Okuyan
Us Yayın
Psikiyatri 17
Psikanalitik Öyküler-1 Kozmik
Kahkaha Vamık D. Volkan
ISBN: 975-8420-74-7
I. Baskı: İstanbul, Nisan
2003
II. Baskı: İstanbul, Ekim
2005
III. Baskı: İstanbul, Ocak
2008
IV. Baskı: İstanbul, Eylül
2009
İngilizce'den (eviren: M. Banu Büyükkal
VAMIK
DJEMAL VOLKAN
KOZMİK
KAHKAHA "Psikanalitik Öyküler
1"
Okuyan
Us Yayınları
ÇEVİRİ:
M. BANU BÜYÜKKAL
İçindekiler
Prof. Volkan, Kıbrıs’ta Lefkoşe’de doğdu ve tıp
eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra ABD’ye
yerleşti.
Prof. Volkan, Virginia Üniversitesi Tıp
Fakültesi Psikiyatri bölümünde 1963-2002 yıllan arasında eğitim görevlisi
olarak çalıştı ve 2002’de Emeritus Profesör (me-
muriyet unvanım koruyan emekli profesör; ç.n)
olarak emekliye ayrıldı. 1974-1994 yıllan arasında Virginia Üniversitesi
Blue Ridge Hastanesi’nin medikal direktörlüğünü yürütmüştür. 2002’den beri
Massachusettes eyaletindeki Stockbridge’de Austen Riggs Merkezi’nde onursal
“Erik Erikson Bilim Adamı” (sçholar) olmuştur. Ayn-ca Washington Psikanaliz
Enstitüsü’nde Emeritus Eğitim ve Süpervizyon Analistidir ve hem
Uluslararası Politik Psikoloji Demeği (ISPP) hem de Virginia Psikanaliz
Derneğinin eski başkamdir.
1990’larda eski ABD Başkam Jimmy Carter’ın
yönetimindeki Carter Merkezi Uluslararası Görüşmeler Ağı’nın üyesi olarak görev
almıştır. 1995’te FBI Kritik Olaylara Yanıt Grubu için Seçilmiş Danışma
Komisyo-nu’na başkanlık yapmıştır. 1999’da Avusturya Viyana’da 27. Yıllık
Sigmund Freud Semineri’ni vermiştir. 2000 yılında Tel Aviv’deki İzak Rabin
İsrail Çalışmaları Merkezi’nde Onursal Rabin Öğretim Görevlisi olarak
görev yapmıştır. Şubat 2001’cfe, Boston Massachusetts’teki Harvard
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde konuk profesör olarak çalışmıştır. 2002’de
Uluslararası Psikanaliz Demeği Terörizm Komitesi’ne atanmıştır. 2003’te
İzmir Ege Üniversitesi’nde konuk psikiyatri profesörü
olarak çalışmıştır. 2005 yılında Ankara Üniversitesi’nde
konuk psikiyatri profesörü olarak çalışmıştır. 2006 yılında Viyana,
Avusturya’da “Fullbright/Sigmund Freud Vakfı’nda Konuk Psikanaliz Bilim
Adamı” olacaktır.
Prof. Volkan’ın aldığı birçok ödül arasında
Nevitt Sanford Ödülü (1994), Max Hayman Ödülü (1995), L. Bryce Boyer Ödülü
(1996), Margâret Mahler Edebiyat Ödülü (1999). 2Ö03’te uluslararası bir
jüri, dünya çapında psikoterapiye olan katkılarından ötürü Prof. Volkan’ı
Viyana Kenti ve Dünya Psikoterapi Konseyi tarafından verilen Sigmund Freud
Ödülü’ne lâyık görmüştür. 2005 yılında, Finlandiya Kuopio Üniversitesi Tarafından
Prof.
Volkan’a fahri doktora verildi.
Prof. Volkan, on iki yıldır üç ayda bir çıkan Mind and Human Interaction (Zihin ve İnsan Etkileşimi) adlı
derginin kurucusu ve editörüdür. Otuz beş tane kitabın yazan veya
yazarlarından biridir. Bunun yanında on tane daha kitabın editörü veya
editörlerinden biridir. Üç yüzü aşkın bilimsel makale yayınlamıştır.
Çalışmaları Felemenkçe, Fince, Almanca, Yunanca, İbranice, İtalyanca,
Japonca, Romence, Rusça, Sırpça, İspanyolca ve Türkçe’ye çevrilmiştir.
2005 yılında, ortaya koyduğu psikopolitik
teoriler ve dünyanın problemli birçok yerinde barış için yaptığı çalışmalar
nedeniyle Prof. Volkan Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir.
"Psikanalitik Öyküler” Dizisine
GİRİŞ
Psikanalizin Türkiye’ye gelişi Türkiye
Cumhuriyeti’nin 1923’te kurulmasından yaklaşık on yıl sonraya
rastlar. Adolf Hitler’in ideolojilerinden kaçan çok sayıda Alman ve
başka milletlerden Musevi sığınmacı, 1930’ların sonlarında Türkiye’ye göç
etmişti. Bunlar arasında akademisyenler, sanatçılar ve çok genç bir psikanalist
olan Edith Weigert de vardı. Edith Weigert’in kendisi Musevi değildi
ama, Cenevre’deki Uluslararası Çalışma Örgütü’nde Almanya’yı temsil etmiş olan
Musevi profesör Oscar Weigert ile evliydi. Türkiye’ye kaçtıktan sonra
Oscar Weigert Türkiye’de emek reformları yapılması ve
ülkenin neredeyse derebeylik denebilecek durumda olan çalışma ve
sosyal güvenlik sisteminin yirminci yüzyıla taşınması için modem
Türkiye’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ile birlikte çalışmıştı.
Bu arada Edith Weigert’e resmi izin verilmişti: Türkiye’de psikanaliz
uygulamasını başlatmak üzere.
Ölümüne kadar meslek hayatının büyük kısmını
ABD’nin başkentindeki Washington Psikanaliz Enstitüsü’nde Eğitim ve Süpervizyon
Analisti olarak yürüttüğü çalışmalarla geçirmiş olan Dr. Edith Weigert
kariyerinin ilk yıllarında Ankara’da, çoğu Avrupa’daki Yahudi
düşmanlığından kaçmış Musevilerden oluşan kişilerle çalışmıştı. Ayrıca bir Türk
hekimi olan Dr. îzzeddin’i de (daha sonraları da araştırmama karşın Dr.
İzzeddin’in soyadını öğrenemedim) analizden geçirmişti. Dr.
İzzeddin, Sigmund Freud’un önemli eserlerinden bazılarının Türkçe’ye
çevrilmesinde rol oynamıştır. Bu eserler halk tarafından pek ilgi görmese de,
Türk aydınlarının dikkatini çabucak çekmişlerdi. Bu aydınlardan bazıları
sonraları Türkiye’nin liderleri oldular.
“Yo-yo, tango ve çarliston ile birlikte Freudçu
kuram da, Batılı fikirlerin ve Batılı olan her şeyin seline kapılmıştı ve
bunların yeni Türkiye üzerinde çok uzun erimli etkileri olacaktı.”(l)
Tanımlayıcı psikiyatrinin yanı sıra, Freud’un
çeviri eserleri 1960’lann ortalarına dek Türkiye’deki tıp fakültelerinde ne
tipte psikiyatri öğretileceğini belirlemeyi sürdürdü. Tam bu zamanlarda
Türkiye’de psikiyatri eğitimi, biyolojik etmenlere daha çok önem veren Avrupa
ve Amerikan eğilimlerini izlemeye başladı. Ancak Dr. Rasim Adasal gibi
karizmatik bazı hocaların öğrettikleri, 1960’lardan sonra da bazı öğrencileri
etkilemeyi sürdürdü.
Ben Ankara Üniversitesi’nde bir tıp öğrencisi
olduğum sırada (1950’den 1956’ya) Dr. Rasim Adasal Psikiyatri Bölümü’nün
başıydı ve bazen kendinden ‘Türk Fre-udu” şeklinde söz ederdi. (Aslmda Adasal
psikanalitik kuramları ayrıntılı olarak bilmiyordu.) Onu seven
bizlerin Rasim Hoca diye çağırdıkları Adasal, Giritli
olduğundan Türkçe’yi aksanlı konuşurdu. Bir Kıbrıs Türkü olarak
ben de Türk tıp camiasına bir adadan gelmiştim ve Adasal’m Freud ve
psikanaliz üzerine seminerlerini dinlerken onunla aramda özel bir bağ
kurulduğunu hissederdim, kulaklarımda bir öğretmen olan babamın ada aksam
çınlar, babanım kocaman siyah sandığında (değerli eşyasını buna koyardı) duran
Freud’un, büyük olasılıkla Dr. İzzeddin tarafından çevrilmiş kitabını
anımsardım. Sanırım o zamanlar bu kitabın benim üzerimde etki bırakmış
olmasının nedeni cinsellikle ilgili olmasıydı; bu herhalde Cinsellik
Kuranı} Üzerine Üç Makale olsa gerek.
Beni psikanalist olmaya yönlendiren, Adasal’la
kurmuş olduğum bağdır. 1960'ların başlarında, artık ABD’ye göç etmiş ve
Washington Psikanaliz Enstitü-sü’nde Eğitim ve Süpervizyon Analisti olan Dr.
Edith Weigert’in analizandı oldum. O sıralarda onun öyküsünü, Türkiye’de
psikanalizi ilk uygulayan kişi olduğunu bilmiyordum. Bir kazada kalça kemiğini
kırıp uzun süre yatağa bağlanmadan önce onu üç kez görebildim. Eğitim analizimi
Dr. Weigert’in analizinden geçmiş olduğunu sonradan öğrendiğim başka biriyle
yürüttüm. Washington Psikanaliz Enstitüsü’nden mezun olmadan önce son
psikanaliz süpervizyonum için Dr. Weigert’e bir kez daha gittim. O, benim
yol göstericilerimden biri olmuştur.
Türkiye’de psikanalizin gelişmesinde rol alma
arzum, beni, Ankara’daki eski fakülteme 1974-75 öğretim yılı için konuk
profesör olarak geri getirdi. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Orhan
Öztürk gibi tanınmış ve saygın bazı öğretmenler sayesinde belli çevrelerde
(özellikle toplumsal sorunlar bağlamında) psikodinamik ilginin güçlü
biçimde sürmekte olduğunu görmek çok hoşuma gitti. Prof. Öztürk daha önce
ABD Massachusetts’deki Austen Riggs Merkezinde Erik H. Erikson’la
çalışmıştı. Bu kısa önsözde amacım Türkiye’de psikanalizin ayrıntılı bir
tarihçesini yazmak değil. Yine de, 1990’ların başlarında İzmir ve İstanbul’da
başlayan gelişmelerden söz etmeden geçemeyeceğim.
İzmir’de: Almanya'nın Düsseldorf kentinde
yaşayan bir Türk psikanalist olan Dr. Celal Odağ (Ankara Üniver-sitesi’nde
birlikte çalıştığımız 1974-75’ten bu yana yakın dostumdur) İzmir’de
annesinin anısına Halime Odağ Vakfı’nı kurdu. Bu vakfın amacı genç
psikiyatristler ve psikologlar için bir psikanalıtik/psikodinamik
eğitim programı oluşturmaktı. Dr. Odağ, vakfın etkinliklerini desteklemek
üzere hem Almanya’daki meslektaşlarından hem de benden yardım aldı. Her
ikisi de Uluslararası Psikanaliz Demeği’ne (IPA) bağlı Eğitim ve
Süpervizyon Analisti olan İsrailli Rafael Moses ve Rene Moses-Hrus-hovski,
üç ayda bir İzmir’e gelerek seminerler sundular ve vakıf programındaki
öğrencilere süpervizyon verdiler. Ne yazık ki İsrailli meslektaşlardan
İzmir’deki öğrencilere gelen cömert destek, bir yıl önce Rafael Moses’ın ölümü
üzerine sona erdi.
Ben, Atina’da IPA’ya bağlı Eğitim ve
Süpervizyon Analisti olan Dr. Peter Hartocollis’in de yardımıyla,
bu vakfın üç yıllık eğitim programını tamamlamış üç kişinin resmi
psikanaliz eğitimine girmesini sağladım. Bugün “mekik (shuttle)
analizleri” iki yılı aşmış olan bu üç kişinin eğitimi için Yunanlı
meslektaşlarımızdan da yardım aldık. Analist olmak için kişinin bir Eğitim ve
Süperviz-yon Analisti taralından analizden geçirilmesinin yanında bir eğitim
programım da tamamlaması gereklidir. “Eğitim ve Süpervizyon Analisti”
unvanı akademik çevrelerdeki “profesör” unvanına denktir. Bu kişilerin
geleceğin analistlerini analizden geçirmeleri ve eğiticilik yapmaları gerekir.
İzmir’den bu üç Türk öğrenciye Uluslararası Psikanaliz Demeği (IPA) kendi
olgularım alma izni verdi. Aynca birkaç yıldır vakıf psikanalitik konuların ele
alındığı yıllık uluslararası kongrelere de maddi destek vermekte. ABD,
Norveç, Fransa, İngiltere, Almanya ve İsrail’den birçok tanınmış analist
bu kongrelere katılarak Türkiye’deki durumu gördü ve Türkiye’de psikanalizin
gelişimi açısından içgörüler sundular.
İstanbul’da: İstanbul’da Paris Psikanaliz Enstitüsü’nü bitirmiş ve IPA üyesi olmuş üç kişi var. Bu
kişiler İstanbul’da psikanalizi yaymak üzere birçok etkinlikte bulunmaktalar.
Aynca halen Fransızlarla eğitimlerini sürdürmekte olan başka analistler de var.
Ben yaklaşık yedi yıldır, İstanbul’da kendi girişimleriyle “Volkan Kulüp”
adı altında bir araya gelmiş yirmi bir genç psikiyatristle düzenli olarak
buluşuyorum. Bu “kulüp” İstanbul’da Bakırköy Hastanesi’nde verdiğim bir seminerin
ardından şimdi bu grubu oluşturan insanların bana gelip İstanbul’dan gelip
geçtiğim her seferinde kendileriyle buluşup buluşanıa-yacağımı sormalarıyla
başladı. Bu gayn resmi başlangıçtan, üyeleri kendilerini büyük bir hevesle
psikanalitik kuramı ve tekniği araştırmaya adamış, coşkulu ve ciddi
bir grup doğdu. Onlarla yılda en az üç kez (son yıllarda daha da sık)
buluşuyor ve iki ya da üçer günlük maraton eğitim Ve psikoterapi olguları
için süpervizyon oturumları yürütüyorum. Bugün, yirmi bir kişinin on yedisi
kişisel analize devam etmekte; analizleri İstanbul’da Fransız okulundan gelme
analistler tarafından yapılıyor.
Şu sıralarda, Türkiye’de IPA destekli bir
psikanaliz okulu kurma ve İzmir’den ve İstanbul’dan (daha sonraları da Ankara
ve diğer yerlerden) öğrencileri psikanalist olarak resmi bir eğitim almak
üzere bir araya getirme girişimleri sürdürülmekte. İşte, bir dizi ayrıntılı
psikanalitik olgu öyküsü hazırlama ve basma fikri bu çabaların parçası
olarak ortaya çıktı.
Freud’un önemli eserlerinden birçoğu Türkçe’ye
çevrilmiştir, Otto Fenichel’in Nevrozlarm Psikanalitik Kuramı
gibi klasik psikanaliz eserlerinden bazılan ve aynca Otto F. Kemberg gibi
çağdaş yazarların eserleri de Türkçe’de bulunabilir. İstanbul’daki IPA
analistleri anahtar psikanalitik yazılardan bazılarını çevirip basmaya
zaten başlamışlardı. Eldekileri gözden geçildiğimde, ayrıntılı olgu
öykülerinin fazlaca çevrilmemiş olduğunu fark ettim. Bunlar psikanalitik klinik
tekniklerin öğrenilmesi açısından çok yararlıdır. Buradan yola çıkarak,
“Volkan Kulüp” üyelerinin de yardımıyla, Okuyan Us Yaymevi ile, benim
olgu çalışmalarımdan oluşan bir diziyi Türkçe basmak üzere düzenlemeler
yaptık. Bir taşla iki kuş vurmak istiyoruz: Olgu öyküleri hem psikanaliz
öğrencilerine hem de sıradan okura seslenecek. Bunları olabildiğince teknik
jargondan uzak durarak yazacağım, böylece psikanalitik tedavi süreci halktan
insanlar tarafından da anlaşılıp değerlendirilebilecek. Yeri geldiğinde, birkaç
teknik kavramı açıklamak üzere dipnotlar koyacağım.
“Psikanaliz” sözcüğü üç amaca hizmet eder:
İnsan zihni ve onun gelişimine ilişkin kuramsal kavramsallaştırma-lara
göndermede bulunur; insan etkileşimleri üzerine araştırma ve inceleme yöntemi
tanımlar; ve bireylerin daha fazla ruh sağlığına kavuşmaları için kullanılan
bir tedavi tekniğinin adıdır. Bu dizinin odağı üçüncü unsurdadır. Aslında,
klinik çalışmaları incelemeksizin ilk iki unsuru zenginleştirmenin hiçbir yolu
yoktur. Bu ayrıntılı olgu öykülerini halka sunmanın gerekçelerinden biri de
Türkiye’de psikanalize olan ilgiyi artırmaktır. Türkiye Avrupa Birliği’ne (AB)
tam üye olma uğraşı içinde. Bunun gerçekleşmesi durumunda AB’de, psikanalitik
eğitim için resmi bir kurumu olmayan tek ülke durumuna düşmemeli.
Türkiye’de önemli değişiklikler olduğu sürece, psikanaliz yeni toplumsal,
politik ve ekonomik koşullara uyum sürecinin
yarattığı bunaltılara bir yanıt olmanın yanı sıra, yeni bireysel özgürlüklerin
bir parçası olarak da görülebilir.
Diziye onunla ilk karşılaştığım sıralarda akut
bir şizofreni atağı içinde olan Jane’in öyküsünü anlatarak başlıyorum. İzleyen
kitaplarda farklı tam kategorilerinden olgular sunacağım: Çeşitli kişilik
bozuklukları, cinsel sapkınlıkları ve nevrozları olan kişiler. “Zor” hastalarla
başlıyorum, yavaş yavaş daha rutin psikanalitik olguları bildirmek üzere
basamakları çıkacağım.
Psikozu olan bireylerin (bu kitapta bildirilen
hasta gibi) psikanalitik tedavisi, pratik nedenlerle yitip gitmeye yüz tutmuş
bir sanattır. Göreceğiniz gibi, ben Jane’le 1964’ten 1970’e dek çalıştım.
ABD’de sağlık sigortalarının artan baskısıyla, şizofreni için “hazır kahve”
benzeri bir sağaltım bulma fikri tam olarak örtüştü. Bu,
şizofreni tedavisinde psikanalitik tekniklerin uygulanmasını engellemekte
(ne kadar özenle seçilmiş olgular olsa da). Amerika'nın ruhsal bozuklukları
olanlarla ilgili yeni “tıp adetleri” dünyanın geri kalanına da yayıldı. Bu
yüzden, Jane gibi birini ruh sağlığı açısından daha yüksek
işlevsellik düzeyine çıkarmak için psikanalitik ilkelerin nasıl
uyarlanabileceğim göstermek üzere, aradan kırk yıla yakın zaman geçmiş olmasına
karşın, psikanalitik yaklaşım açısından güncelliğini koruyan bu olguyla
başlamak zorunda olduğumu düşündüm:
Okur çocukluğun çok erken dönemlerinde yaşanan
örseleyici deneyimlerin zihinde varlığını sürdüren imgeleri ile, daha sonra
ağır bir ruhsal bozukluğun gelişmesi arasındaki bağlantıyı elbette görecektir.
Ayrıca, tedavinin hastanın bu tür eski sorunları “yeniden yaşamasına”
ve bunların etkilerinden kurtulmasına nasıl izin verdiğini de fark
edecektir. (2)
Küçük bir kız vardı,
Tam ortasına düşerdi alnının Minik buklesi.
İyi bir kız olduğunda,
Çok ama çok iyiydi;
Ama
kötü olduğunda, korkunçtu (Jane ’in en sevdiği
tekerleme)
Bölüm I
Jane: Kedi Kadın
Öyküsünü anlatacağım kadına “Jane” adım verdim.
Daha doğrusu bu adı kendisi yakıştırdı. Tedavi sırasında çok hoş biri
olmakla son derece saldırgan biri olmak arasında nedensiz, ani geçişler
yapması bana balta girmemiş ormanda sarmaşığa tutunarak daldan dala sallanan
Tarzan’ı anımsatmıştı. Bir seans sırasında gözümde canlanan bu sahneden
söz ettiğimde, bana “Olmaz! Ben Jane’im!” (Tarzan'ın eşi) demişti. O
sıralarda erişkin bir kadın olarak bir kendilik imgesi geliştirmekteydi ve
bununla bana bir kadın olduğunu anımsatıyordu.
Jane’i Mart 1964’te ilk kez gördüğümde 21
yaşındaydı, bekardı ve evinden 150 km kadar ötedeki bir üniversitede sanat
eğitimi alıyordu. Dört ay öncesinde okul psiki-yatristi akut şizofreni tanısı
koymuş ve sonunda onu ailesinin yaşadığı çiftliğe çok yakın oluşu nedeniyle,
Virgi-nia’nın Charlottesville şehrinde benim çalışmakta olduğum Virginia
Üniversitesi hastanesine göndermişti. Psikiyatrisi okuldaki son yılma başlarken
bir şeylerin Jane’i fazlasıyla ürküttüğüne inanıyordu. Görüşme odasında tuhaf
varsanılar gördüğünü söylemişti, duvarlar ve tavan dalgalanıyor ve renkler
değişiyordu. Psikiyatristin okuması ümidiyle, düşüncelerini kağıda dökmek için
saatlerce uğraşmıştı. Sayfalan gevşek çağnşımlarla, kendi kendine uyguladığı
mürekkep lekesi testleriyle, yaşam hakkında sözde felsefi ifadelerle dile
getirdiği bir çiçeğe dönüşme arzusuyla doldurmuştu. Varsamlı olduğunda,
makinelerle özellikle uğraşıyordu ve bozuk küçük bir makine başta olmak üzere,
aynntılanyla birtakım tartı aletleri 22 tanımlamıştı.
Jane onu ilk gören psikiyatriste ve daha sonra bana verdiği yazılannda,
şizofreniye girişim şöyle tanımlamıştı:
Her gün insanlar yeni parçalar ekliyorlardı
-her gece büyük makineler daha çok soru soruyorlardı, ta ki küçük tartı kendi
(İngilizce dişil olan “her” kullanılmış, Jane’in kendisini simgeliyor olsa
gerek; ç.n.) yönünü veya büyüklüğünü bile ölçemez oluncaya dek. Bir gece
-aslında şafak neredeyse sökmek üzereydi- kararını verdi. Gün ağarmadan
parmaklarının ucunda oradan kaçmaya çalıştı. Ama büyük makinelerden biri
uyandı. “Nereye gidiyorsun?” “Kendimi dengelemek için bir boşluğa
girmeliyim” dedi. Diğerleri de dehşet içinde uyandılar. “Kaçıyorsun!”
“Kaçiş!” “Gerçeklerle yüzleşmelisin.” “Boşluk canlı bir şey değildir!”-“Hiç
olgunlaşmamışsın!” Ve o bu bağırışlara rağmen ağlayarak oradan sıvıştı.
Boşlukta, parçalardan ve sorulardan ve yanıtlardan uzakta karanlığın
içinde kendini her yönde ölçtü, kendi sandığından daha büyük olduğunu ve kendi
sandığından daha küçük olduğunu öğrendi; ve sandığından daha parlak ve
daha mat, daha çirkin ve daha güzel, daha duyarlı ve .daha duyarsız, daha
dengeli ve daha dengesiz olduğunu öğrendi.
Makineler hakkında yazdığı sıralarda kendi iç
dünyasında bir gerileme (regresyon) hissettiğine inanıyorum, gerçeklikten
kopuyor ve dehşete kapılıyordu. Boşluk büyük olasılıkla onun aşın gerilemiş
durumunu temsil edi- 23 yordu; büyükle
küçüğün, güzelle çirkinin, duyarlıyla duyarsızın aynı olduğu her şeyin
birbiriyle kaynaştığı bir dünya, ki o bu dünyada insanlıktan çıkıp
makineleşiyordu.)
Jane, Virginia’da, varlıklı bir kadına ait
geniş arazi üzerinde kurulmuş Güneyli tarzı bir çiftlikte yetişmişti.
Kadın zamanım çiftlikteki büyük malikanede ve
ABD ve Avrupa’daki diğer evlerinde kalarak geçiriyordu. Jane’in babası, bu
çiftliğin idarecisiydi ve ailesi arazi üzerindeki ikinci en büyük evde
yaşıyordu. Aynca işçiler için daha küçük evler de vardı. Toprak sahibesi,
idareci, işçiler ve onların aileleri arasındaki ilişkiler eski Amerikan Güneyli
geleneğine uygun yürütülüyordu. Jane’in ailesi toprak sahibesinin evini ziyaret
edebiliyordu (ve ediyorlardı), ancak hanımefendinin ailesi asla idarecinin
evine sosyal ziyaretlerde bulunmuyordu. Hanımefendinin torunu Jane’in
yaşmda bir kızdı ve Jane onun en sevdiği oyun arkadaşı olmasa da, her gün
birlikte oynuyorlardı. Torunun Jane’in evine gitmesi yasaktı, ancak Jane
kıza arkadaşlık etmek üzere hanımefendinin malikanesine
çağrılıyordu. Erişkin Jane’in oyun arkadaşıyla ilgili güzel bazı
anılan da vardı, ama aynı zamanda bu ilişkiden ötürü belli
bir huzursuzluk (hatta bazen aşağılanma ve ne yapacağım bilmezlik)
duyduğunu da anımsıyordu. Sözgelimi Jane büyük evde oyun arkadaşıyla
birlikte yemek yediğinde, her yemeğin sonunda önlerine el yıkama kasesi
konuyordu, bu onun hiç de alışık olmadığı bir adetti.
Çiftlikteki yaşama gerçekdışı bir nitelik
kazandıran, yılın büyük bölümünde malikanenin boş olduğu gerçeğiydi. Bu
zamanlarda, Jane’in annesi hanımefendinin yanında takındığı boyun eğici ikincil
rolden sıyrılır, bütün yerleşime hükmederdi. Tenis kortları ve bir yüzme
havuzu vardı ve Jane’in ailesi, özellikle de annesi bunlardan yararlanıyordu.
Ne var ki, annenin bu sahiplik gösterilerinin sahte olduğunu sürekli
anımsatan gerçekler vardı; onun ailesi, yalnızca köklü ve varlıklı ailelerin
girebildiği şehir kulübüne üye olamıyordu.
Jane’in aile öyküsü de ilginçti. Babasının anne
ve babası farklı kültürlerden gelmişler ve kırklarına yaklaşana dek
evlenmemişlerdi. O sırada Virginia’mn kırsal kesiminde yaşayan birçok kişi gibi
koca (Jane’in büyükbabası) tarımla uğraşıyor, bir hayli sık iş değiştiriyordu.
Ondan daha iyi eğitimli olan karısı evi çekip çeviriyor ve gittikleri her yerde
kendine ve ailesine bir yer edinmeye çabalıyordu. Üç çocuklarına -biri Jane’in
babası olan iki oğlan ve bir kız- bakmakta sıkıntı çekmiyorlardı. Epey bağımsız
bir kişiliği varmış gibi duran diğer oğul genç öl müştü,
ama tek kız zengin birisiyle evlenerek ve aileden bir şekilde uzaklaşarak
annenin ihtiraslarını gerçekleştirmişti. Üçüncü çocuk, Jane’in babası, kendi
babası gibi tarım işçisi olmuştu. Babası Jane’e kendisinden birkaç
yaş büyük olan ablasının adım vermişti, ama büyüme çağlamda ablasıyla hep
rekabet halindeydi ve ona karşı kin besliyordu. Öyle görünüyor ki,
ablasına duyduğu bitimsiz ve büyük ölçüde bilinçli kinin ve birbirine zıt
duyguların (ambivalans) yanında, büyük olasılıkla annesine
duyduğu nefreti de kızma aktarmıştı.
