İÇİNDEKİLER
DONUK PRENS
“NEYİ TEDAVİ EDİYORUM?”
“ZAVALLI” TÜRK İLE
“BÜYÜK” AMERİKALI BİR ARAYA GELİYORLAR
“CÖMERT BİR KADIN” VE
YALNIZLIK İÇİNDE BİR
SALTANAT ARAMA
“GEÇİŞ FANTEZİLERİ”
İYİLEŞME
8. BÖLÜM
SEKİZİNCİ HENRY
FANTEZİSİ
9. BÖLÜM
ANALİZİ BİTİRME EVRESİ
10. BÖLÜM
ANALİZ BİTTİKTEN SONRA
11. BÖLÜM
DENİZDE BOĞULMAKTAN
KURTULAN KADIN
12. BÖLÜM
GEÇMİŞİ ÖZLEYEN KÜLTÜR
13. BÖLÜM
BEYAZ VE SİYAH ANNELER
14. BÖLÜM
DİVANIMDAYATAN “SERAMİK
BEBEK”
15. BÖLÜM
YİNELEYEN BİR RÜYA
ÖNCE SEVİLİP SONRATERK
EDİLMEK
DOĞUM YAPAN KADINLARIN
ÇIĞLIKLARI
GERÇEKLEŞEN BİLİNÇDIŞI
FANTEZİ
JENNIFER’İN “PROGRAMI”
KADIN OLMAK
ANALİZİN SONA ERİŞİ
22. BÖLÜM
YILLAR SONRA
KAYNAKLAR
PSİKANALİZ ÖYKÜLER
{ İNSANLAR^ f S
VAMimOLKAN
ALFA
1985 I ALFA | PSİKOLOJİ I 36
«
Fanustaki İnsanlar
VAMIK D. VOLKAN
Profesör Vamık Volkan Lefkoşa, Kıbrıs’ta doğdu ve tıp eğitimini Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra ABD’ye yerleşti. Profesör
Volkan Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Emeritus Professor,
Massachusetts eyaletindeki Austen Riggs Center’in Erikson Eğitim ve Araştırma
Enstitüsü’nde Kıdemli Erik Erikson Bilim Adamı ve Washing-ton Psikanaliz
Enstitüsü’nde Emeritus Eğitim ve Süpervizyon Analisti’dir. Finlandiya’daki
Kuopio Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Profesör Volkan’a “Fahri Doktora,”
Tel Aviv’deki İzak Rabin İsrail Çalışmalar Merkezi “ Onursal Rabin Öğretim Görevlisi,”
Amerika’daki Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi “Konuk Hukuk Profesörü,”
Avusturya’daki Viyana Üniversitesi “Konuk Siyasal Bilimler Profesörü” ve
Viyana’daki Sigmund Freud Vakfi “Konuk Freud Bilim Adamı” unvanlarım vermiştir.
Ayrıca ProfesörVolkan ABD eski başkam Jimmy Carter’m yönetimindeki Görüşmeler
Ağı’nın üyesi olarak görev almış ve Viyana Kenti ve Dünya Psikoterapi Konseyi
tarafından verilen Sigmund Freud Ödülü’ne layık görülmüştür. ProfesörVolkan
Türkiye’de Ege Üniversitesi,Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi
(Cerrahpaşa) ve Bahçeşehir Üniversitesinde de misafir hoca alarak çalışmıştır.
Kırk sekiz kitabın yazarı veya editörü olan ve dört yüzü aşkın bilimsel
makalesi yayımlanan Profesör Volkan’m çalışmaları Almanca, İtalyanca, İspanyolca,
Fince, Felemenkçe, Yunanca, Japonca, Rusça, Sırpça, Hırvatça ve Türkçeye
çevrilmiştir. Profesör Volkan 2005,2006,2007 ve 2008’de, ortaya koyduğu
psikopolitik teoriler ve dünyamn problemli birçok yerinde barış için yaptığı
çalışmalar nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir. Bu kitabı
yazdığı 2009’da Pro-fesörVolkan tıp alanından gelen ABD psikanalistlerinin
şerefkurumu olan Amerikan Psikanalistler Koleji’nin başkanlığım yapmaktaydı.
SERAP ERDOĞAN
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 2001 yılında mezun oldu. 2007
yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda uzmanlık
eğitimim tamamladı. Halen Osmaniye Devlet Hastanesi’nde psikiyatri uzmam olarak
çalışmakta ve Gazi Üniversitesi Nöropsikiyatri Merkezi’nde doktora eğitimine
devam etmektedir.
Fanustaki İnsanlar
PSİKANALİTİK ÖYKÜLER
İNSANLAR C
VAMIK D.VOLKAN
Çeviri
Serap Erdoğan
ALFA’
Hocalarım Edith Weigert ve David Wilfred Abse’nin anılarına
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
Kozmik Kahkaha, Atlarla Yaşayan Kadın ve Kusursuz Kadının Peşinde1
isimli kitaplarımda anlattığım üç analiz sürecinden sonra bu kitabımda
divanımda yatan biri erkek diğeri kadın iki kişinin analiz süreçlerini
anlatacağım. Daha önce çıkan kitaplarımda “zor hastaların” psikanaliz
süreçlerini yazmıştım. Bu kitaplara gösterilen ilgi sonrasında, bu kitapla iki
öykü daha anlatmaya karar verdim. Kitapta narsisistik kişiliği olan iki kişinin,
Brown ve Jennifer’in, psikanalizden nasıl geçtikleri üzerinde duracağım.
Psikanalitik öyküleri yazmaya başlamamın ilk nedeni psikanaliz eğitimi
almak isteyen 20 kadar genç psikiyatrisin 12-13 sene önce benimle başlattıkları
ilişkidir. Bu arkadaşlar psikanaliz kitapları okuyup psikanalitik teorileri
öğreniyorlardı. Fakat divanda haftada dört kez yatan bir kişinin ne gibi
süreçlerden geçtiği hakkında pratik bilgileri yoktu. Psikanaliz sürecinde neler
geliştiğini, sürecin nasıl sonlandığını ve bu süreç nedeniyle divanda yatan
kişinin iç dünyasının nasıl değiştiğini, onlara psikanaliz tekniğinin
derinlerine inmeden öykülerle anlatmak
1 Volkan, 2002,2003 ve 2004a.
istedim. Bugün Türkiye’de, İstanbul’da Uluslararası Psikanaliz
Birliği’nin onayladığı iki psikanalitik okul var. Bir psikanalist olabilmek
için uzun yıllar eğitim görmenin yanında psikanalizden de geçmek gerekiyor.
Yani psikanalist olacak kişi önce kendi iç dünyasını öğrenmek zorundadır.
Geçmişte benimle bağlantı kuran 20 kadar genç klinisyen bu okullarda psikanaliz
eğitimi almakta veya bu eğitimi tamamlamış dürümdalar. Ayrıca onlar gibi bu
okullarda okuyan ya da bu okullardan mezun olan başka Türk klinisyenler de
şimdi kendi psikanaliz divanlarında hastalarım psikanalizden ..geçirmekteler.
Onların kendi divanlarında gözlemledikleri psikanalitik öyküleri bu
kitaplarımda sunduğum öykülerle karşılaştırmalarının eğitim için de yararlı
olacağım düşünüyorum.
Bu kitaplarımı sunmamın başka bir amacı da Türkiye’yi ziyaret ettiğim
zamanlarda klinisyen olmayan birçok kişiden onlara psikanalizde neler olduğunu
anlatmam için aldığım davettir. Türkiye’de psikoloji, sosyoloji, antropoloji
gibi dallarda çalışan gençlerin insanların bilinçdışı dünyaları hakkında bilgi
edinmek istemeleri beni çok mutlu ediyor.
Psikanalitik tedavi Türkiye’ye ilk olarak M ustafa Kemal Atatürk’ün
Cumhurbaşkanlığı sırasında olmuştu. Atatürk’ün Sami Günzberg isminde Musevi
asıllı bir diş doktoru vardı. Atatürk diş problemleri yaşadığı için diş
doktoruyla yakın bir ilişkisi olmuştu. Amerika Birleşik Devletlerindeki
Prin-ceton Üniversitesi’nden Tarih Profesörü Norman Itkovvitz’le Ölümsüz
Atatürk kitabını yazarken, Dr. Günzberg’in Atatürk’e Nazi Almanya’sında
yaşananları anlatanlardan biri oldu-
ğunu öğrenmiştik.2 Ölümsüz Atatürk kitabımızın 1984’te Amerika’da
yayınlanmasından seneler sonra Kudüs’te Hebrew Üniversitesi’nde Profesör
Gavriel Cohen’den Sami Günzberg hakkında daha çok şey öğrenebildim. Günzberg M
usevi asıllı birçok kişinin Nazi Almanya’sından Türkiye’ye kaçmasına yardım
eden bir organizasyonun başındaymış. Albert Einstein’ın da o dönem Atatürk
hükümetine başvurarak Musevi asıllı 40 profesörün ve doktorun Türkiye’ye
sığınmasına izin verilmesini istediğini biliyoruz. Einstein’ın 17 Eylül 1933’te
Türk hükümetine gönderdiği mektubun bir kopyası bende vardır. O zamanlar
Einstein OSE Dünya Birliği’nin onur başkanıydı. “OSE” 1912’de Rusya’da kurulan
ve baskı altındaki Musevilere yardımda bulunan Musevi Sağlık Derneği’nin adının
ilk harflerinden oluşmaktadır. Birçok ülkede aynı amaçla kurulan tüm dernekler
1922’de Berlin’de bir araya getirilmiş ve bu federasyona “OSE” ismi verilmişti.
Einstein, Almanya’da çalışma izni ellerinden alman Musevi asıllı birçok bilim
insanı ve doktor arasında OSE’nin seçtiği 40 kişinin Türkiye’ye gelip
çalışmaları için izin verilmesini rica ediyordu. Türkiye’ye yerleşmelerine izin
verilirse bir sene para almadan çalışacakları ve eğitim verecekleri
belirtiliyordu. Einstein mektubunun sonunda şunları yazmıştı: “Bu ricamızı
kabul etmekle hükümetinizin hem yüksek emellere hizmet eden insancıl bir
girişimde bulunmuş olacağını, hem de ülkenizin bu durumdan fayda göreceğini
söylememe lütfen izin veriniz.” Elimdeki mektubun üzerinde İsmet’in (İnönü)
imzası altında mektubun 9 Ekim 1933’te “maar i if” bakanlığına gönderildiği belirtiliyor.
Atatürk Türki-
2 Volkan ve Itzkowitz, 1984.
ye sinin Nazilerden kaçan Musevi asıllı birçok insana kapılarım açtığım
biliyoruz. Ben 1950’de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken
hocalarımdan bazıları Nazilerden kaçan Musevi asıllı doktorlardı. O dönemde
genç Türkiye’nin birçok değerli insana kapılarını açması çok önemli ve
medeniyeti destekleyen bir girişimdi.
Nazilerden kaçıp Türkiye’ye sığınanlar arasında Oscar We-igert isminde
İşçi Birliği (VVorker Union) örgütleri kuran ve işçi haklarını korumakla
ilgilenen biri vardı. Oscar bu konularla ilgili doğrudan Atatürk’e bilgi vermek
için görevlendirilmişti. Oscar’ın Türkiye’ye birlikte geldiği eşi Edith
VVeigert, M usevi asıllı olmayan bir Alman’dı fakat kocasıyla Türkiye’ye
sığınmıştı. Edith bir psikanalistti. Atatürk Türkiye’si Edith VVeigert’a
Türkiye’de psikanalitik tedavi yapması için izin verdi. Bu izin belgesi yıllar
sonra bir cam ardında Washington Psikanaliz Enstitüsü’nde sergilenmiştir.
Türkiye’de kaldıkları seneler boyunca Edith VVeigert yabancı
elçiliklerde çalışan birçok kişiyi ve bir Türk’ü analizden geçirdi ve
Atatürk’le tanıştı. Ölümsüz Atatürk kitabımız için malzeme toplarken Norman
Itzkovvitz ve ben Edith VVeigert ile görüşmeler yaptık.3Ayrıca VVashington’da
psikanaliz eğitimi görürken yaşı o zaman epey ilerlemiş olan Edith VVei-gert,
benim çok takdir ettiğim hocalarımdan biriydi. Bu kitapta analiz öyküsünü
anlatacağım Brown’ın analizinin ilk iki senesi boyunca haftada bir kez çok
erken saatlerde kalkar, o zaman yaşadığım Virginia eyaletindeki Charlottesville
şehrinden 125 millik bir araba yolculuğuyla, Edith VVeigert’in Mary-
3 Volkan ve Itzkovvitz, 1984.
land eyaletindeki Bethesta’da bulunan evine giderdim. Sabah kahvesi
eşliğinde ona Brown’ın analiz sürecini anlatıyordum. Weigert’in süpervizyonunun
mesleki gelişimimde çok büyük katkıları olmuştur.4 VVeigert’in ölümünün
üzerinden epey bir zaman geçti; bu kitabı yazarken onu sevgiyle anıyorum.
Sigmund Freud’un kitapları 1930'larda Türkçe’ye çevrilmeye başladı. Bu
süreçte psikanalizi merak eden ve Batı medeniyetini benimseyen birçok Türk’ün
rolü vardır. Fakat Freud’un Türklere tanıtılmasında Edith VVeigert’in oynadığı
rolü de unutmamak gerekir. O zamandan beri Türkiye’de psikanaliz üzerinde
çalışan pek çok kişi olmuştur. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi resmi psikanaliz
okulları Türkiye’de son zamanlarda açılmıştır. Bu gelişmeyle modern dünyanın
bir üyesi olduğumuzu göstermeye yönelik önemli bir adım attığımızı düşünüyor ve
Psikanalitik öyküleri anlatan kitaplarımı bu adımın bir parçası olarak
görüyorum.
Türkçe olarak basılan bu kitaplarımda anlattığım kişilerin öykülerini
daha kısa halleriyle İngilizce yayınlanmış kitaplarımda ya da yazılarımda
bulabilirsiniz.5 Elbette ki divamm-da yatan bir kişinin iç dünyasının öyküsünü
yazarken daima dikkat eder ve bu kişinin gerçekte kim olduğunu, iç dünyasındaki
süreçleri değiştirmeyecek bir şekilde gizlemeye çakşırım. Bununla birlikte
Türkiye’de bu kişilerin kim olduklarının anlaşılması daha zor olacağı için,
psikanaliz süreçlerini sunarken İngilizce’de ifade edemediğim birçok detayı
anlatabildim. Aynı şekilde Finlandiya ve Rusya’da çıkan ve çıkacak olan ki-
4 Weigert’in narsisizm üzerine çalışmaları için bkz. Weigert, 1967.
5 Volkan, 1976 ve 1979.
taplarımda da öyküler daha ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Ayrıca,
öykülerini anlattığım kişilerin analizlerinin onlarca sene önce yapılmış olması
da kimliklerini gizlemeyi mümkün kılmaktadır.
Bu kitapta anlatacağım Brown ve Jennifer narsisistik kişilik yapısına
sahip olduklarından, onların öykülerini anlatmadan önce bu kişilik yapısını
kısaca tanıtmak istiyorum. “Narsisizm” kendimize duyduğumuz sevgiyi anlatan bir
kelimedir. Fiziksel yaşamı sürdürebilmek için herkesin suya ve gıdaya ihtiyaç
duyması gibi olgun bir psikolojik yaşam için de “narsisizrn’e ihtiyaç vardır.
Narsisizm olumsuz bir anlam taşımaz. Örneğin bende yeterli narsisizm olmasaydı
bu kitabı ve diğer kitaplarımı yazamazdım.
Burada üzerinde durduğum konu, abartılmış bir narsisizm ve bu yöndeki
bir gelişmeyi dış ve iç dünyamıza uyum yapmadan kullanma durumudur. Abartılmış
narsisizmi olan kişiler yaşamlarını büyük bir ikilem içinde sürdürürler:
Gündelik hayatlarında kendilerini çok seven, büyüklenme-ci duygulara sahip
kişiler olmalarına rağmen, sevgiye “aç” ve aşağılık duyguları içinde çırpınan
gizli bir tarafları da vardır. Büyüklenmeci ve “aç” kısımlarını birbirlerinden
ayırırlar. Bu nedenle de iç dünyaları bütünleşmiş değildir. Büyüklenmeci yapıyı
yansıtan kişilik belirtileri açıkça ortadayken, “aç” kısımlarını gösteren
kişilik belirtileri gölgede gizlenmektedir.6 Bazı durumlarda bu gizli “aç”
kısımlarının varlığını sezerler. Bu da bir utanç duygusu yaşamalarına ve
depresyona neden olur. Büyüklenmeci kısımlarını daha belirgin bir şekilde or-
6 Akhtar, 1992; Kernberg, 1975,1976, ve Volkan ve Ast, 1994.
taya koyarak, katlanılması zor olan bu utanç ve depresyondan
uzaklaşmaya çalışırlar.
Bu kitapta psikanaliz süreçlerinin öykülerini anlatacağım iki kişinin
de abartılmış bir narsisizmi vardı. Hem Brown, hem de Jennifer çocukken
ebeveynleri tarafından içtenlikle sevilmediklerini algılamışlar ve bu eksikliği
gidermek için kendilerine olan sevgilerini patolojik bir düzeyde artırmışlardı.
Bu süreç bilinçdışında gerçekleştiği için narsisizmlerini abarttıklarının pek
de farkında değillerdi. Sanki dünyanın en güçlü, en akıllı veya en güzel
insanlarıymış gibi davranmak onlar için olağan bir durumdu. Aynı zamanda
kimliklerinin sevgiye aç kısımlarını saklıyorlardı. Kimliklerinin dünyanın “en
önemli” insanı olarak gördükleri parçasını sevgiye aç olan kimlik parçalarından
ayırmışlar ve büyüklüğü abartılmış olan kısmı bir fanusla örter gibi korumaya
almışlardı. Bu da yaşamlarında birçok problemin ortaya çıkmasına neden olmuş ve
en sonunda kendilerini bir analistin divanında yatarken bulmuşlardı.
Brown ve Jennifer’in psikanaliz süreçlerinin öykülerini anlatırken
psikanalitik teknik veya teoriler üzerinde durmayacağım. Abartılmış narsisizmi
olan iki kişinin iç dünyalarında yarattıkları değişiklikleri göstermek yoluyla,
okuyucu için iç dünyalarımızda gelişen süreçlere bir pencere açmak istiyorum.
Bu pencereden orada olup bitenleri, ailelerimizin ve içinde yaşadığımız kültür
ve tarihin bunları nasıl etkilediğini seyretmenin okuyucunun ilgisini
çekeceğini ümit ediyorum. Öyle zannediyorum ki bu seyir, bilinçdışı süreçler
üzerinde çalışmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yarayacaktır.
Kitaba Brovra’ın psikanaliz sürecinin öyküsünü anlatmakla başlayacağım.
Brown analiz yaptığım ilk kişilerden biriydi. Onunla çalışmak ve Edith
VVeigert’in yardımı bana narsisistik kişilik ve bu kişiliğe sahip olanların
analiz süreçleri hakkında çok şey öğretti. Kitabın ikinci kısmı ise Jennifer’in
psikanaliz sürecinin öyküsüdür.
BROVVN:
DEMİR KÜRENİN İÇİNDEKİ ADAM
1. BÖLÜM
DONUK PRENS
1964’te Amerika Birleşik Devlederi’nin Charlottesville şehrindeki
Virginia Üniversitesi’ne bir psikiyatri uzmanı olarak geldim ve 2002’de emekli
olana dek orada bir psikiyatri hocası olarak çalıştım. Virginia Üniversitesi’ne
başladıktan sonraki ilk yıllarımda Charlottesville’e 110 mil uzaklıkta olan
Washington şehrine gidip gelerek VVashington Psikanaliz Enstitüsünde psikanaliz
eğitiminden ve psikanalizden geçtim ve bir psikanalist oldum. Virginia
Üniversitesi Hastanesindeki ofisimde psikanaliz hastalarını kabul etmeye
başladığım sıralarda Virginia Üniversitesi Hukuk Fakültesine Brown isminde biri
doçent olarak alındı. Virginia Üniversitesi Hukuk Fakültesi Amerika’nın en önde
gelen hukuk okullarından biridir. Bu okula hoca olarak kabul edilmesi Brown’ın
oldukça zeki ve yetenekli bir avukat olduğunu gösteriyordu. New York’taki
önemli bir hukuk okulundan çok genç yaşta mezun olmuştu. Fakat mutlu değildi.
Evliliğinde boşanma aşamasına gelmişti. Üstüne üstlük dünyaya gelen son çocuğu
da “kusurlu” olunca özgüveni iyice sarsılmış ve profesyonel bir yardım aramaya
başlamıştı. Birkaç kez psikiyatriste gitmiş ama ona öğüt vermeye
çalışan psikiyatristi sevmemişti. Bu arada ailesiyle beraber Charlottesville e
taşman Brown sıkıntılarının orada da devam etmesi üzerine psikanalizden geçmek
için Virginia Üniversitesi Hastanesi’ndeki Psikiyatri Bölümü’ne başvurdu ve ona
benim ismimi verdiler. Brown analizine başladığında otuz yaşında, evli,
üniversite hocası bir babaydı. 7 ve 5 yaşlarında iki kızı, 4 yaşında bir oğlu
vardı. Ben ondan 5 yaş büyüktüm. Brown la çalışmamız dört buçuk yıl sürdü.
Onunla ilk tanıştığımda Brown’ı Avrupa müzelerinde pek çok kez
gördüğüm, kraliyet ailelerinin donuk ve putlaşmış resimlerine benzettim. Uzun
boyluydu ve yakışıklı sayılabilirdi, fakat hiç gülmüyordu. Bana yaşam öyküsünü
ve şikâyetlerini ses tonunda bir değişiklik olmaksızın sanki bir kitap okurmuş
gibi anlattı. Onu dinlerken içimde ona karşı bir empati ya da bir kızgınlık
veya başka bir duygu uyanmadı. Bir şey hissetmemenin yanı sıra kendimin de
donuklaştığını fark ettim. Aklımda böyle bir kişi nasıl olur da Virginia
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne hoca olarak seçilir diye bir soru belirdi.
Brownda iyi bir hocada olması gereken özellikleri göremiyordum. Bu nedenle
hukukun insanlarla ilişki kurmayı gerektirmeyen bir alanında çalıştığını
öğrendiğimde hiç şaşırmadım.
Psikolojik yardım için başvuranlarla önce yüz yüze bir-iki saat
konuşurum. Psikanalizden yararlanacaklarını düşünürsem ve onlar da bu süreçten
geçmeyi kabul ederlerse bu kişiler haftada en az dört kez ofisime gelmeye ve
divanımda yatmaya başlarlar. Şimdi Brown’ın benimle yüz yüze buluştuğu
saatlerde bana kendisi hakkında söylediklerini aktarmak istiyorum.
Kendisi hakkında verdiği ilk bilgilerden biri, annesinin atalarından
birinin Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda oynadığı rolle ilgiliydi.
Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri 1776’da doğdu. Bu doğuşu simgeleyen
ve “Bağım-sızlık Bildirgesi”1
olarak bilinen bir belge vardır. Bu belgede Brownin anne tarafindan büyük dedelerinden
birinin imzasının olduğunu öğrendim. Bu onu çok gururlandırıyordu. Gerçekten de
Brownin yüzünde sadece, ailesinin geçmişinde böyle tarihi bir insan olduğunu
söylerken bir gülümseme gördüm. O zaman Brown’ın neden Virginia
Üniversitesi’nde bir öğretim görevlisi pozisyonu aradığını tahmin ettim.
Virginia Üniversitesi Amerika Birleşik Devletleri’ni yaratanlar arasında yer
alan ve Amerika’nın üçüncü cumhurbaşkanı olan Thomas JefFerson tarafindan
kurulmuştu. Brown’ın büyük dedelerinden birinin imzasının yer aldığı
“Bağımsızhk Bildirgesi”nde Thomas Jefferson’un da imzası mevcuttur.
Brown’ın büyüdüğü evde dedenin bu tarihi rolünün sürekli anıldığını
öğrendim. Çocukluğunda ailesi Amerika’nın bir şehrinde, sosyetenin yüksek
tabakalarında yer alan ailelerin yaşadığı bir mahallede oturuyordu. Brown
insanların birbirlerine çok resmi davrandığı ve geleneksel kuralların sıkı
sıkıya uygulandığı bir evde büyümüştü. İki yaşındayken bir erkek kardeşi
olmuştu.
Brown’ın söylediğine göre çocukluğunda, bir avukatın kızı olan annesi
genellikle görünürde iyi düzenlenmiş bir evde işlerini gayet iyi yürütürdü ama
duygusal açıdan ilgisiz ve duyarsız-
dı. Annesinin “her soruya verebileceği pratik cevapları vardı”, yani
her şeyi bilen biri olduğunu göstermek isteyen bir kadındı. Çocuklarının
bakımının büyük bir bölümünü bakıcılara bırakmıştı ama güzel yemekler yapmayı
severdi. Brown kardeşi doğduktan sonra kendine bakan bakıcısının duvar gibi
yüzünü ve Almanca ismini hatırlıyordu. Bunlar, o sıralarda devam eden II. Dünya
Savaşı’nda Amerikalılarla Almanların çatışmaya girmelerinin de etkisiyle
korkutucu tasarımlar haline gelmişti.
Meşhur bir avukatlık firmasının başında olan babası da soylu bir
aileden geliyordu. Çocuklarıyla çok mesafeli bir ilişkisi vardı ama evlenmeden
önceki “vahşi” hayatı, atıldığı maceralar, çok hızlı araba kullanması ve
atletizmdeki başarılarıyla bilinirdi. Browndan 2 yaş küçük olan erkek kardeşi,
babalarının gençlik yıllarına benzer bir hayat sürüyordu; atletikti, mutlu bir
evlilik yapmıştı ve bir tatil köyünde lüks bir spor merkezi işletiyordu.
Brown’ın çocukluğunda ev hayatı katı görgü kuralları çerçevesinde
yürüyordu. Küçük Brown evde ebeveynlerinin kullandığı yerlere, örneğin onların
yatak ve oturma odalarına pek giremezdi. Ebeveynler yemek öncesi bir şeyler
içtikleri saatlerde, çocukların aralarına katılmalarına izin verirlerdi. Her
gece akşam yemeğinde farklı bir etkinlik vardı, bir akşam sadece Fransızca
konuşulur, bir akşam heceleme yarışması yapılır, bir diğer akşam da ailenin
büyüklüğüne yaraşan zekâ oyunları oynanırdı. Brown, bu tarz aile
toplantılarında duyguların açıkça ifade edildiğini hiç hatırlamıyordu.
Brown doğduğunda aile henüz babanın ebeveynlerinin kırdaki evinde
kalıyordu. Oradaki tarlalarda mısır yetiştiriliyordu. Anlatılanlara göre annesi
ona hamileyken o kadar çok
mısır yemişti ki hem çok kilo almış, hem de sütü bollaşmıştı. Brown bir
yaşındayken ail& şehirdeki bir daireye taşındı ve burada ikinci çocukları,
Brown’ın erkek kardeşi dünyaya geldi. Daha sonra sosyetik insanların oturduğu
mahalledeki bir eve kalıcı olarak taşınmışlardı. Beş yaşındayken babası yedek
subay olmuş ve bir buçuk yıl boyunca zaman zaman evden ayrı kalmıştı. Sonraki
yıllarda da babanın balık tutma merakı onu bazı zamanlarda evden uzak
bırakmıştı.
Brown okulda başarılıydı. Çocukken günün büyük kısmını gündüz
düşleriyle geçirdiğini, geceleriyse yatağının arkasındaki hayaletlerin onu
yakalayacağını hayal ettiğini hatırlıyordu. Ergenliğinde, bacaklarını iple
bağlayarak kendisini cezalandırdığını hayal edip mastürbasyon yaparak uyumayı
alışkanlık haline getirmişti. Bu sıralarda merdivene çıkma korkuları başladı.
Gençken erişkinlerin yanında kendisini küçük görürdü. Bu duyguyla, çok özel
biri olduğunu ve bir gün herkesin ona hayran kalacağım düşünerek başa
çıkabiliyordu.
Ebeveynlerinin birbirine bağırdığını ilk kez 16 yaşındayken duymuş,
birbirlerine duygularını ifade ettiklerini görmek onu rahatlatmıştı. Ama içinde
büyüdüğü steril ortamda duygularını ifade etmeyi öğrenmek için artık çok geç
kaldığını düşünmüştü. Bir kuzeni, daha sosyal olması için onu cesaretlendirmiş
ve ona dans etmeyi öğretmişti. Hâlâ topluluk içine girdiğinde “utanıyor” olsa
da kızlarla ilk kez çıktığında bile seks yapmak için acele ederdi. Matematiği
seviyordu ama aile geleneğine uyarak avukatlık okumak zorunda kaldı.
22 yaşındayken annesinden izin alarak bir okul arkadaşıyla tatile
çıktı. Tatildeyken gelecekte eşi olacak kadınla tanıştı. Ka-
dm sosyal açıdan çok aktif biri değildi, hatta sosyoekonomik
özellikleri Browna pek uymuyordu. Brown onu önce hamile bıraktı, 4 ay sonra da
evlendi. Üniversiteden mezun olduktan sonra babasının şirketine girdi,
insanlarla iletişim kurmayı pek gerektirmeyen bir alanda uzmanlaştı. Babasının
yanında çalışırken üçüncü çocuğu dünyaya geldi. Çocuk erkekti ve doğumunda “sakat
mı olacak” diye bir endişe yaşamışlardı. Çocuğun doğumundan sonra da
ebeveynleri ona hasta ve zayıf bir bebekmiş gibi davrandılar. Brown ın
anlattığına göre oğlunun öğrenme güçlüğü vardı. Brown’a bu güçlüğün zamanla
düzeltilebileceği söylenmişse de oğlunun “bir numara” olamaması ve en başardı
çocuklar arasında yer almaması Brown’ı hayal kırıklığına uğratmıştı. Çelimsiz
oğlunun, ailesinin namına zarar verdiğini hisseden Brown, benlik saygısının
tehdit altında olduğu duygusuna kapılmıştı.
Son çocuğunun doğumundan kısa süre sonra Brown, bir yargıcın kızı olan
ve babasının ofisinde çalışan bir sekreteri, Elleni baştan çıkardı. Brown’a
göre Ellenle olan ilişkisi “harika” bir aşk ilişkisiydi. Kız hamile kaldı,
kürtaj oldu ve ilişki sona erdi. Brown oldukça kaygılı bir hale gelmişti (bunun
ardındaki nedenleri daha sonra öğrenecektim).
Charlottesville’de sosyetenin üye olduğu bir kulübe ailesiyle birlikte
kendisi de üyeydi. Spor kulübüne gittiğini ve mayosunu giydikten sonra kulübün
büyük havuzunun kenarında tek başına oturduğunu anlattı. Havuza girmiyor,
kenarında otururken oradaki bütün güzel kadınların ona bakıp vücuduna hayran
kaldıklarını hayal ediyor, hayranlık topluyordu. Sonra evine dönüyordu. Evinde
ise karısının ona hayran olmadığını
ve onu sevgiye aç bıraktığım düşünüyordu. Evliliğinde de boşanma
aşamasına geldikten sonra Brown psikolojik yardıma ihtiyacı olduğuna karar
verdi.
2. BÖLÜM
Amerika Birleşik Devletleri’nin “doğum günü” 4 Temmuz 1776’dır. Bu
“doğum günü”nü bildiren Bağımsızlık Bildirgesi’nde Brownin büyük dedelerinden
birinin imzası yanında 55 imza daha vardır.
“NEYİ TEDAVİ EDİYORUM?”
Psikolojik yardım için başvuran kişilerle bir-iki saatlik görüşmemin
ardından kendime bu kişiyi divanıma yatırırsam “neyi tedavi edeceğim” sorusunu
sorarım. Bu sorunun cevabını analiz süreci boyunca geliştirir ve bazen de
değiştiririm. Brown’m hayat hikâyesini dinledikçe, Brownın ailenin adına ve
şanına önem verilen fakat duyguların doğrudan ifadesinin kısıtlı olduğu bir
ortamda yetiştiğini anladım. Brown anneden ya da diğer aile fertlerinden
istediği ve ihtiyaç duyduğu “sevgi’yi alamamıştı, yani “sevgi” açlığı
içindeydi.Tanıştığı her kızla hemen seks yapmak istemesinin, yani hemen
“sevildiğine” dair bir delil bulmak istemesinin bu açlığın bir ifadesi olduğu
aklıma geldi. Çocukken içinde doğrudan ifade edemediği bir öfke olduğunu, bu
öfke nedeniyle suçluluk duygusu yaşadığını ve bacaklarını bağlayarak
bilinçdışında kendisini cezalandırdığını düşündüm. Ancak kendini
cezalandırdıktan sonra zevk alabiliyordu (mastürbasyonla orgazma
ulaşabiliyordu). Ayrıca annesine öfkesini gösteremiyordu çünkü onun sevgisine
muhtaçtı ve ona bağımlılığı vardı. 22 yaşındayken bile annesinden izin almadan
tatile çıkamamıştı. Annesine karşı duyduğu gizli öfkeyi Alman bakıcısına
aktardığını düşündüm. Bu nedenle Alman bakıcısından korkarak büyümüştü.
Annesiyle olan ça-tışmalı ilişkisinden onu babası kurtarabilirdi fakat babanın
da Browna yardımcı olmadığını duyuyordum. Böylece bilinçdı-şında annesinin atalarından
biri kadar güçlü ve önemli olduğu zaman “sevilebileceğine” inandığını düşündüm.
O zaman Brownı analize alırsam neyi tedavi edeceğim hakkında bir fikrim oldu.
Brown bir tarafıyla bir çocuk gibi anneye veya onu temsil eden kişilere
ve nesnelere bağımlı kalmıştı. Anne işlevlerini üstlenen ötekilerin sevgisine
ve onu annenin avucu içinde sıkışıp kalmaktan kurtaracak bir babaya muhtaçtı.
Çocukluk ortamında bu anne baba rollerini karşılayacak bir kadın ve erkek
yoktu. Babaya ihtiyaç duymadan kendisinin ondan daha yüksek seviyelere
çıkacağını hayal ediyor fakat bu da onu korkutuyordu. Merdiven fobisinin
bununla ilgili olduğunu tahmin ettim. Merdiven yükseklere ulaşmak için
kullanılan somut bir araçtır. Brownın bu somut aracı, psikolojik olarak yüksek
düzeylere çıkma isteği ve yetersizliğinin yarattığı korku arasındaki çatışmayı
gösteren bir sembol olarak kullandığını düşündüm. Psikolojik bir savunmayla
yetersizliğini, korkusunu ve genel olarak içindeki çatışmayı saklamaya çalışan,
kendini çok güçlü ve kimseye ihtiyaç duymayan biri gibi görerek büyümüştü.
Ailenin tarihe ismini yazmış olan atası gibi biri olmalıydı.
Sevgiye “aç” kendilik kısmıyla “güçlü” kendilik kısmı arasında sürekli
bir çatışma vardı ve bu çatışma nedeniyle hayatında zorluklar yaşıyordu. Örneğin
spor kulübünde herkes gibi
yüzemiyor ve kendisini sergileyerek hayranlık toplama mecburiyetinde
kalıyordu. Brovvn’da “aç”ve “güçlü” kendilik kısımları birleşmemişlerdi. İç
dünyasında bütünleşmiş bir kendilik duygusu yoktu. Tedavi edilmesi gereken asıl
psikolojik sorun buydu.
Brownda narsisistik kişilik yapılanması olduğunu anladım. Bu türden
kişilik yapılanması olanlar günlük hayatlarında kendilerini dünyanın bir
numaralı insanı olarak algılayan ve “aç” kısımlarını saklamaya çalışan
kişilerdir. Onu analize alırsam bir süre, belki de bir-iki sene boyunca benimle
olan ilişkisinde, bir uçta narsisistik büyüklenmecilik ve uzak durma, diğer
uçta “aç” kısmıyla ilgili aşağılanma korkusu ve paranoid eğilimler arasında
gidip geleceğini tahmin ettim. Paranoid eğilimlerin kişiliğinin büyüklenmeci
parçasını tehdit altında hissettiği zaman ortaya çıkabileceğini düşündüm.
Divanda yatan bir kişinin çocukluk dönemini analistle yeniden yaşaması
psikanalizde “aktarım” olarak adlandırılır. Aktarımda divanda yatan kişi analisti
çocukluğundaki önemli kişiler, örneğin annesi, babası ve/veya kardeşleri gibi
algılar. Algılanan imajlar bir tarafıyla gerçeğe uygundur ancak diğer taraftan
çocuğun istekleri ve korkularını yansıtan hayali özellikler de taşımaktadır.
Kişi çocukluk dönemindeki psikolojik çatışmalarını analistle kurduğu aktarım
ilişkisinde canlandırır.
Aktarım zamanla sıcaklaştıkça analizand bir bakıma çocukluğunu tekrar
yaşar. Analistin yardımı ve divanda yatan kişiye karşı geliştirdiği duyguları,
düşünceleri ve “karşı aktarım’ı yakından gözleyip uygun bir şekilde analiz
sürecine aktarmasıyla analiz sürecini tamamlar. Bu süreç boyunca iç
dünyasındaki
psikolojik çatışmaları çözer, “yeni” ve psikolojik olarak daha sağlıklı
bir kişilik geliştirir. Brownın beni bağımsız bir nesne olarak görmedeki genel
yeteneksizliğinin, analizinin başlamasından sonra aylar, hatta yıllar boyunca
devam edebileceğini sezdim. Kendine sorunlar yaşatan kişilik yapılanmasını
ancak bu aşamadan sonra değiştirebileceğini düşündüm. Brown’a benimle analize
başlamasını teklif ettim. Eğer kabul ederse haftada dört kez buluşacağımızı,
divanıma yatacağını, aklına gelen her şeyi söyleyeceğini ve divanımda yatarken
yaşadığı bedensel duyumları tarif edeceğipi anlattım. Ben de yardımı olacağını
düşündüğüm zaman konuşacaktım. Seanslarımın ücretini de söyledim. Analizden
geçmeyi hemen kabul etti.
Burada psikanaliz tekniğinden fazla söz etmeden Brown la aramızda geçen
dört buçuk yıllık ilişkinin öyküsünü anlatacağım. Onun analizini özetlediğimde
analizin hızla ilerlediğini düşünebilirsiniz ama gerçekte böyle olmadı. Birçok
seansta hiç konuşmadan divanda yattı, diğer kişileri monoton bir biçimde
değersizleştirdi ve sözleriyle yarattığı dünyaya beğeniyle bağlandı. Benimle
olan ilişkisinde yavaş yavaş çocukluk hikâyesini tekrar yaşadı ve en sonunda
iyileşti.
3. BÖLÜM
“ZAVALLI” TÜRK İLE “BÜYÜK” AMERİKALI
BİR ARAYA GELİYORLAR
Başlangıçta Brown, haftada dört kez divanda kalıp gibi yatıyor, benimle
iletişim kurmaktan çok değişmeyen bir ses tonuyla sürekli kendisinin büyüklüğünü
ve önemini ima eden olaylar anlatıyor ve hangi kişilerin ailelerinin daha soylu
olduğunu sayıyordu, İngilizce’yi Türk aksanıyla konuştuğumu tabii ki fark
ediyor ve Amerika’ya yakın zamanlarda geldiğimi anlıyordu. Onun ailesi ise
Amerika’nın kurulduğu dönemlere uzanan bir geçmişe sahipti. Büyüklüğünü ve
önemini bir kalkan gibi kullandığını sezdim. Kalkanıyla ona yaklaşmaya çalışan
ve İngilizce’yi aksardı konuşan zavallı bir Türk asıllı Amerikalıyı, beni uzağa
itiyordu. Fakat Amerika’ya nereden ve neden geldiğim, etnik kimliğim hakkında
tek bir soru sormadı ve bu tür konulardan söz etmedi.
Brown gibi kişiler analistlerinde bir yalnızlık, bıkkınlık ve kimi
zaman da öfke uyandırabilirler. Analist olmak için verilen eğitimde analistler,
içlerinde uyanan duyguları tedavi sü-
recini bozmayacak şekilde kullanmayı ve bu duyguların neden oluştuğunu
merak etmeyi öğrenirler. Brown divammda yatarken bende de bu türden duygular
gelişti. Bu duygular bana Brown’ın insanlarla iletişiminde ne kadar dikkatli
olması gerektiğini öğretti. Bende yarattığı duygulara bakarak, Brown’ın
çocukluk yaşantılarını anlamaya çalıştım ve çocukken yaşadığı o yalnızlığı
divanımda yatarken bana aktardığım düşündüm.
