Murry Hope
Dinlerde,
Bilimde ve Metafizikte
ZAMAN ENERJİSİ
Dinlerde, Bilim de ve Metafizikte
ZAMAN ENERJİSİ
Murry Hope, ezoterik bilgiler, eski büyüsel dinler ve bağlantılı konularda önde gelen yazarlardan biridir. 1988'de Amerika'da, Kişilik Ötesi
Duyarlılığın Araştırılması ve Geliştirilmesi Enstitüsünü kurmuştur. Çok sayıda kitap yayınlamıştır. Bu konularda dersler ve seminerler vermektedir. Ayrıca bu alandaki bir uzman olarak dünya
televizyonlarında ve radyolarında düzenlenen programlara katılmaktadır.
Murry HOPE
Dinlerde, Bilimde ve Metafizikte
ZAMAN ENERJİSİ
Çeviren
Mehmet İSMAİL
Kitabın
orijinal adı
Time: Tite Ultimate Energy
ÖNSÖZ 11
GİRİŞ 13
Gerçekler ve
Teoriler
ZAMAN NEDİR? 19
Modeller 20
Zamanın Okları ., 21
Newton’un Teorisi 22
En tropi
25
Kaos 26
Rölativite 28
Bir Büyük Birleşik Teori mi? 31
Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi
32
Kuantum Teorisi 37
ZAMAN ve EVREN 43
Antropik İlke ; 44
Büyük Patlama 48
Kozmik Bir Beyin mi? 55
Düzen Kaosa Karşı 58
Bir "Parçalı Bulmaca" Teorisi mi? 60
Süperuzay 61
Ouroboros Teorisi 64
Uzay-Zamanlar 66
Zaman ve Işık 68
Kuantum Sıçrayışları 70
PARALEL EVRENLER M İ?
72
Enerjilenmiş Zaman Devreleri mi? 72
Karanlık Madde 78
Süpersicim Teoris i i 80
Kuarklar ve
Diğer Atomaltı Harika I lar 81
Schrödinger'in
Kedisi 85
VVigncr'in
Arkadaş ı ı 86
EPR
Paradoksu 86
Bell
Teoremi 87
Ayakkabı Bağı
Felsefesi 88
Bohm'un
Hologram Analojisi 88
Kara
Delikler 89
Beyaz Delikler 92
Kurt
Delikleri 93
ZAMAN EĞİMLERİ,
DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİİ 95
Zaman
Eğim1leri 95
Zaman Düğümleri
; 98
Zaman
Kaymaları 100
Zaman
Kapsülleri 105
Taş
Bilgisayarlar 108
Piram i
itler 109
Ekin Daireleri,
Zaman Göstergeleri mi? 112
Genetik Zaman
Kapsülleri mi? 113
Aııtimadde 114
ZAMANIN
PERİYODİK DEVİRLERİ 119
Saros
Devri 119
Buzul Çağı
Devirleri 121
Zaman ve Sera
Etkisi 122
Felâket
Devirleri 126
İlkel
Zaman-Kayıtları 127
Astrolojik ve
Mitolojik Çağlaır 128
Büyük Yı I l 129
Eski Yunanistan'ın
Dört Çağı 130
Babil Astronomisi 131
Sirius Faktörü
131
Vedik Yuga I la ı r
135
Biyolojik Ritmler 137
Zaman ve Evrim 142
Soyutlamalar ve Sonuçlar
EFSANE, TARİH ve DİNDEKİ ZAMAN 153
Sümer / Babil 153
Mısır
155
Kuzey Amerika 159
Roma 160
Yunan 162
AvustraIlya 165
Hindiistan 165
Atalarımız
Arasında Bilimsel Bi I lg i i 168
ZAMANIN
PSİKOLOJİSİ 179
Zaman ve İnsan
Şuuru 179
Beyin, Zihin ve
Psişe 181
Zaman ve
Eşzamanlılık 184
Zaman ve Uyku
Hâli 188
Telepati 191
Zaman ve
Kehanet 192
Zaman ve
İpnoz 196
Hayvanlar ve
Zaman 203
ZAMANIN
METAFİZİĞİ 205
"Kuantum
Benlik" Teorisi 207
Kara Delikler,
Beyaz Delikler ve ÖYD 211
Ölüm ve Zamanın Geriye Doğru Giden
Oku 214
Parça Teoris i
i 215
Zaman,
Bireyselleşme ve Evrensel Beyin 218
Zaman,
Antimadde ve Psişe 221
Zaman ve "Altına His"
222
Zaman vc Özgür İrade 224
Zaman Bedenleri 227
Din ve Uzay-Zaman 229
Zaman ve Tanrı 232
BİR ENERJİ OLARAK ZAMAN ...234
Zaman ve Madde 234
Zamanın Boyutları 239
Zaman vc Zihin 240
Zaman Enerjisinin
Metafiziksel Tezahürleri .......245
Paralel Zaman 248
Zaman, Evren ve Tanrı ; 252
UZAY-ZAMAN YOLCULUĞU ve
GELECEK 258
Uzay Yolculuğu 258
Zaman Yolculuğu mu? 261
Efsane - Gerçek mi Hayal mi?
.„268
Zihin Yolculuğu, Kehanet ve Gelecek
272
SÖZLÜK 275
BİBLİYOGRAFYA ; 282
İNDEKS ; 284
Yazar, çok geniş bir yelpaze çizmiş. Burada, yazmış olduğu sayfalarda, okuyucu; mitlerde,
tarihte ve bilimde zaman, zaman eğimleri ve kaymaları
hakkında birçok şey okuyabilir. Bunlara The Millcnnium (Binyıl) adlı filmde de değinilmişti, film aynı adı
taşıyan bir
kitaba dayanmaktaydı ve her ikisi de aynı yazarın (söz konusu yazar, bu kitabın yazarı
Murry Hope değildir) kaleminden çıkmasına
karşın, kitap ile
senaryo arasında geçen sürede, yazar algılayış bakımından bir hayli gelişmişti. Zaten bu da zamanın, her birimiz için en iyi, en derin ve en kişisel manası
değil midir; yani
vizyon, bütünlük ve bilgide gelişmemizin ölçüsü olarak... Çünki bilgide gelişmek vizyon olmadan ve bütünlük de vizyonu izlemeden imkânsızdır.
En sonunda, zamanın en büyük gizemi; uğraşlarımızın,
neşemizin, kederimiz
ve zaferlerimizin sürüp giden önemidir, yani kendine özgü bireyler olarak bizlerin, sürüp giden kaderi. Bu önemin
parçalanmaması veya fiziksel çözünmeyle bulanıklaşmaması; zamanın, üstünde hem bilimsel hem deneysel anlamda çalıştığım
nihaî gizidir.
Kitabın sayfalarında, okuyucu, zamanın
tapmağının merdivenlerinde
buluyor kendini ve kapıdan içeri girmeye davet ediliyor.
Zaman, Augustine'in İtiraflar'mdan bu yana, Batılı zihinleri büyülemiştir. Ayrıca Hindistan'da, zamanın hem yıkıcı hem de dönüştürücü
gücünün kişileştirildiği, belki
en büyük Hint tanrıçası Kali ve onunla yakından
ilişkili olan uzun
bir Mahakala (Büyük Zaman) geleneği bulunmaktadır.
Ancak kuantum fiziğinin sibernetik teorisi ve yüksek matematikteki antizaman ve
rezonans gibi ilgili kavramların ortaya çıkışından beri, nihaî enerji kaynağı olarak zaman dalgalarına yönelik yeni ve devrimsel bir yaklaşımın
eşiğindeyiz. Ben bu akıma Kronotopoloji adım veriyorum.
Bu konular üzerinde bilimsel kitaplarda ve dergilerde
çok şey yayınladığımdan, zaman hakkmdaki bu araştırmacı eseri, bu meselelere daha popüler bir tarzda yaklaşan kamuoyu için gerçek bir harekete geçirici ve yardıma kaynak olarak tavsiye etmekten dolayı mutluyum.
Dr. C. Muses
Matematik ve Morfoloji Araştırma
Merkezî Müdürü
Zamanı, ne olduğunu gerekli bir şekilde
araştırmaksı- zm olduğu gibi kabul ederiz. Biliyoruz ki zaman gelip geçer ve bizler de yaşlanırız; bedenlerimiz birçok
değişikliğe uğrar. Hayata karşı davranışlarımız ve zihinsel bakış açımız kesin olarak, bu geçmekte olan zaman esnasında oluşan
şeyler tarafından renk kazanır. Zaman kavramı, bildiğimiz üzere medeniyetin ortaya çıkışından beri, hatta ispatlayacağımı
umduğum yazılı tarih öncesi zamanlardan beri araştırıcı aklın ilgisini çekmiştir. "Zaman koridorları",
"zamanın okları" ve buna benzer ifadeleri duyuyor ve okuyoruz. Acaba bunlar yalnızca
konuşma biçimleri midir yoksa insan psikolojisinin ve bütün yaşayan varlıkların hayat devrelerinin daha derin bölümlerine
bağlı bulunan, daha derin bir anlam mı içerirler?
Hızla yayılan kuantum, parçacık ve astrofizik alanları,
tabiatın ve zamanm
fonksiyonunun yeni bir şekilde anlaşılması konusunda yavaş yavaş yeni boyutlar açıyorlar ve bu; fiziksel evren ve bilim adamlarının, ara sıra ortaya çıkıp kaybolan görüntüsünü yakalamaya başladıkları daha gizli boyutlarla bağlantılı olarak gerçekleşiyor.
Nükleer araştırmada atom hızlandırıcıları kullanmamız ve buna benzer teknolojik araçlar,
gerçekten, zamanın daha yaygın önemini kavrama yeteneğimizi sınırlandırır mı?
Zamanın ince sırlarını
araştırma konusunda
en uygun yaradılış insan aklıdır ve kafatası bilgisayarı uygun bir şekilde programlandığında şaşırtıcı
açılmalar üretebilir.
Üzerinde yaşadığımız gezegen ve gezegenin üzerinde bulunan binlerce hayat biçimleri, evrendeki her şey ile uyum içinde yaşama
açısından; sürekli olarak değişim dairesini oluşturan kozmik kanuna tâbidirler. Bazıları bunu kaos ve düzen arasında gidip gelen sarkaç,
bazıları ise tekâmül (evrim) olarak sınıflandırırlar.
Eski
medeniyetlerde ise buna dişi bir şahsiyet -yok edici ve yenileştirici
tanrıça- olarak bakılmıştır ve bunun ismi bölgeden
bölgeye değişmiştir. Kendimize şu soruyu sormalıyız: Eyleminin araçları olan fiziksel fenomeni ve dinin
itibar ettiği şahsîleşmiş güçlerin katkısını bir kenara iten, sürekli devam eden bu devrelerin ardındaki aslî
güç nedir? Bunun cevabı kesin şekilde zaman olmalıdır.
Zamanın her şeyi tedavi ettiği; zamanın
hareketlerimizin,
ümitlerimizin ve isteklerimizin sonucunu belirlediği ve zamanın
tırpanının hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin ondan muaf olamayacağı kaçınılmaz bir biçici olduğu, bizlere söylenmiştir. Zaman bakış açımızı,
görüşlerimizi, inançlarımızı değiştirir ve atasözünde söylendiği gibi eğer zamanın
rüzgârına göre eğilmezsek sonuçlarına katlanmak zorunda kalırız. Gerçekten de, zaman bizi psikolojik ve
fiziksel olarak yönlendiriyor gibidir.
Bizim gezegenimizin tekâmül
sürecinin şu aşamasında, zamanın tabiatına dair düşüncelerimiz, çok defa bizle- rin hayat
devrelerinin sübjektif tecrübeleri tarafmdan dikte edilmiştir. Zamanı; gezegenimiz, güneş sistemimiz ve fiziksel evrenin doğuşunda
geçerli olan doğrusal açıdan
görmeye eğilimliyiz. Bu devre bizim her günkü yaşamlarımızla bağlantılı olarak kendini; doğum, büyüme,
olgunluk, yaşlanma ve son olarak da ölüm olarak gösterir.
Mutlaktır ve geri çevrilemez niteliktedir ve şu anda üzerinde hiçbir
kontrolümüz yoktur. İlerideki sayfalarda zamanm gerçekten de çok çehreli
olduğunu göstereceğim.
Fakat zamanın tezahürlerinin çoğu iki ana kategoride toplanabilir. Saatlerimizde gördüğümüz
doğrusal zaman vardır. Bu, gezegenimizin hem kendi
ekseni etrafında hem de anne-güneşe bağlantılı şekilde yaptığı hareketi tarafından belirlenir. Bu hareket önceden tahmin edilebilen ve önceden belirlenmiş tarzdadır. Ben buna İç Zaman diyorum. Bir de bizim küçük evren köşemizi aşan
bölümde var olan doğrusal olmayan zaman vardır ve buna da Dış Zaman diyorum. İç Zaman, herhangi bir kozmik çevredeki
cisimlerin hareketi
tarafından meydana getirilen fiziksel şartlara göre tezahür olur, tıpkı dünyanın hareketinin, güneşe bağlı
olması gibi. Dış Zaman ise fiziksel şartlara tâbi
olmadığından zamansızlığı da kucaklar. Ayrıca maddî âlemlerle
ilgisi olmayan o
seyyal boyutları da kucaklar; bunun hakkın- daki bilgimiz sadece spekülâtiftir; bu yüzden fizikselden ziyade
metafizikseldir.
Çok az insan, bugüne kadar, Dış Zamanı anlayacak ve değerlendirecek
şekilde "programlanmıştır". Gerçi bilim adamları Dış Zaman varlığı için
çok ilgi çekici görünen denklemler sunabiliyorlar. Bu
denklemleri bazen, "bir gu- rudan daha ezoterik" diye tarif
ettiklerini duydum. Buna rağmen başlangıçta beyinlerimizi kim veya ne yaptıysa, Dış
Zamanın tabiatını tam anlamıyla biliyorlardı. Yaklaşmakta olan kuantum sıçrayışları
tümel anlayışımız için gerekli olan zihinsel ve fiziksel aktiviteye etki edecektir.
Benim inancım od ur ki, beynin değişik
bölümleri muhtemelen,
"tekâmül ettirici kuantum sıçrayışları" olarak adlandırılan
şey esnasında faal hâle getirilmektedir; daha henüz tanımlanmamış olan böyle bir bölge, Dış
Zamanın kavranmasına ait anahtara sahiptir. Zaman kodu deşifre edildiğinde tabiatını ve genişliğini hayal bile edemeyeceğimiz çok büyük enerji alanları, kendisinden faydalanılmak
üzere ortaya çıkacaktır. Biz yalnızca
onların varlığı ve aşi-
kâr yararlılığı konusunda
tahminde bulunabiliriz. Ama elbette, "düşmanı" ele geçirdiğimizde ve
kendimizi, geçmekte olduğumuz bu evrimsel devrede bizi bağlayan İç Zamanın
zincirlerinden kurtardığımızda, öyle ümit ediyorum ki, daha bilge, daha hassas
ve ruhsal yönden daha olgun ola- Câğiz.
Metafizikçi olarak görevlerimden
biri değişik felsefî, bilimsel ve tasavvuf sistemleri ve düşünce ekolleri
arasında bağlantı kurmak ve böylelikle konunun daha bütünsel bir açıdan ele
almmasına yardım etmek. Böylelikle hem bilimsel kurumlar tarafından çok
tutulan bilgi ve teorilere yer vereceğim hem de kozmoloji ve fizik dahilerinin
zihinlerinden kaynaklanmayan zaman ve evren konusunda daha az tutucu
hipotezlerine yer vermeyi amaçlıyorum. Tarih ispatlamıştır ki bütün büyük
buluşlar bilginlere veya mesleklerinin zirvesinde bulunanlara özgü bir şey
değildir. Üstelik hakikat; hiçbir itikadın, mantığın veya bilimin ön koşulu
değildir ve bazen dış gözlemci de bütünün manzarasını, fırça izlerini ayrı
ayrı tetkik eden uzmandan daha iyi bir şekilde görebilir.
Eğer kendiniz ve gezegenin
geleceğiyle ilgileniyorsanız ve sîzlerin, çocuklarınızın ve torunlarınızın
gelmekte olan ve bizleri büsbütün yeni bir zaman devresine atacak olan evrimsel
kuantum sıçrayışıyla nasıl başa çıkacağımızı düşünüyorsanız, bu kitabı okuyun.
İlk bakışta korkutucu gibi görünebilir fakat serüven ruhuna kendinizi
kaptırdığınızda bu deneyimin, belki de Gaia'nın sinesinde geçirmeniz muhtemel
olanların en kışkırtıcısı ve heyecan vereni olduğunu göreceksiniz.
Gerçekler
ve Teoriler
ZAMAN NEDİR?
Geçmişte ne varsa, gelecekle de, hepsi
Kabuklarla ve unutuluşun şekilsiz artıklarıyla
saçılmış oraya buraya
Sonraki, hepsine taç giydirecektir
Ve Zaman, şu şanlı ortak hüküm verici Her şeye bir nokta koyacaktır.
SHAKESPEARE (Troilus ve Cressida)
Zaman birçoğumuzun araştırmaksızın kabul ettiği,
kanıksadığı bir şeydir.
Yalnızca vardır ve bizler küçük, rahat, zaman tarafmdan düzenlenen dünya hâlinin dışındaki bir mevcudiyeti kavrayamayız.
Dış Zaman, ciddîye alınmaması
gereken bir
bilim kurgu konusu olarak kabul edilir. Bilimin elle tutulur kamtlar getirdiği durumlarda ise korku, çirkin başmı
kaldınverir. Asırlar boyunca, insanların çoğunluğu, zamanı bu gezegen üzerinde
tezahür ettiği şekilde, sorguya tâbi tutmaksızm kabul ettiler. Onlara göre zaman ya kayıran
Tanrı'mn işiydi ya da tabiatın kanunu. Her zaman İç Zamanı aşan, kozmosun birçok örtülü
bölümleri tarafından sunulan bilmecelere cevap bulmak için uğraşan bazüarı -filozoflar, bilim adamları,
metafizikçiler ve meraklılar- bulunur. Dış Zamanın ana yollarındaki ve ara yollarındaki
yolculuğumuza başlamadan önce İç Zamanın ayrıntılı bir analizi yararlı
olacaktır. Bu, tezahürleriyle yakından ilgili olduğumuzdan
dolayı kolayca kabul ettiğimiz fizik kanunlarmı
anlamamıza yardım edebilir.
MODELLER
Senelerdir zamanı ölçmemiz,
Yeryüzünün gök cisimlerine bağlantılı dönüş periyoduna göre belirlendi. Örneğin,
güneş zamanı, güneşin meridyen dairesi boyunca geçişleri arasındaki
birbirini takip eden aralıklarla hesaplanır ve bu, bir güneş saati ile
gösterilir. Vasatî güneş saati bu aralığı bütün yıl boyutunda ortalar ve
günlük baza uygulayarak kullanır. Güneş günü gece yarısında başlar. Vasatî
güneş, göksel ekvator kuşağı çevresinde düzenli şekilde hareket eden bir
noktadır ve bunun süresi, gerçek güneşin ekliptiğin etrafında aldığı süreye
eşittir. Görünen ve vasatî güneş zamanı arasındaki 16 dakikaya kadar uzanabilen
fark, zaman denklemi olarak bilinir. Ayrıca yıldızların hareketine göre
hesaplanan sidereal zaman da vardır. Bu, Koç takım yıldızının ilk noktasının
meridyen boyunca birbirini takip eden geçişleriyle hesaplanır ve gök
cisimlerinin ufka göre pozisyonuyla gösterilir. Vasatî sidereal zaman, bu
aralığı yıl boyuna ortalar ve astronomlar tarafından kullanılır. Bunu
müteakiben güneş yılı (veya tropik yıl), güneş ayı ve de güneş günü, sidereal
yıl, sidereal ay ve sidereal gün de vardır. Son olarak da takvim yılı (veya
sivil yıl) vardır; süresi, ortalama güneş yılının süresi olacak biçimde
oluşturulmuştur. (*) Son zamanlarda atomik saatler, İç Zaman konusunda bizleri
daha kesin ölçülere kavuşturmuştur.
