MALCOLM BARBER
YENİ ŞÖVALYELİK
TAPINAK TARİKATININ TARİHİ
Çeviren: Berna Ûlner
Bernard Hamilton'a
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR
AOL BEC BEFAR BN Cart. |
Archives de l'Orient latin Bibliotheque de l'Ecole des Chartes Bibliotheque des Ecoles fraııçaises d'Atheııes et de Rome Bibliotheque Natioııale, Paris Cartıılairc general de l'Ordre des Hospitaliers de Saiııt-]ean de
]erusalem, 1100-1310, 4 cilt, yay. haz. j. Delaville Le Roulx, Paris,
1894-1905 |
CG |
Cartulaire general de l'ordre du Templc 1119?-1150. Rccueil des
chartes et dcs bulles relatives a l'ordre du Temple, yay. haz. Marquis
d'Albon, Paris, 1913 |
Cont. WT |
La Continuation de Guillaume de Tyr (1184-1197), yay. haz. M. R.
Morgan, Documents relatifs a l'histoire des Croisades publies par l'Academie
des Inscriptions et Belles-Lettres 14, Paris, 1982 |
DOP EHR Eracles |
Dumbarton Oaks Papers English Historical Review L'Estoire d'Eracles Empereur et la Conqueste de la Terre d'Outremer, RHCr. Occid. içinde, cilt l, Il, Paris, 1859 |
Ernoul-Bernard |
Chroniqııe d'Ernoul et de Bernard le Tresorier, yay. haz. L. de Mas
Latrie, Paris, 1871 |
JMH MGHSS MS |
]ournal of Medieval History Monumeııta Germaniae Historica, Scriptores 1 Iemplari: Mito e Storia. Atti del Convegno lnternazioııale di Studi
alla Magione Templare di Poggibonsi-Siena, 29-31 Maggio 1987, yay. haz. G.
Minnucci ve F. Sardi, Siena, 1989 |
MSB |
Melanges S. Bernard, 24' Coııgres de l'Associatioıı Bourguignon-ne
des Socittes Savantes, Dijon, 1953 |
NAL OR |
Nouvelles Acquisitions Latines Obituaire de la Commanderie du Temple de Reims, yay. haz. E. Barthelemy, Melanges historiques. Collection des Documents |
|
inedits içinde, cilt IV, Paris, 1882, s. 301-41 |
PL |
Patrologiae cursus completus. Series Latiııa, yay. haz.J. P. Mig-ne,
cilt 214-16, Paris, 1890-1 |
Potthast |
Regesta Pontificum Romanorum, yay. haz. A. Potthast, Berlin, 1873-5 |
Proces |
Le Proces des Templiers, yay. haz. J. Michelet, 2 cilt, Paris, 1841 |
Provins |
Histoire et cartulaire des Templiers de Provins, yay. haz. V. Carriere, Paris, 1919 |
RC! RHCr. RHCr. Lois RHCr. Occid. RHCr. Or. RHG Regle |
Regestum Chartarum Italiae Recueil des Historiens des Croisades RHCr. Les Assises de jerusalem RHCr. Historiens Occidentaux
RHCr. Historiens Orientaux Recueil des Historiens de Gaul et de France La Regle du Temple, yay. haz. H. de Curzon, Societe de l'his-toire de
France, Paris, 1886 |
RIS ROL RRH |
Rerum Italicarum Scriptores Revue de l'Orient latin Regesta Regni Hierosolymitani, yay. haz. R. Röhricht, 2 cilt,
Innsbruck, 1893-1904 |
RS TG |
Rolls Series [Ölüm Kaydı Tomarları] Tirli Guillaume, Chronique, yay. haz. R. B. C. Huygens, Corpus
Christianorum. Continuatio Mediaevalis 63, 63A, Turn-hout, 1986 |
TOl |
Templari c Ospitalieri in Italia. La chiesa di San Bevignate a
Pe-rugia, yay. haz. M. Roncetti, P. Scarpellini ve F. Tommasi, Milano, 1987 |
TRHS |
Transactions of the Royal Historical Society |
KRONOLOJİ
1099 1119 civarı 1129 l l 30'ların başları 1135 1136-7 civarı |
llk Haçlı Seferiyle Kudüs'ün fethi Tapınak Tarikatının kuruluşu Troyes Konsili. Tapınağın “Latince Kanun"unun ihdası
Clairvaux'lu Bernard'ın “Yeni Şövalyeliğe Ûvgü"sü Pisa Konsili Tapınakçıların Antakya'nın kuzeyine, Amanos dağlarına yerleşmeleri |
1139 1144 1145 1148- 9 1149- 50 1153 l l 60'ların ortaları 1160'ların sonları |
Omne datum optimum Milites Templi (orijinali muhtemelen 1135 civarı) Militia Dei İkinci Haçlı Seferi Gazze'nin Tapınakçılara bağışlanması Askalon'un Frankların eline geçmesi "Kanun"a hiyerarşi kurallarının -rctrais- eklenmesi
"Kanun"a manastır hayatı, ruhani meclis toplama ve cezalarla ilgili
kuralların eklenmesi |
1173 1187 1189-92 1191 1191-2 1191-1216 |
Haşşaşin elçisinin Tapınakçılar tarafından öldürülmesi Hattin savaşı, Kudüs'ün düşüşü Üçüncü Haçlı Seferi Tapınakçıların Akka'da yeni karargahlarını kurmaları Tapınakçıların Kıbrıs'a yerleşmeleri Amanos dağlarında Tapınakçılarla Ermenistan Prensi Levon arasında
sürüp giden kesintili savaş |
1217- 21 1218- 21 1228-9 1239- 40 1240- 1 1240 1244 |
Atlit'in inşası Beşinci Haçlı Seferi 11. Friedrich'in haçlı seferi Champagne'lı Thibaud'nun haçlı seferi Cornwall'lu Richard'ın haçlı
seferi Safed'in yeniden inşasının başlaması La Forbie çarpışması |
1248-54 1250 1257-67 1266 1268 sonrası 1271-2 1274 1277 |
Aziz Louis'nin haçlı seferi Mansure savaşı
' "Kanun"a cezalarla ilgili ek maddelerin konması Safed'in Memlukların eline geçmesi Tapınakçıların "Katalanca Kanun"u lngiltere Kralı Edward'ın
haçlı seferi Lyon Konsili Antakyalı Maria'nın Kudüs tahtındaki haklarını Anjo-u'lu Charles'a
satması |
1291 |
Akka'nın Memlukların eline geçmesi. Tapınakçıların Tortosa ile Atlit'i tahliyesi |
1302 1307 1310 |
Ruad'ın kaybedilmesi, Tapınak askerlerinin katli Fransa'da Tapınakçıların tutuklanması Paris yakınlarında elli dört Tapınakçının iflah olmaz sapkın
nitelemesiyle yakılması |
1311-12 1312 |
Vienne Konsili Vox in excelso'yla Tapınağın ilgası. Ad providam'la Tapınak
mallarının Hayırseverlere nakli |
1314 |
Molaylı jacques ile Charney'li Geoffroi'un idam edilmesi |
1571 |
Osmanlıların Kıbrıs'taki Tapınak arşivini imha etmesi |
TAPINAĞIN BÜYÜK
ÜSTATLARI
Payns'lı Hugues |
l ll9-l l36c. |
Craon'lu Robert |
l l360.-ll49 |
Barres'lı Everard |
1149-1152 |
Tremelay'lı Bernard |
1153 |
Montbard'lı Andre |
1154-1156 |
Blanquefort'lu Bertrand |
1156-1169 |
Nabluslu Philippe |
1169-1171 |
Saint-Amand'lı Odon |
ll7lc.-ll79 |
Torroja'lı Arnaud |
1181-1184 |
Ridefort'lu Gerard |
1185-1189 |
Sable'li Robert |
1191-1192/3 |
Gilbert Erail |
1194-1200 |
Pleissez'li Philippe |
1201-1209 |
Chartres'lı Guillaume |
1210-1218/9 |
Montaigu'lü Pierre |
1219-1230/2 |
Perigord'lu Armand |
l 232c.-l 244/6 |
Sonnac'lı Guillaume |
l 247c.-l 250 |
Vichiers'li Renaud |
1250-1256 |
Thomas Berard |
1256-1273 |
Beaujeu'lü Guillaume |
1273-1291 |
Thibaud Gaudin |
1291-1292/3 |
Molaylı jacques |
1293C.-l314 |
RESÎM LÎSTESÎ
1. Kudüs-Eriha yolu. Richard Cleave'in slayt
koleksiyonundan, Kudüs.
2. Bagras'ın havadan görünümü. P. Deschamps, Les Chateau.x
des Croises en Terre Sainte, cilt III, yay. Librairie Orientaliste Paul
Guethner, Paris, 1973.
3. Chastel-Blanc, iç hisar. W. Müller-Wiener, Castles of
the Crusaders, çev. J. M. Brownjohn, Thames and Hudson, Londra, 1966.
4. Tapınak bölgesi, Kudüs. Richard Cleave'in slayt
koleksiyonundan.
5. Tapınak tepesinin altında Süleyman'ın ahırları. Kudüs
patriğinin izniyle.
6. Latinlerle Harizmliler arasındaki çarpışma,
Parisli Matthew. Cambridge, Corpus Christi College 16, var. l 70v.
7. Blanquefort'lu Bertrand'ın mührü, 1168: (a) yüz; (b)
ters. M. L. Bulst-Thiele, Sacrae Domus Militiae Templi Hierosolymitani,
Vandenhoeck und Ruprecht, Göttingen, 1974.
8. Laon'daki (Aisne) şapel.
9. Castilla, Segovia'daki şapel.
10. San Bevignate, Perugia. M. Roncetti, P. Scarpellini ve F.
Tommasi (yay. haz.), Templari e Ospitalieri in Italia: La Chiesa di San
Bevignate a Perugia, Electa, Milano, 1987.
11. Tapınak gemisi, San Bevignate, üçüncü sanatçı, batı duvarı.
Roncetti, Scarpellini ve Tommasi (yay. haz.), Templari e Ospitalieri in Italia.
12. Tapınak manastırı, San Bevignate, üçüncü sanatçı, batı
duvarı. Roncetti, Scarpellini ve Tommasi (yay. haz.), Templari e Ospitalieri in
Italia.
13. Londra Tapınak Kilisesindeki fahri Tapınak mensubu
heykelleri, fotoğraf son savaştaki kısmi hasardan önce çekilmiştir. İngiltere
Kraliyet Tarihi Anıtlar Kurulu, Ulusal Yapılar Arşivinin izniyle.
14. Miravet, Aragön. M. Cocheril, “Les Ordres militaires,"
Les Ordres religi-euses. La vie et l'art, yay. haz. G. Le Bras, Flammarion,
Paris, 1979.
RESİM LİSTESİ
İS. Almourol, Portekiz. W. Anderson, Castles of Europe, Elek, Londra,
1970. Fotoğraf: Wim Swaan.
16. Tapınakçılara atfedilen Coffret d'Essarois. J. Loiseleur, La
Doctrine secrete des Templiers, Slatkine, Paris ve Orleans, 1872, yeni basım
Cenevre, 1975.
17. Tapınakçı'nın Rebecca'yı kaçırışı, Ivanhoe. -Ahşap gravür,
Waverley No-vels, cilt IV, Robert Cadell, Edinburgh, 1844.
ÇIZIM LİSTESİ
1. Haçlılar çağının gözde hac merkezleri.
2. Batıdaki Tapınak idare merkezleri ve kaleleri,
1150'ye kadar.
3. Suriye ve Filistin'deki belli başlı Tapınak
kaleleri.
4. Tortosa Kalesiyle kasabasının planı, I'. Dcschaınps, Les
Chateaux de Cro-ises en Terre-Sainte, cilt 111, I. Defense du Comte de Tripoli
et de la Principaute d'Aııtioch, Librairie Orientaliste Paul Geuthner, Paris,
1973.
5. Chastel-Blanc'ın planı, Deschamps, La Defense du Comte
de Tripoli.
6. El-Arimah'ın planı, Deschamps, La Defense du Comte de
Tripoli.
7. Kudüs’te Tapınak bölgesi, 1187'den önce.
8. Askeri tarikatlarla Haşşaşinler, Deschamps, La Defense
du Comte de Tripoli.
9. Atlit: (i) çevresi, P. Deschamps, Les Chclteaux
des Croises en Terre-Sainte, cilt 11, La Defense du Royaume de jerusalem,
Paris, 1939; (ii) planı, C. N. Johns, Guide to ‘Atlit, Kudüs, 1947.
10. Montsaunes'deki (Haute-Garonne) Tapınak ocağının planı, F.
Laborde, “L’eglise des Templiers de Montsaunes (Haute-Garonne)," Revue de
Comminges, 92 (1979).
11. Xlll. yüzyıl ortalarında Akkâ’nın planı, D. Jacoby, “Crusader
Acre in the Thirteenth Century: Urban Layout and Topography," Studi
Medievali, 20 (1979).
12. XIII. yüzyıl sonlarında Tapınak ocaklarının dağılımı.
13. Provence'ta Tapınakçılar ile Hayırseverler, E. Baratier, G.
Duby ve E. Hildesheimer, Atlas Historique. Provence. Comtat Venaissin. Comte de
Nice. Principaute de Nice. Principaute de Monaco, Librairie Armand Colin,
Paris, 1969.
14. Douzens (Aude) idare merkezindeki Tapınak mülkleri,
1132-1180, Car-tulaires des Templiers de Douzens, yay. haz. P. Gerard ve E.
Magnou, Col-lection de documents inedits sur l'histoire de France 3,
Bibliotheque Na-tionale, Paris, 1965.
ÖNSÖZ
Bu çalışma, İngilizcede Tapınak Tarikatının tarihine dair özlü, çağdaş,
tanıtıcı bir incelemeye duyulan ihtiyacı karşılamak, ayrıca -biraz geç kalmış
olsa da- Tapınakçıların Yargılanması (Trial of the Templars, Cambridge
Üniversitesi Yayınları, 1978) kitabıma eşlik edecek bir rehber sunmak üzere
yazıldı. Tam kuşatıcı bir çalışma değil elinizdeki; özellikle de kitapta
yeterince yer veremediğimiz özel bölgeler konusunda incelemeye açık gayet geniş
bir alan kaldı geriye. Yargı aşamasından farklı olarak tarikatın ilk dönem
tarihi, belge yokluğundan kaynaklanan sorunlarla dolu; en aşikar gedik de ana
arşivin -büyük bir olasılıkla XVI. yüzyılda-yitip gitmesiyle açılmış durumda.
Yine de bilmek isteyip de öğrenemeyeceğimiz şeylere fazlaca takılıp
kalmaksızın,- eldeki malzemeyle kurulmuş tutarlı bir tablo sunmaya gayret
ettim.
Kitaplar dostların yardımı olmaksızın tamamlanamaz ve ben de özellikle
Michael Biddiss, Gary Dickson, Bernard Hamilton, George Hintlian, Denys
Pringle, Louise Robbert, Elizabeth Siberry, Frank Tal-lett, Jan Troska ve Judi
Upton-Ward'a tavsiye ve teşvikleri için minnettarım. Ayrıca British Library,
Bibliotheque Nationale, Archivo de la Corona de Aragön ve Reading Üniversitesi
Kütüphanesi çalışanlarına da teşekkürlerimi sunmak isterim. Reading
Üniversitesi Araştırma Heyetinin sağladığı kaynağın, mikrofilm masraflarını
karşılamaya büyük bir katkısı oldu. Hepsinden önemlisi, British Academy
Araştırma Okutmanlığının 1989-1991 arası verdiği burs, derlenmesi yıllar almış
dev bir malzeme yığınını başa çıkılabilir bir bütün haline getirmekle uğraşmama
fırsat tanıdı, bunun için müteşekkirim.
TEŞEKKÜR
Yazar, Jerusalem Pilgrimage 1099-ll85’ten (yay. haz. J. Wilkinson,
1988) alıntılara izin verdiği için Hakluyt Society'ye; The Rule of the
Templars’tan (çev. J. Upton-Ward, 1992) aktarılan kısımlar için Boydell
Press'e; U. Eco'nun Foucault's Pendulum'undan (çev. W. Weaver, 1989) alınan
parçalar için de Secker & Warburg'a müteşekkirdir.
Çizim 4, 5, 6 ve 8 P. Deschamps'ın Les Chateaux des Croises en Terre
Sainte’ındaki (cilt III, Librairie Orientaliste Paul Guethner, Paris, 1973);
çizim 9 (i) C. N. Johns’un Guide ta ‘Atlit'indeki (Filistin Eski Eserler
Dairesi yayını, 1947); çizim 9 (ii) Deschamps'ın Les Chateaux des Croises en
Terre Sainte’ındaki (cilt Il, 1939); çizim 10 F. Laborde'un “L'eglise des
Templiers de Montsaunes (Haute-Garonne)" başlıklı makalesindeki (Revue de
Comminges, 92, 1979); çizim 11 D. Jacoby’nin "Crusader Acre in the Thirteenth
Century: Urban Layout and Topography" başlıklı yazısındaki (Studi
Medievali, 20, 1979); çizim 12 de E. Baratier, G. Duby ve E. Hildersheimer’in
yayıma hazırladıkları Atlas Historique. Provence. Comtat Venaissin. Principaute
d'Orange. Comte de Nice. Princi-paute de Monaco’daki (Harita 68, Librairie
Armand Colin, Paris, 1969) çizimlere dayanılarak hazırlanmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
· KÖKENLER
·
TASARIM
o ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TAPINAKÇILARIN XII. YÜZYILDA doğuda yükseliş!
o BEŞİNCİ BÖLÜM TAPINAKÇILARIN FÎLÎSTÎN VE SURİYE'DE SON
YILLARI
o MOLAY’IN LANETİNDEN FOUCAULT SARKACINA
KÖKENLER
1340 civarı bir tarihte, Kutsal Topraklarda hacca çıkmış bir Alman
rahip, Sudheim'lı Ludolph, Lut gölü sahillerinde iki ihtiyara rastladı. Sohbet
etti onlarla ve bu adamların 1291 Mayısında Akka şehri Memlukların eline
geçtiginde esir düşmüş, o zamandan beri de daglarda yaşamış eski birer
Tapınakçı olduklarını anladı - Latin Hıristiyan cemaatiyle tüm bagları kopmuştu
ihtiyarların. Karıları, çocukları vardı, sultanın hizmetinde çalışarak hayatta
kalmışlardı; Tapınak Tarikatının 1312’de lagvedildiginden, bundan iki yıl sonra
da büyük üstatlarının iflah olmaz bir sapkın diye nitelenip yakıldığından
haberleri bile yoktu. Biri Bourgogne'lu, digeri Toulouse’luydu; bir yıl içinde
aileleriyle birlikte yurtlarına dönmeleri sağlandı. Tarikatın ilgasıyla kopan
skan-dala ragmen papalık sarayındaki kabulde taltif edildiler, ömürlerinin
kalanını huzur içinde geçirmelerine izin verildi. 1 Bu iki Tapınakçı, çok çok bir kuşak önce
Hıristiyanlığın en güçlü manastır tarikatları arasında yer alan bir tarikatin
neredeyse unutulup gitmiş kalıntılarıydı. Xlll. yüzyılda tarikatın 7000 kadar
şövalyesi, yaveri, hizmetli biraderi ve rahibi olmuştu muhtemelen - geçici
üyelerinin, mahmilerinin, görevlilerinin ve bendelerinin sayısı ise bu rakamı
kat kat aşıyordu. Tarikat l 300'lere değin en az 870 kale, idare merkezi ve yan
ocaktan oluşan bir ağ kurmuştu; bunlara batıdaki Hıristiyan ülkelerin neredeyse
hepsinde rastlamak mümkündü. Tapınak imparatorluğunun ne kadar geniş olduğu,
1318'de Fransa'daki yirmi dört piskoposluk bölgesinde, York, Londra,
Canterbury, Dublin, Tournai, Liege, Camin, Köln, Magde-burg, Mainz, Castello,
Asti, Milano, Bologna, Perugia, Napoli ve Tra-ni'de, Kıbrıs Nicosia'da, Aragön
ile Mallorca krallıklarında eski Tapı-nakçılara düzenli olarak para
ödenmesinden de çıkarılabilir.2
Bu ağ, o dönemin en heybetli, en etkileyici kalelerinden bazılarının yanı sıra
Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Iberya'daki kutsal savaşlara katılacak muharip
güçleri de besliyordu. XII. yüzyılın sonları ile Xlll. yüzyılın büyük kısmında
tarikatın doğuda aktif hizmette 600 şövalyesi ile 2000 yaveri olmuştu
muhtemelen;3 1230'larda
İspanya, İtalya, Mora ve Outremer'e -denizaşırı topraklara- insan ve levazım
taşıyabilecek bir Akdeniz donanması kurulmuş durumdaydı. Dahası uluslararası
yapısı ve engin kaynakları tarikatı ideal mali aktör haline getirmişti;
papalar, krallar, soylular Tapınakçıların uzmanlığından ve sermayesinden
istifade ediyorlardı.
Bu dünyanın faniliğinden, uçucu, yanıltıcı başarı hülyasından söz
açmaya düşkün ortaçağ vakanüvisleri için Tapınakçıların yükselişi ve çöküşü
mükemmel bir örnekti; zira bu dev teşekkülün kökeninde, Sudheim'lı Ludolph'un
rast geldiği iki adamınki kadar mütavazı hayat koşulları vardı. 1095'te
Auvergne, Clermont'da Papa 11. Urbanus Hıris-tiyanları, doğuda -iddiaya
bakılırsa- Selçuklu Türkleri namlı yeni bir barbar ırkının taciz ettiği,
zulmettiği, öldürdüğü din kardeşlerine yardım etmek üzere silaha sarılmaya çağırmıştı.
Bu çağrıya, Birinci Haçlı Seferi ordularını oluşturacak binlerce savaşçıdan,
köylüden cevap gelmişti. Pek çok zorluğun, feci tecrübenin ardından,
haçlılardan iyi teçhizatlı olanları, güç bela Küçük Asya'yı aşmayı, Suriye'ye,
buradan da daha güneye, Haziran 1099'da korkunç bir katliam yaparak ele
geçirecekleri Kudüs'e ulaşmayı başarmışlardı. Ne ki Latinler doğuda baştan beri
sayı ve donanım bakımından ciddi zaaflarla maluldüler, pek çoğunun Kudüs
alındıktan sonra orada kalmaya niyetinin olmaması da bu zaafları
pekiştiriyordu. Dahası haçlı kuvvetleri, parçalı yapıları yüzünden, acil idari
ve dini sorunlar karşısında ad hoc [bu sorunlara özgü] çözümler benimsemeye
mecbur kalıyordu. Ama yine de Xll. yüzyılın ilk yirmi yılı geride kaldığında
pek çok şey başarılmış durumdaydı: Kıyıda Antakya, Trablus ve Kudüs'te, içlerde
de -Antakya'nın kuzeydoğusunda- Urfa'da Latin devletleri kurulmuştu;
Müslümanların elindeki Tir ile Askalon hariç, hayati öneme sahip kıyı
şehirlerinin çoğu fethedilmişti; kardeşi Bouillon'lu Godefroi'nın genç yaşta
ölümünün ardından 1 ıoo'de iktidara geçen güçlü kral I. Baudouin'in yönetimi
altında sağlam bir monarşik yönetim doğmuştu. •„
Ancak asal düzen belirlenmiş olsa da pek çok sorun kalmıştı geriye;
fatihlerin, Frank egemenliğinde olduğu farz edilen bölgelerde seyyahlar ile
hacıların güvenliğini sağlayamaması bu sorunların en açık tezahürüydü. I.
Baudouin'in vaizi ve Birinci Haçlı Seferinin katılımcılarından olan Fulcherius
Carnotensis, Outremer'i yurt tutmaya karar
yeni şövalyelik
vermiş, onun güvenilir, özenli vakayinamesi de doğuda ilk yerleşimci
kuşağı dönemindeki koşullara dair paha biçilmez veriler sunmuştur. 1100 ile
Fulcherius'un öldüğü 1127 civarı arasında, Kudüs'ün etrafındaki yollar ile
yakınlardaki kutsal yerler güvenli olmamıştı hiç. ııoo'de Ramla-Kudüs hattı,
yol boyundaki mağaralarda saklanıp Yafa limanından gelen hacıları avlayan
soyguncuların istilası altındaydı. Kaldı ki bundan çeyrek yüzyıl sonra da,
Kudüs civarındaki müstahkem mevkilerden uzaklaşmaya cüret edenler ya güneyde
Mısırlılar ile Etiyopyalıların ya da kuzeyde Türklerin kurdukları pusulara
düşme tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlardı. Fulcherius'a göre halk, tehlikeyi
haber veren boru seslerine karşı hep tetikte, daimi bir güvensizlik içinde
yaşıyordu.4
Krallığın ziyaretçileri tabii ki derin endişeler duyuyorlardı (ziyaret
yerleri için bkz. çizim ı). 1106-7'de hacca giden Daniel adlı bir Rus manastır
başrahibi, hac seyahati sırasında karşılaştığı tehlike ve güçlükleri
anlatanlardan biriydi. Daniel görülebilecek her şeyi görmekte kararlıydı ve bu
hırs onu daha da büyük tehlikelere maruz kılmıştı. Lod'daki Aziz Georgius
Kilisesi Yafa'dan yalnızca altı mil kadar uzaktaydı, ama Askalon'dan gelen
Mısırlıların saldırılarına karşı gayet savunmasızdı. “Burada pek çok pınar
vardır; seyyahlar su kıyısında dinlenir, ama büyük de bir korku duyarlar, zira
burası ıssız bir yerdir ve bu yollarda ani hücumlar düzenleyip seyyahları
öldüren Sarazenlerin sığınağı Askalon kasabası yakınlardadır. Buradan uzaklaşıp
tepelere çıkmak da gayet korkutucudur." Seyyah Kudüs'e ulaştıysa ardından
Ürdün nehrine de gitmek isteyebilir, ama “bu çok zorlu bir yoldur, hem de
tehlikeli ve susuzdur; zira tepeler yüksek ve kayalıktır ve bu korkutucu
tepelerle vadilerde pek çok eşkıya vardır" (bkz. resim 1). Başka bir
seferinde, Kudüs'ün yirmi üç mil kadar güneyindeki Heb-ron'dan [el-Halil] şehre
dönerken şunları söyler: “Burada çok yüksek, kayalık bir dağ var, tepesinde de
gür gümrah bir orman; bu korkunç dağı aşan bir yol mevcut, ama oradan geçmek
güç, zira Sarazenlerin burada büyük bir hisarı var, oradan çıkıp saldırıyorlar.
Küçük bir ekiple bu yoldan geçmeye kalkışan bunu başaramaz, neyse ki Tanrı bana
iyi ve kalabalık bir refakatçi ekibi bahşetti de bu feci yeri yolumdan
alıkonmadan geçebildim." Hatıratın en çarpıcı kısmı, başrahibin, Beisan
kasabasının yakınından geçmesini gerektiren Celile yolculuğu hakkındaki
sözleridir. Burada, kendisi gibi hacıların savunmasızlığının dokunaklı bir
göstergesi olan gizli tehdit duygusunu açığa vurur:
Burası gayet ürkütücü ve tehlikeli. Bu Beisan kasabasından yedi nehir
geçer, nehir kıyılarında geniş sazlıklar, kasabanın etrafında da gür bir orman
gibi duran uzun palmiyeler vardır. Bu korkunç yere yaklaşmak zordur, zira
buralarda vahşi, putperest Sarazenler yaşar ve nehirlerin sıglık yerlerinde
yolculara saldırırlar. Ayrıca bir sürü aslan vardır. Ürdün nehrine yakındır bu
yer, Ürdün ile Beisan kasabası arasında geniş bir bataklık [?] uzanır, nehirler
Beisan’dan Ürdün’e akar, oralarda da pek çok aslan vardır.5
Tapınak Tarikatının kurulmasının ardında böylesi hacıları koruma isteği
yatıyordu. O çağda hiç kimse tarikatı, ortaya çıkışını kayda geçirecek kadar
önemsememişti; ancak tarikatın sonradan önem kazanmasıyla birlikte, XII.
yüzyılın ikinci yarısında eser vermiş üç va-kanüvis, Tir Başpiskoposu Guillaume
(ö. 1186 civarı), Antakya Yakubi Patriği Suriyeli Mikhael (ö. 1199) ve Oxford
Başdiyakozu Walter Map (ö. 1208-1210 arası) kuruluşa dair yorumlarını
sunmuşlardı.6 Bu vaka-nüvisler
arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Guillaume'dur. 1130 civarında doğuda doğmuştu
Guillaume, ama yaklaşık 1146-1165 arası orada değil batıdaydı. Bununla birlikte
kendi zamanından önce olup bitenleri titizlikle, kaynakları okuyarak ve bir şeyler
bilebilecek kimseleri sorgulayarak incelemiştir. Ne ki Tapınakçıların o dönemde
sahip oldukları imtiyazları hileyle idare edip çıkarları için kullandıklarını
düşünmüş, tarikata ilişkin görüşü de bu düşünceden kaynaklanan keskin bir
hoşnutsuzluğun etkisi altında kalmıştır. Suriyeli Mikhael, Tirli Guillaume'da
bulunmayan ayrıntılar sunmuştur; ancak yazdıkları kendi dönemi ve tecrübesi
haricindeki meseleleri anlattığı yerler bakımından Guillaume'unkilerden daha az
güvenilir addedilir genelde. Bu üçü arasında olaylara en uzak kişi Walter
Map'tir ve iyi bir hikayeyi tarihsel araştırmaya yeğlemesiyle tanınır.
Guillaume, l118'de, en önemli ikisi Payns'lı (Champagne) Hugues ile
Saint-Omer'li (Picardie) Godefroi olmak üzere, “şövalye takımından kendini
Tanrı'ya adamış, dindar, Tanrı korkusu bilir birtakım soylu adamlar"ın,
Kudüs Patriği Picquigny’li Warmundun huzurunda yoksulluk, erdenlik ve itaat
yemini ettiklerini söyler. Bu kimseler kendilerini rahiplik usulü uyarınca
Tanrı’nın hizmetine adamaya söz verdiler; l ll8’in Paskalyasında kuzeninin
yerine tahta geçen Kral II. Ba-udouin onlara sarayında, Kubbetüssahra’nın
-Frankların verdikleri adla Tanrı Tapınağının- güneyinde bir üs verdi. Bu
dönemde krallar Kudüs'te Tapınak tepesinin -Haremi Şerifin- güney kısmındaki
Mes-cidiaksa’da ikamet ediyorlardı, zira Haçlılar buranın Süleyman'ın
Tapınağının kurulduğu alan, dolayısıyla kralın ikametine uygun bir yer olduğuna
inanıyorlardı. Ayrıca Tanrı Tapınağı rahipleri Tapınak-çılara, Mescidiaksa
yakınlarında ayinlerini düzenleyebilecekleri bir yer sağlamış, bu arada kral ve
soyluları ile patrik ve diğer önemli din adamları birtakım arpalıklar
bağışlamış, bunların gelirinin de iaşe ve giyime harcanması öngörülmüştü. Ancak
bu kardeşliğin ayırıcı özelliği, "günahlarının affedilmesi için efendimiz
patrik ile diğer piskoposların onlara verdikleri" görevdi: "Bilhassa
hacıların güvenliği için geçitleri ve yolları hırsızlar ile mütecavizlerin
kurdukları pusulara karşı ellerinden geldiğince koruyacaklar"dı.
Tapınakçıların başlangıçta sadece bir tür laik kardeşlik cemiyeti
çerçevesinde nedamete dayalı bir hayat tarzını hedefledikleri, ama sonradan
kendilerine daha etkin bir rolün önerildiği anlaşılsa da, Gu-illaume'un
anlatımından bu kimseleri bu işe koşmanın ilk kimin aklına geldiği
çıkmamaktadır. Suriyeli Mikhael, otuz yoldaşıyla birlikte Payns’lı Hugues'ü,
"yalnızca kendi ruhunu kurtarmak için keşiş olmaktansa, kendisine bağlı
olanlarla birlikte şövalyelik hizmetine girmeye ve oraları hırsızlara karşı
korumaya" ikna edenin, askeri teşkilatın zaaflarını gayet iyi bilen kral
olduğunu söyler. Walter Map ise, Kudüs yakınlarındaki bir at sulağında sık sık
saldırıya uğrayışlarına tanık olduğu hacıları koruma işini üstlenen,
Bourgogne'un bir köyünden gelme, Paganus adlı bir şövalyeye dair bir hikayecik
uydurur. Paganus, düşmanların sayısı tek başına yetişemeyeceği kadar arttığında
Tanrı Tapınağı rahiplerinin kendisine bir bina tahsis etmesini sağlar ve
Kudüs'e hacca gelmiş şövalyelerden adam devşirmeye koyulur. Hayatları tutumlu,
erdenlikli, gösterişsizdir. Son olarak, olaylara bu va-kanüvislerin üçünden de
daha yakın bir belge mevcuttur: Saint-Omer Kalesi kumandanı, muhtemelen de
Godefroi'nın akrabası olan Guilla-ume'un, “takdiri ilahinin, Patrik Warmund ve
baronların nezaretinde Kudüs topraklarını savunmak ve hacıları korumakla
görevlendirdiği Tapınak şövalyeleri"ne 1137'de verdiği berat.7
Kral da patrik de hacılar için daimi bir muhafız alayı kurmayı,
hacılara barınak ve tıbbi bakım sağlayan Hayırseverlerin faaliyetlerinin ideal
tamamlayıcısı olarak görmüştü kuşkusuz. Hayırseverler Tarikatı 1080 civarında
Santa Maria Latina Manastırının bir uzantısı olarak kurulmuştu, 1099’daki Frank
fethinin ardından kısa süre içinde kraliyet desteği ve mülk bağışları sağlandı,
1 1 1 3'te de tarikat papalık tarafından tanındı. Nasıl 1130’larda
Tapınakçıların Hayırseverleri askeri bir rol üstlenmek konusunda etkiledikleri
kesin gibi görünüyorsa, başlangıçta Hayırseverler Tarikatının Payns’lı Hugues
ile Saint-Omer’li Godef-roi'ya hacılara nasıl yardım edilebileceği konusunda
etkili bir örnek sunmuş olması da aynı derecede muhtemeldir. Nitekim
Tapınakçılar ll 28'den önce Kudüs Krallığında yalnızca dört beratta
anılmışlardır ve bunlardan ikisi Hayırseverlerin işleriyle ilgilidir. 1120
Aralığında Payns’lı Hugues, II. Baudouin'in Hayırseverlerin imtiyazlarını
onaylamasına tanıklık etmişti; "Tapmak şövalyesi" Robert de, Nasıra
Piskoposu Bernard'm, Ekim 1125 tarihli, Hayırseverler Tarikatını kendi
piskoposluk bölgesinde aşar ödemekten muaf tutan beratının tanıkları
arasındaydı.8 Kudüs Krallığını
gayet iyi tanıyan Anjou Kontu Foulques'un, Saumur'da verilmiş, 22 Eylül
1127'nin hemen sonrasına tarihlenebilecek bir beratında, en azından o dönemde
yaşayanların varsaydıkları bağlantılara dair başka bir dolaylı veri de
bulunabilir. Beratta "Kudüs Aziz Stephanus askeri Rotbertus
Burgundio" da tanıklar arasındadır. Bunun, 1136 civarında Payns'lı
Hugues'ün ardından tarikatın üstadı olan Craon’lu Robert olduğu hemen hemen
kesindir. Ancak bu belgede,. Kudüs'ün dışında, Şam Kapısı yakınlarında bulunan
ve aslında Santa Maria Latina'ya bağlı olan Aziz Stephanus Kilisesiyle
ilişkilendirilmiştir.9
Tapınak Tarikatının kuruluş tarihi konusunda daha net bir şey söylemek
de mümkündür. Tarikatın kabul ettiği ilk bağışlar arasında, Flandres Kontu
Thierry'nin 13 Eylül 1128 tarihli, tarikatın kuruluşunun dokuzuncu yılına ait
olduğu belirtilen bağışı da yer almaktadır.10 11 Bağış
fiilen Payns'lı Hugues'ün huzurunda yapıldığına göre, olup biteni yarım
yüzyıllık 'bir aradan sonra yazan ve kronoloji hatalarıyla tanınan Tirli
Guillaume'un verdiği 1118 tarihinden daha güvenilir bir veri olmalıdır bu.”
Kaldı ki Guillaume'un sözleri tutarlı da değildir;
çünkü söz konusu pasajın devamında, Tapınakçıların papalık tarafın’ dan
resmen tanındıkları Troyes Konsilinin, tarikatin kuruluşunun do
kuzuncu yılında toplandığını söyler. Konsilin tutanaklarını kaleme alan
katip jeah Michel, kayıtlarını 1128 senesi Aziz Hilaire Yortusuna (13 Ocak),
"yukarıda sözü edilen şövalyelerin ortaya çıkışının dokuzuncu yılı"na
tarihler; Kont Thierry'nin katibi gibi o da bu bilgiyi Payns'lı Hugues'den
almış olmalıdır, zira Payns'lı Hugues bu konsile katılmıştır. 12 13 14 Rudolf
Hiestand'ın gösterdiği üzere, bu tarihin, seneyi 25 Martta başlatan eski
Fransız usulü dikkate alınarak, Ocak 1129 diye düzeltilmesi gerekir;” bizzat
Tapınakçılardan edinilen malumata göre tarikat 14 Ocak 1120 ile 13 Eylül 1120
arasında bir tarihte resmen kurulmuş olmalıdır.
Hiestand'ın da söylediği gibi, Tapınakçıların doğuda kabul edilmeleri
için en uygun vesile, 1120 Ocağında Nablus'ta dini ve laik önderleri bir araya
getiren ve o ayın 23'ünde bir dizi kararın çıkmasıyla sonuçlanan toplantıydı.
Outremer'deki Hıristiyan yerleşimcilerin o sıra ağır bir buhran dönemi
geçirmiş, Nablus toplantısının da tövbe ve nedamet yüklü bir ortamda
düzenlenmiş olması bu varsayımı destekle-mektedir.14
Patrik Warmund ile Kutsal Kabir Başkeşişi Gerard'ın bu sıralarda kaleme
aldıkları dokunaklı bir mektupta, olabildiğince çabuk adam, para ve gıda
yardımı gönderilmesi için Compostella Başpiskoposu Diego Gelmirez ile halkına
ricada bulunuluyordu.
Warmund her taraftan, Bağdat, Askalon, Tir ve Şam'dan Sarazenlerin
saldırısına uğradıklarını söylüyordu. Krallık öylesine güvensiz hale gelmişti
ki, hiç kimse silahlı refakatçiler olmaksızın Kudüs surlarının dışına çıkmaya
cesaret edemiyor, bu arada Sarazenler de şehrin kapılarına dayanacak kadar
cüretkar davranabiliyorlardı.15
Tapınakçı topluluğunun bir önceki yıl, belki de sarsıcı bir olaya -Paskalya
zamanı Kudüs ile Ürdün nehri arasındaki çorak, dağlık arazide yaklaşık 700
kişilik büyük bir hacı grubunun saldırıya uğramasına- tepki olarak kurulmuş
olması da pekala mümkündür. Bu hacılar, Kutsal Kabir Kilisesindeki meşhur
kutsal ateş mucizesine tanıklık ettikten sonra, Alman manastır vakanüvisi
Aachen'li Albert'in deyişiyle "neşe ve gönül ferahlığıyla" yola
koyulmuşlar, ama ıssız bir yere vardıklarında pusuya düşmüşler, silahsız
oldukları, oruç ve seyahatten ötürü takatten kesildikleri için kolay bir hedef
haline gelmişlerdi. Üç yüz kişi öldürülmüş, altmış kişi de esir düşmüştü. Kral
Baudouin hızla silahlı şövalyelerden oluşan bir birlik yolladıysa da bu birlik
karşısında kimseyi bulamamıştı, zira saldırganlar çoktan Tir ile Askalon'a
çekilmişlerdi.16
Ne ki, Tirli Guillaume'a göre, kral ile patriğin açık desteğine rağmen
ilk Tapınakçılar başlangıçta pek de kayda değer bir başarı sağlayamamışlardı,
Troyes Konsilinin toplanmasına değin yalnızca dokuz üye edinebilmişlerdi, o
kadar yoksullardı ki giyim kuşam için dindarların ianesine bakıyorlardı, bu da
kendilerine özgü, "uğraşlarını gösteren" ayırıcı bir kıyafetlerinin
olmaması anlamına geliyordu. Dahası 15 16
Fulcherius Carnotensis'e göre, Frankların "Süleyman'ın
Tapınağı"nı gereğince çekip çevirmeye yetecek kaynakları yoktu ve Tapınak
bakımsızlıktan harap olmuştu;17
dolayısıyla Tapınakçıların barınmasına tahsis edilen bitişik bölge de
muhtemelen giysiler kadar perişan durumdaydı. Tapınakçılar aslında zorlu,
ıstıraplı bir iş üstlenmişlerdi ve bu dönemde, görevlerinin meşruluğu konusunda
-gayet ciddi güçlüklere işaret eden- bir inanç ve moral kaybına uğradıklarına
dair emareler belirmişti. Mühürlerindeki simgesel yoksulluk tasvirinden,
"aynı ata binmiş iki şövalye"den de anlaşılabileceği gibi (bkz. resim
7), tarikatın başlangıçta mütevazı ve yoksul olduğu konusunda duyulan
geleneksel inanç zamanla hakikatin ifadesi sayılmıştı kuşkusuz - ancak ünlü
Clairvaux Başrahibi Aziz Bernard kanalıyla ulaşan Cistercium çileciliğinin de
bu özimgeye katkıda bulunmuş olması mümkündür. Aynı şey, XIII. yüzyılın
ortalarında bile tarikatın kolektif belleğinde yerini koruyan "dokuz asli
kurucu" fikri için de geçerlidir. Perugia'da-ki, inşası ile süslemesi
1256-1262 arasına ait önemli Tapınakçı kilisesi San Bevignate'nin absida
yuvarlağında, üst silmeye yapılmış üç haçın çevresinde dokuz yıldız
bulunmaktadır. 18
Ancak bu tasvirlerin nerede, niye kullanıldığı da önemlidir. Tirli
Guillaume'un başlangıçtaki mütevazılığın üzerinde durmak için kendince
gerekçeleri vardır; zira bu ilk hali, kendi döneminin -iddiasına bakılırsa-
"kibirli" tarikatıyla karşılaştırarak bir ahlak dersi çıkarır. Ona
göre Tapınakçılar özgün işlevlerini uzun süre yerine getirmiş olsalar da,
neticede "tüm erdemlerin teminatı diye bilinen" mütevazılığı elden
bırakmışlardır. Ayrıca dokuz yılda dokuz üye motifinde de şüphe uyandırıcı bir
simetri vardır; bu sayı hem Suriyeli Mikhael'in verdiği otuz sayısıyla
çelişmekte, hem de papalığın ancak dokuz kişi toplayabilmiş yeni bir tarikatın
onaylanmasına izin vermesi gibi temel bir imkansızlıkla yanlışlanmaktadır.
Tapınakçıların az da olsa düzenli gelirleri bile vardır: 1160 tarihli bir
Kutsal Kabir beratında, Tapınakçı-ların kilise idaresi ’ tarafından düzenli
olarak ödenen 150 besant’lık yıllık tahsisatlarıyla üç casal [köy] aldıkları
söylenir.’9 Kısa süre içinde, krallığa
gelen güç sahibi ziyaretçilerin ilgisini çektikleri de açıktır -Anjou Kontu V.
Foulques 1120’deki hac seyahati esnasında Tapınakçı-ların bir tür fahri üyesi
haline gelmiş, Champagne Kontu Hugues de muhtemelen 1 125’in sonlarında tam üye
olarak fiilen tarikata katılmıştır, Saint Evroult vakanüvisi Ordericus
Vitalis’e göre Foulques yurduna dönerken Tapınakçılara yıllık 30 livre
angevine’lik bir irat bağlamış, bazı Fransız beyleri de onu örnek almışlardır.19 20 Champagne
Kontuyla kurulan bağlar- daha da güçlüdür, zira Payns, Troyes'nın yalnızca
sekiz mil kuzeyindedir ve Hugues’ün ll 13’te buranın beyi olduğunu göstermek
mümkündür. Hugues konduğun "eski aristokrasi"sine mensuptu; kontun
beratlarına tanıklık ediyor, verdiği görevleri üstleniyor, onun meclislerine,
seferlerine katılıyordu?1 Öte
yandan Cham-pagne'lı Hugues'ün de Clairvaux'lu Bernard'la sıkı ilişkileri
vardı. Ber-nard kontun desteğinden ve bizzat kendisinden yoksun kalmalarına
yazıklanmakla birlikte, kontluktan vazgeçip sıradan bir şövalye olmasından,
zenginliğini yoksul olmak için harcamasından ötürü onu tebrik etmişti.22 Kont kadar önemli olmasa da yine yüksek bir toplumsal konumda bulunan
bir diğer ilgili kişi, Aşağı Provence'taki Valenti-nois kontları ailesine
mensup Poitiers'li Guillaume'du. Yaşlı akrabalarından destek alan bu genç adam,
muhtemelen 1124 tarihli ve yine muhtemelen batıda Tapınakçıların anıldığı
günümüze ulaşmış en eski beratta, La Motte-Palayson Aziz Bartholome Kilisesini
Palayson Azize Meryem Kilisesi ile Aziz Victor keşişlerine bağışlarken
kilisenin gelirlerinden sekiz setler hububatı tarikata yıllık irat olarak
alıkoyarak Ta-pınakçıları gözetmişti. Bu işlem belki de, doğudaki
Tapınakçıların o tarihte böyle bir kiliseyi ellerinde tutamayacaklarını
düşünmelerinden ötürü yapılmıştı.221
Bu etkili bağlantılar, tarikatın ilk zamanlarda Tirli
Guillaume'un varsaydığından daha büyük bir destek gördüğünü akla
getirir.
Kudüs'te ise Kral II. Baudouin güçlü bir destekçi oldu hep, çünkü
Tapınakçıların hedefleri kralın tasarılarına uygun düşüyordu. Kral en azından
1126'dan beri belli bir gayretle iki temel acil sorunun -yerini alacak bir
erkek mirasçının yokluğunun ve krallığın askeri bakımdan zayıflığının-
üstesinden gelmek üzere geliştirilmiş bir "batı siyaseti"
gütmekteydi. Dört kızı olan Baudouin'in oğlu yoktu;muhtemelen 1127'nin
başlarında toplanan bir mecliste Baudouin ile baronlar, Anjo-u'lu Foulques'a kralın
en büyük kızı Melisende ile evlenmesini önermeye karar verdiler. Celile Prensi
Bures'lü Guillaume ile Beyrut Beyi Brisbarre'li Gui, kontla müzakereleri
yürütecek heyetin başına getirildiler. 22 23 24 Tirli
Guillaume'a göre kral ayrıca Şam'a düzenlenecek bir sefer için potentes'ten'!'
asker toplamak üzere Payns'lı Hugues'ü batıya yolladı?5
Outremer'de Hugues'ün anıldığı son kayıt Akka'da Mayıs 112S'te tutulmuştur;
buna göre Hugues, Tir'de Venediklilere evvelce -II. Baudouin Müslümanların
elindeyken- Patrik Warmund tarafından bağışlanmış imtiyazlara dair son derece
önemli bir kraliyet onayına tanıklık etmiştir. Payns'lı Hugues ilk kez bu
belgede "Tapınak üstadı" unvanıyla anılır.25 26 27 Bures'lü
Guillaume da Payns'lı Hugues de 1128 Nisanında Le Mans'da bulunduğuna göre,
muhtemelen Foulques'a gönderilen heyet ile Tapınakçı grubu deniz yolculuğunu
1127 sonbahar seferinde birlikte yapmıştı.
Bu, kralın daha önce de başvurduğu bir siyasetti. Nasıl patrik
Başpiskopos Diego Gelmirez'e yazdıysa, Antakyalı Roger'nin Haziran ll19'da
"Kan Tarlası"nda (Antakya ile Halep arasında, Esarib yakınlarında)
bozguna uğrayıp ölmesinin ardından 112O'de Baudouin de Papa II. Calixtus ile
Venediklilerden yardım istemiş, bunun ödülü -Fransa, Almanya ve Bohemya'dan
ufak çaplı bir haçlı akışının yanı sıra- ll24'te Tir'in alınması olmuştu?7 Ancak haçlı devletlerinde insan gücü hep kıt kalmıştı. Baudouin bile
Nisan 1123 ile Haziran 1124 arasını esaret altında geçirmiş, bu arada stratejik
öneme sahip Halep şehrine yönelik üç aylık kuşatması yıl sonunda sayıca üstün
Müslüman ittifakı karşısında başarısızlığa uğramıştı?8
Aynı şekilde, 1126 Ekimi öncesinde Clairvaux'lu Bernard'a yazmak suretiyle
Payns'lı Hugues'ün asker toplama kampanyasına zemin hazırlamış olması da
olasıdır. Bu mektupta Clairvaux'lu Bernard'a, Tapınak biraderlerinin
"papalığın onayını almak ve belirli bir hayat nizamı edinmek
istediklerini" anlatmış, "tarikatlarına papadan muvafakat almak,
tarikata bir tahsisat bağlamaya ve inanç düşmanlarına karşı kendilerine yardım
etmeye meylini sağlamak üzere" iki şövalye -Andre ile Gondemar-
gönderdiğini söylemişti. Söz konusu düşmanlar, "krallığımızı ele geçirmek
ve
yıkmak için" harekete geçmişlerdi. Baudouin, Avrupa'nın laik
hükümdarları nezdinde de nüfuzunu kullanabilmesi durumunda Ber-nard'a minnettar
kalacağını eklemişti mektubuna.28
Kralın Ber-nard'dan duygudaşlık beklemesini sağlayan bir dayanağı vardı
muhtemelen. Bernard, 1124'ün sonları ya da 112S'in başlarında Papa 11.
Calixtus'a yazdığı bir mektupta, Morimond Cistercium Ocağı Başrahibi Arnaud'nun
Kutsal Topraklara gitme tasarısına muhalefetini bildirmiş, çeşitli itirazların
yanı sıra şunu da dile getirmişti: "Eğer, bize anlatıldığı gibi,
tarikatımızın o topraklardaki etkinliğini artırmak ve bu nedenle beraberinde
kalabalık bir biraderler topluluğu götürmek istediğini söylüyorsa, orada ilahi
okuyup ağlaşan keşişlere değil savaşan şövalyelere ihtiyaç duyulacağını
anlamamak mümkün müdür?"29
Yani Troyes'daki toplantı yardım toplamaya, yeni üye devşirmeye ve
diğer haçlıları çekmeye yönelik etkin bir kampanyanın ardından düzenlenmişti.
Payns'lı Hugues ile yoldaşları tabii ki servetlerini tarikata bağışladılar;
Troyes Konsiline katılan Soissons Piskoposu josce-lin'in deyişiyle,
"yalnızca babalarından devraldıklarını değil ruhlarını da Hıristiyanlığın
savunulmasına" adadılar.3’ Bu
arada Tapınakçıların batıda sağlam bir arazili üssün temellerini atmalarını
mümkün kılan bir ilişki ağı da kuruldu. Daha 1127 Ekiminde, Champagne'da Kont
Hugues'ün halefi ve yeğeni olan Blois Kontu Thibaud Tapınakçılara Provins'de
bir ev, bir çiftlik ve bir otlak, ayrıca Provins'in kuzeydoğusunda, Sezanne
yakınlarındaki Barbonne'da bir carucata toprak bağışlamış, vasallarına da
-hizmette kayıp yaratmamak koşuluyla- kendi topraklarından Tapınakçılara
bağışta bulunma hakkı tanımıştı.30 31 32 Yaklaşık
aynı dönemde Flandres Kontu Guillaume Clito da Tapınakçılara kendi
topraklarında feodal fazlalıkları'1' toplama
hakkını vermişti. 33 Anılan kontların ikisi de Kuzey Avrupa siyasetinde önemli
birer simaydı; zira iki büyük fiefi olan Thibaud, Capet'lere mensup önemli mülk
sahiplerinin en güçlüsüydü?4 eski
Normandiya Dükü ve Birinci Haçlı Seferinin önde gelen katılımcılarından olan
Robert Curthose'un oğlu Guillaume Clito da Flandres'a dair hak iddialarında
bizzat Kral VI. Louis tarafından desteklenmişti. Guillaume Clito bağışından
sonra ancak bir yıl kadar daha yaşadı -27 Mayıs ll28'de savaşta öldürüldü-ama
halefi Alsace'lı Thierry de tarikata karşı aynı derecede lütufkardı; kısa süre
içinde, Eylül ll28'de o da benzer bir fazlalık bağışında bulundu?5 Payns'lı Hugues ise Anjou'ya gidip orada Bures'lü Guilla-ume'la
birlikte 31 Mayısta Foulques’un haç törenine katıldı. Bu arada kontun önemli
yasallarından Amboise'lu Hugues ile Marmoutier keşişleri arasındaki bir
ihtilafta arabuluculuk görevini üstlendi, böylelikle de Amboise’lu Hugues'ün
haçlı seferine katılmasını kolaylaştırdı.36 Üstat ayrıca Poitou’da çeşitli kişisel bağışları kabul etti -Beauvoir
limanında iki mark'33 34 35 36' gümüş, atlar ile
zırhlar ve bir tuz gölü- ancak bu bağışların nereden geldiği belli değildir.37
Foulques’un büyük oğlu Geoffroi’un, I. Henry'nin mirasçısı Matil-da’yla
evlenmesi vesilesiyle Hugues'ün 17 Haziranda hâlâ Le Mans’da bulunuyor olması
olasıdır. Bu evlilik Normandiya, Anjou ve Kudüs'teki geniş çaplı düzenlemelerin
bir parçasıydı ve bazı başka girişimlerin _'
sonuçlarıyla birlikte, Foulques’un gelecekte Kudüs tahtına çıkmasını
olanaklı kılacaktı. Hugues bu tarihlerde I. Henry ya da onun temsilcileriyle
irtibata geçmiş olmalıdır, zira "Anglosakson Vakayinamesinde kralın
"onu büyük bir itibar göstererek kabul ettiği, altın ve gümüşten mürekkep
büyük hazineler verdiği” söylenmektedir. Hugues başka yardımlar toplayacağı
İngiltere’ye de gönderilmiş, Iskoçya'ya bile gitmişti. "Kudüs’e götürmek
üzere adam topladı; yanı sıra ve ardı sıra o kadar çok insan gitti ki, Papa
Urbanus zamanındaki ilk seferden beri böylesi görülmemişti.’^8 Hugues’ün seyahatlerinin kronolojisi tam olarak bilinmemektedir, ama
İngiltere ile İskoçya’ya muhtemelen 1128 yazında gitmiş, Eylül ortalarında
Flandres’daki Cassel’e dönmüş, burada Saint-Omer'li Godefroi’nın eşliğinde
Flandres’lı Thierry ile vasallarının bağışlarını kabul etmiştir.
Ocak 1129 tarihli Troyes Konsili bu seferberliğin zirvesi oldu.
Genellikle Ocak ll 28'de toplandığı söylense de, Rudolf Hiestand, konsile
başkanlık eden papalık elçisi Albano Başpiskoposu Remois'lu Matthi-eu'nün
seyahat programının ll29'a uygun düştüğünü kuşkuya yer bırakmaksızın ortaya
koyar. Ayrıca toplantının ll28'in başında yapılmış olması halinde gündemin
hazırlanmasının ve protokollerin zamanında gönderilmesinin neredeyse imkansız
olduğunu gösterir. Tro-yes'da kaleme alınan “Kanun’’da Chartres'lı Etienne'in
Kudüs patriği unvanıyla anılması da aynı sonuca işaret eder, zira Chartres'lı
Etienne'in selefi Picquigny'li Warmund Temmuz ll28’e değin yaşamıştır.37 Dahası toplantının ll29'da yapılması halinde, tarikata ilişkin
haberlerin yayılması, tarikatın batıda faaliyete geçmesinde hayati bir rol
oynayacak önemli dini önderler ve laik beylerle bağlantı kurulması için zaman
daha geniş olacaktır. Konsile katılanların seçkinliği de bu durumu yansıtır.
Aziz Bernard, yüksek ateşten mustarip olmasına rağmen konsile katılması
konusunda büyük baskı gördüğünü söyler.38 Toplantıda, Kont Thibaud ile Nevers Kontu II.
Guillaume'un yanı sıra yedi manastır başrahibi (Cîteaux’lu Stephen Harding de
aralarındadır), iki başpiskopos (Sens ve Reims başpiskoposları) ve on piskopos
hazır bulunmuştur.
Payns’lı Hugues 13 Ocakta, Aziz Hilaire Yortusunda toplanan kon-silde
yaptığı konuşmada militia'sının [şövalyeler] "yaşayış tarzını ve
âdetlerini” anlatmıştı. Temelde birkaç yalın kaideye bağlıydılar: Rahiplerle
birlikte koro ayinlerine katılmak, yemekleri hep birlikte yemek, sade giysiler
giymek, gösterişsiz olmak, kadınlarla ilişki kurmamak. Ancak bir konuda
rahiplerden ayrılıyorlardı: Görev gereği sık sık dışarıya çıkmalarından ötürü
şövalyelerin birer atı -sonraları atların sayısı üçe yükselecekti- ve birkaç
hizmetkârı olmasına izin veriliyor, böyle görevler sırasında ayinlere
katılamadıkları için belli sayıda paternoster okuyorlardı. Tarikat genel olarak
Kudüs patriğinin hükmü altında olsa da, tüm şövalyeler üstada itaatle
yükümlüydüler.39
Bu gayri resmi düzenlemeler, yetmiş iki maddelik "Latince
Ka-nun”un ham malzemesini oluşturdu. Kendisini "bu sayfaların mütevazı
yazarı” diye tanıtan Jean Michel'e göre, konsile katılan Kilise ileri gelenleri
üstadın anlattıklarını eleştirel gözle değerlendirip, duruma göre övgü ya da
yergiyle karşılamışlardı. Bu, Jean Michel'in "okuryazar olmayanlar” diye
nitelediği laiklerin de katıldıkları, "en iyisinin ne olduğunu büyük bir
dikkatle irdeleyerek (ve) abes bulduklarını kınayarak” katkıda bulundukları bir
süreçti.40 Dolayısıyla yeni
"Kanun”un taslaklarında, içeriğinde ve yer yer açıkça görüldüğü üzere
fiilen yazımında Aziz Bernard belirleyici olsa da,41 metin önce gayet zorlu bir komite tartışmaları
sürecinden geçmişti. Engin bir dinsel hayat tecrübesinin ağırlığı vardı
“Kanun’’da; ne ki doğuda sefere çıkmanın gerekleri konusunda izan pek kıttı.
Sonuçta ortaya çıkan şey, Xl. yüzyıl sonunun reform görmüş tarikatlarını,
özellikle de Cistercium'u yaratmış çilecilik saiki ile maddiyatçılık
aleyhtarlığını gayet iyi yansıtan, ama bu düsturları Tapınakçıların
inançsızlarla mücadelesine uyarlamakta aynı başarıyı gösteremeyen bir manastır
kanunu olmuştur. “Kanun’un -Tapınakçıların kutsal ayinlere katılmaları
gerektiğini anlatan- girişi, başta Aziz Bernard olmak üzere bu kimselerin
halini mükemmelen özetler:
Burada meramını bildiren sizler ve sizinle birlikte yüce kral adına
ruhların emniyeti için at binip silah kuşanarak savaşan diğerleri, gece
ayinleri ile tüm mukaddes hizmetlere, kutsal şehrin din büyüklerinin usullerine
ve Kilise kanunlarına uygun olarak, dini ve saf bir muhabbetle daima katılmaya
gayret etmelisiniz. Zira bu bilhassa sizin vazife-nizdir, saygıdeğer
biraderler; bu hayatın ışığını hakir, vücudun azabını hor gördüğünüz için Tanrı
sevgisi adına ebediyyen adi dünyevi işlerle uğraşmaya söz verdiniz: Hz. lsa'nın
etiyle sıhhat bulan, Efendimizin emirleriyle takdis ve kabul edilip aydınlanan,
ilahi muammada yok olan kimse savaşmaktan korkmaz, bilakis taca hazır
olmalıdır.42
Laik şövalyeler, ciddiyetlerini kanıtladıktan sonra, “üstadın
saygınlıklarını dikkate alarak kararlaştıracağı" bir deneme süresi talep
edebilirlerdi. Ne ki çocuklar, eski Benedikten tarikatları usulünce tarikata
peylenemiyorlardı; ebeveynler, çocukları “lsa'nın Kutsal Topraklardaki
düşmanları’ karşısında silah taşıyacak çağa gelene dek beklemek zorundaydılar.
Kabul olunmuş tüm şövalyelere beyaz biniş verilmişti; bunlar, geride kalan
"karanlık hayatın" ve başlayan ebedi bekarlığın simgesiydi -
"zira Aziz Paulus'un da ispatladığı üzere, bir şövalye erdenlikte sebat
göstermezse eğer, ne ebedi huzura erebilir ne de Tan-rı'yı görebilir." Ama
genel hayat tarzları eski göreneklerin mütevazılı-ğını yansıtıyordu: Sade ve
birörnek giyim, tepe tıraşı, uyumak için her birine birer şilte, birer
battaniye, birer örtü, kutsal metinlerin okunduğu sessiz, ortak öğünler.
Bernard'ın şövalye kılık kıyafetinde beğenmediği şeyler konusunda (fazla saç,
fazla uzun giysi, sivri burunlu, işlemeli pabuçlar - Bernard'ın sonraları geri
döneceği bir izlekti bu) özel bir rahatsızlık dile getiriliyordu. Şövalyeler
üzerlerinde gömlek ve paçalı donla uyuyacaklar, karanlık saatler boyunca hep
bir ışık bulunduracaklardı. Beslenmeleri de sıkı sıkıya düzenlenmişti. Günde
iki öğün yeniyordu: Kuşluk vakti ve akşamüzeri - ancak üstat günbatımında, yani
manastır saatlerinin sonuncusunda okunan akşam duasından önce de hafif bir
yemek yenmesine izin verebilirdi. "Vücudu bozacağı bilindiği" için
-önemli yortular ile resmi oruç dönemleri hariç- ete haftada yalnızca üç kez
izin vardı. Bunun dışında "türlü" denen sebze yemeklerinin yeterli
olduğu düşünülüyordu. Yemeklerden sonra Tanrı'ya şükran sunulacak, sofradan
artanlar uşaklarla yoksullara dağıtılacak, ama dokunulmamış somunlar
saklanacaktı. Bu gayri .resmi iaşe yardımlarının yanı sıra "Kanun"da
günlük ekmeğin onda birinin muhtaçlara verilmesi de emrediliyordu, zira
"Tanrı'nın Krallığında öncelik yoksullarındı." Konuşma konusunda sıkı
bir işlevsellik kısıtlaması vardı, "küfürlü, ayıp sözler" ve gülmek
zaten yasaktı: "Ka-nun"da sürekli işlenen bir izlekle -kızgınlık,
kötü niyet ve şikayet edip durmayı, eski cinsel başarıların hatırasını
sergilemekten kaçınma gerekliliğiyle- ilintili düzenlemelerdi bunlar. "Boş
lafların günah doğuracağı malumdur."
Tarikata katılmak iradeden vazgeçmek anlamına geliyordu, dolayısıyla
bireysel eylem özgürlüğü iyice sınırlanmıştı: Tarikattan olmayanlarla sohbet
etmek, özel eşya sahibi olmak, mektup ya da hediye gönderip almak üstadın
iznine bağlı eylemler arasındaydı. Disiplin, üstatla halledilebilecek ufak
tefek kabahatlerden, tarikattan kovulma' ya neden olabilecek eylemlere uzanan
manastır usulü bir ceza sistemiyle pekiştirilmişti. “Kanun"da,
"kusurlu koyunların sadık biraderler cemaatinden uzaklaştırılması
gerekir," deniyordu. Ama böylesine katı bir yapılanmada bile takdir
yetkisine ya vardı, zira deneyimli başrahip Bernard bir parça esnekliğin
gerekli olduğunu teslim etmişti. Güçten düşmüş, hasta ya da yaşlı biraderlere
tahsisat sağlanıyordu; önemli meseleler üstadın başkanlık ettiği meclislerde
tartışılıp karara bağlanıyordu; ocak dışına çıkmak mecburiyetinde olan
biraderlerin " ‘Kanunu güçleri elverdiğince korumaya gayret
etmeleri" gerekiyordu. Tapınakçıların üstadı kısa süre içinde Kudüs
Krallığındaki askeri teşkilatın en önemli üyelerinden biri haline gelecek olsa
da, “Kanun"u tarafından her konuda itidal göstermekle yükümlü kılınmış
üstattan 1129'da geleneksel Benedikten başrahiplerinden biriymiş gibi söz
edilmekteydi: "Üstat, diğerlerinin zaaflarına dayanmasını sağlayacak asayı
ve kusur işleyenlerin fena huylarına doğruluk aşkıyla darbe indirmesini
sağlayacak değneği elinde tutmalıdır."
Bu gibi konularda Bernard ile meslektaşlarının kendi tecrübelerine
dayanmaları mümkündü, ancak tarikatın askeri görevlerine ilişkin düzenlemeler
yeni bir alana girmek demekti onlar için; bunların ağır sorumluluklar olduğunu
bilseler de, pratik askeri emirler konusunda öneri getirecek durumda değillerdi
pek. Her şövalyeye üç at ile bir silahtar tahsis ediliyordu, ama teçhizatını
altın, gümüş ya da şık örtülerle süsleyemezdi şövalye, "zira renklerle
süslemelerin göz alıcılığı, başkalarınca kibir addedilmemeli’ydi. Asillere özgü
geleneksel sporlar, av ve bavlı av yasaktı, kötülüğün simgesi sayılan
aslanların avlanmasına izin veriliyordu yalnızca. Aziz Bernard tüm hayatını bu
tür dünyevi faaliyetlerin azaltılmasına vakfetmiş, ama yine de Tapınakçılığın
şövalyelik ile dini bir araya getiren "kutsal yerlerdeki yeni bir tarikat
çeşidi" olduğunu ve Cistercium Tarikatından farklı olarak Tapınakçıların
ocak, arazi, serf ve aşarlarının olması gerektiğini, bu şövalyelerin
"Ka-nun’un "kutsal Kilisenin aleyhine çalışan sayısız zalim"
diye adlandırdığı kimselere karşı yasal koruma yetkisi taşıdıklarını kabul
etmişti.
Belli ki Bernard'a göre tarikatta esas olan kabul edilmiş şövalyelerdi,
zira "Kanun’da tarikatın diğer unsurları görece az anılıyordu. Ancak
şövalyeler için ad terminum [sınırlı süreyle] hizmet, yani -Anjou'lu
Foulques'un tarikatın kuruluşunun hemen ardından gayri resmi olarak yapmış
olduğu gibi- laik hayata dönüşten önce belli bir süreliğine hizmet imkanı
sağlandığı da açıktır. Fratres conjugati, yani evli biraderlerin de katılımına
izin veriliyordu - ama evli bir biraderin karısından evvel ölmesi halinde,
kadın sahip olduklarının bir kısmını kendi geçimi için alıkoyma hakkına
sahipti. Bu iki gruptakiler beyaz biniş giyemiyorlardı, bunlar için kahverengi
ya da siyahın daha uygun olduğu düşünülmüştü; belli manevi kazanımlar sağlamak
üzere tarikata bağlanan, "Kanun’un famuli [uşaklar] diye adlandırdığı
kimseler de böyleydi. "Kanun’un bir maddesinde tarikata hizmet eden
vaizlere iaşe ve giyim tedarikinden söz edilir, ancak bunların o tarihte tam
üye olarak kabul edilmedikleri anlaşılmaktadır. !ki kez de söz arasında,
Fransızca metinde sergens diye çevrilmiş olan clientes'e [yanaşmalar],
gelecekte tarikatın gayet önemli bir unsuru haline gelecek olan yaver-!ere ya
da hizmetli biraderlere atıfta bulunulur. Bunlar da kahverengi ya da siyah
biniş giymekte ve şövalyeler gibi tarikata ad tennlnum katılabilmekteydiler.
Kadınlar ise tarikata giremiyorlardı, "çünkü kadim düşman birçoklarını
Cennet'in doğru yolundan kadınlar cemaati vasıtasıyla uzaklaştırmıştı. ”43
Papalık onayı sağlama bağlandığına ve "Kanun”un yazımına
gi-rişildiğine göre Payns'lı Hugues de Kudüs'e dönebilirdi artık. 1129
baharında Kont Foulques'a eşlik etmişti muhtemelen, eğer böyleyse Yedinci Pazar
(2 Haziran) öncesi Kontun Melisende ile evlenmesine tanıklık etmiş olsa
gerektir.44 Kasım l l29'da
krallığa dönmüş olduğu ise kesindir - bu tarihte, yanında getirdiği adamlarıyla
birlikte Şam kuşatmasına katılmıştır.45 Tapınakçıların batıda teşkilatlanması, haçlı
devletlerine taze kuvvet, düzenli gelir, gıda, giyim ve silah sağlayacak
düzenli bir destek ağı kurma ihtiyacının açıkça kavrandığını gösterir. 1120'ler
ile 30'larda doğudaki Latinler, Birinci Haçlı Seferi çapında bir harekatın bir
daha gerçekleşmeyeceğini ve mevcut yerleşimlerinin haçlı galeyanlarına değil
kalıcı lojistik destek düzeneklerine ihtiyacı olduğunu düşünmüşlerdi büyük
ihtimalle. Birinci ve İkinci Haçlı Seferleri arasında geçen yarım yüzyıl boyunca
doğuya ulaşan haçlılar genelde görece küçük birimlerin üyeleri, muhtemelen
belli beylere veya akraba topluluklarına bağlı ya da belirli bir coğrafi
bölgeden çıkma kimselerdi.46
Ayrıca haçlılar ile silahlı hacılar arasında net bir ayırım yapıldığı, hatta bu
farkın kavrandığı pek nadirdi. Böylesi haç-lı/hacıların belli bir süre hizmet
vermek üzere tarikatın levazım teşkilatına katılması, çağın gereklerinin
kabullenilip böylesi güçlerle kişilerin daha sistemli bir yapı çerçevesinde işe
koşulmaya çalışıldığını gösterir. Tarikatın 1129'da Troyes'da kabul edilmesi
Tapınakçıların erken dönem tarihinin en önemli olayıydı, ama aynı zamanda II.
Baudo-uin'in doğu siyasetinde Anjou'lu Foulques'un davet edilişi kadar önemli
bir yere sahipti. •
Batıda bağışlar, bağımlı halkıyla birlikte toprak ve binalar, bir de
salahiyetle ilgili ve mali imtiyazlar şeklinde yapılıyordu. Bunlar, sonraki
yirmi yıl içinde giderek gelişecek bir görevliler hiyerarşisi çerçevesinde
biçimlenen il teşkilatının temellerini oluşturmuştu. Tarikat l 138'de Roma'ya
yerleşmiş,47 XIII. yüzyılda
İtalya'daki idare merkezleri giderek önem kazanmış, ayrıca Almanya, Dalmaçya ve
Mora'da da mülk edinmişti, ama bu toprak sahibi gücün merkezi, ilk zamanlardaki
görevlilerin unvanlarından da anlaşılabileceği gibi Francia, Proven-ce, İberya
ve İngiltere'deki ilk kuruluş bölgeleri olmuştu hep. Askeri tarikatlar için
yerleşik bir “Kanun” bulunmadığı gibi, Tapınakçıların benimseyebilecekleri bir
örgüt modeli de yoktu; zira erken ortaçağın manastırları müstakil ocaklardı,
uzaklardaki mülklerde yan manastırlara sahip olabilirlerdi, ama Tapınakçılar
gibi birleşik bir tarikat saymazlardı kendilerini. XI. yüzyılın sonlarında
Cluny'nin çok büyük bir manastır imparatorluğu haline geldiği doğrudur; ne ki
bu teşkilat öylesine gelişigüzel kurulmuştu ki, kuramsal olarak Cluny merkezli
olmasına rağmen ocakları arasındaki karmaşık ilişkiler tarife gelmiyor,
Tarikatçılara bir örnek sunmuyordu. Cistercium ise daha derli topluydu, zira
manastırlar ile yan ocakları arasındaki bağlantı sistemleri geniş bir yapı çerçevesinde
ayrı "aileler" oluşturmuştu. Bu bakımdan Tapınakçılar üzerinde belli
bir etkileri olmuştur muhtemelen, zira mülklerinin artmasıyla birlikte
Tapınakçıların da ocaklarını gruplar halinde kurduklarını gösteren veriler
vardır. Bununla birlikte Cister-cium sistemi bütünüyle benimsenmeye pek uygun
değildi, zira ana 'ocaklar yan ocakların epeyce uzağında kalıyordu genelde. Bu
da, kuramlarını Outremer ve İberya'da Islamla doğrudan temas halinde olan
bölgelerin ihtiyaçlarını karşılamayı sağlayacak kanallar halinde örgütlemesi
gereken bir tarikat için hiç de ' elverişli bir sistem değildi.48 49
İlk liderler kuşağında Tapınak görevlilerinin unvanlarıyla vazifeleri
kimi zaman tutarsızlık ve belirsizlik gösterse de, daha başlangıçtan bu
tarikatın -büyük ölçüde jeopolitik koşullar gereği- il temelinde örgütlenmesine
karar verildiği açıktır. Bu konuda da Hayırseverler Tarikatı etkili olmuştur;
zira o dönemde Tapınakçılar açısından örnek alınmaya uygun bir yapısı olan
yegane tarikat, ilk il teşkilatı 1120 civarında kurulmuş olan Hayırseverlerdir?1 Payns'lı Hugues'ün ilk eşlikçilerinden ve Troyes Konsilinin
katılımcılarından Montdidier'li Payen, 1130'da, "o tarihte, Tapınak
şövalyelerinin üstadı Hugues'ün bu taraflardaki mülkleri emanet ettiği, Tanrı
Tapınağının sadık bir şövalyesi" diye anılmıştı.50 51 52 53 54 Bağışlanan
arazi Ile-de-France'ın kuzey sınırındaki Noyon'daydı (Oise) ve anlaşıldığı
kadarıyla yukarıdaki cümlede geçen "bu taraflardaki" ifadesi, o
zamanlardan beri olageldiği üzere “Fransa'ya, yani Loire'ın kuzeyine işaret
ediyordu. l l33'te tarikatın "vekili" diye nitelenen Rigaud'lu
Hugues'e, güneyde, Provence, Toulo-use ve Aragön'da birçok başka bağış da
yapılmıştı?3 Rigaud'lu Hugu-es, tarikat
adına daha 1128 Kasımında, Carcassonne'un doğusunda, Aude vadisindeki
Douzens'da mülk bağışı kabul etmiş, l l32'de de Ro-bert adlı, tarikatın
“kethüdası" ya da “kahyası" diye anılan bir diğer Tapınakçıyla
birlikte çalışmaya başlamıştı?4 1136'da
Rigaud'lu Hugu-es'ün yerine, üstat, nazır ya da bailli diye anılan ve l l 39'a
değin Barselona, Toulouse ve Provance kontluklarında birçok bağış kabul eden
Bedocio'lu Arnaud geçmiş gibi görünmektedir?5 Bu ikisinin, 1132'den sonraya ait
olamayacak bir bağışta “Tapınak üstadı" diye anılan Ba-udement'lı
Guillaume ve Champagne Kontluğunda Provins yakınlarındaki bir köyün bağışlanma
belgesinde “denizin ötesindeki Tapınak şövalyeliğine yapılan bağışların"
muhafızı diye nitelene^6 Guillaume Falco'yla
ilişkisi hiç mi hiç açık değildir. Bununla birlikte Kuzey Fransa ile Provence
ve Kuzeydoğu İspanya arasında kaba bir yetke bölüşümü doğar gibidir. 114l'de
Bretagne'da yapılan bir bağışta Guil-laume Falco "Tapınak üstadı" haline
gelmiş ve muhtemelen Montdidi-er'li Payen'in görevini üstlenmişti. Payen ise l
l 38'den itibaren Ingiltere'de faaliyet göstermişti - buradaki tarikat
mülklerinin oranı, l l35'te Blois'lu Stephen'ın tahta çıkmasının ardından büyük
ölçüde artmıştı.55
Bu dönemde genel kuzey-güney taksimi gayet nettir artık ve Fransa
üstadının tarikatın batıdaki amiri sayıldığı anlaşılmaktadır. Barselona Kontu
ve Aragön Hükümdarı Ramön Berenguer'in Kasım 1143'te Gerona'da yaptığı büyük
bağış, "Fransa Üstadı Efendi Everard ve Pro-vence ile Ispanya'nın bazı
kısımlarının Üstadı saygıdeğer Rovira'lı Pi-erre eliyle" kabul edilmişti?56 Barres'lı Everard
1149'da, İkinci Haçlı Seferi sırasında büyük üstat olana kadar bu görevde
kaldı; Rovira'lı Pier-re ise 1158'e değin Provence, Aragön ve Barselona üstadı
sıfatıyla pek çok faaliyet gösterdi - anlaşıldığı kadarıyla yetke alanı,
ll37'de kurulan Aragön-Katalonya siyasi birliğince belirleniyordu kısmen?57 Ne ki
unvanlardaki belirsizlik de sürüyordu: 1146'da Rovira’lı Pierre ile kardeşi
Berengar "şövalyeliğin denizin bu yanındaki üstatları" diye
nitelenirlerken, Oliver adlı bir birader de Ispanya'daki üstat sıfatıyla
anılıyordu.58 Üstelik de üstat,
nazır ve bailli gibi terimler çokça kullanılıyor, ama özel bir sorumluluk
bölgesini göstermiyorlardı. Uygulamaya bakılırsa bu şekilde nitelenen
Tapınakçılar belli ocakların yöneticilerinden daha büyük sorumluluğa
sahiplerdi, ama hiyerarşide Bar-res'lı Everard ve Rovira'lı Pierre gibi il
üstatlarının altında yer alıyorlardı. Tarikatın daha 1128'de bağış toplamaya
başladığı Portekiz'de ll45'te Suerio adlı bir birader “nazır,” ll48'de de
Galdinus “üstat” diye anılmıştı.59 60’ Rovira'lı
Berengar, farklı tarihlerde nazır, bailli, yaver, "denizin bu yanındaki
üstat” ve “şövalyelerin üstadı” diye nitelenmiş olsa da, neredeyse sadece kendi
memleketi olan Barselona Kontluğu ve Douzens’de faaliyet göstermişti?2
ll30’ların sonlarında mahalli ocaklar ve manastırların yöneticileri de
sahneye çıkmaya başladılar. Bu dönemde mesela Sens'ın doğusuna düşen
Bourgogne'daki Coulours'da bir ocak kurulmuş, buranın yöneticisi de ağdalı bir
dille “Tapınak şövalyelerinin gönderdiği ve yukarıda anılan yerin yetkilisi
kıldığı Raimond" diye nitelenmiştir?3
Bu da, bir bölgede yeterince mülk biriktiğinde daimi bir idareci atandığını
düşündürür. 1139 ile 1150 arasında Tours yakınlarındaki Marmouti-er'de; yukarı
Loire’da Orleans’da; Chalons-sur-Marne piskoposluk bölgesindeki La Neuville’de;
Orange'ın kuzeydoğusunda, Provence’ta-ki Richerenches ve Roaix'te; Toulouse
Kontluğundaki Rodez'de; Ara-gön’da, Ebro nehri kıyısındaki Novillas’da;
Barselona yakınlarındaki Palau’da ve Portekiz'deki Braga'da idare merkezleri
kurulmuştu?4 Tarikatın İtalya'da da varlık
gösterdiğine dair benzer veriler mevcuttur; bu belgelerdeki terminoloji
fazlasıyla arkaik olmakla birlikte, Tapınak temsilcilerine tam yetki verildiği
kesindir. Sözgelimi Cenova'nın batı-
sında, Liguria kıyısındaki Albenga yakınlarında, Kudüs Tapınağının
missus'u [elçi] diye nitelenen Oberto, 1143 Nisanında, Legenolu Od-do'nun kızı
Lombarda'dan bir rahip malikanesinin yarısını satın almıştır. Bu alımın bir
idare merkezinin çekirdeğini oluşturduğu anlaşılmaktadır; zira tarikat bu
bölgede başka mülkler de satın almış ve l145'te iki temsilcisi, Hugues ve
Guillaume Normanno, missi de casa Templi [Tapınak ocağının elçileri] olarak
görevlendirilmiştir (bkz. çizim 2).61
■
Görevliler arasında nüve halinde bir hiyerarşinin doğması da
kaçınılmazdı, çünkü bu yeni tarikat hem toplumsal hem coğrafi bakımdan geniş
bir destek zemini sağlamıştı. Başpiskopos ve manastır başrahip. lerinden
sıradan rahiplere değin ruhban kesiminden gelen destek bunun önemli bir
örneğidir. Reims Başpiskoposu Raimond, Therouanne Piskoposu Milon'a muhtemelen
ll31'in sonlarında yazdığı mektupta, Milon’un piskoposluk bölgesinde tarikata
tanınan yardım amaçlı bir haktan söz etmiştir:
Muhterem biraderlerimizle piskoposlarımızın, Clairvaux başrahibi ve
diğer birçok din adamının tavsiye ve rızasıyla geçenlerde Reims'de toplanan bir
konsilde [19 Ekim 1131], Ypres Şapelinde, Obstal denen yerde, her yıl üç
Yakarma Günü'* ve müteakip beş gün mukaddes kudas ayini -düzenlenmesine ve bu
sekiz gün zarfında adak olarak sunulan ne varsa hepsinin Kudüs Tapınağı
şövalyeliğinin olmasına karar ve muvafakat verdik; fakat sair zamanlarda, Ypres
Aziz Martin Kilisesi ra-
hiplerinin hükmettiklerinden başka ilahi ayin yapılmayacaktır.62
Soissons ve Angers piskoposları da defin imtiyazları tanımışlardı
Tapınakçılara. 1133'te Soissons'lu ] oscelin, Tapınakçıların Cerches'deki
kilisenin önünde, "buradaki kutsanmış atriumda, kilise hükmü istenmeksizin
serbestçe defnedilmeleri"ni kabul etmiş, ayrıca bu kilisenin gelirinden
piskoposlara verilen iki ayrı cens'i (yıllık ödenti) tarikata tahsis etmişti.
Angers Piskoposu Ulger ise, tarihsiz olmakla birlikte 1144-1149 arasına
tarihlenebilecek bir bağışta, kendi piskoposluk bölgesinde Tapınakçıların hem
kutsal ayin düzenlemek hem de ölülerini gömmek için yılda bir kez ayin yasağını
delmelerine izin verdi. Tapı-nakçılara arpalık bağışlayanların, itiraf edilmiş
günahlar için verilen cezalarının beşte birini affetmek suretiyle başkalarını
da tarikata bağışta bulunmaya teşvik etti.63 64 Bunlar mevcut kiliselerin
bağışladığı imtiyazlardı; Pas-de-Calais'daki Saint-Vaast'ın başrahibi Gautier
ise, 11411147 arası yürüttüğü başrahipliği sırasında verilen bir beratla,
Tapı-nakçıların Hesdin'deki manastır arazisinde yeni bir kilisenin yapımını da
gerektiren bir yerleşim projesini gerçekleştirmelerini sağladı. Tasarı ufak bir
köyün kurulmasıyla bir şapelin inşasını içeriyordu - burada "onlar ve
bendeleri, yani dünyevi hayata sırt çevirmiş kimseler, . Hesdin kilise
bölgesinde geçerli tüm diğer hakları da mahfuz olarak, hem ölüm ve definin hem
de hayatın icabı olan mukaddes ayinleri düzenleyebilirlerdi^ Bu bağış,
müstakbel bir Tapınak ocağının temellerini atmıştı. Ruhban hiyerarşisinin diğer
ucundan Barbonne'lu (Provins yakınları) Wither adlı bir rahip de, "tüm
asmalarıyla arazisini ve Cleeles çayırını, kitaplarını, yani günlük dua ve
kudas ayini kitaplarını, ölümünden sonrası için de eviyle rahip
malikanesini" Tapınak-çılara bağışlamıştı. Anlaşılan Barbonne'lu Wither
neticede bizzat tarikata katılmayı da düşünüyordu, o gün geldiğinde tüm
varlığını bağışlayacaktı; bu arada, gelecekteki rabıtasının nişanı olarak bir
altın sikke bağışlamıştı Tapınakçılara.65
Laiklerden gelen bağışlar da aynı ölçüde geniş bir toplumsal yayılım
gösteriyor, krallardan başlayıp aşağılara uzanıyordu. Sözgelimi ln- '
giltere'de I. Henry ilk katılımları kolaylaştırmış, Tapınakçıların topraklı
mülklerinin temellerini atansa Kral Stephen (1135-54) olmuştu.66 67 68 l 139'da Oxfordshire'deki Cowley'de, bitişik ormanlık arazinin irtifak
hakkıyla birlikte verilen kraliyet arazisi tipik bir bağıştı/’ Benzer çapta bir
diğer bağış da ll41'de Bretagne Dükü (onan tarafından yapılmış, dük,
Tapınakçılara Lannia adasını, ayrıca Nantes şehrinde topladığı kiralardan 100
solidus'luk bir gelirle kendi ocaklarını kurmaları için bir arazi vermişti/2 Cowley ile Nantes'taki Tapınak idare merkezleri bu soyluların
cömertliği sayesinde ortaya çıkmıştı. Sıradan laikler bu kadar büyük bağışlarda
bulunamıyorlardı, ama yine de XII ve XIII. yüzyıllarda Tapınakçılar yüzlerce
bireysel bağışın sağladığı birikimden istifade ettiler. Bunlar, 1128-1132
arasına tarihlenen Toulousain beratındaki gibi bağışlardı. 69 70 71 72 Bu
bağışların en önemlisi belgenin en başında yer alıyordu: Toulouse'lu Raimond
Rater ailesi "yolun başındaki Del-bate Azize Meryem Kilisesinden Aziz Remi
Kilisesinin önünde çatalla-nan diğer yola dek" sahip olduğu tüm
imtiyazları bağışlamıştı. Ancak bunu, küçük küçük araziler, bir denier gibi
ufak miktarlarda paralar, atlar, silahlar, gömlek, tuman ve binişler içeren,
kırk üç kişiden gelme bağışlar izliyordu. Mesela Rorritus adlı biri on iki
denier vermişti, ölümünden sonra bu paraya en iyi atı ile silahları da
eklenecek, şayet atı yoksa onun yerine otuz solidus ödenecekti. Bu tür hibeleri
teşvik eden şövalye kültürü, kentleşme düzeyinin yüksekliğine rağmen ltal-ya'da
da aynı derecede güçlüydü/4 1140'ta
Treviso'da, piskoposun vekili Bertaldo Bozzolino, savaş atını, atının
dizginini, bacak zırhlarını, mahmuzlarını, miğferini ve mızrağını oradaki
Tapınağa bağışlamıştı/5
Tapınakçılara bağışta bulunan herkesin haçlı davasını desteklemek gibi
genel bir yönelimi olduğu varsayılabilir, ama kimi bağışların haçlı
seferleriyle dolaysız bağıntısı da vardır. l 134'te, bir diğer Toulousain
sakini Guillaume Pierre mülkünün bir kısmını Douzens'li Tapınakçı-lara
bağışlamış, mülkün tamamının tarikata geçmesi için de "orada ölmesi
halinde veya başka bir suretle Kudüs'te kalma"sı şartını getirmişti/6 Buradaki "başka bir suretle" ifadesi Guillaume Pierre’in
doğuda tarikata katılma niyeti güttüğüne işaret ediyor olabilir, zira aynı
beratta geri dönüp dönmemesine bağlı olarak Tapınakçılara birtakım bağışlarda
bulunup varisleri için bazı hükümler getirir. Benzer bir düşünce -muhtemelen
1147 baharında- Bouzonville'li Gerard ve Garin kardeşleri de harekete geçirmiş,
çıkmaya hazırlandıkları haçlı seferinden ikisinin birden ya da yalnızca birinin
sağ dönmesi halinde iade edilmek üzere Rispe ve Bouzonville'deki (Metz'in
kuzeydoğusu) arazilerini tarikata emanet etmişlerdi. Bu belgede Clairvaux'lu Bernard'ın
“İsa'nın ordusu" vaazlarının etkisi açıkça görülür; bu da Tapınakçı-ların
krallık topraklarında belli bir ağırlık kazanmalarının lkinci Haçlı Seferi
dönemine denk geldiğini ve Aziz Bernard'ın desteğinin hayati önem taşıdığını
düşündürür.73 VII. Louis'nin
1149 yazında haçlı seferinden döndüğünde Savigny kasabasını Tapınakçılara
bağışlamasını sağlayan da bu harekat sırasında edindiği tecrübeler olmuştu.
Tapınakçılara özel bir bağlılığı olduğunu (onların mali ve askeri yardımı bu
seferin meşakkatlerine dayanmasını sağlamıştı) ve doğuda Kilise uğruna
gördükleri işler için büyük bedeller ödediklerini teslim etti. Bu nedenle de,
kraliyet malikanesinde, Melunun hemen güneyindeki Savigny'yi, Etampes'daki
cens'inden alınacak yıllık bir gelirle birlikte Tapınakçılara bağışladı.
Saptanan miktardan fazlası gelirse iade edilecek, açık çıkarsa Etampes kraliyet
prevöt’su’' bu açığı kapatacaktı/74
Tarikata ilgi duyan yalnızca erkekler değildi.75 VII. Louis'nin karısı ve büyük bir fiefin sahibi
olan Aquitaine'li Eleanor, hızla gelişen La Rochelle limanında çok önemli bir
Tapınak ocağının temellerini attı. 1139 tarihli beratında, yasallarından
birinin Tapınakçılara değirmenler bağışlamasına onay verdi; La Rochelle’de
Tapınakçıların mevcut bina ve duvarla çevrilmiş arazilerinin "tüm
baçlardan, kanun ihlallerinden, tolte ve taille’den (senyörlerin keyfi adam ve
para toplama hakkı), bize geçiş parası ödeme konusu hariç görevlilerimizin
cebrinden tamamen azade ve münezzeh" olacağını bildirdi; vasallarına da,
kendisinin bir hizmet kaybına uğramaması koşuluyla, tarikata istedikleri her
şeyi bağışlama serbestliği tanıdı. Son olarak en önemli katkısı da, La Rochelle
gibi bir limanda Tapınakçıların her çeşit mallarını kendisine ait toprakların
tamamında "baç ve haraç ödemeksizin, ister karadan ister denizden,
serbestçe ve güvenle" nakletmelerine imkan vermesiydi.76 77 Bunların
yanında mütevazı kalmakla birlikte l 140’larda Bayan Erment-rude da, Laon
Piskoposu Bartholome’nin himayesinde, Laon'da Azize Genevieve Kilisesinin
yanında bulunan Tapınak kilisesinin dua rahibine arpalık oluşturacak ufak
mülkler bağışlamıştı.8’
Faal bir haçlı hattı olan Iberya’daki durum, Fransa ile
Ingiltere’de-kinden çok farklıydı; burada, özellikle Aragön, Katalonya ve
Portekiz’de, muharip bir güç olarak Tapınakçıların taşıdıkları bariz potansiyel
-tarikat bunu henüz fiiliyatta askeri bir role dönüştürememiş olsa da-
neredeyse hemen kabul görmüştü. Yakın zamanda "Savaşçı" I. Alfonso
(1104-34) Aragön'da durumu toptan değiştirmiş, onun askeri becerileri ile
haçlılık ülküsü sayesinde Aragön gücünün merkezi Pire-neler ve Yukarı Ebro
vadisinden güneye kaymıştı. 1118-1120 arası gibi kısa bir sürede Zaragoza,
Tudela, Tarazona, Daroca ve Calatayud'u almıştı.78 Alfonso yönetiminin son yirmi yılında Aragön'un
hızla genişlemesi, kral açısından büyük egemenlik sorunları yaratmıştı. Bu
sorunları, güçlü baronlara toprak bağışlayarak (ve bunun kraliyet gücünü
zayıflatması ihtimalini göze alarak) hafifletmek zorunda kalmıştı bir bakıma;
ama bu konudaki özgün katkısı, kendilerini Mağribilerle savaşa adamış
şövalyelerden oluşan kardeşlik cemiyetlerini kurmuş olmasıdır: 1122'de Belchite
kardeşlik cemiyetini kurmuş, kısa bir süre sonra da (muhtemelen 1128-30 arası)
bunu Monreal del Campo'da oluşturulan benzer bir askeri teşkilat izlemişti.
Belchite'nin üyeleri farklı sürelerle hizmet veriyor fakat and içmiyorlardı,
statüleri tam anlamıyla kabul olunmuş şövalyelerden çok Tapınağın laik
üyelerinin-kine benziyordu. Bununla birlikte Hıristiyan egemenliğine
girmedikleri sürece “kâfirlerle asla barış yapmamaya" söz veriyorlardı/3 Monreal için öngörülen işlev, Alfonso'nun ne düşündüğünü gayet iyi
açığa vuruyordu. 1120'lerin sonlarında bir tarihte Auch Başpiskoposu Guil-laume
(1126-1170 civarı) bu askeri teşkilata üye oldu, aynı zamanda da şövalyelere
aylık bir denier katkıda bulunanlar için kırk gün cezasına af çıkardı. Sonuçta
bu kardeşlik cemiyeti kök salamamış olsa da, başpiskoposun ilgili belgedeki
sözlerinden Alfonso'nun niyetinin gayet ciddi olduğu ve cemiyete gelir
sağlamakta büyük güçlüklerle karşılaştığı açıkça anlaşılır. Kral,
"fethedilmemiş, tarım yapılmamış, oturulmaz yerler" olan Daroca ile
Valencia arasındaki topraklarda Monreal adlı bir şehir kurdu, "burası
semavi kralın -Tanrı'nın şövalyelerinin de kendilerine bir yer bulabilecekleri-
yurduydu. Bu ihsan, nakit ve sair iratla, ayrıca kralın "Kudüs kardeşlik
cemiyetindeki gibi 'kati bir serbesti ve muafiyet olması" isteğiyle
pekiştirilmişti - alıntılanan sözler, Tapınakçıların Aragön'a yerleşmiş
olduklarına, Monreal teşkilatının da bundan etkilendiğine işaret eder.84
Bu çerçevede Alfonso'nun Ekim 1131 tarihli meşhur vasiyetinde Kutsal
Kabir Kilisesi rahipleri, Hayırseverler ve Tapınakçılara gösterdiği cömertlik
açıklanabilir hale gelir. Bu vasiyetin şartları yanında o dönemde askeri
tarikatlara yapılan diğer bağışlar pek önemsiz kalır; dolayısıyla da vasiyetin
hazırlanma koşulları, benzersiz bir olayı açıklamak isteyen tarihçiler
tarafından enine boyuna incelenmiştir. Vasiyetin özü şudur:
Bu nedenle, ölümümden sonra mirasçım ve halefim, Kudüs'teki Efendimizin
Kabri ile orada Tanrı'yı gözeten, savunan ve ona hizmet edenlerdir, Kudüs'te
yoksulların Hayırseverleridir ve Hıristiyanlığın namını korumak için orada
nöbet tutan şövalyeleriyle birlikte Süleyman Tapınağıdır. Tüm krallığımı bu
üçüne bağışlıyorum. Krallığımın topraklarında, babamın ve benim şimdiye kadar
riayet ettiğimiz, riayet etmek mecburiyetinde olduğumuz türden kanunların
eşliğinde hem halk hem ruhban üzerinde, piskoposlar, başrahipler, rahipler,
keşişler, nüfuzlu kimseler, şövalyeler, kent ahalileri, köylü ve tacirler,
erkek ve kadınlar, küçük ve büyükler, zengin ve fakirler, ayrıca Yahudi ve
Sarazenler üzerinde sahip olduğum egemenliği de bağışlıyorum.
CG, no. 6, s. 3-4.
Üç mirasçı krallığı eşit paylaşacaktı.79 80 81
Kralın birinci dereceden varisi yoktu; Castilla'lı Urraca'yla evliliği,
Castilla ile bir birlik kurma ihtimalini de ortadan kaldırarak lll4'te sona
ermişti. Bundan sonra evlenmemişti; aslında kısırdı belki de, zira bilinen bir
çocuğu yoktu/6 Dolayısıyla ölümünün ardından
gerçekleşebilecek muhtemel bir dış müdahaleyi, özellikle de 1126'da iktidara
geçen Castilla'lı VII. Alfonso'dan gelebilecek müdahaleyi hesaba katması,
ayrıca Mağribilerle aralarındaki sınırın korunup topraklarının daha da genişletilebilmesi
için şartları hazırlaması gerekiyordu. Ne ki, I. Alfonso 1134 Eylülünde
öldüğünde, vasiyeti ölümünden kısa süre önce teyit etmiş olmasına rağmen,
ilgili taraflar kendi konumlarını sağlama almak üzere hızla harekete geçtiler/7 Castilla Zaragoza'yı işgal etti; Navarra'nın soyluları kendi
hükümdarlarını seçtiler (Navarra kraliyet ailesinin gayri meşru çocuğu Garcıa
Ramirez'di bu), böylece Navarra ile Aragön arasında 1076'dan beri var olan
birliğe son verdiler; Alfonso'nun San Pedro de Huesca'da keşiş olan küçük
kardeşi Ramiro ise manastırdan ayrıldı, evlendi ve bir kızı (Petronilla) oldu.
l l37'de Petronilla ile Barselona Kontu ve Katalonya Hükümdarı IV. Ramön
Berenguer arasında söz kesildi (evlilik ise 1150'de gerçekleşti). Petronilla
yetişkinliğe ulaşacak kadar yaşamayacaktı, ama Ramiro Aragön'u Ramön
Berenguer'e bırakıp, böylelikle de Aragön ile Katalonya arasındaki kalıcı
birliğin temellerini atıp manastırına geri döndü. Castilla'lı VII. Alfonso bir
baskı kaynağı olmayı sürdürdü: 1 l35'te Leön'da imparator oldu, Garda Ramirez
de Ramön Berenguer de onun vasalları haline geldiler. Bununla birlikte 11.
Ramiro ile Ramön Berenguer'in icraatı, Castilla'nın doğrudan doğruya Aragön'a
el koymasına engel oldu.
Ne ki, bu manevralarla varisleri fiilen safdışı edilen asıl vasiyetname
bir sorun olarak kaldı hep. Bunu halletmek Ramön Berenguer’i 1143’e dek
uğraştırdı, Tapınakçılara da yeni bir siyasi birlik olan Aragön-Katalonya’da
büyük kazançlar sağladı. II. Ramiro da Ramön Berenguer de vasiyetin şartlarını
yerine getirmeye yönelik herhangi bir çaba göstermedi; ama yeniden fetih
hareketine büyük katkılarda bulunabilecek bir tarikatı küstürmeyi de
istemiyorlardı. Bu nedenle Ramiro, ağabeyinin ölümünün üzerinden bir ay
geçmeden Grisenich kasabasını "Zaragoza cavaleatores'ine
[şövalyeler]" bağışladı.82 83 Katalon-ya'da
ise Ramön Berenguer'in babası lll. Ramön Berenguer, muhtemelen Haziran l
131'deki ölümünden kısa bir süre önce, "Sarazen sınırlarında yer alan çok
iyi tahkim edilmiş Granena adlı bir kaleyi” de Tapınakçılara bağışlayarak
fiilen tarikata katıldı/9 IV.
Ramön Berenguer de 1134'te '(muhtemelen Nisanda, 1. Alfonso’nun ölümünden önce)
fahri üye olarak bir yıllığına tarikata katıldı - bu arada sürekli olarak
tarikatın on şövalyesinin masrafını karşılamayı vaat etmiş, yirmi altı Katalan
soylusu da onu örnek almış ve her biri süre kaydı olmaksızın bir Tapınak
şövalyesinin geçimini üstlenmişti/0 Ramön
Berenguer’in, ll37'de II. Ramiro'yla yaptığı anlaşma ertesinde vaadini tuttuğu
anlaşılmaktadır, zira bu sıralarda büyük üstada yazıp krallık kaynaklarınca
beslenecek on şövalyeyi Aragon'a göndermesini istemişti. Ayrıca tarikata, sair
iratlar ve salahiyet haklarının yanı sıra Daroca şehriyle Osso ve Belchite
kalelerini teklif etmişti. Ek bir teşvik vesilesi olarak da gelecekteki tüm
fetihlerden onda birlik bir pay bağışlamıştı tarikata.9’
Bu tasarıların fayda sağladığını gösteren hiçbir veri yoktur elimizde;
ancak yukarıda anılan teklif, Ramon Berenguer'in ll43'te Gero-na'da giriştiği
çok daha kapsamlı bir Tapınakçı iskanının habercisidir^2 Bu tarihte artık sabık varisler vasiyetin yerine getirilmeyeceğini
kabullenmiş durumdaydılar. Hayırseverler ile Kutsal Kabir rahipleri l l40'ta
resmen kabul etmişlerdir bunu; Ramon Berenguer'in 1143 tarihli beratı
Tapınakçılarla da nihai bir anlaşmaya varıldığını gösterir” Bu belgede,
Payns'lı Hugues'ün 1133 ile 1136 arası bir tarihte ölmesinin ardından büyük
üstat olan Craon'lu Robert tarikatın hak iddialarından vazgeçtiğini vurgulamış,
karşılığında da tabi arazileriyle birlikte altı büyük kalenin -Monzon, Mongay,
Chalamera, Barbara, Belchite, Remolins ve "Tanrı bahşetme lütfunu
gösterdiğinde” Corbins'in-mülkiyetini "baki hak” olarak kabul etmişti.
Ancak bunlardan biri -Belchite- kalenin beyi Lope Sanchez'le yapılan anlaşmayla
tarikata bağlanmıştı zaten;94 bir
diğeriyse -Barbara- daha l 132'de, burayı Bar 84 85 86 87 88 selona
kontlarından almış olan Urgel kontu tarafından tarikata bağışlanmış durumdaydı.89 90 91 Tapınakçılara
kalelerin yanı sıra kraliyet iratlarının onda biri, Zaragoza'dan ıooo
solidus'luk bir yıllık tahsisat ve Ispanya'daki chevauchees [akınlar] ya da
seferlerden gelen kazancın beşte biri bağışlanmış, Ramön Berenguer'in
arazilerinde geçiş parası ve gümrük mecburiyetlerinden muafiyet tanınmıştı.
Geleceğe yönelik imtiyazlar da vardı: Fethedilecek toprakların beşte biri ve
Mağribilere karşı kale inşa etme izni. Bu sorumlulukların kabul edilmiş olması,
Tapınakçıların mali ve sayısal bakımdan reconquista’daljl başat bir rol
üstlenmek için yeterli güce sahip olduklarını düşündürür - muhtemelen l
l30'larda talip olamayacakları bir roldür bu.96
Mesela 111. Ramön Berenguer Grafıena'yı "benim namıma bu kalenin sahibi
olan şövalyeler ve orada yaşayan ahaliyle" birlikte bağışlamıştı, bu da o
tarihte Ta-pınakçılardan -kalenin resmi hakimi olsalar da- burayı kendi
garnizonları haline getirmelerinin beklenmediğine işaret eder. Kaldı ki,
Iberya'daki durum doğudakinden tamamen farklı olsaydı, ll43'ten sonra da kabul
olunmuş asli tarikat üyeleri kalelerdeki insan gücünün küçük bir kısmını
oluşturabilirdi ancak?7
Alfonso'nun vasiyetinden kaynaklanan sorunların çözülmesi neredeyse on
yıl aldı, ama kralın bu düzenlemeyi yapmaktaki saikleri bir tartışma konusu
olarak kaldı hep. I. Alfonso çetin, becerikli bir hükümdardı ve krallığı otuz
yıl başarıyla yönetti. Bu süre zarfında, büyük ölçüde Aragön nehrinin
kuzeyindeki bölgeyle sınırlı kalmış bir Pirene beylikleri toplamından ibaret
krallığını, reconquista'da pay kapma mücadelesinde Castilla-Leön'a rakip
çıkacak kadar güçlü, büyük bir Iberya hükümdarlığı haline getirmişti. Bu
nedenle tarihçiler Alfonso'nun vasiyetini yalnızca metne bakarak
anlamlandırmanın zor olduğunu, zira vasiyetname hükümlerinin benzersiz bir
siyasal toyluğun ürünü gibi göründüğünü düşünürler. Bu bariz çelişkiyi
açıklamaya çalışanlardan biri olan Elena Lourie, kralın bu vasiyetnemeyi
Castilla'lı VII. Alfonso'nun hak iddialarını engelleyecek, bu arada da kardeşi
Ra-miro'nun dinden uzaklaşıp iktidar safına geçmesine zaman tanıyacak bir hile
niyetine tertiplediğini ileri sürmüştür. Bağışın dini nitelik taşıması, büyük
ihtimalle Aragön'un bir papalık fiefi olmasından kaynaklanan papalık
müdahalesinin gücünü azaltmıştı.92
İncelikli, parlak bir iddiadır bu, ama büyük ölçüde kurgusaldır da. Altmıştan
fazla tanığın yeminiyle desteklenmiş, kralın ölümünden kısa bir süre önce
tasdik edilmiş, açık, belirsizlikten uzak bu bağışın ciddiyetini gereğince
gerekçelendiremez. Alfonso'nun deyişiyle vasiyet babasıyla annesinin ruhlarının
selameti ve kendi günahlarının affedilmesi için, "böyle-ce ebedi hayatta
bir yer edinebilme’si için hazırlanmıştı. Haçlı davasına büyük bir bağlılık
sergileyen ve zaten iki askeri kardeşlik teşki- -latı kurmuş olan bir kralın,
öte dünyayı işe koşan böylesi karmaşık bir siyasi manevra tertiplemeye kalkışıp
da ölümsüz ruhunu tehlikeye atması pek mümkün değildir. Kuşkusuz Papa II.
Innocentius vasiyetnamenin sahiden kralın isteklerini yansıttığını düşünmüştü;
zira o dönemde Ispanya'da olağan uygulama ata mirasının ortak varisler arasında
bölüşülmesiyken, 1135/6'da vasiyetnamenin uygulanması konusunda baskı
yapmıştı." Dolayısıyla emin olmak mümkün olmasa da, veriler arasındaki
denge I. Alfonso'nun bön ya da riyakar olmadığını, dindarlığını o dönemin
-birçok başka bağış sahibinin de açığa vurduğu- fikir eğilimlerine gayet uygun
bir biçimde dile getirdiğini düşündürür. Diğer bağışlarla Alfonso'nunki
arasında ölçekten başka fark yoktur.93 94 95
I. Alfonso'nun ardında kendi nesebinden varisler bırakamamasının bir
diğer sonucu, Aragön ile Navarra arasındaki birliğin çözülmesiydi. Dolayısıyla
Navarra kralları Tapınak Tarikatına komşularınınkilerden bağımsız özel
bağışlarda bulundular - ne ki XII. ve XIII. yüzyıllarda, Navarra'nın giderek
Castilla, Aragön ve Portekiz egemenliğindeki sınır bölgesinden ayrı düşmesiyle
birlikte tarikatın krallıktaki potansiyel askeri değeri de azalacaktı. En
önemli bağış (muhtemelen de ilk bağışlardan biri) ll 35'te Garda Ramirez
tarafından yapıldı ve Novillas Kalesi ve kasabası Hayırseverler ile
Tapınakçılara bırakıldı^’ Bir önceki yıl, Zaragoza Piskoposu Garda (1130-6)
Novillas'taki kilise üzerinde sahip olduğu tüm piskoposluk haklarını
Tapınakçılara devretmişti, "yalnız konsilimize gelip kutsal yağ alacaklar
ve Zaragoza piskoposluğunu tanıyacaklar, öyle ki söz konusu şövalye teşkilatı
her yıl Aziz Mikail Yortusunda bize ve haleflerimize, düzenli aralarla yukarıda
anılan piskoposluğa teslim edilmek üzere on iki denier verecekler"di. 96 l 139'da
Tapınakçılar burada bir idare merkezi kurmuş durumdaydılar,97 98 99 1140'larda
da güçlerini bağış ve alımlarla, en önemlisi de -muhtemelen kendilerine özel
bir bölge oluşturmak için- suriçi binalar arası takaslarla pekiştirdiler. l
132'de iki tarikat I. Alfonso'nun bağışıyla yakınlardaki Mallen köyünü de ortak
mülk edinmişti; 1149'da haklarından karşılıklı olarak feragat ettiler ve
anlaşma gereği Novillas Tapınakçılarda, Mallen de Hayırseverlerde kaldı. 104 Pas-de-Calais bölgesinde Saint-Vaast'ın başrahibinin yaptığı gibi Kral
Garda da tarikatı yerleşim alanları oluşturmak için kullanmıştı. Olsa olsa Kral
Garcia'nın hükümranlık dönemine, 1134-1150 arasına tarihlenebilecek bir beratta
kral, Villa Vetula denen yerde “oturan ve oturacak olanlara" da kanuni ve
ticari imtiyazlar tanımıştı, burası Tapınakçılara bağışlanmış topraklarda yer
alıyordu ve halkı tarikata cens ödemekle yükümlüydü. io5 Belli başlı din adamları da benimsemişlerdi bu yaklaşımı: Pamplona
Piskoposu Lope (1142-59) l149’da tarikata Ancessa'da, buraya yerleştirdikleri
nüfus için bir kilise inşa etme hakkı tanımıştı. Kilisenin özerk sahibi
Tapınakçılar olacak, yalnız piskopos cens'in dörtte birini alacak' ve rahipler
üzerindeki salahiyetini koruyacaktı.
Ama kilisenin inşa edilebilmesi için ilk iki sene gelirden alacağı
çeyrek hisseden feragat etmişti.’06
Bu sırada Barselona kontu yeni bir birliğin, Aragön-Katalonya’nın
oluşum sürecini başlatmıştı, yani yarımadanın öte tarafında tamamen yeni bir
siyasi yapı biçimlenmekteydi. 1128'de Afonso Henriques annesi Kraliçe Teresa'yı
Mino nehrinin güneyindeki toprakların egemenliğini bırakmaya zorladı; uzun ve
başarılı hükümranlık döneminin başlangıcı oldu bu, 1185'te öldüğünde bağımsız
bir Portekiz Krallığı kurulmuş durumdaydı. Teresa, 1085'te Toledo'yu fetheden
ve hükümranlığının son yıllarındaki sorunlara rağmen yarımadanın en güçlü
hükümdarı addedilen Castilla'lı VI. Alfonso'nun (ö. 1109) kızıydı. Teresa
1094'te Bourgogne'lu Hemi ile evlendiğinde, Alfonso merkezi Mino ile Duero
arasındaki bölge olan toprakların beyliğini bağışlamıştı Henrî’ye; buranın daha
da güneye uzanmak için bir üs olmasının amaçlandığı açıktır, ama Castilla'ya
bağımlı olmasının öngörüldüğü de aynı derecede aşikardır. Teresa ile
Bourgogne'lu Henri'nin oğlu Afon-so Henriques bu yönelimlerden ilkine adadı
kendini, ikincinin yani bağımlılığın süregitmesine göz yummak gibi bir
niyetiyse yoktu; 1130'larda Tagus vadisi hattında Müslüman kuvvetlerini
dağıtmaya başladı. Hatta 1139'da epeyce güneyde, Ourique'de Murabıtları bozguna
uğrattı; bu zaferin ardından da kendisine kral demeye başladı. Ramön Berenguer
gibi o da 1135'te VII. Alfonso'nun imparatorluk iddialarını kabul ettiyse de,
1143'te papalık vasalı olmak suretiyle Castilla kralının dolaysız
müdahalesinden ustalıkla korundu. Dolayısıyla askeri tarikatların, özellikle de
Tapınak Tarikatının buraya yerleşmesi, Ramön Berenguer için olduğu gibi onun
için de önemliydi; nitekim haçlı davasına bağlılıkları nedeniyle Tapınakçılar
Mağribi sınır boyun-
’06 CG, no. 545, s. 334.
daki kalelerle yeni iskan edilmiş toprakların ideal alıcısı haline
gelmişti.
Kraliçe Teresa, Afonso Henriques'nin iktidarı ele geçirmesinden hemen
önce, Mart 1128'de, Mondego nehrinin güneyinde, Coımb-ra'nın hemen aşağısında
bulunan Soure Kalesini Tapınakçılara bağışlamış ve bu bağış bir yıl sonra
bizzat Afonso tarafından onaylanmıştı; Afonso bunu, kendisinin ve soyundan
gelenlerin ruhlarına deva olsun diye ve "sizler [Tapınakçılar] için
gönlümde yatan sevgiden, kardeşliğinizin bir biraderi olmamdan ötürü"
yaptığını söyler.’07 Doğu ls-panya'dakiyle buradaki
durum arasında çarpıcı koşutluklar vardır. Ramon Berenguer gibi Afonso'nun da
tarikatın fahri üyesi olduğu ve Tapınakçıların tıpkı Granena ile Barbara
kaleleri gibi -daha Troyes Konsilinden önce bağışlanmış olan- Soure'yi de kendi
garnizonları haline getiremedikleri anlaşılmaktadır. Ama îl45’te, Afonso daha
da güneye inmek üzere harekete geçtiğinde durum değişmiş olabilir. O yıl
Afonso'yla akrabalık bağı olan Fernand Menendiz, kralla birlikte, düşük nüfuslu
Estremadura bölgesindeki Longroiva kalesini almıştı.^ Ancak ana hedef hala Tagus
vadisiydi ve Afonso 1147'de Santarem'i, ardından da Ekim ayında haçlıların
yardımıyla, Outremer yolunu açan Lizbon'u almayı başardı. Kralın özenli
hazırlıkları arasında Tapı-nakçılara yapılacak müstakbel bağışlar da yer
alıyordu; dini bağışlar aracılığıyla Tanrı'dan içtenlikle yardım dilemek
suretiyle, mevcut kaynaklara da dokunulmaksızın tarikatın desteği sağlanmıştı.
Afonso'nun Nisan 1147 tarihli beratında bu şöyle dile getirilmiştir:
Santarem denen kalevc doğru yola koyulduğumda içimden bir niyet tutmuş,
bir yemin etmiştim; eğer merhametli Tanrı burayı bana bah-
şederse, tüm kiliselerini Tanrı'ya ve Kutsal Kabri korumak için Kudüs'e
yerleşen, bir kısmı da burada benimle aynı kontlukta yaşayan Süleyman Tapınağı
asker biraderlerine vakfedeceğim, demiştim. Tanrı bana bu şerefi bağışladığına
ve isteğimi tamı tamına yerine getirdiğine göre, karısı Matilda'yla birlikte
yukarıda anılan kral, yani ben Afonso, lsa’nın yukarıda anılan şövalyelerine
Santarem’deki tüm kiliselerin beratını veriyorum, bu beratla onlar ve halefleri
bu kiliselere ilanihaye sahip ve malik olacaklar, öyle ki hiçbir din adamı ya
da laik kişi bu kiliselerde herhangi bir şeyi sorgulayamayacak. Ama eğer bir
gün talihin lütfuyla merhametli Tanrı bana Lizbon denen şehri bahşederse, benim
tavsiyem uyarınca piskoposla anlaşmaya varacaklar.100 101 -
Bu tarihte tarikat daha kuzeyde, Braga’da önemli bir ocak kurmuş
durumdaydı, başpiskoposlardan da özel yardımlar almıştı. l 145’te, Başpiskopos
Braga’lı Juan döneminde (1138-75) önemli bağışlar yapıldı; ama Braga’lı Juan’ın
beratları, büyük ölçüde selefi Pelagius’un (ö. 1137) isteklerini yerine
getirdiğini ortaya koyar. Başpiskopos Juan Ağustos 1145'te tarikata, aslında
Pelagius’un yoksullar hastanesi olarak yaptırmış olduğu bir binayı bağışladı,
maddi destek sağlamak için de başpiskoposluğun şehrin içinde ve dışında sahip
olduğu tüm panayır alanlarıyla iratlardan gelen aşarın yarısını tarikata
bıraktı.”0 Aynı darülacezenin kastedildiği
kesin olmamakla birlikte, ertesi yıl verilen ve kralın kendisini mülkün yeniden
işlerlik kazanması için öncülük eden kişi olarak sunduğu bir berattaki açıklama
bu ocağa ilişkindir. Buna göre Pelagius ,
kendisinin ve ana babasının ruhlarına deva olsun diye, Braga adlı
başpiskoposluk şehrinde bir ocak, yani hacılar için bir han inşa ettirdi ve
buranın maişetini bağlar, bir arazili mülk, birçok arpalık (ve) birçok
yen! şövalyelik
gelirle cömertçe karşıladı. Fakat onun ölümünden sonra, bu dünyanın
geçici zenginliklerine göz diken ve bunun sebep olduğu gerçek suçları
unutanlar, yukarıda söylenen yerin haklarını, mesela arazili mülkü gaspedip
geriye neredeyse hiçbir şey bırakmaksızın burayı yakıp yıktılar. Ne ki sonradan
ben Portekiz Kralı Afonso, yukarıda anılan ocağın mahvolmuş, harap halini
gördüm, burayı düzeltip eski haline getirmek istedim; Tanrı'nın huzurunda Braga
Başpiskoposu Juan ve Kutsal Kabri korumak için Kudüs'e yerleşmiş Süleyman
Tapınağı şövalyeleriyle birlikte bir ahit hazırlayıp buranın durumunu bir
karara bağladım. Ocağı, halihazırda ve evvelce -yukarıda anılan Başpiskopos
Pelagius öldüğünde- mevcut olan tüm müştemilatıyla birlikte Tapınakçı-lara
veriyor ve bırakıyorum; buraya sahip ve malik olabilirler, Tapınağın hizmetinde
burada ne yapmak istiyorlarsa yapabilirler.102
Tapınakçıların uzun vadede Aragön ile Portekiz'de kazanacakları
ağırlık, bu bölgelerdeki ilk yerleşimlerinin semeresiydi; 1308’deki duruşma
sırasında bile bu krallıkların hükümdarları Tapınakçılara cephe almayı
gerektiren papalık emirlerine uymakta gönülsüz davranmışlar, tarikat 1312’de
lağvedildikten sonra 1319'da Portekiz Kralı Dinis tarafından kurulan yeni İsa
Tarikatı da büyük ölçüde Tapınakçıların mülkleriyle insan gücünü kaynak
edinmişti. Tapınakçılar, Calatrava, Alcantara ve Santiago'nun -sırasıyla 1164,
1175 ve ll 76'da onay alan-bölgesel askeri tarikatlarının kuruluşunda dikkate
değer bir dolaylı etkileri olmasına karşın, Castilla-Leön'da hiçbir zaman
Aragön ile Portekiz'deki kadar önemli bir konum elde edememişlerdi. Bununla
birlikte diğer hükümdarlar gibi Vll. Alfonso da, sık sık reconquista
seferlerinin ortasında kalan az nüfuslu bölgelerin beyleri olarak Tapınakçılara
değer veriyordu. ll46'da sarayında İspanya hükümdarlarını bir araya getiren
büyük bir toplantıda, Soria ile Almenar de Soria arasındaki rüzgarlı yaylalarda
bulunan, terk edilmiş Villa Sicca köyünü Tapınak-çılara bağışlamıştı.”2
Fransa, lberya ve lngiltere'de bu çapta gelişmeler olurken, özellikle
de Payns'lı Hugues'ün adam devşirmedeki başarısı ve II. Baudouin ile I 13l'de
öldüğünde onun yerine geçen Kral Foulques'un aleni desteği dikkate alınırsa,
tarikatın Outremer'de de hızla ağırlık kazandığını düşünmek mümkündür. Ancak bu
fikri destekleyecek veri pek azdır. Henüz Mısırlıların elinde bulunan Askalon
limanını tehdit etmek üzere yakın zamanda, ı ı 36'da yapılmış olan Beytcibelin
Kalesinin savunmasını almalarına bakılırsa, Hayırseverler Kudüs Krallığında
önemli askeri sorumluluklar konusunda en güvenilir topluluk sayılı-yordu.1’103 1149-5O'de
Tapınakçıların bu türden ilk bağışı, yine Askalon'a yönelik baskıyı artırmak
için kurulmuş Gazze Kalesini almalarından neredeyse on dört yıl önce olmuştu
bu.’’104 Benzer şekilde
Trablus'ta da 11. Raimond 1144'te Hayırseverlere, Krak des Chevaliers dahil beş
hisar ve iki kasaba içeren büyük bağışlarda bulunmuş, bu da Hayırseverleri
kontluğun doğu savunmasında temel öğe haline getirmişti.’’105 Ama Hayırseverler, Tapınakçıların henüz bir askeri
güç olarak ortaya çıkmadıkları bu dönemde fazlasıyla yavaş askerileşiyorlardı.’16 Tapınak-çıların kuzeyde çok daha önce istihkamlar edindikleri
anlaşılmaktadır - Kilikya'dan, Amanos dağları üzerinden Antakya'ya uzanan
geçitlerin korunması sorumluluğu 1136-7 civarında Tapınakçılara verilmiştir.”106 Tarikatın faaliyetlerine dair başka pek bir veri de yoktur elimizde.
Tir-li Guillaume, 1148'de !kinci Haçlı Seferi birliklerinin gelişinden önceki
dönem çerçevesinde Tapınakçıları sadece iki askeri faaliyetle bağlantılı olarak
anar: 1129 Şam kuşatması ve on yıl sonra Hebron yakınlarında girişilen küçük
bir çarpışma. Bunların ikisi de başarısızlıkla sonuçlanmıştı: 1129'da, Payns'lı
Hugues'ün devşirdiği anlaşılan önemli bir birlikten birçok kişi, bilmedikleri
bir arazide atlarına yem ararken öldürülmüş, 1139 çarpışmasının bedeli ise ünlü
Tapınakçı Montfa-ucon'lu Odon'un ölümü olmuştu.”107 Batılı bir tarihçi, Ordericus Vitalis,
Tapınakçıların 1137'de Trablus Kontluğundaki Montferrand'ı Musul Atabeyi
Zengi'ye karşı korumak için düzenlenen sefere katıldıklarını söyler. Burada da
bozguna uğramışlar, Franklar ağır kayıplar vermişlerdi. Kurtulanlar arasında on
sekiz Tapınakçı bulunuyordu.108 109 110 111 1129 ile ikinci büyük üstat Craon'lu Robert'in Haziran 1148'de Akka
yakınlarında toplanan haçlı savaş konsiline katılması arasındaki dönemde,
günümüze ulaşmış haçlı devleti beratlarında yalnızca dokuz Tapınakçı
anılmıştır: Büyük Üstat Craon'lu Robert (1137/8); Tarikat Kethüdası Guillaume
(1130); Goscelin (1137/8, 1140), Drogo (1140), Ra-oul Caslan (1143), Guillaume
Falco (1144), Geoffroi Fulcher (1144), Sa-int-Omer'li Osto (1145) ve Patingy'li
Raoul (1145) biraderler?20 1140
atıfıyla Goscelin ile Drogo (Antakya) ve Raoul Caslan (muhtemelen Trablus)
hariç bunların hepsi de Kudüs Krallığındadır. Tirli Guilla-ume'un atıfta
bulunduğu Montfaucon'lu Odon ile Aziz Bernard'ın mektuplarında andığı dayısı
Montbard'lı Andre de bunlara eklenebi-lir.121
Batıda aynı dönemde ismen atıfta bulunulan Tapınakçı sayısı -210- ve !kinci
Haçlı Seferi için yola çıkılmazdan önce, Nisan 1147'de Paris'te toplanan ruhani
meclise katılmış şövalyelerin sayısıyla -130-karşılaştırılırsa bu sayı çok
düşüktür.122
Ancak bu sayının 1130'lar ve 40'larda tarikatın doğudaki durumunu doğru
yansıtmadığını düşünmek mümkündür. Anjou'lu Foulques tarikata karşı selefi
kadar lütufkardır; Payns'lı Hugues muhtemelen 1136 yılının 24 Mayısında
öldüğünde’23 yerine Foulques gibi
Anjou'lardan olan Craon'lu Robert'in seçilmesi de şaşırtıcı değildir. Tarikata
1127'de katıldığı anlaşılan Robert, 1113'ten beri Foulques adına yürüttüğü
faaliyetlerle sahnededir;tarikatın başına getirilmesi de, Foulques'un krallıktaki
önemli görevlere kendi adamlarını yerleştirme siyasetine uygun düşer.112 113 114 115 Tirli
Guillaume Craon'lu Robert'in kabataslak bir portresini sunar; Kudüs'e
Antakya'dan 1139'da geldiğini söyler ve onu "Tanrı nezdinde dindarlığıyla
hatırlanacak bir adam; bileğine sıkı mükemmel bir şövalye, vücudu ve tavırları
itibariyle kişizade" diye betimler.’^ Foulques l 136'da Beytcibelin'i
Hayırseverlere emanet edebildiğine göre, Tapınakçılardan da aynı biçimde
yararlanmış olduğunu düşünmek mümkündür. Aynca bu dönemde Hayırseverlerin
arazili mülklerinde görülen artış dikkate alındığında, Tapınakçıların da benzer
bir gelişme kaydettiğini varsaymak akla yakın olur,’116 özellikle de Fransa ile İngiltere'de yapılan
bağışlar, Aragön ile Portekiz'deki önemli kalelerin egemenliğinin verilmesi ve
Ramön Berenguer'in geleceğe yönelik hibeleri düşünülürse - bunlar, Tir gibi
önemli limanların ele geçirilebilmesi için doğuda denizci İtalyan şehir
devletlerine önerilenlerden hiç de farklı değildir. Buradan hareketle batıda
belli çevrelerde Tapınakçıların öneminin gayet iyi kavrandığını söylemek
şaşırtıcı olmasa gerek; daha XII. yüzyılın ortalarında Cluny'den Poitou'lu
Richard'ın yazdıklarına bakılırsa, kimileri eğer Tapınakçılar olmasaydı
Frankların Kudüs ile Filistin'i uzun zaman önce kaybetmiş olacaklarım
söylüyorlardı.’117
Dolayısıyla sorun belge yokluğundan, hem o döneme ait haçlı
vakayinamelerinin bulunmamasından hem de Tapınakçılar ve Kudüs
asillerininkileri de içeren birçok beratın kaybolmuş olmasından
kay-naklanmaktadır.128 Tirli Guillaume sonradan araştırdıysa da söz konusu
dönemde henüz çocuktu; ancak Tapınakçılar, 1140'larda Mescidiak-sa'daki
durumlarım anlatan Şamlı vakanüvis Üsame bin Munkiz gibi o dönemin Müslümanları
tarafından gayet iyi tanınıyorlardı.^9
Tapınak-çıların ismen anıldıkları, 1129-1148 arasına ait yedi berat vardır
yalnızca ve bunların altısı Kutsal Kabir rahiplerinin faaliyetleriyle
ilgilidir. Yalnızca bir berat doğrudan Tapınağın işleriyle ilgilidir; bunun,
Saint-Omer'li Guillaume'un Sclippes ve Leffinges kiliselerini bağışlama beratı
olduğu ve bu nedenle de batıda muhafaza edildiği düşünülürse, Tapınak belgeleri
konusunda ne kadar büyük bir boşluk olduğu kolayca anlaşılabilir. Toulouse
Kontu Alphonse Jourdain'in ll34'te tarikata yaptığı bağış, Tapınakçıların
doğuda ulaştıkları konuma dair bir ipucu sunar. Alphonse Jourdain doğu
konusunda çoğu hükümdara göre daha bilgiliydi muhtemelen, zira Birinci Haçlı
Seferinin önderlerinden Toulouse'lu Raimond'un oğluydu ve üvey kardeşi
Bertrand'ın soyundan gelen Trablus kontlarıyla akrabaydı. Babasının 1 ıos'teki
ölümünden kısa bir süre önce doğuda doğmuştu; 1 108’de annesi tarafından
Toulouse'a getirilmiş ve burada kont kabul edilmiş olmasına rağmen,
yetişkinliğinde Outremer'le hep ilgilenmiş, hatta belki de Trablus'un kendisine
iadesini talep etmek istemişti.’30
Dolayısıyla Ta-pınakçıların haçlı devletlerindeki durumuna dair sözleri belli
bir ağırlık taşımaktadır. Tapınakçılara teklifi şudur:
bana ait tüm topraklarda, doğuda Kudüs kralı, Antakya prensi ve Trablus
kontundan aldıkları türden bir yetki ve izin [sunuyorum], yani bana ait tüm
illerde isteyen herkes, insan, para, arazi, kasaba, kale, hatta şehir ya da
benden fief (feualiter) olarak aldığı her şeyi Tapınakçılara kayıtsız şartsız
verebilir, onlar da bunları serbestçe kabul edebilirler, öyle ki Kudüs'teki
şövalye ocağı, Tanrı’dan başka kimsenin hizmetine girmeden, haleflerine
bırakmak suretiyle bunlara ilanihaye sahip olabilir.118
İKİNCİ BÖLÜM
Sudheinı'lı Ludolph, Liber de
Itinere Terrac Sanctae, yay. haz. F. Deycks, Stuttgart, 1851, böl. 41, s. 89.
Bu tür kaybolma hikayelerinin yegane örneği bu değildir, bkz. J. A. Brundage,
"The Crusader's Wife Revisited," Studia Gratiana, 14, Collectanea
Stephan Kuttner 4, Roma, 1967, s. 234-51.
Bkz. G. Mallat, "Dispersion definitive des Templiers apres leur
suppressi-on," Comptes rendus des Seances de l'Academie des Inscriptions
et Belles-Lett-res, Paris, 1952, s. 378. Tapınak ocakları için verilen sayı,
özellikle Fransa'daki birtakım şüpheli durumlar hariç tutulduğu için benim
tahminimden yüz ocak kadar azdır. Pratikte toplam sayı daha fazlaydı
muhtemelen.
Bu rakamlar için bkz. M.
C. Barber, "Supplying the Crusader States: The Role of the Templars,"
The Horns of Hattin, yay. haz. B. Z. Kedar, Kudüs ve Londra, 1992, s.317-19.
Ayrıca bkz. A. J. Forey, The Military Orders. From the Twelfth to the Early
Fourteenth Centuries, Londra, 1992, s. 77-90.
Fulcherius Carnotensis, Historia
Hierosolymitana, yay. haz. H. Hagenmeyer,
Heidelberg, 1913, 2.4, s. 373-4; 3.42, s. 763.
Daniel. 'The Life and Journey of
Daniel. Abbot of the Russian Land," Jcrıı-salcm Pilgriınage 1099-1185,
yay. haz. J. Wilkinson, I-lakluyt Society 167, Londra, 1988, s. 126, 136, 145,
156. "
TG, 12.7, s. 553-5; Suriyeli Mikhael, Chronique de Michel Le Syrien,
Patriarche jacobite d'Antioche (1166-99), yay. haz. ve çev. j.-B. Chabot, cilt
III, Paris, 1905 (yeni basım 1963), 15.11, s. 201-3; Walter Map, De nugis
curialium, yay. haz ve çev. M. R. james, düz. C. N. L. Brooke ve R. A. B.
Mynors, Oxford, 1983, s. 54-5. Vakayinamesi günümüze ulaşmayan Ernoul dördüncü
bağımsız kaynaktı belki de. Kuruluş hikayesi, Ruth Morgan'm abrege [özet] diye
andığı, burada ise Ernoul-Bernard diye atıfta bulunulacak olan 1232 tarihli
anonim eski Fransızca derlemede de verilmiştir; ancak bu kaynakta gayet yoğun
bir özet sunulmuştur, Chronique d'Ernoul and de Bernard Le Tresorier, yay. haz.
L. de Mas Latrie, Societe de l'Histoire de France, Paris, 1871, s. 7-9. Bkz. M.
R. Morgan, The Chroııicle of Ernoul and the Coııtinuations of \Villiam of Tyre,
Oxford, 1973, s. 128, 134, 178. Kayıp vakayinamenin Tapı-nakçıların tarihiyle
ilgili kısmı için bkz. bu kitapta, s. 177-178.
CG, no. 141, s. 99.
Cart., cilt!, no. 53, s. 145; no. 71, s. 68. RRH, cilt II, no. 90 (a),
s. 6; cilt!, no.
106, s. 25. Ernoul-Bernard, s. 8'de de böyle bir bağlantıya değinilir,
ama pek değer taşımayacak kadar kısa bir atıftır bu.
]. Chartrou, L'Anjou de
1109 a 1151, Faris, 1928, piecesjustificatives, no. 37, s. 364-7.
1° CG, no. 16, s. 10-11.
Bkz. P. W. Edbury ve ]. G. Rowe, Williain of Tyre, Historiaıı of the
Latin East, Cambridge, 1988, s. 26-31.
Reglc, mad. 3, s. 14.
Bkz. R. Hiestand, "Kardinalbischof Matthaus von Albano, das Konzil
von Troyes und die Entstehung des Templeordens," Zeitschrift Jür
Kirchengesc-hichte, 99 (1988), 295-325. Hiestand konsilin geleneksel eğilimin
öngördüğü üzere 1128'e değil, 1129'a tarihlenmesi gerektiği konusunda ikna
edicidir.
TG, 12.13, s. 563. Bkz. H. E. Mayer, "The Concordat of
Nablus," Journal of Ecclesiastical History, 33 (1982), 531-43.
15 Bkz. J. Richard, “Quelques textes sur les premieres temps de l'Eglise
Latine de Jerusalem,” Recueil Clovis Bruııel, cilt II, Paris, 1955, s. 427-30.
Richard mektubun neredeyse kesinlikle 1120 tarihli olduğunu ortaya koyar. Zaten
Tir'in ele geçirildiği Temmuz 1124'ten sonraya ait olamaz.
16 Albertus Aquensis, “Historia
Hierosolymitana,” RHCr. Occid., cilt IV, 12.33,
712-13.
’7 Fulcherius Carnotensis, Historia, 1.26, s. 291. Kudüs'ün nüfusu bu
dönemde de azdı.
Bkz. P. Scarpellini, "La
chiesa di San Bevignate, i Templari e la pittura pe-rugina del Duecento,"
TOI, s. 102 ve şekil 50, 51.
’9 Le Cartulaire du Chapitre du Saint-Sepulchre de Jerusalem, yay. haz.
G. Bresc-Bautier, Documents relatifs iı l'histoire des croisades publies par
l'Academie des Inscriptions et Belles-Lettres 15, Paris, 1984, no. 63, s.
157-8; RRH, cilt!, no. 364, s. 95.
Ordericus Vitalis. The Ecclesiastical History of Orderic Vitalis, yay.
haz. ve çev. M. Chibnall, cilt VI, Oxford, 1978, s. 308-11; Foulques'un hac
seyahati için TG, 14.2, s. 633.
2’ Hugues l 104'te kontla birlikte haçlı seferine katılmış, 1114'te de
kontla birlikte doğuya gelmiş olabilir. Payns'lı Hugues konusunda bkz. M- L.
Bulst-
Thiele, Sacrae Domus Militiae Templi Hierosolymitani Magistri:
Untersuchun-gen zur Geschichte des Templeordens 111819-1314, Göttingen, 1974,
s. 19-29; ve M. C. Barber, "The Origins of the Order of the Temple,"
Studia Monastica, 12 (1970), 221-4. Kapsamlı genel bilgi için bkz. T.
Evergates, Feudal Soci-ety in the Bailliage of Troyes under the Counts of
Champagne, 1152-1284, Baltimore, 1975, s. 101-13. Evergates, bu beyliğe ait
toprakların 1140'ta kontun malikanesine katılmış durumda olduğunu gösterir.
Muhtemelen Hugues babadan kalına topraklarının o kadar büyük bir kısmını
Tapınakçılara bağışlamıştı ki, bu mülklerin bağımsız bir beylik oluşturması
imkansız hale gelmişti. Bir oğlu vardı (Thibaud), ama o da 1139'da
Saint-Colombe-de-Sens'ın başrahibi olmuştu; dolayısıyla Hugues'ün,
topraklarının ele geçirilmesini engelleyecek bir mirasçısı olmamıştı
muhtemelen.
22 Clairvaux'lu Bemard, Epistolae, Sancti Bernardi Opera, cilt VII,
yay. haz. J. Leclercq ve H. Rochais, Roma, 1974, mek. 31, s. 85-6.
23 CG, no. 2, s. 1-2. Cartulaire de la Commanderie de Richerenches de
l'ordre du
Temple (1136-1214), yay. haz. Marquis de Ripert-Monclar, Documents
ine-dits pour servir a l'histoire du Department de Vaucluse, Paris, 1907, s.
xxxiii-iv. Bu belge, Frejus Piskoposu Berengar'ın öldüğü tarihten, s Temmuz
1131'den sonraya ait olamaz. 112o'lere ait Tapınak belgelerinin tarih-lenmesi
konusunda bkz. A. J. Forey, The Templars in the Corona de Arag6n, Londra, 1973,
s. 6-9.
Bkz. H. E. Mayer, "The Succession to Baldwin II of Jerusalem:
English Im-pact on the East,” DOP, 39 (1985), 139-47; ve R. Hiestand,
"Chronologisches zur Geschichte des Königreiches Jerusalem um 1130,”
Deutsches Archiv, 26 (1970), 22.
'!' Derebeylik düzeninde, küçük toprak sahibi özgür kişilerin koruması
altına girdikleri “güçlüler” -çn.
TG, 13.26, s. 620.
RRH, cilt I, no. 105, s. 25.
Bkz. J. Riley-Smith, The Crusades. A Short History, Londra, 1987, s.
91-2.
TG, 13.15, s. 603-4; Fulcherius Carnotensis, Historia, 3.38-9, s.
749-56.
CG, no. 1, s. 1. Bu mektubun hem II. Baudouin’e ait olup olmadığı hem
de sahiciliği sorgulanmıştır, mesela bkz. M. Melville, La Vie des Templiers,
Paris, 1951, s. 272, n. 19; ama hedeflenenler II. Baudouin’in o dönemdeki
stratejisine uygun, olgusal içerik de doğru gibi görünmektedir. Konuya ilişkin
tartışma için ayrıca bkz. P. Cousin, "Les Debuts de l’Ordre des Templiers
et Saim Bernard," MSB, 49-51. Cousin, sahiciliğinden son derece kuşkulu
olmakla birlikte mektubu Kral Foulques’a atfetme eğilimindedir. Tapınak-çıların
Aziz Bernard’la ilişkisi konusunda bkz. M. L Bulst-Thiele, "The lnf-luence
of St Bernard of Clairvaux on the Formation of the Order of the Knights
Templar," The Second Crusade and the Cistercians, yay. haz. M. Ger-vers,
New York, 1992, s. 57-65.
3° Clairvaux’lu Bernard, Epistolae, cilt VIII, 1977, mek. 359, s. 305.
3’ CG, no. 59, s. 42-3.
CG, no. 9, s. 6.
4' Derebeylik düzeninde mirasçı olabilmek için senyöre teslim edilmesi
gereken hak -çn.
CG, no. 7, s. 5.
34 Kont Thibaud'nun önemi
konusunda bkz. E. M. Hallam, Capctiaıı Francc 987-13'28, Londra, 1980, s. 49.
35 CG, no. 16, s. 10-1 ı.
36 CG, no. 8, s. 5-6; no. 12, s.
8-10. Bu olayların kronolojisi için bkz. Mayer, “The Succession to Baldwin II
ofjerusalem," s. 146-7.
’P 244,75 grama denk ağırlık birimi -çn.
7 CG, no. 14, s. 10; no. 15, s. 10.
38 The Aııglo-Saxon Clıroniclc, çev. D. Whitelock, Londra, 1961, s.
194-5.
Regle, mad. 4, s. 15. Bkz.
Hiestand, "Kardinalbischof," 302-11; ve "Chronolo-gisches,"
229. Hiestand (“Kardinalbischof," 309), D'Albon'un Payns'lı Hugues ile
dört Tapınakçinın "huzurunda” yapılmış, bir ocak, araziler, çayırlar ve
bağlar içeren tarihi belirsiz bir.bağışı Ocak 1129'a tarihlediğine işaret eder;
görünüşe bakılırsa bunun nedeni onun da konsilin o tarihte toplandığına
inanmasıdır, CG, ıı.o. 22, s. 16.
4° Clairvaux'lu Bernard, Epistolae, cilt VII, mek. 21, s. 71-2.
4' Bkz. Die ursprüngliche Templerregel, yay. haz. G. Schnürer,
Freiburg, 1903, s. 135-53; ve G. de Valous, “Quelques observations sur la toute
primitive observance des Templiers et la Regula pauperum commilitorum Christi
Templi Salomonici, redigee par saint Bernard au concile de Troyes (1128),"
MSB, s. 32-40.
,
Regle, mad. 6, s. 8. 1129 tarihi
kabul edilirse, G. Schnürer’in “Giriş" ile “Ka-nun"un konsilden sonra
yeniden yazıldığı iddiası ("Zur ersten Organisati-on der Templer,"
Historisches]ahrbuch, 32 (1911), 514) savunulamaz hale gelir. Jean Michel’in
konsilin işleyişi hakkında söyledikleri bile Schnürer’in tespit ettiği çeşitli
değişiklikleri açıklamaya yeter. Bkz. Hiestand, “Kardinal-bischof," 312.
Bkz. P. Cousin, "Les Debuts
de l’Ordre des Templiers et Saim Bernard,” MSB, s. 43, n. 2.
Regle, mad. 9, s. 21-2.
Regle, mad. 9-71, s. 21-70.
TG, 13.24, S. 618-19.
TG, 13.26, s. 620. Huntingdon’lı Henry (Historia Anglorum, yay. haz. T.
Ar-nold, RS 74, Londra, 1879, s. 250, 251), Foulques'u oğlu Geoffroi'la
karıştırsa da, Payns'lı Hugues’ün 1129’da Anjou kontuy!a birlikte döndüğünü
söyler. Torignili Robert bu kısmın suretini çıkarmış ("Chronicle,"
Chronicles of the Reigns of Stephen, Henry 11, and Richard I, yay. haz. R.
Howlett, cilt IV, RS 82, Londra, 1889, s. 113), bu arada söz konusu hatayı da
düzeltmiştir; bu, Hugues'ün Foulques’la birlikte seyahat etmiş olması ihtimalini
güçlendirir.
Bkz. The Crusades. Idea and Reality 1095-1274, yay. haz. ve çev. L. ve
j. Ri-ley-Smith, Londra, 1981, s. 15.
Clairvaux'lu Geoffroi, Vita S.
Bernardi, PL, cilt 185 (i}, Paris, 1855, 4.1, s. 325.
Bkz. C. H. Lawrence, Medieval Monasticism, 2. basım, Londra, 1989, s.
95-7, 186-9; ve Forey, The Templars in the Corona de Aragön, s. 88.
5’ Bkz. J. Riley-Smith, The Knights of St John in Jerusalem amd Cyprus
c. 10501310, Londra, 1967, s. 40-1, 353. Tarikatın ilk zamanlarındaki unvanlar
konusunda bkz. Records of the Templars in England in the Twelfth Century. The
Inquest of 1185, yay. haz. B. A. Lees, British Academy Records of the Social
and Economic History of England and Wales 9, Londra, 1935, s. lxiii-lxv.
CG, no. 31, s. 24. Yayılım örüntüsü için bkz. V. Carriere, "Les
Debuts de l'Ordre du Temple en France," Le Moyen Age, 18 (1914), 308-35.
53 CG, no. 62, s. 45.
54 CG, no. 18, s. 12; no. 47, s.
36; no. 48, s. 37.
Bu unvanlardan bir veya birkaçıyla anıldığı beratlar için bkz. CG, no.
121,
s. 85; no. 132, s. 92; no. 144, s. 101; no. 150, s. 105; no. 156, s.
109; no. 165, s.
115; no. 169, s. 118; no. 170, s. 118; no. 172, s. 120; no. 184, s.
127; no. 198, s.
138.
CG, no. 27, s. 19; no. 60, s. 43.
CG, no. 232, s. 157-8; no. 158, s. 111; no. 200, s. 140; no. 210, s.
150.
CG, no. 314, s. 205.
Bkz. Forey, The Templars in thc Corona de Aragön, s. 420, 89.
6° CG, no. 408, s. 256; no. 409, s. 257; no. 390, s. 246.
6’ CG, no. 364, s. 233; no. 520, s. 320.
62 Mesela CG, no. 228, s. 154 (bailli); 'no. 408, s. 256 (denizin bu
yanındaki üs
. .
.
.
.
___•
tat); no. 464, s. 289 (şövalyelerin üstadı); no. 594, s. 356 (nazır ve
hizmetli).
63 CG, no. 113, s. 80.
4 CG, no. 329, s. 214; no. 510, s. 315; no. 50, s: 39; no. 357, s. 229;
no. 527, s. 324; no. 583, s. 359; no. 177, s. 122; no. 202, s. 140; no. 520, s.
320. Ayrıca özel olarak yerel bir idareci anılmamakla birlikte, başka birtakım
yerlerdeki bağışların üslubu, Tapınakçıların 1130’lar ve 40’larda diğer
yörelerde de ocak kurabildiğini düşündürür. Bkz. çizim 2.
Instrumenta Episcoporum
Albinganensium, yay. haz. G. Pesce, Documenti del R. Archivo di Stato di
Torino, Collana Storico-Archeologica della Liguria Occidentale 4, Albenga,
1935, no. 45, s. 64-5; no. 51, s. 70-1 (Ağustos 1144); no. 47, s. 66-7; no. 48,
s. 67-8. Oberto Ekim 1143'te Tapınak conversus'u [dönme, başka tarikattan gelen
kimse] diye de nitelenmiştir, no. 43, s. 63.
\jJ Ağma Gününden önceki pazartesi, salı, çarşamba -çn.
CG, no. 41, s. 31.
CG, no. 59, s. 42-3; no. 21, s. 15-16. Piskopos Ulger bu imtiyazı, 1129
Troyes Konsili ile öldüğü yıl olan 1149 arasında herhangi bir tarihte tanımış
olabilir. Ancak bunun, papanın tıpkı böyle bir sınırlı ayin yasağı muafiyeti
getirdiği 1144 tarihli Milites Templi tebliğini izlemiş olması muhtemeldir.
CG, no. 226, s. 153.
by
__ __
CG, no. 29, s. 23.
]. Walker, Stephen ile eşi Matilda'nın katkısının ne kadar önemli
olduğunu ortaya koyar ('The Patronage of the Templars and the Order of Saint
Laza-rus in England in the Twelfth and Thirteenth Centuries,” doktora tezi, St
Andrews Üniversitesi, 1990, s. 156-7, 278-9). Stephen ile Mathilda Anjou
cephesinden çok daha faaldiler.
7’ CG, no. 178, s. 122-3.
CG, no. 232, s. 157.
CG, no. 20, s. 13-15.
Şövalye değerlerinin İtalya'da taşıdığı önem konusunda bkz. J. Larner,
îtaly in the Age of Dante anıl Petrarclı 1216-1380, Londra, 1980, s. 95-102.
75 Bkz. F. Bramato. “I.'Ordine dei
Templari in Italia. Dalle origini al pontifica-to di Innocenzo III
(1135-1216),” Nicolaus 20 (1985), fas. I, 195.
CG, no. 85, s. 64-5.
CG, no. 396, s. 249.
ıv Subay ya da yargıç -çn.
CG, no. 561, s. 347-8.
Ayrıca bkz. A. J. Forey, "Women and Military Orders in the Twelfth
and Thirteenth Centuries," Studia Monastica, 29 (1987), 63-6; ve M.
Barber, "The Social Context of the Templers," TRHS, 5. dizi, 34
(1984), 42.
8° CG, no. 194, s. 135-6.
8’ CG, no. 221, s. 151-2. Hem kadınlar hem erkekler tarafından
.yapılmış benzer bağışlar için bkz. Cartulario del Temple de Huesca, yay. haz.
A. Gargallo Maya, M. T. lranzo Munio ve M. J. Sânchez Usön, Textos Medievales
70, Zaragoza, 1985, no. 116, s. 118 (1189) ve no. 165, s. 176-8 (1215).
Bkz. T. N. Bisson, The Medieval Crown of Aragon. A Short History,
Oxford, 1986, S. 15-16.
83 Bkz. E. Lourie, "The
Confraternity of Belchite, the Ribat, and the Temple,” Viator. Medieval and
Renaissance Studies, 13 (1982), 159-76; ve P. Rassow, “La Cofradia de
Belchite," Anuario de historia del derecho espaiol, 3 (1926), 20026. Bu
iki yazar, Castilla Kralı VII. Alfonso'nun cofradia militar'lara [askeri hayır
cemiyeti] verdiği onayı yayımlayıp çözümlemiştir.
S. A. Garcıa Larragueta, El Gran Priorado de Navarra de la Orden de
SanJu-an de Jerusalen, cilt II, Pamplona, 1957, no. 10, s. 15-18; CG, no. 40,
s. 30-1.
E. Lourie, "The Will of Alfonso !, ‘El Batallador,' King of Aragon
and Na-varre: A Reassessment," Speculum, 50 (1975), 639-41.
Garcia Larragueta, El Gran Priorado de Navarra, no. 13, s. 21.
CG, no. 91, s. 68. Tapınakçılar ismen anılmazlar, ama bu erken tarihte
isimleri ve görevleri pek çok farklı biçimde belirtiliyordu, bkz. bu kitapta,
s. 93384. Ramiro'nun, belki Zaragoza'nın güneyindeki Belchite biraderleri
hariç, bir başka teşkilata atıfta bulunabileceğini düşünmek güçtür.
CG, no. 33, s. 25. D'Albon'un değişkesinde bu belge 1130'a tarihlenir,
ama gayet kuşkuludur bu, bkz. Forey, The Templars in the Corona de Aragon, s.
8-9.
9° CG, no. 72, s. ss. Nisan denmesinin nedeni, Ram6n Berenguer'in ıs
Nisan-
da Tapınakçılara başka bağışlar da yapmış olmasıdır, CG, no. 71, s.
53-5.
9’ CG, no. 145, s. 102.
92 CG, no. 314, s. 204-5.
Bkz. Forey, The Templars in the Corona de Aragön, s. 20-3; Bisson, The
Medi-eval Crown of Aragon, s. 32.
Bkz. Forey, The Templars in the Corona de Aragöıı, s. 67, n. 43.
CG, no. 47, s. 36. Bağış Ramön Berenguer tarafından 1134'te
onaylanmıştı, CG, no. 70, s. 53.
ljl lspanya'nın Müslümanlardan geri alınması -çn.
Forey, The Templars in the Corona de Aragon, s. 16-17, 24.
Celile'deki Safed'in 124ü'larda
yeniden inşa edilmesinden sonraki hali konusunda verilen rakamlar için bkz. bu
kitapta s. 261.
Lourie, "The Will of Alfonso !," 635-51.
CG, Bullairı:, no. 2, s. 373.
Bkz. Forey, The Templars in the Corona de Aragön, s. 18-20.
Kralın saikleri hakkındaki tartışma sürüp gitmektedir, zira sorunun
kesin bir çözümü yoktur. Bkz. A. J. Forey, 'The Will of Alfonso I of Aragon and
Navarre," Durham University ]ourncil, 73 (1980-1), 59-65; ve E. Lourie
“The Will of Alfonso 1 of Aragon and Navarre: A Reply to Dr. Forey,"
Durham University Journal, 77 (1984-5), 165-72.
10’ CG, no. 100, s. 73.
CG, no. 94, s. 70.
103 CG, no. 177, s. 122.
CG, no. 553, s. 339-40. Forey bundan çok daha önce de bir takas
yapılmış olabileceğini savunur, The Templars in the Corona de Aragon, s. 74-5.
Özellikle de Tapınağın Novillas'ta hiç değilse 1139'dan beri bir idare
merkezine sahip olduğu göz önüne alınırsa, gayet akla yakındır bu iddia.
CG, no. 92, s. 69. Navarra'daki kraliyet bağışlarının çoğu, belli
köylerle ahalisi üzerinde haklar tanıma şeklini almıştı, mesela no. 211, s.
146; no. 386, s. 244; no. 404, s. 254. Aragon’da arazilerin yeniden iskanı
Tapınak mülklerinin değerini artırmanın başlıca yoluydu, bkz. Forey, The
Templars in the Corona de Aragon, s. 212-21 ve Ek !, no. 2, s. 368-9.
--
CG, no. 439, s. 275.
CG, no. 363, s. 232-3; no. 364,
s. 233.
CG, no. 381, s. 241.
’’2 CG, no. 410, S. 257-8.
113 TG, 14.22, s. 659-61; Cart., cilt !, no. 116, s. 97-8; RRH, no. 164,
s. 40-1. Bkz.
Tibble, Moııarchy aııd Lordships iıı thc Latiıı Kiııgdom of ]erusalcm
10991291, Oxford, 1989, s. 10-11. Tarih 1136 sonu veya 1137 başıdır.
1’4 TG, 17.12, s. 775-7.
1’5 Cart., cilt!, no. 144,. s. 116-18.
1’6 Bkz. Riley-Smith, The Knights of St ]olm iıı ]enısalem, s. 52-9; ve
A. J. Forey “The Militarisation of the Hospital of St John,” Stııdia
Moııastica, 26 (1984), 75-89. Hayırseverlerin 1128'de krallığın kuzeyinde
bulunan Beytşan Beyliğindeki Calansue müstahkem mevkiini, askeri sorumluluğa
işaret eden
daha eski bir bağışla edinmiş olabilecekleri de ileri sürülmüştür,
Tibble, Monarchy and Lordships, s. 136-9. Eger böyleyse, çeşitli ihtimaller ve
birbi-riyle pek bagdaşamayacak iki fikir çıkacaktır ortaya. Öncelikle, eger
Hayırseverlerin Tapınagın kurulmasından sonra askeri roller üstlendigi kabul
edilirse, Tapınakçıların l 149'dan epey önce de krallıkta istihkamlara sahip
oldugu görüşü desteklenmiş olur. Öte yandan ilk Tapınakçıların Hayırseverlerle
yakın ilişki içinde oldukları, hatta Hayırseverlerden türemiş olabilecekleri
imalarının, Tapınakçılar gibi Hayırseverlerin de 112o'lerde veya 1130'ların
başlarında askeri sorumluluklar edindiklerine işaret ettigi düşünülebilir.
1,7 Bkz. J. Riley-Smith, “The Templars and the Teutonic Knights in
Cilician Armenia," The Cilician Kingdom of Armenia, yay. haz. T. S. R.
Boase, Edin-burgh ve Londra, 1978, s. 92-5.
118 TG, 13.26, s. 620-1; 15.6, s. 683. Huntingdon'lı Henry (s. 251)
1129'daki felaketlerden haberdardı ve bunları Tanrı'nın suçlarından ötürü
Hıristiyanlara verdigi ceza diye görüyordu.
■
Ordericus Vitalis. Ecclesiastica! History, cilt VI, s. 496-7; TG,
14.26, s. 665-7. Konunun tamamı için bkz. S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi,
cilt II, Ankara, 1998 (3. basım), s. 201-5 [A History of the Crusades, c. 2,
Cambridge, 1952, s. 202-5].
RRH, no. 133, s. 33; no. 173, s. 43; no. 194, s. 48; no. 195, s. 48;
no. 217, s. 55-6; no. 226, s. 57; no. 237, s. 60. Ayrıca bkz. CG, no. 141, s.
99; no. 328, s. 213, n. ı. VII. Louis'nin ordusuyla birlikte doğuya daha pek
çok Tapınakçı gelmiş olsa gerektir, dolayısıyla 1148 konsili makul bir dönüm
noktası gibi görünmektedir. Kudüs'te Aziz Lazaros Tarikatına yapılan, Nisan
1148'den önceye ait olamayacak bir bağışa, evvelce doğudaki beratlarda
anılmamış yedi Tapınakçı tanıklık etmişti, RRH, no. 252, s. 63.
Clairvaux'lu Bernard, Epistolae, cilt VII, mek. 175, s. 393; mek. 206,
s. 65.
Bu 210 kişi arasında, o dönemde hem doğuda hem batıda faaliyet gösteren
üç Tapınakçı da yer alırken (Guillaume Falco, Geoffroi Fulcher ve Saint-
Omer'li Osto), iki büyük üstat yer almaz. Bu döküm D'Albon'un siciline
dayanır. Paris'teki 130 şövalye kaydı için bkz. CG, no. 448, s. 280.
Ay ve gün konusunda OR, s. 321. Hugues son olarak, 14 Nisan 1134'ten
sonraya ait olamayacak bir belgede anılır, CG, no. 59, s. 42-3. Robert'in büyük
üstat sıfatıyla anıldığı ilk belge Eylül 1137 ile Nisan 1138 arasına
tarihlenebi-lir, CG, no. 141, s. 99. Dolayısıyla Hugues 1134, 1135, 1136 veya
1137'de ölmüş olabilir. Craon'lu Robert konusunda bkz. Bulst-Thiele, Magistri,
s. 3040.
Cartulaire de l'abbaye de Saint-Aubin d'Angers, yay. haz. A. de Bertrand
de Broussillon, cilt II, Paris, 1903, no. 430, s. 38; Chartrou, L'Anjou de 1109
a 1151, pieces justicatives, no. 44, s. 375-6. Foulques'un genel siyaseti için
bkz. H. E. Mayer, "Angevins versus Normans: The New Men of King Fulk of
je-rusalem,” Proceedings of the American Philosophical Society, 133 (1989),
1-25, özellikle 6-7.
TG, 15.6, s. 682-3.
’26 Mesela Caesarea Beyliğinde Hayırseverlerin elindeki mülklerin oranı
li23'te yüzde 3,5 iken ll54'te yüzde 8,9'a yükselmiştir, Tibble, Monarchy and
Lordships, s. ııo-ııı. Tapınağın yan dallarından küçük bir teşkilat olan Aziz
Lazaros Tarikatı bile bu dönemde Kudüs Krallığında -arşivi eksikli olsa da-
teyitleriyle birlikte kayda geçmiş altı bağış almıştır, "Fragment d'un
cartulaire de l'ordre de Saint-Lazare en Terre Sainte," yay. haz. A. de
Marsy, AOL, cilt II, Paris, 1884, s. 123-7.
’27 Poitou'lu Richard, Chronica, MGH SS, cilt xxvı, s. 80.
’28 Tapınağın merkez arşivinin yok olmasına dair bkz. bu kitapta, s.
477-479.
129 Üsame bin Munkiz (Usamah lbn-Munqidh), An Arab-Syrian Gentleman
and Warrior in the Period of the Crusades, çev. P. K. Hitti, New York,
1929 (yeni basım 1987), s. 163-4.
’30 Alphonse Jourdain Nisan
1148’de haçlı seferinde öldü.
’3’ CG, no. 87, s. 66.
TASARIM
İkinci Haçlı Seferi dönemine gelindiğinde, askeri manastır tarikatı
fikri Latin Hıristiyanlığının hayat düzenince özümsenmiş durumdaydı.
Tapınakçıların başlangıçta gayet sıkı ortaklıklar kurdukları Hayırseverler de
yeri geldiğinde -hiçbir zaman Tapınakçılar gibi öne çıkan işlevleri bu olmasa
da- askeri işlev üstlenmişlerdi. Bunları, 1160'lar ile ll70'lerde Castilla'da
kurulan yerel askeri tarikatlar izledi; ll98'de de Akka'da, “Kanun”ları
konusunda Tapınakçıları örnek alan Töton Şövalyeleri teşkilatı kuruldu.
Muhtemelen l l 30'larda Kudüs'te, hem cüzamlı hem sağlıklı biraderler için
kurulmuş çok daha küçük bir teşkilat olan Aziz Lazaros Tarikatının da
Tapınakçılarla sıkı bağlantıları vardı. Tapınağın cüzamlı biraderlerinin Aziz
Lazaros'a geçmesi mümkündü; Aziz Lazaros biraderleri de 1230'larda doğuda
-genellikle Tapınakçılarla birlikte- askeri faaliyetlerde rol alıyorlardı. 1
Bu fikir, esas itibariyle o dönemin göreneklerine uygun olması
sayesinde kabul görmüştür. XI. yüzyıl sonuyla Xll. yüzyıl başlarında pek çok
kimse, etrafındaki dünyanın yozlaştırıcı etkileri diye gördüğü şeylerden
kendisini azade kılacak yeni bir hayat yolu tutturmaya davet edilmişti. Bunlar,
XI. yüzyılın ortalarından itibaren Kiliseyi -X. yüzyılda ve XI. yüzyıl
başlarında yaygın olan- din istismarı ve ruhbanın iffetsizliğinden arındırmaya
ve mensuplarıyla mülklerini laiklerin nüfuzundan kurtarmaya girişmiş olan
papalığın etkisi altındalardı. Bu hareket, rahatsız edici liderlik tarzıyla
batı toplumunda ruhban teşkilatına yeni bir nitelik kazandırmış olan Papa VII.
Gregorius'la (1073-85) bariz bir özdeşleşme içerisindeydi. Ayrıca sayılara
dökmek mümkün olmamakla birlikte, nüfus artışından kaynaklanan iktisadi
değişimin emareleri de aynı derecede açıktı - çok daha etkin bir para dolaşımı,
çok daha güçlü ve yaygın bir piyasa iktisadı getirmişti bu değişim. Buna bağlı
olarak papalık makamındaki liderlerin ahlaki buyrukları güdümünde reform
geçiren Kilise, iktisadi kargaşadan ileri gelen ve zaten kendi başına da
istikrarsızlık yaratan sorunları titizlikle ön planda tuttu. Bu suretle
tırmanan gerilimler yeni yönelim arayışlarını teşvik etti ve o dönemin büyük
manastır reformlarının en güçlü gerekçesi oldu - başka yeniliklerin yanı sıra
Chartreuse ve Cistercium gibi yeni tarikatların ortaya çıktığı, Augustinus ve
Premonstratensius rahipleri gibi manastır teşkilatlarının reform geçirip
yerleşiklik kazandığı, papalığın ll l3'te Hayırseverleri bağımsız bir tarikat
olarak tanıdığı bir dönemdi bu.
Ancak Hayırseverlerin uğraşı -kökleri Kilisenin ilk zamanlarına ve ilk
hac seyahatleri çağına uzanan- hayır faaliyetleri çerçevesinde tam anlamıyla
kabul görmüş olsa da, kendisini Hıristiyanlık adına güç kullanmaya adamış
keşişlerden oluşan bir tarikat hiç de kabul görmüş bir fikir değildi ve Birinci
Haçlı Seferine destek sağlayan kanaat ortamı olmaksızın Tapınakçıların ortaya
çıkması da mümkün olamazdı. XI. yüzyılda Kilise hangi koşullar altında olursa
olsun şiddete başvurulmasına karşı çıkan güçlü kişilikler barındırsa da, bizzat
Aziz Augustinus bir Hıristiyanın birtakım özel durumlarda güç kullanmasının
gerekebileceğini kabul etmişti.2
Ayrıca ortaçağın başlarında şavaşçı ve saldırgan Cermen kabilelerinin
Hıristiyan halklar ailesine kabul edilmesi, Kiliseyi kaçınılmaz olarak bu
konuda bir uzlaşma sağlamaya zorladı;şiddetin -tamamen ortadan kaldırılması
gibi imkansız bir hülyaya kapılmaktansa- denetlenip yönlendirilmesine gayret
edildi. X. yüzyılın sonlarından itibaren bu uzlaşma çabası bazen -özellikle de
asillerin kanunsuzluklarından etkilenilen bölgelerde- barış hareketleri halini
almış, bu hareketler çerçevesinde önde gelen din adamları silah kullananlara
birtakım kısıtlamalar getirilmesi için halk desteği sağlamaya, savaşma
yükümlülüğü süresini sınırlandırıp nüfusun belli kesimlerini korumaya
çalışmışlardı. Bu barış hareketleri pratikte pek etkili olmasalar da halkın
duyarlılığını artırmış, böylece kimi durumlarda söz konusu girişimler, barış
için seferber olanları desteklemek üzere ortak faaliyeti hedefleyen laik
kardeşlik cemiyetlerinin kurulmasıyla sonuçlanmıştı. ıoso sonrasının reformcu
papaları, insanların savaşma isteklerini kendi "yüksek amaçlarına"
yönlendirmek bakımından seleflerinin hepsinden daha etkili adımlar atmışlardı.
Vll. Gregorius, Kilisenin davası uğruna savaşacak "lsa'nın
askerleri"nden söz ederken, geçmişte olduğu gibi şer güçlerine karşı
yürütülen bir manastır mücadelesini değil, savaşı düz anlamıyla, fiziksel bir
şey olarak kavrayan laik savaşçıları kastediyordu.3 11. Urbanus'un Türklerle mücadele çağrısı da bu
düşüncenin daha gelişkin bir değişkesiydi; hem idrak edilmiş bir Müslüman
tehdidiyle başa çıkmaya çalışmak hem de içteki yıkıcı savaşçılığı azaltmak gibi
çift yönlü bir faydası vardı bunun. llk Tapınakçılar yemin ettiklerinde
“mukaddes şiddet" büyük ölçüde genel kabul görmüş durumdaydı, ayrıca
laiklerin böyle bir davaya katılmakla selamete ulaşabilecekleri düşüncesi de
iyice yerleşmişti. Kaldı ki haçlılar papalık tarafından kendilerine tanınan
kısmi ceza affının, savaşta öldürülenler veya seyahatin güçlüklerine
dayanamayanlar için doğrudan Cennet'e giriş izni anlamına geldiğine
inanıyorlardı. Bu koşullar ilk bakışta tuhaf görünen bir şeyi, yani barış
yanlısı olduğu varsayılan bir dini temsilen bir savaşçı keşişler tarikatının
gelişmesini anlaşılır kılmaya yardımcı olmaktadır.
Dolayısıyla haçlı hareketi gibi askeri tarikatların da oluşturucu
öğelerini, XI. yüzyıl sonuyla XII. yüzyıl başında batı Hıristiyan toplu-munda
hüküm süren eğilimlere bakarak saptamak mümkündür. Ama haçlı seferleri papanın
Fransa'daki bir konsilde verdiği vaazla başlamış, oysa Tapınakçılar
Outremer'de, her gün Müslümanlarla yüz yüze geldikleri bir sınır toplumunda kök
salmışlardı - ayrıca yabancı teşkilatlardan, Islamın ribat'larından etkilenmiş
olabilecekleri de ileri sürülmüştür. Ribat'Iar, iman gereği yürütülen askeri
faaliyetlerle ibadet hayatını birleştirmek isteyen sofu Müslümanlar için VII.
yüzyıldan itibaren Müslüman topraklarının sınır boylarında kurulmuş
merkezlerdi. Buralarda ömür boyu değil, belli bir süre hizmet ediliyordu.4 Ribat'lardan esinlenildiği fikri şaşırtıcı ihtimalere işaret eder,
özellikle de Iberya'daki ribat'lar ile Aragönlu Alfonso'nun 1122'de kurduğu5 -Tapınak
Tarikatıyla da birtakım benzer yönleri olan- Belchite kardeşlik cemiyeti
arasındaki açık koşutluklar düşünülürse. Başka kültürlerden etkilenme, ortaçağ
Ispanyol toplumunun tipik özelliğiydi; ancak ribat'lar ile Kudüs’teki ilk
Tapınakçıları bağlantılandırmayı sağlayacak dolaysız bir veri yoktur elde, keza
haçlı kaynakları da Frankların bu Müslüman topluluklarından haberdar olduğuna
delalet etmez. Kaldı ki bir iddiaya göre XII. yüzyıl başlarında Müslüman
dünyasının haçlı devletlerine komşu olan bölgelerinde ribilt'ların bulunup
bulunmadığı bile belli değildir;6
o dönemde Filistin ve Suriye'deki Müslüman güçlerinin cihat çerçevesinde
Franklara karşı birleşmeyi başaramamış olması da bu görüşü destekler. Ne ki,
yukarıda ele alınan Hıristiyanlık dünyasına ait etkiler konusunda da böylesi
sıkı kanıt ölçütleri uygulansaydı aynı olumsuz sonuca varılırdı; neticede
-birtakım belli koşullara dair tartışmalardan farklı olarak- tarikatın içinden
doğduğu koşullar bütününe dair uslamlamalar, somut bağlantılardan çok bir
olasılıklar dengesine dayanır.
Ancak görünürdeki dayanaklar ne olursa olsun, askeri tarikat fikrinin
Hıristiyan toplumunca özümsendiğini varsaymakta acele etmemek gerekir. XII.
yüzyılın ortalarında Tapınakçılar artık genel kabul görmüş durumda olsalar da,
bu tarihten önce kimi çevrelerde derin endişeler duyulmuştu, hatta 1150
sonrasında da kuşkularını dile getirmekte ısrar eden birkaç kişi vardı hala.
Ünlü Cluny başrahibi Muhterem Pierre gibi Tapınakçıların değerini teslim
edenler bile zaman zaman bu konuda 'belirgin bir tedirginlik gösteriyorlardı.
Muhterem Pierre Tapınakçıları "Orduların Efendisinin askerleri" diye
överek onlara duyduğu "özel ve benzersiz muhabbeti" dile getirse de,
bu tarikatı hiçbir zaman geleneksel keşiş ve rahip tarikatlarıyla eşit statüde
saymamış gibidir.7
Keşişlerin haçlı seferleri ya da hac seyahatlerine katılması fikrine karşı
köklü bir düşmanlığın beslendiği -her nasılsa bizzat Aziz Bernard'ın da
paylaştığı bir düşmanlıktı bu- ve III. Innocenti-us'un XIII. yüzyılın ilk on
yılı içerisinde keşişlerin tabi olduğu kısıtlamaları gevşetmesinin kilise veya
hukukun bu konudaki yaklaşımını pek değiştirmediği de açıktır.8 Dolayısıyla o
dönemde toplumsal örgütlenmede işlevsel ayrışmaya inandırılmış kimselerin
Tapınakçılarda-ki ikiliği çok garip bir fikir addedeceklerini düşünmek güç
değildir. 1145 civarında Huntingdon Başdiyakozu Henry, Winchester Piskoposu
Blois'lu Henri'yi "saflık ile bozulmuşluğun, yani bir keşişle bir
şövalyenin bileşimi olan yepyeni bir ucube" sözleriyle betimlemiştir.9 Tapınakçılardan söz etmiyor olsa da çıkarım açıktır: Böyle bir bileşim
doğaya aykırıdır.
O dönemde Tapınakçılar arasında bile kuşkular yaratacak kadar güçlü bir
eleştirinin var olduğunu gösteren en açık kanıt, doğrudan biraderlere hitap
eden bir vaaz ya da mektup metninde bulunmaktadır. Yazar şöyle söyler:
işittik ki, aranızdan bazıları bilgelikten nasibini alamamış kimselerce
tedirgin ediliyormuş; hayatınızı vakfettiğiniz meşgale, Hıristiyanları iman ve
barış düşmanlarına karşı korumak için silah taşımak güya haram veya
zararlıymış, güya günah veya daha büyük bir başarıya köstekmiş.
Ne yazarın kimliği ne de tarih bellidir burada. Yazarın bizzat Payns'lı
Hugues olduğu düşünülmüştür, ancak hem içerik hem de üslup bakımından pek olası
değildir bu. Bir diğer namzet de, Augustinusçuların Paris ocağından ilahiyatçı
St Victor'lu Hugues'dür; zira elyazmasının başlığında "Prologus magistri
hugonis de sancto victore" ["Üstat Sancto Victore'li Hugo'nun
önsözü”] ibaresi yer alır - ne ki metinde yalnızca Hugo peccator'a [Günahkâr
Hugo] atıf vardır, St Victor'lu Hugues'ü Ta-pınakçılarla bağlantılandırmak için
özel bir sebep de yoktur.10
Bu metnin, Aziz Bernard'ın tarikata ilişkin meşhur risalesi De laude novae
militiae'nin ["Yeni Şövalyeliğe Övgü”] ve "Latince Kanun”un
kopyalarıyla birlikte Saint-Gilles'deki Hayırsever ocağında muhafaza edildiği
anlaşılmaktadır - 1312'de lağvedilmelerinin ardından Tapınakçıların malları
Hayırseverlere devredildiğinde bu belgeler de Saint-Gilles Hayırsever ocağına
aktarılmıştı muhtemelen. Mektubun içeriğinin yanı sıra anılan metinlerle
birlikte ortaya çıkması da 1130 civarı bir tarihe ait olabileceğini düşündürür.
Ayrıca mektubun "Kanun” ile De la-ude’nin arasında bulunmasına dayanılarak
bir kronolojik düzenlemenin söz konusu olduğu sonucuna da varılabilir, ama bu
konuda sağlam bir kanıt yoktur.
Yazar biraderleri Şeytan'ın entrikalarına karşı tetikte olmaları
konusunda uyararak başlar söze, "zira Şeytan'ın asli işi bizi günaha
sürüklemektir." lyi işler üstlenmiş kimselerin saiklerini yozlaştırarak,
ardından da bu iyi işleri tamamlama kararını zayıflatarak yapmaya çalışır bunu;
fakat biraderler "Herkes çağrıldığı halde kalsın," diyen havariye
("Paulus'un Korintoslulara Birinci Mektubu," 7:20) kulak
vermelidirler. Ruhbanın bildik işlevsel toplum görüşü üzerinde duran yazar
(tarikatın sahiden de bilinen kategorilerden hiçbirine uymamasına dayalı
itirazlara maruz kaldığını düşündürür bu), organların hepsinin birden aynı
işlevi görmeye kalkması halinde vücudun bütünlüğünü nasıl koruyabileceğini
sorar. "Kendinizi kandırmayın: Herkes gördüğü işin hakkını alır. Yağmuru,
doluyu, rüzgarı damlar görür; peki damlar olmayaydı duvarlar nasıl
korunacaktı?" Üstelik Şeytan mahir bir ayartıcıdır, zira biraderlerin
doğrudan erdemlerine saldırmanın işe yaramayacağını bilir; bunun yerine,
öldürürlerken nefret ve öfke, yağmalarlarken açgözlülük esinleyerek en mahrem
düşüncelerini yozlaştırmaya çalışır. Ama onların nefreti insana değil
haksızlığa yöneliktir, faaliyetleri sırasında edindikleri şeyler de
fedakarlıklarının mükafatıdır. Şeytan Tapınakçıları faaliyetlerinin fenalığına
inandıramazsa faziletlerini zımnen kabul edecek, ama bu defa da "daha yüce
bir iyi" hayaletinin peşinden koşmak üzere görevlerinden vazgeçmelerini
sağlamaya çalışacaktır. Bu da bir hiledir, zira Tanrı kabul edilmiş ihsanların
sebatla sahiplenilmesini ister. "Mevkiler esirgeyici olaydı Şeytan
Cennet'ten kovulmazdı. Ama öte yandan lanetli olaydı, gübre yığının üzerindeki
Eyüp Şeytan'ı yenemezdi. lmdi bunu iyice düşünün, zira Tanrı'nın gözünde ne
mevkinin ne de görünüşün hükmü vardır."
Buradan hareketle yazar, Tapınakçıların dış dünya karşısında afallamayı
bırakıp kendi iç durumlarını gözden geçirmelerinin önemi üzerinde durur. Ancak
bu daha ziyade, düşünsel etkinliklere yönelmiş bildik tarikatların üyeleri için
geçerli olabilecek bir öğüttür ve böylesi bir düşünceye karşı, Tapınakçıların
işlerinin onları içe bakıştan uzaklaştırıp zorunlu olarak dünyevi dertlerle
uğraştırdığı itirazı getirilebilir. Yazar böylesi bir itirazı karşılamak üzere,
insanın lsa'nın yanında bir mevki edinebilmek için hayatını kazanması
gerektiğini hatırlamalarını öğütler. Böyle olmayaydı Tanrı'nın Kilisesi de
ayakta kalamazdı zaten: Çöldeki münzevi bile dünyevi hayatın asli ihtiyaçlarını
karşılamak zorundadır. "Havariler lsa'ya deselerdi ki: 'Biz tefekküre çekilmek
istiyoruz, oraya buraya koşturmak, çalışmak istemiyoruz, insanların
çekişmelerinden, mücadelelerinden uzak kalmak istiyoruz,' şayet havariler
lsa'ya böyle söylemiş olsalardı, Hıristiyanlığın hali şimdi nice olurdu?"
