eko­nomik gücü elinde bulundurmaları ve bu nedenle de Türk burju­vazisinin batıya açılan penceresi olmaları onları hedef haline ge­tiriyordu. Böylece devlet onları zenginlikleriyle, etnik kimlikleri arasında kurduğu analoji ile azınlıklara karşı uyguladığı politikaları halkın gözünde meşru kılma politikası gütmüş ve bunda da bir öl­çüde başarılı olmuştur.

İstanbul Rumlarının 30 yıl önce kovulmaları işte bu yaklaşımın ürünüdür.

Biz bu çalışmayla, resmi tarihin 'Türkiye eşittir Türkler' şeklin­de formüle edilen yaklaşımını sorgulamayı amaçlıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin kısa tarihi içinde Türk olmayanlara yönelik poli­tikalardan en çok etkilenenler Kürtler ve Müslüman olmayan azın­lıklar oldu. 15

Bu bağlamdaki ikinci örnek ise Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra devrimci sol çizgideki Yürüyüş dergisinde yer alan "Haklar ve Özgürlükler Cephesi" imzalı beyannamedir:

Anadolu kardeşlik toprağıdır. Fakat Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Gür­cü, Boşnak, Laz, Rum, Ermeni yüzlerce yıl kardeşçe yaşadığımız bu topraklarda, bizi birbirimize düşürmek, birbirimize kırdırtmak için nice provokasyonlar düzenlendi. Nice düşmanlık tohumlan ekildi bu kardeşlik toprağına. Bu kardeşlik, bu topraklardaki ege­men sınıftan her zaman rahatsız etti.

Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan bu saldırganlık, Kemalist yönetim ve ardından oligarşi k diktatörlük tarafından da sürdürüldü. Anadolu'da katliama ve sürgüne uğramamış tek bir halk bırakıl­madı. "Farklı" olan inkarla, imhayla, tehcirle, asimilasyonla yok edilmeye çalışıldı.

Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Süryaniler, Lazlar, Boşnaklar hemen tüm halklar, bu saldırılardan, katliam ve sürgünlerden nasibini aldı. "Türk" ve "Sünni" olmayanlar için, farklı ulusal kökenden ve farklı inançtan olanlar için bu güzel topraklar cehenneme dönüştürüldü.

Bu beyannamede masum halkların Devlet'in maksatlı tahriklerine alet oldukları savunularak Devlet, tek suçlu ilan edilmektedir. [139]

Benzer bir şekilde Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğretim görevlisi Niyazi Özdemir ve Yrd. Doç. Dr. Zekeriya Başka! Sivas, Amasya, Kayseri, Tokat ve İstanbul'da yaşayan Ermenilerle yaptıkları mü­lakatlara atıfta bulunarak Ermeni ve Türk toplumları arasında ya­şanan gerginliğin sebebinin ulus-devlet olduğunu belirteceklerdi:

Ulus devlet böyle günahsız, hatasız bir şey olarak sunuldu bize. Za­ten iki toplumun birbirine düşme nedeni de bu ırkçı anlayış.17

"Azınlıkları Türkleştirme" meselesinde sadece Devlet'i suçlayan, azınlıkların Mütareke dönemi ve İzmir'in işgal yılları sırasındaki davranışları ve bunun halk ve Devlet nezdinde yarattığı etkiler üze­rinde durmayan sol ve liberal görüşlü yazarlar, bu nevi hatıraların toplumun hafızasında kazınamayacak bir şekilde yer ettiğini gör- memekteler veya görmek istememekteler. Aynı yazarlar, bu olay­ların azınlıklara karşı müthiş bir husumet, kıskançlık, güvensizlik ve öfke birikimi yarattığı, 1934 Trakya Olayları ve 6-7 Eylül 1955 Olayları gibi kitlesel hadiselerde yaşanan şiddet ve yağmanın ge­risinde toplumda sıkı bir şekilde yer edinmiş bu duyguların yat­tığı, Varlık Vergisi Kanunu'nun gayrimüslimlere karşı ayrımcı ve keyfi uygulaması sırasında yağmalanan servetlerden Türk halkının ve dönemin ileri gelen Müslüman tüccar ve sanayicilerinin büyük bir iştah ve memnuniyetle faydalandıkları gerçeğini dikkate alma- maktalar. Böyle davranarak da sadece Devlet'i müsebbib gördük­lerinden azınlıklar aleyhinde cereyan etmiş hadiseleri yanlış bir şekilde sadece Devlet'in icra ettiği bir "master planın uygulaması" olarak yorumlamaktalar. Bu hadiseler de toplumun ezici çoğunlu­ğunun müdahil olduğu ve de yağmadan yararlandığı ısrarla gözardı etmekteler.

Uınıiıı. "I ııııo-ııı Meselesinde Kendimizi Keşfettikçe Güvenimiz Artacak", 'I! j 11111

VI- 6-7 EYLÜL 1955 OLAYLARI 50. YILINDA
NASIL HATIRLANDI?

l 955 yılının 6-7 Eylül günleri İstanbul ve İzmir'de yaşayan Rum­ların ev, işyeri, kilise, mezarlık, gazete, okul ve hayır cemiyetle­rine karşı düzenlenen utanç verici yağmanın, "6-7 Eylül 1955 Olayları" adıyla tarihe mal olduğu malı1mdur.1 Olayların deh­şet verici sonuçları nedeniyle başta Yunan tarihçileri olmak üze­re kimi araştırmacı ve yorumcular olaylardan "pogrom"2 veya 'Kristallnacht'3 olarak söz eder. 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın 50. yıldönümü vesilesiyle basında yer alan köşe yazılarında4 dile getirilen yerleşik kanaatin tam aksine bu trajedi, Varlık Vergi­si Kanunu'nun ayrımcı uygulamasıyla birlikte, yakın tarihimizin en fazla hatırlanan, araştırılan,5 belgelenen,6 üniversite tezlerine

1 Bu bölümün ilk hali, Maziyi Eşelerken, (Dünya Kitapları, İstanbul, 2006) kitabı için­de yayınlanmıştır.

2  "Pogrom" Rusça bir sözcüktür. Çarlık Rusyası'nda Yahudilere karşı düzenlenen yağ­

ma ve kitlesel cinayetleri kastetmek için kullanılır.

3 Tarihe Kristallnacht (Kırık Camlar Gecesi) adıyla geçen, Nazilerin 9-1 O Kasım 1938 geceleri sinagogları, Yahudilere ait mağaza ve işyerlerini yakıp yıktıkları olaylar.

4  Örneğin Yiğiter Uluç, "6-7 Eylül'ü Neden Hatırladık?", Vatan Pazar, 11 Eylül 2005.

5  6-7 Eylül 1955 Olayları Tarih ve Toplum dergisinin Eylül 1986, Toplumsal Tarih

dergisinin Eylül 2000 ve Eylül 2003 sayılarının ana konusuydu.

6 Can Dündar "O Gün" başlıklı belgesel dizisinden birini 6-7 Eylül Olayları'na ayır­mıştı. Söz konusu belgesel, 7 Eylül 2002 gecesi CNN Türk'te yayınlandı. Bkz. Can Dündar, "Atatürk'ün Evini Bombalamadım", Milliyet, 7 Eylül 2002. Olayların ellinci yıldönümü vesilesiyle de bir başka belgesel yapıldı: Rıdvan Akar, Utancın Tarihi: 6-7 Eylül 1955, Bir Yapım, İstanbul, 2005. Söz konusu belgesel 5 Eylül 2005 akşamı TV8 televizyon kanalında yayınlandı.

konu olan[140] azınlık karşıtı olaylarından biridir. Dahası, bu konuda Yunanistan ve Amerika’da yayınlanmış ancak henüz Türkçeye ka­zandırılmamış çok sayıda araştırma ve anı kitapları da mevcuttur.[141]

1-   50. Yıldönümünün Anılması

Basının ve aydınlar camiasının, 50. yıldönümü nedeniyle bu ha­zin hadiseyi yazı dizileri ve köşe yazılarıyla anması gayet doğal­dı. 2005 yılındaki anmanın geçmiş yıllara kıyasla en önemli farkı, Dilek Güven’in Ruhr Üniversitesi Bochum’da kabul edilen dokto­ra tezinin Türkçe çevirisinin,[142] merhum emekli Hâkim Tümamiral Fahri Çoker’in Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’na bağışladığı fotoğraf ve belgelerin yer aldığı bir diğer kitapla bir­likte yayınlanması ve fotoğrafların sergilenmesiydi. Aslında olay­ların fotoğraf sergisiyle anılması bir “ilk” değildi. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Azınlık Hakları Komisyonu, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi fotoğrafçısı Dimitrios Kaloumenos’un 6-7 Eylül geceleri hayatı pahasına çektiği ve Ethnos gazetesi muhabiri

vasıtasıyla gizlice Yunanistan' a yolladığı10 fotoğrafların kopyala­rından oluşan11 "Utandıran Tarih" isimli sergisini 8-13 Eylül 1996 günleri ziyarete açmıştı. İlginç bir şekilde o tarihte bu sergiye basın fazla ilgi göstermemiş ve aşırı milliyetçi bir grubun 2005 yılında düzenlenen fotoğraf sergisine saldırmasının tam aksine12 bu sergi, herhangi olumsuz bir tepki de yaratmamıştı.

2-    Neden Tepki Gösterildi?

Aşırı milliyetçi kesimin 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nı anan sergilere 1996 yılında tepki göstermemesi, buna mukabil 2005 yılında sert tepki göstermesinin tek sebebi, aradan geçen dokuz yıl zarfında Türkiye'nin AB üyeliğini savunan liberal-sol cepheye karşı bir ta­vır olarak milliyetçiliğin yükselmesi, yaygınlaşması ve toplumun "AB yanlısı liberal cephe" ile "ulusalcı-Kemalist-milliyetçi cep­he" olarak kutuplaşmasıdır. Sergiyi düzenleyen kuruluşların liberal cephede yer almaları ve düzenledikleri etkinliklerde AB ile ünlü işadamı George Soros'un kurduğu Soros Vakfı'nın desteklediği Açık Toplum Enstitüsü'nün sivil toplum örgütleri ve üniversitelere sundukları araştırma fonlarından yararlanmaları, AB ve küreselleş­me karşıtı ulusalcı-Kemalist-milliyetçi cephenin tepkisini arttıra­caktı. Nitekim sergiye tepki gösterenler, sergiyi düzenleyen kuru­luşların "Soros destekli" olduklarını söyleyeceklerdi. 13

3-    Dilek Güven'in 6-7 Eylül Olayları Kitabı

Olayların 50. yıldönümünün anma etkinliklerinin geçmiş yıllara kıyasla bir diğer özelliği, sol-liberal görüşlü aydınlar camiasının,

10 llias K. Maglinis, "Istanbul 1955: The Anatomy ofa Pogrom", Kathimerini, 28 Ha­ziran 2005.

11 Söz konusu fotoğraflar, The Crucification ofChristianity (2. baskı, Atina, 1991) kita­bında yayınlandı.

12 Erkan Aktuğ, "50 Yıl SonraAynı Beraberlik", Radikal. 7 Eylül 2005.

13 Kemal Özmen, "6-7 Eylül Sergisine Saldırdılar", htl^^wbKine^^ haklarıi66620-tı-7-eylul-sergısıne-saldiıdıiar, 6 Eylül 2005.

Dilek Güven'in kitabında öne sürdüğü "6-7 Eylül Olaylarının azın­lıkları Türkleştirme politikasının bir örneği" olduğu tezini heyecanlı bir şekilde benimsemesi, tekrarlaması, kitabı hiçbir eleştirel tahli­le tabi tutmadan övmesi ve kaynak göstermesiydi. Bir özeti Radi­kal gazetesinde yazı dizisi14 olarak yayınlanan kitabı Celal Üster, "Güven'in 6-7 Eylül Olayları kitabı tepeden tırnağa bilimsel bir çalışmanın ürünü. Ama üniversite sınırlan içinde kalmadığı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 'nca kamuya sunulduğu için kendimizi talihli saymalıyız" satırlanyla,15 İstanbul'da Rumca yayınlanan Apoyev- matini gazetesi yayın yönetmeni ve Ülkede Özgür Gündem gaze­tesi yazan Mihail Vasiliadis ise "öğrenmeye meraklı olanlar, birkaç gün önce Tarih Vakfı tarafından yayımlanan, Tarih Doktoru Dilek Güven' in kitabına güvenebilirler" satırlarıyla tanıtacaktı. 16 Hürriyet gazetesinin ünlü edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan da yeni kitapla­rın tanıtımına ayırdığı cumartesi yazılarından birinde kitaptan tak­dirle söz edecekti.17 "Kitap tanıtımı"ndan anlaşılanın sadece övgü olduğu bir fikir ortamında bu tür "taraftarlık" duygularıyla malı11 yazıların yayınlanması çok da şaşırtıcı değil. Ancak kitabı övgülerle tanıtan her üç yazar da Dilek Güven'in araştırmasını eleştirel bir gözle ve yakından incelemedikleri için kitapta, kimisi çok önemli, oldukça fazla sayıda hatanın yer aldığının farkında bile değillerdi.18

4-    Kitabm Tarih Anlatımmdaki Hatalar

Dilek Güven'in savunduğu tezin zaaflarına değinmeden önce ki­taptaki tarih yazımının dayandığı olgularla ilgili bazı önemli maddi hatalara veya eksikliklere dikkati çekmekte yarar var.

(a)    Yazar dört ayrı yerde (s.122-123 dipnotlar 553 ve 554, s. 141 ve l 76) Rıdvan Akar'ın CHP IX. Büro'nun azınlıklar konusunda hazırladığı tarihsiz bir raporu tahlil ettiği makalesini kaynak gös­tererek aynı rapora atıfta bulunmakta. Raporun tahmini tarihini de 1946 yılı olarak belirtmekte. Halbuki raporu yorumlayan ve Dilek Güven'in kaynağı olan Rıdvan Akar, doğru bir tespitle, tahmini dü­zenleme tarihini l 944 yılı olarak kabul etmektedir. 19 Raporun 1946 yılında yazıldığını sanan Dilek Güven ise bu hatalı varsayımından yola çıkarak tezini 1946 yılı etrafında inşa etmekte, dolayısıyla CHP'nin 1946 sonrası azınlıklar siyasetini de son derece yanlış bir şekilde yorumlamakta ve şöyle yazmakta:

Fakat CHP'nin 1946 'dan beri izlediği, görünürde liberal azınlık po­litikası da, aslında sadece dış politika ve parti taktikleri gözetilerek belirlenmişti. Nitekim, 1946 yılında CHP'nin yönetici elitlerinin gayrimüslimleri Türk vatandaşı olarak kabul etmediklerini açıkça gösteren ve devletin, nüfusun bu bölümünü nihai olarak kovma stratejilerini içeren gizli bir bilirkişi raporu bulunmaktadır.20

(b)    Yazar, daha sonra şöyle devam etmekte:

Bu bilirkişi raporuna [yukarıda atıfta bulunulan rapor] dayanarak dışarıya karşı azınlık politikasında daha liberal bir tutum izlenmek­le beraber, bu gruplara yönelik ayrımcılıklar resmi olmayan tali­matlar üzerinden sürdürüldü. Böylece, Marshall Planı ( 1948-1949) çerçevesinde büyük oranda yabancı sermaye ile işletilen otoyol, liman ve havaalanı inşaat firmalarıyla ilgili bakanlıklara ve devlet işletmelerine gizli bir mektup yazılarak, Türk personel alımında

19 Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da 'Resmi Metin' den Planlı Türkleştirme Dönemi", Birikim, Sayı 110, Haziran 1998, s. 68-75, 69.

20 Dilek Güven, a.g. e., s. 122.

gayrimüslimlerin ve Türkiye'de ikamet etmeyen yabancıların tercih edilmemesi 'rica' edildi.21

Güven yukarıdaki tespitte bulunurken her nedense faydalandığı kaynakta yazılanların sadece bir kısmını kullanmayı tercih etmiş­tir. Böyle yapınca da yazdıklarından, CHP'nin azınlıklara karşı ayrımcı bir siyaset sürdürmeye kararlı olduğu anlamı çıkmıştır. Ancak Güven' in kullandığı ve aşağıda alıntılanan özgün kaynak okunduğunda bu siyasetin esasında Devlet iradesinden ziyade CHP hükümetinin, halkın gayrimüslimler konusundaki hassasiyetlerini dikkate almasından kaynaklandığı görülmekte:

CHP'nin 1946 yılından itibaren azınlıklara karşı sıcak bir yakla­şım sergilemesine ve Tek Parti döneminde gayrimüslim yurttaşların KİT, kamu hizmetleri ve üniversitelerde memur olmalarını engel­leyen siyasetin uygulamadan yavaş yavaş kalkmasına rağmen bu ayrımcı zihniyet tamamıyla yok olmayıp varlığını başka bir şekle bürünerek sürdürdü. 1948-49 yıllarında karayolu, liman, havaala­nı inşaatı gibi müteahhitlik hizmetleri veren şirketlerle Marshall Yardım Planı çerçevesinde büyük ölçekli taahhütleri olan yabancı sermayeli şirketlere, ilgili bakanlık veya KİT'ler gayriresmi birer genelge yolladı. Genelgede müteahhitlerden, çalıştıracakları Türk personelin seçimi sırasında gayrimüslim vatandaşlar ile Türkiye'de yerleşik yabancı uyruklu kişileri seçmemeye dikkat etmeleri "rica" edildi. Bu kısıtlama geçici olarak Türkiye'de çalıştırılacak yabancı personele ve Türkiye'de yerleşik ticari ve sınai faaliyetlerde bu­lunan yabancı sermayeli şirketlerin personeline uygulanmadı. Bu genelgeyle uygulanmaya konulan kısıtlama hiçbir zaman resmileş­tirilmedi ve kamuoyuna açıklanmadı. Bu genelgenin uygulanması sırasında işe alınacak olan gayrimüslimler sayısal bir kotaya tabi tutuldu. Bu kota hesaplanırken esas alınan ölçü müteahhit firmanın faaliyet gösterdiği kentte yaşayan toplam azınlık nüfusunun kentin toplam nüfusuna oranıydı. Örneğin İstanbul'da yaşayan azınlıklar toplam kent nüfusunun yüzde yarımını oluşturuyorlarsa İstanbul'da faaliyet gösteren yabancı sermayeli bir müteahhitin çalıştıraca­ğı gayrimüslim memur sayısı da şirkette çalışan toplam personel sayısının yüzde yarımını geçmeyecekti. Bu uygulamadaki amaç yabancı sermayeli şirketlerin fazla sayıda gayrimüslim istihdam

’l Dik k (liiwn. u.^ c s.123-124.

etmelerini önleyerek Türk toplumu içinde bu şirketlerin gayrimüs­limlere daha ayrıcalıklı davrandıkları izlenimini yaratmamaktı. Bir diğer kaygı, alınacak personelin çoğunluğunun gayrimüslim olması halinde CHP'nin, ezici çoğunluğu Müslüman olan halkın gözünde zor bir duruma düşmesiydi.22

c) Dilek Güven'in, kaynaklarını zihnindeki tasavvura uyacak bir şekilde eğip büküp yeniden şekillendirmesi, bir tek yukarıdaki ör­neklerle kısıtlı değil. Bir önemli örnek daha mevcut. O da 1941 yılında 20 ilii 45 yaşları arasındaki gayrimüslim erkeklerin ihtiyat askeri olarak silah altına alınmaları ve bu kişilerin askeri eğitim yaptırılmak yerine yol inşaat işlerinde çalıştırılmalarını yorumlayış şeklidir. Dilek Güven, bu kararı şöyle izah etmekte:

Gayrimüslimleri çalışma kamplarında toplama kararında, siyasi elitin ulaşmak istediği iki hedef vardı: Birincisi, savaşa girilme­si durumunda gayrimüslimlerin olası 'devlet karşıtı' faaliyetleri­ni kontrol altına almak, ikincisi ise, zanaat ve ticaret alanındaki işyerlerine Türk etnisitesini yerleştirmek suretiyle, Jön Türkler döneminden bu yana sürdürülen 'Müslüman burjuvazi' oluşturma hedefini gerçekleştirmekti.23

Güven, bu olayı izah ederken kesin bir üslup kullanarak iki nede­ne işaret etmekte. Halbuki daha önce yayınlanan bir araştırmada, ki Güven bundan faydalanmış ancak kullandığı kaynağı yukarıda alıntılanan paragrafta tekrarlamayı ihmal etmiştir, bu olayın sebep­lerine şu izahat getirilmişti:

Dönemi yaşamış kişilere ve dış basına göre, ihtiyata ayrılmış azın­lıkların tekrar silah altına alınmalarının gerisinde birbirlerini ta­mamlayan üç etken mevcuttu:

a)            Gayrimüslim vatandaşları bir süre ticaretlerinden uzaklaştırıp on­ları ticari olarak zayıflatmak ve bu yöntem sayesinde Müslüman bir burjuvazinin doğmasını kolaylaştırmak.

22 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Aliya Bir Toplu Göçün Öy­küsü (1946-1949), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 58.

23 Dilek Uüven, a.g. e., s. 108.

b)           Gayrimüslim vatandaşlara güven duyulmadığından Türkiye'nin savaşa girmesi halinde gerçekleştirebilecekleri muhtemel beşinci kol faaliyetlerini önlemek için onları kamplarda enterne etmek.

c)            Nazilerin, dönemin Hariciye Vekâleti'ne yönelttiği talep doğml- tusunda azınlıktan kamplarda toplayıp enterne etmek.

Yukarıda sıralanan etkenler arasında, CHP milletvekili Kazım Karabekir'in CHP grup toplantısında yaptığı konuşma da dikkate alındığında, ikincisi en belirleyici olmuş gibi görünüyor.24

Görülebileceği gibi Güven 'in kaynağı olan bu metinde sebep ola­rak üç varsayımdan söz edilmekte, bunlardan birine işaret edilmek­te ve bu yapılırken de kesin bir lisan kullanılmamakta. Halbuki Di­lek Güven, aynı kaynaktan faydalandığı halde yukarıda sıralanan üç muhtemel nedenden (a) ve (b)'yi birlikte kullanmayı ve bunu da başka ihtimallere yer vermeyen kesin bir lisanla yapmayı tercih etmiştir.

d) Yazar, araştırma yöntemini izah ettiği bölümde Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Rum Ortodoks Patrikha­nesi arşivlerini incelemek isteyip istemediğini, şayet istediyse ne netice aldığını belirtmemekte. Her ne kadar bu arşivlere erişmek oldukça zor olsa da araştırmacılara, hiçbir peşin yargıya esir olma­dan ve yılmadan bütün kapıları zorlamalarının şart olduğunu hatır­latmakta yarar var.

Kitapta varılan sonucu son derece yakından ilgilendiren ve bu so­nucu şekillendiren bu ciddi hataları ve eksiklikleri bir köşeye not ettikten sonra Dilek Güven'in olayları izah etmek için kurguladığı tezin zaaflarını şöyle tahlil edebiliriz.

24 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni (1973- 1945). İletişim Yayınbrı. İstanhul, 1 999, s. 42 1 -422.

5-    Savunulan Tez: "6-7 Eylül 1955'Teki Olaylar,

Devletle İç İçe Geçmiş Sivil Kurumların, Jön Türklerce Başlatdan 'Küçük Asya'nın Etnik ve Demografik Homojenleştirilmesi Projesi'ni Tamamlamak Üzere Aldıkları Tedbirlerden Biridir."[143]

Yazar, kitabın girişinde 6-7 Eylül l 955 Olayları 'nı 'ekonomik ha­yatın millileştirilmesi ve etnik homojenleştirme bağlamında' in­celeyeceğini belirtmekte.26 "Sonuç" bölümünde ise olayları şöyle izah etmekte:

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından, Küçük Asya'nın etnik homojenleştirilmesi, yeni Kemalist önderlik ta­rafından başarılı bir ulus-devlet kurma sürecinin olmazsa olmaz şartı olarak görülmüştür. Gayrimüslim azınlıkların -Rum, Ermeni ve Yahudiler- ve örneğin Kürtler gibi Türk olmayan grupların zo­runlu asimilasyonu, asıl olarak ulus-devletin bu homojenleştirme çabalarının sonucu olarak değerlendirilmelidir. Aynı zamanda bu gruplara yönelik göç, iskan ve tehcir politikaları da, devletin Türk etnisitesinin baskınlığını güvenceye almak için faydalandığı araçlar olmuştur. Yeni Türk devleti her ne kadar uluslararası anlaşmalarla Rumlara, Yahudilere ve Ermenilere azınlık statüsünü tanımış olsa da, Cumhuriyet hükümetleri açıkça asimilasyon politikaları izle­mişlerdir. Teorik olarak yasalar önünde tüm vatandaşlar aynı hak ve ödevlere sahip olsa da, gündelik hayatta, Türk etnisitesine mensup olmak, devletin kimlik politikasının temelini oluşturmuştur.

Bu politika kendisini öncelikle milli eğitim alanında göstermiştir. Azınlık okullarının sayısının belirgin şekilde düşmesi, Türkçenin eğitim dili olarak kullanılması zorunluluğu ve bu okulların zaman zaman Milli Eğitim Bakanlığı tarafından keyfi denetimlere tabi tu­tulması, gayrimüslim cemaatlere ait eğitim kurumlarının Türkleş- tirilmesindeki ana duraklardır.

Eğitim alanındaki Türkleştirme, devletin "ulusal burjuvazi"yi yaratma sürecini hızlandırmak için ekonomide aldığı tedbirlerle önemli ölçüde desteklenmiştir.

Azınlıkların asimilasyonunun yanı sıra, göç ve iskan politikası da, yeni devlet sınırlan içerisinde etnik-kültürel birliğin sağlanması için

kullanılmış olan bir başka araçtır. Örneğin 1929-1934 yıllan arasın­da yerel makamlar, halen Küçük Asya'nın kırsal bölgelerinde yaşa­yan Ermenilere, kent merkezlerine göç etmeleri için baskı yapmıştır. Ancak köylü Ermeniler yeni kentsel çevreye uyum sağlayamamış, sonuçta ağırlıklı olarak Suriye'ye göç etmişlerdir. Bu çerçevede, l 930'larda doğrudan devlet mercilerinin katılımı ile gerçekleşen, Yahudilere yönelik pogrom benzeri saldırılan da sıralamak gerekir. Trakya bölgesindeki kentlerde yaşayan bazı Yahudiler, tehditler ve ekonomik boykotlarla korkutulmuş, 1934 yazında ise işyerleri ve evleri kalabalık kitleler tarafından saldırıya uğramıştır.

Bu çalışmanın önemli bir savı, araştırmanın konusunu ol^şturan 1955 Eylül'ünde İstanbul ve İzmir'in gayrimüslim sakinlerine kar­şı başlatılan saldırıların da, Türk devletinin yukarıda çizilen poli­tikasıyla sıkı bir ilişki içerisinde ele alınması gerektiğiydi. Araştır­manın sonuçları, bu varsayımları büyük oranda doğrular. ( ...)

Bilimsel literatürde yaygın olarak var olan, "6-7 Eylül Olaylarını sadece Kıbrıs sorunuyla bağlantılı görme" eğilimi, yanıltıcı olarak değerlendirilmelidir. Kıbrıs'ta yaşanan kriz, daha çok, 20'li yıllar­dan beri sürdürülen azınlıkların göç ettirilmesi sürecine katkıda bulunan "olumlu" bir gelişmeydi. Tıpkı 1934 yılında Trakya Yahu- dileri örneğinde olduğu gibi, gayrimüslimler taşınabilir ve taşına­maz mülklerinin tahrip edilmesi sonucunda ülkeyi terk etmek du­rumunda bırakılmıştır. CHP hükümetlerinin Anadolu kasabalarını Hıristiyan ve Yahudilerden "arındırma" ve azınlıkları ülkenin az sayıdaki metropolünde -başta İstanbul'da- yoğunlaştırma arzusu, l 950'li yıllardan önce gerçekleşmişti. Bundan sonra, azınlıkla­rın durumuna dair 1946 yılında hazırlanan bir raporda belirtildiği üzere, İstanbul'un "Hıristiyanlardan ve Yahudilerden arındırılması süreci" tamamlanmalıydı. Tahrip edilen işletmelerin sadece yarısın­dan biraz fazlasının Rumlara ait olduğu göz önünde bulundurulursa, şiddet olaylarının Yunanistan 'ın Kıbrıs politikasına karşı yapılan bir misilleme olarak açıklanamayacağı ortaya çıkacaktır. ( ...) 6-7 Eylül 1955 Olaylarının doğru bir analizi ancak, Kemalist elit tarafından başarılı bir ulus-devlet kurmak için gerçekleştirilen etnik-dini ho­mojenleştirme, 50'li yılların özel demokratik-ekonomik koşulları ve Kıbrıs sorunu çerçevesinde ele alındığında mümkündür.27

Kısacası Dilek Güven, İttihat ve Terakki ile başlayan, azınlıkları ve ekonomiyi Türkleştirme sürecinin doğrusal bir çizgi halinde 1946

n Dilek Güven, agc S. 175-177

sonrasında da devam ettiğini, 6-7 Eylül Olayları 'nın da bu çizginin bir kilometre taşı olduğunu ve sanılanın aksine sadece Rumları de­ğil, Ermenileri ve Yahudileri de hedeflediğini söylemekte.

Yazar, yeterince kaynak taramadan böylesine şümullü bir genelleme yaparken ciddi şekilde yanıldığının farkında değildir. Halbuki araş­tırmasını daha kapsamlı tutsaydı, olaylar sırasında Türk Yahudileri­nin de maddi zarara uğramaları nedeniyle İsrail'deki Türk diploma­tik misyonunun Türk hükümeti adına İsrail Devleti'ne üzüntülerini ilettiğini, olaylarda Türk Yahudilerine özellikle zarar verme gayesi güdülmediğini bildirdiğini fark edebilecekti.28 Güven'in birçok ta­rihsel olgu ve belgeyi yanlış yorumladığını bir an için unutmaz isek şayet, bu yanlış yorumlardan yola çıkarak vardığı sonucun doğru­luğunun son derece tartışmalı olacağını kolaylıkla idrak edebiliriz. Dahası, çok partili demokrasiye geçilen l 946 yılından itibaren Dev- let-azınlıklar ilişkilerini, azınlıkların Türk ekonomisindeki yerlerini, Ermenistan, Yunanistan ve İsrail'le olan bağlarını arşiv belgelerine dayanarak inceleyen tek bir bilimsel makale ve kitap mevcut de­ğilken, nasıl olur da Tek Parti dönemi için geçerli olan azınlıkları Türkleştirme siyasetinin l 946 sonrasında da aynen devam ettiği, bunda da Devlet'in başarılı olduğu söylenebilir? Halbuki l 960'1ı ve l 970'li yılların basınını bir parça inceleyen herhangi bir araştırmacı veya üniversite öğrencisi sadece sıradan haberleri izlemekle, ekono­minin merkezi olan İstanbul' da azınlıkların özellikle ithalat-ihracat faaliyetlerine ve döviz kaçakçılığına hakim olduklarının pekala far­kına varabilir. Nitekim bu gerçeklikten ötürü l 960'1ı yıllarda Kema­list sol görüşlü aydınlar, en yüksek gelir vergisini ödeyenlerin azın­lıklar olmasından şikayet edecek,29 günümüzün ünlü işadamı Aydın Doğan iş hayatına atıldığı l 960'lı yılları anlatırken "O yıllarda Ban­kalar Caddesi'nde Türk olarak bir tek iş adamının olduğunu hatır­lamıyorum. Tam o sıralarda bizler girdik işin içine, şartlar bize çok

28 "La Turkiya Eksprimo Sus Regretos a lsrael'', La Vera Luz, 6 Ekim 1955.

29 Bu konuyu inceleyen bir makale için bkz. Rıfat N. Bali, "Milyonerlik Rekoru Neden Musevilerde?'", Toplumsal Tarih, Sayı 129, Eylül 2004, s. 70-75.

yardım etti" diyecek,30 günümüz Milli Gazete yazarlarından Meh- med Şevket Eygi'nin 1960'lı yıllarda yayınladığı İslamcı çizgideki Bugün gazetesi 1968 yılının Ocak ayından itibaren aylar boyunca Yahudi tüccar ve sanayiciler aleyhinde kampanyalar düzenleyecek, İstanbul'daki Birleşik Amerika Başkonsolosluğu 1967 yılında ha­zırladığı bir raporda da azınlıkların İstanbul'un ekonomisinde çok ciddi bir yer işgal ettiğini belirtecektir.31

6-     CHP IX. Büro'nun Raporu

Doğruluğu son derece tartışmalı bir sonuca kestirmeden varan Di­lek Güven, istisnai bir örnek değil. Aynı kanaat, sol-liberal görüş­lü entelektüel alemde geniş sayılabilecek bir çevre tarafından da paylaşılmakta. Bu geniş çevre bu kanaati paylaşırken, aynen Dilek Güven gibi, CHP IX. Büro tarafından hazırlanan raporu kaynak olarak göstermekte.32 Bu raporun tek kayda değer tarafı, Tek Parti döneminin halet-i ruhiyesini son derece iyi yansıtmasıdır. 1944 yı­lında hazırlanan ve CHP yönetimi tarafından dikkate alınıp alınma­dığı dahi bilinmeyen anonim bir raporda geçen tavsiyelerin, 1946 sonrasında iç ve dış konjonktürün tamamen değiştiği bir ortamda aynen uygulandığını ileri sürmek, buradan da yola çıkıp 6-7 Eylül 1955 Olayları'nı bu raporda yer alan,

Anadolu'da bugün Rum yok denecek kadar azdır. Hiçbir yerde de ilerde bir tehlike teşkil edecek durumda değildir. Binaenaleyh Rumlar için esaslı tedbir alınması gereken yerimiz İstanbul'dur. Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul'un fethinin 500. yıl dönümüne kadar İstanbul'u tek Rumsuz hale getinnektir.33

10    Emin Karaca, Pl^aların Efendisi Aydın Doğan Bir Medya İmparatorunun ^k^ü, Karakulu Yayınları, İstanbul, 2003, s. 36.

11   NAl{A, RG59 General Records of the Department of State, Central Foreign Policy l ■ ı^ l %7-69 Political and Defense, POL2 TUR 1/1/67, Box 2547, 12 Haziran 1967 Mı ılılı rapor.

ı ' A ılı f Sorununa < •<>=üm Arayışları, der: Faik Bulut, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998, I"" m

ı ı Aıiı ı Aoı‘inııuıu IJıziiıu Arayışları, der: Faik Bulut, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998, I

satırlarıyla ifade edilen arzunun "iki yıl gecikıne"yle34 gerçekleş­mesi şeklinde yorumlamak yanlıştır. Yanlıştır zira raporda bahsi geçen "İstanbul'un Fethi'nin 500. yıldönümü" olan 1953 yılında, DP'nin azınlık cemaatleriyle ilişkisi mükemmeldi. Böyle olduğu için de azınlıklara ve özellikle Rumlara karşı milliyetçi duyguların gelişmesine fırsat vermek, "Hiliil'in Haç'ı mağlup etınesi"ni fazlaca vurgulayarak Türk-Yunan ilişkilerini zedelemek ve Hıristiyan dün­yasını incitmek istemeyen DP, fethin 500. yıl kutlamalarının sönük geçmesine uğraşacak ve bunda da muvaffak olacaktı.35 Bu nedenle basın, törenin sönük geçmesine tepki gösterecek ve üzüntülerini dile getirecekti.36 Hal böyle olmasına rağmen araştırmacı Rıdvan Akar,37 Ülkede Özgür Gündem yazan Pınar Selek,38 Sabah gazetesi başyaza­rı Erdal Şafak,39 Anadolu 'da Vakit gazetesi yazarı Hasan Karakaya,40 emekli askeri hakim Ümit Kardaş41 bu rapora atıfta bulunarak 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nın raporda yer alan "İstanbul'u Rumsuzlaştır- ma" arzusunun yerine getirilmesi olduğunu ileri süreceklerdir. Bu isimlere, bu rapora atıf yapmadan, 6-7 Eylül 1955 Olaylan 'nın, ay­nen Varlık Vergisi gibi, Türkleştirme sürecinin bir diğer örneği ve son merhalesi olduğunu savunan başka isimler de eklenebilir.42

34 Rıdvan Akar, "İki Yıllık Gecikme: 6-7 Eylül 1955", Toplumsal Tarih, Sayı 117, Eylül 2003, s. 86-93, 86.

35 NARA, RG59 General Records of the Department of State, Central Files, Decimal File 2950-1954, 3 Haziran 1953 tarih ve 882.424/6-353 sayılı belge.

36 "Büyük Fetih ...", Yeni Sabah, 29 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "Bugün", Hürriyet, 29 Mayıs 1953; '"Bir Fiyasko", Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; "Ankara'nın Alakasızlığı Yurtta Büyük Bir Teessür Uyandırdı'', Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953; Sedat Simavi, "Büyük Bayramımız", Hürriyet, 31 Mayıs 1953; "Bravo Yunanlılar Beğendi", Yeni Sabah, 31 Mayıs 1953; "Bütün İnsanların Bayramı", Yeni Sabah, 2 Haziran 1953.

37 Rıdvan Akar, 'İki Yıllık Gecikme: 6-7 Eylül 1955', Toplumsal Tarih, Sayı 117, Eylül 2003, s. 86-93.

38 Pınar Selek, "Bir Kara Eylül Daha... (2)", Ülkede Özgür Gündem, 7 Eylül 2005.

39 Erdal Şafak, "6-7 Eylül ve Brandt Cesareti", Sabah, 5 Eylül 2005.

40 Hasan Karakaya, "Av Taktikleri... Bir Ürkütenler Vardır, Bir de Tetikte Bekleyen­ler!", Anadolu 'da Vakit, 7 Eylül 2005.

41 Ümit Kardaş, "Türklük Çıkmazındaki Cumhuriyet", Taraf, 24 Eylül 2008.

42 Örneğin Ayhan Aktar, "50'nci Yılında 6-7 Eylül Gerçeği", Sabah, 9 Eylül 2005; İs­met Berkan, "6-7 Eylül'ün Anlamı", Radikal, 6 Eylül 2005; "Türkiye'nin Türkleşti- rilmesi: Dün ve Bugün", Radikal, 7 Eylül 2005; ''Türkiye 'niıı Türklc^ıirilırn:si: Iıııo

7-Dikkate Alınmayan Olgu

6-7 Eylül 1955 Olayları 'nı izah eden ve yorumlayan kişilerin dik­kate almadıkları en önemli olgu çok partili dönemde Türkiye'nin sınır komşuları olan ilişkilerde doğabilecek ihtilaflar ve uluslarara­sı konjonktördeki olumsuz gelişmelerin Türk toplumunda ve mü­esses nizamda yarattığı tepkilerden azınlıkların çok fazla etkilen­meleridir. Türkiyenin Yunanistan ile olan ihtilafları Türkiye' deki Rum yurttaşlara, Ermeni Soykırımı meselesinde Türkiye aleyhine gelişmelerin Ermeni yurttaşlara, İsrail-Filistin ihtilafının da Yahudi yurttaşlara olumsuz yansımaları olmaktadır. Bu yansımalar ya top­lumda ve basında Rum, Ermeni, Yahudi aleyhtarı yazılar ve davra­nışlar ile veya müesses nizamın, zaten çok fazla hoşlanmadığı ve güvenmediği, azınlıkları ihtilaflı konularda amacına ulaşmak için satranç masasında sarf edilebilir piyonlar misali kullanması ile ken­dini göstermekte. Başka bir tabirle müesses nizam azınlıklar zama­nı ve yeri geldikçe uluslararası siyaset ve diplomasi arenasında aza­mi fayda edebilmek için rehine olarak kullanılmaktadır. 6-7 Eylül 1955 Olayları ve Yunan uyrukluların 1964 yılında sınır dışı edilme­leri bu gerçeğin birer örneğidir. Hal böyle olmasına rağmen 6-7 Ey­lül Olayları değerlendirilirken dış konjonktürün kaale alınmadığına dikkati çeken tek kesimin, olayları dış güçlerin komploları ile izah etmeye yatkın Aydınlık dergisi yazarları43 olmasını da bir ilginçlik olarak not etmekte yarar var. 6-7 Eylül Olayları konusunda yapılan bir diğer değerlendirme hatası ise şudur. Azınlıkların gerek nüfus ve gerekse ekonomideki önemlerinin son derece azalmasında, azın- 1 ıklar konusunu inceleyen araştırmacıların belirttikleri olayların

ılw Wcst"". Radikal, 8 Eylül 2005; Raffi A. Hermonn, "Nereden Gelmiştik l 955'e", l '!frdı· rJ=ı.ıiir Giindem, 8 Eylül 2005.

•I 1 l ıııccl 1 >kııytıı. "'6-7 Eylül Olaylarında 'Dış Dinamik' Meselesi", Aydınlık, Sayı 946, ·I hliil 21111^. s. 16; Emcet Olcaytu, "6-7 Eylül Olaylarında 'Dış Dinamik' Mesele- 'ı       frdııılık. Sayı 947. 11 Eylül 2005, s. 24; Hikmet Çiçek, "6-7 Eylül'ü Hangi

1 ı, ılı ı \ .q.ıı  Jı ,/111/1/._ S") ı 'J-l7. 11 Eylül 2005, s. 22-23.

etkili olduğu gerçektir.44 Ancak Tek Parti döneminde geçerli olan bir siyasetin, 6-7 Eylül Olayları'nı örnek göstererek, 1946 sonra­sında da aynen devam ettiğini ileri sürmek mümkün değildir zira 1946 sonrasında azınlıkları Türkleştirmek isteyen bir siyasi irade mevcut değildi.

8-    Tepkiler

Dilek Güven'in Radikal gazetesinde yayınlanan ve kitabını özetle­yen yazı dizisi ile Rıdvan Akar'ın belgesel filmine ilk tepki göste­recek olan araştırmacı, Mehmet Arif Demirer olacaktı. 1995 yılında yayınlanan 6 Eylül 1955 Yassıada 6-7 Eylül Davası kitabının yazarı olan Demirer, 2006 yılının Ocak ayında yayınladığı kitabında hem Akar'ın, hem de Dilek Güven'in birçok yanlışına dikkat çekecek, Basın Konseyi'ne Dilek Güven'in tefrikasının yayınlandığı Radi­kal gazetesi ile Rıdvan Akar'ın belgesel filminin yayınlandığı TV8 televizyon kanalını yanlış bilgi vermekle suçlayarak şikayet ede­cek, cevap hakkının tanınmasını isteyecek ancak müracaatı akim kalacaktı.45 İP üyesi ve Teori dergisi yazı kurulu üyesi Doç. Dr. Cüneyt Akalın ise 6-7 Eylül Olayları 'nın müsebbibinin "ABD ve NATO uzantısı Gladyo Kuvvetleri" olduğunu iddia edecek, Dilek Güven'i ve onun görüşünü benimseyenleri de "Güz Sancısı gibi filmlerle, sözde tarih araştırmaları ile, romanlarla 6-7 Eylül'ün so­rumluluğunu Kemalist Devrim'in, devrimci Cumhuriyet'in, Ata­türk milliyetçiliğinin üzerine yıkmaya çalışan azınlık tarihçileri de gerçek Gladyo tarihçileridir" sözleriyle eleştirecekti.46

44 Türkçe konuşturma baskısı, 1934 Trakya Olayları, gayrimüslim erkeklerin nafıa ta­burlarında çalıştırılmaları ve nihayet Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlıklara ayrımcı bir şekilde uygulanması.

45 Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda Yeni Bir Bakış, Demokrat­lar Kulübü Yayınları, Ankara, 2006.

46 Dr. Cüneyt Akalın, "6-7 Eylül Olayları ve Çarpıtılan Gerçekler", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 33-42.

9-    Bu Kanaat Nasıl ve Neden Gelişti?

6-7 Eylül l 955 Olayları'nı "Türkiye'yi Türkleştirme siyaseti"nin bir merhalesi olarak yorumlamak son yıllarda gözlemlenen yeni bir gelişme. l 990'1arın ortasından itibaren her yılın Eylül ayında basında olaylara gönderme yapan anı ve/veya makalelerin yayın­lanmasına rağmen yakın bir geçmişe kadar olaylar "Türkleştirme siyasetinin bir merhalesi" olarak değerlendirilmemişti. Bu değer­lendirmeye, l 999 yılından itibaren rastlanmaya başlanacaktır.47 Olaylar, l 999 yılına kadar bu şekilde yorumlanmazken, neden bu tarihten itibaren "azınlıkları Türkleştirme siyasetinin bir merhale­si" olarak değerlendirilmeye başlandı? Bu suale cevap verebilmek için l 990'lı yılların ikinci yarısından itibaren Türk toplumundaki gelişmeleri değerlendirmek lazım.

47 Örneğin "Alaturka Yok Etme", V-Özgürlük, Sayı 49, il Eylül 1999; Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü, İnsan Haklan Derneği İstanbul Şubesi, İstan­bul. 2000, s. 9; Özcan Kaldoyo, "Kara Bir Leke: 6-7 Eylül", Yeniden Özgür Gündem, 6 Eylül 2002; M. Asım Karaömerlioğlu, "6-7 Eylül'ün Anlattıkları", www.bianet.

O'J. 07 IJO 1           6 Eylül 2002.

VII- "TÜRKLEŞTİRMENİN AMACI
AZINLIKLARIN
NÜFUSUNU
ASGARİYE İNDİRMEKTİ" KANAATİ

NASIL OLUŞTU?

Tarih boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümetler, siyasi parti­ler ve dönemler üstü bir "azınlıkları azaltma" iradesinin mevcut olduğunu savunan kanaatin, sadece sol ve liberal görüşlü aydınlar camiası ile Kürt ve Ermeni aydınları ve aktivistleri arasında geçer­li olduğunu, Kemalist, milliyetçi ve İslamcı çevrelerde yaygınlık kazanmadığını bir kere daha tekrarlamakta fayda var. Bu yanlış kanaatin en fazla bu kesimlerde rastlanmasının sebepleri ise şöyle sıralanabilir:

1-     12 Eylül 1980 Darbesi

12 Eylül 1980 askeri darbesinin hışmına maruz kalan ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun uygulamasıyla sıkıyönetim komutanlık­ları tarafından üniversitelerden ihraç edilen sol görüşlü aydınlar, maruz kaldıkları haksız işkence, zulüm ve eziyetten ötürü, anla­şılabilir bir şekilde, Devlet'e ve Türk Silahlı Kuvvetlt:ri'ne karşı rövanş duyguları beslemeye başladılar. Bu hissiyattan ötürü de "azınlıklar meselesi" söz konusu olduğu zaman Devlet'in azınlık-

tara karşı sürdürdüğü karmaşık siyaseti anlamaya ve tahlil etmeye çalışmak yerine "bizlere böyle davranan Devlet azınlıkları da yok etmek istemiştir" şeklinde özetlenebilecek genellemeci bir zihni­yetle yola çıkarak bir hükme vardılar.

2-      "İkinci Cumhuriyetçiler"

1980'li yılların ikinci yarısından itibaren Kemalizm'e ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Tek Parti dönemine karşı eleştirel bir bakış sergi­lemeye başlayan ve kamuoyunda "İkinci Cumhuriyetçiler"1 sıfatıy­la anılan sol ve liberal görüşlü gazeteci, üniversite öğretim üyesi ve yazarlardan oluşan bir aydın grubu, 1915 tehciri sırasında yaşanan soykırımı ile azınlıkların Cumhuriyet yıllarında maruz kaldıkları ayrımcılıkla ilgilenmeye ve "resmi tarih"e zıt görüşte yayın yapma­ya başladılar. Bunun bir örneği, İletişim Yayınları'nın 1983 yılında yayınlamaya başladığı Tarih ve Toplum dergisidir. Askeri idareden sivil idareye geçilmeye karar verildiği bir tarihte sol görüşlü ay­dın camiasının önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Murat Belge ve arkadaşları tarafından kurulan İletişim Yayınları'nın,2 gene üniver-

"İkinci Cumhuriyet" kavramı, ilk kez Prof. Dr. Mehmet Altan tarafından 31 Ocak 1991 tarihinde dile getirildi. Bkz.

2 İletişim Yayınları, kuruluş hikayesini şöyle anlatmakta: "İletişim Yayınları'nın ku­ruluşu, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile oluşan rejimin son demlerinde gerçekleşti. Seçimler yaklaşıyordu. Yönetim, eskileri kapatılıp yenileri kurulmuş bulunan parti­lerden icazetli olanları vasıtasıyla, "sivillere" devredilecekti. Yayınevi'ni kurmaya girişenler, bu "sivilleşme" ve "demokratikleşme" şeklinin pek derde deva olmadığını düşünenlerdendi. Askeri yönetimin, siyaseti topluma çok gören, bu ülke halkını re­şit saymayan tavrının ve bu tavrın meşruiyet kazanabilmesinin, derin ve ciddi bir sorunu işaret ettiği fikrindeydiler. Kurumlaşmış, zihniyet yapılarına kazınmış bir sorundu bu. Ki zaten İletişim Yayınları projesini başlatanlar, 12 Eylül 1980 önce­sinde de "Türkiye'nin düzeni" ile sorunu olmuş, radikal bir toplumsal dönüşüm için, özgürlükçü bir sosyalizm arayışı için bulundukları ortamlarda faaliyet göstermiş, kafa yormuş, yazı yazmış, yayıncılık yapmış insanlardı. Kurumlaşmış, etkili, yaygın, popüler bir yayıncılık faaliyeti yoluyla, 12 Eylül rejimi koşullarında vahimleşen bu temel demokratikleşme sorununun üzerine varma kaygısıyla kuruldu İletişim. Toplu­mun her alanındaki özgürleşme saiklerinin, özerk hareket ve düşünme yeteneklerinin leş\ ik edilmesi hedefleniyordu; \·e bunun "öğretici" olmayan, konuşmaktan yük ko-

siteden tasfiye edilen Prof. Dr. Mete Tunçay'ın yönetmenliğinde 1984 yılının başında yayınlamaya başladığı Tarih ve Toplum der­gisi, eleştirel tarih anlayışı ile o ana kadar incelenmeye değer bu­lunmamış azınlıklar konusunda da yayın yapmaya başladı.3 Sol ve liberal görüşlü bu camianın mensupları 1990'1ı yıllarda medyada ağırlık kazandılar. Bu kişiler, toplumun ana gövdesini teşkil eden Kemalist, milliyetçi ve muhafazakar değerlere bağlı kesim tara­fından kabul ve tasvip görmemelerine rağmen, medyada önemli mevkilerde bulunmaları ve dolayısıyla kamuoyunda ağırlığa sahip olmaları nedeniyle geniş bir okur kitlesine ulaştılar ve böylece gö­rüşleri yaygınlık kazandı.4

3-      Azmhklar İle İlgili Yaymlar

l 996 yılına kadar Tek Parti döneminde Devlet'in azınlıklara yö­nelik siyasetinin ne olduğuna dair, Rıdvan Akar'ın l 992 yılında yayınladığı Varlık Vergisi kitabı dışında, kayda değer herhangi bir yayın mevcut değildi. l 996 yılından itibaren Tek Parti dönemin­de azınlıklara uygulanan Türkleştirme politikalarını inceleyen çok sayıda araştırmalar yayınlanmaya başlandı. 5 Bu konudaki yayınlar çoğalmaya başlayınca Devlet'e eleştirel yaklaşan sol ve muhalif

nuşturan birtutumla yapılması hedefleniyordu." (Kaynak: İletişim Yayınları, "Neden "İletişim" Var?", http://www.iletisim.com.tr/neden-iletisim-var

3 Örneğin bu derginin 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın inceleyen Eylül 1986 tarihli sayısı.

4-    Bu kesim, görüşlerini sol ve liberal çizgideki Radikal, BirGiin, Taraf gazeteleri ile muhafazakar ve İslamcı çizgideki Zaman, Star ve Yeni Şafak gazetelerinde dile getir­mekte.

5-    Örneğin Ayhan Aktar'ın sonradan kitaplaştırdığı makaleleri: Ayhan Aktar, "Cumhu­riyetin İlk Yıllarında Uygulanan Türkleştirme Politikaları", Tarih ve Toplum, Sayı 156, Aralık 1 996, s. 4-17; Ayhan Aktar, 'Trakya Yahudi Olaylarını 'Doğru' Yorumla­mak", Tarih ve Toplum, Sayı 155, Kasım 1996, s. 45-56; Ayhan Aktar, "Varlık Vergisi ve İstanbul", Toplum Bilim, Sayı 71, Kış 1996, s. 97-149; Ayhan Aktar, "Varlık Ver­gisi Sırasında Gayrimenkul Satışları İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi (26 Haziran 1942 - 30 Haziran 1943)", Toplumsa/ Tarih, Sayı 69, Eylül 1999, s. 10-21; Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da 'Bir Resmi Metinden' Planlı Türkleştirme Dö­nemi", Birikim, Sayı 11 O, Haziran 1998, s. 68-75, 69; Rıfat N. Bali, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.

görüşlü entelektüel camia, azınlık cemaatlerine mensup aydınlar ve insan hakları savunucusu aktivistler bu yayınları büyük bir heye­canla benimsediler. Benimsedikten sonra da, her ne kadar bu yayın­ların ezici çoğunluğu sadece Tek Parti dönemini kapsıyorsa da ve l 946 sonrasındaki Devlet-azınlıklar ilişkilerini inceleyen çok fazla yayın mevcut değilse de tarihi bilimsel bir gözle okumak yerine ideolojik bir bakışla okuyup Tek Parti döneminde Devlet'in uygu­ladığı azınlıkları Türkleştirme siyasetinin günümüze kadar devam ettirildiğini tekrarlamaya başladılar.

4-    "Derin Devlet" Meselesi

3 Kasım 1996 tarihinde meydana gelen Susurluk Kazası ile ortaya çıkan yasadışı ilişkiler yumağı, 28 Şubat 1997 tarihli MGK karar­ları ile Refah-Yol Koalisyon Hükümeti 'nin istifasına yol açan "28 Şubat süreci", faili meçhul siyasi cinayetler, son yıllarda ortaya çı­kan "çeteler" gerçeği, bunun neticesinde "Devlet" kavramı imajı­nın sol entelektüel camiada son derece yıpranması ve sonuçta son derece olumsuz bir anlam içeren "Derin Devlet" kavramının kamu­oyunda yerleşmesi ve yaygınlık kazanması,6 Agos gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in 19 Ocak 2007 tarihinde öldürülmesi ve cinayetin ardındaki ilişkiler ağının henüz tam anlamıyla aydınlığa kavuşturulmaması, üst rütbeli Türk Silahlı Kuvvetleri mensupla­rının da içinde yer aldıkları, Türkiye'nin popüler siyasi kültürüne "Ergenekon" adıyla mal olan ve AKP hükümetine karşı tasarlandığı ileri sürülen askeri darbe teşebbüsleri, bazı Türk Silahlı Kuvvetle­ri mensuplarının AKP hükümetini güç durumda bırakma amacıyla "Kafes Eylem Planı" adı altında kamuoyunda tanınmış gayrimüs­lim şahsiyetlere karşı saldırılar düzenlemeyi tasarladıkları iddiaları

(ı "I >erin Devlet" kavramı ile kastedilen; bürokrat, Emniyet, MİT ve Türk Silahlı Kuv- vellcri mensubu bir grubun "Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez büWnlüğü’’nü ko- rmııa amacıyla gizli bir şekilde örgütlenmesi ve gerekli gördüğü takdirde "cemiyet'i koıııma vi" kollama" amacıyla yasa dışı eylemlerde bulunmayı kazanılmış bir hak ada

gibi bir dizi siyasi ve toplumsal gelişmeler sonucunda sol ve liberal görüşe mensup aydınlar camiasında müesses nizama ve Türk Silah­lı Kuvvetleri'ne karşı menfi ve eleştirel bir tavır yerleşti, kemikleşti ve yaygınlaştı.

Bu kesim, yakın tarihte cereyan eden azınlık karşıtı olayların tama­mını, İttihatçı geleneğin Cumhuriyet döneminde de devam ettiğinin birer kanıtı olarak algıladı. Bunun sonucunda aynı camiada "İtti­hatçı gelenek halen devam ediyor" şeklinde bir kanaat oluştu. Mü­esses nizama muhalif olan İslamcı, solcu ve liberal görüşlü camia, "Ergenekon ile ifşa edilen Derin Devlet pekala 1915 soykırımını da tasarlamıştır" gibi bir kanaate kapıldı. Bu kanaati dile getiren tipik bir örnek, Today's Zaman gazetesi yazarı İhsan Yılmaz'ın bir ya­zısıdır. Yılmaz, bir grup sol ve liberal görüşlü gazeteci ve öğretim üyesinin imzaya açtığı "1915 tehciri sırasında cereyan eden Büyük Feliiket için özür dileme" kampanyası vesilesiyle yayınladığı yazı­sında şöyle yazmakta:

Devlet, her zaman Devlet tarafından emredilmiş bir Ermeni katli­amı olduğunu inkar etti. Ben tarihçi değilim ve 1915 hadiselerini ayrıntılı bir şekilde incelemedim. Ancak sıradan bir Türk olarak ne zaman bu mesele hakkında düşünürsem, Türk devletinin diğer vatandaşlarına karşı nasıl davrandığı hemen aklıma gelir ve aklım­da her iki olay hakkında paralellikler çizmeye başlarım. Bunun bi­limsel bir teknik veya tarihçilerin kullandıkları bir alet olmadığını pekala biliyorum. Ancak her Türk'ün tarihçi olması gerekmiyor ve buna rağmen bazı konularda hislere, fikirlere ve kanaatlere sahiptir. Ne zaman Ermeni meselesi ve 1915 hadiseleri hakkında düşünmeye başlarsam Devlet'in Güneydoğu Anadolu'da Kürtlere karşı davra­nışı aklıma gelir. Anadillerini yasaklamak iyi bir örnektir. Bundan daha büyük bir işkence olabilir mi? Sonra 1980 askeri darbesin­den sonra Türk hapishanelerinde sürekli işkence gören binlerce genç insan solcu, sağcı, Kürt, hatırlanır. Sonra bazı askerlerimizin Kürt kökenli vatandaşlarımıza inek dışkısı yedirmelerinden ötürü Türkiye'nin bu Kürt vatandaşlarımıza binlerce dolar tazmınat öde­diğini hatırlarım. Sonra bazı idarecilerimiz ve bürokratlarımız bir zamanlar vatandaşlarımıza bütün bunları yapmışlarsa, aynı zihni­yetteki Osmanlı siyasetçi, idareci ve bürokratlarının Ermeni hadi-

selerine, büyük güçler ve Rusya'nın teşvikiyle, Ermenileri gerekli sıhhi ve güvenlik tedbirlerini almadan Suriye'ye tehcir ederek tepki gösterebileceklerini düşünüyorum. Dahası bazı "Osmanlı Ergene- koncuları" bu sivilleri kolaylıkla hedef seçebilirlerdi. Vicdanım ve çağdaş Türkiye hakkındaki okumalarım sonunda, Ergenekon vaka­sı dahil, vatanın tehlikede olduğunu düşünen Ergenekonvari aşırı vatanseverlerin kolaylıkla Ermeni sivilleri katledebildiklerine ikna oldum. Bunun için de gerçekten bir vekil tarafından imzalı herhangi bir vesikaya veya kararnameye ihtiyaçları yoktu.7

Bu kanaatin sonucunda da "İttihatçı geleneği günümüzde de sür­düren Derin Devlet'in azınlıkları Türkleştirme", başka bir deyimle "yok etme" konusunda belirgin ve ısrarcı bir iradeyi sergilediğine inanıldı. 6-7 Eylül Olayları 'nın yarı resmi odaklar tarafından ger­çekleşmesi de bu düşünceye sağlam bir temel yarattı. Bunun bir örneğine, 1974 yılında patlayan Kıbrıs buhranı nedeniyle, ailesi­nin Atina'ya göç etmeye karar vermesiyle Yunanistan'a göç eden Prof. Dr. Nikolaos Uzunoğlu'nun İstanbullu bir gazeteciye söyle­diklerinde rastlamak mümkün. "Cumhuriyet'in gayrimüslim va­tandaşlarına reva gördüğü 20 Kur'ayı, Varlık Vergisi'ni, 6-7 Eylül Olayları'nı kimi zaman bütün dehşetiyle, kimi zaman kıyısından atlatarak yaşayan" Uzunoğlu Ailesi'nin hayat hikayesini anlatan Nikolaos Uzunoğlu, gazetecinin "Öfke duymuyor musunuz?" su­aline "Artık duymuyorum, olayların arkasındaki mekanizmayı çözdüm çünkü" cevabını verecekti.8 Bu cevabında Uzunoğlu'nun "mekanizma"dan kastı, elbette ki "Derin Devlet" idi.

Benzer bir şekilde Star gazetesi yazarı Aziz Üstel de 6-7 Eylül Olayları 'nı "derin devlet" ile izah edecekti:

llııgiln herkes artık 6-7 Eylül'ün "milletin ayaklanması, komşuları- ııı kesmesi, yağmaya so^nması" olmadığını, hükümetin bunu ka­palı kapılar ardında Kıbrıs davasına "milletin duyarlılığını" kanıtla- ııııık ıııııarıyla tezgahlamadığını, Gladyo, Özel Harp, Ergenekon, ne

Ili"’"" \‘ılıııııı. "The Armcnian Apology Campaign and the Ottoman Ergenekon", İmini \ /unum, .'8 Anılık 2008. Çeviri tarafımdan yapılmıştır.

Mılıkmlıı llıı Kııııı Nıko llı.uııoğlu". Agus, 18 Ağustus 2009.

derseniz deyin o iğrenç yapılanmanın korkunç eserlerinden biri ol­duğunu biliyor. Amaç Türkiye'yi karıştırmak, demokrasiye, beş yıl sonra gelecek darbenin yolunu döşemeye başlamaktı. Gladyo'nun mucidi Gehlen ve sonradan yöneticisi CIA'nin "mother" şifre adıyla tanımladığı James Jesus Angelton 'un daha önce İtalya ve Fransa'da sahnelediği oyunun devamıydı.9

Bu kanaati tekrarlayanların yaptıkları mühim hata, çok partili de­mokrasi döneminde azınlıkların, "uluslararası siyasi gelişmelerin Türk siyasi ve toplumsal hayatına etkileri ve yansımaları" gibi yeni ve çok önemli bir faktörün etki alanına girdiklerini, böylece Devlet'in reel politika uygulamaları sonucunda kolaylıkla sarf edi­lebilir günah keçilerine, rehinelere veya Türkiye'nin tanıtım ve lobi faaliyetlerinde bereketli bir şekilde kullandığı aktörlere dönüştük­lerini fark etmemeleridir.

5-    Türk Ermeni Toplumundaki Değişim -

Hrant Dink'in Etkisi

Roman ve hikaye yazarlığının yanı sıra sol çizgideki Evrensel gazetesinde haftalık köşe yazıları yazan Diyarbakırlı Mıgırdiç Margosyan'ın önderliğinde Türk toplumuna Ermeni edebiyatını ve tarihini tanıtma amacıyla 1993 yılında Aras Yayınları 'nın ku­rulması, Agos gazetesinin 1996 yılında yayın hayatına başlaması ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in ana mecrada yer alan medya mensuplarıyla tesis ettiği mükemmel dostluk ilişkileri sa­yesinde 1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren genelde "azınlık­lar meselesi"ni, özelde "Ermeni soykırımı meselesi"ni dile getiren ve Devlet'i eleştiren "dürüst Türkler"10 de ortaya çıkmaya başladı.

9 Aziz Üstel, "6-7 Eylül Olaylan Nedir, Ne değildir?" Star, 7 Eylül 2013.

1 O "Dürüst Türkler" deyimi, Holokost sırasında hayatlannı tehlikeye atarak Yahudilerin hayatını kurtaran Yahudi olmayan şahıslara verilen "Righteous Gentile" teriminden esinlenerek üretilen bir deyimdir. Bu deyim, 1915 Ermeni tehcirinde Ermenilerin hayatlannı kurtaran Müslüman Türkler için kullanılmaktadır. Günümüzde kimi ga­zeteciler bu deyimi, 1915 Ermeni tehciri sırasında cereyan eden kitlesel imhanın soy­kırım olduğunu savunan Türkler için de kullanmakta.

Bundan cesaret ve enerji alan Ermeni11 ve Rum12 gazeteciler, yazar­lar ve aktivistler o ana kadar sürdürdükleri sessizliklerini bozacak, çoğu zaman rövanş duyguları içeren yazı ve beyanatlarında geç­mişte cereyan eden olayları sürekli hatırlatarak Devlet'i eleştirecek ve bu olayları "Devlet'in azınlıkları yok etme arzusu"nun tezahür­leri olarak tefsir edeceklerdir.

Agos gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in çok başarılı bir halkla ilişkiler ve iletişim stratejisi sayesinde önce medyanın ve entelektüel alemin önde gelen figürleriyle kısa zamanda geniş bir ilişkiler ağı kurması, ardından bir "kamu aydını" figürüne dönüş­mesi ve 15 Ocak 2007 tarihinde failleri henüz tam aydınlanmamış bir cinayete kurban gitmesi de bu kanaatin oluşmasında etkileyici bir faktördür. Sol ve liberal görüşlü entelektüel alemin tamamının azınlıklar konusunda çok yüzeysel bilgilere sahip olduğu ve de aynı zamanda müesses nizama karşı muhalif olduğu bir ortamda Hrant Dink gibi karizmatik bir figürün, bir halkla ilişkiler ve ile­tişim sihirbazının her beyanatı, kısmen veya tamamen yanlış olsa bile, doğru olarak kabul edilecekti. Bunun sebebi de "içeriden biri"nin konuşmuş olmasıydı. Benzer bir nedenle Apoyevmatini ga­zetesi Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis'in de çoğu zaman yanlış yorumlar içeren bütün beyanatları doğru kabul edilecekti.

Buradaki problem Hrant Dink, Mihail Vasiliadis veya siması ve ismi kamuya mal olmuş herhangi bir başka azınlık figürünün her dediği­nin tartışmasız doğru olarak kabul edilmesidir. Bu figürlerin aynı za­manda kendi gündemlerine sahip birer aktivist olmaları ise hiç kimse tarafından tartışılmadı. Bunu tartışan ve bunu da faşist ve ırkçı bir

11 Ülkede Özgür Gündem gazetesi yazarı Raffi Hermonn, Agos gazetesi yazarı Aris Nalcı, önce Agos sonra Taraf ve nihayet Yeni Şafak gazeteleri yazarı Markar Esayan, bir dönem Radikal İki ve Agos gazetelerinde yazıları yayınlanan Yervant Özuzun, öykü yazarı Jaklin Çelik, Agos ve Radikal İki gazeteleri yazarı Karin Karakaşlı.

12 Artık yayınlanmayan Beyoğlu dergisi ve Kürt okurlara seslenen Ülkede Özgür Gündem gazetesi yazarı, Apoyevmatini gazetesi genel yayın yönetmeni Mihail Vasi- ladis.

üslupla yapan tek kesim aşın sağcı ve milliyetçi kesimler oldu. Kimse tartışmadığı için aktivistlerin, reklamcıların ve propaganda ustalarının kullandıkları iletişim yöntemlerinden biri olan, aynı mesajı ilanihaye tekrarlama yöntemi sayesinde de simaları kamuya mal olmuş gaze- teci/aktivist kimlikli azınlık cemaati önderlerinin "azınlıkları Türk­leştirme siyaseti azınlıkları tüketme/azaltma/yok etme siyaseti idi" türünden beyanları inandırıcılık ve yaygınlık kazandı. Hrant Dink ci­nayeti yaygınlık kazanmış bu kanaati daha da pekiştirdi ve kaynaştır­dı. Bu durumun bir örneği Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan'ın Hrant Dink cinayetinin yedinci yıldönümü vesilesiyle yayınladığı makalesidir. Alkan, Devlet'in azınlıkları "tehlike" olarak gördüğünü konu eden makalesinde Dink cinayeti hakkında şu yorumda bulunacaktı:

Sonuç ortada, Hrant Dink 7 sene önce katledildi. Davası bile vic­danları rahatlatacak şekilde sonuçlanmadı. Ne katledilmesi, ne da­vasının vicdanları rahatlatıcı bir sonuca ulaşamaması rastlantı ol­masa gerek.13

Alkan'ın Dink cinayeti davasında ortaya çıkan neticenin vicdanları rahatlatmadığı konusundaki gözleminde tabii ki haklı. Ancak buradan yola çıkıp Alkan'ın "bir rastlantı olmasa gerek" hükmüne varması ise yanlış. Yanlış zira bu kanaat Devlet'in geçmişte azınlıklar konusunda, tarihte mevcut olan örneklerde olduğu gibi, hasmane bir tavır takın­mış olması nedeniyle aynı Devlet'in Dink cinayetinin gerisinde de yer aldığı sonucuna varmaktadır. Bu da bir nevi komplo teorisidir.

6-    "Komplo Kültürü" Meselesi

İzahı zor ve karmaşık her tür olayı "Derin devlet' in icraatı" olarak izah etmeye hazır bir basın camiası ve son yıllarda adeta bir "mes­lek birliği" halini almış olan komplo teorisyenleri sayesinde ya­kın tarihin henüz aydınlanmamış siyasi ve toplumsal gelişmelerini

13 Mehmet Ö. Alkan, "Devletin kendi ifadesiyle "kökü içeride" tehlike olarak azınlıklar: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtler. ..", Birikim, Ocak 2014, Sayı 297, s. 97-104.

komplo teorileri ile izah etmek bir itiyat haline gelmiş ve neticede topluma bir “komplo kültürü” yerleşmiştir. İşte bu nedenle sol ve liberal görüşlü çevrelerde bile azınlıkların geçmişte maruz kaldık­ları ayrımcılık ve şiddet olayları, bir komplo teorisini andırırcasına, Devlet’in zaman içinde süreklilik arz eden “azınlıkları azaltmak” projesinin birer parçası olarak değerlendirilmiştir.

7-Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Karşı Mevcut Peşin Hükümler

Agos gazetesi muhabiri Hrant Kasparyan’ın, 2009 yılında in­san hakları aktivisti Sait Çetinoğlu ile yaptığı mülakat hem Sait Çetinoğlu’nun, hem de mülakatı “Genelkurmay’ın psikolojik pro­paganda belgesi’nde gayrimüslimler” başlığıyla yayınlayan Agos gazetesi ve aynı gazetenin muhabiri Hrant Kasparyan’ın nasıl başka bir resmî tarih inşa ettiklerini anlamak açısından önemlidir. Mülakatın konusu, Kara Harp Okulu Komutanlığı’nda, Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanlığı ve İstanbul’daki Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı’nda görev yapmış ve 3 Ekim 2005 tarihinde kendi isteğiyle Dr. Öğr. Albay rütbesiyle emekli olan14 ve halihazırda Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlke­leri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde ders veren Yrd. Doç. Dr. Ali Güler’in 1996 yılında T.C. Genelkurmay ATAŞE Başkanlığı tara­fından yayınlanan XX Yüzyıl Başlarının Askerî ve Stratejik Denge­leri İçinde Türkiye 'deki Gayri Müslimler (Sosyo-Ekonomik Durum Analizi) başlıklı kitabıdır. Bu kitap, yazarın 1993 yılında Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Prof. Dr. Bahaed- din Yıldız danışmanlığında hazırladığı “Türkiye’de Gayrimüs­limlerin Yirminci Yüzyıl Başlarında Sosyo-Ekonomik Durumları (1900-1918)” başlıklı doktora tezidir.15 Hal böyle olmasına rağmen

I I Kısıı luı biyografi için bkz. “Ali Güler”, http://tr.wikipedia/org/wiki/Ali_güler

I İnip icz vok gov.tr/lllusalTezMerkezi/ Tez no. 26281 Bu kitabın birçok baskısı ıııı'M ııı nlııp en son baskısı şudur. Osmanlı'dan Cumhuriyet e Azınlıklar, Berikan \uk.il.i. .'İlli')

hem Agos gazetesi muhabiri, hem de Sait Çetinoğlu bu kitaba sü­rekli "Genelkurmay'ın hazırladığı rapor" şeklinde atıfta buluna­caklardır. Kitabın doktora tezi olmasından bihaber görünen Sait Çetinoğlu, bununla da yetinmeyip kitap hakkında "Rapor bir ince­leme olmaktan ziyade, psikolojik bir propaganda belgesidir. ( ...) Raporun Agos 'un yayın hayatına başladığı 1996'da yayınlanması da anlamlıdır" gibi gülünç yorumlarda bulunacaktır. Daha sonra Çetinoğlu, sol ve liberal kesimlere yerleşmiş olan malum kanaati bir kere daha tekrarlayacaktır:

Türkleştirme politikalannın Kemalist dönemde de devam ettiğini bugün çok iyi biliyoruz. Burada şöyle bir silsile izlemek mümkün, 1 894-96 Abdülhamit katliamlan, İttihat ve Terakki 'nin 1909 Adana Katliamı ve 1915 Soykırımı, Kemalistler dönemindeki Nüfus mü­badelesi, 1934 Trakya Pogromu, 1941 Amele Taburları, 1942-44 Varlık Vergisi ve Aşkale-Sivrihisar sürgünleri: çok partili dönem­deki 6-7 Eylül 1955 Pogromu, 1964 kovulmaları, 1974 Kıbrıs işgali ve nihayet 19 Ocak 2007. [144]

Eserin bir doktora tezi olduğunun ve 1993 yılında hazırlandı­ğının farkında bile olmayan ve bundan dolayı kitap hakkında "Genelkurmay'ın raporu bilimsel bir inceleme olarak sunduğu" yorumunda bulunan Sait Çetinoğlu ve Agos gazetesi muhabiri Kasparyan'ın, kitabı "2009 yılına kadar gizlenebilmiş olan bir gizli rapor" havasıyla takdim etmeleri, Çetinoğlu'nun kitabı "psikolojik propaganda belgesi" olarak tanımlaması ve 1996 yılında yayın­lanmasını da, Agos gazetesinin aynı yıl yayın hayatına başlaması nedeniyle, "anlamlı" bulması ise iideta bir komplo teorisini andır­maktadır. Çetinoğlu bununla da yetinmeyip,

Bu rapor Birinci Dünya Savaşı'nın önemli bir veçhesine ışık tutu­yor, ancak asıl olarak devletin kendi vatandaşlarına karşı savaşını ve bu savaşın hiilii sürdüğünü bir başka açıdan ifade ettiğini rahat­lıkla söyleyebiliriz.

sözleriyle adeta "derin devletin azınlıklara yönelik icraatının bir belgesini" bulduğunu ima etmektedir. Bu yanlış yorumlamada Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı beslenen menfi duyguların da rol oyna­dığı kesindir.

Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili bir diğer peşin hüküm örne­ği, Genelkurmay Başkanı (27 Ağustos 2010 - 29 Temmuz 201 1) Işık Koşaner'in 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bay­ramı kapsamında düzenlenen "Mütareke Dönemi ve İstanbul'dan Samsun'a Uzanan Yolda Mustafa Kemal" panelinde yaptığı ko­nuşmadır. Bu konuşmada Koşaner, "Mütareke döneminde Ermeni tehciri sırasında kötü muamele yaptıkları iddiasıyla birçok vatanse­verin cezalandırıldığını, halkın silahlarının toplanarak müdafaasız bırakıldığını, azınlıkları memnun etmek amacıyla devlet dairelerin­de onlardan memurlar atandığını ve yıllardır uygulanan usuller terk edilerek şirketlerde Türk dili kullanılma zorunluluğunun kaldırıldı­ğını" belirtecekti.17

Koşaner'in konuşmasında Mütareke dönemine atıfta bulunduğu gayet açıktır. Hal böyle olmasına rağmen Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan ve İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Ohannes Kılıçdağı'nın birlikte hazırladıkları Türkiye Ermenilerini Duymak Sorunlar. Talepler ve Çözüm Önerileri kitabında bu iki yazar, Türkiye'de "Ermenilerin orta ve üst düzey devlet görevlisi olmayacakları düşüncesinin ge­çerli olduğu" tespitini yaparken atıfta bulundukları örneklerden biri Koşaner'in konuşması olacaktır. Yazarlar, bu konuşmayı örnek gösterip şu yanlış yorumda bulunacaklardır:

Bu yaklaşımın en son örneklerinden biri de, Genelkurmay Başka­nı l^ık Koşaner'in 19 Mayıs 2011 tarihinde yaptığı konuşmadır; Kıı^aner, "azınlıkları memnun etmek amacıyla devlet dairelerine 1111lıınlan memur atanması"ndan şikayet etmiş, bunu tehlikeli bir 1•ı·l1^1111· ıılıınık nitelendirmiştir. Bu tür atamaların gözle görülür sa­

I \Iin11.1iı I ı.ııılı )<ıı.ılıııaya çalışılıyor", Milliyet, 20 Mayıs 2011.

yıda olmaması bir yana, Koşaner'in bu sözleri, askeri bürokrasinin gayrimüslimlerin memur olmaları konusundaki zihniyet ve yakla­şımlarını net bir biçimde ortaya koymaktadır.18

Kılıçdağı bir yıl sonra yayınladığı bir makalesinde de aynı yanlış değerlendirmesini tekrarlayacaktır:

Resmi boyut söz konusu olduğu zaman dikkat çeken ve şikayet edilen bir başka uygulama da Ermenilerin (ve diğer Hıristiyan ve Musevilerin) devlet memuru yapılmamasıdır. Aslında yasal mevzuatta buna engel hiçbir hüküm yoktur, ama devletin 'yazılı olmayan kuralları' gereği Ermeniler bürokraside, hele de üst ka­demelerinde görevlendirilmez. Böyle bir niyeti olanlar bir şekilde 'caydırılır' Türkiye vatandaşı bir Ermeni'ninAvrupa Birliği Genel Sekreterliği'nde uzman olarak istihdam edilmesi ihtimali üzerine, zamanın Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in 19 Mayıs 2011'de yaptığı bir konuşmada "azınlıkları memnun etmek amacıyla devlet dairelerine onlardan memur atanması"ndan şikayet etmesi devlet aklının bu konuda nasıl işlediğinin çok iyi bir örneği olmuştur. Ermeniler devlet memuru olabilmeyi sembolik değerinden dolayı, eşit vatandaşlığın bir göstergesi olduğu için önemser; yoksa asker, polis, kaymakam vs. olmayı çok sevdiklerinden değil!19

TSK'ya karşı beslenen ve haklı ve/veya haksız gerekçelerden kay­naklanan peşin hükümler liberal ve sol görüşlü aydınların sadece "Azınlıkların Türkleştirilmeleri" konusunu yanlış yorumlamaları­na yol açmadı. Aynı zamanda aynı aydınların "askeri vesayete son verecek" beklentisiyle AKP'ye kayıtsız şartsız destek vermelerine de yol açtı. Günümüzde devam eden ve AKP'nin iktidarını güçlen­dirmek için sol ile liberal cenaha mensup aydınları kullanmış ol­ması ve Balyoz Davası 'nın aslında sahte ve tahrif edilmiş belgelere dayandığı tartışmalarının gerisinde yatan esas sebep sol ve liberal görüşlü aydınların TSK'ya karşı besledikleri hasmane duygular

18 Günay Göksu Özdoğan     Ohannes Kılıçdağı, Türkiye Ermenilerini Duymak:

Sorunlar. Talepler ve Çözüm Önerileri, TESEV, İstanbul, 2011, s. 32.

19 Ohannes Kılıçdağı, "Madem ki Ermenisin ... ", Altüst, Sayı 6, Nisan-Mayıs 2012, s. 34-36.

nedeniyle, "azınlıkları Türkleştirme meselesi" dahil olmak üzere, birçok konuda önemli hatalar yapmış olmalardır.20

8-     "Resmi Tarihe Karşı Çıkma" Refleksi

Akşam gazetesi yazarı Kürşat Başar'ın,

Ülkemizde, resmi tarih tarafından aldatıldığına inanan kalabalık bir insan topluluğu yaşıyor. Bunların içinden okur yazar olanlar da bir yerlerden sık sık resmi tarihi yalanlayacak 'gayri resmi tarih' vesi­kaları bulup günışığına çıkartmayı vazife sayıyor.2ı

satırlarıyla özetlediği üzere okul ve üniversite eğitimi sırasında bir­çok şeyin es geçildiğine haklı olarak inanan ve haklı olarak aldatıl­mış olma duygusuna sahip olan önemli bir aydın kitlesi mevcuttur. Bu aydın kitlesi, bu hayal kırıklığıyla örtbas edilmiş veya es ge­çilmiş her tür tarihi olayı da "resmi tarihe karşı çıkma" refleksiyle yanlış yorumlamaya başladı. Böyle bir ortamda bu tarih anlatımını tekzip eden her tür yayın ve beyanat, gene Kürşat Başar'ın aynı yazısında,

Resmi tarihin yalanlarını ortaya çıkartmak için özel uğraşlar için­de bulunanları daha doğrusu bu çabanın Türkiye'de 'entelektüel' kimliği edinmekte önemsenmesini de doğrusu çok iyi anlayabilmiş değilim.

satırlarıyla ifade ettiği üzere, müellifini "aydın" mertebesine terfi ettirmekte. Toplum hiyerarşisi içinde statüsü yükselen, itibar kaza-

20AKP'nin sol ve liberal görüşlü aydınlardan "Kullanışlı aptallar" olarak faydalanmış olması konusunda bkz. Burak Bilgehan Özpek, "Romantik ile Kumarbaz", Taraf. 14 Şubat 2014; Ariane Bonzon, "En Turquie les intellectuals liberaux ont-ils joue les "idiots utiles" des Islamistes?", 4 Ocak 2014, www.slate.fr/story/81795/akp-er- dogan-intellectuels-idiots-utiles Balyoz Davası konusunda bkz. Pınar Doğan-Dani Rodrik, Balyoz: Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekler, Destek Yayınlan, İstanbul, 2010; Pınar Doğan-Dani Rodrik, Yargı. Cemaat ve Bir Darbe Kurgusunun İçyü: ü, Destek Yayınları, İstanbul, 2014.

21 Kiir^at Ba^ar, "Resmi Tarih'', Akşam, 23 Temmuz 2005.

nan, "konusunda otorite" veya "uzman" sıfatıyla anılan bu kişi(ler), Türk fikir aleminin içinde bulunduğu ideolojik kutuplaşmada "ulu­salcı", "Atatürkçü" veya "Kemalist" sıfatlarıyla anılmamak için sol ve liberal görüşlü aydınlar camiasında yerleşik ve yaygın olan Türkleştirme ile ilgili menfi kanaati benimsemekte ve bu fikri bi­teviye tekrarlamakta. Milliyet gazetesi yazarı, siyaset bilimci Doç. Dr. Nuray Mert, bu durumu "aydın kesimin cemaat baskısı" olarak nitelemekte. [145]

9-     Fikir Alemindeki Kutuplaşma

Fikir dünyasının "resmi tarihçi - gayr-ı resmi tarihçi'', "Kemalist - İkinci Cumhuriyetçi", "ulusalcı - liberal" şeklinde kutuplaşması, İslamcı, sol ve liberal görüşlü kişilerin de ortak bir zeminde bulu­şup Kemalist cenaha karşı cephe almaları nedeniyle ortaya çıkan gergin atmosferde sol ve liberal görüşlü aydınlar, tarihsel mesele­leri soğukkanlı bir şekilde tahlil etmektense meselelere adeta birer "taraftar'', birer "aktivist", birer "militan" olarak yaklaşmış, geç­mişte cereyan eden olayları da bu duygularla yorumlamışlardır.