Büyükbaba parasal sıkıntıya düşünce, mecburen
diğer insanların arazilerinde idarecilik yapmaya başlamıştı. Ja-ne’in babası 5
yaşmdayken aile, Jane’in de içinde doğduğu, yukarıda sözü geçen çiftliğe
taşınmış ve bir daha buradan ayrılmamıştı. Genç adam ergenlik çağında vereme
yakalanmış ve hastalığının ölümcül olabileceği korkusuyla ailesi tarafından 3
yıllığına bir sanatoryuma gönderil-mişti. Çiftliğe 16 yaşında dönmüş ve bir
daha hastalanma-mıştı. Yıllar sonra, o s'ırada henüz ergenlik çağında
olan Jane’in annesine aşık olmuş ve etrafındakilerin sübyancı olduğu
yolundaki yorumlarına karşın, onunla evlenmişti. O sıralar çok çekingen
duran genç kız, Jane’in babasma, sanatoryumda sürgün kaldığı sıralardaki
yalnızlığım anımsatmış olabilir, ya da eğitimli bir kadının kızı
olarak, genç adamın hoşlanmadığım öne sürdüğü annesine karşı örtük
bağımlılığını kendi üzerine çekmiş olabilir. Çok geçmeden iki kızlan (ölen
ilk kız çocuklan ve Jane) ve bir oğullan olmuştu. Birçok açıdan Jane’in
anne-babası, kendi büyüklerinin aile örüntüsünü tekrarlamıştı, anne toplumda
bir yer edinmeye çalışırken kocası da kendim çiftliğin idaresine adamıştı.
Jane’in babası, kendi babasının ölümü üzerine
çiftliğin idaresini üzerine almış ve annesini yaşamakta olduğu evden çıkartıp,
çiftlikteki daha küçük bir eve yerleştirmiş, kendisi de ailesiyle buraya
taşınmıştı. Kadın (Jane’in büyükannesi) bir “beyin sendromuna” (büyük
olasılıkla Alzheimer hastalığı) tutulunca, devlete bağlı bir akıl hastanesine
yatırılmış ve Jane ergenlik çağma gelmeden orada ölmüştü.
Jane’in anne-babası, doğuştan akciğerleri tam
gelişmemiş ve büyük olasılıkla kalbinde delik olan ilk çocuklarını 3
yaşındayken kaybetmişlerdi; kız olan bu çocuğun uzun yaşaması zaten hiç
beklenmiyordu. Jane, hastaneye giderken yolda annesinin kollarında ölen
ablasından on beş ay küçüktü. Baba yetişemediği için bir takside yapılan
bu üzücü yolculukta, Jane de arkada annesinin yanında oturuyordu. Jane bunları
bana sanki kendisi anımsıyor- 2J muş
gibi anlatmıştı, oysa henüz bir buçuk yaşındaydı ve bilinçli olarak
anımsamasına olanak yoktu. Bunu kendi anısıymış gibi anlatmasının nedeni,
sık sözü edilmese de, bu olaym, aile içinde asla üstesinden gelinememiş
bir travma olarak, sürekli gündemde tutulmasıydı. Ailenin geçmişinde bir
dönüm noktası oluşturan bu olay gölge gibi hep aralanndaydı. Bu olayı ilk
duyduğumda annesinin, bilinçdışı olarak, kızın ölümünden dolayı Jane’i
suçlayıp suçlamadığım içimden merak etmiştim; ne de olsa bütün ilgisi
hasta kıza yönelebilecekken Jane’le de ilgilenmesi gerekmişti. Çocuk
doktoru, Jane için, 4 saatte bir emzirilmesini gerektiren sıkı bir beslenme
rejimi önermişti, ancak aile öyküsüne göre annesinin yeterince sütü yoktu. Bu
büyük olasılıkla bir meme enfeksiyonuna bağlıydı; zaten anne birkaç ay
sonra bebek Jane’i emzirmeye çabalamaktan vazgeçmişti. Jane görünürde nedensiz
yere çok ağlıyordu ve aile, ağladığında kaşlarının çevresinin nasıl
kızardığıyla dalga geçiyordu. Babasmm bir keresinde “ağlaması için haklı bir
sebep vermek” üzere ona bir şamar aşkettiği söyleniyordu^ ama bundan sonra
daha da fazla ağlamaya başlamıştı.
Jane yürümeyi öğrenmişti, ama merdivenlerden
aşağıya baş aşağı emekleyerek inme huyu edinmişti; büyükler de nedense ona
bunun iyi bir şey olmadığım öğretmeye uğraşmamışlardı. Merdivenlerden
aşağı bu tehlikeli inişlerinden birinde sahanlıkta duran, annesinin gözü
gibi baktığı büyük vazoya çarpmış ve kırmıştı. Annesi onun verdiği bu
zarara ne kadar öfkelendiğini daha sonraları sık sık dile getirmişti.
Vazonun simgesel anlamının ne olduğu açık değildi; benim aklıma ilk gelen,
vazonun ölen ablayı simgelediğiydi, vazo da tıpkı o kız gibi çok narindi.
Elbette bu kadar narin bir nesneyi, emeklemekte olan Jane tarafından her
an kınlabilecek bir yere koymuş olması, annesinin bilinçaltında büyük kızının
ölümünden Jane’i suçluyor ve ona olan öfkesini göstermek için bahane
arıyor olabileceğini de düşündürmüştü. Jane’in kendisinden 4 yaş küçük bir de
erkek kardeşi vardı ve bu çocuğun ergenlik çağında yaşadığı duygusal sorunlar
ailenin bir psikiyatriste danışmasına yol açmıştı. Oğlan şizofren değildi,
ailede başka şizofreni öyküsü de yoktu, ama zaman zaman Jane’in babası, kızının
ona kendi “deli” annesini (bunayan ve akıl hastanesinde ölen kadın)
anımsattığım söylüyordu.
Jane’in çocukluk anılarından biri, annesinin
kızamıkçığa yakalanıp odasmda yatmak zorunda kalmasıydı. Jane, annesinin
aslında kırılgan biri olduğunu gösterdiği için bu anıyı sık sık anımsadığım
fark etti. Yoksa annesi de ablası gibi ölüp gidecek miydi? Aynlık
korkulanımı Jane’in içine ne kadar işlemiş olduğunu merak
etmiştim. Jane’in anlattıklarından edindiğim izlenime göre, zaten bir
kızım kaybetmiş olan annesi sanki Jane’e de duygusal bir yatınm
yapamıyordu. Jane ise bunu annesinin düşüncesiz biri olmasına bağlıyordu ve
çocukluğundan itibaren, onun yargılarına kuşkuyla yaklaşmayı alışkanlık
edinmişti. Sonraları, Jane’in analizi ilerledikçe, annenin ikinci çocuğuna
yeterince bakım verememesini gençliğine ve çocuk sahibi olmaya hazır olmamasına
bağladım. Büyük olasılıkla o da kendi annesinden (ki aydm bir kadın olduğu
söyleniyordu) yeterince annelik görmemişti ve ayrıca ilk çocuğunun kaybı
için yas tutmaktaydı.
Jane’in güzel bazı çocukluk anılan vardı,
örneğin trenlerin geçişini izlemek, tarlalardaki hayvanlan gözlemlemek ve
çiçeklerin arasında oynamak gibi; ne var ki, babasıyla paylaşmaya başladığı bir
sır bütün bunlan gölgeliyordu. Beş yaşım biraz geçtiği sıralarda kendini
anne-babasının yatak odasmda babasıyla birlikte bulmuştu. Her ikisi de çıplaktı
ve babasımn penisi sertleşmiş haldeydi. Baba bunu, kızların yanında
oğlanların başma gelen bir şey olarak açıklamıştı. O sıralarda Jane bundan
hiç rahatsız olmamıştı, ama sonralan rahatsız olmaya başlamıştı. Baba
sertleşmiş penisine dokunmasını ve okşamasını istiyor ve kızınrn genital bölgesini
öpüyordu. Asla duhûl gerçekleşmemişti.
Ensestiyöz ilişki Jane ilk adetini görene kadar
sürmüştü. Annesi, çocuğunun herhangi bir başarısı karşısında büyük heyecan
gösterilerinde bulunma alışkanlığındaydı ve kızın ergenliğe geçişini de
bir kutlamaya dönüştürmüştü. Bundan kısa süre sonra babası yatak odasma
gelmiş, ona çığlık attıracak kadar sert biçimde memesini öpmüştü. Bunun
ona zevk verip vermediğini sorduğunda Jane “hayır” diye bağırmış ve
ağlamaya başlamıştı. Adam ona bir daha asla cinsel yaklaşımda
bulunmamıştı. Ancak sonraki yıllarda, ne zaman arabada babasımn yanına
otursa ondan olabildiğince uzağa kaçmış, kendi kapışma iyice yanaşarak
onunla konuşmayı veya ona bakmayı reddetmişti.
Jane babasımn cinsel yaklaşımlarının annesi
tarafından bilinçli olarak fark edilip edilmediğini bilmiyordu. İlkokuldayken
bir arkadaşıyla “ayıp” resimler çizmişti; bu resimlerde bacakları yanlara
açılmış, iskemleye bağlanmış bir kadın penisleri sertleşmiş haldeki erkeklerle
çevriliydi ve adamlar onun vajinasına meni fışkırtıyorlardı (bu
eylem, noktalı çizgilerle temsil ediliyordu). Annesinin bu resimleri bildiğini
düşünüyor ve kendisine bunlar hakkında neden hiç soru sormadığım merak
ediyordu. Sonraları resim yapmak Jane için yüceleştirici (süblime edici)
bir etkinlik haline gelmişti. Çocukluk fantezisinde, meninin testislerden
damladığım, bunu kolaylaştırmak için penisin sertleşerek testislerden
uzaklaştığını sanıyordu. Sanki testislerle memeleri birbirine karıştırır
gibiydi, meninin de akan sütü simgelediğini düşündüm.
Ergenliğe girdiğinde, hem bilinçli hem de
bilinçdışı olarak annesinin etkisinde kalan Jane, büyüyünce iyi
bir evlilik yapma hayalleri kurmaya başlamıştı. Varlıklı kocasıyla ona
hemşirelik yaptığı sırada tanışmış olan çiftlik sahibesi hanımefendinin
izinden gidecek ve ömür boyu lüks içinde yaşayacaktı. Jane’in annesi onun
bu smıf atlama girişimlerini yüreklendiriyordu, ama kız toplumda önde gelen
kişiler arasında kendine bir yer edinme konusunda hiç başarılı değildi.
Varlıklı kızların gittiği bir üniversiteye gönderilmişti, ama orada kendisini
garsonluk yapar bulmuştu ve parasal zorluklar yüzünden çalışmak zorunda olmak
çok gücüne gitmişti. Kendisini aşağılanmış hissediyor ve sessiz bir öfke içinde
yaşıyordu. Okuldaki son yılının başlarında kiliseye gitmeye başlamıştı.
Yakılmamış mumların yanındaki kuru bir iskemleye oturuyor, Tanrıyla
konuşmaya çalışıyor ve içinde sızı verici bir boşluk hissediyordu.
İnsanlar onun giderek artan saldırganlığım,
sinirliliğini ve çatık kaşlı mutsuzluğunu fark etmeye başlamışlardı ve Jane
okul psikiyatristine gönderilmişti. Doktor ona ilaç vermişti. Biri ona
psikiyatristin cinsel organının büyük olduğunu söylemişti, onun karşısına
oturduğunda bunun hatlarını seçmeye uğraşıyordu. Sanırım aktarımda
psikiyatrisi ergenliğe girmeden önce birlikte çıplak yüzdükleri sırada büyük
cinsel organım gördüğü babasını temsil ediyordu. Psikanalizde “aktarım”
terimi, özgün olarak çocukluktaki önemli figürlerle kurulan ilişkilerde
beliren duygu, düşünce ve davranış örüntülerinin, kişinin şu anda ilişki
içinde bulunduğu diğer bir kişiye yer değiştirmesi için kullanılır.(4)
Psikiyatrist aktanım hiç araştırmamıştı ve
Jane’in yaşamı tümden kaotik bir hal almaya başlamıştı. Üniversitedeki odası
kitaplar ve oraya buraya atılmış çöpler yüzünden darmadağınıktı. Günün büyük kısmım mastürbasyon yaparak ve yulaf ezmesi içinde
boğulduğunu düşleyeıek geçiriyordu. Bu, bebekliğinde yaşadığı beslenme
deneyimlerini yansıtıyor olsa gerek. Artık varsanılar görmeye başlamıştı
ve psikiyatristinin deyişiyle “akut şizofreni”si onun baş edemeyeceği
kadar ağır bir hal aldığında, benim çalıştığım hastaneye gönderilmişti.
Jane’in tedavisi Mart 1964’ün başlannda başladı
ve Mart 1970’in sonunda sona erdi. Tedavinin ilk 16 ayı boyunca Jane 6 kez
hastaneye yatırıldı; başlangıçta 2 aylık, sonraları 7-10 gün arasında
değişen süreler için. Hastaneye yattığı dönemlerde ondan bir psikiyatri
asistanı sorumlu oluyordu; hastaneye gündüz hastası olarak gidip geldiği sürece
yalnız benimle görüşüyordu. Onu haftada 4 kez, hastaneye yattığı zaman
kaldığı binada bulunan odamda görüyordum. Şiddet davranışları gösterdiği
birkaç kez de hastanedeki odasmda görüştük.
Benim hastam olduğu sıralarda üniversiteyi
bitirip mezun olmasına 6 ay kalmıştı. Mezun olmak kendilik-değe-ri açısından
son derece önemli olduğu için, 9 aylık terapatik çalışmadan sonra okula geri
döndü. Okulun son altı ayı boyunca birlikte çalışmayı sürdürdük; her hafta
benim çalıştığım yere yakın bir yerde yaşayan ailesinin
yanma dönüyordu. Bu gidişleri sırasında, bir gün öğleden sonra ve
ertesi gün sabah olmak üzere, haftada iki kez görüşüyorduk. Mezun olduktan
sonra yeniden haftada dört kez görüşmeye başladık. îlk bir buçuk yıl yüz
yüze görüştük; 1965 Eylülünün başında divana yatmaya başladı.
Analiz, ilk görüşmemizden altı yıl bir ay sonra sona erdi.
Ruhsal durumu için hiçbir ilaç kullanmamıştı. Sonraki 17 yıl boyunca
durumunun gidişini izleyebildim. Daha sonra ise, ara sıra dolaylı
yollardan haberlerini alabildim.
İlk Bir Buçuk Yıl
Jane’i ilk kez çok güzel bir ilkbahar günü
gördüm. Tipik üniversite öğrencisi gibi giyinmiş hoş bir genç
kadındı; beni görüşme odasma doğru izlerken duvarın kenarından, sanki
kendisi de o duvarın bir parçasıymış gibi, sessiz kedi adımlarıyla geliyordu.
Görüşme odamda koltuklarımıza oturduğumuzda henüz onun öyküsünü bilmiyordum,
o da kimliğini nasıl tanımlayacağım bilemediğini ve kendini boş
hissettiğini söylemek dışında, kendisiyle ilgili tutarlı bir şey anlatamadı.
Çoğunlukla düşümsü bir durumda, aklı iyice karışmış halde yaşıyordu;
varsanılann egemen olduğu bu dünyada, nereye baksa parlak,
dalgalanan ışıklar ve renkler görüyordu.
Tanıya yönelik dört görüşme yaptık.
Belirtilerden yola çıkarak tam koyma konusunda uzman olduğunu bildiğim
üniversite psikiyatristinin tanısına katılma eğilimin-deydim. Ben uzun tanısal
araştırmalardan kaçınırım, çünkü hastayı kabul etmeyeceksem, bu sırada bana
karmaşık bir aktarım tepkisi geliştirme olasılığı yalnızca hasta değil, daha
sonra olguyu üstlenecek terapist için de sorun yaratır.
Jane’i hasta olarak almayı kabul ettiğimde buna
memnun oldu, ama ona ‘asla seksle ilgili sorular sormayacaktım’. Birlikte
çalışabilmemizin tek yolunun, kendisini bana her şeyi anlatmakta .özgür
hissetmesi (aklına ne gelirse geldiği anda söyleyebilmesi) ve ayrıca yaşadığı
fiziksel duyulanımlar üzerine benimle konuşabilmesi olduğunu ona
açıkladım. Benim çalışma tarzımın hem hastanın hem de analistin, hastanın
düşüncelerini, davranışlarını ve bedensel duyulanımlannı merak etmesinden
oluştuğunu da anlattım. Bunların anlamlarım ortaya çıkarırsak,
onun kendisiyle ve çevresiyle daha kolay başa çıkabileceğini ve
sıkıntılarının azalabileceğim söyledim.
Jane bu koşullarla hastam olmayı ve hastaneye
yatmayı kabul etti. Çok sonraları, bana onun ruhsal durumunu ciddiye aldığım ve
hastaneye yatmasını önerdiğim için ne kadar rahatlamış olduğunu
anlatacaktı. Az zamanda, sakin kediciğin ansızın kana susamış bir kaplana
dönüşebileceğini öğrendim: Kendisine ve çevresindekilere fiziksel zarar
veriyor, elindeki iskemleyle hemşirelere saldırıyor
ve camlan kmyordu, aynca kendi kafasına da
vuruyordu. Klinikteki tedavisinden sorumlu psikiyatri asistanı, onu ve
çevresindekileri korumak için hemşirelerin de yardımıyla gerekli önlemleri
almak zorunda kalıyordu.
Yavaş yavaş, tehdit edici'hayvanlar (boğalar
veya kurtlar), gözler, yüzler, kopuk penisler veya meme başları gibi beden
parçalarından oluşan kalabalık, parçalı imgelerle ve sakatlanma, bozulma ve
yanma gibi şiddet dolu eylemlerle karmakanşık olmuş, ürkütücü bir iç dünyada
yaşamakta olduğunu kavradım. Sözgelimi haşin, şeytani bir yüz babasına aitti
(Şekil 1). Bir boğa, bu kez onunla cinsel ilişki halindeki babasıydı; bunu
hem arzuluyor hem de dehşete kapılıyordu. Benimle ve kendisini yakın hissettiği
hemşirelerle iletişim kurduğunda, rahatsızlığı daha da artıyor gibiydi. Kişisel
dünyasında dağınıklığın en fazla olduğu alan yakın ilişkilerdi. Tedavisinin üçüncü yılında bile ellerini
genellikle birbirine kenetleyip yatardı. Bu bana bebeklerin minik ellerini
yumruk yapmalarını anımsatırdı.
Jane tedaviye başladığında bazen kendini
dışarıdaki nesnelerle kaynaştırıyordu. Okurun anımsayacağı gibi, ben de
ilk gördüğümde Jane’i sessiz bir kedi gibi, hattâ yanında yürüdüğü duvarın
bir parçasıymış gibi algılamış-
tim. Daha sonra vereceğim örneklerde okur,
benim algımın, Jane’in dış dünya ile ilişkisinin bir yankısı olduğunu
görecektir. Dıştaki nesnelerle kendisini kaynaştırmak psi-kozlu kişilerin bir
özelliğidir. Bu kaynaşmanın yanı sıra, Jane gibi kişiler kendilerini ve
başka insanları ya iyi ya da kötü olarak algılarlar. Canlı ve cansız
nesneleri benzer şekilde, iyicil veya saldırgan şeklinde
sınıflandırıyordu. Sanki dünyasının gürültücü hayaletlerle dolu
olduğunu hissediyordu; cansız nesneler gizemli, görünmez
güçler tarafından hareket ettiriliyorlardı. Çok defa kanlı boğa gibi
davranıyordu, ama aynı zamanda mırıldayan kedicikti)
Odasında ve uğraşı terapisi salonunda korkmuş
yüzler, kopuk penisler ve hastalıklı, erimiş bedenlerin yer
aldığı yüzlerce resim çizmişti (Şekil 2-4). Uzun bir süre, bunları
terapiye getirme ve sergileme alışkanlığını korudu, bunlarla ilgili
nadiren akla yakın, çoğunlukla da gevşek çağrışımları oluyordu. Bunu ne
yüreklendirdim ne de yasakladım. Aslında ürettiklerinden etkileniyordum ve bel-
Şekil 2
Şekil 3
ki o da bunu seziyordu. Zaman geçtikçe
çizimlerinin diğer anlamlarının yanı sıra, çocukluktaki ortamının belli
yönlerini temsil ettiklerini gösteren çağrışımlar gelmeye başladı. Yavaş
yavaş, bebekken ölmüş hastalıklı abla hakkında bir şeyler öğrendim,
fantezisindeki zayıf, erimiş bedenler aracılığıyla özdeşim kurduğu işte bu
ablaydı. Akut şizofreni tablosu sergilemeye başlamasından hemen
önce okulunun yakınlarındaki bir dut ağacına (burada sözü edilen ağacın
İngilizcesi “vveeping mulberry” [ağlayan dut]; ç.n.) aklını taktığını
öğrendim; belli ki bu takıntısı, ruhsal
Şekil 4
dağılmasını denetim altına alabilmek için,
gelişmekte olan çökkün (ağlayan) “kötü” duygulanımlarla yüklü psi-kotik
kendiliğini dışsallaştırma çabasını temsil ediyordu.
(Şekil 5) (6) Ağacın aynı zamanda Jane’in
özdeşim kurduğu çökkün ve yaslı (ağlayan) genç anneyi temsil ettiğini
düşünüyordum. Hastanede çizdiği resimlerden çok daha gerçekçi bir çizim olan
ağaç resmini, şizofrenisi akut hal almadan hemen önce yaptığına dikkat çekmek
isterim.
Ona son derece gerçek gelseler de, sonraki
resimleri dehşet, üzüntü ve çaresizlik duygularını ortaya koyuyorlardı.
Şekil 5
Bunları odasına veya ailesinin evine götürmeye
korkuyordu; benden bunları kendi çalışma odamda tutmamı istedi. Birlikte
çalışmamız bunlara tahammül edebilmesini sağlayıncaya dek bunları saklayacağımı
söyledim, az sonra anlatacağım gibi, divanda çalışmaya başladıktan bir süre
sonra gerçekten de bunları alıp götürebildi.
İlişkimizin başlarında beni genellikle
korkutucu buluyor ve kendini benden koruması gerektiğini hissediyordu. Kişiliği
biraz organize hale geldiğindeyse, ya bana sözel olarak saldırıyor ya da
tedavi süreciyle alay ederek beni küçümsüyordu. Bazen beni “iyi” olarak
görüyor, yüzünde kalemle çizilmiş gibi hiç değişmeyen bir
gülümsemeyle, vecit halinde benimle kaynaşıyordu.
Okula geri dönmeyi planladığı sırada, psikozunu
denetim altına almak üzere çok kahramanca olduğunu düşündüğüm bir çabaya
girişti. Tedavisinin sekizinci ayında çizimleri değişmişti, parlak ışıklar ve
küçük bitkiler gibi organizmalar çiziyordu; sonra bunlar yerlerini
ormanlara, daha sonra balıklara ve en son da maymunlara bıraktı.
Bu resimler sanki Danvin’in evrim kuramının hızlı bir özeti gibiydi.
Bundan sonra onu bir geyşa kız olarak temsil ettiklerini öne sürdüğü soyut
çizimler geldi. İnsan genç kız olabilirdi, ama geyşadan (onların fahişe
olduklarını sanıyordu) fazlası olamazdı. Bu gerçeği başkalarından saklamak
zorundaydı ve soyut resimlere gizliyordu. Çizimleri-nin simgesel anlamlarını
onun için söze döktüm, babasının ensestiyöz yaklaşımlarının nasıl ona kendini
bir fahişe gibi hissettirmekte olduğu konusuna hiç girmeden, resimlerin
üniversiteye dönmek için göstermesi gereken büyük çabada kendisine çeki düzen
verme hazırlıklarını simgelediklerini söyledim.
Jane 9 aylık tedaviden sonra üniversiteye
döndüğünde gem vurulamaz “deliliğini” gizlemek üzere kahramanca çaba
gösterdi ve halden anlar öğretmenlerinin de yardımıyla, kolay olmasa da mezun
olabildi. Bu dönemde beni yardımcı ego-süperego olarak kullanma
gereksinimi duyduğunun farkına vardım. Birlikte çalıştığımız saatlerde
benden şuraya veya buraya bakmamı, ışığa doğru veya ışıktan uzağa yer
değiştirmemi istiyordu. Sanki fotoğraf makinesinin deklanşörüymüş gibi,
gözlerini kısıp açıyordu. Onun için poz vermem yolundaki isteklerine uy-mayıp
konuşmadan sakince yerimde oturuyordum. Okula dönmeden önce bir gün bana
kendisinin bir fotoğrafını gösterdi; bu bana, birlikte çakşırken onun
“benim resmimi çektiğinin” farkında olduğumu söyleme fırsatı verdi, bu
yüzden bana kendi resmim göstererek karşılık vermek istemesi şaşırtıcı
değildi. Söylemek istediğimi anladı ve
bunu neden yaptığım açıkladı. Terapi seansında
gözlerini kırparak benim resmimi çekerse, okula döndüğünde kendisini ne zaman
stres altmda hissetse karanlık bir odaya gidip çekmiş olduğu resmi
zihninde basabileceği güvencesini içinde hissedebiliyordu.)
Jane’le ilk bir buçuk yıllık çalışmamızın
notlarım gözden geçirirken o zaman aramızda geçen konuşmaların içeriğini tam
olarak ammsayamadığımı fark ettim. Çalışmamız çoğunlukla söz-öncesi (preverbal)
veya sözsüzdü (nonverbal); Jane’in benim imgemle kaynaştığı
ve/veya benim imgemi içine attığı ve yansıttığı birçok
görüşmeyi konuşmadan geçirmiştik. Benim temsilimin
ne zaman “iyi”, ne zaman “kötü” olduğunu onun yüz
ifadesinden anlayabiliyordum. Bazen kağıt ve makas getiriyor ve
bir-biriyle bağlantılı dizi halinde figürler kesiyordu. Karikatürlerdeki deli
tiplemelerim taklit ederek bir kimlik oluşturmaya
çabaladığım seziyordum, karikatür bir kimlikle yetinmek
zorunda kalsa bile.
Birlikte çalıştığımız ilk yıllarda onu cinsel
açıdan olgunlaşmış bir kadm olarak algılamıyordum. Öte taraftan ona karşı
olumsuz ve saldırganca duyguların etkisine girdiğimi de anımsamıyorum. Ne var
ki onu devlet hastanesine göndermem için üzerimde hem açık hem de
dolaylı bir baskı vardı; çalıştığım psikiyatri bölümünün şefi psikanalitik
yönelimli değildi ve hastane yetkilileri Jane gibi sağı solu belli olmayan,
etrafı kırıp döken bir hastanın kendi kuramlarında kalmasından
hoşlanmıyorlardı. Kime sadık kalacağımı şaşırmıştım, bu arada Jane’e karşı
hissetmiş olabileceğim herhangi bir öfkeyi başkalarına yöneltmek için elimde
bir sürü fırsat ve uygun hedef vardı. Sözün kısası, Jane’in kaos içinde
başlayan tedavisi kaos içinde sürdü, ama yine de ona sürekli ve kararlı
bir nesne temsili ve “yeni bir nesne” sunabildim.(8)
Jane yavaş yavaş, benimle olduğu zamanlarda
daha derli toplu bir kendilik (self) sergilemeye başladı. Ablasının ölümünden
sonraki yıllarda öfke nöbetlerine kapıldığını anımsıyordu, bu sırada çocuğunun
hiddetine dizgin vuramayan annesi çaresiz biçimde gülüyordu. Jane
kendisini iskemlelerden oluşan bir dairenin ortasına gördüğü çocukluk
düşleri de ammsadı. İskemlelerin hepsi boştu, yalnızca bir tanesinde,
kızının çırpınarak, nöbet geçirirce-sine kendisini oradan oraya atmasını izlerken
gülen annesi oturuyordu. Bu düşler annesiyle yaşadığı gerçek deneyimi
yansıtıyordu, annesi ölmekte olan (nöbetler geçiren) çocuğunun karşısında
çaresiz kalmıştı. Nöbetler geçiren kız yalnızca Jane’in ablasmı değil,
aynı zamanda duygusal olarak yeterince beslenememiş bebek Jane’i de
temsil ediyordu.