Dolayısıyla Tanrı'nın gerçek hizmetkarı kısmetine rıza göstermenin gerekli
olduğunu anlayıp kendisine biçilmiş görevi asude bir zihinle yerine
getirecektir. Bu sıradan ölümlüler için kolay bir şey değildir elbet, çünkü
Şeytan saldırılarında direşkendir. Önderlik sorumluluğu taşıyanlar, görevlerini
bırakmazlarsa kurtulamayacaklarına inandırılırlar; alt kademede kalanlarsa tüm
işi gördükleri halde hiçe sayıldıkları söylenerek kışkırtılırlar. Tüm bunlar
dalaveredir: lsa'nın uğraşına katılan herkesin mükafatını alacağına kuşku
yoktur. "Değerli biraderler, eğer hissiyatınız bu olursa ve sulh içinde
cemiyetinize hizmet ederseniz, sulhün Tanrısı da yanınızda olur."
Bu nasihatlerin kaleme alınmasını gerektiren koşullar bilinmiyor
-yaratmış olabileceği etkiler de öyle. Tapınağın 1129 sonrası topladığı
bağışlardaki artışın ve adam devşirmedeki başarısının bu korkuları büyük ölçüde
gidermiş olduğu düşünülebilir - bu durumda metin 112O'lerin ortasına ya da en
fazla Troyes Konsilinin öncesine tarihlene-cektir. Ancak Kudüs Krallığının dar
bir bölgesinde hacıları koruyan görece küçük bir şövalye topluluğunun bu
mektubun delalet ettiği türden bir tartışmaya konu olması pek mümkün değildir.
Diğer taraftan bakılırsa, Troyes'daki gelişmeler Tapınakçıların daha yaygın bir
ilgi toplamasını sağlamış, bu da eleştirilerin doğmasına neden olmuş olabilir.
Ayrıca içteki kuşkular (ve muhtemelen dışardan gelen eleştiriler de) 1129
sonrasında bile yatışmamış olabilir, meğerki Aziz Ber-nard'ın mektuba kıyasla
çok daha meşhur risalesi De laude novae militiae de mektup kadar erken tarih
olsun.” Bernard De laude'nin önsözünde, bu vaazı Payns'lı Hugues'ün üç kez
istekte bulunması üzerine kaleme aldığını söyler. "Çok gerekli"
saydığı bu çalışmayı -yazmak istemediği suçlamasına maruz kalmaksızın- daha
fazla erteleyemez, ancak gecikmenin asıl nedeninin bu işi gereğince yapmak
konusunda yeteneklerine güvenmemesi olduğunu belirtir. Bu açıklamalar
tarihçileri, risalenin Payns'lı Hugues'ün öldüğü varsayılan ıı 36 yılına
ka-darki bir tarihte yazıldığı kanısına vardırmıştır. Ancak salt retorik icabı
sayılıp göz ardı edilmedikleri takdirde bu sözler, böyle melez bir tarikat için
hiçbir ciddi varlık gerekçesi olamayacağını söyleyen muarızların bulunduğunu
göstermekle kalmaz, aynı zamanda bizzat Ber-nard'ın da bu iddianın doğruluk
payı taşımasından kaygı duyduğunu düşündürür. Ayrıca görünüşe bakılırsa
"Kanun," "Hugo peccator"un mektubu ve De laude’nin bir
Tapınak ocağında bir arada saklanmış olması, biraderlerin bu üç elyazmasını
gerekli hallerde danışmak üzere korunacak birer meslek kılavuzu saydıklarını
akla getirir. O halde De
11 Clairvaux'lu Bernard, “Liber ad Milites Templi de Laude Novae
Militiae,” 5. Bernardi Opera, cilt III, Tractatus et Opuscula, yay. haz.J.
Leclercq ve H. M. Rochais, Roma, 1963, s. 205-39. Ayrıca bkz. “In Praise of the
New Knightho-od,” The Works of Bernard of Clairvaux, cilt VII, Treatises, 3,
çev. C. Gre-enia, önsöz R. J. Z. Werblowsky, Cistercian Fathers Series 19,
Kalamazoo, Mich., 1977, s. 115-71.
laude, "Hugo peccator’un mektubunun yazılmasını gerektirmiş
koşullara benzer koşullar altında yazılmış olmalıdır ve salt bir tanınırlık
sağlama aracı olarak değil, tam anlamıyla bir tinsel rehber ve vaaz olarak
görülmelidir, zira risalenin yazıldığı tarihte Tapınakçıların zaten gayet iyi
tanındıkları anlaşılmaktadır.
De laude, haçlı seferi çağrısına zemin hazırlayan ve dolayısıyla
Tapınak Tarikatının kurulmasını da mümkün kılan düşünce akımlarını zekice
kullanan Aziz Bernard'ın alışılmış ustalığı ve edebi yeteneğiyle donanmış
incelikli bir çalışmaydı. Sonuçta -temel amaç Tapınakçı-ların tinsel gelişimini
sağlamak olsa da- risalenin ilk kısmı Tapınakçı-lara methiye görünümüne
bürünmüş, hem o çağın hem de sonraki kuşakların zihinleri üzerinde doğrudan ya
da dolaylı olarak esaslı bir etki yaratmıştı. İncelemenin bu bölümünün başarısı
bir imge kurmasından kaynaklanıyordu. Laik dünyanın evvelce tanımadığı yeni bir
şövalyelik türüdür bu, diyordu Bernard, beşerin tabiatına ve kötülüğün görünmez
güçlerine karşı çift yönlü bir mücadele yürütüyordu bu şövalyeler. Bir yanda
güçlü savaşçılar, öte yanda şerre ve kötü ruhlara savaş açmış keşişler,
görülmedik şey değildi bu; ama ikisinin bileşimi benzersiz bir şeydi ve korku
bilmez adamlardan oluşmuş bir cemaat yaratmıştı. Saf ve temiz bir vicdanla
dövüştükleri için ölüm korkusu yoktu bu adamlarda, Tanrı'nın nazarı altında
onun şehitleri olacaklarını bilmenin güvenini duyuyorlardı.’2 O dönemin öfke ve tamahkârlık saikleriyle hareket eden, yüzeysel
görünümlerle baştan çıkmış laik şövalyeleriyle bunlar arasındaki uçurum
apaçıktı, yeryü-zündeki kısa misafirlikleri son bulduğunda belirecek kaderleri
arasındaki fark da öyle. Tapınakçılar sayesinde kutsal yerlerdeki murdarlık
’2 J. Leclercq, “Saint Bernard's Attitude toward War," Studies in
Medieval Cis-tercian History ı, yay. haz. J. R. Sommerfeldt, Kalamazoo, 1976,
s. 24. temizlenebilecek, Hıristiyanlar gerçek yuvalarına dönebileceklerdi.
“Sevin Kudüs," diye haykırıyordu Bernard, “ve bil ki ziyaret vakti geldi
artık.” Bernard'ın anlatımına bakılırsa, Tapınakçıların davranışları bu kutsal
misyonla tam bir uyum içindeydi: Disiplinli, sofu, ölçülü, çalışkandılar.
Rütbelerin hiçbir önemi yoktu, zira gerçekten önemli olan kişinin asli
niteliğiydi. Dahası Tanrı'nın Hıristiyanlara sunduğu bu tarikat öyle büyük bir
ihsandı ki, Tapınakçılara günahkârları doğru yola döndürme gücü bile
bağışlanmıştı, zira evvelce suçlu ve toplum düşmanı sayılan kimseler Tapınak
cemaatinde inançlı muhafızlara dönüşmüşlerdi.’3
Metinde temel izlek, Tapınakçıların Tanrı'ya hizmet uğruna laik hayatın
yüzeysellik ve kışkırtmalarından uzaklaşmalarıdır; “kuşandıkları silah altın,
değil içlerindeki inançtır." 1125'te St Thierry'li Guillaume'a sunduğu
Apologia'da [“Savunma"] göstermiş olduğu üzere, Bernard'a göre manastır
hayatının gerçek misyonu da budur zaten.’4
Bernard'ın din görüşünün temelinde ilahi varlığın vücuda geldiği
inancının yattığı ve ona göre Kutsal Toprakların Musa'nın Vaat Edilmiş
Toprakları değil, İsa Mesih'in toprakları olduğu söylenmiştir. Bernard haçlı
seferlerini, Hıristiyanların İsa'nın çarmıhtaki azabına katılarak onun varisi
olmalarını sağlayan bir tür hac ' diye görüyordu. Müslümanlarsa İsa'nın
mirasına el koymuş mütecavizlerdi.’5
Dolayısıyla Bernard Tapınakçıları bu konuda Hıristiyanlara düşen görevi -Kutsal
Topraklarda, İsa'nın yaşadığı, kendisini kurban ettiği yerlerde yaşayıp ’3
.Bkz. Barber, "Social Context of the Templars," 32-7.
14 Clairvaux'lu Bernard, "Apologia ad Guillelmum Abbatem," S.
Bernardi Opera, cilt 111, Tractatus et Opuscula, yay. haz. J. Leclercq ve H. M.
Rochais, Roma, 1963, 10-12.24-30, S. 101-7.
’5 E. Delaruelle, "L’idee de
croisade chez saint Bernard," MSB, s. 53-67. buraları inançsızların
murdarlığından koruma görevini- mükemmelen yerine getiren kimseler olarak
sunabilmişti. De laude'nin sonraki bölümlerinde bu temel yönelimler pekiştirip
geliştirilir, adına “sena sitayiş" sunmak için Kutsal Toprakların “mebzul
güzellikleri"nden birkaçı resmedilir, Beytüllahim, Nasıra, Zeytindağı ve
Yosafat [Kidron] vadisi, Ürdün nehri, Calvarium [Golgotha] tepesi, Kutsal
Kabir, Bethphage ve Bethania'nın anlam ve önemi gözden geçirilir. Duruma
bakılırsa Bernard burada pek de doğrudan Tapınakçılar üzerinde durmamakta, söz
konusu kutsal yerlerin anlamından uzun uzadıya bahsetmek üzere ilk kısımdaki
öğütleri bir yana bırakmış gibi görünmektedir. Dolayısıyla da çalışmanın bu
kısmı ilk kısmın gördüğü ilgiyi görmemiştir pek. Ama yine de başka hiçbir
teşkilatta benzerine rastlanmayan üyeleriyle görevlerinden ötürü tarikat için
önemli bir kısımdı bu. “Hugo peccator’un da kaydettiği gibi, Tapınakçıların
dünyevi ve özü gereği eyleme dayalı görevlerinin, ortaçağ manastır düzeninin
temel taşı olduğu farz edilen dinginlik ve tefekkürün aleyhine işlediği
düşünülebilirdi. Bernard incelemesinin bu kısmında böylesi sorunların var
olduğunu açık açık kabul eder ve iletisini yeni tarikatın ihtiyaçlarıyla bu
tarikatın kendine çektiği üye tipine uyarlamaya çalışır.
Tapınakçıların yaşadıkları, iş gördükleri fiziksel ortam kutsal
mekânlardı ve buralara -sözcüğün düz anlamıyla- “aşina" hale gelme imkânı
bulmuşlardı. Ancak Aziz Bernard bu mekânların içrek anlamını açıklamak
suretiyle bir başka düzeye işaret etmek istiyordu. Bernard ile yandaşı
entelektüeller için aslolan -kendi deyişiyle- “yazılı harflerin altında tinsel
bir anlamın yattığı" düşüncesiydi; ancak bu düşüncenin, Bernard'a göre
Tapınakçıların devşirdiği adamların çoğunluğunu oluşturan halktan kişilere,
eğitimsizlere açıklanması, iyice vurgulanarak gösterilmesi gerekiyordu. Eğer
Tapınakçılara kutsal mekanların dini tefsir çerçevesinde nasıl
değerlendirileceği gösterilirse, önemsiz dış görünümleri aşmaları ve böylece
daha derin bir tinsel anlam arama cesaretini bulmaları sağlanabilirdi. Bu
şövalyeler fiilen Tapınakta üslenmişlerdi, sözgelimi her gün gördükleri manzara
Yosafat vadisi ve ötesinde Zeytindağı'ydı, birçok sebeple Tapınak tepesinden
buralara görece kısa yolculuklar yapmaları gerekiyordu. Vadiye inip dağa
tırmanmak gibi bir fiziksel edim bile, Hıristiyanlar açısından, ilahi yargı
korkusunun ilahi lütfün zenginlikleri konusunda kafa yorulduğu ölçüde
edinilebileceğini hatırlamaya vesile olabilirdi. Yolculuk kendi başına bir
alegoriydi zaten, zira “kibirli kişi bu vadiye kayıtsızlıkla pal-dırküldür
dalar ve darmadağın olur; mütevazılıkla inen ise hiçbir tehlikeyle
karşılaşmaz.” Benzer bir ahlak dersi, Marta ile Meryem'in yurdu ve Lazaros'un
hayata döndüğü yer olan Bethania'ya ilişkin betimlemesinden de çıkarılabilir.
Yeremya'nın izinden giden Bernard, Betha-nia için "itaatin yuvası"
yorumunu getirir; Tapınakçılar burada itaatin değeri ile cezanın semeresini
kavrayabilirler. Keşişler gibi Tapınakçılar da itaat andı içerler; bu onlara,
güven bağlamaları gereken Tanrı'nın gücü olmasa hiçbir şey başaramayacaklarını
hatırlatır.
Kutsal Kabre ilişkin uslamlama daha da büyük bir önem taşır -Bernard'ın
kutsal mekanların anlamına dair sözlerinin neredeyse yarısı bu konuya
ayrılmıştır. Bernard burada, İsa'nın naaşının yattığı yerin görünümünden yola
çıkıp onun yaşamı, ölümü ve günahkar insanla ilişkisine dair düşüncelere varır.
"İsa'nın hayatı benim için bir yaşama örneğidir, ölümü de ölümden
kurtuluştur.” Bu kısmın sonlarına doğru amacı ve yöntemi iyice açıklık kazanır.
Kutsal Kabri kendi gözleriyle görmek Hıristiyanı derinden sarsar ve böylece
buranın aynı zamanda kendi mezarı da olduğunu kavramayı başarır. Aziz Pa-ulus'a
göre: “imdi onunla beraber vaftiz vasıtasıyla ölüme gömüldük; ta ki, Babanın
izzet ile Mesih ölülerden kıyam ettiği gibi, biz de böyle-ce hayat yeniliğinde
yürüyelim. Çünkü eğer ölümünün benzeyişinde onunla birleşmiş olduysak,
kıyamının benzeyişinde de olacağız (...)" (“Paulus'un Romalılara
Mektubu," 6:4-5)
Tapınakçılar geleneksel manastırlarda keşişlerin sahip oldukları yalnız
başına tefekküre dalıp okuma fırsat ve vesilelerinden büyük ölçüde yoksun
olsalar da, fiziksel olarak kutsal yerlere yakınlık gibi bir avantaja
sahiplerdi - daha köklü bir hakikat arayışı esinleyebilecek bir şeydi bu. Belki
Bernard'ın ikincil bir amacı da vardı; zira hac yollarının koruyucusu olarak
Tapınakçılar, durmaksızın kutsal mekânlara akan ziyaretçilerle bağlantı
içerisinde olacaklardı ve bu ziyaretçilerin pek çoğunun bilgiye, açıklamaya
ihtiyaç duyacağını düşünmek gerekiyordu. Orada bu görevi üstlenecek başka
kilise mensupları bulunsa da, soruların muhatabı genelde Tapınakçılar
oluyordu;De laude onlara bu işin gerektirdiği donanımı sağlayabilir, böylece
onlar da hacılara gördükleri, tecrübe ettikleri şeylere dair daha köklü bir
yaklaşım sunabilirlerdi. Gözde hac menzillerinden biri Ürdün nehriydi -“Tapınak
Kanunu’nun Fransızca değişkesinde, Tanınakçıların bu tehlikeli güzergâhta
hacıları koruması ve ihtiyaçlarını sağlaması için gereken düzenlemelere
ayrılmış özel bir bölümde de dile getirilmişti bu.’11 Bernard'ın
Ürdün nehri hakkında yazdığı kısa bölüm bu bilginin ışığında okunabilir.
Hacılar nehrin sularında yıkanmak istiyorlardı, bu “bizzat İsa'nın eliyle
vaftiz edilip kutsanmanın gururu" demekti; Bernard sözü bu kadarla da
bırakmamış, suların nasıl yarılıp Ilyas ile Elişa'nın geçebileceği kuru bir
yolak bıraktığını, nasıl Yeşu ile halkının karşıya geçmesini sağladığını
anlatmıştır. Hiçbir nehir, “Teslisin aşikâr bir mevcudiyet olarak kendisine
tahsis ettiği" bu nehirden üstün olamazdı. Bernard "Luka Incili"nden
alıntıyla, "Baba işitti, Ruhülkudüs gördü ve Oğul vaftiz etti" diye
açıklamıştır bunu ("Luka," 3:22). Burada okurunu yine zahiri anlamdan
içrek anlama yönlendirir Bernard: Nasıl Naaman peygamberin buyruğu üzerine
Ürdün nehrinde yıkanıp bedence sağlığına kavuştuysa, imanlılar cemaati de
Isa'nın emriyle tinsel temizlikten geçecektir. Kutsal Kabre dair uzunca kısım
daha alengirli olmakla birlikte bu kısım gibi ders niyetine de okunabilir, zira
Bernard burada meseleleri bir dizi bağıntılı soruyla ortaya koyar. Sunduğu
cevaplardan Tapınakçılar yalnızca kendi eğitimleri için değil, korumakla
yükümlü oldukları hacıların eğitimi için de yararlanabilirler. Bernard'a göre
Kutsal Kabir tüm hac seyahatinin ana hedefidir ve bu özelliğine uygun,
ayrıntılı bir inceleme gerektirir.
Uzun bir seyahatin büyük güçlüklerinin ardından, karada ve denizde
karşılaşılan birçok tehlikenin ardından ["Paulus'un Korintoslulara !kinci
Mektubu," 11:26], nihayet burada, Efendilerinin dinlendiğini bildikleri bu
yerde dinlenmek ne tatlı gelir hacılara! Biliyorum ki, zaten sevinçlerinden
ötürü ne yolculuğun meşakkatini hissederler ne de girdikleri masrafı hesap
ederler, ama meşakkatin karşılığını da seyahatin ödülünü de isterler
[“Paulus'un Korintoslulara Birinci Mektubu," 9:24] - Kitabı Mukaddes'in
dediği gibi, "Onlar ki, kabri bulunca, / Coşuncıya kadar sevinirler ve
meserret bulurlar" ["Eyub," 3:22].
Bu izlekçikler De laude’nin sonuç kısmında bir araya geliyordu; zira
Bernard'ın büyük bir özenle anlattığı kutsal mekânların savunulması, rollerinin
gerçek anlamını kavradıklarında görevleri konusunda daha sağlam hislerle
donanacaklarını umduğu Tapınakçıların sorum-luluğundaydı. Aşağıdaki son
cümleler Tapınakçılara bundan böyle gözetecekleri bir düsturla bir izlek
sağlamıştı:
Fakat, kimsenin kendi metanetiyle güçlenmediğini ["I.
Samuel," 2:9] bilerek, keza peygamberle birlikte "Allahım, sığındığım
kayam, / Kalkanım, kurtuluşumun kuvveti, yüksek kulem” ["Mezmurlar,"
18:2], "Ey kuvvetim, sana terennüm edeyim; / Çünkü Allah yüksek kulem-dir,
bana inayet Allahındır” ["Mezmurlar," 59:17], "Bize değil, ya
RAB, bize değil, /(...)/ Kendi ismine izzet ver” ["Mezmurlar,” 115:1]
diyerek ve ellerinize cengi, parmaklarınıza muharebe etmeyi öğreten RAB için
her şeyde mübarek olsun ["Mezmurlar,” 144:1] diye düşünerek kendi
hükmünüze, kudretinize bel bağlamayıp her durumda Tanrı'nın yardımına
sığınırsanız eğer, göklerin emanetini inançla sıkı sıkıya korumaya muktedir
olursunuz.
Bu yeni tarikat pek dikkati çekmemiş olsaydı bile, Aziz Bernard'ın
yakın ilgisi sayesinde Tapınakçılar manastır çevrelerinde yine büyük yankı
uyandırabilirlerdi. Bernard o dönemin erı ünlü keşişi olduğu gibi, aynı zamanda
yılmaz bir mektupçuydu da - öyle ki mektuplarının muhatapları, haberi başka
yollardan almamış olsalar bile Bernard'ın mektupları aracılığıyla
Tapınakçılardan haberdar olurlardı. Yazışma yoluyla temas kuranlardan biri de,
La Grande Chartreuse'ün beşinci başrahibi olan ve bu görevi ll09'dan ölümüne,
ll36'ya değin sürdüren Guigo'ydu. Köklü tarih bilgisinden, manastır hayatının
gelişimine, özellikle de uygulamaya konmuş muhtelif kanunlara vakıf olmasından
ötürü Guigo'nun saygınlığı büyüktü; dolayısıyla "Hugo peccator" gibi
onun da doğrudan doğruya Tapınakçılara uğraşlarının niteliğine dair bir mektup
yazma gereği duymuş olması şaşırtıcı değildir.12 Guigo Kilise adına savaşmayı desteklemiyor, yeri
geldiğinde bunu söylemekten geri durmuyordu;13 Payns'lı Hugues'e yazdığı mektup, Clairvaux'lu
Bernard ve Muhterem Pierre gibi onun da askeri tarikat fikrine dair ciddi
tinsel ve düşünsel kuşkularla karşılaşıp sonuçta bunların üstesinden geldiğini
düşündürür.
Guigo mektubunu, Payns'lı Hugues'ün l129'da doğuya dönmesinden kısa
süre sonra yazmıştır muhtemelen; zira mektupta son ziyareti sırasında
kendisiyle görüşme fırsatı bulamadığı için üzüldüğünü söyler. Bu mektubu,
Hugues'ü olası bir tehlikeye karşı uyarma ihtiyacıyla kaleme almıştır.
"Önce içteki düşmanları yenmezsek, dışardaki düşmanlara saldırmanın bize
hiçbir faydası dokunmaz," der. lnsan kendi vücudunu oluşturan o çamur
zerresine "utanç verici kulluğunu" sürdürüyorsa hala, engin topraklar
üzerinde egemenlik kurmak afaki bir iddiadır. "Önce kendi ruhlarımızı
fenalıklardan temizleyelim de sonra toprakları barbarlardan temizlemeye
bakalım." Guigo, savaş imgeleriyle dolu, fakat Gregorius öncesi manastır
anlayışını hatırlatan bir üslupla sahici vuruşmalara değil, tinsel mücadeleye
hasredilmiş bu mektupta, Tapınakçıları -"bu dünyanın karanlığının
uşakları" ("Pa-ulus'un Efesoslulara Mektubu," 6:12) içlerine
işleyemesin diye- tinsel zırhlarla korunmaya çağırmıştır. Tapınakçıların bu
dünyadaki geçici savaşlarında başarılı olmalarını istese de, güçlü bir kaygı
damarı belirir burada; zira Tapınakçıların uğraşlarının içsel arınmayı kolayca
yerle bir edebileceğine inanır Guigo - bu arınma olmaksızın dünyevi zaferlerini
değersiz sayacaktır zaten. Guigo iletisinin hedefine varmasını o kadar
önemsemiştir ki, "Tanrı esirgesin, birtakım engellerden ötürü
ulaştırılamaması" tehlikesine karşı mektubu iki ayrı ulakla yollamış ve
Payns'lı Hugues'den mektubun tüm biraderlere okunmasını rica etmiştir.
Ancak zamanın en meşhuru Aziz Bernard'dı ve onun risalesi Tapı-nakçılar
açısından mektuba göre iki kat daha değerliydi, çünkü Ber-nard'ın yetkesi
olmaksızın pek de hassas davranmayabilecek başka yazarları askeri tarikat
fikrini kabul etmeleri konusunda açıkça etkilemişti bu risale. Söz konusu
yazarlardan biri de, 1145 civarında yazdığı Dialogues'da Tapınakçılara yer
veren Piskopos Havelbergli Anselme'y-di. Tarikatın kuruluş dönemi kronolojisi
konusunda güvenilir olmasa da (II. Urbanus'un yerini II. Honorius almıştır
burada), tarikata ilişkin imgesi ve bunu aktarırken kullandığı dil tamamen De
laude'nin etkisi altındadır.
Keza bu tarihten kısa bir süre sonra Kudüs'te, Tanrı'nın şehrinde yeni
bir dini teşkilat faaliyete geçti. Burada kendilerini Tapınak şövalyesi diye
adlandıran birtakım laik dindar kişiler bir araya geldiler: Varlıklarından
feragat edip tek bir üstadın hükmü altında yaşar, dövüşürler; giyim kuşamda
ifratı, gösterişi reddetmişlerdir; Kurtarıcı'nın şanlı kabrini Sa-razenlere
karşı korumaya ant içmişlerdir; içeride uysaldırlar, dışarıda yiğit savaşçılar
olurlar; içeride rahip disiplinine itaat ederler, dışarıda askeri disipline;
içeride mukaddes sessizliğe bürünürler, dışarıda savaşın gürültüsü, şiddeti
karşısında vakurdurlar; sözün kısası, ister içeride ister dışarıda olsun,
aldıkları tüm emirleri itaatin yalınlığıyla mükemmelen yerine getirirler.14
Anselm yeni tarikatlara değer veriyordu (kendisi de
Premonstra-tensiusçuydu),15
ama Tapınakçıların selamet yolunun geleneksel yollar kadar temiz olmayabileceği
kuşkusuna kapıldığını da hissettiriyordu. "[Troyes'da] ebedi hayata ulaşma
umuduyla cemiyetlerine katılan, sadakat -ve sebatla bu cemiyette kalan herkesin
tüm günahlarının affedileceği tebliğ edildi. Değerlerinin keşişlerinkinden ve
ortak hayata liderlik eden rahiplerinkinden aşağı olmadığı da teyit
edildi."
Ancak bu sırada genel tahayyülde de birtakım imgeler biçimlenmekteydi -
özellikle ilk bağışçıların beratlarına yansımıştı bunlar. Tahmin edilebileceği
gibi, bu konuda Aziz Bernard'dan en fazla esinlenen kesim din adamlarıdır.
Angers Piskoposu Ulger, 1140'ların ortalarına tarihlenebilecek bir beratta
kendi bölgesindeki rahiplere, “biraderlerimizi" nezaket ve muhabbetle
karşılamalarını, kiliselerde vaaz verip para toplamalarına müsaade etmelerini
emretmişti.
Çünkü onlar, Kudüs'teki mukaddes Tanrı Tapınağında Isa şövalyeliğinin
ulakları, görevlileri, askerleridir; askeri teşkilatları hiç şüphesiz Tanrı
katında makbul ve meşrudur; tüm dünyevi isteklere, yani evliliğin hazlarına ve
her çeşit zevke sırt çevirmişlerdir; kendilerine ait malları mülkleri yoktur;
dinleri çetindir, ebedi kutsamaya ulaşabilmek için, kutsal Kudüs şehriyle başka
şark illerine zulmeden Tanrı düşmanlarına karşı savaşmayı seçmişlerdir;
kanlarını döküp ruhlarını teslim etmekte bir an duraksamazlar, ta ki
Efendimizin faaliyetleri, çilesi ve ikameti için seçtiği o en kutsal yerlerdeki
dinsiz putperestleri temizleyip yok etsinler.16
Laik bağışçıların beratlarındaki tasvirler daha yalındır; ama yine de
bunlar, askeri tarikat fikrinin anlam ve işlevini ortaya koyan nihai tablonun
ll30'lar ile ll40’ların başlarında henüz oluşum halinde olduğunu düşündüren
çeşit çeşit sıfat ve adlandırma içerir. Bunların birçoğu gayet genel
deyişlerdir: “İsa'ya ve onun kutsal şehirdeki şövalyelerine" (Troyes,
1129); “Kudüs'teki Azize Meryem şövalyeliğine" (Mas-Deu, 1137); “Kudüs'te
kurulmuş şanlı Süleyman Tapınağı şövalyeliğine" (Richerenches, 1138);
“Tanrı Tapınağı şövalyelerine" (Foix, 1145).17 18 Doğuyla güçlü bağlantıları
olanların, özellikle de hacı ve haçlı sıfatıyla fiilen orada bulunmuş olanların
malumatı daha sağlamdı. To-ulouse Kontu Alphonse Jourdain bağışını
"Süleyman Tapınağında Tanrı'ya hizmet eden, Kutsal Şehir ile sakinlerini
koruyan ve ayrıca oraya gidip gelenlere muhafızlık eden Hıristiyan şövalyeleri
ile Tanrı'ya" sunmuştu (1134). Fiilen Kudüs Krallığında yapılan bir
bağışta Sa-int-Omer'li Guillaume ile oğlu Osto Flandres'daki kiliselerden gelen
gelirlerini, "Efendi Patrik Warmund aracılığıyla ve baronların tavsiyesi
üzerine Kudüs topraklarının savunulmasıyla hacıların korunmasında takdiri
ilahinin vekili tayin edilen Tapınak şövalyelerine" bırakmışlardı (1137).
Dört doğu seferinden ilkini l 139'da tamamlayan Flandres Kontu Thierry,
"Şark Kilisesini putperestlerin murdarlığına karşı kuvvetle savunarak
daima Tanrı için savaşan Tapınak şövalyelerinden söz ediyordu (1144). lkinci
Haçlı Seferinden yeni dönmüş olan Kral VII. Louis Tapınakçılara Savigny
kasabasını, "hem yoksullara hem hacılara her gün cömert yardımlarda
bulunmak üzere kullanmaktan hiç geri durmadıkları” servetlerini artırmak
istediği için bağışlamıştı (1149).23
Dolayısıyla doğuya giden haçlıların, Tapınakçıların askeri
faaliyetlerinin yalnızca hacıları korumaktan ibaret olmadığını gözledikleri
anlaşılmaktadır. Katalonya ile Aragön'da da bu geniş çaplı askeri rolün değeri
yine bu kadar erken bir tarihte anlaşılmıştı. III. Ramön Beren-guer 1131
tarihli Granena bağışını, "Hıristiyanlığın Tapınak Tarikatının töresine
uygun olarak savunulması" için yapmıştı. Oğlu IV. Ramön Berenguer ise,
1143 tarihli, altı sınır. kalesinden oluşan büyük bağışı için daha tumturaklı
bir dil kullanmıştı.
Ispanya'daki Batı Kilisesini savunmak, Mağribi halkını kırmak,
fethetmek ve kovmak, kutsal Hıristiyanlık dini ve inancını yüceltmek, itaat ve
kullukla Şark Kilisesini savunan Kudüs'teki Süleyman Tapınağı şövalyeliği
örneğini izlemek üzere, kutsanmış itaatle kurulmuş bu şövalyeliğin kanunu ve
milicia'sına [askeri düzen] uygun olarak teşkilatlanmaya karar vermiş bulunan
şövalyeliğin gücü ve yüce Kutsal Ruhun kudretiyle harekete geçtim. 19
Bu kalelerin bağışlanması, Aragönlu Alfonso'nun 1131 tarihli
vasiyetinden kaynaklanan meselelerin bir sonucuydu kısmen. Bu belgeden
Alfonso'nun krallığını birbirini tamamlayan roller üstlenecek üç cemaate
bıraktığı anlaşılmaktadır: Din ve ibadet işlerini yürütecek rahipler,
yoksullarla ilgilenecek Hayırseverler ve Hıristiyanlığı savunmayı üstlenecek
Tapınakçılar. Üç yıl sonra da Alfonso'nun kardeşi Ramiro net bir dille
Tapınakçıların “Hıristiyanlığı savunmak ve putperestleri karışıklığa sürüklemek
için Mağribilerle karşı karşıya geldiklerini” söyler. 20
Böylesi bağışçılar, Tapınak Tarikatının niteliğine ilişkin görüşleri ne
olursa olsun, manastır dünyasının içsel sorgulamalarının yükünü taşımazlar,
maddi fedakârlıklarının sonuçta istenen faydayı sağlayacağından da emindirler.
Beratların birçoğunda bağışçıların saikleri açıklanır (ya da dolaylı olarak
söylenir); hatta bazen böylesi bağışların nedenlerini kayda geçirmek konusunda
aleni bir ısrar görülür. Örneklerin küçük bir kısmında da Kudüs'e yapılan hac
yolculuklarıyla dolaysız bir bağlantı kurulur. Ağustos 1143'te Poncius
Chalveria, "Efendimizin kabrini ziyaret etmek üzere Kudüs yollarına
düşerken, her şeye kadir Tanrı günahlarımı bağışlasın ve yurduma dönmem için
bana talih bahşetsin diye," Avignon'da Rhöne’la birleşen Ouveze nehri
üstündeki Roaix’de bulunan ve zaten Tapınakçılar tarafından işletilen değirmeni
için değirmen taşları bağışlamıştı.21 22 23 Üç
yıl sonra, yine o civardaki Richerenches’de Balmis’li Raimond ve Guillaume
kardeşler, oradaki Tapınak ocağına, “Kudüs’e gidip tüm kötülüklerden arınırken
günahlarımız affedilsin diye" bir rahip malikânesi bağışladılar; bu arada
üçüncü kardeş Gerald da -anlaşıldığı kadarıyla bu yolculuğa katılmayı
düşünmüyor olsa da- “Efendimiz günahlarımı affetsin, benim ruhumun da
yakınlarımın ruhlarının da Cennet’in kemaliyle ısınmasını mukadder kılsın
diye" rahip malikânesindeki hissesini bağışlamıştı?7
Kuşkusuz bağışlar için bu yeni tarikatın seçilmesi, Tapınakçıların
hacıların koruyucusu olarak gördükleri işe hayranlık duyulduğunu ve böylesi bir
faaliyeti desteklemenin bilhassa övgüye değer bulunduğunu gösterir, ama çoğu
durumda dile getirilen arzu ve temenniler doğrudan doğruya hac yolculuklarıyla
bağlantılandırılmaz. 1133'te Barselona Kontluğunda kendini vikont diye tanıtan
Bernard Amati’nin, karısı ve oğullarıyla birlikte, “günahlarımızın affedilmesi
için, her şeye kadir Tanrı oğullarımızın ve bizim günahlarımıza, suçlarımıza
daha fazla müdahale etme inayetini göstersin, bize ebedi hayat ödülünü
bahşetsin ve henüz bu hayattayken hareketlerimizi yönlendirsin diye, yıl boyu
her hafta bir somada tuz" bağışlaması gayet tipik bir örnektir. 28 Aynı yıl
Roussillon’da Açalaidis -daha özenli ve kapsamlı bir açıklamayla- kontluktaki
hissesinin yanı sıra bedeniyle ruhunu da
Tanrı'ya ve Tapınakçılara bağışlamıştı:
Bu ihsanda bulunuyorum çünkü Efendimiz benim için yoksul olma inayetini
gösterdi: Nasıl o benim için yoksul olduysa, ben de onun için yoksul olmak
istiyorum; belki bu sayede benim gerçek tövbeye, gerçek itirafa ve yüce
cennetine ulaşmamı sağlar, annemle babamın ve tüm akrabalarımın ruhlarına
merhamet gösterir, hayırlı bir akıbete ulaşabilsinler diye tüm çocuklarımı
mukaddes hizmetlerine çağırır.
Bu bağış Açalaidis'nin çocuklarının tavsiye ve rızasıyla yapılmıştı ve
bağış metni çocukların gelecekte bu sözden caymasını engelleyecek bir formülle
son buluyordu (farklı biçimlerine rastlanabilen bir formüldü bu): "Şayet
çocuklarımdan ya da akrabalarımdan biri yukarıda anılan hisseye el koyar ya da
tecavüz ederse, ıslah olana kadar Hayat Kitabından dışlansın."24 ll46'da Gerona'da
birtakım araziler bağışlayan Bardonas ile karısı ise Açalaidis'in tersine yalın
ve özlü bir deyişle “gelecekte ebedi huzura ulaşmak için" bağışta
bulunduklarını söylemişlerdi.25
Bu “gelecekteki selamet" kaygısının temelinde, insanın ölümlü,
maddiyatın da geçici olduğuna dair sağlam bir kavrayış bulunmaktadır. Aragönlu
Alfonso 1131 tarihli vasiyetnamesinde, "tabiatın ölümlü insanlar yaratması
üzerine uzun uzadıya" kafa yorduğunu, buna bağlı olarak da “henüz içinde
hayat varken" söz konusu tedbirleri almak istediğini söylüyordu.3’ Bundan sekiz yıl sonra, ■ yarımadanın öbür ucunda, Portekiz'deki
Avida'da, Bona Soariz ile kızı Mandreona vasiyetnamelerini “Matta
lncili"nden esinlenerek hazırlamışlardı (25:13): “Çünkü Rab dedi ki: ‘O
halde uyanık durun, zira siz günü ve saati bil-
mezsiniz'; hiç şüphesiz, bozulabilir şeylerden vazgeçme yolunda bir
çağrı işareti sundu bize." Bunlardan vazgeçilmezse geçici şeylere sevgi
duymanın meşum sonuçlarıyla karşılaşma tehlikesi doğardı, zira "aniden
düşkünleşen insan, henüz iyi işlerin meyveleriyle teselli bulamadan bu hayattan
alınır"dı.26
1145'te Fernand Menendiz de Estremadu-ra'daki Longroiva Kalesini bağışlarken
aynı sonuca varmıştı, "bu dünyanın zenginliklerinin hızla mahvolduğunu
görüyorum, ne mutlu bana ki bu geçici şeylerden bir kısmını Tanrı'nın
hizmetinde harcayacağım. ’’27
Kimi zaman kişisel koşullar bu "ölüm kapıda" duygusunu daha da dikkat
çekici hale getiriyordu. 1144'te bir şövalye Mas-Deu Tapı-nakçılarına sadece
mülk hisselerini ve en iyi atıyla koşumlarını değil, orada defnedilmek üzere
naaşını da bağışlamıştı. "Ben Montesquieu'lü Raimond, hasta döşeğindeyim
ve vakti meçhul ölümün aniden gelivermesinden korkuyorum; bu nedenle de
vasiyetnamemi yazdırıyorum, ölüm beni alırsa menkul ve gayri menkullerimi
burada yazıldığı gibi dağıtıyorum. ’’28
Hem dile getirilen duygularda hem de bunları ifade etme tarzında
-özellikle de doğrudan doğruya "Yeni Ahit"in hükümlerine başvurulduğu
durumlarda- bağışçıların kendilerinden ziyade beratları düzenleyen din adamları
belirleyici olmuş olabilir elbette. Braga Başpiskoposu Juan’ın beratının
-kaynak olarak yine "Matta lncili"ne başvurulan (25)- giriş kısmı
ruhbana özgü bu deyiş tarzını açıkça ortaya koyar:
Hıristiyanlık dininde insanı ebedi hayat vaadine ulaştırabileceğine
inanılan birçok iş olsa da, yoksullara yardım etmekle kalmayıp Hıristiyanların
korunmasına da önderlik eden İsa'nın şövalyelerine bir teselli sunmak suretiyle
bu hayattaki arayışı yönlendirmek dindarlığın icap-larındandır. Üstelik,
“lncil”de "Mademki bu kardeşlerimden, şu en küçüklerinden birine yaptınız,
bana yapmış oldunuz" [25:40] dendiğine göre, mecburiyetlerin tesellisini
en küçüklere dindarca bağışlayan kişi, hiç şüphesiz, kendine de İsa katında
ebedi mükafatı peyler.29
"Matta lncili"nin yanı sıra Aziz Paulus’un öğütleri de sağlam
bir esin kaynağıdır. Tarikata gelen ilk bağışlardan biri, Saint-Omer Kale
Kumandanı Guillaume’un 1128 tarihli, bağış metnine "Galatyalılara
Mektup"tan bir alıntının katıştırıldığı bağışıdır (6:10): "Azizin
‘fırsat buldukça herkes için ve bilhassa iman ehli için iyilik edelim’
sözlerine hürmetle, müthiş yüklü olduğunu itiraf ettiğim günahlarımın
affedilmesi için, Kudüs topraklarındaki Tapınağın putperestlere karşı meşru bir
savaş sürdüren İsa şövalyeliğine bu bağışı sunuyorum."30 31 1130’lann
sonlarında ise, 1142'de Richerenches ocağında Tapınakçılara katılacak olan
Montsegur'lü Gerard, "Efesoslulara Mektup"u kılavuz tutarak,
kendisinin ve karısının Bourbouton’daki mülklerini Richerenches ocağına
bağışlamıştı (4:7): "Havarinin dediği gibi herkes bu misali bilir:
‘Mesihin atiyesinin ölçüsüne göre her birimize inayet verildi.”^7 Böylesi belgelerde din adamlarının etkisi belirgindir, ama bu etkiye
aşırı bir önem atfedilmesi de söz konusudur. Yalnızca duygularını Latince
yazarak dile getirme becerisinden yoksun oldukları için laiklerle kadınların
bağış mukaddemelerinin kendi hayat gerçeklerinden kopuk dini formüllerden
ibaret olduğunu düşünmek gerekmez. Kaldı ki durum böyle olsaydı eğer, bu
bağışların varlık nedenini de sorgula-
mak gerekirdi.
Öte yandan Payns'lı Hugues ile yoldaşları sadece bağış toplamayı değil,
yeni üye devşirmeyi de hedefliyorlardı; zira -Tirli Guillaume'un verdiği dokuz
sayısının gerçek rakam diye yorumlanması gerekmese bile- hem 11. Baudouin'in
doğuda Tapınakçılar için öngördüğü anlaşılan rolün niteliği, hem de batıda
hızla artan mülklerin idaresi bakımından sayılarının çok az olduğu aşikardı.
Tarikata yeni üyelerce getirilmiş mülklerin kaydedildiği beratlar, bu yeni
katılımcıların saik ve duygularını da dile getirir sık sık. Geleneksel manastır
tarikatlarında olduğu gibi iradeden feragat duygusu, aşağıdaki iki örnekte
görülebileceği üzere, gayet güçlü ve açıktır: ll 40'ta Luzençon'lu (Rodez
yakınları) Raimond bağışının mukaddemesinde şöyle söylüyordu: "Ben, laik
hayattan ve onun debdebesinden vazgeçip her şeyi terk ederek kendimi Efendimiz
Tanrı'ya ve Kudüs'ün Süleyman Tapınağı şövalyeliğine adıyorum; yaşadığım sürece
gücüm nispetinde tam bir yoksul olarak orada Tanrı için hizmet vereceğim."32 33 Daha
güneyde, Roussillon'daki Mas-Deu'de 1142/3'te tarikata katılan Sournia'lı
Arnaud da aynı derecede açık bir beyanla başlıyordu söze: "Ben, Cennet'in
sevinçlerine ulaşma isteğiyle, bedenimi ve ruhumu Efendimiz Tanrı ile Azize
Meryem'e ve Kudüs'teki Süleyman Tapınağı şövalyeliğinin biraderlerine teslim
ediyorum."”
Tüm bu münferit yapı taşlarını birleştiren harç, papalık tarafından
1139-1145 arası çıkarılan üç kesin imtiyaz tebliğiydi.34 Omne datum optimum, Milites Templi ve Militia Dei
adlarıyla tanınan bu tebliğler yeni tarikatı öylesine sarih bir dille güvence
altına aldı ki, Batı Kilisesinin ana düşünce mecraında askeri tarikat fikrinin
geçerliliğine dair şüpheler artık yer bulamaz hale geldi. Bu destek tarikat
tarihinin kalanında da hep sürdü, zira tebliğler birçok kez neşredildi. Troyes
Konsilinden sonra papalığın tarikata yardımları, II. Anacletus ile II.
lnnocentius arasında doğan ve papalık açısından l 130'ları zorlu bir dönem haline
getiren hizipleşme yüzünden ciddi bir sekteye uğramıştı. Aziz Bernard ve
Fransız din adamlarının II. lnnocentius'u desteklemelerinden ötürü Tapınak
Tarikatı da kaçınılmaz olarak II. lnnocentius'tan yana tavır aldı; bu sadakatin
karşılığı da, Pisa Konsilinde lnnocentius'un tarikata yıllık bir mark altın
bağışlaması ve katibi Aimeric'in iki ons altınla, başpiskopos, piskopos,
başrahip ve "diğer kerim kimseler"in her birinin birer mark gümüşle
buna katkıda bulunması oldu. Başkaları da benzer bağışlarda bulundular.35’ Konsile 113
piskopos katıldığına göre tarikatın kaynaklarına esaslı bir katkı sağlanmış,
ayrıca orada bulunmayan din adamlarına da bir örnek sunulmuş oldu.
Anacletus'un l l 38'de ölmesinin ardından Innocentius 29 Mart 1139'da
Roma'ya, Laterano'ya dönebildi ve Omne datum optimum diye bilinen temel Tapınak
imtiyazları tebliğini çıkardı. lzleğini "Yakup’un Mektubu’ndan (1:17) alan
papa şu sözleri aktarıyordu: "Her iyi atiye ve her kâmil mevhibe, indinde
değişiklik yahut döneklik gölgesi olmayan nurlar Babasından, yukarıdan
iner." Innocentius bu atiyeyi, Aziz Bernard'ın laik şövalyeler ile Tapınak
militia'sı arasında kurduğu karşıtlığa atıfla açımlıyordu. Tapınakçılar
"gazap çocukları" iken ("Pa-ulus'un Efesoslulara Mektubu,"
2:3), dünyevi hazlardan vazgeçip "kutsal cenklerde" dövüşen
"gerçek Israiloğulları" haline gelmişlerdi. Böylelikle de sahiden
"hayırseverlik meşalesini yakmışlardı." "Yuhanna lncili"nin
deyişiyle (15:13): "Bir adamın, dostları uğruna canını vermesinden daha
büyük sevgi kimsede yoktur." Innocentius böylece Tapı-nakçıların Katolik
Kilisesinin savunucusu ve İsa'nın düşmanlarının muarızları olduklarını resmen
teyit etmiş, bu niteliklerinden ötürü de "havarilerin prensi mübarek
Petrus'un ve Tanrı'nın yetkesine dayanarak" günahlarını bağışlamıştı. Bu
yüksek amaçları uğruna tüm meşru edinimler işe koşulabilirdi. lnançsızlardan
yağmaladıklarını kendi tasarruflarına alabilirlerdi;bunlardan feragate
zorlanmaları papa tarafından yasaklanmıştı. Onlara hibe edilen her şey
papalığın koruması altına giriyordu.
Innocentius Tapınakçıları dolaysızca papalığın kanatları altına
almakla, bu tarikatı, üyeleri doğrudan üstatlarına karşı sorumluluk taşıyan
meşru bir Kilise tarikatı olarak' tanımış oluyordu. Üstat da ancak
"teamülünüze özgü yeminle kabul edilmiş" olanlar arasından ya tam
ittifakla ya da "daha güvenilir, daha sofu üyeler tarafından"
seçilebilecekti. Bu tarihten itibaren artık ister ruhbandan ister laik kanattan
olsun hiç kimse, “dini yaklaşımınız ve ayinleriniz izlenerek getirilmiş
töreyi" kanunlar çerçevesinde ihlal edemeyecek, yalnızca üstat ve ruhani
meclis bu törede değişiklik yapabilecekti. Buna bağlı olarak Tapı-nakçılar da
hiçbir laike “sadakat göstermeyecek, biat veya yemin etmeyecek ya da mukaddes
emanetlerin korunmasını” tevdi etmeyeceklerdi. Ayrıca başka bir cemaate de
geçmeyeceklerdi, “zira ezeli ebedi değişmez Tanrı, (. .. ) mukaddes bir vaatte
bulunulduysa, üstlenilen ödev tamamlanana değin buna sadık kalınmasını ister.”
Papa,' “Hugo peccator”la aynı yere atıfta bulunarak emreder (“Paulus’un Korintos-lulara
Birinci Mektubu,” 7:20): “Herkes çağrıldığı halde kalsın.” Tapı-nakçılara gelen
çağrının meşruluğu konusunda kuşkuya yer yoktur artık, zira bu meşruiyet Aziz
Petrus’un vukfunun yetkesine dayanılarak sağlanmıştır.
Bağımsız ve kalıcı kılınan tarikatın bir de kendini geçindirmesi
gerekiyordu. Kiliseye ait malın mülkün koruyucusu olarak Tapınakçıları aşardan
muaf tutmak, hatta -piskoposlardan ve bunlara bağlı din adamlarından muvafakat
almaları şartıyla- onlara da aşar toplama hakkı tanımak uygun olacaktı. Ayrıca
böyle bir teşkilatın sadece maddi kaynağa değil tinsel kılavuzluğa da ihtiyacı
vardı ve tebliğle tarikatın kendi rahiplerine sahip olması da sağlandı.
Önceleri şövalye ve yaverler gibi bu rahipler de, papazlık rütbesi taşımamasına
karşın üstadın hükmü altındalardı. Aynı çerçevede tarikatın kendine ait küçük
ibadethanelere sahip olmasına da izin verildi; Tapınakçılar bu kiliselerde
laiklerce rahatsız edilmeksizin kutsal ayinlere katılabilecek, geçici üyelerle
birlikte bu kiliselerin çevresine defnedilebileceklerdi.
11. Innocentius bu tebliğde Tapınak Tarikatının -1130’ların
sonlarındaki kavranış şeklini yansıtan- ayrıntılı bir tasvirini sunar.
Halefleri 11. Celestinus ile III. Eugenius da Innocentius’un sağladığı temele
dayanarak, oluşum sürecindeki tarikatı egemenliğin tüm avantajlarını sunacak
araçlarla donatıp geliştirdiler. Milites Templi tebliği (1144) piskoposlara
hitaben kaleme alınmıştır. Burada Celestinus Tanrı'nın -Ta-pınakçılar
aracılığıyla- nasıl "doğu kilisesini putperestlerin murdarlığından kurtaracağını"
anlatır. Bu adamlar "canlarını biraderlerinin tasarrufuna bırakmaktan
korkmazlar,” ama yeterli kaynakları yoktur, bu nedenle "Tanrı'nın size
teslim ettiği insanlara [Tapınakçılar için] iane toplamalarını
öğütlemelisiniz." Bu yardımlar kısmen haçlı seferine katılmanın yerini
tutuyordu: Bir Tapınak ocağının kurulmasına yardım etmek, bağışçının cezasının
yedide birinin affedilmesini sağlıyordu. Tapınak biraderleri de kendileri için
iane toplayabilirlerdi; bunun için, ayin yasağı getirilmiş bölgelerde yılda bir
kez kiliseleri açmalarını sağlayan özel bir imtiyaz tanınmıştı. Onlar açısından
bakılırsa, insanları ile mallarını "herhangi bir zarar ya da
haksızlık"tan korumak ruhbanın ödeviydi. Militia Dei de (1145) piskoposluk
bölgelerinde bu Tapınakçı mevcudiyetini iyice bariz hale getirdi. Eugenius
piskoposlara, "bölgelerinin haklarının kısıtlanmasını kesinlikle
istememekle" birlikte, Tapınakçılara kiliselerinin bulunduğu yerlerde
aşar, baç, defin ücreti toplama ve kendi familia'larından olanları buralarda
defnetme izni tanıdığını söylüyordu - "zira tarikat mensubu biraderleri,
insanların hengâmesine ve kadınların uğraklarına yakın kiliselere gönderip
afallatmak, ruh için bir utanç ve tehlikedir." Bu, piskoposlara,
biraderler tarafından istendiği takdirde kiliseleri takdis edip mezarlıkları
kutsama yükümlülüğü getiriyordu.
Beklenebileceği gibi, Omne datum optimum'la tanınan yargısal ve
iktisadi bağımsızlığın hemen işlemeye başlamadığı görülür, çünkü pratikteki
gündelik ilişkiler kaçınılmaz olarak uzlaşmaları da beraberinde getiriyordu.
Özgün hali 1152 sonrasına tarihlenen bir belgeden,
yeni şövalyelik
Tapınakçıların papanın yanı sıra Kudüs patriğinin yetkesini de tanımayı
sürdürdükleri anlaşılmaktadır; IV. Adrianus'un -yalnızca malikane arazisi
ürünlerine uygulanacağını söyleyerek- genel aşar muafiyetine getirdiği
sınırlamalar ise pratikte olup bitenlerin kanıtı gibidir. Öte yandan
Tapınakçıların kendi rahipleriyle kiliselerine sahip olmaları daha çabuk netice
vermişti: ıısı'de Tortosa piskoposuyla yapılan anlaşmaya göre, ister kilise
bölgelerinde ister kalelerde olsun, tarikatın elindeki tüm kiliseler piskoposlukların
yargı yetkisinden bağımsız ola-caktı.36 Aziz Bernard'ın olası sorunları öngörerek Kudüs ve
Antakya patriklerini Tapınakçılara destek vermeleri için sıkıştırmak üzere
mektup yazdığı dönem, bu imtiyazların birtakım bariz etkiler yaratmaya
başladığı dönemdir muhtemelen.37
Kısacası, papalığın tanıdığı
imtiyazların en önemli yönü, toplumun Tapınak Tarikatına bakışında
çarpıcı bir değişim yaratmış olmasıydı. Mesela tarikatın III. Alexander
döneminde papalık açısından taşıdığı önem, II. Urbanus zamanında Cluny
Tarikatının taşıdığı önemle karşılaştırılmıştır.38 39 Bu tarihten itibaren Tapınak
Tarikatı dini örgütlenmenin güçlü bir öğesi olmuş, bu konum hem tarikatın ileri
gelenlerinin yaklaşımında hem de dış gözlemcilerin tarikata yönelik
tutumlarında esaslı bir etki yaratmıştı.
Bu gözlemcilerin en önemlilerinden ikisi değişimler karşısında dehşete
düşmüştü. Salisbury'li John, 1159'da tamamladığı Policrati-cus'ta, papalığın
tanıdığı imtiyazlar hakkında ne çapta bir eleştirel yorum getirilebileceğini
ortaya koyar/5 Salisbury'li John çalışmasının
riyakârlara ilişkin kısmında, böylelerine en çok içtenlikli, değerli
kimselerden oluşmuş cemaatlerde rastlanabileceği uyarısını getirir, çünkü bu
kisve altında hırslarını büyük bir kolaylıkla saklayabilir riyakârlar. Canlarını
biraderlerine teslim ederken Makabileri örnek alan Tapı-nakçılarınki gibi yeni
tarikatların aşikâr faziletleri, riyakâr kimseler indinde büyük cazibeye
sahiptir; buna bağlı olarak da, başlangıçta saadeti yoksullukta bulmuş
cemaatler artık, "gerekli olmaktan çıkıp hayırseverliği hiçe saymalarına
bakılırsa dinden ziyade harisliğin vasıtası addedilebilecek imtiyazlarla
kayırılmaktadır." Papa Adrianus özellikle aşar ödeme konusunda
imtiyazların alanını daraltmış, ama başka birçok şeyi de göz ardı etmiştir.
Yazar tebliğlere isimlerini anarak atıfta bulunmasa da, Tapınakçıla-rın
imtiyazları konusunda nereye atıfla yazdığı çok açıktır. John'a göre Omne datum
optimum’un getirdiği hükümler yanlıştır ve XI. yüzyılın ortalarında doğan
reform hareketinin başlangıcından beri ruhban yaklaşımının liderlerince
öngörülen “doğru” toplum “düzenine" aykırıdır:
Çünkü Tapınak şövalyeleri papanın onayıyla kilise yönetme hakkına sahip
oldukları iddiasını gütmekte, vekiller aracılığıyla bu kiliseleri işgal etmekte
ve olağan uğraşları belli bir surette insan kanı dökmek olan bu şövalyeler
lsa'nın kanının idaresini üstlenmeye cüret edebilmektedirler. Elbette ki
bunları meşru savaşlara giren -ve binde bir rastlanan- "kan
adamları"ndan saymıyorum, zira Davud bile meşru savaşlara girdiği için
değil, kanuna karşı gelip Uriah'ın kanını döktüğü için "kan adamı” diye
adlandırılmıştı. Zira kilise kanunlarıyla da temin edildiği üzere, kilise
alemine ait hiçbir kudretin laiklere atfedilmesi düşünülemez - dini bütün
kimseler söz konusu olsa bile. Hepsinden önemlisi de, Tanrı'nın yasağıyla
dokunmaktan menedildikleri şeylerin idaresini üstlenmekten sakınmış olsalardı
eğer, sahiden dindar olduklarını gösterebilirdi bu.
John'a göre belli koşullar altında Hıristiyanların kan dökmesinin meşru
olabileceğini kabul etmek, şövalyelerin din adamı işlevi taşımaması halinde
mümkündü ancak: Ona göre bu ikisi kesinlikle bağdaşamazdı. Ayrıca
inançsızlardan alınmış olsa bile "yağma ganimetiyle" hayırseverlik
etmek gibi bir görevi yerine getirmelerine izin verilmemeliydi, “çünkü Tanrı
kutsallığa hürmetsizlikle gelen ekmekten nefret eder, kanla elde edilmiş
kurbanları hışımla reddeder; bu çeşit aracılarla ne kadar çağrılırsa çağrılsın
kulak asmaz, öyle ki bunların yakarışlarına kapalıdır."
Milites Templi ile Militia Dei 'de söylenenler John'ın hoşnutsuzluğunu
daha da artırmıştır:
Ne ki, para aşkıyla baştan çıkıp piskoposların kapatmış olduğu
kiliseleri yeniden açmaları büsbütün aşağılık bir iş. Ayinlerden tardedilmiş
kimseler kutsal ayinler düzenliyorlar, Kilisenin reddettiği ölüleri gömüyorlar,
senede bir kez eyleme geçmelerinden ötürü günahkar kimseler yılın kalanını
Kilisenin sesine kulakları tıkalı geçiriyorlar; icbar edilemeyen kişiye ıslah
olmuş gözüyle bakılıyor. öyle ki kiliselerin etrafında dolaşıyorlar, kendi
tarikatlarının erdemlerini övüyorlar, suçlara af getiriyorlar ve bazen de Tanrı
kelamını bozarak yeni bir İncil vazediyorlar, zira hayatı inayetle değil
ücretle vazediyor, hakikati değil hazzı öğütlüyorlar. Nihayet gece vakti
inlerinde toplandıklarında, "günün iyiliklerinden söz ettikten sonra,
gecelere özgü çılgınlık ve gayretle kıç çalkalıyorlar.” Eğer İsa'ya böyle
meylediliyorsa, doğru hayata giden yolun dar ve sarp olduğunu söyleyen
Babaların öğretisi boş ve yanlış demektir.
Salisbury'li John'a göre söz konusu imtiyazlar, o çağa özgü en büyük
iki fenalıktan birini, harisliği körüklüyordu.40 Diğer fenalık olan kibir ise, atına binmiş, kolayca
önünden kaçırıp dağıtabileceği sair kimselerden yüksekte duran şövalye
savaşçıda tanımını buluyordu. Aziz Bernard De laude'de bu laik şövalyelerin
kibri ile Tapınakçıların mütevazılığı arasındaki farka işaret etmişti, ama
-haklı olarak söylendiği gibi- gerçekte Kilise bu zümreyi kibrin dikkate
alınması gereken bir günah olduğuna ikna etmekte büyük güçlük çekiyordu.41 Tirli Gu-illaume
-kurucuların ideallerini paylaşsa da- tarikatın, mensuplarının bu özelliğinin
üstesinden gelemediğine inanıyor, Salisbury'li John gibi o da imtiyazların
Tapınakçılara kurucularının mütevazılığını unutturduğunu iddia ediyordu.42 43
Salisbury'li John ile Tirli Guillaume'un Tapınakçılar karşısındaki
tavrını belirleyen, tarikatın sonradan bozulduğuna ilişkin inançlarıydı; oysa
başka iki yazarın, L'Etoile'lü Isaac ile Walter Map'in tutumları, bu tarikatın
hiç kurulmaması gerektiği kanaatinin damgasını taşıyor-du.49 Bu iki gözlemci birbirinden çok farklıydı; Oxford Başdiyakozu ve II.
Henry'nin nedimi Walter laik çevreler ile kilise dünyasındaki çeşitli
faaliyetlerin etkin bir katılımcısıyken, Isaac Poitou'daki gözden ırak,
dünyadan kopuk L'Etoile Cistercium ocağının başrahibiydi. Bir başrahip olarak
Isaac keşişlerine, yirmi küsur yıl boyunca Petrus Abe-lardus ve Gilbert de la
Porree gibi kimselerin eğitimi altında edindiği derin bilgi ve geniş kültüre
dayanarak vaaz veriyordu. L'Etoile'e, burası henüz Pontigny'ye bağlı bir
ocakken, bu manastır ağının ll45'te Cistercium'a katışıp ortadan kalkmasından
önce girmişti muhtemelen ve Aziz Bernard'ın kutsallığına hürmet duysa da, onun
görüşlerini körü körüne izlemiyordu. Isaac'a göre yükselen “yeni şövalyelik (
...) yeni bir garabet"ti aslında. İsmini vermediği bir kaynaktan
onayladığı bir alıntı yaparak Tapınağın “Beşinci Incil'in Tarikatı"
olduğunu söylüyordu, bu da tarikatın Kilisede yerinin olmadığını düşündüğü
anlamına geliyordu. Bu şövalyeler inançsızları mızraklarla, sopalarla iman
etmeye zorluyorlardı, “öyle ki İsa'nın adını bile işitmemiş kimseleri
istedikleri gibi soyup din adına kılıçtan .geçirebiliyorlardı. Ama bu arada
kendileri arasından öldürülen olursa İsa şehidi ilan ediliyordu. Isaac,
inançsızların böyle işler gören bir Kilise hakkında neler düşünebileceğini
merak ediyor ve niçin bunların yerine İsa'nın şefkat ve sabrının
sergilenmediğini soruyordu. Diyordu ki: Böylesi şeyler yapan Kilise ne çeşit
bir Kilisedir, diye sorulmayacak mı? Başrahip "yeni şövalyeliği"
fiilen mahkûm etmesine ramak kala durup tümden de kötü olmayabileceğini dile
getirmekle birlikte, keşişlerini, kötülüğün iyi niyetlerden de doğabileceğini
söyleyerek uyarmaktan geri kalmaz, zira "faziletler melanetleri besleyebilir;"
bu da, başlangıçtaki fikir ne olursa olsun, şövalyelerin uğraşının özü
itibariyle büyük bir yozlaşma tehlikesini de beraberinde getirdiğini ima
etmektedir açıkça. 44
Walter Map ise Isaac'ın tersine, manastır dışı ruhbanın bakış açısıyla
yazmış ve beklenebileceği gibi Tapınakçıları başlangıçtaki müte-vazılıklarını
elden bırakıp kibir ve harisliğe kapıldıkları için eleştirmişti. "Çünkü
hizmetlerine minnettar kalınmış, din büyükleri ve kral-larca el üstünde
tutulmuş, onurlu mu onurlu Tapınakçılar, yükselişlerini sağlayan şeylerin talep
görmez hale gelmemesine özen gösteriyorlar," der alaylı alaylı Walter Map.
Ancak onun muafiyetleri olan tüm tarikatlara, özellikle de Cistercium'a
düşmanlık beslediği gayet iyi bilinir, dolayısıyla da bu konuda yakınması
kestirilebilecek, neredeyse olağan bir durumdur. Fakat daha baştan
memnuniyetsizlik duymasından ötürü meseleyi daha da derinleştirir. lsa,
Petrus'u kılıç kullanmaktan men etmiştir: "Petrus'a burada barışı sabırla
sağlamak öğretildi: Bunlara [Tapınakçılara] cebrin hakkından şiddetle
gelineceğini kim öğretti, bilmiyorum.” Kaldı ki Tapınakçılar işe yararlıkları
bakımından mevcudiyetlerini gerekçelendiremiyorlardı, zira "Tapınakçı-ların
koruması altındaki o sınırlarımızın devamlı daraldığını, düşmarımızınkininse
genişlediğini görüyoruz." Dahası eğer sonuçta, "peygamberin dediği
gibi dünyanın dört bir köşesi kendine gelip yüzünü Efendimize dönecekse,
Tapınakçılar ne iş görecek? Barış gelirse kılıca ne olacak?”45
L'Etoile'lü Isaac’ın görüşü -hem daha tutarlı olmasından, hem de
Map'ten farklı olarak Isaac'ın, 1187’de Kudüs'ün düşüşünün ardından dönüp
geriye bakarak yazmamış olmasından ötürü- daha fazla itibar görmüştür; ama
ikisi de ana düşünsel yaklaşımı temsil etmez, birbirle-riyle pek bir
ortaklıkları da yoktur zaten. Bununla birlikte ilk Tapı-nakçıların içini
kemiren kuşkuların Aziz Bernard'ın belagati sayesinde büsbütün dağılıp
gitmediğini de ortaya koyarlar. Ayrıca Bernard’ın manastır mensubu çağdaşları,
ilk Tapınakçıların haklı bir davada gereğince tasdik edilmiş doğru niyetler
güden iyi kimseler olduklarını, dolayısıyla da Augustinus’un ölçütlerine
uyduklarını kabul etseler de, tefekküre ağırlık veren tarikatların ileri
gelenlerinin rahatsızlığı gizlenmemiş bir rahatsızlıktı. Hıristiyanlık
dünyasında XII ve XIII. yüzyılda görülen büyük düşünsel ve toplumsal-iktisadi
değişimler insanları yavaş yavaş yeniliklere alıştırdı; öyle ki, haçlılar
çağının başlarında ruhban kesiminden reformcuların sergiledikleri savunmacı
tavrın yerini, Fransiskenler döneminde, hiç değilse kimi yeniliklere çok daha
olumlu yaklaşma tutumu aldı.46 47 48 Ancak
zihinsel ufkun geçirdiği bu tadilat, Tapınakçıların ilk yıllarında, tarikatın
Kilise için faydalı, değerli, yeni bir meslek ocağı olarak genel kabul
görmesine yetecek ölçüde yol almış değildi. Kaldı ki XII. yüzyılın ilk
yarısında, genelde manastır tarikatlarının doğası hakkında son derece yoğun bir
tartışma yürütülmüştü - kaçınılmaz olarak askeri tarikatları da ilgilendiren
sonuçlar getirmişti bu tartışma. Hayırseverlerin, mevcudiyetlerini havariler
çağına dayandırmak gibi tamamen düzmece bir iddiayla varlıklarını savunma
gereği duymaları hiç de tesadüfi değildir” Tapmak Tarikatının kuruluşundan 187
yıl sonra, 1306'da son büyük üstat Molaylı jacques'm, askeri tarikatların
birleşmesi fikri karşısında, novitas'm [yenilik] nadiren tehlike anlamına gelmediğini
söyleyerek yakınabilmesi de ironik bir durumdur”
Papalık tebliğlerinin sarih beyanlarına rağmen eleştiriler hiç dinmedi,
çünkü Tapınakçıların gayri tabii melezler oldukları duygusu varlığını
koruyordu. ll 29'dan sonra tanık listeleri ile diğer kayıtlarda Tapmak
üstatlarının konumu değişmiş olsa da -laikler arasından çıkıp din adamlarının
arasına katılmışlardı-49
1308'de Güzel Philip-pe'in naipleri ortada istismara açık bir meselenin
bulunduğunu düşü-nebilmişlerdi. Kralın yenilikleri karalamak için fırsat
kollayan dava vekilleri, âlimlerin hâlâ askeri tarikatların özel toplumsal ve
hukuki ko-'numları konusunda kesin bir düşünceye varamamalarından cesaret
bulmuş olmalıdırlar. 50 Bundan
ötürü de Paris Üniversitesinde ilahiyat üstatlarına sordukları sorulardan biri,
Tapınakçıların sahip olduklarını öne sürebildikleri muafiyet imtiyazlarından,
sapkınlıkları bir yana, “temelde din adamı degil şövalyelerden oluşmuş bir
topluluk" olmalarından ötürü de mahrum edilip edilemeyecekleri olmuştu?7
Bkz. S. ShahaT, "Des
lepreux pas comme les autres. L’ordre de Saint-Lazare dans le royaume latin de
jerusalem," Revue Historique, 267 (1982), 19-41.
F. H. Russell, The]ust War in
thc Middle Ages, Cambridge, 1975, s. 16-39.
Bkz. !. S. Robinson,
"Gregory VII and the Soldiers of Christ,” History, 58 (1973), 169-92.
Bkz. Lourie, “The
Confraternity of Belchite," 159-76.
Bkz. bu kitapta, s. 54-54.
Bkz. A. J. Forey, “The Emergence of the Military Order in the Twelfth
Cen-tury," ]ournal of Ecclesiastica! History, 36 (1985), 178-81. Ribat
etkisi görüşüne şiddetle karşı çıkar Forey.
Muhterem Pierre. The Letters of Peter the Venerable, yay. haz. G.
Constable, cilt!, Cambridge, Mass., 1967, no. 172, s. 407; no. 173, s. 411.
Ayrıca bkz. V. G. Berry, “Peter the Venerable and the Crusades," Petrus
Venerabilis (11561956): Studies and Texts Commemorating the Eighth Centenary of
his Death, yay. haz. G. Constable ve J. Kritzeck, Roma, 1956, s. 144.
Bkz. J. A. Brundage, “A Transformed Angel (X 3.31.18): The Problem of
the Crusading Monk,” Studics iıı Medieval Cisterciaıı Histoıy presentcd to
jeremi-ah F. O'Sullivaıı, Cistercian Studies Series 13, Spencer, Mass., 1971,
s. 55-62.
Huntingdon'lı Henry, “Epistola ad Walterum de Contemptu Mundi,"
yay. haz. T. Arnold, Historia Angloruın, RS 74, Londra, 1879, s. 315.
Çözülememiş bir sorundur bu.
Konuya ilişkin eşzamanlı iki makale vardır: “Un document sur !es debuts des
Templiers," yay. haz. J. Leclercq, Revue d'Histoire Ecclesiastique, 52
(1957), 81-91; ve "Lettre inedite de Hugues de Sa-int-Victor aux
Chevaliers de Temple," yay. haz. C. Sclafert, Revue d'asccti-que et de
mystique, 34 (1958), 275-99. Leclercq yazarın Payns'lı Hugues olduğunu savunur,
Sclafert ise başlığın özgün olduğuna, dolayısıyla yazarın da St Victor'lu
Hugues olması gerektiğine inanır. Başlangıçta Leclercq'in uslamlamasını
inandırıcı bulmuş olsam da, mevcut metnin Payns'lı Hugu-es'ün donanımına sahip
birinin elinden çıkmış olmasını pek akla yakın bulmuyorum artık. Ayrıca bkz. J.
Fleckenstein, "Die Rechtfertigung der ge-istlichen Ritterorden nach der
Schrift 'De laude novae militiae' Bernhards von Clairvaux," Die
gcistlichen Ritterordcn Europas, yay. haz. J. Fleckenstein ve M. Hellmann,
Sigınaringen, 1980, s. 9-10.
’6 Regle, mad. 121, s. 100-1. Bkz. bu kitapta, s. 296-296.
’7 Lettres des Premiers Chartreux, cilt I, S. Bruno, Guigcs, S.
Anthelme, Sources Chretiennes 88, 2. basım, Paris, 1988, s. 154-61.
Guigo'nun Hıristiyan savaşma ilişkin tavrına dair bir tartışma için
bkz. Lettres des Premiers Chartreux, s. 115-16.
Havelbergli Anselme, Dialogucs,
yay. haz. ve çev. G. Salet, cilt 1, Sources Chretiennes 118, Paris, 1966, s.
98-101.
Bkz. B. Smalley, “Ecclesiastical Attitudes to Novelty c. 1100-1250,”
Studies in Church History, 12 (1975), s. 124-5.
'16 CG, no. 21, s. 15. Ayrıca bkz.
Chalons-sur-Marne Piskoposu Elbert (1132), no. 46, s. 35.
CG, no. 22, s. 16; no. 139, s. 97; no. 165, s. 115; no. 370, s. 236.
CG, no. 77, s. 66; no. 141, s. 99; no. 231, s. 156; no. 561, s. 347-8.
24 CG, no. 33, s. 25 (tarihleme
için bkz. bu kitapta, !.Bölüm, dipnot 89); no. 314, s. 204.
Garcia Larragueta, El Gran Priorado de Navarra, no. 10, s. 16; CG, no.
91, s. 68.
26 CG, no. 307, s. 200.
CG, no. 530, s. 326-7.
CG, no. 66, s. 50.
CG, no. 68, s. sı-2. 3° CG, no. 390, s. 246.
3’ CG, no. 40, s. 30.
CG, no. 195, s. 136.
CG, no. 359, s. 230.
CG, no. 339, s. 220-I.
35 CG, no. 363, s. 232-3.
CG, no. 17, s. ıı.
3 7 CG, no. 172, s. 119-20.
CG, no. 207, s. 144.
CG, no. 295, s. 193:
Papsturkwiden für Templer und
Johamıiter, yay. haz. R. Hiestand, Vorarbe-iten zum Oriens Pontificius, cilt I,
Abhandlungen des Akademie der Wis-scnschaften in Göttingen 77, Göttingen, 1972,
no. 3, s. 204-10; no. 8, s. 214-
is; no. 10, s. 216-17; ve cilt II, Abhandlungen des Akademie der
Wissen-schaften in Göttingen 135, Göttingen, 1984, s. 67-103, 141.
41 D. Girgensohn, "Das Pisaner Konzil von 1135 in der Überlieferung
des Pisa-ner Konzils von 1409," Festschrijtfür Hermann Heimpel, 2,
Göttingen, 1972, s. 1098-9. Hiestand ("Kardinalbischof," 301),
özellikle de 1135'te Pisa'da II. In-nocentius'tan gördükleri desteği göz önünde
bulundurarak, Tapınakçıların papalık onayını 1139'dan önce almış olduklarını
düşünür. Bu onayın, bugün 1144'te çıkarılan değişkesini bildiğimiz Milites
Templi tebliğiyle verilmiş olması da mümkündür. Temel meselesi Tapınakçılara
katkıda bulunmayı teşvik etmek olan bu tebliğ, parasal katkılarda bulunan papa
ve diğer kon-sil katılımcılarının tavrıyla tutarlılık gösterir. Ancak
Innocentius'un, hizipleşme yüzünden Omne datum optimum gibi esaslı bir imtiyaz
metni çıkarmaktan geri durmuş ve bunu durum elverdiğinde, l l39'un başlarında
gerçekleştirmiş olması da aynı ölçüde kuvvetli bir ihtimaldir.
Bkz. 'The Templars and the Castle of Tortosa in Syria: An Unknown
Do-cument Concerning the Acquisition or the Fortress," yay. haz. J-
Riley-Smith, EHR, 84 (1969), 281-2. Aragon'daki durumla karşılaştırma için
Forey, The Templars in the Corona de Aragon, s. 159-88.
olsa gerektir.
I. S. Robinson, The Papacy, 1073-1198. Continuity and Innovation,
Cambrid-ge, 1990, s. 259.
Salisbury'li john, Policraticus: Of the Frivolities of Courtiers and
the Footprints of Philosophers, yay. haz. ve çev. C. J. Nederman, Cambridge,
1990, 7.21, s. 168-75. Latince metin, loannis Saresberiensis Episcopi
Carnotensis Policratici, cilt 11, yay. haz. C. C. Webb, Oxford, 1909, s. 692-5.
Askeri tarikatların muafiyetlerinin sebep olduğu sorunlar konusunda bkz.
Riley-Smith, The Knights of St ]ohn in Jerusalem, s. 375-420.
L. K. Little, "Pride Goes Before Avarice: Social Change and the
Vices in Latin Christendom,” American Historical Review, 76 (1971), 16-49.
47 B. Hamilton, Religion in the
Medieva! West, Londra, 1986, s. 134. A. Demur-ger dönemin manastır
vakanüvislerinin ortak ahlaki klişelerini vurgular, "Les Templiers,
Matthieu Paris et les sept peches capitaux,” MS, s. 153-68.
TG, 12.7, s. 554-5. Bkz. bu kitapta, s. 159.
Bkz. B. Z. Kedar, Crusade and Mission. European Approaches toward the
Mus-lims, Princeton, 1984, s. 104-8.
L'Etoile'lü Isaac, “Isaac de l'Etoile et son siecle: Texte et
commentaire histo-rique du sermon XLVIII," yay. haz. G. Raciti, Cteaux:
Commentarii Cisterci-ensis, 12 (1961), 281-306. Burada herhangi bir tarikatın
ismi anılmaz, ama 'yeni şövalyelik'in De Laude'ye gönderme yaptığı açıktır.
Raciti’nin sandığı gibi İspanyol Calatrava Tarikatına atıfta bulunulmuş olması
pek mümkün görünmemektedir, zira Isaac L'Etoile'de 1147-1167 arası başrahiplik
yapmış, oysa Calatrava papalık onayını ancak 1164'te alabilmiştir.
Tapınakçılar, Isa-ac'ın söylediği gibi “kafirleri inanmaya zorlamak”la uğraşmış
değildirler, ama Isaac'ın Tapınakçıların hedefinin bu olduğuna inanmış olması
mümkündür. Ayrıca bkz. Leclercq, “St Bernard's Attitude toward War," s.
28.
5’ Walter Map, De nugis curialium, s. 60-3.
Bkz. Smalley, "Ecclesiastical Attitudes to Novelty," s.
113-31.
Bkz. Riley-Smith, The Knights of
St john injerusalem, s. 32-3.
Le Dossier de l'AJfaire des Templiers, yay. haz. ve çev. G. Lizerand,
Les Clas-siques de l'Histoire de France au Moyen Age, 2. bs, Paris, 1964, s.
4-5.
Mesela Payns'lı Hugues, RRH, no. 105, s. 25 (1125), Craon'lu Robert, TG
17.1, s. 761 (1148) ve Barres'lı Everard, RRH, no. 291, s. 73 (1152). Bkz.
Hies-tand, “Kardinalbischof," 323.
Bkz. Russell, Thejust War, s. 296.
57 Le Dossier, s. 58-9.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TAPINAKÇILARIN XII.
YÜZYILDA doğuda yükseliş!
Zaferden iki gün sonra, 17 Mayıs-Rebiyülahir sabahı sultan esir
düş-faüş Tapınakçıları ve Hayırseverleri görmek istedi ve şöyle söyledi: “Bu
iki murdar soyun topraklarını temizleyeceğim.” Bunları ele geçirmiş olanlara
ellişer dinar vaat etti ve ordu bir anda en azından yüz kadarını öne çıkardı.
Sultan kafalarının vurulmasını emretti, esir değil ölü istiyordu. Yanında
alimlerle mutasavvıflardan oluşmuş bir topluluk ve birtakım sofu kimselerle
dervişler vardı; her biri birini öldürmesine izin verilsin diye yalvardı ve
kılıcını çekip kollarını sıvadı.1
Sefahattin Eyyubi'nin katibi ve naibi îmadettin îsfahani, 4 Temmuz 1187
Hattin • savaşında Hıristiyanların uğradığı büyük bozgunun ardından askeri
tarikat mensubu biraderlerin gördüğü muameleye tanık olmuştur; alıntılanan
kısımda da, bu biraderlerin haçlı seferlerindeki rolleri hakkında İslam
cephesinde ne düşünüldüğünü çarpıcı bir biçimde özetler. Aziz Bernard
Tapınakçıları, Tanrı’nın kutsal yerleri kirleten Sarazenleri kovmaya yarayan
aracıları olarak görürken, Sela-hattin Eyyubi ile. maiyetindeki mübarek zatlar.
da murdarlığın asıl sebebinin Hıristiyan savaşçıların .askeri -'nitelikli din
birlikleri olduğuna kaniydiler. Olağan koşullarda merhametli olan, ama
îmadettin İsfaha-ni'ye göre infazları sevinçten ışıldayan bir yüzle seyreden
Selahattin'e kalırsa tek bir çözüm vardı.2
Selahattin Eyyubi'nin tepkisi, tarikatların ideolojik taahhütü ve
askeri önemine ilişkin doğru bir değerlendirmeye dayanıyordu. Zira hataları
olsa da (tarihlerindeki bu hatalara işaret etmeye hazır pek çok kişi vardı
zaten), bu tarikatlar olmaksızın Outremer'deki tekinsiz Latin yerleşimleri
1291'e değin ayakta kalamaz, kutsal yerleri ziyaret etme isteğiyle dolu
binlerce hacı hedefine ulaşamazdı. Urfa ll44'te Musul Atabeyi [lmadettin]
Zengi'ye kaptırılmış, Fransa Kralı VII. Louis ile Alman Kralı Ill. Konrad önderliğindeki
!kinci Haçlı Seferi ne kontluğu geri almaya ne de kayıplarını dengelemeye
yaramıştı, ama yine de La-tinler Hattin savaşına kadar, elde kalan üç devleti,
Antakya, Trablus ve Kudüs'ü birbirine bağlayan 600 kilometrelik kıyı bölgesinin
büyük kısmını ellerinde tutmayı başarmışlardı. ll 74'e değin temel figürler,
Kudüs'ün etkili ve gayretli kralları olmuştu: Anjou'lu Foulques (ö. 1143) ve
oğulları, Ill. Baudouin (ö. 1163) ve Amauri (ö. 1174). Bu krallar iç
bölgelerdeki iki önemli şehri, Halep ile Şam'ı hiç ele geçiremediler, ama
ltalyan denizci şehir devletlerinin ablukalarının yardımıyla sahil şeridindeki
tüm şehirleri aldılar. Tir l l 24'te ele geçirildi, en dirençlileri olan
Askalon ise 1153'te düştü. 1160'larda Amauri Mısır'ı fethetmeye ' yönelik
birtakım ciddi, ama başarısız girişimlerde bulundu; başarılı olsaydı haçlıların
kaynaklarını büyük ölçüde artıracak, Selahattin Eyyubi'nin ll87'de kurduğu
Müslüman çemberini yaracak bir stratejiydi bu.
Ama haçlı devletlerden güçlükler hiçbir zaman eksik olmadı. Kudüs
Krallığının istikrarı zaman zaman iç çekişmelerle, özellikle de l 134'te Kral
Foulques'a karşı çıkan ayaklanmayla ve 1149-1152 arasında Kraliçe Melisende ile
oğlu arasındaki iktidar kavgasıyla sarsılmıştı;3 bu arada Suriye'de güçlü Türk önderlerin, önce
[İmadettin] Zengi'nin (ö. 1146), ardından da oğlu Nurettin'in (ö. 1174) ortaya
çıkması Hıristiyan-lar üzerinde büyük bir dış baskı yarattı. Nurettin I I S7'de
Halep'e de Şam'a da yerleşmiş durumdaydı, bundan on yıl sonra da naibi ve
Sela-hattin Eyyubi'nin amcası Şirkuh Mısır için Amauri'yle mücadeleye girdi. l
l 74'te Nurettin ile Amauri'nin ölmesi üzerine haçlı devletleri üzerindeki
baskılar arttı, çünkü Amauri'nin halefi IV. Baudouin cüzamdı - bu hastalık 1185'te,
henüz yirmi dört yaşındayken ölümüne neden olacaktı. IV. Baudouin, önce
gençliğinden, sonra da hastalığından ötürü etkinliği istikrarsız bir hükümdar
oldu, alttan alta işleyen ve saraydaki egemenliğini arada bir kesintiye uğratan
hizip gerilimleri alenileşip su yüzüne çıktı. Öte yandan Nurettin'le
aralarındaki sıkıntılı ilişkinin getirdiği kısıtlamalardan kurtulan Selahattin
Eyyubi de artık fetih hareketlerini nispeten daha rahat sürdürebilecekti.
Hıristiyanların Hattin bozgununun öncesinde Müslüman ve Bizans dünyasında,
Hıristiyanların tecritine sebep olan, dikkatle tasarlanmış kapsamlı bir askeri
ve diplomatik saldırı tertiplenmişti. Tirli Guillaume bir yandan o dönemde
Hıristiyanlar arasında ahlak ve savaş becerisi bakımından bir inkıraz olduğuna
inanıp bundan yakınırken, öte yandan da 1180'le-rin başlarında temel bir soruna
işaret etmiş, İslam cephesindeki eski bölünmeler ile mevcut durumu
karşılaştırmıştı, “artık etrafımızdaki tüm krallıklar tek bir güç altında
birleştiler, Tanrı böyle istedi."4
Tapınakçılar bu yıllarda gayet tali bir rolden -öyle ki, Kudüs'te
Payns'lı Hugues'le aynı dönemde yaşayan vakanüvis Fulcherius Car-notensis bile
Tapınakçıları anmaz- olayların merkezine taşındılar. Bu değişimin boyutları,
Kral VII. Louis'nin 1147-48 haçlı seferinde Fransız Tapınakçıların oynadığı
role bakılarak da çıkarılabilir. Tapınakçılar, haçlı seferi için yola
çıkılmazdan önce Paris'te, 27 Nisan 1147'de toplanan ruhani mecliste 130
şövalyeyi bir araya getirmeyi başarmışlardı5 -istekleri bu grubun doğuya Fransız ordusuyla
birlikte gitmesiydi muhtemelen. Bunlara eşlik eden yaverler ve hizmetli
biraderlerin sayısı da şövalyelerinkinden az olmasa gerektir. Meclise Papa III.
Eu-genius, Kral VII. Louis ve dört başpiskopos katılmıştı; bu kadar seçkin
katılımcılarının olması bu meclisi -sayı bakımından değilse de seviye
bakımından- üç yıl önce yapılan, Başrahip Suger'in yeni manastır korosunu
takdis etmek üzere Aziz Denis'yi çağırdığı toplantıyla karşılaştırılabilir hale
getirmişti.6 Tirli Guillaume'a
göre, Tapınakçıların harmanilerindeki özel kırmızı haç işaretini -Kutsal
Toprakları savunurken şehit düşme isteğini simgeliyordu bu7- taşıma hakkını kazanmaları Ill. Eugenius dönemine
rastlar; bu olayın geçtiği düşünülebilecek en uygun sahne de söz konusu ruhani
meclistir.
Tarikatın Fransa üstadı Barres'lı Everard seyahat sırasında kralın
güvenilir müşavirlerinden biri olmuştu. Şehrinin yakınında böylesine büyük bir
ordunun bulunmasından ötürü kaygılara kapılan Bizans İmparatoru l. Manuel ile
zorlu müzakereler yürütmek üzere kral tarafından Konstantinopolis'e gönderilen
üç elçiden biriydi (diğer iki elçi, kraliyet başvekili Bartholome ile
Bourbon'lu Archibald'dı). Başlangıçta Fransız birlikleri ile imparatorun
Peçenek ve Kuman birlikleri arasında çarpışmalar olduysa da, sonuçta elçi
heyetlerinin müzakereleriyle ateşkes ve haçlıların istedikleri alım satım
kolaylıkları sağlandı.8 Fransız ordusu Ekim ayının sonlarında Boğazı geçti ve -önden giden
Alman ordusunun bozguna uğradığı haberinin ulaşmasına ve kötü hava koşullarına
rağmen- güz sonuyla kış boyunca sürecek tehlikeli Küçük Asya yolculuğu başladı.
Yürüyüş esnasında haçlılar da neredeyse hacılar kadar tehlikeye açıktılar ve
Tapınakçıların görevinin en göze çarpan yönü hareketli kolların muhafızlığıydı.
Ordu yürüyüşün başlangıcından itibaren Türk hafif süvarilerinin saldırılarına
maruz kaldı; karşı koymak güçtü, çünkü batılı şövalyeler bunların eyer üstünden
saldırıp hızla dövüş alanından çekilme becerilerine tamamen yabancıydılar. Ordu
Ocak 1148'de Laodikeia ile Attaleia arasındaki Kadmos dağında büyük bir bozguna
uğradı, artık levazımat azalmış, ciddi bir at ihtiyacı başgöstermişti.
Saint-Denis vakanüvisi Deuil'lü Odon'un deyişiyle Türkler, "kanın tadını
alınca daha da vahşileşen hayvanlar gibi," haçlıların zaaflarını gördükçe
hepten yırtıcılaşıyorlar-dı.9
Bu koşullar altında kral ordunun savunulması sorumluluğunu, haçlıların çoğunun
tersine levazımatını dikkatle korumuş olan Tapı-nakçılara teslim etti. Deuil'lü
Odon’a göre "dindarlığıyla saygı uyan ran ve ordu için onurlu bir örnek
teşkil eden" Barres'lı Everard, elli: kişilik birlikler halinde düzenledi
orduyu; bu birliklerin her birir başında, bir komutana -Gilbert adlı bir
Tapınakçıya- bağlı birer Ta] nakçı bulunuyordu. Burada amaç, ordunun çeşitli
kısımlarına bulu dukları kol içerisinde bir merkez sağlamak ve manevralara :
rişildiğinde topluca hareket edebilmekti. Ordu evvelce uğradığı kayı lardan
ötürü iyice zayıflamıştı, ama bu düzenleme bir nebze de ol disiplin getirmiş
gibiydi; kral Attaleia’da, deniz yoluyla Antakya Prer liğindeki Süveydiye’ye
geçmeleri için Bizanslılar tarafından sağlan; gemilere ulaşabildi.’0
Kral Antakya’ya vardığı Mart 1148 tarihine değin levazıma ve geı
yolculuğuna o kadar çok para harcamıştı ki, seferini sürdürebilme için borç
alması gerekiyordu. Tapınakçılar bu konuda da yararlık gc terdiler. Barres’lı
Everard 10 Mayısta Antakya’dan Akkâ’ya geçti ve b rada ya doğrudan doğruya
tarikat kaynaklarını kullanarak ya da taı kat mallarını teminat gösterip borç
alarak gerekli parayı tedarik et Aynı yıl içinde kral Fransa’daki vekillerine
mektup yazarak Tapınakç ların parasının iadesini emretti; Başrahip Suger’den
2000 mark gümü Peronne Kontu Vermandois’lı Raoul’dan da 30.000 livre parisis
bulma istendi. Louis Suger’e, haçlı seferini Tapınakçılardan aldığı para say
sinde sürdürebildiğini ve ödedikleri miktarların tarikatı iflasın eşiğir
getirdiğini söylüyordu.” Bu borçlar muhtemelen haçlı seferleri içi salınan
olağanüstü vergilerle kapatıldı; ama Tapınakçıların verdi; borcun büyüklüğü,
Capet’lerin malikâne gelirlerinin 1170’lerde bi
10 A.g.e., S. 124-7, 132-5.
” Etudes sur les actes de Louis VII, yay. haz. A. Luchaire, Paris;
1885, no. 230, 173; no. 236, S. 174-5.
TAPINAKÇI1ARIN Xll. YÜZYILDA DOGUDA YÜKSELİŞİ
yılda 60.000 livre'den fazla olmamasından ve bu miktarın o tarihte
krallık için iyi bir getiri olmasından çıkarılabilir.’2
Bu duruma, Troyes Konsili arifesinde tarikatın elinde bulunan insan gücü ve
kaynaklar göz önünde bulundurularak bakılırsa, Tapınakçıların askeri ve mali
gücünün 1129 ile 1148 arasında nasıl katlanarak artmış olduğu ortaya çıkar.
Ancak bu yeni parlak tablo, hayranlarının yanı sıra muhtemel
muarızlarının da dikkatini Tapınak Tarikatı üzerinde topladı; tarikat açısından
İkinci Haçlı Seferi, başarısızlığa uğrayıp böylesi muarızlara görüşlerini
dillendirme vesilesi yaratmasından ötürü de önem taşıyordu. Akkâ yakınlarındaki
Palmae'de, 24 Haziran 1148'de, Kral Konrad, Kral Louis ve Kudüs Kralı III.
Baudouin'in katıldığı büyük bir haçlı önderleri meclisinde kuvvetleri Şam'a
yönlendirmeye karar verildi. Tapı-nakçılar ve Hayırseverlerin üstatları
Craon'lu Robert ile Le Puy'lü Ra-imond da bu mecliste hazır bulunmuşlar ve ne
önerdikleri bilinmese de şüphesiz tartışmalara katılmışlardı.’3 Ama III. Konrad'ın üvey kardeşi ve seferin katılımcılarından
olmasından ötürü olup bitenler hakkında sağlam bilgilere sahip olan Freising
Piskoposu Otto, Konrad'ın Paskalya haftasında (Paskalya Pazarı 11 Nisandı)
Kudüs'te Tapınakçı-ların sarayında birkaç gün kaldığını ve Akkâ'ya döndüğünde,
patrik ve Tapınakçılarla, Temmuz ayında Şam'a saldırma konusunda zaten anlaşmış
bulunduğunu söyler.’4
Olaylara dönülecek olursa, Şam tercihinin feci bir hata olduğu an-’2
Bkz. J. F. Benton, "The Revenue of Louis VII,” Speculum, 42 (1967), 91.
’3 TG, 17.1-2, S. 760-2.
’4 Freising'li Otto ve Rahewin. Gesta Friderici I. Imperatoris
auctoribus Ottone et Ragewino pracposito Frisingensibus, yay. haz. G. H. Pertz,
MGH SS, cilt XX, 1.58, S. 385.
!aşıldı. Şehrin batı tarafından, sağlam bir mevkiden başlatılan kuşatma
önce belli bir başarı sağladı, ama sonra haçlı saldırısı hız kaybetti ve ana
gücün şehrin doğu tarafına kaydırılmasına karar verildi. Uzayıp giden bir
kuşatmada koşulların zorlaşacağı biliniyordu;ama anlaşıldığı kadarıyla karşı
tarafın savunma gücünün zayıfladığı ve dolayısıyla zaferin daha çabuk
kazanılabileceği iddia edilmiş, bu nedenle de levazım sorununun hayati önemi
azımsanmıştı. Şehir umulduğu kadar çabuk düşmediğinde Frankların geri
çekilmekten başka çareleri kalmadı. Haçlı seferinin başarısızlığa uğraması o
dönemin insanlarını hayrete düşürdü; çünkü Aziz Bernard'ın vaazlarıyla telkin
edilmiş, güçlü Alman kralı ile sofu Fransız kralı tarafından yürütülmüş bir
seferdi bu. Bozgun üçü için de tam bir itibar kaybına sebep oldu ve ardından
karşılıklı suçlamalar geldi kaçınılmaz olarak.10 Gözde açıklama ihanetti; Konrad bizzat -naibi olan
Corvey Başrahibi Wibald'a yazdığı bir mektupta- böyle bir imada bulunmuş, ama
kimi kastettiğini belirtmemişti, 11 12 bu
seferi iyi hatırlayan kimselerle pek çok kez görüştüğünü söyleyen, ama
kaynaklarının ötesini berisini araştıracak durumda olmayan Tirli Guillaume da
bu iddiayı tasdik etmişti?7 Herkes
bu kadar ketum davranmamıştı. Özellikle de bölgeye yerleşmiş Franklar
suçlanmıştı; bunların haçlı seferi öncesinde Şam hükümdarı Unur'la ittifak
halinde oldukları ve geçmişte belli işler karşılığında ondan tediye aldıkları
biliniyordu. Konrad'ın başarısızlığım açıklama isteğiyle harekete geçen bazı
Alman yazarlar, Tapınakçıların geri çekilişi bile isteye hazırladıklarını iddia
ettiler. İsmi bilinmeyen Würzburg salnamecisi, kuşatılanlara el altından yardım
etmeleri karşılığında büyük bir rüşvet almış olan Tapınakçıların "hırs,
hilekârlık ve hasepleri araya girmeseydi hücumun başarıyla sonuçlanabileceğini
söylüyordu.’8 Sonraları bu görüşü, muhtemelen
1160'ların sonlarında Kutsal Topraklara giden ve buraların sakinlerini ve
ziyaret yerlerini anlatan Rahip Würzburg'lu Johannes de devşirip kullandı.
Tapınakçı-ların ünü bir ihanet suçlamasıyla zedelenmişti ona göre, oysa ithamın
doğru olup olmadığını bilmiyordu aslında. Ama yine de bu ithamın, Tapınakçılar
Kral Konrad'la birlikte Şam'dalarken "alenen kanıtlanmış” olduğundan gayet
emindi. ’9
Salisbury'li John da gözlemcilik görevini yürüttüğü papalık sarayında,
muhtemelen -Fransa'ya dönerken 1149 Ekiminde Roma'yı da ziyaret eden Kral VII.
Louis'nin beraberindeki- Fransız haçlılarından bu söylentileri işitmişti. John,
Louis'nin "ihanete uğrayıp aldatılmış" olduğu görüşünü kabul ediyordu
-kuşkusuz onu fena halde sarsmıştı bu görüş- ama Tapınakçılardan aldığı askeri
ve mali destekten sonra beklenebileceği gibi kralın bizzat "Tapınak
biraderlerini sürekli temize çıkarmaya çabaladığını” da vurguluyordu.13 14 15 Aslında
Tapınakçıların haçlı seferinin aleyhine çalışmış olmaları pek de mümkün
değildir, zira sefere katılımlarına ilişkin somut verilerin hepsi de bu görüşle
çelişir, yine de böyle bir inancın mevcut ve alenen dolaşımda olması
anlamlıdır. Akla gelen ilk şey, bir askeri tarikatın kurulmasına ve varlığına
ilişkin muğlak duyguların birtakım özel hoşnutsuzluklara tahvil edilmiş
olduğudur. Outremer Frankları, batıdan gelen daimi para yardımı ve askeri
destek olmaksızın kutsal yerleri korumayı sür-dürememelerinin, hislere hitap
etmek üzere kutsal yerleri öne sürmekle giderilemeyecek bir hınç yarattığını
gitgide daha iyi anlıyorlardı.2’ Tapınak
Tarikatı gayet kısa bir süre içinde inançsızlarla mücadelenin simgesi haline
gelmişti; bu özellik bir yandan yaygın bir ilgi ve destek sağlarken, öte yandan
bazen -İkinci Haçlı Seferinde görüldüğü gibi, paranın ve canların heba olması
halinde- geri tepip aynı ölçüde aleyhlerine de işleyebiliyordu.
Şam faslının aslı ne olursa olsun -tarife gelir bir ihanetin söz konusu
olmaması, daha akla yakın bir ihtimaldik- doğunun Frankları haçlı seferi
hezimetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Cra-on'lu Robert bu
hezimetten sonra çok yaşamadı, 13 Ocak ll49’da öldü; yerine, bu haçlı
seferinden saygınlığı artarak çıkmış birkaç kişiden biri olan Barres'lı Everard
geçti?3 Açıktır ki bu seçimde de Everard’ın 16 17 18
Vll. Louis'le kurduğu yakın ilişkiler etkili oldu, zira tarikatın
doğuda yenilerde kazandığı ağırlığı koruyabilmesi için Fransa'daki
bağlantılarla kaynaklardan yararlanması gerekecekti. Bu nedenle yeni üstat
Out-remer'de kalmadı, 1149 sonbaharında kralla birlikte Fransa'ya döndü.
Müslümanların yanı sıra muhtemelen Bizanslıları da hedef alan yeni bir haçlı
seferi düzenleme fikrine kapılmış olan Louis ise, Tapınakçı-ları bu
tasarılarının bir parçası olarak görüyordu kuşkusuz.19
Üstadın vekili olan tarikat kethüdası Montbard'lı Andre'nin 1149'un
sonları ya da l lSO'nin başlarında Everard'a yazdığı bir mektupta ima edilen
şey de şüphesiz buydu:
Efendimiz Frank kralının isteği üzerine gitmenize boyun eğmiş olsak da,
işitmiş olduğunuz üzere, şövalye, yaver ve para yokluğuyla dört bir yandan
kuşatılmış durumdayız, büyüklüğünüze sığınıp çabuk dönmeniz için yalvarıyoruz,
dönün ki bu sayede donandığımız silahlar ve parayla, şövalyeler ve yaverlerle
anamızı, ağırlığı uçup gitmiş $ark Kilisesini Tanrı'nın yardımıyla
kurtarabilelim.
Bu acelenin nedeni Antakya'daki kargaşaydı; Zengi'nin Halep'teki halefi
Nurettin çoktan -daha !kinci Haçlı Seferi orduları gelmezden evvel- prensliğe
akınlar düzenlemeye başlamıştı. 29 Haziranda haçlıların gitmesinden yararlanıp
lnab'a ilerlemiş, burada büyük bir Hıristiyan gücünü bozguna uğratmış, çarpışma
esnasında Prens Raimond'u öldürmüştü. Felaketi haber alan Tapınakçılar, lll.
Baudouin'in kuzeye düzenlediği kurtarma seferine destek olmak üzere 120
şövalyeyle 1000 silahtar ve yaver toplamışlardı. Bunların teçhizatı için ağır
bir borca girmek gerekmişti: Akka'dan 7000, Kudüs'ten de 1000 besant
toplanmıştı. Kuzeye zar zor ulaşmışlar, oraya vardıklarında Nurettin'in
kuvvetlerinin kırlık bölgeleri talan ettiğini, bunun da yanlarına kar kaldığını
ve Antakya'nın ağır bir kuşatma altında olduğunu görmüşlerdi. Kethüdanın
Antakya'ya getirdiği adamların büyük bir kısmı da ölmüştü. Bu nedenle,
"geri dönmek için daha iyi bir sebebiniz olmayacak hiç, buraya gelmeniz de
hiçbir zaman Tanrı'yı daha fazla sevindirip ocağımız ve Kudüs toprakları için
daha hayırlı olmayacak," diyordu kethüda ve bu iletiyi ulaştırmak için pek
az sayıda birader ayırabildiğini söylüyordu; bu biraderlerin aldığı emir,
Fransa'ya varır varmaz Tapınakçıların kendi aralarından çıkarabilecekleri tüm
adamları, şövalyeleri ve yaverleri toplamaktı. Kethüda ayrıca ya bizzat
gelmeleri ya da para yardımı göndermeleri umuduyla papanın, Fransa kralının ve
tüm prenslerle üst düzey din adamlarının durumu tam olarak bilmelerini
istiyordu.20 21
Aslında lll. Baudouin'in kuvvetleri Nurettin'i bir süreliğine
engellemişti, ama durum kritikliğini koruyordu. Çok geçmeden Everard da Kudüs
Krallığına döndü: 1152 Nisanında Montbard'lı Andre'yle birlikte Tir'de Yosafat
vadisi Azize Meryem Manastırı mülklerinin verilişine dair kraliyet onayına
tanıklık etmişti?6 Yanında adam ve levazım da
getirmişti muhtemelen, zira ertesi yıl yapılan Askalon kuşatmasında
Tapınakçılar önemli bir rol üstlenmişlerdi. Ancak kısa bir süre sonra, yine
1152 senesi içinde, bilinmeyen nedenlerden ötürü görevini bıraktı Everard.
Sonuçta -l l 76'da hala yaşadığı yer olan- Clairvaux'da keşiş olmasına
bakılırsa, Aziz Bernard'ın gerçek Kudüs'ün Clairvaux olduğu fikrine gönül
vermiş de olabilir.22
Montbard'lı Andre büyük üstada yazmanın yanı sıra batıdaki etkili
önderler ' arasında haçlı devletlerinin halinin bilinmesini sağlayacak kadar da
sağlam bir konumdaydı, zira Aziz Bernard'ın dayısıydı ve aziz ona özel bir
güven beslediğini söylüyordu?23
Aziz Bernard'ın annesi Aleth Andre'nin ablasıydı; ama Montbard Beyi Bernard ile
Ricey'li Humberge'in altıncı çocuğu olan Andre yeğeninden gençti aslında.
Hayatta kalan en büyük ağabeyi Rainard beyliği devralmış, diğer iki ağabeyi
Miles ile Gaudry de Citeaux Manastırına girmişti?24 Doğuda bulunduğuna dair ilk kesin veri 1148 tarihli
olsa da, Tapınak Tarikatına Troyes Konsilinden kısa bir süre sonra katıldığı
düşünülebi-lir.25
Aziz Bernard'a yazdığı mektupların hiçbiri günümüze ulaşma-
mıştır; ancak Muhterem Pierre'in aldığı mektuplara bakılırsa -bunlardan
biri de Aziz Bernard'dandır- Tapınakçıların Antakya'da karşılaştıkları
sorunlara dair haberler 1150 yılında batıda epeyce konuşulmuştur.26 Ayrıca Aziz
Bernard'ın üç mektubu (biri Andre'ye, diğer ikisi Kraliçe Melisende'a
yazılmıştır), aziz ile Andre'nin düzenli olarak mektuplaştıklarını gösterir.
Bernard'ın Andre'ye muhtemelen 1153'te, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı
söz konusu mektup, doğrudan doğruya "son sıralarda gönderdiğin
mektuplar"a atfen kaleme alınmıştır. Andre'nin bu mektuplarının temel
amacı da Kutsal Topraklar için yardım sağlamaktır, zira Bernard'ın cevabı
“Efendimizin mevcudiyetiyle onurlandırdığı topraklardaki tehlikeye ve kanıyla
kutsadığı şehirdeki tehlike"ye ilişkin kaygılarını yansıtır.27
'
Kraliçe Melisende'a giden iki mektubun daha önce yazılmış olduğu
neredeyse kesindir; çünkü kraliçenin, Kral Foulques'un ölüm tarihi olan 1143
ile oğlu III. Baudouin tarafından fiilen iktidardan uzaklaştırıldığı 1152
arasındaki dolaysız egemenlik dönemine ait oldukları açıktır. Her iki mektup
da, Montbard'lı Andre'nin kraliçenin yönetimi ve karakteri hakkında verdiği iyi
havadisler üzerinde durur, ancak İkincisi olduğu anlaşılan mektupta bu
havadislerin doğruluğuna biraz güveni sarsılmıştır Bernard'ın, söylediğine
göre, kraliçe hakkında aksi yorumlar da gelmiştir kulağına.28 29 30 Melisende
ile oğlu arasında giderek büyüyen ihtilafa dolaylı bir atıftır bu; ihtilafın
nedeni ise, kraliçenin 1143'te Foulques'un ölümünün ardından devraldığı
kraliyet görevlerinin dağıtımı ve siyasi yönetim üzerindeki hükmünü korumak
konusunda gösterdiği dirençtir. O tarihte Baudouin henüz reşit değildi, ama
1145'te erginliğe ulaştığında da kraliçe bunu pek önemsemedi. Sonuçta !kinci
Haçlı Seferinden sonraki dönemde Kudüs Krallığında iki grup oluşup
belirginleşti. Haçlı devletlerinin iyi kötü işleyen diğer kurumları gibi mevcut
iki tarikat da, tarihlerinde ilk kez, Franklar arasındaki iç çekişmelerin neden
olduğu siyasi ve askeri sorunlarla uğraşmak zorunda kaldılar. Bu özel durumda
tarafgirlikten kaçındıkları anlaşılmakla birlikte, doğrudan doğruya böylesi
tartışmalara çekilebilecekleri ve bunun da ünlerini etkileyeceği açıktır. Hans
Mayer, berat verilerinden hareketle, Montbard'lı Andre'nin kraliçe
taraftarlarından biri olarak görülebileceğini öne sürer/4 Aziz Ber-nard'ın mektuplarının da inandırıcılık kattığı bir görüştür
bu. Bununla birlikte eldeki sınırlı sayıda berattan pek çok şey çıkarılabilir
ve Mayer de, Baudouin kraliçeyi iktidardan uzaklaştırır uzaklaştırmaz (Nisan
1152) Montbard'lı Andre'nin isminin Baudouin'in beratlarında görülmeye
başlandığına işaret eder - bu arada, kısa bir süre sonra Tortosa Piskoposu
Tapınakçılara şehirde Nurettin'e karşı bir kale inşa etmeleri için arazi
bağışlar, kralın onayı olmaksızın yapılamayacak bir bağıştır bu/5
Baudouin iktidarını tanı anlamıyla sağlama aldıktan sonra, Hıristi-
•
yanlara diğerlerinden daha uzun süredir direnen bir kıyı şehrinin,
As-kalon'un üzerine yürüdü. Mısır’ın kaynaklarını arkasına alan Aska-lon’un
direnişi öylesine çetindi ki, Franklar şehri kuşatmak için istihkâmlar inşa
etmişlerdi. Foulques’un şehrin doğusundaki Beytcibe-lin'i Hayırseverlere
bağışlaması da bu siyasetin bir parçasıydı; Tapı-nakçılara ise 1149-50 kışında,
şehrin altmış kilometre güneyindeki Gaz-ze verildi, kuzeydeki Ibelin [Yabna]
ile kuzeydoğudaki Blanchegar-de’ın eklenmesiyle birlikte şehir gayet zorlu bir
abluka altına alınmış oldu.31
Gazze Filistiler çağında büyük bir şehirdi ve görkemli geçmişini hatırlatan pek
çok kalıntı barındırıyordu hâlâ. Ancak Franklar ile Mısırlılar arasındaki
ihtilaftan ötürü o tarihte gayri meskûndu ve yapılar harabe haline gelmişti.
Tirli Guillaume, Frankların tüm şehri yeniden inşa edecek kaynaklarının
olmadığını kavrayıp şehrin dayandığı küçük tepenin bir kısmına sağlam surlar ve
kuleler diktiklerini söyler. Tapınakçılar bu istihkâmı devralmışlar, ancak
sonraki yıllarda Frank yerleşimciler tepenin kalan kısmına, Tapınak hisarına
komşu zayıf surlar çekmişlerdi. Bu, krallık topraklarında Tapınakçılar
tarafından alındığı kayda geçmiş ilk büyük kaleydi; Tapınakçı yandaşı olmasa da
durumda eleştirilecek bir yön bulamayan Tirli Guillaume da kalenin değerine tanıklık
etmiştir:
Cenkte cesur ve kudretli bu adamlar şimdiye kadar vazifelerini basiret
ve sadakatle yerine getirdiler. Sık sık düzenledikleri gizli veya aleni
hücumlarla yukarıda anılan kasabaya [Askalon] ağır bir darbe indirdi-
ler, öyle ki evvelce tüm bu bölgeyi istila ve yağma ederek bizi dehşete
salanlar, rica ya da tediyeleri sayesinde muvakkaten dertsiz, duvarların
arkasında, kendi hallerinde yaşayıp sükûnetle işlerine bakmalarına izin
verilirse kendilerini en mutlu kişi sayıyorlar artık.
1150 baharında Mısırlıların Gazze'yi almaya yönelik kararlı girişimleri
başarısızlığa uğradı ve "o günden sonra kuvvetleri öylesine zayıfladı,
tahrip güçleri öylesine azaldı ki, civar bölgelere saldırmaktan tamamen
vazgeçtiler." Ayrıca yine bu tarihten sonra Mısırlılar Askalon'un
ihtiyaçlarını karadan karşılama girişimlerinden de vazgeçtiler ve “yol
boyundaki garnizonlarda kurulan pusulardan korkup şövalyelerden fena halde
ürkerek" yardımları yalnızca deniz yoluyla ulaştırdılar. 32
Bu uzun vadeli planların ödülü 22 Ağustos 1153'te Askalon’un düşmesi
oldu, bu da l. Amauri'nin l!6O'larda
Mısır'ı işgal etmesine zemin hazırladı. Uzun zamandır beklenen bu zaferde
Tapınakçılar önemli bir rol oynadılar; ancak Frank cephesine ait bir anlatıma
-Tirli Guilla-ume’unkine- göre, itibarlarının zedelenmesi gibi ağır bir bedel
de ödediler. 111. Baudouin 25 Ocak 1153'te, krallığın laik ve dini önderlerini
Askalon önlerinde bir araya getirmiş, bu toplantıya Hayırseverlerin üstadı Le
Puy'lü Raimond ile Tapınakçıların yeni üstadı Tremelay’lı Bernard da
katılmıştı. Tremelay'lı Bernard Dijon yakınlarında köklü bir Bourgogne
ailesinden geliyordu muhtemelen, dolayısıyla da bu bölgeden pek çok manastır
mensubunu tarikata kazandırmıştı.33 Bernard doğuya İkinci Haçlı Seferiyle birlikte
gelmiş olmalıdır; ancak günümüze ulaşmış haçlı devletleri beratlarının
hiçbirinde ismi anılmaz. Yaz ayları boyunca Askalon saldırısı tüm şiddetiyle
devam etti ve Frankların ahşaptan yaptıkları seyyar hücum kulesi sayesinde
büyük hasarlar verildi. 15 Ağustos gecesi34 şehri savunanlar kuleyi yakmaya çalıştılar, ancak
doğudan esen sert rüzgar alevleri gerisin geriye şehre püskürttü ve sonuçta
surların bir kısmı çöktü. Guillaume'a göre bütün ordu çökme sesine uyandı ve
açılan gediğe yöneldi; ancak muhtemelen surların o kısmına nöbetçi dikmiş olan
Tapınakçıların Tremelay'lı Bernard'ın komutası altında çoktan oraya varmış
olduklarını gördüler. Ne ki, Guillaume'un iddiasına göre, üstat
Tapınakçı-lardan başka kimsenin içeri girmesine izin vermedi: “İlk giren
yağmadan daha büyük pay alıp daha değerli ganimetlerle döneceği için
diğerlerinin yaklaşmasını engelledikleri söyleniyordu." Bu durum,
Mısırlıların payanda vurarak suru sağlamlaştırmalarına ve şehre girmiş kırk
kadar Tapınakçıya saldırmalarına fırsat tanıdı. Ertesi gün bu Tapınakçıların
cesetleri surlardan sallandırıldı - Frankları aşağılamaya yönelik bir hareketti
bu. Ovidius'a nazireyle “aşağılık yağmanın hayırlı neticesi olmaz,"
diyordu Guillaume. Ona göre bu terslik kuşatmanın kaldırılmasına sebep olacaktı
neredeyse; Hıristiyanları kuşatmayı sürdürmeye ikna eden şey, Hayırseverlerce
desteklenen Patrik Fulc-her'in kararlılığı oldu.35
Bu konuda meselenin aslını anlamak imkansızdır. Şamlı vakanüvis
lbnülkalanisi hem ahşap kuleyi hem de duvarda açılan gediği, sanki bunlar
şehrin düşüşünü hazırlayan etmenlermiş gibi anlatsa da, hiçbir Müslüman kaynağı
Tapınakçıların bu işteki rolüne değinmez.4’
Tirli Guillaume ise -kuşatmaya dair olağanüstü canlı ve ayrıntılı bir tasvir
sunmakla birlikte- ikinci elden malumata sahipti, zira o sırada Fransa’da
öğrenim görmekteydi. Dolayısıyla tarihçilerin kendi kurgularım geliştirmekten
başka çaresi kalmamıştır: Guillaume’un yorumunu onun tarikata yönelik
önyargısının bir örneği olarak sunan Lundgreen ile bu olayı Tapınakçıların uzun
hırs ve şiddet kariyerinin başlangıcı olarak gören Grousset, yorumların vardığı
iki ucun temsilcileridir belki de.36 37 Omne datum optimum tebliğinin
tarikata inançsızlardan devşi-rilen yağma mallarını kendi tasarrufuna alma
hakkını tanıması bu konuda açıklayıcı olabilir; ama Tapınakçıların edimini,
surlarda bir gedik açmaya yönelik -gediğin beklenenden çabuk, ordunun kalam
oraya varmazdan önce açılıverdiği- başarısız bir girişim diye yorumlamak da
aynı derecede mümkündür. Tercihen, İbnülkalanisi’nin de ima ettiği gibi, şehrin
silahlan bırakmanın eşiğine geldiği düşünülebilir; nitekim aradan bir hafta
geçmeden, 22 Ağustosta şehir düşer, bu da Frankların, Guillaume’un söylediği
kadar ciddi bir terslikle karşılaşmadıklarını akla getirir.
Ne gibi saiklerle hareket etmiş olursa olsun Tremelay'lı Bernard bu
saldırının bedelini canıyla ödedi, halefi de Montbard'lı Andre oldu. Gazze'de
üslenmeyi sürdüren Tapınakçılar açısından olayın belirgin bir etkisi olmadı;
kalelerinden saldırılar düzenleyebiliyorlar, güney ve güneybatıya uzanan ve
bazıları Mısır ile Şam arasında yolculuk edenler tarafından kullanılan yollara
devriye çıkarabiliyorlardı. Gazze ile Beytcibelin'deki Tapınakçılar ve
Hayırseverler, bu kaleler merkez olmak üzere -çoğunlukla laik beyler aleyhine,
kimi zaman da birbirle-riyle rekabete girerek- kendilerine birer nüfuz alanı
yaratabilecek du-rumdalardı artık. Tapınakçıların güneydeki mevcudiyetini ve
siyasetini en açık biçimde ortaya koyan olay, 1154'te Mısır veziri Abbas'ın
oğlu Nasirettin'in esir alınıp fidye karşılığında salıverilmesiydi - bu olay
iki Latin kaynağında, Tirli Guillaume ile Walter Map'te anlatılmıştır.38 1153 yılıyla ll54'ün ilk aylarında Kahire'de bir iktidar mücadelesi
yaşanmıştı; Vezir Abbas, görünüşe bakılırsa yerine oğlu Nasirettin'i geçirmek
niyetiyle halifeyi öldürmüştü. Ancak kendi konumunu sağlama almayı
başaramamıştı, bir ayaklanma patlak verdi ve yağmalayabildikleri kıymetli
eşyayı da yanlarına alarak kaçmaya mecbur kaldılar. Guillaume'a bakılırsa,
“söylendiğine göre Şam'a gitmek niyetiyle çöle doğru" bir yol tutturdular.
Ne ki, peşlerine düşen Mısırlılarla arayı açmalarına karşın, 7 Haziran 1154'te
Sina ile Petra arasındaki dağlarda, el-Muvaylih’te bir Hıristiyan birliğinin
kurduğu pusuya düştüler - bu bilgiyi, saldırıya uğrayanlar arasında bulunan,
ama kaçmayı başaran Suriyeli vakanüvis Üsame bin Munkiz verir.39 Abbas öldürüldü,
Nasirettin ise esir alındı. Büyük bir ganimet ele geçirilmişti, ama diğer
gruplardan fazla şövalyeye sahip olan Tapınakçılar
Nasirettin de dahil olmak üzere ganimetin büyük kısmını alıp
götürdüler. Nasirettin'i bir süre esir tuttuktan sonra 60.000 altına
Mısırlılara sattılar. Nasirettin Mısır'a geri gönderildiğinde parçalanarak linç
edildi. Ancak Guillaume'a göre Tapınakçılar tarafından satılmadan evvel,
iddiaya bakılırsa, "büyük bir hevesle Hıristiyanlığa geçmek istedi, zaten
Latin alfabesini biliyordu [ve] Hıristiyan inancının temel ilkeleri kendisine
öğretildi."
Guillaume'un bu hikaye hakkında okurlarının hangi yorumu benimsemesini
istediği açık değildir. Lundgreen gibi Tapınak müdafileri, bu hikayenin
tarikatı kötü gösterme hedefi güttüğünü, dolayısıyla da gerçekdışı sayılıp göz
ardı edilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir;40 oysa başka yerlerde ahlaki beylik sözlere ve
alıntılara büyük bir düşkünlük gösteren Guillaume burada hiçbir yargıda
bulunmaz aslında. Tapınakçılar din değiştirtmeyi görev edinmiş değillerdi; l l
73'te Haşşaşin elçisinin öldürülmesi vakasında da görülebileceği gibi,
Müslümanların içtenlikle inanç değiştirebileceğine de pek inanmıyorlardı.
Kuşkusuz Nasirettin'in Hıristiyanlığa ilgi duymak için iyi bir nedeni vardı,
oysa Tapınakçılar bitmez tükenmez masraflarını karşılayacak yüklüce bir para
sağlama fırsatı bulmuşlardı. Anlaşıldığı kadarıyla Guillaume da işe biraz
abartı katmıştı: Tapınakçıları iyi tanıyan Üsame, mensubu olduğu hizbin,
kaçarken yanında götürmek istediği şeylerin çoğunu zaten Kahire'deki mücadelede
kaybettiğini söyler;41 42 ayrıca
Nasirettin'in Tapınakçılar tarafından esir tutulduğu süre zarfında
Hıristiyanlık tetkiklerinde epeyce yol katetmiş olması da pek olası değildir/7
Walter Map hikayeyi bu kaynaklardan bağımsız olarak öğrenmiş gibi
görünse de, sunduğu değişke olup bitenlere ilişkin malumata herhangi bir
katkıda bulunmaz; daha ziyade, Tirli Guillaume'da görülen örtük Tapınakçı
yergisini netleştirmek peşindedir Map. Bu hikayeye, Tapınakçıların başka her
şeyi boşlayarak savaşa sarıldıklarını göstermek için yer vermiş gibidir.
Nasirettin kültürlü ve asil biri olarak sunulur - daha esir düşmeden önce
"dininin istikrar veya imandan yoksun" olduğu sonucuna varmıştır.
Ancak bunu söylediğinde, hatta Ka-hire'yi onlar adına ele geçirmeyi
önerdiğinde, Tapınakçılar Nasirettin'i dinlemeyi reddetmişlerdir. Nasirettin'in
önerisini işiten Mısırlılar da, onun kendilerine teslim edilmesi için yüklü bir
para ödemişler, hatta bundan sonra da yine onu başlarına getirme umudu
beslemişlerdir. Bunu engelleyense Nasirettin'in Hıristiyanlığa inanmasıdır,
Map'e göre döneklikle suçlanmasına yol açmış bir sadakattir bu. “Bu nedenle
kazığa bağlandı ve o asil şehitler gibi, Kral Edmund ve mukaddes Se-bastian
gibi oklara hedef olup İsa'nın yanına yollandı." Neticede bu hikayenin
güvenilirliğine değil mevcudiyetine bakmak gerekiyor.
Gazze hatırı sayılır bir Tapınakçı gücünün üssüydü ve şövalyeler
buradan krallığın güneyindeki hareketleri bir ölçüde denetleyebiliyorlardı.
Xll. yüzyılın ortasından sonra önemli kalelerle bunlara bağlı arazilerin (bkz.
çizim 3) böyle korunması konusunda askeri tarikatlara duyulan güvenin arttığı
verilerden anlaşılmaktadır. Molaylı Jacques 1306'da, Tapınakçılar ile
Hayırseverlerin birleşmesi tasarısına ilişkin bir raporda, böyle bir birliğin
gerekli olmadığını, çünkü bu iki tarikatın askeri işlevleri bakımından
birbirini tamamladığını savunmuştu. Tarikatların hareket halindeki kolların
ileri ve artçı muhafızları olduklarını, böylelikle doğuya gelmiş seyyahları
"bir annenin çocuğuna yaptığı gibi" koruyucu kollarıyla sardıklarını
söylüyordu.43
Bu ifade, haçlı devletlerinin üzerinde yükseldiği yapılanmayı hazırlayan
müstahkem mevkilerin korunması konusunda da aynı rahatlıkla kullanılabilirdi.
Açıktır ki Franklar, hem fetihlerinin parçalı ve bazen de münferit fetihler
olmasından ötürü, hem de bölgenin evvelki sakinleri Bizanslılarla Müslümanların
çok farklı siyasi ve stratejik amaçlarla inşa ettiği, bu nedenle de gücü
kısıtlı müstahkem mevkileri kullanmak zorunda olmalarından ötürü büyük
stratejik planlar uygulamıyor, aslında uygulayamıyorlardı, ama hayatta kalmak
sonuçta bu müstahkem mevkilerin alınıp elde tutulmasına bağlıydı/44 Askeri tarikatlar
bu görevleri yerine getirmek için gereken kaynaklara da, disiplinli ve
evlenmeme yemini etmiş savaşçılara da sahipti.
Tapınakçılar nasıl haçlı topraklarının en güneyinde etrafı düşmanla
çevrili bir alana sahiplerse, kuzeyde de aynı durumdaydılar. Bu konuda kesin
bir tarih saptamak kolay değildir, çünkü belgeler çoğunlukla tarikatın belli
bir yere yerleşmesinden sonraya ait tarihlere işaret eder, Tirli Guillaume'un
Gazze konusunda yaptığı gibi birtakım özel bağışları anlatmaz. Antakya
hükümdarı Poitiers'li Raimond'un Amanos dağlarında birtakım hakları toptan
bağışlaması, prens olduğu Nisan 1136 tarihinden kısa süre sonra gerçekleşmiş
bir olay gibi görünmektedir. 45 Bizans
imparatorluk katibi loannes Kinnamos'a göre, imparator loannes Komnenos l
137'de Antakya'yı kuşattığında Tapı-nakçılar ve Hayırseverler Raimond'un
ordusunun gayet belirgin un-surlarıydılar.5’
Ama bu tarihe değin Tapınakçılara özel bir istihkam bağışlanmışsa eğer,
buradaki mevcudiyetleri muhtemelen kısa ömürlü olmuştur; zira imparator
Raimond'u teslim olmaya zorladı ve Antakya'nın kuzeyini yeniden Bizans
egemenliği altına aldı. Durumunu ll42'de düzenlediği bir diğer seferle de
sağlamlaştırdı. Ancak 1150'lerin ortalarında bölgede faaliyet halinde birtakım
Tapınakçı grupları bulunuyordu; ayrıca tarikat önderlerinin kuzeydeki duruma
ilişkin derin kaygıları da, Tapınakçıların bu dönemde bölgeyle ilgilendiklerini
gösteren güçlü bir kanıttır - söz konusu kaygılar 1149/50'de Montbard'lı Andre
tarafından sergilendiği gibi, Andre'nin halefi Blanquefort'lu Bertrand
tarafından da ll6O'larda batıya yollanan mektuplarda dile getirilmişti. 46 47 Önderler
endişelenmekte tamamen haklıydılar, zira Tirli Guillaume'un söylediğine göre,
Ermenistan Kralı Toros'un kardeşi ve muhtemelen eski bir Tapınakçı olan Mleh
1169/71 civarında tarikatın Kilikya'daki tüm mülklerine el koymuştu;
anlaşıldığı kadarıyla Tapı-nakçılar bunları ancak ll 75'te Mleh öldüğünde geri
alabilmişlerdi.48
Tarikatın bölgedeki kaleleri, Ermeni Kilikyası hisarlarındakinden hayli
farklı taş işçiliği örnekleri ve inşa teknikleri sayesinde tanınabilir. 49 Bu durum,
söz konusu kalelerin tamamen ya da esasen bizzat Tapınakçılar tarafından
yapıldığım akla getirmekle birlikte, bunlar için fazlasıyla erken bir tarih
vermeye de yol açabilir; sözgelimi Tapı-nakçıların l l 30'larda bu inşa işleri
için gereken kaynak ya da insan gücüne sahip olması pek mümkün görünmemektedir
- ne ki Bagras örneğinde olduğu gibi, sonradan tadilattan geçirebilecekleri
mevcut bir istihkamı işgal etmiş olmaları da imkan dahilindedir. Antakya'nın
yirmi altı kilometre kadar kuzeyinde, Belen geçidi (Suriye Kapıları) üzerinde
bulunan Bagras (ya da Tapınakçıların verdiği adla Gaston), en önemli
istihkamdı. 1212’de bu bölgede seyahat eden (ve sonradan piskopos olan) Alman
hacı Oldenburg'lu Wilbrand, Bagras'ın kulelerinden ve sağlam surlarının
oluşturduğu üç hattan etkilenmişti (bkz. resim 2).50 Tapınakçılar Bagras'ın yam sıra geçidin kuzey
girişini koruyan, yaklaşık elli kilometre kuzeydeki Darbsak (Trapesak) ile o
dönemde La Roche de Roussel ve La Roche Guillaume adlarıyla tanınan daha
kuzeydeki iki başka kaleyi de ellerinde bulunduruyorlardı. Bunlardan biri
şimdiki Çalan'da, 1200 metre rakımlı bir tepede, hakim bir konumdaydı ve
buradan İskenderun körfezini doğu-batı doğrultusunda gözetim altında tutmak
mümkündü. Daha güneydeki Bonnel limanı (Arsuz) Tapınakçıların denize açılan
kapısıydı?6 Robert
Edwards, Ermenilerin Kilikya'da, Kilikya ovasını kuşatan dağ
silsilesini kesen vadi ve geçitlerin yakınlarında, birbirleriyle bağlantılı bir
dizi istihkam inşa ederek savunulabilir bir siyasi birim yarattıklarını ortaya
koyar.51 Selahattin'in
1188'de Bagras ile Darbsak'ı almasından önce bu Tapınakçı kaleleri de Antakya
Latin Prensliği için aynı vazifeyi görmüş, kuzey sınırı boyunca bir siper
oluşturmuş ve Tapınakçıları neredeyse bağımsız gezgin beyler haline getirmişti?8
Trablus Kontluğunda Tortosa (Tartus) ve Chastel-Blanc'daki (Safi-ta)
kalelerini merkez alarak örgütlenen Tapınakçıların buraya yerleşmeleri,
Gazze'ye yerleşmeleriyle neredeyse eşzamanlıydı. 1152 Nisanından kısa bir süre
önce Tortosa Piskoposu Guillaume Tapınakçı-lara yeni bir kale inşa
edebilecekleri bir arazi bağışladı - bu bağış Tortosa, Nurettin tarafından bir
süreliğine zaptedilip yakıldıktan, bu nedenle "terk edilip harabe haline
geldikten" sonra yapılmıştı. 52 Özgün kale, piskopos tarafından laik bir bey
olan Maraclea'lı Raynouard'ya bırakılmıştı;53 ancak Raynouard Nurettin'in sebep olduğu yıkımdan
sonra, muhtemelen kaleyi yeniden yaşanır kılacak kaynaklara sahip olmadığı için
buradan vazgeçmişti. Piskopos, "limanın girişinden Ta-beriyeli
Guillaume'un evine kadar uzanan ve her cenahtan Azize Helena Kapısına
ulaşan" bir arazi vermişti Tapınakçılara; buranın şehrin kuzeybatı ucu
olduğu ve tarikatın, Raynouard'nınkinden çok daha büyük bir yapılar topluluğu
inşa etmeyi planladığı anlaşılmaktadır. Yapıların merkezinde yaklaşık 35
metrekarelik geniş bir iç hisar vardı, bu hisarla iki kanat kulesi dahil yan
yapılarının sahil tarafındaki uzunluğu 54 metreydi. Bir arka kapı gemilerden
erzak almaya yarıyordu. İç hisar geniş bir bayırda inşa edilmiş ve iki sıra dış
surdan bir hendekle ayrılmıştı; Oldenburg'lu Wilbrand 1212'de Tortosa’ya
geldiğinde surlarla bütünleşmiş on bir kule bulunmaktaydı ve Wilbrand bunlar
için bir tacın üzerindeki kıymetli taşlar imgesini geliştirmişti (bkz. çizim
4). Böylesi kıyı şehirlerinin stratejik önemi açıktır; fakat Tortosa söz konusu
olduğunda, burada Tapınakçılara ait bir üssün bulunması yüklü hacı trafiği
açısından da özel bir kolaylık sağlıyordu - Aziz Pet-rus'un ilk missayı
düzenlediği ve Aziz Luka tarafından yapıldığına inanılan Bakire resminin
saklandığı yer olarak büyük itibar gören Notre-Dame Katedrali hacıları buraya
çekiyordu.54
Piskoposun bağışından, Tortosa'nın güneydoğusunda, Nusayri dağlarında
yaklaşık 380 metre yükseklikte bulunan Chastel-Blanc'ın da Tapınakçıların
elinde olduğu açıkça anlaşılmaktadır; Tapınakçılar burada, bir yükseltinin
üzerine bir iç hisar inşa etmişler ve bunu uç noktalar arası ölçümle 165xl00
metrelik bir oval alan oluşturan çevreleyici surlarla korumaya almışlardı (bkz.
çizim s). lç hisar Tapınakçılar tarafından en azından iki kez, 1170 ve 1202
depremlerinin ardından yeniden inşa edilmişti; bugüne ulaşmış haliyle, kaide
ölçüleri 31 xl8 metre olan iki katlı sağlam bir yapıdır (bkz. resim 3). Hisarın
tepesine yerleştirilen muhafızlar buradan Hayırseverlerin güneydoğudaki Krak
des Chevaliers'sini ve bölgedeki üçüncü önemli Tapınakçı kalesini,
Chastel-Blanc ile deniz kıyısı arasındaki el-Arimah'ı görebiliyorlardı.
El-Arimah mevki Nurettin tarafından 1148, 1159 ve 1171'de üç kez işgal edilmiş,
ayrıca l l 70'te Chastel-Blanc'ı da etkilemiş olan depremde hasar görmüştü;
Tapınakçıların buraya ne zaman yerleştikleriyse belli değildir. Yaklaşık 171
metre rakımlı bir sırtta, nispeten ensiz bir kayalık hat üzerine kurulu, 300 x
80 metrelik bir kaleydi bu. Chastel-Blanc'ın göz eriminde olmasının sıra, deniz
tarafıyla güneydeki Akkar ovası yönünde de manzara gayet açıktı. Kale sırt
boyunca, meyilin azaldığı batı ucundan itibaren üç kademede yükseliyordu.
Üçüncü kademede, köşelerinde destek kuleleri bulunan dikdörtgen bir hisar yer
alıyordu (bkz. çizim 6).55 56 57
Kapsamlı kilise imtiyazları Tapınakçılara, kendi malikane arazilerinde
yetişen ürünler için aşar muafiyeti tanıdığı gibi, Tortosa piskoposluk
bölgesindeki topraklarında bulunan kiliselerin kontrolünü de vermişti. Kilise
kaynaklı olmayan haklarının anıldığı herhangi bir belge günümüze ulaşmamışsa
da, Trablus kontları 11. Raimond (ö. 1152) ile lll. Raimond, Tapınakçılara,
Hayırseverlerin kontluğun doğusunda, Krak des Chevaliers civarında sahip
olduklarına çok benzeyen imtiyazlar tanımış olmalıdırlar. 1144-1186 arası
Hayırseverlerin bu bölgede, jonathan Riley-Smith'in yerinde deyişiyle bir tür
"beylik" kurmasına izin verilmişti - arazilerinde yaşayan nüfus
üzerinde tam egemenliğe, ganimet paylaşma hakkına ve civardaki Müslüman
kuvvetleriyle bağımsız müzakereler yürütme serbestliğine sahipti
Hayırsever-ler.63 Topluca bakıldığında bu haklar
ve kaleler, ll40’lar ile 1180'ler arasında Trablus Kontluğunda, zengin ve kadim
kıyı şehirlerinden iç bölgelere hakim sıradağlara uzanan toprakların önemli bir
kısmına bu iki askeri tarikatın egemen olması anlamına geliyordu. Doğu-batı
ekseninde uzanan vadilere hakim olunması sayesinde de, iç bölgeler ile sahil
kesimi arasında irtibat sağlanıyordu. Kontluğun bu bölgesi özel bir önem
taşıyordu; zira kontluk topraklarının en geniş kısmı, Asi nehrine değin altmış
kilometre kadar uzanan bu alandık
Tarikat ll60'larda iki hassas bölgede daha, Oultrejourdain ve
Celi-le’de de kaleler edindi. Ahamant (Amman), krallığın önemli baron-!arından
biri olan Nablus Beyi Milly'li Philippe'in 17 Ocak 1166'da -Tapınak Tarikatına
katıldığı gündü bu- Akka'da yaptığı kapsamlı bir toprak bağışı çerçevesinde
verildi tarikata. Philippe 1161'den beri Oultrejourdain'ın beyiydi.
Tapınakçılar Ahamant'ın yanı sıra Philippe'in (Oultrejourdain Beyliğine bağlı
olan) Bukayye'deki arazisinin yarısını ve aynı topraklardaki Belka'yı da
aldılar.58 59 Ahamant,
Oultrejo-urdain'daki kaleler zincirinin kuzey ucunu oluşturuyordu, Kerak,
Montreal ve Petra yakınlarındaki Ayn Musa bu zincirin güneye uzanan
halkalarıydı. Kuzey Celile'de Safed Kalesinin korunmasını da Ta-pınakçılar
üstlendiler; Kral Amauri bu kaleyi Nisan 1168'den önce, Ta-beriye muhafızı ve
kalenin beyi olan Foulques'tan satın almıştı. Bunun için ödenen paraya tarikat
da katkıda bulunmuş, ama paranın büyük kısmını kral vermişti^ On yıl sonra,
Safed'in yaklaşık on iki kilometre kuzeydoğusunda, Yakup geçidindeki
(Chastellet) yeni yapılmış castrum da [kale] Tapınakçılara teslim edildi. Yakup
geçidi, krallığın Ürdün nehri üzerindeki üç ana girişinden en kuzeydekiydi;
Selahat-tin, birlikleri Şam'dan getirerek ya da yalnızca on altı kilometre
mesafedeki Baniyas'ı üs olarak kullanarak krallığa bu güzergahtan sokulmayı
tercih ediyordu. Franklar evvelce tersini kararlaştırmış oldukları halde
Tapınakçılar bu zayıf noktanın berkitilmesi için ısrar ettiler, Ekim l l 78'de
de istediklerini elde ettiler. Altı ay içinde geniş bir dikdörtgen oluşturan
surlar yükseldi, surların köşelerine birer kule ve bir iç hisar yapıldı. Doğu
cephesinden Ürdün nehrine bakıyordu kale, diğer üç tarafında ise hendekler
vardı. Bu kalenin Selahattin açısından nasıl bir tehdit oldugu, verdiği ani ve
şiddetli tepkiden de çıkarılabilir. Haziran 1179'daki ilk girişiminde kaleyi
almayı başaramasa da, Merca-yun'da (Pınarlar vadisi) Hıristiyanların bir
kurtarma birliğini bozguna uğrattı, bu arada da Tapınağın büyük üstadı
Saint-Amand'lı Odon'u ele geçirdi.60 61 62 Ağustosta
kaleyi almayı tekrar denedi ve bu kez başarılı oldu. Müslüman kaynaklarına göre
700 kişiyi tutsak aldıysa da, Tapı-nakçı kale kumandanı, iç hisarı -zaptetmek
için değil- yıkmak için çıkarılan yangına attı kendini/8 Tapınakçıların geçidin berkitilmesi konusundaki ısrarı, tarikatın
bölgedeki durumunun iyileşmesinden kaynaklanmıştı; Tirli Guillaume'un
sözleriyle şövalyeler “kralın ihsanı sayesinde tüm bölgenin kendilerinin
olduğunu iddia ediyorlardı.’*9
Gazze, Ahamant, Safed ve Chastellet krallığın uçboylarıydı; Mısır'daki
başarısız darbenin faillerine düzenlenen saldırının da ortaya koyduğu gibi
chevauchees [akınlar] için bir üs olarak da kullanılabilmelerine karşın, bu
kalelerin doğrudan savunma işlevi taşıdıkları gayet açıktı. Bunlara kıyasla
içerlek bir konumda bulunan ve muhtemelen bizzat Tapınakçılar tarafından inşa
edilmiş olan La Feve (el-Fula) Kalesi ise, diğer işlevlerinin yanı sıra bir
levazım deposuydu. Taberiye ile Kudüs arasındaki kuzey-güney eksenli güzergah
ile kuzeybatıdan güneydoğuya uzanan Akka-Beisan yolunun burada kesişmesi bir
istihkam kurulması için yeter sebepti zaten, ama başka doğal avantajlar da söz
konusuydu. Burada tunç çağına tarihlenen bir yapay tepecik vardı ve genelde
çorak olan Yizre'el vadisinin bu bölgesinde, tepeciğin 150 metre kuzeybatısında
bulunan ve yılın belli dönemlerinde dolup gölet haline gelen bir bataklıktan su
sağlamak mümkündü. Hac seyahatine çıkmış bir Alman keşişin, Theoderich'in
anlatımına bakılırsa, 1l70'lerin başlarında Tapınakçıların burada dikdörtgen
şeklinde bir hisarlarının olduğu kesindir - ama bu mekan Tapınakçılara en
azından otuz yıl kadar önce verilmiş olsa gerektir. Hisar yaklaşık 120 x90
metrelik bir alanı kaplıyordu ve 34 metre genişliğinde bir hendekle
korunuyordu. Surların iç tarafında boylu boyunca yüksek tonozlu odalar
uzanıyordu -Belvoir'da bulunan, Ürdün nehrine doğudan bakan ve La Feve'den daha
geniş olan Hayırsever kalesinin tonozlarına çok benziyordu bunlar- ayrıca
aşağıda da tonozlu mahzenler vardı. Muhtemelen bir eşek tarafından çevrilen ve
kuzeybatıdaki bataklık araziden yeraltı sularını çekmeye yarayan büyük bir
dolaba ek olarak belki bir de sarnıç bulunuyordu kalede. Buradaki Tapınakçı
garnizonu o dönemin ölçütlerine göre epeyce büyüktü - elli ila altmış
şövalyelik bu birlik, silah, teçhizat ve erzak depolama merkezi olarak La
Feve'in ne kadar önemli olduğunu ortaya koyar. 1183'te krallık orduları iki kez
burada toplanmıştı; 1 Mayıs 1187'de Nasıra'nın kuzeydoğusundaki Cresson kaynakları
yakınlarında feci bir bozguna uğrayan, Tapınakçılar, Hayırseverler ve laik
şövalyelerden oluşmuş, Büyük Üstat Ridefort'lu Gerard önderliğindeki karma güç
de yine La Feve'den hareket etmişti - bu bozgun, iki ay sonra Hattin'de
uğranacak felaketin meşum girizgahıydı. Bozgunda ölen şövalyelerin arasında,
büyük üstat tarafından yakınlardaki bir diğer Tapınakçı kalesinden, La Feve'in
6,5 kilometre doğusundaki Caco'dan (Khirbet Kara) devşi-rilen takviye
şövalyeler de bulunuyordu - anlaşıldığı kadarıyla büyük üstat buradan ayrıca
otuz şövalye daha almıştı.63
Bir arada bakıldığında bu iki kaledeki garnizonların büyüklüğü, burada Gazze
ile Sa-fed'deki kadar önemli bir Tapınakçı gücünün bulunduğunu düşündürür.
Bu kaleler tarikat açısından büyük merkezlerdi ve haçlı devletlerinin
savunma gücünün önemli bir kısmını oluşturuyorlardı; ancak Ta-pınakçılar
aldıkları asli emrin, özellikle de Yafa, Hayfa ve Akka limanlarından kutsal
ziyaret yerlerine ve Kudüs'ten Ürdün nehrine uzanan hassas güzergahlarda
hacıları korumak olduğunu unutmamışlardı. Casal des Plains, Yafa'nın hemen
dışında, Lod'a giden yolun üzerinde inşa edilmişti; sahilden Kudüs'e giden en
önemli güzergah olan, Kudüs yakınlarındaki Ayalon vadisinde Castel Arnald ile
Şövalyelerin Toronu da Tapınakçıların elindeydi. Castel Arnald ilkin ll 32/3'te
Kral Foulques tarafından (muhtemelen Beyt Nuba'nın güneybatısındaki Yalu'da),
Tirli Guillaume'un deyişiyle özellikle “oradan geçen hacıların güvenliği
için" yaptırılmıştı ve Tapınakçılara teslim edilmiş olduğu aşikardı -
anlaşıldığı kadarıyla ııso'lerden beri Tapınakçıların elindeydi burası.64 Şövalyelerin
Toronu da Castel Arnald'ı tamamlıyordu. ııso-mo arası bir tarihte inşa edilmiş
olan bu yapı, Castel Arnald'ın bulunduğu sırtın güney kısmında yer alıyordu.65 Akka ve Hayfa'da
karaya çıkan yolcular genellikle, Hayfa'da Karmel dağı eteklerinde daralan
güney yolunu tutuyorlardı. Silahlı adamlar bile bazen bu yoldan geçmekte güçlük
çektikleri için Franklar daha 1103'te Destroit'nın hemen güneyinde bir kale
inşa etmişlerdi. Tapınakçılar döneminde bu kale iki katlı, altmış metrekarelik
bir iç hisar haline geldi; hisarın etrafı da iki sarnıç ve ahırların sığacağı
kadar geniş bir alan bırakan surlarla çevriliydi. On beş yirmi kişilik bir
birliği ve atlarını barındırabilecek büyüklükte bir yerdi burası muhtemelen.66 Tapınakçıların
daha güneyde, Merle'de (Dor), sahilde, üzerinde ufak bir yerleşim bulunan bir
yükseltinin güney ucunda bir sığınakları daha vardı. Buradaki Ta-pınakçı kalesi
muhtemelen kare şeklindeydi ve dört köşesinde kuleleri vardı, kuzey tarafından,
bir dalgakıranı ve oradaki resiflerden oyulmuş korunaklı bir ağzı olan küçük
bir limana bakıyordu.67
Hacıların çoğu Kudüs'ü ve civarındaki kutsal yerleri ziyaret ettikten
sonra Ürdün nehrinde yıkanmak ve olursa bir de Quarantene'yi, yani Şeytan'ın
İsa'ya dünyevi zenginlikleri teklif ettiği “Iğva Dağı’nı görmek istiyorlardı.
Tirli Guillaume Kudüs-Eriha-Ürdün nehri yolunun “çok bozuk ve tehlikeli"
olduğunu söyler, “kayalık ve sarp yerleri vardır yolun, öyle ki korkulacak bir
şey olmadığında, serbestçe geçile-bildiğinde bile, hem çıkış hem iniş
bakımından zorlu bir yolculuk gerektirdiği tecrübeyle sabittir" (bkz.
çizim l).68 69 70 71 Bu
güzergahın yaklaşık yarı yolunda bulunan, Eriha hattına tepeden bakan ve bazen
Kızıl Sarnıç adıyla anılan Maldoim Kalesi Tapınakçıların elindeydi. Dikdörtgen
şeklindeki kale kayalara oyulmuş bir hendekle korunuyordu. Surların ardında bir
iç hisar ve muhtemelen aralarında ahırların da yer aldığı birtakım tonozlu
yapılar vardı. n Tarikatın erzak ve silah
bulundurduğu Quarantene dağının batısındaki bu istihkam Eriha'ya bakıyordu.
1169-1174 arası Kutsal Toprakları ziyaret eden Alman keşiş Theoderich'e göre dağın
eteklerinde büyük bir kaynak vardı ve o havaliye lbrahim'in Bahçesi deniyordu;
hacılar geceleri Tapınakçılar ile Hayırseverlerin koruması altında burada
konaklıyorlardı sık sık. Tapı-nakçıların Ürdün nehri kıyısında, lsa'nın vaftiz
edildiği yerde de bir kaleleri vardı; bu kaledeki görevleri hacıları korumanın
yanı sıra burada kurulmuş bir kilisede yaşayan altı keşişin Zengi tarafından
katledilmesi türünden olayların tekrarlanmasını engellemekti.77 Tapınakçı-ların
Kudüs kumandanının görevlerinde biri de, Ürdün nehrine gidip gelen hacıları
korumak üzere hazırda on şövalye ve ayrıca yiyeceklerle yorgun seyyahları
taşımak için yük hayvanları bulundurmaktı/8
Askeri tarikatların elindeki kale oranının artışı ile bu kaleleri
beslemeye yarayan toprakların edinilmesi koşut süreçlerdi, özellikle de
yeni şövalyelik
Tapınakçıların Bagras, Tortosa ve Safed civarındaki durumlarında açıkça
görülen bir şeydi bu. Tapınak arşivinin ortadan kalkmış olmasından ötürü,
toprak sahibi olarak tarikatın işlevine dair birtakım münferit görünümlerden
öte bir tablo yoktur elimizde; oysa haçlı devletlerinde Hayırseverler ve diğer
güçlerle ihtilafların halledilişine dair veriler, Tapınağın birçok casal ya da
köyü, değirmeni ve bunların etrafındaki tarım arazilerini elinde bulundurmuş
olduğunu ortaya koyar. Mesela Tapınak ve Hayırsever tarikatlarının üstatları
arasında l l 79'da yapılan kapsamlı anlaşma, Castel Arnald ile Gazze
civarındaki arazilere ilişkin ihtilafların yanı sıra, bu iki tarikatın Tortosa
ile Krak des Chevaliers etrafında oluşturdukları güvenli adacıklar arasındaki
hassas bölgede bulunan Terre Galifa, Banna ve Bertrandimir ca-sal'larındaki
karşılıklı hakları da karara bağlamıştı.72 Steven Tibble araştırmasında, Hayırseverlerin
evvelce güçlü laik beyliklere ait olan mülklere nasıl hızla el koyduklarını
gösterir ve Tapınakçıların da mülklerini aynı oranda artırmış olmaları
gerektiğini iddia eder -inandırıcı bir iddiadır bu. Caesarea Beyliği örneği,
özellikle de 129l'e kadar laiklerin ellerinde kalan bu beylik en güçlülerden
biri sayıldığı için, gayet öğreticidir. 'Hayırseverlerin mülk artışı ölçüt
alınırsa, askeri tarikatların XII. yüzyılın ortalarından önce bile bu beyliğin
yüzde 18’i-ne sahip oldukları görülür, Hattin savaşına değin bu oran neredeyse
ikiye katlanıp yüzde 35'e yükselmiştir.73
1187'ye değin tarikatın idare merkezi Kudüs’teki Tapınak bölgesiy-di,
lll9-20'de ilk küçük bağışları da yine burada kabul etmişlerdi. Kral II.
Baudouin 1120'lerde Mescidiaksa’dan ayrılıp Davut Kulesinin, yani
şehrin batı tarafındaki Yafa Kapısına hakim Kudüs Hisarının yanına
yaptırdığı kraliyet sarayına geçti. Bu da tarikata, Tapınak bölgesine batılı
ziyaretçileri derinden etkileyecek bir düzen getirme serbestliği sağladı.
Bölgeye ilişkin en ayrıntılı tasviri Theoderich sunar; Tapınak-çılar harabe
halindeki Mescidiaksa'nın bitişiğine yerleştikten yaklaşık elli yıl sonra
binalarının ne durumda olduğunu ortaya koyduğu için özel bir değer taşımaktadır
bu tasvir (bkz. çizim 7).8’ Hacılar
normalde Tapınak bölgesine batı tarafından, Silsile sokağının sonunda bulunan
Güzel Kapı dedikleri kapıdan giriyorlardı. Theoderich bu girişin kuzeyine
düşen, Tanrı Tapınağı rahiplerinin yerleştikleri Kub-betüssahra'yı anlattıktan
sonra Tapınakçıların bölgesine geçer (bkz. resim 4 ve 5).
Güneye gidilirse burada Süleyman'ın Sarayı vardır. Kilise gibi
uzunlamasına bir binadır ve sütunlarla desteklenmiştir, ayrıca mabedin arka
kısmında değirmi bir çatı yükselir, bu geniş, yuvarlak çatı da kiliseler-dekine
benzer. Bu ve civarındaki bütün yapılar Tapınak neferlerinin
. mülkü haline gelmiştir. Buralara ve kendilerine ait diğer binalara
garnizonlar kurmuşlardır. Silah, elbise ve yiyecek stoklarıyla bu ili koruyup
savunmaya hazırdırlar hep. Binalarının altında bir zamanlar Kral Süleyman'ın
yaptırdığı ahırlar bulunur. Bunlar saraya bitişiktir ve bir hayli karmaşık
yapılardır. Tonozları, kemerleri ve çeşit çeşit çatıları vardır, tahminimizce
buranın seyisleriyle birlikte on bin at aldığını söyleyebiliriz. lster enden
ister boydan atılsın, arbaletten çıkan ok tek atışta bu binanın bir ucundan
öbür ucuna erişemez.
Bunların yukarısındaki arazi binalar, meskenler ve her türden amaca
hizmet etmek üzere yapılmış müştemilatla doludur, her tarafta yürüyüş yolları,
çayırlıklar, meclis odaları, sundurmalar, idare heyeti daireleri ve göz alıcı
sarnıçlarda sular vardır. Binaların altları da yine 74 tuvaletler, kilerler, ambarlar, odunluklar ve
sair ihtiyaçlar için depolarla doludur.
Tapınakçılar sarayın öbür tarafında, yani batısında, yüksekliği,
uzunluğu ve genişliğiyle, bütün o mahzenleri ve yemekhaneleriyle, merdivenleri
ve çatısıyla bu topraklarda bilinenleri fersah fersah aşan yeni bir manastır
binası inşa etmişlerdir. Bunun çatısı öylesine yüksektir ki, ne kadar olduğunu
söylesem kimse inanmaz bana. Aslında tıpkı diğer tarafta sahip oldukları eski
saray gibi yeni bir saray kurmuş burada Tapınakçılar. Ayrıca dış avlunun
kıyısında, ölçüleri ve el işçiliği muazzam yeni bir kilise de yapmışlar.75
Yakınlarda bir yerde, sadece biraderlerin değil tarikatla yakın
ilişkisi olan laik kimselerin de defnedildiği bir mezarlıkları vardı
Tapınakçıla-rın. Freising'li Otto, Regensburg Vekili Friedrich'in !kinci Haçlı
Seferi sırasında, 1148'in Paskalyasında öldüğünü ve “eski Tanrı Tapınağından
çok da uzakta bulunmayan" bu mezarlığa gömüldüğünü söyler.76 77 Tarikat
bütün bunları, güneyde, şehir surlarının aşağısında dış savunma birimlerini
takviye ederek korumaya almıştı. Bu tasvir, Tapınakçıların denetiminde olduğu
süre içerisinde bölgenin geçirdiği tüm gelişimi yansıtmaktadır muhtemelen; zira
yeni kilise hiçbir zaman tamamlanamamış, Mescidiaksa'nın batı yüzünün karşısına
yapılan ikamet birimleri de Ekim 1187'de Kudüs düştükten sonra Selahattin’in
adamları tarafından yıkılmıştır.84
Kısacası Tapınakçılar Haremi Şerifin güney kısmını dini, idari, askeri
bir merkez haline getirmişlerdi, ana binaların altında geniş bir ahır da
bulunduğu ’ için gayet uygun bir yerdi burası. Böyle bir teşkilatlanma için kaç
kişiye ihtiyaç duyulduğuna dair kesin bir veri yoktur elde; ancak hem
1160'ların ortalarından itibaren Kudüs'te yaşayan Tirli Guillaume, hem de 1168
civarı bir tarihte Kudüs'ü ziyaret etmek üzere lspanya'dan gelen bir Yahudi
seyyah, Tudelalı Benjamin tarikatın 300 şövalyesi olduğunu söylemişti.78 79 Bu
sayı, batıdaki biraderlere 230 Tapınakçının Selahattin tarafından idam
edildiğini, altmış kişinin de Mayıs ayında Cresson kaynaklarında öldürüldüğünü
yazan Hattin sonrası Tapınak kumandanı Terricus'un bildirdiği kayıp sayısına
kabaca denktir.86 Tirli Guillaume yaverler ya da
hizmetli biraderler konusunda herhangi bir sayı vermez, yalnızca "diğer
biraderler sayılamayacak kadar çoktur," der; ancak tam teçhizatlı
şövalyelerin çok daha yüklü bir masraf getirdikleri hesaba katılırsa, bire üç
gibi bir oranın makul olduğu, yani tarikatın Kudüs Krallığında yaklaşık 1000
yaverinin bulunduğu düşünülebilir. Diğer alanlarda olduğu gibi savaşlarda da
uzmanlık isteyen becerilerin giderek önem kazandığı bu çağda paralı asker
tutmak için gereken kaynaklara sahip olunması özel bir değer taşıyor, tarikata
belli bir süreliğine hizmet veren ve Ta-pınakçıların gücünü daha da artıran
şövalyeler de bir diğer kesimi oluşturuyorlardı. "Kanun"da tanımlanan
askeri hiyerarşinin karmaşıklığına, garnizon haline getirilen kalelerin sayısına,
elde tutulan laik beyliklerin büyüklüğüne ve yerine getirilen refakat
görevlerine bakılırsa, Tirli Guillaume'un verdiği 300 sayısının doğru olmasını
imkansız kılan bir teşkilat söz konusuydu. Tarikatın sadece adama değil ata da
ihtiyacı vardı. !kinci Haçlı Seferi Tapınakçıların atlara verdikleri önemi
ortaya koymuştu: Bir bütün olarak ordunun uğradığı dehşet verici kayıplara
rağmen, Deuil'lü Odon'a göre, Tapınakçılar "açlıktan kırılsalar da, süvari
atlarını muhafaza etmişlerdi." Bu sayede de Kral VII. Louis, hücumlar
sırasında Tapınakçıları ön safa yerleştirerek Türkleri hala pek çok sağlam ata
sahip olduklarına inandırabilmişti.80 81 82 “Kanun”da üst düzey görevlilere işlerine, görevlerine ve- statülerine
göre en çok dörder, şövalyelere üçer, yaverlere de birer at tahsis ediliyordu.
Ancak bu atların hepsinin birden ahırlarda hazır tutulduğu varsayılsa bile bu
tahsisat, Theoderich’in, Tapınak tepesinin altında 10.000 at beslendiği
iddiasını kuşkulu hale getirmektedir. Kaldı ki Theoderich’in tanıklığından
yaklaşık on sene önce bir diğer Alman hacı, Würzburg’lu Johannes ahırların
aşağı yukarı 2000 at veya 1500 deve alabileceği tahmininde bulunmuştu. Bunlar
doğruya yakın sayılar olabilir, ancak hayvanların hepsinin birden Tapınak
tepesinin altında barınması mümkün değildir; zira mevcut alan, özellikle de-
burada yatıp kalkan silahtarlarla seyisler, hatta belki de burada konaklayan
hacılar hesaba katılırsa, yaklaşık beş yüz attan fazlasını alabilecek durumda
değildir.88 Tarikatın Trablus ve Antakya’daki birlikleri için de benzer sayılar
söz konusu olsa gerektir, çünkü bu iki devlette laik güçlerin askeri kaynakları
aşağı yukarı Kudüs Krallığındakine denk-ti;89
Tortosa ve Bagras civarındaki Tapınak "beyliklerinin” muhafazası ise, tek
bir beyliğin üstlenebileceğinden daha ağır bir sorumluluktu. Dolayısıyla
ll70’ler ile l l 80’lerde doğuda 600 şövalye ve 2000 yaverlik bir teşkilatın
bulunduğunu düşünmek, akla aykırı bir tahmin olmayacaktır.
Bu nitelikte, bu ölçüdeki bir gücün ll40’ların sonlarından itibaren
Müslümanlarla girilen neredeyse bütün önemli çatışmalarda ön plana çıkmış
olması şaşırtıcı değildir; ancak yaygın kanının tersine, Tapı-nakçılar silahlı
kuvvetlerini konumlandırıp kullanmakta pervasızlık ya da ölçüsüzlük gösterme
eğiliminde değillerdi. Savaş konusunda başlangıçtan beri, hem doğuda hem batıda
o çağın askeri pratiklerine uygun, sakınımlı bir yaklaşım sergiliyorlardı
genelde. Hatta "Anglosakson Vakayinamesi"nin yazarı, Payns'lı
Hugues'ün l 128'de topladığı adamların, doğuya ulaştıklarında, Hıristiyanlar
ile putperestler arasında büyük bir savaş olduğu konusunda Hugues'ün
kendilerine yalan söylemiş olduğunu düşündüklerini dile getirmiştir yakınarak.9° Koşullar elverişli olsa bile savaş her zaman riskliydi; Outremer'de
ise sabrın ödülü, XII. yüzyılda çoğu Müslüman ordusunun temelini oluşturan
sallantılı ittifakların bozulması oluyordu genelde. Tarikatın iki büyük
üstadının kaderi, sıcak savaşın tehlikelerini ortaya koymuştu. Blanquefort'lu
Bertrand, 18 Haziran 1157'de seksen yedi Tapınakçıyla birlıkte esir düştüğünde
olsa olsa bir yıllık üstattı henüz. Franklar, Nurettin'in hücumuna uğrayan
Baniyas'ı kurtarma harekatından dönüyorlardı, ancak Ürdün nehri boyunca güneye
inerlerken ansızın bir Müslüman saldırısıyla karşılaştılar. Bizans İmparatoru
Manuel'in Nu-reddin'le mütarekeye vardığı 1159 Mayısının sonuna değin üstadı
kurtarmak mümkün olmadı^’ Saint-Amand’lı Odon ise Blanquefort'lu 83 84
Bertrand kadar talihli değildi. O da 1157'de esir düştü -henüz Tapmak
biraderi olmamıştı, kraliyet müşiriydi o tarihte- ve Mart l l 59'da kurtarıldı.85 86 87 Ancak
Haziran l l 79'da Selahattin'in kuvvetlerine yönelik bir saldırıyı yönetirken
Yakup geçidi yakınlarındaki Mercayun'da (Pınarlar vadisi) tekrar esir düştü.
Kurtarılamadı ve bir yıl içinde bir Müslüman zindanında öldü?3 Bu tarihten sonra yazmış Şamlı vakanüvis Ebu Şame'ye göre cesedi,
Hıristiyanların elindeki bir Müslüman liderin geri alınması için takasta
kullanıldı?4
Bu dönemde Tapınakçıların ihtiyatlılığının en açık örneği,
Blan-quefort'lu Bertrand'ın 1168 sonbaharında Kral Amauri'nin düzenlediği Mısır
seferine katılmayı reddetmesidir. Mısır'ın kontrolü Frankları, 1153'te
Askalon'u aldıklarından beri meşgul eden bir konuydu, zira istikrarsız
halifelik dış müdahaleyi davet ediyordu adeta ve Kahire'de -belki de yerel bir
kukla rejimin ardına gizlenmiş- güçlü bir Frank nüfuzunun tesisi, hem
kaynakları artırmak hem de Kudüs Krallığının ■ güneyini sağlama almak gibi çifte
bir fayda sağlayacaktı. Ama Nurettin de .-özellikle l l 54'te Şam'ı aldığından
beri- aynı ölçüde fırsatların farkındaydı. Ne ki iki güç de eyleme geçip
fırsatı değerlendiremedi ve ll64'te hem Nurettin'in Kürt generali Şirkuh'un hem
de Amauri'nin Kahire seferine çıkmasıyla bir dönüm noktasına gelindi. Amauri
Şir-kuh'u geri çekilmeye mecbur etti ve 1167'de Şirkuh bir kez daha işgale
kalkıştığında, ona karşı koymaları için Franklara zengin kaynaklar sunmayı
kabul eden Mısır veziri Şaver'le kendileri açısından gayet karlı bir anlaşma
yaptı. Tapınakçıların 1164 ve 1167 seferlerine katıldıkları kesin gibi
görünmektedir, zira bu anlaşmanın başmüzakerecisi Caesarea Beyi Hugues'ün elçi
heyetine, en azından 1156'dan beri Tapı-nakçıların ileri gelenlerinden biri
olan Geoffroi Fulcher de eşlik etmişti.88 89 90 Tapınakçılar
Mayıs 1168'de hala kralın Mısır siyasetini desteklemekteydiler - bu tarihte
Akka'da Pisalılara, lskenderiye'ye karşı sundukları yardımın karşılığı olarak
bulunulan kraliyet bağışında Blanquefort'lu Bertrand ile Geoffroi Fulcher'in
imzası vardı?6
Ancak Ekim l l 68'de kral, görünüşe bakılırsa bu kez tam ilhakı
sağlamak amacıyla yeni bir Mısır seferi için kuvvetlerini topladı?7 Tirli Guillaume ordu yola çıktığında orada değildi, Bizans ile
kurulacak bir ittifakın müzakerelerini yürütmek üzere Konstantinopolis'e
gönderilmişti; ancak anlatısı, Şaver'le varılan anlaşmayı ihlal ettiğine
inanmasından ötürü bu seferi hiç mi hiç onaylamadığını açıkça ortaya koyar.
Guillaume, Şirkuh'un kontrolü ele geçirmesinin ardından Ocak ll 69'da
Hıristiyanların mecburen geri çekilmelerini, saiki büyük ölçüde tamahkarlık
olan hareketlerin doğal sonucu addetmişti.91 92 Bir yazar olarak Guillaume
fazlasıyla “çağının çocuğuydu, zira eğitiminin çoğunu aldığı Fransız okullarına
özgü düşünsel eğilimlere uygun olarak saiklerin peşine düşüyordu hep - ve başka
hiçbir yerde saiki burada olduğu kadar önemsememişti. İşgalin baş
destekçilerinden, hatta belki de kışkırtıcılarından birinin, “âlicenap (. .. ),
fakat zihni dağınık, disip-' linsiz" diye nitelediği Hayırsever üstadı
Gilbert d’Assailly olduğunu düşünür Guillaume. Gilbert d’Assailly tarikatını
öyle büyük bir mali krize sokmuştu ki, Mısır seferini bu yükten kurtulmanın
yegâne çaresi saymış olmalıydı. Umulan gerçekleşmediğinde, ardında 100.000
altınlık bir borç bırakarak ve l l 70’te bir hizipleşmeyle sonuçlanacak kadar
ciddi bir tarikat içi ihtilaf yaratarak üstatlıktan çekildi” Tapınakçılar ise
ya Şaver'le yapılan anlaşmayı bozmasından ötürü “vicdanlarına ters
düştüğü" için ya da “rakip (emule) bir ocağın üstadı tarafından tasarlanıp
yönetildiği" için bu sefere katılmayı reddetmişlerdi.9300 Sonraları üretilen ve bu iki tarikatı birbirinin
daimi rakibi olan sunan imge dikkate alınarak, Tapınakçıların kıskançlık
sebebiyle seferden geri durdukları iddiası, tarikatın ll29'dan itibaren
kazandığı gücü ve bağımsızlığı en yalın haliyle ortaya koyan bu eyleme dair
akla yakın bir açıklama sayılmıştır zaman zaman.94 Ancak Guillaume’un sefere ilişkin ahlaki itirazları
vardı ve başka bir bağlamda üstatları Blanquefort'lu Bert-rand'ı “dini bütün,
Tanrı korkusu duyan" biri olarak nitelediği Tapı-nakçılar için de bunun
aynı derecede geçerli bir saik olduğunu düşünüyordu.95 96 97 98 Ayrıca
sağlam stratejik itirazlar da mevcuttu. Tarikat, Montbard'lı Andre'nin ll49'da
Antakya'ya yardım seferine destek vermesinden beri kuzeyde karşılaştığı
tehditlerle uğraşıyordu; Blanquefort'lu Bertrand ile Geoffroi Fulcher'in
mektupları bu konudaki kaygıların hiç mi hiç azalmadığını ortaya koyar.103 Geoffroi Fulcher'in Ağustos 1 1 64'te Fransa Kralı VII. Louis'ye
ilettiği yardım isteği, o ayın onunda Harim'de Antakyalı Bohemond'un ordusunda
savaşan altmış biraderin öldüğü ■ (bu sayıya tarikatın geçici üyeleriyle
türkopoller dahil değildi) ve yalnızca yedi Tapınakçının kurtulduğu bilgisiyle
destekleniyordu.™4 Bundan iki ay sonra
Blanquefort'lu Bertrand da, Nurettin'in Baniyas'ı aldığını bildirmişti
Louis'ye.™5 Her iki olay sırasında da
Tapınak kuvvetlerinin büyük kısmı Amauri'yle birlikte Mısır seferindeydi.
Kanıtlanamayacak olsa da son bir fikir daha ileri sürülebilir. Kötü mali
yönetim Hayırseverleri iflasın eşiğine getirmişti; Antakya ve Trablus'ta ağır
kayıplara uğranmışken pahalı Mısır seferlerine çıkmak Tapınakçıları da benzer
bir krize sürükleyebilirdi kuşkusuz. Tapınakçılar ll60'lara değin büyük ölçekli
her seferin asli unsuru olmuşlardı, ama aynı zamanda kuzeyde Amanos dağlarından
güneyde Gazze'ye değin yayılan kalelerin savunulması ile bakımından sorumlu
olduklarını da gayet iyi biliyorlardı.
Bu çerçevede, 1180 yazında Selahattin Trablus Kontluğunu işgal
ettiğinde Frankların benimsedikleri taktikler, bilindik Tapınakçı
uygulamalarıyla tutarlılık gösteriyor, hatta Latinlerin dış saldırılara
verdikleri tipik bir tepkiyi ortaya koyuyordu. Tirli Guillaume, kontluğun kuzey
kesimine, Arka sahili, yani el-Arimah ve Chastel Blanc'taki Ta-pınakçılar ile
Krak des Chevaliers'deki Hayırseverler arasına -her iki tarikat için de, daha
bir sene önce aralarında ihtilaf konusu olacak kadar değer taşıyan o topraklara-
Müslüman ordusunun nasıl girdiğini anlatır.99 100 Tarikatlar bu hareket karşısında
tepkisiz kalmıştır.
Kont, düşmanla ciddi tehlikelere maruz kalmaksızın mücadele etmek için
bir fırsat kollayarak adamlarını Arka kasabasında [Trablus'un kuzeydoğusu]
topladı. Ayrıca Tapınak biraderleri de, tam o bölgede oldukları için her an
kuşatılabileceklerini düşünerek kalelerine kapandılar, pervasızca hücumlar
düzenlemeye de kalkışmadılar; benzer korkuların etkisi altındaki Hayırsever
biraderlerse Krak denen kalelerinde toplandılar, kaleyi böyle bir krizde
düşmanın yaratacağı hasardan korumalarının yeterli olduğuna karar vermişlerdi.
Yani düşman birlikleri söz konusu biraderlerle kontun kuvvetleri arasında
kalmışlardı, öyle ki birbirlerine yardım edemiyor, durumları hakkında bilgi
taşıyacak ulaklar bile çıkaramıyorlardı. Ama kırlardan, bilhassa da tarlalardan
geçen ve hiçbir direnişle karşılaşmaksızın her tarafta serbestçe dolaşan
Selahattin kaldırılmış ürünü ateşe verdi -ekinin bir kısmı harman için derilmiş
durumdaydı, bir kısmı balyalanıp tarlalarda toplanmıştı, bir kısmıysa daha
tarlasındaydı- ganimet niyetine sığır çaldı ve tüm bu havalinin boşalmasına
neden oldu. W7
Tapınakçıların Amauri'nin 1168 Mısır seferi karşısında güttükleri
siyaset çok önemli bir noktaya dikkati çeker: Askeri girişimlere ilişkin
kararlar, bunların siyaseten gerektirdiklerinden ayrı tutulamaz. Kale, casal ve
arazi edinimi ile denizin her iki yakasından para ve adam toplama becerisine
artık açıkça, gerekli olduğu düşünüldüğünde, monarşiden bağımsız hareket etme
beceri ve iradesi de eklenmişti. Dahası Tapınakçıların imtiyazları, 1139-1145
arası çıkarılan papalık tebliğleriyle netlik kazanmıştı; bunlar tarikatı
patriğin kanatları altından tamamen çıkarmış olmasalar da,101 102 Tapınakçıların
doğuda da kilisenin nüfuzundan bağımsızlaşmalarına zemin hazırlamıştı - Tirli
Guilla-ume'a göre tarikatın niteliğini tümden değiştirmişti bu. Tirli
Guilla-ume'un aşağıdaki önemli sözleri, kuruluş aşamasındaki örgütlenmeye
ilişkin faydalı betimlemesiyle incelikli bir bütün oluşturur:
Görevlerini basiretle yerine getirerek, tüm erdemlerin koruyucusu diye
bilinen mütevazılığı bir yana bırakarak, gönüllü olarak yükselmekten sakınıp
böylece düşüş de görmeyerek bu saygıdeğer hallerini uzun zaman korumuşken, hem
tarikatlarının kuruluşunu hem de ilk arpalıklarını borçlu oldukları Kudüs
patriğinden, seleflerinin gösterdikleri itaati göstermeyi reddederek
uzaklaştılar ve aşarlarla ilk ürünleri alıp haklı bir davaları olmaksızın
mülklerini taciz ederek Tanrı'nın kiliselerini bizar ettiler. 109
Başpiskoposun vardığı.sonuç gayet etkili oldu; çünkü bu görüş nüfuzu
geniş bir tarihçiden, Kudüs Krallığında ııso'lerin ortalarına değin olup
bitenlere ilişkin yorumları başka bir Hıristiyan vakanüvisi tarafından
eleştirilmemiş birinden geliyordu. Ne ki Guillaume'un Tapı-nakçılara ilişkin
görüşü, krallıkta görüp geçirdikleri çerçevesinde biçimlenmişti. Onu yazmakla
görevlendiren bizzat Kral Amauri'ydi, dolayısıyla kralın bakış açısına belli
bir yakınlık göstermesi beklenebilecek bir şeydi, Hattin savaşından önceki
yirmi yıl boyunca kendisi de fiilen yerel siyasetin içerisindeydi ve bir
başpiskopos olarak tarikat mensubu olmayan din adamlarının hakları ve
güçlerindeki her gerileme onu derinden sarsıyordu kuşkusuz. Dolayısıyla
Tapınakçıların XII. yüzyılda doğunun Latin devletlerindeki durumuna dair her
inceleme, gündemin büyük ölçüde Tirli Guillaume tarafından belirlendiği
gerçeğini hesaba katmalıdır.
Guillaume'un “uzun zaman" ibaresiyle 11so'lerin başlarına kadarki
süreye işaret ettiği düşünülebilir - Tapınakçıların saiklerine ilişkin ilk
aleyhte kurgusu, 1153 Askalon kuşatması tasvirinde ortaya çıkar.”0 Bir sonraki örnek ise 1166 tarihlidir, Kudüs Krallığında başgösteren
felaketleri anlattığı bölümün sonuna Kral Amauri ile Tapınakçılar arasındaki
aleni ihtilafa ilişkin bir pasaj ekler. Bir Tapınakçı birliğinin, Ürdün
nehrinin ötesinde belirsiz bir yerde, tahkim edilmiş, adeta "zapte-dilmez”
bir mağarayı Şirkuh'un ellerine teslim ettiğini söyler. Amauri buranın
kuşatıldığını öğrenmiş ve kurtarmak üzere büyük bir kuvvet toplayıp hızla yola
koyulmuş, ancak Ürdün nehrine vardığında istihkamın çoktan düşmüş olduğunu
öğrenmişti. “Efendimiz kral bunu işittiğinde, kaleyi düşmana teslim eden on iki
kadar Tapınakçının darağacında sallandırılmasına neden olan bir kahır ve öfkeye
kapıldı."103”
Bu örnek, Guillaume'un vakayinamesinde Tapınakçıları nasıl ele aldığına
ilişkin çözümlemelerde karşılaşılan sorunları netleştirir. Yer aldığı bölümün
konusuyla doğrudan bağlantısı olmadığı gibi, hem ye-
rin hem de tarihin belirsiz olması, bu pasajın metne sonradan eklendiği
izlenimini verir. Dahası Guillaume, Kilisenin yasal muafiyetlerine yönelik
tecavüzler karşısında son derece hassas olduğu bir dönemde (söz konusu olay II.
Henry ile Thomas Becket arasındaki ihtilafla eşzamanlıdır), kralın bu keyfi
eyleminin ne gibi tepkiler yarattığı konusunda hiçbir şey söylemez. Ancak
hikayenin tamamen düzmece olması da pek mümkün değildir, zira olayı mümkün
kılacak koşullar mevcuttur. Nabluslu Philippe Ocak 1166'da tarikata
katıldığında, Oult-rejourdain fiefinin büyük kısmını Tapınakçılara devrettiği
bağış belgesi kral tarafından onaylanmıştı. Eğer kayıp mağara-istihkam bu
bağışın bir parçası idiyse -olası görünmektedir bu- böylesine kısa bir süre
sonra buranın -anlaşıldığı kadarıyla gerçekten kararlı bir direniş
gösterilmeksizin- kaybedilmesi karşısında Amauri'nin duyduğu kızgınlık
anlaşılabilir bir şeydir. 1,2
Guillaume'a göre Amauri hükümranlığının yegane caııse celebre'ı [ün
nedeni] bu değildi. Başpiskopos 1173'te daha da sarsıcı bir ihtilafın ayrıntılı
tasvirini katmıştı yazdıklarına; ihtilaf kralın bir Tapınakçıyı tutuklattırıp
hapsettirmesiyle sonuçlanmış, Üstat Saint-Amand'lı Odon da bu eylemi açıkça
tarikat imtiyazlarının ihlali saymıştı.104 Bu hikayenin merkezindeki olay,
Haşşaşin mezhebinden bir elçinin kraliyet tezkeresiyle seyahat ederken
Tapınakçılar tarafından öldürülme-siydi.