10-     "Türkleşme" Kavrammm Yorumlanması

"Azınlıklar meselesi"ni 1990'lı yılların ikinci yarısında keşfeden ve keşfetmeleriyle birlikte bu "mesele"yi büyük bir heyecanla sahiple­nen sol görüşlü insan hakları savunucuları, köşe yazarları, üniversi­te öğretim üyeleri ve üniversite gençliği "Türkleştirme meselesi"ni günümüzde geçerli olan anlayış ve algılama ile değerlendirmekte- ler. 1920'li ve l 930'lu yıllara kıyasla 1990'lı ve 2000'li yıllarda bambaşka bir anlam taşıyan "azınlık" kavramı çerçevesinde günü­müzde "Türkleştirme" elbette asimilasyonist, baskıcı ve "alt kül­türleri yok etme siyaseti" olarak algılanacaktır. Dolayısıyla l 920'li

ve l 930'lu yıllarda, yani ulus-devlet'in kuruluş döneminde geçerli olan ve başka ülkelerde de benzerine rastlanan "yurttaş yaratma" tasarısı, son derece menfi bir şekilde değerlendirilmektedir. Ancak bu değerlendirme l 920'li, l 930'lu yıllarda uygulanan Türkleştirme siyasetinin gayrimüslimler için nazari olarak olumsuz bir anlam içermediğini, tam aksine Osmanlı Devleti döneminde "reaya" ve "zımmi" olarak kabul edilen gayrimüslimlerin Türkleşmeleri halin­de yeni Cumhuriyet rejiminin onları "yurttaş" olarak kabul edece­ğini taahhüt ettiğini dikkate almamaktalar.

11-    Liberal ve Sol Görüşlü Öğretim Üyelerinin Etkisi

Türkleştirme siyasetinin olumsuz bir anlamda yorumlanmasında ve bu yorumun sol görüşlü üniversite öğrencileri arasında yaygınlık kazanmasında, aynı görüşe mensup üniversite öğretim üyelerinin rolü büyüktür.

Günümüzde devlet ve vakıf üniversitelerinde görevli "Cumhuri­yet dönemi Devlet-azınlıklar ilişkileri" konusunda derinlemesine araştırma yapmış, kaynaklara hakim, bu kaynakları okuyabilecek gerekli yabancı dillerle mücehhez ve yüksek lisans ve doktora öğ­rencilerine layıkıyla danışmanlık yapabilecek olan öğretim üyesi mevcut değildir.23

Bu gerçeğin en çarpıcı örneklerinden biri Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Koraltürk'ün gayrimüslim tüc­carlar ile ilgili yanlış bir değerlendirmesidir. Koraltürk kendisiyle yapılan bir mülakatta şöyle konuşacaktı:

"Türkiye'de 24 Ocak Kararları sonrası liberalleşme döneminde hile hem basında hem siyasette 'Yahu bu gayrimüslimler bu sayede yıırtdı^ına ciddi servet transfer ederler' diye yine gayrimüslimleri

l lıı k111111<l:ı lıkz. Rıfat N. Bali, "Osmanlı ve Türk Yahudileri Araştırmaları: Engeller, lıııkıııılııı. ^avııaklar", Toplu Makaleler-/ Tarihin Ufak Bir Dipnotu: Azınlıklar. Libra l .u.T 1 .ı. <J .Ul .21111, .■,.465-472.

hedef gösteren söylentiler çıkmıştır. Ben son 30-35 yılda ekono­mide yolsuzluk yapmış ve ulusal basına yansımış bir gayrimüslim Türkiye vatandaşı hatırlamıyorum. Tam tersi bu insanlar korktuk­ları için belki de daha da titiz davranıyorlar. Ciddi bir kuşatma ve baskı altında olduklarını biliyor gayrimüslimler. "24

Koraltürk'ün beyanatında belirttiği zaman dilimi ("son 30-35 yıl") 1978-2013 yıllarını kapsamakta. Bu zaman diliminde basın incelen­diği takdirde, özellikle 1978-1980 arası, dönemin ekonomik şartla­rından dolayı çok sayıda gayrimüslim tüccarın döviz kaçakçılığı ve ithalat işlemlerinde yaptıkları usulsüzlükler nedeniyle mahkı1m oldu­ğu, bir diğer kısmının ise yurtdışına kaçtığı kolaylıkla fark edilecektir.

Türkiye' deki üniversitelerde görevli öğretim üyelerinin azınlıkla­rın tarihlerine, kaynaklarına ve dillerine vakıf olmamalarına rağ­men Türkleştirme meselesini yanlış bir şekilde değerlendiren kimi sol ve liberal görüşlü öğretim üyeleri bu alanda "otorite" olarak temayüz etmişlerdir. Bu üniversite öğretim üyelerinin önemli bir kısmı, aynı zamanda ya geçmişte, ya da halihazırda günlük gazete­lerde köşe yazandır.25 Türkleştirme meselesini yanlış yorumlayan kimi köşe yazarları ise üniversitelerde öğretim üyesidir.26 Aynı ide­olojik camiada yer alan bu iki kesim, yani "köşe yazan/üniversite öğretim üyesi" veya "üniversite öğretim üyesi/köşe yazarı" veya sadece "köşe yazan" kimlikli figürler birbirlerini destekleyen bir cephe oluşturmuşlardır. Bu isimler, köşe yazarı olmaları vesile-

24 Özgün Çağlar "Türkiye, Arşimidis olayına uygun atmosfere sahipti", 8 Haziran

2013,       http://agossapgir.blogspot.com/20 1 3/06/turkiye-arsimidis-olayna-uygun.html 25 Örneğin Prof. Dr. Ayhan Aktar (İstanbul Bilgi Üniversitesi), Doç. Dr. Ferhat Kente!

(İstanbul Şehir Üniversitesi), Doç. Dr. Halil Berktay (Sabancı Üniversitesi), Prof. Dr. Murat Belge (İstanbul Bilgi Üniversitesi) Tara/gazetesinde; Prof. Dr. Baskın Oran Agos ve Radikal gazetesinin Radikal iki ekinde; Prof. Dr. Ahmet İnsel (Galatasaray Üniversitesi) Radikal gazetesinde; Prof. Dr. Cemil Koçak (Sabancı Üniversitesi), Prof. Dr. Mehmet Altan (İstanbul Üniversitesi) ve Prof. Dr. Eser Karakaş (Bahçeşe- hir Üniversitesi) Star gazetesinde; Prof. Dr. Şahin Alpay (Bahçeşehir Üniversitesi) Zaman gazetesinde köşe yazanydılar. Bu isimlerden bazıları halen köşe yazandır.

26 Örneğin Cengiz Çandar (İstanbul Kültür Üniversitesi) Radikal gazetesinde; Ali Bay- ramoğlu (İstanbul Kültür Üniversitesi) ve Kürşat Bumin (İstanbul Bilgi Üniversitesi) Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarıdırlar.

siyle de toplum içinde itibarları yükselmiş ve birer saygın 'kamu aydını' figürüne dönüşmüşlerdir. Basın ve entelektüel alemin bir yandan "Kemalist, milliyetçi, ulusalcı" diğer yandan "sol, liberal, İslamcı" cenaha ayrışması ve kutuplaşması, sol ve liberal görüşlü öğretim üyelerinin aynı zamanda medyada etkin mevkilerde bulun­maları nedeniyle bu kişilerin görüşleri üniversite kampüslerinin dar çevrelerini aşarak toplumun nispeten geniş katmanlarına ulaşmış­tır. Bundan ötürü de bu görüşlerden etkilenen ve de Devlet'e karşı muhalif bir tavrı olan sol ve liberal görüşlü entelektüel iil^m, köşe yazarları ve üniversite gençliğinin bir kısmı aynı görüşleri biteviye tekrarlamaya başlamıştır.

Medya nezdinde "azınlıklar-Devlet ilişkileri" konusunda "otorite" olarak kabul gören üniversite öğretim üyelerinin ezici çoğunluğu, daha önce sıralanmış değişik sebeplerden ötürü araştırmalarını de­rinleştirmemiş ve erişebildikleri az sayıda kaynağa dayanarak var­dıkları sonuçların "meselenin nihai izahatı" olduğuna inanmış ve yakın çevrelerini ve öğrencilerini etkileyerek buna inandırmışlar­dır. Bu durum, bir zincirleme tepki etkisi yaratmış, hep aynı kay­naklara, aynı "uzmanlar"a ve aynı "gayrimüslim tanıklar"a başvu­rularak yapılan yayınlar sonucunda "meselenin nihai izahatı"nın 'Türkleştirme siyasetinin azınlıkları yok etme siyaseti" olduğuna inananlar halkası genişleyerek artmıştır.

12-     Bazı Arşivlerin Araştırmacıların Erişimine

Kapah Oluşu

Cumhuriyet Arşivleri'nin tasnifinin tamamlanmamış olması, MİT, İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ile Cum- h urhaşkanlığı gibi önemli kurumların arşivlerinin araştırmacılara kapalı olmaları27 ve 1934 Trakya Olayları, Nafıa Taburları, Varlık

' ı \ı ş" len dOzcnlcınc ile ilgili 28 Eylül 1988 tarih ve 3473 sayılı "Muhafazasına

I ıizimi Kıılmııyıın l'vrak ve Malzemenin Yok Edilmesi Hakkında Kanun Hükmün- .1. I..ı ı.ııihum ııııı I legıylıı ilerek Kabulü Hakkında Kanuıı"un kapsamına Cumhur-

Vergisi ve 6-7 Eylül 1955 Olayları'nda azınlıkların mağdur olduk­ları konusunda toplumun geniş bir kesiminin mutabık olmasına rağmen Devlet'in özür dilemeyip mağdurları simgesel anlamda bile tazmin etmemesi nedeniyle azınlıklar-Devlet ilişkilerinin ger­çekçi bir değerlendirilmesi yapılamamakta ve bu durum da yanlış yorumların yaygınlık kazanmasına yol açmaktadır.

başkanlığı, TBMM, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve MİT girmemekte. Bu kurumlar, arşivlerini Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne devretmek zorunda değillerdir.

VIII - SONUÇ

1-   "Azınhkları Türkleştirme Siyaseti", Partiler ve Dönemler Üstü Bir Siyaset miydi?

Son yirmi beş yılda ortaya çıkan "yeni" veya "gayr-ı resmi tarih" anlatımında kullanılan "azınlıkları Türkleştirme siyaseti" kavramı, 1915 yılında Osmanlı Ermenilerinin tehcir edilmeleri ve soykırıma maruz kalmaları ile başlayan ve 1964 yılında Türkiye' de ikamet eden Yunan uyruklu kişilerin sınırdışı edilmeleriyle sona eren ve "süreklilik arz eden" bir siyaseti tasvir edilmekte. Bu iki tarih, yani 1915 ila 1964 yılları, arasında cereyan eden ve azınlıkları mağdur eden hadiseleri bu siyasetin birer merhalesi olarak yorumlanmakta. Bu yorumlamada "Azınlıkları Türkleştirme" siyaseti, "azınlıkların nüfusunu asgariye indirme" siyaseti olarak anlaşılmakta.

Başka bir tabirle gayr-ı resmi tarih anlatıcıları için azınlıkları Türk­leştirme siyaseti, partiler ve dönemler üstü ve süreklilik arz eden bir siyasetti. Aynı anlatıcılara göre iktidarda hangi siyasi parti olur­sa olsun, tarihsel dönem ve uluslararası konjonktür ne olursa olsun, Devlet'in (veya müesses nizamın) azınlıkları Türkleştirme, başka bir tabirle nüfuslarını asgariye indirme ve dolayısıyla varlıklarını ve servetlerini Müslüman Türk burjuvazisine transfer etme gibi za­man zaman su yüzüne çıkan bir gizli iradesi mevcuttu. Başarıya ulaşan bu iradenin varlığı da yukarıda sıralanan değişik olaylarda

kendini göstermişti. Böylesine bir tarih anlatımı bir yerde günümüz popüler siyasi kültürünün sürekli kullandığı ünlü "derin devlet" deyimini akla getirmekte. Başka bir tabirle bu yorumlamaya göre "Derin Devlet" yukarıda sıralanan olaylar zincirinin faildir.

Bu "yeni" veya "gayr-ı resmi" tarih anlatımının en önemli hatası Devlet'in (veya müesses nizamın) böylesine sarsılmaz bir iradeye sahip olduğu peşin yargısıdır. Bu peşin yargının etkisi altında ka­lan gazeteciler, aktivistler ve öğretim üyeleri Tek Parti, çok partili dönem ayrımı yapmaksızın tüm olayları böyle bir derin iradenin tezahürü olarak yorumlamaktalar.

Sol ve liberal görüşlü entelektüel camia Tek Parti döneminde geçer­li olan azınlıkları ve ekonomiyi Türkleştirme siyasetinin ulusal ve uluslararası şartların tamamen değiştiği, "azınlıkları Türkleştirme siyaseti"nden bahsedilmesi mümkün olmayan çok partili demok­rasi döneminde de aynen uygulandığına inanmaktadır. Bu kesim, Türkiye Cumhuriyeti 'nin sınır komşularıyla olan ihtilaf ve gergin­likleri ile Ortadoğu'da cereyan eden olumsuz siyasi gelişmelerin milliyetçi, muhafazakar, Kemalist ve İslamcı görüşe mensup camia üzerinde yarattığı tepkinin, toplum tarafından "yabancı" olarak ka­bul edilen ve dolayısıyla asli sadakatlerinin Türkiye Cumhuriyeti yerine soydaşlarının yaşadıkları "anavatan"a, (yani Yahudiler için İsrail'e, Ermeniler için Ermenistan'a, Rumlar için Yunanistan'a) olduğuna inanılan azınlıklara yöneldiğini görmemekte. Aynı kesim azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti 'nin uluslararası ilişkilerinde veya diplomatik müzakerelerinde kullandığı bir tanıtım unsuruna, bir pi- yonıına ve/veya iradeleri dışında gelişen ulusal veya uluslararası si- v:ısi olayların yarattığı şiddet ortamının rehinelerine dönüştüklerini di’ dikkate almamaktadır.

\ ı ııılıkfarı ’farklcştime” siyasetinin 1915 yılında başlayıp 1964 Mİıııa kııılııı kasıllarla devam ettiği görüşünü savunanların dikkate ahıiıidıkhıı eıı önemli olgu, Tek Parti dönemi ile çok partili döne- ııılıl 1 ıı I ı<-, ki ilişkileri hakımından tamamen farklı olduk-

landır. Her iki dönemin kaygıları ve öncelikleri değişiktir. Her iki dönemde azınlıkları etkileyen faktörler değişiktir. Tek Parti döne­minde ulus-devlet inşa etme, azınlıkları asimile etme kaygıları ege­mendi. Buna ilaveten azınlıkların ekonomideki etkin durumlarını muhafaza etmeleri hem müesses nizamı, hem de yeni yeşermeye çalışan Türk burjuvazisini rahatsız etmekteydi. Dahası Mütareke dönemi ve İzmir'in işgali yıllarında azınlıkların işgal kuvvetleri ile işbirliğinde bulunmaları halen hafızalarda tazeydi. Çok partili dö­nemde ise bu kaygılar geride kalmıştır. Dahası, özellikle İstanbul'da yoğunlaşan azınlıklar, İstanbul'dan seçilecek milletvekilleri açısın­dan belirleyici bir öneme sahipti ve bu nedenle Tek Parti dönemin­de azınlık karşıtı siyaseti ile temayüz eden CHP dahil siyasi partiler azınlık cemaatlerinin önde gelen isimlerini genel seçimlerde mil­letvekili adayı olarak göstermek için birbirleriyle yarışmaktaydılar.

Hal böyle olunca 6-7 Eylül 1955 Olayları ve 1964 yılında Yunan uyrukluların sınırdışı edilmelerini nasıl izah etmek gerekir? Her iki olay, azınlıkların gerek toplum ve gerekse müesses nizam tarafın­dan "Türk" olarak kabul görülmediklerinin, "Yunanistan uzantılı bir beşinci kol kolonisi" olarak algılandıklarının ve de kendi irade­lerinin dışında cereyan eden gelişmelerin rehinesi durumuna düş­tüklerinin ve özellikle 1964 yılında cereyan eden sınırdışı etme ola­yında fark edilebileceği gibi, Türkiye'nin sınır komşuları ile olan ihtilaflarında kolayca kullanılabilecek, gerekirse harcanılabilecek unsurlara dönüştüklerinin acı örnekleridir.

Bu kitap boyunca sıralanan azınlık karşıtı olaylar alt alta dizildik­lerinde ortaya çıkan neticenin azınlık nüfusunun Türkiye genel nüfusu içinde sıfıra yakın, dolayısıyla ihmal edilebilir bir seviye­ye indiği görülmekte. Buna rağmen yetmişli yılların sonuna kadar azınlıkların (özellikle Yahudilerin) Türk ekonomisinde kayda değer bir öneme sahip oldukları da fark edilebilir. Dolayısıyla "Azınlıkla­rı Türkleştirme Siyaseti"nin doğrudan amacı olan azınlıkların var­lıklarının Müslüman Türk burjuvazisine başarıyla transfer edildiği

ve bunun en son merhalesini Yunan uyruklu Rumların 1964 yılında sınırdışı edilmeleri olduğunu savunan varsayım doğrulanmamakta- dır. Bu da şunu göstermekte. Devlet, müesses nizam ve toplum hiç­bir zaman azınlıklardan çok fazla haz etmemiştir. Onların Mütareke döneminde ve İzmir'in işgali yıllarında İşgal Kuvvetleri ile olan işbirliğini hiç unutmamış ve zaten çok fazla güvenmediği azınlık­lardan da, içten içe kurtulmak istemiştir. Onları vatanları için kan dökmemiş zımmiler olarak gören toplum, Devlet ve müesses ni­zam azınlıkların ekonomik alanda görünür ve etkin olm;ılarından da hiç haz etmemiştir. Dolayısıyla müesses nizam 1934 Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 Olayları ve 1964 yılında Yunan uyruklu Rumların sınır dışı edilmeleri olaylarının bir sonu­cu olarak azınlık burjuvazisinin servetinin Müslüman Türk burju­vazisine transfer edilmiş olmasına içten içe sevinmiştir. Ancak bu gerçeklerden yola çıkıp "Azınlıkların nüfusunun asgariye indirme" gibi bir gizli master planının 1915 yılından beri fasıllarla uygu­landığını söylemek doğru değildir. Olayların ulaştığı netice toplu­mun Devlet'i ve müesses nizamın içten içe arzu ettiği bir netice olmasına rağmen bu olayların sadece bu neticeleri elde etmek için planlanmış eylemler olduklarını söylemek için yeterli veri ve belge mevcut değildir.

2-    "Gayr-ı Resmi Tarih"e Tepeler

Azınlıkların Cumhuriyet rejimi altında karşılaştıkları güçlükleri anlatan ve çoğunluğu Türk araştırmacılar tarafından hazırlanmış eser sayısı son on yıl zarfında gözle görülür bir şekilde artmıştır. Bu olumlu gelişmeye rağmen sol ve liberal görüşlü entelektüel ca­mianın "azınlıklar-Devlet ilişkisi"nin temelini teşkil eden Türkleş­tirme siyasetini yanlış bir şekilde yorumlaması, bu yorum şeklinin de aynı camia nezdinde büyük bir yaygınlık kazanması sonucunda azınlıkları anlatan tarih yazımında tuhaf bir durum meydana çık- ııııştır. "Azınlıklar-Devlet ilişkileri"nin kayda değer bir önem ta-

şımayan birkaç ihtilafın dışında pürüzsüz süregeldiğini ileri süren "resmi tarih" yazımına bir tepki olarak ortaya çıkan "gayr-ı res­mi tarih" yazıcıları, "gerçekleri" dile getirdiklerini ileri sürdükleri eserlerinde kendi bakış açılarına uygun bir başka resmi t^rih inşa etmeye başlamışlardır. Ancak bu durum haklı olarak bazı tepkilere yol açacaktır. Birkaç örnek vermekle yetinelim.

a)     Prof Dr. İlber Ortaylı

Prof. Dr. İlber Ortaylı bu durumu "Resmi tarihin alternatifleri kendi­leri de birer resmi tarih yaratıyor. Çünkü bu iki grubun ortak vasfı, tarih bilmemeleri, tarihi malzemeyi kullanmayı bilmemeleridir. O yüzden böyle bir tartışma anlamsız kalıyor" sözleriyle izah etmekte.1

b)    Prof Dr. Mete Tunçay

Prof. Dr. Mete Tunçay da bir gazetecinin "resmi tarih-alternatif tarih kavramlarına da bir açıklık getirir misiniz?" sorusunu Prof. Ortaylı 'ya benzer bir şekilde cevaplandırmakta:

Resmi tarih, malum. İçinde abartılar, hatta yalanlar var. Ama tüm­den de yabana atamazsın; içinde sayısız dokümanı var, bilgisi var. Fakat bunu eleştirenlerin çoğunun kafasında da aslında başka bir resmi tarih var. Buna alternatiftarih diyorlar ama, aynı şeyleri baş­ka bir dogmatiklikle öneriyorlar. Onların da başka ideolojik yöne­lişleri var.2

c)     Doç. Dr. YusufHakan Erdem

Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yusuf Hakan Erdem de "gayr-ı resmi tarih" anlatımına ihtiyatla yaklaşacaktı:

Aslında tarih malzemesine bakarken ' resmi tarih mi, alternatiftarih mi' diye bakmam. Nasıl ki resmi tarih her zaman kalitesiz ve yalan

1 "Moskova'da Öğreniyor Veletler", Hürriyet Cumartesi, 12 Aralık 1999.

2 Gürsel Göncü, "Tarih Mete Hoca'yla Sevilir", vatan Pazar, 15 Tı:ınınuz 2007.

değilse gayri resmi tarih de resmi tarihin söylediği her şeyin tersini söyleyerek her zaman doğru olmaz ( ...)Alternatif tarih, kanıtsız, desteksiz, tarih biliminin kuralları dışında çalışma özgürlüğüne sahip bir disiplin değildir. Bir tane tarih vardır, onun da kuralları bellidir. Aynı standartları, ister devlet tarafından üretilmiş metinle­re, ister çeşitli kurum ve kişilerce üretilmiş metinlere uygulamak zorundayız. Türkiye gibi bir ülkede gayrı resmi tarihin de kör nok­taları çok fazla.3

Hakan Erdem kendisiyle yapılan bir başka mülakatta "Peki, örne­ğin alternatiftarih ne kadar doğru bilgi barındırır?" sorusuna şöyle cevap verecekti:

Gerekli olarak resmi tarihten daha doğru bilgi verecek diye bir ku­ral yok. Nasıl yazıldığına, tarihi gerçekliğe saygısının derecesine bakmak gerek. Siyasi olarak azınlık durumunda olan bir görüş de tarihin otonomisine müdahale edebilir. Bizde ise maalesef, "alter­natif tarih anlatıyorum" diyerek sadece tarihi gerçeklikle çelişmekle kalmayıp coğrafyayla hatta fizikle bile çelişmeyi becerenler eksik değil.4

d)     Doç. Dr. Nuray Mert

Siyaset bilimci Doç. Dr. Nuray Mert de Başbakan Erdoğan'ın Güneydoğu'da mayından temizlenerek tarıma açılacak arazilerin tasarrufu konusunda başlayan tartışmalar sırasında, "farklı etnik kimlikten olanlar ülkeden kovuldu, bu aslında faşizan bir anlayı­şın ifadesiydi" beyanatı üzerine liberal ve sol görüşlü yazarların Erdoğan'ı desteklemeleri sebebiyle başlayan tartışmalar vesilesiyle kaleme aldığı yazısında, Mete Tunçay'ın tespitlerine benzer bir şe­kilde görüşlerini beyan etmekte:

Geçmişi sorgulamak, eleştirel bir tarih okumasına girişmek kolay işler değil. Mesela bakıyomm son zamanlarda herkes, her mela­netin altında 'İttihat ve Terakki ve Türkleştime siyaseti'ni görür

'   Ayç:ı (lrcr. "Alternatif tarih de hep doğmyu söylemez", Radikal, 15 Ocak 2012.

•I Ç:ı£l:ıy:m Çevik. "Kendi gününü yazan tarihçi değildir", Hürriyet Kitap, 1 Kasım '111 1

oldu. İTC konusu bir yana, her kötülüğün ucunu bağlayıp özetle­yeceğiniz bir şey, hiçbir zaman hiçbir şeyi açıklayamaz. Tarihi ak- kara gibi gösteren birilerine karşı, kara-ak diye gösteren diğerleri aslında aynı şeyleri yapar, bu tarih okuması değil şeytan çıkarma ayini olur. Türkiye'de bir süredir söz konusu olan da bu. O neden­le, kimse kusura bakmasın, çeşitli vesilelerle gündeme gelen 'tarihi özeleştiriler'in çoğunluğu beni pek heyecanlandırmıyor, fazla umut vermiyor.5

Nuray Mert, aynı konudaki bir diğer yazısında da bu konuya bir daha değinecekti:

Geçen haftaya "mayın tartışmaları" damgasını vurdu. Mayın üze­rinden birçok şey tartışıldı. Başbakan, mayınları temizleme işinin bir İsrail firmasına verilmesine tepki gösterenlere karşı, ne alakay­sa, "Azınlıkları kovduk, bu faşizan bir tavırdı" mahiyetinde bir karşılık verdi. Öyle olunca, tabii konu yine döndü dolaştı, "ulus devlet"e geldi.

Öncelikle "Ne alaka?" demek yerine, başı ağrısa "ulus devlet"ten bilen kim varsa, "tarihi özeleştiri" diye derin açıklamalar yap­maya girişti. Bir toplumun, tarihi sorgulamaya, özeleştiri yapmaya alışması iyi güzel de, bu sorgulama ve özeleştirilerin suyu çıkmış durumda... Böyle olduğu için de bir noktadan sonra, milliyetçi tepkileri beslemek dışında bir işe yaramayacak diye korkuyorum. Demokratikleşme ve her şeyden önemlisi marazi milliyetçilikten kurtulmaya çalışmak başka, "dünyada ne kadar arızalı iş ol­duysa, bu ülkede, bizim geçmişimizde oldu" kafasında olmak başka. Ulus devlet inşasının maliyeti, dünyanın her yerinde çok ağır oldu. Çok erken başlamasına karşın Batı Avrupa'da bu süreç İkinci Dünya Savaşı bitimine kadar sürdü. Ardından da hiçbir ulus devlet, "Ya bu proje tutmadı, kıralım bu zincirleri, yıkahm bu ulus devletleri" falan demedi. Savaş sonrasında ulus devletin dar kalıplarını esnetme sürecine girildiğinde ortada, neredeyse azınlık falan kalmamıştı.

Herkes kırmış dökmüş, bizde olanlardan müteessir olmayalım, en ufak bir şey diyeni "tencere dibin kara" diye pişkince geçiştire­lim demiyorum. Ama geçmişi sorgulamak başka, geçmişi bir bü­yük kompleks haline getirmek başka.

Halihazırda bizde bazı çevrelerde hakim olan ikincisi. Bu topluma yöneltilen tüm suçlardan sıyrılmanın yolu, geçmişi suç ve günah

5  Nuray Mert, "'Tarihi Özele^tiri", Radikal, 26 Mayıs 2009.

galerisine dönüştürmek oldu. Sanki kim daha çok suçlar, suçlarken daha keskin bir dil kullanırsa, o en temiz, en "medeni", en suç­suz olacak. Atalarımıza toz kondurmama hastalığından sıyrılmanın yolu, geçmişle hesaplaşmak adına, dünyanın en karanlık geçmi­şini kurgulamak sanılıyor. Oysa bu da başka bir hastalıklı hal, bir "Üçüncü Dünya entelektüeli kompleksi"

Diğer taraftan, çağımızda onca topa konulmasına karşın ve günah­ları bir yana ulus devlet, insanlığın en kötü deneyimi falan değil­di. Bugün Batı dışındaki dünyanın birçok yerinde, ulus devletin inşa edilememesinin yarattığı sorunlar yaşanıyor. Müslüman coğ­rafyada köktendinciliğin yükselmesi, Afrika'da iç savaşlar) hatta Balkanlar'da derin dondurucudan çıkan etnik çatışma ve çözülüş­ler ulus devlet değil, ulus devlet olamamanın neticesi. Dünyanın içinde olduğu hali dikkate alarak, ulus devletlere ilişkin klişelere sığınmak yerine işin bu boyutunu da düşünmekte fayda var.

Sonuçta maksat, geçmişi sorgulayarak insanlığın, bu ülkede yaşa­yanların dertlerine deva bulmak, yaşanan acılara yenilerini ekle­mekten sakınmaksa, zamanın ruhuna uygun klişelerle tarihe bak­manın hiçbir faydası olamaz. Yok amaç "entelektüel ego tatmini" ise, bunun beyhudeliği bir yana, beslediği milliyetçi tepkiler şeklin­de fazladan bir de maliyeti var ve o maliyeti hepimiz ödeyeceğiz.6

e)     Murat Bardakçı

Bir diğer tepki, HaberTürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı'dan gelecektir. Bardakçı, Ayşe Hür'ün yazılarını derlediği Öteki Tarih kitabının yayınlanması vesilesiyle konuğu olduğu bir televizyon programındaki konuşmasını dinledikten sonra adını zikretmeden Hür'ün tarih anlatımını şöyle eleştirecektir:

Geçen gün, TV' de tarihimizin bilinmeyen son devri hakkında yeni bir kitap çıkartmış olan "tarihçi" bir hanımefendiyi dinledim... Hanımefendi ekranda saydırıyor da saydırıyordu... 1915'ten gir­di, Dersim'den çıktı, Edime olaylarına uğradı, Varlık Vergisi'nin ağzının payını verdi, döktürdü de döktürdü... Ne kadar eli sopalı, baskıcı, ceberrut ve kan dökmeye meraklı bir millet olduğumuzu uzun uzun, örnekleri ile anlattı! Ama hakkını yemeyeyim... Gayet nazik konuştu. Mesela İttihadçı liderler için ekranda başkalarının

h  Nıırav Meri. "En Karanlık Tarih Bizim Tarih", Hürriyet, 1 Haziran 2009. Vurgulama-

1           .ıı \ .l/.lM .ııllıı.

söylediği gibi "katiller" falan demedi, "Bunları toprak bile kabul etmez ama gene de öyle dememeye çalıştım" gibisinden sözler etti, yani lı1tuf buyurdu! Ne nezaket değil mi? Derken söz Hrant Dink'in katledilmesine, oradan da Sabiha Gökçen'e uzandı ve "ta­rihçi" hanımefendi, rahmetli Gökçen'in Ermeni olabileceğine dair ortaya son derece önemli, bilimsel ve şimdiye kadar kimsenin dü­şünemediği bir kanıt koydu: Sabiha Gökçen Havaalanı'nın isminin değiştirilmesi tartışılıyormuş, Sabiha Hanım'ın hakikaten Ermeni olabileceğine bu tartışmanın başlaması ile inanmaya başlamış, zira Gökçen şayet Türk olsa imiş böyle bir değişiklik düşünülemezmiş fakat aslen Ermeni olanlar için isimlerinin kaldırılması mümkün­müş... Bilimsel metodolojiye bakın!

Hanımefendi, son dönem tarihimizi büründüğü karanlıktan yırtar- casına aydınlığa çıkartan asıl açıklamasını programın sonunda yap­tı: Sabiha Gökçen'in meğerse şimdi tartışılan hayatının ayrıntılarını anlattığı yayınlanmamış hatıraları varmış, her şeyi yazdıktan sonra bunları bir Ermeni tarihçiye, Kevork Pamukçiyan'a emanet etmiş, hatıralar şimdi Pamukçiyan'da duruyormuş ve yayınlandığı zaman her şey ortaya çıkacakmış! "Tarihçi" hanımefendi bu emsalsiz açık­lamayı yaptıktan sonra Kevork Pamukçiyan'ın elinde bulunan bu çok önemli hatıraları yayınlaması gerektiğini de söyledi! Emriniz olur hanımefendi, hiç merak buyurmayın! Kevork Pamukçiyan fer­manınızı, talimatınızı almış ve talimatınızda buyurduğunuz hususu yerine getirmek için kolları sıvayıp derhal çalışmaya başlamıştır. Emrettiğiniz hatıraları en kısa zamanda yayına hazır hale getirip "ahret postası" ile yayınevine gönderecektir! Şakayı bir tarafa bı­rakıp meselenin acı bir cehalet ile dolu olan tarafını söyleyeyim: "Tarihçi" hanımefendinin geçen hafta ekrandan"Sabiha Gökçen'in hatıralarını yayınlamasını gerekir" dediği Kevork Pamukçiyan bun­dan tam 16 sene önce, 1996'da vefat etmiştir; yani gelmesi yaklaş­mıştır! Sabiha Gökçen'in vefatı ise, 2001 'dir! ( ... )

Eski harflerle arşiv belgelerini okuyacak derecede aşina olmadığınız halde geçmiş senelerin gazete haberlerine yahut birkaç hatırata da­yanarak tarihçilik yapmaya çalışacaksınız... Bunu yaparken ideoloji ile metodolojiyi birbirinden ayıramayacak, işin içine "Biz ne kadar zalim, nasıl kan dökücü bir milletiz; asırlar boyunca azınlık, çoğun­luk, dindar vesaire diyirek kesmediğimiz adam kalmadı" teraneleri ile bitmeyen kininizi de karıştırıp birşeyler karalayacak, sonra tele­vizyona çıkıp 1996'da vefat etmiş bir kişiye "Elindekileri yayınla" diyeceksiniz! İşte, nefretin tarihçiliğinin Türkiye'de geldiği nokta!7

7 Murat Bardakçı, ..Nefret Tarihçiliği", Habertiirk, 30 Ocak 201 2.

3-   Ulusalcı Kesimden Tepkiler

"Gayr-ı resmi tarih yazımı"na en şiddetli tepki, İP'nin yayın organı Teori dergisinden gelecektir. Bir sayısını "Türk Devrimi'ne karşı ne- oliberal tarihçilik" başlığıyla bu konuyu ele alan makalelere hasreden dergide yayınlanan makalelerin birinde derginin yazı kurulu sekrete­ri Mehmet Ulusoy, yanlış bir şekilde, "gayr-ı resmi tarih yazımı"nı küreselleşme ve AB üyeliğinin bir sonucu şeklinde yorumlayacaktır:

Türkiye'de kimler görevlendirildi bu iş için? AB, ABD, Soros Vak­fı fonlarıyla beslenen ideoloji üretimi merkezleri. En başta Tarih Vakfı, Bilgi Üniversitesi, Açık Toplum Enstitüsü'ne bağlı çeşitli NGO'lar ve İletişim Yayınları vb. Bunlar, Türkiye ulusal tarihini tasfiye ederek, Sevr'ci yeni liberal bir tarih yazma işine girişti­ler. Kuşkusuz, bu yeniden yazılan tarih, en başta Cumhuriyet'in dayandığı temellerin yıkılmasını hedeflemeliydi. Ki böylece Tür­kiye Cumhuriyeti'nin meşru olmayıp, "yapay bir devlet" olduğu bilinçlere yerleşebilsin. Neoliberal tarihçiliğe göre, Kurtuluş Sa­vaşı antiemperyalist bir savaş değil, anti-Rum, anti-Ermeni sava­şıydı. Ermeni ve Rum "soykırımına" dayanmaktaydı; yani Türk devleti "soykırım üzerine kurulan bir devlet"ti; "Türkler Cumhu­riyeti, Anadolu'yu yeniden işgal ederek kurmuşlardı"; "85 yıldır Türkiye'nin başına gelmiş en büyük felaket ulus devlet olmasıy­dı"; "meşru değildi ve tasfiye edilmeliydi ! ..." Bunlar, emperyaliz­min bilinen sömürgeci, ırkçı tarih anlayışından ithal ettikleri "top­lumsal tarih", "mikro tarih" (etniklerin tarihi), "çoğulcu tarih" gibi bilim dışı kavramlarla tarihsel gerçekleri ters yüz etmektedirler.

Türk Devrimi tarihine karşı işbirlikçi neoliberal ve neosolun em­peryalizm cephesinden yürüttüğü bu yıkıcı faaliyet, özellikle ulus­laşmayla her aşamada hesaplaşmaktadır. Bütün bu hesaplaşmada, hesaplaşmanın araçları romanların, "araştırma"ların, tarih kitapla­rının, filmlerin vb. konusu, hala Batı'nın bir alet olarak kullanma­ya çalıştığı Hıristiyan ve Yahudi azınlıkların özgürlükleri, hakları ve tarihleri olmaktadır. Yani emperyalizmin yüz yıldır devrimci Türk milliyetçiliğine, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'na karşı kul­landığı azınlıkların tarihi ve özgürlüğü (!?) ... Mahkum edilen ne­dir'? Uluslaşmak, diğer bir deyişle Türkleşmek... Ulusun ve ulusal ıkvlcıin yaratılmasının en doğal ve meşru evreleri olan, kuşkusuz ;ı1111lıkların Batı'nın zoruyla elde ettikleri imtiyazları ortadan kal- ılır:ııı hillilıı ııvp11l;ıırnılar: 1912-1918 "Milli İktisat" uygulamaları,

1924-25 Yunanistan'la nüfus mübadelesi, 1942-43 Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül 1955 olaylan, ırkçılık biçiminde yorumlanarak çarpı­tılan bir "Türkleştirme" suçlamasıyla mahkum ediliyor.8

Ulusoy'a göre bu tarih yazımında asıl amaç tamamen siyasal idi:

Tarih Vakfı 'nın bu yöndeki bütün "tarih çalışmalan"nın Rokefeller Vakfı (ABD), Körber Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Georg Eckert Ens­titüsü ve Goethe Enstitüsü (Alman), Soros Vakfı ve çoğu Alman diğer AB vakıflarının para desteğiyle gerçekleştirildiğini düşünürsek, asıl amacın tamamen siyasal olduğu, Avrupa'nın l 920'lerde uygulamayı başaramadığı Sevr'i yeniden uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti'ni tasfiye etmekten başka bir şey olmadığı açıkça görülür. (...)

Ekonomiyi Türkleştirme-millileştirme uygulamaları ırkçı bir uy­gulama mı, uluslaşmanın doğal bir gereği mi?

Bir AB projesi olan liberal Sevrci tarih yazımı kapsamlı bir prog­ramdır. Tarih Vakfı dışında, yukarıda sözünü ettiğimiz vakıf ve yayınevlerince desteklenen daha birçok kitap ve dergide bu prog­ram, çeşitli biçimlerde ve boyutlarda sürdürülmektedir. Tema aynıdır: Uluslaşmanın doğal bir sonucu olan, ekonomide, dilde, kültürde yürütülen millileştirmeler, Hıristiyan azınlıkların zorla "Türkleştirildiği'', Türkleşmeyenlerin aşağılandığı ve Türkiye'yi terke zorlandığı iddiaları, ezberletilmişçesine tekrar edilen ortak suçlamalardır. Buradaki en büyük yalan da, emperyalizmin yüz­yıllık yağmasından aldığı imtiyaz payıyla büyük servetler edinen komprador sınıfın elinden bu imtiyazlarını almaya yönelik uygu­lamaların, onların özgürlüklerini kısıtlama, baskı ve zulüm olarak gösterilmesidir. Oysa, bu ve benzeri, emperyalist sömürgeciliğe ve ortaçağa özgü imtiyazlar uluslaşmanın ve çağdaşlaşmanın önünde­ki, tasfiyesi zorunlu, engellerdir.9

Burada ilginç olan, "gayr-ı resmi tarihçiliği" ulusalcı bir dille eleştiren bu reddiye metninin bir komplo teorisi olmasıdır. Aynen "gayr-ı resmi tarihçiler"in, "resmi tarih yazımı"na karşı geliştirdik-

8 Mehmet Ulusoy, "Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi'ne Karşı - Türkleştirme, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21. Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 115-116.

9 Mehmet Ulusoy, "Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi 'ne Karşı - Türkleştirme, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21.

!eri azınlıklarla ilgili yeni tarih anlatısının da bir komplo teorisini andırması gibi.

Tepki gösteren bir diğer kişi ulusalcı çizgideki Türk Solu dergi­si yazarlarından Serap Yeşiltuna idi. Yeşiltuna Menemen Olayları ve Çanakkale Savaşı sırasında Seyit Onbaşı'nın 276 kg.luk bir top mermisini kaldırması ile ilgili olarak İslamcı basının bu olayları başka türlü yorumlamasına tepki olarak yayınladığı makalesinde şu haklı tespitte bulunacaktı:

[Şeriatçı kesimimizin] karşı çıktıkları da "resmi tarih" de­ğil, Atatürk'ün savaş meydanlarında yazdırdığı "Türk Devrim Tarihi"dir. Sabah akşam bu tarihe küfredip durur, "derin tarih" adı altında bu tarihin tüm gerçekliğini silmeye çalışırlar. Ve işin garip tarafı, saldırının merkezi "resmi tarih" olunca Türkiye'de bir kesi­min artık refleks haline gelmiş biçimde bu "gayri resmi tarih" uy­durmacasına inanmaya meyilli oluşudur. "Resmi tarih" derse düz­mece, "gayri resmi tarih" deyince bilimseldir.10

4-    Pragmatist Zihniyetten Bir Örnek

Liberal ve sol görüşlü "gayr-ı resmi tarih" yazıcıları, çoğu zaman Devlet'i demokratikleştirmeyi amaçlayan birer aktivist olarak da davrandıklarından "amaç, amaca ulaşmak için kullanılan yolları mubah kılar" şeklinde özetlenebilecek pragmatist bir zihniyetle hareket etmekteler. Böyle davranarak da meseleye olan mesafele­rini kaybetmekteler ve inşa edilen "gayr-ı resmi tarih"in birer sa­vunucusuna dönüşmekteler. Tarihçinin bir aktiviste dönüşüp prag­matizmi yöntem olarak benimsemesinin bir örneği, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Yılmaz' dır. Yılmaz'ın, AKos gazetesi muhabiri Ferda Balancar'ın sorusuna verdiği cevap s< ııı derece düşündürücüdür:

I ıı Srnıp Ycşillıııuı. “(’ıayri resmi tarih söyleminin yeni hedefi: Menemen Olayları ve

. 'ıı < >ııkı>ı 1111, Solu, sayı 389, 31 Aralık 2012, s.10-1l.

Soru: Bir de muhafazakar kesimde egemen olan bir söylem var: 1915 ve sonrasındaki 6-7 Eylül gibi olaylar, muhafazakar kesim tarafından değil, laik milliyetçi kesimler tarafından yapıldı. Bu söylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Bu söylem başbakanın ağzından çıkarsa çok iyi olur. Ama bu tarihsel olarak gerçek midir, o başka bir konu. Bu, güncel siya­setin getirdiği, artık taşınamaz hale gelmiş bir yükten kurtulmak için üretilmiş bir söylem, bir argüman olarak karşımıza çıkıyorsa, hayırlı olur. Ama daha sonra tarihsel gerçekliğin ne olduğu tartışı­lacaktır. Tarihsel olarak 1915'te yaşananların 1948 tarihli soykı­rım suçu kapsamında olduğunu kabul ederseniz, bunun nedenleri ve sorumluları hakkında tarihsel bilgiye ulaşmanın yolunu açmış olursunuz. Bu açıdan bu söylem olumlu bir rol oynayabilir. [146]

Bu cevap son derece düşündürücüdür zira böylesine pragmatist bir tavrı benimsemek, bir tarihçiden değil, bir aktivistten beklenebile­cek bir davranış tarzıdır.

5-    Popüler Kültür İkonlarının Etkileri

Tek Parti döneminde Devlet'in azınlıklara yönelik siyasetini araştı­rarak Türk tarihine önemli katkılarda bulunan araştırmacılar ve öğ­retim üyeleri, Tek Parti dönemine kıyasla çok daha karmaşık olan çok partili dönemdeki azınlıklar siyasetini incelerken çok değişik kaynaklarda mevcut olan arşiv malzemelerinin tamamını derinle­mesine inceleyeceklerine, ortaya atılan çözümlemelere kuşkuyla yaklaşacaklarına günümüzde yaşanan siyasal gelişmelerin etkisin­de kalarak ve de kendi siyasal görüşlerinin paralelinde içinde yer aldıkları ideolojik cenaha uygun olarak ve de "Kemalist" sıfatıyla anılmamak gayretiyle kısa yoldan genellemelere gitmekteler. Bu yaklaşımlarıyla da farkında olmadan "İttihat ve Terakki'yle başla­yan azınlıkları Türkleştirme politikaları günümüze kadar süregel­miş ve sonunda azınlıklar tüketilmiştir" şeklinde özetlenebilecek

yeni bir resmî tarihin inşasına katkıda bulunmaktalar. Bu aslında bilimsel merakın ve de bilimsel araştırma heyecanının ölümüdür. Azınlıklar konusunda yayınları olan öğretim üyeleri, benmerkezci bir şekilde öncelikle medyada birer popüler kültür ikonu olmayı, araştırmaya ve müstakbel bilim insanı yetiştirmeye ayıracakları vakitlerde köşe yazısı yazmayı, medyada görünür olmayı ve bir­birinin aynısı olan tartışma programlarına katılmayı tercih etmek­teler.12 Böylece görüşlerini de başta öğrencileri ve okurları olmak üzere geniş bir kesime yayma imkânına sahip olmaktalar.

6-    Ne Yapılması Gerek?

Kendileriyle aynı görüşe mensup meslektaşları ve/veya medyadaki arkadaşları tarafından “hoca” sıfatıyla anılan bu popüler figürlerin elbirliğiyle yaratmış oldukları bu “yeni resmî tarih” anlatımını de­ğiştirebilmenin tek çözümü, genç bilim insanlarının yeni araştırma yapmalarını teşvik edecek bir ortam yaratmaktır. Ancak bu genç bi­lim insanlarının araştırma yapıp eser üretebilmeleri için de “hassas” veya “millî menfaatleri ilgilendiren konular” olarak kabul gören, başta azınlıklar ve Kürtler konuları olmak üzere yakın tarihimizle ilgili belgelerin herhangi bir kısıtlamaya tâbi olmadan Devlet Ar­şivleri Genel Müdürlüğü’ne devredilip araştırmacıların inceleme­lerine sunulmaları şarttır. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı gibi önem­li kurumların, arşivlerini Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne devretme gibi bir mecburiyete tâbi olmamaları ve arşivlerini kamu­ya açmamaları, komplo teorilerinin hâkim olduğu gayr-ı resmî tarih söyleminin inşa edilmesine ve yaygınlık kazanmasına yardımcı ol­makladır. Tarih yazımındaki bu olumsuz gelişmenin önüne geçme-

I I'»'' vılıınln cereyan eden İzmir Yangını’nın müsebbibinin kim olduğu konusu da ■ "gııvr-ı resmi" tarih yazımının kutuplaştığı konulardan biridir. Bu konuya

a, inin n l'ml I ııgııı Herher'in Hk V’de yer alan yorumları, burada sözünü ettiğim m.dı.nhı iİonLimiu meselesine değinmekte.

nin tek yolu şeffaf, hesap verebilen ve geçmişiyle barışık bir devlet anlayışının yerleşmesinden geçmektedir. Bunun gerçekleşmesi için de Batı aleminde olduğu gibi Devlet kurumlarının tamamının arşiv­lerinin araştırmacılara açık olması, Devlet'in geçmişiyle ve dola­yısıyla gayrimüslim yurttaşlarıyla barışık olması şarttır. Devlet'in, gayrimüslim yurttaşlarıyla barışık olmasının tek yolu da azınlıkla­rın geçmişte yaşadıkları hazin olaylardan doğan mağduriyetlerinin simgesel anlamda olsa dahi tazmin edilmeleridir.

Ancak bu kolay bir karar değildir. "Devlet" veya "müesses nizam" olarak soyut bir şekilde tarif edilen örgütlenme şekli neticede ço­ğunluğu milliyetçi ve muhafazakar değerlerle büyümüş ve şekillen­miş insanlardan oluşan bir düzendir. Bu insanların zihinleri, okul yıllarından başlamak üzere, azınlıklar konusunda sürekli menfi bilgilerle teçhiz edilmiştir. Yüzyıl önce cereyan etmiş ve de, evet kabul etmek gerekir, azınlıkların bir kısmının Mütareke döneminde İşgal Kuvvetleri'yle işbirliğinde bulunmuş olmaları gerçeği mil­liyetçi, muhafazakar, İslamcı ve bir ölçüde Kemalist kesim tara­fından bir nesilden diğerine aktarılması ve taşınması gereken bir miras olarak yansıtılmıştır. Ancak bu yanlıştır. Yüzyıl önce cereyan eden olayların azınlıkların bir bölümü tarafından gerçekleştiğini, azınlık topluluklarının tamamına teşmil edilemeyeceğini, günü­müzün azınlık topluluklarına lanetli bir miras gibi devredilmemesi gerektiğini idrak etmek lazım. Böylesine hiç de kolay olmayan bir zihniyet devriminin gerçekleşmesi halinde bundan en çok yararla­nacak kesim sosyal bilimler olacaktır. Hayal bile olsa, böylesi bir zihniyet devrimi gerçekleşmesi halinde gayrimüslim yurttaşların anavatanları ile gizliden gizliye yürüttükleri ilişkileri alenileşecek ve resmileşecektir. Bir zamanlar var olan ve bugün kurulmasında yasal bir engel olmasa da içinde bulunduğumuz kültürel ve top­lumsal şartlardan dolayı kurulması fiilen imkansız olan dernekler kurulabilecektir.13 Yeni belgelerin ışığında daha serbest bir şekil-

13 Örneğin Siyonizm veya Helenizm fikrini benimseyen dernekler, Amerikan Yahudi örgütlerinin şubeleri açılabilecektir.

de çalışabilecek olan sosyal bilimciler ya milliyetçi ve azınlıkları "hain" olarak resmeden veya bunun tam zıttı olarak Devlet'i mah­kum eden ve azınlıkları melekler mertebesine yücelten bir bakışla kaleme alınmamış çalışmalar yaratabileceklerdir. Böylesi bir orta­mın Türk fikir alemini sadece zenginleştireceği şüphesizdir.

- EKLER -

EK i

TARİHLE YÜZLEŞMENİN "OLMAZSA OLMAZ" İKİ ŞARTI: ÖZÜR DİLEME VE TAZMİN ETME

Azmhklar ile İlgili Tartıştlması "Tabu" Olaylar

1980'li yılların sonuna kadar "azınlıklar" konusu Türkiye'de ha­len "tabu" bir mesele idi. "Tabu" olarak addedilmesinin sebebi de geçmişte cereyan etmiş birbirinden acı olayların ne mağdurlar, ne de müesses nizam tarafından hatırlanmak istenmemesiydi. Azınlık­ların müesses nizam ile olan ilişkilerinin kilometre taşlarını teşkil eden ve can ve/veya mal kaybına yol açtığı için hatırlanmak isten­meyen bu olayları şöyle sıralayabiliriz:

1-           Osmanlı Ermenilerinin kitlesel imhası ile sonuçlanan ve fii­len bir soykırıma dönüşen 1915 Ermeni tehciri,

1934 yılında Trakya'nın önemli şehirlerinde yerleşik Yahu- dilere karşı düzenlenen kitlesel yağma,

3-           Gayrimüslim erkeklerin 1941 yılında silah altına alınıp nafıa taburlarında çalıştırılmaları,

4-           Varlık Vergisi Kanunu'nun gayrimüslimlere karşı ayrımcı ve keyfi şekilde uygulanması,

5-           6-7 Eylül 1955 günleri İstanbul ve İzmir'de Rumlara ait iş­yerlerine, kiliselere, gazetelere, mezarlıklara ve evlere karşı düzenlenen kitlesel yağma hareketi.

"Tabular"m Kırdması-Değişimin Başlaması

Ancak bu "tabu" durumu, l 990'lı yılların başından itibaren de­ğişmeye başladı. "İkinci Cumhuriyet" adıyla kamuya mat olan bir grup liberal ve sol görüşlü gazeteci, üniversite öğretim üyesi ve aydın, Cumhuriyet'in alışılagelmiş tarih anlatımını daha eleştirel bir şekilde yeniden gözden geçirmeye ve değerlendirmeye baş­ladı. Bu aktörlere ilaveten siyasi ve toplumsal gelişmeler de sü­recin gelişmesinde etkiliydi. Kürt meselesi, Tek Parti döneminin ve Kemalizm'in eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirlımesi ile başlayan geçmişin yeniden gözden geçirilmesi süreci, Varlık Ver­gisi 1 ve 6-7 Eylül 1955 Olayları2 örneklerinde olduğu gibi, sinema ve televizyon gibi kitlesel medya kanalları sayesinde de çok geniş kitlelere nüfuz etti.

Bilgilenme arttıkça Türkiye Cumhuriyeti'nin o ana kadar geçerli olan "resmi" görüşü git gide artan bir hızla itibar kaybetmeye baş­ladı ve "resmi tarih" deyimi "gerçeklerin üstünü örten tarih" anla­mıyla eşdeğer bir anlam taşır oldu. Ancak onlarca yıl boyunca hadi­selerin resmi anlatımı ile beslenen bir toplumun, resmi anlatımın es geçtiği veya yüzeysel bir şekilde söz ettiği olayların tam zıttı bir "gayr-ı resmi" anlatımı itirazsız benimsemesi beklenemezdi. Pole­mikler, Tek Parti döneminde azınlıkların korkulu rüyası olan Türk Ceza Kanunu 'nda mevcut "Türklüğü tahkir" maddesine dayanıla­rak yazarlara, gazetecilere ve aydınlara karşı açılan davalar, ölüm tehditleri ve nihayet Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink'in öldürülmesi gibi bir dizi ürkütücü ve trajik olay "resmi tarih militanları"nın gösterdikleri tepkiler manzumesiydi. Ancak Türkiye'nin "geçmişi ile yüzleşmesi" veya "tarihi ile barışması" cümleleriyle özetlenebilecek olan ve de halen çok başında olan bu süreç sona ermedi. Başka bir deyimle tozlu arşivlerdeki belge­lerden, yırtık ve harap gazete ciltlerindeki haberlerden ve fotoğ-

1 Tomris Giritlioğlu'nun yönettiği Salkım Hanım 'ın Taneleri filmi. Yapım yılı 1 999. 2 Tomris Giritlioğlu'ııuıı yönçttiği CiC Saıu;ısı filmi. Yapım yılı 2009.

raflardan yeniden inşa edilen tarihi geçmiş, toplumun ve müesses nizamın tamamı tarafından tartışmasız bir şekilde kabul edilmedi. Bugün onca dava, tehdit, binlerce sayfa tutan yerli ve yabancı araş­tırmalar külliyatı, iki film ve nihayet muazzam bir kitlesel tepkiye yol açan bir cinayete rağmen toplumun çok geniş bir kesiminde azınlıkların hırpalandıkları, ayrıma uğradıkları, atalarının mal var­lıklarının gasp edildikleri gerçeği kabul görmemekte. Sadece çok sınırlı bir aydın camiası ve bir o kadar az sayıda üniversite öğrenci­si bu gerçeği kabul etmekte.

Değişimi Benimseyen Kesim

Sözü edilen "çok sınırlı" kavramını rakamlandırmak gerekli. Bu­nun için iki kaynak faydalıdır: (a) Gazete tirajları ve (b) üniver­site öğrencileri sayısı. Günümüzde sol ve/veya liberal görüşlü bir Türk genci, görüşlerine uygun düşen Radikal, Taraf, Evrensel veya BirGün gazetelerinden birini veya birkaçını okumakta. Azınlık­ların mağduriyetlerinin temelini teşkil eden olaylar silsilesini sık sık konu edinen gazeteci ve öğretim üyelerinin ezici çoğunluğu da zaten bu gazetelerde yazmakta. Bu dört gazetenin toplam sa­tış rakamı, yaklaşık 120.000'dir. Bu da 4.912.075 nüshalık top­lam gazete satışı içinde sadece %2.44'yi teşkil etmekte. Bunlara "gayr-ı resmi tarih" anlatımını destekleyen bazı yazarlara yer veren muhafazakar/İslamcı çizgideki Yeni Şafak, Sabah ve Star gazete­lerini de eklersek toplam 661.661 satışa ulaşılmakta. Yani toplam gazete satışlarının % 14'ü'dür. 3

Türkiye'de mevcut 94'ü devlet, 45'i özel olmak üzere toplam 139 üniversite arasında sosyal bilimler alanında eğitim veren öğretim üyelerinden azınlıklar konusunda "resmi" bir yaklaşıma sahip ol­mayanların hangi üniversitelerde görev yaptıkları incelendiğinde

3  Bu rakamlar 14-20 Nisan 2014 tarihi itibariyle geçerlidir. Kaynak: www.medyatava.

com/tiraj

dört üniversite temayüz etmekte: Boğaziçi, İstanbul Bilgi, Saban­cı ve Bahçeşehir üniversiteleri. Bu dört üniversitenin 2006-2007 eğitim yılındaki toplam öğrenci sayısı 30.000 civarındaydı. Aynı öğretim yılında devlet ve vakıf üniversitelerindeki toplam öğrenci sayısı ise 2.419.214 idi. Yani "resmi tarih anlatımı"nı benimseme­yen öğretim üyelerinin hitap edebildikleri azami üniversite öğren­cisi kitlesi, toplam öğrenci kitlesinin sadece % 1,24'üdür.4

Sadece bu rakamlar, "tarihle yüzleşme" sürecinin ilerlemesinin, başka bir tabirle "gayr-ı resmi tarih anlatımı"nın eğitimli. kuşaklar tarafından benimsenmesinin ne kadar zor ve uzun olacağını göster­mekte. Burada dikkate alınması gereken bir diğer husus, yazıları ve eylemleri nedeniyle öğretim üyesi ve kamu aydını olmanın yanı sıra aynı zamanda "geçmişle yüzleşme" sürecinin aktivistleri olan öğretim üyelerinin yetiştirdikleri talebeler arasında geleceğin öğre­tim üyeleri olabilecek doktora öğrencilerinin önemli bir bölümü­nün Avrupa veya Amerikan üniversitelerinin birinde öğretim üyesi olmayı tercih ettiği gerçeğidir. Bu beyin göçü nedeniyle "gayr-ı resmi tarih anlatımı"nı yaygınlaştıracak olan aydınlar ordusuna ye­terince yeni katılım olmamaktadır.

Rakamlar, gelecek için iyimser olmamızı engelliyorsa da kabul et­mek gerekir ki yirmi yıl öncesine kıyasla Türkiye'de "aykırı görüş­ler" çok daha rahatlıkla ifade edilmekte. Bunda elbette Türkiye'nin AB'ye aday ülke olmasının getirdiği ifade hürriyetini genişleten düzenlemeler ile toplumsal ve siyasal anlayışta fark edilen değişik­likler de etkili oldu ve olmaya devam ediyor. Dolayısıyla "tarihle yüzleşme" sürecinin sivil toplum kuruluşları, üniversite çevreleri ve kamu aydınlarının yazı ve eylemleri ile, çok zor ve çok uzun vadeli de olsa, yavaş yavaş daha fazla kişi tarafından benimsenece­ğine inanılabilir.

4 Bu rakamlar 30 Mayıs 2009 tarihinde geçerli rakamlardır. Kaynak: http://yogm.meb. go\ .tr/rnkifogrcnci.htın

"Tarihle Yüzleşme"nin Şartları

Ancak bu gelişmeye ihtiyatla yaklaşılmalıdır. "Tarihle yüzleşme" sürecinin hiçbir zaman çoğunluk tarafından benimseneceğine, daha da önemlisi bu benimsemenin gerçek anlamda bir "yüzleşme" ola­bileceğine inanmak mümkün değildir zira "tarihle yüzleşme" sü­recinin toplumun çoğunluğu ve müesses nizam tarafından kabul edildiğine işaret eden olmazsa olmaz şartlardan ilki bir hatanın yapıldığının Devlet tarafından alenen kabul edilmesi, ikincisi de bu hatadan dolayı zarar gören mağdurların maddi ve manevi zarar­larının tazmin edilmesidir. 1915 ila 1955 yılları arasındaki 40 yıllık dönemde azınlıkların zarar gördükleri beş olaydan sadece birisin­de, 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nda, Türkiye Cumhuriyeti mağdurlara tazminat ödedi. Ancak bu vakada bile hükümet, toplam tazminat talebinin sadece % 11,50'sini ödedi.5 Diğer olayların hiçbirinde ne bir hatanın yapıldığı alenen kabul edildi, ne de tazminat ödendi. Devlet'in, azınlıkların mağdur edildiklerini aleni bir şekilde kabul etmemesinin sebebi açıktır. Kabul' ün bir sonraki kaçınılması im­kansız kademeleri, önce özür dileme sonra da mağdurları ve/veya mağdur yakınlarını uğradıkları zararlardan ötürü tazmin etmektir. Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişten cereyan eden şu veya bu olay için azınlıkların mağdur edildiklerini kabul etmesi ve onlardan özür dilemesi, pandoranın kutusunun açılması demektir zira böylesi bir eylemin tazminatların ödenmesi ile tamamlanması şarttır. Dahası Devlet'in, örneğin sadece Varlık Vergisi mağdurları için, böyle bir adım atması halinde bu adım emsal teşkil edecek ve diğer olayların mağdurlarının da tazminat talep etmelerine sebep olacaktır. Nitekim Yunan asıllı Amerikalıları temsil eden American Hellenic Institute, 2008 yılında açıkladığı Amerikan-Yunan Siyaset Beyanatları 'nda (Greek American Policy Statements) Federal Alman hükümetinin Holokost kurbanlarına ve İsrail Devleti'ne, Japon hükümetinin de İkinci Dünya Savaşı sırasında Asya'daki eylemlerinden dolayı bu

5 Speros Vryonis Jr., The Mechanism ofCatastophe, Greekworks, New York, 2005, s. 285.

eylemlerin mağdurlarına tazminat ödemiş olmalarına atıfta bulu­narak Türkiye Cumhuriyeti 'nin değişik olaylarda mağdur olmuş Rumlara ve Ermenilere tazminat ödemesini sağlaması için Birleşik Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'ye baskı yapmasını iste­miştir. Bu belgede yer alan bu tazminat talebinin kimler için isten­diğini okumakta fayda var:

Alman hükümetinin Holokost kurbanlarına ve İsrail Devleti'ne, Japon hükümetinin İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Asya'da gerçekleştirdiği eylemlerin mağdurlarına ödedikle.ri taz­minatlara ve zarar ziyanlara atıfta bulunuyoruz. Birleşik Amerika hükümetine aşağıda sıraladığımız mağdurlara tazminat ve zarar ziyan bedelleri ödemesi için Türkiye'ye baskı yapması çağrısında bulunuyoruz:

-            Türkiye'nin 1974 yılında gayr-ı kanuni olarak Kıbrıs'ı istila etme­sinin mağdurları,

-            Türk makamlarının ve şahısların 1974 yılından beri gayr-ı kanuni olarak Kıbrıs'ta işgal ettikleri, sahiplerinin ellerinden aldıkları arazi ve gayrimenkullerin, Amerikalılar dahil, sahipleri,

-            İstanbul'daki Rum asıllı vatandaşlara karşı Eylül 1955 tarihinde gerçekleşen Türk pogromunun mağdurlarına. O tarihte Türk hükü­meti hadiselerden mağdur olanlara tazminat ödeyeceğini belirtmiş ancak talep edilen tazminat bedellerinin küçük bir kısmını ödemiş­tir.

-            Mustafa Kemal Atatürk'ün emirleri doğrultusunda 1922 yılında İzmir'in Rum ve Ermeni nüfusuna karşı Türklerin yaptığı katliam­ların kurbanları ve,

1915-1923 yıllarında Türkiye 'nin gerçekleştirdiği Ermeni Soykı- nını kurbanları. 6

Türkiye'nin Önündeki Yol Ayrımı

"Tarihle yüzleşme"nin gerçekleşmesini isteyen aydınlar ve akti- vistler, muhtemelen haklı taktik nedenlerle pek nadiren tazminat konusunu gündeme getirmekteler. Bunda da haklıdırlar zira bu

6 "2008 Greek American Policy Statements'", American Hellenic Institute, 4 Mart 2008, lıttp://11 11 11 .ahi"oild.or"/pdfs,'2008 Policy Stateım:ııts.pdf.

konunun gündeme getirilmesinden en çok tedirgin olacak olan kesim, her şeye rağmen inatla Türkiye'de yaşamaya devam eden azınlıklardır. Ancak durum, berrak ve billur bir şekilde açıktır. Bir devletin ve bir toplumun geçmişi ile yüzleşmesi, bu yüzleşmenin getirdiği sorumlukları da üstlenmesi demektir. Sorumluluk, sadece özür dilemekle sona ermemektedir. Sorumluluk, tazminatların da ödenmesini şart koşar. "Tazmin etme" olgusunun uluslararası hu­kukun alanına girdiği, tazminat meblağının ne olacağının ve kimle­re ödeneceğinin uzun ve karmaşık bir sürecin sonunda çıkacak yar­gı kararı ile sonuçlanacağı şüphesizdir. Ancak günümüzde çağdaş bir devletin ahlaki ilkelere saygı göstermesinin şart olduğu akılda tutulduğu takdirde Türkiye Cumhuriyeti'nin "Uluslararası Adalet Divanı karar vermelidir" argümanının arkasına sığınıp ahlaki ilke­leri göz ardı etmesinin kabul edilebilir bir yanı yoktur.

Dolayısıyla Türkiye'nin önündeki yol açıktır: Ya "Bon pour l'Orient" (Şark için iyidir) usulü bir özür dileme ile yetinilecek ya da çağdaş bir devletin gerekleri yerine getirilerek özür dilemenin yanı sıra geçmişte cereyan eden ve yukarıda sıralanan tarihe mal olmuş olaylardan doğan mağduriyetler telafi edilip tazminatlar öde­necektir. Bu gerçekleşmediği sürece Türk toplumunun ve devleti­nin geçmişi ile hesaplaştığını söylemek imkansızdır. 7

7 Rıfat N. Bali, "Tarihle Yüzleşmenin 'Olmazsa Olmaz' İki Şartı: Özür Dileme ve Tazmin Etme", Toplumsal Tarih, Sayı 192, Aralık 2009, s. 26-28.

EK il

LOZAN BARIŞ KONFERANSI MÜZAKERELERİ - AZINLIKLARLA İLGİLİ İKİ BELGE

Bu bölümde özgün metinleri ve çevirileri sunulan iki belge Lozan Barış Konferansı müzakereleri sırasında Lozan'da bulunan Ame­rikan misyonu ile ABD Dışişleri Bakanlığı arasında cereyan etmiş yazışmalardır. Bu bölümde bu iki belgenin tamamı değil, sadece azınlıklar ile ilgili bölümleri yer almaktadır.

*
* *

1-21 Kasım 1922 Tarihli Belge

CIPHER

TO

FROM

DATED RECEIVED

     : American Mission, Lausanne Department of State November 21, 7 p.m., 1922 November 23, 9 a.m., 1922 4

 

On November 15ıh Admiral Bristol8 telegraphed [the State) Depart- ment that on November 4ıh and 81h he had addressed communicati-

8  Amiral Mark Lambert Bristol ( 1868-1939). 1919 ila 1927 yılları arasında Birleşik

Amerika Yüksek Komiseri olarak İstanbul'da göre\ yaptı.

ons to [the] Nationalist representative at Constantinople protesting against the reported policy of the Turkish authorities to expel the Christian populations of Anatolia and Constantinople. in his com- munication of November 81h he also expressed his entire accord with a communication addressed in the same sense to the Natio- nalist representatives by the Allied High Commissioners at Cons- tantinople. in reply to his communications Admiral Bristol was in- formed that no order of expulsion had been issued by the Angora Govemment but that permission for Christians to leave within one month had been granted. Admiral Bristol pointed out that in Anato- lia this permission was apparently being misconstrued as an order and that if such an impression should gain headway it would result in a rush to the coast of thousands of people and would create just as bad a situation as an actual order of expulsion. On November l 91h Admiral Bristol telegraphed as follows. (Gray)

Latest information makes me certain that Nationalist Govemment wishes to get rid of entire Greek and Armenian population ofAna- tolia and Constantinople and would like to have this a fait accompli or at least well under way before question ofMinorities arises at the Conference. The Turkish feeling is that the presence ofthese peop- le has offered most of the pretexts in the past for the political inro- ads ofWestern Powers and further inroads ofthis sort are abhorrent to the newly awakened ideals ofNationalism in Turkey. This desire should be considered furthermore in connection with the problem of the continuance of the special privileges heretofore accorded to Greek and Armenian and other non-Moslem Communities.

Hughes9

*
* *

9 Kongre Kütüphanesi, Yazmalar (Manuscript) Bölümü (Washington, D.C). Conferen- ce on Near Eastem Afairs ( 1922-1923: Lausanm:, Switzerland) dosyası MMC-0608.

ŞİFRELİ

Kime Kimden

Tarih

Alınan tarih Sayı        : Amerikan Misyonu, Lozan Hariciye Vekaleti

21 Kasım 1922, 19:00

23 Kasım 1922, 21:00

4

 

15 Kasım tarihinde Amiral Bristol Hariciye Vekaleti 'ne telgraf göndererek 4 ve 8 Kasım günleri Konstantiniye'deki Milliyetçile­rin [Kemalistlerin] mümessiline Türk makamlarının Anadolu ve Konstantiniye'deki Hıristiyan halkları buralardan kovma siyaseti­ni protesto eden mesajlar ilettiğini bildirdi. Amiral Bristol 8 Kasım tarihli haberleşmesinde Konstantiniye'deki İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri 'nin Kemalistlerin mümessillerine gönderdikleri aynı meyandaki mesaja da tam mutabakatını verdi. Bu mesajlarına ceva­ben Amiral Bristol'e Ankara Hükümeti'nin herhangi bir kovma emri vermediği ancak Hıristiyanlara bir ay içinde ayrılmaları için izin ve­rildiği bilgisi verildi. Amiral Bristol Anadolu'da bu iznin bir emir ola­rak yanlış anlaşıldığını, böyle bir hissiyatın güç kazanması halinde ise bunun binlerce insanın sahillere hücum etmesine yol açacağını ve böylece fiili bir kovma emri kadar kötü bir durum yaratacağını söyle­di. 19 Kasım'da Amiral Bristol şöyle bir telgraf yolladı. (Gray)

En son bilgiler ışığında Milliyetçi Hükümet'in Anadolu ve Konstantiniye'deki Ermeni ve Rum ahalisinin tamamından kurtul­mayı arzu ettiği ve bunu da bir oldu bittiye getirmeyi veya bu mev­zuda en azından Ekalliyetler meselesinin Konferans'ta müzakere edilmesinden önce iyice yol alınmış olmasını istediğine eminim. Türklerin hissiyatı bu insanların mevcudiyetlerinin geçmişte Batılı Güçler'in Türkiye'ye siyaseten nüfuz etmiş olmaları için mazeret­lerin çoğunu sunmuş olduğu yönünde. Batılı Güçler'in bu şekilde Türkiye'ye nüfuz etmeye devam etmeleri Türkiye' de yeni uyanmış olan Milliyetçi ülkü için nefret edilecek bir şey. Bu [Ermenileri ve Rumları] kovma arzusu Rumlara, Ermenilere ve diğer gayrimüslim

cemaatlere şimdiye kadar tanınan hususi imtiyazların devam etme­si meselesi ile rabıtalı olarak düşünülmeli.

*       Hughesio

* *

2- 22 Kasım 1922 Tarihli Belge

CIPHER

TO    Department of State

FROM : American Mission, Lausanne

DATED        November 22, 8 p.m., 1922

     8

Following is Child's report of conversation with Djelalledin Bey and Secretary Turkish delegation held at latter's request privately and in confidence here given under separate headings:

THREE. Minorities. Stated that remaining minorities were small in number and promised truthful figures as soon as obtainable from Angcr ra. Admitted that public opinion and sentiment ofAssembly would make it absolutely impossible to grant out of Turkish soil any refuge. Stated frankly that Armenians and Greeks were no longer wanted not only be- cause ofdislike but because minorities were used by foreign powers for intrigue. Said that minorities in Turkey were always like open wound not only painful in itself but inviting infection from foreign contacts. Understood that feeling in America was strong and expressed willing- ness to give strongest possible guarantees provided outlook for gradual reduction ofminorities was provided over a term ofyears by emigration. Assented and approved of immediate exchange ofprisoners.

[Richard Washburn] Child                [Joseph] Grew11

*
* *

10 [Charles Evans] Hughes (1862-1947). 1921-1925 yılları arasında Birleşik Amerika Dışişleri Bakanı idi.

11    Kongre Kütüphanesi Yazmalar (Manuscript) Bölümü (Washington, D.C). Conferen- cc on Ncar Eastcm Affairs ( 1922-1923: Lausannc, Switzcrland) dosyası MMC-0608.

ŞİFRELİ

Kime Hariciye Vekaleti

Kimden      : Amerikan Misyonu, Lozan

Tarih : 22 Kasım 1922, 08:00

Sayı  8

Aşağıdaki metin Child'in12 Celaleddin Bey13 ve Türk Heyeti'nin katibi14 ile yaptığı ve Türk heyeti katibinin arzusu üzerine mahfuz tutulan konuşmaların raporudur:

Ekalliyetler: Kalan ekalliyetlerin sayıca az olduklarını belirtti ve Ankara'dan temin edeceği inandırıcı rakamları en kısa zamanda bildireceğine söz verdi. Efkar-ı Umumiye'nin kanaati ile Meclis'in hissiyatının ekalliyetlerin Türk topraklarında himaye edilmelerini tamamiyle imkansız kıldığını söyledi. Ermenilerin ve Rumların ar­tık istenmediklerini, bunun sadece sevilmemelerinden ötürü değil, ekalliyetlerin harici güçler tarafından entrikalar için kullanılmaların­dan ileri geldiğini açık yüreklilikle söyledi. Ekalliyetlerin Türkiye'de daima açık bir yara gibi olduklarını, bunun sadece acı verici olmayıp aynı zamanda ecnebiler ile olan münasebetlerde enfeksiyona davet çıkardığını söyledi. Amerika'da hissiyatın [ekalliyetler lehine] kuv­vetli olduğunu anladı. Ekalliyetlerin yıllara dağılmış olarak [yurtdı- şına] göç etmeleri ile nüfuslarının tedrici olarak azaltılmaları husu­sunda bir açılımın olması halinde ekalliyetler konusunda mümkün olan en kuvvetli garantileri vermeye hazır olduğunu söyledi. Harp esirlerinin hemen mübadele edilmesine razı oldu ve tasdik etti.

İmzalar

[Richard Washburn] Child               [Joseph] Grew15

12    Richard Washbum Child ( 1881-1935). Birleşik Amerika Hariciye Vekiileti mensubu.

13 Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Celaleddin Arif Bey (1875-1928).

14 Reşit Saffet [Atabinen].

15 Grew ( 1880-1965) bir Amerikan diplomatı olup 1927 ila 1932 yılları arasında Büyü- kclçi olarak Ankara· da göre\ yaptı.

EK III

AZINLIKLARIN TOPLUMSAL HAFIZADAKİ YERİ

1-    Unutulmak İstenen Bir Olgu:

Toplumsal Hafızadaki "Azınlıklar" İmgesi

"Azınlıkların Türkleştirilmeleri meselesi üzerinde ortaya çıkan yeni tarih anlatımı, Türk toplumunun toplu hafızasında yerle­şik olan "azınlıklar" imgesinin son derece olumsuz olduğu ve bu olumsuzluğun da büyük ölçüde bir gerçekliğe dayandığı olgusunu göz ardı etmektedir. Bu olumsuz imgede azınlıklar (a) Mütareke yıllarında İstanbul'u işgal eden İtilaf Kuvvetleri'ni can-ı gönülden alkışlayan ve onlarla işbirliği yapan, (b) İzmir' in işgali sırasında Yunan Ordusu'nu çiçeklerle karşılayan, (c) İtilaf Kuvvetleri'nin İstanbul' u, Yunan Kuvvetleri' nin İzmir' i işgallerinin ardından Türk ahbapları ve komşuları ile alay etmeye başlayan, Türklerin fesleri­ni kapıp yırtan veya ayaklarıyla çiğneyen, onları "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlayan, (d) servetini, yaptığı ölçüsüz harcamalar ve giyim kuşamıyla, umumi yerlerde fütursuzca teşhir etmekten çekinmeyen, kozmopolit bir kültüre sahip, milll değerlere yaban­cı, Türkiye'ye sadece maddi menfaatler nedeniyle bağlı insanlar olarak resmedilmekteler. Bu dönemi tasvir eden hatıratların ve ro­manların neredeyse tamamında bu görüntüler bazen bir veya birkaç satırla, bazen geniş bir şekilde yer alır.

Prof. Dr. Bahri Savcı'nın (1914-1997) 1996 yılında bir konuşma­sında telaffuz ettiği "Ben küçükken işgal gördüm. 'Zito Venizelos' yani 'Yaşasın Venizelos' diye Anadolu kasabalarında o zamanki

azınlıklar tarafından bağırıldığını gördüm"16 sözleri bir örnektir. Bir başka örnek, İzmir'in işgal yılları konusunda yapılmış bir sözlü tarih çalışmasının yazarı olan Ege Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Pelin Böke'nin, İzmir'in işgali sırasında Rum halkının Türklere karşı olumsuz davranmasını ve bu davranış karşısında afallayan Türk halkını şöyle tasvir etmesidir:

Peki ya Türkler ne yapıyordu? Neydi bu başlarına gelen? Kendileri gibi sıradan Osmanlı tebaası olan Rumlar, kalkmış, efendi kesilmiş­lerdi başlarına şimdiden. Bu günleri de mi göreceklerdi? Neredeyse yerlere kadar inen ve altından geçerken başlarını eğmek zorunda kaldıkları Yunan bayrakları da nereden çıkmıştı böyle?17

Dönemi bizzat yaşamış ve şahsi tecrübelerini romanlarına yansıt­mış yazarların kaleme aldıkları romanlarda da azınlıkların yer alış şekli, yukarıda özetlenen fotoğrafa uygun bir şekildedir.18

6-7 Eylül 1955 Olayları sırasında tanıklık yapan İstanbullu Rumlar, olayların cereyan ettiği güne kadar Müslüman komşularıyla dosta­ne ilişkiler yaşadıklarını ancak aynı Müslüman komşularının olay­lar sırasında yağmaya katıldıklarını anlatmaktalar. Ancak Mütareke ve İzmir'in işgali yıllarında o tarihe kadar Müslüman komşuları ile dostane münasebetler içinde olan Rumların, işgal sırasında aynı komşularına karşı tavır değiştirip onlara hasmane bir şekilde davrandıklarını hatırlamak gereklidir. Aksi takdirde toplumun ve müesses nizamın gayrimüslimlere karşı neden hasmane duygular beslediğini anlamak zor olur. Bu yapılmadığı veya sadece "mağdur azınlıklar"ın anlatıları dikkate alındığı takdirde ortaya çıkan tarih anlatımı, "seçici" bir anlatım olacaktır. Nitekim Teori dergisi yazı

16 Prof. Dr. Cevat Geray, "Demokrasiyi, İnsan Haklarını, Hoşgörüyü Ondan Öğrenmiş­tik ... ", Mülkiye, Cilt 33, Sayı 219, s. 29-46, 33.

17 Pelin Böke, İzmir 1919-1922 Tanıklık/ar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2006, s. 33.

18 Bu konuda iki inceleme için bkz. Mehmet Törenek, Türk Romanında İşgal İstanbu- lu, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002; Tamer Erdoğan, Türk Romanında Mütareke İstanbul'u, Kanat Kitap, İstanbul, 2005.

kurulu sekreteri Mehmet Ulusoy da "neoliberal tarihçilik" olarak adlandırdığı gayr-ı resmi tarih yazımına karşı çıktığı makalesinde, Varlık Vergisi konusunda toplumsal hafıza meselesine ve toplumun tepkisine dikkati çekmekte:

Halkın açlık sınırında kıvrandığı, olağanüstü sıkıntıların ve acıların yaşandığı savaş koşullarında, o dönemi yaşayan muhalif gazeteci ve yazarlar bile, Varlık Vergisi ile ilgili olguları çok daha gerçekçi, vicdanlı yansıtmışlardır. Çünkü, enflasyonun yüzde 400'lere fırla­dığı, bundan da büyük vurgunlar vurarak asıl yararlananların, bü­yük haksız servetler yapanların, ekonominin yüzde 90'nını elinde tutan gayrimüslim ithalat ve ihracatçıların olduğu düşünülürse, o yıllardaki kamuoyu vicdanının nasıl oluştuğu çok daha iyi anlaşı­labilir. Kamuoyu vicdanındaki gayrimüslim zenginlere karşı belli bir düşmanlığa ve saldırganlığa, sadece yapılan vurgunlar ve büyük servet adaletsizliği yol açmıyordu. Komprador sınıfın dayandığı Rum ve Ermeni azınlıklarla ilgili, geçmişteki, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki büyük ihanet anıları da buna ekle­nirse, biriken öfke ve kinin tarihsel, toplumsal boyutlarını takdir etmek kolaylaşır.

Oysa liberal tarihçiler için, o günün özel toplumsal ekonomik, ta­rihsel, siyasi (savaş) koşullarının pek önemi yok. Onların mantığına göre önemli olan, Rum, Ermeni, Yahudi, eşit ve özgür yurttaşlarıyla bir ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğü değil, vurguncu, hırsız, asalak fark etmez, uluslaşmaya, kamulaşmaya ve ulusal devlet otoritesine karşı olan her şeyin özgürlüğüdür; misyonları budur.19

2-    Toplumsal Hafızadaki İmgeye Eleştirel Yaklaşımlar

Toplumsal hafızada yer etmiş bu olumsuz imgenin milliyetçi ke­simde nasıl bir tepki yarattığının en iyi örneği Nihal Atsız'dır. 1930'lu yıllarda azınlıklara karşı en sert ve ırkçı üsluplu maka­leleriyle temayüz etmiş olan Atsız ve Orhun dergilerinin sahibi

19 Mehmet Ulusoy, "Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi'ne Karşı Türkleştirme, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21. Yazar bu konuyu daha sonra kitabında da işlemiştir. Bkz Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim ve Küresel Karşı­devrim, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s. 131-132.

ünlü Türkçü fikir adamı Nihal Atsız'ın (1905-1975) oğlu Yağmur Atsız'ın, hatıralarında babasının azınlık karşıtı ve ırkçı tavrına ge­tirdiği izahat, azınlıkların toplumsal hafızada olumsuz bir şekilde yer etmiş olmalarıdır:

İstanbullu bir ailenin çocuğu olduğum için bende esasen öyle Er­meni, Rum, Yahudi düşmanlığı filan yokdur. Dedelerimden biri 1852'de İstanbul'a yerleşmiş. Benim, gençlik yıllarımda bir sürü Er­meni ve Rum arkadaşım vardı. Sonra bir Yahudi kızına ölesiye aşık oldum. Atsız gerçi zaman zaman homurdanır ve "Arkadaşlık edecek başka kimse bulamadın mı?" kabilinden söylenirdi ama daha·da ile­ri gitmezdi. Onun -Müslim, gayrı-müslim- azınlıklara "husumeti", Mütareke Devri'ndeki ve Balkan Harbi'ndeki çok acı olaylara daya­nır. Onun nesliyle ondan bir önceki ve bir sonraki nesillere mensfib olanlarda rastladığımız "aşırı hassasiyet"in ana sebebi bence budur. Türklerin ve en geniş anlamıyla "kendini Türk hissedenler"in o yıl­larda çekdiklerini tasavvur etmek zordur. Dikkat buyrulsun ki bu söylediğim, öbürlerine yakın derecede, Müslüman "Ekalliyetler"e karşı da geçerlidir. İsteyen bunları o devri yaşamış olan en az iki düzine yazarın kaleminden okuyup öğrenebilir. Ben de şahsen bü­tün bu hadisatı iyi bilirim ve asla da unutmam. Ama doğrusu kin de tutmam, zira sırf mütemadiyen mazideki "muharebeler"i tekraren yaşayarak bir yere varılamayacağına inanırım.20

Yağmur Atsız, hatıratının bir başka yerinde de Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya kitabında yer alan azınlıklarla ilgili anılar ile Halit Fahri Ozansoy'un ünlü Ermeni sahne sanatçısı Eliza Binemeciyan (1880­1981) ile ilgili anılarına atıfta bulunduktan sonra tarihçi Yılmaz Öztuna'nın, babası Nihal Atsız'ın ırkçılığı konusundaki şu açıkla­masını da hatırlatacaktı: "Atsız 1945 'ten önce şüphesiz Türk Irkçısı idi. ( ...) Atsız'ı ırkçılığa sürükleyen, Türkiye'deki azınlıkların ırk- çılığ12ı olmuştur."22

20 Yağmur Atsız, Ömrümün İlk 65 Yılı. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2. baskı, İstan­bul, 2006, s. 81.