Divanın Kullanılmaya Başlaması
Üniversiteden mezun olduktan sonra Jane yeniden
eve dönmüş, annesinin peşinde gölge gibi dolaşarak yaşamaya başlamıştı. Ailesi
onu devlete bağlı akıl hastanesine göndermeyi ciddi olarak düşünür
olmuştu; bu konudaki konuşmalar ona “deli büyükannesini” anımsatıyordu,
Jane onun hastaneye orada ölsün diye gönderildiğini düşünüyordu. Paniğe
kapılmıştı. Ona, 18 aydır yürütmekte olduğumuz görüşmeler şurasında geçirdiği
öfke nöbetlerini anımsattım; ben bunları onun yaşadığı gerginliğin ve
en-gellenmişlik duygularının dışavurumu olarak ciddiye almış ve gülüp
geçmemiştim. Ayrıca ona bir keresinde divanımı “daha iyi” hastalara ayırdığım
şeklinde bir fantezi getirmiş olduğunu da anımsattım; terapi saatlerini
daha fazla yapılandırmak umuduyla, istiyorsa onu artık
divana yatırabileceğimi söyledim. Analizinin sonlanmasma doğru, o bir ay
boyunca önünde yalmzca iki seçenek bulunduğunu düşünmüş olduğunu itiraf etti:
Akıl hastanesine
gitmek ve “bir deli olarak ölmek”, ya da
psikanalizden geçmek. Her iki seçenek de onu dehşete düşürüyordu. Analize
böyle bir zeminde başlamış olmasına karşın, hummalı bir hevesle sarıldı,
sanki yaşamı buna bağlı gibiydi; aslında bir anlamda bağlıydı da. İlk kez 1965
Eylülünün başlarında divana yattı ve izleyen düşü anlattı:
Banyoya giriyorum. Çocuklar için bir tuvalet
var, bir tane de büyükler için. Önce çocuklar için olana oturuyorum ama
kakamı yapamıyorum, sanki bağırsaklarım çalışmıyor. Sonra, hiç kullanılmamış
gibi üzeri ince naylonla kaplı olan erişkin tuvaletinin naylonunu çıkartıp
oturuyorum. Ama rüyamda birinin oradan kalktığım görmüşüm, belli ki önceden
kullanılmış. Her neyse, büyükler için olana oturuyorum.
Bu düş, başka anlamlarının yanında, divanın
“daha iyi” (büyük) insanlar için olduğu şeklindeki algısını
açığa vuruyordu; bununla ilgili esas çağrışımı analizin gidişi sırasında,
duygusal olarak “bağırsaklarını çalıştırmaya” çabalarken geldi. Bazen “kötü”
kendilik imgesi ve nesne (öteki insanlar) imgeleri bunlara eşlik eden
“kötü” duygulanımlarla birlikte onu boğan bir ishal şeklinde fışkırıyordu, aynı
zamanda benim de bu sele kapılıp yok olacağım
korkusuna kapılıyordu. Jane’in ablasının o
henüz anal evredeki bir çocukken öldüğünü anımsamak gerekir.(9) Zaman geçtikçe,
her terapi seansından sonra tuvalette 15 ila 30 dakika kalma alışkanlığı
edinmesi bu açıdan anlamlıydı. Ben bunu daha sonra, aynı tuvaleti kullanmakta
olan sekreterler, Jane tuvaleti uzun süre meşgul ettiği için hastane
idaresine şikayette bulunduklarında öğrendim. İdareci bana hastamın tuvaleti bu
şekilde kullanmaması için bir ültimatom göndermişti, ama ben bu konuya
karışmayı reddettim. Bunun üzerine idareci, hastane çalışanları adına
Jane’e bir mektup göndererek tuvaleti daha kısa süreler kullanmasını rica etti.
Elbette Jane bu konuyu terapi seanslarına getirdi. Böyle sıkıntı verici
bir durum karşı- 49 sında benim
analitik konumumdan hiç ödün vermemem ve bütün bu kargaşanın anlamını
merak etmeyi sürdürmem onun ilgisini çekmişti. Bu olay onun beni yeni
bir nesne olarak daha iyi görebilmesini sağlamıştı sakin kalabilen, merak
edebilen ve onun tuvaleti kullanmasına karışmadan olaya açıklık getirecek
fikirler öne sürebilen gerçek bir insan.
Jane’in divana ilk tepkisi, artan bir
çaresizlik duygusu oldu. O sırada sık sık gerçeklikten kopmakta
olmasına karşın, mantıksız tutumlarının ve davranışlarının
izlediği yolu ve bunların anlamlarım benimle birlikte bir dereceye
kadar gözlemleyebiliyordu. Sözgelimi, divana
yattığı ilk gün uyum sağlama çabasıyla gözlerini tavana dikmiş ve bu
sırada tavandaki kaplamanın deliklerinden kan damladığım görmüştü. O görüşmenin
başlarında âdet kanamasının başlamış olduğunu söylediğinden, bu tuhaf algısını
fiziksel bir olayla bağlantılandırabildim.(lO) Bu “yo-rum”dan sonra Jane bana
bedeninin bütün deliklerinde algıladığı gerilimden söz edebildi. Divanda
yaşadığı yeni deneyimle bağlantılı olarak, tuvalet düşünde makat
deliğinden zaten söz etmişti. Bu gerilimin, ikimizin beden deliklerimiz
aracılığıyla birbirimizin bedenlerine akarak tek vücut haline
geleceğimizden korkması ve aynı zamanda bunun olmasını arzulamasıyla
ilişkili olduğunu düşündüm.
Divandaki ilk aylan boyunca çok defa beni
tamıymışım gibi, tümgüçlü biri olarak görmeyi sürdürdü. Divana çivilendiği, ya
da divanın üzerinde boşlukta asılı durduğu hislerine kapılıyordu. Bazen
“kötü bir tann” ya da korkunç Türk (Jane benim Türk olduğumu biliyordu)
oluyordum ve beni öldürmesi gerekiyordu; bunun peşinden düşünde bir penisin
(analistin penisi) paramparça edildiğini görüyordu. Bundan soma da benim
misilleme olarak ona saldıracağım beklentisi içine giriyordu. Bu
misillemenin sonucunda düşte kendi “penisi” eriyip yok oluyordu. Gerçekte
bu penis, mastürbasyon yapmak için kullanmayı alışkanlık haline
getirdiği, ‘kendi penisim’ dediği ten rengi bir mumdu. Hem benim hem onun
penisinin yok olması büyük bir tehlike oluşturmaya başladığında,
penislerin hepsini tavana yansıtıyor, ve tavandaki kaplamanın
deliklerinden spagetti parçalarının döküldüğünü görüyordu.
Henüz babasıyla yaşadığı ensestiyöz deneyimleri
tutarlı biçimde anlatmaya başlayamamıştı. Bu konuda bildiklerim çok azdı, ama
korkunç Türk olarak beni babasımn yerine koyuyor olabileceğini seziyordum. Bana
ilginç gelen onun bir penise (mum) sahip olmak yoluyla,
kendisini “kötü” baba temsiliyle bir bütün olarak görmesiydi;
saldırganlığı baba/analiste yöneldiğinde yalnızca onun peni-si değil,
kendisininki de eriyordu.(ll)
Divanı kullanmaya başlayıp bana olan öfkesini
yukarıda anlattığım gibi dışarı vurabildikten bir ay sonra, çocukluktaki oyun
arkadaşı, Güneyli çiftlik sahibesinin torunu bir araba kazası geçirdi ve ömür
boyu sakat kaldı.
Bir anlamda bu Jane’e kendi saldırganlığının gücünü göstermişti, ayrıca
bu arada bu genç kadım bebekken ölen sakat ablasının temsilcisi olarak
içselleştirmişti. Divanda yattığı sırada Jane simgesel olarak işkence
altındaymış gibi davranıyordu ve sanki astım krizine girmiş gibi
soluk alıp veriyordu. Onun bu tavrını dış dünyada arkadaşının
başına gelmiş olan kazayla bağlantılandırmayı
sürdürdüm, ama aslında, bir yanda divana ‘kelle koltukta’ yatmasının getirdiği
bunaltıyla uğraşmaktayken üzerine bir de kazanın eklenmesinin onun
kaldıramayacağı kadar ağır bir yük olduğunu düşünüyordum. Onu divana
yatırdığım için suçluluk duyuyordum, ama çok geçmeden bu duygumun Jane’in
annesinin ilk çocuğunun ölümünden ve bunun ardından ikinci çocuğunu ihmal
etmiş olmaktan duyduğu suçlulukla aynı olabileceğini fark ettim.
Bunu kavramış olmam, terapötik konumdan uzaklaşmamı engelledi.
Jane kazadan çok etkilenmişti ve divanda
adlandıramadığı duyguların seli altında boğuluyordu. Ben de, bu sele kapılmadan
onun bu durumuna tahammülle yaklaşıyordum. Bu duygulan yüzünden evden ayrılmak
istiyordu, ama ona “kötü” duygularının gerçek yaşamda beni veya çiftlikte
yaşamayı sürdüren ailesini sakatlamayacağım söyledim. Tek başına bir
apartman dairesinde yaşamayı başaramayacağını biliyordum. Bu sefer, aktanm
ortamında ve evde şaklabanlık yapmaya başladı, yeterince eğlendirici olursa
annesinin/analistinin onun yanından ayrılmasına izin vermeyeceğini umuyordu.
Bir gün kendiliğinden, babasına ablasının
ölümüyle ilgili ayrıntıları sordu. Sonra bana, küçük kızın annesinin kollarında
ölmüş olduğunu anlattı. Annesi “Korkarım gitti!” diye bağırmıştı. Jane bana
bunu anlattıktan sonra, onu psikiyatri servisinde boş bir odaya götürmemi
ve biraz heykel çamuru vermemi istedi. Yasa boğulmuş olan annesinin ona
bakım veremediği ve onun dışkısını (heykel çamuru) temizlememiş olduğu şeklinde
bir yorum yaptım, bunun üzerine Jane bana dönerek “Sizden nefret ediyorum!”
diye bağırdı. Bana ilgisiz anneymişim gibi tepki vermekle aslında yorumumu
kendince doğrulamış oluyordu. Ona göre, benim yammda çocukluktaki iç dünyasını
yeniden canlandırmasına izin vermek yerine, ona “soğuk” bir yorum sunmuştum.
Divandaki ikinci ayında, kendilik ve nesne
imgelerini ve temsillerini daha etkili biçimde bölmeye
(splitting) başladığım fark ettim. Bunun ilk göstergesi servisteki
baş hemşireden giderek daha çok söz etmesiydi. (Divanı kullanmaya
başladığında hastaneye yalnızca gündüz hastası olarak gidip geliyordu.)
Bana da sanki bölünmüşüm gibi davranıyordu; benim “iyi” ve “kötü”
kendiliklerim artık benimle baş hemşire arasında bölünmüştü. Aym
zamanda onun kendilik ve nesne imgelerinde daha fazla farklılaşma
oluyordu, kendilik imgeleri bağlantılı oldukları bölünmüş nesnenin
özelliklerine göre ya “iyi” ve tümgüçlü ya da “kötü” ve çaresiz oluyorlardı.
Hâlâ ailesi ile birlikte yaşadığı sıralarda
hastanede tanışmış olduğu genç bir transseksüel hastayla görüşmeye başladı.
Adam psikoza yatkındı ve Jane büyük ölçüde onunkiyle kendi kişiliğini
kaynaştırmak yoluyla, kendini . onunjcurtancısı olmaya adamıştı. Analizi
ve evi dışındaki bütün vaktini adamın Sorunlarına ayırıyordu. Aslında bu
arada kendisi de cinsel kimlik karmaşasını atlatmış değildi.
Gündüz hastası olmayı kendi isteğiyle
sonlandırdıktan kısa süre sonra iş aramaya başladı; hem bir işi olmasını
istiyordu, hem de sürmekte olan tedavisinin masraflarım karşılamak üzere
ailesine yardımcı olmak istiyordu. îş görüşmelerine giderken, transseksüel
arkadaşım da yanında götürüyordu, birçok işyerinde kadın kılığındaki
makyajlı bu adamın görüntüsü yüzünden aşağılanarak geri çevrilmişti.
Yaşadığı bu retlerle başa çıkmak için, ya elde edebileceği her işin ona zaten
layık olmadığını söylüyor ya da elinden hiçbir şey gelmediğini, tümden
çaresiz olduğunu öne sürüyordu. Durumun gerçekte nasıl olduğunu
ona açıkladım, arkadaşının verdiği olumsuz izlenimi vurguladım. Bundan
soma kendi başına iş aramaya başladı ve bir hediyelik eşya dükkanında iş
buldu. Bu şekilde araya girişim her ne kadar pratik amaçlı ve dolaylı olsa da,
ona bir mesaj vermişti. İçsel olarak artık beni onun toplumsal konumuna kafayı
takmış olan annesi gibi algıladığım kavramam biraz zaman aldı.
Bundan sonra iyi bir aileden gelen genç bir
adamla tanıştı. Bu adamın, annesinin onun iyi bir evlilik yapması yönünde
duyduğu arzuyu gerçekleştirebileceğim düşünüyordu. Joe varlıklıydı, kendine
güvenliydi, evinde atalarının portreleri asılıydı ve prestijli bir şehir
kulübüne üyeydi. Bunlar onun yüksek bir toplumsal konumda
olduğunu gösteriyordu. Jane onun bütün buluşma tekliflerini
kabul ediyordu, ama adam sık sık onu küçük düşürüyordu. Söz- S5 gelimi şehir kulübünde randevu veriyor,
ama son dakikada Jane üye olmadığı için randevuyu iptal ediyordu. Onun bu
aşağılamaları, Jane’in kendi evindeki yaşamı nasıl algıladığım ve çocukken
büyük evde yaşamış olduğu aşağılanmaları gündeme getirdi. Bu sayede
üniversitede, varlıklı kızların çalışması gerekmezken kendisinin
garsonluk yapmak zorunda kalmasından neden bu kadar gocunduğunu
anlayabildi. Yine de Joe ile olan durumuna karşı bir içgörü
geliştiremiyordu. Onu çekici bulmasının nedeninin evlilik yoluyla “sınıf
atlamak” ümidi olduğunu kavramakla birlikte, bunu yapmak zorunda olması onu
öfkelendiriyordu, ayrıca Joe ile olan ilişkisinin diğer yönleri konusunda
duygusal körlüğü sürüyordu. Onu ülküleştiriyor (idealize ediyor) ve kendisini
boş biriymiş gibi algılıyordu. Terapi seanslarımıza “Ben kimim?” ve “Bakire
olmak neden önemli?” gibi sorular getiriyordu. Bunlarla eşzamanlı duygusal
patlamalar da yaşıyordu.
Kaynaşma deneyimi, yani başka bir insanla
kendisini tek kişiymiş gibi algılaması hala sürüyordu. Annesi ufak bir
kulak ameliyatı geçirdiğinde Jane kulak ağrısından yakınmaya başladı. Saçlarını
kesip perma yaptırma hayali kuruyordu, böylece hiç kimse onu annesinden
ayırt edemeyecekti. Benim annesinden farklı olduğumu görebildiğinde bile, beni
onun temsilinin bir kopyası haline getirmeye çalışmıştı, yani onu hareketlerini
kısıtlayan biri. Benden annesinin yerine onun “komuta subayı”
olmamı istedi, ona ne zaman yürüyeceğini, ne zaman konuşacağını ve benzeri
şeyleri ben söyleyecektim. Ona, transseksü-el arkadaşı ile ilgili yapmış
olduğum yorumların iş dünyasının gerçeklerini göstermek amacı taşıdığım, bunun
ona verdiğim bir komut olmadığını söyledim. Benim kendilik temsilimi
annesine ait olandan ayırt etmesine yardımcı olmaya çalıştım. Bir seansta bir
öfke patlaması sırasında annesine fahişe dedikten sonra dilini ısırdı,
saldırganlığının cezasını kendisi, anında vermişti. Bu arada yaptığı işte
de kendini aşağılanmış hissediyordu, çünkü o çok daha iyilerine layıktı;
bu gibi düşüncelerle, ilk işini ancak 2 ay sürdürebildi.
Jane’in çok bağlanmış olduğu baş hemşire Aralık
1965’te istifa etti. Jane gündüz hastası olmayı bıraktığında onunla görüşmeleri
zaten sona ermişti, ama hastanedeki ortak bir tanıdıkları aracılığıyla
haberlerini alıyordu. Baş hemşirenin ayrılmasıyla, seanslarımız ağlama
nöbetleriyle geçer oldu. Jane transseksüeli kurtarma misyonuna yeniden dört
elle sarıldı. Ocak ortalarında bana “Neden mastürbasyon yapmama izin
veriyorsunuz?” diye haykırdı. Kullandığı mumun cinsel organını değiştirmekte
olduğundan endişeleniyordu. Bir seansa kendi yaptığı kırmızı kadife bir
mendil getirdi, kırmızı kadifenin babasının elleyip, kadife gibi yumuşak
olduğunu söylediği kendi vajinasını simgelediği yorumunu yaptım. Bunun üzerine,
kısa süre önce babasmı Vladimir Nabokov’un Lolita’sim okurken
gördüğünden söz etti. Bu kitabın genç bir kızla çok daha yaşh bir adam
arasındaki cinsel ilişkinin öyküsünü anlattığı bilinir. Lolita
hakkında konuşurken Jane yüzünü çevirip bana baktı, benim de o sırada bir
kitap (Lolita) okumakta olup olmadığımı merak
etmişti. Kendisi kitabı okumamıştı, ama kadm kahramanın
kendinden daha yaşlı erkekleri baştan çıkarma eğiliminde olabileceğini
düşünüyordu. Babasıyla yaşadığı etkileşimde kendisinin de bir rolü olabileceği
düşüncesiyle kısa süre uğraştı, ama sonra kendim yine babasının yaklaşımları
karşısında çaresiz biri olarak görmeyi sürdürdü. Gerçek anlamda cinsel
ilişkileri olmamıştı, ama onunla yaşadığı deneyimler yüzünden kendini
bakireymiş gibi hissetmiyordu..
Biz bir yandan görüşme odamda ensestiyöz
çocukluk anılarını yeniden canlandırırken, öte yandan o evde babasını o denli
öfkelendirmişti ki adam ona evden çıkıp gitmesini, kendine bir iş bulmasım
söyleme noktasına gelmişti. O sıralarda babasını Adolf Hitler gibi görüyor
ve onun bu imgesini bana yansıtıyordu. (12) Terapi seanslarında vahşi bir
hayvan gibi davranmaya başlamıştı, hatta bir gün divandan kalkıp beni
tekmelemeye ve yüzümü tırnaklamaya çalıştı. Kendimi korudum ve buna bir son
vermesini istedim. Bana saldırmaya devam edince, ayağımla onu ittim, bunun
üzerine yere düştü ve orada kaldı. Nefes nefese kalmıştım, kendimi biraz
topladığımda ona yeniden divandaki yerini almasının
her ikimiz için de iyi olacağını sakin bir tavırla söyleyebildim. Dediğimi
yaptığında, benim onun söylediklerine ve yaptıklarına kulak verebilmem ve
davranışlarının anlamı üzerine düşünebilmem için, sakin sakin oturabilmem
gerektiğini ona anlattım. Bu davranışları aracılığıyla, babasıyla
yaşadıklarını anımsamakta olduğunu ve aslında ona yakın olmak isterken aym
zamanda bundan korktuğunu söyledim. Bana dokunmak konusunda da aym çelişkiyi
yaşıyordu, bu yüzden bana gerçekten dokunduğunda, korkusunu yenmek ve aynı
zamanda bana yaklaşma arzusunu gizlemek üzere, dokunuşu saldın biçiminde
olmuştu.(13)
Bu olaydan sonra Jane yakınlarda başladığı
cinsel perhizi bozarak yeniden aşın mastürbasyon yapmaya girişti. Sonuç kanlı
oldu; ağaç gövdelerine sürtünüyordu, bu da cinsel organını ciddi biçimde
kanatıyordu. Cezaevinde çok uzun süre kalmış bir mahkumun (burada kendisi)
öyküsünü anımsadı, adam her gece çıplak bir kadm resmiyle yatıyordu,
cezaevinden salıverildiğinde gerçek kadınlarla bir türlü ilişkiye girememişti.
Belki de, Jane’in çocukluğunda çökkün bir anne ve ensestiyöz bir babayla
yaşadığı ilişkilerin normal cinsel ilişkiye girmesini engellemekte olduğunu
söyledim. Bu konuda daha fazla içgörü kazandıkça ağaçlara sürtünmekten
vazgeçti ve yeniden mumuna döndü. Her iki cinsiyetten erişkinler,
çocuklar ve hayvanların birbirleriyle cinsel ilişkiler
kurdukları mastürbasyon fantezileri ve tecavüz sahneleriyle dolu savaş
düşleri getirmeye başladı. Düşüncelerini yeterince düzene sokabildiğinde,
çocukluğuna ve ö anki ortamına dair anılar getiriyordu. Sözgelimi,
anne-babası ve erkek kardeşi evde çıplak dolaşıyorlar ve Jane’in mahremiyetine
saygı göstermiyorlardı. Bunu anlattıktan sonra yineleyen düşlerinden birini
gördü, kendisi çıplak ya da yan çıplak haldeyken babası tarafından yakalanıyor
ve felç olmuş gibi kıpırdayamıyordu. ‘Ne kadar çirkin
olduklarım görebileyim’ diye bana göğüslerini göstermeyi önerdi, ama
ben bunu yaparsa terapötik konumumun zedeleneceğini söyleyerek ona
yasak'koydum. Bazen kendini divana çivilenmiş gibi hissettiğini anımsattım
ve onu itkilerinden ve arzularından söz etmeye yüreklendirdim, bu
şekilde bluzunu açıp göğüslerini gösterme tehdidinden vazgeçti.
İlk başlarda Jane’in bir kedi yavrusu olduğu
şeklinde bir fantezim vardı, zaten tedavisi boyunca sık sık kedilerin sözü
geçiyordu. Evdeki kedisi -Kedicik Kız (Miss Kitty)- onun annesiyle
arasındaki simbiyotik bağı (bir anlamda göbek bağı) simgeliyordu ve Jane bunu
sık sık bir geçiş nesnesi yerine kullanıyordu. Bir bebeğin geçiş nesnesi genellikle
battaniye veya oyuncak ayı gibi yumuşak bir şeydir. Ayrıca kendine özgü
bir kokusu vardır. Bebeğin zihninde geçiş nesnesi, sahip olduğu ilk
“ben-olma-yan” şeydir ve “ben-olmayan” şeklinde algılanan anneyi temsil
eder. (14) Bu tür bir nesne, örneğin uyumaya çalıştığında anne ortamda değilse,
bebeğin rahatlatıcı ve yatıştırıcı bir anne yanılsamasını korumasını sağlar.
Geçiş nesnesi bebeğin evrilmekte olan kendilik temsilini annesinin imgesiyle
bağlantılandınr, bu yüzden bebek geçiş nesnesini psikolojik anlamda, kendi
denetimi altında tutar. Özgün geçiş nesnesi iki ila dört yaşlarında terk
edilir. Jane gibi gerilemiş hastalar erişkinliklerinde de yeniden
geçiş nesnesi kullanmaya başlarlar. Bazen, yeniden etkinleştirilmiş geçiş
nesnesi evcil bir hayvan olabilir. Jane’in durumunda kedi onun yeniden
etkinleştirilmiş geçiş nesne-siydi. Jane, annesine olan sarılgan bağlılığından
ne zaman uzaklaşmaya çalışsa, Kedicik Kız’m öleceği
korkularına kapılıyordu. Annesinden ayrı birisi olma girişimleri
ve annesi olmadan da hayatım sürdürme düşüncesi onu bunaltıya sokuyordu.
O bahar, tıpkı mezun olmaktan korktuğu zamanki
gibi, yine annesinden ayrılmak anlamına geleceği için, iş bulmaktan da korkuyor
olabileceğim söyledim. Benim bu sözlerim üzerine Jane gizlice bir daktilo
smavma girerek bunu geçti. Bu onda büyük bir bunaltı yarattı ve daha önce
baş hemşire tarafından temsil edilen “iyi” anne arayışı yoğunlaştı. Bir
kez daha ben “tümden kötü” olmuştum; bu sırada baştan aşağı kapsandı bir
kontrol için “gerçek bir hekime” başvurdu. Aym sıralarda içinde yaşadığı
evde yangın çıktığı ve hangi hâzinelerini kurtaracağına karar vermek için
gergin bir uğraş içine girdiği bir düş gördü. Annesinden fiziksel olarak
ayrılma fikri aynı zamanda annesinin temsilinden intrapsişik ayrılma anlamına da
geliyordu. Bununla baş edebilmek için daha da gerileyerek, az sonra anlatacağım
biçimde, benimle kaynaştı.
Divanın bir yüzme havuzu haline geldiğini
algılıyordu. Bu algısının birbirine zıt iki işlevi vardı. Bir düzeyde benim
“rahmimde (havuza dönüşmüş olan divan)” benimle kaynaşıyor, tek.vücut oluyordu,
böylece anne/ana-listten ayrılmamış oluyordu; diğer bir düzeydeyse,
havuz ona çocukluğunda babasıyla havuzda çıplak
yüzüşlerim anımsatıyor, böylece babayla kurduğu bağ sayesinde çök-62 kün anneyle olan göbek
bağından uzaklaşıyordu. Yaşadı
ğı bu ikilem konusunda söylediğim sözler
terapötik gerilemesini (15) daha da artırdı ve anne/analist temsiliyle tümden
kaynaşmasma yol açtı. Jane, göğüslerinde sanki bebek emzirecekmiş gibi bir
his duyumsuyordu; ayrıca kamı uyuşmuş ve sınırlan belirsiz hale gelmişti.
Annesiyle (divanla) tek vücut olmuş bu hali onda ölüm
korkulan uyandırmıştı, aralarındaki göbek bağı sanki onun benliğini olduğu
gibi ortadan kaldıracaktı. Bence ilişkilerinin ta başlannda, annesinden
yayılan bilinçdışı öldürme arzularım sezmişti ve şimdi bunlan yeniden
yaşıyordu. Yulaf ezmesinde boğulma düşlerini anımsadı ve kahvaltıda yulaf
ezmesi yemeye başladı. Bir anlamda ölüp ölmeyeceği-
ni sınıyordu; aynı zamanda, kendini besleyerek
yeni bir ego işlevi geliştiriyordu. Yulaf ezmesi yemesinin geriletici ve
ilerletici yönleri vardı -“kötü” bir annenin içe alınmasını (introjeksiyon)
temsil ettiğinde geriletici, yeni edindiği kendini besleyebilme becerisi
söz konusu olduğunda ilerletici.
Divanda yatarken sık sık ellerini inceliyor,
bunların kendisine ait olup olmadıklarını merak ediyor ve
ağzına sokuyordu.(16) Terapötik gerilemenin ardından başlayan bu
ilerleme sürecinde sanki bir bebek gibi, bedenini yeni tanıyordu. Evde bir
eline kurşun kalem saplamış ve duyduğu acı o elin gerçekten kendisine ait
olduğunu gösterdiği için rahatlamıştı.
Bu deneyimler aracılığıyla, gözlemci egosunu
bir dereceye kadar koruyabiliyor ve benim bunlarla ilgili merak ettiklerime
yanıt verebiliyordu. Ağır gerileme durumundan çıktıktan sonra, birçok şeyi ilk
kez yaşantıladığı duygusuna kapıldı. Baş hemşire hâlâ “iyi” olmayı
sürdürüyordu, bu arada annesi en çok nefret edilen nesne haline gelmişti.
İyice berraklaşmış bölme çok belirgin hale geliyordu. Bazen divanda yattığı
yerden, vahşi bir hayvan gibi, “kötü” anne/analiste bağırıyordu.
Transseksüel arkadaşıyla olan ilişkisi soğudu
ve adam başka bir yere taşındı. Bu arada Jane bir şirkette kendisine iş buldu.
Savunmacı biçimde, kendisini tümgüçlü ve diğer çalışanlardan üstün
görüyordu. İçimden, bu işi ne kadar zaman koruyabileceğini merak
ediyordum. Tam o sıralarda Joe’nun onun vajinasım öpmesine izin
vermiş, kendisi de onun penisine dokunmuştu. Bir sonraki seansta yoğun bir
bunaltı içindeydi, çocukken babasıyla yaşadığı deneyimlerin seli altında
boğuluyordu. Büyük bir penis tarafından incitilmekten korkuyordu ve kendi
bacaklarının arası, orada hiçbir şey yokmuş gibi hissizdi. Bu aşırı uğraşılar
psikanaliz seanslarına aktarıldı. Çocuksu merakı arttı; benim onu bir âşık gibi
öpmemi ve ona cinsel oyunlar öğretmemi istiyordu. Bununla birlikte, Joe
onun eline boşaldığında korkunç bir hiddete kapıldı ve parano-id bir hal
aldı, akut psikotik bir tablo sergiliyordu, Görüşme odamda öfkeden mosmor
kesiliyordu. Divanın yanına bir bardak su koyarak her ikimizi de korumaya
alıyordu; simgesel olarak bununla öfkesinin yangınım söndürüyordu. Bir
keresinde, masamın üzerinde duran, Türk kılıcı şeklindeki mektup
açacağımdan o kadar korktu ki seansı sürdüremedi. Mektup açacağımn
varlığına tahammül etmek veya bunu her zamanki yerinden başka yere
koymak kararınm ona ait olduğunu söyledim. Açacağı gözünün önünden
kaldırmamı istedi, ben bunu yaptıktan sonra seansımıza devam edebildik. Daha
sonra, mektup açacağım yeniden masama koyduğumu gördüğünde ses çıkarmadı.