Yukarıda belirtilenler, doğal ve
günlük bir oluşum olarak kabul ettiğimiz zamanın temelini gösterirler. Basit
olarak anlatmak gerekirse, üstünde yaşadığımız hareketli kürenin, evrendeki
diğer görünür referans noktalarına göre belirli bir andaki pozisyonu sebebiyle
saat bizim için 09.00 veya 17.30'dur. Çok iyi düzenlenmiş olduğu aşikâr
O
A Dictioııary of Plıysics, s. 383-4.
olan bu zaman biçimi binlerce yıl hâkim olmuş
ve bizler onun kesinliğini,
üzerinde yaşadığımız gezegendeki hayatın bize teslim ettiği emniyetli bir faktör olarak kabul etmişiz.
Asırlar boyu oluşan
gözlemler göstermiştir ki, hayatımızda oluşan olaylar dizisini bir sıraya sahipmiş
gibi kabul
ederiz. Geriye baktığımızda şeylerin nasıl değiştiğinin ve gerçekten,
nasıl olup da şu güne kadar hayatımızı
oluşturan zaman
koridorundan şu andaki insanlar olarak ortaya çıktığımızın farkına varırız. Aym şekilde
gözlemleyebiliriz ki yaşlı Zaman Baba, içinde yaşadığımız dünyaya derin etkiler yapmıştır; hem de geçmiş tarih sayfalan araşma o çok belirgin ayak izlerini bırakarak. Bu bizi doğal olarak zamanın
doğrusal olduğuna dair mantıklı bir sonuca götürür. Zaman bir nehir gibi akar ve bizler, geleceğin kudretli denizine taşıdığı birçok kırılmış dallar, kum, artık maddeleri ve diğer enkazlarla birlikte sürükleniriz.
Zamanı sübjektif olarak görüşümüz böyledir ve bu görüş, evrenin bütün olarak tek yönlü
değişim içinde olduğunu örgören bilimsel tezle onaylanmaktadır. Buna göre, geçmişten
geleceğe doğru gidişi işaret eden sembolik bir "zaman oku" bunu gösterir.
ZAMANIN OKLARI
"Zaman oku" terimi ilk kez 1927’de, bir astrofizikçi ve genel rölâtivite
uzmanı olan ve Einstein'ın
Rölâtivite Teorisini tanıtan ve kanıtlanmasına yardım eden İngiliz astronom Sir Arthur Eddington tarafından
kullanılmıştır. Bu terim, yaydan fırlayan ok örneğinde olduğu gibi zamanm da geriye dönüşü olmayan biçimde ileriye doğru hareket ettiği
görüşünü içerir. Bir şeyin sadece gözlenmesi, bilim adamları için yeterli kamt değildir.
Çünkiıfiziğin büyük kanunları, örneğin Einstein'ın Rölâtivite Teorisi ile Heisen-
berg ve Schrödinger'in atomu parça parça eden kuantum mekaniği;
sübjektif tecrübelerin de gösterebildiği üzere aslında bir ileri yön zaman okuna sahip değillerdir ve zaman geriye hareket ettirildiğinde de geçerlidirler. Eddington'un zamanından beri "ok" veya "zamanın
okları" terimleri düzenli olarak bilimsel terimler arasında, kitap başlıklarında ve gazetelerde göründü.
NEYVTON'UN TEORİSİ
Yıllar boyunca bilim bizlere çelişkili gibi görünen modeller sundu. Örneğin İngiliz
fizikçi Sir Isaac
Newton (1642-1727) 1687'de yayınlanan anıtsal eseri Principia Mat-
hematica'da (Matematik Prensipleri) bizleri kesin matematiksel formüllerle, maddî cisimlerin hareketini yöneten meşhur
üç kanunla tanıştırdı (bkz. Sözlük, Newton Hareket Kanunları). Eğer bu kanunlar bazı bilim adamlarının inanmaya yüz tuttuğu gibi mutlak ve sabit iseler, o
zaman bundan çıkacak sonuç evrendeki bütün olayların ya sabit ya da önceden
sabitleştirildiğidir. Newton’un "saat gibi çalışan evren"inin ifna ettiği şeyler, 19. yy’da Fransız fizikçi
Marquis Pierre
de Laplace tarafından çok geçmeden farkına varıldı. Bu fizikçi şöyle diyordu:
Öyle bir zekâ düşünün
ki, her an, tabiatı
bütün güçleriyle kontrol etsin ve tabiatın oluşturduğu bütün mevcudiyetin durumlarını
bilsin. Eğer bu zekâ bütün bu bilgileri analize tâbi kılmaya yetecek derecede güçlü ise, o zaman tek bir formülle
evrendeki bütün büyük cisimlerin ve en hafif atomların hareketlerini kucaklayabilir. Çiinki
hiçbir şey belirsiz olmayacaktır. Gelecek ve geçmiş aynı şekilde gözleri önünde mevcut olacaktır. (*)
Laplace'm açıklamasından çıkarılacak sonuç
şudur: Bütün seviyelerde, bütün evren içinde meydana gelmiş olan her şey, şimdi meydana gelen her şey ve gelecekte
(*) Paul Davies, The Cosmic
Blueprint, s. 10.
oluşacak her şey; zamanın ilk anından beri belirlenmiştir.
Böylece önümüzdeki yılları bir belirsizlik içinde görmemize rağmen, gelecekteki olaylar sabit olduğundan bunları değiştirmeye
kalkışmak boşuna zaman harcamak olacaktır. Genellikle metafizikçilerin tercih ettiği alternatif yorum; her şey plânda
belirlendiğinden dolayı, kararlarımızın ve davranışlarımızın sonuçlarının şu an bilindiği ve tüm plâna
esaslı bir parça sunduğunu
ifade eden öneriye
karşıdır.
Newton mekaniğinin bu "determinizmi" yıllardır bilim adamları arasında öylesine tutuldu ki, hâlâ teorik fiziğin
kanunlarına göre bilimsel testlerin temelini oluşturur. Başka bir deyişle, fiziksel gerçekler matematiksel denklemler şeklinde yansıyanlar olarak görüldüğünden, teorik fizikçi dış uzaydaki şartlar konusunda tam bir görüş elde edebilir; örneğin
yalnızca doğru hesaplamaları yaparak. Böyle hesaplamalar gerçekten şimdiye kadarki uzay araştırmalarının temel taşı oldu ve kesinlik derecesi
saliseler içinde hesaplandı.
Yıllarca Newton'un mutlak zaman kavramı
hayatlarımızın öyle bir parçası oldu ki, yaz saati uygulaması ilk defa 1916'da kullanıma
sunulduğunda bu, insanlık "Tann'mn zamanı"na müdahale ediyor yaygarasıyla
karşılaştı. Çünki bu zaman, birçoklan tarafından değişmez ve kutsal olarak kabul
ediliyordu. Newton'un gününden bugüne, eski Newtoncu kavramlar büyük genişleme
ve değişikliklere konu oldu. B'.limsel araştırmadaki ana ilerlemeler ve onu takip eden
buluşlar, temel maddî varlıkların artık parçacıklar olarak kabul görmediği
görüşlere yol açtı; son görüşler, enerji alanları kavramını
savunmaktadırlar, parçacıklar bu alanların içinde düzen bozucu faktörler olarak vardır. Buna rağmen Newton’cu model birçokları
tarafından sabit
olarak görülür. Çünki "alanların" aktivitesi bu modelin ku-
rallanna uyuyor olarak kabul
edilir. Gittikçe yükselen ku- antum ve rölâtivite devrimlerinden sonra sürekli
genişleyen mekân, zaman ve maddeye dair bilgiler pınarı, ayrıca Newton'un
determinizm doktrinine de yer açmaktadır.
Ancak Newton Zamam, hareket
kanunlarıyla ilgilenir ve "ileri" ve "geriye doğru"
arasında bir ayrım yapmadığından geriye gidebilir olarak da görülür -zamanın
göstergesi her iki yöne doğru yönelebilir- ve paradoks da burada yatmaktadır.
Bu varsayım üzerinde çalışarak, zamanı, bir film şeridini geriye sardığımız
tarzda geriye çekerek, yıkılmış bir duvarı restore edebilir veya gençliğimizi
kazanabiliriz. Mantıklı bir kişi için bu tabiî ki gülünçtür ve hemen akıldan
çıkarılması gerekir, oysa bazıları bunun teorik değeri üzerinde düşünebilirler.
Fizikçi Dr. John Gribbin tarafından verilen mantıklı bir örnek, ayakta dimdik
duran tenis oyuncusunun tenis topunu yere tekrar tekrar vurmasıdır. Bu aktivite
filme alınıp, geriye doğru oynatılsaydı izleyiciler bunu tuhaf bulup kabul
etmeyeceklerdi çünki topun zıplama eylemi ileri geri gider veya "zaman
simetrik"tir. Fakat aynı kişi şölen ateşi yakarken filme alınsa ve film geriye
doğru gösterilse, birçok izleyici bunda hata olduğunun açıkça farkına
varacaktı. Bunun sebebi şölen ateşi yakma eyleminin "geriye
çevrilememesi"dir. Bu, zamanda bir asimetri olduğunu gösterir.
O hâlde şimdi şunu sorabiliriz,
niçin fark vardır? Söylendiğine göre bu bir zaman sorunudur. En sonunda tenis
oyuncusu, tenis topu yıpranmazdan çok önce yaşlılıktan dolayı vefat edecektir;
oysa tenis turnuvalarında kullanılan yeni topların sayısı hesaba katıldığında
yukarıdaki yargının kesinliğini yadırgayabiliriz. Zannediyorum Dr. Grib-
bin'in vurgulamak istediği şeyi anlıyoruz. Güneş etrafında yörüngede bulunan
gezegenlerimiz örneği de aslında tersine döndürülemez; yörüngelerindeki
değişiklik dışsal rota-
lar tarafından etkilenebilirdi, Dünyanın dönüşü
değişebilirdi ve Ay ana gezegeninden uzaklaşabilirdi. Ancak bu etkilerin hepsi, bu tip fenomenler için yeterli derecede hassas bir âlet kullanan bir fizikçi
tarafından saptanabilir
ve böy- lece, zaman okunun yalnız bir yöne doğru var olduğu sonucu çıkarılır. Çok küçük parçacıklar
dünyasına geldiğimizde ise bilmece başlar; burada zaman tersinebilir gibi görünmektedir ve zaman oku çok değişik bir yönü gösterir. Zaman yönündeki bu ince farklılıkları
açıklamak; daha çok örnek
tarafından desteklenen
hayli karışık bazı denklemlerin açıklanmasını gerektirdiğinden bu kitabın boyutunu aşar. Teknik düşünen
araştırıcı kitabın kaynakçasından yararlanabilir. Bu simetri sorununu göz önünde tutan birisi geçmişteki bir olayın "zaman simetrik" veya tersinebilir olup olmamasının; hassas, psişik ve medyomsal yetenekleri olan kişilerin bu olaya ayarlanıp,
yorumlaması olgusunu kolaylaştırıp kolaylaştırmadığını merak edebilir. Halbuki, simetrik
olmayan veya tersinemeyen oluşumlar onları mağlûp edebilir çünki eğilim, bu görüntüye
şuurlu biçimde itiraza yol açmasa bile şuuraltında itirazla sonuç- lanabilen tabiî gözleyici
mantık uygulamaktır. Araştırma alanında çalışan parapsikologlar tarafından belirtilen ve belgelenmiş
bazı örnekler vardır.
ENTROPİ
Prof. Paul Davies bu çok yönlü zaman okları sorusunun cevabının, termodinamiğin ikinci kanununda bulunduğunu ileri sürer.-
Sıcak suya buz koyduğumuzda,
su buzu eritir çünki sıcak
sıvıdan soğuk buza doğru ısı akımı vardır. Bunun aksi, yani buzdan ısı akımı olup suyu daha sıcak yapan bir olay hiçbir zaman gözlenmemiştir. Entropi denilen miktarı tarif ederek bu gö-
rüşler kesinliğe ulaşmıştır ve çok kaba olarak ısı enerjisinin kuvvetinin ölçüm aracı olarak düşünülebilir. ([1])
Termodinamik, ısı ve diğer enerji şekilleri
arasındaki bağlantıyı araştırır ve yalnızca enerji değişimleriyle
ilgilenir; bu değişikliğin
gerçekleştirildiği mekanizmalarla ilgilenmez ve üç ana kanuna dayanır. Davies'in değindiği bu "ikinci kanun", entropi
diye bilinen şeyi içerir. Bu kelime Yunancadaki en (içeri) ve trope (dönüş) kelimelerinden oluşur. Basit şekilde, entropi düzenden
düzensizliğe veya organize olmuşluktan dağılmaya geçişi tarif eder. Daha teknik düşünen okuyucular, kitabın
arkasındaki sözlükte entropinin bilimsel tanımına göz atabilirler.
Fizik kanunları arasında yalnızca entropi zamanın yön okunu kapsar. Bu entropi ilkesini
bu kadar erken aşamada takdim etmemin sebebi; bariz fonksiyonları bir tarafa, özellikle daha ince frekanslar içinde zamanla ilişkili olarak, psikolojik ve metafizik
seviyelerde titreşen "oktavlara" sahip gibi görünmesidir. Daha fazlasina ileride değineceğiz.
KAOS
Uzay-zaman arenasına giren bir sonraki oyuncu, birçok fizikçi
tarafından Newtoncu
fizik inancını yok etmiş büyük devrim olarak görülen Kaos Bilimidir. Bir bilim adamı onu şöyle tarif etmiştir: "Rölativite,
Ncıvtoncu mutlak uzay ıfe zaman illüzyonlarını
ortadan kaldırmıştır;
kuanlum teorisi, Neıvtoncu kontrol edilebilir bir ölçüm işlemi
rüyasını ortadan kaldırmıştır; ve kaos, Laplace'cı determinist önceden tahmin etme fantezisini ortadan kaldırmıştır.
([2])
Kaos bilimi konusunda yazmış olan James Gleick şöy-
le diyor:
Kaosun başladığı yerde klâsik
bilim durur. Dünya, tabiatın kanunlarını araştıran fizikçilere sahip olduğundan
beri atmosferdeki düzensizlik, dalgalı deniz, vahşî hayvanların nüfuslarındaki
iniş çıkışlar, kalp ve beyin titreşimleri konularında özel bir ilgisizlikten
dolayı çok çekti. Tabiatın düzensiz bölümü, yani kesintili ve kararsız bölümü
- bütün bunlar bilim için bulmacalardan veya daha da kötüsü anormalliklerden
ibarettir. (*)
Bizim küçük, zamana göre
düzenlenmiş dünya anîden yeni bir görünüşe bürünüyor. Acaba "kaos
ilkesinin" yeni tezahürü için psikolojik olarak hazır mıyız? Devam eden
bölümlerde ümit ediyorum ki, kaos gerçeğini ve biz- lerin geniş zaman alanları
olarak gördüğümüz şeylerin, as- hnda kozmik göz kapağının kırpılmasından başka
bir şey olmadığını göstereceğim. Bütün yaradılış, düzen ve kaos arasında gidip
gelir, titreşir. Belki de şanslıyız çünki son birkaç asırda zaman faktörü
bakımmdan gezegenimiz düzenlilik devrini yaşamıştır. Dünyanın ekseninden her
10.000 yılda bir ayrıldığını söyleyeh Yunanlı filozoflar, büyük ihtimalle
kaos-düzen çatışmasından haberdardılar. Bu çatışma temel maddeden görünmeyen
dalga bantlarına kadar bütün varoluş aşamalarına hükmeder. Ancak, şu anda
yalnızca, şuurun yüksek frekanslarının alıcısı olan zekâlar tarafından
kavranabilir. "İnsan" kelimesini buraya eklemeye tereddüt ediyorum;
çünki, bu gezegeni paylaştığımız hayat biçimlerinin birçoğunun ve Gaia'nm
(Dünya'nın) kendisinin, bizlerin şimdiye kadar hayal edeceğimizden daha aşkın
frekansları kavrayabildiklerine son derece hararetle inanmaktayım.
The Arrow of
Time (Zamanın Oku) adlı kitaplarında, Daily Telegraph bilim
editörü Dr. Roger Highfield ve kitabın diğer yazan Dr. Peter Coveney (Gal
Üniversitesinde Fi-
(’)
a.g.e., s. 3.
ziksel Kimya Bölümünde öğretim üyesidir) kaos tarafından gösterilen tahmin edilemezliğin, "zaman okunun" birleştirici
faktör olduğunu haklı çıkaran bir şey olduğu konusunda görüş belirtiyorlar. Bilim adamları
tarafından değer verilen kanunların pek çoğunun evrensel olmaktan ziyade seçici olduğunun ispatlandığım öne
sürüyorlar. Bu durum
ise, zamanın bir merkezî bağ oluşturduğuna dair yeni bir anlayışa
ihtiyaç göstermektedir. Daily Telegraph: Weekend gazetesinde (11 Ağustos 1990) Eric Bailey ile yaptığı
görüşmede Coveney şunları
söylüyordu: "Tabiatı tamamen anlamaktan uzak olmakla birlikte, belki de zamanın,
önemsiz değil de merkezî bir yer işgal ettiği, tamamıyla yeni bir çerçevenin eşiğindeyiz." Bu önerinin
anlamı; cevaplara ulaşmanın, estetik ile ruhsallığm geleneksel bilimsel düşünce ile birleşmesini
gerektirdiğidir. Coveney bize, Newton'un evreninde Tanrı’nm sadece bir havaî fişek patlattığını
ve sonra
emekliye ayrıldığını, halbuki bu yeni bilimsel fikirlerin, yaratıcılığı,
yenilikçiliği ve özgür iradeyi vurguladığmı söylemektedir. Dolayısıyla mantık da bunun gibi kendi sınırlarına
ulaşmıştır ve
bizler, zamanın seyyal ve güçlü dünyasını anlamak için daha fazla sol beyin muhakemesine ihtiyaç duymaktayızdır.
RÖLATİVİTE
Parlak isminde bir bayan vardı Sürati
ışıktan çok daha fazlaydı Bir gün yola koyuldu Rölâtif bir şekilde,
Önceki gece dönmek üzere!
Bu eğlendirici küçük beşlik şüphesiz bilim adamlarında ve normal vatandaşta
gülümsemeye sebep
olur fakat
birçokları için akılla hesaplanabilen daha değişik bir zaman varlığının gerçeğini vurgular. Zaman, görünürdeki tüm
karmaşıklıklarında, henüz yavaş yavaş anlamaya başladığımız belirli doğa
kanunlarına tâbi' olacağından, mistik olanından ayrılmalıdır ve gezegenimizin geleceğindeki kudretli bir enerji olması
anlamında potansiyelinin
pratik bir değerlendirilmesi yapılmalıdır.
Rölâtivite; göreli hareket, uzay ve zaman teorisi,'
Al- bert Einstein'in beyninden doğmuştur. Bu Alman doğumlu
matematikçi ve fizikçi 26 yaşında iken, 300 senelik eski mutlak
zaman fikrini yıkmış, klâsik Newton fiziğinin bütün temellerini alt üst etmiştir ve bunları, içinde
zamanın ve uzayın yeni bir mana aldığı yeni realitenin devrimcrbir değerlendirmesi
ile değiştirmiştir.
Einstein’in
teorisi iki bölüm şeklinde ortaya çıkmıştır. İlki 1905 yılında
yayınlanmıştır ve Özel Rölâtivite Teorisi olarak bilinir; 1915'te yayınlanan
kısım ise Genel Rölâtivite Teorisi olarak tanındı. Özel
Rölâtivite, iki
ilkeden gelişmiştir. Birincisi, doğa fenomenleri kanunlarının bütün gözlemciler için
aynı olması ve İkincisi,
ışığın hız derecesinin
bütün gözlemciler için kendi hız derecelerine bağlı olmaksızın, sürekli olmasıdır. Einstein bu iki temel prensipten,
kütle ve
enerjinin birbi- riyle yer değiştirebildiği sonucunu çıkarmıştır ve bunu çok iyi bilinen E= mc2formülüyle
açıklamıştır ("E" enerji, "m" kütle ve "c" ışığın
hızıdır). Bu formül küçük bir kütlenin büyük bir enerji miktarına
dönüşebileceğini gösterir; bunu "bütün madde donmuş enerjidir" deyimi çok iyi açıklar.