21 Burada bahsi geçen "azınlık ırkçılığı" tabiriyle gayrimüslimlerin Mütareke dönemin­deki ve İzmir'in işgali sırasındaki davranışları ve Türkleşmeye direnmeleri kastedil­mektedir. Günümüzde ise bu deyimle Kürt milliyetçiliği kastedilmekte.

Yağmur ı\tsız, a.g.e., s. 23.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Medialog Platform’u Genel Sekreteri Erkam Tufan Aytav da bir yazısında Mütareke ve İzmir’in işgali yıllarının toplumsal hafızada yarattığı etkiyi şöyle tasvir etmekte:

Sistem ötekilerinin en başında da gayrimüslimler gelir. Üstelik sis­temin gayrimüslimlere olumsuz bakışının toplumda ciddi bir kar­şılığı da vardır.

Bu bakışta Kemalist kesim ile İslami kesimin büyük oranda örtüş- tüğünü de görebiliriz.

Peki, bu neden böyle?

En baş etken yüzyılın başında bu topraklarda yaşanan trajedidir. Bu trajedi toplum sağlığımızı ciddi oranda bozdu. OsmanlI’nın da­ğılması sırasında yaşananlar belki de yüzyılın en büyük trajedisi olarak kabul edilebilir.

Kurtuluş savaşında yedi düvele karşı savaşırken içimizdeki ‘bazı gayrimüslimlerin’ Araplar ve Balkan halkları gibi, kendi bağım­sızlığını kazanmak adına fırsatı değerlendirip OsmanlI’yı işgal eden kuvvetler ile iş birliği yapması Müslüman Türk milleti üze­rinde ciddi tesir meydana getirmiştir. Mevcut psikolojiyi anlamak adına bunu asla göz ardı etmememiz lazım.

İki kulesi yıkılan Amerikalıların bütün Müslümanları düşman gör­mesi ve paranoyak davranışlar göstermesine bakacak olursak, koca bir cihan imparatorluğunun yakılması karşısında yaşanan toplum­sal şok ve yaşanan ‘ihanetlerin’ Müslüman Türk milletinde nasıl derin izler bırakabileceğini anlayabiliriz.

Bu psikoloji ile kurulan cumhuriyet Tevhid-i Tedrisat üzerin­den ısrarla ve özellikle başta Çanakkale olmak üzere Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza savaştığımız gayrimüslimleri göz ardı etmiş ve halka sürekli düşmanlık pompalamıştır.

İsyan ve düşman ile işbirliğinde ayırt etmeksizin bütün gayrimüs­limleri sorumlu tutmuştur, bununla da yetinmediği gibi günümü­zün gayrimüslimlerine de yani onların çocuklarına, torunlarına da aynı faturayı çıkarmıştır. Bunu da topluma kabul ettirmiştir. Man­tık şudur; madem deden isyan etti sen de suçlusun![147]

Gerek Yağmur Atsız ve gerekse Erkam Tufan Aytav'ın yaklaşımları gerçekçi ve doğru yaklaşımlardır. Zira her iki yazar tarihsel maziyi ve bu mazinin toplumda yarattığı travmayı inkar etmemekte ancak bunun bir kan davası olarak nesilden nesile aktarılmasını son dere­ce yanlış bulmaktalar.

3-    Toplumsal Hafızadaki İmgeye Bir Tepki Örneği

Toplumsal hafızada yerleşik bu imgeye münferit bir tepkiye de rastlanacaktır. Bu örneğe ilköğretim öğrencilerinin liseye geçişleri­ni belirleyen Seviye Belirleme Sınavı'nda rastlanacaktı. Bu sınavın Sosyal Bilgiler bölümünün bir sorusu ve cevapları şöyle idi:

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra yurdumuzun işgal edil­mesi karşısında İstanbul Hükümeti sessiz ve kayıtsız kaldı. Yüz­yıllarca Türklerle beraber huzurlu ve güvenli bir yaşam sürdüren bazı Rum ve Ermeniler de işgalcilerle işbirliği yaptılar. Bu durum karşısında Türk milleti nasıl bir tepki göstermiştir?

A)           Amerikan mandasını istemiştir.

B)           Halifenin etrafında toplanmıştır.

C)           Milli direniş cemiyetleri kurmuştur.

D)           İşgallerin geçici olduğuna inanarak tepki göstermemiştir.

Doğru cevabı (b) şıkkı olan bu soru üzerine bir öğrenci velisi, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan şikayetçi olacaktı. Veli dilekçesinde; "Sına­va giren kızıma, Sosyal Bilimler Bölümü'nün ikinci sorusunda Er­meni ve Rumları hain olarak niteleyen bir soru sorulmuştur. Böyle bir sorunun sorulmuş olması suç teşkil etmektedir" diye yazacak ve Taraf gazetesine de "Benim kızım sınavda bu soruyu doğru yap­tı. Demek ki ayrımcılık duygusunu kızıma aşılamışlar" açıklama­sında bulunacaktı.24 Burada ilginç olan (a) azınlıkların Mütareke dönemindeki davranışlarının toplumsal hafızada sürekli canlı tu­tulup yeniden üretilmesi ve (b) aslında bir tarihsel gerçeklik olan bu davranışları hatırlatan bir sualin günümüzde bir öğrenci velisi

24 Fırat ı\lkaç, "I lain Soruya Suç Duyurusu··, Taraf, 21 l laLİraıı 2012.

tarafından "suç" olarak değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmenin gerisinde yatan sebep ise milliyetçi ve ulusalcı görüşteki çevrelerin soğukkanlı ve mesafeli bir şekilde değerlendirilmeleri gereken ve yüzyıl önce geçerli olan bir tarihsel gerçeği azınlıklara karşı top­lumda alttan alta var olan husumeti yeniden üretmede ve canlı tut­mada kullanmalarıdır.

Başka bir deyimle tarihsel gerçeklik milliyetçi ve ulusalcı kesim tarafından sürekli hafızalarda taze tutulmakta, buna bir tepki olarak da bu gerçeğin ya gözardı edilmesini veyahut gerçek olmadığını savunan bir görüş ortaya çıkmaktadır. Bu da sosyal bilimcilerin sık sık karşı karşıya kaldıkları bir durum olup azınlıklar konusundaki çalışmaların önündeki en büyük engeldir.

4-    ^ınlıkların Hatırlanma Halleri

Bu bölümde yer alan ilk metin, Radikal gazetesi yazarı Altan Öymen'in 2007 yılının Şubat ayında yayınladığı bir makale. Ma­kale, her ne kadar günümüzde azınlıklara karşı mevcut olan şoven milliyetçiliği eleştirmekte ise de özellikle azınlıklara karşı sergile­nen husumet ve şovenizmin Mütareke ve İzmir'in işgali dönemin­den kaynaklandığını tespit etmesi açısından önemli. Bu tespit, top­lumsal hafızada yer alan olumsuz azınlıklar fotoğrafının kaynağını göstermesi açısından önem taşımakta.

Bu bölümde yer alan ikinci metin ise 2012 yılında cereyan eden yeni bir Anayasa'nın hazırlanması tartışmaları vesilesiyle kaleme alındı. Yeni Anayasa'nın hazırlanması sırasında TBMM Anayasa Hazırlama Komisyonu'nun, içinde azınlıkların da yer aldıkları, toplumun her kesimini temsil eden kişilerden görüş almaları üzeri­ne Türkiye 'de Yeni Çağ gazetesi yazarı Muhiddin Nalbandoğlu bu yazıyı yayınladı. Yazının önemli kısmı, aradan geçen neredeyse bir yüzyıla yakın zamana rağmen, azınlıkların Mütareke dönemindeki davranışlarının Nalbandoğlu'nun hafızasında capcanlı yer aldığı-

nın kanıtıdır. Bu yazı, Altan Öymen'in yazısında tenkit ettiği şüp­heci bakışın nasıl hiila diri bir şekilde yaşamaya devam ettiğinin bir örneğidir.

*
* *

a- Radikal Gazetesi Yazarı Altan Öymen

Ülkemizdeki Hıristiyan vatandaşlarımıza mesafeli davrananla­rın gerekçesi, 'mütareke dönemi'nde olup bitenler... O döne­mi hatırlatarak 'onlara güvenilmez' diyorlar. Ama, o dönemin Osmanlı başkenti ile bugünkü Türkiye'nin durumları arasında ne kadar büyük farklar olduğunu unutuyorlar.

Türkiye'de 'anasır-ı hıristiyaniye'ye şüpheyle bakmanın nede­ni kaldı mı?

"Ama onlar da bize az mı yaptılar? Unutmayalım mütareke döne­minde olup bitenleri ... Memleket işgal edildi diye bayram eden­leri... O dönemin Türkiyesi'ndeki Rumları, Ermenileri ..." Bu, ülkemizdeki gayrimüslimlere karşı tavır alanların, gerekçe olarak kullandıkları bir argümandır.

Tabii, şu doğru: 20'nci yüzyılın çokuluslu imparatorlukları­nın dağılması sürecini başlatan millileşme hareketleri, Osmanlı İmparatorluğu'nda daha 19'uncu yüzyıldan itibaren kendini gös­termişti. Dış güçlerin de etkisiyle, önce Hıristiyan kesimlerde baş­layan ayaklanmalar gelişmişti. İmparatorluğun toprak kayıplarına yol açmıştı. O topraklarda, yeni milli devletler kurulmuştu. Osman­lı Devleti sınırları içinde bulunan halkın bir kesimi, o yeni kuru­lan devletlerin halkıyla ilişkiliydi... En azından anadilleri aynıydı. Bu gelişmelerden onlar da etkileniyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun içindeki çeşitli unsurlar gibi. .. Mütareke döne­mine bu şartlar altında girildi ...

O dönemin gerçekleri de belli: 1918 Ekimi'ndeki Mondros Mütarekesi'yle, ülkenin büyük kısmı yabancıların işgali altına girmiş... Bu işgal, ülkedeki gayrimüslim (Müslüman olmayan) azınlıkların bir kısmı tarafından desteklenmiş... Veya en azından benimsenmiş... İzmir'deki ve civarındaki Rumlardan, karaya çı­kan Yunan askerlerini coşkulu alkışlarla karşılayanlar az değil... İstanbul'da Beyoğlu Caddesi'ne Yunan bayrakları asılmış... Erme­ni grupları, savaş galibi ülkelerden, isteklerinin gerçekleşmesini bekler hale gelmiş... O günleri yaşayan yakınlarım, ben gençken hayattaydılar. Gördüklerini, işittiklerini anlatırlardı. Durumun Türkler için ne kadar kötü olduğu, o anlatımlardan da belliydi. Ama bunu görmek için anlatım dinlemeye de gerek yoktu. İstanbul'un, İzmir'in o yıllardaki fotoğraflarına bakmak da yeterliydi. Atatürk de zaten, Nutuk'un 'manzara-ı umumiye' girişiyle başladığı bölü­münde o yılların 'genel görünüş'ünü anlatırken, İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgal sırasında yaptıklarıyla birlikte, 'anasır-ı hı- ristiyaniye' (Hıristiyan unsurlar) başlığı altında, Rum ve Ermeni kaynaklı hareketlere de yer verir. Şimdi de o durumu hatırlatan filmler var. İzleyenleri de çok. Birini, geçenlerde gördüm. Adı 'Son Osmanlı'ydı.25 Filmin kahramanı 'Yandım Ali' (Kenan İmirzalıoğ- lu), o zamanın İstanbul 'undaki işgal kuvvetleriyle, onların -bazısı gayrimüslim, bazısı Müslüman olan- işbirlikçilerine haddini bildi­riyordu. Bazısına silah atarak, bazısını tokatlayarak işlerini bitiri­yordu. Sürükleyici bir filmdi. Seyredenler, Ali'nin mücadelelerini izlerken, o dönemde olup bitenleri düşünebiliyorlardı.

Bütün bu olan-bitenin, Kurtuluş Savaşı'nı izleyen dönemi etki­lememesi, herhalde mümkün değildi. Lozan Barış Konferansı'na katılan İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyeti bu konuda çok duyarlıydı. Osmanlı topraklarında yaşayan yabancı uyruklularla

25 Son Osmanlı Yandım Ali filmi, İstanbul'un işgal edildiği dönemi anlatmakta. Film, Suat Yalaz'ın aynı adlı çizgi romanından sinemaya uyarlanmıştır. Yönetmeni Mus­tafa Şevki Doğan'dır. 2006 yılında Özen Film tarafından yapılmıştır. Kaynak: "Son Osmanlı Yandım Ali", lnip:'arAVikipediaA>rg.'wiki'YanJ%C4%B ini Alı

birlikte Osmanlı uyruklu olup da 'anasır-ı hıristiyaniye'ye mensup olanların Türkiye toprakları içindeki varlığını ve etkisini azaltmak istiyordu. Bunun Rumlarla ilgili en kestirme çaresi, 'mübadele'ydi. Yani, Türkiye'deki Türk vatandaşı Rumlar, Yunanistan'a geçsin, Yunan vatandaşı olsun. Yunanistan'daki Yunan vatandaşı Türkler, Türkiye'ye geçsin, Türk vatandaşı olsun... İki grubun da malları mülkleri karşılıklı olarak tasfiye edilsin. Tasfiye sonrasındaki hak­ları korunsun. Yani, o mallarının karşılığını alabilsinler. Ama iki tarafın da artık, öteki ülkeyle bir ilişkisi kalmasın... Bu, 'karşılık­lılık' ilkesi gözetilerek yapılacak bir 'zorunlu göç' uygulamasıydı. Balkan Savaşları sırasında bunu, Balkan ülkeleri önce Türkiye'ye karşı, sonra da birbirlerine karşı, 'fiilen' uygulamışlardı. Başta Türkler olmak üzere, yüz binlerce insanı yerlerinden yurtlarından ayrılmaya zorlamışlardı. Türkiye de artık, yıllarca süren bir savaşın gerçeklerini, Lozan'daki müzakere masasında, 'karşılıklılık' esası­na dayalı bir hukuki çözüme bağlamak istiyordu.

Savaş sonucunun gerçekleri şöyleydi: İstanbul dışındaki Rumların büyük kısmı, destek verdikleri Yunan kuvvetlerinin yenilmesin­den sonra, Anadolu topraklarının işgalden kurtarılması sırasında Türkiye'den ayrılmışlardı. Veya ayrılmak zorunda kalmışlardı. Ge­milerle ve diğer yollarla Yunanistan 'a geçmişlerdi. Türkiye' den he­nüz ayrılmamış olan Rumların bir kısmı 'savaş esiri' veya 'rehine' durumundaydı. Geri kalanlarına ise yeniden kurulan Türk yönetim­lerince şüpheyle bakılıyordu. Yunanlıların elinde de, sayıları çok az olmakla beraber Türk esirler ve rehineler vardı. Ayrıca, ülkenin bazı yerlerinde Balkan savaşlarında 'zorunlu göç'ten kurtulmuş -artık Yunan uyruklu- Türkler vardı. Lozan'daki savaş galibi ülke­ler bu durumu da göz önünde tutarak bir orta formül geliştirdiler. Buna göre, iki ülke arasında 'mübadele' olacaktı. Ama bu mübade­lenin iki istisnası olacaktı. Türkiye'de, İstanbul ili içinde yerleşmiş olan Rumlar, Türk vatandaşı olmaya ve İstanbul'da kalmaya devam edeceklerdi. Yunanistan' ın Batı Trakya'sında yaşayan Türkler de Yunan vatandaşı olmaya ve orada oturmaya devam edeceklerdi. İki

tarafa azınlık statüsü verilecekti. Kendi dinleri, dilleri, eğitim ku- rumları açısından belirli haklarına dokunulmayacaktı. Bu haklar, sadece İstanbul'daki Yunanlılara değil, Türkiye'de yaşayan Erme- niler dahil tüm 'gayrimüslim' azınlıklara tanınacaktı. Ayrıntılarla ilgili uzun müzakerelerden sonra, bu formül kabul edildi. 19 mad­delik bir 'nüfus mübadelesi anlaşması', Lozan'da imzalanan diğer anlaşmalar gibi, yürürlüğe girip uygulandı.

Tabii, o 'büyük mübadele'den çıkan sorunların çözümü kolay ol­madı. Mübadele komisyonları yıllarca çalıştı. O arada, Türkiye'yle Yunanistan arasındaki ilişkiler, iki taraftaki devlet adamlarının attı­ğı adımlarla düzeldi. Geliştirildi.

Türkiye'de 'mütareke dönemi'nin anılarının yerini yavaş yavaş, daha iyi anılar almaya başladı. Olumsuzluklar, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Kıbrıs sorunuyla ortaya çıktı. Tatsız olaylar oldu. Bazısının sorumluluğu (6-7 Eylül Olayı gibi) Türk tarafında, bazısının sorum­luluğu (1963 ve 1964'teki Kıbrıs olayları gibi) Yunan tarafındadır. O gelişmelerin sonucu olarak, mübadeleden sonra İstanbul'da kalan Rumların büyük bir kısmı daha Yunanistan'a göç etti.

Evet, geçmişteki durum bu.

Gelelim bugüne... Bugünün, 1918 yılına ve o yılı izleyen yılla­ra benzetilebilecek neresi var? Türkiye, o günkü gibi bir savaştan mağlup olarak çıkmış ve yabancı kuvvetlerce işgal edilmiş bir halde midir? (Bazen bu soruya, ABD'yle ve AB'yle ilişkilerimizi, IMF'ye borçlarımızı, NATO üyeliğimizi öne sürerek 'Evet' yanıtı verenlere de rastlayabilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa, öyle bir tartış­maya da girebilirsiniz. Ama konumuz içinde kalalım.) Ayrıca: Ül­kemizin bugünkü nüfusu 72 milyon civarında. İçindeki -Atatürk'ün deyimiyle- 'anasır-ı hıristiyaniye' nüfusunun ise -3 bini Rum olmak üzere- 70 bini bile bulmadığı tahmin ediliyor.

Büyük kısmı nesiller boyunca Türkiye'de yaşamış, hepimiz kadar Türkiye'yi tanıyan, Türkçe konuşan, sadece dinleri ve etnik köken­leri değişik olan o insanlara, 1918 şartlarını hatırlayarak, şüphe ile bakmanın akla, mantığa sığar yanı var mı?

Bundan 90 yıl önceki savaşlar yüzünden karşı karşıya gelmiş olan toplulukların yeni nesillerine şüpheyle bakmak kural haline gelsey­di, bugün Avrupa Birliği ülkelerinin çoğundaki azınlıkların, çoğun­luklarla birlikte yaşamaları kolay olmazdı.

Oysa, bugünkü Avrupa Birliği'nin çekirdeğini oluşturan ülkeler, Birinci Dünya Savaşı bir yana, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki azınlık-çoğunluk mücadelelerinin tahribatını bile, savaşın bitişinin hemen sonrasında aşmaya başlamışlardır. 70 küsur milyonluk bir Türkiye... Ve onun binde biri kadar 'anasır-ı hıristiyaniye' Tür­kiye, Rum'u, Ermeni'si, Süryani'si, Keldani'siyle o 'anasır'a, şüp­heyle değil, sevgiyle bakmaya alışmalıdır. Bundan kendisine hiçbir zarar gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bilmelidir. 'Yandım Ali'lere, 1918-1922 arasında ihtiyaç duymuş olabiliriz. Bugün onlar artık, sadece o yıllara ait film kahramanları olarak kalmalıdır.26

*
* *

b- Türkiye'de Yeni Çağ Gazetesi Yazarı

Muhiddin Nalbantoğlu

Daha 1900'1ü yıllara kadar Osmanlı Cihan Devleti 'nin devlet kad­rosunda Ermeniler, Rumlar ve diğer azınlıklar söz sahibi idiler. Hariciye nazırları onlardan seçilirdi. Gabriel Noradankiyan Efendi

26 Altan Öymen, "Akıl Almaz Bir Gerekçe", Radikal, 13 Şubat 2007. Rum Cemaat

Vakıfları Destekleme Derneği, Ustura Kemal televizyon dizisi için de benzeri bir tepki gösterdi. RTÜK'e gönderdiği mektupta dizideki bütün menfi tiplemelerin Rum olmalarından şikayetçi oldu. Kaynak: "Biz fahişe miyiz?" isyanı", Hürriyet, 4 Ocak 2013; "Show TV'de yayınlanmakta olan "Ustura Kemal" adlı dizi hakkında", 14 Aralık 2012, \\ W\\.ruım fa.htıııl

gibi... Oskan Efendi yine nazırlar arasında idi. Abdülhamid dev­rinin Maliye Nazırı Kazaz Artin adlı bir Ermeni vatandaşımız idi. Yine dışişlerimizin önemli kişileri hep Rum ve Ermeni vatandaş­larımızdan oluşuyordu. Hatta Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler adlı oldukça önemli bir eser vardır. Bundan başka devlet hizme­tinde Fenerliler denilen ve yabancı lisanlara vakıf azınlık mensubu tercümanlar kullanılırdı. Yani Türk Cihan Devleti'nin bütün devlet sınırları onların namus ve haysiyetine, vicdanlarına emanetti. Ne zaman ki devlet ve dış düşmanlarımızın tasallutu ile zayıfladı, bütün bu unsurlar devlete karşı büyük bir ihanetin içine girdiler, istikliil istemek telaşına kapıldılar. Devlet ve dış gaileler içinde bunaldığı 1900'lü yıllarda da Avrupalı ülkelerin dümen suyuna ilk girenler, yine Türk devletinin yönetiminde söz sahibi olan azınlık­lar oldu. İkinci Meşrutiyet yıllarındaki hürriyet havası içinde söy­lenen hürriyet türküleri arasında şu deyimler de yer almakta idi:

Türk, Musevi, Rum, Ermeni

Gördük bu ruzu ruşeni

Oysa çok kısa bir zaman sonra bu unsurların büyük ihanetleri, baltalamaları ve silahlı sabotajları ile devletin yapısı sallanmaya başladı. Trablus savaşı sonrasında İtalyanlar ile Uşi anlaşması gö­rüşmelerinde Türk hariciyesinde bulunan Ermeni vatandaşlarımı­zın İtalyanlara ajanlık yaptıkları tarih sahifelerinde kayıtlıdır. Yine Balkan savaşları sırasında demiryolu şirketinde (Fransız kontro­lünde idi) azınlık memurlarının basit bir görev sorunundan dolayı işi bırakmaları sonucunda savaş kaybedilmiştir. Kuşatma altındaki İşkodra cephesinde olduğu gibi daha sonraki Edime kuşatmasın­daki askerlerimize İstanbul'dan gönderilmekte olan askeri birlik­lerimiz, ikmal ve iaşe katarlarımız, Sirkeci'den kaldırılmadı. Hatta Türkiye'nin ilk sanayileşme hareketleri bile yine Türk devleti yö­netiminde etkin bu azınlıkların kalleşlikleri ile baltalandı, engellen­di. Bütün bunlar tamamen tarihi gerçeklerdir.

İttihatçdann Önlemleri

İttihat ve Terakki Hükümeti yöneticileri ülkede gelişen olaylar kar­şısında bir tedbir olarak devletin üst kademesindeki nazırlar, müs­teşarlar ve umum müdürler arasındaki azınlıkları bu görevlerinden uzaklaştırdılar. Ermeniler ve yerli Rumların devlete karşı hırçın­laşmaları ve çeşitli grevlere, baltalama hareketlerine kalkışmala­rı, ihtilal komiteleri kurmaları, kısacası silaha sarılmaları bundan sonradır. İşin içine bir de yirmi beş asırlık Türk tarihinin en büyük felaketi olan Cihan Savaşı girince dış güçlerin de geniş çapta yar­dımlarını alan bütün bu azınlıklar silaha sarıldılar. Ülkenin geniş coğrafyasının hemen her kesiminde çete vardı. Sonuçta bu mukate- lelerle (karşılıklı çatışmalar) bir Ermeni sorunu oluşturuldu.

Aynı Tezgah Devreye mi?

Basında yer alan ve girişimin içinde patriklerin ve azınlıkların tem­silcilerinin de, yeni TC Anayasası hazırlıklarına katılacak olmaları dikkat çekiyor. Bu azınlık temsilcilerinin mazideki bütün olayları olmamış sayarak yeniden ve tam yüzyıl sonra yine devletin her ke­siminde söz sahibi olmak istemeleri ibret verici. Yüz yıllık müca­delenin sonundaki bu taleplerini ortaya koymaları, halk deyimi ile baklayı ağızlarından çıkarmaları iyi olmuştur. Onlar, ülke yöneti­minin hükümet yönetimi dahil adliye ve idari teşkilatının da her kesiminde yönetici olmak istemekte. Eğer mazideki acı deneyim­leri hatırdan çıkarırsak yine o faciaları yaşarız. Bunun sonunu da alamayız. Bir anda devletimizin üniter yapısının güme gitmesi bir yana, ülkenin bu yolda paramparça olması işten bile değildir. Bin- bir hile ile dolu yüz yıllık bir kin ve intikam hırsı ile kursaklarında kalan zihniyetin eski meş'um emellerini bir anda devreye sokma­yacaklarını kim garanti edebilir? Tarihimizde azınlık ihanetlerinin yüzlerce örneği yatmaktadır. Bütün bunlar dikkate alınmadan yapı­lacak her türlü hukuki tasarruf, ülkeyi yeniden büyük badirelere sü-

rükleyebilir. İşler içinden çıkılmaz bir duruma gelebilir. Bu ihanet odaklarının bütün dünyayı da yaygaraya boğmaları işten bile de­ğildir. TBMM'nin kanun yapıcılarını ben değil, tarih uyarıyor ...27

27 Muhiddin Nalbantoğlu, "Azınlıkların Yeni Talepleri Gündemde, ya Eski İhanetle­ri? ...", Türkiye'de Yeni Çağ, 17 Şubat 2012. Muhiddin Nalbantoğlu (1935- ) kitapçı­lık ve yayıncılık ile meşgul oldu. Türkiye 'de Yeni Çağ gazetesinden önce Türkiye ve Tercüman gazetderinde kö^e yazarı idi.

EK IV

HATIRALARDA AZINLIKLAR

a- İstanbul'un İşgal Yılları İle İlgili Anılar

- Cumhuriyet Gazetesi kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi ( 1879-1945)

İntihabat ve Anasır

Bazı Yunan gazeteleri ikide bir Türkiye intihabatından ve intihabatta Rumların mevkiinden, daha doğrusu Rumlara mevki verilmediğin­den bahsediyorlar. İhtimal ki gayr-ı müslim unsurlardan bazı fertle­rin kafalarından da intihabata nisbetle kendi vaz' ve mevkilerine ait bazı mülahazalar geçer. O cihetle bir defaya mahsus olarak burada bu meseleye de temas etmiş olmayı pek de lüzumsuz bulmuyoruz.

Evveıa şurasını söylemek lazımdır ki esasen anasıra göre intihabat yapılmaz. En yüksek derecesinde mim bir olan intihabat mim emellerin muhassalasını verecek veçhle mim efkarın tecellisi de­mektir. Efkar ile anasır arasında hiçbir münasebet yoktur. Millete ait işlerden unsuri fikir olmaz, belki ve yalnız milli fikir olur. Gerçi bir zamanlar Türkiye Devleti Osmanlı İmparatorluğu iken intiha­batta unsurların da nazar-ı dikkate alındığı vaki ve cari olmuş bir macera idi. Fakat o zaman devlet adı üstünde İmparatorluk idi, yani

muhtelifmillet ve cemaatlerden müteşekkil bir terkip idi. Şimdi ise çoktan tasfiye edilmiş olan İmparatorluğun yerine tamamen milli bir Türk devleti kaim olmuştur. İmparatorluk devrinde bile milli hem de pek zor yeri olan "intihabatta anasırı nazar-ı dikkate almak meselesi"nin Cumhuriyet Türkiye'si devrinde hiçbir yeri yurdu bu­lunmayacağını herkes pek kolaylıkla anlayabilir. Falan veya filan unsura mensup vatandaşlar değil, Türkiye Cumhuriyeti Teşkiliit-ı Esasiyyesi önünde tam ve kamil bir müsavata mazhar ve umumen Türk olan vatandaşlardan vatan ve millete sadık ve en layık olan­lar ancak mebus sıfatı ile seçilebilirler. Rumdan, Museviden, Er- meniden de bu şeraiti haiz vatandaşlar çıkamaz mı?... Aksini iddia ettiğimiz yoktur. O günlerin huh11 ettiği zamanı her hürriyetperver Türk gibi biz de memnuniyetle görmeye hazırız. O günlerin hulu­lüne kadar da şu unsurdan veya bu ırktandır diye kimsenin intihab olunmak hakkını red' ve iptal ettiğimiz yoktur. Kanunlar meydan­dadır. Meydan ise gayet açıktır. Kanuni şeraitini haiz olan kimsele­rin namzetliklerini koymalarına ve bu namzetlere isteyenlerin rey vermelerine hiçbir mania ikame edilmiş değildir. Bununla beraber eğer halii namzetlerde tenevvü' göremiyorsak onun sebeplerini baş­ka yerlerde aramak lazımdır.

Memleket bir nazariye değil, Türkçede "şe'niyyet" kelimesi ile ter­cüme ve ifade ettiğimiz bir realitedir. Şe'ni bir varlık olan milletin, intihabat gibi en canlı işinde ekseriyetin fikri ve sözü amil ve ha­kim olacağını kabul etmek liizımdır. İntihabatta tecelli eden milli efkarın vatan ve millete sadakat ve muhabbet ile temayüz etmesi lazım geleceğine ise yukarıda işaret ettik. İntihabatta hakim olmak lazım gelen fikir rastgele her fikir değildir. Mevcut vatana karşı hi- yanet hisleri ile meşbu olan efkarın bu bahiste hiç yeri yurdu yok­tur. Öyle fikirler intihabat gibi en büyük milli bir işe karışmak şöyle dursun, yaşamak ve bilhassa tezahür etmek hakkını gayr-ı haizdir. Her memlekette öyle fikirlerin tezahürleri ile öldürülmeleri bir olur. Öyle fikirlerin tezahür etmek hakkı şöyle dursun, hatta yaşamak hakları dahi yoktur. Osmanlı Meclis-i Mebusanı kürsüsünden:

- Benim Osmanlılıkla nisbetim, Osmanlı Bankası'nın Osmanlı va­tanına nisbeti kabilinden bir şeydir!

diyebilmiş olan Boşo'ların28 devri çoktan geçti ve tarihe karıştı.

Bugün biz o zaman o sözü söyleyebilmiş olan Boşo'ya değil; o, o sözü söylerken kendisini kürsüden alaşağı ederek gırtlağını sık­mamış olanlara hiddet ediyoruz. Fakat ne yapılabilir ki o meclis, Osmanlı İmparatorluğu Meclis-i Mebusanı imiş. Ve orada bu gı1na hezeyanlara o zaman nasılsa tahammül olunuyormuş. Hayatımı­zın cereyanında öyle bir hadde reside olduk ki şimdi artık o türlü sözlerin kendisi için değil, düşüncesi bile bizi fevkaliide bizar ve bihuzur eder. Pek uzun ve karışık inkılablar içinde memleketimi­zin on kere altı üstüne gelmiş olmakla beraber bu şu misali ile bu­nun emsali henüz dünkü feci maceralardır. Umumi harbten mağlup çıkmak akıbetini Türklük az kalsın bütün mevcudiyeti ile ödüyor­du. Osmanlılıkla nisbetinin derecesini açıktan iliin eden Boşo'lar gittiler, Yunanistan'da ferah ve fahur Türkiye aleyhine çalıştılar, Yunanistan'da nazırlık sandalyesine yükselecek kadar izzet ü ikbal gördüler ve nihayet günün birinde Yunan ordusunu Türkiye üzeri­ne saldırtacak kadar akı1rane ihtiras ve husumet gösterdiler. Böyle hareket ederken Türkiye'deki Rum'u kendilerine bilhassa mesned ittihaz etmiş bulunuyorlardı. Venizelos dahi bir zaman Girit'te Türk tebaasından bir avukat idi. Osmanlı İmparatorluğu'nun titrek el­lerinde yuvarlanıp giden Girit'ten sonra Boşo'lar ve Venizelos'lar Küçük Asya'yı, yani Anadolu'yu dahi aynı akibete sürükleyebile­cekleri zannı ve zehabına kapılmışlardı. Fakat onlar bu defa kar­şılarına Osmanlı İmparatorluğu'nun değil, binnefs Türk milletinin çıkacağından gafil bulunuyorlardı. Onlar öyle yaptılar ve bu hara­kiri ile bir memleket içindeki insanları yekdiğeri ile gırtlak gırtlağa boğuşmaya sevk ettiler. İstanbul sokaklarında:

- Zito Venizelos!

2R Rıırndn sö7ii edilen kişi. Sergice mchıısıı Yorgo Roşo'dıır.

sadaları halâ kulağımıza aksediyor gibidir. Cidal, hayat ve memât cidali olmuş ve Türklere pek büyük fedakârlıklara mâl olmuştur. Biraz Türkiye’deki Rumlara da öyle. Anadolu’daki Rumları bu badireye sevk etmiş olanlar, onların mahvı harabilerinin yegâne müsebbib ve mes’ulleridirler. İstanbul’a harben girmemiş olmaklı­ğımızın neticesi olarak burada bir miktar Rum akalliyeti kalmıştır. Kalmıştır ama bu nesil dünkü hain ve mühîn maceralara karışmış olmak felâketinden maatteessüf haricinde kalmış değildir. Onun içindir ki İstanbul Rumları intihabat gibi bir milletin en yüksek dereceli millî işlerinde kendilerine hakk-ı dava etmek gibi birden bire dünkü tarihi hemen insanın gözleri önünde canlandıracak ha­reketlerde bulunmaktan tevakki ediyorlar. Onlar bilâkis akalliyet hukukundan feragat ederek kendilerini bu vatana mâl edecek ve bilhassa o acı günleri unutturacak hareketlere daha ziyade ehem­miyet veriyorlar. Türkiye’de kalan ekall-i kalil Ermeni unsuru için de hakikat böyledir. Şu devletin tahriki, bu devletin iğfal ve idlâli ile bu cemaat dahi yer yer vahşetleryaptı ve mukabeleler davet etti. Şimdi artık olan olmuştur deyip herkesin kendi köşesinde yakın mazinin üzerine zamanın kesif perdesi çekilmesine intizaren sakit ve sakin çalışması lâzım geliyor. Ermenilerin dahi akalliyet huku­kundan feragate müsaraat etmiş oldukları malûmdur. Nitekim Mu- seviler dahi bu akalliyet hukukunun kendilerine tatbikini İçtimaî ve millî haysiyetlerine muvafık bulmamışlardır.

Hakikat-i hal ise şu merkezdedir: Cumhuriyet Türkiyesi prensip olarak ırk ve din farklarını geçmiş, bütün vatandaşların müsavatını ilan etmiştir. Ancak bir asra sığmayacak kadar müthiş vakayi daha dünün malı olduğu için bugün henüz herkesin zihinlerinde yaşıyor. Fazla olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi için muhtelif un­surları alâkadar eden akşamında henüz tamamiyle bitmiş değildir. Bu şerait içinde intihabattan filan veya falan unsur neye nazar-ı iti- bare alınmıyor sözleri bugün için ancak kendilerini hayal ve gaflet­ten kurtaramamış olanların vehim ve dalâletleri mahsulü olabilir.

Bizim intihabatta nazar-ı dikkate alacağımız unsurlar değil, fert­lerdir. Fertler de ancak fikirleri ve Türk vatan ve milletine alaka ve merbutiyetleri derecesi ile ölçülecektir. Eğer bugün intihabat saha­sında bilhassa Cumhuriyet Halk Fırkası hakim ise bunun esbabını henüz cereyan halinde bulunan bir çok hakikatlerin ictinabı gayr-ı kabil zaruretlerinde aramalıdır. Başka hiçbir yerde değil. İnkıraz ve izmihlal uçurumunun kenarından çekip kurtardığımız bu vatanın hayatı üzerine çok titriyorsak, çok titreyeceksek elbette mazur gö­rüleceğiz. Bu haller pek tabii bir cereyan ile böyle yürürken bütün vatandaşların vatan ve millete merbutiyette tesavi ve hatta tesabuk- u daiyelerinde terakki ettiklerini görmek isteriz. İşte anasır itibariy­le intihabat için söyleyeceğimiz en samimi ifadelerimiz bunlardır.29

Cumhuriyet, 2 l Ağustos 1927

*
* *

Asabımı altüst eden ikinci hadise de General Franşe Despere'in30 ikinci defa İstanbul'a gelişidir ki "Zito" (yaşa) avazeleri ile müs- tağrak bir zafer alayı ile bütün sokakları dolaşması idi. Bu general, işgali takiben ilk defa İstanbul'a gelerek kısa bir ikametten sonra gitmiş ve tekrar gelişinde kendisine Roma generallerininkini göl­gede bırakacak bir zafer alayı tertip ettirmişti. Ben görmedim ama görenler söylüyorlardı. Generalin bindiği atın başlığı ve özengileri hususi adamlar tarafından tutularak bütün sokaklar asker ve halk ile dolu, Beyoğlu sokaklarında nümayişler yapılmıştı. Ben görmedim ama işitiyordum. Bu hadise, hayatımda nefret ve lanete yaraşırlıkla birbiri ile yarışan üç beş sefaletten biridir. ( ...)31

29 Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi TBMM II Dönem 1927-19311. Cilt, TBMM Vakfı, Ankara.

30 Louis Franchet d'Esperey (1856-1942)

31 Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınlan, İstanbul, t.y. [1978), s. 31. Bu anılar ilk kez 7 Mayıs 1924 ^31 Ekim 1925 tarihleri arasında Cumhuriyet gaze­tesinde yayınlanmıştır.

Geyve, daha çokçası Rum olmak üzere Hıristiyanı bol bir memle­ket olduğundan mütarekeden beri geçen günler zarfında onların bu­runları havaya kalkmış, burada aşağı yukarı epey hezeyan olmuş... Şimdi memleketin bu kalkınması karşısında istasyondaki Rumlar- da süt dökmüş bir kedi vaziyeti vardı. Fakat bizden hiç kimsenin hiçbir Hıristiyana gözün üstünde kaşın vardır dediği yoktu. Yal­nız kaymakam Hamdi Namık Bey istasyon memuru olan Ermeniyi çekmiş, orasını bir Türk'e tevdi eylemişti. Türklük içinde hayat bu­lan Rum ve Ermeni bu gayrimüslimlerin bir felaket anımızda mem­leket ve yurt yoldaşları olan -hakikatte her cihetle ve hususiyetle büyük ekseriyetleriyle memleket sahipleri bulunan- Türklere karşı kafa tutmaya kalkışmış, Yunan'a ve İngiliz'e güvenerek muhakkı- rane evza ve etvara (hareketli tavırlara) ve hatta taşkınlıklara cür'et etmiş ve şimdi de bundan dolayı nadimane (utanarak) düşünmeye koyulmuş olmaları ibretle temaşa olunacak levhalardandır.32

*
* *

- Burhan Asaf [Belge) (1899-1967)

İstanbul 18 Haziran 1932.

T.B.M.M. hükumeti zamanından beri, Ankaralı'nın İstanbul'dan şikayet etmesi adet olmuştur. Fakat, "hem söverim hem de seve­rim" fehvasınca, [sözü uyarınca] yaz göründü mü, İstanbul'un kı­yıları çıpıldamağa, donanmış tepeleri ışıldamağa ve bütün serin koyları sevgilinin koynu gibi çağırmağa başlar.

İstanbul 'un bu cazibesini ve Ankaralı'nın buna kuzu gibi uymasını, Hakimiyeti Milliye'nin bir vakitki sistemli Ankara propagandası da önliyememiştir. Sert Dikmen'in yayla yamacı havası, Yabanabat'ın

32 Yunus Nadi, a.g. e. 237

çamlıkları, gene Hakimiyet' in Ankara'ya yazlık aramak için tayya­re seferleri tertip etmesi: Eşref saat çalınca, İstanbul'dan merkeze boş giden trenlerin merkezden İstanbul'a ıklım tıklım olarak avdet etmeleri hadisesini tekzip edememiştir.

Ankaralı 'yı İstanbul'dan şikayete sevkeden sebepler mi ortadan kalkmıştır, yoksa dünya şehirlerinin hakiykaten en aşüftesi [baştan çıkaranı] inkılap cengaverliğini ürkek bir uysallığa ve bir zamanki dolaklı ve kalpaklıyı kahkahaların ve batı saati mahmurluklarının tiryakisi ve plaj pantalonlu yahut pijamalı bir mahh1k haline mi sokmuştur?

Bu suali sorarken, hatırıma, Falih Rıfkı'nın Denizaşrı'sındaki o mükemmel cümlesi geliyor. Orada o, at sırtından inmiyen eski Türk'ün yerini, mahalle kahvesinden ayrılmıyan entarili bir mahlu­kun almış olmasından bahseder. O entarili mahh1k, hakiykaten öyle bir şeyin remzidir ki, [simgesidir ki] o şeyden esirgenebilmek için o entarili'yi bir cüzamlı gibi teşhir etmek ve onun mukim olabileceği ve içinde gelişip hemcinsini çoğaltacağı içtimai muhiti ve içtimai iklimi, üzerinde "dikkat! Ölüm tehlikesi vardır!" yazılı bir levha ile işaretlemek, liizım bir iştir.

Babıali caddesine "Ankara caddesi" ismini vermek, acaba kimin aklına gelmiş? Bunu yapana denmeli idi ki: "Ya senin Ankara'ya karşı bir hıncın var, yahut Babıali 'nin ne demek olduğunu bilmi­yorsun!" Türkiye matbuatının hala en büyük ve en ziyade okunan bir kısmına merkez olan ve bu işi nasıl yapabildiğine kendisi dahi hayrette kalan bu perişan caddenin iki taraflı matbaa, kağıtçı ve kitapçı dükkanları arasında, birkaç kıraathane, lokanta ve piyazcı dükkanı şükür ki katılabilmiş. Berberleri de unutmadığımı söyler­sem, memleketin irfan hayatı ile değil de insanların mide ve sakal- lariyle aliikadar bu dükkancıkların, Babıiili'nin en mühim kalaba­lıklarını topladıklarını ve eğer bu dükkanlar da olmasa imiş o avare caddenin iki başına "kiralık bir sokaktır!" yaftasının yapıştırılma­sında hiçbir mahzur tasavvur edilemiyeceğini, artık söyliyebilirim.

Kitapçı muallim Ahmet Halit'in satış tabiyesi bakımından en ha­kim noktayı işgal eden (ne diyelim?) mağazası, kabiyleleri gazveye [savaşa] gitmiş bir çölün vahasına benziyor. İn... Ahmet Halit, Cin de ben.

Mağazanın sahibi leblebi yiyerek halinden ve halden şikayet edi­yor. Ama bilir misiniz? Hakiykaten hiç kimsenin uğradığı yok.

Babıali'ye Babıiili olduğu için de hücum etmek kabil. Fakat kadidi [iskeleti] çıkmış bu sokağa bir de bu tarafından hücum etmek, ze­bunküşlük [düşkün ezen] olacak.

İnsan, memleketin her tarafına, kitabın buradan dağıldığını düşün­dükçe iliklerine kadar üşümeler ve ürpermeler geçiriyor. Tek başı­na bir adam imişim gibi Sirkeci'ye doğru yollanırken, arkamdan, arabasını haydayan CEHALET'in "varda! Destur!" diye haykıran zifirli sesini işidir gibi oluyorum.

Köprü üstü. O bildiğiniz acele gidiş. Canlılık. Bütün Türkiye'nin en sert tempo'sunu burada görebilirsiniz. Nereye koşar bu insanlar, işe mi, istihsale mi, yeni yaratıcılıklara mı? Hayır! Birkaç simsar ve madrabazı iskonto ettiniz mi, geriye kalanların derdi, vapuru ka­çırmamaktır.

Bir satıcının sesi:

Yerli malı çorap, çorap.

Alınız ki kalmasın.

Para memlekette kalsın

Fabrikalar çoğalsın.

Sanayi politikamızın şiarı, mani halinde. Geçenler gülüyor. Tak­sim Abidesinin basamaklarından Fatih'in camiine kadar, bütün ca- mekanlarda, ithalat tüccarlarımızın menfaatleri oturuyor. Bu keten helva satar gibi çorap satan zibidiyi kim dinler? Hem, çorabının yerli olduğunu kim temin ediyor? Herhalde fiatı değil!!

Moda'nın Rum evleri. Ermeni evleri. İngiliz evleri. İşte ne ise ekal­liyet ve Levanten evleri. Akşam, geçerken, ihtiyar başlar görüyor­sunuz. İhtiyar kadın başları. Her birisi, İstanbul' daki şirketlerin im­tiyazları kadar eski. Öyle sakin bir bakışları, öyle mukim bir halleri var ki, kendinizi yoklarsanız, gurbetçi olduğunuza karar verirsiniz. Halbuki öyle değildir. Halbuki onların hali, daha ziyade, vapurla­rına ısınmış ve seyahatin devam edeceği müddet için vapurlarını kendi evleri ve barkları iytibar etmiş insanların halidir. Vapur neden varmıyor ve bu müddet neden bitmiyor diye onlar da hayret içinde­dir. Şu var ki, bu hayret, hiçbir zaman bir endişe olmıyor. Bu artık, alışılmış ve tavsamış bir hayrettir. Varmıyor işte vapur. Ve bitmiyor işte seyahat. Navlun ödenmiş. Kamaralar emre amade. Hava güzel. Ötesini, sokaktan geçmekte olan safderun düşündü.

İhtiyar kadın başları, Moda'daki evlerin pençerelerinden, insanın gözlerinin içine, müddetleri tükenmiş mukavelelerin solmuş imza­ları gibi bakarlar. Yabancı bir müzenin atsız portreleri gibi bakarlar. Ramzes devrinden kalma mumyalar gibi bakarlar. Fakat, ummadı­ğınız bir dakiykada, pençereden sarkarak, geçmekte olan yoğurtçu ile sizin dilinizden bir pazarlığa giriştikleri zaman, tapınırcasına sevdiğiniz dilin halvetini bir takım mide fesadına uğramış canga- loz ineklerin istiyla etmiş olmalarına acınırken, o ölü zannettiğiniz başların hiç de ölü olmadıklarını görmek, sizi acayip bir korkunun pençesine teslim eder. Bu korku, hortlak ile karşılaşmış olmak kor­kusudur. Hortlak, Osmanlı İmparatorluğu'dur. 33

*

* *

33 Burhan Asaf, "Dolaşırken ...", Hakimiyeti Milliye, 21 Haziran 1932. Burhan Asaf [Belge] (1899-1967) bir dönem gazeteci idi. 1957 yılında Muğla'dan DP milletvekili seçildi. DP'nin resmi yayın organı Zafer gazetesi in başyazarı idi.

- Süreyya İlmen Paşa'nın[148] Torunu Vedü İlmen

1938'de, daha Atatürk son günlerini yaşarken, biz Osmanbey'de ana caddeye bakan bir apartmanda otururduk. Ben Robert Kolej'de hazırlık sınıfındaydım. Her gün önümüzden Taşkışla'daki piyade alayı, Hürriyet Tepesi'ne talim etmeğe gider ve dönerdi. Silahlı askerlerden sonra, ağır makineli tüfeği, parça parça, katırlar üze­rinde taşıyan, ağır makineli tüfek takımı ve peşinden de iki elini sallayarak yürüyen, aynı asker elbisesini giymiş, bir miktar silahsız asker geçerdi. Anneme bu askerleri sorduğumda, onların gayrimüs­limler olduğunu, onlara güvenemediğimiz için silah vermediğimizi söylerdi.

Bu güvensizlik, mütareke günleri anılarının, ülkeyi idare edenler­de çok taze olmasından ileri gelmekteydi. Örneğin, büyükbabam Süreyya Paşa, Beyoğlu Caddesi'nden başında fesle geçerken, Rum çocuklarının onu taşladıklarını unutması mümkün değildi. Kendisi Hiliil-i Ahmer (Kızılay) Kadıköy şubesi reisi iken, bir müsamere vermek üzere, o vakit Kadıköy'ün tek sineması ve Rum kilise vak­fına ait olan Hale sinemasına müracaat ettiklerinde, red olunmuş­lardı. Süreyya Paşa, kar amacı düşünmeden, Hale sinemasına, yani Rumlara muhtaç olmamak için Süreyya Sineması'nı inşa etmişdi.

Benim anılarımda kaldığına göre bizzat gördüğüm kadarıyla, gay­rimüslimlerin tutumu aşırı şımarık bir davranıştı. Bir kere Türkçe konuşmasını bilmiyorlardı ve öğrenmek de istemiyorlardı. Bağı­ra bağıra kendi lisanlarını konuşuyorlardı. Bu bana, hep bir gövde

gösterisi yapıyorlar gibi geliyordu. Yazın Ada vapurunda Rumların bağıra çağıra davranışları göze batıyordu, gene Büyükada'da, Yor- goli Plajı'nda (Yürük Ali), çalınan Tino Rossi'nin "Down Mexico Way" şarkısı,35 Musevilerin, yüksek sesle Fransızca konuşma ve şakalaşmalarına karışıyordu. Kendilerini bu memlekete bağlı say­mıyorlardı. Türkiye'nin durumuyla hiç ilgileri yoktu, kapalı top­lumlar olarak, günü gününe iğreti bir şekilde yaşıyorlardı. Çok para kazanıyor ve gösterişli bir şekilde tüketiyorlardı.

Memleketin yokluk ve sıkıntıları içinde yaşayan bizleri bütün bun­lar çok rencide ediyordu.36

*
* *

- (E) Tümamiral Afif Büyüktuğrul (1917-1985)

16 Mayıs 1919 günü sabah kalktığımız zaman, bütün subaylarımı­zı suratları asık ve üzüntü içinde gördük. Hiç birinin ağzını bıçak açmıyordu. Çok geçmeden hademelerden kulakları dolaşarak bize gelen haberlere göre, Yunanlılar bir gün önce İzmir'i işgal etmiş­ler, Türklere pek zalimce davranmışlar. Subay, asker ve sivillerden bazılarını öldürmüşler, bir kısmını da alıp kendi gemilerine götür­müşler. Üstelik orada bulunan gemilerimizden Preveze ganbotuyla, körfezde mayın taramakta olan Nusret mayın gemisine de el koy­muşlar. İstanbul halkı yer yer toplanıp mitingler yapacak ve bu iş­gali protesto edeceklermiş.

Her Türk gibi bizler de üzüntünün en derin uçurumlarına birden düştük. Elimizden gelse topluca İzmir'e koşup bu güzel şehrimi­zi Yunanlılardan kurtaracaktık. Subaylarımız, bütün üzüntülerine

35    Down Mexico Way 1941 yılında gösterime giren bir filmdi. Vedii İlmen yanılmakta­dır. Filme adını veren şarkıyı üne kavuşturan, filmin aktörlerinden Gene Autrey olup Tino Rossi değildi.

36    Vedii İlmen, "20 Kur'a Askerler. . . ", Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 180, Aralık 1998, s. 3.

rağmen bize sakin görünmeye çalışıyor; bizleri rıhtımlarda dolaştır­mıyor, ada turuna çıkarmıyorlardı. İzinli gittiğimiz zaman da resmi elbise giymeyip sivil elbise ile dolaşmayı ve sık sık sokaklara çık­mamayı bize tavsiye etmişlerdi. Çünkü Yunan taraflısı ada Rumla­rı adeta okulumuzu karadan ve denizden muhasara etmişler; şıma­rıklıklarına şımarıklık katmışlardı. Okul parmaklıklarının önünden ve rıhtımlara yaklaşan sandallardan bize küfür yağdırmaktaydılar. Sanki İstanbul alınmış da, bizler de adada bir toplama kampına sevk edilmiştik. Rumların gösterileri özellikle Yunan savaş gemilerinin okul önüne demirledikleri günlerde çok şiddetli oluyordu. Denizi Yunan bayrağı çekmiş sandallar dolduruyor ve bu sandallar topluca Yunan gemilerini selamladıktan sonra, göstericiler bas bas bağırarak okul önüne geliyorlar ve bize karşı etmedik küfür bırakmıyorlardı. Özellikle bizler akşam divan taburunda "Padişahım çok yaşa" diye bağırırken, hemen denizleri dolduran sandallardan, koro halinde "Zito Venizelos, kato Turkos" sedaları göklere kadar yükseliyordu.

Olayların en çirkin ve en tehlikelisi ada önüne demirleyen Yunan savaş gemilerinin kendileriyle okul rıhtımı arasına saç hedef atıp buna karşı tüfek atışı yapmalarıydı. Subaylarımız bu kadar zalim ve insanlık dışı hareketleri yapan Yunanlıların daha da ileri gidip rıh­tımlara ilgi çekici madde şeklinde patlayıcı madde de atabilecek­lerini düşünmüşler ve Maltepe'ye bakan bahçede dolaşmayı bize yasak etmişlerdi. Üstelik bahçelerde görülecek dolmakalem, saat, kutu gibi maddelere el sürülmemesi ve onların varlığından nöbetçi subaylarına haber verilmesi de sıkı sıkıya tembih edilmişti.

Okul idaresine karşı inançtan mı, yoksa Yunanlıların yaptıkları şı­marıklıklarda daha serbest bırakmak için mi bilinmez; İstanbul 'un her tarafında işgal kuvvetlerine ait inzibat gurupları kol gezdikleri halde, ne ada vapuru iskelesinde, ne de Heybeliada sokaklarında İngiliz, Fransız İtalyan askerlerden kurulu inzibat grupları görül­memekteydi. Buna mukabil Büyükada ve başka adalarda bu grup­lar çoktu. ( ...)

9 Eylül 1922 günü şanlı ordumuz, saldırgan Yunanlıları İzmir'den denize dökerek Anadolu'yu Yunanlılardan temizlemeye başlamıştı. Bizim üzüntülerimizin yerini de büyük bir sevinç dalgası sarmıştı. Subaylarımız hemen fener alayları tertip ederek bizleri tabur ha­linde Rum evlerinin arasında dolaştırmaya başladılar. Rum evle­ri kapkara ve pencereleri de sıkı sıkı kapalıydı. Ne zaman vakit bulmuşlar da ev ve dükkanlarının Yunan renklerini kazıyıp yerine kırmızı renk boya sürmüşlerdi? Her bir Rum evine de koskocaman birer Türk bayrağı asılmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse şıma­rıklık süresi bizlere gelmişti. Onlar gibi küfürler yağdırmıyorduk ama peş peşe Sakarya ve Mustafa Kemal Paşa marşlarını okuyup duruyorduk. 37

*
* *

- Edirne Mebusu Mehmet Şeref Aykut (1874-1939)

Ticaret adı altında vagonlar satılarak İzmir'den, Ankara'dan, Avrupa'dan art arda eşya, hep İttihat ve Terakki'nin lütfuna sığınan nankörler tarafından içeri sevk edilir ve her biri yüzde bin altı yüz üzerinden satılarak yiyecekler halkın altından kalkamayacağı dere­cede yükselirken, beride taşra halkını burnunun üstüne sürtüp ekti­ği hububatı elinden alarak öldürdükleri halde, İstanbul halkını ek­mek dağıtımı ile tüccar yapma kudretini gösteremeyen iaşe idaresi, görünüşü kurtarmak için ötede yirmi beş Arnavut'u, seksen Rum'u, bin beş yüz Yahudi'yi milyoner yapmakla meşgul oluyordu. Ve Türk tüccarı yetiştirmekte olduklarını iddia ederken büyük hilekar tüccarların arkasında beş, on Rum, Ermeni, Yahudi bulunduğunu ve yalnız Türk'ün ismini satın alarak ona yüzde beş anafor denilen hava parası kaptırdıktan sonra asıl kaymağını bu ikinci plandaki Türk olmayan şahısların (Eşraf!) yediğini kimse düşünemezdi. ( ...)

17 (I'..) Tümamiral Afif BüyUktuğrul, Cumhuriyet Donanmasının Kuruluşu Sırasında 60 l'ıl llbneı (1918-1977), ed: Cem Gürdemir, vd., T.C. Deniz Basımevi Müdürlüğü, İ^LıııbuL. 2005, 29 vc 31

İstanbul! Altı asrın padişahlarına zevk yeri olmuş bu şehrin mutsuz halkı daima Türkler... Onun gerçek sahibi olan Türklerdir. Ötede İttihat ve Terakki Genel Merkezi iyilik yapmak, Türk tüccarı ye­tiştirmek için büyük bir iyi niyetle başladğı işi yüzüne gözüne bu­laştırarak Rumeli'de, Anadolu'da ne kadar halk varsa hepsini topu yirmi Arnavut, iki yüz elli dönme ve beş on vatansız Yahudi'nin ad ve hesabına fakat herhalde... Balta'yı milyoner etmek şartıyla soy­dururken, bilmeyerek, istemeyerek ve artık bir daha önüne geçe- meyerek bütünüyle zavallı bir hale sokarken acaba ordu ve dışarısı ne haldeydi? ( ...)

Rumlar, Ermeniler, Yahudiler saldıracaklardı. .. Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Sanki bu şahıslar gitti de ülkede onlarla zu­lümde işbirliği yapan Hürriyet ve İtilaf bireylerinin dışındaki Türk- ler bunların haksız saldırılarından kurtuldu mu?

Biz çaresizler hiç olmazsa İttihat ve Terakki'nin kahreden idaresi altında aciz kaldığımız zaman Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Ke­mal Bey'in Topal İsmail'in teşkilatı sayesinde para kazanıyorlardı ve zulmü şimdi bizimle birlikte onlar da çekmeliydiler... ( ...)

Şimdi Rumlar, fethedilmiş bir ülkeye giren ortaçağ orduları şeklin­de İstanbul'da, Edirne' de ve her yerde nitelendirilemez bir çılgın­lıkla saldırıyorlar... Sokakta rastladıkları bir İngiliz'i zafer alayı şeklinde havaya kaldırarak, sokaklarda deliler gibi bağıra bağıra dolaştırıyorlardı. Beyoğlu'nda, Galata'da ve her tarafta "Yaşasın Yunanistan", "Kahrolsun Türkiye" sesleri sokakları dolduruyor... Genelev kadınları bile sarhoş palikaryaların büyük gürültüyle kai­natın başını ağrıttıkları laternalar (kolu çevrilerek bazı havalar ça­lan müzik sandığı veya eskimiş otomobil) arkasında Türkleri aşa­ğılayan haykırışlarla gösterişler yapıyorlardı. Rasgele Tatavla'dan geçen bir Müslüman'ın serpuşu derhal bin parça edilerek iğrenç aşağılayıcı küfürlerle eziliyor, "zito Venizelos" sesleri arasında havaya atılıyor, artık Yunan Ordusu sanki Osmanlı Padişahlığı'nı savaşarak fethetmiş ve daha dün zavallı, alçak ve değersiz İttihat

ve Terakki ileri gelenleriyle iaşe mensuplarından birinin aşağılık ismine sığınarak geniş ölçüde Türkleri soyan Rumlar bugün birden zorla ve isyan ederek fetholunmuş bir ülke veya zorla alınmış bir kalede bile yapılamaz hareketlerle herkesi incitiyorlardı. Her şey mubahtı. Türk'ün kanı heder, malı helaldi. Ne gariptir ki her dük­kan Yunan Ermeni bayraklarıyla donatılırken bir de Yahudi bayrağı asılmıştı. Bu Yahudi bayrağını ise, Selanik milletvekili ve İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin maskara haline gelmelerine sebep olan ve İttihatçıların ileri gelenlerini MASON yapan ünlü Karasu'ya38 mensup Çıfıt Yahudi gençleri asmışlardı. İşte bütün bu maskaralık­lar ortasında Yuda'nın bayrağı eksikti. O da alçaklıkları tamamla­mak üzere Karasu Efendi'nin akrabası tarafından asıldı. Türkler de İttihat ve Terakki'nin himayesinde yine onların sağladığı servetle beslenip büyütülmüş olduğu halde ve ilk defa olmak üzere FATİH diyarında bir Çıfıt-Yahudi bayrağı gördüler.

Şimdi İstanbul 'da türeyen Yunanlılar burada fethedilmiş bir ülkenin mazlum halkına karşı kılıç çekmiş kahramanlar gibi yapmadıkları alçaklığı bırakmazken, Rumeli 'de de, Anadolu'da da aynı kötülük­ler sürüyordu. Artık talan edilecek Müslüman malları ve mülklerini ellerine geçirmek üzere her Rum, Ermeni, Yahudi hazırlanıyordu. Yolda resmi elbisesi ile yürüyen bir Türk subayını aşağılamak için çareler arıyorlardı. ( ... )

Ancak bir gün Doğu Orduları Kumandanı Fransız General Franchet d'Esperey İstanbul'a muazzem bir zafer alayı düzeniyle giriyordu.

Bu, matem dolu bir gündü. Galata Rıhtımı'ndan Beyoğlu'na kadar bütün tramvay, araba hareketleri (?) durdurulmuştu. Yollara kumlar dökülmüş, sulanmıştı.

İki sıralı her çeşitten İngiliz, Maltız, Hintli, Gurka, Siyamlı, Hoton- tolu, Senagalli bakır renkli, zenci, sarı, beyaz, esmer kısacası İtilaf Ordusu'nda Nuh'un teknesi kadar karışık bulunan çeşitli ırklardan

38 Eınaııud Karasu (veya FraıısıLca yazılış haliyle Carasso) ( 1862-1934).

asker dizilmişti. Bunlardan daha çok Rum, Ermeni, Yahudi, yani Osmanlı tebaası, ellerinde Osmanlı bayrağından başka her bayrak; Rum, Ermeni ve Yahudi bayrakları olduğu halde generali karşılı­yorlardı. Böylece Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Türk'ten intikam alıyorlardı.

İşte Tevfik Paşa Hükümeti'nin bu marifetleri ortasında Osmanlı toprakları adım adım istila ediliyordu. Ateşkes hükümlerine göre hasım iki tarafın orduları bulundukları noktada bekleyerek tarafsız bölgelerin oluşması sağlanacaktı. Halbuki düşman ordusunun bu­lunmadığı bir nokta kalmamıştı.

Şimdi Ermeniler mağdur millet rolü oynayarak İstanbul'daki gaze­teleriyle yağdırmadık küfür bırakmıyorlardı. Patriklerle, papazlar, hahamlar Osmanlı Padişahlığı aleyhine yeniden ittifaklar oluşturu­yorlardı. ( ...)

Rum tebaa açıkça Türklere ilan-ı harp etmişti. Patrikhane Yunan bayrağını çekerek bir Yunanistan kurmuştu. Önceleri gizlice, hor ve hakir hareket ederken şimdi yüzünden maskesini atmıştı. Erme- niler, Allah korusun, Ermeniler birer zebani gibi artık helal kılınmış bütün Türk malı ve kanını almak için ortaya atılmışlardı. Büyük Ermenistan'ı kurma hayali ile kendilerinden geçmiş ve kudurmuş bir biçimde saldırıyorlardı. Şimdi Türk, kovulmuş şeytan gibi taş­lanıyor, onun da hak sahibi olabileceği hayal bile edilmiyor. Hatta Allah'a bile Türk'ü yarattığı için isyan ediliyor, adeta hesap sorulu­yordu. Türk, Hilal'in savunucusu olduğu için Haç taraftarları bunu çekemiyordu.

Anadolu'da azıtmış olan Ermeniler, sürülen Ermeni aileleri ad ve hesabına kükreyen bu kılıç artıkları da şimdi Osmanlı ülkesinde yaşayan Türkleri boğazlamak, kadınların ırzını yırtmak, çocukları şişlemek için bir heves, bir ihtiyaç duyuyorlardı ve bu taşkınlıkla saldırmadıkları kutsallık kalmıyordu.

Anadolu'da hıyanet ve ihanet eden (arkadan vuran ve hor gören) Ermeniler hürriyet şehitleri, vatan şehitleri ve din şehitleri sırasına geçiyor ve azizler (ermişler) derecesine yükseliyordu.

Londra' da, Paris 'te, Amerika' da, ne kadar gazete varsa hepsi hepsi istisnasız Türk kasaplığı adına Rum, Ermeni para ve kadınlarının büyüleyici cazibesiyle satın alınarak Türklerin aleyhine akla haya­le sığmaz olaylar uydurarak cehennemler, öfkeler yağdırıyorlardı. Rumeli'de, Anadolu'da çeteler türemişti. Zaten her Rum köyü fesat ocağı idi. Savaştan köyüne henüz dönmüş zayıf, çaresiz, silahsız Mehmetçik'i yolda yakalayınca gözünü oyuyorlar, üreme organını çıkarıyorlar, alnında açtıkları bir deliğe raptederek yol üstünde bir ahlat ağacına asıyorlardı.

Kavaklı39 müftüsü ailesiyle birlikte köye gelirken müftüyü Erge­ne boyunda buluyorlar, kadının kamını yararak diri diri kocasının başını içine sokuyorlar, böylece kazığa vurarak geçit boyuna diki­yorlardı.

Keşan yolu boyunda yemek yemeğe oturmuş jandarmaları birden basarak hepsini kıskıvrak bağladıktan sonra kıymık kıymık kıyarak şose üstüne diziyorlardı. Binlerce olay birbirini takip ediyordu.

Şehirlerde her Ermeni bir mağazaya dalarak kendi malı olduğunu söylüyor ve hükümet adına hareket eden bir hangi efendi müdahale edemeyerek mağaza bütünüyle Ermeni'ye geçiyordu. Oysa mağa­za sahibi Müslüman'ın, ne Ermeni malıyla ne de Ermeni'yle ilgisi vardı.40

*

* *

39 Kırklareli ilçesi.

40 Mehmet Şeref Aykut, Trakya Milli Mücadele Tarihi Malta Hatıratı ve Malta 'da Tiirkler, Alfa Yayııılan, İstanbul, 2010, s. 166-224.

-     Cana Oskay

İşgalde tramvaya binerseniz, bir Ermeni kadınına, bir Rum kadı­nına yer vermezseniz Yunanlı polisi sizi aşağı atar. Hakaretin bini bir para. İngilizler işgal ettiği zaman hiç unutmam, baş aşağı tavuk tuttun diye ceza keserlerdi. Boynundan tutsan tavuk zaten elinde ölecek. ( ...)

Kurtuluş'u hatırlıyorum. Dokuz yaşındaydım, Beşiktaş 'ta oturu­yorduk. Refet (Bele) Paşa ilk İstanbul'da Beşiktaş iskelesine geldi motorla. İskele kalabalıktan yıkıldı. İskeleden aşağı insanlar de­nize uçtu. Halkın burasına gelmiş. Beşiktaş'tan Karaköy'e kadar yürüdüler. Bazen gösterir televizyon, seyredin. Deveyi süsledi­ler ipek halılarla, beni de gelin yaptılar, devenin üstüne koydular Refet Paşa'nın resmiyle. Beni bir delikanlı tutuyor, düşmeyeyim diye. O arada beni orada unutmuşlar devenin üstünde. Beşiktaş'tan Karaköy'e gelinceye kadar devenin üzerinde susuz, aç biilaç, bayı- lıvermişim. Hemen Karaköy poğaçacısından su, poğaça getirmiş­ler... Ama gene de resmi bırakmıyorum, çocuk falanım ama hisse­diyorum. ( ...)

Artık her gece bayram edildi. O yanımızdaki Rum komşu, 'Zito Ve- nizelos' diye bağırıp işgalin ertesi günü Yunan bayrağı asan kadın, hemen Türk bayrağını çıkardı bu sefer...

Bir gün de Refet Paşa'nın doğduğu eve gidiliyordu. O zaman ara­baların basamakları dışarıda. Ben o basamakta, elimde bayrak, ya­ver 'kızım içeri gir' diyor, elimde bayrak var giremiyorum, 'aşağı in', inmiyorum. Şimdi gitsem evini bulurum Refet Paşa'nın.41

*

* *

41 İlhan Eksen, Dünkü İstanbul, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 24-25.

-     Emekli Maliye Müfettişi Cahit Kayra (1917- )

Anadolu'da İnönü'de sevinçler, Eskişehir savaşlarında keder­ler... Sonra Sakarya... Erkeksiz kadınlar bizleri önce dayımın Küçükyalı'daki köşküne, oradan Acıbadem'deki büyük eve daha sonra oradan tekrar Küçükyalı'ya taşıyorlar. Sonra babam geliyor ve bizi oradan Kadıköy'e, Yel Değirmeni'ne götürüyor ve yine ayrılıp gidiyor. Yıl 1921 ya da 1922 olmalı. Talimhane'deki Feridiye (şimdi­ki Ferit Bey) Sokağı'nın karşısındaki büyük tozlu meydanın köşesin­de İngilizlerin daha doğrusu Senegalli sömürge askerlerinin kampları var. İngiliz askerleri büyük ağabeyimi yolda çevirip karakola götü­rüyor; bir lira ceza kesiyorlar. Aşağıda kıyıda denizin üstündeki bir salaş gazinoda Rumlar Eskişehir zaferini kutlarken, salaş direkler kırılıyor, denize dökülüyorlar. Hamit Ağabeyim gelip müjdeliyor. Ertesi gün komşulardan birinin büyükçe kızı Marika beni dövüyor. Annem azarlıyor; "Neden sokağa çıkıyorsun?" diyor.42

*
* *

- Emekli Lahey Maslahatgüzarı Esat Cemal Paker (1878-1952)

İstanbul, işgal kuvvetlerinin çizmesi altında inliyordu. Türk aile­leri evlerine sığınmışlar, sokağa çıkmaya çekiniyorlardı. Bir kısım aydınlar hapsedilmiş, bir kısmı Malta'ya sürülmüştü. İşgal kuvvet­leri subaylarına tahsis edilmek üzere ileri gelen ailelerin evlerine el konuyordu. Ecnebi neferler, sokaklarda, gelen geçene, bilhassa kadınlara sarkıntılık ediyorlardı.

Ben de bir gece sokakta, neferlerden birinden yok yere bir tokat yedim. İşgal kuvvetleri neferlerinin yapmadıkları rezalet kalmıyor, belediye kurallarına uymadıkları bahanesiyle halktan her adımda para cezası alınıyor, birçok kimse Agopyan hanına götürülerek hapsediliyordu.

42 Cahil Kayra, 'JS Kuşağı, İş Bankası Kültür Yayınlan, İstanbul, 2002, s. 23.

Mütareke ilan edilmişti, fakat İstanbul'da işgal kuvvetlerinin insaf­sız hareketleri sürüp gidiyor, hükümet aciz bir vaziyette her yapıla­na boyun eğiyordu.

İstanbul'un tek hakimi işgal ordularıydı. ( ...)

İşgal ordusu kuvvetlerine mensup er ve subaylar elbetteki tek durmuyorlardı, fakat o kara günlerde şehri asıl ezen, asıl üzen, İstanbul 'un Müslüman halkına kan ağlatan, İstanbullu Rumların taşkınlıklarıydı.

Bir yandan işgal ordusu emrinde irtibat subay ve erliği yapan Er- meniler, gerek sansür, gerek ev işgali işlerinde Müslümanları mağ­dur etmek için ellerinden geleni yaparlarken, bir yandan da Rumlar rezaleti ayyuka çıkarmakta idiler.

Hiç unutmam, Yunanlıların İzmir'deki taşkınlıkları günlerinde, Amiral Bristol ile bir dost evinde buluşmuştuk. Amiral, Yunanlı­ların tarz ve hareketini çirkin bulduğunu söyleyip Fransızların şu atalar sözünü ilave etti:

"Rira bien qui rira le demier"

Türkçesi: Son gülen iyi güler; yani kazanılan ufak tefek muvaffa­kiyetlerin hükmü yoktur, asıl kazanç son muvaffakiyete bağlıdır.43

*
* *

-Ahmet Ağaoğlu (1869-1939)

Mamafih İstanbul üzerinde uçan, İstanbul muhitine hakim olan ruh ne Türk ve ne de İslam ruhudur. Alelumum [genellikle] bu mütefes- sih [bozulmuş] ruhun mahiyetini tayin etmek mümkün bile değil­dir. Merhum Tevfik Fikret onun evsafını tarif etmiştir.

43 Esat Cemal Paker, Siyasi Tarihimizde Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları, Remzi Kita- bevi, 2. baskı, İstanbul, 2000, s. 112-113. Paker'in doğum ve vefat tarihlerini Sinan Kuneralp'den öğrendim. Kendisine mütqekkiriın.

Dünyanın her tarafından üşüşen, binbir ırka, kana, lisana, dine, mezhebe mensup, mahiyetleri, asıl ve nesebleri meçhul, sırf para kazanmak hırsı ile müteharrik, her türlü sergüzeştçi, pespaye in­sanlar, güzelliği, cazibedarlığı ve işinuş hava ve heves iştehasını tahrik hassası ile müstesna bir mevki olan bu diyare toplanıp her türlü maddi ve manevi rezaletlerle tatmini-hırs ve işteha etmekte­dirler. Levanten "Levantin" namı tahkiramizini taşıyan böyle bir halitada muayyen bir ruh, muayyen bir renk aramak abestir. Haki- katta paradan başka mukaddes hiçbir şey tanımayan bu halitanın ne dini var, ne imanı, ne milliyeti var, ne hükumet! Cebinde birkaç pasaport taşıdığı gibi ruhunda da her türlü mülevvesatı [kirliliği] ta­şır ve bütün dünya lisanlarını konuşur. Gündüzleri içtima ettiği yer borsalar, bankalar, saraflıaneler, geceleri toplandıkları yerler mey­haneler, lokantalardır. Bunlar yer, içer, kazanır, sarfeder, her türlü maddi ve manevi zilletlere, rezaletlere tahammül eyler, entrikalar, dolaplar çevirir, casusluk yapar, suikastlar tertip eder, evler yıkarak hanümanlar söndürürler.

Bu meyanda Fatih, Süleymaniye, Eyüp, Aksaray, Sultanahmet ve Kadıköy'le Üsküdar dairelerine sığınmış, o ağır başlı, temiz ruhlu, vakur ve temkinli Türkler, sinmiş, çekingen bir tavırla uzakdan bu yeni yecuc ve mecuclerin cfiş ve huruşlarını, [gürültülerini] işünuş- larını, rezalet ve denaetlerini [alçaklıklarını] hayretlerle seyir eder­ler ve bu işunuşlann, bu cfiş ve huruşların, bu denaet ve rezaletlerin kurbanları olduklarına bile bigane kalırlar.

Köprünün beri tarafı ile öteki tarafında yükselen ve sanki bütün İs­tanbul cihetini azamet ve haşmetleri ile yıkan muhteşem iki bina, Düyunu Umumiye ile Osmanlı Bankası Türk'ün kalbi üzerine bütün sıkleti ile basan o rezalet ve denaatlerin canlı ve maddi timsalleridir.

Ben kendi hesabıma diyorum, köprüyü her daima öteki tarafa geç­tiğim zaman kendimi başka bir dünyada, garip, hasım, bedhah bir memlekette gibi hissederek sıkılıyordum, içimden rahatsızlık duyuyordum. Biliikis İstanbul cihetine geçer geçmez içimden bir

inbisat, bir ferah, bir genişlik duyarak kendimi kendi muhitimde hissediyordum. Çünkü beri tarafta vücüdümün bütün mesamatı [zerreleriyle] ile hemahenk [uygun] olan bir muhit duyuyordum. Burada bir kesafeti milliye [millet yoğunluğu] vardı ki, teneffüsü­mü teshil ediyordu [kolaylaştırıyordu]. Orada ise bu kesafet azal­dıkça ruhumda bir inkibas, bir sıkıntı duyuyordum. Her Türk, her isliimın da benim gibi olduğunda şüphe etmiyorum.

Ben mebus oldum, ve hem de muharebe esnasında, yani memleketin, İstanbul 'un binnisbe [bir dereceye kadar] serbest olduğu bir zaman­da. Fakat her zaman kürsüye çıkarken ister istemez o hasım, o mü- levves [kirli] ruhun beni takip ettiğini, karşımda samiin [dinleyiciler] locasında bu kere şapkasını fese değiştirmiş bir hainin, bir casusun, memleketim, milletim aleyhinde tertibat yapan, casusluk eden birisi­nin oturduğunu hissederek etrafıma bakıyordum. Söyliyeceğim söz­lere dikkat ediyordum, içimdekileri dökemiyordum, hürriyetimin, şahsiyetimin küçüldüğünü, ezildiğini idrak ediyordum.44

*
* *

- Halit Fahri Ozansoy (1891-1971)

Mütarekenin ilk yılında, Darülbedayi, Şehzadebaşındaki Letafet apartımanından Beyoğlu'na İngiliz sefarethanesinin yanındaki Ha­malbaşı yokuşuna nakletmişti. Burada da, tıpkı Letafet apartıma- nında olduğu gibi, minare merdiveni uzunluğunda bir merdivenden birinci kata, bu kattan da ikinci kata çıkılıyordu. Hasılı böyle aca­yip bir bina idi burası...

Artisler olsun, müellifler veya idare heyeti azaları olsun, çok defa yürek çarpıntıları geçirmeden bu yokuşun başına ve bu binanın

44 Ahmet Ağaoğlu, İhtilal mi İnkilap mı, Aliieddin Kıral Basımcvi, Ankara, 1942, s. 26-27. Azerbaycan'da doğan Ahmet Ağaoğlu (1869-1939), Türkçülük ideolojisinin kurucularından olup Hakimiyeti ı'vlilliye gazdesinin müdürüydü.

önüne gelemiyorlardı. Çünkü Mütareke'nin en azgın günleri idi. İrili ufaklı Venizelos resimleri dolaştıran Galata ve Tatavla yaranı sokaklarda avaz avaz bağırıyorlar, İngiliz sefarethanesi köşesinde, otellerin önünde tramvay yolunu kesiyorlar ve gelip geçen Türk- lerin yüzlerine tükürüp feslerini yerlere atıyor, bazen yırtıp parça­lıyorlardı. İşte o günlerde Darülbedayie böyle tehlike ve belalara göğüs gererek gitmek liizım geliyordu. Hatta bir gün karşıdan bu coşkun alaylardan birini görünce adeta koşarak yokuşu inmiş ve galiba kulağı sağır olan kapıcıya zilin sesini işittirip kapıyı açtırın- cıya kadar akla karayı seçmiştim. Eliza Binemecyan o aralık henüz İstanbul'dan Paris'e gitmiş değildi. Benim nefes nefese yukarıya, küçük sahneli prova odasına çıktığımı görünce sordu:

- Ne oldunuz?

- Sokakta gene patırtı var. Adam dövüp fes yırtıyorlar!

dedim.

Yanımızda birkaç aktör de vardı. Eliza acı bir gülümseme ile yüzü­me baktı. Sonra içerime zehir akıtan şu sözü söyledi:

- Türkler bu muameleyi hak etmiştir.

Bu sözü Eliza mı söylüyordu? Vaktiile babasile anasını sahnede al- kışlıyan ve nihayet kendisini yıllardır alkış tufanları içinde tebcil eden türk milletine, velinimetine karşı bu hakaretten daha acı hük­mü Eliza veriyordu?

Asabiyetimden titriyordum, fakat kendime hakim oldum, sadece ona:

- Teesüf ederim, Eliza Hanım, dedim. Sizin bu sözünüz, bize so­kaktaki yaygaralardan daha çok ıstırap verir. Çünkü san'atinizi her zaman alkışlamağa koşan ve size bu mevkii veren Türklerdir.

Böyle diyerek odadan çıktım. Ondan sonra da Eliza'yı görmedim. Zaten pek az sonra, sahneyi de, rollerini de bırakarak İstanbul'dan çıkıp gitmişti. Bazıları:

-Galiba Pariste Comedie-Française'de aktrislik hülyasına düştü!

diye alay ediyorlardı. Benim kalbimde ise, Baykuştaki Eliza'nın oynadığı Türk kızı Ayşe rolü boynunu bükmüş ağlıyordu.45

*
* *

- Gazanfer Sanlıtop (1940- )

Bir süre sonra babam da geldi İstanbul'a. Yugoslavya'da son kalan akrabalardan bir grubu karşılamak ve onlara gümrük ve taşınma işlemlerinde yardımcı olmak için. O sıralarda hangi gerekçeyle göç ediyorlardı bilemiyorum. Belki parçalanmış aileleri birleştir­mek deniliyordu veya başka bir kılıf uydurulmuştu ama geliyor­lardı işte. Beş yüz yıl kendi vatanları olarak bildikleri toprakları, evlerini barklarını terk edip Anavatan'a dönüyorlardı. Özellikle Makedonya Bölgesi'nde azınlığa düşmüşlerdi. Örf ve adetlerini, inançlarını değil ama dini geleneklerini ve uygulamasını devam et­tirmekte zorlanıyorlardı. Azınlıklar, ileride kendi devletleri tekrar hakim olur ümidiyle bir nevi nöbet tutarken o topraklarda kurulan yeni bağımsız devletler ise azınlıklardan kurtulmak, ileride çıka­bilecek savaşlarda arkadan vurulmamak için, bıkmadan bezdirici siyasetler uygulama yoluna gidiyorlardı. Bizde ise Fatih'ten beri devam eden bir hoşgörü azınlıkları her yönüyle güçlü hale getir­mişti. Fatih Sultan Mehmet'in beş yüz elli yıl önce tarihe yeni bir çağ açarken sergilediği insanlık dersi, bana göre ne ondan önce ne de sonraları, yani bu güne kadar hiçbir ülkede anlaşılmadı. Hep baskılar oldu azınlıklara. Hep sindirildiler. Bana göre Fatih, çağının kaldıramadığı bir hoşgörü ortamı yarattı Osmanlı topraklarında. Sonunda da kimseden aferin almadı. Uzun yıllar boyunca azınlıklar ülkenin gerçek efendisi oldular. Ticaret onlarda, sanatkarlık onlar­da, para getiren her şey onlarda. Ağır işler, tarım tarla işleri bizde.

45 Halit Fahri Ozansoy, Bir Edebiyat Sezonu, Kanaat Kitabevi, İstanbul, t.y., s. 90-92.

Ozansoy ( 1891-1971) ^air ve yazardı.

Bir çark dönüyordu ama ezilen hep Türkler oluyordu. Azınlıklar örf ve adetlerinde, dini inanç ve uygulamalarında serbest ve özgür oldular. Kurtuluş Savaşı 'nda bazı zihniyetler değişmeye başladı. Çünkü onlar bir anlamda kendileri yönünden doğru olanı yaptılar, klasik azınlık eğilimini ortaya koydular. Düşmanla birlik olup bizi arkadan vurdular. Sonra biz de o günün deyimiyle düşmanı Ege'de denize döktük. Bu durum Anadolu'da, özellikle Ege'de böyleydi. Yoksa İstanbul'da her şey eskisi gibi devam ediyordu. Çünkü İstan­bul 6 Ekim 1923 'te savaş yapılmadan geri alınmıştı.46

*
* *

- Haris Spataris (1906- 1993 (±2))

Sultan teslim olarak Mondros Mütarekesi 'ni imzalayınca İstanbul'da olanlar tasavvur edilemez. Bütün İstanbul mucizevi bir şekilde Yunan renklerine büründü, halk da gösterilere başladı.

Müttefiklerin gelmesi, Boğazları mayınlardan arındırmaları gerek­tiği için 15 gün sürdü. Türkler bu arada telaşlanmış ve bizi korku­tan önlemler almaya başlamışlardı. Öyle bir an geldi ki mütareke haberinin Türkler aleyhinde taşkınlıklar yapmamız için verildiğini ve bunun bizi temizlemek için haklı bir fırsat olarak kullanılmak istendiğini bile düşündük.

Neyse, Müttefikler sonunda, en başta Averof zırhlısı olmak üzere İstanbul'a geldiler. Averaj, sanki padişaha nispet olsun diye, gidip Dolmabahçe Sarayı'nın tam önünde demir attı. Müttefik gemileri­nin mürettebatı yollara dökülüp birbirleriyle yarış edercesine etrafa para saçmaya başladılar.