Analizinin böyle son derece kritik bir
noktasında bizim hastanede çalışan bir cerrah tarafından ona bir sekreterlik
işinin önerildiğini öğrenince sevindim. Artık, içindeki karmaşaları analize
getirebildiğini, aynı zamanda gündelik yaşamım rahatça sürdürebildiğini
seziyordum.
Hissettiği güç, kendisine ait güçlü bir penise
sahip olmak şeklinde çocuksu bir arzuda yoğunlaşmıştı; bu penisi şişeden
kendisi yapmayı düşlüyordu. Belli ki ondaki bu tera-pötik gelişmeler dışarıdan
da fark ediliyordu. Babasının, tam da bu zamanda ona, ikisinin sımm
annesine hiç soyleyip söylemediğini sorması rastlantı olmasa gerek.
Bu soru karşısında penis edinme düşü bir kenara atıldı, annesine bu konuyu
hiç açmamış olduğunu söyledi, ama bu kez de, sırlarının meydana çıkmaması için
babasının onu öldüreceğini düşünmeye başladı. Jane’in gözünde
gerçek babası “kötü” olduğunda, ben Bernard Shaw’un oyunu Pygmalioh’Ğsid Higgins gibi bir koruyucu, yararlı,
“iyi” biri oluyordum.
1966 yazıtım başlarında, hâlâ babasının
yaklaşımlarıyla ilgili düşler görmeyi sürdürüyordu. Sözgelimi şöyle bir düş
getirdi:
Uyumak üzere hazırlanırken odamda oturuyorum.
Saçımı tarıyorum. Çıplağım, üzerimde yalnızca külotum var. Memelerimin üzerinde
sivrisinek ısırıkları var, belki de kurdeşen. Babanım geldiğini işitiyorum ve
bir havluya sarınıyorum. Babam odama giriyor. Uykusunda yürüyormuş gibi
bir hali var. O da çok berbat gözüküyor. Pijamalarını giymiş. Beni
kalçalarımdan tutuyor ve yatağa yatırıyor. Beni bırakmasını istiyorum ama
çok sıkı tutmaya devam ediyor. Yardım çağırmak üzere bağırmak istiyorum
ama sesim çıkmıyor. Yâlnızca fısıldayabiliyorum. Sonra gözlerini oymak
üzere aciz bir girişimde bulunuyorum. Parmaklarımı ancak göz kapaklarının
altına koyabiliyorum, beni durduruyor.
Bu düşü anlatırken “îmdat!” diye fısıldadı, ama
sonra haykırarak yardım isteme gücünü kendinde bulabildi. Onu sesimi
çıkarmadan dinledim, yaşadığı trajediden duygulanmıştım. Sivrisinek
ısırıkları ve kurdeşen, kısa süre önce Joe memelerine ve cinsel
organlarına dokunduğu sırada hiçbir şey hissetmemiş oluşunu ona anımsatmış-tı.
Babasının öpücüklerinin memelerinde iz bırakıp bırakmadığım anımsayamıyordu.
Sakinleşince bana düş hakkında daha çok şey anlatabildi. Düşte babasının
altında olduğu sırada, aslında onu üzerinden atmak değil, onunla birleşmek
istemişti. Bundan sonra çabucak konuyu değiştirdi, belli ki kendi ensestiyöz
arzularından korkarak bunlan yadsımak istiyordu. Bir hafta sonra, zihninde
benim ona yardım etmemiş olan anne haline geldiğim açıktı. Daire şeklinde
dizilmiş iskemleler düşü yeniden geldi, ancak bu kez iskemlelerden birinde
oturan annesi değil, bendim.
Bölüm 4
Anne Memesinde Yaşanan Örseleyici Deneyimler
1966 yazında yaşanan olaylar Jane’in tedavisini
büyük ölçüde etkiledi. Ona, Ağustos ayında üç haftalık bir tatil planladığımı söyledim,
aynı sıralarda baş hemşirenin de başka bir şehre taşındığım işitmişti.
Böyle bir “terk edilişe” yanıtı, yokluğum sırasında sesimi
anımsayabilmek üzere, bana aptalca sorular sormak oldu. Ona, daha
incelikli biçimde olsa da, bunun birlikte geçirdiğimiz ilk yıl, yokluğuma,
gözlerini kırparak benim resmimi çekmek yoluyla kendini hazırlamasını
anımsattığını söyledim. Bu kez de sanki sesimi kaydediyordu.
Önce benden ilaç istedi. İlaçlan, çizgi filmde
Temel Reis’e anında güç veren ıspanağa benzetiyordu. Ama az sonra cesurca,
ilaçlann yalnızca simgeler olduklarım ve gerçekte benim parçam
olamayacaklannı söyledi. O sıralarda erkek kardeşi, kendi evinde yan
psikiyatrik yan dinsel gruplar yürüten bir psikiyatriste gitmekteydi. Benim
yerime koyabileceği bir yedeğe duyduğu gereksinimle Ja-ne de bu toplantılardan
birine gitmişti, ama burada çok korkmuştu. Jane’in zihninde ben o grubun
yöneticisiyle iç içe geçmiştim ve bütün psikiyatristleri tehlikeli
görmeye başlamıştı. Ne yazık ki tam da bu noktada ayrıldık.
Tatilimin sona ermesine yakın, ben yanlarında
olmadığım bir sırada iki küçük çocuğumun bir araba kazası geçirdiği ve acil
serviste oldukları haberini aldım, derhal acil servise doğru yola koyuldum.
Gidene kadar durumları hakkında bilgi alamamıştım. İkisinin de yarası
ölümcül değildi, ama bu benim için dehşet verici bir deneyimdi. Kızım
muayene edilmiş ve tedaviye gerek olmadığına karar verilmişti. Oğlumsa bacağı
kırıldığı için hastaneye yatırılmış, ilk tedavisi o sırada nöbetçi olan,
Jane’in yanında çalıştığı cerrah tarafından gerçekleştirilmişti.
Birkaç gün sonra, acil servise ait bir rapor üzerinde çalışırken Jane’in
de kazadan haberi olmuştu. Birisi ona kaza geçirmiş arabanın gazetede
çıkan resmini de göstermişti. Bu olaydan sonraki ilk seansımızda ben onun benim
çocuklarımın başına gelenleri bildiğinin farkında değildim.
Onu sön derece dağılmış buldum. Açık açık bir
rahmin içinde bulunmayı, doğmamış olmayı istediğim söylüyordu. Erkek kardeşine
zarar vermekten korkuyordu. Aynı zamanda, kendisinin bir arabada bebek ablasını
öldürmüş olduğu şeklindeki fanteziyi yeniden canlandırmakta olduğunu
seziyordum. Onları öldüreceği korkusuyla çocuk sahibi olmaktan ürktüğünü
söyledi. Çocuklarımın başına gelenleri bildiği ortaya çılanca, onda ilk başta
anlam veremediğim bu dağılmanın nedenini kavrayabildim.
Ona, çalışmamıza kaldığımız yerden rahatlıkla
devam edebileceğimizi söylememe karşın, bacağını hafifçe incitmeyi becerdi ve
yanında çalıştığı, aynı zamanda oğlumun kırığını da tedavi etmiş olan
cerraha başvurdu. Bir sonraki seansa geldiğinde bacağı sargılıydı ve
çağrışımları suçluluk duygularını ortaya koyuyordu. Fantezisinde, çocuk- ?1 lanmm geçirdiği kazaya o neden olmuş ve
onlan öldürmüştü. Annesi ve ablasıyla yapmış olduğu ölüm yolculuğunu yeniden
yaşamaktaydı. Bu arada ben de onun gözünde çaresiz anneye dönüşmüştüm.
Bacağındaki incinme yalnızca saldırganla değil aynı zamanda
saldırılanla da özdeşim kurmasına izin veriyordu.
Bu sırada bir gün Jane bana şeftali (iyi
memeler) getirmekten söz etti, olumlu veya olumsuz bir yanıt vermedim. Sonradan
park yerindeki arabama birkaç tane şeftali götürdüğünü ama arabayı kilitli
bulduğunu öğrendim. Söylediğine göre bu ona büyük bir engellenmişlik
yaşatmış ve bir süre gerçeklikten koparak psikotik bir deneyim yaşamıştı: Park
yerinin betonu, içinde dev bir böceğin bulunduğu kırılgan bir yumurta haline
gelmişti, yerkürenin onun bir adımıyla içine göçüvereceğinden
korkmuştu, sanki kabuk kırılınca dev böcek yumurtasından çıkıp dünyayı
yutacaktı, (herhalde annesinin rahmini simgeleyen) bu varsanıda Jane
açılan delikten böceğin ağzma düşüyor, bacağı yaralanıyordu. Bu varsanın
gücüyle park yerine bir süre çakılıp kalmış, neden sonradır ki cesaretini
toplayıp işinin başına dönebilmişti. Ona ablasının sakatlığını
ve sakat bebekle kendi özdeşimini anımsattım, iyi bir anne bakımından
yoksun kalmış olduğunu ve bağlantılı diğer 72
konulan da dile getirdim. Ablası öldükten sonra Jane artık annenin memesine
(ilgisine) ulaşamaz olmuştu. Şimdi de, erken-anne/analisti onarmak,
iyileştirmek ve karşılığında ondan ilgi görmek üzere, onu kurtarma
çabalarım yineleme gereksinimi duyuyordu. Benim yorumumu işitmiş
olduğundan kuşkuluydum, bu yüzden taktik değiştirdim ve ona benim sorunlanm
yüzünden (onun için iyi bir analist olmayabileceğimden) korkuyor
olabileceğini söyledim. Çocuklarımla ilgili kaygılanmış olduğumu
kabul ettim, ama artık tehlikede olmadıkları yolunda ona güvence verdim ve
kazanın her ikimiz için ne anlamlar taşıdığı üzerinde analitik çalışma
yapmaktan başka seçeneğimiz olmadığını belirttim. Ona, onu dinleyebilecek
kadar duygulanma hakim olduğumu söyledim. Sanırım onun üzerinde olumlu bir etki
bırakan, söylediklerimden çok bunları sakince söyleme tarzımdı. Ama şansa bakın
ki diğer bir dış olay, basmda geniş yer alan Türkiye’deki deprem, onun
gerçekliği sınama yetisini daha da zorladı. Artık yalnızca Türk analiste zarar
vermekten korkmuyor, aynı zamanda kendi güvenilmez annesini andıran sarsak
(deprem yeri), güvenilmez (ben bütün Türkiye olmuştum) bir analiste sahip
olma olasılığı da onu dehşete düşüyordu. Park yerinde dünyanın içine
göçeceğinden duyduğu korku gerçek olmuştu! Bununla başa çıkabilmesinin tek yolu
kendisini benimle (fantezide) ve annesiyle (gerçek yaşamda) ilgilenmeye
adamasıydı. Annesinin tepeden tırnağa kont- 73 rolden
geçmesi için randevular ayarladı. Ben bunlar olup biterken hiç müdahale
etmedim, çünkü terapötik sürecin gelişmesini bir yandan izleyebiliyordum;
aynca bu halinde yorumlara yanıt vermeyeceğinin de farkındaydım.
Yazm sonuna doğru bir mağazada tezgahtar
olduğunu gördüğünü bir düş getirdi. îlgilenilmeyi bekleyen kalabalığın çok
gürültü ettiğini söyledi, sonra da kekelemeye başladı ve aniden divanda
oturarak haykırdı: “Hepiniz susun!” İşitsel bir varsanıya yanıt verdiğini
düşündüm, bence, simgesel “iyi” anne-çocuk birimini onarma
çabalarına sekte vuranlardan kurtulmak istiyordu. Artık “Bu kadar yeter!”
diye bağırmasını sağlayan bir ego işlevi sergileyebiliyor olması, bana daha
önemli göründü.
Jane 1966 güzünde, geçen yaz olan dış olaylarla
onun ve benim iç dünyalarımız arasındaki bağlantılara dair açıklamalarıma
artık kulak vermeye başladı. Hastanenin kitaplığına gitti ve kanserli meme
resimleri aramaya başladı. Bunlar, bebekliğindeki annenin ve kaygılı
analistinin iltihaplı ve psikolojik olarak ihmalkâr memelerim
temsil ediyordu. Kanserli memeler üzerine çalışmalarımız ilerledikçe, bir
kez daha benim temsilimle uğraşmaya başladı ve bunu içe atma-yansıtma
döngüsüne soktu. Ama artık 74 bu süreci
fark etme yetisi daha fazla gelişmişti. Yeniden olağan terapötik yolumuza
koyulmuştuk. Her ikimiz de yazın yaşanan fırtınaya dayanabilmiştik ve
artık onun karşılıklı kendilik temsillerimizi bütünleştirmeye
hazırlandığım hissediyordum. Bunun hiç de kolay bir iş olmadığının farkmdaydım.
Kasım başlarında, Jane o günün John F. Kennedy
su-ikastnun yıldönümü olduğunu bilinçli olarak düşünmeksizin, 22 Kasım’da
öleceğini bildirdi. Bu tarih kişisel olarak da anlamlıydı, çünkü Kennedy,
Jane’in üniversitedeki son senesinde öldürülmüştü. Jane bu sırada akut
şizofreni tablosu içindeydi. Tam da 22 Kasım 1963 günü için üniversitedeki
psikiyatristten bir randevu almış, ancak Başkan’m ölümü yüzünden bu randevu
iptal edilmişti. O sıralarda psikotik yaşantısı doruğa çıkmış olduğundan,
Jane bu iptali mantığıyla kavrasa da, duygusal
olarak sin-dirememişti. Yine bir ölüm olmuş ve ona bakacak kişi bütün ilgisini
ondan çekmiş ve Jane kendisini ümitsiz hissederek dehşete kapılmıştı. Bunların
üzerinde çalışmamız, psikolojik olarak dönüm noktası sayılabilecek bir
gelişmeyi beraberinde getirdi. Yazın çocuklarımın kaza geçirmesiyle Jane kendi
özgün travmasını yeniden- yaşamış, beni annesi gibi çaresiz biri olarak
görmüştü ve bu çaresizliği varsanılar görmesine yol açmıştı. Sonra yavaş yavaş
benim çaresiz olmadığımı, çocukluğunun annesinden daha sağlam yeni bir nesne
olduğumu algılamaya başlamıştı. Ne var ki bu özgün travma o kadar güçlüydü ki,
üzerinde bir kez çalışmış olmak ona yetmemişti. Bu kez de, Kennedy’nin
yaklaşan ölüm yıldönümü onun özgün travmasını yemden canlandırmıştı.
Elbette çocuklarımın kazasında olduğu gibi, bunu da terapiye getirdi. 22
Kasım gelip ikimiz de ölmediğimizde, özgün travmanın gerçekleşmesi
gerekmediğini, bugünün aslında Kennedy’nin ölüm yıldönümü olduğunu,
yapmakta olduğumuzun tarihsel bir olayla bağlantılı büyüsel bir şey değil, intrapsi-şik
bir çalışma olduğunu kabullenebildi. Bir anlamda beni denemiş, olup bitenler
karşısında ne annesi ne de ran evuyu iptal eden ilk psikiyatristi gibi çaresiz
olmadığımı görmüştü. Bununla birlikte, henüz kafasında tek bir
insan şeklinde bütünleştiremiyordu, bu yüzden benim
onun zihnindeki temsilimi “iyi” veya “kötü” nesne olarak içe atmaya ve
yansıtmaya başladı. Bazen seanslarda başka hiçbir şey yapmıyordu. Beni
parçalara ayırıyor, çeşitli hayvanlar veya küçük insanlar haline getiriyordu.
Beni dışarıya yansıttığında, hayvanlar veya küçük insanlar
divanın yanında, yerde duruyorlardı. Onun içinde ve “kötü” olduğumdaysa,
yerel radyo istasyonlarına yazarak yatıştırıcı müzikler istemeyi
tasarlıyordu, bu şekilde “iyilik” “kötü-lük”le savaşacaktı. Önceleri iyi ile
kötü arasındaki bu dal-76 galanmalanna
dehşet duygusu eşlik ederken artık yalnızca hafif bir bunaltı hissediyordu,
hattâ bunu bir tür oyun haline getirmişti. Terapötik gidişten hoşnuttum.
Ancak tam da bu sırada dış dünyadaki diğer bir olay onun kozmik kahkaha adım verdiği deneyimi yaşamasına yol
açtı. Jane’in kozmik kahkahayla ilişkisi her ne kadar dışarıdaki bir
olayın sonucu olsa da, bunu analizindeki diğer bir dönüm noktası haline
getirebildi.(17)
Aralık başında, daha önceden bildirdiğim plana
uyarak bir haftalık izin almıştım. Döndüğümde onun benim yokluğumu büyük ölçüde
yadsıdığım fark ettim. İyi bir toplumsal konuma sahip olan Joe’ya duygusal
yatmmı eskisinden de daha ilkel bir ülküleştirme içeriyordu. Onun kendisiyle
evleneceğine emindi, bu yüzden annesi Aralık ortasında Joe’nun başka bir
kızla evlendiğini söylediğinde derin bir şok yaşadı. Joe’nun aklından bu tür
şeyler geçirdiğini hiç bilmiyordu; ve bu haberi aldığında, içsel
bir varsam olan kozmik kahkahayı işitti. O an bu
yaşantıdan kendisini sıyırmayı başarmıştı, ama ertesi gün
divanda yatarken kahkaha ilk seferkinden de daha şiddetli olarak geri
döndü. Evlilik haberini aldığı anda tümden dağılma-yıp, buna tepki vermek için
ertesi gün divana yatmayı beklemiş olması benim için önemliydi. Olayı
aktarım ilişkisine ve analitik çalışmaya getirdiği açıktı; bu deneyim onun
bu düş kırıklığım ve en derin düzeyde temsil ettiği şeyleri
gözlemlemesine, göğüs germesine ve başa çıkmasına hizmet ediyordu. Bana haberi
vermeye çalıştığında kekelemeye başladı ve altında ezildiği bu
duygusallığa son vermek istercesine başım şiddetle sağa sola salladığı 8)
Sonra bebek gibi yumruklarım sıktı ve ellerini şakaklarına bastırarak başmın
sallanmasını durdurmaya çalıştı. İşkence çeker gibiydi; hayvan uluması gibi
sesler çıkararak ağlıyordu, sanki insanlıktan çıkmış bir hali vardı. Sonunda,
yırtıcı ve vahşi erken kendilik ve nesne temsillerini harekete geçirdi ve
yüzünü tokatlayıp “Kes sesini! Kes sesini!” diye bağırarak kendisini
durdurabildi.
Sonradan, bir parçasının bu yaşantıyı gözlemleyebilmiş
olduğunu söylemesi ilginçti. Ama gözlemlediği şey, yaşadığı duygusal
fırtınayla, Joe tarafından ya da kısa süreli yokluğumla benim tarafımdan
reddedilmiş olması arasındaki mantıklı bağlantı değildi. Kendisini annesinin
memesini emer gibi hissetmişti. Bence onun gözlemlediği, bebekken
emzirilme sırada yaşadığı ilk engellenmişliğin simgesel temsiliydi. “İyi”
meme ansızın “kötü” memeye dönüşmüştü, bunun onun kozmik kahkaha
deneyiminin en erken genetik (psikolojik) kökü olduğunu
düşündüm. Annenin memesiyle iç içe geçmiş halde, katlamlamaz
ve adlandınlamaz “kötü” duygularla dolu olduğu zamanlara geri
dönmüştü. îşte bu kaynaşmış kendilik temsiline olan saplanması
(fîksasyon), onun üniversitede okuduğu sırada akut olarak gelişen psikozunun
çekirdeğini oluşturuyordu. Benim divammda yaşadığı kozmik kahkaha deneyimi çok
dramatikti.
Ertesi gün, gözlemlediklerini açıklamaya
çalıştı. Bu deneyim düş gibiydi ama aym zamanda gerçekti. Önce mantıklı
bir dile (ikincil süreç) çevrilmesi gereken açıklamalarını izlemek zordu.
Söylediklerine açıklık getirmek için bir çizim yaptı (Şekil 6). (A)
gözlemci olan Jane’i temsil ediyor. (C), bir pencerenin (E) gözüktüğü,
pofu-duk, sedef renkli bir bulut olarak algıladığı kozmik
plato.
Pencerenin üzerinde tümgüçlü bir insan (D) diz
çökmüş, Jane bu güvenilmez ve alaycı insanla zaman zaman kaynaşıyor ve
birbirlerinin yerine geçebiliyorlar. Bir halka olan (B), yalnızca bir
ağızdan oluşan Jane’i temsil ediyor (bir a€>z-kendilik).
Bu deneyim sırasında Jane (ağız-ken-dilik) tümgüçlü kişiyle olan ilişkisinin
ansızın kesildiğini hissetmiş ve onun, zihninde ilişki kesildikten sonra
da çok uzun süre yankılanan kozmik bir'kahkaha patlattığım işit-mişti.
Geçmiş, bugün ve gelecek, bu olup bitenlerde iç içe geçmişti. Jane’e göre
tümgüçlü kişi bazen başka insanlar (örneğin analisti) aracılığıyla
konuşuyor veya gülüyordu. Bu yaşantıda benim temsilim de rol alıyordu.
Kozmik kahkahadan söz ettiği terapi seansının
sonuna doğru, bazı Kızılderili kabilelerinde çocukların bile bile aç
bırakıldığım işitmiş olduğunu anımsadı. Amansız, acımasız savaşçılar olmalarını
garantilemek için, aç bırakılan bebeklere kısa süre meme verilir, sonra hemen
çekilerek hevesleri kursaklarında bırakılırmış.
Jane ve ben onun yaşadığı deneyimler üzerine
konuşurken, kozmik platonun (C) annesinin memesini temsil ettiğini, (E)’nin ya
meme başını ya da annenin bebeğin üzerine eğilmiş yüzünü veya gözlerini
temsil ettiğini ve bir halkadan oluşan (B)’nin Jane’in ağız-kendiliği
olduğunu anladık. Tümgüçlü insan (D) çok büyük olasılıkla,
Şekil 6. Kozmik kahkaha.
çocuğun zaman zaman kaynaştığı (füzyon),
tümgüçlü olarak algıladığı anneyi temsil ediyordu. Yaşadığı deneyim annesinin
meme başı, memesi ve annesiyle (ya da en azından, annesinin emzirmeye
karşı, yüz ifadesiyle dışa-vurduğu tepkisiyle) bağlantılıydı.(19) Kahkaha,
tümgüçlü kişi ilişkiyi ansızın sonlandırdığında patlıyordu ve
Jane’in buna duygusal yanıtı tam bir aşağılanmışlıktı.(20)
Jane’in annesinin, yaşadığı çaresizlik
duygusunun yaranda bazen ansızın ortaya çıkıveren düşmancıllık duygularına,
simgesel ve toplumsal olarak kabul edilebilir bir kılıf uydurma çabasıyla
gülmüş olabileceğini düşündüm.
Eminim, Jane’in deneyiminin meme emme
düzeyinden (oral düzeyden) köken alan yönleri, daha yüksek düzeylerdeki başka
yönlerle yoğunlaştırılmıştı. Annenin kahkahasından, daire şeklinde dizilmiş
iskemleler düşleriyle bağlantılı olarak daha önce de söz edilmişti. Bu,
onun Ja-ne’i öfke nöbetleriyle kendi kendine başa çıkması için yapayalnız
bırakmasına yol açan aciz düşmancıllığm boşalımını (deşarjım) temsil ediyordu.
Jane bir keresinde bana annesinin emzirmekten utamyormuş gibi durduğunu
söyledi; erkek kardeşi doğduğunda annesinin onu gözlerden 81 uzak
bir odaya götürüp orada emzirdiğini anımsadı. Annesinin bebek Jane’le olan
davranışlarına gelince, zihnimde canlanan tablo, memelerinde geliştiği söylenen
iltihabın yanı sıra, yaşadığı aciz düşmancıllık ve yas duygulan yüzünden Jane’i
emzirirken saldırganca davrandığıydı. Büyük olasılıkla memesini (ve belki biberonu da) aniden Jane’in ağzından
çekiyor, sonra yemden veriyordu.(21)
Geçen yaz yaşadığımız güçlüklerden sonra ikimiz
artık onu korkutan “kötü” duygulan soğurabiliyor ve ehlileştirebiliyorduk. Buna
dayanarak Jane kendine (belki de Joe’nun ani evliliği yüzünden biraz erken
olarak) örseleyici emzirme deneyimlerini görüşme odamda yineleme iznini verdi.
Bazen beni tümgüçlü kişi (D) yerine koyuyordu. Bu türden bir gerileme, özgün
gelişimsel yolağm ilerletici kanallarının açılmasını sağladı.
Sakin kalabildiğim ve analitik tutumumu
koruyabildiğim için, divandaki kozmik kahkaha deneyimi yalnızca geçmişteki bir
olayın yeniden canlandırılması olarak kalmadı. O zamana dek zaten epey
terapötik çalışma gerçekleştirmiştik, aktarımda “farklı” bir emziren anneyle
yeniden ilişki kurmasının düzeltici bir etkisi oldu ve önceki kırılgan
çocuksu kimliğinin sağlamlaştmlması yolunda temelden bazı değişiklikler
yapmaya başlamasını sağladı. Şimdi artık, Jane’in iç dünyasında yeni ve
daha üst düzey bir örgütlenmeye doğru yol aldığım görmeyi bekliyordum.
Bölüm
5
Kedicik Kız’m Öldürülmesi
1967 yılının başından itibaren Jane’in
çalıştığı işyeri tarafından yapılan sigortası işlemeye ve analiz masraflarının
bir kısmım ödemeye başladı. Geri kalamm da kendisi ödeyebiliyordu; bu onun
için psikolojik olarak önemliydi, çünkü analizini parasal olarak kendisi
üstlenebiliyor ve böylelikle tedavisi için anne-babasından parasal
destek alan Jane imajım siliyordu.
Anne-babası Joe tarafından verilen bir partiye
katılmış ve yeni karısıyla tanışmışlardı. Jane’e orada çok güzel vakit geçirdiklerini
söylemişlerdi. Jane, Joe’nun evliliğinden duyduğu düş kırıklığım ve kendisinin
ne kadar incinmiş olduğunu bildiği halde bunları söylediği için annesinin çok
duyarsız olduğunu düşünüyordu. Bu tepki onun kendi temsiliyle, annesinin
temsili ve duyarlı analistinin temsili arasında daha fazla ayrım
yapabilmesine yardımcı oldu. Bağırsaklarında polip olan bir kadınla
(kendisi) ilgili bir düş gördü ve annesini poliple özdeşleştirdi. Artık evden
ayrılmayı her zamankinden de çok istiyordu ve kendini yemden doğmuş gibi
hissediyordu (kendiliğine ait yeni bir çekirdek gelişmişti).
Daha önce de anlattığım gibi, Jane çocukken
bile bir penise sahip olmak istiyordu. Fantezisi, bir penise sahip olursa
annesine penisi ile'zevk vereceği ve böylece annesinin depresyondan kurtulacağı
idi. Bunun karşılığında, kendisini artık iyi hisseden anne, Jane’in
çocuksu isteklerini yerini getirecek ve bağımlılık arzularım
doyuracaktı. Çocuk Jane’in penis isteğinin başka bir anlamı daha vardı:
Kendisinin de bir penisi olursa babası ona tecavüz etmezdi. Aynı zamanda,
tecavüz edenle özdeşim kurup çaresizlikten kurtulacaktı. Fakat, tüm bunların
ötesinde, o sırada divanda Jane’in odaklandığı esas anlam, penis sahibi
olmasının onu bir vajinaya sahip annesinin temsilinden farklılaştıracağıydı.
Her fantezinin ve eylemin birçok anlamı olabilir, ama analist için en doğrusu
“sıcağı sıcağına”, hastanın o sırada içinde bulunduğu terapötik
sürece uyan yorumun peşinden gitmektir. Jane’in
annesinden intrapsişik olarak ayrılma arzusu ve girişimi “sıcak”tı
ve açıkça bir penis sahip olmak için duyduğu arzu
giderek güçleniyordu. Düşünde, erkek kardeşinin penisinin oğlanın
bedeninden kopup kendi bacakları araşma küçük pembe bir domuzcuk gibi gelip
yerleştiğini görmüştü.