Brownin çocukluk ve ergenlik dönemleri boyunca ailesiyle yemek
masasında yaşadıklarım gözümde canlandırdım. Uzun bir yemek masası, baba
masanın başında oturuyor ve bir hizmetçi sırayla herkesin tabağına çorba
dolduruyor. Masadaki-ler yemeklerini yemeye hazırlanırken baba konuşmaya
başh-yor: “Bu akşam konumuz Amerikan tarihidir,” diye açıklama yapıyor ve
ardından sorular geliyor. “George Washingtonun doğum gününü hatırlayan var
mı?”, “Karısının ismi neydi?” gibi kolay sorulardan sonra Bağımsızhk
Bildirgesi’nde neler yazdığını ve bunların ne anlama geldiğini açıklamaya
yönelik zor sorular tartışılıyor. Genç Brown canla başla cevap vermeye çahşıyor
ancak baba memnun değil. Anne ise yüzünde donuk bir gülümsemeyle masadakileri
izliyor. Kimse Brown’ın o gün neler yaptığını, kendisini üzen ya da mutlu eden
bir şeyler yaşayıp yaşamadığını sormuyor. Zihnimde canlandırdığım bu sahneler
aramızdaki süreçte neler gelişeceğini merak ederek, onu dinlemeye devam etmeme
yardımcı oldu.
Analizine başladıktan birkaç hafta sonra, hafta sonunu geçirmek üzere
Charlottesville e epeyce uzak bir yerdeki kardeşinin çalıştığı tatil köyüne
gitti ve orada analisti gibi İngilizce’yi aksanlı konuşan yabancı bir kadınla
tanıştı. Charlottesvillee
dönüşünden sonraki ilk seansları boyunca Brown bu kadını hiç zorluk
çekmeden nasıl baştan çıkardığını gururla anlatıp durdu. Kadını yemeğe çıkarmış
ve yemek boyunca ona kendisinin ne kadar akıllı ve önemli bir adam olduğunu
anlatmış. Kadına karşı hiçbir yakınlık hissetmeksizin o gün onunla seks
yaptığını söyledi. Ne kadar önemli ve çarpıcı bir insan olduğunu, bu yüzden kadının
ona hemen evet dediğini ima ediyordu. Fakat kadının ismini bile hatırlamadığını
anladım. Kadını bir araç olarak kullanmıştı. Benim imajımı aksanlı konuşan bir
kadına aktardığını ve böylelikle beni fethetmek istediğini düşündüm.
Divanda yatarken benim hakkımda konuşmak yerine benimle geliştirmekte
olduğu ilişkiyi bana bu olayla anlattığını anladım. Böylelikle korktuğu nesneyi
(ona sevgi vermeyen anneyi, Alman bakıcıyı, ondan uzak duran babayı veya bu
kişilerin hepsini temsil eden bir imajı) kontrolü altına alıyordu. Aynı zamanda
kadınla seks yaparak (semboÜk olarak) benim “sevgimi” elde ediyordu. Tabii ki
böyle bir durumda elde edilen sevgi gerçek bir sevgi değildir. Bu nedenle kısa
bir süre sonra bunun farkına varıp kendini tekrar sevgiye “aç” bulacağını
tahmin edebilirdim. Bu şekilde gizli bir aktarım geliştirdiğinin farkına
vardım. Analiz sürecinde analist farkına vardığı her aktarım hikâyesini hemen
yorumlamaz, aktarımın olgunlaşması beklenir. Bu nedenle Brown’a İngilizce’yi
aksanlı konuşan bir kadınla beraber olmasının bana düşündürdüğü nedenleri
söylemedim. “Lütfen devam ediniz” gibi, kendini anlatması için destekleyecek
yönde sözler söylemeyi sürdürdüm.
Seanslarında bir analistin kendisi hakkında bilmesi gerektiğini
düşündüğü olayları ve günlük yaşantısını maddeler ha-
linde düzenliyordu. Sıkıcı bir konuşma tarzı vardı. Sıkıldığımı
hissettiğim zamanlar oluyordu fakat bununla başa çıkabiliyordum; Brown’a beni
sıktığını söylemedim. Uygun zamanlarda anlattıklarının taşıdığı anlamlarla
ilgili onun merakını uyandırmaya çalıştım. Ara sıra yükseklik korkusu hakkında
da konuşurdu. Bir tarafta büyüklüğünü korumak için harcadığı enerjiyi, diğer
tarafta yükseklik korkusunu fark ettiği zamanlarda yaşadığı içsel çatışmaları
açıkça görüyordum.
Yükseklik korkusunun, bir öğesi, bir gün bana anlattığı çocukluk
rüyasında açığa çıktı. Bu rüya çocukken gördüğü ve hatırlayabildiği tek
rüyaydı. Rüyasında ailesinin evinde çocukların, Alman bakıcının ve diğer
hizmetçilerin odalarının olduğu katın üstündeki katta kalan ebeveynlerini
gözetlemek için bir merdivene tırmanıyordu. Gerçekte ikiye bölünmüş evin üst
katındaki genellikle kapalı duran kapı, erişkin yaşamının gizemlerini temsil
eder hale gelmişti. Rüyasında bu gizemleri aralamakta kullandığı merdiven pek
sağlam değildi ve bu arzusunu gerçekleştiremeden aşağı inmek zorunda kalmıştı.
Çocukluk rüyası, Brown’ın psikolojik çatışmaları olan bir çocuk halinde
kaldığını ifade ediyordu.
Çocukluk öyküsü, analizin başlangıcında sanki bir kalkanın ardında
benden saklanır gibi durması, İngilizce’yi aksanlı konuşan bir kadınla yaşadığı
tek kişilik ilişki, bana Brown’ın iç dünyası hakkında pek çok bilgi sağlamıştı.
Sevgiye “aç” kalan parçasını ve onunla ilişkili aşağılanma duygusunu inkâr
etmek için elinden gelen her şeyi yapıyor ve özellikle de kendi büyüklüğünü
herkesin görmesi için bir bayrak gibi sallıyordu. Rüyası ise bir taraftan
ebeveynlerine ulaşamadığını ve yalnız kaldığı-
m anlatırken diğer taraftan da analize karşı gösterdiği direnci ifade
ediyordu. Aktarımda -beni annesi ya da babası olarak algıladığı zamanlarda
hakkımda geliştirdiği duygu ve düşünceleri açıkça söylemek yerine, benden uzak
durmaya çalışacaktı. Merdivenden aşağı inecek ve ıssız dünyasında kendini bir
büyüklük battaniyesine saracaktı.
Analizinin bu erken evresinde Brown rüyasının anne ve baba arasındaki
cinsel ilişkiyi merak ettiği anlamına geldiğini henüz düşünemiyordu. Sürekli
olarak kişiliğinin “büyük” ve “aç” kısımları arasındaki çatışmayı sergiliyordu.
Fakat Brown’m içinde bu konuların nedenini anlamaya yönelik bir merak uyanmıyor
ve konular üzerinde çalışamıyordu. Aynı zamanda eğer onun büyüklük duygusunu
incitecek bir durum ortaya çıkarsa, hemen benim onu analiz edip edemeyeceğime
dair içinde beliren şüpheleri gündeme getiriyor veya konuyu değiştiriyordu. Ben
de onun içinde merak uyandırmak için çaba göstermeye devam ediyordum. Bütün bu
yaşananlara rağmen hiçbir seansı kaçırmıyordu.
İlk yılın büyük bir kısmını karısının ne kadar soğuk ve ilgisiz
olduğunu anlatarak geçirdi. Evliliğinin bozulmasında kendinin de bir payı
olabileceği hiç aklına gelmiyor ya da aklına böyle bir şey gelse bile bunu
divanda yatarken bana söylemiyordu. Çocuklarından biriyle yarışırken onu
yenmediği sürece onlardan da pek bahsetmezdi. Kendisi çocukken babasının da
küçük Browna aynı şekilde davrandığı aklıma geldi. Seanslardaki ilişkimizin
“resmi” olmasında ısrar ediyor ve dolaylı yollarla beni çaresizliğe itmeye
çalışıyordu. Böylelikle onun çocukluğunda yaşadığı çaresizliğin nasıl bir şey
olduğu hakkında iyi bir fikir edinebildim.
Analizinin bu devresinde bana ara sıra çocukluğunun önemli kişilerinin
imajlarını, örneğin anne ya da babasının imajlarını aktardığı halde böyle
süreçlerin gelişmesinden hemen kaçıyor; bana daha çok içindeki bütünleşmemiş
kendilik kısımlarını aktarıyordu. “Aç” kalan kısmım aktardığı gibi bazen de
aktardığı, bu “açlık” ve çaresizliğe karşı geliştirdiği “güçlü” kısmı oluyordu.
Bir gün benim meşhur Patrick Bruce Oliphant’ın Amerika’da çok tanınan
politik karikatürlerindeki küçük figürler gibi olduğumu söyledi. Bu karikatürler
Amerika’nın birçok günlük gazetesinde basılır. Merkezde ana temayı gösteren
figürler vardır. Bu figürlerin etrafında da bir köşede minik figürler bulunur.
Brown a göre ben minik bir figürdüm, yani ona göre önemsiz biriydim. Gazete
okurlarının genel olarak bu minik figürlerin karikatürdeki temel figürlerden
daha önemli olduğunu bildiklerini Brown’a söylemedim. Birkaç gün sonra ise beni
kendisinin “güçlü” uzantısı olarak gördü ve kralın tacındaki bir elmas oldum:
Beni Virginia Universitesi’ndeki en iyi analist olarak algıladı ama bu da uzun
sürmeyecek, birkaç gün veya birkaç hafta sonra beni tekrar küçümseyecekti.
Analizinin başlarında yeni doğmuş erkek kardeşinin eve getirilişiyle
ilgili bir hatırasını anlatmıştı. Kardeşi dünyaya geldiğinde iki yaşında olduğu
için hatırasının gerçeğe dayanmadığını tahmin ettim. Bu hatırasının
psikanalistlerin “perde anı” olarak isimlendirdiği durum olabileceğini
düşündüm. “Perde anı” bir rüya gibidir. Böyle bir çocukluk anısı yalnızca
gerçekte olan bir olayı temsil etmez; gerçekte olan bir olayın aynı zamanda
çocukluk isteklerine, fantezilerine ve korkuları-
na bulanmış halidir. Divanda yatarken bir “perde anısını” anlatan kişi
çocukluğunda başından geçen bir olayın aslını değil, o olayı bilinçdışında
nasıl algıladığını anlatır. Anısında kardeşinin hastaneden eve geldiği bulutlu
gri bir günde, garajlarının kapısından dalları olmayan bir ağaç kütüğüne
bakıyordu. Bu kütüğün ıİst kısımlarının yeni gelen bebek yüzünden artık
Browndan ayrılmış olan annesini (memelerini) temsil ettiğini ve gri havanın da
çocukluğundaki yalnızlığını simgelediğini düşündüm.
“Perde anısını” anlattıktan sonra beni kardeşi gibi algıladı ve
analizinde de kardeşini simgeleyen diğer hastalarıma haset duymaya başladı. Ben
öteki hastalarımla kendisinden daha fazla mı meşgul oluyordum? Bu sorularına
yanıt vermek yerine bu tür soruların aklına neden geldiğini birlikte
araştırmayı önerdim. Diğer hastalarıma kendisinden daha fazla ilgi gösterdiğime
inandığı ve paranoid düşünceler geliştirdiği zamanlar oldu. Ona gerçeği
açıklamaya çalışmak yerine kıskandığı kardeşinin imajını bana yansıttığı
aktarımın pişmesini bekledim. Yavaş yavaş çocukluğunda kardeşiyle olan
ilişkisinin ayrıntılarını hatırlamaya başladı. Yaşamının erken dönemlerinden
kalan anılarının çoğu kardeş kıskançlığıyla ilgiliydi. Bir keresinde kardeşini
taşıdığı bebek çantası elinden kayıp otobüsün önüne düşmüş ve ciddi bir kaza
son anda atlatılmıştı. Aile bunun bir kaza olduğunu düşünse de, hiç vicdan
azabı duymayan Brown bu kazayla kardeşini ortadan kaldırmayı ve annesinin tüm
ilgisini tekrar kazanmayı istediğini hatırlamıştı.
Erişkin yaşamında da kendini kardeşine yakın hissetmiyordu. İki kardeş
arasında duygusal bir ilişki yoktu. Uzak bir
yerde bir tatil köyünde turizmle uğraşmakta olan kardeşini küçümsüyordu.
Onun kendisi kadar akıllı olmadığına inanıyordu. Analize başlamasından hemen
sonra kardeşinin tatil köyünde aksanlı bir İngilizcesi olan kadını baştan
çıkarışının başka bir anlamı daha olduğunu düşündüm. Kardeşiyle aynı mekânı
paylaştıkları o dönemde Brown yabancı kadını/analisti çocukluğunun annesi gibi
kullanmış ve onu baştan çıkarmakla kardeşini anne sevgisinden mahrum etmişti.
Bunu Browna söylediğim zaman yüzünde bir gülümseme belirdi, gülümsemesinden
kızgın olduğunu anlıyordum. Bununla birlikte yaptığım yoruma bir cevap vermedi
ve söylediklerim onda bir merak uyandırmadı. Sanki söylediğim şey onun için
doğal bir durumdu ve merak edilecek bir tarafı yoktu.
4. BÖLÜM
“CÖMERT BİR KADIN” VE
YALNIZLIK İÇİNDE BİR SALTANAT ARAMA
Brown analizinin ilk yılında gündüz düşlerine kendisini o kadar
kaptırmıştı ki neredeyse işinden oluyordu. Kendisini küçük düşüreceğini sezdiği
bir durumla karşılaştığı her zaman sanki televizyon kumandasının düğmesine
hasılmışçasına, hemen hayal kurmaya başlıyordu. Hayallerinde “cömert bir kadın”
aradığım biliyordu. Karısı onunla beraber olmayı istediğini açık açık
söylemezdi. Brown kendisini reddedilmiş hissederse, gündüzleri Hukuk
Fakültesindeki ofisinde hayal kurup mastürbasyon yapar, geceleri de karısının
yanında ona dokunmadan mışıl mışıl uyurdu. Sabahları yataktan çıkmadan önce
tekrar mastürbasyon yapıp kirli pijamalarını karısının göreceği bir yere
koyuyordu. Bu davranışının temelinin, dört yaşındayken geçirdiği bir hastalık
sırasında idrar kaçırmaya başlayınca, annesinin onunla ilgilenmekten duyduğu
tiksinme olduğu ortaya çıktı. Annesi ondan tiksinse bile bir şekilde annesinin
dikkatini üzerine çekmişti. Bu davranışında tekrarlama zorlantısı ve karısının
tepkisini sınama isteği vardı: “Beni aşağılıyorsun, içimde aşağılanma duygusu
yaratıyorsun. Fakat bana bak, kirli çamaşırlarımı önüne seriyorum, sana erkek
olduğumu gösteriyorum ve asıl seni reddeden ben oluyorum.”
Analizinin ilk yılı boyunca anneden sevgi görememesi, babadan uzak
durması, bakıcısından çekinmesi, kardeşini kıskanması, öfkesi nedeniyle kendine
ceza vermesi, mastürbasyonla kimseye ihtiyaç duymadığını, ispatlaması, yükseğe
çıkmaktan korkması ve “çok önemli” bir insan olduğuna inanması hakkında pek çok
bilgi edindim. Bu düşünceleri çok defa yukarıda verdiğim örneklerde de olduğu
gibi aramızdaki ilişkide, yani aktarımda ortaya çıkıyordu. Fakat Brown hiçbir
aktarım öyküsü üzerinde uzun zaman duramıyor, bu nedenle de bir aktarım
öyküsünü sahiplenerek onun üzerinde çalışamıyordu. Benim, üzerinde çalışabileceği
ve durabileceği bir aktarım öyküsünü geliştirmesini beklemem gerekiyordu. Çünkü
divanda yatan kişi, yani analizand ancak uzun süreli bir aktarım öyküsü
geliştikten sonra çocukluk deneyimlerini, duygularını, fantezilerini ve
bunların nasıl geliştiğini öğrenme fırsatı bulur ve bunları değiştirmek için
girişimlerde bulunur.
Zamanla onun zihninde soğuk suyun annesini, yanan sigaranın babasını
temsil ettiği ortaya çıktı. Bir gün Virginia Üniversitesi Hastanesi’ne görüşme
saatinden daha erken gelmişti. Psikiyatri bölümündeki hocaların oturma odasının
yanından geçerken açık olan kapıdan içeri baktı ve beni puro içerken gördü (o
zamanlar hastanelerde sigara veya puro içme yasağı yoktu). Ofisimde
buluştuğumuzda nadir panik ataklarından
birini yaşadı. Çocukluğunda bir görgü kuralını çiğnediğinde, babasının
onu kenara çekerek içtiği sigarayı elinde söndürdüğünü hatırladığında, bu
atağın çocukluğundan kalan kısmı ortaya çıktı. Böyle bir anıyı hatırlayışının
ardından öğrendikleri üzerinde daha fazla duracağına, ertesi günler divanda hiç
konuşmadan yatardı. Sonraki günlerde bana konuşmadan yattığı zamanlarda
hayaller kurduğunu söyledi ve yavaş yavaş bu hayallerin öykülerini anlatmaya
başladı.
En tipik hayali “cömert bir kadınla” müthiş bir mutluluk yaşamaktı.
Yani hayalinde kendini seven bir anne buluyor ve böylece çatışmaları üzerinde
durmaktan kaçıyordu. Bazen hayalleri çocukluğunun baba imgesine aitti. Ortada
gerçek bir ödipal mücadele olmadığı halde ödipal babaya karşı zafer kazandığını
anlatırdı. Bilindiği gibi tipik bir ödipal çatışmada erkek çocuk annenin
sevgisi için babayla bir yarışa girer ve bi-linçdışında bu yarışmada baba
tarafından hadım edileceği korkusunu geliştirir. Ödipal çatışma erkek çocuğun
babayla özdeşim yapmasıyla çözülür. Yani her şey yolunda giderse erkek çocuk
erkekliği “öğrenir”. Brownın babası Browndan çok uzak durduğu ve çocuğunu
elinde sigara söndürerek cezalandırdığı için Brown, “tipik” bir ödipal süreçten
geçememişti.
Hayalinde bir arenada, “cömert kadınların” önüne çiçekler attığı güçlü
bir boğaydı ama matador (onu kesecek ödipal baba) ortalıkta yoktu. Ödipal
çatışmasını çağrıştıran başka bir hayal kurduğu zaman aklına kendini hadım
etmek geliyordu. Kendini hadım ederse babanın onu hadım etmesi tehlikesinden
kurtulacaktı. Aktarımdaki ödipal gelişmeden kanser olduğunu hayal ederek, yani
kendini sembolik olarak hadım ederek
kaçıyordu. Brown ödipal devreye ulaşmadan önce annesiyle olan
ilişkisinde sorunlar yaşadığından ödipal devre öncesindeki sevgi “açlığından”
kaçmak için, analizde ödipal temalar ortaya çıkardığını seziyordum. Analizinin
bu evresinde Brown ın zihninde ödipal meselelerin “aktif” olmadığını anladım.
Eğer psikanalizinin bu evresinde ısrarla hastanın ödipal çatışmaları üzerinde
dursaydım hastaya yardım edemeyecektim. Hastanın temel endişesi kendisinin
psikanalitik literatürde “büyüklen-meci kendilik”8 olarak bilinen içsel
görüntüsünü korumaktı. Neden ödipal temalar ortaya koyduğunu analiz etmektense
buradaki içgörüsünü artırmayı hafife alıyor, beni ilgisizlikle suçluyor ve
analizinin ona ihtişam kazandırmasını istiyordu.
Analizinin ikinci yılının başlarında bir seansa, mastürbasyon yaptıktan
hemen sonra lekeü pantolonuyla geldi. Yukarıda anlattığım mastürbasyonla ilgili
psikolojik süreçleri somut olarak ofisime getirip benimle olan ilişkisinde de
tekrarlamak istediğini düşündüm. Bunu Brown’a anlattığım zaman yüzündeki donuk
ifadeyi değiştirmeden beni dinledi, bir cevap vermedi ve kendi anlatmak
istedikleriyle seansa devam etti. Fakat lekelenmiş pantolonunu bana
gösterdikten sonra narsisistik kendilik çekirdeği daha da belirginleşti ve bu
çekirdeği sürekli divana getirmeye başladı. Bana kendisinin dünyanın merkezinde
durduğunu ve arzularının aslında onun doğal ihtiyaçları olduğunu anlatıyordu.
Sadece “bir numara” olmakla yetinemiyor, aynı zamanda “tek” olmak istiyordu,
içinde yaşayacağı ve yalnız başına saltanat süreceği demirden bir küre hayal
etti.
8 “Büyüklenmeci kendilik” terimini ilk açıklayanlar için bkz. Kohut,
1971, 1977; Kernberg, 1975; 1976 ve Volkan, 1976.
Dış dünyayla arasına bir sınır koyuyor ve demirden bir küre içinde
korunan bir kimlik kazanmış oluyordu. Divanımda yatarken onun “güçlü” kısmı
demir küre içinde saklanıyordu; divanın arkasında oturan bense onun “aç” ve
çaresiz kendilik kısmı oluyordum.
Aramızda “demir küre aktarımı” diye adlandırabileceğim sürekli bir
iletişim oluştu ve yoğunlaştı. O, divanda çok defalar bir demir küre içinde bir
saltanat sürmeye devam etti. Fakat seanslarını hiç kaçırmadı. Konuştuğu
zamanlarda da demir küre içindeki tek kişilik saltanatına ait bazı şeyler,
örneğin bir hukuk konusunun aklına geldiğini fakat ben böyle bir konuyu
anlayamayacağım için bana anlatmasının gereksiz olduğunu söylüyordu. Böylece
onun aklının üstünlüğünü kabul ettiğimi ima ediyor ve hayalinde hayranlığımı
topluyordu. Charlottesville’deki sosyete kulübünün havuz kenarında oturup
oradaki güzel kadınların hayranlığını topladığı şeklinde kurduğu hayal, şimdi
aramızda gelişmişti. Eğer onun büyük-lenmeci kendiliğini tanımadığım duygusuna
kapılacak olursa beni değersizleştiriyordu. Fakat hiçbir zaman benim demir
küresi içindeki saltanathğına girmeme izin vermiyordu. Bunlara aylarca tahammül
ettim ve böylelikle bu ilişkinin gelişmesine, bir bakıma olgunlaşmasına yardım
ettim.
ikinci yılın sonunda, yukarıda anlattığım aktarımın olgunlaşması için
ona zaman tanıdığımı ve onu cezalandırmadığımı anladıktan sonra, Brown bana
gördüğü bir rüyayı anlattı. Rüyasında, arkasında analistini temsil eden bir
adamın oturduğu bir divanda yatıyordu. Tam adamın kadın olduğunu zannederek onu
okşamaya başladığında korkuyla onun erkek olduğunu fark
ediyordu. Bana yakınlaşma ihtiyacı onun için hem kabul edilemezdi, hem
de eşcinsellik içeriyordu. Bunun ardından eşcinsellik korkularım ve hadım
edilme kaygılarım anlattığı bir dönem yaşadı. Anne sevgisini yeterince almadığı
için kimseye ihtiyacı olmadığım hayal ederek demirden bir küre içinde yaşamaya
çalıştığım ve bu yaşamı değiştirmek için babayla ve analizde de bir erkek olan
benimle yakınlaşmak istediğini anladığımı açıkladım. Eğer ben de çocukluğundaki
baba gibi ona yakınlık göstermezsem, elini yakarsam teljrar hayal kırıldığına
uğramaktan korktuğunu anlattım. Beni duyduğunu sandım. Fakat analizinin bu
evresinde küreden çıkıp erkek dünyasının bir üyesi olmaya çalışmak için hâlâ
hazır değildi. Birden demirden küresine geri döndü ve yalnız dünyası, kendine
duyduğu beğeni, beni değer-sizleştirmesi ve dış dünyadaki iyi olduğunu
düşündüğü her şeye karşı hissettiği haset hakkında daha çok şey anlattı.
Bu arada Brown’ın evde de öfkesinin arttığını anladım. Örneğin
karısının kız kardeşi evlerine misafirliğe geldiğinde karısı kardeşiyle daha
çok ilgilenir ve Browna istediği bir şey olup olmadığını sormayı unutursa,
narsisistik ilgi alanlarını korumaya odaklanıyor ve paranoid öfkesi
şiddetleniyordu. Fantezisinde karısının kız kardeşine de sahipti ve kadın
evlendiğinde hüsrana uğradı, kızdı, haset duydu. “Kadınını kaybetmenin”
intikamını almak için baldızının düğününde bacanağının kız kardeşini ayartmaya
çalıştı. Bu hareketiyle ilgili hiç pişmanlık duymamıştı çünkü narsisistik
ihtiyaçlarını herhangi bir biçimde karşılama hakkına sahipti.
Üniversitede veya lokantada beğendiği bir kadın gördüğünde onu “cömert
kadın” hayallerinde kullanmaya ve ofisinde mastürbasyon yapmaya devam etti.
Bunun yanı sıra, gündüz düşlerinde, yani bilinçli fantezilerinde sıklıkla
tecavüze uğrayan bir kadını kurtardığını hayal ettiğini de öğrendim. Bu tip
gündüz düşlerinde tecavüze uğrayan kadının “aç” kendilik kısmım temsil
edebileceği aklıma geldi. Ayrıca bu fanteziyi bilinçdışında, çocukluğundaki
anneyi kurtarırsa onun daha iyi bir anne olabileceği şeklinde yaşadığını
düşündüm. “Tecavüze uğrayan kadın” olarak adlandırdığı gündüz düşlerinin daha
derin ye kendisi için çok önemli bir anlamı daha olduğunu ilerleyen zamanlarda
öğrenecektim. Bu arada seanslarını divana yatar yatmaz, “İşte yeni bir
‘tecavüze uğrayan kadın’...” veya “İşte yeni bir cömert kadın fantezim...”
diyerek başlatıyordu.
İkinci yılın sonlarına doğru bence çok önemli bir psikolojik gelişme
oldu. Seansına gelmeden önce “tecavüze uğrayan kadın” fantezilerinden birini
kurarken, “Yine aynı şey işte! Tecavüze uğrayan kadın fantezilerinden biri
daha!” diyen bir iç ses duyduğunu ağzından kaçırdı. Bu cümleleri daha önce ona
ben söylemiştim. Buradaki özdenetimi benim analitik imajımı içselleştirdiğini
gösteriyordu ama sonra bu imajı parçalayıp kaybettiğini düşündüm. Çünkü bu
olayın hemen ardından bozuk televizyon yayınındaki sunucunun (içine aldığı ve
ona seslenen imajımın) parçalanmış yüzünü gördüğünü ve sonra yayının
kesildiğini anlattı. Brown’a benim imajımı içinde daha uzun bir süre tutup
tutamayacağını düşünmesini söyledim. Ayrıca sadece aklına yatan ve beğendiği
kısımlarımı içselleş-tirebileceğini, beğenmediği kısımlarımıysa dışarı
atabileceğini hatırlattım. İnsanları kol mesafesinde tutmasının,
tümgüçlü-lüğünü kaybetme korkusunun ve saldırgan tutumlarındaki ar-
tışm anlamlarım daha derinden anlayabildi. Çocukluğundaki kontrollü ve
steril çevrede, içtenlikle sevildiğini hissetmesine ve aşağılık duygularının
silinmesine izin verilmemişti. Bu nedenle kendi büyüklüğüne inanmak,
büyüklüğünü korumak ya da onu bir bayrak gibi sallamak zorunda kalmıştı. Bu
noktadan sonra aramızdaki ilişki daha olumlu bir hal aldı ve çocukluğunu
benimle olan ilişkisinde daha doğrudan yaşamaya, çocukken başına gelenleri
hatırlamaya ve bu olayların iç dünyasına nasıl yansıdığım benimle birlikte
merak etmeye başladı.
5.
BÖLÜM
İÇ DÜNYAYI ANLAMAYA BAŞLAMAK
Brown divandayken, onun başını ve kollarını yakan alevler çıkardığımı
düşünüyor ve divanımda rahat rahat yatamıyor-du. Beni oğlunun elinde yanan
sigarasını söndüren baba gibi algıladığını söyledim. Buna akh yattı. Bana
duyduğu güvenin artmasıyla çocukluğunun babasında da olumlu öğeler aramaya
başladı. Babası gerçekten soğuk biriydi ama evlenmeden ve karısının “soğuk
sularında” teslim alınmadan önce “vahşi” biri gibi yaşıyordu. Brown gençken
babasıyla özdeşim kurmaktan korkuyordu. Bir taraftan baba onu korkutan ve yakan
biriydi, öte yandan eğer babası gibi olursa bağımsız olması ve olamadığını
gördüğünde de “zayıflığını” kabul etmesi gerekecekti. Bir seansında babasının
yanında avukat olarak çalıştığı günlerde, erkek kardeşini kaybettiği için yas
tutan babasını ağlarken gördüğünü hatırladığında şaşırdı. Nasıl olur da babası
duygularını ifade edebilen biri olabilirdi?
Babasıyla olan ilişkisini incelediği dönemlerde bebekliğinin annesinin
imajını da ziyaret ettiğini gördüm. Divanda yatarken ağzına küçük renkli
baloncuklar dolmuş gibi oluyor ve ne-
fes alıp verirken baloncuklar havaya uçuyormuş gibi geliyordu. Psikanalizde
divanda yatan kişinin terapötik gerilemeyle böyle bir duruma gelmesinin bir
ismi vardır. Brown’ın ağzının küçük renkli baloncuklarla dolduğunu hissetmesi
gibi olaylar bu olayı ilk kez ortaya koyan analistin adı kullanılarak Isakower
Olgusu olarak adlandırılır.9Isakower Olgusu uykuya dalma öncesinde ya da
divanda yatarken yaşanan terapötik gerilemenin etkisiyle bir erişkinin,
bebekliğindeki meme emişini ağzında gelişen hislerle “hatırlaması”'ve vücudunda
bir kolunun ya da bir bacağının uzaması gibi bazı değişiklikler algılamasıdır.
Brownın annesini emdiği dönemlerde yaşadığı içsel tepki o dönem konuşma
yetisi henüz gelişmemiş olduğu için, divanda yatarken kelimelerle değil bu
türden bir yaşantıyla ortaya çıkıyordu. Aile içinde annesinin Brown’a gebeyken
çok mısır yediği ve bu nedenle de çok sütü olduğu hep konuşulurdu. Brown bir
yaşındayken annesi kardeşine gebe kalınca sütten kesildiğini biliyordu. Brown
“fazlasıyla iyi” olan “cömert annesini” hiçbir zaman unutamadığını düşündü.
Fakat bu düşüncesini tam olarak benimseyemedi. Ağzındaki küçük balonların
renkleri ve şekilleri bulanıklaşıyor, paranoyası alevleniyor, tıkanmaktan ve
boğulmaktan korkmaya başlıyordu. Böylece ikimiz de annesinin onu emzirirken
beslemenin yanı sıra psikolojik olarak “boğduğunu” fark ettik. Onu “boğan”
Isakower Olguları devam ederken boğucu anne imajının bana da aktarıldığının
farkına vardım. Beni çocukluğundaki hayalet korkusunu hatırlatan karanlık ve
şüpheli biri olarak algılıyordu. Ofisime geldiğinde divanıma çekinerek yatıyordu.
Bebekliğini
9 Isokower, 1938.
iyice “hatırlayıp” kabullenmesini istediğimden ona, annesi gibi
olmadığımı ve benden korkması için bir neden bulunmadığını söylemedim. Bu kadar
derin bir aktarım geliştirdiği için memnundum. Önemli olan, artık divanda aklına
gelenlerin, gördüğü imajların, hissettiği duyguların ve bana karşı geliştirdiği
fantezilerin nedenlerini merak ediyor ve bunları, anlamak için benimle birlikte
çalışıyordu.
Analizinin üçüncü yılına doğru, avukatlıkla ilgili bir eğitim
toplantısına katılmak için görüşmelerimize bir ay ara verdi. Bu toplantıda
avukatlığın, eskiden pek önemsemediği “sosyal yönleri” üzerine bir eğitim
veriliyordu. Bu nedenle benden bir ay ayrı kalma isteğinin gerçeğe dayanan iyi
bir tarafı vardı. Bununla birlikte toplantıya gitmesinin bir sebebinin de
bebeklik ve çocukluk anılarındaki anne ve babaya karşı geliştirdiği, analizinde
bana aktardığı yoğun saldırganlık dürtülerinden kaçmak olabileceğini düşündüm.
Gitmeden önceki seansta o sıralarda Charlottesville’de yaşanan kuraklıktan
bahsetti, kendisinin de kuruyabileceğim ve benim sunacağım suyla tekrar hayat
bulacağını hayal etti. Benim annesi gibi “soğuk su” değil, “hayat veren su”
olmamı istiyordu.
Aklına gelen bu düşüncelerin anlamları üzerinde çalıştık. Bebekliğinde
önceleri annesi tarafından fazlasıyla doyurulurken sonra ortalama bir
beslenmeye geçildiğinde yoksunluk hissetmişti. Bu yaşantıları
anneden/analistten bir aylığına ayrılır-' ken ortaya çıkan kuruyup kalma
korkularını açıklıyordu. Bu yoruma katıldı ve annesiyle ilgili başka çocukluk
anılarını da hatırladı. Soğuk bir anne olsa da ikinci çocuğuna hamile kalıncaya
kadar Brown’ı çok iyi beslediğine inanmak istedi. Ailedeki
sosyal ilişkilere bakıldığında akşam yemeğinin aile üyelerinin bir
araya geldiği nadir ortamlardan biri olduğu görülüyordu. Brown karısıyla
kurduğu ilişkide de benzer şeyler yaşadığını fark etti. Karısının soğukluğundan
hoşlanmıyordu ama karısı çok iyi yemek yaparak onun gönlünü alıyordu. Yalnız
kalmayı yüceltişinin gerisinde, reddedilme korkusu nedeniyle yakınlaştığı
kişinin sevgisine duyduğu ihtiyacı ifade edememesi yatıyordu. Bunu bir aylık
eğitimine çıkmadan önce anlayabilmişti.
Gittiği toplantıdan döndükfen sonra çevresindeki insanlarla
ilişkilerinde ciddi ilerlemeler kaydetti. Analizinden önce gerçekten yalnız
biriydi ama artık birçok arkadaşı olmuştu. Ebeveynleriyle ilişkilerinin de
geliştiğini ve çocuklarına daha iyi babalık yapmaya başladığını anlattı. Bana
karşı dostça davranıyordu ve eşine l^arşı da dostça davrandığını dile getirdi.
İnsanların kendisinden neden uzak durduğunu ve kendisini onlara nasıl
reddettirdiğini daha fazla araştırmaya gayret etti. Örneğin karısıyla uygun
olmayan zamanlarda cinsel ilişkiye girme isteğinin ve beklenileceği üzere
reddedilişinin sorumluluğunu almaya başladı. Yüzündeki donukluğun yavaş yavaş
kaybolduğunun farkına vardım. Artık seanslarında içimde bıkkınlık hissi
yaratmıyordu. Bir yıl önce işinde kötü bir dönem geçirmekteyken, o yıl terfi
aldı.
Brown analizine benimle
daha önce paylaşamadığı ve onda aşağılanma hissi uyandıracak konuları da
rahatça getirmeye başladı. Örneğin dişli vajina korkuları olduğunu anlattı.
Klinik çalışmalarımız bazı erkeklerde sıklıkla bilinçdışı gelişen tipik dişli
vajina fantezileri olduğunu göstermiştir. Böyle bir fantezisi olan erkek bir
kadının vajinasına girerse vajinadaki “dişlerin” penisini ısıracağından korkar.
Brown bu korkunun kendisinde nasıl ortaya çıktığını yavaş yavaş hatırladı.
Çocukken bir seferinde babasını cinsel ilişki sonrası çıplak görmüş, babasının
kalçasındaki ve göğsündeki izleri ilişki sırasında annesinin yaptığını
zannetmişti. Gerçekte babasının vücudundaki eski yara izlerinin seksle bir
ilgisi yoktu. Ona bu anının aynı zamanda ergenliğinde mastürbasyon yaparken
kalçalarını ve bacaklarını neden iple bağladığını da açıkladığını anlattım.
Kendisi de bir erkek olacaksa babası gibi yaralanmalıydı. Ancak kendi teninde
de izler yarattıktan sonra orgazma ulaşabiliyordu.
6. BÖLÜM
“GEÇİŞ FANTEZİLERİ”
Brown benimle daha yakın bir çalışma yürütüyor olmasına, aşağdanma
duyguları yaratan anıları hatırlamasına ve hayatında pek çok değişiklik
yaşamaya başlamasına rağmen büyük-lenmeci kendilik çekirdeğindeki değişim hemen
olmadı. Tabii ki böyle bir değişimin kısa sürede gerçekleşmesini beklemiyordum.
Sıklıkla benim ona saldırmamdan korkuyor ve hemen demir küresine sığınıyor,
sonra tekrar heyecanla benimle çalışmaya başlıyordu. Bu sıralarda, analizin
dördüncü yılına yaklaşırken bazı fantezilerini, yani gündüz düşlerini ve görsel
imgeleri geçiş nesnesi gibi kullandığından emin oldum.
Önce psikanalistlerin çok iyi bildiği bir kavram olan “geçiş
nesnesi”nin ne olduğu üzerinde duralım. Anneleri ve küçük çocukları yakından
gözlemleme fırsatı olan kişiler, çocukların bir battaniyeyi veya yumuşak bir
oyuncağı çok özel bir şekilde kullandığını sıklıkla görmüşlerdir. Çocuk
battaniyesini okşamadan uyuyamaz ya da yumuşak oyuncağı yanında olmadan rahat
edemez. Öyle ki bazı annelerin çocuğun bu nesneye kendileriyle kurduğu
ilişkiden daha fazla duygusal yatırımı olduğu
için kıskançlık yaşadığını fark etmişimdir. Çocuk tarafından özel bir
şekilde kullanılan bu nesnelere 1953’te İngiltere’de Donald Winnicott adında
bir analist geçiş nesnesi ismini verdi ve bu nesnelerin psikolojik işlevlerini
açıkladı.10
Geçiş nesnesi küçük bir çocuğun “yarattığı” ve dünyayı anlamak için
kullandığı ilk nesnedir. Elbetteki çocuğun ortamında gerçekten böyle bir nesne,
mesela oyuncak bir ayı vardır. Çocuğun yaptığı şey bu oyuncak ayıya kendi
kontrolü altında tutabileceği psikolojik bir anlam vermektir. Bu nesne yoluyla
gelişmekte olan kendiliğiyle dış dünyadaki gerçekler arasında bir köprü kurar.
Çocuğun zihninde bu köprü bir yandan gerçeğe dayanmakta, diğer yandansa hayali
bir nitelik taşımaktadır. Bu kavramı daha iyi anlamak için karanlık bir odada
bir el fenerinin geçiş nesnesi gibi kullanıldığını düşünelim. Çocuk el fenerini
yakıp etrafı aydınlatarak yavaş yavaş dış dünyayı görür ve anlamaya çakşır.
Fakat aç kaldığı, uykusu geldiği veya anne tarafından reddedildiğini sezdiği
anlarda fenerin ışığını kendine doğru çevirir ve dış dünyayı karanlığa gömer.
Dünyayla ilişki kurmak ya da kurmamak geçiş nesnesini kullanan çocuğun kontrolü
altındadır. Bazen çocuk bir nesne kullanmak yerine, saçını parmağına dolayarak
ya da bir ninni mırıldanarak da geçiş nesnesi oluşturabilir.
Zamanla Brovra ın gündüz düşlerini bir geçiş nesnesi gibi kullandığını
anladım ve “geçiş fantezileri” diye isimlendirdiğim bir kavram ortaya koydum.11
Brown’ın sayısız olasılığın içinden seçtiği bazı fantezilere karşı bağımlılığı
var gibiydi.
10 Wmnicott, 1953
11 Volkan, 1973.
Bunları, her gereksinim duyduğunda defalarca kullanıyor ve böylece
kendisiyle dış dünyadaki insanlar arasındaki köprüyü kontrol altında tutuyordu.
Bunun en önemli nedeni büyüklenmedi kendilik kısmını “ötekilerden” korumaktı.