46 Gazanfer Sanlıtop, Saklım Gizlim Yok, Bilge Yayınları, İstanbul, 2002, s. 91-92. Ya­zar sanayicidir.

1918 biz İstanbul Rumları için rahat ve mutlu bir yıl oldu. Savaşla­rın ebediyen bittiğine inanıyorduk.47

*
* *

-Ş. Melih Ataman (1927 - )

1939-1940 ders yılındaydık ve ben İstanbul Erkek Lisesi dokuzuncu sınıf öğrencisiydim. Bakırköy' de oturuyorduk. O tarihlerde mem­leketimizde tahsil seviyesi fevkalade düşüktü. Lise tahsili yapan­lar parmakla gösterilecek kadar azdı. On-onbeş yıl öncesine kadar Ankara' da yeni açılan hukuk fakültesine lise mezunu bulunamadı­ğından orta okul mezunlarının bile kaydı yapılıyordu. Sirkeci'den Trakya yönüne giden bütün tren güzergahında bir tek lise yoktu. Orta okuldan mezun olanlar İstanbul'daki liselere gitmek mecbu- riyetindeydiler. Bakırköy'de sadece bir orta okul vardı. Buradan mezun olanlar Aksaray'daki Pertevniyal ve Cağaloğlu'ndaki İstan­bul Kız ve Erkek Liselerine giderlerdi. Ekalliyetlerin çocuklarının tahsil imkanları bizlere göre çok daha fazlaydı. Çünkü gerek kili­se, gerek cemaat dayanışması ve gerekse anlaşmalarla sağladıkla­rı devlet imkanları fazlaydı. Üstelik onlar zengindi. O tarihlerde Bakırköy' den İstanbul liselerine 8-9 erkek 2-3 kız öğrenci giderdi. Ekalliyetler Bakırköy'ün deniz tarafında toplanmışlardı. Demiryo­lunun kara tarafında ise Müslüman Türk aileleri otururlardı. Tah­min edebileceğiniz gibi, zenginlik deniz tarafındaydı. Bu bizleri üzerdi. Ekalliyetlerin çoğunluğu Rum'du. Bugün birçok yazarlar Yunanistan'a giden Rumlar için "onlar İstanbul mozayiğinin se­vimli bir parçası idiler" demekle kalmıyorlar, "Anadolu'nun kara herifleri geldi İstanbul, İstanbul olmaktan çıktı, bozuldu" diye hayıflanıyorlar.

47 Haris Spataris, Biz İstanbullular Böyleyiz! Fener 'den Anılar 1906-1922, çev: İro Kaplangi, Kitap Yayınlan, İstanbul, 2004, s. 243. Haris Spataris'in vefat yılını Her- kül Millas bildirdi. Kendisine ınüte^ekkirim.

Gelin, Rumları bir de benim gözümle görün. Balkan harbin­de Edirne'nin işgali sırasında annemin ailesi oradadır. Müsaade ederseniz anlatmaya annemin hatıralarından başlayayım. Düşman tarafından Edirne'nin işgal edildiği sırada, annem dokuz-on yaş­larındadır. Askeri kaymakam olan babası esir düşmemek için bir meçhule kaçmış, izi bilinmemektedir. Uzun zamandır kendisinden haber alınamamaktadır. Komşu evin reisi, evinin kapısı önünde an­nemin gözleri önünde süngülenmiş, genç kızları evinden alınmış, bir meçhule götürülmüştür. Aile korku içinde, başlarında bir büyük olmadan bekleşmekte ve İstanbul'a nasıl kaçabileceklerini kara kara düşünmektedirler. Elde avuçta ne varsa sarfedilmiştir. Nihayet komşularının büyük yardımı ve o tarihlerde küçük yaştaki Dayım Arif'in dirayetiyle bir yük vagonu içinde kaçmayı başarırlar. Bu anlattıklarım her harpte yenilen mağlup tarafın başına gelebilecek bir hadise olarak görülebilir. Ancak bunlar unutulur gibi değildir ve annemden Rumlardan nefret etmemesini istemeye kimsenin de hakkı yoktur.

Birinci Cihan Harbi bitmiş, İstanbul galip devletlerin işga­li altındadır. İstanbul'da yaşayan Rumlar, ki bunlar Osmanlı İmparatorluğu'nu teşkil eden bir mozayiğin daima gözetilen bir parçasıdırlar, Müslüman Türklerle asırlarca beraber yaşamışlardı. İlk yaptıkları hareket ise Yunan bayraklarını evlerinin kapılarında dalgalandırmaya başlamalarıydı. Ellerine geçen ilk fırsatta Müslü­man Türk halka yaptıkları eziyeti annem ve babamdan ayrı ayrı dinlemişimdir. Kadınlarımızın sokağa çıkmaları mümkün değildi. Köşe başlarını tutmuş olan Palikaryalar (ki bunlar senelerce aynı mahallede yaşamış komşu çocuklarıdır) örtülü Türk kadınlarının üstünü başını parçalamakta, oralarını buralarını kahkahalar, naralar atarak sıkıştırmaktaydılar. Teşkil olunan bando mızıkalar ve köşe başlarına konan laternalar sabahın köründen akşama kadar çalın­makta, kendileri "Zito" diye bağırmakla kalmayıp, yoldan geçenler "Zito" diye bağırmaya mecbur edilmekteydiler. Senelerce ekmeği­mizi paylaştığımız komşularımız bile bu taşkınlığın içindeydiler.

Bu Rumlar ki en az dört asır Osmanlı adaleti içinde bizlerle beraber yaşamışlardı.

Bir de benim gençlik yıllarımda karşılaştıklarımdan bahsedeyim. Tünel'den Galatasaray'a doğru yürürken yolun sağ tarafına isa­bet eden yol ağızlarında Rum meyhaneleri vardı. Buralara Türkler alınmadığı gibi Kurtuluş'ta "Tatavla" diye bilinen semte Türkler sokulmazdı. Bütün adalar parsellenmişti. Ada vapurlarında Türkçe nadir olarak duyulurdu. Bir Rum'a "İstanbul" dedirtemezdiniz. On­lar için sadece Constantinapolis vardı. Beyoğlu'na (Pera) derlerdi. (Maalesef son zamanlarda bazı enteller bu semte Pera demekte ya­rışıyorlar). Futbolda bile kendilerinin ayrı ligleri, ayrı turnuvaları vardı. Uzun zaman Beyoğlu cihetinde oturan gençlerin teşkil ettiği futbol takımının ismi Pera idi ve bu isimle İstanbul ligine alınmış, sonra bu isim nihayet Taksim olarak değiştirilmişti. Türkler sefa­letin pençesinde kıvranırken Rumlar nerede ise zevkü-sefa içinde Beyoğlu'nu işgal etmişlerdi. Türkiye'nin ekonomik hayatı onların elinde idi.

Siz hiç kendi evinizde misafir oldunuz mu? Kendi evinizin uşak­lığını yaptınız mı? O günler kolay kolay unutulur mu sanırsınız? Bugünün gençlerinin bunu anlamakta zorlanacaklarını sanırım. Fa­kat bunların da onlar tarafından bilinmesini isterim. Şimdi bu mem­leket bizim. Şimdi bekleriz onları. Hoş gelirler, safalar getirirler. Benim memleketimde onlarla kolkola sirtaki de oynarım, Rumca şarkılar da söylerim, hoşuma giden bir davranışa, içimden gelirse "Zito" diye bağırırım da. Çünkü artık burası benim memleketim, benim Türkiyem. 48

*
* *

48 Ş. Melih Ataman, Benden Buraya Kadar ..., Ege Basım, İstanbul, 2005, s. 10-12. Ya­zar, TÜPRAŞ, TPAO, İGSAŞ ve Petrol Ofisi'nde üst düzey yöneticilik görevlerinde bulundu.

- Suat Aray (1902-1978)

1918 senesi Birinci Teşrin ayının (Ekim) bir Çarşamba sabahı ev­den mektebe49 dönüyordum. Annemin ağır rahatsızlığı beni birkaç gün evde alıkoymuştu. Bindiğim tramvay Sultanahmet meydanın­dan geçerken büyük bir meraklı kalabalığının, meydanın denize bakan taraflarına birikmiş olduğunu gördüm. Denizden ağır yolla İstanbul'a doğru bir donanma seyirhalinde idi. Bunlar, harp gücüy­le açtıramadıkları Çanakkale Boğazı'ndan geçmiş mütareke şartla­rına aykırı nispetlerle İstanbul' a doğru yol alan kalabalık İtilafdev- letleri donanması idi. Tramvayda arkamda konuşan iki yaşlı zatın şu muhaveresi bugünkü gibi hala kulağımdadır:

- Bu donanmanın sonunda Averof zırhlısı da varmış. Bugünleri gö­receğime, keşke Balkan Harbi'nde ölseydim...

Tramvay Karaköy'den Beyoğlu eteklerine doğru kıvrılınca herkes­te bir hayret nidası belirdi:

- A, buraya bakın, bu bayrakları da nereden buldular, ne vakit astılar?

Voyvoda (Bankalar) Caddesi'nde İngiliz, Fransız bayrakları yer yer sallanıyordu. Tramvay Karaköy'den Beyoğlu'nun eteklerinden yukarıya yükseldikçe bayrak panayırı kesafeti de yükseldi. Hele Beyoğlu caddesinde, son haddini buldu. Hemen her pencerede İn­giliz, Fransız, İtalyan ve Yunan bayrakları dalgalanıyordu. Kendimi hemen aşağı attım, koşa koşa mektep kapısından içeri daldım... Bir saat sonraki öğle paydosunda hepimiz bahçenin demir parmaklık­larına dayanmış caddeyi seyrediyorduk. Tam Mektebin karşısına isabet eden bir Yunanlı terzi, bayrak bulamamış, mavi-beyaz bir etekliği pencereden sallandırmıştı. Caddede bir kalabalık, bir kay­naşma vardı. Fakat kaynaşma sessizdi. Tam bu sıralarda bir mız­raklı süvari bölüğü dört nala caddeden geçti. Ne olduğunu daha pek

49 \1cktcb-i Sultani yani Galatasaraı Lisesi.

kestiremiyenler, bu arada Yunanlı terzi, derhal bayrak ve bayrak taslaklarını içeri aldılar. Bu vaziyette hep bir ağızdan "yaşa" diye bağınştık ve şiddetle mızraklı askerlerimizi alkışladık. Biraz son­ra terziye hitaben de "yuha"larımızı yolladık. Bu, mütarekenin ilk gününün ıstırabı idi.

Mütarekenameye göre İstanbul'a yalnız 500 asker girecekti. Hal­buki daha ilk günde binlerce asker şehre yayılmıştı. Kocaman bir İngiliz harp gemisi Karaköy'de Ziraat Bankası hizasında rıhtıma yanaştı ve toplarını şehre çevirdi. Tarihinin büyük kısmını zafer­lerle donatmış, mağlubiyetlerini, Avrupa kuvvet muvazenesi saye­sinde büyük acılar görmeden atlatmış ve hele bütün tarih boyunca başşehri işgal görmemiş bir milletin bağrına saplanan bu mağlubi­yet hançeri çok acı idi. Biz, Mektebi Sultani talebeleri de bu acıyı Tanrının her günü hissedecektik... Nitekim hissettik de... ( ...)

Mütareke esnasında gayet garip hadiseler oluyordu. Efkar ger­gin, sinirler gergindi. Herkeste bir şüphe, tereddüt ve kararsızlık havası mevcuttu. Bir gün İstanbul'da gayet heyecanlı bir hadise oldu. İstanbul tarafından başlayan bir telaş ve "Geliyor" avazesi ile Beyazıt'tan, çarşı içinden, Mahmutpaşa ve Babıali'den halkın şuursuzca Köprü'ye ve ordan da Beyoğlu'na doğru koştuğu, kaçtığı görüldü. Herkes bu bir tek kelimenin verdiği esrarengiz bir kor­kuyla her şeyini, işçi işini, dükkancı dükkanını, satıcılar tablalarını bırakarak kaçıyorlar, kaçıyorlardı. Bu helecan ve heyecan saatlerce sürdü ve Boğaziçi'nde veya Şişli tepelerinde nihayet buldu. Telaşın nereden başladığı, nasıl başladığı da anlaşılamadı. Türkler "geli­yor" diye, Rumlar "Erhete"50 diye kaçmışlardı.

Sonradan dolaşan rivayetlere göre ya Beyazıt Meydanı'nda veya Çarşı içinde bir kavgada 'polis veya jandarma geliyor' manasına olarak kavgacıların "geliyor" diye kaçmaya başlamaları ile zaten hem can hem de mal bakımından korku ve kuşku içinde olan çarşı

50 Türkçesi ""ge-ge-gdiyor"

halkında panik çıkmış, bütün çarşı ve sırasiyle bütün İstanbul tarafı "geliyor" diye kaçmaya başlamıştı. Türkler belki işgal kuvvetle­rinden, Rumlar ve gayrimüslimler Türk ordusundan, hülasa herkes hayalinde kurduğu bir kuvvetten, bir yabancı veya düşmandan kor­kup kaçmıştı. Hatırlarım, Babıalide alış veriş eden soğukkanlı bir ahbabımız, her şeyi olduğu gibi bırakan dükkan sahibinin dükka­nında, panik basılıncaya kadar beklemiş, akşam geç vakit dükkana dönen satıcının teşekkür ve minnetleri arasında evine avdet etmişti. İstanbul o saatlerde bomboş bir şehir manzarası arzeylemişti.

Bu durum halkın nasıl bir haleti ruhiye içinde bulunduğunu göster­mesi bakımından cidden dikkate şayan idi. 51

*
* *

- Gazeteci Sabiha Sertel (1895-1968)

Sokaklarda Senegalli, Hintli, Cavalı sömürge askerleri, çeşit çeşit elbiseleriyle geziyorlar. Bellerinden diz kapaklarına sarkan, renk renk, damalı eteklikleriyle gaydalı, davullu İskoç kıtaları, bir opera sahnesinde oyun verir gibi sokaklardan geçiyorlar. Boğazda Rume­li ve Anadolu hisarlarının üzerlerinde işgal ordularının bayrakları dalgalanıyor. Türk bayrağı en geriye asılmış.

Bu matem gününde yüzü gülenler, ancak Rumlar. .. Sokaklarda laterna çalarak dolaşıyorlar. Hiç durmadan şarkı söylüyor, içiyor, nara atıyorlar. Harpte yenilen yurttaşlarına tepeden bakıyorlar. Ka­dınların çarşaflarını yırtıyorlar, kızlara saldırıyorlar. Hükümet yok, polis yok.

51 Suat Aray, Bir Galatasaraylının Hatıraları, TCDD Basımevi, İzmir, 1959, 116-117, 137-138.

Memleket derin bir karanlığa gömülmüş. Harp öncesinin neşeli İstanbul'u artık yok. Sokaklar daralmış, insanlar küçülmüş, çehre­ler soluk. Ağırbaşlı, vekarlı memurlar, cübbeli, sarıklı hocalar, işçi, esnaf bütün halk, başları göğüslerine düşmüş, köprünün üstünden geçiyorlar.

Sanki yıkılan imparatorluğun yükünü omuzlarında taşıyorlar. Türk milleti tarihinde ilk defa bağımsızlığını yitirmenin acısını iliklerin­de duyuyor.

Kenar mahalleler yoksulluğun somut bir örneği... Bir yanda çul­lara sarılmış, çıplak ayaklı çocuklar sırıtıyor. Öte yanda vagon ticaretiyle milyonlar vuran Topal İsmail Hakkı Paşalar,52 Bulgur Palaslar53 kuran harp zenginleri, Viyanalı artist Miloviç'in siga­rasını banknotlarla yakıyorlar. Harp içinde saman ekmeği yiyen­lerle, harpte zengin olanlar karşı karşıya. Biri karargahını Şişli' de, Nişantaşı'nda, İstanbul'un onarılmış semtlerinde, öteki Fatih'in, Aksaray'ın, Cihangir'in fakir mahallelerinde, yangın harabelerine kurmuş.

52    Topal İsmail Hakkı Paşa, Harbiye Nezareti Levazım Dairesi reisi idi. Zaman gazetesi yazarı Mehmed Niyazi ondan şöyle söz etmekte: "Birinci Dünya Savaşı boyunca levazım bakanlığı yapan Topal İsmail Hakkı Paşa, bütün suistimallerin düğüm nok­tasında gösterilir, 'sivil ve askerin kanını emiyor' denirdi. Savaş bitti; Topal İsmail Hakkı Paşa aç kaldı; Alman generali onu alıp Almanya'ya götürdü. Gurbette buna­lınca döndü; çok geçmeden öldü. Bir Yahudi komşusunun himmetiyle defnedildi. Bütün aramalara rağmen bir takma bacakla, İstanbul'un kıyısında üç odalı evden başka bir şeyi çıkmadı." Kaynak: Mehmed Niyazi, "Biricik Değer İnsan", Zaman, 4 Eylül 2006.

53    53 Bulgur Palas, İstanbul'da Cerrahpaşa semtindedir. Burada uzun yıllar boyun­

ca Osmanlı Bankası'nın arşivi muhafaza edilmiştir. Bulgur Palas hakkında mevcut iki rivayetten biri, inşası bitmemiş olan bu binanın savaş yıllarında bulgur ticaretin­den zengin olan bir tüccara ait olduğu, Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal Hükümeti'nin eline geçtiği ve hükümetin de binayı Osmanlı Bankası'na bağışladı­ğıdır. Diğer rivayet ise Osmanlı Bankası 'nın zengin bir müşterisinin iflas ettiği ve inşası tamamlanmayan binayı borçları karşılığında Osmanlı Bankası 'na devrettiğidir. Ancak her iki rivayet de yanlıştır. Bina hakkında tam bilgi için bkz. "Arşivimizden Bdgelt:r-Bulgur Palas , www.obarsiv.com/ab-balgur-palas.htnil

Kabineler birbiri ardına değişiyor. İzzet Paşa gidiyor, Ferit Paşa geliyor. Ferit Paşa gidiyor, Tevfik Paşa geliyor. Eski Osmanlı paşa­ları karaya oturmuş imparatorluk zırhlısını yüzdürmek için, İngiliz, Amerikan amirallerine, emperyalist devletlere sığınıyorlar. "İttihat ve Terakki" Partisi'nden yurtta kalanların birçoğu "Bekirağa" Bö­lüğüne tıkılmış. Cezaevinin bir kapısından önceleri İttihatçıların tevkif ettiği "Hürriyet ve İtilafçılar" çıkıyor, öteki kapısından Kürt Mustafa Paşa Divanı Harbi 'nin tevkif ettiği İttihatçılar giriyor.

Kürt Mustafa Paşa Harp Divanı, emperyalist efendilerine yaran­mak, halkı yıldırmak için bazı İtihatçıları ipe çekiyor.

Yabancı subaylar evleri araştırıyor. Ev sahiplerini sokağa atıyor, içine yerleşiyorlar. Basın, yabancı devletler sansürünün kontrolün­de ... İngiliz taraflısı gazeteler serbest çıkıyor. İngiliz emperyaliz­minin uşağı Ali Kemal'in gazetesi Sabah, İkdam emperyalistleri haklı buluyor. İttihatçılara küfürler savuruyorlar.

Yabancı sermayeye ajanlık eden azınlık sermayedarları, Beyoğlu camekanlarını ilanlarla doldurmuşlar.

"Türk malı almayınız" Köşe başı sarrafları, yabancı subayların dolarlarını, sterlinglerini, drahmilerini Türk parasına çeviriyorlar. Türk parası değerini kaybetmiş. Beyoğlu mağazalarına, harbi ka­zanan devletlerin bayrakları çekilmiş... Rum mağazalarını etek­leri kıvrımlı, kırmızı fesli, uzun, mavi püsküllü evzon askerleri bekliyor. Bu, mütarekenin İstanbul'udur. Yıkılmış bir imparator­luğun çöküntüleri içinde ümidini, benliğini kaybetmiş bir milletin İstanbul 'u...54

*

* *

5-t Sabiha s^rıd, Roıııa11 Gibi, Ant Yayııılan, İstanbul, 1 969, s. 12-14.

-     Prof. Dr. Tarık Zafer Tıınaya (1916-1991)

Mütareke İstanbul'unda birkaç tip insan vardır.

Birinci tip, büyük çözülmenin rüzgarından bir zafer havası çıkaran yabancılar ve onlarla işbirliği eden azınlıklardır. Bunlar arasında kendilerini öyle kabul edenler de vardır. Yabancılar büyük kentin yaşamına egemendirler. Askerlere evlerin bir iki odası ayrılacak, "umumi vasıtalarda" bedava gidip gelecekler, subayları Osmanlı Hükümeti hesabına Pera Palas gibi otellerde kalacaklardır.

Yabancı-azınlık işbirliği en çok "karşıda", Köprü'nün öte yanın­da, ayrı bir dünya manzarasındaki Beyoğlu'nda, taşkınlıklarda somutlaşır.

Mondros adasına yolcu edilen heyetin uğurlandığı gün Beyoğlulu bayram etmektedir. Mağaza vitrinleri yabancı ve Yunan bayrakla­rıyla donanmıştır. Herkes sarılıp öpüşmekte, göğüslerini İngiliz, Fransız kokartlarıyla donatmaktadır.

Sadr-ı azam Paşa'nın yaverleri Mondros'tan dönen heyeti karşı­larken, Fransız askeri bandosu Pangaltı' da marşlar çalmaktadır. Amiral Amet, buradaki Katolik kilisesinde ayine katılmaktadır. Taksim'deki Rum Ortodoks Kilisesi'nde Yunan subayları alkışla­nırken, "Cadde-i Kebir"de (bugün İstikliil Caddesi) bir apartmandan kalabalığı seliimlayan Yunan Amirali Kolkonis'in sesi gösterilerin gürültüsünden işitilememektedir. Amerika'nın eski Başkanlarından Theodore Roosevelt'in Ermenistan'a cumhurbaşkanı olacağını ga­zeteler sevincin zirvesindeki Beyoğlu halkına duyurmaktadırlar.

Başkan Wilson'un "Prensiplerine"55 Rumca Neologos gazetesi bir karikatürü ile yeni bir yorum getirmektedir: Wilson'un attığı top-

55 "Wilson Prensipleri", ABD Başkanı Woodrow Wilson'un Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra açıkladığı 14 ilkedir. Wilson'un on ikinci ilkesi, Osmanlı Devleti'nde yaşayan ve Türk olmayan halklara bağımsızlığın verilmesini öngörü­yordu.

tan çıkan gülle Venizelos şeklinde Ayasofya Camii'nin kubbesinin üstüne oturtulmuştur. (İkdam, 1 7 Teşrin-i Sani = Kasım 1918). Ga­zeteler Rumca başlıklarının altındaki Türkçe ismi kaldırmış, Rum okullarında Türkçe dersleri kaldırılmıştır.56

*
* *

-     Halide Edip Adıvar (1884-1964)

Müttefik kuvvetlerinin İstanbul' a girişi ile bir kısım azınlıklar so­kaklarda barış içinde yaşamaya alışmış olan Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başladılar. Bu aralık etrafta dolaşan de­dikoduların en kuvvetlisi Senegalli askerler hakkındaydı. Ortada dolaşan bir söylentiye göre, sokakta Türk kadınlarını ısırıyorlar, Türk çocuklarını kesip akşam yemeği olarak yiyorlarmış. Tabii, bu bir söylentiden ibaretti. Yalnız şu var ki, Müttefik kuvvetleri, küçük bahanelerle, durmadan Türkleri tevkif ediyor, cezalara çarptırıyor ve bazen da Müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler zorla sahiplerinin elinden alınıyor, içeridekiler dışarıya atılıyordu. Müttefik tercümanlarının umumiyetle azınlıklardan olması, tabii onlara karşı çok kötü bir his uyandırıyordu. Bu durum, bilhassa sa­kin yaşamaya alışmış olan İstanbulluları çileden çıkarıyordu. Fes­ler, kadın peçeleri yırtılıyor ve bütün bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sakin davranıyordu. Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, Türkler her türlü haksızlığı, hatta fenalığı affedebilirler, fakat onurlarına dokunulduğu zaman mesele bütün bütün değişir.

Türk basını Müttefikler'in sansürü altında olduğu için, bu olaylar gazetelerde pek az yer alıyor ve bu yüzden mübalağalı söylentiler ağızdan ağza dolaşıyordu.

56 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye 'de S^vasal Partiler, Cilt il, Mütareke Dönemi, Hürriyet \'akfı. İstanbul, 1 984, s. XVIII.

Kolonel Heathcote Smythe, İngiliz Genel Karargiihı'nın en kudretli şahsiyetiydi. Bu adam, bir gün İstanbul'un hapishanelerini teftişe gitmişti. Bizim o günkü hapishanelerimizin çok feci bir durumda olduğunu kabul etmek liizımdır. Ne var ki, buralara azınlıklar kadar Türkler de girerdi. Aynı zamanda buradaki mahpuslar arasında si­yasiler yer almazdı. Daha ziyade adam öldürme ve diğer suçlardan oraya gelmişlerdi. Şurası dikkate değer ki, Türkiye'de daima siyasi suçlular idama mahkum olmakla beraber, adam öldürenlerin çok azı bu cezayı görürler. Kolonel, azınlıklara mensup bütün mahpus­ları o gün hemen serbest bıraktırdı. Bunların arasında kendi ailesin­den iki kişiyi öldüren bir Ermeni olduğu gibi, Tokatlıyan'ın önünde Hayri Paşa'nın oğlunu tabanca ile sinsice vuran bir Rum da vardı. Bugünlerde Türklerin hiçbiri silah taşımamakla beraber Hıristiyan­ların hepsine siliih verilmişti. İşte bundan dolayı, bilhassa Fatih ve Aksaray gibi büyük bir kısmı yangından harabeye dönmüş yerlerde çok acı vakalar oluyordu. ( ...)

Halk arasında dolaşıp, herkesi dinlerken kadınların memleket mese­lesinde erkeklerden daha hassas olduklarına inandım. Hepsi birden tehlikeyi anlamıştılar. Çünkü onlar, siyasi sebepleri anlamasalar bile, yurtlarının tehlikeye girmesine karşı derhal isyan ediyorlardı. Beyoğlu tarafındaki yüksek sosyete kadınları, İtilaf Kuvvetleri'nin bu hareketine karşı halk arasında uyanan öfkeyi İtilaf zabitlerini davet ederek onlara anlatmaya çalışıyorlardı. Danslı partiler verili­yor ve İtilafordularının zabitleri elde edilmek isteniyordu. Belki bu zabitlerin üzerinde bir tesir yapmışlardı. Bunun görünürdeki neti­cesi birkaç evlenme ile nihayet buldu. Ben, kendim bu partilerden daima uzak kaldım. Daha çok, halk arasında dolaşıyordum ve gö­rüyordum ki, çok konuşmamakla beraber, Türk kadınları hislerini kudretle ifade ediyorlardı.

Bu devre ait bu gibi sahnelere, en çok, tramvaylarda ve vapurlar­da şahit olunuyordu. Bunların bazılarını anlatmak isterim. Bura­daki azınlık kadınları bilhassa en aşağı sınıfa mensup olanlardı.

Bunlar daima ikinci mevki bileti aldıkları halde mutlak birincide otururlardı.

Biz, o zaman Bebek'te oturduğumuz için, İstanbul'a inerken çok zaman vapura binerdik. Bir gün, iyi hatırlarım, sarı esvaplı bir ka­dın yan kamaraya gelerek kadınları ite kaka sıkışıp oturdu. Biletçi, biletinin ikinci mevki bileti olduğunu söylediği zaman

-    Ben İngilizlerle Fransızların himayesindeyim; hiçbir zaman birin­ci mevki bileti almam, diye bağırıp, biletçiye epeyce hakaret etti.

Biletçi gayet sakin bir şekilde:

-    İkinci mevki kamara da var, sizi oraya göndereyim, dedi. Kadın birdenbire azarak (belki biraz da sinir hastasıydı) biletçinin yüzüne tükürmeye kalktı, yumruklarını kafasına indirmeye ve ağıza alın­mayacak küfürler savurmaya başladı. Ama biletçi onu yine de çı­kardı.

On dakika sonra, bir polis ve bir müfettişle içeriye girdi. Kadın bağırıyordu:

-    Biletçinin beni dövdüğünü söyleyiniz! Müfettiş bunun doğru olup olmadığını kadınlardan nezaketle sorunca, aralarından iki üç kişi bir ağızdan:

-    O, biletçiyi dövdü, dediler.

Müfettiş kadını dışarı çıkardı. Fakat herkes daha yerine oturmadan kadın tekrar geldi ve Rumca ağıza alınmayacak küfürlere başla­dı. Ben, meselenin kötüye varacağını düşünerek dışarıya çıktım, müfettişi çağırdım. Bu defa müfettiş kadını kolundan tuttu, sürük­ledi. Müfettiş, azınlıklardan olmasına rağmen vazifesini yapmayı biliyordu. Fakat çıkarken kadının tekrar dine, imana sövmesinden dolayı, o zamana kadar bir köşede oturan bir ihtiyar kadın birdenbi­re bayıldı. Çantamdaki kolonya ile başını, bileklerini ovdum, biraz sükünct buldu, fakat durmadan ağlıyordu:

-    Oğlum ne der? Fransızların yanında irtibat zabiti. Gayet nazik olduklarını söylüyor. Benim gibi ak saçlı ve beş vakit namazında bir kadın dinine küfür edildiğini duyarsa ne yapabilir?

Ben bundan sonra hep ikinci mevkiye, bilhassa denize bakan tarafa gidiyordum. Birinci mevkideki bütün çekişmeleri çok soğukkanla seyretmiş olan ben, güvertedeki vaziyet karşısında da çileden çık­maya başladım. Burada, umumiyetle, siyah çarşaflı, fakat peçeleri kalkık işçi kadınlar otururdu. Bir şey söylemezlerdi. Bana daima aralarında yer verirlerdi. Fakat bu dıştaki sessizliklerine rağmen, Türk milletinin muhtemel akıbetini en çok onların hissetmemiş ol­duğunu sezdim.

Bu şirket vapurlarında, Bebek'ten gelirken, umumiyetle İtilaf Kuvvetleri'nin Boğaziçi'ndeki donanmalarının önünden geçerdik. Beni bu manzara o kadar sarstı ve belki de bunu yüzümden belli etmiş olacağım ki, yanımdaki, eli işten katılaşmış bir kadın elimi tutup:

-    Bu da geçer, dedi.

İşte bu tesir altında, İstanbul'daki evime taşınmaya karar verdim. Bebek'te oturmamızın başlıca sebeplerinden biri, küçük yaşta olan oğullarımın Robert College'e gitmeleriydi. Fakat, çocuklarımın İstanbul'dan Bebek'e gitmelerini tercih edecek kadar irademi kay­betmiştim.

Burada başka bir olay anlatacağım ki, bu, Türk'ü şuur altı bir kuv­vetle İstikliil Savaşı 'na sevk eden amillerden biridir. Bu defa, İstan­bul semtinde, Eminönü'den son tramvaya binerek ablamın evine gidecektim. Biletçi galiba azınlıklardandı. Sıraya bakmadan içeriye azınlıkları alıyor, Türk kadınlarını itiyordu. Vakit çok geçti. Sokak fenerlerinin altında duran ihtiyar kadınların yüzlerinde, bana acı gelen bir şey vardı. Ben tramvaydaydım. Kapıya giderek bir ihtiyar kadını içeriye çektim ve ona yerimi vermek istedim. Biletçi buna

o kadar kızdı ki, bilet kutusuyla beni itti ve sövmeye başladı. Ben daha ağzımı açmaya vakit bulmadan, erkeklerin oturduğu taraftan, perde açıldı ve kudretli bir ses öfkeyle bağırdı:

-    O kadına küfür etmeyi bırak, yoksa vuracağım!

Döndüm, baktım. Uzun boylu, şişman, orta yaşlı bir Türk subayı idi. Eli pantolonunun cebindeydi. Orada da tabanca var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Fakat, bu, kısa burunlu, büyük gözlü adamın yüzünü hiç unutmadım. Biletçi o kadar korkmuştu ki, pcılis çağır­maya bilet cesaret edemedi. Tramvay İstanbul'un sessiz ve karan­lık sokaklarından sükunetle geçti. Acaba kimdi? Bu yeis ve felaket arasında, hiç bilmediği bir kadını korumak için, kendini tehlike­ye atan bu adama karşı içimde ebedi bir minnet uyandı. Türbe'de tramvaydan indiğim zaman dizlerim titriyordu.57

*

* *

-     Britanya Yüksek Komiserliği Tercümam Sir Telford Waugh ( 1865-1950)

Konstantiniye'deki Rumların tavrı ilk günden beri tahrikkar olmuş­tu. Mütarekenin ilk günlerinde Amiral Webb Pera sokaklarında Yu­nan [bayrağı] renklerinin [mavi ve beyaz] kibirli ve gösterişli bir şekilde teşhir edilmeleri karşısında şoka uğramıştı. Her akşam gün batımında Yunan muhafızlarının Yunan Yüksek Komiserliği'nin Cadde-i Kebir'de dalgalandırdığı bayrağı selamlama töreni sırasın­da Rumların trafiği durdurmalarını engellemek için Müttefik Polisi müdahale etmek zorunda kalacaktı.58 Türkleri özellikle sinirlendi-

57 Halide Edip Adıvar, Türk 'ün Ateşle İmtihanı İstiklal Savaşı Hatıraları, Can Yayınla­rı, İstanbul, 2007, s. 1 7-22.

58 Falih Rıfkı Atay, anılarında bu olaydan şöyle söz etmekte: "Beyoğlu'nun o devir hatıraları arasında Yunan generalin oturduğu binanın k^bıısıı da vardı. Ralkomına

ren bir başka tahrik Yunan Ordusu'na giren ve çoğu Türk uyruklu olan acemi neferlerin sokaklarda gösteri yaparak gezmeleriydi. 59

*
* *

-     Prof. Dr. Adnan Ergeneli (1911 - ? )

O zamanın en büyük eğlencelerinden biri de, Kalamış'taki eve yakın olan Fenerbahçe'ye gezmeye gitmekti. Pek seyrek olmakla beraber bizi, Kadıköy'deki "Apollon" sinemasına götürdükleri de olurdu. Ama o sinemadan hiçbir film hatırlamıyorum. Evde, Mela- hat ablanın elle döndürülen ve gaz lambası ile aydınlatılan külüstür bir sinema makinesi de vardı. İkide bir bozulur ve ne gösterildiği hiç anlaşılmazdı.

Bazen, akşam gezmesi olarak, Ihlamur'da bir muhallebiciye gidip dondurma ve muhallebi yerdik.

Kalamış iskelesine giden yolda ve tam meyhaneci Todori 'nin kar­şısında bir Rum bakkal vardı. Aramızda da adı "bizim bakkal"dı. Oraya çikolata almaya gittiğimiz zaman, adam bizi Rum şive­siyle "Aydi bizim bakalaaa... diye bağırarak karşılardı. Zaten Kalamış'ın her tarafı Rumlarla doluydu. Rum kilisesi (hala var!), Rum bakkal, meyhaneci Todori (şimdi kapanmış), karşımızda Rum mektebi, onun yanında da bir bostan. Daha sonraları, Mütareke yıl­larında birçok azgın Rum bu bostanın karşısında laterna çalıp hora teperlerdi:

Karoseri travva,

Napami sto Tatavla.

Yunan bayrağı çekildiği zaman, halk zorla selam dururdu. Türkler ge.,işlerini bu za­mana tesadüf ettirmemek için hesapla yola çıkarlardı." Falih Rıfkı Atay, Çankaya. Dünya Yayınları, İstanbul, 1958, s. 48-49.

59 Sir Telford Waugh, Turkey Yesterday, To-Day and To-Morrow, Chapman and Halis. Londra, 1930, s. 181.

Yani, "Arabacı çek, Tatavla'ya gidelim", ve bir adamın sırtındaki laternanın kolunu ikinci bir adam çevirerek tıngır tıngır, diye ça­lardı. O zamanlar Tatavla, Rumların kaynaştığı bir mahalleydi ve adı çok kötüye çıktığı için, Cumhuriyet'ten sonra bu ad değiştirilip "Kurtuluş" yapılmıştır. Kol kola girip mendil sallayarak hora te­pen ve yukarıdaki şarkıyı söyleyen Rum palikaryaları, arada, sırada "Zito Venizelos! Kato Turkos!" diye nara atarlardı. Yani "Yaşasın Venizelos! Kahrolsun Türkler!" demektir. Bu sahneleri, Mütare­keden sonra İstanbul'un İngilizler tarafından işgali sırasında çok gördüm. Bundan dolayı da, şimdi bazı eğlenen grupların kolkola sarılıp en başta birisi mendil sallayarak zıpladıklarını gördüğüm zaman eski hora tepen Rumları hatırlayıp tüylerim diken diken olu­yor. ( ...)Artık yerli Rumlar da iyice azmışlardı. Daha önce de sö­zünü ettiğim gibi sokaklarda hora tepip nara atıyorlar, laterna çalıp "zito Venizelos! Kato Turkos" diye bağırıp duruyorlardı. ( ...) Hele [babam] Yunanlıların [Kırklareli'ne] geleceği gün Mutasarrıflık makamına gidip hükümeti teslim etme durumunda bulunması do­layısıyla, üzüntüden sapsarı olmuştu. Tabii, heyecanlanmaması ge­reken hasta annem de bunlara çok üzülüyordu. Daha birkaç gün öncesinden, bütün yerli Rum ahali, Yunan bayrakları hazırlamışlar, Yunan askerini karşılama hazırlığı içine girmişlerdi. Hatta bir gün, beni arka taraftaki bakkala, bir şey satın almaya göndermişlerdi. Bakkalın şımarık küçük çırağı bana "Gel bak sana ne gösterece­ğim" dedi ve açık kapıyı şöyle bir çevirip arkasında duran bir Yunan bayrağını bana gösterdi. "Nasıl, bayrağımız güzel, değil mi?" diye de sordu. Ben hiçbir şey söylemedim ve koşa koşa eve döndüm.60

*
* *

60 Adnan Ergeneli, Çocukluğumun Savaş Yılları Anıları, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1 993, s. 60-61, 83, 11O. Yazar, üniversite öğretim üyesidir.

-       Kemalettin Şükrü [Orbay)[149]

İlk düşman filosu

Bir akşam matbuata hükumet bir tebliğ gönderdi.

Bu tebliğ tek bir satırdan ibaretti.

"Yarın düveli itilafiye donanması limanımıza gelecektir..! ( ... )

İşte bu kısa yazıdan, çok büyük ve elim manalar ifade eden bu kü­çük haberden başka hiçbir tafsilat yoktu.

Ne olacağını hükumet de bilmiyordu.

Millet, eli kolu bağlı bir halde artık mukadderatına teslimi mevcu­diyet etmişti. Halkın ağzını pıçak açmayordu. Herkesin kalbinde ölen bir sevgilinin taze matemi yaşayordu. Vatan ölmüş... öldürül­müştü...

Çaresizlik içinde kalan millet için yetimler gibi boynunu bükmek­ten başka bir şey kalmıyordu.

İstanbul'un Türk gazeteleri Babıali'nin bu küçük ve meş'um teb­liğini feci bir felaket muhabiri şeklinde ufak yazılarla dercederler- ken Beyoğlu matbuatı en büyük harflerle ilk sahifelerinde adeta bir müjde gibi bildirmişlerdi.

Bu, gayrımüslimlerle İstanbul Türkleri arasında ve bütün mütareke ve işgal faciası esnasında görülen ayrılığın başlangıcını teşkil etti.

Beyoğlu matbuatının bu ilk yaygarası rum, ermeni, Yahudi taşkın­lıklarına bir işaret oldu.

Bir gece içinde bütün İstanbul sihirbaz değneği temas etmiş gibi değişti.

İstanbul ve Üsküdar cihetleri matemi bir manzara arzederken Gala­ta, Beyoğlu düğün evine benzedi. Rumlarda Ermenilerde... Yahu- dilerde bir faaliyet başladı.

Barlar, sefahathaneler tıklım tıklım dolmuş... Beyoğlu caddeleri... zito! ... naralarından geçilmez olmuştu.

Türk milleti, felaket karşısında öz evlatları ile beraber yene yalınız kalmıştı.

Sabahleyin erkenden Galata rıhtımı, Köprü, Saray Bumu, Haydar paşa ve Kadı Köy sahilleri halk ile dolmuştu.

Hava güneşli ve güzel Deniz rakitti.

Kız kulesi açıklarında liman idaresinin kılavuz romorkörü... baca­sından hafif dumanlar çıkararak nöbet bekliyordu...

Denizde zabıta motorları mütemadiyen dolaşıyordu... Saraybumu, Kız kulesi, Tophane müsellesinin teşkil ettiği boş meydanda resmi haraketlerden başka faaliyet mevcut değildi.

Galata gümrüğünün rıhtımında itilaf donanmasını istikbale! gelmiş Babıali me'murları ve vaziyeti anlamak için koşmuş gazeteciler­den bir grup vardı. Rıhtımı ayıran parmaklığın cadde tarafında ise yüzleri göz bebeklerine kadar gülen bir halk kesafeti görülüyordu.

Göz yaşlarını için için kalplerine akıtan betbaht İstanbul'un ma- teınzcde Türk kitlesi karşısında sırıtan bu sürü ... bu iğrenç sürü, Beyoğlu sürüsü ... gayrimüslimler sürüsü idi.

Bütün gilzler hep aynı noktaya ı;evirilınişti.

Sızlayan yllreklcr. hıı;kırıııak isteyip de boğazlarda tıkanan sesler, kiııdaı kııı'alı bilişi lıakıjaı. :.ıkılaıı y uımuklaı..., kaynamaya baş-

layan mel'un ihtiraslar hep... Hep aynı noktaya müteveccihti: Mar­mara   

Saat on bire doğru ...

İstanbul afakında bir gulgule yükseldi:

- GELİYORLAR!

Halk, muazzam dritnotlarla heybetli bir filo gelecek zan ediyordu.

Marmara ufkunda beliren hafif dumanlar yavaş yavaş koyulaştı. ..

Ve nihayet üç küçük torpito ... Fransız bandıralı üç küçük harp ge­misi Saray Bumunu döndü ve Galata gümrüğü rıhtımına doğru te­veccüh etti.

İtiliif donanmasını alkışlamak ve istikbal etmek için ta geceden beri hazırlanan Rumlar, Ermeniler şaşkın şaşkın birbirilerinin yüzlerine baktılar.

Bu ne demekti?

O kadar büyük ümitlerle bekledikleri, bu üç küçük torpito mu idi?

Yahudiler ise gelen filonun bu kadar az olmasını hayretle karşı­lamışlar, akşamki taşkın hareketlerinin kendi aleyhlerine fena ve makus bir netice vermesi ihtimalinden korkmuşlardı.

- Böyle oyuncak gibi filomu olur be... Haydi buradan yidelim... başımızı beliiya sokmayalum ...

diyerek kurnazca ortadan sıvışmışlardı.

Memnun olan yalnız İstanbul'un Türk halkı idi.

Akşamdan beri çektiği ölüm heyecanlarıyle üzülen ahali, öyle şayi olan dedikodular hiliifına üç küçük geminin gelmesinden derin bir nefes aldı.

Adeta ağır ve korkunç bir kabus yükünden kurtuldu.

Hele gemilerin Fransız gemileri olması, hissedilen memnuniyeti sevince bile tebtil etti.

Çünkü, avam tabakasından en yüksek zümreye kadar herkeste Fransızlara karşı, düşman olmasına rağmen bir muhabbet vardı.

Halk zannediyordu ki (Pierre Loti)lerin, (Claud Farrer)lerin62 va­tandaşlarından Türke fenalık gelmez.

Ne gaflet!... hem de ne acı gaflet.

Bu gaflet yalınız Türkler için değil, Fransız idaresi, Fransız siyaseti için de acı olmuştur.( ...)

Torpitolardan karaya asker çıkarılmadı.

Çünkü gemilerde yalnız mürettebat vardı. Bir de mütareke şartları­nın tatbikine nezaret etmek üzere askeri bir heyet gelmişti. Ma'hut Fransız yüzbaşısı Halit de bu heyetin refakatinde idi. Askeri heyet ilk olarak Fransanın İstanbul sefaretini açmakla faaliyete geçti.

Heyetin beraberinde üç dört küçük rütbeli me'mur gelmişti.

Bunlar, rum, ermeni ve Yahudi sürülerinin yaygaralı, nümayişleri arasında Galata, Voyvoda caddesi, Şişhane karakolu ve Galatasaray tariki ile sefaretaneye gittiler.

O gün denebilir ki Beyoğlu tarafında bir tane fesli... yani Türk gö­zükmüyordu.

İstanbul 'un öz halkı bu elim manzarayı görmemek için hep kendi nezih ve mütevekkil muhitlerine çekilmişlerdi.

Yalnız Türk polisleri takviye edilmiş, her hangi bir ihtimale karşı Galatasaray merkezi mürettebatı tezyit olunmuştu.

62 Picmc Loti ( 1850-1923) ve- Claudc Farrerc ( 1876-1957), Türk dostu Fransız yazarlardı.

Bunlar, Fransa sefaretinin muhafazasına me'mur idiler.

Ufak rütbede adi dört Fransız me'murunu binlerce palikarya arala­rına almışlar...

Zito!... na'raları, yirmi dört saatten beri içen serhoş ağızlarından fırlayor... Yollara sağlı sollu Fransız... Yunan ve hatta tek tük Er­meni ve Yahudi ... evet... Yahudi bayrakları çekilmiş!...

Bunların arasında sırıtarak, sağa sola iltifatlar savurarak şaşkın şaş­kın yürüyen dört Fransız, ömürlerinde bir daha görmek nasipleri ol­mayacak iğrenç bir nümayişin menfur kahramanları dört serseri!... O gün Türk sokakları, Türk caddeleri koca Türk milletinin mukad­deratı hakkında çok elim akıbetlerin bir kara habercisi manzarasını arzediyordu.

Nara ve yaygara alayı Galatasaray köşesini saptılar, Fransa sefare- tanesinin bulunduğu sokak başına geldiler.

Rumlar... Ermeniler... Yahudiler kudurmuşlar nümayişlerinin en parlak numarasını en sona saklamışlardı. . . Doğruca sefaretaneye gidecekler ve orada muazzam tezahuratlarla Fransa bayrağının res­men çekilmesini alkışlayacaklardı.

Bunun için ne hazırlıklar yapılmamıştı? Yüzlerce genç ve beyazlar giymiş aftoslar, umumhanelerin iğrenç sefahat kokan cifeli muhi­tinden Caddeikebire fırlamışlar ve sıralanmışlardı. Hepsinin elle­rinde birer çiçek buketi vardı. Bütün Beyoğlu çiçekçi dükkanları tam takır edilmişti.

Fakat bu yaygaracı sürünün, bu umumhane, meyhane ve kumar­hane serserilerinin son planları ... sona sakladıkları arzuları yarıda kaldı.

Caddei kebirden Fransa sefaretanesine inen dar yokuşun başında bir Jandarma ve bir Polis müfrezesi mevki almış, sokağa hiçbir fer­din girmesine müsaade etmiyordu.

Rumlar şaşırdılar... Yahudiler korkarak sıvıştılar. Yalınız Ermeni- ler, bir az kabarmak istediler...

Fakat genç, ve azmi parlak gözlerinden okunan bir jandarma zabiti, üzerine yağan tehtit avazelerine rağmen vakur adımlarla dört Fran­sız memuruna doğru yürüdü.

Selis, pürüzsüz bir Fransızca ile:

Mösyöler!... dedi. Sefarethane binası her hangi müessif bir vaka'ya meydan verilmemesi için Türk hükumeti tarafından mu­hafaza altına alınmıştır. Yanınızda kimse olmadan yalınız siz, dör­dünüz sefaretaneye gidebilirsiniz; ahaliden hiçbir fert bu sokağa gıremez ...

Jandarma zabitinin bu sözleri karşısında dört Fransız şaşırıp kaldılar.

İçlerinden biri bağırdı:

- Zabit efendi! Bizimle beraber olan bütün bu halk bugün Fransız hükumetinin himayesi altındadır, ve beraber sefarethaneye gide­cektir. .. siz bunu menedemezsiniz...

Genç serserinin bu sözleri zabiti hırslandırdı. Ciddiyet ve vekarını bozmadan kat'i bir ifade ile şu cevabı verdi:

- Sizi alkışlayan bu sürünün mahiyetini siz değil, biz biliriz. Fran­sa hükumeti bir serseri, esrarkeş, yankesici, katil ve... oruspuları himayesine kabul etmeyecek kadar yüksektir ve sizi bu sözleriniz karşısında bir sefaret me'muru olarak tanımıyorum. Aldığım emir kat'idir. Bu sokağa me'murlardan başka kimse giremez.

Sürü arasından bir ses yükseldi:

- Artık o günler geçti ... Bize bir şey yapamazsınız, zorla geçeriz...

Bu sesi yüzlerce avaz ... yüzlerce yaygara takip etti:

-      Evet evet. .. zorla geçeriz.. yaşasın Fransa!...

Jandarma zabitinin yaygarayı bastıran sert bir emri çınladı:

-     Asker. .. silah sür!. ..

Siliih süren müfrezenin safından yükselen çelik sesleri kudurmuş sürünün beyninde bir tokat gibi çaktı.

İşin şakaya tahammülü olmadığını gören yaygaracılar sindiler.

Dört Fransız me'muru polislerin refakatinde pis pis önlerine ba­karak sokağa girdiler. Sefaret binasında senelerden beri açılmamış bayrak kutusunu açtılar ve Fransa bayrağı tozları silkilmek suretiy­le bila merasim çekildi.

Genç ve kahraman bir zabitin vatan hislerinden kuvvet alan cesare­ti palikaryaların çanlarına ot tıkamış oldu.

Ma'mafih o gece sabaha kadar Beyoğlu... Tatavla ve Galata sokak­larından havlayan yardakçıların serhoş ulumaları eksilmedi...

Hükumet Beyoğlundaki rum ve ermenilerin taşkınlıklarını güç hal­le idare edebiliyordu. Gayrimüslim anasır bilhassa tehcir vesilesiy­le gemi azıya almışlardı. ( ...)

Artık mütarekenamenin tatbikatına fi'len girişilmiş demekti.

Harp münasebeti ile senelerden beri kısmen kapalı ve kısmen iaşe ne­zareti namına erzak anhan olarak kullanılan gümrük depoları açıldı.

Avrupadan artık yolcu ve tüccar malı serbesçe gelebilecekti.

Rum ve Ermeniler ilk yolcu vapurunun gelmesini sabırsızlıkla bek- leşiyorlardı.

Çünkü evvelii İstanbul'dan hudut haricine atılmış bütün komiteci erkanı, mel'un teşkiliitlarının rüesası hep bu ilk vapurla Türk vata-

nına saldıracaklarını Paris ve Atinadan İstanbul' daki kafadarlarına telgrafta haber vermişlerdi.

Nihayet beklenen bu ilk vapur Marsilya'dan geldi, rıhtıma yanaştı.

Gümrüğün önü Rum, Ermeni ve Yahudi sürüleri ile dolmuştu. Elle­rinde mendilleri, güvertedekilerle tanıdık olsun olmasın selamlaşı- yorlar ve çılğın bir sevinç içinde yaygara koparıyorlardı.

Diplomat vesikalarını hamil olanlar birer, ikişer vapurdan çıktılar.

Müteakıben sekiz Türk polis me'muru geldi. Dördü vapurun içine girdi. Diğer dördü de merdiven başında ahzı mevki ettiler.

Bu polisler niçin gelmişlerdi?... Ne yapacaklardı? Türk polislerinin artık ne vazifeleri kalmıştı?

Böyle düşünen yardakçı alayı rıhtımdan vapurdakilere mütemadi­yen bağırıyorlardı:

- Haydi ... ne duruyorsunuz? Ne bekliyorsunuz? Çıksanız ya?

Vatan toprağından kovulan vapurdaki serseriler de çıkmak için can atıyorlardı. Uzun, sivri ve siyah sakallı, altın gözlüklü, menhus su­ratlı bir ermeni, Haçatoryan, eline meşin çantasını alarak ilerledi.

Bu herif, avdet eden firariler ve kovulmuşlar içinde en dişli, en azılı idi.

Vapurun parmaklıklarından rıhtımda karşı çıkanlara Ermenice ses­lendi:

- Otomobil hazır mı?

- Her şey hazır. .. Haydi in... bekliyoruz      

Haçatoryan, azamet ve gururla merdiven başına doğru yürüdü. Orada duran karşılıklı Türk polislerine bir nazarı tenezzül bile at-

fetmeden, şapkasını bile çıkarıp berayi nezaket seliim vermeden geçmek istedi.

Fakat bu küstah ermeninin iki kolu birden çelik mengene gibi dört elin tazyikı altında kaldı ve kulaklarında Türk polisinin ciddi, kat'i ve amirane hitabı çınladı:

-     Pasaport!   

Türk polisinin bu ciddi müdahelesi veküstah ermeniden tam vapur­dan çıkacağı sırada pasaport talep etmesi yalnız Haçatoryanı değil bütün vapur yolcularını şaşırttı.

Bir kısmının ellerinde pasaportları vardı.

Fakat ekserisinin yoktu. Bunlar i 'tilaf devletlerinin tahtı işgalinde olan bir memlekete geldiklerini düşünerek hiçbir kayda ve şarta riayeti lüzumsuz görmüşlerdi:

Halbuki işe Türk Polisi bütün hisaplarını alt üst edivermişti.

Pasaportları olanlar eğer vesikalarını gösterecek olurlarsa, şehre çı­kacaklar, pasaportu olmayanlar çıkamıyacaklardı.

Haçatoryan bunu düşündü - Cebine doğru uzattığı elini geri çekti ve sert bir sesle türk polislerine:

-     Ne pasaportu?.. diye bağırdı.

Polisler ciddiyetlerini bozmadılar.

-     Hangi milletin tab'asından isen o milletin pasaportu...

-     Ya yoksa...

-      Şehre çıkamazsın...

Ermeni bir kahkaha fırlattı:

- Artık borunuz ötmez... dedi. Şimdi burada muzaffer i'tiHifkuvet- leri var. Türk hükumeti bize bir şey yapamaz. Bizden ne vesika, ne de pasaport soramaz ...

(Limanda demirlemiş sürülerce diritnot ve torpitoları göstererek) yoksa korkmuyor musunuz?

Bu hiddet ve tehditle söylenen hakaretli sözler vazifesini ifa eden Türk polislerinin asabiyetini tahrik etti.

- Hayır... korkmuyoruz... Biz vazifemizi yapıyoruz... pasaportsuz bir tek kişi karaya ayak basamaz ...

Güvertede bir uluma yükseldi:

- Ne duruyorsunuz... bu kadar kişiyiz, dört polisin hakkından ge­lemiyor musunuz?

Vaziyet tehlikeli ve çok nazik bir satbaya giriyordu.

Türk polisleri rıhtım üzerinde ve merdiven başında duran diğer dört arkadaşlarını da çağırdılar. .. Şimdi sekiz kişi olmuşlardı.

Yolcuların zorla çıkmağa hazırlandıklarını görünce derhal azimkar bir kat'iyetle silahlarını çektiler. Ayni zamandada berayı ihtiyat iki polis indirilmiş olan merdiveni yukarı çektiler. .. Bu suretle vapu­run rıhtımla alakasını kestiler.

Yolcular Türk tabancaları karşısında sinmişlerdi.

Güverteden rıhtım üzerindeki yardakçılara bağırdılar:

-     Gidin ... İngiliz, Fransız sefaretanesine... filo kumandanına haber verin 'Türkler kendi gözleri önünde bizi kıtır kıtır kesecekler!"

Sürü sürü palikaryalar doğruca i 'tiHif devletleri sefaretanelerine koştular. Birin üzerine bin katarak hadiseyi haber verdiler.

Derhal, düşmanın yüksek rütbeli zabitleri otomobillere binerek Babıali 'ye koştular.

Babıali vaziyeti haber almış ve temamen memleketin dahili inziba­tını taalluk eden polislerin harekatını tasvip etmişti.

O zaman Dahiliye nazırı Fethi beydi.

Düşmanın Babıali'de yapmış olduğu teşebbüsat akim kaldı. İzzet paşa hükumeti ağır bastı.

-    Mütareke şartlarında siyaseti dahiliyemize karışılacağına dair kayt yoktur. Pasaport sormak polisin hakkıdır. Türkiye bir müstemlike değil, müstakil bir devlettir, kanunlarımızın haricine çıkamayız!...

Bu çok ciddi ve şayanı takdir haraket mütarekeden sonra İstanbul hükumetinin gösterdiği ilk ve maalesef son haraket oldu. ( ...)

Rumca, Ermenice, Fransızca yeni yeni ve renk renk gazeteler çık­mağa başladı.

Herkes kendi başına bir hava tutturmuş gidiyordu. Kimsenin ne yaptığı, ne istediği belli olmadığı gibi, bütün bu rezilane taşkınlık­lara (dur! ...) diyecek bir makam yoktu.

Ermeni gazetecileri Ermeni tehcirini ileri sürüyorlar ve bundan bü­tün Türklüğü mes'ul tutmak istiyorlardı. ..

Joğovurt Çayn, Verçinlur,63 Azadamart64 ve daha birçok Ermeni ga­zeteleri sağa sola saldırıyorlardı.

63 Falih RıfkıAtay, Çankaya kitabında bu gazeteden şöyle söz etmekte: "Verçinlur" Er­meni gazetesinin sahibi Zaven iki taraflı Türk gazetelerini dolaşıp haber sızdırmağa bakarken "Anadolu'da Mustafa Kemal, İstanbul'da Ali Kemal asayi5 berkemal... " diye alay eder" Falih Rıfkı Atay, Çankaya Atatürk Devri Hatıraları, Birinci Cild, Dünya Yayınları, İstanbul, [ 1958], s. 174.

64 Azadamart Taşnak Partisi' in yayın organı idi. Kaynak http://www.armenocide.de/ armenocideıarmgende.nst/$$AllDocs-tr/ l 9 1 5-04-30-DE-002'!0penüocument

Ancak bütün bu gazeteler Ermenice intişar ettiği için aleyhimizdeki propagandaları yine kendi aralarında kalmakta idi.

Türk düşmanı komiteciler tarafından meydana getirilen Ermeni ku­lübü, neşriyatlarının i 'tiliifdevletlerinin nazarı dikkatlarına vaz'ı için bir de Fransızca gazete neşrettiler. Bu gazetenin ismi Renaissance65 idi. Başında da doktor Topcıyan isminde bir rezil vardı. Şimdi İsviç- rede olan bu herif, Azadamart'ta zehir kusan Sirets isminde diğer bir Ermeni ile İngiliz ve Fransız istihbarat dairelerine dayanmışlardı.

Diğer taraftan da yavaş yavaş İstanbul'da toplanmağa başlayan (Hürriyeti i 'ti laf) yaranile temasa geliyorlardı. Maksatları, mela­netlerini daha ileri götürmek için bu fırkanın re'si kara geçmesini temin idi.

Ermeniler bu suretle çalışırlarken Rumlar da boş durmuyorlardı.

Ermeniler gibi Rumlar da mel'un maksatları için Bosphore isimli Fransızca bir gazete çıkardılar ve müdafaasız kalmış Türkler hak­kında her gün bin bir yalan, bin bir düzenle i'tilafkuvetleri erkanını aleyhimize zehirliyorlardı.

Neo/ogos, Proiya, Kiriks gazetelerinin neşriyatı muntazam bir plan tahtında Türklere hücum ile dolmakta idi. Bilhassa Proiya'nın ba­şında bulunan Kaleneos sefilinin herzeleri tahammül edilmez dere­ceyi bulmuştu.

Bunlara karşı Türk matbuatı boş durmuyor... Vaziyetin müsadesi dahilinde ve büyük bir cesaretle cevap veriyorlardı.

Türk vatanperveleri bu ahenksizlik ve bu taşkınlık karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlar, büyük ıztıraplarının nihayetsiz alemi içinde kıvranıyorlardı.

65 La Renaissance gazetesi Dikran Chayan tarafından yayınlanmaktaydı. Kaynak: G.Groc-İ. Çağlar, La Presse Française de Turquie de 1795 ii nos Jours Histoire et Catı.ılvgue, !sis, İstanbul, 1985, s. 156-157.

Hükümet te aciz ve şaşkın bir hale düşmüştü.

Meyhanelerden serhoş ağızların çıkardığı Yunan, İngiliz, Fransız marşları İstanbul 'un saf havasını mütemadiyen zehirliyordu.

İş bununla kalsa iyi... Limandaki harp gemilerinden askerler şehre çıkarak sarkıntılığa başladılar.

Bunların hedefleri bilhassa Türk kadın ve kızları idi.

Müslüman kadınlarının üzerine vahşiler gibi hücum ederek hemen sandallara ... ve sandallardan da gemilerine götürüyorlardı. ..

Direklerinde medeni! İngiliz ve Fransız bayrakları sallanan bu harp gemileri kaç Türk ailesinin kurban edilen namusuna sahne olmuştur.

Hiçbir Türk kadını, hiçbir Türk kızı sokağa çıkamıyordu.

İstanbul'un en temiz ve en saf kalmış nezih mahallelerinde geceleri sabaha kadar İngiliz askerlerinin küfürleri, namus avculuğuna çı­kan Fransız bahriyelilerinin na'raları yükseliyordu.

Bütün bu iğrenç taşkınlıklar ve tecavüzler karşısında hükumet hiç ... hiçbir şey yapamayacak kadar şaşırmıştı.

Polis te aciz bir vaziyette idi. Birkaç hafta evel (pasaport) hadi­sesinde azmini, kuvvetini gösteren Türk polisi kısa bir an içinde birden bire değişmiş, sinivermişti.

Çünkü re'sikarda artık İzzet paşa değil... Tevfik paşa vardı ve yeni hükumet i 'tilaf devletleri ile her hangi bir sıkıntıya meydan bırak­mamak için polis merkezlerine üst üste tamimler yağdırıyor:

[Her şeye kulak asmayın. Her şeyi görmeyin, ecnebilerle bir hadise zuhuruna sebep olacak her hareketten tevakki edin...]

diyordu. Beyoğlu'nda bir Türk polis komiserini tahkir ettiği için yakalanıp sevkedilen bir palikarya için en yüksek rütbeli i 'tilaf za-

biti müdahale ediyor... ve palikarya yirmi dört saat sonra serbest bırakılıyordu.

Rumlar bir taraftan:

-    Artık Türk hükumeti bize hiçbir şey yapamaz...

diyerek azgınlıklarını artırırlarken Türk polisi de eli kolu bağlı hiç­bir icraatta bulunamıyor, bulunsa bile gülünç mevkie düşüyordu.

Küstahlıklara zamimeten bir de ırza... namusa karşı olan tecavüz­ler İstanbul'un Türk halkını çileden çıkarttı.

Gençler, delikanlılar, ihtiyarlar taraf taraf, mahalle, mahalle top­lanarak bu facialara nihayet vermek için çare aradılar. Buldukları çare en doğru ... en kestirme yoldu.

Türk, ırzını, namusunu yine bizzat kendisi müdafaa edecekti. An­cak son dakikaya kadar hükumetin emirlerine itaat etmeği ananevi bir terbiyei siyasiye şeklinde alan millet kararını Babıiili'de gölge gibi yaşayan hükumete bildirdi.

-    Siz milleti müdafaadan aciz iseniz millet namusunu bizzat kendi kuvveti ve azmi ile müdafaa edecek ... Bilmiş olun...

dediler. Adeta bir ultimatum mahiyetini haiz bu karar Babıali'yi ürküttü. Milletin, halkın galeyanı atıl hükumetin üzerinde faaliyet, mecburi harakete sevk edici bir kırbaç gibi şakladı. Tevfik Paşa ka­binesini bir telaş aldı.

Ya... maazallah bir İngiliz veya Fransız askeri her hangi bir Türk sokağında... mahallesinde öldürülecek olursa!... O zaman vaziyet büsbütün sarpa sarardı.

İşte bu endişe içinde bir parça canlanan Babıalı, itiliif devletleri mümessillerine şu mealde bir nota verdi. ( ...)

Bu sırada ansızın bir haber alındı:

Fransız kumandanı ceneral (Franşe d'Espre)66 geliyormuş.

Bir kıyamettir koptu.

Rumlar... Ermeniler iç içe girdiler... Büyük halaskarları geliyordu.

Mağazalara, evlere Fransız bayrakları asıldı. Hatta sokaklarda, küfeci çocukların küfelerinde, balıkçı Rumların tablalarında bile Fransız renkleri görülüyordu.

Beyoğlu... Napolyon... gibi Fransız ceneralini karşılamağa hazır­lanıyordu.

O gün karşı yakaya gidenler kendilerini bir Fransız şehrinde zanne­derlerdi. Bin bir çeşit ve renk renk Fransız askeri sokaklara dökül­müş, "La Madelon"67 şarkısı ortalığı çınlatıyordu.

İstanbul tarafı ise, sinesinde yaşayan Türk halkı ile beraber matemi bir sükuta bürünmüştü...

Fransız, İngiliz, İtalyan zırhlıları harp sırası oldular.

Denizde münakalat kesildi.

Kabataş, Dolmabahçe Fındıklı sahilleri taşkın hiristiyanlarla doldu.

Hazırlık fevkalade idi.

Fransa... Türklerin kalplerinde seneler ve asırlardan beri kazandığı mevkıi büsbütün kaybedecek son beceriksizliğini yapacaktı.

Çünkü İstanbul o gün yaşadığı manzarayı asla... asla unutmadı ve unutmayacaktır.

66 Fransız Kuvvetleri Komutanı General Louis Franchet d'Esperey (1856-1942). Bi­yografisi için bkz. en.wikipedia.org/wiki/Louis_Franchet_d'Esperey

67 Bir popüler Fransız askeri şarkısı. Kaynak: "La Madelon", fr_wikipedia.org/wiki/ La Madelon

Fransız siyasilerinin uzun emeklerle kazandıkları muzafferiyet ve mazhariyeti bir (Franşe d'Espre) kuru bir çaka ile söndürüverecekti:

Fransız ceneralı Dolmabahçe'ye yakın bir yerde, Salıpazarı civa­rında karaya ayak basacaktı.

Burası daha gece yarısından hazırlanmağa başlanmış, yollara ha­lılar düşenmiş... çiçekler serpilmişti. Rumların, Ermenilerin ileri gelenleri, gazeteciler, fotografçılar, sinemacılar, papaslar grup grup toplanmışlar bekiyorlardı.

Kenarda gayet güzel bir at vardı; üzeri sırma püsküllü bir örtü ile örtülmüştü.

Bu atın başında da iki Rum palikaryası duruyordu.

Yarım saat kadar süren bir intizar devresinden sonra...

Harp gemilerinden toplar atılmaya, ecnebi tüccar gemilerinden dü­dükler çalmağa başladı.

Ufak bir çatana sahile doğru son süratle geliyordu...

Arkasından da birkaç motör takip ediyordu.

Çatana, sureti mahsusada yapılmış iskeleye yanaştı. "Franşe d'Espre" karaya ayak basmıştı.

Bir kıyamettir koptu. Alkışların ardı arkası kesilmedi. Herifin üzeri­ne çiçekler serpiliyor. İngiliz, Fransız, İtalyan kıtaatı, zabitleri res­mi ta'zim ifa ediyorlar... Muzikalar Fransız marşını çalıyorlardı.

Ceneral (Şarpi),68 mister (Hütson), marki (Garoni),69 ceneral (Vep- rey) ilerlediler ve (Franşe d'Espre) yi ayrı ayrı kucakladılar.

Bu manasız nümayiş epey devam etti.

68 Fransız General Charpy.

69 Marquis (Marki) Camile Garoııi, İstanbul"daki İtalyan Fevkalade Koınseri idi.

Hayatında belki bu derece bir istikbal görmemiş olan Fransız ce- nerah, arkasında erkanı harbiyesini teşkil eden büyük rütbeli yedi zabit olduğu halde etrafa iltifatlar, tebessümler saçıyordu. Nutuklar söylendi ... eller sıkıldı.

Rum ve Ermeni kızları, ellerinde çiçek buketleri birer birer gelip cenaralın karşısında boyun kırdılar. Rum kiliselerine mensup bir papas (Barbar Türklerin zulmü altında inleyen mazlum Rum ve Er­meni halkını himaye için gelen büyük halaskara) dualar etti.

Nihayet ceneral, iki Rum palikaryasının tuttuğu sırmalı eyerli ata bindi. Maiyet halkı, itilaf devletleri ümera ve zabitanı da kendi at­larına bindiler.

En önde... iki Rum'un sağlı sollu yularından tuttuğu at üzerinde ceneral Franşe d'Espre, etrafında İngiliz, İtalyan ve Fransız kuman­danları, arkada itilaf kıtaatı Beyoğlu'na doğru yürüdüler. ..

Yollar, hiristiyan halk ile dolmuştu. Bağıranın, çağıranın, alkışlaya­nın haddi hesabı yoktu.

Her tarafta yaşa Fransa avazeleri yükseliyor... Hatta ara sıra küstah ve mel'un ağızlardan (Kahrolsun Türkler) sözü bile dökülüyordu.

Tezahuratın kuvvet ve vüsatı Franşe d'Espreyi o derece serkeş et­mişti ki ... kendi yüzünden yapılan bu taşkınlıkların ne kadar mü­him akibetler hazırlamakta olduğundan gafildi.

Türkler böyle bir hareketi her milletten beklerler, fakat cihana bir vatan, bir milliyet aşkı aşılamış olan Fransızlardan ümit etmezler­di. Hatta İngiliz idaresinin zulmünden bizar kalmış İstanbul halkı Franşe d'Esprenin gelmesine büyük ümitlerle bağlanmışlardı.

Fakat işte o ümitleri de suya düşmüştü.

O gün İstanbul'un gördüğü manzara, yaşadığı hayret bütün Türk- leri kalplerinin en derin yerinden yaraladı. . . Ancak o gündür ki İstanbul'un üzerine mağlubiyet acısının şifa bulmaz elemi çoktü ...

O gece sabaha kadar Beyoğlu'nun bütün sakinleri şenlik yaptılar.

Franşe d'Espre'nin ismi her ağızda, cinnet ve serhoşluğun kuvveti ile açılan her ağızda dolaşıyordu.

Karşı yakanın en iğrenç muhitleri en sefih köşeleri, en rezil yuvala­rı Fransız ceneralının şerefine alem yapıyorlardı.

Beyoğlunun mu'tat olan bu taşkınlıklarına o ana kadar İstanbul'un saf muhiti sessiz bir sabır ve tevekkül içinde mukabele ederdi. Fa­kat bu akşam, Franşe d'Espre'nin geldiği bu akşam İstanbul'da, İstanbul'un sessiz muhiti de sarsılmıştı.

Bu Türk şehrinin ta göbeğinden yükselen askeri bir bando... (La Marseillaise)70 havası ile milli Türk ruhunu hırpalayordu...

Bu muzika nerede mi çalınıyordu?

Öz İstanbul'un öz evlatları arasında yükselen bu yabancı hava ne­reden mi geliyordu? Şehremaneti karşısındaki meydandan, İstan- bulu ve İstanbul halkını temsil eden binanın önünden ...

Çünkü bu binada Fransız fevkalade komiseri ceneral (Şarpi) yer­leşmişti.

Fransız nezaketi, Fransız medeniyeti ve Fransız milliyetperverliği bu şehrin öz malı olan bir binaya yerleşir, işgal ederken hiç müte­essir olmuyordu. ( ...)

Hükumet adeta İngilizlerin bir emirber neferi derecesine düşmüştü.

Bu vaziyet karşısınde Galata ve Tatavlanın Rumları, Beyoğlu ve Kumkapı 'nın Ermenileri büsbütün işi azıttılar. Birer suretle itilaf devletlerine yaranarak, mütareke ve işğal devrinin meşhur Lese pase71 rezaletlerini meydana getirdiler.

70 "La Marseillaise" Fransız milli marşıdır.

71 Fransızca "laisser passer" (bırakınız geçsinler) deyiminin Türkçe telaffuz ediliş şekli. Bu belge, onu taşıyan kişiye seyahat etme izni vermekteydi. Belge sahibi kişiler, belli bir bölgeye seyahat etme hürriyetine sahiptiler.

Bu rezaletin mahiyetini hülasatan yazıyoruz: Türk polisinin elinde artık hiçbir kuvvet kalmadığını gören Rum, Ermeni hırsızları, sabı­kalıları 'fırsat bu fırsattır' diyerek paçaları sıvadılar.

İtilaf zabıtasına müracaat ettiler:

- Türk polisleri bizi tazyik ediyor. Sizlere hizmet ettiğimiz için her­kes bize kin besliyor. Ne olur ne olmaz elimize bir vesika verin ... icabında kendimizi itilaf zabıtası sayesinde kurtaralım...

dediler... Bu talep derhal infaz edildi.

İngiliz, Fransız, İtalyan mümessilleri istediklerini (!ese pase)72 ismi altında himaye vesikası verdi.

İşin garibi bu vesikaların ekserisinde isim yazılı değildi. Her kimde ise istimiil edebilirdi.

Bu vesikalar sayesinde Rum ve Ermeniler neler yapmadılar. Güpe gündüz evlere girip soygunculuk mu etmediler. Sokak ortasında göz­lerine kestirdiklerinin yolunu çevirip karmanyolacılık mı yapmadılar.

Bunlara kimse bir şey yapamıyordu.

Elinde bir !ese pase, bir himaye vesikası olmayanların rahat ve hu­zur görmedikleri bu sırada İngilizler yeni bir kurnazlık düşündüler. İstanbul' da İngiliz taraftarlarının adedini tesbit ve bu suretle sulh müzakeresinde İstanbul hakkında söz sahibi olmak istediler.

Bunun için de yegane çare İngiliz Muhipleri Cemiyeti73 namı altın­da bir cemiyet teşkili idi. 74

*

* *

72 Fransızca "laissez passer" kelimelerinin Türkçe telaffuz şekli. "Bırakınız geçsinler" anlamına gelir.

73 Bu cemiyet hakkında bilgi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, a.g. e., s. 472-492; Doç.Dr. Mehmet Demiryürek, "İngiliz Muhibler Cemiyeti Hakkında Bazı Notlar ve Belge­ler", Ankara Üniversitesi Türk lnkilap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 37-38, Mayıs-Kasım 2006, s. 77-1 Ol; Cengiz Dönmez, Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngili= Muhipleri Cem^veti, Atatürk Araştırına Merkezi, Ankara, 2008.

74 Kemalettin Şükrü, Miitareke Acıları, Selamet Matbaası. İstanbul. 1930. s. 17-20. 37--+2. 52-57. <ıI-<ı5. x<ı-90.

- Gazeteci Ziyad Ebüzziya (1911-1994)

Mütareke yıllarında burada Küçük Moda'da oturuyorduk. Müta­reke olduğu gün babam beni aldı, İşgal orduları donanması şehre giriyor. Moda bumuna gittik. Oradan seyrediyoruz. Babamın göz­lerinden yaşlar akıyor, ben anlamıyorum. 6-7 yaşındayım. Tam bu sırada etrafta Rumlar birikmiş, ellerinde Yunan bayrakları sallıyor­lar. Babam birden bire dehşete düştü. "Vay, namussuzlar daha şim­diden Mütarekeyi ihlal ettiler" diye. Averof zırhlısının girmemesi lazımmış, İngiliz donanmasıyla beraber İstanbul'a girdi. Bundan sonra İngilizler Moda'da yayıldı. Bizim evin arkasında yüksekçe bir yerde bir hastane vardı. Çocuk hastalar vardı. Bütün karyola­larını boşaltıp, işgal ettiler... Çanakkale'den mehtaplı gecelerde İngiliz uçakları kalkar, gelir İstanbul'un üzerine bomba atarlardı. Bomba dedikleri de 20-30 kilo ağırlığında elle atılanlar. Bunlara mukabil İstanbul 'un muhtelif yüksek yerlerinde, mitralyozlar kur­muşlar ateş açıyorlardı. Bizim yanımızda bir bina vardı, damı eski usfıl ahşap bina. Çinko kaplıydı, orada mitralyoz vardı. Oradan da ateş açılırdı. Onu tespit etmişler, o yüzden geldiler, zavallı yetim­lerin hepsini sokağa attılar. Düşmanın ne olduğunu ilk defa orada gördüm. Bazen evin önüne çıkar, oynardım. Birgün çıktım yine, sokağın öbür başında bir İngiliz otomobili. İçine İngiliz dolmuş, bir kısmı da at uşağı olarak Rumları kullanıyor. Onlara İngilizler, askeri kıyafet de verirdi. Onlar da var, konuşa, gülüşe geliyorlar. Ben kaldırıma çıktım. Ben oradan kaçmaya çalışırken, beni ezmek için arabayı kaldırıma çıkardılar. Can havliyle arka üstü duvara sıç­radığımı biliyorum. Hepsi kahkahalarla güldüler, gittiler. Aradan on-onbeş gün geçti gene kapının önündeyim. Bir İngiliz subay atla geçiyor, tam hizama geldi. Ben yere oturmuş, elimde değnek var oynuyorum. Elinde bulunan kamçıyı bütün bilek kuvvetiyle bana savurdu. Kamçı etrafımda dolaştı, değmedi. Adam vuramadığını görünce bir daha denedi, ben hemen eve kaçtım ondan sonra bir daha evden dışarı çıkmamıştım. O zaman, bir Türk tek başınay- sa beş tane Rum bir araya gelir, dövüşürlerdi. Bunlara hep seyirci olurduk. Kadıköy'ün ekserisi Rum'du.

Beyoğlu'na gelince, Beyoğlunda bütün caddede apartmanların en üst katından yere kadar hemen hemen Ermeni, Rum, Fransız, İtalyan, İngiliz, Amerikan bayrakları inerdi. Fesli Türkler korkar­dı. Galatasaraylılar mektepten çıktığı zaman yandaki yokuştan Tophane'ye inerlerdi korkudan.

Birgün büyükannemle gidiyoruz. 9 yaşındayım. 1921-22. Bir Yu­nan bayrağı yüzüme değmesin diye başımı çevirdim. Çevirmemle beraber, bir Rumdan tokadı yedim. Fes düştü yere, adam fesi aldı, yırttı, ayağının altında aldı, ezdi. Ve akşama kadar yanağımda ada­mın parmak izi kaldı. Ağlamadığımı iyi biliyorum. Büyükannem kolumdan tuttu, çekti. Düşmanın ne olduğunu orda gördüm. Daha sonra mütareke oldu. Mütarekeden bir gün evvel 8-1 O tane büyük büyük adamlar geldi. Her tarafı karıştırıyorlardı. Babamı tutukla­mışlar, evde arama yapıyorlar. Gedik Paşa hükümeti iktidarda. Be­nim oyuncaklarım vardı, bebeklerim falan. Oyuncağı bıçakla yırttı, içinde kağıt arıyor. Benim de aklım ermiyor. Ben bir şey kırsam kıyamet kopar, koca adamlar kırıyor, evden ses çıkaran yok. Siya­setin ne olduğunu o zaman anladım. Gene bir akşam, büyükannem, babaannem Bakırköy' de aile evinde oturur, orada misafiriz. Birden bire kıyamet kopmaya başladı. İngilizler gelmiş, kapıları kırıyorlar. Amcamı aldılar, Malta'ya götürdüler. O kapının üstündeki o dip­çik darbeleri yıllarca durdu. Bunlar gerçekte memleket hakkındaki felaketten anladığım şeyler. O evi maalesef 3 sene evvel yıkmışlar, daha önce ihmalden o kapının fotoğrafını çekmedim. Kapı çok sağ­lamdı, cevizden, kıramadılar da, içeriden açmıştık, kırılmasın diye. Bunlar o yılların üzerimde bıraktığı ilk tesirler.

İlk mektebe burada, St. Josef Fransız mektebine gittim. Babam ha­pisti. Gidiyorum en önde oturuyorum. Fransızcam kuvvetliydi. Her sabah derse başlamadan papaz dua ediyor. istavroz çıkarıyoruz. Ben ne olduğunu bilmiyorum. Akşam da saat 5 oldu mu arkadaki fesli talebeler eve gidiyor, ben kalıyorum. Kısas-ı Enbiya anlatıyor Fransızca. Masal diye dinliyorum. Babam hapishanede hastalan-

mış, eve izin verdiler, eve geldi, yatıyor: "Ziyad" dedi, "Cuma günü fesle git mektebe" "peki" dedim. Fes giydim. Baş açık gidiyordum. Derse girdik, çıktık, arkadaki fesli çocuklar etrafıma toplanıp sor­maya başladılar. "Türk müsün?", "Türküm", "Müslüman mısın?" "Müslümanım" "Sen niye ıstavroz çıkarıyorsun?" istavrozun ne olduğunu anlattılar. Vay, tepem attı. Sıram da eski bir tahta sıra, tek başımayım. Ondan sonra adamlar ne zaman okumaya başladı, ben sıraya vurmaya başladım. Üç hafta sonra okuldan kovuldum. 75

*
* *

-Aziz Nesin (1915-1995)

Annem, eskiden Ada'da oturduğu zamandan tanıdığı bir yaşlı Rum'u soruyor arkadaşlarına. Bu yaşlı Rum'un bir tuhafiye ma­ğazası varmış. Annemin söylediğine göre, çok iyi bir insanmış. Annem Ada'ya gelince onu aramış, dükkanının yerinde başka bir dükkan varmış. Annem üzünçle,

- Yoksa öldü mü zavallı, çok yaşlıydı diyor.

Sonunda o Rum'un ne olduğunu bilen bir kadın buldu.

Ha o mu? ... Gebermedi, gebermedi ... Hay gözü körolsun onun inşallah ...

İşgal ordusu İstanbul'a, Yunan ordusu İzmir'e girince o tuhafiyeci yaşlı Rum da öyle coşmuş ki, o zamana dek, başında taşıdığı fesi, çarşıdaki kilisenin kapısı önünde, yere atmış, çiğnemiş, üzerine çı­kıp tepinmiş.

75 Muhsin Karabay - Mehdi Ergüzel, "Ziyad Ebuzziya ile Röportaj", Türk Edebiyatı, Yıl 22, Sayı 249, Temmuz 1994, s. 31-35.

Annem,

-    Nasıl olur, nasıl olur, o kadar da iyi adamdı ki... deyip acınıyor.

İnanmıyor, inanmak istemiyor anlatılana... Ama başka bir tanıdığı daha, olayı pekiştirince artık inanıyor, üzüntüsü büsbütün artıyor.

-    Bütün çarşı esnafının gözü önünde, "Zito Venizelos, Zito Veni- zelos..." diye diye başından çıkarıp attığı fesi çiğnedi, üzerine çı­kıp tepindi ya... Hiç kimse, korkudan bir şey diyemedi. O kendisi utanmadıktan sonra ... Bizim ordu zaferi kazanınca da kaçıp gitti buralardan...

Annem,

-    Vahvah... diyor. Hiç umulur muydu!... Ne iyi adamdı 76

*
* *

-      Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanı Nejat Gülen (1927- )

[Heybeli] Ada'da Türk-Rum ilişkilerinin bozulması I.ci Cihan Savaşı 'ndan sonra işgalle birlikte başladı.

Savaşın yenilgi ile sonuçlanması, İmparatorluğun tamamen dağıl­ması olasılığını çıkardı ortaya. İmparatorluk parçalanınca azınlıklar ne olacaktı? Hele işgalci devletlerin (İngiltere, Fransa ve İtalya) daha 70-80 yıl önce Yunan bağımsızlığını destekleyen devletler oluşu, İstanbul Rumlarını, belki de haklı olarak, bir takım hayallere ve ümitlere sürükledi.

1918 Sonbahar'ında düşman donanması İstanbul'a demir atmış­tı. Azınlıklardan, özellikle Rum palikaryalar büyük taşkınlıklar yapıyorlardı.

76 Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitme:: ^ l Yol, Adam Yayınlan. 9. Baskı. İstanbul, 309-3 1 O.