Evden aynlmayı giderek daha çok istiyordu, ama
bu arada divanda bacaklarının felç olduğunu sanmak gibi geçici konversiyon
(döndürme) belirtileri sergilemeye başladı. Yürüyemezse evden ayrılması
olanaksız olurdu; bu şekilde, evden ayrılıp ayrılmama konusundaki
ikilemini divana taşımıştı. Bunu ona açıkladım. Kozmik
kahkaha deneyiminden sonra, ilk çocukluğundaki annesiyle ve buradan yola
çıkarak bugünkü annesiyle olan ilişkisini daha iyi anladığım belirttim.
Ocağm üçüncü haftasında, artık evde kendi
kahvaltılarını kendisinin hazırlamakta olduğunu söyledi. Bu ufak bireyleşme
girişimi onun içinde, annesine karşı azat edil-mifl kin
dediği duyguyu özgür bırakmıştı ve bu başarısından gurur duyuyordu. Bana
yönelik tutumu açıktan açığa dostçaydı. Bana bir konser için bir bilet
armağan ettiğinde, beni düşünmüş olduğu için ona teşekkür ettim ama bileti
kabul etmedim. Bir yandan, erkeklere karşı tavrının onlara itici gelip
gelmediğini sorguluyordu. Çalıştığı cerrahi servisindeki rotasyonları sırasında
birçok erkek tıp öğrencisinin onunla arkadaş olmaya uğraştığı
doğruydu; onlara gerekmediği halde kibirli davranarak karşılık veriyordu.
Ocak sonunda, kendisine erkeklerle çıkma izni verememesinden duyduğu
engellenmişlik, onu mastürbasyonda kullanmak üzere yeni bir ten rengi mum
(penis) almaya yöneltti.
Bir noktada Jane aktarım ortamında onu
“delirttiğimi” düşünmeye başladı, çocukken onu delirten anne baba imgelerini
yemden canlandırıp, analitik çalışma sayesinde bunların etkisinden
kurtulmaya çabaladığım seziyordum. Ocak sonu ve Şubat başında terapi
seanslarının bazılarını inatla susarak geçirdi. Sonra da, beni delirtmek üzere sabahın birinde evimden telefonla
aradı.(22) Beni uyandırdığında ona, “Keşke telefonda nasıl psikanaliz
yapılacağım bilseydim,” dedim, “bilmediğime göre, birbirimizi delirtme
konusundaki tartışmalarımızı seanslarda sürdüreceğiz.” Bunu söyledikten sonra
konuşmayı kestim ve beni bir daha aramadı.
Bedenindeki birtakım et benleriyle aşın
uğraşmaya başladı ve bunlann habis olduklan şeklinde kehanetlerde bulundu.
Bunlardan ve düşündeki bağırsak polipinden kurtulmak istiyordu, çünkü
bunlann annesini ve aynı zamanda kendi içindeki saldırgan yönü simgelediğini
biliyordu. Aynca Kedicik Kız’ı öldürmek istiyordu. Kedinin, kendisinin
annesine uzanan “kökü” (hem göbekbağı hem de penisi) olduğunu düşünüyordu.
Divanda öfke krizleri
geçiriyor ve duvarları tekmeliyordu, ama o tek
sefer dışında bir daha bana fiziksel olarak saldırmadı. Kendi başına bir
apartman dairesine taşınma düşüncesi onu tecavüze uğrama veya yangında ölme
korkularıyla dolduruyordu. Ne zaman taşınması gerektiğiyle ilgili ona hiçbir
öneride bulunmadım. Çocukken annesinden göremediği ilgiyi babasında
aradığında onun tarafından tecavüze uğramıştı, şimdi de evden, yani annesinden
ayrılırsa yine birinin tecavüzüne uğrayacağından korktuğunu seziyordum. Jane’e
çocukluğunda başına gelenlerden asla kurtulamayacağım sandığını söyledim, bunun
üzerinde düşünmesini istedim.
İşinde Jane genellikle hoşgörüsüzdü ve diğer
sekreterlerle hiçbir sosyal ilişki kurmuyordu. Bence bu evrede işini
kaybetmemiş olmasının tek sebebi, yanında çalıştığı cerrahın iyi kalpliliği,
hoşgörüsü ve ona bir şans tanımayı gerçekten istiyor olmasıydı. Bunun
karşılığında Jane de sadakat kavramını tanımıştı ve sekreterlik işini
özenle ve beceriyle yürütüyordu. Hipokondriyak düşünceleri aylarca sürdü,
et benleriyle ve kanserli memelerin resimleriyle uğraşıp duruyordu.
Yalmzca “onlar, onlar işte” diye tanımlayabildiği kişiler tarafından tehdit
edildiğini söylüyordu, terapi seanslarında yoğun bunaltı hissediyordu. Bazen
kendisini Hellen Keller’la, beni de Kellerim öğretmeni ve kurtarıcısı Annie
Sullivan’la özdeşleştiriyordu.
1967 Nisanının başlarında, bana haber vermeden
et benlerini (simgesel olarak “kötülük”, annesi ve kendi sal-dnganlığı)
ameliyatla aldırdı. Yine bu dönemde, hastane idaresinden uzun süreler
tuvalette kalmamasını rica eden bir mektup daha
aldı. Yanıt verebilecek kadar düşüncelerini toparladı ve benimle geçirdiği
seansların son derece duygusal olduğunu ve işine dönmeden önce kendini
toplaması, ağlamaktan kızarmış gözlerine su serpmesi için uzun süreye
gereksinim duyduğunu açıklayan bir mektup yazdı. İdarecinin yanıtı, onun
kendini toplamak üzere ortak tuvaleti kullanmasını yasaklayan bir idari karar
göndermek oldu, ama Jane buna yamt verme zahmetine girmediği gibi, bundan sonra
da idareciye hiç kulak asmadı.
Jane bu sıralarda babasım (aym zamanda
idareciyi) penisini ovuşturarak öldürdüğü bir düş gördü. Bunu anlattıktan
sonra, içinde daha iyicil bir baba figürü bulduğu (en azından bulmayı
istediği) başka bir düş daha getirdi. Bu düşte bir kralın karşısındaydı ve
ondan kendisine büyümesi ve evlenebilir hale gelmesi
için izin vermesini istiyordu. Kral, onu bunu yapmaktan alıkoyan eski
hukuk kitaplarından söz ettiğinde, o “Siz kralsınız -siz
yasaları değiştirebilirsiniz” diye ısrar edince eski hukuk kitapları yok
oluyordu. Düşü anlattıktan sonra Jane ağlamaya başladı. Sesimi çıkarmadan onun
hıçkırıklarının dinmesini bekledim.
Jane, ruhsal olarak annesinden ayrılmış yeni
kimliğini simgesel olarak güvenceye almak üzere, kapsamlı bir tıbbi kontrolden
daha geçti ve kısa süre sonra bir daire bularak anne-babasının evinden ayrıldı.
Babası tuvaleti kiminle paylaşacağım sormuş, Jane onu yanıtsız
bırakmıştı. Kendi yemeklerini artık kendisi yapacağı için benden Türk
yemek tarifleri (“iyi” besin) istedi, bu isteğini yerine getirmektense, onu
dinlemeyi ve ona berraklaştırmalar ve yorumlar sunmayı sürdürdüm.
Kendi dairesine taşınması Jane için anlandı
diğer bir terapötik gerilemenin kapışım açtı. Yeni psişik çekirdeğini
sağlamlaştırmak için benim temsilimle deneyimler yaşamaya başladı. Bu terapötik
gerilemeyi ilerleme izledi; annesiyle olan göbek bağını az ileride de
anlatacağım gibi, dramatik biçimde simgesel olarak kopardı.
Tek başına yaşamaya başlamasının ilk aylarında
seanslarımızda konuşması son derece tekdüzeydi. Öyle uykum geliyordu ki,
gözlerimi zor açık tutuyordum. Sonra bana “ninniler” söylemekte olduğunu fark
ettim. Ben be-
bek Jane’i temsil ediyordum, o bakım veren anneyi. Evde saatlerce uğraşıp benim için
kurabiyeler yapıyordu ve haftada dört kerelik görüşmelerimizdeki
davranışları bana, görev bilinciyle bebeğini plana dakikası
dakikasına uyarak besleyen bir anneyi anımsatıyordu. Birlikte yaşamamızı
arzu ettiğini dile getirdi. Türkler ve Türkiye hakkında okuyordu; hâlâ ara sıra
beni onun sınırlarım ihlal eden ve düşmancı! anne-baba figürleriyle
özdeşleştiriyor ve benim onu delirtmeye azmetmiş bir çetenin üyesi olduğum
fantezisini kuruyorsa da, aktarım dışında bir kişi olarak benimle daha doğrudan
ilgilenmeye başlamıştı. Adım adım, onun arkaik anne temsilinden iyice
farklılaşmıştım. Konuşmalarımızda, duygusal olarak yoğun konuların
yanında, Vietnam ve Orta Doğu’daki sorunlar gibi başka konulardaki
kaygılarını dile getiriyordu; ama bunu utana sıkıla yapıyordu, sanki onun
erişkin ilgilerini fark etmemem gerekiyordu. Ayrıca yavaş yavaş yaşadığı
apartmanda kalan diğer genç insanlarla ve işteki insanlarla dostluklar
kurmaya başlamıştı. Ne var ki, yaz ortasında, benim 2 haftalık tatilim
yaklaştıkça, sanki bu ayrılmamızı önleyebilecekmiş gibi, yeniden fırtınalı
tepkiler vermeye, ikimiz arasında geçici kaynaşma öğeleri
sergilemeye başladı.
Bir keresinde bana bir kedi vermek istedi; bu
isteğinin anlamı üzerinde analitik çalışma yaptığımızda bunu annesiyle olan
göbek bağıyla ve kedinin Jane’in genital bölgesini temsil etmesiyle
ilişkilendirdik. (İngilizce argoda “pussy” veya “cat” vajina için kullanılır;
ç.n.) Benim onun genital bölgesini okşamamı istiyordu. Bana
yakın olmayı istemekle temas kurmaktan korkmak arasında gidip geliyordu,
ayrıca, beni ilk çocukluğundaki anne-baba temsillerine çok benzetmekle
farklı bir insan olarak görmek arasında bir uçtan diğer uca salınıp duruyordu.
Bazen bu salınımlara eşlik eden duygusal tepkiler çok güçlü oluyordu. Bir
yandan da gerçek dünyayla daha fazla ilgilenmeye çalışıyor, gazeteleri okuyor
ve farklı erkeklerle çıkıyordu. En başta da anlattığım gibi, kendisine
Jane adını koyması bu döneme rastlar.
1967 güzünün başlarında kendisinden iki yaş
küçük yeni bir erkek arkadaş edindi. Aslında erkek kardeşinin arkadaşı
olan Tom adındaki bu oğlam, eskiden penisini “çalmak” istediği erkek
kardeşinden “çalmıştı”. Cinsel olarak bir hayli ileri gitmelerine karşın,
Jane duhûle izin vermiyordu. Bu arada yineleyen düşlerinde önemli bir
değişiklik oldu; daha önce anlattığı biçiminde babası ona saldırırken
annesi hiçbir duygu göstermeksizin sessizce izliyordu. Şimdi ise düşü
şöyle anlatıyordu:
Babam yatakta uzanmış, annem de odada. Bir şey
söylemiyor veya herhangi bir şey yapmıyor. Küçük bir kız (çocuk Jane) odaya
giriyor. Ben (erişkin Jane) de oradayım. Babamın küçük kıza saldıracağından
korkuyorum. Küçük kızı kurtarmak için, onu odadan kaçırtmak amacıyla
ona kötü davranmaya başlıyorum.
Kendi saldırganlığının savunmacı yönlerini
öğrenmeye başlamıştı. Bu düşü anlattıktan sonra Jane büyük bir enerjiyle
kendini fiziksel olarak annesinin temsilinden ayırma işine girişti. Annesi
onu kurtarmadığına göre, kendi kendisini kurtaracaktı. Kedicik Kız’ı önce kendi
dairesine, sonra da hasta olduğunu öne sürerek bir veterinere götürdü.
Veterineri Kedicik Kız’ın rahmini almaya ikna etti (simgesel olarak
annesinin rahminden kurtulmak için), oysa ameliyatın hayvan için tehlikeli
olabileceğini biliyordu. Kedi ameliyattan çok kısa süre sonra öldü.
Bu şekilde Jane ile annesi arasındaki simgesel bağlantı, sözcük anlamıyla
öldürülmüştü. Ölümünden az önce, Kedicik Kız’m sırtüstü yatar bir resmini
çizmişti, bu resimde ilk göze çarpan kedinin çok iri çizilmiş memeleriydi,
yani o dönemde kedi, Jane’in çağrışımlarında memelerden ve meme
başlarından pek de farklı değildi.(23) Geceleri yeni erkek arkadaşı Tom’la
ışıklan söndürüp birbirlerine sarılarak yatıyorlardı, ama birbirlerine
belden aşağı dokunmuyorlardı. Sonra Jane bu yakınlığı hem annesiyle
hem de babasıyla olan erken ilişkileriyle
karıştırmaya başladı. Babasınm temsili olarak Tom tehlikeli bir penisti, ama
Jane onu daha ziyade erken anne aktarımıyla bağ-lantılandınyor ve onun göğsünü
öpüyordu. Yatakta çok kısa süreler için onu annesiyle kanştırabiliyordu.
Çocukken kabuslar gördüğünü anımsadı, uyandığında yüksek sesle ağlayarak
annesini çağırıyor, onun gelip kendisini rahatlatmasını istiyordu. Ne var
ki annesi yanma geldiğinde Jane bir türlü ona yaklaşamıyordu, büyük
olasılıkla “kötü” bir anneyle gerçek bir kaynaşmadan
korkuyordu. Ayrıca annesini erkek kardeşini emzirirken
gördüğünde büyük bir hiddete kapılmış olduğunu anımsadı.
Kedicik Kız’m öldüğü gün Jane bana üzgün bir sesle
şunu sordu, “Bir parçamın Kedicik Kız’ın ölmesini istediğini biliyor muydunuz?”
“Evet” dedim. Temel olarak, şimdiye dek başka insanlarla olan
ilişkilerinin ozmoz (geçişme) yoluyla gerçekleştiğini ama artık bunun
doyurucu gelmediğini açıkladı. Ozmoz onun
“kaynaşma”yı anlatmak için kendi bulduğu sözcüktü; bu, artık gözlemci egosuyla
analizindeki psişik süreçleri kavradığının, hatta bunlara isimler
verebildiğinin bir göstergesiydi.
Bölüm 6
Siyah Penis
1967 yılının sona ermekteyken Jane iki düş
anlattı, ilkinde “Beni besleyen biri var. Ağzıma yutabileceğimden büyük lokma
vermiş ve ben boğuluyorum.” İkinci düşte ise “Bir diş hekiminin
muayenehanesindeyim ve diş hekimi ağzımı muayene ediyor, büyük olasılıkla
dişlerimin ölçüsünü alıyor ama bir anda ellerinin olmadığım fark ediyorum.” ‘
Gururla, benim yardımım olmadan
düşleri analiz edebileceğini bildirdi. îlk düşün, onun son zamanlarda büyüme
çabalarını çok fazla yoğunlaştırdığını, öyle ki artık bunların altında
simgelediğini söyledi. îlk düş aynı zamanda emziren annenin “kötü” duygularının
altında nasıl ezilmiş olduğunu da temsil ediyordu. İkinci düşte, diş
hekiminin beni simgelediğini ve kendisinin öfke içinde benim ellerimi ısırarak
kopartmış olduğunu söyledi. Ayrıca, Tom’un meme uçlarını veya penisinin
başını ısırarak kopartma itkileri hissetmiş, bu sayede oral-saldırgan
eğilimlerinin de farkına varmıştı.
Kendi kararıyla, bir kadm-doğum doktorundan ona
doğum kontrol hapları vermesini istedi ve ilk hapım yuttu. Daha fazla yakınlık
kurmak (Tom’la cinsel ilişkiye girmek) için yaptığı bu hazırlıklar
çocukluğundaki çatışmak yakınlıkları daha fazla anımsamasına yol
açtı. Tom’un meme uçlarım ve penisini yiyip yutma korkulan arttı. Ben
Noel tatili için birkaç günlüğüne uzaklaştığım sırada Tom’la ilişkide
bulunmaya başladı (yaşamında ilk kez tam anlamıyla cinsel ilişki
kurmuştu). Tom onun yeni bir kedi almasına yardım etti. Jane kediyi yatakta
ikisinin arasında yatırmaya başladı, bu, çocukluğunun ilk yıllarındaki anneyle
yaşadığı türden bir yakınlığı yinelediğinin diğer bir kanıtıydı. Tensel olarak
yakın olduğu biriyle arasına bir tampon (örneğin kedi) koymazsa,
onunla kaynaşıp tek vücut olmaktan korkuyordu. Bunun
yanında, kendisiyle öteki (anne/Tom/analist) arasındaki ilişkiyi kedi
aracılığıyla kontrol edebilirdi. Sözgelimi kediyi aradan kaldırarak geçici
bir kaynaşma sağlayabilirdi. Bazen de kediyi Tom’un göğsüne veya penisinin
üzerine koyuyor, böylece hem memeyle hem de penisle olan ilişkisini
kontrol edebiliyordu.
Babasının yaklaşımlarıyla ilgili yineleyen düşü
biraz daha değişti.
Ben evdeyim, babam bana doğru geliyor ve bana
sarılıyor, sonra cinsel bölgeme dokunmaya başlıyor. Düşümde büe, bu düşün de
öncekiler gibi olacağı ve babamdan uzaklaşamayacağım düşüncesine
kapılıyorum. Ama bu kez düş farklı. Babam beni bırakıyor ve Becky’ye
gidiyor (Jane’le yaşıt bir arkadaşı). Düşte Becky bugünkü
gibi, yetişkin haüyle. Babamın ilgisinden hoşnut görünüyor.
Annemin babamın bu hareketini engelleyeceğini
sanıyorum ve anneme “Durdur şunu! Durdur şunu!” diyorum. Ancak annem bir şey yapmıyor.
Bunda sakınca olmadığını ve babamın daha sonra bu yüzden ağlayacağım söylüyor.
Bu düş önceki gün anne-babasının onun evine
gelişleriyle tetiklenmişti. Anne babasım gürültücü, yüzeysel, rekabetçi
bulmuştu, bu halleri kendisinin eskiden onlarla olan ilişkilerini anımsatmıştı.
Babası için üzülmüştü, zayıf, yozlaşmış, yaptıklarını kendisine hakim
olamayarak yapmış bir adamdı önünde sonunda. Yine de durdurulması
gerekiyordu ve annesi onu durduramadığına göre, belki erişkin Jane
durdurabilirdi.
Geçmişte yaşadığı bütün örseleyici deneyimlere
karşın, anne-babasını ne kadar sevdiğinden, babasının zayıf ama duyarlı bir
adam olduğundan, onun müziğe ve sanata olan ilgisini nasıl beslediğinden uzun
uzun söz etmeye başladı. Sonra gözyaşlarına boğularak “deliliği”ni
yitirdiğinden konuşmaya başladı. Bu sıralarda, aktarımda onaylayan bir anne ve
sağlam bir baba arayışı sürüyordu. Benden ona hayır demeyi öğretmemi istedi.
“Hayır” demeyi öğrenmek, bir çocuğun ruhsal yaşamında bir kilometre
taşıdır.(24) Beni kışkırtmak istercesine, ayağa kalkmayı ve çıkıp gitmeyi
düşündüğünü söyledi; fantezisi hayır demem ve onu durdurmamdı. Bu gerçekleşirse
benim özdeşim kurabilecek ve o da “hayır” demeyi öğrenecekti.
Ona, babasından kurtarmak için küçük kıza kötü davranmış olduğu düşü ve
annesinden babasını durdurmasını istediği düşü anımsattım. Kendisinin
etkili biçimde hayır diyebil-diğini, hayır dedirtmek için kimseyi kışkırtmasına
gerek olmadığım ve dahası, birine kötü davranmadan da ona hayır
denebileceğini ileri sürdüm.
1968 baharında Jane’le çalışmamız dört yılını
tamamlamıştı. Jane Tom’la olan ilişkisini geçmişte baş hemşireyle olan
ilişkisine benzetiyordu. Artık psikolojik yönden yeterince olgun olmadıklarını
görebildiği bu ilişkiler çok yoğundu ve kendisinin olgun biçimde birini
sevebilmesi için, Tom’la olan ilişkisini sona erdirmesi gerekiyordu. İlişkide
orgazm olamıyordu, cam orgazm olmak istediğinde mastürbasyon yapmayı
sürdürüyordu. Yine de Tom’la ilişkisini sürdürdü. Adam onun dairesine
taşınmış ve onun maaşıyla yaşıyordu, üstelik Jane derslerinde
ona yardım ediyordu. Bu ilişki, Jane’in annesinin babasıyla olan
ilişkisinin bazı yönlerini tekrarlıyordu, çünkü babasının gerekli mektupları
yazmasına yardım eden de anne-siydi.
Jane’in fantezilerinden birinde Tom’la açık
arazide ilişkiye giriyordu, ki gerçekte de bunu sık sık yapmışlardı. Fantezide
ayıya benzer bir adam ortaya çıkınca Jane saklanmak için bir ağaca
tırmanıyordu. Adam Tom’u öldürüyor ve Jane’in peşinden geliyordu; bu adam
onun hem korktuğu hem özlediği “yabani baba” idi. O gece bir düş
gördü:
Siz (Dr. Volkan) ve ben bir kabinde kalıyoruz.
Dışarıda hava kötü olduğu için birlikte kalmamız gerekmiş. Benim üzerimde
yalnızca sutyenim ve külotum var. Sutyenimi çıkarmak üzere elimi atıyorum
ve siz bana sandığınızdan çok daha güzel göründüğümü söylüyorsunuz. Ama
sutyenimi çıkarmamı istemiyorsunuz. Benimle sevişmeyeceğinizi anlıyorum. Sonra
sizin giysileriniz yok oluyor. Çırılçıplaksınız ve penisiniz çok küçük.
Bu düşün bende bir baba bulma arzusunu ortaya
koyduğunu birlikte anladık; bu babanın onunla cinsel bir ortamda bulunması bazı
zorunluluklar (kötü hava) yüzünden mazur görülebilirdi. Dahası, doğru zamanda
her ikisini de birbirlerine karşı cinsel davranışlarda bulunmaktan alıkoyacak
bir baba arıyordu. Ne var ki, babasının sevgisine duyduğu kabul edilemez arzuyu
tersine çevirerek, bana küçük, önemsiz bir penis vermişti. Zaten, babasının ona
yaptıklarından dolayı bütün erkeklere karşı öfke duyuyordu. Yeni kedisini
(erkek) hadım ettirmeye götürdü ve seanslarda son derece duygusal, olumsuz ve
“şirret” davranmaya başladı. Kediyi hadım ettirerek, simgesel olarak
tecavüz eden babayı etkisiz hale getirmişti.
Bahar ortalarında, ki Jane’le çalışmamızın
beşinci yılının başlarıydı, tükürük bezimden taş aldırdım. Çok büyük olan taş
ağızdan alınamadığı için boynumdan keşi yapılarak çıkartılması gerekmişti, bu
yüzden ofisimden 2 hafta uzak kaldım. Çalışmalarımıza geri
döndüğümde boynumun sağ tarafında bir sargı vardı. Ona cerrahi bir işlem
geçirdiğimi, ama şimdi iyi olduğumu ve bütün dikkatimi çalışmamıza
verebileceğimi söylememe karşın, yeni bir gerileme-ilerleme döngüsüne
girdi; ilk başta kanser olup öleceğimden endişelendi, sonra bölme
(splitting) kullanmaya başladı ve Tom “iyi” nesne olurken ben tümüyle
“kötü” oldum. Ancak Tom bir konsere çok uygunsuz bir kılıkla gidip onu
utandırınca o “kötü” ben “iyi” oldum. Yani Jane eski huylarına geri döndü.
Yavaş yavaş gerileme belirginleşti. Divanda
kıpırdamadan yatıyor ve içinde neler olup bittiğini merak ettiğimde yanıt
vermiyordu. Bir gün bana iki çizim getirdi (Şekil 7 ve 8) ve şunu söyledi “Bana
neler olup bittiğini merak ediyordunuz. Sizin tedavi edilemez bir
hastalığınız olduğu duygusuna kapıldıktan sonra, prize takma evreme
Şekil 8
geri dönmek zorunda kaldım.” Bebeğin memede
geçirdiği devreye ‘prize takma evresi’ adını koymuştu. Ona göre, bebeğin
ağzıyla meme başı arasında bir enerji alışverişi oluyordu. Çizimler onu bir
enerji kaynağına “priz takma” halinde gösteriyordu. Resimlerde, kendisi
analistin memesindeki öfkeli, doyurulmamış ve gelişmemiş oral V * W-bebek
olarak temsil edilmişti. Bebeğin ağzı elektrik ' 'filizi şeklindeydi.
“Artık biliyorum ki yeni ameliyat geçirdiniz, ama hâlâ aynısınız. Şimdi
pillerimin sizin tarafınızdan şarj edilmesini istiyorum,” dedi.
İlk başta onu beslemeyen bir anne (kanserli bir
analist) tarafından emzirilme deneyiminin tekrarlamasından korkmuştu, ama şimdi
pillerini “iyi” (sağlıklı) bir analiste şarj ettirebilirdi. Bir seansta,
“Bir kadın nedir?” diye sordu ve kadınlığı ve özgürlüğü yaşamak istediğini
söyledi. Avrupa’da tatil yapmayı istediğinden söz etti, ama sonra
orada tecavüze uğramaktan veya “deliliğinin” geri dönmesinden duyduğu
korkulan dile getirdi. Bir gün divanda bi-linçdışı olarak, anlaşılmaz sesler
çıkarmaya başladı, çok geçmeden bunlann uçak sesi olduklannı kavradım.
Bir anlamda, Avrupa’ya ilk gidişi divanda olmuştu! Jane ‘kozmik
plato’daki meme-bebek travmasını yeniden canlandırmış, ve bu terapötik
gerilemenin ardından, ilerlemeye başlamıştı. Ne var ki, ilerlemek tecavüz eden
babayla karşılaşmak anlamına geldiğinden, tecavüze uğramayacağını kabul
edinceye kadar analizinde gerçek anlamda ilerlemesi için bu gerileme ve
ilerleme döngülerinin birkaç kez yinelenmesi gerekecekti.
Annesinin temsilinden ayrılmak ve Avrupa’da
tatil yapmak düşünceleri, bir penise duyduğu özlemi dindire-memişti. Özellikle
Tom’la ilişkisi için siyah bir penise sahip olma fantezileri kurmaya başladı.
Artık cinsel ilişki sırasında orgazm olabiliyordu, ama bunun tek yolu
bu fanteziyi aklına getirmesiydi, yani Tom’unkiyle değil kendi penisiyle
orgazma ulaşıyordu. Fantezisi yavaş yavaş değişti ve tanımadığı siyah bir
adamla ilişki hayallerine dönüştü. Bu fantezinin anlamım analiz etmemize fırsat
kalmadan, yaz için analizine 7 haftalığına ara verdi ve bu konuyu ertelemek
zorunda kaldım. Normalde bir hastanın 7 haftalık ara verme isteğini onunla
birlikte sorgular, anlamaya çalışırım, ama tedavisinin bu aşamasında, bu
sürenin dış dünyayı daha çok tanıması ve ufkunu genişletmesi açısından Jâne
için önemli olduğunu sezmiştim. Tom’la birlikte Avrupa’da doyurucu bir tatil
geçirdiler; yeni yerler görmekten hoşlanmıştı ve Tom’la olan ilişkisini,
iki zıt duyguyu aynı anda barındıran bağlılık sorununu araştırmak üzere
kullanmıştı. Tom’da sedef hastalığı vardı, sonraları bu penisine de atlamıştı.
Jane vajinal akıntılarının buna bağlı olup olmadığım düşünmüştü. Buyandan
da, uzun vadede Tom’un onun duygusal gereksinimlerini karşılamaya yetmeyeceğini
seziyordu.