Haşşaşinlik, İslam dünyasında 632'de Muhammet'in ölmesinin ardından
başlayan mezhep ayrılıklarının ürünlerinden biriydi. Bu bölünmelerin en
önemlisi, Muhammet'in İslama döndürdüğü ilk kimselerden olan Ebu Bekir'i
peygamberin gerçek halefi sayan Sünniler ile Muhammet'in amcasının oğlu ve
damadı olan Ali'nin soyundan gelenlere bağlılık gösteren Şiiler arasındaki
ayrılıktı. Şiilere göre tek meşru soy bu imamlar soyuydu, bilinmeyen bir
zamanda, Mehdi -“hidayete ermiş olan"- bu soydan çıkacak ve mevcut zulüm
düzenini yıkacaktı. Yani Şiilikte bir kurtarıcılık öğesi vardı ve bu öğe
yönetimi elinde bulunduran siyasi seçkinlerin hükümleri ve değişim karşısında
ta-hammüsüzlük gösteren gruplarda özel bir vurgu ve ısrarla açığa vuruluyordu.
Haşşaşinler böylesi gruplardan biriydi, XI. yüzyılın sonlarında İran'daki
Alamut Kalesine yerleşmiş, l094'te Kahire'de hüküm süren Şii Fatımi
yönetiminden kopmuşlardı. Kısa süre sonra Lübnan dağlarında da varlık
gösterdiler, önderleri burada Franklar tarafından "Dağın Yaşlı Adamı"
diye tanınıyordu. Hakim oldukları topraklar ve sayı bakımından görece zayıf
olsalar da, davaya adanmışlıkları ve bir siyaset yolu olarak "zalimin
katli"nin gerekliliğine inanmaları Haşşa-şinleri Müslüman dünyasında etkin
ve korkutucu bir güç haline getir-mişti.”4
Amauri'nin l l 73'te ittifak müzakeresine girmek gibi imkansız bir işe
kalkıştığı grup buydu, Guillaume'un iddiasına göre kralın öne sürdüğü
koşullardan biri de Haşşaşinlerin "İsa'nın inancına katılıp vaftiz
olmaları"ydı. İlk bakışta bu birlikte tarafların bağdaşmaz olduğu
düşünülebilir; ancak Haşşaşinler ölümcül yeteneklerini Hıristiyanlara karşı
kullanmıyorlardı pek, on yıl kadar önce de Alamut'taki önderleri 11. Hasan
-zamanının geldiğine inanıp mezhebin "kurtarıcılık" niteliğine uygun
bir harekette bulunarak- peygamberin yasalarını resmen
114 Bkz. M. G. S. Hodgson, The Order of the Assassins, Hague, 1955; ve C.
E. Nowell, "The Old Man of the Mountain," Speculum, 22 (1947),
497-519. ilga etmişti. Dahası Suriye Haşşaşinlerinin Merkab ile Şeyzer
arasındaki egemenlik alanları tamamen Hıristiyan topraklarıyla kuşatılmış bir
bölgeydi, öyle ki Frankların tarafsız olmaları bile Haşşaşinlerin lehine
olacaktı (bkz. çizim 8).,,s Bu
koşullar altında her iki tarafın da, karşılıklı olarak yararlarına işleyecek
bir uzlaşmaya varılabileceğine inanmış olması mümkündür - Haşşaşinlerin
müzakere elçisi Abdullah'ın Kral Amauri'yi ziyaretinin nedeni de buydu zaten.
Abdullah, Tirli Gu-illaume'a göre Trablus'un az ötesinde birtakım Tapınakçılar
tarafından pusuya düşürülüp öldürüldüğünde, kraliyet seyahat tezkeresinin
koruması altında, Hıristiyanların önerilerini önderlerine iletmek üzere dönüş
yolundaydı. Guillaume'a bakılırsa haince bir eylemdi bu ve kral öfkesinden
kendini kaybetmişti. Amauri Tapınakçılardan suçluları, özellikle de asıl
katili, Guillaume'un "değersiz bir kişi" diye nitelediği Mesnil'li
Gautier adlı tek gözlü şövalyeyi teslim etmelerini istemek üzere temsilcilerini
yolladı. Ancak Saint-Amand'lı Odon bunu yapmayacaktı. "Hatta efendimiz
papa namına, anılan biraderlere kimsenin şiddet göstermeye cüret etmemesini
emretti.” Bu nedenle kral bizzat o sıra büyük üstadın bulunduğu Sidon'a gitti
ve söz konusu şövalyenin cebren yakalanıp Tir'de hapse atılmasını sağladı.
Guillaume bu meselenin krallığı "telafisi imkansız bir yıkımın” eşiğine getirdiğini
ve kralın işin peşini bırakmayı düşünmediğini iddia etmişti. "Nitekim
deniyordu ki, kral eğer o son hastalığını da atlatabilseydi, üst düzey elçiler
yollayarak dünyanın dört bir yanındaki kral ve prenslere bu meseleyi birlikte
tetkik etmeyi önerecekti.”
Guillaume'un hikayesine bakılırsa, kralın salahiyeti zedelenmiş,
115 Bkz. Deschamps, Les Chateaux des Croises, cilt III, s. 4, 8, 37.
Ayrıca bkz. şekil 8, burada Haşşaşin toprakları güneyden ve batıdan askeri
tarikatların kaleleriyle kuşatılmış durumdadır. güvenilirliğine gölge düşmüştü.
Haşşaşinler Amauri'nin cinayetle ilgisinin olmadığına hararetli bir
diplomasiyle ikna edilebilmişti, ancak bu arada faydalı bir ittifak kurma
fırsatı da tümden kaybedilmişti. Dahası Tapınakçılar, muhtemelen ı ı S2'de,
Suriye Haşşaşinlerinin üslerine pek uzak olmayan, Tortosa civarındaki sağlam
bölgeleri üzerinden, bir tür "koruma parası" olarak Haşşaşinlerden
yılda 2000 besant haraç almaya başlamışlardı. Ebedi bir teşkilat olarak
Tapınak, amaçlarına ulaşmak için münferit cinayetlere bel bağlamış bir örgütten
zarar görecek değildi. Guillaume, kralın -eğer ittifak kurulursa-
Haş-şaşinlerin ödedikleri haracı telafi etmeye yönelik muhtemel önerisine
atıfta bulunurken, cinayetin mali bir saikle işlendiğini ima eder. Yani iki
mahvedici hemşire, tamahkarlık ile gurur, sadece bir kuşak önce amaçlarının
saflığı ve davranışlarının mütevazılığıyla tanınmış bir tarikatı ele
geçirmiştir. 1182'de yazan, dolayısıyla olay hakkında Guilla-ume'dan
etkilenmemiş yegane metni sunan Walter Map de bir diğer boyuta işaret etmişti.
lmtiyazlı tarikatlara karşı Guillaume kadar mesafeli olan, hele Cistercium'dan
hiç hazzetmeyen Walter Map'in de cinayet için bir temel saik bulması şaşırtıcı
değildir. Dahası çalışmasında bu olayın hemen öncesinde 1154'te Nasirettin'in
ölümüne ilişkin bir hikaye anlatılmakta ve Walter Map'in burada imtiyazlı
manastır tarikatlarının zaaflarını göstermesini sağlayabilecek bir izlek
geliştirme çabasında olduğu görülmektedir. Bu izlek, Hıristiyanlığın daha yüce
"iyi"si karşısında Tapınakçıların gösterdiği kayıtsızlıktı. Walter
Map'in sunduğu değişkede mesele tamamen dinseldir. "Kafirlerin ibadetiyle
imanının membaı" olan Haşşaşinlerin Yaşlı Adam'ı, Kudüs patriğinden
‘İncirlerin birer nüshasını istemişti. Patrik bu isteğe ‘İncirlerin yanı sıra
bir de tercüman tedarik ederek karşılık verdi, Yaşlı Adam öylesine etkilenmişti
ki vaftiz edilmeye niyetlendi. Öldürülen elçi Yaşlı Adam'ın temsilcisiydi ve
vaftiz için gereken rahiplerle diyakozları getirmesi için patriğe
gönderilmişti. Walter Map, Tapınakçıların elçiyi, “(rivayete göre) imansızların
ortadan kalkması halinde barış ve birliğin sağlanacağı inancından duydukları
korkuyla" öldürdüklerini söyler.”6 Başka
bir deyişle, diğer askeri örgütler gibi Tapınak Tarikatı da barışın
sağlanmasını engellemekte kararlıydı.
Walter Map gibi olup bitenden haberdar birinin, Müslüman dünyasının
sahiden Hıristiyanlığa teslim olmak üzere olduğunu düşünebildiğine inanmak
güçtür; öte yandan Tirli Guillaume'un da daha fazla ciddiye alınması gerekir,
zira olay hakkında kralın geliştirdiği değişkeyi öğrenmiş olsa gerektir ve
açıklaması muhtemelen kraliyetin bakış açısını tam olarak yansıtmaktadır. Ancak
modern çağın Tapınak yanlısı yazarları, başpiskoposun açık bir tarafgirlik
addettikleri yaklaşımını çürütmek konusunda fazlaca telaş göstermişlerdir.
Sözgelimi Lundgreen, Tapınakçılara bu konuda önceden danışıldığına, ama
Haşşaşinlerin samimiyetinden kuşkulandıkları için haraçtan vazgeçmediklerine
inanır. Bu haraç meselesi, büyük üstadın para hırsı yüzünden Müslümanlara din
değiştirtme fırsatının kaçırıldığını düşünen, bundan başka bir. şeyi gözü
görmeyen Guillaume'u çok kızdırmıştı. Lundgreen'e göreyse, üstat para hırsıyla
hareket etmemişti, çünkü kısa süre önce Saksonya Dükü Cesur Henri'den yüklü bir
bağış almış olan tarikatın paraya ihtiyacı yoktu.”7
Bu yorum bilinen olgulardan öylesine uzaktır ki kabul edilmesi mümkün değildir;
mesela Guillaume'un söylediği gibi Abdullah'ın aslında birtakım gizli bilgiler
taşımakta olduğu da düşünülebilir pekala - bu da Tapınakçıların, önerilen
ittifakın mahiyetini tam' olarak bilmediklerini gösterir.
”6 Walter Map, De nugis curialium, s. 66-7.
”7 Lundgreen, Wilhelm von Tyrus, s. 110-16, 150-3.
Tamahkarlığa dayalı açıklamadan başka seçenekler de vardır; itirazın
temelinde iktisadi değil dini sebepler de yatıyor olabilirdi, zira Tapınakçılar
Haşşaşinlerle kurulacak ittifakı Hıristiyanlık davasıyla bağdaşmaz bir hareket
saymış ya da Haşşaşinlerin din değiştirmekte samimi olduklarına, en azından
Hıristiyanlık inancını Franklarla aynı şekilde yorumladıklarına inanmamış
olabilirlerdi-. Tapınakçılar muhtemelen Hasan'ın binyıl ilanından
haberdardılar. Suriye Haşşaşinleriy-le müzakereyi teşvik etmiş olabilirdi bu,
ancak Haşşaşinler Hıristiyanlığı kendi tarih ve gelenekleriyle bağıntılı
alegorik bir dil çerçevesinde yorumluyorlardı muhtemelen. Haşşaşinleri böyle
bir hamleye sevk edebilecek başka yegane baskı, Nurettin gibi ana geleneğe
bağlı İslam önderlerinden gelmiş olabilirdi. Ama görünüşe bakılırsa Haşşaşinler
onun hükümranlık dönemini de güçlük çekmeksizin atlatmışlardı (Nurettin l l
74'te ölmüştü). Bu koşullar altında Tapınakçı-lar belki de batıdaki imgeleri
konusunda kaygılanıyorlardı. Tapınakçı-lara Haşşaşinlerin bölgesine komşu
önemli kaleler bağışlanmıştı ve böylesi bir mezhebi muhatap alacak iman
savaşçılarının güvenilirliği zedelenebilirdi - özellikle de Outremer
Franklarının karşılaştıkları askeri ve diplomatik sorunların kavranamadığı batı
dünyasında.105 106 Tapı-nakçıların
tutumu, Tirli Guillaume'un gösterdiği kadar münferit bir tutum da değildi.
Temmuz 1174'te Amauri'nin ölmesinin ardından müzakerelerin yeniden
başlatılamamasının bir nedeni de, babası bu mezhep tarafından öldürülmüş birkaç
Hıristiyandan biri olan kral naibi Trablus Kontu III. Raimond'un himayesi
altındaki Haşşaşinlerin duydukları güvensizlikti.”9
Ancak Mesnil’li Gautier'nin iki kraliyet şövalyesi tarafından yakalanıp
kralın emriyle hapsedilmesi bir diğer temel meseleye sebep oldu. Guillaume'a
göre, kral Mesnil'li Gautier'ye bir ceza biçtiği ve artık onu yargılanmak üzere
Roma'ya göndermek istediği için teslimini talep ettiğinde, Saint-Amand'lı Odon
bu talebi reddetmişti. Omne datum optimum tebliği bu şekilde yorumlanabilirdi
elbette; ancak 1166 civarında gerçekleşen on iki Tapınakçının asılması olayı,
kralın bunu kabule yanaşmadığını gösterir. Nitekim Kudüs Krallığı ile Latin
Yuna-nistanının XIII. yüzyıl hukuk metinleri de aynı durumdadır. Assises de la
Cour Bourgeois [Halk Mahkemesi Kararları] askeri tarikatları tüm kilise
muafiyetlerine sahip addetmiyordu, Assises de Romanie [Roma Kararları] ise bunların
konumunu belirsiz bırakıp yalnızca “kimilerinin dediğine göre (...)
piskoposlarınki gibi bir salahiyetleri” olduğunu kaydediyordu.’107 Yani mesele
XIII. yüzyılda bile açıklığa kavuşmuş değildi henüz; bu da, Tirli Guillaume'un
eserini Fransızcaya aktaran ve Eracles adıyla tanınan çalışması XIII. yüzyıl
ortasına tarihlenen çevirmenin tutumunu açıklar muhtemelen. Bu çevirmen
başpiskoposun sözlerini öyle bir süslemiştir ki, Amauri özgün metindekinden çok
daha güçlü bir konuma gelmiştir. Burada Amauri'nin meseleyi diğer hükümdarlarla
tartışma tasarısı, tarikatın özellikle de Suriye'de Hıristiyanlık inancına
verdiği zarar konusunda, -kendi topraklarında Tapınakçılara karşı harekete
geçsinler diye- bu hükümdarları uyarma
niyeti olarak çıkar karşımıza. 121
Amauri dönemi, tarikatın doğudaki gelişimi açısından en önemli
dönemlerden biriydi, zira yetkesini kabul ettirmekte kararlı bir kraldı Amauri
- tam itaat [hommage lige: vasalın esas senyörüne tam itaat andı] Assise'ine
[Karar] ilişkin yeni bir yorumda da vurgulanır bu.122 Ayrıca saldırganca bir
yayılma siyasetinin yaratıcısı ve sürekli güçlen-mekte olan Nurettin'e karşı
-ister Bizanslılarla, ister Mısırlılarla, ister Haşşaşinlerle olsun- her
ittifaktan yararlanmaya hazır bir siyasetçiydi. Yine de askeri tarikatların
kaynaklarına ihtiyacı vardı ve selefleri gibi o da görece fakir laik beylerden
daha iyi bakıp savunacaklarını düşünerek kaleler ve topraklar bağışlamıştı bu
tarikatlara. Ancak bu, temelde patrik ile krala bağlı dindar laiklerden oluşmuş
topluluk fikrini çoktan aşmış, artık kendini yerel yetkeden bağımsız, yalnızca
uzaklardaki bir papalığa karşı sorumlu bir teşkilat sayan Tapınak Tarikatının
önemini artırmaktan başka bir şeye yaramamıştı. Neticede aleni ihtilaflar
doğmuştu ve bunlardan ikisi kralın iradesini kabul ettirmek için kuvvete
başvurmasıyla sonuçlanmıştı. Ancak 1166 civarında mağara-is-tihkamın düşmana
teslim edilmesi, 1168'de de askeri desteğin geri çekilmesi, krala, tepkisel
siyasetin yeterli olmadığını, krallığın tercih ettiği adayların üstatlığa
getirilmesini sağlamanın daha etkili bir yöntem olacağını düşündürmüştü
şüphesiz. Blanquefort'lu Bertrand 1169;'da öldü;
hemen ardından gelen iki üstat da kralın çevresindendi.
Blanquefort'lu Bertrand'ın halefi, doğuda doğmuş, Kudüs Krallığının
yerel baronluğuna mensup tek tarikat üstadı olan Nabluslu Phi-lippe'ti.
1108-1126 arası krallık beratlarında adı sık sık anılan ve bu dönemde önemli
baron meclislerine katılan Milly'li (Picardie) Gui'in 108 109 en
büyük oğluydu. Gui Nablus'ta ve Kudüs yakınlarında toprak sahibi olsa da,
Philippe'in önemli bir fief olan Nablus'un beyliğini, l 140'ların sonlarında
ölen amcası Kahya Pagan'dan miras yoluyla devraldığı anlaşılmaktadır.’23 Philippe ll40'larda Kraliçe Melisende adına girişilen askeri
faaliyetlerde önemli bir rol üstlendi; 1 1 50'den sonra kraliçe ile oğlu
arasındaki hizipleşme alenileştiğinde, kraliçenin küçük oğlu Amauri ve İhtiyar
Rohard'la birlikte en güçlü Melisende taraftarlarından biri olduğu ortaya çıktı
- lll. Baudouin Nisan 1 1 52’de kraliçeyi iktidardan uzaklaştırdığında kaybeden
tarafa dahil edilmesine neden olan bir tutumdu bu. Ancak bir kenara
itilemeyecek kadar güçlüydü; Baudouin, kraliçenin son hastalığını fırsat
bildiği ll61’e değin, Philip-pe'in Nablus fiefini burası kadar iyi olmayan
Oultrejourdain Beyliğiyle takas edemedi.’24 lll. Baudouin 1162'de öldü ve
ardından, Melisende hizbinin bir diğer eski üyesi olmasından ötürü Nabluslu
Philippe'i müttefik sayması beklenebilecek Amauri iktidara geldi. Philippe 17
Ocak ll66'da, muhtemelen karısının ölümünün ardından Tapınakçıla-ra katıldı ve
üç yıl sonra Blanquefort’lu Bertrand öldüğünde büyük üstat oldu. 2 Ocakta
Bertrand'ın ölmesiyle Ağustos ayında Philippe'in göreve atanması arasındaki
süre tarikat içerisinde bir direniş olduğu- 110 nu akla getirse de, bu atamanın
kraliyetin baskısıyla yapılmış olması çıkarılabilecek açık bir sonuçtur. 111 Nabluslu
Philippe, Amauri'nin geçmiş Mısır seferlerinde, özellikle de 1167'de ön plana
çıkmıştı’26 ve belki de Tapınakçılar bu
seçimi kendilerini tekrar Mısır macerasına sürüklemek için başvurulmuş bir çare
addetmişlerdi. Yeni üstat, 1169 kışında düzenlenen Mısır seferiyle doğrudan
bağlantılı beratlarda hemen boy gösterdiğine göre, bu düşüncenin doğru olduğunu
kabul etmek gerekir.’27 Philippe 117l'in
başlarında kral adına Konstantinopo-lis'e giden bir elçi heyetine başkanlık
etti, bunun için de üstatlık görevinden ayrıldı. Bu görev sırasında 3 Nisan 1.1
7l'de öldü. U8
Kendi adayını araya katıp iş başına getirmekte gösterdiği başarı,
kralı, aynı işlemi Philippe'in ölümünden sonra da tekrarlamaya yönlendirdi; ne
ki bu ikinci örnekte, Ingiltere'de II. Henry ile Becket vakasında olduğu gibi,
siyaseti geri tepti. Selefinden farklı olarak Saint-Amand'lı Odon büyük
fieflere sahip değildi, ama uzun zaman kraliyet hizmetinde bulunmuştu. 1155'te
ismi de hominibus regis'te [kralın adamları üzerine] listenin başında yer
alıyordu, 1156-1164 arası müşir, Kudüs kale kumandanı, III. Baudouin ve
Amauri'nin kahyası olarak görev yapmıştı.129
1165-1167 arasında, Konstantinopolis'e gönderilen son derece önemli bir
misyonda Caesarea Başpiskoposu Hersenius'a eşlik etti - bu görev, Amauri'nin
1167 Ağustosunda imparator I. Ma-nuel'in yeğeninin kızı Maria Komnena'yla
evlenmesiyle sonuçlandı.’112 Büyük üstat olarak atanmasında kraliyet baskısının etkili olduğunu
gösteren karineler açıktır: ll73’te göreve getirilmiş bulunmaktaydı, ama
ll69’da daha tarikat üyesi bile değildi.’3’
Yani Amauri döneminde Tapınak ile monarşi arasındaki ilişkiler hayati
önem taşıyan bir mesele haline gelmişti; ancak Tirli Guilla-ume'u aynı derecede
ilgilendiren bir şey daha vardı: Tapınak yönetiminin laik cemaate yönelik
haksızlıkları olduğuna, bunların gelirlerinin ve yargı yetkisinin
Tapınakçıların tecavüzüne uğradığına inanıyordu ve bunlara dikkati çekmek
istiyordu.”2 Hatta ll79'da toplanan Üçüncü
Laterano Konsilinden, askeri tarikatların imtiyazlarını ne ölçüde suiistimal
edebildiklerini soruşturmaya yönelik bir kararın çıkmasının, büyük ölçüde Tirli
Guillaume’un olup biteni bu tarikatları suçlayarak anlatmasından kaynaklandığı
düşünülmüştür. Guillaume sahiden de bu konsile gitmiştir, ama etkin bir
katılımcı olduğunu gösteren herhangi bir kayıt yoktur.”3
Trablus Kontluğunun Tortosa ve Valania piskoposluk bölgelerindeki
durum, gelirlerin paylaşımı ile kiliselerin kontrolünün önemli meseleler
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tortosa şehri etrafında geniş bir Tapınakçı
bölgesinin oluşması ister istemez piskoposların gücüyle kaynaklarının azalması
anlamına geliyordu; özellikle de Omne datum optimum'da bağışlanan imtiyazlardan
sonra, yeni komşularıyla bir tür pariage'dan [ortaklık] kaçınamazlardı. llS2'de
Tortosa piskoposuyla yapılan anlaşma, doğudaki Tapınakçılardan günümüze ulaşmış
bu tür metinlerin en kapsamlısıdır. Tapınakçılar bu piskoposluk bölgesinde,
kendi kalelerindeki kiliselerle şapellerde ve yedi özel yer hariç Tortosa
dışındaki tüm kiliselerde tam yetkiye sahiplerdi. Ayrıca bu piskoposluk bölgesindeki
malikânelerinden alınan ürünün, hayvanları ile bahçelerinin ve ele geçirilen
ganimetin aşarından da muaftılar. Tüm aşarı Tapınakçılara ait Chastel-Blanc ile
tüm aşarı piskoposa ait Maraclea dışındaki her yerde aşar iki taraf arasında
eşit paylaşılıyordu.113
Valania piskoposuyla Tortosa'nın hemen kuzeyindeki küçük piskoposluk bölgesinde
yapılan anlaşmalar da, Tapınakçıların Tortosa civarında elde ettikleri kapsamlı
hakların yan ürünü olabilir pekâlâ, zira muhtemelen Tortosa anlaşmasıyla aynı
döneme aittir bunlar. ll63'te Piskopos Anterius ile Blanquefort'lu Bertrand,
evvelce piskoposlukta Tapınak Tarikatı ile Anterius'un selefi Gerald arasında
yapılmış bir anlaşmayı teyit ettiler; anlaşmanın konusu, Valania'daki
hastaneden, Tapınakçıların bu piskoposluk bölgesindeki meyve bahçeleri ile
mallarından alınan ve evvelce piskoposluğa ait olan aşarın yarı yarıya
paylaşılmasıydı. Altı yıl sonra da Rahip Gautier'ye bağlı ca-sal’lar ile
köylülere ilişkin bir başka anlaşmayı onayladılar, ancak bu kez belgede
anlaşmanın çeşitli ihtilafları çözmek için yapıldığı vurgu-lanıyordu.114 Jonathan
Riley-Smith'in işaret ettiği gibi, Tortosa anlaşması, Omne datum optimum'da ima
edilen türden genel bir aşar muafiyeti sunmaz, daha çok 1155’te IV. Adrianus'un
getirdiği sınırlı ayrıcalıklara yakındır; bununla birlikte özellikle de
Hayırseverlerin, Krak des Chevaliers civarındaki topraklarında benzer
imtiyazlardan fayda-!andıkları düşünülürse, piskoposluk gelirinden yüklü bir
pay gitmiş olsa gerektir. Guillaume'un yurdu Tir'de de benzer baskılar
işlediyse eğer, piskoposun duyduğu hınç bu suretle açıklanabilir. Haçlı
devletlerinde savunma sorumluluğunun büyük ölçüde askeri tarikatlara
devredilmiş olmasının bedelini, yalnızca laik hükümdarlar ile vasalları değil,
Kilisenin ileri gelenleri de ödemişlerdi.
Üstatların kişiliklerinin diğer kurumlarla ilişkiler üzerinde büyük bir
etkisi vardı. Saint-Amand'lı Odon'un üstatlığı, genel olarak tutucu bir gelenek
çerçevesinde bile, bildiğini okuyan, dikbaşlı kimselerin eylemlerini baskı
altına almanın kolay olmadığını kanıtlar. Hatta sıkı disiplin ve üst yetkeye
itaat alışkanlığı böyle birini -hiyerarşide iktidar konumuna ulaşabilirse eğer-
hepten tehlikeli kılar; öyle ki, Tapınakçı-ların halk arasında sonuçlarını
düşünmeksizin pervasızca yiğitlik göstermeleriyle nam salmış olmaları, büyük
ölçüde iki kişinin, Saint-Amand'lı Odon ile 1185-1189 arasında büyük üstat olan
Ridefort'lu Gerard'ın eylemlerinden kaynaklanmıştı muhtemelen. Tirli
Guilla-ume, Saint-Amand'lı Odon'a karşı özel bir nefret besliyordu; ll70'ler
ile ll80'lerin başlarında Kudüs Krallığının önde gelen simaları hakkında
yazdığı pek çok öykücük arasında en çarpıcısı Odon portresidir. 1173 tarihli
Haşşaşin elçisi meselesinde suçlunun teslimi talebine Odon'un verdiği cevabı,
"kendisinde ziyadesiyle bulunan gururun emrettiği" bir karşılık diye
nitelemiştir Guillaume. Hıristiyanların ll79'da Mercayun'da uğradıkları -ve
büyük üstadın esir düştüğü-bozguna ilişkin tasvirinde daha da dobradır. Üstadın
"küstah ve kibirli, burnundan gazap soluyan, ne Tanrı korkusu duyan ne de
insana hürmet eden değersiz bir adam" olduğunu söyler.’36 Bozgundan onu sorumlu tutar, kardeşi Raoul'un bu çarpışmada öldürülmüş
olması 115
öfkesini iyice bilemiştir.116 117 118 119
Saint-Amand'lı Odon'un halefi, 1167'den beri Ispanya ve Provence üstadı
olan, özellikle de Aragon'da faaliyet göstermiş bulunan tecrübeli Tapınakçı
Torroja'lı Arnaud'ydu.ns Odon'un dönemindeki
sarsıntının ardından, evvelce doğuda siyasete bulaşmamış dışarıdan birinin başa
getirilmesi makul bulunmuş olsa gerektir; nitekim haçlı devletlerindeki
etkinliklerine dair temel kayıtlar, hizipleşmenin giderek keskinleştiği siyaset
ortamında arabulucuk rolü üstlendiğini ortaya ko-yar.139 Bu arada Selahattin'in pekiştirdiği diplomatik ve askeri ittifaklarla
doğan tehdit şiddetleniyordu; Torroja'lı Arnaud 1184'te, Patrik Herakleios ve
Hayırsever Üstadı Moulins'li Roger'yle birlikte, İtalya, Fransa ve İngiltere'ye
giden, buralardaki nüfuzlu kişileri doğunun Hıristiyan devletlerinin kapısına
dayanmış tehlike konusunda harekete geçirmeyi hedefleyen elçi heyetine katıldı.
Ancak bu seyahatten dönemedi, 30 Eylül 1184'te Verona'da öldü?40
Torroja'lı Arnaud'nun ölümünün ardından, muhtemelen 1185'in başlarında
Ridefort'lu Gerard seçildi. Ridefort'lu Gerard, Flaman veya Anglo-Normandı,
doğuya ll70'lerin başlarında gelmişti muhtemelen.120 121 122 ll79'da
Kudüs Krallığı müşiriydi^2 ama
müstakbel kariyerini belirleyen, Trablus Kontu III. Raimond'la ilişkisi
olmuştu. Anlaşılan Raimond, mümkün olduğunda kontlukta ona bir fief vermeyi
vaat etmişti; Ridefort'lu Gerard, 1180 civarında Botrun Beyi Guillaume Dorel
öldüğünde, beyin tek mirasçısı olan kızıyla evlendirileceğini düşündü. Botrun,
Cebail ile Nephin arasında ufak bir sahil kasabasıydı, ticaret gelirlerinden
sabit bir irat umulabilirdi; ancak o dönemde muhtemelen Hayırseverlere borcu
olan Raimond, Gerard'ı kızdırma pahasına mirasçıyı Plivain adlı Pisalı bir
tacire sattı. Kayıp Ernoul vakayinamesinden alındığı düşünülebilecek bir
anlatıma göre Gerard'ın onuru, özellikle de alıcının, hor gördüğü tefeci ve
tacirler sınıfına mensup bir Italyan olmasından ötürü kırılmıştı. Vakayinamede,
üstat ile Trablus kontu arasındaki düşmanlığın bu olaydan kaynaklandığı
söylenir.1,13 Gerard bir süre sonra -belki
ciddi bir hastalığı atlatabilmiş olmasının etkisiyle, ama belki de tarikata
girmeyi artık laik hayatta bulmayı umabileceğinden daha uygun bir ilerleme
vesilesi saydığı için- Tapı-nakçılara katıldı; aslında ll83'te kethüda olmuştu
ve Ağustos 1184'te
hala bu görevi yürütmekteydi.’123
Yükselişi, hasta kral IV. Baudouin döneminde krallığın sürekli maruz
kaldığı hizip çekişmelerinin zirveye varışıyla çakışmıştı. Baudouin Mart
ll85'te öldü, halefi ve yeğeni olan çocuk-kral V. Baudouin onun ardından bir
seneden biraz fazla yaşayabildi. IV. Baudouin ll83'te, eğer yeğeni on yaşından
önce ölürse Trabluslu Raimond'un geçmişte bulunduğu görevi, yani bailli ya da
kral naipliğini sürdürmesini ve papanın, imparatorun, Fransa ile Ingiltere
krallarının hakemliği altında yeni bir hükümdar seçilmesini emretmişti.™124 Ama bu ölümler,
Baudo-uin'in kız kardeşi Sibylle ile kocası Lusignan'lı Gui’e taht yolunu açtı;
Eylül 1186'da, Hayırsever Üstadı Moulins’li Roger'yi taçların saklandığı
hazinenin anahtarını teslime zorlayan Ridefort’lu Gerard'ın yardımıyla bir
darbe gerçekleştirildi. lddiaya göre Gerard, bu taht değişikliğinin Botrun
evliliğini telafi ettiğini söylemişti.™125 iki hizbin' ayrışması tamamlanmıştı artık: Bir
yanda Sibylle, annesi Courtenay'lı Agnes ve bu ikisinin kanbağı ve evlilikler
aracılığıyla kurdukları ilişkiler etrafında oluşmuş "saray" hizbi
vardı, diğer yandaysa en önemli soylu aile ibe-linler tarafından desteklenen,
Trabluslu Raimond önderliğindeki ekabir yerel baronlar.’126
Vakayinamesi 1184 yılına kadar gelen Tirli Guillaume, Ridefort’lu
Gerard’ı hiç anmaz; bu da, Guillaume'u onca uğraştıran 1180'ler başı hizip
çekişmelerinde Gerard’ın pek de önemli bir sima olmadığını düşündürür. Ancak
Frankların Temmuz 1187'de Hattin'de uğradıkları felaketi hazırlayan olaylar
konusunda temel anlatı kaynağı olan anonim eski Fransızca derlemelere göre,
Gerard 1185-1187 arasında temel bir rol üstlenmiştir. Bunlardan biri olan ve
"Lyon 828" diye adlandırılan elyazması, kayıp Ernoul vakayinamesiyle
bağlantısı en güçlü metin olarak gösterilmiş, bu da söz konusu elyazmasını paha
biçilmez bir kaynak haline getirmiştir; zira Ernoul, lbelinli Balian'ın
çevresine mensuptu ve bu yılların en önemli olaylarına doğrudan tanıklık
etmişti.’127 Siyasette ll
80'lerde görülen hizipleşme Guillaume'un nesnelliğini bile yoklamıştı; Ernoul
ise kişisel yakınlıklarından ötürü kaçınılmaz olarak sağlam bir Ibelin
taraftarıydı, dolayısıyla karşı kampın en seçkin üyelerinden biri olan
Ridefort'lu Gerard'a ilişkin görüşü aleyhte olacaktı. Ama her şeye rağmen,
modern eleştirmenlerin çoğunun benimsemeye meylettikleri bir yorumdur bu.
Bu sunuma bakılırsa, Gerard'ın kişiliği, siyasi rekabetlerin askeri
olaylarla iyice iç içe geçtiği “Islamla savaş" konusunda en çarpıcı
haliyle açığa vurur kendini. 1186-87 kışında büyük üstat Trabluslu Ra-imond'u
uzlaşmaya zorlamak için Kral Gui'i silaha sarılmaya teşvik etti; buna karşılık
Raimond da, Trablus ve Celile'yi korumak için Sela-hattin'le bir mütareke
müzakeresine oturdu. Gerard, Gui'in kuzeye yürümesini ve Celile denizi
kıyısındaki Raimond'a ait Taberiye kasabasını zaptetmesini istiyordu; bunun
gerçekleşmesini engelleyen, lbe-linli Balian'ın müdahalesi olmuştu.’128 Balian artık iki
hizbi uzlaştırmaya çalışıyordu ve Tir Başpiskoposu Josias ile iki tarikatın
büyük üstatlarının da yer aldığı bir elçi heyetiyle Taberiye'ye doğru yola
koyuldu. 29 Nisan akşamı Balian'ın Nablus'taki kalesine geldiler, Bahan kısa
bir süreliğine burada konaklayacak, heyetin kalanı ise kuzeye doğru yola devam
edecekti. Balian'la Tapınakçıların La Feve Kalesinde buluşulacaktı. Bu arada
Selahattin'in oğlu el-Efdal kontluğa bir keşif kolu yollamak için Raimond'dan
izin istedi; özel mütarekesinin şartları gereği Raimond buna izin vermemezlik
edemezdi, mülklere ve bölge sakinlerine hiçbir zarar gelmemesi koşuluyla ve
yalnızca bir günlüğüne keşif koluna izin verdi. Sonra da elçi heyetine durumu
bildiren bir mesaj yolladı. Ridefort'lu Gerard buna derhal tepki gösterdi,
takviye için hemen doğularındaki Caco'da bulunan en yakın Tapınakçı garnizonunu
harekete geçirdi ve ertesi sabah, yani 1 Mayısta Nasıra'ya doğru yola
koyuldular, burada birtakım kraliyet birlikleri de katıldı onlara. Kuzeyde,
Cresson kaynaklarında Mısırlılarla karşılaştılar ve Müslüman kuvvetlerinin
kendilerininkinden çok daha büyük olduğunu gördüler - 90'ı Tapınakçı olmak
üzere toplam 140 kişilik Hıristiyan gücü karşısında muhtemelen 7000 kişilik bir
Müslüman gücü söz konusuydu. Tapınak Müşiri Mailly'li jacques ile Moulins'li
Roger acilen geri çekilmeyi önerdiler, ama Gerard buna kulak asmadı ve müşiri
korkaklıkla suçlayıp alaya aldı. Bunun üzerine Memluklara karşı hücuma
geçmeleri, neredeyse tam bir Hıristiyan kırımıyla sonuçlandı; sadece Gerard ve
iki Tapınakçı kurtulabildi. Büyük üstat ile Trabluslu Raimond arasında
öngörülen uzlaşma sağlanamadı; zira Gerard yaralarının daha fazla seyahat
etmesine izin vermeyecek kadar ciddi olduğunu söyledi. Lyon elyazmasının
derleyicisi, muhtemelen doğrudan doğruya kaynağından aktararak "krallığın
kaybının başlangıcı bu oldu," der.’129
Bu arada Selahattin krallığa büyük bir saldırı düzenlemek üzere
kuvvetlerini topluyordu. Buna karşılık kral da damarlarında kan bulunan herkesi
toplayıp arriere-ban [vasalların askerliğe resmen çağrılması] ilan etti,
Hıristiyanlar Akka'da bir araya geldiler, yaralarının iyileştiği anlaşılan
Ridefort'lu Gerard da katıldı orduya - II. Henry'nin Becket cinayetinin
kefareti olarak Tapınağa yatırdığı parayı bu sefere vakfetti. Eski Fransızca
derlemede üstadın bunu "[Sarazenlerin] kendisini ve Hıristiyanlığı utanca,
zarara uğratmasının öcünü almak için" yaptığı söylenir.15’ 2 Temmuz günü ordu, Sephoria'da sulak bir yeri üs tutup savunma
pozisyonu aldı, hedef geçmişte de yapıldığı gibi işgale karşı sonuna kadar
direnmekti. Trabluslu Raimond'un Taberiye şehri Selahattin'in eline geçmiş,
karısı da kalede mahsur kalmıştı; ama buna rağmen Raimond, kralın çağrısı
üzerine 1 Temmuz akşamı Ves-pers'de toplanan baronlar meclisinde,
Hıristiyanların oldukları yerde kalmalarını tavsiye etti, zira Selahattin'in
ordusu çok güçlüydü. Aynı gece geç vakit kralın fikir değiştirmesine ve
Hıristiyan ordusunun Ta-beriye'ye varamadan susuz topraklarda kapana kısılıp 4
Temmuzda Hattin boynuzlarında uğrayacağı bozguna atılıvermesine neden olan
Ridefort'lu Gerard'dı. Ernoul'nun anlatımından alınmış olan aşağıdaki
16; Ebu Şame (Abu Shama) bunun için “kolay ulaşılmış bir zafer (...)
gelecekteki başarının preface'i [girizgahı]" der, “Le Livre des Deux
Jardins," cilt IV, s. 261-2. Vitry'li Jacques bile bu hareketi incaute
[ihtiyatsızca] diye niteler, “Historia Hierosolimitana," s. 1117; Tapınak
yanlısı bir diğer yazar Pa-derbom’lu Oliver de, Gerard için "strenuus, sed
impetuosus et temerarius [atak, ama pervasız ve düşüncesiz]" der,
“Historia regum Terre Sancte," yay. haz. O. Hoogweg, Die Schriften des
Kölner Domscholasters, Bibliothek des Litterarischen Vereins in Stuttgart 202,
Tübingen, 1894, s. 142. Ayrıca bkz. Kedar ve Pringle, “La Feve," s. 168-9.
ısı Cont. 'WT, s. 43; Ernoul-Bernard, s. 156-7; Erades, cilt II, s. 46.
pasaj, güya büyük üstadın kralı nasıl ikna ettiğini ortaya koyar:
Efendim, kontun aklına kanmayın. Çünkü o bir hain, pekala biliyorsunuz
ki sizi hiç sevmez, utanmanızı, krallığı kaybetmenizi ister. Benim size
tavsiyem derhal harekete geçmeniz -biz de sizinleyiz- ve bu suretle
Selahattin'i yenmeniz. Zira bu, hükümranlığınızda karşılaştığınız ilk buhran.
Bu çayırlıkları bırakıp gitmezseniz Selahattin gelip burada saldırır size. Bu
hücum karşısında geri çekilirseniz şayet, uğrayacağınız utanç ve sitem çok
büyük olur.
Bu pasajın daha uzun bir değişkesini, Hazinedar Bernard'a atfedilen,
1232'de Corbie Manastırında hazırlanmış derlemede de bulmak mümkündür. Burada
ön plana çıkarılan şey, kralın sadece altı fersah uzaklıktaki bir şehrin
kaybedilmesine razı olması halinde uğrayacağı onursuzluktur; üstadın,
Sarazenlerin kendisine ve tarikata sürdüğü utanç lekesinin öcü alınmadığı
takdirde; "Tapınakçıların ak binişlerini atacakları ve [sahip oldukları ne
varsa] satıp savacakları" tehdidini savurduğu iddiasıyla da vurgulanır bu.
Kral, Ridefort'lu Gerard'la ters düşmeyi göze alamamıştır, "zira onu
seviyor, ondan korkuyordu, çünkü kendisini kral yapan oydu ve İngiltere
kralının hazinesini sunmuştu kendisine."130 131
Ernoul'nun vakayinamesi bir tür !belin müdafaası addedilmiştir;
vakayinamenin !belin ailesinin bu dönemdeki faaliyetlerini savunmak üzere
kaleme alınmış olması da mümkündür. Olup bitene dışarıdan bakan bir gözlemci,
lbelinlerin -üstelik de düpedüz savaştan kaçtıkları halde- bu faciayı nasıl
fazlaca bir zarar görmeden atlattıklarını merak edecektir kuşkusuz.^3 Krallığın düşmesinin suçunu birilerinin
üstlenmesi gerekiyordu ve Ernoul ile Ibelinler suçlunun Lusignan'lı Gui
ile Ridefort'lu Gerard olduğunu kesinlemek istemişlerdi - bu arada da
tarihçilere, Tirli Guillaume’un Tapınakçı hikâyeleriyle sunduğu sorun kadar
zorlu bir yorum sorunu bırakmış oldular. Ernoul'nun değişkesi gayet ikna
edicidir, zira bozgunun kötü sonuçları karşısında büyük üstat lehine bir
savunma kurmak güçtür; ama muhtemelen sonuç, savaştan önce, bugün bilinenler
sayesinde taşıdığı açıklığı taşımıyordu. Ibelinlerin “basiret”i ise o çağın
kimi insanlarına “hainlik” gibi görünmüş olabilirdi pekâlâ. Dahası Ridefort’lu
Gerard'ın yapıp ettiklerinde bir tutarlılık vardır, Lyon elyazmasında bile
bunların -Müslümanlarla uzlaşmayı zillet sayan- Fransız şövalyelik töresine
uygun davranışlar olduğu açıkça görülür. Yani Gerard'ın Trabluslu Ra-imond'a
karşı beslediği kişisel kin, ona ilişkin kanaatini -hor gördüğü vilain'lerin
[aşağılık kimse] değerlerini paylaştığı kanaatini- güçlendirmiş olsa da, kont
ne tavır alırsa alsın Gerard krala yine aynı tavsiyede bulunacaktı muhtemelen.
Öte yandan Tapınakçıların da bir karşı-pro-paganda geliştirmeye çalıştıkları
anlaşılmaktadır. Eğer I. Richard’ın haçlı seferinin -Itinerarium
[“Seyahatname"] adıyla tanınan- vakayinamesinin ilk kitabının yazarı gerçekten
bir İngiliz Tapınakçısı idiyse,’54 Ekim
ll89’da Akkâ kuşatmasında ölen Ridefort’lu Gerard’a dair anma yazısı da bu
kampanyanın bir parçası olarak görülebilir. Muhtemelen 1192 civarında kaleme
alınmış olan bu metne göre, büyük üstat "pek çok savaşta takmaya hak
kazandığı" şehitlik tacını taşıyordu başın-da.’55
.
132 133
Selahattin'in Hattin zaferi bir kötü etkiler silsilesi yarattı. Bir
haftadan daha kısa bir süre içinde Akka, Ekim ayında da -Mescidiaksa'daki
Tapınak karargahıyla birlikte- Kudüs düştü. Trablus ile Antakya'ya, Tortosa ve
Krak des Chevaliers civarındaki Tapınak ve Hayırsever bölgelerine ise bir zarar
gelmedi; ancak Kudüs Krallığında, Alman haçlı Monferratolu Corrado idaresindeki
bir filonun tesadüfen yetişmesiyle kurtulan Tir'den başka önemli şehir kalmadı.
Askeri tarikat şövalyelerinin idamından da anlaşılacağı üzere Selahattin'in
Kudüs'ü murdarlıktan arıtmaya kararlı olduğu, Tapınakçıların kumandan vekili
Terricus'un 1188'in başlarında II. Henry'ye yazdığı bir mektupta şöyle dile
getirilir:
Kudüs alındıktan sonra Selahattin, Haçı, Tanrı Tapınağından indirtti,
iki gün boyunca tüm şehirde gezdirtip sopalarla vurula vurula paralansın diye
teşhir ettirdi. Sonra da Tanrı Tapınağını içiyle dışıyla, tepeden aşağı gül
suyuyla yıkattı ve hayret verici bir velveleyle dört yüksek noktadan yasasını
ilan ettirdi.156 134 135
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Îmadettin Îsfahani ('Imâd ad-Din
al-Isfahâni), Conquete de la Syrie et de la Palestine par Saladin, çev. H.
Masse, Paris, 1972, .s. 30-1. İngilizce çevirisi, Arab Historians of the
Crusades, yay. haz. ve çev. F. Gabrieli, İng. çev. E. J. Costello, Londra,
1969, s. 138.
Ayrıca bkz. Canı. W, s. 87-8; burada, misillemeye davetiye
çıkarmasından ötürü bunun Selahattin'in bir taktik hatası olduğu görüşü dile
getirilir. Ama Selahattin'in yaptığı beklenebilecek bir şeydir, bkz.
Riley-Smith, The Knights of St john in jerusalem, s. 75-6.
Bkz. H. E. Mayer, "Studies in the History of Queen Melisende of
jerusa-lem," DOP, 26 (1972), 113-82.
TG, 21.7, s. 970.
CG, no. 448, s. 279. Bkz. bu kitapta, s. 69.
Saint-Denis'li Suger. Abbot Suger on the Abbey Church of St Denis and
its Art Treasures, yay. haz. ve çev. E. Panofsky, 2. basım, G.
Panofsky-Soergel, Princeton, 1979, s. 112-13. Bu tarihe değin Fransa'da
toplanmış kraliyet meclisleriyle karşılaştırma için bkz. Hallam, Capetian
France, s. 172.
TG, 12.7, s. 55.4.
Vitry'li jacques bunu bir şehitlik alameti olarak yorumlar, “l listoria
Hierosolimitana," yay. haz. j. Bongars, Gesta Dei per Francos, cilt l(ii),
Hanover, 1611, s. 1083.
Deuil'lü Odon, De Profectione Ludovici Vll in Orientem, yay. haz.-çev.
V. G. Berry, Records of Civilizatioıı. Sources and Studies 42, New York, 1948,
s. s2-s.
Deuil'lü Odon, De Profectione, s. 124-5.
’5 Bkz. A. J. Forey, “The Failure of the Siege of Damascus in
1148," ]MH, 10 (1984), 13-23.
w Die Ui'kuııdeıı der Deutscheıı Köııige uııd Kaiser, yay. haz. F.
Hausmann, MGH, Diplomata, cilt IX, Viyana, 1969, no. 197, s. 768-9.
TG, 17.7, s. 768-9.
’8 “Annales Herbipolenses," yay. haz. G. H. Pertz, MGH SS, cilt
XVl, s. 7.
Würzburg'lu Johannes,
“Descriptio Terrae Sanctae," yay. haz. T. Tobler, Descriptiones Terrae
Sanctac ex saec. VIII. IX. XII. et XV., Leipzig, 1874, böl. 5, s. 130.
Salisbury'li John, Historia Pontificalis, yay. haz. ve çev. M.
Chibnall, Londra, 1956, s. 57.
2’ Batıkların Kutsal Topraklara ve sakinlerine yaklaşımları konusunda
bkz. J. Riley-Smith, "Peace Never Established: The Case of the Kingdom
ofJerusa-lem," TRHS, 5. dizi, 28 (1978), 87-102.
22 Bkz. Forey, “The Failure of the Siege of Damascus," 20-1.
23 Bu dönem için bkz. OR, s. 314. Everard'ın büyük üstat unvanıyla
anıldığı ilk belge, Ramön Berenguer'in l143'te yaptığı bağışa 30 Mart 1150’de
verilen papalık onayıdır. Burada Craon’lu Robert "iyi hatırasıyla"
anılır, CG, Bulla-ire, no. 22, s. 3Ş6-8. Dolayısıyla Robert'in 1150'nin
başlarına değin yaşamış olması mümkündür,-ama Everard 1149 sonbaharında
Fransa'ya döndüğünde doğuda liderliği Kethüda Montbard'lı Andre'nin üstlenmiş
olması pek mümkün değildir. Andre'nin Everard'a yazdığı ve 29 Haziran ll49'daki
İnab çarpışmasına atıfta bulunduğu mektup için bkz. aşağıda, dipnot 25.
Everard'ın yükselişi konusunda bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 41-52.
Aziz Bernard, Cluny'li Pierre ve Saim-Denis'li Suger gibi nüfuzlu
kimselerin de katıldığı hararetli tartışmalara rağmen yeni bir kuvvet
toplanmadı, bkz. Berry, "Peter the Venerable," s. 158-62.
RHG, cilt XV, s. 540-1.
Bu onay 15. "on beş yıl"a, 1154'e tarihlenir, Chartes de
Terre Sainte provenant de l'abbayc de Notrc Dame de josaphat, yay. haz. F.
Delaborde, Paris, 1880, no. 29, s. 70; RRH, no. 291, s. 743; ama Ocak 1153'te
Everard, Tremelay'lı Bernard'ın yerine büyük üstat olmuş durumdadır, TG, 17.21,
s. 790. Bu “on beş yıl” hesabı doğruysa eğer, senenin 1152 olması gerekir, bu
da bir yazım hatası yapıldığını düşündürür. Nitekim D'Albon'un da böyle
düşündüğü anlaşılmaktadır, zira tamamlanmamış Tapınak sicili için tuttuğu
notlarda belgeyi düzeltmiştir, BN, NAL 70, var. 2. Mayer'in gösterdiği gibi,
1152 tarihi fazlasıyla çapraşık Melisende-Baudouin ihtilafı kronolojisine de
oturur, "Studies in the History of Queen Melisende," 170.
Everard 1174'te Clairvaux'da keşişti, BN, Manuscrits Latin, 14679, var.
724-5. 1176'da hâlâ hayattaydı, Etudes sur les actes de Louis VII, yay. haz.
Luchaire, Paris, 1885, no. 699, s. 319. Ancak Reims ölüm kaydı tomarlarında
büyük üstat olarak kayıtlı değildir ve atlanmış tek XII. yüzyıl üstadıdır.
Treme-lay'lı Bernard tercius magister Templi [Tapınağın üçüncü üstadı] diye
anılır, s. 325. Everard'ın görevi bırakmasından ötürü bilhassa böyle yapılmış
olabilir; ama bu durum tomarların düzenli derlenmediğini gösteriyor da
olabilir. Aslında sonradan Cistercium'a katılmasından ötürü, Reims idare
merkezinde öldüğünün öğrenilmiş olması pek mümkün değildir.
Clairvaux'lu Bernard, Epistolae, cilt Vlll, mek. 206, s. 65.
Bkz. J.-B. Jobin, Saint Bernard et sa Famille, Paris, 1891, s.
xxi-xxii; ve Bulst-Thiele, Magistri, s. 57-61.
RRH, no. 252, s. 63. Aziz Bernard'ın Kudüs patriğine yazdığı,
çoğunlukla
1130-31’e tarihlenen mektupta atıfta bulunulan Birader Andre,
Montbard’lı Andre olabilir, ama mektubun tarihlenmesi konusunda sorunlar
vardır, bkz. bu kitapta, s. 104, n. 43. Montbard'lı Andre, Montbard’lı II.
Bernard'ın 1129 tarihli bir beratında laik diye anılır, Jobin, St Bernard,
pieces justificati-ves, no. ıs, s. 574-5.
3’ Letters of Peter the Venerable, cilt!, no. 164, s. 397; no. 165, s.
398.
Clairvaux'lu Bernard, Epistolae, cilt VIII, no. 288, s. 203-4. Bernard
bu mektupta ölüme yakın olduğunu söyler, ama önceki hastalıklarından biri de
söz konusu olabilir. Ancak Beytüllahim Piskoposu Gerald'dan (1148-53) ve
doğudaki tehlikelerden söz edilmesi, mektubun 1150’den önceye ait olamayacağını
düşündürür. Dolayısıyla en akla yakın tarih ll53'tür.
Clairvaux’lu Bernard, Epistolae, cilt VIII, no. 206, s. 65; no. 289, s.
205-6.
Mayer, "Studies in the History of Queen Melisende," s. 152-3.
Mayer, a.g.e., s. 159-60, 170. Ayrıca bkz. yukarıda, dipnot 26.
Bu bölgedeki genel kraliyet siyaseti için bkz. Tibble, Monatchy and
Lords-hips, s. 9-11. Tibble bu siyasetin kısmen, 1134 ayaklanmasından sonra
monarşiye yönelik olası bir tehdit diye görülen güçlü Hebron Beyliğini
zayıflatma isteğinden kaynaklandığına inanır.
TG, 17.12, s. 776-7; 20.20, s. 938.
Thomas Berard henüz laikken, 1135-1137 arası üç Bourgogne beratında
tanık olarak ortaya çıkar, P. N. C. Persan, Recherches historiques sur la ville
de Dole, Dole, 1812, preuves, no. 12, s. 371; BN, Moreau 871, Cartulaire de
l'abbaye de Rosieres, var. 327, 329v-30. Ayrıca bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s.
53-6.
OR'de Bernard'ın ölümü için 16 Ağustos tarihi verilir, s. 325;
çatışmada öldürülmüştür muhtemelen.
TG, 17.27, s. 797-9.
4’ İbnülkalanisi (Ibn al-Qalanisi), The Damascus Chronicle of the
Crusades, yay. haz. ve çev. H. A. R. Gibb, University of London Historical
Series 5, Londra, 1932, s. 314-17; ama İbnülesir (Ibn al-Athir) bir Frank
hücumunun püskürtüldüğünü ve kuşatmacıların vazgeçme raddesine geldiklerini
söyler, "Extrait de la Chronique intitulee Kamel-Altevarykh," RHCr.
Or., cilt I, Paris, 1872, s. 490-1; El:lu Şame (Abu Shama), "Le Livre des
Deux Jardins,” RHCr. Or., cilt IV, s. 77-8.
R. Grousset, Histoire des Croisades et du Royaume Franc de Jerusalem,
cilt ll, Paris, 1935, s. 355: "Nous aperçevons deja ici la politique
cupide et violente." ["Tamahkarca ve şiddet dolu siyasetlerini daha
burada görüyoruz zaten.”] Tersi görüş için bkz. F. Lundgreen, Wilhelm von Tyrus
und der Temp-lerorden, Berlin, 1911, s. 89-93.
43 TG, 18.9, s. 822-3; Walter Map,
De nugis curialium, s. 62-7.
Üsame (Usamah), An Arab-Syrian Gentleman, s. 53.
Lundgreen, Wilhelm von Tyrus, s. 93-6.
üsaıne (Usaınah), An Arab-Syrian Geııtleman, s. Sl-3. Üsame bin Munkiz
"Abbas’ın ve hareminin hazineleri"nden söz eder.
Hunc porro cum diebus multis predicti fratres habuissent in vinculis ..
., s. 823.
Tirli Guillaume çevrisindeki "uzun zaman" ibaresi
aldatıcıdır, A History of Deeds done beyond the Sea, çev. E. M. Babcock ve A.
C. Krey, cilt II, Records of Civilization. Sources and Studies 35, New York,
1943 (yeni basım 1976), s. 253.
Le Dossier, 5. 10-11.
Bkz. R. C. Smail, Crusading Warfare (1097-1193), Cambridge, 1956, 5.
18-25, 204-15.
Bkz. Riley-Smith, “The Templar5 and the Teutonic Knight5," 5.
92-7; yazar
burada Tapınakçıların Antakya'ya yerleşmeleri konusunda en akla yakın
tarihin 1137 olduğunu iddia eder.
5’ loannes Uohn] Kinnamos, The Deeds of John and Manuel Commenus, çev.
C. M. Brand, Records of Civilization. Sources and Studies 95, New York, 1976,
s. 24.
Rahip Gregoire, "Chronique de Gregoire Le Pretre," RHCr.
Documents Armeniens, cilt !, s. 171-2. Blanquefort'lu Bertrand'ın mektupları
için bkz. bu kitapta, s. 156-157.
TG, 20.26, s. 948-50. Bkz. A. W. Lawrence, 'The Castle of
Baghras," The Cili-cian Kingdom of Armenia, yay. haz. T. S. R. Boase,
Edinburgh ve Londra, 1978, s. 42-3.
54 Bkz. R. W. Edwards, The
Fortifications of Annenian Cilicia, Washington, 1987, s. 31-3, 102, 253; ve
"Bagras and Armenian Cilicia: A Reassessment," Revue des Etudes
Armeniennes, 17 (1983), 415-35, yazar burada kalenin çok küçük bir kısmının Ermenilerce
inşa edildigini savunur.
Oldenburg'lu Wilbrand.
"Wilbrandi de Oldenborg Peregrinatio,” yay. haz. J. C. M. Laurent,
Peregrinatores Medii Aevi Quatuor, Leipzig, 1864, s. 174.
56 Edwards, Fortifications,
Darbsak için s. 253 ile resim 246 (a)-248 (b) ve Çalan
için s. 99-102 (burada bir plan bulunmaktadır) ile resim 47 (a)-52 (b).
La Roc-he de Roussel ile La Roche Guillaume'un yerlerinin tespiti ise hala
tartışma konusudur. P. Deschamps, Tapınakçıların elinde bulunan La Roche de
Ro-ussel'yi sahile, Bonnel (Arsuz) limanının güneyine yerleştirir, La Roche
Gu-illaume'u ise Çalan ile aynı yerde gösterir, Les Chateaux des Croises en
Terre Sainte, cilt lll, La Defense du Comte de Tripoli et de la Principaute
d'Antioche, lnstitut Français d'Archeologie de Beyrouth. Bibliotheque
Archeologique et Historique 90, s. 128 (harita), 132. C. Cahen ise La Roche de
Roussel'nin zaten Çalan olduğu, La Roche Guillaume'un ise bunun yakınlarında
bulunduğu kanısındadır, La Syrie du nord iı l'epoque des croisades, Paris,
1940, s. 143, 512. Edwards'ın pek akla yakın bulmasa da kabul ettiği bir
tespittir bu, Fortifications, s. 99.
57 A.g.e., s. 38.
58 1108'de doğuya gelen ve Tancrede'in icraatına dair tamamlanmamış bir
çalışma kaleme alan Radulphus Cadomensis'e göre Iskenderun-Antakya yolu
zorluydu, ama Suriye'ye ulaşan diğer yollara göre kestirmeydi, "Gesta
Tancredi in Expeditione Hierosolymitana," RHCr. Occid., cilt 1ll, s. 639.
"The Templars and the Castle of Tortosa," yay. haz.
Riley-Smith, s. 278-88.
Aslında bu belge, 1152 tarihli bir bağışa Trablus Kontu III. Raimond'un
verdiği 1157 tarihli onaydır. Günümüze ulaşan, 1377'de çıkarılan suretidir ve
bugün Madrid'deki Archivo Nacional'de bulunmaktadır. Suret, 1312’de tarikatın
ilgasından sonra Tapınak mallarının bağışlandığı Hayırseverler için çıkarılmış
olsa gerektir; yani sureti çıkaran Suriye'deki Tortosa ile Ara-gon’daki
Tortosa'yı karıştırdığı ve belgenin Ispanya'daki Hayırseverlerle ilgili
olduğunu sandığı için günümüze ulaşmıştır muhtemelen, bkz. R. Hies-tand, “Zum
Problem des Templerzentralarchivs," Archivalische Zeitschrift, 76 (1980),
19. Tapınak tarihinde karşılaşılan kesin tarihleme sorununa dikkati çeken bir
durumdur bu, zira bu belge olmaksızın Tapınakçıların Tor-tosa'ya 1169'dan önce
yerleştikleri gösterilemezdi, RRH, no. 462, s. 121. Yani bu belge, muhtemelen
Tapınağın merkez arşivinde saklanmış belgelerden günümüze ulaşan nadir
örneklerden biridir.
6° Cart., cilt 1, no. 199, s. 154; RRH, no. 270, s. 68. Bkz. J.
Richard, Le Comte de Tripoli sous la dynastie toulousaine (1102-87), Paris,
1945, s. 66-7.
6’ Deschamps, Les Chateaux de Croises, cilt III, s. 287-91;
Oldenburg'lu Wil-brand, s. 169-70.
Desclıamps, Les Chateaux de Croises, cilt III, s. 249-58, 313-16.
“The Templars and the Castle of Tortosa," yay. haz. Riley-Smith,
s. 278-88.
Deschamps, Les Chateaux de Croises, cilt III, s. 3, 7.
65 "Chartes de Terre
Sainte," yay. haz. J. Delaville Le Roulx, ROL, 11, 1905-8, no.2, 183-5.
Delaville Ahamant'ın Maaneşşamih (Montreal'in güneydoğusu) olduğu kanısındaydı.
P. Deschamps ise buranın Amman olduğunu söyler, Les Chateaux des Croises en
Terre Sainte, cilt ll, La Defense du Royaume de]e-rusalem, Paris, 1939, s. 38.
Tabıilae orılinis Theutonici, yay. haz. E. Strehlke, Berlin, 1869 (yeni
basım 1975), no. 4, s. 5-6; RRH, no. 447, s. 116.
TG, 21.2S (26), S. 997-8; 21.28 (29), S. 1001-2; 21.29 (30), S. 1003-4.
Ebu Şame (Abu Shama) kuşatma konusunda bazı Müslümanların anlatımlarını
kaynak edinir, "Le Livre des Deux Jardins," cilt IV, s. 203-11.
TG, 21.29 (30), s. 1003. Guillaume'un iddiası, Frank kaynaklarında
Safed çevresine dair yer ismi verilerinin bulunmamasıyla da desteklenir; bu
veriler yitip gitmiş Tapınak belgeleri arasında kalmış olsa gerektir, bkz.
Tibble, Monarchy and Lordships, s. 160, 163.
Bkz. B. Z. Kedar ve R. D. Pringle, “La Feve: A Crusader Castle in the
jezre-el Valley," Israel Exploration journal, 35 (1985), 164-79. Caco,
Caesarea'nın güneydoğusundaki Kakun'la aynı yer diye düşünülür genelde, ama La
Feve'e kırk beş kilometre mesafededir burası. Cresson kaynaklarındaki
çarpışmadan (1 Mayıs 1187) bir gece önce Büyük Üstat Ridefort'lu Gerard
Caco'daki Tapınakçıları toplayıp geceyarısı yerine vardığına göre -salt
mesafeye bakılsa bile- bu özdeşleştirme pek akla yakın değildir. Yazarların Khirbet
Kara önerisi çok daha makuldür.
7’ TG, 14.18, s. 639-40. Bkz. M. Benvenisti, The Crusaders in the Holy
Land, Kudüs, 1972, s. 313-16.
A.g.e., s. 316-17.
TG, 10.25 (26), s. 485. Bkz. C. R. Conder ve H. H. Kitchener, The
Survey of Western Palestine. Memoirs of the Topography, Orography, Hydrography
and Archaeology, cilt!, Londra, 1881, s. 309-10; ve Benvenisti, Crusaders, s.
178-9.
74 Conder ve Kitchener, Survey of
Western Palestine, cilt II, Londra, 1882, s. 78; ve Benvenisti, Crusaders, s.
189.
TG, 17.20, s. 78.
Theodericus Libellus de Locis Sanctis, yay. haz. M. L. ve W. Bulst,
Editiones Heidelbergenses 18, Heidelberg, 1976,,böl. 28, s. 35. Bkz. Conder ve
Kitche-ner, Survey of Western Palestine, cilt III, Londra, 1883, s. 207-9.
Theodericus, böl. 29, 30, s. 36-7.
Regle, mad. 121, s. 100-1. Bu bölgedeki Tapınakçılar için bkz. R. D.
Pringle, "Templar Castles on the Road to the Jordan,” The Military Orders.
Fighting far the Faith and Caringfor the Sick, yay. haz. M. C. Barber, Londra,
1994, s.
Cart., cilt I, no. 558, s.
378-9; RRH, no. 572, s. 152.
Tibble, Monarchy and Lordships, s. 111-12, 119-20. Ayrıca bkz.
Riley-Smith, The Knights of Stjohn injerusalem, s. 423-50 ve ek, s. 477-507.
81 Fulcherius Carnotensis [Fulcher of Chartes], Historia, 1.26, s. 291.
82 Theodericus, böl. 17, s. 26-7.
Çevirisi: ]erusalem Pilgrimage, s. 293-4.
83 Freising'li Otto, Gesta
Friderici, 1.58, s. 385.
lbnülesir (Ibn al-Athir), "Extrait," cilt!, s. 704.
TG, 12.7, s. 554; Tudelalı Benjamin, Itiııerary, çev. ve yay. haz. M.
N. Adler, Londra, 1907, s. 22, 1168 yılı içinde.
Gesta Regis Heıırici Secuııdi Beııedicti Abbatis, yay. haz. W. Stubbs,
cilt II, RS 49, Londra, 1867, s. 13-14; RRH, no. 660, s. 176.
Deuil'lü Odon, De Profectione, s. 134-5.
Würzburg'lu Johannes, “Descriptio," böl. 5, s. 129-30.
Smail, Crıısadiııg Warfare, s. 90.
90 Anglo-Saxon Chronicle, s. 195
9’ TG, 18.14, s. 831; 18.25, s. 849; RHG, cilt XV, no. 34, s. 681-2;
RRH, no. 326, s. 84. Bertrand'ın kurtulması konusunda bkz. loannes Kinnamos,
Deeds, s. 143, “Filistin'deki şövalyelerin komutanı, Latinler ona tapınak
üstadı derler." Blanquefort'lu Bertrand büyük üstat sıfatıyla ilk kez 2
Kasım 1156'da Akka'da ortaya çıkar, RRH, no. 322, s. 82. Selefi Montbard’lı
Andre 17 Ocak 1156'da ölmüştür, OR, s. 314; RRH, no. 306-8, s. 78-9. Bertrand
için bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 62-74.
RRH, no. 336, S. 87.
TG, 21.28 (29), s. 1001-2. Papa III. Alexander, Odon'un çarpışmada
öldürüldüğünü düşünüyordu, ama bu doğru kabul edilirse eğer, bu olaylara dair
mutat tarihleme kuşkulu hale gelir, zira OR'da Odon'un ölüm tarihinin 9 Ekim
olduğu söylenir, s. 328. Alexander'a yanlış bilgi verilmiş olması da mümkündür
- yanlışlığın nedeni çarpışmada ölmenin Tapınakçı imgesine daha uygun olmasıdır
belki de. Bkz. D'Albon, “La Mort d'Odon de Saint-Amand, Grand Maitre du
Temple," ROL, 12 (1909-11), 279-82. Odon için bkz. Bulst-Thiele, Magistri,
s. 87-105.
Ebu Şame (Abu Shama), “Le Livre des Deux Jardins,” cilt IV, s. 200.
Bkz. bu kitapta, s. 297.
RRH, no. 449, s. 117.
H. E. Mayer'ın görüşüdür bu, The Crusades, 2. basım, Oxford, 1988, s.
120-1. Ancak Mayer, Amauri'nin elindeki insan gücünün yetersizliğinden ötürü
bunun gerçekleşemeyecek bir tasarı olduğunu düşünür. Dolayısıyla
Tapı-nakçıların tavrı sorunu daha da ağırlaştırmıştır, ama bu konuda neden ile
sonucu ayrıştırmak güçtür. Öte yandan Runciman da kralın konsilindeki-lerin
etkisiyle bu sefere sürüklendiğini düşünür, Haçlı Seferleri Tarihi, TTK,
Ankara, cilt II, s. 180.
TG, 20.10, s. 923-5.
Riley-Smith, Thc Knights of St John inJerusalem, s. 60-3, 71-3.
TG, 20.5, s. 917-8. ‘Emulus’
'düşman' diye tercüme edilebilir, ama 'rakip' Guillaume'un kastını daha iyi
karşılar.
ıoı Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, cilt ll, s. 317. Guillaume'un
bütün bu hikayeyi uydurmuş olabileceğini düşünen Lundgreen de karşıt görüşü
dile getirir, Wilhelm von Tyrus, s. 104-5.
TG, 18.14, S. 831.
RHG, cilt XVI, no. 125, s. 39 (1162/3); no. 195, s. 60-1 (1163); no.
245, s. 80-1 (1164); RRH, no. 399, s. 105; no. 403, s. 106; no. 406, s. 106. Bu
mektupların hiçbirinin tarihi belli değildir, dolayısıyla tam bir kronoloji
çıkarmak imkansızdır.
RHG, cilt XVI, no. 197, s. 62-3; RRH, no. 404, s. 106; TG, 19.9, s.
875.
RHG, cilt XVI, no. 244, s. 79-80; RRH, no. 407, s. 106; TG, 19.10, s.
877.
Bkz. bu kitapta, s. 147-148.
TG, 22.2, s. 1008.
Bkz. “The Teınplars and the Castle of Tortosa," yay. haz.
Riley-Smith, s. 282; ve bu kitapta, s. 104-105.
TG, 12.7, s. 554-5. A. C. Krey bu kısmın sonradan eklenmiş
olabileceğini düşünür, Tirli Guillaume, History of Deeds done beyond the Sea,
cilt I, s. 527, n. 25.
110 Bkz. bu kitapta, s. 129^30.
1,1 TG, 19.11, s. 878-9. Söz konusu yerin neresi olduğu belli değildir.
Guillaume muğlak bir ifadeyle “Arabistan sınırlarında" der. Çeşitli
ihtimaller için bkz. Deschamps, Les Chateaux des Croises, cilt ll, s. 116.
1,2 Bkz. bu kitapta, s. 142-143. Bu olay 1165 civarına tarihlenir
genelde, ama Guillaume bir paragraf sonra olayı Sicilya Kralı Guillaume'un
ölümüne, 7 Mayıs ll66'ya tarihler, muhtemelen bu ikinci tarih doğrudur.
113 TG, 20.29-30, S. 953-5.
Riley-Smith, "Peace Never Established," s. 97-8.
TG, 17.19, s. 786.
’20 "Assises de la Cour Bourgeois," RHCr. Lois, cilt 11, s.
89. Les Assises de Romanie, yay. haz. G. Recoura, Bibliotheque de l’Ecole des
Hautes Etudes, Paris, 1930, par. 48, s. 194; Tapınakçılara ismen atıfta
bulunulmaz burada. l 188'de bir Tapınak şövalyesi, Ogerstan’lı Gilbert, Kral
11. Henry namına Selahattin'den alınan aşarın bir kısmına el koymaya
kalkışmıştı. Asılmayı hak etmiş olsa da, cezalandırılmak üzere Londra üstadına
teslim edilmişti, Gesta Regis Henrici Secundi, cilt 11, s. 47-8.
12’ Erades, cilt I (ii), s. 999.
’23 "Les Lignages d'Outremer," RHCr. Lois, cilt. II, böl. 14,
s. 452-3; RRH, no.
s. 10-11; no. 57, s. 12-13; no. 80, s. 18-19; no. 90, s. 21; no. 91, s.
21; no. 105, s. 25; no. 106, s. 25; no. 112, s. 27; cilt Il, no. 76 (a}, s. 5;
no. 102 (a), s. 7.
124 Tabulae ordinis Theutonici, no. 3, s. 3-5; RRH, no. 366, s. 96-7.
Bkz. Mayer, "Studies in the History of Queen Melisende," 118-20,
179-80. Nablus'un 85, Kerak ile Montreal'in de 40 şövalye verme yükümlülüğü
vardı, “Assises de la Haute Cour," RHCr. Lois, cilt l, s. 423-4, 433.
Hebron takasa dahil olsaydı, buna 20 şövalye daha eklemek gerekirdi; ama
işlemin kaydedildiği belgede anılmaz Hebron. Bununla birlikte 1180'lerde
Hebron, Montreal ile birleşmiş durumdaydı, RRH, no. 596, s. 159.
125 OR, s. 313; RRH, no. 466, s. 122.
126 TG, 19.22, S. 893-4.
127 RRH, no. 466, s. 122; no. 467, S. 122-3.
128 TG, 20.22, s. 942; OR, s. 318. Nabluslu Philippe için bkz.
Bulst-Thiele, Magistri, S. 75-86.
129 RRH, no. '299, s. 76-7; no. 321, s. 82; no. 354, s. 92-3; no. 355,
s. 93; no. 366, s.
96-7; no. 369, s. 97; no. 400, s. 105.
’30 TG, 20.1, s. 913.
131 ^, no. 465, S. 122.
’32 Bkz. bu kitapta, s. 159.
’33 TG, 21.25 (26), s. 996. Guillaume'un askeri tarikatların hücuma
uğramasına sebep olduğu görüşü konusunda bkz. Tirli Guillaume, History of Deeds
done beyond the Sea, cilt 1, s. 20.
“The Templars and the Castle of Tortosa," yay. haz. Riley-Smith,
s. 278-88.
’35 RRH, no. 381, s. 100; no. 462, s. 121.
’36 TG, 20.30, S. 955; 21.28 (29), S. 1002.
TG, s. 1002 n.; Ebu Şame (Abu Shama), "Le Livre des Deux
jardins," s. 2023.
1167-1180 arası bu görevde bulunduğunu göstermesi açısından bkz.
Cartu-lario del Temple de Huesca, no. 30, s. 34; no. 31, s. 35; no. 42, s. 44;
no. 51, s. 52; no. 57, s. 58; no. 58, s. 59; no. 61, s. 62; no. 65, s. 66-7;
no. 75, s. 76; no. 77, s. 78; no. 80, s. 81; no. 81, s. 82; no. 82, s. 83.
Ayrıca bkz. J. Miret y Sans, Les Cases de Templers y Hospitalers en Catalunya,
Barselona, 1910, s. 101-4; ve Bulst-Thiele, Magistri, s. 99-105.
Melville'e göre, tarikattaki Saint-Amand'lı Odon taraftarları açısından
bu seçim bir bozgundu, La Vie des Templiers, s. 107. Torroja'lı Arnaud'nun
1181'de Antakya'da (TG, 22.7; s. 1015-16), 1184'te de Akka'da (Eracles, cilt
II, s. 2-3) arabuluculuk faaliyetleri yürüttüğü görülür.
Diceto'lu Raoul, Opera Historica, yay. haz. W. Stubbs, cilt II, RS 68,
Londra, 1876, s. 32; OR, s. 327.
m Ernoul-Bernard’da Flaman olduğu söylenir, s. 114. Ayrıca bkz. J. H.
Round, "Some English Crusaders of Richard I," EHR, 17 (1903), 480;
yazar XII ve XIII. yüzyıllarda hem lngiltere hem de lrlanda'da Ridefort veya
Ridelisford diye tanınan bir ailenin izlerinin bulunduğunu gösterir. Bkz.
Bulst-Thiele, Magistri, s. 106-22.
RRH, no. 587, s. 156; no. 588, s. 156-7 (1179). 1174'te Akka'da bir
kraliyet belgesini imzalayan Gerardus, marescalcus et camerarius [Müşir ve
Kethüda Gerardus] o olabilir, RRH, no. 514, s. 136.
Cont. ^T, s. 46; Ernoul-Bernard, s. 114, 178; Eracles, cilt II, s.
50-2.
’44 rrh, no. 631, 5. 167; cilt II, no. 637 (a), 5. 41.
’45 Cont. WT, 5. 19-21; Ernoul-Bernard, 5. 115-19, 129; Erades, cilt
II, s. 6-7.
’46 Cont. WT, 5. 33, 46; Erades, cilt Il, 5. 29.
’47 Bkz. M. W. Baldwin, Raymond IlI of Tripolis and the Fall of
jerusalem (114087), Princeton, 1936, s. 31-46.
’48 Bkz. Morgan, Chronicle of Ernoul, s. 98-116. Ernoul 1180'lerde
Balian'ların maiyetindeydi muhtemelen.
’49 Cont. WT\ s. 36-7; Ernoul-Bernard, s. 141-2; Erades, cilt ll, s.
34-6.
15° Cont. WT\ s. 38-42; Ernoul-Bernard, s. 143-54; Erades, cilt II, s.
36-45; “Libellus de expugnatione Terrae Sanctae per Saladinum,” yay. haz. J.
Steven-son, Coggeshall'lu Ralph, Chronicon Anglicanum, RS 66, Londra, 1875, s.
211-
Cont. WT, s. 46-7; Ernoul-Bernard, s. 161-2. Hazinedar Bernard için
bkz. Morgan, Chronicle of Ernoul, s. 46-50.
Bkz. Morgan, Chronicle of Ernoul, s. 136.
’54 Bkz. Das Itinerarium
peregrinorum. Eine zeitgeııössische Chronilı zum drittcıı Krcuzzug in
urspriinglicher Gestalt, yay. haz. H. E. Mayer, MGH Schriftcn, cilt XVlll,
Stuttgart, 1962, s. 80-2.
Itinerarium Peregrinorum et Gesta Rcgis Ricardi, yay. haz. W. Stubbs,
cilt !,
RS 38, Londra, 1864, s. 70; Das Itinerarium, s. 313-4. Ambroise da
muhtemelen Itinerarium'a dayanarak, üstadın ölümünü bir kahramanlık hikayesine
çevirir, çarpışmanın en hararetli anında fırsatı olduğu halde kaçmayı
reddederek ölmüştür üstat; L'Estoire de la Guerre Sainte par Ambroise, yay.
haz. G. Paris, Collection de documents inedits sur. l'histoire de France,
Paris,
s. 81. Paderborn’lu Oliver’e göreyse şehitlik kanıyla tüm günahlarından
arınmıştır, s. 143. Ayrıca bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 119-20, n. 53.
156 Hoveden’lı Roger, Chronica, yay. haz. W. Stubbs, cilt II, RS 51,
Londra, 1870, s. 346-7; RRH, no. 669, s. 178-9.
HATTIN’DEN LA FORBIE'YE
Hattin savaşından birkaç Tapınakçı kurtulabildi, bunu başaranlar
arasında Büyük Kumandan Birader Terricus da bulunuyordu. Ride-fort'lu Gerard'ın
esir düşmesinin, silah arkadaşlarının çoğunun Müs-lümanlar tarafından idam
edilmesinin ardından, tarikatın kalıntılarının kumandanlığını Terricus
üstlendi. Biri 10 Temmuz ile 6 Ağustos 1187 arasına, diğeri de Ocak l 188'e ait
iki mektubuyla, tarikatın bakış açısından olaylara dair çarpıcı bir yorum
sunmuştur Terricus.’
Özelde Papa 111. Urbanus ile son on yıl içinde doğuya gitmiş önemli
batılı önderlerden biri olan Flandres Kontu Alsace'lı Philip-pe'e, genelde de
tüm Hıristiyanlarla tarikatın tüm biraderlerine yollanan ilk mektubun
olabildiğince geniş bir çevrede dolaşıma girmesi istenmişti.
Günahlarımızın neticesi olarak halihazırda Tanrı'nın gazabının cezamız
olmasına razı geldiği felaketlerin çokluğunu ve büyüklüğünü ne harflerle ne de
yakınan sedayla anlatmak mümkün. Ah, keder! Ahalilerinden dev bir kalabalık
toplayan Türkler, bizim Hıristiyan topraklarımızı vahşice istila etmeye
başladılar; bu durum karşısında biz de adamlarımızı topladık, Mübarek Havariler
Petrus ile Paulus'un Yortusunu müteakip sekizinci gün [29 Haziranı izleyen
hafta] onlarla savaştık. Ordugahlarını terk edip ele geçirdikleri 'Taberiye'ye
yürüdük
’ Hoveden'lı Roger, Chroııica, cilt 11, s. 324-5, 346-7; RRH, no. 660,
s. 176; no.
669, s. 178-9. Akka 10 Temmuz'da, Beyrut da 6 Ağustosta düşmüştür, ilk
mektup için öngörülen tarihleme bu aralıktadır. önce. Koca koca kayalarla
üzerimize çullanıp vahşice saldırdılar, Kutsal Haçı ve kralı ele geçirdiler,
pek çok adamımızı öldürdüler - öyle ki, Mayısın birinde [Cresson
kaynaklarındaki çarpışmada] öldürülen altmış kişiyi saymazsak, o gün
biraderlerimizden 23O'unun kafasının kesildiğini zannediyoruz. Efendi Trablus
kontu, efendi Sidonlu Rena-ud, efendi lbelinli Balian ve bizler, o elim harp meydanından
zar zor kaçabildik. Biz Hıristiyanların kanıyla kendinden geçmiş, gözü dönmüş
putperestler, tüm o kalabalıkla Akka şehrine varmakta gecikmediler; yakıp
yıkarak şehri ele geçirdiler ve o toprakların neredeyse tamamını işgal ettiler.
Şimdilik sadece Kudüs, Askalon, Tir ve Beyrut kaldı bize. Üstelik, neredeyse
bütün sakinleri öldürülmüş olan bu şehirleri elimizde tutmamız da mümkün değil,
meğerki Tanrı'nın himmeti ve sizin yardımınız bir an evvel imdada yetişe.
Şiddetli hücumları gece gündüz sürüyor, Tir şehri halihazırda amansız bir
kuşatma altında; orduları öylesine büyük ki, Tir'den Kudüs'e ve Gazze'nin
ötelerine değin bütün topraklara yayılmış durumdalar, tıpkı karıncalar gibi. Bu
sebeple, bize ve doğunun Hıristiyanlarına olabildiğince çabuk yardım yollamayı
hayır sayın, ya şimdi ya hiç, zira Tanrı ve birader-liğinizin mümtazlığı
sayesinde, sağlayacağınız destekle kalan şehirler kurtarılabilir.
Daha kötüsü yoldaydı. Terricus, Kral Henry'ye yazdığı Ocak 1188 tarihli
mektubunda da Kudüs'ün düştüğünü -2 Ekimde olmuştu bu-bildirmiş, Selahattin'in
emriyle Haçın nasıl indirildiğini ve iki gün boyunca -şehrin murdarlıktan
arındırılmasının başlangıcı niyetine halk tarafından değneklerle paralanmak
üzere- sokaklarda nasıl gezdirildiğini anlatmıştı. Ancak Selahattin Kutsal
Kabrin, Aziz Mikail Yortusunu müteakip dördüncü güne (muhtemelen 3 Ekim 1188'e)
değin Suriyeli Hıristiyanların nezaretinde kalmasına ve ayrıca Hayırseverlerin
hasta bakmak üzere on biraderlerini bir yıl daha ocaklarında tutmalarına izin
verdi. Ne ki, Kudüs kaybedilmiş olsa da direniş sürüyordu: Belvoir'daki
Hayırseverler karşı saldırıya geçip iki Müslüman kervanını ele geçirdiler;
bunlardan birinde, Hattin'e çok yakın olan ve savaştan kısa bir süre sonra
düşen Tapınakçı kalesi L-1 Feve'den alınmış silah ve teçhizatı buldular. Ayrıca
Montreal, Kerak, Safed, Krak des Chevaliers, Merkab ve Chastel-Blanc
ellerindeydi henüz. Selahattin'in Kasını ve Aralık aylarında kararlılıkla
sürdürdüğü Tir kuşatması da hedefine ulaşamamıştı; dahası Hayırseverler ve
Tapınakçılardan yardım gören Monferratolu Corrado, kıyıya yakın bir yerde
girdikleri önemli bir deniz savaşını kazanmış, on bir Müslüman kadırgası ele
geçirmişti. Terricus'a göre Selahattin öyle bir yeise kapılmıştı ki, ellerinde
kalan gemileri yakmış, "sonsuz bir gazaba kapılarak atının kulaklarıyla
kuyruğunu kesmiş, herkesin göreceği şekilde at üstünde orduyu baştan başa
katetmişti." Tir'in elde kalması sahiden hayati önem taşıyordu, ancak
Terricus'un saydığı kalelerden dördü -Belvoir, Montreal, Kerak ve Safed- bir
yıl içinde düştü.
Terricus ikinci mektubunda kendini Tapınakçıların "eski"
büyük kumandanı diye anar, zira Ridefort'lu Gerard Hıristiyan saflarına geri
dönmüştür. Hattin sonrası canı bağışlanan yegane Tapınakçının niçin o olduğu
bilinmemektedir; fakat muhtemelen Selahattin onu pazarlık konusu edebileceğini
anlamıştı, nitekim Eylül ll87'de Tapınakçıların -Gerard'ın teslim emrine uyan-
Gazze Kalesiyle takas edilmek suretiyle özgürlüğüne kavuştu.1 Ridefort'lu
Gerard'ın bundan sonra neler yaptığı pek belli değildir; ama Kral Gui'in 1189
Ağustosunun sonlarında Akka'yı kuşatmak için topladığı orduya katıldığı
kesindir. Gui de 1188 yazında salıverilmişti ve bir iddiaya göre sarsılan
nüfuzunu yeniden kazanabilmek için bir başarıya ihtiyaç duyuyordu.2 3 Ne ki Akka
tasarısı pervasızca bir girişimdi ve pervasızlık da Ridefort'lu Gerard'ın tipik
özelliğiydi - hatta belki de bu hamle büyük üstadın eseriydi. Her halü karda
Gerard bu girişimin bedelini canıyla ödedi, 4 Ekim ll89'da şehrin yakınlarında
savaşırken öldü.4
ll80'lerin başlarında giderek güçlenen yardım çağrıları ulaştırılmasına
rağmen batıdan kayda değer bir askeri yardım gelmemişti; ne ki Hattin bozgunu
Hıristiyanların genel kanaatlerini öyle bir sarstı ki, sofuca vaatlerin ve
vicdan rahatlatmaya yönelik mali yardımların yerini sonunda Üçüncü Haçlı Seferi
orduları aldı. Alman imparator Fried-rich Barbarossa Küçük Asya'yı geçerken
Haziran ll90'da öldü, ama Fransız Kral 11. Philippe ile Anjou'lu l. Richard
ll91'in Nisan ve Haziran aylarında doğuya ulaşıp birleşik kuvvetleriyle 12
Temmuzda Akka'yı geri aldılar. Philippe bu başarılı harekattan yaklaşık üç
hafta sonra Fransa'ya döndü; Richard ise orada kaldı, niyeti Eylül ayında
Arsufta yapılacak büyük bir savaşta Selahattin'i bozguna uğratarak Kudüs'ü geri
almaktı. Hıristiyan ordusu Akka'dan sahil boyunca güneye yürüyüşü sırasında
gayet ağır bir baskı altındaydı ve askeri tarikatların kolları koruma
tecrübesinin ne kadar önemli olduğu burada ortaya çıktı - geçmişi VII.
Louis'nin Küçük Asya'yı aştığı günlere uzanan bir tecrübeydi bu. Ağır kayıplar
verilmesine, özellikle de pek çok at kaybedilmesine rağmen Tapınakçılar artçı
konumlarını korudular, Hayırseverlerse genelde ileri safları tuttular. Hayvan
yemi ve öküz bulunduran, yaralıları tedavi eden, Türklerin dur durak bilmez
hücumlarını karşılayan askeri tarikatlar vazgeçilmez olduklarını kanıtladılar.
Arsuf savaşının olduğu 7 Eylül günü de Richard'ın askeri düzeni içerisinde çok
önemli bir rol üstlendiler. Itinerarium'un iyi bir doğrudan tanıklık anlatısı
sunan yazarına göre, Richard on iki süvari bölüğü oluşturmuş, bunlar beş
muharebe hattına gereğince paylaştırılmıştı. Tapınakçılar ön, Hayırseverler de
arka safı tutuyorlardı. 5 Temel
ilke disiplin ve uyumdu; kral askeri tarikatların çarpışmada pervasızlık
göstereceğini düşünseydi eğer, onları bu şekilde kullanamazdı. Nihai hücumu,
kolun gerisinde kırılma noktasına baskı uygulayan Hayırseverler gerçekleştirdi;
öte yandan kral da Frank saldırısının azami etki yaratması için gereken
kontrolü sağlayabilmişti.
Bu başarılar krallığı bir ölçüde toparladı, Akka dahil Yafa'ya kadar-ki
kıyı şehirleri geri alınmıştı; Akka, ana üslerini buraya kuran Tapı-nakçıların
da aralarında bulunduğu belli başlı güçleri barındıran en önemli şehir haline
geldi.6 Ancak Franklar
Kudüs’ü yeniden almayı başaramadılar. Richard Ocak ll92'de Beyt Nuba'daydı,
şehir gözlerinin önündeydi, ama yerli Frankların tavsiyesine uydu, hücuma
geçmenin doğru olmayacağını kabul etti - ll89'da Ridefort'lu Gerard'ın
ölmesinin ardından Tapınakçıların geleneksel ihtiyatlılıklarına geri
döndüklerini gösterir bu. Itinerarium'un yazarı durumu şöyle anlatır:
Ama ferasetli kafalar, sıradan insanların ihtiyatsız isteklerine onay
vermediler. Tapınakçılar ile Hayırseverler, bir de o toprakların
Pulla-ni'si,"' gelecekte olabilecekleri basiretle gözeterek Kral Richard'ı
o sıra Kudüs'e yürümekten vazgeçirdiler. Çünkü eğer şehri kuşatsalardı ve
Selahattin ile etrafında saf tutanlara karşı var güçleriyle hücuma geçse-lerdi,
arkalarında, çok da uzakta olmayan dağlarda bulunan Türk ordusu kuşatmacılara
ani saldırılar düzenleyecekti; bu da seferi, bir yandan arkalarından gelen,
diğer yandan da kuşatılanların akınlarından kaynaklanan büyük tehlikelere
sokacaktı. istediklerine ulaşıp Kudüs'ü alsalar bile bunun bir anlamı olmazdı,
meğerki şehri dünyanın en güçlü adamları savunsun. Nitekim özellikle de haç
yolculuklarını tamamlamak isteyenlerin yurtlarına zamanında dönmelerini
önemsedikleri için, bunun kolay olmayacağını düşündüler, zira sırtlarına binen
ağır yükten bunalmış durumdaydılar.7 8
Kudüs'ü almaktansa sahil tarafına çekilip Askalon'u yeniden inşa etmeye
karar verdiler, "böylece Mısır'dan Kudüs'e erzak taşıyan Türkler sürekli
gözlerinin önünde olacaktı."9 Haziran ayı geldiğinde haçlılar yeni bir harekat için
yeterince güçlendiklerini düşündüler, ancak temel stratejik durum değişmemişti
ve bir kez daha -Tapınakçılar ile Hayırseverlerin başını çektiği- yerli
Frankların öğütleriyle haçlılar yeni bir hareketin fayda sağlamayacağına ikna
oldular. Keza kral Mısır'a saldırı planı için de yeterince destek bulamadı.
Bunlar önemli hamlelerdi. Selahattin erzak konusunda Mısır'a bağımlıydı;
Askalon'un yeniden inşasına harcadıkları süre Hıristiyanların bunu kavradıklarını
gösterir. Ayrıca Gazze'nin 1188'de Ridefort'lu Gerard tarafından Müs-lümanlara
verilişinin önemini de ortaya koyar - üstadın kurtulması için ödenen bedel ağır
olmuştur.
Richard tüm haçlı seferi süresince Tapınakçılara büyük bir güven
besledi; bu güven, kralın Anjou'daki önemli vasallarından birinin, Sable'li
Robert'in 119l'de büyük üstat olmasıyla iyice pekişti - bunun kralın nüfuzuyla
sağlandığı neredeyse kesindir.10
Sable'li Robert'in ll6O'larda devraldığı miras, Sarthe nehri vadisindeki bir
grup önemli araziydi temelde. Geçmişi, çalkantılı Anjou baronluğu için gayet
tipikti: ll 73'te Genç Kral Henry'nin, babası II. Henri'ye karşı çıkardığı
başarısız ayaklanmaya destek vermişti; 1190'da, haçlı seferi için yola
koyulmadan önce bölgedeki manastır ocaklarına ödediği tazminatlar da, geçmişte
bunların haklarına karşı pek hassasiyet göstermediğini ortaya koyar.11 Richard ile yakın
bir ilişkisi olduğu, kralın ll90'ın bahar ve yaz aylarında Anjou ile
Normandiya'da yürüttüğü haçlı seferi hazırlıklarına iştirakinden ve Haziranda
haçlı donanmasını idare eden beş vekilden biri olarak atanmasından
çıkarılabilir. Richard 1190-91 kışında doğu güzergahları üzerindeki Sicilya'da
konakladığında, Sable'li Robert Kral Tancredi'yle müzakerelerde kralın özel
görevlisi olarak rol aldı; ayrıca Kral Richard ile Kral Philippe'in, haçlı
seferi sırasında ölenlerin mallarının idaresi için kurdukları bir komitede
kralın temsilcilerinden biriydi.”
Tapınakçıları Kıbrıs adasını kraldan satın almaya yönlendiren de bu
bağlantı olsa gerektir - kral adayı doğuya giderken, Haziran 1191'de Bizanslı
valisinin elinden almıştı. Richard'ın valileri adayı kontrol etmekte
zorlanmışlar, Tapınakçıların burayı 100.000 Sarazen besant'.ına satın alması
ayarlanmış, tarikat başlangıç olarak 40.000 be-sant ödemişti; 1187'den beri
uğradıkları kayıplarla yaptıkları harcamalar da hesaba katılırsa, bu miktar
Tapınakçıların ne kadar büyük bir mali kaynağa sahip olduklarını gösterir. Eğer
satış gerçekleşseydi, Tapınak Tarikatı kendi bağımsız devletini kuran ilk
askeri tarikat olacaktı - sonraları bu başarıya, 1283'te Prusya'da Töton
Şövalyeleri ve l 309'da karargahlarını Rodos'a taşıyan Hayırseverler
ulaşacaklardı. Sonuçta bunun ziyadesiyle büyük bir proje olduğu anlaşıldı; zira
Tapı-nakçılar buradaki garnizonlarına yalnızca yirmi birader yerleştirdiler, bu
arada da ağır vergileri, keyfi yönetimleriyle halkı bezdirdiler. s Ni- 12 san lin'de
Nicosia'da bir isyan patlak verdi, buradaki garnizonun halka "serf'
muamelesi ettiği söyleniyordu; Tapınakçılar ancak kaleden düzenledikleri gayet
riskli bir hücumla kurtulabildiler isyandan. Bu sebeple Richard Mayıs 1192'de
adayı, önceki ay Kudüs krallığını Mon-ferratolu Corrado'ya devreden Lusignan'lı
Gui'e sattı.’2 Ama Tapınak-çılar, Famagusta
ile Limasol'daki ordugâhları, Gastria, Khirokitia, Yer-masoya ve yine
Limasol'daki kaleleriyle Xlll. yüzyılda da adada önemli bir güç olmayı
sürdürdüler. Richard Ekim 1192'de batıya. dönüş yolculuğuna koyulduğunda, bir
grup Tapınakçı ona refakat etmekle görevlendirildi; tarikatın krala sunduğu son
hizmet buydu. Hazinedar Bernard'ın eski Fransızca kaynaklardan yaptığı
derlemeye (“Ernoul-Bernard") bakılırsa, Richard seyahate çıkarken
Tapınakçı kılığına girmişti, yolunu kesebilecek pek çok düşmandan sakınmaya
yönelik bir tedbirdi bu.13 14 Bu
hikâye, doğru olsun olmasın, o dönemin zihinlerinde Tapınakçılar ile kralın ne
kadar bağdaştırılmış olduğunu gösterir. Aslında gayet iyi bilindiği üzere,
Richard 1192 Noelinden hemen önce Viyana yakınlarında Avusturyalı Leopold
tarafından esir alındı, ardından da İmparator VI. Heinrich'e satıldı. Şubat
1194'e değin esaretten kurtulamadı.
Zararı azaltmaya yönelik bir hareket olarak Üçüncü Haçlı Seferi, XI.
yüzyıl sonlarından beri düzenlenmiş seferlerin hepsinden daha başarılıydı;
Selahattin'in 1193'te, Eyyubileri kendi aralarında çekişir halde bırakıp
ölmesiyle birlikte, anakaradaki yerleşimlerin -en azından yakın gelecekte-
ayakta kalması da sağlama bağlandı. Bununla birlikte Outremer Frankları
açısından haçlılar gittikten sonra eski durumlarına ulaşma görevini sürdürmek
zor ve pahalı bir iş oldu. Bunun kayda değer bir delili, Tapınakçıların
kuzeydeki önemli istihkamları Bagras'ı yeniden ele geçirmek için verdikleri
uzun mücadeledir; bu mücadele aynı zamanda, doğunun karmaşık siyasi ortamında
Tapınakçılar açısından Islam karşısında salt dürüst iman müdafileri olarak
hareket etmenin ne kadar zorlaştığını da gösterir. Darbsak ile Bagras Eylül
ll88'de Selahattin'in eline düşmüş, böylece Tapınakçı-ların büyük uç beyliğinin
merkezi ortadan kalkmıştı. Kuşatıldığında Bagras'ın stokları sağlamdı, ama
muhtemelen önceki on dört ay boyunca uğranan insan kaybından ötürü yeterince
muhafızı yoktu. Aslında bakımı güç dev bir istihkamdı; Selahattin'in
kuşatmasının tanıklarından olan Imadettin, Selahattin'in Darbsak ile Bagras'ı
bağışladığı Azaz Beyi Alamettin'in -içindekilerden alabileceklerini götürdükten
sonra- Bagras'ı terk etmesine hiç şaşmamıştı.15 Selahattin ll9l'de, Akka kuşatmasıyla uğraştığı
dönemde, istikamı sökmek üzere adam yollamıştı; ancak görünüşe bakılırsa
bunlar, ll72-73'ten beri Bizans'tan bağımsız bir devlet olan Küçük
Ermenistan'ın (Kilikya) hükümdarı Rupen Prensi Levon oraya gelmekte olduğu için
kaçmış, işi bitireme-mişlerdi. Tapınakçılar Bagras'ın iadesini istemek üzere
döndüklerinde, Levon'un takviye ettiği bu kaleden vazgeçmeyeceğini anladılar.
Antakya prensleri karşısındaki konumu -kuramsal olarak- vasallık olan Levon'un
bunu, Antakya'yı almaya yönelik bir seferin aşamalarından biri saydığı açıktır
aslında.
Ermeniler, büyük ölçüde Bizanslıların XI. yüzyıldaki zorla iskan
siyaseti ve Türklerin 1071 Malazgirt savaşından sonra Küçük Asya'ya
düzenledikleri akınlar sebebiyle, Küçük Asya'nın güneydoğusundaki Kilikya'dan
Fırat nehrine uzanan dar bir kuşağa yerleşmiş bulunuyorlardı. Bizanslılara göre
monofizit sapkınlardı; ancak Ermeni Kilisesi, dini işler çerçevesinde uzun bir
dostane ilişkiler süreci geçirildikten sonra 1184'te, papalığın Roma kominyonu
diye andığı birliğe dahil olmuştu.16 Ancak Levon'un Antakya savaşı durumu iyice
çetrefilleştirdi; onun Tapınakçıların topraklarına yönelik hareketi, Antakya
Prensi III. Bohemond'a karşı dolaysız bir tehdit sayılmıştı. Bohemond ile Levon
arasında 1194'te sulh sağlandıysa da, 1201'de Bohemond öldüğünde, Levon'un
büyük yeğeni ve III. Bohenıond'un torunu Raimond-Rupen ile III. Bohemond'un
oğullarından Trabluslu Bohemond arasındaki miras kavgasıyla ihtilaf yeniden
alevlendi. Papalık da bu karmaşık ağa katıldı, çünkü Levon İmparator VI.
Heinrich'in bir temsilcisinden Ki-likya hükümdarlığını almasının ardından
1197'de Küçük Ermenistan'ın Katolik Kilisesine tam katılımını sağlamıştı. III.
Innocentius Ermenistan'ın hak iddiasını destekliyordu, çünkü güçlü
Kilikya-Antakya devleti fikrini iyice benimsemişti.
Tapınakçılar da böylelikle yaklaşan sert çatışmada Trabluslu
Bohe-mond'un müttefiki oldular, zira Bagras'ı kendilerine geri vermeyen bir
yerleşimi kabul edemezlerdi. Olaylar 1211'de iyice kızıştı; çünkü
Tapı-nakçılar, belki de papalık idare heyetindeki temsilcileri aracılığıyla
papayı sıkıştırıyorlardı (yüzyılın devamında da orada bulunan bu heyet
muhtemelen o tarihte bölgeye yerleşmiş durumdaydı). Bu da Inno-centius'un
1211'de -Levon Tapınakçıların bölgedeki mülklerine yönelik birtakım yıkıcı
saldırılar düzenledikten sonra- Tapınakçılardan yana tavır almasını sağlamış
olabilir; söz konusu saldırılar arasında bir -grup Tapınakçının dar bir geçitte
pusuya düşürülmesi de bulunmaktadır, saldırıda bir birader öldürülmüş, yeni
büyük üstat Chartres'lı Guillanme da ağır yaralanmıştı.16 Tapınakçılar buna misilleme olarak 1211 sonbaharında, Kudüs Kralı
Brienne'li jean'ın elli şövalyesiyle takviye edilen bir saldırı düzenlediler.
Levon Tapınakçılara yönelik saldırıları sebebiyle III. Innocentius tarafından
aforoz edildi; Tapınakçı-ların topraklarını iade ettiği 1213'teki uzlaşma
siyasetinin bir nedeni de buydu belki. Ancak tarikat yine de Levon'un sonunda
Antakya'da Ra-imond-Rupen'i iş başına getirmesini sağlayan ve doğrudan
Tapınakçı-larla bağlantılı olmayan bir dizi yeni siyasi çalkantının sonrasına,
1216'ya değin Bagras'ı geri alamadı.17
Bu koşullar altında Üçüncü Haçlı Seferinin sona ermesi ve
Selahat-tin'in ölümü haçlı devletlerinin bekası açısından da bir kilitlenme
hali yarattı. Selahattin'in ardından Müslüman dünyası kendine has
hizipleşmelere geri döndü, bu da Latinlerin ağırlık kazanmasına imkan tanıdı.
Selahattin'in kardeşi el-Adil'in çabalarına karşın Kahire ile Şam sık sık
ihtilafa düşüyordu, mütarekeler yapıp nüfuz bölgeleri konusunda zımni
anlaşmalara varmak Müslümanların da Hıristiyanların da yararına oluyordu
genelde. Latin cephesinde, haçlı devletlerine yol gösterici bir siyaset
sunacak, Kral Amauri çapında bir sima bir daha çıkmamıştı ortaya; 1190'da
Sibylle'in ölmesinin ardından Kudüs Krallığının' yönetimi, Sibylle'in üvey
kardeşi Isabelle'in iki kocasına, Mon-ferratolu Corrado (ö. 1192) ile
Champagne'lı Henri'ye (ö. 1197) ve Gu-i'in kardeşi Lusignan'lı Aimeri'ye
intikal etti. Bunlar arasında en etkin
'6 RRH, no. 851, s. 227; III. Innocentius. Innocenti P.P. Registrorum,
PL, cilt CCXVI, Paris, 1891, 14, no. 64, süt. 430-1.
'7 Bu tartışmanın bağlamı için bkz. Cahen, La Syric du ııord, s.
582-621.. hükümdar, 1194'te Gui'in ölmesinin ardından Kıbrıs'ı miras alan
Ai-meri'ydi; ancak 12O5’te öldüğünde dolaysız bir halef bırakmadı ardında,
böylelikle de krallık Isabelle’in Monferratolu Corrado'dan olma kızı Maria'ya
mirası kaldı. 1210'a, Maria'ya bir koca bulunmasına değin -Brienne'li Jean'dı
bu- krallığın odaklanacağı merkezi bir figür çıkmadı ortaya. Dolayısıyla haçlı
devletlerinde belli başlı egemenlik gruplarının ilgisini, Bagras gibi karmaşık
ve sürgit ihtilaflardan uzaklaştıracak pek bir şey yoktu.
Richard'ın büyük üstadı Sable'li Robert 1192 ya da ll93'ün 28 Eylülünde
öldü.’8 Halefi Gilbert Erail önceden de doğuda
hizmet vermişti, ll83'te Kudüs’te büyük kumandandı; 1185-1190 arası Provence ve
İspanya üstatlığını yürütmüş, ardından da denizaşırı bölgeler üstadı sıfatıyla
tüm batı illerinin idaresini üstlenmişti.’9
1194'ten beri büyük üstat olsa da, Ağustos 1197'de hâlâ Ispanya'daydı, ertesi
yıla değin de ismi Outremer kayıtlarında yer almayacaktı. 5 Mart 1198'de
Akkâ'daki Tapınak ocağında toplanan konsilin önemli katılımcılarından biriydi
-bu konsilde Töton Şövalyelerinin Kiliseye bağlı bir tarikat olduğu
onaylanmıştı. Töton Şövalyeleri teşkilatı, ll90’da Lübeck ve Bre-men’den gelen
ziyaretçiler tarafından kurulmuş bir Alman hastanesinin gelişmesiyle ortaya
çıkmıştı; teşkilat ll98'de bir askeri tarikat haline geldiğinde yasaları
konusunda Tapınakçıları örnek aldı.17 18 19
Gilbert Erail Tapınağa uzun yıllar hizmet verdikten sonra büyük üstat
olmuştu; ama halefi Pleissez'li (Anjou) Philippe, Sable'li Robert gibi Üçüncü
Haçlı Seferiyle birlikte, bir laik olarak gelmişti doğuya. Angers'nin yaklaşık
sekiz mil kuzeydoğusundaki Pleissez Kalesinin, XI. yüzyılda buraya yerleşmiş
güçlü beyleri vardı. Philippe ailenin küçük oğluydu, ama yine de evlenmiş ve
oğulları olmuştu. Katılacağı haçlı seferi için gereken parayı Angers'li Aziz
Nicolaus keşişlerinden tedarik etmek istemişti önce; keşişlere, doğuya
gitmesini sağlayacak otuz solidus karşılığında Linieres'de bir arazi ve bir
koru teklif etmişti. Keşişler bu teklifi kabul etmemişler, bu yüzden de
Philippe mülkünü kardeşi Foulques'a rehin bırakmaya mecbur kalmıştı. Ne ki
keşişler yine de söz konusu araziyi aldılar, zira Foulques hacıların ruhunun
selameti için burayı keşişlere bağışladı.2’
Philippe Üçüncü Haçlı Seferi yolculuğunda, Sable'li Robert gibi diğer Anjou
beylerinden oluşmuş bir grupla birlikteydi muhtemelen; ancak 120l'de Tapınağın
büyük üstadı olarak tekrar sahneye çıkışına değin hakkında herhangi bir kayda rastlanmaz.22
Haçlı seferi ruhunu yaşatmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Kral Aimeri, el-Adil
ile Temmuz 1198'de -beş yıl sekiz ay sürecek- bir mütareke yapmıştır, ama
Pleissez'li Philippe hâlâ birtakım münferit çatışmaların çıktığını bildirir.
Avrupa'daki Cistercium ocaklarının başrahiplerine gönderdiği bir mektupta,
el-Adil'in 11 Kasım 1201 ve 2 Haziran 1202'de düzenlediği iki saldırıyı
anlatmıştır. El-Adil Trablus topraklarına, büyük üstada bakılırsa Müslüman
âleminin 20 21 dört
bir bucağından yollanmış birliklerle hücum etmişti. Bunlar Mısır'dan,
Kudüs'ten, Şam'dan, hatta Fırat'ın ötesinden gelmiş, halkı kaçmaya zorlamış,
mülkleri yakıp yıkmışlardı.22 23 24 Bu
tecrübe, Aime-ri'nin Eylül 1204'te yaptığı beş yıllık mütarekenin yenilenmesini
tartışmak üzere Temmuz 1209'da -yetişkin bir hükümdarın yokluğunda-toplanan
konsilde büyük üstadın sergilediği tutumu açıklayabilir. Ple-issez'li Philippe
ile piskoposlar hariç herkes mütarekenin devamını istiyordu, büyük üstat ise
yeni krala böyle bir mecburiyet dayaklamayacağını savunuyordu. Bu arada Kraliçe
Maria'yla evlenmesi için Brien-ne'li Jean seçilmiş, ama henüz doğuya
ulaşmamıştı. Birtakım ciddi çekişmelerin ardından Philippe'in görüşü galip
geldi?4 Büyük üstat, muhtemelen tarikatın ününü ve
işlevini koruma kaygısıyla, III. Inno-centius'un ll99'da doğunun belli başlı
önderlerine yazdığı mektubu hatırından çıkarmıyor olsa gerekti; papa bu
mektupta, Outremer baronlarının Sarazenlerle sürekli mütareke yapmaları
yüzünden batıkların haçlı seferleri konusunda şevklerini kaybettiklerini
söylüyordu?5
Papanın suçlamasında bir haklılık payı da vardı, zira Outremer
Hıristiyanları inançsızlığa karşı savaş kadar iç ihtilaflarla da
uğraşıyorlardı. Tapınakçıların, manastır yönetimlerinden bağımsız Kilise
teşkilatıyla ilişkilerinde sık sık görülen aksama, 1196'da Papa III.
Celesti-nus'un tarikata, aşar bölüşümü konusunda Kutsal Kabir rahipleri ve
başrahibiyle yaptıkları anlaşmayı ihlal ettiklerini hatırlatmasıyla nüksetti. 25 Taberiye
piskoposuyla o piskoposluk bölgesinin gelirleri konusunda girilen tartışma ise
daha ciddi sonuçlar yarattı. III. Innocentius, Sidon ve Cebail piskoposlarını
arabulucu olarak görevlendirdi, Gibert Erail de temsilcisi sıfatıyla iki
birader gönderdi. Sonunda mesele patrik tarafından çözüme bağlandı, fakat Sidon
piskoposu neticeden hoşnut olmadı ve büyük üstat görüşünü kabule yanaşmayınca
onu aforoz etti. Ne ki III. Innocentius Tapınakçıların tarafındaydı; piskoposu
görevinden aldı, patriğe, Tir başpiskoposuna ve Akka piskoposuna, bu kararın
papalık gücünün gaspedilmesi anlamına geldiğini söyleyerek aforozu geri
almaları emrini verdi. 26
Hayırseverlerle ll 79'da yapılan geniş çaplı anlaşma da, haçlı
devletlerinin giderek daha büyük bir kısmında egemenlik kurmalarından ötürü iki
tarikatın çıkarlarını karşılıklı olarak belirleme ihtiyacında olduğunu ortaya
koyuyordu. Çıkarların çakıştığı bölgelerde kaçınılmaz ihtilaflar doğuyordu.
Trablus Kontluğunun kuzey kısmı özellikle hassas bir bölgeydi; zira 1187-88
felaketlerine rağmen her iki tarikat da burada, 1 1 50’lerin başlarında
yapılmış bağışlar sayesinde sahip oldukları geniş arazilerle kaleleri muhafaza
ediyordu. Hayırseverler Selahat-tin'in Temmuz 1188 kuşatmasının yarattığı
fırtınayı Krak des Chevali-ers'de savuşturmuşlardı, Tapınakçıların
Chastel-Blanc ve el-Arimah istihkamları da bu buhranı atlatabilmişti. Tortosa
ise Selahattin tarafından tahrip edilmiş, ama tam anlamıyla fethedilememişti;
Tapınakçılar bu yapılar topluluğunun ana kulelerinden birini azimle ellerinde
tutuyorlardı. Daha kuzeyde Hayırseverler 1186'da yeni bir yer edinmişlerdi;
Valania'nın hemen güneyinde, sahil boyundaki büyük Mer-kab Kalesi öylesine
sağlam bir istihkamdı ki, Selahattin burayı almaya yönelik hiçbir ciddi
girişimde bulunmamıştı. Piskoposla yapılan 1163 tarihli aşar anlaşmasının da
gösterdiği gibi,27
Tapınakçılar Valania ile civarına yerleşmiş durumdaydılar; 1198'de, Valania ile
Merkab arasında kalan bir fief konusunda Hayırseverlerle ihtilafa düşmüş
olmaları da hiç şaşırtıcı değildir. Bu ihtilaf, Aralık 1198'de iki tarikatın
önderleri .
arasında bir müzakere düzenlenmesini gerektirdi ve bu müzakereyi Şubat
ayında papanın III. Alexander zamanında yaptıkları anlaşmaları hatırlatan sert
uyarısı izledi. Papa, Gilbert Erail'in gönderdiği Tapınak temsilcileri
(Villaplana'lı Peter ve Terricus adlı biraderler) ile Hayırsever biraderleri
(Barletta Başrahibi Disigius ve İtalya İdarecisi Ogier) dinledikten sonra karar
vereceğini söyledi?28
120l'de, Valania'daki fırınların kullanımı konusunda üstatlar arasında yapılan
anlaşma (Ta-pınakçılar yalnızca ortak fırını, Hayırseverlerle piskopos ise
kendi özel fırınlarını kullanacaklardı), karşılıklı hakları belirleme
ihtiyacının kasabayı bile etkilediğini düşündürür.29
Bunlar, papalığın kendine biçtiği -muafiyet sahibi tarikatlar üzerinde
dolaysız salahiyeti de içeren- yetkenin kullanılması gerektiğine inanan III.
Innocentius için olağan müdahalelerdi. Sidon piskoposunun Gilbert Erail için
verdiği aforoz kararının geri alınması bu inancın bir kanıtıydı; keza,
Innocentius'un, 1173'te I. Amauri'nin Mesnil'li Gautier'ye karşı sergilediği
keyfi tutumu kabul edebilmesi de mümkün değildi.30 Ancak Tapınakçılar açısından bu müdahalecilik iki
ucu keskin bıçaktı. Papa bir taraftan Tapınakçılarla imtiyazlarının ruhban
tarafından korunmasını talep eden bir dizi tebliğ çıkardı. Ruhbana,
Tapınakçıların kendi defin alanlarına sahip olma hakkı ve kendilerine
bağışlanan topraklarda kilise yapma özgürlüğü taşıdıklarını hatırlattı (1199,
1200); Tapınakçılara, adamlarına ya da mülklerine karşı şiddet uygulanmaması
konusunda genel bir uyarı çıkardı, aldıkları bağışların aşardan muaf
tutulacağını teyit etti, bunu 1198-1210 arasında dört kez tekrarladı.
Kışkırtmak suretiyle Tapınakçıları başka Hıristiyanlarla çatışmaya zorlayan,
hatta tarikat üyelerini hapse atan piskoposları kınadı, bunu da 1198-1205
arasında dört kez tebliğ etti; ruhbana, Tapı-nakçıların yıllık aşar toplama
faaliyetlerine karışmamalarını, Tapınak kiliselerini aforoz ya da yasak
etmemelerini, cemaatlerinden Tapınak ocaklarına tecavüzde bulunan, buralarda
hırsızlık eden olursa bunları cezalandırmalarını söyledi (1198).31 1204-1209
arasında ruhbana, Tapı-nakçıların kendi kullanımları için
işledikleri'arazilerden aşar topmayı yasakladı; Omne datum optimum’u yeniledi;
ruhbana, belli bir süreliğine hizmet etmek üzere tarikata girenleri vaktinden
önce ayrılmaktan alıkoymalarını, Tapınakçıların mülkleriyle imtiyazlarını
gaspçılara karşı korumalarını ve buyruklarına uymayanları aforoz etmelerini em-
retti.33
Ancak III. Innocentius, ruhbana ve genelde topluma bu tarikatın
doğrudan papalık koruması altında oldugunu söylerken, diger taraftan
Tapınakçılara da imtiyazlarının kötüye kullanımına ilişkin görüşünü herhangi
bir kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla bildiriyordu. 1207'de Pleissez'li
Philippe'e haklarındaki şikâyetlerden usandığını yazmış ve Tirli Guillaume gibi
o da Tapınakçıları gurur günahına kapılmakla suçlamıştı. Birkaç kuruşu olan her
serseriye haçlarını sunmalarından yakınmış, ardından da büyük üstadın aforoz
edilebilecekken Hıristiyan usullerine göre defnedilme ve dini hizmetler görme
hakkına sahip oldugunu vurgulamıştı. Tapınakçılar böyle davranmakla Şeytan'ın
tuzağına düşüyorlardı;papa bu hataların üzerinde durmak istemiyor ve tarikatın
kendini toparlamasını bekliyordu. Mektup, Tapınakçıların papalık elçilerine
saygı göstermedikleri suçlamasıyla sona eriyordu - Bagras hakkında süregiden
tartışmalara bir atıftı bu muhtemelen?4
Innocentius'un Tapınakçılara dair kaygıları, yeni bir haçlı seferi
başlatma konusundaki kararlılığının bir yansımasıdır;zira Üçüncü Haçlı Seferi
haçlı devletlerinin bekasını sağlamış olsa da, papalık geçmiş seferleri iktidar
paylaşımında işine yaramış uygulamalar addediyor olamazdı. Özellikle de büyük
saygı gören kutsal yerlerin çoğundan uzaklaştırılmanın acısı hâlâ sürerken.
Dolayısıyla III. Innocentius 1198'de papalık makamına geldiğinde yeni bir haçlı
seferi düzenlemeyi öncelikli meselesi haline getirdi. Ana hedef, Eyyubi
iktidarının en
33 “Bulles,” yay. haz. Delaville Le Roulx, no. 19, s. 420; no. 20, s.
420; no. 21, s. 421; no. 22, s. 421.
34 III. Innocentius. Innocenti
P.P. Registroruın, PL, cilt CCXV, Paris, 1891, no. 121, süt. 1217-18.
önemli merkezi olan Mısır'dı; çünkü güney sınırları güvenli olmadıkça,
geri almayı başarsalar bile Kudüs'ün savunulması son derece zordu. Görece
güçsüz Fatımiler bile, XII. yüzyılın ilk yarısında Aska-lon'daki üslerinden
krallığa zarar vermeyi başarmışlardı. Ancak lnno-centius'un haçlı faaliyetini
başlatırken gösterdiği beceri, seferin kontrol altında tutulması konusunda hiç
işe yaramadı. Deniz yoluyla ulaşım için Venedik ile anlaşma yapan, ancak parayı
ödeyemeyen Dördüncü Haçlı Seferi katılımcıları l 204'te yollarının
Konstantmopolis'e saptırılmasına zemin hazırladılar. Müslümanlardan ziyade
Bizanslıların zararına olsa da yeni haçlı devletleri kurulmuş, ancak
Konstantinopolis'te doğan Latin imparatorluğu, Selanik ve Mora Latin
devletleri, Venedik liman ve ada üsleri kuşağı Müslümanlara karşı hücuma
geçememelerini telafi etmemişti. Ayrıca güney Fransa'daki sapkın Albililere
karşı 1209'da başlayan resmi haçlı seferi de, 1212'de Almanya ile Fransa'da
halk arasında çıkan ve Çocukların Haçlı Seferi diye anılan gayri resmi kalkışma
da Outremer'e herhangi bir fayda sağlamamıştı.
Innocentius'un bitmez tükenmez tasarılarının gerçekleşmesi ve Beşinci
Haçlı Seferi diye bilinen Mısır harekatıyla sonuçlanacak bir dizi doğu seferini
içeren haçlı hareketinin başlaması ancak l 217-1 8'de, papa öldükten sonra
mümkün oldu. Haçlı seferine giden paralar, Paris'teki Tapınak ocağının
hazinedarı Haimard aracılığıyla yerine ulaştırıldı.32 Innocentius
Temmuz 1216'da öldüğünde tasarılarını halefi III. Honori-us üstlendi; Temmuz
1217'de Kudüs patriği ve Tapınakçılar ve Hayırseverlerin üstatlarına mektup
yazıp, ilk haçlı önderlerini -Macaristan Kralı Andras ve Avusturya Dükü
Leopold'u- Kıbrıs'ta karşılamalarını istedi. 33 34 35 36 Sonra
bu fikirden vazgeçildi ve söz konusu iki prens 1217 sonbaharında ayrı ayrı
doğuya ulaştı, bu da Hıristiyanların seferi planlamasına imkan tanıdı.
Pleissez'li Philippe 12 Kasım 1209'da ölmüş, ardından tarikatla yakın
ilişkileri olan bir aileye mensup Chartres'lı Gu-illaume Tapınak üstadı
olmuştu?7 Ekim ayı civarında Guillaume
III. Honorius'a bir mektup yazdı ve Hıristiyanların Dimyat'a saldırmak için
yeni kuvvetleri kullanma niyetinde olduklarını bildirdi - muhtemelen o ay
Akka'da yürütülen tartışmalar sonucu gelişmiş bir plandı bu.38 Guillaume'a göre, haçlılar oraya ulaşmadan önce kral, patrik,
Hayırseverler ve Tapınakçılar, el-Adil'in oğullarından Şamlı el-Muaz-zam'a
saldırmayı planlamışlardı; ama şimdi, düşmanı yanıltmak üzere Filistin'de az
sayıda adam bırakıp ana orduyu Mısır'a karşı kullanmaya karar vermişlerdi.
Bununla birlikte sultanın Hıristiyan kuvvetlerinden korktuğu konusunda papayı
temin ediyor, ama erzak meselesi başta gelmek üzere daha birçok sorunları
olduğu için başka birliklerin de gönderilmesini istiyordu?9
Kasım 1217'deki Filistin seferlerinin boşunalığı ve Kral Andras'ın
doğudan ertesi yılın başlarında ayrılması büyük üstadın beklentilerinin önemini
ortaya koysa da, Nisan 1218'de Frisia'dan bir filonun gelmesi, başka takviye
birliklerinin de yolda olduğunun öğrenilmesi Hıristiyanların kararını
pekiştirdi. 24 Mayıs 121 8'de Brienne'li Jean, büyük üstatlarının idaresi
altındaki askeri tarikatlarla birlikte, deniz yoluyla Akka'dan Atlit'e,
ardından da Mısır'a ulaştı ve altı gün sonra Dimyat'ta karaya çıktı.4° Chartres'lı Guillaume burada, 1218 ya da 1219'un 26 Ağustosunda öldü.
1217'nin sonbaharında hastaydı Guilla-ume, belki de Mısır' doğru yola
koyulduklarında tam olarak iyileşmiş değildi.37 38 Ama Tapınakçılar bu sefere büyük
kaynaklar ayırmışlardı ve üstatlarının ölümü durumu değiştirmeyecekti. Yeni
üstat Montaigu'lü Pierre, muhtemelen Auvergne'deki Clermont bölgesinden gelme
gayet deneyimli bir Tapınakçıydı. Haçlılara katılımın çok olduğu bir ailedendi:
Kardeşlerinden biri, Garin, 1207'den beri Hayırseverlerin büyük üstadıydı; bir
diğer kardeşi, Eustorge, Nicosia başpiskoposuydu.39 40 Pierre'in geçmişi Gibert
Erail'inkinden farklı değildi, 1206-1212 arası Provence ve İspanya, ardından da
citra mare [denizin bu tarafı, batı illeri] üstadı olmuştu. Temmuz 12l2'de ünlü
Las Navas de Tolosa zaferinde rol almıştı/3
Doğuda bulunduğu ancak Eylül 1220 tarihli bir belgeyle kesinlenebilse de,
muhtemelen Mayıs 1218'de Akka'ya, önceki sonbaharda düzenlenen başarılı Alcacer
do Sal (Lizbon'un hemen güneyi) kuşatmasına yardım etmiş olan Alman filosuyla
birlikte ulaşmıştı.41
Kasım 1219'da, Beşinci Haçlı Seferinin birleşik kuvvetleri Nil
deltasındaki Dimyat'ı almayı başardı - bu kuvvetler, papalık temsilcisi
Kardinal Pelagius idaresindeki batılı haçlılar ile Latin yerleşimcilerden
oluşuyordu ve ikinci grupta Isabelle'in naibi Brienne'li Jean idaresindeki
kraliyet kuvvetleri ve askeri tarikatlar yer alıyordu. Eyyubi sultanı el-Kamil
öyle bir telaşa kapılmıştı ki, şehrin düşüşünden önce de sonra da Frankların
geri çekilmesi karşılığında Kudüs'ü vermeyi önerdi. Ancak bu öneri, kısmetinin
' açık olduğu inancına kapılan Pelagius ve pazarlıkta söz konusu edilmeyen
Ürdün ötesi topraklara sahip olunmaksızın Kudüs'ün savunulamayacağına inanan
-Tapınakçıların da aralarında bulunduğu- Franklar tarafından reddedildi.42 Köln katedral
okulunun üstadı olan ve seferde olup bitenlere tanıklık eden Paderborn'lu
Oliver, Tapınakçıların askeri katkısına özel bir önem atfediyordu. Deltayı
oluşturan bu su yolları ağında çarpışmaların çoğu hem suda hem karada geçiyordu
ve bu da Filistin ile Suriye'de kuşkusuz pek ihtiyaç duyulmamış teknikler
gerektiriyordu. Tapınakçıların gemilerini konumlandırışları, duba yapışları,
çamurda ve bataklıkta atlarını idare edişleri Oliver'i çok etkilemişti -
Dimyat'ın düşmesini sağlayan kuşatmada büyük rol oynamıştı bunlar. Şehir
alındıktan sonra Tapınakçılar kıyıdaki Burlos kasabasına akın düzenleyip büyük
ganimetlerle geri döndüler, bunlar arasında "yaklaşık yüz deve, pek çok
esir, atlar, katırlar, öküzler, eşek ve keçiler, giysi ve ev aletleri"
vardı.43 44
Dimyat'ın alınması, el-Kamil'in barış teklifinin geri çevrilmesini
haklı çıkaran bir olay addedilebilir; ne ki 1220 sonbaharında Tapınak
önderlerinin süregiden Mısır seferine ilişkin kuşkular beslemekte oldukları
açıktır. Birçok bakımdan ll6O'lardaki ikilemler nüksetmişti gene; zira
el-Muazzam Frankların kuzey Filistin'deki mülklerine yönelik yeterince ciddi
bir tehditti - söz konusu mülklerden biri, 1218'de haçlıların yardımıyla
yeniden inşa edilen Tapınakçı kalesi Atlit'ti, Montaigu'lü Pierre bu işe nezaret
etmek üzere Pelagius'tan Mısır'dan ayrılma izni almıştı/7 Üstat, Elne Piskoposu Nicolas'ya Akka'dan 20 Eylül 122O'de yazdığı bir
mektupta gördüğü kadarıyla durumu anlatmıştı. Dimyat ve Tanis alındığından beri
gelen yeni hacılardan hem Dimyat garnizonuna yerleştirmek hem de kaleleri
savunmak için yeterli sayıda adam devşirilmişti. Bunun sonucunda, din adamları
tarafından desteklenen Pelagius ilerlemek istemiş, ama ister batılı ister
Outremer'li olsun baronların pek çoğu kuvvetlerinin bunun için yeterli olmadığına
kanaat getirmişti. Montaigu'lü Pierre'in baronlarla aynı fikirde olduğu açıktı:
"Zira Babil sultanı, ordugahları Dimyat'tan çok da uzakta olmayan bir
imansızlar güruhuyla birlikte, Hıristiyanların yolunu kesmek için nehrin her
iki koluna da köprüler kurmuştu; burada o kadar çok silahlı adam bekliyordu ki,
ileriye sürülecek imanlılar tehlikenin en büyüğüyle karşı karşıya
kalabilirlerdi." Dolayısıyla Hıristiyanlar, özellikle de deniz yönünden
gelen Sarazen tacizleri sürüp gitse de, mevzilenip yardım beklemeye karar
verdiler. Bu arada Filistin'in savunulması günden güne güçleşiyordu.
El-Muaz-zam Caesarea'yı almış, Akka ile Tir'e büyük hasar vermiş, birkaç kez de
Atlit'i tehdit etmişti. Kardeşlerinden el-Eşref de kuvvetlerini toplamış,
doğuda birkaç Sarazen emirini safdışı bırakmıştı; bunların hepsini bozguna
uğratsaydı eğer, Antakya, Trablus, Akka ve hatta Mısır'daki Hıristiyanlar büyük
bir tehlikenin ortasında bulurlardı kendilerini. Bu arada haçlılar hala
İmparator Friedrich ile Almanların gelmesini bekliyorlardı kaygıyla;
beklenenler o yaz gelmezse, Hıristiyanların Mısır'ın yanı sıra Filistin'deki
durumları da sallantıya düşecekti. Para akışı yeterli değildi ve bu koşullar
altında haçlı seferini daha fazla sürdüremezlerdi .45
Haziran I221'de el-Kamil yeni barış önerileri getirdi. Bunlar Ekim
1219'dakilerden farklı değildi temelde, fakat bu kez Tapınakçılar şartları
makul bulmuşlardı. Ne ki Pelagius hala II. Friedrich'in yelken açmak üzere
olduğuna inanıyordu, teklifi geri çevirdi. Bu haçlıların son şansıydı, zira
Ağustos ayında uğrayacakları felaket Montaigu'lü Pi-erre'in korkularını haklı
çıkaracaktı. Pierre, Ingiltere'deki idarecileri Alan Martel'a Eylül I22I'de
Akka'dan yazdığı bir mektupta, önceki yaz neler olduğunu anlatmıştı.
El-Kamil'in barış teklifinden bir süre önce Filistin'den dönen Pierre bizzat
olayların içerisindeydi. Haçlılar, Dim-yat'ı aldıktan sonra Bavay Dükü
Louis'nin gelişine değin hiçbir ilerleme kaydedemedikleri için hem batıda. hem
de Outremer'de ağır eleştirilere uğradılar - dük, imparatorun temsilcisi
sıfatıyla, "buraya Hıristiyanlık inancının düşmanlarına saldırmak üzere
geldiğini" ilan etti. Bu vesileyle tüm önderlerin katıldığı bir konsil
toplandı ve oybirliğiyle ilerlemeye karar verildi. Şubat 1220'den beri
Filistin'de bulunan Brien-ne'li jean Mısır'a döndü ve Aziz Petrus ve Paulus
Yortusundan (29 Haziran) sonra başlayan düzenli yürüyüşe katıldı. Hıristiyanlar
köprüler kurarak Tanis nehrini geçmeye çalışırken sultan da nehrin ötesindeki
ordugahına çekildi. Ancak üstada göre, bu sırada 10.000 kadar Hıristiyan firar
etti. Derken Mısırlılar kontrollerindeki savak kapaklarını açarak Dimyat'la
bağlantıyı kestiler ve Hıristiyanların tanımadıkları bu bölgede önceden kazılıp
hazırlanmış akaklar suyla doldu. Müslümanların gemilerle nehre girmesiyle yeni
teçhizatın ulaşması da engellendi. Geceleyin geri çekilme girişimi ise tam bir
felaketle sonuçlandı, erzak kayboldu, yük taşıyan at ve arabalar terk edildi,
birçok adam boğuldu. "lsa'nın ordusu teçhizattan yoksundu, ne
ilerleyebiliyor, ne geri çekilebiliyor, ne herhangi bir tarafa kaçabiliyor, ne
de sultanla çarpışabiliyordu - nehir kollarının arası göl olmuştu. Ordu ağdaki
balık gibi tuzağa düştü." Bu baskı altında Hıristiyanlar mecburen Dimyat'ı
geri verip tutsakları değiş tokuş etmeye razı geldiler. Monta-igu'lü Pierre
şartları açıklamak üzere Dimyat'a gönderilenler arasındaydı, ancak bu
ekiptekiler Dimyat'ta, Akka piskoposu, saray katibi ve oraya yeni ulaşmış Malta
Kontu Henri'nin şehri savunmak niyetinde olduğunu öğrendiler. "Eğer bu işe
yarayabilecek olsaydı gönülden onaylardık, aslında şehri inançsızlara iade
etmek gibi bir Hıristiyanlık ayıbına katlanmaktansa ebediyen zindana atılmak
daha iyiydi." Ne ki, her şey inceden inceye düşünüldü, ama şehrin
savunulmasını mümkün kılacak bir çare bulunamadı. Dolayısıyla da önerilen sekiz
yıllık mütareke kabul edildi. Anlaşma gereği sultan on beş gün ordunun ekmek ve
un ihtiyacını karşıladı. Montaigu'lü Pierre mektubunun sonunda İngiltere
üstadından sağlayabildiği her tür yardımı iletmesini istiyordu.46 Böylesi talepler
belli bir etki yarattı: 1222'de Fransa Kralı 11. Philippe Hayırseverler ile
Tapınakçılara 2000'er mark, ayrıca Kutsal Topraklarda 300 şövalyenin üçer
yıllığına kendi teşkilatları haricinde de görevde tutulması koşuluyla toplam
50.000 mark verdi.47 48 49
11. Friedrich'in Mısır'a gelmemesi Beşinci Haçlı Seferinin uğradığı
akıbeti hazırlayan temel sebeplerden biriydi, ama yine de imparatorun gelmesini
sağlama çabaları sürdü. Mart 1223'te Ferentino'da doğulu önderlerin katıldığı
bir meclis toplandı - Brienne'li Jean'ın yanı sıra Hayırseverlerin büyük üstadı
Montaigu'lü Garin, Töton Şövalyelerinin büyük üstadı Salzalı Hermann ve Tapınak
Kumandanı Guillaume Ca-. del de bu önderler arasındaydı?1 Burada haçlı seferinin iki yıl ertelenmesine karar verildi, ama aynı
zamanda Friedrich'in Brienne'li Jean'ın kızı ve mirasçısı Isabelle ile
evlenmesi de kararlaştırıldı - doğulu önderler bu düzenleme sayesinde
Friedrich'in öngörülen sefere daha sıkı sarılacağını ummuşlardı. Nikah I22S'te
kıyıldı, ama iki yıl sonra bile Friedrich hala doğuya gelmiş değildi - bu
tarihte patrikle askeri tarikat üstatları Papa IX. Gregorius'a bir mektupla
gecikmeye dair şikayetlerini bildirmişlerdi.52
Eylül 1228'de istedikleri oldu, 11. Friedrich sonunda Kıbrıs'a vardı. Ama artık
Outremer Franklarının büyük bir kısmı memnuniyet duymuyordu bundan.
Friedrich'in Sicilya'daki krallığında ortaya koyduğu yönetim şekli düpedüz
otokratikti; doğuda ise Hıristiyan önderler -patrik, askeri tarikat üstatları,
baronlar, denizci şehir devletlerine ait komünlerin idarecileri- uygulamada
birçoğunun kendi özel çıkarlarını kollayabildiği, katılıma daha yatkın bir
yönetim şekline alışkındılar. Özellikle de baronlar tutumlarını bu zümrenin
kendine biçtiği hukuki haklara atıfla meşrulaştırıyorlardı genelde - söz konusu
hakları saraylarda dil dökerek, XIII. yüzyıl boyunca incelemeler kaleme alarak
büyük bir gayretle edinmişlerdi. Kanunlarla içli dışlı olan bu zümre, Mayıs
1228'de karısı Isabelle'in ölümüyle birlikte Friedrich'in artık hukuken kral
olmadığının, krallığın henüz bir çocuk olan oğlu Konrad'a intikal ettiğinin
farkındaydı. Bu nedenle Friedrich’in gelir gelmez önemli baronlardan biriyle,
lbelin-lerden Beyrutlu Jean’la ihtilafa düşmüş olması şaşırtıcı değildir -
Fri-edrich, Beyrutlu Jean'ın vekilharçlık görevinde bulunmasına itiraz etmiş ve
Beyrut'taki fiefini müsadereyle tehdit etmişti onu.
Bu ihtilaf giderilmiş, askeri tarikat önderleri barışı koruma andı
içenlerin arasında yer almış olsa da,53
Friedrich’in Eylül 1228'de Ak-kâ’da karaya çıkmasının ardından yeni gerilimler
doğdu; zira IX. Gre-gorius’un imparatoru aforoz ettiği haberi ulaşmıştı doğuya
- aforozun sebebi, imparatorun haçlı seferini son olarak önceki yıl,
donanmadaki hastalıktan ötürü geri dönmek zorunda kaldığında bir kez daha
erte-lemesiydi. Buna karşın abartılı bir karşılama bekliyordu Friedrich'i, bir
anlatıma göre Tapınakçılar ile Hayırseverler ayaklarına kapanıp dizlerini
öpmüşlerdi^4 ama papanın imparatorla tüm
temasları yasaklayan mektuplarının ulaşması, patrik ve askeri tarikatlar başta
olmak üzere ruhban kesiminin desteğinin geri çekilmesine yol açtı.55 Bu, Ta- 50 51 pınakçıların
da rol alacakları bir husumetin başlangıcıydı; ertesi yıl Friedrich doğudan
ayrılacak, ama daha uzun süre tarikat açısından bu husumetin yansımaları
sürecekti.
İlişkilerin hangi aşamalardan geçerek bozulduğu belli değildir.
Hazinedar Bernard'ın derlemesine bakılırsa, Tapınakçılar arasında, Fri-edrich'e
başkaldırdıktan sonra İtalya'dan kaçıp doğuda tarikata katılmış birkaç Apulia
beyi bulunmaktaydı,52 53 54 55 bu
da Tapınakçıların papalığın yasağına uyma isteğini güçlendirmişti kuşkusuz.
Ayrıca Salza'lı Hermann idaresindeki Töton Şövalyeleri ile Friedrich arasındaki
yakın ilişkilerden ötürü bir hınç duyulmuş olması da olasıdır; zira
Tapınakçılar, kendi tarikatlarının bir taklidi olarak kurulan bu Alman
tarikatını en iyi ihtimalle bir küçük ortak addediyorlardı. Şüphesiz
Tapı-nakçıların her zaman Hohenstaufen hanedanından çok Capet'lerle
bağlantıları olmuştu ve Fransız topraklarındaki koca imparatorluklarına kıyasla
Almanya'da pek az ocakları bulunuyordu?7 Hatta
Tapı-nakçıların “ihaneti” düşüncesini ilk dile getirenler, İkinci Haçlı Seferi
hakkında yazan Alman yorumculardı?8
Friedrich de Atlit'e yürüyüp Tapınakçılardan kaleyi bir Alman garnizonuna
devretmelerini isteyerek yetkesini ispatlamaya kalkışmıştı.56 Bu eylemi,
Sicilya Krallığında benimsediği kaleleri tek elde toplama siyasetine uygundu,
ama -Hazinedar Bernard'ın derlemesinde bu eylem için kullanılan "büyük
hainlik" nitelemesinin de gösterdiği gibi- doğudaki durumu anlamaktan ne
kadar uzak olduğunu da ortaya koyuyordu. Tapınakçılar kale kapılarını
kapamışlar, imparator da Akka'ya eli boş dönmüştü.
Bu nedenle imparator Kasım 1228'de güneye, Akka'dan Yafaya doğru
yürüyüşe geçip seferi başlattığında, askeri tarikatlar aralarında bir günlük
yol kalacak şekilde izlemişlerdi onu;57 58 I. Richard ve Sela-hattin zamanında
hiçbir grubun sahip olmayacağı bir lükstü bu. Fri-edrich Arsufa ulaştığında iki
taraf da uzlaşmaya karar verdi ve askeri tarikatlar -anlaşıldığı kadarıyla
imparatorun kumandası altında oldukları görünümünü engelleyecek bir formül
bulduktan sonra- yeniden imparatorun kuvvetlerine katıldılar.6’ Tarikatların
burada papalığın yasağına titizlikle uymayı mı, yoksa bağımsızlıkları
konusundaki hassasiyetlerini mi ön planda tuttukları belli değildir. Bu
kırılgan birlik, papalık ordularının daha da ilerlediği haberi ulaştığı için
İtalya'ya dönme zorunluluğu duyan Friedrich ile hala Şam'da düşmanlarıyla
çarpışan el-Kamil'in on yıllık bir mütareke için müzakereye oturmasıyla kesin
olarak dağıldı - Friedrich'in gözü Kudüs'ün geri alınmasından başka bir şeyi
görmüyordu. Ancak düpedüz duygusal bu başarı karşısında patrik ile askeri
tarikat önderleri de basiretlerini kaybettiler, zira mütarekede çıkarları
tamamen göz ardı edilmişti. Kudüs istihkamdan arındırılacak, şehrin denizle
bağlantısı Lod ile Ya-fa'ya uzanan daracık bir şeritten ibaret olacaktı; ayrıca
Tapınak bölgesi de yine Müslümanların kontrolünde kalacak, askeri tarikatlar
Trablus Kontluğundaki büyük kalelerinde -Hayırseverler Krak des Chevaliers ile
Merkab'da, Tapınakçılar da Chastel-Blanc ile Tortosa'da- destek birlik
bulunduramayacak, herhangi bir tadilat yapamayacaktı.59 60 Fried-rich Kutsal Kabir Kilisesinde
tantanalı bir taç giyme töreni düzenlerken, patrik de Kudüs'e ayin yasağı
getirmişti.
Ne ki Friedrich'in vakti kısıtlıydı, zira Sicilya Krallığındaki durum
orada bulunmasını gerektiriyordu; ancak Akka'ya döndüğünde, patrikle
Tapınakçıların birlikleri topladıklarını gördü - mütareke sadece Mısır
sultanıyla yapılmıştı, Şam sultanını korumuyordu. lmparator buna, şehrin
dışında büyük bir açık hava meclisi toplayarak karşılık verdi; Patrik Gerold'a
göre imparator, “( ...) asılsız suçlamalar yağdırarak bize dair ciddi
şikayetlerde bulunmaya başladı. Derken sözü muhterem bir kişiye, Tapınağın üstadına
getirerek, hükümsüz beyanlarla üstadın namını iyice karalamaya çalıştı; niyeti,
çoktan açığa çıkmış bulunan kendi kabahatini başkalarının üzerine atmaktı; son
olarak da, kendisini haksız duruma düşürüp zarara uğratmak için paralı asker
beslediğimizi ekledi. "63 Ibelin yanlısı vakanüvis Novaralı Philippe'in
iddiasına göre de, “birçokları diyordu ki, [Friedrich] Beyrut beyiyle
çocuklarım, Brie'li Anceau'yu, diğer dostlarım, Tapınağın üstadını ve başka
kimseleri ele geçirmek istemiş, bunları bir konsile çağırıp orada öldürmeye
niyetlenmişi ■ ;ıma söz konusu kişiler durumu anlamışlar ve öyle bir kuwetle
gelmişlerdi ki Friedrich düşündüğünü yapmaya cüret edemememişti.”61 62 Şiddetin
eşiğine gelindi bu adımla; imparator, doğudan ayrıldığı 1 Mayıs 1229'dan kısa
bir süre önce de, Akkâ’daki Tapınak ocağını kuşatma altına aldırdı. Patriğe
göre, Tapınakçılarla tüm bağlantının kesilmesi için şehrin stratejik
noktalarına okçular yerleştirdi.
Friedrich ile Tapınakçılar arasındaki kan davası kısa sürede herkesçe
bilinir hale geldi; başkaları gibi St Albans vakanüvisi Parisli Matthew da
durumdan haberdardı. Matthew malumatı, Friedrich'le hısımlığından ötürü bu
konuda Matthew'ya Hohenstaufenlilerin görüşünü aşılayan Cornwall'lu Richard'dan
edinmişti muhtemelen. Nova-ralı Philippe'in hikâyesini tersyüz eden bu anlatıma
göre, askeri tarikatlar imparatoru öldürmek için entrika çevirmişlerdi.
El-Kâmil'e mektup yazıp Friedrich'in Ürdün nehrine gitmek niyetinde olduğunu
bildirmişlerdi. Hac yolculuğu öyle gerektirdiği için Friedrich'in pek az
refakatçisi olacak, bu da sultana bir fırsat sunacaktı. Güya böylesi bir
hainlik karşısında dehşete düşen el-Kâmil imparatoru durumdan haberdar etmiş,
imparator da bundan sonra söz konusu iki tarikata karşı keskin bir düşmanlık
beslemeye başlamıştı^5 Eyyubilere yakınlığı
sayesinde Friedrich'in haçlı seferi hakkında sağlam malumata sahip olan ünlü
Müslüman vaiz Sıpt İbnülcezvi de (ö. 1257) aynı kanıdaydı; Friedrich'in Yafa'ya
dönmeden önce, "kendisini öldürmek isteyen Tapı-nakçılardan korkusuna”
Kudüs'te sadece iki gece kaldığını söylüyordu.63 64 65 66 67 Hohenstaufen
yanlısı vakanüvis Neocastro'lu Bartholome'de bunun bariz bir teyidini bulmak
mümkündür; Historia Sicula'sına, IX. Gregorius'un l229'un başlarında yazıldığı
varsayılan bir mektubunu eklemiştir Bartholome. Bu mektupta papa Tapınakçılar ve
Hayırseverlerin üstatları ve Mısır sultanına, imparatorun ele geçirilip
öldürülmesi gerektiğini söyler/7 Papanın
böylesi düşünceleri yazıya dökmesi, hatta böylesi bir fikir beslemesi olacak
şey değildir; kaldı ki mektubun sahiciliği konusunda da ciddi kuşkular vardır/8 Bu konuda bizzat Fri-edrich'e ait bir suçlama yoktur ortada/9 ister doğru olsun ister yanlış, bu hikayenin Şam, Sicilya ve St Albans
gibi birbirinden gayet uzak yerlerde dolaşımda olması, sıkı bir ihtilafdan
kaynaklanan kötücül bir propaganda savaşına işaret eder yalnızca.
Friedrich doğudan ayrıldığında ilişkiler feci durumdaydı kuşkusuz.
İtalya'ya döndüğünde de Hayırseverler ile Tapınakçıların mülklerini müsadere
etti; Temmuz l230'da San Germano anlaşması yapılıp papalıkla sulh sağlandı, ama
l239'da değin bu mülklerin tamamını iade etmedi.7o
Hazinedar Bernard'ın derlemesine göre, Tapınak ocak-!arını ele geçirmekle
kalmadı, biraderleri de hapse attı.7’ l
239'da papalıkla imparatorluk arasındaki ilişkiler tekrar bozuldu, o kadar ki
Gregorius imparatoru ikinci kez aforoz etti - bunun nedenlerinden biri de
tarikat mallarının iade edilmemesiydi. Parisli Matthew, imparatorun güttüğü
siyaseti şu iki gerekçeye dayanarak savunduğunu söyler: Kendisi Sicilya
Krallığında kontrolü sağlama mücadelesi verirken tarikatlar onun düşmanlarına
yardım etmişlerdir ve geri vermediği topraklar tarikatların bu dönemde
edindikleri topraklardır, Kral 11. Guillaume’un ölümünden, 1189'dan önce
edindikleri topraklar değildir.68 69 70 71 72 Friedrich'in
Sicilya’daki siyasetine de gayet uygundur bu; zira 1220’de, 1189’dan beri
edinilmiş mülke dayalı unvanları tanımayı reddetmiştir Friedrich.73 Tapınakçılar ise anlaşmadan ötürü tutumlarını değiştirmiş gibi
görünmezler. 1231 Şubatında imparatorun şikâyetleri üzerine Papa Gregorius,
imparatorluk bailli'sinin emirlerine itaasiz-liğinden ve imparatorun sağladığı
barışa karşı savaş kışkırtıcılığı yapmasından ötürü büyük üstadı kınadığını
yazmıştır?4
Friedrich’in doğudan ayrılması bir mecburiyetti ve bu mecburiyet
yüzünden haçlı devletlerinin meseleleriyle ilgilenmekten vazgeçmiş değildi. Bir
daha hiç doğuya gidemese de, 1231 sonbaharından itibaren doğuda bailli'si olan
İmparatorluk Müşiri Richard Filangieri tarafından temsil edildi - müşir
görünüşte Kutsal Toprakları savunma gerekçesiyle şövalye ve piyadelerden oluşan
büyük bir kuvvetle birlikte gelmişti doğuya.75
Filangieri Akkâ’yı ele geçiremedi, ama Tir'de üslendi; bu da, baronların
imparatorluk kuvvetlerini Tir'den çıkarmayı başardıkları 1243 yılına değin
nüksedip duran hizip çekişmelerine neden oldu.
Tapınakçıların Friedrich'in doğudaki en katı muhaliflerinden oldukları
aşikardı, dolayısıyla imparatorun kendinden önceki diğer güçlü hükümdarlar
-Anjou'lu Foulques, Amauri ve I. Richard- gibi yeni büyük üstat seçiminde
etkili olmaya çalışması beklenebilecek bir şeydi. Montaigu'lü Pierre muhtemelen
123l'de öldü,73
yerine Sicilya ve Calabria ldarecisi Perigord'lu Armand geldi. lsminden de
anlaşılacağı gibi Guienne'li olmakla birlikte, Fransa ve lspanya dışında görev
yapmış ilk büyük üstattı;dolayısıyla onun seçilmesini imparatorluğun baskısına
yormak kolaydır. Ne ki bunu kanıtlamak güçtür; zira bu şekilde atanan önceki
üstatlardan farklı olarak Perigord'lu Armand'ı dönemin imparatoruyla
bağlantılandıran herhangi bir veri yoktur. Sicilya ve Calabria idareciliği
görevine dair yegane atıf, Friedrich'in Avellino yakınlarındaki kalesinde
verilmiş, görünüşe bakılırsa Eylül 1230 ve sonrasına ait olabilecek bir
tasdiknamede ortaya çıkar; burada imparator, Perigord'lu Armand'ın ricası
üzerine Tapınakçıların Lenti-ni, Paterno, Butera, Siracusa ve Aydone'deki
mülklerini ve ayrıca çeşitli asiller tarafından tanınmış imtiyazlarını tasdik
etmektedir. Ancak bu beratın tarihi kesin olarak saptanamamıştır; 1230 ya da
1231 değil, 1229 tarihli olması da mümkündür. Belgenin l 229'a ait olması
halinde tasdikin imparatorluğun etkisiyle verildiği düşünülebilir, yoksa
imparatorun o tarihte tarikatla karşı karşıya gelmesini gerektirecek bir
durumdur bu; çok daha makul olan 1230 tarihi ise, belgenin muhtemelen
Perigord'lu Armand ile II. Friedrich arasındaki özel bir ilişkiden ziyade
papalık He imparatorluk arasında önceki Temmuz ayında sağlanmış anlaşmayla
bağlantılı olduğunu gösterir.74 75
Hohenstaufenlilerin baş muhalifi lbelinli jean'ın 1236'da, ömrünü
Tapınakçı olarak tamamlamayı seçmesi anlamlı olsa da, Tapınakçılar 1230'larda,
imparatorluk yanlıları ile baronlar zümresi arasındaki mücadelede Montaigu'lü
Pierre'in dönemindeki kadar keskin bir tutum takınmamışlardı aslında?8 1232 Şubatının sonlarında ya da Mart ayının başlarında Perigord'lu
Armand, krallık teşkilatının önde gelen mensuplarınca söz konusu çekişmede
arabuluculuk etmek üzere kurulmuş grupta yer almaktaydı. Armand patrik, şehir
muhafızı, Hayırseverlerin büyük üstadı ve Sidonlu Balian'la birlikte Akka'dan
gelmişti, ne ki Filangieri uzlaşmaya yanaşmadı ve arabulucular hiçbir şey elde
edemeden geri dönmek zorunda kaldılar.76 1233'e gelindiğinde, Outre-mer baronlarının çoğunun
desteğini sağlayan lbelinler üstünlüğü ele geçirmiş durumdaydılar. Nisan
1233'te Kyrenia'nın [Girne] düşmesinden sonra imparatorluk birlikleri
Kıbrıs'tan çıkarıldı, anakarada ise Filangieri Tir'e çekilmeye zorlandı.77° Cornwall'lu
Richard'ın 1241 haçlı seferine değin Tapınakçılar bir daha alenen imparatorluk
cephesi muhalifi olarak boy göstermediler; bu tarihe değin Tapınak siyaseti
açısından, imparatorluk aleyhtarı bir tavır alma isteğine kıyasla Müslüman
dünyasındaki durum daha belirleyici bir etmen oldu muhtemelen,
Latinlerin şansına, haçlı devletleri 1230'larda dolaysız bir tehdit
altında kalmamıştı - ne ki 'doğuda, kendi aralarında ihtilafa düşmüş
Ey-yubilerden beter bir olası tehdit yaratan iki göçebe gücü vardı ve bunlara
ilişkin haberler zaman zaman gerilimi artırıyordu. İndus ile Dicle arasındaki
geniş topraklara yerleşmiş Harizm Türkleri, diğerine göre daha yakın bir
tehditti. Papa IX. Gregorius'un 1231'de batının ileri gelen din adamlarıyla
Fransa ve İngiltere krallarına yazdığı mektuplar, askeri tarikat üstatları
dahil doğunun' Hıristiyan önderlerinin papanın nitelemesiyle "Farsilerin
kralı"nın güçlenişi karşısında telaşa kapıldıklarını ortaya koyar.78 Ne ki tam da
Gregorius'un bu mektupları yazdığı sıralarda Harizm imparatorluğu dağılmaya
başlamış, hükümdarı Celalettin Ağustos 1231'de suikasta uğramış, batıdan
Eyyubilerin, doğudan da Moğolların düzenlediği saldırılarla gücü sarsılmıştı.
Kendini göstermeye başlayan diğer güç Moğollardı ve bunların çok daha zorlu
oldukları anlaşılacaktı. Aslen Çin'in kuzeyindeki yukarı Amur bölgesinden olan
dağınık Asyalı göçebe kavimler 1206'da tek bir önderin, Cengiz Hanın idaresi
altında birleştiler. Cengiz Han güneylerindeki Çin ile batılarındaki lran'a
doğru yoğun bir Moğol istilası başlattı - istilanın lran'a yönelmesi,
Harizmlilerin birtakım hareketlerini kışkırtma addetmelerinden kaynaklanmıştı
kısmen.
XIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğolların mevcudiyeti Ortadoğu'da
siyasete yepyeni bir boyut eklediyse de, 1230'larda Tapınakçıların askeri
faaliyetleri Moğollardan ziyade yerel sorunlarla ilintiliydi. 1233'te
Tapınakçılar ile Hayırseverler, Kudüs, Kıbrıs ve Antakya'dan gelen şövalye
birlikleriyle Hama sultanının üzerine yürüdüler; anlaşıldığı kadarıyla bunun
nedeni, sultanın yıllık vergi olarak Hayırseverlere ödemesi gereken
"koruma parası"nı aksatmasıydı. Sekiz günlük bir seferle hedefine ulaştı
bu akın, sultanın topraklarını viran edip onu parayı ödemeye mecbur bıraktılar.79 80 Tapınakçılar
açısından çok daha ciddi bir diğer harekat da 1237'de Perigord'lu Armand
önderliğinde düzenlendi ve 120 Tapınak şövalyesinden oluşan büyük bir grup,
Tapınakçı-ların nüfuz alanı sayılan bir bölgede, Atlit ile Akka arasında
yağmaya çıkan Müslüman topluluklarına hücum etti. Tapınakçılar ummadıkları
kadar büyük bir kuvvetle karşılaştılar, Yafa Kontu Brienne'li Ga-utier'nin
uyarılarına rağmen savaşmayı göze aldılar ve kötü bir bozguna uğradılar. Trois
Fontaines'li Alberico'ya göre yalnızca büyük üstat ile dokuz Tapınakçı
kurtulabildi/3
Bu iki çarpışmayı nitelemek için kullanılabilecek en iyi sözcük
che-vauchee'dir [ahın]. iki taraf da bu suretle sağlanacak kalıcı bir toprak
kazanımını hedeflemiş değildi, zira öncelikli amaçlar kar ve talandı. Ancak
durum istikrar kazanıp bir süreliğine belli bir dengeye de otu-ramıyordu. IX.
Gregorius, 11. Friedrich ile el-Kamil arasındaki barışın süresinin 1239'da
dolacağının farkındaydı ve yeni bir haçlı seferi telkin etmek üzere her tarafa
vekillerini yolluyordu. Navarra Kralı ve Cham-pagne Kontu Thibaud bu çağrıya
karşılık veren Fransız asillerinin en seçkiniydi ve anlaşıldığı kadarıyla
doğudaki Hıristiyan önderlere birtakım sorular göndererek seferi için planlar
geliştirmeye başlamıştı. Aldığı cevaplar olabildiğince çabuk yola koyulmasını
gerektiriyordu, zira Sarazenler asla mütarekelere riayet etmezlerdi ve seferin
ertelenmesi halinde birçok hacı öldürülebilirdi. Haçlılar Marsilya ve
Ceno-va'dan hareket edip deniz yoluyla Kıbrıs'a, Limasol'a gidecekler, burada
haçlı seferinin hangi hedefe yöneleceği konusunda yüksek rütbeli din adamları,
tarikat üstatları ve baronlara danışacaklardı. Suriye'ye mi, yoksa Dimyat veya
lskenderiye'den Mısır'a mı saldıracaklarına karar vermeleri gerekecekti, ama
her iki durumda da erzak tedarikine özen göstermek gerekiyordu, zira Kutsal
Topraklardan dışarıya yiyecek çıkarılması yasaktı.81 Neticede el-Kamil'in Mart 1238'de ölümü üzerine
Müslüman dünyasında başlayan iç karışıklıklardan faydalanıp Kutsal Topraklara
yüklenmeye karar verdikleri anlaşılmaktadır. Perigord'lu Armand, Beşinci Haçlı
Seferi sırasında Atlit'in inşasına yardım etmiş olan Avesnes'li Gautier'ye 1239
yazında bir mektup yazıp Eyyubilerin bölünmesinin ne gibi fırsatlar sunduğunu
anlatmıştı.
Mısır'ın yeni sultanı (II. el-Adil) bir korkaktı ve horgörüden
fazlasını hak etmiyordu, o sıralarda Hama sultanıyla (el-Muzaffer Mahmud)
savaşmaktaydı. Kerak beyi de (el-Nasır Davut) Şam sultanıyla (el-Salih Eyüp)
savaşıyordu. Bazı Eyyubi beyleri Hıristiyanlara boyun eğip vaftiz olma vaadinde
bulunmuşlardı. Perigord'lu Armand, Hıristiyanların yeniden bölgenin kontrolünü
ele geçirebilecekleri sonucuna varmıştı.82 83
Büyük üstadın duruma ilişkin görüşü -aşırı iyimser olmakla birlikte-
Yakındoğu'daki güçler arasındaki ilişkilerin, Parisli Matthew gibi batılı
yorumcuların düşünmek istediklerinden ya da düşünebildiklerinden çok daha
karmaşık olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle, Champagne'lı Thibaud'nun 1 Eylül
l239'da doğuya varmasından sonra bir süre tereddüte düşmesi şaşırtıcı değildir;
öte yandan Müslüman dünyasında o sıralarda ortaya çıkan ani değişimler
düşünülürse eğer, Kasım ayında alınan, önce Mısırlıların Gazze ve Askalon
kalelerine, ardından Şam'a yürüme kararı da anlaşılabilir bir şeydir. Eylül
ayında Eyüp'ün amcası el-Salih İsmail Şam'ı ele geçirmiş, Eyüp de kısa bir süre
sonra Keraklı el-Nasır'a esir düşmüştü. Thibaud açısından Eyyu-bilerin dünyası
kafa karıştırıcı bir kaleydoskop gibiydi, bu dünyadaki değişimler bağdaşmaz
yorumlar getiriyordu kaçınılmaz olarak: Birkaç ay önce Perigord'lu Armand'a
onca umut veren ihtilaflar şimdi öyle bir hal almıştı ki, haçlıların bölgesi
tehdit altında kalmıştı?6
Güneye düzenlenen sefer hiçbir fayda sağlamadı, çünkü dışardan gelen
haçlılar ile yerli Frankların geçmişteki işbirliği girişimlerinde de hep
karşılaşılmış sorunların tipik bir örneği yaşandı. Bar Kontu Henri, görünüşe
bakılırsa Mısırlıların sadece 1000 civarı adamı olduğuna inanan birkaç
arkadaşıyla birlikte, kendi başına bir akın düzenlemeye karar verdi. Diğer
önderler durumu anladıklarında bu akını engellemeye çalıştılar, ancak kont
onları dinlemedi ve birliği Gazze'de neredeyse tümden yok edildi.84 85 86 Evvelce
de olduğu gibi batılılar, doğulu Frankların davranışlarına dair aleyhte
beyanları kolayca benimsediler, özellikle de askeri tarikatlara ilişkin
olanları - bunların hareketlerini kaçınılmaz olarak, iman savaşçıları sıfatıyla
taşıdıkları işleve dair fazlaca basit bakış açıları çerçevesinde
değerlendiriyorlardı. Tapınakçılar ile Hayırseverler bu sefer de Bar kontuna
destek vermeyi reddetmekle suçlandılar. Bu olaydan kısa bir süre sonra
Cornwall'lu Richard'ın seferiyle birlikte doğuya gelen Montfort'lu Simon,
tarikatın tutumundan ötürü Fransa kralının Tapınaktaki parasını geri çektiğini
bile iddia et-ti.88
Bu olay bir arazdı, askeri tarikatların -özellikle de
Tapınakçıların-batıdaki imgeleri bakımından karşılaşmak üzere oldukları bir
dizi yeni sorunun habercisiydi. Askeri tarikatların kimi zaman şiddet içeren
daimi ihtilaflarıyla Hıristiyanların Kutsal Topraklardaki durumunu sarsıntıya
düşürdükleri düşüncesi, tarikatların 1240-44 arası benimsedikleri birbirine
muhalif siyasetlerden beslenmişti ağırlıkla/9
Baskın rol Tapınakçılarındı ve bu da neticede en ağır eleştiriyi onların
almasına neden oldu. Aslında XII. yüzyıl haçlı devletleri tarihinin de
gösterdiği gibi, tarikatlar arasında karşılıklı haklar konusunda birtakım
rekabetlerin doğması kaçınılmazdı;haçlı topraklarının alanı küçülürken, bu
arada kalan toprakların da giderek daha büyük bir kısmı tarikatların mülkü
haline gelirken böylesi çekişmelerin nüksedip durması gayet olağandı. Sözgelimi
Steven Tibble, 1229-41 arasında Caesarea Beyliğinin yaklaşık yüzde yetmişinin
dini teşkilatların elinde bulunduğunu, bunlar arasında en önemli grubun
muhtemelen dörtte birlik bir payla Tapınakçılar olduğunu göstermiştir. Atlit'te
üslenmiş ve 1264'e değin en az dört istihkamı daha elinde bulundurmuş olan
Tapınakçıların gücü, o dönemde hala Hıristiyanlara ait olduğu sanılan on iki
istihkamdan sadece birini elinde bulunduran fief beyinin gücünü büsbütün
gölgede bırakmıştı.87
Bu duruma bağlı olarak, haçlı devletlerinin genel tarihinde kayda
geçmiş doğrudan çatışma örneklerinin sayısı 1240 öncesinde pek de fazla
değildir. Çekişme konularından biri, Tortosa'nın kuzeyindeki hassas bölgede
bulunan Cebele (Gibel) limanının mülkiyetiydi - bu hassas bölgede tarikatlar
zaten Valania'daki karşılıklı hakları konusunda ihtilafa düşmüş durumdalardı.
Burada Hayırsever mülkleri ağırlıktaydı ve tartışmalar muhtemelen
Tapınakçıların bir Hayırsever mıntıkasına sızmaya kalkışmalarından kaynaklanmıştı.
Ekim 1221 'de papalık elçisi Pelagius, Cebele şehri konusunda hakemlik etmekle
görevlendirildi; büyük ölçüde Antakya'da süregiden taht kavgasına bağlı olarak,
Tapınakçılar Cebele'yi Trabluslu Bohemond'dan bağış olarak aldıklarını öne
sürüyorlar, Hayırseverlerse hak iddialarını Ra-imond-Rupen’in bir ihsanına
dayandırıyorlardı. Pelagius şehri iki tarikata yarı yarıya pay etti, ama 1233'e
değin ayrıntılı ve kesin bir anlaşma
yapılmadı.88 89 90 Tarikatlar
iki yıl sonra da Temmuz ayında, Akka'nın hemen güneyinden denize karışan Naman
nehrinin ve nehir boyundaki değirmenlerin kullanımı konusunda uzun sürecek bir
anlaşmazlığa düştüler. Hayırseverler kaynak yeri olan Recordane'i ellerinde tutuyorlar,
Tapınakçılarsa Doc'ta bu kaynaktan gelen suyla birtakım değirmenler
işletiyorlardı, anlaşmazlığın konusu intifa hakkının kimde olduğuydu.92
Ne ki, yaşadıkları dünyanın geneli için önemli olan şey, Müslüman
komşuları karşısında güdülecek siyasete ilişkin anlaşmazlıklarıydı. •
lşin ironik yanı, bu anlaşmazlıklar Frankların durumunun iyileşmesinden
kaynaklandı; zira el-Nasır 1240 baharında birdenbire Mısırlılara karşı Eyüp'le
ittifaka girmeye karar verdi - anlaşıldığı kadarıyla bunun karşılığında,
1227-29 arası hükümdarı olduğu Şam'ı geri almasına yardım edilmesini istiyordu.
Şam'ın halihazırdaki hükümdarı lsmail, bu yeni koşullar altında Frankların
yardımına ihtiyaç duyacağına kolayca ikna oldu; Eyüp ile el-Nasır'ın Haziran
ayında Kahi_-re'nin kontrolünü ele geçirmeleri üzerine bu kanaati iyice
pekişti. Nitekim lsmail ile Franklar Temmuz ya da Ağustos ayında anlaşmaya
vardılar. Tapınakçılar bu ittifakı desteklediler, hatta müzakerelerde öncülük
ettiler. Ödülleri ise, kötü durumda olmakla birlikte Yukarı Celile'de kilit
konumda bulunan Safed Kalesiydi; böylece tarikat, Hat-tin öncesinde özel
egemenlik alanı saydığı bir bölgeye yeniden girmiş oldu.93 Bundan kısa bir süre sonra Perigord'lu Armand tarikatın İngiltere
İdarecisi Sandford'lu Robert'a bu başarıyı anlatan bir mektup yazdı: "Hıristiyan
ordusu uzun zamandır bezginlik ve atalet içinde çöllere serilmişken (... )
göklere ağmış Efendimiz, ordunun kıt erdemlerinden ötürü olmasa da, mutat
inayetinin müsamahasıyla orduyu ziyarete geldi." Sonuç, Şam sultanının
artık Franklarla ittifak halinde olması ve Ürdün nehrine kadar uzanan tüm
toprakların geri alın-masıydı. Mektubu taşıyan ulak, o sırada haçlı seferi için
doğuya gelmekte olan Cornwall'lu Richard'ın filosuyla karşılaştı ve sultanın
"hiç şüphesiz vaftiz edilmek istediğini" de ekleyerek anlattı olup
biteni Ric-hard'a.91 92 93 Thibaud,
el-Nasır'la da mütareke yaparak durumlarım sağlamlaştırdı; zira Kerak
hükümdarı, Eyüp'ün Şam'ı geri almaya yardım etme vaadini tutmayacağını
anlamıştı. Ancak Thibaud Mısır'a bir saldın tertiplemek niyetinde değildi;
anlaşıldığı kadarıyla Mısır'a saldırmak, özellikle de Eyüp'ün elinde hala
Gazze'de esir düşmüş önemli Hıristiyan tutsaklar bulunmasından ötürü, bazı
yerli Frankların savunduğu bir fikirdi - Thibaud'nun Eylül 1240'ta doğudan apar
topar ayrılması da işgal konusundaki bu anlaşmazlıktan kaynaklanmıştı
muhtemelen.95
Perigord'lu Armand, Sandford'lu Robert'a yazdığı mektupta, Şam'la
anlaşmanın "tam ittifakla" kabul edildiğini iddia etmişti; buna
sahiden inandıysa bile kısa süre içinde yanıldığını anlayacaktı. Büyük Üstat
Vieille Bride'li Pierre idaresindeki Hayırseverlerin Şam'la değil Mısır'la
anlaşmayı destekleyenler arasında olduğu ve hiç değilse bu tarihten itibaren
iki askeri tarikatın karşıt siyasi kutuplan temsil ettikleri açıktır.96 Geçici olarak Tapınakçıların görüşü galebe çalmış, ama Thibaud'nun
gitmesinden kısa bir süre sonra Cornwall'lu Richard Akka'ya varmış (11 Ekim
1240) ve Mayıs 1241'e kadar doğuda kalmıştı. Cornwall'lu Richard, II.
Friedrich'in hısmı olmasından ötürü, Mısır'la müzakere siyasetine eğilim
göstermiş ve daha 124l'de Eyüp ile Frank esirlerin serbest bırakılmasını da
sağlayan bir anlaşmaya varmıştı. Görünüşe bakılırsa artık II. Friedrich'le
barışmış ve imparatorluk yanlısı bir tavır benimsemiş olan Hayırseverler de onu
destekliyorlardı.94 95 Cornwall'lu
Richard Kutsal Topraklardaki çekişmenin farkındaydı, bunu gidermeye çalıştığı
iddiası ise pek inandırıcı değildi^8
Parisli Matthew'ya göre Richard gitttikten sonra Tapınakçılar
intikamlarını aldılar. Matthew, Cornwall'lu Richard'a yakın kaynaklara
dayandığı belli olan hınç yüklü bir pasajda Tapınakçıların “kıskançlık
krizlerinin etkisiyle harekete geçtikleri" suçlamasını atmıştı ortaya,
Richard'ın mütarekesini bozmalarının ve Hayırseverlerin Akka'daki ocağını
kuşatmalarının sebebi buydu - “öyle ki Hayırseverler erzak sağlayamıyor, hatta
defnetmek için ölülerini bile dışarıya çıkaramıyor-lardı." Ayrıca “imparatoru
hiçe sayarak" bazı Töton Şövalyelerini kovmuşlardı, bu da söz konusu
şövalyelerin doğuyu terk edip imparatora şikayette bulunmalarına yol açmıştı.
Bunun bir sonucu olarak “ciddi bir rezalet koptu, Sarazenlere saldırırken güçlü
olabilmek için kendilerini irata boğduranlar, Tanrı'ya karşı gelip şiddet ve
kini Hıristiyan-lara, yani aslında kendi biraderlerine yönelttiler, böylelikle
de en ağır şekilde Tanrı'nın hışmını üzerlerine çektiler." Cornwall'lu
Richard “Tapınakçı kibirliliği"nin farkındaydı ve gitmeden önce Askalon'u
onlara emanet etmemesinin, imparatorluk temsilcilerine devretmesinin
nedeni buydu."