Ünlü Yunan zırhlısı Averaj adanın önüne gelmişti. O dönemin ger­çekten en büyük savaş gemisiydi. Ada'nın Rum halkı sahile topla­nıp alkışlıyordu gemiyi. Efendi takımından olan Osmanlı Rumları ise böyle gösterilere katılmıyorlardı. Mütareke sırasında da başın­dan fes.ini çıkartmamış olan Müstecip Onbaşı sokağının sol başın­daki köşkün sahibi Aristidi efendinin (Köseoğlu) Averofu alkışla­ma olayına gösterdiği tepki çok ilginçtir.

- Alkışlayın, Alkışlayın... demiş. Bir gün bu geminin direkleri kı­çınıza girecek.

Mütareke'de Ada'daki Askeri okulların durumu da değişti. Emekli Tümamiral Adnan Kaynar şöyle anlatıyor:

İstanbul işgal edildi. Biz namzet sınıfları şimdiki Papaz Mektebi'nden çıkardılar, sahildeki binaya getirdiler. Sonra Çarkçı Okulu boşaltıldı. Güverte, makine ve namzet sınıflar hep sahilde­ki binada toplandık. Burada bir gün hep beraber Yavuz'un İzmit'e çekilişini seyrettik.

Bahçede gezerken, sınıflarda ders okurken parmaklıklardan ve pencerelerden gördüğümüz Heybeliada açıklarında yatan düşman savaş gemileri, okul kapısının önünde gizlenen düşman askerleri idi. Bazen onlara yapılan gösterileri görmemek için başımızı çevi­rir, azınlıkların onlara yönelttikleri 'yaşa' seslerini duymamak için kulaklarımızı tıkardık.

Biz son sınıfa gelinceye kadar İstanbul hep işgal altında kal­dı. Gördüğümüz hep düşman savaş gemileri ve askerleri idi. Heybeliada'da bile onları görür, azınlıkların taşkınlıklarına başı­mızı çevirir, kulaklarımızı tıkardık.

Balıkçı Hidayet de bir kere, Dioyeni'nin kahvesinde o günleri an­latmıştı.

- Ah vre diyordu, bu namussuzlar yok mu? Kahvedeki Rum arka­daşlarını göstererek:

- İşgal zamanı ne zulum yaptılar bize ne zulum...

Hidayet bir Rum'dan farksız şivesiyle anlatıyordu etrafını çeviren gençlere.

-      Ah, ah bilmezsiniz siz bu rufyanaları,77 •••Allah fırsat vermesin bunlara...

-      Haniya işgal oldu. Düşman geldi adaya. Averof geldi adanın önü­ne. Bunlar bir coştu. Hudut koydular. Rumlar aşağıda. Türkler yu­karıda olacak. Ama yukarıda su yok. Ben geliyorum, elimde tene­keler, kuyudan su çekeceğim. Diyorlar: Olmaz. Diyeceksin:

-      Zito Venizelos...

Yre diyorum. Neden? Bize ne Venizelos'tan. Olmaz diyorlar bağı­racaksın böyle:

-      Zito, zito Yenizelos...

-      Kato, Kato Kemali... 78

Hidayet, heyecanla anlatırken, bitişik masalarda şakur-şukur tavla, pişti oynayan Rum arkadaşları arada bir başlarını kaldırıp Hidayet'e ciddiye almaz bir biçimde bakıyorlardı.

-      Bak, bak... dedi. Şu Aristo yok mu? Sankim ana-baba bir karde­şim benim. O namussuz da vardı kuyunun başında.

Aristo, duvarın dibine yaslanmış, ceketi omzunda, pavurya ağı ona­rıyordu olanca dikkatiyle.

Hidayet coştu Aristo'yu göstererek:

-      Bana su çektirmedi. 'Kato, Kato Kemali'diye bağırttı ama, ben de intikamımı aldım, dedi.

77 Rumca 00peze\'enk"

7X ··ya^asın Veııizelos. kahrolsun i'vlusıaıa Kemal.

- Haniya Cumhuriyet ilan oldu. Venizelos geldi adaya. Bütün olan­lar unutuldu. Bir gün bu Aristo geldi bana, dedi: Hidayet var mısın Yandros'a balığa? Hava kış. Atladık iki çifteye. Akşam oldu, dö­nüyoruz adaya. Na... bir eşek poyrazı patladı ki. Asılıyoruz ikimiz küreklere, kayık olduğu yerde duruyor. Neredeyse geri gideceğiz, düşeceğiz Gemliğe, Mudanya'ya...

Tam zamanıdır dedim. Bıraktım kürekleri, çıkardım iskarmozdan, yatırdım kayığın içine. Aristo şaşırdı:

-     Vre Trelosi?79 dedi. Ne yapıyorsun?

Çektim söğüt yaprağı bıçağı kuşağımdan, dayadım Aristo'nun sırtına.

-     Ulan Rufyana dedim. Zito Venizelos Kato Kemali ha... Asıl ba­kalım küreklere tek başına götüreceksin kayığı adaya. Hem de ba­ğıracaksın.

- Kato, Kato Venizelos...

Aristo önce inanmadı. Sonra baktı ki Hidayet'in şakası yok. Tuh diye tükürdü avuçlarına bir asıldı küreklere ...

Na panayamu ...80 Nasin çekiyor küreği poyraza karşı, sankim motor... Zart, zart diye de osuruyor bir yandan. 81

*
* *

- Peyami Safa (1899-1961)

Birinci Dünya Harbi 'nin mütareke yılları, İstanbul İngiliz işgali altında, Dolmabahçe'nin önünde İtilaf donanması, Beyoğlu semti kudurmuş bir neşe ve ışıklar içinde, İstanbul semti simsiyah bir kedere batmış, karanlıklarda, susuyor. Yılbaşı gecesi.

79 "Deli misin?"

80 "Aman Allahım!"

81 Ncjat Gülen, l/eybeliada, Tekin Yayıncvi, 2. baskı, İstanbul, 1985, s. 197-201.

Birkaç arkadaş, ressam Elif Naci, aktör Ertuğrul Sadeddin (Sadi Tek), şair Hayri Muhiddin ve diğer bazıları, gençlik şeytanı­nın ayartma gayretlerine karışan milli bir tecessüsle, o gece, Beyoğlu'nun halini görmeğe gittik.

Winter Palas denilen bir çalgılı gazinoya girdik. Numaralar baş­lamadan evvel, İngiliz subayları ellerinde ince kamış bastonlariy- le sahneye çıktılar ve İngiliz milli marşını koro halinde okudular. Peşinden bütün salon Fransız milli marşını (Marseillaise)i söyledi.

Biz gençler de, aramızda doğan ani bir kararla masalarımızın üs­tüne çıktık ve en gür seslerimizle "Ordumuz etti yemin" marşını söyledik. Derken, masamızın önünde yüksek rütbeli bir Fransız su­bayı belirdi:

-    İniniz aşağı, vahşiler! diye bağırdı.

O zaman bu subayla aramızda, büyük bir kalabalığı etrafımıza çeken yüksek sesli bir münakaşa başladı. Ona Türk topraklarını haksız yere işgal edenlerin medeniyet adına konuşamayacaklarını anlatmak için en veciz cümlelerimizi yağdırdık (daima masanın üstünde idik). Fransız subayı insaflı imiş. Bize hak verdiğini zan­nettiren bir baş sallayışiyle sustu ve uzaklaştı. Biz de muzaffer bir heyecanla bir Türk marşı daha okuduk.

O sırada bizim grupa katılan Hayri adında bir genç arkadaş (vali­lerimizden birinin oğlu), bir Rum genciyle münakaşaya tutuşmuş. Döğüşmek için dışarı çıkmışlar. Pasajın dibinde ve gazinonun ka­pısı önünde, Todori adındaki Rum, tabancasını çekmiş. Hayri'yi kalbinden vurarak öldürmüş. Bunu duyar duymaz dışarı fırladım. Arkadaşımız yerde yatıyordu. Todori kaçmıştı. İngilizler onu ertesi gün yakaladılar serbest bıraktılar.

Facianın dehşeti içinde dillerimiz tutulmuş, yaya olarak İstanbul'a döndük. Köprüyü geçerken yeni yıl başlıyordu. Yabancı donanma­larının düdükleri vah^i çığlıklariyle şehrin sessizliğini tırmalamağa

başladı. Koyu bir sis vardı. İstanbul semti, muhteşem kubbeleri ve zarif minareleriyle, bu düdükleri ve Beyoğlu'nun azgın sevincini hissetmekten tiksiniyormuş gibi karanlıklara dalıyor, uzaklaşıyordu.

Haykıran Beyoğlu karşısında susan İstanbul 'un biriktirdiği ve gizlediği büyük milli kudret, Anadolu'muzun müdafaa gücüne de karışarak Yunanlıları topraklarımızdan silip süpürdüğümüz ve İzmir'den denize döktüğümüz gün tam ölçüsüyle kendini belli etti.

Bu hatıranın kabusu bugünkü mesut ve müstakil Türkiye'de yeni bir yıla girerken bana saadetimizi daha çok hissettiriyor. İstiklaline bu şartlar içinde kavuşmuş bir millet, elbette bu hürriyetinin üstüne titreyecek, onu tehdit eden uzak ve yakın her ihtimalin karşısına, dikkatten parlayan gözleriyle, dikilecektir. [150]

*
* *

-     Süleyman Nazif (1870-1927)

Kara Bir Gün

Fransız generalinin dün şehrimize vürudu [gelişi] münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş Türk ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde müebbeden kanayacak bir ceriha [yara] açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzn ü idbanmız zevk ü ikbale munkalib olsa yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzn ü teessürü evlad ü ahfiidımıza nesilden nesi le ağlayacak bir miras terk edeceğiz.

Alman ordulan 1871 senesinde Paris'e dahil olarak Büyük Napolyon'un neşide-i mütehaccire-i muzafferiyatı olan tak-ı zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti

ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğimiz ye's ü azabı duymamıştı. Çünkü 'Fransız' adını taşıyan her fert, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslü- manlar o matem-i milli karşısında telehhüf ve hicab ile ağlamış ve kızarmışlardı.

Biz ise mevcudiyet-i milliye lisaniyelerini bizim ulüvv-i cenabı­mıza medyun olan bir kısım halkın hay u huy-ı şemiitetiyle [gürül­tüsüyle] matem-i muazzezimize en acı hakaretlerin bir tokat şeklin­de atıldığını gördük.

'Buna müstahak değil idik' diyemeyiz. Müstahak olmasaydık bu felakete duçar olmazdık. Her kavmin sahiiif-i hayatında birçok ik­bal ve idbar sahifeleri vardır. Fransa kralı Birinci François'yı Char- les Quint'in mahbesinden kurtarmış ve koca Viyana şehrini kerrat ile sarmış bir ümmetin defter-i mukadderatında böyle bir satr-ı elim de mestur [yazılı] imiş. Her hal mütehavvildir [değişir]. Arapların güzel bir sözü vardır: 'lsbır, feinneddehre la-yasbir' [Sen sabret, zira zaman sabretmez]. 83

*
* *

-     Darülfünun Hukuk Fakültesi Öğrencisi İsmail Hakkı Sunata ( 1892-1988)

l 9 l 9'un (1335) Ocak ayı geçti. Limandaki düşman gemileri eksil­miyor, artıyor gibi. İstanbul'u işgal eden galip devletlerden, en zi­yade İngilizler düşmanlıklarını gösteriyorlar. Onlar nedense bizlere çok diş biliyorlar. Bu kızgınlığın içinde, Çanakkale mağlubiyeti de yer alıyor gibi geldi bana. Fransızlar, İtalyanlar o kadar düşmanca

83 Hadisat, Sayı 63, 9 Şubat 1919. Aktaran Devrin Ya=arları m Kalemiyle Milli Mü­cadele ve G<ı=i Mustaj{ı Kemal 1. haz: Mehmet Kaplan - İnci Enginün - Birol Emil - Necat Birinci - Abdullah Uçman, külıür Bakanlığı, Ankara. 1 % l, >. 65.

davranmıyorlar. İngilizlerin kurduğu polis teşkilatı, kanatlarını, bü­tün Hıristiyan toplulukların üzerine germiş durumda. Bundan do­layı Rumlar ve Ermeniler şımarmış halde. Benim mahallem, sessiz ve fakir bir Müslüman mahallesi olduğundan baskı görmüyoruz. Fakat Beyoğlu tarafı, artık tamamıyla bize düşman durumda. Be­nim de şimdilik o tarafta ilgim yok.84

Bu sıralarda, Selanik'teki İngiliz ve Fransız Orduları Başkumanda­nı Franchet d'Esperey İstanbul'a geldi. Alman taraftarı devletlerin çöküşü önce Selanik cephesindeki Bulgar ordusundan başlamıştı. Sonra arkadan sırasıyla Avusturya, Türkiye ve Almanya çöktüler. Bu yüzden Franchet d'Esperey bir efsane kahramanı olmuştu ve İstanbul'a en büyük galip kumandan olarak geliyordu.

Bütün Hıristiyanlar, Avrupalı geçinen Levantenler, kendisini be­yaz bir ata bindirerek, yollara halılar sererek ve her tarafı Fransız bayraklarıyla donatarak, büyük bir fatih gibi çılgınca alkışlamışlar. Ben onun geldiğini ve alkışlandığını dairede işitmiştim, ama nasıl olduğunu bilmiyordum.

Ertesi gün Süleyman Nazif Bey'in "Kara Bir Gün" başlığıyla ya­yımladığı başmakaleyi okuyunca durumun veya durumumuzun ne kadar acıklı ve ezici olduğunu anladım.

İstanbul adeta ikiye ayrılmıştı. Galata ve Beyoğlu tarafı artık biz­den kopmuş, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı ve Yunanlılarla enternasyonal bir memleket olmuştu.

İstanbul tarafı ise, mağlup olmanın bütün ağır yükünü ve acısını taşıyan bahtı kara bir yer. 85

*

* *

84 İ. Hakkı Sunata, İstanbul 'da İşgal Yılları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstan­bul, 2006, s. 18-19.

85 İsmail Hakkı Sunala, a.g. e., s. 26-27.

-     Catherine Laskaridhis

Binlerce insan kıyılara, yüksek yerlere doluştu. Erkekler çatılara, teraslara, yüksek duvarlara, Limana, Marmara Denizi'ne nazır her yere tırmandılar. Kenar mahallelerin bütün sakinleri şafaktan iti­baren Boğaziçi 'nin aşağı taraftarına yöneldiler, Galata Köprüsü kalabalıktan batma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Eski sarayın parkı, Mannara Denizi'nin kıyısındaki mahallelerden gelen in­sanlarla dolup taşıyordu. Sanki Ayasofya yükseliyor ve minareleri -muhafızları- alçalıyordu. Heyecan ve sabırsızlık duygularıyla dolu Eli ve ben, odamızda giyiniyorduk. Sofrada aceleden ve sinirden tepiniyorduk; ·Hadi çabuk, geç kalacağız.' Baba sizi efsanevi sa­vaş gemisini ziyarete götürecek. O benzersiz günde neler giydi­ğimizi hatırlamıyorum. Fakat bizim küçük oğlanın Yunan mavisi çizgili bir beyaz kurdele kuşandığını çok iyi hatırlıyorum. Ve işte Averoftaydık! Merdiveni ne büyük bir heyecanla tırmanmıştık! Gemiyi, makinalarından kaptan köprüsüne kadar bir ucundan öte­kine tümüyle dolaşmıştık. Sanki, kutsal ve benzersiz ziyaret yerini, Ayasofya'yı ziyaret etmiştik.86

*
* *

-     (E) Korgeneral İhsan Gürkan (1916-2005)

İşgal yıllarında Ada'nın önünde iki Yunan savaş gemisi yatardı. Çok iyi anımsıyorum, adları Averaj ve Kılkış olan bu gemiler, za­man zaman demir alarak adaların arkasına, yani güneyine iner ve orada top atışı yaparlardı. Hedefleri Yalova ile Bozburun arasındaki Marmara güney kıyıları kesimiydi. Çünkü, kimi zaman buralarda yangın çıkar ve özellikle lodos havalarda, olay evimizin yakınında­ki düzlükten, açık seçik görülürdü. Bunun üzerine Rumlar, küçük büyük sevinir, hora teperlerdi.

86 Q11in=e Mil/es Jo11rs el Constantinople Ala Patrie, Atina, 1 987. Aktaran Helene Yc- rasimos - Stdaııos Yerasiınos. ""Yitik Bir Kentin Düşleri ve Kabusları", istaııbıı/ IY14-19JJ. çcv: Cüııcyl Akalııı. İklimim Yayınlan. İsiaııbul. l 9%. s. 134.

Sanırım 1924 yılındaydı, günlerden bir gün Ada 'nın önünde iki kü­çük Yunan yolcu vapuru demirledi. Çok geçmeden Rumların bü­yük bölümü ve bizim bütün komşularımız, taşıyabildikleri eşyayı toplayıp, çocuklara küçük çıkın, büyüklere büyük çıkın yaparak yüklendiler, yanlarına alamadıkları eşyayı olanakları derecesinde yakarak ya da diğer yöntemlerle işe yaramaz hale getirdikten son­ra kapılarını kilitleyip çıkıp gittiler. Uzun süre evimizin önündeki hakim noktadan onları seyreden fakat bir anlam veremeyen ben, eve koştum ve anneme onların gittiğini söyledikten sonra "Biz niye gitmiyoruz?" dedim. Rahmetli ve sevgili anacığım, yanaklarımı okşadıktan sonra, "Sen küçüksün, anlayamıyorsun. Burası bizim vatanımız. Başka gidecek yerimiz yok. Onlar hainlik ettiler, şimdi kaçıyorlar... " sözleriyle bana bir ders de vermiş oldu. ( ...)

Ada Rumlarından biri, işgal senelerinde hemen her gün, baba­mın dükkanına uğrar ve "Şerif Efendi, biliyor musun, bizimkiler Ayasofiya'ya çan takacaklar. .." gibi yakışıksız ve tahrik edici sözler söyler ve babamın şiddetli tepkisine maruz kalmamak için hemen oradan sıvışırdı. Ne var ki, kahraman ordumuz 30 Ağustos 1922 Afyon-Dumlupınar Meydan Muharebesi 'nde, işgalci Yunan Ordusu'nu kesin sonuçlu bir yenilgiye uğrattıktan sonra; gazeteler­de, bu ordunun bir çapulcu yığını halinde, önüne çıkan savunmasız köy ve kasabaları ateşe vererek, camileri insanla doldurup yaka­rak, kadın ve kızlara tecavüz ederek, İzmir'e doğru kaçtığı yollu haberler çıkınca, bu zavallı kişinin bir kalp krizi sonucu öldüğünü öğrendik. Yine de toprağı bol olsun, ne diyelim. 87

*

* *

X7 Ihsan < iilrkan. /lir <iı•11ı·mli11 A.\'keri ı•e Akademik Anıları, Kastaş Yayınevi, İstanbul,

2iJll2. ‘ . 12-H

- Maliye Nazırı Cavid Bey (1875-1926)

Dün bütün Beyoğlu sokakları bayraklarla donatılmıştı. Sanki mem­leket için bir yevm-i iyd imiş. Dahiliye Nezareti böyle bir ihtimali nazar-ı dikkate alarak zabıtasına hiçbir talimat vermemiş olacak ki, emr-i vakii polisler kabul etmişler. Tereddütle çekilen ilk bayrakları bayrak seylabı takip etmiş, bütün gün bu bayraklar milletin mate­miyle eğlenircesine dalgalanıp durdular. Bir çok düşman tebaası bile bu cfışiş-i meserretten mahcup olduklarını söylüyorlardı. Fil­hakika bunun asıl müsebbibi Rumlar. Fakat onlara meydan veren bizler de mesul değil miyiz?

Sadrazama söylemesi için Hariciye Nazırına telefon etmiştim. O da Dahiliye Nazırına söylemiş. Fakat bayraklar ancak gece kaldırıla- bilmiş. Bugün artık yoktu.88

*
* *

- Yahya Kemal Beyath (1884-1958)

Ramazanla Beraber

Biraz iz'anı89 olan bir Türk İstanbul halkının bu hazin günlerimiz­de bile devam eden gafletine baka baka teessüründen verem olur gider. Birçok kereler dediğimiz gibi hissiyetle milll varlığına pek ziyade bağlı olan bu halk fikirce bilakis son derecede kayıtsızdır. Bu canhıraş90 gafletin en ziyade ibrete şayan bir numunesini şu son günlerde gördük. İstanbullular İnönü muzafferiyetinden pek ziyade sevindiler, gözleri yaşararak koştular, zaruretten kırıldıkları böyle bir zamanda ceplerinde ne varsa Hiliil-i Ahmer'in önüne döktüler;

88 Maliye Nazırı Cavid Bey, Feilikeı Günleri Miitôreke Devrinin Feci Tarihi -1, haz: Osman Sdim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, :WOO. s. 40.

89 Anlayış. kavrayış.

90 Y i.ir^k paralayaıı.

bu fakir halkın ianesinin yekunu tuta tuta, şimdiye kadar, yüz sek­sen beş bin lira tuttu.

İnönü askerlerinin yaralarını sardırmak için yüz seksen beş bin lira veren bu halk, bir maaş aldı mı hemen Yunan bakkallarına, Yunan mağazalarına koşar, bir aylık maaşın yekunu olan bir milyon iki yüz bin lirayı, hem de her ay, Yunanlılara cephane yetiştiren Yunan teşkilatının eteğine döker. Bazen dış yüzü, bazen da yalnız iç yüzü mavili beyazlı olan bu dükkanlardan alış veriş eden Müslümanlar, fark etmiyorlar ki Yunan ordusuna yataklık ediyorlar; çünkü en ba­sit bir muhakemeyle bu gafletin başka bir tabiri yoktur.

Bu halk Mütareke'ye kadar memleketimizde Yunanlılık teşkilatını temyiz etmekte mazurdu. Lakin Mütareke' den sonra hakikati gaze­teden, kitaptan öğrenmeye muhtaç değildir. Çünkü gözü önünde­dir. Düşman vatandaşlarımız teşkilatlarını bu halktan saklamadılar, çakır gözlü bayraklarını dikmedikleri kapı, sallamadıkları pencere kalmadı. Üç sene sürekli maceralardan sonra anlaşıldı ki Türkiye Yunanlılığı, Yunanistan'a taş çıkarıyor. Mamafih Yunan vatanper­verliğinin şeydası91 olan bakkallar, mağazalar zerre kadar istiflerini bozmadılar. Türk parası kasalarına eskisi gibi aktı. Bu kara günler­de, bu hazin saatlerde muttasıl akıyor da.

Bir tek Rum evi olmayan İslam mahallelerinde yeni, üç dört Rum dükkanı hani hani işliyor. Yüksek bir mevki-i ilmi92 işgal eden bir zat bu ibret alınacak manzarayı yakından tetkik etmiş, dün bize di­yordu ki: "Bozdoğan Kemeri semti tamamıyla Müslümandır. Orada karşılıklı dört bakkal dükkanı var. İkisi Türk, ikisi Yunanlı. Yunanlı dükkanlar makine gibi işliyor. Girenin çıkanın haddi yok, müşterilerin hepsi de Müslüman. Karşılarındaki Türk bakkallarına bilakis kimse­ler uğramıyor. Önce zannettim ki Türk dükkanları gerek mal gerek de muamele itibariyle rakipleri Yunan bakkallarına rekabet edemiyorlar. Bu karşılıklı dükkanlara günlerce devam ederek bu iktisadi hadiseyi

91 Aşırı düşkün.

92 İlim makamı, mevkii.

müşahede etmeye çalıştım. Baktım ki Türk dükkanları bilakis öteki­lerden çok daha temiz, mal ve emtiaca da ötekilere faik,93 muamele de pek iyi. Türklerin her cihetçe bu tefevvukuyla94 beraber rekabet edemediklerine şaştım. Rivayet olunduğu gibi bu fark veresiyeden ileri geliyor sandım. Onu da tahkik ettim, Türk bakkalları da veresi­ye veriyor. Mesele nazarımda büsbütün mu'dilleşti.95 Tahkikatımı her noktadan ilerlettim; bu meseleye çok dikkat etmiş bazı müdekkikle- rin96 şehadetiyle de sabit oldu ki, asırlardan beri kökleşmiş bir itiyat sevkiyle Türkler Rum bakkalına gidiyor, Türk bakkalına gitmiyor."

Bu zatın tetkiki bizi hazin düşündürdü. Bu asırda zekasıyla yaşaya­cağına sevk-i tabiisiyle yaşayan bir halk dünyanın güzergahı olan bir payitahtta nasıl barınabilir?

Bir Müslüman dükkanından alışveriş ederken bir Müslüman kızı­nın çeyizine bir şey zammettiğini,97 bir Müslüman çocuğunun mek­tep parasını ödediğini, Müslümanlığı, Türklüğü İstanbul'da biraz daha fazla yaşattığını idrak edecek kadar basit bir fikre malik olma­yan bu halk, bari bu kara günlerde o sakim98 itiyadından bir müddet vazgeçse, Yunan bakkallarına hiç olmazsa bu Anadolu cidalinin ni­hayetine kadar uğramasa, göz göre göre Yunan ordularına levazım yetiştiren Yunanlılık gayretkeşlerine yardım ve daha Türkçe söyle­yelim, kema!-i safvetinden99 yataklık etmese!

Dediğimiz gibi İstanbul halkı hissen milletine pek bağlı, lakin fik­ren bu derekededir.10° Kaderin sevkiyle Anadolu'daki milli cidale iştirak edemedi. Bari müessir olduğu kadar sade de olan bu iktisadi cihada azmetse. Yarın içimizde bir gurbet hissiyle bir daha girece­ğimiz mübarek Ramazan bu mukaddes mücadeleye ne güzel bir

mebde101 olur. Bu hakikati idrak edenler, henüz edemeyenlere ma­hallelerde, camilerde, mescitlerde telkin etse, bu cemaati büyük bir günahtan kurtarmakla beraber bir sevaba da nail ederler. 102

*
* *

Kandiller Yanarken Hasbihal

Mütareke'nin ilk senesi, eli bayraklı Yunan taşkınlığı, yapılacak her alayiş103 gibi yapılmayacak her nümayişi104 yapmış, İstanbul'u yar ü ağyara 105 bir Yunan şehri olarak göstermeye çalışmış, bizim gibi ecne­bilerin gözlerini de uzun bir müddet Elenizmos 'un tütsüsüyle bulan­dırmıştı. O senenin Ramazanı geldi. Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven bir ecnebi ile Moda'daydım. Karşıdan İstanbul, mahyalarıyla, minarelerinin şerefelerindeki kandilleriyle görünüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı, baktı: "Bu şehir Türktür ve Türk olmasa insaniyet güzelliğinden bir alem kaybeder!" dedi. Bu heyecanından biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayişi karşısında hatırına gelen bir mülahazayı düşünceyi söyledi: "Rumlar bir senedir bu şehri bize Yunanlı göstermek için ne çarelere baş vurmadılar, kendi evlerinden sonra Beyoğlu'nda Türk emlakini de maviye, beyaza gark ettiler siz ses çıkarmadınız, lakin bu akşam ne sizin ne de hükfımetinizin tertibi eseri olarak minareler kendiliğinden öyle bir nümayiş yaptılar ki bu şehrin milliyetini tamamıyla gösterir." Hakikaten İstanbul'un o gece nümayişi, o senenin bütün çirkin nümayişlerini söndürmüştü.106

*
* *

1O1 Başlangıç.

102 Yahya Kemal, "Ramazanla Beraber", İleri, 9 Mayıs 1921. Aktaran Yahya Kemal, Eğil Dağlar İstik/dl Harbi Yazıları, İstanbul Fetih Cemiyeti, 1 !. baskı, İstanbul, 2008, s. 124-126.

103 Gösteriş.

104 Gösteri.

105 Dost ve düşman.

106 Yahya Kemal, "Kandiller Yanarken Hasbihal", İleri, 1 O Mayıs 192 !. Aktaran Yah­ya Kemal, a.g. e.. s. 127-129.

- Gazeteci İsmail Habib [Sevük] (1892-1954)

Bilet Alırken

İstanbul' dan yeni gelen bir zabit anlatıyordu. Haydarpaşa istas­yonunda Kızıltoprak'a gitmek üzere bilet gişesinin yanına vardığı vakit orada bir Rum ile biletçi arasında Türkçe şöyle bir muhavere cereyan etmiş:

-    Bana bir bilet ver.

-    Nereye gideceksiniz?

-    Ankara'ya!

Biletçi de ya Rum ve yahut bir Rum gayretkeşi olacak ki şöyle cevap vermış:

-    Oraya hep gideceğiz, fakat şimdilik nereye bilet alacaksın'?

Haydarpaşa'dan Erenköy'üne gidecek bir Rum ile herkese bilet vermekten başka bir vazifesi olmıyan bir biletçi arasındaki bu mu­havere orada bir Türk zabiti bulunduğu için mi yapıldı bilmem, fakat onu dinliyen zabit bir yıldırımla vurulmuş kadar müteessir olmuş, aradan bu kadar gün geçtiği, o muhavereyi dinlediği yer ile burada o muhavereyi hikaye ettiği yer arasında bu kadar denizler ve dağlar aştığı halde, biz bu kısa hikayeyi o zabitin ağzından din­lerken dikkat ettik ki zabitin heyecanı hala o muhavereyi dinlediği zamandaki heyecandı, onu anlatırken sesinde bir titreyiş, hançe- resinde bir hıçkırık ve gözlerinde alevli bir kıvılcım vardı. Şimdi düşmanın karşısında çarpışan, kimbilir kaç Yunanlı tepeliyen ve kimbilir belki de yaralanan o zabit burada bize o muhavereyi nak­lettikten sonra dedi ki:

-    Ben şimdi cepheye gidiyorum. Fakat Ankara'dan tirene binerken birisi bana "Nereye gidiyorsun?" dese vereceğim cevap aç ıktır:

- İzmir'e!

İşte iki isim ki iki taraf için de birer gaye oldu. Haydarpaşadan Erenköyüne bilet alırken Ankara'ya gittiğini söyliyen o Rum ile Ankara'dan cepheye giderken İzmire gideceğini haykıran o zabitin ağızlarındaki bu iki kelimede yarabbim ne kadar derin bir tezad var:

- Nereye gidiyorsun?

- Ankara'ya!

Hayır Ankara'ya değil küstah Rum, Ankara'ya değil ölüme gidi­yorsun. Kostantinin 107 arkasına taktığı ordu Ankara'ya değil ölüme ve ademe gidiyor, çünkü Ankara bir şehir değildir, Ankara kükre­yen bir azmin timsali, coşan bir tarihin remzi, feveran eden bir hak ve hürriyetin ulvi bir mefhumu oldu. [151]

Açık Söz, 28 Ağustos 133 7 (1921)

*
* *

Çıkmazda Çırpınış

Oniki günlük bir ihata hareketi ve oniki günlük bir yürüyüşten son­ra, bir an geldi ki düşman emeline muvaffak oluyorum zannetti ve bütün milletine, Türk ordusunun çevrildiğini ilan etti: Fakat birde baktı ki ortada çevrilen bir ordu değil, devrilen kırkbin kişilik Yu­nan askeri var!

Düşman ajansları o dakikada neler uydurmadılar: Kırk, ellibin esir alınmış, İsmet Paşa yaralanmış, Kazım Karabekir Paşa esir edil-

miş, bir Yunan tayyaresi Mustafa Kemal Paşa'yı şimendiferden kapıp götürmüş! Atina caddelerinde ve Beyoğlu sokaklarında bu haberlerle şampanyalar patlatıldı, hançereler açıldı, mavili-beyazlı bayraklar dalgalandı. Atina ve Beyoğlu sokaklarında sabahlara ka­dar salyalı nariilar, coşkun neşeler, mezheb-i hulyalar dolaştı: Fakat beklenen kırkbin Türk esiri yerine, kırkbin Yunan yaralısı geldiği anlaşılınca açılan şişeler atıldı, bağıran hançereler tıkandı, dalga­lanan bayraklar büküldü. Türk ordusunun endamıyla esir olduğu haberi yerine, bütün mühimmatı ve bütün levazımıyla harika-engiz bir manevra ric'ati yaptığı öğrenilince; Yunanlıların dudakların­daki handeler birer homurtu, alkış için hazırlanan avuçlar ye'sden bükülmüş birer yumruk; neşeli şarkılarla inleyen Tesalya ve Girit ovaları birer isyan sahası oldu.

Hakikat acıdır derler. Yalandan sonra hakikat ise, sürurdan sonra matem gibi daha şiddetli oluyor. Yunanlılar sevindi, Yunanlılar ne­şeli bir rüya gördü. Yunanlılar "bütün Türk ordusunu ihata ettik' diye çılgın şenlikler yaptılar: Fakat sonra da yanlışlıkla cennete gi­rerek hakikat anlaşılınca dışarı atılan bir mücrime döndüler! ıo9

Açık Söz, 21 Ağustos 1921

*
* *

Sahil Rumları

İki nev'i Rumluk olduğunu söylemiştim. Sahil Rumları, dahil Rumları. '"Etniki Eterya" yangını bir asırdan beri, evvela sahilleri tutuşturdu, ve Mütarekeden sonra anladık ki bu yangın artık sahil Rumlarında yapacağı her şeyi yapmış ve eserini bitirmiştir! Yu­nanlılar İzmir'e çıkınca bütün Rumları başlarından feslerini, cüz-

109 İsmail Habib Sevük'iin Açıksö= deki Yazıları 1921-1922 Makaleler Fıkralar, lıaz: Yd. Doç. Dr. Mustafa Eski. Atatürk Aranırına Merkoı. Ankara. 1998. s. IU.

danlarından nüfus tezkerelerini yırttılar. İstanbul'a İtilaf kuvvetleri girince, başta Patrik olmak üzere bütün İstanbul Rumları Osmanlı tabiiyetinden çıktıklarını iliin ettiler, artık Patrik cuh1s ve muayede merasimi gibi resmi günlerde padişahı tebrike gitmiyor, buna mu­kabil bütün Beyoğlu sokaklarında bütün Rumlar tarafından tanta­nalarla Venizelos günleri tes'id ediliyordu. Samsun'da Pontusçular bütün teşkiliitlarını bitirmişler, yapacakları hükümetin bütün prog­ramını çizmişler, asacakları yaprakların kaffesini hazırlamışlardı: İzmir, İstanbul, Samsun bu üç isim sahil Rumlarının Qç büyük hıyanet ve tezvir deposu oldu. Bu üç yerde de Rumluk hep al ve beyaz yemenili anadan ayrılmak, mavi ve beyaz hotozlu hemşireye kavuşmak istiyordu.

İzmir Rumları bu hemşireye "Oh kavuştuk!" dediler. İstanbul Rum­ları "hemşireye kavuşmadık fakat al ve beyaz yemenili anandan da ayrıldık!" diye müteselli oldular. Samsun Rumları ise anadan ayrı­lıp hemşireye kavuşayım derken çukura düştüler ve "Ah mahvol­duk!" telehhüfiitında bulundular. Birincide saadet, ikincide teselli, üçüncüde hüsran var.

İzmir Rumları kendilerini mesut mu telakki ediyorlar? Varsın öyle olsun! İstanbul Rumları bizden ayrıldıklarını ilan etmekle mütesel­li midirler? Bu, kendi bilecekleri iş! Samsun Rumları hulyalarının doğmadan öldüğünü görmekle nalan mıdırlar? Döğünmek bize dü­şecek değildir. Saadet, teselli, hüsran, bütün bunları anladık, fakat onların bu vaziyeti karşısında bize de düşen bir vazife var: Artık onlara tebaamız dememek.

Dünkü nüshamızda Anadolu Ajansı'nın bildirdiği bir telgrafı oku­dunuz: Celaleddin ArifBey'in padişahiin-ı izam tarafından tevarih-i muhtelifede ekalliyetlere bahş edilen imtiyaziitın feshi hakkındaki teklifi Meclis tarafından müstaceliyet kararıyla ruznameye idhiil edilmiş.

Sahil Rumları için bence böyle tedbire bile lüzum yoktur, çünkü onlar Osmanlı tabiiyetinden çıktıklarını iliin etmekle o imtiyazat ve fermanları bizzat kendileri feshetmiş oldular!

Bizim nüfus tezkerelerimizin yırtılması, bizim verdiğimiz o fer­manların da yırtılması demektir: Rumlar madem ki bizim tabiiye­timizden çıktılar, o fermanları isterlerse çerçeveleyip odalarının duvarlarına assınlar, belki kendilerine tarihi bir hatıra olur!

Sahil Rumları bizim tabiiyetimizden çıktılar dedim. Hayır, onlar yalnız bizim tabiiyetimizden çıkmakla kalmadılar, bizim hayatımı­za saldırdılar, bizden yalnız ayrılmadılar, düşman da oldular; yalnız nüfus tezkerelerimizi yııtmadılar, en hiiin ve sefil bir katil gibi bi­zim boğazımıza da sarıldılar.

Bu düşmanlık ki "etniki"nin ateşiyle yanan her Rum ruhunda eski­den beri gizli gizli devam ediyordu, bu düşmanlık ki mavi ve be­yaz bayrağın tahassürüyle aşılanmış her Rum'da sinsi bir hiyanetti. Fakat artık Mütarekeden sonra İzmir'de, İstanbul'da, Samsun'da bu düşmanlık açık bir husumet, o hiyanet aleni bir suikast oldu. Bugün cephede bizimle çarpışan süngünün belki yarısından fazla­sı dünkü tebamızın süngüsüdür. Karşımızdaki orduya lazım gelen paranın belki kısm-ı azamını yine onlar temin etti. Onlar bu orduya asker verdiler, para verdiler, otomobil verdiler. Bütnü bunlar yarı Anadolu'ya ölüm ve elem getirdi. Yarı Anadolu'yu harap ve türab eden, köyleri yangın ve yangınları şehr-ayln yapan eller Yunanlı mıdır, Rum mudur, biz artık bunu ayırmıyoruz.

Şu gaziyi ma'lul bırakan süngü, şu şehidi toprağın altına gömen kurşun, şu siperi uçurmak isteyen bomba Atina' dan gelen bir aske­rin mi, yoksa İzmir'den asker olan bir Rum'un ve İstanbul'dan gö­nüllü yazılan bir palikaryanın mı, biz artık bunları tefrik etmiyoruz. Yunanlılıkla Rumluk, düşmanla hiiin birbirine karıştı. Ma'mureleri harabe, aileleri perişan, bakireleri nalan eden kuvvet hep birdir, hep birleşen o ellerdir: Artık Atina'dan gelen o askerden daha fazla,

İzmir'den gelen şu neferde ve İstanbul'dan gönderilen şu gönül­lüde hıncımız ve intikamımız var. Onlar ki yalnız bizim tabiiyeti­mizden çıktıklarını iliinla iktifa etmediler, onlar ki bizim karşımıza ellerinde süngü, ceplerinde bomba, öyle çıktılar. Onlarla ki artık aramızda yalnız ayrılık değil, bu kadar hesap ve bu kadar kan var: Söyleyiniz artık onlarla elimizi nasıl sıkabiliriz? Ve onlar artık bu vatanda nasıl kalabilirler? "Peki bunun çaresi nedir ve onlara ne ya­palım mı?" diyeceksiniz. Bunun çaresini Balkan Harbi 'nden sonra Venizelos bulmuştu ve bu çareyi bir ay evvel Times gazetesi de yazdı, bu çare tek bir kelimeden ibarettir: Mübadele.

Burada mavi ve beyaz hotozlu hemşireye hasret çekenler oraya git­sinler, orada da kırmızı ve beyaz yemenili anaya hasret çekenler var. Onlar da buraya gelsin. Balkan Harbi'nden sonra Venizelos'la yapılan müzakere ve itilaf neticesinde bunun tatbikine bile başlan­mıştı, araya Umumi Harb'in girişi bu işi durdurdu. Umumi Harp'ten sonra ise Venizelos, bizdeki Yunancı Rumları Yunanistan'a götüre­ceğine, Yunanistan'ı bizdeki Rumlara getirdi!

Bu belki daha şanlı idi, liikin Sakarya'dan sonra büsbütün anlaşıldı ki Yunanistan'ı buraya getirmek değil, buradakilerini Yunanistan'a götümek daha faydalı ve zarari imiş! Bu fayda ve zarureti işte Ti­mes da itiraf ve ilan ediyor, Pontus meselesi dolayısıyla yazdığı bir makalede Rumların hiçbir vakit müstakil bir hükümet teşkil ede­meyeceklerini ve İtilaf zabitlerinin murakabesi altında Rumlarla Türklerin mübadelesi lazım geldiğini anlattıktan sonra diyor ki:

"Bu suretle Türkler siyaseten şüpheli olmayan anasırı kazanmış, Yunanlılar da Avrupa'daki viliiyetlerinde hiç de kuvvetli olmayan Yunan unsurunu takviye etmiş olurlar."

Biz buna razıyız. Bu suretle biz yalnız şüpheli olmayan anasırı kazanmış değil, mavi ve beyaz hotozlu hemşirenin zulüm ve taz­yikinden de yüz binlerce Türk ve Müslümanı kurtarmış olacağız. Yunanistan da bu suretle yalnız Makedonya ve Garbi Trakya'da

hiç de kuvvetli olmayan Yunan unsurunu takviye etmiş değil, yüz binlerce Rum'u da al ve beyaz yemenili anayı aldatıp durmak ri­yakarlığından ve onu hançerleyip gitmek cinayet ve katilliğinden kurtarmış olacaktır! [152]

Açık Söz, 29 Kasım 1921

*
* *

Patriğin Ettiği

Bundan tam dörtyüzseksenbeş sene evvel Fatih, kıratının üstünde İstanbul'a girdiği vakit bu, cihanın en mühim hadiselerinden biri oldu. Bu giriş bin senelik çürümüş bir saltanatın kapanışı, dinç ve temiz bir hilalin parlayışı idi, bu giriş bütün cihan tarihini ikiye böl­dü. Fakat bu girişin belki bunlardan daha büyük bir neticesi vardır: Saltanat içinde saltanat doğuşu! Fatih kıratının üstünde İstanbul'a girerken Rum patriği debiryere kapanmış, hiiifve lerzan, ölümünü bekliyordu. Fatih ona cellat yerine yaldız haşeli bir at, ölüm yerine altın işlemeli bir hil'at ve altından yapılmış bir asa gönderdi. Pat­riğin yaldız hiişeli atının üstünde Fatih'in yanına girişi, kıratının üstünde Fatih'in İstanbul'a girişinden daha debdebeli oldu. Aldığı belde ile cihanın tarihini ikiye bölen Fatih, aldığı beldenin patriğini tahtından inip yayan istikbal etti. Patrik kendine verilen fermanı ve Patrikliğe bahş edilen imtiyazları dinlerken şüphesiz kulaklarına inanamıyordu. Bu, kendine verilen şey bir imtiyaz değil bir salta­nattı. Patrik, Bizans İmparatorları zamanında miilik olmadığı hu­kukun üç, beş misline şimdi Fatih eliyle nail oluyordu. Bu verilen imtiyazla patriğe kimse karışmayacak, Patrikliğin ayrı bir teşkilatı olacaktı. Bu imtiyazdan sonra Rumluk yalnız dini bir cemaat değil müstakil bir millet, patrik de yalnız ruhani bir reis değil, Rumluğun ruhuna ve kilisesine hakim bir hükümdardı. Fatih İstanbul'a girer­ken elem ve ölüm bekleyen patrik, Fiitih'in huzurunda bu hudutsuz

ve inanılmayacak lütı1ftarı işitince, kendini tutamadı, gözlerinden şükran yaşları akarak, Fatih'in ayaklarına kapandı: Dünyada hiçbir şükran şüphesiz bu kadar samimi ve sıcak olmamıştır.

Çünkü dünyada hiçbir galip hükümdar hiçbir mağlup reis-i ruhani­ye böyle lii-yetenahi bir semahat yapmadı ve hiçbir mağlup reis-i ruhani hiçbir galip hükümdardan böyle bir muamele göremezdi.

Aradan dörtyüzseksenbeş sene geçti: Gözlerinden şükran yaşları akıtarak Fatih'in ayağına kapanan ve o patrikten, dörtyüzseksen- beş sene sonra diğer bir patrik alenen ve hayasızca neşrettiği bir beyanname ile şimdi bütün Rumları Yunan ordusuna ianeye ve Yu­nan ordusuna yardıma davet ediyor. Patrik bu fedakarlığı yapmayan Rumları siyah kitaba yazacak ve bütün "elenizmus" alemine teşhir edecekmiş! Dörtyüzseksenbeş senelik bir zamanın bir ucundaki o patriğe yapılan muamele ile diğer ucundaki bu patriğin bize yaptığı muamele: Şüphesiz ki yalnız biz değil, cihan tarihi bile o kadar yük­sek bir ulüvv-i cenabe karşı bu kadar yüksek bir hiyanet görmedi!

Bizim bu muameleye hiddetimiz, Rumluğun hıyanetini patriğin bu beyannamesiyle öğrenip işittiğimiz için değildir. Biliyonız ki o hi- yanet dörtyüzseksenbeş senedir için için ve yedi sekiz senedir de açık devam ediyordu. Biliriz ki karşımızda bizi boğmak için çarpı­şan kuvvetin yarısından çok fazlası Yunanlı değil Rum'dur. Biliriz ki karşımızdaki orduyu teçhiz eden servetin yarısından çok fazlası, bizim vatandaşlarımızın kesesinden çıkan servettir. O keseleri ki bizim gafil ellerimiz doldurdu. Onlara verdiğimiz her kuruş bize çevrilen bir fişek, onların bizden kazandığı her lira bizim göğsümü­zü nişanlayan bir tüfek, onların kasasını dolduran her servet bize ölüm saçan bir tank ve bir zırhlı oldu. Ne feci bir vaziyet ki biz ken­di kendimizin katili oluyoruz: Oğlunun şahadetiyle ağlayan şu baba bilse ki onu öldüren kurşun, bakkal Dimitri'den aldığı bir okka pi­rinçtir. Kocasının şahadetiyle saçını yolan şu dul kadın anlasa ki kocasının göğsünü delen, manifaturacı Yorgi'den aldığı fistanlığın bedelidir. Şimdi yetim bi-vaye kalan şu küçük çocuk ilerde olsun

öğrensin ki düşman güllesiyle şehid olan babası o gülleyi düşma­na kendi parasıyla atmıştı! Biz, Rumluğun hiyanetini patriğin beş, altı gün evvel neşrettiği o beyanname ile öğrenmedik. Ondan çok evvel de biliyorduk ki Sakarya'dan İzmir sahillerine, Marmara kıyılarından aşağılara kadar yer yer yanan evler yakılan köylerin kundakçıları en çok hep o, bizim, vatandaş diye ellerini sıktığımız ellerdir. Kanlar içinde ismeti yırtılan bu bakire, sandığında hazır­ladığı çeyizi belki o yırtıcı Rum' un mağazasından satın almıştı. Marmara kıyılarında denizin tuzlu suyuyla şişip tanınmayacak hale gelen şu mazlum Müslüman cesedi, kendini denize atan Rum'un kesesini belki de kendi eliyle şişirmişti. Bizim onlara verdiğimiz servet, hiyanet ve ölüm şeklinde tekrar bizim karşımıza geldi. Bi­zim vatandaş diye sahte tebessümüne ve tatlı diline aldandığımız insanlar, eşkıya ve cani kıyafetinde bizim hayatımıza saldırdılar. Bizim dörtyüzseksenbeş seneden beri bir hükümdar salahiyeti ve bir saltanat teşkilatıyla makamında bıraktığımız patrik efendi, bu beş asırlık lütuf ve nimetin şükranını bütün Rumları Yunan ordusu­na ianeye icbar ile eda ediyor.

Zararı yok, biz bunlara artık hiddet bile etmiyoruz. Biliyoruz ki ka­bahat onlardan ziyade bizimdir. Bize ne için hiyanet ediyorlar diye kızacağımıza, bize hiyanet edecekleri ne için bıraktık diye kendi­mize kızmalıyız. Anladık ki Fiitih'in beş asır evvel yaptığı ulüvv-i cenab en büyük bir basiretsizlik, bizim beş asırdır devam eden siya­setimiz en büyük bir hata ve bugünkü hiyanet bütün o basiretsizlik ile bu hatanın tabii bir neticesi imiş. Fener Patrikhanesi tarihimin kızıl renkli bir çıbanıydı. Ne yazık ki derin bir gaflet içinde, o çıba­nın kızıllığını taze bir gelin penbeliği sandık. Şimdi o çıban bütün afüvvünü ve bütün İrinleri ile deşilip mahiyetini meydana çıkar­dı. Biz buna memnunuz. İçin için işleyen yaralar daha tehlikeli, el altından yapılan hiyanetler daha derin, tatlı bir dil ve yaldızlı bir tebessüm altında saklanan riyakarlıklar daha korkunçtur. Artık ne ortada riya, ne yüzlerde maske, ne arada saklanacak esrar kaldı. Varsın bütün Rumlar Yunan ordusu ilerleyince şenlik. gerileyince

matem yapsın; varsın patrik efendi Yunan ordusu Ankara'ya doğru giderken Konstantin'e Rum heyetleri, Konstantin ordusu Ankara yakınlarından yüz geri ederken Rumlara iane beyannameleri çıkar­sın; varsın Kral Konstantin Anadolu Rumlarını kandırmak için par­lak nutuklar, kazandıklarını Sakarya 'ya gömdükten sonra da şimdi bütün Anadolu Rumlarına cebri seferberlikler yapsın. Bütün bunlar bizim beş asırdır aldanmaklığımızdan ve onların beş asırdır bizi aldatıp durmalarından daha tehlikeli ve daha mazarratlı değildir.

"Mağrurane Ricatlar" kumandanı Papulas, Eskişehir' denAnkara'ya doğru hareket ve bir darbede Kuva-yı Milliye ordusunu tarumar edeceğini zannettiği demlerde Yunan gazetecilerine dedi ki.

-    Türklerle bütün hesabımı birden ve toptan halledeceğim!

Çok doğru söylüyorsun iki gözümün göz bebeği Papulas, biz de bunu istiyor ve diyoruz ki:

-    Rumlarla hesabımızı artık toptan ve kökünden halledeceğiz!111

Açık Söz, 2 Ekim 1921.

*
* *

Yine Rumluk Meselesi

Hiç unutmam, Balkan Harbi'nden evvel "Hürriyet ve İtilaf' pro­pagandası yapılırken, Rıza Tevfik maskarası, Rum mebusu mahud Boşo'yu koluna takmış "Bana nasıl eminseniz buna da öyle emin olunuz!" diye onu konferans kürsüsü üstünden kalabalık bir İslam cemaatine takdim etmişti. Boşo'nun orada söylediği nutkun şu cümlesi hala kulağımda çınlıyor:

111 Yr<l. Do,. Dr. Mustafa Eski. a.g. e .. s. 137-139.

"Türkiye bizim için bir ana ise, Yunanistan da bir hemşiredir. İnsan hem anasını sever, hem hemşiresini!"

Onu söyledikten bir sene sonra, Yunan mebusu veYunan mutasarrı­fı olan Boşo'nun o sözü bizi iğfal için tılsımlı bir efsun oldu. Bunlar o ananın en hayırlı evliitlarıydı ki, o anadan kazandıkları paraları hep o hemşireye gönderdiler. O hemşire ise onlardan gelen parala­rı hep o ananın göğsüne atılacak bir fişek ve göğsünü delecek bir süngü yaptı.

Nihayet bir gün mavi ve beyaz hotozlu hemşireleri İzmir'e ayak basınca, bütün İzmir Rumları al ve beyaz başörtülü analarının bo­ğazına sarıldılar. Analarının al ve beyaz renkli başörtüsü parçalanıp çamurlara atıldı. İstabul Rumları da aynı şeyi yaptı. Boşo'nun cüm­lesindeki riyayı anarak açıkça, boğazlarını yırtarcasına bedmest ve bedtıynet bağırdılar ve halii bağırıyorlar: "Mavi ve beyaz hotozlu hemşireyi isteriz, al ve beyaz örtülü bu anayı boğacağız!"

Peki o ana onlara ne yapmıştı, bu hemşire onlara ne getirdi?

O ana onları altı yedi asırdır muhafaza etmiş, himaye etmiş, onla­rı zengin etmiş, mesut etmişti. Bu hemşire ise onlara ilk olarak ticarette durgunluğu, askerlikte seferberliği getirdi. Bütün İzmir Rumları seksen bin imza ile devletlere müracat ettiler, biz Yunanlı değiliz Osmanlı'yız dediler, mavi ve beyaz hotozlu hemşireler, gi­rerken yırttıkları nüfus tezkerelerini tekrar çıkartmak için Osmanlı nüfus idaresine üşüştüler. Çünkü hotozlu hemşire onlardan ticarette felç, kasalardan servet, askerlik sininde onlardan da kan ve ölüm istiyordu.

Bugün o coşkun ve servetle kaynaşan İzmir rakid ve yosunlu bir göl gibi sakin ve bugün İzmir'deki Rumlar oradaki İslamlardan daha matemli ve daha dilhfmdur!

İşitiyoruz ki Yunan ordusu Ankara'ya doğru ilerlerken gali fiyatlar­la gişelerden Ankara için bilet alan İstanbul Rumları da şimdi Sa-

karya zaferinden sonra başlarındaki serpuşu değiştirmek için fesçi dükkanlarına koşuyorlarmış! İkinci İnönü zaferinden sonra da Rum meyhanecileri ve Rum bakkalları, mavi ve beyaz renkli fıçılarını ihtiyaten kırmızı ve beyaz renge boyamışlardı: Fakat artık yeter, fıçıdaki boya, baştaki fes ile kendilerine aldanacak kimse kalmadı! Rum Patrikhanesi kapı kahyası İkyadis, patriğin beyannamesi mü­nasebetiyle Akşam gazetesi muharrirlerinden birine diyor ki:

"Aramızı açmak doğru değildir, yarın yine yüz yüze bakacağız!"

Hangi yüz yüze İkyadis efendi. Sizde yüz mü kaldı ki yüzünüze bakalım. Bizi öldürmek için sapladığınız kirli hançerlerinizin ucun­dan hala temiz kanlarımız akıyor. Şimdiye kadar haindiniz, fakat iki seneden beri katil de oldunuz. Hepinizde öldürülen bir Müslü- manın kanı, yakılan bir evin hıncı, söndürülen bir ailenin laneti var.

Sakarya'dan İzmir'e kadar, yalnız Türkiyeli Rumların elleriyle ya­nan köylerin, dumandan gündüzleri birer geceye ve o yangınların alevinden geceleri birer gündüze döndü.

Bir taraftan patrik hala alenen o beyanname ile Rumları Yunan or­dusuna davet ederken, diğer taraftan kapı kahyasının hala "birbiri­mizin yüzüne bakacağız" demesi: Yok, İkyadis Efendi dünyada her şey olur, fakat bu kadar hiyanet ve o kadar kandan sonra yalnız bu dediğin olamaz ve olmayacak!112

Açık Söz, 2 Ekim 1921.

*

* *

112 Yn.l. Doç. Dr. Mustafa Eski. a.g. e., s. 142-143.

- Falih Rıfkı [Atay] (1894-1971)

Ey Anadolu...

"Yunan tebliği - Kütahya işgalinden sonra Yunan ileri hareketi de­vam ediyor. Düşman inatla mukavemet ederek Eskişehir'e doğru çekilmektedir..."

Karşıyaka gazeteleri üç dört gündür Anadolu ordularını yazılar­la çevirdi, resimlerle esir, karikatürlerle mahvettiler. İki gündür Galata'da, Beyoğlu'nda, Adalar'da zevkin, oyunun, cümbüşün, sırıtkanlığın ölçüsü yoktu. Sarraflar tekrar borsada drahmiyi rak- setirdiler, Beyoğlu camekanları bu sefer de Kostantin113 için "Zito" seslerile çın çın öttü. Büyükada'da karyolalarının örtülerine kadar mavi beyaz boyalı oteller gelene bayrak salladılar, gidene şampan­ya açtılar. Gene orada Türk azalarını kapısından kovan klüp bir kat daha Rumlaştı, iki kat daha Yunanlılaştı. ..

Kağıt üstünde kalemlerin bu kahramanlığına, meyhane bayrak­larının buram buram kırıtışına diyecek yoktu ... Daha ne isterdi­niz; Anadolu ordusu kaçıyor, dağılıyor, şehirler düşüyor ve kral, İzmir'den ağzını açmış gözünü yummuş var kuvvetile zafer edebi­yatına cinaslar, istiareler, nükteler yetiştiriyor.

Ancak bu rüya yirmi dört saat sürdü. Ne zaman ki Kocaeli'nin bir ucundan, Afyonkarahisar'ın bir kenarından Türk akıncıları oklar gibi Yunan ordusunun sağına, soluna, böğrüne bağrına saplanmağa başladı; Ne zaman ki yıldırım hızlı ve Türk cesaretli [çünkü Anado­lu kahramanlarının cesareti için bunun bir Türk cesareti olduğunu söylemekten daha kuvvetli kelime yok] evet, ne zaman ki dağlar arkasında, ovalar içinde, ormanlar ortasında, gizlenen b:.ı kuvvetler ilk şevk ile ileri giden bu haçlı orduyu gerisinden zorladı. Bu sabah

113 Yunan Kralı 1. Konstantin (2 Ağustos 1868-11 Ocak 1923), 1913 ila l 917 ve 1920 ila 19n yılları arasında hükümdardı.

dikkat ettim: Tahidromos'un[153] harfleri biraz daha ufaktı; Galata ka­labalığında daha az mahmurluk vardı. Adayı görmedim, fakat şüp­hesiz Yunan otelleri bayraklarını biraz azaltmışlar ve Yunan klübü dün akşam daha az şampanya tıpası fırlatmıştır.

Şimdi İstanbul Türklerine bir şey söylemek hatırıma geldi: Evveli akşam gibi, biraz şüpheli, biraz karanlık ve karışık zamanlarda bu Rum havrasının İstanbul'a verdiği amansız yaygara havası içinde nasıl ezildiklerini bir defa daha düşünsünler ve bu ezgin, bitkin, kırılmış gönüllerimizin en küçük Anadolu zaferi ile birdenbire na­sıl, sevinç demiyelim, çünkü biz ölen yüz binliklerin vatandaşları, biz nasıl sevinebiliriz, fakat Anadolu'nun öyle bir zafer gününde İstanbul'da bu havanın birdenbire nasıl temizlendiğini ve nasıl ci­ğerlerimize olsun ferah verdiğini de düşünsünler. .. Bu fırtınadan sonra Anadolu 'ya söylenen sözü bu ölçü ile dinlesinler, Anadolu'ya söyleyecekleri sözü bu ölçü ile tartsınlar.

Sevgili Anadolu, senin mağlfıp olmak değil, bir manevra adımı geri çekildiğin günün akşamını İstanbul'da geçirmemiş bir Türk, senin büyüklüğünü ve senin pahanı bizim kadar nasıl anlıyabilir? [154]

Temmuz 1921

*

* *

Sokak

Buradaki cephe kaçağı, cesaret düşkünü Yunanlılar iki gündür, ağız­larında rakı salyası ile, sokak sokak, semt semt coştular. İnönü'nde Yunan'ın sayıca, topça, tüfekçe bizden üç defa daha üstün ordula-

rını göğüs göğüse muharebe ederek bozduğumuz günün sabahı, ne İstanbul sokaklarında otomobilleri kırmızı beyaz bayraklara sara­rak bir cadde aşağı bir sokak yukarı koşturmuş, ne de vapurlarda sırıtgan şamatalarla yolcuları rahatsız etmiştik. Yunanlılar ise on iki gündür henüz Türk ordusunun yüzünü bile görmediler, fakat manevra oyunları içinde ele geçirdikleri bir iki istasyon ve kasaba fethinin sevinci ile Marn Fransızlarının zafer edebiyatını sönük bir kitabet, şenliklerini titrek bir mum ışığı haline soktular.

Bu manzara bizi zafer idealine bin kat daha bağladı. Çünkü şimdi Türk ordusu alçak avcıyı, hınç ve öç solukları ile adım adım kendi ormanına doğru çekiyor.

Bizans'ı tekrar diriltmiyeceğiz. Bizim için Yunan üstünlüğünü tas­dik edecek her sulh, hayatı imkansız kılan bir şeydir. Damarında bir damla Türk kanı olanlar için öyle bir günü düşünmek bile hayali çatlatır. [155]

Temmuz 1921

*

* *

Soysuz

Arada sırada vapurda orta yaşlı bir Türk yolcuya tesadüf ediyorum. Bu yolcu sabahları Journal d'Orient117 ve akşamları Stambou/118 okuyor. Çok vakit Türklerle bile, Fransızca konuşuyor. Başında­ki fesi, İstanbul'a ilk gelen ecnebilerin tuhaflık için giydikleri eğri büğrü, tepesi kalkık, püskülü dikişsiz fesine döndürmüştür. Belli ki fes giymekte acemi görünmemek bu gencin zıddına gidiyor. Vapur-

da, serpuşlarını mütarekeden beri değiştiren Galatalı Frenklerle Ta- tavlalı119 medeniler arasında başında kırmızı bir Türk damgası bu­lundurmak ona ağır geliyor. Bir gün Türkçesini dinlemek istedim, oturduğu yere yaklaştım, yanındaki konuştuğu adam biraz alaturka idi ve zavallı genç, Türkçesini de tıpkı fesi gibi, buruşturmak, boz­mak için ne mümkünse yapıyordu. Düzgün bir cümle söylemek, Arapça bir kelimeyi doğru harekelemek yüzünü kızartıyordu.

Sansür

- Acaba beni Türk zannediyorlar mı?

Bu korkunç şüpheden kurtulmak için cebine soktuğu Journal d'Orient'ı tekrar çıkarıyor; Bosphore'u1^0 enine boyuna tekrar açı­yor; fesi bir paçavra gibi buruşturup yanına, kanapenin bir köşesine gömüyor. Okuduğu gazeteler içinde "Türk-Yunan harbi" başlığı ona ancak "Yab adası mes'elesi" veya "Vaşington konferansı" ka­dar merak veriyor.

Onun için Fransa'nın veya İngiltere'nin veya Amerika'nın en basit spor haberi Sakarya Muharebesi 'nin en heyecanlı havadislerinden daha cazibelidir. Ve eminim ki şu dakikada dünyada kaç tenis mü­sabakası veya kaç yat yarışı olduğunu biliyor. Hatta diyebilirim ki bu müsabakalara ve yarışlara iştirak eden erkekler ve kadınlar bü­tün familya isimleri ile hatırındadır. İstanbul'da mütarekenin, bir Türk'ü öteki Türk'ten ayırmayan kara günlerden beri ister istemez gittikçe azalan bu kozmopolitler şimdi gene sırıtır oldular. Bunlar Beyoğlu'nda da aykırı kaldıkları içindir ki cihanda ancak bir emel­leri kalmıştır: Para ve Avrupa...

Fesi, gazetesi, dili, bayrağı, kanı bu gence zillet gibi görünen bu milletin, yalnız parası, Türk harfleri ile yazılmış ve Türk ellerinde kirlenmiş ve yırtılmış olsa da kıymetlidir. Bu öyle bir tılsım ki onu

119 Kurtuluş semtinin Rumca adı.

120 İslanbul'da Fransızca yayınlanan günlük gazete.

Türk'ten, Türkçeden, festen, İstanbul'dan, Türk zannedilecek yer­lerde Türk alametlerini taşımak utancından kurtaracaktır.

Evet düne kadar böyle idi. Fakat bu sabah işittim ki bu adam Avrupa'da bir vazife istemiştir; ve Avrupa'da Türklerin milli hak­larını, milli davalarını müdafaa edecekleri bir postu ele geçirmek için etek etek eşik eşik dolaşıyormuş. Avrupa'ya gitmek ve Türk olmaktan kurtulmak, bu hayal bu genci gece uyutmuyor, gündüz sersem ediyor.

Bundan sonra iyi Türkçe konuşamayanları, Türklüğü benimsemek­ten utananları Anadolu nahiyelerinin güneşinde pişire pişire aslına nesline benzetmeden dışarı çıkarmamalıyız. [156]

Eylül 1921

*
* *

Palto ve Can

Geçen günkü gazetelerden birinde zabıta havadisleri arasında sade olduğu kadar meraklı bir başlık gözüme ilişti: "Bir palto, bir can! ...

Vak'a şu: Serseri bir sefil gece vakti yol kenarında oturan bir fıka- ranın önüne çıkıyor,

-     Paltonu ver!.. diyor

Vermediği için de zavallıyı bıçakla vuruyor.

Fıkara adam kendi kendine demiştir ki:

-     Önümde koca bir kış ve arkamda bir paltom var. Evim bu, ateşim bu, yatağım bu, yorganım bu... Bin kapı gezerek birkaç avuç köpek kırıntısı bulabilirim, fakat paltosuz ne yapabilirim? Ölmek paltosuz kalmaktan daha hayırlıdır.

Ve şüphesiz öteki serseri de hemen hemen öyle düşündü:

- Karakış geliyor, belimdeki bıçağımdan başka ne var? Şu adamı canı ile paltosu arasında muhayyer bıraktım. Mademki canı palto­sundan daha ucuzmuş, şu kör bıçaktan şimdi istifade etmezsem, ne kadar işime yarar?

Bu iki sefilden şimdi biri mezarda, biri zindanda yatıyor.

Yaşlıca bir memur geçenlerde diyor ki:

- Üç çocuğum, bir karım var. Kendimle beraber dört canız. Yirmi günde on lira alıyorum. Topkapı'da iki delikli bir kovuğa sokul­muştuk. Fakat şimdi kira artıyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Eğer on beş lira bulmak mümkün olsaydı, yangın arsalarından birinin oyu­ğuna teneke tavan kurup sığınacaktım.

Muhacirin müdürü, İstanbul'da 65.000 muhacir olduğunu yazdan beri söyledi, durdu. Acaba açların yekunu ne kadardır? İstanbul' da belki üç yüz bine yakın Türk etsiz ve ateşsiz yaşıyor. Ve et istedik­leri de yok: Birkaç baş kömürle bir iki dilim ekmek binlerce yuva için en büyük bahtiyarlık pahasına çıktı.

Büyük harpten evvel dilencilerimiz bile, dilendikleri evlerin şimdi­ki sahiplerinden daha bahtiyardı.

Şehremini diyor ki: "Emanet kasası tamtakırdır, borcumuzdan baş­ka bir şeyimiz yok" Muhacirin müdürü kömür ve ekmek ianesini ecnebilerden umuyor!

Maliye Nezareti yirmi günde Türk halkın bir kısmına ancak bir iki günlük sadaka dağıtıyor.

Sansür

Bu şehirden hiçbir şey kazanamayan Türk halkı, midesi boş, boğazı kuru, Şehremininin nutkunun suratına bakıyor.

Sonra soruyorlar ki Anadolu ne için çarpışıyor? Eğer Yunan ordu­su, Papulas'ın dediği gibi, asayişi kurmuş olsaydı, bu sene Ankara da, Konya da İstanbul gibi olacak değil mi idi?

Sansür

İstanbul için ve bütün Türk milleti için tek bir ümit varsa o da vatan ve vatandaş haklarını kazanmak isteyen Anadolu mücahedesinin zaferindedir. Çünkü Venizelos'un ln ve şimdi Gonaris'in, 123 ordu­ları ile, mantıkları ile, paraları ile vücude getirmek istedikleri yeni Türkiye bir Afrika müstemlekesi ve yeni Türkler Afrika yerlileri olacaktı. Anadolu'nun Türk kanı ile suladığı topraktan bizim için yeni bir vatan ve yeni bir vatandaşlık yetişiyor. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler:

- Bir gün evvel sulh!

diye bağırıyorlar. Bu yaygara bizim kulağımızın kenarından geçi­yor, çünkü sulh bizim için gaye değildir. Bizim için gaye Türklere yer/i'liğin bütün zillet ve sefaletlerini getiren şartların kökünden ortadan kalkmasıdır. Bugüne kadar akalliyetleri düşünenler, ce­maatler hesabına bir sulh yapmak istediler. .. Yeni sulh ekseriyetin sulhu olmalıdır.

İstanbul'un hergün artan sefalet faciaları gözlerimizi Sevre sulhuna değil, Anadolu harbine çeviriyor. 124

Teşrinievvel 1921

*

* *

Beğenmemiş Olacaklar...

İstanbul'da zafer ianesi toplamağa karar veren hey' et düşündü, ki her vakit olduğu gibi gene maaşsız memurdan, halktan para iste­mek doğru değildir. .. Fakat İstanbul'da hergün peşin para kazanan tüccarlar, büyük zenginler, sonra zaferimizle bizim kadar sevinen ve Büyük Millet Meclisi 'ne adeta milletten evvel biat eden hemşe- riler var. Bu sınıf hiç olmazsa elli altmış bin lira verebilirdi. Gaze­teler önayak oldular. Ceplerinden bir iki bin lira ile, sütunlarında birkaç gün nasihat verdiler. Zaferin değerini dilleri döndüğü kadar tekrar anlattılar. Yanıp kül olmuş küçük kasabalarımızda bile bu vazifenin unutulmadığını söylediler.

Öyle sanıyorduk ki bir iki gün sonra gazete sütunları iane rakam­larından taşacaktı. Fakat yazık, şimdiye kadar bir para vermediler. Dün hey'ette çalışan bir arkadaşımız dedi ki:

- Tahminimizde aldanmışız. Galiba utanacağız. Acaba sırası değil mi idi?

Bu suali ben başka türlü sormak istiyorum:

- Acaba beğenmediler mi?

Evet acaba yangından yanmış yüzü ile, kılıç sallamaktan nasır tut­muş eli ile, saçları kanlı şakaklarına yapışmış, dört sene ölümün ta kendisi ile dövüşerek bize kavuşan öksüz zafer kızını beğenmediler mi? Bir Galata orospusuna bütün altınlarını verenler, bu dişi asla­nın başına takacağımız eklil için neden bakır akçelerini esirgediler?

Zafer, halka şeref ve hürriyet getirdi. Fakat, zengin Efendiler, o size dört senedir demir kapısı önünde dolaştığınız haznelerin tılsımını getirdi.

Zaferden evvel dükkanınız tehlikede idi. Düşman bizden yaşamak, sizden de kazanmak hakkını almıştı. Ya siz, Yahudi hemşeriler, bu zafer bütün rakiplerinizi memleketten kovdu, meydanı size bırak-

tı. İstanbul piyasasını ellerinde tutan en kuvvetli Rum bankerleri Atina'ya göç ettiler. Şehrin bütün kazanç kaynaklarını keyfinize ve sermayenize açık bıraktılar. Hiçbir zaman meydanda bu kadar ra­kipsiz kalmamıştınız.

Bu yaralı zafer kızını evleri yananlar, bağları yananlar, çocukları, ka­rıları ve babaları yananlar beğendiler ve onun kanlı cemal ini görün­ce yangının ve ölümün dehşetini, ölenlerin acısını unuttular ve kız­larının kesilen boynundan kalan ziynetleri onun yoluna serptiler. ..

Onu niçin beğenmediniz? O harbi kazandı. Fakat siz ganimet için­de kayboldunuz. Size bağışladığı ganimetten ona küçük bir hediye olsun ikram etmez misiniz?

Size vatanı geriveren zafere, hanlarınızın, apartımanlarınızın vergi­si kadar bahşiş veremez misiniz'?

Bu hizmet, Galata barlarından herhangi birinin, zaferden ev­vel, Türk olduğunuz için hakaretlerine uğradığınız garsonlarının servis'inden sizi daha mı az memnun etti? [157]

Şubat 1923

*
* *

Fırsat

Mehtap vardı. Madenyolu üstünde bir bedbinle dolaşıyordum. Bil­seniz ne bedbin, ruhunun karanlığı aydınlık bahar gecesini bulan­dırıyor. Öyle amansız ki burada ayağı taşa takılsa Ankara' da hüku- metin düşmesi lazım geliyor.

Şarkı nakaratı gibi, her şikayetinin sonunda bir terane var: "- Bu fırsat ta kaçıyor!"

Fırsat kelimesini Peyam-ı Sabah kapandığından beri unutmuştum. İstanbul karilerinin hatırındadır: Ali Kemal'e126 göre Anadolu her- gün siyasi, askeri bir fırsat kaçırırdı. Avrupa devletlerinin teklifle­rinden herhangi birini reddetmek, kaçırılmış bir fırsattı.

Şimdiki mantık ta yavaş yavaş bu hale geliyor: Rodos tahşidatı mı olmuş, kaçırılmış fırsatların neticesi! Arnavutluk mu ayağa kalkı­yor, bakalım bu fırsatı da kaçıracak mıyız? Milran mı düştü, bu da bir fırsat ise de istifade edecek zeka nerede?

İhtimal Anadolu tarafından geliyor diye, bedbin arkadaşım mehtap­tan bile kaçıyor.

Denize arkamızı dönerek çamlığa doğru gidiyoruz. O sırada kulağı­ma derinden sesler geliyor. Dört sene evvel, henüz hapisten çıkmış, arasıra gene bu yol üstünde dolaşırdım. Rumlar eskisi gibi hakaret etmezlerdi, bize acıyorlardı, o kadar düşkün ve bitkindik. Kadınlar, erkekler, hep bir ağızdan bağırışıyorlardı:

Zito, Zito Vinizele

Kondoriyotis ke Dankilis 127

Ayasofya için de bir türküleri vardı, şimdi hatırlamıyorum. İncesaz bu şarkıları söyler, liitama bu havayı çalar, eşekler bile bu marşla yürütülürdü.

Türk evi olduğunu bildiklerinden, boğazları kurumuş olanlar bile, kapımızın önünde mutlak bir iki nakarat bağırırlardı. Hele Papulas'ın zafer akşamları, Büyükada baştanbaşa bir tek saza dö­nerdi. Ertesi sabah bütün Ada Rumlarının sesi kısık çıkardı.

126 Ali Kemal Bey (1867-1922) gazeteci ve şair idi. 6 Kasım 1922 tarihinde linç edile­rek öldüıi ldü.

127 Türkçesi "Yaşasın, yaşasın Venizelos, Kunduriyotis ve Danglis" Kuniduriyotis, Amiral Pavlos Kunduriotis, Danglis ise General Panayiotis Danglis'tir. Bu üç şa­hıs, 1915 yılında Yunan Kralı' ın kovulmasından sonra naip olarak Yunanistan'ın babına geçeceklerdi.

Bedbin arkadaşım: "-Şu sessizliğe bak, mütareke senelerinde bile ne kadar şevk vardı." Rumlarla birlikte İstanbul'un neş' esi de gidi­yor. Burası da Hasköy'e döndü...

Mütareke seneleri bile... Korkulu bir rüya gibi kendimi dört sene evvel, biraz nefes almak için Madenyolu üstünde gezindiğim gecede zannettim. Derin bir uğultu gibi kulağıma şarkı sesleri geliyordu:

Zito, Zito Vinizele

Kondoriyotis ke Dankilis

Denizden karadan, evden sokaktan Papulas'ın zafer marşları ya­ğıyordu. Hakikat Ada o zaman ne kadar neş'eli idi. Bunu bedbin arkadaşıma hatırlatmak istedim. Kimbilir nekadar kızacak, belki bugünlerde çok söylendiği üzere:

- Hiila mı İzmir zaferi?.. Hala mazi? "Bıktık, usandık...

diyip yanımdan kaçacaktı. Halbuki bu bedbini dinlemekten mah­rum kalmak, hakikaten kaçırılmış bir fırsat olurdu. 128

Haziran 1 924.

*

* *

30 Ağustos

30 Ağustos, takvimin hergün koparıp attığımız yapraklarından biri, dört sene evvel, bu yaprağı da ötekiler gibi, hiç tereddütsüz kopa­rıp atıyorduk. Fakat iki seneden beri 30 Ağustos yaprağı, takvimin karanlığı içinde bir şafak gibi söküyor. Bu yaprak elimizde, büyük hatırayı düşünüyoruz.

1 28 Falilı Rılkı Alay. a.g.e.. s. 407-409.

338 senesi gazetelerinin o günkü nüshalarını açınız; İstanbul'un henüz bir şeyden haberi yok; her taraftan şaşırtıcı müphem haber­ler geliyor. Herkes bu müphemliği gönlünün dilediği gibi tefsir et­mektedir; Galata'nın hayali bir türlü, İstanbul hayali başka türlü çalışıyor.

Zafer havadisi İstanbul'a yıldırım gibi indi. Sevinenler sevince, meyus olanlar ye'se hazırlanmıştı. Biz nasıl meserretten vurulduk­sa, bize düşman olanlar da kederinden öyle vuruldular.

Bir akşam gene haber, rivayet, tebliğ beklemekten yorgun Ada'ya129 dönüyorduk. Vapurun Rum kalabalığı içinde bir kaynaşma vardı. Bir şey yapmaktan bir şey söylemekten kendilerini güç tuttuklarını seziyorduk. Birinin ağzı yanındakinin kulağına eğiliyor, fısıldanan esrarlı havadis, ötekinin gözlerinde ve dudağında tebessüm olarak doğuyor. Biz ise bir köşeye büzülmüş, öldürücü bir haberle bütün gece kıvranmaktansa hiçbir şey duymamak ve anlamamak istiyoruz.

Fakat bu sır Rum kalabalığının içinde uzun müddet gizli kalamadı. Nihayet açığa vurdu: "Türk ordusu mahvolmuştur. Başkumandan esir olarak Yunan karargahındadır."

Ah o gece, Yat Klübü ve bütün Rum muhitlerini çalgı, türkü, içki içinde çıldırtan, Türk İstanbul'a ölüm kıvrantısı içinde gözyaşı döktüren o gece, sonra hiç gelmemesini istediğimiz o sabah, hiç doğmasını istemediğimiz o sabah güneşi! Yollarda, mücrimler gibi, yüzlerimizi birbirimizden saklıyarak yürüyorduk ve öğleye doğru o vakit Ankara' dan şifre almaya başlayan Hilaliahmer bize şu tebliği verdi: "Yunan ordusu mahvolmuştur, Başkumandanları esir olarak Türk karargahındadır. " [158]

Ağustos 1926

*

* *

1918 Eylül ayındayız. Büyükada'daki Yat Kulübünde son Türk mevsimini tamamlamak üzereyiz.

1914' e kadar, bankalar, şirketler ve piyasalar gibi, kulüpler de Türklere hemen hemen kapalıydı. Şimdi "Büyük Kulüp" dediğimiz Cercle d'Orient'in resmi dili Fransızcadır. Bugünkü İstanbul Kulü­bünün bir adı da İngiliz Kulübüdür. Padişahlıktan en küçük idare hizmetine kadar siyasi iktidar biz Türklerde iken, Beyoğlu ve Gala­ta hakiki bir sömürgeciler yatağı, Osmanlı-Müslüman sınıfı ise bir proleterya ezginliği içinde idi. 1908 Meşrutiyeti, saltanat devrinin 33 yıllık mabeyn ve Bab-ı ali oligarşisini de yıktığı için, büsbütün yaldızsız, gösterişsiz bir kalabalığa dönmüştük. İttihat ve Terakki Fırkasının Rumeli'den İstanbul'a taşınan merkez-i umumisi, uzun müddet, eski Alemdar Mustafa Paşa takımına benzer, şivesi tuhaf, adetleri iptidai, mizacı dağlı bir komiteciler ve fedailer ocağı gibi yabancı kalmıştı. Gece vakti bir paşa, birkaç gazeteci öldürülmüş, bazılarının katilleri hiç aranmamış, bulunanlar da merkez-i umumi nüfuzu ile korunmuştu. İlk Bab-ı ali hükumetleri bu esrarlı cemiye­ti idare edenlerin kuklaları sanılırdı. Fakat merkez-i umumi'nin de hükmü Türklere idi. Hristiyanlar tekin değildi. Ecnebiler ise büsbü­tün imtiyazlı idiler. Mahkemeleri dahi ayrı idi.

1914 Harbi başlayınca Beyoğlu çevreleri sindiler. Tekalif-i harbi­ye denen rekizisyondan ve polisten korktukları için Hıristiyanların Türklere yanaşmak ve onlara hoş görünmek yolunu tutmaları tabii idi. Kapitülasyonları kaldıran İttihatçılar, iktisat ve ticaret gibi, ku­lüpleri, hatta otelleri de Türkleştirmek lazım geldiğini düşünmüş olacaklar, Merkez-i umuminin başlıca azaları iki harb yazlarında Büyükada'ya göç ederler ve Yat Kulübe yahut kiralık köşklere yer­leşirlerdi.

Harb zenginleri ve karaborsacılar zayıfmizaçlılara sokulmak yolu­nu kolayca bulmuşlardı. Bir kılı kırk yaran ahlakçıların nasıl olup da halk sefaletiyle bir hızda artan, küstah ve sırıtıcı sefahetin iç yüzüne doğru bakmak merakını duymadıklarına şaşardık.

Yat Kulüpte iki parola vardı: Harbe devam ve zafer.

Zaferden en küçük şüphe imansızlıkla damgalanmak için kafi idi. Bir merkez-i umumi azası vardı ki kardeşi az zamanda harb zen­ginleri arasına geçmişti. Kendisi ise Yat Kulübün bahçesinde fikir adamlarına bir iman korkuluğu gibi görünürdü. Çok dürüst kalmıştı da! Mutbak ihtiyaçlarını merkez-i umumi devletinin vermekte ol­duğu bu devirde fikri uğruna vesikalarını tehlikeye koyabilecek pek az kahraman çıkmış olması tabii değil midir?

"Zenginler bir gün işe yarar" düşüncesi de vardı. Sanki bütün bu zenginler paralarını İttihat ve Terakki hesabına biriktirmekte idiler. Sonraları bana aynı kulübün bahçesinde, sağ elini parmaklariyle sol elinin avucunu göstererek:

İki milyon lirayı elimde gördüm, diyen Seliinikli Karasu, İngi­liz donanması İstanbul'a girdikten hemen sonra İtalyan tebaalığı- na geçmişti. İttihatçı Nazırlardan birinin himayesiyle yüz binler kazanan bir iş adamı, Mütareke zamanı, kendisine çocuklarının İsviçre'ye gidebilmesi için bilet parası vermenizi rica etmektedir, dediğimde:

Nerede bende para? Kendim nasıl geçineceğimi düşünüyorum, diye yazıhanesinin kapısını yüzüme kapamıştı. ( ...)

Yat Kulübü Rumlar teslim almağa hazırlanmakta idiler. Gelecek yaz, kulübün kapıları Türklere kapanacaktı. İçeride Yunan zaferleri şerefine yapılan şenlikleri görüp kahrolmamak için arka sokağın­dan bile geçmiyecektik. ( ... )

General Franchet d'Esperey Köprü başından beyaz bir ata binerek, ve atı ürktüğü için kendini seliimlıyan mızıkayı kırbaciyle sustu­rarak, Galata nümayişçileri arasından Beyoğlu'na çıktı. Bu beyaz at, fetih resimlerinde İkinci Mehmed'in suya at süren 465 yıllık hayaletini çiğnedi, geçti.

Öğle üzeri Padişahı kovarak Dolmabahçe sarayına kendi yerleşmek istediği havadisini duyduk. Acaba Fransız generalini Dolmabahçe sarayı üzerinde kendi bayrağını dalgalandırma fikrinden caydırmak mümkün olacak idi? Bütün kaygımız bu...

Rahmetli Süleyman Nazif, gazetelerden birinde, bu giriş gününe "kara gün" adını vermiştir ve birkaç satırlık bir fıkra yazmıştır. Franchet d'Esperey bunu haber alınca:

Hemen yakalayınız, kurşuna diziniz, emrını verir. Kim Bilir kimlerin ricaları üzerine Dolmabahçe Sarayı'na yerleşmek ve Sü­leyman Nazif'i kurşuna dizdirmekten vazgeçer.

Bir manevi çözülüş içinde idik. Bu çözülüş gittikçe ağırlaşarak İz­mir işgaline kadar sürüp gidecektir.