Bu fikir, diğer şeylerin yanı sıra nükleer
silâhların icadına, termonükleer gücün gelişmesine de yol açtı. Ayrıca
güneşte oluşan, ısısı ve ışığına sebep olan nükleer füzyon süreçlerini de açıklamaktadır.
Özel Rölâtivitenin bir sonucu da (ki bu özel olarak eşzamanlılık kavramını etkiler) zaman genişlemesine yol açmasıdır. Bu fenomene göre, eğer
iki gözlemci birbirlerine göreli olarak sabit hızla hareket ediyorlarsa, her ikisine
de bir diğerinin saati yavaşlamış gibi görünecektir.
Genel Rölativite Teorisinde, Einstein uzaydaki büyük cisimlerin mevcudiyetinin -veya
daha ayrıntılı olarak kütle çekim alanlarının mevcudiyetinin- uzayın kendisini çarpıttığını ve böylece her iki nokta arasındaki
uzaklığın doğru bir çizgiden ziyade eğri olduğunu göstermiştir. Ayrıca ışık da büyük cismin kütle çekim
alanı sonucu eğilir. Astrofizikteki ve nükleer fizikteki son buluşlar ve ayrıca uzay araştırmalarından
kazamlan bilgi,
Einstein'm çalışmasının geçerlüiğini göstermiştir.
Einstein'm teorisi hareketin göreli olduğunu
ve mutlak hareketsizliğin anlamsız olduğunu
önerir. Ya da
daha basit olarak açıklamak gerekirse, hareket ve hareketsizlik kendiliğinden var olmaz; bu, bir cismi diğerine göre
kıyaslamaya bağlıdır. Tüm bu öneri; uzay zamanının
eğriliğini, zaman genişlemesini ve ayrıca hem İç hem de Dış Zaman ile ilişkili,
örneğin birinin diğerine
dönüşebildiği kesişme noktalan gibi diğer fenomenleri hesaba kattığından her türlü özel zaman araştırması
için bilhassa geçerlidir. Ayn- ca (ki bu benim önermem için
çok önemlidir) kütlenin enerjiye dönüştüğü sürece katılan üçüncü faktör -yalnızca bir saniye bile olsa- Zamanda\
Einstein’m bütün denklemleri, genel anlamda,
Newton mekaniğinde olduğu gibi aynı determinist yapıya ve tersinebilir zaman özelliklere sahiptir. Örneğin, ileri hareket eden zaman ile geriye doğru akan zaman arasında bir ayrım yoktur. Zaman yolculuğunu
mümkün kılan işte bu görüştür ve Highfield ve Coveney'e göre, "zaman oku" teorisiyle bağlı bulunan bütün sebep sonuç
kavramlarını zayıflatacağı gerekçesiyle bunu yasaklamak için buna mahsus bir iddianın ortaya çıkarılmasına
ihtiyaç olmasının
sebebi de budur. Bunun neden gerekli olduğunu anlama konusunda zorlanıyorum.
Tabiî ki bizim bilgili
arkadaşlarımız kaos ve kuantum teorisinin özgürleşmiş âlemini, dünyasal
mantığın sınırlı boyutlarıyla uyum hâline getirirlerse iş değişir. Bu ve diğer frekanslardaki ileri/geri giden
zaman hareketleriyle bağlantılı anormallikler tabiî ki vardır. Burada açıkladığımız
şey; her frekansın dalga bandının kendine ait kanununun bulunduğu ve bu kanunların
komşu bantlarda uygulanmasının
şart olmadığı yönündeki eski metafizik inançla büyük bir ihtimalle uyuşmaktadır. Yine de "Paralel Evrenler
mi?" adlı bölümde, zamanın ileri hareket eden okuyla çatışır görünen
ve mantığın
sınırlarım aşan bu paradoksları inceleyeceğiz.
BİR BÜYÜK BİRLEŞİK TEORİ Mİ?
Son yıllarda; kütle çekimsel, elektromanyetik ve nükleer alanların özelliklerini birleştiren
Büyük Birleşik Teoriyi (BBT) formüle etmek için birçok girişim yapılmıştır. Bunun amacı da bütün
özelliklerini öngörebilmek için tek bir denklemin kullanılmasıdır. Fakat şimdiye kadar bu yönde elle tutulur bir ilerleme kaydedilmemiştir.
Bu olgu üzerinde görüşlerini dile getiren Prof. Stephen
Hawking, gerçekten böyle bir birleşik teorinin bulunup bulunmadığım, bir serap peşinde olup olmadığımızı sorar. Belirttiğine
göre üç olasılık vardır:
1)
Gerçekten tamam bir birleşik teori vardır. Eğer yeterli derecede akıllıysak bunu bir gün bulacağız.
2)
Evreni daha kesin olarak tarif eden sonsuz teoriler
silsilesi türünden nihaî bir evren teorisi yoktur.
3)
Evren teorisi yoktur. Olaylar belli bir noktadan sonra kestirilemez; rastgele ve keyfî bir şekilde oluşur.
(*)
t*) S.W. Hawking,/! Brief History
of Time, s. 165-6.
Hawking muhtemel sınırlandırmaları, kuantum mekaniğinin Heisenberg belirsizlik ilkesi açısından
görür. Ayrıca çok basit durumlar dışında, teorinin denklemlerini çözemeyeceğimizi
düşünür.
Zaman ve uzay içinde bütün enerji alanlarının
birleştiği evrensel noktanın olması
gerektiği bana mantıklı görünüyor
ve bu yirminci yüzyıl fiziği, kuantum teorisi ve rölativitenin ana kavramları
aracılığıyla açıklanabilir. Potansiyel enerji kaynaklarının bulunması (yoksa yeniden bulunması mı?)
ve kullanılması son derece muhtemel olduğundan, bulmacamn önemli bir parçası hâlâ eksiktir. Muon nötrinosunun
keşfi sebebiyle 1988
Nobel fizik ödülünü paylaşmış olan Dr. Leon M. Lederman ve Dr. David N. Schramm Front
Quarks to the Cosmos (Kuarklardan Kozmosa) adlı kitaplarında, "tabiatın
dört kuvvetini” birleştirmek
için büyük enerji miktarlarının
gerektiğini kabul etmelerine rağmen, "her şey teorisi" ile aynı doğrultuda
görüş belirtiyor gibi görünmektedirler (şekildeki gibi), i[3])
HEISENBERG'İN BELİRSİZLİK İLKESİ
Bu ilke indeterminizm ilkesi olarak da bilinir;
geçmişe ve şu ana dayanarak geleceği kestirebilmenin imkânsızlığını yansıtır. İlk defa 1926 veya 1927 civarında Werner Heisenberg (1901-1976) tarafından ileri sürüldü. Kuantum fiziğinin temel taşlarından biri olmuştur ve dünyanın, neden sebep-sonuç kanunlarıyla tamamıyla
ilişkilendirileme- yen olaylardan müteşekkil olduğuna dair bir anlayış sağlar. Kuantum diliyle, bir kişinin hiçbir zaman parçacığın hem pozisyonundan hem de hızından tamamen emin olamayacağını
çünki her ikisinin
kesin bir değerlendirmesini elde etmenin mümkün olmadığını iddia eder. İngiliz fizik-
|
Tabiatın dört kuvvetini birleştirmek için çok büyük enerjiler gereklidir. Dört kuvvetin, bir
kerede, Büyük Patlamadan
sonra, evrenin yüksek enerjileri karakteristiğinde birleştiği düşünülür. Gerçekten de zayıf güç ile elektromanyetik gücü birleştiren teori, birkaç yüz GeV'bk
enerjiler için doğrulanmıştır.
çi Sir Arthur Eddington tarafından bu ilke için şu hoş yorum yapılmıştır: "Bilinmeyen bir şey,
bilmediğimiz bir şey yapıyor." Bu prensip, madde dünyasına mahsus değildir; kendini, şüpheler ve güvensizlikler olarak gösterdiği insan psikolojisi aracılığıyla
eşit şekilde çalıştığı da gözlenmiştir.
Bu prensibi metafizik dünyasına kadar genişleterek
şunu ekleyeceğim: Bir seferde keşfedebileceğimiz evrenin ne kadan, gezegenin
(bizim durumumuzda, Gaia’nm) geçmekte olduğu tekâmül safhasına ve bilhassa bu safhanın, o gezegenin hayat verdiği baskın
türün düşünüş biçimleri üstündeki muhtemel etkisine bağlı olacaktır?
Tabiî ki fizikçi değilim
fakat bir metafizikçi olarak bü-
tün bilimsel teorileri,
buluşları ve denklemleri, sağ beyin yarım küresiyle göz önüne getirilebilir ve
kategorize edilebilir ve sol beyin yarı küresi tarafından mantıklı bir biçimde
sokaktaki adamın kolayca tanıyabileceği referans terimleri hâline tercüme
edilebilecek prensipler anlamında gö- rüyorum./Asırlar boyunca-filozoflar,
düşünüHer ve zeki insanlar bu pratikle meşgul oldular ve sık sık daha karışık
hipotezleri ve onların bağlı olduğu denklemleri aktarabilmek için meseller,
mit veya peri masalları kullandılar. Bu prosedür içindeki tek yanlış;
"ilerlemenin" daha çok deneysel yaklaşımı desteklemesi sebebiyle,
mesajlarının ardındaki gerçek öneminin çoğunlukla örtülü hâle gelmesidir. Örneğin
kişi, modern teknolojinin demirci dükkânının artık olmadığı, bildiğimiz
uygarlığın artık mevcut olmadığı ve insanlığın çok daha doğal bir yaşam moduna
indirgendiği bir eksen değişimi sonrası dünyada, modern fizik nasıl tanınırdı
diye merak etmeden duramaz. Nesiller, şüphesiz "sihirli ateş"
(nükleer enerji), yolcuların 100 sene uzakta kalmış olmalarına rağmen yalnızca
bir sene yaşlanarak geri döndükleri o periler ülkesine yapılan yolculuklara
(uzay yolculuğu), yiyecekleri mucizevî biçimde ısıtan gizemli kutular
(mikrodalga fırınlar) ve karanlık aynalarda görünen sihirli resimler
(televizyon) hakkındaki fantastik bilim kurgu öyküleri duyacaklardı.
Rölativite ve kuantum mekaniği
bizleri, daha önceki sağduyulu realite kavramlarımızı gözden geçirmeye mecbur
kılmıştır. Sanki, her günkü varoluşumuzun basit inanışlarının alt üst olmak
üzere olduğu veya önemli miktarda akıl ayarlaması ya da şöyle söylemeyi tercih
edeceğim, o harika bilgisayarın, yani insan beyninin, bugüne dek kullanılmamış
olan bir dizi yeni devreyi meydana çıkaracak biçimde tamamıyla yeniden
programlanmasını gerektire-
cek, tümüyle yeni bir düzenle yer değiştireceği, yeni bir dönemin ucunda asılı duruyoruz. Mutlak anlar
silsilesinin ve zaman içinde olayları düzenleyen objektif bir yolun olmadığı
gerçeği konusunda,
kendimizi ayarlamaya mecbur kalacağız. Genel rölâtivitenin
bazı yorumlarına göre; zaman, dairesel veya spiral olabilir; bu da teorik olarak, geçmişe ve geleceğe yolculuk mümkündür
anlamına gelir.
Elemente! parçacıkların ezoterik (içrek) dünyasının, bilimsel bilginin temellerini sürekli olarak parçaladığı şu
ortamda, zamanın geçici
düzenliliği hakkındaki daha önceki kanılarımız gittikçe daha az makul olmaktadır. Zaman, aslında, şu anımızda ve geleceğimizde
gittikçe artan bir
şekilde, muammalı bir rol üstlenmiştir ve er veya geç, zamanın hepsinin aslında bir olduğunu kabul edeceğiz. Her şey Ebedî
Şimdi'de mevcuttur
ve işte bu noktayı anlamada fizik; metafizik ile birbiriyle buluşacaktır. Geçmiş, şimdi ve gelecek tekil bir bağlamda
görülecek ve kendisi de bir enerji olan zamanın gerçek değeri en sonunda kabul edilecektir.
Uzay yolculuğu veya Dış Zaman açısından
rölativite kavramı; bunun, pratik temel üzerinde nasıl işleyeceği konusunda birçok örneklerin çıkmasına yol açmıştır. Böyle
bir senaryo,
Cambridge Üniversitesinde Uygulamalı Matematik ve Teorik Fizik Bölümünde
öğretim görevlisi olan Dr. J.M. Stuart tarafından ileri sürülmüştür. 19 Nisan 1978’ de, Athene
VVilliams takma adıyla (o sırada, bu isimle bir gazetede köşe yazarlığı
yapıyordum), Dr. Stuart ve meslektaşı Dr. Lyall Watson'un yer aldığı, Radio 4'teki bir programa katılma
ayrıcalığına sahip oldum.
Söylediklerinin meşhur televizyon serüven dizilerini basit gösterecek
türden olduğunu belirterek konuşmaya başlayan Dr. Stuart, şöyle devam etmişti: Her ikisi de astronot olan bir baba oğul düşünün.
Uzayın içinde bir yerde,
çok güçlü bir kütle çekim alanı
bulunan çok yoğun bir dünyayı incelemeye giderler. Baba, güçlü kütle çekim alanından
uzak bir şekilde, yörüngedeki uzay aracının içinde kalmaya ve gezegenin
yüzeyine gitmemeye karar verir. Oysa oğlu, araştırmalar yapmak için küçük uzay
aracıyla aşağıya gider. İki hafta sonra oğul, ana uzay aracına döner. Ziyaret
etmekte olduğu gezegendeki kütle çekimi alanının ana uzay aracındakinden çok
güçlü olması sebebiyle fiziksel süreçler çok hızlanmış olacağmdan, babasından
çok daha hızlı bir şekilde yaşlanmıştır. Oğul, iki haftalık bir zaman uzak
kaldığına inanmasına rağmen, baba oğlunun bundan daha uzun süre kaldığını
tahmin eder. Oğul, babadan daha süratle yaşlanmış olacağından, her ikisi de,
oğul gemiye döndüğünde babasından daha yaşlı olması gibi gülünç ve garip bir
durumla karşılaşırlar!
Stuart'ın hipotezi 1960'ta
Harvard Üniversitesindeki kulenin tepesine ve dibine yerleştirilen çok kesin
atomik saatlar deneyine dayanır. Bu deneyde gözlenen; tepede bulunan saatin,
diptekine göre çok az da olsa biraz geri kalmış olmasıdır. Bu kavramı dış
uzaya taşırsak, Dr. Stuart'ın teorisinin mümkün olabileceği sonucuna varırız.
Birçok bilim adamı tarafından tasavvur edilen uzay yolculuğu; boşluk içinde
yaklaşık olarak saniyede 300.000 km olan, evrendeki nihaî hız sınırı olduğuna
inanılan ve de en bilinen biçimde foton gücü diye söz edilen ışık hızında veya
ötesinde yolculuk eden bir aracı içermektedir. Tayf içindeki dar kısmında
ışık, dalgalarının frekansına veya uzunluğuna bağlı olarak renk değiştirir;
nispeten düşük frekanslı kırmızıdan turuncuya, sarı, yeşil ve maviden yüksek frekanslı
mora dek. İnsan, foton gücünde yolculuk eden astronotların ne çeşit renk veya
renklerle karşılaşacağını merak etmeden duramıyor.
KUANTUM TEORİSİ
Bu teori, soyut miktarlarda (kuanta) enerji ve açısal moment gibi yalnız belirli özelliklere sahip olabilmeleri fikrine
dayanan fiziksel varlıkların hareketleriyle ilgilenir. Buradaki "ayrı”,
farklı veya belirgin bölümlerden
oluşan bağlamında kullanılmaktadır. Fizikte kuantum deyimi, ku- antun\ teorisine göre bir sistemin sahip olabileceği
bazı fiziksel özelliklerin en küçük miktarını
ifade eder.
Kuantum mekaniği, kuantum teorisine dayanan bir bilim dalıdır. Newton mekaniğine
sadık olmayan öğesel parçacık
ve atomların hareketini yorumlamak için
kullanılır.
Acaba kuantum dünyaları, zamanın incelenmesi ve anlaşılması
için neden bu kadar önemlidir? Kuantum sistemleri, uzay ve zamanı fethedip aşarlar çünki herhangi anlaşılabilir bir bağlantı
olmaksızın parçacıklar birbirlerini mesafeler boyunca etkilerler -fizikçilerin "lokal olmayış" olarak bildikleri bir aksiyondur.
Maddenin kuantum dalgaları ayrıca "Belirsizlik İlkesi" de denilen ve nihayetinde parçacıklar
kümeler oluşturuncaya kadar devam eden sonsuz sayıda olasılıklar içerir. En önemli ve ilgi çekici yön, maddenin atomlarının ve daha küçüklerinin
boyutunda olan parçacıkların,
doğanm geri kalanına göre daha değişik kurallarla işlemeleridir.
İlk defa modern biçimleriyle 1920'lerde Erwin Schrödinger ve Werner Heisenberg tarafından sunulan bu kurallar, toplu olarak
"kuantum mekaniği” olarak bilinir.
Kuantum mekaniğinde her parçacık, her dalgada olduğu gibi dalga denklemi ile tarif
edilebilen bir "dalga"ya yüklenmiştir. Bu, Schrödinger
parçacık denklemi olarak bilinir. Klâsik (büyük çaplı) durumlarda, dalga denklemlerinin anlam ve değerini
değerlendirmek kolaydır. Örneğin, göl boyunca hareket eden su dalgalarının hem yüksekliği
hem de bir fazı vardır. Schrödinger denklemlerinde ise çözümler
değişiktir. Yükseklikler, uzunluklar ve fazlar olarak değinilmesine rağmen dalganın uygun yükseklik karesi; parçacığın bir. yerde bulunmasına veya kuantum mekanik sürecinde yer alması ihtimaline bağlıdır.
Örneğin, elektronlar gibi mikroskobik parçacıkların dalgalar gibi hareket etmesine
benzer şekilde (normalde dalga gibi düşünülen) ışık da, belirli koşullar altında
"kan yuvarı
özellikler" diye bilinen durumu sergileyebilir. Işığın bu kuantum zerreleri, fotonlar
olarak bilinir ve aslında, herhangi bir frekanstaki bütün, elektromanyetik radyasyonun ayrı fotonlardan oluştuğu
düşünülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikalı
fizikçi Dr.
Richard Feynman; elektronlar gibi elektriksel biçimde yüklü mikroskobik parçacıkların,
ışık ile etkileşimini tarif etmek için kurulan kuantum elektrodinamik kavramını takdim etmiştir. Schrödinger ve Heisenberg'in daha önceki çalışmalarına
dayanan Feynman'ın kuantum elektrodinamiği;
ışık dalga parçacıkları ile etkileşimde bulunan yüklenmiş maddenin dalga parçacıklarından
oluşur. Bu görüşler ilk defa takdim edildiğinde (1920), garip karşılandı.
Bugün bile hiç kimsenin kuantum mekaniğinin
nasıl çalıştığını gerçekten anlayamadığını ifade edebiliriz, ancak çalışmaktadır.
Mikroskobik tersinebilirlik ve tersirıemezlik
konularında bütün bilim adamları aym görüşü paylaşmaz; örneğin, Ilya Prigogine her ikisini uzlaştırma problemine karşı
çıkmıştır. Prigogine
1917'de Moskova'da doğmuş, 1947'den itibaren Brüksel’deki Free Üniversitesinde
bulunmuştur ve şimdilerde Teksas Üniversitesinde
(Austin) çalışmaktadır. 1977'de dengede-olmayan
termodinamik konusundaki çalışmasıyla kimya dalında Nobel ödülünü almış; oysa görüşlerinin ders kitaplarına
girişi çok yavaş olmuştur. Dr. John Gribbin (5 Şubat 1988) Guardian'da Evrenin
Ana Kaynağı başlıklı yazısında Prigogine’in teorisine dayanarak zamanın okuna değinmiş ve saati neden geri alamayacağımızı
açıklamaya çalışmıştır:
Kuantum fiziğinin, Evrenin termodinamiğiyle
bağlantılı bulunan iki ana özelliği vardır.
İlki, kuantum fiziğinin denklemleri, klâsik fizikte olduğu gibi, zaman simetriktir. Öyle
görünüyor ki bu bizleri, Neıvton- cu mekaniğinin tersinebil iri iği ile gerçek
dünyanın yaşlanması olgusu arasındaki çatışma ile baş başa
bırakıyor. Yeni fiziğin ikinci özelliği, bizi bu kancadan kurtarır.