Yüzeydeki görünümde bazı farklılıklar olsa da gündüz düşlerinin konusu özünde
değişmeden duruyordu. Bazılarına isim vermişti ve kimi zaman detaylı olarak
anlatmak yerine divanda yatarken sadece, “Bir tane daha şu (koyduğu adı
söyleyerek) fantezim oldu,” diyordu. En sık anlattıkları “cömert kadın”, “güçlü
boğa”, “demir top” ve “müthiş beysbol oyuncusu” fantezileriydi.
Cömert kadın fantezisinde kadın Brown’a çılgınca âşık oluyor, istediği
her şeyi veriyor ve ona yemekler yapıp cinsel açıdan tatmin ediyordu. Güçlü
boğa fantezisinde etraftaki kadınların çiçekler attığı ama hiçbir zaman
matadorla karşılaşmayan bir boğa oluyordu. Demirden top Brownın hayalinde
içinde tek başına yaşadığı yüce krallığıydı. Müthiş beysbol oyuncusu
fantezisinde ise olağanüstü performansıyla her zaman zirvedeydi ama hep
yalnızdı.
Brown, gündelik yaşamında ve benim divanımda bir çocuğun geçiş
nesnesini istismar etmesi gibi gündüz düşlerini çok fazla kullanarak istismar
ediyordu. Bir “cömert kadın fantezisi” kurar, bitirir ve ardından bazı yerlerinde
ufak değişiklikler yaparak fantezi kurmaya tekrar başlar ve bunu çeşitli
değişiklikler yaparak durmadan yinelerdi. Sanki somut bir nesneyi kenarlarından
çekiştirip sıkıştırmanın sadistçe hazzını yaşıyor, sonra da rahatlattığı için
yanına alarak yatağına gidiyordu. Fantezilerini elindeki malzemeyi kullanarak
yaratıyordu. Mesela çekici bir kadının görüntüsünün oluşturduğu bir dış
uyaran zihnindeki uğraşlar tarafından değiştiriliyor, fantezilerinde
kullanılıyordu. Böylelikle dış nesneleri kabullenip kabullenmemek gibi garip
bir gücü ve denetimi oluyordu. Geçiş fantezilerini somut geçiş nesneleri gibi
kullanarak, kontrolü altında tutarak kendilik ve nesne imgelerinin tamamıyla
birbirine karışmasından korunuyordu.1
Hatırlarsak Brown ın bir de “tecavüze uğrayan kadın” fantezisinden söz
etmiştik. Bu fantezide tecavüz edilen kızları kurtarıyor ve kızlar onun kölesi
haline geliyordu. Bu fanteziyi de diğerleri gibi dış dünyadaki kişilerle
kendisi, analizinde ise benimle kendisi arasındaki sınırı kontrol altında
tutmak için kullanıyordu. Birlikte bu fantezisi üzerinde çalışmak Brown ın iç
dünyasının bazı yönlerini anlaması açısından çok faydah oldu. Fantezisi Brown
la dış dünya arasında, kontrolü altındaki bir köprü işlevi görmenin yanı sıra
birkaç anlama daha sahipti. Öncelikle bu fantezi ebeveynlerinin evlenmelerinin
ardından dokuz aydan daha kısa bir süre sonra doğduğu için, babasının annesine
tecavüz etmiş olabileceği varsayımıyla ilgiliydi. Benzer biçimde Brown da
karısıyla evlenmeden önce ona “tecavüz etmişti”. Fakat bir başka yönden
tecavüze uğramış kız fantezisi, yargıcın kızı Ellen ile yaşadığı gerçek ilişki
üzerine yapılan çeşitlemeleri yansıtıyordu.
Ellen ile olan ilişkisini daha ayrıntıh bir şekilde anlatmaya başladı.
Ellen pek çok sorunu olan bir kişiydi. Çekici bir kadın değildi ve
kleptomanikti. Midesindeki kötü huylu bir tümör
vücudunda çirkin yaralar bırakan bir operasyonla alınmıştı. Brown’ın
iplerle sararak “yara izleri” ortaya çıkardığı gençlik vücudunu Ellen in
vücudunda dışsallaştırdığı (externalisation) aklıma geldi. Ayrıca Ellenin
dişleriyle ilgili bir sorunu vardı ve tüm dişleri çekildiği için takma diş
kullanıyordu. Brown’a oral seks yaparken takma dişlerini çıkarmış olmasının,
Brovvn’ın “dişli vajina” korkusunu hafiflettiği düşünülebilir. Ancak analizin
bu devresinde bile. Brown’m ana odağı, psikoseksüel sorunlar değildi. EUen’i
büyüklenmeci kendiliğini beslemek için kullanmıştı. İlişki süresince, aklında
sürekli olarak kendisini fiziksel ve zihinsel anlamda sevgilisiyle kıyaslıyor,
kendisinin daha üstün olduğunu kolaylıkla hissedebiliyordu. Ellen, büyüklenmeci
kendiliğini korumak için kullandığı bir araçtı. Brown sevgilisinin yanında
Süpermen gibiydi.
Brown ın gündüz düşlerini birer geçiş nesnesi olarak kullandığını fark
etmesi zaman aldı. Analizinin üçüncü yılının sonunda haftalarca beni
fantezilerindeki bir köle gibi görmeye başladı. Beni bir zamanlar Ellen i
kullandığı gibi algılamaya başladığını sezdim. Değersizleşmiş bir nesne
olmuştum. Fakat önemli olan bunun yanı sıra, onun kontrolü altında bir geçiş
nesnesine de dönüşmüştüm ve bir müdahale yapmadan haftalarca bekledim. Aramızda
birlikte çahşmaya yönelik bir iş-birliği kurduğumuzu bana göstermiş olduğu için
bu defa beni kendisinin kölesi yapmaya çalıştığını ve aptal bir analist olarak
gördüğünü açıkça ima ettiğinde, bir karşı cevap olarak anlaşmamızın iki taraflı
olduğunu ve çalışmamızın bir anlamı kalmadığında biteceğini anlamasını
sağladım. Amacım Brown’a gerçek dünyanın her zaman kontrolü altında olmadığını
gös-
termekti. Geçiş fantezisinin işlevinin kendi zihninde bir yanılsama
yaratmak olduğunu ona aramızdaki bu konuşmayla gösterdiğimi ümit ettim. Bu onu
çok şaşırttı ve daha çok fantezi kurmaya başladı. Bu da beni şaşırttı. Fakat
kısa bir süre içinde, artık beni kontrol edemiyor olmasının ve bu nedenle
hissettiği ayrılma korkusunun yarattığı kaygıyı azaltmak için yıllarca
kullandığı bu yönteme daha çok başvurduğunu anladım. Ona bunu açıklamama rağmen
çoğalan sadece fantezileri değildi, çeşitli imgeler de görmeye başlamıştı.
Örneğin serbest çağrışımla alay ettiğini söylediğimde, kaygı duymak yerine
serbest çağrışımla ilgili bir imge gördü. Bu, bir dizi vagondan oluşan bir
trendi. Duygulanım yüklü düşünceler görsel imgelere dönüştürülüyordu. Bu fenomenle
ilgili merakını uyandırmayı başardığımda, bu imgelere ve ayrıntılı
fantezilerine tüm algısal duyumlarını -görme, koklama, tatma, duyma ve
dokunma-fazlasıyla yüklediğini anladı. Winnicott’ın geçiş nesnesi için
kullandığı “kendi gerçekliği vardır” ifadesi, Brownın fantezileri için de
geçerliydi.
Daha önce anlattığım gibi küçük çocuk geçiş nesnesini geliştirmekle
zihninde kendisi olmayan ve kontrolü altında tutabileceği bir nesne yaratmış
olur. Geçiş nesnesini yaratma işi gelecekteki yaratıcılığın temelinde yer
almaktadır. Bu geçiş nesnesi geliştirmenin olumlu bir yönüdür. Brown ın sahip
olduğu birçok problemin yanı sıra çç>k yaratıcı olduğunun far-kmdaydım.
Bazen, yaptığı ilginç benzetmelerden ve duygulanımlarını temsil eden yaratıcı
algısal imgelerden etkileniyordum. Bazen de tekrarlar ve görsel imgelerin
içinde kaybolması canımı sıkıyordu. İşi için çok önemli olan bir raporu
yazarken
yaşadığı hüsranı hatırlattım. Yaratıcılığını işi için daha faydalı
olacak bir şekilde ve bir erişkin gibi kullanıp kullanamayacağını düşünmesini
istedim. Çocukluğundaki steril aile ortamında fantezilerinin koruyucu bir
işlevi olduğunu fakat erişkinlikte yaşamın gerçeklerini öğrenmesine karşı bir
tampon görevi gördüğünü anlattım. Böylece fantezilerin birer geçiş nesnesi
olarak kullanımını yorumlamaya başladık. Kendisini çevreleyen fantezilerin
gerçek ilişkilerde onu “kusursuz bir adam” yapıp yapmayacağını sordu. Gerçek
hayatta yaşadığı üzüntü ve engellenmelerin onu fantezilerine yönelttiğini ama
yaşama ilişkin merakının yanılsamalarla çarpıtılmadan da kalabileceğini fark
etti.
Fantezilerini geçiş nesneleri gibi kullandığını kabullenmesinden daha
önemlisi, bunlara olan bağımlılığı üzerinde yaptığı derinlemesine çalışmaydı.
Bu, analizinin üçüncü yılında, aktarımda beni abartılı ve sürekli bir şekilde
geçiş nesnesi gibi kullanmaya başladığında gerçekleşti. Benim imgemin zihninde
onunla dış dünyası arasında bir köprü oluşturduğunu sezdim. Köprünün bir ucunda
ben onun uzantısıydım. Köprünün öteki ucunda ise imgem kime dayanıyorsa o kişinin
uzantısı halini alıyordum. Benim imgemi başka dış nesnelerin içine
karıştırıyordu. Bu devrede beni profesyonel ya da sosyal olarak tanıdığı diğer
psikiyatrisderden ayırmamıştı ama ben bir benzerimin daha olamayacağında ısrar
ettim. Örneğin tanıdığı bir psikiyatristen söz ederken sanki o benmişim gibi
konuşurdu, sanki ikimiz de aynı şeyleri düşünüyor ve aynı şeyleri yapıyorduk.
Böyle zamanlarda Brown a şunları söylüyordum: “Sizin tanıdığınız psikiyatrist
var ya, onu bir toplantıda gördüm.
Benim boyum onunkinden uzun, ayrıca benim bıyığım var, onunsa bıyığı
yok. Ben bir psikanalistim, bildiğim kadarıyla tanıdığınız psikiyatrist bir
nöroloji laboratuvarında araştırma yapıyor.” Brown’da aşağılanmışlık duygusu
uyandırmamaya dikkat ederek, onun iyiliği ve psikolojik gelişimi için etrafıma
bir “sınır” çizip imgemi diğer nesnelerden ayırmaya ve bunu Browna yüksek sesle
söylemeye başladım.
Benim analizinin başında beraber olduğu ve İngilizce’yi aksanlı konuşan
o yabancı kadın olmadığımı derinden anlayabildi. Bu sınırlamayla ona-benim dış
dünyadaki ayrı bir birey, bir nesne olduğumu, eğer beni bu şekilde
algılayabilirse dış dünyadaki diğer nesneleri de ayrı ayrı ve daha gerçekçi
olarak algılayabileceğini söyledim. Yetişkinlerin başka insanlarla ilişki
kurmak için onlarla aralarına, kendilerinin kontrolü altında olan bir köprü
kurmaya ihtiyaç duymadıklarını düşünmesini söyledim.
Bu süreç sırasında üniversitedeki pek çok öğretim üyesiyle daha fazla
iletişim kurmaya ve onların gerçek dünyadaki yerlerini anlamaya çalıştı. Yani
bir bakıma yetişkinlere ait insan ilişkilerine alışmak için denemeler yapıp
durdu. Diğer insanları kontrol altında tutmadığı zaman onların kendini incitip
incitmediklerini ve aşağdanmış hissettirip hissettirmediklerini tekrar tekrar
sınadı ve öğrendi. Bu durumda demir küre içinde saklanmasına da gerek
olmadığını anlamaya başladı. Bu “denemeler”i yaşamın gerçeklerini daha derinden
öğrenebilmek ve gerçeği fanteziden ayırabilmek için özellikle yaptığına
inanıyordum. Bu nedenle problemlerle karşılaştığı zamanlarda bile yeni
ilişkiler kurmasını engelleyecek bir şey söylemedim.
“Denemeler’!i hakkında ona yorum bile yapmadım. Gerçekte oldukça zeki
bir hukuk 'profesörü olmasına karşın şimdi bir çocuk gibi dış dünyayla daha
gerçekçi bir iletişim kurma üzerinde çalışıyordu.
Sık sık kullandığı “tahmin ediyorum” ve “düşünüyorum” kelimelerinin,
gerçek dünyadan uzaklaşmasını ve yaşamındaki nesneleri geçiş nesnesi düzeyinde
tutma çabasını gösterdiğini yorumladığımda, gerçeklikle kurduğu bağ üzerinde
bir kez daha çalıştık. Örneğin gideceği lokantanın adını iyi bildiği halde
“Karımla bu akşam yemeğe gideceğiz. Neydi oranın adı, tahminimce, Tatil
Konağıydı,” derdi. Buradaki “tahminimce” kelimesini kullanarak karısıyla
gideceği akşam yemeğinin hem gerçek, hem de hayali kalmasını sağladığı yorumunu
yaptım. Bazı fantezileri geçiş fantezileri gibi kullandığının başka bir kanıtı
da başladıklarında durdurabilmeyi öğrendikten sonra bile bunları neyin
etkinleştirdiğini çok defa fark edememesiy-di. Gördüğü bir kadının “cömert kadın”
fantezisini başlattığının farkında olsa bile genel olarak fantezilerinin
otomatik bir şekilde aklına geldiğini hissediyordu. Artık fantezileri
kendisinin yarattığını anlamıştı, ama bunun sorumluluğunu tamamıyla almıyordu.
Fantezilerin kendiliğinden ortaya çıkması, bunları kendisinin başlatmış
olabileceği şeklindeki bilişsel far-kındalığıyla çelişiyordu.
Analizinde onun geçiş fantezileri üzerinde çalıştığımız dönemlerde,
oyuncak ayılarla ve bazı erişkinlerin bu tür oyuncaklara nasıl bağlandığıyla
ilgili bir makale okudu. Seansta tipik bir fantezisini hatırladığında ona,
“Şimdi siz de bir oyuncak ayıyla oynuyorsunuz!” dedim. Sert bir tepki verdi ve
bağıra-
rak, “Benim hiç oyuncak ayım olmadı!” dedi. Çocukluğundaki aile
ortamının katı kuralları içinde Brownın geçiş nesneleriyle oynamasına müdahale
edildiğini anladım. Çocukluğundaki ortamın kişilik yapısını geliştirmede ve
bazı semptomlarının oluşmasında oynadığı rol hakkında içgörüsü derinleşti.
Kendisini eroin bağımlılarıyla kıyasladı ve bazı fantezilerine nasıl bağımlı
olduğunu anlattı. Bu değerlendirmenin ardından fanteziler ve diğer imgeler eski
sihirlerini kaybetti. Geçmişte başkalarını ve beni aşağıladığı, Ellen’i kendi
görkemliliğini korumada kullandığı için vicdan azabı ve acı duymaya başladı.
Bunun analizinde büyük bir gelişme olduğunu düşündüm. Bu beni memnun etti ve
ona hissettiğim empati arttı.
7. BÖLÜM
Kendilik ve nesne imgeleri tamamıyla birbiri içine girseydi, kısacası
Brown kendi kimliğinin nerede bittiğini ve başka birinin kimliğinin nerede
başladığım karıştırsaydı, genelleşebilen psikotikyaşantı ortaya çıkacaktı.
Geçiş fantezilerini kullanarak psikotik bir duruma gerilemekten kendini
koruduğunu tahmin ettim.
İYİLEŞME
Analizinin başlarında Brown, bana anlattığı garajdaki dalları kesilmiş
ağaç kütüğüyle ilgili perde anısındaki gökyüzünü hatırlatan gri ve açık
kahverengi takımlar giyerdi. Ama artık daha renkli giyiniyor, halkla ilgili
etkinliklere katılıyor ve liberal politikayla ilgileniyordu. Mesleki itibarı da
giderek artıyordu. Analize başlamadan önce topluluk içindeyken kendini
herkesten uzak fakat hayranlık uyandıran farklı bir yaratık olarak hissettiğini
ama artık topluluk içinde diğer insanlarla gerçekten ilişki kurabilen ve
onların duygularını anlayabilen bir insana dönüştüğünü anlattı. Şimdi de,
analizinin ancak dördüncü yılında, aktarımda beni daha önce tanımadığı başka
bir insan olarak deneyimlemeye ve merak etmeye başlamıştı. Bir gün Oliphant
karikatürlerini hatırlayarak şöyle dedi: “Kenardaki minik figürler, ana
karikatürden bile daha önemlidir aslında. Ben sizi (analisti) çerçevenin
dışında bırakıyordum, ama derinlerde her zaman sizinle yoğun bir şekilde
ilgiliydim.” “Bunu biliyorum,” diye cevap verdim.
Burada Brownın aktarımındaki bu büyük değişime yardımcı olan teknik
tepkilerimi açıklamıyorum. Ancak kısaca, fantezilerini geçiş fantezileri olarak
anlamamın ve yorumlamamın Brownın insanlarla olan ilişkilerindeki değişimde
önemli bir unsur olduğunu söylemek istiyorum. Fantezilerinin psikolojik işlevlerinin
sorumluluğunu alabildi ve bunları “etra-' fına yerleştirdiği yastıklar” gibi
kullandığını söyledi. Yastıkları kendi kontrolü altındaki koruyucu bir sınır
(hudut) olarak etrafına koymaktan vazgeçince Brown m dış dünyayla ilişkisi daha
gerçekçi bir hal aldı ve analiz sürecindeki aktarımda yeni ve büyük bir
değişiklik ortaya çıktı.
Brown dördüncü yılın sonuna doğru analizini bitirmekten bahsetmeye
başladı. “Çarpıcı bir psikanaliz”den geçme hedefini hatırlayınca üzüntü ve
şakayla karışık, analizin onu “kusursuz bir Süpermen” yapmadığını söyledi. Ama
normal bir insan olduğu, ne en altta ne de en üstte olmadığı, hayatın
muduluklannı ve üzüntülerini görebildiği ve “kusursuz” bir ortalama insan
olduğu için seviniyordu. Daha sonra bu tanımlamadan “kusursuz’ u da çıkarttı.
Artık bir hayat oyununa sadece katılmaktan haz alabiliyordu, yenmek
veya yenilmek eski önemini yitirmişti. Evini tamir etmekle ve döşemekle
ilgilenmeye başladı. Bu davranışının kendini yapılandırmasını temsil ettiğini
düşündüm. M er-divene çıkma korkusunun da üstesinden gelmişti; merdivene çıkıp
evinin balkonunu düzenlemekle uğraşıyordu. Balkonun bilinçdışında annesinin
memelerini temsil edebileceğini ve uğraşısının annesinin memelerini iyileştirme
arzusuyla ilişkili olduğunu yorumladım. Bu yorumlamayı kabul ettikten sonra
zevkle işine devam etti.
Ben hocalık yaparken genç psikanalistlere hastalarının çocukluk
öykülerini dinlerken duydukları her şeyin gerçek olduğuna inanmamalarını
söylerdim. Erişkin bir kişinin çocukluk andarımn bazıları ve belki de tümü,
gerçek ve fantezinin birleştiği anılardır. Analistin görevi bir dedektif gibi
davranıp kendine anlatılan çocukluk öykülerinin hangisinin gerçek, hangisinin
gerçekdışı olduğunu araştırmak değildir. Hastanın anıları onun psikolojik
gerçekliğini simgeler. Analiz sürecinde hasta psikolojik bir savunma düzeneği
olan bastırmayı daha az kullanmaya başladıkça, çocukluk anılarının giderek
başka yönlerini de hatırlayabilir. Ayrıca analizleri ilerledikçe bazı hastalar
çocukluklarını geçirdikleri mekânları ziyaret eder veya çocukluklarını
hatırlayan aile büyükleriyle konuşurlar. Böylece çocukluk öykülerinin
gerçekliğini daha derinden anlamaya ça-kşırlar.13Dış dünyayla ilişkilerinde
dramatik değişiklikler yaşadığı ve merdiven fobisini yenip balkonu düzenlemeye
başlamasının annesinin memelerini iyileştirme çabasıyla ilgili olduğu yorumunu
yaptığım dönemde Brown, annesiyle yaptığı bir telefon konuşmasında ona
kendisini nasıl emzirdiğini sordu.
O zamana kadar mısır diyeti sayesinde annesinin göğüslerinin sütle
dolduğuna ve kendisini bol bol emzirdiğine inanıyordu. Annesi onu sadece birkaç
hafta emzirebildiğim ve sonra biberonla beslemeye başladığını söyleyince ilk
tepkisi şaşkınlık oldu. Brown bebekken annesi sütünün ‘kötü’ olduğunu, faydalı
olmadığını düşünmüştü. Bu nedenle bebek Brown’ı emzire-memişti. Annesiyle
bebekliği hakkında konuşmak Brown’ın kafasını epey karıştırdı. Bu konuşmaya
kadar kardeşi doğma-
13 Novey, 1968.
dan önce annesinin ilk bebeğiyle geliştirdiği annelik ilişkisinde bir
bozukluk olmadığına inanmak istiyordu. Daha sonraysa şaşkınlığı yavaş yavaş
geçti.
Divanımda Isakower Olgusunu yaşadığı gerileme dönemlerinde, gözünün
önünde bir ufuk belirdiğini hatırladı. “Ufiık çizgisini” yan yana sıralanmış
biberon şişelerinin oluşturduğunu fark etmişti. Sonra “Sudan Yüz” olarak
bilinen ve “sudan yüzünü” insanların üzerine bastırarak onları boğan bir çizgi
kahramanı hatırladı. Bu bebeklik dönemindeki annesinin on-daki imajıydı. Oğlunu
biberonlardaki sütle “boğuyordu”.
Bunun ardından yoğun bir biçimde ve saldırganlıkla emzirilmiş olduğu
şeklindeki önceki yapılandırmamızı tekrar gözden geçirebildik. Brown
narsisizminin başlangıcının bebeklik zamanlarına kadar uzandığını anladı.
Bebekken annesi tarafından reddedilmiş, onun sütünden mahrum kalmıştı. Bu nedenle
asıl yaşananların başına gelenlerin tam tersi olduğuna inanmıştı. M ısır diyeti
sayesinde memeleri büyüyen ve memelerinden Niyagara Şelalesi gibi süt akan
annesinin özel çocuğu olduğunu hayal etmişti.
Tabii ki bebekken kimse bu tür düşünceler geliştiremez. Bebeklik
döneminde ortada fikirler yoktur, algılar ve duygu başlangıçları vardır.
Algılar ve duygular daha sonra gelişecek olan fikirlerin zeminini hazırlar.
Gelişen fikirler de bastırıldığı için kişi onların tamamını hatırlayamaz. Bir
erişkin olarak annesiyle bebekliği hakkında konuşana dek Brown m inandığı tek
şey yaşamının ilk yılında çok fazla beslendiğiydi.
Brown psikiyatrik yardım arayışını ve böyle bir adım atmasını
gerektiren olayları artık özümsemişti. Bunun yanı sıra
Ellen ile girdiği ilişkinin eski psikolojik dünyası içinde anlamlı
fakat erişkinliği için anlamsın ve hatta psikotik nitelikte olduğunu kavradı.
Kadım bir “hayalete benzetti; Ellen, Brown ın aklından bir hayalet gibi çekilip
gidecekti.
Analizinin beşinci yılının başlarında gündüz düşlerini anlatmak yerine
uyurken gördüğü rüyaları anlatmaya başladı. Bir rüyasında beni ona çocukluk
gelişiminin ve yaşamının doğru yollarını gösteren bir baba olarak gördü.
Rüyasında bir havaa-lamndaydı. Kılık değiştirmeden rüyasına giren babası havaalanında
yolunu kaybetmesine sebep olmuş ama yine kılık değiştirmeden gördüğü analisti
onu doğru yola yönlendirmişti. Rüyasını anlattıktan sonra Türk ismimin
telaffuzunu sordu. Beni daha önce tanımadığının ve şimdi ona yol gösterecek
“yeni” bir baba imajı olarak algıladığının farkındaydım. Bu nedenle ona Türk
adımı söyledim. Brown’ın yüzünde bir gülümseme belirdi. Önce bir süre sessiz
kaldı, sanki kendi kendine adımı tekrarlıyor gibiydi. Ardından analizi
bittikten sonra karşılıklı ilk isimlerimizi kullandığımız samimi bir
arkadaşlığımızın olmasını istediğini söyledi. Bu isteğine cevap vermedim.
Önemli olan bu seans sırasında beni babasının imgesiyle karıştırmadan ayrı bir
erkek olarak görmesi ve bana olan yakınhğını ifade etmesiydi. Analizini bitiren
bir kişi analistiyle samimi bir ar-kadaşlık kurmaz. Analiz sürecinin temelinde
bir gerçek vardır: Bir kişi iç dünyasını değiştirmek için analistin divanında
yatarken analiste para öder. Aktarımda analist divanda yatan kişinin
çocukluğunda gerçek ve hayali ilişkiler kurduğu ötekileri simgeler. Daha sonra
ise analizandın daha önce hiç tanımadığı ve onun iyileşmesini destekleyen
“yeni” bir insan olur. Bu
“yeni”’ insanın işlevi yaşam boyunca onun bir arkadaşı olmak değildir.
Analiz bitince iç dünyasındaki değişimlere sahip çıkan analizand “Hoşçakal” der
ve analisten ayrılır, fakat analistle yaptığı olumlu özdeşimleri içinde
taşımaya devam eder.
8. BÖLÜM
SEKİZİNCİ HENRY FANTEZİSİ
Şimdi Brown’ın tipik narsisistik aktarımını, yani büyüklenmedi kendilik
kısmını bana karşı koruyuşunun çözümlenmesini, bu kısmıyla “aç” kısmını
birleştirip kendilik tasarımını bütünleştirmesini ve iyileşmeye doğru sağlam
bir adım atışını açıkça gösteren bir hikâye anlatacağım.
Analizinin bu devresinde Brown “cömert kadın”, “güçlü boğa”, “demir top”,
“müthiş beysbol oyuncusu” ve “tecavüze uğrayan kadın” fantezilerini geçiş
nesneleri gibi kullanmaktan yavaş yavaş vazgeçmişti. Bir “geçiş fantezisi” ile
oynamadan ve kendisini dış dünyadan ayıran bir yastığa ihtiyaç duymadan günlük
hayatını sürdürebiliyor ve geceleri rahatlıkla uyuyabiliyordu. Bir görüşmesinde
bana çekine çekine “Sekizinci Henry” fantezisi dediği yepyeni bir fantezi
oluşturduğunu söyledi. Başlangıçta bu gelişmeyi geçiş fantezisi kullanma
semptomunun geri dönüşü gibi algıladığı için üzgündü. Hayal kırıklığına
uğrayacağımı düşündüğü için bu yeni gelişmeyi benden birkaç hafta boyunca
saklamıştı. “Sekizinci Henry” fantezisinin daha
önceki tipik fantezilerin konularına ve işlevlerine hiç benzemediğinin
farkına varınca bana anlattı.
Fantezisinde Sekizinci Henry’nin kral olduğu dönemde Brown, yabancı bir
gücün himayesinde yeni kurulan demokratik bir koloninin lideri olarak
Ingiltere’deydi; bu İngiltere’ye rahat bir demokratik hayat tarzı getirmek
üzere tasarlanmıştı. Fantezisinde Sekizinci Henry’yi yakaladı, hapse attı ve
zalim kralın güvenle uzaklaştırıldığını hissetti.
Gerçekte o sıralarda Brown’m Sekizinci Henry ile ilgili bir kitap
okuduğunu öğrendim. Benim de Sekizinci Henry hakkında az da olsa bilgim vardı.
William Shakespeare’in, birçok araştırmacının tahminine göre yazdığı son piyes
olan Sekizinci Henry’nin kahramanı olan meşhur İngiliz kralı 1491’de doğdu ve
1547’de öldü. İngiliz kilisesini Roma’daki Katolik baskıdan kurtardığı için
onun resimlerine yalnız tarih kitaplarında değil din üzerine yazılmış
kitaplarda da rastlarız. Brown bana Sekizinci Henry hakkında bir fantezi
geliştirdiğini söyler söylemez, onu ilk gördüğümde yüzünü kraliyet ailelerinin
müzelerde gördüğümüz portrelerindeki donuk ve putlaşmış yüzlerine benzettiğimi
hatırladım. Şimdi bana Brown’ın yüzünü hatırlatan portreler de gözümün önüne
geldi: Hans Holbein m yaptığı pek çok Sekizinci Henry portresi ve özellikle de
1536’da yaptığı çok meşhur Sekizinci Henry portresi. Brown, Sekizinci Henry’den
daha yakışıklıydı ve onun gibi şişman değildi, fakat analize geldiğinde ve
analizinin ilk yıllarında Holbein’in Sekizinci Henty portrelerindeki aynı
putlaşmış donukluğa sahipti.
Sekizinci Henry’nin hayatı dramalarla doludur. Altı kez evlenmişti. Bir
karısından boşanmış, eşlerinden ikisine kocala-
rina sadık kalmamaları nedeniyle ölüm cezası verilmişti. Sekizinci
Henry ölüm cezalarımı onaylamış ve bu kadınlar kafaları kesilerek öldürülmüştü.
Bir başka karısı kendi kendine ölmüştü. Son karısı ise Sekizinci Henry öldükten
sonra da yaşamaya devam etmişti. Ayrıca tarih kitaplarından Sekizinci Henry’nin
birçok metresi olduğunu da biliriz. Metresleri arasında Mary Boleyn de vardı.
Daha sonra Sekizinci Henry, Mary’nin kız kardeşi Anne ile evlenmişti. Ben bu
kitabı yazarken Boleyn kardeşlerin hikâyesi sinemalarda gösterilmeye
başlamıştı.14 Aklıma Brownın “cömert kadın” arayışları, bir zamanlar bir
metresi olduğunu, bir ara baldızının da kendisine ait olduğunu düşündüğü ve
annesine ve onu temsil eden kadınlara karşı olan öfkesi geldi.
İlk olarak Sekizinci Henry’nin Brown’ın fantezisinde bü-yüklenmeci
kendilik imgesini simgelediğini düşündüm. Sekizinci Henry, Kanuni Sultan
Süleyman gibi pek çok görkemli unvana sahipti. Aynı zamanda şişman biriydi ve
dolayısıyla ikinci olarak Brownın bebekliği sırasında gerçekten aşırı kilolu
olan annesini temsil ettiği aklıma geldi. Gerçeği öğrenmeden önce bu şişman
annenin kendine bol bol süt verdiğini hayal etmişti. Sekizinci Henry mısır
diyetiyle memelerini büyüten ve bebeği için bol bol sütü olan ideal bir anneydi.
Üçüncü olarak Sekizinci Henry’nin kardeşi doğduktan sonra küçük Brown’ı
reddeden “kötü” anneyi simgelediğini tahmin
14 VIII. Henry’yi konu alan birçok film vardır. Bunlar arasında benim
hâlâ en iyi bulduğum, 1933’de yapılan ve Charles Laughton’un canlandırdığı
VIII. Henrynin Özel Hayatîân (The Private Life of Henry VIII). VIII. Henry ile
ilgili en son film ise 2008’de yapılan, başrollerini Natalie Portman ve
Scarlett Johanssonun oynadığı Boleyn Ktzı’dır.
ettim. Sekizinci Henry bir karısına yatırım yapıyor, fakat onu “unutup”
başka bir karısıyla ilgileniyor ve “sevgi nesnesini” de-ğiştirebiliyordu.
Dördüncü olarak Sekizinci Henry’nin küçük Brownin agresyonu yerine de
geçebildiğin! anladım. Bu zalim kralın iki karısının kafasını kestirmesi gibi
çocuk Brown da kendini reddeden “kötü” anneyi yok etmeyi, bilinçdışında da olsa
hayal edebilirdi.
Amerika’nın kuruluşunda rol oynayan bir lider olan atası İngiliz asıllı
olduğu için Brown, Sekizinci Henry’nin kendi büyüklenmeciliğini tems.il
ettiğinin farkındaydı. Bunun yanı sıra Brown benim aklıma gelen öteki
anlamların da farkındaydı. Ona göre Sekizinci Henry kendisinin ve annesinin hem
iyi, hem de kötü taraflarını taşıyordu. İyi tarafları Brownin narsi-sistik
kişilik yapısı temelindeydi. Kötü tarafları ise Sekizinci Henry gibi karılarını
öldürebilecek, yani cinayet işleyebilecek “kötü” anne ve “öfkeli çocuk”tu.
Brown’a onunla aynı fikirde olduğumu söyledim.
Dolayısıyla Sekizinci Henry fantezisi, “kötü” ve “iyi” kendilik
imgelerini bir araya getiren ve birbirleriyle temas ettiren, Melanie Klein’ın
“kritik bir kavşak”1
olarak adlandırdığı psikolojik durumu da temsil ediyordu. Sekizinci Henry’nin
bu beşinci anlamı Brown’ın analizinde en önemli noktaya geldiğini gösteriyordu.
Bu da Sekizinci Henry’nin Brown için altıncı anlamını aklıma getirdi. Zalim bir
insan olmakla beraber Sekizinci Henry Ingilizler için bir devrim, büyük bir
değişim yaratmıştı. Roma’nın Katolik baskısından Ingilizleri kurtarmış, onlara
dini yönden bir bağımsızlık sağlamıştı. Şimdi Brown
da kendine baskı yapan eski iç dünyasını değiştirip içindeki “kötü” ve
“iyi” imgeleri birleştirerek bütünleşmiş bir kimliğe ve bağımsızlığa kavuşmak,
geri kalan saldırgan kısmını bir hapishaneye koymak (bastırmak) üzerinde
çalışıyordu.
Brown fantezisindeki “yabancı gücün” de analisti olduğunu anlıyordu. Bu
defa Brown için ben İngilizce’yi aksanlı konuşan küçültülmüş bir imaj değil;
Brown m gelişmesini istediği, bütünleşmiş kimliğinin (rahat demokratik hayat
tarzı) koruyucusu olan “yabancı’ydım. “İyi”ve “kötü”tarafları bir araya gelince
Brown’ın iç dünyası bütünleşecekti.
Sekizinci Henry hakkında okuduğu kitapta,Türklerle (analist) ilgili
olarak o dönemdeki güçlerini ve Viyana kuşatmasını anlatan bir dipnot vardı.
Dipnot Oliphant karikatürlerindeki minik figürler gibi bir sayfanın alt
kenarına yerleştirilmişti. Fantezisinde Brown benim “gücümü” aldı, onu “iyi bir
güce” dönüştürdü ve kendi büyüklenmeci kendiliğiyle “şişman anne” imgesini
evcilleştirmek için kullandı. Sembolik olarak bir araya getirilen eski “iyi” ve
“kötü” taraflarını geride bırakıp yeni bir bütünleşmiş kendilik temsiline
ulaşıyordu.
Bütünleşmiş bir kendilik temsili olan kişinin nevrotik bir kişilik
organizasyonuna sahip olduğunu söyleriz. Nevrotik kişilik organizasyonu olan bir
kişi artık eskiden birbirinden ayrı tutulan “iyi” ve “kötü” ya da büyüklenmeci
ve sevgiye aç kişilik parçalarıyla uğraşmaz. Böyle bir kişi çocukluk gelişimi
basamaklarından yukarı çıkarak ödipal süreçlerle ilgilenir. Brown, bu türden
daha yüksek bir kendilik organizasyonu geliştirdikten sonra, yargıcın kızı
Ellen ile yaşadığı ilişkinin psikoseksüel ve özellikle de ödipal boyutlarını
deneyimleyebildi. Örneğin
Ellen babasının sekreterlerinden biriydi ve Brown ın onunla sevişmesi
gizli bir ödipal zafer anlamı taşıyordu. “Demirden küre” artık büyüklenmeci
krallığına değil, testislerine bir gönderme halini almıştı. Narsisistik kişilik
organizasyonuna sahipken, en iyi cinsel organların onda olduğuna inanıyordu.
Şimdi ise erbezlerinden birinin diğerinden daha küçük olduğunu fark etti. Bir
testisi “iyi”, diğeri “kötüydü. Bir başka “kritik kavşak” deneyimi yaşamak ve
eski narsisistik kişilik yapısından kurtulmak için bana söylemeden testislerini
muayene ettirmek üzere bir doktora gitti. Doktor ona normalde testislerin
boyutlarının birbirinden farklı olabildiğini söyledi ve normal, “ortalama” bir
erkek olduğu konusunda güvence verdi. Brown yavaş yavaş kendini “normal” bir
erkek olarak algılamaya ve davranışlarını buna göre biçimlendirmeye alışıyordu.
Klein, 1946.
9. BÖLÜM
ANALİZİ BİTİRME EVRESİ
Yaklaşmakta olan ayrılığımız onda yoğun bir üzüntü oluşturmaya
başlayınca onunla analizin sonlanması hakkında konuşmaya hazır olduğumu ve
bitiş tarihini konuşabileceğimizi söyledim. Bu teklif onu heyecanlandırdı ve
hareketlendirdi. Analizi bitirme evresine girince divanda yatan kişi kendini
etkileyen çocukluk travmalarını ziyaret eder. Böyle bir ziya-rede eskiden
kendini patolojik olarak etkileyen travmaya sanki “Hoşçakal!” demektedir.
Analizinin bitiş tarihini kararlaştırabileceğimizi konuştuğumuz
seansından sonraki gece, benimle son seansı da bittikten sonra muayenehanemden
ayrılmadan önce senelerce üstünde yattığı divanıma “büyük ve güzel bir dışkı
parçası” bırakmayı hayal etti. Daha sonra da evinin banyosundaki lavaboyu
kullanırken klozeti “yanlışlıkla” kırdı. Ertesi gün bunları bana anlattı ve
fantezisinin ve yaptığı sakarlığın altında neler yattığını merak ettik.
Divanıma bıraktığı hediyeyle onu kirletip başkalarının kullanmasını engelleyecek
ve divanımı sahiplenmiş olacaktı. Bunu yapınca beni sonsuza dek kendisine
saklayabilecekti. Ama öte yandan benden ayrılıp özgürlüğünü denemek
istiyordu, içinde beliren bu çatışmanın etkisiyle evindeki klozeti
“yanlışlıkla” kırmıştı. Brown divanımda dışkısını bırakmakla başka bir kişinin
(yeni doğan kardeşi gibi) bana gelmesine engel olmak istemişti. Böylece
annesinin memesini kaybedişinin yarattığı travmayı önleyebilecekti. Bu
yaşananların kardeşi doğduğu zaman hissettiği öfkeyi hatırlattığını hemen fark
etti. Görüşmelerimizin sonunda Brown divanıma dışkı getirme fantezisinin
anlamım kavradı.
Eğer bitiş tarihine kendim karar verseydim veya bunu onun yapmasını
bekleseydim, benim onu reddettiğimi düşünebileceğini ve demir küresine geri
dönebileceğini konuştuk. Her iki durumda da sorunlarıyla ilgilenmediğimi
düşünecekti. Sonuçta en makul olanı buna birlikte karar vermemizdi. Biz de öyle
yaptık, iki ay daha çalıştıktan sonra analizinin bitmesine karar verdik.
Analizinin son aşamasında Brown eskiden “kusurlu” olarak algıladığı oğlunu bir
çocuk psikiyatristine götürmeyi planladı. Bunu yapmayı daha önce de düşünmüştü
ama karısının “öfkesi” yüzünden vazgeçmişti. Ama ısrarcı davranıp oğlunun
tedavisini başlattığında, hem sevinerek, hem de şaşırarak, ashnda karısının
sıcak bir beğeni ve takdirle karşılık verdiğini gördü. Artık seanslarda işinde
ve günlük yaşantısında kararlılığım ve tutarlılığını yansıtan başka olaylar da
anlatabiliyordu.
Geçmişte kurduğu yakın ilişkilerde aklı karışıyordu ama çok
yakınlaşmadığı sürece kendini diğer insanlardan ayrıştırmakta zorlanmıyordu.