Parisli Matthew'nun Tapınakçılar hakkında söylediği her şey gibi bu
açıklamaya da temkinli yaklaşmak gerekir. Gerçekten ' de Ric-hard'ın
gitmesinden sonra büyük bir ihtilaf yaşanmış, Filangieri üs olarak
Hayırseverlerin ocağını kullanarak Akkâ’yı almaya çalışmış ve başarısız
olmuştu. Ardından Ekim 1241 ile Mart 1242 arasında Hayırseverlerin binasının
kuşatılmasına -Parisli Matthew'nun atıfta bulunduğu kuşatma budur-
Tapınakçıların da destek verdiği anlaşılmaktadır; ancak bunun, iki askeri
tarikat arasındaki basit bir çekişmeden ziyade, baronlar ile imparatorluk
yanlıları arasındaki geniş çaplı bir ihtilafı yansıttığı açıktır?00 Yine de
Parisli Matthew’nun anlatımı batıdaki belli bir kanaate işaret etmesinden ötürü
önemlidir ve temelde yatan iddia -Tapınakçılar ile Hayırseverlerin Cornwall'lu
Richard'ı birbirine karşıt siyasetlerle sıkıştırdıkları iddiası- Novaralı
Philippe tarafından da teyit edilmiştir?1” Dahası
Perigord'lu Armand, Kıbrıs'ın dul kraliçesi Alice'in Kudüs kraliyet naipliğine
getirilmesini hararetle destekliyordu; gerekçesi de, Friedrich'in oğlu
Konrad'ın Nisan 1243'te erginliğe ulaşıp yasal hükümdar olacak olmasına karşın,
Alice'in en yakın varis olmasıydı?02 Konrad
meseleye bizzat karışmadı, yerine Acerra Kontu Aquino'lu Thomas'ı gönderdi;
Tapınakçıların muhalefetini keskinleştirmiş olabilecek bir seçimdi bu, zira
tarikatın Aquino'lu Thomas'a yönelik, geçmişi 1228'e dayanan köklü bir kini
vardı. Bu ko- 96 97 98 99 nuda
malumatını kuşkusuz Tapınakçılardan edinmiş olan IX. Grego-rius'a bakılırsa, o
tarihte Aquino'lu Thomas güya tarikatı Sarazenler-den alınmış 6000 marklık bir
ganimetten mahrum etmiş, bunun bir kısmını Sarazenlere geri verip kalanını da
kendine saklamıştı. 100 Ho-henstaufen
hanedanının konumu da, sonunda 1243 yazında, baronların Venedik ve
Cenovalıların yardımıyla imparatorluk kuvvetlerini Tir'den sürmesiyle sarsıldı
- bu hareketin, Konrad'ın hükümdarlığını ilan etmek üzere bizzat doğuya
gelmemesi gibi artık düzmece gözüyle bakılan bir hukuki gerekçesi vardı. 101 102
Bu koşullar, Perigord'lu Armand'ın bölünmüş Eyyubilere yönelik
Tapınakçı siyasetini yeniden canlandırmasını mümkün kıldı. Sözgelimi tarikat
Ekim 1242'de, el-Nasır'ın birtakım Hıristiyan hacıları katletmesine misilleme
olarak Nablus'a düzenlenen büyük bir saldırıda önemli bir rol üstlendi -
Tapınakçıların, Perugia'daki kiliselerinde bulunan çarpıcı bir freskle anmaktan
gurur duydukları bir seferdi bu.1 05 Parisli
Matthew Chronica Majora'ya, büyük üstadın Sandfort'lu Ro-bert'a muhtemelen 1243
sonlarında yazdığı yeni bir mektubunu eklemişti, üstat burada güttüğü siyaseti
anlatıyordu. Armand'a göre Mısır sultanına bir mütarekenin şartlarına uyması
konusunda güvenilemez-di, zira söz verdiği halde Gazze, Hebron, Nablus ve
Daron'u geri vermemiş, üstadın gönderdiği Tapınak temsilcilerini altı aydan
uzun bir süre fiilen esir statüsünde alıkoymuştu. "Ama ilahi telkinle onun
hi-■ lekârlık ve sadakatsizliğini gözleyip" bu oyalamanın ardındaki gerçek
saiki anlamışlardı - Mısır sultanı bu suretle diğer Müslüman hükümdarlar
üzerinde egemenlik sağlamak için zaman kazanacak, böylelikle de "gayet
güçsüz ve küçük" Hıristiyan devletlerinin hakkından gelecekti. Dolayısıyla
ileri gelen din adamlarıyla "bazı baronlar”dan destek gören Tapınakçılar
el-Nasır ve lsmail'le müzakereye oturup Hebron, Nablus ve Beisan hariç Ürdün
nehrinin batısındaki tüm toprakları geri aldılar. "Nitekim melekler ve
insanlar sevinsinler, bütün Sarazenler kovuldu, mukaddes Kudüs şehrinde artık
sadece Hıristiyanlar yaşıyor, iade edilen ve kilisenin ileri gelenlerince
murdarlıktan arındırılan, elli altı senedir Tanrı'nın adının anılmadığı tüm
kutsal mekanlarda, Tanrı'ya şükür, her gün kutsal ayinler düzenleniyor
şimdi." Herkesin güven içinde buralara gitmesi mümkündü artık. Bu durumun
böyle sürüp gideceğinden yana hiçbir kuşkusu yoktu üstadın, yeter ki
Hıristiyanlar "tek yürek, tek zihin" olsunlar. Armand burada Tapınak
siyasetine karşı çıkanlara atıfta bulunuyor, düşmanlık ve haset duygularıyla
harekete geçen kimseler olarak niteliyordu bunları. Neticede savunmanın bütün
yükü, ileri gelen din adamlarıyla "bölgenin baronlarından birkaçı"
tarafından desteklenen Tapınakçıların omzundaydı. Üstat, büyük güçlük ve masrafına
rağmen "bölgenin girişi" olan Gaz-ze'yi yeniden ele geçirmeye de
çalışmış, bu arada -siyasetlerine yönelik muhalefete dair bir diğer atıfı
çerçevesinde-Tanrı'nın "bu meselede aldırmazlık ve asilik" edenlerden
ağır bir intikam alacağı uyarısını getirmişti. Tapınakçılar ayrıca yeterli
destek bulabilmeleri halinde, Kudüs-Yafa yolu üzerindeki Şövalyelerin
Toronu'nun (el-Atrun) kuzeyinde "çok sağlam bir kale" yapmayı vaat
etmişlerdi. Üstat bu sayede "tüm bu bölgenin daha kolay elde tutulup
düşmanlarımıza karşı ebediyen savunulabileceğini" düşünüyordu. Ama yine de
Hıristiyanlar sağlam bir destek sunmadıkça bu söylenenlerin hiçbirinin
kalıcılığı olamazdı, zira Mısır sultanı "son derece güçlü ve kurnaz bir
adam"dı. 103 104 105 106
Parisli Matthew'nun bu mektubu kötülemek için aktardığı
anlaşılmaktadır, zira arkadan ağır eleştiriler gelir; mektubun hiç de
inandırıcı olmadığını söyler Matthew, çünkü Tapınakçılar ile Hayırseverlerin
gayet kötü bir ünleri vardır, "Hıristiyanlarla Sarazenler arasında sürekli
mesele çıkardıkları, böylelikle savaşlar sırasında dört bir yandan gelme
hacılardan para toplayabildikleri söyleniyor; hem bu sebeple hem de
aralarındaki çekişme yüzünden imparatorun esir düşmesi için düzen
kurmuşlardı.’’™ Ama 11. Friedrich aslında kendi siyasetinin hiçe sayıldığının
farkındaydı, zira hem Tapınak bölgesinin Hıristiyan-lara geri verilmesi hem de
Toron yakınlarında yapılacağı söylenen istihkâm, Friedrich'in 1229’da müzakere
ettiği anlaşmaya ters düşüyordu. Friedrich, üstat ile biraderlere bunun onurunu
zedelediğini ve vazgeçmedikleri takdirde Almanya ile Sicilya’daki tüm
mülklerini müsadere edeceğini söylediği öfke dolu bir mektup yazmıştı.™
1244’ün başlarında el-Salih Eyüp ile Şamlı İsmail arasında yeni bir
savaş çıktı. Hıristiyanların bu savaşta İsmail’i desteklemesine bakılırsa,
Tapınakçıların görüşü ağırlığını hâlâ koruyordu.™ Eyüp, 1220'lerdeki güçlerine
sahip olmasalar da hala tehlike arz eden Harizm Türkleriyle ittifakını
tazelemek suretiyle misillemede bulundu. Yakın tarihlerde Urfa civarına
yerleşmiş olan Harizmlileri Şam'a saldırmaya ve Filistin'i işgal etmeye
kışkırttı Eyüp. Hıristiyan önderlerin IV. Innocentius'a 21 Eylülde Akka'dan
yazdıkları ortak mektup, Kudüs'ün bu ittifaktan ötürü uğradığı felaketi
anlatıyordu; Harizmliler güneye yayılmışlar, 11 Temmuzda da halkı önceki hiçbir
kafir hükümdarın sergileyemediği bir vahşetle yıldırarak Kudüs'ü
yağmalamışlardı. Hıristiyanlar onlara karşı büyük bir kuvvet toplayamamışlardı,
çünkü doğuda sadece yüz kadar dışardan gelen şövalye ile piyade bulunmaktaydı,
yerli şövalyelerse bölgenin dört bir yanına dağılmış, kalelerini korumaya
hazırlanıyorlardı. Henüz Kıbrıs kralı ya da Antakya prensinden herhangi bir
yardım gelmemişti - Antakya prensinin korkusu, bir süredir hafiflemiş olan
Moğol tehdidinin geri dönmesiydi. Mektubu yazan önderler Harizmlilerle savaşa
girmenin doğru olmayacağı kanaatindelerdi, zira 12.000 civarında savaşçıya
sahip oldukları tahmin ediliyordu.”0
Harizmlilerle çarpışmak konusunda gösterdikleri bariz gönülsüzlüğe
rağmen aynı önderler iki hafta sonra Akka'da büyük bir ordu topladılar; bu
ordu, seferberliğe katılmadığı takdirde bir başına kalacak olan el-Nasır'ın da
aralarında bulunduğu Müslüman müttefikler tarafından sağlanan, Humus, Şam ve
Maverai Ürdün'den gelme birliklerle takviye edilmişti. 17 Ekimde, Gazze
yakınlarındaki La Forbie'de (Harbiye) Mısırlılar ve Harizmlilerle karşılaşan bu
kuvvetler, Hat-tin'deki seleflerinin düştüğü ikilemle karşı karşıya kaldılar
(bkz. resim 6). Tapınakçıların eski kasımlarından Yafa Kontu Brienne'li
Gauti-er'nin zorlamasıyla yine çarpışma seçeneği yeğlendi - Perigord’lu
Ar-mand'ın, tavsiyelerine pek itibar edilmeyenler arasında bulunduğunu
düşündüren bir durumdu bu.’” Rakip kuvvetler Franklardan çok daha güçlüydü,
el-Nasır kaçtı, Mısırlılar büyük bir zafer kazandı. Perigord'lu Armand kayıplar
arasındaydı, savaşta ya da esirken öl-müştü;tarikatın üstat vekili Rochefort'lu
Guillaume'a göre, sadece otuz üç Tapınakçı, yirmi altı Hayırsever ve üç Töton
Şövalyesi savaştan sağ çıkmıştı.’’2
Cornwall'lu Richard'a yazdığı bir mektuba bakılırsa 11. Friedrich suçun kimde
olduğu konusunda hiçbir kuşku duymuyordu. Tapınakçılar, Mısır sultanıyla haksız
oldukları budalaca bir savaşa tutuşmak suretiyle onu Harizmlilerle ittifak
arayışına zorlamışlar, imparatorun anlaşmasını tamamen hiçe sayıp ihtilaf
çıkarmışlardı. Şam ve Kerak hükümdarlarıyla ittifak kurmak ahmakça, çocukça bir
hareketti, yangına körükle gitmekti. Ama Tapınakçılar bu Müslümanları
ocaklarına kabul edip cömert ikramlarla eğlendirmişler, onların batıl
ayinlerini icra edip Muhammet'in adını anmalarına izin vermişlerdi. Bu saçma
siyaset, zorluk kapıya dayandığında bu sahte müttefiklerin kaçmasıyla
sonuçlanmıştı.”3
La Forbie felaketi Tapınakçı siyasetlerinin ürünü idiyse, hataların
bedeli de ödenmişti kuşkusuz. 260 ila 300 şövalyenin kaybına bir de muhtemelen
esir düşen büyük üstadın kaybı eklendi. Parisli Matt-hew'nun vakayinamesinde
aktarılan bir rapora göre, üstadı fidye karşılığında kurtarmaya yönelik 1246
tarihli bir girişim sultan tarafından reddedildi.”4
Dolayısıyla da hiç değilse 1247'ye değin yeni Tapınak üstadı seçilemedi - bu
üstat, muhtemelen o yılın- sonbaharında doğuya gelen Aquitaine İdarecisi
Sonnac’lı Guillaume’du.”5 Yeni
üstat Kudüs Krallığının sallantıda olan kalıntılarını buldu karşısında; zira
Eyüp kazandığı zaferin ardından l245'te de İsmail'den Şam'ı almış, 1247'de ise
Taberiye, Tabor dağı, Belvoir ve Askalon'daki Hıristiyan topraklarıyla
kalelerini ele geçirmişti.
Bahacttin (Beha ed-Din), Life of
Saladin, çev. C. R. Conder, Palestine Pilg-rims' Text Society 13, Londra, 1897,
s. 117; Ebu Şame (Abu Shama), "Le Liv-re des Deux jardins," cilt IV,
s. 313; Ernoul-Bernard, s. 253. Cont. WTde, Selahattin'in Kudüs kralı ve
Tapınakçıların büyük üstadı gibi zengin esirleri olduğu için pek sevindiği
söylenir, s. 55. Gazze 1192 başlarında !. Richard tarafından Tapınakçılar.a hJe
edilmiş, ama Richard'ın Selahattin’le Eylül ayında yaptığı anlaşma gereği
istihkamı yıkılmıştı, Cont. WT, s. 151-2. 1250'lerde haçlılar arasındaki yaygın
inanışa göre Tapınakçılar ile Hayırse-
verler, birinin kurtulması için kalelerden
birini düşmana teslim etmeyeceklerine dair mukaddes emanetler üzerine yemin
etmişlerdi, joinville'li jean, Histoire de Saint Louis, yay. haz. ve çev. N. de
Wailly, 2. basım, Paris, 1874, s. 182-3. Yeminin sebebi belki de bu olaydı.
J. Riley-Smith, The Feudal Nobility and the Kingdom of Jerusalem,
1174-1277, Londra, 1973, s. 113.
Erades, cilt il, s. 130; Cont. ^T, s. 92; Itinerarium, s. 70; Ambroise,
L'Estoire, s. 81; tüm bu kaynaklara göre çarpışmada öldürülmüştür. lbnülesir
(Ibn al-Athir) ise tutsak düşüp idam edildiğini söyler, “Extrait,” RMC Or.,
cilt il (i), Paris, 1887, s. 12. Savaşın tarihi için bkz. Bahaettin (Beha
ed-Din), Life of Saladin, s. 215. OR'da Ekimin ilk günü denir, s. 327.
Itinerarium, s. 260.
Ayrıca bkz. J. Riley-Smith (yay. haz.), The Atlas of the Crusades, Londra,
1991, s. 64.
Bkz. bu kitapta, s. 375-377.
.
Frankların yerli Hıristiyan kadınlarla veya Müslüman esirelerle
evliliklerinden doğan "melezler" -çn.
Itinerarium, s. 305-6.
Itinerarium, s. 308.
Documenti sulle relazioni delle citta toscane coll'Oriente cristiano e
coi Turchi fino all'anno 1531, yay. haz. G. Müller, Floransa, 1879, no. 35, s.
58-9; Cont. WT, s. 92.
Cartulaire de l'abbaye de
Saint-Aubin d'Angers, cilt il, no. 888, s. 353-4. 1170 sonrası olamayacak bir
tarihte Sable beyi sıfatıyla anılır; 1173 ayaklanmasına karışması konusunda
bkz. Gesta Regis Henrici Secundi, cilt I, s. 47; haçlı seferine çıkmasından
önce yerel manastırlarla yapılan anlaşmalar için bkz. G. Dubois,
"Recherches sur la vie de Guillaume des Roches, senechal d'Anjou, du Maine
et de Touraine," BEC, 30 (1869), 381-4 ve J. Boussard, Le Comte d'Anjou
sous Henri Plantagenet et ses fils. 1151-1204, Paris, 1938, Pieces
justificatives, no. 7, s. 179-81. Robert için bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s.
12334.
11 Anjou ve Normandiya'daki faaliyetleri için bkz. L. Landon, The
Itinerary of King Richard I, Pipe Roll Society, yeni dizi 13, Londra, 1935, no.
222, 223, s. 25-6; no. 272, s. 31; donanmadaki kral vekilliği görevi konusunda
bkz. Gesta Regis Henrici Secundi, cilt II, s. 110, 115, 119-20, 124 ve
Hoveden’lı Roger, Chronica, cilt lll, s. 36; Tancredi'ye temsilci olarak
gönderilmesi konusunda bkz. Itinerarium, s. 166 ve Ambroise, L'Estoire, s. 24;
ölen haçlıların mallarının idaresi komitesindeki yeri konusunda bkz. Hoveden’lı
Roger, Chronica, cilt III, s. 58-9.
Eracles, cilt. ll, s. 190-1; Cont. W, s. 135-7; Ernoul-Bernard, s.
284-6; Itinerarium, s. 35; Ambroise, L'Estoire, s. 243-4. Bkz. G. Hill, A
History of Cyprus, cilt II, Cambridge, 1948, s. 36-8; ve P. W. Edbury,
"The Templars in Cyprus," The Military Orders. Fightingfor the Faith
and Caringfor the Sick, yay. haz. M. C. Barber, Londra, 1994, s. 189-95.
’3 Ernoul-Bernard, s. 296; Cont. WT, s. 155. Ayrıca bkz. Coggeshall'lı
Ralph, Chronicon Anglicanum, yay. haz. J. Stevenson, RS 66, Londra, 1875, s.
54.
!madettin ('lmad ad-Din),
Conquete, s. 144.
Bkz. B. Hamilton, The Latin
Church in the Crusader States. The Secıılar Church, Londra, 1980, s. 201-7.
'8 OR, s. 327.
RRH, no. 631, s. 167; Cartulario
del Temple de Huesca, no. 108, s. 110; no. 109, s. lll;no. 110, s. 113; no.
114, s. 116, buralarda 1186-1189 arası Ispanya'nın bir kısmı ile Provence'ın
üstadı olarak anılır; Miret y Sans, Les Cases, s. 148-9, 107-8, 156, 242-3,
334. Bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 134-46,
RRH, no. 740, s. 197. Töton teşkilatının kuruluşu için bkz. Forey, The Mili-tary
Orders, s. 19-23. Tapınak tarikatı Haziran ll98'de Yosafat vadisi Azize Meryem
Manastırından birtakım casal bağışlarını kabul ederken Gilbert de
oradaydı, RRH, cilt II, no. 740 (a), s. 48-9.
2’ Aile için bkz. C. V. Langlois, Notice sur le chateau de
Plessis-Mace, Angers, 1932. Philippe'in haçlı seferinin finansmanı için bkz. H.
de Fourmont, L'Ouest aux Croisades, cilt III, Paris, 1867, s. 143. Philippe'in
yükselişi konusunda bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 147-58.
22 RRH, cilt II, no. 787 (a), s. 51.
BN, NAL 59, var. 70.
Eracles, cilt II, s. 309-10.
111. Innocentius. Innocenti P.P. Registrorum, PL, cilt CCXIV, Paris,
1890, 2, no. 189, süt. 737-8; Kudüs patriği, Lod piskoposu, Tapınak ve
Hayırsever üstatlarına yazılmış genel bir mektuptur bu. Grousset üstadın
tutumunu, "fidele aux traditions nefastes de son ordre - sur qui planait
decidement toujours l'esprit de Hattin!" ["Hattin'in gölgesini her
daim üzerinde taşıyacak olan tarikatının meşum geleneklerine pek de
sadık!"] diye yorumlarken olguların ötesine geçer kuşkusuz, Histoire des
Croisades, s. 189-90. Tapı-nakçıların, başka konularda nesnel davranan
tarihçileri sert, çoğunlukla da duygusal tepkilere sevk ettiğini gösteren
örneklerden biridir bu. Aslında büyük üstadın tutumunu, genelde Outremer'deki
baronluk düzeninin belirgin bir özelliği olan kanuna riayet eğilimi
çerçevesinde değerlendirmek daha gerçekçi olur.
RRH, no. 726, s. 194.
III. Innocentius. Innocenti P.P.
Registrorum, cilt CCXIV, no. 257, süt. 816-18;
RRH, no. 764, s. 203.
Bkz. bu kitapta, s. 172.
Cart., cilt 1, no. 1069, s. 666-7; RRH, no. 751, s. 200. Bkz.
Riley-Smith, The Knights of St john in jerusalem, s. 444.
RRH, cilt 11, no. 787 (a), s. 51.
3’ Bkz. bu kitapta, s. 162-163.
"Bulles pour l'ordre du Tenıple tirees des archives de
Saint-Gervais de Cas-solas," yay. haz. Delaville Le Roulx, ROL, II
(1905-8), no. 16, s. 419; no. 19, s. 419; BN, NAL 2, var. 42, 68, 71.
111. Honorius, Regesta Honorii Papae III, yay. haz. P. Pressutti, cilt
l, Roma,
1888, no. 2114, s. 350; no. 2513, s. 415; no. 2600, s. 431. Bkz. L.
Delisle, Me-moire sur les Operations Financieres des Templiers, Memoires de
l’Institut National de France, Academie des lnscriptions et Belles-Lettres 33
(ii), Paris,
1889, s. 28.
Regesta Honorii Papae llI, cilt l, no. 673, s. 117-18.
OR, s. 330. Chartres'lı Guillaume için bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s.
159-69.
Macaristan Kralı Andras'ın çadırında savaşın hedeflerini tartışmak
üzere toplanan genel meclis için bkz. Eracles, cilt II, s. 322-3; RRH, no. 901,
s. 2412.
RHG, cilt XIX, s. 640; RRH, no. 902, s. 242.
Paderborn'lu Oliver. Oliveri Paderbornensis Historia Damiatina, yay.
haz. O. Hoogeweg, Die Schriften, s. 168, 175-7; Eracles, cilt II, s. 326.
.
Paderborn'lu Oliver, Historia Damiatina, s. 188; Vitry'li jacques,
"Historia Hierosolimitana," s. 1130; OR, s. 325. Montaigu'lü Pierre
Eylül 122O'de üstat diye anılır, RRH, no. 936, s. 249.
Trois Fontaines'li Alberico, “Chronica a monacho novi monasterii
Hoiensis interpolata," yay. haz. P. Scheffer-Boichorst, MGH 55, cilt
XXIII, Leipzig, 1925, s. 909; Gestes dcs Chiprois, yay. haz. G. Raynaud,
Cenevre, 1887, s. 58. Bkz. Riley-Smith, The Knights of St John in Jerusalcm, s.
155-6; ve Bulst-Thi-ele, Magistri, s. 170-88.
43 BN, NAL, 59, var. 163-4,
188-90. Bkz. Miret y Sans, “Itinerario del Rey Pedro I de Cataluna, Il en
Aragon," Baletin de la Real Academia de Bucnas Letras de Barcclona, 3
(1905-6), s. 385; 4 (1907-8), s. 33.
"Gesta Crucigerorum Rhenanorum," yay. haz. R. Röhricht,
Quinti Belli Sacri Scriptores Minores, Societe de l’Orient latin: serie
historique 2, Cenevre, 1879, s. 30-1; "Chronica regia Coloniensis,"
yay. haz. R. Röhricht, Testimonia Minora de Quinto Bello Sacro, Cenevre, 1882,
s. 150-1.
Paderborn'lu Oliver, Historia Damiatina, s. 222-4; Eracles, cilt II, s.
341-2; Er-noul-Bernard, s. 435.
Paderborn'lu Oliver, Historia Damiatina, s. 181, 190-1, 194, 199-200,
205, 209
11, 252. Ne ki Burlos dönüşü atlarla katırların bir kısmı susuzluktan kırıldı.
A.g.e., s. 254-6. Atlit'in inşası için bkz. bu kitapta, s. 254.
Wendover’lı Roger, Liber qui
dicitur Flores Historiarum, yay. haz. H. G.
Hewlet, cilt il, RS 84, Londra, 1887; RRH, no. 936, s. 249.
Wendover'lı Roger, Flores Historiarum, cilt 11, s. 263-5; RRH, no. 946,
s. 251.
Layettes du TrCsor des Chartes, yay. haz. M. A. Teulet, cilt 1, Faris,
1863, no. 1547, s. 550.
5’ Erades, cilt 11, s. 355-6; Gestes des Chiprois, s. 20. Bağlam için
bkz. D. Abula-fia, Frederick II. A Medicval Enıperor, Londra, 1988, s. 148-54.
Wendover'lı Roger, Flores Historiarum, cilt 11, s. 324-7; RRH, no. 984,
s. 260.
53 Gestes des Chiprois, s. 39.
4 Wendover'lı Roger, Flores Historiarum, cilt II, s. 351.
55 Bu durumun Friedrich'in gelişinden ne kadar sonra ortaya çıktığı
belli değildir; keza dini, siyasi veya hem dini hem siyasi itirazlar mı söz
konu-
suydu, o da belli değildir. Wendover'lı Roger, doğulu liderlerin,
aforoz edilmiş olmasından ötürü Friedrich'e barış öpücüğü veremeyeceklerini,
onunla yemeğe de oturamayacaklarını söyler, ama onun sayesinde "lsrail'in
kurtulacağı"nı umarak gayet sıcak karşılamışlardır kralı, Flores
Historiarum, cilt II, s. 351. Patrik Gerold'un ertesi yıl ilişkiler tümden
bozulduktan sonra yazdığı bir mektuptan, asıl itirazın Friedrich'in kimseye
danışmaksızın Mısır Sultanı el-Kamil'le müzakereye girmesiyle ilgili olduğu çıkarsana-bilir,
Parisli Matthew, Chronica Majora, yay. haz. H. R. Luard, cilt III, RS 57,
Londra, 1880, s. 180.
Ernoul-Bernard, s. 437.
Bkz. bu kitapta, s. 383, bölüm 7, dipnot 87.
Bkz. bu kitapta, s. 121.
Ernoul-Bernard, s. 462-3.
Erades, cilt II, s. 372-3.
6’ Erades, cilt Il, s. 373.
Historia Diplomatica, yay. haz. j.-L.-A. Huillard-Breholles, cilt III,
Paris, 1852, s. 89. Bkz. P. jackson,. “The Crusades of 1239-41 and their
After-math," Bulletin of the School ofOriental and African Studies, 50
(1987), 36; yazar, tarafların tutumlarının, Friedrich'in öncelikli meselesinin
Kudüs Krallığının stratejik çıkarları değil, Sicilya Krallığının ticari kazancı
olduğunu görmek suretiyle açıklanabileceğini ileri sürer, zira anlaşma
kapsamındaki bölgelerde el-Kamil'in ciddi bir gücü yoktur.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt Ill, s. 182.
64 Novaralı Philippe'ten çeviri,
The Wars of Frederick II against the Ibelins in Syria and Cyprus, çev. M. ].
Hubert ve J. L. La Monte, Records of Civilization. Sources and Studies 25, New
York, 1936, s. 89.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt 111, s. 177-9.
Çeviri: Arab Historians of the Crusades, s. 275.
Neocastro'lu Bartholome, Historia Sicula, yay. haz. G. Paladino, RIS,
cilt XIII (iii), s. 116-17; RRH, no. 998, s. 262.
Bkz. R. Röhricht, Beitrage zur Geschichte der Kreuzzüge, cilt l,
Berlin, 1874, s.
74-5, n. 202.
.
Friedrich, III. Henry (17 Mart 1229) ve Cornwall'lu Richard'a (1239)
yazdığı, Kutsal Topraklarda olup bitenleri anlattığı mektuplarında, askeri
tarikatların hayatına kastetmek üzere entrika çevirdiklerine değinmez hiç.
Wen-dover'lı Roger, Flores Historiarum, cilt 11, s. 365-9; ve Parisli Matthew,
Chronica Majora, cilt Ill, s. 575-89.
Parisli Matthew, a.g.e., s. 535. Papa Friedrich'e birkaç kez yazıp,
askeri tarikatların mallarını iade etmesini söylemişti, Potthast, no. 8653,
8663, 8731.
7’ Emoul-Bernard, s. 466-7.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt III, s. 555-6.
Capua Kararları. 1220, bkz. Abulafia, Freclcridı II, s. 139-42.
74 Historia Diplomatica, cilt III,
s. 267.
Gestes dcs Chiprois, s. 77; Eraclcs, cilt II, s. 388-9.
Halefi Perigord'lu Armand, Eylül 1230'da Sicilya ve Calabria idarecisi
unvanını almıştır, ama 1232 baharına değin büyük üstat unvanıyla anıldığına
rastlanmaz, Eracles, cilt 11, s. 393-4. Perigord'lu Armand konusunda bkz.
Bulst-Thicle, Magistri, s. 188-210; yazar ismin doğrusunun Pierregort olduğu
kanısındadır.
Historia Diplomatica, cilt lll, s. 239-41. Datum in castris apud
Avellinum, mense septembris, IV indictionis, imperii Friderici anno IX, (regni]
]erusalem IV, Si-cilie XXIII. İmparatorluk tarihlemesinde dördüncü on beş yıl
24 Eylül l230'dan başlar; öte yandan eğer 17 Mayıs 1198 başlangıç tarihi olarak
alınırsa, Friedrich'in Sicilya'daki hükümdarlığının otuz üçüncü yılı belgenin
1230 veya 1231 tarihli olmasını gerektirir. Ancak (Isabel'le vekaleten kıyılan
ilk nikahı Ağustos 1225 tarihli olsa da) Friedrich'in imparatorlukta dokuzuncu,
Kudüs krallığında da dördüncü yılının Kasım l229'da sona ermesi gerekir.
Huillard-Breholles ikincil verilerin 1230 tarihini desteklediğini gösterir;
Friedrich s Eylül mo'da Capua'dan Melfi'ye gitmekteydi, Avellino da iyi bir konaklama
noktası olabilirdi. Dahası beratın l229'a tarihlenmesi halinde olacağı gibi
Friedrich'in Tapınak mallarını aynı tarihte hem teyit hem de müsadere etmesi
olası değildir.
Gestes des Chiprois, s. 117-18.
Gestes des Chiprois, s. 83-4; Eracles, cilt II, s. 394.
Gestes des Chiprois, s. 112-13.
Epistolae Saeculi XIII e Regestis Pontificum Romanorum, yay. haz. C.
Roden-berg, MGH Epistolae, cilt 1, Berlin, 1883, no. 433, s. 348-9; RRH, no.
1022, s. 267.
Erades, cilt İl, s. 403-5.
83 Trois Fontaines'li Alberico,
“Chronica,” s. 942.
RRH, no. 1083, s. 282-3. Bu mektubun tarihlenmesi konusunda bkz. S.
Pain-ter, "The Crusade of Theobald of Champagne and Richard of Comwall,
1239-1241," A History of the Crusades, cilt II, yay. haz. R. L. Wolff ve
H. W. Hazard, Madison, 1969, s. 471, n. 11; yazar mektubun 6 Ekim 1237 tarihli
olduğu kanısındadır.
Trois Fontaines'li Alberico, "Chronica," s. 945; RRH, no.
1088, s. 284. Enubiler için bkz. Jackson'ın tablosu, "Crusades of
1239-41," 34.
A.g.e., 37-9.
Rothelin, "Continuation de Guillaume de Tyr de 1229 :'ı 1261, dite
du ma-nuscrit de Rothelin," RHCr. Occid., cilt II, s. 537-48; Eracles,
cilt II, s. 414-15.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt lV, s. 25-6.
J. Prawer batıda tarikatların 1239-40 civarında gözden düşmeye
başladığını düşünür, "Military Orders and Crusader Politics in the second
half of the Xlllth century," Die geistlichen Ritterorden Europas, yay.
haz. J. Fleckenstein ve]. Hellman, Sigmaringen, 1980, s. 220.
Tibble, Monarchy and Lordships, s. 135, 151.
RRH, no. 949, S. 251-2; no. 1043, s. 272.
RRH, no. 1062, s. 277. Ayrıca bkz. Riley-Smith, The Knights of St John
in Jeru-salem, s. 446.
Gestes dcs Chiprois, s. 121-2; Eracles, cilt Il, s. 419-20;
"Rothelin," s. 551-3.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV, s. 64-5; RRH, no. 1095, s.
285.
Bu manevralara dair verler için bkz. jackson, “Crusades of 1239-41,” s.
44-6.
Eracles, cilt II, s. 419-20; Gestes des Chiprois, s. 122.
Bkz. Riley-Smith, The Knights of St john in jerusalem, s. 172-5.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV, s. 138-44; Eracles, cilt ll,
s. 421-2;
Gestes des Chiprois, s. 122-4.
99 Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV, 5. 167-8. Bu ithamları
1243'tc de tekrarlayacaktı, s. 256.
100 Bkz. P. Jackson, "The End of Hohenstaufen Rule in Syria,"
Bulletin oj ılıe Institute of Historical Research, 59 (1986), 33.
101 Gestes des Chiprois, s. 122-4.
102 "Documents relatifs a la successibilite au tröne et a la
regence," RHCr. Lois, cilt II, s. 399-400; Gestes des Chiprois, s. 128-30.
Wendover'lı Roger, Flores
Historiarum, cilt II, s. 345. Gregorius, Tapınakçı-ların, "tarikatlarının
yasası gereği" Hıristiyanlara karşı şiddete başvurama-yacakları için
direnmediklerini iddia etmişti.
Gestes des Chiprois, s. 130-6;
Eracles, cilt II, s. 422.
Bkz. jackson, "Crusades of
1239-41," 51-2. Fresk için bkz. bu kitapta, s. 260.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV, s. 288-91; RRH, no. 1119, s.
298. Tapınakçılar başlangıçta Toron'da küçük bir istihkama sahiplerdi, bkz. bu
kitapta, s. 145; ama açıktır ki üstat bu tarihte, anlaşıldığı kadarıyla
Kudüs'ün bir daha kaybedilmemesi için burada çok daha büyük bir kale yaptırmayı
planlıyordu. Ne ki Ekim l244'teki La Forbie bozgunu kalenin hiçbir zaman
yapılamayacağı anlamına geliyordu.
107 Parisli Matthew, Chronica
Majora, cilt IV, s. 291.
Acta imperii inedita, yay. haz.
E. Winkelmann, cilt 1, lnnsbruck, 1880, no. 434, s. 369-70; RRH, no. 1115, s.
297.
Bkz. Parisli Matthew'daki mektuplar, Chronica Majora, cilt IV, s. 307,
339.
Frankların elindeki seçenekler için bkz. Jackson, "Crusades of
1239-41," s. 56-60. jackson, Tapınakçıların Müslüman güçlerle pazarlıkta
esneklik gösterdikleri, ama "ortada girilecek bir pazarlık olmadığı"
sonucuna varır.
”° Chronica de Mailros, yay. haz. ]. Stevenson, Edinburgh, 1835, s.
156-62; RRH, no. 1123, s. 299.
’’’ Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt lV, s. 141.
1’2 Cart., cilt Il, no. 2340, s. 622; RRH, no. 1127, s. 299-300. Genel
bir mektuptu bu, ama Tapınakçıların kayıplarına ilişkin malumat Rochefort'lu
Guilla-ume'dan alınmıştı muhtemelen. Bu rakamlar pek güvenilir değildir, zira
Hayırseverlerce yazılmış bir mektupta on sekiz Tapınakçıyla on altı
Hayırseverin kurtulduğu söylenir, Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt lV, s.
m. Bkz. Riley-Smith'in çözümlemesi, Ayyubids, Mamlukes and Crusaders.
Selections from the Tarikh al-Duwal wa'l-Muluk of Ibn al-Furat, cilt 11, yay.
haz. ve çev. U. ve M. C. Lyons, Cambridge, 1971, s. 173, n. 2 ve s. 174-5, n.
9. Çarpışma için bkz. Eracles, cilt II, s. 427-31; "Rothelin," s.
562-6; Gestes •
des Chiprois, s. 145-6.
”3 Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV., s. 302-3.
1,4 Hayırseverlerin büyük üstadı Chateauneuflü Guillaume'a ait olduğu
iddia edilen bir mektuba göre Tapınak üstadı çarpışmada öldürülmüştü, Parisli
Matthew, Chronica Majora, cilt iV, s. 311; ama çoğu veri esir alındığını
düşündürür: Doğulu liderlerin daha geç tarihli bir mektubunda esir düştüğü veya
öldüğü söylenir, Parisli Matthew, a.g.e., s. 342; Eracles'da esirken öldüğü
söylenir, cilt il, s. 430; Parisli Matthew, onu ve diğer esirleri fidye
karşılığı kurtarmaya yönelik 1246 tarihli girişimleri anlatır, Chronica Majora,
cilt iV, s. 524-5.
,15 Guillaume 1235-1246 arasında Aquitaine idarecisi sıfatıyla çıkar
ortaya, BN, NAL 37, var. 415 ve NAL 38, var. 263. 12 Mayıs 1249’a değin büyük
üstat diye anılmaz, RRH, no. 1176, s. 308-9. Sonnac’lı Guillaume için bkz.
Bulst-Thi-ele, Magistri, s. 217-24.
BEŞİNCİ BÖLÜM TAPINAKÇILARIN FÎLÎSTÎN
VE SURİYE'DE SON YILLARI
La Forbie, Hattin'in yarattığı kadar büyük bir tepki yaratmadı, ama
Fransa Kralı IX. Louis'nin ciddi bir hastalık atlattığı l 244’ten beri
beslediği haçlı seferine çıkma niyetini pekiştirdi. IX Louis, üç yıldan fazla
süren uzun hazırlıkların ardından 25 Ağustos 1248'de, yeni limanı
Ai-gues-Mortes'dan Kıbrıs’a yelken açtı - son yirmi yıldır doğuya haçlı
seferine çıkan ilk Avrupalı kral oydu. 17 Eylül 1248’de Limasol’a vardığında,
Tapınağın üstadı onu karşılamak üzere Akkâ’dan gelenler arasındaydı.’ Ne ki köklü
alışkanlıklar kolay unutulmuyordu, Tapınakçı-lar Müslümanlara karşı kendi
siyasetlerini geliştirmeye alışmışlardı. Üstat kısa bir süre sonra, müzakereye
tabi bir barış öneren sultanı temsilen gelmiş bir emirden başlangıç
tekliflerini aldı; ancak durumu bildirdiğinde kral, bir daha kraliyet izni
olmaksızın böylesi ulakları kabul etmemesi konusunda kesin bir dille uyardı
üstadı.1 2
Kral Louis'nin haçlıları 1249 yazında Mısır’a saldırdılar. Karaya 5
Haziran günü ayak bastılar. O gün sert bir direnişle karşılaştılar, ancak
ertesi sabah Dimyat'ın tahliye edilmiş olduğunu gördüler. Bundan kısa bir süre
sonra İngiltere'deki Sandford’lu Robert’a bir mektup yazan Sonnac’lı Guillaume,
6 Haziran Pazar sabahı, sadece bir adam-!arını kaybetmek suretiyle şehri nasıl
teslim aldıklarını anlatmıştı. Söylediğine göre kral şimdi de İskenderiye veya
Kahire'ye yürümeyi öneriyordu.3
23 Kasım 1249'da Eyüp'ün ölmesiyle Hıristiyanların şansı daha da arttı, Kasımın
sonlarında Kahire'ye doğru ilerlemeye başladılar; Tapınakçılar öncü kolları
oluşturuyorlardı. Nil'in Aşmun-Tannah diye bilinen bir koluna takılıp bir ay
kadar durakladılar, ama sonra oralı bir Bedeviden sığlığın yerini öğrendiler ve
8 Şubat 125O'de nehri geçmeye koyuldular.4 Kaçınılmaz olarak vakit aldı bu; Tapınakçılar, kralın
kardeşi Artois'lu Robert ve Salisbury Kontu William Longespee ile birlikte
nehrin öte yakasına ordunun kalanından önce ulaştılar. Felaketle sonuçlanan ve
altmış yıl sonra Tapınakçılar yargılanırken hala hatırlanacak kadar dillere
düşen Mansure saldırısının başlangıcıydı bu.5
Olup bitene dair iki temel yorum vardır: Jomvilleli Jean ile Parisli
Matthew'nun anlatımları.6
Joinville, Artois Kontunun Türklere hemen saldırıp onları kaçırdığını, ama kral
tarafından geleneksel konumları olan ileri saflara yerleştirilmiş
Tapınakçıların buna -görevlerinin kont tarafından ellerinden alındığını
düşünerek- fena halde içerlediklerini söyler. Ancak kontun atının dizginini
tutan şövalye Foucaud du Merle tamamen sağırdı, Tapınakçıların konta
söylediklerini işitmedi ve bölüğü Türkleri kovalamaktan alıkoymadı. Bunun
neticesinde de Tapı-nakçılar "kontun önlerinden gitmesine izin vermeyi zillet
saydılar" ve onun ardından atağa kalktılar. Bunun üzerine tüm bölük
Mansure kasabasının dar sokaklarına saçılıverdi. Müslümanların çoğu kasabanın
diğer ucundan kaçtı, ama Hıristiyan şövalyeler k.ıpana kısıldılar, kasaba
sakinlerinin devirdikleri direkler yollarını kesmişti. Kayıpları çok büyüktü:
Artois kontu dahil 300 kadar şövalye ve 280 Tapınakçı.7
Parisli Matthew çarpışmaya katılanlarla yaptığı görüşmeleri sözcüğü
sözcüğüne aktararak farklı bir yorum sunar. "Ziyadesiyle mağrur ve kibirli
olan, boş gurura kapılan" kont nehri geçer geçmez Müslü-manlara saldırmış,
hatta taş ve kaya yağmuruna tutulup geri çekilmeye mecbur bırakıldığı
Mansure'ye kadar kovalamıştı onları. Bunun üzerine William Longespee ile
Sonnac'lı Guillaume'a danışmış ve onları hazır düşmanları kaçarken yeniden
saldırmaya ikna etmek istemişti. Ancak "savaş işlerinde beceri ve tecrübe
sahibi de olan basiretli ve tedbirli bir adam" diye nitelenen büyük üstat,
kontun cesaretini övmekle birlikte ihtiyatlı olmayı tavsiye etmişti, zira
yorulmuşlardı, birçok at da yaralanmıştı. Dahası eğer saldırırlarsa düşman
Hıristiyanların sayısının görece az olduğunu çabucak anlar ve ordunun ana
kolunu üzerlerine sürebilirdi. Kont söylenenlere çok kızdı, eski bir öngörünün
doğrulandığını iddia etti - tüm o bölge, kendi çıkarları için haçlılara zorluk
yaratan askeri tarikatlarca girişimleri engellenmemiş olaydı eğer, çoktan
Hıristiyanların eline geçerdi. Diyordu ki, haçlıların Mısır'ı yenmeleri halinde
askeri tarikatlar, öylesine büyük iratlar topladıkları topraklara artık
hükmedemeyeceklerdi. "Onların hilekarlıklarını tecrübe etmiş olan
Friedrich bu tür konularda en sağlam tanık değil midir?" Bu sözler büyük
üstadı galeyana getirdi, kendi doğru hükmüne sırt çevirip saldırıya hazırlandı;
bir tek Salisbury kontu duruma müdahale etti, ortamı sakinleştirmeye çalıştı,
doğunun işleri konusunda kendilerinden çok daha deneyimli olan Sonnac'lı
Guilla-ume'u dinlemelerini tavsiye etti. Neticede o da kontun hakaret yağmuruna
maruz kaldı; Parisli Matthew'ya göre kont, "Fransızlarda adet olduğu üzere
rezilce sövüp sayıyor, kükrüyor"du ve büyük üstat gibi o da büyük bir
öfkeye kapılıp saldırıya hazırlandı. Parisli Matthew, Artois'lu Robert'in gurur
ve kendi başına zafer kazanma saikiyle hareket ettiğini, bu nedenle de
niyetlerinden kralı haberdar etmediğini savunur. Ancak Müslüman casuslar tüm
bunları biliyorlardı ve sultan Hıristiyanların zaafından yararlanmak için büyük
bir kuvvet topladı. Kısa bir süre sonra Hıristiyanlar "denizlerin
ortasındaki bir ada gibi" Müslümanlarca kuşatıldılar: William Longespee
çarpışmada öldürüldü, Artois'lu Robert kurtulmak için nehri yüzerek geçmeye
kalkıştı, ama zırhının ağırlığı yüzünden sulara gömüldü. Sadece iki Tapınakçı
ve bir Hayırsever kıyımdan kurtulabildi.8
joinville'in anlatımı daha güvenilirdir muhtemelen. Kralın önce dostu,
ardından da biyografi yazarı olmuş ve bu haçlı seferine bizzat katılmıştı;
anlaşıldığı kadarıyla sunduğu tali ayrıntılar da doğrudur. Ancak olup biteni
aradan yıllar geçtikten sonra, 1305-1309 arası kağıda dökmüştü, ayrıca olaylar
esnasında orada değil, ordunun büyük kısmıyla birlikte nehrin öte yakasındaydı.
Parisli Matthew ise açıkça Salisbury kontunun kahramanlığını ortaya koyma
çabasındaydı, Ingiliz-!erin Fransızlar karşısındaki üstünlüğüne dair şovence
betimlemeleri kontun kahramanlığını vurgulamaya hizmet ediyordu. Ama yine de
araya uzun kurmaca nutuklar katmasına rağmen sunduğu hikaye büsbütün göz ardı
edilemez; zira -belki de Cornwall'lu Richard aracılığıyla- haçlı ordusu mensuplarından
bilgi aldığı kesindir. Bu iki kaynak, savaş hallerinde gösterdikleri malum
ihtiyatlılığı bir kez daha ortaya koyan Tapınakçıları suçlamaz, baş
kışkırtıcının Artois'lu Robert olduğu konusunda da hemfikirdir. La Forbie'nin
üzerinden henüz altı yıldan kısa bir süre geçmişken uğradıkları kayıp,
Tapınakçılar için ağır bir darbe olsa gerektir,
Hıristiyan ordusu bu bozguna rağmen sığlıktan nehri geçmeyi başardı ve
Mansure önlerine yerleşti. Ama Sonnac'lı Guillaume'a yine huzur yoktu, yaralı
olmasına karşın daha o akşam kendilerinden çadır çalmaya çalışan bir grup
Sarazeni püskürtmekte joinville'e yardım etti.9 Üzerlerinde amansız bir baskı vardı. 11 Şubatta
Mısırlılar büyük bir hücum daha düzenlediler, Hıristiyanlar buna güç bela karşı
koyabildiler. Sonnac’lı Guillaume bu çarpışmadan sağ çıkamadı. joinville'e
göre:
[Chatillon'lu] Gautier'nin birliklerinin yanında, Salı günkü
çarpışmadan sağ çıkan birkaç biraderiyle birlikte Tapınakçıların üstadı birader
Sonnac'lı Guillaume bulunuyordu. Gautier'nin önünde, Sarazenlerin elinden
aldığımız teçhizatla savunma hattı kurmuştu. Sarazenler hücuma geçtiklerinde,
hazırladığı yığınağın üzerinden rum ateşine başladı; alevler çabucak yükseldi,
çünkü Tapınakçılar çok miktarda çam kalas yığmışlardı ortaya. Türkler yangının
kendi kendine sönmesini bekleyecek değillerdi, harlı alevlerin arasından geçip
hücum ettiler Tapınakçılara. Bu çarpışmada Tapınakçıların üstadı birader
Guillaume bir gözünü kaybetti; ötekini ise, perhiz arifesi olan geçen Salı günü
kaybetmişti zaten; ve bunun neticesinde, Tanrı günahlarını bağışlasın, bey
öldü. Bilesiniz ki, Tapınakçıların gerisinde, toprak görünmeyecek ölçüde
Sarazen oklarıyla kaplanmış en az yarım dönümlük bir alan vardı.10 11
Kendi başına belirleyici olmasa da bu çarpışma seferin dönüm
noktasıydı, zira ordu bundan sonra ilerleyemedi. Nisanın başında Lo-uis
müzakereye oturması gerektiğine karar verdi, çünkü ordu Müslüman saldırıları,
kıtlık ve hastalık yüzünden yavaş yavaş tükenmekteydi. Joinville'e göre, kral
kendisi ve yanındakilerin orada kaldıkları takdirde öleceklerini anlamıştı.
Ancak Hıristiyanların ellerinde bir koz olmadığı aşikardı ve teklifleri
reddedildi; 5 Nisanda mecburen geri çekilmeye başladılar - Joinville'in bu konudaki
tasviri, Birinci Dünya Savaşı batağına ilişkin tasvirlere benzer. Geri çekilme
esnasında Müs-lümanlar arkalarından yetiştiler, vahşi bir direniş görmelerine
karşın binlerce Hıristiyanı kılıçtan geçirdiler. Artçı birlikleri
oluşturdukları anlaşılan askeri tarikatlar yine ağır kayıplara uğradılar:
Hayatta kalanların sayısı, üçü Tapınakçı olmak üzere on dört kişiden fazla
değildi muhtemelen.” Kral dahil ordunun büyük kısmı esir düştü, Müslümanların
çeşitli şartlar dayatmalarını mümkün kılan bir darbeydi bu. Krala karşılık
Dimyat verilecekti, ordunun kalanı içinse S00.000 livre fidye ödenecekti (bu
miktar sonradan 400.000 livre'e düşürüldü).12 2 Mayısta Eyüp'ün halefi Turanşah, emrindeki Memluk
muhafızlar tarafından öldürüldü - Mısır ordusunda XII. yüzyıldan beri ön planda
yer alan bu muhafızlar köle kökenli seçkin askerlerdi; ama bu tarihte iktidara
doğrudan sahip olmak için, uzayıp gidecek kanlı bir mücadele başlatmışlardı.
Bununla birlikte Memlukların lideri Aybek anlaşmaya sadık kalmayı kabul etti,
ama fidyenin 200.000 livre'inin kral Mısır'dan ayrılmadan önce ödenmesini
istedi. Barış koşulları uyarınca Dimyat Müslümanlara bırakıldı, kral da 6
Mayısta serbest kaldı. Kardeşi Poitiers'li Alphonse fidye ödenene değin rehin
tutulacaktı.13
Kraliyet görevlileri 7 Mayıs Cumartesi günü para denkleştirmeye
koyuldular, sayım Pazar akşamına kadar sürdü ve sonuçta 30.000 !iv-re'lik bir
açıkları olduğu anlaşıldı. Kral, Joinville'in açığı Tapınakçılar-dan borç
alarak kapatma önerisini kabul etti; ama Joinville, Tapınak Kumandanı
Otricourt'lu Etienne'den ret cevabı aldı - kumandan kendilerine emanet edilmiş
paraların borç olarak başkasına verilemeyeceğini söylüyordu. “Birbirimize sert
ve nahoş sözler sarf ettik," diyordu joinville, sonunda Tapınak Müşiri
Vichiers'li Renaud -şövalyelerin yeminlerini bozmamaları için- Joinville'in
parayı cebren almasını önerdi. Joinville kraldan bu yöntem için izin istedikten
sonra Tapı-nakçıların ana kadırgasına çıktı, hazine burada saklanıyordu.
Otrico-urt'lu Etienne bu işte herhangi bir rol oynamayı reddetti, ama
Vichiers'li Renaud tanık olmaya razı geldi. Ne ki, Joinville'e göre kısmen o
zahmetli geri çekilişin neden olduğu yabanıl ve itici görünüşü yüzünden,
Tapınak hazinedarı da anahtarları teslim etmeyecekti. Joinville buna,
çekmecelerden birini keskiyle kırıp açma tehdidi savurarak karşılık verdi; bu
noktada Renaud, cebir kullanılmak üzere olduğuna göre anahtarların teslim
edileceğini söyleyerek Joinville'in bileğini tuttu.14
Fidye konusundaki çekişme, önceki Şubat ayından, Sonnac'lı
Gu-illaume'uri ölümünden beri tarikatın bir önderden yoksun olduğunu gösterir;
IX. Louis'nin, 13 Mayıs l250'de Akka'ya ulaşmasının ardından, olabildiğince
kısa bir süre içerisinde yeni bir üstadın seçilmesini öngördüğü açıktır.
Kendisinden önceki diğer güçlü hükümdarlar gibi o da üstadın kim olacağına
karar vermişti. Joinville, Vichiers'li Rena-ud'nun "kral esirken
gösterdiği courtoisie [nezaket] sayesinde kralın yardımıyla Tapınak üstadı olduğu"nu
söyler. 15 Aslında
Renaud'nun bu tarihten epey evvel de Fransız monarşisiyle sağlam ilişkileri
vardı; zira 1241-48 arası Tapınağın Fransa'daki idarecisiydi ve Ağustos l246'da
Louis'nin haçlı seferinde ulaşımı sağlamak için Marsilya temsilcileriyle
yürütülen müzakereye katkıda bulunmuştu.16 17 Ayrıca eski bir doğu tecrübesi de
vardı, l240'ta Akka idarecisiydi; Kıbrıs'a varmasından kısa süre sonra, l249'da
da tarikat müşiri olmuştu.’7
Kral ile askeri tarikatların birbirini desteklemesi, l251'de Haşşaşin
elçileri tehdit yoluyla kraldan para koparmak niyetiyle Akka'ya ulaştıklarında
semeresini verdi - Haşşaşinler, diğerleri gibi Louis'nin de haraç ödemesini
istiyorlardı. Elçiler, Alman imparatoru, Macar kralı ve Kahire sultanının Dağın
Yaşlı Adamı'na verdikleri haraçlar sayesinde hayatta kalabildiklerini iddia
ediyorlardı. Öte yandan eğer Louis bu haracı ödemek istemezse, bunun yerine,
kendilerinin Tapınakçılar ile Hayırseverlere ödedikleri haracın kaldırılmasını
da kabul edebilirlerdi. Louis kesin bir cevap vermedi ve görüşmeyi öğleden
sonraya erteledi, vakti geldiğinde yanında iki büyük üstatla birlikte çıktı
ortaya. Joinville'e göre, "Haşşaşinlerden hiç mi hiç korkmuyorlardı, çünkü
Dağın Yaşlı Adamı Tapınak ya da Hayırsever üstadını öldürürse eğer, hiçbir şey
elde edemezdi bundan; zira biliyordu ki, birini öldürürse, yerine ölen kadar
sağlam bir yenisi gelirdi." Elçiler önce üstatların yanında konuşmayı
reddettiler, ancak her iki üstat da konuşmalarını emretti. Üstatlar talepleri
dinledikten sonra, ertesi gün için elçilerle özel bir görüşme ayarladılar ve
burada çok sert bir tutum sergilediler. Böylesi taleplerle gelmeleri
küstahlıktı, "Akka'nın pis sularına" gö-mülmedikleri için kendilerini
talihli saymalıydılar. Yaşlı Adam'a dönüp kral için değerli hediyeler
getirmeliydiler. Neticede Yaşlı Adam kralla bir saldırmazlık anlaşması yaptı;
demek ki Joinville, süreğen bir işbirliğinin Haşşaşin tehditleri karşısında
çözülmeyeceğini düşünmekte haklıydı.’8
Tapınakçılar 1251 yılı boyunca kraldan sürekli hüsnüka-bul gördüler. Tapınakçı
ve Hayırseverlerin tavsiyesi üzerine Caesare-a'nın tahkimine girişildi - kralın
o sıralardaki temel projesi buydu. Bu arada kralın oğlu Alençon Kontu Pierre
Tapınakçıların Atlit Kalesinde dünyaya geldi ve Renaud çocuğun vaftiz babası
oldu.’9
Ancak 1252'de Louis ile Tapınakçılar arasında ciddi bir ihtilaf doğdu
ve bu ihtilaf sırasında kral kendi yetkesinin üstünlüğünden emin olduğunu
açıkça ortaya koydu. Vichiers'li Renaud üstat olmasından önce de başına
buyrukluk alametleri gösteriyordu. Aralık 1249'da, Dimyat’tan güneye inişte
ordunun ileri saflarını oluşturmaya yardımcı olurken, kışkırtmaların etkisiyle,
Müslümanlara yönelik başarılı bir hücuma önderlik etmişti; oysa kraliyet
emriyle açıkça yasaklanmış bir şeydi bu.18 19 O tarihte bu hareket göze görünür
bir sonuç yaratmamıştı; ama 1252'de, kralın bilgisi dışında, Tapınakçıların
eski Şam'la ittifak siyasetini yeniden canlandırmaya teşebbüs etti Renaud.2’ Koşullar elverişliydi, zira Eyyubiler Turanşah'ın intikamını alma
derdine düşmüşlerdi; I2SO'de Şam'ı ele geçiren Halepli el-Nasır Yusuf da
Frankların önerilerini dinlemek istiyordu. Bu nedenle üstat, evvelce
Tapınakçı-ların olan geniş bir arazinin eşit taksimi konusunda müzakereyi
yürütmek üzere tarikat müşiri Jouy'lü Hugues'ü Şam'a gönderdi. Anlaşma kraliyet
ölçütleri gözetilerek hazırlandı, müşir yanında sultanın bir temsilcisi ve
şartları düzenleyen bir belgeyle Şam'dan döndü.
Üstat bu müzakereleri anlattığında, kral kendisine danışılmamasından
ötürü çok kızdı - tıpkı 1248'de Sonnac'lı Guillaume Mısır'dan gelen elçileri
kabul ettiğinde olduğu gibi. Louis'nin sağlam siyasi gerekçeleri vardı, zira
Mısırlıların elinde hala birçok Frank esir bulunuyordu ve Şam ittifakıyla
ortaya koydukları tehdit karşı tarafca koz olarak kullanılabilirdi. Bunun
yerine Memluklarla ittifak kurulsa (zaten Aybek önermişti bunu), Frankların
süreç içerisinde iki taraftan da toprak kazanarak Şam'a saldırmaları mümkün
olabilirdik Kral ö(kesinden ötürü Tapınakçıları onarım işlerinde çalışmaya,
ordunun alt kademe askerlerini de ordugahta yalınayak gezen üstat ve
şövalyeleri seyretmeye zorladı. Sonra da Vichiers'li Renaud ile sultanın
elçisini huzuruna getirtti ve üstadın elçiye, krala danışmadan anlaşma yaptığı
için pişmanlık duyduğunu söylemesini emretti. Dolayısıyla sultan anlaşmadan
azade olacak, konuya ilişkin tüm evrak kendisine iade edilecekti. Ardından
tarikatın tüm üyeleri kralın önünde diz çökmeye zorlandılar, bu arada üstat da
binişinin eteğini Louis'ye uzatıp usulen tarikatın tüm mallarını ona teslim
etti. Kral bunların arasın- 20 21 dan
tazminat olmasına karar verdiği her şeyi alabilecekti. Jouy'lü Hu-gues
krallıktan uzaklaştırıldı; joinville'in söylediğine göre bu hükmün yerine
getirilmesini ne kraliçe engelleyebildi ne de Vichiers'li Renaud. Üç yıl sonra,
I2SS'te, jouy'lü Hugues lspanya'da hizmet vermekteydi.22 23 24
IX. Louis güçlü bir yönetim ve mali yardım sağladı, ama ilelebet doğuda
kalamazdı. Kralın Nisan l254'te doğudan ayrılması idari ve mali desteği ortadan
kaldırıp Frankları hizipleşme ve iflasa mahküm etti, üstelik bu dönem Mısır'da
Memlukların yükselişe geçmesiyle çakışmıştı. Memlukların iktidarı ele
geçirmeleri hiç de kolay olmamakla birlikte, l259'un sonlarında, Bahriye denen
grubun lideri Seyfettin Kutuz sultan oldu. Neticede Hıristiyanları Suriye ve
Filistin'den sürüp çıkaran Memluklar olacaktı, ama bunun nasıl bir tehdit
olduğu o tarihte tam olarak belli değildi henüz - Frankların daha çok
Moğol-lardan yana endişe duymaları anlaşılabilir bir şeydi. Nitekim Moğollar
I2SS'te Tapınakçı ve Hayırseverlerin Moğol egemenliğini tanımasını
istemişlerdi. Tapınakçıların mektuplarıyla askeri faaliyetleri duydukları
kaygıyı gayet iyi yansıtır. Tapınak Kumandanı Basainville'li Gui, muhtemelen
1256 yılının 4 Ekiminde Orleans piskoposuna yazdığı mektupta, Moğolların
Sarazen topraklarının büyük kısmını yakıp yıktıklarını, artık Kudüs'ü tehdit
etmelerinin de yakın olduğunu söylemişti?4
20 Ocak l256'da Vichiers'li Renaud'nun ölmesinin ardından büyük üstat olan
Thomas Berard'ın?5 Kudüs'e yerleştirilmiş on iki
biraderin orayı terk edip Moğollardan korunabilecekleri Yafa'ya gitmelerini
emretmesi de yaklaşık aynı tarihlerde olmuş olmalıdır. Birtakım tartışmaların
ardından, biraderlerden dördü üstadın emrine uymak istemiş, ama yerel kumandan
birlikte oldukları Hayırsever biraderleri terk edip gitmeyi reddetmişti.25 26 27 Thomas
Berard, Hayırseverlerden Hugues Revel ve Töton Şövalyelerinden Sangerhausen'li
Anno'nun 9 Ekim 1258'de vardıkları anlaşmanın ardında yatan da yine Moğol
korkusuydu muhtemelen; bu anlaşmaya göre Kudüs, Kıbrıs, Ermenistan, Antakya ve
Trablus topraklarında aralarındaki barışı koruyacaklardı?7 Anlaşma, önceki iki yıl boyunca yaşanan yıkıcı iç savaşın ardından,
toparlanma sürecinde yapılmıştı; savaş 1256'da Venedikliler ile Cenovalılar
arasında, Akka yakınlarındaki Aziz Sabas Manastırının mülkiyetine ilişkin bir
ihtilaf yüzünden patlak vermişti. Çatışmanın tarafları iki denizci şehir
devleti olsa da savaş kızışmış, askeri tarikatlara, Venediklileri destekleyen
Tapınakçılar ve Töton Şövalyeleri ile Cenovalılara arka çıkan Hayırseverlere de
sıçramıştı. 2’
Moğollar Hıristiyanlara belli bir müsamaha gösteriyorlardı, ama
niyetlerini anlamak kolay değildi. Ayrıca yollarına çıkan hiçbir şeyin ayakta
kalmayacağı da açıktı. İran İlham Hulagu Şubat 1258'de Bağdat'ı yağmaladı,
Eylül 1259'da Kuzeybatı Suriye'ye girdi. Halep ertesi yıl Ocak ayında düştü;
Mart ayında da Şam, Hulagu'nun en iyi kumandam Kitbuga'nın ordusuna teslim
oldu. 1260 baharında Moğollar askeri müdahalelerde bulunulacak kadar yakındılar
artık; ilk kışkırtma, Sidon ve Beaufort Beyi julian'dan geldi muhtemelen -
Julian'ın Tapı-nakçılara çok borcu vardı, belki de kaybının bir kısmını
Mogolların elindeki Bekaa vadisine akın düzenleyerek telafi etmeyi ummuştu.
Ermeni vakanüvis Hethum'a göre, Kitbuga'nın yolladıgı -ve yegeninin de
katıldıgı- küçük bir kuvvet julian'ın akıncıları tarafından yok edildi, bu da
Mogolların Sidon'a yönelik yıkıcı bir saldırıyla misillemede bulunmalarına
neden oldu.28
Hıristiyan önderler, batıya kapıdaki tehlikeyi anlatan mektuplar
yagdırarak yardım saglamaya çalışıyorlardı. Thomas Berard da 4 Mart 1260'ta
önemli Tapınak görevlilerine yazdı. Mogolların yarattıgı yıkımın büyüklügü çok
etkilemişti onu; "Sarazenlerin papası" halifenin şehri Bagdat bile
boyun egmişti. Halep ve Şam hükümdarları yenilmişlerdi, halk bu bölgelerden-
akın akın kaçıyordu; bu arada Antak-yalılar da kendilerine ilişilmesin diye
elçilerle hediyeler yolluyorlardı Mogollara. Tarikatın tehlikeyi göğüsleyebilmek
için paraya ihtiyacı vardı, zira ihtiyat akçelerinin büyük kısmını istihkâmlara
harcamışlardı; artık kolayca borç da bulunamıyordu, çünkü Akkâ'da Ce, novalı ve
sair tacirler yoktu artık. Üstat, Kudüs Krallıgında Mogollara direnebilecek
yalnızca üç kale oldugunu söylüyordu, bunlardan ikisi Tapınakçılara (muhtemelen
Atlit ile Safed), biri de Töton Şövalyelerine (Montfort) aitti. Kuzeyde ise
Tapınakçıların Antakya'da üç, Trablus'ta iki tane savaşa hazır kalesi vardı,
Hayırseverler de yine Trablus'ta iki kaleye sahiptiler. Tarikatlar, batıdan
azami güvence saglaya-bilmek için bir güç birligi oluşturdular: Tapınakçı
birader Etienne Ispanya'ya, Hayırseverlerden bir birader Fransa'ya, Töton
Şövalyelerin-
den bir birader de Almanya'ya gitti.29 30
Berard'ın mektubu, o sıra tarikatın batıdaki müfettişi olan
Basain-ville'li Gui'in eline 10 Haziranda ulaştı, Gui de Aquitaine ldarecisi
Bor-ne'lü Francon ve papaya ulaklar yolladı. Bunun üzerine IV. Alexander da 28
Haziranı şu beş konuyu incelemeye ayırdığını bildirdi: Kutsal Topraklar;
Moğollar; Sicilya Krallığı; Konstantinopolis'e yardım; Moğollarla anlaşmalar
yapmış olan Antakyalı Bohemond, Ermenistan kralı ve Rusya kralı gibi
hükümdarların durumu.3’ Üstadın mektupları 16
Haziranda Londra'ya ulaştı, St Albans vakayinamesi Flores His-toriarum'a göre
bunlar Londra'da sarsıcı bir etki yaratmışlardı:
O tarihlerde Kutsal Topraklardan acilen gelen bir Tapınakçı Aziz
Bo-tulf Yortusu arifesinde Londra'ya vardı; krala, Tapınağın Londra üstadına
[Birader Amadeus] ve başkalarına yazılmış çeşitli mektuplar getirdi, ayrıca
dağların [Alpler] iki tarafındaki nüfuzlu beylere yazılmış daha birçok mektup
taşımıştı. Bu adam mutlak bir zorunluluk altında öyle büyük mesafeleri öyle bir
hızla aşmıştı ki, Kutsal Topraklardan ayrılıp Londra'ya varması sadece on üç
hafta almıştı, Dover'dan Londra'ya bir günde ulaşmış, başka menzillere de bu
hızla vardığını söylemişti. Ama mektupları okuduklarında hem kral, hem
Tapınakçılar -ve ayrıca olanları işiten başka kimseler- görülmemiş bir yeis ve
kedere kapıldılar. Zira dev bir kuvvetle ilerleyen Tatarların Kutsal Toprakları
neredeyse Akka'ya kadar çoktan işgal ve viran ettikleri haber veriliyordu.
Hayret verici olan, tüm o toprakları kırk günlüğüne işgal etmek niyetinde
olmalarıydı; böylece buraları tamamen harap ettikten sonra başka yerlerde daha
çok insana zarar vermeleri kolaylaşacaktı. Aynı haberci, kaçıp kendilerine
sığınan ya da esir düşen tüm yabancıları çarpışmalarda ön safa
yerleştirdiklerini ve çarpışma esnasında kadınlı erkekli okçuların bu
yabancıların hemen ardında durup sanki en öndelermişçesine ok attıklarını
ekledi sözlerine. Tanrı'nın kudreti arka çıkmazsa Hıristiyanlar Tatarlara
direnemeyecekler. Dahası Tapı-nakçılar ile Hayırseverlerin neredeyse tamamını
öldürmüşler; tez elden yardım ulaştırılmazsa, Tanrı esirgesin, dünyanın üzerine
hızla korkunç bir tükeniş çökecek. Söylenene bakılırsa, aynı haber Rum denizi
civarındaki diğer tüm güçlü hükümdarlara da ulaştırılmış.31
Papanın elçisi ve Beytüllahim Piskoposu Thomas Agni'nin 1 Mart tarihli
mektubuyla askeri tarikat üstatlarının da aralarında bulunduğu doğulu
önderlerin 22 Nisan tarihli ortak mektubu, Berard'ın dile getirdiği bu
tehlikeleri teyit eder. 32 33
Hıristiyanlar kadar Memluklar da Moğol tehdidinin farkındalardı; kaldı
ki, Hıristiyanların mektuplarında da ortaya konduğu üzere, Moğolların baş
kurbanı Müslüman güçlerdi. Bu nedenle Temmuz 1260’ta Kutuz ordusunu güney
Filistin'e yönlendirdi. Frank topraklarından geçiş izni talep etti ve açıkça
Moğollara karşı Franklardan yardım istedi. Akkâ'da toplanan bir konsilde ilk
istek kabul edildi, fakat Sangerhausen’li Anno'nun etkisiyle ikincisi
reddedildi?4 Bu karar hayati önem taşıyordu,
zira Moğol imparatorluğundaki çekişmeler yüzünden Kitbuga’nın konumu sarsılmış
durumdaydı ve 3 Eylül 1260'ta, Nasıra'nın güneyindeki Ayn Calut’ta Memluklar
Moğolları bozguna uğrattılar, Kitbuga da bu çarpışmada öldürüldü. Neticede
Hıristiyanlar, bir kuşak sonra kendilerini tümden Filistin'den atacak bir güce
yardım etmiş oldular, ne ki 1260'ta bu sonucu öngörmeleri mümkün değildi.
Mektupları, neredeyse sadece Moğollar konusunda kaygılandıklarını gösterir -
Moğollar yoluna çıkan her şeyi yakıp yıkan insanüstü korkunç bir güç olarak
görülüyordu; oysa Hıristiyanlar, Selahattin zamanından beri Müslüman
ordularının bildik bir unsuru olan Memluklar dahil Mısır'ın değişen
iktidarlarıyla birlikte yaşamaya alışmışlardı.34 35
Hıristiyanların Ayn Calut'u fırsat bilip Şubat 126l'de Celile denizinin
doğusuna sefer düzenlemek üzere büyük bir kuvvet toplamaları bu tutumun iyi bir
örneğiydi. Seferde ön planda yer alan laik beyler lbelinli Jean ile Kraliyet
Müşiri Cebailli Jean'dı; ama kuvvetlerin belkemiğini, bölgedeki ana üsleri olan
Akka, Safed, Atlit ve Beaufort'dan gelen Tapınakçılar oluşturuyordu. Ebu
Şame'ye göre Frank ordusunda 900 şövalye, 1 S00 türkopol ve 3000 kadar piyade
bulunuyordu. Cavlan bölgesinde Memluklar tarafından Moğolların elinden
kurtarıldıkları anlaşılan Türkmen kabilelerine hücum ettiler, ama öylesine sert
bir direnişle karşılaştılar ki, adamlarının çoğunu kaybettiler - bunlar ya
öldürüldü ya da esir düştü. Önderlerden sadece Tapınak Müşiri Sissey'li Etienne
kartalabildi?6 1263'te askeri tarikatlar hala
Memluk tehdidini azımsamaktaydılar - Şubat ayında lbelinli Jean, Kutuz'un Ayn
Calut'tan kısa süre sonra, Ekim 1260'ta suikaste uğraması üzerine iktidarı ele
geçiren Baybars'la müzakereye oturdu. Mütareke ve esir değiş tokuşu kabul
edildi, ama Tapınakçılar ile Hayırseverler ellerindeki Müslümanları salıvermeyi
reddettiler, çünkü büyük fayda sağlayan yetkin zanaatkarlardı bunlar.36
Ancak asıl Memluk tehlikesi Nisan başında fiilen kapıya dayanmıştı
artık, Baybars misilleme olarak Akka'ya kadar sokulmasını sağlayan büyük bir
saldın düzenlemişti. Önderlerin 111. Henry'ye yazdıkları 4 Nisan 1263 tarihli
ortak mektupta bir vurgu kayması çıkar ortaya; Moğolların hala gayet korkutucu
olduğu belirtilmekle birlikte, Mısır sultanının nasıl sözünden dönüp ülkeyi
Akka kapılarına kadar işgal ettiği anlatılmıştır burada. Thomas Berard mektuba
bir not eklemiş, artık Fransa ve İngiltere krallarından başka bir ümitlerinin
kalmadığını söylemişti?37
IV. Urbanus da Temmuz 1264 tarihli cevabında bir haçlı seferine
hazırlanıldığını bildirmişti - tıpkı halefi IV. Cle-mens'ın 1265'te yapacağı
gibi. Clemens'dan Şubat 1266'da gelen mektupsa çok daha anlamlıydı; papa bu
mektupta, Sicilya Krallığı papalık düşmanlarından kurtarıldığında haçlıların
doğuya daha kolay geçebileceklerini açıklıyordu.338 lşin aslı papalık tamamen Sicilya'yla meşguldü; IX.
Louis'nin kardeşi Anjou'lu Charles, ll Friedrich'in soyundan gelenlere karşı
şavaşmak üzere papalık cephesinin başına getirildi. Papalığın siyaseti kısa
vadede başarılı oldu: Charles 1266-68 arasında Friedrich'in oğlu Manfredi'yi
de, torunu Konradin'i de alt etti - Manfredi savaşta öldürüldü, Konradin de
Napoli'de idam edildi.39
IX. Louis daha işe yarar bir yardımda bulundu - tüm engellere rağmen
haçlı seferlerine yönelik ilgisi ve doğuya bir sefer daha düzenleme umudu hala
canlıydı. Doğudaki temsilcileri olan Sargines'li Ge-offroi ve Termes'li
Oliver'e 4000 livre tournois’lık bir borç tedarik etmek üzere askeri
tarikatların mali ağına başvurdu. Papanın temsilcileri, paranın bir an önce
kullanılabilmesi için, Tapınak ve Hayırsever üstatlarına borç konusunda
Akka'daki yerli tacirlerle görüşmelerini söylediler, tacirler paralarını sonradan
Fransa'daki komisyoncuları aracılığıyla Paris'teki kraliyet hazinesinden tahsil
edeceklerdi. Böylece iki üstat 24 Haziran 1265'te parayı aldı.4’ Fakat üzerlerinde öyle bir baskı v..rdı ki, sürekli daha çok paraya
ihtiyaç duyuluyordu. 1267 yazında Patrik Agen'li Guillaume, Tapınağın
Paris’teki idarecisi Ama-uri de la Roche'a yazarak, askerlerin ücretleri için
acilen ihtiyaç duyulan paranın ayrıntılı bir dökümünü sundu; Amauri durumu
papaya anlatacaktı.40 41 42 Batıya
yöneltilen ricalar neredeyse hiç fasılasız sürüp gitti. Mesela Mayıs 1267'de
tüm önderlerden Champagne'lı Thibaud’ya giden ortak mektubun görünüşteki
yazılış amacı Thibaud’nun vasalı Brienne’li Hugues'ün niçin uzun süredir Kutsal
Topraklarda bulunmadığını açıklamaktı, ama Memlukların Akka ovasında
yarattıkları hasar da ayrıntılarıyla anlatılıyordu/3
Ancak Baybars haçlı topraklarına yönelik en şiddetli akınlarını, tam da
papalığın tamamen Sicilya planlarına gömüldüğü bu dönemde düzendi. Başarıya
Selahattin kadar çabuk ulaşamamış olsa da, akınları Selahattin'inkiler kadar
yıkıcıydı. 1265'te Caesarea ile Hayfa'yı ve Ar-suftaki Hayırsever istihkamını,
1266'da Safed'deki Tapınakçı kalesini, 1268'de de Yafa ile bir diğer Tapınakçı
kalesi olan Beaufort'u aldı. Daha önemlisi 18 Mayısta Antakya da düştü;
anlaşıldığı kadarıyla bunun üzerine Thomas Berard artık bölgedeki Tapınakçı
kalelerini savunmaya çalışmanın faydasız olacağına karar verdi. Bagras, La
Roche de Ro-ussel ve Port Bonnel boşaltıldı.43 44 127ı'de askeri tarikatların kuzey
Trablus'taki büyük adaları parçalanmaya başladı, Tapınakçıların Chastel-Blanc
Kalesi ile Hayırseverlerin Krak des Chevaliers ve Akkar kaleleri kaybedildi.
Güneyde, Celile tepelerinde, Töton Şövalyele.rinin 122O'lerin sonlarında
kurulan Montfort karargahı Haziran ayında düştü - askeri tarikatların elindeki
son büyük kara kalesiydi bu/5 Nisan
1272'de lngiltere Prensi Edward'ın haçlı seferinin Baybars'ı on yıllık bir
mütarekeye razı etmesiyle, kıyı istihkamlarından öte bir varlıkları kalmayan
Outremer Franklarının akıbeti bir süreliğine ertelenmiş oldu.
Baybars 1265-1271 arasında, Tapınak teşkilatının 1187-88 bozgununun
ardından büyük güçlük ve masraflarla yeniden inşa ettiği üslerinin tamamını
ortadan kaldırdı. Askeri tarikatlar Hattin öncesinde de giderek daha çok
kalenin kontrolünü ve Frank illerinin laik beyliklerinin giderek daha büyük bir
kısmını ele geçiriyordu.45
XIII. yüzyılda ise mevcut savunmayı sürdürmeye yetecek kaynaklara sadece askeri
tarikatların sahip olduğu açıklık kazandı, yerel laik beyler ne ölçekte olursa
olsun yeni bir inşa faaliyetine girişemiyorlardı. Haçlılar çağının en tanınmış
iki kalesi olan Atlit ile Safed'in inşası bu durumun kabul-lenildiğini ortaya
koyar - Atlit 1218'de Hayfa ile Caesarea arasında sahildeki dağlık bir burna
inşa edilmişti; kuzey Celile'deki Safed ise, 1168-1188 arasında da tarikatın
elindeydi ve 1240-1244 arasında yeniden inşa edilmişti. Bunlar XIII. yüzyılda
en önemli Tapınakçı kaleleri haline geldi, ama her ikisi de varlığını Frank
teşebbüslerine değil, dışardan gelenlerin gayretine borçluydu.
Tapınakçılar XII. yüzyılda Destroit'da, Hayfa yakınlarındaki Kar-mel
dağının etekleri boyunca sahil yolunu korumak üzere bir istihkam kurmuşlardı.46 47 1
2I 7'nin sonlarında, Beşinci Haçlı Seferi nedeniyle doğuda bulunan Avesnes Beyi
Gautier, Destroit Kalesinin çok daha büyük ve çağın gereklerine çok daha uygun
ikamesi olan Atlit’in inşasına başlamak üzere Tapınakçılar ile Töton
Şövalyelerini bir araya getirdi (bkz. çizim 9 (i)). Batıdan gelen haçlılarla
hacılar, Gautier'nin buraya Hacılar Kalesi adını vermesini sağlayacak ölçüde
katılmışlardı inşa faaliyetine. İnşaat hızla ilerlemişti kuşkusuz; zira kale
Ekim 1220'de -henüz istenen yüksekliğe ulaşıp tamamlanmış olmasa da-4® Latin
kuwetlerinin büyük bir kısmının Nil deltasında seferde olmasını fırsat bilen
Şam hükümdarı el-Muazzam'ın düzenlediği çok ciddi bir saldırıya dayanacak kadar
sağlamdı. Paderborn’lu Oliver'e göre tam bu sırada Tapınakçılar artık kullanılmayan
Destroit Kalesini boşaltmaya koyulmuşlardı, ama el-Muazzam üzerlerine öyle
hızlı gelmişti ki, işlerini bitiremeden Atlit'e çekilmek zorunda kalmışlardı.
Yine de kaleyi Müslümanlar için faydasız hale getirecek kadar görmüşlerdi
işlerini, yıkımı el-Muazzam tamamladı, ayrıca yakınlardaki meyve ağaçlarını da
kestirdi. Ardından tam sekiz debbabeyle [kuşatma kulesi] zorlu ve planlı bir
hücum başlattı. Tapınak Üstadı Monta-igu'lü Pierre ve bir grup seçkin şövalye
acilen Dimyat'tan döndü, Akka, Beyrut, Trablus ve Kıbrıs'tan takviye birlikleri
de geldi. Oli-ver'in iddiasına göre, Tapınakçılar o dönemde kalede 4000 savaşçı
besliyorlardı ve kendi masrafını görerek savunmaya katılanlar bu sayıya dahil
değildi. El-Muazzam saldırısının sonuç vermeyeceğini bir aydan kısa bir süre
içinde anladı ve Kasımın başında ordugahını yakıp kuşatmayı kaldırdı.48
Kaleyi Tanrı'nın Oğlunun Kalesi ismiyle de anan Paderborn'lu Oliver
(anlaşıldığı kadarıyla bu ismi, Bakire Meryem ile Çocuk lsa'nın yakınlardaki
tepelerde bir mağarada gizlenmiş oldukları düşüncesinden türetmişti) kaleden
öylesine etkilenmişti ki, konumunu ve önemini çeşitli ayrıntılara girerek
anlatmıştı. Kale denize doğru uzanan bir arazi üzerine kurulmuştu, böylelikle
üç tarafından suyla korunuyordu - tıpkı etrafını çeviren koyaklarla korunan,
dar sırtlar boyunca uzanan kara kaleleri gibi. Burada yalnızca yol değil çevre
de korunmaya değerdi. Oliver'e göre dalyanlar ve tuzlalar, ayrıca korular,
otlaklar, bağlar, meyve bahçeleri vardı civarda; ancak halk saldırılardan
korktuğu için bunlardan gereğince yararlanılamıyordu. Hatta Oliver kalenin
etkisinin, Yizre'el vadisinin öte yakasındaki Tabor dağına, o denli uzaklara'
kadar ulaştığını düşünüyordu, zira el-Adil 1218'de buradaki istihkamlarını
boşaltmaya karar vermişti, böylece de ova buradan Kar-mel havalisine değin
tarım açısından çok daha güvenli hale gelmişti.49 Temelleri
kazmak için yürütülen altı haftalık bir çalışmadan sonra Ta-pınakçılar buradaki
eski yerleşime ait birtakım kalıntılar -bir duvar ve tanımadıkları birtakım
sikkeler- buldular, zira bu bölge en azından Fenikeliler zamanından beri
meskündu; kısa süre sonra da bir tatlı su kaynağına ulaştılar?’ Oliver'in
anlatımı, kazıda çıkarılan kimi yapı taşlarının -geçmişte Belvoir gibi
kalelerde yapıldığı gibi- yeniden kullanıldığını düşündürür. Oliver özellikle
iç surlara hakim iki büyük dörtgen kuleden ve bunları birleştiren,
"silahlı atlıların olağanüstü bir maharetle aşıp geçtikleri” perde
duvarından etkilenmişti. Bunun önünde üç kuleli bir sur daha vardı, bu çifte
surlar Tapınakçılara kara tarafında eşgüdümlü kullanılabilen iki kademeli bir
savunma hattı sağlıyordu. Dış sur ile ana kara arasında gerektiğinde su
doldurulabilecek bir hendek bulunuyordu. Oliver kalenin, "ustaca yapılmış
eklentilerle daha da kullanışlı hale gelecek”, iyi bir doğal limana sahip
olduğunu söyler - böylesi limanların pek az olduğu bu sahilde özel bir değere
sahiptir burası. Oliver'in sunduğu malumata arkeolojik veriler de eklenir. C.
N. Johns'un dış surlara ilişkin araştırması, bunların kalınlığının dört metre
olduğunu göstermiştir. Bu surlara, hendeğin berisindeki alanı korumak üzere
dehliz mazgallarından ya da surun üzerinden ok atan, toplam 120 ila 140 civarı
iki sıra okçunun yerleştirilmesi mümkündü. Dış surlar üzerindeki üç kule üç
ayrı girişi kontrol ediyordu, dolayısıyla da demir parmaklıklı kapıları ve tepe
mazgallarıyla kendi kendine yeterli birer birimdi bunlar (bkz. çizim 9
(ii)).50 Tapınakçılar
ziyaretçilerin kale hakkında bilgi edinmesine önem veriyorlardı, çünkü bu
yapının çarpıcı görünümü hacılarla haçlılardan bağış toplamaya yarıyor,
tarikatın batıdaki ününü artırmaya yardımcı oluyordu. l 280'lerin başlarında
doğuya giden Alman Do-miniken Monte Sion'lu Burchard böylesi tanıklardan
biriydi. Diyordu ki, Hacılar Kalesi "denizin ortasındadır, sudan,
siperleri ve gözetleme kuleleriyle öylesine sağlam, öylesine teferruatlı bir
istihkamdır ki, bütün dünya toplansa burayı fethedemez.’^51 Gerçekten de, Baybars 1265'te kalenin önünde kurulan
küçük kasabayı yakıp yıkmış olsa da, Atlit hiçbir zaman kuşatmaya yenik
düşmedi; Tapınakçılar burayı Akka'nın düşmesinin ardından, Ağustos 1291'de terk
ettiler.
Atlit gibi büyük kaleler çevrelerinden kopuk değillerdi. Tapınakçı-lar,
tıpkı Trablus'un kuzey kısımlarında ve Antakya'da yaptıkları gibi, Atlit'in
çevresinde de buraya bağlı bir kuşak oluşturmuşlardı. Bu toprakların büyük
kısmı Caesarea beylerinden alınmıştı; sözgelimi Atlit'in güneyindeki müstahkem
Cafarlet köyü Caesarea beylerine aitti aslında, ama 1255'te Tapınakçıların
elindeydi artık.52
1232'de güneydoğuda da benzer bir mülk alımı olmuştu, Tapınakçılar stratejik
bir konumda bulunan Arames köyünü Ibelinli Jean'dan 15.000 besant'a satın
almış, böylelikle de Karmel dağından Yizre'el vadisine uzanan geçidin girişinde
bir mevki kazanmışlardı.53 54 Bu
alım satımlar gerçek durumun münferit yansımalarıdır sadece, zira 1283'te
Memluklarla yapılan bir anlaşmada Atlit'e bağlı on altı "kanton"
olduğu dile getirilmiştir?6
Atlit'in inşası Frankların sahil şeridindeki varlıklarını sürdürme ve
batıyla hayati irtibatlarını koruma konusundaki kararlılıklarını ortaya
koyarken, 1240'ta Celile'de de, Frankların Filistin'in iç bölgelerinin önemli
bir kısmında yeniden egemenlik kurma ümidi beslediklerini akla getiren koşullar
çerçevesinde Safed'in yeniden inşasına başlanmıştı. Haçlıların doğudaki
kaleleri arasında en ayrıntılı inşa hikayesi -yazarının kimliği bilinmemekle
birlikte- Safed'e aittir; bu nedenle, hikayenin belgesel kaynağı tamamlayacak
ayrıntılı arkeolojik araştırmalar için ipuçları sunmaması üzücü bir durumdur?7 Bu hikayenin başkişisi ve tasarının esinleyicisi Marsilya Piskoposu
Alignan'lı Bene-dict'ti (1229-67), yazar da muhtemelen onun maiyetindendi.
Kökeni ne olursa olsun bu yazarın Tapınakçılarla sıkı bağlantıları vardı ve
kaleme aldığı inceleme Tapınakçılar açısından parlak bir propaganda oldu.
Yazara göre, Kont Champagne'lı Thibaud'nun ordusundan bazı haçlılar,
yoldaşlarından birçoğunun 1239'da Gazze yakınlarında Mısırlılara esir
düşmesinden, ölmesinden ve uğradıkları bozgundan ötürü omuzlarına binen suçu
hafifletme derdine düşmüşler ve Safed'in yeniden inşasına 7000 mark katkıda
bulunmaya söz vermişlerdi - ne ki bu vaat yerine getirilmeyecekti. Bu
" sırada Piskopos Benedict de Şam'la mütareke yapılmasını fırsat
bilip şehrin yakınlarındaki Surdenay'lı Hanımımızı ziyarete gitmiş, burada
refakatçi beklerken Şam sakinlerinin Safed'in yeniden inşa edilmesinden fena
halde korktuklarını öğrenmişti. Şamlılar, eğer bu gerçekleşirse "Şam'ın
kapılarının kapanacağını" söylüyorlardı. Dönüş yolunda da, "bir
zamanların heybetli ve ünlü kalesi" Safed'in artık sadece "binasız,
dev bir taş yığını" olduğunu görmüştü. Bu yoksunluk ortamında küçük bir
Tapınakçı birliği kıt kanaat yaşamaktaydı. Piskopos bölgedeki kayda değer
yegane Müslüman kalesinin Baniyas yakınlarındaki Subeibe olduğunu da
belirtiyordu. Eğer Safed yeniden yapılırsa sultan civar köylerden sağladığı
geliri kaybedecekti, "zira söz konusu kaleden korkusuna toprağın
işlenmesini göze alamayacaktı," ayrıca Şam'ın savunulması için paralı
asker tutması gerekeceğinden masrafı da artacaktı.
Piskopos bu vesileyle, o sıra hastalanıp yatağa düşmüş olan Üstat
Perigord'lu Armand'a gitti; üstadın pek aklı yatmasa da piskopos onu bu konuda
düşünmeye ikna etti. Tarikatın ruhani meclisindeki teşvik edici nutkuyla da
Tapınakçıları -özellikle henüz mütarekenin sürdüğü o dönemde- tasarının büyük
bir aciliyet taşıdığına ikna etti. Çok sayıda işçi ve köle toplandı, pek çok
yük hayvanı tedarik edildi. Piskopos da bizzat geldi ve "çadırlarını
evvelce bir Yahudi sinagogu ile bir Sarazen camiinin bulunduğu yere kurdurdu;
gayesi Safed Kalesinin, inançsızların imansızlığını kovmak ve Efendimiz İsa'ya
imanı güçlendirip savunmak için inşa edildiğini bildirmek ve açıkça
göstermekti." Kalabalığı kutsayıp kısa bir vaaz verdi ve 11 Aralık 1240'ta
"Ru-hulkudüsün inayetini niyaz edip (. ..) Efendimiz İsa'nın onuruna ve
Hıristiyanlık inancının yüceliğine ithafen ilk taşı yerleştirdi işin devamında
kolaylık sağlasın diye sunu olarak altın yaldızlı, para dolu bir kupa bıraktı
bu taşın üzerine." lnşaat başladıktan sonra Tanrı'nın onayı da geldi,
yaşlı bir Müslüman -bir harmani karşılığında- piskoposa o havalide, moloz
yığınlarının altında kalmış bir taze su kaynağı gösterdi. Benedict yurda dönmek
üzere yola koyulduğunda Safed'in sağlamlaştığını görmenin memnuniyetini
taşıyordu ve kaleye veda hediyesi olarak, "en sevilen küçük oğula"
verircesine tüm binek hayvanlarını, çadırlarını ve yatak takımlarını
bağışlamıştı.
Piskopos yirmi yıl sonra Kutsal Topraklara tekrar geldi, en çok merak
ettiği şey Safed'in durumuydu elbette. Ona göre kalenin "incelikli ve
mükemmel yapısı yalnızca insanın değil, daha ziyade kadiri-mutlak Tanrı'nın
eseriydi sanki." Gördüğü şey, "her tarafından dağlar ve tepeler, sarp
yarlar, uçurumlar ve kayalıklarla çevrili" bir araziye uygun olarak inşa
edilmiş iki sıra oval surdu. Bugünün yetkin tahminlerine göre, 330 x 170
metrelik boyutuyla ve dış hendekler de hesaba katılırsa 850 metrelik çevre
uzunluğuyla krallıktaki en geniş kaleydi.55 Yuvarlak
kuleleri dış surlar üzerinde yükseliyordu, anlaşıldığı kadarıyla dörtgen
kuleler de iç alanın etrafındaydı. lç avlunun güneydoğu kısmında geniş, değirmi
bir iç hisar vardı muhtemelen. Kalede her çeşit savaş teçhizatı ve yay stoku
bulunuyordu; barış dönemlerinde 1700 kişiye ihtiyaç duyuluyor, savaş
zamanlarında ise bu sayı 22OO'e yükseliyordu. Bunların ellisi Tapınak
şövalyesi, otuzu da hizmetli birader ya da yaverdi. Elli türkopol (genellikle
yerli nüfustan devşirilen hafif süvariler) ve 300 okçuyla takviye ediliyordu
bunlar. Diğer personel toplam 820 kişiydi ve Müslümanlardan esir alınmış 400 de
köle bulunduruluyordu. llk iki buçuk yıl inşaata 1.100.000 Sarazen besant'ı
harcanmıştı, kaleye bağlı civar arazilerden gelen normal iratın çok üzerinde
bir miktardı bu. "Burada, paralı askerler ve ücretlilere dağıtılanlarla
sair gıda maddeleri hariç, yılda aşağı yukarı 12.000 katır yükü arpa ve hububat
kullanılır, sayılamayacak kadar çok at, binek hayvanı, silah ve diğer malzeme
de cabası." Erzak civardaki tarım arazileriyle kalenin avcı ve
balıkçılarının temin ettiği gıdalardan sağlanıyordu, Celile denizi ile Ürdün
nehrinden her gün taze ve tuzlanmış balık getiriliyordu. Gıda ' üretimi için
rüzgar, su ve hayvan gücüyle işleyen değirmenlerden de yararlanılıyordu. Kaleye
bağlı arazilerde, kalenin batısında kendi çarşısı olan bir kasaba veya büyük
bir köy ile yazarın iddiasına göre 10.000 sağlam adam barındıran 260'tan fazla
casal ya da köy bulunmaktaydı.
Tek bir kalenin -kimi modern savunma yöntemlerinin sağladığı gibi- tüm
bir güzergahı bütünüyle kontrol etmesi güç, hatta imkansız olsa da, bölgenin
güvenliği ve refahı bakımından Safed'in yeniden inşası çok büyük bir etki
yaratmıştı. Evvelce sık sık akınlar düzenleyen "Sarazenler, Bedeviler,
Harizmliler ve Türkmenlere" karşı Safed Kalesi "burada bir savunma
noktası olmuş, bir engel teşkil etmişti, öyle ki çok büyük bir orduları
olmadıkça, açıktan açığa Ürdün nehrini geçmeye, ta Akkâ’ya değin herhangi bir
yere zarar vermeye kalkı-şamıyorlardı; yük atları ve arabalar Akkâ’dan Safed'e
kadar güven içinde gidiyor, herkes serbestçe tarım yapıp toprakları
işleyebiliyordu." Ürdün nehrinin öte yakasından Şam'a uzanan topraklarsa
tersine virandı, sık sık Tapınak garnizonunun chevauchee'lerine [akın] maruz
kalıyordu, Piskopos için belki de en önemlisi, eskiden "Muhammet
küfrüne" uğramış bir bölgede Hıristiyanlık inancının serbestçe vaaz
edilebilmesi ve Celile'nin ünlü ziyaret yerlerinin yeniden ulaşılabilir hale
gelmesiydi - iman sahiplerinin "lncil"den bildikleri yerlerdi
bun-lar: Yusufun kardeşleri tarafından satıldığı sarnıç; İsa'nın öğüt verdiği,
Petrus'un balığın ağzında geçiş parasını bulduğu ve Matta'nın havari olmak için
gümrüğü terk ettiği Kefar Nahum; İsa'nın 5000 kişiyi beslediği ve
"artanların on iki küfe dolusu kaldırıldığı” tepe; İsa'nın Paskalyadan
sonra şakirtlerine göründüğü Tanrı Sofrası. Petrus, Andreas, Filipus ve Küçük
Yakup'un yurdu Beytsayda ile "Magdalena'nın doğum yeri olduğu söylenen”
Magdala, Celile denizinin kıyısındaydı. Ayrıca Nasıra, Tabor dağı ve Kana da
serbestçe ziyaret edilebiliyordu gene. Franklar açısından kalenin taşıdığı
değer Müslüman kaynaklarınca da teyit edilmiştir: Tarihini o çağa ait
kaynaklardan derleyen XIV. yüzyıl Mısır vakanüvisi İbnülfurat kalenin -Baybars
yıkımına sebep olana değin- "Suriye'nin gırtlağındaki kemik, İslamın
göğsündeki tıkanma” olduğunu söylemişti.56
Benedict'in Kutsal Toprakları ikinci ziyareti 1262'ye değin sürdü,
1267'de de öldü Benedict. Ne ki, "bu en ulaşılmaz, en çetin kale”nin
düştüğü haberini işitmiş olsa gerektir. Baybars Temmuz 1266'da üç kez kaleyi
almayı deneyip başarısız oldu, ama sonunda Tapınakçılar ile içerideki Suriyeli
Hıristiyanlar arasına nifak sokma taktiğinde karar kıldı. Sayısı kabarık yerli
birlikler ve hizmetliler karşısında Tapınakçı garnizonunun görece küçüklüğü göz
önüne alınırsa, kurnazca bir hamleydi bu; kısa süre içinde serbest geçiş
vaadiyle o kadar çok Suriyeli firara ikna edildi ki, kaleyi savunmanın
sürdürülebilirliği tartışılır hale geldi. Neticede Tapınakçılar, Arapça bilen
Levon Kazelier adlı Suriyeli yaver biraderi müzakere için karşı tarafa
göndermeye razı oldular; görünüşte bu birader kalenin tahliyesini ve
Hıristiyanların Akka'ya gitmek için gereken seyahat tezkeresini almalarını
ayarlamıştı. Ancak kapılar açıldığında Baybars kadınlarla çocukları köle olarak
ayırdı ve seksen yıl önceki selefleri gibi Tapınakçıların boynunu vurdurdu.
Tarikatın doğudaki idari merkezinde çalıştığı için olaylara vakıf olan ve Tirli
Tapınakçı adıyla tanınan vakanüvis, Levon'un "ölüm korkusuyla bu hıyaneti
işlediğini" söyler.57 58 59 60 61 Monte
Sion'lu Burc-hard ise, Atlit için olduğu gibi Safed için de infial duymuştu.
"Hükmüm odur ki, gördüğüm kalelerin en zarif ve en sağlamının"
uğradığı ihanet bir utançtı, diyordu. Buranın kaybedilmesi yalnız Celile'yi
değil, Akka, Tir ve Sidon'a değin tüm Frank topraklarını düşmana açmıştı.61
Hayırseverlerin üstadı Hugues Revel de daha abartısız bir dil ve nobran bir
üslupla, "Tapınakçıların onca övündükleri" Safed'in altmış günden
fazla dayanamadığını belirtiyordu/2 Haber
batıda hızla yayıldı. Limoges Saint Martial'ın kimliği belirsiz vakanuvisi,
Kral IX. Louis'ye haçlı yeminini tazeleten şeyin Safed'in kaybedilmesi olduğunu
söyler; Saksonya Erfurt'taki Aziz Peter Manastırının vakanüvisi ise, Baybars'ın
bu kaleyi ele geçirmesi sayesinde tüm bölgeyi zaptedebile-ceğini düşünmüştür.63
Xlll. yüzyılda hiçbir laik bey bu durumla başa çıkamazdı, kaldı ki
laiklerin Caesarea ve Celile gibi eskinin önemli beylikleri üzerindeki
egemenliği daha l l 70'lerde bile hayli zedelenmiş durumdaydı/4 top-Taklarının bütünlüğünü korumakta daha başarılı olan beyler de
yüzyıl ortasından sonra silinip gittiler. Sidon ve Beaufort Beyi Julian, kimi
uzak köşelerini Hayırseverler ile Töton Şövalyelerine satmış olsa da babadan
kalma mülkünün asıl önemli kısmını elinde tutabilmişti; ama önce Sidon'a
yönelik 1249 ve 1253 Eyyubi saldırılarından, ardından da 1260'ta Moğollara
karşı düzenlenen akındaki kayıplarından ötürü durumu fena halde sarsılmıştı.
Moğolların verdiği zarar son darbe oldu ve o yıl esas .beyliği olan Sidon'u
-muhteşem Beaufort Kalesiyle birlikte- Tapınakçılara satmaya mecbur kaldı.62 63 64 Eracles'a
göre bu satış, kızı Julian ile evli olan Ermenistan Kralı Hethum'u kızdırdı ve
"Ermenistan kralı ile Tapınak arasında (. .. ) büyük bir husumete"
sebebiyet ver-di.66 Beaufort'un taş bir hendekle korunan iki kısımlı bir kalesi
vardı (yukarı ve aşağı hisarlar) ve yüksek konumu sayesinde güney Lübnan'daki
Bekaa vadisini görüyordu. Tapınakçılar kalenin mali idaresini, 1262'de
Hayırseverlerle yaptıkları anlaşmayla sağlama almaya çalıştılar; bu anlaşmayla,
Hayırseverlerin egemenliğindeki Valania ve el-Merkab civarı için uzun zamandır
güttükleri hak iddialarından vazgeçtiler ve Hayırseverlerin Julian'ın eski
beyliğinde sahip oldukları tüm mülk karşılığında Taberiye yakınlarındaki
Cafarsset'te bulunan casal'larım verdiler^7
Ama neticede onlar da bu kaleyi ellerinde tutamadılar. Güney tarafına yaklaşık
250 metrelik ek bir istihkam inşa etmelerine rağmen, Nisan 1268'de, Baybars'ın
yirmi altı debbabe kul-
!andığı karşı konmaz saldırısıyla düştü Beaufort.65 66
Prens Edward'ın mütarekesiyle sağlanan sükûnet süresi, Doğu Akdeniz
siyasetine yeni bir gücün girmesine fırsat tanıdı; Memlukların haçlı
devletlerinin kalıntılarına 1271'de indirebilecekleri son ve öldürücü darbeyi
engelleyecek kadar önemli bir güçtü bu. Anjou'lu Charles 1268'de Sicilya
Krallığında egemenliği ele geçirdi ve sonraki üç yıl içinde ilgisini haçlı
devletlerine yöneltti. Büyük hırsları vardı; kendinden önceki diğer Sicilya
hükümdarları gibi onun da hülyası Bizans ile Kudüs'ün dahil olacağı bir Akdeniz
imparatorluğu kurmaktı ve hükümdarlığı süresince bu hedefe ulaşmak için
çalıştı. Ekim 1268'de Konradin’i idam ettirmesi Hohenstaufenlilerin Kudüs
bağlantısının sonu oldu ve doğu Frankları uzun hukuki tartışmaların ardından
Kon-radin'in yerine, 1264’te bailli’liğe kabul edilerek zaten konumunu
güçlendirmiş olan Kıbrıs Kralı III. Hugues'ü geçirdiler başa. Ama Antak-yalı
Maria, Hugues'ün kral olmasına karşı çıktı; 1190'da üvey kız kardeşi Sibylle'in
ölmesinin ardından krallık I. Isabelle’in soyuna intikal etmişti ve Isabelle’in
torunu olan Antakyalı Maria ona Hugues'den bir göbek daha yakındı. Antakyalı
Maria Yüksek Şûra tarafından kabul edilmedi, ama Tapınakçıların desteğini
kazandı ve Hugues'ün krallık hakkına sahip olduğuna resmen itiraz ettikten sonra,
iddiasını papalık idare heyetine sunmak üzere Outremer’den ayrıldı/9 İtalya'ya vardığında Anjou'lu Charles evvelce Hugues'ün krallığını
zımnen tanımasının Antakyalı Maria'nın iddasını geçersiz kılmadığını belirtti
ve birkaç yıl süren pazarlıkların ardından Maria sonunda haklarını Charles'a
sattı, bu da Mart 1277'de bir sözleşmeyle teyit edildi.
Bu süre içerisinde Tapınak Tarikatı, Charles'ın Akdeniz'de kurduğu
iktidar düzeninin asli bir unsuru haline gelmişti. Thomas Berard 25 Mart
1273'te ölünce,67 68 69 yerine
güney ltalya ve Sicilya ldarecisi Beauje-u'lü Guillaume geçti/1 Guillaume, Montpensier Beyi Beaujeu'lü Guic-hard ile Montferrand
Hanımı Clermont'lu Catherine'in dördüncü oğluydu. Guichard da, Beaujeu'lü IV.
Guichard ile Philippe Augus-te'ün ilk karısı lsabelle'in kız kardeşi
Hainault'lu Sibylle'in ikinci oğluydu; Anjou'lu Charles'ın belgelerinde büyük
üstadı hep consanguineus [kandaş] diye anmasının, büyük üstat olduğunda
Guillaume'un katipliğini üstlenen Tirli Tapınakçı'nın da ondan parent dou ray
de France [Fransa kralının atası] diye söz etmesinin nedeni budur/2 Dolayısıyla bu atamayı Charles'ın ayarladığı neredeyse kesindir, ama
Ta-pınakçıların daha 1268'de, Antakyalı Maria'ya destek verdikleri sırada
Guillaume'u gözlerine kestirmiş olmaları da olasıdır.70 71 72 Guillaume
her halü karda doğuda gayet iyi tanınıyordu, zira amcası Beaujeu'lü V.
Humbert'in öldürüldüğü IX. Louis'nin Mısır seferine katılmıştı muhtemelen/4 1253'te tarikata girmiş durumdaydı, 126l'de Kudüs Krallığında
bulunduğu da kesindi, bu tarihte Ibelinli Jean'ın önderliğindeki bir akında
esir düşmüştü. Kısa süre sonra fidye karşılığı serbest bırakılmış, 127l'de
Tapınağın Trablus Kontluğu idarecisi olmuştu/5
Tapı-nakçıların Anjou yanlısı bir siyaset benimsemek için sağlam sebepleri
vardı, zira batıda haçlı devletlerine sağlanan desteğin temellerini daima
Capet'lerin taahhütleri oluşturmuştu; Fransız kraliyet hanedanının zengin ve
güçlü Sicilya Krallığını üs tutmuş, papalık desteğini arkasına almış böylesine
muktedir küçük oğlu Anjou'lu Charles'ın açıktan açığa gösterdiği ilgi, haçlı
devletlerinin Baybars'tan yediği darbelerden sonra yegane gerçekçi umut olmuş
olsa gerektir. Charles açısından da, Tapınakçıların VII. Louis zamanından beri
Capet'lere sundukları askeri ve mali hizmetler, onun Outremer'de varlığını
his-settirebilmesini sağlayacak bir mecra olmuştur.
Guillaume 13 Mayıs 1273'te üstat seçildi ve Birader Ponçon'lu Guillaume
ile Birader Fox'lu Bertrand yeni önderi getirmek üzere derhal Akka'dan yola
koyuldular. Ancak üstat doğuya hemen dönmedi, müteakip iki yılın büyük bir
kısmını tarikatın Fransa, İngiltere ve lspan-ya'daki idare merkezlerini ziyaret
ederek geçirdi. Katibinin dediğine göre bu ziyaretler sırasında, Outremer'de
kullanılmak üzere "büyük paralar topladı."73 74 75 Guillaume'un
gitmeyi ertelemesinin bir sebebi daha vardı: Mayıs 1274'te Lyon Konsilinde,
Papa X. Gregorius tarafından esas olarak yeni bir haçlı seferi düzenleme
imkanlarını gözden geçirmek üzere çağrılan bir grup Tapınak temsilcisine
başkanlık etmişti. Tapınakçıların bu papayla yakın ilişkileri vardı, zira Liege
Başpiskoposu Tedaldo Visconti 1271'de haçlı seferindeyken papa seçilmiş ve onu
doğudan getirmek üzere Apulia idaıeciliğinde Beaujeu'lü Guillaume'un selefi
Sissey'li Etienne ile Anjou'lu Charles'ın maiyetinden Let-rie'li Foulques
gönderilmişti. 77 Konsilde Beaujeu'lü Guillaume, toplantıdaki tek kral olan
Aragönlu Jaime'yi 1 Mayıs günü Vienne şehrinin dışında karşılayıp ona Lyon'daki
papalık sarayına kadar refakat edenlerin arasındaydı. Gregorius 7 Mayıs günü
Saint Jean Katedralinde konsilin ilk oturumunu açtığında, büyük üstat papanın
sağında, göze çarpan bir yerde oturmaktaydı?8
Meclis 8 ila 17 Mayıs arasındaki izleyen günleri, önerilen haçlı
seferine ilişkin ayrıntılı tartışmalarla geçirdi. Kendi anlatımına göre
Aragönlu Jaime, başlangıç olarak 500 şövalyeyle 2000 piyade, ardından da bizzat
papanın önderliğinde ve kralın katılımıyla iki yıl içinde düzenlenecek esas
sefer için 1000 şövalye göndermeyi teklif etti. Bu teklife cevap gelmeyince
Kral Jaime istihzayla, Hıristiyan kral ve prenslerin temsilcilerinin daha fazla
sayıda adam önerip kendisini utandırmayı mı düşündüklerini sordu. Bunun üzerine
papa da Beaujeu'lü Guillaume'un fikrini almak istedi, üstat ise altmış sene
Tapınağa hizmet vermiş olmasından ötürü Birader Carcella'lı jean'ın
konuşacağını söyledi. Ne ki Birader Jean, bunun hizmet süresiyle ilgili bir
mesele olmadığı cevabını verdi sadece. Krala göre, büyük üstatla şöyle bir
diyaloga girmesine sebep olmuştu bu durum:
Bunun üzerine papa üstada konuşmasını söyledi, o da konuştu; papanın
bana denizaşırı sefer hakkındaki sözlerimden ötürü müteşekkir olduğunu
söylemesi beklenirdi, ama hiç böyle bir şey söylemedi üstat; keza ne o ne de
başkaları tekliflerime teşekkür etti: Denizaşırı topraklara düzenlenecek bir
seferde silah, iaşe ve özellikle de işe koşulacak adam konusunda çok iyi
düşünüp taşınmak gerektigi müşahedesinde bulundu sadece. Orada insanların
ihtiyaç duydukları tüm bu şeylerden yoksun olduklarını söyledi. Yine de
başlangıç olarak 500 piyadeyle 250 ila 300 şövalyeye ihtiyaç oldugu kanaatini
teblig etti. Bunu işitince kendimi cevap vermekten alıkoyamadım: "Üstat,
şayet papa 500 kişi göndermeye razı olursa, orada bunların kaçı sizin emriniz
altında olacak?"
Sonra papa üstada sultanın deniz gücünün ne kadar olduğunu sordu ve
Müslümanların çeşitli büyüklükte on yedi gemiden fazlasını temin edemediği
cevabını aldı. Dolayısıyla Hıristiyanların yirmi kadar gemiye ihtiyaç
duyacaklarını düşündü, ama Kral jaime Aragön'dan gidecek on geminin düşmanla
başa çıkmaya yeteceğini söyledi. Anlaşıldığı kadarıyla genel kanaat büyük
üstadın görüşünden yanaydı, bu nedenle kral oturumdan ayrılmak istedi ve izin
verildi kendisine. Neticede Ja-ime'nin planlarından hiçbir şey çıkmadı; zira
papanın -selefleri gibi papalığa vergi ödemeye yanaşmadığı takdirde- ona taç
giydirmeyi reddetmesinden ötürü daha da gücenmişti ve 31 Mayısta Aragön'a
gitmek üzere oradan ayrıldı.76
Açıktır ki, Aragönlu jaime Tapınakçıların haçlı seferi konusunda isteksiz
olduğunu düşünmüştü - Parisli Matthew gibi yazarların inandırıcılık
kazandırdığı revaçta bir görüştü bu zaten. Ancak Beaujeu'lü Guillaume'un
Aragönlu jaime'dense Anjo-u'lu Charles'ı uzun vadede daha güvenilir bir destek
olarak görmüş olması ve henüz Charles ile Antakyalı Maria arasında müzakereler
sürerken Memlukları saldırıya kışkırtmak istememiş olması daha akla yakın bir
ihtimaldir. Neticede konsil, ufukta geniş çaplı bir başka haçlı seferinin
görünmediğini koymuştur ortaya.
Beaujeu'lü Guillaume nihayet Eylül 1275'te Akka'ya geldi.77 78 79 Onun
önderliği altında Tapınakçılar Anjou'lu Charles'ın siyasetlerinin daimi
destekçisi ve dolayısıyla yetkesini tanımaya yanaşmadıkları Kral Hu-gues'ün baş
muhalifi oldular. Sözgelimi Ekim 1276'da krala hiç danışmaksızın Akka
yakınlarındaki La Fauconneire köyünü satın aldılar. Anlaşıldığı kadarıyla
Hugues buna çok kızıp derhal Kıbrıs'a gitti ve ancak patrik, Hayırseverler ve
Töton Şövalyelerinin ısrarı sonucunda bir bailli (Ibelinli Balian) atamaya razı
oldu/1 Yegane muarızının Tapınakçılar olmadığı
açık olsa da, kralın özellikle onlara kin güttüğü anlaşılmaktadır. Tirli
Tapınakçı'ya göre Hugues krallığı terk etmiş, Kıbrıs'a vardığında da papaya
Tapınakçılar ve Hayırseverler yüzünden o toprakların yönetilemez hale geldiğini
bildiren mektuplar yazmıştı. Ayrıca Antakyalı Maria'nın krallığı Anjou'lu
Charles'a bıraktığını işit-mişti - idareyi devralmak üzere temsilcisi San
Severinolu Roger'yi göndermişti Charles/2
San Severinolu Roger sahiden de Eylül 1277'de, artık Kudüs'ün meşru
kralının Charles olduğunu bildiren papanın, Anjou'lu Char-les'ın ve Antakyalı
Maria'nın mektuplarıyla birlikte geldi doğuya.80 81 82 Akka'daki Tapınak ocağına yerleşti. lbelinli Balian ve diğer baronlar,
iki rakip hükümdar arasında kalmışlardı; ama Beaujeu'lü Guillaume herhangi bir
adım atılmazdan evvel Kıbrıs'taki Kral Hugues'e haberci yollanmasını önerdi,
haklı olarak kralın durumdan memnuniyet duymayacağını düşünmüştü. Anlaşıldığı
kadarıyla baronlar, derhal Anjou yanlısı bir yönetim kuran San Severinolu
Roger'ye itaaten başka seçenekleri olmadığı kanaatine vardılar. Anjou'lu
Charles bundan böyle San Severinolu Roger ile Beaujeu'lü Guillaume'u açıkça
doğudaki temsilcileri saydı - gıda, giysi, at ve teçhizat naklini onlar
üzerinden gerçekleştirdi ve Tapınakçıların mali düzeneğinden yararlandı. Mesela
24 Mart 1279'da hazinedarlarına, Tapınağın Sicilya ve Apulia idarecisinin
vekili Fontaines'li Pierre'e 4000 once ödemesini emretti, bu paranın 2800
once'u Beaujeu'lü Guillaume tarafından San Severinolu Roger'ye "kendisinin
ve halkımızın geçimi için" borç olarak verilmişti/4 Aynı siyaset, Charles'ın iktidarının -Sicilya'da 1282 Paskalyasında çıkan
Vesperum ayaklanmasından ötürü- sarsılmasından sonra da sürdürüldü: Şubat
1283'te Beaujeu'lü Guillaume ile -San Severinolu Roger'nin ardından 1282'de
bailli olan- Odo Poilechien'e, krallıkta satılmak üzere yakında bir miktar
hububatın ellerine ulaşacağı bildirilmişti/5
Kıbrıslı Hugues iki kez, 1279 ve 1283'te anakaradaki mevkiini yeniden
ele geçirmeyi denedi, ama ikisinde de Anjou-Tapınakçı ittifakının üstesinden
gelmeyi başaramadı. Beaujeu'lü Guillaume 1277'de, Hugu-es'ün en güçlü
destekçilerinden Tir Beyi Montford'lu jean ile Tir'e yaklaşmaları evvelce jean
tarafından engellenen Venedikliler arasında barışı sagladıysa da,83 84 85 Hugues
iki yıl sonra Montford'lu jean'ın yardımıyla Tir'e gelmeyi başardı yine de. Ama
Tapınakçılar Akka'nın kontrolünü ele geçirmesine izin vermediler, o da tekrar
Kıbrıs'a çekilmeye mecbur kaldı. Misilleme olarak tarikatın Gastria'daki
kalesini boşalttırıp Limasol ile Paphos'taki Tapınak ocaklarını yıktırdı. El
koydugu mülkler ancak 1284'te ölmesinden sonra geri alınabildi/7 Vesperum ' ayaklanmasının Anjou iktidarını sarsmasının ardından ikinci
bir teşebbüste bulundu, Agustos 1283'te Beyrut'a geçti. Yine herhangi bir
ilerleme kaydedemedi - ne ki bu olayda Tapınakçıların onun aleyhine ne gibi bir
faaliyette bulundukları kaynaklarda açıkça anlatılmış degil-dir.88
Tapınakçıların Anjou'ları desteklemesi, genelde tüm haçlı devletlerini
korumak için tutulmuş bir yol olarak da görülebilir pekala; ancak Beaujeu'lü
Guillaume'un Trablus Kontlugundaki 1277-82 içsavaşına müdahale ettigine dair
pek bir veri yoktur elde, dahası Tapınakçıların bu dönemdeki faaliyetleri,
büyük üstadın 1289-91 arası kritik yıllarda dogudaki diger Hıristiyanlar
arasında yarattıgı güvensizlige katkıda bulunmuş olmalıdır. Meselelerin
münferit kişisel husumetlerden dog-dugu anlaşılmaktadır. Trablus 1275-77 arası,
yaşı küçük mirasçısı An-takyalı VII. Bohemond adına Tortosa Piskoposu
Bartholome tarafından yönetilmişti. Ne ki, Lyon Konsili sırasında Beuajeu'lü
Guillaume ile dostluk kurduğu anlaşılan Trablus Piskoposu Segnili Paul
Bartho-lome'ye karşıydı ve Bohemond 1277'de reşit olduğunda iktidarın yanı sıra
Tapınak muhalefetinin de kendisine intikal ettiğini gördü. Estoire d'Eracles'a
göre, "prens ile Tapınakçılar arasında çıkan ve peşi sıra pek çok fenalık
getiren büyük savaşın başlangıcıydı bu.”86 Tapınakçılar, Bohemond'un eski bir dostu ve vasalı
olan, ama kardeşi Jean'a verilmiş bir sözün tutulmadığını düşünüp Bohemond'la
bozuşan Cebailli Gui 11. Embriaco'ya kapılarını açmak suretiyle ihtilafı
şiddetlendirdiler. Tirli Tapınakçı, Gui'in Akka'ya gidip tarikat confrere'i
[yoldaş] olduğunu ve Beaujeu'lü Guillaume'un "ona elinden geldiğince
yardım etme vaadinde bulunduğunu” söylet0 - beş
yıl boyunca nüksedip duracak çatışmalara yol açmış bir vaattir bu.
Memluklarla Moğolların gölgesi altındaki bir dünyada, haçlı
devletlerinin dağınık kalıntıları arasında geçen ve salt yerel nitelik taşıyan
bu çekişme bariz bir gerçekdışılık havası taşır. Bohemond Trablus'taki Tapınak
ocağına saldırmış ve tarikatın Montroque'deki koruluğu gibi bazı mülklerini
yakıp yıkmaya başlamıştı; Tapınakçıların misillemesi ise Botrun'u ateşe verip
Nephin'i kuşatmak oldu. Gui Embriaco ile Bohemond arasında Botrun yakınlarında
çıkan bir çarpışmada, büyük üstadın gönderdiği otuz kişilik bir Tapınakçı grubu
Gui'e destek verdi. Ertesi yıl da, Trablus'a gitmekte olan Tapınak kadırgaları
ile Bohemond'un Sidon'daki Tapınak kalesine (1260'ta çok büyük .bir bedel
karşılığında elde edilmiş bir kaleydi bu) saldıran gemileri arasında bir deniz
muharebesi oldu. Gerginlik 1282'de zirveye ulaştı. Beklenmedik bir hamleyle
Trablus'u almaya kalkışan Gui ile kuvvetleri şehirdeki Tapınak ocağının
kapısına dayandılar. Ne ki, yerel idareci olan Ispanyol Tapınakçı Reddecoeur o
sıra orada değildi ve şüpheyle karşılanıp ocağa kabul edilmeyen Gui ile
adamları telaş içinde Hayırseverlere sığındılar. Seyahat tezkeresi alacaklarına
inanarak Bohemond'a teslim olduklarındaysa vahşice katledildiler.9’
1282 Paskalyasındaki Vesperum ayaklanması ve Ocak 1285'te Anjo-u'lu
Charles'ın ölmesine bağlı olarak Anjou iktidarı zayıflayınca, Tapı-nakçıların
tarafgirliklerini yumuşatmaya karar verdikleri anlaşılmaktadır. Kral Hugues’ün
yaşayan en büyük oğlu Jean’ın Haziran 1285’teki kısa hükümdarlığının ardından,
ondan sonraki oğul 11. Henri adıyla tahta çıktı. Krallığı Kıbrıs’ta tanındı;
ama anakarada da kendini kabul ettirmek için Tapınakçıların desteğine ihtiyacı
vardı, bu nedenle Beau-jeu'lü Guillaume’a bir elçi Qulian le Jaune) gönderdi.
Kendisi de Haziran 1286'da anakaraya geldi. Bu noktada Tapınak, Hayırsever ve
Töton Şövalyelerinin üstatları, Odo Poilechien’i Akka’daki hisarı askeri
tarikatlara bırakmaya ikna ederek zımnen Henri’yi desteklediklerini bildirmiş
oldular - dört gün sonra da hisarı krala teslim ettiler. Beauje-u'lü
Guillaume’un ismi, 27 Haziranda 11. Henri tarafından Fransızlara verilen bir
seyahat tezkeresinde de anılmaktadır.92 1 2
87’nin başlarında Pisalılarla Cenovalılar arasında bir ihtilaf patlak
verdiğinde büyük üstat yine uzlaştırıcı bir tutum sergiledi. Bu ihtilafın
büyüyüp bir deniz muharebesiyle neticelenmesine engel olamadıysa da, Tapınak
Kumandanı Thibaud Gaudin'le birlikte, Pisa kökenli oldukları anlaşılan esir
düşmüş balıkçıların köle olarak satılmasını engelledi”
Prens Edward'ın 1271 mütarekesinin ardından Memluk saldırıları- 87 88 89 90 nm
kesildiği dönem 1280'lerin başlarına değin sürdü. Başka yerlerde başka işlerle
uğraşmakta olan Anjou'lu Charles kışkırtmadan sakınmaya yönelik bir siyaset
izlerken, Memluklar da diğer bölgelerdeki girişimlerine ağırlık vermiş
durumdaydılar. Ayn Calut zaferine rağmen Moğollara karşı ihtiyatı da elden
bırakmamışlardı; bu arada 1277'de Baybars'm ölümü üzerine bir taht kavgası
başlamış, Baybars'm son halefi Kalavun'un bu kavgadan galip çıkması vakit
almıştı. Beaujeu'lü Guillaume'un bu koşullar altında yürüttüğü siyaset,
Anjou'ların ihti-yatlılığını yansıtmaktadır. 1275'te yazdığı iki mektup
selefleriyle aynı kaygıları taşıdığını ortaya koyar; ama Thomas Berard'm
-Baybars'ın yarattığı ağır baskıdan ötürü- düzenlediği kadar geniş çaplı bir
sefer düzenlemeyi düşünmüyordu. Eylül ayında Romalıların kralı Rudolf von
Habsburg'a bir mektup yazıp tahta çıkışını kutlamış, Kutsal Topraklara yakın
zamanda yardım getirmesi umudunu iletmişti.91 92 !kinci mektup ise muhtemelen aynı
yılın Ekim ayında lngiltere Kralı Ed-ward'a gönderilmişti. Sultan büyük bir
orduyla Şam bölgesindeydi, ayrıca Tatarların yaklaşmakta olduğu söylentisi
dolaşıyordu. Tapmak Tarikatı kalelerin onarım masrafları altında ezilmişti,
güvenliği sağlamaya yetecek adamı da yoktu. Dolayısıyla üstat bu tehlikeli
dönemde kraliyetin desteğini istiyorduk Bununla birlikte 1281 ve 1282'de yeni
mütarekeler yapıldı: Bunlardan ikincisinde Beaujeu'lü Guillaume, Ka-lavun ile
on yıl on ay sürmesi öngörülen bir barış anlaşmasına vardı, anlaşmanın
şartlarından biri de "ahitte zikredilen Tortosa bölgesinde hiçbir hisar ya
da kalenin tamir edilmemesi, herhangi bir istihkam,
hendek ve sairin yapılmaması’ydı.93 94
Mütarekeler Memlukların geri gelen Moğol tehditleriyle başa çıkmalarına
fırsat tanıdı, ama neticede Kalavun'un Hıristiyanların üzerine yürümesini
engellemedi. Kalavun'un saldırıları mütareke süresi dol-mazdan önce, 1285'te
başladı ve sahil şeridindeki savunma gücü iç kesimlerdeki şehirlere kaydırıldı.
Lazkiye Nisan 1285'te ele geçirildi, Hayırseverlerin çetin kalesi el-Merkab ise
Mayısta düştü. Kalavun 1289 Şubatında Trablus'a doğru yürüyüşe geçti.
Beaujeu'lü Guillaume'un Memluk ordusunda bir bağlantısı vardı; el-Fahri adlı bu
emir, yıllık hediyeler karşılığında Memlukların hareketlerine dair bilgi
sağlıyordu. El-Fahri Kalavun'un yeni hedefinin ne olduğunu tam vaktinde
bildirdi, Beaujeu'lü Guillaume da Trablus sakinlerini uyarmak için derhal bir
haberci yolladı. Trablus'ta haberciye inanmadılar ve takviye birlikleri ancak
üstat ikinci bir mesajla Reddecoeur'ü Akka'ya gönderdiğinde harekete geçti. Ama
çok geç kalmışlardı, Nisanda Trablus, kısa bir süre sonra da Botrun ile Nephin
düştü” Büyük üstadın mesajına önce inanılmamış olması anlamlıdır. Beaujeu'lü
Guillaume'un son on dört yılki siyasi faaliyetleri güvenilmez, tarafgir biri
olduğu izlenimini yaratmıştı; bu imge, ona ve Tapınakçıların Filistin'deki son
yıllarına ilişkin bazı yargılara da yansıyacaktı ileride.
Batıdan gelen mektuplar Outremer'deki önderlerin artık umutsuzca yardım
peşinde koştuklarını ortaya koyar. Papa IV. Nicolaus'un Eylül 1288 ve Ekim 1290
tarihli iki cevabi mektubu ihtiyat nasihatinden öte pek bir şey sunmuyordu.95 96 97 Kimi
hükümdarlarsa daha işe yarar yardımlar sağlamışlardı: Aragönlu III. Alfonso
Nisan 1290 tarihli mektubunda Beaujeu'lü Guillaume’a, kendi topraklarında savaş
olmasına rağmen, uğradığı felaket karşısında Kutsal Topraklara yardım etmek
için malzeme gönderdiğini söylüyorduk Birtakım haçlılar da geldi, kuzey
İtalya’dan yola çıkan yirmi kadırga Ağustos 1290'da Akka'ya vardı. Ne ki
sayıları düşmanı caydırmaya değil kışkırtmaya yeterdi ancak. Gelişlerinden kısa
bir süre sonra da şehirde bir ayaklanmaya neden oldular, ayaklanmada bazı
Müslümanlar öldürüldü - Tirli Tapı-nakçı'ya göre satmak üzere mallarını Akka’ya
getiren les povres vila-ins'di [yoksul köylüler] öldürülenlerin çoğu.’00
Kalavun bu durumu fırsat bildi ve kaybın telafisini talep etti. Meseleyi görüşmek
üzere Akkâ’da toplanan konsilde Beaujeu'lü Guillaume, şehirde tarikatlar ve
denizci güçler tarafından hapse atılmış kimselerin olayın failleri olarak karşı
tarafa teslim edilmesini önerdi. Ona göre, bu adamlar zaten idama mahkûm
oldukları için pek bir şey fark etmeyecekti. Ne ki sözünü dinletemedi ve
Hıristiyan önderler sultana söz konusu haçlıların Out-remer’in yabancısı
olduklarını ve hukuktan anlamadıklarını söylemeyi yeterli buldular. Kalavun
hemen Akka’ya saldırı hazırlığına girişti, Be-aujeu’lü Guillaume evvelce olduğu
gibi yine el-Fahri’den haberi aldı, ama yine sözüne inanılmadı.98
Olup biteni altmış yıl kadar sonra ve iddiasına göre olayları iyi
hatırlayan, güvenilir kimselerin sözlerine dayanarak yazan Sudheim’lı Ludolph’a
göre, Beaujeu'lü Guillaume’un ricası üzerine sultan son bir teklifte bulundu:
Akka'daki herkesin bir Venedik sikkesi vermesi halinde mütarekeye uyacaktı.
Ancak büyük üstat Kutsal Haç Kilisesinde toplanan halkı sıkıştırdığında öneri
infialle reddedildi, Beuajeu'lü Gu-illaume karısıyla birlikte apar topar kaçmak
zorunda kaldı, halk üstadın şehre ihanet ettiğini düşünüyordu.’02 Bu hikayenin tamamen doğru olması pek mümkün değildir, tarikatın bu
dönemde doğudaki tarihi konusunda en sağlam bilgiye sahip olan yazar Tirli
Tapınakçı böylesi bir öneriden söz etmez hiç; ama hikaye, Akka'nın düşüşünün
arifesinde tarikat yönetimine ne gözle bakıldığını yansıtmaktadır belki de.
Büyük üstattan gelen hiçbir tavsiyenin menfaatten bağımsız olamayacağı
düşünülmüştür muhtemelen, Tapınakçıların Müslümanlarla ilişkileri ise dürüst
Hıristiyanlar tarafından fazla "yakın" bulunmuş olsa gerektir.
Kalavun Kasım 1290'da öldü, ama oğlu el-Eşref Halil hazırlıkları
sürdürdü. Aralarında Tapınakçıların da bulunduğu Frank elçiler hapse atıldılar
ve yeni sultan Mart 1291'de Beaujeu'lü Guillaume'a yazıp "işlenen
hataların intikamını almak için" Akka'ya saldıracağını bildirdi. s Nisan
günü sultanın ordusu Akka surlarına dayandı.™99 Tapınakçı ve Hayırseverler Montmusard surlarına
yerleştirilmiş, işe yarar herkes şehri savunmak için örgütlenmişti. ıs Nisanda
Beaujeu'lü Guillaume, Müslüman ordugahının Hama birliklerinin bulunduğu kısmına
bir gece saldırısı düzenledi. Başlangıçta karşı taraf gafil avlanmış olsa da
Hıristiyanlar karanlıkta çadırların iplerine takıldılar ve arkalarında on sekiz
ölü bırakarak kaçtılar. ıs Mayısta da Hayırseverler ile Tapınakçı-lar Aziz
Antonios Kapısına düzelenen bir saldırıyı geri püskürttüler, ama Müslümanlar üç
gün sonra daha güneydeki Lanetli Kuleden içeriye girdiler ve sokak çatışmaları
başladı. Beaujeu'lü Guillaume o sırada dinlenmekteydi, aceleyle fırlayıp
çarpışmaya katıldı, üzerinde yalnızca hafif silahlar vardı. Ağır yaralandı,
Tapınak bölgesine götürüldü ve burada bütün gün can çekiştikten sonra akşam
saatlerinde öldü, yaklaşık altmış yaşındaydı.100 Liman bölgesinde kargaşa çıktı, gemilere
ulaşabilenlerden bazıları büyük servet sahibi oldular - bunlar arasında,
Flor'lü Roger adlı Tapınakçı bir kaptanın da bulunduğu ve elde ettiği karı
sonradan Tapınaktan bağımsız olarak askeri hayatta yükselmek için kullandığı
sanılmaktadır.™5 Bu arada Memluklar şehrin büyük
bir kısmını almışlardı ve Hıristiyanların elinde sadece mültecilerle dolu
Tapınakçı kalesi .kalmıştı. 25 Mayısta Tapınak Müşiri Sevrey'li Pierre
içeridekilere seyahat tezkeresi verilmesi karşılığında kaleyi teslim etmeye
razı oldu, ama Müslüman birlikleri içeri girdiklerinde talana, kadınlarla
çocuklara saldırmaya başladılar, bu da Tapı-nakçıları hücuma zorlayıp teslim
olma imkanını ortadan kaldırdı. O gece Kumandan Thibaud Gaudin tarikatın hazinesiyle
birlikte kaleden çıkarıldı ve deniz yoluyla Sidon'a gitti. Tapınak istihkamı üç
gün sonra düştü, hayatta kalmış olan herkes kılıçtan geçirildi.™6
Artık Tapınakçıların elinde sadece Sidon, Tortosa ve Atlit vardı.
Hayatta kalan şövalyeler Sidon'da Thibaud Gaudin'i üstat seçtiler. Thi-baud
Gaudin hayatta kalan Tapınakçıların en yaşlısıydı muhtemelen, doğuda hem
kumandan hem türkopol komutanı olarak otuz yılı aŞkın bir süre hizmet
vermişti.™7 Tapınakçılar büyük bir Memluk
ordusu
yen! şövalyelik
gelene değin bir ay Sidon'da kaldılar, Memlukların gelişi üzerine
akıllıca bir karar verip, limanın kuzey tarafında, sahilin yüz metre kadar
açığında bulunan ve kasabaya sadece uzun, dar bir köprüyle bağlanan Deniz
Kalesine çekildiler.108 Thibaud Gaudin
biraderlere danıştıktan sonra takviye getirmek niyetiyle Kıbrıs'a gitti, ama
geri dönmedi; oradaki bazı biraderler Sidon'u savunanlara haber iletip teslim
olmalarını tavsiye ettiler. Kaledekiler çaresizdi artık, 14 Temmuz gecesi
kaleyi terk ettiler. Ellerinde sadece Tortosa ile Atlit kalmış olan Tapınak
birliklerinin bu iki kaleyi de tahliye etmekten başka seçeneği yoktıı,
sırasıyla 3 ve 14 Ağustosta bu iki kaleden de ayrıldılar.™9 Tapınakçı-ların Kutsal Topraklara bağlılıklarının en güçlü simgesi
Atlit'ti; hiçbir zaman silah zoruyla ele geçirilememişti, Memluklar da bir daha
kullanılmasın diye yıktılar kaleyi?10
"Bu kez her şey kaybedildi,” diyordu Tirli Tapınakçı, "öyle ki
Hıristiyanlar artık Suriye'de bir avuç toprağa bile sahip olamayacaklardı.”101 102 103 10411
ALTINCI BÖLÜM
’ Gestes des Chiprois, s. 147.
Nangis'li Guillaume, "Vie de Saint Louis," RHG, cilt XX, s.
366-9.
Parisli Matthew, Chronica
Majora, cilt VI, s. 162; RRH, no. 1180, s. 309.
joinville, Histoire, s.
100-19; Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt V, s. 147.
Proces, cilt !, s. 43-4.
Bunlar kadar ayrıntılı olmayan diğer kaynaklar şunlardır: "Annales
Monasterii de Bunan 1004-1216,” yay. haz. H. R. Luard, Annales Monastici, cilt
!, RS 36, Londra, 1864, s. 286; "Rothelin," s. 602-9; Eracles, cilt
II, s. 437-8; Nan-gis'li Guillaume, "Vie de Saint Louis," cilt !, s.
20S; "Epistola Sancti Ludovici Regis de Captione et Liberatione sua,"
yay. haz. A. Duchesne, Historiae Francorum Scriptores, cilt V, Paris, 1649, s.
428-9. Bu kaynak bolluğu, olaya duyulan ilginin yaygınlığı konusunda bir fikir
verir.
joinville, Histoirc, s. 118-21.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt V, s. 147-54. Matthew'ya göre bu
bilgi, Cornwall'lu Richard’a yollanmış bir habercinin taşıdığı malumata
dayanır. Hıristiyanların kayıpları konusunda bkz. Riley-Smith, Ayyubids, cilt
Il, s. 183, n. 6.
joinville, Histoire, s. 134-7.
A.g.e., s. 146-9.
Bkz. Riley-Smith, Ayyubids, cilt
11, s. 185-6, n. 1.
’2 Joinville, Histoire, s. 167-87.
Makrizi (Maqrisi), Histoire d'Egypt de Makrizi, çev. E. Blochet, ROL,
II, (1905-8), 231-2; Joinville, Histoire, s. 190-207.
joinville, a.g.e., s. 206-11.
ıs joinville, a.g.e., s. 224-5.
BN, NAL 70, var. 252; 52, var. 229-30; Layettes, cilt Il, no. 3537, s.
632. Vichiers'li Renaud konusunda bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 225-31.
RRH, no. 1096, s. 285; no. 1176, s. 308-9.
’8 Joinville, Histoire, s. 246-51.
’9 Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt V, s. 257; Joinville,
Histoire, s. 282-3.
A.g.e., s. 102-3.
21 A.g.e., s. 280-3.
22 Ebu Şame (Abu Shama), "Le Livre des Deux jardins," RHCr.
Or, cilt V, Paris, 1096, s. 200; joinville, Histoire, s. 282-3.
BN, NAL, 3, var. 258.
24 RRH, no. 1251, s. 328.
OR, s. 314; Erades, c. 11, s. 443. Berard için: Bulst-Thiele, Magistri,
s. 232-58.
Regle, mad. 576-7, s. 299-300. Tarih belirtilmemiştir, dolayısıyla
olayların buraya tarihlenmesi kurgusaldır. Curson 1257 tarihini önerir.
Cart., cilt ıı; no. 2902, s. 849-63; RRH, no. 1269, s. 322-3. Bkz.
Riley-Smith,
Thc Knights of Stjohn in jerusalem, s. 447-9.
,
2’ Parisli Matthew, 1259 yılı başlığı altında Kutsal Topraklardaki
savaşlara atıfta bulunur, ama öne çıkarttığı şey denizci şehir devleri
arasındaki ihtilaflar değil, Hayırseverler ve Tapınakçılar arasındakilerdir,
Chronica Majora, cilt V, s. 745-6. Bu savaş ve sonuçları için bkz. ]. Richard,
The Latin Kingdom of jerusalem, çev. ]. Shirley, Amsterdam, 1979, s. 364-71.
Gestes des Chiprois, s. 162-4; Hethum, “La Flor des Estoires de la
Terre d'Orient," RHCr. Documents Armeniens, cilt Il, s. 173-4.
“Annales Monsteril de Burton," s. 491-5; RRH, no. 1299, s. 340.
3’ Monumenta Boica, yay.haz. Academia scientiarum Boica, cilt XX!X(ii),
Münih, 1831, s. 197-202; RRH, no. 1303, s. 341.
Flores Historiarum, yay. haz. H.
R. Luard, cilt Il, RS 95, Londra, 1890, s. 4512; RRH, no. 1290, s. 337-8.
“Menkonis Chronicon," yay.
haz. L. Weiland, MGH SS, cilt XXIII, Leipzig, 1925, s. 547-9; RRH, no. 1288, s.
337; "Lettre des Chretiens de Terre-Sainte a Charles d'Anjou," yay.
haz. Delaborde, ROL, 2 (1894), 206-15; RRH, cilt Il, no. 1291 (a), s. 83.
34 “Rothelin,” s. 637.
Bu dönemin olayları için bkz. jackson, "The Crisis in the Holy
Land in 1260," EHR, 95 (1980) 481-513.
Ebu Şame (Abu Shaına), “Le Livre
des Deux jardinş," cilt V, s. 204; İbnülfu-rat (Ibn al-Furat), Ayyubids,
cilt II, s. 49, 195-6; Eracles, s. 445; Gestes des Chi-prois, s. 163-4.
Gestes des Chiprois, s. 167; Makrizi (Maqrisi), Histoire des Sultans
Mamelouks de l'Egypte, yay. haz. ve çev. M. E. Quatremere, cilt I(i), Paris,
1837, s. 194-7.
Diplornatic Docurnents (Chancery and Exchequer). yay. haz. P. Chaplais,
cilt I (1101-1271), Londra, 1964, no. 385, 386, s. 264-6; RRH, no. 1325, s.
346-7.
RRH, cilt Il, no. 1332 (a), s. 88; Cart., cilt III, no. 3128, s. 99;
no. 3172, s. 115, no. 3206, s. 131-2.
Papalığın bu dönemdeki siyaseti
için bkz. N. Housley, The Italian Crusades:
The Papal-Aııgeviıı Alliaııce aııd the Crusades agaiııst Christian Lay
Powers, 1254-1343, Oxford, 1982.
4’ "Emprunts de Saint-Louis en Palestine et en Afrique," yay.
haz. G. Servois, BEC, 19 (1858), 116-17, no. l, s. 123-5; RRH, no. 1339, s.
351.
"Emprunts," yay. haz. Servois (1858), Appendice, no. 5, s.
290-3; RRH, no. 1347, s. 352-3. Bkz. bu kitapta, s. 404-405.
RRH, no. 1348, s. 353.
Gestes des Chiprois, s. 191; Eracles, cilt II, s. 457. Bagras'ın terk
edilmesi tarikatta çeşitli tartışmalara yol açtı, zira karar daha üstadın
mesajı ulaşmadan yerel komutan tarafından alınıp uygulamaya konmuştu. Bu
hareket Cata-lan Rule’da anlatılır, Archivo de la Corona de Aragon, Barselona,
Cartas re-ales, 3344, var. 53a-57b. Kısmi metin, "Un nouveau manuscrit de
la Regle du Temple," yay. haz. J. Delaville Le Roulx, Annuaire-Bulletin de
la Societe de l'Histoire de France, 26 (ii) (1889), mad. 48, s. 208-11.
Chastel-Blanc'ın düşüşü için bkz. İbnülfurat (Ibn al-Furat), Ayyubids,
cilt II, s. 143; Gestes des Chiprois, s. 199; Eracles, cilt II, s. 460.
İbnülfurat'a göre buranın ele geçirilmesi Trablus'un kontrolü açısından büyük
bir önem taşıyordu.
Bkz. bu kitapta, s. 148.
Bkz. bu kitapta, s. 145.
4 8 Bkz. C. N. johns, Guide to Atlit, Kudüs, 1947, s. 18.
Paderborn'lu Oliver, Historia Damiatina, s. 254-6. Ayrıca bkz. bu
kitapta, s. 206.
5° Paderborn'lu Oliver, Historia Damiatina, s. 169-72.
5’ Önceki yerleşim için bkz. C. N. johns, "Excavations at 'Atlit
(1930-1)," The Quarterly of the Department of Antiquities in Palestine, 2
(1932-3), s. 41.
johns, Guide to ‘Atlit, s. 38-41.
Monte Sion'lu Burchard,
“Descriptio Terrae Sanctae," yay. haz.]. C. M. La-urent, Peregrinatores
Medii Acvii Quatuor, Leipzig, 1864, böl. 10, s. 82-3.
54 RRH, no. 1233, s. 324. Bkz.
Tibble, Monarchy and Lordships, s. 111, 144-6. Köy 1232'de 16.000 besant'a
Hayırseverlere satılmıştı, Eracles, cilt II, s. 398; ama 1255 öncesi iki
tarikatın mülkleri yeniden tanzim edilirken öğelerden birinin de bu köy olduğu
anlaşılmaktadır.
Erades, cilt II, s. 398. Ayrıca bkz. Johns, Guide ta ‘Atlit, s. 26.
RRH, no. 1450, s. 378-9. Ayrıca bkz. Tibble, Manarchy and Lordships, s.
147-8 ve Johns, Guide ta 'Atlit, s. 29. "Kanton"un tanımı
bilinmemektedir, ama varlıklı bir köy ve etrafındaki araziyi imlediği
düşünülebilir.
57 "De constructione castri
Saphet," yay. haz. R. B. C. Huygens, Studi Medi-cvali, dizi 3, 6 (1965),
378-87. Bu kalenin tarihi ve önemi konusunda bkz. M.-L. Favreau-Lilie,
"Landesausbau und Burg wahrend der Kreuzfahrerze-it: Safcıd in Obergalilaea,"
Zeitschrift des Deutschen Palastina-Vereins, 96 (1980), 67-87.
R D. Pringle, “Reconstructing the Castle of Safad," Palestine
Exploration
Quarterly, 117 (1985), 142.
İbnülfurat (Ibn al-Furat), Ayyubids, cilt 11, s. 89.
Gestes des Chiprois, s. 180-1; Eracles, cilt II, s. 454-5. İbnülfurat
(Ibn al-Furat) resmi seyahat tezkeresinin söz konusu olmadığını söyler ve
teslim koşullarının yasakları delmeye çalışan Tapınakçılar tarafından ihlal
edildiğini iddia eder, Ayyubids, cilt II, s. 95-6.
6’ Monte Sion'lu Burchard, “Descriptio,” böl. 4, s. 34.
Cart., cilt IV, no. 3308, s. 292.
“Majus Chronicon Lemovicense,” RHG, cilt XXI, s. 773-4; "Chronicon
Sam-petrinum, yay. haz. B. Stübel, Geschichtsquellen der Provinz Sachsen, cilt
I, Halle, 1870, s. 93-4.
64 Bkz. Tibble, Monarchy and
Lordships, s. 99-168.
Tibble, a.g.e., s. 173-4. Tibble, Julian'ın beyliği Tapınakçılara
sadece kiralamış olabileceğine dikkati çeker, ama büyük ihtimalle burayı
sahiden satın almışlardı, RRH, cilt II, no. 1303 (a), s. 84.
Erades, cilt Il, s. 445; Gestes des Chiprois, s. 162.
RRH, no. 1319, s. 344-5.
İbnülfurat (Ibn al-Furat), Ayyubids, cilt II, s. 110-12.
Gestes des Chiprois, s. 191-2. lyice dallanıp budaklanan bu hak
iddiaları gayet teknik bir üslupla dile getirilmiştir. Her iki tarafın iddiası
da emsal teşkil edecek niteliktedir; ama bu hassas dönemde Tapınakçıların ne
gibi bir pratik yarar gözeterek Maria'yı destekledikleri belli değildir,
meğerki Maria'nın zaten Anjou'lu Charles'la irtibat halinde 'olduğunu biliyor
olsunlar. Kuramsal olarak bakıldığında Memluklar karşısında Hugues Maria'dan
daha iyi bir olası liderdi. Olayların ayrıntıları için bkz. J. L. La Monte,
Fe-udal Monarchy in the Latin Kingdom of ]erusalem, Cambridge, Mass., 1932, s.
75-9.
Eracles, cilt II, s. 463. Ayrıca bkz. Hugues Revel'nin mektubu,
"Six lettres relatiVes aux Croisades," yay. haz. P. Riant, AOL, cilt
I, Paris, 1881, no. 5, s. 390-l.
I registri della cancelleria angioina, yay. haz. R. Filangieri, cilt
IX, Napoli, 1957, no. 258, s. 261; no. 288, s. 264-5; Gestes des Chiprois, s.
202. Yaşamöykü-sü için bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 259-90.
Chronique de la Maison de Beaujeu, yay. haz. M.-C. Guigue, Collection
Lyonnaise 4, Lyon, 1878, s. l-8, 50-1; I registri della cancelleria angioina,
cilt IX, no. 288, s. 264-5; Codice Diplomatico sui rapporti Veneto-Napoletani
durante il Regno di Carla I d’Angld, yay. haz. N. Nicolini, RCI 36, Roma, 1965,
no. 205, s. 217-18; Gli Atti Perduti della Cancelleria Angioina, yay. haz. C.
de Lel-lis, cilt l(i), RCI 25, Roma, 1939, no. 445, s. 545; Gestes des
Chiprois, s. 201.
Bkz. bu kitapta, böl. 5, dipnot 69.
Chronique de la Maison de Beaujeu, s. 7-8; joinville, Histoire, s.
238-9.
Cartulaire de l'Eglise Collegiale Notre-Dame de Beaujeu, yay. haz.
M.-C. Gu-igue, Lyon, 1864, s. 59; Gestes des Chiprois, s. 164; RRH, no. 1378,
s. 359.
Gestes des Chiprois, s. 201-2; Eracles, cilt II, s. 463; RRH, 1387, s.
361.
Eracles, cilt II, s. 449.
Aragönlu jaime, The Chronicle of James I, King of Aragon, surnamed the
Conqueror, çev. J. Forster, cilt II, Londra, 1883, s. 639; J.-B. Martin,
Conciles et Bullaire du diocese de Lyon, Lyon, 1905, no. 1642, s. 402; no.
1763, s. 418-19.
Aragönlu Jaime, Chronicle, cilt II, s. 646-55.
Erades, cih II, s. 468.
Eracles, cilt Il, s. 474-5. Tapınakçıların yanı sıra başkalarıyla da
ihtilafları olmuştu.
Gestes des Chiprois, s. 206.
Gestes des Chiprois, s. 206-7; Erades, cilt II, s. 478-9.
Documents en Français des Archives Angevines de Naples (Regne de
Charles Ier), yay. haz. A. de Boüard, cilt!, Paris, 1933, no. 136, s. 147-8.
Gli Atti Perduti della Cancelleria Angioina, no. 445, s. 545.
RRH, no. 1413, S. 366-7.
Gestes des Chiprois, s. 207; Amadi, Chroniques d'Amadi et de
Strambaldi, yay. haz. R. de Mas Latrie, cilt !, Collection de documents inedits
sur l'histoire de France, Paris, 1891, s. 214; Florio Bustron, Chronique de
l'İle de Chypre, yay. haz. R. de Mas Latrie, Colection de documents inedits sur
l'histoire de France. Melanges historiques 5, Paris, 1886, s. 116.
Gestes des Chiprois, s. 214-17; Amadi, Chroııiques, s. 214-15.
Erades, cilt II, s. 468-9.
90 Gestes des Chiprois, s. 204.
9’ Gestes des Chiprois, s. 210-12; RRH, no. 1444, s. 375-7.
92 Gestes des Chiprois, s. 218-19; Amadi, Chroniques, s. 216-17; RRRH,
no. 1466, s.
382-3.
93 Gestes des Chiprois, s. 227.
RRH, cilt II, no. 1402 (b), s. 95.
"Lettres inedits concernant !es croisades," yay. haz. C.
Kohler ve C.-V.
Langlois, BEC, 52 (1891), 47-8, 55-6; RRH, no. 1404, s. 364.
RRH, cilt II, no. 1447, s. 377. lbni Abdüzzahir'deki (Ibn 'Abd
az-Zahir) anlaşma metni, çev. Arab Historians of the Crusades, s. 325-6. lbni
Abdüzzahir Baybars ile Kalavun'un katibiydi.
Gestes des Chiprois, s. 234-7; Ebü!fida (Abu'! Feda), “Annales,"
RHCr. Or., cilt I, s. 162-3; Makrizi (Maqrisi), Histoire des Sultans Mamelouks,
cilt II (i), s. 101-4.
RRH, no. 1480, S. 386; no. 1505, S. 391-2.
ActaAragonensia, yay. haz. H. Finke, cilt III, Berlin, 1922, no. 5, s.
8-11.
Gestes des Chiprois, s. 238.
ıoı Gestes des Chiprois, s. 238-40; Amadi, Chroniqites, s. 218-19.
,02 Sudheim'lı Ludolph, Liber, böl. 26, 5. 42-3.
103 Gestes des Chiprois, 5. 240-3; Amadi, Chroniques, 5. 219-20; Makrizi
(Maqri5i), Histoire des Sultans Mamelouks, cilt II (i), 5. 110-12; RRH, no.
1508, 5. 392.
™4 Gestes des Chiprois, s. 245-51;
Amadi, Chroniques, s. 222-4.
’05 Bkz. bu kitapta, s. 372.
’06 Gestes des Chiprois, s. 255-7.
’07 Gestes des Chiprois, s. 164, 227, 257; BN, NAL 46, var. 196-7;
Proces, cilt Il, s.
313. Ayrıca bkz. !3ulst-Thiele, Magistri, s. 291-4.
108 Planlar için bkz. W. Müller-Wiener, Castles of the Crusaders, çev. J.
M. Brownjohn, Londra, 1966, s. 69-70.
09 Paderborn'lu Oliver, Atlit'i "Akka şehrinin siperi
(antemurale)" diye nitelemişti, Historia Damiatiııa, s. 256; ne ki
Akkâ’nın düşmesiyle birlikte en önemli işlevlerinden birini kaybetti.
110 Gestes des Chiprois, s. 258-9;
Florio Bustron, Chronique, s. 127; Ebülfida (Abu’l Feda), “Annales,” s. 164.
Gestes des Chiprois, s. 258.
TAPINAK HAYATI
Tapınakçılar mükemmel askerlerdir. Kırmızı haçlı beyaz binişler
giyerler, savaşa yürürlerken balzaus denen iki renkli sancakları yükselir
önlerinde. Suskundurlar savaşa giderken. tIk hücumları en korkuncudur. Gidişte
ilk, dönüşte sonuncudurlar. Üstatlarının emrine amadedirler. Savaşmayı münasip
bulduklarında ve borular öttüğünde, düşman birliklerini tamamen geri çekilmeye
mecbur bırakamaz veya darmadağın edemezlerse düşmanın kanı ve boynu önünde diz
çökerek topluca Davud'un Mezınurunu söylerler, "Bize olmasın, ey
Tanrım." Şayet aralarından biri herhangi bir sebeple düşmana sırtını
dönerse, [bir bozgundan] sağ çıkarsa veya Hıristiyanlara karşı silah kuşanırsa,
ağır bir ceza görür; bir yıl boyunca şövalyeliğinin alameti kırmızı haçlı beyaz
binişinden mahrum edilir, biraderler cemaatinden dışlanır, yemeğini yerde,
peşkir sermeden yemek zorunda kalır. Başına köpekler musallat olursa, onları
kovalayamaz. Ama bir yıl dolduğunda, üstat ve biraderler cezasının yeterli
olduğuna karar verirlerse eğer, eski şövalyelik kemeri iade edilir. Bu
Tapınakçılar tevazuyla itaat ederek, şahsi mal mülk edinmeyerek, az yiyip kıt
kuşanarak, çadırlarda yatarak, sıkı dini kurallara uyarak yaşarlar.1
ll87'den önceki bir tarihte Kudüs'ü ziyaret etmiş kimliği belirsiz bir
hacının sunduğu bu tasvir, birçok bakımdan, o dönemde ve sonrasında
Tapınakçılar hakkında üretilen genel görüşün iyi bir örneğidir. Bu tablonun o
çağın bilincinde ne kadar sağlam bir yer edinmiş olduğu, bu adı belirsiz
hacının samimi ciddiyetinin tersine manastır
hayatını hoş bir kinizmle betimleyen ozan Provins'li Guiot'nun
yazılarından da anlaşılabilir. Ozan ömrünün sonlarına doğru bir Cluny ocağına
girecekti, ama 1203-1208 arası kaleme aldığı “lncil”inde diğer tarikatların
sunduğu imkanları da şöyle bir gözden geçirmişti. Birçok bakımdan en cazibi
Tapınakçılar gibi görünüyordu, ama üstesinden gelinmez bir güçlük de vardı:
Suriye'de Tapınakçıların itibarı çok büyük; Türkler onlardan ölesiye
korkuyor; kaleleri, istihkamları koruyor Tapınakçılar: Çarpışmalardan katiyen
kaçmıyorlar. İşte beni tedirgin eden de bu zaten. O tarikata mensup olaydım, ne
vakit kaçmam gerektiğini pek güzel bilirdim. Darbenin inmesini beklemezdim,
böyle şeylerden hiç hazzetmem çünkü. Onlar dövüşte ziyadesiyle cesurlar.
Benimse ölmek gibi bir isteğim yok: Dünyanın en şanlı ölümüne nail olmaktansa
korkak sırasına girip hayatta kalmak daha iyi. Ama dua saatlerinde seve seve
onlarla birlikte dua okurdum, bu bana hiç mi hiç zul gelmezdi. Hizmette kusur
da etmezdim, tabii savaş zamanı değilse eğer, ona yokum işte.2
XII ve XIII. yüzyıl illüstrasyonlarında da bu imge sunulur: Tutumluluk
ve mütevazılığı çağrıştıran, tek ata binmiş iki şövalyenin tasvir edildiği
Tapınak mührü (bkz. resim 7); Cressac ve Perugia'daki kiliselerin inançsızlarla
çarpışan Tapınakçı freskleri; Parisli Matthew'nun çizimlerinde görülen,
Tapınakçıların taşıdığı siyah-beyaz sancak. XIX. yüzyıl gravürleri de gayet
çarpıcıdır: Uzun kalkanı kırmızı haçla süslenmiş, cübbesi beyaz, pelerini
uçuşan sakallı savaşçı.3
Bu imgeyi ilkin De laude novae militiae'de Aziz Bernard geliştirmiş,
gerçeklikten ziyade retorikten çıkmasına rağmen gelecekte Tapınakçı-lar
hakkındaki hükümlerin mihengi olacak bir ölçüt getirmişti tarikata.
"Nihayet eski kısıtlamalardan kurtulup" cenge girdiklerinde
"şöyle söyler gibidirler: 'Tanrım, sana nefret duyanlardan nefret etmedim
mi, düşmanlarının tepesine çökmedim mi?' Böyle yüklenirler hasımlarına,
kendileri birkaç kişi olsalar bile, barbarca vahşiliklerinden veya sayılarının
üstünlüğünden kesinlikle ürkmeksizin düşmanlarına koyun muamelesi
gösterirler."4
Aziz Bernard'ın diğer birçok çalışmasına kıyasla bu inceleme pek fazla
tanınmasa da, öngörülen ethos Tapınak cema-atince iyice benimsenmiş, kimi
şövalyelerin kendilerini tarikat dışında bu yoldan tanıtmasını sağlamıştır.
Görünüşe bakılırsa Ridefort'lu Gerard da doğrudan doğruya bu ethosa uymuştur
aslında; zira Cres-son kaynaklarında mutlak bir güç eşitsizliğine karşın hücuma
kalkışı, o çağın diğer savaşçılarından çoğunun başvurduğu işlevsel ve
genellikle alengirli manevralardan çok, Aziz Bernard'ın "biri bin kişiyi
kovalar, ikisi on bin kişiyi kaçırır" sözünü akla getirir.5 Buna bağlı olarak,
Molaylı jacques gibi bazı Tapınakçılar kendilerinden beklenen bu eylem tarzını
benimsemişler ve bunların Outremer'deki hayatın gerçeklerine uyum sağlaması
zaman almıştı. Molay altmışlarının sonlarını sürdüğü 1309'da, 1270'lerdeki halini,
Beaujeu'lü Guillaume'un üstatlığı sırasında ilk kez doğuya gönderilen diğer
genç şövalyelerle birlikte, üstadın Memluklar karşısındaki bariz barışçı
tavrına söylendiğini hatırlıyordu. Ne ki bu genç şövalyeler neticede Edward'ın
sağladığı mütarekeyi korumanın yegane işe yarar siyaset olduğunu kabul et-
mişlerdi.6
Kendinden önceki pek çokları gibi Molay da Outremer'deki Tapınak
hayatının şan şöhret ve kandan ibaret olmadığını anlamıştı, ama tarikata yeni
giren herkesin, manastır düzeninin olağan yoksulluk, erdenlik ve itaat
yeminlerinin yanı sıra -Tapınak duruşmaları sırasında kullanılan ortak deyişle-
"Kudüs Krallığında ele geçirilmiş her yeri korumaya, henüz ele
geçirilmemiş yerleri de fethe var güçleriyle yardım etmeye" ant içtikleri
de bir gerçekti. Dolayısıyla bu hedefe varmayı sağlayacak bir disiplin
çerçevesinin belirlenmesi gerekiyordu; XII ve XIII. yüzyıllarda tarikat,
1260'larda 686 maddeye ulaşan ayrıntılı düzenlemeler geliştirdi. 7 Fransızca
yazılmış bu yasalara orijinal "Latince Kanun’un çevirisi de eklenmişti -
Latince bilgileri genelde mülk muamelesi belgelerindeki birtakım standart
deyişlerle sınırlı olan yeni üyeler "Latince Kanun’u kolayca anlayacak
durumda değillerdi.8
Daha önemlisi "Latince Kanun," Tapınakçıların henüz hac yolları
muhafızlığından pek de ileri bir konumda bulunmadıkları tarihlerde
düzenlenmişti; burada, askeri hiyerarşide yer alanların görev, sorumluluk ve
yetkileri gibi giderek önem kazanan bir konu hakkında pek bir şey söylenmediği
gibi, disiplinin ne suretle sağlanacağı da belirtilmiyordu. Bu nedenle,
muhtemelen 1160'ların ortasına değin Tapınak hayatının bu yönlerine ilişkin 202
ek madde kaleme alınmıştı; böylece büyük ölçüde manastır usulüne uygun olan
mevcut "Kanun" genişlemiş, aynı zamanda bir askeri talimname haline
gelmişti.9 Ama askeri
işlevlerin hızla ağırlık kazanması bu tarihten sonra temel manastır
hizmetlerinin boşlandığı anlamına gelmiyordu: Sonraki 107 madde de manastır
hayatını düzenliyor, bunların ardından ruhani meclis toplama usulüne ve burada
verilecek cezaların niteliğine dair 158 madde geliyordu. Bu kısımların yazım
tarihlerini saptamak mümkün olmasa da, bir Tapınakçının azlini gerektirebilecek
suçlar listesindeki önemli bir değişiklik, bunların hiyerarşi kuralları
-retrais- ile eşzamanlı olmadıklarını düşündürür.10 Ama uzun süre sonra yazılmış olmaları da olası
değildir, zira tarikatın o zamana kadarki işleyişi açısından hiyerarşi
kuralları kadar elzemdir bunlar. XIII. yüzyılın ortalarında cezalara ilişkin
113 madde daha eklenmiştir "Kanun"a: Metin içi veriler bunların
1257-1267 arasına tarihlenebileceğini gösterir. Yeni düzenlemeler getirilmez bu
maddelerde; yazım şeklinden anlaşıldığı kadarıyla, tecrübeli ve yaşlı bir
Tapınakçıdan, bildiği özel örnekler üzerinde durmak suretiyle ceza sisteminin
uygulamada nasıl işlediğini göstermesi istenmiştir. Bir tür sonsöz ya da ek
olarak da, tarikata kabul töreninin tasvirine yer verilmiştir. Bunun yazım
tarihini saptamak da mümkün değildir; ne ki, tören usulü saptanır saptanmaz
yazıya dökülmemiş olsa da, ilk zamanlardan beri bu usul uygulanmış olsa
gerektir. "Kanun’un genişletilmesi Xlll. yüzyıl ortalarından sonra da
sürmüştür. Barselona'daki Aragön krallık arşivinde bulunan bir elyazması
“Kanun’un Katalanca bir değişkesini de içerir; burada Bagras'ın 1268’de nasıl
düştüğünü anlatan bir bölüm bulunduğu için metin "Fransızca Kanun’un bitiş
maddelerinden sonraya tarihlenir.” Tarikat l 307'de lağvedilmiş olmasaydı,
üstat ve ruhani meclis gerek görüldükçe böylesi maddeler eklemeyi sürdürecekti
muhtemelen - 1139 tarihli Omne datum optimum tebliğiyle kullanmalarına izin
verilen, tüm yeni üyelerin tarikata girişleri sırasında kabul etmeye ant
içtikleri bir yetkiydi bu. 11 Mesela
Fransızca ve Katalanca "Kanun"larda denizcilik faaliyetleri hakkında
pek bir şey söylenmez; fakat bu faaliyetler 1290’lar-da, Tapınakçılar Kıbrıs'a
çekilmek zorunda kaldıktan sonra giderek önem kazanmıştı, tarikat XIV. yüzyılda
varlığını sürdürebilseydi eğer, bunları da hesaba katan yeni maddeler
hazırlamak gerekecekti. Tapı-nakçıları reforma sevk edecek ciddi bir sebep
yoktu, özellikle de 1291'den sonra onları eleştiriler karşısında savunmasız
bırakan bir özellikleriydi bu;12
ama yasalarındaki eklentilerle bunu kısmen telafi etmişlerdi belki de, zira
değişen koşulları dikkate alıyorlardı. "Ka-nun’da da görüldüğü gibi
tarikat sürekli doğunun meseleleriyle uğraştığı için, ek düzenlemeler
getirilmesi gayet anlaşılır bir harekettir -“Kanun’un Katalanca değişkesinde
bile Kuzey Suriye’deki olaylar ön plandadır, Iberya'dakiler değil.
Bu "Kanun’un uygulanış tarzı, Tapınağın, duruşmada iddia makamının
açığa çıkarmaya çalıştığı esoterik törenleri himaye etmiş gizli bir tarikat
olduğuna inanmak isteyenlere herhangi bir destek sağlamaz. Özgün “Kanun’un
Latinceden Fransızcaya çevrilmiş olması ve sonraki tüm maddelerde Latincenin
değil yerel dilin kullanılması bu “gizlilik" düşüncesiyle çelişir, üstelik
hem önderlerin hem diğer teşkilat mensuplarının “Kanun’a günlük kullanım için
sürekli başvurdukları da açıktır. Tarikata kabul merasimleri bu konuda iyi bir
örnektir. Duruşma kayıtlarının gösterdiği gibi, şu ya da bu tarihte bir kabul
töreninde bulunmamış Tapınakçıların sayısı pek az -sıradan vaizler ve hizmetli
biraderler de dahil olmak üzere- bu törenlerde fiilen işlemleri yürüten ya da
önemli görevler üstlenenlerin sayısıysa pek çoktur. “Kanun’un mevcut Katalanca
değişkesinin hali de buna delalet eder; Delaville Le Roulx, en yıpranmış
kısımların kabullere ilişkin bölümler olduğuna dikkati çekmiştir - en çok o
bölümlere başvurulduğunu gösterir bu.13 Tüm Tapınakçılardan “Kanun’un içeriğini bilmelerinin
beklenmesi de şaşırtıcı değildir: Tarikata giriş işlemlerinden biri, yeni üyeye
“Kanun’un okunmasıydı;14
günümüze pek çok “Kanun" nüshasının ulaşmış olması, ayrıca artık mevcut
olmayan nüshalara atıflarda bulunulması, nerede ve ne zaman ihtiyaç duyulduysa
yeni nüshaların hazırlandığına işaret eder. 15 16 Katalanca
değişke bu konuda da örnek gösterilebilir, zira anlaşıldığı kadarıyla bu nüsha
Katalonya ve Aragön üstatlarına tahsis edilmiştir/7
keza diğer bölge sorumlularının da benzer donanıma sahip olduklarını varsaymak
gerekir. Neticede “Kanun" pratik bir gereçti, sapkın bir öğretinin mahrem
hazinesi değildi. Katalanca elyazmasında birtakım bariz boşluklar bulunsa da,
batıdaki bölgelerin idaresi bakımından önem taşıyan bölümlerin bu metinde
mevcut' olması dikkate değerdir - neredeyse yalnızca doğudaki durumla ilintili
olan hiyerarşi kurallarından ziyade ruhani meclis işlemleri, ceza sistemi ve
tarikata kabule ilişkin talimat yer almaktadır bu bölümlerde.
Tapınakçılar belli durumlarda gizlilik ve güvenliğin gerekli olduğunu
bilmez değillerdi elbette. Sözgelimi ruhani meclis görüşmelerini dışarıya
sızdırana tarikattan atılma cezası verilebiliyordu - anlaşıldığı kadarıyla,
itiraf edilen günahlara veya başka hassas tartışmalara ilişkin lüzumsuz ya da
fesatça söylentilerin tarikat içinde yayılmasını engellemeye yönelikti bu ceza.17 18 Öte
yandan 326. maddede sıradan biraderlerin retraits (hiyerarşi kuralları) ve
"Kanun" nüshaları bulundurmaları açıkça yasaklanmıştır, çünkü
"bir keresinde şövalye silahtarları bunları bulup okumuş ve laik kimselere
anlatmışlardı, tarikata zarar verebilirdi bu."i9
Bu yasak kişileri korumaya yönelik olmasa gerektir, keza gizli kafirlikleri
örtbas etmeye yönelik de olamaz, zira "Kanun"da böylesi bir şey
yoktur. Dahası bu madde ll6O’tan sonraya ait olamayacak bir kısımda yer
almaktadır ve Fransa Kralı IV. Philippe'in dava vekilleri bile bu dönem için
yozlaşma iddiasında bulunmamışlardır. Öngörülen en bariz zarar askeri
bilgilerin ortaya dökülmesi olsa gerektir; gevezeliğin can aldığı gerçeği, o
zamanlardan beri yapılan pek çok savaşta olduğu kadar Tapınakçıların mücadele-
sinde de göz önünde bulundurulmuştu.19 20 21 22
Teşkilatın tepesinde büyük üstat yer alıyordu, ll6O'lara değin güç ve
itibar sağlayan bir görev haline gelmişti bu. Büyük üstat, yeterince at ve
teçhizat bulunduramayacak kadar fakir, alçakgönüllülükle hacıları koruyan
sıradan bir şövalye değildi artık; bir vaiz, iki şövalye, bir katip, bir yaver
ve kalkanıyla mızrağını taşıyan bir uşaktan oluşan bir maiyet ve dört at
bulundurma hakkına sahip önemli bir kişi olmuştu. Özel nalbantı, tercümanlık
yapan bir Sarazen katibi, bir türkopol komutanı ve bir de aşçısı vardı?’ XIII.
yüzyıl sonunda Molaylı Jacques'ın emrinde, biri koşum takımlarıyla
hayvanlarının bakımından, diğeri günlük ihtiyaçlarının karşılanmasından sorumlu
iki hizmetli birader bulunuyordu, özel dairesini de yine iki hizmetli birader
koruyordu.22 Batıdan yeni at sevkıyatı olduğunda üstadın istediği atı kendisine
ayırma hakkı vardı, ayrıca bir ya da iki at daha seçip "cemaatin muhibi
olan değerli laiklere" verebilirdi. Gece yolculuklarında üstada iki yük
atı tahsis ediliyor, sefer halinde veya tehlikeli bölgelerde bu sayı dörde
çıkarılıyordu. Savaş zamanı refakatçi grubu olarak altı ila on şövalye
seçebiliyordu üstat kendine. Öte yandan İsa'nın yaptığı gibi mütevazı-lık
simgelerine uygun davranması da bekleniyordu: Her Paskalya arifesi Perşembe
günü on üç yoksulun ayaklarını yıkıyor, bunlara birer gömlek, birer tuman,
birer çift kundura ve ayrıca ikişer somun ekmekle ikişer denier para
dağıtıyordu?3 Hayattaki saygınlığı, öldüğünde
gösterilen muameleye de yansımıştı. Batıda çoğu hükümdar için daha yeni yeni
yerleşik ve yüceltici bir cenaze töreni usulünün uygulanmaya başlandığı bir
dönemde,23 24 büyük
üstadın cenaze ve defin törenine tüm önemli din adamları ve bölgenin muteber
simaları katılıyordu. Cenaze ayininin en çarpıcı özelliği çok sayıda mumla
sağlanan olağanüstü aydınlatmaydı, tarikatta sadece üstadın onuruna yapılan bir
şeydi bu, tüm biraderler törene katılıyor, tüm bailli'lerin müteakip yedi gün
boyunca 200 paternoster okuması isteniyordu. Üstadın "ruhunun selameti
için" yüz yoksul doyuruluyordu?5
Halefin seçimi ise alengirli işlemler gerektiriyordu. Cenaze ayinini
düzenlemek ve doğudaki tüm il görevlilerini mümkünse Kudüs'te toplamak müşirin
sorumluluğuydu. Bu toplantıda, ara dönemde tarikatı idare edecek büyük
kumandanı seçiyorlardı, ardından da "cemaat büyüklerinden" oluşmuş
bir topluluk aralarından birini başkanlık görevine atıyordu. Bu görevli, duayla
geçirilen bir gecenin ardından, bu iş için seçilmiş bir yardımcıyla birlikte
iki birader daha belirliyor, sonra da bu topluluğa -on iki havariye hürmeten-
sayıları on ikiye ulaşana kadar ikişer ikişer yeni üyeler ekleniyordu, son
olarak da hepsinin oyuyla "Isa'yı temsilen" bir vaiz seçiliyordu. Bu
topluluk on üç kişilik bir seçici kurul oluşturuyor, kurulda yer alan sekiz
şövalye, dört yaver ve bir vaizin, tarikata üye devşirilen ülkeleri mümkün ol;
duğunca adilane temsil etmesine özen gösteriliyordu. Üstat seçiminde çoğunluk
kararı kabul edilebiliyordu; tarikatın tarihi bunun hep böyle olmadığını
gösterse de, mutat gaye zaten Outremer’de yaşayan birini üstat seçmekti.
Seçilen kişi ilan edildiğinde biraderler yeni üstadı kutluyorlar, ardından da
-vaizler Te Deum okurlarken-Tanrı'ya sunmak
üzere üstadı şapele, sunağın önüne götürüyorlardı.25 26
ikisi hariç bütün üstatlar öldüklerinde görev başındaydılar, altısı
çarpışmada ya da bir çarpışmanın ardından esir düştüğünde öldü, biri de iflah
olmaz sapkın nitelemesiyle yakıldı. Barres'lı Everard ile Nab-luslu Philippe'in
-sırasıyla 1152 ve 1171'de- görevden çekilmelerinin ardından da aynı üstat
seçme işlemlerini yürütmek gerekmişti muhtemelen; ne ki -böylesi bir sorunla.
tarikat tarihinin gayet erken bir evresinde karşılaşılmış olmasına rağmen-
“Kanun”da bu duruma dair özel bir hüküm yoktur. Üstat seçimi kuramsal olarak
papalık iradesine uygun biçimde düzenlenmişti: 1139 tarihli Omne datum optimum
tebliğinde, sadece kabul edilmiş tarikat biraderleri arasından “tüm
bi-raderlerce veya biraderler arasında daha güvenilir ve daha iffetli
olan-larca" seçilenlerin üstat olabileceği belirtilmişti?7 Bununla birlikte laik güçler açısından önem taşıyan Kiliseye bağlı
teşkilatların çoğunda olduğu gibi Tapınak Tarikatında da işler her zaman bu
kadar nizami yürütülmüyordu; yirmi iki üstadın en az yedisi laik hükümdarların
dolaysız müdahalesiyle atanmıştı.
Ama yine de seçim sırasında olup biten her şeyin gizli tutulması
öngörülüyordu - duruşmalar öncesinden günümüze ulaşmış herhangi bir açıklama
yoktur bu konuda. Bir dış baskı olması halinde bile gerekli işlemler
yürütülüyordu büyük ihtimalle; aynı durumdaki birçok katedral meclisi gibi
Tapınak elektörleri de istenen sonucun ne olduğunu bilerek iş görüyorlardı.
Ancak Faure'lü Hugues adlı bir şövalyenin 1311'de ortaya attığı iddiaya göre,
Molaylı Jacques çoğunluğun isteğine aykırı olarak, Thibaud Gaudin'in halefi
kabul edilmek için tarikatı zorlamıştı. Bu şövalyenin sunduğu değişkeye
bakılırsa, Molay üstatlıkta gözü olmadığı düşünülerek önemli bir mevki olan
büyük kumandanlığa getirilmiş ve bu hususta Hayırseverlerin büyük üstadı
Villiers'li jean ile ünlü haçlı şövalye Grandison'lu Odon'un huzurunda ant
içmişti. Bunun üzerine çoğunluk, batıdaki müfettişleri olan kıdemli Tapınakçı
Pairaud'lu Hugues'ün seçileceğini düşünmüştü; ama Molay, büyük kumandanın
neticede tarikatın başı olduğunu ileri sürerek kendini yeni üstat ilan edip
onları gafil avlamıştı. "Böylece işin baskı yoluyla halledildiğini"
iddia ediyordu Faure'lü Hugues.27 28 Bu tanığa bir ölçüde kuşkuyla
yaklaşmak gerekir, zira verdiği ifade dedikoduları ve abartılı hikayeleri
tekrarlama eğiliminde olduğunu ortaya koyar; ama doğu tecrübesine sahiptir ve
olaylar onun anlattığı gibi gelişmemiş olsa bile tartışmalı seçime dair
söylentileri aktarmış olması mümkündür. “Kanun’’da da söylendiği gibi, böylesi
tartışmalar gizli tutulmalıdır, aksi halde "bu yüzden büyük rezaletler,
büyük husumetler doğabilir.’^9
Bir kez seçildikten sonra, titizlikle çizilmiş sınırlar dahilinde olsa
da hatırı sayılır bir güce sahip oluyordu üstat. Sözgelimi gerekli olduğuna
hükmederse, kaynakların kalelerle ocaklara dağılımını yeniden
düzenleyebiliyordu - keza "Kanun’da da, üstadın gidip gelişleri esnasında
bu yerlerin durumuyla yakından ilgilenmesi gerektiği söyleniyordu. îane olarak
ocaklara bağışlananların ve batıdan Tapınakçı biraderlere gönderilen, ama
doğudaki sahipleri ölmüş bulunan hediyelerin dağıtımı da üstadın takdirine bırakılmıştı.