İstanbul'da hayat denebilecek ne varsa, birkaç güç içinde Türklü­ğün havasından çıktı. 1911 'den hele Rumeli'yi kaybettikten beri durmadan düşen İstanbul'un Birinci Dünya Harbi'nde çekmedik çilesi kalmıyan Müslüman semtleri bir göçüş hali gösterir. Hemen bütün mülkler Emniyet Sandığı'na veya tefecilere rehin verilmiş­tir. Atina Bankası, Türk malı satın alacak olanlara hesapsız kredi açar. Gazetelerde ikide bir, satmayınız, göçmeyiniz, konulu yazılar okursunuz.

Kendi kendime düşünürüm: Eğer o hal devam etseydi ne olurduk'? Padişahın sarayından son memurun yuvasına kadar, cemiyetin başı hazneye bağlı idi.

Galata kaynaşmakta, Beyoğlu şenlik içinde, biz ise şehrin bu yaka­sında birbirimizin boğazına sarılmış, sövüşüp duruyorduk. Sevme­diklerinden öç almak için işgal casuslarına yanaşanlar çoktu. ( ...)

Anadolu eşirrasının, Anadolu'da bir harekete önayak olabilecekle­rin yakalanmaları hakkında emirler gider, havadisler gelir. Bütün bu kaynaşmalar, İzmir işgali hazırlıklarının bittiğini göstermekte idi.

Havada bir titreme var. Bir türlü sahi olabileceğine inanmıyoruz. Fakat vapur güvertelerinde ve kamaralarda Rumlar, bize yan yan bakarak ve sözlerinin işitilmesine dikkat ederek konuşuyorlar. Yüz­lerinden sevinç akıyor. ı3ı

*
* *

Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin için­de aynı ağrı Büyükada'ya gidiyordum. Aydınlık, ferah bir ağustos akşamı ... Köpüklü, uyanık ve neşeli bir deniz. Güverte, tıka basa dolu... Türkçe konuşamıyanlarda, birbirinin sözünü kapan bir se­vinç var. Sadece bu sevinç, bizi yıkmaya yeterdi. "Ne olmuştu?" diye sormaktan korkuyorduk.

Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde ha- fifletmiye uğraşıyorduk. İhtimal durmuştuk. Belki de bir iki nokta­da gerilemiştik. Ordu bozulmamışsa bundan ne çıkardı? Yunanlılar da artık bitkin bir halde değil mi idiler? Aşağı yukarı bir uzlaşma yapabilirdik. Bu da, elbette Sevr Andlaşmasından daha iyi olurdu.

Fakat içimizdeki sualin, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargahı ile beraber esir olmuş...

Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalb denen şe­yin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.

Türkleri Büyükada Yat Kulübü'nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar, o ak­şam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal'in esir olması şerefine kavın bütün şampanyaları patlıyor ve o Türkler de dağıtılan kadehleri içmeğe zorlanıyordu. Ada sokakları, çoluk ço­cuğun çığılıklariyle geçilmez bir hale geldi.

131   Falih Rıfkı Atay, Çankaya Atatürk Devri Hatıraları, Birinci Cild, Dünya Yayınları,

İstanbul, [1958], s. 24-27, 43-44, 86.

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arıyarak sabahı ettik. İlk va­purun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkleri, yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu mu- hipler cemiyeti azaları mı idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

Meğer bütün karargahı ile Başkumandan Mustafa Kemal değil, Yu­nan Başkumandanı Trikopis esir olmuş...

Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçra­mağa başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilo­metrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir'e ınıyormuşuz.

Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zev­ki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk. 132

*
* *

- Gazeteci Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu (1893-1972)

Muzaffer İtilaf devletleri İstanbul'u işgal etmişler, bir kısım Rum, Ermeni hemşehrilerimiz gemi azıya almışlar, şımardıkça şımarmış­lardı. İngiliz, Fransız, İtalyan harp gemilerinin zor kuvvetiyle bir türlü geçemedikleri Çanakkale Boğazı 'nı, Mondros Mütarekesi'nin hükümlerine dayanarak aşıp Dolmabahçe önünde funda demir

131 Falih Rıfkı Atay. Çankc(ı·a Atatiirk Devri Hatıraları. Dünya Yayınları. İstanbul. 1958. s. 197-198.

edişlerini, İkdam binasının Boğaz'a bakan pencerelerinden gözle­rimizden yaşlar aka aka, yüreklerimiz kavrula kavrula seyretmiş olduğumuzu aradan otuz yedi yıl geçmiş olmasına rağmen, halii bugünkü gibi hatırlarım. Neydi Yarabbi, o kara günler! İstanbul'un öz çocukları biz Türkler kan ağlıyorduk, asırlar boyunca bu şehirde yaşamış, servet ve refah sahibi olmuş ekalliyete mensup bir takım hemşerilerimiz ise keyiflerinden, neşelerinden kaplarına sığamı­yorlar, zevklerinden oynuyorlardı ...1 33

Hilali terhis olunduktan sonra Mihran Efendi'nin meşhur Sabah'ındaki yazı işleri müdürlüğüne dönmesine döndü idi ama İstanbul da muzaffer düşman ordularının işgali üzerine acayipleş- tikçe acayipleşiyordu. Daha düne gelinceye kadar bizden görünen, bizden sayılan bir kısım ekalliyetler artık kraldan ziyade kral taraf­tarı geçinir oldular. Sanki harbi kazananlar bunlardı. Nümayişler, ardı arası kesilmeyen "zito"lar, yollarda, caddelerde fes kapmalar, çarşaf yırtmalar birbirini kovalar olmuştu.

Nihayet bütün bu şımarıklıklar, taşkınlıklar, nankörlükler gayretul- laha dokunmuş, Türk'ün ayranı kabarmış olacak ki, milli kıyam başladı, milli hareket belirdi, Kuva-yı Milliyecilik ruhu doğdu. Rahmetli Atatürk de Samsun'a ayak basınca şurada, burada mün­ferit vak'alar halinde kendini gösteren bu mukavemet hareketleri muntazam bir askeri hareket halini aldı. Artık tam manasıyla Milli Mücadele başladı idi.134

*

* *

133 Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar Etrafında Mü­tareke Yıllarında İstanbul, haz: İsmail Dervişoğlu, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 57-58.

134 Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu, Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar Etrafında Mü­tareke Yıllarında İstanbul, haz: İsmail Dervişoğlu, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 161.

- Teşkilat-ı Mahsusa'nın Son Başkanı Albay Hüsamettin Ertürk Birinci Cihan Harbinin galib devletleri, donanmalarile İstanbul'a geldikleri zaman, şehri üç kısma ayırmışlardı: Bunlardan Be­yoğlu ve havalisi ta Kavaklara kadar İngilizlerin, İstanbul ciheti Yeşilköy'e kadar Fransızların, Kadıköy semti, Pendik'le Kavaklar arasındaki geniş sahada İtalyanların mıntıkası olarak kabul edil­miş, bu bölgelerde askeri karakollar kurulmuştu. Her karakolda bir subay ve yanlarında hem tercümanlık yapmak, hem de kılavuzluk etmek üzere, bir Rum, bir de Ermeni yardımcı bulundurulmuştu. Rumlar ve Ermeniler sevmedikleri veya intikam almak hevesine düştükleri Türkleri, İstanbul'u mıntıkalara ayırmış olan ecnebile­re haber vermekte, onların cezalandırılmasını temin etmekte idiler. Galata'da sakin Venizelosçu Rumlarla Tatavla'nın ve Yenişehir'in kabadayı geçinen Rum palikaryaları, Türklere göz açtırmıyor, Karaköy'de, Beyoğlu'nda Kalyoncukulluğu'nda bunlardan hiçbi­rini sokağa bile çıkartmıyorlardı. İşte bu sıralarda Rum delikan­lıları Kasımpaşa'ya bir iki defa inmiş, bazı hadiselere sebebiyet vermişlerdi. Bunun üzerine son derece heyecanlı ve milliyetçi olan Kasımpaşalı gençler de derhal teşkilatlanmışlar. Kızlarına ve ço­cuklarına karşı bir tecavüzü, sindirmeğe karar vermişlerdi. Diğer taraftan Tatavla, Feriköy, Papazköprüsü, Yenişehir, Dolapdere ve Kalyoncukulluğu'nda türemiş Hrisantos135 adında bir Rum kabada­yısı vardı. Eli tabancalı, beli bıçaklı olan bu haydud, sağda, solda kahbece adam vurarak büyük bir şöhret elde etmiş, bir nevi eşkıya kesilmişti. Bunu ne zabıta ve ne de halk tutamıyor, adını duyan korku geçiriyordu. Başka bir yazımızın başlıbaşına mevzuu olacak olan Hrisantos, Tatavla Rumlarını çok şımartmış ve Kasımpaşa'ya

135 Hrisantos hakkında bilgi için bkz: Dr. Gürkan Fırat Saylan, ··işgal İstanbul'unda Eli Kanlı Bir Örgüt: Hrisantos Çetesi'', A tatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırma/arı Enstitüsü Dergisi, Sayı 44, 201 O, s. 325-343; İhsan Birinci, ··ttrisantos Nasıl Öl- dürüldü9", Hayat Tarih Mecmuası. 1-6 Temmuz 1970, s. 62-66; Muharrem Alkız. Hrisantus 'ıı Ben Ö/diirdiiın, İstanbul. 1952; Ali Karayaka, "Mütareke Yıllarında ( 1919-1920) İstanbul'da İşgal Güçlerinin Himayesinde Bir Katili Şerir; Hrisantos", l'o/i.ı· lJergisi, Xlı45, 2005. s. 20^-213.

meydan okur bir hale getirmişti. İşte bu semtteki hassasiyet bundan dolayı azami haddine vasıl olmuştu. Hrisantos bir defasında Ayna- lıçeşme karakolunu basarak, komiserinden dümenci polisine kadar bütün kadrodaki polislere hakaret etmiş ve elini kolunu sallıyarak karakoldan çıkmıştı. 136

*
* *

-Atatürk'ün Yaveri ve Milletvekili Salih Bozok (1881-1941)

İstanbul'da bulunan azınlıklar, savaş sonunda Türkler aleyhine bi­teceğine emin oldukları andan itibaren gemi azıya aldılar. Türlü taşkınlıklar yapıyorlardı. Özellikle Rumlar her fırsatta "zito Yu­nanistan, zito Müttefikler" diye bağırmaktan ve Rumca şarkılar söylemekten çekinmiyorlardı. Pazar günleri Boğaziçi vapurlarını dolduruyor, içlerinde çaldıkları )atamalara eşlik ediyor, türlü ke­pazelikler yapıyorlardı. Türklüğe hakaretler de caba. Küçük büyük her Türk'ün yür,eği kan ağlıyor, tevekkül içinde bunlara seyirci kal­maktan başka çare göremiyorlardı. Memleket iflasa yüz tutmuştu. Artık yapılacak iş kalmamış gibiydi.137

*
* *

-     Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat (1903-1971)

13 Kasım (1918) Çarşamba günü, puslu bir hava içinde, İngiliz, Fransız, İtalyan ve hatta Yunan zırhlı ve muhriplerinden mürekkep bir düşman donanması İstanbul Boğazına gelerek Saraybumu ile Bebek arasında demirledi. Düşman harp gemilerinin, gelişi İstan­bul Türk-İsliim ahalisi tarafından, "kadere boyun eğme" inancının

136 Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Pınar Yayınları, İstanbul, 1964, yazan Samih Nafız Tansu, s. 231-232.

137 Salih Bozok - Cemil S. Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, Çağdaş Yayınları. İstan­bul. 1985, s. 46-47.

verdiği emniyet ve tevekkül içinde, tam bir sükunetle karşılandı; içte saklanan nefret ve kin hisleri, ve "nasıl geldilerse öyle gider­ler" cümlesiyle ifade edilen, fakat bağırarak söylenmiyen inançlar, dua ve niyazlar içinde İstanbul Müslüman halkı bundan sonraki gelişmeleri sabırla beklemeye başlayacaktır. İslam-Türk ahalisinin bu sükunet ve vekarına karşılık Ermeni ve bilhassa Rum azınlıklar çılgınca tezahürata başladılar. Rum, Ermeni ve Yahudi evlerinin Boğaz'a bakan pencerelerinden İtilaf Devletleri bayrakları sallan­makta ve rıhtımda toplanan azınlıklar çılgınca bağırışıp-çağırış- makta, gelen düşmanı selamlamakta idiler.

Beyoğlu caddelerinde bilhassa Yunan bayrakları sallanmakta ve Türk polisi buna seyirci kalmak mecburiyetinde idi. İstanbullu Rumlar tam bir bayram havası içinde yaşıyorlardı. Calthrope 'in söz vermesine rağmen, Yunan harp gemilerinin de İstanbul'a gelme­lerine müsaade edilmişti. Bu defa İstanbullu Rumlar, motorlar ve sandallarla Yunan harp gemileri etrafında çılgınca tezahürat yap­makta idiler. Mütareke ahkamı, zaten ilk gününden itibaren çiğnen­meğe başlamış ve bilhassa Yunanlıların İstanbul'a gelişleri büyük endişelere yol açmıştı.138

*
* *

-     Maarif Vekili Esat Sagay (1874-1938)

Candan vücudumu vakfetmiş olduğum askerlikten çekilmek bana oldukça acı geldi. Ordu ve donanma pazarı (Eşya-yı Askeriye Türk Anonim Ticaret Şirketi) Umumi Müdürü sınıfarkadaşlarımdan Na­mık Paşazade Ubeydullah Paşa ile görüşürken şirketin müdürlüğü münhal olduğunu söyledi ve beraber çalışmaklığımızı teklif etti, kabul ettim. Askeri eşya satan zengin bir şirkettir diye Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti Umumi Merkez Azası ve bunların teşvikiyle, Mu-

sevi ve bazı Dönme casus ve serserilerin yardımı ile İngiliz askeri makamları, Bahçekapı'daki Ordu ve Donanma Pazarı mağazasına musallat oldular. ( ...)

Müdür-i Umumi İsmail Bey depolardaki eşyayı paraya tahvil ile geçer eşya almak için bazı komisyoncular çağırtmış, bunlar de­polardan birer numune alırken, kasaturalardan da üç numune elde etmişler ve hemen Beyoğlu İngiliz polis kumandanına götürmüş­ler. Bu komisyoncular (Marko isminde kısa boylu ve şişmanca bir _

Musevi ve ismini şimdi hatırlayamadığım bir dönme) İngiliz polis hafiyesi imişler.

Bir pazar günü öğleden sonra, mağazanın üst katında bulunan mü­düriyet odasında meclis-i idare (Topçu Hasan Rıza, Piyade Neşet ve Ubeydullah, Topçu İbrahim Paşalar, İpekçi İsmail Bey ve ben) içtimasında iken alt katta satış yerinde gürültüler ve bağırışmalar oldu, merdivenden gürültü acele ile yukarı çıkanların ayak sesleri ve arada birkaç silah sesi işitildi. Hatırıma derhal, bazı Rusların mağazalara girerek kasaları boşalttıklarını işittiğimden, bir baskı­na uğradığımız geldi ve odanın demir kapılarını kapatıp arkasına dayandık. Ben pencereye koştum, polise haber vermeleri için ge­çen yolculara bağırmak istedim. Halbuki mağazanın karşısına halk birikmiş bir şey seyrediyorlar. O esnada odanın kapısı vurulmaya başladı ve Fransızca olarak "polis anglez" denildiğini işittik. "Ya­pacak yoktur, kapıyı açalım" dedik. Karşımızda İngiliz zabit ve ne­ferleriyle, nefer kıyafetinde ve lisanlarından Rum ve Ermeni olduk­ları anlaşılan tercümanlar gördük. Depoda sandıkların kırıldığını işitiyorduk. ( ...) Kıymetli eşyadan çok zayi vardı. En ziyade İngi- lizlerin maiyetindeki Rum ve Ermeni neferler bunları almışlar. Za­yiat defterlerinin bir suretini İngiliz İstanbul polisine verdim. Zayi eşyanın bir kısmını bu neferlerde bulmuşlar ve bize iade ettiler. 139

119 Esat Sagay. "HOCAM" Maarif Vekili Esat Sagay'ın Hatıraları. haz: Eren Sagay.

Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 58-81.

*
* *

- Dr. Ferruh Niyazi Ayoğlu (1888-1963)

6 Şubat 1919

Galata' dan itibaren Beyoğlu'na doğru bütün sokaklar Türk bayrağı dışındaki diğer bayraklarla süslenmiş, kordelalar asılmış, insanlar sokakları doldurmuştu. Şımarıklık son haddine ulaşmıştı. Öğren­dik ki, Makedonya Orduları Başkomutanı olan general İstanbul'a gelecek ve bir fatih olarak karşılanacak, Beyoğlu'ndaki karargahı­na götürülecekti. Saat dokuza doğru bir Fransız zırhlısından istim­bota binen general, limanı dolduran savaş gemilerinin top sesleri ve gemilerden çıkan düdük çığlıkları arasında Galata Rıhtımı'na yanaştı. Kalabalığın en büyük kısmını İstanbul'un gayrimüslimle­ri oluşturuyordu. Alkış ve çiçek tufanı içinde karaya ayak basan mağrur general Fatih Sultan Mehmet'i taklit ederek beyaz bir ata bindi ve yavaş yavaş Karaköy Bankalar Caddesi'ne yürüdü. So­kaklarda, evlerin pencerelerinden yığılan kadınlı erkekli binlerce levantenin durmayan alkışları, çiçek ve konfeti yağmuru altında üç saatte Beyoğlu'ndaki karargahına gidebildi. ( ...)

O günlerde çeşitli isimlerde ve çeşitli dillerde yayınlar yapan gaze­teler çıkıyor, sütun sütun barbarlığımızdan ve vahşetimizden bah­sediyorlardı. Bunları biliyor ve görüyorduk. Bir gün, Beyoğlu'nda Fransızca çıkan Rönesans isimli bir gazetede,140 çok acı ve yazan­lara şeref veremeyecek yeni bir saldırıyla karşılaştık. Gazetede, Kafkas sınırlarında görev almış ordumuzun doktorlarının, bilimsel deney maskesi altında binlerce Hıristiyan erat ve subayı, hatta he­kimleri öldürdüğünü ileri sürülüyordu. Dünya ilim meclisinde san­dalyeleri olan Ti.irk hekimliğinin asırlardır süren temiz gayretleri de böylece yok ediliyor, milletlerarası bir ilim olan hekimliğe de layık

140 Söz konusu, Dikran Chayan' ın yayınladığı la Renaissance gazetesidir. Bkz. G.

Groc - 1. Çağlar, la Presse Franç·aise de Tıırquie de 1795 ii nos Jours Histoire Cuıulugtıe. b. iliuıt> bi,. i,laııbul. 1 905. s. 156.

olmadığımız ve bunun insani gereklerine uymadığımız dünyaya anlatılmak isteniyordu. Bunu yazanlar kimlerdi biliyor musunuz? Bizimle beraber aynı fakültede okuyan ve aynı hocalardan ders alan Hıristiyan arkadaşlarımızdı.141

*
* *

- Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974)

Geçenlerde Akşam refikimiz, “Günün Fıkrası” başlıklı bir ben­dinde İstanbul’daki hayatımızın ne hazin, ne acıklı bir noktasına dokunmuştu. Bu bendi yazan içli ve derin muharrire göre Türk, İstanbul’da kendini yavaş yavaş yabancı hissetmektedir. Gerçi, pa­yitahtın Galata, Beyoğlu, Pangaltı, Büyükada vs. gibi bazı semtleri var ki, oralarda kendimizi, beş yüz yıldan beri hüküm sürdüğümüz, beş yüz yıldan beri her tarafına kök saldığımız, her köşesine bir kahramanın cesedini yatırdığımız ve yedi tepesinin her birine dün­yanın en İlâhî en muhteşem mâbetlerinden birer taç giydirdiğimiz bu büyük şehirden yüzlerce fersah uzakta, (“kendimizi”) bir Yunan beldesinde (sansür), bir İtalyan limanında veyahut yedi milletin bi­riktiği sıkıntılı bir kervansarayda zannederiz.

İstanbul’un bu semtleri, hele Mütareke’den sonra artık büsbütün bizimle ilgisini kesmiştir. Sakin ve mütavazı İstanbul’un karşısında çirkin, farfara ve gürültücü Beyoğlu, eski ve türedi birçok milletle­rin bayraklarıyla donanıyor ve geceleri Türk’ün havsalasına sığma­yacak birtakım dans havalarında nesli belli değil bir çingene kadını gibi teller, pullar, zillerle raksediyor.

İstanbul bir hayalet gibi karanlıklara dalarken o etinin, kemikleri­nin ve bütün yutucu iştihasının [iştahının] parıltısı ile neşe içinde yanıyor. Sıra sıra mağazalarının hiçbirinin üstünde Türkçe yazı­lı tek bir kelimeye tesadüf edemezsiniz. Polis karakollarımızdan başka hiçbir binanın kapısında ay yıldızlı bayrağın dalgalandığını

141 Ferruh Niyazi Ayoğlu, Kurtuluşa, Cumhuriyete ve Sıtmaya Adanan Yürek: Dr.

Ferruh Niyazi Ayoğlu'nun Anıları, Zonguldak Tabip Odası Yayınları, Zonguldak, 2008, s. 148-149.

göremezsiniz. Son günlerde bazı tramvayların semti gösteren lev­haları mavi ile beyaza boyandı.

Doğru Yolun, Tünel'den itibaren, sağlı sollu herhangi bir dükkanı­na girecek olursanız işiteceğiniz ilk söz ya Rumca, ya Fransızcadır. Geçen gün şekerci Löbon'un142 karşısındaki "Kolaro"143 mağazası­na gitmiştim. Mağaza hizmetkarı pekala Türkçe anlamakla beraber bana mütemadiyen Fransızca cevap veriyordu. Hem de -ne Fran­sızca yarabbim- Rum Fransızcası... O ve ben, inadımızdan karşı karşıya tir tir titriyorduk zannederim. Ben sonuna kadar Türkçe söylemekte, o sonuna kadar Fransızca cevap vermekte devam ettik.

İki dille bu acayip konuşma tarzı nihayet o kadar tuhafıma gitti ki, kendi kendime gülmeye başladım. Esasen Beyoğlu'na, mecbu­riyet düşüp de çıktığım zamanlar gülmekle ağlamak arasında asabi bir ruh haline düşerim. İçime bazen derin bir gurbet çöktüğü de olur. Bazen hiç bilmediğim bir şehre henüz çıkmışım gibi şaşırır kalırım. Bir zamanlar -ilk gençlik yıllarımda- bu soğuk, kasvetli Kervansaray'a eğlenmek için nasıl gittiğimize hayret ediyorum. Gerçi orası bundan beş-on yıl önce bugünkü kadar alacalı ve ya­bancı değildi, asıl şimdiki Türk gençlerinedir ki o yerin havası ile nasıl bağdaştıklarını sormalıdır. Mutlaka son nesil sinir itibarıyla bizden daha dayanıklı ve daha kuvvetli olsa gerek.

Geçen akşam Galata'da -Kule'nin civarında- oturan bir dostuma misafir olmuştum. Bütün gece dışarıdan gelen yabancı sesler or­tasında, pencerelerden gördüğüm yabancı manzaralar karşısında, kendimi, ya Marsilya'nın ya Napoli'nin veya Pire'nin işlek bir so­kağında bir otele henüz inmiş sanıyordum. Karşı tarafın ışıklarına baktıkça bir türlü İstanbul'un bu kadar yakınında olduğuma ihtimal

142 Lcbon Pasıahanesi İsıiklal Caddcsi'ndc idi. 19. yüzyıl ortalarında Fransız Büyükdçiliği'ndc çalı^an ve buradan ayrılan Eduard Lcbon tarafından kuruldu. Pastahane 1940'11 yıllarda kapandı. Kaynak '"tarihçe", http://www.lebonpastanesi. com/tarih.htm

143 İngiliz erkek kuına^ı satan Jozcf Kolaro'nun mağazası. Kaynak: Gökhan Akçu- ra, ""Moda eşittir Beyoğlu". 22 Haziran 2008, http://gokhanakcura.blogspot.com. lL2008 06 22 ardıi\^.hınıl

veremiyordum. Bütün gece uzak diyarlardan gelmiş bir yolcu gibi çevremi yadırgadım durdum. O kadar ki, sabah olup da kulağıma, aşağıdaki sokaktan birdenbire bir ses, bir "Satebim kaynıyor!" sesi aksediverince sanki bulutlardan düşüyor gibi sersemleştim. İşitti­ğim sesin bir Türk sesi olduğuna bir türlü ihtimal veremedim.

- Salebim kaynıyor!

Hiçbir ses, hiçbir söz bana ne kadar zamandan beri bu derece tatlı gelmemişti. Uzun bir gurbetten sonra bir gemi içinde yavaş yavaş kendi vatanının toprağına yaklaşan ve bu toprağın kokularını duyan bir zavallı gibiydim. Yatağımın içinde doğruldum, dinledim; şimdi başka sesler Galata'nın çeşitli köşelerinden, sabahın geçici sessiz­liğini hafif hafif yırtıyorlardı.

-Süt kaymak!  Sıcak simidim!

O dakika hiçbir şiir, hiçbir şarkı hiçbir müzik parçası benim için bu adi satıcı sesinden daha belagatli, daha tesirli değildi. Manyetizma olmuş bir adam gibi yavaş yavaş yatağımdan çıktım ve sokağa ba­kan pencereye yaklaştım. Bu yüksek yerden, bütün Galata sakil, galiz ve kirli binaları ile bütün o yamru-yumru Galata görünüyor. Evet, bu şehre bir Türk şehri denilemezdi. Fakat hala durmayan bu Türkçe seslerin burada ne işi var? Nereden geliyor? Kimlere söy­lüyor? Böyle düşünerek gözlerimi sağa sola çeviriyordum. Bir de ne göreyim: Bulunduğum evin ta önünde küçük bir cami duruyor; beyaz minaresi, suyu çekilmiş sebili ve yanı başında kafesli harap bir Türk evi ile eski bir cami ... Başımı çevirince ötede bir cami daha gördüm, Galata'nın pis ve mekruh sokaklarının bir köşesine sinmiş bu küçücük, üslupsuz, zarafetsiz kasabada mabetler bana karşıkilerden, yedi tepelerin üzerindekilerden daha muhteşem, daha güzel göründü. Bu camilere kim bilir, ne kadar zamandan beri hiçbir Müslüman ayağını basmıyor; sokak sokak dolaşan bu salep- çi, sütçü, şu simitçi belki Lehli fahişelerle Yunanlı tayfaların para­sıyla geçiniyor. Fakat asırlardan beri adım adım, sinsi sinsi zorlu bir istilaya karşı bu sessiz minareler, bu kapalı camiler, bu kurumuş

çeşmeler ve bu satıcı sesleri bana müdafaasız ve avare Türk'ün son koruyucuları gibi göründü. Acaba bizim gördüğümüz facialar bir şeyin sathı mıdır? Acaba bütün bulanan suyun dalgaları altında gene bizim manevi hazinelerimiz mi saklı duruyor?144

*
* *

Harp sırasında ve hususiyle [özellikle] Mütareke gününden beri üzerine çöken bütün elemlere ve bütün müşküllere rağmen İstanbul şehrinin hala birçok gülünç taraftarı vardır. Hatta diyebilirim ki, umumi görünüşü bakımından keder verici olmaktan ziyade komik ve acayiptir. Bu şehir, tıpkı ayağı kayıp da yuvarlanan bir şişman adam manzarasını gösteriyor. İnsanı için için acındırmakta bera­ber kahkahalarla da güldürüyor. Zavallı İstanbul, zavallı büyük ve muhteşem şehir, günün birinde senin bu hale gireceğine kim ihti­mal verebilirdi? Siyah serviler ve beyaz minareler diyarı; ey, yedi tepesi yedi tane şaheserle taçlanmış cihan başkenti! Üç-dört yıldan beri senin artık bir "sirk" meydanından farkın yoktur. Tozların ve çamurların içinde birçok soytarı sabahtan akşama kadar tepiniyor, haykırıyor, zıplıyor, takla atıyor! Dünyada, bir "sirk" meydanında bu yüzü boyalı, başı külahlı madeni sesli ve mihaniki [mekanik] hareketli palyaçoların tuhaflıklarından daha korkunç ne olabilir? İnsana öyle gelir ki, halkı güldürmeye çabalayan bu biçarelerin her birinin ayrı bir derdi, ayrı bir ıstırabı vardır. Kimisi bir fıkara aile başı, kimisi bir genç kızın aşığı, kimisi çocuğu henüz ölmüş bir ana, kimisi içinde bir gizli kanser taşıyan hastadır. Veyahut, Debanville'in o meşhur şiirinde olduğu gibi, kim bilir belki bazısı da derin hisli, ince kalpli birer şairdir. Daima bulutların üstünden baktıkları insanları yerlerde güldürmeye mahkumdurlar. Kırmızı boyadan yapılmış geniş sırıtışları kanayan bir yara gibidir, yüzle­rinin kireci bir ölü beyazlığını andırır ve kalın sürmeler çekilmiş

144 İkdam, 12 Kasım 1920. Aktaran Yakup Kadri Karaosınanoğlu, Ergenekon Milli

Miicodı:le lcı=ılurı. İktı^ıın Yayınları, İstanbul, 2010. s. 24-27

gözleri bir çukurun korkunç ve karanlık ağzıdır. Bununla beraber nedir o sır ki, "sirk"te hiç kimse ağlamaz, herkes güler, çocuklar ve kadınlar kahkahadan kıvranır? İşte, İstanbul tıpkı bu tarzda gü­lünçtür. İşte, İstanbul o süslü, boyalı kadınlarıyla, o sefih [zevk ve eğlence düşkünü], züppe erkekleriyle, o kayıtsız ve gurursuz ihti­yarlarıyla, o sıska ve arsız çocuklarıyla, o soğuk kalpli bilginleri ve soğuk kafalı düşünürleriyle insanı böyle ve bu tarzda güldürüyor.

Bundan birkaç ay önce "İstanbul Eğleniyor!" başlıklı bir makale yazmıştım. Hayır, İstanbul eğlenmiyor, İstanbul eğlendiriyor. Ci­hanın dört köşesinden gelmiş bu kadar yabancı var, Hizım değil mi ki, biraz avunup eğlensinler? Türkler, misafirseverdir. İstanbullular ise hem misafirsever hem rind [kalender] ve naziktir. Onun için dünkü yangınlara rağmen, bugünkü göç sellerine rağmen bütün o sefaletlere, o açlıklara, o çıplaklıklara ve bahtın bütün o siyahlığına rağmen bu zehirli bozgun havasında, halk dişlerini sıkmış çalıyor, oynuyor, giyiniyor, süsleniyor, kırıtıyor.

Bazı şairler ve şair yaradılışlı bazı tarihçiler, imparatorlukların yıkılış devirlerini pek severler; en şayanı hayret zekaların, en da­yanılmaz güzellerin ve en ince, en derin, en sarhoş edici hazların bu devirlerde geliştiğini söylerler; bunun içindir ki, yalnız yıkılış devirlerini terennüm eden şairler, yalnız yıkılış devirlerini hikaye eden tarihçiler vardır. Birçok tatlı günahlardan, şarap kokularından, musiki seslerinden ve şuh kadınların tebessümlerinden yapılmış bu yüzyılların dışında her yüzyıl onlara karanlık ve kasavetli görünür. Gerçi, Roma'nın, Babil'in, Bizans'ın yıkılış devrini, şevket ve ke­mal devirlerinden üstün tutmamak için ortada hiçbir sebep yoktur. Şüphesiz ki, her Batı, Doğu' dan daha renkli ve daha ihtişamlıdır ve uzun, derin hülya saatleri fecre [gündoğumuna] değil guruba [gün- batımına] aittir. Kalplerimizde ölmüş sevdaların uyandığı, başımız içinde kuru gülrenkli esvaplarıyla el ele vermiş hatıraların raksa başladığı, gönlümüzün her türlü çerçeveden sıyrılıp bütün vücu­dumuzda bir coşkun sel halinde aktığı saat o saattir. Biten günle

beraber her şeyin bittiğini hissetmek, haşmet ve ikbalin boşluğunu anlamak ve kendini bahtın haşin aşkına bırakmak ve biricik hikmet, biricik gerçek olarak yaşanılan saniyenin zevkini duymak; hayata tatlı tatlı, doya doya veda eylemek ... İşte, yıkılış halinde bir şehrin ilham ettiği şeyler bunlardır. Yaptıklarına gelince, onları azametli bir sefahat, hakimane [hükmeden] bir delilik ve ahenkli bir coşkun­luk tabirleriyle ancak anlatabiliriz.

İstanbul'un havasında böyle hisler mi dolaşıyor? İstanbul halkı böyle şeyler mi yapıyor? Ne gezer? İstanbul'da yalnız sırıtan, dur­madan sırıtan bir halk var. En bayağı şeylerle eğleniyor, anlamadığı şeylere gülüyor, bilmediği şeyleri istiyor ve inciden boncuğa, altın­dan tenekeye kadar her şeyi süs ve ihtişam sayıyor.

Bir akşam Kadıköy'ünde bir sinemada idim. Salon bayağı, pis ve soğuk, tıpkı bir ahırı andırıyordu. Localarda birçok süslü, lavantalı, pudralı, sürmeli kadınlar. .. Bunlardan birçoğunu tiyatroya girerken gördüm; buraya, içinden aydınlıklı büyük ve mükellef otomobil­lerde, bir operaya gelir gibi geldiler. Hepsinin sinema şeritlerinde görülen kadınları taklit eden bir halleri var. Manşonlarını tutuşları o kadar iğreti, kürklerine sarılışları, sağa sola bakışları o kadar yap­macık ki, insanın bunların kurulmuş birer büyük bebek olduklarına hükmedeceği gelir. Hepsinin elinde bir program ara sıra dikkatle okuyorlar, bu programlarda gösterilecek şeridin [filmin] mevzuu hakkında verilen tafsilat yalnız iki dilde, Fransızca ve Rumca ola­rak yazılıdır. Eminim ki, bunların hiçbiri Rumca bilmiyordu, Fran- sızcayı da anlayan pek azdı; nitekim oyun sırasında her locadan, oyunun mevzuu ile ilgili öyle acayip, öyle yanlış öyle aslından uzak görüş ve düşünceler söylenmeye başladı ki, oturduğum yerde bu hale kızmak mı, gülmek mi gerektiğini bilmiyordum. Şerit tarihi bir olayı gösteriyordu. Kıyafetlerin antikalığı, kişilerin o zamana mahsus tavır ve hareketleri, ne seyrettiğini bir türlü anlamayan bu halkı filmin en acıklı yerinde bile kahkahalarla güldürüyordu.

Hayatımda halk denilen insan kitlesinin bu kadar ahmaklaştığını, bu kadar bayağılaştığını hiç görmemiştim. İçimden şeritleri Türkçe yazdırmak, hiç değilse dağıttığı programlarda gösterilen oyun hak­kında Türkçe bir hulasa [özet] yaptırmak lüzumunu hissetmeyen nankör, kaba ve kayıtsız sinema sahibine lanetler ediyordum. Çün­kü bu halkın bu tarzda eğlenmeye mecbur olmasına, yani anlama­dığı, bilmediği bir dille, anlamadığı, bilmediği sahneleri seyretmek derecesine düşmesine sebep, biraz da sinemanın sahibi idi.

Müşterilerinin büyük bir kısmı, hatta hepsi Türklerden ibaret olan bu adam, acaba hangi mazerete dayanarak bir Türk memleketinde Türk dilinin Rumcadan daha lüzumsuz olduğuna kanidir? Ve bu iğreti kadınlar ve bu sırıtkan efendiler acaba ne gibi kaçınılmaz bir ihtiyaç üzerinedir ki, kendilerini bu kadar gülünç bir hale sokan böyle nezaketsiz bir müesseseye doğru koşuyorlar ve bunda, belki, biraz da zevk buluyorlar?

Mutlaka Orta Afrika zencileri eğlence bahsinde bizden bir kat daha zevk sahibidirler. Zavallı gülünç İstanbul! 145

b- İzmir'in İşgal Yılları İle İlgili Anılar

- Manisa Bağcılar Bankası İzmir Şubesi Müstahdemi Hifız Galip Bey

Bendeniz işgal-i meş'fımdan mukaddem Katiboğlu Jandarma Ka­rakol Kumandanı Mektebi'nde jandarma onbaşılığa tahsil görmek­te idim. 14 Mayıs 1335 (1919) senesi çarşamba akşamı mektepte yalnız nöbetçi olarak birkaç jandarma bırakılıp bütün mevcudiye­timizle hükümet civarında devriye gezdirilmek üzere getirildik. O gece vazifemizi ila ettikten sonra ferdası günü ale's-sabah Yunan

145 İkdam, 15 Aralık 1920. Aktaran Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ergenekon Milli Miicade/e Yn^ılnrı. İletişim Ynyınlnrı. İstnnbul, 2010, s. 35-38.

askerinin Kordon'a çıktığı ve hükümeti işgal etmek üzere gelmekte oldukları söylendi. Herkes yapacağından aciz, Vali İzzet de gerek gece ve gerek o sabah hükümette kukla gibi dolaşıyordu. Yunanlılar hükümet önündeki bahçeye mitralyöz ve makineli tüfekleri kurarak masum ve silahsız olan Müslümanları katlederek hükümeti işgal ettiler. Onların da birjandarma zabit vekili olduğu h:llde bizi de esir alarak Kordon'a götürdüler. Bilahare etraftan topladıkları masum sivillerle birlikte etrafımızda Rum ve Ermeni çocukları ellerinde asker ve polis kasaturaları olduğu halde 'eller yukarıya 'Zito Ve- nizelos' diye bağıracaksınız' dediler. Bağırmayan bir Türk'ü gerek önünden gerekse arkasından Yunan askerler yanında süngüleyerek şehit ettiler. Yine zalimler şehidin hep beraberce el ve ayaklarından tutarak denize attılar. 'Zito Venizelos!' diye bağıra bağıra şimdiki postahanenin önüne getirdiler. Orada etrafımızı yine yerli Rumlar­la Ermeniler sararak yedimizde de bulunan nakd-i mevcudumuzu yağmaya başladılar. Hiç aklımdan çıkmaz. Koca şalvarlı ihtiyarca bir Ruma da biz isabet ettik. Bendenizi alaydan dışarıya çekerek çantamda bulunan 39 banknotu alıp gözümün önünde kendi parası gibi beşer beşer Yunan askerlerine sanki harbe girmiş gibi taksim ediyor ve hem de arkalarını okşuyordu. Merhamete gelmiş olacak ki, boş cüzdanımı iade etti. Yedimde bulunan gümüş köstekli Sergi- sof saatimi dahi alıp askerlere vermeye kıyamadı. Etrafına bakına­rak kendi beline yerleştirdi. Bu hal Yunan zabitinin muvacehesinde cereyan ediyordu. Yeleğimin cebinde bulunan iki gümüş mecidiye­yi de alıp bir askere verirken bir zabitan üzerimdeki askeri elbisesi nazar-ı dikkatini celb etmiş olmalı ki hemen yerli Rum'u kovaladı. Askerden iki mecidiyeyi alıp kendi cebine yerleştirdi. [159]

*

* *

-Ahmet İhsan Bey

Yunan işgali olacağı günün gecesinde yerli Rum ahali yani şu bi­zim sapık vatandaşlar çarşıda, pazarda ne kadar Türk dükkanı varsa işaret koymuşlar. İlk Yunan askeri karaya çıkar çıkmaz Yunangir- ler ön ayak olarak Yunan askerinin önüne düşmüş kadın, papaz, çocuk, kız, askerlerin rehberliğini ediyor, Kışla'ya doğru geliyor­lardı. Kışla önünde ilk silah patlar patlamaz evvelden işaretli olan Türk dükkanlarını yağma edilmek üzere süngü, tabanca, bıçak her ne varsa elde asker, ahali kadın ve papazlar birlikte şimdiki As­keri Kıraathanesi'nden başlayan hücum ile Kemeraltı'na doğru geldiler. Beyler Sokağı ağzında bulunduğum bir sıradaydı ki bu gözleri kanlı kalabalık, 'işte Şifa Eczahanesi' diye gösteren Rum­ların de!aletiyle eczahaneye dehşetli süngü ve mitralyöz hücumu başladı. Biz iki dakika kadar devam eden bu ateş karşısında canlı bir mahlı1k kalmadığını zanneden asker ve ahali eczahaneden içeri girerek o güzelim dolapları süngülerle parçalamaya o ferid kuvvet şurupları, bahar kolonyaları caddeye atarak yerlerde kırmaya baş­ladılar. İzmir'in Rumluğa karşı yegane bir Türk eczahanesi olan Şifa'yı daima bir gelin odası kadar sık ve minyon güzelliklerini böyle hurdahaş manzarayla görmek bize mukadder imiş. Üç sene sonra Cenab-ı Hakk'ın azameti bana o vahşi Yunan sürülerinin 'yaşasın Mustafa Kema! Paşa' diye bağırarak zelil geçişlerini Şifa Eczahanesi önünden seyrettirdi. Bu acı günlerin ye'sini daima istir- dad-ı mes'udumuzla karşılıyor, daima necip Türk milletine dualar ediyorum. 147

*

* *

l.+7 Ahıııı.:t İhsan. ''Türk Dükkanlarına İşaret Koymuşlardı!··, Ahenk, 1 Mart 1 926, s. 1.

-     M. Nuri Bey

İzmir'in ilk işgal edildiği gün sabah nasılsa Frenk mahallesine git­miştim. Buradan Kordon'a çıkmak istedim. Ne mümkün, kalabalık dehşetti. Bütün Rumlar ayaklanmıştı. Kordon'a Yunan askeri çı­kıyormuş, tehlikesini hissettim; fesi cebime yerleştirdim. Dönmek istedim; fakat kalabalıktan mümkün olmadı. Daha da çocuktum. Mahalle arasından dolaşıp gitmeyi düşündüm. Bir sokağa daldım. Artık Rumlar kuduruyorlardı. Tam Meyhane Yokuşu taraflarına gelmiştim. Her tarafta silahlar patlamaya başladı. Geri döndüm. Moraiti(?) eczanesinin yanından tekrar Frenk Mahallesi'ne çıktım. Oradan Ayafotini Kilisesi tarafına yürüdüm. Beni tabii Rum çocuğu zannediyorlardı. Tam kilisenin önüne geldim. Meyhane Boğazı ta­rafına giden caddenin ortasında kanlar içinde iki vatandaşımız yatı­yorlardı. İkisinde de köylü elbisesi vardı. Bu şehitleri görünce fena halde korktum. Çakı Bedesteni'ne doğru süratle koşmaya başladım. Kilisenin bu tarafta kapısının hizasında cadde üzerinde bir cenaze daha vardı. Bu da bir köylü idi. Taşların üzerine kıpkızıl kan akmış­tı. Çakı Bedesteni'nden Odun Pazarı'na, oradan Mezarlıkbaşı'na, oradan da İki Çeşmelik'e ve sonra Beyler Sokağı'na çıktım. O gün akşama kadar evden çıkmadım. Silah sesleri devam etti.148

*
* *

-     Mustafa Necip Bey

Yunan işgal-i meş 'umunun ilk günü nasılsa Kemeraltı'nda gafil avlanmış, epeyce dayak yedikten sonra hükümet avlusuna götürül­müştüm. Burada tutup getirilen vatandaşlarla bizi çift sıra yaptılar. Kordon' a doğru götürdüler. Park cesetlerle dolu idi. Kemer' in önü­ne varıncaya kadar sağdan soldan üzerimize saldırıyorlar, dövü­yorlar, ceplerimizde ne var, ne yok hepsini aşırıyorlardı. Bir aralık ölüm halinde Anadolu Bankası civarına geldiğimizi fark eder gibi

1-tö lvl. Nurı, "h^ıık ;\lalıall^>111J^ Nd^r Gi.irJüııı", ,.J/ıı:ıık, 15 ŞLıbal 1 926, >. 1.

oldum. Orada biraz durdurmuşlardı. Otellerin uzun balkonlarından bir takım Rum karıları toplanmıştı. Birinin elinde tabanca vardı. Yukardan 'Pis Türk' diye bağıran bu kadın tabancasıyla üzerimize ateş etmeye başladı. Kafile bu ateşten kaçmak üzere dağılır gibi oldu. Etrafından tokat yumruk dipçik yağmuruna tutularak tekrar küme oldu. Artık bizi Punta'ya (Alsancak) kadar götürdüler. Her tarafımız yara bere içindeydi. Hükümet civarından ilerlerken kafi­lemiz epeyce kalabalık idi. Punta'ya geldiğimizde kafilenin azaldı­ğını gördüm. Kim bilir zavallı vatandaşlarımıza ne oldu.149

*
* *

-     Kurabiyeci Mehmet Ağa

İşgal-i meş'i'ımun ilk günü ben de Kışla önünde bulunuyordum. Birdenbire Rumlarda bir taşkınlık hissettim. Meğer Yunan'ın İzmir'i işgal etmek üzere asker ve cephaneyi hiimil vapurları Yeni- kale önünde gözükmüşler. İşte yerli Rumlar bundan haberdar olun­ca ma'li'ım olan taşkınlıklarıyla 'Zito Venizelos!'diye bağırıyorlar­dı. Bittabi bu vaziyet karşısında Kışla önünde kalmanın tehlikeli olduğunu hissettiğimden evime avdet etmek üzere hemen oradan uzaklaştım. Balcılar içine henüz varmıştım ki silah sesleri işittim.

İşte bu silah seslerini işiten bazı fırsat düşkünü ma'hi'ıd vatandaşla- rımız(!) derhal Türk emvalini yağma ve tahribe koyuldular. Kapalı Çarşı'da ve Bit Pazarı'nda birçok dükkanın bu ma'hi'ıd vatandaşlar tarafından soyulduğunu müşahede ettim. Bu hiil, beni pek sinirlen­dirdiğinden vaziyeti ve yapılan fecaati her ne olursa olsun yakinen görmek hevesine düştüm. Fakat yalnız başıma oralarda dolaşmak da doğru olmayacağı için yanıma tanıdıklardan bir Musevi arkadaş alarak ve fesimi de cebime koyarak birlikte Kışla önüne geldik. Burada gördüğüm hiil pek feci' idi.

149 Mustafa Receb. "ün Beş Mayıs", Ahenk, 11 Şubat 1926, s. 1.

Şehit edilmiş dört vatandaşımızı hamil olan arabayı, askeri otelin önünde durduruyordu. Derha! otelin merdivenlerinden bir gürül­tü işittim ve oraya baktığım zaman gördüm ki otelin üstünde şehit ettikleri diğer bir vatandaşımızı da beşinci olmak üzere arabaya atıyorlardı. Buradan ayrıldım. Beyler Sokağı'na geldim; burada da polis deposunun yağma edildiğini gördüm. Benim bizzat gördü­ğüm bunlardır. Fakat sonradan işittim ki Kemeraltı, Beyler Sokağı, Kapalı Çarşı ve Hisarönü'ne kadar ne kadar Türk dükkanı varsa soyulmuş. Kahrolsun haydutlar! [160]

*
* *

- Aksekili Mustafa Asım

Sevgili İzmir'imizi Yunan canavarlarının işgal etmiş olduğu 15 Ma­yıs günü idi. Anam babam burada yok idi. 15 yaşında çocuk idim. O gün öğleden sonra işittim ki, arastadaki bütün Türk mağazaları yağma ediliyormuş. Bendeniz de arastada bir mağazada çalışıyor­dum. Tabii çocukluk eseri olacak kalktım. Namazgah'tan arastaya yollandım. Mezarlıkbaşı'nda fesimi Museviler yırttılar ve arastaya geldim. Baktım bizim mağazayı melfınlar kırmaya çalışıyorlar. Ve mütemadiyen 'Zito Yenizelos' diyorlardı. Bunlardan birini tanıyor­dum. Yalvardım mağazayı açtırmadım. Bunlar bıraktılar, gittiler ve Yunan askerleri de dolaşıyorlardı. Bakınız ki, Musevi vatandaşla­rımızın akarlığına. Kimdir Yunan askerlerine haber veren? Hemen bir çavuş elinde telden bir kırbaç, arkasında silahlı birkaç asker, on beş yaşında bir Türk yavrusunu derdeste geliyorlardı. Çavuş geldi 'ne milletsin' dedi. Yüksek bir millete mensup olan Türk Türklü­ğünü inkar edemezdi. 'Türküm' dedim. 'Zito Venizelos' de, dedi. Ben demedim. Elindeki kırbacı hem vuruyor hem 'Zito Venizelos' diyerek bağırıyordu. Ben söylemedim. O boyuna elime, yüzüme, ayaklarıma vuruyordu. Beş dakika kadar adam akıllı elindeki tel ile dövdü. Bilflhare askerin birine beni teslim etti.

Biz arastadan Başdurak Caddesi'ne yürümek üzere kömürcüler içi­ne geldik. Merhametsiz zalim elindeki silahın dipçiği ile arkama hem vuruyor hem bir şeyler söyleniyor. Ben hemen hiç olmazsa caddeye çıkayım da dayaktan kurtulayım dedim. Hemen caddeye yollandım. Başdurak'a çıktık, baktım yerde bir iki tane ölü yatı­yor. Tabii bunlar benim gibi Türk idiler. Ben daha ziyade korkmaya başladım. Kışla'nın önüne geldim, orada dahi cenazeler vardı. Beni Kışla'ya sokup bir odaya kapattılar. Mütemadiyen Rumlar gidip hem beni sövüyorlar ve hem de 'Zito Venizelos' diye bağırıyorlardı.

Birkaç saat sonra bir zabit geldi. 'Bu ne için buradadır' dedi. On­lar da 'Zito Venizelos dememiştir', dediler. Zabit 'kerata bir daha böyle bir şey yapma' dedi. Beni bıraktılar hemen koşa koşa evime geldim. Geldim ama dayağın bir iki ay acısını çektim. Beni Yunan­lılara teslim eden Musevi vatandaşımızı istirdadı mes'ı1ddan sonra gördüm. Türklük şerefimle mı1nasip bir nezaketle kendisine söyle­dim. Tabii nedamet etti. Beni gördükçe hürmet etmeye başladı. [161]

*
* *

- Naci Gündem

İzmirin meş'um işgali Türk milletine çok ağır gelmişti. Hayatiyeti elinden alınan ve esaret zincirini giyen bu millete, en ağır gelen şey safiyane hislerle yakın olduklarını zannettiği bazı unsurlardan gördüğü nankörlüklerdi. Meşrutiyet'in ilanında (Hürriyet, Adalet, Musavat ve Uhuvvet)'i prensip olarak kabul eden ve eşit vatandaş muamelesi göstererek Türklerle aynı hakka sahip kıldığı bazı un­surlardan gördüğü feci ve ağır muameleleri hiçbir zaman hazmede- memiş ve asla da affedememiştir.

İsmail Habib Sevük bir yazısında: "insanlar su baskınından ve yan­gından kaçabilir ve uzaktan o heyecanlı manzarayı seyredebilirler.

Fakat en güvendiğimiz ve üzerinde bulunduğumuz toprak sarsılır­sa, o zaman dehşet veren hatta şuurumuzu kaybettiren bazı haller olabilir" der.

Bunun gibi Osmanlı camiası içinde en şefkatli muamele gören ve kendi hayat seviyemizin çok üstünde (bir zamanlar askere de alın­mazlardı) yaşattığımız nice kimselerin böyle bir muamelesine ma­ruz kalmak toprağın sarsıntısı kadar bize ağır gelmişti.

Hiç unutmam mahallemizde kırk seneye yakın tenekecilik yapan biri vardı. İşgalin üçüncü senesi sonlarına doğru Anadolu harekatı bazı yönden ümit verici görünmekteydi. İşte bu günlerden birinde bir ikindi vakti ayla yıldızı gök yüzünde güç fark edilir bir şekil­de ve bayrağımızdaki gibi görmüştük. Bu görünüşü içimizden yarı mahzun, yarı sevinçli hayra yormağa çalışıyorduk. Ben de herkes gibi çekingen bir tavırla kafamı yukarıya kaldırmış bakmağa ça­lışıyordum. O, Türkün musamahasiyle hayatını kazanan tenekeci, bana dönerek küçük ve yaralı kalbimi daha çok hırpalayan şu söz­leri söylemişti: "Söz bundan sonra ay-yıldızı gökte göreceksiniz. Hem siz nelerinize güveniyorsunuz, hangi fabrikalarınıza, hangi topunuza, tüfeğinize... Dört düvel bir arada bir şey yapamadınız da şimdi mi yapacaksınız? Yeçti o yunler! ...”

(Fakat mes'ut günler geldikten sonra o tenekeci daha onbeş sene Türklerin verdiği ekmekle ve kalb huzuru içinde mükemmelen yaşamıştır.) 151

*
* *

152 Naci Gündem, Giinler Boyunca Hôtıralar, İhsan Gümüşayak Matbaası, İzmir, 1955, s. 61-62.

-Anadolu Gazetesi Sahibi Haydar Rüştü Öktem (1890-1951)

Bazı geceler evin karşısında Yunanlılar, Rumlar balolar tertip ede­rek zevk ve neşe içinde sabahlara kadar eğlenip duruyorlar idi. Göztepe 'deki İtalyan mektebi Harb-i umuminin son senelerinde Hilal-i Ahmer Hastanesi yapılmış, mütarekeden sonra da burası bir Yunan klübü haline ifrağ edilmiş idi. Benim oturduğum, saklandı­ğım, evin tam karşısına tesadüf eden bu klubde gece geçmiyordu ki resmi, hususi eğlenceler tertip edilmiş olmasın. Bu müsamerelere Yunan kumandanları, yerli Rumlar, Ermeniler ve hatta Yahudiler de iştirak ediyor daha garibi birkaç ta Müslüman hemen her su- varede bu klubün müdavimleri arasında isbat-ı vücud ediyorlardı. Sabahlara kadar devam eden bu eğlencelerden sonra Venizelos'un marşını teganni eden, Rum, Yahudi, Ermeni izcilerinin feryatları arasında eğlenti düşkünleri evlerine avdet edinceye kadar ben de tek başıma kalın, perdeli pencereler arkasında elemler, ıstıraplar içinde yuvarlanıp duruyordum.153

*
* *

Zavallı Türk

Memleket, hayatından yüzde elli ümit olan, baygın bir hasta ha­linde, ekseriyet-i millet atinin alacağı şekli tayin edemediği için mütereddit ve bikarar. Fakat bu tereddüt, bu kararsızlık yeni yeni hadiselerin tevlidine garip ve acip müddeayatın meydan almasına sebeb oluyor. Her kavme bir arz-ı mevud-ı muhayyel vaad eden (Wilson) prensibi, akıbet bizde de efkarı tezebzübe endişeye ilka etti. Şimdiye kadar beraber yaşayan unsurlar ayrılmak, müzehhep bir hülya peşinde koşmak için hadisattan ihtilas ve fırsat çareleri­ni buldular. E en kesdirim tarik olmak üzere Türklerin zulmünü, Türklerin gadrini sebep olarak ileri sürdüler. Vaktiyle gördüğü bir

153 Haydar Rüştü Öktem, Mütareke ve İşgal Anıları, haz: Prof. Dr. Zeki Arıkan, Türk rarilı Kurumu, Ankara, 1991, s. 94-95.

yolsuzluğu, bir Türkten gördüğü gayri layik bir muameleyi bütün Türklere isnat ettiler ve hala ediyorlar. Hükümet zalimdir, dediler. Gasıpdır dediler ve hükümete isnad-ı cürüm ederken bunu teşmil etmeği unutmadılar: "Türkler zalim ve gasıpdır!" sözünü yek avaz olarak haykırdılar. Zavallı Türk! Meclisi Mebusanda mebuslar, ha­riçte gazeteler, hükümet nezdinde patrikhaneler milletin ihtiyacını beyan ederken Türk unutuluyor, zalim ve gasıp gösteriliyor. Hiçbir taraftan bir sada-yı hak "Ti.irk masumdur" diye yükselmiyor. Za­vallı Ti.irk!

Ti.irk zalim değildir. Ti.irk bugünkü vatandaşlarını reaya ve zimmi olarak tanıdığı günlerde bile bunların dinlerine, lisanlarına, mil­li vicdanlarına, hakkına hürmet etmiş, daima nezaket ve insaf ile muamele eylemiştir. İşte tarih bir Rumun bir Ermeninin ve her­hangi bir gayrimüslimin mukaddesatına tecavüz edildiğini gös­termiyor. Ti.irk zalim olsaydı Ti.irk ifna politikasını takip etseydi, bugün Anadolu'da ya herkes Türk olurdu veyahut bir gayrimüslim kalmazdı. Ti.irk dine hürmetkardır: "Varsın diniyle dinlensin" sözü Türkündür. Türk milli vicdana riayetkardır: "Her koyun bacağın­dan asılır" sözü kendisinindir. Ti.irk gayrimüslimlerin hakkını gasıp değildir: "Reaya hakkı dağdan ağırdır" sözü Türkündür ve şiarıdır. O halde yine zavallı Ti.irk!

Ti.irk gasıb değildir: Anadolu'yu bitaraf bir nazarla gezenler oralar­da Ti.irk evlerinin harebezar, gayrimüslim vatandaşlarımızın evleri mamur olduğu görülür. Servet ve ümran Türkün değil gayrimüsli­mindir. Sebep nedir acaba? Denecek ki gayrimüslimler çalışkan, müteşbbis, amenna! Fakat altı yüz senedir vatandaşlarının ırzı, na­musu, malı, canı için elinde silah serhadlarda dolaşan, ömrünün üçte ikisini cidaller içinde geçiren hanesini imar, tarlasını zer etmek ve kendi malına sahip olabilmek için vakit bulamayan kimdir, Türk değil mi? Acaba Türkten gayri milletler de Türkler gibi daima sey­yar ve bikarar dolaşsalardı bugünkü servetten bugünkü milli şuur­dan hisseyap olabilirler mi idi?

Daha düne kadar Türk asker olur, ölür, perişan aile bırakırken diğer vatandaşlar küçük bir vergi ile ailelerinin yanında, işlerinin başında müreffeh bir hayat geçirir; Türkün kaimesiz, bikes [parasız, kimse­siz] ailesinin elinde nesi varsa komisyonculuk, bazirganlık ve sair suretle alınırdı ve hala alınmaktadır. Bari bu hizmetine mukabil Türk bir imtiyaza sahip olsa. Zavallı Türk!

Patrikhaneler imtiyazı anasır-ı saireye serbest bir inkişaf; mücade- Je-i hayatta muvaffakiyet için vasi bir imkan bahşettiği halde bu memleketin bekası, vatandaşlarının muhafaza-i menafi için altı yüz senedir kanını döken Türk en ağır tekalife katlanır, inkişaf ve teka­mül için ne vakit bulur, ne de bir istisnaiyete mazhar olurdu. Ve hala da öyledir.

Ermeni uygunsuzluğu zuhur eder. Türk ölür, Arap isyan eder, Türk kanıyla sükun bulur. Kürd tuğyanı başlar. Türk kurbanıyla nihayete erer. Öyle olduğu halde Türk zalim, Türk gasıptır? Çünkü mem­leketin hayatını tehlikeye ilka edenleri tarık-ı hakka irca için kan dökmüştür. Çünkü bütün milletin huzurunu ihlal edenlerin emel­lerine sed çekmiştir. İşte bu cihetle Türk barbardır! Zavallı Türk!

Rumeli'de yüzbinlerle İslam öldürülür, malı zapt edilir, ırzı parçala­nır. Bunlar asar-ı medeniyettir. Anadolu'da bir polis, bir gayrimüs­lime ihtarda bulunur, yahut vazife-i resmiyesinin verdiği salahiyeti istimal eder, işte o zaman Türk barbar, zalim, gasıptır. Zavallı Türk! Mebusanda mebuslar takrirler yağdırıyor, gazeteler bin türlü muhay­yel ve yalan iftiralar kusuyor, patrikhaneler makam makam milletle­rinin hakkını müdafaa için takrirler dolaştırıyor, hükümet taraf taraf gayri-müslimlerin terfihini [rahatlığını] emrediyor; ne yazıktır ki Türk mebusları l:il ü ebkem [şaşırıp susup kalmış] Türk matbuatı kü­für savurmakla meşgul, merci-i İslam olan Meşihat [Şeyhülislamlık] Türkler hakkında lakayd, hükümet ise... Zavallı Türk!

Hiçbir hamisi olmayan Türk, gayrimüslim vatandaşlarının felake­tine asırlarca ağlamışken, bugün onlardan iftiralar, hakaretler görü-

yor, birkaç şahsın kabahatı bütün ona yükletiliyor, bundan yalnız Türk'ün vicdanı sızlar. Zavallı Türk! 154

*
* *

Rumlarm Amali

Rumca gazeteler bu sıralarda Yunanlılık amalini açıktan açığa izhar ediyorlar. Bu amalin pek yüksek, pek geniş olduğunu zaten biliyor­duk. Hayret ettiğimiz bir nokta varsa bu yüksek emelleri izharda artık hiçbir ihtiyata lüzum görmeyen Rum refiklerimiz bahis, ispat­ı müddea noktasına intikal edince fikirlerini apaşikar söylemeyerek mugalata vadisine sapmalarıdır. Neologos Rumların Osmanlı hükü­metinden ve Türklerden zulüm gördüklerini, bu zulümlerle beraber şimdiye kadar isyan tarikine süluk etmediklerini, şimdi İtilaf dev­letleri Yunan ahalinin (hukukunun) teminini deruhde ettikten son­ra artık isyana daha hiç ihtiyaç kalmadığını, Rumların buralardaki tarih ve etnografik haklarını alem-i medeniyete tanıttırmaktan hiç kimse kendilerini men edemeyeceğini yazıyor.

Türkiye' deki Rumların ötedenberi Yunan ahalisini terviç etme­leri gördükleri zulümlerden mi neş'et etmiştir. Yoksa Rumlar Türkiye'de, idare-i hükümetin her türlü düzelmesinden meyus ve müteessir olacak yerde bilakis memnun mu olmuşlardır? Bu suale Rumca gazeteler samimi bir cevap verebilirler mi? Osmanlı hü­kümeti her ne zaman ciddi ıslahat vadisine sapmışsa bu ıslahat te­şebbüsleri Rumları kuşkulandırmıştır. Çünkü onlara lazım olan şey bu memlekette daima tezebzi.ib ve teşevvüşün devamı, Hıristiyan ahalinin duçar-ı zulüm ve hakaret olmasıdır. İdaresizlik, fena hükü­met payidar oldukça Rumlar herhalde bir gün nail-i emel olacakla­rını bilmiyorlardı. Halbuki adi ve müsavata riayetkar bir hükümet

154 Anadolu, l 3 Tc^rinisani l 334 [ l l Eylül 1916]. Aktaran Zeki Arıkan, İ:: mir Basınından Seçweler /871-19:!:!. l. Cilt, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitap­lığı, lzmir, 2001, s. 244-246.

Yunanlılık emellerinin sönmesini intaç edebilirdi: İşte bunun için Osmanlı hükümetinin sui-idaresi Rumları mahzun ve meyus etmek şöyle dursun bilakis sevindirmiştir.

Rumların Türkiye'de gördükleri zulümlerden dolayı Yunan ama­line hizmet ettiklerini iddia edenler Kıbrıs Rumlarının niçin dün­yanın en adil olan İngiliz idaresinden ayrılıp Yunanistan'a iltihak etmek istediklerini izah edebilirler mi? Fakat tarihi ve etnografik sebeplerin tetkiki esnasında elbette Türklerin de mübeccel ve meş­ru sadaları istima edilecek, o zaman Rumların pek bala-pervezane hareket etmekte oldukları anlaşılacaktır.155

Anadolu, 17 Teşrinisani [Kasım] 1918

*
* *

-      İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Nail Morah

Mütarekede azınlıkların izcileri taburlar halinde Kordon'da hergün gösteriler yapıyordu. Bir gün Sporting Club önünden, mavi şort­lu, mavi fularlı, çizgili bayraklar ile Yahudi izcileri geçerken, Harp içinde Almanlarla büyük işler yaparak milyonlar kazanan Yahudi MAYER firmasının İzmir müdürü Laster bahçe korkuluğuna çıkıp Yahudi çocuklarını alkışlamaya başladı. Orada duran eski şehben­derlerden Nurettin (Deli Nurettin) Bey Laster'i yakasından tutup aşağıya indirdi, ve suratına iki tokat attı.

Türkler kan ağlarken Laster'in saygısızlığını, nankörlüğünü orada bulunan ecnebiler bile kınamışlardı.156

*

* *

155 Zeki Arıkan, a.g. e., s. 246-247.

1 56 Nail Morali. Miitarckcdc İzmir Önceleri ve Sonraları, İstanbul, 1976, s. 105.

- Mehmet Esat Çmar'm (1894-1975) Türk Sesi Gazetesindeki Yazıları 157

Museviler ve Biz

Umumi harp bir inhitat [düşme] ve felaket devresi açarken sene­lerden beri kapımızda beslediğimiz yılanlar başlarını kaldırmışlar. Aziz Türkiye'nin rasime-i tedfinine [defin merasiminin] hazırlan­mışlardır. O zaman İzmir'de bulunanlar bu iğrenç namertlerin nü­mayişleri karşısında yüreklerinin ne kadar kanadığını hala unuta- mamışlardır. Biz bu devrede bir çok Musevilerin de bu cereyana katıldıklarını gördük. Senelerden beri içimizde yaşamak, bizimle beraber bu memleketin iyi günlerini görmüş olan bu Musevi mü­nevverleri Türkiye'nin yıkılmak ihtimalleri karşısında her neden­se mevzi almağa lüzum görmüşlerdir. Burada acı bir hatırayı yad edeceğim: İzmir'in eski bir Musevi ailesinden çok iyi tanıdığım bir dostum vardı. Uzun senelerden beri tanıdığım bu Musevi genç, benim -ırkımın seciyesindeki [karakterlerindeki] saffet [saftık] ve itimadı suistimal ederek- payansız [sonsuz] bir samimiyetimi ka­zanmıştı. Mütarekenin akdini müteakib Adventor İngiliz torpidosu­nun İzmir'e geldiği gün, bana ilk söylediği söz herkes gibi benim de yüzümden okunan teessürlerimle istihfafeden [küçük gören] şu cümle oldu:

-    Türk Milleti'nin içinde çok iyi tanımadığım bir iki sima olmasa idi bugün o millete ben de lanet ederdim. Türklerden o kadar muz- taribiz...

Bu sözü söyleyen Musevi genci, Harbi-i Umumi'nin uzun beş se­nesinde sakat hükümeti -her vesileden istifade ederek- alkışlamış­lardı. Felaketin tahakkuk ettiği gün hakiki hissiyatını izhara lüzum

157 Mehmet Esat Çınar (1894-1975) hakkında kısa biyografik bilgi için bkz. Zeki Arı- kan. İzmir Basınından Seçmeler (1923-1938), İl. Cilt - İl. Kitap, İzmir Hüyükşehir lklediycsi, İzmir, 2008, s. 15.

görmüştü. İlave edeyim ki, bu Musevi münevveri üç-dört ay evvel askere davet edileceğini haber aldığı gün, ailesinin otuz seneden beri İtalyan tabiyetinde olduğunu isbat etmiş ve Amerika'ya kaç­mıştı. Bu acı hatırayı takip eden günler içinde Museviler bizim itimadımızı ve bizim misafirperverliğimizi ne kadar suistimal etti­ler. Bütün İzmirli hemşehrilerimin kalbinde hala kanayan derin bir yara var: Unutmuyoruz ki İzmir'in işgal edildiği gün Başdurak ve Kemeraltı'ndaki Müslüman mağazalarını soyanlar Musevi kadınla­rı ve Musevi çocukları idi.

İzmir'e Türk ordusunun girdiği günlerde tahaddüs eden [ortaya çı­kan] tabii karışıklıktan istifade ederek aynı işi yapanlar yine pek çok Musevi soyguncuları idi. Bunu daha iyi anlamak için Polis Dairesi'nin kuyudatına [resmi evraklar defteri] müracaat edilsin. İhbarat üzerine taharri edilen [aranan] bir çok Musevi haneleri bi­rer emval-i metruke anbarı haline bilinmişti. Bu misallerden binler- cesini verebiliriz. İzmir'de yaşayanlar bu hakayıkı teslim ederler. Geçelim. ( ...)

Muharrir Bey İzmir'de bulunmadığı için belki bilmez. Fakat biz çok iyi biliyoruz ki, İzmir sokaklarında Yunan izcileriyle çift olarak dolaşanlar, Musevi havralarına varıncaya kadar her çatının üstünde mai ile beyazdan birer tufan yaratanlar bu memleketin mekteplerin­de okumuş, bu memleketin sultanilerinden feyz almış Musevi ço­cukları ve yine bu memleketin nimetiyle yaşamış bazirgiinları idi. Ve biz icabında isim de zikredebiliriz. Niçin bu hakikatleri itiraf etmek mecburiyetinde olanlar sükı1t edecekleri yerde kalemlerini memleketin saadetine vakfetmek isteyenleri susturmak için maka- matı taciz ediyorlar? ( ...)

Kanaatin ve içtihadın manevi zevkini tatmış olanları hangi kuvvet veya hangi tesir susturabilir? Biz Musevilik'in mühim bir ekseriye­tiyle Türkiye için tehlike teşkil ettiğine inanıyoruz. Bunu yazdık ve yazacağız. Hiçbir endişe bizi bu mücadeleden men edemeyecektir.

Bu kanaatla soruyoruz: Hiçbir tazyik görmeden Yunan idaresin­den hiçbir emir almadan -çünkü böyle bir tazyik yapılmış olsaydı Türklere teşmil edilirdi- sokaklarda Yunan bayraklarıyla dolaşan­lar, havralarını mai, beyaz bayraklarla donatanlar ve nihayet Türk Ordusu 'nu arkasından Müslüman dükkanlarını soyanlar, Türk hakimiyet ve milliyetine bilfiil ihanet etmiş değiller de nedirler? Yoksa bu küfranı irtikiib eyleyenlerin gazetelerle ihanetlerini mi bekleyeceklerdir?

Bizim izzet-i nefsimizi yaralamaktan çekinmeyenler Türk Ordusu İzmir'e avdet ettikten sonra bizimle dost olmak, dost geçinmek ihtiyacını hissedebilirler. Bu onlara ait bir meseledir. Fakat bizim aldanmağa niyetimiz yoktur. Musevi dostluğuna ise hiç ihtiyaç duymuyoruz. Böyle olunca neden tenvir ve ikaza lüzum görelim? Asırlar var ki siyasete kalbi karıştırmanın ne muzır neticeler verdi­ğini feci misallerle gördük. Bundan sonra Türk için ihaneti affet­mek, mezarını hazırlamakla müsavidir. Bu işte de hakikati görme­mek Türkiye için feci bir akıbetin hazırlanmasına müsaade etmek demektir. Ye unutmayalım ki, yirminci asrın tehlikeleri siyasi değil, iktisadidir. Bu sahada da bizi yere vurmağa çalışacaklara göz yum­mak niyetinde de değiliz. Bilhassa ihanet-i siyasilerini gördükten sonra...

Her yerde ve her memlekette iktisadi hayatın menafii o memleketin öz evlatlarına hasredilmiştir. Türkiye de bu yoldan yürüyecektir. Yeni meclisimizin toplandığı gün bu husustaki kanaatlerimizi daha uzun bir suretde teşrih edeceğiz. Şimdilik bu noktaya işaretle ikti­fa ediyoruz... Meselenin hukuk-u esasiye cephesinden görünüşü bu... İktisadi cepheden de başka bir gün görmeğe çalışırız.158

*

* *

158 Türk Sesi, 8 lemınuz 1339 11923 ). Aktaran Le‘ki Arıkan, a.g.e., s. 69-71.

Museviler ve Sahte Tabiyetler

Yunan Ordusu İzmir'e çıktıktan sonra, Türk idaresinin bir daha av­detine imkan yoktu. Konstantin'in namağlup ve muzaffer orduları Anadolu içinde ilerlerken, İzmir'de yaşayacak gayri Türk anasır için bu iki idare ile uyuşmaktan başka çare kalmamış demekti. Mu- sevilerin çok mühim bir ekseriyeti bu vaziyeti idare etmek için asır­larca sadakat iddiasıyla bağlı kaldıkları Türk tabiyetini hemen terk etmekten çekinmediler.

Kimi Fransız tabiyetine girdi. Kimisi İngiliz himayesine dahil oldu. Mühim bir kısmı da İtalyan tabiyetini kabul etti. Bunun için uzun uzadıya merasime ihtiyaç yoktu. Bir ecnebi konsolosuna giderek pederinin esasen İtalyan tabiyetinde bulunduğuna dair -nasıl teda­rik edildiği meçhul- bir vesika ibraz etmek veyahut da doğrudan doğruya mfıracaat etmiş olduğu devletin tabiyetine dühul arzusunu izhar eylemek kifayet ediyordu.

Bu terk-i tabiyet cereyanı az zamanda inkişaf etti. Ve hatta körük­lendi de. Öyle Museviler tanıyoruz ki; 'şu kadar bin kişiyi İtalyan yaptım', cümlesini makam-ı iftiharda hi li zikrederler. Ve bunlar id­dialarında kazib [yalancı] de değiller. Filhakika Büyük Millet Mec­lisi intihabatı münasebetiyle tanzim edilen müntehibisani defterleri İzmir'de Türkiye tabiyetinde bulunan Musevilerin hemen hemen bir ekalliyet teşkil etmekte olduklarını ispat etti. Belediyemiz erkanın­dan bir zatın bize verdiği malumattan anlıyoruz ki intihabata iştirak eden Museviler, mevcut ve mükellef Musevi zukfır nüfusunun yalnız üçte biridir. Şu halde kuvvetli ve çözülmez bağlarla Türkiye'ye bağlı olduklarını her fırsatta istifade ederek iddia eyleyen bu sahte tabiyetli efendilerin sadakatinden şüphe etmekte haklı değil miyiz?

Biz bu nokta üzerinde biraz tevakkuf etmek [durmak] istiyoruz. Malum olduğu üzre Türk tabiyeti keyfiyeti hukukudüvel [devletler umumi hukuku] merasimine tabi mesaildendir [meselelerdir]. Tür­kiye tabiyetinden bir ferdin tabiyetimizi terk ile başka bir devletin

tabiyetine girebilmesi için yapılması lazım gelen bir takım merasim vardır ki Musevilerin tabiyetleri bu safhadan geçmemiş ve binae­naleyh resmi ve hukuki bir mahiyet kesbetmemiştir. Şu halde iş­gal esnasında ecnebi tabiyetine girmiş olan Musevilerin tabiyetleri huzur-u kanunda sahte ve minküllilvücuh gayri kanunidir. Ve şüp­hesizdir ki, bir ihtilal hükümetinin prensipleri önünde bu hareket -hala iddia edildiğine göre- bir ihanet teşkil eder.

Türkiye tabiyetinden çıkabilmek için Hariciye Vekaleti nezdinde teşübbüsatta bulunarak istihsal-ı muvafakat eylemek ve hatta şim­diki Teşkilat-ı Esasiyemize göre irade-i milliyenin sudurunu temin etmek lüzumu vardı.

Acaba içimizde ecnebi sıfatıyla dolaşan dünkü tebamızın tabiyetleri bu mecradan geçmemiş midir'? Ve geçmediğine göre hükümetimizin bu sahte tabiyetleri tetkik etmesi zamanı çoktan gelmemiş midir'?

Biz bu nokta üzerinde hükümetimizin bizi tenvir etmesini [aydın­latmasını] rica ediyoruz. Türkiyenin öz çocukları dokuz senelik uzun bir mücadelede can ve başla fedakarlık yaptılar. Ve hala da memleketin mühim bir kısım evladı silah altındadır. Her memle­kette kan vergisi teba hakkında seyyanen tevzi olunur. Musevilerin sahte bir ecnebi tabiyeti iddiasıyla hizmet-i askeriyeden kaçmala­rına müsaade etmek bu memleketin müdafaasında hiçbir vazifeleri olmadığını kabul etmek demektir. Ve malumdur ki her hak bir va­zife mukabilidir.

Museviler bu memleketin müdafaasıyla vazifedar değillerse Türkiye'de hiç hakları yoktur demekte haklı olmaz mıyız'? Ve şu takdirde kendilerine vatandaş muamelesi yapmak doğru bir hareket sayılabilir mi'?

Mevzubahis ettiğimiz Museviler şüphe olunamaz ki Türk tebaası­dır. İddia ettikleri ecnebi tabiyetleri sahtedir ve bu surette hizmet-i askeriyelerini ifa etmeleri lazımdır. Ahz-ı asker şubeleriyle umur-u

hukukiye müdüriyetleri bu hususta icap eden tetkikat ve tahkikatı bilatehir [ertelemeden] yapmalı ve bu gibi sahte tabiyet iddia eyli- yenleri kıtaata [askeri' bölüklere] sevk etmelidir. Bu neticenin aksi tasavvur edilemez. Çünkü içimizde ecnebi tebaası sıfatıyla dolaş­malarına müsaade etmek her şeyden evvel izzet-i nefs-i milliye- mizle istihza etmek demektir. Buna hiçbir Türk'ün kolay kolay ta­hammül edebileceğini hatırımızdan geçirmeyiz.

Bize Musevi anasırının sadakatinden bahseden Musevi münevver­leri de bu ciheti layık olduğu ehemmiyetle nazar-ı itibara almalı ve milletdaşlarının bu iki taraflı hüviyetlerini tashih etmelidirler. Aksi takdirde bizi igfal ile içimizde gayrımeşru bir surette temin-i men­faat etmek isteyenlere tekrar edeceğimiz iki cümle vardır. Ve bu iki cümle milli reisin ağzından çıkmış olduğu için veciz ve kahhar [fazlasıyla kahreden] bir belagatı da haizdir: "Bizi sevenler dostlu­ğumuzdan emin olabilirler. Aksi takdirde cehenneme kadar yolları vardır." 159

*

* *

- N.S.[at]

Levantenler

Memleketimizde maateessüf bir kısım halk vardır ki; burada ya­şadıkları, para kazandıkları ve pek müreffeh bir hayat geçirdikleri halde daima gayrimemnundur. Türkleri tenkit etmek, hırpalamak ve hatta terzil [rezil] etmek için hiçbir fırsatı kaçırmazlar ve her fır­satta bir bir yanlışlıkla tekellüm ettikleri ve yüzde kırk Rumca ke­limelerden müteşekkil garip bir Fransızca ile Türklerin, hükümetin aleyhine sinsi sinsi atıp tutmaktan bir hazz-ı deruni [gönül hazzı]

159 Tiirk Sesi, 9 Ağustos 1339 ( 1923 ). Aktaran Zeki Arıkan, a.g. e., s. 91-92.

hissederler. Türklerin hiçbir muamelesi mümkün değil onları mem­nun edemez. Memnun olsalar bile kadim bir adet üzerine tenkidatta devam ederler. Bunlar kimdir? Asılları ve nesilleri nedir? Bu ciheti ancak kendilerinin bildiklerini iddia eden bu Levantenlere -ki yüzde sekseni mütecavizdir- 'madem ki memnun değilsiniz başka memle­kette gidiniz orada tavattun ediniz' [yerleşin] diyecek olsanız derhal ateşli vatanperver kesilirler, Türkün, Türklüğün, bu ezeli düşmanları kraldan ziyade kral taraftarı olarak; İzmir'e Türklerden fazla merbut [bağlı] olduklarını ar ve hicap [utanma] hissetmeksizin söylerler ve modası geçmiş birçok nazariyat ile çürük davalarını müdafaa ederler. Memleketimize ilk gelen ecnebi daima bu Levantenlerin telkinatı ne­ticesinde Türkleri mutaassıp ve ecnebi düşmanı zanneder. Dün böyle bir muhavereyi [konuşmayı] istima eden [dinleyen] bir vatandaşın yana yakıla derdini dökmesi bu makalenin tahririne saik olmuştur. Vatandaşımız bu suretle anlatmak istiyor ki ecnebi maskesi altında yaşayan birçok Levanten memleketimizin biaman düşmanı ve Yuna­nın da en faal bir propagandacısıdır.

Muharrir-i aciz bir vakitler Prag sefiri Vasıf Beyin biraderi aziz kardeşim Esat'ın riyaset-i tahririyesinde intişar eden yevmi Türk Sesi'nde yazdığım bir makalede şehrimize peyderpey avdet eden Levantenlerin hüviyetlerinin iyice tetkik edilmesini temenni ve mümkünse avdetlerine müsaade edilmemesini selamet-i vatan na­mına talep etmiş idim, fakat varak-ı mihr-i vefayı ne okuyan160 ne de dinleyen olmuştu.

Hiç olmazsa bundan sonra gözümüzü açarak bu gibi propaganda­larla izzet-i nefs-i millimizin rencide edilmesine müsaade etmeye­lim ve faillerini lazım gelen cezalara çarptıralım.

Levantenlerin bir çoğu psikolojikman tetkik edilecek olursa görü­lür ki bunlar fevkalade kurnaz, menafaatı için hiçbir fedakarlıktan

160 Ferit Devellioğlu'nun sözlüğüne göre birçok Divan Edebiyatı şairi tarafından kul­lanılan bu cümle ··arıık kimsede dostluk, sadakat ve vefa kalmadı, kimse bunları ınühiınsemiyur" ınanas111a gdiyur.

çekinmez, arkadan söyler, yüze güler, riyakar, mutabasbıs ve yaşa­dıkları memlekete muzır kimselerdir. Çünkü benimsedikleri vatan­la bu vatanın en ehemmiyetli en mukaddes vazifesi olan askerlikle hiçbir alakaları yoktur. Alakaları vatanımızdaki alakaları gibidir. Yani tamamiyle maddidir. Vataniyle alaka-i maneviyesi olmayanlar vatansızlardır. Ve bir kaide-i umumiyedir ki vatansızlar yaşadıkları memlekete muzırdır.

Menfaat-ı gayri meşrualarına müsaade ve müsamaha edildiği tak­dirde Türklerden iyi kavim yoktur. Fakat menfaatlarına zerre kadar haleldarı olduğu [zararı olduğu] takdirde velinimetleri olan Türk- ler hakkında söylemediklerini bırakmazlar. Levantenler, Türkleri sevmezler daha doğrusu sevemezler. Çünkü çoğunun aslı Rumdur. Mayaları Rum hamurundan mamuldür. Her nasılsa eline bir ecne­bi pasaportu geçirmiş olan bir Levanten ailesinin hariminde Rum­ca görüşülür. Adetleri tamamiyle Rum adetidir. Bir levantenin ya amcası, ya dayısı, ya birader ve hemşiresi hatta peder ve validesi Rumdur. Ve pek tabiidir ki bu halitadan [alaşımdan] meydana gelen Rumdur. Eski devirlerde kapitülasyonların cenah-ı atıfet ve saade­tine sığınan bir levantenin şimdiki müsavat idaresini beğenmeye­ceği gün gibi aşikardır. Türk'e ruhen, ırken, iktisaden düşman olan Levantenlerin emeli, arzusu Yunan idaresidir.

İzmir, bu talihsiz memleket, tarihin şimdiye kadar mislini kaydet­mediği bir felaketi gördü. Yunan idaresinde 15 Mayıs 335'ten 9 Ey­lül 338 tarihine kadar 40 ay mütemadiyen kan ağladı. Garbi Ana­dolu bu zalim idarenin Engisizyon icraatıyla inledi. Türk'ün izzet-i nefs-i millisine bundan büyük bir darbe vurulmamış, bundan büyük bir hakaret yapılmamıştı. Bizi bu müthiş ve elemli zamanlarda yal­nız ecnebiler teselli etti. Levantenler 15 Mayıs Perşembe sabahı Yunan'ı Patris vapuruyla İzmir'e getirdiği vahşi sürülerini Rumlar­la, Ermenilerle, Yunanlılarla, "Sporting'', "Küçük Avcılar", "Büyük Avcılar" klübünden çılgıncasına bir meserretle [sevinçle] alkışla­dılar. "Zito!" sadaları afaka [göğe] kadar yükseldi. O gün Sporting

Klüp'te bulunan bir Levanten muharrir-i acize "İzmir şimdi kur­tuldu!'', demişti. Neferleri bağrına basan, evlerinde ziyafet veren, sürüler geçerken pencereden çiçek atan, kolonya suları döken bu Levanten ailesi şimdi yine aramızdadır.