Yargıcın kızı Ellen ile girdiği ilişki sırasında aklına gelen ama bastırdığı
bir düşüncesini hatırladı. O dönem, kadının kendisinin bir uzantısı haline
gelmesini arzu-
lamıştı. Şimdiyse birisine sarıldığında ve onun tenini hissettiğinde,
kendi teninin bütünlüğünden ve aradaki sınırdan şüphe etmeden insanlara
yakınlaşabiliyordu. Şimdi bunu bizim aramızda da tekrarlamasının hikâyesini
anlatacağım.
Analizini bitirme evresine girdikten sonra divanımda yatarken yüzünü
ovuşturma alışkanlığı geliştirdiğini anlattı. O zaman yüzünün sol tarafını
ovuşturmakta olduğunun farkına vardım. Analizi bitmeden bir hafta önce araba
kullandığı sırada şehir dışında bir toplantıya gitmeyi hayal etti. Hayalinde kaza
yapmış ve yüzünün sol yanını yaralamıştı. Yüzünü düzeltmek için onu Virginia
Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırmışlardı ve bilindiği gibi benim muayenehanem
de o hastanedeydi. Bu hayali aracılığıyla yine eskiden kendini etkileyen bir
çocukluk yaşantısını hatırlıyor ve ona da “hoşçakal” demek istiyordu. Benim
yardımım olmaksızın çağrışımlarında annesi onu emzirirken yüzünün sol yanım
annesinin memesine yasladığını düşündü. Şimdi yüzünün sol tarafını ovuşturmak
ve benim çalıştığım hastanede yüzünün aynı tarafındaki yarayı düzelttirmeyi
hayal etmekle, yüzünün çevresine sınır koymaya çalıştığım anladı. Fantezisinden
bahsederken analizde yüzündeki derinin nerde bittiğini öğrenişini, işitemeyen
birinin ses tellerine dokunarak konuşmayı öğrenmesine benzetti. Çizgi kahraman
“Sudan Yüz”ü yeniden hatırlayarak, yaşamın erken dönemlerinde annesiyle kurduğu
ilişkide onun ne kadar boğucu olduğunu bir defa daha anımsadı. Ayrılacak
olmamızın alevlendirdiği ve anneden psişik ayrılmayla ilgili olan çok önceki
patolojik fantezilerini analiz ettiğini gösterdi. Kendi tenini benim tenimden
ayırması psikolojik olarak kendi özgürlüğüne kavuşmasını temsil ediyordu.
Daha sonra çok etkilendiği Lanetliler Kasabası filminden bahsetti.
Filmdeki çocukların sihirli güçleri vardı ve insanların yüzüne bakarak onlara
istediklerini yaptırabiliyorlardı. Brown onların sadece kendilerini savunduğunu
düşünüyordu. Çocukluğunda yatağında yatarken kendisinin de böyle güçleri
olduğunu düşündüğünü hatırladı. Bu güçlerini, zarar verebilecek insanlardan korunmak
için kullanmıştı; Lanetliler Kasabası filmindeki çocuklar gibi görkemli ve
tümgüçlü olursa sevilmiyor oluşunu ve sevgiye “aç” kısmını saklayabilecekti.
Böylece analizi bitmeden büyüklenmeci kendiliğini çocukken geliştirdiğini
gösteren anısını da bulabildi. Bundan üç seans sonra analizi sona erdi.
10. BÖLÜM
ANALİZ BİTTİKTEN SONRA
Analizini bitirdikten sonra Browndan haber almadığım için yaşadıklarım
doğrudan takip edemedim. Ama Brown’ın oğlunu tedavi eden çocuk
psikiyatristinden bazı kısa bilgiler edindim. Brown ve karısı, belli
aralıklarla çocuk psikiyatristiyle görüşmeye geliyorlardı. Çocuk psikiyatristi
Brown m, çocuğunun muduluğuyla ve iyiliğiyle yakından ilgilendiğini
gözlemlemişti. Psikiyatrist çocuğun tamamıyla bireyselleşememesin-de annenin
rolü olduğunu düşünüyordu. Anne, çocuğun büyümesine izin verirken kaygılanıyor
ve çocuğuna “yapışıyordu”.
Charlottesville çok büyük bir şehir olmadığı halde analizin bitmesinin
ardından Brown’ı sadece uzaktan birkaç defa gördüm. Bir kez daha uzun uzun konuşmamız
için bir fırsat çıkmadı. Analizini bitirdikten bir-iki yıl sonra bir toplantıda
Brown’ı tanıyan biri onun mesleki ününün çok arttığını ve saygın bir kariyer
yaptığını anlattı. Bense bu konuşmaya katılmadım ve bir zamanlar Brownı
tanıdığımdan hiç bahsetmedim. Analizinin bitmesinden beş yıl sonra ise
karısından boşandığını ve başka bir kadınla tekrar evlendiğini duydum. Ancak
ilk karısından boşanmasının Brown’ın psikolojik gelişiminde olumlu ya
da olumsuz nasıl bir yeri olduğunu bilmiyorum.
Brown analizini yaptığım narsisistik kişilik yapısına sahip ilk
kişiydi. Onun analizinin tamamlanmasından sonra onunkine benzer kişilik
yapıları olan başkaları da divanıma yattı. Böylelikle bu tür kişiler ve onların
tedavisinde kullanılacak teknik stratejiler hakkında epey bilgi topladım.16
Narsisistik
16 1994’te Almanya’da yaşayan psikanalist arkadaşım Gabriele Ast ile
beraber narsisistik kişilik yapısı olan kişilerin psikanalizleri üzerine, daha
sonra Türkçe'ye de çevrilen Almanca bir kitap yayınladık (Volkan ve Ast, 1994).
Girişte de yazdığım gibi okuyucuya “narsisizm” kelimesinin kötü bir
anlam içermediğini (Weigert, 1967) tekrar söylemekte fayda var. Kendimize sevgi
duymaya ihtiyacımız vardır. Fakat bazen bazı kişilerde yeteri kadar narsisizm
yoktur (Cooper, 2006) ve diğerlerinde narsisizm abartılı bir şekilde mevcuttur.
Abartılmış narsisistik kişilik yapısı olanlann iç dünyasında bir
parçalanma vardır: büyük parça günlük yaşamlannda ortaya koydukları ve gündelik
ilişkilerinde etraflarmdakilere gösterdikleri büyüklenmeci kısımdır. Küçük olan
ve kendilerinden bile saklamak istedikleri parça ise sevgiye aç kısımlarıdır.
Bu kişiler günlük yaşamlarında büyüklenmeci kısımlarına odaklanırlar ve bu
kısımlarını korumak için bir fanus içinde saklar gibi davranırlar. Brown’ın
demir bir küre içinde yaşama fantezisi vardı. Jennifer’in de buna benzer bir
cam vazo içinde saklanma fantezisi olduğunu anlatacağım.
Abartılmış narsisizmi olan kişiler kendilerine hayran kalanlan
etraflarında toplarken kendilerine hayranlık duymayanları küçümserler. Ne
kendilerine hayran kalanları ne de küçümsedikleri insanları fanuslarının içine
almazlar. Onları dışarda tutar ve aralarındaki iletişimi açık veya gizli bir
şekilde kontrol etmeye çalışırlar. Böyle bir insanla karşılaştığımız zaman “Ne
kadar akıllı ya da güzel bir insan!” diye hayran kalabiliriz ve onlar
tarafından tanınmayı isteriz ya da aklımızda “Kendini ne kadar büyük görüyor,
bu adam/kadın kendini kral/kraliçe mi sanıyor?” diye bir düşünce oluşabilir. Bu
kişiye yaklaşmakta zorluk çekeriz. Abartılmış narsisizmi olan her kişi
hayatında bir sorun olduğunu sezmezve psikiyatriste başvurmaz. Abartılmış
narsisizmi olan kişilerin yaptığı gibi insanlarla olan ilişkilerinde çok
dikkatli davranan ve kurdukları iletişimi kendi kontrolleri altında tutmaya
çalışan başka kişilik yapıları da vardır. Böyle kişilerin duygularını anlamakta
zorluk çekebiliriz. Mesela her şeyi kontrol eden ve konuşurken bir konunun
ayrıntılarım tekrar tekrar anlatan insanları düşünelim. Onları obsesif kişiler
olarak adlandırırız. Obsesif bir kişiyle konuşurken onun kendini ve özellikle
de duygularını ayrıntılar
kişilik yapısına sahip kişilerin analizleri boyunca benzer süreçlerden
geçmesi beklenemez. Büyüklenmeci ve “aç” kısımlarını analistle olan ve aktarım
ismini verdiğimiz ilişkide yansıtma-
ardma sakladığını ve bizden duygusal olarak uzak durduğunu sezeriz. Bir
anlamda bu kişi de kimliğinin etrafına duygusal bir sınır çizer, yani bir
bakıma bir fanus içinde yaşar. Bu kişilerin durumları kendilerini rahatsız
edecek kadar kötü değilse günlük hayadarına devam ederler ve bir psikiyatrisde
görüşmek akıllarına bile gelmez. Gerçekte hepimiz zaman zaman obsesif kişiler
gibi davranırız, bu doğal bir şeydir. Aksi halde hayatımız daha zor olacaktır.
Öte yandan iç dünyaları çok daha ilkel bir şekilde parçalanmış kişiler
vardır. Bu kişilik yapısı çoğul kişilik olarak adlandırılır (Brenner,
2001,2004). Kendilerine ait parçalanmış kişilik yapılarını iki veya daha fazla
fanus içine koyarlar. Fanus altında yaşar gibi olan kişinin bir kısmı çok defa
başka bir fanus altında yaşar gibi olan öteki kısımların varlığından haberdar
değildir. Başkaları ile iletişime girdikleri zamanlarda ise karşılarındaki kişi
onların sadece o sırada ortaya koydukları kişiliği tanır. Başka bir fanus
altında yaşayan kişilik kısmını gösterdiğinde ise ilişki kurduğu insan
şaşkınlığa uğrar. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde kendilerini psikolojik
olarak beslemeyen bir ortamda bulunan ve şiddete maruz kalan bazı insanlarda
kişilik çekirdeği gelişmeden kalmaktadır. Bu çekirdeğe infantil psikotik
kendilik ismini verdim (Volkan,1995, Volkan ve Akhtar, 1997). İnfantil psikotik
kendilik çekirdeği olan kişinin bebeklik ve çocukluk ortamında onu psikolojik
olarak besleyen başka kişiler de olabilir. Böyle durumlarda gelişemeyen psikotik
çekirdeğin yanı sıra gelişebilen bir kişilik çekirdeği de oluşur, ikinci
çekirdek büyür ve kişi erişkinliğinde dış dünyayla bu büyüyen çekirdeği
aracılığıyla ilişki kurar. Gelişen kişilik yapısı gelişmeyen infantil psikotik
çekirdeği enkapsüle eder. Yani bu gelişmeyen psikotik çekirdeği iç dünyasmda
bir zarf içine koyar ve onu saklar. Kişinin kendisi bile kötü çekirdeğini bir
zarf içinde taşıdığının farkında değildir. Bu kişi erişkin yaşamında,
bebekliğinde ve erken çocukluğunda gelişmemiş infahtil psikotik çekirdeği
oluşturan olaylara benzer yeni olaylarla karşılaşırsa içinde sakladığı zarf
yırtılabilir. Böyle zamanlarda bu kişi hiç alışık olmadığı davranışlar,
duygular ve ilişki kurma biçimleri (çok defa öfkeli ve kendini ve başkalarını
yıpratan) ortaya koyar. Kendisi de etrafındakiler de şaşırır. Kişi bu tuhaf
durumun nereden kaynaklandığım bilemez. Eğer bu kişi analize gelirse analist ve
hasta bu tuhaf duygu, davranış ve ilişkilerin (bazen kaybolan ve sonra tekrar
ortaya çıkan) zarftan çıkan ilkel psikotik çekirdeğe ait olduğunu öğrenebilir.
Kısacası, bazı kısımları fanusta yaşar gibi davranan çeşitli farklı
kişilikte insanlar vardır. Bu kitapta sadece abartılmış narsisizmleri ile
ilgili kişilik kısımlarım fanus içine koymuş gibi yaşayan iki kişinin
öykülerini anlatıyorum.
lan ortaktır ancak bunun dışında analizde herkes kendi özel iç
dünyasını sergiler.
Bu kitabın ikinci kısmında Brown gibi narsisistik bir kişilik yapısı
olan Jennifer’in iç dünyasını anlamak ve değiştirmek için yaptığı analitik seyahatin
öyküsünü anlatacağım. Browhin büyük dedelerinden birinin Amerika Birleşik
Devlederi’nin kuruluşunda oynadığı tarihi rolün Brown’ın psikolojisine nasıl
yansıdığım görmüştük. Jennifer’in psikanalizini anlatırken de Amerika Birleşik
Devlederi’nin kölelik tarihinin bir insamn yaşamına olan etkilerini göreceğiz,
insanlar kendi tarih ve kültürlerinin etkilerinden bağımsız bir kişilik yapısı
geliştiremezler.
JENNİFER:
CAM VAZODA GİZLENEN PAPATYA
11. BÖLÜM
DENİZDE BOĞULMAKTAN KURTULAN KADIN
Uzun yıllar önce bir yaz, yirmilerinde güzel bir kadın, kendisi gibi
yirmilerinde olan iki yıllık kocasıyla sahildeki bir otelde tatil yapıyordu.
Biraz uzaktan bakıldığında, mutlu bir çifte benziyorlardı fakat adam ne zaman
başka erkeklerin karısına baktıklarını düşünse, özellikle de karısı bikinisiyle
sahilde dolaştığında kıskançlıktan kuduruyordu. Bir sabah karısı denizde
yüzerken etrafında ona hayranlıkla bakan birçok genç adamın da yüzdüğünü ve
bazılarının karısıyla sohbet ettiklerini gördü. Kıskançlıktan gözü dönen genç
adam önce ne yapacağını bilemedi. Öğleden sonra karısını sahildeki tenha bir
yere götürdü ve birlikte yüzmeye başladılar. Yüzerlerken birden karısının
başını suyun altına soktu ve onu dehşete düşürmeye yetecek kadar bir süre
öylece bastırdı. Soluksuz kalan karısı tam boğulmak üzereyken, onu bıraktı ve
nefes almasına izin verdi. Erkeğin bir “paranoid durum”a sahip olduğu
biliniyordu. Karısını öldürmeye teşebbüs ettiği günlerde, üç yıl önce vefat
eden çok
sevdiğim hocam Profesör David Wilfred Abse’nin hastasıydı. Tedavisine
yıllar önce başlamıştı.
1958’in başında psikiyatri eğitimi almak için Chapel Hill şehrindeki
Kuzey Carolina Üniversitesi’ne gitmiştim, orada Wilfred Abse’yi tanıdım. O
benden önce İngiltere’den Amerika’ya göç etmişti. Benim eğitmenim oldu. Daha
sonra Virginia Ü niversitesine gidip orada hocahk yapmaya başlayınca ben de onu
takip ederek 1964’te Virginia Üniversitesi’nde bir asistan hoca olarak görev
aldım. Karısını suda boğmaya çalışan genç adamla hiç tanışmadığım halde,
kıdemli meslektaşım belirli psikodinamik süreçleri göstermek için profesyonel
toplantılar sırasında bu vakasını sunduğundan, onun hakkında birkaç şey
biliyordum. Wilfred Abse’nin hastasına Glover ismini verelim. Glover ve karısı
Jennifer kıdemli meslektaşımın ve benim hocalık yaptığımız Virginia
Üniversitesi’nin bulunduğu Charlottesville’de yaşıyorlardı.
Wilfred Abse benimle Glover’le ilgili görüş alışverişinde bulunmak
istediğinde şaşırmıştım. Beni telefonla aramış ve vaktim varsa ofisinde onu
görmemi rica etmişti. Telefondaki sesinden kaygılı olduğunu hissetmiştim.
Ofisine gidince bana Glover’in yakın bir zamanda küçük bir uçakla nasıl
uçulacağım öğrendiğini ve pilotluk lisansı aldığını anlattı. Böylelikle Glover
uçmaya, Charlottesville şehri üzerinde daireler çizmeye başlamıştı. Konuşmamız
sırasında, ofislerimizin bulunduğu Virginia Üniversitesi Hastanesi’nin üzerinde
pek çok kereler daireler çizen küçük bir uçak gördüğümü hatırladım. Artık bu
uçaktaki kişinin Glover olduğunu biliyordum.
Meslektaşım Glover’in uçağını, kendisinin ofisine —benim ofisimden çok
da uzak değildi- çarptırma ve onu öldürme niyetinden bahsetti. Wilfred Abse
hastasının çocukken oğluna karşı sadistik bir şekilde davranmış olan bir babası
olduğunu biliyordu. Tedavisinin bu döneminde hasta babasının imajını benim
kıdemli hocama aktarmış ve bu nedenle onu yok etmek istemişti. Glover’in
“paranoid durum”u nedeniyle meslektaşım uçağını gerçekten ofis binasına
çarptırabileceğini düşünüyordu. Eğer Wilfred Abse polisi ya da herhangi bir
havacıhk otoritesini aramış olsaydı bu eylem onun Glover’le olan terapötik
ilişkisine zarar vermiş olacaktı. Öte yandan ortada gerçek bir tehfike var gibi
görünmekteydi.
Hocam Glover’in ne kadar öfkeli olduğunu ve o zamanki aidi durumu
nedeniyle gerçekten bir felakete neden olabileceğini sezmişti. Meslektaşım
seneler önce Ingiliz Ordusunda bir albay olarak çalışmış, Hindistan ve başka
yerlerde savaş alanlarında bulunmuştu. Bana Glover’in yaratabileceği tehlikeyi
anlatırken çok soğukkanlıydı. Açıkçası endişelenen ben olmuştum. Ayrıca çok
saygı duyduğum, benden yaşça büyük bu tanınmış analistin benim görüşümü
istemesi beni çok heyecanlandırmıştı. Aramızdaki bu konuşma, 11 Eylül 2001’de
El Kaide teröristlerinin kaçırdıkları uçaklarla New York’ta ikiz kulelere ve
Washington’da Pentagona saldırmalarından uzun zaman önce gerçekleşmişti ve bir
insanın gönüllü olarak kendiyle birlikte başkalarını da öldürmek için
kullandığı uçakla bir binaya çarpabileceğini aldım almıyordu. Kıdemli
meslektaşıma pek yardımcı olamamıştım.
Sonuçta analitik süreç sadece analist ve hasta arasında yaşanmaktadır
ve başkalarının bu sürece bir şekilde dahil edil-
meleri ya da dahil olmaları, gidişatı onarılamaz bir şekilde bozabilir.
Uzun vadede, Wilfred Abse polisi ya da bir havacılık otoritesini aramamaya
karar verdi. Glover’le, onun neden analistin ofisine uçağıyla çarpmak
istediğini araştırmak üzere çalışmaya devam etti ve hastasının bu nedene daha
uyumlu bir cevap geliştirmesini sağlamaya çalıştı. Eski hocamın bu “kriz”le baş
etmekte başarılı olduğunu biliyorum. Öyle ki birkaç hafta sonra üniversite
hastanesinin üzerinde artık daireler çizen bir uçak olmadığını fark ettim. Bunu
fark etmemle birlikte benim anksiyetem de kayboldu.
Ardından iki yıl sonra Glover’i hâlâ tedavi etmekte olan Wilfred Abse,
beni aradı ve hastasının karısı Jennifer’i sahilde nasıl öldürmeye çalıştığını
anlattı. Bana Jennifer’i tedaviye alıp alamayacağımı sordu. Evlenmeden önce
bile Jennifer müstakbel kocasının bir analiste göründüğünün farkındaydı ve
“paranoid durumu hakkında bilgi sahibiydi. Bu nedenle bir fikir almak için
Glover’in analistini görmeye gelmişti. Kıdemli meslektaşım, Glover’in izniyle
ile Jennifer’e görüştüğünde, benim de anladığım gibi Glover’le bir evlilik
yürütmenin kolay olmayabileceğini ima etmişti. Fakat Jennifer açıkçası bu uyarı
sanki bir kulağından girip diğerinden çıkmış gibi davranmıştı. Bundan başka
Glover’in Jennifer’e Virginia Üniversitesi Hastanesi üzerinde uçmayı
bırakmasının hemen ardından evlendiğini de öğrenmiştim. O zamanlar hem gelin,
hem de damat yirmilerinin ortalarındaydılar.
Wilfred Abse’yle konuşmamın ve ona Jennifer’i görebileceğimi söylememin
ardından Jennifer beni aradı ve ona bir randevu verdim.
Jennifer ofisime geldiğinde, kocasının onu öldürme girişiminin
üzerinden henüa dört gün geçmişti. Karşımda uzun boylu, sarışın, mavi gözlü ve
çok güzel bir kadın duruyordu. Onu gördüğümde bir moda dergisinin kapağı için
fotoğraf çektirmeye hazırlanmış bir model gibi giyinmişti, gülümsüyordu ve
ağzından bal akarcasına yoğun bir Güney Amerikan aksanıyla konuşuyordu. Bu beni
şaşırttı çünkü akut stres yaşayan bir kadın görmeyi bekliyordum. Jennifer
ofisimde herhangi bir duygü göstermeksizin sahildeki olayın onda dehşet
uyandırdığını hatırladı, fakat bir şekilde bu durumun etkisi kısa sürmüştü.
Eşinden ayrılma ya da polisi arama niyetinde değildi. Sanki kocası tarafından
kendisine yaşatılan ve gelecekte de yaşayabileceği tehlikelerin ona
dokunamayacağını düşünüyormuş gibi bir tavrı vardı. Kocasının analistinin onu
aradığını ve beni görmesini, olayı ve tepkilerini araştırmasını önerdiğini
söyledi.
Onunla yüz yüze geçen konuşmamızın ilk saati boyunca, öldürülme
girişimine odaklanmak yerine, neden çocuk sahibi olmayı arzu etmediğini anlamak
isteğinden söz etti. Denk geldikçe, çocuk sahibi olmaktan bahseden diğer evli genç
kadınlara ya da çocuk sahibi olan ve onlarla keyifli zaman geçiren kadınlara
dikkat ediyordu. Jennifer neden çocuk sahibi olmak için bir istek duymadığını
ve arkadaşlarının çocuklarını gördüğü zaman neden heyecanlanmadığını anlamak
için çaba harcıyordu. Çocuk yapmak istememesinin kocasının ruhsal durumuyla bir
ilgisi olmadığım söylüyordu. Kendisinde yolunda gitmeyen bir şeyler olup
olmadığını merak ediyordu. Bu sebeple analizden geçmek istediğini söyledi.
12. BÖLÜM
GEÇMİŞİ ÖZLEYEN KÜLTÜR
Öykü almak ve tam koymak üzere Jennifer ile yüz yüze üç görüşme
yapmıştım ve yaşamı hakkında şu bilgileri edinmiştim: Jennifer Güney
Carolina’da çalışan varlıklı bir jinekologun büyük kızıydı. Anne babasının
yaşamı sosyal açıdan saygı görmeye dayalı süregiden bir yarışmanın merkezinde
gibi görünüyordu. Jennifer’in yetişme çağlarında aile, Yahudi ya da
Afrikalı-Amerikalı (Afro-amerikan) üyelerin yer almadığı bir şehir kulübüne
üyeydi. O zamanlar Amerika’da, özellikle de güneydeki eyaletlerde ırkçılığı
açıkça savunan kulüpler vardı. Babasının kliniği büyük evlerinin muazzam
bahçesinin bir uçundaydı. Babası akşamları klinikteki işini bitirdikten sonra
eve gelir, evin sundurmasında oturup içkisini içmekten hoşla-nırdı. Ailenin
siyahi hizmetkârları vardı. Onlara emirler verir, yemek vaktinde her şeyin
istediği gibi hazır olmasını beklerdi. Ancak ara sıra çok fazla içtiği ve ona
buna kızıp çok öfkelendiği olurdu. Ardından silahını çıkarır ve büyük bir
gürültüyle amaçsızca havaya ateş ederdi. Bu durum karşısında kimse sesini çıkartmaz
ve siyahi hizmetkârlar sessizce onun
öfkesinin geçmesini beklerlerdi. Jennifer’in anlattıklarından,
yetiştiği çevrenin Amerika’da eski Güney’in zengin ailelerinin geleneklerini
taşıdığı izlenimini edinmiştim. Bu gelenek Siyah Amerikalıları köle gibi
görmeyi de içeriyordu.
Okuyucu Jennifer’in çocukluğunu geçirdiği ortam hakkında bir fikir
edinmek için Clark Gable ve Vivian Leigh’in başrollerini oynadığı Rüzgâr Gibi
Geçti gibi eski Amerikan Güneyi’ni anlatan filmleri gözünde canlandırabilir.
1939’da gösterime giren Rüzgâr Gibi Geçti filminin konusu Margaret Mitchell’in
1936’da yazdığı aynı isimli romandan uyarlanmıştır. Filmde 186.1’de başlayıp
1865’te sona eren Amerikan İç Savaşı sırasında Amerika’nın Güney eyaletlerinden
Georgia’da felaketler arasında yaşanan bir aşk hikâyesi anlatılmaktadır. Hem
romanda hem de filmde eski Güney’in mitolojiye karışmış ve kalıplaşmış Güney
insan karakterleri açıkça ortaya konmuştur.
1860’ta Abraham Lincoln Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanlığına
aday olduğunda köleliğin yaygınlaşmamasını savunuyordu. Onun bu görüşleri
ekonomisi köleliğin devamına bağlı olan Güney eyaletlerinde yaşayanları
kızdırıyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nde kölelik 1607’de, İngiliz
sömürgecilerin Virginia’ya yerleşmeleriyle başlamıştı. 1654’te de yaşam boyu
köle olarak kalmak yasalaştırılarak kabul edilmişti. Kölelerin büyük kısmını
Afrika’dan getirilen siyahlar ve onların çocukları oluşturuyordu.
Abraham Lincoln’ün cumhurbaşkanı olduğu yıl, nüfusu toplam 12 milyon
olan 15 Güney eyaletinde 4 milyona yakın köle yaşıyordu. Yani Güney’deki
insanların üçte biri köleydi.
Kuzeyde kölelerin oranı sadece yüzde ikiydi. Güney’de birçok beyaz
ailenin bir veya iki kölesi varken kölelerin çoğu zengin beyaz ailelerin büyük
çiftliklerinde yaşıyordu. Güney’in ekonomisini destekleyen köleler alınıp
satılıyor ve çok defa sahipleri arasında kavgalar yaşanıyordu.
Afrikah-Amerikalılar kendilerine has bir köle kültürü, Güney’deki beyaz
insanlar da siyahları tam olarak gelişmiş bir insan gibi kabul etmeyen Güney
kültürünü geliştirdiler.
Abraham Lincolnun cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Güney’deki 11
eyalet Amerika Birleşik Devlederi’nden ayrıldıklarını ilan etti ve Amerika
Konfedere Devleti’ni kurdu. 1861’de Güney ve Kuzey arasındaki savaş başladı ve
en sonunda Güney savaşı kaybetti. Bu savaş sona erene kadar 620.000 asker ve
sayısı bilinmeyecek kadar çok sivil hayatını kaybetmişti. Savaşın sona
ermesiyle kölelik tüm Amerika Birleşik Devletleri’nde yasaklandı. Bunun
etkisiyle hem Güney’deki beyaz insanların, hem de siyahilerin asırlar boyunca
alıştıkları kültürler allak bullak oldu. Fakat bu kültürlerin yaşamlar
üzerindeki etkileri devam etti.
Ben Amerika’ya 1957’de göç ettim ve 1950’lerin sonu 1960’ların
başlarında eski bir Amerikan Güney eyaleti olan Kuzey Carolina’da yaşadım;
ondan sonra başka bir eski Güney eyaletine, Virginia’ya yerleştim. Kuzey
Carolina Üniversitesi’nde psikiyatri eğitimi yaptığım dönemlerde bu eyalette
ırkçılık açık bir şekilde devam ediyordu. Siyah Amerikalılar beyaz
Amerikalıların yemek yediği lokantalarda yemek yiyemezler, bu lokantalarda
sadece garson ya da aşçı olarak çalışabilirlerdi. Siyah Amerikalılar ve beyaz
Amerikalılar ayrı
mahallelerde otururlardı. Siyah Amerikah çocuklar hâlâ beyaz
Amerikalılara ait okullara gidemiyorlardı. Genel olarak beyaz Amerikalılar
kendilerini siyah Amerikahlardan çok ayrıcalıklı görüyor ve farkh tutuyorlardı.
Kuzey Carolina Üniversitesi’nde eğitim gördüğüm ve bu üniversitenin
hastanesinde asistan olarak çalıştığım dönemlerde bana aylık olarak verilen
para 100 dolardan azdı. O yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde hekim
sıkıntısı olduğu için dış ülkelerden hekimler getirilmişti ve bir bakıma bu
hekimler köle gibi çahştırıhyordu. O zamanlar eğitim gören Amerikah genç
hekimlere verilen aylaklar da azdı. Fakat onlar eğitimlerini bitirdikten sonra
ödemek üzere bankalardan borç alabiliyordu. Ben eğitimim sırasında daha kolay
yaşayabilmek için Kuzey Carolina hükümetiyle bir anlaşma yaptım. Aylığımı
artırmaları karşılığında eğitimimi bitirdikten sonra bir Kuzey Carolina eyalet
hastanesinde iki yıl çalışmayı kabul ettim. Üniversite hastanesindeki eğitimim
biter bitmez Kuzey Carolina’nın Goldsboro isimli kasabasında sadece siyah
Amerikalı hastaların kabul edildiği Cherry Hastanesi’nde işe başladım. Orada yüzlerce
siyah Amerikalı psikiyatri hastası vardı. Doktorların hepsi beyaz insanlardı,
fakat hiçbiri Amerika’da doğmamıştı. Başhekim de dahil olmak üzere hepimiz dış
ülkelerden gelen hekimlerdik.
Cherry Hastanesi’nde çahşmaya başladığım dönemde Kuzey Carolina’da yeni
yasalar kabul edildi ve ilk kez siyah Amerikah çocukların beyaz Amerikah
çocukların gittiği okullara alınmasına izin verildi. Bir şehirde siyah Amerikah
beş delikanlı beyazlara ait bir okula gönderilince alışmadıkları bir
durumla karşı karşıya kaldıkları içjn psikolojik olarak şoka girdiler.
Oradaki bir doktor bu gençlere “şizofreni” teşhisi koyup onları Cherry
Hastanesi’ne gönderdi. Çocukları benim sorumlu olduğum bir hastane servisine
koydular. Tabii ki onlarda şizofreni hastalığı yoktu, iyileşmek için iç
dünyalarındaki karmaşayı anlatmaya çalışan şiirler yazmaya başladılar. Daha
sonra bu şiirleri bir Amerikan psikiyatri dergisinde yayınladım.17
Cherry Hastanesi’nde gördüğüm birçok psikotik siyah Amerikalı kendini
hâlâ eski Güney’in çiftliklerinde yaşayan köleler gibi algılıyordu. Hastanenin
esas hastane binalarından biraz uzak bir yerde bir çiftliği vardı. Burada
sebzeler ve çeşitli çiftlik hayvanlan yetiştiriliyor ve hastaların yemeklerinde
bunlar kullanılıyordu. Gün içinde biz doktorlara verilen yemeklerin malzemeleri
bu çiftlikten sağlanıyordu. Çiftlikte genç siyah Amerikalı “akıl hastaları”
çalışıyordu. Hastalar çiftliğin olduğu bir binada kalıyorlardı. Birkaç ay için
bu binanın doktorluk görevi de bana verilmişti. Oraya gidince kendimi eski Güney’de
buldum. Binanın ve çiftlikte çalışanların idarecisi, uzun çizmeler giyen,
elinde kırbaçla dolaşan beyaz Amerikalı bir adamdı. Adam yabancı bir doktora
metelik bile vermedi. Binada bulunan elli kadar hastayla görüşme yapmaya
çalıştım. Bir de fark ettim ki binadaki tüm hastalar aynı hezeyanı paylaşıyor
ve kendilerini “buck” olarak algılıyorlar, İngilizce’de “buck” kelimesi “erkek
geyik” anlamına gelir. İlk anda hezeyanlarının ne anlama geldiğini bilemedim.
Ancak “buck”ın ne olduğunu anladıktan sona bu paylaşılan hezeyanın nedenini ve
niye oluştuğunu kavrayabildim.
17 Volkan, 1963.
Eski Güney’de çiftlik sahipleri genç kuvvetli siyah erkek köleleri
seçip onları damızlık olarak, yani siyah köle nüfusunu çoğaltmak için
kullanırlar, onları “erkek geyik” olarak tanımlarlarmış. “Buck’lar siyah köle
kadınlarla seks yapar ve kadınların doğuracağı çocukların da biyolojik babaları
gibi kuvvetli olacakları düşünülürmüş. Kuvvetli köleler hem daha fazla
çalışabildiği, hem de satıldıklarında daha fâzla para getirdikleri için
kıymetliymişler. Hastanenin çiftlik binasında yaşayan genç siyah akıl hastaları
aşağılanmış durumlarını inkâr etmek için yüksek bir seks potansiyeline sahip
olduklarını simgeleyen bir hezeyanı paylaşıyorlar ve eski Güney siyah kültürünü
canlı tutuyorlardı.
Cherry Hastanesi’nde geçirdiğim iki yria yakın bir süre içinde eski
Güney kültürünü tanımış oldum. Dünyaya demokrasi yaymaya çalışan Amerika
Birleşik Devletleri’nin geçmişi büyük bir utancın yükünü taşımaktadır. Bu
utancın izlerini en açıkça taşıyan yerlerden biri de bir “akıl hastanesi’ydi.
Hastaların yüksek düzeyde savunma mekanizmaları olmadığı için geçmiş tarihi
yaşamlarında canlandırıyorlardı. Orada çalışan beyazların bazıları da,
özellikle hastane çiftliğinin idarecisi eski beyazların üstünlüğünü ve
ırkçılığı açıkça devam ettiriyordu.
Cherry Hastanesindeki görevimi tamamladıktan 44 yıl sonra bu kitabı
yazarken siyah bir Amerikalı olan Barack Obama’nın Amerika’nın cumhurbaşkanı
seçilmesini bir mucize, tarihi büyük bir olay olarak algılıyorum. Eğer Obama
başardı bir cumhurbaşkanı olursa ırkçılık kavramının değiştiği ve dünya
medeniyetlerinin iyiye doğru gittiği bir sürecin başlamasını bekliyorum.
Şimdi Jennifer e dönelim. Çocukluğunun geçtiği evi anlattığı zaman
orada yaşayanların eski Güney kültürünün özlemini çeken bir aile olduğunu
anladım. Gelecek bölümde anlatacağım gibi Jennifer’in yaşamöyküsü bana hiç
yabancı gelmedi.
13. BÖLÜM
BEYAZ VE SİYAH ANNELER
Elbette ki Jennifer Amerikan İç Savaşından çok uzun yıllar sonra
doğmuştu. Fakat zenginliği hâlâ ellerinde tutan Güneyli beyaz aileler, belki de
farkında olmadan eski geleneklerini sürdürmeye çalışıyorlardı. Ayrıca
Jennifer’in ilk görüşmemizde anlattığına göre ne jinekolog babası ne de çok
güzel bir kadın olarak algıladığı annesi çocuklarına anne babalardan beklenen
şekilde yakın değildiler ve onlara karşı sıcak bir ilgi göstermiyorlardı.
Anneleri Jennifer ve ondan üç buçuk yaş küçük olan kardeşi M elissa’ya, sanki
onlar özel oyuncak bebeklermiş gibi davranmıştı. Jennifer’e göre, bebeklerini
kucaklamak, beslemek, onların alt bezlerini değiştirmek gibi alışılmış annelik
görevleri, onun annesinin kendilik algısına hiçbir zaman dahil olmamıştı.
Jennifer bana çocukluğunu anlatırken kızların da olağandışı bir güzelliğe sahip
olduklarını ve annelerinin çocuklukları boyunca onlarla yarış halinde olduğunu
anladım. Annenin kızlarına karşı hoşgörüsü, onların güzel bir şekilde giyinip
süslenerek onun övgüsünü kazandıkları durumlarla sınırlıydı. Ancak böyle
durumlarda bile hiçbir zaman kendi
güzellikleriyle, annelerinin başkaları üzerinde yarattığı etkiyi
gölgede bırakmamalıydılar. Kızlar yetişkin olduklarında bile anne ve kızları
giyim kuşamda ya da görünümde birinin diğerine üstünlüğü dışında pek az şeyden
konuşurlardı ve ilişkileri çok fazla kıskançlık ve haset içeriyordu. Öyle ki
içlerinden birine küçük bir iltifatta bulunulması bile diğerleri tarafından bir
incinme olarak yaşanıyor ve buna derinden içerliyorlardı.
Jennifer’in doğumundan sonra anneyle yaşıt siyahi bir kâhya olan Sarah
bebeğin bakımıyla görevlendirilmişti. Jennifer’i dinlerken şunları anladım:
Je/ınifer’in ailesi Sarah’yı bir köle gibi algılamış fakat paradoksal olarak
Sarah’ya annelik rolü verilmişti. Sarah’nın kaldığı yer evin bodrum katıydı.
Kendine verilen görevleri yapmak için üst katlara çıkabilirdi, fakat görevi
olmadığı zamanlarda bodrum katında kalması gerekiyordu. Sarah, Jennifer’in anne
ve babasına hitap ederken “sayın”, “beyefendi”, “hanımefendi” gibi saygı
ifadeleri kullanmak mecburiyetindeydi.
Küçük Jennifer’in yatak odası üst kattaydı. Fakat çocuk uyandıktan
sonra ona annelik yapacak olan Sarah’ydı. Sarah bodrumdan yukarı çıkıp çocuğun
kahvaltısını götürüyor, sonra da onun odasında, evin diğer odalarında ya da
bahçede oyun oynuyorlardı. Öğle ve akşam yemeklerini de Sarah hazırlıyordu.
Yetişkin Jennifer, Sarah’nın ona şarkı söyleyen, onu dizinde sallayan ve onunla
saklambaç oynayan tasarımlarına sahipti. Anne çocuğunu bir seramik bebek gibi
başkalarına göstermek ve hayranlık toplamak istediği zaman Sarah küçük
Jennifer’i güzel güzel giydirir, annesine teslim ederdi.
Jennifer’in çocukluğundaki ev yaşantısıyla ilgili anlattıkları bana
tanıdık gelmişti. O dönemde birkaç yıldır Charlottesville
Virginia’da psikanaliz yapmaktaydın], ve Charlottesville’e gelmeden
önce Kuzey Carolina’da Cherry Hastanesi’nde çalıştığım için eski Güney tarihi
hakkında epey bilgim olmuştu. Psi-kanaliz uyguladığım ofisimde beyaz erişkin
kişilerle çakşırken bazılarının çocukken “iki anne” ile büyümüş olduğunu görmek
artık beni şaşırtmıyordu: Biyolojik anne ve siyahi bir dadı.1 Ayrıca
iki anneli çocukların özellikle de etrafta biyolojik anne ve onun diğer beyaz
akrabaları ya da arkadaşları olduğunda, “siyah anne”ye yönelik sevecen
duygularını nasıl saklama ihtiyacı duyduklarına aşinaydım. Yaşamın ileriki
dönemlerinde bu tür çocuklar iki anne tasarımını ve karşıt annelerle kurulan
özdeşim sonucu oluşan bölünmüş kendilik tasarımlarını birleştirmekte güçlük
yaşayabilmekteydiler. Bir çocuğun kimlik duygusu annesi ve onun uzantısı olarak
algılanan diğer aile üyeleriyle kurduğu iletişim sonucu gelişir. Eğer bir çocuk
birbirlerinin uzantıları olarak algılanmayan iki anneyle (biri beyaz, biri
siyah ya da biri efendi, diğeri köle) bağ kurarak büyür-
se birbirine uyamayan iki kimlik geliştirir. Bu kişinin sağlam “tek”
bir kimlik geliştirmesi için eski iki kimliği bütünleştirmesi gerekir ki, kimi
zaman bu çok zor olmaktadır.19
Küçük Jennifer’i çok etkileyen önemli bir olay daha olmuştu.