Bununla birlikte bir despot değildi üstat. Önemli kararlar -savaşa mı girilecek
mütareke mi yapılacak, topraktan feragat mi edilecek yoksa bir kale mi
edinilecek, kumandanlığa kim atanacak, hastalık veya idari sebeplerle batıya
kim yollanacak, tarikata kim kabul edilecek vb- ancak ruhani meclise
danışılarak alınabiliyordu. Aynı şekilde üstat, Trablus ya da Antakya'ya gitmek
isterse hazineden 3000 besant'a kadar para çekme hakkına sahip olsa da, bunu
ancak “rahibe manastırının hazinedarı ve hazine-nin anahtarlarını taşıyıp
koruyan kişi" olan Kudüs Krallığı kumandanının izniyle yapabilirdi. Ruhani
meclis bir grup kıdemli görevliden oluşuyordu: kethüda, müşir, Kudüs Krallığı
kumandanı, Kudüs şehri kumandanı, Akka kumandanı, mefruşatçı, Trablus ve
Antakya kumandanları. Ayrıca l l6O'lara değin Tapınak gücünün ana merkezleri
sayılır hale gelmiş olan bölgelere -Fransa, İngiltere, Poitou, Aragön,
Portekiz, Apulia ve Macaristan- birer il üstadı atanmıştı. Ancak bu kimselerin
genel ruhani meclis müzakerelerine büyük katkılarda bulunmuş olması pek mümkün
değildir; kaldı ki “Kanun”da da, üstat ile ruhani meclisin emri yoksa eğer,
bunların doğuya gelmemeleri gerektiği söylenir.29 Arada bir bazı meselelerin üstat ile ruhani meclisi
aşıp papaya intikal ettiği de olmuştur - 126l'de Türkmenlerin feci bir bozguna
uğrattıkları Tapınakçı birliklerinin başında bulunan Müşir Sis-sey'li Etienne
vakasında olduğu gibi.30
Müşirin çarpışmadan kurtulabilen yegane kıdemli Tapınakçı olması dikkat
çekicidir, ama sebebi ne olursa olsun, büyük üstadın bozgundan müşiri mesul
tuttuğu anlaşılmaktadır. Alışılmış tavrını bir yana bırakan Thomas Berard
müşiri yargılanması için Roma'ya göndermişti. Müşir papalık tarafından
yargılanmaya itiraz ettiyse de, hem IV. Urbanus hem de halefi IV. Clemens nihai
yargılama hakkının kendilerinde olduğu konusunda ısrar etmiş ve sonuçta müşir
1265'te papalığın yetkesine boyun eğmek zorunda kalmıştı.31 32 33
Kethüda büyük üstadın vekiliydi. Parisli Matthew'nuh XIII. yüzyıla ait
çizimlerinde yalın bir dikdörtgen olarak gösterilen, bir sırık ya da kargının
ucuna tutturulmuş siyah-beyaz sancağı kethüda taşırdı.” Perugia San Bevignate
Kilisesindeki bir frizde tasvir edilen büyük savaş sahnesinde görüldüğü gibi,
sancakta bazen de beyaz zemin üzerinde tarikatın ayırıcı işareti olan sekiz
noktalı kızıl haç yer alabiliyordu?4 Üstat
gibi kethüdanın da kendi maiyeti ve atları vardı. Müşir de neredeyse kethüda
kadar önemliydi; zira askeri teşkilatın başı oydu, tek tek kumandanlardan,
atlar, silahlar ve teçhizattan o sorumluydu, ayrıca büyük bir alım, talep ve
dağıtım yetkisine sahipti. Kudüs Krallığı kumandanı tarikatın hazinedarıydı,
hazine odası onun idaresi altındaydı; büyük üstatla aralarında öyle bir yetki
paylaşımı sağlanmıştı ki, tarikatın mevcut birikimi üzerinde birinden birinin
fazlaca egemenlik kurmasını engellerlerdi karşılıklı olarak. Sözgelimi büyük
üstat hazinede kilitlenebilir bir mahfaza saklayabilirdi, ama odanın anahtarını
elinde bulundurmasına izin verilmezdi. Kumandanın teslim aldığı her şey önce
üstat tarafından incelenir, ardından da kayda geçirilirdi, böylelikle teftişe
hazır bir liste mevcut olurdu. Yük hayvanı ve köle gibi askeri nitelik
taşımayan ganimetlerin hepsi, Tapınakçı-ların elindeki ocak, köy ve casal'larla
Akka'daki gemiler ve stok mahzenleri kumandanın kontrolü altındaydı. Mefruşatçı
tarikat mensuplarının giysi ve yatak takımlarını tedarik ederdi, tarikata
bağışlanan şeylerin dağıtımını üstlendiği de olurdu. Bir Tapınakçının
gereğinden fazla eşyaya sahip olduğu kanısına varırsa, onun elinden bazı
şeyleri geri alıp başkasına verebilirdi, zira salt giysi muhafızı değildi,
biraderlerin -“Kanun’’da söylendiği üzere- düzgün giyimli olmasını sağlamak
gibi bir vazifesi de vardı. Bu beş görevlinin tarikatın “büyükleri" olduğu
bellidir, ama emir-komuta zincirinde birbirleriyle tam olarak ne gibi ilişkiler
içerisinde oldukları pek açık değildir. Sözgelimi mefruşatçı, kendisinden bir
şey istediğinde Kudüs Toprakları kumandanına itaat etmek zorundaydı, ama aynı
zamanda üstat ile müşirin ardından “diğer tüm biraderlerin üstü" diye
niteleniyordu.34
Bu görevlilerin altında, özel bölgesel sorumlulukları olan kumandanlar
yer alıyordu: Ürdün nehrine gidip gelen hacıları gözeten, taşınması halinde
Gerçek Haçı koruyan şövalyelerle tarikata belli bir süreliğine hizmet veren
laik şövalyelerin başı Kudüs Şehri kumandanı; bölgelerinin tamamından,
özellikle de kalelerin her an hazır durumda tutulmasından sorumlu olan Trablus
ve Antakya kumandanları. Kudüs Toprakları kumandanının vekilliğini yürüten
şövalyelerin kumandanı ile doğudaki belli ocakları yöneten bazı şövalye
kumandanları da bunlara ekleniyordu.35 Diğer uzman görevliler, yedek ve gözcü birlikler
olarak hizmet veren hafif türkopol süvarilerine nezaret eden türkopol komutanı,
“Kanun"un “ahırın zanaatçı biraderleri" diye andığı biraderleri idare
eden müşir yardımcısı, şövalye silahtarlarının hizmete alınıp disipline
sokulmasından sorumlu alemdar ve hasta, yaşlı biraderlerle ilgilenen
revirciydi. Anlaşıldığı kadarıyla, temelde tarikatın zanaatkar, işçi ve
silahtarlarıyla ilintili görevler üstlenen alemdar ile müşir yardımcısı hariç
diğer görevlilerin hepsi şövalye kesimine mensuptu.36 Emri altında hiçbir şövalyenin bulunmaması koşuluyla
bir yaver de belli bir ocak ya da istihkamın idaresini üstlenebiliyor, casalier
birader sıfatıyla tarikata ait köy ve çiftlikleri yönetebiliyordu?37
Genelde bu yapılanmanın uygulamada da kağıt üstünde olduğu gibi
işlediği anlaşılmaktadır. Sözgelimi 1149-1152 arasında Büyük Üstat Barres’lı
Everard Fransa’dayken doğuda tarikatı, yaklaşık '1149’dan itibaren kethüdalığı
üstlenen Montbard’lı Andre idare etmiş, 1153'te Tremelay’lı Bernard’ın
ölmesinin ardından da usul gereği Montbard’lı Andre büyük üstat olmuştu.38 Ama kimilerinin
hiyerarşideki yerini saptamak bu kadar kolay değildir. Bunların en ilginç
örneklerinden biri Geoffroi Fulcher’dir; Fulcher muhtemelen l 144’te Tapınağa
girmiş durumdaydı, 1150’lerin ortalarında ise kıdemliler arasına katılmış
bulunmaktaydı - 1156’ya tarihlenebilecek bir belgedeki imza listesinde, unvanı
belirtilmese de adı büyük üstadınkinden hemen sonra gelmektedir. Ayrıca
muhtemelen ll64’e ait iki belgede “vekil" ve “idareci" diye
anılmıştır. ll63’te Fransa Kralı VII. Louis’ye, 1167’de de Mısır’daki halifeye
temsilci olarak gönderilmişti. l l 70’lerde hâlâ hayattaydı ve batıda tarikat
ocakları kumandanı olarak hizmet veriyordu; ama gördüğü işler de, ziyadesiyle
genel unvanları da, yaklaşık bu tarihlerde yazımı tamamlanmış olmasına karşın
“Kanun"da belirlenen görevlere pek uygun düşmüyordu.39
Tapınak ordusu mensupları ya şövalyeydiler ya yaver, statüleri tarikata
katılmadan önce laik hayatta sahip oldukları toplumsal konuma bağlıydı büyük
ölçüde. Tarikata yeni girenler dışarıdaki giysilerini mefruşatçıya teslim
ettikten sonra standart zırh, giysi ve teçhizatla donatılıyorlardı.
Şövalyelerin zırhı, bir miğfer, kafayı ve bacak zırhlarına kadar gövdeyi örten,
zincirden örülmüş bir üstlük ve bacaklarla ayakları koruyan soleret’lerden
oluşuyordu. Zincir üstlük espalier'lerle -metal omuzluklarla- sağlamlaştırılmıştı;
bunlar, muhtemelen deriden yapılmış takviyeli bir cekedin üzerine giyiliyordu.
Silahlar bir kılıç, bir kalkan, bir kargı, bir Türk gürzü (anlaşıldığı
kadarıyla uzun saplı, kabaralı, metal bir topuz), ayrıca daha ziyade günlük
kullanıma yönelik bir kama, bir ekmek bıçağı ve bir çakıdan oluşuyordu. Temel
giyim malzemeleri de iki gömlek, iki paçalı don, iki tuman, gömleğin üzerine
bağlanacak ince bir kuşak, bir yelek, iki beyaz biniş (biri kışlık kürklü),
pelerine benzer kalın bir üstlük, gömleğin üzerine giyilen kısa kollu bir tünik
ve bir deri kemerdi. Her şövalye üç at ve bir silahtar bulundurabiyor, ayrıca
büyük üstadın kararıyla fazladan bir atla bir silahtar edinebiliyordu. At
örtüleri ve binek hayvanları için arpa da veriliyordu şövalyelere.40 Silahtar tahsisi
büyük önem taşıyordu; zira silahtarın görevi, zırhına, teçhizatına ve atlarına
göz kulak olmak suretiyle savaşan şövalyeye destek sunmaktı. Seviyece
şövalyeliğe denk bir iş değildi bu, şövalye ile silahtarının ilişkisi bir
efendi-uşak ilişkisiydi; zira silahtarlar, birtakım özel düzenlemelere ve
zincire vurmayla dayağı da içeren disiplin kurallarına tabi olmakla birlikte,
tarikatın üyeleri değil belli bir süreliğine tutulmuş dışardan kimselerdi.41 Bu önemli desteğin yanı sıra şövalyelerin -özellikle açık arazide
günler, geceler geçirmelerini gerektirebilecek seferler için- uygun teçhizata
sahip olmalarına da özen gösterilirdi. Her şövalyenin şilte olarak kullanmak
üzere saman dolu bir döşek, battaniyeler, çarşaflar, bir keçe ve yük
torbalarından oluşan seyyar bir yatak takımı taşıması gerekirdi. Ayrıca yemek
pişirip yemek için gereken alet edevat ile hayati önem taşıyan su için matara
ve çanaklara da ihtiyaç vardı - bunlar olmaksızın, yazın sıcaklığın bölgedeki
başka birçok yere göre serin olan Kudüs'te bile sık sık 35 dereceyi bulduğu bir
iklimde uzayıp giden chevauchee'leri [akınlar] gerçekleştirmek imkansız olurdu.
Dahası Kudüs'ün doğusuyla güneyindeki bazı bölgelerde yağış miktarı o kadar
düşüktür ki, buralarda çöl şartları hüküm sürer.
Beyaz biniş giyme ayrıcalığı tanınmış olan şövalyelerden farklı olarak
yaverler, önünde ve sırtında kırmızı haç olan siyah tünik ve kahverengi ya da
siyah biniş giyerlerdi. Zırhları şövalyelerinki gibi mükellef değildi, demir
bir başlık, zincirden kolsuz bir üstlük ve ayakları örtmeyen bacak zırhlarından
oluşuyordu; şövalyelerin kahramanlıklarına eşlik etmelerini pek gerektirmeyen
fiili askeri vazifelerine uygun bir donanımdı bu. Doğuda yetke sahibi beş yaver
vardı yalnızca (müşir yardımcısı, alemdar, manastırın aşçı biraderi, nalbant ve
Akka denizi kumandanı); bunlar ikişer atla birer silahtar bulundurma hakkına
sahiplerdi. Sıradan yaverlerin birer atı vardı. Yalnızca Latin
Hı-ristiyanlardan devşirilen şövalyelere kıyasla ırksal çeşitlilik
gösteriyorlardı, Ermeni ve Suriyeli, ana babası farklı kökenlerden gelen
yaverler mevcuttu.42
Ancak şövalyeler ile yaverler arasındaki en önemli fark toplumsal konum
farkıydı; kaldı ki XII ve XIII. yüzyıllarda toplum genelinde şövalyeliğin
işlevi ve hukuki statüsünün daha açık bir tanıma kavuşmasıyla birlikte, Tapınak
şövalyeleri de neredeyse bir kast oluşturur hale gelmişlerdi. Daha XII. yüzyıl
ortalarında bile, beyaz biniş giyebilmek için şövalye soyundan gelmek
gerekiyordu;43
1260'larda, Aziz Bernard'ın kişiler arasında ayırım yapılmadığını iddia ettiği
Tapınak cemaatinde, tarikata giriş sırasında laik hayattaki toplumsal konum
hakkında yalan söylemek tarikattan kovulmakla cezalandırılabi-lecek bir suç
haline gelmiş durumdaydı. “Kanun”un sonunda ceza sisteminin uygulanışına dair
örnekler sunan Tapınakçı şöyle bir dava aktarmıştır:
Bir şövalye biraderimiz vardı, onun yurdundan gelen biraderler
kendisinin ne şövalye oğlu olduğunu ne de soyunda bir şövalye bulunduğunu
söylüyorlardı, ocağımız açısından bunlar öylesine ciddi sözlerdi ki, ruhani
meclise çıkmaları icap etti. Bu biraderler, yüzleşmeleri halinde şövalyenin
suçunun anlaşılacağını söylediler; bunun üzerine biraderler Antakya'da bulunan
şövalyeyi çağırtmayı kararlaştırdılar. Şövalye üstadın emriyle çağrıldı,
katıldığı ilk ruhani mecliste ayağa kalkıp üstadın önünde hakkındaki sözleri
işittiğini söyledi. Üstat bu sözleri söyleyenlerin ayağa kalkmasını emretti,
onlar da ayağa kalktılar; şövalye, babası da ataları da şövalye olmadığı için
suçlu bulundu, sırtından beyaz biniş alınıp yerine kahverengi biniş verildi.
Muhatabının ifade vermek üzere batıya çağrılmasını gerektirecek kadar
ciddi bir suç olarak görülmüştü bu ve söz konusu şövalye tarikattan ihraç
edilmeyi, Poitou kumandanının emirleri doğrultusunda hareket ettiğini
kanıtlayarak engelleyebilmişti ancak.44
Yaverler arasında da astlık-üstlük vardı muhtemelen. “Kanun"dan,
yaverlerin Tapınağın muharip gücünün bir parçası olarak görüldükleri
anlaşılmaktadır; ama bütün yaverler için geçerli değildir bu. Duruşmada verilen
ifadeler, batıda -mahkeme noterleri tarafından serviens ya da hizmetli
biraderler diye nitelenen- geniş bir zanaatkar Tapınakçılar zümresi olduğunu,
bunların genelde ciddi askeri faaliyetlere elvermeyecek yaş ve fiziksel durumda
bulunduklarını gösterir.45 46 47 “Kanun"da
serviens terimi kullanılmaz, ancak “ahırların zanaatkar biraderleri" ve
“duvarcı biraderler"e, ayrıca nalbant ve aşçılara dair atıflar, bu tür
işlerin doğuda da batıdaki kadar elzem olduğunu ortaya koyar/7 frere sergent vefrere de mestier gibi iki farklı terim kullanılarak
bir ayrım gözetilmiş olduğu da açıktır/8 Bununla
birlikte sergens ile serviens’in, Hayırseverlerde olduğu gibi yaver zümresi
içerisindeki iki ayrı grubu nitelemek üzere kullanılmadığı anlaşılmaktadır.48 l310'da Kıbrıs'ta
Tapınakçılar hakkında hazırlanan tutanaklarda herhangi bir tutarlılık çabası
gösterilmeksizin, sadece üç Tapınakçı serviens diye nitelenir ve bunlardan
ikisi için sergens de denir; bunlardan biri olan Chastel-Blanc'lı Abrahamfaber
sergens, yaver nalbant diye anılmıştır - Abraham'ın Trablus Kontluğundaki
tarikat kalesinde gördüğü işin bu olduğu anlaşılmaktadır.49 Genelde doğuda sergens, Fransa'da ise serviens
terimi kullanılır, bir hiyerarşinin yansımasından ziyade noter ve katiplerin
getirdiği bir ayrımdır bu belki de.
Şövalyelerin hemen hepsi teke tek dövüşme teknikleri eğitiminden
geçmişti; birçoğu da tarikata katıldığında, özellikle Fransız ve İngiliz
toplumlarına özgü turnuvalarda, Anjou'lar ile Capet'ler ve Hohensta-ufenliler
ile İtalyan şehir devletleri arasındaki gibi süreğen çatışmalarda bilenmiş,
gayet deneyimli birer savaşçıydı zaten. Aslanyürekli Richard ya da William
Marshal gibi istisnai yeteneklere, güçlü kişiliklere sahip komutanların
idaresinde oldukları zamanlar hariç, düzenli ve sürekli ortaklaşa faaliyetin
gereklerine ise pek aşina değillerdi muhtemelen. Dolayısıyla (şövalye teçhizatı
arasında bir kaşığın da bulunması gerektiğini bile belirten) “Kanun”un pratiğe
dönüklüğünün, ordugah kurmak, şövalyeleri bölükler halinde düzenlemek ve süvari
akınlarını kontrol etmek için öngörülen yöntemler söz konusu olduğunda iyice
barizleşmesi şaşırtıcı değildir. Ordugah kurulurken her bir şövalye çadırını
-tehlike işareti verildiğinde toplanma noktası işlevini gören- şapele göre
konumlandırarak, silahtarları, atları ve teçhizatıyla bir birim oluştururdu.
Ses eriminden çıkılmadığı veya izin belgesi gösterildiği haller hariç ordugahtan
uzaklaşmak yasaktı. Silah kuşanmaktan süvari hücumlarına değin tüm askeri
faaliyetler sıkı sıkıya müşirin emirlerine tabiydi. Şövalyeler toplandıklarında
bölüklere ayrılırlardı ve yaralanmış bile olsa hiçbir biraderin bölüğünü izin
almaksızın terk etmesine göz yumulmazdı; bunun tek istisnası, “ola ki bir
Hıristiyanın budalaca davranıp kendisini öldürmek isteyen bir Türkün
saldırısına uğraması"ydı, bu durumda şövalye onu kurtarmaya gidebilir,
yabancı topraklara girmekten olabildiğince sakınarak birliğine geri dönerdi.
Süvari hücumu başlayacağı zaman müşir sancak açardı; sancak, özellikle de çoğu
zaman hücumun ardından çıkan meydan savaşında, Tapınakçıların muharebe düzeni
açısından hayati önem taşırdı. Öyle ki, sancağın etrafına on şövalyelik özel
bir koruma ekibi yerleştirilir, ilkine bir şey olursa açılmak üzere katlı
tutulan ikinci bir sancak bulundurulurdu. Sancak hiçbir koşul altında silah
niyetine kullanılmak üzere indirilemezdi; bunu yapan Tapınakçı giysilerini
kaybedebilir, zincire vurulabilirdi. Askeri gidişat ne olursa olsun, benekli
sancak henüz görülebilir durumdaysa, hiçbir Tapınakçı savaş alanını terk
edemezdi; bu temel düstura uymamak “ocaktan ebediyen kovulmak" demekti.
Neticede sancak inerse eğer, Tapınakçıların önce Hayırseverlerinkini, olmazsa
herhangi bir Hıristiyan sancağını açmaya gayret etmesi gerekirdi. Ancak tüm bu
sancaklar gözükmez olduktan sonra, cezalandırılma korkusu duymaksızın savaş
alanını terk edebi-lirlerdi.5’
51 Regle, mad. 148-9, s. 115-17; mad. 156-68, s. 120-7. Ayrıca bkz.
Bennett, “La Regle du Temple," s. 17-18. Mad. 419-2l'de bir Tapınakçının
savaş alanını terk edebileceği özel durumlar sayılır, s. 229-30.
Tapınakçıların muharebedeki maharet ve cesaretlerine hayran kalmış,
kimliği belirsiz bir hacı, onların sıkı manastır kurallarına itaatlerinden de
aynı derecede etkilenmişti. Nitekim Tapınakçıları tanımlama sorunu karşısında
Aziz Bernard da onların hem keşiş hem şövalye olduklarına hükmetmişti, zira
birbirini dengeleyen iki niteliği, manastır itidali ile şövalyelik kudretini
bir araya getiriyorlardı.50 51 lki
hacının, Würzburg'lu Johannes ile Theoderich'in 116O'lar ile ll70'lere ait
kayıtlarına göre Tapınakçılar Mescidiaksa'nın kuzey yanında, camiye dik, büyük,
yeni bir kilisenin temellerini atıyorlardı” Tapınak bölgesinin 1187'de
kaybedilmiş olması bu işin hiçbir zaman tamamlanamaması anlamına gelse de,
Tapınakçıların burada çok büyük ölçekli bir inşaata giriştikleri
anlaşılmaktadır. Kilise Mescidiaksa'nın batısına değin Tapınak tepesini bir
uçtan bir uca kesecek, batı ve güney tarafındaki tonozlu dehlizlerle geniş
kapalı bir alan, bir manastır avlusu oluşturacaktı; batılı ziyaretçileri
etkilememesi imkansız bir düzenlemeydi bu. Bu bölgede muhtemelen yapının
cephesine ait, üzerinde Tapınakçı yazıtları olan kireçtaşı blokların bulunması,
ayrıca Tapınak tepesinde yüksek nitelikli heykel yapımına elverişli gelişkin
bir işliğin mevcut olması, bezemelerin yine o çağa ait Nasıra Tebliğ Kilisesi
için geliştirilen üslupta olduğunu düşündürür?4
Tapınakçıların büyük kalelerinde önemli kiliseler inşa etmeleri, bu
büyük kiliseyi bitirememelerini kısmen telafi etmişti; kalelerdeki kiliseler
buralardaki cemaatler için birer merkezdi - sefere çıktıklarında kullandıkları
geçici kiliseler ile taşınabilir sunaklar da böyleydi. Şapeli, Latin
Hıristiyanları arasında revaçta olan Şeytan ve yardakçılarını cezalandırma
sahnesiyle Başmelek Aziz Mikail'e adanmış olan Chastel-Blanc'taki kilise
surlarla çevrili alanın merkezinde, sağlam iç hisarın zemin katındaydı.
Uzunluğu 23,6 metreydi ve beşik tonozlu üç salına bölünmüştü, ana salının
genişliği 10,2 metre, tonoz yüksekliği de 13,5 metreydi. Absidanın bitimiyle
iki yanındaki iki kare niş, dört metre kalınlığında, absidanın sırtıyla ana
salım kısmında mazgallarla delinmiş bir duvara gömülüydü - Tapınakçıların
uğraşılarının çift yönlülüğüne işaret eden incelikli bir düzenlemeydi bu.
Anlaşıldığı kadarıyla kilise XII. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiş, 1202
depreminden sonra da tamirat görmüştü.52 53 54 l
217'nin başlarında, Birinci Haçlı Seferi ruhunu canlandırmaya yönelik bir vaaz
seferi sırasında Akka Piskoposu Vitry'li jacques, halkı kutsayıp iki Müslümanı
vaftiz edeceği Torto-sa sahilindeki Tapınakçı kalesine gitmeden önce burada bir
vaaz ver-mişti.56 Chastel-Blanc'tan farklı olarak
Atlit ile Safed'deki şapeller yapıldığı sırada Kudüs'teki Tapınak bölgesinin
elden gittiği biliniyordu - söz konusu şapellerin boyutu ile tasarımını
etkilemiş olabilecek
bir bilgiydi bu. Atlit'i inşa edenler, iç hisar bölgesinin güneybatı
kısmına otuz metreden geniş, büyük yuvarlak bir kilise eklemişlerdi. Şapel,
dışarıya açılan tonozun da oturduğu bir merkezi sütun etrafına inşa edilmiş on
iki yüzlü bir yapıydı - model alındığı anlaşılan Kutsal Kabir Constantinus
rotondasına benziyordu bu yapı.55 56 Safed'de ise şapel kalenin en
yüksek kısımlarından birine, kaleiçinin güneydoğu tarafındaki yuvarlak kuleye
inşa edilmişti. Anlaşıldığı kadarıyla sekizgendi ve ışık almaya da yarayan bir
kubbeyle kapatılmıştı. Duvarlarda içinde heykeller bulunan nişler vardı, bunlar
arasında en dikkat çekicisi Aziz Georgius heykeliydi - l266'da muzaffer
Memluklar bunları parçalanması gereken putlar olarak göreceklerdi?8
■
Safed'deki şapelin yapısının tam olarak anlaşılabilmesi için kulenin
ayrıntılı bir arkeolojik incelemeden geçirilmesi gerekir; ama bu şapel,
Tapınakçıların batıdaki idare merkezlerinin birçoğunda inşa ettikleri çokgen ve
yuvarlak kiliselerden pek de farklı değildi muhtemelen. Ta-pınakçıların
Portekiz’deki Tomar ile Castilla'daki Segovia'da etkileyici yuvarlak şapelleri
vardı, bunlarda mukaddes emanetlerin korunduğu merkezi ışık kuleleri
bulunuyordu. Segovia'daki şapel, ışık kulesinin oluşturduğu üst katta yer
alıyordu ve burada Gerçek Haça ait bir parça saklanıyordu. Paris'in
kuzeydoğusundaki Laon'da bulunan görece küçük idare merkezinde, açık kemerli
bir narteksle XII. yüzyıla tarihlenen altıgen bir şapele girilir (bkz. resim
8). Londra ve Paris'teki büyük merkezlerde de, sonradan dikdörtgen koro
yerleriyle genişletilmiş yuvarlak kiliseler vardı. Paris'teki artık mevcut
değildir, Londra'da nehir kıyısında bulunan ve 1185'te Kudüs Patriği Heraclius
tarafından takdis edilen Tapınak Kilisesi ise Ingiliz geçiş dönemi üslubunun
seçkin bir örneğidir. Tapınakçılar her idare merkezinde bu kadar ifrata
kaçmıyorlardı, ama yerel ocak mensuplarının "Kanun"da öngörüldüğü
üzere Kilise saatlerini izlemelerini sağlayan, Cistercium tarzında sade
bezemeleri olan dikdörtgen şapeller inşa ediyorlardı. Bunların birçoğu kırsal
bölgelerdeki küçük idare merkezlerinde yer alıyor, dördül bir alanın bir yanını
tutuyor, diğer kenarlar boyunca da aşevi, barınma birimleri ve ahırlar
uzanıyordu - Cistercium manastırlarının küçük ölçekli bir değişkesiydi bu.57 Pirenelerde
Sarlat ile Ga-ronne'un buluşma noktası olan Montsaunes'teki surlarla çevrili
Tapınak ocağında kilise kuzey-güney doğrultusunda, günlük uğraşlar ve askeri
işlere ayrılmış alan ile mezarlık ve rahip bahçesini birbirinden ayırıyordu.
Tarikatın yanı sıra bölge cemaatine de hizmet veren kiliseye halk batı
kapısından, Tapınakçılar ise kuzey tarafındaki ayrı bir kapıdan giriyordu.
Küçük güney kapısı ise mezarlığa açılıyordu (bkz. çizim 10).58 59
Onıne datum optimum tebliğinin Tapınakçılara "hem esas
ocaklarınızda hem de ek yerleşimlerle size tabi yerlerde'^’ rahip bulundurma
izni tanıdığı l l 39'dan sonra kiliselerde tarikatın kendi din adamları hizmet
sundu.' Vaizler dar kostümler giyer, sakallarını tıraş ederlerdi, ocakta saygın
bir yerleri vardı: En iyi giysileri kullanır, sofrada büyük üstadın yanında
oturur, ilk hizmet edilen kişi olma ayrıcalığını taşırlardı. Ufak tefek suçlar
işlediklerinde cezaları hafifletilirdi: Diğer biraderler ceza olarak süfli
işler görürlerken, onlar "çalışmak yerine" mez-mur okurlardı.60 61 62 Ama
mevki konusunda yalan söylemek bu müsamahayı dengeleyecek kadar ciddi bir
suçtu. "Kanun’un son kısmında verilen ihlal örneklerinden biri, kendisini
ikinci diyakoz diye tanıtan ve bu suçu yüzünden tarikattan kovulan bir biradere
ilişkindir^3 Bu vaizler ayin yönetir, günah
çıkartır, belli suçları affeder, ölü gömerlerdi. Özellikle Fransa'da bazıları
yerel ocakların idareciliğini de üstlenirlerdi. Ne ki, tarikatın niteliğinden
ötürü, diğer manastır tarikatlarında ruhbanı öylesine önemli kılan nüfuzu kazanamazlardı,
çoğu da Kilise teşkilatında pek yükselemezdi. Başpiskoposluk ya da piskoposluk
mevkiine ulaşmış Tapınak rahibi örneklerine çok az rastlanır^ bunların sayısı,
Cistercium mensupları, Fransiskenler ve Dominikenler arasından çıkan Kilise
ileri gelenlerinin sayısıyla karşılaştırılırsa çarpıcı bir fark görülür. Bundan
hoşnutsuzluk duyulduğunu gösteren veriler de mevcuttur; zira belli bir
süreliğine hizmet veren rahipler arasında bile (şövalyeler gibi rahipler için
de mümkündü bu), öngörülen süre dolmadan tarikattan ayrılmaya çalışanlar
olmuştur.63 64 65
Bu rahiplerin yetkileri de “Kanun”da dolaylı olarak dile getirildiği
kadar geniş değildi. “Kanun”da biraderlerin sadece, "papa nezdinde
başpiskoposlarınkinden daha büyük bir bağışlama gücüne”66 sahip olan tarikat
rahiplerine günah çıkarmaları gerektiği söylense de, bu rahipler, piskoposluğun
yetki alanına giren cinayet, saldırı ve din istismarı gibi büyük suçları
affetme yetkisinden yoksunlardı aslında. Dahası “Kanun’un biraderlerin
günahlarını çıkartma hakkını sadece tarikat rahiplerine tanımaktaki ısrarı,
“büyük bir gereklilik olduğunda ve etrafta hiçbir vaiz birader bulunmadığında”
bir başkasına da günah çıkarmaya izin verilmesiyle pratikte esnetilmişti zaten”
Kaldı ki bu dönemde ruhbanın nüfuzunun arttığı diğer tarikatların çoğunun
tersine Tapınak Tarikatında askeri ihtiyaçlar rahiplerin rolünü giderek
önemsizleştirmişti. Duruşma sırasında bu günah çıkarma meselesi iddia makamının
ilgi odağı oldu; zira Tapınakçıların tarikat dışından kimseye günah
çıkarmadıklarının kanıtlanması halinde, tarikatın sapkınlığını örtmek için tam
bir gizlilik sağladığı iddiası destek kazanabilecekti. Tapınakçılar ise, Kudüs
patriği, yerel piskoposlar, Fran-siskenler ve Augustinus rahipleri gibi tarikat
dışından çeşitli din adamlarına günah çıkardıklarını iddia ediyorlardı. Gizli
sapkınlık suçlaması karşısında iddialarını kanıtlama telaşına düşmüşlerdi
haliyle; ama XIl. yüzyılda Karmelit rahipleriyle kurdukları yakın ilişkilere
dair inandırıcı beyanlara bakılırsa söyledikleri doğruydu. Manastırları
Hayfa'nın güneyinde, Naha! Siah vadisinde, Karmel dağının batı yamacında
bulunan Karmelitler, Atlit Kalesine sadece yirmi beş kilometre mesafedeydiler;
söz konusu ilişkiler de, Tapınakçıların l 309'da Cler-mont piskoposunun
karşısında verdikleri ifadelerle açıkça ortaya konmuştu. Villars'lı Bernard
adlı bir rahip sorguculara, Tapınakçıların mümkünse sadece tarikat rahiplerine
günah çıkardıklarını söylemişti. Ama tarikat rahibi bulunamadığında
Karmelitlere de müracaat edebilirlerdi, çünkü "işittiğine göre, denizaşırı
topraklarda Karmelitlerle sıkı bir dostlukları vardı." Bir diğer tanık,
Outremer'de hizmet vermiş olan Yaver jean Cenaud da şöyle söylüyordu:
"Denizaşırı topraklarda, Tapınak biraderlerinin Hacılar Kalesinde [Atlit]
kullandıkları erzakın onda biri Karmelit biraderlere gidiyordu, çünkü bu
biraderler dost ve sırdaş addediliyordu."66 67
Ancak Cistercium mensuplarından farklı olarak Tapınakçıların
başlangıçtan beri, hem yeni üye devşirmek hem de bağış toplamak için
faaliyetlerini halka duyurmaları gerekmişti - kutsal yerlerin korunması çok
büyük bir insan gücü isteyen, son derece masraflı bir işti. Molaylı jacques bu
umuma dönük yüzleriyle gurur duyuyor, "katedral kiliseleri hariç,
şapelleriyle kiliselerinin (...) mukaddes itikatlarla ilgili tezyinatı ve
mukaddes emanetleri daha ala, daha güzel, rahip ve sair din adamları tarafından
düzenlenen kutsal ayinleri daha iyi başka bir tarikat" bilmediğini
söylüyordu^9 Molay'ın böyle övünmek için
haklı sebepleri de vardı; zira tarikat, yeniden inşa edilen Westminster
Manastır Kilisesine gönlü kaymazdan önce Londra'daki Tapınak Kilisesinde
defnedilmeyi tasarlamış olan İngiltere Kralı III. Henry gibi zevk sahipleri
nezdinde büyük bir çekiciliğe sahipti.68 69 70 III.
Henry'nin tarikata yönelik ilgisi, 1240'ın Ağma Gününde Yuvarlak Kilisenin
genişletilmiş koro yerinin takdis törenine ve -Hayırseverlerin verdiği
tantanalı ziyafet dahil- müteakip kutlamalara katılmasından da çıkarılabilir.7’
Bu kiliseler birer kült nesneleri merkeziydi genelde, zira tarikat
yaygın doğu bağlantıları sayesinde zengin bir mukaddes emanetler koleksiyonu
oluşturmuştu. Outremer'de son derece etkili parçalar vardı tarikatın elinde.
Tapınak rahipleri Kutsal Perşembe günleri, ellerinde çiçeklenişini göstermek
üzere Dikenli Tacı havaya kaldırıp teşhir ederlerdi. Atlit'te diğer mukaddes
emanetlerin yanı sıra, Bakire ve Şehit Azize Khalkedonlu Euphemia'nın (ö. 303)
kalbiyle bedeni muhafaza edilirdi - azizenin mucizevi özellikleri, sahil yolunu
izleyerek güneye, Akka'dan Kudüs'e giden pek çok hacıyı kaleye çekerdi?2 Geleneksel inanışa göre bu kalıntılar birtakım mucizeler sonucu
Atlit'e intikal etmişti; daha VII. yüzyılda Caesarea yakınlarındaki bir
kilisenin azizeye adanmış olması bu bölgenin haçlıların gelişinden yüzyıllar
önce azizeyle bağıntılandırıldığını düşündürse de, bu inanç müminlerin gözünde
söz konusu emanetlerin kudretini artırmış olsa gerektir.71 72 73 74 Tapınakçılar mukaddes emanetlerini bir de buhran dönemlerinde ortaya
çıkarırlardı. Uzun süren kuraklıklar gibi kötü iklim şartları hüküm sürdüğünde,
en nadide emanetlerini -lsa'nın içinde yıkandığına inanılan fıçı ya da tekneden
yapılmış bir haçı- nedamet alayıyla Akka sokaklarında dolaştırırlardı. Haçın
sağaltıcı etkisi olduğuna inanılırdı, bu nedenle Akka'daki Tapınak kilisesini
pek çok hasta ziyaret ederdi?4 Anılan
mukaddes emanetlerin son ikisi 129l'de kurtarılıp Kıbrıs'a götürülmüştü.
Duruşma sırasında bir tanık, Nicosia'daki Tapınak kilisesinde gümüşle tezyin
edilmiş emanet mahfazaları içinde iki baş gördüğünü söylemişti, bunlardan
birinin Azize Euphemia'ya ait olduğuna inanıyordu?5
Tapınağın malları 1312'de Hayırseverlere devredildiğinde mukaddes emanetler de
bunlar arasındaydı. 1330'ların sonlarında Sudheim'lı Ludolph Rodos'ta, bir
zamanlar Tapınakçılara ait olan, ama artık Hayırseverlerin elinde bulunan zengin
koleksiyonu görmüştü - koleksiyonda, lsa'nın havarilerin ayaklarını yıkarken
kullandığı leğenden yapıldığına inanılan tunç haç da bulunmaktaydı?6
Mukaddes emanetler, batıdaki muhtemel hamilerle bağlantıları
güçlendirip Kutsal Topraklardaki meselelere yönelik ilgiyi canlı tutmak için de
kullanılıyordu. l 247'de Londra'ya billur bir şişecik içinde lsa'nın Haça
saçılmış kanını getiren kişi bir Tapınakçıydı, Tapınakçılar ve Hayırseverlerin
üstatları tarafından gönderilen bu emanetin sahici-!iği Kudüs patriği ile
Kutsal Toprakların diğer. önemli din adamlarının mührüyle tescillenmişti;
1272'de de Thomas Berard, aziz ve azizeler Fi-lipus, Helena, Stephanus,
Laurence, Euphemia ve Barbara'ya ait mukaddes emanetlerle birlikte Gerçek Haç
parçaları göndermişti Londra'ya.75 76 77 Castilla'da,
şehrin kuzey surlarının dışında, çarpıcı bir kırlık arazide, özellikle Gerçek
Haçın bir parçasını saklamak üzere inşa edilmiş Segovia Kilisesi
Tapınakçılarındı (bkz. resim 9); tarikat Paris'te de, yortu günlerinde, oradaki
ocaklarında korunan ve ünlü Köln'lü 11.000 bakirenin kalıntılarını içeren
mukaddes emanet koleksiyonunu sergi-lerdi.78
Ayrıca borç para verdikleri için Tapınakçılara rehin olarak mukaddes emanetler
bırakılıyordu sık sık, bunların yerel Tapınak ocaklarının hazinelerinde saklanması
istisnai bir durum değildi. Anlaşıldığı kadarıyla Aziz Policarp'ın mahfaza
büstü de bu yolla edinilmişti, Tanrı Tapınağı başrahibince rehine konmuş ve
geri alınmamıştı; Dalmaçya sahilindeki Zara şehrinin yönetimi ise, bir borç
karşılığında, azizlerin silahlarıyla haçlardan oluşan zengin bir koleksiyonu
Macaristan ve Slovenya üstadına teslim etmiş ve sonuçta -en -geç Nisan 1308'de-
bu koleksiyonu rehinden kurtarmıştı/9
Tapınakçılar, Orta İtalya'nın halk arasında dini hassasiyetin güçlü
olduğu kesimlerinde gayet iyi teşkilatlanmışlardı: Papalık devleti ile
Abruzzi'de 1309 ve 1310'da Tapınakçılar aleyhine düzenlenen tutanakları kaleme
alan noterlerin titiz çalışması, doğuda Chieti'den batıda Roma'ya, kuzeyde de
Gubbio'ya uzanan bölgede tarikatın yirmi bir kilisesi olduğunu gösterir -
bunlar kuzeyde, sekiz kilisenin bulunduğu Viterbo ve Orvieto civarında
yoğunlaşmışlardır.78 79 Umbria'daki
Perugi-a'da, Porta Sole'nin hemen dışında, papalık mabeyincisi Tapınakçı
birader Bonvicino'nun himayesinde 1256-62 arasında inşa edilen San Be-vignate
Kilisesi, 1260'tan itibaren kentle özdeşleşen "kendini kırbaçla-yanlar’ın
oluşturduğu büyük alayların toplanma noktasıydı. San Be-vignate'nin nedamet
getirip kendini kırbaçlayanların koruyucusu olduğuna inanılıyordu; kilisenin
içinde, güney duvarındaki Son Yargı freskinin alt kısmında, aralarından birinin
önderleri Raniero Fasani olduğu sanılan birtakım disciplinati [tilmizler] ya da
kendini kırbaçla-yanlar resmedilmiştir. Nedametle bağlantılı faaliyetler olarak
hacılık ve haçlılığa Perugia’da özel bir önem veriliyordu; bunun altında hem
Guelfler ile Ghibellino'ların sebep olduğu yıkıcı çatışmadan ötürü duyulan
güçlü barış isteği, hem de Orta İtalya’ya belki de Tapınak ağı kanalıyla ulaşan
Moğol istilası haberlerinin yarattığı korkular yatıyordu?’
Kiliselerin bezemeleri de mukaddes emanetleri kadar dikkat çekiciydi
genelde. Bazı kiliselerin bezemelerinde, mesela Charente'teki Cressac'nın
1170'lerden kalma renkli fresklerinde, Sarazenlerle çarpışmaya giden atlı
Tapınakçılarla diğer haçlılar resmedilmiştir. Bu sahneler, yöre baronları La
Marche Kontu Lusignan'lı Hugues ve An-gouleme Kontu Guillaume Taillefer'in
kardeşi Geoffroi Martel'in katılımıyla, 1163'te Krak des Chevaliers
yakınlarında Nureddin'e karşı kazanılan zaferin kaydıdır belki de. Bu ileti
batı duvarındaki, ejderhayı yenen cengaver Aziz Georgius tasviri ve İmparator
Constantinus'a kapılarını açan Muzaffer Kiliseye dair simgesel bir tasvirle
(yüz ifadesi nahoş bir figürün üzerine at süren bir şövalyeyi selamlayan bir
kadın) pekiştirilmiştir.80 81 Auvergne,
Ydes'deki gibi başka kiliselerin de Aziz Georgius'a ithaf edilmesi ve Metz ile
Montbellet'de olduğu gibi Azize Catherine'in şehit oluşunun tasvir edilmesi,
Hıristiyan cengaverliği ve inanç uğruna kendini feda etme izleklerinin Tapınak
kiliselerinde sık sık kullanıldığını düşündürür. Aslında Azize Catherine
hikayesi, bu kültle -IX. yüzyılda kültün doğduğu- Sina dağında tanışan
haçlıların hikayeyi halk arasında yaygınlaştırmasının ardından, Fransa ile
lngil-tere'de sık sık yeniden üretilir hale geldi?3
Tapınak kiliselerindeki resim ve heykellerin konuları haçlı seferleriyle
sınırlı değildir, tarikatın özimgesiyle bariz bağıntılar da mevcuttur - Bakire
(bu külte yönelik ilginin tarihi, Tapınak ile Aziz Bernard arasındaki
ilişkilere değin uzanır) ve Muzaffer lsa kültlerinin, "Yeni Ahit"in
özellikle de şehit düşmüş havari ve azizlerine ilişkin kültlerin benimsenişi bu
özimgenin yansımasıdır?4 Montsaunes'teki kilise
bunun bir örneğidir.
Görece mütevazı bir idare merkezinde bulunmakla birlikte, Toulouse ile
Bayonne arasındaki işlek yola yakındır bu kilise; anakapıdaki yontularla
içerideki freskler için tarikat büyük zahmetlere girmiş olsa gerektir. Batı
kapısı kemerinde, yani kilisenin halka dönük yüzündeki alınlıkta elli iki insan
kafasından oluşan çarpıcı bir yontular toplamı yer alır: Kemerin tam
tepesindeki labarum'un'I' altında yüzler kederlidir; ama iki yana doğru
inildikçe -belli ki Tanrı'dan uzaklaştıkları, hatta belki de lanetlendikleri
için- giderek daha grotesk, daha azaplı ifadelere bürünürler. Kapı sövelerinin
üstündeki sütun başlıklarında da havarilerin şehit düşüşü gösterilir: Solda
Paulus'un kafasının kesilmesi, Petrus'un çarmıha gerilmesi ve Stephanus'un
taşlanması, sağda ise lsa'nın hayatından mucize sahneleri yer alır - bir araya
geldiklerinde Hıristiyanlığın ölüm karşısındaki zaferini ifade eden izleklerdir
bunlar. Biraderlerin kullandığı kuzey kapısı Bakire'ye ayrılmıştır; hikayeler,
Cebrail'in tebliğinden müneccimlerin tapınmasına değin kronolojik sırasıyla
sunulur, en üstte de haşmetli bir Bakire ve Çocuk sahnesi bulunur. İçerideki
freskler büyük hasar görmüştür ve genel izlekleri tespit etmek pek kolay
değildir. Motiflerin birçoğu figüratif değil geometriktir; ama bir Son Yargı
tasviri ve her biri duvarlara çizilmiş yuvarlak kemerlerle çerçevelenmiş
çeşitli peygamber, havari ve aziz resimleri de vardır.82 83
Perugia'da bulunan ve kaleye benzeyen büyük San Bevignate Kilisesi,
39,5 metreye 17,5 metrelik boyutları ve 27 metrelik azami yüksekliğiyle, geniş
çaplı fresk tezyinatı için gayet uygun bir alan oluşturmuştu (bkz. resim 10).
Fresklerin çogu silinip gitmiş olsa da, bu imgelerin -San Bevignate'nin sadece
kendini kırbaçlayanların toplanma merkezi olarak degil, aynı zamanda bölge
kilisesi olarak da kullanılmasına alışkın- yöre halkı üzerindeki etkisini
kestirmeye yetecek kadarı günümüze ulaşmıştır. Tipik bir Tapınakçı kilisesidir
bu; iç mekanı gayet açık, doguda kare biçiminde bir absida şapeliyle son bulan,
bitişiginde geniş bir çan kulesi bulunan büyük bir dikdörtgen şeklindedir.
Burada ya da hemen yakında bulunan, Aziz Jeröme'a adanmış küçük bir kilisenin yerine
yapılmıştır. Başlangıçta burası Perugia'daki iki Tapınak merkezinden biriydi;
ama tarikat 1283-85 arası bir tarihte yöredeki Benediktenlerle ihtilafa düşüp
San Guistino d’Arno’daki diger üssünü kaybetti ve San Bevignate'yi büyük bir
yapılar topluluğu haline getirmek zorunda kaldı - kilisenin güney tarafına
manastır binaları eklendi ve muhtemelen tüm bu binalar bir duvarla kuşatıldı.84 85
Kilisenin fresk tezyinatında çalışmış dört sanatçıyı ayrıştırmak
mümkündür, bunlardan üçü buradaki ilk inşa döneminde iş görmüş-tür.87 Freskler Tapınak hayatının ikiliğini yansıtır. Dini izlekler çok
çarpıcıdır; hiç değilse bu bölgede, Tapınağın tinsel içeriği biraz kıt bir
tarikat oldugu düşüncesinin yeniden degerlendirilmesi gerektigini düşündürür
bunlar. Ana absida duvarının üst kısmında, tahta oturmuş ve etrafları
meleklerle kuşatılmış Bakire ile Çocuk sahnesi vardır; bunun altında,
pencerenin iki yanında dört İncil yazarının remizleri bulunur. Orta zeminde,
sunağın tam arkasında Çarmıha Gerilme sahnesi yer alır; dönemin Umbria-Toscana
üslubuyla resmedilmiş bu sahnede İsa kıvranıp acı çekmektedir. Absidanın sol
duvarında Son Yemek sahnesi görülür, pencerelerle bölünmemiş geniş sağ duvara
ise Son Yargı sahnesi hakimdir. 1280 civarında, belki de -Papa III.
Nicola-us'un hostarius'u [mabeyinci] ve bölgedeki Tapınak mülkünün yöneticisi
sıfatıyla Bonvicino'nun doğal halefi olan- Guillaume Charnier'nin nüfuzu sayesinde,
tarikat, absida ile sahın duvarlarındaki aralıklara on iki havari figürlerinden
oluşan bir dizi yeni resim yaptırmıştı. Tarikatın özellikle üzerinde durduğu
liturjik faaliyetler, sol duvarda Son Akşam Yemeği sahnesinin altında yer alan
ve yortu günleri “Kanun”da tarikatın kutlaması öngörülen yortular arasında
bulunan Aziz Lauren-ce, Aziz Stephanus ve Maria Magdalena gibi Hıristiyanlığın
büyük saygı duyulan simalarına ait resimlerden çıkarılabilir.86 Özel yerel
bağlantılar da absida duvarının sağ alt köşesindeki tasvirle ortaya konmuştur;
burada bizzat Münzevi San Bevignate'nin hayatından bir sahne yer alır, ona
kilisesinin inşa edileceği yeri bağışlayan piskopos tarafından takdis
edilmektedir bu tasvirde. Ayrıca salının absidaya açılan doğu ucundaki sivri
kemerin üzerinde, birtakım zarif bezemelerin ortasında, münzeviye atfedilen bir
mucize hikayesinden kalma parçalar görülür - hikayeye göre San Bevignate bir
kurt tarafından vahşice öldürülen bir çocuğu diriltmiştir.
Başka İtalyan kiliselerinde de sık sık görüldüğü üzere Son Yargı’ya
ayrılmış olan batı duvarında Tapınak propagandası daha barizdir. Sağlam kalmış
imgeler arasında üç sahne göze çarpar. Pencerenin solunda çarpıcı bir Tapınak
kadırgası resmi vardır, geminin kime ait olduğu pruvasındaki iki siyah-beyaz
sancakla belirtilmiştir (bkz. resim 11). Kutsal Topraklara giden hacılar dikkat
kesilmiş mürettebatın koruması altındadırlar, direğin tepesindeki gözcü yerinde
bulunan üç adam da mürettebattandır. Geminin sağ üst tarafında, bir kartalın
pençeleri arasında kapalı bir kitap görülür - açıktır ki, Aziz jean'ın Tapınak
gemilerine binenleri koruyuşunun simgesidir bu. Bir başka düzeyde bakıldığında,
geminin, maddi dünyanın fırtınalarında savrul-sa bile ona güvenenlere kurtuluş
fırsatı sunan Kiliseyi temsil ettiği de düşünülebilir.87 Bunun altındaki sahnede ise, dalgalanan palmiyelerin
arasından çıkan bir aslan, manastırlarının galerisinde duran beyaz bi-nişli bir
grup keşişe doğru hamle eder (bkz. resim 12). Tarikatın, burada aslanla
simgelenen inanç düşmanlarının saldırılarına karşı koyabileceğini göstermek
hedeflenmiştir muhtemelen. "Latince Kanun'da, boş bir iş olmasından ötürü
avlanmak yasaklanmıştır Tapınakçılara; bu kuralın tek istisnası ise aslandır,
zira aslan "yutabileceği kimseleri arayarak gezer” ve "onun eli
herkese karşı işler, herkesin eli de ona karşı" ("Petrus’un Birinci
Mektubu," 5:8).9° Ayrıca öndeki keşişin, Beytüllahim'de yaşarken bir
aslanın pençesinden diken çıkarmış olan Peygamber Yeremya'yı hatırlatırcasına
aslana doğru uzanmasına bakılırsa, tarikatın özgün şapelin ithaf edildiği azizi
anıştırarak bu ithafı vurgulamayı hedeflediği de düşünülebilir. Son olarak,
pencerenin altında batı duvarı boyunca uzanan frizde, Cressac'daki gibi
hareketli bir savaş sahnesi yer alır; burada vahşi bir cenge tutuşmuş
haçlılarla Müslümanlar ve gayet belirgin Tapınak kalkanlarıyla sancakları
görülür. Buradaki savaş, Tapınakçıların 1242’de Nablus'a düzenledikleri,
kasabayı yağmalayıp camiyi yaktıkları hücum olabilir - Tapınakçıların batıda
herkes tarafından bilinmesini sağladıkları bir maceradır bu.9’
Ancak Tapınakçıların yetkinlik görüntüsü sunma ihtiyaçlarının keşiş
sıfatıyla güttükleri hedeflerle dengelenmesi de gerekiyordu. Tüm dini
tarikatlar, şu ya da bu ölçüde, tarikata katılanların laik hayatın kışkırtma ve
yozluklarından kaçınmak suretiyle selamete erme isteğini karşılarlardı.
Cistercium ve Chartreuse tarikatları bunu dünyadan, günlük kaygıların
curcunasından uzak yerler bularak sağlamaya çalışıyordu. Tapınakçılar da
meselenin farkındaydılar. Paderborn'lu Oliver, tarikatın yalnızca askeri amaçlarla
değil, aynı zamanda cemaatin Akka'ya atfettiği murdarlık ve günahlardan uzak
durmak amacıyla da Atlit’i üs tuttuğu kanısındaydı.92
Atlit'te ibadethane ile buna bağlı binalar, kalenin koruyucu surları içerisinde
bir manastır kompleksi oluşturuyordu. Evvelce Kudüs’teki Tapınak'ta olduğu ve
Oliver'e göre kutsal şehir yeniden ele geçirildiğinde olacağı gibi, “Kanun’un
belirlediği manastır hayatı döngüsüne uyuluyordu burada.
Yani seferde değillerse veya savaştan uzak batıdaki idare merkezlerinde
bulunuyorlarsa, “Kanun" Tapınakçılar için, diğer keşişlerin günlük
döngüsünden farksız, Kilise saatlerine göre işleyen manastır hayat tarzını
öngörürdü. Madde 279 bu mecburiyeti belirsizliğe yer bırakmaksızın ortaya
koyar:
Her Tapınak biraderi bilmelidir ki, öncelikli vazifesi Tanrı'ya
hizmettir ve her bir birader çalışmasıyla izanını buna, bilhassa da Tanrı'nın
kutsal ayinlerine katılmaya vakfetmelidir; tarikatta bulunduğu müddetçe hiç
kimse kutsal ayini kaçıramaz, aksatamaz. Zira "Kanunumuzun dediği gibi,
eğer Tanrı'yı seviyorsak, onun kutsal kelimelerini gö- 88 89 90
nü! rızasıyla işitip dinlemeliyiz.91
Günler, yazın saat dört civarında düzenlenen, biraderlerin on üç
pa-ternoster dinledikleri ya da okudukları alacakaranlık duasıyla başlardı,
ardından saat altıda tansökümü duası ve missa, sekizde sabah, on bir buçukta da
öğle duası gelirdi. Her şey yerine getirildiği takdirde alacakaranlık duası ile
tansökümü duası arasında kısa bir uykuya izin verilir, bu sürenin sonunda,
günün kısımlarını belirleyen çan sesiyle tekrar toplanırlardı biraderler.
Kuşluk vaktine değin her biraderin ocağa hayrı dokunanlar için altmış
paternoster okuması gerekirdi - duaların "otuzu Tanrı onları Arafta
çektikleri acılardan kurtarıp Cennet'e alsın diye ölüler için, kalan otuzu da
Tanrı onları günahtan uzak tutsun, geçmiş günahlarını affetsin ve hayırlı bir
akıbete kavuştursun diye yaşayanlar için" okunurdu. Öğle duasının ardından
genellikle iki seferde -önce şövalyeler, ardından yaverler- günün ilk öğünü
yenirdi. Mümkünse bir rahip topluluğu takdis eder, yemek sırasında bir katip
kutsal kıssa okur, biraderler de sessizlik içinde yemeklerini yerlerdi. Yemeğin
ardından şükretmek üzere şapele gidilirdi. Öğle sonrasını iki buçuktaki ikindi
ve altıdaki günbatımı duaları böler, sonra günün ikinci öğünü olan akşam yemeği
yenirdi. Son ayin, bir araya gelen biraderlerin su veya sulandırılmış şarap
içtikleri akşam duasıydı. Ardın-daıl uyunurdu, akşam duasından ertesi günün
alacakaranlık duasına değin sessizlik hüküm sürerdi. Kışın ayin saatleri
birbirine yaklaşırdı, zira alacakaranlık duası şafaktan önce başlayamaz, akşam
duası da genellikle altı çeyrek civarında okunurdu.92 Çan çaldığında derhal şapele gidip ayine katılma
mecburiyetinden muaf olan kimseler hastalar, "eğer elleri hamurda
ise" fırında vazifeli birader, "eğer ateşte demir
varsa" demirhanede vazifeli birader ve eğer at nallamaya
hazırlanıyorsa nalbanttı. Ama bunların da işlerini bitirir bitirmez şapele
gitmeleri, duaları dinlemeleri, eğer dinleyemedilerse bizzat okumaları
gerekirdi.93 94
Dolayısıyla tarikat ocaklarının birçoğunda Tapınakçıların günleri
Benedikten muadillerininkinden pek de farklı geçmezdi; hatta Aziz Benedictus'un
“Kanun’unda olduğu gibi Tapınakçıya da, eğer aldığı emir yapamayacağı veya akla
aykırı bir şeyse o emirden azade olma hakkı bile tanınmıştık Bununla birlikte
Tapınakçılar doğuda ve Ispanya’da aynı anda hem keşiş hem de aktif görevde
askerdiler. Dualara iştirak ibadet için gerekli olduğu gibi pratik sebeplerden
ötürü de büyük önem taşıyordu, “çünkü akşam duası hariç, başvuru ve emirlerin
dualardan sonra tebliğ edilmesi tarikatın teamüllerinden"di.95 96 97 Dinçlik de önemliydi. Uzun oruçlar Cistercium mensupları için makul
olabilirdi, ama askeri tarikat mensuplarını savaşamayacak kadar zayıf
düşürebilirdi. Arkeolojik bulgular , Tapınakçıların zengin bir beslenme
düzenlerinin olmadığını düşündürür^ ama savaş alanında, Vitry’li Jacques’ın
exempla'smda hicvettiği şövalye gibi (öyle uzun süre su-ekmek orucu tutmuştur
ki, ■ cenkte hiçbir işe yaramaz) mecalsiz kalmamalarını sağlayacak kadar iyi
beslenmiş ■ olmalıdırlar. 99 “Kanun’un çeşitli kısımlarında beslenme unsurları
olarak sığır, koyun, dana ve keçi eti, alabalık, yılanbalığı, peynir ve
fasulye, mercimek, lahana gibi sebzeler anılır; tarikat bostanlara sahip
olduğuna, domuz ve tavuk beslendiğine göre, bu tür ürünler de tüketilmiş olsa
gerektir.™ Savaşa hazır olmak, atlarla teçhizata dikkat ve özen göstermek
demekti; şövalyenin alacakaranlık ve akşam dualarından sonra bunları
denetlemesi, icabında silahtarına danışması ve gerekli onarımlara nezaret
etmesi mecburiydi. Hayvanlara gördürülecek iş ve gösterilecek muameleye dair
sıkı kurallar getirilmişti - zira atlar yarıştırmak ya da dörtnala koşturmak
için değildi, şövalye atlar arasında tercihte de bulunamazdı. Dolayısıyla
Tapınakçıların at bakımındaki ustalıkları meşhurdu, tedavi için dışarıdan hasta
atlar gönderilirdi tarikata.10’ Savaş
bölgelerinde Tapınak hayatının nasıl olduğu, yemek esnasındaki davranışlara
ilişkin düzenlemelerden rahatlıkla anlaşılabilir: Atların huy-suzlanması ve
silah başına çağrılma, izin almaksızın sofradan kalkmayı gerektirecek birkaç sebep
arasındaydı.’02 Duruşma sırasında hizmetli
biraderlerden Rodezli Bertrand Guasc, Sidon'da tarikata resmen kabul edilişini
anlatmıştı; tören biraderlerin derhal karşılık vermesi gereken bir Sarazen
hücumuyla yarıda kesilmişti - ani bir tehdit doğduğunda, sonradan cezanın
tamamlanması gerekse de cezalı biraderler bile birliklere katılmak
zorundaydılar.’03 Ancak manastır hayatı ile
askerlik hayatının gerekleri arasındaki bağdaşmazlık, Tapınakçılar ocak
dışında, seferde, çanlardan ve düzenli dualardan uzakta olduk- 98 99 100 101 larında
en keskin haliyle ortaya çıkıyordu. Böylesi zamanlarda, kaçırdıkları duaların
yerine belli sayıda paternoster okuyorlardı, ama "yemek yerken, sofradan
kalkarken, kıssa okurken ve başka herhangi bir şey yaparken" mümkün
olduğunca sanki manastırdaymışlarcasına hareket etmeleri gerekiyordu.102 103 104 Ne
ki, askeri tarikatlar ile Benedikten çağdaşları arasındaki farkın en bariz
olduğu yer, boş vaktin nasıl geçirileceğine ilişkin öğütlerdir. Her iki taraf
da tembelliği Şeytan'ın aracı sayar: "Düşman'ın kötü arzular, boş
düşünceler ve değersiz sözlerle hücumu, iyi işlerle meşgul bulduğu adamdansa
aylak adam karşısında daha pervasız, daha şevklidir," denir Tapınağın
"Ka-nun"unda. Ama Aziz Benedictus'un "Kanun’u keşişleri vakti
sessizce tefekküre dalıp okuyarak değerlendirmeye teşvik ederken,
Tapınakçı-lar, silah ve sair teçhizatın onarımı dahil tüm işlerini
tamamladıktan sonra "çadır direği, çadır kancası yapacak veya vazifelerine
uygun herhangi bir şeyle uğraşacaklardır."™5
Tüm bunlar Hıristiyanlığın genel yıl düzeni çerçevesinde cereyan
ediyordu; bu "yıl"ın önemli dönemleri -olağan günlük faaliyet
kalıplarını zorunlu olarak değiştiren ve ek törenler düzenlenip oruç
tutulmasını gerektiren- Noel arifesi, Noel, Büyük Perhiz, Paskalya ve belli
başlı azizlere ithaf edilmiş yortu günleriydi.™6
Özel vesilelerle de birtakım ayinler düzenleniyordu. Kül Çarşambasında
[Paskalyadan önceki büyük perhizin ilk çarşambası] "tüm biraderler
kafalarına kül serptirmelidirler; külden gelip küle döndüğümüzü hatırlatmak
üzere külü vaiz birader, eğer vaiz bulunamazsa bir başka rahip
serpmeli-dir."’07 Paskalya arifesi
Perşembenin de [Ayak Yıkama Günü] yine belli bir düzeni vardı. Missayla
günbatımı duası okunduktan sonra ianeci on üç yoksula sıcak su ve havlu
dağıtırdı:
Biraderler yoksulların ayaklarını yıkayıp havlularla kurulayacak, ar’
dından da tevazuyla öpeceklerdir. $u var ki, ianeci ayakları yıkanan bu
yoksulların bacaklarında veya ayaklarında pis bir illet olmamasına dikkat
edecektir, yoksa bu illet biraderlerin vücuduna sirayet edebilir. Bu tören icra
edilirken rahiple katip beyaz cübbe giyip haç taşıyacak, ocakta o gün okunması
adetten olan duaları okuyacaklardır. Sonra, eğer daha kıdemli biri yoksa ocağın
kumandanı, ayakları yıkanan yoksullara ikişer somun ekmek, birer çift ayakkabı
ve ikişer denier dağıtacaktır.
Bunlar biraderler yemek yemeden önce yapılırdı, akşam duası vakti
yaklaştığında da bir çıngırak çalınırdı:
bu çıngırağın sesiyle biraderler sanki çan çalmış gibi büyük salonda
toplanacaklardır; rahiple katip de büyük salona gidecek ve haçı
taşıyacaklardır. Sonra bir rahip veya katip lncil'in o gün okunması adetten
olan kısmını başlık vermeden okuyacaktır; isterse okurken oturabilir, ama
kıyafetinin eksiksiz olması gerekir; okuma sırasında bir ara dinlenebilir. Bu
esnada yaverler de biraderlere ■ şarap getireceklerdir, biraderler isterlerse
şarap içebilirler; şaraplar içildikten sonra İncil okuyan kalan kısmı da tamamlayacaktır.
Okuma : bittiğinde biraderler, rahip ve .katip şapele .gideceklerdir; rahip
mihrapları yıkayacak ve .'bunlara , .• şarap serpecektir. Sonra ocağın adeti
uyarınca tüm biraderler mihraplara gidip dua edecek, mihrapları öpeceklerdir;
her birader sunaklara serpilen sulandırılmış şarabın birazını dudaklarıyla
silmeli, bu şaraptan içmelidir.105 106
Derken zirve noktası olan Hayırlı Cuma [Paskalya arifesi Cuma] gelir, o
gün "tüm biraderler haçın önünde tam bir teslimiyetle dua edeceklerdir;
haçın önüne gittiklerinde yalınayak olmalıdırlar. Ve o gün su-ekmek orucu tutup
yemeklerini peşkirsiz yiyeceklerdir.”’09
Tapınak cemaatine hiç kimse bunu cidden istediğini kanıtla-maksızın
katılamazdı;kaldı ki, eğer bir biraderin kabulü sırasında toplumsal konumuna
dair yalan söylediği anlaşılırsa, “Kanun”da sayılan tarikattan kovulmaya sebep
olabilecek dokuz özel suç kadar ağır bir suç addedilirdi bu.107 108 “Kanun’un
sonunda, “bir biraderin tarikata nasıl alınıp katılacağını" eksiksiz
olarak tarif eden bir bölüm bulunur. Bu bölüm 1260 civarında kaleme alınmıştır
muhtemelen, ancak kabul törenlerinin tarikatın ilk zamanlarında buradaki
tariften tamamen farklı olduğu da düşünülemez. Evlilik töreni gibi kabul
ritüelleri de verilen vaadin sağlamlığını vurgulamak üzere tasarlanmıştı. Kabul
etme makamında bulunan kişi -bu kimi zaman yerel kumandan, kimi zaman müfettiş
gibi yüksek rütbeli bir gezici görevli olurdu- ocak biraderlerini toplayıp bir
ruhani meclis kurar ve namzedin kabulüne bir engel olup olmadığını sorardı.
Eğer herhangi bir itiraz gelmezse aday ayrı bir odaya alınır, burada ocağın iki
üç tecrübeli üyesi tarikata katılırsa ne gibi güçlüklerle karşılaşacağını
anlatırdı ona.
Eğer Tanrı yolunda her şeye seve seve katlanacağını, ebediyen,
hayatının her günü ocağın kulu kölesi olmak istediğini söylerse, ona nişanlısı
veya kansı olup olmadığını; bir başka tarikata bir yemin veya vaatle bağlanıp
bağlanmadığını; bir laik kişiye ödeyemediği bir borcu olup olmadığını; vücutça
sıhhatli olup olmadığını, gizli bir hastalığının bulunup bulunmadığını; birinin
serfi olup olmadığını sora-
caklardır.
Hem meclisten hem de namzetten bir kez daha taleplerini teyit etmeleri
istendikten sonra namzet meclis salonuna alınır, kabul edenin karşısında diz
çöker, ellerini malum biat tavrıyla kavuşturur, kabulünü dilerdi. Kabul eden de
şöyle söylerdi:
Değerli birader, çok büyük bir şey istiyorsun, zira tarikatımızı sadece
dışarıdan görüyorsun. Gördüklerin sağlam atlarımız ve iyi teçhizatımız, iyi
yiyecek içeceğimiz, iyi elbiselerimiz olduğu için rahat edecekmişsin gibi
geliyordur sana. Fakat bunların ardında yatan insafsız emirleri bilmiyorsun;
kendi kendinin efendisi olan senin için başkalarına kölelik etmek ıstıraplı bir
şey olacak. Çünkü istediğin bir şeyi yapman çok zor burada, tabii yapabilirsen
eğer; çünkü denizin bu tarafında kalmak isterken öte tarafına ya da Akka'da
kalmak isterken Trablus, Antakya veya Ermenistan'a, yahut da ocak ve
mülklerimizin bulunduğu Apulia, Sicilya, Lombardia, Fransa, Bourgogne,
lngiltere veya başka yerlere gönderileceksin. Uyumak isterken ayakta olacaksın;
bazen de uyanık kalmak isterken yatağında dinlenmen emredilecek sana.
Söz konusu olan bir yaverse, "belki en süfli işlerimizden birini
göreceği, fırında, değirmende, mutfakta çalışacağı, develerle, domuzlarla veya
bu tür başka işlerimizle uğraşacağı söylenebilir kendisine." Tüm kabul
töreni boyunca vurgulanan şey, tarikatın daha yüce iyisi ve bireysel ruhun
selameti uğruna iradeden vazgeçmekti. Sonra namzet salondan çıkar ve kabul eden
kişi üçüncü kez onun tarikata kabul edilmemesi için bir sebep olup olmadığını
sorardı. Namzet salona dönüp bir kez daha aynı sorgulamadan geçerdi; yalnız bu
kez İncil üzerine yemin ettiği için, yalan söylemenin ciddi sonuçlar yaratacağı
iyice vurgulanırdı. Ardından itaat, erdenlik ve yoksulluk andı içer, Kudüs'ü
fethedip savunmaya söz verir, tarikatı hiçbir zaman terk etmeyeceğini, bir
Hıristiyanın haksız ve sebepsiz yere mülkünden yoksun bırakılmasına alet
olmayacagını bildirirdi.
Sonra ruhani meclisi toplayan kişi binişi alıp namzedin omuzlarına
atacak, bağcıklarını bağlayacaktır. Vaiz birader Ecce quam bonum mez-murunu
okuyup Ruhülkudüs'e dua edecek, biraderler de paternoster okuyacaklardır.
Namzedi birader yapan kişi onu ayağa kaldırıp ağzından öpecektir; vaiz
biraderin de onu öpmesi adettendir.
Namzet, kendisine tarikattan kovulmasına veya ceza almasına sebep
olabilecek suçları ve uyması beklenen hayat tarzını daha ayrıntılı şekilde
anlatması için kabul eden kişinin karşısına 'oturtulurdu. "Sana yapman ve
sakınman gereken şeyleri, ocaktan kovulmana yol açacak şeyleri, giysini
kaybetmene ve sair cezalara sebep olacak şeyleri söylemiş bulunuyoruz; ama
söylenecek her şeyi söylemedik, bunları sen soracaksın. Tanrı iyi söyletip iyi
eyletsin.”109
Namzetin girdiği cemaat neredeyse tamamen yetişkin erkeklerden
oluşurdu. "Latince Kanun”da da "Fransızca Kanun”da da gayet açık bir
dille belirtildiği üzere, kadınların tarikata kabulü uygunsuzluk addedilirdi.”110 Kabul töreni de
bu yargıyı pekiştirirdi. "Hastalanman vey;ı sana bu konuda izin
verebilecek birinin müsaadesi olması halleri dışında bir kadının hizmetinden
yararlanmayacaksın; ister annen, ister kardeşin, ister herhangi bir akraban,
ister başka bir kadın olsun asla bir kadını öpmeyeceksin.”111 Dolayısıyla
kadın bağışçılar Tapınağa bariz bir ilgi gösterseler de, XIII. yüzyılda
Hayırseverler Tarikatında olduğu gibi kadınlara ayrılmış ocakları yoktu
Tapınakçıların.”4 Tapınağa katılanların
karılarının rahibe olması beklenirdi, ama "başka bir tarikatta"
elbette. 112 113 Bazı
bağış beratlarında, bağışta bulunan kadınların yerel Tapınak ocağının
"Kanun"una göre yaşamayı amaçladıklarını gösteren ibarelere
rastlanır;114 115 ama
bunun, tarikatın o civardaki bir bendesi olarak erdenlikli bir hayat sürmeyi
istemekten öte bir anlama gelmesi pek olası görünmemektedir. Ne ki dünyadan
tamamen kopmak her zaman mümkün olmuyordu, özellikle de muktedirlerle muhatap
olunuyorsa. Paderborn'lu Oliver Tapınakçıların Atlit'i bir manastır sükûneti
sağlamak üzere inşa ettiklerini düşünse de, Kral IX. Louis'nin karısı
Provence'lı Marguerite 1251’de bu kalede bir çocuk dünyaya getirmişti.”7
Geleneksel Benedikten tarikatları çocukları da kabul ederdi; bunların
büyük kısmı çok küçük yaşta manastıra teslim edilir, dışarıdaki hayat hakkında
pek bir şey öğrenmeden büyürdü. Manastıra adanan bu çocuklar orada eğitilir,
aile hayatından yoksun kalsalar da cemaatten bakım ve destek görürlerdi. Ancak
askeri tarikatların da önemli bir rol oynadığı XII. yüzyıl başı manastır
reformu bu düzene taraftar değildi. Cistercium Tarikatı akıl çeliciliklerinden
ötürü çocukların kabulünü yasaklamıştı, Tapınakçıların ise gerekli fiziksel
güce ulaşmış üyelere ihtiyacı vardı. "Latince Kanun’un on dördüncü
maddesinde küçük yaştakilerin tarikata peylenmesine izin verilir, ama çocuk
Kutsal Topraklarda İsa'nın düşmanlarını öldürmeye yetecek güce ulaşıp silah
taşıyabilir hale gelene değin ebeveyni tarafından büyütülecektir.”8 Yerel Tapınak merkezlerinde bu tür düzenlemelere rastlanmak-tadır.
Mesela 1241'de Champagne Kontluğundaki Provins ocağında, Odelina'nın oğlu,
"sağlam ve sağlıklı, zihni yerinde, erginlik çağına ulaşmış, ebeveyninin
vesayetinden çıkmış” Renaud, çocukken annesinin verdiği söz uyarınca tarikata
girmek istediğini teyit etmişti.”9 Fiziksel
gelişim düzeyleri değişkendi elbette. Provins beratında Rena-ud'nun yaşı
belirtilmez, sadece yetişkinliğe ulaştığı söylenir; ama yetişkinlik halinin
tanımı farklı yorumlara açıktı tabii ki. Duruşma sırasında bir Tapınakçı
tarikata girdiğinde on bir yaşında olduğunu iddia etmiş, başka iki Tapınakçı da
ancak on üçlerinde olduklarını söylemişlerdi.116 117 118 Ayrıca
Kutsal Topraklarda haçlı seferine katılan Toulouse Kontu Alphonse Jourdain
Nisan l l48'de, on dört yaşındaki oğlu Ra-imond'u Kudüs'teki Tapınakçılara
emanet etmişti - amacı onu tarikata sokmak değil, kendisi haçlı seferindeyken
onun da savaş sanatları eğitimi görmesini sağlamaktı muhtemelen. Tapınakçıların
böylesi çocuklar konusundaki tavırlarının ne olduğu bilinmiyor; ama tarikata l
l 34'te batıdaki topraklarında kapsamlı imtiyazlar tanımış olan Alphonse
Jourdain gibi birini gücendirmeyi göze alamadıkları açıktır. Ne gibi sonuçlar
yaratmış olursa olsun bu durum çabuk son buldu; ıs
Nisan civarında Alphonse Jourdain'in beklenmedik ölümüyle kontluğu
Raimond devraldı ve acilen Toulouse'a dönmek zorunda kaldı.’2’ Anılan bu çocuklar ortalamadan daha boylu ve daha güçlülerdi belki
de, ama Rouergue'deki Vaour gibi çevresinden görece kopuk idare merkezlerinde
kuralların delindiğini ve -bakımlarını sağlamak amacıyla veya büyüdüklerinde
tarikata katılmaları beklentisiyle- ocağa çocukların da alındığım gösteren
veriler mevcuttur.^
Tarikata çocuk kabul edilmediği için çıraklık evresi de yoktu. Duruşma
sırasında tanıkların çoğu tarikata hemen kabul edildiğini söylemişti; bunun
sebebi muhtemelen yeni üyelerden olgunluk yaşına varmış, aklı baliğ olmalarının
istenmesiydi. Laik şövalyelerin belli bir süreliğine hizmet etmelerinin mümkün
olması, birçokları için makul bir seçenekti kuşkusuz. Ancak özgün “Latince
Kanun’un on ikinci maddesiyle deneme süresi şartı getirilmiştir; ayrıca l l
39'da tarikatın kendi rahiplerinin olmasına izin verildiğinde, Omne datum
optimum tebliğiyle bunların tarikata girmeden önce cemaatte “bir yıl süreyle
kendilerini kanıtlamaları" emredilmişti.^3
Ne ki anlaşıldığı kadarıyla tarikat tarihinin daha başlarında bu uygulamadan
vazgeçilmiştir. “Kanun’un Fransızca çevirisinin söz konusu maddesinde deneme
süresi
’2’ Rorgo Fretullus de Nazareth et sa description de la Terre Sainte.
Histoire et edi-tion du texte, yay. haz. P. C. Boeren, Amsterdam, 1980, s.
xviii-, 54, 72-7. A-ragon'daki benzer örnekler için bkz. Forey, The Templars in
the Corona de Aragön, s. 285 ve Ek 1, no. 13, s. 380. Ayrıca bkz. bu kitapta,
s. 71.
’22 Bkz. E. Magnou, “Oblature, classe chevaleresque et servage dans !es
ma-isons meridionales du Temple au Xllme siecle,” Annales du Midi, 73 (1961),
390-1.
’23 Regle, mad. 11, s. 23. Papsturkundenfür Templer undjohanniter, cilt
I, no. 3, s. 208. Bkz. A. J. Forey, "Novitiate and Instruction in the
Military Orders during the Twelfth and Thirteenth Centuries,” Speculum, 61
(1986), 1-17.
cümlesi atlanmış, bu cümle çocukların tarikata kabulünü yasaklayan on
dördüncü maddenin sonuna kaydırılmış, ifade de "deneme süre-si"nden
“smanma’ya dönüştürülmüştür.’24
Diğerine göre bu yeni ifade gayet muğlaktır, çıraklık evresine değil kabul
törenindeki sıkı sorgulamaya atıfta bulunuyor olabilir pekala. Dolayısıyla da
bu konuda resmi bir düzenleme getirildiyse bile bunun 1140’lar ve 1150’lerde
ortadan kalkmış olduğu düşünülebilir.
Aktif askerlik yaşını aştığı düşünülebilecek yeni üyeler içinse yaş pek
büyük bir engel değildi. Birçokları tarikata orta, hatta ileri yaşta katılıyor,
doğuya gönderilmiyor, tarikatın batıdaki ocaklarında görev-lendiriliyordu.’25 Özellikle toplumsal mevki sahibi bazı kimseler de , tarikata
girişlerini ölüm yaklaşana değin erteliyorlardı - bunların arzusu, geleneksel
manastır tarikatlarının teamülleri çerçevesinde kendilerine "hayırlı bir
son" hazırlamaktı. Ruhani meclisin onayı alınmaksızın üye kabulü yasak
olsa da, "Kanun" üstada "ölümden kurtulamayacağı kanaati
uyandıracak kadar hasta," saygıdeğer bir kimseyi "Tanrı aşkına"
tarikata kabul etme izni tanıyordu.^6 Bunun en
meşhur örneklerinden biri, III. Henry çocukken kral naipliğini yürüten
Pemb-roke Kontu William Marshal’m tarikata katılışıydı - önceden planlanmış bir
katılımdı bu. William, Tapınağın İngiltere’deki üstadı St Maur’lu Aimeri’nin
yakın dostuydu ve öldüğü tarih olan 1219’dan birkaç yıl önce, vakti geldiğinde
kullanmak üzere bir tarikat binişi hazır-latmıştı.’27
Onun ve oğulları William ile Gilbert’ın yatık heykelleri, Londra’daki Yuvarlak
Kilisenin göze çarpacak yerlerine konmuştur ’24 Regle, mad. 14, 5. 26.
’25 Bkz. Barber, Trial, 5. 54; ve bu kitapta, 5.352.
’26 Regle, mad. 97, 5. 85.
’27 Bkz. S. Painter, William Marshal, Baltimore, 1933, 5. 284-5.
yen! şövalyelik
(bkz. resim 13). Tapınakçılar, hareketli bir uçboyu olmasına karşın
Outremer'de de aynı amaca hizmet ettiler. 1236'da "Beyrut'un eski
beyi" lbelinli jean, adamları ve malları konusunda gerekli düzenlemeleri
yapıp William Marshal'ın tuttuğu yolu izledi. jean ölüm döşeğindey-ken yanında
bulunan !belin yanlısı vakanüvis Novaralı Philippe olup biteni şöyle
anlatıyordu:
Sonra yeminini tutup Tapınak biraderi oldt:. Çocukları buna şiddetle
karşı çıkmış, tüm ülke ahalisi de bu yüzden büyük kederlere kapılmıştı; ama
hiçbir şeyin faydası olmadı, kimseyi umursamadan Tapınağa katıldı ve müthiş bir
sükunetle Akkâ’ya gitti. Biraderliği uzun sürmedi, öyle güzel bir ölüme nail
oldu ki, anlatılanlara büyük bir hayret duymaksızın inanmak kabil değildi..
Ruhu teslim vakti gelip çattığında, Çarmıhta İsa'nın getirilmesini istedi.
Novaralı Philippe yanına taşınan çarmıhı tutup Efendimiz İsa Mesih’in
ayaklarını öptü ve tüm gücüyle şöyle söyledi: “In manus tuas, Domine, commendo
spiritum meum." [“Tanrım, ruhumu senin ellerine teslim ediyorum.”] Ruhunu
Tanrı’ya böyle teslim etti. Ölümünden sonra naaşı bozulmadı; eğer iyi ruhlar
Tanrı’nın yanına gidiyorsa, hiç kuşkusuz onun ruhu oraya, Cennet’e gitti. 119 120
Bir de tarikat hizmetindeyken yaşlananlar, hastalananlar vardı. Artık
silah taşıyamayacaklarını hissettiklerinde görevleri teçhizatlarıyla atlarını
iade etmekti, müşirin üstüne düşen de eski atların yerine "yu-muşakbaşlı,
yavaş atlar" vermekti onlara. Her konuda iyi örnek olmalıydılar,
"zira bilhassa genç biraderler kendilerini onlara bakarak bulacak, gençler
ne şekilde davranacaklarını yaşlı adamların davranışlarını izleyerek
öğrenecekler"di. U9 Bazen de gerekli
tetkiklerin
ardından hizmetlerini tarikatın batıdaki ocaklarından birinde
tamamlamak üzere geri gönderilirlerdi.121 122 123 Tarikata
girişte ciddi bir hastalığı -özellikle de cüzamı ve "sara denen o meşum
hastalığı"- gizlemek kovulmakla sonuçlanabilecek bir suç olsa da,nı "Kanun"da tarikata katıldıktan sonra hastalananlar ve
yaralananlar için kapsamlı düzenlemeler getirilmiştir. Hasta biraderler,
tarikatın beslenme düzeninden ve hizmetlerden muafiyet tanıma konusunda geniş
yetkiler taşıyan re-virciye teslim edilirlerdi. Ciddi yaralanmaların yanı sıra
sıtma nöbeti (malarya), dizanteri, kusma ve cinnet, icabında hastayı ayrı odada
tutmak dahil özel tedavi gerektiren durumlar olarak görülür, hastayı muayene
edip tavsiyelerde bulunması için dışarıdan hekim de getirti-lebilirdi.’32 Marazlı biraderler arasında cüzam oldukça yaygındı; bunlara, mo'larda
Tapınakçılarla sıkı bir işbirliği içerisinde özellikle cüzamlılar için kurulmuş
bir cemaat olan Aziz Lazaros Tarikatına geçme fırsatı tanınırdı - ancak
"Kanun’un Fransızca değişkesine göre bunu yapmaya zorlanamazlardı. Ne ki,
hastalığın çeşitli aşamalarındaki laikler ve Tapınakçılar için muteber.bir
sığınak olarak hizmet veren Aziz Lazaros Tarikatı da . T230'larda ' askeri
görevler üstlenmiş durum-daydı.’33 Belki de hem bundan hem de XIII. yüzyılda
'toplum genelinde cüzamlılara yönelik tutumun' sertleşmesinden ötürü,
"Katalanca Kanun’un yazıldığı 1260'ların sonlarında, bu hastalığa
yakalandığına karar verilen her Tapınakçının Aziz Lazaros'a nakli zorunlu hale
gelmiş bulunuyordu.’34 “Katalanca Kanun’da “cin
basmasından mustarip" biraderlere de değinilmiştir - bunların iyileşene
kadar başkalarından uzak tutulmaları öngörülüyordu. Ancak "aklını
kaybedenlere" bu kadar müsamahalı davranılmıyordu. Anlaşıldığı kadarıyla
tarikatta bu durum için tecritten başka bir çözüm düşünülememişti. Akıl
hastaları, iyileştikleri hükmüne varılana değin zincire vurulup kimseye zarar
veremeyecekleri bir yerde tutuluyorlardı.’35
Hayırseverler gibi öncelikle hayır işleri için kurulmuş bir tarikat
olmamakla birlikte Tapınağın koruyucu faaliyetleri de sadece kendi
mensuplarıyla sınırlı kalmıyordu. “Kanun"a göre, “Tanrı ve biraderler
aşkına, üstat her neredeyse orada üç yoksul, belli başlı her ocak veya kalede
de dört yoksul, biraderlerin yemeğinden yiyecek’ti.”6
Biraderlerin sofrasından artanlarla yoksulları doyurmak da adettendi; “birader
veya yaverlerin karınlarını iyice doyurabilmeleri için değil -zira yemekten
rahatlıkla geri durabilirlerdi- Tanrı ve yoksullar aşkına iane dağıtmak üzere
böylesine geniş ve iyi bir teşkilat kurdukları için" tayınlar gayet
cömertti.”7 Ayrıca tarikatın yoksullar için
kalıcı kuruluşları da vardı: Mesela Trablus Kontluğunda bulunan Valania'daki
’34 Catalan Rııle, var. 10a-11b; "Un nouveau manuscrit,” yay. haz.
Delaville Le Roulx, mad. 14, s. 197-8. Bu mecburiyetin sadece doğuda hizmet
veren Ta-pınakçılar için geçerli olduğu anlaşılmaktadır, zira l310’da duruşma
sürerken Paris Tapınağında tutulanlar arasında cüzamlı bir birader de bulunu-•
yordu, Procis, cilt!, s. 159.
’35 Catalan Rule, var. lla; "Un nouveau manuscrit,” yay. haz.
Delaville Le Roulx, mad. 16-17, s. 198-9.
’36 Regle, mad. 188, s. 137.
137 Regle, mad. 370, s. 208-9.
darülacezelerinde yoksullara "yatak, ateş ve su"
sağlıyorlardı.’38 Würzburg'lu Johannes tarikat
hakkında kuşkular beslemekle birlikte, Tapınakçıların Hıristiyan yoksullara
cömert yardımlarda bulunduklarını teslim etmişti - ne ki tahminine göre bu
cömertlik Hayırseverle-rinkinin onda biri bile değildi.’39 Oranlar yanlış olabilir, ama Johannes bu konuda Hayırseverlerin
rolünün çok daha büyük olduğunu düşünmekte haklıydı; zira Molaylı Jacques'ın da
belirttiği gibi, Hayırseverler Tarikatı "hayır işleri görmek üzere
kurulmuştu," oysa Tapınak Tarikatı salt bir askeri şövalye teşkilatıydı.
Bununla birlikte Tapınak bailliage’larında haftada üç kez sadaka dağıtıldığını
ve ekmeğin onda birinin yoksullara verildiğini söylüyordu Molaylı Jacques.
Askeri tarikatların birleşmesi aleyhine ileri sürdüğü gerekçelerden biri de
sadakaların azalacak olmasıydı.’40 Duruşma
sırasında bu konuda sıkı bir sorgulamadan geçirilen Tapınakçılar böyle bir
uygulama olduğunu doğrulamışlardı genelde;’4’
yalnız bir keresinde, ağır bir kıtlık sırasında, sadakalar biraderler arasında
tartışmaya neden olmuştu. U2 Hatta
hizmetli birader Bertrand Guasc, arkadaşlarıyla birlikte doğuda hac
seyahatindeyken parasız kaldıklarım ve tarikatın kendilerini bu sırada
saflarına kattığını iddia etmişti - ancak olayın tarihi 1291 olduğuna göre, bu
katılım o dönemin vahim koşullarının bir yansıması da olabilir pekâlâ.’43
’38 RRH, cilt II, no. 614 (a), s. 40 (Mart 1182).
’39 Würzburg'lu Johannes, “Descriptio," böl. 5, s. 130.
’40 Le Dossier, s. 6-7.
’4’ Mesela Proces, cilt I, s. 192 , 370, 430, 528, 550; Der Untergang,
yay. haz. Sc-hottmüller, cilt II, s. 247; Papsttum und Untergang des Templerordens,
cilt II, yay. haz. H. Finke, Münster, 1907, no. 48, s. 72.
’42 Proces, cilt I, s. 400-1.
’43 Proces, cilt II, s. 259.
Tapınak hayatının örüntüsü ayrıntılı bir ceza sistemiyle
pekiştirilmişti - cezalar, haftalık ruhani meclislerde suçlamaların haklı
bulunması halinde veya günah çıkarma sonrasında belirlenirdi.’44 “Kanun" en ciddi durumlar için tarikattan kovulma cezası
getirmiştir. Bunu gerektiren dokuz suç vardır: Din istismarı, ruhani meclisin
işlerini ifşa, bir Hıristiyan erkeği .veya kadını öldürme, belli hırsızlık
çeşitleri, kapalı bir kale veya ocaktan öngörülenin haricinde bir çıkışı
kullanarak ayrılma, başka biraderler aleyhine fesat kurma, Sarazenlere kaçma,
sapkınlık ve savaş sırasında sancağı bırakıp kaçma.^5
Ruhani meclislerde verilebilecek cezaları içeren, muhtemelen biraz daha geç
tarihli bir diğer listede yukarıda sayılan suçlar yeniden düzenlenmiş, kapalı
bir kaleden gizlice çıkış konusundaki hüküm hırsızlık başlığı altına
kaydırılmıştı - "pek çok çeşidi" olan bir günahtı hırsızlık.™6 Bunun yerine de yeni bir suç tanımlanmıştı: eşcinsellik.™7 Suç kanıtlanmış sayıldığında tarikatın adaleti zalimce olabiliyordu.
“Kanun"a 1257-67 arası bir tarihte eklenmiş olan kısımda, tarikatın
disiplin sisteminin nasıl işlediğini göstermek üzere çeşitli gerçek vaka
örnekleri sunulur. Antakya’da birkaç Hıristiyan taciri öldüren üç kadeş tevkif
edilmiş ve bunu niçin yaptıkları sorulmuştu. "Kendilerine bunu günahın
yaptırdığı"nı söylemişlerdi. Manastır heyeti tarafından yargılandıktan
sonra, “ocaktan kovulmalarına ve tüm Antakya, Trablus, ' Tir " ve
Akka'da gezdirilip kamçılanmalarına" karar verildi, “kamçılanırken
’44 Regle, mad. 386-415, S. 216-57/
'
’45 Regle, mad. 224-32, s. 153-4. "Kanun”un XIII. yüzyıl
ortalarında 'eklenmiş son kısmında bu .suçlar pratikte karşılaşılan
örnekleriyle sıralanır, tarikata kabul edilirken yalan söyleme suçu da bunlar
arasındadır, mad. 544-85, s. 285-304 ve bkz. bu kitapta, s. 345-350. , : ■
’46 Regle, mad. 423, s. 230-1.
: '
’47 Regle, mad. 418, s. 229.
‘ocağın günahkar adamlarına biçtiği adaleti görün,' diye
bağırıyorlardı; Chateau Pelerin'de müebbet hapis cezasına çarptırıldılar ve
orada öldüler. ”124
Kovulma ritüeli de giriş ritüeli kadar önemliydi:
Eğer bir birader ocaktan ebediyen kovulmasını gerektirecek bir şey
yaparsa, ocaktan salıverilmeden önce, üstünde bir tek paçalı don kalana kadar
soyunup boynunda bir iple tüm biraderlerin önüne, ruhani meclise çıkacaktır;
üstadın önünde diz çökecek, bir yıl bir gün ceza yiyenlere emredilen şeyleri
yapacaktır; sonra üstat kendisine azil mektubunu verecek, o da böylece gidip
daha sıkı bir tarikata sığınabilecektir.125
Birçok Tapınakçının l312'de tarikat lağvedildikten sonra kavradığı
üzere, bağlanılan tarikat artık mevcut olmasa bile, bir kez yemin edildikten
sonra bu ant bozulamıyordu;126 127 öte
yandan kovulma durumunda sığınılacak "daha sıkı bir tarikat”la ne
kastedildiği de pek belli değildi. Birleşik Saint Jean ve Aziz lazaros
Tarikatlarıyla yapılmış karşılıklı anlaşma bu iki teşkilatın Tapınak üyelerini
kabulünü yasaklıyordu, ama Benediktenlere veya Augustinusçulara nakil tarikat
içerisinde bir ölçüde destekleniyordu. “Kanun’un ilgili kısmının yazarı ise
"bunu muvafık bulmuyoruz,” diyordu - belli ki bu tarikatları kafasındaki
“daha sıkı düzen” fikriyle bağdaştıramıyordu.15’
Kaygısı, tarikattan kovulmuş birinin bu suretle daha rahat bir hayata kavuştuğu
kanaatini yaratması ya da daha kötüsü, Tapınakçıların ününe zarar verecek
şekilde davranma serbestiliği kazanmasıydı. Bu nedenle, daha sıkı bir tarikata
girmeye razı olmayanlar, bir kez daha düşünmeleri için zincire vurulacaklardı.128 129 130 Nakiller
tek yönlü değildi, Tapınakçılar da diğer askeri tarikatlardan, hatta
Fransiskenlerden üye alıyorlardı. Bunun ünlü bir örneği, 1241-44 arası Töton
Şövalyelerinin büyük üstadı olan ve 1245'te papalığın onayıyla Tapınak
Tarikatına kabul edilen Malbergli Gerard'dı. Anlaşıldığı kadarıyla bir mali
skandala sebep olmuş, bu arada büyük kişisel borçlara girmişti Gerard; ama
belli ki IV. Innocentius Tapınak disiplininin böyle biriyle başa çıkmak için
yeterince katı olduğunu düşünmüştü.^3
Dönüşsüz olmasa da "ocaktan kovulmanın ardından en sert ve en
ağır" ceza giysilerin alınmasıydı. Çok çeşitli suçlar için verilebilirdi
bu hüküm: Öfke ve şiddet sergilemek; kadınlarla cinsel ilişkiye girmek; yalan
söylemek, özellikle de başka biraderlere çamur atmak; tarikatın köleden kediye
herhangi bir malını kötüye kullanmak ya da kaybetmek; emre itaatsizlik etmek;
üstadın mührünü kırmak; liyakatsiz kimseleri tarikata kabul etmek; izinsiz
inşaat yapmak ve izin almaksızın geceyi ocak dışında geçirmek.^4 Giysileri kaybetmek, hem biraderlerin tarikattaki mevkilerini gösteren
şeylerden yoksun bırakılmak hem de birtakım aşağılayıcı cezalar çekmek demekti.
Bu cezaya çarptırılanın silahlarıyla atlarını geri vermesi ve haftada üç gün
su-ekmek orucu tutarak, kölelerle birlikte çalışarak, yemeğini yerde yiyerek
pişmanlık göstermesi gerekirdi. Her pazar günü şapelde, diğer biraderlerin
önünde dayak cezası da uygulanırdı. Bu düzen normalde bir yıl bir gün sürerdi,
ama süre dolduğunda bile cezalı kişi suçundan tamamen arınmış olmazdı, bir daha
asla başka biraderlere yönelik suçlamalar getiremez, mühür ya da kese
taşıyamaz, şövalyelere emir veremez, eline benekli sancak alamaz, tavsiyede
bulunamazdı.131
Pratikte tarikat içinde yükselmesi imkansız hale gelirdi, zira kötü ünü hiç
peşini bırakmazdı. Başka bir tarikata girmek için izin almaksızın Tapınaktan
ayrılmak da böyle görülürdü; zira bunu yapan Tapınak giysisini kendi isteğiyle
bırakmış sayılırdı ve ancak incelikli bir nedamet sergilerse tarikata yeniden
kabul edilebilirdi.15132
Giysi kaybetmek diğer tüm cezaları geçersiz kılardı: "Böyle olması
kararlaştırılmıştır, çünkü bu çok ağır, çok sert bir cezadır; [cezalandırılan]
giysisini 've ocakta bir daha kazanamayacağı itibarını kaybettiğinde büyük bir
felaket, bedbahtlık ve utanca uğramış olur.”133
Bu büyük cezaların ardından bir biradere, "Tanrı ve biraderler ona
merhamet gösterene kadar" haftanın üç, iki ya da bir günü
uygulanan birtakım derecelendirilmiş cezalar gelirdi. Haftada üç gün, merhamet
gösterilmemiş olsa giysisini kaybetmesine neden olacak bir suça işaret ederdi;
haftada iki gün ise, "ocağın emrini çiğnemesine neden olan gayet önemsiz
hatalar için"di.,S8 Haftada üç veya iki
günlük ceza alan Tapınakçının "eşek gütmesi ya da ocağın diğer süfli
işlerini görmesi, .
.
mesela mutfakta çanak yıkaması veya sarmısak, soğan soyması, ateş
yakması gerekir"di. Pazar günleri de dayak cezası vardı:
Üstat veya yetkili kişi bir biradere ceza vermek isterse ona, “Değerli
birader, eğer sağlığın yerindeyse git, soyun,” diyecektir. O da sağlığı
yerindeyse soyunacak, sonra da meclisi toplayanın karşısında diz çökecektir.
Ardından meclisi toplayan veya cezayı uygulaması gereken kişi, "Değerli
birader efendiler, işte cezasını çekmeye gelen biraderiniz burada, Efendimize
dua edin ki onun günahlarını bağışlasın," diyecektir. Bütün biraderler
buna uyacak ve birer paternoster okuyacaklardır, eğer orada bulunuyorsa vaiz
birader de cezalandırılan hayrına Efendimize dua edecektir. Dualar okunduğunda
meclisi toplayan uygun bulduğu şekilde, isterse bir kırbaçla biradere cezasını
verecektir, kırbacı olmadığı takdirde eğer isterse kemerini de kullanabilir.134 135
Toplantının sonunda biraderlere doğruluk yolunu izlemelerini öğütlemek,
üstada veya meclisi toplayan kişiye düşüyordu:
Oradan ayrılmadan önce, biraderlere tavsiyelerde bulunup nasıl
yaşamaları gerektiğini söyleyecek, onlara ocağın kanunlarıyla adetlerinin bir
kısmını anlatıp belletecek, fena düşüncelere, bilhassa fena işlere karşı
ihtiyatlı olmalarını, at üstündeyken, konuşurken, hüküm verirken, yemek yerken
ve sair tüm durumlarda hiçbir aşırılık ve budalalıkları görülmeyecek şekilde
davranmaya gayret ve dikkat sarf etme-!erini, saçlarına ve elbiselerine özel
bir itina göstermelerini, hiçbir dağınıklıklarının olmamasını söyleyip
emredecektir.136 137 138
Kılı kırk yaran suç ve ceza listesi o çağın bakış tarzını, insanlığın
ilk günahın yükünü taşımasından ötürü suçtan kaçınmanın imkansız olduğu
düşüncesini açıkça ortaya koyar. Aslında “Kanun"da, Tapınağın celbettiği
kimseler açısından cazip ayrıcalıklar da tanınmıştır. Aziz Bernard'ın çizdiği,
dünyevi faaliyetlerle hiçbir ilgisi olmayan örnek kişiler tablosuna ters düşse
de, mızrak darbeleriyle ölüm veya sakatlanma tehlikesi yaratmamak kaydıyla
süvari dövüşüne izin verilmişti; çok özel durumlarda -gerçek para değil, mum
parçası gibi nesneler kullanmak şartıyla- bahse girilebiliyordu; belli türden
oyunlar da serbestti (ne ki, Outremer'in en yaygın iki oyunu, satranç ve tavla
bunlar arasında değildi).’6’ Ayrıca
Benedikten “Kanun" geleneği izlenerek ceza sisteminin uygulanımında
kişisel takdir yetkisi de tanınmıştı: “Ka-nun"a XIII. yüzyıl ortalarında
eklenen kısım, bu yetkinin ne gibi koşullar altında kullanılabileceğini
göstermeye yönelik vaka yorum ve incelemeleri sunar. Yazar cezalara ilişkin bu
uzun içtihat bölümünü toparlarken örneklerin iki sebeple verildiğini söyler:
İlkin, biraderler itaatin önemini görebilsinler diye -diğer tüm sorunlar itaat
olmadığında ortaya çıkar- ve ikincileyin de, kanunları yürütenler bunları
adaletten şaşmadan nasıl en iyi şekilde uygulayabilecekleri konusunda bir fikir
edinsinler diye.H2
Ne ki, ceza sistemi ve insani zaaflara tanınan sınırlı imtiyazlar
yazgıyı kabullenme anlamına gelmiyordu; özellikle de kendini Tanrı'ya adamış
seçkinlerin insani zayıflığın üstesinden gelmek için özel bir çaba göstermesi
gerekiyordu. Buna bağlı olarak da, Tapınakçıların pratikte kötü düşüncelerle
kötü eylemlerden ne ölçüde sakınabilecekleri sorusu gündeme geliyordu. Belli
dünyevi faaliyet çeşitlerine yönelik müsamahada yansımasını bulan aristokrat ve
şövalye ethosu, Tapı-nakçıların işledikleri küçük suçlarda da açığa çıkıyordu.
Mesela “Ka-nun”da şöyle bir vaka aktarılmıştır: Bir birader Trablus
Kontluğunda, Casal Brahim yakınlarında başkalarıyla birlikte yürürken nehir
kıyısında bir kuş görmüş, topuzunu dikkatsizce savurmuş, ıskalamış ve silah
nehre düşüp kaybolmuştur. Kuramsal olarak bakılırsa, bile bile topuz kaybetmek
ciddi bir ihlaldir; ama bu davada biraderler takdir yetkisi kullanmışlar ve söz
konusu biraderin giysisini muhafaza etmesine izin verilmiştir.’63 Batıdaki idare merkezlerinde yerel laik hayatın canlılığı daha da
baştan çıkarıcıydı kuşkusuz. Birader Mohunlu John da buna direnç gösterememiş,
l293'te Huntingdonshire'daki kraliyet ormanında koşuşan köpeklere yetkisi
olmaksızın el koymuş, İngiltere üstadının başvurusu sayesinde Kral I. Edward
tarafından 100 şilin para cezasına çarptırılıp salıverilmişti.^4 “Kanun”da da, Tapınak giysileri üzerine bahse girmek, kendi aralarında
dalaşmak, bir kadınla yatmak gibi daha ciddi suçlara dair gerçek örnekler
sunulur.^5 Ancak en ciddi suçlar
tarikattan kovulmaya neden olabilecek suçlardı. Bunlarla ne sıklıkla
karşılaşıldığını kestirmek olanaklı değildir; ama ağır addedilen suçlardan üçü
-din istismarı, firar ve eşcinsellik- göz önüne alınırsa, 139 140 141 “Kanun”da
ortaya konan ceza sisteminin salt muhtemel sorunlara dair kuramsal bir bakışa
dayanmadığını göstermek olanaklı hale gelir.
Anlaşıldığı kadarıyla bu üç suçtan en yaygını din istismarıydı ve
yaygınlığının bir sebebi de farkına varılmaksızın işlenebilen bir suç
olmasıydı. Açıktır ki, yeni üyelerin sağlığı geleneksel manastır tarikatlarına
göre Tapınakçılar için daha önemli olsa da, haçlı seferlerinin getirdiği
toplumsal ve iktisadi baskı karşısında, tarikata sadece savaşabilecek yaşta
sağlıklı adamlar alma ilkesi kolayca bir tarafa. bırakı-labiliyordu. 142 Nitekim
bağış ve geçici üyelik beratları tarikata giriş düzenlemelerinin genelde
Benedikten usulünden biraz farklı olduğunu gösterir. Yeni üyenin bir bağışta
bulunarak tarikata katılması ya da geçici üyenin aldığı dualar ve Tapınak
arazisinde defnedilme izni karşılığında bir bağışta bulunması gibi örtük
beklentiler vardır. Bu tutum Tapınak imparatorluğunun dogmasına yardım etmişti,
ama papalığın ve Kilise hukukçularının din istismarı konusunda getirmeye
çalıştıkları reformun gerektirdiği önemli değişikliklerle hiç mi hiç
bağdaşmıyordu. XII. yüzyıl sonlarında Walter'Map Tapınakçıların da
Hayırseverlerin de, genelde sıkıştıran borçları yüzünden, tarikatlarına katılan
şövalyelerden kilisede yemin harcı aldıklarını söylemişti. İddiasına göre “din
istismarı suçlamalarından kurtulmak" için buldukları bir çareydi bu. 143 XIII.
yüzyıl başlarında, papalık elçisi Courçon’lu Ro-bert III. Innocentius’a
Tapınakçıların uygulamalarının o sırada tanımlandığı haliyle din istismarı
kapsamına girdiğini söylediğinde mesele iyice büyüdü - ama elçi, Walter Map'ten
farklı olarak, bu suçun kasıtlı itaatsizlikten değil cehaletten işlendiğini
düşünüyordu. Bu nedenle papa önce bir uyarıda bulundu sadece. l 213'te üstatla
biraderlere,
‘‘‘yardım' adı altında olsa bile (. .. ) bir kimsenin kabulü için
herhangi bir şey talep edilmemesi"ni söyledi. Geçmişte bu suçu işleyenlere
ne yapılacağı üstadın takdirine bırakılabilirdi, ama gelecekte söz konusu suçu
işleyenler Tapınaktan kovulup daha sıkı bir tarikata girmeye mecbur
edilmeliydi.’68
Sorun kısmen, Xll. yüzyılın ikinci yarısında Kilise yasaları yanlısı
görüşün gelişme göstermiş olmasından kaynaklanıyordu, ancak Tapınak söz konusu
olduğunda sağlanan idari düzen ve yaygınlık meseleye bir çözüm sağlayamıyordu;
zira l 130’lardan beri pek çok yerel ocağın girdiği karşılıklı anlaşmalar,
onlarsız işleyemeyecekleri yeni adam ve kaynakların sürekli akmasına dayalı bir
sistem oluşturmuştu. Albe-dun'lü Bernard Sesmon vakası, sistemin yerel düzeyde
nasıl işlediğini ve tarikatın bu çarktan çıkmasının ne kadar zor olduğunu
gösteren birçok örnekten biridir. Bernard Sesmon, ölü biraderler adına okunan
dualar ile dağıtılan sadakalara katılma .isteği ve henüz laikken ölürse
Tapınakçıların "onu bir birader gibi kabul edip" kendi mezarlıklarına
defnetmesi talebiyle bedenini ve ruhunu, Aude bölgesinde, Carcassonne'un
doğusunda bulunan Douzens'deki Tapınak ocağına teslim etmişti. Sonra da,
kendisinin ve ana babasının ruhlarının selameti için 1000 sou’luk çok büyük bir
bağışta bulunmuştu. Tapınakçılar ise, öldüğünde tarikata iadesi koşuluyla,
iratlarıyla birlikte Espera-za’daki imtiyazlarının idaresini Bernard'a
vermişlerdi.^9 Belgenin dilinde, Bernard'ın
-aslında dindarca bir bağış yapmış olsa da- bağışı- 144 145
\ TAPINAK HAYATI
nın karşılığında öncelikle Tapınak mülklerinin yönetiminde önemli bir
rol, ikinci olarak da ya tarikata geç yaşta girme ya da ölümünden sonra tarikat
mensubu muamelesi görme -bu ikisi aynı kapıya çıkar zaten- garantisi aldığını
gizleme çabası yoktur pek. Yeni üye çekmede gösterilen başarı, sözgelimi
Cistercium ocaklarında ancak iktisadi kalkınma gibi bir yan sonuç sağlarken,
Tapınak için batıdaki teşkilatın raison d'etre'ydi [varlık nedeni]. Pek çok
Tapınakçının, III. Innocenti-us'un deyişiyle simplicitas'tan [dürüstlük]
şaşmadan din istismarına sapmış olması mümkündür; ama “Kanun’un muhtemelen 1165
civarına ait maddelerinde, din istismarının tarikattan kovulmaya sebep olacak
suçlar listesinin başında yer aldığı da bir gerçektir. Burada tanım gayet
açıktır: “Din istismarı suçu, Tapınağın bir biraderine veya Tapınak Tarikatına
girmeye yardımcı olacak başka birine bir şey hibe etmek veya bir vaatte
bulunmak suretiyle işlenir.”146 147 Sorun,
simplicitas'tan ziyade haçlı seferlerinin yarattığı baskılarla ilgiliydi.
Aslında III. Innocentius bile bu baskılara karşı koyamamıştı. Yeni haçlılar
devşirme telaşıyla, haç taşıma koşullarını belirleyen Kilise yasasında -eşin
reddetme hakkının iptali gibi-m önemli
değişiklikler yapmış, böylelikle de haçlı seferlerinin gereklerinin öncelikli
olduğunu açıkça kabul etmişti.
Varılan sonuç, Tapınak hiyerarşisinde din istismarı tehlikesine karşı
artan bir hassasiyet, esaslı bir değişiklik yapmak konusunda da bariz bir
yetersizlikti. “Kanun’un 1257-67 arası bir tarihe ait sonraki maddeleri sorunun
pratikte nelere yol açtığını ortaya koyar; zira Perigord'lu Armand'ın üstatlığı
sırasında (1232-1244/6 civarı) sorun ta-
rikatın doğudaki bazı önemli üyelerinin geçirdiği ciddi bir vicdani
buhranla açığa vurmuştu kendini.148
Söz konusu üyeler, ağır bir muhasebenin ardından, tarikata din istismarı
yoluyla girdiklerine ve "Kanun" böyle söylemese de, batıdaki
ocaklardan biri aracılığıyla yaptıkları şeyin kesinlikle bu olduğuna karar
vermişlerdi:
Sonra yürekleri kan ağlayarak Üstat Birader Hermant de Pierregort'a
çıkıp gözyaşları ve büyük kederler içinde ona durumu söylediler, yaptıkları her
şeyi anlattılar. Anılan üstat da büyük bir yeise kapıldı, zira karşısındakiler
iyilik, din ve saflıkla dolu hayatlar süren değerli kimselerdi. Ve anılan üstat
mahrem bir meclis toplayıp ocağın en yaşlı, en bilge kişilerine ve meseleyi en
iyi bilenlere danıştı; onlara, itaat gösterip bu konudan kimseye söz
etmemelerini, iyi niyetle ve ocağın hayrı için kendisine akıl vermelerini
emretti.
Üstadın danışmanları, gayet erdemli hayatlar süren bu kimselerin
"tarikattan kovulmaları halinde ocağın büyük bir zarar ve ciddi bir
rezaletle karşı karşıya kalabileceğini" düşündüler ve bu nedenle papaya
bir elçi gönderip, meseleyi "ocağın bir dostu ve sırdaşı" olan
Caesarea başpiskoposunun yargısına bırakmayı talep etmeye karar verdiler. Bu
başpiskopos muhtemelen Limoges'li Pierre olduğuna göre (1199-1237), 1230'ların
ortalarında, IX. Gregorius'un papalığı sırasında yaşanmış bir olaydı bu. Papa
talebi kabul etti, bunun üzerine Perigord'lu Armand özel danışmanlarından
seçilmiş bir grubu da yanlarına katarak söz konusu biraderleri başpiskoposa
gönderdi. Üstadın vekilleri başpiskoposa bu biraderlerin usulen giysilerinden
feragat edip sonra "sanki evvelce birader olmamışlar gibi" ocağa
yeniden kabul edilmeleri çözümünü önerdiler, başpiskopos da bu çözümü uygun
buldu. "Kanun’un •
ilgili kısmını kaleme alan birader, meselenin yalnızca söz konusu
biraderlerin "iyi ve dindarca hayatlar süren bilge ve değerli
kimseler" olmaları sayesinde böyle çözümlendiğini, kötü davranışları olsa
böylesi bir müsamaha görmelerinin imkansız olduğunu söyler. Anlaşıldığı
kadarıyla olay bu biraderlerin Tapınak hiyerarşisinde yükselmelerini de
engellememiştir, zira aralarından biri sonradan büyük üstat ol-muştur.’149
Dile getirilmese de Perigord’lu Armand'ın bu olaydan ötürü birtakım
korkulara kapıldığı açıktır. Bu kimseler tarikattan kovulsalardı rezalet
çıkacak, zarar görülecekti; hem daha pek çokları da konumunun usulsüzlüğüne
kanaat getirmeyecek miydi? Nasıl Kilise kutsal ayinlerin, bunları yöneten
rahiplerin ahlaki durumuna bağlı muteber-liği uğruna bağışçılığı reddetmek
zorunda kaldıysa, Tapınakçıların da tarikatın ayakta kalabilmesi için din
istismarı sorunundan kurtulması gerekiyordu. Bu bakımdan 549. maddenin sonuç
notu gayet anlamlıdır, zira burada yazar daha sonra "iyiliğinden ötürü
ocağın değerli bir mensubuna" yine aynı işlemin uygulandığını söyler - söz
konusu buhranın sorunu hiç de ortadan kaldırmadığını düşündüren bir şeydir bu.
Din istismarına dair kanunlar sıkı sıkıya uygulanırsa, tarikatın doğudaki
savaşın amansız talepleri için kaynak sağlamayacağı gerçeği hükmünü
korumuştur.^4
Kimileri tarikata girişte din istismarı tehlikesini bertaraf etmek için
titizlenirken, kimileri de aynı dikkati firar konusunda gösteriyordu. Bu sorun
din istismarı kadar büyük ölçekli olmadığı gibi kronolojik bir seyir de
izlememiştir; ama daimi bir askeri sorun olan firarı en aza indirmek için
tetikte olmak gerekiyordu. Batıdaki ocaklarda bazı Ta-pınakçılar meçhul
sebeplerle ortadan kayboluveriyorlardı. Mesela 1305'te Kent, Sussex ve
Southampton şeriflerine, "bölgede laik giysilerle dolaştığı"
öğrenilen Birader Feckenham'lı Richard'ı aramaları emredilmişti. Bulunduğu
takdirde, "Tarikat ‘Kanununa uygun olarak cezalandırılmak üzere"
İngiltere üstadına teslim edilecekti.’150 151 Bazen kaçış sebepleri daha
belirgin oluyordu. "Katalanca Kanun"da, doğuya gitmek üzere izin
almaksızın ocağından ayrılmış İspanyol Tapınakçılar için getirilen ayrıntılı
düzenlemeler, sıradan bir firardan ziyade, Kutsal Kabir uğruna savaşmaya
yönelik kabul görmemiş bir isteğe eder.V6 Ne ki
doğudakilerden bazıları savaşmaya batıdakiler kadar hevesli değildi. Tirli
Guillaume'a göre Ermenistan ■ kralı Toros'un kardeşi Mleh tarikat üyesi olmuş,
ama sonradan firar etmişti; 1168'de Toros öldüğünde de onun topraklarını ele
geçirip Kilikya'daki Tapınak mülklerine saldırmak için üs olarak kullanmıştı.’152 Bir yüzyıl sonra
bir diğer kayda değer katılımcı, 1260'ta önemli kalelerini Tapınağa satmış olan
müflis Sidonlu Julian, 1275'te mensubuyken öleceği Teslis Tarikatına katılmak
için Tapınaktan ayrılmıştı^8
Doğuda firarın din değiştirmeyle sonuçlanması gibi bir tehlike de
vardı. "Kanun"da Jorge adlı bir duvar ustasının davası anlatılmıştır;
Jorge Akka'dan ayrılıp Sarazenlere katılmıştı, "üstat bunu öğrenince
peşine adam saldı, [Jorge] suçlu bulundu, kendi giysilerinin altına laiklerin
giysilerinden giymiş olduğu anlaşıldı; bunun üzerine, ölene değin hapis
yatacağı Chateau Pelerine gönderildi."153 154 155 156 157 jorge'nin
bu dönüşsüz adımı niçin attığı konusunda herhangi bir şey söylenmez, ama
kendisine yönelik bir hareketten ötürü tarikattan soğumuş olması mümkündür.
Parisli Matthew da, "değerli bir atın zorla elinden alınmasından
ötürü" Dimyat'ta saf değiştiren Ferrand adlı bir Tapı-nakçı tanıdığını öne
sürer?80 Ancak din değiştirme her zaman gönül
rızasıyla olmuyordu. 1244'te La Forbie'de esir düşen Alman Roger,
Hıristiyanlığı redde ve Muhammed'in peygamber olduğunu beyana zorlanmıştı -
kendisine ne söyletildiğini bilmediğini iddia ediyordu. Ne ki ocaktan
kovulmasını engelleyemedi bu.w
Ancak "Kanun"ları belirleyenlerin ifade tarzına bakılırsa en
dehşet verici suç, bir biraderin "iğrenç, pis, adı bile anılamayacak kadar
iğrenç, pis ve çirkin oğlancılık günahıyla lekelenmesi’ydi;™2 bir kadınla cinsel ilişkiye girmekten veya geneleve gitmekten daha
ciddi bir suç sayılıyordu bu.™3
"Kanun’un XIII. yüzyıl ortasına ait kısmında, At-lit'te, "tabiata
aykırı" eylemler diye nitelenen işlere giriştikleri anlaşılan üç
Tapınakçının davası aktarılmıştır. Onları zincire vurduran büyük üstat
tarafından Akka'ya getirtilmişler, ama içlerinden biri, Birader Lucas geceleyin
kaçıp Sarazenlerin safına geçmişti. Diğer ikisinden biri de kaçmaya çalışmış,
ama anlaşılan bu girişimi esnasında öldürülmüştü; sonuncusu ise Atlit'te
zindana atılmıştı.’84 Ayrıca 1309'da
Cler-mont'da, piskoposlar huzurunda görülen dava sırasında Şövalye Born’lu
Guillaume, eşcinsel etkinliğin tüm duruşma kayıtları arasında rastlanan en açık
tasvirini sunmuştu - şövalyenin ifadesi, bunun sahiden, üyelerinin tam
anlamıyla erden bir hayat sürdüğü iddia olunan bir tarikatı mahvedecek,
ispatlanabilir bir suçlama olduğunu düşündürür. İlgili kısım şöyledir:
(...) tarikatın dört biraderiyle, yani Cahors piskoposluk bölgesinden
olan, şimdi Cahors'da bulundugunu zannettigi Birader Bosco'lu Etien-ne'le ve
adlarını hatırlayamadıgı, ölmüş bulunan başka üç biraderle ilişkiye girdigini
söyledi; bunlarla yatar, bunları bilirken, cinsel ilişkiye girdigi kimsenin
elleri ve ayaklarından destek alarak yüzü yere bakacak şekilde durdugunu
söyledi; tanık, cinsel bakımdan bilmek iste-digi kimsenin üzerine çıkıyor,
penisini bu şekilde egilmiş kimsenin anüsüne sokuyordu; ayrıca yukarıda anılan
kişilerle elli kezden fazla cinsel ilişkiye girdigini de söyledi.185
Eşcinsel edimlerin tüm manastır tarikatlarında mutlaka ortaya çıktığı
ve Tapınakçıların farklı olduğuna inanmak için herhangi bir sebep bulunmadığı
iddiası sık sık dile getirilmiştir.™6
Anlaşıldığı kadarıyla, duruşma sırasında, aktif eşcinsel ilişkiye girmenin tüm
yeni üyeler için ritüel kabilinden bir mecburiyet olduğunu öne süren iddia
makamı da aynı kanıdaydı. Aslında İsa'yı yadsıma ve haça tükürme ko- 158 159 160 nusunda çok
sayıda itiraf bulunmasına rağmen, eşcinsel edimlerin ikrarı görece enderdir.161 Yargılanırlarken
itirafta bulunmaları için yapılan baskı da göz önünde tutulursa, bu
dengesizliğin “Kanun"daki şiddetli yasağı dikkate almalarından
kaynaklandığı düşünülebilir. Duruşmada sorular öyle bir üslupla yöneltilmişti
ki, küfürler kabul töreninin asli bir parçası olarak sunulmuş, eşcinsel edimler
ise tarikata girişten sonra, gelecekte belirsiz bir tarihte yerine getirilecek
bir mecburiyet addedilmişti. Bu çerçevede Tapınakçılar, eşcinsellik suçlamasına
razı olmaktansa, -kabulleri esnasında küfre katılmaya mecbur tutuldukları fikri
geçerli olduğu için- küfrün bireysel olarak kendilerine daha az suç
yükleyeceğini düşünmüş olabilirler. Tarikatta eşcinselliğin mevcut olduğunu
söylemek, bunun yaygın olduğunu veya “tarikatın kanunu" haline gelmiş bir
kültün unsurlarından olduğunu kabul etmekle aynı şey değildir.
YEDİNCİ BÖLÜM
Anonymous Pilgrim V.2, çcv. A.
Steward, Anonymous Pilgrims, 1-VII (llth and 12th centuries), Palestine
Pilgrims' Text Society 6, Londra, 1894, s. 29-30.
Provins’li Guiot, "La
Bible," Les Oeuvres de Guiot de Provins, poete lyrique et satirique, yay.
haz. J. Orr, Manchester, 1915, s. 62-4. A. Luchaire'den çev., La Societe
Français au temps de Philippe-Auguste, Paris, 1909, s. 216.
Bu tür illüstrasyonlar
için bkz. E. Siberry, "Victorian Perceptions of the Military Orders,"
The Military Orders. Fighting for the Faith and Caring for
.
the Sich, yay. haz. M. C. Barber, Londra, 1994, s. 365-72.
De laude, s. 221.
Bkz. bu kitapta, s. 178.
Proces, cilt!, s. 44-5.
Altıncı ve yedinci bölümlerdeki çeviriler için, The Rule of the
Templars. The French Text of the Rule of the Order of the Knights Templar, çev.
J. M. Upton-Ward, Woodbridge, 1992.
Ama Prutz'un ileri sürdüğü gibi “Fransızca Kanun"un “Latince
Kanun"dan eski olduğu sonucu çıkmaz buradan, bkz. Schnürer,
“Organisation," s. 31116. Tarihlemeye ilişkin görüşler için bkz. S. S.
Rovik, “The Templars in the Holy Land during the Twelfth Century," doktora
tezi, Oxford, 1986, s. 101-s; ve Bulst-Thiele, Magistri, s. 62, n. 2.
Bkz. M. Bennett, "La Regle du Temple as a military manual, or How
to deliver a cavalry charge," Studies in Medieval History preseııted to R.
Ailen Brown, yay. haz. C. Harper-Bill, C. Holdsworth ve J. L. Nelson,
Woodbridge, 1989, s. 7-19.
Bkz. bu kitapta, s. 336.
” Bkz. bu kitapta, böl. 5, dipnot 44.
’2 Papsturkunden für Templer und johanniter, cilt l, no. 3, s. 206-7;
Regle, mad.
675, S. 344.
Bkz. bu kitapta, s. 429-430.
“Un nouveau manuscrit," yay. haz. Delaville Le Roulx, s. 186.
Regle, mad. 11, s. 23.
Bkz. Rovik, 'The Templars in the Holy Land,” s. 105; Forey, The
Templars in the Corona de Aragön, s. 282, 302, n. 167. La Regle des
Templiers'de on dört elyazması anılır, yay. haz. ve çev. L. Dailliez, Nice,
1977, s. 12-13.
"Un nouveau
manuscrit," yay. haz. Delaville Le Roulx, s. 186.
Regle, mad. 387-91, s. 216-18; mad. 418, s. 228; mad. 550, s. 288. Bu
maddeler, gizlilik kuralının hiç değilse 1160'lardan, muhtemelen de daha
evvelden beri yürürlükte olduğunu gösterir. Tarikatın Outremer'deki son
yıllarında
_ getirilmiş yeni bir kural değildir bu.
Regle, mad. 326, s. 189.
20 Bkz. bu kitapta, s. 470.
2’ Rcgle, mad. 77-9, s. 75-7.
Proces, cilt II, s. 289-90, 294; cilt !, s. 40, 538.
23 Regle, mad. 84, s. 78-9; mad.
78, s. 76-7; mad. 98, s. 86.
24 Bkz. E. M. Hallaın, “Royal
Burial and the Cult of Kingship in France and England, 1060-1330,” ]MH, 8
(1982), 359-80.
Regle, mad. 198-9, s. 142-3.
Regle, mad. 198-223, s. 142-52.
Papsturkunden für Templer undJohanniter, cilt 1, no. 3, s. 206.
Proccs, cilt İl, s. 224-5.
Regle, mad. 223, s. 152.
30 Regle, mad. 79-98, s. 77-86.
Bkz. bu kitapta, s. 250.
Gestes des Chiprois, s. 163-4; IV. Urbanus. Les Registres d'Urbain IV,
yay. haz.
]. Guiraud, cilt IV, BEFAR dizi 2, Paris, 1906, no. 2858, s. 27; IV.
Clemens. Les Registres de Clement IV, yay. haz. E. Jordan, cilt I, BEFAR dizi
2, Paris, 1893, no. 21-3, s. 8-9; no. 836, s. 326-7.
Bkz. S. Lewis, The Art of Matthew Paris in the Chronica Majora,
Aldershot, 1987, şekil 48, s. 91; şekil 153, s. 239; şekil 182, s. 289; ve bkz.
resim 6.
Bkz. Scarpellini, "La chiesa di San Bevignate," no. 92, s.
133.
Regle, mad. 99-119, s. 86-100; mad. 130-1, s. 105-6.
Regle, mad. 120-29, s. 100-5; mad. 132-7, s. 106-9.
37 RCgle, mad. 169-79, s. 127-33;
mad. 190-7, s. 138-41.
Regle, mad. 180-1, s. 134; mad. 328, s. 190.
Bkz. bu kitapta, s. 122-123.
RRH, no. 322, s. 82-3; no. 403, s. 106; no. 404, s. 106. Fransa misyonu
için bkz. RHG, cilt XVI, no: 125, s. 39; RRH, no. 399, s. 105. Mısır'a giden
elçi heyetindeki görevi konusunda bkz. TG, 19.18, s. 887. ll5l'den beri
tarikatta olduğu kesindir, RRH, no. 266, s. 67; muhtemelen l 144'ten önce de
tarikata
mensuptur, bkz. CG, no. 328, s. 213, n. 1. Batıdaki mevkii için bkz.
Papstur-kunden für Templer und johanniter, cilt II, no. 24 (a} ve (b}, s.
235-6. Geoffroi Fulcher konusunda bkz. E. G. Rey, "Geoffrey Fulcher.
Grand-Commande-ur du Temple, 1151-70," Revue de Champagne et de Brie, 6
(1894), 259-69.
4’ Regle, mad. 138-40, s. 110-12. Doğudaki Latinlere ilişkin görsel
tanıklıklarla karşılaştırma için bkz. D. C. Nicolle, Anns and Armour of the
Crusading Era 1050-1350, 2 cilt, New York, 1988, s. 318-35, 583-627, 807-11.
'Silahtar’ın sözlükteki tanımı "bir şövalyeye eşlik eden soylu
genç"tir, ama bu bağlamda yanıltıcı bir tanımdır bu. Tapınakçı
silahtarının modern muadili olsa olsa seyis yamağı veya ayakçı olabilir,
bunların genç veya eğitimli olmaları da gerekmez, ön saflardakilerin etkisini
artıracak özel beceriler sunarlar daha çok.
43 Sözgelimi 1169/7l’de
Kilikya'daki Tapınak kalelerine saldıran Ermeni Mleh, Tirli Guillaume
tarafından eski bir Tapınakçı diye anılır, 20.26, s. 948-9; 1266'da Safed'i ele
verdiği söylenen Suriyeli de bir Tapınak yaveriydi, Gestes des Chiprois, s.
180.
Regle, mad. 337, s. 194; mad. 431, s. 234; mad. 435-6, s. 236-7. Tersi,
yani bir şövalyenin yaver gibi görünmesi de aynı derecede ciddi bir suçtu.
Bunun gerekçeleri konusunda tahminlerden öteye geçilemez, ama kimlik gizlemeye
yönelik incelikli girişimlerin söz konusu olduğu düşünülebilir, mad. 446, s.
241.
Regle, mad. 586, s. 304-5.
Bkz. M. C. Barber, The Trial of the Templars, Cambridge, 1978, s. 54;
ve bu kitapta, s. 352.
Regle, mad. 175, s. 130; mad. 325, s. 189; mad. 300, s. 178.
Regle, mad. 499, s. 264; mad. 647, s. 332.
Riley-Smith, Thc Knights of St John inJerusalem, s. 239-40.
50 Der Untergang des
Templer-Ordens, yay. haz. K. Schottmüller, Berlin, 1877, cilt II, s. 207, 216,
217, 347, 368. 'Sergiens’ gibi melez bir terim bile mevcuttur, s. 215-16.
'Serf,' 'uşak,' 'ministerialis’ ve (piyade ya da binekli) 'yaver' terimlerinin
kullanımları konusunda bkz. J. F. Niermeyer, Mediae Latinitatis Lexicon Minus,
Leiden, 1976, s. 962.
De laude, s. 221.
Würzburg'lu johannes, "Descriptio," böl. 5, s. 130;
Theodericus, böl. 17, s.
27. Ayrıca bkz. bu kitapta, s. 140.
54 R. D. Pringle, "A Templar
!nscription from the Haram Al-Sharif in Jerusa-lem," Levant, 21 (1989),
197-201; Z. jacoby, "The Workshop of the Temple Area in jerusalem in the
Twelfth Century: Its Origin, Evolution and Im-pact,” Zeitschrift für
Kunstgeschichte, 45 (1982), 325-94. İşliğin Tapınak Tarikatına ait olması
mümkündür, ama bu konuda dolaysız bir veri yoktur. Kraliyet ve Hayırseverler de
dahil olmak üzere pek çok müşteriden sipariş
almıştır burası.
Deschamps, Les Chiiteaux des Croises, cilt 111, s. 156, 250, 252, 254,
257. Ayrıca bkz. şekil 5, s. 83. Tarikatın Amanos dağlarındaki Çalan'da bulunan
kalesinde de, iç hisarda önemli bir konumda yer alan benzer bir şapel vardı.
Nefin altında tonozlu bir kripta bulunmaktadır, bkz. Edwards, Fortficati-oııs,
s. 101-2.
Vitry'li jacques. Lettres de Jacques de Vitıy: (1160/1170-1240), eveque
de Sa-int-jean-d'Acre, yay. haz. H. B. C. Huygens, Leiden, 1960, no. 2, s.
93-4.
57 Bkz. johns, Guide ta 'Atlit, s.
52-5. Yuvarlak ya da çokgen biçimin Kub-betüssahra'dan -Hıristiyanların verdiği
adla Tanrı Tapınağından- kopya edildiği düşüncesi pek akla yakın değildir, zira
Tapınak tepesinin o bölgesi Tanrı Tapınağı rahiplerinin elindeydi. Ayrıca sunak
merkezli plan daha ziyade Kutsal Kabir Kilisesini hatırlatır.
Bkz. Pringle, “Reconstructing the Castle of Safad," s. 147-8.
Heykeller için bkz. lbnülfurat (Ibn al-Furat), Ayyubids, cilt II, s. 105.
Bkz. E. Lambert, L'Architecture des Templiers, Paris, 1955, s. 61-91.
Tek sahı-nlı planın uygulandığı yalın bir Tapınak kilisesi için bkz. R. Gem,
"An Early Church of the Knights Templars at Shipley, Sussex,"
Anglo-Norman Studies, cilt VI, Proceedings of the Battle Conference 1983, yay.
haz. R. A. Brown, Woodbridge, 1984, s. 238-46; yazar bu yapıyı 1140 civarına
tarihler.
60 Bkz. F. Laborde, "L'eglise
des Templiers de Montsaunes (Haute-Garonne)," Revue de Comminges, 92
(1979), s. 496-500 ve plan.
6’ Papsturkundenfür Templer undjohanniter, cilt!, no. 3, s. 207-8.
Regle, mad. 268-71, s. 164-71.
63 Regle, mad. 585, s. 304.
Bu örnekler, 1288-90 arası Nasıra başpiskoposu unvanını taşıyan Saint
je-an'lı Guillaume (Hamilton, The Latin Church, s. 279) ve 1272'de Baniyas
piskoposluğunu yürütmekte olan Humbert'dir (Bulst-Thiele, Magistri, s. 254, n.
87). Ancak “Kanun”da böylesi terlilere ilişkin birtakım düzenlemeler de
mevcuttur, mad. 434, s. 235-6.
"Bulles pour l'ordre du Temple," yay. haz. Delaville Le
Roulx, no. 21, s. 421 (Eylül 1206).
Regle, mad. 269, s. 165.
Regle, mad. 354, s. 202.
Le Proces des Templiers d'Auvergne (1309-11): Edition de
l'interrogatoire de ju-in 1309, yay. haz. R. Seve ve A.-M. Chagny-Seve,
Memoires et d.cuments d'historie medievale et de philologie, nouvelle
collection, Paris, 1987, s. 113, 119. "Kanun"da ayrıca ocağa
“karşılıksız" hizmet eden ve herhangi bir manastır teşkilatına mensup
olmayan rahiplere de atıfta bulunulur, mad. 525, s. 276-7.
Proces, cilt 1, s. 43.
Bkz. Hallam, "Royal Burial," s. 372.
7’ Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV, s. 11. Tapınakçılar önce
Hol-born'a, ll6l'de de buraya yerleştiler. Yuvarlak Kilise, Patrik Heraclius'un
1185 tarihli takdis töreninden önceye aittir, bkz. Records of the Templars in
England.in the Twelfth Century, s. xxxix, liii, lxxxvii, 163.
Proces, cilt I, s. 143, 419; "Les Chemins et pelerinages de la
Terre Sainte," yay. haz. H. Michelant ve G. Raynaud, Itineraires a
]erusalem, Cenevre, 1882, s. 180.
Bkz. F. Tommasi, “I Templari e il culto delle reliquie," MS, s.
208-9.
Proces, cilt I, s. 646-7.
Der Untergang, yay. haz.
Schottmüller, cilt II, s. 136.
Sudheim'lı Ludolph, Liber, baş. 19, s. 29. Ludolph'a göre bu haçın
balmu-muna çıkarılan izi, denizde fırtınalara karşı etkiliydi. Bkz. Tommasi, “I
Templari," s. 203-4.
Parisli Mattliew, Chroııica Majora, cilt IV, s. 641; cilt VI, 5. 142.
Bkz. Bulst-Thiele, Magistri, s. 254, n. 87.
Lambert, L'Arclıitectııre des Tcnıpliers, s. 84-91; Proces, cilt 1, s.
502.
Bkz. Tommasi, “! Templari,” s. 197.
80 Thc Trial of thc Tenıplars in
the Papal State aııd tlıe Abruzzi, yay. haz. A. Gil-mour-Bryson, Studi e Testi
303, Citta del Vaticano, 1982, s. 264-7. 1264'te bir Alman rahibin, kutsanmış
ekmeğin kanamaya başlayıp missa giysisini lekelediğini iddia ettiği Bolsena da
bu bölgedeydi - Corpus Domini Yortusunun ihdasını sağlayan ilahi bir işaretti
bu. ltalya'daki Tapınak kiliseleri ve bezemeleri konusunda bkz. F. Bramato,
Storia dell'Ordine dei Teınplnri in Italia. Le Foııdazione, Roma, 1991, s.
175-82.
Bkz. G. Dickson, “The
Flagellants of 1260 and the Crusades," ]MH, 15 (1989), 227-67. Bkz. U.
Nicolini, “Bonvicino,” Dizioııario biografico degli ltali-ani, cilt XII, Roma,
1970, s. 471-2.
Bkz. P. Deschamps ve M. Thibout, La Peinture murale en France. Le Haut
Moyen Age et l'Epoque Romane, Paris, 1951, s. 133-7. Modern askeri şapellerde
olduğu gibi duvarlara savaş andaçları ve kalkanlar asılarak fresklerin etkisi
artırılırdı. Parisli Matthew'ya göre Tapınakçılar "deniz ötesindeki
adetleri uyarınca” binalarının duvarlarını olabildiğince çok sayıda kalkanla
donatırlardı, Chronica Majora, cilt V, s. 480.
83 Bkz. D. H. Farmer, The Oxford
Dictionary of Saints, Oxford, 1978, s. 69-70.
84 Bkz. Bkz. P. Deschamps ve M.
Thibout, La Peinture murale en France au
debut de l'epoque gothique, Paris, 1963, s. 27, 131, 137, 140, 153.
'!' İsa'nın isminin Yunanca yazımdaki ilk iki harfinden (XP) oluşan
monog-ram -çn.
'
Laborde, "L'eglise des Templiers," 93 (1980), 48-50, 227-41,
339-45.
Bkz. P. Raspa ve M. Marchesi, "Note sull'architettura di San
Bevignate," TOI, s. 79-92.
Bkz. Scarpellini, “La chiesa di San Bevignate," s. 93-158.
Regle, mad, 75, s. 72-3.
Scarpellini bu temanın kaynağının, Ravenna'da bulunan San Giovanni
Evangelista'nın absidasındaki (artık mevcut olmayan) mozaik bezeme
olabileceğini ileri sürer, “La chiesa di San Bevignate," s. 129. Burada
Galla Pla-cidia'nın hayatından bir sahne (imparatoriçenin ailesiyle yaptığı
güvenli bir deniz yolculuğu) sunuluyordu.
9° Regle, mad. 56, s. 58.
9’ Bkz. F. Tommasi, "L'Ordine dei Templari a Perugia,” Bollettino
delta Depu-
tazionc di Storia Patria per l'Umbria, 78 (1981), s. 71-2. Bkz. bu
kitapta, s. 230.
92 Paderborn'lu Oliver, Historia Damiatina, s. 171.
Regle, mad. 279, s. 170.
94 Regle, nıad. 279-313, s.
170-83.
Regle, mad. 146, s. ■ 115; mad. 300, ' s. 178.
96'. Regle, mad. 313, s. 182-3. •
Regle, mad. 309, s. 181.
Bkz. R. D. Pringle, The Red Tower (al-Bur) al-Ahmar): Settlement in
the'Plain
of Sharon in the-time of the Crusaders'and Mamluhs'-(AD' 1099-1516),
British School ■ of Archaeology Monographs Series l, Londra, I986,s. 128,
178-9,- 1856.
'
' : ■ - ' ' -
Vitry’li Jacques, The Exempla or Illustrative Stories from the Sermones
Vulgares, yay. haz. T. F. Crane, New - York, 1890, no. 85,-s. 38-9. L -
’00 RCgle, mad. 184-6, s. 135-6;
mad. 192, s. 139; mad. 196, s. 140-1.
’0’ Reglc, mad. 238, s. 171; mad.
305, s. 179-80; mad. 315, s. 183-4; mad. 319, s. 185-6; mad. 606, s. 313-14.
’02 RCgle, mad. 294, s. 175-6.
’03 ProcCs, cilt 11, s. 160;
RCgle, mad. 501, s. 264-5.
Regle, mad. 367, s. 207.
™5 Regle, mad. 285, s. 172.
Reglc, mad. 340-65, S. 195-206.
Rcgle, mad. 343, s. 197.
Regle, mad. 346-8, s. 198-200.
109 Regle, mad. 349, s. 200.
Regle, mad. 431, s. 234.
m Regle, mad. 657-86, s. 337-50. Hayırseverlerin kabul törenleriyle
karşılaştırma için bkz. Riley-Smith, The Knights of Stjohn injerusalem, s.
232-3.
Regle, mad. 70, s. 69. Bu maddeler 112O'lerde kadınların -belki de
hacılara yönelik hizmetlere katkıda bulunmak suretiyle- Tapınakçılarla daha
yakın ilişkiler kurduklarına işaret eder.
Regle, mad. 679, s. 346-7.
Bkz. bu kitapta, s. 51-3, 389-90.
’15 Regle, mad. 433, s. 235.
Bkz. Forey, "Women and Military Orders,” s. 63-7; ve Records of
the Temp-lars in England, s. lxi-lxii. Konuya ilişkin bir tartışma için bkz. H.
J. Nic-holson, "Templar Attitudes towards Women,” Medieval History, 1
(1991), 74-80.
1’7 Joinville, Histoire, s. 282-3; Gestes des Chiprois'da önce Akkâ’ya,
ardından da Atlit’e gönderildiği söylenir, s. 147.
Regle, mad. 14, s. 25-6. Fransızca çeviride tekrarlanmıştır bu. Katılım
yaşı konusunda bkz. A. J. Forey, "Recruitment to Military Orders (Twelfth
to mid-Fourteenth Centuries)," Viator, 17 (1986), 148-53.
Provins. Histoire et cartulaire des Templiers de Provins, yay. haz. V.
Carriere, Paris, 1919, no. 12, s. 49-50.
Proces, cilt I, s. 415; cilt II, s. 352, 390.
’28 Gestes des Chiprois, s. 117-18. Novaralı Philippe’ten çeviri, The
Wars of Fre-derick II, s. 169-70.
Regle, mad. 338-9, s. 194-5.
’30 Regle, mad. 93, s. 83. Belli -ocaklarda.özel - imkanlar sunuluyordu
muhtemelen. Örneğin - İngiltere'deki Eagle- (Lincolnshire) ve : Denney (Cambridgeshi-re), bkz. Records of the Templars in ■ England '
in the ' Twelfth Century, 's; clxxx; The Victoria History of the Counties of
England,' yay. haz. L. F. ’ Salzman, A History of Cambridgeshire.and the
Isle-of Ely, cilt 11, 1948,-s. 259-62.
Regle, mad. 438-9, s. 237-8;
mad. 672, s. 343. < '
Regle, mad. 190-7, s. 138-41.
-
■ 1
’33 Regle, mad. 443, s. 239-40. Bkz. Shajar, "Des lepreux,” -s:
29-30. • ■'
Regle, mad. 554, s. 289-90.
Regle, mad. 428, s. 232-3.
Bkz. Barber, Trial, s. 238-40.
Regle, mad. 429, s. 233. Ancak 1139-61 arası Lazkiye piskoposluğunu
yürüten Nasıralı Gerard'ın anlattığı Bartholome vakası ilginç bir örnektir. Bu
adam karısını terk edip doğuya hacca gitmiş, burada Tapınakçılara katılmıştır.
Ama Kudüs'te kendini cüzamlıların bakımına adadığı, aynı zamanda da oruç ve
gece ibadetleriyle kendine eziyet ettiği anlaşılmaktadır. Neticede -izinli mi
izinsiz mi olduğu belli değilse de- Tapınakçılardan ayrılmış ve Antakya'da
Karadağ’a çekilip' keşiş olmuştur. Bkz. B. Z. Kedar, “Gerard of Nazareth, a
Neglected Twelfth-Century Writer in the Latin East. A Contribution to the
Intellectual and Monastic History of the Crusader States,” DOP, 37 (1983), s.
72.
Regle, mad. 437, s. 237.
Bkz. A. Spicciani, "Papa Innocenzo IV e I Templari," MS, s.
56-7.
’54 Regle, mad. 451-67, s. 242-50. “Kanun”un XIII. yüzyıl ortasına ait
kısmında örnekleriyle birlikte otuz bir değişik suç sayılır, mad. 587-622, s.
305-22.
Regle, mad. 451, s. 242-3; mad. 468, s. 250; mad. 470, s. 251; mad.
472, s. 251-2; mad. 477-8, s. 253-4; mad. 481, s. 255.
Regle, mad. 474, s. 252; mad.
486-7, s. 257-8. Mesela bkz., “daha sıkı tarikat" tanımına uyan
Chartreuse'e katılmış, ama sonra kararından caymış Wal-laincourt'lu Adam
vakası, Proces, cilt I, s. 204. Ancak ismi belirsiz hacının sandığının tersine,
“Kanun,” bir biraderin ekmeğini yemesine engel oldukları takdirde kedilerle
köpeklerin kovalanmasına izin verir, Regle, mad. 512, s. 271.
Regle, mad. 476, s. 253.
Regle, mad. 496-7, s. 262-3.
Regle, mad. 493, s. 261; mad.
502, s. 265-6.
Regle, mad. 188, s. 137. Bu
davranış tarzı kendi başına önemli olduğu gibi, "laik kimseler için iyi
bir örnek de teşkil eder," mad. 340, s. 195.
16’ Regle, mad. 315, s. 183-4; mad. 317, s. 184-5.
Regle, mad. 638, s. 328.
’63 Regle, mad. 605, s. 313. Ayrıca bkz., tedavi için ocağa bırakılmış
bir atın ölümüne sebep olan Kıbrıs kumandanı vakası. Kumandan tavşan kovalarken
atla birlikte düşünce atın öldürülmesi gerekmişti, mad. 606, s. 289.
’64 Calendar of the Close Rolls, Edward!., cilt III, AD 1288-1296,
Londra, 1904, s. 289.
’65 Regle, mad. 558, s. 291-2; mad. 592, s. 308; mad. 625, s. 322.
Bkz. bu kitapta, s. 352-355.
Walter Map, De nugis curialiuın,
s. 72-3.
’68 Bkz. J. H. Lynch, Siınoniacal Entry into the rdigious Life from
1000 to 1260,
Columbus, Ohio, 1976, s. 190-2. Din istismarı ve askeri tarikatlar
konusunda bkz. Forey, “Recruitment,” s. 155-7.
Cartulaires des Templiers de Douzens, yay. haz. P. Gerard ve E. Magnou,
Collection de documents inedits sur l’histoire de France 3, Paris, 1965,
Car-tulaire A, no. 199 [198], s. 171-2. Ayrıca bkz. Magnou, “Oblature,” s.
387-8.'
Regle, mad. 224, s. 153.
]. A. Brundage, “The Crusader's
Wife: A Canonistic Quandary," Studia Gratiana, 12, Collectanea Stephan
Kuttner 2, Roma, 1967, s. 434-5.
172 Regle, 544-49, s. 285-88. Lynch, Simoniacal Entry into Religious
Life, s. 216-7.
’73 Bu kişi, 1240'ta Akka idareciliğini yürüten Vichiers'li Renaud'dur
muhtemelen, RRH, no. 1096, s. 285. Perigord'lu Armand'ın halefi Sonnac'lı
Guilla-ume 1230'ların ortalarında Aquitaine idarecisiydi ve dolayısıyla bu olay
sırasında doğuda değildi.
’74 Bkz. bu kitapta, s. 353-355.
’150 Calcndar of the Close Rolls, Edward !.,
cilt V, AD 1302-7, Londra, 1908, s. 339.
176 -Catalaıı Rule, var. 35b-37a; “Un nouveau manuscrit," yay. haz.
Delaville Le Roulx, mad. 31, s. 201-2.
’77 TG, 20.26, s. 949. Bkz. bu kitapta, s. 136.
’78 Eracles, cilt İl, s. 467.
Regle, mad. 603, s. 312.
180 Parisli Matthew, Chronica
Majora, cilt V, s. 387.
Regle, mad. 569, s. 296-7.
Regle, mad. 418, s. 229. Çeşitli cinsel faaliyetler için getirilen -ve
dolayısıyla zımnen bunların mevcudiyetini teyit eden- yasaklar konusunda bkz.
C. Davj.es, "Sexual Taboos and Social Boundaries," American ]ournal
of Soci-ology, 87 (1982), 1032-63.
Regle, mad. 236, s. 156; mad. 452, s. 243.
’84 Regle, mad. 572-3, s. 297-8. 1311'de duruşma sırasında Şövalye
Faure'lü Hu-gues de buna çok benzeyen bir hikaye anlatmıştır. Hikayeyi
birilerinden işitmiş veya dogrudan "Kanun"dan aktarmış olabilir,
Proces, cilt II, s. 223.
’85 Le Proces des Templiers d'Auvergne (1309-11), s. 148.
Mesela j. R. Strayer, The Reign of Philip the Fair, Princeton, 1980, s.
291. Ancak Tapınakçıların "iffetsiz" oldukları, "sık sık aşikar
eşcinsel faaliyetlerde bulundukları" iddiasını destekleyebilecek hiçbir
veri yoktur. •
Born'lu Guillaume'unki gibi itirafların nadirliği, J. Boswell'in dile
getirdiği görüşü -XIII. yüzyılda Hıristiyan toplumunun eşcinselliğe karşı
giderek daha da müsamahasız hale geldiğini- doğrular gibidir, Christianity,
Social Tolerance and Homosexuality, Chicago, 1980, s. 295-8. Ancak aşağıda da
öne sürüldüğü üzere (s. 468-470), toplumsal değişimden ziyade, duruşmada
verilen ifadelerin çözümlenme yöntemiyle ilgili bir meseledir bu.
TAPINAK AĞI
Ekim-Kasım 1307'de Paris'te papalık sorgucularının karşısına çıkarılan
Tapınakçılar arasında, Wirmis'li Odon adlı bir hizmetli birader de
bulunmaktaydı. Hali tavrı, görünüşü modern klişeye -kırmızı haçlı beyaz biniş
giymiş, ağır zırhlara bürünmüş, güçlü bir savaş atına binmiş, üstü başı kan
lekeli Tapınak şövalyesi- pek uymuyordu. Bu şövalyenin yer aldığı sahne
Filistin dağlarının, çöllerinin tozu toprağıydı, görevi ise Sarazenlere karşı
amansız bir savaş vermekti. Ama . Odon altmış yaşındaydı ve usta bir marangoz
olduğunu söylüyordu; zaten tarikata katıldığında hayatının altın çağını aşmış
bulunuyordu, kırk dört yaşında girmişti ocağa.’ Belli ki savaşsın diye
devşirilmemişti, hatta anayurdunun yeşil, engebeli kırlarının ötesine uzanmaya
cüret ettiği bile şüpheliydi, zira Beauvais piskoposluk bölgesindendi ve
tarikata Paris ocağında katılmıştı. Üstelik bu adam, 13 Ekim 1307 sabahı erken
saatte kraliyet görevlilerince tarikatın Fransa'daki ocaklarından toplanan
kimseler arasında aykırı bir örnek de değildi; zira Kutsal Topraklar için
destek sağlamaya yönelik daimi faaliyetler gereği o sıra Fransa'da bulunan
önderleri hariç tutuklananların çoğu tarikatın batıdaki idare merkezlerinde
görevli yöneticiler, zanaatkarlar ve tarım işçileriydi/ Daha 116O'ların başlarında
İngiltere'den Dalmaçya sahiline yedi geniş il teşkilatı kurmayı gerektirmiş dev
bir manastır düzeninin
1 Proces, cilt II, s. 330-1.
2 Barber, Trial, s. 54.
birer parçasıydı bunlar; Wirmis'li Odon'un çağına gelindiğindeyse,
bugünkü Fransa'yı içeren bölge on bir ayrı bailli'ye taksim edilmiş durumdaydı.
1
Bu yaygın örgütün pek çok eleştiriye uğramış olması şaşırtıcı değildir,
zira 112O'lerin başlarının "yoksul şövalyeleriyle büyük bir tezat vardır
arada. Büyük Üstat Perigord'lu Armand'ın 1243'ün sonları veya l 244'ün
başlarında tarikatın lngiltere'deki idarecisine yazdığı mektup hakkında Parisli
Matthew'nun yorumu bu konuda iyi bir örnektir.2 Burada
üstat, Mısır'a karşı Şam'la müzakereye girme siyasetinin Hıris-tiyanlara bir
kez daha Kudüs'e güvenli, sağlam bir kapı açtığını ve böylece büyük kazançlar
sağladığını anlatır. Ama Parisli Matthew, Walter Map'in yarım yüzyıl önceki
müstehzi gözlemini tekrarlayarak,3 Tapınakçıların
Mısır’la çatışmasını (II. Friedrich'in 1229'da sağladığı barışı bozan bir
hareketti bu), Hıristiyanlarla Sarazenler arasındaki savaşların sürüp gitmesi
için bulunmuş bir çare olarak sunmayı tercih etmişti - ona göre askeri
tarikatların savaşlardan çıkarı büyüktü. Tarikatların aslında Sarazenleri tam
bir yenilgiye uğratmak için gerekli kaynaklara sahip olduğunu iddia ediyordu;
zira sair iratlarla imtiyazları bir yana, Tapınakçılar 9000, Hayırseverler de
19.000 malikaneye sahipti ve bunların her birinin Kutsal Topraklarda savaşacak
tam teçhi-zatlı bir şövalye donatması mümkündü. "Pek çok azimli batılı
şövalyemin de haçlı seferlerine katılmasına karşın zafere ulaşılamıyorsa,
Hıristiyanlar askeri tarikatların bir nevi sahtekarlığa saptığına inanmak
durumundaydılar.4
Anlaşılabilir görüşlerdir bunlar; çünkü batılı Hıristiyanların çoğu
Tapınakçıları haç adına savaşmaktan uzak buluyor, ama haçlılar için gereken
sonsuz miktarda paranın önemli bir kısmım da onların çektiği düşünülüyordu.
Ancak savaşma becerisinden yoksun ve çoktan olgunluk yaşına varmış kimselerin
kabulü, 1129'dan sonra tarikatın sorumluluklarım yerine getirmek için nasıl bir
teşkilata ihtiyaç duyar hale geldiğini ortaya koyar. Batıda yaygın bir destek
ağı olmasaydı, Tapmak Tarikatı uğradığı ilk büyük bozgunla silinip giderdi.
Güney Aragön'da faaliyet gösteren ve 1196'da Tapınağa katılan Montjoie Tarikatı
gibi, yeniden toparlanamayacağı düşünülerek başka bir teşkilata devredilebilir,
hatta 1244'te La Forbie'de silinip giden çok daha küçük Aziz Lazaros Tarikatı
gibi, bir muharip güç olmaktan çıkabilirdi.5 Xll. yüzyılda sadece Kudüs Krallığına 300 kadar
şövalye yerleştirmesi veya Xlll. yüzyılda Atlit ile Safed gibi kaleler inşa
etmesi, bunları işler halde tutup askeri üs olarak kullanması imkansız olurdu.
Ayrıca söz konusu dönem boyunca fiyatlar sürekli yükselmişti. 1180 civarında
bir Bour-gogne şövalyesinin teçhizatı ve bir atlı savaşçı olarak geçimi için
aşağı yukarı otuz rahip malikanesine (yaklaşık 300 hektar ya da 750 acre)
ihtiyaç vardı; 1260'lara gelindiğindeyse, 150 rahip malikanesinden aşağısı kurtarmıyordu.
Bu arada at fiyatları da yükselmişti: Ortalama fiyat 1140-1180 arası üçe
katlanmış, bu da 1 22O'lere değin iki kat daha artmıştı.6 Pek çok toprak beyi kudretini kaybetmişti, zira
sorunlar XIII. yüzyılın ileriki yıllarında daha da ağırlaşmıştı;7 ama kaleleriyle
fiefleri-ni kullanımda tutma ve savunma yükünü artık kaldıramayan laik
asillerin giderek çoğalmasından ötürü doğuda askeri tarikatların
sorumluluklarının artması, bu teşkilatların konumunu iyice sağlamlaştırmıştı.8
Daha yakın tarihli savaş deneyimi örnekleri bu konuda açıklayıcı
yeni şövalyelik
olabilir. XVIII. yüzyıl ordularının etkisi, çok sayıda adam ve atın
hareketinin, beslenmesinin güçlügü yüzünden gayet kısıtlıydı. 1732'de yazan
Mareşal Saxe'ye göre hareket halindeki tek bir müfreze bile "her an
dagılmanın eşiginde olan ve güç bela kımıldatılabilen, hurdası çıkmış bir
makine gibi"ydi. Örgütlenme sorunları bir yana,. egitimleri pahalıya
patlayan askerleri korumak gibi hayati bir gereklilik de söz konusuydu. XVIII.
yüzyıl ordularının gögüs gögüse çarpışması, birkaç saat içinde bu askerlerin neredeyse
üçte birinin kaybedilmesine yol açabiliyordu; bu da iki ya da üç çarpışmada
savaşamaz hale gelmek demekti.9 10 Modern savaş
ise sıkı örgütlenme yaklaşımını yansıtır. II. Dünya Savaşı biterken ABD
ordusunda her on askerden yalnızca üçü fiilen savaşıyordu, "destek
hizmetler" denen görevleri üstlenenler ordunun insan gücünün yaklaşık
yüzde 45'ini oluşturuyordu. Vietnam Savaşında her piyadenin arkasında dört veya
beş kişilik bir destek gücü bulunuyordu.12
Ayrıca ABD'de bu savaşların ikisinde de, gerçek savaşla ilgisi radyo veya
televizyonla sınırlı binlerce sivil teçhizat, giysi, yiyecek ve ulaşım
sağlamakta istihdam edildi. Ordular ne kadar gelişkinse ihtiyaç duyulan
lojistik ve teknolojik destek de o kadar karmaşık olur; ama XII ve Xlll.
yüzyılda üretimin büyük ölçüde emeğe dayalı olması, askerleri savaşabilir
durumda tutmak için gereken çabanın da aynı ölçüde büyük olması demekti.
Amleto Spicciani, Papa IV. Innocentius (1243-54) ile Tapınakçılar
arasındaki ilişkilere dair incelemesinde bu mesele üzerinde durur.’3 Papa haçlı devletlerini savunmanın getirdiği mali yükün farkındaydı ve
tarikatın doğuda tefecilerin eline düşmesinden endişeleniyordu.’4 Bu nedenle kendisi de ağır mali sorunlardan mustarip olmasına rağmen,
askeri tarikatların batıdaki ocaklarının doğudaki ihtiyaçları karşılarken
olabildiğince az güçlük çekmesi için büyük çaba harcıyordu. Bu ocakların
Kilisenin koyduğu haçlı seferi vergilerinden muaf tutulmalarını sağlamış, bunu
da söz konusu ocakların zaten Kutsal Topraklara yardıma katkıda bulunduklarını
ve herhangi bir vergi yüklemenin bu güçlerini kısıtlamaktan başka bir şeye
yaramayacağını söyleyerek gerekçelendirmişti.’5
1253 başlarına ait iki özel karar papalığın kaygılarını ortaya koyar.11 Papa 27 Ocakta
Tapınakçıların Provence'ta bulunan ve değeri 2000 gümüş markı aşmayan bazı
mülklerini satma ve kiraya verme taleplerini onayladı, ayrıca İngiltere (4000
sterlin marka kadar), Poitou (3000 gümüş marka kadar) ve Fransa Krallığı (6000
marka kadar) için de benzer hükümler getirdi. 30 Ocakta ise Almanya hariç her
ülkede, haçlı yemini karşılıklarından, tefecilik suçu için ödenen
tazminatlardan ve Kutsal Topraklar lehine hükümler içeren vasiyetnamelerden
sağlanan gelirleri Tapınakçılara tahsis etti. Bu imtiyazlar için de 10.000 mark
gibi çok yüksek bir sınır belirledi.
Bu koşullar altında Tapınak kumandanlarının çoğunun birlikleri göğüs
göğüse çarpışma riskine atmaktan geri durmasının nedenleri açıktır; bu riske
girdiklerinde kayıplarının oranı, XVIII. yüzyıl Avrupa savaşlarındaki üçte bir
oranından çok daha yüksek olabiliyordu. Başlangıçtan beri çikarmak zorunda
kaldıkları bir dersti bu. Troyes Kon-silini izleyen on yıl içerisinde
Tapınakçıların müdahil oldukları bilinen girişimlerin üçü de, ağır kayıplar
getiren bozgunlarla sonuçlandı.’7 Bu
deneyim birçok kez tekrarlandı. 1164'te Harim'de, altmış yedi kişilik bir
birlikten altmış ölü verdiler; ll87'de iki aydan biraz fazla bir süre
içerisinde, Cresson kaynaklarıyla Hattin'de 290 şövalye kaybettiler; 1237'deki
Darbsak kuşatması sırasında Bagraslı Tapınakçı-lar Halep askerleri karşısında,
120 şövalyelik bir kuvvetten yalnızca yirmi kişinin hayatta kaldığı bir bozguna
uğradılar; Ekim 1 244'te La Forbie'de, orduya kattıkları 300 şövalyenin sadece
otuz üçü sağ çıkabildi; altı yıldan kısa bir süre sonra Mansure'de, büyük üstadın
Join-ville'e söylediğine göre 280 şövalye öldürüldü.’8
Öncelikle insani açıdan değerlendirilecek kayıplardır bunlar, ama aynı zamanda
bu şövalyelerin her birinin büyük bir mali yatırımı temsil ettiğini de
unutmamak gerekir. l267'de Akka'nın savunulması için bakımı karşılanan
’7 Bkz. bu kitapta, s. 68-68; ve Hiestand, "Kardinalbischof,"
s. 321-2.
’8 Bkz. bu kitapta, s. 157, 183, 234-234. 1237'deki çarpışma için bkz.
Ebülfida (Abu'l Feda), "Annales," s. 112; ve Parisli Matthew,
Chronica Majora, c. III, s. 404-6. Darbsak’ta öylesine ciddi bir bozguna
uğranmıştı ki, III. Henry esir düşenlerin fidyelerinin ödenmesine yardımcı
olmak için Ingiltere Tapınağının üstadına 500 marklık özel bir bağışta
bulunmuştu, Calendar of the Patent Rolls, 1232-47, Londra, 1906, s. 207.
bir şövalyenin yıllık masrafı doksan livre tournois'ydı. 12 IX.
Louis'nin ilk haçlı seferi zamanında Fransız monarşisinin ortalama yıllık
geliri, olabildiğince yakın bir tahminle 250.000 livre tournois kadardı; bu da,
La Forbie'de öldürülen her bir şövalye Tapınak kaynaklarının sadece bir yıllık
yatırımının temsilcisi olarak alınsa bile, toplam kaybın yine de Capet'lerin
yıllık gelirinin dokuzda birine yakın bir meblağ tutması demektir.13 14 ■
Böylesi buhranlar, tüm kaynakların bu açıkları kapatmak için seferber
edildiği faaliyet hamleleri yaratıyordu. Daha I I so'de Kethüda Montbard'lı
Andre, o sıra Fransa'da bulunan büyük üstada yazdığı mektupta, acilen biraz
daha para ve adam gönderilmesini talep ediyor ve III. Baudouin'in Antakya
seferine katılan, 120 şövalye ve IOOO silahtar ile yaverden oluşan kuvveti
toplamak için girdikleri borçları anlatıyordu. Bu yeni adamların da çoğu
ölmüştü ve kethüda üstattan toplayabildiği bütün sağlam adamları yanında
getirmesini ve “hayatta kalabilmemiz için" ne satabiliyorsa satmasını
istiyorduk Barres’lı Eve-rard'ın, anlaşıldığı kadarıyla bu başvuru üzerine 14
Mayıs 115O’de Paris’te topladığı ruhani meclis, böyle bir mektubun tarikatın
batıdaki teşkilatında neden olabileceği zincirleme tepkiler konusunda bir fikir
verebilir. Burada görülen işlemlerden biri de, Liege yakınlarındaki Aunis'de
bulunan bir ev ve bir çayırın Başrahip Suger ile Aziz Denis Manastırına
bağışlanmasıydı. Tapınakçılar bu mülkü tarikata katılan üç birader aracılığıyla
edinmişler, ama bu biraderler de burayı Aziz Denis Manastırından cens [yıllık
ödenti] ödemek koşuluyla almışlardı. İşlemin pratikte pek büyük bir faydası
olmadığı anlaşılsa da, berattaki ifade tarzı kethüdanın mektubunda dile getirilen
mecburiyetleri gayet iyi yansıtır. "Doğu kilisesinin baskısıyla bazı
mülklerimizi satmış olsak da, (. .. ) bilhassa söz konusu saygıdeğer başrahip
bizi sevdiği ve mülklerimizi ziyadesiyle artırdığı, işlerimizi sanki kendi
işleriymiş gibi şevkle gözettiği için, bu mülkü, buradaki Aziz Denis mensupları
ve kasabaya sorun çıkarabilecek sair kimselere satmaya değer bulmuyor ve bağış
olarak bırakıyoruz."15 16
1187 ve l 244'te uğranan felaketler, kapatılması gereken daha büyük
gedikler bıraktı geride. Mayıs 1187'deki Cresson kaynakları katliamının
ardından Ridefort'lu Gerard doğrudan doğruya papalığa bir mektup yazmış,
Müslümanların -zaten her zaman doğudaki Hıristiyanların mahvına çalışmış
olsalar da- Hıristiyan önderler arasındaki anlaşmazlıkların farkına vardıkları
için o sıralarda özellikle tehlikeli olduklarını anlatıp yardım istemişti.
Cresson bozgunu' elli şövalye ile on yaverin ölümüne, ayrıca büyük at ve silah
kaybına neden olmuştu. Eylül ayının başlarında, Hattin'de çok daha büyük bir
bozguna uğrandığından habersiz olduğu anlaşılan Papa III. Urbanus, Canterbury
Başpiskoposuyla İngiltere’nin önemli din adamlarına mektup yazarak, mümkün olan
her çareye başvurup prens ve baronları askeri yardımda bulunmaya teşvik
etmelerini, ayrıca "o toprakları daha iyi savunabilmeleri" için
Tapınakçılara at ve silah sağlamalarını emretmişti?3 Bundan
yarım yüzyıl sonra, La Forbie'nin ardından Parisli Matthew da, batıda askeri
tarikatların bozguna verdikleri genel tepkiyi şöyle
anlatmıştı:
Ölen oğullarına ağlayan anamız Kilisenin yanaklarından gözyaşlarını
silmek için, Fransa Kralı ve Hayırseverler ile Tapınakçılar, orada [Kutsal
Topraklarda] yaşayanlara teselli, yardım olsun diye ve onları Ha-rizmlilerle
diğer imansızların aralıksız saldırıları karşısında ayakta tutmak üzere, kısa
süre içinde, hiç de küçük olmayan bir hazineyle birlikte silahlı adamlardan
oluşan bir birlik ve acemi şövayeler (milites neophitos) gönderdiler. 17 18 19
Yaşlılık, zayıflık ve hastalık yüzünden, ayrıca önemli il
teşkilatlarını yönetmek üzere bazı deneyimli önderleri batıya göndermek
gerektiğinden, adam sayısı sürekli azalıyordu. Bu nedenle, alenen kapıya
dayanmış bir buhran olmasa bile, Outremer'deki örgütü ayakta tutmak için
düzenli olarak doğuya adam sevk ediliyordu. Duruşmadaki tanıklıklar bu süreci
bir ölçüde aydınlatmaktadır. Molaylı Jacques, 1265'te Bourgogne'daki Beaune'de
tarikata kabul edilişini ve 1270’lerin ortalarında diğer yeni üyelerle birlikte
doğuya gönderilişini anlatmıştı?5 Alt
kademeden bir hizmetli birader, Troyes'lı Etienne de, tarikata kabul edileli
daha bir yıl olmamışken, l 297'de Paris'te toplanan genel ruhani meclisin
kararıyla denizaşırı topraklara gönderilen 300 biraderlik büyük bir gruba
katılışını anmıştı?6 1307'de Paris'te
sorgulanan 115 Tapınakçının yaşlarına bakılırsa, XIII. yüzyıl sonu ile XIV.
yüzyıl başında bile hala yirmili yaşlardaki adamların büyük bir kısmının
denizaşırı topraklara gönderildiği görülür; 1310'da, artık haçlıların cephesi
haline gelen Kıbrıs'ta sorgulanmış yetmiş altı Tapınakçının ifadesi de, sadece
beşinin tarikata doğuda katıldığını, diğerlerinin batıdaki idare merkezlerinden
gönderildiğini ortaya koyar.20 21 22 "Kanun"
meseleye dolaylı olarak değinir. Evli veya borçlu kişinin durumu, karısının bir
tarikata girmesini sağladığı veya borçlarını alacaklısının tarikata yönelik
hiçbir iddiası olmayacak şekilde hale yola koyduğu takdirde yeniden değerlendirilebilirdi.
Dahası tarikata girişte toplumsal mevki konusunda yalan söylemek kovulmaya yol
açabilecek bir suç olsa da, şövalyeymiş gibi davranan ve aslı anlaşılan
birinin, "ocağın değerli adamlarının" onaylaması halinde yaver
birader olarak tarikata tekrar kabul edilmesi mümkündü - yanıltıcı beyanlarına
rağmen olası yeni üyelerin gözden çıkarılamadığını ortaya koyan hükümlerdir
bunlar?8
Tapınakçılar at ve erzak tedariki konusunda da büyük güçlüklerle
karşılaşıyorlardı. Atlar insan gücü kadar hayati ve gayet pahalıydı,
"Kanun"da bakımlarına ilişkin onca ayrıntılı düzenleme bulunmasının
nedeni de buydu. "Kanun’un görevlilere, şövalyelere ve yaverlere kaçar at
verileceği konusundaki hükümleri yerine getirildiyse eğer, Tapınakçılar doğuda
sürekli -develerle yük hayvanlarının yanı sıra-4000 kadar at beslemiş
olmalıdırlar?9 Ağır bir sorumluluktu bu.
Tahminlere göre, XIX. yüzyılda bir at için gereken standart saman ve tahıl
miktarı günlük yaklaşık 11,4 kilogramdı; makina çağı ordularından farklı
olarak, hareketsiz bir kuvvet söz konusu olduğunda bile azaltı-lamayacak bir
miktardı bu. Kaba bir hesapla, bir at sıradan bir insandan beş altı kat fazla
gıda tüketip Batı Avrupa ikliminde bile günde altı galon su içiyordu.23 24
Büyük haçlı seferleri ihtiyacı daha da artırmıştı. 1147-48 kışındaki
Küçük Asya yürüyüşüne katılan Deuil'lü Odon, laik şövalyelerin yolculuk
sırasında pek çok at kaybetmesine karşın Tapınakçıların "açlıktan
kırılsalar bile süvari atlarını muhafaza etmelerinden çok etkilenmişti?’ Bu
sahiden de önemli bir başarıydı; zira atlar, özellikle de görece korunmasız
oldukları XII. yüzyılda, yürüyüş ve çarpışmalarda kolayca yaralanabiliyorlardı.
Türk okçular şövalyelerin zayıf noktalarının atları olduğunu anlamışlardı.
îmadettin'e göre Frank şövalye zırhıyla öyle iyi korunuyordu ki onu alt etmek
imkansızdı, ama atı öldürülürse ele geçirilmesi nispeten kolaylaşıyordu.
Hattin'de çok sayıda şövalyenin esir düştüğünü, ama atların neredeyse
hiçbirinin sağ kalmadığını söylüyordu îmadettin.25
Itinerarium'un yazarının, I. Richard'ın 1191-92 güzü ve kışında
Akka'dan güneye yürüyüşü hakkında anlattıkları da meseleye ışık tutar. Hayvan
yemi hayati önem taşıyordu ve atlarla yük hayvanlarına yeterli yiyecek sağlamak
için birtakım tehlikelerin göze alınması gerekmişti. 6 Kasım 1191'de hayvan
yemlerini koruyan Tapınakçılar büyük bir Türk birliğinin saldırısına uğradılar
ve bu olağan temas birdenbire kızışıp şiddetli bir çarpışma haline geldi,
Hıristiyanlar bu çarpışmadan ancak kralın getirdiği yardımla kurtulabildiler.
Böylesi ordular sık sık bir kısırdöngüye düşüyordu, zira hem adamlara hem
hayvanlara erzak bulmak için gereken hareketlilik ve menzile ulaşmak bakımından
atlar elzemdi; Kutsal Topraklarda -özellikle de söz konusu yürüyüşün yapıldığı
aylarda- yakın menzilde nadiren yeterli yiyecek veya otlak bulunabiliyordu.
Mesela ordu Aralık sonuna doğru Ramla ile Lod arasında ordugah kurduğunda,
Hayırseverler ile Tapı-nakçılar Kutsal Masumlar Günü (28 Arp!ık) geceyarısı
Kudüs civarındaki dağlara akına çıktılar ve şafakta Ramla'ya 200 öküzlük bir
ganimetle döndüler. Kötü koşullar ve hastalıklar da hem adamların hem
hayvanların ölümüne sebep oluyordu. Akından birkaç gün sonra, Aralığın sonunda
Richard'ın ordusu yine Kudüs civarında Beyt Nu-ba'ya ilerledi, ama askeri
tarikatların tavsiyesi üzerine bu seferlik daha fazla gitmemeye karar verildi.
Bunun için söylenen gerekçelerden biri, şiddetli yağmur, fırtınalar ve soğuğun
-adamlar ve teçhizat üzerindeki etkisinin yanı sıra- çok sayıda at ve yük
hayvanının ölümüne neden olacak olmasıydı.26
Yalnızca savaş baskısından ötürü değil, bir atın ortalama olarak ancak
yirmi yıl kadar yaşamasından ötürü de sürekli yeni hayvan tedarik edip açıkları
kapamak gerekiyordu. Üstelik atlar gripten sıtmaya değin pek çok hastalığa
karşı savunmasızdı; derileri parazitler yüzünden iltihaplanabiliyordu;
bakımlarına büyük bir özen gösterilmediği takdirde vücutlarında yara, çıban ve
egzama çıkabiliyordu. Özellikle haçlı seferi bölgelerinde yaşanan aşırı
sıcaklarda barsak ve sindirim sistemi bozukluklarına, Kudüs ile Ürdün nehri
arasındaki topraklarda iyice belirgin olan taşlık bozkırlar gibi çetin
arazilerde aşırı zorlan-maktan sakatlıklara da uğruyorlardı.27 Hayvanlar
öylesine önemliydi ki, "yanlışlıkla bir at veya bit katırın" ölmesine
ya da yaralanmasına yol açan Tapınakçı, tarikat giysisinin geri alınması
tehlikesiyle karşı karşıya kalıyordu - ocaktan kovulmanın ardından gelen ikinci
büyük cezaydı bu.28 29 30 31 At
ikmali bir ölçüde doğuda da halledilebiliyordu, atları ve yük hayvanlarını
buradan satın almak mümkündü; ayrıca Tapınak-çılar da tay besliyorlar, belki de
bunların bir kısmını kendi arazilerinde üretiyorlardı?6
Ne ki yöre pazarları ve köylerinden alışveriş etmek yeterli olmuyordu,
özellikle de kötü yıllarda - 1217 böylesi bir yıldı. Beşinci Haçlı Seferi
arifesinde, sonbaharda Büyük Üstat Chartres'lı Guillaume papaya bir mektup
yazıp hasadın bereketsiz olduğunu, batıdan gönderilen gıdanın yetersiz kaldığını,
piyasada pek az at bulunduğu için at satın almalarının mümkün olmadığını
bildirmişti. ” Batıdaki Tapınak ağı ya ihtiyaçları doğrudan doğruya tarikat
mülklerinden karşılayarak ya da laik çevrelerin katkılarına aracılık ederek bu
açıkları kapatmakta asli rolü üstleniyordu. "Kanun" atların da
gıdanın da düzenli olarak dışarıdan geldiğini ortaya koyar. Atlar dağıtıma
girmeden önce ilkin müşire emanet ediliyordu, mahzen kumandanı denen bir
görevli de buğdayın teslim alınıp depolanmasından sorumluydu?8
Dışarıdan alınan malların çoğu deniz yoluyla getirtiliyordu. XII.
yüzyılda Tapınakçıların resmi ticari gemi işletmecileriyle çalıştıkları
anlaşılmaktadır; mesela ll62'de Venedikli Romano ve Samuele Maira-no tarikat
için yüklü bir demir sevkıyatı gerçekleştirmiştir.32 Atların nakli daha sorunlu bir işti, zira
yolculukları her zaman iyi geçmiyordu. Joinville, atlar ambara yüklendikten
sonra kapının özenle kalafatlandığını söyler, çünkü yolculuk sırasında ambar su
almaktadır33 34 35 36 -
solunum yolu hastalıkları, hatta zatürre tehlikesi yaratan bir yöntemdir bu.