Divanda siyah penisle ve/veya siyah bir adamın
penisiyle olan aşın uğraşısı geri döndü. Siyah penis her yerdeydi -ikimizin
arasında, onunla Tom arasında, onunla annesi arasında. Yavaş yavaş bu siyah
penisle oynamasının çeşitli anlamlan olduğunu kavradım.(25)
Bunlardan biri, Leon Uris tarafından yazılmış, Ben Gurion’un yeni bir
Musevi ulus kurmasını konu alan Exodus (Musevilerin
Mısır’dan Çıkışları) kitabıyla ilgiliydi. Bu kitabı okuduğu zaman Jane, Ben
Gurion’un birlikte yolculuk yapmakta olduğu Hıristiyan bir kadına bağlanmasının
öyküsünü çok ilginç bulmuştu. Arabaları hasar görünce bir mağaraya sığınmak
zorunda kalmışlardı. Jane’in fantezisi bu noktada başlıyordu: Ben Gurion,
penisi ara sıra başım dışan çıkartan bir zenciye dönüşüyordu. Adam zaman
zaman Jane’in meme uçlarıyla veya klitorisiyle oynuyordu;
Jane bazen penisle klitorisi birbirine
karıştırıyordu. O da adamın penisiyle oynuyor ve imgeler bulanıklaşana
dek uyarılmayı sürdürüyor, sonra da uykuya dalıyordu. İlk başta
kendisinin olduğunu iddia ettiği siyah penis sonunda evrilerek bir erkeğin
penisi haline gelmişti (daha doğ- 105 ru bir
algı). Bunun işlevini yorumladım ve Jane’e bunun Kedicik Kız’m yerine
getirdiği işlevin yeni (zihinsel) bir biçimi olduğunu söyledim: Bunu
kullanarak hem kendisini başkalarına bağlamayı ve hem de onlarla arasındaki
bağı çözmeyi öğreniyordu.
Daha sonra fantezisinin işlevi ve içeriğini
analiz ettim.
Ben Gurion beni temsil ediyordu; benim Musevi
olmadığımı biliyordu, ama yabancı kökenli oluşum yüzünden Jane’e aynı derecede
uzaktım. Kendisi Ben Gurion’un ilgilendiği Hıristiyan kadındı ve bir kaza bizi
mağaraya (ana rahmi) geriletiyordu. Bir siyah penis (geçiş fantezisi) ya-
ratıp onunla çocuk gibi oynaması (annesiyle dış
dünya arasına koyması) sayesinde bu gerilemeden çıkmaya başlamıştı. Bu süreç
evrildikçe siyah penis fantezisinin içeriğinde aktarım
daha fazla kullanıma sokulmaya başladı. Penis artık bir başka siyah
erkeğe, Othello’ya aitti. Exo-dus’un filme çekilmiş
halini görmüştü. Film, yüzlerce Musevinin İsrail’e yelken açmadan önce
toplandıkları ve benim ana yurdum olan Kıbrıs’ın havadan
görüntüsüyle başlıyordu. Kıbrıs'ta bulunan Othello Kulesi de
gösteriliyordu ve ben Kıbrıs'ın siyah Othello’su olurken âşık olabileceğim ama
aynı zamanda öldürebileceğim Desdemo-na’m oluyordu. Bundan sonra beni
çocukluğundaki baba olarak gördü, heyecan verici ve bazen yardımcı ama
son derece tehlikeli, onun ruhuna zarar verici ve öldürücü. Beni
ensestiyöz babası olarak düşündüğünde siyah penisi kendisinin mutlak
denetimi altına alıyordu. Bazen de kendi klitorisiyle bu siyah penis arasındaki
aynm onun için bulanıklaşıyordu, böyle zamanlarda gerçekten bir
penisi olup olmadığmı görmek için aynada cinsel organlarım inceleyerek çok
zaman geçiriyordu.
Ormandan Çıkış
Jane’in analizindeki ilerleme iyice
belirginleşmişti. Bugün, “Büyümekte olan genç bir kızın başına neler gelir?”
diye sordu. Bu soruyu tetikleyen, ikimizin de çalıştığı hastanede çalışan
bir kadımn tecavüze uğraması olmuştu. Jane bu kadınla özdeşim kurmuştu.
Kendi sorusunu kendi yanıtladı: Yetişme çağındaki bir kız olarak, onun
kaderinde çocukken yaşadıklarını yeniden yaşamak vardı. Ba-ba/analist ona
tecavüz edecekti; böylelikle ben onun zihninde ve aktarımında siyah bir
tecavüzcü haline geldim. Bir gün divana yerleşirken el çantasını göğsünün
üzerine koydu ve içinde siyah tecavüzcü/analiste karşı kullanılacak dolu
bir tabanca olduğunu söyledi. Ona odada endişe ve bunaltı yaşayan bir
kişinin varlığının yeterli olduğunu, ben de bunaltı yaşarsam onunla
analitik çalışmamı yürü-temeyeceğimi söyledim. Koltuğumdan kalktım,
odamın kapışım açtım ve ondan silahtan kurtulmasını, ondan sonra analitik
çalışma için geri gelmesini istedim. Buna çok şaşırmış göründü, ama ses
çıkarmadan kalktı ve odadan çıktı. Odanın kapısını açık bıraktım, seansın
bitmesine 5 dakika kala, yamnda silah olmadan geldi ve divana
yattı. Bu süre, bana aşağılık bir adam olduğumu söylemesine ve daha
başka bir sürü hakaret sıralamasına ancak yetti. Ona şu anda duygularını
sözcüklere dökmekte olduğunu ve bunun, dolu bir silahın anlamını kavramak
için beklenen ve yeğlenen tarz olduğuhu söyledim. Onun siyah
penisi yaratmasının ve bunun evriminin anlamını bir kez
daha yorumladım.
Kısa sürede müthiş bir değişim geçirdi ve ben
asla sahip olmadığı normal ödipal baba haline geldim. Seanslara, eskiden sıkıca
başının arkasında topladığı saçlarım açmış halde geliyordu, bu onun görünüşünde
büyük bir değişiklik yapıyordu ve ben de onu güzel bulmaya başlamıştım.
Çağrışımlar ve düşler aracılığıyla benimle ilgili meraklarım açıkça dile
getiriyordu. Tom’un sedef hastalığı alevlenmişti ve Jane o sıralarda îranlı bir
doktorun çıkma teklifini kabul etmişti, bana ne de olsa İran’m Türkiye’ye komşu
olduğunu açıkladı.
Tam bu sıralarda, 1969 yılının Şubat aymda
odama yeni bir koltuk aldım ve bu koltuğun rengi Jane’de çocukluk anılan
canlandırdı. Annesine ait bir oyuncak bir bebeği anımsadı. Bebeğin yüzü
porselenden, elleri plastikten ve bedeni kumaştandı. Aslında Jane’in ölen
ablasına ait olup olmadığını birlikte merak ettik. Jane küçükken,
bebeği ona göstermişler, ama çok narin olan yüzünü kırar diye bununla
oynamamasını sıkı sıkıya tembih etmişlerdi. Söz dinlememiş ve bir gün
bebeği düşürüp kırmıştı. Babası onarmaya çalıştıysa da işe yaramamıştı.
Kınlan bebeğin ve daha önce anlatmış olduğu kınlan büyük vazonun anlamının
aynı, ya da yoğunlaşmış olup olmadığını merak ettim.
Duygulannın selinde boğulan Jane, yas tutan,
çökkün ve genellikle şaşkın ve beceriksiz annesiyle olan erken ilişkisini
yeniden yaşamaya başladı. îlk çocuğunu kaybettikten sonra annesinin Jane’e çok
narin ve her an kırılma tehlikesi altında (tıpkı ablası gibi), çok özel
bir oyuncak bebekmiş gibi davrandığı açıklık kazanıyordu. Jane annesinin
ona dokunması için duyduğu arzuyu, onun sıcaklığını hissetme gereksinimini ve
bunların yokluğundan hissettiği doyumsuzluğu anımsadı. Yas tutan annesiyle
nasıl özdeşim kurduğunu da anımsadı, kırılacaklarından korkarak oyuncak
bebekleriyle çok dikkatli oynuyordu. Peş peşe gelen çağrışımları, kınlan o özel
oyuncak bebeğin önce sakat abla, sonra Jane’in doyurulmamış kendilik imgesi ve
daha sonralan da kendi kopuk penisi olduğunu ortaya çıkardı.
Jane bu anılan ve çağnşımlan söze döktükten
sonra kendini daha iyi hissetmeye başladı. İstediği pahalı müzik seti için
bankadan kredi almak ve üniversiteye dönüp onu çok seven öğretmenlerini
ziyaret etmek gibi erişkinlere özgü işler başardı. Aym zamanda Tom’la
evlenmekten ciddi olarak bahseder olmuştu, düğüne kimleri çağıracağım bile
akimdan sayıyordu.
İlkokul öğretmeni olmaya karar verdi ve bunun
için alması gereken dersler yüzünden işten izin aldı. Düşlerinde küçük bir
oyuncak bebek olmakla erişkin bir kadın olmak ve bir penise sahip olmakla
erkeklere güvenmek arasında gidip geliyordu. Bir keresinde düşünde, penisi
sertleşmiş haldeki bir erkek gördüğünde onun tarafından tecavüz
uğratılacağım sanmıştı, ama “Tecavüze uğramadım ve kendimi korumak için silahlara
ihtiyacım olmadığını hissetmeye başladım!”
Bu sırada başka bir düş daha anlattı:
Bacaklarımın arasında bir tabanca var ama sonra
bu bir penise dönüşüyor. Penis istemediğimi, bir kız olmak istediğimi
düşünüyorum. Rüya benim evimde geçiyor ve annem babam ve erkek kardeşim de
oradalar. Erkek kardeşimin penisi olmadığını görüyorum. Benim takılıp
çıkan-labilen penisimi ona veriyorum. Aslında onunmuş zaten.
Bir gün Jane’in anne babası onun evine
misafirliğe geldiler ve yanlarında varlıklı toprak sahibesini de getirdiler.
Bu, Jane’in onların kadınla etkileşimini gözlemlemesini sağladı. Annesinin
toplumda yükselme çabalarım bir penis sahibi olma arzusu olarak gördü ve
babasının, karısından çocuk muamelesi gören bir adam olduğunu fark etti. O
gece kendisini Tom’a sofra kurallarım öğretmeye çalışırken yakaladı ve kocasım
benzer şekilde eleştiren annesinin davranışını yinelemekte olduğunu kavradı.
Böylece, kendi imgesiyle annesinin arasındaki ayrılık iyice arttı.
Tom’la ilişkisini gözden geçirip duruyordu.
Bazen ayrılmayı düşünüyor, ama sonra onunla evlenmeye karar veriyordu. Bana
kendi çizdiği, her ikisini de çıplak gösteren resimlerini getirdi (Şekil 9-11).
Tedaviye başladığı sırada yaptığı çizimlerdeki kendilik imgesiyle, onu
artık yetişkin bir kadın olarak gösteren bu çizimlerdeki kendilik imgesini
karşılaştırmamı istediğini fark etti. Temmuz ayında anlattığı bir düşte
Tom’la ilişkisini irdelemesi doruk noktasına ulaştı.
Bir ormanda kaybolmuşum. Ağaçların arasından
çıkıyorum. Yanımda Clark’ı (o yörede yaşayan, varlıklı bekar
Şekil 9
bir adam) gördüğümü anımsıyorum. Azgın bir
nehrin kıyısındayız ve öbür kıyıda yaşamak için çok hoş ve uygun bir yer
olduğunu görüyorum. Buraya girmek için bir bahçe kapısı var. Bahçe kapısına
ulaşmak için azgın nehri yüzerek geçmem gerektiğini biliyorum, ama bunu isteyip
istemediğimi bilmiyorum.
Varlıklı adam ona eskiden kurduğu, evlenerek
para sa-hitü olma fantezilerini anımsatmıştı, ama aynı zamanda iyi toplumsal
bağlantıları olan Tom’u da anımsatıyordu.
Şekil 10
Clark ve Torn’un her ikisinin de nevrotik
olduklarım fark etti. Düş ona, analize daha derinlemesine dalmak ve
daha güvenli bir yere ulaşmak için çabalayıp çabalamama kararının
kendisine ait olduğunu gösteriyordu. Bu düşü görmeden önce benimle çalışmasını
sona erdirip Tom’la evlenip evlenemeyeceğini sormuştu. Ona henüz
terapiyi sonlandlrmaya hazır olmadığını ve üzerinde çalışması gereken
sorunlardan birinin de erişkin erkeklerden duyduğu korku olduğunu
söylemiştim. Düş ona Tom’un bir ergen gibi davrandığım ammsatmıştı, ancak kendisi
de ergen gi-
Şekil 11
bi davrandığında iyi geçiniyorlardı. Analiz ona
gerçek kadınlığa geçmesi için bir şans sunuyordu.
1969 yazında Tom’dan ayrıldı ve fırtınalı bir
yas tepkisi geliştirdi. Tom evden taşındı ve Jane bir devlet ilkokulunda
öğretmen olarak iş buldu. Tom’u kaybetmenin yaşattığı yas duygusuyla, arka
arkaya farklı “oğlanlarla” çıktı; onların pürüzsüz penislerini Tom’un
sedef lekeli penisiyle karşılaştırmak üzere bazılarıyla hemen
yatağa girdi. Sonbaharda Tom gibi, hepsinin de kendisinden daha genç
olduklarım ve yine eski bir örüntüyü yinelemekte olduğunu fark edebildi.
Kaygılı bir ifadeyle olgun erkeklerle tanışmak istemekten söz etmeye başladı ve
yeniden ilgisi bana döndü, hayatımdaki kadınları merak ediyor ve kadınlar
konusundaki beğenilerim üzerine fikirler yürütüyordu. Ben bunları sesimi
çıkarmadan dinliyordum. Artık analiz saatlerimizde dostça ve esprili,
zekice iletişimi daha uzun süre sürdürebiliyordu. Sevecen bir ifadeyle
benim aksammla, özellikle v harfini söyleyişimle dalga geçiyordu. Yine
böyle bir sefer benim vampir dememle dalga geçtiğinde,
kanlı ve tehlikeli bir şeyi, saçma ve korkutucu olmayan bir şeye
dönüştürmesi için ona yardım etmekte olduğumu söyledim.
Bölüm 8
İyileşme:
Jane öğretmen olarak kendine güveniyordu,
ayrıca sorumluluğundaki çocukların duygusal sorunlarına dair epey içgörü sahibi
olduğundan, onlara yardımcı da oluyordu. Bir keresinde sorunlu bir öğrencinin
psikiyatrik yardım almaşım kendi girişimiyle sağlamıştı.
Analizinin onun öğretmenlik becerisine çok katkıda bulunduğunu kabul
ediyordu. Öğrencileriyle olan çalışmalarının birçok yönünde benimle olan
özdeşimi belirgindi. Philip adındaki küçük bir oğlanı özellikle seviyordu ve
ona büyük şefkat gösteriyordu.
Benden çocuk sahibi olma isteğine kapılmıştı ve
bunun olanaksız olduğunu kavradığında düş kırıklığını ve üzüntüsünü açıkça
ifade etti. Benimle hastane etrafında yürüme fantezileri kuruyordu; bu
yürüyüşte ben bina tarafında kalırken o yol tarafında yürüyordu. Bununla
ilgili getirdiği çağrışımlar, onun yanında ona destek olarak durduğumu,
ama aynı zamanda etrafındaki dünyayı araştırması için ona özgürlük tanıdığımı
ortaya koyuyordu. Bu tür çağrışımlarında bana karşı şefkatli davranıyordu,
ama aynı zamanda aklının karışmış olduğunu da söylüyordu. Onun bu
akıl karışıklığının şefkat duygularını yadsımasından kaynaklandığım açıkladım;
bir erkeğe şefkat duygularıyla yaklaşmak onun için yeni bir deneyimdi,
aklım karıştırıp onu korkutan, şefkatli davrandığı erkeğin tam cinsel
ilişki sırasında ona tecavüz eden babasma dönüşü-vermesi tehlikesiydi.
Analizi sırasında ‘gözden geçirme’ düşleri
şeklinde sınıflanabilecek iki dizi düş getirdi. Bunlar psikanalizin hastamn iç
dünyası üzerindeki etkisini ve iyileşmeye giden yolun neresinde bulunduğunu
ortaya koyarlar.(26) Jane’in ‘gözden geçirme’ düşleri yineleyiciydi ve bir
dizi düş şeklinde ortaya çıkıyorlardı. İlk dizi tedavinin
çok başlarında, henüz akut psikoz içindeyken gelmişti. Düşünde sınırlan
olmayan, ama bir şekilde, sanki enerjiyi yavaş yavaş emen elektrik
prizlerinin yer aldığı bir oda görmüştü. Bu kavram Şekil 7 ve 8’de,
ağzında resmedilmiş elektrik prizlerinin varlığında gözlemlenebilir.
Kendi ile kendi olmayan arasındaki ve dış nesnelerin
birbirleri arasındaki aynmlan daha iyi yapabildikçe, düşteki odanın duvarlan,
bir yer döşemesi ve bir tavanı olmaya başladı; ilk başta bunlar saydamdı ama
analiz ilerledikçe sağlamlaştılar, ahşap oldular. Sonra çeşitli şekillerde
yerleştirilmiş mobilyalar geldi. En başta duvarları bile olmayan odanın
duvarlarla çevrilmesi ve sonra içine mobilyalar konarak bunların farklı
şekillerde yerleştirilmesi onun iç dünyasındaki gelişmeleri ve
zenginleşmeyi simgeliyordu. Hatta Jane bir keresinde düşünde odadaki
pislikleri temizlemek üzere bir elektrikli süpürge bile görmüştü.
İkinci düş dizisi, her iki tarafında da duvar
bulunmayan bir merdivenle ilgiliydi. Merdiven uzaya doğru çıkıyor, hiçbir yere
gitmiyordu. Tedavi boyunca bu merdivene çıkma düşleri gördü. Tırmandıkça
kendisini giderek daha çok kaybolmuş hissediyordu, asla tepeye ulaşamıyor, ama zaman
zaman uzayda, buradan sonra nasıl devam edeceğine dair en ufak bir fikrinin
olmadığı bir düzlüğe ulaşabiliyordu. Sonra yukarıda anlattığım oda
ve merdivenle ilgili düşler zihninde yoğunlaştmldı (kondan-sasyon); hem
oda hem de merdiven aym düşte ortaya çıktı. Bu düşte, merdivenin ulaştığı
düzlüğe tırmandı ve aradaki boşluğu aşıp, yandaki mobilyalı odaya atlamak
istedi (örgütlenmemiş bir iç dünyadan kendini kurtarıp, gelişmiş derli toplu
bir iç dünyaya ulaşmak istiyordu).
Uzun bir sıçrama yapmak üzere düzlükte
koşuyorum ama son anda atlayamıyorum. Sonra başka bir yol daha olabileceğini
kavrıyorum. Birkaç basamak iniyorum. Orada başka bir oda var, içinde de
öğrencim Philip var. Sonra tehlikeli, zenci bir mahkum ortaya çıkıyor;
şimdi beni hep ürkütmüş olan şeyle karşı karşıyayım. Mahkumun
elinde buz kıracağı var. Philip’e zarar vermiş olmasından korkuyorum,
çocuğa yaralanmış olup olmadığım soruyorum, bana iyi olduğunu söylüyor.
Dosdoğru mahkumun gözlerinin içine bakarak boşlukta belirmiş olan inşaat
iskelesinin üzerinden yürüyüp mobilyalı odaya geçebileceğimi düşünüyorum.
Jane’in bu unutulmaz düşle ilgili çağrışımları
ve bir-120 likte bunun gözden geçirme düşlerinin bir yoğunlaştırması olduğu
sonucuna varmamız, analiz saatlerinde söyledikleriyle düşün tutarlı olduğunu
ortaya koyuyordu. Jane, tehlike üzerinde gerçek anlamda bir çalışma
yapmadan odaya (zenginleşmiş kendilik temsili) atlamak
istiyordu. Oysa psikanaliz çalışmasının diğer bir gerileyici
döngüye (merdivenlerden inmek) daha gereksinimi vardı. Zenci mahkum,
eski paranoid düşünme tarzındaki kimliği belirsiz “onlar”ı, tehlikeli fallik
baba-analisti ve kendi saldırganlığını temsil ediyordu. Düş şimdi bunlarla
yeniden yüzleşmek istediğini ve bunu yapabileceğini gösteriyordu. Artık
güzelce düzenlediği odaya yerleşebilirdi.
Bu düşün analizinden kısa süre sonra Jane
analizi bitirmekten söz etmeye başladı. Ben önce hiçbir şey söylemedim.
Babasıyla arasındaki son nevrotik bağların analizini yapmaya başladı. Bunlardan
biri, hâlâ babasının arabasını kullanıyor olmasıydı. Kendisine ait bir araba
alma planlan yaptı (daha sonra bunu gerçekleştirdi). İkinci bağ otuz
yaşlanndaki erkeklerle birlikte olmaktan duyduğu kaygıydı. Mantığı ona
kendisine en uygununun bu yaştaki erkekler olduğunu söylüyordu, ama onunla
“oynaştığı” şurada babası da otuzlanndaydı.
Evinde otuzlu yaşlardaki erkekler ve kadınlar
için bir parti verdi. Henüz otomatikleşmemiş tepkiler vermesini de
gerektiren, onun için yeni bu yetişkin kadın rolüne karşı aşın koruyucuydu.
Sözgelimi seçtiği Noel kartlannın çocuksu görüneceğinden endişeleniyor,
saç biçimini tekrar tekrar değiştiriyor, seanslanmıza şık giysilerle
geliyor, görünüşündeki bu değişikliklerin benim tarafımdan
nasıl algılandığını anlamaya uğraşıyordu. Aralık başlannda benim kaç yaşımda
olduğumu sordu; ya otuzlanmdaysam? Yamtın evet olması erkeklerin
babasından farklı olabileceklerini ona kanıtlayacaktı. Yaşımı söylemedim,
çünkü en önemlisi onun iç dünyasındaki kaygılara odaklanmaktı, isterse kaç
yaşımda olduğumu kendisi de bulabilirdi.
Bir gün, analizini sonlandırmak üzerine bir
saat konuştu ve yaklaşmakta olan, gerçekleşeceğine artık kuşkusu kalmamış olan
ayrılığımıza aşın tepki vermekte olduğunu kavradı. Sonlandırma üzerine
serbestçe konuşmasını ve analizinde şimdiye kadar elde ettiklerinin bir dökümünü
yaparak, henüz kendi içinde bitiremediği çatışma-lan olup olmadığına bakmasını
söyledim. Bu şekildeki yanıtım onu ürpertti ve ona kendini “tüyleri kabarmış
bir kedi gibi” hissettirdi. Bu seansın hemen ardından cildinde geçici bir
döküntü oldu. Bu bedensel tepkisiyle, sanki bir yılan gibi eski derisini
(kendiliğini) atıyordu. Bununla da yetinmiyor, içinde kalmış olabilecek
kötü şeyleri, toksin gibi bedenindeki her delikten dışarı atmakta
olduğunu hissediyordu. Bir yandan, bu annma iyi olacağı anlamına gelse
de, iyileşip benden ayrılınca yalnız kalacağından korkuyordu.
1969 Aralığında, Noel tatili sırasında
anne-babasının evinde epey zaman geçirdi ve elinde bir gözlem
listesiyle döndü. Analizde elde ettiklerimizin dökümünü çok
doğru yapmıştı! Gözlemleri, annesinin panik içindeki çaresizliğini,
başkaları tarafından bu durumdan nasıl kurtarılması gerektiğini ve aslmda
bu sayede onlar üzerinde nasıl güç elde ettiğini göz önüne seriyordu.
Annesinin davranışına ilişkin birçok örnek verdikten sonra hafif bir öfke
krizi
geçirdi, ben kendisinin annesinin
davranışlarına verdiği tepkiyi burada yeniden canlandırmakta olduğunu söyledim.
Öfke nöbetine kendiliğinden bir son verdi ve üzgün bir ifadeyle, “Keşke
önümde bana nasıl erişkin olunacağını gösteren bir model olmuş olsaydı” dedi.
Bir sonraki seansta babasından ve onun geçmişinden söz etti ve onun neden
kadınlara karşı öfkeli olduğunu anlamaya çalıştı. Anne-babasını nesnel
biçimde algılamasının ve gözden geçirmesinin ardından uzun süre sessizce
ağladı ve bu bana çok dokunaklı geldi.
1970 yılındaki ilk seansımız için odama
girdiğimde Jane’i duvardaki diplomalara bakarken buldum. Benden daha erken
gelmiş olmasından yararlanarak yaşım hak-kındaki merakım gidermiş ve
diplomalarımdan hala otuzlu yaşlarımda olduğumu öğrenmişti. “Olgun
erkeklerle” ilişkileri üzerine daha fazla çalışmak arzusunda
olduğunu seansta belirttikten sonra seks, yaşam ve bekar
olmak üzerine kitaplar okumaya koyuldu, bu arada benden evlenilecek güçlü
bir adam bulabileceği yolunda güvence istiyordu. Bir de, onun analizini ansızın
sona erdireceğimden korkuyordu. “Ansızın” sözcüğünün kozmik
kahkaha deneyiminde de kullanılmış olduğu yorumunu yaptım, ben
tedaviyi ansızın kesersem, annesi gibi ağzındaki memeyi ansızın çekmiş
olacaktım.
Öğrencileriyle uğraşırken, benim bazı laflarımı
olduğu gibi kullanmaya varacak derecede benimle özdeşleşmiş olduğunu fark
ediyordum. Kusursuz olma fantezisinden bahsediyordu, “Sizin Tanrı olmanızı
istiyorum, beni onarırsınız, böylece ben de iyi bir koca bulabilirim”.
Buna karşın, evindeyken bilinçdışı olarak kusursuz olma fantezisini
yıkmaya uğraşıyordu. Kazak örmüş ama yakasım ters dikmişti; aslmda bunün,
gerçekçi olabilmek adına bir ‘kusurlu olma alıştırması’ olduğunun
farkındaydı.
Benim ondan neler öğrenmiş olduğumu sordu. Herhalde
bazı yeni İngilizce sözcükler öğrenmiş olmalıydım, ama onun esas ilgisini çeken
insanların değişebileceklerini de öğrenmiş olup olmadığımdı. Bundan sonra
sorusunu geri aldı; itiraf etmeliydi ki onunla tanışmadan önce de bunu
zaten biliyor olmalıydım ve ashnda onun benden öğrendiği şey de işte bu
bilgiydi. Alışması gereken, yeni bir kendilik bulmuş olmaktan söz etti;
kendisini normal hissetmek “tuhaftı”. Bililerinin onunla sahip olduğu
şeyler için evlenmek isteyebileceği aklına geldi. Bununla ilk başta
kastettiği, müzik seti gibi eşyalarıydı, ama sonra artık sahip oldukları
arasında yeni bulduğu istikrarın da bulunduğuna karar
verdi. O sıralarda popüler olan, yakınma dolu bir şarkıyı anımsadı, “Olup
olacağı bu muydu?” ve uzun süren sessiz bir ağlama nöbetine tutuldu. Bir
yandan
da bensiz geleceğiyle ilgili isteklerinden söz
ediyordu. Çok duygulanmıştım ama ona hiçbir şey söylemedim. Bundan sonra
bir sonlandırma tarihi belirlemek üzerine doğrudan konuşabilmeye başladı.
Çalışmamızı üç ay içinde bitirmeye karar
verdik. Ertesi gün, yaklaşan ayrılık beklentisine bağlı tâm bir yas tepkisi
geliştirmiş halde geldi.(27) O seansta, bu tepkiyle Tom’dan ayrıldığı sırada
yaşadığı yas tepkisi arasındaki farklılıkları inceledi. Sözgelimi Tom’dan
ayrıldığında kendisini çok az tanıdığı erkeklerle “hemen yatağa
girer” bulmuş, ama sonra bunu yapmaktan vazgeçmişti. Bu kez böyle bir
eyleme kalkışmayacağım, benim yerime koyacak yedek arayışına girmeyeceğini
biliyordu. Böylece kendine daha derin, daha erişkin bir yas tutma fırsatı
tanıyacaktı.
Analizi sonlandırma aşamasındaki kişiler
genellikle eski belirtilerini yeniden “ziyaret eder” ve bunlarla vedalaşırlar.
Jane de, kendiliğinden, eskiden insanları nasıl böldüğünü incelemek
istedi. Yakınlarda çıktığı erkekleri tanımlarken onlan “iyi” veya “kötü”
diye sınıflandırdığını fark etti. Eskiden “iyi” ve “kötü” özelliklerin bir
arada asla bulunamamış olduklarım, oysa bu “ziyareti” sırasında iyi diye
nitelendirdiği kişilerin kötü taraflarını, kötü
dediklerininse iyi taraflarını da kabul
edebildiğini gördü.