Jennifer’in Sarah’ya olan yakınlığı kardeşi Melissa’nın doğumundan sonra
Sarah’nın yeni bebeğin bakımında görevlendirilmesiyle dramatik bir şekilde
değişmişti. Kız kardeşinin doğumunun Jennifer için bir travma yarattığını
düşündüm. Sarah, Jennifere bakmanın yanı sıra Melissa’ya da annelik yapmakla
görevlendirilmişti. Yetişkin Jennifer ergenliğe eriştiğinde Sarah’nm evlerinden
“kaybolduğunu” hatırladı. Aklında kalan, ailenin Sarah’ya artık ihtiyaçları
kalmadığı için onu evden çıkardıklarıydı. Jennifer, Sarah’nın ailesi hakkında
bir
19 Jennifer’in çocukken yaşadığı olumlu duyguların hemen hepsi siyah
dadı Sarah ile ilgiliydi. Fakat aynı zamanda, Jennifer’in evinde Sarah’mn aşağı
bir konumda yer almasından ve Melissa’ya bakmak için Jennifer’i
“reddetmesinden” dolayı, Sarah’ya olan emosyonel bağlanmasını inkâr ediyordu.
(Birden fazla annenin etkisinde kalan kişilerin psikolojisi için bkz. Smith,
1946, Cambor, 1969 ve Volkan 1987.)
İki “annesi” olan çocuğun, dengeli nesne tasarımlarının gelişmesinde
gecikme eğilimi daha fazladır ve bu gecikme iyi ve kötü maternal nesne
tasarımlarının birleşme sürecindeki müdahale ile tekrar güçlenebilir. Bu, hem
ayrılma-bireyleşme sürecini (Mahler, 1968) hem de özdeşim sürecinin
olgunlaşmasını sekteye uğratabilir ve sadece ülküleştirilmiş iyi anne imgesiyle
birleşme için ilkel bir istek uyandırır (Cambor, 1969).
Beverly Mclver, tamnmış ve Radcliif ve Guggenheim Bıırsu gibi pek çok
ödül kazanmış Afnkalı-Amerikalı bir artisttir. Kendisininki ve annesininki de
dahil olmak üzere insanların portrelerini çizer. Annesinin son portresi, yaşlı kadının
ölümünden önce hastanede yapılmıştır.
Mclver kendi çocukları anneanneleri tarafından bakılırken,yıllarca
beyaz ebeveynlerin çocuklarına bakmış olan siyah bir dadının kızlarından
biridir. Öyleyse, Jennifer’in öyküsünün bir de diğer tarafi vardır: Amerika’da
beyaz çocukların dadılığını yapan siyah anneler tarafindan büyütülmüş siyah
çocukların öyküleri (Mclver, 2005). Aynı “anneye” sahip siyah ve beyaz çocuklar
sosyal olarak bir araya getirilmezlerdi.
bilgiye sahip olmadığını söyledi. Bu da beni şaşırtmadı. Anladığım
kadarıyla ergen Jennifer artık güzel bebek rolüne daha da sarılmış bir duruma
gelmişti, Saralının kendisini, annesinin emri ile seramik bir bebek gibi
giydirmesine ihtiyacı kalmamıştı. Ergen Jennifer dış dünya ile kişiliğinin
büyüklenmeci kısmım kullanarak iletişim kuruyor, “köle” Sarah’yla ilgili kısmım
ise saklıyordu. Bunu yapmakla ona hoş gelen duygulardan da kendini mahrum
ediyordu.
Jennifer ayrıca kendisi ve kardeşi Melissa’ya, beyaz ebeveynleriyle
birliktelerken hiç oyuncak verilmediğini anlattı. Örneğin onlara herhangi bir
oyuncak bebek verilmiyordu. Anneleri için iki kızın kendilerinin “oyuncak
bebek” olduğu izlenimine kapıldım, bu yüzden anne kızlarının oyuncak bebeğe
sahip olma ihtiyaçlarını düşünememişti. Bu kitabın ilk kısmında Brown’ın
hikâyesini anlatırken açıkladığım gibi çocuklar bazı oyuncak bebekleri “geçiş
nesnesi” olarak kullanırlar, yani bu oyuncaklarla oynayarak çevrelerindeki
dünyayı yavaş yavaş tanır ve yaratıcılıklarını geliştirirler. Donald
Winnicottun tanımladığı gibi geçiş nesneleriyle etkileşim içinde olan bir
çocuk, erişkin yaratıcı ve kültürel deneyimleri için bir temel oluşturur.2 Jennifer’in annesinin
çocuklarının geçiş nesneleri ile oynamasını bozduğunu düşündüm. Oyun aktivitelerine
olan bu saldırının, Jennifer’in kültürel deneyimler yaşama kapasitesindeki
yoksullaşmaya yol açan şey olup olmadığını merak ettim. Yetişkin Jennifer’in
dış dünyaya ve içinde yaşadığı kültüre “normal” bir uyum sağlamakta bazı
güçlükler yaşıyor olabileceği akhma geldi.
Küçük Jennifer’in dış dünyası sanki Amerikan Iç Savaşı öncesi
Güney’deki büyük çiftlik sahibi zengin beyazların dünyasına benziyordu.
Jennifer o dönemlerin kalıplaşmış kültürünü benimsemişti. Bunda aynı
kalıplaşmış kültüre tutunan annesi ile olan özdeşiminin de rolü olduğunu
sezdim. Jennifer e söylemeksizin çocukluğunun yukarıdaki tarifinin “paranoid
bir durum”a sahip olan bir adamla, Glover e evlenme isteği üzerine bir ışık
tuttuğunu düşündüm. Glover de Güney Caroli-na’dandı ve çok zengin sanayici bir
işadamının oğluydu. Her ne kadar Jennifer’in anne, babası son derece varlıklı
olsalar da, lise yıllarına uzanan bir tanışıklıktan sonra evlendiği adam
onlardan çok daha zengindi. Jennifer, Glover’i büyük ölçüde, ona her türlü
lüksü verebileceği için seçtiğinin farkındaydı. Bence Jennifer, Glover’in ona
hayalinde yaşattığı eski Güney kültürünü sunacağına inanmıştı. Glover’e aşk
için evlenmemişti.
Jennifer’in anlattığına göre kocası kendi hayatı için hiçbir zaman
çalışmamış, ailesinin ona verdiği parayı borsada oynayarak artırabilmişti.
Borsa işlerini tek başına evindeki bir ofisten idare ediyordu. Başkalarından
zaman zaman hezeyan boyutuna varacak şekilde şüpheleniyor ve onlardan gelecek
olası tehdidere karşı paralarını -neredeyse koruyucu bir bariyer oluşturacak
şekilde- daha da artırıyor ve bir çeşit kalkan gibi kullanıyordu.
Jennifer başka genç erkeklerle de onlara âşık olmadan ya da onlarla
cinsel bir birliktelik yaşamaksızın flört ettiğini söyledi. Rolünün onlar
tarafından tapınılmak olduğunu hissettiğinden ve dış dünyadaki modern kültüre
uyum sağlayamadığından, Jennifer’in dikkate değer güzelliğine rağmen
çıktığı erkekler tarafından uzun va4ede sıkıcı bulunduğundan
şüphelendim. Lüks hayat hayalleri büyük ölçüde gerçekleşmişti fakat benimle olan
tanı koyma görüşmeleri boyunca kocasının bütünüyle cömert olmadığından, dahası
bir şekilde cimri olduğundan yakındı. Buna rağmen Jennifer’in Glover ile
birlikteliğine devam ederse hâlâ yeryüzündeki en zengin ve en güzel oyuncak
bebek olarak eski Amerika Güneyinin kalıplaşmış kültüründe yaşayan bir kimlik
oluşturma şansına sahip olabileceğine inandığına dikkat ettim. Glover’in
öfkesini ve onu öldürme girişimini karşı konulmaz bir şekilde inkâr ediyordu.
Bana tuhaf bir şey söyledi: Evlilik merasimleri yaklaştıkça, Jennifer
düğün gecelerinde Glover’in kendisinin bir bakire olduğunu fark edebileceği
konusunda kaygılanmaya başlamıştı. Düğünden birkaç gün önce bir jinekologa
gitmiş ve kızlık zarım bir operasyonla deldirmişti. Jennifer’i dinlerken onun
kocasının evlenmeden önce kendisinin istenmeyen ya da sevilmeyen bir kadın
olduğunu düşünmesini istemediği üzerinde odaklandığının farkına vardım. Eğer
herhangi biri onun istenmeyen ya da sevilmeyen bir kadın olduğunu düşünürse, bu
durum onun kendilik değerine bir darbe vururdu. Tam koyma görüşmeleri boyunca
bu tuhaf davranışın diğer anlamlarıyla ilgili soru sormadım. Babasının bir
jinekolog olduğunu bildiğimden yaptığı bu tuhaf şeyin, kızlık zarının bir
jinekolog tarafından delinmesinin, ödipal bir kız çocuğunun babaya âşık olma
fantezileri ile bir ilişkisi olup olmadığını ileride araştırmam gerekeceğini
düşündüm. Fakat aklıma gelenleri Jennifer’e söylemedim ve analizi sırasında her
şeyi beraber keşfetmek için sessizliğimi korudum.
Jennifer’e ilk karşılaştığımda Amerikan Psikiyatri Birliği’nin tanı
kılavuzunda “narsisistik kişilik bozukluğu” tamsı henüz yer almamıştı. Bu tanı
ilk kez
1979’da Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM (Diagnostic and Statistical
Manual ofMental Disorders/ Ruhsal Hastahk-ların Tanısal ve İstatistiksel
Elkitabı) kılavuzunda yayınlandı.3
Bir psikanalist için analize gelen kişiye hemen bir teşhis koymak
önemli değildir. AnalisJ: hastamn tüm iç dünyası ile meş-
olur. Amerika Birleşik Devletleri’ni kuranlar arasında yer alan
Brown’ın atalarından birinin imajı Brown’m abartılmış narsisizminin çekirdeği
olmuştu. Jennifer de annesi tarafından annesinin özel ve güzel bir kadın
oluşunu destekleyip savunacak güzel bir bebek olarak algılanmıştı.
Tedavi arayışındaki narsisistik kendilik yapısına sahip kişilerin tipik
karakter özellikleri vardır. Bunların bazılarım sayalım: Böyle kişiler günlük
yaşamlarında kendilerini öteki kişilerden üstün görürler. Mesela diğer
insanlardan daha akıllı veya daha güzel olduklarına inanırlar. Fakat bu
“inanan” altında sevgiye aç olan kısımlarının görüleceğine dair korkulan
mevcuttur. Aç kısımlarını saklamak için bazen tuhaf şeyler yaparlar. Bir hastam
New York’ta modellik yapmayı düşünüyordu. New York’ta bir stüdyoda elbiselerim
çıkardığı zaman çıplak vücudunun stüdyonun önünden geçenler tarafından
pencereden görüleceğini de hayal ediyordu. Böylece stüdyonun önündeki yollarda
büyük bir trafik tıkanıklığı olacağına karar vermişti. Kendine bu kadar
büyüklük atfeden bu kişi aynı zamanda evinde içinde balık, fasulye, reçel gibi
yiyecekler olan yüzlerce kavanoz saklıyordu. Ne olur ne olmaz, sevgiye “aç”
kısmı ortaya çıkacak olursa o kısmı hemen yedirecek ve böylece “aç” bir kısmı
olduğunu inkâr edecekti. Böyle bir kişinin en çok korktuğu duygu aşağılanma
duygusudur, içinde böyle bir duygunun ortaya çıkmasını önleyemezse kişi kendini
depresif hissedecektir. Çok sık yaşadığı bir diğer duygu ise kıskançlıktır;
kendinden üstün birinin var olduğunu algılarsa kıskançlığa kapılacaktır.
Abartılmış narsisizmi olan kişi etrafından sürekli takdir ve hayranlık
toplar. Topladıkları ile büyüklenmeci (grandiyoz) kendilik kısmına destek
aramaktadır. Bu arayışı bazen konuşma tarzlarında bile görebiliriz. Mesela
böyle bir kişinin Bursa’yı ilk defa ziyaret ettiğini ve bu ziyaretten sonra
İstanbul’daki evine döndüğünü düşünelim. Bu basit yolculuğu şu şekilde
anlatırsa hiç şaşırmamak gerekir: “Bursa’da kaldığım otelin penceresinden
Bursa’nın müthiş bir manzarası görülüyordu. İlk Osmanlı padişahlarının eserleri
bana bakıyordu. İstanbul’a dönmeden önce muazzam bir kahvaltı verdiler.
Kahvaltı için en iyi masa bana verilmişti. Daha önce Cumhurbaşkanı Bursa’ya
geldiğinde o da bu masada kahvaltı etmiş. Kahvaltı salonunda dünya güzeli bir
kadın vardı. Bana baktı ve gülümsedi. Neden bana gülümsemesin? Orada kahvaltı
eden erkeklerin benim dışımdaki hiçbirinde hayran olunulacak bir şey yoktu. Bir
numaralı erkek bendim. Daha soma bir araba tuttum. Çok kuvvetli bir motoru
vardı. İstanbul’a dönerken şoför her istediğimi yaptı.” “Müthiş”, “muazzam”,
“en iyi”, “dünya güzeli”, “bir numara” ve “çok kuvvetli” gibi kelimeler ve
padişahlara ve cumhurbaşkanına yapılan göndermeler kişinin büyüklenmeci
kimliğini korumak için kullanılmıştır. Dört dörtlük mazoşistik gibi görülen
narsisistik kişiler bile vardır.
gul olacaktır. Jennifer için en önemli şey dünyanın en güzel kadını
olmak ve zenginlik içinde yaşamaktı. Bu nedenle kocasının onu öldürmeye
çalıştığını inkâr ediyordu. Hocam Wilfred Abse Jennifer’in hayatının tehlikede
olduğunu sezmişti. Glo-ver iki yıl önce analistinin (ve onun ofisinin
yakınlarında çalışan başkalarının) hayatını tehdit ettiğinde meslektaşım polisi
veya havacılık otoritelerini uyarmamıştı. Fakat Glover karısını suda boğmaya
çalıştıktan sonra, meslektaşım Jennifer’e telefon edip ona benimle tedaviye
başlamasını önermişti. Meslektaşım da Jennifer’in inkâr savunma düzeneğini
kullandığını ve gerçeği iyi algılayamadığını sezmiş olmalıydı.
Jennifer’in sahildeki olayı inkâr etmesinin yanı sıra, sahildeki olayla
ilgili duygularından da dissosiye olduğunu, ayrıştığını düşündüm. Bu korkutucu
olaya neyin yol açtığını tam olarak tarif edemiyordu fakat diğer erkeklerin
ilgisini çekerek kocasına kendini safdışı bırakılmış hissettirdiği, onu
kızdırdığı izlenimi edindim. Jennifer’in içinde erkeklerin hayranlığını
toplamaya dair bir mecburiyet hissettiğini sezdim. Onlar tarafından dünyanın en
güzel kadını olarak görülmeye ihtiyacı varmış gibiydi. Bu nedenle Glover’i
kıskandırmıştı. Gebe kalma korkusunun, cinsellikle ilgili çatışmalarına ilişkin
bir şeyler içerdiğini düşündüm. Fakat Jennifer hamile kalırsa vücudunun
değişmesinden ve güzelliğini kaybetmekten korktuğunu anlattı. Jennifer genç
yaşlarına rağmen Glover’le nadiren seviştiklerini söyledi. Cinsel açıdan soğuk,
frijit bir kadındı.
Jennifer ile haftada dört kez birlikte çalışmak üzere bir düzenleme
yaptık. Ona divanıma uzanacağını ve aklına gelen
her şeyi bana anlatacağını ve o sırada yaşadığı tüm bedensel
duyumlarını bana tarif edeceğini söyledim. Bana anlattıklarına merakla
yaklaşacağımızı, benim çalışmamızda yararlı olabilecek bir şeyler söylemeyi
düşündüğümde konuşacağımı ve bunları birlikte araştıracağımızı ekledim.
Şimdi Jennifer’le beraber yaptığımız psikanalitik “seyahatin” öyküsünü
anlatmaya başhyorum.
Daha önce, Jennifere benzer şekilde bir biyolojik beyaz anne ve bir
siyah dadı olmak üzere iki “annesi” olan Hamilton vakasını tanımladım (Volkan,
2004 a, Volkan ve Ast, 1992 ve Volkan ve Fowler 2009). Hamiltonun annesi,
Hamilton beş yaşına gelmeden önce iki çocuk daha doğurmuştu ve her ikisinde de
doğum sonrası depresyon geçirmişti. Siyah dadının küçük Hamilton’un yaşamından
aniden çıkmasıyla, dünyası çökmüştü. Bir erişkin olarak Hamilton kadınlara
“bağımhydı” ve sürekli mükemmel birini arıyordu. Özellikle siyah saçlı veya
siyah çoraplar giyen kadınlarla ilgileniyordu. Analitik çalışması, bu
kadınların çocukluk çağının ortadan kaybolmadan ve onu “reddetmeden” önceki
siyah dadısı yerine geçtiğini göstermektedir. Siyah dadının zihinsel temsilini
(depresif olmayan eski iyi anneyle birlikte) “kontrol etme” ihtiyacı vardı.
Buna göre, “topladığı” bir kadınla sadece bir gece ilişkiye giriyor, birbirini
izleyen iki gece ilişkiye girmiyordu. Bu davranışıyla “mükemmel” bir kadm
tarafindan “reddedilmeyi” kendi kontrolü altında tutuyordu. Üçüncü gece aynı
kadınla tekrar ilişkiye girebilirdi.
Winnicott, 1966.
Psikiyatristler abartılmış narsisistik yapıya sahip olanlann tedavi
edilebilecek bir sorunları olduğunu resmi olarak aneak 1979’da kabul
etmişlerdir. O yıl yayınlanan Amerikan Psikiyatri Birliğinin Ruhsal
Hastalıklarının Tanısal ve İstatistiksel Elkitabı nâz (Diagnostic and
Statistical Manimi of Mental Illness) “narsisistik kişilik bozukluğu” diye isimlendirilen
yeni bir psikiyatrik durum olduğunu görebiliriz. Bu tamya sahip kişiler günlük
yaşamları sırasında kendilik büyüklüğü, yeryüzünde güzellik, zenginlik ya da
zekâ konusunda bir numara oldukları yönünde bir algı, başkalarının beğenisini
toplama çabası ve kendi büyüklüklerini korumak adına bazı gerçekleri
görmezlikten gelme tavrı sergilerler.
Elbette ki, 1979’dan önce büyüklenmecilik gösteren ve
kendileriniTanrı’mn yeryüzüne bir armağanı gibi gören kişiler hakkında çeşitli
yazılar yazmış olan psikanalistler vardı. Onlar bu hastaların iç dünyalarını,
onlara narsisistik kişilik bozukluğu teşhisi konulmamış olsa bile çeşitli
yönlerden incelemişler ve tedavi etmeye çalışmışlardı. Bugün abartılmış
kendiliğin nasıl geliştiği hakkında çok bilgimiz vardır. Çok defa böyle bir
kendilik çocuğun özsevgisini aşağılayan travmalarla ilgilidir. Çocuk sevgi için
“aç” kaldığım hisseder ve buna karşı kendinin herkesten üstün olduğunu gösteren
bir kendilik geliştirir ve bunu “aç” kısmından ayrı tutarak, sevgiye “aç” kısmını
inkâr etmek ya da saklamak için uğraşıp durur. Bu durumu Brown ın ve
Jennifer’in öykülerinde göstermeye çalıştım.
Çocuklukta travmalarla özsevgisini kaybeden her çocuk narsisistik bir
kendilik geliştirmez. Anne çocuğa karşı soğuk davransa ve baba da çocuktan uzak
dursa da çok defa ebeveynler çocukta özel bir durumun, onu başkalarından ayrı
ve daha üstün kılacak bir özelliğin olduğunu çocuğa bilinçdışında aşılarlar.
Mesela çok zengin bir aileye ait büyük bir iş firmasımn iflas ettiğini
düşünelim. Aile şimdi eski büyüklüğünü kaybetmiş durumdadır. Bu ailede bir
çocuk dünyaya gelir. Anne depresyonda olduğu için iyi bir annelik
yapamamaktadır. Fakat bilinçdışında çocuğun gelecekte bir gün tekrar çok para
kazanacak bir iş kuracağını ve ailenin adım yeniden yücelteceğini düşünür.
Böylece çocuğa kurtarıcı bir büyüklük aşılar. Ya da ailenin geçmişinde
büyüklükle ilgili bir imaj vardır ve bu imaj bilinçdışında çocuğa aktanhr.
Aktarılan bu büyüklük imajı bu kişinin gelecekte geliştireceği abartılnuş
narsisizmin çekirdeği
14. BÖLÜM
DİVANIMDAYATAN “SERAMİK BEBEK”
Analizinin başlamasından itibaren Jennifer, benimle olan görüşmelerine
özenle giyinmiş olarak geliyordu. Benim tipik üniversite hastanesi ofisimin
mütevazı ortamının, onun bir operadaki gece açılışı için çok daha uygun olan
görünümüyle çarpıcı bir tezat oluşturduğunu düşünüyordum. Daha önce de
belirttiğim gibi çok güzeldi. Fakat kendimde onun dişiliğine karşı bir yanıt
duyumsayamıyordum. Dahası onunlayken, kendimi divammda uzanmış seramik bir
bebeğe bakıyormuş gibi hissediyordum. Tam koyma görüşmelerimizde, Jennifer
kendisinin ve Melissa’mn nasıl annelerinin “oyuncak bebekleri” olduğunu
anlatmıştı. Şimdi de benim divammda o bir “seramik bebek”ti.
Jennifer ilk haftalardaki görüşmelerde diğer kadınların, sıklıkla evli
olan kardeşi ve Güney Carolina’da yaşayan annesinin “başarıları” hakkındaki
kıskançlığını ifade etmek dışında çok az şey söylüyordu. Annesi ya da kız
kardeşi onu arıyorlar ve “harikulade” bir giysiyi ya da “harikulade” bir antika
masayı nasıl aldıklarını anlatıyorlardı. Onların “başarıları” “güzel şeyleri”
toplamak etrafında odaklanıyordu.
Jennifer’in günlük bir ritüele sahip olduğunu öğrendim. Her gün öğleden
sonra özenle giyinmeye başlıyor ve akşamüzeri saat beş civarı Glover onu Charlottesville’deki
beyaz ve Hıristiyan sosyetenin üye olduğu Farmington Kulübüne götürüyordu.
Charlottesville’deki Farmington Kulübü tarihi bir yerdir. Bulunduğu yer
Farmington adı altında 1744’te yapılmaya başlanmış ve 1803’te Amerika’nın
üçüncü Cumhurbaşkanı Thomas Jefferson orada yeni sıradışı bir binanın planını
yapan kişi olmuştu. Burası 1929’dan beri bir kulüp olarak çalışmaktadır. Kulübe
ait günümüzdeki broşürlerde bile gurur verici bir geçmişe sahip ve Güneyin eski
geleneklerini sürdüren bir yer olduğu açıkça yazılıdır.
Jennifer benimle analizine başladığı günlerde anne babasının Güney
Carolina’daki kulüpleri gibi Charlottesville’deki Farmington Kulübü de Yahudi
ya da Afrikah-Amerikahları üyeliğe kabul etmiyordu. Bunu duyduğumda, benim gibi
Türk asıllıları da üye yapmadıklarını düşündüm. Bu tarihi binadaki büyük bir
salonda ara sıra Virginia Universitesi’nin veya Virginia Psikiyatri Birliği’nin
yıllık toplantıları olurdu. Bu nedenle bu binanın yerini ve içini biHyordum.22
Farmington Kulübü’nün etrafı bir golf sahası ve bahçeli güzel evlerle
çevrilidir. Jennifer’i analize aldığım dönem (ve tah-minimce günümüzde de) bu
evlerin hepsinde sadece zengin beyaz aileler yaşamaktaydı. Glover, Jennifer’i
bu kulüp binası-
22 Türkiye’de yaşayan vatandaşlar Amerika Birleşik Devletlerinde
ırkçılığın yüzyıllarca ne kadar yaygın ve derinden yaşandığını çok düşünmezler.
Amerika'nın özellikle Güney eyaletlerinde Jennifer’in analizden geçtiği
zamanlarda Farmington gibi birçok kulüp vardı. Amerikalılar, genel olarak, Amerika
Birleşik Devletleri’nin yakın geçmişine kadar ırkçılık ile uğraşıp durmuştur ve
bir bakıma hâlâ uğraşmaktadırlar. Bugün Farmington Kulübü üyelik için herkese
açıktır. Tabii ki her aday üyeliğe seçilmez.
nın ön girişine uzanan yolda bırakıyordu. “Paranoid durum”a sahip
olduğundan ve kendini diğer insanlarla birlikteyken rahat hissetmediğinden,
Jennifer’i orada bırakıp kendisi uzaklaşıyordu. Bana anlattığına göre Jennifer
görkemli tarihi binaya giriyor ve akşamüzeri kokteyllerinin sunulduğu salona
gidiyordu. Salonun içindeki şöminenin yanında duruyor ve bir kolunu şöminenin
rafına dayıyordu. Bir bakıma farkında olmaksızın zihninde hayal ettiği Güney
kültürünü canlandırıyordu. Gerçekte canlı bir heykele dönüşüyor ve erkekleri
bir çiçeğin arıları cezbetmesi gibi cezbediyordu. Orada kaldığı tüm bu süre
boyunca, beğenileri ve iltifatları topluyor, bir saat süren bu ritüel-den sonra
arabasıyla Farmington’un giriş kapısına dönmüş olan Glover’le buluşuyordu.
Arabada çok fazla konuşmadan evlerine gidiyorlardı. Evlerine vardıklarında,
Jennifer elbiselerini çıkarırken sıklıkla Glover onun kalçalarına tokat atmaya
başlıyor ve bazen bu hareket onda cinsel uyarılmaya yol açıyor ve
“sevişiyorlardı”. Ancak Jennifer hiçbir zaman orgazm olmuyordu.
Benim düşünceme göre Farmington Kulübü’ndeki günlük beğeni toplama
ritüeli, hem Jennifer’in, hem de Glover’in iç dünyalarındaki ihtiyaçlara
karşılık geliyordu. Önce Jennifer’in grandiyozitesi,yani dünyadaki en güzel
kadın olma ihtiyacı tatmin oluyordu. Ardından Glover sıklıkla Jennifer’in
kalçalarına tokat atarak karısına olan öfkesini, onu öldürmek istemeye kadar
ilerletmeden ifade etmiş oluyordu. Sahilde tatil yaparlarken bu günlük ritüel
ortadan kalkmıştı ve Jennifer kocasının gözü önünde başka erkeklerle “flört”
etmişti. O zaman Glover’in öfkesi öldürücü bir seviyeye çıkmıştı. Glover’in
belki kendinden bile sakladığı eşcinsel istekleri olduğunu düşündüm. Jennifer’e
yaptıkları günlük ritüelde önce karısını başka erkeklerle “paylaşıyor” ve sonra
onunla seks yapıyordu. Tabu ki Glover benim hastam değildi. Fakat onun
hakkındaki görüşleriminJennifer’in yaşadığı ortamı bana daha iyi
anlatabileceğini düşündüm. Aklıma gelenleri Jennifer ile paylaşmadım. Analiz
sırasında analist hasta hakkında geliştirdiği bir görüşü onunla ne zaman paylaşacağına
karar verir. Jennifer’in analizinin bu başlangıç döneminde onda söyledikleri
hakkında merak uyandırmak ve aramızda gelişecek psikolojik hikâyeleri
beklemekle yetiniyordum.
Çok zaman geçmeden Jennifer’in benimle olan görüşmelerinin bir anlamda
Farmington Kulübü’nün kokteyl odasındaki akşamüstü seanslarıyla eşdeğer
olduğunu fark ettim. Küçük bir çocukken annesi ve Güney Carolina kasabasındaki
diğer beyaz zengin kadınların, çalışan eşlerinin onlara akşam yemeğinde
katılmasından önce sıklıkla akşamüstü kokteylleri için bir şehir kulübünde
toplandıklarını öğrendim. Zaman zaman Jennifer ve Melissa da, annelerinin
onları iki güzel “seramik bebek” gibi “sergilediği” bu tür toplantılara
katılıyorlardı. Bu çocukluk anısıyla, Farmington Kulübü’nde yaptıkları ve ofisimdeki
görünümü arasında kurduğum bağlantıyı Jennifer’e söyledim. Bunu yapmaktaki
amacım yaşamındaki birkaç olay arasında nasıl bir ilişki olduğu hakkında
Jennifer’de bir merak uyandırmaktı. Böylece iç dünyasındaki başka süreçleri de
beraber gözlemlemeye başlayabilecektik. Fakat söylediklerim, Jennifer üzerinde
hiçbir etki yaratmamıştı. .
Jennifer’in analiz için uygun olup olmadığını düşünmeye başlamıştım.
Genel olarak Charlottesville’deki yaşama dair -sanata, politikaya ya da hatta
insanlara dair, bu insanlar ya da şeyler onu
bir ilgi odağı olarak desteklemedikleri sürece- bilgiye ya da bir
meraka sahip değilmiş gibi görünüyordu. Küçükken biyolojik annesiyle olduğu
zamanlar oyuncaklarla oynayamadığı gibi şimdi de bir erişkin olarak
Charlottesville’deki ortam ile “oynayamı-yordu”. O ve Glover zihnimde,
Jennifer’in anne babasının yaşadıkları konak gibi bir yer değilse de, iyi
mobilyaları olan iyi bir ev olarak resmettiğim evlerinden nadiren
ayrılıyorlardı, Glover’in zamanının çoğunu çok daha fazla para biriktirmek
üzere evindeki ofisinde geçirdiğini öğrenmiştim. O sırada Jennifer de diğer
kadınlan, kendisinin onlardan nasıl daha güzel olduğunu ve onlara olan
üstünlüğünü sürdürmek için neler satın alması, giyinmesi gerektiğini düşünerek
oturma odasında oturuyordu.
Glover’in Jennifer e ilgi gösteren öteki erkeklere olan ha-setinden ve
öldürücü öfkesinden haberdar olduğumdan -Glover’in öfkesi yukarıda bahsettiğim
eşcinsel isteklerini örtbas etmek için de olabilirdi- Glover’in onu her
akşamüstü erkeklerin beğenisini topladığı Farmington Kulübü’ne bırakırken neler
düşünüyor olabileceği hakkında, Jennifer’in merakını uyandırmaya çalıştım.
Günlük rutininin ardından Glover’in onun kalçalarına vurmasının öfke ve
hasetiyle ilgili bir şey olup olmadığını merak ettiğimi söylediğimde,Jennifer
gülümser bir ifadeyle vurmaların onu pek incitmediğini ve zararsız olduğunu
söyledi. Yine Jennifer’in içinde bir merak uyandırama-mıştım. Ayrıca kocasının
onun başını suyun altına bastırdığı o olayı anlattığı hiçbir zaman yaşamış olduğu
dehşetle uyumlu bir duygulanım göstermedi. Görüşmelerimizde “terapötik
işbirliğinin” herhangi bir işareti, yani iç dünyasına dair onun kendi payına
düşen bir merak yok gibiydi.
Kendime şu soruyu sordum: “Jennifer’i analize almayı neden kabul
ettim?” Kendimi bu duruma Glover’in analisti olan kıdemli meslektaşım Wilfred
Abse’yi hoşnut etmek için soktuğumu düşündüm. İki yıl önce çok daha genç bir
analist olan bana, Glover bir uçakla Virginia Hastanesi’nin üzerinde daireler
çizerken, Glover’le ne yapacağını sormuştu; açık bir şekilde hastasının
tedavisinde teknik bazı güçlükler yaşıyordu. “Jennifer’i analize almayı, ona
kendisinden daha iyi bir psikanalitik donanıma sahip olduğumu göstermek için mi
kabul ettim? Kıdemli meslektaşımla sembolik bir ödipal rekabete mi girdim?”
diye merak ediyordum. Böylelikle, yiızünde güzel bir gülümsemeyle ona tapınmamı
bekleyen “seramik bebek” analizandımın arkasında otururken, yoğun bir şekilde
kendimi analiz etmeye başlamıştım!
Bu sorgulamaların devamında, Jennifer’i tedavi etmenin kendim için bir
meydan okuma olacağı ve Brown gibi abartılmış narsisizmi olan vakalarla ilgili
bir şeyler öğrenebileceğim sonucuna vardım. Ayrıca o andan itibaren şuna karar
verdim: Jennifer’in analizi sadece onunla benim aramda ilerleyecekti ve eski
hocama Jennifer’den söz etmeyecektim. Onun tedavisini iki terapistin her bir
hastayı ayrı olarak gördüğü bir tür “aile tedavisi”ne ya da Glover’in
tedavisinin bir uzantısı olacak bir tedaviye dönüştürmek istemiyordum. Kararım,
bana tek başına Jennifer’e merak duymayı sürdürmemde ve gerekmedikçe Glover’le
olan ilişkisine odaklanmamamda yardımcı oldu. Bunun ardından, analitik
kimliğime döndüm ve merakımı uyandıran bir şey keşfettim.
Merakımı uyandıran şey Jennifer’in benden, kendisine daha henüz
söylemiş olduğum şeyleri yinelememi istemesiy-
di. Başlangıç görüşmeleri boyunca Jennifer’in divanda dudaklarımı
göremeyecek bir şekilde uzanırken, bir Türk aksanıyla konuştuğum İngilizcemi
anlayamayabileceğini düşünmüştüm. Bu yüzden ne zaman istese cümlelerimi ona tekrarlıyordum.
Aksamm ya da etnik kökenim hakkında bana hiçbir şey sormamıştı. Fakat çalışmaya
başlamamızdan iki ay sonra, İngilizcemi anlamakta bir güçlüğü olmadığını fark
ettim. Örneğin kelimelerimi ikinci bir kez aynı aksanımla tekrarladığımda, her
ne kadar onları yine karşılıksız bıraksa da, anlamakta bir sorunu olmuyordu.
Bunun üzerine,Jennifer sanki divanda cam bir kubbenin altında uzanıyormuş gibi
bir fantezi geliştirdim. Kelimelerim cam kubbeye çarpıyor ve ardından bana geri
yan-sıyormuş gibi hissediyor, kelimelerimin bu cam kubbenin içine girmediğini
düşlüyordum. Yalnızca ikinci bir kez konuştuğumda Jennifer kelimelerimi içeri
almak için bariyerini biraz aralıyor fakat bir kez daha kelimelerim onun için
“hiçbir şey” ifade etmiyordu.
Bunun üzerine düşündükten sonra, Jennifer beni duymadığını ya da
söylediklerimi unuttuğunu dile getirdiği zamanlarda, artık kendimi ikinci bir
kez tekrarlamadım ve divanın arkasında sessizce bekledim. Jennifer bu durumdan
yakınmadı. Ve ardından, sonraki birkaç gün içinde kendiliğinden, divanımda
yatarken cam bir kubbe altında olmaktan bahsetti. Sesimin ona ulaşmaksızın, onu
saran bir cam kapsülün üzerine çarpıp yansıdığını hissettiğini anlattı. Bunu o
bahsetmeden önce çok açık bir şekilde hissetmiş olmak beni büyülemişti.
Cam bir kubbenin altında olma fantezisinin analiz yaşantısından önce de
olduğunu söyledi. Başka yaşam olaylarında da
aynı fanteziye sahip olduğunu fark etmişti. Örneğin Farming-ton
Kulübü’nde kendini oradakilerin tapınmasına sunduğunda, sanki hayranlarından
cam bir tabakayla ayrıhyormuş gibi hissediyordu. Cam kapsülünün geçirgenliği
tamamıyla kendi kontrolü altındaydı.
Jennifer’e onun cam bir kubbe altında yaşıyor olduğunu benim de
hissettiğimi söyledim. Aramızda analizinin üçüncü ayında gerçekleşen bu alışveriş,
işe yarayan bir ilişki geliştirdiğimizin tuhaf da olsa ilk açık işaretiydi. Her
ikimiz de onun cam bir kapsül altında olmaya dair sıradışı duyumunu gözlemlemiş
ve bu bilgiyi birbirimizle paylaşmıştık.
15. BÖLÜM
YİNELEYEN BİR RÜYA
Jennifer analizinin üçüncü ayında, işe yarar bir ilişki geliştirmemizin
ardından görüşmelerinden birine ilk rüyasını getirdi. Bunun yıllardan beri
yineleyen bir rüya olduğunu söyledi: “Rüyamda,” dedi Jennifer. “Cam bir vazonun
dibinde sanki saklanıyormuş gibi yatan bir papatya gördüm.” Belki de ilk
serbest çağrışımlarım yapıyordu: “Bu papatyanın beni temsil ettiğini fark
ettim, güzel bir papatya.” Onu Farmington Ku-lübu ndeki şöminenin yanında
dururken arıları cezbeden bir çiçek olarak tasarımladığımı hatırladım. Onun “beni
seviyor, sevmiyor!” diyerek papatyanın taçyapraklarını koparan küçük bir kız
olduğunu hayal ettim. Annesi tarafından sevilmeyen bir çocuk olduğunu
algılamanın, çocuk için ne kadar korkunç olduğunu düşündüm. Papatya saklanırsa,
taçyapraklarının teker teker koparılması ertelenecekti ve sevilen bir kız olma
imkânı, yani papatyanın koparılacak son yaprağının “beni seviyor” ile bitme
olasılığı hâlâ duruyor olacaktı. Bu nedenle mi Jennifer papatyayı, yani
kendisini bir cam vazoda saklıyordu? Ayrıca rüyasındaki papatyayı saklamasının,
onu Melissa için terk
eden Sarah tarafından sevilip sevilmiyor oluşunun dayanılmaz
bilinmezliğiyle de ilgili olabileceğini düşündüm.
Rüyasının olası birçok anlamını Jennifer’le şimdi konuşmayacaktım.
Çünkü beni “duyamayacağından” emindim. Böylelikle sadece hayali cam vazonun
koruyucu rolü -Jenn I ifer’in büyüklenmeci kısmının onun tarafından korunuyor
olma hissi- hakkındaki merakımı dile getirdim. Papatyayı kastederek, kendisinin
hassas kimliğini, bir koruyucu cam altında da olsa bana gösterdiğini söyledim.
Bu yineleyici rüyayı görüşmesine getirmekle bize analitik çalışmadan kazanmak
istediği şeyi söylüyor olabileceğini belirttim: Cam kalkanın dışındaki
tehlikeleri araştıracağımızı ve onları bulup zararsız hale getirdikten sonra
papatyanın (kendisinin) dünyada özgürce seçeceği ve saklanmasına gerek kalmayan
bir yer bulabileceğimizi. Bu söylediklerimi “duyabildi” ve bu görüşmeden
itibaren Jennifer ve ben terapötik işbirliği yapmaya başladık.
Bir sonraki görüşmede cam kubbenin dışındaki, dış dünyadaki tehlikeleri
anlatmaya başladı. Bana kocasının öfkeli mizacından bahsetti. Fakat
“tehlikelerle” kalmak yerine, konuyu hızlıca değiştirdi ve Glover’le olan
ilişkisinin ona bir tür ihtişam bahşeden yönlerini anlattı. Glover’i lise
yıllarından tanıyordu, sonrasında ikisi de farldı okullara gitmişti. Her ikisi
de mezun olmadan önce üniversite eğitimlerine son vermişlerdi. Bir gün bir
partide karşılaşmışlardı ve Jennifer o an Glover’in ömrünün geri kalanını
geçireceği adam olduğunu anlamıştı. Onun diğer genç adamlardan “farklı” ve
“sorunlu” biri olduğunu fark etmişti. Bir bakıma o Glover’den üstündü. Fakat
aynı zamanda Glover’in sağlayacağı zenginliklere sahip olmayı
“hak ettiğini” hissetmişti. Ayrıca Glovere âşık olmadığını da
biliyordu. Fantezisinin GJover’le evlenerek bir prenses, Amerikalıların
deyişiyle bir “Southern Belle” (“Güneyli Güzel”) hayatı sürmek olduğunu
düşündüm.
"Güneyli Güzel” deyimi mitolojikleşen, eski Güney’de yaşayan
sosyetik ve Protestan genç kız imgesdir. “Güneyli Güzel” yoğun bir Güneyli
aksanıyla konuşur, flört edip birçok beyaz, Protestan ve Güneyli erkeği
peşinden koşturur. Kuzeyli erkeklere metelik vermez, arkasından koşturttuğu
genç erkekleri daima “centilmen” (geleneğe saygı gösteren kişiler) olarak
tanımlar, başka genç kızlarla konuşurken onlara Güney aksa-myla “darling”
(“sevgilim”) diye hitap eder. Daima gülümser, giyimine çok önem verir, kısacası
Güney geleneklerine neyin uygun olup neyin olmadığını çok iyi bilir; güzelliği
ve karakteri için tüm imkânların ona sunulmasını hak ettiğine inanır. Tabii ki
“Güneyli Güzel” mitik bir karakterdir.1 Aklıma gelenleri Jennifer e söylemedim. Eğer söyleseydim, onun
narsisistik savunmalarını azımsamış olacaktım ve biliyordum ki, kendini
çocukluk dönemindeki reddedilişler ve aşağılanmalara karşı olduğu gibi koruma
gereği duyacaktı. Ayrıca da bu, vaktinden önce yapılmış bir açıklama olacaktı.