Ama anlaşılan kayıplar -belki daha 1113 gibi erken bir tarihte, 1123'te ise
kesin olarak- bu işlem olağan uygulama haline getirilecek kadar düşük düzeyde
kalmıştır.4’ Payns'lı Hugues doğuya
dönerken l l 29'daki Şam seferi için az sayıda at da getirmişti muhtemelen;
ll70’lere gelindiğindeyse Akdeniz’den at nakliyatı görece yaygınlaşmıştı/2 1207'den itibaren Tapınak gemilerine de atıfta bulunulur, tarikatın
kendi donanmasını oluşturmaya başladığını gösterir bu/3
Ta-pınakçılar açısından o dönemde Batı Akdeniz’deki en önemli liman
Marsilya'ydı, 1216'da hem Hayırseverlere hem Tapınakçılara, neredeyse hiçbir
sınırlama getirilmeksizin buradan hacı ve tüccar taşıma hakkı tanınmıştı; ama l
233'te Marsilya konsülleri durumdan rahatsızlıklarını açığa vurdular, kendi
nakliyecilerinin işinin baltalandığı kanı-sındaydılar. Bu yıl yapılan yeni bir
anlaşmayla, 1216'da verilen düpedüz sınırsız faaliyet izni geri alındı ve
tarikatlara yılda sadece iki kez -Paskalyada ve Ağustos ayında- denize açılma
sınırlaması getirildi. 37 lki
anlaşma karşılaştırılırsa, askeri tarikatların 1216-1233 arası dönemde deniz
taşımacılığına ayırdıkları kaynakları büyük bir hızla artırdıkları, bunun da
konsülleri kendilerine ait asli imtiyazların zarar gördüğüne inandırdığı
sonucuna varılabilir. Bunun kısmen Marsilyalı tüccarların en faal dönemleri
olan XIII. yüzyıl ortalarında bile Doğu Akdeniz ticaretinde hakim konuma
gelememeleriyle ilgili bir sorun olduğu düşünülebilir; ama liman hacılar için
önemli bir hareket noktasıydı ve konsüllerin gösterdikleri özel hassasiyetin
nedeni, tarikatların yolcu taşıma konusunda yarattıkları rekabetti belki de/38 Bununla birlikte
limanın noter kayıtları Tapınakçıların XIII. yüzyıl boyunca Marsilya'dan
nakliyatı sürdürdüklerini gösterir; ayrıca duruşmada sunulan ifadelerde,
Marsilya'da hizmet veren ve “nakil üstadı" diye anılan bir Tapınak
görevlisine atıfta bulunulur.39
Marsilya üzerinden işleyen nakliyatın artması, Tapınakçıların bu
dönemde Apulia ve Sicilya'da karşılaştıkları sorunlarla da bağlantılı olabilir;
zira tarikat ile 11. Friedrich arasındaki ağır ihtilaf nedeniyle, 1220'lerin
sonlarından itibaren Tapınakçılar için Adriyatik limanları değer kaybetmiş
olmalıdır. Bu bölge Akdeniz'de kilit bir konumda bulunduğu ve hem buğday hem at
üretiminde güçlü olduğu için Kutsal Topraklar açısından hayati önem taşıyordu.40 Aynı yüzyıl
içerisinde, bölgeyi iyi tanıyan Katalan şövalye Ramön Muntaner, Brindisi'nin
Kutsal Topraklar güzergahında gayet uygun bir durak olduğunu yazmıştı. Doğuya
hacı ve erzak taşıyan pek çok gemi kışı burada geçiriyordu, tüm
ticarethanelerin de bu limanda büyük şubeleri vardı. Tapınak gemileri aşağıda
anılan gemiler arasındaydı:
Kışın burada yüklenmeye başlanan gemiler baharda Akkâ’ya giderler,
hacı, yağ, şarap ve her tür hububat alırlar. Hiç şüphesiz burası deniz ötesine
geçişte Hıristiyanlara ait en iyi ikmal noktasıdır, en bereketli, en verimli
topraklarda bulunmaktadır ve Roma'ya çok yakındır; dünyanın en iyi limanı
buradadır, öyle ki evler denizin hemen kıyısın-dadır.41
Tapınakçıların Barletta, Trani ve Bari limanlarının yanı sıra
Brindisi'de de bir idare merkezleri vardı; bu sayede iç bölgelerdeki
mülklerinin, özellikle de Foggia ve Torremaggiore'deki arazilerinin ürünlerini
değerlendirebiliyorlardı. Sicilya Messina'daki ocakları hem ada ürün-!eri için
bir nakliye merkezi hem de Provence ile Katalonya'dan gelen gemiler için bir
antrepoydu.42
Tarikatın bu bölgede yapılmış kendi gemileri de vardı; 1242'de Venedikli kaptan
(ve geleceğin dukası) Ranieri Zeno, Dalmaçya sahilinde bulunan Zara'daki dokta,
bir teknede, Tapı-nakçılara çalışan marangozlar görmüştü.43 44 45
Ne ki 11. Friedrich, babasının ll97'deki beklenmedik ölümünü izleyen
dağılma yıllarının ardından, Regno'da [Hükümdarlık] monarşik iktidarı yeniden
sağlamlaştırmayı hedef edinmişti. 1220'de askeri tarikatların serbestçe ve
kısıtlamasız olarak arazi edinmelerine izin verilemeyeceğini beyan etti, yoksa
"kısa süre içinde, onlar için dünyanın en uygun yeri sayılan Sicilya
Krallığının tamamını satın alıp ele geçirebilirlerdi.’^’ İmparator bölgenin
tarikatlar açısından taşıyabileceği değeri açıkça görmekle birlikte, sadece
onlara karşı harekete geçmiş değildi: Regno'daki tüm uyrukları bu dönemde hesap
vermeye çağrıldı?2 Hatta 1221 ve 1223'te,
selefleri ve papalık tarafından bağışlanmış olan imtiyazları usulünce onayladı;
ayrıca geçmişte kendisi de Messina'daki ocağa mülk bağışlamış, başkalarının
bağışlarını onaylamış ve bunların tarikatın Outremer'de ayakta tutulmasına
katkıda bulunacağını bildirmişti?3 Ancak
IX. Gregorius ile Friedrich arasında aleni bir düşmanlık doğunca hava değişti -
bu düşmanlık Eylül 1227'de imparatorun aforoz edilmesine ve 1228-29'daki
imparatorluk haçlı seferi sırasında doğuda çatışmalara sebep oldu.46 47 48 49 1230'da
papalık ile imparatorluk uzlaşmaya vardı, ama Friedrich haçlı seferinin
ardından müsadere ettiği Tapınak mallarının hepsini iade etmedi; bu arada
tarikat da papalık yanlısı muhalefete mali desteğini ve imparatorluğun meşruta
kanunları hilafına arazilerini genişletme girişimlerini sürdürdü” Bu koşullar
altında Tapınakçıların Kutsal Topraklara yardım ulaştırmak için Adriyatik
limanlarını gereğince kullanabilmiş olmaları pek mümkün değildir; kaldı ki
1244'te IV. Innocentius da Apulia piskoposlarına baronlar, kontlar ve
cittadini'den [yurttaşlar] yakınmış, bunların Tapı-nakçıların doğu illerini
çekip çevirmek için ihtiyaç duydukları emek ve masrafı hiç umursamadıklarını
söylemişti?6
Friedrich'in halefi IV. Konrad'ın döneminde de (1250-54) durum pek
değişmedi; ama Friedrich'in gayri meşru oğlu Manfredi 1258'de iktidarı ele
geçirdiğinde, büyük ölçüde Tapınağın Apulia'daki idarecisi Canellili Albert'in
(1262-66) kişisel girişimleri sayesinde ilişkiler gelişmeye başladı. Manfredi
Mart l 262'de tarikatı koruması altına alarak kendi topraklarında Tapınakçılara
müdahaleyi yasakladı?7 Ama bu bölgenin tarikat
açısından aslında ne kadar önemli olduğu, Manfre-di'nin 1266 Benevento
Savaşında Anjou'lu Charles karşısında bozguna uğrayıp ölmesinden sonra
anlaşıldı. Tapınakçılar derhal Anjou'larla ittifak kurdular. Haziran 1267'de
Charles, Apulia Üstadı Baudouin'e, Ba-ri'den Kutsal Topraklara vergiden muaf
gıda yollama hakkı tamdı.50 51 Bunun üzerine 1260'ların sonları ile 1270'ler boyunca Apulia
limanlarından -bazen tarikatın kendi gemileriyle- doğuya at, buğday, sebze,
arpa, silah ve giysi gönderildi; Katalonya'dan Kutsal Topraklardaki
Tapınakçılara giden at yüklü gemiler de Messina'ya uğruyorlardı. Charles'ın mal
gönderme izni tanırken haçlı davasını gözettiği gayet açıktır. Mallarla
hayvanlar orada satılsın diye değil, tarikat kullansın diye gönderiliyordu
genelde. 5’
Karşı yöne giden yükler arasında, tarikatın batıdaki, en azından Güney
İtalya ile Aragon’daki ocaklarında emeğinden yararlanılan köleler de
bulunuyordu.52
Köle kullanımının hayli yoğun olduğu ■ anlaşılmaktadır. IX. Gregorius'un 1
227'de II. Friedrich'in yönetimi konusunda dile getirdiği pek çok şikayetten
biri de, imparatorun "Sicilya ile Apulia'dan Hayırseverler ve
Tapınakçılara ait yüz köle toplayıp, tarikatlara herhangi bir tazminat
ödemeksizin bunları Sarazenlere geri göndermesiydi.6’
Köleler muhtemelen Kilikya'daki Ayas [Yumurtalık] limanından getirtiliyordu;
XIII. yüzyıl sonlarında burası Türk, Rus, Çerkez ve Rum esirlerin nakli için
uygun bir köle ticareti merkeziydi. 62 Ayas, 1243 Mogol fethinden sonra
erişilebilir hale gelen geniş iç bölgelere, özellikle de XIII. yüzyılın ikinci
yansında şark ticaretinin merkezi olan Tebriz'e giden yola ulaşma imkanı
sunuyordu” Tapı-nakçılar 1270'ler ve 80'lerde, belki de -uzun süre Antakya'nın
kuzey sınırlarını yurt tuttukları için- Kilikya'yı iyi tanımaları sayesinde
dirayet gösterip burada bir rıhtım edinmişlerdi”
Tapınakçıların Apulia limanlarından yürüttükleri nakliyatın ayrıntısına
dair pek az veri vardır elde, bunun temel nedeni de 1944'te An-jou arşivinin
yok olmuş olmasıdır; ama Ramön Muntaner'in Tapınakçı kaptan Flor'lü Roger'nin
hayatına ilişkin kısa anlatısından bu dünya hakkında bir fikir edinmek
mümkündür. Brindisi'de kışlayan gemilerden biri, Muntaner'in Frey Vassayll diye
andıgı Marsilyalı bir Tapınak yaverinin idaresindeydi. Frey Vassayll safra alıp
tamiratla uğraşırken Roger adlı bir oglan "gemide, donanımın arasında
maymun gibi ko- 53 54 55 56 57 şuşturup
duruyordu, bütün gün denizcilerle birlikteydi, çünkü anasının evi geminin safra
aldığı yere yakındı." Roger bir Alman şahincinin, 1268'de Tagliacozzo
çarpışmasında öldürülmüş olan Flor'lü Richard'ın oğluydu, Vassayll oğlanı
yanlarına almayı teklif etti. Oğlan büyüdü, usta bir denizci oldu, Tapınakçılar
onu yaver olarak tarikata kabul edip Şahin adlı geminin komutanlığına
getirdiler - Cenovalılardan satın alınan Şahin, Muntaner'e göre “o dönemde
yapılmış en büyük” gemiydi. “Tapınakçılar bu gemiyle o kadar çok iş
başarmışlardı ki, başka hiçbir gemiyi bunun kadar sevmemişlerdi," yani
anlaşılan Şahin ticaret ve belki de korsanlık faaliyetlerinde çokça
kullanılmıştı. Tüm bunlar Mayıs 1291'de, Akka düştüğünde sona erdi. Şahin o
sırada limandaydı, Atlit'e taşımak suretiyle pek çok "hanımı, genç kızı,
büyük hazineleri ve birçok önemli kimseyi" kurtardı. Muntaner'e göre,
Flor'lü Roger bu işten sağlanan kazancın büyük bir kısmını tarikata verdi, ama
birtakım kıskanç kimseler üstada onun Tapınakçıları aldattığını, paranın çoğunu
kendine sakladığını söylediler. Bunun üzerine üstat tutuklanmasını emretti, ama
Roger hızlı davrandı. Gemiyi Marsilya’ya götürüp terk etti, Tapınaktan da
ayrıldı, başka kapı aradı kendine. İkinci bir yükselişin başlangıcıydı bu,
sonunda Katalan Bölüğü diye bilinen bir paralı asker birliğinin komutanlığına
gelecek, öldürüldüğü 1 305'e kadar bu birlikle Bizanslılara hizmet edecekti.58
Şahin'in Akka limanında bulunması, buranın Tapınakçılar açısından
özellikle de 1191'den -şehrin askeri tarikatların karargahı olarak Kudüs'ün
yerini almasından- sonra kazandığı öneme delalet eder. Krallığın tüm büyük
güçlerinin temsilcileri mevcuttu burada; zira şehrin üzerine kurulu olduğu dil,
rüzgar almayan tarafına yapılmış çifte limana tam bir korunma sağlıyordu.59 60 61 Denizci
şehir devletlerinin, özel kraliyet bağışlarıyla ortaya çıkmış ve genellikle
özel surlarla belirlenmiş kendilerine ait bölgeleri vardı şehirde. Tapınakçılar
-limanla doğrudan bağlantıları olmasa da- şehrin güneybatısına hakimlerdi,
liman ise Silsile Sarayı denen kraliyet gümrüğünün kontrolündeydi. l l 70'lerin
başlarında, Theoderich'in tasviriyle deniz kıyısında, çok güzel inşa edilmiş
geniş bir ocakları vardı Tapınakçılarırn” XIII. yüzyıl ortalarında ise burası
eklentilerle geliştirilmiş, bir kompleks haline gelmiş durumdaydı, ama Italyan
şehir devletlerinin bölgeleri gibi kendi kendine yeten, surlarla kuşatılmış bir
istihkam değildi (bkz. çizim 11).68 Burada
çalıştığı anlaşılan Tirli Tapınakçı gayet iyi tanıyordu Tapınak bölgesini:
Büyük ölçüde bir kale gibi kıyı boyunca uzanan Tapınak bölgesi şehrin
en korunaklı yeriydi. Girişinde yüksek ve sağlam bir kule vardı, bunun duvarı
yirmi sekiz ayak kalınlığındaydı. iki yanında iki küçük kule yer alıyordu,
bunların yanlarında da öküz büyüklüğünde yaldızlı aslan passant'lar
bulunuyordu. Bu dört aslan, üzerlerindeki altın ve el işçiliği de hesaba
katılırsa l 500 Sarazen bcsaııt'ı değerindeydi, görünümleri de pek heybetliydi.
Öte tarafta, Pisalılar sokağının orada bir kule daha vardı, bu kulenin yanında,
Azize Anne sokağında üstada ait geniş ve muhteşem bir saray bulunuyordu. Azize
Anne rahibelerinin ocağının ön tarafında çanları olan bir diğer yüksek kule ve
çok heybetli, büyük bir kilise yer alıyordu. Deniz kıyısında, yüz yıl önce
Sela-hattin'in yaptırdığı eski bir kule daha vardı, Tapınakçılar hazinelerini
burada muhafaza ediyorlardı, denize o kadar yakındı ki, dalgalar vururdu
kuleye. Tapınak bölgesinde, burada tasvir etmediğim başka güzel ve muhteşem
binalar da bulunuyordu.62
Akka Tapınakçılar için batıdan gelen levazımdan ötürü hep en önemli
liman olarak kalmış olsa da, tarikat Caesarea, Tir, Sidon, Cebail, Trablus,
Tortosa ve Cebele dahil kıyı şehirlerinin çoğunda kayda değer bir güce sahipti,
ayrıca Antakya'nın kuzeyindeki Port Bonnel'e de hakimdi. 1218'den sonra
Akka'ya, dağlık bir burnun güney tarafında benzer bir konuma sahip olan Atlit
limanı da eklendi. C. N. johns'un incelemesine bakılırsa, Atlit'in güney
avlusu, bu avlunun hemen ardında bulunan güney mahzeninde muhafaza edilebilecek
kereste, demir ve gıda gibi malzemelerin teslim alındığı yerdi.63
Batıdan adam, at, yiyecek ve teçhizat tedariki, batıdaki ocaklara konan
mukabele adlı yükümlülükle de destekleniyordu - ocaklar düzenli nakit ödemeler
halinde gelirlerinin üçte birini veriyorlardı ve bu para yalnızca doğudaki
askeri faaliyetlere yardım için kullanılıyordu. On altı aydan kısa bir süreyi
kapsayan gayet kısmi bir veri olsa da, Paris'te 1295-96'da Tapınak hazinesine
ödenen miktarların kayıtları bu işleyişe dair kabataslak bir fikir verebilir.
Kayıtlarda, Aquitaine ve Normandiya gibi bütün bir ilden sorumlu kimselerden,
La Villedieu-en-Dreugesin (Eure-et Loire) ve Montbouy'deki (Loiret) gibi küçük
ocakların kumandanlarına değin çeşitli seviyelerden otuz sekiz idarecinin
hesapları bulunmaktadır. Ödemelerin yüzde sekseni Temmuz ayına veya
Aralık-Şubat arasına aittir; bu da, bahar ve yaz sonunda düzenlenen doğu
seferleri ile kaynak toplama arasında bir ilişki olduğuna işaret eder.64 65’
Bu ödemeler laik hükümdarların topladıkları olağan vergilere benzer; ama buhran
ya da aşırı mali sıkışıklık dönemlerinde ocakların bir de -laik hükümdarlarla
papaların savaş ve haçlı seferleri için koydukları vergiler gibi-
"olağanüstü" ek vergilerle katkıda bulunmaları beklenirdi. Mesela
1290’larda Kıbrıs’taki Tapınakçılar Mısır sahiline denizden akınlar düzenlemek
ve Tortosa açıklarındaki Ruad’da bir garnizon tutmak suretiyle Memlukları
sıkıştırmak için harekete geçtiklerinde, Molaylı Jacques olağan mukabeleleri
kat kat aşan miktarda ek para sağlanmasını emretmişti?2
Ayrıca özel girişimlere de para aktarılıyordu. Toscana, San Gimignano İdarecisi
Roger’nin faaliyetlerinden anlaşıldığı üzere, 1260’da şehrin beyi Julian’dan
satın alınan Sidon’un bedelini denkleştirmek için özel bir harç konmuştu. Roger
1261’de, Akka'daki üstadın Sidon için tüm idare merkezlerinden istediği harcın
kendi ocağına tahakkuk eden kısmını ödemek üzere on livre borç aldığını teyit
etmişti?3 Bu konuda sadece îberya
topraklarında daha müsamahalı davranılıyordu, zira tarikat burada da kalelerin
ve vuruşmaya hazır birliklerin idamesini sağlamak zorundaydı, ama buradaki
ocaklar bile düzenli olarak gelirlerinin yaklaşık onda biriyle doğuya katkıda
bulunuyorlardı?4
Bu sürecin en önemli yönü haber ve bilgi akışıydı. Bu akışı sağlayan
ağ, bölgesel görevlilerin sürekli ocaklar arasında dolaşmasıyla
ku-ruluyordu;zira görevlilerin yanında mektuplar veya doğudan göderilmiş
temsilciler .bulunuyordu çoğunlukla. 1256-73 arası hassas dönemin üstadı Thomas
Berard bu sistemden epeyce yararlanmıştı, zira IX. Louis'nin Fransa'ya dönmesi
ile Anjou'lu Charles'ın Kutsal Topraklara yönelmesi arasında geçen sürede hem
Moğol hem Memluk tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Berard'ın batıda kaynaklan
ve ilgiyi acilen harekete geçirme ihtiyacı, 12SO'lerin ortalarında doğuda
idareci olan Basainville'li Gui'in bu dönemde batıya müfettiş olarak atanmasını
açıklayabilir; zira bu atamadan sonra Gui üstat açısından önemli bir iletişim
kanalı haline gelmiştir. Üstadın Basainville'li Gui'e Mart 1260'ta yazdığı,
Chateaudun'e ıo Haziranda ulaşan mektup, hızla -muhtemelen bir hafta
içerisinde- hem papaya hem de Aquitaine lda-recisi Borne'lü Francon'a
iletilmişti. 66
Montdidier'li Payen'in tarikatın Fransa'daki tüm arazilerden sorumlu
görevli olarak atanmasından sonra bütün sistem Tapınakçıların batıdaki mülk
düzeni üzerine kurulu hale geldi. "Fransızca Kanün’un 1160'ların
ortalarına ait olduğu anlaşılan kısmında, büyük üstadın "krallıklardaki
ocakların kumandanlarını" -muhtemelen bölgesel idarecilere atıfta bulunan
bir ifadedir bu- atamadan önce genel ruhani meclisten onay alması gerektiği
söylenir. Bu meclise sadece kethüda, müşir, Kudüs Krallığı ve Kudüs şehri
kumandanları gibi belli başlı uzman görevliler değil, önemli bölge kumandanları
da -o dönemde Trablus, Antakya, Fransa, İngiltere, Poitiers, Aragön, Portekiz,
Apulia ve Macaristan idarecileri de- katılabiliyordu. 67 Güneybatı Fransa'nın büyük kısmının Poitiers
ili, tüm Sicilya Krallığının da Apulia ili kapsamında olduğu varsayılırsa,
niçin böyle bir il düzeninin doğduğu ilk bağışlarla oluşan örüntüden rahatlıkla
çıkarılabilir.68 69 70 Buradaki
en büyük sorun Macaristan iline yapılan atıftır; zira -eğer Macaristan Tuna
eksenli olmak üzere temelde Karpatlar havzasından ibaret bir bölge olarak
alınırsa- tarikat Macaristan Krallığında hiçbir zaman yaygınlaşmış değildi,
ancak Macarlar 1097'de Dalmaçya'ya yayılmışlar, XII ve XIII. yüzyıl boyunca
burada Venediklilere karşı egemenlik mücadelesi vermişlerdi: Kastedilen
muhtemelen bu topraklardı. Tarikatın XIII. yüzyılda yürüttüğü deniz nakliyatına
dair bilgiler, Adriyatik'te kayda değer bir Tapınakçı mevcudiyeti olduğunu
gösterir - önceki dönemlerde ocak ve arazilerden oluşan bir üs kurulmamış olsa
mümkün olamayacak bir şeydir bu. Mevcut iller resmen tanınırken yeni iller de
ihdas edilmiş ve dolayısıyla XIII. yüzyıl sonlarına gelindiğinde “Kanundaki
listenin artık pek bir geçerliliği kalmamıştı. Bu dönemde, başlangıçta ayrı
birer il sayılmayan Aquitaine, Normandiya ve Auverg-ne'in idarecileri tarikatın
ileri gelenleri arasına katılmış durumdaydı/8 Ayrıca
giderek önem kazanan İtalya topraklarında, XIII. yüzyılda birtakım alt yönetim
birimleri oluşturulmuştu (Lombardia, Toscana, Toscana Aziz Petrus Vakfı, Roma,
Spoleto, Campania ile Marittima, Ancona boyları ve Sardunya); bunlar
Fransa'daki bailli'lere benziyor ve bir büyük idarecinin yönetimi altında
bulunuyordu/9 Söz konusu büyük idareci
İtalya'daki sorumluluklarını, muhtemelen yarımadadaki en önemli görevli olma
özelliğini hep korumuş olan Apulia ve Sicilya kumandanıyla paylaşıyordu. XIII.
yüzyılda tüm batı illerinin bağlı olduğu genel bir üstatlık makamı ihdas
edildi. 1250 civarında bu görev ikiye bölündü ve İberya illeri müfettişliği ile
Fransa, Ingiltere, Almanya müfettişliği ortaya çıktı - söz konusu il grupları
arasındaki farklılığa koşut bir bölünmeydi bu.71 Haçlı topraklarında ise Kıbrıs, 1190'dan itibaren
bir ana üs, l 291'den sonra da tarikatın karargahı oldu; burada da bir bölge
kumandanı bulunmaktaydı. 1204'te Konstantinopolis'in alınmasını izleyen Latin
fetihlerinin ardından Yunanistan'da da birkaç ocak kuruldu. ilk girişimler pek
başarılı olmadı; İmparator Baudo-uin'in 1205 tarihli Sattalia bağışı akim
kaldı, halefi Hemi de 1207'de -Tapınakçıların bir ayaklanmaya karışmaları
üzerine- tarikatın Raven-nika'daki yerleşimini müsadere etti. Ancak Tapınakçılar
bu bölgeden silinmiş değillerdi, 121 l'de hala Henri'yle ihtilaf halindelerdi,
Euboea adasındaki Lamia'da 1210'dan önce edindikleri kaleyi de muhafaza
ediyorlardı.8i Bununla birlikte tarikat burada çok büyük mülkler edinmiş olmasa
gerektir. "Mora Vakayinamesinin Yunancasına göre, Tapınak-çılar ile
Hayırseverler bölgede dörder şövalyelik birer tımardan sorumluydular;
piskoposlarınkine eşit olan bu tımarlar, Akova'daki yirmi dört şövalyelik en
büyük fiefle karşılaştırılırsa gayet mü-tevazıydılar. 72 73
Ancak Ingiltere, Fransa veya ltalya'dan farklı olarak Iberya ile Doğu
Avrupa, papalığın gözünde, Kutsal Topraklardakilere denk haçlı sınırları olarak
kaldı hep. XI. yüzyıl başlarında Kurtuba Halifeliği dağılınca Müslüman Ispanya
birtakım küçük emirliklere bölünmüştü, kuzeylerindeki Hıristiyan krallar da bu
durumdan yararlanıp Müslü-manlar aleyhine egemenlik alanlarını
genişletmişlerdi. Toledo'nun 1085'te Castilla'lı Vl. Alfonso tarafından ele
geçirilmesi büyük bir olay olmuştu. Ama Hıristiyanların bölgeyi yeniden
fethetmesinin hiç kolay olmadığı da anlaşılmıştı; zira Kuzey Afrika kökenli
güçlü din birliklerinin -1086'da Murabıtların, 1147'de de Muvahitlerin-
istilaları Hıristiyanların ilerleyişini durdurdu, hatta bazen tersine çevirdi.
1212'de Las Navas de Tolosa'da kazanılan galibiyete değin papalık nihai zafere
ulaşıldığından emin olamadı, kaldı ki bu zaferden sonra da Güney Ispanya'da
geniş bölgelerde Müslüman egemenliği sürdü. Valencia 1238'e, Sevilla 1248'e
değin alınamadı. Bu dönemde Hıristiyanlar ortada Castilla-Leon, doğuda
Aragön-Katalonya ve batıda Portekiz olmak üzere üç cephe gücü geliştirmişlerdi.
Tapınakçılar, ll6O'lardan itibaren güçlü yerel askeri tarikatların -Calatrava,
Santiago ve Alcantara'nın-kurulduğu Castilla-Leön'dan çok, yan safları oluşturan
küçük monarşilerin topraklarında faaliyet gösteriyorlardı - Troyes Konsilinden
kısa süre sonra buralarda resmen tanınmışlardı. Dolayısıyla doğuda olduğu gibi
Iberya'da da tarikat ocakları birer istihkamdı muhtemelen: Aragön'da, Ebro
nehri üzerinde yer alan ve l l 53'te yerleşilen Mi-ravet ile Portekiz’de, Tagus
nehri kıyısında bulunan ve 117l'de alınan Almourol, Mağribilerle sürüp giden
çatışmaların birer göstergesiydi (bkz. resim 14 ve 15).74 Bu durum Tapınakçıların haçlı devletlerinde olduğu
gibi burada da, batının savaş görmeyen bölgelerine kıyasla çok daha bariz bir
siyasi ve askeri rol üstlenmesini sağlamıştı. Mesela Aragön'un ileri gelenleri,
babası II. Pedro'nun 1213 Muret savaşında zamansız ölümü üzerine çocuk yaşta
hükümdar olan Aragönlu I. Ja-ime'yi kollama görevi için, Tapınağın Aragön ve
Katalonya üstatlığını yürüten Katalan Montrodon'lu Guillaume'u seçmişlerdi.
Jaime, kendi anlatımına bakılırsa, krallığının aristokratları arasındaki
hararetli ihtilaflarda daha etkin bir rol üstlenmeye karar verdiği 1217 yılına,
yani dokuz yaşına değin büyük Monzön Kalesinde korundu. Jaime'nin yorumunda,
Tapınakçıların başlangıçta onu salıvermeye yanaşmadıkları ima edilir; işin aslı
ne olursa olsun Tapınakçılar her zaman Jaime'nin maiyetindeki ağırlıklarını
korudular ve Mağribiler karşısında hem Ba-lear adalarında hem de zengin
Valencia Krallığında büyük kazanımlar c
sağladığı uzun haçlı hükümdarlığı boyunca onu askeri tavsiyeleri ve
kaynaklarıyla desteklediler.75 76 77
Tapınakçılar jaime döneminde mevcut edinimlerini takviye ettiler.
l230'da Mallorca alındığında repartimiento'dan [bölüşüm] faydalananlar arasında
Tapınakçılar da vardı - bu suretle edinilen topraklara çoğunlukla Müslüman
aileler yerleştiriliyordu. Bu uygulama Papa IX. Gre-gorius ile Papa IV.
Innocentius'u rahatsız etmişti; söz konusu papaların bu durumdaki tüm
Sarazenlerin köle sayılmasını istemesi, Tapı-nakçıların bazı Müslüman
uyruklarının hiç de mutlak bir bağımlılık altında olmadığına delalet eder. Açıktır
ki, İspanyol Tapınakçılar açısından dini önyargılar değil, koloniler kurup bu
topraklardan faydalanmak öncelik taşıyordu/5
I. . jaime'nin kendisine yardım edenleri ödüllendirme usullerine ilişkin özenli
bir araştırma tarikatın Mallorca ve Valencia'daki edinimlerinin XII. yüzyıldaki
kazanımlarına kıyasla görece az olduğunu ortaya koysa da,86 XIV. yüzyıl başında Tapınakçı-lar yargılanırken, jaime'nin torunu 11.
jaime, tarikata haleflerinin bağışladığı, ancak kuşatma yoluyla direnci
kırılabilecek birtakım kale-!erle uğraşmak zorunda kalmıştı. Penıscola,
Miravet, Monzon, Asco, Cantavieja, Villel, Castellote ve Chalamera: Geçmişte
bunların hepsi Aragon’un savunulup genişletilmesi için elzem sayılmış, geniş
Tapınak ağının asli bileşenleri olarak görülmüştü.
Tapınakçılar, Aragon ile Portekiz’den farklı olarak Orta ve Doğu
Avrupa'ya tarihlerinin görece ileri bir aşamasında yerleşmişlerdi ve bu
bölgelerin doğudaki haçlı seferlerine önemli bir katkısı olmamıştı.78 79 80 Pek az nüfuz edebildikleri Polonya prensliklerindeki durumları bu
konuda iyi bir örnektir.88 Silezya Dükü Sakallı Henryk 1227'de Aşağı
Silezya'daki Olava yakınlarında bulunan Mala Olesnica’yı Tapınakçıla-ra hibe
edene değin buralardan hiçbir bağış alamamışlardı^9
üstelik Mala Olesnica gelişip bir idare merkezi haline gelmiş olsa da, daha
geniş ölçekli bir yayılıma temel oluşturamamıştı. Tapınakçılar XIII. yüzyılın
sonuna değin uçsuz bucaksız Polonya topraklarında en fazla sekiz (muhtemelen
sadece beş) ocak kurabilmişler ve bunlardan üçü -Lesnica, Suleçin ve
Chwarszczany’dekiler- yüzyılın ikinci yarısında Brandenburg hükümdarlarına
devredilmişti. 1239’da tarikata Prusya sınırı yakınlarında birkaç köy
bağışlanmış, ama bunlar da kısa sürede kaybedilmişti; zira bölgedeki baskın
askeri tarikat, 11. Friedrich ile yerel hükümdar Mazovyalı Konrad tarafından
desteklenen Töton Şövalyeleriydi. Maria Starnawska'nın hesabına göre XIII.
yüzyıl sonunda bölgede en fazla altmış altı ila seksen sekiz tarikat mensubu
vardı ve bunların yirmi bir ila otuz biri şövalyeydi. Tapınak yönetiminin
buraya ayrı bir bölge üstadı atamadığı anlaşılmaktadır; yöredeki Tapınak-çılar
Almanya, Bohemya ve Polonya'dan sorumlu il üstadının idaresin-deydiler. Çoğu
Kuzeydoğu Almanya, Silezya ve Pomeranya'dan devşi-rilen bu Tapınakçılar,
1241’de Moğollarla yapıian Legnica savaşında Hıristiyan kuvvetlerine' mütevazı
bir katkıda bulunmuşlardı - savaşta altısı ölmüş, üçü de kaçmıştı.81 Fransa
idarecisinin burada savaşanları tanıdığı düşünülebilir, çünkü anlaşıldığı
kadarıyla bunlar Paris'teki ruhani meclislere katılmışlardır, ama yine de
faaliyetleri büyük ölçüde yerel kalmıştır.
Böyle bir yapı içerisindeki ocaklara gelen bağışlar da tesadüfi
oluyordu haliyle; ama Tapınakçıların erken tarihlerden itibaren pek çok hibe
aldıkları Kuzey Fransa ve Provence gibi bölgelerde, hep göz önünde olması
sayesinde tarikat bağışçıların kafasında yer ediyor, her bir bağış da başka
bağışlar için teşvik sağlıyordu kuşkusuz. Belli bir bölgede arazili bir üs
edinildiğinde, arazi aktarımları ve özenli bir yönetimle buranın
sağlamlaştırılıp verimli kılınması mümkündü. Dolayısıyla Tapınak mülkleri bir
harita üzerinde işaretlendiğinde ortaya çıkan örüntülerin, belli sınırlar
çerçevesinde, tarikatın genel hedefleriyle bağıntılı bir yapı kurmaya yönelik
girişimler olduğu düşünülebilir (bkz. çizim 12). Ana yollara ve limanlara özel
bir dikkat gösterili-
yordu. İngiltere ve Kuzey Fransa'dan gelen, Saöne ve Rhöne vadileri
boyunca uzanan, Provence sahiline veya Alpler üzerinden Venedik'e, Orta İtalya
ve Roma'ya, Anjou Krallığına ulaşan yollar- gayet iyi korunuyordu. Önemli
limanların çoğunda tarikat ocakları bulunuyor, Atlas okyanusu sahili, Bordeaux
Channel, La Rochelle, Nantes ve XII. yüzyıl ortalarından itibaren deniz
ticareti açısından giderek önem kazanan Dover'da, ayrıca Marsilya merkez olmak
üzere Akdeniz'in doğu yolculuğuna çıkılan önemli limanlarında faaliyet
gösteriliyordu. Fransa'daki mülkler her zaman batıdaki Tapınak imparatorluğunun
ana dayanağı olarak kalsa da, İtalya'daki üslerin nispi önemi XIII. yüzyıl
ortalarından itibaren, özellikle de Anjou yönetimi döneminde Apulia ve
Sicilya'daki limanlardan tam anlamıyla faydalanılmasıyla birlikte artmış gibi
görünmektedir. Tarikatın Venedik'te de bir ocağı bulunuyordu; ancak 1248 öncesi
bir tarihte Venediklilerle ciddi bir ihtilafa düşüldü ve Dalmaçya kasabası
Segna Tapınakçılar tarafından yakıldı. Ama anlaşıldığı kadarıyla 1259'da
yeniden tam bir ittifak sağlandı -Büyük Venedik Konsilinde Tapınakçılara
şehirdeki ocaklarını "büyütüp geliştirmeleri" için 5000 Venedik
pound'u bağışlanmıştı.9’ Orta İtalya'da,
Perugia'da "kendini kırbaçlayanlar"ın hamisi olan Birader Bon-vicino,
papalığın Umbria'daki kilit adamıydı; 1230-1260 arası beş papanın görev
süresince Hohenstaufenlilere karşı papalığın siyasi çıkarlarını sadakatle
temsil etmişti?2 Tapınakçıların daha güneyde,
önemli 82 83 bir
güzergah olan Via Cassia yakınlarındaki Vetrella'da da bir ocakları vardı,
buradan Roma'ya veya Civitavecchia sahilindeki idare merkezlerine
ulaşabiliyorlardı. Ayrıca Bolsena gölünün güneyindeki bölgede, papalıkla
kurdukları sıkı ilişkiler sayesinde -özellikle de sık sık papalık ikametgahı
olarak kullanılan Viterbo ve .çevresinde- konumlarını iyice
sağlamlaştırmışlardı.84 85 86 Bölgedeki
durumlarında görülen değişimin bir göstergesi de şuydu: 1198'de 111.
Innocentius, el-Merkab ile Valania arasında yer alan tartışmalı bir fief
konusunda Tapınakçılar ve Hayırseverler arasında hakemlik ederken,
Hayırseverlerin Roma'da zaten bu işle ilgilenebilecek görevlilerinin
bulunmasına karşılık, Tapınakçılar doğudan temsilci göndermek zorunda
kalmışlardı; Xlll. yüzyıl sonu ile XIV. yüzyıl başında ise, papalık idare
heyeti nezdinde tarikatın daimi vekilliğini yürüten eğitimli bir temsilcileri vardı
Tapı-nakçıların - Bologna'lı Pierre adlı bu temsilci, duruşma sırasında
tarikatın belagatli bir müdafisi olarak ortaya çıkmıştı^4
Tarikatın batıda arazi yönetimi konusunda sağlam bir siyaset
geliştirmeyi ne kadar ciddiye aldığı, 1185-1190 arası bir tarihte lngilte-re'de
yürütülen dikkat çekici bir araştırmadan da çıkarılabilir^5 Tapı-nakçılar, Ingiliz hükümdarlarının yaptığı gibi yerel heyetler
aracılığıyla veri toplama yöntemini kullanarak, tüm ülke çapında şehirlerdeki
ve kırsal alanlardaki çeşitli mülklerinin büyüklüğü ve değerini gösteren
ayrıntılı bir döküm hazırlamışlardı. Araştırmayı yöneten İngiltere Üstadı
Geoffrey Fitz Stephen'a göre amaç, gelecekte ihtilaf çıkarabilecek kimselerin
iddialarını çürütmekti; nitekim araştırmada yöneltilen özel sorular arazi,
kilise ve değirmen sahipleri ile bağışçılarını belirlemeye yönelikti. Ama tüm
araştırma boyunca üzerinde en çok durulan şey gelirler, özellikle de
malikanelerin ve kiralanmış arazilerin getiri-siydi - bu da, haçlı seferleri
ile bu araştırma arasında dolaysız bir bağıntı olduğunu akla getirmektedir.
Araştırmanın, ll84-85'te Kutsal Topraklardan bir misyonun gelmesinin ardından başlatılmış
olması mümkündür. Üstat Torroja'lı Arnaud bu elçi heyeti İngiltere'ye ulaşmadan
önce ölmüş olsa da, Patrik Herakleios önderliğindeki ekibin kalanı, doğudaki
koruyucuların karşılaştıkları giderek büyüyen sorunları anlatmış ve buna bağlı
olarak da İngiliz Tapınakçıları, ll 30'dan sonra edinilmiş çeşitli mülklere
dair daha kesin ve ayrıntılı bilgilere ihtiyaç duyulduğu konusunda uyarmış
olmalıdır.
Mülkler, Tapınakçılar ve geçici üyelerinin cemaat halinde yaşadıkları
yerel ocak veya idare merkezlerinin kontrolündeydi. Provence'ta-ki ocaklar
incelenirse, bunların mümkün olduğunca civardaki en büyük idare merkezi
etrafında toplandığı sonucuna varılabilir (bkz. çizim 13). Böylesi "ana
ocak"lardan biri Vaucluse bölgesindeki Riche-renches'deydi; XII. yüzyılın
ikinci yarısında burada on ila on iki Tapı-nakçı yaşıyor ve bu ana ocağa bağlı,
her biri iki üç Tapınakçının idaresine bırakılmış sekiz ocak bulunuyordu.87 Xlll. yüzyıl
sonlarında da aynı sistemin işlediği düşünülebilir. Tapınakçıların yargılandığı
tarihte, Roussillon'daki (bu bölge o zamanlar Aragon krallarının topraklarında
yer alıyordu) Mas-Deu ocağının yedi yan ocağı ve İdareci Ramon Sa Guardia’ya
bağlı yirmi beş kişilik bir Tapınakçı ekibi vardı. Ocakların çoğu kırsal
bölgelerdeki tarikat arazilerine kurulmuştu ve sadece bir iki Tapınakçı
tarafından idare ediliyordu; ama Perpignan şehrinde tarikatın kendi müstahkem
bölgesi bulunuyordu ve burada altı yedi Tapınakçı yaşıyordu.88 89 Bu
dönemde Perpignan giderek gelişen bir finans merkeziydi^8 tarikatın idare merkezi de yöre ekonomisinin bu kesimiyle sürekli
bağlantıda olmasını sağlayan bir konumda yer alıyordu. Ocakların
gruplaştırılmasının ardındaki amaç küçük, uzak ocakların muhafızlarına cemaat
hayatına katılma imkânı sunmak, ayrıca tarikat kaynaklarının daha etkin
kullanımını sağlamak da olabilir (bkz. çizim 14). İnsan gücü bir yana, en
önemli kaynak atlar ve yük hayvanlarıydı, bunlar için geniş otlaklara ve bol
miktarda yeme ihtiyaç duyuluyordu; dolayısıyla ocakların hayvanları beslemeyi
kolaylaştırmak üzere kümeler halinde düzenlendiği varsayılabilir. Tarikata sık
sık at hibe ediliyordu; öte yandan laik dünyada ticari at üretme çiftliklerinin
mevcut olması, Tapınakçıların da kendileri için hayvan yetiştirmiş
olabileceklerini akla getirir. Açıktır ki, ortaçağın aristokrat toplumunda bir
savaş atı veya bunun bedeli kadar bir para hibe etmek, tarikata bağlılığın
nişanı olarak önemli ve değerli bir bağışta bulunmak demekti.
Batıdaki Tapınak ocaklarının büyük çoğunluğunun temelinde yerel
cemaatler vardı. Diğer manastır teşkilatlarında olduğu gibi yerleşimlerin ya da
yapıların nüvesi, genellikle haçlı seferlerine duyulan özel bir ilgi
neticesinde yörenin ileri gelen bir beyi veya önemli bir din adamının bağışıyla
ortaya çıkıyordu. Eğer bağışta bulunan bir laik beyse, bazen bu bey veya
akrabaları Tapınakçılara katılıyor, bunlar kimi zaman belli bir süreliğine
tarikatla birlikte doğuda hizmet veriyor, hemen her zaman da tarikat mezarlığına
defnedilmek üzere naaşlarını bağışlayıp karşılığında ruhlarının selameti için
“Kanun”da belirlenen günlük duaları okutuyorlardı." Reims idare merkezinde
tutulanlar türünden ölüm kaydı tomarları, yöreyle kurulan ilişkileri gayet iyi
yansıtır; zira bunlar, duası okunacak kişiler için kaydedilen yıldönümü
tarihlerini içerir. Reims tomarları özel bir değer taşır; çünkü buradaki ocak
kalabalık bir şehir ortamında yer alıyordu ve kayıtlar ocağın kurulduğu
ll6O’lardan, tarikat mensuplarının Güzel Philippe'in görevlileri tarafından
yakalandıkları Ekim 1307'ye değin kesintisiz olarak tu-tulmuştu.’00 Bu tarihe
kadar çıkarılan döküm kırk iki parşömen tutar ve Fransa Kralı 11. Philippe, bir
başpiskopos, bir piskopos, bir kont,
99 Bkz. bu kitapta, s. 319-320.
100 OR, S. 303-36.
bir kontes, çeşitli mevkilerden otuz dört din adamı, bir darphaneci ve
bir fırıncının kaydını da içerir. Tarikatın büyük üstatlarından on beşi ve on
bir başka Tapınakçı da kayıtlıdır burada. Ayrıca yalnızca erkeklere mahsus bir
döküm değildir bu. Kadınlar, sadece ocakla bağlantısı olan erkeklerin eşleri
sıfatıyla değil, kendi başına ismen anılan bağışçılar olarak da kayıtlarda
sıkça yer alırlar. Tapınakçı olmayan 197 kişinin 67'si kadındır. Bunlar için
dua okumak ocağın asli görevlerinden biri haline gelmişti, senenin 154 günü 223
kişinin anılması gerekiyordu. Büyük üstatlarla kimi Tapınakçılar hariç, hayrına
dua okunanlar ya bizzat bağış sahibiydiler ya da bir akrabaları onların adına
bağışta bulunmuştu.
Kayıtların bazısı özlü sözlerden ibarettir, diğer kayıtlarsa ocağa ve
ocak mensuplarına ışık tutan ayrıntılar sunar. Bunlar arasında, bu idare
merkezinin kuruluşunda büyük rol oynamış iki isim yer alır: Başpiskopos
Reims'li Hemi ile ilk kumandan Birader Etienne. Başpiskopos "kendisinin ve
ana babasının ruhuna deva olsun diye" Tapınak-çılara buradaki ilk
kiliselerini, XI. yüzyıl Teslis Kilisesini bağışlamıştı, buna karşılık da ölüm
yıldönümü olan 13 Kasımda anılıyordu. Birader Etienne ise bu kiliseyi temel alarak
ocağı geliştirmiş, bir yatakhane ile ahırlar eklemiş, kiliseyi de onartıp
yeniletmişti. Zamanla birtakım aile bağışları sayesinde ocağın mülkleri
çoğalmıştı - her ikisi de kilisenin mezarlığına defnedilmiş olan Gunter ile
karısı Heliadis'in bağışı bunlar arasında yer alıyordu. Reims'de kilise heyeti
üyesi olan oğulları Hemi ise Tapınakçılara Porta Martis yakınlarındaki evinin
yarısını bağışlamıştı. Tapınakçıların haçlı seferi faaliyetlerinin ardındaki
düzenekle doğrudan bağıntılı bir bağıştı bu, zira evin söz konusu yarı hissesi
satılmış, buradan gelen para dörde bölünmüştü: llk çeyrek Kutsal Topraklara
yardım olarak gitmiş, ikincisi yoksullara ekmek dağıtmaya ayrılmış, son ikisi
de Gunter ile Heliadis ve Henri'nin 11 Eylül ve 10 Ekimdeki ölüm yıldönümlerinde
dua okuyan Tapınak biraderlerine verilecek harçlıklara tahsis edilmişti.
Ne Gunter ne de Hemi fiilen Tapınağa katılmıştı, ama pek çok durumda bu
gibi ailevi katılımlar tarikat açısından doğrudan insan kaynağı demekti.
Tapınak beratları tarikata katılma kararının, söz konusu kişinin yanı sıra tüm
aileyi de etkilediğini gösterir. 1144 Noelinde "Ro-vira'lı Berengar'ın
karısı ve Rovira'lı Raimond'un annesi" Ermessende Tapınağa düğün
hediyelerini (sponsalicia) bağışlamıştı, "[bunlar] Tan-rı'nın inayetiyle
artık bu hayırlı milicia'nın bir biraderi ve şövalyesi olan muhterem kocam Berengar
tarafından bana verilmiştir," diyordu Ermessende.10’
Berengar tarikata üç dört yıl evvel katılmıştı, ama bunu en azından l l 36'dan
beri tasarlıyordu. O yıl Ermessende ve Ra-imond'la birlikte Moral'da (Vallense)
bir rahip malikânesi bağışlamıştı. "Çünkü ben, adı geçen şövalyeliğin
mevcut ve istikbaldeki bailli ve şövalyelerinin mütevazı duacısı Berengar,
Tanrı'nın verdiği ilhamla bu laik hayatı bırakıp cemaatlerine, tarikatlarına ve
itikatlarına katılmak istediğimde, beni Tanrı iradesi uğruna savaşmak için
kabul edip aralarına alacaklar."^ Yani Berengar, Tapınakçıların Payns’lı
Hugues'ü örnek alarak birçok üye devşirdikleri, 1129 tarihli
"Kanun"da hükme bağlanmış olan evli şövalyeler kesimindendi. Kaldı ki
burada görülen türden yetişkinlikte laik hayattan feragat durumu, Gratianus
için de, 1140 civarına ait Decretum'unda ["Emirname"] kilise
kanunlarının konuya yaklaşımını açıklamasını gerektirecek kadar sık rastlanan
bir şı;ydi: Kocanın bir manastır tarikatına katılabilmesi için karısının rıza-
10’ CG, no. 341, s. 221.
102 CG, no. 228, s. 154; no. 133, s. 93. sının alınması, haçlı yemini
etmek kadar elzemdi.90
Ancak bu örnekte Ermessende büyük ihtimalle (istese de) kocasına itiraz
edebilecek durumda değildi; zira daha Troyes Konsilini izleyen ilk yıllarında
tarikata bağlanmış bir aileydi bu. 1144 tarihli bağışı kabul eden Rovira'lı
Pi-erre, Berengar'ın kardeşiydi, Pierre en azından ll36'dan beri Tapı-nakçıydı
ve l l44'te geniş sorumluluklara sahip önemli bir il yöneticisi olmuş
durumdaydı;™4 bu arada, l l43'te yaralanan ve
ölüm döşeğinde yatarken vasiyetini yazdıran Rovira'lı Raimond da evini ve
taşınabilir mallarının yarısını Tapınağa bırakmıştı.™5
Böylesi ailevi katılımların ilk örneğini, Payns'lı Hugues'le birlikte
tarikatın kurucusu olan Saint-Omer'li Godefroi'nın akrabaları sunmuştu.
Godefroi'nın Picardie'deki Saint-Omer'in kale kumandanlığını elinde tutan
aileden geldiği neredeyse kesindir; muhtemelen 1128 ile yaklaşık 1145 arası
kale kumandanlığını yürüten II. Guillaume'un da kardeşidir Godefroi. Belki de
Godefroi'nın Eylül ll 28'deki özel ziyareti sonucunda Guillaume Tapınağa kendi
fiefinin fazlalığını toplama hakkını ve Warreton-Bas'ın kale kumandanlığını
bağışlamıştı.™6 Bu ilk bağışın ardından başka
bağışlar da geldi - belli ki amaç, Tapınakçıları aracı koyarak ailenin selameti
için kapsamlı tedbirler almaktı. ll37'de Guillaume ile oğlu Osto'nun deyişiyle,
fief dahilinde şövalyelere ait olduğu bilinen şeylere»ek olarak,
Sclippes ile Leffinges'in sunak, şapel, adak ve aşarlarından tahıl, sığır ve
sair şeyler halinde alınacak payı ve bunların serbestçe ve istedikleri gibi
kullanabilecekleri yan getirilerini [bağışlıyoruz]. Eğer hayır için
Tapı-nakçılara böyle bağışlarda bulunmak isteyen olursa, bu bağışların da yine
daimi ve baki olmasını kabul ederiz. Bağışımıza bir de iki ölçü bitişik araziyi
ekliyoruz; ben, Guillaume, bunları çok zaman önce, yıllık olarak yukarıda
belirtilen aşarların bağlandığı yerlere kendi mülkümden kattığımı unutmadım.
Fakat anılan aşarları alanların ruhlarının, yani bizim ruhlarımızın, babamla
annemin, karımla çocuklarımın ve tüm atalarımla akrabalarımın ruhlarının
selameti için bağlılığımızdan ötürü dualarımızla yaptığımız bu bağışın daimi
olmasını emrediyoruz ve [bağışımızı] biraderlerin isterlerse bizim ruhlarımızla
bu sayfada yad edilen herkesin ruhu için her gün mayasız ekmek sunup kutsal
ayin düzenleyecek bir vaiz tutmalarını sağlayacak şekilde ihsan ediyoruz - ama
vaiz meselesi şövalyelerin isteğine ve uygun buldukları hükme kalmıştır.91
Bu himaye kale kumandanının yasallarını da etkiledi, bunlardan üçü
1142'de Ypres’de tarikata çeşitli bağışlarda bulundu.’08
Osto 1140'ta tarikata girmiş bulunmaktaydı - Osto’nun sadece Kuzeybatı
Avrupa’da değil, Katalonya ve Kudüs’te de tarikat adına faaliyet gösterdiği
anlaşılmaktadır.^9 Saint-Omer’li Guillaume 1145
civarında öldü ve yerine oğlu Gautier geçti; babasının görevini devralmasından
kısa süre sonra Osto'yla birlikte Tapınağa yapılan bir bağışa tanıklık etti.’’o
Ailesindeki haçlılık geleneğini sürdürdü Gautier, 1 151’de Kudüs
Krallığındaydı, iki yıl sonra Askalon kuşatmasına katıldı, 1159’da da mirasçısı
Bures’lü Eschiva ile evlenmek suretiyle Celile fiefinin prensi oldu. Aslında bu
beylik krallığın ilk yıllarında, 11O1-1106 arasında, muhtemelen büyük amcası
olan Saint-Omer'li Hugues'ün elindeydi.’”
Mülkleri Vaucluse bölgesinde Richerenches'in doğusuyla güneyinde yer
alan Bourbouton ailesi Tapınakla daha da içli dışlıydı. Riche-renches'deki
idare merkezi bu - ailenin katkılarıyla kuruldu; yaşlılar kuşağının başı
Bourbouton’lu Hugues 1139'da Tapınağa katıldı ve 1145'te ocağın üstadı oldu,
oğlu Nicolas da babasının izinden gidip o yıl tarikata girdi. Aile mirasının
büyük bir kısmı ocağa bağışlandı; bu ■ mirasın Tapınakla bağıntısı, yaklaşık
1136'dan 1183'e kadar uzanan Ric-herenches sicillerinde saklanmış 119 beratta
kayıtlıdır.”2 Beratının mukaddimesine
bakılırsa Hugues İsa'nın "Matta lncili"ndeki (16:24) öğüdüne uyarak
Tapınakçılara katılmıştı: "Bir kimse ardımdan gelmek isterse, kendisini
inkâr etsin ve haçını yüklenip ardımca yürüsün.”92 Bourbouton'lu
Nicolas ise Aralık 1145'te tarikata katılırken daha geniş bir açıklama
getirmişti:
Ben Bourbouton'lu Nicolas (... ) söylemek isterim ki, babam Bourbouton
unvanlı Hugues, piskoposumuz Pons'un [Saint-Paul-Trois-Chateaux Piskoposu
Grillon'lu Pons] ve burada isimlerini sayamadığım başka pek çok mümtaz
şahsiyetin tavsiyesiyle kendisini, karısını, oğlu ben Nicolas'yı,
akrabalarımızın düzenlemesiyle sahip olduğu tüm imtiyazları ve o tarihte sahip
olduğu başka her şeyi Kudüs Tapınağı şövalyeliğine teslim etti; böylece
bunların yukarıda anılan Tapınak biraderlerinin olmasını, bunlarla ne isterlerse
yapabileceklerini kabul etti. Annem de, söz konusu şövalyelerin üstadı
Robert'in ve Tapınağın diğer biraderlerinin öğüdüne uyarak bu onura sadık
kaldı, kısa bir süre sonra Rovira'lı Pierre ve yanındaki biraderlerin
tavsiyesiyle babam gibi manastır giysisi giyerek yukarıda anılan şövalyeleri
onurlandırdı. Şimdi de ben Nicolas, "sizden her kim bütün varından böylece
vazgeçmezse, benim şakirdim olamaz" ["Luka," 14:33] sözüne itaat
ederek, söz konusu şövalyeliğin üstadı olan Rovira'lı Pierre ile bu şövalyeliğin
halihazırdaki ve gelecekteki diğer biraderlerinin mülklerine katmak üzere,
annemle babamın tüm imtiyazlarını, işlenen işlenmeyen arazileri, bağları,
çayırları, korulukları, tüm giriş çıkışlarıyla birlikte otlağı, suları, sulama
kanallarını, tüm arazileriyle birlikte değirmenleri, evleri, barakaları ve
bunların tüm eşyasını, atlarla kısrakları, öküzlerle eşekleri, şarapla
hububatı, tüm çocukları ve barınaklarıyla birlikte kadın erkek rustici’yi
[köylüler], annneme bağışladığım koyunlar hariç, sahtekarlığa kaçmaksızın
sonuna kadar tüm varlığımı ebediyen söz konusu Tapınak biraderlerine veriyor ve
teslim ediyorum; her ne kadar değersiz olsam da ömrümün her günü uşak ve
birader olarak hizmet etmek üzere kendimi de Tanrı'nın şövalyeliğine ve
Tapınağa bırakıyorum, belki böylece günahlarımın bağışlanmasını hak eder,
devraldığım miras sayesinde ebediyette seçilmişlere katılırım.1”
llSl'in ilk yarısında Hugues öldüğünde tüm Bourbouton -derebeyliği
Tapınakçılara bırakıldı.93 94 Rovira,
Saint-Omer ve Bourbouton aileleri, aristokratlar çevresinde, anlaşıldığı
kadarıyla Tapınak Tarikatını gayet cazip bulan ve tarikatın batıdaki
teşkilatının omurgasını oluşturan bir toplumsal kesime mensuptu. Bu kesim
kontlar düzeyinin altında yer alan önemli beylerden oluşuyordu, ama bir kısmı
da Saint-Omer'ler gibi vasalları olan kale kumandanları ya da Bourbouton ailesi
erkekleri için kullanılan nitelemeyle nobiles'ti [seçkinler].”6 Clairvaux'lu Ber-nard gibi Payns'lı Hugues ile Saint-Omer'li Godefroi
da bu çevreye mensuptu.
Esnek katılım biçimleri özellikle bu kesimin icadıydı. Mesela tarikat
1172’de, anlaşıldığı kadarıyla Montpelier Beyi VII. Guillaume'u memnun etmek
için bir tür şartlı üyeliğe razı olmuştu. Guillaume vasiyetinde Tapınakçılara
altı yıl süreyle oğlu Gui’i “gözetip koruma" koşulu getirmişti - bu süre
dolduğunda eğer ağabeyleri hâlâ hayatta ise tarikata katılacaktı Gui. Ama eğer
bu süre içinde ağabeylerden biri ölürse Gui laik hayata dönecek, gerekli
fiefler kendisine verilecek, tarikat da Gui yerine 1000 sol alacaktı.”7 Ayrıca “Latince Kanun" da daha ilk yıllarda, hem kocanın hem
karının razı olması koşuluyla “evli birader" statüsünü tanımıştı. Karı
kocanın mülkü tarikata teslim ediliyordu, ama önce koca ölürse karısı hayatını
sürdürmek için mülkün bir kısmını alıkoyabiliyordu. Bu biraderlerin beyaz biniş
giymeye ve tam üyeliğe kabul edilmiş biraderlerle aynı ocakta yaşamaya hakkı
yoktu, ama muhtemelen küçük batı ocaklarının birçoğunda pratikte bu iki -grup
arasında büyük bir fark gözetilmiyordu.”8 Görünüşe
bakılırsa evli biraderlerin birçoğunun konumu laik biraderlerinkine ya da
Cis-tercium ve Chartreuse tarikatlarındaki conversus'larınkine benziyordu.”9 Bazen dindarlığın yanı sıra geçim derdi de tarikata adanma se-
”6 Bkz. Cartulaire de la Coınmanderie de Richerenches, s. cxxix.
Tapınakçıların toplumsal komiınları için bkz. Forey, “Recruitment," s.
143-4.
”7 Layettes, cilt l, no. 237, s. 100. Bkz. J. Dunbabin, "From
Clerk to Knight: Changing Orders," The Ideals and Practice of Medieval
Knighthood, cilt II, Papers from the Third Strawberry Hill Conference 1986,
yay. haz. C. Harper-Bill ve R. Harvey, Woodbridge, 1988, s. 26-39.
”8 Regle, mad. 69, s. 68.
”9 Bkz. Magnou, “Oblature," s. 381.
bebi oluyordu. Mayıs ll99'da Kuzey Aragon'da Huesca'daki Tapınak
ocağına kendilerini adayan Milagrolu Bartolomeo ile karısı Ines böyle-si
katılımların tipik bir örneğini sunmuşlardı. Huesca'da evler ve araziler, bir
de ocağın mezarlığına defnedilmeleri karşılığında IOO solidus para vermişlerdi
tarikata. Mutlak ve feshedilmez bir taahhüt sunmuşlar, kendilerini Tapınağa
ruhen ve bedenen, "hayattayken başka bir tarikata geçmelerinin, ölüm
halinde de ocağın .ve biraderlerin izni olmaksızın başka bir yere gömülmeyi
istemelerinin kanuni olmaya-cağı"nı söyleyerek teslim etmişlerdi.
Karşılığında Tapınakçılar da onları ocağın tüm kazanımlarının socios et
participes'i [yoldaş ve ortakları] kabul etmişler ve belli ölçülerde buğday,
şarap, peynir ve yılda on bir solidus içeren bir yardım bağlamışlardı bu
çifte.’20 Tüm bu bağışçıların
sunabilecekleri birtakım malları vardı, ama vücudundan başka bir şey
sunamayacak olanlar da mevcuttu; bunların tarikata bağımlı durumdaydılar, büyük
ölçüde ekonomik zorunluluklar yüzünden düşüldüğü için belgelerde pek de manevi
saik veya faydalara atıfla anılmayan bir konumdu bu.^’ Tüm bu bağlanımların
genel etkisi, merkezlerinde yerel Tapınak ocaklarının bulunduğu güçlü
toplumsal-iktisadi birimler yaratmak olmuştu. Tapınağa katılanların çoğu
neticede tinsel kazanımdan pay almayı umuyor, Tapmak ocağı ise hem zenginliğini
hem siyasi güvenliğini artıracak, böylece doğudaki savaşçıları taşıyan geniş ağ
içerisindeki işlevselliğini pekiştirecek bir yerel ilişkiler ve hamiler
örüntüsü oluşturuyordu.
Ne ki, tarikat mülklerini düzenli bir yapı haline getirme girişimlerine
rağmen, Cistercium Tarikatındaki gibi öngörülmüş bir plana göre kurulan tipik
idare merkezleri yoktu Tapınağın. Farklı
’2° Cartulario del Temple de Huesca, no. 138, s. 143 ; no. 61, s. 62;
no. 181, s. 201. ’2’ Bkz. Magnou, “Oblature," s. 394-5.
bölgelerden seçilecek örneklerle bunu göstermek mümkündür. Tarikatın
Kuzey Fransa'daki en önemli idare merkezlerinden biri Cham-pagne Kontluğundaki
Provins'deydi, XII. yüzyıl sonunda Tapınakçı-ların burada iki ocağı
bulunuyordu.’22 Tarikatın bu bölgede
1120'ler-den beri birtakım bağlantıları vardı, aldıkları ilk bağışlardan biri
de Ekim 1127'de Sezanne yakınlarında, Barbonne'un kuzeydoğusu civarında
yapılmıştı. 95 96 97 98 Provins'deki
idare merkezinin ne zaman kurulduğu belli değildir; ama 1171 tarihli bir berata
tanıklık etmiş yerel görevlilerin mevcut olması, bu tarihte ocaklardan hiç
değilse birinin tam olarak kurulmuş olduğunu düşündürür.^ Biraderler burada,
Champagne'nın yıl boyunca düzenlenen çok sayıda panayırına yakın olmanın
faydasını görüyorlardı. Provins'de de senede üç kez panayır düzenleniyor,
ayrıca kasabanın yukarı kesiminde her hafta pazar kuruluyordu. 'Tapınakçılar,
1164'te yün ve iplik, l214'te mezbahaya gönderilen hayvanlar, l243'te de -XIII.
yüzyılda Provins'deki büyük ölçekli tabaklama sanayii göz önüne alınırsa
muhtemelen en değerli kalem olan- postlar üzerinde hak kazanarak, bu
panayırlardaki satışlardan alınan vergilerdeki paylarını sürekli artırmışlardı.
’25 Mevcudiyetleri kasabanın her tarafında
hissediliyordu, aralarında bir mahalle ile birçok dükkânın da yer aldığı
yaklaşık yetmiş parça mülkleri vardı burada. Kırk yıl arayla edinilen iki mülk
bu yaygın faaliyetin bir göstergesidir. Bu mülklerden ilki için 1171 'de Hemi
la Borde adlı biriyle bir anlaşma yapılmış, tarikata ait bir bina ve altmış
livre karşılığında, Hemi la Borde'un Azize Meryem Kilisesi yakınlarındaki taş
binası ve müştemilatı alınmıştı. Anlaşıldığı kadarıyla hiçbir dini özellik taşımayan
bir iş akdidir bu; fiyatın yüksekliği de söz konusu mahalin ticaret açısından
önemli olduğunu gösterir muhtemelen. Kont Champagne'lı Hemi “kim olursa olsun
her tacirin burada serbestçe iş görmesini" kabul etmiştir. 99 İkinci berat
ise tersine mütevazı bir bağış sunar, 121 l’de Quincy'li Ansell ile karısı
Aaliz kendi ruhları ile atalarının ruhlarına deva olsun diye “meyve satılan iki
küçük dükkân" bağışlamış-lardır.127 Hemi la
Borde’un binasında yaratılan ticaret merkeziyle karşılaştırılırsa, o mahalle
dışında hiçbir değer taşımayan bir bağıştır bu, ama Provins'li Tapınakçıların
iş konusunda ilgi alanlarının ne kadar geniş olduğunu ortaya koyar. Ancak
Provins idare merkezi sadece bir ticaret ocağı değildi; Tapınakçılar ayrıca
Varenne nehrinde değirmenlere ve balıkçılık haklarına sahiplerdi, bir kiremit
fabrikasını kiraya veriyorlardı ve güvenli gayri menkul işlerinin yanı sıra
yoğun olarak tefecilikle de uğraşıyorlardı. Şehir dışında, özellikle de kuzey
ve güneydeki kırsal bölgelerde belli başlı mülk sahipleri arasındaydılar, kendi
topraklarında bağcılık ve orman işletmeciliği gibi çiftlik faaliyetleri
yürütüyorlar, aşar ve kira topluyorlar, değirmen, fırın ve üzüm cenderesi tekel
haklarından sağlanan gelirlerden yararlanıyorlardı.
Anlaşıldığı kadarıyla Xll. yüzyılda ve XIII. yüzyıl başlarında buradaki
durumlarını epeyce sağlamlaştırmışlardı. Troyes Kontu Cham-pagne'lı 11.
Hemi'nin özel desteği arkalarındaydı; 1191 ’de, Akkâ kuşatması sırasında,
şehrin veya kalenin beyliğine el uzatmamak kaydıy-la kontluk topraklarında
istedikleri türden mülk edinmelerini mümkün kılan geniş ölçekli imtiyazlar
tanımıştı kont Tapınakçılara.’28 Kont
IV. Thibaud ise bu kadar cömert değildi, zira borç içindeydi; 1228'de, babası
III. Thibaud'nun ölümünden beri edinilmiş tüm malları geri alma girişimi büyük
bir ihtilafla sonuçlandı. Hem Roma'ya hem de Kraliçe Blanche'a başvurması
üzerine, müsaderenin Kont Henri'nin berat koşullarına ters düştüğü hakem
kararıyla teyit edildi’29 - ne ki
bu olay bir emareydi sadece. Eldeki veriler, yaklaşık bu tarihten itibaren
Pro-vins'deki ocaklara yönelik mahalli desteğin azaldığını düşündürür; bu arada
Tapınakçıların da haklarından faydalanmak için dini veya laik tüm müeyyidelere
başvurmaya hazır oldukları anlaşılmaktadır - bu da sık sık kötü komşu
olmalarına yol açmıştır.’30 Neden
ile sonuca ayrıştırmak güçtür burada, zira Tapınakçıların tutumu da
Outre-mer'deki zorunlulukların bir bütün olarak tarikat üzerinde yarattığı
büyük baskının bir yansıması olabilir. 11. Friedrich'in 1230 müsadereleri,
Apulia'da uğranan zararı kapatmak için tazmin edici gelirlere ihtiyaç duyulması
demekti kuşkusuz; 1244 ve 1250 bozgunları ile Memlukların 1260'ların sonlarında
düzenledikleri akınlar da pek toparlanma fırsatı bırakmamıştı Tapınakçılara.
İdare merkezinin başında bir kumandan ile bir vaiz bulunuyordu -
1280'lerdeki Birader Gerard örneğinde olduğu gibi, bu iki görevi aynı kişi
üstlenebiliyordu. Kayıtlarda anılan diğer görevliler, ianelerin idaresi ve
dağıtımını yürüten ianeci, ihtiyaç talepleri, binalar ve ahırlardan sorumlu
müşir ve anahtarları muhafaza eden vekilharçtı. Ocağın ekonomik yönelimlerini
yansıtan birtakım özel kadrolar da vardı 100 101 102 103 -
bir sarraf, Provins kasabasının duhuliye mültezimi ve bir şarap satıcısı
bulunuyordu ocakta.104 105 106 Richerenches'deki
idare merkezine kıyasla burada sıradan biraderlere dair dökümlere çok az
rastlanır; ama bu ocakların, yer aldıkları gayet işlek şehir ortamlarında
üstlendikleri çeşit çeşit işlevleri ortalama -Richerenches'deki sayıyla- on
sekizden az biraderle yerine getirebilmeleri pek mümkün degildi. Ayrıca çok
sayıda yardımcı işçi ve serfe de ihtiyaç duyuluyordu; bunların birçogu, mülk
bagışlarında uygulanan usule göre kabul edilmiş deger-li kazanımlardı - ıı2s'te
tarikata alınan arabacı Constant ile ailesi gibi.”2
Anlaşıldıgı kadarıyla Richerenches gibi Provins de, etrafında daha küçük birkaç
ocagın toplandıgı büyük bir ocaktı - bunlar Brie bail-liage'ında
bulunuyorlardı. Farklı tarihlerde faaliyet gösteren bu yan ocaklar Champfleury,
Chauffour, Chevru, La Ferte-Gaucher, Trefols, Coulommiers, Lagny-sur-Marne,
Chrisy, Lagny-le-Sec ve Senne-vieres'di. Başka iki büyük ocagın da -Moisy ve
Mont-de-Soissons- bu bailliage'a baglı oldugu, bunlardan Moisy'nin La
Sablonniere, Nante-uil-les-Meaux, Viffort ve Montaigu'de bulunan dört küçük
ocagı yö-nettigi anlaşılmaktadır.133 Üç büyük ocakla iki küçük ocagın personel
sayısı temel alınarak hesaplanacak olursa, tarikatın bu bailliage'daki
ocaklarında, öngörülen işlevlerin yerine getirilebilmesi için en azından elli
Tapınakçıya ihtiyaç duyuldugu çıkarılabilir.
Tarikatın küçük idare merkezlerinden biri -Güney Toscana tepelerinde
bulunan ve Siena-Massa Marittima yolunun Feccia nehrini geçtigi noktaya pek de
uzak olmayan Frosini köyünün yakınlarındaki merkez- bunun tam tersi bir
örnektir.107 108 109 Tarikatın
Toscana'daki ilk bagışını ll38'de Lucca yakınlarında almasından sonra ııs Tapınakçılar bu bölgede etkileyici bir idare merkezleri agı kurdular.
Siena (1148), Lucca (1157) ve Pisa'da (1163) ocaklar açıldı. Tarikat XIII.
yüzyılda Colle di Baggiano (Pisa ile Pistoia arasında), Floransa, San
Gimignano, Arezzo, Vignale, Grosseto, Montelopio ve Frosini'de de idare
merkezleri kurdu. Bunların çogu, dogu yolculugunun başlangıç noktası olan
Adriyatik limanlarına ve hac merkezleri olan Roma ile Monte Garga-no'ya uzanan
ana yolların üzerinde veya yakınlarındaydı. Bu ocaklarda pek çok hacı
agırlanıyor, bu nedenle Tapınakçıların Kutsal Topraklardaki hacıları koruma
görevlerine benzer bir hizmeti batıda da sundukları düşünülüyordu.”6 Görünüşe bakılırsa, büyük bir şehirde bulunmamasından ötürü
Frosini'deki ocak Tapınak agının karanlıkta kalan kısımları arasındadır; ama
Toscana batı Hıristiyanlıgının iktisadi bakımdan en gelişkin bölgelerinden
biriydi ve aslında Frosini de bu faaliyet yogunlugundan çok etkilenmişti. San
Gimignano ile Poggi-bonsi (burada Tapınakçıların bir ocagı daha vardı
muhtemelen) ve Si-ena'dan gelen yollar burada birbirine yaklaşıyor, batıda
sahile, güneyde de Grosseto ve Roma'ya gidiş imkanı sunuyordu. Ayrıca Frosini
ile Massa arasındaki tepeler bakır, demir ve şap bakımından zengin olmasından
ötürü özel bir çekicilige sahipti, bunların üçü de o dönemde çıkarılıp
işlenebiliyordu; safran ve hububat da yerel kaynaklara ekleniyordu. Maden
sanayii özellikle Siena ve Pisalı tacirlerin yatırımlarını buraya çekiyordu.
Dolayısıyla Tapınakçıların 1239'dan önce Fro-sini'ye -muhtemelen koşulların
gerektirdigi görevlilerle birlikte- bir idareci yerleştirmiş olması şaşırtıcı
degildir. Provins'le karşılaştırıldı-gında Frosini çok küçüktür elbette ve
tarihi çok daha az belgelenmiştir; ama Frosini'nin de yerelligi çerçevesinde,
gerek hacılarla tacirler için misafirhane, gerek ikincil bir mali merkez olarak
Tapınak agına hizmet ettigi açıktır.
Provins ile Frosini'de görülen yakın çevreye uyarlanma durumu, Kuzey
Aragon bayırlarındaki Huesca'da da aynı derecede barizdir. Ta-pınakçılar
burada, yerel mülk piyasasına fiilen katılarak bagışları birleştirip verimli
kılmakla ugraşıyorlardı özellikle. Tarikat Huesca'ya 1148'den önce yerleşmişti;
1273'e değin uzanan belgelerin bulunduğu Huesca sicilleri Tapınakçıların
sürekli baglar, meyve bahçeleri, zeytinlikler, çayırlık araziler ve
degirmenlerin -hatta bir güvercinligin- alım satımıyla uğraştıklarını gösterir.
Böyle bir bölgede suyun kontrolü ve kullanımı genelde hayati önem taşıyordu;
Huesca Tapınakçıları nehir boylarını, özellikle Alcanadre ve Aragon nehri
kıyılarını elde etme çabasındaydılar, ayrıca suyun yönlendirilmesi konusunda da
anlaşmalara girip ihtilaflara düşüyorlardı. Mesela 1180'de Yesalı Garcia'nın
dul karısı Bayan Orbellito, suyun dörtte birini kendi ürünleri için kullanmak
koşuluyla, Tapınakçıların kendi meyve bahçesinden sulama kanalı geçirmesine
izin vermişti. Tapınakçıların meyveliklerinin onun arazisinin iki yanında yer
alması da etkili olmuş olabilir burada. 110 Sicillere göre tarikat şehirde de
çok sayıda evle dükkana sahipti ve ağırlık kazandığı mahallelerden oluşan
kapalı bir egemenlik bölgesi kurma çabasındaydı. Daha ııs7'de Tapınakçılar
burada, tarife göre doğu, güney ve kuzeylerinde zaten Tapınak mülkleri bulunan,
batı tarafından da anayola açılan binalar satın almışlardı. 1213'te Bayan
Altabella'nın büyük bir ev veya konak (palacium) bağışlamasının da bununla
ilgili olduğu düşünülebilir, zira konağın idare merkezi kompleksine komşu
olduğu anlaşılmaktadır. Bu hanımın beratında konağın doğudan şövalyelerin
mezarlığına, kuzeyden de kiliselerine bitişik olduğu söylenir; Tapınakçıların
binaları konağı dört bir yandan kuşattığı için leydi burayı biraderlere
bırakmıştır.111
Bankacılık ve mali hizmetler de bu teşkilatlanmanın doğal seyri
içerisinde doğup gelişmiştir. Manastır ocakları gelenekleri gereği kıymetli
eşya ve belgeler için emanetçi işlevi görüyordu, hacılık ve haçlı-lık
faaliyetlerinin artmasıyla birlikte de sık sık borç vermeleri ve ipotekli
mülkleri muhafaza etmeleri istenmişti. Ama Tapınakçılar bu tür hizmetler için
münferit manastır ocaklarına göre daha hazırlıklılardı; çünkü tarikatın idare
merkezleri ağı farklı bölgelerden haçlılara kolaylık sağlıyor, Akdeniz’in iki
yakasında "şube" benzeri mülklerinin ve ayrıca Kuzey Avrupa'da, Paris
ile Londra'da büyük komplekslerinin bulunması, her nerede, ne zaman ihtiyaç
duyulsa, o yörede kullanılabilir türden sikke tedarik edilebilmesi anlamına
geliyordu. Doğuda 1260'larda Baybars'ın fetihlerinden ötürü doğan büyük buhran
sırasında Kudüs Patriği Agen'li Guillaume'un çeşitli mali talepleri için
başvurduğu kişi, Paris'teki Tapınak Kumandanı Amauri de la Roche olmuştu -
patrik tüm bu meselelerin Paris Tapınağı aracılığıyla halledilmesini istiyordu.
Guillaume'un listesinde, okçular için Akka'ya para tevdi edilmesi, çeşitli
Fransız beyleri tarafından sağlanan elli şövalyenin geçimi için gereken mali
yardımın temini ve Akka'yı savunan askerlerin ücretini ödemek için hem IX. Louis'nin
temsilcisi Sargines'li Geoffroi hem de kendisi tarafından anlaşmalara bağlanan
alacakların toplanması bulunuyordu.112 113 Paris Tapınağı Kuzeybatı
Avrupa'nın en önemli finans merkezlerinden biri haline gelmiş olduğu için,
patriğin buraya başvurması rahatlıkla anlaşılabilecek bir şeydir. Paris'teki
Tapınak merkezi, Philippe Auguste döneminde yapılmış, sonra da çevre-leyici
duvarlar ve kulelerle takviye edilmiş surların dışında, şehrin ku-zeyindeydi.
Pek çok binadan oluşan etkileyici bir yerdi burası. III. Henry 1254'te Paris'i
ziyaret ettiğinde burada konaklamayı tercih etmişti, zira şehrin içinde veya
civarında kralın kalabalık maiyetini barındırabilecek kadar geniş tek yer
burasıydı. 1265-1270 arası bir tarihte tarikat buraya sağlam bir merkez bina
eklemişti, sonraki zamanlara ait çizimlere bakılırsa bu binanın sivri bir
çatısı ve dört köşesinde birer kulesi vardı. Yaklaşık elli metre
yüksekliğindeki dört katlı bu bina, XIII. yüzyıl sonlarında Tapınak bankasının
kalbiydi?40
Tapınakçıların mali yönetim tecrübeleri, hem laik hükümdarlar hem de
papalık açısından büyük değer taşıyan bir uzmanlık kazandıklarını gösteriyordu
- laik hükümdarlar da papalık da, vergilerden azami , gelir sağlayabilmek için
şu ya da bu ölçüde idari sistemlerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Neticede
haçlı seferlerine destek mahiyetinde sunulmaya başlanan mali hizmetler kısa
sürede gelişip bağımsız faaliyetler haline geldi. En temel (ve muhtemelen en
çok faydalanılan) kolaylık, anlaşma, berat ve vasiyetname gibi önemli
belgelerin ve yıllarca uzaklarda kalabilecek hacı ya da haçlı açısından büyük
mesele olan servet ve değerli nesnelerin muhafazası için Tapınak ocaklarının
kullanılabilmesiydi. Tarihleri boyunca Tapınakçıların ellerinde, yaklaşan haçlı
seferlerine atıfla düzenlenmiş belgeler bulunmuştu hep; bunlar, ilk planda
seferi olanaklı kılan bir borç için gösterilmiş teminatla veya yola koyulurken
Kilise dünyasıyla ilişkisini belli bir düzene sokmak isteyen haçlının büyük
önem verdiği bir dini bağışla ilgili olabiliyordu.114 Ama hacılık ve haçlılık kesinlikle
tekin faaliyetler değildi, basiretli kimseler yola koyulmadan önce
vasiyetlerini hazırlıyorlardı; Tapınakçıların belgeyi saklamakla kalmayıp
vasiyetname şartlarını yerine getirmeyi de üstlenmeleri olağan bir durumdu. Parisli
Pierre Sar-rasin'in, Santiago de Compostella'ya hacca gitmek üzereyken
hazırladığı Haziran 1220 tarihli vasiyet bu türden bir örnektir.115 Vasiyetname
şartları gereği sermayesini Tapınakçılar muhafaza edecek ve buradan çeşitli
miktarları talimat uyarınca dağıtacaklardı: 600 livre parisis Aziz Victor
Manastırına verilecekti, bunun karşılığında Tapınakçılar da manastırın
topladığı tahıl paylarını alacaklar ve yıllık 200 livre tutan manastır
iratıyla, bağışçının, akrabalarının ve dostlarının ruhlarının hayrına her gün
ekmek dağıtacaklardı; birtakım başka hayır işleri de yapılacaktı; çeşitli
kimselere mirastan pay verilecekti, bunlardan en önemlisi Pierre Sarrasin'in
100 livre alacak olan annnesiydi; nihayet mülkten geriye kalanlar Tapınakçılar
tarafından, reşit olmalarına değin varisler için muhafaza edilecekti. Kimi
vasiyetname sahipleri de doğrudan Kutsal Topraklarla ilgili hükümler getiriyorlardı.
1281'de, La Rochelle Tapınak ldarecisi Lege'li Guillaume, Cognac Beyi
Lusignan'lı Gui'in vasiyetinin hükümlerini yerine getirenler arasındaydı;
Kutsal Toprakların savunulması için bırakılmış toplam 1500 livre'lik bir
sema-yeden Outremer'deki Tapınakçılara yılda 250 livre ödemekle
görevlendirilmişti.’43 Bu vasiyetin idaresi
tarikatın olağan işlevlerine gayet uygundu, ancak Tapınakçılar kendilerine
başvuranların faaliyetlerinin haçlı seferleriyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi
olmadığında da emanetçilik hizmeti sunabiliyorlardı. Böylesi durumlarda işe siyaset
de karışıyordu genelde. Xlll. yüzyıl İngiliz kralları tarikata bu işlevinden
ötürü itibar etmişlerdi. Kral John Londra Tapınağını kraliyet mücevherlerinin
kasası olarak kullanmıştı; ama 1261'de İngiltere'deki baron muhalefetiyle başı
derde giren oğlu III. Henry, muhaliflerinden uzak ve Londra’daki muadiline göre
hayli güvenli olan Paris Tapınak kalesine gönderildikleri takdirde
mücevherlerin daha emin ellerde olacağını düşündü. Mücevherat, III. Henry'nin
baldızı Fransa Kraliçesi Marguerite'e gönderildi - kraliçe bunların envanterini
çıkarttırıp iki çekmece içinde Parisli Tapınakçılara emanet etti. Üç yıl sonra
Henry bu mücevherleri, Montfort'lu Simon önderliğindeki muhalefetle
mücadelesini finanse etmek için girdiği bir borca teminat gösterdi.’44
’43 Chartes et documents poitevins du XIIle siecle en langue vulgarie,
yay. haz. M. S. La Du, cilt II, Archives historiques du Poitou 58, Poitiers,
1963, no. 412, s. 341.
’44 Rotuli Litterarum Patentium, yay. haz. T. D. Hardy, cilt I(i),
Londra, 1835, s.
Haçlıların belge ve paralarını koruma hizmetinin getirdiği en bariz
sorumluluk, hesapların seferler esnasında da kullanılabilmesini sağlamaktı.
joinville -bu işlere gayet yabancı olsa da- IX. Louis'nin haçlı seferi
sırasında Tapınakçıların böylesi bir hesabı nasıl tuttuklarına dair değerli bir
açıklama sunar. ııso'de Mısır'da uğranan bozgundan sonra kral deniz yoluyla
Filistin'e gitmeye karar vermiş ve sonraki dört yılı orada geçirmişti. Bu da
maiyetinin finansmanını iyice zora sokmuştu haliyle; zira çoğu önderin bir ya
da iki mevsimde tamamladığı seferler, altı yıl yurttan uzaklarda yaşamayı
gerektirmişti. join-ville'in sunduğu örnekte sistemin tam bir yetkinlikle
işlediği söy-lenemese de, bu örnekten o dönemin haçlılarının Tapınak
“ban-kası"ndan nasıl yararlandıklarına dair bir fikir edinilebilir yine
de. 1250 yazında ordu Akkâ'dayken joinville 400 livre'lik bir alacağını tahsil
etmişti. Paranın kırk livre'ini günlük masrafları için alıkoyup kalanını
Tapınağa yatırmıştı. Fakat kırk livre daha almak için bir adamını yolladığında,
Tapınak kumandanı paranın kendisinde olmadığını, hatta Joinville'i tanımadığını
iddia etmişti. Joinville Büyük Üstat Vichiers'li Renaud'ya şikâyette
bulunduğunda da herhangi bir sonuç elde edememişti. “Bunu duyduğunda fena halde
sarsıldı ve bana şöyle söyledi: 'Ey Joinville Beyi, siz pek severim, ama şunu
iyi bilin ki, bu talepten
48b, 54b; Foedera, Conventiones, Literae et Cuiuscunque Generis Acta
Publica, yay. haz. T. Rymer, 3. basım, cilt I (ii), Hague, 1745, s. 65, 84,
120-1. Ingiliz krallarının Londra Tapınağından -özellikle de Hazine ve Maliyeye
yönelik hizmetlerinden- yararlanması konusunda bkz. A. Sandys, "The
Financial and Administrative Importance of the London Temple in the Thirteenth
Century," Essays in Medieval History presented to Thomas Frederick Tout,
yay. haz. A. G. Little ve F. M. Powicke, Manchester, 1925, s. 147-62. Ayrıca
Aragönlu 1. jaime'nin mücevher emaneti konusunda bkz. Forey, The Tcmplars in
tlıe Corona de Aragon, Ek !, no. 18, s. 385-6. vazgeçmezseniz artık sizi
sevemem, zira biraderlerimizin hırsız olduğuna inanılmasını
istiyorsunuz.'" Ama Joinville iddiasının doğruluğu konusunda ısrar etmiş,
dört gün sonra da büyük üstat gelip parayı tahsil edebileceğini söylemişti. Bu
süre zarfında Joinville büyük bir endişeye kapılmıştı ve anlaşıldığı kadarıyla
parasını geri alabildiği için öylesine rahatlamıştı ki, meseleyi pek
kurcalamamıştı. Tek bildiği, o kumandanın başka bir yere gönderildiğiydi.’45
Bu olayın ardında yetersizlik mi yatıyordu yoksa sahtekarlık mı,
kestirmek güç; zira o dönemde Paris'te Tapınakçıların böylesi hesapları tutmak
için gayet iyi düzenlenmiş, kılı kırk yaran kayıtlara dayalı bir sistemleri
vardı. Ana Kraliçe Castilla'lı Blanche da tarikatın kalburüstü müşterileri
arasındaydı. Yılda üç kez, Kandil Yortusu, Ağma Günü ve Tüm Azizler Günü hesap
dönemlerinin başlarında Tapınak-çılar Ana Kraliçeye hesap özeti
gönderiyorlardı. Leopold Delisle'in yayımladığı, 1243 Kandil Yortusu dönemine
ait hesap özeti, içerikleri belirsiz kalemlerin kronolojik bir dökümünden
ibaret değildir; özet önceki hesap döneminden devreden bakiyeyle başlar, her
bir kalemin dikkatle kaydedilmiş kaynak ve hedefiyle birlikte kredi ve borçları
belirtir. Girdiler, kraliçenin malikanelerini yöneten bailli ve prevöt'lar
tarafından toplanan iratlardan gelmiştir; çıktılar ise büyük ölçüde bağış ve
borç olarak çeşitli dini teşkilatlara veya kraliçenin şahsi harcamalarına
gitmiştir.116 117 Joinville'in
Akka'da muhatap olduğu Tapınak görevlisi de bu kadar titiz idiyse eğer, söz
konusu 360 livre basitçe "kaybolmuş" olmasa gerektir.
Delisle, Paris'teki Tapınağın 19 Mart 1295 - 4 Temmuz 1296 arasına ait
günlük nakit işlem kayıtlarının günümüze ulaşan kısmına ilişkin çözümlemesinde
sistemin nasıl işlediğini ortaya koymuştur.’47
Bugüne sadece sekiz parşömen ulaşmıştır; ama bunlar belli bir plana göre
işlenmiş 222 kayıt içerir ve her birinin başında görevli Tapınak kasadarının
ismiyle tarih yer alır. Ardından o günün çeşitli muamelelerine dair kısa
açıklamalar gelir: ödemenin miktarı,' mudinin ismi, yatırılan paranın nereden
geldiği, paranın aktarılacağı hesap sahibinin ismi ve makbuzun işleneceği
sicilin kaydı. Sadece Tapınak görevlileri değil, tarikat dışından çeşitli
kişiler ve başka teşkilatlar da para yatırmıştır. Kaydedilen kalemlerin çoğu,
bu işe ayrılmış bir kısım üzerinden yapılan çeşitli miktarlardaki ödemelerin
makbuzlarıdır. Günlük makbuzların tümü ocakta bulunan bir tür merkeze teslim
edilmiştir - anlaşıldığı kadarıyla bu merkez Birader Hubert'in yönetimi
sırasında, muhtemelen l 260'ların sonlarıyla l 270'lerin başlarında inşa edilmiş
büyük kuleydi ve ikisinin de adı Tour'lu Jean olan son hazinedarlar isimlerini
bu kuleden almışlardı.'118'
Söz konusu dönem zarfında işlemde olan altmıştan fazla hesap vardır ve Delisle
müşterileri beş öbeğe ayırmıştır: Tapınak görevlileri, kilise ileri gelenleri,
kral, kraliyet ailesinin diğer üyeleri ve önemli asillerle burjuvalar. Tapınak
kayıtlarına göre bunların çoğu işlerini vekil ya da görevlileri aracılığıyla
görmüştür. Kayıtlar, teslim alınan paralar için ek cetveller de düzenlendiğini
gösterir - bir banka görevlisi makbuz tarihleriyle örtüşen düzenli kayıtlar
tutmuştur. l295-96'dan günümüze ulaşmış bu varakalardan, tarikatın en azından
on ayrı defteri kebir tuttuğu anlaşılır. Yani bütün meblağlar
sınıflandırılmıştır, kimi sicilde sözgelimi tarikatın idare merkezlerinin
iratları, kiminde de Paris prevöt’su veya Vermandois ba-illi’si gibi önemli
müşteriler adına yatırılmış mevduatın kayıtları bulunmaktadır.
Journal du Tresor’u ["Hazine Bülteni"], belli çalışma
saatleri olan, hesap sahibi veya temsilcisinin önceden haber vermeksizin gelip
gidebileceği modern bankalarınki gibi istendiğinde başvurulabilecek bir bankoda
yürütülmüş işlemlerin kaydı olarak görme eğilimine kapılabilir insan. Ama iki
tam yılı kapsamayan, ikinci yılın sadece Nisan, Mayıs ve Haziran aylarının
faaliyetlerini gösteren Journal'in sunduğu sınırlı verilere bakarak bundan emin
olmak imkânsızdır. En önemli yortu günleri olan Paskalya, Ağma Günü ve Noelde,
Bakire Yortusu, Vaftizci Yahya Yortusu ve -hepsi de cengâverlikle, şehitlikle
ilintili Mattias, Georgius, Stephanus, Yakup, Mikâil, Laurence ve Simun ile
Yahuda gibi- tarikatın itibar ettiği azizlere ayrılmış günlerde
çalışılmıyordu.’48 Ayrıca bankanın faaliyet
takvimi müşterilerinin ihtiyaçlarıyla da yakından ilintili gibi görünmektedir.
Kasım, Aralık ve Temmuz en yoğun aylardır; bu aylarda, Tüm Azizler Günü (1
Kasım) ile Vaftizci Yahya Yortusunda (24 Haziran) veya bunlara yakın tarihlerde
toplanan paralar yatırılmıştır Tapınağa - bunlar, beratlarda ve ödemeler için
yapılan tarımsal alan ölçümlerinde de en çok anılan günlerdir. Mesela Kasım
1295’te işlem masası yirmi üç gün açık tutulmuş, elli yedi işlem görülmüştür;
en sakin ay olan Ağustosta ise işlem masası sadece altı gün açık kalmış ve bu
süre zarfında yalnızca sekiz işlem görülmüştür. Normalde haftada üç ila beş gün
çalışıldığı, ama ihtiyaç halinde taleplerin de karşılandığı anlaşılmaktadır:
Aralık 1295’te işlem masası art ar-
148 Ama "Kanun”da Tapınakçılara kutlanması emredilen birkaç yortu
gününde çalışılmıştı, Regle, mad. 75, s. 72-3.
da on bir gün aralıksız çalışmıştır.
.
Latin Hıristiyanlarının, özellikle de haçlıların mali meselelerine bu
ölçüde müdahil olmanın gerektirdiği kaçınılmaz hizmetlerden biri de borç
tedarikiydi. Büyük bir kredi kaynağı olarak tarikattan ilkin lkinci Haçlı
Seferi sırasında Fransa Kralı VII. Louis faydalanmıştı - kralın bu hareketi
tarikatı mali çöküşün eşiğine getirmişti. 119 Yüz sene sonra VII. Louis'nin
ikinci göbekten torunu IX. Louis, Nil Deltasındaki feci geri çekilişin ardından
daha da ciddi bir buhranla karşılaşmış, Nisan I2SO'de esir düşmüştü.’50 Ancak lkinci Haçlı Seferi döneminden farklı olarak bu tarihte artık
bireysel hesaplar yaygınlaşmış durumdaydı ve Tapınak hazinedarı, uyulduğu
anlaşılan ilke (bu hesapların dokunulmazlığı, mevduat sahibi müşteri dışında
bunlara kimsenin el uzatama-yacağı ilkesi) ile kralın fidyesi için acilen daha
çok para bulma zorunluluğu arasında bocalamıştı. Bu anlaşılabilir bir tutumdu;
zira Tapı-nakçıların haçlı seferlerine sundukları mali destek genelde gayet
esnek olsa da, fiilen seferdeyken bariz fiziksel kısıtlamalar çıkıyordu ortaya.
Fidye için gereken para, Mısır açıklarındaki Tapınak kadırgalarında muhafaza
edilen hesaplardan karşılanmıştı mecburen; Fransız ordusunun berbat hali göz
önüne alınırsa, hesap sahipleri de kısa vadede paralarına ihtiyaç duymuşlardır
muhtemelen. Eğer böyle olduysa, Ta-pınakçılar Filistin'den veya batıdan hızla
başka kaynaklar sağlamak için büyük zorluklar çekmiş olmalıdırlar. Ayrıca
tarikat, lkinci Haçlı Seferi döneminin -neredeyse iflaslarına sebep olacak
olan- ad hoc [bu sorunlara özgü] düzenlemelerine de yanaşmıyordu artık: XIII.
yüzyılın ortalarında borçları teminat karşılığında verme teamülü yerleşmiş
durumdaydı - kuşkusuz Mısır’da söz konusu olamayacak bir şeydi bu.
Tapınakçılar on yıl önce, son derece ağır mali sorunları olduğu bilinen
Konstantinopolis'in Latin İmparatoru 11. Baudouin'e "çok büyük bir
meblağ" diye nitelenen bir borç vermişler ve karşılığında paha biçilmez
mukaddes emanet Gerçek Haç'ı teminat olarak almışlardı.120
XII. yüzyılda doğrudan haçlı seferleri yararına borç vermek gayet
olağan bir uygulamaydı; XIII. yüzyılda ise iktisadi büyüme ve hükümdarların
askeri, siyasi girişimlerindeki artış, Tapınağın Avrupa maliye sisteminin asli
unsurlarından biri haline gelmesini sağladı. Mesela İngiltere Kralı John'un
başvurduğu mali kaynaklardan biri Tapınak Tarikatıydı. Krala verilen borçlar
bazen çok ufak miktarlar olabiliyordu: Kral l 213'te, aforozunun kaldırılması
üzerine bağışlanma gününde sunulması gereken dokuz mark altını tedarik
edememiş, bu meblağı Tapınağın İngiltere üstadından ödünç almıştı. Ama Haziran
1215 tarihli Magna Cartanın çıkartılmasından önce ve sonra aldığı borçlar çok
daha büyüktü. Mayıs ayında 1100 ve 2000 marklık iki borç talebinde bulunmuş,
Ağustos ayında da Poitou ve Gaskonyalı askerlere para ödemek için 1000 mark
daha istemişti?52 Tarikat sadece laiklere borç
vermiyordu. XIII. yüzyılda, ana aktörlerin eskiye oranla çok daha büyük
oynadıkları bir ikdisadi ortamla karşı karşıya kalan manastırların birçoğu
borca batmıştı. Bunlar arasında Cluny gibi meşhur teşkilatlar da vardı - Cluny
Manastırının başrahibi Girold 1 Nisan 1216'da, tarikatın Paris'teki hazinedarı
Birader Haimard'a iki ay içinde geri ödemek üzere Tapınaktan 1000 mark gümüş
borç almıştı. Cham-pagne kontesi de başrahibe kefil olmuştu.’53
Bu gibi faaliyetler Tapınağı XIII. yüzyıl ile XIV. yüzyıl başlarının
fi-nans piyasalarında önemli bir aktör haline getirdi ve tarikat İtalyan
tacirlerle bankerlerin Avrupa ve Doğu Akdeniz'de oluşturdukları ağa katıldı
kaçınılmaz olarak. 1304 ve 1305'te Londra'da görülen iki işlem bu konuda
aydınlatıcı olabilir. İlk işlem, İngiltere Üstadı Guillaume de la More'un
Floransa Mozi şirketinden iki tacire 1300 mark borç vermesiydi - üstat
tacirlerin bu parayı 1304 yazı ortasında Paris'te geri ödemeyi vaat ettiklerini
söylüyordu. William'a göre şirketin Paris temsilcileri bu vaadi yerine
getirmemişlerdi, dolayısıyla üstat da şirketin Ingiltere'deki mallarına haciz
konması talebiyle meseleyi kraliyet mahkemesine taşımıştı. Üstat ayrıca
şirketin Londra'daki tacirlerinin, ilk borç alındıktan sonraki yıl Tapınak
aracılığıyla tedarik ettikleri yünün bedeli olan 700 marklık bir diğer borcu da
inkâr etmesinden korkuyordu. 1305'te de Siena Galerani şirketi ile Floransa
Frescobaldi şirketine 879 mark, 6 s[ou], 8 d[enier] verilmiş, ama bu kez borç
vaktinde ödenmişti.^4
Bu işlemlere ilişkin belgelerde haçlı faaliyetlerine atıfta bulunulmaz,
ikinci işlemde zaten hiçbir dolaysız haçlı bağlantısı yoktur muhtemelen. Aynı
şey 1304'te alınan borç için de geçerli olsa gerektir. Kambiyo işlemleri
borçlardan sağlanan kazancın gizlenmesini kolaylaştırmış olmalıdır, zira bu tür
işlemlerde yabancı kurun değerini düşük gösterme ve böylece geri ödemeden kâr
sağlama yaygın bir uy-
’53 Delisle, Memoire, no. 4, s. 96-7.
’54 Calendar of the Close Rolls. Edward 1, cilt V, 1302-7, s. 172-3,
343. gulamaydı. Ancak o sırada Guillaume de la More'un zaten -erzak ihtiyacının
had safhaya vardığı- Kıbrıs cephesine gitmek için yola çıktığı göz önüne
alınırsa, üstadın Paris Tapınağı üzerinden gidip doğuda kullanılacak alacakları
toplamayı düşünmüş olması da muhtemeldir. Ayrıca veresiye yün tedariki, lngiliz
Tapınakçıların kendi mülklerinde yürüttükleri koyunculuk faaliyetinden ticari
olarak faydalanmaları sayesinde böylesi borçlar verebildiklerini düşündürür -
neticede dolaylı olarak haçlı davasının hizmetine sunulmuş bir faaliyettir bu.
Hükümdarlar para kadar böylesi işlerin sağladığı mali uzmanlığa da
ihtiyaç duyuyorlardı. Tapınak yöneticilerinden özellikle iki güç yararlanmıştı:
Papalık ve Fransa krallarıyla hanedanın yan kolları. Vll. Louis !kinci Haçlı
Seferi sırasında tarikata borçlandığında, bu borç Paris'te, muhtemelen doğrudan
Paris Tapınağına kralın vekilleri tarafından ödenmiş, böylece Fransız
monarşisiyle XIV. yüzyıl başlarına kadar sürecek bir işbirliği kurulmuştu. Il.
Philippe döneminde tarikat, kralın 1180'de tahta çıkışından hükümranlığının
sona erdiği 1223'e değin olağan yıllık gelirlerin neredeyse yüzde 120 oranında
artmasını sağlayan bir mali yapının temel unsurlarından biri haline gelmişti.’55 Tapınakçılar, 1190'larda Capet malikanelerine yeni bir mali düzenlenme
getirilmeden önce de bu değişime müdahil olmuş durumdaydılar, zira Philippe
Temmuz 1190'da haçlı seferine çıkmadan önce topraklarından gelen hasılatın
Paris Tapınağına ödenmesini emretmişti.^6 Eldeki
ilk Capet “bütçe"sinin ait olduğu 1202-1203 yıllarında malikane hesapları,
yılda üç kez hesap dönemlerinde Paris Tapınağına teslim
155 J. W. Baldwin, The Government of Philip Augustus. Foundations of
French Ro-yal Power in the Middle Ages, Berkeley ve Londra, 1986, s. 248.
156 Rigord. Oeuvres de Rigord et de Guillaume le Breton, yay. haz.
H.-F. Dela-borde, cilt I, Societe de l'Histoire de France, Paris, 1882, s.
103-4. edilmişti. Tapınağın hazinedarı Birader Haimard kralın has
müşavirlerinden biriydi; 1204 zaferinin ardından Normandiya hazinesinin başına
geçmiş, l 222’de gelecekte Philippe ile Kraliçe Ingeburge'nin vasiyetlerini
yerine getirmekle görevlendirilmişti.’57
Haimard, Xlll. yüzyılda Capet krallarına hizmet eden Tapınak hazinedarları
silsilesinin ilk halkasıydı: Haimard (1202-27) ile Fransa’daki diğer
Tapınakçılar gibi l307'de tutuklanan Birader Tour’lu Jean arasında en azından
sekiz hazinedar görev yapmıştı.’58
Kraliyetin nüfuzu, Paris Tapınağının kral tarafından seçilmiş birinin
egemenliğinde olmasını sağlıyordu. Sözgelimi 1263’te IX. Louis Papa IV.
Urbanus’a bir mektup yazıp Birader Amauri de la Roche’un Fransa idarecisi
olmasını istedi. Papa kralın isteğini Büyük Üstat Thomas Berard’a iletti, o da
bu talebi kabul etti. Evvelce doğuda büyük kumandan olan Amauri bu görevi
1265’ten 127l’e değin yürüttü.^9 idare
heyetinin Tapınaktaki özel toplantıları -Joseph Strayer’in işaret ettiği gibi,
bu oturumlar için önceden çıkarılan hesaplara ayrıntılı olarak bakılmasa da-
tüm Xlll. yüzyıl boyunca sürdü.’60 Heyetin
siyasi ağırlık taşıyan üyeleri bu oturumlara yılda sadece bir kez
katılıyorlardı muhtemelen. Anlaşıldığı kadarıyla bu komitede, belki de teknik
yardım sunmak üzere, en azından bir Tapı-nakçı bulunuyordu. Bu biraderlerden
biri de, 1289’da Breuil’de düzenlenmiş bir toplantıya ait kayıtlarda adı geçen
Reims idarecisi Wisemale’li Fleming Arnoul’du. Ölümü Reims ölüm kaydı
tomarlarında, "Fransa’nın efendisi olan kralın idare heyetinde yer almış
büyük
’57 Haimard için bkz. Baldwin, Government of Philip Augustus, s. 57,
118-19.
’58 Bkz. Delisle, Memoire, s. 61-73.
’59 BN, NAL, var. 400; RRH, no. 1318, s. 344; Leonard, Introduction, s.
114;
Proces, cilt II, s. 192, 298.
’
’6° Strayer, Reign of Philip the Fair, s. 144-5.
bir şahsiyetti" şerhiyle anılmıştı.’6’
Fransız krallarıyla Tapınakçılar arasındaki işbirliği, Capet
hanedanının diğer üyelerince de benimsenen bir model oluşturmuştu.
Ta-pınakçılar sadece IX. Louis'nin değil, annesinin, kardeşlerinin ve
oğullarının da bankeriydiler. Bu kardeşlerin en zorlu ve en hırslısı, 1266'da
Sicilya Kralı olan Anjou'lu Charles, bir Tapınak hazinedarını -Birader
Arnoul'u- çalıştırmıştı emrinde; l277'de Antakyalı Maria'dan Kudüs krallığı
hakkını satın aldıktan sonra da, doğuya erzak ihracı konusunda tarikatla sık
sık işbirliğine girmişti. Charles Antakyalı Maria'dan krallık hakkını
devraldığında, ödeyeceği tazminat çerçevesinde, Anjou Kontluğunda topladığı
kiralardan 4000 livre tournois'lık bir gelir de bağışlamıştı ona - Antakyalı
Maria bu parayı yıllık olarak Paris'teki Tapınakçılardan alabilecekti.’62 Kraliçe Blanche'ın çeşitli istekleri de karşılanmıştı. Kraliçe,
malikânesinin mali idaresini Tapınakçılara bıraktığı gibi, gözde tasarılarından
biri olan Maubuisson Manastırının inşası için para bulma sorumluluğunu da
onlara vermişti. 1236 ile 1242 arasında, bu amaca yönelik olarak neredeyse
24.500 livre geçmişti Ta-pınakçıların elinden.^121
Nasıl 11. Philippe mali yapının yeniden tanzimi için Tapınağı
kul-landıysa, papalık da hem Outremer'de hem İtalya'da kendi siyasetini hâkim
kılmak üzere giderek daha çok sayıda Tapınak görevlisini işe koştu. Dördüncü
Haçlı Seferinin Kutsal Topraklara pratikte pek bir yardımının dokunmaması 111.
Innocentius'u çok sarstı ve papa haçlı sistemini, II. Philippe'in ııgo'larda
idari yapıya uyguladığı ölçüde kapsamlı bir düzenlemeden geçirmeye karar verdi.122 123 124 1198'de
önemli bir adım atıp haçlı seferlerinin masrafına katkıda bulunmak üzere
ruhbana nispi vergiler saldı; bundan böyle papalık Tapınak ile Hayırseverler
Tarikatını bu paraların birikme merkezleri ve doğuya nakil acentaları olarak
kullanacaktı.^5 Tapınakçıların bu sorumluluğu
hiç değilse 1208'den itibaren üstlendikleri anlaşılmaktadır; ama faaliyetin
asıl yoğunlaştığı dönem, Innocentius'tan haçlı seferi planlarını miras alan ve
böylece Beşinci Haçlı Seferini (1218-21) düzenleyen lll. Honorius'un dönemiydi.
Sözgelimi 1220'de papa lngiltere'deki elçisi Pandolfe, yirmilik vergileri ve
papalık ödentilerini tahsil edip Paris'teki Tapınağa göndermesini emretmişti.
Bunun karşılığında Tapınakçılar da Mısır'da papalık elçisi Albanolu Pelagius
için hazırda para bulunduracaklardı. 24 Temmuz tarihli bir mektup, papanın
yirmiliklerle haçlı yemini kefaretlerinin nakli için Fransa, lngiltere,
Macaristan ve lspanya'ya Tapınakçılar gönderdiğini ortaya koyar.166
Ne ki papalar genel olarak Kilisenin ihtiyaçlarıyla ilgili bu geniş
bakış açısı ile kendi özel sorunlarını bağdaştırmak gibi bir güçlükle
uğraşmışlardı hep. Tapınakçıların mali uzmanlığından geniş çapta yararlanan ilk
papa lll. Alexander'dı; zira 1176 Legnano savaşından sonra sağlanan uzlaşmaya
değin Ill. Alexander'ın papalık döneminin büyük bir kısmında, Friedrich
Barbarossa'nın yarattığı papalık mücadelesi yüzünden"' bir hizipleşme
yaşanmış, bu da papalığın olağan gelir kaynaklarından birçoğunun kullanımını
zora sokmuştu. Tapınakçı cubi-cularius'ların [özel hizmetli] 1163'ten itibaren
Papa Alexander'ın gelirlerini yönettikleri ve papa için borçlar ayarladıkları
anlaşılmaktadır -bu borçlar papanın çoğunlukla aleyhine işleyen siyasi koşullar
altında faaliyetlerini sürdürmesini sağlamıştı.’67
Tapınakçı cubicularius'lar XIII. yüzyılda da papalık sarayında ve papalığa
bağlı tüm devletlerde ön plandalardı; özellikle de Orta İtalya'da imparatorluk
kuvvetleriyle girilen uzun mücadelede papalık yanlısı Guelflerin mali işlerine
sağladıkları destekle dikkati çekmişlerdi. Son derece faal bir birader olan
Bonvicino, papalık adına sürdürdüğü siyasi etkinliklerini papalık
cubi-cularius’luğu göreviyle birleştirmişti - bu görevi hiç değilse
1230'lar-dan, 1260'ların ortalarında ölene dek yürütmüştü.
Hohenstaufenliler-den Kral Manfredi ile ihtilafında IV. Alexander adına
yürüttüğü faaliyetlerle, özellikle de 1260 Montaperdi savaşında
Ghibellino'ların"' galip gelmesinden sonra doğduğu kent olan Perugia'nın
Manfredi'ye destek vermemesi için harcadığı çabayla iyice ön plana çıkmıştı.^125 Papalığın
İtalya'da uğraştığı siyasi sorunların haçlıların ihtiyaçları karşısında
öncelik taşıması şaşırtıcı değildir. IV. Martinus'un papalık döneminde
(1281-85) olduğu gibi, ihtiyaç doğduğunda haçlılara gidecek paraların
Paris'teki Tapınak hazinesi gibi bir merkezde toplanması büyük kolaylıklar
sağlıyordu. Mesela 1281'de Tapınak, Fransa'daki Cistercium ocaklarından
toplanan ondalıklardan ve Aziz Louis'nin seferleri için ettiği yemini tutamayan
haçlıların kurtarmalıklarından oluşan haçlı paralarını kabul etmişti. Bu tür
birikimler arasında en dikkat çekicisi, Fransa Kralı III. Philippe'in önerdiği
haçlı seferi için toplanan yaklaşık 100.000 livre tournois’ydı. Ama Romagna'da
bir ayaklanma çıkmış ve IV. Martinus Aralık 1282'de tüm bu birikimi, papalık
otoritesini yeniden tesis etmek üzere Fransa'dan devşirilen birliklerin
masrafını karşılamak için borç olarak almıştı. Borç alınan miktar toplamda 155
.000 livre tournois'dan az değildi.’69
Papalıkla tarikat arasındaki bağlantı duruşma sırasında bile sürüyordu. 1307 ve
1308'de tüm Fransa'daki Tapı-nakçılar kraliyet görevlilerince tutuklanırken,
Poitiers'de V. Clemens'a çalışan cubicularius'lara ayrıcalık tanınmış ve bunlar
doğrudan papalığın yargısına teslim edilmişlerdi.’70
Böylesi hizmetlerden Tapınağa kalan karlar çeşitli yöntemlerle
hesaplanabilir. Tapınakçıların kendi topraklarında etkili faaliyetlerde bulunma
serbestiliğini elde edebilmek için hükümdarlarla işbirliği
Vakfı Tapınak idarecisi olan ve anlaşıldığı kadarıyla Perugia'da da
faaliyet gösteren Guillaume Charnier benzer bir görev üstlenmişti, Tommasi,
“L’ûrdine dei Templari," Ek 1, no. 7, s. 51. Ayrıca bkz. Bulst-Thiele,
"Templer in königlichen und papstlichen Diensten," Festschrft Percy
Ernst Schramm, cilt 1, s. 303-4.
’69 Bkz. Delisle, Memoire, s. 29-30; ve açıklayıcı belgeler, no. 18, s.
112-13; no. 19, s. 113-14; no. 20, s. 114-15; no. 21, s. 115-16.
170 Papsttum und Untergangdes Templerordens, cilt II, no. 74, s. 114.
sağlamaları gerekiyordu. Mesela İngiltere'de 1227'de 111. Henry tarafından
kapsamlı imtiyazlar tanınmış, bunlar l285'te l. Edward tarafından da teyit
edilmiş, böylece tarikat, mülkleri ve bu mülklerin sakinleri üzerinde tam yetki
sahibi olmuştu.126’
Hükümdarların iyiniyeti özellikle X111. yüzyılın ikinci yarısında büyük önem
taşımıştı; bu dönemde Outremer'de gitgide şiddetlenen buhran, ihtiyaç duyulan
malların batıdan tahditsiz ihracını mutlak bir zorunluluk haline getirmişti.
Bununla birlikte tarikatın hizmet bedeli talep ettiği açıktır. Delisle, IV.
Philippe'in 1290-93 arası tarikatla ilgili hesaplarında bu tür kalemlerin yer
aldığına dikkati çeker;U2 keza borçlara faiz
yüklendiği de aşikârdır - ne ki muamelelere ilişkin belgelerin hepsinde faizler
açıkça belirtilmiş değildir. Aslında ortaçağda faize getirilen kısıtlamalar,
Grati-anus'un yaklaşık 1140 tarihli hükmünün düşündürdüğü ölçüde katı
değildi;’73 yasa koyucular meşru
"masraflar" temasının onca çeşitlemesini kabul ettiklerine göre,
kredi tedariki zaman zaman iddia edildiği kadar engellenen bir şey olmaktan
uzaktı. Şüphesiz Tapınakçılar, özellikle haçlı seferlerinin finansmanı gibi
karmaşık bir meseleyle uğraşırken sahiden masrafa da giriyorlardı. Ayrıca çoğu
zaman Akdeniz'in bir ucunda verilen bir borcun bir süre sonra denizin öbür
yakasında tahsil edildiği düşünülecek olursa, tarikat göreli kur değeri
farklılıklarından kâr sağlamak bakımından çoğu kredi kaynağına göre daha iyi
konumlanmış durumdaydı. Öte yandan faiz kaleminin açıkça belirtildiği de
oluyordu bazen. Mesela Ağustos 1274'te İngiltere Kralı I. Edward, 1272 haçlı
seferi sırasında aldığı 27.974 livre tournois'lık büyük bir borcu, "hizmet
bedeli, masraflar ve faiz" karşılığı 5333 livre, 6 sou, 8 deniers'le
birlikte ödemişti Tapınakçılara.’74
Tapınakçıların bu alanda başarılı olmalarının ana sebeplerinden biri,
kendilerine emanet edilen şeylerin idaresinde gösterdikleri tarafsızlıktı -
zaten aksi halde, aynı anda hem Fransa hem İngiltere kralının hizmetinde
olmaları siyaseten aykırı addedilebilirdi.^5
1214’e değin vaatlerine pek az kimsenin güvendiği Kral John’un gözünde
Ta-pınakçıların bu ünlerinin özel bir değeri vardı. Kral Poitou'daki
müttefiklerine düzenli gelir bağlayarak destek olmak istediğinde, tarikatın
güvenini La Rochelle'deki ocakta bulunan Tapınak hazinesine para yatırarak
kazanmıştı - talimata göre ödemeler birkaç yıl buradan yürütülecekti.’76 Ayrıca 1260’larda Katalonya'da yaşanan olayın (bir birader sahte mühür
hazırlayıp bunu mektuplarda kullanmıştı) yanı sıra birtakım münferit mali
skandallar çıkmış olsa da, Tapınakçıların hata yapanları cezalandırma ve
dürüstlük konusundaki ünleri kovuşturmalarla zedelenmiş değildi genelde.^
"Kanun" bu konuda tavizsizdi: Her birader "kendisi için para,
altın veya gümüş saklamama-ya titizlik gösterecektir; zira bir din adamının
kendisine ait hiçbir şeyi ’74 Foedera, cilt I(ii), s. 141.
’75 11. Henry ile Vll. Louis arasındaki süreğen ihtilafları giderme
girişiminin ardından ll58-59'da, gayet hassas bir bölge olan Norman Vexin'deki
kalelerin Tapınakçılara emanet edilmesi konusunda bkz. W. L. Warren, Henry II,
Londra, 1973, s. 72, 90.
’76 Rotuli Ritterarum Patentium, cilt l(i), s. 119a, 121b.
’77 Mesela bkz. bu kitapta, böl. 3, n. 120; Catalan Rule, var. 49b-51a;
sahte mühür için bkz. “Un nouveau manuscrit," yay. haz. Delaville Le
Roulx, mad. 42, s. 205-6.
olmamalıdır, azizin dediği gibi 'sikkesi olan din adamı beş para
etmez'." Eğer bir birader öldüğünde üzerinden taşımaya yetkili olmadığı
bir para çıkarsa cenazesi Hıristiyan usulüne göre kaldırmazdı, zira bu para
çalıntı sayılırdı. Tapınakçıların arada bir para taşımaları gerekiyordu
elbette, izin verilen bir şeydi bu; ama ister büyük ister küçük bir miktar söz
konusu olsun, "birader kaldığı yere varır varmaz artan parayı hazineye
veya kendisinden aldığı kişiye iade etmeli’ydi.127
Ne ki tarikat imansızlarla savaşmak için kurulmuş dini bir cemaatti,
müşterilerinin ahlakıyla ilgilenmeyen İsviçre bankalarının kayıtsız tavrını
benimseyemezdi elbette. Kral 11. Henry'nin Becket cinayeti için ödediği
tazminat çerçevesinde tarikata yatırdığı para, 1187 Hattin savaşı öncesinde
yaşanan buhran sırasında Ridefort'lu Gerard tarafından birlik toplamak için
kullanılmıştı.128
Anlaşıldığı kadarıyla kral bundan gocunmamıştı, zira Tapınakçılar ertesi yıl
İngiltere'de "Selahattin ondalığı" denen vergileri toplama yetkisi
taşıyanlar arasında bulunmaktaydılar. Öte yandan birçok hükümdarın, özellikle
de siyasi ve askeri ihtiyaçların baskısıyla Tapınak varlıklarını ele geçirmenin
kışkırtıcılığına kapıldığı da oluyordu. Fransa ile İngiltere'deki Tapınak
ocakları kesinlikle güvenli değildi, sadece Paris'teki hazine kararlı bir
mütecavizin yoluna cidden zorlu bir engel çıkarabilecek durumdaydı; Londra
Tapınağının bile direnç gösteremediği olmuştu. Haziran 1263'te, Mont-ford'lu
Simon'a karşı yürütülen mücadele yüzünden kraliyet hazinesi dara düştüğünde,
Prens Edward Tapınakçıların engelleme çabalarına rağmen tarikatın hazinesine
girmiş, burada muhafaza edilen birkaç kasayı zorla almıştı. El koyduğu para,
çeşitli baronlarla tacirlere ait yaklaşık 10.000 paund'du - bu parayı
beraberinde Windsor Kalesine götürmüştü.’80
Böylece oğlu için de yol açılmış oldu. 11. Edward, Temmuz 1307'de babası öldükten
kısa bir süre sonra, Piers Gaveston'la birlikte, Londra Tapınağındaki para,
mücevher ve kıymetli taşlara el koydu - bunların tutarı yaklaşık 50.000
paund’du.™’ Böylesi tecavüzler sadece İngiltere’de olmuyordu. 1285'te Aragönlu
III. Pedro, küçük kardeşi Mallorca Kralı Jaime'nin elinde bulunan Roussillon'u
işgal etti; kardeşinin, topraklarını işgal etmek üzere olan Fransız
haçlılarıyla işbirliği içinde olduğu şüphesine kapılmıştı. Seferi sırasında
kardeşinin ikamet ettiği Perpignan şehrine sızmayı başardı ve Tapınağın
buradaki idare merkezine girdi. Aragönlu vakanüvis Bernat Desclot'ya göre,
burada kardeşinin korunması için bıraktığı hazinenin yanı sıra suç delili
sayılabilecek birtakım belgeler de buldu - Desclot'un iddiasına göre bu
belgeler Jaime'nin sahiden de ağabeyi aleyhine entrika çevirdiğini, haçlılar
Pedro'yu yendiklerinde Valencia Krallığının Fransa Kralı III. Philippe
tarafından Jaime'ye verileceğinin vaat edildiğini gösteriyordu.™129
Neticede ister kral ister ister sıradan hırsız söz konusu olsun herkes
için temel caydırıcı unsur kaba güç değil ahlaktı. Hükümdarlar nasıl -kendi
güvenilirliklerinin sistemin ayakta kalmasına bağlı olduğunu bildikleri için-
vasallara karşı taşıdıkları feodal yükümlülükleri çiğnemekte tereddüt
gösteriyorlarsa, Tapınak mülklerini yağma etme düşüncesinden de geri durmaya
çalışıyorlardı. Ama her zam<trı akıl çelici bir düşünce oldu bu - ve
genellikle de çeşitli gerekçelendirmelere ihtiyaç duyuldu. Ekim 1307'de Fransa
Kralı IV. Philippe'in görevlileri tam da böyle bir örtmece-hikaye
geliştirdiler.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
A. Trudon des Ormes, "Listes des maisons et de quelques
dignitaries de l'ordre du Temple, en Syrie, en Chypre et en France, d'apres !es
pieces du proces," ROL, s (1899), 440-2; lngiltere'deki baillia için bkz.
Records of the Templars in England in the Twefth Century, s. ^mi-^rnii.
Parisli Matthew, Chronica
Majora, cilt IV, s. 291. Buradaki rakamlar, nesnel bir dayanakları varmışçasına
sık sık alıntılanır. Bağlamdan da anlaşılabileceği gibi, askeri tarikatların
servetlerini hesaplamak bakımından hiçbir değeri yoktur bunların. Ayrıca bkz.
bu kitapta, s. 17-18.
Bkz. bu kitapta, s. 109-110.
Bkz. A. J. Forey, "The Military Orders in the Crusading Proposals
of the Late-Thirteenth and353 Early-Fourteenth Centuries," Traditio, 36
(1980), 327-33; askeri tarikatların kaynak kullanımlarına yönelik eleştiriler
için bkz. A. J. Forey, The Military Orders, s. 204-20.
Bu tarikatın sorunlu tarihi için bkz. A. J. Forey, "The Order of
Mountjoy," Spcculum, 46 (1971), 250-66. Salimbeneli Adam, La Forbie'deki
Aziz Lazaros üyelerinin akıbeti konusunda Kudüs Patriği Nantes'lı Robert'in
mektuplarından alıntılar sunar, Croııica, yay. haz. G. Scalia, cilt !,
Scrittori d'Italia 233, Bari, 1966, s. 255. Hayırseverlerin ve genelde askeri
tarikatların sorun- ' larıyla karşılaştırma için sırasıyla bkz. Riley-Smith,
The Knights of St john in Jerusalem, s. 439-43 ve Forey, The Military Orders,
s. 128-32.
Rakamlar R. Fossier tarafından derlenmiştir, Peasant Life in the
Medieval West, çev. J. Vale, Oxford, 1988, s. 140-1, 118. Aynca bkz. P.
Contamine, War in the Middle Ages, çev. M. Jones, Oxford, 1984, s. 96-7;
yazarın sunduğu rakamlar, Fossier'nin tahminlerinin sadece piyasadaki alt
sınırı verdiğini düşündürür. IX. Louis 125l’de Kutsal Topraklarda bir şövalye
atına seksen livre fiyat biçmiştir. Joinville, Histoire, s. 278-9.
Dönemin koşulları G. Duby tarafından “bir derebeylik buhranı" diye
nitelenir, The Three Orders. Feudal Society Imagined, çev. A. Goldhammer,
Chicago ve Londra, 1980, s. 326; Fossier’ye göre bu koşullar “derebeylerinin
büyük bir tepki göstermesine” neden olmuştur (s. 141). Bu durum, Tapınak
mülklerinde kiracılarla komşular konusunda getirilen sıkı idari düzenlemelerde
de kendini gösterir, bkz. Barber, “Social Context of the Temp-lars,” 44-5.
XIII. yüzyıl sonlarında artık pek yayılım imkanı kalmayan, ama kaynaklara
ilişkin talepleri hâlâ ağırlığını koruyan Aragön Tapınakçılarının sorunlarıyla
karşılaştırma için bkz. Forey, The Templars in the Corona de Arag6n, s. 57-62,
140-1.
Bkz. Tibble, Monarchy and Lordships, s. 186-8; ve Riley-Smith, Feudal
Nobi-lity, s. 28-32.
C. Duffy, The Military
Experience in the Age of Reason, Londra, 1987, s. 11, 159.
Bkz. The New Encydopaedia Britannica. Macropaedia, “lojistik"
bölümü, 15. basım, cilt XXIX, Londra, 1986, s. 693, 695. Tapınakçılar için bkz.
A. Demur-ger, Vie et mort de l'Ordre du Temple, Paris, 1985, s. 163-226.
Karşılaştırma için F. Tallett, War and Society in Early-Modern Europe,
1495-1715, Londra, 1992, S. 50-68.
’3 Bkz. Spicciani, "Papa Innocenzo IV," s. 49-55.
’4 Thomas Berard'ın Akka'daki İtalyan tacirlerden borç almaya alışkın
olduğu açıktır, bkz. bu kitapta, s. 247.
ıs IV. Innocentius. Les Registres d'Innocent IV, cilt I, yay. haz. E.
Berger, BEFAR dizi 2, Paris, 1884, no. 2692, s. 401 (1247); cilt II, 1887, no.
4398, s. 55 (1249). Tapınağın ilgasından sonraki durumla karşılaştırmaya da
gidilebilir. "XIV. yüzyılın ikinci çeyreğinde haçlı hareketlerinin yönü ve
seyri, -ta... . ... ... . .
rihçilerin düşündüklerinden daha büyük ölçüde- Hayırseverler ile
papalığın mali durumu ve etkileşimi tarafından belirlenmişti,” N. Housley, The
Later Crusades. From Lyons ta Alcazar, 1274-1580, Oxford, 1992, s. 217.
15 IV. Innocentius. Les Registres d'Innocent IV, cilt III, no. 6237, s.
159; no. 6256, s. 162-3.
"Emprunts," yay. haz. Servois, Ek, no. 4, s. 292; RRH, no.
1347, s. 352-3.
Haçlı seferlerinin karmaşık mali yapısı konusunda ayrıntılı bir
inceleme için bkz. W. C. jordan, Louis IXand the Challenge of the Crusade,
Princeton, 1979, s. 65-104.
RHG, cilt XV, s. 540-1. Bkz. bu kitapta, s. 123.
CG, no. 589, s. 362.
Wales'li Gerald, “De Principis Instructione Liber,” yay. haz. G. F.
Warner, Giraldi Cambrensis Opera, cilt VIII, RS 21, Londra, 1891, böl. 23, s.
201-2.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt IV, s. 416.
Proces, cilt Il, s. 305; cilt !, s. 44-5. Bkz. bu kitapta, s. 283.
Papsttum und Untergang, yay. haz. Finke, cilt Il, s. 334-5.
Bkz. Barber, “Supplying the Crusader States," s. 320-1.
Regle, mad. 432, s. 234-5; mad. 436, s. 236-7. Yeni üye tedariki
konusunda bkz. Forey, "Recruitment," s. 157-62.
Bkz. bu kitapta, s. 289, 297-299. Bu rakam yüksek görünebilir, ama
başka kaynaklar da ciddi bir sefer için gereken at sayısının bu olduğunu teyit
eder, bkz. Contamine, War in the Middle Ages, s. 67. Ayrıca Hayırseverler
açısından atların önemi konusunda bkz. Riley-Smith, The Knights of Stjohn
in]erusalem, s. 318-20.
Bkz. The New Encydopaedia Britannica. Macropaedia, cilt XXIX, s. 688.
3’ Deuil'lü Odan, De Profectione, s. 134-5.
Îmadettin (‘Imâd ad-Din), aktaran Ebu Şame (Abu Shama), "Le Livre
des Deux Jardins," s. 271-2.
Itinerarium, cilt I, s. 291-4, 299, 303-4. XVII. yüzyıl ordularının
sorunlarıyla karşılaştırma için bkz. G. Perjes, "Army Provisioning,
Logistics and Stra-tegy in the Second Half of the l 7th Century," Acta
Historia Academiae Sci-entarium Hungaricae, 16 (1970), 1-51; özellikle hayvan
yemi tedariki konusunda s. 14-19.
The New Encyclopaedia Britannica. Macropaedia, cilt XX, s. 706.
Regle, mad. 596, s. 309-10.
Regle, mad. 103, s. 90; mad. 135, s. 108-9 (satın alma); mad. 114-15,
s. 96-7 (taylar).
RHG, cilt XIX, s. 640.
Regle, mad. 84, s. 78; mad. 609, s. 314.
Documenti del commercio veneziano nei secoli XI-XIII, yay. haz. R.
Morozzo della Rocca ve A. Lombarda, cilt 1, RCI 28, Roma, 1940, no. 158, s.
155-6. Mairano ailesi için bkz. G. Luzzatto, "Capitale e lavoro ne!
commercio veneziano dei secoli XI e XII,” Studi Storia Economica Veneziana,
Padua, 1954, s. 108-116. Luzzatto bunları mercanti-armatori [tacir-armatör]
diye niteler.
Joinville, Histoire, s. 70-1.
4’ TG, 11.21, s. 526; Fulcherius Carnotensis, Historia, 3.25, s. 657-8.
Bkz. J. Pryor, 'Transportation of horses by sea during the era of the Crusa-des,"
Mariner's Mirror, 68 (1982), 15-19. Ayrıca bkz. Forey, The Templars in' the
Corona de Aragön, s. 325; Aragön'dan doğuya gönderilen atlar konusunda Ek !,
no. 30, s. 402.
Documenti del commercio veneziaııo nei secoli XI-XUI, cilt II, no. 487,
s. 27-8.
Ada imperii inedita, cilt!, no. 139, s. 117; Cart., cilt II, no. 1464,
s. 186-7; no. 2067, s. 462-4. Bkz. Barber, "Supplying the Crusader
States," s. 322-3.
45 Marsilya'nın önemi konusunda
bkz. D. Abulafia, "Marseilles, Acre and the
Mediterranean, 1200-1291," Coinage in the Latin East: The Fourth
Oxford Symposium on Coinage and Monetary History, yay. haz. P. W. Edbury ve D.
M. Metcalf, British Archeological Reports, International Series 77, Oxford,
1980,. 19-39. .
Proces, cilt !, s. 458. Sadece limanlarda değil bütün nakliye
sisteminde böylesi görevlilerin çalıştığı da düşünülebilir. Bkz. Xlll. yüzyıl
ortalarına ait Bourgogne atıfları, J. Richard, "Les Templiers et !es
Hospitaliers en Bo-urgogne et en Champagne meridionale," Die geistlichen
Ritterorden Europas, yay. haz. J. Fleckenstein ve M. Hellmann, Sigmaringen,
1980, s. 233. '
Bkz. D. Abulafia, "Southern Italy and the Florentine Economy,
1265-1370," Economic History Review, dizi 2, 33 (1981), s. 377-88; ve
"The Crown and the Economy under Roger II and his successors," DOP,
37 (1983), s. 1-14. Sicilya ve Apulia’da üretilen buğday uzun yolculuklara
karşı kuzeyde üretilenlerden daha dayanıklıydı, dolayısıyla Kutsal Toprakların
erzak kaynağı olarak bu bölge özel bir önem taşıyordu.
Ramön Muntaner, Crönica
Catalana, yay. haz. ve çev. A. de Bofarull, Barselona, 1860, s. 368-9.
İngilizce çeviri The Chronicle of Muntaner'den, çev. Lady Goodenough, Hakluyt
Society 50, cilt II, Londra, 1920-1, s. 467-8.
Bkz. Bramato, "L'Ordine Templare ne! Regno di Sicilia nell'eta
Svevo-Angi-oina," MS, s. 121-38.
Martin da Canal, Les Estoires de Venise. Cronaca veneziana in lingua
francese dalle origini al 1275, yay. haz. A. Limentani, Civilta Veneziana,
Fanti e Testi 12, Floransa, 1972, s. 108-9.
Parisli Matthew, Chronica Majora, cilt III, s. 556.
Bkz. Abulafia, Frederick II, s. 139-42.
53 Historia Diplomatica, cilt II
(i), s. 224; Acta imperii inedita, c. l, no. 246, s. 225-6 (1223). 1209 ve 1210
tarihli bağış ve imtiyazlar için bkz. Historia Diplomatica, c. I, s. 144-S;
Acta imperii inedita, c. l, no. 102, s. 88-9; no. 106, s. 93.
Bkz. bu kitapta, s. 210-216.
H. Friedrich'le ilişkiler için bkz. Bramato, "L'Ordine
Templare," s. 107-112.
R. Bevere, “Notizie storiche tratte dai documenti conosciuti col nome
di ‘Arche in carta bambagina'," Archivo Storico per le Province
Napoletane, 25 (1900), s. 403-4.
Bkz. Bramato, “L'Ordine Templare," s. 112-13.
Syllabus Membranarum ad Regiae Sidae archivum pertinentium, yay. haz.
A. A. Scotti, cilt!, Napoli, 1824, fas. !, no. 10, s. 8.
5’ Bkz. Barber, "Supplying the Crusader States," s. 325, n.
44. Bkz. I registri della cancelleria angioina, cilt XXVI, 1979, no. 735, s.
207; burada hububatın satımı konusunda Tapınağa özel bir izin tanınır.
Tapınağın bu bölgedeki tarımsal üretimi için bkz. Bramato, Storia dell'ordine
dei Templari in Italia, s. 167-75.
I registri della cancelleria
angioina, cilt Xl, 1958, no. 143, s. 55; Tapınağın Apulia ve Sicilya'daki
köleleri konusunda bkz. Wendover’lı Roger, Flores Historiarum, cilt Il, s. 345.
Bunlar, ortaçağ sonlarında pek çok İtalyan ve İspanyol evinde olduğu gibi,
bilhassa özel hizmetler için çalıştırılmış olabilir, bkz. !. Origo, "The
Domestic Enemy: The Eastern Slaves in Tuscany in the Fourteenth and Fifteenth
Centuries," Speculum, 30 (1955), 321-66. Aragön ocaklarındaki köleler
konusunda bkz. Forey, The Templars in the Corona de Aragon, s. 285-6.
6’ Historia Diplomatica, cilt III, s. 73-5; Wendover’lı Roger, Flores
Historiarum,
cilt il, s. 345.
Bir köle ticareti merkezi olarak Ayas konusunda bkz. R. lrwin, “The
Supply of Money and the Direction of Trade in Thirteenth-Century Syria,"
Coinage in the Latin East; yay. haz. P. W. Edbury ve D. M. Metcalf, Oxford,
1980, s. 84.
Bkz. J. Richard, “The Eastern Mediterranean and its Relations with its
Hin-terland (l lth-1 5th Centuries)," Les Relations entre l'Orient et
l'Occident au Moyen Age, Variorum. Collectes Studies 69, Londra, 1977, s. 1-18.
“Actes passes en 1271, 1274 et 1279 a l’Aîas (Petite Armenie) et a
Beyrouth par devam des notaires genois," yay. haz. C. Desimoni, AOL, cilt
1, Paris, 1881, no. 4, s. 495.
Raınon Muntaner, Crönica Catalana, s. 368-9. The Chroııicle of
Muııtaner, çev. Goodenough, s. 466-9.
Bkz. O. jacoby, "Crusader Acre in the Thirteenth Century: Urban
Layout and Topography," Sıudi Medicvali, 20 (1979), l-46 ve harita.
Thcodericus, baş. 40, s. 43.
O. jacoby, "Les communes italiennes et !es ordres militaires a
Acre: aspects juridiques, territoriaux et militaires (1104-1187,
1191-1291)," Elal et colonisati-on au Moyeıı Age et iı la Renaissancc, M.
Balard, Lyon, 1989, s. 204-6.
Gcstes des Chiprois, s. 252-3.
Bkz. johns, Guide to 'Atlit, s.
50.
71 Bu kitapta, s. 410-412. Bu oran bir tam yıl birim alınarak
çıkarılmıştır.
72 Bkz. Forey, The Tcınplars iıı thc Corona de Aragöıı, s. 324.
73 RRH, cilt ll, 110. 1303
(a), s. 84.
4 Bkz. Forey, The Tcınplars in thc Coroııa de Aragöıı, s. 322-4.
RRH, no. 1303, s. 341. Bkz. bu kitapta, s. 247-249. Batıda yaklaşık bu
tarihlerde müfettişlik kadrosunun ikiye bölünmesi, Thomas Berard'ın üstatlığı
sırasında doğuda karşılaştığı sorunlarla bağlantılıdır belki de, bkz. bu
kitapta, s. 379. Askeri tarikatların batıya mektup ulaştırma konusundaki
öncülükleri için bkz. S. Lloyd, English Society and thc Crusade 1216-1307,
Oxford, 1988, s. 24-9 ve Ek l, s. 248-52.
Regle, mad. 87, s. 80.
,
Bkz. bu kitapta, s. 43.
RRH, no. 1303, s. 341; Proces,
cilt Il, s. 295-6; Coııciliae Magnae Britanniae et Hiberniae, yay. haz. D.
Wilkins, cilt Il, Londra, 1737, s. 337. Bkz. Trudon des Ormes, “Listes,” s.
440-2 ve plan.
The Trial of the Templars in the Papa! State and the Abruzzi, s. 29-30,
131-3, 173, 188-9, 201-2, 250. Bu idarecinin yetki alam bazen Macaristan'ı da
kapsardı - Macaristan'dan kastın aslında Dalmaçya olduğu görüşünü destekleyen
bir durumdur bu. 1194'te Albenga Tapınakçıları, "İtalya'daki tüm Tapınak
ocaklarının idarecisi Üstat Gaimard’ın" izniyle bir satış yapmışlardı,
Instrumenta Episcoporum Albinganensium, no. 36, s. 54-5. Tapınağın İtalya'daki
gelişim evresi için bkz. Bramato, "L'Ordine dei Templari in Italia,"
183221.
Forey, The Templars in the Corona de Aragön, s. 328-9. Ayrıca bkz.
Docu-meııts concernant lcs Templiers, yay. haz. J. Delaville Le Roulx, Paris,
1882, no. 34, s. 45; burada, Fransa ve Ingiltere krallıklarındaki Tapınak
ocaklarından sorumlu bir müfettişe atıfta bulunulur (Ağustos 1290).
Örgütlenmedeki bu değişiklik, Ispanya il yönetimindeki hizipleşmenin etkisiyle
birdenbire ortaya çıkmış da olabilir. 1244'te Castilla ve Leonlu biraderler bir
komutanın, Portekizliler de bir diğerinin yanında yer almışlardı. Bu mesele,
tarafları Kutsal Topraklarda üstadın karşısına çıkarmak gibi ziyadesiyle
zahmetli bir yöntemle çözülebilmişti ancak, Regle, mad. 582-3, s. 302-3.
RRH, no. 815, s. 218; bkz. K. M.
Setton, Thc Papacy and ihc Levanı (12041571), cilt !, Philadelphia, 1976, s.
28, n. 9; III. Innocentius. Imıocenli P.P. Regislrorum, PL, cilt CCXVI, no.
137, süt. 324; W. Miller, The Lalins in llıe Levanı. A History of Franlıish
Greece (1204-1566), Londra, 1908, s. 70.
1388 civarından sonraya
tarihlenen bu Yunanca değişkenin konuya ilişkin kesin veriler sunduğu
düşünülemez. Ancak verilen tımar oranlarının tamamen yanlış olması da pek
mümkün değildir. Bkz. Crusaders as Coııqucrors. Thc Chronicle of ihe Morca,
çev. H. E. Lurier, Records of Civilization. Sour-ces and Studies 69, New York
ve Londra, 1964, s.126-8.
Iberya'daki askeri tarikatların
düzeni konusunda bkz. A. J. Forey, "The Mi-litary Orders and the Spanish
Reconquest in the Twelfth and Thirteenth Centuries," Traditio, 40 (1984),
197-234; ve Forey, Military Orders, s. 25-32,
84 Aragönlu jaime, Chronicle, cilt
I, s. 18-24, 210-16, 252-8, 266-9, 305; cilt II, s. 668-71. Bu olayların
ardındaki genel durum için bkz. Bisson, The Medieval Crown of Aragon, s. 58-63.
E. Lourie, "Free Muslims in the Balearics under Christian Rule in
the Thir-teenth Century," Speculum, 45 (1970), 625-9, 644-5.
Tapınakçıların Aragon’da-ki Müslüman nüfusa tanıdığı imtiyazlar için bkz.
Forey, The Templars in the Corona de Aragon, s. 200-1 ve Ek, no. 24, s. 395-7.
Forey Portekiz’de, Aragon topraklarındaki kolonileşmeye koşut benzer bir
sürecin yaşandığını gösterir. Mesela bkz. 1213’te Castelo Branco için çıkarılan
berat, Portugaliae Monumenta Historia, Leges et consuetudines, c. I, Lizbon, 1856,
s. 566-7. Portekiz’deki Tapınak arazilerinin dağılımı için bkz. A. H. Oliveira
Marques, Historia de Portugal, 11. basım, cilt I, Lizbon, 1983, şekil 21, s.
143.
Bkz. Forey, The Templars in the Corona de Aragon, s. 31-6.
Lorraine'deki Tapınakçılar için bkz. H. von Hammerstein, "Der
Besitz der Tempelherren in Lotharingen," jahrbuch der Gesellschaft für
lothringische Geschichte und Altertumskunde, 7 (1985), .1-29; yazar belgelerden
alıntılar sunarak Tapınakçıların mülk ş»ıhibi oldukları yerlerin dökümünü
çıkarır. Tarikatın Lorraine'de en azından üç ocak kurduğu anlaşılmaktadır
(Metz,
' Gelucourt ve Pierrevillers). Daha doğuda, Falkenburg yakınlarında
1290 civarında kurulan Tempelburg için bkz. H. Lüpke, "Das Land
Tempelburg. Eine historisch-geographische Untersuchung," Baltische
Studies, 35 (1933), s. 43-97.
Bkz. M. Starnawska, "Notizie sulla composizione e sulla struttura
dell'Ordine del Tempio in Polonia," MS, s. 143-52.
Bkz. K. Eistert, "Der Ritterorden der Tempelherren in
Schlesien," Archiv für Schlesisches Kirchengeschichte, 14 (1956), s. 8.
Schlesisches Urkundenbuch, 1231-1250, yay. haz. W. Irgang, cilt II,
Viyana, Köln ve Graz, 1977, no. 219, s. 133.
9’ Documenti del commercio veneziaııo nei secoli XI-XIII, cilt II, no.
798, s. 321-2; Deliberazioııi del Maggior Coıısiglio di Veııezia, yay. haz. R.
Cessi, cilt II, Bo-logna, 1931, no. 33, s. 51. Tapınakçılar Segna'daki hasar
için tazminat ödemişlerdi.
92 Mesela Urkuııdeıı zur Reichs-und Rechtsgeschichte Italieııs, yay.
haz. J. Ficker, cilt IV, Innsbruck, 1874, no. 430, s. 441-2 (1259). Bkz.
Dickson, “The Flagel-lants," s. 243-5.
A. Luttrell, “Two Templar-Hospitaller Preceptories North of
Tuscania," Pa-pers of the British School at Rome, 39 (1971), 90-124.
94 Cart., cilt I, no. 1069, s.
666-7; RRH, no. 751, s. 200; Proces, cilt I, s. 100.
Records of the Templars in England in the Twelfth Century, s. 1-135.
“Soruşturmaca bu çalışmanın Il85’te yürütüldüğü söylenir - ama cevaplar
vaktinde gönderilmemiştir muhtemelen. Araştırmaya ait veriler, cevapların 1190
civarında büyük ölçüde toplanmış olduğunu düşündürür. Belli bir bölgeye,
Essex'e ilişkin ayrıntılı bir inceleme, Tapınakçıların kontlukta nasıl
Hayırseverlerinkinden daha iyi bir arazili üs edindiklerini ve buradan nasıl
yararlandıklarını ortaya koyar. Bkz. M. Gervers, "Pro Defensione Terre Sancte:
The Development and Exploitation of the Hospitallers' Landed Es-tate in Essex,”
The Military Orders. Fightingfor the Faith aııd Cariııgfor the
Sick, yay. haz. M. C. Barber, Londra, 1994, 5. 3-20.
Bkz. Barber, "Supplying the Cru5ader State5," 5. 318-19.
Birkaç Tapınakçı-nın görevli olduğu ocakların mevcudiyeti, dört veya daha fazla
sayıda birader bir araya geldiğinde ruhani meclisin toplanması gerektiğini
bildiren "Kanun"da da dolaylı olarak teyit edilmiştir, Regle, mad.
385, s. 215. Ayrıca bkz. J. E. Burton, "The Knights Templars in Yorkshire
in the Twelfth Cen-tury: a Reassessment," Northern History. A Review of
the History of the North of England and the Borders, 27 (1991), 39-40 ve n. 63.
1308'de Yorkshire'da dokuz idareci, on dokuz da sair Tapınakçı vardı ve bir
ocakta dörtten fazla adam bulunmuyordu. Güneybatı Fransa’daki Tapınak
ocaklarının yapısı için de bkz. A.-M. Legras, Les Commanderies des Templiers et
des Hospitaliers de Saint-]ean de]erusalem en Saintoııge et en Aunis, Paris,
1983, s. 12 ve harita, s. 19.
Proces, cilt II, s. 423-515. Ayrıca bkz. B. Alan, "Suppression de
l'Ordre des Templiers en Roussillon," Bulletin de la Societe Agricole,
Scientfique et Litte-raire des Pyrenees-Orientales, 15 (1867), 28-30.
Bkz. R. W. Emery, The ]ews of Perpignan in the Thirteenth Century, New
York, 1959, s. 98-9.
103 Bkz. Brundage, "The Crusader's Wife," s. 431-33.
104 Bkz. bu kitapta, s. 46.
105 CG, no. 306, s. 199.
106 CG, no. 17, s. ıı-12.
’07 CG, no. 141, s. 99.
108 CG, no. 275, s. 180.
’09 CG, no. 205, s. 143; no. 314, s. 205; no. 353, s. 227. Osto için
bkz. Records of the Templars in England in the Twelfth Century, s. xxxix, xliv,
xlviii-liv. 11 so'lerin başlarında lngiltere üstadıydı muhtemelen. ll 74'te
hala hayattaydı.
'
110 CG, no. 375, s. 239.
’’’ TG, 17.18, s. 785; 21.5, s. 967 (Celile Prensi Gautier); 10.9, s.
464; 11.5, s. 502-3 (Saint-Omer'li Hugues). Bu aile için bkz. A. Giry,
"Les chatelains de Saint-Omer, 1042-1386," BEC, 35 (1874), 325-55.
’’2 Bkz. Cartulaire de la Commanderie de Richerenches, s. cxl-cxliii.
”3 CG, no. 189, s. 129.
CG, no. 371, s. 237.
Cartulaire de la Commanderie de Richerenches, no. 87, s. 162-6; CG, no.
598,
S. 368-71.
Bkz. Provins, s. xlviii-ii. Champagne-Bourgogne bölgesinin özellikle
yeni üye devşirmek bakımından Tapınakçılar için taşıdığı önem konusunda bkz.
Richard, "Les Templiers," s. 231-42.
cg, no. 9, s. 6. Bkz. bu kitapta, s. 34.
Provins, no. 89, s. 108-9.
Provins, no. 82, s. 103-4; no. 83, s. 104-5; no. 91, s. ıio; no. 8, s.
47; no. 78, s. 100; no. 138, s. 142-3. Ayrıca bkz. s. lxxxv.
Provins, no. 89, s. 108-9.
127 Provins, no. 98, s. 113.
’28 Bkz. H. d'Arbois de Jubainville, Histoire des Ducs et des Comtes de
Champag-
ne, cilt 111, Paris, 1861, pieces justificatives, no. 160, s. 477.
’29 A.g.e., cilt V, no. 1859, s. 256. Bkz. Provins, s. lvii-lix.
130 Bkz. Barber, "Social Context of the Templars," s. 44-5.
Provins, no. 7, no. 46-7; no. 89, s. 108-9; Proces, cilt II, s. 350,
381, 395; Der Untergang des Templer-Ordens, cilt II, s. 39-40.
Provins, no. 64, s. 90-1.
E.-G. Leonard, Introduction au Cartulaire Manuscrit du Temple (1150-1317)
constitute par le Marquis d'Albon, Paris, 1930, s. 125-8.
Bkz. M. Borracelli, “La Magione Templare di Fro5ini e l'importanza
delle 5trade che vi convergevano," MS, 5. 311-30 ve haritalar.
ııs Regesto del Capitolo di Lucca, yay. haz. P. Guidi ve O. Parenti, RCI
6, Roma, 1910, no. 925, 5. 404.
Bkz. T. Szabö, "Templari e viabilitâ,” MS, s. 297-307.
Cartulario del Temple de Huesca,
no. 82, s. 83-4. Ayrıca bkz. no. 167, s. 179-80 (bir takas); no. 198, s. 225-6
(bir ihtilafın çözümlenmesi). Sulama sayesinde arazilerin değerinin büyük
ölçüde artması, böylesi düzenlemelerin rağbet görmesini sağladı, bkz. Forey,
The Templars in the Corona de Aragon, s. 2401.
Cartulario del Temple de Huesca, no. 10, s. 15-16; no. 161, s. 172-3.
“Emprunts," yay. haz. Servois, "Appendice," no. 5, s.
290-3; RRH, no. 1347,
s. 352-3. Bunlar patriğin taleplerinin tamamı değil, sadece doğrudan
Paris’teki Tapınak bankasının halletmesini istediği kalemlerdir. Ayrıca bkz. bu
kitapta, s. 252. .
Henry'nin Paris Tapınağında konaklaması konusunda bkz. Parisli
Mat-thew, Chronica Majora, cilt V, s. 478. Bkz. R. Cazelles, Nouvelle histoire
de Paris de lafin du regne de Philippe Auguste ıi la mort de Charles V
1223-1380, Paris, 1972, resim 9 (üst) (s. 152-153 arası). Bkz. H. de Curzon, La
Maison dıı Temple de Paris. Histoire et description, Paris, 1888, özellikle s.
71-147; yazar burada çevrili alanın bir rekonstrüksiyonunu sunar.
Mesela bkz. bu kitapta, s. 51.
’42 Delisle, Memoire, no. 5, s. 97-8.
Joinville, Histoire, s. 224-7.
Delisle, Memoire, no. 8, s. 99-102. Bkz. J. Piquet'nin çözümlemesi, Des
Baııquiers au Moyen Age. Les Templiers. Etude de leurs Operations finaııcieres,
Paris, 1939, s. 38-45.
’47 Delisle, Memoire, s. 73-86; no. 29, s. 162-210. Ayrıca bkz. Piquet,
Des Ban-quiers, s. 119-46.
'*' Tour: Fransızcada kule -çn.
Bkz. bu kitapta, s. 118.
’50 Bkz. bu kitapta, s. 240-241.
’51 "Recit du XIIIe siecle sur !es translations faites en 1239 et
en 1241 des saints reliques de la Passion,” yay. haz. N. de Wailly, BEC, 38
(1878), no. 39, 410; Delisle, Memoire, s. 17.
ısı Rotuli Litterarum Clausarum, yay. haz. T. Hardy, cilt I, Londra,
1833, s. 148b; Rotuli Litterarum Patentium, cilt I(i), s. 135a, 141a,
152a-153b. Tapınakçıların Ingiltere’deki mali faaliyetleri için bkz. T. W.
Parker, The Knights Templars in England, Tucson, Arizona, 1963, s. 58-80.
Aragönlu I. Jaime ile yapılan bir borç anlaşması için bkz. Forey, The Templars
in the Corona de Aragön, Ek !, no. 23, s. 394-5.
’61 OR, s. 324-5. Söz konusu oturuma katılan curiales'in [idare heyeti
üyeleri] tam listesi için bkz. Delisle, Memoire, s. 121-2.
’62 Delisle, Memoire, s. 35, 37; F. Durrieu, Les Archives angevines de
Naples, cilt I, BEFAR 46, Faris, 1886, s. 97; Histoire de l'Ile de Chypre, yay.
haz. L. de Mas Latrie, cilt I, Faris, 1852, s. 86.
’63 H. de L'Epinois, "Comptes relatifs a la fondation de l'Abbaye
de Maubuis-son,” BEC, 19 (1858), 550-67; Delisle, Memoire, s. 32-3.
j. M. Powell, Anatonıy of a
Crusade 1213-1221, Philadelphia, 1986, s. 15-32.
’65 Delisle, Memoire, s. 21-2, 25.
III. Honorius. Regesta Honorii Papae III, cilt I, no. 2620, s. 435;
Epistolae Sa-ecııli XIII e Regestis Pontificum Romanorunı, yay. haz. C.
Rodenberg, cilt I, no. 124, s. 89-91.
"' III. Alexander 1159'da papalığa seçilmiş, ama bu arada
Friedrich'in adayı Ottaviano di Monticelli de IV. Victor adıyla papalığını ilan
etmişti -çn.
’67 Bkz. Robinson, The Papacy, s. 257-9. Yazar bu Tapınakçıların
curia'da [idare heyeti], II. Urbanus, Il. Paschalis ve II. Calixtus
dönemlerinde Cluny mensuplarının üstlendikleri rolün aynısını yerine
getirdikleri yorumunda bulunur. Ancak ltalya'daki Tapınakçıların başlangıçta
hangi tarafa sadakat gösterdikleri pek belli değildir. Rahewin'in Şubat 1160
tarihli listesine göre, Aventine tepesindeki (Roma'daki Tapınak merkezi)
Tapınak üstadı ve biraderleri, Alexander'ın rakibi karşı-papa IV. Victor'u destekleyenler
arasındaydı, Freising'li Otto ve Rahewin, Gesta Friderici I, 4.67, s. 482.
Aventine tepesindeki Tapınak ocağı için bkz. Bramato, Storia, s. 112-14.
"' Papalar karşısında Cermen imparatorları destekleyenler -çn.
168 Bkz. bu kitapta, böl. 7, n. 92. Bonvicino'nun ölümünden sonra, Aziz
Petrus
’7’ Bkz. Piquet, Des Banquiers, s. 225. İngiltere'deki Tapınakçılara
verilen daha eski kraliyet beratları için bkz. Records of the Templars in
England in the Twelfth Century, s. 137-44. İngiltere'deki imtiyazlar için bkz.
T. W. Parker, The Knights Templars in England, Tucson, Ariz., 1963, s. 25-31.
’72 Delisle, Memoire, s. 87-8.
’73 Bkz. T. P. McLaughlin, 'The Teaching of the Canonists on Usury,”
Medi-eval Studies, l (1939), 81-147; 2 (1940), 1-22.
Regle, mad. 329-331, s. 190-1.
Bkz. bu kitapta, s. 179.
18° Canterbury'li Gervase, The Gesta Regum with its Continuation, yay.
haz. W. Stubbs, RS 73, Londra, 1880, s. 222. Ancak Dunstable yıllıklarına göre
miktar 1000 paund'du, "Annales Prioratus de Dunstaplia," yay. haz. H.
R. Lu-ard, Annales Monastici, cilt 111, RS 36, Londra, 1866, s. 222. Bu
olaylara yol açan koşullar için bkz. F. M. Powicke, King Henry III and the Lord
Edward, Oxford, 1947, s. 439-40.
181 Hemingborough'lu Walter, Chronicon de Gestis Regum Angliae, yay.
haz. H. C. Hamilton, cilt 11, English Historical Society 14, Londra, 1849, s.
273-4.
182 Bernat Desclot, Chronicle of the Reign of King Pedro III of Aragon,
AD 12761285, çev. F. L. Critchlow, Princeton, 1928, s. 201-2.
TARİKATIN SONU
XII ve XIII. yüzyıllarda Tapınak Tarikatı, Latin Hıristiyanlığının
siyasi düzeninin asli bir öğesi, imansızlara karşı savaşta, haçlılara hizmette
ve papalarla hükümdarların maliyelerinde vazgeçilmez bir unsur olmuştu. Ama
Papa V. Clemens, 22 Mart 1312 tarihli Vox in excelso tebliğiyle, Dauphine'deki
Vienne'de topladığı büyük konsile katılan Kilise babalarına tarikatın
"bozulması söz konusu olmayan kalıcı bir hükümle" lağvedildiğini
duyurdu. Tebliğe göre, tarikat mevcut kaldığı müddetçe bastırılması mümkün
olmayan ciddi bir skandal söz konusuydu.’ Sudheim'lı Ludolph'un rastladığı iki
Tapınakçı -tarikata dair son hatıraları, yakılıp yıkılan Akka'da yoldaşlarının
Memluklar tarafından katledilişi olan o iki ihtiyar- Fransa'ya döndüklerinde,
Müslümanların cebirle başaramadıkları şeyi papalığın emirle başardığını,
tarikatlarının tamamen yok olduğunu gördüler. Hem o dönemde hem de sonraki
yüzyıllarda, Aziz Bernard'ın halel gelmez sandığı -demesine göre, vücutları
demir zırhla, ruhları iman siperiyle korunan- Tapı-nakçıların nasıl olup da
böyle bir akıbete uğradığını açıklamak için tartışmalarla dolu dev bir
literatür üretildi.1 2
De laude novae militiae, o çağın en iyi tebliğcisinin dilsel mahareti
sayesinde çok büyük bir etki sağlamış, güçlü ve sarsıcı bir çalışmadır. Sunduğu
esin de Bernard'ın zamanının çok ötesine ulaşmıştır. 12161228 arası Akka
piskoposu olan ve arada bir yerel Filistin Franklarının ataletinden acı acı
yakınan Vitry'li jacques, neredeyse bir yüzyıl sonra Tapınakçıların şevkine
övgüler yağdırmıştı. "Kudüs Tarihi"nde Tapı-nakçıları "cenkte
aslan, ocakta kuzu gibi uysal; harp meydanında yırtıcı şövalye, kilisede münzevi
veya keşiş; Hıristiyanlık düşmanlarına karşı tavizsiz ve vahşi, Hıristiyanlara
karşı yardımsever ve şefkatli," diye nitelemişti. Dindarlık ve
mütevazılıklarından ötürü herkesin kalbini kazandıklarını, ünlerinin Kilise
dünyasının dört bir yanını tuttuğunu iddia etmişti.3 Rahiplere vaaz malzemesi sağlamak için yazılmış,
dolayısıyla halka hitap edecek bir üslupla kaleme alınmış hikayelerden oluşan
exempla'sında da [kıssalar] aynı coşkuyu taşıyordu. Aşağıdaki exemplum'da
[kıssa] ahlak dersi çıkarmak için Tapınakçı-ların imanı temasına başvurmuştur:
Kilisenin müdafaası uğruna ölenlerimizin şehit sayıldığını okuruz eski
tarihlerden; mesela Kudüs kralı Askalon'u uzun süren bir kuşatmaya almış ve
Sarazen direnişi karşısında bir türlü şehri zaptetmeyi başaramamışken, birtakım
cesur Tapınak şövalyeleri Sarazenlere esir düşmüş ve bunların hepsi de lsa'nın
ismi horlanarak şehrin kapısında sal-landırılmıştı. Kral ve Tapınak biraderleri
neredeyse çaresizlikten cinnet getirme derecesine varan bir kederle bu durumu
görüp kuşatmayı kaldırmaya niyetlendiklerinde, imanı güçlü müstesna bir adam
olan Tapınak üstadı bunu engelleyip şöyle söyledi: "Bilin ki darağacında
sallanan şu şehitler, şehri bize verebilmek için önden gidip Tanrı yolunda
ilerlediler." Nitekim üstadın dediği doğru çıktı; zira iki gün içinde
şehirde umulanın tersi oldu ve [Hıristiyanlar] ele geçirebilecek-
lerine katiyen inanmadıkları şeye ulaştılar. 4
Büyük Alman ozanı Wolfram von Eschenbach'ın (ö. 1225) Parzi-val'de bu
örnek kişileri Grail'in [Kutsal Kase] koruyucuları haline getirmiş olması da
şaşırtıcı değildir: Tıpkı Bernard'ın tasarladığı Küdüs'ü ve kutsal mekanları
koruyan gerçek Tapınakçılar gibi, Grail'in bulunduğu mukaddes toprakları
disiplin ve kararlılıkla koruyan halis savaşçılardır bunlar. Wolfram'ın sunduğu
değişkede Grail bir kase değil bir taştır, ama Hıristiyanların asıl
mücadelesinin hedefi olarak her şeyin merkezindedir gene. Tapınakçıların rolü
Parzival'e şöyle açıklanır:
“Gayet iyi bildiğim bir şey var ki," dedi ev sahibi, “pek çok
yaman savaşçı Grail'le birlikte Munsalvaesche'te. Bunlar macera arayışıyla
sürekli akınlara çıkıyorlar. İster dert devşirsinler ister şöhret bu
Tapınakçılar Grail'i günahlarından ötürü taşıyorlar. Cenkçi bir cemaat yaşıyor
orada. Sana nasıl geçindiklerini de anlatayım. Halis bir Taş sayesinde
yaşıyorlar. Eğer hakkında hiçbir şey işitmediysen, adını söyleyeyim. 'Lapsit
exillis’ denir ona. Bu Taş sayesinde Zümrüdüanka yanıp içinden yeniden doğacağı
küle dönüşür."5
Gayet çarpıcı imgelerdir bunlar, ama gerçek hayata ait değillerdir;
davasına ne kadar bağlı olursa olsun hiçbir topluluğun pratikte böyle-si
ideallere uygun olması beklenemez. Wolfram'ın Tapınakçıları, etten kemikten
olmalarına karşın tensel kışkırtmalara kapılmazlar; ama gerçek bir toplumda
yaşayan Tapınakçılar daima kendilerine atfedilen edebi role uygun davranabilmiş
değillerdi. Mesela önemli bir Kilise hukukçusu olan Vincentius Hispanus (ö.
1248), rahiplerin bekar kalmasını onca önemseyen papalığın imtiyazlı grupların
bu konudaki ihlallerine göz yumduğunu düşünmüş, bu nedenle papalığı
eleştirmişti. Söz konusu gruplar arasında bilhassa Tapınakçıların adını
anıyordu; papalığın onları kendi yargı yetkisi altına almış olmasından ötürü
Ta-pınakçıları kimsenin cezalandıramadığını söylüyordu.6 Ciddi bir sorunun özü saklıdır bu sözlerde; zira
papalığın abartılı hamiliğinden ötürü, içerisinde iş gördüğü toplumu konumu ve
faaliyetleriyle giderek tedirgin eder hale gelen bir teşkilat çıkmıştı ortaya.
Bu geniş çaplı birliğin büyümesinin getirdiği gerilimler, Tapınak
muarızlarının, tarikatın korkunç miktarlarda paralar tüketmesini haklı
gösterebilecek haçlı faaliyetleri yürütmediği hükmüne varmasıyla iyice arttı.
XIII. yüzyılda askeri tarikatlar haçlı devletlerini savunma işini düzenli
olarak sürdürmüş, dolayısıyla masrafları da yükselmeye devam etmişti. Atlit
veya Safed gibi bir kale inşa etmek tüm olası kaynakları zorlamayı
gerektiriyordu; Tapınakçıların batıdaki topraklarıyla haklarından sonuna kadar
faydalanma telaşına düşmeleri sonucunda, bir yüzyıl evvel sadece bağışçıların
bulunduğu bölgelerde birtakım düşmanların da ortaya çıktığını gösteren veriler
mevcuttur. Ama çabalar akim kalmıştı. Haçlı devletleri küçülüp durmuş,
zihinlerde Hattin'in yerini La Forbie ve Mansure gibi yeni felaketler almıştı.
Askeri tarikatlar da ithama elverişli bir odaktı -'bunlar olmasa suçlamalar
gerçek bir hedeften yoksun kalırdı.
XIII. yüzyılın son çeyreğinde olası muarızlar her zamankinden daha
sağlam bir zemin elde ettiler. 1274 Lyon Konsilinde Papa X. Grego-rius papalık
gündeminin ilk maddesini, haçlı seferlerinde izlenebilecek en iyi yöntemlerin
gözden geçirilmesine ayırdı; l291'de Akkâ’nın kaybedilmesi ise, birtakım
ayrıntılı incelemelerin kaleme alınmasıyla aleniyet kazanan daha da zorlu ve
yaygın bir tartışma başlattı.7
Kaçınılmaz olarak askeri tarikatların bu bozgundaki rolü yogun eleştirilere
konu oldu. Tapınakçılar ta ll6O'lardan beri askeri harekatlarının ahlaki
düsturlara uygunlugu konusunda münferit suçlamalarla karşılaşıyorlardı, ama
daha önce benzeri görülmemiş bir durumdu bu; her ne kadar haçlı seferlerine
ilişkin tarih yazımında 1291'in olaylarını dönüm noktası saymaktan vazgeçmek
gibi yeni bir egilim dogmuş olsa da,8 bunun en
azından Tapınakçılar için tarihlerindeki en önemli eleştiri oldugunu söylemek
mümkündür. Haçlı devletlerinin ve kutsal mekanların savunulması, diger tüm
askeri tarikatlardan ziyade Tapınagın işiydi. Önderler stratejik koşullardan
ötürü buna mecbur kalmış olsalar da, önce Atlit'i, ardından da Agustos 1291'de
Tortosa'yı terk etme kararının alınması meşum bir adımdı; bunun tarikat içinde
ve dışındaki yankıları da derin olacaktı elbette.
1291 sonrasında kötü duruma düşen sadece Tapınakçılar degildi tabii ki.
Hayırseverler ve Töton Şövalyeleri de Hıristiyan bozgununu engelleyememişti;
kaldı ki en çok tartışılan öneriler yalnızca Tapınakla ilgili degildi, tüm
askeri tarikatların reformdan geçirilmesi söz konusuydu. Aslında askeri
tarikatların hiçbir zaman ciddiyetle egilmedikle-ri önemli bir sorundu bu.
Tapınakçıların reforma en yakın oldukları dönem, “Kanun”a 113 madde ekledikleri
1260 civarıydı - bu maddelerde Tapınakçılara özgü yasa ihlali örnekleri
sunulmuş, bunların önemi ve cezaları tartışılmıştı. Ama sistematik bir reform
değildi bu; ayrıca aleniyet de hedeflenmemişti. Bu girişim, mesela geniş çaplı
bir içsel sorgulama ve yenilenmeden geçmeyi başaran Cistercium'ların reformuyla
veya XIII. yüzyılda hayat tarzları ve hedeflerine dair arızi bir tartışma
vesilesiyle önemli bir dönüşüm geçiren Fransiskenlerin reformuyla
karşılaştırılabilecek nitelikte değildi. En çok üzerinde durulan fikir, askeri
tarikatların bunlara mensup olmayan güçlü bir önderin idaresi altında
birleştirilip tek bir teşkilat haline getirilmesiydi; iddiaya göre böylece,
varsayılan tarikat rekabeti ortadan kalkacak, kaynaklar birleşecekti, bu da
Kutsal Toprakları yeniden ele geçirmek için düzenlenecek haçlı seferlerinde tarikatların
daha etkili olmasını sağlayacaktı. 9
Tapınak kaynaklarında bu önerinin memnuniyetle karşılandığını gösteren
bir verinin bulunmaması şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte 1306'da Papa V.
Clemens Hayırsever ve Tapınak üstatlarını meseleye eğilmeye mecbur etmişti -
birlik fikrine ilişkin görüşlerini özetleyen birer memoire [bildiri]
hazırlamalarını emretmişti üstatlara. Tapınağın Büyük Üstadı Molaylı Jacques'ın
getirdiği uslamlamalar bu fikrin hem lehte hem aleyhte irdelendiği izlenimini
yaratır, ama aslında ikinci taraf ağır basmaktadır.10 Molay bu fikrin ta 1274'te, Lyon Konsilinde
ciddiyetle tartışılmış olduğunu, fakat lberya'daki tarikatlarını muhafaza etmek
isteyen İspanyol krallarının itirazları üzerine reddedildiğini hatırlatmıştır.”
Aynı öneri 1291'de de IV. Nicolaus tarafından -Molay'a göre, felaketin
engellenememesinden ötürü papalığa yöneltilen eleştirileri yatıştırmak üzere-
gündeme getirilmiştir. Büyük üstat, papanın bu konuyla "Kutsal Topraklar
meselesine bir çare bulmak istediği anlaşılsın diye" uğraştığını, ama "neticede
hiçbir şey yapılmadığını" söyler.12 Vlll.
Bonifatius da birleşmeden çokça söz etmiş, ancak "her şeye rağmen,
etraflıca düşündükten sonra, o dönemin bazı kardinallerinden de
öğrenebileceğiniz gibi, konuyu kapatmayı uygun bulmuştu." Molay
birleşmenin, avantajlı olmak şöyle dursun, sonuçta iki tarikatın sadaka verme,
deniz yoluyla insan ve levazım nakliyatı, hacılar ile haçlıların korunması ve
Sarazenlerle savaş gibi konularda ayrı ayrı sağladıkları faydanın azalmasına
sebep olacağına inanıyordu. Molay'a göre iki tarikat birbirine benziyordu, ama
aynılık söz konusu değildi; kaldı ki kişiler ayrımına varılan farklardan ötürü
birine veya diğerine katılmayı tercih ediyorlardı, onları "kendileri
istemedikçe bir başka tarikatı seçmeye" zorlamak hakça olmazdı. Yeni
katılımcıların farkına vardıkları şey, tarikatların aynı ıraya sahip
olmadıklarıydı; Hayırseverlerde hayır işleri öncelikliydi, oysa Tapınak
"özellikle bir şövalyelik teşkilatı olarak kurulmuştu." Dolayısıyla
tarikatlar arası rekabetin getirdiği yegane şey faydaydı, zira iki tarafa da
diğerini aşma gayreti aşılıyordu.
Molay tarikatların artık farklı bir ortamda faaliyet gösterdiklerini de
gayet iyi biliyordu elbette; geçmişte kişilerin kendilerini tarikatlara
” Molay'ın Lyon'daki tartışmalara bizzat tanık olmadığı açıktır, zira
1270'te ölen Aziz Louis'nin konsile katıldığını sanıyordu, Le Dossier, s. 2-3.
’2 Papa Nicolaus piskoposlara kilise meclisleri toplayıp, benzer başka
meselelerin yanı sıra birleşme meselesini de tartışmalarını emretmişti aslında,
Potthast, cilt II, no. 23781, 23784, 23786, 23787, 23803. Bu konuda bkz.
Schein, Fidelis Crucis, s. 75-6, 91-2.
vakfettiklerini, ama artık "tarikatlara vermekten çok onlardan
almak derdinde olan çok daha fazla kimsenin bulunduğunu" ileri sürmüş,
birleşik bir tarikatın kendisine zarar verebilecek kimseler karşısında
haklarını daha iyi koruyabileceğini söylemişti. Ama . Molay’ın son sözü bu
değildi. Askeri tarikatlar haçlı seferlerini teşvik etmenin en iyi vasıtasıydı
hâlâ. "Dahası, Kutsal Babamız, işittim ki, .itaatle boyun eğen
tarikatların Kutsal Toprakların geri alınıp savunulmasında başka herkesten daha
işe yarar, daha faydalı olacağını anlatmışlar size."
Aslında Molay biraz art niyetlidir açıklamalarında, zira tarikatların
birleşmesine ilişkin tartışmalar onun sunduğu kabataslak tarihçede-kinden çok
daha hararetli ve yoğundur. Birleşme fikrinin en güçlü taraftarlarından biri,
hayatını yaklaşık 1263'ten itibaren Hıristiyan misyonları aracılığıyla
Müslümanların dinlerinden döndürülmesi için en iyi yöntemleri bulup
geliştirmeye adayan Mallorca’lı yazar Ramön Lull’du. Lull önceleri Islamla
barışçıl ilişkiler kurmaktan yanaydı; ama anlaşıldığı kadarıyla 129l’deki
kayıplardan ötürü bu yöntemin işe yaramayacağına ikna olmuş ve -sadece
misyonların yolunu açmak için olsa da- bir haçlı seferinin gerekli olduğunu
kabul etmişti. Bu da, askeri tarikatların durumunu dikkate alma gereği duyması
demekti haliyle; l292'de, Bellator Rex, Savaşçı Kral denen bir önderin
yönetiminde birleşik bir tarikat kurulması fikrini ortaya attı. l308’de,
Tapınakçıların kendilerine isnat edilen suçları işlediklerine ve dolayısıyla
başlangıçta öngördüğü haliyle tasarısının gerçekleşemeyeceğine kanaat getirene
değin ısrarla bu planı savunmayı sürdürdü.’3
Lull göz ardı edilemeyecek bir güce sahipti, papalık idare heyeti
karşısında, Aragön, Fransa ve Sicilya saraylarında hiç durmaksızın
’3 J. N. Hillgarth, Ramon Lull and Lullism in Fourteenth-Century
France, Oxford, 1971, s. 66-74.
planlarını savunuyordu; ayrıca verimli bir yazardı, 1305'te tamamladığı
Liber de fine'inde [Bitiş Kitabı] geliştirilen düşünceyle -tarikatların bir
kralın oğlu liderliğinde birleştirilmesi fikriyle- Fransa Kralı Güzel
Phi-lippe'i de etkilemişti muhtemelen.’4 1308
baharına tarihlenen bir belgeye göre Philippe l 305'te karısının ölümünden kısa
bir süre sonra, papadan tüm askeri tarikatları birleştirip tek tarikat haline
getirmesini istemişti; bu gerçekleştiği takdirde krallığından feragat edip
Kudüs kralı sıfatıyla bu yeni kuvvetin önderliğini üstlenecekti. Kudüs
Şövalyeliği Tarikatı adını alacak olan bu güç, kralın bir oğlu veya kralın oğlu
yoksa kraliyet tarafından atanan biri tarafından yönetilecekti.15 Molay birleşme fikrini üstatlık mevkiine yönelik bir tehdit saymış da
olabilirdi elbette, zira mülk birleşmesi kaçınılmaz olarak hiyerarşilerin
yeniden düzenlenmesi anlamına gelecekti - Molay'ın memoire'ında dolaylı yoldan
değindiği bir sorundu bu. Ancak IV. Philippe'in düşüncelerine ilişkin belgede
söylenenler doğruysa eğer, Molay'ın muhalefeti yalnızca tutuculuktan ya da
mevkiine dair kaygılarından değil, Fransız sarayının hükmü altına girdiği
takdirde böyle bir birliğin ne hale geleceğini bilmesinden de kaynaklanmıştı
muhtemelen.
Molay'ın, birliğin geçmişte akim kalmış, yerleşiklik kazanamamış bir
fikir olduğu konusundaki bariz inancı, yazarken içerisinde bulunduğu ortamın
etkisiyle şekillenmişti. 1291 ile 1311-12 Vienne Konsili arasındaki dönemde
eylemden çok düşünce üretildiği ileri sürülebilir rahatlıkla;’6 kaldı ki, tarihçiler önem atfetseler de Bellator Rex önerisi,
’4 Ram6n Lull, "Liber de Fine," yay. haz. A. Madre, Raimundi
Lulli Opera Latina, Corpus Christianorum. Continuatio Mediaevalis 35, Turnhout,
1981, s. 270-1.
’5 Papsttum und Untergang des Templerordens, cilt II, no. 75, s. 118.
’6 C. J. Tyerman, "Sed Nihil Fecit? The Last Capetians and the
Recovery of the Holy Land," War and Government in the Middle Ages, yay.
haz. J. Gilling-ister Fransızlar ister Aragonlular söz konusu olsun, zorlama
bir fikir addedilmişti hep. Molay ise doğu tecrübesi 1270'lere değin uzanan
faal bir haçlıydı aslında, alengirli kuramlardan ziyade askeri plan ve
faaliyetlerin tafsilatına aşinaydı. Bu eğilimi, aynı dönemde papanın isteği
üzerine kaleme aldığı bir diğer memoire'ına da yansımıştı; Kutsal Topraklara düzenlenecek
bir saldırı için öngördüğü en önemli şartları çok daha etkili bir dille
sunmuştu burada.
XIII. yüzyılın son çeyreğinde askeri tarikatların işlevi gibi haçlı
seferlerinin niteliği de sıkı bir sorgulamaya tabi tutuldu. IX. Louis gibi bir
kralın liderliğinde olsa bile, sahici bağlılıklar ve büyük kaynaklardan bol bol
nasiplenen geniş çaplı maceralar, ödenen insani ve maddi bedellerin karşılığını
verememişti. Buna bağlı olarak da Lyon Konsi-linden itibaren, passagium
particulare [özel geçit] -esas haçlı birlikleri gelmeden önce küçük bir
kuvvetin geçişi sağlayacak bir mevzi edinmesi- fikri yaygınlık kazanmıştı.11 12 Anlaşıldığı
kadarıyla V. Clemens, Molay'dan bu tür planlar hakkında görüş bildirmesini
istemişti.13 Ne ki büyük üstat
parvum passagium'un [hüçüh geçit] “buradan geçen herkesin kaybedilmesine sebep
olacağı"na kaniydi. Parvum passagium'a destek sağlayabilecek bir üs
olmayacaktı, zira Hıristiyanlar anakaradaki bütün mülklerini kaybetmişlerdi,
ayrıca Memluklarla çarpışmaya girmek için gereken güce de sahip olunmayacaktı.
Molay acı deneyimlerinden yararlanarak yazıyordu bunları: 1302'de benzer bir
amaçla Tortosa açıklarındaki Ruad adasına yerleştirilmiş bir Tapınak birliği
tamamen silinip gitmişti.
Zaman zaman gündeme getirilen bir diğer seçenek de Hıristiyan
Ermenistan'a, yani Küçük Asya'nın güneydoğusundaki Kilikya'ya mevzilenmekti.
Molay bu düşünceye de büyük bir kuşkuyla yaklaşıyordu; yalnızca Kudüs'teki
Müslüman kuvvetleriyle savaşmak bile 12.000 ila 15.000 atlı ve 40.000 ila
50.000 okçu gerektirecekti, üstelik bir de kolaylıkla karşılarına
çıkartılabilecek olan Mısır'daki ana Memluk gücü vardı. Ayrıca Kilikya'da
mevzilenmenin getirdiği ek sorunlar olacaktı; iklim batılılar için öylesine
elverişsizdi ki, Molay'ın tahminine göre, yola koyulduklarında güçlü ve
sağlıklı olsalar bile 4000 atlının ellisinden fazlası bir yılı aşkın süre
hayatta kalabilirse bu bir mucize olurdu. Hem savaştaki güvenilmezliklerinden
hem de Frankların "krallıklarını ellerinden almaya" çalıştıkları
kuşkusu duymalarından, dolayısıyla da kalelerine ve müstahkem mevkilerine
girmelerine izin vermeyecek olmalarından ötürü Ermenilere de bel
bağlayamazlardı. Molay yine Tapınakçıların tecrübesini dillendiriyordu; tarikat
ile Er-meniler arasında Amanos dağlarında yaşanan uzun süreli, yıpratıcı
ihtilaf her iki tarafı da tüketmişti.14 15 Son olarak, Kuzey Suriye'deki dağ
geçitleri hem yörenin doğasından hem de oralarda Türklerden Bedevilere değin
çeşitli halkların yaşamasından ve bunlardan hiçbirinin Frankları dostça
karşılamayacak olmasından ötürü aşılması çok zor noktalardı.