Werner Heisenberg, denklemlerin, aynı anda bir parçacığın pozisyonunun ve momentinin kesin
bir şekilde ölçülmesine imkân vermediğini keşfetmiştir. Prensip olarak bir parçacığın tam olarak nerede olduğunu ve nereye gidiyor olduğunu
bilemeyiz. Bu. iki özellikten herhangi birini kesin bir şekilde tespit edebiliriz fakat pozisyonu ne kadar kesin ölçersek moment hakkında o kadar az bilgi elde edebiliriz
ya da tam tersi olur.
Ilık bir kahveyle dolu fincan karşısında ne kadar oturursak oturalım, bu fincan hiçbir zaman anîden bir buz parçası
doğurmaz ya da ısınmaz. Gazla dolu bir kutu karşısında ne kadar oturursak oturalım, hiçbir zaman gazın
tamamının, düşük entropi durumunda yakalayacağımız biçimde kutunun bir bölümünde
toplandığını görmeyiz. Zamanın oku, Evrenin mutlak özelliğidir.
Hawking, zamanın en azmdan üç değişik
okunun bulunduğundan söz eder.
1
- Termodinamik zaman oku:
Entropinin arttığı zaman yönü.
2
- Psikolojik zaman oku: Bu bizim
zamanın geçtiğini hissettiğimiz yöndür.
3
- Kozmolojik zaman oku: Evrenin
daralmaktan ziyade sürekli olarak arttığı zaman yönü. ([4])
Gelecek bölümde 3. şıkla ilgili
daha fazla bilgi bulacaksınız.
Kuantum mekaniğindeki son
buluşlar, tamamıyla yeni bir küçük parçacıklar dünyasını açmıştır; bunlardan
ba- zısmın mekânda hiç yer işgal etmediği gözlenmiştir. Fakat Heisenberg'in çok
zeki bir şekilde gözlediği gibi, "Duyular, dünyanın çalıştığı şekli
göstermeye yeterli yol göstericiler değildir. Böyle olaylarda dil
yararsızdır." 14 Şubat 1990'da- ki bir televizyon programı, özel olarak,
zamana bağlı parçacık fiziği konusuyla ilgilenmiştir. Yüksek hızda parçacık
hızlandırıcı, belirli bir sürati aşan parçacığa ne olacağı sorusuna belki de
bazı cevaplar verebilir. Bazı teoriler zamanın gerçekten tersindiği bir
noktanın varlığı fikrini desteklerler. Bir kişi ne kadar süratli giderse
zamanın o kadar yavaş geçtiği olgusu, yüksek süratli nötron dönüşlü yıldızlar
aracılığıyla zaman yolculuğu ve uzay-zamanla ilgili seyircinin üstünde
düşüneceği daha birçok ilgi çekici konu dahil, zamanın değişik açıları
tartışılmıştır.
Bugün böyle fenomenleri şüphe
ile karşılayabiliriz. Unutmamalıyız ki tarih, bir dönemde bilimkurgu olan şeyin
diğer dönemde bilim olduğu fikrini desteklemiştir. Şüphe yok ki gelecek
nesiller böyle şeyleri zamanın yönlendirmeleri olarak kabul edeceklerdir,
tıpkı bizlerin kendimizi videolara ve mikroçiplere alıştırmamız gibi. Belki
de Einstein "Evren hakkmdaki en anlaşılmaz şey belki de anlaşılabilir
oluşudur." dediği zaman haklıydı. Çok açık ki temel yapısı ve kuralları
hakkında öğreneceğimiz daha pek çok şey var ve bunlar analiz edildiğinde, hiç şüphe yok ki çok şey
açıklayacaklardır.
Daha spekülâtif araştırma alanlarına
geçmeden önce, bu kitapta, daha tutucu bilim okullarının geçerli teori ve inançlarının
araştırılması, önemli olacaktır. Bu teori ve inançlar, daha sonraki önermelerin
tartılabileceği ve değerlendirilebileceği arka plânı oluşturacaktır. Şüphesiz, şu anda bilimsel kurumlar tarafından desteklenen birçok teori, zaman içinde
gelişmemiz sonucu değişecektir;
çürıki disiplinlerinde saygın hâle gelenlerin hepsi, zamanı, Newton veya Einstein gibi aynı çerçevede
görmüyorlar. Korkusuz düşüncesi ve metafizik eğilimleri sonucu, yaşarken efsane hâline gelmekte olan antropolog/zoolog
Dr. Lyall Watson, zamanı, üzerinden geçtiğimiz durağan bantlar şeklinde var olan biçimde anlar. Onun mükemmel
Parçalanmış Hologram teorisi ("Zamanın Metafiziği" adlı bölüme bakınız) hem tutucu bilimin hem de metafiziğin
önerme ve teorilerini kapsar. Benim kişisel
görüşüm, her hakikî bilimsel olgunun, hayatın daha gizli yönlerinde veya bu yönlerle birlikte titreşmesi gerektiğidir. Örnek olarak, psikoloji ve şu anda yalnızca beynin sağ yarım
küresi aracılığıyla algılanabilen ve fiziksel olarak algılanamayan dalga bantlarını verebilirim.
Oxford'lu fizikçi Danah Zohar Quantum Self
(Kuan- tum Benlik) adlı kitabında, bu kavramı genişleterek şuurun kuantum fiziksel bir sistem olduğunu ve yaşayan her şeyi
diğerleriyle, doğayla, tarihle ve Tanrı'yla yakın ve sürekli bir etkileşim
içinde tuttuğunu ifade etmiştir. Bu konuda daha fazla bilgi "Zamanın Metafiziği" adlı
bölümde verilecektir.
The Nature of Things (Eşyanın Tabiatı) adlı ki-
tapta ise Lyall Watson bu kavramı daha da genişletmiş ve kapsamı içine eski animizm inancım da almıştır.
Yeryüzünün yüzeyindeki son gelişmeler, ki bunlar birçok durumda insanoğlu
tarafından hızlandırılmıştır, yukarıda biraz önce belirtilen her iki görüşü de destekler tarzdadır.
Profesör Sir James
Loveİock'un "Gaia Hipotezi" de Homo sapiens olarak bizim sâdece küçük bir parçası
olduğumuz, çok karışık bir şekilde iç içe örülmüş bulunan tüm hayat gerçeğine son fırça darbesini vurur.
Zamanın nihaî önemi geçici oluşudur; buna "mutlak oluş" denir.
G.J. VVHITROVV
Mavi veya bulutlarla kaplanmış veya yıldızla dolu gökyüzüne
baktığımızda, evren diye adlandırılan şeyin küçük bir bölümünü algılayabiliriz. Fakat bu gördüğümüzün tek evren olduğundan
nasıl emin olacağız?
Birçok bilim adamı ve metafizikçinin
yaptığı gibi,
belki başka evrenler de vardır diye varsaydığımızda ise şunu sorabiliriz: O zaman bizim manzaramız
niçin yalnız bu bir taneyle sınırlanmıştır? Metafizikçinin vereceği cevap doğal olarak şu olacaktır: "Bunun cevabı kolay. Gördüğünüz
şeyi görüyorsunuz çünki bu belirli evrenle aynı frekansta titreşiyorsunuz. Eğer şu anda başka bir frekansta olsaydınız, bu evreni büyük bir ihtimalle algılayamayacaktınız." Bütün bunlar hakkında bilim ne demektedir?
Beyinlerimizin henüz algılamaya programlanmadığı daha gizli evrenler var mı? Varsa bunlar ne çeşit zaman kullanıyorlar?
"Gerçek dünya" diye bir şey duyuyoruz fakat bu "gerçek dünya" nedir? Fizik duyularımız ve sol beyin mantığı ile algılandığı
için mi tek gerçek olan odur? Psikoloji dünyasmda bir kişinin
"gerçeğinin" diğer bir kişi için geçerli olamayacağı tezi bilinir; aynı prensip kozmos için de geçerli midir?
Paul Davies, "Bayan Bilim" örtülerini yavaş
yavaş aç-
tıkça, neler keşfedebileceğimiz
konusunda açık fikirli olmamız
gerektiği inancında olan bilim adamlarından biri. Diyor ki:
Silim adamları tabiatın kanunlarını ortaya çıkardıklarından te bunlara inandıklarından;
evrenin kendi başına
'tıkır tkır işlediğine', yardım görmediğine ve insan iştirakinin belirsiz olduğuna
inanırlar. Bunun netliği, ne kadar zayıf bir temele oturtulduğunu
keşfettiğimizde daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıkar.
Sir kişinin gerçekten tecrübe ettiği
dünya, tamamen objektif olamaz çünki dünyayı onunla etkileşerek
tecrübe ederiz...
Fiziksel bilimin amacı bu kişileştirilmiş
ve yarı
sübjektif dünyı görüşünden kurtulabilmek ve gözlemciden
bağımsız olan bir gerçeklik modeli inşa etmektir. Bıı amacı elde etmek için kullanılan
geleneksel prosedürler;
tekrarlanabilir
deneyleri makine ile ölşünı, matematik formiilasyonlar vs.dir.
Bilim tarafından sunu'an bu objektif model ne kadar başarılıdır?
Onu algılayan insanlardan bağımsız olarak var olan bir dünya
gerçekten tarif edebilir mi? (*)
ANTROPİK İLKE
Birçok bilim dalı tarafmdan tasdik olunan, algıladığımız
'realite"; gözlem, denklem ve deney üzerine dayanan maddî evrenin bir resminden oluşur. Hawking şunları söylüyor:
"Evreni olduğu şekilde
görürüz. Çünki varız." ' (**) Bu, "antropik ilke" diye bilinen şeyin temelini oluşturur ve bunun tarif ettiği şey
şudur: Tabiat,
bir evren yapmak için sonsuz sayıdaki olasılıklardan birini seçebilirdi, biz yaratı- labilelim diye bunu seçti. Bu prensibin, kuantum teorisinin
hangi yorumunun kabul edileceğine bağlı olarak, zayıf ve güçlü
biçiminde iki
versiyonu vardır. Coveney ve Highfi- eld aynca "nihaî antropik ilke"den
bahsederler; bu ilkenin
(1)
P Davies, Other Worlds,
s. 108.
(2)
) SW. Hawking, A Brief
History of Time,s. 124.
ek olarak savunduğu şey şudur: "Hayat evrende bir defa var
oldu mu hiçbir zaman yok olmaz." ([5])
Geleneksel Kopenhag Yorumu (sözlüğe bakınız) ile uyum hâlinde olan zayıf antropik ilke (1973'te Brandon
Carter tarafından ortaya atılmıştır), gerçekten var olanın sadece bizim dünyamız
olduğunu belirtir:
Buradayızdır çünki şartlar yerindedir veya tam tersi, şartlar yerindedir çünki biz buradayızdır.
Güçlü antropik ilkeye göre, evren, hayatın
varoluşuna müsaade edecek biçimde olmalıdır; bu versiyon, sık olarak zayıf versiyonunun uygunsuz sonuçlarından kurtulmak için
kullanılır.
Ancak geleneksel olarak kabul edilen antropik ilke ko-
nusunda/bilim adamları birbirleriyle anlaşamıyor gibiler. Örneğin son zamanlarda, Lederman ve
Schramm, evrenin muazzam kapsamı ile atomun içindeki hayal edilemeyecek kadar küçük
mikrodünya arasında bir bağlantıyı ortaya koydular. Fizik ile kozmoloji arasındaki dramatik birleşme; bir alanda gelişmiş olan deneylerin ve teorik tahminlerin nasıl diğer alandaki problemlere ipuçları ve çözümler
sağladığım göstermektedir. Ayrıca bu birleşen alanların, yakm bir zamanda "her şey teorisi" üretebileceğini
de gösterir.
Lederman ve Schramm'dan aşağıdaki
alıntıyı aktarıyorum:
Şimdiye kadar nihaî
amacımızdan, kendine özgü ve matematiksel biçimde tutarlı olacak olan tek bir 'her şey teorisi' olarak söz ettik. Bazı
saygıdeğer bilim adamları biraz farklı bir yaklaşım
içindeler. Tartıştıkları da evrenin; kendine göre matematiksel biçimde tutarlı teori yerine, "antropik
ilke" ile yönetildiğidir. Bu ilkenin ileri sürdüğü şey,
fizik kanunlarının
fizik kanunları
olduğudur çünki evreni tasarlayabilen zeki varlıkları (yani bizleri) üreten
yalnız ve yalnız o kanunlardır. Bu ilkeye göre,
geçerli olan evrenler, sadece, onları tasarlayan nihaî nitelikte gelişmiş
varlıkları içerenlerdir.
Antropik ilkenin taraftarları,
çok değişik fizik kanunlarına tâbi olan büyük sayıda
evrenlerin var olabileceğini
savunurlar fakat
evrenimizde var olan kanunlar, zeki varlıkların varoluşunu mümkün kılan kanunlardır. Böyle bir ilke; kendine özgü, matematiksel biçimde
tutarlı olan tek bir teori bulma konusundaki üzüntüleri bertaraf etmenin bir yoludur.
Bunun yerine, matematiksel biçimde tutarlı birsürü teorinin varlığını
varsayabiliriz fakat bunların çoğu, insan üretmez ve hiç de eğlenceli değillerdir.
Antropik ilke
konusunda birsürü kitap yazılmasına rağmen [örneğin J. Barrow ve F. Tipler'in Oxford
University Press tarafından 1986'da yayınlanan The Anthropic Principle (Antropik
İlke) adlı kitabı], bunu gçrçekten yararlı görmemekteyiz. Bizim görüşümüze
göre bu,
sorulara cevap bulmaya çalışmaktan kaçınmadır. ("Şeyler oldukları gibidirler çünki
oldukları gibiydiler.") Bunun yerine bu ilkeyi, yeni bir anlayışa
götüren bir şey olarak görmek gerekir. (*)
Bu görüş ayrıca Fred Hoyle tarafından da paylaşılır. Fred Hoyle antropik ilkeye, "çevremiz,
ne kadar harikulade olduğu ortaya çıksa da evrenin amacına dair işaretlerin hepsini ortadan kaldırmaya
kalkışan modem bir
girişim" diye değinmiştir. Ayrıca şunları eklemiştir: "Antropik ilkenin mantığı Bertrand Russell tarafından öne
sürülen meşhur paradoks gibidir: 'Bir şehirde, şehir berberinin yaptığı şey, kendini traş etmeyen kişilerin
sakalını traş etmektir.' Bu ibare, her ne kadar antropik ilke gibi masum görünse de, gerçekte
zıtlıklarla yüklüdür..." (**)
Uzay-zaman bakımından sınırsız olan bir evrende, zeki hayatın, evrenin uzay-zaman bakmamdan sınırlı bölgelerinde gelişeceği fikrini ileri sürmek mantıklı
gibi görünüyor. Bu bölgelerdeki zeki varlıklar kendi bölgelerindeki
hâ-
(1)
L.M. Lederman ve D.M. Schramm,
From Quarks to Cosmos, s. 229.
(2)
) F.Hoyle, The Intelligent
Universe, s. 220.
kim koşulların, varoluşları için gerekli olduğunu düşünmeye eğilimli olacaklardır. Oysa diğer kozmik komşularının da kendi evrimleri için gerekli olan şartlar konusunda aynı şeyi
düşünecekleri gerçeğini ihmal edeceklerdir. Zayıf antropik ilke hem bencillik açısından, hem de kozmik evrimin mantık silsilesini hesaba katma açısmdan,
birçok kişiye uygun düşer. Kozmologlar "zeki hayatın" gelişmesi için önemli unsurlarm ne olduğu konusunda kendi aralarında ihtilaf halimdedirler. Fakat görünen odur ki zekâ ile ilgili fikirlerini Homo sapiens modeline dayandırmaktadırlar. Eğer temel dünya dinlerinin, diğer hayat biçimleri konusunda kabul ettikleri tutum göz önünde bulundurulursa, bunun şaşırtıcı
olmadığı görülür. Ayrıca birçok bilim adamı ateist olduğunu ileri sürmesine
rağmen, şuuraltlannda- ki kendi kabile/eski ilâhlara tapma ve türler konusundaki görüşlerin;
onların yargılarına kendüerinin kabul edeceklerinden çok daha fazla etki ettiğini
gösterir. Mevcut insansı şekilde
bulunuşumuz bir rastlantı sonucu mudur, yoksa bizim özel türler
şeklinde düzenlenişimiz (hem de zeki hayatın en ileri şeklini içine alaraktan) üstün bir güç tarafından mı düzenlenmiştir?
Cari Sağan Cosmos (Kozmos) adlı kitabında
şöyle yazar:
Eğer yeryüzü, bütün fiziksel özellikleriyle
tıpatıp tekrar baştan yaratılsa; insan varlığına
yakın da olsa benzeyen bir şeyin tekrar ortaya çıkması
imkân dışıdır. Evrim sürecinin güçlü rastlantısal bir karakteri vardır. Bir kozmik ışının
farklı bir gene çarpması, değişik bir mutasyon üretmesi
başlangıçta küçük etkiler yapar fakat sonunda etkiler çok derin olur. Biyolojide rastlantı
çok önemli rol oynar aynen tarihte olduğu gibi. Kritik olaylar ne kadar geçmişte, oluşursa,
şu ana o
kadar fazla etki ederler X*)
(*) CSagan, Cosmos, s. 282.
Bilim adamları tarafından tutulan bu ve buna benzeyen görüşleri göz
önünde bulundurduğumuzda, insansı şeklin; maddî evrendeki en ileri evrim modeli olduğu konusunda bir garantimizin olmadığını
görürüz. Örneğin Paul Davies, kristallerin, kendilerini çoğaltma kapasitesine sahip olan ileri
derecede organize yapılar, yıldızların da karmaşık ve özenle organize olmuş sistemler olduğu
gerçeğini işaret etmektedir. Fred Hoyle ise kozmik maddenin canlı bulutlarını, kendi kendilerine motive olmuş ve kendi hareketlerini kontrol
eden varlıklar olarak görmektedir, tıpkı amip gibi. Bütün bu şeyler
"yaşayan" ve "zeki" varlıklar değiller midir? Tüm bunlar ve James Lovelock’un, Yeryüzünün otonom, kendi kendini düzenleyen bir varlık olduğu
görüşleri, hiç şüphesiz,
insanın en üstün olduğu mitine yeni bir açı kazandırır.
Güçlü antropik ilkeye, birçok değişik bilim dalından
değişik itirazlar
gelmiştir; bunlardan biri, gözlenebilen evrenin, bizim hatırımız için var olduğunu iddia eden görüşün
geçerliliğini sorgular. Ancak bu konudaki görüşler çok karışıktır ve daha fazla,ayrıntı isteyen okuyucular kaynakçaya
başvurabilirler. Genelde evrenle ve özelde kozmik ormandaki arsamızla ilgili ana kaygımız
Zamandır; bu da
bizi kaçınılmaz soru olan Büyük Patlamaya ve onun önceden öngörülebilen yıkılışına, yani Büyük Çatırtıya
götürür.
BÜYÜK PATLAMA
Büyük Patlama teorisinin fiziği ve kimyası, kozmolog- lar tarafından iyi bir şekilde
araştırılmıştır. Burada bana düşen, bu hipotezin mantık dışı bölümleri hakkında yorumda bulunmaktır. Hawking, Büyük Patlamadan sonra ne olduğu konusunda bilgi sahibi olduğumuza
işaret ediyor ve bundan önce ne oluştuğu konusunda ise bir bilgi
sahibi olmanın mümkün olmadığım belirtiyor. Bunun sonucu olarak da bildiğimiz zamamn, gürültülü
arkadaşımızla başladığını kabul etmemiz gerektiğini vurguluyor. Birçok kişi, Büyük Patlama veya
"teklik'1teorisini, kutsal bir müdahaleyi önerdiğinden, reddediyorlar. Birçok dinler, kutsal yaradılış efsanesi inancını bu varsayım
üzerine dayandırmışlardır. Bu fikri mantıksal sonucuna doğru yürütürsek bizç önerdiği şey; genişleyen bir evrendir, zamanın
başlangıcından itibaren sayılacağı ve en sonunda kendiliğinden yok olacağı - yani Büyük Çat I ırtı!