Glover’e kendisinin evlenme teklif ettiğini söyledi. Genç adamın yanıtı
“evet” olmuştu ve muhteşem bir nişan partisi vermişlerdi. Jennifer büyüleyici
bir elbise giymişti ve herkes ona hayran kalmıştı. Jennifer tipik narsisistik
kişiler gibi kendinin içinde bulunduğu bir olayı anlatırken “muh-
teşem”, “büyüleyici” gibi kelimeler kullanıyordu. Törene Güney
Carolina’nın eski valisi ve eşi de katılmışlardı ve Jennifer’e daha önce “tüm”
yaşamları boyunca hiç bu kadar güzel bir genç kadın görmediklerini
söylemişlerdi. N işan-landıkları yıl boyunca Glover cinsellikle hiç
ilgilenmemişti fakat Jennifer e en güzel mücevherleri almıştı. Görüşme bu
şekilde sona erdi.
Ertesi gün Jennifer divandaki yerini alır almaz kitaplığımdaki, divanda
uzanırken gördüğü bazı kitapların yerlerini değiştirdiğimi fark ettiğini
söyledi. Bu doğruydu. Önceki gün üniversitedeki bir psikiyatri asistanı ofisime
gelmişti ve ikimiz birlikte bazı referanslara bakmış, bazı kitapları
referanslarını araştırmak üzere kitaplıktan almıştık. Ardından o, kitapları
açıkça farklı bir sıra içinde rafa yeniden yerleştirmişti.
Bir psikanalist olarak, psikanalistin ofisindeki -fiziksel
çevresindeki- değişikliklerin, bu değişiklikler analizandın aktarım arzuları ya
da korkularının içine sembolik olarak dahil olduğundan, sıklıkla analizanda
bazı tepkiler ortaya çıkardığını biliyordum. Kitaplığımdaki değişiklik gerçekte
küçük bir değişiklikti. Jennifer’in buna dikkat etmiş olmasından etkilenmiştim,
fakat kitaplığımdaki değişikliğin Jennifer için ne anlam ifade ettiğini sormak
yerine -bana bu konuda derin bir cevap vereceğini tahmin etmiyordum- onunla
aramızda gelişen ilişkiye odaklanmak istedim. Yukarıda da anlattığım gibi
psikanalizin başlangıç evresinde önemli olan, psikanalist ve hasta arasındaki
terapötik ilişkiyi, yani beraber merak etmeyi sağlamak ve sağlamlaştırmaktır.
Ona cam kapsülünün eski Romalıların mitolojik kapıları veya
başlangıç-sonuç Tanrısı Janus gibi olduğunu söyledim. Janus’un iki kafası
olduğunu ve bir kafasının bir tarafa, öteki kafasının da tam aksi tarafa
baktığım hatırlattım. Her ne kadar beni (sözlerimi) yansıtarak dışarıda
bırakıyorsa da kapsül, altındaki Jennifer’in ofisimdeki ufak değişiklikleri
fark ederek beni “görmesine” izin verecek kadar geçirgendi. Kapsül hem iç, hem
de dış tarafa bakıyor ve bir kapı görevi görüyordu. Jennifer’in bana
kitaplığımdaki değişikliği fark ettiğini söylemesinin iyi bir gelişme olduğunu
belirttim. “Benim yammda kendinizi daha rahat hissetmeye başladığınız zaman,”
diye ekledim. “Bana sizi cam kapsülün içine saklanmak durumunda bırakan
dışarıdaki tehlikeler hakkında daha fazla şey söyleyebilirsiniz.”
Sözlerime bir yanıt olarak Jennifer babasının bazı geceler içtiğini,
nasd sarhoş olduğunu ve havaya ateş etmeye başladığım tekrar hatırladı. Bir
defasında Sarah’nın korktuğunu hissedince babasının havaya ateş etmesi onu da
çok korkutmuştu. Ardından sessizliğe büründü. Onun bir kez daha cam bir balonun
altında “bir oyuncak bebek” olduğunu hissettim. Bu şekilde her ikimiz de bir
süre sessizlik içinde bekledik. Analizinin bu aşamasında terapötik işbirliğini
devam ettirmek önemlidir. Bu nedenle Jennifer’in koruyucu bariyerine
saldırmamaya ve temel savunucu uyumunu bozmamaya dikkat ettim. Bunun yerine,
“Kendinizi hazır hissettiğiniz zaman, aklınıza gelenleri söylemeye devam etmeyi
deneyiniz,” dedim. Jennifer bana çocukluk çevresi hakkında daha fazla bilgi
vermeye başladı. Aşağıdaki bilgileri toplamam epey bir görüşmemizi aldı:
Jennifer’in anne ve babası erişkinlik yaşına vardıklarında, içinde
büyüdükleri Güney Carolina kasabası tamamıyla değişime uğramıştı. Bir zamanlar
atalarına ait olan toprakların üzerinde çirkin fabrikalar yükseliyordu. Artık
bir endüstri kasabası haline gelen yere “eski Güney’in kültürü ve geleneklerine
dair hiçbir deneyimi olmayan beyazlar” ve “kaba ve saygısız siyah insanlar”
gelmişti. Jennifer’in babası büyürken, ayrımcılık kabul gören bir kültürel norm
halindeydi. Bir keresinde babası Jennifer e genç bir çocukken siyah
hizmetçilerinin çocuklarıyla oyunlar oynadıklarını anlatmıştı. Fakat büyüyünce
asla onlarla birlikte bir topluluğa girmemişti. İki ayrı dünyanın genç
çocukları, beyaz efendilerinin toprağında -siyah genç çocuklar yalnızca
kendilerine bunun için izin ver i ildiğinde- bir topa vurmak için bir araya
geliyorlardı. “Oyun” sona erdiğinde, siyah gençler geldikleri yere geri
dönüyorlardı. Yeni bir yasanın çıkarılması ve beyazlarla siyahların bir arada
yaşaması Amerika’nın bu kısmında 1960’larda mümkün olmuştu. Bu yüzden Jennifer
bile çocukken, ayrımcı bir okula gitmişti.
Çevrelerindeki toplumsal değişimlerin Jennifer’in büyükanne ve
büyükbabasını, ebeveynlerini hayal kırıklığına uğrattığını hissettim. Onlar
eski Güney hâlâ oralardaymış gibi davranan diğer varlıklı beyazlara
katılmışlardı. Fakat gerçeklik onları hayal kırıldığı içinde tutmuştu.
Jennifer’in annesinin kızlarını, beyaz atalarının “ihtişamlarının kaybına” bir
karşılık olarak birer “güzel oyuncak bebek” gibi veya “Güneyli Güzel” olarak
yetiştirme uğraşında, toplumsal değişimlerin bu yolla bir rol oynuyor
olabileceğinden emin oldum.
Zamanla yavaş yavaş siyahi dadı Sarah hakkında birçok şey öğrendim.
Jennifer, §arah’yla olan gerçek duygusal bağını anne babasından bir ‘ jzr” gibi
saklamıştı. Küçük Jennifer’in yatak odası ebeveynlerinin yatak odasının tam
yanındaydı. Bazı zamanlar kocaman evlerinin Saralının yaşadığı bodrum katına
gizlice nasıl gittiğini anlattı. Oraya gitmesinin yasaklanmış olup olmadığından
emin değildi. Sarah onu kucaklıyor, onun için şarkılar söylüyor ve onunla,
beyaz annenin aksine oyun oynuyordu. Sarah çok “sevecen, sıcakkanlı bir
insan’dı. Jennifer bir süre sessiz kaldı. Yüzünde bir gülümseme belirdi.
Sarah’nın söylediği bir şarkıyı hatırladığını ve siyah dadının sesini duyar
gibi olduğunu söyledi. “Onun derisinin siyah olduğunu fark etmemiştim bile”
diye ekledi. “Şimdi onun siyah derili olduğunu ilk fark ettiğim günü
hatırlıyorum. Kucağında oturuyordum ve o benim saçlarımı okşuyordu. Ansızın,
‘Sarah, bak, bak!’ diyerek yeni keşfettiğim bir şeyi heyecanla ona söyledim:
‘Sarah senin ellerin siyah!’”
Jennifer, Sarah’dan bahsederken kısacık bir süre için cam kubbenin
kalktığım hissetmiştim. Keyif içindeki bir çocuğu görebilmiştim. Bir görüşmede
Sarah hakkında konuşurken bana hâlâ ara sıra Saralının kendisi için hazırladığı
yemeklerin tadını damağında hissettiğini söyledi. Bu görüşmede de Sarah’nın
yaptığı yemeklerin kokusunu ve tadım almaya başlamıştı. Ağzı gerçekten sulanmıştı.
Fakat bana ağzının sulandığını söyler söylemez hemen cam kubbenin altındaki
güzel oyuncak bebek haline geri döndü. O zaman benim beyaz anne gibi
olabileceğimden çekindiğini düşündüm. Sarah’yı sevdiğini bir “sır” olarak
saklaması gerekiyordu. Onun Güneyli ai-
leşinde, Sarah açık bir şekilde bir “köle” olarak algılanıyordu ve bu
yüzden, küçük Jennifer e sevecenlik gösteriyor olmasına karşın,
değersizleştiriliyordu. Jennifer’in arkasında koltuğumda otururken çocuk
Jennifer’in “beyaz” ve “siyah” anne imajlarım bir araya getirmekte ve annelik
yapan “ötekinin” bütünleşmiş bir imajını yaratmakta ne kadar zorluk çektiğini
düşündüm.
16. BÖLÜM
“Southern Belle” tanımı üzerine yazılmış birçok kitap vardır.' (Bkz.
Seidel, 1985. Farnham, 1994 ve Perry, 2004)
ÖNCE SEVİLİP SONRATERK EDİLMEK
Jennifer’in analizinin ilk yılının sonuna geliyorduk. Görüşmeler
boyunca sonu gelmez bir şekilde güzelliğinden ve ne kadar özel oluşundan
bahsettiği zamanlarda ara sıra yaşantıla-dığım sıkılmışlığımın artık
kalmadığını fark ettim. Jennifer’in analizi bittikten çok sonra analistin
narsisistik bir kişiyi analiz ederken ara sıra kendini sıkılmış hissetmesinin
çok tipik olduğunu yazacaktım.24 “Sıkılmışlık” duygum Jennifer’in cam
kubbesinin dışında kalmam nedeniyle ortaya çıkan “yalnızlığım”la ilgiliydi.
Tuhaf bir yolla Jennifer çocukluğunun biyolojik annesiyle olduğu
zamanlar nasıl “yalnızlık”la dolu olduğunu anlamamı sağlamıştı. Bana çocukluğu
hakkında bazı bilgiler verdikten sonra hâlâ diğer kadınlara olan “haset”inden
ve kendisi, annesi ve kız kardeşi arasındaki rekabetten söz ederek kubbesinin
altında gizleniyordu. Ofisimde cam kubbenin içine girmesi aslında onun en iyi
görülebilen aktarımıydı. Fakat bu aktarım
24 Volkan ve Ast, 1994.
üzerinde birlikte çalışıp iç dünyasında değişiklikler yapamı-yorduk.
Daha da beklemem gerektiğinin farkındaydım. Benimle henüz çalışılabilir bir
aktarım öyküsü geliştiremiyordu. Glover’le yaşıyordu fakat görüşmelerde ondan
çok nadiren bahsediyordu. Bazen Glover’in öfkeli mizacının yatışmış gibi
göründüğünü duyuyordum. Bir ara bunun nedenini düşündüm. Eğer Glover’in
eşcinsel istekler ve korku arasında gidip gelen bir çatışma yaşadığı hakkındaki
görüşüm doğru ise onun öfkesinin yatışmış olması aklıma yatıyordu. Acaba şimdi
bi-linçdışında Jennifer’i, kendi kadınını baba gibi bir erkeğe, yani bana
verdiğini ve benim tehlikeli olmadığımı mı hayal ediyordu? Jennifer benim
divanımda yattıkça Glover ödipal problemlerini kontrol altında mı
tutabiliyordu? Tabii ki bu düşüncelerimin doğru olup olmadığını hiçbir zaman
bilemeyeceğim.
Yavaş yavaş Jennifer üç yaşındayken gerçekleşen Melissa’nın doğumuyla
ilgili daha ayrıntılı şeyler öğrenmeye başlamıştım. Jennifer bir jinekolog olan
babasının kendisinin ya da Melissa’nın doğumuna yardım edip etmediğini
bilmiyordu. Kardeşinin doğumunun ardından hayatının nasri değiştiğini anlatmaya
başladı. Divanda günler boyunca derin bir “yalnızlık” yaşantıladı. Buna
dayanabilmesine yardım ettim ve bu durumla ilgili merakımızı sürdürmeye
çalıştım. Olayları ve anne babasının Sarah’yı küçük Melissa’nın bakımına
“zorladıklarını” hatırlayabildi. Sarah hâlâ onunla oynamaya devam etse bile
artık Sarah’nın tek çocuğu Jennifer değildi. Melissa’nın doğumunun onu
travmatize ettiğini yüksek sesle dile getirdim.
Zihninde Sarah tarafından önce sevildiğini ve ardından da -ona yeni
bebeğe bakma görevinin verilmesiyle- Sarah tara-
fından terk edildiğini algıladığını ye önce sevilip sonra terk
edilmenin çok defa korkunç bir şey olduğunu bildiğimi söyledim. Jennifer, Sarah
tarafından “terk edilmesinin” ardından yavaş yavaş sadece “oyuncak bir bebek”
gibi oturmak dışında bir seçeneği olmadığını, annesinin onu ancak bu şekilde
fark edebildiğini hatırladı. Bunu hatırlamak onu bir anlığına öfkelendirdi.
Fakat böyle bir duygunun benim odamda daha açık bir şekilde ifade edilmesi onun
için hâlâ olanaksızdı. Jennifer’in sevecen bir “siyah anne’yle olan “gizli”
bağının kırılmasının ona nasıl bir hayal kırıldığı yaşattığını, onu
aşağıladığını ve öfkelendirdiğini hissettim. Kendini aşağılanmış hissedişi öfke
duymasına neden oluyordu. Bu seanslar sırasında henüz Jennifer’in bu tür
duyguları uzun süre hissetmeye ve bunları benimle paylaşmaya tahammülü yoktu
çünkü aktarımda hâlâ ben beyaz anneydim, o ise vazo içindeki güzel papatyaydı.
Öfkelenirse beyaz anneyi de kaybedebilirdi.
Ardından Jennifer, Melissa’nm doğumu ve ona dair yaşadığı öfke ve
hasetiyle ilgili anılarını, başından geçen bir olay ve bu olaya karşı verdiği
tepkiyle birlikte “hatırladı”. Geçmişi bir olayla “hatırlama’sı benim ofisimde
gerçekleşmedi. Farming-ton Kulübü’nde gerçekleşti ve ertesi gün Jennifer,
Melissa’nm doğumuyla ilgili anlamının farkına varmaksızın olanları bana
anlattı. Olayı Jennifer’in Melissa’nın doğumunu hatırlama şekli olarak
yorumladım.
Her zamanki gibi Glover onu saat beşte Farmington Kulübü’ne bırakmıştı.
Hayranlık toplamak üzere şöminenin yanındaki yerini alan Jennifer, yeni satın
aldığı pembe renkli fantastik bir elbise giyiyordu. Birden başka bir güzel genç
ka-
dinin şöminenin karşısındaki girişten salona girdiğini fark etti.
Jennifer’i şoke eden gerçek, yeni gelenin de Jennifer’le tıpa tıp aynı elbiseyi
giyiyor oluşuydu. Her ikisinin de aynı mağazadan (aynı anne babadan) aynı
elbiseyi almış oldukları açıktı. İçi öfke ve hasetle dolmuştu ve titremeye başladı.
“Bu yeni gelen benim alanıma girmeye nasıl cesaret eder?” diye düşündü (yeni
gelenin onun kız kardeşinin yerini tuttuğu yorumunu yaptım). “Benden daha güzel
olabilir mi?” “Ona benden daha fazla mı hayranlık duyacaklar?” Midesinin
bulandığım hissetti ve bir “volkan” gibi patlamak istiyordu (analistin ismi
“Volkan’dır. Jennifer İngilizce volkan kelimesi [volcano] ve benim adım
arasında bir bağıntı kurmuştu ve onun öfkesini benim ifade etmemi istiyordu).
Ardından çabucak bir çözüm üretti. Yeni gelenin bacaklarına, özellikle de ayak
bileklerine dikkat etmişti. Yeni gelenin bacaklarının ve ayak bileklerinin
kendininki-lerden kalın olduğuna emindi. Böylelikle Jennifer hâlâ kendisinin
“bir numara” olduğunun farkına vardı. Haseti ve öfkesi kendiliğinden ortadan kaybolmuştu.
Anlattığı olayın yorumunu yaptıktan sonra Jennifer e kardeş
rekabetiyle, Sarah’yı kaybetmek ve küçük düşürülüp ortada bırakılmakla ilgili
duygularını fark etmesine izin vermeyi denemesini önerdim. Bir “volkan” olarak
benim patlayarak onun öfkesini ifade etmemi istediğini söyledim. Bu görevi geri
alıp alamayacağını ve kendi duygularını sahiplenmek için kendine izin verip
veremeyeceğini sordum.
Onun için asıl tehlikenin tabancayla havaya ateş eden babası ya da onu
öldürmeye çahşan Glover olmadığını söyledim. Bunlar bir insanın kendini onlara
karşı koruyacak yollar dü-
şünebileceği, “somut” dış tehlikelerdi". Jennifer için iç tehlike
Melissa’nın doğumunun ardından aşağılanmış ve Sarah tarafindan terk edilmiş
hissetmesinin ve anne sevgisine kavuşabilmek umuduyla annesinin oyuncak bebeği
haline gelmeye zorlandığının farkına varmaktı. Bu nedenle Jennifer’in içindeki
terk edilmiş olma ve yalnız hissetme şeklindeki yıkıcı duyguları örtmek ve
onlarla karşı karşıya gelmemek için Glover’den gelebilecek olası somut dış
tehlikelere dayanmaya çalıştığını ve kendisine sonu gelmeyen “güzel şeyler”
sağladığını düşünen Glover’le kaldığını anlattım. Kendisinin yarışmacıya (yeni
gelenin bacakları ve ayak bilekleri Jennifer’inkiler kadar hoş değildi) karşı
üstün olduğunu fark etmenin öfke ve hasetlik duygularını, sevilmemiş
olabileceği ya da sevilip terk edilmiş olabileceği olasılığını fark etmekten
kaçınmanın başka bir yolu olduğunu söyledim. Bunları anlatırken, Jennifer beni
dikkatlice dinledi.
Bir süre için Jennifer divanda tipik bir “nörotik” hasta haline geldi.
Çocukluk anılarını hatırlamaya, onları şimdi ve buradaki olaylarla, rüyalarla
ve aktarım yaşantılarıyla ilişkilendir-meye başladı. Örneğin beşiğinin içindeki
Melissa’yı izlediğini ve onun tombul bebek bacaklarına, ayak bileklerine
baktığını hatırladı. Bu anısını şehir kulübünde kendisininkine benzer bir
elbise giyen, kardeşininkiler gibi şişman bacakları ve ayak bilekleri olan
kadını algılama şekliyle ilişkilendirdi.
Ardından bir kez daha, yine cam bir vazoda papatya gördüğü bir rüyası
oldu. Fakat bir değişiklik olmuştu. Vazonun cam yüzeyinde bir çatlak vardı. Bu
çatlağı görmenin kendisini korkuttuğunu söyledi: Çocukluğundaki reddedilişlerle
ilgili
kızgınlığını kontrol edemeyebilirdi ve bunlar ortaya çıkabilirdi. Ona
öfkesinin bir volkana aitmiş gibi patlamak yerine kendisine ait olduğunu
sezdiğini söyledim. Bu sürecin vazonun camını çatlattığını anlattım ve bu
durumun onu korkuttuğunu açıkladım. Onu böyle bir noktaya getirdiğim için bana
da kızgın olabileceğini anlattım. Kızgınlığına tahammül edebilirse benim de
onun kızgınlığına tahammül edeceğimden emin olmasını istedim.
Ardından Jennifer benimle olan terapötik ilişkisinde, yani aktarımda,
kızgınlık ve hasetlik duygularım daha açık bir şekilde yaşamaya başladı. Bunu
yapmaya başladığında ona engel olmadım, gelişmesine izin verdim. Jennifer bir
gün beni görmeye gelirken, ofisimden dışarı çıkan bir kadın gördü. Benim diğer
kadın hastalarımla (kardeşiyle) ilgili fanteziler geliştirdi. Benim (hem beyaz
annenin, hem de siyahi annenin) onlardan, kendisinden hoşlandığımdan daha çok
hoşlanıp hoşlanmadığımı bilmek istiyordu. Aktarımın “pişmesine” engel olmamak
için sorusuna yanıt vermedim. Fantezisindeki diğer kadın hastalarla ve
“diğerleri”ni tercih eden biri olarak benimle ilgili hissettiği öfke ve haset
giderek artmaya başladı. Bir gün bana, “Eğer onları benden daha çok seversen
seni öldüreceğim!” diye bağırdı ve ardından benim önümde tekrarladığı şeyin kız
kardeşine karşı olan rekabet ve öfke duygularının tekrarı olduğunu anladı; yarı
endişelenme yarı rahatlama arasındaki durumunu, sinirli bir şekilde gülerek
ortaya çıkardı. Ben de onu sessizce dinledim ve çocukluk duygularını iyice
anlamasını ve onları sahiplenmesini bekledim.
Bu önemli gelişmelerin ardından Jennifer’in artık daha çalışılabilir
bir aktarım nevrozu geliştirebileceğini düşünmüş olsaydım, yanılmış olurdum.
Görüşmelerimizdeki konular ısındığında, olumsuz duygularını örtbas etmek için
hâlâ hızlıca kendi eski “yöntern’ine dönüyordu: reddedilme, utanç, kızgınlık,
haset ve diğer hoş olmayan duygu ve düşüncelerini deneyimlememek,
büyüklenmeciliğini pompalamak ve bir kez daha cam vazonun içinde saklanmak.
17. BÖLÜM
DOĞUM YAPAN KADINLARIN ÇIĞLIKLARI
Aylar boyunca Jennifer cam vazosunun içinde saklanmakla çocukluğu,
erişkinliği ve benimle olan ilişkileri arasındaki bağlantılar üzerinde
araştırma yapmak arasında gidip geldi. Eğer çocukluktaki duygularını hatırlamak
onu rahatsız ederse, ofisime birbiri ardına görkemli giysiler giyip gelerek
beni göstermeci davranışlarının tanığı haline getiriyordu. Bu şekilde
haftalarca kendimi bir moda şovundaki izleyici gibi hissettim. Eğer kardeşi ona
kendisini ihtişam içinde gösteren bir fotoğraf yollarsa, Jennifer kendine olan
narsisistik yatırımını daha da abartıyordu. Kendisiyle olan bir görüşmemi
erteleyişimi onu reddetmem ve başka bir kadınla randevulaşmam olarak algılarsa,
izleyen görüşmeleri boyunca hangi ünlü markaların elbiselerini aldığından
bahsediyor ya da Glover’den ona yeni mücevherler almasını istiyordu. Gündelik
hayatında ya da görüşmelerinde küçük düşürücü olarak algıladığı olaylarla, onun
“en güzel” oyuncak bebek konumuna olan her kaçışı arasında inatla ve
serinkanlılıkla bağlantı kurmaya çalıştım.
Jennifer’in analizinin bu döneminde ona dış dünya ve iç dünya
arasındaki bağıntdarı söylememin, psikolojik zihinlili-ğinin gelişmesine de
yardımcı olacağını düşünüyordum. Yaptığım şey bir rüyanın anlamını daha iyi
kavramak için Sigmund Freud’un “gün artığı” olarak isimlendirdiği kısımları
bulmaya benziyordu.25 “Gün artığı” kişinin rüya gördüğü geceden bir önceki gün
içinde algıladığı, dış dünyadaki bir olaydır. Bu olay hastanın iç dünyasındaki
bir süreci başlatır ve hasta bu süreci rüyasında ortaya çıkarır. Örneğin bir
adam arabasıyla bir sokaktan geçerken, birkaç saniyeliğine de olsa yolda
ağlayan bir çocuk görür. Bu algı bilinçdışında, küçük bir çocukken başına gelen
ve kendini üzen bir olayı çağrıştırır. O akşam adam rüyasında kendine yemek
veren ve onu teselli eden bir kadın görür. Yani rüyasında, çocukluktaki olayın
tehlikesini giderecek bir anne bulur. Bu adamın gerçek dünyada ağlayan bir
çocuk görmüş olması psikanalizde “gün artığı” kavramıyla bilinir.
Yavaş yavaş Jennifer “iki taraflı” olduğunu kabul etti: “Bir numara”
olan tarafı ve “sevgiye aç” olan veya “sevilen ve sonra terk edilen tarafı”.
Kendisi, “bir numara” olan ve hep sürdürmek istediği tarafını korumak için
enerji sarf ediyordu. Sonunda bana, “Fakat bir numara olmak yorucu bir şey, ”
dedi. “Bunu benden kimsenin çalmaması için çok dikkatli olmak zorundayım.
Neredeyse paranoid bir hale geldim.” Bununla birlikte artık yalnız, terk
edilmiş ve küçük düşürülmüş tarafını da tanıdığını söyledi. “Bu ikinci tarafa
sahip olmak da yorucu,” diye ekledi, “ikinci tarafımı her zaman saklamak
zorundayım,” dedi. “Bu ikinci tarafımı size göstermenin ne kadar zor oldu-
25 Freud, 1900.
ğunu biliyor musunuz?” diye sordu. .“Evet,” dedim. İkimizin birlikte
onun her iki tarafım.da araştırmak için benim ofisimden daha güvenli bir yer
olamayacağını düşündüğümü söyledim. Onun içsel yaşantısının her iki tarafı
arasında süregiden sonu gelmez bir savaş halinde olduğunu bildiğimi empatik bir
şekilde Jennifer’e anlattım. Bir gün bu içsel savaştan sıkılacağını ve her iki
tarafı arasında barış yapılacağını hiç düşünüp düşünmediğini sordum.
Bu değişime bir yanıt olarak, analizinin ikinci yılının başlangıcında
neden “güzel bir bebek” olarak kalması gerektiğine, aşağılanmış, terk edilmiş
ve biyolojik annesinin sevgisine aç kalan küçük yalnız kızı neden gölgelerin
içine sakladığına ve çocukluğun gelişim basamaklarına tırmanmayıp cinsel
arzuları olan “tam” bir kadın haline gelememesine dair başka bir sebep daha
ortaya çıkardı.
Jennifer bana babasımn jinekoloji kliniğiyle ilgili ayrıntıları
anlattı. Klinik anne babasımn sahip olduğu devasa arazi üzerine kurulmuştu ve
oturdukları evden bir bahçeyle ayrılıyordu. Küçük bir kızken Jennifer klinik
binasının içinde neler olup bittiğini merak ediyordu. Bahçeye yürüyor, kliniğe
geliyor ve pencerelerden kadınların bebeklerini dünyaya getirdiği odaların
içine bakmaya çalışıyordu. Boyu odaların içini görebilecek kadar uzun değildi.
Melissa mn bu klinikte doğup doğmadığım bilmiyor ve Melissa’mn doğduğu eve
getirildiği günü hatırlamıyordu. Fakat Sarah’yı elinden alacak rakibinin
dünyaya gelişini hatırlatan bir yerin, onun için tehlikeli bir yer olduğunu
tahmin ettim.
Jennifer’in aklında kalan şey, doğum yapan kadınların “çığlıkları’ydı.
Onun zihninde bu kadınlar acı çekiyordu. Ba-
basının onlara kötü bir şeyler yaptığını hayal ediyordu: Babası onları
incitiyordu, bedenlerinin içine giriyor ve bir şeyleri oradan dışarı
çıkarıyordu. Onun zihninde bir “kadın” olmak, tehlikeli bir fikirdi. Babası onu
da incitebilirdi. Onun çocukluk aklında doğum, birinin başka birini incitmesi,
insan vücudunun içine girme, koparıp bir şey çıkartma, kardeş kıskançlığı ve
seks mantıkdışı düşüncelerle birbirine karışmıştı.
Anne veya anne görevi gören kişilerle bozuk ilişkileri olan çocuklar
bazen babâya ulaşıp anneyle olan olumsuz iletişimlerinden kendilerini kurtarmak
için ondan yardım alırlar. Tabii ki bu bilinçdışı bir süreçtir.26 Başka bir
deyişle baba çocuğu anneye olan bağımlılığından kurtarır ve anne-baba sevgisi
göstererek çocuğun daha sağlıklı bir gelişim göstermesine yardım eder.
Jennifer’in babası da ondan uzak durmuştu ve çocuk baba hakkında korkutucu bir
imaj geliştirmişti. Jennifer’in onu annesiyle olan olumsuz ilişkiden kurtaracak
bir babaya “erişemediğini” düşündüm. Görüşmelerinde henüz ödipal arzulara dair
herhangi bir materyal getirmediğinden ödipal çatışmalarının olası
komplikasyonlarını tamamıyla araştırmakla ilgili düşüncelerimi kendime sakladım
ve onlar “sıcak” hale gelene kadar daha beklemeye karar verdim.
26 Annesiyle çatışmalı bir içsel ilişkiden kendisini kurtarmak için
çabalayan bir çocuk, kendisini annesinin baskılarından koruyacağı ümidiyle
ödipal babaya “ulaşmaya” çalışabilir. Böyle bir analizand seanslarına ödipal
materyal getirdiği zaman analist, ödipal çatışmayı “analiz etmeye”
başlamamalıdır. Aksine, analist uygun bir zamanda hastaya “ulaşmanın” anlamım
(işlevini) gösterebilir. Ödipal konuların analizi, preödipal konular üzerinde
çalışılarak belirgin bir ilerleme sağlandıktan sonra gerçekleşebilir.
(“Yukarıya ulaşma” kavramı için bkz. Boyer, 1956,1983 ve 1999.)
Geçmişte Jennifer hamile kalmak ve bebek sahibi olmak istemeyişini,
bilincinde olduğu, bedeninin güzelliğini bozmama arzusuyla ilişkilendirmişti.
Artık babasının kliniğinde neler olduğuyla ilgili fantezilerine atıfta
bulunarak, hamile kalma korkusunun, cinsel bir baskılanmayı tercih edişinin ve
cinsel açıdan frijit kalmasının daha derindeki anlamlarını söyleyebilirdim.
Jennifer’e Glover’in cinsel baskılanmasının, onun eğer hamile kalırsa
incineceği için, gelişmeme ve cinsellik sahibi bir kadın haline gelmemeye
yönelik bilinçdışı çabasına iyi “uyduğunu” söyledim.
Ayrıca cam vazoda saklanan bir papatya olma fantezisini hayata
geçirmesinin, eğer bir bariyer tarafından korunmazsa bir adamın (babanın ve onu
temsil ettiğimde de benim) onun içine gireceği ve ona zarar vereceğine dair
geliştirdiği çocukluk fantezisiyle de ilişkili olabileceğini anlattım.
Jennifer’e, “D ü-ğün gecesinden önce neden bir jinekologa gittiğinizi ve neden
bir erkek gerçekten vajinanıza girmeden önce kızlık zarınızı deldirdiğinizi
şimdi anlıyorum. Bir çocukken, cinsel ilişkiye girme düşüncesini babanızın
kadınların içine girdiği ve onlara zarar vererek bebeklerini dışarı çıkardığı
hayaliyle ilişki-lendirdiniz. Cinsel ilişkiye girme korkunuzu ‘kontrol’ etmek
için, kendi kontrolünüz altında bir jinekologun (himenektomi için) vajinanıza girmesini
sağladınız,” dedim. Beni dikkatlice dinledi.
Jennifer’in analizinin ikinci yılının ortalarındaydık, cam bir vazodaki
papatya rüyasını yeniden getirdiğinde gerçekten dikkat kesildim. Onu -ve benii-
heyecanlandıran şey şuydu: rüyasında masadaki vazo yere düşmüş, cam kırılmış ve
papat-
ya ortaya çıkmıştı. Bu rüyanın sembolik olarak kızlık zarını deldirmesi
(camın parçalanması) ile ilgili olabileceği aklıma geldi. O zamana kadar
divanda gösterdiği çabalar cam vazoyu parçalamış ve papatyamn dışarı çıkmasım
sağlamıştı. Fakat Jennifer’in rüya hakkında yaptığı çağrışımlar vajinası ve
kızlık zarıyla ilgili değildi. Bu konulara hâlâ dokunamıyordu. Böyle bir
hastanın abartılmış narsisistik problemleri ve buna bağlı aktarım, karşıaktarım
süreçleri tamamlanmadan psikoseksüel süreçlerini araştırıp çözmesi hemen hemen
imkânsız gibidir.
Cam vazonun kırılışım ve papatyanın dışarı çıkışını artık büyüklenmeci
kısmını saklama ve koruma ihtiyacını geride bırakmakta olduğunun bir işareti
olarak yorumladık. Jennifer bu konuyu tam olarak anlayabiliyordu. Jennifer’in
cam vazonun dışındaki papatyayla simgelenen yeni bir kimlik algısı olacaktı. Bu
yeni kimlik imgesi “bir numara” Jennifer’in yamnda “aç” Jennifer’i de içeren
bir kimlik imgesiydi. Benim korunmasız papatyaya ilgi gösterip onu “cardı”
tutacak yeni anne olmamı isteyeceği aklıma geldi. Aramızda yeni bir aktarım
öyküsünün gelişeceğini ve bu aktarımda beni bütünleştirici bir anne olarak
algılayıp çocuk gelişiminin üst basamaklarına çıkacağını düşündüm. Ardından
analizinde beni ödipal baba gibi görüp cinsellikle ilgili sorunlarını da divana
getireceğini ve bu şekilde çocuk gelişiminin ödipal evresinden de geçeceğini
tahmin ettim. O zaman Jennifer’in analizi tamamlanmış olacaktı.
Fakat yanılmışım. Önce uzun süren ve ofisimin dışında oluşan dramatik
bir olay yaşadı. Bu olay sona erene kadar “rutin” psikanaliz sürecine dönmedi.
Jennifer bana onun gibi kişilerin analitik tedavileri sırasında görüşme odası
dışında, iyileşmele-
rinde büyük bir rol oynayacak psikolojik öyküleri olan olaylar yaratmak
zorunluluğunda olduklarını öğreten bir kişi oldu.
Şimdi Jennifer’in hikâyesinden biraz ayrılıp bazı psikana-litik
kavramları teknik ifadeler kullanmadan anlatacağım. Bu kavramları bilmek
okuyucunun Jennifer’in analitik ofisimin dışında neden uzun süren bir olay
yarattığını anlamasına yardımcı olacaktır.
18. BÖLÜM
GERÇEKLEŞEN BİLİNÇDIŞI FANTEZİ
Sigmund Freud’un27 önerdiği oral, anal, fallik ve ödipal çocukluk
gelişim basamakları genel olarak psikanaliz hakkında bilgisi olan herkes tarafından
bilinmektedir. Bu basamaklar çocuğun yaşamının ilk 4-5 yılında içinde bulunulan
döneme ait ego işlevlerini kullanarak kendini ve ortamını anlamasını, iç ve dış
dünyasına uyum yapmasını açıklar. Psikanalizin başlangıcında Freud çocuk
vücudunun işlevleriyle psikolojik basamaklar arasında yakın bir ilişki olduğunu
göstermişti. Burada bu basamakların özelliklerini ayrıntılarıyla anlatmaksızın
onların önemini gösteren kısa örnekler vereceğim.
Oral dönem olarak tanımladığımız yaşamın ilk yılında çocuk annenin
memesini ya da bir biberonun emziğini emer ve çevresiyle ağzını kullanarak
ilişki kurar. Parmaklarını ağzına alarak yavaş yavaş ellerini keşfeder ve bu
tüm bedenini keşfetmesinde büyük bir rol oynar. Dişleri çıkınca memeyi veya
başka bir şeyi ısırmaya başlar ve agresyonunu ağzıyla ortaya koyar.
27 Freud, 1905.
Oral dönemde takılan erişkin bir erkek bir arının çiçekten çiçeğe
dolaşması gibi kendini besleyeceğini sandığı bir kadınla ilişki kurduktan kısa
bir süre sonra başka bir kadın bulmakta ve tüm kadınların memelerinin
büyüklüğüne odaklanmaktaydı. Öfkelendiği zamanlarda da karşısındakini
“çiğneyeceğini” söylerdi.
Anal dönemde çocuk kakasının ne zaman dışarı çıkacağı ve ne zaman inat
edip kakasını içeride tutmaya çalışacağıyla uğraşır. Bir işlevi model olarak
kullanarak başkalarıyla olan iletişimini de kendi kontrolü altına almayı ve
ikizli duygunun (ambivalance) ne olduğunu öğrenir. Çevresindeki kişilere
“hayır” diyerek kimliğini başkalarının kimliğinden yavaş yavaş ayırır. Anal
döneme ait karakteristikleri gösteren erişkin bir kadın çevresindekilerle
ilişkilerini bozduktan sonra bu ilişkileri “temizlemek” için uğraşıyor, sonra
bu ilişkileri tekrar bozup tekrar düzeltmeye çalışıyordu. Kaka yapmak ve
temizlemek insan ilişkilerine yansımıştı. Öfkelendiği zaman karşısındakine
kakasını yapar gibi “patlamak” isterdi.
Fallik dönemde erkek ve kız çocukları bacaklarının arasındaki
farklılığı ve gender/cinsiyet ayrılığını kavramaya başlarlar. Fallik dönemin
etkisi altında kalan erişkin bir erkeğin gündelik hayatında da devamlı olarak
yaptığı işleri “ölçmekle” uğraştığını görmüştüm. Her şeyi ölçmekle sembolik
olarak, gelişmekte olan penisini “ölçmeye” devam ediyordu. Bu kişi öfkelendiği
zaman elinde uzun bir kılıç olduğunu hayal ederdi.
Ödipal dönemdeki çocuk etrafındaki kadınların annelik işlevinin yanı
sıra başka işlevleri defolduğunun daha derinden farkına varmaya başlar. Bu
kavrayış dünya görüşünü değişti-
rir ve iletişim şekillerini artırır. Kız çocuk babanın sevgisi için
anneyle rekabete girer. Erkek çocuk da annenin sevgisi için babayla. Odipal
dönem sorunlarını çözemeyen bir kadının beş kez kendinden çok daha yaşlı ve
evli erkeklerle ilişki kurduğunu, her ilişkinin sonunda nasıl suçluluk duygulan
yaşadığını izlemiştim. Odipal dönemde öfkeye rekabet fantezileri eşlik eder.
Ödipal dönemdeki içsel çatışmalar bitince kız çocuğu anne, erkek çocuk ise baba
gibi olmak üzere psikolojik bir yolculuğa çıkarak kendi kadınlık ve erkeklik
kimliklerini geliştirirler. “Normal” insanların da oral, anal, fallik ve ödipal
dönemlere ait bazı özellikleri taşıdığını görürüz. Çocukluk basamaklarından
çıkarken başımızdan geçen olaylar bizi yaşamımız boyunca etkilemeye devam eder.
Psikanalizin bir bilim dalı ve tedavi yöntemi olarak hayatımıza
girmesinin üzerinden bir asır geçmiştir. Her bilim dalında ve tedavi yönteminde
olduğu gibi psikanalitik kavram ve tekniklerde de büyük değişiklikler olmuştur.