Kızlarını bir Yunan zabitine tenkih etmek [evlendirmek] için ser­vetlerini sarfetmekten çekinmeyenler Etniki Eterya'dan, propagan­da cemiyetlerine avuç avuç para dökenler, Yunan ordusunun mu­vaffakiyetleri haberi üzerine fener alayları tertip edenler, evlerini ve ticarethanelerini mavi ve beyaza boyayanlar, evlerine konso­loshane bayrakları gibi üç metre tulunda [boyunda] bayrak çeken­ler, Küçük Avcılar Klübü'nün salonuna Venizelos'un altın yaldızlı muazzam çerçeveli tasvirini duvara talik etmek şerefini! ihraz [ka­zanmak] için Yunan ordusu menfaatine müzayedeye iştirak edenler şimdi yine aramızdadır.

Türk'ün uluvv-ı cenabı [alicenaplığı] bu hainleri cezaya çarptırma­dı. Korkularından Rumlarla beraber firar edenlerin avdetine müsaa­de etti. Fakat artık bundan böyle bu kiryelerin [bayların] Türk aley­hine propagandaları tecviz edilmemelidir. Uluvv-ı cenabın fazlası fazladır, iyilikten maraz hasıl olacağını unutmamalı ve müteyekkız davranmalıdır. Öyle ümit ederiz ki badema [bundan sonra] hükü­met bu gibi propagandaları yapanları layık olduğu cezaya çarptır­makta gecikmez. [162]

*
* *

- Gülfem Kaatçılar İren (1915-2009)

Son akşam geri döndük tam yemek saati her şey hazırlanmış ye­mek yenilecek, büyük araba kapısı vurulmaya başladı, derhal an­ladılar evin basıldığını. Basanlar da yerli Rum ve Ermeniler, asker

elbiseleri giymişler. Evin büyük beyi Mehmet bey çocukları ve ha­nımları topladı gizli bir oda varmış, o odaya bizi doldurdu ve ka­pısını kapattı. Erkekler konağın dört bir tarafına dağılmışlar, kimi samanların içine girmiş kimi kömür çuvallarının arasına saklanmış, büyükbabam tavan arasına çıkmış üç katlrbüyük bir ev. Bir müddet sonra büyük gürültüler olmaya başladı. Evin içinde kırma vurma gibi. Meğer gelen o üç kişi araba kapısını açamamışlar. Onlara yol gösteren başka bir yerli Rum evin başka bir küçük kapısı olduğunu söylemiş, o kapıdan girmişler evin içine, eve girdikten sonra epey­ce bir gürültüler oldu, yukarıdaki katta öteberi kırıldı vuruldu, kim­seyi bulamamışlar çıkmışlar dışarıya, gene herhalde aynı kimse, evi gayet iyi tanıyormuş, çünkü eskiden o evin kahyasıymış, diyor ki "büyük bir kızma hamam vardır, o hamamın karşısında gizli bir oda vardır kapısı görünmez orada saklanıyorlar gidin orada açtır­maya çalışın kapıyı." Hakikaten yine geldiler. Biz içeride titriyoruz küçük bir mum ışığında üst üste insan, en azından 1O-12 hanım ve bir o kadar da çocuk. Kapıya vurmaya başlıyorlar, "açın yoksa vururuz kırarız, yakarız" diye. Bunu evin büyük beyi Mehmet Bey duyuyor, saklandığı yerden çıkıp geliyor diyor ki "telaş etmeyin açacağım kapıyı ve ne isterseniz vereceğim." Kapı açılıyor içeriye perişan halde sarhoş, asker elbiseleri giymiş, bir ellerinde bomba öbür ellerinde bıçak üç kişi dalıyor. Odada kullanılmayan eşyalar, bir de büyük kasa var. Mehmet bey kasayı açıyor içindekilerin hep­sini torba torba bunlara veriyor. Oniki zengin hanımın mücevher ve para torbaları ve eve ait bazı eşyaları ceplerine, boyunlarına, kemerlerine bağlıyorlar. Bu arada "bu torbaları bize vermezseniz Kemal geliyor, o alacak" diye tekrarlıyorlar. Mehmet beyi de ala­rak çıkıyorlar dışarıya. Mehmet beyi mermer bir havuzlu oda var­dı, yatırıyorlar yere, boğazına bıçağı dayıyorlar, diyorlar ki "senin gömüde ellibin altının varmış onları da çıkar. " Mehmet Bey yok diyor, "gömüde hiç param yok, ben ziraatçı bir adamım malım ora­da, gömüde param yok, olanı verdim. Yalnız rica ediyorum" diyor. "Kesmeyin de şöyle karşınızda durayım birer kurşun atın bana." Kalk diyorlar kaldırıyorlar ama adamlar sarhoş, perişan vaziyette,

ortalık da kararıyor o sırada. Bunu alıyorlar sokağa çıkartıyorlar, eski Manisa sokakları dar birbiriyle iç içe. Mehmet bey onların za­aflarından faydalanarak bir tecrübe yapmak istiyor ve ters istika­mete dönüp saklanıyor. Karanlıkta göremiyorlar, kurşun atıyorlar ama isabet etmiyor velhasıl izini kaybettiriyor, dönüp eve geliyor, biz hala aynı yerde titremekteyiz. Bizdeki gürültüyü duyan Manisa­lılar dağa çıkıyor. Manisa da yanmaya başladı. Gece karanlık, dağ yolunu bilen yok, başlıyoruz tırmanmaya kayalardan, meğer bizim çıktığımız yer eski bir dere yatağıymış, kuru bir dere yatağı. Güç­lükle bir düzlüğe varıyoruz ve herkesin gittiği istikamette biz de dağa tırmanmaya başlıyoruz korku ve dehşet içinde. Herkes dağda kayaların arasında saklanıyor. Bizim hemen arkamızdan eşkıyalar yolu kesiyor, genç erkekleri vurup ihtiyar ve kadınlara "elinizde ne varsa verin ve gidin" diyorlar. Arkamızdan bir genç hanım gel­di, ağlayıp çırpınıyordu. Kocasını vurmuşlar, kayınvalidesi oğlunu bırakmamış, başında kalmış. Kadıncağız ağlayarak olanları bizim­kilere anlattı. Dağda ne kadar kaldığımızı bilmiyorum, hep korku içinde kayaların arasından bir sızıntı görmüş, beni sürükleyerek oraya götürmüş bana bu suyu yala, dudaklarını dilini ıslat demiş, ben de aynısını yapmışım. Gene o arada elime siyah bir şey verdiler bir parça, kösele gibi, meğer birisinde biraz siyah un varmış, o taş­ların arasından akan su ile unu ıslatmışlar, paslı bir teneke üzerinde onu pişirmişler, ekmek yahut pide gibi bana da bir lokma verdiler ama ben yiyemedim. Biz üç gün üç gece o dağlarda kaldık.16^

*
* *

162 Gülfem Kaatçılar İren, Anılarıııı, Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., İstanbul, 2004, s. 22-24. Gülfem Kaatçılar İren, Doç. Dr. Leyla Neyzi ile sözlü tarih mülakatı yap­masının ardından anılarını kaleme almaya karar verdi. Neyzi'nin bu konudaki ma­kalesi şudur: Leyla Neyzi... Remembering Smymailzmir: Shared History. Shared ırauına", Hisıoıy anıl Memory. Cilı 20, Sayı 2, Sonbaharı Krj 2008, s. 106-12 7

- (E) Albay M. Şevki Yazman (1886-1974)

İtalyanlar yerleşmeğe başladıkları erkek muallim mektebi binasını bir kale gibi tahkime çalışıyorlar. Büyük pencerelerin önüne, kapı­ların iki tarafına makineli tüfekleri yerleştiriyorlar. Etraflarına nö­betçi, nöbetçi, nöbetçi.

Zabitler yalnız Ermeni mahallesindeki evlerde misafir kalacaklar. Burada da gene köşelerde, kapıların önünde bölüklerin yarısı nöbet bekliyor. Çarşı pazarda tek başına gezen bir nefer yok. Karargâh­ların bulundukları yerler ıslık sesinden, nefer şarkılarından anlaşı­lıyor. Buraları sanki bir işgal alayının garnizonları değil de meşk eden musiki mektepleri. (...)

Bir gün işgal alayı kumandanlığından şu haberi verdiler:

Bir eşkıya çeşme başında yüzlerini yıkayan İtalyan neferlerine kama ile hücum etmiş ve bir kaçını yaralamış, hâlâ da yaralamak­ta devam ediyormuş, yakalamak için sür’atle yetişmeli imişiz. Biz koca bir alayın bir eşkıya için bize müracaatını garip bulmakla be­raber yanıma iki nefer aldım, koşa koşa vak’anın zuhur ettiği Erme­ni mahallesine doğru gittim. Maarif evlerinin köşesinden liseye gi­den yola yani eski Ermeni mahallesine döndüğüm zaman sekiz on İtalyan neferi bağıra çağıra sokaktan çıktılar ve koşarak Alâeddin tepesine saptılar. Bunların çıkmasile sokakta ses kesilmiş değildi, ileride gene bir sürü bağırışmalar devam ediyordu. Sekiz on nefer gene var kuvvetleriyle koşuyorlar, arada sırada dönüp arkalarına bakıyorlar, bağırıyorlar, bazıları Ermeni evlerinin açık kapılarından girerek kapıyı sıkı sıkı kapıyorlar, Ermeniler pencerelere dökülmüş onların da bir kısmı bu hale gülüyor, bazıları neferlere yol gösteri­yor, mukabele için teşvik ediyordu. Fakat hepsi nafile, bu korkmuş kalabalığın bütün gayreti arkalarından gelen ve kendilerinden ba­zılarının neresi rastgeldiyse, kolu, budu, kulağı demeden hacamat eden şu baş belâsından kurtulmaktı. (...)

[Halk] Harpten o kadar yorgun ve bıkkındı. Tam fikirlerin bu keş­mekeş, bu tereddüd anlarında şu haber bir bomba gibi patladı:

- İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş.

O günü hiç unutmam. Sille kasabasının ufak kahvesinin bir tarafın­da bizim tabur zabitanı ve bazı ateşli gençler, öte tarafta kasabanın bize muhalif olan ihtiyarları toplanmış düşünüyorlar. Ne Zeynela- bidin hocanın, ne itilafcı belediye reisinin ağzını bıçak açmıyor. Herkes artık bu işin şakası olmadığını, bu gelenlerin artık geri git­mek niyeti bulunmadığını anlamıştı. Herkes kasabadaki Rumların son günlerindeki taşkınlıklarını hep bu Yunan işgalile alakadar gö­rüyorlar, attar Yuvani'nin vergi borcu isteyen tahsildara:

Yeter artık sizin zulmünüz be, bundan sonra boyun eğmiyece- ğiz demesini; üç gün evvel muallim Ahmed efendi Aşkar oğlu Dimon'un kapısının önünden geçerken karısının:

- Ayasofya'ya çan takılmış ninni diye çocuğunu uyuttuğunu duy­masını hep bu yeni işgalin Rumlarca çok evvelden malum olduğu­na atfediyorlardı. Hülasa aylardan, hatta senelerden beri ilk defa şu ufak kasabadakiler ayni acıyı hissetmiş, ayni kederle müteellim ol­muş bulunuyorlardı. Fakat kimsede de bunun çaresi hakkında kati bir fikir, bir iman doğmuş değildi, herkes bir şey ümit ediyor bir şey bekliyor gibiydi fakat neyi? Ve kimi? Bu malum değildi. ( ...)

Bergamadan çekilenler Kınıkta bir cephe ve müfreze kumandanlığı teşkil ettikten sonra Somaya çekilmişler teşkilat yapmıya çalışı­yorlardı Kınıktaki müfreze bu teşkilatı ve çalışmayı setredecekti. Müsaadenizle bir de Kınıktaki müfreze ve cephe kumandanlığının mevcutj urnalına göz gezdirelim:

Müfreze kumandanı yüzbaşı Sami efendi.

Maiyetinde: 3 zabit,

8    Piyade neferi

5    Süvari neferi

1   Makineli tüfek

Fakat bu Kınık müfrezesi yalnız Somaya giden yolu kapatmıyor, müsademeler bile yapıyordu. Bu müsademelerden birinde yegane makineli tüfeğini kullanan mülıizim Sabri efendiyi de esir vermişti. Onun da şu kahramanca macerasını dinleyelim:

Müliizim Sabri efendiyi esir aldıktan sonra Yunanlılar:

- Bize bu biçici makineli tüfek ateşini açan parmaklar bunlar mı­dır? diyerek Sabri efendinin sağ elinin parmaklarını köfte gibi ez­mişler ve bununla da iktifa etmiyerek üzerine kelepçe takmışlar, ertesi günü Bergamaya gönderilmek üzere Kınıkta bir evin odasına tıkmışlardı. Muhafazasına memur edilen de tesadüfen bir Yahudi neferiydi. Rumlar kadar Mişon da Sabri efendiye kızgındı, çünkü onun biçici ateşi arkadaşları kadar ona da soğuk terler döktürmüş- tü. Bu parmakları ezik, eli kolu bağlı yerde yatan Türk zabitinin karşısında ihtiyatlı bulunmaya lüzum görmeden tüfeğini duvara dayamış bir taraftan cigarasını sarmağa çalışırken diğer taraftan da hiddetle söyleniyordu:

- Nedir bu sizdeki akılsız kafa. Hiç uslanmıyacak mısınız, akıllan- mıyacak mısınız, sekiz kişi ile koca bir alay durdurulur mu be? Sizin kafanızı ezmeli, gözünüzü çıkarmalı, siz Avrupa devletleri, dritnot, büyük ordu ne demektir, hiçbir şey bilmez misiniz be?

Bu esnada Sabri efendi hep duvara dayalı, ucu süngülü tüfeği düşü­nüyor, ezik parmaklı ellerinin kelepçeden çıkarma imkanını araştı­rıyordu. Mişon diskuruna devam ediyordu:

- Sakin kipirdanayim deme, karnını deşerim.

Sabri efendi rica ediyor:

- Mişon ne olur, şu elimi biraz çöz de bir parça ağrısı gitsin.

- Senin elini çözmek ha, geber, öteki parmaklarını da ezmediğimize şükret.

Sabri efendi artık her şeyi göze almıştır. Parmakları ezik elinin sağ­lam kalan adalesini de kelepçe demirine sıyırtarak çıkarıyor, ken­disini topluyor, bir hamlede sıçrıyor, duvara dayalı ve ucu süngülü tüfeği yakalıyor, Mişon neye uğradığının farkına varamıyor, kor­kudan gözleri dışarı fırlıyor, ağzı açılıyor, fakat bağıramıyor, Sabri efendi can havlile ani bir hamle yapıyor ve pencereden dışarı atlar­ken yere düşen Mişona bakarak:

-Adiyo Mişon diyor.

Ezik elinde kanlı süngülü tüfeği ile işgal edilmiş kasabayı bir baştan öte başına kadar katediyor ve sonra gene kıtasına iltihak ediyor. [163]

*
* *

- Müşfik Kinson (1909-?)

Meydan Yunan askerlerini karşılamak isteyen insanlarla doluydu. Kısa kollu, beyaz renkli entariler giymiş Rum kızları, neşe içinde ellerinde tuttukları mavi beyaz renkli Yunan bayraklarını dalgalan­dırıyorlardı.

Bir süre sonra Kordon tarafından Yunan askerlerinin geldiğini gör­dük. Önde Yunan bayrağı taşıyan bir bayraktar ve arkasında sıra halindeki askerler Hükümet Konağı'na doğru yaklaşıyorlardı. As­kerleri görünce ağabeylerimiz ateş etmeye başladılar. Ben öndeki Yunanlı bayraktarın yere yıkıldığını gördüm. Ancak silah sesleri o kadar yoğundu ki, Bezmi ağabeyim ve ben korkudan fişekleri yere atıp hemen oradan kaçtık. Eşrefpaşa'ya doğru koşmaya başladık. Biz kaçarken arkamızdaki silah sesleri şiddetini iyice arttırmıştı.

Öğleye kadar Eşrefpaşa'da kaldık. Güzelyalı'ya gidebilmek için Konak'tan geçmemiz gerekiyordu. Dolayısıyla kaçtığımız yere geri dönmeliydik. Bu arada delicesine yağan bir yağmur da başlamıştı. Her şeye rağmen Bezmi ağabeyimle geri dönmeye karar verdik.

Konak'a geldiğimizde çatışmaların tamamen bitmiş olduğunu gör­dük. Her tarafa Yunan bayrakları çekilmişti. Yunanlı askerler mey­danda yerde oturuyorlardı. Etraflarında tertemiz giyinmiş Rum kız­ları "Ekmek ister misiniz? Soğan ister misiniz? Tuz ister misiniz?" diye ikramlarda bulunuyorlardı.

Benim gözüm hapisten çıkan ağabeylerimizi arıyordu. Acaba akı­betleri ne olmuştu? Derken yaklaşık on kadarını gördüm. Meyda­nın Kemeraltı tarafında bir okul vardı. Okulun merdivenlerinde ki­misi sırt üstü, kimisi yüz üstü yere serilmişlerdi. Kolları bacakları açık, kan içinde cansız yatıyorlardı. Çarpışırken okula çekilmişler ve orada şehit olmuşlardı. Milli mücadelemiz işte bu on tane kahra­man mahkumla başlamış oldu.

Ölen bu mahkum ağabeylerimizin yanlarında Rum çocukları vardı. Hemen çocukların yanına gittim. Anlamasınlar diye Rumca konuşu­yor, güya seviniyormuşum gibi yapıyordum. Rum çocuklar ellerinde­ki çivilerle ölülerin gözlerini deşiyorlardı. Birbirlerine gülerek henüz soğumamış cansız vücutların burunlarını, kulaklarını çekiştiriyorlar­dı. Bu manzaraya daha fazla dayanamadım ve oradan uzaklaştım.

Rıhtım Yunan gemileriyle doluydu. Averof, Kılkıç, Patris gemi­leri Körfez'de demirliydi. Kordon'daki otellerin balkonlarındaki Frenkler, Körfezdeki bu manzarayı seyrediyorlardı. Yağmurdan dolayı kafelere sığınmış olan Rumlar, gemilerden boşalan Yunan askerlerine tezahüratlarda bulunuyorlardı.

Etrafta kaba saba giyimli silahlı Rumlar bela ararcasına dolanıyor­lardı. İzmir'in dışından geldikleri belliydi bunların. Fenalık yapa­cak Türk arıyorlardı. ( ...)

Sabah gün ağarırken Yunan gemileri İzmir Limanı açıklarında gö­rüldüler. Saat sekiz buçuk civarında ise Yunan askerleri limana çık­maya başladılar.

Limanda Rumlar tarafından büyük bir karşılama töreni tertip edil­mişti. Karaya çıkan askerler alkışlarla ve "Zito" nidalarıyla karşı­landılar. Başlarında Yunanlı komutan Albay Zafiriu vardı. İlk çıkan askerleri, Metropolit Hrisostomos bizzat takdis etti. Metropolit bu­rada ateşli bir de konuşma yaptı. Bu nutkunun ardından Rum halkı iyice galeyana geldi.

Rumlar birbirleriyle kucaklaşıp "Sonunda oldu işte, bu günleri de gördük" diyerek sevinç gözyaşları döküyorlardı. Hep bir ağızdan '"Le-le-lefterya, le-le-lefterya"16-ı diye bağırarak, alkışlarla özgür­lüklerini kutluyorlardı.

Karaya çıkan Yunan taburları etraflarında yerli Rumlar olduğu halde Hükümet Konağı'na doğru yürümeye başladılar. Kordon'daki binaların balkonlarındaki insanlar ellerindeki Yunan bayraklarını çılgınca sallı­yorlar, Kordon boyunca geçen askerlerin üzerine çiçekler atıyorlardı.

Askerler Kordon 'u müteakip Konak Meydanı 'na geldiler. Başların­da bir bayraktar vardı. Bayraktar Hükümet Konağı'na iyice yakla­şınca Hükümet Konağı'nın batısında, Kemeraltı girişinde mevzile- nen benim de aralarında bulunduğum vatansever mahkumlar, Yunan askerlerine doğru ateşe başladılar. Yunanlı bayraktar yere yığıldı. Yunan askerleri önce geldikleri yöne doğru dağıldılar. Daha sonra toparlanarak Sarı Kışla ve Hükümet konağı istikametine doğru rast- gele ateş etmeye başladılar. Bu arada yerli Rumlar da çatışmalara karıştılar ve etrafta gördükleri Türklere saldırmaya başladılar. ( ... )

İzmir'e gemilerle Yunan askeri gelirdi. Sarı Kışla ağzına kadar Yu­nan askeri doluydu. Bazı günler askerler kıtalar halinde Basmane'ye doğru uygun adım yürürlerdi. Hep bir ağızdan marşlar söyleyerek

164 Rumca "letierya". "hürriyet" anlamına gelir. Yani göstericiler ''hü-hü-hürriyet" diye tezahürat yapıyorlardı. Bu konuda bilgı veren Mihail Vasilyadis'c ıcşekkür cdcriın.

Türkleri Kızılırmak'a dökeceklerine yemin ederlerdi:

Tetio Konstantino mas, tetio vasilia

Na parume tin Poli ke tin Aya Sofya

Ap' oxo me ton turko tin Kokkini Milia.

O yane vasilya165

Yerli Rumlar hemen sokaklara çıkar Yunan askerlerini alkışlarlardı. Bizim aşağı mahallenin Papazı Yannis, Yunan askerlerinin geçişini hiç kaçırmazdı. Siyah entarisi ve başlığıyla koşarak caddeye gelir, istavroz çıkararak askerleri kutsardı.

Ben hep Rumların arasında olduğumdan, olup biteni rahatlıkla sey­rederdim. Bu şekilde öğrenmiş oldum marşlarını.

Askerler tezahüratlar altına Basmane'ye varırlardı. Yunan askerleri Basmane Garı'nın önünde bölükler halinde otururlar, kendilerini Aydın 'aya da Anadolu'nun içlerine götürecek trenleri beklerdi. Bu arada bekleyen askerlere yemekler çıkardı. Yerli Rum kızları asker­lere ikramlarda bulunurlar, ekmek ve su taşırlardı. Askerlere moral olsun diye onlarla konuşurlar, sırtlarını sıvazlarlardı. Bu suretle as­kerler de cesaretlenir ve taşkınlaşırlardı. ( ...)

Her ne olursa olsun İzmir işgal altındaydı ve bunun ezikliğini biz çocuklar dahi hissedebiliyorduk. Sokakta bir Türk çocuğuyla bir Yahudi çocuğu kavga etmeye başladı mı etraftaki Yahudiler hemen yetişir ve bizimkilere dönerek "Hayde ketçi o günler karye, aylan yildizi kökte köreceksiniz karye" diye nispet yaparlardı.166

165 Bu marş 20. Yüzyılın Kralcılar ve Venizelosçular Yunanistan'ında Kralcıların Kral Konstandinos 'u öven bir marşın dörtlüğüdür. Doğrusu şöyledir:

Me tetio Konstandi                      Böyle bir Konstantinos ile

Me tetio vasilia                           Böyle bir kralla

Tha parume tin Poli ke tin Aya Sofya           Konstantinopolis ve Aya Sofya'yı

[geri] alacağız

Tha dioksume ton Turko stin kokkini milia Türk'ü kızıl elma [diyarına] kovacağız

Oo yennee vasilia..                      Ey kahraman kral

Bu bilgileri veren ve çeviriyi yapan Mihail Vasiliadis'e müteşekkirim.

166 Volkan Gönenç, Küllerin Altındaki İzmir 1909-1930, Çatı Kitapları, İstanbul, 2012, s. 41-43, 53-54, 62.

-Ali Orhan İlkkurşun (1886- 1970)

Birinci Kordon'un, binalardan olan kaldırımı boyunca İzmirli ve civar köy ve kasabalardan gelmiş Rum ve Ermeniler göze çarpı­yordu. Bunlar kudurmuş gibi haykırarak küfür ve hakaretlerin her türlüsünü bize savuruyorlardı. Tükürüyorlardı. Yakalardan tutup çekiyorlar, üstümüzü başımızı parçalıyorlardı.

Ağızları kuduz köpeklerinki gibi salyalı idi! Korkunç gözleri ça­naklarından fırlamıştı. Vahşet duyguları suratlarını kıpkırmızı yapmıştı. Elleri birer pençe olmuştu. Oldukları yerde tepiniyorlar, çömelip kalkıyorlardı. Türk'i.in imanı, dini, hülasa bütün mukadde­satına sövülüyordu, tabii Türkçe olarak! ( ...)

Birinci Kordon boyunda İtilaf Donanması'na mensup büyük küçük gemiler kıçtan karaya yanaşmışlardı ve caddenin muhteşem bina­larından çoğunda, yerli ve ecnebi zengin Hıristiyanlar ve tatlı su Frenkleri oturuyorlardı. Yunanlılar akıllarınca kahramanlık sahne­leri yarattıklarını sanarak, onların önlerinde Türklere türlü hakaret ve eziyetlerle saldırmakta idiler.

Yerli Rumlar ve Ermeniler bıçak, demir parçası, zincir, odun ellerine ne geçimişlerse bize karşı ağızlarını köpürterek kullanıyorlardı. ( ...)

Şüphesiz, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali haberi üzerine bütün memleketin sıtmalı nabız noktası İstanbul oldu.

16 Mayıs'ta çıkan gazeteleri iki gruba ayırmak lazımdır. Türk ba­sını kara haberi kara çerçeveler içinde ağlayan ve ağlatan ifadeler­le verirken, Rumca ve Ermenice gazeteler Ti.irk nüfus kayıtlarını hayasızca taşıyan azınlıklara bunu bir müjde gibi duyuruyor ve on­ları zafer şenliklerine davet ediyordu.

Türlü hadiselerle her bakımdan yıpranmış köhne payitahtın bir ta­rafında memleketin asıl sahipleri kanlı gözyaşları döküyorlar, Rum ve Ermenilerin fazla olduğu Beyoğlu ve Tatavla (Kurtuluş) taraftarı şarkılarla laternalarla ve küstah naralarla çınlıyordu.

Birkaç saat içinde Rumlarla, Ermenilerin dükkanları, evleri Yunan bayrakları ile süslenmişti. Bu bayrakların çok önceden hazırlandığı ve böyle bir güne saklandığına şüphe yoktu.

Kiliselerin çanları bütün gün kısa aralıklarla çaldı. [164]

EK V

"İZMİR YANGINI" KONUSUNUN SİYASALLAŞMASI

Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Müdürü Prof. Dr. Engin Berber

Bazı yabancı kalemlerin, ""İzmir Yangını" konusuna neden odak­landıkları ve kimlikleri üzerine kitabımıza yeterince açıklama koy­duk. Aynı konuda, deyim yerindeyse mangalda kül bırakmayan yerli kalem erbabının kimliğini ise, iki sebepten ötürü özellikle açığa vurmadık. İlk olarak, Türkiye'de hukukun alabildiğine siya- sallaştığı/siyasallaştırıldığı bu günlerde organize bir dava sağanağı­na maruz kalmaktan çekiniyoruz. İkincisi, "tarihimi::.le yii::.leşmek " söylemini kendilerine paravan ederek, erken cumhuriyet dönemi ve ka::.anımlarını hedef tahtasına koyan (bundan tartışılmasın anlamı çıkarılmasın) söz konusu zevata, son yıllarda Türk siyasetinde yı­ğınla örneğini gördüğümüz suni bir gündem yaratma şansı vermek istemiyoruz. Sanal ortamda bazı anahtar sözcükleri aratarak yapı­lacak kısa bir gezinti, yerli kalem erbabının kimliği konusundaki merakı fazlasıyla giderecektir. ( ...)

Ben herkesin olmasa bile, aklrselim sahibi olanların ii::.erine bu­luşabileceği bir yargıya varılamayışında, "İzmir Yangını " konu­sunun tartışıldığı zeminin giderek siyasileşmesi/siyasileştirilmesi önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.

Soru: Bunu kim veya kimler, ne sebeple yapıyor?

E. Berber: İsim vermek istemiyorum ama bunu yapanların çoğu gazeteci, azı akademisyendir. Daha kolay algılansın diye, bunları üç gruba ayırıyorum: 1. Konuyla ilgili vaktiyle yayımlanmış bel­geleri yeni diye yutturmaya kalkanlar ile bilinenleri cilalayarak tekrar edenler; 2. Bir-iki anı ve tanıklıktan yola çıkarak, "Türk- ler yaktı veya (Sakallı) Nurettin Paşa yaktırdı " diyenler ki, esasen ikincisinin "Türkler yaktı " demekten bir farkı yoktur; 3. Neye da­yandıklarını açıklama gereği bile duymadan, "failin kim olduğu belli, hepimiz biliyoruz ama açıkla(ya)mıyoruz" anlamında yazıp konuşan, aydın görünümlü tipler. Özellikle ikinci ve üçüncü gru­ba dahil olanlar, seçtikleri bir veya birkaç kaynaktan (diğerlerini işlerine gelmediği için ya görmezden gelirler veya kendileri sanki hiç öyle değilmiş gibi, bunların yanlı olduklarını iddia ederler) ha­reketle İzmir Yangını 'nı Türklere fatura ederler. Bunlar, son üç-beş yil içinde, İzmir Yangını ile kitap yazmış bazı yabancıların Türkiye sürümüdür. Keza, "tarihimizle yüzleşmek " söylemini kendilerine paravan ederek, küfretmek peşinde olanlar da bunlardır.

Soru: "Tarihimizle yüzleşmek" neden sizi rahatsız ediyor?

E. Berber: Yüzleşmek, gerçeği bulmak amacıyla suçlu olduğu dü­şünülen kişilerin sorgulanmasında kullanılan bir yöntemdir. Ta­rihimizle yüzleşmek söyleminin, geçmişimizi sanık sandalyesine oturtmayı amaçlayan maksatlı bir proje olduğunu düşünüyorum. Konumuzdan sapmak kaygısıyla ayrıntıya girmiyorum ama tarih mahkeme salonu değildir. Kuşkusuz bize belletilen tarih (resmi tarih), her zaman yaşanmış gerçekle örtüşmüyor, ancak birileri- nin iddia ettiği gibi büsbütün düzmece ve palavra da değildir. Ben ürettiğimiz geçmiş bilgisinin (tarih), yeni bilgi ve belgeler ışığında sürekli güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, "ta­rihimizi doğru öğrenmek " veya "tarihimizi yanlışlardan arındır­mak" söylemi, bana daha isabetli gibi geliyor.

Soru: "İzmir Yangını" konusunu siyasi zemine çekmek isteyenlere biraz daha odaklanacak olursak...

Ek V/ .. İzmir Yangını" Konusunun Siyasallaşması 385

E. Berber: Şöyle söyleyeyim. Birinci grup, şöhrete meraklı akade­misyenlerden oluşuyor. Bunların şöhret merakı, akademik yaşamda kendilerine hiç yakıştırmadıkları konumlarını örtbas etmek isteme­lerinden kaynaklanıyor. İkinci grup tiraja meraklı, bunun için her şeyi mubah gören gazetecilerden oluşuyor. Bunlar köşeli haberler yapmayı, gazetelerinde kalıcı olmanın biricik yolu olarak görüyor­lar. Üçüncü grup ise, bilimi bütünüyle dışlayan gazeteci ve akade­misyenlerdir. Şöhrete meraklı olanların zararı sadece kendilerine- dir. Ancak diğerleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil. İkinci grup, bilerek veya bilmeyerek kamuoyunu, İzmir Yangını'ndan Türklerin sorumlu olduğu düşüncesine alıştırırken; üçüncü grup sanki bizzat tanık olmuşçasına Türkleri ima ve işaret ediyor, tetik­çilik yapıyor. 168

168 Engin Berber, bııir Yangını Hakkında Ön Rapor Örnek Olay: Ödemiş-Birgi 'ııiıı Yakılması, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını, İzmir, 2013, 2, 3ö. 37

KAYNAKÇA

1-      itaplar

Adıvar, Halide Edip, Türk 'ün Ateşle İmtihanı İstiklâl Savaşı Hatırala­rı, Can Yayınları, İstanbul, 2007.

Ağaoğlu, Ahmet, İlıtilôl mi İnkilôp mı, Alaeddin Kıra! Basımevi, An­kara, 1942.

Ahmet Hamdi Başar '11 Hatıraları, haz: Murat Koraltürk, Cilt 1 ve 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007.

Akar, Rıdvan, Aşkale Yolcııları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Doğan Kitap, İstanbul, 2009.

Akar, Rıdvan, İstanbul'un Son Sürgünleri, Belge Yayınları, İstanbul, 1 999. Bu kitabın yeni baskısı 2014 yılında Doğan Kitap tarafından yayınlandı.

Akar, Rıdvan, Varlık Vergisi Tek Parti Rejiminde Azmiık Karşıtı Poli­tika Örneği, Belge Yayınları, İstanbul, 1 992.

Akçam, Taner, Ermeni Tabusu Arala11 rken Diyalogdan Başka Çözüm Var mı?, Su Yayınları, İstanbul, 2000.

Akçam, Taner, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitabevi, An­kara, 1 999.

Akın, Fatih, Türkiye 'de Azmlık Politikaları ve 6-7 Eylül Olayları, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2006.

Aksun, Ziya Nur, Osmanlı Padişahları Gayr-ı Resmi Tarihimiz, Mari­fet Yayınları, İstanbul, 2004.

Akar, Rıdvan, Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Belge Yayınları, İstanbul, 2000.

Aktar, Ayhan, Türk Milliyetçiliği, Gayrimüslimler ve Ekonomik Dönü­şüm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006.

Aktar, Ayhan, Varlık Vergisi ve 'Türkleştirme'Politikaları, İletişim Ya­yınları, İstanbul, 2000.

Akyol, Mustafa, Gayri Resmi Yakın Tarih, Etkileşim Yayınları, İstan­bul, 2011.

Alexandris, Alexis, The Greek Minority ofIstanbul and Greek-Turkish Relations 1918-1974, Center of Asia Minor Studies, Atina, 1 983.

Alkor, Muharrem, Hrisantos 'u Ben Öldürdüm, İstanbul, 1 952.

Aray, Suat, Bir Galatasaraylının Hatıraları, TCDD Basımevi, İzmir, 1 959.

Arı, Kemal, Büyük Mübadele: Türkiye 'ye Zorunlu Göç, 1923-1925, Tarih Vakfı, İstanbul, 1995.

Arıkan, Zeki, İzmir Basınından Seçmeler 1872-1922, 1. Cilt, İzmir Bü- yükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, İzmir, 2001.

Arıkan, Zeki, İzmir Basınından Seçmeler (1923-1938), il. Cilt - il. Kitap, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir, 2008.

Ataman, Ş. Melih, Benden Buraya Kadar... Ege Basım, İstanbul, 2005.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya Atatürk Devri Hatıraları, Dünya Yayınları, İstanbul, 1 958.

Atay, Falih Rıfkı, Eski Saat 1917-1933, Akba Kitabevi, Akşam Matba­ası, İstanbul, l 933.

Atsız, Yağmur, Ömrümün İlk 65 Yılı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 2006.

Aydın, Erdoğan, Osmanlı Gerçeği "Nizam-ı Alem "in Gayri Resmi Ta­rihi, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 20 l O.

Ayoğlu, Ferruh Niyazi, Kurtuluşa, Cumhuriyete ve Sıtmaya Adanan Yürek: Dr. Ferruh Niyazi Ayoğlu 'nun Anıları, Zonguldak Tabip Odası Yayınları, Zonguldak. 2008.

Aykut, Mehmet Şeref, Trakya Milli Mücadele Tarihi Malta Hatıratı ve Malta 'da Türkler, Alfa Yayınları, İstanbul, 20 l O.

Bahadıroğlu, Yavuz, Tarihimizin Gizli Odaları, Hayat Yayınları, İstan­bul, 2012.

Bali, Rıfat N., 1934 Trakya Olayları, Libra Kitap, İstanbul, 2012.

Bali, Rıfat N., Bir Günah Keçisi: Munis Tekinalp, Libra Kitap, İstan­bul, 2012.

Bali, Rıfat N ., Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri A liya Bir Top- lıı Göçün Öyküsü (1946-1949), İletişim Yayınları, İstanbul 2003.

Bali, Rıfat N., Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleş­tirme Serüveni 1923-1945, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.

Bali, Rıfat N., Devletin Örnek Vatandaş/arı, Kitabevi Yayınları, İstan­bul, 2009.

Bali, Rıfat N., Devlet 'in Yahudileri ve 'Öteki' Yahudi, İleti^im Yayın­ları, İstanbul, 2004.

Bali, Rıfat N ., L 'Ajfaire lıııpôt Sıır la Fortııne (Varlık Vergisi), Libra Kitap, İstanbul, 2010.

Bali, Rıfat N., Mıısa'nm Evlatları Cıımhııriyet'in Yurttaşları, İletişim Yayınları, İstanbul, 200 !.

Bali, Rıfat N., Tlıe · varlık Vergisi 'Aj}Cıir A Stııdy offts Legacy, The !sis Press, İstanbul, 2005.

Bali, Rıfat N., Xenophobia and Protectionisın - A Stııdy of the 1932 Law Reserving Majority of Occııpations in Tıırkey ta Turkish Nati- onals, Libra Kitap, İstanbul, 2013.

Bali, Rıfat N., Yirmi Kur 'a Nafıa Askerleri, Kitabevi Yayınları, İstan­bul, 2008.

Başar, Ahmet Hamdi, Bir Medeniyetin Sonu, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, l 942.

Belge, Murat, Militarist Modernleşme Almanya, Japonya ve Türkiye, İletişim Yayınları, İstanbul, 201 l.

Bennett, John Godolphin, Tanık Bir Arayışın Hikayesi, çev: Çiçek Öz- l-:k, Yapı Kr-:Ji Yayınları, İstanbul, 2006.

Berber, Engin, İzmir Yangını Hakkında Ön Rapor Örnek Olay: Öde- miş-Birgi 'nin Yakılması, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını, İzmir, 2013.

Bir Eşitlik Arayışı: Türkiye 'de Azınlıklar, Minority Rights Group In- temational, Londra, 2007.

Bozok, Salih - Cemil S. Bozok, Hep Atatürk 'ün Yanında, Çağdaş Ya­yınları, İstanbul, 1985.

Böke, Pelin, İzmir 1919-1922 Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2006.

Bugünün Bilgileriyle Kemal 'in Türkiye 'si, La Turquie Kemaliste, ed: Bülent Özükan, Boyut Yayınları, İstanbul, 2012.

Büyüktaşçıyan, Hera (sergi küratörü), 20 Dolar 20 Kilo Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Sürgün Hikayelerinden Biri, Babil Bağımsız Araştırma, Bilgi ve İletişim Derneği, İstanbul, 2014.

Büyüktuğrul, Afif, Cumhuriyet Donanmasının Kuruluşu Sırasında 60 Yıl Hizmet (1918-1977), ed: Cem Gürdemir, vd., T.C. Deniz Bası­mevi Müdürlüğü, İstanbul, 2005.

Cemal, Hasan, 1915 Ermeni Soykırımı, Everest Yayınları, İstanbul, 2012.

Clark, Bruce, İki Kere Yabancı, çev: Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üni­versitesi Yayınları, İstanbul, 2008.

Cıımhıır^vet Halk Fırkası Katibiumumumiliğin F Teşkilatına Umumi Tebligatı Mayıs 1931 'den Birincikanun 1932 Nihayetine Kadar, Cilt 1, (Mahremdir. Hizmete Mahsustur. Fırka bürolarında kullanı­lacaktır), Ankara Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1933.

Çetinoğlu, Ali Sait, Varlık Vergisi 1942 -1944 Ekonomik ve Kültürel Jenosit, Belge Yayınları, İstanbul, 2009.

Çolak, İsmail, Cumhuriyetin Gizli Tarihi 1- Resmi Tarihten Gayri Res­mi Tarihe, Gül Nesli, İstanbul, 2013.

Çolak, İsmail, Cumhuriyetin Gizli Tarihi 2- Derin Tarihle Yüzleşme, Gül Nesli, İstanbul, 2014.

Demir, Hülya - Rıdvan Akar, İstanbul 'un Son Sürgünleri, İletişim Ya­yınları, İstanbul. 1 994.

Demirer, Mehmet Arif, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50. Yılda Yeni Bir Bakış, Demokratlar Kulübü, Ankara, 2006.

Demirer, Mehmet Arif, 6 Eylül 1955 - Yassıada 6-7 Eylül Davası, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1995.

Demirer, Temel, '"Türküm, Doğruyum, Çalışkanım " Dediniz? Resmi İdeoloji, Devlet, Milliyetçilik, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2012.

Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal 1, haz: Mehmet Kaplan - İnci Enginün - Birol Emil - Necat Birinci - Abdullah Uçman, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1981.

Doğan, Pınar - Dani Rodrik, Balyoz: Bir Darbe Kurgusıınun Belgeleri ve Gerçekler, Destek Yayınları, İstanbul, 201 O.

Doğan, Pınar - Dani Rodrik, Ylırgı, Cemaat ve Bir Darbe Kurgusunun İç Yüzü, Destek Yayınları, İstanbul, 2014.

Dosdoğru, Hulusi, 6-7 Eylül Olayları, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1993.

Dündar, Fuat, Modern Türkiye 'nin Şifresi İttihat ve Terakki 'nin Etni- site Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

Dündar, Fuat, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, Doz Yayınları, İstanbul, 1999.

Düzel, Neşe, Korkusu:: Tarih, Alkım Yayıncvi, İstanbul, 2011.

Ege 'yi Geçerken: 1923 Türk Yunan Zorunlu Nüfus Mübadelesi, ed: Renee Hirschon, çev: Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005.

Eksen, İlhan, Dünkü İstanbul, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2002.

Erdem, Emine, Bir Yerde Bir Gül Ağlar, Belge Yayınları, İstanbul, 2000.

Erdoğan, Tamer, Türk Romanında Mütareke İstanbıı/'u, Kanat Kitap, İstanbul, 2005.

Ergeneli, Adnan, Çocııklıığıımıın Savaş Yılları Anıları, İletişim Yayın­ları, İstanbul, 1993.

Erginsoy, Güliz Beşe, Adalılar İmroz 'dan Gökçeada ya, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006.

Ertem, Dr. Cemil-Markar Esayan, Dünyayı 'Durduran' Altmış Gün- Meydan, Darbe, Demokrasi, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013.

Ertürk, Hüsamettin, yazan Samih Nafız Tansu, İki Devrin Perde Arka­sı, Pınar Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 1964.

Gıcır, Aret, 19 Ocak Öncesine Dönmek İstiyorum, Aras Yayıncılık, İs­tanbul, 2008.

Göktaş, Kemal, Hrant Dink Cinayeti Medya, Yargı Devlet, Güncel Ya­yıncılık, İstanbul, 2009.

Gönenç, Volkan, Küllerin Altındaki İzmir 1909-1930, Çatı Kitapları, İstanbul, 2012.

Groc, G. - I. Çağlar, La Presse Française de Turquie de 1795 ii nos Jours Histoire et Catalogue, Editions Isis, İstanbul, 1985.

Guttstadt, Corry, Türkiye, Yahudiler ve Holokost, çev: Atilla Dirim, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.

Gülen, Nejat, Heybeliada, Tekin Yayınevi, 2. baskı, İstanbul, 1985.

Gündem, Naci, Günler Boyunca Hatıralar, İhsan Gümüşayak Matba­ası, İzmir, 1955.

Güne!, Gülçiçek, İttihat Terakki 'den Günümüze Yek Tarz-ı Siyaset: Türkleştirme, Belge Yayınları, İstanbul, 2006.

Gürkan, İhsan, Bir Generalin Askeri ve Akademik Anıları, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2002.

Güven, Dilek, 6-7 Eylül Olayları / Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politi- ka/arı ve Stratejileri Bağlamında, çev: Bahar Siber, İletişim Yayın­ları, İstanbul, 2009.

Güven, Dilek, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, çev: Bahar Şahin, Tarih Vakfı, İstanbul, 2005.

Haker, Erol, Bir Zamanlar Kırklareli 'nde Yahudiler Yaşardı, çev: Natali Medina, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.

Hepimiz Hrant Dink 'iz, Agos Yayıncılık, İstanbul, 2008.

Huyugüzel, Ömer Faruk, İzmir Fikir ve Sanat Adamları 1850-1950, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 2000.

İren, Gülfem Kaatçılar, Anılarım, Güzel Sanatlar Matbaası A.Ş., İstan­bul, 2004.

İsmail Habib Seviik'iin Açıksöz'deki Yazıları 1921-1922 Makaleler Fıkralar, haz: Yrd. Doç. Dr. Mustafa Eski, Atatürk Araştırma Mer­kezi, Ankara, 1998.

Kafaoğlu, Arslan Başer, Varlık Vergisi Gerç·eği, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002.

Kahraman, Ural, Sıradışı Tarih, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012.

Kaloumenos, D.[imitrios], The Crııcification of Christianity, Atina, 1991.

Karaca, Eınin, Plazaların Efendisi Aydın Doğan Bir Medya İmparato- rıınıın Öyküsü, Karakutu Yayınları, İstanbul, 2003.

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Ergenekon Milli Mücadele Yazıları, İletişim Yayınları, İstanbul, 201 O.

Kavram Sözlüğü 11 Söylem ve Gerçek, ed: Fikret Başkaya, Türkiye ve Ortadoğu Vakfı Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2006.

Kayra, Cahit, '38 Kuşağı, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002.

Kayra, Cahit, Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi, Tarihçi Yayınları, İstan­bul, 2011.

Kemalettin Şükrü, Mütareke Acıları, Selamet Matbaası, İstanbul, 1930.

Kırca, Ali, Azınlıklar Kaybolan Renkler, Sabah Kitapları, İstanbul, 2000.

Koçak, Cemil, Geç-mişiniz İtinayla Temizlenir, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.

Koçoğlu, Yahya, Azınlık Gençleri Anlatıyor, Metis Yayınları, İstanbul, 2001.

Koçoğlu, Yahya, Hatırlıyorum: Türkiye 'de Gayrimüslim Hayatlar, Metis Yayınları, İstanbul, 2003.

Koraltürk, Murat, Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonominin Türkleş- tirilmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 201 1.

Koraltürk, Murat, Türkiye 'de Sermaye Birikimi Sorununa Tarihsel Perspektifte Bir Bakış ve Ahmet Hamdi Başar 'dan Seçmeler, Ser­maye Piyasası Kurulu, Ankara, 1997.

Kurat, Prof. Dr. Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı, An­kara, 1990.

Kürt Sorununun Çözüm Arayışları Devlet ve Parti Raporları Yerli ve Yabancı Önerileri 1920-1997, der: Faik Bulut, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 1998.

Landau, Jacob M., Tekinalp Bir Türk Yurtseveri 1883-1961, çev: Bur­han Parmaksızoğlu - İlhan Pınar - Oya Engin - Natali Medina, İle­tişim Yayınları, İstanbul, 1996.

Lcvi, Avner, Türkiye Cumhuriyeti 'nde Yahudiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996.

Mahçupyan, Etyen, İçimizdeki Öteki, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.

Mahçupyan, Etyen - Mehmet Altan - Avni Özgüzel - Yasemin Çongar - Cem Küçük, Hrant Dink Cinayeti, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2009

Maliye Nazırı Cavid Bey, Felaket Günleri Mütareke Devrinin Feci Ta­rihi -1, haz: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2000.

Maraşlı, Recep, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırı­mı, Peri Yayınları, İstanbul, 2008.

Modernleşme ve Çokkültürliilük, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İstanbul, 2001.

Monceau, Nicolas, Generations Democrates Les Elites Turques et le Pouvoir, Dalloz, Paris, 2007.

Moralı, Nail, Mütarekede İzmir Önceleri ve Sonraları, İstanbul, 1976.

Müftüoğlu, Mustafa, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Çile Yayınları, İstanbul, 1976.

Nadi, Yunus, Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, t.y. [I978)

Nahum, Henri, İzmir Yahudileri, çev: Estreya Seval Vali, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.

Naskali, Emine Gürsoy, 6-7 Eylül Olayları Davası / Yassıada Zabıtları II, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2007.

Nesin, Aziz, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez - 1 Yol, Adam Yayınları, 9. Baskı, İstanbul.

Okutan, M. Çağatay, Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstan­bul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2004.

Onur, Yıldırım, Diplomasi ve Göç: Türk Yunan Mübadelesinin Öteki Yüzü, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2006.

Ozansoy, Halit Fahri, Bir Edebiyat Sezonu, Kanaat Kitabevi, İstanbuf, t.y.

Ödemişli Bir Ö::g: iirliik Savaşçısı: Ali Orhan İlkkıırşıın 'ıın Kalemin­den İlk Kurşun ve Sonrası, haz: Engin Berber - Taner Bulut - Tü- lay Gül, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını, İzmir, 2013.

Öktem, Haydar Rüştü, Mütareke ve İşgal A11 ları, haz: Prof. Dr. Zeki Arıkan, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991.

Öngider, Seyfi, Kıırııluş ve Kıırucıı, Aykırı Yayınlar, İstanbul, 2003.

Özdoğan, Günay Göksu - Ohannes Kılıçdağı, Türkiye Ermenilerini Duymak: Sorunlar, Talepler ve Çözüm Önerileri, TESEV, İstanbul, 2011.

Özkent, Ali Haydar, Avukatın Kitabı, İstanbul Barosu, İstanbul, 2002.

Öztürk, Kazım, Türk Parlamento Tarihi TBMM lJ Dönem 1927-1931 !. Cilt, TBMM Vakfı, Ankara.

Paker, Esat Cemal, Siyasi Tarihimizde Kırk Yıllık Hariciye Hatıraları, Remzi Kitabevi, 2. baskı, İstanbul, 2000.

Pur, Hüseyin Perviz, Varlık Vergisi ve Azınlıklar, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2007.

Sagay, Esat, .. HOCA M" Maarif Vekili Esat Sagay 'ın Hatıraları, haz: Eren Sagay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.

Sanlıtop, Gazanfer, Saklım Gizlim Yok, Bilge Yayınları, İstanbul, 2002.

Saraçoğlu, Ahmet Cemaleddin, Gazeteler, Gazeteciler ve Olaylar Et­rafında Mütareke Yıllarında İstanbul, haz: İsmail Dervişoğlu, Ki- tabevi Yayınları, İstanbul, 2009.

Sertel, Sabiha, Roman Gibi, Ant Yayınları, İstanbul, 1969.

Sever, Murat, Ahmet Hamdi Başar ve İstanbul Tüccar Derneği, Libra Kitap, İstanbul, 2009.

[Sevük], İsmail Habib, O Zamanlar 1920-1923, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1 937.

Solgun, Cafer, Gayri Resmi Cumhuriyet Türkiye 'nin Resmi İdeolojiyle İmtihanı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012.

Soykan, Timur - Demet Bilge Ergün, Sapan, Güncel Yayınları, İstan­bul, 2007.

Spataris, Haris, Biz İstanbullular Böyleyiz! Fener 'den Anılar 1906­1922, çcv: İro Kaplangi, Kitap Yayınları, İstanbul, 2004.

Sunata, İ. Hakkı, İstanbul 'da İşgal Yılları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006.

Şaul, Eli, Balat 'tan Batyam 'a, haz: Birsen Talay - Rıfat N. Bali, İleti­şim Yayınları, İstanbul, 2000.

Şener, Nedim, Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları, Güncel Yayıncı­lık, İstanbul, 2009.

Tekin Alp, Türkleştirme, günümüz yazı ve diline aktaran Özer Ozanka- ya, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001.

Tekin, Gülçiçek Güne!, Beyaz Soykırım / Türkiye 'nin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları, Belge Yayınları, İstanbul, 2009.

Törenek, Mehmet, Türk Romanında İşgal İstanbulu, Kitabevi Yayın­ları, İstanbul, 2002.

Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye 'de Siyasal Partiler, Cilt il, Mütareke Dö­nemi, Hürriyet Vakfı, İstanbul, 1984.

Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir El Koyma Öyküsü, İHD İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, İstanbul, 2000.

Ulusoy, Mehmet, U:lusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Ya­yınları. İstanbul. 201 1.

Vryonis Jr, Speros, The Mechanisın of Catastrophe: The Turkish Pog- rom of Septeınber 6-7, 1955, and the Destruction of the Greek Coınınunity ofİstanbul, Greekworks, New York, 2007.

Waugh, Sir Telford, Turkey Yesterday, To-Day and To-Morrow, Chap- man and Halis, Londra, 1930.

Yahya Kemal, Eğil Dağlar İstiklal Harbi Yazıları, İstanbul Fetih Cemiyeti, 11. baskı, İstanbul, 2008.

Yazman, M. Şevki, İstiklal Savaşı Nasıl Oldu?, İkinci Basılış, Kenan Basımevi, İsatnbul, 1938.

Yelda, Çoğunluk Aydınlarında Irkçılık, Belge Yayınları, İstanbul, 1998;

Yelda, Hele Bir Gitsinler Diyalog Sonra, Belge Yayınları, İstanbul, 2004.

Yelda, İstanbul 'da Diyarbakır 'da Azalırken, Belge Yayınları, İstanbul, 1996.

Yerasimos, Helene - Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914-1923, çev: Cüneyt Akalın, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996.

Yorga Hacıdimitriadis 'in Aşkale-Erzurum Günlüğü (1943), haz: Ayhan Aktar, İletişim Yayınları, İstanbul, 201 1.

2-      Süreli Yayınlar-Makaleler

Ahmet İhsan, "Türk Dükkanlarına İşaret Koymuşlardı!", Ahenk, 1 Mart 1926.

Akalın, Dr. Cüneyt, "6-7 Eylül Olayları ve Çarpıtılan Gerçekler", Teo­ri, Sayı 231, Nisan 2009, s. 33-42.

Akar, Rıdvan, "Bir Bürokratın Kehaneti ya da ''Bir Resmi Metin"den Planlı Türkleştirme Dönemi", Birikim, Sayı 110, Haziran 1998, s. 68-75.

Akar, Rıdvan, "Dış Politikanın Rehineleri: Rumların l 964'te Sürgün Edilmesi", İstanbul Rumları Bugün ve Yarın, haz: Foti Benlisoy - Anna Maria Aslanoğlu - Haris Rigas, Zoğrafyon Lisesi Mezunları D.: rn.: ği, İstos Yayın, İstanbul, 2012, s. 165-173.

Akar, Rıdvan, "İki Yıllık Gecikme: 6-7 Eylül l 955", Toplumsal Tarih, Sayı l 17, Eylül 2003, s. 86-93, 86.

Akdağ, Emin, "Gül'ün Cumhurbaşkanlığı Önyargıları Kıracak", Aksi­yon, Sayı 647, 30 Nisan 2007.

Akman, Nuriye, "Ermeni Meselesinde Kendimizi Keşfettikçe Güveni­miz Artacak", Zaman, 30 Eylül 2009.

Aktar, Ayhan, "50'nci Yılında 6-7 Eylül Gerçeği'', Sabah, 9 Eylül 2005.

Aktar, Ayhan, "Cumhuriyetin İlk Yıllarında Uygulanan Türkleştirme Politikaları", Tarih ve Toplum, Sayı 156, Aralık l 996, s. 4-17.

Aktar, Ayhan, "Trakya Yahudi Olaylarını Doğru Yorumlamak'', Tarih ve Toplum, Sayı 155, Kasım 1996, s. 45-56.

Aktar, Ayhan, "Varlık Vergisi Sırasında Gayrimenkul Satışları İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi (26 Haziran 1942-30 Haziran 1943)'', Toplumsal Tarih, Sayı 69, Eylül 1999, s. 10-21.

Aktar, Ayhan, "Varlık Vergisi ve İstanbul", Toplum Bilim, Sayı 71, Kış 1996, s. 97-149.

Aktar, Cengiz, "Cuma notları", Taraf, 21 Nisan 2014.

Aktuğ, Erkan, "50 Yıl Sonra Aynı Beraberlik", Radikal, 7 Eylül 2005.

Akyasan, Pınar, "6-7 Eylül 1955'i Nasıl Okumalı", Yeni Şafak, 6 Eylül 2009.

"Alaturka Yok Etme", V-Özgürlük, Sayı 49, 11 Eylül 1 999.

Alkaç, Fırat, "Hain Soruya Suç Duyurusu", Taraf, 21 Haziran 2012.

Alkan, Mehmet Ö., "Devletin kendi ifadesiyle "kökü içeride" tehlike olarak azınlıklar: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Kürtler . . . ", Bi­rikim, Ocak 2014, Sayı 297, s. 97-104.

Altıntaş, Samet, "Kemalizm Tutarsız Bir İdeoloji O Bakımdan Eleşti­risi Kolay'', Zaman Pazar, 6 Ocak 2013.

"Ankara'nın Alakasızlığı Yurtta Büyük Bir Teessür Uyandırdı'', Yeni Sabah, 30 Mayıs l 953.

Ardıç, Engin, "Ayşe Hür'ün Kitabını Okuyun'', Sabah, 11 Ocak 2012.

Armağan, Özgün, "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" Sözünü Haim Nahum mu Söyledi?", Radikal, 29 Mart 2013.

Aslan, Senem, "Citizien, Speak Turkish!", A Nation in the Making", Na- tionalism and Ethnic Politics, Cilt 13, Sayı 2, Nisan 2007, s. 245-272.

Atlas, Meryem İlayda, "Coup Plots and Minorities in Turkey", Tıırkish Review, Sayı 1, Ekim-Kasım 201 O, s. 32-34.

"Azınlıklar Sorunu'nu "YOKEDEREK" Çözme Politikası", Yürüyüş, Sayı 3 1, 4 Şubat 2007, s. 3 1-34.

"Azınlıklarla Ulus Olamazdık", Taraf, 11 Kasım 2008.

Bahadıroğlu, Yavuz, "Kayıtdışı Tarihimiz Üzerine", Anadolu 'da Vakit, 26 Mayıs 201 O.

Balancar, Ferda, "1915 Gerçeğinin Bilgisi Size Her Yönden Ulaşırken Ona Gözünüzü Kapatamazsınız", Agos, 31 Mayıs 2013.

Bali, Rıfat N., "Ahmet Hamdi Başar'ın ^öıiişleri: Varlık Vergisi ve Türk­leşme Hakkında", Toplumsal Tarih. sayı 175, Temmuz 2008, s.42-49.

Bali, Rıfat N., ··ıı. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar: 'Balat Fırınları' Söylentisi", Tarih ve Toplum, Sayı 180, Aralık 1998, s. 11-17.

Bali, Rıfat N., "il. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar: 'Yirmi Kur'a İhtiyatlar' Olayı", Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 179, Kasım 1998, s. 4-18.

Bali, Rıfat N., "Ermenistan'ın Anavatana Geri Dönün" Çağrısının Di- aspora Ermenilerine ve Türkiye'ye Etkisi'', Tarih ve Toplum, Sayı 210, Haziran 2001, s. 13-19.

Bali, Rıfat N., "Milyonerlik Rekoru Neden Musevilerde?", Toplumsal Tarih, Sayı 129, Eylül 2004, s. 70-75.

Bali, Rıfat N., "Osmanlı ve Türk Yahudileri Araştırmaları: Engeller, İm­kanlar, Kaynaklar", Kırkbudak, Yıl 3, Sayı 12, Güz 2007, s. 44-48.

Bali, Rıfat N., "Tarihle Yüzleşmenin 'Olmazsa Olmaz' İki Şartı: Özür Dileme ve Tazmin Etme, Toplumsal Tarih, Sayı 192, Aralık 2009, s. 26-28.

Bali, Rıfat N ., "Yeni Bilgiler ve 1934 Trakya Olayları", Tarih ve Top- lıım, Sayı 186-187, Haziran-Temmuz 1 999.

Baransu, Mehmet, "Gayrimüslimleri Vurup AKP'yi Bitireceklerdi", Taraf, 19 Kasım 2009.

Bardakçı, Murat, "Nefret Tarihçiliği", HaberTürk, 30 Ocak 2012.

Barış, Linda, "Azınlıklar ve Ruh Sağlıkları'', BirGün, 11 Şubat 2009.

Başar, Kürşat, "Resmi Tarih", Akşam, 23 Temmuz 2005.

Baştürk, Dicle, "Tarih Muhtırası 'na Tepki'', Taraf, 21 Mayıs 201 1.

[Belge], Burhan Asaf, "Dolaşırken ...", Hakimiyeti Milliye, 21 Haziran 1932.

Belge, Murat, "Tarih ve Genelkurmay!'', Taraf, 24 Mayıs 201 1.

Berkan, İsmet, "6-7 Eylül'ün Anlamı", Radikal, 6 Eylül 2005.

Berkan, İsmet, "Azınlıkların Çektiği Çile", Radikal, 23 Ağustos 2007.

Berktay, Ayşe, "Minasyan Ailesinin Albümü: Biz Sözde mi Yaşadık?", Toplumsal Tarih, Sayı 59, Kasım 1 998, s. 22-3 1.

Bcrktay, Halil, "Koşancr'e Davet: Buyurun, Tartışalım'', Taraf, 22 Ma­yıs 2011.

Bcrktay, Halil, "Kuruluş Efsaneleri: Türkiye'den İsrail'e, İsrail'den Türkiye'ye", Toplumsal Tarih, Sayı 16, Nisan 1995, s. 6-7.

Bilal, Melissa, "The Lost Lullaby and Other Stories about being an Ar- menian in Turkey", New Perspectives on Turkey, Sayı 34, İlkbahar 2006, s. 67-92.

"Bir Fiyasko", Yeni Sabah, 30 Mayıs 1953.

"Biz fahişe miyiz? İsyanı", Hürriyet, 4 Ocak 2013

"Bravo Yunanlılar Beğendi", Yeni Sabah, 31 Mayıs 1953.

Bronner, Ethan, "Siyonizm Tarihi Yeniden Yazılıyor", Toplumsal Tarih, Sayı 16, Nisan 1995, s. 7-12.

"Bütün İnsanların Bayramı", Yeni Sabah, 2 Haziran 1953.

"Büyük Fetih ...", Yeni Sabah, 29 Mayıs 1 953.

Çalışlar, Oral, "Ahmet Refik'in Gözlemleriyle 1915'', Agos, 30 Aralık 2011.

Çalışlar, Oral, "Binde 1 Hıristiyan'a Düşman: Hangi Dindarlık", Radikal, 11 Nisan 2012.

Çelebi, Yrd. Doç. Dr. Mevlüt, "Tanıkların Anlatımıyla Yunanlıların İzmir'i İşgali'', Polis Dergisi, Yıl 10, Sayı 38, Özel Sayı 2004, S. 224-23 J.

Çetinoğlu, Sait, "6-7 Eylül", Resmi İdeoloji Sözlüğü, ed: Fikret Baş­kaya - Tolga Ersoy, Özgür Üniversite, Ankara, 2007, s. 703-716.

Çetinoğlu, Sait, "Sermayenin "Türk"leştirilmesi", Resmi Tarih Tartış­maları -2, ed: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı, İstanbul, 2006, s. 79-152.

Çetinoğlu, Sait, "The Mechanisms for Terrorizing Minorities: The Ca­pital Tax and Work Batallions in Turkey during the Second World War", Mediterranean Qııarterly, İlkbahar 2012, 23:2, s. 14-29.

Çevik, Çağlayan, "Kendi gününü yazan tarihçi değildir", Hürriyet Ki­tap, 1 Kasım 2013.

Çiçek, Hikmet, "6-7 Eylül'ü Hangi Devlet Yaptı'^, Aydınlık, Sayı 947, 11 Eylül 2005, s. 22-23.

"Çözüm Bekliyoruz", Agos, 29 Kasım 2002.

Dağı, İhsan, "Ak Partili mi İttihatçı mı?", Zaman, 14 Kasım 2008.

Demir, Gül, "Armenians and Turkey Shared History'', Tıırkish Dai/y News, 18 Eylül 2002.

"Derin Tarih Gerçek Tarihti", Yeni Şafak, 12 Nisan 2012.

Deringil, Selim, "Koşaner'e AlternatifTarih Dersleri", Agos, 27 Mayıs 2011.

Dink, Hrant, "O ki Azınlıksın (2)", Agos, 26 Ocak 2001.

Dink, Hrant, "Türkiye-Ermenistan Çözüm Dialogda", Görüş, Sayı 48, Ağustos-Eylül 2001, s. 20-23.

Doğan, Yalçın, "Ermeni Anıtı'na Orman Bakanı Çözümü", Hürr(vet, 20 Mart 201 O.

Dündar, Can, "Atatürk'ün Evini Bombalamadım", Milliyet, 7 Eylül 2002. Düzel, Neşe, "Murat Belge: Atatürk İlerici Değildi", Taraf, 9 Ocak 2012. Erbil, Pervin, "Nüfus ve İskan Politikaları'', Resmi Tarih Tartışmaları -3- İttihatçılıktan Kemalizm 'e... , ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğ- lu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 277.

Erdem, Prof. Dr. Fazıl Hüsnü, "ABD'nin WASP'ı Türkiye'nin TMSL'i", Taraf, 24 Kasım 2008.

Erdinç, Erol Şadi, "Dilek Güven'e Cevap", Taraf, 2 Mart 2009.

Ergi!, Doğu, "Past as Present", Turkish Daily News, 12 Eylül 2005.

Ergi!, Doğu, "The Dark Side of Nationalism: September 6-7 Inci- dents", Today's Zaman, 17 Eylül 2008.

Ertem, Cemil, "12 Eylül, 6-7 Eylül'ü Bitirme Fırsatıdır", Taraf, 7 Ey­lül 2010.

Ertem, Cemil, "Yalan Şark'ta Ayıp Değildir!", Taraf, 2 Eylül 2008.

Esayan, Markar, "Atatürk ve Hrant Dink ...", Taraf, 29 Eylül 2008.

Esayan, Markar, "Kampanyamızın İsmi Kafes'ten Çıkmaktır", Taraf, 23 Kasım 2009.

Esayan, Markar, "Vecdi Gönül'e Teşekkür Borçluyuz", Taraf, 1 3 Ka­sım 2008.

"Etnik Kimlik ve Azınlıklar" özel sayısı, Birikim, Sayı 71-72, Mart- Nisan 1995.

Gcray, Prof. Dr. Cevat, "Demokrasiyi, İnsan Haklarını, Hoşgörüyü Ondan Öğrenmiştik... ", Mülkiye, Cilt 33, Sayı 219, s. 29-46.

Gökaçtı, Mehmet Ali, "Tarihi Tersyüz Etmek'', Radikal İki, 17 Şubat 2008.

Göncü, Gürsel, "Tarih Mete Hoca'yla Sevilir", Vatan Pazar, 15 Tem­muz 2007.

Günaysu, Ayşe, "İttihat Terakki'den Cumhuriyete Azınlıklar", Resmi Tarih Tartışmaları -3- İttihatçılıktan Kemalizm 'e ... , ed: Fikret Baş­kaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 208-209.

Güven, Ali Murat, "Bu Kadar "Mazohist Bir Sinema"ya Sahiden de Gerek Var mı?'', Yeni Şafak, 25 Ocak 2009.

Güven, Dilek, "6-7 Eylül Olayları", Radikal, 6-8 Eylül 2005.

Güven, Dilek, "6-7 Eylül'e Devlet Gözüyle Bakmak", Taraf, 6 Şubat 2009.

Hafız Galip, "Nasıl Soydular, Nasıl Öldürdüler?", Ahenk, 15 Şubat 1926.

"Hayaletler'', Agos, 26 Ağustos, 201 1.

Hermonn, Raffi A., "Gayrimüslimler "Milli" Değilse", Taraf, 18 Ka­sım 2008.

Hermonn, Raffi A., "Nereden Gelmiştik 1955'e", Ülkede Özgür Gündem, 8 Eylül 2005.

Hızlan, Doğan, "Unutmak İstediğim Günlerin Kitabı", Hürriyet Cumartesi, 1 O Eylül 2005.

Hür, Ayşe, "Cumhuriyet'in Azınlık Raporu", Taraf, 22 Ocak 2012.

Hür, Ayşe, "Ermeni Mallarını Kim Aldı?", Taraf, 2 Mart 2008.

Hür, Ayşe, "Münferit(!) Antisemitizm Vak'alan", Taraf, 8 Şubat 2009.

İlmen, Vedii, "20 Kur'a Askerler... Tarih ve Toplum, Cilt 30, Sayı 180, Aralık 1998, s. 3.

"İnsan Hakları Derneği: 56 Yıl Sonra Tek Millet, Tek Kültür Anlayışı Sürüyor", Evrensel, 7 Eylül 201 1.

İnsel, Ahmet, "6-7 Eylül ve Homojen Toplum", Radikal İki, 6 Eylül 2009.

İnsel, Ahmet, "Yerli Nazizm", Radikal İki, 11 Eylül 2005.

"İstanbul'un Son Sürgünleri, Yunanca'ya Çevrildi", Hürriyet, 23 Ara­lık 2004.

İşeri, Gülşen, "Hatalarımızı Kabullenmek Zorundayız", Bir Gün Pa­zar, 1 Şubat 2009.

"Kadıköylü Bir Rum: Niko Uzunoğlu", Agos, 1 8 Ağustos 2009.

Kaldoyo, Özcan, "Kara Bir Leke: 6-7 Eylül", Yeniden Özgür Gündem, 6 Eylül 2002.

Kankal, Ahmet, "Ermeni Edebi Eserlerinde Ermenilerin Türk Devleti­ne ve Türk Toplumuna Bakışları", Dicle Üniversitesi Sosyal Bilim­ler Araştırma Dergisi, Sayı 5, Mart 2005, s. 1 -22.

Kara, Serkan, "Resmi Tarihe İnanmayanlar Biyografik Eserlere Yöne­liyor", Zaman, 4 Nisan 2009.

Karabat, Ayşe, "Association Launches Campaign to Confront Turkey's 'unofficial' History", Sunday's Zaman, 25 Ocak 2009.

Karabatak, Halük, "1934 Trakya Olayları ve Yahudiler", Tarih ve Top­lum, Cilt 25, Sayı 146, Şubat 1996, s. 4-16.

Karabay, Muhsin - Mehdi Ergüzel, "Ziyad Ebuzziya ile Röportaj", Türk Edebiyatı, Yıl 22, Sayı 249, Temmuz 1994, s. 31-35.

Karabulut, Umut, "Muhamat Kanunu: Türkiye'de Avukatlık Kuru- munun Düzenlenmesi ve İstanbul Barosunda Yaşanan Tasfiyeler", Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIII/27 (2013-Güz), s. 79-104

Karakaşlı, Karin, "Gizli özne olarak soykırım", Agos, 7 Şubat 2014.

Karayaka, Ali, "Mütareke Yıllarında (1919-1920) İstanbul'da İşgal Güçlerinin Himayesinde Bir Katili Şerir; Hrisantos", Polis Dergisi, XI/45, 2005, s. 208-213

Karakaya, Hasan, "Av Taktikleri ... Bir Ürkütenler Vardır, Bir de Tetik­te Bekleyenler!", Anadolu 'da Vakit, 7 Eylül 2005.

Kardaş, Ümit, "Türklük Çıkmazındaki Cumhuriyet", Taraf, 24 Eylül 2008.

Kasparyan, Hrant, "Genelkurmay'ın Psikolojik Propaganda Belgesi'nde Gayrimüslimler", Agos, 20 Kasım 2009.

Kaya, Gökhan, "Ermeni Meselesi ya da Kong Debelenirken", BirGün, 11 Ekim 2006.

Kılıç, Aylin - Utku Özer, "Ulusçuluk Literatürü ve Türkiye'de Ulusal Kimlik İnşası", Bilgi ve Bellek, Yıl 3, Sayı 6, Kış, 2006, s. 16-45.

Kılıç, Ecevit, "6-7 Eylül Olayları Bir MİT Organizasyonu", Sabah, 2 Şubat 2009.

Kılıç, Ecevit, "Türkiye'de Ermeni Olmak Depremi Beklemek Gibi", Sabah Pazar, 16 Eylül 2007.

Kılıçdağı, Ohannes, "Madem ki Ermenisin... ", Altüst, Sayı 6, Nisan- Mayıs 2012, s. 34-36.

Kiras, İbrahim, "Resmi Tarih Bir Tane Değil ki", Star, 2 Ekim 2009.

Koraltürk, Murat, "Avukatlığın Türkleştirilmesi 1924'te İstanbul Barosu'nda Gerçekleşen Tasfiye Üzerine Yaşanan Tartışmalar", Toplumsal Tarih, Sayı 212, Ağustos 201 1, s. 50-58.

Korucu, M. Serdar, '"Altın Vuruş", Express, Sayı 2012-129, Haziran 2012, s. 54-56.

Köse, Arife, "6-7 Eylül Olayları: "Susanlar da Suçlu", Altüst, Sayı 3, Eylül 2011, s. 42-44.

Kuyucu, Ali Tuna, '"Ethno-religious 'unmixing' of 'Turkey': 6-7 Sep­tember riots as a case in Turkish nationalism", Nations and Natio- nalism, Cilt 11, Sayı 3, Temmuz 2005, s.361-380.

"La Turkiya Eksprimo Sus Regretos a lsrael", La Vera Lu::., 6 Ekim 1955.

Levi, Avner, '"1934 Trakya Yahudileri Olayı: Alınamayan Ders", Tarih ve Toplum, Sayı 151, Temmuz 1 996, s. 10-17.

Levi, Avner, "Elza Niyego Olayı ve Türk-Yahudi İlişkilerine Yeni Bir Bakış", Toplumsal Tarih, Sayı 25, Ocak 1 996, s. 23-27.

M. Nuri, "Frenk Mahallesinde Neler Gördüm", Ahenk, 15 Şubat 1926.

Macar, Elçin, "Tarih Vakfı Yurt Yayınları 'na Bir Eleştiri 6-7 Eylül Olayları", Toplumsal Tarih, Sayı 149, Mayıs 2006, s. 92-93.

Macar, Elçin, "İstisna mı Süreklilik mi?", Altüst, Sayı 12, Nisan-Ha- ziran 2014, s. 24.

Maglinis, Ilias K., "lstanbul 1955: The Anatomy ofa Pogrom", Kathi- merini, 28 Haziran 2005.

Mahçupyan, Etyen. "Biz Irkçı mıyız?", Taraf, 3 Mart 2009.

Mahçupyan, Etyen, "Güz Sancısı'ndan Ergenekon'a", Taraf, 30 Ocak 2009.

Mahçupyan, Etyen, "Koltuğun Tadı", Agos, 3 Nisan 2009.

''Malatya Katliamını Yaratan Politikalar", Yürüyüş, Sayı 102, 29 Nisan 2007' s. 18-23.

Mallet, Laurent, "Karikatür Dergisinde Yahudilerle İlgili Karikatürler 1936-1948", Toplumsal Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 26-33.

Maraşlı, Recep, "Resmi İdeoloji/Resmi Tarih ve "Azınlıklar", Resmi Tarih Tartışmaları-8 Türkiye 'de Azınlıklar, ed: Fikret Başkaya - Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 11-40.

Margulies, Roni, "Şer Odakları ve Devlet", Taraf, 2 Aralık 2009.

Mert, Nuray, "En Karanlık Tarih Bizim Tarih'', Hürriyet, 1 Haziran 2009.

Mert, Nuray, "Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümeniklik'', Radikal, 29 Ocak 2008.

Mert, Nuray, "Tarihi Özeleştiri", Radikal, 26 Mayıs 2009.

Miraç, Zeynep, "Türkiye'de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulma­dı'', Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014.

"Moskova' da Öğreniyor Veletler", Hürriyet Cumartesi, 12 Aralık 1999.

Mustafa Reccb, "On Beş Mayıs", Ahenk, 11 Şubat 1926.

Nalbantoğlu, Muhiddin, "Azınlıkların Yeni Talepleri Gündemde, ya Eski İhanetleri?...", Türkiye 'de Yeni Çağ, 17 Şubat 2012.

Neyzi, Leyla, "Remembering Smyma/Izmir: Shared History, Shared trauma", History and Memory, Cilt 20, Sayı 2, Sonbahar/ Kış 2008, s. 106-127.

Niyazi, Mehmed, "Biricik Değer İnsan", Zaman, 4 Eylül 2006.

"Noktaya Muhtaç Bir Devlet", Agos, 5 Aralık 2008.

Olcaytu, Emcet, "6-7 Eylül Olaylarında 'Dış Dinamik' Meselesi", Ay­dınlık, Sayı 946, 4 Eylül 2005, s. 36.

Olcaytu, Emcct, "6-7 Eylül Olaylarında 'Dış Dinamik' Meselesi-2", Aydınlık, Sayı 947, 11 Eylül 2005, s. 24.

Oral, Meltem, "20 Dolar 20 Kilo: Belleksizliğe Karşı Direnmek", Al­tüst, Sayı 12, Nisan-Haziran 2014, s. 30.

Oran, Baskın, "Azınlıklar", İstanbul Ansiklopedisi, NTV Yayınları, İs­tanbul, 2010, s. 159-165.

Oran, Baskın, "Trabzon'daki Papazı Ben de Gidip Vurabilirdim", Bir Gün, 1 O Şubat 2006.

"Org. Koşaner: Alternatif Tarih Yazılmaya Çalışılıyor", Milliyet, 20 Mayıs 2011.

"Org. Koşaner'den Şok Tespit! ", Doğan Haber Ajansı, 20 Mayıs 201 1.

"Osmanlı'dan Bugüne Ermeni Katliamı Devam Ediyor!", Yürüyüş, Sayı 89, 28 Ocak 2007, s. 20-2 l.

Ozinan, Alin, "Bir 6-7 Eylül Hikayesi 'Çok İçli Dışlıydın o Rum Kız­la"', Zaman, 6 Eylül, 2013.

Örer, Ayça, "Alternatif tarih de hep doğruyu söylemez", Radikal, 15 Ocak 2012.

Öymen, Altan, "Akıl Almaz Bir Gerekçe", Radikal, 13 Şubat 2007.

Özuzun, Yervant, "Tamam Azınlık Biziz!", Radikal İki, 14 Kasım 2004.

Safa, Peyami, "Eski Bir Yılbaşı Gecesi'', Milliyet, 2 Ocak 1958.

Sancar, Mithat, "6-7 Eylül: Bir Utancın Uzun Gölgesi", BirGün, 8 Ey­lül 2008.

Sayın, Aylin - Murat Çınar Büyükakça, "Güz Sancısı: Müsamerelcşti- rilen Bir Tarih'', Yeni Film, Sayı 17, Mart 2009, 'S. 4-17.

Saylan, Dr. Gürkan Fırat, "İşgal İstanbul'unda Eli Kanlı Bir Örgüt: Hrisantos Çetesi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 44, 201 O, s. 325-343.

Selek, Pınar, "Bir Kara Eylül Daha ... (2)", Ülkede Özgür Gündem, 7 Eylül 2005.

Seymen, Serkan, "Hoca ve Ötesi", Akşam, 11 Ocak 2005.

Simavi, Sedat, "Bugün", Hürriyet, 29 Mayıs 1953.

Simavi, Sedat, "Büyük Bayramımız", Hürriyet, 31 Mayıs 1953.

Sonay, Nesrullah, ''Bizi Ancak Madımak'takiler Anlar", Bugün, 6 Ey­lül 2009.

Şafak, Erdal, "6-7 Eylül ve Brandt Cesareti", Sabah, 5 Eylül 2005.

Şahin, Davut, "Tarihle Yüzleşmek", Milli Gazete, 19 Kasım 2011.

Şahin, Ömer, "Tarihçilere Açık Çağrı: 1 Milyon Liralık Teklif', Radi­kal, 24 Ağustos 2012.

Şentürk, Sevim, "Ey Tarih, Bana Zaferlerini Değil Karanlık Noktaları Anlat!'', Zaman Pazar, 27 Aralık 2009.

Şimşek. Erkan. "Soyum Sopum Sobe", Star, 26 Ekim 2009.

Şimşek, Erkan, "Yakın Tarihi İletişim'den Okumak", Star, 2 Ekim 2009.

Şimşek, Halil, "İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi'nin Feshi ve Yunan Uyruklu Rumların Sınır Dışı Edilmeleri", Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı l, 2007, s.237-260.

Tahir, Celal, "6-7 Eylül Efsaneler ve Gerçekler", Star, l 9 Eylül 201 1.

Tavemise, Sabrina, "On the Bosporus, a Scholar Telis of Sultans, Was- herwomen and Snakes", The New York Times, 25 Ekim 2008.

"Tıbrevank Derneği 'nde 6-7 Eylül Olayları Tartışıldı", Agos, 15 Ekim 2010.

Tokay, Murat, "Kemalistler Nutuk'u Sansürledi", Zaman Pazar, 19 Nisan 2009.

Tokgöz, Ersin, "Mübadele, Tersine Evrim ya da Habertürk", Radikal, 29 Haziran 2009.

Toplumsal Tarih, Sayı 81, Eylül 2000.

Toprak, Zafer, "1934 Trakya Olaylarıyla Hükümetin ve CHF'nin So­rumluluğu", Toplumsal Tarih, Sayı 34, Ekim 1996, s. 19-25.

Tosun, Funda, "Devlet Gayrimüslimleri Sinsi Yasalarla Yıldırdı", Agos, 16Eylül20ll.

"Türkiye'nin Türkleştirilmesi: Dün ve Bugün", Radikal, 7 Eylül 2005.

"Türkiye'nin Türkleştirilmesi: Into the West", Radikal, 8 Eylül 2005.

"TÜSİAD'dan Felsefe ve Tarih Kitabı", Radikal, 6 Mayıs 2003.

Uğurlu, Süleyman, "Soykırım Meselesine Nasıl Bakmamız Gerekir?", Köklüdeğişim, Sayı 27, 1 Ocak 2007.

Uluç, Yiğiter, "6-7 Eylül 'il Neden Hatırladık?", Vatan Pazar, 11 Eylül 2005.

Ulusoy, Mehmet, "Neoliberal Tarihçilik Türk Devrimi'ne Karşı Türk­leştirme, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül", Teori, Sayı 231, Nisan 2009, s. 3-21.

Üstel, Aziz, "6-7 Olayları Nedir, Ne Değildir?", Star, 7 Eylül 2013.

Üster, Celal, "Utanılası Bir Eylül Ayının Yazılı ve Sözlü Tanıklıkları", Radikal Kitap, Yıl 4, Sayı 233, 2 Eylül 2005, s. 4-5.

Vasiliadis, Mihail, "Rumların Dehşet Gecesi 6-7 Eylül 1955", Ülkede Özgür Gündem, 5 Eylül 2005.

Yeşiltuna, Serap, '"Gayri resmi tarih söyleminin yeni hedefi: Menemen Olayları ve Seyit Onbaşı", Türk Solu, sayı 389, 31 Aralık 2012, s.10-11.

Yılmaz, İhsan, '"The Armenian Apology Campaign and the Ottoman Ergenekon", Today s Zaman, 28 Aralık 2008.

Zaman, Amberin, '"Atatürk'ün Kahramanlığını Belgeledik", Taraf, 27 Eylül 2008.

Zarakolu, Ragıp, '"Resmi İdeoloji ve Ermeni Soykırımı"^ Resmi Tarih Tartışmaları-8 Türkiye 'de Azınlıklar ", ed: Fikret Başkaya-Sait Çetinoğlu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2009, s. 283-293.

Zarakolu, Ragıp, "Rum tehciri tamamlandı", Taraf, 23 Mart 2014.

3-      Yayımlanmamış Kaynaklar-Tezler

Akın, Fatih, Türkiye 'de Azınlık Politikaları (617 Eylül 1955 Olayları), İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1999, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi)

Ceylan, Faruk Erhan, The lncidents ofSeptember 6-7, 1955, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1996, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi)

Gürcan, Gürhan, 6-7 Eylül 1955 Olayları, Ankara Üniversitesi, 2006, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi).