Evrenin nihaî yok oluşu ile ilgili olarak 1854 yılında, Alman fizikçi Hermann Von Helmholtz'un yaptığı açıklayıcı
tahminler, termodinamiğin ikinci kanununa dayanır. Bu fizikçiye göre
doğal süreçlere eşlik eden entropideki amansız yükseliş, ancak evrendeki bütün hayat veren akti- vitenin'nihaî
duruşuna götürür. Helmholtz, kendi sınırlı ve telâfi edilemez kaynaklarını merhametsizce yok eden ve böylece kendi entropisini tıkayarak yavaş
yavaş ölen bir
evreni hayal ediyordu.
Benim bütün bunlarla ilgili olarak kafamı karıştıran
şey, dalgalarm kozmos
içinde oynadıkları rolün bu kadar önemli görünmesine karşın, dalga prensibinin evrenin hayat çemberine neden tatbik edilmediğidir?
Örneğin evrenin, şimdilik hesaplanamayan veya kavranamayan periyodik kanuna göre yayılma ve büzülme ritmlerine karşılık
verdiğini, her bir
"soluk alma ve vermeyle" değişik frekansların oluştuğunu;
hiçbir tecrübenin tekrarlanmadığını varsayalım. Bu durumda evren hiçbir zaman mutlak yayılma ve büzülmeye
yaklaşamayacak ve merkezî bir sabit içinde hareket edecektir. Hem zaten, daha önce belirttiğim gibi, bizlerin fiziksel evren
olarak gördüğümüz şeyin gerçekte tek olduğu konusunda ne tür bir kanıta sahibiz?
Bilindiği üzere astronomi, profesyonellerle
birlikte
amatörlerin de katkıda
bulunacağı ve buluş yapabilecekleri birkaç fizik bilim dalmdan biridir. Bu
doğrultuda ben de fikrimi Amerikalı amatör astronom Jared Collard ile görüştüm.
Jared Collard şu hipotezi ileri sürdü:
Tekillik - Olmama Teorisi
Sıkça kııramlaştırılmış olan
Büyük Patlama teorisi; evrenin veya uzay-zaman sürekliliğinin, geçmişte
belirli bir zaman içinde başladığını ileri sürer. Bu, tekillik durumundan (yani
maddenin sonsuz bir şekilde bölünemeyecek kadar küçük hacimlere
sıkıştırıldığı, uzay içindeki farazî bir nokta) ortaya çıkmıştır ve yeterli bir
kütleye ulaştığında evren kendi üstüne çökecek ve tekrar tekillik hâline
dönecektir. Görsel olarak bu şöyle ifade edilebilir:
Matematikte bundan sinüs eğrisi
diye söz edilir. Halbuki bu eğri tam değildir çünki maddenin tamamı, bir kez
daha tekilliğe döndüğünde her şeyin tamamen duracağını ima eder! Başka bir
deyişle evren, bir kerelik bir mucize midir, yoksa düz bir taşın düz bir göl
üzerinde yaptığı gibi zaman içinde kayarak bir kez daha tekillikten başlayarak
sıçrayacak mıdır?
Bu eğri, tam bir sinüs
dalgasının yalnız yarısını mı temsil etmektedir?
Yoksa
birbirine bağlı bir dizi sinüs dalgaları mıdır?
Zaman çizgisi üstünde kalan dalga kısmı pozitif maddedir, altındaki ise antimaddedir. Eğer bu sinüs
dalgası kozmosun kesin bir temsilcisiyse paradoks şudur: Maddî
veya antimaddî bir evrende olup olmadığımızı
ya da gerçekten bu iki evrenin birbirlerinden yalnız ince bir zaman zarıyla
ayrılmış olarak var olup olmadıklarını bilemeyiz. Astrofizikçiler,
çılgınlar gibi "kayıp maddeyi" bulmaya çalışıyorlar.
Bu, yalnızca evrenin genişlemesini yavaşlatarak en sonunda durdurmakla kalmayıp
gidiş yönünü de geriye çevirecek ve bir kez daha tekilliğe geri getirecek olan yeterli kütle
çekimini sağlamak için şart olan o muamma kütledir. Şimdiye kadar, evrenin bu geriye doğru
tekilliğe çöküşünü başlatabilmek için gerekli olan kütlenin %10'unu bulduklarına
inantyorlar.
Geriye kalan eksik %90'lık bölüm, bilim adamlarının
inanışlarına göre, "karanlık madde"dir; bilinmeyen, görülemeyen elementler veya kütle
parçacıkları, belki de genişlemeyi durdurmak ve geriye döndiirebilmek
için yeterli miktarlarda uzay-zaman sürekliliğinin
içine serpiştirilmiştir. Teo- risyeıılere göre bu "kayıp kiitle"siz evren, sonsuza
kadar genişleyecektir.
İlk defa 1963'te ileri sürülmüş olan Lifshitz ve Khalattıikov
teorisi, Büyük
Patlamanın belki de hiç gerekli olmadığını önermiştir. Bütün galaksiler direkt olarak
birbirlerinden uzağa hareket etmediklerinden veya aynı hız
açılarına sahip olmadıklarından, hepsi aynı
başlangıç noktasına veya tekilliğe sahip olmamalıydılar (eğer ilk galaksiler, Büyük Patlamadan sonra belirli bir
noktada çarpışıp birbirlerini sektirmemişler ise; fakat bu olasılık pek gerçekçi
değildir). Bu iki Rus bilim adamı aslen, evrende tabiî büzülme
ve yayılma
aşamalarının var olabileceğini ve bundan dolayı tekilliğin gerekmediğini
varsaymışlardır. Ne yazık ki Lifshitz ve Khalattıikov
kendi
teorilerini 1970 yılında reddetmişler ve tekilliğin
büyük ihtimalle oluştuğunu savunan Fried- tnann modellerini
kabul etmişlerdir. Halbuki onların orijinal varsayımı,
eğer kozmik ölçeğe uygulansa belki de Paııli
Dışlama
Prensibi ile desteklenebilir ve yalnızca,
nükleer yakıtları tükenen bazı yıldızların neden içeri
çökmelere maruz kaldığı ama diğerlerinin kalmadığı alanıyla sınırlı kalmazdı.
1928'de Subrahmanyan Chandrasekhar adında bir Hindistanlı
öğrenci, bir yıldızın ne kadar büyük olabileceğini ve buna rağmen
nükleer yakıtı tükendikten sonra kendini, kendi çekim gücüne
karşı nasıl destekleyebileceğini ortaya çıkarmıştır. "Bir yıldız
küçüldüğünde madde parçacıkları birbirine çok yakınlaşırlar ve bu yüzden Pauli Dışlama Prensibine göre, çok
değişik sürat açılarına sahip olmalıdırlar. Bu onları birbirlerinden uzaklaşmaya
zorlar ve böylece
yıldızın genişlemesi eğilimini doğurur. Bundan dolayı
yıldız kendini sabit bir yarıçapta tutar ve bu; yıldızın
hayatının başında çekim, ısı ile nasıl dengelendiyse, çekim ile dışlama prensibinden ortaya çıkan itme arasındaki denge sonucu gerçekleşir."(*) Güneşimizin
de çok düzenli
aralıklarla, hafif bir şekilde genişleyip büzüldiiğü
gözlenmiştir. Bu da, hidrojenden helyuma kadar olan nükleer
füzyon güçleri ile çekim arasındaki hassas dengedeki oynamalardan ileri gelmiştir; metafizik inanca göre sanki nefes alıp vermek gibi. Eğer bu böy- leyse, sinüs eğrisi
aşağıdaki gibi olacaktır:
V) S.W'. Havvking, A Brief Hhtoıy of Time, s. 83.
Paııli Dışlama Prensibi, bütün kozmosa uygulanmalıdır.
Daha yüksek
oranlı çekilme hızlarına sahip olan en uzaktaki galaksiler gözlenmiş ve ölçülmüştür.
Büzülme safhasında değişik hız oranına sahip olmaya devam edecekler ve dolayısıyla
büzülmeye karşı gerekli karşıt gücü yaratacaklar ve tekilliğe
dönüşü önleyeceklerdir. Hız açısı probleminden başka düşünülmesi gereken bir şey daha var. Büyük bir ihtimalle bütün galaksiler, orijinal başlangıç noktası her neresiyse oradan aynı
uzaklıkta olmadıklarından; hepsi birden tekilliğe aynı anda dönemezler.
Dolayısıyla, kütlelerin hepsi de hesaba katılana kadar kütlesi ne tcım ne de sonsuz olacağından evreni de tekilliğe
dönmekten altko- yarlar.
Burada çıkarılacak sonuç; zamanın, Büyük Patlama üe başlamadığı
çünki böyle bir şeyin
olmadığıdır; ancak evren, kalıcı bir zamansızlık durumunda bulunan, içindeki
düşünce biçimlerinin
kendilerini, algılanamayacak
olandan, bilinen
maddî dünyalara doğru sonsuz çeşitteki frekanslarda gösterdikleri sonsuz bir Zekâdır. "Fiziksel" evren diye adlandırdığımız
ortamda yaşayanlar,
tabiî olarak çevrelerini somut bir şekilde
göreceklerdir; bunun sebebi de ayru dalga bandında yaşıyor olmalarıdır! Okurlarımdan acaba kaçı beden dışı deneyim veya aşkın kişilik deneyimi yaşayıp da, kendilerini rahatsız edecek şekilde elektrik düğmesinin
çalışmayı istemediği veya kapı kollarının dönmeyi reddettiklerini yaşadı? Fakat uyanık hâle
gelindiğinde -yani maddî boyutun frekansına gelindiğinde- bütün bu şeylerin
mükemmel olarak fonksiyonlarını
yerine
getirdikleri görülmüştür.
Lifshitz/Khalatnikov teorisi (*) ve onun geri çekilmesi; muhtemelen nefes verişi Büyük Patlamaya sebep olmuş ve tersine, nefes alışları da muhtemelen Büyük
Çatırtı'nın önceden haber verilişi anlamım taşıyan, canlı bir evren fikrinde yeni bir şeyin olmadığım
kabul etmiştir.
Mısır'daki Mettemich
anıtı, içinde Güneş Tanrısı Ra'nm düzenli se- (*) a.g£., s.48-9.
mavî yolculuklarını yaptığı "Milyon Yıllık Tekneye" değinir. Hindistanlı bilim filozofları ise evrenin yaşını yaklaşık
olarak iki
milyar yıl olarak hesaplamışlardır. Ancak "Brahma yılı" 321 trilyon yıl sürer; bu bütün kozmosun büzülme ve genişlemesini temsil eder. Hindu yılı hesaplama tarzı bir daireyi esas alır; her "kozmik nefes alış" bir başka trilyon yıllık süreli dairenin başlangıcını haber verir. İlk Hintli filozofların bu bilgileri elde ettikleri insanların,
sonsuzluğun tabiatından ve uzay-zaman eğimi konusundan haberdar oldukları açık bir şekilde
ortadadır. (Bu
konuda ayrıca "Zamanın Periyodik Devirleri" bölümünde Vedik Yugalara bkz.)
KOZMİK BİR BEYİN Mİ?
Dört bilim adamından
oluşan bir ekip,
Avustralya ve Amerika'da güçlü optik teleskoplar kulanarak,
evrenin altı milyar ışık yılı ötedeki "incecik bir dilimi"ndeki 200 galaksinin ilk araştırmasını
kısa bir süre önce
tamamlamışlardır. Yedi yıl süren projeleri sırasında, galaksilerin topaklar hâlinde düzgün bir şekilde
dağılmış ve her
birinin birbirine uzaklığının aşağı yukarı 400 milyon ışık yılı olduğunu keşfetmişlerdir. Bu ise onları, evrenin; düzenli, tekrar eden galaktik hücrelerden
oluşan ve her bir hücresinin çapı
300400 milyon ışık yılı
genişliğinde olan devasa bir "bal peteği" olabileceği inancına
götürmüştür. Durham Üniversitesinde astronomi profesörü olan Richard Ellis'in ve Londra'
daki Queen Mary ve Westfield Kolejinde öğretim üyesi olan Dr. Torn Broadhurst'ün de içinde
bulunduğu bu ekip,
durumu daha iyi kavrayabilmek için daha fazla araştırma
yapmayı düşünüyorlar. Richard Ellis'in (23 Mart 1990’da) Observer gazetesi muhabiri ile yaptığı
röportajda; bu araştırmanın
sonuçlarının, bir uzaklık ölçütü olarak kırmızıya
kaymanın (Sözlüğe bkz.) güvenirliliğini
nasıl etkilediği sorusu ortaya çıkmıştır. Ellis şunları söylüyordu:
Arlık kıtazarlardan elde edilen çok iyi kanıtlar var. Kıtazar- lar kırmızıya
kayması düşük olan cisimlerin arkasında görülmüşlerdi ve uzaktaki bir cisimden gelen ışık, ön
plândaki bir cismin gaz bulutlarının içinden geçtiğinde; cisim A'nın cisim B'rıin
arkasında olduğunu açıkça gösterir bir şekilde tayfta belirli bir özellik meydana çıkar. Her test yapılışta-kırnıızıya
kayma ne kadar yüksekse, cismin de o kadar uzak olduğu
görülür. Ama bu, evrenin egzotik bölümlerinde, kırmızıya kaymaya ara sıra
katkılar vardır anlamına gelmez. Fakat galaksiler gibi düzenli cisimler için bu bağlantı, zannediyorum, artık daha sağlamdır.
Galaktik yapının topaklar şeklinde
oluşunu açıklamak için yapılan teorik girişimlerden ortaya çıkan acayip şeylerden biri "karanlık madde" kavramıdır ("Paralel Evrenler mi?"
adlı bölüme bakınız). Yalnızca görünebilen galaksiler üstündeki kütle
çekimi etkileri yoluyla
bilinebilen karanlık maddenin, evren kütlesinin %90’ını oluşturduğu ve kozmik düzenin gerisindeki saklı güç
olduğu düşünülmektedir.
Yukarıdakileri okuyan herhangi bir kişi, evrensel "petekler" ile, herhangi bir benzeri âletin
programlanmasına benzer biçimde programlanmış bir karmaşık bilgisayardan başka bir şey olmayan insan beyninin hücre yapısı
arasındaki benzerliği
görecektir. Öyleyse, evren, düzen ve kaos unsurlarını içeren büyük bir beyin midir acaba? Ki düzen ve kaos birbirleriyle eşanlamlı
olmadıklarından, hem bilgi hem de anlama konusunda sonsuz kapasiteye sahip herhangi bir zekâ için temel önkoşullar gibi gözükmektedir. Bu da bizleri en başa, yani dinin şu dikenli konusuna getirir.
İnsan ölçüleri içinde algılanan tek ilâh fikrini (yani
"insanın suretinde ve insana benzer”);
kabilesel, dar görüşlü ve evrensel veya her türlü mantıksal standart ile sınırlanmış olarak görüyorum. Fakat bu büyük kozmik makinede gerçekten tek bir hayalet mi vardır? Hiç sanmam. Eğer böyle
şeyleri bir
kategoriye koymak istersek, şunu önerebilirim: Mısırlılar bütün
yaradılışın arkasında bulunan Zekâyı, birçok çehreye sahip olarak algıladıklarında büyük ihtimalle haklıydılar. Bizler kim oluyoruz da, kozmosun ardındaki Zihin, kozmostaki sonsuzluk içinden, bizim insan görünüşümüzü tercih edecek? Çok şükür ki bütün bu modası geçmiş kabile görüşlerinin ortadan kalkacağı ve bu gezegeni paylaştığımız
diğer hayat biçimleriyle
aramızdaki eşitliği yüzümüze yıkıcı ve trajik durumlarla vuracağı bir devre giriyoruz. Bu konuda
daha fazla bilgiyi, diğer periyodik devirleri ele aldığımızda bulabilirsiniz.
Bu, bızleri tekrar zaman konusuna geri
getiriyor. Başka evrenler bulunduğunu farz ettiğimizde, en azmi söylemek gerekirse, bu evrenlerin vatandaşlarının
bizimle aynı zaman kavramını
paylaşmaları olasılığı azdır. Paralel olsun veya olmasınlar, bu evrenlerin, değişik frekanslarda olsalar bile
birbirlerinin içinde var olduğu; X ışınlarını, gama ışınlarını, radyo dalgalarını veya elektrik akımını nasıl
göremiyorsak onları da göremediğimiz fikri çok defa öne
sürülmüştür. İddia edebiliriz ki, bu yukarıda belirttiğimiz enerjiler vardır çünki
onların varlığını meydana çıkardık ve hem onları ölçebiliyor, hem de kendi amaçlarımız yönünde kullanabiliyoruz. Bu iddiaya
benim cevabım şu olacaktır: birkaç yüzyıl önce böyle bir fenomen "okült",
"sihir",
"büyü" olarak nitelendiriliyordu; bunun böyle olmadığını gözlüyor olmamızın tek sebebi şu anda teknolojiye sahip olmamızdır.
Aynı şey paralel
evrenler için de geçerlidir ve şu anda en ileri araçlar tarafından bile kavranamayan benzeri radyo dalgalarının, belki bir gün şu anda bildiğimiz
bilimsel kanunlardan daha farklılarına
uyduklarını keşfedebiliriz. Bu grubun içine bizim esrarengiz arkadaşımız Zaman da girer; öyle inanıyorum
ki bu, yani
zaman, hem kavranabilen hem de kavranamayan bütün enerji alanları
arasındaki birleştirici zincirdir.
DÜZEN KAOSA KARŞI
Fiziğin kabul edilmiş
kanunlarına göre, bizim kavradığımız kozmos, yerleşmiş kurallar serisine uyar. Başka bir deyişle, "organize olmuş"
biçimde nitelenebilir;
bunun sebebi, düzenliden kaosa doğru veya Büyük Patlamadan Büyük Çatırtıya doğru, eğri benzeri bir yoldan geçerek hareket eder görünmesidir. Halbuki bütün evrenlerin bu düzenlilik şekline uyduğu söylenemez.
Bazılarında düzensizlik sürekli olarak hüküm sürer. Bazılarında ise düzensiz bir başlangıçtan sonra düzene doğru bir gelişme olur. Paul Davies'in kabul ettiğine göre
böyle dünyalardaki zaman, "kendi dünyamıza göre geriye doğru" gidecektir. Eğer üstlerinde gözlemciler ikamet etmekte iseler, (Davies'e göre) bu gözlemcilerin beyinleri de geriye doğru gidiş
operasyonuna tâbi olacak ve evreni algılayışları bizimkinden biraz değişik
olacaktır. Ve
evrenin süregelen devirlerini (kozmik bir frekans soluk alırken, diğeri aynı anda soluk vermektedir) resimleyen Collard grafikleri
(sayfa 50-53) bunu ima eder.
Davies'in önerdiğine göre bizim varoluşumuz,
çevremizdeki dünya içindeki zamandaki asimetri ve ilk kozmik düzen
arasındaki bağlantı; süperuzay kavramı içinde düşünülmelidir. Ve şunları ekliyor:
Siiperuzaym kuantum gelişmesi denklemleri incelendiğinde, bu denklemlerin geriye doğru gidebilir oldukları
gözlenir - geçmiş ile geleceği birbirlerinden ayırmazlar.
Süperuzayda geç-
miş ve gelecek ayrımı yoktur. Bazı
dünyalarda güçlü bir geçmiş- gelecek özelliği vardır ve bunlar hayatı hassas bir şekilde
desteklemektedir. Bazılarında ise gelecek-geçmiş, geriye doğru gidiş
vardır ve büyük ihtimalle bunlar da meskûndurlar.
Çok büyük bir çoğunluğu ise böyle belirgin geçmiş ve gelecek ayrımına sahip değillerdir; bu yüzden hayat için uygun olmayıp,
farkına bile varılmazlar. Everett teorisinde bütün bu diğer
dünyalar (geriye doğru giden zamana sahip olanlar da dahil), gerçekten
bizimle birlikte var olurlar. Daha geleneksel teoriye göre bunlar, büyük bir şans eseri var olamamış olan olası
dünyalardır; buna rağmen uzak gelecekte veya evrenin diğer
kısmında var olabilirler. Belki de bizim minik, aşırı derecede düzenli
dünyamız, baskın şekilde kaotik olan kozmosta sadece noktasal bir ılımlılık kabarcığıdır.