Bugün elimizde çocuk gelişiminin nasıl olduğunu gösteren birçok araştırma
mevcuttur. Çocuğun aklının ve kimliğinin tek başına çocuk tarafından
geliştirilmediğini biliyoruz. Her çocuğun kendine has psiko-biyolojik bir
potansiyeli vardır. Fakat bunun yanında çocuğun aklının ve kimliğinin
gelişiminin çocuğun ortamındaki anne ya da annelik görevi yapan kişilerle olan
ilişkisiyle sağlandığını biliyoruz.28
Bugünkü psikanalitik literatürde çocuğun gelişim basamaklarını oral,
anal, fallik olarak ifade etmek yerine bu basamak-
28 Bunun için birçok kaynak mevcuttur. (Örnekler için bkz: Emde, 1988a,
1988b, Fonagy ve Target, 1998.)
lan çocuk-anne ilişkisindeki gelişmelere bakarak anlatıyoruz. Fakat
çocuğun iç dünyasından gelen ve vücut işlevleriyle ilgili olan süreçler de
çocuk-anne iletişimine etkide bulunur. Çocuk yaşamının ilk yıllarında kendini
“önemli ötekinden” psikolojik olarak ayırıp kendi kimliğinin ilk temelini
oluşturur.29 Önemli ‘ otekiler”le olan hem gerçek, hem de hayali ilişkiler
çocuğun içine yerleşir ve çocuk aklını ve kimliğini bu ilişkilere göre
geliştirir. Ergenlik çağına geldiğindeyse psikolojik olarak gerileyerek
çocukluktaki önemli “ötekilerin” imajlarını ve o zamana kadar geliştirdiği
kimliğini bir daha inceler ve kimliğin ilk temelini değiştirerek yeni bir zemin
hazırlar.30 İleride erişkinlik kimliği bu yeni zemin üzerinde kurulacaktır.
Bir kişi psikanalize geldiği zaman çocukluk basamaklarındaki problemler
analistin ofisinde tekrar ortaya çıkar. Analist hastası için annelik ya da
babalık yapmaz. Böyle düşünmek bir hezeyandan başka bir şey değildir. Ben
Amerika’ya gitmeden önce Virginia eyaletinde bazı terapistler şizofreni hastalarını
tedavi etmek için bir denemede bulunmuşlar. Bunu bu denemeyle alay eden Wilfred
Abse hocamdan duymuştum. Şizofreni hastalan için özel bir yer yapılmış. Buraya
kabul edilen erişkin hastalara bebeklere yapıldığı gibi alt bezleri bağlanmış.
Emmeleri için biberonlarla süt verilmiş. Bu yöntem uygulanırken anneliği
simgeleyen iri göğüslü bakıcılar tutulmuş. Tabii ki sonuç bir fiyasko olmuş.
Psikanalizden geçmenin amacı hastanın çocukluk ve ergenlik dönemi sırasında
oluşan, sonraki yaşamında zorluklar yaşamasına ne-
29 Mahler, 1968.
30 Blos, 1979.
den olan içyapıların neler olduğunu anlamak ve analistiyle kurduğu
iletişim (aktarım) aracılığıyla iç dünyasındaki bozuk psikolojik yapıları
değiştirmektir. Böylelikle analizden geçen kişi hem kendi iç dünyasına, hem de
dış dünyaya daha işlevsel bir uyum sağlayabilecektir.
Bu amaca ulaşmak için yüz senelik bir geçmişi olan “rutin” bir analitik
teknik geliştirilmiştir. “Rutin” analitik teknikten söz ederken üzerinde
çalışılabilecek aktarımı temel olarak sözelleştiren bir analizandı, bu aktarımı
yorumlayan bir analisti ve analizandın sözel olmayan iletişimlerine çok fazla
dikkat edilmesi gerekmeksizin ilerleyen bir analitik süreci kastediyordum.
“Rutin” analizde hastanın divanda uzanırken aklına gelen her şeyi sözelleştirmesine
yardım edilmesi ve analistlerin de yorumlarını sözelleştirmesi vurgulanır.
Fakat hastaların içsel dünyaları hakkında bizi sözel olmayan yollarla da
bilgilendirdiklerini biliyoruz ve bu tür iletişimlerin anlamını kavramamız,
sözel iletişimlere odaklanmak kadar önem taşımaktadır. Ayrıca kimi zaman yorum
yapmamanın yorumlamaktan daha önemli olduğunu da bilmekteyiz. Eskiden analisder
sadece nevrotik kişiliği olanları divanlarına yatırırlardı. Tabii ki, Freud’dan
itibaren psikanalize öncülük eden psikanalistlerin bazı hastalarının durumu
nevrozdan daha karmaşıktı.31 Bugün analistler Jennifer, Brown gibi kişileri ve
hatta Psikanalitik Öyküler serisinin ilk kitaplarındaki hastalarım gibi
kişileri de di-
31 Sigmund Freud’un meslektaşı Josef Breuer’in “Anna O” ismiyle bilinen
hastası “konuşma tedavisi” olarak tanımlanan bir yöntemle tedavi edilmişti.
Anna O. ile olan çalışma Freud’un psikanaliz sürecini başlatmasına neden oldu
(Breuer ve Freud, 1893-1895). Bugün Anna O.’nun nevrotik kişiliği olmadığını
biliyoruz. Anna O.’nun “çift kişiliği” (Breuer, 2004) vardı.
yanlarına yatırıyorlar. Böylece yeni teknik stratejiler öğrenmek
zorunda kalıyoruz.
Jennifer’in preödipal (ödipal dönem öncesi) sorunları vardı: Annesinin
yeterli olmayan annelik işlevine gösterdiği psikolojik tepki, Sarah tarafından
önce sevilip sonra “terk edilişi”, sevgiye “aç” kalışı, bir savunma/uyum olarak
büyüklenmedi kısmını geliştirmesi ve büyüklenmeci kısmıyla aç kısmını
birleştire-memesi. Bu sorunları sadece “rutin” bir analizle çözemeyeceğimin
farkına vardım, Jennifer “rutin analiz”in dışında, benim gözlemim altında başka
bir süreçten daha geçecekti. Bunun nedeni “gerçekleşen bilinçdışı fantezi”ye
sahip oluşuydu.
Önce “bilinçdışı fantezi” ve “gerçekleşen bilinçdışı fantezi”
kavramlarının ne anlama geldiğini kısaca açıklayalım. 1908’de Sigmund Freud,
iki tür bilinçdışı fantezi tanımladı: Tamamen bilinçdışında şekillenmiş olanlar
ya da -daha sıklıkla olduğu gibii- bir kez gündüz düşleri şeklinde bilinç
düzeyinde yaşanan, ardından amaçlı olarak unutulan ve psikolojik bastırma
aracılığıyla bilinçdışı hale gelenler.32 Tamamıyla bilinçdışında şekillenen
fantezi için en bilinen örnek, çocuğun ödipal fantezisidir.
Şimdi ikinci tür bilinçdışı fantezi üzerinde duralım. Bir çocuk
çevresinde algıladığı bir olayı, çocukluğunun o dönemine dek gelişmiş olan ego
işlevlerini kullanarak “yorumlar”. Bu “yorumlama”, çocuğun iç dünyasından gelen
oral, anal, fallik veya ödipal duygularla karışan, olay nedeniyle ortaya çıkan
istekleri ve bu isteklerin neden olabileceği korkuları hafifletecek savunma
mekanizmalarını da içerir. Erişkin bir birey olarak çocu-
32 Freud. 1908.
ğun “yorumlamasını” incelersek bu yorumlamanın mantıklı bir yorumlama
olmadığının farkına varırız. Çünkü “yorumlamayı” yaptığı dönemde çocuğun zihni
mantıkdışı düşünceleri içine alan ve psikanalizde “birincil süreç” olarak
bilinen bir düşünce tarzının etkisi altındadır. Örneğin iki yaşındaki bir çocuk
hamile olan annesinin karnının neden büyüdüğünü anlayamaz. Fakat annesinin
karnıyla oradaki görünmeyen bebeğin ilişkisini sezer. Annesinin karnına
girebileceğini, sevilenin kendisi olabileceğini, annesinin karnına girdiği
zaman oradaki rakibiyle nasıl başa çıkacağını hayal eder. Bir başka örnek: Aynı
çocuk anne ve babasını sevişirken görürse, çıplak ve birbirine sarılmış durumda
olduklarında, erkeğin kadına vurduğu ve onu boğduğu şeklinde bilinçdışı bir
fantezi geliştirebilir.
Açıkça bilinçdışı fanteziler tam gelişmiş bir düşünce süreci
içermezler. Çocuk böyle bir fantezisini çok defa başkalarına bir masal anlatır
gibi anlatamaz. Bilinçdışı fantezi çocuğun olay için geliştirdiği algıları,
duyguları, istekleri, korkuları ve bazı düşünceleri bir arada içinde barındıran
zihinsel bir toparlamadır. Tedavide bu zihinsel içeriğin hasta üzerindeki
etkileri gözlemlenebilir hale geldiğinde, hasta ve analist daha önce
bilinçdışında bulunan fanteziyle ilgili masalımsı bir anlatım geliştirirler.
Fakat bu masalımsı anlatım, çocukluktaki “birincil süreç düşünce”nin etkisi
altında olduğu için mantıkdışı düşünceler içerecektir. Bilinçdışı fanteziyi bir
kez masalımsı bir anlatımla ifade edersek, artık onu bilinç düzeyinde
geliştirdiğimiz fantezilerden ayırt edemeyiz.
Tipik bilinçdışı fantezilerden çoğu bedensel işlevler, doğum, ölüm,
seks, agresyon, erken dönemde başkalarıyla olan
ilişkiler (nesne ilişkileri), ayrılma-bireyleşme, ödipal sorunlar, aile
öyküsü, annenin gebeliği, kardeş ilişkileri, babanın penisi ve kardeşlerle
ilgilidir. Bazı bilinçdışı fanteziler çok yaygındır. Bu tür “yaygın” bilinçdışı
fantezilerden biri “rahim fantezisi” olarak bilinir.33Yukarıda söz ettiğim
annesi hamile olan çocuğa dönelim. Hamilelik ilerledikçe annesinin çocuğunun
eÜni karnının üzerine koyduğunu ve çocuğun annesinin karnındaki bebeğin
hareketlerini hissettiğini düşünelim. Bu çocuğun rahim fantezisinin masalımsı
anlatımı “Annemin rahmindeki tek çocuk olmak istiyorum. Oraya gireceğim ve
kardeşimi öldüreceğim fakat kardeşim de beni öldürebilir” şeklinde olabilir.
Böyle bilinçdışı bir fantezinin etkisi altında olan bir erişkin, nedenini
açıkça bilmeksizin, sembolik bir şekilde annesinin rahmini temsil eden bir
mağaraya ya da diğer karardık kapak yerlere girmekle ilgili anksiyete
yaşayacaktır. Burada hatırlamamız gereken şey şudur: Çocukluk çağının
bilinçdışı fantezileri -eğer bunlar zihinde bastırılmamış ya da
hafıfletilmemiş-lerse- kişiyi yaşamı boyunca etkilemeye devam eder.34
Son derece özgün ve sadece o bireyin kendisine ait olan bi-linçdışı
fanteziler de vardır. Bu özellikle de bilinçdışı fantezinin başlaması çocuğun
yaşadığı belirli bir travma ya da belirli travmaların toplamıyla ilişkili
olduğunda gerçekleşir. Çocukluğunda birçok kez cerrahi operasyon geçiren ve
uzun sürelerle hastanede yatan bir kadın düşünün. Çocukluğunun hastanede geçen
bu dönemlerinde vücuduna birçok cerrahi tüp yerleştirilmişti ve bu olayları,
çocukluk aklıyla “yorumlamıştı”. Bi-
33 Volkan ve Ast, 1997.
34 Arlow, 1969, Beres, 1962, Interbitzin, 1990, Abend, 2008, Grotstein,
2008.
Iinçdışı fantezisi, devamlı olarak dışarıya doğru sıvı sızdıran bir
vücudu olduğu şeklindeydi ve vücudu sıvı sızdırdığı sürece canlı kalabiliyordu.
Erişkin bir kadın olduğunda da menstrüel kanamasının sürekli devam ettiğine
“inanmıştı”. Sürekli kanadığına, yani sürekli dışarıya sıvı sızdıran bir vücudu
olduğuna “inanması”, bilinçdışı fantezisinin erişkinlikte devam ettiğinin bir
deliliydi. Ayrıca yüzmeye de gidemiyordu. Eğer bir yüzme havuzuna girerse
vücudundan çıkan sıvıların havuzun suyuna karışacağını veya havuzun suyunun
kendi vücudunun içine gireceğini düşünüyordu. Analizin başlangıcında semptomlarının
anlamını bilmiyordu. Fakat analizi ilerledikçe bilinçdışı fantezisini masalımsı
bir anlatımla paylaşabildi: “Ben vücudumdan dışarıya sıvı aktıkça varım,
yaşıyorum.”35
Bilinçdışı bir fantezinin gerçekleşmesi, gerçek çocukluk travmasının
çok ağır olduğu ya da bir dizi travmanın üst üste yaşanılarak biriktiği
durumlarda söz konusudur ve fantezi yalnız iç dünyanın bir ürünü ve iç dünyada
yer alan bir zihinsel içe-rik/toplam olarak kalmaz. Bununla ne kastedildiğini
şu şekilde açıklayabilirim: Bir kızın rutin- gelişimsel süreci içerisinde
Freud’un ilk tür bilinçdışı fantezisine örnek verdiğim ödipal fantezisi iç
dünyasında kalacak ve yeteri derecede bastırılmamış veya yüceltilmemiş olursa
zihinsel içeriğine göre bir erişkin olduğunda da bireyi psikolojik olarak
etkileyecektir. Eğer kızın babası tarafından sahip olunma arzusuyla ilişkili
bilinçdışı fantezisi çok güçlüyse, bu kız erişkin olduğunda örneğin kendisinden
daha büyük bir erkekle (bir baba figürüyle) evlenme eğiliminde olabilecektir.
Kız büyürken bilinçdışı fantezisi
35 Volkan ve Ast, 2001.
iç dünyasında kaldıkça bilinçdışı fantezisini infantil seksüel
arzularını zihinsel açıdan tatmin etmek, benlik değerini artırmak, rekabetçi
anne tasarımları yaratmak ve benzeri şeyler için kullanabilir. Olağan gelişim
sırasında bilinçdışı fantezisini daha çok bastırabilecek, yüceltebilecek ve
değiştirebilecektir.
Fakat ödipal fantezilerin gelişme döneminde eğer küçük kız, örneğin
babası ya da amca gibi baba yerine geçebilen bir erişkin erkek tarafından
cinsel saldırıya uğrama şeklinde ağır bir travma yaşarsa, bilinçdışı fantezisi
Freud’un ikinci tür bilinçdışı fantezisiyle birleşip “gerçekleşmiş” olacaktır.
Bilinçdışı fanteziyle gerçek dünya arasındaki ilişki ve benzerlik çok kuvvetli
ise, bu küçük kızın bilinçdışı fantezisi hem iç dünyasının, hem de gerçek
dünyasımn temsilcisi olur ve çocukluk döneminden çok daha sonraki bir zamanda
bilinçdışı fantezisini canlandıran bir durumla karşılaşırsa, fantezinin nerede
bittiğini ve gerçeğin nerede başladığını kesin olarak bilme şansını kaybeder.
Gerçekleşmiş bilinçdışı fantezi çocukluğundaki ağır travmatik yaşantının
mirasçısı olarak, erişkinlikteki cinsel ilişkileri sırasında,“gerçek’miş ya da
en azından “kısmen gerçekmiş ve de şimdiki zamanda yaşanıyormuş gibi deneyimlenecektir.
Örneğin bir erkek artık bir erişkin olan bu kızla cinsel yakınlık kuracak
olursa, gerçekte bunu sosyal açıdan kabul edilebilir sınırlarda yapmış olsa
bile travmatize eden asıl kişi, kızı kurban haline getiren baba ya da amca gibi
yaşantılanacaktır. Bu erkek, gerçekte saldırıda bulunan asıl kişi gibi davranan
biri değildir; fakat hastanın zihninde kendisine saldıran kişi odur.
Yasaksevi ya da ebeveynler veya kardeşler tarafından tekrarlayan cinsel
uyarılmanın yanında, çocukluk çağında ağır be-
densel yaralanmalar, cerrahiler, ölüme yakın yaşantılar ve deprem veya
savaş gibi yoğun yıkımlara maruz kalmış olmak da, bir bireyi gerçekleşmiş
bilinçdışı fanteziler geliştirmeye yatkın hale getirir. Gerçekleşmiş bilinçdışı
fantezi yaratan diğer bir olay ise, çocuklukta derin bir kayıpla karşı karşıya
gelmektir, ki Jennifer için bu durum söz konusudur. Anneden yeterince sevgi
görememesi ve Sarah tarafından önce sevilip sonra terk edilmesi sevgiye “aç”
kalan ve daima doymaya ihtiyaç duyan bir çocuk olduğu hakkında bilinçdışı
gerçekleşmiş bir fantezi oluşturmasına neden olmuştu. Bunun yanı sıra babaya
“ulaşmaya” çalıştığı zamansa babanın jinekoloji kliniğinden gelen kadın
“çığlıkları” onu erkeklerle ilgili gerçekleşmiş bir bilinç-dışı fantezi
geliştirmeye yöneltmişti: Bir kız büyüyüp kadın olursa erkekler çok acı verecek
şekilde onun içine girebiliyor ve onun içinden bir şeyleri söküp dışarı
çıkarabiliyorlardı.
Yaşamı boyunca Jennifer, içsel boşluğunu doldurmak için güzelliğinin
kanıtlarını toplamıştı. Daha da ötesi, gerçeği değerlendirmesinin
bulanıklaşması pahasına da olsa, çevresini kontrol etmeye çalışmış ve
çevresindekileri kendisini fark edip “beslemelerini” sağlamak için zorlamıştı.
Fakat çevresindeki pusuya yatmış “tehlikeler” devam etmişti. En derininde “aç”,
aşağılanmış ve incitilmiş bir yanı olduğunu biliyordu. Jennifer şimdi “bunun
hakkında konuşmak” ve daha iyi bir psikolojik çözüm geliştirmek için rutin ve
üzerinde çalışabileceğimiz, sö-zelleştirebileceği bir aktarım geliştirmek
yerine, “program” adını verdiği şeyi başlatıyordu: Travmatize edilmiş,
reddedilmiş ve aşağılanmış küçük kızın kaderinden daha farklı bir şekilde
sonuçlanacak, gerçek dünyadaki eylemlerin bir öyküsü.
19. BÖLÜM
JENNIFER’İN “PROGRAMI”
Jennifer’in “benim programım” adını verdiği süreci anlatmaya başlamadan
önce, böyle bir sürece benim genel olarak “terapötik oyun” dediğimi
hatırlatarak, bu kavramın ne olduğunu açıklamak istiyorum.36 “Gerçekleşmiş
bilinçdışı fantezi’ye sahip olan analizand analiz sırasında fantezisinin ne
olduğunu fark edip dile getirebilir -Jennifer, Sarah’mn kendisini terk
etmesinden sonra sonsuza dek sevgiye “aç” kalacağı şeklindeki fantezisini ve
çocukluğunda babasının kliniğinde “çığlıklar” atan kadınların başına neler
geldiği hakkındaki algılarım sözle ifade edebiliyordu- fakat bunları
“iyileşmek” için kullanamazdı. Bunun yerine, dış dünyada bir “oyun” oynamaya,
yani davranışlarıyla bu fantezileri eylemde “yinelemeye” başladı. Ortaya
konulan eylem, bilinçdışı fantezilerin anahatlarını yansıtmaktaydı. Böyle fanteziler
analizand için gerçeklik taşıdığından, onların etkilerini değiştirmesinin tek
yolu, bilinçdışı fantezilerinin anahatlarmın farklı bir şekilde sonlandığı
“ger-
36 Volkan, 2004b.
çek” deneyimlere (eylemle ilişkili) sahip olmaktır. Bu durum analizandı
orijinal bilinçdışı fantezinin (çocukluktan itibaren) yaşam boyu süren
etkilerinden özgür kılar. Bu tür bir “eylem” terapötiktir ve gelişen aktarımın
gerçek dünyada bir “oyun’la canlandırılmasını ifade etmektedir.37
Jennifer’in analizini yaptığım dönemlerde, analizandla-rın “terapötik
oyunları” konusunda fazla deneyimli değildim. “Programını” başlattığında iyi ki
sessizliğimi koruyup “programının” gelişmesini beklemişim. Bir süre sonra
“programının”, iyileşmesi için yaşaması gereken bir şey olduğunu fark ettim.
Her seansta “programındaki” gelişmeleri bildiriyordu ve bu durum dokuz ay
sonunda iyi bir şekilde sonuçlanana kadar de-
37 “Eyleme vıırum” ile “terapötik oyun”u karşılaştıralım. “Eyleme
vurum”, bir hastanın analiz sürecine karşı geliştirdiği bir direnç olarak
aktarımda yaşamakta olduğu süreci bir hareketle ifade etmesidir. (“Eyleme
vurma” kavramının tanımındaki problemler için bkz.: Rangell, 1968 ve Boesky,
1982.) Örneğin ben bir kadın hastanın analizinin ikinci yılında bir haftalığına
bir konferansa katılmıştım. Konferanstan döndükten sonra, hastamın ayrılık
endişesini dile getirmesini bekliyordum. Çünkü o sıralarda hastam tedavide
ayrılma-bireyleşme problemleri (Mahler, 1968) ile uğraşıyordu. Fakat tekrar
rutin olarak seanslarına gelmeye başladığında ayrılık endişesinden hiç söz
etmedi. Üstelik bu bir haftalık ayrılık onun üzerinde bir etki yaratmamış gibi
davrandı. Tekrar buluşmaya başlamamızın ikinci haftasında, ben konferanstayken
kendisinin de bir yere gittiğinden söz etti. Gittiği yerde özel bir otel
odasında kaldığını ve zamanının çoğunu pencereden dışarı bakıp manzarayı
seyrederek geçirdiğini söyledi. O zaman bu kadının bir “eyleme vurum”
yaptığının farkına vardım. Gittiği yer ve pencereden görülen manzara, ikimizin
de yaşadığı Charlottesville’de çok iyi bilinen bir yer ve manzaraydı. Manzara
iki büyük memeye benzeyen tepelerdi ve halk bu tepeleri “iki büyük meme” olarak
biliyordu. Böylece bu hastam hareketlerle, memeleri simgeleyen tepelerin olduğu
yere gitmekle ve bu “memeleri” seyretmekle, ayrılık endişesini gizlemiş ve bu
endişeyi sözel olarak analizine getirmemiş oldu.
“Eyleme vurma”mn aksine, “terapötik oyunun asıl amacı analize karşı bir
direnç ortaya koymak yerine (tabü ki bu harekette deTjazen direnç görebiliriz);
fanteziyle gerçeği birbirinden ayırıp fantezinin etkisini yumuşatmak ve rutin
analitik sürece girmek için hazırlanmak yoluyla analizi zenginleştirmektir.
vam etti. Ondan sonra Jennifer tam anlamıyla “rutin” bir analiz
sürecine girdi.
“Programı” Jennifer’in “kötü beslenmiş” olarak isimlendirdiği, bir deri
bir kemik kalmış bir at çevresinde gelişmişti. Jennifer Virginia sayfiye
yerlerindeki at gösterileri ve Charlottesville’de senede iki defa yapılan at
yarışlarıyla aktif olarak ilgilenen zengin kişilere katılıyordu. Glover onu hemen
hemen her gün Farmington Kulübü’ne götürüp orada bıraktığı ve gece oradan
aldığı gibi, Virginia sosyetesinin katıldığı ve birkaç ayda bir
Charlottesville’de veya Charlottesville civarında yapılan at gösterilerine ve
senede iki defa da Charlottesville’de yapılan at yarışlarına götürüyor ve
gösteri ya da yarış bittikten sonra onu karşılayıp evlerine götürüyordu. “At
insanları” ile sosyal olaylara katılır, yine hayranlıklar toplardı. O zamanlar
Jennifer bir binici değildi.
Charlottesville’de bir at gösterisine katıldığı bir gün ahırda “kötü
beslenmiş”, yani “aç” olarak algıladığı bir atı fark etmesiyle “programım” diye
adlandırdığı sürece başlamış oldu. Daha da ötesi, bu hayvanla ilgilenmek üzere
görevlendirilmiş Jennifer’den daha yaşlı siyah bir kadın olan Fanny’yi fark
etmişti. Divanımda yatarken bunu bana bildirmeden, Fanny’yle bir ilişki kurmuş
ve onu hemen her gün görmeye, “aç” ata bakarken ona eşlik etmeye başlamıştı.
Fanny ve “aç” bir atla olan ilişkisini öğrenmeden önce Jennifer’in
yaşamında büyük bir değişim olduğunu dolaylı yollardan fark etmiştim. Onun o
“muhteşem” kıyafetleri gitmiş, seanslarına kırışık kot pantolonlar giyerek
gelmeye başlamıştı. Bir gün binicilik kıyafetleriyle geldi. O gün bana “kötü
bes-
lenmiş” zayıf bir atın olduğu ahırdan geldiğini ve o atı satın aldığını
söyledi. Zavallı hayvan artık yasal olarak Jennifer’e aitti ve onu aynı ahırda
tutabilirdi. Bana ata bakması için Jennifer tarafından tutulmuş olan Fanny’den
ve geliştirdikleri derin ilişkiden bahsetti. Hayvanın Jennifer’in “aç” kısmını
temsil ettiğini ve Fanny’nin de Sarah’nın yerini tuttuğunu hemen fark ettim.
Jennifer’in, “sevgiyi” bulmanın başka bir fırsatım yaratmak için, “iyi”
(reddetmeyen) Sarah’ya katılmak adına harekete geçtiğini hissettim. Bir
“terapötik oyun” geliştirdiğini sezdikten sonraJennifer’e aklıma geleni
söylemedim; beklemek ve devam edecekse bu “oyunun öyküsünün nasıl gelişeceğini
görmek istedim. Zamanla Jennifer, divanımda yatarken fiziksel durumu iyileşmeye
başlayan bu ata Fanny’yle birlikte nasıl bakım verdiklerini anlatmak dışında
başka bir şeyden konuşmaz oldu.
Yaklaşık bir ay bekledikten sonra, Jennifer’e atın ve Fanny’nin kimi
temsil ettiği hakkındaki düşüncemi söyledim: “Aç” çocuk/Jennifer ve onun
besleyici siyah dadısı. “Yorumuma” herhangi bir merakla cevap vermedi. Bunun
yerine, ahırlarda yaptığı etkinliklerin dışarıdan seyircisi haline geldim.
Seanslara bazen hayvan pisliği bulaşmış kot pantolon ve bluz giymiş olarak
geliyordu.
Jennifer’in çocukluğunun bölünmüş “siyah” annesiyle “beyaz” annesini
hayata geçirdiğini ve seanslarına getirdiğini iyice hissetmeye başladım.
Ahırda, benden (beyaz annesinden) uzak, Sarah/Fanny ile yoğun bir ilişkisi
vardı. Fakat haftada dört kez bana (beyaz annesine) “siyah” annesiyle
yaşantısını bildirdiği için, her iki annenin ve iki anneyle ayrı ayrı ilişki
kuran küçük Jennifer’lerin (“aç” ve “oyuncak bebek” Jennifer’ler)
birbirlerini tanımalarını da sağlıyordu. Bunun, onun her iki kimlik
kısmım birleştirme yolu olduğu kadar, zihninde ayrı duran çocukluğunun önemli
insanlarını da birleştirme yolu olduğunu görüyordum. Zıtları birleştirme
“egzersizlerinin” onu eğer müdahale etmezsem, zıtların bir araya gelip
onarıldıklan “önemli yol kavşağı”na38 getirebileceğini düşünüyordum. Aylar
boyunca ahırdaki etkinliklerini dinlemeye tahammül ettim. Geçmişte “kötü
beslenmiş” olan at, Jennifer’in düşlerine girmeye de başladı, düşlerinde de atı
“beslemekle” meşguldü.
Bu arada, sosyal çevresinden hayranlık toplamaya da devam ediyordu.
Sürekli, sabahları nasıl bir at-kadını, öğleden sonraları ise bir oyuncak bebek
gibi giyindiğini dinliyordum. Öğleden sonraki aktivitelerinde, geçmişte yaptığı
gibi sadece o “muhteşem” kısmına tutunarak hayranlık topluyordu. Fakat şimdi
buna ek olarak sabahları siyah bir kadınla beraber vakit geçirip “aç” bir atın
karnını doyuran ve onu yetiştiren kadın da oluyordu. Bu iki rol arasında mekik
dokuyor ve bu “muhteşem” ve “aç” kimliklerini birleştirmeye çalışıyordu. Hayran
toplama ihtiyacı azaldıkça, duygu durumu kendi tabiriyle “ağırbaşlı” hale
gelmişti.
İç dünyasını bütünleştirme/e çalıştığı bu dönem dokuz ay sürdü.
Jennifer’in, birleştirilmiş bir anne imgesine sahip olan bütün bir insan olarak
“yeniden doğmak” (dokuz ay) için te-rapötik olarak geriye döndüğünü düşünmek
beni keyiflendiriyordu. Cam balonunun artık işlevsel olmadığını fark ediyordum.
Aynı zamanda, bana karşı psikanalistlerin terimiyle “olumlu aktarım”
geliştirdiğini de fark ediyordum. Yeni ve
daha bütünleşmiş kimliğini ve bu yeni kimliği yaratmak için
yaptıklarını zevkle paylaşabileceği biri haline gelmiştim. Atı için bir
“iyileşme” sağlarken yaşadığı heyecanı sezdim. Bundan sonra onda yeni bir
gelişme bekliyordum. “Aç” atı oral olarak tatmin edilmişti. Jennifer’de anal,
fallik ve ödipal belirtiler bekliyordum. Onların ortaya çıkaracağı psikolojik
süreçleri de bir çocuk gibi halledeceğini seziyordum.
Atı “iyileştikten” sonra Jennifer, “erkek gibi kız” şeklinde davranmaya
başladı. Tarlada çalışan bir erkek gibi giyinmeye, hem beyaz, hem de
Afrikalı-Amerikalı erkeklerle bira içmeye, onların anal ve fallik konulu
şakalarını dinlemeye, zamanın çoğunu atını diğerlerine gösterip onu at
gösterilerine sokarak geçirmeye başladı.
En ilginç şey Jennifer’in atına binmeyi öğrenmesiydi. Atın bacaklarının
arasında olmasını çok keyifli bulduğunu söylüyordu, ben ise bacakları arasında
bir “penise” sahip olmaktan bahsettiğini düşünüyordum. “Bir numara” oyuncak
bebek olma isteği, şimdi bacakları arasında güçlü bir atın (penis) olması
isteğine dönüşüyordu. Yeni bir terapötik süreç içine girdiği için, çabucak
“yorumlamalarla” süreci bozmadım. Bir analist önemli bir terapötik süreci
bozabileceğini düşündüğü zaman, sürecin yorumlanmasını erteler. Jennifer,
çocukluk basamaklarını tekrar ziyaret ediyordu ve şimdi bu basamaklardaki
“penisli kız” fantezisini yaşıyordu. Önce bu yaşantıya iyice sahip olup ondan
sonra gelişme merdiveninin bir üstteki basamağına çıkması gerekecekti.
Bir gün, bu yeni basamağa adım attığını bir rüyası aracılığıyla bana
bildirdi. Atının bir çitten atlarken düşüp boynun-
dan yaralandığı ve boynunun kanadığı bir rüya gördü. Rüyayla ilgili
olarak, atın kanamasının kendisini nasıl öfkelendirdiğini bildirdi. Bunun
“penisini” kaybedeceğine işaret eden bir rüya olduğunu hemen söylemedim ve
divanda öfke duymasına müdahale etmedim. Kısa süre sonra seanslardan birine son
derece şaşırmış bir şekilde geldi. Hayvanının yaralanmasını bilincinde hiç
istemediği halde, onun yine boynundan kanadığı başka bir rüya daha görmüştü.
Jennifer’e şöyle dedim: “Gerçek hayatta kim düzenli olarak kanar?” Şaşırmış
gibi göründü. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, cevap verdi: “Bir kadın!” Ve
yüzünde güzel bir gülümseme belirdi.
20. BÖLÜM
KADIN OLMAK
Bir hafta sonra Jennifer garip bir rüya gördüğünü söyledi. Bu rüyada
atını görmek yerine, bir çuval içinde fareler, tavşanlar veya sincap gibi küçük
hayvanlar taşıdığım görmüştü. Rüyada, onların iyi olmasıyla ilgileniyordu.
Şaşırmıştı. Düşündüm: “Küçük tüylü hayvanlarla dolu olan bir çuval, bebeklerle
dolu bir rahim olmalı.” Sadece bu rüyanın olası anlamını “yorumlamak” yerine,
bu seansa kadar yıl boyunca neler yaptığını düşündüğümü özedemeye karar verdim.
O anda Jennifer’in beni net olarak duyabileceğini ve bu özetin onda meydana
gelen yapısal değişimleri özümsemesi için faydalı olabileceğini düşündüm.
Jennifer’e “kötü beslenmiş” atın nasıl “sevilmiş ve terk edilmiş” kendiliğini
temsil ettiğini, “aç” kendiliğine bakması ve sağlığına tekrar kavuşturup bu
kısmını savunmacı muhteşem “oyuncak bebek” kendiliğiyle birleştirmesi için
Sarah’yı (Fanny’yi) nasıl bulduğunu anlattım. Bundan sonra atın işlevinin
değiştiğini ve son birkaç aydır hayvanı, bacakları arasında güçlü bir penisi
olan erkek gibi kız rolünü oynamak için kullandığını ekledim. Bir çocukken,
babasımn kliniğinde kadınların “çığlıklarını”
duyduğunda, kendini kadınlarla özdeşleştirmeyi ve bir kadın gibi
hissetmeyi baskılamaya başladığını söyledim. Çocukken babasının bu kadınların
penislerini söküp dışarı çıkardığını düşünmüş olabileceğini ekledim. Eğer bir
penisi olan erkek gibi kız olursa, asla hamile kalarak ve “penisini” kaybederek
acı çekmeyecekti. Fakat en sonunda “kanayan” bir insan, bir kadın olduğunu fark
etmeye başlamıştı. Rüyasındaki küçük hayvanların “bebekleri” temsil ettiğini
ekledim. Bebekleri olduğunu hayal edip edemeyeceğini merak ediyor muydu?
“Özetim” beni dikkatli bir şekilde dinleyen Jennifer’i korkuttu. Önce
hamile kalmayı düşünmeye başladı ve sonra, görüntüsü hakkındaki narsisistik
kaygısı geri döndü. Bir kadın olmayı kabul edip etmemekle ilgili içsel
çatışmasına haftalarca müdahale etmedim. Bacakları arasındaki ada ilgili
rüyalar görmeye devam etti. Ama atın olduğu yerde birdenbire kan görünüyordu.
Jennifer’in, “oyuncak bebek” olarak kalmak yerine, gelişimsel
basamakları tırmanıp kendine “kadın” olma iznini vermesi için yaşadığı içsel
çatışma, “cam vazo” sendromunun başka, daha gizli anlamlarını görmemize
yardımcı oldu. “Cam vazonun” birinci anlamı şuydu: Büyüklenmeci kendiliğini
koyabileceği, özel ve yalnız krallığının dışında olanbiteni sürekli
izleyebileceği, kimin veya neyin tehdit edici olduğunu, öte taraftan kimin veya
neyin “bir numaralığı” desteklediğini gözlemleyebileceği korunaklı bir
bariyerdi.
Şimdi, cam korunak sembolünün aynı zamanda beden imajıyla da ilişkili
olduğunu öğrencjik. Kontrol altına alınması gereken, aksi takdirde tehlikeli
adamların (bir silahı ya da tıbbi
aletleri olan jinekolog baba) vücuduna girerek zarar verecekleri bir
“kızlık zarı” gibiydi. Bu cam vazo sendromunun ikinci anlamıydı.
Hatırlayabileceğimiz gibi Jennifer kızlık zarının delinmesini de kendi kontrolü
altına almış ve evlenmeden önce bir doktora gidip kızlık zarını “kendisi”
deldirtmişti.
Jennifer’in cam vazo fenomeninin üçüncü anlamını çözme sürecimiz,
Melissa’nın Güney Carolina’dan Jennifer’i araması ve zengin bir çiftle yaptığı
mavi turdan ne kadar zevk aldığını anlatmasıyla başladı. Jennifer divanda
hasedini ifade etti ve benim çok zengin olduğum ve ona lüks yerlere seyahat
etme olanağı sağladığım şeklinde bir fantezisi oldu. Yani aktarımda ben onu kız
kardeşinden daha çok seven biyolojik annesi yerine konmuştum. O gece rüyasında,
kendini etrafı camla çevrili pembe bir odada rahat bir şekilde oturmuş,
dışarıdaki Melissa’nın onun yanına gelmeye çabalayışını seyrederken gördü.
Melissa bir kedi gibi cama tırmanmaya çalışıyor, ama her seferinde içeri
giremeden aşağı kayıyordu. Jennifer’e, annesinin karnında (pembe oda) olma ve
kardeşinin (Melissa) içeri gelmesine izin vermeme şeklinde bir rahim fantezisi
olabileceğini anlattım. Rüyasında annesinin karnının içine sahip olduğunu ve
başka kimsenin orayı işgal etmesini istemediğini söyledim. Böylece onun cam
vazosunun daha derin üçüncü bir anlamı ortaya çıktı.
Cam vazo fenomeninin farklı anlamlarını araştırmamız ve bir araya
getirmemiz mümkün oldu. Cam vazosunun üç anlamım konuşurken, çocukluğunda bir
“oyuncak bebek” olarak kalmasını destekleyen algılarını açıkça dile getirmeye
başladı. Babasının kliniğini bir “işkence odası” gibi düşündüğünü ha-
tırladı. Buna göre, eğer bir bebek (kendisi) annenin göbeğinde kalırsa
ve doğum ihtiyacı duyulmazsa, bebek asla dışarı çıkmaz ve işkence odasındaki
yaşamla yüzleşmek zorunda kalmazdı. Eğer bir kadın hamile kalırsa, bir adam
(babası) onun “penisini” çıkararak ona zarar verecekti. Doğum yapma ve iğdiş
edilme anksiyetesi küçük Jennifer’in zihninde karışmıştı.
Kısa zaman sonra, dış hayatına “yeni bir karakter” girdi ve Jennifer
bir kere daha, konuştuklarımızla ilgili gerçekleşmiş bi-linçdışı fantezinin
etkisinden kurtulmak için çahşmaya girişti. Hayatındaki “yeni karakter” ahırın
sahibi olan, yaşh, beyaz bir adamdı. Jennifer yaşh adamın çok kibar biri
olduğunu söyledi. Ahıra yaklaşık bir yıldır gidiyordu ve sahibine bir tayın
doğumunu görüp göremeyeceğini sormuştu. Ahırın sahibi, gündüz veya gece olsun,
bir tayın doğumunun beklendiği herhangi bir zamanda ona haber vereceğine dair
söz vermişti. Ahırın sahibi sözüne sadık kalarak bir atın doğumu başladığında
haber verdi ve Jennifer saat sabahın ikisi olmasına rağmen yetişti. Tayın
doğumunu görebildi ve ertesi gün benimle olan görüşmesinde neler olduğunu,
gördüklerini nasıl algıladığını heyecanlı bir şekilde anlattı. Doğum kesesinin
çıkarılmasını gözlemlemişti ve içindeki katlanmış, uzun bacakları gördüğünde,
atın belki de bir penis doğuruyor olduğunu düşünmüştü.
Daha sonrasında zamanının çoğunu, sanki annelik ve be-beldiğin ne
olduğunu öğreniyormuşçasına, “yeni anne ve bebeği” ile geçirmişti. Daha da
ötesi, at ve tayla ilgilenirken şefkat, ilgi, yas ve bunlarla ilişkili
duyguları yaşadı. Yeni duygularını ve düşüncelerini bana göstermek için
getiriyordu. Yeni tür duyguların varhğını “keşfediyordu” ve her ikimiz de bu
durumdan
çok memnunduk. Bir kadın olarak kendilik tasarımını gittikçe daha fazla
birleştirdiğini seziyordum.
Divandaki üçüncü yılının sonlarına doğru bir gün, geldi ve divanımda
konuşmadan uzandı. Yüzünün kızardığını fark ettim. Bir şey söylemek isteyip
söyleyemediğini hissettim. “Söyleyiniz!” dedim. Daha da fazla yüzü kızararak
cevap verdi: “Bu sabah âdet görmeye başladım!” Her ne kadar daha önce âdet
düzensizliği veya sorunu yaşamamış olsa da, bu durumda benim ofisimde sanki ilk
âdetini görüyormuş gibiydi. Gençliğinin geçtiği evde bu gibi derin konulara hiç
değinilmezdi ve bu, bana karşı klasik “aktarım nevrozu” (üzerinde
çalışabileceğimiz “pişmiş” bir aktarım) geliştirmeye başlayacağının sinyaliydi.