Tom’la ayrıldığında yaptığı gibi önüne gelenle
yatmak yerine, bir telaş, dostlarına ve akrabalarına mektup yazmaya başladı,
bazen günde sekiz tane yazdığı oluyordu, sanki kendisini ayn geçen zamanı
telafi etmek zorundaymış gibi hissediyor ve eksik kalmış olan bir şeyleri
tamamlamaya .uğraşıyordu. Cerrahın yanında çalışırken bir süreliğine
işlerine yardımcı olduğu bir doktorla ilgili bir düş gördü. Düşte Jane tam
adama mektup yazmaktayken adam ölmüştü (analizin sonlanmasıyla ilgili fantezisinin bir
kanıtı) bu yüzden yazışmaları yaran kalmıştı. Ona benim
ölmemiş olduğumu anımsattım; oysa bu sözlerim gereksizdi, benim ölmemiş
olduğumu elbette biliyordu! Geriye dönüp baktığımda, böyle güçlü bir ilişkiyi
sonlandır-manın “ölüm” anlamına geleceğine dair benim de hissetmekte olduğum
kaygıların bana bunları söylettiğini anlayabiliyorum. Ağladı, sızlandı; ona
göre, analizinde hava-. da kalan noktalan birlikte 6 ay önce çözümlemiş
olsaydık ilişkimizin bu son aylannı yalnızca keyif alarak geçirebilirdik.
Altı yıl önce, hastanede kalırken dikmeye
başladığı bir battaniyeden söz etti. Bu, kırkpare bir bebek
battaniyesi olacaktı, ama asla bitirememişti. Kısa süre önce
yeniden bunu eline almış ve analizi bitmeden kesin olarak bitirme-
yi tasarlamıştı. Bunun sembolizmi, psikanalitik çalışmada “bir şeyleri
bir araya getirmek”le açıkça bağlantılıydı. Battaniyeyi “sonraki bebeğim”
(şimdiye kadar ona ayır-. mış olduğum saatlerde divanıma yatacak olan
hasta) için bana verme fantezileri kurdu, ama sonra bunu evlenince doğuracağı
kendi bebeği için kullanmayı düşündü.
Yakın bir şehirde yaşayan bir akrabasının
verdiği bir partiye kendini davet ettirdi, orada genç erkeklerle tanışmayı
umuyordu, bu yüzden saçlarına yeni bir şekil verdirdi. Okul müdürünün
çalışmalarından ve aldığı sorumluluklardan ötürü ona övgüde bulunduğunu, okul
aile birliğinde ve okulun geliştirilmesi için yürütülen kampanyalarda etkin rol
üstlendiğini söyledi. Bu seansın sonunda, bir saattir hiç kağıt mendil
kullanmamış olduğuna ve belki de 6 yıldır bu kadar sakin davrandığı ilk seansın
bu olduğuna dikkatimi çekti.
İlk tanışmamızdan 6 yıl sonra, 1970 baharının
başlarında Jane hâlâ havada kalmış sorunları çözmeye uğraşıyordu. Anne
babasının evine yaptığı bir ziyaret sırasında babasının ölümü halinde annesinin
çok çaresiz bir durumda kalabileceğini fark etmişti ve ailesinin bu gibi
meseleleriyle uğraşmaya karar verdi. Babasmı bir vasiyetname yazmaya
zorladı, kendisi de bir tane yazdı ve bunda, yö-
redeki ruh sağlığı demeğine de bir şeyler
bıraktı. Bu sıralarda evindeyken ölme fantezileri vardı, ama kendisinin ölürken
gördüğü parçasının, aslında annesinin bir uzantısı olan, eski psikotik parçası
olduğunu kavrayabildi. Analizin biteceği tarihten bir hafta önce, gelecek
öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere istifasını verdi. Böyle-ce,
gelecekte izleyeceği yolu belirlemekte özgür kalmıştı.
Bir gün, bana Afrika
Kraliçesi filmine gittiğini, bunun ona psikanalitik süreci simgelediğini
anlattı. Bu filmde bir erkek ve bir kadın (Humphrey Bogart ve Katherine Hepbum)
birlikte zorlu engeller aşarlar, ortak bir düşmanla savaşırlar ve sonunda
kurtulurlar, bu arada birçok didişmenin ardından birbirlerini yakından tanırlar
ve evlenirler. Filmdeki çift bizi temsil ediyordu; düşman
onun psikozu/nevrozuydu. Birlikte çalışmamızın sonunda evlenmeyeceğimizi
kabullenmesine karşın, benden belli şeyleri (özdeşimler) aldığını ve
bunları koruyacağını da biliyordu.
Son saatinde, analitik deneyimden yoksun
kalanların analizde olup bitenleri anlamakta ne kadar zorlanacaklarından söz
etti. Ayrılacağımız kesinleştiğinde zaten psikolojik olarak benimle olan
ilişkisini kaybetmesinin yasını tutmaya başlamıştı, şimdi fiziksel olarak da
benden ay-
nldıktan sonra devam edecek olan yası üzerinde
çalışıp, bunun üstesinden gelirken tek başına kalacağı için kederliydi. Bir
önceki gece bir düş görmüş ama unutmuştu. “Bari bir düş uydurayım”
diyerek, mezara atılmış ölü bir insan görüntüsünden söz etti. Bunun onun
nevrozu olduğunu ve onu gömdüğünü söyledi; nevrozun kendisinin huzurunu
kaçırmak üzere hortlayıp hortlamayacağını da merak ediyordu. Bazen bana
tutunabilmek için, hastalığına tutunmak istediğini itiraf etti. Ona bunu zaten
bildiğimi söyledim, bunun üzerine biraz ağladı.
Bu son seansın bitimine doğru, özellikle akut
şizofreni tablosu içinde olduğu sırada, tedavisinin ilk dönemlerinde Harikalar Diyarmdaki Alice’ten nasıl söz etmiş olduğunu
ammsadı. Bu kitapta bazen havada yüzen, sürekli kahkahalar atan Cheshire
kedisinden bahsetti. Kedinin kahkahasını ve kendisinin kozmik kahkahayla yaşadığı deneyimi
anımsadı. Eski belirtilerine yaptığı bu en son “ziyaret”te, en çekirdekte
yer alan travmasma veda etmişti. Analizinin sonunda bir kediden söz etmesinin
ilginç olduğunu söyledim, çünkü onu ilk gördüğümde bana bir kediyi anımsatmıştı.
Onun Kedicik Kız’ı öldürmesinden ve Kedicik Kız’m annesiyle olan göbek
bağı ilişkisini nasıl temsil ettiğinden bahsettik. Analizindeki geçmiş
olaylardan söz etmeyi bitirdiğimizde, “İşte bu kedinin öyküsüydü ve bitti”
dedi. Ayağa kalktı, gözleri dolu doluydu. Şefkatle onu kucakladım; vedalaştık
ve çıkıp gitti.
İzleme
Genellikle nevrotik belirtilerle analize
başlamış olan kişiler, analizleri bittikten sonra, aktarımlarını bitirip
yaslarını tutmuş oldukları için, analistlerine veda eder ve onu bir daha
aramazlar. Jane gibi çok gerilemiş halde analize başlayan kişilerin analitik
tedavisi, çocuk-anne-baba ilişkisinin analistle daha derin ilişki içinde
tekrarlanmasından oluşur. Bu yüzden, bu kişiler iyileşip analistlerinden
ayrıldıktan sonra bile, tıpkı büyüyünce evden ayrılan normal gençler gibi,
bir süre analistleriyle teması koparmazlar.
Analizi sonlandıktan sonra Jane’i ilk görüşüm
1970 güzünün başlarındaydı. Hiç haber vermeden bir gün ofisime geldi. Yamnda
çalıştığı cerrahı görmek üzere hastaneye geldiğini, bu arada benim boş vaktim
olup olmadığımı görmek için uğradığını söyledi. Uzak bir şehre taşınmadan
önce veda etmeye gelmişti. Orada bir üniversite idarecisinin yönetici
sekreterliğini yapacaktı. Yalnızca bir-
kaç dakika konuşabildik, ama bana bir ay önce o
şehirdeki bir dostunun ona etrafı gezdirdiğini ve bir daire bulmasına yardımcı
olduğunu söyleme fırsatı buldu. Orada yaşayacağı hayatla ilgili konuşmaları
hevesli ve heyecanlıydı. Giderken el sıkıştık ve ona mutluluk diledim.
Bir yıl boyunca ondan haber almadım. Sonra,
1971 güzünde ondan bir tür ilerİeme raporu aldım. Şunları yazmıştı, “Esas
olarak size mutlu olduğumu bildirmek için yazıyorum -en azından kendime
izin verdiğim ölçüde mutluyum.” Geçen Şubatta kendisinden birkaç yaş
büyük, genç bir akademisyenle başlayan ilişkilerinden söz etmiş ve adamı
güçlü ve aklı başmda biri olarak tanımlamıştı, evliliği düşünmeye başladıklarım
da eklemişti.
Artık yaşın beni korkutmadığını biliyorum ve
otuzlu yaşlarımı dört gözle bekliyorum. Bunu size yüz yüze (ya da divanda
olduğu gibi, başınım arkasından yüzünüze) söy-leyemedim, ama sizden
hoşlanıyorum. Nevrotik biçimlerde olanlar hariç, size göstermeye asla cesaret
edemediğim olumlu duygularımın bazılarını bu adama gösterebiliyorum.
Şimdi kendimi analizi başarıyla bitirmiş biri
olarak görüyorum, ama bitirdiğimiz şualarda daha önümde çok uzun bir yol varmış
gibi geliyordu, şimdi bile bazen kendimin
en kötü yanıyla boğuşmam gerekiyor. Ona (genç
akademisyenden söz ediyor) olan aşkım bana çok yardımcı oluyor, onu mutsuz etme
kapasitem olduğunun farkındayım, ama onu sevdiğim için mutlu etme kapasitem çok
daha fazla. Tom’la evlenmeyip analizi tamamlamaya karar verdiğime
memnunum. Size mutlu bir yaşam diliyorum ve sizi seviyorum.
Ona, ondan haber aldığıma sevindiğimi ve evlilikten duyduğu korku üzerine çalıştığını görmekten mutlu
olduğumu söyleyen kısa bir mektup gönderdim.
1972 baharının sonlarında, bir süredir çıkmakta
olduğu akademisyenle yaptıkları evlilik planlarım bana yazdı. Mektubunda
analizi sırasında benim onun düğününe katılmamı istediğim anımsadığım, aslında
düğününe gitmemi ve kocasıyla tanışmamı çok istediğini ama
düğünün yalnızca yakın akraba ve arkadaşlar arasında yapılacağını, onların
arasında yabancı hissedeceğimi, yine de çağrılı olduğumu söylüyordu. Tören aile
çiftliğinde yapılacaktı ve onu damada babası verecekti. Evli bir kadın
olarak geleceğine dair umutlarını ve kocasıyla geçireceği
yaşam üzerine planlarını ayrıntısıyla yazmıştı. Düğüne
gitmemin gerçekten her ikimiz için de sıkıntılı olabileceğini ve onun
en mutlu gününe gölge düşürecek herhangi bir şey yapmak istemeyeceğimi,
ama ona mutluluklar dilediğimi yazdım. Düğünden bir gün önce bana telefon etti,
sesi mutlu geliyordu. Ona yine her şeyin en iyisini diledim.
Genç çift Amerika’ nın batısına taşındı, orada
dört çocuk sahibi oldular ve Jane ressam ve heykeltıraş olarak ün kazandı,
ödüller aldı. Birkaç yılda bir ailesini ziyarete geldiğinde beni de
telefonla arıyordu. Bir keresinde bana çocuklarının ve kendi eseflerinin
fotoğraflarını göstermek üzere uğradı. Eserlerinin fotoğraflarını görünce,
hastalığının başlarında çizdiği resimleri anımsadım ve onu
bunca hırpalamış olan travmayı yaratıcılığının kaynağı
olarak kullandığını düşündüm. Uzun uzadıya görüşme fırsatımız 134 olmadığı için bunu ona söyleyemedim. Çok
güçlü bir evliliği olduğu ve ilgili bir anne olduğu açıktı,
fotoğraflarda çocuklar çok mutlu görünüyorlardı.
Onu son görüşüm birlikte çalışmamızın
sonlanmasın-dan 17 yıl sonraydı. Kocasıyla birlikte uğramak istemişti,
geldiklerinde birbirlerine çok yakın oldukları anlaşılıyordu. Ziyaretleri kısa
sürdü, belki en fazla on dakika, gitmek üzere ayağa kalktıklarında onları
kapıya kadar geçirdim. Bu sırada Jane bana döndü ve hayretle bağırdı “Tanrım!
Eskiden sizin çok iri olduğunuzu düşünürdüm! O kadar da uzun boylu değilmişsiniz.”
Ona bu algısının iyi bir işaret olduğunu, çünkü bunun aktarım nevrozunun
son kınntılanndan da kurtulmasını yansıttığını söyledim. Gülümsedi. Aradan
yıllar geçti ve beni bir daha aramadı. Dolaylı yollardan Jane ve ailesinin iyi
olduklarını öğren-dim.(28)
(1) Vamık Volkan ve Norman Itzkowitz (1984), s.
294. Edith Weigert’in 1930’lann Ankara’sına dair daha ayrıntılı
izlenimlerini Volkan ve Itzkovvitz tarafından yazılmış olan “Ölümsüz
Atatürk” kitabının 26.cı bölümünde okuyabilirsiniz.
(2) Bu olguda kullanılan
tekniğin kuramına ilişkin daha fazla bilgi almak isteyen öğrenciler veya
diğer kişiler bunu izleyen kitapta bulabilirler: Vamık Volkan (1995) The Infantile Psychotic Self and Its Fates (Çocuksu Psikotik
Kendilik ve Akıbetleri), özellikle bölüm 13.
(3) Birçok şizofren, onları etki altma alan makinelerin varlığından söz eder. Bu
durum ilk olarak 1919 yılında Victor Tausk tarafından incelenmiştir.
Tausk, “normal” insanların düşlerinde gördüklerine
benzer makinelerin, düşü görenin genital organlarını
temsil ettiklerini ve bunlar varsanılarda ortaya çıktıklarında
yasaklanmış mastürbasyonu simgelediklerini öne
sürer. Benim, klasik bir “etki makinesi”ne sahip tek bir hastam oldu; bu erkek
hasta makinenin Virginia’daki Langley kasabasında bulunan CIA binasına
yerleştirilmiş olduğuna inanıyordu, çalışmalarımızdan elde ettiğim
kanıtlar bu makinenin onun penisini temsil ettiğini ortaya koydu. Akima yasak
cinsel düşünceler gelmesine ve yasak -cinsel etkinliklere
kalkışmasına yol açan hep bu makineydi. Makinelerin hem bedeni hem de
ruhu temsil ettiği birçok olgu vardır. Arvell Luttrell ile birlikte
tanımladığımız bir olguda (Volkan ve Luttrell, 1971) makineler aynı
zamanda yeniden etkinleştirilmiş geçiş nesnelerini (geçiş nesneleri kavramı
için bkz. Winnicott 1953) temsil ediyordu. Bu, hastanın iç ve dış
dünyaları arasındaki bağı koruma çabasım ortaya koyuyordu.
Jane’in öyküsünde makineler onun kendilik ve
nesne temsilleriydi, fakat çocukluğunda yaşadığı cinsel deneyimlere bakınca,
makinelerin aynı zamanda genital bölgeleri de temsil ettiği ortaya çıkar.
(4) Kişi psikanalitik tedaviye girdiğinde
analistine bir aktarım geliştirir. Bu psikanaliz için gerekli bir gelişmedir.
Çok güçlü hale geldiğinde buna “aktarım nevrozu” (ya da “aktanm psikozu”)
denir. Bu analizde hastanın çocukluğunu “yeniden yaşamasının” yoludur ve aym
yolla analist hastasının çocukluğuna ilişkin psikolojik gerçekleri öğrenir.
Psikanalizin hedefi yavaş yavaş hastanın aktanm nevrozunu çözmektir. Bu
gerçekleştiğinde hasta iyileşir.
(5) Tedavisinin başlangıcında Jane psikoz
içindeydi, psi-kiyatrist tarafından şizofreni tanısı konmuştu. Psikozdaki
kişilerin kullandığı başlıca savunma ve uyum düzenekleri bir yandan kendi
kimliklerini öteki kişilerin (veya şeylerin) kimlikleriyle kaynaştınp kanştırma
ve bir yandan da bu kimlikleri birbirinden ayırmadır. Böyle kişiler
içe alma (introjeksiyon) ve yansıtma (projeksiyon) ile uğraşırlar. Aynı
zamanda kaynaşmış veya kaynaşmamış kendilik ve nesne temsillerim çabucak
iyi (libidinal) ve kötü (saldırgan) şeklinde bölerler (splitting). Bu bölme
psikozdan daha yüksek bir psişik organizasyonun göstergesi olan “Sınırda
(Bor-derline) Kişilik Bozukluğundaki kadar yapılandırılmamıştır. Psikozdaki
bölme kaynaşma/aynşma ile eşzamanlı, kendiliğinden oluşur. Sınırda kişilik
bozukluklarında bölmeye kaynaşma/aynşma eşlik etmez. Aynca sınırda kişilik
bozukluğu olan kişinin kendini ve dünyayı iyi ve kötü görmesinin kolayca
ortaya konabilir bir nedeni vardır. Örneğin onu reddeden kişi, iyi olmaktan
çıkar kötü kişiye dönüşür.
(6) Bebeğin çevresi anne veya onun işlevini
üstlenmiş herhangi bir anne yedeğiyle sınırlıdır. İkisi
arasındaki ilişkiyi etkileyen biyolojik, fizyolojik ve
psikolojik birçok etmen vardır; bazılarında psikolojik olarak kusurlu
öğeler egemendir. Yaşamın ilk yıllarında genetik (biyolojik), fizyolojik,
psikolojik ve çevresel etmenlerin yarattığı ego yetersizlikleri nesne
ilişkilerinde çatışmalara yol açar. Tersine, nesne
ilişkilerinde üstesinden gelinemez erken çatışmalar, kendilik
ve nesne temsillerinin evrilmesini ve eşlik eden ego işlevlerinin daha
olgun düzeylere gelişmesini sekteye uğratır. Bu koşullar altında benim çocuksu psikotik kendilik (infantil psikotik self)
(Volkan 1994a, 1995) adım verdiğim, kırılgan bir psişik örgütlenme
ortaya çıkar ve adlandınlamaz “kötü” duygularla iyice doyurulur.
Kullandığımız erişkin dilinde bu “kötü” duygulanımlardan anaklitik
depresyon, boflluk duygusu veya hiddet gibi
terimlerle söz ederiz. Nesne ilişkilerindeki çatışmalarda, çocuksu psikotik
kendilikle ilişkili gerginliklerin kaynağı, kendilik temsillerini
nesne temsillerinden ve bir nesne temsilini diğerinden ayırt etme
yetisindeki kusurlardır. “Normal” ve sıradan bir
çocuksu kendilik temsilinin aksine, çocuksu
psikotik kendilik evrilerek, kendilik temsillerinin nesne temsillerinden ve bir
nesne temsilinin diğerlerinden farklılaşmasının iyice oturduğu ve adlandınlamaz
“kötü” duyguların ehlileştirildiği daha olgun bir düzeye ulaşamaz.
Çocuksu psikotik kendiliğin oluşmasına yol açan
diğer bir durum da, gelişim yıllarında mutlaka olması gereken gerilemedir
(regresyon). Özgün psişik çekirdek “normal” olabilir; libidinal olarak
doyurulmuş, birbirlerine kaynaşmış kendilik ve nesne
temsilleri içerir. Bu tür bir çekirdek, hem “iyi” hem de
“kötü” kendilik ve nesne temsillerini özümsemeye ve korumaya başlayabilir
ve böylelikle serpilir. Hatta, önceleri kaynaşmış kendilik ve nesne
temsillerinin farklılaştığı ve bunlara eşlik eden ego işlevlerinin olgunlaştığı
düzeylere bile ulaşabilir. Ne var ki, katlanılamaz bir travma (örn. ensest
veya uygun yedeklerin yokluğunda nesne kaybı) evrilmiş olan psişik çekirdeği
paramparça edebilir ve bu parçalara “kötü” saldırgan duygular
yükleyebilir. Çocuksu psikotik kendiliğe gerilemiş (regresif) görüntüsünü veren
de budur.
îster ta en başta oluşturulmuş olsun, isterse
gerile-
meyle ortaya çıksın, çocuksu psikotik
kendiliğin kaderi çocuk büyüyüp geliştikçe değişebilir; çocuk yeni bir
çekirdeğe doğru evrildikçe büzüşüp tümden yok olabileceği gibi,
bebeklikten itibaren kişilik gelişimine egemen de olabilir, ki bu durumda
çocukluk çağı şizofrenisi belirtilerinin çıkması beklenebilir.
Bazı durumlarda, kendiliğin diğer parçalan, çocuksu psikotik kendiliği
çevreleyen daha olgun ego düzenekleriyle el ele evrilir, ama bu arada çocuksu
psikotik kendilik arka planda, bir kapsül içindeymişçesine sınırla-n iyice
çizilmiş halde korunur (D. Rosenfeld 1992; H. Rosenfeld 1965, Volkan 1976)
ve kişiyi ergenlikte veya erişkin yaşta şizofreniye yatkın hale getirir.
(İşte Jane’in durumunda olan da buydu.) Bazı durumlardaysa, bir fosil gibi
kalmış olan çocuksu psikotik kendilik, şizofreniye neden olmaksızın ansızın
canlamve-rir. Yaşama görünürde iyi uyum sağlamış, belki nev-rotik olduğu
düşünülse de çevresinde iyi isim yapmış biri aniden tuhaf, ama odaklı
psikotik davranışlar sergilemeye başlar. Bunlar geçici olabilecekleri gibi,
tedavi edilmezlerse yineleyiçi hal de alabilirler.
Diğer bazı durumlardaysa çocuksu psikotik
kendilik asla bir fosile dönüşmez ve asla tümden kapsül içine alınamaz.
Şizofreninin tersine, bu yaygın psikotik bir duruma yol açmaz; ne var ki
genellikle cinsel içerikli veya saldırgan sapkınlıklarla ve/veya
psikosomatik belirtilerle giden bir psikotik kiflilik
örgütlenmesinin oluşmasına neden olur. Kişinin ilkel kişilik
özellikleri (örn. paranoid tutumlar, alışkanlık olmuş istemsiz cinsel
davranışlar veya saldırganca dışavurumlar, hi-pokondri ve psikososmatik
durumlar) yüksek düzeyde gerçekleşen uzlaşma oluşturmanın (compromise formation)
yanı sıra, çocuksu psikotik kendiliğin yarattığı etkilerle de uğraşır. Bu tür
kişilik örgütlenmesi olan insanlar çevresindekilerle gündelik
etkileşimlerinde “normal” gözükürler, ancak çocuksu
psikotik kendiliklerinin bastırılmamış talepleriyle karşılaştıkları ve
bunlara yanıt verdikleri gizli bir yaşamları daha vardır. Başkalarının
göremediği, ikili yaşamlar sürdürmelerine yol açan iç güçlerin aslında
farkındadırlar. Bunlar, tipik olarak sınırda kişilik örgütlenmesi olanlara
benzemezler. Sınırda kişilik örgütlenmesi olan kişi, libidinal yatıran
yapılmış kendilik ve nesne temsillerini (ve bunlarla ilişkili kişileri ve
eşyayı) saldırganca yatırım yapılmış olanlardan ayırmak üzere yadsıma
(denial), değersizleştirme (devalüasyon), ülküleştirme (idealizasyon) ve
yansıtmalı özdeşimin (projektif identifikasyon) desteklediği bölme
düzeneğini kararlı biçimde kullanır. Psikotik kişilik örgüt-
lenmesi olan birey, daha olgun ya da görünürde
daha olgun bir kendiliği yansıtan bir yaşamın yanı sıra, kendilik ve nesne
kaynaşmalarının (füzyon), paranoid korkuların, tuhaf cinsel ve saldırganca
eylemlerin ve ilkel savunmaların egemen olduğu gizli bir yaşam daha
sürdürür. Olgun parçayla ilişkili ego düzeneklerinin başlıca ödevi, sanki
rahatsız, ilkel, fantezilerin güdümündeki bir bebek/çocuk, koruyucu bir
erişkinle aynı deriyi paylaşıyormuşçasma, denetimi
korumaya çalışmaktır.
(7) Jane’in gözlerini
kırparak benim imgemi içine alması psikanalizde “introjeksiyon” (içe atma)
olarak bilinir. Onun bir karanlık odada akimdan fotoğrafımı basması, yani
imgemi dışarı yansıtması ise “projeksi-yon”dur (yansıtma). Bu iki düzenek onun
benim varlığımı hissetmesini ve beni ego veya süperego işlevleri yerine
kullanabilmesini sağlıyor ve kaygılarım hafifletiyordu. Bu süreç aynca
saldırganlığına karşı bir savunmaydı; bütün olarak beni değil, yalnızca
resmimi içine atmış olduğundan (introjeksiyon), içselleştirme yoluyla yok
edilmekten korunmuş oluyordum.
(8) Hans Loewald’a (1960)
göre, sınırda ve psikotik hastaların terapötik süreçlerinde gelişen bir tür
çocuk-anne ilişkisi, erken çocuk-anne ilişkisindeki düzeylere görece yakın
düzeylerde gerçekleşir. Büyük ego kusurlarının olduğu durumlardan uzaklaştıkça,
bu bütünleştirici süreçler de giderek artan oranda yüceleş-tirmenin daha yüksek
düzeylerinde gerçekleşmeye başlar ve bunun için örgütlenmenin daha
karmaşık aşamalarına ulaşıldığını gösteren iletişim araçları kullanılır
(Loewald, 1960, s.21).
Psikanalizde ego gelişiminin kaldığı yerden
sürdürülmesi, “yeni bir nesne” ile, yani analistle kurulan ilişkiye bağımlıdır.
Analistin “yeni”liği yalnızca o zamana dek karşılaşılmamış bir nesne olmasına
değil, aym zamanda “hastanın nesne ilişkilerinin erken gelişimsel yolaklarım
yeniden keşfetmesine ve bunları izleyerek nesnelerle ilişki kurmanın ve kendisi
olmanın yeni bir yolunu bulmasına” da bağlıdır. Tüm aktarım çarpıtmaları
aracılığıyla, hasta çarpıtılmış olan çekirdeğin [kendisinin ve “nesnelerin”]
bütünü olmasa da, en azından güdük kalıntılarım açığa vurur.
Analist hastaya ulaşabilmek için, aktarımları ve
savunmaları yorumlarken soyut bir takım gerçeklik veya normallik kavramlarını
değil, ne denli güdük ve belirsiz olsa da, işte bu çekirdeği dayanak
alır.” (Loewald, 1960, s.20).
Çocukla anne arasındaki ilişki bunun için bir
model oluşturur. Loewald bize çocuğun annesinin bazı yönlerini
içselleştirirken, aynı zamanda onu gören, hisseden, koklayan, işiten ve ona
dokunan annesinin gözündeki kendi imgesini de içselleştirdiğini
anımsatır. Demek ki, erken ego özdeşimleri yalnızca annenin olduğu haliyle
özümsenmesiyle değil, aynı zamanda annenin bebeğine bakışının da özümsenmesiyle
oluşturulur. “Birisinin onu merkez almasıyla çocuk kendini merkezi olan
bir birim olarak algılamaya başlar... Yapısal değişikliklere götüren bir süreç
olabilmesi için, analizde de benzeri doğadaki etkileşimlerin gerçekleşmesi
gerekir” (Loewald, 1960, s.20).
“Yeni nesne” kavramı üzerine yazan başka birçok
psikanalist vardır. Otto F. Kemberg (1972) “yeni nesne” yerine “gerçek insan”
terimini kullanarak şunları söyler:
“Gerçek insan” terimi terapistin doğrudan ve
açık müdahalelerde bulunması, belli bir yapı ve sınırlar sunması,
gerileyici karşı aktarım saplanmalarına (fiksasyon) zorla
sokulmayı aktif olarak reddetmesi anlamında kullanılıyorsa, doğru,
terapist gerçek bir insandır.
Ancak “gerçek insan” sınırda hastaların
geriletiri aktarım tepkilerine (karşılanndakinden sürekli sevgi, ilgi, korunma
ve armağan alma talepleri) nesnel, profesyonel psikoterapist-hasta ilişkisinin
gerektirdiğinden fazlasını “vererek” yanıt verilmesi gerektiği
anlamına geliyorsa, terapistin “gerçek insan” haline getirilmesine
itiraz edilmelidir [s.273].