Yalnız bizim tarafımızdan görülmesinin sebebi de, varoluşumuzun
buradaki yumuşak huylu şartlara
bağlı bulun- masındandır. (*)
Zaman kavramımıza göre, bazılarının gelecekte bulunduğu
değişik zaman "bölgelerinde"
var olan değişik
dünyalar var mıdır ve bunu hesaplamak zor mudur? Hayır,
değildir. "Zaman
dışında" rüya gördüğümüz konusundaki inancı, birçok psikolog ile birlikte paylaşırım. Bu paralel dünyalarda, "özümüzün"
bölümleri belki de,
onlara göre son derece fiziksel ve gerçek olan koşullan
tecrübe etmektedirler. Dış Zamanda, bütün zamanın bir olduğu bir nokta yar olduğundan, bizi, dünyevî
gerçeklik olarak kavradığımız
şeye getiren şey yalnızca İç
Zamanın "düzenlili- ği"dir. Aynı şekilde bizim zaman çerçevemize
göre, henüz yaratılmamış olan gelecekteki dünyalardaki zeki varlıklar bizlerden (teknolojik ve zihinsel
başarı açısından) pekâlâ üstündürler. Bunun sonucu olarak da
"geriye doğru" bizim dünyalarımıza ilgili ve büyüleyici bir şekilde
bakmaktadırlar. Gelecekten telepati mi? Neden olmasın? Geçmiş asırlar
(') P.Davies, Other
Worlds, s. 198-9.
boyunca görüşlerimizi, bilimi ve teknolojiyi devrime uğratmış olan fikirler nereden geliyor
acaba? Rüyaların incelenmesi, bilim adamlarının ne kadarının
buluşlarını rüyalarında "gördüğünü" veya geçmiş veya geleceğimizde
bulunan ve zeki hayatın bu gelişmeleri zaten etkiledikleri paralel bir evreni ziyaret ettiklerini, bunları
gözlemlediklerini ve uyandıklarında, bekleyen dünyaya yeni bir bilgi hediyesi sunduklarım bizlere gösterecektir.
İleride bundan daha fazla bahsedeceğiz.
BİR "PARÇALI BULMACA" TEORİSİ Mİ?
Dünya gibi bir gezegenin veya içinde yer aldığı güneş sisteminin evrimsel dairesi, büyük bir parçalı bulmaca şeklinde görülebilir. Bu bulmacanın,
bütün zamanın bir olduğu süperuzay içindeki bir noktada yaratılmış olan orijinal görüntüsü; daha yoğun veya daha düşük bir frekansla etkileşme sonucu parçalanmıştır.
Bundan dolayı, Hawking ve arkadaşları
Büyük Patlama ile
ilgili olduğunu ileri sürdükleri "zamanın" başlangıcında, bütün
parçalar, kaotik
bir yığın hâlinde toplanmıştır. Bundan sonra, Zamanın hareket eden Eli, görüntü tamam oluncaya kadar, yavaş ve dikkatlice bunları toplar ve düzen, tekrar hüküm sürmeye
başlar; ta ki düzeni teşkil eden, yapılandırılan
malzemelerin, zamanın baskısı
yoluyla
"zaman yorgunluğunu" (yoksa entropiyi mi?) tecrübe etmeye başlamalarına kadar. Başka bir deyimle, bu malzemeler yıpranırlar ve spiral hâlinde aşağı
doğru kaos başlar. Ama görüntünün
tamamlandığı ara esnasında, bu resim, düzen periyodu esnasında var olan birçok hayat biçimlerinin zihinlerine kopyalanacak ya da programlanacaktır.
Zihin, şuur veya "öz" kendisi bir ku- antum faktörü
olduğundan ("Zamanın Metafiziği" adlı bölüme bakınız); yeni dünyalar içinde
doğmuş olup eski
dünyalardan gelen bütün zeki varlıklar,
geçmişlerinin kolektif şuuraltı rüyaları aracılığıyla bilgilerini yavaş yavaş ortaya çıkaracaklardır.
Amaç da gelecek
devrin doğumuna, büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunmak olacaktır. Parçalar tekrar toplanacak fakat bu defa
resim biraz değişik olacaktır. Sebebi de, bunu daha önce görenlerin
gerçeği tecrübe ediş biçimlerine göre, görüntünün renklenmiş olmasıdır. Hepimiz biliyoruz ki eğer on kişi bir resme bakarsa her biri onu değişik görür ve mesajını
değişik bir biçimde yorumlar.
SÜPERUZAY
"Süperuzay" terimi, içlerinde üçten
fazla boyut bulunan durumları tasavvur eden hayalî matematiksel yapıları
tanımlamak için kullanılmıştır. Bu kavram, rölativite ile kuantum fiziği arasında
bağlayıcı bir nokta
bulma girişiminde bulunan fizikçiler tarafından yaratılmıştır.
Süper- uzay, aynen sıradan uzay gibi noktalar içerir ancak aradaki fark, süperuzaydaki her noktanın bütün evren içindeki her objenin bulunduğu yeri işaretlemesidir.
Başka bir deyimle, süperuzaydaki her nokta, bütün ve farklı bir evrenin küçük ölçekli modelidir.
Hikâye ve masalların
yeraltı dünyası gibi, kuantum fiziğinin dünyası da kaos dünyasıdır.
Sürekli atomaltı trans- mutasyonları, bütün sürece şans-benzeri bir özellik veren rastlantısal
değişiklikler doğurur. Bu acayip, karanlık ve kestirilemeyen bölgede disiplinsiz madde parçacıkları kao- ük işlerini, belki de, kozmik dünyadaki rollerinin önemli
tabiatından habersiz
olarak yerine getirirler.
Bu senaryonun oynandığı yerin arkasında elbette, sü- peruzay bulunur. Aynı şekilde
uzay-zamanın kendisinin dinamik vasıflara sahip olduğu bilinir ve bu vasıflar onun
eğilmesine, dönmesine veya Kaos Bilimi tarafından ona atfedilen belirsizlik ile hareket etmesine
sebep olur. Uzay ve zaman içindeki değişiklikler, bundan dolayı,
dünyanın üzerinde veya etrafında ya da evrenin içinde meydana gelebilir. Başka bir deyişle, bilimin bir zamanlar inandırdığı gibi önceden kestirebilme faktörü
zannedildiği kadar sert ve süratli değildir.
Televizyonda birkaç yıl önce gösterilmiş olan bir bilimsel programı hatırladım. İzleyicilere ilk önce bölünme
sürecinin ilk safhalarında bulunan, kaotik durumdaki hayat hücrelerinin yakın bir görüntüsü
gösterildi. Bundan
sonra kamera geriye çekilerek, daha uzak, daha kapsamlı bir bütün görüntü
gösterildi. Bunun
sonucunda, ilk bakışta gelişigüzel ve karışık olan şey, büyük bir güzelliğin
simetrisine dönüştü.
Bu küçük ve belki de önemsiz
gerçekten; kuantum dünyalarının
düzensizlik ve
kestirilememe durumunun en sonunda eski Newtoncu kanunlara sıkı bir şekilde uyduğu
görünen o çok daha katı durumların
düzenine yol açtığı sonucu çıkarılabilir mi? Yıllarca bilimin temelini oluşturan
güvenli katılık sadece evrim dalgalarındaki bir faz mıdır ve farz olunan bu katılığın
güvenliği en
sonunda entropiye yol açıp, başka bir şekil veya enerji boyutu yönündeki nihaî
bir değişim
hazırlığı içinde, kendi yapılarını çözüp dağıtacak mıdır? Kaos Bilimine göre kaos, eninde sonunda kendi
kendini organize eder; öyleyse neden sürekli bir daire şeklinde bunun tersi olmasın? Bütün bu değişikliklerde
belirleyici faktör nedir? Zaman. Enerji olarak bakıldığında, zaman belki de lineerden ziyade
spiral şeklinde ve spirali boyunca bizim kendi aşamalarımız ve bütün diğer
evrenlerin aşamalarının
ilerlediği sonsuz
uzunlukta bir dalga gibi görülebilir mi?
Süperuzay konusunda görüş belirten Paul Davies dik-
katimizi, evrenin ana güçlerinden biri olan çekim gücünün "dalga" prensibine bağlı olarak çalıştığı; bu çekim dalgalarının,
bir titreşim
kaynağından yayılan, zamanın dalgalanmaları olarak gözlendiği
olasılığına çekiyor. (*) Gerçekten de Guardian gazetesindeki (12 Ekim 1990) bir rapora göre, bir Alman-İngiliz ekibi, kütle çekimsel dalgalan ilk bulanlar olmak için rekabet ediyorlar. Artık elektromanyetik tayfın çoğa astronomiye açık
olduğundan, görünüşe göre, kütle çekimsel radyasyondan istifade konusunda bir yarışma var. Glasgow Üniversitesinden
Prof. Jim Hough
ve Münih yakınındaki Garching kasabasında bulunan Max Planck Kuantum Optik Enstitüsünden Dr. Karsten Danz- mann, dünyanın ilk kütle çekimsel dalga gözlem evinin yapılmasını
amaçlayan girişimin iki ortağıdır. Einstein'm rölâtivite teorisinin, dalgalarm kütleler hızlandığında ortaya çıkacağını tahmin etmesine karşın, bunlar görünürde öyle
zayıftırlar ki yalnızca kozmik anlamda sarsıntı yaratan olaylardan saptanabilirler. Daha
önce dalgalarla
ilgili olarak vurguladıklarımın ışığında bu, ilgi çekicidir.
Dalganın evrensel
bir sabit olma ihtimali, ciddî bir araştırma konusudur.
Bilinen rölâtivite ve kuantum fiziği ikilemi, düzen/ka- os bağlamından
bakıldığında, uzak zamanlarda bilimsel buluş yolunu izleyenler, iş metafizik meselelere geldiğinde çok daha açık görüşlü olma eğilimi
göstermelerine karşın evrenin eski öğrencileri için bir problem arz etmiyordu. Hem zaten, Newton'un
kendisi ateşli bir astroloji taraftarıydı ve bunu şüpheyle karşılayan Halley'e, yani kuyruklu yıldızıyla ünlü
olan bilim adamına bu konudaki yorumu şöyledir: " Bayım, bu konuyu ben araştırdım, oysa siz araştırmadınız!"
Bu ibare, Newton
bunu 1680'de ilk defa söylediğinden beri konuyu savunmak için hep ileri sürülmüştür.
(*) a. g. e., s. 93.
OUROBOROS TEORİSİ
Evrenin evrimiyle ilgilenen başka görüşler de vardır; bunlar metafiziğe
komşudurlar ve dolayısıyla tutucu bilim tarafından kabul görmemişlerdir;
örneğin ouroboros
teorisi ve bunun çok yakından bağlı olduğu spiral kavramı. Bunlardan ilki evrensel evrim
siklusunu; doğumu hemen takip eden kaosu temsil eden "yılanın başı" pozisyonundan başlar
şeklinde, yani alt
istikrar eğrisi boyunca ilerleyen ve tekrar kaotik şekle dönen biçimde algılar. Bu noktaya ulaşınca, ilk daireyi olduğu gibi tekrar etmek yerine, yeni,
bir daireye (yoksa spirale mi?) başlamazdan önce frekansını, az da olsa değiştirir. Bu yolla hiçbir tecrübe
lüçbir zaman
tekrarlanmaz veya aynı şekilde tekrar oynanmaz. Bu ve paralel evren teorisi arasındaki tek farkın,
çizgisel olmayan
zaman faktörleri veya İç ve Dış Zaman olduğu görünüyor.
Burada psikoloji dünyasından gelen ilgi çekici bir netice var. İspanyol psikolog ve filozof J.E. Cirlot,
ouroboros konusunda şunlan söylüyor:
Bu sembol aslen Gnostikler arasında
görülür ve kendi kuyruğunu ısıran ejderha veya yılan
şeklinde çizilmiştir. En geniş anlamda, zamanı ve hayatın
devamım sembolize eder. Bazen 'Hen to pan’ başlığını taşır; yani, M.Ö. 2. asırda Codex Marcia- nus'ta olduğu gibi 'Bir, Hepsi'. Ayrıca yılan
tarafından temsil edilen yeraltı dünyası prensibi ile kuş
tarafından belirtilen semavî prensip arasındaki birlik şeklinde
açıklanmıştır (bu sentez ayrıca ejderha için de geçerli olabilir). Rııland bunun, Merkür
sembolünün bir türü olduğunu ispat ettiğini ileri sürer. Ouroboros'un bazı versiyonlarında
vücut yarı aydınlık yarı karanlıktır ve bu yolla (Çinlilerin Yang-Yin sembolünde tasvir olunduğu
üzere) birbirine karşıt prensiplerin, ardışık
karşılıklı dengelenişi zikrolunmııştur. Evola bunun vücudun sona ermesini veya 'bütün
şeylerin içinden geçen' (Gnostik tabire göre)
evrensel yılanı temsil ettiğini öne
sürer. Zehir, engerek yılanı ve evrensel eritici; bütün
şeylerin içinde hareket eden ve onları ortak bir bağla
bağlayan değiştirilmemiş, değişmeyen kanunun sembolleridir. Ouroboros'un kendi kuyruğunu
ısırması, kendi kendini döllemesinin veya kendi kendine yeterli olan,
Nietzs- che'nin deyimiyle sürekli olarak bir daire şeklinde kendi başlangıcına
dönen ilk Tabiat görüşünün sembolüdür. ([6])
Ouroboros, modem kimyanın öncüsünün -simyanın- ana sembollerinden biri olduğundan; teorilerini gerçekleştirmek için teknolojiden yoksun olsalar bile
eski zamanın bilgilerinin prensip olarak, evrenin yapısı ve hareketi konusunda bazı fikirlere sahip olduklarını farz edebiliriz. Eski zamanlarda prensiplerin çok sık olarak efsanevî
kişilikler tarafından temsil edildiğini
hatırlamalıyız. Bu kişiliklere belirli özellikler atfedilmiştir ve böylece okuma yazma bilmeyenlerin kolayca
anlaması ve bilgili kişilere ise yeterli bir referans teşkil etmesi sağlanır. Hermes, Merkür, Tot, Sin, Aion gibi bütün zaman tanrıları
kaçınılmaz olarak hızlı hareket eden ve ikili görünüşlüdürler.
Hepsi yeraltı diyarını
idare ediyorlardı (kaotik atomaltı transmutasyonlarm dünyasını) ve aynı zamanda bir gökyüzünden
diğerine ve
bir galaksiden diğerine yolculuk edebiliyorlardı.
Bu kulağınıza
tanıdık geliyor
mu?
UZAY-ZAMANLAR
"Uzay-zaman" terimi modern araştırmalarda ve kozmoloji konusundaki tezlerde çok sık olarak kullanılır. Örneğin,
uzay-zaman arenası, eğik uzay-zaman, düz uzay- zaman ve kuantum uzay-zaman
vardır.
"Uzay-zaman arenası" deyimi, evrendeki geniş hacimli bütün uzaya ve halihazırda bilinen ve anlaşılan bütün zamana değinir. Uzay-zamandaki her bir nokta,
uzaysal koordinatları ve geçici koordinatı tarafından işaretlenmiş
olan bir olay
olarak kaydolunmaktadır. Uzay-zaman arenasını kavrayışımız sürekli olarak arttığından, bu öyle bir arena olacaktır ki, zaman içinde teknoloji ilerledikçe, er geç keşfedilip
haritaları çıkarılacak diğer çok daha süptil evrenleri de içine
alacaktır.
Eğik uzay-zamanı, belirli şekilde
eğrilmiş bulunan, bütün uzay ve zamanın birlikte dört boyutlu bir yüzey
oluşturduğu kavramına dayanır. Amerikalı teorik fizikçi Fred Alan Wolf, bu eğriyi
açıklamak için aşağıdaki örneği veriyor:
Global bir küre hayal edin. Boylam çizgileri
zamanı, enlem çizgileri uzayı temsil ediyor olsun. Boylam
boyunca hareket eden bir kişi, kutuplardan geçer. Kuzey kutbundan sonra kuzeye doğru yolculuk, kişiyi
güneye doğru getirir. Kuzeye doğru yolculuk zaman içinde ileri doğru
gidiştir; oysa güneye doğru gidiş, bir kimseyi, zaman içinde geriye doğru getirir. ([7])
"Düz uzay-zamana" göre bütün uzay ve zaman birlikte dört boyutlu bir düz yüzey
oluşturur. Wolf'un önceki örneğini
bu kavrama
uygularsak, bunu, bir parça kâğıt
üzerine çizilmiş yatay ve dikey çizgiler olarak görürüz. Yatay çizgiler uzayı, dikey çizgiler zamanı
temsil eder. Bütün bu önerilerde,
zamanın önemli ve inkâr edilemez rol oynadığım gözleyebiliriz.
Kuantum uzay-zamanın ise, hesap edilemeyen büyüklükteki evrenden, küçüklüğü sebebiyle çok uzaklardaki bir dünyayı
içerdiği görülmektedir. Buna rağmen, küçük parçacıkların kuantum dünyasının
varsayılan kaosu içinde hareketlenen enerjiler, yansımalarını kozmosun bütün
aşamalarında gösterirler. Eğer uzay-zamanlann bütün görüntüsüne bakarsak anlarız ki hiç de yeknesak ve niteliksiz değillerdir; tam aksine karmaşık ve sürekli hareketin sürekli değişen
lâbirentidir.
Davies'in ileri sürdüğüne göre zaman geçmez; geçmiş,
şimdi ve gelecek diye
bir şey de yoktur. Harekete etki eden, biz ve kozmos içindeki diğer hayat formlarıdır;
keşfedilmemiş en küçüğünden görebildiğimiz en büyük parçacığa
ve hatta daha da
büyüklerine. Zaman enerjisini kullanan ve bu bizim evrenin ve daha az
kavranabilen dünyaların saat gibi işlemesine sebep olan, bana göre, işte bu harekettir. Peki ya zamansızlık veya Dış Zaman? Zamansızlık
bütün zamanın içinde vardır ve Dış Zaman kavramı içinde kucaklanır. Dış Zaman, bizim Dünyada aşina
olduğumuz zaman yapısının bir parçasını
oluşturmayan zaman bölgeleri için son derece uygun bir referans deyimidir.
Ben yatılı okulda okuyan küçük bir çocuk iken, bizlere Tanrfnm her yerde olduğu ve dolayısıyla nerede bulunsak veya ne yapsak
her zaman bizi seyrettiği söylenirdi. Bunun, bende özellikle normal günlük bedensel gereksinimleri yerine getirirken dehşete sebep olduğunu
hatırlatmalıyım. En sonunda konuyu, bu Yüce Varlık gerçekten beni yarattıysa, benim anatomimi ve psikolojimi biçimlemekte de söz sahibiydi ve bundan dolap her şeyin plâna
göre ça-
lışmasmı beklemeliydi diye akıl yürüterek
çözmüştüm. Daha
ileride şunun farkına vardım ki, bana açıkladıkları şey -hoş, bu gerçekten, kendilerinin haberdar oldukları konusunda şüpheliyim ama- bizim dünyamızla
değişik frekanslarda eşzamanlı biçimde var olan başka dünyaların varlığı ve bunun fiziksel duyular tarafından
algılanamıyor olması idi. Bunları uzlaştırmaya yetecek derecede hassas her zekâ, hem benim özel
alışkanlıklarımı hem de yaşayan her varlığın alışkanlıklarım gözlemleyebilecektir.
Tanrı'nın haberi olmadan bir serçenin bile döşemeyeceği konusunda İncil'de bir bölüm olduğunu
hatırlıyorum. Benim dilimde bunun anlamı; en küçük
parçacığın en hızlı hareketi ve iletişiminin,
Dış Zamanda kaydedilmiş
olduğudur; bu kayıt, diğer her hareket ve düşünce ile eşzamanlı olarak, zamanın, bu gelişme
aşamasındaki beyinlerimizde kavranabilen veya hesaplanabilen her noktasında ve ilerisinde oluşur. Bizim, şimdi diye adlandırdığımız
bu zaman mıntıkasındaki tecrit oluşumuz, sadece bizlerin Dış Zaman görüntüsünü
belirsizleştirir. Bu belki de birçok insanın iyiliği içindir. Dış Zaman şuuru, eğer beyin onu idare edecek şekilde program- lanmamışsa beyni paramparça edebilir - ta ki bir sonraki
kuantum sıçrayışına kadar.