Kılıçdere, Arzu, İzmir Boyutunda 6-7 Eylül 1955 Olayları, Ege Üni­versitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir 1998, (yayın­lanmamış lisans tezi)

Odabaşı, Levent, “l908 ve Sonrasında 'Nüfusun ve Sermayenin Türk- leştirilmesi' Projesi Kapsamında Azınlıklara Yönelik Geliştirilen Politikalar ve Bu Politikaların Toplumsal Hayata Yansımaları", Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Ağustos 2011, yayınlanmamış çalışma.

4-      Arşiv Belgeleri

National Archives and Records Administration (College Park, Maryland)

RG59 General Records of the Department of State, Central Files, De- cimal File 2950-1954, 3 Haziran 1953 tarih ve 882.424/6-353 sa­yılı belge.

RG59 General Records of the Department of State, Central Foreign Policy Files 1967-69 Political and Defense, POL2 TUR 111167, Box 2547, 12 Haziran 1967 tarihli rapor.

Library of Congress, Manuscripts Division, (Washington D.C.)

Confcrcncc on Near Eastern Affairs (1922-1923; Lausanne, Switzer- land), MMC-0608. 21 ve 22 Kasım 1922 tarihli belgeler.

T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri

490.01/1437.01.01 referanslı belge.

5-      İnternet Kaynakları

"2008 Grcck Amcrican Policy Statements", American Hellenic Insti­tute ine., 4 Mart 2008, http://www.ahiworld.org/pdfs/2008_poli- cy Statements.pdf.

"6-7 Eylül 1955: Anadolu Hıristiyanlarının Tasfiyesi Büyük Ölçüde Ta­mamlandı", 5 Eylül 2013, http://marksist.org/tarihte-bugun/8238- 6-7-eylul-1955-anadolu-hiristiyanlarinin-tasfiyesi-buyuk-olcude- tamamlandi.

"Cali for Papers: 1964 Expulsions: A tumingpoint in the homogenizati- on of Turkish society", http://akgonul.wordpress.com/2014/01117/ call-for-papers-1964-expulsions-a-tuming-point-in-the-homogeni- zation-of-turkish-society/

Acar, Selim, "Öcalan'ın 40 Hikayesi var. 40'ı da Kemaliz.m Hakkın­dadır!", 17 Nisan 2008, www.kurdinfo.com/arsiv/nivis/s_acar_22. htm

Akar, Rıdvan, "Ortak Düşman Patrikhane", 22 Aralık 2009, http:// www4.cnnturk.com/yazarlar/ridvan.akar/ortak.dusman.patrikha- ne/23. 1530/

Akgül, Elif,"6-7 Eylül Olaylarında Basının Rolü", 6 Eylül 2013, http:// www2. bianet/org/bianet/toplum/ 149700-6-7-ey 1 ul-olaylarinda-ba- sinin-rolu

Aktar, Ayhan, '"inside, Outside: 10 Years ofthe AK Party Govemment Revisited", İstanbul Şehir Üniversitesi, 31 Mayıs-! Haziran 2013 konferans kitabı, s. 13. http://mot.sehir.edu.tr/Pages/etkinlik/Con- cept.aspx

..Ali Güler", http://tr.wikipedia/org/wiki/Ali_güler

Arakon, Maya, "'6-7 Eylül'ü Hatırlamak", 6 Eylül 2008, http:// www.sansursuz.com/haberler/templates/sansursuz-yazar. asp?articleid=71204&oneid=7@y=54

"'Arşivimizden Belgeler-Bulgur Palas", www.obarsiv.com/ab-bulgur- palas.html

Aytav, Erkam Tufan, "Bir Müslüman Kemalist Eğitim Tornasından Geçerse Nasıl Olur?", 18 Ekim 201 1 www.haber7.com, http:// www.haber7.com/yazarlar/erkam-tufan-aytav/7961 94-bir-muslu- man-kemalist-egitim-tornasindan-gecerse-nasil-olur

Başkaya, Fikret, '"Neden Resmi Tarih?", 16 Şubat 2006, http://www. sendika.org/2006/02/neden-resmi-tarih-fikret-baskaya/

Berktay, Halil, "Meaningful World soykırım panelinde (2) söyledik­lerim: İnkar inadı nereden kaynaklanıyor?", 27 Nisan 2014, http:// serbestiyet.com/meaningful-world-soykirim-panelinde2-soyledik- lerim-inkar-inadı-nereden-kaynaklaniyor/

Bonzon, Ariane, "En Turquie, les intellectuels liberaux ont-ils joues "les idiots utiles" des Islamistes?", 4 Ocak 2014, http://www.slate. fr/story/8 1 795/akp-erdogan-intellectuels-idiots-utiles

Çağlar, Özgün "Türkiye, Arşimidis olayına uygun atmosfere sahipti", 8 Haziran 2013, http://agossapgir.blogspot.com/201 3/06/turkiye- arsimidis-olayna-uygun.html )

Çetinoğlu, Sait, "Bir Etnik Temizlik Mimarı: İsmet İnönü", 1 Şubat 2009, http://www.rizgari.com/ebook/bir etnik_temizlik_mimari_ ismet_inonu Saitcetinoglu.pdf

Çetinoğlu, Sait, "Etnik Temizlik ve Ekonominin Türkleşmesi", 12 Temmuz 2012, http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale. aspx?mid=863

Ekinci, Tarık Ziya, "Kemalist Aydınlanma ve Kürtler, 7 Şubat 2007, http://www.diyarbekir.net/cgibin/index.pi?mod=news;op=author id;id=389

Genç, Gültekin, "53. Yılında 6-7 Eylül Olayları", 14 Ağustos 2008         http://www.birikimdergisi.com/birikim/makaleyazdir.

aspx?mid=458

Gökerman, Uzay, "Antisemitizm Konusunda Ayşe Hür'ün Yanlış Tarih Yorumu", (9 Şubat 2009), www.blog.milliyet.eom.tr/Blog. aspx?BlogNo=161456

Güven, Dilek, "Riots Against the Non-Muslims of Turkey: 6/7 Sep­tember 1955 in the Context of Demographic Engineering", Euro- pean Journa/ ofTurkish Studies [Online], 12 Ocak 2011, http://ejts. revues.org/index4538.html

http://sozluk.sourtimes.org.

http://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/

"İttihat ve Terakki", http://tr.wikipedia.org/wiki/lttihat_ve_Terakki

"Son Osmanlı Yandım Ali",

http://tr.wikipedia.org/wiki/Son Osmanl%C4%B l _Yand%C4%B 1 m Ali

www.serefmentese.com

"Varlık Vergisi bakayasının terkinine dair kanun", 15 Mart 1 944, http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR KARARLAR/ kanuntbmmc026/kanuntbmmc026/kanuntbmmc02604530.pdf

http://yogm.meb.gov.tr/vakifogrenci.htm

Kankal, Ahmet, "Ermeni Öykülerinden Türkçe Yayınlananlar Üzeri­ne", Milli Eğitim Dergisi, Sayı 157, Kış 2003, http:yayim.meb.gov. tr/dergiler/157/kankal.htm.

Karaömerlioğlu, M. Asım, "6-7 Eylül'ün Anlattıkları", 7 Eylül 2002, www.bianet.org/2002/09/07 il 3018.htm

Keskin, Cem, "6-7 Eylül Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi'', 7 Ey­lül 2005, www.marksist.com/print/l 49.

Korkut, Tolga, "Kitlesel Şiddetin Yaratılan Hassasiyetleri", 7 Eylül 2005, www.bianet.org/2005/09/07/66722.htm

Moralı, Deniz, '"Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir", 24 Nisan 2005, www.marksist.com/node/64/print

"Neden İletişim Var?", http://www.iletisim.eom.tr/neden-iletisim-var

Ogün, Nevzat, "Türk Milliyetçiliğinin 'Kanlı' Ekonomi Politiği", Günlük, 7 Temmuz 201 O, aktaran http://akunq.net/tr/?p=l 411

Özcan, Ahmet, "6-7 Eylül Olayları: Homojen Bir Toplum Yaratma Yolunda tyıodern Türkiye'de Sosyal Mühendislik", 6 Eylül 2012, http://ahmetozcan.org/tag/trakya-olayları

Özmen, Kemal, "6-7 Eylül Sergisine Saldırdılar", 6 Eylül 2005, http:// www. b ianet/insan-haklari/66620-6-7-ey1u !-sergi sine-saldirdi!ar

"Show TV'de yayınlanmakta olan "Ustura Kemal" adlı dizi hakkın­da", 14 Aralık 2012, www.rumvader.org/Page/84/anasayfa.html

"Süreyya İlmen", www. sureyyapasa.gov. tr/index.php/hastanemiz/sue- reyya-lınen

··uıus Devlet Politikası: Homojenleştirıne/Etnisiteden Arındırma", Ezilenlerin Kıırtıılıışzı, Sayı 23, Ekim 2005, http://ezilenlerinkur- tulusu.org/php/news.php?readmore= 113

www.erkansimsek.net

www.gencsiviller.net

www. ikincicumhuriyet.org.

Yaşin, Neşe, "Acının Belleği: Elif Şafak'ın Baba ve Piç Romanından Hareketle Resmi Tarih Anlatılarına Bakış'', İzinsiz Gösteri, Sayı 149, Haziran-Temmuz 2007. http://www. izinsizgosteri.net/new/?i ssue=46&page= 1 &content=3 72

Yılmaz, Aytekin, "Tarih Yazan Resmi Kurumlar Kapatılmalı­dır'', 30 Ocak 2008, http://www.yuzlesmedernegi.org/yazdir. asp?ID=4 l &tur=yazi

Zengin, Nilüfer, "İnsanlar Önce Komşuluk, Sonra "Vatani" Görevini Yaptı ", 5 Eylül 2008, www.bianet.org/bianet/yazdir/109538

DİZİN

 

IX. Büro, 65, 66, 69, 72, 73, 77, 103, 155, 162.

IX. Büro Azınlıklar Raporu bkz. Azınlıklar Raporu.

12 Eylül 1980 (Darbesi), 38, 90, 167, 168.

12      Mart, 38, 90.

1924 Anayasası, 32, 147.

1934 Trakya Olayları bkz. Trakya Olayları.

1964 Olayları bkz.Yunan Uyruklu­ların Sınırdışı edilmeleri.

1964 Rum Mübadelesi 17 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı bkz.Yunan Uyrukluların Sınırdışı edilmeleri.

1964 Rum Sürgünü bkz.Yunan Uy­rukluların Sınırdışı edilmeleri.

1974 Kıbrıs Harekat bkz. Kıbrıs Barış Harekatı.

20 Kura İhtiyatlar (Olayı), 77, 102.

27 Mayıs 1960 (Darbesi), 38.

28 Şubat, 1 70.

32      . Gün, 59.

6-7 Eylül 1955 Olayları, 15, 38, 58, 61, 64, 70, 72-74, 78, 79, 81, 83-98, 100-102, 104-111' 113­119, 121, 124-129, 131-135, 139, 140, 143, 146, 150-155, 159-166, 169, 172, 185, 189, 190, 196, 198, 205, 206, 209, 218, 227.

A

AB bkz. Avrupa Birliği.

ABD (Amerika Birleşik Devletle­ri), 58, 145, 146, 152, 165, 195, 196, 210, 212, 216, 227, 248, 265, 324, 364.

Abdülhamid, (il.), 37, 50, 51, 177, 229.

Acıbadem, 250.

Açık Toplum Enstitüsü, 153, 195.

Adalar, 129, 321.

Adana Katliamı, 1 77.

Adanır, Fikret, 72.

Adıvar, Halide Edip, 266.

Afrika, 194, 327, 350.

Afyon-Dumlupınar Meydan Mu­harebesi, 304.

Afyonkarahisar, 321.

Agopyan hanı, 250.

Agos, 18-20, 53, 54, 85, 86, 92, 96, 102, 103, 125, 140, 142, 170, 173, 174, 176, 177, 198, 206.

Ağaoğlu, Ahmet, 251, 253.

Ahmet İhsan Bey, 352.

Ahmet Samim, 134.

Akalın. Cüneyt, 165.

Akar, Rıdvan, 20, 58, 69-72, 74, 119, 120, 146, 148, 155, 163, 165, 169.

Akgönül, Samim, 122, 125, AKP, 62, 118, 170, 179, 180.

Aksaray, 252, 257, 263, 267.

Aksekili Mustafa Asım, 11, 355.

Akşam, 180, 320, 344.

Aktar, Ayhan, 24, 49, 62, 98, 125, 139, 169, 183.

Aktar, Cengiz, 120, 124, 125, 183, 291.

Akyasan, Pınar, 1 18, 1 19.

Akyol, Mustafa, 47, 48.

Akyol, Taha, 48.

Albayrak, Holding Medya Grubu 54.

Alevi (-!er), 38, 55, 61, 92, 97.

Ali Kemal, 264, 283, 330.

Alman (-!ar), 23, 116, 146, 197, 209, 210, 263, 300, 362.

Almanya. 92. 103. 116. 26j. j02.

Alsancak, 354.

Altaylı, Fatih, 131.

Altüst, 110.

Amasya, 67, 90, 149.

Amasya Protokolü, 90.

American Hellenic Institute, 209, 210, 410.

Amerikan, 39, 58, 145, 146, 162, 201, 208, 209, 212, 214, 216, 222,264,293.

Amiral Bristol, 212-214, 251.

Anadolu, 358, 362.

Anadolu, 39, 62, 67, 68, 71, 73, 74, 77, 79, 82, 87-90, 93, 98, 99, 101, 109, 112-114, 117, 118, 123-126, 131, 132, 149, 160, 162, 171, 196, 214, 217, 234, 235, 244-248, 250, 256, 257, 262, 300, 307, 313, 318, 321, 322, 325, 327, 330, 335, 357, 359, 360, 366, 370, 380.

Anadolu Ajansı, 312.

Anadolu 'da Vakit, 50, 51, 163.

Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi Komutanlığı, 176.

Ankara, 60, 87, 90, 99, 100, 107, 115, 117, 121, 145, 176, 214, 237, 238, 244, 257, 30^ 310, 318,319,327,329,332.

Ankara Üniversitesi, 99, 107, 115, 117, 121, 152, 176,291.

Apoyevmatini,           49, 93, 95, 109,

154,        174.

Arakon. Maya. 116.

Araks, Raffi Hennonn, 129.

Arap (-lar), 129, 141, 149, 221, 301, 360.

Arapça, 114, 324.

Arapyan Hanı, 141.

Aras Yayınları, 19, 173.

Aray, Suat, 260.

Ardıç, Engin, 52.

Arı, Bülent, 55.

Armağan, Mustafa, 54.

Armağan, Özgün, 43.

Arnavut (-lar), 244, 245.

ASALA, 13, 20, 101.

Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı, 176.

Asya, 209, 210.

Atabinen, Reşit Saffet, 216.

Ataman, Ş. Melih, 10, 257, 259.

ATASE, 176.

Atatürk Araştırına Merkezi, 41, 291, 311.

Atatürk Kültür Merkezi, 41.

Atatürk, Mustafa Kemal, 45, 47, 56, 90, 93, 178, 210, 244, 263, 283,297,301,311,336,337

Atay, Falih Rıfl<ı, 114, 220, 238, 270,271,283,321.

Atilhan, Cevat Rıfat, 144.

Atina, 60, 122, 152, 153, 172, 303, 311, 313, 329, 335.

Atlas, Meryem İlayda, 82.

Atsız, 219.

Atsız, Nihal, 144, 219, 220.

Atsız, Yağmur, 220, 222.

Aı•erof zırhlısı, 256. 260.

Avrupa Birliği, 179, 228.

Avrupa, 13, 39, 107, 179, 193, 197,

208, 228, 244, 261, 314, 324,

325,          330, 376.

Avusturya-Macaristan İmparator­luğu, 224.

Avusturya, 224, 302.

Ayafotini Kilisesi 353,

Ayasofya Cami

Aydın, 380.

Aydın, Erdoğan, 47.

Aydınlık, 164.

Aykırı Yayınlar, 46, 47.

Aykut, Mehmet Şeref, 244.

Ayoğlu, Ferruh Niyazi, 343.

Aytav, Erkam Tufan, 221, 222.

Azadamart, 283, 284.

Azınlıklar Raporu, 65, 66, 69-71, 73, 80, 89, 94, 103, 114.

Azınlıklar Tali Komisyonu, 135, 137.

B

Babıali, 238, 239, 261.

Bahadıroğlu, Yavuz, 50.

Bahçeli, Devlet, 61.

Bahçelievler (Katliamı), 134.

Bahçeşehir Üniversitesi, 183, Bakırköy 99, 257, 293, Balancar, Ferda, 86, 198.

Balkan Harbi/Savaşları, 38, 79, 127, 220, 22^ 229, 241, 258, 260, 314, 318.

Balkanlar, 112, 194.

Bankalar Caddesi. 161. 343.

Baransu, Mehmet, 134.

Bardakçı, Murat, 131, 194, 195.

Barış, Linda, 86.

Basın Konseyi, 165.

Basmane, 379, 380.

Başar, Ahmet Hamdi, 25, 26, 29, 30.

Başar, Kürşat, 180.

Başka!, Zekeriya, 149.

Başkaya, Fikret, 35, 61, 73, 78, 79, 87, 88, 100.

Batı (-lılar), 54, 58, 61, 63, 194, 196, 201, 214, 348.

Batı Anadolu 90, 123, 370.

Batı Trakya 63, 226, 314.

Bayramoğlu, Ali, 49, 183.

Bebek, 268, 269, 340.

Bele, Refet, 249.

Belge Yayınları, 17, 61

Belge, Burhan Asaf, 237.

Belge, Murat, 18, 52, 56, 92, 168.

Bennett, John Godolphin, 141.

Bergama, 375, 376.

Berkan, İsmet, 136, 137.

Berktay, Halil, 21, 42, 56, 104, 183.

Beşiktaş 249,

Beyatlı, Yahya Kemal, 305.

Beyaz Ruslar, 133.

Beyaz Saray, 58.

Beyazıt, 261.

Beyler Sokağı, 352, 353, 355.

Beyoğlu, 174, 225, 236, 241, 245, 246, 253, 259-261, 264, 265, 267, 270. 273. 274. 276. 277.

279,        285, 287, 290, 293, 298­300, 302, 305, 308, 311, 312, 321, 324, 333-335, 339, 341­345, 381.

Bilal, Melissa, 102.

Binemeciyan, Eliza, 220.

Bir Zamanlar Yayıncılık, 19.

BirGün, 79, 80, 87, 130, 169, 207.

Birikim, 21, 108.

Birinci Dünya Savaşı, 79, 111, 128, 177, 219, 228, 241, 263, 265.

Birinci, Niyazi, 50.

Bochum, 72, 152.

Boğaziçi Üniversitesi, 105, 117, 152.

Boğaziçi, 105, 117, 152, 208, 261, 269, 303, 340.

Bosphore, 284, 324.

Boşnak (-!ar), 149.

Bozburun, 303, Bozcaada, 87, 124.

Bozok, Salih, 340.

Böke, Pelin, 218.

Brüksel, 126.

Bugün, 107, 113, 162.

Bulgar (-tar), 38, 90, 97', 144, 302.

Bulut, Faik, 66, 70.

Büyük Felaket, 171,

Büyük Millet Meclisi bkz. TBMM. Büyükada, 242, 243, 321, 330, 332, 333, 336, 344.

Büyükakça, Murat Çınar, 133. Büyüktuğrul, Arif, 242, 244.

c

Cağaloğlu, 257.

Cavid Bey, 305.

Celaleddin ArifBey, 215, 216, 312.

Cemal, Hasan, 37, 55.

Cevat Rıfat,

Cezayir (-liler), 301.

Charpy, 288.

Child, Richard Washbum, 215, 216. CHP bkz. Cumhuriyet Halk Partisi. Cihangir, 263, CNN Türk, 120, 151.

Comedie-Française, 255. Cıımhııriyet, 232, 236.

Cumhuriyet Arşivleri, 17, 65, 95, 184.

Cumhuriyet Halk Partisi/Fırkası, 65, 66, 70, 71, 73, 77, 80, 88, 94, 103, 109, 112, 114, 118, 131, 155, 156, 157, 158, 160, 162, 189, 236.

ç

Çakı Bedesteni, 353.

Çalışlar, Oral, 96. 97.

Çanakkale, 64, 96, 121, 198, 221, 260, 292, 301, 337.

Çandar, Cengiz, 55, 183.

Çerkes (-ler), 28, 141, 149.

Çetinoğlu, Sait, 21, 61, 64, 73, 79, 87, 88, 90, 91, 100, 176, 177.

Çıkrık, Aleksander, 97.

Çınar, Mehmet Esat, 363.

Çoker, Fahri, 152.

Çorlu, 64.

D

d'Esperey, Franchet, 236, 246, 287­290.

Dağı, İhsan, 128.

Danıştay, 135.

Darülbedayi, 253.

Demir, Hülya, 58, 120, 121, 148.

Demirel, Ahmet, 56.

Demirer, Mehmet Arif, 165.

Demirer, Temel, 38, 65, 88, 115.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 134.

Derin Devlet, 8, 70, 118, 170, 171,

172,          188,

Derin Tarih, 54.

Deringil, Selim, 48, 56.

Dersim (katliamı), 38, 44, 83, 90, 96, 134, 194.

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 185, 200.

Devlet Denetleme Kurulu, 128.

Deyr Zor Çölü, 112.

Dicle Üniversitesi, 20, 128.

Dimitrios Gonaris, 327.

Dink, Hrant, 18, 61, 102, 125, 149, 170, 173-175, 177, 195, 206.

Diyarbakır, 18, 61, 84, 109.

Doğan, Aydın, 161.

Dolapdere, 339.

Dolmabahçe Sarayı, 256.

Dolmabahçe, 39, 256, 287, 298, 335, 337.

Dönme (-ler), 26, 52, 92, 132, 245, 341, 342.

DP,36, 72, 108, 118, 119, 131, 133,

163,          240. 377

DSİP, 13, 83, 147.

Dündar, Fuat, 77.

Düyunuumumiye, 252.

Düzel, Neşe, 48.

E

Ebüzziya, Ziyad, 292.

Ecevit, Bülent, 61, 85, 131.

Edime, 64, 91, 93, 96, 97, 109, 229, 244, 245, 258.

Ege Üniversitesi, 152, 218.

Ekinci, Tarık Ziya, 84.

Ekşi Sözlük, 33, 92,

Elçin Macar, 106, 123, 124, 125, 144, 154.

Elmadağ, 86.

Emanuel Karasu, 246, 334.

Emeç, Çetin, 135.

Eminönü, 269.

Emniyet Genel Müdürlüğü, 135, 158, 184, 200.

l·:rhil, Pervin, 87.

Fnlcm, Fazıl Hüsnü, 128.

hdcm, Hakan, 40, 48, 55, 56, 191, 192.

l·:rdinç, Erol Şadi, 131, 132.

l ·:rdoğan, Recep Tayyip, 134, 192.

l·:rdoğdu, Teyfur, 55.

l:.rcnköy, 309.

ı:.rgcııc, 248.

I · rgl·nckon (Davası/Yapılanması), 112, IJO, 170-172.

hgl·ııckon, 112, 130, 170, 171, 172 ..^47, 350.

1 irmeli. Adnan, 271, 272. 391.

Ergi!, Doğu, 107.

Erginsoy, Güliz Beşe, 84, 85.

Ermeni (-!er), 17, 19-21, 28, 30, 34, 35, 37, 41, 44, 45, 53, 54, 58, 60-62, 67, 68, 71, 74, 75, 81, 83, 85, 86, 88, 90, 91, 93, 95-99, 101, 102, 104-106, 109, 111, 112, 115, 116, 118, 120, 122, 124-133, 141, 142, 145, 149, 159-161, 164, 167, 171­174, 178, 179, 187, 188, 195, 196, 205, 210, 214, 216, 219, 220, 222, 224, 225, 227-230, 233, 235, 237, 240, 244-249, 251, 267, 273-281, 283, 284, 287-291, 293 302, 327, 337, 339, 341, 342, 351, 358-360, 370, 371, 374, 381, 382.

Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, 41. Ermenice, 17, 280, 283, 284, 381. Ermenistan Sovyet Sosyalist Cum­huriyeti, 75.

Ermenistan, 13, 75, 102, 136, 161, 188, 247, 265.

Ertem, Cemil, 95, 113.

Ertürk, Hüsamettin, 339.

Erzurum Kongresi, 90.

Esat Cemal, 1 O, 250, 25 L

Esayan, Markar, 34, 55, 95, 96, 127, 134, 135, 174.

Eskişehir, 250, 318, 321.

Eşrefpaşa, 377, 378.

Ethnos, 152.

Etniki Eterya, 3 1 1, 3 71 .

Etyen Mahçupyan, 18, 81, 82, 130. Evrensel, 98, 122, 173, 207.

Express, 18, 94.

Eygi, Mehmed Şevket, 38, 162.

Eyüp, 252.

Ezilenlerin Kurtuluşu, 108, 109.

F

Falih Rıfkı Atay, 1 O, 114, 220, 238, 270, 271, 283, 321-323, 325, 327, 329, 331, 332, 336, 337.

Farrere, Claude, 276.

Farsça, 114.

Fatih Sultan Mehmet, 255, 315­317, 343.

Fatih, 239, 246, 252, 255, 263, 267.

Fenerbahçe, 27 1.

Feriköy, 339.

Ferit Paşa, 264.

Fındıklı, 287.

Firavun, 43.

Frankfurt, 116.

Fransız (-!ar), 77, 141, 225, 229, 243, 246, 251, 260, 265, 268, 269, 275-279, 282, 284-291' 293, 299-302, 323, 335, 337, 339, 340, 343, 345, 366.

Fransızca, 17, 24, 27, 242, 278, 283, 284, 290, 293, 323, 324, 342, 343, 345, 349, 368.

Frew, Robert, 141.

Friedrich Ebert Vakfı, 197.

G

Galata, 245, 246, 254, 274-276, 27^ 29^ 302, 303, 321, 322, 328, 329, 332-335, 339, 343­346.

Galatasaray, 259, 276, 277.

Galatasaray Üniversitesi, 55, 106, 183.

Garoni, Camille, 288.

Gayr-ı resmi tarih, 22, 45, 46, 48, 50, 54, 56, 59, 191, 196, 198, 200, 207, 208, 219.

Gayrimüslim (-!er), 15, 28-32, 53, 60, 62, 64, 66-68, 71-74, 78, 79, 81-86, 88-92, 96, 98-102, 104-107' 109-1 11, 1 14-1 16, 119, 120, 122, 124, 126-134, 136, 139, 140, 142-145, 147, 148, 150, 155-160, 164, 170, 172, 176, 179, 182-184, 201, 205, 214, 218-221, 224, 225, 227, 237, 241, 262, 274, 279, 343, 359.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 221. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 149. Gazze, 133.

Gedik Paşa, 293.

Gedik, Arda, 131.

Gedik, Namık, 131, 237, 341.

Gelardin, H. Erroll, 49.

Genç Siviller, 118.

Genç, Gültekin, 108.

Genelkurmay Başkanlığı,      144,

185,          200.

Georg Eckert Enstitüsü, 197.

Girit, 234, 311.

Giritlioğlu, Tomris, 129, 206.

Gladyo, 165, 172, 173.

Goethe Enstitüsü, 197.

Gonaris, Dimitrios, 327.

Gökaçtı, Mehmet Ali, 45, 46.

Gökçen, Sabiha, 44, 194, 195.

Gönenç, Volkan, 380.

Gönül, Vecdi, 125, 126.

Göztepe, 358.

Gray, 213, 214.

Grew, Joseph, 216.

Guttstadt, Corry, 103, 392.

Gülen, Nejat, 295, 298.

Güler, Ali, 176.

Gülfem Kaatçılar, 11,371,373.

Gültekin, Genç 108, 412.

Günay Göksu, 178, 179.

Günaysu, Ayşe, 78, 79.

Gündem, Naci, 11, 110, 154, 163, 164, 166, 174, 356, 357.

Güneş Dil Teorisi, 77.

Güneydoğu Anadolu, 171.

Günlük, 90.

Gürcü, 109, 149.

Gürkan, İhsan, 303.

Güven, Ali Murat, 134.

Güven, Dilek, 15, 72, 101, 104, 131, 132, 152-155, 157, 158, 160, 162, 165.

Giiz Sancısı, 129, 130, 132, 133, 134, 165, 206.

Güzelyalı, 3 78.

H

Habertürk, 129, 195.

Hacettepe Üniversitesi, 176.

Hafız Galip Bey, 11, 350.

Hakimiyeti Milliye, 65, 237, 240, 253.

Hali Sinemasi, 241.

Harput, 109.

Hasan Fehmi, 134.

Hasköy, 33 1.

Haydar Rüştü, 358.

Haydarpaşa, 309.

Helenizm, 30, 201.

Hermonn, Raffi, 129,

Heybeliada Ruhban Okulu, 101, 128.

Heybeliada Rum Mektebi bkz. Heybeliada Ruhban Okulu.

Heybeliada, 58, 101, 128, 243, 296, 298, 332.

Hıristiyan, 27, 28, 71, 72, 86, 88, 93, 94, 97, 107, 112, 113, 123, 125, 126, 160, 163, 179, 196, 197, 214, 224-228, 237, 267, 287, 289, 301, 302, 333, 343, 344, 361, 381.

Hızlan, Doğan, 154.

Hilal TV, 55.

Hi!al-i Ahmer, 241, 305.

Hisarönü, 355.

Hitler, 39, 114.

Holokost, 103, 173, 209, 210.

Hrant Dink, 18, 34, 61, 102, 125, 135, 149, 170, 173, 174, 175, 206.

Hrisantos, 339, 340, 388, 404, 407.

Hughes, Charles Evans, 215.

Hür, Ayşe, 52, 53, 56, 73-75, 81, 92, 142, 194, 195.

Hürriyet, 46, 154.

Hürriyet Daily News, 47.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası, 245, 264, 318,341.

I

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi, l 15.

i

İçişleri Bakanlığı, 135, 184, 185, 200.

İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması, 94.

İkdam, 264, 266.

İkinci Cumhuriyetçiler, 8, 168.

İkinci Dünya Savaşı, 71, 75, 95, 104, 112, 145, 193, 209, 210, 227, 228.

İkinci Meşrutiyet, 229.

İletişim Yayınları, 18, 20, 2 L 23, 24, 25, 42, 64, 77' 78, 81' 92, 98, 103, 137, 140, 157, 158, 168, 169, 196, 272, 303, 347, 350.

İlmen, Süreyya, 241.

İlmen, Vedii, 241, 242.

IMF, 227.

İmirzalıoğlu, Kenan, 225.

İmroz, 85, 87, 392.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti. 291

İngiliz, 141, 225, 237, 240, 243, 245, 246, 250, 253, 254, 260, 261, 264, 265, 267, 282, 284, 285, 286, 287, 288, 289, 291, 292, 293, 298, 299, 302, 333, 334, 337, 340, 341' 342, 362, 363, 366.

İngilizce, 17, 45, 58, 103.

İnönü, İsmet, 61, 85, 225, 31 O.

İnsan Hakları Derneği, 18, 1 9, 20, 77, 78, 80, 81, 98, 152, 166.

İnsan Hakları Derneği Irkçılığa ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, 18.

İnsel, Ahmet, 106.

İP, 165, 196.

İren, Gülfem Kaaıçılar, 371, 373.

İskilipli Atıf Hoca, 38.

İslam, 29-32, 39, 83, 107, 251, 300, 306,318,319,340,341,360.

İslamcı, 83, 134, 136, 162, 167, 169, 171, 181, 184, 188, 198, 201, 207.

İsmet Paşa bkz. İnönü, İsmet.

İsrail, 42, 97, 133, 136, 161, 164, 188, 193, 209, 210.

İstanbul, 18, 23-25, 56, 58, 59, 62-64, 71-73, 78, 80, 83, 91, 92, 97, 98, 101, 104, 120, 122, 123, 129, I40, I42, 146, 147, 149, 151, 152, 154, 161-163, 172, 176, 178, 189, 198, 205, 208, 217, 218, 225-227, 229, 232, 234-238, 240, 242-247, 249-270. 27'1.-276, '279, 280,

283-287, 289-292, 294, 295, 298-302, 305, 307-309, 312- 315, 319, 322-335, 337-345, 347-350,381.

İstanbul Barosu, 140, 142, 395, 404.

İstanbul Bilgi Üniversitesi, 21, 25, 62, 63, 85,91,92, 98, 123, 178, 183, 198.

İstanbul Erkek Lisesi, 257.

İstanbul Liman İşleri İnhisarı T.A.Ş., 25.

İstanbul Üniversitesi, 59, 91, 101, 152, 183.

İstiklâl Caddesi, 265.

İsviçre, 334.

İşgal Kuvvetleri, 29, 97, 190, 201.

İtalyan (-1ar), 141, 146, 225, 229, 243, 260, 287-289, 291, 293, 301, 302, 334, 337, 339, 340, 344,358. 364, 366,374.

İtilaf Kuvvetleri, 217,246,312.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 13, 62, 73, 83, 107, 108, 112, 118, 126, 129, 133, 160, 177, 192, 199, 230, 244-246, 264, 333, 334.

İzmir Ticaret Odası, 127.

İzmir, 15,29,31,64, 142, 150, 189, 190, 205. 210,     217,     218,     221,

223,        225,   242, 244,    251,  294,

300,        304,   310-314,    317,  319-

321,        331,    335, 352-356, 362-

366,        369-371, 375, 378-381, 383-385.

İzzet Paşa, 264.


 

J

Japon (-1ar), 145, 146, 209, 210.

Joğovurt Çayn, 283.

Journal d’Orient, 323,324.

Jön Türkler, 101,107,111,124, 157.

K

Kabataş, 287.

Kadıköy, 241,250,252,271,292, 339, 349.

Kafes Eylem Planı, 134, 170.

Kalamış, 271.

Kalelizade, Kemalettin Şükrü bkz.

Kemalettin Şükrü Orbay.

Kaloumenos, Dimitrios, 152.

Kalyoncukulluğu, 339.

Kanuni Sultan Süleyman, 43.

Kaplan, Hilal, 55.

Kara Harp Okulu Komutanlığı, 176.

Karabaşoğlu, Metin, 47.

Karabekir, Kâzım, 158, 310.

Karadeniz, 58, 112.

Karakaşlı, Karin, 54,55,174.

Karakaya, Haşan, 163.

Karakoyunlu, Yılmaz, 59,129.

Karaköy, 249,260,261,339,343.

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, 344, 347, 350.

Karaömerlioğlu, M. Asım, 105, 106, 166.

Karasu, Emanuel, 246, 334.

Kardaş, Ümit, 163.

Karpat, Kemal, 48.

Kasımpaşa, 339.

Kasparyan, Hrant, 176, 177.

Katolik, 28, 125, 265.

Kavaklı, 248.

Kaya, Gökhan, 79.

Kaynar, Adnan, 296.

Kayra, Cahil, 64, 250.

Kayseri, 149.

Keldani (-ler), 228.

Kemalettin Şükrü, 273.

Kemalist (-ler), 28, 37, 83, 88, 93, 96, 97, 100, 113, 117, 118, 143, 149, 153, 159-161, 165, 167, 169, 177, 181, 184, 188, 199, 201, 214, 221.

Kemalizm, 36, 45, 49, 79, 84, 87, 88, 93, 168,206,398,401,402, 411.

Kemeraltı, 352, 353, 355, 364, 378, 379.

Keskin, Cem, 73.

Kıbrıs Barış Harekatı / Kıbrıs çı­karması, 58.

Kıbrıs Üniversitesi, 35.

Kıbrıs, 35, 58, 61, 79, 84, 89, 92, 98, 101, 108, 118, 119, 124, 125, 132, 133, 135, 136, 139, 140, 146, 147, 160, 172, 177, 210, 227, 362.

Kılıç, Aylin, 91.

Kılıç, Ecevit, 131.

Kılıçdağı, Ohannes, 178, 179.

Kınık, 375, 376.

Kırklareli, 21, 64, 96, 248, 272.

Kızılınnak, 380.

Kilikya. 100.

Kiras, İbrahim, 37.

Kiriks, 284.

KİT, 156.

Klinghardt, Kari, 23.

Kocaeli, 321.

Koçak, Cemil, 36, 42, 48, 55, 56, 183.

Kohen, Moiz bkz. Tekin Alp.

Kolonel Heathcote 267.

Komünist (-!er), 35, 37, 126.

Konak, 378, 379.

Konya, 327.

Koraltürk, Murat, 25, 140, 182, 183.

Kordon, 350, 351, 353, 362, 377, 378, 379, 381.

Koşaner, Işık, 5, 56, 178, 179.

Köker, Osman, 19.

Köklü Değişim, 34.

Körber Vakfı, 197.

Köse, Arif, 11 O, 112.

Kral Konstantin, 318.

Kristallnacht, 151.

Kroker Oteli, 141.

Ksenofobya, 143, 144.

Kulin, Ayşe, 54.

Kumkapı, 290.

Kurabiyeci Mehmet Ağa, 11, 354.

Kural, Akdes Nimet, 340.

Kurtuluş Savaşı, 97, 120, 176, 196, 219, 221, 225, 236, 256, 263.

Kıırtıılıış, 88.

Kuva-yı Milliye, 338.

Kuyaş, Ahmet, 55.

Küçük Asya. 105. 159. 160. 234.

Küçük, Yalçın, 52, 53.

Küçükyalı, 250.

Kürt (-!er), 35, 38, 44, 53, 61, 88, 90, 97, ili, 124, 125, 129, 131, 141, 149, 159, 167, 171, 174, 200, 206, 220, 264.

Kürt Mustafa Paşa, 264.

L

La Madelon, 287.

La Marseillaise, 290.

Lahey, 250.

Laskaridhis, Catherine, 303.

Latife Hanım, 38.

Laz (-lar), 109, 111, 125, 149.

Letafet Apartmanı, 435

Levanten (-ler), 129, 240, 252, 369, 370, 371.

Londra Konferansı, 108.

Londra, 89, 108, 248.

Loti, Pierre, 276.

Lozan Antlaşması, 30, 85, 86, 106, 108, 115, 122.

Lozan Barış Konferansı, 212, 213, 215, 225.

M

M. Nuri Bey, 353.

Macar

Macar, Elçin, 106, 123-125.

Madımak (Katliamı), 113, 134, 407.

Mahçupyan, Etyen, 18, 81, 82, 130.

Mahmutpaşa, 261.

Makedonya. 255. 314. 343.

Malatya, 125, 126.

Maliye Bakanlığı, 295.

Malta, 248, 250, 293.

Manisa, 350, 373.

Maraş Alevi kırımı, 90.

Maraşlı, Recep, 73.

Margosyan, Mıgırdiç, 173.

Margulies, Roni, 83.

Marksist Tutum, 35, 73.

Marksist, 60, İ 08, 112.

Marksist.org, 112.

Marmara Denizi, 303, 332.

Marshall Planı, 155.

Marsilya, 345.

Mason (-!ar), 246.

Maya Arakon, 116.

Mecburi İskan Yasası, 78.

Menderes, Adnan, 131.

Menteşe, Şerif, 43.

Meriç, Cemil, 51.

Mert, Nuray, 181, 192, 193.

Meryem İlayda, 82, 83.

Mezarlıkbaşı, 353, 355.

MGK (Milli Güvenlik Kurulu), 61, 135, 170.

MHP (Milliyetçi Hareket Partisi), 61, 86.

Mihran Efendi, 338.

Milletler Cemiyeti, 87.

Milli Eğitim Bakanlığı, 41, 222.

Milli Gazete, 36, 37, 38, 40, 162.

Milli İktisat, 105, 106, 196.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), 158.

Mill(vet. 37. 48. 55. 181.

Minority Rights Group Intemation- al, 89, 90.

Misak-ı Milli, 111.

MİT bkz. Milli İstihbarat Teşkilatı.

Moda, 240, 292, 308, 345.

Mondros Ateşkes Antlaşması/Mü- tarekesi, 222.

Mor ve Ötesi 52.

Moralı, Deniz, 35.

Moralı, Nail, 362.

Muhamat Kanunu, 140.

Mumcu, Uğur, 134.

Mungan, Murathan, 41.

Musevi (-!er}, 89, 125, 127, 129, 179, 229, 233, 235, 242, 341' 342, 354-356, 363-368.

Mustafa Kemal, 45, 47, 56, 90, 93, 178, 210, 244, 263, 283, 297, 301, 311, 336, 337.

Mustafa Necip Bey, 11, 353.

Mübadele, 63, 67, 68, 82, 105, 106, 123, 126, 127, 128, 129, 140, 216, 226, 227.

Müslüman (-!ar), 29, 31, 32, 63, 144, 150, 187, 189, 190, 218, 225, 246, 248, 251, 257, 258, 285, 294, 301, 302, 306, 307, 314, 317, 320, 333, 335, 341, 346,351,358,364,365.

Mütareke, 15, 29, 31, 56, 97, 141, 142, 150, 178, 189, 190, 201, 217, 218, 220-224, 251, 261, 265, 266, 271, 273, 283, 291, 292, 296, 306, 308, 331, 334, 338. 339, 341. 344. 347. 358.

N

Naci, Elif, 299.

Nadi, Yunus, 232.

Nafıa Taburları, 6, 99, 184.

Nahum, Haim, 40, 45.

Napolyon, 287, 300.

NATO, 165, 227.

Nazi (-!er), 81, 116, 145, 151, 158.

Neologos, 265, 284, 361.

Nesil Yayın Grubu, 47.

Nesin, Aziz, 294.

Nesrullah, 113, 407.

Nişantaşı. 263.

Norveç, 34.

o

Odabaşı, Levent, 99, 1 1 7, 121.

ODTÜ, 86, 128.

Ogün, Nevzat, 90.

Ohannes Kılıçdağı, 178, 179.

Oran, Baskın, 103, 125, 183.

Orhun, 219.

Ortadoğu, 35, 60, 188.

Ortaylı, İlber, 191.

Ortodoks, 17, 28, 97, 112. 123, 152, 158, 265.

Oskay, Cana, 249.

Osmanbey, 24 1.

Osmanlı (-!ar), 20, 21, 26, 29, 31, 37, 45, 47, 50, 54, 57, 58, 62, 66, 73, 74, 83, 91' 94, 95, 98, 106-108, 110-115, 126; 141, 147-149, 159, 171, 172, 182, 187' 205, 218, 221, 224-226, 228. 232-235. 240. 245. 247.

252,          255, 258, 259, 264, 265, 296, 312, 313, 319, 333, 357, 261, 362.

Osmanlı Bankası, 234, 252, 263.

Osmanlı Devleti, 29, 31, 57, 98, 182, 224, 265.

Osmanlıca, 114.

Ozansoy, Halit Fahri, 220, 253, 255.

Öcalan, Abdullah, 45.

Ökte, Faik, 58.

Öktem, Haydar Rüştü, 358.

Öneş, Nilgün, 130.

Öngider, Seyfi, 46.

Öymen, Altan, 223, 224.

Özcan, Yelda, 18.

Özdemir, Niyazi, 149.

Özdil, Yılmaz, 44.

Özdoğan, Günay Göksu, 178.

Özer, Utku, 91.

Özgür Üniversite, 60, 61, 73, 78, 79, 87, 88, 90, 100.

Özipek, Berat, 55.

Özkent, Ali Haydar, 140.

Öztuna, Yılmaz, 220.

Özuzun, Yervant, 99, 174.

p

Paker, Esat Cemal, 250.

Pamuk, Orhan, 80.

Pamukçiyan, Kevork, 195. Pangaltı, 265, 344.

Papazköpıiisü. 339.

Paris, 18, 248, 254, 280, 300.

Patrikhane bkz. Rum Ortodoks Pat­rikhanesi.

Peker, Recep, 70, 71.

Pendik, 339.

Pera Palas, 265.

Peyam-ı Sabah, 330.

Peyami, 10, 298, 300.

PKK, 44.

Pogrom, 81, İ04, 105, 151, 160.

Polonya (-lılar), 111.

Polonya, 111.

Pontus, 314.

Prag, 369.

Proiya, 284.

R

Radikal İki, 46, 54, 99, 103, 106, 107, 125, 174, 183.

Radikal, 43, 53-55, 92, 96, 103, 106, 129, 136, 154, 165, 174, 183, 207, 223, 224.

Refah-Yol Hükümeti, 170. Renaissance, 284, 343.

Resmi tarih, 18, 22, 33, 34, 36, 41, 42, 43, 45-48, 50, 54-56, 59, 148, 168, 176, 191, 196-198, 200, 206-208, 219.

Richard Washburn, 216.

Robert Kolej, 241.

Rodos, 330.

Roma, 43, 216, 236, 348.

Roosevelt, Theodore, 265.

Rossi, Tino, 242.

Ruhr Üniversitesi, 72, 152.

Rum (-1ar), 17, 27, 30, 35, 58, 61, 62, 63, 67, 68, 71, 73, 74, 78, 87,88,89,90,91,92,93,94,96, 99, 101, 107, 108, 109, 112, 114, 115, 116, 119-127, 129, 131, 132, 134, 135, 141, 142, 147, 149, 152, 158, 159, 162, 164, 172, 174, 175, 181, 188, 196, 210, 214, 218-220, 222, 225- 229. 234, 235, 237, 240, 241, 244-251, 257, 258, 259, 261, 262. 264-267. 2 71. 272, 277- 280, 284, 286-289, 291-297, 299,        302,     303, 305-310,         312,

313,      315-320, 322, 327, 329,

330,      332, 334, 336, 337, 339-

342,      345, 351-354, 356, 358,

361,370-372,376-381.

Rum Ortodoks Patrikhanesi, 17, 152, 158.

Rumca, 154, 259, 265, 266, 268, 283, 297, 322, 324, 340, 345, 349, 350, 361, 368, 370, 378, 381.

Rumeli, 38, 245, 246, 248, 262, 333, 335, 360.

Rusya, 172, 341, 394.

S

Sabah, 52, 131, 163,207,264. Sabahattin Ali, 134.

Sabancı Üniversitesi, 36, 40, 42, 55, 101, 104, 183, 191.

Sabetayizm, 52.

Sabiha Gökçen. 39. 44. 262. 264.

Safa, Peyami, 298, 300.

Sagay, Esat, 341.

Sakarya, 40, 244, 250, 314, 317, 318, 319, 320, 324.

Salıpazarı, 288.

Salkım Hanım 'm Taneleri, 59, 206.

Salvador gemisi, 81.

Samsun, 47, 56, 178, 312, 313, 338.

Sancar, Mithat, 115.

Sanlıtop, Gazanfer, 255, 256.

Santa Maria Katolik Kilisesi, 125.

Santoro, Andrea, 125.

Saraçoğlu, Şükrü, 71.

Saraçoğlu, Ahmet Cemaleddin, 337.

Saraybumu, 274, 340.

Savcı, Bahri. 217.

Sayın, Aylin, 133.

Selanik, 92,99, 117,246,302.

Selek, Pınar, 163.

Senegal (-lilcr), 250, 262, 266.

Seropyan, Sarkis, 85.

Sertel, Sabiha, 262.

Sevr Antlaşması, 336.

Sevük, İsmail Habib, 309, 310, 311, 356.

Sıkıyönetim Kanunu, 167.

Sınıf Mücadelesinde Marksist Tu­tum, 73.

Sirkeci, 229,239,257.

Sivas, 67, 90, 109, 149.

Sivas Yangını, 90.

Sivrihisar, 177.

Siyonizm. 30.42.97.201.

Smythe, Kolonel Heathcote, 267. Ş

Solgun, Cafer, 49.

Soma, 375, 376.

Son Osmanlı, 225.

Sonay, Nesrullah, 113.

Soros Vakfı, 153, 196, 197.

Soros, George, 153.

Sosyalist Devrim Yolunda Kurtuluş, 88.

Sosyalist İşçi, 83.

Soyadı Kanunu, 77.

Soykırım Karşıtları Derneği, 1 16.

Soykırım, 19, 20, 55, 104, 173, 196, 199.

Sözer, Gökhan, 97.

Spataris, Haris, 10, 256, 257.

Spierer, Hermann, 23.

SSCB, 75.

Stamboul, 323.

Star, 18, 37, 47, 55, 91, 113, 118, 169, 172, 173, 183,207.

Strııma gemisi, 81 .

Sultan Süleyman, 43.

Sultanahmet, 252, 260.

Sunata, İsmail Hakkı, 301, 302.

Suriye, 105, 109, 112, 160, 172.

Surp Agop Mezarlığı, 86.

Surp Haç Tıbrevank Lisesi, 132.

Surp Krikor Lusoroviç Kilisesi, 86.

Susurluk Kazası, 170.

Süleyman Nazif, 300, 302, 335.

Süleymaniye, 252.

Sünni (-!er), 149.

Süreyya Sineması, 241.

Süryani (-!er), 60, 112, 124, 124, 149, 228.  Şafak, Erdal, 163.

Şahin, Davut, 36.

Şehzadebaşı, 253.

Şeyh Said, 96.

Şimşek, Erkan, 91.

Şimşek, Halil, 121

Şişhane, 276.

Şişli, 261, 263.

T

T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Ar­şivleri, 17, 65, 41 O.

Tahidromos, 322.

Tahir, Celal, 118.

Taksim, 67, 239, 259, 265.

Talimhane, 250.

Taraf, 48, 53, 55, 73, 83, 92, 115, 120, 127, 130, 134, 142, 207, 222.

Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 78, 154, 218.

Tarih ve Toplum, 18, 21, 75, 95, 151, 168, 169, 242.

Taşkışla, 241.

Tatavla, 245, 254, 259, 271, 272, 279, 339, 381.

Tavemise, Sabrina, 52.

TBMM, 41, 64, 141, 185, 223, 231,236,328,366.

Tehcir, 19-21, 35, 37, 58, 62, 67, 70, 71, 79, 87, 91, 96-99, 104, 106, 115, 123-125, 127, 128, 140, 149, 159, 168, 171-173, 178, 187. 205, 279, 283.

 

Tek Parti, 15,21,25,28-31,36,57, 59, 60, 62, 69, 71, 87, 116, 121, 133, 140, 143, 156, 161, 162, 164, 168-170, 188, 189, 199, 206.

Tek, Ertuğrul Sadi, 299.

Tekin Alp, 23, 24.

Tekin, Gülçiçek Güne!, 60, 61.

Tekin, Harun, 52, 53.

Tekirdağ, 64, 96.

Teori, 165, 196, 197, 218, 219.

TESEV (bkz. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı)

Tevfik Fikret, 251.

Tevfik Paşa, 247, 264, 286.

Tevhid-i Tedrisat, 221.

The New York Times, 52.

Tim es, 3 14.

TİP, 14, 84.

Tobacco Company, 23.

Today'sZaman, 81, 107, 171, 172.

Tokat, 149.

Tokgöz, Ersin, 129.

Topal İsmail Hakkı Paşa, 263.

Topal Osman, 112.

Tophane, 274, 293.

Topkapı, 326.

Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği, 49, 53.

Toplumsal Tarih, 18-21, 24, 42, 53, 71, 92, 140, 151, 152, 154, 161, 163, 169,211.

Toprak, Zafer, 48.

Tosun, Funda, 140.

Trablus Savaşı. 229.

Trabzon, 125, 126.

Trakya, 21, 38, 61, 63, 64, 77, 78, 80-86, 88-93, 96, 98, 99, 101­107, 109, 113, 115, 118, 121, 125^128, 130, 132-134, 140, 143-145, 150, 160, 164, 169, 177, 184, 190, 205, 226, 248, 257, 315.

Trakya Olayları, 21, 64, 77, 78, 93, 101-103, 113, 118, 132, 134, 143, 144, 145, 150, 164, 184, 190, 194.

TRT-2, 55.

Tunaya, Tarık Zafer, 265, 266, 291. Tunçay, Mete, 48, 169, 191, 192. Tıırkish Review, 83.

Türk, 15, 17, 19-21, 23-32, 35, 37, 39, 41. 43, 44, 45, 47, 49, 51-55, 57-61, 63, 65-67, 69-75, 77-80, 82-84, 86, 87, 89-91, 93, 95, 97, 98, 100, 10 !, 104, 105, !07-112, 114, 116-120, 122, 124, 126, 129, 130, 134, 136. 141-145, 147-151, 155-157, 159-161, 163, 164, 166, 167, 170, 171, 173, 176, 178, 181, 182, 187, 189, 190, 195-199, 202, 206, 207, 210, 211, 214, 216-222, 225-227, 229, 230, 233, 234, 236-238, 241, 242, 244-253, 257-259, 261-267, 269-278, 280-287, 289-295, 297, 299, 300, 305-311, 314, 321-327, 329, 330, 332, 333, 335-'.B8. 340. 341. 343-346.

348,          350-356, 358-371, 376, 379-381, 383, 384.

Türk Ceza Kanunu, 206.

Türk Sesi, 363, 365, 368, 369.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), 31, 44, 110, 167, 170, 171, 176, 178, 179, 241.

Türk Tarih Kurumu, 41, 54, 358.

Türk Tarih Tezi 77.

Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi,

82, 86, 98.

Türkçe, 19, 23, 24, 27, 28, 45, 60, 63, 71, 72, 77, 78, 84, 86, 90, 93, 95, 101, 103, 105, 113, 121, 123, 128, 132, 133, 143, 147, 152, 159, 164, 228, 233, 241, 259, 266, 29^ 307, 309, 325, 33^ 344, 345, 346, 349, 350, 381.

Türkçü (-ler), 37, 71, 99, 119, 220, 253.

Türkifikasyon, 87, 88.

Türkiye, 17-19, 29-32, 49, 52, 53, 57, 58, 60, 62, 63, 65, 66, 75, 89, 97, 102, 103, 119, 120, 126, 136, 139, 142-146, 152, 153, 164, 166-168, 170, 173, 176 178, 183, 187-189,205-211,214,216 217, 220, 224, 226-229, 232­235, 238, 239, 242, 245, 259, 267, 283, 3^, 302, 306, 319, 320, 327, 361-367, 383, 384.

Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 20, 81, 90, 102, 152, 179.

Türkiye Ermenileri Patrikhanesi,

17.

Türkiye Hahambaşılığı, 17.

Türkiye Komünist Partisi, 126.

Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı, 35, 60.

Türkiye'de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hiz­metler Hakkında Kanun, 77.

Türkler, Kemal, 135.

Türkleştirme, 60, 62, 69, 102, 103, il8, 130, 133, 134, 139, 140, 143, 144, 148, 150, 154, 160, 161, 163, 165, 166, 169, 170, 172, 175, 180-184, 187-190, 192, 197, 199, 333.

TV8 151, 165.

u

Uğurlu, Süleyman, 34.

Ulus, 121.

Uluslararası Adalet Divanı, 211.

Ulusoy, Mehmet, 196, 219.

Uşi Antlaşması, 229.

Uzunoğlu, Niko, 122, 172.

Üçok, Bahriye, 134.

Ülkede Özgür Gündem, 11O, 154, 163, 164, 174.

Üsküdar, 252, 274.

Üster, Celal, 154.

v

Vahdettin, 37, 50.

Vakıflar Kanunu, 19.

Varlık Vergisi, 20, 21, 24, 31, 38, 58, 59, 61, 64, 71, 74, 78, 79, 81-83, 85-94, 96, 98-107, 110­113, 115, 116, 118, 120, 121, 125, 127-134, 139, 143, 150, 151, 163, 165, 169, 172, 177, 185, 190, 194, 197, 205, 206, 209, 219.

Vasiliadis, Mihail, 49, 93, 95, 109, 110, 154, 174.

Vatandaş Türkçe Konuş (Kampan­yası), 63, 77, 78, 84, 86, 90, 93, 95, 101, 105, 121, 128, 132, 143, 147.

Vecdi Gönül, 126, 127.

Venizelos, 94, 120, 217, 234, 243, 245, 249, 254, 266, 272, 295, 297, 298, 312, 314, 327, 330, 351,354,355,356,358,371.

Verçinlıır. 283.

Viyana, 39, 263, 301.

w

Waugh, Telford, 270.

Wilson, Woodrow, 265.

y

Yağcı, Nabi, 126.

Yağmur Atsız, 220, 222.

Yahudi (-ler), 21, 24, 45, 59, 64, 67, 68, 81, 87, 88, 90, 96, 97, 98, 121. 126, 127, 132, 141,

142,      144, 162, 164, 169, 173, 196, 201, 219, 220, 244, 245, 246, 247, 263, 273, 276, 277, 280, 301, 328, 341, 358, 362, 376, 380.

Yakup Kadri il, 344, 347, 350.

Yalçın, Soner, 46.

Yalova, 303.

Yaşin, Neşe, 35.

Yazman, M. Şevki, 374.

Yeni Çağ, 223, 228, 231.

Yeni Film, 133.

Yeni Şafak, 34, 49, 54, 55, 119, 134, 169, 174, 183, 207.

Yenişehir, 339.

Yervant, 99, 174.

Yeşilköy, 339.

Yıldız Teknik Üniversitesi, 106, 123.

Yıldız, Bahaeddin, 176.

Yılmaz, Aytekin, 53.

Yılmaz, İhsan, 171.

Yılmaz, Levent, 86, 198.

Yorgoli Plajı, 242.

Yugoslavya, 255.

Yunan (-lılar), 38, 39, 58, 63, 65, 72, 82, 86, 93, 94, 97, 98, 110, 113, 116, 119-122, 124, 127, 130, 133, 136, 141, 143, 144, 146-148, 151, 163, 164, 187, 189, 190, 209, 217, 218, 225­227, 232, 237, 242-247, 249, 251, 256, 259-261, 265, 270­272, 277, 285, 293-296, 300, 302-304, 306-311, 313-324,

327, 330, 332, 334, 336, 340, 341, 344, 346, 350-356, 358, 361, 362, 364-366, 369-371, 375-382.

Yunan uyrukluların sınırdışı edil­meleri, 98, 119, 130, 133, 146, 189.

Yunanca, 17, 58.

Yunanistan, 63, 65, 68, 87, 89, 91, 100, 109, 112, 113, 119-126, 130, 135, 136, 146, 152, 153, 160, 161, 164, 172, 188, 189, 197, 226, 227, 234, 245, 247, 257, 306, 314, 319, 327, 330, 340, 362, 380.

Yürüyüş, 88, 101, 125, 126, 149.

z

Zaman, 81, 128, 171.

Zarakolu, Ayşenur, 17.

Zarakolu, Ragıp, 17, 61, 123.

Zımml (-ler), 29-31, 57, 62, 147, 182, 190, 359.

Zirve Yayınevi, 126.

"Zito Venizelos", 217, 234, 243, 245, 249, 272, 295, 297, 298, 351, 354-356.

Metin Kutusu: TürkleştirmeMetin Kutusu: Tekin ALPMetin Kutusu: Günümüz Yazı ve Diline Aktaran
Özer OZANKAYA
Metin Kutusu: S
te.
M I II İl ntMMlCl
ki ı rı ıı i ki ııı rııı
Son on beş yıl zarfında Türkiye’nin tarih anlatımında yer almış yeni deyimlerden biri, "Türkleştirme" deyimidir. Özellikle sol ve liberal görüşlü tarihçi, araştırmacı ve köşe yazarları tarafından olumsuz bir anlamda kullanılan “Türkleştirme” deyimi ile kastedilen Devlct'in, Cumhuriyet'in kuruluşundan buyana, asimilasyon ve/veya şiddet unsuru içeren olaylarla gayrimüslim nüfusu “yok etmeyi” amaçlayan bir siyasî iradeye sahip olduğu iddiasıdır. “Türkleştirme” deyiminin bu şekli ile tarih anlatımına yerleşmesi, 1990’h

yalların başından itibaren ortaya çıkan “gayr-ı resmî tarih, resmî tarihe karşı" şeklinde özetlenebilecek kutuplaşmaya paralel bir gelişmedir.

Azınlıkları gerçekten yok etmek isleyen bir Devlet iradesi hiç var oldu mu? Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana cereyan eden ve azınlıkları hedef alan olaylar, bu siyasetin birer tezahürleri miydi? Mütareke döneminde ve İzmir'in Yunan Ordusu tarafından işgal edildiği yıllarda azınlıkların “hal ve gidişat”ı nasıldı? Bu “hal ve gidişat” toplumsal hafızada nasıl yer etti? “Gayr-ı resmî tarih" nasıl ortaya çıktı? “Azınlıkları Türkleştirme", nasıl oldu da “azınlıkları yok etme" anlamını kazandı? Bu kitap, İstanbul ve İzmir'in işgal döneminde azınlıkların davranışlarını konu edinen hatıraların eşliğinde bu sorulara cevap vermekte.

 

 

 

 

6 Murat Koraltürk, Erken Cumhuriyet Döneminde Ekonomi in Türkleştirilmesi, İleti­şim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 15.

8 Başar hakkındaki yayınlar şunlardır: Murat Koraltürk, Türkiye 'de Sermaye Birikimi Sorununa Tarihsel Perspektifte Bir Bakış ve Ahmet Hamdi Başar 'dan Seçmeler, Ser­maye Piyasası Kurulu, Ankara, 1997; Ahmet Hamdi Başar 'ın Hatıraları, haz: Murat Koraltürk, Cilt 1 ve 2, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007; Murat Sever, Ahmet Hamdi Başar ve İstanbul Tüccar Derneği, Libra Kitap, İstanbul, 2009. Başar hakkında yayınlanmamış çok sayıda tez mevcuttur.

9 Ahmet Hamdi Başar, Bir Medeniyetin Sonu, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1942, s. 3 ve 15.

2  Berenice, 1 7 Mayıs 2001, 23:06.

3 Tohum, 25 Temmuz 2002, 22: 1 O.

15 Hasan Cemal, 1915 Ermeni Soykırımı, Everest Yayınlan, İstanbul, 2012, s. 199-200.

2 Prof. Dr. Stanford J. Shaw'ya göre İngiltere'de yaşayan Ermeniler, Türkiye'yi kö­tülemek maksadıyla kitabı tercüme ettirmişlerdi. Kaynak: Rıfat N. Bali, The 'Varlık Vergisi'Affair A Study of/Is Legacy, The !sis Press, İstanbul, 2005, s. 23.

7 Tuzla Ermeni Çocuk Kampı Bir ElKoyma Öyküsü, İHD İnsan Haklan Derneği İstan­bul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, İstanbul, 2000, s. 8-9.

8 Etyen Mahçupyan, İçimizdeki Öteki, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 270.

9 Ayşe Hür, "Münferit (!) Antisemitizm Vak'aları", Taraf, 8 Şubat 2009.

67 Dilek Güven, a.g. e., s. 174.

76 Burada kastedilen, 4 Haziran 1932 tarihinde kabul edilen 2007 sayılı "Türkiye'de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında kanun"dur. Bu kanun ile Türkiye'de oturma ve çalışma iznine sahip yabancı uyruklu kişilerin çalışabile­cekleri alanlar kısıtlanmakta idi.

77 Yazarın bahsettiği, Nisan 1941-Temmuz 1942 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ihtiyat olarak görevli gayrimüslim erkeklerin nafıa taburlarında ça­lıştırılmalarıdır.

78 Burada kastedilen, 6-7 Eylül 1955 Olayları'dır.

79 Burada kastedilen, Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların 1964 yılında sınırdışı edilmeleridir.

117 Burada kastedilen olaylar, 1894-1896 yıllarında ve 1909 yılında Adana'da yaşanan Ermeni katliamlardır.

1 18 Yazar, 30 Ekim 1930 tarihli Türkiye ile Yunanistan arasında İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi"nin, 16 Mart 1964 tarihinde feshedilmesi sonucunda Türkiye'de ikamet eden Yunan uyrukluların sınırdışı edilmelerini kastetmekte.

120 Gülşen İşcri, "! [atalarımızı Kabullenmek Zorundayız··. BirGün Pazar, 1 Şubat 2009.

15 Hülya Demir - Rıdvan Akar, İstanbul 'un Son Sürgünleri. 4. baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 1999, s. 1 O.

14 Dilek Güven, "6-7 Eylül Olayları", Radikal, 6-8 Eylül 2005. Güven, yedi yıl sonra yayınladığı makalesinde de, aradan geçen zamana rağmen, görüşlerini değiştirmedi. Bkz. Dilek Güven, "Riots Against the Non-Muslims of Turkey: 6/7 September 1955 in the Context of Demographic Engineering", European Journal of Turkish Studies [Online], 12 Ocak 2011, http://ejts.revues.org/index4538.html.

15 Celal Üster, "Utanılası Bir Eylül Ayının Yazılı ve Sözlü Tanıklıkları", Radikal Kitap, Yıl 4, Sayı 233, 2 Eylül 2005, s. 4-5.

Ilı Mihail Vasiliadis, "Rumların 'Dehşet Gecesi': 6-7 Eylül 1955", Ülkede Özgür

Giindem, 5 Eylül 2005.

17 Doğan Hızlan, "Unutmak İstediğim Günlerin Kitabı", Hürriyet Cumartesi, 10 Eylül 2005.

1 H Bu hlllUıııUn ilk yayınlanmış halinde, biçimle ilgili hatalar da zikredilmiştir. Bu hata- hırla ilgili bir başka eleştiri için bkz. Elçin Macar, "Tarih Vakfı Yurt Yayınları'na Bir l.l^lm ( 7 1.) lül Oluyları", Toplumsal Tarih, Sayı 149, Mayıs 2006, s. 92-93.

26 üilek (jüven, a.g.e., s. 3.

93 Üstün.

94 Üstünlük.

95 Zorlaştı.

96 Tetkik eden, araştıran.

97 Eklediğini.

98 Yanlış.

99 Büyük bir saftık.

1 UU Aşağı derece.

107 Yunan Kralı 1. Konstantin (2 Ağustos 1868-11Ocak 1923), 1913 ila 1917 ve 1920 ila 1922 yılları arasında hükümdardı.

117 İstanbul'da Fransızca yayınlanan günlük gazete. Ana okurları azınlıklardı.

11S İstanbul' da hansızca yayınlanan günlük gazete. Ana okurları azınlıklardı.

122 27 Haziran 1917 - 18 Kasım 1920 döneminde Yunan Başbakanı.

123 Dimitrios Gonaris. 10 Mart-23 Ağustos 1915 ve 8 Nisan 1921 ila 16 Mayıs 1922 arası Yunanistan Başbakanı.

124 Falih Rılkı Alay. u.g.e., '· 158-161.

129 Marmara Denizi'ndeki Büyükada. Heybeliada ve Burgazada.

138 Prof. Dr. Akdes Nimet Kural, Türkiye ve Rusya. Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990, s. 584-585.



[109] Bu bölümün ilk hali şu makale ile yayımlanmıştır: Rıfat N. Bali, "Ahmet Hamdi Başar'ın Görüşleri: Varlık Vergisi ve Türkleşme Hakkında'', Toplumsa/ Tarih, sayı 175, Temmuz 2008, s.42-49.

[110] ı\lııııct l laıııdi Başar, a.g.e., s. 243-246.

[112] Temel Demirer, 'Türküm, Doğruyum, Çalışkanım " mı Dediniz?... Resmi İdeoloji, Dede! ..\fi!liyeli«İlik, Ütopya Yayıııcvi, Ankara, 2012, s. 361.

[113] Amerikan Yunan örgütlerinin eleştirileri şöyle özetlenebilir: (a) Türklerin Karadeniz

kıyılarında yaşayan Pontuslu Rum halkını soykırıma uğrattığı, (b) İzmir'in 9 Eylül 1922 tarihinde Yunan işgalinden kurtarılmasından sonra çıkan yangının Türk Ordusu tarafından başlatıldığı, (c) 6-7 Eylül 1955 Olayları'nın devletin tertip ettiği bir eylem olduğu, (d) Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nun eğitime açılmaması, e) Rum vakıf­larına ait gayrimenkullere el konulması. Amerikan Ermeni örgütlerinin eleştirileri ise esas itibarıyla 1915 tehciri sırasında büyük bir kısmı imha edilen Osmanlı Ermenile­rinin soykırıma maruz kaldıklarıdır. Buna Ermeni vakıflarına ait gayrimenkullerine el konulması da eklenmektedir.

[114] "İstanbul'un Son Sürgünleri, Yunanca'ya çevrildi'', Hürriyet, 23 Aralık 2004. Kitabı, Tsoukat Yayıncvi yayııılayacaktı.

[115] Etyen Mahçupyan, "Biz Irkçı mıyız?", Taraf, 3 Mart 2009. Salvador ve Struma ge­milerindeki mültecilerin akibetinin antisemitizmle bir ilgisi yoktur. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 33 1-369.

[116] Etyen Mahçupyan, "Koltuğun Tadı", Agos, 3 Nisan 2009.

12 Burada kastedilen 1923 yılında cereyan eden Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'dir.

13 Etyen Mahçupyan 'la Yüzyıllık Parantez, söyleşi: Şener Boztaş - Mehmet Akif Mcmmi. Profil Yayıııcılık, İstanbul, 2014, s. 57 ve 70.

[117] Sait Çetinoğlu, “Sermayeni “Türk”leştirilmesi”, Resmi Tarih Tartışmaları -2, ed: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı, İstanbul, 2006, s. 79-152, 146-148.

[118] Sait Çetinoğlu, “Bir Etnik Temizlik Mimarı: İsmet İnönü”, 1 Şubat 2009, http://www.

rizgari.com 'cbook4iir_ctnik_tcmizlik_inimari_isnict_inoiiu_Saitcclinoglu.pdf

[119] Dilek Güven, a.g.e., s. 5.

[120] Mihail Vasiliadis, "Rumların Dehşet Gecesi 6-7 Eylül 1955", Ülkede Özgür Gündem, 5 Eylül 2005. Vasiliadis, bu yazıyı 6-7 Eylül 1955 Olayları 'nın ellinci yıldönümü ve­silesiyle yayınladı. Vasiliadis, bu görüşünü 2008 yılında da tekrarladı. Bkz. Nilüfer Zengin, "İnsanlar Önce Komşuluk, Sonra "Vatani" Görevi i Yaptı", 5 Eylül 2008, www.bianct.org/bianct/yazdir/109538

[121] “6-7 Eylül 1955: Anadolu Hıristiyanlannın Tasfiyesi Büyük Ölçüde Tamamlandı”, 5 Eylül 2013, http://marksist.org/tarihte-bugun/8238-6-7-eylul-1955-anadolu-hiris- tiyanlarinin-tasfiyesi-buyuk-olcude-tamamlandi

[122] Nesrullah Sonay, "Bizi Ancak MadımakTakiler Anlar”, Bugün, 6 Eylül 2009.

[123] Mithat Sancar, “6-7 Eylül: Bir Utancın Uzun Gölgesi”, Birgün, 8 Eylül 2008.

[124] 6 Eylül 2008 tarihli basın bildirisi, www.durde.org Bu girişim, kendisini "milliyetçili­ğe ve ırkçılığa karşı mücadele edenlerin oluşturduğu bir girişim” olarak tarif etmekte.

[125] l emel Demirer, a.g.e., s. 403.

[126] Halil Şimşek, "İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi'nin Feshi ve Yunan Uyruklu Rumların Sınır Dışı Edilmeleri", Yönetim Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2007, s. 237-260.

[127]    Levent Odabaşı, u.g. e., s. 33.

[128] Ol 1 icra Büyüktaşcıyan (küratör), a.g.c., 27-28.

[129] http://akgonul.wordpress.com/2014/01/17/call-for-papers-1964-explusions-a-tur- ning-point-in-the-homogenization-of-turkish-society/ Bu konferansı tertip eden heyette şu isimler yer almakta: Prof. Dr. Samim Akgönül. Prof. Dr. Cengiz Aktar, Prof. Dr. Elçin Ma^ar, Doç. Dr. İlay Roman Örs. Bilimsel komitede yer alan isimler

şunlar: Prof. Dr. Samim Akgönül, Prof. Dr. Ayhan Aktar, Prof. Dr. Cengiz Aktar, Prof. Dr. Elçin Macar, Doç. Dr. İlay Roman Örs, Doç. Dr. Yangelis Kechriotis, Stavros Anestidis. Çeviri tarafımdan yapılmıştır.

[130] "Osmanlı'dan Bugüne Ermeni Katliamı Devam Ediyor!", Yürüyüş, Sayı 89, 28 Ocak 2007, s. 20-21.

[131] "Azınlıklarla Ulus Olamazdık", Taraf, 11 Kasım 2008.

[132] Markar Esayan, "Vecdi Gönül'e Teşekkür Borçluyuz", Taraf, 13 Kasım 2008. Yazar, burada iki maddi hata yapmakta. (a) 1941 yılının Nisan ayında uygulanan Yirmi Kur'a gayrimüslim askerlerin silah altına alınmalan olayının 1939 yılında olduğunu söylemekte ve bunu "çift kur'a" olarak belirtmekte, (b) 1964 yılında sı- nırdışı edilen Rumların Yunan uyruklu olduklarını bdirlmcmcktc.

[133] Etyen Mahçupyan, "Güz Sancısı'ndan Ergenekon'a", Taraf. 30 Ocak 2009.

[134]   Ecevit Kılıç, "6-7 Eylül Olaylan Bir MİT Organizasyonu'', Sahah, 2 Şubat 2009.

[135] Aylin Sayın - Murat Çınar Büyükakça, “Güz Sancısı: Müsamereleştirilen Bir Ta- nh”. Yeni Film, Sayı 17, Mart 2009, s. 4-17.

[136] Hülya Karabağlı, "Biri azınlıkları 40 yıldır gözetliyor", Sabah, 8 Kasım 2003, akta­ran Rıfat N. Bali, Devlet 'in Örnek Vatandaşları, Kitabevi Yayınlan, İstanbul, 2009, s. 117.

1 :Hı i,ıııct 13crkan, "Azınlıkların Çektiği Çile'", Rııdikııl, 23 Ağustos 2007.

[137] Daha fazla bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, 1934 Trakya Olayları, Libra Kitap, İstanbul, 2012.

[138] Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, Yirmi Kur 'a Nafıa Askerleri, Ki- tabevi Yayınları, İstanbul, 2008.

[139] "Osmanlı'dan Bugüne Ermeni Katliamı Devam Ediyor!", Yürüyüş, Sayı 89, 28 Ocak 2007, s. 20.

[140] Örneğin Faruk Erhan Ceylan, The Incidents of September 6-7, 1955, Boğaziçi Üni­versitesi, İstanbul, 1996, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi); Arzu Kılıçdere, İzmir Boyutunda 6-7 Eylül 1955 Olayları, Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir 1998, (yayınlanmamış lisans tezi); Fatih Akın, Türkiye 'de Azınlık Politikaları (6/7 Eylül 1955 Olayları), İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İn- kilap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1999, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi); Gürhan 1 Gürcan, 6-7 Eylül 1955 Olayları, Ankara Üniversitesi, 2006, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi).

[141] D.[imitrios] Kaloumenos, The Crucification of Christianity, Atina, 1991 olaylan bel­geleyen fotoğraf kitabıdır. Bu konudaki en yetkin ve en son araştırma şu kitaptır: Speros Vryonis Jr., The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom of Sep­tember 6-7, 1955, and the Destruction of the Greek Community of İstanbul, Gre- ek works, New York, 2005. Dilek Güven, her nedense kitabında ne Vryonis’in, ne de Kaloumcnos'un eserlerine herhangi bir atıfta bulunmamakta. 6-7 Eylül Olaylan’nı inceleyen 2005 yılına ait bir diğer yabancı kaynak şu makaledir: Ali Tuna Kuyucu, Tlhno-religious ‘unmixing’ of ‘Turkey’: 6-7 September riots as a case in Turkish ııııtuııııılisııı", Nations and Nationalism, Cilt 11, Sayı 3, Temmuz 2005, s.361-380.

'I I lılck t iüvcn, t ıımhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayla- II.ılı.ıı Sıbcı. I.ııilı Vakfı. İstanbul, 2005.

[143] Dilek Güven, a.g.e., s. 138.

[144] Hrant Kasparyan, "Genelkunnay'ın Psikolojik Propaganda Belgesi'nde Gayrimüslim-
ler",
Agos, 20 Kasım 2009. 19 Ocak 2007 tarihi, Hrant üink'in öldürüldüğü tarihtir.

[145] Nuray Mert, ··tener Rum Patrikhanesi ve Ekümeniklik", Radikal, 29 Ocak 2008.

[146] Ferda Balancar, "I915 Gerçeğinin Bilgisi Size Her Yönden Ulaşırken Ona Gözünüzü Kapatamazsınız", Agos, 31 Mayıs 2013.

[147] Erkam Tufan Aytav, “Bir Müslüman Kemalist Eğitim Tornasından Geçerse Nasıl Olur?”, 18 Ekim 2011 www.haber7.com,http://www.haber7.com/yazarlar/erkam- tufan-aytav/796194-bir-musluman-kemalist-egitim-tornasindan-gecerse-nasil-olur. Vurgulamalar yazara aittir.

[148] Süreyya İlmen Paşa ( 1874-1955) Balkan Savaşı 'na katıldı. Birinci Dünya Savaşı 'nda Türk Silahlı Kuvvetleri 'nden ayrılarak iş hayatına atıldı. Devlet yardımı alınmadan kurulan ilk özel tesis olan Süreyya Paşa Mensucat Fabrikası 'nı kurdu. 1922 yılına kadar faaliyet gösteren bu tesiste iplik ve kumaş üretiliyordu. 1926 yılında İstanbul Milli Sanayi Birliği 'ni kurdu. Süreyya İlmen Paşa, sosyal hizmetleri ve hayırsever­liği ile tanınmıştır. Eserleri şunlardır: Tayay recilik ve Balonculuk Tarihi, (1947), Te- şebbüslüklerim ve Reisliklerim, ( 1 949), Dört Ay Yaşamış Olan Zavallı Serbest Fırka, (1959), Maliyemize Armağan, ( 1951), Cumhuriyet Adliyesine Armağan, (1954) , Sa­nayi Odası için Vaktile Ne Kadar Çalışmıştım, (1952). Kaynak: "Süreyya İlmen'', www.sureyyapasa.gov tr

[149] Kemalettin Şükrii'nün soyadının Orbay olduğunun kaynağı şudur: Prof. Dr. Ömer Faruk Huyugüzel (haz.), lzmir Fikir ve Sanat Adamları 1850-1950, T.C. Kültür Ba­kanlığı, Ankara, 2000, s. 301-303. Ancak bu biyografide yazarın Mütareke Anıları kitabı yer almamakta. Bu kaynağa dikkatimi çeken İsmail Dervişoğlu'na teşekkür ederim.

[150] Peyami Safa. "Eski Bir Yılbaşı Gecesi", Mill^vet, 2 Ocak 1958. Peyami Safa (1899­

1961) hikayeci, romancı ve köşe yazarı idi.

[151] İsmail Habib, O Zamanlar 1920-1923, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1937, s. 52-53. İsmail 1 !abip Scvük ( 1 892- 1 954) yazar ve edebiyat tarihçisiydi.

[152] Yrd. Duç. Dr. Muslafa hski, u.g.e.                  190-192.

[153] İstanbul'da yayınlanan Rumca gazete.

[154] Falih Rıfkı Atay, Eski Saat 1917-1933, Akba Kitabevi, Akşam Matbaası, İstanbul,

1933, s. 102-104.

[155] falih Rıtkı Atay, a.g. e., s. 107-108.

[156] 1-alih Kılkı Atay, a. g. e.            129-131.

[157] 1-alih Rılkı Ala). u.g. e., 336-338.

[158] Falih Rıfkı Atay, a.g. e., s. 42 1 -422.

[159] Hafız Galip, "Nasıl Soydular, Nasıl Öldürdüler'?", Ahenk, 15 Şubat 1926. Bu bö­lümde yer alan anlatıların tamamı 1926 yılının Ocak ayından itibaren Ahenk ga­zetesinde yayınlanmış olup şu makaleden alıntılanmıştır: Yrd. Doç. Dr. Mevlüt Çelebi. "Tanıkların Anlatımıyla Yunanlıların izıııir'i İşgali", Polis Deıxisi. Yıl 10. Sayı 38, Üze! Sayı 2UU4, s. 224-23 1.

[160] .4/ıenk, 19 Quibat 1926.

[161] Alıı:11k, 8 Şubat 1926.

[162] N.S.[at]. ··Levantenler", Yanık Yurt, 1 6 Ağustos 1341 ( 1925). Aktaran Zeki Arıkan, a.ge., s. 284-286.

[163] M. Şevki Yazman, İstiklâl Savaşı Nasıl Oldu', İkinci Basılış, Keman Basımevi, İstanbul, 1938, s. 10-25. M. Şevki Yazman (1886-1974) emekli albay olup, 1950­1954 yıllarında DP b. lazıg ınılleıvekili olarak görev yaptı.

[164] Ödemişli Bir Özgürlük Savaşçısı: Ali Orhan İlkkurşun'un Kaleminden İlk Kurşun ve Sonrası, haz: Engin Berber- Taner Bulut - Tülay Gül, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşi,·i ve Müzesi Yayını, İzmir, 2013, s. 27, 28, 53.

Bu blogdaki popüler yayınlar

TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI

Yazının Kaynağı:tıkla   İçindekiler SAHTE HESAPLAR bibliyografya Notlar TWİTTER'DA DEZENFEKTÖR, 'SAHTE HABER' VE ETKİ KAMPANYALARI İçindekiler Seçim Çekirdek Haritası Seçim Çevre Haritası Seçim Sonrası Haritası Rusya'nın En Tanınmış Trol Çiftliğinden Sahte Hesaplar .... 33 Twitter'da Dezenformasyon Kampanyaları: Kronotoplar......... 34 #NODAPL #Wiki Sızıntıları #RuhPişirme #SuriyeAldatmaca #SethZengin YÖNETİCİ ÖZETİ Bu çalışma, 2016 seçim kampanyası sırasında ve sonrasında sahte haberlerin Twitter'da nasıl yayıldığına dair bugüne kadar yapılmış en büyük analizlerden biridir. Bir sosyal medya istihbarat firması olan Graphika'nın araçlarını ve haritalama yöntemlerini kullanarak, 600'den fazla sahte ve komplo haber kaynağına bağlanan 700.000 Twitter hesabından 10 milyondan fazla tweet'i inceliyoruz. En önemlisi, sahte haber ekosisteminin Kasım 2016'dan bu yana nasıl geliştiğini ölçmemize izin vererek, seçimden önce ve sonra sahte ve komplo haberl

FİRARİ GİBİ SEVİYORUM SENİ

  FİRARİ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,  Sana kâfir dediler, diş biledim Hakk'a bile. Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,  Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile... Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,  Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin. Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,  Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine  Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir âhu gibi dağdan dağa kaçsan da yine  Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!.. Faruk Nafiz Çamlıbel SEVİYORUM SENİ  Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi  geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,  ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,  seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi  İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık,  içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni.  'Yaşıyoruz çok şükür' der gibi.  Nazım Hikmet  

YEZİDİLİĞİN YOKEDİLMESİ ÜZERİNE BİLİMSEL SAHTEKÂRLIK

  Yezidiliği yoketmek için yapılan sinsi uygulama… Yezidilik yerine EZİDİLİK kullanılarak,   bir kelime değil br topluluk   yok edilmeye çalışılıyor. Ortadoğuda geneli Şafii Kürtler arasında   Yezidiler   bir ayrıcalık gösterirken adlarının   “Ezidi” olarak değişimi   -mesnetsiz uydurmalar ile-   bir topluluk tarihinden koparılmak isteniyor. Lawrensin “Kürtleri Türklerden   koparmak için bir yüzyıl gerekir dediği gibi.” Yezidiler içinde   bir elli sene yeter gibi. Çünkü Yezidiler kapalı toplumdan yeni yeni açılım gösteriyorlar. En son İŞİD in terör faaliyetleri ile Yezidiler ağır yara aldılar. Birde bu hain plan ile 20 sene sonraki yeni nesil tarihinden kopacak ve istenilen hedef ne ise [?]  o olacaktır.   YÖK tezlerinde bile son yıllarda     Yezidilik, dipnotlarda   varken, temel metinlerde   Ezidilik   olarak yazılması ilmi ve araştırma kurallarına uygun değilken o tezler nasıl ilmi kurullardan geçmiş hayret ediyorum… İlk çıkışında İslami bir yapıya sahip iken, kapalı bir to