Dolayısıyla Molay papadan, "böylesine dindarca ve takdire şayan
bir iş için yürekleri Tanrı'nın ışığıyla aydınlanabilecek Fransa, Ingiltere,
Almanya, Sicilya, İspanya krallarını ve küçüklü büyüklü diğer toprak
efendilerini" faaliyete geçirerek en kısa sürede büyük bir sefer
başlatmaya çalışmasını istemişti. Nakliye Cenovalılar, Venedikliler ve diğer
denizci şehir devletleri tarafından büyük yük gemileriyle sağlanabilirdi -
bunların kapasitesi kadırgalarınkinin dört katı, maliyeti ise üçte biri
kadardı. Deniz savaşlarında kullanılan kadırgalara ihtiyaç yoktu, çünkü
Memlukların deniz gücü dikkate almaya değer büyüklükte değildi. Molay bu konuda
da bildiklerine dayanarak konuşuyordu, zira Tapınak gemileri l 290'ların
başlarından beri Mısır ve Doğu Akdeniz sahillerine düzenlenen akınlarda başı
çekiyordu.16 Molay, geçmişte
Baybars'ı püskürtmeye yettiği varsayılan asker sayısından ve Aziz Louis'nin
seferine katılmış eski askerlerle görüşmelerinden hareketle, tam bir koridor
oluşturmak için 12.000 ila 15.000 şövalye ve 5000 piyadeye ihtiyaç duyulacağı
tahmininde bulunmuştu. Toplanma noktası sefere katılan krallar tarafından
belirlenebilirdi, ama önce Kıbrıs'a yerleşip anakaraya buradan saldırı
düzenlemek hayati önem taşıyordu. Nihai hedef gizli tutulmalıydı; üstat papaya
bu bakımdan en uygun yerlerin gizli listesini sunmaya hazırdı. Bu arada papadan
acilen, son donanma kumandanı ünlü Lauria'lı Roger'nin (ö. 1305) oğlu
Rogeron'un emrinde on kadırga göndermesini istiyordu; anlaşıldığı kadarıyla
amaç Müslümanlara saldırmaktan ziyade denizci şehir devletlerinin yürüttüğü
yasadışı ticareti engellemekti. Bu nedenle Molay söz konusu filonun bir askeri
tarikat mensubunun idaresinde olmasını istemiyordu - Venedik ve Cenova’yla,
vahim sonuçlar yaratacak ihtilaflara düşülebilirdi. Bu çerçevede Mısır’la
ticaret yasağı da, "sair zamanlarda âdet olduğu üzere, [denizci şehir
devletleri gemilerinin] sefer dönüşü söz konusu hükümden kolayca
affedilmelerine" meydan verilmeksizin sıkı sıkıya uygulanmalıydı. Molay bu
meseleleri yazmaktansa karşılıklı konuşarak daha iyi anlatabileceğini
söylüyordu ve anlaşıldığı kadarıyla 1307'de batıya giderken amaçlarından biri
de iddialarını ayrıntılı olarak sunmaktı. Molay'ın memoire’ı müstakbel haçlı
seferinin akıbeti için bir tür hayırdua sayılabilecek sözlerle sona eriyordu.
"Kadiri Mutlak Tanrı size, en hayırlı yolu tutmanız için inayet ve
Efendimiz Isa Mesih'in insan soyunun selameti uğruna yaşayıp ölmeye layık
bulduğu o mukaddes yerleri geri almanız için kudret ihsan etsin."
Bu hislerin samimiyetinden kuşkulanmak için bir sebep yoktur; zira
Molay, kırk yılı aşkın bir süre önce Filistin'e ilk gidişinden beri haçlı
davasının tavizsiz destekçisi olmuştu. Dahası Thibaud Gaudin 1292 veya 1293'ün
16 Nisanında ölmüş,17
böylece 129ı'in getirdiği sorunların asıl mirasçısı da Molay olmuştu. Tarikata
1265'te, Autun piskoposluk bölgesindeki Beaune'de katılmış, geniş tecrübeye
sahip bir Bourgogne'luydu Molay. Onu tarikata kabul edenler, İngiltere ve
Fransa üstatları -dolayısıyla batıdaki en önemli Tapınakçılardan
ikisi-Pairaud'lu Humbert ile Amauri de la Roche'du - ailesinin de Tapınakla iyi
ilişkiler içerisinde olduğunu düşündüren bir durumdur bu. Veriler doğuda en
azından on yıl hizmet ettiğini gösterir - aslında yirmi yılı aşkın bir süre
Filistin'de kalmış olsa gerektir. Duruşmada ifade veren bir tanığa göre,
"Akka'nın kaybedildiği yıl" Nicosia'da [Lefkoşe] bir ruhani meclise
katılmıştır;18 19 ne
ki bu atıfta Akka'nın düşmesinden öncesinin mi sonrasının mı söz konusu olduğu
açık değildir, dolayısıyla Molay'ın Mayıs 129l'deki kuşatmaya katılıp
katılmadığı bilinmemektedir.
Tapınağın ilgası karşısında tarihçilerin tarikatın aniden silinip
gidişine bir açıklama bulmak üzere son büyük üstadın kişiliği ve tavırlarına
özel bir dikkatle eğilme gereği duymaları anlaşılabilir bir durumdur. Bir
ölçüde bu ilgiden ötürü cazip, ama tehlikeli, kendinden menkul bir yaklaşım
benimsenmiştir. Kuşkusuz Molay'ın ününü zedeleyen şey duruşmaydı zaten;
duruşmanın baskısı tarikatın müdafaasını ve güvenilirliğini yerle bir eden
birtakım bocalamalara sürüklemişti Molay'ı - normal şartlar söz konusu olsa
bunlar kişiliğindeki ciddi bir çarpıklığın yansıması addedilebilirdi pekala.
Ayrıca başka koşullar altında sesleri hiçbir zaman işitilmeyecek, hapis ve
işkence gerilimi olmasa başka türlü konuşacak tanıklar, üstadı itham ederlerse
çektikleri ezadan kurtulabileceklerine inandırılmışlardı. Bir şövalyeye göre
Molay üstat olmak için seçime hile karıştırmıştı; yakın maiyetinden bir
hizmetli birader Molay'ın kendisiyle eşcinsel ilişkide bulunduğunu savunmuş,
doğuya hiç gitmediği anlaşılan bir diğer birader de özel hizmetlilerinden
birine, George adlı bir genç adama sevdasının dile düştüğünü iddia etmişti?4 Ancak muarızlarının hepsi duruşmaya katılmış değildi. Tarikata
yüklenen suçların işlendiğine inanmayan ve geçmişte katipliğini yürüttüğü
Beaujeu'lü Guillaume'a hayranlık duyan Tirli Tapınakçı'nın Molay'dan
hazzetmediği aşikardı. Onu "akıl almaz ölçüde bayağı" biri diye
niteliyor, IV. Philippe'i rencide ettiğini söylüyordu - kendisine
bildirmeksizin krala 400.000 altın florin borç verdiği için bir hazinedarı azletmişti.
Hem kraldan hem papadan bu konuda baskı görmesine rağmen söz konusu hazinedarı
görevine iade etmeyi reddetmiş, hatta papanın mektubunu ateşe atmıştı.20 Chronique
d'Amadi'de de anılan/21
Fransa kralının tarikata karşı harekete geçmesini açıklayabilecek bir saik
göstermesinden ötürü tarihçiler arasında tutulan bir hikayedir bu. Aslında
Paris Tapınağının hazinedarı Tour'lu jean tutuklamalar başlayana değin görevini
sürdürmüştü; ama muhtemelen yazar Molay'ın tutumunun tarikata zarar verdiği
kanaatini kanıtlamak istemiş, bunu sağlamak için de -olup biteni gayet iyi
bilen bir gözlemci olmasına rağmen- bu tür hikayeleri tekrarlamaktan geri
kalmamıştı.
Ancak Molay bir bakıma Tirli Tapınakçı'nın hamisi Beaujeu'lü
Gu-illaume'a benziyordu, XIII. yüzyılda haçlı devletlerinin siyasetlerini
zedeleyen tarafgir tutumlardan kurtaramamıştı kendisini. Molay, Tapınak ile
Kıbrıs kralları arasında Beaujeu'nün Anjou davasına bağlılığı sebebiyle doğan
ihtilafın mirasçısıydı22
- Tapınakçıların 1291'den sonra Kıbrıs'ta üslenmek zorunda kalmalarından ötürü
iyice keskinleşmiş bir ihtilaftı bu. Molay, Anjou'larla bağlantılarını korumak
konusunda selefi kadar kararlıydı, zira Kıbrıs'a Apulia limanlarından gelen
levazım tarikat açısından hayati önem taşıyordu; dolayısıyla 1285'te kardeşinin
ardından Kıbrıs kralı olan, Hugues'ün oğlu II. Henri'nin papaya süregiden
Tapınak muhalefetinden yakınmış olması şaşırtıcı değildir.23 VIII. Bonifatius bu ihtilafta arabuluculuk etmeye
çalışmış, krala askeri tarikatların krallık açısından taşıdığı değeri, Molay'a
da' Kutsal Toprakların kaybedilmesinden sonra Tapınakçılara Henri'nin sahip
çıktığını hatırlatmış,24
ama kalıcı bir barış sağlayamamıştı. Adadaki gerilimler Nisan 1306'da -Tir beyi
ve kralın kardeşi olan Lusignan'lı Amauri önderliğinde toplanan Kıbrıs beyleri
meclisi Henri'yi tahttan indirmeyi ve yerine bir naipler heyeti geçirmeyi
başardığında- zirveye ulaştı. Şubat 1310'da Amauri kardeşinin Kilikya’ya
sürülmesini sağladı. Bu tarihte Molaylı Jacques hapsedildiği Paris’te, Fransız
yönetiminin yönelttiği suçlamalar karşısında haysiyetini koruma mücadelesi
veriyordu; ama 1306 baharında, başlatan kendisi olmasa da II. Hemi karşıtı
harekete iyice karışmış durumdaydı. XVI. yüzyıl vakanüvisi Florio Bustron,
Amauri'nin vali sıfatıyla yönetime el koyma bildirisini Molay ile Limasol
Piskoposu Erlant’lı Pierre'in kaleme aldığını söyler; Chronique d'Amadi'de de
Tapınakçıların Amauri'ye yakın zamanda 50.000 besant borç verdikleri iddia
edilir - tarikatın darbeye mali destek sağladığını ima eden bir savdır bu.25 Amadi'ye göre
Amauri, II. Henri'nin saralı olduğu için yönetme gücüne sahip bulunmadığını öne
sürmüş, ülkenin savunma ve donanım yetersizliğini, adalet sisteminin gereğince
işletilemeyişini de iddiasına kanıt göstermişti.3’
Askeri tarikatlar ile ruhbanın bu durumdan en çok zarar görenler arasında
olduğu söyleniyor, hatta Molay'ın yanı sıra Hayırseverlerin büyük üstadı
Villaret'li Foulques da bu protestonun destekçileri arasında yer alıyordu.
Aslında büyük üstadın tutumunu açıklayacak şey budur belki de; zira
-duruşma tanıkları ve Tirli Tapınakçı kaynaklı eleştiriler ciddiye alınsın
alınmasın- Molay'a ilişkin 1290'ların başlarına uzanan kayıtlar, onun eski
Tapınak üstatlarının katıldıkları türden bir haçlı seferine çıkmak konusunda
tam bir kararlılık sergilediğini gösterir. Tarikatın ortadan kalkışını
Tapınakçıların geleneksel görevlerini boşlamasına bağlayan açıklamalar -Norman
hukukçu Pierre Dubois gibi makam mevki meraklısı bir fikir adamının amaçlarına
hizmet etmiş olsalar da- inandırıcı değillerdir.26 27 Tarikat iki sorunla karşı
karşıyaydı: Batıdan adam, erzak ve giysi tedarikini sürdürüp artırmak ve
anakaradaki üsler kaybedilmiş olsa da Sarazenlere karşı, Tapınakçıların kutsal
savaşı geçmişteki kadar büyük bir gayretle sürdürdüklerini herkese gösterecek
seferler düzenlemek. Kapatılması gereken ilk gedik insan gücü açığıydı, 1291’de
çok ağır kayıplar verilmişti kuşkusuz. Ama Tapınak-çılar daha önce de
-özellikle Hattin ve 1240 bozgunlarının ardından-toparlanmayı başarmışlardı;
dolayısıyla duruşma tarihinde Clermont piskoposluk bölgesindeki La
Fouilhouze'ün idareciliğini yürüten ama 1285-91'de doğuda hizmet vermiş olan
Jean Cenaud’nun, Akkâ’nın kaybedildiği yıl Nicosia'da düzenlenen bir ruhani
mecliste 400 birader gördüğü yolundaki tanıklığı gerçeği yansıtıyordu
muhtemelen.28 29 30 31 Yılın
hangi döneminden söz edildiği belirsiz olsa da, verilen sayı, bunun Thibaud
Gaudin tarafından yıl sonuna doğru toplanan meclis olduğunu, anılan adamların
da Akka savunmasında ölenlerin yerine batıdan takviye olarak gönderildiğini
düşündürür. Tarikat batıdaki idare merkezlerinden adam nakletmeyi l 307'ye,
duruşmaya değin sürdürmüştü: 1310'da Kıbrıs'ta sorgulanan yetmiş altı
Tapınakçının yetmiş biri, Mora dahil batıdaki idare merkezlerinde tarikata
katılmış, en azından elli dokuzu da 1291'den sonra devşirilmişti?4
Molay batıya gidip önemli hükümdarlara bizzat başvurarak tarikatın
aldığı yardımları artırmaya çalışıyordu. Aragon Kralı 11. jaime'ye yazdığı bir
mektupta, V. Celestinus'un yönetimden çekildiği, VIII. Bo-nifatius'un papa
olduğu Aralık 1294'te Roma'da papalık idare heyetinde bulunduğunu bildirmişti;
anlaşıldığı kadarıyla Paris ve Londra'ya gitmeden önce altı ay daha Orta
İtalya'da kalmıştı?5 Aragon'daki Graynane
ocağının idarecisi St just'lu Pierre'e yazdığı bir diğer mektupta da
"Hıristiyan cemaati namına ve ocağımızın hayrına deniz ötesinden buralara
geldiğini" söylüyordu?6 l 297'ye
değin uzamış olması ihtimali bulunmakla birlikte muhtemelen bir yıl kadar
sürmüş olan bu seyahat sırasında Molay'ın II. Jaime'nin yanı sıra, doğrudan
veya temsilcileri aracılığıyla VIII. Bonifatius, Napoli Kralı II. Charles,
Fransa Kralı IV. Philippe ve İngiltere Kralı I. Edward'la irtibat kurduğu
anlaşılmaktadır.32
Bu girişimler hem o sıralarda hem de sonraki yıllarda belirgin sonuçlar
verdi. VIII. Bonifatius Temmuz 1295'te, Tapınağın Kıbrıs'ta Kutsal
Topraklardaki imtiyazlarının aynısına sahip olduğunu teyit eden bir tebliğ
çıkardı.33 34 Napoli
Kralı II. Charles daha da atik davrandı; Ocak ayında Apulia'daki liman
görevlilerine, Tapınakçıların o ildeki topraklarında ürettikleri ve Kıbrıs'a ya
da Kutsal Topraklara gönderdikleri gıda mallarından -belli miktarların
aşılmaması ve Barletta, Manfredonia veya Brindisi limanlarının kullanılması
kaydıyla- ihraç vergisi almamalarını emretti. Miktar konusundaki sınırlar
buğday için 2000, arpa için 3000, sebze için soo salmae'ydi ve babasının
döneminde de olduğu gibi bunlar yalnızca "söz konusu ocağın fertleri ve
adamları için"di, yani satış söz konusu değildi?9
1299'da Apulia Liman Şefi Her-ville'li Henri, Manfredonia'daki kraliyet
görevlilerine, aralarında İtalyan bankacılık şirketi Bardi'nin de bulunduğu
çeşitli alıcıların ihraç edilmek üzere Hayırseverler adına buğday satın
almasına izin vermelerini emretmişti - bu da, tarikatların ihraç faaliyetlerini
sadece kendi topraklarından sağlanan ürünlerle sınırlayan kısıtlamanın
gevşemesi anlamına geliyordu. Bu yük, Kıbrıs'ta tarikata gidecek hububatın yüklendiği
bir Tapınak gemisiyle taşınacaktı.35 36 37
Vlll. Bonifatius, tarikatın Kıbrıs'taki imtiyazlarını teyit ettiği gün
İngiltere Kralı l. Edward'a da bir mektup yazmış ve Kıbrıs'ta tutuna-bilmeleri
için Tapınakçılara serbestçe mal ihraç etme izni tanımasını istemişti.4’ Edward o dönemde hüküm sürenler arasında bizzat doğuda haçlı seferine
çıkmış yegâne hükümdardı, ama Gaskonya ve İs-koçya'daki acil sorunlarla
uğraşmaktan 1272 seferini tamamına erdire-memişti. Bununla birlikte Il.
Charles'ın tanıdığı imtiyazların aynılarını tanımaya hazırdı. 1296'da Berwick'ten,
Dover Kalesinin muhafızı Pen-cestre'lı Stephen'a, Tapınağın eski İngiltere
üstadı Foresta'lı Guy ile o dönemdeki İngiltere üstadı Jay'li Brian'a Kıbrıs'a
gitme izni tanıması için iki emir belgesi göndermişti. Foresta'lı Guy her biri
altı mark değerinde üç at ve biraderlerin giysileri için yün kumaş götürüyordu
• yanında, Jay'li Brian ise tarikatın İngiltere ilinden toplanan
mukabeleleri taşıyordu. Jay'li Brian'ın esas gayesi büyük üstatla görüşmekti/2 Bu imtiyazlardan bir sonraki İngiltere üstadı Guillaume de la More da
yararlandı. Kral tamamen Iskoçya seferiyle meşguldü hala (bu kez emri
Stirling'den gönderecekti); yine de 10 Mayıs l304'te Dover Muhafızı
Burghersh'lü Richard'a, üstadın maiyeti, atları, silahları ve sair eşyasıyla
birlikte, ayrıca harcamaları için yanma para da alarak Kıbrıs'a gitmesine izin
vermesini emretti - hem de krallıktan para çıkartılmasını yasaklamış olmasına
rağmen. Üç gün sonra Molay'a yazdığı mektupta, krallığa sunduğu hizmetlerden
ötürü Guillaume de la More'u övmüş, büyük üstattan onu mümkün olduğunca çabuk
geri göndermesini istemişti. Ayrıca çeşitli savaşların haçlı seferine çıkmasını
engellediğini, ama bunlar biter bitmez yemininin gereğini yerine getirmeye
kararlı olduğunu bildirmişti. Bu nedenle Guillaume de la More Kutsal
Toprakların haline dair malumat ve Tapınakçıların önerilen sefer konusundaki
tavsiyesiyle dönmeliydi geriye.38 39
Büyük bir haçlı seferi düzenlemektense adam, para ve levazım tedarik
edilmesi, Tapınakçıların Sarazenlerle savaşma girişimlerine destek sağlıyordu.
Herville'li Henri'nin 1299 tarihli emri, tarikatın Apulia limanlarında kendi
yük gemilerini işletmeyi sürdürdüğünü gösterir; Tapınakçılar l293'te savaş
gemileri de edinmişler, mevcut iki kadırgaya ek olarak "Kıbrıs adasının
savunulması için" Venedik'ten altı kadırga daha almışlardı.44 Bazı
çevrelerde Moğollarla ittifak kurmanın mümkün olduğuna inanılmasından ötürü
1300-1302 arası en hararetli dönem oldu. Hem Papa IV. Innocentius hem de Kral
IX. Louis Moğolla-ra temsilciler gönderdiyse de cesaret verici sonuçlara
ulaşılamadı. Ama anlaşıldığı kadarıyla Memlukların güçlenmesi ve 1260 Ayn Calut
bozgunu Moğolları Hıristiyanlara karşı olumlu bir tavır takınmaya yönlendirmiş,
1267'den itibaren, ortaklaşa bir sefer hazırlamak için batıya düzenli olarak
elçi heyetleri gönderilmişti. Yani 1300'de ittifak fikri yeni bir şey değildi;
ama bu fikri uygulamaya koyma çabaları, önceki girişimleri kazaya uğratan
lojistik ve siyasi güçlüklerin hala mevcut olduğunu gösterecekti.
Bu süreçte düzenlenen seferler Outremer Hıristiyanlarının nasıl kara
ordularından deniz kuvvetlerine dönüşmeye başladıklarını ortaya koyar -
Hayırseverlerin ortaçağ sonlarında başarıyla tamamlayacakları bir dönüşümdür
bu. Temmuz 1300'de, askeri tarikatlar, kral ve Lusignan'lı Amauri'nin donattığı
on altı kadırga Famagusta'dan yelken açarak geniş bir alanı, Mısır, Filistin ve
Suriye sahillerini tarayıp Reşit, lskenderiye, Akka, Tortosa ve Maraclea'ya
saldırdı.40 41 Tapınak
ldarecisi Vares'li Pierre'in o yılın Şubat ayında Cenovalılardan bir gemi
kiralaması da bu seferle ilintiliydi muhtemelen. Gemi Mart-Temmuz arası
kullanılacak, Famagusta ve Limasol'dan aldığı yükle Tortosa, Trablus, Tir ve
Akka'ya gidecekti. Önerilen kar bölüşümü amacın ticaret olduğunu düşündürür;
ama anılan limanlar Memlukların elinde olduğuna göre, bu girişimin o yaz
düzenlenecek saldırılardan sonra gerçekleştirilmesi planlanmış da olabilir/6 Anlaşıldığı kadarıyla bu akınlar Moğollarla ortaklaşa düzenlenecek bir
saldırının başlangıcıydı; zira Kasım ayında Lusignan'lı Amauri ile Tapınak ve
Hayırsever üstatları, en azından yarısı askeri tarikatlarca sağlanmış yaklaşık
600 şövalyeden oluşan bir kuvvetle Tortosa yakınlarındaki küçük Ruad adasına çıktılar.
Buradan kasabaya akınlar düzenlediler; ama llhan Gazan'ın komutası altındaki
Moğolları boşuna beklemişlerdi - neticede Memluk tehdidinin çok büyük olduğuna,
dolayısıyla Kıbrıs'a geri çekilmekten başka çarenin bulunmadığına karar
verdiler. Vasalları Ermenistan Kralı Hethum'un da eşlik ettiği Moğollar ertesi
Şubat ayında çıktılar ortaya, ancak öngörülen birleşmeyi sağlamak için çok
geçti artık.42
Her şeye rağmen Tortosa'nın seçilmiş olması anlamlıdır, zira Tapınağın
nüfuzunu ortaya koyan bir seçimdir bu. Tortosa, tarikatın en önemli
bölgelerinden birinin merkezi ve Atlit'le birlikte 129l'de terk edilen son
korunağıydı. Memluklar Atlit'i yıktıkları için Tortosa -özellikle de Ruad'ın üs
olarak kullanıma elverişli olmasından ötürü-en pratik seçenek addedilmişti
kuşkusuz. Böylece Tapınakçılar 1300 akınının ardından adaya hatırı sayılır bir
kuvvet yerleştirip istihkamlar kurdular (veya eskileri yeniden inşa ettiler).
Bu faaliyete katılanların sayısı, Suriye'de yeniden toprak kazanmaya yönelik
ciddi bir girişimin söz konusu olduğunu gösterir; zira tarikat müşiri
Bart-holome'nin idaresindeki 120 şövalye, 500 okçu ve 400 hizmetlisiyle bu
garnizon, XII. yüzyıl Kudüs Krallığının olağan görevli sayısının
yarısına yakın bir nüfus barındırıyordu. Ama buradaki Tapınak kuvveti yalnızdı.
1302'de Memluklar Trablus’tan en az on altı kadırgalık bir donanma gönderip
adayı kuşattılar. Garnizon sıkı bir direniş göster-diyse de çekilen kıtlık
yüzünden sonuçta teslim oldu. Birader Dampi-erre’li Hugues seyahat tezkeresi
alabileceklerini sanarak müzakereye girdi, ama birliktekilerin çoğu ya
öldürüldü ya da esir düştü. Onları kurtarmak için hazırlanan bir donanma
Famagusta’dan yola çıktı, ne ki geç kalmışlardı.43 Ruad’ın düşmesi Kıbrıs’taki Hıristiyan kuvvetlerinin
yetersizliğini ortaya koydu - Memlukların daimi bir deniz gücü olsaydı eğer,
Kıbrıs bile tehlikeye girerdi. Nitekim Mart 1302'de Rodos-lu korsanlar Ibelinli
Gui ile ailesini Limasol yakınlarındaki kalelerinden kaçırıp esir aldılar; bu
rehineler, Molaylı Jacques 45.000 gümüşlük fidyeyi ödeyene değin kurtarılamadı.44 Molaylı
Jacques’ın görüşlerini işte böylesi tecrübeler şekillendirmişti; bunlar ayrıca
büyük üstadın başka güçlerle -mesela Ermenilerle- ittifaka kuşkuyla
yaklaşmasını ve 1306 tarihli memoire'ında passagium parvum [küçük geçit]
fikrine şiddetle karşı çıkmasını da açıklar.
Kısacası Tapınakçıların 1291'den sonra içine düştükleri koşullar pek de
lehlerine değildi. Aziz Bernard'ın mükemmel Hıristiyan savaşçı tasavvurunu
yüklenmiş, ama bunun hakkını verememişlerdi ve Kutsal Topraklardan elde
kalanların da yitirilmesi ideal ile gerçek arasındaki uçurumun evvelce hiç
görülmemiş ölçüde göze batmasına yol açmıştı. Bernard Tapınakçıları her şeyden
önce kutsal mekanların korunmasıyla ilişkilendirmiş, hatta De laude'nin
neredeyse yansını bu mekanlara yapılmış tinsel bir yolculuğa ayırmıştı;
dolayısıyla vakti geldiğinde, diğer tarikatlardan ziyade Tapınak Tarikatının
kusurlu olduğu düşünüldü. Bu da Tapınakçıların kıyasıya eleştirilmesine, fikir
adamlarının sorgulayıcı bakışının üzerlerine çevrilmesine neden oldu: 129l'de
askeri tarikatlar reformu haçlı gündeminin ilk maddesi haline geldi. Ama yine
de 1291-1307 arasında tarikatın inançsızlarla mücadelede üstlendiği görevi
geçmişte olduğu gibi yerine getirmeye gayret gösterdiği, çağdaşlarının da bunu
teslim ettiği açıktır. Kaldı ki tarikatları birleştirme fikri, gelecekte doğuda
kurulacak ideal regnum [krallık] için geliştirilmiş -hata olduğu düşünülen
başka şeyleri de düzeltmeye yönelik- birçok tasarıdan biriydi.45 46 Hiç
kimse Tapınak Tarikatının onulmaz bir kusur taşıdığını söylemiyordu; Pierre
Dubois bile ilga talebini, tutuklamaları haber aldıktan sonra eklemişti
incelemesine?’ O dönemin münekkitlerinin hayretinden ya da müstehzi
tepkilerinden anlaşılabileceği gibi, başka hiç kimse bunu düşünmemişti. Aniden
başlayan tutuklamalar şaşırtıcı ve sarsıcıydı; Fransız yönetimi bile bu fikri
birkaç aydan fazla irdelememişti muhtemelen.47 48 Aslında birleşme önerileri
Tapınağın nizamiliğine delalet ediyordu - Tapınakçılara Ekim l 307'de atfedilen
türden sapkın inançlara ve edebe aykırı eylemlere kapılmış, yozlaşıp çürümüş
bir teşkilat, Kilisenin birleşmesi öngörülen sağlıklı organlarına maraz
bulaştırabilirdi. Tapınakçıların Aziz Bernard'ın getirdiği insanüstü ölçütleri
tutturamamaları yargılanmalarına imkan tanımıştı, ama kendi başına bir neden
olamazdı bu.
Dolayısıyla Tapınağın ortadan kalkışının açıklamasını, tarikattan
ziyade, Fransa kralıyla ona bağlı yönetimi harekete geçiren saiklerde aramak
gerekir. Güzel Philippe 1285'te, daha on yedi yaşındayken kral olmuştu. Köklü
bir geleneğin mirasçısıydı, zira taht 987'den beri Capet hanedanının elindeydi;
Güzel Philippe özellikle de ünlü büyükbabasının, 1297'de aziz ilan ettirdiği
IX. Louis'nin yetkesinin, kutsiyetinin etkisi altındaydı. II. Philippe
döneminden (1180-1223) itibaren Ca-pet'lerin toprak kazanımı çok büyük olmuş,
hanedanın mülkü Ile-de-France'da mütevazı, içerlek bir malikane olmaktan
çıkmış, Normandi-ya ile Toulousain'ı kuşatan, Avrupa çapında önemli bir güç
merkezi haline gelmişti. IV. Philippe Fransa'nın Tanrı'nın seçilmiş krallığı
olduğuna, bu krallığın hükümdarlarının da -coşkulu inançlarından, ister içten
ister dıştan gelsin yıkıcı tehditlere karşı hep tetikte olmalarından ötürü-
Tanrı tarafından gözetildiklerine kaniydi” Ne ki Fransa kralı veya
danışmanlarının 1307'den önce de Tapınak Tarikatının yıkıcı bir tehdit
olduğundan şüphe ettiklerini düşündürecek hiçbir veri yoktur elde. Şayet
Tapınak 1307'den yıllar önce kötü eğilim ve sapkınlıklara gömüldüyse, bu durum,
malikane hesaplarının tutulması ve çeşitli ödemeleri için Paris'teki tarikat
hazinedarlarına başvuran Fran-' sa krallarından başarıyla gizlenmiş olsa
gerektir. Delisle, Şubat l288'e (1287 Kandil Yortusu dönemine) ait makbuz ve
harcamalara ilişkin incelemesinde, IV. Philippe’iıı hükümdarlığının ilk on
yılında Tapınak-çıların mali işlerdeki rolünün, geçmiş dönemlerdekinden farklı
olmadığını kanıtlamıştır. Delisle'in çözümlemesi, Tapınakçıların kraliyet için
dokuz temel mali görev üstlendiğini ortaya koyar: Bailli'lere yerel giderler
için para ödemek; Auvergne Yahudilerine salınan taille'den [beylerin saldığı
vergi], çeşitli st'nt'chausst'es'den, Chartres ve Cham-pagne konduklarından,
Sommieres ile Paris darphanelerinden ve (Fransızların yakın dönemde savaşa
girdikleri) Aragön Krallığıyla ilgili meseleler için toplanan ondalıklardan
gelen tutarları teslim almak; krala borçlu olunan, tevdi veya iade edilen
paraları tahsil etmek; kral ve prenslerin özel giderlerinin hesaplarını tutmak;
kraliyet hazinesinin üstlendiği kira, aylık, bağış ve borçların bir kısmını
ödemek; kralın büyükannesine ve çeşitli baronlara vereceği borçlar için para
çıkartmak; çeşitli diplomatik misyonların harcamalarını ödemek; Navarra
Krallığındaki Fransız askerleri ile çeteleri desteklemek; kralın İtalyan
bankerlerle Fransız tebaadan aldığı borçları kapatmak.49 Kral tarikatın sağlamlığına ve yetkinliğine
güvenmeseydi eğer bunların hiçbiri söz konusu olamazdı.
Ne ki 1295 civarı bir tarihte kral Louvre'da yeni bir kraliyet
hazine-si kurdurdu; mali yönetimdeki bu yenilenmenin, Tapınağın işlevini
azaltmaya yönelik olduğu düşünülebilir. Daha akla yakın bir diğer açıklama ise,
Güzel Philippe'in hükümranlık döneminde, özellikle de uzayıp giden -ve etkileri
l 290'ların ortalarından itibaren hissedilir hale gelen- lngiltere ve Flandre
savaşlarının baskısıyla, kraliyet maliyesinin genişlemiş, karmaşıklaşmış
olmasıdır. 50 51 52 53 Bundan
böyle bu iki hazine birlikte çalışmış, "Biche ile Mouche" diye anılan
ltalyan bankerleri gibi kral tarafından görevlendirilmiş başka maliye
uzmanlarıyla da işbirliğine gidilmiştir. Ancak 1303 civarında Louvre
hazinesinin kimi görevlerinin -kraliyet memurları tarafından sıkı sıkıya
denetlenmek kaydıy-la- tekrar Tapınağa devredildiği sanılmaktadır?6 Dolayısıyla 1305 ve 1306'da (kimi tarihçilere göre Güzel Philippe bu
yıllarda tarikata karşı harekete geçmeyi aklına koymuş durumdayd?7) Paris Tapınağı bailli ve prevöt'ların hesaplarını tutmayı, ayrıca
krallığın Picardie ve Fland-re'da görevlendirdiği askerlerin ücretlerini
ödemeyi sürdürüyordu?8 Kısacası kraliyet
maliyesinin 1307'ye değin kaydettiği gelişmeler, Tapı-nakçıların
yargılanacağını sezdiren herhangi bir veri sunmaz; tamamen mali ihtiyaçlara
bağlı gelişmelerdir bunlar.
Tapınakçıların tahta yönelik bir tür siyasi veya askeri tehdit
oluşturdukları, dahası serbestliklerinin kralın hükümranlık anlayışına
dokunacak seviyeye ulaştığı varsayımı da pek güvenilir değildir. Hem 111. hem
IV. Philippe, IX. Louis'nin 1258'de Tapmak mülklerine verdiği onayı tarikatın
bunlardan başka mülk edinmesini engellemek üzere kullandıysa da,54 bu dönemin
hükümdarlarının çoğunun yürüttüğü, Kiliseye bağlı teşkilatlara ait meşruta
arazilerinin oranını düşürme faaliyetleri çerçevesinde değerlendirilmeli,55 56 yalnızca
Fransa'daki Tapınağı hedef alan bir eylem olarak görülmemelidir. Tapınakçıların
krallığa muhalif olduklarını gösteren hiçbir veri yoktur (oysa bazı Fransız
piskoposları hakkında böylesi veriler mevcuttur);Haziran 1303'te, Fransa
Müfettişi ve bu ildeki en önemli Tapmak görevlisi olan Paira-ud'lu Hugues, IV.
Philippe'in Pamiers Piskoposu Bernard Saisset'yi tutuklatıp yargılatması
üzerine kral ile VIII. Bonifatius arasında doğan ihtilafta kralı destekleyenler
arasındaydı. Ertesi yıl kral tarikatın Fransa'daki mülklerine bir kez daha
genel onay verdik’ Askeri tehdit ihtimaline gelince: Molay idaresindeki
Tapınakçıların ana karargâhlarını
Kıbrıs'tan Fransa'ya nakletmek gibi bir niyetlerinin olmadığı açıktır;57 58 59 duruşmada verilen ifadeler de, Fransa'daki idare merkezlerinde yaşayan
Tapınakçıların sağlam bir askeri kuvvet toplamak bakımından Cistercium veya
Fransiskenlerden daha iyi durumda olmadıklarını gösterir. Nitelikli askerlere
asıl doğuda ihtiyaç duyuluyordu^3
Ancak XIII. yüzyıl sonlarında gayet iddialı bir tablo sergilemesine
karşın IV. Philippe sorunsuz bir miras devralmış değildi. Hükümdarlık dönemi
başladığında, babasının 1284-85'te Aragön'a düzenlediği başarısız haçlı
seferinden kaynaklanan korkunç bir borç yükü vardı ortada;l 290'lardan itibaren
de İngiltere ve Flandre savaşları ek mali baskılar getirdi - dolayısıyla
monarşi geniŞ kaynaklara sahip olsa da, sürekli ve acilen daha da büyük
miktarlarda paralar bulmak gerekti. IV. Philippe'in Papa VIII. Bonifatius'la
1296-97'de düştüğü ilk anlaşmazlık, yönetimin ruhbandan zorla para
toplamasından kaynaklanmıştı - bu arada kralın para basımına sık sık müdahale
etmesi de, yönetiminin "kalpazan" addedilmesine neden olmuştu. 1291
ve 1311'de "Lombardlar"ın -İtalyan bankerlerinin- ve 1306'da da
Yahudilerin mallarıyla adamlarına el konması, yönetimin uzun vadeli planları
bir yana bırakıp kısa vadeli mali ihtiyaçlara öncelik verecek kadar yoğun bir
baskı altında olduğunu gösterir. Neticede bu müsaderelerin krallığa mali bir
fayda sağladığı da şüphelidir; IV. Philippe'in ölümünden bir yıl sonra, 1315'te
Yahudiler -dokuz yıl önce "ebediyen" kovulmuş olmalarına rağmen- geri
çağrıldılar.64 Keza Fransa'daki Tapınakçıların birdenbire tutuklanmalarının
ardında da birtakım mali sebepler vardır; zira Tapınakçılar, bankerler gibi
kayda değer bir nakit birikimiyle devredilebilir varlıklara ve arazi sahipleri
gibi -Normandiya'dan Pro-vence'a Fransa'nın her yerinde- menkul ve gayri
menkullere sahiplerdi. Tutuklamaların ardından titizlikle bir mülk envanterinin
çıkarılması, arazilerin müsadere edilip kiraya verilmesi, varlıklara el konması
ve Tapınak hazinesinin Ekim 1307'den sonra da kraliyet görevlilerinin
idaresinde kullanımda kalması -l308'de Philippe'in önemli nazırlarından Plaisians'lı
Guillaume böyle bir niyet beslendiğini ısrarla reddetmiş olsa da- yönetimin
Tapınakçılardan maddi çıkarı olduğuna dair sağlam birer kanıt sunar.60 61 62 63 Tarikatın
nakit birikimiyle kıymetli madenlerini ele geçirmek için önemli bir sebep daha
vardı; kral l306'da, yıllarca süren tağşişten sonra, sikke basımının yeniden
IX. Lo-uis'nin 1266'da getirdiği standartlara göre yürütülmesini emretmişti
-yeni sikke basımı için çok miktarda malzeme sağlanmaksızın altından
kalkılamayacak bir işti bu.66 O dönemde yaşamış pek çok kişi, özellikle de olup
biteni XIV. yüzyıl başları batı dünyasında paranın gücünün en iyi anlaşıldığı
yer olan ltalya'dan takip edenler, tarikata yönelik hareketin ana sebebinin
para olduğuna kaniydi?7 Dante'ye göre Hugues
Capet'den beri tüm Capet hanedanının kanında tamahkarlık vardı; Güzel Philippe
"yağma yelkenini çalımlanarak" Tapınakçılara açmış yeni bir
Pilatus'tu?8
Ancak saikler böylesine yalın değildir genelde. Son yıllarda IV.
Philippe'in kişiliği hakkında yürütülen araştırmalara bakılırsa, müsaderelerden
çıkar sağlamak istemiş olsa da, bu durum kralın Tapınak-çıların suçlu
olduklarına, dolayısıyla da ne pahasına olursa olsun " harekete
geçmenin kaçınılmaz bir görev olduğuna inanmış ya da inandırılmış olması
ihtimalini ortadan kaldırmaz. Philippe hükümdarlığın saygınlığı ve hükmünü
sağlamlaştırmak için mesafeli ve katı bir tavır sergilemişti hep; hakkında
bilinenlere, yani yalnız, sevgisiz bir yetişme döneminin ürünü olan ve"
onu diğer insanlardan uzak tutan katı ahlak anlayışıyla tavizsiz sofuluğuna
uygun bir tavırdı bu.64
Bu özellikler karısı Navarralı Jeanne’in Nisan l305'te otuz iki yaşındayken
ölmesi üzerine iyice pekişmişti muhtemelen. Bu ölüm onu çok sarsmıştı; evvelce
kraliçenin maiyetinde bulunan Troyes Piskoposu Guichard’ın kraliçeyi zehir ve
büyüyle öldürdüğüne (bununla ilgili dava Ağustos 1308’de görülmeye başlandı),
hatta ailesinin kalanı için de bir tehdit olduğuna inanacak hale gelmişti.65 Dolayısıyla
Tapınakçıların sapkınlığa ve cinsel günahlara karşı koyamadıkları fikrine
kapıldıysa eğer, ortalığı Yahudilerden “temizlediği” gibi Tapınakçılardan da
“temizlemeye” girişmiş olması mümkündür. William Jordan, kralın 1306
hareketinden büyük kazançlar sağladığını, ama aynı zamanda da Yahudilerin
mütemadiyen mukaddesata hürmetsizlik ettiklerine inandığını ortaya koymuştur.7’
Keza Tapınağın servetinin o murdar ellerden alınması da bu “en Hıristiyan
kral”ın kutsal görevi olmuştu. Bu düşünüş tarzını göz önünde bulunduran kimi
tarihçilerin varsayımına göre kral, etrafını kuşatan ve Tapınakçı kovuşturması
dahil tüm siyaseti belirleyen birtakım nazırlar tarafından yönlendiriliyordu.
Bu kimselerin etkisinin ne boyutlara vardığı belli değildir; ama Philippe
zamanındaki teşebbüslerin çoğunun onun dünya görüşünün damgasını taşıdığı
düşünülürse, kralın bir hiç olduğuna inanmak da güçtür. Philippe, nazırı
Nogaret'li Guillaume 1303'te Anagni'de, Fransa'daki ithamları cevaplaması için
VIII. Bonifatius'u ele geçirmeye kalktığında papaya karşı, l314'te kadınların
zina işlemesi meselesinde oğullarını küçük düşürüp karılarını cezalandırdığında
da kendi ailesine karşı eyleme geçmekte tereddüt göstermemişti. Ne ki bir kukla
olmasa da, danıŞmanlarını istismara açık yetkilerle donatıyordu. Nogaret'yi
"gerçek bir Rasputin" diye nitelemek abartılı olur;66 67 ama
kral belli türden iddialara karşı gayet hassastı, nazırları da bunun
farkındaydılar kuşkusuz: Tapınakçılar, Yahudiler, Vlll. Bonifatius ve Troyes'lı
Guichard vakaları arasındaki bağ, büyü bilgilerinden gelme gizli saklı
donanımlarla silahlanmış bu kimselerin gerçek Hıristiyanlığı ve kutsal
Fransa'yı çökertmeye çalıştıkları inancıydı. Kral Tapınakçıları devlet için bir
tehlike saydıysa eğer, bu onları askeri bir teşkilat olarak değil, şeytani bir
güç olarak görmesindendi.
Bir ihtimal daha vardır: Güzel Philippe Tapınakçılara yönelik
hareketiyle, hanedanının VII. Louis zamanından beri kendini adadığını iddia
ettiği haçlı ideallerini gerçekleştirmeye çalışıyordu belki de. Philippe
hanedanda en çok büyükbabasına hayrandı, azizin hayatının değişmez izleği de
haçlı davasına adanmışlıktı kuşkusuz” Philippe gibi bir kral için,
birleştirilmiş askeri tarikatlara liderlik eden Bellator Rex fikrinin belli bir
cazibe taşıdığı düşünülebilir - Tapınak mülklerinin kontrolü ile haçlı saygınlığının
benzersiz bir bileşimi elde edilebilirdi böylelikle. lngiliz rahip ve Kilise
hukukçusu Murimouth'lu Adam ile Cenovalı tacir Christian Spinola gibi çok
farklı çevrelerden kimseler buna inanmışlar,- kimi modern tarihçiler de bu
inanca katılmışlardır.68 69 70 Christian
Spinola Tapınakçıların tarikatların birleşmesi teklifine karşı çıkmasının
Philippe'i kızdırdığını düşünüyordu, Murimouth'lu Adam ise 1312 Vienne
Konsilinde Tapınakçıların mahkûm edilmesini kralın sağladığını söylüyordu,
"zira [kral] oğullarından birinin Kudüs kralı olmasını istiyordu, böylece
Tapınakçıların tüm toprak ve mülkleri oğluna kalacaktı." Tapınakçılar,
özellikle de Büyük Üstat Molaylı Jacques bu nedenle yakılmıştı. Ne ki Tapınağın
gelirleriyle mallarını Hayırseverlere aktaran papa kralın planlarını altüst
etmişti/5
IV. Philippe'in Vienne Konsili öncesinde böyle bir tasarı
geliştirdiğini gösteren sağlam bir veri yoktur aslında; zira bu fikir l 308'de
Aragönlu birine yazılmış bir mektupta laf arasında geçen bir atıfa ve bir
Fransız kardinali ile birtakım Aragön elçileri arasında l 309'da yürütülmüş bir
görüşmenin dökümüne dayalıdır büyük ölçüde/6
Kralın Kudüs tahtı uğruna Fransa tahtından feragat edeceği düşüncesi de hiç
inandırıcı değildir. IV. Philippe'in vehme kapılabildiği açık olmakla birlikte,
sahiden böyle bir tasarıyı uygulamaya niyet ettiğine veya bu uğurda Tapınağı
ortadan kaldırmaya hazır olduğuna inanmak güçtür. IV. Philippe'in haçlı seferi
tutkusu da abartılmıştır, zira yirmi dokuz yıllık uzun bir hükümranlık dönemi
geçirmiş olmasına rağmen fiilen haçlı seferine çıkmışlığı yoktur. .Bunun için
çeşitli gerekçeler bulunabilir; ama önceki kralların kendi yurtlarında aynı
derecede zorlu koşullarla karşı karşıya olduklarında bile seferler
düzenledikleri, II. Philippe gibi gayet isteksiz bir haçlının dahi -görece kısa
sürmekle birlikte- Kutsal Topraklarda sefere çıktığı da dikkate alınmalıdır.
Ca-pet hanedanının oğullarından birinin birleştirilmiş tarikatların başına
getirilmesi daha gerçekçi bir seçenek addedilmiş olabilir; ama böyle 'bir
tasarıyı Fransız sarayıyla doğrudan bağlantılandırabilmek için, Tapınak
mülklerinin tasfiyesi tartışmasının en hararetli olduğu tarihe, 1312 Vienne
Konsiline uzanmak gerekir - tahtın tarikat mülklerine egemenliğini sürdürmek
üzere ciddi bir haçlı seferindense bu seçeneği yeğleyeceği sonucuna varmak için
de meseleye biraz menfaatler açısından bakmak yeterlidir.
Kraliyet görevlileri Tapınağın idare merkezlerine girdiklerinde, bir ay
önce gönderilen emre göre hareket ediyorlardı; bu emrin uygulanması, genellikle
Kıbrıs'ta üslenen tarikat ileri gelenlerinin o tarihte bir Paris ziyaretinde
bulunmaları fırsat bilinerek öne alınmıştı muhtemelen. Herhangi bir direnişle
karşılaşılmadı, çünkü Tapınakçıların çoğu silahsız, bir kısmı da orta yaşlı,
hatta yaşlıydı. Paris Tapınağı hariç ocaklar büyük ölçüde istihkamsızdı. Ancak
birkaç Tapınakçı kaçabildi, büyük kısmıysa gafil avlandı, Engizisyon adına
çabucak toplanıp hapse atıldı, işkenceden geçirildi. Hedef, sapkın kabul
törenlerine katıldıklarını, bu törenlerde Isa'yı yadsıdıklarını, haça
tükürdüklerini veya başka edimlerle hürmetsizlik ettiklerini, sonra da soyunup,
kendilerini tarikata kabul eden kişi tarafından kuyruksokumlarından,
göbeklerinden ve dudaklarından edepsizce öpüldüklerini itiraf etmelerini
sağlamaktı. Bu tören, Hıristiyan inancının yerine puta tapınmanın benimsendiği,
şövalye erdenliğinin simgesi beyaz giysilerin töreleşmiş eşcinsellik
aracılığıyla alaya alındığı bir tarikata katılımın yoz başlangıcıydı. Görünüşte
Engisizyon idaresinde hareket eden, gerçekteyse emirleri Fransız yönetiminden
alan kraliyet görevlileri bir hafta içerisinde Tapınakçıları halka teşhir
etmeye başladılar - çoğunun kendilerine yönelik ithamları kısmen veya tamamen
kabul edeceğinden emindiler.71
Bu güven boşa çıkmadı. Paris'te 1307'nin Ekimi ile Kasımı arasında
düzenlenen duruşmalardan günümüze ulaşmış 138 ifadeden yalnızca dördünde
suçlamalar toptan reddedilmiştir ve direnç gösterenlerden hiçbiri tarikat
hiyerarşisinde önemli bir yere sahip değildir. Molaylı Jacques, Pairaud'lu
Hugues ve Normandiya İdarecisi Charney'li Geoff-roi de itirafta bulunmuştur.
Ama tarihçi gözüyle bakılırsa, bu beklenmedik hukuki muamelelerin, Tapınakçılar
ile Fransız tahtı arasında 1285'ten beri süren görünüşte normal ilişkilerle
bağdaşmazlığı sarsıcıdır. Bunun en bariz örneği, Paris'teki Tapınağın
hazinedarlığını yürüten ve selefleri gibi kralın güvenilir mali müşavirlerinden
biri olduğu anlaşılan Tour'lu Jean'ın durumudur. Tour'lu Jean 26 Ekim 1307'de
papalığın Fransa'daki Engizisyon sorgucusu Parisli Guillaume'un karşısına
çıkmış ve tüm suçları itiraf etmişti. Aşağı yukarı elli dokuz yaşında olduğunu
ve Paris'in hemen güneybatısında bulunan Maurepas'da-ki ocağa yine Tour'lu Jean
adlı selefi tarafından yaklaşık otuz iki yıl önce kabul edildiğini söylemişti.
Tanıklığının özü noter tarafından şöyle kayda geçirilmiştir:
Yemini üzre, kendisini kabul eden kişinin, tarikatın kural ve sırlarına
vakıf olma konusunda vaatlerde bulunduktan sonra onu sunağın önüne götürdüğünü,
üzerinde çarmıhta İsa tasviri bulunan belli bir haç gösterdiğini, oraya sureti
resmedilmiş kişiye inanıp inanmadığını sorduğunu, kendisinin de bu soruyu
cevapladığını, ardından kabul edenin emriyle İsa'yı yalnızca bir kez
yadsıdığını ve bir kez de haça tükürdüğünü söyledi. Yemini üzre, bundan sonra
kabul edenin kendisini üç kez -kuyruksokumundan, göbeğinden ve ağzından-
öptüğünü söyledi. İçtiği erdenlik andına dair soru sorulduğunda, yemini üzre,
kadınları bilmenin kendisine yasak edildiğini, ama şehvete gelirse
biraderleriyle birleşebileceğini ve kendisinin de aynı şeye müsaade etmek
zorunda olduğunu söyledi; bununla birlikte yemini üzre, bunu hiç yapmadığını,
birilerinin yaptığına da tanık olmadığını söyledi. Yemini üzre, tarikata kabul
ettiği biraderleri, kendisinin kabul edildiği gibi mi kabul ettiği
sorulduğunda, “Evet” dedi. Yukarıda anılan kafa sorulduğunda, yemini üzre, bir
keresinde bir tahta üzerinde bir kafa tasviri gördüğünü, bir mecliste buna
tapındığını, diğerlerinin de aynı şeyi yaptığını söyledi. Cebir gördüğü için,
zindan ya da işkencelerden korktuğu için veya sair bir sebeple yanlış ifade verip
vermediği sorulduğunda, yemini üzre, öyle olmadığını, bilakis en saf haliyle
tüm hakikati anlattığını söyledi. 72 73
Ama görünüşe bakılırsa iflah olmaz bir sapkın olan bu adam,
tutuklandığı tarihte krallığın mali işleriyle uğraşmakta, Rouen’deki Norman
hazinesine bağlı Michaelmas idare heyetinin denetlenmesine yardım etmekteydi.
Engizisyon önünde itirafta bulunacağı Paris'e getirilmesi için, bir yaverle
dört kişiden oluşan bir refakat heyetine kırk livre to-urnois ödenmişti. n
Başka kabuller incelenecek olursa iddiaların inandırıcılığı iyice
azalır; zira teamül gereği hazinedarların yeni üyeleri, Paris'teki Tapınak
kompleksinin kulesinde yer alan hazine dairesine bitişik küçük şapelde kabul
ettikleri anlaşılmaktadır.74 75 76 77 78 Tour'lu
jean'ın selefi burada son olarak 1301-1302'de en azından iki kişiyi tarikata
kabul etmişi’ Tour'lu jean da 1304 veya l 305'te Foligny'li jean adlı bir
hizmetli biraderin kabulünde yine burayı kullanmıştı/2
Ama hiç değilse 1303'ten -muhtemelen de bundan çok daha önceden- beri kraliyet
görevlilerinin -anlaşıldığı kadarıyla serbestçe girebildikleri^3 Tapınak hazine-sindeki hesapları düzenli olarak denetlediklerine,
diğer müşterilerle bunların temsilcilerinin de kuleyi ziyaret edebildiklerine
dair sağlam veriler mevcuttur. Foligny'li jean şafak vakti kabul edildiğini
söylemiştir, dolayısıyla kabul töreninin yabancıların gelmesinden önce
düzenlendiği düşünülebilir; ama XIV. yüzyıl başında Paris'teki Tapınak
hazinesinin günlük hayatına dair bir anlamlandırma olarak böyle-si bir senaryo
pek de gerçekçi görünmemektedir. Bununla birlikte To-ur'lu jean ile
diğerlerinin tanıklığına dayanılarak, Jean'ın selefinin sapkınlıktan suçlu
bulunduğu ve Mayıs 1310'da mezarının kazılıp kemiklerinin yakıldığı anlaşılmaktadır/4 Söylenenlerin harfiyen doğru olması için, ilk Tour'lu jean'ın çeyrek
yüzyılı aşkın bir süre tuhaf bir ikili hayat sürmüş olması icap ederdi. Hem
krallığın hem Tapınağın hazinedarlığını yürütürken aynı zamanda bir de, çoğu
kulenin yanındaki şapelde düzenlenen, küfür ve edepsizlik dolu, tek bir
sözcüğünün ifşasıyla tüm tarikatın çökmesine sebep olacak törenlerle birtakım
biraderleri tarikata kabul etmiş olması gerekirdi.79
İtirafları özenle düzenlenmiş bir halka ilan seferberliği izledi ve
Papa V. Clemens başlangıçta olan bitene -yetkesinin alenen çiğnendiğini
düşünerek- itiraz ettiyse de, başka pek bir seçeneğinin olmadığını görüp
soruşturmanın elzem olduğu gerekçesiyle 22 Kasımda Fransa dışındaki
Tapınakçılar için genel bir tutuklama emri çıkardı. Clemens, Fransız
yönetiminin faaliyetini durdurmak için yapabileceği hiçbir şey olmasa bile, işi
hiç değilse görünüşte üzerine alarak papalığın yetkesini yeniden tesis etmeye çalışmıştı.
Clemens'ın emirleri kimi hükümdarlar tarafından kuşkuyla karşılandıysa da
(İngiltere Kralı 11. Edward ile Aragön Kralı II. jaime bunlar arasındadır),
Tapınağın ocak ve adamlarının bulunduğu diğer topraklarda da eşgüdümden hayli
uzak birtakım faaliyetlere girişildi?6 Fransız
yönetimi, tarikat önderlerinin itirafları ve papanın itaatkârlığıyla meselenin
önceki yıl Yahudi meselesinde olduğu gibi -sürgün ve
müsadereyle-halledilebileceğini ummuş olsa gerektir. Ancak papanın duruma
müdahale ettiği bir ay içerisinde itiraflarını geri alan önderlerin beklenmedik
direnişinden ve papanın bunu ifadelerden kuşkulanmak için neden addetmesinden
ötürü dava sürüncemeye girdi. Clemens'ın meseleyi yeniden ele almaya mecbur
kalması için yönetim altı ay boyunca düzenli olarak baskı uyguladı ve papa
Temmuz l308'de, biri piskoposluk bölgelerinde tek tek kişilerin suçluluğunu
masumluğunu incelemeye yönelik, diğeri de Paris'te kurulan bir papalık
komisyonunca bir bütün olarak tarikatın durumunu açıklığa kavuşturmaya yönelik iki
ayrı soruşturma başlattı. Davayı uzatmak için geliştirilen bu yöntemler işe
yaradı, papalık komisyonunun oturumları 5 Haziran 1311’e değin sürdü, kimi
illerde ise hukuki işlemler bu tarihte bile hala tamamlanmamıştı. Artık Molaylı
jacques'ın değil tarikatın eski papalık temsilcisi Bologna'lı Pierre'in idaresi
altındaki Tapınakçılar da bu süre zarfında etkin ve kesintisiz bir savunma
yürütmüşler, bu savunma sadece Mayıs 1310'da, birtakım piskoposluk bölgelerinde
Tapınakçıların küçük topluluklar halinde iflah olmaz sapkınlar olarak hüküm
giyip idam edilmeleriyle hezimete uğramıştı - söz konusu bölgelerde yargılama
işiyle görevlendirilmiş yüksek düzey din adamları mevkilerini büyük ölçüde
Fransız tahtına borçluydular. Neticede dava Mart 1312'de ilga kararıyla
sonuçlandı; ne ki kralın isteklerini karşılamaya yetmemişti bu, zira tarikat
için genel bir mahkûmiyet kararı çıkmamıştı. Dahası Ad providam tebliğiyle (2
Mayıs 1312) tarikatın malları, vakfedildikleri asıl dava -yani Kutsal
Topraklar- için kullanılabilsinler diye, Fransız tahtına değil Hayırseverlere
devredildi. Tapınakçılara gelince, Kiliseyle uzlaşan veya aleyhine delil
bulunmayanlar ile iflah olmadığı veya nedamet getirmediği iddia edilenler
arasında bir ayrım gözetildi. İlk kategoridekilerin çoğuna ücret bağlandı,
hatta bunlardan bazıları eski Tapınak ocaklarında yaşamaya devam ettiler,
kalanları da
Cistercium ve Augustinusçular gibi başka tarikatların bilhassa
İngiltere'deki ocaklarına gönderildiler - karşılıklı huzursuzluklara, kötü
hislerin doğmasına neden olan bir düzenlemeydi bu.80 81 82 İflah
olmayanlarla nedamet getirmeyenler, genelde en sertleri Fransa'da olmak üzere,
çeşitli süre ve ağırlıkta hapis cezaları aldılar; önderler ise papalığın
hükmüne bırakıldılar - 1314'te büyük üstadın yakılarak öldürülmesiyle
sonuçlanacak bir karardı bu.
Tapınakçıların çoğunun kaderi, V. Clemens'ın Temmuz-Ağustos 1308'de
başlattığı piskoposluk soruşturmalarıyla belirlenmişti zaten. Bunlara dayalı
duruşmalar, Fransa'daki yargılamanın elde en az belgesi bulunan kısmıdır;
yakın'zaman değin sadece Elne ve Nîmes piskoposluk bölgelerine ait kayıtlar
yayımlanmış durumdaydık Ama artık Auvergne'deki Clermont piskoposluk bölgesine
ait Haziran 1309 tarihli tutanakları içeren bir eleştirel edisyon da mevcuttur;
bu veriler belli bir Tapınakçı topluluğunun halinin incelenmesini mümkün
'kıldığı gibi, davanın bütünü açısından da önem taşır/9
Piskopos Aubert Ayce-lin başkanlığındaki mahkeme, piskoposluk soruşturmalarının
çoğundan farklı olarak, özenli hazırlıkları sayesinde büyük bir hızla işleyen,
gayet etkili bir yargılama yürütmüştü. Papa, illerdeki sorgulamalarda seksen
sekiz maddelik bir soru listesinin temel alınmasını istiyordu; Clermont'da
tarikata katılıma, hataların kaynağı ve nedenine, bir de puta tapınmaya dair üç
soru hariç tutularak, seksen beş madde on beş başlık altında gruplandırılmıştı.
Bu yöntem ifade vermeyi gayet kolaylaştırmış, altmış dokuz Tapınakçının beş
günde dinlenebilmesini mümkün kılmıştı. Her bir Tapınakçı için uzun uzun zaman
harcanmamıştı: itirafta bulunan ilk Tapınakçı, Villars'lı Bernard adlı bir
rahip, madde gruplarının her biri için ayrıntılı olarak sorgulamadan
geçirilmiş, böylece bir itiraf "modeli" sağlanmış ve itirafta bulunan
sonraki otuz dokuz Tapınakçının ifade verme süreleri büyük ölçüde kısalmıştı.
İtirafa yanaşmayan yirmi dokuz Tapınakçıya ise daha da sade bir şema
uygulanmış, hepsi birden tek bir gün içinde, 7 Haziran Cumartesi günü
dinlenmişti.
Bu soruşturmanın kralın istekleri uyarınca yürütülmüş olması
beklenirdi;piskoposların birçoğu gibi Aubert Aycelin’in de tahtla yakın
ilişkisi vardı, kralın önemli danışmanlarından Narbonne başpiskoposunun -Gilles
Aycelin’in- yeğeniydi. Ama yargılananların hepsinin birden itiraf etmesini
sağlamadı: Toplam sayının neredeyse yüzde 43’ünü bulan önemli bir azınlık
direndi. Tarikat üyeleri üzerinde Fransız kralının veya' Navarra ile
Napoli’deki akrabalarının görevlileri tarafından kurulan egemenliğin duruşmadaki
itiraflarda ne ölçüde belirleyici olduğu, bu sonuç sayesinde anlaşılabilir. Bu
merkezlerden uzaklaşıldıkça soruşturmaların tektip itiraflarla sonuçlanmasına
da daha az rastlanır - söz konusu piskoposluk bölgesinde bile durum böyledir.
Çalışmanın editörlerinin de belirttiği gibi, bu Tapınakçılar işkenceden
geçirilmemiş olabilir; zira editörlere göre, duruşmalar işkenceye vakit
kalmayacak kadar hızlı yürütülmüştür.83 Ama bu kanıtlanmış değildir. Beş gün süren
duruşmalarda (bu süre de kesin değildir) işkence uygulanmadığı farz edilse
bile, duruşma öncesinde işkence için bolca zaman vardı - kaldı ki piskoposun
sağladığı verim dikkate alınırsa, büyük ihtimalle işkence önceden yapılmıştı.
Dahası bu Tapınakçıların, Paris'teki meslektaşları gibi, 1307 sonbaharında
düzenlenmiş önceki bir duruşmada işkenceden geçirilmiş olmaları da mümkündür.
Bu gibi duruşmalarda sağlanan itiraflar Paris'te ortaya çıkan kalıptan
çok da uzaklaşmamakla birlikte birtakım ayırıcı ve ilginç öğeler içerirler;
bunlar, duruşmada verilen ifadelerin çözümlenmesine ilişkin yöntem sorunlarına
dikkat çektiği gibi, kimi tanıklıkların verdiği gerçeklik izleniminin etkisi
altında kalan yazarların niçin bunların üretilmiş -hatta işkence altında
üretilmiş- olduklarına inanamadık-larını açıklamaya da yardımcı olur.84’ Mesela
Tapınakçıların tapındıkları farz edilen putlara dair tasvirler kimi zaman renk,
biçim ve duruşa ilişkin canlı ayrıntılarla yüklüdür. Papalık Devleti ve
Abruzzi'deki yargılamalar sırasında Apulia'dan bir hizmetli birader, Apulia ve
Ab-ruzzi'nin büyük idarecisinin kendisine Tapınakçıların Torremaggi-ore'deki
ocaklarında sakladıkları hazineyi görüp görmediğini sorduğunu iddia etmişti.
“Hayır,” cevabını alınca bu idareci hizmetli biraderi "korunaklı ve gizli
bir yere götürdü (... ) ve pek çok nadide kilise kabıyla silah gösterdi;
idareci, girişe göre sol tarafta ve bir oluğun hemen yanında bulunan bir
mukaddes emanet mahfazasını açtı, kafasını örtüp ellerini kavuşturarak diz
çöktü ve biraderin madenden yapılmış olduğunu sandığı, ayakta duran bir çocuğu
andıran bir put gösterdi, putun boyu yaklaşık bir dirsekti.’^2 Bu Tapınakçı tecrübesi haricinde kalan bir şey icat edememiş, böylece
mukaddes emanet mahfazası puta, ocağın hazinesi de esrarengiz bir harime
dönüşmüştü.
Kayıtlar Tapınakçıların Clermont'da da benzer sorunlarla boğuştuklarını
gösterir. Tarikatın özgün deyişler kullanılarak suçlandığı esoterik tapımların
ayrıntılarını, törenlerini tarif edebilecek durumda olmayan Rahip Bartholome
Vassales, Kilisenin kendi yıkımına çalışanlara ilişkin terminolojisine
başvurmaktan geri duramamıştı. Güya rahibin kabul töreni sırasında Müfettiş
Pairaud'lu Hugues orada bulunanlara şöyle söylemişti: "Burada düşmana
hizmet etmek için toplandık"85 86 87 -
taptıkları varsayılan bir şeyi tanımlamak için garip bir deyiş seçmişlerdir
doğrusu; söz konusu hizmet de, şaşırtıcı bir özgünlük yoksunluğuyla
"put" adı verilen belli bir kafaya ' tapınmaktır. Şeytan'ı nitelemek
için kullanılan ‘düşman’ terimi, sapkın bir tapımdan ziyade, Joinville'li Jean
ile Aziz Louis'nin ilahiyat tartışmalarını çağrıştırır^4 Kuşkusuz hiçbir sapkın teşkilat inandırıcılıktan bu kadar uzak yeni
üyeler devşiremezdi;Katharlar gibi gerçek sapkınlarla aradaki tezat çarpıcıdır,
zira düşmanlarının doğrudan Katolik Kilisesi -hileli, şeytani ayinleriyle
günahkârların kilisesi- olduğu konusunda Katharların herhangi bir şüphesi
yoktur^5 Ama Bartholome’nin
terminolojisi, onu hayal gücü sınırlı bir yalancı gibi göstermekle birlikte,
duruşma dışı verilerden tarikatta mevcut olduğu ■ anlaşılan bir suçu
betimlerken doğruyu da söyleyebileceğini düşündürür; zira kendi kısıtlı
tecrübelerinden iddia makamınca yaratılmış hayal dünyasına sıçramasının
neredeyse imkânsız olduğu aşikârdır. Dolayısıyla ifadesinin sonunda sunduğu din
istismarına ilişkin tasvirin ciddiye alınması gerekir: “Müfettişin onu birader
olarak tarikata alması için, söz konusu ocağa mal yardımı olarak altı
setier.tahılla müfettişe otuz livre tournois vermesi gerekiyordu, o da bunları
verdi ve böylece tarikata kabul edildi."
Bir diğer örnek, gerçekleştiği neredeyse kesin olan birtakım eylemlerin
anlamının, bunların yanlış bağlamlara yerleştirilmesiyle nasıl değiştiğini
ortaya koyar. İddia makamı, tarikatın en azından yirmi otuz yıl boyunca tam bir
gizlilik sağlamasının çok zor, hatta imkânsız olduğunun düşünüleceğini gayet
iyi biliyordu. Dolayısıyla bu gizliliğin, tarikat içerisinde tehdit ve
gözdağıyla yaratılan korku ortamının bir sonucu olduğu varsayımı getirildi.
La-Roche-Saint-Paul’ün idareciliğini yürüten bir rahip, Villars'lı Bernard,
dilini tutamayanların başına neler gelebileceğini anlatmıştı: “Birader Jean
Culet, sırları ifşa edeceğinden korkulduğu ve belli yerlerde bu gibi şeylerden
fazlaca söz ettiği için, o sıra Fransa müfettişi olan Vichy'li Geoffroi
tarafından Sardunya’ya gönderildi, vadesini çabucak doldursun ve artık geri
dönemeyeceğini bilsin diye orada kalması kararlaştırıldı."88 Bu adamın
Sardunya’ya gönderilmesinin ardında -ille de disiplinle ilgili olması
gerekmeyen- birtakım başka sebepler de olabilirdi kuşkusuz. Amaç sahiden
tarikat hakkında fazlaca konuşmasını engellemek olsa bile, söz konusu
"sırlar"ın sapkın törenlerle ilintili olması da şart değildi;
askerlik, bankacılık ve siyaset alanlarında büyük sorumluluklar taşıyan bir
tarikat sırdaşlığına güvenilemediği takdirde ciddi kayıplara uğrayabilirdi.
Son olarak bu kayıtlar, bu kişilerin çoğunun sonradan Paris'te tarikatı
toptan kovuşturan papalık komisyonunun da karşısına çıkmış olmasından ötürü
ayrı bir önem taşır; Clermont'daki piskoposluk soruşturması, yargılananların
suçlamalar karşısında evvelce bulundukları durum ile komisyon önündeki
işlevleri arasında bir bagıntı kurmayı mümkün kılar. Bu karşılaştırma, Fransız
yönetiminin, komisyon oturumlarını kendi bakış açısına göre yönlendirmek için
tarikatın adamları üzerindeki gücünü nasıl kullandıgını ortaya koyar. Şubat
1310'da Auvergne ilinden gelen bu Tapınakçıların otuz ikisi, Bologna'lı Pierre
ile Provins'li Renaud'nun belirledigi genel çerçeveye baglı kalarak tarikatı
savunmaya girişti. Bunlardan yirmi dokuzu suçlamaları reddedenlerden, üçü de
itirafçılardandı. Clermont Tapınakçılarından iki kişi, Carlat İdarecisi
Sartiges'li Bertrand ile Blaudeix İdarecisi Chambonnet'li Guillaume savunma
sözcüleri arasındaydı.89 90 91 Bu
savunma Güzel Philippe yönetimini öylesine telaşlandırdı ki, Mayıs 1310'da
savunmayı bastırmak üzere Sens ili Tapınakçılarından bazılarının seçilip idam
edilmesi gibi sert bir girişimde bulunuldu. Tapınakçıların birçogu korkup geri
çekildi; buna ragmen idamlardan sonra mahkemeye çıkmasına izin verilecek
Tapınakçılar eski itiraf kayıtlarına bakılarak titizlikle seçildiler.98 Clermont Tapınakçı topluluğu da bu şekilde kullanıldı: 131l'de
mahkemeye çıkan yirmi bir kişiden yirmisi, zaten 1309'da piskoposun önünde
itirafta bulunmuştu. Clermont'da itirafta bulunup da Paris'te savunmaya katılan
üç kişi ise bunlar arasında değildi.99
Ne ki neticede, hangi tutumu benimserse benimsesin hiçbir Tapınakçı
tarikatın ilgasını engelleyemedi. Diger askeri tarikatlar da bu işi zararsız
atlatamadılar, zira duruşma 129ı'den beri hüküm süren tekin-sizliği
pekiştirmişti. Tapınak mülklerinin devri Hayırseverlerin başına, Dublin'den
Nicosia'ya pek çok piskoposluk bölgesine yayılmış eski Tapınakçılara gelir
bağlama külfetinden, Fransız yönetimince belirlenmiş tazminat ve masrafları
karşılamanın getirdiği baskılara değin birçok dert açtı.92 93 94 Anlaşıldığı
kadarıyla Fransız yönetimiyle nihai anlaşma l318'de sağlandı, ama mülklerin tam
anlamıyla el değiştirmesi çok daha uzun zaman aldı: Mesela lngiltere'de
1338'de, kral ile diğer beylerin elinde hala değer taşıyan tarikat arazileri
bulunmaktaydı.101 Çark her an yeniden işletilebilirdi; zira Tapınak Tarikatının
ortadan kalkışı tarikat reformu taleplerini dindirmemiş, haçlı seferleri için
en iyi yöntemin ne olduğuna ilişkin tartışmaları sona erdirmemişti. Mesela
Ramön Lull, muhtemelen hala IV. Philippe'i Müslüman ülkelere yönelik misyon ve
yeniden eğitim çalışmalarının yolunu açacak bir haçlı seferinin düzenlenmesi
bakımından en umut verici kişi addetmesinden ötürü, sonunda Tapınakçıların
suçluluğuna kanaat getirmişti. Bununla birlikte -artık laik bir kralın değil
meslekten şövalyeler arasından seçilmiş bir üstadın başa geçmesini öngörse de-
birleşik bir askeri tarikatın yararlılığına duyduğu inancı koruyorduk2
Diğer askeri tarikatların da mevcut halleriyle yetersiz olduğuna
inananların cephanesi boldu, zira bu yıllarda Kutsal Toprakların kurtarılması
konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilememişti. Hayırseverlerin 1309-10 haçlı
seferi bariz bir başarısızlık olmuş, Rodos'ta 130610 arası edinilenler de genel
olarak haçlı hareketi açısından dişe dokunur bir kazanç sağlamamıştı henüz.95 96 97 98 IV.
Philippe'in önerilen Hayırsever “reformu’na ilişkin Ağustos 1312 tarihli meşum
atıfının tehdit imasını aşan sözler içermesi şaşırtıcı olmadı.™4 Aralık sonunda V. Clemens reform planı getiren bir tebliğ çıkardı; bu
tebliğ, manastır teşkilatlarına bağlı olmayan ve tarikatın bağımsızlığıyla
imtiyazlarının çok fazla olduğunu düşünen din adamlarının bildik kaygılarını,
askeri tarikatların doğuya yeterince kaynak ve adam göndermediğini ileri süren
fikir adamlarının eleştirilerini dillendiriyordu.™5
Clemens'ın programı, Tapınaktan alınanlar dahil olmak üzere Hayırseverlere ait
her bir ocağın gelirlerine ilişkin bir araştırmayla da desteklenecekti. Bu
araştırma doğrultusunda insan gücü yeniden düzenlenecek, batıda az sayıda
yöneticiyle yaşlı ve hastalar kalacak, diğerleri cephelere gönderilecekti.
Muhtemelen 1314'te papayla kralın ölmesinden ve ardından papalık makamının iki
yıl boş kalmasından ötürü, bu planlar işlemedi neticede. Ancak Hayırseverlerin
büyük idarecisi Schwarzburg’lu Albert Tapınak mülklerinin kendi tarikatına
devrini mübalağalı bir karşılaştırmayla "yeni Constantinus bağışı"
diye nitele-se de,ıo6 Tapınağın ilgası halkın
Hayırseverlere bakışı üzerinde de olumsuz bir etki yaratmıştı kuşkusuz -
tarikat kolay kolay kurtulamayacaktı bundan.
Töton Şövalyeleri ise Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerden iyice
uzaklaşmışlardı; XIII. yüzyılda Kuzeydoğu Avrupa ve Baltık bölgesinde
toplanmışlardı. Vistül nehri üzerindeki Chelmo'ya daha 1226'da yerleşmişler,
XIII. yüzyıl boyunca yavaş yavaş Prusya'yı ele geçirmişler, l 308'de de Polonya
Krallığından Baltık limanı Gdansk'la birlikte kıymetli Pomeranya bölgesini
alarak çemberi tamamlamışlardı. l310'da karargahlarını geçici bir üs olan
Venedik'ten Vistül kıyısındaki Mari-enburg'a taşıdıklarında uzun vadeli niyetlerinin
ne olduğu açıklığa kavuştu. Saldırgan yayılmacılıkları Hıristiyan cemaatinin
içinden ve dışından düşmanlar edinmelerine sebep oldu; 1298, 1300 ve 1305
hareketlerine yönelik protestolarla karşılaştılar. Baş muhalifleri Riga
Başpiskoposu Friedrich pek çok şeyle suçladı Tötonları; bu suçlamalar arasında,
Litvanyalılar ve Ruslarla mücadele konusunda haçlılık görevlerini yerine
getirmedikleri iddiasına ek olarak, Kiliseye saldırı, cinayet ve iç yozlaşma da
vardı. l312'de açılan bir soruşturma ertesi yıl yargılanmalarına sebep oldu,
ama muhaliflerinin hiçbiri Güzel Philippe kadar nüfuzlu değildi.99 Neticede
Hayırseverler de Töton Şövalyeleri de mevcudiyetlerini korudular, ama
üzerlerindeki tehdit ağırdı. îberya'da ise krallar Tapınağın kalıntılarını yeni
ve düzenli askeri kuvvetlere dönüştürmeyi başarabildiler. l3l7'de Aragön Kralı
II. Ja-ime'nin, İspanyol Calatrava Tarikatını model alarak Montesa Tarikatını
kurması kabul edildi; Portekiz Kralı Dinis'e de 1319'da Isa Tarikatını kurma
izni verildi - büyük ölçüde Tapınak mülklerine dayalı, pek çok eski
Tapınakçının da katıldığı bir teşkilattı bu.
Duruşma Tapınakçıların tarihini sarsıcı ve trajik bir sonuca bağladı;
tarikata ve dünyasına ilişkin imgeyi o zamandan beri dolaysızca etkileyen bir
akıbettir bu. Ama söz konusu imge açısından başka, dolaylı neticeler de
yaratmıştır; zira tarikatın yıkılması tarihinin asli koruyucularını da ortadan
kaldırdı ve manastır tarikatlarının dikkat çekecek bir özenle muhafaza
ettikleri belgeleri olayların insafına bıraktı - tarikatın akıbetiyle uğraşan
hayal gücü geniş bazı vakanüvisler neye inanırlarsa inansınlar, mezardakilerin
müdahale edebileceği olaylar değildi bunlar. Tarikatın ilgasından bir süre
sonra, doğudaki faaliyetlerin tasavvuru açısından çok faydalı olabilecek
beratlar içeren ana arşiv toptan yok oldu, geriye varlığını anıştıran izler
kaldı sadece. Ciddi tarihçiler için büyük bir kayıptır bu, ama gizli. bilim ve
gizem meraklıları için dizginsiz spekülasyonlara alan, sayısız yayına da fırsat
tanıyan büyük bir nimet olmuştur. Neyse ki Rudolf Hiestand sorunun ciddiyetini
ortaya koymuş, ikna edici akıl yürütmeleriyle konunun bu yönünü makul bir
sonuca bağlamıştır.108
Tarikat arşivi 1187'ye değin Süleyman Tapınağında korunmuş olmalıdır;
ama o yılın Ekim ayında Kudüs'ün Selahattin tarafından alınması ile 1191 'de
Hıristiyanların Akka'ya tekrar yerleşmeleri arasında arşive ne olduğuna dair
hiçbir veri yoktur elde. Bu tarihten sonra Akka'daki Tapınak kompleksinde
arşivin yeniden derlenmiş olması mümkündür: 129ı'de o bölgeyi anlatan Tirli
Tapınakçı tarikat hazine-sinin deniz tarafındaki kulede muhafaza edildiğini
söyler;™9 arşivin de burada bulunduğu
varsayılabilir, zira mülklere, ipoteklere ve verilen 100 101 borçlara
dair belgeler nakit birikimi kadar değerliydi ve aynı dikkatle korunmuş olsa
gerekti. Ancak 1217-1 S'de inşa edilen Atlit de güvenli bir merkezdi; önemli
belgelerin hiç değilse suretlerinin burada saklanmış olması, hatta krallığın
son yıllarında -Memlukların Akka'ya saldırması beklendiği için- ana arşivin
buraya taşınmış olması mümkündür. Akka'nın tersine Atlit düzen gözetilerek
tahliye edilmişti; ana arşivin 1291'de burada olduğu görüşüne destek
sağlayabilecek bir durumdur bu. Hiestand arşivin o yılki felaketleri
atlattığını iddia eder; zira hem bir XIV. yüzyıl suretçisinin Akka'nın düşüşünü
önceleyen özgün bir metni kullanmış olduğuna dair kanıt vardır elde, hem de
Molaylı Jacques papalığın Tapınak beratlarını yenilemesi için herhangi bir
girişimde bulunmamıştır - beratlar 1291'de yok olsaydı, akıl almaz bir ihmal
olurdu bu. Ayrıca Hayırseverler ve Töton Şövalyeleri arşivlerini Provence ve
ltalya'ya götürebildiklerine göre, Tapınakçılar da kendilerince bir tedbir
almış olmalıdırlar.”0
Ne ki artık bu arşiv tamamen yok olmuştur; doğudaki Tapınak belgeleri
arasında bulunan asıllarından çıkarılmış, biri Trablus Kontluğuna ait 1152
tarihli, diğeri de Kudüs Krallığına ait 1166 tarihli iki suret vardır elde
sadece. Bu suretler, henüz keşfedilmemiş bir arşivin habercisi olduklarını
düşündürebilecek sebeplerden ötürü hazırlanmış değildir.”1 Arşivin Fransız tahtına veya papalığa devredildiği varsayımları
uslamlama yoluyla çürütülebilir; zira yukarıda değinildiği üzere, Molay'ın
tarikatın karargahını Fransa'ya nakletmek gibi bir niyeti olmadığı gibi,
1306-7'de arşivle hazineyi beraberinde Fransa'ya götürmesi için bir sebep de
yoktu, keza son yüz yılda papalık arşivlerinde yürütülen ayrıntılı
çalışmalardan da herhangi bir sonuç çıkmış 102 103 değildir.
Molay'ın belgeleri yaktığı fikri de bir tarafa bırakılabilir, bir dini tarikat
liderinin olası hiçbir koşul altında yapmayacağı bir şeydir bu.104 105 Büyük
üstat Hıristiyanların yeniden anakaraya yerleşeceğini ümit ediyor, tüm
girişimlerinde bu hedefi gözetiyordu. Haklarıyla mülklerinin belgelerle
kanıtlanması -özellikle de askeri tarikatların birleşmesi veya yeniden
yapılanması konusunda ■ büyük gürültülerin koptuğu o dönemde- hayati önem
taşıyordu.
Dolayısıyla varılabilecek en yalın sonuç, arşivin 1291 felaketlerinden
sağlam çıktığı ve 1312'de Hayırseverlerce devralındığıdır; Hayırseverlerin batı
illerinde Tapınak belgelerinin muhafaza edilmiş olması da bunun dolaysız
kanıtıdır. Bu nedenle Tapınakçıların doğu arşivinin, Hayırseverlerin 1530'da
yerleştikleri son Akdeniz karargâhlarında, Malta'da olduğu da düşünülebilir.
Ancak Malta arşivindeki Tapınak belgeleri, ya Hayırseverlerin işleriyle
bağıntılı, dolayısıyla tarikat tarafından her halü kârda saklanacak belgelerdir
ya da Güney Fransa'ya ait, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bu dönem büyük
üstatlarının merkezileşme siyasetleri gereği Malta'ya götürülmüş belgelerdir.
Hiestand, Ta-pınakçıların doğudaki işleriyle ilgili iki belgenin mevcut
olmasına ve bunlardan üçüncü bir belgenin daha bulunduğu sonucunun çıkmasına
karşın, Tapınak belgelerinin Fransa'daki Hayırsever arşivine.
karıştırılmadığını da kanıtlar."3 Buna
bağlı olarak, 129l'de anakara tahliye edilip Kıbrıs'a geçildikten sonra Tapınak
arşivinin adadan hiç çıkarılmadığı kanısındadır Hiestand. 1312'den sonra
Tapınak arşivi, Hayırseverlerin Kıbrıs iliyle ilgili belgeleriyle birlikte,
1571'de Osmanlıların adayı istilasına ve her iki belge öbeğinin de imha
edilmesine değin burada muhafaza edilmiştir - Hayırseverlerin Kıbrıs
belgelerinin de hiçbir zaman bulunamamış olması, Hiestand'ın yorumuna güçlü bir
destek sağlar.
1307'ye değin Tapınakçıların ilgi odağı hep Kutsal Topraklar oldu;
tarikat XVI. yüzyıla ulaşabilseydi eğer, haçlı seferlerinin hala önem taşıdığı,
ama önceliklerin değiştiği bir dünyaya uyarlanmak veya bu dünyada anakronik
kalmayı göze almak gerekecekti. Tapınakçıların Filistin ve Suriye'deki
uğraşlarını belgeleyen ve l 320'lerden itibaren büyük ölçüde atıl kalan, göz
ardı edilen kayıtların yok olması, tarikatın geç ortaçağ dünyasına uzaklığının
bir göstergesidir.
DOKUZUNCU BÖLÜM
’ Decrees of the Ecumenical Councils, yay. haz. N. P. Tanner, cilt I,
Londra, 1990, S. 336-43.
Tapınağa ilişkin o döneme ait tasavvurlara dair eksiksiz bir inceleme
için bkz. H. J. Nicholson, Templars, Hospitalers and Teutonic Knights. Images
of the Military Orders, 1128-1291, Leicester, Londra ve New York, 1993.
Vitry'lijacques, Historia
Hierosolimitana, cilt I (ii), s. 1083-4.
Vitry'li Jacques, Exempla,
no. 86, s. 39.
Wolfram von Eschenbach,
Parzival, çev. A. T. Hatto, Harmondsworth, 1980, s. 239.
Bkz. J. A. Brundage, Law, Sex and the Christian Society in Medieval
Europe, Chicago ve Londra, 1987, s. 403 ve n. 415.
Bkz. S. Schein, Fidelis Crucis, The Papacy, the West and the Recovery
of the Holy Land 1274-1314, Oxford, 1991, s. 74-111.
XIV. yüzyıl haçlı seferi tasarılarının kapsamı ve çeşitliliği konusunda
bkz. N. Housley, The Avignon Papacy and the Crusades 1305-1378, Oxford, 1986.
Batılı Hıristiyanlar açısından haçlı seferleri önemini korudu, Tapınağın hep
bir tartışma konusu olmasını açıklamaya yardım edebilecek bir durumdur bu.
Bkz. Forey, "Military Orders," s. 317-45; ve s. Schein, 'The
Templars: The Regular Army of the Holy Land and the Spearhead of the Army of
its Reconquest," MS, s. 15-25. 1274'ten sonra Tapınakçılar ve
Hayırseverlerin durumu konusunda bkz. Housley, The Later Crusades, s. 204-33.
Le Dossier, s. 2-15.
ham ve J. C. Holt, Woodbridge, 1984, s. 170. Kimi düşünceler eylem
imkanları da sunuyordu, ama Molay üstesinden gelinmiş şeylerin ne kadar az
olduğunun farkındaydı.
Bkz. Housley, The Avignon Papacy, s. 3.
Vitae Paparum Avenionensium, yay. haz. E. Baluze, yeni basım, G.
Mollat, cilt III, Paris, 1927, no. 32, s. 145-9.
Bkz. bu kitapta, s. 448.
Bkz. bu kitapta, s. 192-194.
2’ Bkz. bu kitapta, s. 446-449.
OR, s. 319. Thibaud Gaudin
l29l'den sonra anılmaz, Molay’ın üstat sıfatıyla anıldığı ilk atıfsa 8 Aralık
1293 tarihlidir, Calendar of the Close Rolls, Edward
I, cilt 111, AD 1288-96, s. 339. Tirli Tapınakçı, Molay'ın Thibaud
Gaudin'in halefi olduğunu söyler, Gestes des Chiprois, s. 329. Molay'ın hayatı
konusunda bkz. M. C. Barber, “James of Molay, the Last Grand Master of the
Tem-ple,” Studia Monastica, 14 (1972), 91-124; Bulst-Thiele, Magistri, s.
295-359; ve
J. Fried, "Wille, Freiwilligkeit und Gestandnis um 1300. Zur
Beurteilung des letzten Templergrossmeisters Jacques de Molay,” Historisches
jahrbuch, 105 (1985), 388-425.
Proces, cilt II, s. 139.
Proces, cilt II, s. 224-5, 290, 207-8. Seçim konusunda bkz. bu kitapta,
s. 291.
Gestes des Chiprois, s. 329-30.
Amadi, Chroniques, s. 280-1. Kayıp bir Fransızca kaynağın, adı
bilinmeyen bir tercüman tarafından yapılmış İtalyanca çevirisidir bu.
27 Bkz. bu kitapta, s. 270.
Histoire de l'Ile de Chypre, yay. haz. Mas Latrie, cilt II(i), s.
108-9; kralın Ro-ma’daki elçisine verdiği talimatların özetini içeren metin,
tarikatın kralla ihtilafının geçmişini de ana hatlarıyla serimler. Belgede
tarih yoktur, ama Mas Latrie metni Mayıs 1306 öncesine tarihler, zira
Lusignan’lı Amauri'nin saldırısı anılmamıştır. Aslında belge Henri'nin
hükümdarlığının Mayıs 1306’ya kadarki herhangi bir dönemine ait olabilir.
VIII. Bonifatius. Les Registres de Boniface VIII, yay. haz. G. Digard,
cilt II, BEFAR dizi 2, Paris, 1884, no. 2348, s. 37-9; no. 2439, s. 38-9
(1298).
Florio Bustron, Chronique, s. 137-8; Amadi, Chroniques, s. 248. Bu
olaylar için bkz. P. W. Edbury, The Kingdom of Cyprus and the Crusades,
11911374, Cambridge, 1991, s. 109-31.
3’ "Allocution au Roi Henri II de Lusignan," yay. haz. L. de
Mas Latrie, Revue des Questions Historiques, 43 (1888), 524-41.
Pierre Dubois, De Recuperatione Terre Sancte, yay. haz. C. V. Langlois,
Col-Iection de Textes pour servir a I'etude et a I'enseignement de l'histoire,
Faris, 1891, s. 13-14. Bkz. Barber, Trial, s. 15-16.
Proces, cilt 11, s. 139. Ayrıca bkz. bu kitapta, s. 361.
.
Der Untergang des
Templer-Ordens, cilt 11, s. 166-218. Bkz. Barber, "Suppl-ying the Crusader
States,” s. 320-1.
Acta Aragonensia, cilt l, Berlin, 1908, no. 17, s. 26-7.
A.g.e., cilt III, no. 18, s. 31-2.
Molay'm 11. Jaime’ye yazdığı mektup bu ziyaretin yegane tarih kaydını
içerir. St Just’lu Pierre'e yazdığı mektupta sadece ayın kaçı olduğunu
belirtmiştir Molay. Paris ile Londra’ya gittiği, duruşmada sunulan
tanıklıklardan çıkarsanır; ama tanıkların bellekleri tam anlamıyla güvenilir
olmasa gerektir. Molay'ı 1294'te İngiltere’de gördüğünü söyleyen Stoke'lu
John’dan, tarikata Molay tarafından duruşmadan on yıl önce, yani 1297'de,
Vaftizci Yahya Yortusunda, Paris’teki Tapınakta kabul edildiğini söyleyen Picardie
Correus İdarecisi St Just’lu Pierre’e (Molay’ın 1294'te mektup yazdığı Pierre
değildir bu) değin pek çok tanık vardır. St Just'lu Pierre yortu konusunda
yanılmıyordu muhtemelen, zira Parisli Tapınakçılar teamül gereği yılın o
döneminde büyük bir ruhani meclis toplarlardı, eğer o sıra batıda idiyse
Molay’ın da mutlaka katılacağı bir toplantıydı bu; ama idareci yıl konusunda
yanılmış olabilir. Conciliae Magnae Britanniae, cilt II, s. 387-8; Proces, cilt
I, s. 475. Ayrıca bkz. Der Untergang des Templer-Ordens, cilt ll, s. 192.
VIII. Bonifatius. Les Registres de Boniface VII, yay. haz. A. Thomas,
cilt I, Paris, 1884, no. 487, s. 169-70. Bu imtiyazlar, Kutsal Topraklar geri
alınana değin geçerli olacaktı.
Histoire de l'Ile de Chypre, yay. haz. Mas Latrie, cilt II(i), s. 91-2;
L. de Mas Latrie, "Rapport sur le recueil des archives de Venise intitule
'Libri pactorum,' ou 'Patti','' Archives des MissionsScientifiques, 1 (1851),
365.
Mas Latrie, Histoire de l'Ile de Chypre, cilt II(i), s. 97-8.
4’ Vlll. Bonifatius. Les Registres de Boniface VII, cilt I, no. 489, s.
170. Ayrıca bkz. Sicilya ve Fransa krallarıyla Romalıların kralına yazdığı
mektuplar.
Calendar of the Close Rolls, Edward 1., cilt Ill, AD 1288-96, s. 511.
Bulst-Thiele, Magistri, Ek I, no. 8, s 366-7; Calendar of the Close
Rolls, Ed-ward I., cilt I, AD 1302-7, s. 137-8. Molay'ın I. Edward'ın desteğine
atfettiği önem, kralı doğudaki gelişmelerden haberdar etme kaygısından da
çıkar-sanabilir, ayrıca bkz. William Rishanger, Chronica monasterii S. Albani,
yay. haz. H. T. Riley, RS 28, Londra, 1865, s. 400-1 (1299); ve Bulst-Thiele,
Magistri, Ek I, no. 7, s. 366 (1301).
James Doria, “Annales lanuenses,” Annali genovesi de Caffaro e dei suoi
continuatiori, yay. haz. C. Imperiale de Sant'Angelo, cilt V, Roma, 1929, s.
167. Ayrıca bkz. Schein, Fidelis Crucis, s. 82.
Amadi, Chroniques, s. 236-7; Gestes des Chiprois, s. 303-5.
“Actes passes a Famagouste de 1299 a 1301 par devant le notaire genois
Lamberto di Sambuceto," yay. haz. C. Desimoni, AOL, cilt II(ii), no. 74,
Paris, 1884, s. 42-3. Bkz. Richard, "The Eastern Mediterranean," s.
36, n. 109.
Amadi, Chroniques, s. 237-8; Gestes des Chiprois, s. 305-6; Marino
Sanudo, Liber secretorum fidelium crucis, Gesta Dei per Francos, yay. haz. ].
Bongars, cilt II, s. 242; Florio Bustron, Chronique, s. 132. Molay Moğollarla
ittifak kurma ihtimalini çok ciddiye almış, seferi finanse etmek için batıdaki
ocaklardan ek kaynaklar sağlamaya çalışmıştı, Acta Aragonensia, cilt I, no. 55,
s. 78-9. Bu tasarı batıda kısa bir süre büyük coşku yaratmıştı, bkz. Housley,
The Later Crusades, s. 23.
Amadi, Chroniques, s. 238-9; Florio Bustron, Chronique, s. 133; Gestes
des Chiprois, s. 309-10, burada Ruad'ın 1303'te kaybedildiği söylenir. Molay
l30l'de Aragön Kralı Il. Jaime'ye, Moğolların geleceği beklentisiyle Ruad'da
bir garnizon kurduğunu bildirmiştir, Papsttum und Untergang des Temple-rordens,
cilt Il, no. 3, s. 3-4.
Amadi, Chroniques, s. 238; Florio Bustron, Chronique, s. 134.
Bkz. S. Schein, "The Future Regnum Hierusalem. A Chapter in
Medieval State Planning," ]MH, 10 (1984), 95-105.
Vitae Paparuın Avenionensium,
cilt III, s. 161-2. Dubois, tarikatın döneklik ve riyakârlığının baştan beri
belli olduğuna inandığını iddia etmişti. Bkz. Pierre Dubois, The Recovery of
the Holy Land, çev. W. 1. Brandt, Records of Ci-vilization. Sources and Studies
51, New York, 1956, s. 6-8. Brandt, !. Ed-ward’ın ölümünü -7 Temmuz 1307- sınır
sayarak Dubois'nın incelemesini l306’ya tarihler. İlgaya ilişkin kısım sonradan
eklenmiştir; tarikatın dönekliği hakkındaki sözler, bu kısmın Ekim ayındaki
tutuklamalardan kısa süre sonra, muhtemelen l308’in başlarında kaleme
alındığını düşündürür.
Papa meseleden Kasım 1305'te, Lyon'daki taç giyme töreninde haberdar
olduğunu iddia etmiştir; ama anlaşıldığı kadarıyla 1307 baharına değin
Fransızların öncelikli meseleleri arasında yer almayan bir konudur bu, 'bkz.
Bar-ber, Trial, s. 48, 73.
Bkz. J. R. Strayer,
"France: The Holy Land, the Chosen People, and the
Most Christian King," Medieval Statecraft and the Perspectives of
History. Es-says by joseph R. Strayer, yay. haz. J. F. Benton ve T. N. Bisson,
Princeton, New Jersey, 1971, s. 300-14.
.
54 Delisle, Memoire, s. 53-5 ve
no. 27, s. 133-60.
1286-90 dönemine ait rakamların da ortaya koyduğu gibi, kraliyet
malikane gelirleri savaşlardan önce yükselişe geçmiş durumdaydı. IV. Philippe
1292'den itibaren her çeşit kraliyet gelirini artırmak için büyük bir gayret
gösterdi. Bkz. Strayer, Reign of Philip the Fair, s. 143 ve n. 4, s. 148-9.
Strayer bu karara bir anlam veremez; yazara göre, 130'3’te papalık ve
Fla-manlarla ilişkilerde ortaya çıkan vahim sorunlar düşünülürse, kötü bir
zamanda alınmıştır bu karar, Reign of Philip the Fair, s. 174. Ama akla yakın
bir açıklama da sunar Strayer: “Varılabilecek tek sonuç, Philippe'in bunu nihai
bir değişiklik saymadığıdır.” Keza 1295'te Louvre hazinesinin kurulması da,
zaman zaman büyük bir dönüşüm diye nitelenmesine karşın, pek önemli bir yenilik
değildi belki.
Mesela G. Mollat, The Popes at Avignon 1305-1378, çev. J. Love, Londra,
1963, s. 232-3.
Delisle, Memoire, s. 56-8. Bkz. mesela no. 33, s. 226-7; Ocak
1305-Kasım 1306 dönemine ait kayıtlar yer alır burada.
H. Prutz, Entwicklung und
Untergang des Tempelherrenordens, Berlin, 1888, no. 3, s. 297 (Louis'nin
onayı); no. 10-13, s. 302-3 (IV. Philippe'in kararları). Mainmorte [meşruta]
yasağı konusunda bkz. Lettres inedites de Philippe Le Bel, yay. haz. A.
Baudouin, Memoires de l'Academie des Sciences, lnscrip-tions et Belles-Lettres
de Toulouse, dizi 8, Toulouse, 1886, no. 184, s. 211-13.
Mesela bkz. lngiltere'de !. Edward'ın çıkardığı "Meşruta
Yasası" (1279). Sonuçları konusunda bkz. P. Heath, Church and Realm
1272-1461, Londra, 1988, s. 36-9.
6’ Prutz, Entwicklung, no. 21, s. 307-8.
Bkz. H. C. Lea, A History of the Inquisition of the Middle Ages, cilt
111, New York, 1889, S. 248-9.
Fransa'daki Tapınakçıların yaş ortalamaları için bkz. Barber, Trial, s.
54; ve “Supplying the Crusader States," s. 320-1.
Ordonnances des Roys de France de la troisieme race, yay. haz. E. de
Lauriere, cilt 1, Paris, 1723, s. 595-7.
Le Dossier, s. 114-15.
Bkz. Barber, Trial, s. 38-9.
67 Bkz. mesela Giovanni Villani ve
Guglielmo Ventura di Asti.
Dante, Purgatorio [Araj], şarkı 20, dize 91-3.
69 E. A. R. Brown, "The
Prince is Father of the King: The Character and Childhood of Philip the Fair of
France," Medieval Studies 49 (1987), 282-334.
70 A. Rigault, Le Proces de Guichard, Eveque de Troyes (1308-13),
Paris, 1896.
71 W. C. Jordan, The French Monarchy and the jews. From Philip Augustus
to the Last Capetians, Philadelphia, 1989, s. 191-4, 209-12.
R.-H. Bautier, “Diplomatique et histoire politique: ce que la critique
diplomatique nous apprend sur la personnalite de Philippe le Bel," Revue
his-torique, 259 (1978), s. 27.
Bkz. Jordan, Louis XI, s. 3-13, 220.
74 Murimouth'lu Adam, Continuatio
Chronicarum, yay. haz. E. M. Thompson, RS 93, Londra 1889, s. 16-17; Papsttum
und Untergang des Templerordens, cilt II, no. 34, s. 51. Bkz. Hillgarth, Ramon
Lull, s. 94-5; ve N. Cohn, Europe's Inner Demons, Londra, 1976, s. 81-2.
Ne ki Murimouth'lu Adam, anlaşıldığı kadarıyla ağızdan ağıza dolaşan
bilgilere dayanarak yazmıştı bunları, zira Tapınakçılar papa tarafından mahkûm
edilmediler, tarikat ilga edildi, Molaylı Jacques da malların Hayırseverlere
nakline karar verildikten çok sonra, 1314'te idam edildi.
Papsttum und Untergang des Templerordens, cilt II, no. 75, s. 118; no.
101, s. 183.
Bkz. Barber, Trial, s. 45-71.
Proces, cilt ll, s. 315-16.
Delisle, Memoire, s. 72 ve n. 2.
Bkz. bu kitapta, s. 405.
8’ Proces, cilt I, s. 353, 589.
Proces, cilt I, s. 598, kendi ifadesi. Ayrıca 1294 civarında Paris'teki
ana şapelde bir Tapınakçıyı daha kabul etmişti, Proces, cilt I, s. 597. Törenin
"gizli bir yer" diye nitelediği şapel hücresinde düzenlendiğini
söyleyen Foligny'li Jean'ın tanıklığı için bkz. Der Untergangdes
Templer-Ordcns, cilt II, s. 35.
Bkz. Strayer, Reign of Philip the Fair, s. 174-5.
84 Chronique Latine de Guillaume
de Naııgis de 1113 a 1300 avec les continuations de cette chroııique de 1300 a
1368, yay. haz. H. Geraud, cilt I, Societe de l'Histoire de France, Paris,
1843, s. 381.
Tour'lu jean'ın durumu, mesnetsiz itirafın -yoğun işkence, sözlü tehdit
ve ağır hapsin neticesi olmadığında bile- mahkûmiyet için sağlam bir dayanak
teşkil edemeyeceğini duruşma çerçevesinde ortaya koyan birçok örnekten biridir.
86 Mesela Aragon'daki duruşmanın
düzensiz seyri konusunda bkz. A. J. Fo-rey, "The Beginnings of the
Proceedings against the Aragonese Templars," God and Man in Medieval
Spain. Essays in Honour of ]. R. L. Highfield, yay. haz. O. W. Lomax ve O. Mackenzie,
Warminster, 1989, s. 81-96.
Bkz. R. Hill, "Fourpenny Retirement: The Yorkshire Templars in the
Four-teenth Century," Studies in Church History, 24 (1987), s. 123-8. Papa
XXII. jo-hannes bu durumu gayet can sıkıcı bir sorun olarak görmüş ve en geç
l324'te, Castilla, Leon ve Portekiz'de laikler arasında yaşayan eski
Tapınak-çıların ücretlerini kestirmişti, bkz. Mollat, Comptes Rendus, s.
376-80.
Proces, cilt II, s. 421-515; L. Menard, Histoire civile, ecclesiastique
et litteraire de la ville de Nismes, cilt I, Paris, 1750, preuves, no. 136, s.
166-95.
Le Proces des Templiers d'Auvergne (1390-11), yay. haz. Seve ve
Chagny-Seve.
Le Proces des Templiers d'Auvergne (1390-11), s. so-l.
Mesela Prutz, Entwicklung, s. 231.
92 The Trial of the Templars in the Papal State and the Abruzzi, s.
133.
Le Proces des Templiers d'Auvergne (1390-11), s. 150-2.
94 Joinville, Histoire, s. 24-5.
Rainerius Sacconi, “Summa de Catharis et Pauperibus de Lugduno,"
Un Traite neo-manicheen du XHle siecle: Le Liber de duobus principiis, suivi
d'un fragment de rituel cathare, yay. haz. A. Dondaine, Roma, 1939, s. 64.
Rainerius, Dominikenlere katılmış eski bir Kathardı. 1254-1259 arası
Lombardia'da Engizisyon üyesiydi.
Le Proces des Templiers d'Auvergne (1390-11), s. 116.
Le Procts des Templiers d'Auvergne, s. 65-6; Proces, cilt!, s. 58-9,
126.
Bkz. Barber, Trial, s. 161.
Le Proces des Templiers d'Auvergne, s. 70-1.
Mollat, "Dispersion definitive des Templiers," 377-8.
Hayırseverlerin o yılki durumu için bkz. The Knights Hospitallers in
Eng-land, yay. haz. L B.Larking ve J. M. Kemble, Camden Society, old series 65,
Londra, 1857, s. 212-13.
Hillgarth, Ramon Lull, s. 98-113.
N. Housley, "Clement V and
the Crusades of 1309-10JMH, 7 (1982), 29-43.
104 Le Dossier, s. 200.
Bkz. A. Luttrell, "Gli Ospitalieri e l'erediti'ı dei
Templari," MS, s. 76-8.
Papsttum und Untergang des Templerordens, cilt 11, no. 116, s. 220.
Zengin Tapınak arazilerinin devri, başlangıçta Hayırseverler açısından büyük
sorunlar yaratmıştı aslında. Mesela bkz. Essex'teki durum, The Cartulary of the
Knights of St john of jerusalem in England. Secunda Camera. Essex, yay. haz. M.
Gervers, Records of Social and Economic History, new series 6, Oxford, 1982, s.
xlvii-xlix.
Bkz. Housley, The Avignon
Papacy, s. 267-81; ve W. Urban, The Livonian Crusade, Washington, 1981, s.
29-62. Housley, Töton Tarikatı içerisinde genel amaçlar konusunda yürütülen
tartışmalara dikkati çeker; ama bir yandan da, Tapınak duruşmasının
-Venedik'teki büyük üstadın savunmasızlığını ortaya koymak suretiyle-
şövalyelerin hedeflerinin netleşmesine yardımcı olduğunu, böylece Marienburg'a
geçişi çabuklaştırdığını ileri sürer, The Later Crusades, s. 326-7.
108 Hiestand, “Problem,” 17-38.
Gestes des Chiprois, s. 253.
”0 Hiestand, “Problem," 19, 35-6.
1,1 1152 tarihli belge için bkz. bu kitapta, böl. 3, dipnot 59.
Bu görüş, düşmanın yaklaşması veya polis baskını halinde belgeleri imha
etmek gibi modern bir alışkanlığı referans alır, ortaçağ manastır
tarikatlarında hüküm süren eğilimleri değil.
Hiestand, “Problem," s. 23-25.
MOLAY’IN LANETİNDEN FOUCAULT SARKACINA
Molay ile Charney'in 18 Mart 1314 akşamı Paris'te yakılarak idam
edilmeleriyle Tapmak Tarikatı fiilen ortadan kalktı. Kimi şövalyeler mahkûm
veya mütekait olarak, hatta Portekiz'deki !sa Tarikatı gibi yeni kardeşliklere
katılıp kısa bir süreliğine yeniden iman savaşçısı olarak beş on yıl daha
yaşadıysa da, Sudheim'lı Ludolph'un Filistin'de iki eski Tapmakçıya rastgeldiği
1340'larda hâlâ hayatta bulunan pek az Tapı-nakçı olsa gerekti. Bu tarihte
artık dini tarikatlara yönelimin yerini, İngiltere'deki Dizbağı Tarikatı (1348)
ve Fransa'daki Yıldız Tarikatı (1351) gibi laik şövalyeliklere gösterilen
hararetli ilgi almış durumdaydı.’ Belli belirsiz bir Tapmak nostaljisi kaldıysa
bile, bu da XIV. yüzyıl ortalarının zorlu koşulları altında hızla dağılıp
gitmiş olmalıdır: l 348'de veba salgını çıkmış, Fransa ile İngiltere arasındaki
bitmez tükenmez savaşlar büyük yıkımlar yaratmış ve papalıkta Aziz Pet-rus'un
"dikişsiz" giysisinin parçalanmasına neden olan bir hizipleşme
skandalı patlak vermişti.
Bununla birlikte Tapınakçıların sarsıcı akıbeti 1314'ten sonra kısa bir
dönem, özellikle de İtalya'da vakanüvislerden rağbet görmüş, bu yazarlardan
bazıları anlatılarım Tapınağın intikamı hikâyeleriyle süsle
’ Askeri tarikatlarla yeni laik şövalyelikler arasındaki farklar için
bkz. Y. Re-nouard, "L'Ordre de la Jarretiere et l'Ordre de l'Etoile,"
Le Moyen Age, 55 (1949), 281-300; ve M. Keen, Chivalry, New Haven ve Londra,
1984, s. 179-99. Renouard'a göre yeni şövalyeliklerin kurulmasının bir sebebi
de, askeri tarikatların hatalarına tepki duyulmasıdır. me fırsatını
kaçırmamıştı. Tarikat önderlerinin idamından yaklaşık bir ay sonra, 20 Nisan
l314'te, uzun ve ıztıraplı bir hastalık geçiren Papa V. Clemens öldü; yedi ay
sonra da Güzel Philippe avlanırken bir at kazasında öldü. Şaşılacak bir şey
yoktu bu ölümlerde: Clemens papalık süresi boyunca sürekli ağır iç hastalıkları
geçirmişti, IV. Philippe'in av merakı da neredeyse bir takıntı olup çıkmıştı.
Ama efsaneler için bereketli bir toprak sağlamıştı bu durum; hele bir efsane
vardı ki, ardıl yorumların nasıl da kehanetin değer biçilmez müttefiki haline
gelebildiğini ortaya koyuyordu: lddiaya göre Molay, alevlere gömülmeden önce,
kendisine zulmedenlerin bir yıl içinde Tanrı'nın önünde hesap vereceklerini
söylemişti. Bu hikayenin bir çeşitlemesini de çağın va-kanüvislerinden
Vicenzalı Ferretto dillendirmiş, kalıbı Napolili bir Ta-pınakçıya uyarlamıştı -
V. Clemens'ın huzuruna çıkarılan bu Tapı-nakçı papayı haksızlık etmekle
suçlamıştı. Bir süre sonra, tam idam edilecekken, davasını "sizin şu
çirkin mahkemeniz’’den alıp "mekanı Cennet olan, yaşayan, gerçek Tanrı’ya
havale etmiş, bir yıl bir gün sonra IV. Philippe'le birlikte Tanrı'nın
huzurunda hesap vermek zorunda kalacağını söyleyerek papayı uyarmıştı.1
Zamanla bu olup bitenlerin bir etkisi daha çıktı ortaya: Birtakım
yazarları, Tapınak tarihine, yükseliş ve çöküşün kaçınılmazmış gibi görüneceği
yalın bir düzen vermeye teşvik etmek. Böylesi gözlemcilerden biri de, Güneybatı
Almanya'daki Ulm'dan Dominiken Felix Fabri'ydi; Birader Felix Kutsal Topraklara
1480 ve 1483'te iki hac yolculuğu yapmış, bu ziyaretler gördüğü yerler ve
buralara ait teşkilatlar hakkında kafa yormasına vesile olmuştu. Tirli
Guillaume veya Vitry'li
MOLAY'IN LANETİNDEN FOUCAULT SARKACINA
Jacques'ı okumuştu kuşkusuz, onlardan etkilendiği belliydi; ama
Ta-pınakçılara ilişkin hükmü daha ziyade duruşmada ortaya konan tarafgir
görüşten beslenmişti:
Başlangıçta kutsiyet ve faziletle donanmışlardı, ama iyice semirip tüm
yeryüzüne yayıldıktan sonra seleflerinden uzaklaşıp yozlaştılar. Dolayısıyla V.
Clemens zamanında -Sarazenlere katıldıkları ve büyük servetleri yüzünden
birtakım fena huylar edindikleri herkesin malumu olduğu için- Hıristiyanlarca
ele geçirilebilenleri öldürüldü; Asya'nın yanı sıra Fransa’da da, Roma'da hüküm
süren papanın rızasıyla Fransa Kralı Philippe tarafından yok edildiler, zira
fevkalade rezil bir hayat sürüyorlardı.
Yazarın "aşırı" bulduğu servetin bir kısmı Hayırseverlere,
kalanı da aralarında Dominikenlerin de bulunduğu diğer tarikatlara
bağışlanmıştı; ayrıca birtakım başka ocakların yanı sıra Viyana, Strasbourg,
Esslingen ve Worms'daki eski Tapınak ocakları da Dominikenlere devredilmişti.
Felix Fabri Tapınakçıların mahkûmiyetini haklı bulmuş, ama karşıt görüşün de
varlığını sürdürdüğünü ortaya koyan bir değiniyle bağlamıştı sözünü: Kimileri
de Tapınakçıların Güzel Philip-pe'in tamahkârlığının talihsiz kurbanları olduğuna
inanıyordu.2
Tirli Guillaume'dan itibaren kesintisizce izi sürülebilen, ama en
sağlam temellendirmesine duruşma ve ilga sayesinde ulaşan bu yükse-liş-çöküş
tasarımı o zamandan beri varlığını korudu. Sözgelimi XVII. yüzyılda Anglikan
ilahiyatçı Thomas Fuller (1608-61), 1639'da yayımlanan Historie of the Holy
Warre'ında ["Kutsal Savaşların Tarihi"] bu tasarıma yer vermiştir.
Evet, Kudüs kralı ile patriği bu çocuk-tarikatı iyice ağırlaşıp
dizlerini kırana kadar kucaklarında hoplattılar; bu nankör Tapınakçılar,
altında palazlandıkları koruyucu kanatların tüylerini yoldular. Dilenciyken bey
oldular; başlangıçta yiğitlerdi (kaçmaktansa ölürüz diye yeminler ederlerdi),
ama sonra sonra miskinlikten silahları unutup göbek bağladılar. Bebe
kundaklarının içinden kendi yasalarıyla alay ettiler; patriği umursamadılar,
ondan değnek yemek için fazla büyük olduklarını sandılar - biraz yozluklarından,
biraz servetlerinden ötürü kökleri kazınasıya.3
Başvurduğu dev genelleme Tapınakçılar ile Hayırseverleri
ayrıştı-ramamasına sebep olsa da, Edward Gibbon'ın sesi daha gürdü:
Ancak Kudüs'ün en sağlam istihkamı, Saint jean Hastanesi ile Süleyman
Tapınağının şövalyeleriydi [Hayırseverler ve Tapınakçılar], manastır hayatı ile
askeri hayatın, fanatikliği çağrıştıran, ama kuşkusuz siyaseten kabul gören
tuhaf bir bileşimiydi. Seçkin Avrupa asilzadeleri bu saygın tarikatların haçlı
binişlerini giyip antlarını içmeye talip oldular; ruhları ve disiplinleri
ebediydi; kısa sürede bağışlanan yirmi sekiz bin çiftlik -veya rahip
malikanesi- sayesinde, Filistin'i savunmak için süvari ve piyadelerden oluşan
düzenli birlikler beslediler. Silah kullanmak manastır sofuluğunu hızla
giderdi: Dünya bu Hıristiyan askerlerinin kibir, tamahkarlık ve yozluğundan
kaynaklanan skandallar-la sarsıldı; muafiyet ve salahiyet iddiaları Kilise ile
devlet arasındaki uyumu bozdu; haset dolu rekabetleri halkın huzurunu kaçırdı.
Ama Hastane ile Tapınağın şövalyeleri en sefih zamanlarında bile pervasız ve
fanatik karakterlerini korudular: Hayata karşı kayıtsızdılar, lsa'nın
hizmetinde ölmeye ise hazırdılar.4
Sir Steven Runciman'm üç ciltlik Haçlı Seferleri Tarihi’nin
“Son-söz"ünde de benzer bir ileti taşıyan örtük bir yapı vardır. İki büyük
askeri tarikatın kaderini karşılaştıran yazar şu sonuca varır:
Tapınak şövalyeleri daha az müteşebbis ve daha az şanslıydılar. Bunlar
eskiden beri Hayırseverlerden daha çok düşmanlık kazanmışlardı. Tarikatları
daha zengindi. Bu tarikat uzun süreden beri doğuda ana banker ve tefeci rolü
oynamaktaydı: Sempati kazanmaya pek müsait olmayan, başarıyla uyguladıkları bir
sanat. Tarikatın siyaseti katı bir bencillik ve sorumsuzluk olmuştu.
Şövalyeleri savaş sıralarında daima kahramanca savaşmakla beraber, para
ticareti yüzünden Müslümanlarla sıkı ve yakın bir temas içindeydiler. Bunlardan
birçoğunun Müslüman dostları olup, İslam dini ve İslam ilmine karşı ilgi
duymaktaydılar. Dolaşan söylentiler, tarikatın, kalelerinin duvarları arkasında
garip bir ezoterik felsefeyle uğraştığı ve sapıklık sayılabilecek bazı törenler
düzenlediğini iddia ediyordu. Tarikata giriş merasimlerinden, bunların Tanrı'yı
inciten bir türde ve ahlaksızca olduklarından dem vuruluyor ve tabiata aykırı
sapıklıkların yer aldığı orjiler yapıldığı fısıldanıyordu. Bu söylentileri,
düşmanların hiçbir temele dayanmayan uydurmaları saymak akıllıca bir şey olmaz.
Muhtemelen bu rivayetlerde, tarikata en etkili ve inandırıcı biçimde nasıl
saldırılabileceğini gösterecek kadar gerçek payı mevcuttu.5
Tapınakçıların kaderi hem döngüsel terimlerle sunulmaya, hem de XVI. ve
XVII. yüzyıllarda tarih incelemeleri ile siyaset tartışmalarında önemli bir yer
tutmaya devam etti.6
Şövalye nostaljisine saplanmış olanlar tarikatın akıbetine yazıklanırlarken,
ancien regime'in monarşi yanlısı yazarları -mesela Pierre Dupuy ile Etienne
Baluze- Güzel Philippe yönetiminin icraatını aklamak için o döneme dair
değerli, ama fazlasıyla seçicilik gösterilmiş belge koleksiyonları
derliyorlardı.7
Ancak Tapınakçılara yönelik ilgi asıl XVIII. yüzyılda, farmasonluğun doğuşuyla
canlandı. Farmasonlar sözde-tarihlerini yaratırlarken, Tapınak imgesine ikinci
olmazsa olmaz öğesini -"gizli cemiyet" öğesini-eklediler. Farmasonluk
önce lngiltere'de, üyelerinin yardımlaşma andı içtiği kulüpler halinde
örgütlendi; kulüplerin üye olmayanlara kapalı olması, bu örgütlenmenin etkisini
artırıyordu, Kapalılığı belirtmek için de birtakım gizli işaretlere, özel
toplantı ve ritüellere başvuruluyordu; iddiaya göre bunlar, meslek
"sırları"nı kuşaktan kuşağa aktaran, böylece uzmanlıklarının
başkaları tarafından ele geçirilmesini engelleyen ortaçağ mason localarından
alınmıştı - ne ki, XVIII. yüzyıl başlarında, hala işleyen gerçek mason
localarının mevcut olması hayli zordu. Ingiltere'de ortaya çıktığı sıralarda bu
hareketin şövalyelikle bir ilgisi yoktu; ama Fransa'ya yayıldığı l 730'larda,
masonluğun mazisinin şövalyelere uzandığı inancı gelişmeye başladı. Bu fikir
büyük ölçüde İskoç farmason Andrew Michael Ramsay'den (1696-1743) çıkmıştı;
Ramsay l 737’de, Fransa Büyük Locası Üstadı sıfatıyla, ileride temel bir öğe
olarak Tapınakçıların da dahil edilecekleri farazi farmasonluk tarihinin ana
hatlarını belirlemişti. Ramsay'in geçmiş kurgusuna göre , masonların tarihi
kadim zamanlara uzanmakla birlikte en önemli dönem, Kutsal Topraklarda
düşmanların ortasında Tapınağı yeniden kurma mücadelesi veren Hıristiyanların
birbirlerini tanımak ve korunmak için birtakım gizli işaretler geliştirdikleri
haçlılar çağıydı. İleri gelenleri “İskoç locası”ndan olan bu kimseler,
Hıristiyanlık davasının hem kurucusu hem savaşçısıydılar. Bunları
Hayırseverlerin yardım teşkilatıyla ilişkilendirmek için de küçük bir adım
yeterli olmuştu.8
Bu düşünce, mazisinin ortaçağa uzandığı varsayılan sözde-şövalye tarikatlarına
meftun Fransız aristokrasisi için özel bir cazibe taşıyordu. Genel bir haçlı
bağlantısı kurulmuş olmakla birlikte, 1760’larda Alman masonlar özel bir
Tapınak bağlantısı da geliştirdiler; iddiaya göre tarikat, Süleyman Tapınağında
faaliyet göstermesinden ötürü, Molaylı Jacques'ın idamından önce halefine
devrettiği, XVIII. yüzyıl farmasonlarının da doğrudan mirasçısı oldukları bir
gizli ilim-ler-sihirli güçler hazinesi edinmişti.9
Bu fikir kısa süre içinde verimli bir söylen kaynağı haline geldi.
Localarda Tir Kralı Hiram'ın katli efsanesine büyük önem atfedildi; efsaneye
göre Hiram Süleyman tarafından Tapınağın inşasıyla görevlendirilmiş, ama bunun
sonucunda, vakıf olduğu mason sırlarını efe vermediği için suikasta uğramıştı.
Güya Süleyman da Hiram'ın intikamını almak üzere birtakım “seçilmiş” üstatları
görevlendirmişti - XV111. yüzyıl sonu masonluğunun karmaşık “intikam
dereceleri”ne tahvil edildi bu fikir. Dev bir yapı kurma fırsatı doğmuştu.
Tapınağın ilgası, mevcut yetkeleri tehdit eden köklü hakikatlerin koruyucusu
olmuş bir tarikatı ezmeye kararlı, baskıcı dini ve siyasi kurumların suç eylemi
diye yorumlanabilmişti. Tapınakçıların yüzyıllarca gizliden gizliye
varlıklarını sürdürmeleri, tarikatın yok edilmesinin, özellikle de Mo-lay'ın
ölümünün intikamının alınmasının hala mümkün olduğunu gösteriyordu - tıpkı
Hiram'ın katlinin bedelini ödeten Süleyman'ın yaptığı gibi. Bu senaryo bazı
mason topluluklarının yanı sıra ve daha ziyade bunların muhaliflerini cezbetti
- l 790'ların başlarında Fransız Devriminin sergilediği şidddetin etkisiyle,
eski düzenin bozuluşunu bir gizli komployla açıklama fikrine kapılmışlardı
bunlar. Charles Lo-uis Cadet de Gassicour'ün (1769-1821) l796'da yayımlanan Le
Tombeau de ]acques Molay’ına ["Molaylı jacques'ın Mezarı"] bakılırsa,
son büyük üstadın laneti gerçekleşmişti sonunda: IV. Philippe'in yirmi ikinci
dereceden halefi ^XVI. Louis, yirmi ikinci büyük üstat Molay'ın işkenceden
geçirildiği söylenen kuleden çıkarak giyotine gitmişti.”
Ertesi yıl, Fransa'dan sürülmüş eski bir Cizvit olan Başrahip Au-gustin
Barruel (1741-1820), bu dağınık fikirleri genel bir tarih dizgesi haline
getiren çalışmasını ciltler halinde yayımlamaya başladı; eserinde, III.
yüzyılda yaşayan ve düalist Maniciliğe ismini veren Farsi Mani'den terör
çağının devrimci jakobenlerine uzanan muntazam bir toplum aleyhtarı öğretiler
hattının çizilebileceğini öne sürüyordu Barruel. Bu inançların aktarıcıları
arasında, XIII. yüzyılda Languedoc'ta yaşayan ve bir tür düalizme inanan sapkın
Katharlar ile bizzat Tapı-nakçılar da bulunuyordu. XVIII. yüzyıldaki
temsilcilerse Filozoflar,'1'
” C. L. Cadet de Gassicour, Le Tombeau de Jacques Molai, Paris, 1796,
özellikle s. ıo-ıı; bu kısımda, mason kisvesine bürünmüş Tapınakçılar, papa ile
Fransa krallarının soyundan intikam almaya adanan dört locayı kurmadan önce
Molay'ın küllerini toplarlar. Bkz. A. A. Mola, "Il Templarismo nella
Massoneria fra Otto e Novecento," MS, s. 266.
* XVIII. yüzyıl Fransasının Voltaire ve Rousseau gibi ünlü düşünürleri
-çn. farmasonlar ve Bavyera Aydınlanmışlarıydı.’2
Barruel'in Tapınak tarihine ilişkin görüşü, tanıdık yükseliş-çöküş tasarımına
dayanıyordu. Başlangıçtaki iffetin yerini hırs ve sefahat almıştı,
Müslümanlarla tehlikeli ilişkilere giren Tapınakçılar zorba ve adaletsiz
gasıplara dönüşmüşlerdi. Parisli Matthew’nun vakayinameleri, bu suretle nasıl
İmparator 11. Friedrich'in aleyhine çalıştıklarını açıkça ortaya koyuyordu.
Dolayısıyla uğradıkları akıbet pek şaşırtıcı değildi; suçları da itiraflarıyla
kanıtlanmıştı. Açıktır ki, Barruel bu konuda tamamen yaşadıklarının etkisi
altındaydı; 1773'te mensubu olduğu İsa Birliği ortadan kaldırılmıştı ve bu
yüzden büyük bir hınç besliyordu. "Cizvitler lağvedildiler;
yargılanmadılar, kimse davalarını dinlemedi: Üyelerinin tarikatları aleyhine
tek bir itirafı yoktur. Kendi aleyhlerinde aynı kanıtları sunsalardı eğer,
Tapınakçılar gibi onları da suçlu addederdim.” Mesele 1314'te kapanmamıştı
elbette; tarikatın ortadan kaldırılmasından sonra bazı suçlu Tapınakçılar
yasakları delmeyi başarmışlardı. Misillemede bulunma azmiyle "korkunç
gizemlerine” bir de intikam yemini eklemişlerdi; tarikatlarını ortadan kaldıran
krallarla papalardan, öğretilerini aforoz eden dinden öçlerini alacaklardı.
Simya ustaları yetiştirildi, tapım ve yeminler kuşaktan kuşağa aktarıldı.
Masonların övünmeye kalkıştığı atalar böyle kimselerdi işte. "Aynı
tasarılar, aynı usuller, aynı korkular babadan oğula bundan daha büyük bir
sadakatle nakledilemezdi.”
12 A. Barruel, Memoires pour servir ı:i l'histoire du Jacobiııismc,
cilt !, Vouille, 1973, s. 456-77 (ilk basım dört cilt, 1797-8). Bkz. Roberts,
Mythology, s. 188202; ve Partner, The Murdered Magicians, s. 131-3.
Farmasonluğa olağan ruhban ithamlarını yöneltirken bu akımın köklerinin
Şeytancı bir tapınım üstatları olan Tapınakçılara uzandığını söyleyen Fransız
piskopos Monsenyör Besson'un yapıtlarında da böylesi bir bağıntı açığa vurulur,
Oeuvres pastorales, cilt!, Paris, 1879, s. 217.
Geniş çaplı tarih açıklamalarının öyle bir cazibesi vardır ki, yazarlar
veri yokluğundan gözleri yılmaksızın hep kapılmışlardır bunlara. Son yıllarda
televizyon ve ucuz basım kitaplar sayesinde, Tapınakçı-ların asli tarihsel
görevlerini yerine getirdikleri iletisi (bunun iyiliğine kötülüğüne ilişkin
yorumlar, bakış açısının radikal veya muhafazakar olmasına göre değişir),
eskiye oranla çok daha fazla kişiye ulaşmıştır. Ama XVIII. yüzyılda olduğu gibi
bugün de Tapınakçıların “sırları"nın, ne idüğü belirsiz, manasız bir
tinsel aydınlanmanın yavanlığına kıyasla çok daha heyecan verici, toprağa
gömülü sahici bir hazine olduğu tahayyül edilir genelde. Hikayenin kimi
değişkelerine göre Tapınakçı-lar bu hazineyi, Katharların Pirenelerdeki
Montsegur istihkamının 1244'te Fransız kraliyet kuvvetlerince alınmasından
hemen önce ele geçirmişlerdi - bu istihkamın düşmesi Kathar bonhommes’larından
(vaizlerinden) pek çoğunun topluca yakılmasıyla sonuçlanmıştı. Başka
değişkelere göreyse Tapınakçılar sınırsız olduğu iddia edilen zenginliklerini,
büyük bir özenle korudukları büyü pratikleri sayesinde elde etmişlerdi.
Neticede Katharlarla aynı akıbete uğramaları şaşırtıcı değildi, aradaki fark
Tapınak önderlerinin hem tinsel hem maddi sırları sonraki kuşaklara devrederek
süreklilik zincirini koruyabilmiş olmalarıydı. Böyle bağlantılar tarihsel
komplo teorisi taraftarları için başlı başına bir ikna olma sebebidir; zira
bunlar rastlantısallıktan hiç hazzetmez, tarihi de genellikle -katılımcılarının
geleceğin Hercule Po-irot'ları için birtakım “ipuçları" bıraktıkları- tek
ve dev bir bulmaca olarak görürler.
Veri eksikliği bu tür yazarlar açısından ciddi bir sorun olmamıştır
hiç; bununla birlikte XIX. yüzyılda kimileri bu kuramları, Tapınakçı-ların
rolünün sahiden söylendiği gibi olduğunu kanıtlayacak mucizevi belge ve nesne
keşifleriyle pekiştirme gereği duymuşlardı. Bu keşifler arasında, Molay'dan
beri görevi yürüten Tapınak büyük üstatlarının listesi; Yahudilik ile
Hıristiyanlığın yaratılış öykülerini yadsıyan erken dönem Gnostik mezheplerle
ilintili imgelerin işlendiği, Tapınakçılara ait olduğu iddia edilen mahfaza,
sikke ve madalyonlar; Tapınakta Kat-harların vaftiz edilmiş bonhommes veya
perfecti'si'I gibi özel bir erginlenmişler kesimini içeren bir kademeleşme
olduğunu göstermeyi amaçlayan gizli "Kanunlar'' da bulunuyordu. Bu belge
ve nesnelerin çoğunun geçmişi ISOO'lerden önceye uzanmıyordu, dolayısıyla beş
yüz yıl önce dava görülürken Nogaret'li Guillaume ile adamlarının bunlardan
hiçbirini tespit edememiş olması şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte bir
yazar, Viyana'da Metternich için çalışan Avusturyalı şarkiyatçı Joseph von
Hammer-Purgstall, 1818'de yayımlanan ve İngilizceye The Mystery of Baphomet
Revealed ["Açığa Çıkmış Bafomet Gizemi”] adıyla tercüme edilen
çalışmasında, tam da böylesi nesnelere ilişkin bir yoruma dayanan alengirli bir
tez geliştirdi. Barruel'inkine benzeyen şümullü tarihsel yaklaşımıyla, bu
nesnelerin Gnostiklerden, hamisi Metternich'in pek ciddiye aldığı çağdaş
radikallere değin yıkıcı gruplar arasındaki bağlantıları ortaya koyduğunu iddia
etti. Tapınak Tarikatı toplumsal dokuyu tehdit etmiş böylesi örgütlerden
biriydi; zira Tapınakçılar, kökleri Hıristiyanlık öncesi zamanlara uzanan ve
iddiaya göre büyü ve gizli ilim uygulamalarının temel taşı olan Bafomet adlı
erselik bir puta tapıyorlardı. Açıktır ki Bafomet -duruşmada verilen ifadelerde
geçen bir sözcük olmakla birlikte- Muhammet isminin Eski Fransızcadaki bozulmuş
halidir aslında; sözcüğü Gnostik "ruh vafti-
'!' Kilisenin kutsamalarını kabul etmeyen Katharlarda özel bir “ruh
vaftizi" (consolamentum) uygulanıyordu. 'Kusursuzlar' (perfecti) denen
kesim, bu vaftizden geçmiş sıradan dindarlar ya da vaizlerden (bonhommes, “iyi
insanlar") oluşuyordu -çn.
zi"yle bağlantılandıran Hammer'in atfettiği etimoloji geçerli
değildir. Hammer düşüncelerini Latince kaleme alıp pek tanınmamış bir Alman
dergisinde yayımlatmış olsa da, tercüme edilip çok sayıda okura ulaştırıldığı
Fransa ile lngiltere'de bu fikirler büyük rağbet gördü.’3
Hammer'in tezinin nasıl ciddiye alındığını gösteren tipik bir örnek,
Jules Loiseleur'ün 1872 tarihli olmasına karşın l975'te bile yeni baskısı
yapılan La Doctrine secrete des Templiers'sinde [“Tapınakçıların Gizli
Öğretisi"] ortaya çıkar (bkz. resim 16).’4
Loiseleur, Hammer'in Gnostik bağlantılara ilişkin uslamlamasını uzun uzadıya
irdeleyip reddetmiş, ama bunu yalnızca onunkinin yerine -Tapınakçıların
ifadelerindeki tanıklıklara dayandığını düşündüğü- kendi tasarımını geçirmek
için yapmıştı. Tapınakçıların sahiden sapkınlık suçu işledikleri kanısındaydı
Loiseleur - yani çağın hakim töreleriyle ihtilafı olan gizli cemiyet fikrini
sürdürüyordu. Katharcılığın bir dalı olan bu sapkınlık, Bogomillerin öğretileri
ile Luciferciler dediği (sapkınlıkları inceleyen ciddi tarihçilerce artık
mevcudiyeti kabul edilmeyen) bir mezhebin uygulamalarının bir bileşimiydi.
Loiseleur'e göre ortaçağ “Tapı-nakçılığı" iki tanrı tanıyordu; biri semavi
alemdeki üstün bir varlıktı, safi tindi ve mükemmeldi, diğeri ise maddi dünyayı
düzenleyen kötü bir tanrıydı, maddi dünya onun hayat verici tohumlarından
filizlenmiş, zenginlik de bu tohumlardan doğmuştu. Kötü tanrı, semavi Ba-ba'nın
ona başkaldırmış büyük oğluydu aslında; küçük oğul da İsa Peygamberdi. Mal mülk
meraklısı Tapınakçılar haliyle maddiyat tanrı-
’3 J. von Hammer-Purgstall, "Mysterium Baphometis revelatum,”
Fundgruben des Orients, 6 (1818), 1-120, 445-99. Ama Hammer'in görüşlerine o
dönemde bile birtakım itirazlar yöneltilmişti, bkz. F. J. M. Raynouard,
"Etude sur 'Mysterium Baphometi revelatum'," ]ournal des Savaııts
(1819), 151-61, 221-9.
’4 J. Loiseleur, La Doctrine sccrete des Tcmpliers, Paris ve Orleans,
1872, yazarın vardığı genel sonuçlar için s. 43-8, 140-8.
sına yönelmiş, putlarında onu tasvir etmişlerdi. Isa Peygamberi
suçlarından ötürü idam edilmiş, dolayısıyla sadakati hak etmeyen bir sahtekar
sayıyorlardı. Haça hakaret, lsa'nın yadsınması, missada kutsama sözcüklerinin
atlanması -bunların hepsi duruşmada ortaya konmuş şeylerdi- lsa'nın kutsiyeti
fikrinin tamamen reddedildiğinin birer göstergesiydi. Loiseleur ayrıca
sapkınlığın Hayırseverlere de sızdığına ve bu durumun 1238 civarında Papa IX.
Gregorius tarafından örtbas edildiğine inanıyordu - söz konusu sapkınlığın
içeriği açığa çıkmış olsaydı eğer, bu bilgi Tapınakçılara ilişkin iddialarını
pekiştirmeye hizmet edebilirdi.
Entrika fantezileri sadece XVIII ve XIX. yüzyıla özgü değildir: 132l'de
Fransa Kralı V. Philippe cüzamlılar, Yahudiler ve Müslüman hükümdarların garip
bir ittifaka girdikleri, kuyuları zehirleyip meşru yetkeleri ortadan kaldırmak
suretiyle Hıristiyanlığı yıkmak için komplo kurdukları inancına kapılmıştı;
Engizisyon da XIV. yüzyılın büyük bir kısmını, Özgür Ruh Kardeşliği adlı mevcut
olmayan bir teşkilatı kovuşturarak geçirmişti - bu teşkilatın, benimsenmesi
halinde tam bir toplumsal yıkım getirecek kadar münafık ve habis fikirler
yaydığı düşünülüyordu.’5 Ama komplo teorilerinin
en verimli dönemi, evvelce benzeri görülmemiş hızlı toplumsal ve siyasi
değişimlere bir açıklama getirme ihtiyacının duyulduğu 1789-1848 arasıydı. J.
M. Roberts'a göre komplo teorileri “olgunlaşmakta olan burjuva toplumunun bir sapkınlığıydı,’6 Tapınakçılar da bunların ideal taşıyıcısı olmuştu. Fransız Devriminin
yarattığı bunaltıcı ortamda, böylesine ağır bir kar-
’5 Bkz. M. C. Barber, "Lepers, jews and Moslems: The Plot to
Overthrow Ch-ristendom in 1321," History, 66 (1981), 1-17; ve R. E.
Lerner, The Heresy of the Free Spirit, Berkeley ve Londra, 1972.
16 Roberts, Mythology, s. 2.
gaşanın olsa olsa uzun zamandan beri laik ve dini yapılanmayı yıkmaya
çalışan gizli odakların faaliyetlerinin bir sonucu olabileceği kanaati derhal
rağbet görmüştü. Anlaşıldığı kadarıyla, Tapınakçıların tarikatın ilgasından
sonra da nüfuzlarını korudukları fikrinin makrokozmik tarihsel değişim
mekanizmaları görüşüne (Hıristiyanlık öncesine uzanan bir değişim söz konusudur
burada) eklemlenmesi gayet tatmin edici bir sonuç vermişti.
Ama okur sayısı bakımından Sir Walter Scott'ın yanına ne Barruel
yaklaşabildi ne de Hammer; Britanya kaynaklı en inandırıcı modern Tapınakçı
imgesi, Scott'ın az önce betimlenen ortamda yazdığı romanları Ivanhoe ile
Tılsım'da ortaya çıkmıştır muhtemelen. Scott'ın romanlarında kutsiyetini
kaybedip yozlaşan tarikat tasarımı ile kötülük saçan gizli cemiyet fikri, bu
eserlerin öncesinde veya sonrasında benzeri görülmedik bir etkileyicilik ve
çarpıcılıkla bir araya getirilmiştir. Kendi çağında gayet popüler olan "Scott,
XX. yüzyıl sonlarında revaçta değildir artık. Ama tarihi romans edebiyat
piyasasının temel ürünlerinden biridir hala; keza Scott'ın kibirli Nörman
fatihler ile hınç dolu Sakson halk arasındaki husumetle ikiye bölünmüş bir
dünya olarak anlattığı XII. yüzyıl îngilteresi de, birçok okur için
anlamlandırılabilen ve Scott'ın meşhur karakterlerini taşıyabilen bir dünyadır
hâlâ: lnatçı, bazen de sorumsuz, ama kalben doğruluktan şaşmayan Kral Richard;
onun hain, entrikacı kardeşi Prens John; yalnızca adalet ve dürüstlük
erdemlerini savundukları için kanun kaçağı olan Robin Hood ve adamları. 1819'da
yayımlanan Ivanhoe'nun iskeleti budur ve romanda Tapınakçıların önemli bir rolü
vardır.10 Tapınak şövalyesi
Sir Brian de Bois-Guilbert temel anlatı kişilerinden biridir, kitabın ikinci
kısmında son sahnelerin mekânı da tarikattır.
Ana harlarıyla Ivanhoe, kadim Sakson davasını tam anlamıyla
benimsememesinden ötürü, tavizsiz bir yurtsever olan babası Cedric tarafından
reddedilmiş genç bir Sakson şövalyesinin, Ivanhoe’lu Wilfred’ın hikâyesidir.
Cedric, Kral Alfred’in soyundan gelen ve vesayeti altında bulunan Rowena’yı,
mevcut Sakson asillerinin en önemlisiyle evlendirerek davaya hizmet etmek
ister. 'Wilfred’ın Rowena’ya âşık olması, babasının isteklerine saygı
duymadığının bir kanıtıdır. İngiltere’den ayrılıp haçlılarla birlikte savaşır,
bu arada Kral Richard’la sıkı bir dostluk kurar. Ne ki Richard’ın yokluğunda
İngiltere, kötü kardeş John ile onu destekleyenlerin hükmü altına girmiştir.
John’un destekçilerinden biri de, o sıra bir İngiltere ziyaretinde bulunan ünlü
Tapınak şövalyesi Sir Brian de Bois-Guilbert’dir. Ashby-de-la-Zouc-he’de, Prens
John’un yönettiği büyük bir turnuva düzenlenir. Burada Bois-Guilbert dövüşteki
maharetini kanıtlar; yalnızca ilk günün sonunda, kendine Reddedilmiş Şövalye
diyen gizemli bir katılımcı (Ivanhoe), ikinci gün de Reddedilmiş Şövalye
yenilmek üzereyken araya giren kara zırhlı bir diğer kimliği belirsiz şövalye
(Kral Richard) atından düşürebilir onu. Ne ki John’un el altından, Avusturya’da
esir tutulan Richard’ın kurtulduğu, yeniden egemenlik sağlamak üzere
İngiltere’ye dönüş yolunda olduğu haberini almasıyla birlikte turnuva yarıda
kalır. John’un iktidarı elinde tutması için hızla harekete geçmesi
gerekmektedir, York’taki taraftarlarını bir araya getirmeye yönelik planlar
geliştirmeye koyulur.
Ama John’un destekçilerinin, önderlerinin amacından uzaklaşmalarına
neden olan başka planları vardır. Maurice de Bracy, Rowena’yı ele geçirmeyi ve
onunla evlenmeyi kafasına koymuştur, Tapınakçı ise Yahudi tefeci Isaac’ın güzel
kızı Rebecca’ya karşı dehşetli bir şehvet duymaktadır. Cedric, Athelstane,
Rowena ve Saksonlarla seyahat eden Isaac ile Rebecca'yı kaçıran De Bracy ve
Tapınakçılar onları Torquil-stone'a götürürler; kalenin sahibi, John'un bir
diğer destekçisi Regi-nald Front-de-Boeuftür ve Isaac'tan yüklü miktarlarda
para çekmek gibi özel bir çıkarı vardır bu işten. Ama kale Locksley'nin (Robin
Ho-od) topladığı kuvvetler tarafından kuşatılınca . entrikaları bozulur,
Locksley'yi Cedric'in pusudan kurtulmayı başaran iki adamı Gurth ile Wamba
harekete geçirmiştir. Kuşatma sonucunda kale düşer, Front-de-Boeuf öldürülür,
De Bracy esir alınır; Rebecca'yı kaçırıp Tapınağın o civardaki idare merkezine,
Templestowe'a götüren Tapınakçı kurtulur bir tek (bkz. resim 17). Tapınak
merkezinin o sıra, reform yapmayı aklına koymuş fanatik Büyük Üstat Lucas de
Beaumanoir'ı ağırlamakta olması Bois-Guilbert için bir talihsizliktir; onun
Rebecca'yı ocakta sakladığını anladığında büyük üstadın hiddeti,' merkezin
idarecisinin Bois-Guilbert'in mutlaka büyülenmiş olduğunu ileri sürmesiyle
yatış-tırılabilir ancak. Rebecca yargılanıp suçlu bulunur, ama bir müdafınin
kendisi için dövüşmesi hakkını öne sürerek infazını erteletmeyi başarır. Büyük
üstat Bois-Guilbert'in uğradığı utancı dikkate alıp onu Tapınak namına
dövüşmekle görevlendirir, Rebecca'ya da bir müdafi bulması için üç gün süre
tanınır. Son anda İvanhoe çıkar ortaya; at sırtında yaptığı uzun yolculuk ve
Ashby-de-la-Zouche'de aldığı yaranın hâlâ iyileşmemiş olması yüzünden
takatsizdir. Son dövüşte attan düşmesi şaşırtıcı olmaz, ama Tapınakçı da attan
düşmüştür ve Ivan-hoe ona doğru ilerlerken ölmüş olduğu anlaşılır,
"çarpışan şiddetli tutkularının kurbanı"dır. Kral Richard da tam
karşılaşma bittiğinde çıkar ortaya ve Prens John safındaki en önemli
entrikacılardan biri olan Templestowe İdarecisi Albert de Malvoisin'i tutuklar.
Bu hareket büyük üstatla ihtilafa sebep olur ve davayı papaya taşımak üzere
Tapı-nakçılarını İngiltere'den gönderir büyük üstat. Sonuçta Cedric de istemeye
istemeye Sakson monarşisini yeniden tesis etme hayalinin imkansızlığını
kabullenir ve Wilfred'ın Rowena'yla evlenmesine izin verir; Rebecca ile Isaac
ise, huzur içinde yaşama umuduyla Müslüman Granada'ya yerleşirler.
Scott'ın Brian de Bois-Guilbert portresinde Tirli Guillaume'un
dileyebileceği her şey mevcuttur. "Tarikatında yiğitlerin yiğidi olduğunu
söylerler; ama cemaatinin malum kusurları olan gurur, kibir, gaddarlık ve zevk
düşkünlüğüyle lekelenmiştir bu yiğitlik; ne dünyevi ne semavi hiçbir korku
tanımayan katı yürekli bir adamdır." Yabancı olduğu besbellidir, despotik
tavrı ve Sarazen uşaklardan oluşan egzotik maiyetiyle Orta lngiltere'de pek
münasebetsiz kaçar. Gururlu Sakson serflere, ehlileştirdiği vahşi esir Türklere
gösterilen muamelenin gösterilemeyeceğini bile anlayamaz. Böyle bir adam
tarikat "Kanun-lar"ının kısıtlayıcılığına da gelemez elbette.
"Yeminimi sorarsanız, büyük üstadımız muafiyet tanıdı bana; vicdanıma
gelince, üç yüz Sa-razeni kılıçtan geçirmiş bir adamın, Hayırlı Cuma arifesi
ilk kez günah çıkaran bir köylü kızı gibi öyle her küçük kabahati mesele etmesi
gerekmez," der. Aslında böyle birinin Tapınağa girmiş olması da tuhaftır,
ama gönül verdiği bir Gaskon leydisi tarafından reddedilmiş, hınç ve kederler
içerisinde tarikata katılmış "bedbin ve ümitsiz" biri olduğu
anlaşılır sonradan. Ridefort'lu Gerard'ın Botrun'un varisiyle evlenememesi
üzerine kapıldığı kızgınlığın romantikleştirilmiş bir değişkesidir bu kuşkusuz;
Tapınakçı küstahlığının Saint-Amand'lı Odon'u hatırlatması da tesadüfi
değildir.
Ancak Brian de Bois-Guilbert -güçlü ve baskın bir karakter olmakla
birlikte- münferit bir örnek olarak sunulmaz; özellikleri alttan alta mensubu
olduğu tarikatla bağlantılıdır. Açgözlülük ve şehvet düşkünlüğü yüzünden
süflileşmiş bir tarikattır bu, üyelerinin "Süleyman misali" kurallara
bayrak açması mümkündür. Kimileri sapkınlığa bulaşmış, kimileri de
Selahattin'in saldırıları karşısında uğranan mağlubiyetlere hizmet etmiştir.
Böylesi adamların, Kral Richard'la ihtilafında sürekli Fransa Kralı II.
Philippe'i tutmuş olmaları hiç şaşırtıcı değildir. Bu kadarı yetmezmiş gibi
birtakım kötücül tasarıların da mevcut olduğunu hissettirir Bois-Guilbert.
Rebecca'ya şöyle söyler:
Batıl inançlılardan başka kimsenin gözünde bir değer taşımayan ıssız
çölleri yok yere savunmaya çabalarken, açlıktan, susuzluktan, salgınlarda veya
vahşilerin saldırılarında şehit düşme mutluluğu uğruna hayatın zevklerinden
uzak durmaya ant içen kurucularımızın ahmakça çılgınlığına uzun zaman göz
yumduğumuzu zannetme. Tarikatımız kısa süre içinde daha atak, daha esnek
görüşler benimsedi ve fedakarlıklarının karşılığını almak için daha iyi bir yol
buldu. Avrupa'nın bütün krallıklarına yayılmış sınırsız mülklerimiz, tüm
Hıristiyan illerinden en seçkin şövalyelerin teşkilatımıza akmasını sağlayan
büyük bir askeri ünümüz var. Bunlar, sofu kurucularımızın hayal edemeyecekleri
amaçların hizmetinde - tarikatımızı eskimiş ilkelere hapsetmeye çalışan ve
batıl inançları yüzünden atıl piyonlarımız haline gelen zayıf ruhlardan
gizliyoruz bu niyetleri. Ama ben sırlarımızın ardına çekilmeyeceğim artık.
Bu sırada sahneye Büyük Üstat Lucas de Beaumanoir çıkar; suiistimalleri
önlemeye yemin etmiştir büyük üstat, ama bu çaba bile tarikatın aleyhine döner,
çünkü olağan insani duygulardan yoksun, katı yürekli, dar görüşlü biridir
Beaumanoir. Yoldaşlarına tarikatı temizlemeye kararlı olduğunu söyler:
Lekesiz kurucularımızın, hayatlarını Tapınağa ilk adayanların, Payns'lı
Hugues'ün, Saint-Omer'li Godefroi'nın ve kutsanmış Yedilerin ruhları Cennet'in
nimetleri arasında bile rahatsız. Conrade, gece rüyamda gördüm onları;
kardeşlerinin günahları, budalalıkları ve içine yuvarlandıkları çirkin, utanç
verici sefahat yüzünden mukaddes gözlerin-
den yaşlar akıyordu.
Ama Beaumanoir da gurur günahıyla maluldür. Krala itaat etmeyecektir,
tarikatın imtiyazlarına dokunulmasına izin vermektense ülkeyi terk eder. Papaya
müracaatında hem Saint-Amand'lı Odon'un Haşşaşin elçisi meselesindeki sözlerini
tekrarlar, hem de Vincentius Hispanus'un getirdiği genel suçlamayı haklı
çıkarır. Tarikatın yıkımını hazırlayan öğeler de belirmiştir burada,
Tapınakçılar mütevazılık ve yoksulluk yerine "sonunda ilgalarına sebep
olan kibir ve zenginliği" seçmişlerdir. Scott ister çocuklara yönelik bir
macera hikayesinden öte bir şey yazmamış olsun, ister kimilerince iddia
edildiği gibi romantizm ve şovenizm aleyhtarı bir ileti sunmayı hedeflemiş
olsun,11 özellikle de gerçek tarihi kişiliklerle kurulabilecek koşutluklar
düşünülürse, Ivanhoe okurlarının zihinlerinde Tapınakçılara dair canlı bir
tablonun oluşmaması mümkün değildir. Scott şövalye dünyasına özgü tehlikeleri
göstermek istediyse eğer, bu bakımdan Tapınakçılar en az Kral Richard kadar
önemli bir dolayımdır. Ayrıca Ivanhoe gizli cemiyetlerin varlığına hararetle
inanılan bir dönemin ortalarında yayımlanmıştır. XIX. yüzyılda pek çok kimsenin
duruşmada tarikata yöneltilen ithamların mesnetsiz olduğunu düşünememesi, hatta
Tapınakçı-ların sahiden de Bois-Guilbert'in deyişiyle birtakım
"sırlar"ın koruyucusu olduklarına inanması hiç şaşırtıcı değildir.
Tapınakçılar bir diğer Scott romanında, "Haçlı Hikayelerinden biri
olan ve 1825'te yayımlanan The Talisman'da da [Tılsım] ön plandadır (diğer
"haçlı hikayesi" The Betrothed'dir ["Nişanlı"]).12 Bu kez olaylar
doğrudan Filistin’de geçer, ama Ivanhoe’daki Brian de Bois-Guilbert kadar
önemli bir Tapınakçı figürü yoktur bu romanda; bununla birlikte tarikatın
başındaki Büyük Üstat Birader Giles Amauri'nin işlevi ve tavırları, hedefine
ulaşamayan, manevi gücü tükenen haçlı ordusunun entrikalarına, kötü hissiyatına
eşlik eden ve neticede kanlı, sarsıcı bir akıbete bağlanan bir motif oluşturur.
Ortaya çıkan tablo, lvanho-e'da yaratılan tarikat imgesini desteklediği gibi,
tarikatın meşum simya ustalarından oluşmuş gizli bir cemiyet haline geldiği
fikrini de iyice pekiştirir. Hikaye Üçüncü Haçlı Seferi döneminde geçer, temel
anlatı kişisi de Scott'ın gayet milliyetçi bir dille sunduğu I. Richard'dır.
Ancak romanın başında ateşler içinde yatmaktadır Richard, bu arada haçlı
ordusunun birbirini kıskanan ve baskıcı kişiliğinden ötürü Ric-hard'a hınç
besleyen çeşitli grupları da entrikalar ve karşı-entrikalar tertipleyerek dönüp
dururlar hastanın etrafında.
Hikaye bir lskoç şövalyesinin, Sir Kenneth veya "Panterin
Şövalyesinin tek başına çıktığı misyon yolculuğuyla başlar; Hıristiyan Prensler
Konsili tarafından (o sıra hasta olan Kral Richard bu konsilde yer almaz), ünlü
münzevi Engaddili Theoderick'e bir mesaj ulaştırmakla görevlendirilmiştir lskoç
şövalye. Mühürlü mektuplar taşır; temel amaç, Selahattin'e, haçlı ordularının
çekilmesini izleyecek kalıcı bir barış önermektir. Selahattin'den hürmet
göreceğine inanılan münzevi de aracılık rolünü üstlenecektir. Seyahat sırasında
Sir Kenneth Sara-zen bir emire rastgelir; hakkaniyetli bir dövüşe tutuşurlar ve
sonuçta aralarında bir saygı bağı kurulur. Bunun üzerine Sarazen, Kral
Ric-hard'ın tedavisi için kendi hekimini göndermeyi kabul eder; özel bir
muskanın, “tılsım”ın yardımıyla başarılı bir tedavi uygulanır krala. Kralın
iyileşmesi Hıristiyan kampındaki çekişmeleri şiddetlendirir; çünkü diğer
önderlerin hepsi -Fransa Kralı Philippe, Avusturya Dükü Leopold, Montferrat
Markisi Conrade ve büyük üstat- çeşitli gerekçelerle haçlı seferinden
vazgeçilmesini istemektedir, Richard ise seferi sürdürüp Kudüs'ü geri almaya
kararlıdır. Montferrat'lı Conrade'ın haçlı seferini baltalamak için çıkardığı
sancak tartışması bu ortamda doğar. Conrade, Selahattin'in kendisine bağışlayacağı
topraklara vali atanmayı ummaktadır - Richard'ın haçlı seferini sürdürmesi
halinde gerçekleşemeyecek bir emeldir bu. Conrade'ın ustaca hileleri ve şarap
yüzünden sersemleyen Avusturyalı Leopold, kralın önderliğine muhalefetini
göstermek için, kendi sancağını kampın ortasına, Richard'ın sancağının hemen
yanındaki bir tepeciğe diker. Kişiliğinden beklenebileceği üzere büyük bir
-hiddete kapılan Richard bu sancağı alaşağı eder ve ertesi gece kendi
sancaklarını korusun diye sadık tazısıyla birlikte Sir Kenneth'ı bekçi bırakır.
Bu arada Sarazen hekim el-Hakim Sir Kenneth'a, Selahattin'in aslında
düşmanlıklara son vermeye hazır olduğunu, bunun için de Ric-hard'ın akrabası
Leydi Edith ile evlenmek istediğini çıtlatır. Sir Ken-neth kulaklarına
inanamaz, aklı başından gider, tepkisinin tek sebebi bu evliliğin dini
sınırları çiğneyecek olması değildir, uzun süredir uzaktan uzağa sevdalıdır
Edith'e; tam da kafası böyle altüst olmuşken, Edith'ten geldiği söylenen bir
mesaj yüzünden nöbeti bırakır. Aslında Richard'ın kraliçesi Berengaria'nın
manasız bir şakasıdır bu, ama sonuçları kötü olur, Sir Kenneth oradan
ayrıldığında sancak indirilir, tazı da fena halde yaralanır. Sir Kenneth görevi
ihmalden ötürü ölümle cezalandırılmaktan, Richard'ın izniyle el-Hakim'in
kendisini köle olarak almasıyla kurtulabilir ancak. Müslüman kampına
dönüldüğünde emir ile el-Hakim'in aslında Selahattin'in ta kendisi olduğu açığa
çıkar; Selahattin şövalyeyi, sultanın bir hediyesi olarak Nuba köle kılığında
tekrar krala gönderir. Amaç, Sir Kenneth'a hatasını telafi etmesi için bir
fırsat sunmaktır; Sir Kenneth da önce Richard'ı bir Haşşaşin hançerinden
kurtararak, ardından da sadık köpeği sayesinde sancağı indirenin Conrade
olduğunu ortaya çıkararak bu fırsatı değerlendirir. Conrade suçunu inkar eder,
bu nedenle bir sınama dövüşü düzenlenir, dövüş Selahattin'in nezaket gösterip
hazırlattığı egzotik sahnede gerçekleşir, Richard'ı Panterin Şövalyesi temsil
eder. Sir Ken-neth hakkıyla galip gelir ve Conrade'ı ağır yaralar; marki suçunu
kabul eder. Sir Kenneth'ın da yoksul bir İskoç şövalyesi olmadığı açığa çıkar,
aslında Huntingdon Kontu ve İskoçya Prensi David'dir Sir Ken-neth - küçük
görülme korkusu duymaksızın Edith'le evlenmesini sağlayabilecek bir unvandır
bu.
■ En gerilimli sahnelerden biri vardır daha sırada; haçlı önderlerine
çadırında buzlu şerbet ikram eden Selahattin birdenbire palasını çeker ve daha
kaseye dudakları değmemiş büyük üstadın kafasını bir vuruşta gövdesinden
ayırır. Scott'ın bir ekteki açıklamasına göre bu olay, Gibbon'ın Hattin
savaşının ardından Chatillon'lu Rainald'ın Sela-hattin'in çadırında idam
edilişine ilişkin tasvirinden alınmıştır; yalnız Scott'ta kötü adam Rainald
değil büyük üstattır. Selahattin bunu niçin yaptığını açıklayarak şaşıran
haçlıları sakinleştirir:
Binbir türlü hıyaneti değil; kendi silahtarının da tanıklık edebileceği
üzere, Kral Richard aleyhine kışkırtıcılığa kalkışması değil; İskoçya prensi
ile beni çölde kovalaması, bizi ancak atlarımızın hızı sayesinde canımızı
kurtarabilecek hale düşürmesi değil; bu olayın akabinde Ma-runileri bize
saldırmaları için tahrik etmesi, bir anda pek çok Arabın yardıma koşmasını
sağlamasam bu planın akim kalmayacak olması da değil; her biri ölüm hükmünü
gerektirse de bu suçların hiçbiri değil, şimdi burada böyle yatmasının sebebi:
Olsa olsa yarım saat evvel, havayı zehirleyen samyeli gibi meclisimizi
kirletmiş, birlikte kurdukları çirkin planları itiraf etmesin diye yoldaşı ve
yardakçısı Montferrat'lı Conrade'ı hançerlemiş olması.
Büyük üstat kişisel hedefleri ve tarikatın amaçları uğruna her türlü
suçu işleyebilecek biri olarak sunulur; Scott bu hak edilmiş ölüme uygun bir
kişilik kurmaya özen göstermiştir. Kral Richard, savaştaki yiğitliğine karşın
büyük üstadı çoktandır "karanlık ve habaset dolu mahzenlerde, gizli
köşelerde en karanlık, en gayri tabii suçları işleyen bir putperest, bir
şeytanatapan, bir büyücü" diye bilmektedir. Hayırseverlerin ise bu tür bir
leke taşıdıkları düşünülmez - bununla birlikte laf arasında, para için Sarazenlerle
haince pazarlıklar yürüttüklerinden kuşkulanıldığı dile getirilir. Ama Scott'ın
asıl ilgilendiği, "bin türlü meşum entrikanın karanlık izini taşıyan
çehresiyle" büyük üstattır. Üstadın amacı, "aslında korumak için
kurulduğu dini tehlikeye atsa bile" Tapınak Tarikatının ihyasını
sağlamaktı; "bu kardeşliğin üyeleri, Hıristiyan rahibi gibi görünmekle
birlikte sapkınlık ve büyücülükle suçlanmış, Mukaddes Tapınağı korumaya ve
kurtarmaya ant içmiş olmakla birlikte gizliden gizliye Sultana çalıştıkları
kuşkusu uyandırmışlardı; kumandanları veya büyük üstatlarının karakteri ve tüm
tarikat, teşhiri halinde herkesin tüylerini ürpertecek bir muammaydı."
Dolayısıyla Tapınakçılar, Hayırseverlerle paylaştıkları emelin, "kendi
bağımsız ülkelerini" kurma tasarısının suya düşmemesi için, Avrupalı
hükümdarların haçlı seferlerinde başarılı olmasını önlemeye kararlıdırlar.
Büyük üstadın engel tanımazlığının sebebi budur. "Peygamber kavursun, hem
köklerini hem dallarıyla sürgünlerini" der civanmert Selahattin. Walter Map
ile Parisli Matthew'nun hayaletleri karşımızdadır gene.
Tapınağın birtakım sırlar saklamasının sebeplerine ve sapkın bir
tapınım odağı olan bir "put’un mevcudiyetine dair spekülasyonlar XX.
yüzyıl sonlarında bile miadını doldurmuş değildir. Ama hiç değilse kimi
yazarlar, Torino Kefeni diye bilinen ortaçağ mukaddes emanetinin (iddiaya göre
Isa'nın mucizevi bir suretini taşıyan defin giysisinin) sahiciliğine ilişkin
tartışma çerçevesinde, bu nesne için kesintisiz bir tarihsel köken çizgisi ve
bir laboratuvar analizi sunmaları gerektiğini anladılar - yoksa okurları kefene
duydukları inancı kaybedebilirlerdi. Bu da bilimciler, sanat tarihçileri,
gazeteciler, yayıncılar ve televizyon bilgelerinin benzer kazançlar
sağladıkları, gayet faal küçük bir sanayiye ciddi zararlar verebilirdi. Ne
yazık ki tarihsel kayıtlarda, kefenin lsa'nın yaşadığı çağdan kaldığını
kanıtlamayı güçleştiren gedikler vardır. Dördüncü Haçlı Seferi döneminde
Latinlerin Konstanti-nopolis'in -belki Torino Kefenini de içeren- zengin
mukaddes emanetler koleksiyonunu yağmaladıkları 1204 ile kefenin Charney'li
Geoff-roi adlı bir Fransız soylusu tarafından Troyes'da sergilendiği 1389
arasında ise bir uçurum söz konusudur bu bakımdan. lan Wilson'ın 1978 tarihli
The Turin Shroud'unda ["Torino Kefeni"] Tapınakçılar, l 760'lardan
beri sık sık görüldüğü üzere, ara halka haline getirilirler gene. Wilson'a göre
bu dönemde kefen, onu kullanan ve gizli ayinlerinin temel dayanağı olmasından
ötürü kopyalarını üreten Tapınakçı-ların elindeydi. Ama neticede ağır bir bedel
ödemişlerdi, zira duruşmada karşılaştıkları puta tapma ithamını esinleyen şey
bu faaliyetlerdi. Ne ki Güzel Philippe'in adamları da amaçlarına
ulaşamamışlardı; tutuklamalardan önce Tapınaktan çıkarılan, sonra da Charney
ailesinin koruması altına giren kefeni ellerinden kaçırmışlardı - varsayıma
bakılırsa, 1314'te Molay'la birlikte idam edilen Normandiya İdarecisi
Charney'li Geoffroi da bu aileye mensuptu. Aslında Tapınak-çıların bu mukaddes
emanetle bir bağıntısı olduğunu gösteren en ufak bir veri bile yoktur bu
kitapta, ama kuramın yapısının XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başı
fantezilerine çok şey borçlu olduğu açıktır.13
Üstatları ve erginlenmişleriyle bu komplo ve gizli cemiyet alemi,
kozmik tarihsel değişim açıklamalarına duyulan açlık karşısında kendinden geçen
yayıncıların bu alemden faydalanışları, ltalyan felsefeci ve filolog Umberto
Eco'nun muazzam hicvine de konu olmuştur. Fo-ucault Sarkacı’nda (1988) üç
yayınevi editörü, Belbo, Diotallevi ve Casa-ubon, prensip yoksunu patronları
Signor Garamond tarafından bir gizli ilimler dizisi hazırlamakla
görevlendirilir.14
Marksist ideolojinin modası geçmiştir; Garamond, bir inanç öbeğinin yerini bir
diğerinin almasından kaynaklanan bir boşluk tespit eder piyasada. "Bir
altın madeni bu. Bu insanların her şeyi yuttuklarını anladım, yeter ki sizin
dediğiniz gibi ‘hermetik’ olsun, yeter ki okul kitaplarında okuduklarının tam
tersini söylesin. Hem bunun kültürel bir görev olduğuna da inanıyorum. Doğuştan
iyiliksever değilim ben, ama şu karanlık günlerde birine bir inanç sunmak,
doğaüstüyle ilgili bir ışık tutmak..." Hem tapım meraklılarını hem bilim
çevrelerini içerecek dev bir okur kitlesi görür Garamond: "Haydi, şimdi iş
başına beyler. Kitaplıklara gidin, kaynakçalar derleyin, kataloglar
isteyin."
Malzeme devşirmeye koyulan editörler, bir yandan da kendi “gizli dünya
tarihi" değişkelerini kurmaya başlarlar; bu hayali tarihin merkezinde
-onların deyişiyle- “Plan" yer almaktadır. Tapınakçılar hakkında bir tez
yazmış olan Casaubon'un teşvikiyle, Tapınakçıların sırrının kuşaklar, ülkeler
aşılarak bugüne ulaştırıldığı fikrini işleyip inceltirler. Güzel Philippe de
sırrı elde etmek istemiştir haliyle, zira insanlık tarihindeki bilinmez gücün
anahtarıdır bu sır. "Doğru akımı yönlendirirsen, toprağın altını üstüne
getirebilir, milyarlarca yılda yaptıklarını on saniyede yaptırabilirsin ona;
bütün bir Ruhr havzası elmas yatağına dönüşür. Eliphas Levi evrenin
gelgitlerini ve akımları bilmenin, insanın her şeye gücü yeterliğinin gizini
içinde barındırdığını söylüyordu.” Ne ki Tapınakçılar ifşa etselerdi bile bu
sırrın pratikte Güzel Philippe'e pek bir hayrı dokunamazdı.
Gizi ele geçirdikten sonra Tapınakçıları durduran neydi? Bu gizden
yararlanmalıydılar. Ama bilmekle yapmak arasında uçurum vardır. Böylece,
şeytancı Ermiş Bernard'ın yol göstericiliğinde, Tapınakçılar, Keltlerin acınası
menhirlerinin yerinde, çok daha duyarlı, çok daha güçlü, içlerinde kara
bakirelerin bulunduğu, radyoaktif katmanlarla doğrudan bağıntılı yeraltı
gömütleriyle Gotik katedraller kurmuşlar, Avrupa'yı baştan başa, yersel
akımların güçlerini, yönlerini, gerilimle-rini karşılıklı olarak birbirlerine
ileten bir alıcı-verici istasyonlar ağıyla donatmışlardı.
Bana kalırsa, Yeni Dünya'da gümüş yatakları ortaya çıkardılar; sonra
Gulf Stream'i denetim altına alarak, bu madenleri Portekiz kıyılarına
akıttılar. Tomar, dağıtım merkeziydi. Föret d'Orient, başlıca ambar.
Varsıllıklarının kaynağı buydu işte. Ama bunlar ufak tefek şeylerdi.
Gizlerinden tam anlamıyla yararlanabilmek için en az altı yüzyıl sürecek bir
teknolojik gelişimi beklemek zorunda olduklarını anlamışlardı.
Torino Kefeni taraftarlarına göre Tanrı, kefenin sahiciliğinin ancak
XX. yüzyılda ortaya çıkabilecek teknik becerilerle kanıtlanmasını istemiştir;
kendi kazdıkları bilimsel ussallık kuyusuna düşen bu inançsızlar gibi Eco'nun
'editörleri de, "Plan''ı oluşturacak ilgisiz öğeleri bir araya getirmek
için XX. yüzyıl sonunun büyük icadı bilgisayardan yararlanırlar. Amaçları
açısından ideal bir makinedir bu, çünkü dev veri yığınlarını rahatlıkla
kullanılabilir hale getirir; bu da üç editörün, komplo teorisi meraklılarının
gönlünde yatan bağıntıları üretmesini kolaylaştırır. Casaubon'un dediği gibi:
"Eğer iki şey birbiriyle bağdaşmıyorsa, ama bunların ikisine de
inanılıyorsa, bir yerlerde bunları birleştiren üçüncü bir şeyin gizli olduğu
düşünülür; safdillik budur." Neredeyse her şeyin konması mümkündür bu
potaya. Dolayısıyla Ca-saubon'un "büyü tarihinin şimdiye değin
yayımlanmamış bir bölümünü" yazma önerisi, diğerleri tarafından coşkuyla
karşılanır. "Bunun yerine [bilgisayara] Şeytancıların yapıtlarından
alınmış -‘Tapınakçılar lskoçya'ya kaçtılar' ya da ‘Corpus Hermeticum
Floransa'ya 1460'ta getirildi' gibi- yirmi otuz kısa tümce, birkaç tane de
-‘açıktır ki' ya da 'bu da gösteriyor ki' gibi- bağlaç öbeği verirsek, bize
ipucu sunan dizeler elde edebiliriz." Olasılıklar sonsuzdur; Gül-Haçlar,
Saint-Germain Kontu, Okhrana, Haşşaşinler, Cizvitler, hatta Minnie Mouse
katılabilir oyuna. Ama temel bir aksiyom da getirir Casaubon: "Her işin
içinde Tapınakçılar vardır."
Ne ki editörler komplo teorilerinin baştan çıkarıcılığını hafife alıp
kendilerini bu işe iyice kaptırırlar: "Sanırım, öyle bir an gelir ki,
ina-nıyormuş gibi yapmaya alışmakla, gerçekten inanmaya alışmak arasm-da bir
ayrım kalmaz," der Casaubon. Ayrıca ciddi ciddi Tapınakçıların sırrı
aracılığıyla evrenin anahtarına ulaşmaya çalışanların kararlığını da hafife
alırlar - "Plan"ın mutlaka var olmasını isteyen, bu derin psikolojik
ihtiyacı karşılamak-için her şeyi yapabilecek kimselerdir bunlar.
"Gerçekten bir Plan varsa, başarısızlığa uğramak söz konusu değildir.
Yenik düşmüş olabilirsiniz, ama sizin suçunuz değildir bu. Bir Kozmik isteme
boyun eğmek utanılacak bir şey değildir. Korkak değil, kurbansınızdır."
Tapınak söylenleri gayet kalıcı olmuş, gerçek Tapınakçıların modern
çağdaki imgesine, tarikatın 1119-1314 arası belgeli tarihinin katkısı kadar
büyük bir katkıda bulunmuştur. Gnostisizm gibi bu söylenlerin de uzun
ömürlülüğü esneklikleriyle ilgilidir belki; zira bunlar, hem komplocu tarih
kuramlarının muhafazakar ve radikal taraftarlarınca, hem ortaçağ nostaljisine
gömülmüş romantiklerce, hem sözde-dini ritüellere ve teatralliğe
düşkünlüklerini açıklamak için renkli bir tarih arayan farmasonlarca, hem de kolay
kandırılabilen kimselerin sırtından kazanç sağlamaya bakan şarlatanlarca
kullanılmıştır. Bir akşam Casaubon Tapınakçıların hikayesini anlattığında,
dinleyicileri arasından bir kız ne kadar etkilendiğini dile getirir. "Çok
hoştu," dedi Dolores, "tıpkı bir film gibi." Belbo ise bu kadar
kolay etkilenmez. Kafaların çekildiği bir gecenin sonunda, birisinin deli
olduğunu nasıl anladığı sorusuna tereddütsüz cevap verir: “Onun için her şey
her şeyi kanıtlar. Delinin bir saplantısı vardır, bunu doğrulamak için her
şeyden yararlanır. Kanıtlamakta hiçbir sınır tanımayışın-dan, esin
pırıltılarından yararlanmasından tanırsınız deliyi. Size garip gelecek, ama bir
deli eninde sonunda Tapınakçıları atar ortaya."
KAYNAKLARA DAÎR
Tapınakçılara ilişkin bir çalışmaya zemin sağlayacak asli belgeler
mevcut değildir, çünkü tarikatın doğudaki ana arşivi yok olmuştur. Bu arşiv,
Osmanlı Türkleri 157l'de Kıbrıs'ı aldıklarında imha edilmiştir muhtemelen.
Rudolf Hiestand'ıri bu konu hakkında eksiksiz bir çözümlemesi vardır
(Archivalische Zeitschrift, 1980). Dolayısıyla Tapınak-çıların Doğu
Akdeniz’deki faaliyetlerine dair malumatın, büyük ölçüde, Tapınakçılarla
ilişkide bulunan kurumlarca -özellikle de Hayırseverler ve Kutsal Kabir rahipleri
gibi Kiliseye bağlı teşkilatlar ve İtalyan ticaret şirketlerince- derlenmiş
beratlardan, hukuk metinlerindeki sınırlı sayıda atıftan ve tarihçilerin,
doğuya giden haçlıların ve hacıların anlatımlarından çıkarılması gerekir. Kayda
değer veriler sunan, . doğrudan tarikata ait yegâne belge, XII ve XIII.
yüzyıllarda kaleme alınmış çeşitli Fransızca eklentileriyle birlikte
“Kanun”dur.
Latin doğunun tarihçileri arasında Tapınak tarihi kaynağı olarak
önplana çıkan iki kişi vardır: Tirli Guillaume ve Tirli Tapınakçı.
Guil-laume'un 1184’e kadar gelen Kudüs Krallığı tarihi, Tapınakçıların rolü ve
tarikatın iş gördüğü ortam konusunda önemli bilgiler sunar. Ancak başpiskoposun
“yükseliş ve çöküş” gibi hazır bir kalıp çerçevesinde geliştirdiği tavizsiz
sunumu ve tarikatın olgunluk dönemi konusunda peşin hükümlü olması, görüşlerini
tümden kabulden veya abartılı bir tepkiyle reddetmekten sakınmak için bilinçli
bir çaba göstermeyi gerektirir. XIII. yüzyılda, Gestes des Chiprois adlı
derlemede Tapınakçıla-ra pek çok atıfta bulunulmuştur; ama derlemenin en
faydalı bölümü, Tirli Tapınakçı adıyla tanınan ücretli bir tarikat yöneticisi
(belki de Büyük Üstat Beaujeu'lü Guillaume'un katibi) tarafından kaleme alman
kısmıdır - bu kısım, son derece kritik bir dönemi, 1249-1309 arasını kapsar.
Burada, Tapınakçıların söz konusu dönemde doğudaki siyasi ihtilaflarda
üstlendikleri rollere dair açıklamalardan, tarikatın Akka'daki karargahının
XIII. yüzyıla ait değerli bir tasvirine değin pek çok malzeme bulunmaktadır.
Ayrıca doğuya gidip izlenimlerini kaleme almış ziyaretçilerin büyük bir kısmı
da Tapınakçılara atıfta bulunur; bunun tek sebebi tarikatın doğunun meselelerindeki
ağırlığının kavranmış olması değildir, Tapınakçıların bazen propaganda amacıyla
ziyaretçileri etkilemeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Würzburg'lu jo-hannes,
Theoderich, Paderborn'lu Oliver ve joinville'li jean'm, ayrıca Marsilya .
piskoposunun maiyetinde bulunan ve piskoposun 1240 sonrası Safed'in yeniden
inşasında oynadığı rolü anlatan adı belirsiz kaynağın anlatıları önemli
malzemeler sağlar. Müslüman kaynaklarıysa bunlar kadar faydalı değildir, zira
haçlı seferleri İslam tarihinde Hıristiyan mirasında tuttuğu kadar önemli bir
yer tutmaz; bununla birlikte mesela İmadettin çarpıcı ve renkli diliyle,
tarikatın dini muhaliflerine nasıl göründüğü konusunda esaslı bir bakış imkanı
sunar.
Tarikata 1129 Troyes Konsilinde verilen, Latince yazılmış 72 maddelik
ilk "Kanun," 1267 civarına gelindiğinde 686 maddeye ulaşmıştı
-sonraki maddeler, Latincesi kıt biraderlerin anlamasını kolaylaştırmak için
Fransızca yazılmıştı. "Latince Kanun"da savaş alanından ziyade
manastır hayatı dikkate alınmış, dolayısıyla askerlik ve disiplinle ilgili
ihtiyaçlar bu eklentileri zaruri hale getirmişti. Askeri hiyerarşiye, manastır
hayatının idaresine, ruhani meclis toplantılarına ve karmaşık ceza sisteminin
uygulanımına ilişkin bölümler -hepsi aynı döneme ait olmamakla birlikte- 1187
öncesinde, muhtemelen de 1140'larla ll 60'ların başı arasında eklenmişti. XIII.
yüzyıl ortalarında ceza sistemi konusunda getirilen yeni açıklamalarla
"Kanun" daha da genişlemişti. Bu son kısmın yazarı görüşlerini
desteklemek için Tapınak tarihinden alınma gerçek olaylara başvurmuş, böylece
Tapınagın faaliyetleri hakkında başka hiçbir yerde bulunmayan bilgiler
sunmuştur. Katalanca yazılan kısım daha da geç bir tarihe aittir, 1268'de Bagras'ın
kaybedilmesine ilişkin benzersiz bir anlatım yer alır bu kısımda.