ZAMAN ve IŞIK
Bilim adamlarının, ışığın süratini hiçbir
şeyin aşamayacağı ortak inancını paylaşmaları o kadar da uzun zaman öncesine
dayanmamaktadır. Fizikçiler de eğer roket, ışığın süratine ulaşırsa neler olabileceğine dair spekülâsyonlar yaparken en iyi günlerini
yaşıyorlardı; roketin ön kısmı arka kısmından saliselerce önce o noktaya ulaşırsa bu, gözlemciye acaba nasıl
görünecekti? Oysa bugün, bu bile tartışmalı. Bugün bilim adamları değişik enerji durumların-
daki tekil atomların hareketlerini, atomların nasıl
bir durumdan diğerine "zıpladıklarını" ve parçacığın
görünmeyen
ihtimaller dünyasının nasıl olup da bizim kendi gerçekliğimizin
daha somut dünyasında kolayca anlaşılabilecek formlarda ifade edildiğini
büyük bir kesinlikle araştı- rabilirler. Elektronik ve
astrofizik, öyle görünüyor ki, sıfır işaret zamanlarından istifade edildiği ve geniş mesafeler boyunca o gizemli anında
haberleşme olasılığının benimsendiği yeni bir çağa doğru süratle hareket etmektedir. Biyokimyan Dr. Rupert Sheldrake bu inancı, kendi morfik rezonans teorisinde tekrarlamış ve bu teoride parçacıkların birbirleriyle, büyük mesafeler boyunca anmda haberleşebileceklerini ileri sürmüştür.
Bir kişi, insanın ve diğer zihinlerin veya zekâların bunu asırlardan beridir yaptığını
düşünürse, benzer sonuçları
üreten bir teknoloji ihtimalinin
bu kadar çok heyecan yaratması biraz acayip gibi görünüyor. Belki de bu, parapsi- koloji ve
metafizik dünyasını yıllarca işgal etmiş olan bu eski "olasılık"
öcüsünü ortadan kaldıracak olan, şu eşeğin önüne
asılan havuç yerine geçecek şeydir. Bunu zaman söyleyecek. Ancak, minik kuantum sıçramasının
gözlenmesi beni
ilgilendiriyor. Bu minicik desenlerin daha büyük nesnelerin dalga frekanslarında tekrar eder oluşlan (mak- rokozmos/mikrozmos
prensibi) varsayımı üzerinde çalışmak; özellikle ekologlara ve iklimbilimcilerin,
bir yandan gezegenimizdeki hava modellerini, diğer yandan Gaia'nın
çocuklarının hayat devirlerini değiştirebilecek ve olması yakın evrimsel mutasyonlan çarpıcı bir şekilde
etkileyebilecek, gelecekteki kuantum sıçrayışları ihtimaline ulaşmalarına
yardım edebilir. İnsan şunları
düşünmeden edemiyor; Gözlenebilen evreni Büyük Patlama safhası boyunca nakleden şey bir tür kuantum sıçraması mıydı
ve er geç evreni, bir sonraki safhada ne
olacak ise -ama olacak, buna
kaniyim, olacak!- o olması için
Büyük Çatırtı'dan geçmesini (entropi veya antimadde vasıtasıyla mı?) hızlandıracak mıdır?
KUANTUM SIÇRAYIŞLARI
Tutucu bilim, kuantum sıçrayışlarını veya atlayışlarını,
atomik veya moleküler sistemdeki belirli bir enerji aşamasından
diğerine geçiş olarak tarif eder. Bu süreç, iki seviye arasındaki farka eşit enerjiye sahip olan radyasyonun
emilmesi veya dışarı atılmasıyla normal olarak oluşur. Bu deyim ayrıca büyük bir hamleyi veya anî bir ilerlemeyi anlatmak için de kullanılır. Benim ve bazı araştırmacı
ve filozofların
gördüğü üzere, kuantum sıçrayışı, küçük parçacıkların birbirlerini etkilemelerinden
tutun şuurun evrimine kadar hayatın ve deneyimin her alanında meydana gelebilir. Bunların yeryüzüne olan etkisi, eski "katı durum" teorisini
kendilerinden emin bir şekilde savunan bilim adamları
tarafından uzak geçmişte
sıklıkla inkâr edilmiştir; neyse ki, kuantum fiziği ile Kaos Biliminin kombinasyonu,
bu eski hayaleti defetme süreci içindedir. Evrenin kendisi acaba zaman zaman
kuantum sıçramaları gerçekleştirir mi? Fizikçiler kesin olarak evet diyemiyorlar.
Oysa Kopenhag Yorumu, bunun olası olduğunu önerir gibi görünüyor; bunu da kuantumdaki parçacıkların hareketine bağlı olarak ve olasılık
faktörüyle mümkün görüyor.
Kuantum sıçrayışları, zaman enerjisinin akışındaki
hızlanmış noktaları temsil ediyor gibi görülebilir. Bir ana yolda orta boyda bir
araba içinde, sabit olarak saatte 100 km süratle gittiğinizi hayal edin. Yolculuk bu ana kadar
çok iyi gitmiş olsun, etrafta çok az bir trafik var, şoförünüz
dürüst ve tamamen güvenilir; ve kendinizi sahte bir güvenlik hissi içinde
sakinleşmiş olarak
buluyorsunuz. Anîden, damdan
düşer gibi karşı yönde seyreden büyük bir araç kontrolden çıkıyor ve ortadaki koruma çizgisini
geçiyor. Şoförünüz kurtulmak için çabuk bir şekilde eyleme geçiyor, aracı kendi etrafında doğru açılarda döndürüyor, gelen araçtan kaçmak için arabayı hızlandırıyor; bu süreç esnasında
rezerv çizgisini
geçiyor ve sonuçta aracı daha önceki sabit çizgi ve süratine getirmeyi başarıyor, ancak şimdi ters yönde ilerliyorsunuz! Bazen ise bizim hayali şoför, yolun ortasında
anîden oluşan bu engelden kaçınamıyor ve felâket meydana geliyor. Öyle görünüyor ki eğer bir kimse, şuur akışı dışında
normal olarak
var olan dünyalarla özel, telepatik haberleşme şekline sahip değilse, habersiz yakalanabilir; tıpkı dinozorlar ve daha sonra Sibirya mamutları gibi. Böyle örnekler,
mit ve
efsanelere serpiştirilmiş durumdadır; ancak biz artık bunların daha önce
inandığımız gibi
hepsinin de peri hikâyeleri olmadığı korkutucu gerçeğiyle yüz
yüze gelmekteyiz;
bunlar, kuantum sıçrayışı realiteleriydi ve bunların tekrar meydana gelme olasılığı, hem de hayatlarımız
sırasında, yakm geleceğimizi tehdit eder biçimde durmaktadır.
Zamanın
tek bir gerçeği var, o da bu anın gerçeği. Başka bir deyimle zaman bu ana
yerleşmiş bir gerçek ve iki dünya arasında asılı durumda.
GASTON BACHELARD
Bir dizi paralel evrenin bizimki
ile birlikte yan yana var olduğu olasılığı konusunda, hem teorik fizikçiler hem
de bilim kurgu yazarları tarafından birçok teoriler ortaya atılmıştır. Bu
varoluş; birbirlerini kavramayı imkânsızlaştıracak şekilde değişik boyutlarda
veya değişik frekanslarda olabilir. Bütün zaman işlemlerinin geriye döndüğü
dünyaların bulunabileceği spekülasyon konusu yapılmıştır; bunun sonucunda
hayat bizlerin ölüm noktası olarak gördüğümüz yerde başlayacak ve geriye ana
rahmine doğru gidecektir; olaylar aynen geriye doğru giden filmlerdeki gibi
görünecek, su çeşmeye geri döner şekilde, yıkılmış olan binanın kendini yeniden
kurması şeklinde vs. Bu bizim anlayışımıza göre çok acayip görünüyor ve insan,
Ed- dington'un meşhur okunun gerilmiş kirişi arkasında daha güvende hissediyor
kendisini.
ENERJİLENMİŞ ZAMAN DEVRELERİ Mİ?
Paralel evren, ileriye doğru
hareket eden zaman prosedürünün geriye doğru gidişini neden illâ içermesi
gere-
kir? Cevap şu: Gerekmez ama geriye doğru giden zaman, eğer varsa, maddeyi bizim bildiğimiz
şekilde içermeyen ama er geç zamanın gizli boyutlarından biri olarak tanınacak seyyal bir boyut içinde fonksiyon göstermektedir.
Benim burada önerdiğim, her ne kadar onların varlığı
konusunda spekülasyon yapsak da henüz aşina
olmadığımız zaman frekanslarının
olduğudur; onların yerlerini nihayet bulduğumuzda göreceğiz ki bunlar, bizim fizik dünyası diye kabul ettiğimiz dünya
dışında söz konuşudurlar. Hayır, belirsiz bir metafizik kavrama değinmiyorum, aksine, halihazır teknolojimizin kaydedemediklerini
de kapsayan bütün boyutlara giren, halen keşfedilmemiş ve meçhul bir enerji alanını kastediyorum. Bu alan,
terminalleri geçmiş ve geleceğe bağlı bulunan bir süper bilgisayarın karmaşık devrelerine benzeyen bir çeşit çok yönlü
şebekedir. Kendisi bir enerji kaynağı olduğundan, bir kez saptandığmda ve anlaşıldığında,
kendisiyle iletişime girenlerin, istedikleri anda,
zaman ve evren içinde hareket etmelerine olanak tanır.
Bunu, çıkışları belirli aralıklarda mevcut olan ve her biri değişik yöne giden bir otoban bağlantısı olarak görebiliriz -evrenimizde ileri veya geriye doğru; başka bir paralel fiziksel dünyada yanlara doğru veya "Uzay Yolu" veya
"Dr. Who" tarzı, kavranamayacak bir boyuta doğru . Bundan dolayı gelecek zaman yolcuları, bu yol işaretlerini ustalıkla
okuyan kişiler
olmalılar; aksi hâlde kendilerini yanlış yönde bulabilirler veya son çıkıŞa doğru
süratlerini iki katma
çıkarmak zorunda kalabilirler -bunların hepsi de çok zaman tüketicidir! Bu çıkış
noktaları, kuantum şartlarındaki enerjilerinin özel tabiatına
bağlı olarak, zaman eğimleriyle veya zaman kaymalarıyla
eşitlenebilir. Diğer bir benzetme, değişik indirme noktaları veya "kozmik duraklarıyla"
demiryolu şebekesi olabilir, ancak trenleri bu-
lunmayan bir hat çünki yolculuk eden kişi, kendi aracını kendi temin ediyor olacaktır. Bu sadece, enerji taşıyan demiryolu hattı veya yukarıdaki güç
hattı ile irtibata geçme meselesidir; aynen elektrikle
hareket eden trenin elektrik gücüyle bağlantısını sağlaması gibi; sonra gidivereceksiniz.
Bilim kurgu mu? Buna inanmıyor musunuz? O orada. Gelecekteki bilimimizde önemli bir rol oynamaya yönelmiş durumda.
Paralel Evrenle temas ilk kez 1950 ve 1960'larda fizikçiler
tarafından desteklendi;
kuantum fiziği ve genel rölâ- tivitenin garip bulgularından somut bir anlam ortaya çıkarma yönünde bir devrim olarak görüldü. Oysa böyle vizyonlar, gerçeğin tekrar gözden
geçirilmesi kavramını gerektirir; bilimin karşılaştığı paradokslar, uzay araştırmalarımız
açısından kesin olduğu ortaya konan Newton ve Einstein fiziğinden radikal biçimde
uzaklaşmayı gerektirmeyecek kadar, belirsiz ve zayıf tanımlanmıştır.
Kısacası, Paralel Evren teorisi sonsuz sayıda evrenlerin varlığını ileri sürer; bunlardan birçoğu aşina
olduğumuz evrenle,
benzerlik taşır ve içlerinde bizim dünyamıza paralel olan madde vardır ve bunların
içlerinde belki de
bir doppelganger (yaşayan bir insanın
ektoplâzmik dublesi)
veya hayaletimsi karşılığımız vardır. Ancak ikiz ruh kavramı, hiç de yeni değildir,
yıllarca değişik ezoterik öğretilerde ortaya çıkmıştır. Amerikalı teorik fizikçi Fred Alan Wolf bizleri bu konuda
temin ediyor:
Paralel evrende yalnızca
diğer insanlar var olmakla kalmamalıdır; aynı zamanda belki de bu insanlar,
bizlerin kopyası olabilir ve yalnızca
kuantıım fiziği kavramları kullanarak anlaşılabilecek mekanizmalar aracılığıyla
bizlere bağlıdırlar. ([8])
Wolf, ayrıca paralel evrenlerin varoluşunu,
tanıdık evren hakkındaki yeni fikirlerin birleşmesine
doğru yol açan
biçimde görüyor: kuantum fiziği,
rölativite, kozmoloji,
yeni bir
zaman kavramı ve. psikoloji. Öyle bir gelecek öngörüyor ki; Dış Zaman içinde çalışan,
uygun bir şekilde programlanmış
ve hayli karışık bilgisayarlar, günlük
yaşantılarımızdaki kararlan almaya yardım edecekler ve bunun dayanağı da gelecekte ortaya çıkacak ve paralel varoluşlardan alınacak derslerden elde edilen bilgiler
olacak. Ancak Wolf, dikkatli bir şekilde şunu da ekliyor:
Paralel evren deneyleri lâboratuvarı,
Jules Yeme tarzı bir zaman makinesinde değil de iki kulağımız
arasında var olabilir. *
Eğer rölativitenin paralel evrenleri, kuantum
teorisinde- kiyle aynıysa, paralel evrenlerin bizlere çok yakın olma ihtimali vardır; bu yakınlık belki yalnızca atomik boyutlara, belki de uzayın
yüksek boyutlarına, yani fizikçilerin süperuzay diye adlandırdıkları
şeye kadar uzanmaktadır.
Modern nörobilimi,
değişmiş farkındalık durumları, şizofreni ve berrak rüya görme
konusunda yaptığı
araştırmalarla, belki de paralel dünyaların bizimkine yakınlığını göstermektedir.{*)
Dr. Wo I lfun bu son beyamyla tamamen aynı fikirdeyim ve öyle ümit ediyorum ki ileri bölümlerde, alternatif dünyalardaki
tecrübelerimizin bizleri tamamlayarak, şu andaki gerçeğimizi
oluşturan inişli çıkışlı gidişimiz aracılığıyla bize nasıl yardım
ettiği konusunda
sizlere kanıt bulacağım. Zihin, gerçekten de, uzaylararası
bilgisayarın işaretçisidir ve insanoğlu, zihnin, makinenin veya Dr. Wolfun hayal ettiğinin daha fazlasını
yapacağının farkına vardığında, en sonunda onun yerine geçecektir.
Şunu önerebilir miyim acaba; belki de bizim bilgili arkadaşımız böyle bir paralel evrende geleceğin hafif görüntüsünü daha şimdiden tecrübe etti ve bu imajı, rasyonalize etmek için sağ beyin aracılığıyla sol yansına doğru
aktarmayı başardı. Aynı şekilde, kişinin hiç ücret ödemeksizin geçip, henüz
haritası
çıkarılmamış evreni araştırabileceği,
zamanın enerji devreleri şebekesinin bilgisini hatırlayabilirim
(yoksa geleceği
hatırlama mı?).
UFO fenomeni araştırmaları çok iyi bilinen Fransız bilim adamı Dr. Jacques Vallée, "çok boyutlu evren" kavramına, bu kavramın içinde
UFO'larm
orijinleri konusunda mantıklı bir açıklama görmesi
sebebiyle büyük bir ilgi göstermiştir. Onun inancına göre UFO'lar bir boyuttan diğer boyuta doğru yolculuk ederler ve onların bu yeteneği, birçok
özelliklerini açıklar. Buna daha önce adı geçen zaman uzay şebekesini ekleyebilir miyim?
Paralel evrenler birbirine dokunduğunda (veya bizler, istemeyerek zamanın sondaki uçlarına biraz yakın bir şekilde geçtiğimizde) her ne kadar bizler, hissettiğimizin,
mevcut gerçek
anlayışımıza göre normal bir şey olduğunu algılasak da gerçek sınav; duruma, şuurlu dünyamızda
göstereceğimiz şekilde tepki gösterdiğimizde, ortaya çıkar. Örneğin lâmbayı yakmaya çalışırız fakat lâmba, düğmeyi
çevirmemize tepki göstermeyi reddeder veya yanımızda duran birinin dikkatini çekmek için
bağırırız fakat o
bizim varlığımızdan bihaber ve bağırışlarımıza sağır görünür. Uykuda olduğum bir anda, böyle bir tecrübeyi
yaşadığımı hatırlıyorum. Kendimi, Yeryüzü zamanı olarak farz ettiğim başka bir devirdeki oda içinde buldum; belki de 20. yüzyılın ilk bölümüydü. Bir adam aceleyle, hırpalanmış bir bavulun içindekileri alt üst ediyordu. Sanki çaresiz bir şekilde önemli bir şey arıyordu. Biri, sinsi bir şekilde odaya girdi. Odadaki adamı gelen tehlike konusunda uyarmak için bağırdım fakat o duymuyordu veya duyamıyordu. Bıçak
tutan bir el
havaya yükseldi ve tam isabetle kurbanm üzerine düştü; kurban çaresiz bir şekilde perdeleri yakalayarak ölümün kucağına düşerek devrildi. Bugün hâlâ, perdeleri ve adamın ellerini en ince ayrıntısıyla tarif edebili-
rim. Geriye doğru, bir duvarın içinden
geçtiğimi hatırlıyorum ve anîden uyandım. O zamanlar tanıdığım medyom- lar, "astral
projeksiyon" yaptığımı ileri sürdüler; dolayısıyla duyulmuyordum ve kaim duvarlar içinden
kaybolabiliyordum ama belki bir paralel evrenin içine de kaymış olabilirdim. Aym şekilde bu evrenden biri veya bu dünyadaki
şartlarımızı yansıtabilen diğerleri, bizlerle iletişime geçtiklerinde aynı problemleri tecrübe edebilirler.
Benim en son ve çok sevdiğim dadımın, yatağının
üzerinde asılı duran, Victoria zamanından kalma eski bir resmi vardı. Bu resimde, altından azgın
suların akt I ığı, çürümeye
yüz tutmuş köy köprüsünün kenarına çok yakın, tehlikeli bir biçimde duran güzel küçük bir çocuk vardı. Bu resimde ayrıca, çocuğu
gölgeleyen Hristiyan
türü bir melek ve "Rehber" yazısı vardı. Semavî
ve "yol gösterici varlıklara"
atfedilen
belirtilerin, bazı paralel dünyaların kısa görüntüleri, bu paralel dünyalarda ikamet edenlerin, belki bizlerin parçaları ve bizleri gözleyerek
hayatımızın birçok aşamalarında bizlere yardım etmeye çalışan fakat dikkatimizi uygun bir yol gösterici
işarete veya mantıklı bir eylem biçimine
çekemeyen varlıklar olup olmadığını, insan merak etmeden duramıyor.
Metafizik eğilimi olan fizikçilere sormak istediğim bir başka soru da şudur: Şuurumu fiziksel aracından uzağa
projekte ettiğimde,
vücudum ve çevresindeki her şey neden giderek küçülür ve en sonunda kavranamaz hâle gelir? Wolf bu ve benzeri sorulara
verilecek cevabın, atomaltı parçacıkların dünyasında yatabileceğim
düşünüyor. Ato- maltı
parçacıklar dünyasının acayip davranışı, fizikçi ve Princeton Üniversitesinde itibarlı fizikçi John Archibald Wheeler gözetiminde master öğrencisi olan Hugh Everett Hl'ü harekete geçirerek, 1957'de paralel dünyalar fikrini kavramlandırmasını
sağladı. Atomaltı dünyasında, maddî
ve maddî olmayan dünya
arasındaki çizgi eğer gerçekten belirsiz değilse bile hayal meyal bellidir.
Deneyler sürekli olarak aynı soruyu ortaya çıkarıyor: Dalga ne zaman bir dalga ve ne zaman bir parçacıktır?