Bana, şimdi kızının kız çocukluğundan kadınlığa geçiş haberi verilen bir baba
gibi olduğumu söyledi.
Aramızda baba-kız aktarımı arttıkça ahırdaki etkinliklere ilgisi azaldı
ve bir yıl önce yanından bir an bile ayrılmadığı atını sattı. Ara sıra, “at
insanları” olarak bahsettiği yeni arkadaşlarıyla ata binerek dolaşmaya gidiyor
ve bundan zevk aldığını söylüyordu. Fanny ve ahırın sahibiyle arkadaşça
ilişkisini devam ettirdi fakat artık zihni sürekli onlarla meşgul değildi.
Bunun yerine, Jennifer’in beni seslen ve istenen ödipal baba olarak yaşadığı
algısı olgunlaştı. Problemlerini çoğunlukla dışsallaştırılmış bir şekilde ve
“dışarıda bir yerlerde” olan etkinlikler ve öyküler yoluyla çözümleme
girişimleri artık kalmamıştı.
Karım hakkındaki fantezilerine rağmen (ki ona hiçbir zaman evÜ olup
olmadığımı söylememiştim), Jennifer benim tarafımdan çok sevildiğini
söylüyordu. Aramızdaki durum bir üçgeni (ödipal durumu) temsil ediyordu. Şimdi
Jennifer’in
duyguları benim sahip olduğumu düşündüğü kadın üzerine odaklanmıştı ve
artık güzellik ve zenginlikle değil, benim hayat arkadaşım olma düşüncesiyle
meşguldü.
Hamile kalma korkusunun olmadığını söylüyor ve onu çocuk sahibi yapmamı
istiyordu. Kısacası erotik aktarımı had safhadaydı. Bana Jennifer’in bir şey
öğrettiğini düşündüm. “Bir numara” olmakla meşgul bir narsisistik kişi
terapötik ilerleme kaydedip ödipal sevgi içine girerse, daha önceki
ülküleştirilmiş ve yüceltilmiş besleyiciler toplama yatırımlarının hepsi ödipal
sevgi nesnesine yönlenir. Bu en azından başlangıçta, erotik aktarımı çok yoğun
hale getirir. Böyle bir durumda analist hastanın isteklerini ne reddeder ne de
bu istekleri daha da alevlendirecek bir söz söyler. Analistin, yoğun olumsuz
aktarımı olan bir hastanın yönelttiği şiddet içeren sözlere nasıl tahammül
etmesi gerekiyorsa, Jennifer gibi yoğun erotik aktarımı olan bir hastanın da
aşk ifade eden sözlerine tahammül etmesi gerekir. Analist kendisiyle hastası
arasındaki terapötik mesafeyi korur. Bir seferinde, bana karşı erotik bir
aktarım geliştiren genç bir kadın divanımda yatarken, eteklerini yukarı çekip
bana bacaklarını göstermeye başlamıştı. Ona sakince; bacaklarının tümünü
gösteren bir kadının nasıl analiz edileceğini bana öğretmediklerini ve analize
devam etmemiz için eteğini aşağı çekmesi gerektiğini söyledim. Bu sözlerim
üzerine, genç kadın eteğini aşağı çekti ve analizine devam ettik. Jennifer ise,
yoğun erotik aktarımım sadece sözel olarak anlattı ve terapötik mesafeyi
korumak için özel bir şey yapmama ihtiyaç kalmadı.
Jennifer, benimle evlenmek için kocasından boşanmaya hazır olduğunu
söylüyordu ve beni kıskandırmak için bir ilişki
yaşadı. İlişki kurduğu kişi çalıştığım üniversitede, benim gibi
profesör konumunda olan bir adamdı. Bu adamla cinsel ilişkiden çok keyif
aldığını ve hayatında ilk defa orgazmlar yaşayabildiğini söyledi. Bu ilişki için
Jennifer’i suçlamadım ve haftalardan beri bana olan aşkını söylerken bir ilişki
kurduğu adamın beni temsil ettiğini anlattım. Bir hafta sonra bu ilişkisini
kendiliğinden, şöyle diyerek bitirdi: “Sizin beni sevmenizin yolu bu değildi.
Bunun olmayacağını biliyorum. Fakat bana cinsel kapasitesi olan ve orgazm
olabilen bir kadın olduğumu gösterdiğiniz için size teşekkür ederim.” Bundan
sonra erotik aktarımını tekrar bana yöneltti ve bu durum seanslarımıza yansıdı.
Jennifer benim Türk kökenli olduğumu biliyordu. Bizim sevgili
olamayacağımızı söylüyordu, fakat benimle evli olduğunu ve sihirli bir hah
üzerinde İstanbul’a seyahat edip orada sonsuza kadar mutlu yaşadığımızı hayal
etmekte serbestti. Analizin bu fazında bir Arap Geceleri niteliği vardı. Prens
ve prenses mutluluk içinde sonsuza kadar yaşıyorlardı. Hastamın fantezilerinin
Arap Geceleri özelliği, sadece aktarım nevrozundaki ödipal etkenlere işaret
etmiyordu, dünya ve kültürleri ile de ilgilenmeye başladı. İstanbul’a olan
ilgisi sayesinde, sosyal ve eğitimsel geçmişiyle uyumsuz olan bilgi açığını
kapatmaya, coğrafya ve tarihi araştırmaya yöneldi ki, dünya coğrafyası ve
kültürlere karşı oldukça ilgisizdi. Bu uyanış sanata olan ilgisini de artırdı
ve sanat galerilerini ziyaret ederek insanoğlunun yaratıcı ürünlerini
keşfetmeye başladı.
Jennifer’in dikkati, masalların ve diğer kültürel oluşumların büyüsünü
algılamaya en müsait dönemi olan çocukluk çağı
boyunca, annesi tarafından bir “oyuncak bebek” olmak için uğraşmaya
yönlendirilmişti. Jennifer, ikimiz arasında bir “peri masalı” yaratarak (aynı
zamanda bir geçiş fenomeni işlevi de görmekteydi), dünya hakkında bilgi sahibi
olmaya başladı. Sa-rah ona Afrikalı-Amerikalı şarkıları, belki de folkloru
vermişti. Fakat çocukluk çağının bu en erken dönemleri bitip Sarah’nın
bakımından uzaklaşarak annesinin “oyuncak bebeği” halini alınca,
Afrikalı-Amerikalı kültürüne yapılan bu yatırım ayrışmak zorunda kalmıştı.
Annesi çocuğunun kültürel gelişimini engellemişti.
Jennifer genel anlamda hayat hakkında yeni bilgiler ve kavramlar
edindikçe ve analizinin yardımıyla yeni işlevler öğrendikçe, yatırımları
kullanma konusunda da yetenekli hale geldi. Kocasının kullandığı bazı
becerileri kullanarak kendi başının çaresine bakabileceğini öğrenmek,
kocasından ayrılma durumunda hayatta kalma konusunda kendisini güvende
hissetmesini sağladı. Jennifer, yeni sosyal, kültürel ve profesyonel beceriler
öğrenen bir genç kadın gibiydi. Benim yorum yapmamı gerektirecek çok fazla şey
yoktu, yalnızca o “büyüdükçe” yanında durmam yeterliydi.
21. BÖLÜ BÖLÜM
ANALİZİN SONA ERİŞİ
Jennifer atla ilgili “programı’yla, bir tayın doğumunu izlemekle,
kadınsı hislerinin başlamasıyla ve daha sonra erotik aktarımıyla meşgulken,
Glover’den çok bahsetmedi. Analizinin dördüncü yılının sonlarına doğru,
Glover’in cinsel ilişkiden önce Jennifer’in kalçalarına vurmayı bıraktığım
öğrendim. Çift, yeni fakat mütevazı bir ev satın almıştı. Eskisinden daha fazla
arkadaşları vardı ve artık Jennifer diğer kadınların güzelliklerini
kıskanmıyordu.
Wilfred Abse hocama danışmama kararımı uygulayarak, Glover hakkında
sadece Jennifer aracılığıyla bilgi alabiliyordum. Glover’in “paranoid
durumunun” daha da iyileştiğini duyuyordum, fakat genel olarak Glover
insanlardan uzak yaşam tarzını sürdürüyordu. Benimle olan çalışmasının beşinci
yılında Jennifer’in kocasıyla yaşamım sorgulamaya başladığını fark ettim.
Onunla birçok yönden ilgilendiğini, şüpheciliğinin (şimdi azalmıştı) ve yaşam
tarzının sınırlılığının (şimdi daha esnekti) onunla yaşamanın kendisine
sağladığı fiziksel rahatlığa ağır basmadığını düşünüyordu. Yine de Jennifer,
başka bir
adamla daha iyi bir hayatı olabileceğini hissediyordu. Herhangi bir
öğütte bulunmadım ve Jennifer e sorgulamaya devam etmesini önerdim. Bu, birkaç
ay sürdü. Evliliğini sürdürmeye karar verdiğinde, çocuk sahibi olmaktan
bahsetmeye başladı. Bu kararla, analizin sonlandırma safhasına geldik. Bir
sonlandırma günü belirlendi.
Uç ay daha birlikte çalışabileceğimizi önerdim ve memnu-niyede kabul
etti. Önceki birleştirilmemiş kendiliğini, annesi ona bir “oyuncak bebek” gibi
davrandığı ve aşağıladığı zaman yaşadığı çocukluk çağı travmasını ve orijinal
ödipal babayla ilgili korkusunu bildiğim için, üç aylık sonlandırma döneminin
ona analizinden kazandıklarını gözden geçirme şansı verebileceğini düşündüm.
Daha da ötesi, benden ayrılmakla ilgili yas sürecine bakmak için zamana ihtiyaç
olacağını düşündüm. Jennifer’i “kaybedeceğim” için benim de yas tutmaya
ihtiyacım vardı. Onu özleyeceğimi biliyordum. Fakat ona karşı çok anaç/babaç
hissediyordum ve “kızımın” büyüdüğünü ve evi (divanımı) terk etmeye
hazırlandığını görmek bende heyecan yaratıyordu.
Bir sonlandırma günü belirlememizden sonraki gün Jen-nifer ofisime
geldiğinde görünümüyle beni şaşırttı. Saçlarında taze papatyalar vardı. Bu
güneşli bahar gününde papatyalardan yapılmış bir taç takmıştı ve yüzünde
kocaman bir gülümseme vardı. Divanımda yatıp bir süre sessiz kaldı. “Güneyli
Güzel” tamamıyla kaybolmuştu. Onun yerine odamda kadınlığıyla gurur duyan ve
bende güzelliğini, kadınlığını takdir edici duygular uyandıran biri vardı.
Kesinlikle cam bir vazonun içinde saklanmıyordu. Artık var olmayan “aç
kendiliğini” saklamak ve büyüklenmeci kendiliğini savunmak için beğeni
toplamaya
çalışmıyordu. Papatya dışarıda, açıktaydı. Kadınsı güzelliğini
göstererek bana bir hediye verdiğini ve sessizlik içinde ikimizin de
Jennifer’deki değişikliği onayladığımızı sezdim.
Seans sırasında saçındaki papatyalar hakkında hiçbir şey söylemedi ve
ben de söylememeye karar verdim. Papatyalardan yapılmış bir taç takmasının
anlamını kelimelere dökerek zayıflatmak istemedik. Şundan bundan bahsetti.
Ancak seansın sonuna doğru şöyle dedi: “Çiçeklerle bezenmiş saçlarımın size cam
vazonun içindeki çiçeğin kabının dışına çıktığını ve canlandığını gösteren bir
mesaj olduğunu fark ediyorum.” “Evet, biliyorum!” diye cevap verdim. Seans
bitti.
Analizin sonlandırma safhası boyunca Jennifer, bir çiftlik satın alarak
Glover’le orada yaşamaktan söz etti. Bundan Glover e7 bahsetti ve o da karşı
çıkmadı. Tabii ki bir çiftlik alacak kadar paraları vardı. Pahalı kıyafetler ve
bunları izleyen binicilik kıyafetlerini almayı bırakalı çok olmuştu. Şimdi çok
kadınsı ve anaç hissediyordu ve mütevazı giyiniyordu. Birçok hayvan -atlar,
koyunlar, köpekler ve kediler- yetiştirme fantezisi kuruyordu.
Hayvanlarla dolu rahim rüyasını hatırladık. Artık hamilelikten
korkmuyordu ve çok iyi bir anne -toprak ana (ülküleş-tirilmiş siyah dadı ile
açıkça özdeşim)- olmak istiyordu. Böyle bir abartma eski narsisistik kendilik
değerinin bir artığıydı. Eğer “toprak ana” ve “soğuk anne” arasındaki “gri
alana” tutu-nabilirse, kendisi hakkında daha gerçekçi olabilecekti. Bunu onun
dikkatine sunduğumda, benimle seve seve hemfikir oldu.
Uygun bir çiftlik aramaya başladı ve bir özelliğiyle kendisini
büyüleyen bir tane buldu. Bana bu çiftlikten bahsetti ve
analizin sonlanmasının kararlaştırıldığı günden üç hafta önce
gayrimenkul satıcılarıyla görüşmelere başladı. Fakat bu yerin onu büyüleyen
tarafını tam olarak anlayamamıştı. Oraya tekrar gittiğinde, kendiliğinden
oranın eşsizliğinin nedenini fark etti: Diğer çoğu Virginia çiftlik evinden
farklı olarak, burası Amerika’nın Massachusetts, Vermont gibi eyaletlerinin
bulunduğu ve “Yeni Ingiltere” diye bilinen bölümündeki çiftlikler gibiydi, yani
sınırları taş bir duvarla çevriliydi. Bütün satılık çiftlikler arasında bu
çiftlik böyle bir duvarla çevrili olan tek yerdi.
Duvarın, içinde büyüklenmedi kendiliğini koruduğu eski görünmez “cam
kaplamasını” temsil ettiğini fark ettiğini söyledi. Şimdi koruması gereken bir
“toprak ana” imajı vardı. Bu içgörü ve cam vazo fenomenini “ziyaret ettiğini”
anlaması (analizandlar analizin sonlandırma safhasında eski belirtilerini veya
kişilik özelliklerini ziyaret edip bunlarla bir nevi vedalaşırlar), duvarlı
çiftliği almaktan vazgeçmesine yol açtı - duvarlara bağımlılığı kalmamıştı. En
sonunda Glover ve Jennifer şehir içinde bahçeli yeni bir ev satın aldılar ve
oraya yerleşmeye karar verdiler.
Jennifer beni özleyeceğini söyledi. Ama benim gitmeme izin
verebileceğinden ve kendini yeni keşfettiği kadınsı duygularıyla rahat
hissedebileceğinden emindi. Analiz ortak planımıza uygun şekilde sonlandırıldı.
22. BÖLÜM
YILLAR SONRA
Analizinin sona ermesinden on dört ay sonra,Jennifer’i ofisimin
bulunduğu koridorda yürürken gördüm. Beni gördüğü zaman gülümsedi. Onu ofisime
çağırdım. Başka bir nedenden dolayı hastanede olduğunu ve beni görmek
istediğini söyledi. Bir hafta önce ata binerken -geçmişte sahip olduğu at de-ği
ldi- bir kaza geçirmişti. Çalıştığım üniversite hastanesinde tedavi görmüştü.
Onu gördüğüm gün bir kontrole gelmişti. Görünürde fiziksel bir yaralanması
olmadığı halde, analizin bitiminden dokuz ay sonra doğmuş olan kız bebeğine
bakmasını engelleyebilecek bir problem olmadığına emin olmak istediği için
geldiğini söyledi. O anda, Jennifer’in benim ofisimin olduğu bölgeye
gelmesinin, bana bir çocuğu olduğunu söyleme isteğiyle bağlantılı olduğunu
anladım. Artık riskli binişler yapmayacağından, çünkü bebeğine annelik
yapmasını engelleyebilecek herhangi bir yaralanmayı kaldıramayacağından
bahsetti.
Onunla, analizinin sonlanmasından hemen önce veya sonra hamile
kalmasını ve kazaya neden olan olası psikolojik etken-
leri araştırmayı düşündüm. Fakat Jennifer beni görmeye analiz için
gelmemişti.
Bebeğinden bahsederken, Jennifer’in tatmin edici bir anne olduğunu
bilmemi istediğini hissettim. Çocuğunu güzel olarak tanımladığındaki
vurgusunun, sadece bebeğinden gurur duyan bir annenin sevgisini yansıttığını
hissettim.
Analizinin bitiminden sonraki üç yıl boyunca ondan yılbaşı kartları
aldım. Bu olağandışıydı. Deneyimime göre, öncesinde nevrotik kişilik yapısı
olan analizandlarım analizleri bittikten sonra, benimle iletişimi koparırlar.
Psikanalitik Öyküler serisinin önceki kitaplarını okuyanlar divanda psikotik
kişilik yapısı olan kişilerle de çalıştığımı biliyorlar. Bu kişiler analizleri
bittikten sonra da benimle iletişimi sürdürürler, örneğin tedavileri bir
neticeye ulaştıktan sonra birkaç yıl yeni yıl tebrikleri gönderirler ve
yaşamlarında gelişen yeni büyük olayları mektuplarla bana bildirirler. Psikotik
kişilik yapısı olan kişilerin tedavilerinin, erken ebeveyn-çocuk ilişkisi
deneyimine daha yakın olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, “yuvayı” terk ettikten
sonra birkaç yıl analistleriyle iletişimi sürdürürler. Jen-nifer, psikotik
kişilik yapısına sahip biri değildi. Ancak kesinlikle tipik nevrotik kişilik
yapısı olan biri de değildi. Arada bir yerlerdeydi. Analizinin sonlanması
yaklaştıkça, artık büyüyen ve ebeveyninin evini (divan) terk eden bir kız
olduğu şeklindeki duygularımı hatırladım. Jennifer’in yılbaşı kartlarına cevap
vermedim.
Her ikimizin de yaşadığı Charlottesville küçük bir şehirdir.
Jennifer’in analizinin sonlanmasından sonra nerede yaşadığım biliyordum. Bazen
bazı arkadaşlarımı ziyarete giderken, Glo-
ver’lerin evlerinin önünden geçiyordum. Evleri bir çitle çevriliydi ve
bir köpekleri olduğunun da farkına varmıştım. Çitin bir dekorasyondan veya
hayvanın komşu bölgelerde dolaşmasını önlemekten başka bir amacı olmadığı
konusunda emindim. Jennifer’in eski büyüklenmeçi kısmını sembolik olarak
korumak isteğinin artık ortalarda olmadığını biliyordum-
Jennifer’le analizinin sonlanmasından sonraki ikinci karşılaşmam, şans
eseri sonlanmanın beşinci yılında gerçekleşti, ikimiz de market
alışverişindeydik. Yanında küçük bir kız, bir de daha küçük bir oğlan vardı.
Yılbaşı kartlarının birinde, ikinci bir çocuk beklediğini haber vermişti. Beni
kızı ve oğluyla, aşikâr bir zevk duyarak tanıştırdı. Onlara bakmakla meşguldü
ve artık biraz kilolu, daha anaç bir görünümü vardı.
Her ne kadar Jennifer ve ben aynı küçük şehirde yaşamaya devam etsek
de, marketteki rastlaşmamızdan sonra yıllarca bir daha karşılaşmadık. Onun ve
benim sosyal çevremizdeki insanların ortak olmadığı kesindi.
Çok ilginç bir takip görüşmesi,Jennifer’in analizi sonlandık-tan on yıl
sonra gerçekleşti. Bir gün, beni aradı ve bir randevu istedi.
Karşılaştığımızda, bana danışmak isteme nedenini anlattı. Analizinin sona
erişinden beri iç ve dış dünyasında meydana gelen düzenli değişimlerden
bahsetti. İki çocuğundan ve onlara olan düşkünlüğünden söz etti. Sağlam
dostluklar kurmuş, bazı hayır işleri ve sanatla ciddi bir şekilde ilgilenmeye
başlamıştı.
Sorununun Glover olduğunu söyledi. Dürumu daha da iyileşmişti fakat
soğuk ve şüpheci biri olarak kalmış, Jennifer’in yaptığı gibi psikolojik açıdan
daha fazla büyüyememişti. Halen insanlardan sürekli uzak duruyordu. Jennifer,
etrafta ço-
cuklarının olmasının onu değiştireceğini düşünmüş fakat yanılmıştı.
Kocası çocuklarından da uzak duruyordu. Bu durum Jennifer’in, çocuklarını
“soğuk” ve şüpheci bir babanın yaratacağı psikolojik zarardan koruması
gerektiğinin farkına varmasını sağlamıştı. Görebildiği kadarıyla çocukları
psikolojik olarak sağlıklıydı. Bunu kendisinin başarmasından gurur duyuyordu.
Ayrıca bir kadın olarak bir erkekle başka türlü, cinsel tatmin de içeren bir
ilişki kurmayı arzu ediyordu.
Son yıllarda Jennifer, Glover’den boşanmayı düşündüğünü söyledi. Bunun
kendisi ve çocukları için maddi zorluk yaratabileceğinin, çünkü Glover’in maddi
desteği kesip kendilerini ekonomik açıdan güvensiz hissetmelerine neden
olabileceğinin farkındaydı. Bu yüzden beni görmek için randevu almadan önceki
iki yıl boyunca,Jennifer bir meslek okuluna gitmiş ve kendi parasını
kazanabilmek için yeni beceriler öğrenmişti. Emlakçı olabilmek için resmi bir
sınavdan geçmiş ve bir belge almıştı. Böyle yapmakla kendini evliliğini
bitirmeye hazırladığını da biliyordu.
Analizi bittikten dokuz yıl sonra bir adamla ilişkiye girdiğini
anlattı. Cinsel yakınlığın tam olarak ne olduğunu keşfettiği bu ilişkisi, halen
devam etmekteydi. Sevgilisiyle evlenmek isteyip istemediğini bilmiyordu, fakat
kocasından sadece bu nedenle ayrılmak istemediğini biliyordu. Kısacası, eski
kendiliğinin kalıntıları olan kişilerarası ilişki tarzından uzaklaşıp “özgür”
olmak istiyordu ve kocasının kendisi kadar “büyümemiş” olması talihsizlikti.
Jennifer, bâna gelmeden bir yıl öncesinde bir avukat tuttuğunu ve
boşanma işlemlerini başlatmak için artık hazır olduğunu söyledi. Benimle bir
görüşme yapmak istemesinin nedeninin boşanma kararını çocuklara nasıl
söyleyeceğini ve daha önemli-
si, kocasına söyleme korkusuyla nasıl başa çıkacağını değerlendirmek
olduğunu söyledi. Jennifer hâlâ kocasının öfkeye kapılıp kendisine zarar verme
olasılığı olduğunu düşünüyordu.
Bu defa dış dünyadaki muhtemel bir tehlikeyi inkâr etmediğini gördüm.
Boşanma nedenlerini ve korkusunu anladığımı söyledim, fakat Glover’e7 nasıl
yaklaşması gerektiğine dair herhangi bir öneride bulunmadım, çünkü basitçe
Glover ile nasıl başa çıkabileceği hakkında pratik bir yol bilmiyordum ve
Jennifer’in bu konuyu kendi başına çözebilme yeterliliğine sahip olduğunu
hissettim. Jennifer’in hayatıyla ilgili bu büyük kararını, birinin böyle bir
şeyi güvendiği yakın biriyle paylaşması gibi benimle paylaşmak için geri
geldiğini de hissettim. Jennifer’e, kocasını benim tanıdığımdan daha iyi tanıdığını
ve kocasıyla konuşmanın güvenli ve uygun bir yolunu kendisinin bulacağına emin
olduğumu söyledim.
Jennifer hayatının bu döneminden geçerken benimle görüşme yapıp
yapamayacağını sordu. Beni bir hafta sonra tekrar görmesini söyledim.
Jennifer bir hafta sonra geldiğinde, anksiyetesi yatışmıştı. Kocasını,
bir öfke tepkisi verirse güvenli olacağı için kalabalık bir yere götürmüştü ve
ondan boşanmayı planladığını söylemişti. Belki de ortamdan dolayı, kocası
Öfkelenmemişti ve ertesi gün resmen yasal işlemleri başlatmıştı. Bana -am a en
önemlisi kendisine- çocuklarının iyi olacağı ve iyi kalmaya devam etmeleri için
elinden geleni yapacağı güvencesi verdi. Jen-nifer ebeveynleri ve kardeşine
değinmedi. Görünüşe bakılırsa, boşanma işini kendi başına halledecekti. Bu
sefer, birkaç aydır ev satan büyük bir firmada eğitimi sırasında öğrendiklerini
kullanmaya başladığını, düzenli bir işi olduğunu da öğrendim.
M esleği Jeiınifer’i çocuklarından çok uzaklaştırmıyordu. Başlıca
mesleğinin çocuklarını iyi yetiştirmek olduğunu söyledi. Kendisini dinlediğim
için teşekkür etti ve ofisimden ayrıldı.
Onu ilk tanıdığımdan çok farklı bir kadın olarak bulmuştum. Fiziksel
anlamda konuşursak Jennifer, tabii ki biraz yaşlanmıştı fakat hâlâ çok güzeldi.
Psikolojik anlamdaysa, daha önceki “oyuncak bebek” veya “Güneyli Güzel” kişilik
organizasyonundan eser kalmamıştı. Aksine daha iddialıydı, iyi bir gerçeği
değerlendirme yetisine ve sağlıklı bir benlik saygısına sahipti; hepsinden
ötesi, sıcakkanlılık gösterebiliyordu.
Jennifer! bir daha hiç görmedim ve ondan haber almadım. Dolaylı bir
şekilde, boşandığım ve sevgilisiyle evlenmediğini; birkaç yıl sonraysa
çocuklarıyla birlikte eski kocası ve eski analistinin yaşadığı
Charlottesville’den başka bir yere taşındığım öğrendim.
Jennifer’le son konuşmamdan beri yıllar geçti. Olgusunu tekrar yazarken
ve eski notlarımın üzerinden geçerken, tabii ki ona ve çocuklarına neler
olduğunu mesela bir anneanne/ babaanne olup olmadığını merak ediyorum.
Jennifer bana “cam vazo” fenomenini39 ve “gerçekleşen bi-linçdışı
fantezi”nin olumsuz etkilerinin nasıl ortadan kaldırı-lâbildiğini öğreten
mükemmel bir öğretmendi.
39 Browiı’la çalışırken onun büyüklenmeci kısmını,isimler koyduğu
fantezileri arkasında sakladığım görmüştüm. Brovm’ın büyüklenmeci kısmım sakladığım
en iyi anlatan fantezisi demir kiite içinde yaşamakla ilgili olandı. Eğer bir
kişi demir bir küre içinde yaşarsa kendini çok korunmuş olarak algılar, fakat
demir kürenin dışındaki ortamı göremez. Daha sonraları analizini yaptığım
abartılmış narsisizmi olan kişilerde demir küre fantezilerini görmedim. Daha
tipik olarak onlar camdan yapılmış küreler içinde yaşadıklarıyla ilgili
fanteziler geliştirmişlerdi. Camı kürenin içinde ıssız bir krallıkları vardı.
Camın ardından dışarıya bakıp dışaridakileri hayranlan ya da kendilerine yüz
vermeyen kişiler olarak ayırıyorlardı. Fakat ıssız krallıklarına kimseyi
sokmuyorlardı.
Cam bir küre içinde büyüklüğünü koruyacak ve kimseye ihtiyacı
olmadığını gösterecek somut bir delil bulma peşindeydi.
Son olarak abartılmiş narsisizmi olan kişilerle ilgili önemli bir
konudan söz etmek istiyorum. Bu türden bir içyapıya sahip bazı kişiler başarılı
da olabiliyorlar. Bu kişiler gerçekten çok zeki olabilirler ve çevrelerini
yönlendirmek için kullandıkları davranışlar olumlu olabilir. Etraflarındaki
insanlar veya büyük bir topluluk bu kişilerin abartılmış narsisizmini onaylar.
Narsisizmlerini başarılı bir şekilde kullanabilenler çok defa kendilerine
liderlik folü ararlar ve büyük ya da küçük kuruluşların başkanlığını elde
edebilirler. Bir ülkenin ya da büyük bir grubun başına felaketler geldiğinde
insanlar kendilerini kurtaracak bir lider arar ve kendine çok güvenen birinin
başa gelmesi için bir zemin hazırlarlar. Tarihte abartılmış narsisizmi olan
birçok askeri veya politik liderin ortaya çıkışını ve halk kitleleri tarafından
nasıl takip edildiklerini gösteren pek çok örneğe rastlarız. Böyle liderlerin
bazıları toplumları için büyük şeyler yapmış ve kurtarıcı olarak tarihe
isimlerini yazdırmışlardır. Bazıları ise kendilerini ve kendilerinin uzantısı
glarak algilâdıkları bir grubu yüceltmek için yabancı bir grupta olanları
aşağılamışlar ve onları ezmişlerdir (Volkan, 2006,2009).
Narsisizm konusunun çok geniş bir konu olduğunu hatırlatarak bu kitabı
bitiriyorum.
KAYNAKLAR
Abend, S. M. (2008) Unconscious fantasy and modern conflict theory.
Psychoanalytic lnquiry, 28:117-130.
Akhtar, S. (1992) Broken Structures: Severe Persorıality Disorders an d
Their Treatm ent. Northvale, NJ: Jason Aronson.
Arlow, J. (1969) Unconscious fantasy and disturbances of conscious
expe-rience. Psychoanalytic Quarterly, 38:1-27.
Beres, D. (1962) The unconscious fantasy. Psychoanalytic
Q uarterly,31:309-329.
Blos, P. (1979) Ih e Adaloscence Passage: Developm entalIssues. New
York: International Universities Press.
Boesky, D. (1982) Acting out: A reconsideration of the concept. Intern
atio nalJo urnal ofPsychoanalysis, 63: 39-59.
Boyer, L.B. (1956) On maternal overstimulation and ego defects.
Psychoa-nalytic Study o f the Child, 11:236-256.
Boyer, L.B. (1983) The Regressed Patient. New York: Jason Aronson.
Boyer, L.B. (1999) Countertransferen.ee an d Regression. Northvale, NJ:
Jason Aronson.
Brenner, I. (2001) Dissociation ofT ' raum a: Theory, Phenomenology,
and Tech-nique. Madison, CT: International Universities Press.
Brenner, I. (2004) Psychic Traum a: Dynam ics, Symptoms, an d Treatm
ent. New York: Jason Aronson.
Breuer,J. and Freud, S. (1893- 1895). Studieson hysteria. Stan da -
rdEditi-on, 2 :3-319. London: Hogarth Press, 1955.
Cambor, C.G. (1969) Preoedipal factors in superego development: The
influence of multiple mothers. Psycho-analytic Quarterly 38: 81-96.
Cooper, A.M. (2006) The narcissistic-masochistic character. Kitap:
Contemporary Psycboanalysis in Am erica: LeadingAnalysts Present Their Work,
editör: A. M. Cooper, sayfalar: 109-132. Arlington, VA: American Psychiatric
Publishing.
Emde, R.N. (1988a) Development terminable and interminable, I: Innate
and motivational factors from infancy. InternationalJournal o f Psycboanalysis,
69: 23-42.
Emde, R.N. (1988b) Development terminable and interminable, II: Reçent
psychoanalytic theory and therapeutic considerations. InternationatlJo u rn al
o f Psycboanalysis, 69:283-296.
Farnham, C- (1994) The Education o f the Southern Belle. New York: New
York University Press.
Fonagy, P. and Target, M. (1998) Mentalization and the changing aim of
child analysisis. Psychoanalytic Di I alogue, 8: 87-114.
Freud, S. (1900) The interpretation of dreams. StandardEdi I ti i o n,
4&5.
London: Hogarth Press, 1961.
Freud, S. (1905) Three essays on the theory of sexuality. Standard Edi
I ti I on, 7:130-242. London: Hogarth Press, 1961.
Freud, S. (1908) On hysterical phantasies and their relation to
bisexuality. Standard Edition, 9:155-166. London: Hogarth Press, 1959.
Grptstein, J. (2008) The overreaching role of unconsious fantasy.
Psychoa-nalytic Inçui ! ry, 28:190-205.
Inderbitzin, L.B. and Levy, S.T. (1990) Unconscious fantasy: A
recon-sideration of the concept. Jo urn al ofth e Am erican Psychoanalytic
Association, 38:113-130.
Isokower, O. (1938) A contribution to the psychopathology of phenomena
associated with falling asleep. Internatio nalJo urn al o f Psycboanalysis, 19:
331-345.
Kernberg, O.F. (1975) Borderline Çonditions an d Pathological
Narcissism . New York: Jason Aronson.
Kernberg, O.F. (1976) Object Relations Theory an d Clinical
Psycboanalysis. New York: Jason Aronson.'
Klein, M. (1946) Notes on schizoid mechanisms. InternationalJo urn al o
f Psychoanalysis, 27:99-110.
Kohut, H. (1971) The An alysis oft ! h e Self'Hem York: International
Univer-sities Press.
Kohut, H. (1977) The Restoration o f the Self New York: Internatinal
Uni-versities Press.
Mahler, M.S. (1968) On Hum an Sym biosis and the Vicissitudesoflndiv
idua-tion. New York: International Universities Press.
Mclver, B. (2005) From projects to podium: Giving up clownface for
libe-ration of mammy. 2005 Psychoanalysis and Creativity konferansı. Cary, NC:
Lucy Daniels Foundation, April 9-10.
Novey, S. (1968) The Second Lo o h The Reconstruction ofPerson al
History.
Baltimore: John Hopkins Press.
Perry, C. (2002) The History o f Southern Womeris Literatüre. Baton
Rouge: Louisiana State University Press.
Rangell, L. (1968) A point ofview on acting out. InternationalJou rn al
o f Psychoanalysis, 49:195-201.
Seidel, K.L. (1985) The Southern Belle in the Am erican Novel.
Gainesville: University Presses of Florida.
Smith, L. (1949) Killers o f th e Dream . New York: W. W. Norton.
Volkan, V.D. (1963) Five poems by Negro youngsters who faced a sudden
desegregation. Psychiatric Quarterly, 37:607-616.
Volkan, V.D. (1973) Transitional fantasies in the analysis of a
narcissis-tic personality. J I o u rn al o f the Am erican
PsychoanalyticAssociation, 21:351-376.
Volkan, V.D. (1976) Prim itiv e In tem alized Object Relations: A Clinical
Study o f'Schizophrenic, Borderline andNarcissistic Patients. New York:
International Universities Press.
Volkan, V.D. (1979) The “glass bubble” of the narcissistic patient.
Kitap: Advances in Psychotherapy o f the Borderline Patient, editörler: J.
Le-Boit ve A. Capponi, sayfalar: 405-431. New York: Jason Aronson.
Volkan, V.D. (1987) Six Steps in the Treatm ent o f Borderline
Personality O rganization. New York: Jason Aronson.
Volkan, V.D. (1995) Infantile Psychotic Se lf and its Fate:
Understanding and Treating Schizophrenics and other Diffıcult Patients.
Northvale: New Jersey: Jason Aronson.
Volkan, V.D. (2002) Kozm ik Kahkaha. İstanbul: OkuyanUs.
Volkan, V.D. (2003) Atlarla Yaşayan Kadın. İstanbul: OkuyanUs.
Volkan, V.D. (2004a) Kusursuz Kadının Peşinde. İstanbul: OkuyanUs.
Volkan, V.D. (2004b) Actualized unconscious fantasies and “therapeütic
play” in adults’ analyses: Further study of these concepts. Kitap: Po%uer
ofUnderstanding: Essay s in Honour ofVeikko Tâhkâ> editör: A. Laine,
sayfalar: 119-141. London: Karnac Books.
Volkan, V.D. (2006) Grossgruppen und ihre politischen Fürer mit
narziss-tischer Personlichkeitsorganisation. Kitap: Narzi ! ssm u!s:
Grunla-gen— St_rungsbilder-Ih erapie, editörler: O.F. Kernberg ve H.P.
Hartmann, sayfalar: 205-227. Stuttgart: Schattauer.
Volkan, V.D. (2009) Some psychoanalytic views on leaders with
narcissis-tic personality organization and their roles in large-group
proces-ses. Kitap: Leadership in a Changing W o rldeditörler: R.H. Klein, C. A.
Rice ve V.L. Schermer, sayfalar: 93-115. New York: Lexington Books.
Volkan., V.D., and Akhtar, S. (1997) The SeedofMadin ess: Constitution,
M a -ternalEn v ironm ent, and Fantasy/in the O rganization o f the Psychotic
Core. Madison, CT: International Universities Press.
Volkan, V.D. and Ast, G. (1992) Ein e B orde rlin e-Iherap ie:
Strukturelle un d Objektbeziehungskonjlikte in der Psycho-analyse der Bo
rderlin e-Per-sönlichkeitsorganisation. Göttingen: Vandenhoeck
& Ruprecht.
Volkan, V.D. and Ast, G. (1994) Spektrum des Narzifltnus: Ein e
klinische Stu -die des gesunden Narzifim us, des narzifitisch-m asochistischen
Charakters, der narzifitischen Persön-lichkeitsorganisation, des m alignen
Narzifim us und des er-folgreichen Narzifim us. Göttingen: Vandenhoeck 8c
Rup-recht. (Ozsevinin Dokusu. Tercüme: B. Ozbaran ve S. Pırıldar, İzmir,
Turkey: Halime Odağ Psikoanaliz ve Psikoterapi Vakfı, 2007).
Volkan, V.D. and Ast, G. (1997) Siblings in the Unconscious. Madison,
CT: International Universities Press.
Volkan, V.D. and Ast, G. (2001) Curing Gitta’s “Leaking Body”:
Actuali-zed unconscious fantasies and therapeutic play. Journal o f Clinical
Psychoanalysis, 10: 567-606.
Volkan, V.D. and Fowler, C. (2009) Searchiingfor a Perfect Woman: Am
e-rican Civ il War an d Race Relations in the Unconscious. New York: Jason
Aronson.
Volkan, V.D. and Itzkovvitz, N. (1984) The Im m ortalAtatürk:A
Psychobiog-raphy. Chicago: The Chicago University Press.
VVeigert, E. (1967) Narcissism: Benign and malignant forms. Kitap:
Crosscurrents in Psychiatry and Psychoanalysis, editör: R. W. Gibson, sayfalar:
222-238. Philadelphia: Lippincott.
Winnicott, D.W. (1953) Transitional objects and transitional phenomena.
Internatio nalJo u rn al o f Psychoanalysis, 34: 89-97.
Winnicott, D.W. (1966) The location of the cultural experience.
Internati-onalJourn al o f Psychoanalysis, 48:368-372.
VAMIK D.VOIKAN
ı FANUSTAKİ
İNSANLAR.
"Narsisizm" kendimize duyduğumuz sevgiyi anlatan bir kelimedi
r. Fiziksel yaşamı sürdürebilmek için herkesin suya ve gıdaya ihtiyaç duyması gibi
olgun bir psikolojik yaşam için de "narsisizm"e ihtiyaç vardı r.
Burada üzerinde durulan konu, abartılmış bir narsisizm ve bu yöndekii
bir gelişmeyi dış ve iç dünyamıza uyum yapmadan kullanma durumudur. Abartılmış
narsisizmi olan kişiler yaşamlarını büyük bir ikilem içinde sürdürürl er.
Bu kitapta psikanaliz süreçlerinin öykülerinin anlatılan ziki kişinin
de abartılmış bir narsisizmi vardır, ikisi de çocukken ebeveynleri tarafından
içtenlikle sevilmediklerini algılamışlar ve bu eksikliği gidermek için kendilerine
olan sevgilerini patolojik bir düzeyde artırmışlardı r. Bu süreç, bilinçdışında
gerçekleştiği için narsisizmlerini abarttıklarının pek de farkında değillerdi
r. Sanki dünyanın en güçl ü, en akıllı veya en güzel insanlarıymış gibi
davranmak onlar için olağan bir durumdur. Aynı zamanda kimliklerinin sevgiye aç
kısımlarını saklamaktadı rlar. Kimliklerinin dünyanın "en önemli
" insanı olarak gördükl eri parçasınıI sevgiye aç olan kimlik
parçalarından ayırmışlar ve büyüklüğü abartılmış olan kısmı bir fanusl a örter
gibi korumaya almışlardı r. Bu da yaşamlarında birçok problemin ortaya
çıkmasına neden olmuş ve en sonunda kendilerini bir analistin divanında
yatarken