Tapınakçıların batıdaki rolüne dair belgelerse dagınık olmakla birlikte
daha çoktur. Başka yerlerin yanı sıra Provins, Richerenches, Do-uzens ve Huesca
gibi belli ocakların degerli sicil kayıtları yayımlanmış durumdadır;
lngiltere'deki Tapınak üstadının 1185'te yürüttügü soruşturmadan da, bir ilin,
arazilerin ve bu arazilere baglı hakların idaresine ilişkin bir fikir edinmek
mümkündür. Reims idare merkezinde saklanan ölüm kaydı tomarları ise, ocagın
yöre halkıyla ilişkileri konusunda ilk bakışta sanıldıgından daha aydınlatıcı
bir tablo sunar; ayrıca büyük üstatların çogunun ölüm tarihini içerir bu
kayıtlar. Marquis d'Albon'un Tapınak berat ve tebligleriiıi içeren genel bir
koleksiyon derleme girişimi, zamansız ölümüyle yarıda kalmıştır; ama marki
11SO'ye kadarki dönemi kapsayan hacimli bir cilt yayımlamış, koleksiyonunun
kalanı ise -mektup ve notlarıyla birlikte- Bibli-otheque Nationale'e
devredilmiştir. E.-G. Leonard'ın 1930'da yayım-ladıgı liste ve çözümlemeden de
anlaşılabilecegi gibi, bu belgeler tarikatın Fransa'daki ocaklarına ilişkin
çalışmalar açısından özel bir deger taşır. D'Albon yayımladıgı cildin sonuna,
tarikatla ilgili önemli papalık tebliglerini de eklemiştir; ama artık Rudolf
Hiestand'ın yayıma hazır-ladıgı 1972 ve 1984 tarihli iki ciltlik eser
kullanılmaktadır.
Ne ki batıda bile Tapınak kayıtlarında ciddi gedikler vardır:
Tapı-nakçıların -XIII. yüzyılda kuşkusuz kaynakların işaret ettiginden daha
büyük bir önem taşıyan- gemi taşımacılıgı faaliyetleri konusunda bilinenler pek
azdır; keza tarikatın mali sistemine dair belgeler de yetersizdir. Mali sistem
konusunda Leopold Delisle'in l 889'da yayımlanan öncü çalışması yeni
araştırmalara zemin sağlamıştır., Delisle Tapınak bankacılığının temel
öğelerini çözümlemekle kalmamış, temel belgeleri de yayımlamıştır. Bu belgelerden
biri -1295-96'ya ait Journal du Tresor'dan günümüze ulaşmış varakalar- bu
konuda karşılaşılan sorunları ortaya koyar. Günlük işlemlerini gören Paris
Tapınak bankasının kışkırtıcı bir görüntüsü bir anlığına beliriverir burada -
ne ki on yedi aydan kısa bir dönem söz konusudur.
Tarikata dair sağlam kanaatler geliştirmek, sadece haçlı devletlerine
gidenler veya yerleşenlere mahsus değildir elbette, Clairvaux'lu Bernard'ın
incelemesi De laude novae militiae, tarikata ilişkin en ünlü ve en çarpıcı
betimleme olmuştur hep; tarikat üyeleri hakkında hükümlere varmayı sağlayan
ölçütleri de yine bu metin getirmiştir. Ancak Aziz Bernard'ın döneminde ve
sonrasında, onunkine kıyasla deyişleri bütünlük ve incelikten uzak olsa da,
Tapınakçıların icraatı konusunda söz söylemek gereğini duyan pek çok batılı
yazar çıkmıştır. Bunlar arasında en tanınmışı -ve sonraki tarihçileri en çok
etkilemişi-Parisli Matthew'dur. Önyargıları Tapınakçılarla husumeti olan bilgi
kaynaklarınca bilenmiş olsa da, yazdıkları sadece umumi kanaati yansıtmasından
ötürü değil, doğudaki olaylar hakkında -ön saflardaki önderlerin mektuplar
dahil- pek çok malumat içermesinden ötürü de değerlidir. Vakanüvislerin
atıfları bir yana, 1274 Lyon Konsilinden sonra haçlı seferlerinin neliği ve
amaçlarına ilişkin .bir tartışma başlamış, bu tartışma kaçınılmaz olarak askeri
tarikatların rolünü gözden geçirmeyi de gerektirmişti. 129l'de Papa IV.
Nicolaus'un isteği üzerine raporlar hazırlayan din adamlarının yanı sıra
Padualı Fidenzio, Ramon Lull, Anjou'lu IL Charles, Pierre Dubois ve Tapınak
Üstadı
Molaylı jacques da Tapınağa ilişkin görüşlerini bildirmişlerdi.
Tartışma büyük ölçüde, Tapınakçılar ile Hayırseverlerin birleşmesinin haçlı
seferleri açısından hayırlı olup olmayacaği sorusu etrafında dönmüştü.
.
Tapınakçıların yargılanmasına ilişkin kaynaklarsa gayet zengindir;
bunun nedeni hem duruşmaların -arkalarında dev bir ifade yığını bırakan- yetkin
noterlerce zapta geçirilmiş olması, hem de meselenin pek çok tebliğ, mektup,
sefir raporu ve vakayiname atıfının kaleme alınmasına neden olacak kadar büyük
bir tartışma yaratmış olmasıdır. Paris'teki duruşmalarda verilen ifadelerin
büyük kısmı, jules Miche-let'nin 1841'de yayımladığı iki ciltlik çalışmada
mevcuttur; bu eserde, Paris'te Ekim ve Kasım 1307'de görülen ilk davaların,
1309-11 arası tarikatı bir bütün olarak inceleyen papalık komisyonunun ve
1310'da Ro-ussillon'da yürütülen piskoposluk soruşturmasının kayıtları bir
araya getirilmiştir. 1308'de Poitiers'de yürütülen papalık soruşturmasını,
131O'da Brindisi, Papalık Devleti ve Kıbrıs'ta görülen davaları incelemek için
gereken malzeme ve Vienne Konsili için hazırlandığı anlaşılan Ingilizlere ait
tarihsiz bir soruşturma raporu, Konrad Sc-hottmüller tarafından, Tapınakçıların
düşüşüne ilişkin çalışmasının (1887) ikinci cildinde yayımlanmıştır. Yakın
zamanlarda ise Roger Seve ve Anne-Marie Chagny-Seve tarafından Auvergne
duruşmalarıyla ilgili (1987), Anne Gilmour-Bryson tarafından da Papalık Devleti
ve Abruz-zi'deki duruşmalarla ilgili (1982) yeni ve önemli belgeler
yayımlanmıştır. Heinrich Finke'nin derlediği (1907) belge koleksiyonunda
bulunan, Aragön sefirine ait dava raporları da aynı ölçüde değerlidir. Dava
Vienne'de Tapınağın ilgasıyla sonuçlandı (1311-12); buna dair belgelerin,
Norman Tanner tarafından yayıma hazırlanan İngilizce çevirisi de mevcuttur
artık (1990). Temsili nitelik taşıyan en kullanışlı dava belgeleri koleksiyonu
ise George Lizerand tarafından derlenmiştir (1923).
Tapmak tarihinin canlandırılması bakımından yazılı kaynaklar esastır,
ama bunların çizimler ve maddi kalıtlarla pekiştirilmesi de mümkündür. Mesela
Paris'teki Tapmak merkezi mevcut değildir artık; ama buranın görünümü ve planı
hakkında, XVIII. yüzyıl gravürlerinden veya bunların Bibliotheque
Nationale'deki Cabinet des Estampes'ta bulunan kopyalarından bir fikir
edinilebilir. Doğudaki kalelerin çoğu, zamanın ve yeni savaşların gadrine
uğramıştır: Memluklar tarafından büyük ölçüde yıkılmış olan Atlit şimdilerde
lsrail'e ait bir deniz üssüdür, Safed'in kalıntıları bir parkta gömülüdür,
Beau-fort yakın tarihli bölgesel çatışmalarda hasar görmüştür, Bagras'ı da
depremlerle bakımsızlık harap etmiştir. Batıda ise Londra'daki Tapınak
Kilisesine 194l'de bomba isabet etmiş, zemindeki heykeller bundan büyük zarar
görmüştür. Ama önemli kale ve kilise kalıntıları da ulaşmıştır günümüze. Mesela
lberya'daki Segovia Tapmak Kilisesi, sonradan eklenen bir kuleyle görünümü
değişmiş olsa da etkileyicidir hala; başka yerlerin yam sıra Miravet,
Peniscola, Almourol ve To-mar'da önemli kale kalıntıları vardır. Cressac
(Charente) ile San Be-vignate'deki (Perugia, Umbria) iki kilise, mimari
bakımdan gayet sade olmakla birlikte, etkileyici fresk bezemelere sahiptir.
Montsaunes'deki (Haute-Garonne) küçük idare merkezinin kilisesinde bulunan
solgun fresk kalıntıları dikkate alınırsa, Tapmak kiliselerinde bu tür
bezemelerin mevcut kalıntıların düşündürdüğünden daha yaygın olduğu da
söylenebilir. Böylesi süslemeler Tapınakçıların kendilerini nasıl gördükleri
konusunda önemli ipuçları sunmaktadır.
Tarikat tarihinin çeşitli dönemleri arasında eşit dağılım göstermeyen
bu kaynaklar, son derece geniş bir ikincil literatür alam ya-
ratmıştır. M. Dessubre ve Heinrich Neu'un hazırladığı iki standart
kaynakça (sırasıyla Paris, 1928 ve Bonn, 1965), bu alanın genişliği konusunda
bir fikir verebilir. Ne ki Neu'dan sonra incelemelerin konusu epey değişmiştir.
lki iyi genel inceleme -Marie Luise Bulst-Thiele, Sacrae Domus Militiae Templi
Hierosolymitani Magistri (1974) ve Alain. De-murger, Vie et mort de !'ordre du
Temp!e (1985)- ile askeri tarikatların tarihine dair özlü ve çözümleyici bir
giriş çalışması -Alan Forey, The Military Orders (1992)- kaleme alınmıştır.
Tarikat hakkında üretilen tuhaf "sonraki tarih" ise, Peter Partner'ın
The Murdered Magicians’ında (1980) incelenmiştir. Tapınak
"imparatorluğu’nun belli bölgelerine ilişkin çalışmalar da ilginç bir
yaklaşım çeşitliliği sergiler: Birbirinden çok farklı, ama aynı ölçüde faydalı
iki örnek, Alan Forey'in Aragön Tapınakçılarına ilişkin ayrıntılı araştırması
(1973) ile Mario Roncetti, Pietro Scarpellini ve Francesco Tommasi’nin Perugia
San Bevignate Tapınak Kilisesinin tarihine ve sanatsal niteliğine ilişkin ortak
incelemesidir (Templari et Ospitalieri in Italia, 1987). Yakın tarihli süreli
yayınlarda da, Tapınak , kaynaklarının mükemmelen kullanıldığı makalelerle
konunun belli yönleri açıklığa kavuşturulmuştur. Mesela bkz. Joshua Prawer'ın
XIII. yüzyılın ikinci yarısında askeri tarikatlara yönelik genel tutumlarda
görülen değişimleri sergilediği makalesi "Military Orders and Crusader
Politics" (1980); Benjamin Kedar ve Denys Pring-le'ın yazılı kaynaklar ile
alan araştırmasını bir araya getirerek hazırladıkları La Feve Kalesine ilişkin
inceleme (1985); Rudolf Hiestand'ın, Troyes Konsilinin tarihlenmesine ilişkin
uzlaşmayı altüst eden çalışması "Kardinalbischof Matthaus von Albano”
(1988); ve Matthew Ben-nett'ın "Kanun’u Tapınağın askeri faaliyetleri
konusunda kaynak olarak kullandığı yazısı (1989). Son olarak, 1987'de
Poggibonsi-Siena’da düzenlenen Tapınakçılar konulu uluslararası konferansta
sunulan ve Giovanni Minnucci ile Franca Sardi tarafından yayıma hazırlanan
bildirilerden (1989) mevcut araştırma yönelimlerine dair bir fikir edinmek
mümkündür.
Vicenzalı Ferretto, “Historia rerum in Italia gestarum ab anno 1250 ad
annum usque 1318," RIS, cilt IX, s. 1017-18. Ferrotte 1328 civarında
yazmıştı. Çeşitli değişkeler için bkz. Lea, cilt III, s. 326-7.
Felix Fabri. The Book of the
Wandermgs of Brother Felix Fabri (c. 1480-1483), çev. A. Stewart, cilt II,
Palestine Pilgrims' Text Society 9, Londra, 1893, s. 320-1.
T. Fuller, The History of
ıhc Holy War, Londra, 1840, s. 71 (ilk basım 1639). Bkz. ayrıca s. 92, 191,
271-3, 242-7.
E. Gibbon, The History of
tlıe Decline ancl Fail of the Roman Empire [Roma fnıparatorluğu’mm Gerileyiş ve
Çöküş Tarihi], cilt VII, yay. haz. F. Fernandez-Armesto, Londra, 1990, s. 304
(ilk basım 1788).
Runciman, Haçlı Seferleri
Tarihi, cilt III, s. 368.
Bu dönemde Tapınakçılara yönelik tutumlar konusunda bkz. P. Partner,
The Murdered Magicians. The Templars and their Myth, Oxford, 1981, s. 90-7; ve
A. Wilderınann, Die Beurteilung des Templerprozesses his zum 17. ]ahr-huııdert,
Freiburg, 1971. Wildermann, duruşma tarihinden Pierre Du-puy'nin dönemine değin
tüm önemli yazarları, ülkelere göre düzenlenmiş sistematik bir çözümlemeyle ele
alır.
Histoire de l'Ordre Militairc des Templiers ou Chevaliers du Temple de
]erusa-lem, yay. haz. P. Dupuy, Brüksel, 1751 (ilk basım 1654, Dupuy'nin
ölümünden üç yıl sonra); Vitae Paparıım Avenionensium, aslı iki cilt, Paris,
1693.
1 Ramsay konusunda bkz. J. M. Roberts, The Mythology of the Secret
Societies, Londra, 1972, s. 35-8; ve Partner, The Murdered Magicians, s. 103-6.
Bu gelişmelere ilişkin en kapsamlı açıklama için bkz. R. Le Forestier, La
Franc-Maçonnerie templiere et occultiste au XVIIIe et XIXe siecles, yay. haz.
A. Faiv-re, Paris, 1970.
Partner 1760 civarına ait
Tapınak-Almanya bağıntısı icadının izini sürer, The Murdered Magicians, s.
110-14. .
’ 17 Sir Walter Scott, Ivanhoe. A Romance, 1819.
Bkz. mesela J. E. Duncan, “The Anti-Romantic in Ivanhoe," Walter
Scott. Modern ]udgements, yay. haz. D. O. Devlin, Londra, 1968, s. 142-7.
Sir Walter Scott, The Talisman, 1825.
1. Wilson, The Turin Shroud,
Harmondsworth, 1979 (1978 basımının gözden geçirilmiş hali), s. 193-237. Bkz.
M. C. Barber, “The Templars and the Turin Shroud," The Catholic Historical
Review, 68 (1982), 206-25. Bu türe ait, büyük ilgi toplamış bir diğer kitap: M.
Baignent, R. Leigh ve H. Lincoln, The Holy Blood and the Holy Grail, Londra,
1976. Mesela s. 34: "Tapınakçılara eğilmemizle birlikte araştırmalarımız
somut belgeler sunmaya başladı ve gizem tahayyülümüzü kat kat aşan boyutlar
kazandı."
U. Eco; Foucault Sarkacı, çev.
Şadan Karadeniz, İstanbul, 1993. Alıntılar s. 252-3, 430-1, 57, 357-8, 444,
589, 99, 73-4.
YARARLANILAN ESERLER
Kaynaklar
Acta Aragonensia, yay. haz. H. Finke, 3 cilt, Berlin ve Leipzig,
1908-22.
Acta imperii inedita, yay. haz. E. Winkelman, cilt!, Innsbruck, 1880.
“Actes passes a Famagouste de 1229 a 1301 par devant le notaire genois
Lam-berto di Sambuceto,” yay. haz. C. Desimoni, AOL içinde, cilt II(ii), Paris,
1884.
“Actes passes en 1271, 1274 et 1279 a l'Aıas (Petite Armenie) et a
Beyrouth par devant des notaires genois," yay. haz. C. Desimoni, AOL
içinde, cilt !, Paris, 1881.
Adam, Murimouth'lu, Continuatio Chronicarum, yay. haz. E. M. Thompson,
RS 93, Londra 1889.
Alberico, Trois Fontaines'li, “Chronica a monacho novi monasterii
Hoiensis interpolata,” yay. haz. P. Scheffer-Boichorst, MGH SS, cilt XXIII.
Albertus Aquensis, "Historia Hierosolymitana,” RHCr. Occidentaux,
cilt IV.
“Allocution au Roi Henri il de Lusignan,” yay. haz. L. de Mas Latrie,
Revue des Questions Historiques, 43 (1888).
Amadi, Chroniques d'Amadi et de Strambaldi, yay. haz. R. de Mas Latrie,
cilt I, Collection de documents inedits sur l'histoire de France, Paris, 1891.
Ambroise, L'Estoire de la Guerre Sainte par Ambroise, yay. haz. G.
Paris, Collection de documents inedits sur l'histoire de France, Paris, 1871.
The Anglo-Saxon Chronicle, çev. D. W. Whitelock, Londra, 1961.
“Annales Herbipolenses," yay. haz. G. H. Pertz, MGH SS, cilt XV!.
“Annales Monasterii de Burton 1004-1216,” yay. haz. H. R. Luard,
Annales Monastici, cilt I, RS 36, Londra, 1864.
“Annales Prioratus de Dunstaplia,” yay. haz. H. R. Luard, Annales
Monastici, cilt III, RS 36, Londra, 1866.
“Anonymous Pilgrim,” V.2, çev. A. Steward, Anonymous Pilgrims (1 Ith
and 12th centuries), Palestine Pilgrims' Text Society 6, Londra, 1894.
Anselme, Havelbergli, Dialogues, yay. haz. ve çev. G. Salet, cilt !,
Sources Chretiennes 118, Paris, 1966.
Arab Historians of the Crıısades, yay. haz. ve çev. F. Gabrieli, Ing.
çev. E. ].
Costello, Londra, 1969.
"Assises de la Cour Bourgeois," RHCr. Lois içinde, cilt II.
"Assises de la Haute Cour," RHCr. Lois içinde, cilt I.
Les Assises de Romanie, yay. haz. G. Recoura, Bibliotheque de l'Ecole
des Ha-utes Etudes, Paris, 1930.
Gli Atti Perduti della Cancelleria Angioina, yay. haz. C. de Lellis,
cilt 1 (i), RCI 25, Roma, 1939.
Bahaettin lbni Şeddat (Beha ed-Din), Life of 5aladin, çev. C. R.
Conder, Palesti-ne Pilgrims' Text Society 13, Londra, 1897 (yeni basım 1971).
Bartholome, Neocastro'lu, Historia 5icula, yay. haz. G. Paladino, RIS
içinde, cilt XIII(iii).
Benjamin, Tudelalı, Itineraiy, çev. ve yay. haz. M. N. Adler, Londra,
1907.
Bernard, Clairvaux'lu, "Apologia ad Guillelmum Abbatem," 5.
Bernardi Opera içinde, cilt III, Tractatus et Opuscula, yay. haz. J. Leclercq
ve H. M. Rochais, Roma, 1963.
"Liber ad Milites Templi de Laude Novae Militiae," 5.
Bernardi Opera içinde, cilt III.
Epistolae, 5ancti Bernardi Opera içinde, cilt VII, VIII, Roma, 1974-7.
"In Praise of the New Knighthood," The Works of Bernard of
Clairvaux içinde, cilt VII, Treatises, 3, çev. C. Greenia, önsöz R. J. Z.
Werblowsky, Cister-cian Fathers Series 19, Kalamazoo, Mich., 1977.
Bernat Desdot, Chronicle of the Reign of King Pedro III of Aragon, AD
1276-1285, çev. F. L. Critchlow, Princeton, 1928.
Bibliotheque Nationale, Manuscrits Latin 14679.
,
Moreau 871, Cartulaire de l'Abbaye de de Rosieres
Nouvelles Acquisitions Latines, 2, 3, 37, 38, 46, 59, 70.
Bonifatius, VIII. Les Registres de Bonface VII, yay. haz. A. Thomas,
cilt I, II, BEFAR dizi 2, Paris, 1884.
.
"Bulles pour l'ordre du Temple tirees des archives de
Saint-Gervais de Casso-las," yay. haz. Delaville Le Roulx, ROL, II
(1905-8).
Burchard, Monte Sion'lu, "Descriptio Terrae Sanctae," yay.
haz. J. C. M. La-urent, Peregrinatores Medii Aevii Quatuor, Leipzig, 1864.
Calendar of the Close Rolls, Edward 1., cilt III, AD 1288-96, Londra,
1904; cilt V, AD 1302-7, Londra, 1908.
Calendar of the Patent Rolls preserved in the Public Record Office,
Henry Ill, 123247, Londra, 1906.
Cartulaire de l'abbaye de Saint-Aubin d'Angers, yay. haz. A. de
Bertrand de Bro-ussillon, cilt II, Paris, 1903.
Le Cartulaire du Chapitre du Saint-Sepulchre de]erusalem, yay. haz. G.
Bresc-Ba-utier, Documents relatifs a l'histoire des croisades publies par
l'Academie des Inscriptions et Belles-Lettres 15, Paris, 1984.
Cartulaire de la Commanderie de Richerenches de l'ordre du Temple
(1136-1214), yay. haz. Marquis de Ripert-Monclar, Documents inedits pour servir
a l'histoire du Department de Vaucluse, Paris, 1907 (yeni basım 1978).
Cartulaire de l'Eglise Collegiale Notre-Dame de Beaujeu, yay. haz.
M.-C. Guigue, Lyon, 1864.
Cartulaire general de l'Ordre des Hospitaliers de Saint-]ean de
]erusalem, 11001310, yay. haz. J. Delaville Le Roulx, 4 cilt, Paris, 1894-1905
(yeni basım 1980).
Cartulaire general de l'ordre du Temple 11197-1150. Recueil des chartes
et des bulles relatives a l'ordre du Temple, yay. haz. Marquis d'Albon, Paris,
1913.
Cartulaires des Templiers de Douzens, yay. haz. P. Gerard ve E. Magnou,
Col-lection de documents inedits sur l'histoire de France 3, Paris, 1965.
Cartulario del Temple de Huesca, yay. haz. A. Gargallo Moya, M. T.
Iranzo Mufiio ve M. J. Sanchez Us6n, Textos Medievales 70, Zaragoza, 1985.
The Cartulary of the Knights of St ]ohn of ]erusalem in England.
Secunda Camera. Essex, yay. haz. M. Gervers, Records of Social and Economic
History, new series 6, Oxford, 1982.
Catalan Rule, Archivo de la Corona de Aragön, Barselona, Cartas reales,
3344.
Chartes de Terre Sainte provenant de l'abbaye de Notre Dame de
]osaphat, yay. haz. F. Delaborde, Paris, 1880.
"Chartes de Terre Sainte," yay. haz. J. Delaville Le Roulx,
ROL, 11, 1905-8.
Chartes et documents poitevins du XII1e siecle en langue vulgarie, yay.
haz. M. S. La Du, cilt II, Archives historiques du Poitou 58, Poitiers, 1963.
"Les Chemins et pelerinages de la Terre Sainte," yay. haz. H.
Michelant ve G. Raynaud, Itineraires a]erusalem, Cenevre, 1882.
Chronica de Mailros, yay. haz. J. Stevenson, Edinburgh, 1835.
"Chronica regia Coloniensis," yay. haz. R. Röhricht,
Testimonia Minora de
Quinto Bello Sacro, Cenevre, 1882.
"Chronicon Sampetrinum, yay. haz. B. Stübel, Geschichtsquellen der
Provinz Sachsen, cilt !, Halle, 1870.
Chronique Latine de Guillaume de Nangis de 1113 il 1300 avec les
continuations de cette chronique de 1300 il 1368, yay. haz. H. Geraud, cilt !,
Societe de l'Histoire de France, Paris, 1843.
Chronique de la Maison de Beaujeu, yay. haz. M.-C. Guigue, Collection
Lyonna-ise 4, Lyon, 1878.
Clemens, IV. Les Registres de Clement IV, yay. haz. E. Jordan, cilt!,
BEFAR dizi 2, Paris, 1893.
Codice Diplomatico sui rapporti Veneto-Napoletani durante il Regno di
Carla I d’Angid, yay. haz. N. Nicolini, RC! 36, Roma, 1965.
Conciliae Magnae Britanniae et Hiberniae, yay. haz. D. Wilkins, cilt
II, Londra,
1737.
La Continuation de Guillaume de Tyr (1184-1197), yay. .haz. M. R.
Morgan, Do-cuments relatifs a l'histoire des Croisades publies par l'Academie
des Insc-riptions et Belles-Lettres 14, Paris, 1982.
Crusaders as Conquerors. The Chronicle of the Morea, çev. H. E. Lurier,
Records of Civilization. Sources and Studies 69, New York ve Londra, 1964.
The Crusades. Idea and Reality 1095-1274, yay. haz. ve çev. L. ve J.
Riley-Smith, Londra, 1981.
Daniel. “The Life and Journey of Daniel. Abbot of the Russian
Land," Jerusa-lem Pilgrimage içinde, yay. haz. J. Wilkinson, Hakluyt
Society 167, Londra, 1988.
Dante Alighieri, The Divine Comedy, Cantica II, Purgatory, çev. D.
Sayers, Harmondsworth, 1955.
“De constructione castri Saphet," yay. haz. R. B. C. Huygens,
Studi Medievali, dizi 3, 6 (1965).
Decrees of the Ecwnenical Councils, yay. haz. N. P. Tanner, cilt!,
Londra, 1990.
Deliberazioni del Maggior Consiglio di Venezia, yay. haz. R. Cessi,
cilt II, R. Ac-cademia dei Lincei. Commissione per gli atti delle Assemblee
Constituzi-onali Italiane, Bologna, 1931.
Diplomatic Documents (Chancery and Exchequer), yay. haz. P. Chaplais,
cilt !, 1101-1271, Londra, 1964.
"Un document sur !es debuts des Templiers," yay. haz. J.
Leclercq, Revue d'Histoire Ecclesiastique, 52 (1957).
Documenti del commercio veneziano nei secoli XI-XIII, yay. haz. R.
Morozzo della Rocca ve A. Lombardo, 2 cilt, RCI 28, Roma, 1940.
Documenti sulle relazioni delle cittıi toscane coll'Oriente cristiano e
coi Turchi fino all'anno 1531, yay. haz. G. Müller, Floransa, 1879.
Documents concernant les Templiers extraits des archives de Malte, yay.
haz. J. Delaville Le Roulx, Paris, 1882.
Documents en Français des Archives Angevines de Naples (Regne de
Charles Ier), yay. haz. A. de Boüard, 2 cilt, Paris, 1933. ■
"Documents relatifs a la successibilite au tröne et a la
regence," RHCr. Lois içinde, cilt II.
Le Dossier de l'Affaire des Templiers, yay. haz. ve çev. G. Lizerand,
Les Classiques de l'Histoire de France au Moyen Age, 2. basım, Paris, 1964.
Ebu Şame (Abu Shama), "Le Livre des Deux Jardins," RHCr.
Historiens Orientaux içinde, cilt lV,V.
Ebülfida (Abu'! Feda), "Annales," RHCr. Historiens Orientaux
içinde, cilt I.
"Emprunts de Saint-Louis en Palestine et en Afrique," yay.
haz. G. Servois, BEC 19, (1858).
Epistolae Saeculi XIII e Regestis Pontificum Romanorum, yay. haz. C.
Rodenberg, MGH Epistolae içinde, cilt I, Berlin, 1883.
"Epistola Sancti Ludovici Regis de Captione et Liberatione
sua," yay. haz. A. Duchesne, Historiae Francorum Scriptores, cilt V,
Paris, 1649.
Eracles. L'Estoire d'Eracles Empereur et la Conqueste de la Terre
d'Outremer, RHCr. Occid. içinde, cilt I, Il.
Ernoul-Bernard. Chronique d'Ernoul et de Bernard le Tresorier, yay.
haz. L. de Mas Latrie, Paris, 1871.
Etudes sur les actes de Louis VII, yay. haz. A. Luchaire, Paris, 1885.
Felix Fabri. The Book of the Wanderings of Brother Felix Fabri (c.
1480-1483), çev. A. Stewart, cilt II, Palestine Pilgrims' Text Society 9,
Londra, 1893.
Ferretto, Vicenzalı, "Historia rerum in Italia gestarum ab anno
1250 ad annum usque 1318," RIS içinde, cilt IX.
Flores Historiarum, yay. haz. H. R. Luard, cilt Il, III, RS 95, Londra,
1890.
Florio Bustron, Chronique de l'İle de Chypre, yay. haz. R. de Mas
Latrie, Colec-tion de documents inedits sur l'histoire de France. Melanges
historiques 5, Paris, 1886.
Foedera, Conventiones, Literae et Cuiuscunque Generis Acta Publica,
yay. haz. T. Rymer, 3. edisyon, cilt I(ii), Hague, 1745.
"Fragment d'un cartulaire de l'ordre de Saint-Lazare en Tene
Saime," yay. haz. A. de Marsy, AOL içinde, cilt Il, Paris, 1884.
Fulcherius Carnotensis, Historia Hierosolymitana, yay. haz. H.
Hagenmeyer, Heidelberg, 1913.
Geoffroi, Clairvaux'lu, Vita S. Bernardi, PL içinde, cilt iss (i).
Gerald, Wales'li, "De Principis lnstructione Liber,” yay. haz. G.
F. Warner, Gi-raldi Cambrensis Opera, cilt VIII, RS 21, Londra, 1891.
Gervase, Canterbury'li, The Gesta Regum with its Continuation, yay.
haz. W. Stubbs, RS 73, Londra, 1880.
Gesta Crucigerorum Rhenanorum,” yay. haz. R. Röhricht, Quinti Belli
Sacri Scriptores Minores, Societe de l'Orient latin: serie historique 2,
Cenevre, 1879.
Gesta Regis Henrici Secundi Benedicti Abbatis: The Chronicle of the
Reigns of Henry II and Richard I, AD 1169-1192, known commonly under the name
of Benedict of Peterborough, yay. haz. W. Stubbs, 2 cilt, RS 49, Londra, 1867.
Gestes des Chiprois, yay. haz. G. Raynaud, Cenevre, 1887.
Gregoire, Rahip. "Chronique de Gregoire Le Pretre," RHCr.
Documents Armeniens içinde, cilt I.
Guillaume, Nangis'li, "Vie de Saim Louis," RHG içinde, cilt
XX.
Guillaume, Tirli, Chronique, yay. haz. R. B. C. Huygens, 2 cilt, Corpus
Christianorum. Continuatio Mediaevalis 63, 63A, Turnhout, 1986.
A History of Deeds done beyond the Sea, çev. E. M. Babcock ve A. C.
Krey, 2 cilt, Records of Civilization. Sources and Studies 35, New York, 1943
(yeni basım 1976).
Guiot, Provins'li, "La Bible," Les Oeuvres de Guiot de
Provins, poete lyrique et satirique içinde, yay. haz. J. Orr, Manchester, 1915.
Henry, Huntingdon'lı, Historia Anglorum, yay. haz. T. Arnold, RS 74,
Londra, 1879.
"Epistola ad Walterum de Contemptu Mundi," Historia Anglorum
içinde, yay. haz. T. Arnold.
Hethum, "La Flor des Estoires de la Terre d'Orient," RHCr.
Documents
Armeniens, cilt 11.
Histoire de l'Ile de Chypre, yay. haz. L. de Mas Latrie, cilt II,
Paris, 1852.
Histoire de l'Ordre Militaire des Templiers, ou Chevaliers du Temple
de]erusalem. Depuis son Etablissement jusqu' a sa Decadence et sa Suppression,
yay. haz. P. Dupuy, Brüksel, 1751 (ilk basım 1654).
Historia Diplomatica, yay. haz. J.-L.-A. Huillard-Breholles, cilt 1,
II, Paris, 1852.
Honorius, lll. Regesta Honorii Papae II, yay. haz. P. Pressutti, cilt
1, Il, Roma,
1888-95.
lnnocentius, lll. Innocenti P. P. Registrorum, PL içinde, cilt 214-16.
lnnocentius, lV. Les Registres d'Innocent IV, yay. haz. E. Berger, cilt
1-lll, BEFAR dizi 2, Paris, 1884-97.
Instrumenta Episcoporum Albinganensium, yay. haz. G. Pesce, Documenti
del R. Archivo di Stato di Torino, Collana Storico-Archeologica della Liguria
Occidentale 4, Albenga, 1935.
lsaac, L'Etoile'lü, "lsaac de l'Etoile et son siecle: Texte et
commentaire historique du sermon XLVlll," yay. haz. G. Raciti, Cteaux:
Commentarii Cisterciensis, 12, 196 l.
Das Itinerarium peregrinorum. Eine zeitgenössische Chronik zum dritten
Kreuzzug in ursprünglicher Gestalt, yay. haz. H. E. Mayer, MGH Schriften
içinde, cilt XV111, Stuttgan, 1962.
Itinerarium Peregrinorum et Gesta Regis Ricardi, yay. haz. W. Stubbs,
cilt 1, RS 38, Londra, 1864.
lbnülesir (Ibn al-Athir), "Extrait de la Chronique intitulee
Kamel-Altevarykh," RHCr. Orientaux içinde, cilt l, II (i).
lbnülfurat (Ibn al-Furat). Ayyubids, Mamlukes and Crusaders.
Selectionsfrom the Tarikh al-Duwal wa'l-Muluk of Ibn al-Furat, metin ve çev. U.
ve M. C. Lyons, tarihsel önsöz j. Riley-Smith, 2 cilt, Cambridge, 1971.
lbnülkalanisi (Ibn al-Qalanisi), The Damascus Chronicle of the
Crusades, yay. haz. ve çev. H. A. R. Gibb, University of Landon Historical
Series 5, Londra, 1932.
İmadettin Isfahani ('lmad ad-Din al-lsfahani), Conquete de la Syrie et
de la Pa-lestine par Saladin, çev. H. Masse, Paris, 1972.
jaime, Aragönlu, The Chronicle of ]ames I, King of Aragon, surnamed the
Conqueror, çev. J. Forster, 2 cilt, Londra, 1883.
James Doria, "Annales lanuenses," Annali genovesi de Caffaro
e dei suoi continuatiori içinde, yay. haz. C. Imperiale de Sant'Angelo, cilt V,
Roma, 1929.
Jacques, Vitry'li, “Historia Hierosolimitana," yay. haz. J.
Bongars, Gesta Dei per Francos, cilt I(ii), Hanover, 1611.
The Exempla or Illustrative Storiesfrom the Sermones Vulgares, yay.
haz. T. F. Crane, NewYork, 1890.
Lettres de Jacques de Vitry: (1160/1170-1240), eveque de
Saint-Jean-d‘Acre, yay. haz. H. B. C. Huygens, Leiden, 1960.
Jerusalem Pilgrimage 1099-1185, yay. haz. J. Wilkinson, J. Hill ve W.
F. Ryan, Hakluyt Society 167, Londra, 1988.
Jean, Joinville'li, Histoire de Saint Louis, yay. haz. ve çev. N. De
Wailly, 2. edisyon, Paris, 1874.
loannes Kinnamos, The Deeds of John and Manuel Commenus, çev. C. M.
Brand, Records of Civilization. Sources and Studies 95, New York, 1976.
John, Salisbury'li, Historia Pontificalis, yay. haz. ve çev. M.
Chibnall, Londra,
1956.
Ioannis Saresberiensis Episcopi Carnotensis Policratici, cilt II, yay.
haz. C. C. Webb, Oxford, 1909.
Policraticus: Of the Frivolities of Courtiers and the Footprints of
Philosophers, yay. haz. ve çev. C. J. Nederman, Cambridge, 1990.
Johannes, WurzburgJu, “Descriptio Terrae Sanctae," yay. haz. T.
Tobler, Descriptiones Terrae Sanctae ex saec. VIII. IX. XII. et XV., Leipzig,
1874.
The Knights Hospitallers in England, yay. haz. L. B. Larking ve J. M.
Kemble, Camden Society, old series 65, Londra, 1857.
Layettes du Tresor des Chartes, yay. haz. M. A. Teulet, cilt!, II,
Paris, 1863.
“Lettre des Chretiens de Terre-Sainte a Charles d'Anjou," yay.
haz. Delaborde, ROL, 2 (1894).
“Lettre inedite de Hugues de Saint-Victor aux Chevaliers de
Temple," yay. haz. C. Sclafert, Revue d'ascetique et de mystique, 34
(1958).
“Lettres inedits concernant les croisades," yay. haz. C. Kohler ve
C.-V. Langlo-is, BEC, 52 (1891).
Lettres iııedites de Philippe Le Bel, yay. haz. A. Baudouin, Memoires
de l'Academie des Sciences, Inscriptions et Belles-Lettres de Toulouse, dizi 8,
8, Toulouse, 1886.
Lettres des Premiers Chartreux, cilt !, 5. Bruno, Guiges, S. Anthelme,
Sources Chretiennes 88, 2. basım, Faris, 1988.
"Libellus de expugnatione Terrae Sanctae per Saladinurn,"
yay. haz. J. Steven-son, Coggeshall’lu Ralph, Chronicon Anglicanum içinde, RS
66, Londra, 1875.
' "Les Lignages d’Outremer," RHCr. Lois içinde, cilt. !!.
Ludolph, Sudheim’lı, Liber de !tinere Terrae Sanctae, yay. haz. F.
Deycks, Stuttgart, 1851.
"Majus Chronicon Lemovicense,” RHG içinde, cilt XXI.
Makrizi (Maqrisi). Histoire d'Egypt de Makrizi, çev. E. Blochet, ROL, 6
(1898); 8 (1900-1); 9 (1902); 10 (1903-4); II (1905-8).
Histoire des Sultans Mamelouks de l'Egypte, yay. haz. ve çev. M. E.
Quatra-rnere, cilt!, II, Faris, 1837-45.
Marino Sanudo, Liber secretorum fidelium crucis, Gesta Dei per Francos,
yay. haz. J. Bongars, cilt!, Hanover, 1611.
Martin da Canal,.Les Estoires de Venise. Cronaca veneziana in
linguafrancese dal-le origini al 1275, yay. haz. A. Lirnentani, Civilta
Veneziana, Fonti e Testi 12, Floransa, 1972.
Matthew, Farisli, Chronica Majora, yay. haz. H. R. Luard, cilt IV-VI,
RS 57, Londra, 1880.
"Menkonis Chronicon," yay. haz. L. Weiland, MGH SS içinde,
cilt XXIII, Leip-zig, 1925.
Mikhael, Suriyeli, Chronique de Michel Le Syrien, Patriarche ]acobite
d'Antioche (1166-99), yay. haz. ve çev. J.-B. Chabot, cilt III, Faris, 1905.
Monumenta Boica, yay. haz. Academia scientiarum Boica, cilt XXIX(ii),
Münih,
1831.
"Un nouveau rnanuscrit de la Regle du Ternple," yay. haz. J.
Delaville Le Roulx, Annuaire-Bulletin de la Societe de l'Histoire de France, 26
(ii) (1889).
"Obituaire de la Commanderie du Ternple de Reirns," yay. haz.
E. Barthelerny, Melanges historiques. Collection des Documents inedits içinde,
cilt IV, Faris, 1882.
Odon, Deuil’lü, De Projectione Ludovici VII in Orientem, yay. haz. ve
çev. V. G. Berry, Records of Civilization. Sources and Studies 42, New York,
1948.
Oliver, Faderborn’lu, "Historia regum Terre Sancte,” yay. haz. O.
Hoogweg, Die 5chriften des Kölner Domscholasters, Bibliothek des Litterarischen
Vere-ins in Stuttgart 202, Tübingen, 1894.
Oliveri Paderbornensis Historia Damiatina, yay. haz. O. Hoogeweg, Die
5ch-riften.
Ordericus Vitalis. The Ecclesiastical History of Orderic Vitalis, yay.
haz. ve çev.
M. Chibnall, cilt VI, Oxford, 1978.
Ordonnances des Roys de France de la troisieme race, yay. haz. E. de
Lauriere, cilt l, Paris, 1723.
Otto, Freising'li ve Rahewin. Gesta Friderici I. Imperatoris auctoribus
Ottone et Ragewino praeposito Frisingensibus, yay. haz. G. H. Pertz, MGH 55
içinde, cilt XX.
Papsttum und Untergang des Templerordens, cilt II, yay. haz. H. Finke,
Münster,
1907.
Papsturkunden für Templer und johanniter, yay. haz. R. Hiestand,
Vorarbeiten zum Oriens Pontificius, cilt I ve II, Abhandlungen des Akademie der
Wissenschaften in Göttingen 77, Göttingen, 1972-84.
•
Pierre, Muhterem. The Letters of Peter the Venerable, yay. haz. G.
Constable, cilt I, Cambridge, Mass., 1967.
Philippe, Novaralı, The Wars of Frederick II against the Ibelins in
5yria and Cyprus, çev. M. J. Hubert ve J. L. La Monte, Records of Civilization.
Sources and Studies 25, New York, 1936.
Pierre Dubois, De Recuperatione Terre 5ancte, yay. haz. C. V. Langlois,
Collec-tion de Textes pour servir a l'etude et a l'enseignement de l'histoire,
Paris, 1891.
The Recovery of the Holy Land, çev. W. I. Brandt, Records of
Civilization. Sources and Studies 51, New York, 1956.
Portugaliae Monumenta Historia, Leges et consuetudines, cilt l, Lizbon,
1856.
Proce; des Templiers, yay. haz. J. Michelet, 2 cilt, Collection de
documents inedits sur l'histoire de France, Paris, 1841.
Le Proces des Templiers d'Auvergne (1309-11): Edition de
l'interrogatoire de juin 1309, yay. haz. R. Seve ve A.-M. Chagny-Seve, Memoires
et documents d'historie medievale et de philologie, nouvelle collection, Paris,
1987.
Provins. Histoire et cartulaire des Templiers de Provins, yay. haz. V.
Carriere, Paris, 1919 (yeni basım 1978).
Rainerius Sacconi, "Summa de Catharis et Pauperibus de
Lugduno," Un Traite neo-manicheen du XIIIe siecle: Le Liber de duobus
principiis, suivi d'un fragment de rituel cathare içinde, yay. haz. A.
Dondaine, Roma, 1939.
Radulphus Cadomensis, "Gesta Tancredi in Expeditione
Hierosolymitana," RHCr. Occidentaux içinde, cilt III.
Ralph, Coggeshall'lu, Chronicon Anglicanum, yay. haz. J. Stevenson, RS
66, Londra, 1875.
Raoul, Diceto'lu, Opera Historica, yay. haz. W. Stubbs, cilt II, RS 68,
Londra, 1876.
Ramon Lull, "Liber de Fine," yay. haz. A. Madre, Raimundi
Lulli Opera Latina, Corpus Christianorum. Continuatio Mediaevalis 35, Turnhout,
1981.
Ramon Muntaner, Crönica Catalana, yay. haz. ve çev. A. de Bofarull,
Barselona, 1860.
The Chronicle of Muntaner, çev. Lady Goodenough, Hakluyt Society 50,
Londra, 1920-1.
"Recit du XIIIe siecle sur les translations faites en 1239 et en
1241 des saints reliques de la Passion," yay. haz. N. de Wailly, BEC, 38 (1878).
Records of the Templars in England in the Twelfth Century. The Inquest
of 1185, yay. haz. B. A. Lees, British Academy Records of the Social and
Economic History of England and Wales 9, Londra, 1935.
Regesta Pontificum Romanorum, yay. haz. A. Potthast, 2 cilt, Berlin,
1873-5.
Regesta Regni Hierosolymitani, yay. haz. R. Röhricht, 2 cilt,
Innsbruck, 18931904.
Regesto del Capitolo di Lucca, yay. haz. P. Guidi ve O. Parenti, cilt
1, RCI 6, Roma, 1910.
'
I registri della cancelleria angioina, yay. haz. R. Filangieri, cilt
IX, XI, XXVI, Napoli, 1957-79.
La Regle des Templiers, yay. haz. ve çev. L. Dailliez, Nice, 1977.
La Regle du Temple, yay. haz. H. de Curzon, Societe de l'histoire de
France, Paris, 1886.
Richard, Poitou'lu, Chronica, MGH 55 içinde, cilt XXVI.
ı
Rigord. Oeuvres de Rigord et de Guillaume le Breton, yay. haz. H.-F.
Delaborde, cilt I, Societe de l'Histoire de France, Paris, 1882.
Robert, Torignili, "Chronicle," Chronicles of the Reigns of
5tephen, Henry II, and
Richard I, yay. haz. R. Howlett, cilt IV, RS 82, Londra, 1889.
Roger, Hoveden'lı, Chronica, yay. haz. W. Stubbs, cilt II, Ill, RS 51,
Londra, 1870.
Roger, Wendover'lı, Liber qui dicitur Flores Historiarum, yay. haz. H.
G. Hewlet, cilt Il, RS 84, Londra, 1887.
Rorgo Fretullus de Nazareth et sa description de la Terre Sainte.
Histoire et edition du texte, yay. haz. P. C. Boeren, Amsterdam, 1980.
Rothelin, "Continuation de Guillaume de Tyr de 1229 a 1261, dite
du manusc-rit de Rothelin," RHCr. Occidentaux içinde, cilt II.
Rotuli Litterarum Clausarum, yay. haz. T. Hardy, cilt l, Londra, 1833.
Rotuli Litterarum Patentium, yay. haz. T. D. Hardy, cilt 1 (i), Londra,
1835.
The Rule of the Templars. The French Text of the Rule of the Order of
the Knights Templar, çev. J. M. Upton-Ward, Woodbridge, 1992.
Adam, Salimbene'li, Cronica, yay. haz. G. Scalia, cilt I, Scrittori
d'Italia 233, Bari, 1966.
Schlesisches Urkundenbuch, 1231-1250, yay. haz. W. Irgang, cilt Il,
Viyana, Köln ve Graz, 1977.
“Six lettres relatives aux Croisades," yay. haz. P. Riant, AOL,
cilt I, Paris, 1881.
Suger, Saint-Denis'li. Abbot Suger on the Abbey Church of St Denis and
its Art Treasures, yay. haz. ve çev. E. Panofsky, 2. edisyon G.
Panofsky-Soergel, Princeton, 1979.
Syllabus Membranarum ad Regiae Siclae archivum pertinentium, yay. haz.
A. A. Scotti, cilt I, Napoli, 1824.
Tabulae ordinis Theutonici, yay. haz. E. Strehlke, Berlin, 1869 (yeni
basım 1975).
"The Templars and the Castle of Tortosa in Syria: An Unknown
Document Concerning the Acquisition or the Fortress," yay. haz. J.
Riley-Smith, EHR, 84 (1969).
Theodericus Libellus de Locis Sanctis, yay. haz. M. L. ve W. Bulst,
Editiones He-idelbergenses 18, Heidelberg, 1976.
The Trial of the Templars in the Papal State and the Abruzzi, yay. haz.
A. Gilmo-ur-Bryson, Studi e Testi 303, Citta del Vaticano, 1982.
Der Untergang des Templer-Ordens, yay. haz. K. Schottmüller, cilt II,
Berlin, 1877 (yeni basım 1970).
Urbanus, IV. Les Registres d'Urbain IV, yay. haz. J. Guiraud, cilt IV,
BEFAR di-
zi 2, Paris, 1906.
Die Urkunden der Deutschen Könige und Kaiser, yay. haz. F. Hausmann,
MGH Diplomata içinde, cilt IX, Viyana, 1969.
Urkunden zur Reichs-und Rechtsgeschichte Italiens, yay. haz. J. Ficker,
cilt ll, lnnsbruck, 1874.
Die ursprüngliche Templerregel, yay. haz. G. Schnürer, Freiburg, 1903.
Üsame bin Munkiz (Usamah Ibn-Munqidh), An Arab-Syrian Gentleman and
Warrior in the Period of the Crusades, çev. P. K. Hitti, New York, 1929 (yeni
basım 1987).
Vitae Paparum Avenionensium, yay. haz. E. Baluze, yeni edisyon G.
Mollat, cilt III, Paris, 1927.
Walter, Hemingborough'lu, Chronicon de Gestis Regum Angliae, yay. haz.
H. C. Hamilton, cilt ll, English Historical Society 14, Londra, 1849.
Walter Map, De nugis curialium, yay. haz ve çev. M. R. James, düz. C.
N. L. Brooke ve R. A. B. Mynors, Oxford, 1983.
Wilbrand, Oldenburg'lu. "Wilbrandi de Oldenborg
Peregrinatio," yay. haz. J.. C. M. Laurent, Peregrinatores Medii Aevi
Quatuor, Leipzig, 1864.
William Rishanger. Chronica monasterii S. Albani. Willelmi Rishanger
... Chronica et annales, yay. haz. H. T. Riley, RS 28, Londra, 1865.
Wolfram von Eschenbach, Parzival, çev. A. T. Hatto, Harmondsworth,
1980.
Îkİncİl Kaynaklar
Abulafia, O. "Marseilles, Acre and the Mediterranean,
1200-1291," Coinage in the Latin East: The Fourth Oxford Symposium on
Coinage and Monetary His-tory içinde, yay. haz. P. W. Edbury ve O. M. Metcalf,
British archeological reports, lnternational Series 77, Oxford, 1980, s. 19-39.
"Southern Italy and the Florentine Economy, 1265-1370,"
Economic History Review, dizi 2, 33 (1981), s. 377-88.
"The Crown and the Economy under Roger II and his
successors," DOP, 37 (1983), s. 1-14.
Frederick 11. A Medieval Emperor, Londra, 1988.
Alan, B. "Suppression de l'Ordre des Templiers en
Roussillon," Bulletin de la Societe Agricole, Scientifique et Litteraire
des Pyrenees-Orientales, 15 (1867), 22-115.
Albon, Marquis d'. "La Mort d'Odon de Saint-Amand, Grand Maitre du
Temple," ROL, 12 (1909-11), 279-82.
Arbois de Jubainville, H. d'. Histoire des Ducs et des Comtes de
Champagne, cilt 111, V, Paris, 1861-3.
Baignent, M., R. Leigh ve H. Lincoln. The Holy Blood and the Holy
Grail, Londra, 1976.
Baldwin, J. W. The Government of Philip Augustus. Foundations of French
Royal Power in the Middle Ages, Berkeley ve Londra, 1986.
Baldwin, M. W. Raymond II of Tripolis and the Fall of Jerusalem
(1140-87), Princeton, 1936.
Baratier, E., G. Duby ve E. Hildesheimer. Atlas Historique. Provence.
Comtat Venaissin. Comte de Nice. Principaute de Nice. Principaute de Monaco,
Libra-irie Armand Colin, Paris, 1969.
Barber, M. C. "The Origins of the Order of the Temple,"
Studia Monastica, 12 (1970), 219-40.
“James of Molay, the Last Grand Master of the Temple," Studia
Monastica,
14 (1972), 91-124.
The Trial of the Templars, Cambridge, 1978.
"Lepers, Jews and Moslems: The Plot to Overthrow Christendom in
1321 ,'' History, 66 (1981), 1-17.
"The Templars and the Turin Shroud," The Catholic Historical
Review, 68 (1982), 206-25.
"The Social Context of the Templers," TRHS, 5. dizi, 34
(1984), 27-46.
"Supplying the Crusader States: The Role of the Templars,"
The Horns of Hattin içinde, yay. haz. B. Z. Kedar, Kudüs ve Londra, 1992, s.
314-26.
Barruel, A. Memoires pour servir a l'histoire du Jacobinisme, 2 cilt,
Vouille, 1973 (ilk basım dört cilt, 1797-8, gözden geçirilmiş basım 1818).
Bautier, R.-H. "Diplomatique et histoire politique: ce que la
critique diplomatique nous apprend sur la personnalite de Philippe le
Bel," Revue historique, 259 (1978), s. 3-27.
Bennett, M. "La Regle du Temple as a military manual, or How to
deliver a ca-valry charge," Studies in Medieval History presented to R.
Ailen Brown içinde, yay. haz. C. Harper-Bill, C. Holdsworth ve J. L. Nelson,
Woodbridge, 1989, s. 7-19.
Benton, J. F. "The Revenue of Louis VII," Speculum, 42
(1967), 91.
Benvenisti, M. The Crusaders in the Holy Land, Kudüs, 1972.
Berry, V. G. “Peter the Venerable and the Crusades," Petrus
Venerabilis (11561956): Studies and Texts Commemorating the Eighth Centenary of
his Death içinde, yay. haz. G. Constable vej. Kritzeck, Roma, 1956, s. 141-62.
Besson, L. F. N., Oeuvres pastorales, cilt!, Paris, 1879.
Bevere, R. “Notizie storiche tratte dai documenti conosciuti col nome
di 'Arche in carta bambagina’," Archivo Storico per le Province
Napoletane, 25 (1900), s. 241-75, 389-407.
Bisson, T. N. The Medieval Crown of Aragon. A Short History, Oxford,
1986.
Bleis, H. “La place prise par l’abbaye de Clairvaux, au temps de Saint
Bernard, dans la rivalite entre le Comte de Champagne et le Duc de
Bourgogne," MSB içinde, s. 28-31.
M. Borracelli, “La Magione Templare di Frosini e l’importanza delle
strade che vi convergevano," MS içinde, s. 311-30.
Boswell,J. Christianity, Social Tolerance and Homosexuality, Chicago,
1980.
Boussard, Le Comte d'Anjou sous Henri Plantagenet et sesfils.
1151-1204, Paris,
1938.
Bramato, F. “L’Ordine dei Templari in Italia. Dalle origini al
pontificato di In-nocenzo III (1135-1216),” Nicolaus, 20 (1985), fas. !,
183-221.
“L’Ordine Templare ne! Regno di Sicilia nell'eta Svevo-Angioina,"
MS içinde, s. 17-41.
Storia dell'Ordine dei Templari in Italia. Le Fondazione, Roma, 1991.
Brown, E. A. R. “The Prince is Father of the King: The Character and
Child-hood of Philip the Fair of France," Medieval Studies, 49 (1987),
282-334.
Brundage, J. A. “The Crusader’s Wife: A Canonistic Quandary,"
Studia Grati-ana, 12, Collectanea Stephan Kuttner 2, Roma, 1967, s. 427-41.
“The Crusader’s Wife Revisited," Studia Gratiana, 14, Collectanea
Stephan Kuttner 4, Roma, 1967, s. 243-51.
Medieval Canon Law and the Crusader, Madison, 1969.
“A Transformed Angel (X 3.31.18): The Problem of the Crusading
Monk," Studies in Medieval Cistercian History presented to Jeremiah F.
O'Sullivan içinde, Cistercian Studies Series 13, Spencer, Mass., 1971, s.
55-62.
Law, Sex and the Christian Society in Medieval Europe, Chicago ve
Londra,
1987.
yeni şövalyelik
Bulst-Thiele, M. L. "Templer in königlichen und papstlichen
Diensten," Festschrift Percy Ernst Schramm içinde, cilt I, Wiesbaden,
19’64, s. 289-308. Sacrae Domus Militiae Templi Hierosolymitani Magistri:
Untersuchungen zur Geschichte des Templeordens 1118/9-1314, Göttingen, 1974.
“The Influence of St Bernard of Clairvaux on the Formation of the Order
of the Knights Templar," The Second Crusade and the Cistercians içinde,
yay. haz. M. Gervers, New York, 1992, s. 57-65.
Burton, J. E. “The Knights Templars in Yorkshire in the Twelfth
Century: a Reassessment," Northern History. A Review of the History of the
North of Eng-land and the Borders, 27 (1991 ), 26-40.
Cadet de Gassicour, C. L. Le Tombeau de Jacques Molai, Paris, 1796.
Cahen, C. La Syrie du nord ı'i l'epoque des croisades, Paris, 1940.
Carriere, V. "Les Debuts de l'Ordre du Temple en France," Le
Moyen Age, 18 (1914), 308-35.
Cazelles, R. Nouvelle histoire de Paris de lafin du regne de Philippe
Auguste ı'i la mart de Charles V 1223-1380, Paris, 1972.
Chartrou,J. L'Aıijou de 1109 ı'i 1151, Paris, 1928.
Cohn, N. Europe's Inner Demons, Londra, 1976.
Conder, C. R. ve H. H. Kitchener. The Survey of Western Palestine.
Memoirs of the Topography, Orography, Hydrography and Archaeology, 3 cilt,
Londra, 1881-3.
Contamine, P. War in the Middle Ages, çev. M. Jones, Oxford, 1984.
Cousin, P. “Les Debuts de l’Ordre des empliers et Saint Bernard,"
MSB içinde,
49-51.
Curzon, H. de. La Maison du Temple de Paris. Histoire et description,
Paris, 1888. Davies, C. "Sexual Taboos and Social Boundaries,” American
Journal of Soci-ology, 87 (1982), 1032-63.
Delaruelle, E. "L'idee de croisade chez'saint Bernard," MSB
içinde, s. 53-67.
Delisle, L. Memoire sur les Operations Financieres des Templiers,
Memoires de l'Institut National de France, Academie des lnscriptions et
Belles-Lettres 33 (ii), Paris, 1889.
Demurger, A. Vie et mort de l'Ordre du Temple, Paris, 1985.
"Les Templiers, Matthieu Paris et les sept peches capitaux,"
MS içinde, s.
153-68.
Deschamps, P. Les Chateaux des Croises en Terre Sainte, cilt II, La
Defense du Royaume dejerusalem, Paris, 1939.
Les Chateaux des Croises en Terre Sainte, cilt 111, La Defense du Comte
de Tripoli et de la Principaute d'Antioche, Paris, 1973.
Deschamps, P. ve M. Thibout, La Peinture murale en France. Le Haut
Moyen Age et l'Epoque Romane, Paris, 1951.
La Peinture murale en France au debut de l'epoque gothique, Paris,
1963.
IV. Dessubre, M. Bibliographie de l'Ordre des Templiers, Paris, 1928
(yeni basım 1966).
Dickson, G. "The Flagellants of 1260 and the Crusades," jMH,
15 (1989), 22767.
Dubois, G. "Recherches sur la vie de Guillaume des Roches,
senechal d'Anjou, du Maine et de Touraine," BEC, 30 (1869), 377-424.
Duby, G. The Three Orders. Feudal Society Imagined, çev. A. Goldhammer,
Chicago ve Londra, 1980.
Duffy, C. The Military Experience in the Age of Reason, Londra, 1987.
Dunbabin, J. "From Clerk to Knight: Changing Orders," The
Ideals and Practi-ce of Medieval Knighthood içinde, cilt II, Papers from the
Third Strawberry Hill Conference 1986, yay. haz. C. Harper-Bill ve R. Harvey,
Woodbridge, 1988, s. 26-39.
J. E. Duncan, "The Anti-Romantic in Ivanhoe," Walter Scott.
Modern judgements içinde, yay. haz. O. O. Devlin, Londra, 1968, s. 142-7.
Durbec, J.-A. “Introduction a une liste des biens du Temple saisis en
1308 dans la region des Alpes-Maritimes," Nice Historique, 54 (1951),
45-52.
“Les Templiers en Provence. Formation des Commanderies et repartition
geographique des leurs biens," Provence Historique, 9 (1959), 3-37,
97-132.
Durrieu, P. Les Archives angevines de Naples. Etude sur les Registres
du Roi Charles I (1265-1285), cilt!, BEFAR 46, Paris, 1886.
Eco, U. Foucault's Pendulum, çev. W. Weaver, Londra, 1989.
Edbury, P. W. The Kingdom of Cyprus and the Crusades, 1191-1374,
Cambrid-ge, 1991.
“The Templars in Cyprus," The Military Orders. Fighting for the
Faith and Caringfor the Sick içinde, yay. haz. M. C. Barber, Londra, 1994,
189-95.
Edbury, P. W. ve J. G. Rowe, William of Tyre, Historian of the Latin
East,
Cambridge, 1988.
R. W. Edwards, "Bağras and Armenian Cilicia: A Reassessment,"
Revue des Etudes Armeniennes, 17 (1983), 415-35.
The Fortifications of Armenian Cilicia, Washington, 1987.
Eistert, K. "Der Ritterorden der Tempelherren in Schlesien,"
Archiv für Schle-sisches Kirchengeschichte, 14 (1956), 1-23.
Emery, R. W. The ]ews of Perpignan in the Thirteenth Century, New York,
1959.
Evergates, T. Feudal Society in the Bailliage of Troyes under the
Counts of Cham-pagne, 1152-1284, Baltimore, 1975.
Farmer, D. H. The Oxford Dictionary of Saints, Oxford, 1978.
Favreau-Lilie, M.-L. "Landesausbau und Burg wahrend der
Kreuzfahrerzeit: Safad in Obergalilaea," Zeitschrift des Deutschen
Palitstina-Vereins, 96 (1980), 67-87.
Fleckenstein, J. "Die Rechtfertigung der geistlichen Ritterorden
nach der Sch-rift ‘De laude novae militiae' Bernhards von Clairvaux," Die
geistlichen Ritterorden Europas içinde, yay. haz. J. Fleckenstein ve M.
Hellmann, Sigmarin-gen, 1980, s. 9-22.
Forey, A. J. "The Order of Mountjoy," Speculum, 46 (1971 ),
250-66.
The Templars in the Corona de Aragon, Londra, 1973.
"The Military Orders in the Crusading Proposals of the
Late-Thirteenth and Early-Fourteenth Centuries,” Traditio, 36 (1980), 317-45.
"The Will of Alfonso 1 of Aragon and Navarre," Durham
University ]ournal,
73 (1980-1), 59-65.
"The Militarisation of the Hospital of St John," Studia
Monastica, 26 (1984), 75-89.
"The Failure of the Siege of Damascus in 1148," JMH, 10
(1984), 13-23.
"The Military Orders and the Spanish Reconquest in the Twelfth and
Thirteenth Centuries," Traditio, 40 (1984), 197-234.
"The Emergence of the Military Order in the Twelfth Century,"
]ournal of Ecclesiastical History, 36 (1985), 175-95.
"Recruitment to Military Orders (Twelfth to mid-Fourteenth
Centuries)," Viator, 17 (1986), 139-71.
"Novitiate and Instruction in the Military Orders during the
Twelfth and Thirteenth Centuries," Speculum, 61 (1986), 1-17.
"Women and Military Orders in the Twelfth and Thirteenth
Centuries," Studia Monastica, 29 (1987), 63-92.
‘The Beginnings of the Proceedings against the Aragonese
Templars," God and Man in Medieval Spain. Essays in Honour of ]. R. L.
Highjield içinde, yay. haz. D. W. Lomax ve D. Mackenzie, Warminster, 1989, s.
81-96.
The Military Orders. From the Twelfth to the Early Fourteenth
Centuries, Londra, 1992.
Fossier, R. Peasant Life in the Medieval West, çev. J. Vale, Oxford,
1988.
Fourmont, H. de. L'Ouest aux Croisades, cilt III, Paris, 1867.
Fried, J. "Wille, Freiwilligkeit und Gestandnis um 1300. Zur
Beurteilung des letzten Templergrossmeisters Jacques de Molay,"
Historisches ]ahrbuch, 105 (1985), 388-425.
Fuller, T. The History of the Holy .War, Londra, 1840, (ilk basım
Cambridge, 1639).
Garcia Larragueta, S. A. El Gran Priorado de Navarra de la Orden de
San]uan de ]erusalen, cilt II, Pamplona, 1957.
Gem, R. “An Early Church of the Knights Templars at Shipley,
Sussex," Anglo-Norman Studies içinde, cilt VI, Proceedings of the Battle
Conference 1983, yay. haz. R. A. Brown, Woodbridge, 1984, s. 238-46.
Gervers, M. "Pro Defensione Terre Sancte: The Development and
Exploitation of the Hospitallers' Landed Estate in Essex," The Military
Orders. Fighting for the Faith and Caringfor the Sick içinde, yay. haz. M. C.
Barber, Londra, 1994, s. 3-20.
Gibbon, E. The History of the Decline and Fail of the Roman Empire,
cilt VII, yay. haz. F. Fernandez-Armesto, Londra, 1990 (ilk basım 1788).
Girgensohn, O. "Das Pisaner Konzil von 1135 in der Überlieferung
des Pisaner Konzils von 1409," Festschrift für Hermann Heimpel içinde,
cilt II, Göttingen, 1972, s. 1063-1100.
Giry, A. "Les chatelains de Saint-Omer, 1042-1386," BEC, 35
(1874), 325-55.
Grousset, R. Histoire des Croisades et du Royaume Franc de]erusalem,
cilt II, III, Paris, 1935.
Gwynn, A. ve R. N. Hadcock. Medieval Religious Houses. Ireland, Londra,
1970. Hallam, E. M. Hallam, Capetian France 987-1328, Londra, 1980.
"Royal Burial and the Cult of Kingship in France and England, l
060-1330,"
]MH, 8 (1982), 359-80.
Hamilton, B. The Latin Church in the Crusader States. The Secular
Church, Londra, 1980.
Religion in the Medieval West, Londra, 1986.
Hammer-Purgstall, J. von. “Mysterium Baphometis revelatum,"
Fundgruben des Orıents, 6 (1818), 1-120, 445-99.
Hammerstein, H. von. “Der Besitz der Tempelherren in Lotharingen,"
]ahr-buch der Gesellschaft für lothringische Geschichte und Altertumskunde, 7
(1985), 1-29.
Heath, P. Church and Realm 1272-1461, Londra, 1988.
Hiestand, “Chronologisches zur Geschichte des Königreiches Jerusalem um
1130,” Deutsches Archiv, 26 (1970), 220-9.
“Zum Problem des Templerzentralarchivs," Archivalische
Zeitschrift, 76 (1980), 17-37.
“Kardinalbischof Matthaus von Albano, das Konzil von Troyes und die
Entstehung des Templeordens," Zeitschrift für Kirchengeschichte, 99
(1988), 295-325.
Hill, G. A History of Cyprus, cilt II, Cambridge, 1948.
Hill, R. “Fourpenny Retirement: The Yorkshire Templars in the
Fourteenth Century," Studies in Church History içinde, 24 (1987), s.
123-8.
Hillgarth, J. N. Ramon Lull and Lullism in Fourteenth-Century France,
Oxford,
1971.
Hodgson, M. G. S. The Order of the Assassins, Hague, 1955.
Housley, N. The ltalian Crusades: The Papal-Angevin Alliance and the
Crusades against Christian Lay Powers, 1254-1343, Oxford, 1982.
“Clement V and the Crusades of 1309- 10,]MH, 7 (1982), 29-43.
The Avignon Papacy and the Crusades 1305-1378, Oxford, 1986.
The Later Crusades. From Lyons ta Alcazar, 1274-1580, Oxford, 1992.
Irwin, R. “The Supply of Money and the Direction of Trade in
Thirteenth-Century Syria," Coinage in the Latin East içinde, yay. haz. P.
W. Edbury ve D. M. Metcalf, Oxford, 1980.
Jackson, P. “The Crisis in the Holy Land in 1260," EHR, 95 (1980)
481 -513. “The End of Hohenstaufen Rule in Syria," Bulletin of the
Institute of Histori-cal Research, 59 (1986), 20-36.
“The Crusades of 1239-41 and their Aftermath," Bulletin of the
School of Ori-ental and African Studies, 50 (1987), 32-60.
Jacoby, D. "Crusader Acre in the Thirteenth Century: Urban Layout
and To-pography," Studi Medievali, 20 (1979), 1-45.
“Les communes italiennes et !es ordres militaires a Acre: aspects
juridiques, territoriaux et militaires (1104-1187, 1191-1291)," Etat et
coloni-sation au Moyen Age et ci la Renaissance içinde, yay. haz. M. Balard,
Lyon, 1989, s. 193-214.
Jacoby, Z. “The Workshop of the Temple Area in Jerusalem in the Twelfth
Century: Its Origin, Evolution and lmpact,” Zeitschrift für Kunstgeschichte, 45
(1982), 325-94.
Jobin, J.-B. Saint Bernard et sa Famille, Paris, 1891.
Johns, C. N. “Excavations at 'Atlit (1930-1)," The Quarterly of
the Department of Antiquities in Palestine, 2 (1932-3), s. 41-104.
Guide to 'Atlit, Kudüs, 1947.
Jordan, W. C. Louis IXand the Challenge of the Crusade, Princeton,
1979.
The French Monarchy and the]ews. From Philip Augustus to the Last
Capetians, Philadelphia, 1989.
Kedar, B. Z. “Gerard of Nazareth, a Neglected Twelfth-Century Writer in
the Latin East. A Contribution to the Intellectual and Monastic History of the
Crusader States," DOP, 37 (1983), 55-77.
Crusade and Mission. European Approaches toward the Muslims, Princeton,
1984.
Kedar B. Z. ve R. D. Pringle, "La Feve: A Crusader Castle in the
Jezreel Val-ley," Israel Exploration]ournal, 35 (19 8 5), 164-79.
Keen, M. Chivalry, New Haven ve Londra, 1984.
Knowles, D. Ve R. N. Hadcock. Medieval Religious Houses. England and
Wales, Londra, 1953.
Laborde, F. “L’eglise des Templiers de Montsaunes
(Haute-Garonne)," Revue de Comminges, 92 (1979), s. 335-73, 487-507; 93
(1980), 37-51, 227-41, 335-55.
Lambert, E. L'Architecture des Templiers, Paris, 1955.
La Monte, J. L. Feudal Monarchy in the Latin Kingdom of ]erusalem,
Cambridge, Mass., 1982.
Landon, L. The Itinerary of King Richard I, Pipe Roll Society, yeni
dizi 13,
Londra, 1935.
Langlois, C. V. Notice sur le chateau de Plessis-Mace, Angers, 1932.
LarnerJ. Italy in theAge of Dante and Petrarch 1216-1380, Londra, 1980.
Lawrence, A. W. "The Castle of Baghras," The Cilician Kingdom
of Armenia içinde, yay. haz. T. S. R. Boase, Edinburgh ve Londra, 1978, s.
34-83.
Lawrence, C. H. Mcdieval Monasticism, 2. basım, Londra, 1989.
Lea, H. C. A History of the Inquisition of the Middle Ages, cilt III,
New York,
1889.
Leclercq, J. "Saint Bernard's Attitude toward War," Studies
in Medieval Cisterci-an History içinde, cilt Il, yay. haz. J. R. Sommerfeldt,
Kalamazoo, Mich., 1976, S. 1-39.
Monks and Love in Twcljth-Century France. Psycho-Historical Essays,
Oxford,
1979.
Le Forestier, R. La Franc-Maçonnerie templiere et occultiste au XVIIIe
et XIXe siecles, yay. haz. A. Faivre, Paris, 1970.
Legras, A.-M. Les Commanderies des Templiers et des Hospitaliers de
Saint-Jean de jerusalem en Saintonge et en Aunis, Paris, 1983.
Leonard, E.-G. Introduction au Cartulaire Manuscrit du Temple
(1150-1317) constitute par le Marquis d'Albon, Paris, 1930.
L'Epinois, H. de. "Comptes relatifs a la fondation de l'Abbaye de
Maubuis-son," BEC, 19 (1858), 550-67.
Lerner, R. E. The Heresy of the Free Spirit, Berkeley ve Londra, 1972.
Lewis, S. The Art of Matthew Paris in the Chronica Majora, Aldershot,
1987.
Little, L. K. "Pride Goes before Avarice: Social Change and the
Vices in Latin Christendom," Anu:rican Historical Review, 76 (1971),
16-49.
Lloyd, S. Englislı Society and the Crusade 1216-1307, Oxford, 1988.
Loiseleur, J. La Doctrine secrete des Templiers, Paris ve Orleans, 1872
(yeni basım 1975).
Lourie, E. "Free Muslims in the Balearics under Christian Rule in
the Thirte-enth Century," Spcculwn, 45 (1970), 624-49.
"The Will of Alfonso !, 'El Batallador,' King of Aragon and
Navarre: A Re-assessment," Speculum, 50 (1975), 635-51.
"The Confraternity of Belchite, the Ribat, and the Temple,"
Viator. Mcdieval and Rcnaissance Studies, 13 (1982), 159-76.
"The Will of Alfonso 1 of Aragon and Navarre: A Reply to Dr.
Forey," Dur-ham University ]ournal, 77/2 (1984-5), 165-72.
Luchaire A. La Societe Français au temps de Philippe-Auguste, Paris,
1909.
Lüpke, H. “Das Land Tempelburg. Eine historisch-geographische
Untersuc-hung," Baltische Studies, 35 (1933), s. 43-97.
Lundgreen, F. Wilhelm von Tyrus und der Templerorden, Berlin, 1911.
Luttrell, A. "Two Templar-Hospitaller Preceptories North of
Tuscania," Papers of the British School at Rome, 39 (1971), 90-124.
“Gli Ospitalieri e l'eredita dei Templari," MS içinde, s. 67-86.
Luzzatto, G. “Capitale e lavoro ne! commercio veneziano dei secoli XI e
XII," Studi Storia Economica Veneziana içinde, Padua, 1954, s. 89-116.
Lynch, J. H. Simoniacal Entry into the religious Life from 1000 to
1260, Columbus, Ohio, 1976.
McLaughlin, T. P. “The Teaching of the Canonists on Usury,"
Medieval Studies,
1 (1939), 81-147; 2 (1940), 1-22.
Magnou, E. “Oblature, classe chevaleresque et servage dans !es maisons
meridionales du Temple au XIIme siecle," Annales du Midi, 73 (1961 ),
377-97.
Martin, J.-B. Conciles et Bullaire du diocese de Lyon, Lyon, 1905.
Mas Latrie, L. de. “Rapport sur le recueil des archives de Venise
intitule ‘Libri pactorum,' ou ‘Patti'," Archives des Missions
Scientifiques, 2 (1851), 261-300, 341-85.
Histoire de l'Ile de Chypre, cilt !, Paris, 1861.
Mayer, H. E. “Studies in the History of Queen Melisende of
Jerusalem," DOP,
26 (1972), 95^182.
“The Concordat of Nablus," ]ournal of Ecclesiastical History, 33
(1982), 53143.
“The Succession to Baldwin II of Jerusalem: English Impact on the
East," DOP, 39 (1985), 139-47.
The Crusades, 2. basım, Oxford, 1988.
“Angevins versus Normans: The New Men of King Fulk of Jerusalem,"
Pro-ceedings of the American Philosophical Society, 133 (1989), 1-25.
Melville, M. La Vie des Templiers, Paris, 1951.
Menard, L. Histoire civile, ecclesiastique et litteraire de la ville de
Nismes, cilt 1, Paris, 1750.
Miller, W. The Latins in the Levant. A History of Frankish Greece
(1204-1566), Londra, 1908.
Minnucci G. ve F. Sardi. I Templari: Mito e Storia. Atti del Convegno
Internationale di Studi alla Magione Templare di Poggibonsi-Siena, 29-31 Maggio
1987, Siena, 1989.
Miret y Sans, J. "Itinerario del Rey Pedro l de Cataluna, II en
Aragön," Baletin de la Real Academia de Buenas Letras de Barcelona, 3
(1905-6), 365-87; 4 (1907-8), 15-36.
Les Cases de Templers y Hospitalers en Catalunya, Barselona, 1910.
Mola, A. A. "Il Templarismo nella Massoneria fra Otto e
Novecento," MS içinde, s. 259-78.
Mollat, G. "Dispersion definitive des Templiers apres leur
suppression," Comptes rendus des Seances de l'Academie des Inscriptions et
Belles-Lettres, Paris, 1952, s. 3 76-80.
The Popes at Avignon 1305-1378, çev. J. Love, Londra, 1963.
Morgan, M. R., The Chronicle of Ernoul and the Continuations of William
of Tyre, Oxford, 1973.
Müller-Wiener, W. Castles of the Crusaders, çev. J. M. Brownjohn,
Londra,
1966.
Neu, H. Bibliographie der Templer-Ordens 1927-1965, Bonn, 1965.
The New Encyclopaedia Britannica. Macropaedia, 15. basım, cilt 20, 29,
Londra, 1986.
•
Nicholson, H. J. "Templar Attitudes towards Women," Medieval
History, 1 (1991 ), 74-80.
Templars, Hospitalers and Teutonic Knights. Images of the Military
Orders, 1128-1291, Londra, 1993.
Nicolini, U. "Bonvicino," Dizionario biografico degli
Italiani içinde, cilt VII, Roma, 1970, s. 471-2.
Nicolle, D. C. Arms and Armour of the Crusading Era 1050-1350, 2 cilt,
New York, 1988.
Niermeyer,J. F. Mediae Latinitatis Lexicon Minus, Leiden, 1976.
Nowell, C. E. "The Old Man of the Mountain," Speculum, 22
(1947), 497-519.
O'Callaghan,J. F. A History of Medieval Spain, Ithaca ve Londra, 1975.
Oliveira Marques, A. H. Historia de Portugal, 11. basım, cilt l,
Lizbon, 1983.
Origo, I. "The Domestic Enemy: The Eastern Slaves in Tuscany in
the Fourte-enth and Fifteenth Centuries," Speculum, 30 (1955), 321-66.
Painter, S. William Marshal, Baltimore, 1933.
'The Crusade of Theobald of Champagne and Richard of Cornwall, 12391241
," A History of the Crusades içinde, cilt II, yay. haz. R. L. Wolff ve H.
W. Hazard, Madison, 1969, s. 463-85.
Parker, T. W. The Knights Templars in England, Tucson, Arizona, 1963.
Partner, P. The Murdered Magicians. The Templars and their Myth,
Oxford, 1981. Perjes, G. “Army Provisioning, Logistics and Strategy in the
Second Half of the l 7th Century," Acta Historia Academiae Scientarium
Hungaricae, 16 (1970), 1-51.
Persan, P. N. C. Recherches historiques sur la ville de Dole, Dole,
1812.
Piquet, J. Des Banquiers au Moyen Age. Les Templiers. Etude de leurs
Operations financieres, Paris, 1939.
Powell,J. M. Anatomy of a Crusade 1213-1221, Philadelphia, 1986.
Powicke, F. M. King Henry lIIand the Lord Edward, Oxford, 1947.
•
Prawer, J. “Military Orders and Crusader Politics in the second half of
the Xlllth century," Die geistlichen Ritterorden Europas içinde, yay. haz.
J. Flec-kenstein veJ. Hellman, Sigmaringen, 1980, s. 217-29.
Pringle, R. D. “Reconstructing the Castle of Safad," Palestine
Exploration Quarterly, 117 (1985), 139-49.
The Red Tower (al-Burj al-Ahmar): Settlement in the Plain of Sharon in
the time of the Crusaders and Mamluks (AD 1099-1516), British School of
Archaeo-logy Monographs Series 1, Londra, 1986.
“A Templar Inscription from the Haram Al-Sharif in Jerusalem,"
Levant, 21 (1989), 197-201.
'Templar Castles on the Road to the Jordan," The Military Orders.
Fighting for the Faith and Caringfor the Sick içinde, yay. haz. M. C. Barber,
Londra, 1994, s. 148-66.
Prutz, H. Entwicklung und Untergang des Tempelherrenordens, Berlin,
1888.
Pryor, J. 'Transportation of horses by sea during the era of the
Crusades. Part I: To c. 1225. Part II: 1228-85," Mariner's Mirror, 68
(1982), 9-27, 103-25.
Raspa P. ve M. Marchesi, "Note sull’architettura di San
Bevignate," TOI, s. 7992.
Rassow, P. "La Cofradia de Belchite," Anuario de historia del
derecho espafiol, 3 (1926), 200-26.
Raynouard, F. J. M. "Etude sur 'Mysterium Baphometi
revelatum’," ]ournal des Savants (1819), 151-61, 221-9.
Renouard, Y. "L'Ordre de la Jarretiere et l’Ordre de
l’Etoile," Le Moyen Age, 55 (1949), 281-300.
Rey, E. G. "Geoffrey Fulcher. Grand-Commandeur du Temple,
1151-70," Re-vue de Champagne et de Brie, 6 (1894), 259-69.
'
Richard, J. Le Comte de Tripoli sous la dynastie toulousaine (1102-87),
Paris,
1945. .
"Quelques textes sur les premieres temps de l'Eglise Latine de
Jerusalem," Recueil Clovis Brunel içinde, cilt II, Paris, 1955, s. 420-30.
"The Eastern Mediterranean and its Relations with its Hinterland
(l İth-15th Centuries)," Les Relations entre l'Orient et l'Occident au
Moyen Age içinde, Variorum. Collectes Studies 69, Londra, 1977, s. 1-39.
The Latin Kingdom of ]erusalem, çev. J. Shirley, Amsterdam, 1979.
"Les Templiers et les Hospitaliers en Bourgogne et en Champagne
meridionale," Die geistlichen Ritterorden Europas içinde, yay. haz. J.
Flec-kenstein ve M. Hellmann, Sigmaringen, 1980, s. 231-42.
Rigault, A. Le Proces de Guichard, Eveque de Troyes (1308-13), Paris,
1896.
Riley-Smith, J. The Knights of St ]ohn in ]erusalem amd Cyprus c.
1050-1310, Londra, 1967.
The Feudal Nobility and the Kingdom of ]erusalem, 1174-1277, Londra,
1973.
"The Templars and the Teutonic Knights in Cilician Armenia,"
The Cilician Kingdom of Armenia içinde, yay. haz. T. S. R. Boase, Edinburgh ve
Londra, 1978, s. 92-117.
"Peace Never Established: The Case of the Kingdom of
Jerusalem," TRHS, 5. dizi, 28 (1978), 87-102.
The Crusades. A Short History, Londra, 1987.
yay. haz. The Atlas of the Crusades, Londra, 1991.
Roberts, J. M. The Mythology of the Secret Societies, Londra, 1972.
Robinson, !. S. "Gregory VII and the Soldiers of Christ,"
History, 58 (1973), 169-92.
The Papacy, 1073-1198. Continuity and Innovation, Cambridge, 1990.
Röhricht, R. Beitrage zur Geschichte der Kreuzzüge, cilt!, Berlin,
1874.
Roncetti, M., P. Scarpellini ve F. Tommasi (yay. haz.), Templari e
Ospitalieri in Italia: La Chiesa di San Bevignate a Perugia, Electa, Milano,
1987.
Round,J. H. "Some English Crusaders of Richard !," EHR, 17
(1903), 475-83.
Rovik, S. S. "The Templars in the Holy Land during the Twelfth
Century," yayımlanmamış doktora tezi, Oxford Üniversitesi, 1986.
Runciman, S. A History of the Crusades, cilt II, III, Cambridge,
1952-4.
Russell, F. H. The]ust War in the Middle Ages, Cambridge, 1975.
Sandys, A. "The Financial and Administrative Importance of the
London Temple in the Thirteenth Century," Essays in Medieval History
presented to Thomas Frederick Tout içinde, yay. haz. A. G. Little ve F. M.
Powicke, Manchester, 1925, s. 147-62.
Scarpellini, P. "La chiesa di San Bevignate, i Templari e la
pittura perugina del Duecento," TOI içinde, s. 93-158.
Schein, S. "The Future Regnum Hierusalem. A Chapter in Medieval
State Plan-ning," ]MH, 10 (1984), 95-105.
"The Templars: The Regular Army of the Holy Land and the Spearhead
of the Army of its Reconquest," MS içinde, s. 15-25.
Fidelis Crucis, The Papacy, the West and the Recovery of the Holy Land
12741314, Oxford, 1991.
Schnürer, G. ‘"‘Zur ersten Organisation der Templer,"
Historisches ]ahrbuch, 32 (1911), 298-316, 511-46.
Scott, Sir W. Ivanhoe. A Romance, 1819.
The Talisman, 1825.
Setton, K. M. The Papacy and the Levant (1204-1571), Philadelphia,
1976.
Shahar, S. "Des lepreux pas comme les autres. L'ordre de
Saint-Lazare dans le royaume latin dejerusalem," Revue Historique, 267
(1982), 19-41.
Siberry, E. "Victorian Perceptions of the Military Orders,"
The Military Orders. Fightingfor the Faith and Caringfor the Sick içinde, yay.
haz. M. C. Barber, Londra, 1994, s. 365-72.
Sınail, R. C. Crusading Warfare (1097-1193), Cambridge, 1956.
Smalley, B. "Ecclesiastical Attitudes to Novelty c. 1100-1250,”
Studies in Church History içinde, 12 (1975), s. 113-31.
Spicciani, A. "Papa Innocenzo IV e I Templari," MS içinde, s.
41-65.
Starnawska, M. "Notizie sulla composizione e sulla struttura
dell'Ordine del Tempio in Polonia," MS içinde, s. 143-52.
Strayer, J. R. "France: The Holy Land, the Chosen People, and the
Most Ch-ristian King," Medieval Statecraft and the Perspectives of
History. Essays by ]o-seph R. Strayer içinde, yay. haz. J. F. Benton ve T. N.
Bisson, Princeton, New Jersey, 1971, s. 300-14.
The Reign of Philip the Fair, Princeton, 1980.
Szabö, T. "Templari e viabilita," MS içinde, s. 297-307.
Tallett, F. War and Society in Early-Modern Europe, 1495-1715, Londra,
1992.
Tibble, S. Monarchy and Lordships in the Latin Kingdom of ]erusalem
1099-1291, Oxford, .1989.
Tommasi, F. "L'Ordine dei Templari a Perugia," Bollettino
della Deputazione di Storia Patria per l'Umbria, 78 (1981), s. 1-79.
"I Templari e il culto delle reliquie," MS içinde, s.
191-210.
Trudon des Ormes, A. "Listes des maisons et de quelques
dignitaries de l'ord-re du Temple, en Syrie, en Chypre et en France, d'apres
les pieces du proces," ROL, 5 (1897), 389-459; 6 (1898), 156-213; 7
(1900), 223-74, 504-89.
Tyerman, C. J. "Sed Nihil Fecit? The Last Capetians and the
Recovery of the Holy Land," War and Government in the Middle Ages içinde,
yay. haz. J. Gil-lingham veJ. C. Holt, Woodbridge, 1984, s. 170-81.
Urban, W. The Livonian Crusade, Washington, 1981.
Valous, G. de "Quelques observations sur la toute primitive
observance des Templiers et la Regula pauperum commilitorum Christi Templi
Salomonici, redigee par saint Bernard au concile de Troyes (1128)," MSB
içinde, s. 3240.
The Victoria History of the Counties of England, yay. haz. L. F.
Salzman, A History of Cambridgeshire and the Isle of Ely, cilt II, Londra,
1948.
Walker, J. "The Patronage of the Templars and the Order of Saint
Lazarus in England in the Twelfth and Thirteenth Centuries," yayımlanmamış
doktora tezi, St Andrews Üniversitesi, 1990.
Warren, W. L. Henry II, Londra, 1973.
Wildermann, A. Die Beurteilung des Templerprozesses bis zum 17.
]ahrhundert, Freiburg, 1971.
Wilson, I. The Turin Shroud, Harmondsworth, 1979.
DÎZÎN
T: Tapınakçılar H: Hayırseverler TŞ: Töton Şövalyeleri
Aaliz, 399
Abbas, 132, 133
ABD, 356
Abdullah, 163, 165
Abraham, 301
Abruzzi, 312, 468, 511
Açalaidis, 95, 96
Ad providam (1312), 465
Adam, Murimouth'lu, 459
Adam, Wallaincourt'lu, 339
Adrianus, 104, 105, 172
Adriyatik, 368, 370, 378, 402
Afonso Henriques, 63, 64
Afrika, 380
Agnes, 176
Ahamant, 141, 142, 143 ahırlar, 149, 306, 390 Aigues-Mortes, 235 aile,
394, 395
Aimeri, Lusignan'lı, 194
Aimeri, St. Maur'lu, 331
Aimeric, 100
Akdeniz, 18, 265, 266, 366, 368, 385, 404, 414, 421,437, 477, 507
Akka, 17, 31, 69, 73, 118, 119, 123, 142, 145, 153, 155, 174, 175, 179,
181, 182, 183, 184, 186, 187, 192, 195, 203, 204, 206, 207, 210, 212, 213, 216,
218, 220, 225, 227, 228, 232, 235, 242, 246, 247, 248, 249,
250, 251, 252, 255, 257, 261, 262,
267, 270, 271, 272, 273, 274, 276, 277, 278, 280, 293, 294, 298, 304,
310, 319, 326, 328, 332, 336, 347, 348, 349, 357, 358, 363, 368, 373, 375, 376,
399, 405, 408, 409, 426, 427, 429, 439, 442, 447, 475, 508
Akova, 380
Alamettin, 192
Alamut, 162
Alan Martel, 207
Albenga, 48, 378
Alberico, 204, 220, 222
Albert de Malvoisin, 494
Albert, Aachen'li, 27
Albert, Canellili, 3 70
Albert, 1. (Habsburg'lu, Almanya Kralı), 436
Albert, Schwarzburg'lu, 473
Albertus Aquensis, 27
Albizzo Guidi (Biche, banker), 453 Albon, 57, 70, 124, 509
Alcacer do Sal, 205
Alcanadre, 403
Alcantara, 66, 381
Aleth (Aziz Bernard'ın annesi),
125
Alexander, m (Papa), 105, 154, 199, 418
Alexander, 1V (Papa), 248, 419
Alfonso, l Savaşçı (Aragon kralı), 53, 56, 57, 59, 61
Alfonso, lll (Aragon kralı), 277
Alfonso, VI, Castilla'lı, 63, 380
Alfonso, VII, Castilla'lı, 54, 56, 60, 63, 66
Ali, 162
Alice, 228
Almanlar, 207
Almanya, 32, 43, 202, 211, 231, 248, 357, 379, 384, 480
Almenar de Soria, 66
Almourol, 381, 512
Alphonse Jourdain (Toulouse
Kontu), 72, 93, 329
Alphonse (Poitiers Kontu), 241
Alpler, 248, 385
Altabella, 404
Amadeus, 248
Amanos, 68, 135, 157, 304, 436
Amauri de la Roche, 252, 404, 416, 438
Amauri, 129, 142, 154, 155, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 164, 166,
167, 168, 169, 170, 171, 194
Amauri (Kudüs kralı), 114, 200, 217, 441
Amauri, Lusignan’lı, 441,447, 448
Amman, 141
Amur, 220
Anacletus, 100, 101
Anagni, 458
Anceau, 213
Ancessa, 62
Ancona, 378
Andras, 203
Andre, Montbard’lı, 69, 104, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 132, 136,
153, 157, 296, 359
Andre (T şövalyesi), 32
Andreas, 262
Angers, 49, 92, 196
Anglosakson Vakayinamesi, 35, 153
Anjou, 25, 29, 31, 34, 35, 42, 70, 114, 186, 189, 190, 196, 251, 265,
266,
268, 270, 272, 275, 370, 372, 377, 385, 417, 440, 510
Anjou’lar, 70, 272, 275, 301, 370, 440
Anno, 246, 249
Ansell, 399
Anselme, 91
Antakya, 19, 22, 32, 68, 70, 72, 104, 114, 118, 123, 126, 135, 136,
137, 152, 157, 174, 182, 192, 193, 194, 207, 220, 224, 246, 247, 253, 257, 293,
295, 300, 326, 336, 338, 359, 372, 375, 377
Anterius, 172
Apologia, 84
Apulia, 211, 268, 271, 293, 326, 367, 368, 370, 371, 372, 377, 385,
400, 440, 444, 446, 468
Aragon nehri, 60, 403
Aragon, 18, 45, 46, 47, 53, 55, 56, 57, 61, 62, 63, 66, 71, 93, 139,
174,
269, 286, 287, 293, 354, 355, 371, 377, 381, 382, 383, 388, 397, 403,
433, 443, 449, 452, 455, 459, 464, 474, 511, 513
DlZlN
Arames, 257
Archibald, 117
Arezzo, 402
Arka, 158
Armand, 217, 218, 220, 221, 222, 225, 226, 228, 229, 233, 259, 345,
346, 347, 353
Arnaud, Bedocio'lu, 45
Arnaud (Morimond Başrahibi), 33
Arnaud, Sournia'lı, 99
Arnaud, Torroja'lı, 174, 387
Arnoul, 416, 417
Arsuf, 212
Arsuz, 137, 138
Arşiv, T, 148, 475, 476, 477, 507
Asco, 383
Ashby-de-la-Zouche, 493, 494
Asi, 141
Askalon, 19, 20, 27,67, 114, 125, 128, 129, 154, 160, 184, 188, 202,
222, 227 234, 393, 427
Assise, 168
Assises de la Cour Bourgeois, 167
Assises de Romanie, 167
Asti, 18
aşar muafiyeti, 104, 141, 172
Aşmun-Tannah, 236
Athelstane, 493
atlar, 35, 51, 206, 294, 322, 332, 363, 364, 366, 388
Atlas, 385
Atlit, 204, 206, 211, 220, 221, 224, 243, 247, 250, 254, 257, 258, 263,
279, 280, 304, 309, 310, 319, 328, 349, 354, 373, 375, 429, 430, 448,
476, 512
Attaleia, 117
Aubert Aycelin, 466, 467
Aude, 45, 344
Augustinus rahipleri, 308
Augustinus, 74, 110, 308
Aunis, 359
Autun, 438
Auvergne, 19, 204, 314, 378, 452,
466, 471, 511
Avellino, 217, 218
Avida, 96
Avignon, 95
Avusturya, 203, 493, 498
Ayalon, 145
Ayas, 372
Aybek, 241, 244
Aydone, 217
Ayn Calut, 249, 250, 275, 447
Ayn Musa, 142
Aziz Antonios Kapısı, 278
Aziz Bartholome Kilisesi, 30
Aziz Lazaros Tarikatı, 69, 71
Aziz Lazaros, 73, 333, 337, 354
Aziz Sabas, 246
Aziz Stephanus Kilisesi, 25
Aziz Victor Manastırı, 406
Aziz Victor, 30
Azize Anne Sokağı, 374
Azize Helena Kapısı, 139
Azize Meryem Kilisesi, 30, 51, 399
Bafomet, 489
Bagras, 137, 148, 152, 192, 193, 195,
201, 253, 286, 509, 512
Bağdat, 27, 246, 247 bağışlar, 25, 43, 50, 53, 55, 58, 64, 65, 71, 127,
198, 384, 392
Bahaettin ibni Şeddat (Beha ed-
Din), 18S, 186
Bahriye, 245
Bakire Meryem, 255
Baldwin, 415
Balear, 381
Balian, 177, 184, 218, 270, 271
Baltık, 474
Baluze, Etienne, 484
Baniyas, 142, 1S3, 1S7, 259, 307 bankacılık, 445, 470
Banna, 148
Barbara, 312
Barbara, 58, 64
Barbonne, 34, 50, 398
Bardi, 445
Bardonas, 96
Bari, 354, 368, 371
Barletta, 199, 368, 444
Barruel, 486, 487, 489, 492
Barselona, 45, 46, 47, 56, 59, 63, 95, 286
Bartholome (Fransa Kralı VII.
Louis'nin başvekili), 117
Bartholome Vassales, 469
Bartholome (Laon piskoposu), 53 Bartholome (Neocastro'lu), 21S
Bartholome (Tartosa piskoposu), 272,448
Bartolonıeo, 397
Baudouin (Apulia üstadı), 371
Baudouin, I (Flandes kontu,
Doğu Latin İmparatoru), 379
Baudouin, ■ I, 19
Baudouin, II (Doğu Latin
İmparatoru), 413
Baudouin, II, 23, 24, 31, 33, 43, 67, 99, 104, 148
Baudouin, III, 114, 119, 123, 124, 126, 129, 169, 170, 359
Baudouin, IV, 115, 176
Baudouin, V, 176
Bavyera Aydınlanmışları, 487
Baybars, 250, 251, 252, 253, 257, 262,
264, 267, 275, 276, 404, 437
Bayonne, 31S
Beaufort, 247, 250, 253, 264, S12
Beaune, 361 , 438
Bedevi, 236, 261,436
Beisan, 2 1, 230
Bekaa, 247, 264
Bela, IV (Macaristan kralı), 242
Belbo, 503, 506
Belchite
Belen, 137
Belka, 142
Belvoir, 184, 234, 256
Benedict, 258, 260, 262
Benediktenler, 316, 337
Benevento, 370
Benjamin, 1S1
-
Bennett, 513
Berberi hanedanı, 380
Berengar (Frejus Piskoposu), 31
Berengar, Rovira'lı, 46, 47, 391
Bernard Amati, 95
Bernard Saisset (Pamiers
Piskoposu), 454
Bernard Sesmon, Albedun'lü, 344
Bernard, Clairvaux'lu, 30, 32, 33,
36, 52, 69, 82, 84, 90, 104, 125,
126, 127, 396, 510
Bernard (Hazinedar), 180, 191, 211,
212, 215
Bernard (Montbard Beyi), 125, 126
Bernard (Nasıra Piskoposu), 25
Bernard, Tremelay'lı, 124, 125, 129,
130, 132, 296
Bernard, Villars'lı, 309, 467, 470
Bernat Desclot, 424
Bertaldo Bozzolino, 51
Bertrand Guasc, Rodezli, 322, 335
Bertrand, Blanquefort'lu, 136, 153,
154, 155, 156, 157, 168, 169, 172
Bertrand, Fox'lu, 267
Bertrand (Saim Gilles'li, Trablus
kontu), 72
Bertrand, Sartiges'li, 471
Bertrandimir, 148
Berwick, 445 beslenme, 321, 333
Besson, 487
Bethania, 85, 86
Bethphage, 85
Beyrut, 31, 183, 184, 210, 213, 255,
272,332
Beyt Nuba, 145, 187, 364
Beytcibelin, 67, 70, 128, 132
Beytsayda, 262
Beytşan, 67
Beytüllahim, 85, 249, 318 birleşme, 432, 434, 451 birlik, 27, 56, 57,
144, 212, 224, 361, 423, 431
Bizans, 115, 117, 135, 153, 155, 190,
192, 265
Bizanslılar, 118
Blanche, Castilla'lı (Fransa kraliçesi), 400, 409
Blanche, Navarralı (Chaınpagne kontesi), 414
Bogomiller, 490
Boğaz (Konstantinopolis), 117
Bohemond, III (Antakya prensi), 157, 193
Bohemond, IV (Trablus kontu),
193, 224 ,
Bohemond, V (Trablus kontu, Antakya prensi), 232
Bohemond, VI (Antakya prensi), 248
Bohemond, VII (Trablus kontu, yasal Antakya prensi), 272, 273
Bohemya, 32, 384
Bologna, 18
'
Bolsena, 313, 386
Bona Soariz, 96
Bonifatius, 432, 441,443, 444, 445, 454, 455, 458
Bonnel limanı, 137, 138
Bonvicino, 313, 317, 385, 419 •
borçlar, 118, 413, 415, 419, 452 Bordeaux, 385
Botrun, 175, 176, 273, 276, 495
Bourbouton, 98, 395
Bourgogne, 17, 24, 47, 63, 129, 326, 355, 361, 367, 438
Bouzonville, 52
Braga, 47, 65, 97
Brandenburg, 383
Bremen, 195
Bretagne, 46, 50
Brian de Bois-Guilbert, 492, 493, 495, 497
Brian, 445
Brie, 213, 401
Brindisi, 368, 372, 444
Bukayye, 142
Bulst-Thiele, 125, 129, 175, 204, 307, 438, 446, 513
Burchard, Monte Sion'lu, 257, 263
Burchard, Schwanden'li (TŞ büyük Üstadı), 273
Burlos, 206
Butera, 21 7
büyük savaş (1191), 187
Cabinet des Estampes, 512
Caco, 144, 178
Cadet de Gassicour, 486
Caesarea, 71, 145, 148, 155, 170, 207, 224, 243, 253, 254, 257, 263,
310, 346, 375
Cafarlet, 257
Cafarsset, 264
Cahors, 350
Calansue, 67
Calatayud, 54
Calatrava, 66, 109, 474
Calixtus, 32, 419
Calvarium, 85
Camin, 18
Campania, 378
Cantavieja, 383
Canterbury, 18, 360
Capet'ler, 34, 118, 211, 267, 301, 359, 451
Capua Kararları, 216
Capua, 218
Carcassonne, 45, 344
Casal Brahim, 342
Casal des Plains, 145
Casaubon, 503, 505, 506 .
Cassel, 35
Castel Arnald, 145, 148
Castello, 18
Castellote, 383
Castelo Branco, 382
Castilla, 56, 60, 61, 63, 73, 305, 312,
379, 380, 466
Catherine, Azize, 314
Catherine, Clermont'lu, 266
Cavlan, 250
Cebail piskoposları, 198
Cebail, 175, 375
Cebele, 224, 375
Cedric, 493
Celalettin, 219
Celestinus, II (Papa), 102
Celestinus, III (Papa), 198
Celestinus,V (Papa), 443
Celile, 21, 31, 59, 141, 177, 225, 250,
253, 254, 258, 261, 263, 393
Cengiz Han, 220
Cenova, 47, 221, 437
Cenovalı, 247, 459
Cenovalılar, 229, 246, 274, 373, 437, 447
Cerches, 49 cezalar, 336, 339, 340 Chagny-Seve, sıı Chalamera, 58, 383
Chalons-sur-Marne, 47 Champagne, 22, 29, 34, 45, 221, 329, 398, 452
Champfleury, 40ı Channel, 385
Charente, 313, s12
Charles, I (Sicilya kralı), 2sı, 265, 266, 267, 268, 270, 27ı, 274,
275, 370, 37ı, 377, 417
Charles, II (Napoli kralı), 443, 444, 445, sıo
Chartres, 36, ı94, 203, 204, 365, 452 Chartreuse, 74, 89, 319, 339, 396
Chastel-Blanc, 138, 140, 172, 18s, 199, 213, 253, 30ı, 304
Chastellet, 142, 143
Chateau Pelerin, 337, 349 Chateaudun, 377
Chauffour, 40ı Chelmo, 474 Chevru, 40ı Chieti, 3ı2
Christian Spinola, 459 Chrisy, 40ı
Chronica Majora, 229
Chronique d'Amadi, 440, 44 ı
Chwarszczany, 383 cinayet, ı 64, 308, 474 Cistercium, 28, 33, 38, 4I,
44, 74, ıo4, ıo8, 109, 125, I64, 196, 306, 307, 309, 319, 32ı, 328, 345, 396,
397, 420, 43I, 455, 466
Citeaux, 36, 12s
Cleeles, so
Clemens, IV (Papa), 2sı, 293, 294
Clemens, V (Papa), 420, 426, 43ı, 435, 464, 466, 473, 480, 48ı
Clermont Konsili (1095), I9 Clermont, 309, 350, 469, 470 Cluny, 43, 7ı,
77, ıos, 282, 413, 419 Coîmbra, 64
Colle di Baggiano, 402
Conan, 50
Conrade, Monferrat Markisi, 496, 498, 500
Constant, 40ı
Constantinus, 3ı4, 473
Corbie, 18o
Corbins, 58
Corpus Domini Yortusu, 313
Corrado, Monferratolu, 182, 18s, 19i, 194
Coulommiers, 40ı
Coulours, 47
Cowley, so
Cressac, 282, 313, 3ı8, sı2
Cresson kaynakları, ı44, 14s, ısı, 178, 184, 283, 358, 360
cüzam, 115, 333
cüzamlılar, 333, 491 |
235, 240, 243, 255, 349 din değiştirme, 166, 348 |
Çalan, 137, 304 Çerkezler, 372 çıraklık, 330 Çin, 220 çocuklar ve T, 328 |
din istismarı, 73, 308, 343, 345, 347, 470 Dinis, 66, 474 Diotallevi, 503 Disigius, 199 Dizbağı, 479 |
Dağın Yaşlı Adamı, 162, 242 Dalmaçya, 43, 312, 352, 369, 378, 385 Daniel, 20, 21 Darbsak, 137, 192, 358 Daroca, 54, 58 Daron, 229 darülaceze, 65, 335 Dauphine, 426 David, 500 Davud, 106,
281 De laude novae militiae, 79, 82, 283, 427, 510 Decretum, 391 defin, 49, 103, 200, 290, 502 Delaville Le Roulx, 287 Delbate, 51 Delisle, 406, 409, 410, 413, 414, 417, 418, 421,452, 453, 462, 510 Demurger, 513 Denney, 333 Dessubre, 513 Destroit, 146, 254 deve, 152, 206 Dicle, 219 Diego Gelmirez, 26, 32 Dimyat, 203, 204, 205, 206, 207, 221, |
Doc, 225 Dolores, 506 Dominikenler, 307 Dor, 146 Douzens, 45, 47, 51, 344, 509 Dover, 248 Drogo, 69 Dublin, 18, 472 Duero, 63 Dupuy, Pierre, 484 duruşma, 66, 334, 350, 386, 420, 442, 464, 467, 469, 471, 481, 483 duruşma tutanakları, 511 Eagle, 333 Ebro, 47, 54, 381 Ebu Bekir, 162 Ebu Şame, 131, 143, 154, 174, 179, 185, 244, 250, 363 Ebülfida, 276, 280 Eco, 503, 504 Edith, 499 Edmund, 134 Edward, 1 (İngiltere kralı), 253, 265, 274, 342, 421, 422, 443, 445 Edward, il (İngiltere kralı), 424, 464 |
Edwards, Robert (tarihçi), 138 el-Adil, 194, 196, 203, 222, 256
El-Arimah, 140 el-Atrun (bkz. Şövalyelerin
Torunu), 145, 230
Elbert, Châlons-sîır-Marne Piskoposu, 92
Eleanor, 52
el-Efdal, 178
el-Eşref Halil, 278 eleştiriler, 82, 111, 231, 286, 442 El-Fahri, 276
el-Fula (bkz. La Feve), 143
Elişa, 87
el-Kâmil Muhammet (Mısır'ın Eyyübi sultanı), 203, 204, 205, 206, 207,
212, 214, 221
el-Merkab, 264, 276, 386 el-Muazzam (Şam hükümdarı), 203, 206, 207,
254, 255
el-Muvaylih, 132 el-Muzaffer, Mahmud (Hama
hükümdarı), 222 el-Nasır Davut (Şam ve Maverai
Ürdün hükümdarı), 222, 225, 226, 230, 233
el-Nasır Yusuf, 244
Elne, 206, 466
el-Salih Eyüp (Şam hükümdarı ve Mısır sultanı), 222, 225, 226, 227,
231, 234
el-Salih İsmail (Şam ve Baalbek hükümdarı), 222, 225, 230, 231 , 234
Engizisyon, 460, 461, 462, 469, 491
Erfurt, 263
Eriha, 147
Ermengol, VI (Urgel kontu), 59
Ermeni Kilisesi, 193
Ermeniler, 192, 436
Ermenistan, 136, 192, 193, 246, 264, 326, 348, 436, 448
Ermentrude, 53
Ermessende, 391
Ernoul, 22, 175, 177, 179, 180
Esarib, 32
Eschiva, 393
Esperaza, 344
Essex,386
Esslingen, 481
Estremadura, 64, 97 eşcinsellik, 336, 342, 351 , 461
Etampes, 52
Etampes, kraliyet prevöt'su, 52
Etienne, Bosco’lu, 350
Etienne, Chartres'lı, 36
Etienne, Otricourt'lu, 241
Etienne, Reims'li, 390
Etienne, Sissey'li, 250, 268, 293
Etienne, T Şövalyesi, 247
Etienne, Troyes'lı, 361
Etiyopyalılar, 20
Euboea, 379
Eugenius, 102, 116
Euphemia, 310, 312
Eustorge, 204
Everard, 46, 117, 118, 122, 123, 124, 125, 291, 296, 359
evli biraderler, 41, 396
Exempla, 428
Eyyubiler, 222, 244
Falkenburg, 383
Famagusta, 191, 447, 449 farmasonlar, 487
Fatımiler, 202
Feccia, 401
Felix Fabri, 480, 481
Fenikeliler, 256
Ferentino, 209
Fernand Menendiz, 64, 97
Ferrand, 349
Ferretto, 480
Fırat, 193, 197
Fidenzio, 510 fief, 169
Filipus, 262, 312
Filistiler, 128
Filistin, 18, 71, 77, 203, 205, 206, 207, 232, 245, 249, 258, 276, 352,
408, 412, 427, 438, 447, 478, 479, 482, 497
Filozoflar, 486
Finke, 277, 511 firar, 208, 342, 348
Flandres, 25, 34, 35, 93, 183
Floransa (T idare merkezi), 402
Florcs Historiarum, 229, 248, 249, 372
Florio Bustron, 272, 280, 441, 448, 449
Foggia, 368
Foix, 92
Forey, 59, 62, 287, 379, 513
Fossier, 355
Foucaud du Merle, 236
Foucault Sarkacı, 503
Foulques (Anjou kontu, Kudüs kralı), 25, 29, 31, 35, 41, 42, 70, 114,
115, 217
Foulques, Letrie'li, 268
Foulques (Taberiye kale beyi), 142 Foulques, Villaret'li, 442
Francia, 43
Francon, 248, 377
Fransa, 18, 32, 45, 46, 53, 67, 71, 76, 116, 118, 121, 122, 123, 124,
131, 174, 176, 186, 202, 217, 219,242, 247, 251, 252, 267, 293, 296, 301, 307,
314, 326, 352, 359, 377, 378, 379, 380, 384, 385, 388, 398, 416, 418, 420, 422,
423, 426, 433, 438, 440, 445, 451, 452, 454, 455, 456, 458, 459, 461,464, 466,
470, 476, 477, 479, 481, 484, 486, 490, 491, 498, 509
Fransız Devrimi, 486, 491
Fransızca, 87, 152, 284, 286, 287, 288, 291, 292, 293, 300, 307, 317,
322, 327, 351, 362, 377
Fransiskenler, 111, 307, 308 Frescobaldi, 414
Friedrich Barbarossa (Alman imparator), 186, 418
Friedrich, 210, 213, 215, 218, 370 Friedrich, II (Alman imparator),
207, 209, 218, 221, 227, 231, 233, 251, 353, 368, 369, 371, 384, 400, 487
Friedrich (Regensburg Vekili), 150
Friedrich (Riga Başpiskoposu), 474
Frisia, 203
Frosini, 402, 403
Fulcher, 130 .
Fulcherius Carnotensis, 19, 20, 28,
32, 116, 149, 366
Fuller, 482
Gaimard, 379
Galdinus, 47
Galerani, 414
Galla Placidia, 318
Garamond, 503
Garcia Ramirez, 56, 61
Garcia, 56, 94
Garcia, Yesalı, 403
Garcia (Zaragoza Piskoposu), 61
Garin, Bouzonville'li, 52
Garin, Montaigu'lü (H büyük üstadı), 204, 209
Garonne, 306
Gaskonya, 445
Gaston, 137
Gastria, 191, 272
Gaudry, 125
Gautier Mesnil'li, 200
Gautier, Avesnes'li, 221, 254
Gautier (Brienne ve Yafa kontu),
220, 233
Gautier, Chatillon'lu, 239
Gautier, Mesnil'li, 163, 166
Gautier (Rahip), 172
Gautier (Saint-Omer kale kumandanı, Celile prensi), 393
Gautier (Saint-Vaast başrahibi), 49
Gazan, 448
Gazze, 67, 128, 129, 132, 134, 135, 138, 143, 148, 157, 184, 185, 189,
222, 223, 226, 229, 232, 258
Gdansk, 474
geçici/fahri üyeler, 17, 29, 57, 64, 102, 157, 343, 387
Gelucourt, 383
Geoffrey Fitz Stephen, 387
Geoffroi Fulcher (T vekil ve idarecisi), 69, 155, 157, 296, 297
Geoffroi Martel, Angouleme'li, 314
Geoffroi, Charney'li (T
Normandiya idarecisi), 461, 502
Geoffroi, Charney'li, 502
Geoffroi, Clairvaux'lu, 43
Geoffroi, Donjon'lu (H büyük üstadı), 197
Geoffroi, Sargines'li, 252, 405
Geoffroi, V (Anjou kontu), 35, 42
Geoffroi, Vichy'li, 470
George, 439, 512
Georgius, 20, 305, 314, 411
Gerald, Balmis'li (T bağışçısı), 95
Gerald (Beytüllahim piskoposu), 126
Gerald (Valania piskoposu), 172
Gerald, Wales'li, 360
Gerard, Bouzonville'li, 52
Gerard (Kutsal Kabir Başrahibi), 26
Gerard, Malbergli, 338
Gerard, Montsegur'lü, 98 Gerard, Nasıralı (Lazkiye piskoposu), 337
Gerard, Ridefort'lu, 144, 145, 173, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181,
183, 185, 188, 189, 283, 360, 423, 495
Gerçek Haç, 295, 305, 312, 413
Gerold, 211, 213
Gerona, 46, 58, 96
Gervase, 424
Gestes des Chiprois, 210, 216, 218, 219, 225, 226, 228, 229, 233, 235,
247, 250, 251, 253, 263, 264, 265, 267, 268, 270, 271, 272, 273, 274, 276, 277,
278, 279, 280, 294, 299, 328, 332, 375, 438, 440, 447, 448, 475, 507
Ghibellino'lar, 313, 419
Gibbon, Edward, 482, 500
Gibel, 224
Gilbert d'Assailly, 156
Gilbert de la Porree, 108
Gilbert Erail, 195, 196, 199, 200
Gilbert Marshal (Guillaume
Marshal'ın oğlu), 331
Gilbert, Ogerstan'lı, 167 Giles Amauri, 498
Gilles Aycelin (Narbonne başpiskoposu), 467
Gilmour-Bryson, 511
Girold, 414 giysiler, 28, 37 gizlilik, 287, 288, 308, 470 Gnostik, 489,
490
Gnostisizın, 506
Godefroi, Bouillon'lu, 19
Godefroi, Saint-Omer'li, 23,24, 35. 392, 396, 496
Gondeınar, 32
Goscelin, 69
Grail, 428
Granada, 495
Granena, 57, 59, 64, 93
Gratianus, 391 , 421
Gregoire, 136
Gregorius, VII (Papa), 74, 75
Gregorius IX (Papa), 209,, 210, 215. 219, 221, 229, 346, 369, 371, 382,
491
Gregorius, X (Papa), 268, 429
Grisenich, 57
Grosseto, 402
Grousset, 131, 197
Gubbio, 312
Guelfler, 313, 419
Guerin (H Büyük Üstadı), 218
Gui, Basainville'li, 245, 248, 377
Gui, Brisbarre'li, 31
Gui, 11, Embriaco (Cebail Beyi), 273
Gui, lbelinli (Yafa kontu), 449
Gui, Lusignan'lı (Cognac Beyi), 407
Gui, Lusignan'lı (Kudüs kralı), 176, 186,191, 194
Gui, Milly'li, 168
Gui, Montpelier'li, 396
Guichard, Beaujeu'lü (Montpensier Beyi), 266
Guichard, IV (Beaujeu'lü), 266
Guichard, Troyes Piskoposu, 457, 458
Guienne, 217
Guigo (La Grande Chartreuse'ün başrahibi), 89, 90
Guillaume (Auch başpiskoposu), 54
Guillaume (T kethüdası), 69
Guillaume Cadel (T kumandanı), 209
Guillaume Charnier (T biraderi ve papalık hostarius'u), 317, 420
Guillaume Clito (Flandres kontu), 34
Guillaume de la More (T İngiltere üstadı), 414, 415, 445, 446
Guillaume Dorel (Botrun Beyi), 175
Guillaume Falco, 45, 69
Guillaume Normanno (T elçisi), 48 .
Guillaume Pierre (Douzens'ta T bağışçısı), 5 l
Guillaume Taillefer (Angouleme kontu), 314
Guillaume, Balmis'li (T bağışçısı), 95
Guillaume, Baudement'lı, 45
Guillaume, Beaujeu'lü, 266, 268,
270, 271, 272, 274, 275, 276, 277, 278, 283, 439, 440, 508
Guillaume, Born'lu (T şövalyesi), 350, 351
Guillaume, Bures'lü, 31, 32, 34
Guillaume, Chambonnet'li, 471
Guillaume, Chartres'lı (T büyük üstadı), 194, 203, 204, 365
Guillaume, ChateauneuPlü (H büyük üstadı), 234
Guillaume, 1 (Tartosa piskoposu), 138 .
Guillaume, Il (Agen'li Kudüs patriği), 252
Guillaume, Il (Saint-Omer kale kumandanı), 93, 98, 392, 393
Guillaume, Il (Sicilya kralı), 216
Guillaume, Il, Agen'li (Kudüs
Patriği), 404
Guillaume, il, Auxerre (Nevers ve
Tonnerre kontu), 36
Guillaume, Lege'li (T La Rochelle
idarecisi), 407
Guillaume, Messines'li (Kudüs
patriği), 104
Guillaume, Montrodon'lu, 381
Guillaume, Nangis'li, 235, 236
Guillaume, Nogaret'li, 458, 489
Guillaume, Parisli, 461
Guillaume, Plaisians'lı, 456
Guillaume, Poitiers'li, 30
Guillaume, Ponçon'lu (T
şövalyesi), 267
Guillaume, Rochefort'lu, 233
Guillaume, Saint jean'lı, 307
Guillaume, Sonnac'lı, 234, 235, 237,
239, 242, 244, 347
Guillaume, St. Thierry'li, 84
Guillaume, Taberiyeli, 139
Guillaume, Tir başpiskoposu, 22 Guillaume, Tirli, 22, 25, 27, 28, 31,
68, 69, 70, 71, 99, 108, 115, 116, 120, 128, 129, 131, 132, 134, 135, 143, 145,
146, 151, 155, 158, 159, 163, 165, 166, 171, 173, 176, 181, 201, 299, 348, 480,
481, 495, 507
Guillaume, Vll (Montpelier Beyi), 396
Guiot, Provins'li şair, 282
Gunter, 390
Gurth, 494
Guy, Foresta'lı (T lngiltere üstadı), 445
Gül-Haçlar, 505
Güzel Kapı, 149
H Kalesi, 253
Hacılar Kalesi, 254, 257, 309 Hacılar, 87, 149, 254, 257, 309 hacılık,
313, 404, 406 haça tükürme, 350 haçlı seferleri
Albililere karşı (1209-26), 202 Aragon'a karşı (1285), 424, 452, 453
beşinci (1218-21), 202, 205, 221, 254, 365, 418
birinci (1095-9), 19, 34, 42, 72, 74, 304
dördüncü (1201-4), 202, 417, 502 ikinci (1148-9), 42, 46, 52, 68, 69,
73, 93, 114, 119, 122, 123, 127, 129, 150, 151, 211, 412, 415
11. Friedrich'in (1228-9), 214 Champagne'li Thibaud'nun (1239-40), 221
Cornwall'lu Richard'ın (1241), 219, 226
çocukların haçlı seferi (1212), 202
IX. Louis'nin (1248-54), 235, 242, 252, 359
Prens Edward'ın (1271-2), 253 üçüncü (1189-92), 186, 191, 194, 196,
201, 498
Haimard, 202, 414, 416
Halep, 32, 114, 115, 123, 246, 247, 358
Hama, 220, 222, 278
Hammer-Purgstall, 489, 490 Harbiye, 232
Haremi Şerif, 150
Harim, 157, 358
Harizm Türkleri, 219, 232
Hasan, 162, 166
Haşşaşinler, 162, 164, 166, 242, 505 Hattin, 113, 114, 115, 144, 148,
151, 160, 176, 179, 182, 183, 185, 186, 225, 233, 235, 253, 358, 360, 363, 423,
429, 442, 500
Hayfa, 145, 253, 254, 308
Hayırsever istihkamı, 253 Hayırseverler, 24, 44, 55, 58, 67, 73, 79,
94, 132, 136, 139, 141, 144, 148, 156, 158, 174, 176, 182, 184, 186, 187, 188,
190, 197, 198, 199, 203, 210, 220, 223, 224, 225, 227, 233, 238, 243, 246, 247,
251, 252, 253, 270, 274, 278, 303, 328, 334, 353, 354, 362, 380, 386, 418, 431,
445, 448, 473, 474, 477, 507
Hebron, 21, 68, 128, 169, 229
Heimich, 191, 193, sil, 513
Helena, 312
Heliadis, 390
Henri la Borde, 398, 399
Henri Sanglier (Sens başpiskoposu), 36
Henri, Blois'lu (Winchester Piskoposu), 78
Henri, Cesur Saksonya Dükü, 165
Henri, Doğu Latin imparatoru, 379
Henri, Herville'li Apulia Liman Şefi, 445, 446
Henri, I (Champagne kontu, Troyes kont-palatini), 399
Henri, I (Lusignan’lı Kıbrıs kralı), 232
Henri,I, Bourgogne’lu (Portekiz kontu), 63
Henri, Il (Champagne kontu, Troyes kont-palatini), 194, 399
Henri, Il (İngiltere kralı), 189
Henri, Il (Kıbrıs ve Kudüs kralı), 274, 440, 441
Heni, Il (Bar kontu), 222
Henri (Malta kontu), 208
Henri (Reims kilise heyeti üyesi), 390, 391
Henri, Reims’li (Başpiskopos), 390
Henry, Genç (İngiltere kralı, II.
Henry’nin oğlu), 189
Heny (Huntingdon başdiyakozu, vakanüvis), 78
Heny, I (İngiltere kralı), 35, 50
Henry, II (İngiltere kralı), 108, 161,
167, 170, 176, 179, 180, 182, 184, 422, 423
Henry, IIl (İngiltere kralı, Apulia liman şefi), 215, 219, 248, 251,
310, 331, 358, 405, 407, 421
Henryk, Sakallı (Silezya Dükü), 383
Heraclius, 306, 310
Hermann, 209, 211
Hermant de Pierregort, 346
Hersenius, 170
Hesdin, 49
Hethum, Corycus'lu (Ermeni vakanüvis), 247
Hethum, I (Kilikya Ermenistan kralı), 248, 264
Hethum, II (Kilikya Ermenistan Kralı), 448
hırsızlık, 200, 336
Hiestand, 26, 36, 100, 139, 358, 475, 476, 477, 507, 509, 513
Hiram, 485
Hisar (Davut Kulesi), 149
Hohenstaufen, 211, 215, 229
Holborn, 310
Honorius, II (Papa), 91
Honorius, III (Papa), 202, 203, 418
Hubert, 214, 410
Hugues Capet (Fransa kralı), 456
Hugues Normanno (T elçisi), 48
Hugues Revel (H büyük üstadı), 246, 263
Hugues (Amboise beyi), 35
Hugues, Bourbouton'lu (T
Richerenchers idarecisi), 394
Hugues (Brienne kontu), 252
Hugues, Caesarea beyi), 155
Hugues (Chaınpagne Kontu), 29, 30, 34
Hugues, Daınpierre'li (T kumandanı), 449
Hugues, Faure'lü (T şövalyesi), 291, 292, 350
Hugues, III (Kıbrıs kralı), 265, 271, 274, 440
Hugues, jouy'lü (T müşiri), 244, 245
Hugues, Pairaud'lu (T batı müfettişi), 292, 454, 461,469
Hugues, Payns'lı (T büyük üstadı), 22, 23, 24, 25, 26, 31, 32, 33, 34,
36, 42, 44, 58, 67, 70, 78, 79, 82, 89, 90, 99, 116, 153, 366, 391, 392, 396,
496
Hugues, Rigaud'lu (T vekili), 45
Hugues, Saint Omer'li (Celile prensi), 394
Hugues, St. Victor'lu, 79
Hugues, Vlll (Lusignan'lı, La Marche Kontu), 314
Hulagu, 246
Hunıberge, 125
Humbert, Baniyas piskoposu, 307
Humbert, Pairud'lu (T lngiltere üstadı), 438
Humbert, V (Beaujeu beyi), 267
Humus, 232
Huntingdonshire, 342
Ile-de-France, 45, 451
Ines, 397
Innocentius, Il (Papa), 60, 100, 102 Innocentius, III (Papa), 78, 193,
194, 197, 198, 200, 201, 343, 345, 386, 418
Innocentius, IV (Papa), 232, 338, 356, 357, 370, 382, 447
Isaac (Ivanhoe), 493, 495 lsaac, L'Etoile'lü, 108, 109, 110 Isabelle
(Brienne'li Kudüs kraliçesi), 194, 205
Isabelle, Hainault'lu (Fransa kraliçesi), 266
Itinerarium, 187, 188, 363, 364 Ivanhoe (Sir Walter Scott), 492, 493,
497, 498
!belin ailesi, 180
!belin, 128, 177, 180, 213, 332 lberya, 18, 43, 53, 59, 60, 67, 76,
286, 376, 379, 380, 381, 431, 474, 512
lbnülesir, 131, 150, 186 lbnülfurat, 250, 262, 263, 265 lbnülkalanisi,
130, 131 lbrahim'in Bahçesi, 147 idare merkezleri, 43,47, 50, 267, 305, 319,
330, 342, 352, 362, 368, 376, 386, 387, 397, 401, 404, 411, 443, 455, 460
iklim, 311, 436 ilga, 163, 450, 465, 481 llyas, 87
lmadettin lsfahani, 113 lnab, 122, 123 lndus, 219
İngiltere, 35, 43, 46, so, 53, 67, 71, 170, 174, 175, 176, 180, 207,
208, 219, 225, 235, 251, 253, 267, 275, 293, 310, 314, 326, 331, 333, 342, 348,
352, 353, 357, 358, 360, 377, 379, 380, 385, 386, 387, 393, 407, 413, 414, 418,
421, 422, 423, 424, 436, 438, 443, 444, 445, 453, 454,
455, 464, 466, 472, 479, 484, 490, 493, 494, 495, 509
loannes Kinnamos, 135, 136, 153 loannes Komnenos, Bizans
■İmparatoru, 136 '
İran, 162, 220, 246
İsa Birliği, 487
İsa Tarikatı, 66, 475, 479
İsa’yı yadsıma, 350
İskenderiye, 155, 221, 236, 447 İskenderun, 138
İskoçya, 35, 445, soo, sos
İspanya, 18, 45, 46, 59, 60, 64, 66, 94, 139, ısı, 174, 195, 204, 217,
245, 247, 267, 321, 379, 380, 418, 436
İspanyollar, 76, 109 , 274, 348, 371, 382, 431,474
işkence, 439, 467, 468
İtalya, 18, 43, 47, sı, 174, 199, 211, 212, 215, 265, 266, 277, 312,
313, 371, 378, 380, 385, 417, 419, 443,
456, 476,479
Italyanlar, 71, 114, 175, 301, 317, 357, 371, 374, 414, 445, 452, 453,
455, 503, 507
itiraflar, 468
Jacques, Mailly’li (T müşiri), 178
Jacques, Molaylı (T büyük üstadı), 111, 134, 283, 289, 291, 309, 335,
361, 376, 431,441, 449, 459, 461,465, 476, 485, 511
Jacques, Vitry’li, 116, 179, 204, 304, 321,427, 481
Jaime, I (Aragön kralı), 381, 382, 408, 413
Jaime, II (Aragön kralı), 382, 443, 449, 464, 474
Jaime, II (Mallorca kralı), 424
Jakobenler, 486
Jean Cenaud (T La Foilhouze idarecisi), 309, 442
Jean Culet (T biraderi), 470
Jean Embriaco (Cebailli Gui ll.
Embriaco’nun kardeşi), 273
Jean I (Tour’lu T Paris hazinedarı (1274-1302 c.), 463
Jean Michel (Troyes Konsili katibi), 26, 37
Jean, Brienne’li (Kudüs kralı), 194, 195, 197, 204, 205, 208, 209
Jean, Carcella’lı (T şövalyesi), 269
Jean, Cebailli (Kudüs kraliyet müşiri), 250
'
Jean, Foligny’li (T hizmetli biraderi), 463
Jean, l (İbelinli Beyrut beyi), 210, 213, 218, 257, 332
Jean, I (Kıbrıs ve Kudüs kralı), 274
Jean, I (Tour’lu T Paris hazinedarı (1274-1302 c.), 410, 461
Jean, il (Beyrut beyi), 250, 267
Jean, II (Tour'lu T Paris hazinedarı (1274-1302 c.), 416, 440, 464
jean, II (Tour'lu T Paris hazinedarı (1302 c.-1307), 461, 463
jean, lbelinli (Kudüs krallık kumandanı), 250
jean, joinville'li, 186, 236, 469, 508 Jean, Montford'lu (Tir beyi),
271 jean, Villiers'li (H büyük üstadı), 292
jeanne (Navarralı Fransa kraliçesi), 457
Johannes, Würzburg'lu (Alman hacı), 121, 152, 303, 335, 508
Johannes, XXII (Papa), 466 John (lngiltere kralı), 407, 413, 422, 493
john, Mohunlu (T biraderi), 342 john, Salisbury'li (bkz.
Policraticus), 105, 107, 108, 121 john, Stoke'lu (T rahibi), 444 johns,
C. N. (arkeolog), 256, 375 jordan, 457 jorge, 348 joscelin, 33, 49 josias, 177
journal du Tresor, 411, 510 juan, Braga'lı (Başpiskopos), 65, 66, 97
julian le jaune, 274 julian, 247, 264, 348, 376
kadınlar ve T, 42, 96, 327, 338, 342,
349, 390, 404
Kadmos, 117
Kahire, 132, 133, 134, 154, 162, 194, 225, 236, 242
Kalavun, 275, 276, 277, 278 kaleler, 132, 141, 145, 166, 168, 257, 354
Kan Tarlası, 32
Kana, 262
Kanun, Aziz Benedictus, 319, 321, 323
Karadağ, 338
kardeşlik cemiyeti (şövalyelik), 54, 76
Karmel, 146, 254, 256, 257, 308
Karmelitler, 309
Karpatlar, 3 78
Katalan Bölüğü, 373
Katalanca, 286, 333, 348
Katalonya, 53, 56, 57, 93, 287, 369, 371, 381, 393, 422
Katharlar, 469, 486
Kedar, Benjamin (tarihçi), 513
Kefar Nahum, 262
kendini kırbaçlayanlar, 313, 316, 385
Kenneth, 498, 499
Kent şerifı, 348
Kerak, 142, 169, 185, 222, 226, 233
Khirbet Kara, 144, 145
Khirokitia, 191
Kıbrıs, 18, 190, 195, 203, 209, 219, 220, 221, 228, 235, 242, 246, 255,
265, 270, 271, 272, 274, 280, 286, 301, 311, 342, 361, 376, 379, 415, 437, 440,
443, 444, 445, 446, 448, 449, 455, 460, 477, 507, Sil
Kızıl Sarnıç, 147
Kilikya, 68, 136, 138, 192, 193, 299, 348, 372, 436, 441
kiliseler, 104, 304, 306, 310
Kitbuga, 246, 249
koloni, 382
komplo, 488, 491, 503, SOS
Konrad, 111 (Almanya kralı), 114, 119, 120
Konrad, IV (Almanya kralı), 210, 228, 229, 242, 370
Konrad (Mozavya ve Kujawy dükü), 384
Konradin (Swabia dükü, Kudüs kralı), 251, 265
Konstantinopolis, 117, 155, 170, 202, 248, 379, 413, 502
köleler, 371
Köln, 18, 312
Krak des Chevaliers, 67, 140, 141, 148, 158, 172, 182, I85, 199, 213,
253, 314
Krey, 134, 159
Kubbetüssahra, 23, 149, 182, 305
Kudüs Krallığı, 24, 25, 40, 67, 69, 71, 81, 93, 115, 124, 127, 151,
152, 154, 159, 160, 167, 168, 173, 175, 182, 191, 194, 213, 218, 234, 247, 267,
284, 293, 294, 354, 377, 393, 417, 449, 476, 507
Kudüs saray katibi, 208
Kudüs Tarihi (Vitry'li jacques), 427 Kumanlar, 117
Kurtuba Halifeliği, 380 Kutsal Haç Kilisesi, 278 Kutsal Haç, 184
Kutsal Kabir Kilisesi, 27, 85, 86, 88, 94, 184, 213, 305, 348
Kutsal Kabir rahipleri, SS, 58, 72, 198, 507
Kutsal Topraklar, 17, 33, 38, 84, 121, 122, 126, 147, 209, 215, 216,
221, 223, 227, 246, 248, 252, 260, 262, 275, 277, 280, 311, 317, 329, 352, 353,
355, 357, 361, 364, 368, 370, 371, 377, 379, 380, 387, 390, 402, 407, 417, 431,
432, 433, 435, 441,444, 446, 449, 460, 465, 472, 478, 480, 484
Kutuz, 245, 249, 250
Kyrenia, 219
L'Estoire d'Eracles, 167, 264, 273
La Doctrine secrete des Templiers, 490
La Fauconneire, 270
La Ferte-Gaucher, 401
La Feve, 143, 178, 185, 513
La Forbie, 231, 232, 234, 235, 239, 349, 354, 358, 360, 429
La Motte-Palayson, 30
La Neuville, 47
La Roche de Roussel, 13 7, 138, 253 La Roche Guillaume, 137, 138 La
Rochelle, 53, 385, 407, 422 La Sablonniere, 401
La Villedieu-en-Dreugesin, 375 Lagny-le-Sec, 401
Lagny-sur-Marne (T idare |
Levon Kazelier, 262 |
merkezi), 401 |
Levon, 192, 193, 194, 262 |
Lamia, 379 |
Liege, 18, 268, 359 |
Lanetli Kule, 279 |
Liguria, 48 |
Languedoc, 486
' |
Limasol, 191, 221, 235, 272, 441, 447, |
Lannia adası, 50 |
449 |
Laodikeia, 117 |
■ Limoges Saint Martial vakanüvisi, |
Laon, 305 |
263 |
Las Navas de Tolosa, 204, 380 |
Linieres, 196 |
Laterano Konsili, 171 |
Litvanyalılar, 474 |
Laterano, 101 |
Lizbon, 64, 65, 205 |
Latin Yunanistanı, 167 |
Lizerand, 512 |
Latince, 37, 39, 40, 41, 79, 82, 284, |
Lod piskoposu, 197 |
287, 318, 319, 327, 329, 330, 391, |
Lod, 20, 145, 212, 364 |
396, 508 |
Loire, 45, 47, 375 |
Laurencc, 312, 411 |
Loiseleur, 490 |
Laurence, Aziz, 317 |
Lombarda, 48 |
Lazaros, 73, 86, 333, 354 |
Lombardia, 326, 378, 469 |
Lazkiye, 276, 337
. |
Lombardlar, 455 |
Le Mans, 32, 35 |
Londra, 18, 248 |
Le Toınbeau de]acques Molay |
Longroiva, 64, 97 |
(Molaylı]acques'in Mezarı), 486 |
Lope Sanchez, 58 |
Leffinges, 72, 392 |
Lope (Pamplona Piskoposu), 62 |
Legnano, 418 |
Lorraine, 383 |
Legnica, 384 |
Louis, Charles, 486 |
Lentini, 217 |
Louis, l (Bavay Dükü), 207 |
Leon, 56, 466 |
Louis, IX (Fransa kralı), 223, 235, |
Leonard, 401,416, 509 |
242, 245, 251, 252, 263, 267, 328, |
Leopold, V, Babenburglu |
355, 359, 361, 377, 405, 408, 412, |
(Avusturya dükü), 191, 498 |
416, 417, 432, 435, 436, 447, 451, |
Leopold, Vl, Babenburglu |
454, 456, 469 |
(Avusturya dükü), 203 |
Louis, Vll (Fransa kralı), 52, 69, |
Lesnica (T idare merkezi), 383 |
93, 114, 116, 118, 119, 121, 123, |
Levi, 504 |
152, 157, 187, 267, 296, 412, 415, |
|
422, 458 |
Louis, XVI (Fransa kralı), 486
Lourie, 56, 60, 61
Louvre, 452, 453
Lucas de Beaumanoir, 494, 496
Lucas, 349, 494, 496
Lucca, 402
Luciferciler, 490
Ludolph, 17, 19, 277, 278, 311, 426, 479
Luka, 88, 140, 395
Lundgreen, 131, 133, 156, 165
Lübeck, 195
Lübnan dağları, 162
Lübnan, 162, 264
Lyon 828, 177
Lyon Konsili, 268, 272, 429, 431, 435, 510
Lyon, 178, 181, 429, 431, 432, 435, 451
Maaneşşamih, 142
Macaristan, T ili, 293, 312, 377, 378, 418
Macarlar, 378
Madrid, 139 '
Magdala, 262
Magdeburg, 18
Magna Carta, 413 mağara-istihkam, 161 Mainz, 18
Makrizi, 241, 251, 276, 278
Mala Olesnica, 383
Malazgirt, 193
Maldoim, 147
Mallen, 62
Mallorca, 18, .'32, 424, 433
Malta, 208, 47/
Mandreona, 96
Manfredi, 251, 370, 419
Manfredonia, 444
Mani, 486
Manicilik, 486
Mansure, 236, 237, 239, 358, 429
Manuel, 117, 153, 171
Maraclea, 139, 172, 447
Marguerite, 328, 407
Maria Komnena (!. Manuel'in yeğeninin kızı), 171
Maria Magdalena, 317
Maria, Antakyalı, 265, 266, 267, 270, 271, 417
Maria, Monferrat'lı (Kudüs kraliçesi), 195, 197
Marienburg, 474
Marittima, 378
Marmoutier, 35, 47
Marsilya, 221, 242, 258, 366, 367,
373, 385, 508
Marta, 86
Martinus, 420
Mas Latrie, 445
Mas-Deu, 92, 97, 99, 388
Massa Marittima, 401
Matilda (İngiltere kraliçesi), 50
Matilda (İngiltereli imparatoriçe),
35
Matilda (Portekiz kraliçesi), 65
Matta İncili, 96, 97, 98, 394
Matta, Aziz, 262
Matthew, Parisli (Saint Albans vakanüvisi), 211, 213, 214, 2is, 216,
222, 223, 226, 227, 228, 229, 231, 233, 234, 236, 237, 238, 243, 246, 270, 282,
294, 310, 312, 349, 3S3, 360, 361, 369, 487, SOl, SlO
Matthieu, 36
Mattias, 411
Maubuisson Manastırı, 417
Maurepas, 461
Maurice de Bracy, 493
Maverai Ürdün, 232
Mayer, 3S, 124, 127, lSS mektup, 82,8S, 89, 102 Melfi, 218
Melisende, 11s, 126, 169
Melun, S2
Memluklar, 24S, 249, 2so, 26S, 27S, 279, 280, 283, 30S, 426, 448, Sl2
Mercayun, 143, 1S4, 173
Merle, 146, 236
Meryem (Lazaros ile Marta'nın kardeşi), 86
Mescidiaksa, 23, 71, 148, 149, 1so, 303
Messina, 368, 369, 371
Meşruta Yasası (1279), 4S4 Metternich, 489
Metz (T idare merkezi ve kilise),
S2, 314, 383 mezarlık, 306 Mısır, 114, 11s, 128, 129, 132, 143,
1S4, lSS, 1S8, 170, 188, 197, 202, 204, 206, 208, 209, 213, 21S, 221,
226, 229, 233, 23S, 237, 240, 244, 24S, 2SO, 2Sl, 262, 267, 296, 3S3,
376, 408, 412, 418, 436, 437, 447 Mısırlılar, 20, 128, 129, 134, 208, 232, 239
Michelet, sii
Mikail, 61, 184, 304, 411
Mikhael, 22, 23, 29
Milano, 18
Miles, 12s
Milites Templi, 100, 103, 107
Militia Dei, 100, 103, 107
Milon, 48
Minnie Mouse, sos
Minnucci, Sl4
Mino, 63
Miravet, 381,383, s12
Mleh, 136, 299, 348
Moğollar, 24S, 246, 248, 2so, 448
Moisy, 401
Mondego, 64
Mongay, S8 monofizit sapkınlar, 193 Monreal del Campo Birliği
(askeri), S4
Montaigu, 209, 401
Montaperdi, savaş (1260), 419
Montbellet, 314
Montbouy, 37S Mont-de-Soissons, 401 Monte Gargano, 402 Montelopio, 402
Montesa Tarikatı, 474 Montferrand, 68, 266
DIZIN
Montford, 271, 423
Montjoie Tarikatı, 354
Montmusard, 278
Montreal, 142, 169, 185
Montroque, 273
Montsaunes, 306, 314, 512
Montsegur, 98, 488
Monzon, 381,383
Mora Vakayinamesi, 380
Mora, 18, 43, 202, 443
Moral, 391
Morgan, 22
Mozi, 414
Muhammet, 161, 233, 261, 489 mukabele, 375
mukaddes emanetler, 102, 186, 305,
309, 310, 312, 313, 502
Murabıtlar
Murabıtlar (Berberi hanedanı), 63
Muret, 381
Musciatto Guidi (Mouche, banker), 453
Muvahitler (Berberi hanedanı), 380
mühürler, T, 28
Naaman, 88
Nablus, 26, 169, 229, 230, 318
Naha! Siah, 308
Naman, 225
Nantes, 50, 385
Nanteuil-les-Meaux, 401
Napoli, 18, 251, 467
Nasıra, 85, 144, 178, 249, 262, 303,
307
Nasirettin, 132, 133, 134, 164
Navarra, 56, 61, 62, 221, 452, 467
Nebi Samvil, 104
Nephin, 175, 273, 276
Neu, 513
Nicolas, Bourbouton'lu (T şövalyesi), 394
Nicolas (Elne Piskoposu), 206
Nicolaus, III (Papa), 317
Nicolaus, IV (Papa), 276, 432, 510
Nicosia, 18, 191, 204, 311, 439, 443, 472
Nil, 205, 236, 254, 412
Nimes, 466
Normandiya, 34, 35, 189, 190, 375, 378, 416, 451, 461, 502
Notre-Dame Katedrali, 140
Novillas, 47, 61, 62
Noyon, 45
Nurettin Mahmud (Suriye hükümdarı), 115, 123, 124, 127, 140, 153, 154,
157, 166, 168, 314
Nusayri dağları, 140
Oberto, 48
Obstal, 48
Oddo, 48
Odo Poilechien, 271 , 274
Odon, Deuil'lü (Saint-Denis vakanüvisi), 117, 152, 363
Odon, Grandison'lu, 292
Odon, Montbeliard (Kudüs
Krallığı şehir muhafızı), 218
Odon, Montfaucon’lu, 68, 69
Odon, Saint-Amand'lı (T büyük üstadı), 143, 153, 161, 163, 167,
170,173, 174, 495, 497
Odon, Wirmis'li (T hizmetli biraderi), 352, 353
Ogier, 199
oğlancılık, 349
Okhrana, sos
Olava, 383
Oliver, Paderborn'lu, 182, 204, 205, 254, 255, 280, 319, 328, 508
Oliver (T İspanya üstadı), 46
Oliver, Termes'li, 252
Omne datum optimum, 100, 101, 103, 106, 131, 167, 171, 200, 286, 291,
306, 330
Orange, 47
Orbellito, 403
Ordericus Vitalis, 29, 68, 69
Orleans piskoposu, 245
Orleans, 47, 245 oruç, 27, 39, 323, 337
Orvieto, 313
Osmanlı Türkleri, 507
Osto, 69, 70, 93, 392, 393
Otto, 119, 1S0, 419
Oultrejourdain, 1 4 1, 161, 1 69
Ourique, 63
Ouveze, 95
Ovidius, 130
Ölü Deniz, 17
Özgür Ruh Kardeşliği, 491
Pagan,169
Paganus, 24
Palau, 47
Palmae, 119
Pandolf, 418
Papalık devleti, 3 1 2
papalık, 1 7, 24, 26, 36, 60, 63; 66, 74, 76, 99, 10S, 121, 1S9, 193,
198, 201,205, 212, 218, 224, 2S1, 265, 267, 268, 291, 293, 313, 343, 352, 369,
380, 386, 406, 417, 418, 429, 433, 443, 453, 465, 470, 473, 476, 480, 509, 511
Paphos, 272
paralı asker, 1S1, 213, 259, 261, 373 Paris, 69, 79, 116, 131, 138,
202, 252, 305, 312, 352, 359, 361,414, 41S, 417, 418, 420, 423, 440, 441,452,
460, 465, 468, 470, 479, 510, S11, S12, 513
Paris, Bibliotheque Nationale, 509 Partner, 485, 513
parvum passagium, 435
Parzival, 428
Paschalis, 41 9
Paterno, 2 1 7
Paul, 273
Paulus, Aziz, 39, 87, 98, 183, 208,
31 S
Paulus'un Efesoslulara Mektubu, 90, 101
Paulus'un Galatyalılara Mektubu, 98
Paulus'un Korintoslulara Birinci Mektubu, 80, 88, 102 Paulus'un
Korintoslulara !kinci Mektubu, 88 Paulus'un Romalılara
Mektubu, 87
Payen, 44, 377
Peçenekler, 117
Pedro, II (Aragon kralı), 381
Pedro, III (Aragon kralı), 424
Pelagius (Albano kardinali), 205, 206, 207, 224, 418
Pelagius (Braga başpiskoposu), 65, 66
Peniscola, 383, 512
Perpignan, 388, 424
Perugia, 18, 28, 229, 282, 385, 419, 420, 512
Peter, 199, 263, 513
Petra, 132, 142
Petronilla, 56
Petrus Abelardus, 108
Petrus, 101, 102, 108, ııo, 140, 183,
208, 262, 315, 318, 419, 479
Philippe, Alsace'lı (Flandres kontu), 183
Philippe, II (Fransa kralı), 186,
209, 389, 415, 417, 418, 451,460, 496
Philippe, III (Fransa kralı), 420, 424, 454
Philippe, IV (Fransa kralı), 111, 288, 389, 421, 425, 434, 439, 443,
451, 452, 453, 454, 455, 456, 458, 459, 460, 471,472, 473, 474, 480, 481, 484,
486, 502, 504
Philippe, Milly'li (Nablus Beyi, T büyük üstadı), 142, 161, 168, 170,
291
Philippe Novaralı (vakanüvis), 213, 214, 228, 332
Philippe, Pleissez'li (T büyük üstadı), 196, 197, 201,203
Philippe, V (Fransa kralı), 491
Picardie, 23, 168, 392, 453
Pierre Dubois (Nornıan hukukçu), 442, 450, 510
Pierre Sarrasin, Parisli, 406, 407
Pierre, St Just'lu (T Graynane idarecisi), 443
Pierre, Alençon kontu, 243
Pierre, Bologna'lı (T papalık sarayı temsilcisi), 386, 465, 471
Pierre, Erlant'lı (Limasol piskoposu), 441
Pierre, Fontaines'li (T Sicilya ve Apulia idarecisinin vekili), 271
Pierre, Limoges'li (Caesarea başpiskoposu), 346
Pierre, Montaigu'lü (T büyük üstadı), 204, 206, 207, 208, 217, 218, 255
Pierre, Muhterem (Cluny başrahibi), 77, 90, 126
Pierre, Rovira'lı (T Provence üstadı), 46, 392, 395
Pierre, Sevrey'li (T müşiri), 279
Pierre, St Just'lu (T Correus idarecisi), 444
Pierre, Vares'li (T idarecisi), 447
Pierre, Vieille Bride'li (H büyük üstadı), 226
Pierrevillers (T idare merkezi), 383 Piers Gaveston (Cornwall kontu),
424
Pireneler, 54
Pisa Konsili (1135), 100
Pisalılar Sokağı, 374 Pisalılar, Pisa, 1 55, 274 Pistoia, 402
Pleissez, 196
Plivain, Pisalı tacir, 175 Poggibonsi, 402
Poitiers, 30, 241, 377, 420, 511 Poitou, 35, 108, 293, 300, 357, 413,
422
Policarp, 312 Policraticus, 105 Polonya, 383, 474 Pomeranya, 384, 474
Poncius Chalveria, 94 Pons, 394
Pontigny Manastırı, 108
Porta Sole, 313
Portekiz, 46,47, 53, 61, 63, 66, 71, 96, 293, 305, 377, 381, 382, 383,
466, 474, 479, 504
Prawer, 223, 513
Premonstratensius, 74 prevot, 52, 409, 453 prevöt’su, 411
Pringle, 260, 303, 513
Provence, 30, 43, 45, 46, 47, 174, 195, 204, 328, 357, 369, 384, 387,
456, 476
Provins, 34, 45, 50, 282, 329, 398, 399, 400, 401, 509
Prusya, 190, 383, 474
Prutz, 284, 454, 468
puta tapma, 502
Quarantene dağı, 147
Radulphus Cadomensis, 138
Rahewin, 419
rahipler, 55, 62, 94, 102, 307, 308
Raimond Rater (Toulouse’lu T bağışçısı), 51
Raimond, 129
Raimond, Balmis'li (T bağışçısı), 95
Raimond, II (Trablus kontu), 67, 141, 166
Raimond, III (Trablus kontu), 139, 141, 166, 175, 176, 177, 179, 181,
184
Raimond, IV (Toulouse kontu), 72
Raimond, Le Puy’lü (H büyük üstadı), 119
Raimond, Luzençon'lu, 99
Raimond, Montesquieu’lü, 97
Raimond, Poitiers’li (Antakya prensi), 123, 135
Raimond (Reims Başpiskoposu), 48
Raimond, Rovira’lı, 391, 392
Raimond (T Coulours idarecisi), 47
Raimond, V (Toulouse kontu), 329
Raimond-Rupen, 193, 194, 224
Rainald, 500
Rainard, 125
Rainerius Sacconi, 469
Ramiro, 56, 57, 60, 94
Ramla, 364
Ramon Berenguer, III (Barselona kontu), 57, 59, 93
Ramon Berenguer, IV (Barselona kontu ve Aragon kralı), 46, 56, 57, 59,
64, 71, 93, 122
Ramon Lull, 433, 434, 472, 510
Ramon Muntaner (vakanüvis), 368, 372, 373
Ramon Sa Guardia (T Mas-Deu idarecisi), 388
Ramsay, 484, 485
Ranieri Zeno, 369
Raniero Fasani, 313
Raoul Caslan (T biraderi), 69
Raoul, Diceto'lu, 174
Raoul, Domfront'lu (Antakya patriği), 104
Raoul, Patingy'li (T şövalyesi), 69
Raoul (Tirli Guillaume'nin kardeşi), 173
Raoul, Vermondois'lı (Peronne kontu), 118
Ravenna, 318
Ravennika, 379
Raynouard, 139 Rebecca, 493, 496 reconquista, 59, 60, 66 Recordane, 225
Reddecoeur, 274, 276
Reginald Front-de-Boeuf, 494 Reims ölüm kaydı tomarları, 125, 416
Reims, 48, 389, 416, 509
Remolins, 58
Renaud, 242, 347
Renaud (Martigny'li, Reims başpiskoposu), 36
Renaud (Odelina'nın oğlu), 329
Renaud, Provins'li (T rahibi), 471
Renaud, Sidonlu, 184
Renaud, Vichiers'li (T müşiri, büyük üstat), 241, 242, 243, 244, 245,
408
Renouard, Yves (tarihçi), 479
Reşit, 447
Rhöne, 95, 385
ribat, 76
Richard Filangieri (imparatorluk müşiri, Kudüs bailli'si), 216
Richard, Burghersh'lü (Dover Kalesi muhafızı), 446
Richard (Cornwall kontu), 214, 215, 219, 223, 226, 227, 228, 233, 238,
239
Richard, Feckenham'lı (T biraderi), 348
Richard, Flor'lü (Alman şahinci), 373
Richard, I (İngiltere kralı), 181, 185, 186, 188, 212, 217, 363, 492,
494, 496, 497, 498, 501
Richard, Poitou’lu (Cluny vakanüvisi), 71
Richerenches, 47, 92, 95, 98, 387, 394, 401, 509
Ridefort ailesi, 175
Riley-Smith, 135, 139, 141, 148, 156,
159, 166, 168, 172, 186, 301
Rispe, 52
Roaix, 47, 95
Robert Curthose (Normandiya dükü), 34
Robert, Courçon'lu (kardinal, papalığın Fransa elçisi), 343
Robert, Craon'lu (T büyük üstadı), 25, 58, 69, 70, 119, 122
Robert, 1 (Artois kontu), 236, 238,
239
Robert, Nantes'li (Kudüs patriği),
354
Robert, Sable'li (T büyük üstadı),
189, 190, 195, 196
Robert, Sandford'lu (T İngiltere üstadı), 225, 226, 229, 235
Robert (T kethüdası), 45
Robert (T şövalyesi), 25
Robert (Torignili), 42
Roberts, J. M. (tarihçi), 491
Robin Hood, 492, 494
Rodez, 47, 99
Rodos, 190, 311, 472
Roger (Alman, T biraderi), 349
Roger, Flor'lü (T yaveri ve
kaptan), 279, 372, 373
Roger, Hoveden'lı, 182, 183
Roger, Lauria'lı (amiral), 437
Roger, Moulins'li (H büyük
üstadı), 174, 176, 178
Roger, Salernolu (Antakya prensi), 32
Roger, San Severinolu (Akka'nın
Anjou bailli'si), 270, 271
Roger (T San Gimignano İdarecisi), 376
Roger, Wendover'lı, 207, 209, 210, 211, 215, 229, 372
Rogeron, Lauria'lı (amiral), 437
Rohard, 169
Roma, 43, 101, 121, 167, 193, 293, 312, 368, 378, 385, 400, 402, 419,
441, 443, 481
Romagna, 420
Romano Mairano (Venedikli tacir), 366
Roncetti, 513
Rorritus, 51
Rouen, 462
Rouergue, 330
Roul (Merencourt'lu Kudüs patriği), 203
Roussillon, 95, 99, 388, 424, 511
Rovira ailesi, 391, 392, 395
Rowena, 493
Ruad adası, 436, 448
Rudolf, 26, 36, 275, 475, 507, 509, 513
ruhani meclis, 69, 102, 116, 259, 285, 288, 293, 299, 325, 327, 336,
337, 359, 361, 377, 384, 388, 439, 443, 444, 508
Rumlar, 249, 372
Runciman, Steven (tarihçi), 155, 156, 483
Ruslar, 474
sadaka, 335, 432
Safed, 59, 142, 143, 148, 185, 225, 247, 250, 253, 254, 258, 259, 260,
261, 263, 299, 304, 305, 354, 429, 508, 512
Safita, 138
Saint Albans manastırı, 215
Saint-Denis, 117
Saint-Germain, 505
Saint-Gilles, 79
Saint-ûmer, 23, 24, 35, 69, 70, 72, 93, 98, 392, 393, 395, 496
Samuele Mairano, 366
San Bevignate Kilisesi, 294, 3is, 513
San Bevignate, 28, 313, 316, 317, 512
San Germano anlaşması, 215
San Gimignano, 402
San Pedro Manastırı, 56 sancak, 282, 302, 339, 499 Santa Maria Latina,
24, 25 Santarem, 64
Santiago de Compostella, 406 Santiago Tarikatı, 66, 381 Saone, 385
sapkınlık, 308, 336, 490, 501
Sardi, 514
Sardunya, 378, 470
Sarlat, 306
Sarthe, 189
Sattalia, 379
Savigny, 52, 93
Saxe, 356
Scarpellini, 318, 513
Schnürer, 3 7
Schottmüller, 511
Sclippes, 72, 392
Scott, 495, 497, 500, 501
Sebastian, 134
Segna, 385
Segovia, 305, 312, 512
Selahattin Eyyubi, 113, 114, 115, 138, 142, 1 50, 151, 154, 157, 158,
174, 177, 179, 180, 182, 184, 185, 187, 188, 189, 191, 194, 198, 212,
250, 253, 374, 475, 496, 498, 499, 500, 501
Selahattin ondalığı, 1 67, 423 Selanik, 202
Selçuklu Türkleri, 19 Sennevieres, 401 Sens, 36, 47, 471
Sephoria, ı 79 Sevilla, 381 Sezanne, 34, 398 Sıpt İbnülcezvi, 214
Sibylle, Hainault'lu, 266
Sibylle, 1 (Amauri'nin kızı, Kudüs kraliçesi), 176, 194, 265
Sicilya Krallığı, 212, 213, 216, 248,
251, 265, 267, 369, 377
Sicilya Vesperum Ayaklanması (1282), 271, 274
Sicilya, 190, 209, 215, 216, 217, 231,
252, 266, 271, 326, 367, 368, 371, 379, 385, 433, 436
Sidon piskoposu, 198, 200
Sidon, 163, 198, 247, 263, 264, 273, 279, 322, 375, 376
Siena, 402, 414 silahlar, 51, 123, 279, 294 silahtarlar, 298
Silezya, 383
Silsile Sarayı, 374
Silsile sokağı, 149
Simon, 223, 407, 423
Simun, 411
Sina dağı, 314
Sina, 132, 314
Sir Walter Scott, 492, 497
Siracusa, 217
Sommieres, 452
Son Yargı, 313, 315, 317
Soria, 66
Soruşturma, 386
Soure, 64
Southampton şerifi, 348
Spicciani, 356
Spoleto, 378
Starnawska, Maria, 384
Stephanus, 312, 315, 411
Stephanus, Aziz, 317
Stephen Harding, Citeaux başrahibi, 36
Stephen, Blois'lu, lngiltere kralı,
46, 50
Stephen, Pencestre'lı, Dover
Kalesi muhafızı, 445
Stirling, 446
Strasbourg, 481
Strayer, 350, 416, 453
Subeibe, 259
Suerio, 47
Suger, 116, 118, 123, 359
sulama, 395, 403
Suleçin, 383
Surdenay, 259
Suriye Kapıları, 137
Suriye, 18, 19, 77, 115, 137, 138, 139, 163, 164, 166, 167, 205, 221,
245, 246, 262, 280, 282, 286, 436, 447, 448, 478 surları, 278
Sussex şerifi, 348
Süleyman Tapınağı, 93, 99
Süleyman, 23, 28, 55, 65, 66, 92, 94, 99, 149, 475, 482, 485, 496
Sünniler, 162
Süveydiye, 118
Şahin, 373
Şam Kapısı, 25
Şam, 27, 31, 42, 68, 114, 115, 119, 122, 132, 142, 154, 194, 197, 212,
213, 215, 222, 225, 226, 232, 234, 243, 244, 246, 247, 254, 259, 261, 275, 353,
366
Şaver, 155
şehir, 19, 20, 24, 25, 27, 31, 35, 42, 51, 55, 65, 66, 70, 71, 72, 73,
76, 91, 92, 94, 98, 99, 104, 114, 116, 119, 123, 143, 145, 146, 148, 150, 151,
169, 170, 182, 184, 187, 188, 195, 197, 202, 205, 212, 214, 220, 230, 231, 232,
245, 246, 265, 270, 281, 290, 293, 295, 298, 304, 310, 319, 326, 329, 337, 353,
364, 373, 377, 393, 436, 475, 499
Şeyzer, 163
Şiiler, 162
Şirkuh, 115, 154, 155, 160
DIZ1N
şövalyeler, 37, 38, 41, 55, 59, 83, 86, 101, 106, 108, 117, 123, 134,
143, 145, 151, 237, 279, 283, 307, 320, 391 , 472, 479
Şövalyelerin Toronu, 145, 230
T bölgeleri, 374
T idare merkezi ve kilisesi, 305, 310, 311, 331, 404, 407, 408, 414,
423, 443, 444
T idare merkezi, 306, 329,, 334, 368, 375, 384, 385, 397,, 398, 399,
400, 401, 402, 403, 404, 405, 406, 407, 409, 410, 443, 444, 453, 461, 462, 463,
509
T kalesi, 139, 140, 148, 152, 164, 172, 182, 199, 213, 275, 279, 304,
376, 430, 436
Taberiye piskoposu, 198
Taberiye, 142, 143, 177, 179, 183, 198, 234, 264 -
Tabor dağı, 234, 255, 262
Tagliacozzo, 373
Tagus, 63, 64, 381
Tanis, 206, 208
Tanner, 511
Tanrı Tapınağı rahipleri, 23, 24,
149, 305
Tanrı Tapınağı, 23, 24, 45, 92, 149,
150, 182, 305, 312
Tanrı'nın Oğlunun Kalesi, 255
Tapınak bölgesindeki işlik, 303, 304
Tarazona, 54 tarikata kabul, 285, 288, 326, 327, 331, 336, 338, 361,
373, 438, 461, 462, 463, 470
tarikattan kovulma, 40, 299, 325, 327, 336, 342, 345, 346
Tartus, 138
Tebriz, 372
Tedaldo Visconti, 268 tefecilik, 357 Tempelburg, 383 Templestowe, 494
Teresa, 63, 64 Terre Galifa, 148
Terricus, 151, 182, 183, 184, 185, 199 Teslis Tarikatı, 348 The
Betrothed, 497
The Mystery of Baphomet Revealed,
489
The Talisman, 497
The Turin Shroud, 502
Theoderich, 144, 147, 149, 152, 303, 374, 508
Theoderick, 498
Thibaud Gaudin (T kumandanı, büyük üstat), 274, 279, 280, 291, 438, 443
Thibaud, 226
Thibaud (Akka piskoposu), 198 Thibaud (Blois ve Champagne kontu), 34
Thibaud (Champagne kontu ve Navarra kralı), 400
Thibaud, II (Blois ve Champagne kontu), 34, 36
Thibaud, III (Champagne kontu),
400
Thibaud, IV (Champagne kontu ve Navarra kralı), 221, 222, 258
Thibaud, Payns'lı (başrahib), 30
Thibaud, V (Champagne kontu ve Navarra kralı), 252
Thierry, 25, 34, 35, 84, 93
Thomas Agni, 249
Thomas Becket, 161
Thomas Berard, 129, 245, 247, 251, 253, 266, 275, 293, 312, 357, 376,
377, 416
Thomas Fuller, 481
Thomas, Aquino'lu (Acerra Kontu), 228
Tibble, 68, 71, 128, 148, 224
Tir, 19, 22, 27, 31, 32, 71, 114, 124, 135, 163, 173, 177, 182, 184,
185, 198, 207, 216, 219, 229, 263, 271, 336, 375, 447, 485
Tirli Tapınakçı, 263, 266, 270, 273, 277, 278, 280, 374, 438, 439, 440,
442, 475, 507
Toledo, 63, 380
Tomar, 305, 504, 512
Tommasi, 420, 513
Torino Kefeni, 501, 504
Toros, 136, 348
Torquilstone, 494
Torremaggiore, 368, 468
Tortosa (Aragön), 139
Tortosa (Suriye), 104, 127, 224, 447, 448
Toscana Aziz Petrus Vakfı, 378
Toscana, 376, 378, 401
Toulousain, 51, 451
Toulouse, 17, 45, 47, 315
Tournai, 18
Tours, 47
Töton Şövalyeleri, 73, 190, 195, 209, 211, 227, 233, 246, 247, 253,
254, 270, 274, 338, 384, 430, 474, 476
Trablus, 19, 67, 72, 114, 138, 139, 141 , 152, 157, 158, 163, 166, 171,
175, 177, 182, 196, 198, 207, 213, 246, 247, 253, 255,257, 267, 272, 273, 276,
293, 295, 301, 326, 334, 336, 342, 375, 377, 447, 449, 476
Trani, 18
Trapesak, 137
Trefols, 401
Treviso, 51
Troyes Konsili, 26, 27, 33, 36, 44, 49, 64, 81, 100, 119, 125, 358,
381, 392, 508, 513
Troyes, 29, 33,43, 91, 92, 358, 361, 381, 399, 457, 502
Tudela, 54
Tuna, 378
Turanşah, 240, 244
Türkler, 117, 183, 188, 239, 282
Türkmen, 250 türkopol, 250, 260, 279, 289, 295
Ulger, 49, 92
Ulm, 480
Umbria, 313, 385, 512
Unur, 120
Urbanus, II (Papa), 19, 75, 91, 105, 419
Urbanus, III (Papa), 183, 360
Urbanus, IV (Papa), 251, 293, 294, 416
Urfa, 19, 114, 232
Uriah, 106
Urraca, 56
Ürdün, 20, 21, 27, 85, 87, 142, 144, 145, 146, 153, 160, 205, 214, 226,
230, 261, 295, 364
Üsame bin Munkiz, 71, 132, 133
Valania piskoposu, 172
Valania, 171, 199, 224, 264, 334, 386
Valencia, 55, 380, 382, 424
Vaour, 330
Varenne, 399
Vassayll, 372
Vaucluse, 387, 394 veba, 479
Venedik, 202, 278, 369, 385, 437, 446, 474
Venedikliler, 31, 32, 229, 246, 272, 378, 385,, 437
Vermandois bailli, 411
Verona, 174
Vetrella, T idare merkezi, 386
Vexin, 422
Via Cassia, 386
Victor, 419
Vienne Konsili, 434, 459, 511
Vietnam Savaşı, 356
Vignale, 402
Villa Sicca, 67
Villel, 383
Vincentius Hispanus, 428, 497 ■
Vistül, 474
Viterbo, 313, 386
Viyana, 191, 481, 489
Vox in excelso, 426
Walter Map, 22, 24, 108, 109, 110, 132, 134, 164, 165, 343, 353, 501
Wamba, 494
Warmund, 23, 24, 26, 31, 36, 93
Warreton-Bas kale kumandanlığı, 392
Westminster Manastırı, 310
Wibald, 120
Wilbrand, 137, 139, 140
Wildermann, 483
Wilfred, 493, 495
William Longespee, 236, 237
William Marshal, Il (William
Marshal'ın oğlu), 331
William Marshal (Pembroke
Kontu), 301, 331, 332
Wilson, 502
Windsor Kalesi, 423
Wither, 50
Wolfram von Eschenbach, 428
Worms, 481
Würzburg salnamecisi, 121
Yafa Kapısı, 149
Yafa, 20, 145, 187, 212, 214, 220, 233,
245, 253
Yahuda, 411
Yahudiler, 455, 458, 491
Yahya, 411,444 |
Yıldız Tarikatı, 479 |
Yahya, Vaftizci, 411 |
Yizre'el vadisi, ı44, 255, 257 |
Yakup geçidi, 142, 1S4 |
York, ı8, 493 |
Yakup, 4II |
yortular, 39, 3ı7 |
Yakup, Küçük (havari), 262 |
Yosafat, 85, 86, ı24, 19S |
Yakup'un Mektubu, ıoı |
Ypres, 48, 393 |
Yalu, I4S |
Yuhanna İncili, ıoı |
yaverler, 42, ıo2, 116, ısı, 298, 300, |
Yusuf, 262 |
320, 324 |
Yüksek Şüra, 265 |
Ydes, 3ı4 |
|
Yeni Ahit, 97, 3ı4 |
Zara, 312, 369 |
Yereınya, 86, 3ı6, 3ı8 |
Zaragoza, 54, 56, 57, 59 |
Yerınasoya, 19i |
Zengi, 68, 114, 115, ı23, ı47 |
Yeşu, 87 |
Zeytindağı, 85 |
Çizim 1: Haçlılar çağının gözde hac merkezleri
1000 km
O
,
,
* .
----
, ■ J,——w—— —.
j
,——.—T-------...]---------j-------(----
0
SOO
mil
Çizim 2: Tapınakçıların batıdaki kaleleri ve idare merkezleri (11 SO'ye
değin)
Çizim 3: Tarikatın Suriye ve Filistin'deki önemli kaleleri
Çizim 4: Tortosa Kalesinin ve kasabanın planı
Çizim 5: Chastel-Blanc'ın planı
Acılar Kapısı:
Güzel Kapı___
Tamamlanamayan Tapınak kilisesi _
Manastır-----
Tanrı Tapınağı rahiplerinin bahçesi
Oo
Tanrı Tapınağı rahiplerinin manastırı |
Kubbetüssilsile
Yaldızlı Kapı. Bir kilisenin içindeydi. Yılda iki kez, Paskalya Arifesi
Pazar ve Haç Kaldırma Yortusunda açılırdı. '
Bölmeler halinde düzenlenmiş ve Tapınakçılar tarafından idari işler
için kullanılmıştır.
Tapınakçılar salonu____
_______________
Şapel
Tapınakçıların ek binaları
Açıklığın aşağısında Süleyman'ın ahırları
Çizim 7: Kudüs'te Tapınak bölgesi, 1187'den önce
Çizim 9: Atlit: (i) çevre; (ii) plan
Cı o o o o o O O
Kapı
Domuz ağılı
Kuyu O Ahırlar
O 0 0
O
0 o
Ana ikamet birimleri
O O o o o o o Hendek
O OOQ O O O
^- Kalıntılar t J Yapılar
Çizim 10: Montsaunes'deki (Haute-Garonne) Tapınak ocağının planı
Çizim 11: Xlll. yüzyıl ortalarında Akkâ'nın planı.
Haçlı yerleşimleri: 1. Tapınakçıların kalesi. 2. Aziz Andreas Kilisesi.
3. Güney dalgakıranı.
4. No. 3'ün kuzeye uzanımı. 5. Limanın bir kısmını kapatan zincir. 6.
Sinekli Kule. 7. Doğu dalgakıranı.
8. Silsile Sarayı (Kân el-Umdan). 9. Yuvarlak Kule. 10. Ebu Hıristo
kahvehanesi.
11. Porta ferrea (Demir Kapı). 12. Pisalıların (?) depoları. 13. Pisa
bölgesinin doğu kapısı ve "eski" kule. 14. Pisa fondaco'su (Kân
eş-Şuna). 15. Pisa bölgesinin batı kapısı. 16. Pisalıların "yeni"
kulesi.
17. Tapınak bölgesinin müstahkem kapısı. 18. Güney Cenova bölgesinin
müstahkem kapısı.
19. Anayol (şimdiki-Çarşı caddesi). 20. Lamonçoia, Cenovalıların ana
kulesi. 21. Cenova bölgesinde köşe bina. 25. Porta balnei (Hamam Kapısı). 26.
Porta Hospitalis (Hastane Kapısı).
27. Porta Domine nostre (Hanımımız Kapısı) 28. Kraliyet Caste//um'unun
doğusunda bulunan, Montmusard'ın iç surlarıyla bağlantılı kule. 29.
Hayırseverler hisarı. 30. Hayırseverler hamamı (sonralan Türk hamamı olan,
bugün de Şehir Müzesi olarak kullanılan yapı). 31. Venedik fondaco'su (Kân
el-lfranj). 32. Marsilya bölgesinde Azize Provençaux'lu Marie Kilisesi. 33.
Venediklilerin San Marco Kilisesi. 34. Sahildeki Venedik kulesi. 35. Aziz
Demetrios Kilisesi. 36. Venediklilerin müstahkem kulesi
(Burç es-Sultan). 37. Şehir muhafızının konutu (?). 38. Kraliyet
silahhanesi.
Çizim 12: Xlll. yüzyıl sonlarında Tapınak ocaklarının dağılımı
KEY
1 Fuste |
33 Montsaunes |
2 Paleopolis |
34 Vaour |
3 Lumia |
35 Le Puy |
4 Siracusa |
36 Valence |
5 Messina |
37 Agen |
6Taranto |
38 Romestaing |
7 Brindisi |
39 Angouleme |
8 Bari |
40 Gentioux |
9 Troia |
41 Civray |
10Penne |
42 Nantes |
11 Vanna |
43 La Guerche |
12 Perugia |
44 Baugy |
13 Siena |
45 Prunay |
14 Lucca |
46 Provins |
15 Albenga |
47 Troyes |
16 Hyeres |
48 Coulours |
17 Marsilya |
49 Epailly |
18 Roaix |
50 Bure-les- |
19 Richerenches |
Templiers |
20 Saint-Gilles |
51 Bertaignemont |
21 Montpellier |
52 Arras |
22 Douzens |
53 Ivry |
23 Carcassonne |
54 Sommereux |
24 Mas-Deu |
55 Oisement |
25 Monzon |
56 Abbeville |
26 Hoesca |
57 Gombermond |
27 Zaragoza |
58 Sandford |
28 Tortosa |
59 Willoughton |
29 Tomar |
60 Clontarf |
30 Pombal |
61 Tempelhof |
31 Soure |
62 Mala Olesnica |
32 Segovia |
63 Wielka Weis |
GnHonT/Klovezarf., Z ?.
J.tiansayes Val^as* • ‘^Vemerol </ St.Pauı*T„„s-ChâleauM*
ffticherenA l[, Bourbouton * •, ^Vmsobres ’k «o.« ^^'^fctBeaufieıA. İL-'
MaiegaJSe* Vılled1eu(w,,a^clJ>
V-CeclAAc,,,^3111
Clarati1
St-Jf’an de rınaudıer
X
Örange
! St-Pierre-Avez ’ \\ Clamensane
- laehau^t Gaudıssart^-f"^
.' T-.'' 'Claırecombe J.esOmerguesA
\ a*
\ \ Sîsteron*,
fcAy«hon
İ Lardiers
Avign
Tarasco
Pon-Amaud
Mangnane
.Carpıagne
V-. «La Cavalerie-f ' de-Limaye '
| ^Mallemort 4 ^X^Royire LaTour-d’Aıgues
v,no
St-Mıchel !
Gignac
Marseille*!
M«’anes‘ Mourrefrec
Brauch
6*
ISt-Chnstophe
.LePiol’
1/ Bras
çBeaulieuı
(Sollies)
/Z * Jouca's^' r^hateauneuf «X* St-Maunce y/Rognonas
) ARoussillon
Ç‘Graveson’-.,iCavaU|on> [Laurade
St'£nennede L IHospıtalet
La Croixİ
Rodueb'ihereJ.
>'ÎR<gaud
/
Saliers _ G»fh7»l
rles
__^_a*Casttllon Trinquetailie
PemesZ--*Mas-Tbıben
(Çalissanne
Berre? a!x
\ /v?li SbEdeme\7Mt>r>ta,<|u ,Manosque
Gr£oux * *St-Julien
\ Rfegusse__
Gmasservıs
St-Antonin
î*aBayies ^\^St-Mart>nde Viöols (Tretsl
î Puimoisson
■jLa Faye.
Sr-Maımes
Lagnes
^*La Roque^Esclapon *—, >mps Ç Grasse*
Bîotİ.
Fayas
LeBroc
$Nice
•rt \\ Astros Vıdaubafi
İm
"l/Peirasson
»auvebonne
4’Hveres
J Ana Tapınak ocakları (/307'ye değin) -i Ana Hayırsever ocakları
(ISS&e değin) t, Yan ocaklar
_. —Kilise illerinin sınırları
----Piskoposluk bölgelerinin sınırları 0
50km
30 metre
Resim 1: Maldoim (Kızıl Sarnıç) ve Kudüs-Eriha yolu. Tapınakçılar Ürdün
nehrine giden hacıları korumak için bu güzergâhta sürekli devriye
bulunduruyorlardı.
Resim 2: Bagras'ın havadan görünümü. Antakya'nın kuzeyindeki Amanos
dağlarında bulunan Tapınak kalelerinin en önemlisi Bagras'tı.
Resim 4: Tapınak bölgesi, Kudüs, kuzeyden bakış. Tapınakçılar, tepenin
güney kısmında bulunan Mescidiaksa'nın etrafındaki bölgeye yerleşmişlerdi.
Resim 5: Tapınak tepesinin güneydoğu ucunun altında yer alan
Süleyman'ın ahırları.
(b)
Resim 7: Blanquefort'lu Bertrand'ın mührü, 1168: (a) yüz; (b) ters.
Resim 10: Perugia, San Bevignate'deki Tapınak kilisesi.
Resim 11: Tapınak gemisi, San Bevignate, üçüncü sanatçı, batı duvarı.
Tapınakçıların hacıları taşıyıp korumalarını resmeden fresk.
Resim 12: Tapınak manastırı, San Bevignate, üçüncü sanatçı, batı
duvarı. Tapınakçıların Hıristiyanlığın savunulmasında üstlendikleri rolü
simgesel yoldan anlatan fresk.
Resim 13: Tapınağın fahri üyelerinin heykelleri, Londra Tapınak
Kilisesi.
Resim 16: Tarikatı Bafomet denen hayali bir puta tapımla
bağlantılandırmaya yönelik bir girişim çerçevesinde Tapınakçılara atfedilen
Coffret d'Essarois.
Resim 17:Tapınakçı'nın Rebecca'yı kaçırışı, Ivanhoe.