(9) Sigmund Freud’un
psikanalize en büyük katkılarından biri de çocukların belli büyüme ve gelişme
basamaklarından geçtiği gözlemidir. Fıeud, bu dönemleri çocuğun kafasını o
sırada en çok meşgul eden organa göre adlandırmıştır. Tedavisinin bu aşamasında
anal devreye, saplanma belirtileri göstermekte olan Jane,
anal sfinkterini kontrol edermiş gibi, dış dünyadaki ilişkilerine
tutunmaya veya bunlardan kurtulmaya uğraşıyordu. iyice gerilediğinde, bu
.saplanma gerçek anlamda tuvalet etkinliklerinde sorunlar şeklinde kendini
belli ediyordu.
(10) Buna “bağlantı kurucu
yorum” denir. Peter Giovacc-hini (1969) bağlantı kurucu yorumu, terapistin
hastanın gerçeklikle olan bağım güçlendirmek üzere int-
rapsişik görüngülerle dış dünyadaki olayları
bağlan-tılandırmaya çalıştığı bir terapötik manevra şeklinde tanımlar. Bağlantı
kurucu yorumlar, şizofren hastalarda tedavinin ilk aşamasında kullanılır;
bunlar yalnızca hastanın gerçekliği sınama konusunda daha uyanık olmasını
sağlamakla kalmaz, aym zamanda gözlemci egoyu besleyerek psikolojik
zihinliliği de artırır.
(11) Daha önce de belirttiğim gibi, psikotik
hastalar kişi-lerarası ilişkilerinde yaygın olarak başvurdukları içe atma
(introjeksiyon) ve yansıtmanın (projeksiyon) yanı sıra “kaynaşmayı
(füzyon)” da kullanırlar. Bazen geçici bir süre için bazen de uzun süreler
boyunca kendilik imgelerini başka insanların (nesneler) imgeleriyle
kaynaştırırlar.
Bir şizofren (diğer insanlarla temasım tümden
kesme-diyse) başından itibaren terapisti ve onun temsilim kendisiyle bir
kaynaşma-aynşma (fiizyon-defüzyon) ve/veya içe atma-yansıtma
(introjeksiyon-projeksi-yon) ilişkisine sokar. Bunun sonucunda gelişen
birlikteliğe yavaş yavaş anlam kazandırılması ve bunun terapötik hale
getirilmesi gerekir. Terapistin görevi,
hastanın onun (yani terapistin) imgesini
yeniden içselleştirirken bir anlamda daha tahammüllü olmasını sağlamak, ve
intrapsişik yapılarla gerekli bağlantıları kurmasına yetecek kadar uzun
süre boyunca kendilik ve nesne imgelerini ona (terapiste) dışsallaştırmasma ve
kabul edilemez düşüncelerini ona yansıtmasına göğüs germektir. Bu şekilde
elde edilen bir yapının korunması da daha kolaydır. Şizofren hasta ilk
görüşmeden itibaren kimi çok belirgin, kimi üstü örtülü dışsallaştırmalar
ve yansıtmalar yapacaktır. Bunları her seferinde çabucak yorumlayan
terapist, hastada bir içselleştirme çatışmasına yol açar, yani istemediği
(kustuğu) şeyler hastaya hemen geri yutturulursa terapötik süreç
gelişemez. Terapist hastanın ona yansıttığı materyeli gerekli süre kendinde tutar
ve bunları olumlu yönde harmanlayıp, zamam geldiğinde hastaya geri verirse
hasta yeni ve daha besleyici bir materyeli içine alabilir. Terapistin amacı
intrapsişik olana odaklanmaktır; hasta da bunu yapmayı başardığında önemli
düzeyde kendine güven kazanır ve terapistle özdeşim kurmak yoluyla, kendisine
yansıtılanları dağılmadan uzun süre tutabileceğini öğrenir.
Zamam geldiğinde, hastanın çarpıtmaları ve
çelişkileri terapide belirginleşip ona korku, acı veya vecd hali yaşatmaya
başladığında, terapist yumuşak biçimde bunları yorumlar. Terapist hastanın
sanrılarım veya psikotik davranışlarını onaylamak veya onaylamamak
durumunda değildir; onun hedefi zamanı geldiğinde psikotik ürünlere açıklık
kazandırmak* ve/veya bunların savunmacı işlevlerini yorumlamaktır. Bununla
birlikte, hastanın bu açıklamaları ve/veya yorumlan uzun süre işitmeyebileceğim
aklımızda tutmalıyız; önemli olan terapistin eşduyumla
yanıt vermesi, ve zorlayıcı, sevimsiz, öğüt verici veya baştan çıkancı
olmaksızın iletişim kurma girişiminde bulunmasıdır. Şizofren bir hastayla
konuşurken terapist is-temdışı sözsüz ve söz öncesi iletişimlerin yanı
sıra, mantıksal önermeler de kullanır. Hastanın zihninin önemli bir
bölümü bu tür bir konuşmayı tam olarak kavrayamayabilir, ama terapistin
bir yerlerden başlaması gerekir, ve tekrar tekrar söylediği kısa, eşdu-yumlu
sözler hastanın yeni mantıklı düşünce sisteminin öncülleri haline gelebilir.
Hastanın terapistle ve onun temsilleriyle
kurduğu ilişkinin yüzeyinde, örneğin yamyamlık fantezileri gibi, ilkel biçimde
içselleştirmeyi simgeleyen materyelle karşılaşabiliriz. Terapist, hasta
nevrotik olsaydı derin materyel şeklinde
adlandıracağımız bu materyeli tamamlamaktan ve/veya yorumlamaktan
kaçınmamalıdır, çünkü bu hastanın bir türlü anlamlandıramadığı sanrılarını,
fantezilerini ve yaşantılarını (özellikle savunmaya yönelik olanları) tuhaf ve
normal insan deneyiminin ötesinde görmekten vazgeçip, gelişimsel süreçteki
adımlar olarak kabul etmesine yardımcı olur. Sözgelimi terapistin hastanın
yamyamlık arzularına tepkisi, basitçe bunun onun kendisiyle ilişki kurma
arzusunu temsil ettiğini söylemek olabilir. Terapist “yenirse” hasta ve
terapist bundan sonra hep birlikte olacaktır. Hasta terapistin temsilini
tükürmeye çalışıyorsa, terapist hastaya onun kendisini korkulacak bir şey gibi
algılamakta olduğunu söyleyebilir.
Bazı içe atmalar özdeşimlerin kurulmasına yol
açar. Başka bir deyişle, “yenmiş” olan hastanın içinde kalır! Terapi sürdükçe
hastanın çeşitli temsiller ve işlevlerle özdeşleşme çabalan gözlenebilir hale
gelir. Okur, tedavisi ilerledikçe Jane’in de bu tür
çabalar gösterdiğini görecektir.
Tedavinin farklı aşamalannda hastanın
terapistin temsillerini içe atması ve bunlarla özdeşimi farklılık gösterir
(Tâhkâ 1984a, Volkan 1976, 1994a,b). Başlangıç aşamasında yapılan girişimlere
içe alma (in-
korporasyon) fantezileri eşlik eder. Bunlar,
terapistin penisi, meme uçlan, sesi ya da yüzü gibi, kişileştiril-miş
kısmi-nesne imgelerinin abartılı, kaba biçimde içe atılmasından oluşurlar.
Yeni ve daha sağlıklı bir erişkin kendilik evrildikçe, kaba yamyamlık
fantezileri yok olmaya başlar. Terapistin belli temsillerini benimseme
çabasında olan hasta bir seanstan ötekine devamlılık gösteren terapötik
öykülere kendini kaptırır. İşte hasta, annesiyle (ya da ona annelik yapmış kişiyle)
etkileşiminde ihmal edilmiş olan özgül alanla başa çıkmasını sağlayacak yeni
ego oluşumlarını bu aşamada geliştirebilir. Aslında, terapistin temsiliyle
özdeşimin bu zamanda iyileştirici olduğunu
söylerken, hastanın bir veya daha çok sayıdaki özgül
sorunla başa çıkmasını sağlayan bir tek veya çok sayıda farklı terapist
temsilinden söz ediyoruz.
Hasta terapistin temsilleriyle özdeşim
kurduğunda bile, bunlar onun zihnindeki arkaik kendilik ve nesne temsilleriyle
yarışmayı sürdürür (Abse ve Ewing 1960). Terapist hastasını arkaik
temsiller yerine onun temsilini yeğlemesi için vaktinden önce
zorlamamalıdır. Bununla birlikte, bu yarışmanın yanı sıra, hastanın bunca
zamandır tanıdığı arkaik temsilleri yitirmekten duyduğu anksiyetenin de
farkında olmalıdır.
(12) Jane Musevi değildi;
Batı Dünyasında yaşayanların bilinçdışında Hitler ve Nazizmin nasıl
evrensel simgeler haline gelmiş olduğunu görmek ilginçtir (Volkan 1993a;
Volkan, Ast, ve Greer, 2002).
(13) Başka bir yazımda, diğer
bir psikotik hasta (Joseph) tarafından uğradığım saldırıyı ve bu tür
hastaların sergilediği çocuksu hiddetin (ve buna karşı savunmaların)
düşünsel ve sözel alt yapışım anlatmıştım (Vol-kan 1976). Bir hasta bölmeyi
aşın derecede kullanıyorsa, terapiste fiziksel saldında bulunması, bir düzeyde,
hastanın daha önceden bölünmüş olan zıt temsilleri eylemde bir araya getirme
çabasını da simgeleyebilir. Ne var ki, bu tür saldırgan temas nesne
ilişkilerindeki çatışmanın üzerinde çalışılmasına, ya da bunun etkili
biçimde onarılmasına yetmez. Gerçek anlamda bir kilometre taşı oluşturan
bir deneyim değildir (Volkan 1993b). Saldırganlık eylemini anlamak ve söze
dökmek gerekir, sonra da bu rutin analitik sürece eklenmelidir.
(14) Bkz. Donald Winnicott,
(1953).
(15) Jane gibi hastalar
gerileme içinde gelirler. Bu gerileme durumu çok teatraldir; terapideki
gerilemeleri ise
bu teatral gerilemenin de daha gerisinde,
yapıcı bir gerilemedir. Bu terapötik gerileme, hastanın ilerlemesine yol açar
ve bir anlamda döngüyü tamamlamış olurlar.
(16) Burada William Hoffer’in
(1949) “Ağız, El ve Ego Bütünleşmesi” başlıklı makalesini anımsadım.
Hof-fer’e göre çocuk, gelişimindeki en önemli organ olan ağzına sokarak
elinin kendisine ait olduğunu öğrenir; böylece, Hoffer’in el-ağız egosu
dediği, psikanalizdeki son eğilimlere uyarak benim el-ağız
kendiliği (self) demeyi yeğlediğim şeyden yavaş yavaş bütün beden
kimliği gelişir.
(17) Jane, hazır olsa da
olmasa da, çocuksu psikotik kendiliğinin başlangıcım incelemeye başlamıştı.
(18) Jane başım sallamakla,
uzun süre önce Rene Spitz (1957, 1965) tarafından tanımlanmış olan,
bebeğin ilk simgesel “hayır” ifadesini kullanıyordu. Yani, o sırada
içini doldurmuş olan kötü duygulara hayır deyip onları denetim altına almaya
çalışıyordu.
(19) Hastaların anne
memesindeki deneyimi algısal olarak yeniden yakalamaları üzerine daha fazla
bilgi için
“Isakovver görüngüsü”nü (Isakower, 1938) ve
“boş düşler”i (Lewin, 1948) okuyun.
(20) Sigmund Freud (1905)
kahkaha atılması için gereken koşulların, daha önce bazı yolaklara
duygusal yatırım yapılırken kullanılmış olan psişik enerjinin
yemden kanalize edilmesine bağımlı olduğunu belirtir, böyle-ce psişik
enerji serbestçe boşaltılabilir. Emst Kris (1952) birdenbire
sözcüğünün formülasyona eklenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Ona göre,
kahkaha için özgül önkoşul boşalımın aniliği ve şok
niteliği taşımasıdır, bu yüzden de birdenbire sözcüğü anahtardır. Jane
kozmik kahkaha deneyiminden söz ederken ve sonra çağrışımlarında ans>z>n sözcüğünü kullanmıştı.
(21) Jane’in “iyi” duygularla
dolu, çekirdeğinde istikrarlı ve sağlam bir anne-çocuk ilişkisinin
bulunduğu bir ruhsal yapı geliştirmesi olanaksızdı. Böyle bir örgütlenme
var olmuş olsaydı, çekirdek kendilik temsili “kötü” duygulan soğurabilir
ve ehlileştirebilir, bu sayede yavaş yavaş evrilebilirdi. Bunun yerine,
Jane’in psişik çekirdeğinin “kötü” duygularla dolu halde kaldığını,
böylece sabitlendiğini (fikse edildiğini) ve çocuksu bir psikotik kendilik
oluşturduğunu düşündüm.
(22) Bir kişinin diğerini
“delirtmesi” konusunda Harold Searles (1959) ve Sheldon Heath’in (1991)
yazdıklarım okuyun.
(23) Jane Kedicik Kız’ı
yeniden etkinleştirilmiş geçiş nesnesi olarak kullanıyordu.
Bir şizofrenle ilk çalışmaya başladığımda
yeniden etkinleştirilmiş geçiş nesneleri olarak kullandığı nesneleri veya
görüngüleri seanslarımıza getirmesine yasak koymam. Bu bir bez parçası, kaset
çalar, kaplumbağa, ya da bir şarkı nakaratı, bir deyiş veya bir saç tutamıyla
büyüsel şekilde oynayıp durma hareketi olabilir. Bu tür bir nesne veya görüngüyü,
önü şeffaf, arkası ışık geçirmez bir gaz lambasına benzetirim (Volkan
1976). Hasta kendini yanımda rahat hissettiğinde şeffaf yanım bana çevirir,
ışık üzerime düşer ve beni tanır. Benim varlığım ona kendini
rahatsız hissettiriyorsa, ışık geçirmez yanını bana doğru çevirir ve beni
karartır. Zamanı gelince bunu hastaya açıkladığımda, söz konusu büyüsel
nesne veya etkinliğin hem ilerletici hem de geriletiri yönleri olduğunu
açıklarım (Modeli 1970). Bu nesne veya etkinliğin kullanımının ya beni ulaşılır
kıldığım, ya da beni göz önünden kaldırdığım, ve benim bu ikinci duruma da
katlanabileceğim! hastaya gösteririm. Büyüsel nesne veya etkinliğin hastanın
denetimi altında olduğunu düşündüğümü açıkça belirtirim ve beni daha
iyi tanıdıkça bunun ilerletici yanını daha sık kullanacağım ve önünde
sonunda, beni sevmek veya nefret etmek için büyüsel yanma gereksinim duymaktan
vazgeçeceğini söylerim.
Yıllar geçtikçe, ve şizofren kişi benim
imgelerimi ve temsillerimi kendisininkilerden ve başka insanlann-kilerden
giderek daha fazla ayırdedebilir oldukça, geçiş nesnesi veya etkinliğinin
ilerletici yanını daha sık kullanmaya başlayacak ve günün birinde, bu
olmadan benimle ilişki kurmayı deneyecektir. Bu ilerleme genellikle
cesaret ister ve terapistin ilgi göstermesini gerektirir. Hasta büyüsel
nesneden vazgeçmeyi korkutucu bulabilir, bu yüzden bu nesneyi
bırakması için baskı yapılmamalıdır; hastanın savaşımını takdir etmek
ve onu artık kendisiyle terapist arasında büyüsel bir tampon olmamasının
sonuçlan konusunda merak etmeye yüreklendirmek en iyisidir. Geçiş
nesnesinden veya bu amaçla kullanılan kendine özgü davranıştan
vazgeçilmesi kendilik ve nesne temsillerindeki farklılaşmayı iyice
berraklaştırır.
(24) Bkz. Rene Spitz (1957,
1965) ve Vamık Volkan (1982)
(25) Vamık Volkan (1973). Normal gelişmekte
olan bir bebeğin geçiş nesnesine benzer bir işlev gören ve daha sonraları
“geçiş fantezileri” olarak adlandıracağım olguyu bana ilk öğreten Jane’le
yaptığım çalışmalardır. Bu tür fantezilerin içeriğini ele almadan önce bunların
işlevini anlamak ve buna odaklanmak önemlidir. Hasta analistin müdahalesi
olmaksızın geçiş fantezisiyle yeterince uzun süre oynarsa, aktarımda bunu
analistin temsiliyle giderek daha fazla ilişki-lendirir. Bu sayede daha fazla
psişik gelişme olur ve gerçekliğin daha iyi sınanmasına kapı açılır.
(26) Edvvard Glover (1955)
“gözden geçirme düşleri” konusunda yazan ilk analisttir.
(27) Hastalık tablosunun tam
olarak bulunduğu bir şizofrende, kendilik ve nesne temsilleri tümüyle
farklılaşmamıştır ve sabit bir nesne sürekliliğinden yoksundurlar. Bu durum
hastanın yas tutmasını da engeller. Her ne kadar bir şizofren erişkin
psikotik kendiliğini terk ettiğinde bir tür yas (üzgün bir duygulanım)
yaşayabilirse de, erişkin tarzda yas tutabilmesi için tu-
tarlı ve kararlı bir nesne temsilinden
farklılaşmış yine tutarlı ve kararlı bir kendilik temsili geliştirmesi gerekir
(Volkan 1981, Volkan ve Zintl 1993). Erişkin tipte yas tutmak için, ölmüş
olan kişinin zihindeki temsilini hem bilinçli hem de bilinçdışı olarak kademeli
biçimde inceleyebilme yetisinin varlığı, ve anı oluşturma düzeyine
ulaşılmış olması gerekir. Veikko Tâhkâ (1984b) bunu bir zamanlar dış
dünyada var olarak algılanan bir kişinin, yitirilmiş bir
nesnenin amsı haline geldiği ruhsal süreç olarak tanımlar.
“Bu süreçte nesne temsilinin doğası değişir, şimdiye ve dış dünyaya
ait olan bir nesne, geçmişe ve anılar diyarına ait bir nesneye dönüşür” (s.
17-18). Ayrıca olgun yas tutma sürecinde, yas tutan kişinin
yitirdiği kişinin belli yönleriyle bir kez daha seçici olarak özdeşim
kurduğu da anımsanmalıdır (Volkan 1981, Volkan ve Zintl 1993).
Eskiden şizofren olan bir bireyin analisti
bırakırken erişkin olarak gerçek bir yas tutması, ancak sonlandırma aşamasında
beklenebilir. Bu tarzda yas tutabilme yetisi tedavinin başardı olduğunun bir
göstergesidir ve hastanın sağlıklı olmayı sürdüreceğine dair olumlu
prognoz belirtisidir. Çoğu eski şizofrende tedavi sona erdikten sonra sessiz
bir yas yıllarca sürer.
Aslında bu, birçok erişkin işlevinin
özümsenmesi ve berraklaştırılması yoluyla erişkin dünyada nasıl daha iyi
işlev göreceğini öğrenmenin bir yoludur. (Okur bunu Jane olgusunda da
görecektir; bkz. Bölüm 9 “îzleme”.) Analist uzun bir yas dönemi geçirme
olasılığına karşı hastayı hazırlasa iyi olur. Hasta buna dikkat eder ve
üzerinde yorum yaparsa, terapist de kendisinin hastayı bırakmaktan duyduğu
kederi yad-sımamalıdır. Hasta son önemli özdeşimini, birinin gitmesine
izin verebilen, kederlenen ve kendisi için önemli bir insanın gerçekten
bağımsız olmasına göz yumabilen bir terapist temsiliyle kurar. Hasta,
buyandan analistin onsuz (duygusal yaşamında bunca zaman ayırmış olduğu
kişinin yer almadığı) yaşamına dönmesine izin verirken, bir yandan da nasıl
yas tutacağım öğrenir.
(28) Bir keresinde bir meslektaşım tarafından,
profesyonel yaşamımda şizofren, sınırda ve narsisistik hastaların tedavisine bu
kadar zaman ayırmama karşın, gerilemiş hastalarla uğraşırken önemli bir mesele
olan karşı aktarım üzerine çok az şey yazdığım için eleştirilmiştim.
Meslektaşım tam anlamıyla haldi sayılmazdı. Analistlerin olgularım uzun uzun
anlatmalarından, tedavi sürecinin ayrıntılarım vermelerinden
yanayımdır. Bu kitapta, karşı aktarım örnekleri
ve bu konudaki göndermeler boldur. Karşı aktarım sorunlarının gerilemiş
hastaların psikanalitik tedavisindeki en büyük tehdidi oluşturdukları ve
analistlerin karşı aktarım duygularını terapötik süreci araştırmak
için bir işaret ve terapötik bir gereç olarak
kullanmaları gerektiğini söyleyen L. Bıyce Boyer’a (1983) katılıyorum. Thomas
Ogden’in (1994) sözlerini yineleyelim, “analitik bağlamda analizandla ilişkiden
bağımsız, ayrı biri olarak analist diye bir şey yoktur” (s.4).
Şizofrenlerle yoğun çalışmalara giren
analistlerin ve terapistlerin psikolojisi de göz önünde bulundurulmalıdır;
sözgelimi bu kişilerin “başka birinin hizmetinde gerileme” yetileri (Olinick
1980) anahtar rol oynar. Psikotik hastaların tedavisinde
gösterilmesi gereken tahammül ve karşı aktarımın terapötik kullanımı,
terapistin hastayla onun gerilemiş durumunda buluşmasım ve bir anlamda,
terapötik alana zorla girmeksizin, bu gerilemeyi geçerli kılmasını
gerektirir (Loewald 1982). Hasta yabancı bir yerde tek
başına bırakılmamış olduğunu hissetmelidir. Bu tür bir yaklaşım hastanın
gerilemesini kaotik olmaktan çıkartıp terapötik hale getirir.
Kendi psikolojik donanımları sayesinde bazı
terapistler veya analistler hastanın ilkel etkinliklerine yanıt olarak kendi
kişisel tepkilerini kullanmayı diğerlerinden daha iyi becerirler. Eğitim de
önemlidir; ama ne yazık ki çoğu psikanaliz enstitüsü psikozun
analitik tedavisi için gerekli eğitimi sunamamaktadır.
Abse, D.W. ve Ewing, J. (1960). Some problems
in psychothe-rapy with schizophrenic patients. American
Journal of Psychotherapy 14:505-519.
Boyer, L.B. (1983). The
Regressed Patient. New York: Jason Aronson.
Freud,
S. (1905). Jokes and their relations to the
unconscious. Standard Edition, Vol.8.
Giovacchini, P.L. (1969). The influence of
interpretation upon schizophrenic patients. International
Journal of Psycho-Analysis 50:179-186.
Glover, E. (1955). Technique of Psychoanalysis.
New York: International Universities Press.
Heath,
S. (1991). Dealing with the Therapist’s
Vulnerability to Depression. Northvale, NJ: Jason Aronson.
Hoffer, W. (1949). Mouth,
hand and ego-integration. The Psychoanalytic Study of the Child
3(4):49-56. New York: International Universities Press.
Isakower, O. (1938). A contribution to the
patho-psychology of phenomena associated with falling asleep. International Journal of Psycho-Analysis 19:331-345.
Kemberg, O.F. (1972). Treatment of borderline
patients. Tac-
tics and Techniques in
Psychoanalytic Therapy içinde, editör P.L.
Giovacchini. New York: Science House, s. 254-290.
Kris, E. (1952). Psychoanalytic
Exploration in Art. New York:Intemational Universities Press.
Lewin, B.D. (1948). Inferences from the dream
screen. International Journal of Psycho-Anatysis
29:224-231.
Loewald, H.W. (1960). On the therapeutic action
of psycho-analysis. International Journal of Psycho-Analysis
41:16-33.
Loewald, H.W. (1982). Regression: some general
considerati-ons. Technical Factors in the Treatment of the
Severely Dis-turbed Patient içinde, editörler LJB.Boyer ve P.L.
Giovacchini, s. 107-130. New York: Jason Aronson.
Modeli, A.H. (1970). The transitional objects
and the Creative art. Psychoanalytic Quarterly
39:240-250.
Ogden, T.H. (1994). Subjects
of Analysis. Northvale, NJ: Jason Aronson.
Olinick, S.L. (1980). The
Psychotherapeutic bıstrument. New York: Jason Aronson.
Rosenfeld, D. (1992). The
Psychotic: Aspects of Personality. Londra: Kamac Books.
Rosenfeld, H.A. (1965). Psychotic
States: A Psychoanalytic Approach. Londra: Hogarth Press.
Searles, H.F. (1959). The effort to drive the
other person crazy: an element in the aetiology and psychotherapy of
schizoph-rena. Collected Papers on Schizophrenia and Related
Sub-
jects içinde, s.254-283. New York: International Universiti-es Press, 1965.
Spitz, R.A. (1957). No and
Yes: On the Beginning of Human Communication. Ne w York: International
Universities Press.
Spitz,
R.A. (1965). The First Year of Life: A
Psychoanalytic Study of Normal and Deviant Develepment of Object Rela-, tions.
New York: International Universities Press.
Tahkâ, V. (1984a). Psychoanalytic treatment as
a developmen-tal continuum: consideration on disturbed structuralization and
its phase-specifîc encounter. Scandinavian Psychoanalytic
Review 7:133-159.
Tâhka, V. (1984b). Dealing with object loss. Scandinavian
Psychoanalytic Review 1:13-33.
165
Tausk, V. (1919) On the origin of the
“influencing machine” in schizophrenia. Psychoanalytic
Quarterly, 2:519-556,1933.
Volkan, V.D. (1968). The introjection of and
identification with the therapist as an ego-building aspect in the treatment
of schizophrenia. British Journal of Medical
Psychology 41:369-380.
Volkan, V.D. (1973).Transitional fantasfes in
the analysis of a narcissistic personality. Journal of the
American Psychoanalytic Association 21: 351-376.
Volkan,
V.D. (1976). Primitive Intemalized Object
Relations:
A Clinical Study of Schizophrenic, Borderline
and Narcissistic Patients. New York: International Universities Press.
Volkan,
V.D. (1981). Linking Objects andLinking Phenomena.
New York: International Universities Press.
Volkan, V.D. (1982). A young woman’s inability
to say no to needy people and her identifıcation with the frustrator in
the analytic situation. Technical Factors in the
Treatment of the Severely Disturbed Patient içinde, editör P.L.
Giovacchini ve L.B. Boyer (pp.439-465). New York: Jason Aronson.
Volkan, V.D. (1993a). What the Holocaust means
to a non-Je-wish psychoanalyst. Persistent Shadows of the
Holocaust: The Meaning to Those Not Directly Affected içinde,
editör R. Moses, s. 81-117. Madison, CT: International Universities Press.
Volkan, V.D. (1993b). The intrapsychic story of
integration in a borderline patient. Master Clinicians on
Treating the Reg-ressed Patient içinde, editörler L.B.Boyer ve P.L.
Giovacchini, s. 279-297. Northvale: Jason Aronson.
Volkan, V.D. (1994a). Psychodynamic
formulations for psychotherapy of schizophrenic patients. Directions
in Psychiatry (Özel Rapor), cilt 14, Mart 9.
Volkan, V.D. (1994b). Identification with the
therapist fiıncti-ons and ego-building in the treatment of schizophrenia. Bri-tish Journal of Psychiatry, 23 (suppl.):77-82.
Volkan, V.D. (1995). The
Infantile Psychotic Self and its Fates. Northvale, New Jersey: Jason
Aronson.
Volkan,
V.D.; Ast, G.; Greer, W. (2002). The ThirdReich in
the Unconscious: Transgenerational Transmission and its Con-seguences. New York ve Londra:
Brunner-Routledge.
Volkan, V.D. ve Itzkowitz, N. (1980). The Immortal Atatürk: A
Psychobiograpy. Chicago: University of Chicago Press. (Ölümsüz Atatürk: Bir
Psikobiyografı. Bağlam Yayınlan) Volkan, V.D. ve Luttrell, A.S. (1971).
Aspects of the object re-lationships and developing skills of a “mechanical
boy.” British Journal of Medical Psychology
44:101-116.
Volkan, V.D. ve Zintl, E. (1993). Life afterLoss: The Lessons of Grief. New York: Scribner’s
Sons. (Kayıptan Sonra Yaşam, çeviren I. Vahip ve M. Kocadere, İzmir Meta
basım). Winnicott, D.W. (1953). Transitional objects and
transitional phenomena. International Journal of
Psycho-Analysis 34:89-97.