Parçacıkların iki veya daha fazla olasılıkla karşılaştığı zamanki bu tutarsız davranışının,
artık bir adı (yani dalga/parçacık
ikiliği) olmasına rağmen yine de problem vardır. Kuantum araştırma dünyası,
eldeki
problemleri vurgulamaya devam eden birçok manalar ortaya çıkardı.
Örneğin kuantum
dalga fonksiyonu veya olasılık dalgası; bu, dalga şeklinde uzay içinde meydana gelen olayların
olasılığını sunan bir
matematik formüldür. Dalga/paket ise> ne tam parçacık ne de tam dalga olan atomaltı
varlıkları gösterir.
Kuantum mekaniğinde olasılık, bir bakıma eş
zamanlı biçimde var olması gereken olasılıkların bir ölçüsüdür. Bu olasılıklar birbirlerine etki'ettiklerinden, maddenin fiziksel özelliklerinde değişiklikler meydana getirirler. Gerçek şudur ki bilim adamları, küçük
parçacıkların hareketi konusunda hâlâ karanlıktadırlar ve daha fazla bilgi edilinceye kadar yukarıdakiler ve bu araştırmaya
bağlı birçok soru cevapsız kalacaktır. (Metafizik işaretler için bkz. s. 205209.)
KARANLIK MADDE
Sön zamanlarda bilim, bizleri bir
dizi beyanat bombardımanına uğrattı. Bunlardan çıkaracağımız sonuç, evrenimizin göründüğünden 10 veya 100 defa daha büyük olduğudur.
Kozmosun büyük bir bölümünün
"kaybolduğu" söylendi bize. Cardiff teki Üniversite Kolejinde astronomi profesörü olan Dr. Michael Disney’e göre, bugün, tutucu astronomlar bile uzaym en yakınlardaki
bölgelerinin bile şu ankinden on ilâ yüz kat fazla kütleye sahip olması ge-
rektiği ile ilgili önemli bir buluşla yüz
yüze gelmektedirler.
Galaksilerin çevresindeki, içindeki ve arasındaki boşluk, saptama çabalarma karşı
koyan ve evrenle
ilgili şimdiki teorilerle alay eden, görünmeyen devasa etkenler tarafından
yönetiliyormuş gibi görünüyor. Disney'in The Hidden Universe (Gizli Evren) admı taşıyan
kitabı ilk defa 1984'te
yayınlandığından beri kanıtlar bulundu. Bu konudaki iki kitabın yayım (John Gribbin ve Martin Rees tarafından yazılan The Stuff of the Universe: Dark
Matter, Mankina and the Coincidences Cosmology
(Evrenin Malzemesi: Karanlık Madde, İnsanoğlu ve Kozmolojinin Tesadüfleri) ve Law- rence M. Krauss tarafından
yazılan The Fifth
Essence: the Search ofor Dark Matter in the Universe (Beşinci Öz:
Evrendeki Karanlık Maddenin Araştırılması),
hafta sonu Guardi-
an (23 Haziran 1990) gazetesinde birkaç sayfa içinde yer aldılar. Guardian gazetesinin bilimsel verileri
basit kişilerce anlaşılabilecek bir dille anlatma yeteneğine sahip bilim muhabiri Tim
Radforctv bu kitaplardaki bazı olağanüstü bulguları okurlarına
iletmiştir; bilhassa
kozmik sicim (string) teorisini. Dediğine göre kozmik sicim -ki bu fizikçilere göre teorik olarak mümkündür ve dolayısıyla var olduğu
varsayılır - "tüyler
ürpertici hatta doğaüstü bir şeydir." Radford bu acayip maddeyi şöyle tarif ediyor:
neredeyse sonsuz şekilde ince: Hiçbir şeye
dokunmaksı- zın en küçük atomların içinden bir çırpıda
geçecek kadar incelmiş. Işık hızına yakın bir hızla evren içinde
kıvrılır veya sallanır. Ya sonsuz şekilde uzundur ya da milyon ışık yılı boyunca bir düğüm
şeklindedir. Üzerine basan herhangi bir kişi için, yalnız bir tek dezavantajı
vardır. Ağırdır. Bir iki santimi bile 10 trilyon ton civarındadır.
Bundan dolayı eğer bir parçası vücudumuzdan geçse bunu hissetmezsiniz; yalnızca uç
noktalarınızı saatte 16.000 km hızla biraraya getiren kütle çekim
gücünü hissedersiniz.
Kozmik sicim, yaradılışın karanlık bölümü için bir adaydır. Belki de yoktur fakat bilim adamları onu bulmaya çalışıyorlar
çüııki bu, evrendeki en büyük soruya cevap verecektir. Bu soru
da, evrenin büyük çoğunluğunun nerede saklandığıdır.
SÜPERSİCİM TEORİSİ
Bu teori, Londra'daki Queen Mary Kolejinden Mike Green
tarafından geliştirildi ve şüphesiz Gribbin/ Rees’in önermesi ile uyuşuyor. Bu konu hakkmdaki Parçacık
Patlaması adlı yazısında Frank Close, teorinin bizimkiyle birlikte hareket eden bütün bir gölge evren varlığını
öngördüğünü düşünüyora benziyor. Close ekliyor:
Bizim bildiğimiz evren, bu sicimlerin yalnızca
küçük bir parçasından oluşmuştur. Bizimkiyle aynı yerde bulunan daha ağır bir evren, süpersicimlerin
daha ağır
bölümlerinden yapılmış olabilir. Sicimlerin diğer
bölümlerinde, belki de başka evrenler veya başka boyutlar vardır.([9])
Karanlık madde veya evrenin diğer % 90 veya % 99'u için araştırma devam ediyor. Şu ana kadar az bir başarı
sağlandığı görülüyor. Bunun sebebi de (Radford'un önerdiği gibi) bütün adayların
"karanlık atlar" oluşu. Örneğin "wimp"ler (zayıf
etkileşimde olan büyük
parçacıklar) ve "macho"lar (büyük yoğun hale objeleri) önerilmiş fakat bulunamamışlardı.
Her kozmik nükleer reaksiyondan ortaya çıkan, ne yüke ne kütleye sahip kavramsal parçacıklar - nötrinolar- belki aday olabilirler ama ancak eğer belirli bir kütle ortaya çıkarırlarsa.
Öyle görünüyor ki bunların çok azı varlıklarını hissedilir hâle getireceklerdir. Kahverengi cüceler, yani yanacak kadar büyük derecede büyüyemeyen
yıldızlar ve
manyetik monopoller -yani kutupluluğa sahip olmayan yalnız şeyler- Gribbin ve Rees tarafından hesaba
katılmamışlardır. Böylece tekrar kozmik sicime veya sü- persicime gelmiş bulunuyoruz.
KUARKLARve
DİĞER ATOMALTI HARİKALAR
Parçacık hızlandırıcıları atomaltı gizlerini ortaya çıkarmazdan önce, parçacık fiziğinin standart modeli; bütün maddelerin iki çeşit
parçacıktan oluştuğu fikrini destekliyordu: leptonlar ve kuarklar. Bu parçacıklar
dört kuvvetin aracılığıyla
(güçlü, zayıf, elektromanyetik ve kütle çekim gücü) etkileşirler ve salkımlar
hâlinde toplanırlar. Lepton, elektron, muon, tau parçacıkları ve onların bağlı
bulunduğu nötrinolarm da dahil olduğu basit parçacıklar ailesinin herhangi biri olarak tarif edilir. Hepsinin
1/2'ye eşit spini ve mezonlarmkinden daha küçük kütleleri vardır. Kuarklar, maddenin temel teşkil edici öğelerinden biri olduğuna
inanılan atomaltı parçacıkları ailesine aittir. Proton ve nötronlar nasıl
atom çekirdeğini
oluşturuyorlar ise, aynı şekilde bu parçacıkların da kuarkları
içerdiği düşünülüyor. Kuarklar, kendileri ile ilgili çalışmasından ötürü No- bel ödülünü kazanan, California Teknoloji Enstitüsü fizikçisi
Murray Gell-Mann
tarafından adlandırılmıştır. Gell- Mann, bu adı, James Joyce'un Finnegan's Wake
(Finne- gan'ın Uyanışı) adlı eserindeki bir satırdan almıştır. O satır da şöyledir: "Muster Mark için üç kuark.” Kuark deyimi Almancada, süzme peynir türü bir tatlının
adıdır. Ayrıca yine Alman argosunda "saçma" anlamına gelir. Kuarklar birkaç değişik
şekildedirler: Yukan, Aşağı, Üst (Gerçek olarak da adlandırılır), Dip (Güzellik olarak da adlandırılır),
Acayip ve
Cazibe; bunların her biri de sırasıyla bir renge bölünür: kırmızı, yeşil ve mavi. Bir proton veya nötron üç kuarktan oluşur; her bir renkten bir tane.
Protonlarda
iki "yukarı" ve bir
"aşağı" kuark vardır; nötronlarda ise iki "aşağı" ve bir
"yukarı" kuark vardır. Değişik tür kuark tiplerinden oluşan
parçacıklar da yaratılabilir. Fakat bunların kütlesi büyüktür ve çabucak proton
ve nötronlara doğru bozulurlar. (*) Yandaki tablo Lederman ve Schramm'a göre,
leptonların ve kuarkların mevcut standart modelini gösteriyor. (**)
Bazı teorisyenler, örneğin
Londra'da çalışan PakistanlI fizikçi Abdus Salam, kuarkların altında başka bir
parçacık realite seviyesi olduğunu ileri sürer. Salam bunları preon- lar
diye adlandırıyor ve "her kuarkın biri tadı, diğeri ise rengi tanımlayan
iki preondan oluştuğunu" ileri sürüyor (L.M. Lederman ve D.N. Schramm, From
Quarks to the Cosmos (Kuarklardan
Kozmosa, sayfa 161). Her şey teorisini desteklemek için Lederman ve Schramm
şunu öneriyorlar: Bütün bunların altında, bütün parçacıkları ve onların etkileşmesini
sağlayan bir güç bulunmalıdır. Bu, metafizik bir anlam taşıyor gibi.
, Bütün bunlar, büyük bir taşı
kaldırıp altında tuhaf, çekici ve biraz korkutucu yaratıklar bulan bir çocuğa
benzetilebilir. Kişi, Yaratıcı ve insan arasındaki görünmeyen dünyada var olan
sonu gelmez aracılar sicimine inandıkları için eskilerin haklı olup olmadığını
merak etmeden duramıyor. Bunların tanrılar, şeytanlar, doğa ruhları, melekler
bağlamında görülmesi olgusu, pek önemli değil. Yine de Gnostiğin "iyi
demonlan", Hristiyanlığın melekleri, Yunan mitolojisinin yarı tanrıçaları
ve sentorları, Mısır'ın ve Doğunun hayvan kafalı tannları tabiî ki
kendilerinkini bir "yukarı kuark" veya "wimp"e yeğ
tutacaklardır. Veya belki de bu, onların birçoğunun olduğu şey midir? Avukat ve
Cambridge'te klâsikler konusunda akademisyen olan John Ivimy'nin çıkardığı
sonucu hatırlıyoruz. Şöyle yazmıştı:
(»j
S.W. Hawking, A
BriefHistory of Time, s. 65.
(»•)
L.M. Lederman ve D.N. Schramm, From Quarks to the Cosmos, s. 111.
STANDART MODELDEKİ
PARÇACIKLAR TABLOSU
Leptonlar |
Kuarklar |
Üretim Parçacık ismi Sembol
Hareketsiz Elektrik kütle (MeV) yükü |
Parçacık ismi Sembol
Hareketsiz Elektrik kütle (MeV) yükü |
1 Elektron nötrino
ve Yaklaşık 0 0 |
Yukarı u
Yaklaşık 5 +2/3 |
Elektron e'
0.511 -1 |
Aşağı d
Yaklaşık 7 -1/3 |
11
Muon nötrino vp
Yaklaşık 0 0 |
Cazibe c
1.500 +2/3 |
Muon p‘
105.7 -1 |
Acayip s Yaklaşık 150 . -1/3 |
111 Tau nötrino
vT 35’ten az 0 |
Üst/gerçek t
>41.000 +2/3 |
Tau f
1.784 -1 |
Dip/güzellik
Yaklaşık 5.000 -1/3 |
PARALEL EVRENLER Mİ? |
"Klâsik tarihçiler, geleneksel olarak büyü
masallarını, bilimsel dikkate değer olmadıkları gerekçesiyle kabul etmezler. Oysa bize göre, cadının
süpürge sopasına veya büyücünün değneğine değinilmesi, bir bilim adamının
lâbora- tuvarmm
kokusunu taşır." (*) Dinsel kitaplarda bahsedilen Tufandan çok önce,
süpersicimlerin ve bunların karşılıklı kozmik kardeşliğinin gizlerini belki de bizim bugün bildiğimizden
daha iyi bilen, çok ileri bir insan ırkının var olduğu bir zaman vardı ve belki de onların bilgileri zaman içinde dejenere olup, batıl inançlara
ve ilkel türden folklora dönüştü.
En iyi tahminle köktendinciler bütün bunları şüphesiz
küfür olarak kabul
edeceklerdir. Fakat Einstein'in öğüdünü kabul etmeyi tercih ediyorum:
"Bilimi olmayan din kördür; dini olmayan bilim topaldır."
Başka bir deyişle, her ikisine de yer vardır fakat biri mantıkla diğeri
ise sezgi ile yumuşatılmalıdır.
Din görevlisi erkekler (ve umarız ki, çok geçmeden
kadınlar) arasında belki de en aydınlanmış olanlar; inancın bilimsel geçerliliği olmayan "batıl
itikatlarını" bilimin keşifleriyle gittikçe daha fazla birleştirmektedirler. Eski bir din görevlisi,
şimdi ise şair ve yazar olan Tony Grist, Guardian
gazetesindeki Yüzünü İmana Döndür adı altındaki
köşe yazısında (21 Ocak 1990) şunları ileri sürüyordu:
Görünen, elle tutulur olan kozmos;
birbirlerine dokunmaksam ya da karışıklığa sebep olmaksıztn birbiri içine nüfuz eden bir dizi paralel evrenlerden
yalnızca biridir. Tıpkı, bütünlüğünü kaybetmeksizin aynı mekânı
işgal eden değişik frekanslardaki radyo dalgaları gibi...
19.
yüzyıl materyalizminin batıl
inançları, tıpkı dinin batıl inançları gibi geçmişte
kalmıştır. Açık fikirlilikle ılımlılaştırıl- mış olan agnostisizm, yani
bilinemezcilik tek dürüst gidiştir. Yeni, genişlemiş kozmosumuzda, her şey
oluşabilir. Uçan daire- (*) ]. İvimy, The Sphinx and the Megaliths, s. 96.
lerden kutsal varlıkların vizyonlarına kadar bütün fenomenler, köklerini bir paralel evrende
bulundurabilirler; bunlar da bizler gibi fiziksel realitenin bir parçasıdır.
Fizikçiler, Belirsizlik Prensibinin zaman ve
kuantum dünyalarında kendisini gösterebilmesinin muhtemelliği konusunda bazı tuhaf örnekler ortaya attılar. Bunlardan en iyi bilinenleri şüphesiz,
Schrödinger’in Kedisi, Wigner'in Arkadaşı ve Einstein-Podolsky-Rosen
paradoksudur. Daha yakın zamanlarda bunlar ya tartışıldılar ya da Bell teoremi, Chevv'un ayakkabı bağı felsefesi ve Bohm'un hologram
analojisi gibi teorilerle karşı karşıya kaldılar. Tüm bunlarm zamanla ilişkisi
olduğundan, bunların birkaç kısa özetini vereceğim. Daha fazla bilgi,
bibliyografyadaki kitaplardan elde edilebilir.
SCHRÖDİNGER'İN KEDİSİ
Kuantum mekaniğinin dalga teorisini tasarlayan
AvusturyalI fizikçi Erwin Schrödinger (1887-1961), "kedi paradoksu" olarak bilinen
şeye dikkat çekti. Bu teori için
Schrödinger'in ortaya attığı senaryo, bir Rube Goldberg aleti içeren bir kutuya bir kedinin kapatılmasıydı.
Bu kutudaki alet, tek bir kuantum olayının, yani bir atomun radyoaktif deşarjı sonucuna bağlı olarak siyanür gazım yayacak ya da yaymayacaktır. Paradoksun dayandığı
gerçek şudur: Kedi, atomun deşarj ihtimalinin %50 olduğu bir zaman dilimi içinde kutuda kalacaktır. Hiç
kimse ne olduğunu araştırmadığı
takdirde, kedi ölü müdür yoksa canlı mı? Kopenhag okulu, bu soruya cevap bulamamış gibiydi. Paralel Evren teorisi öğrencileri ise, ayrı fakat eşit dünyalarda
kedinin hem ölü hem de diri olacağını ileri sürdüler. Bu paradoksun Zohar, Eysenck ve Sargent tanımları
ayrıntılı olarak "Zamanın
Metafiziği" adlı bölümde verilmiştir. Ayrıca
fenomenin değişik şekilde tezahürlerinin metafizik ve psikolojik yorumları yapılmıştır.
YVİGNER’İN ARKADAŞI
Adı geçen Wigner, kuantumun öncüsü Profesor Euge- ne Wigner'dir ve Schrödinger’in
meslektaşıdır. "Arkadaşı" ise farazî bir kişidir ve kediyi bulunduran kafesi tutmaktadır. Ne olduğunu görmek
için kafesin içine bakmaya karar verebilecek kişidir. Kedi ölü mü olacak yoksa diri mi? Profesör Wigner'in arkadaşının ve kafesteki kedinin birlikte kapalı bir odada bulunduklarını hayal edelim. Wolf şunları
söylüyor:
Eğer profesör, arkadaşı kediye bakmış
olmasına rağmen, arkadaşına bakmamış olsa; arkadaşının kediyi canlı
görmesi durumunda mutlu mudur yoksa kediyi ölü görmesi durumunda üzüntülü
müdür, bilemez. Kopenhag'ta yazılmış kuantum kurallarına
göre, profesör bakıncaya kadar, arkadaşının durumu konusunda karar verilmez.
Paralel evren savma göre ise, arkadaş ve kedi iki değişik
düzende de vardırlar.!*)
EPR PARADOKSU
Albert Einstein, Boris Podolski ve Nathan Rosen'in adlarını
taşıyan ve
fizikte EPR deneyleri olarak bilinen şey, yerellik ve yerel olmayış problemiyle ilgilenir. Bu bağlamdaki yerellik, uzay ve zaman içinde bir noktada oluşan herhangi bir şeyin yalnızca
olayın yakın çevresindeki etkilere bağlı olduğu durumları anlatır. Bundan dolayı kuantum mekaniği yerel olmayan olarak kabul edilir. Einstein'm,
ku- antum mekaniği konusunda aşırı derecede şüpheli olduğu görülür. Bunun sonucu olarak, iki parçacığın birbiriyle etkileştiği ve sonra aralarında bir hayli mesafe olacak şekilde
(’) Wolf, Parallel Universes, s.
50-1.
ayrıldığı bir deney yapmıştır. Bu şartlar göz
önüne alındığında, birleşik sistemin kuantum durumu şunu göstermiştir: Bir parçacık
üzerinde yapılan ölçümler, birinciden bir hayli uzakta olan ikinci parçacık
üstünde yapılan ölçümlerin sonucunu etkiler.
Bu, Einstein’ın mantığına karşı gelir gibi göründü; dolayısıyla
adını "tekinsiz
uzaktan aksiyon" şeklinde değiştirdi. (*) Aynı deney parapsikoloji araştırmalarında
da kullanıldı;
ulaşılan sonuçlar ise şunu önermektedir: Bir gözlemci, kendisinden ne kadar uzakta oluşursa
oluşsun bir olaya
etki edebilir. Bu da gösteriyor ki dalga fonksiyonunun çökmesi uzaysa 1olarak sabit kalır; aynı zamanda bu paradoksun belirli bazı
uygulamalarında, çöküş, zamansal olarak sabit kalma özellikleri gösterebilir. Başka bir deyişle, burada sahip olduğumuz şey, uzay ve zaman kısıtlamalarıyla
sınırlanmamış olan gözlem sonuçlarıdır. Dolayısıyla psi ile ortak noktalar gösterdikleri
söylenebilir. (**)
BELL TEOREMİ
Einstein ve arkadaşlarının formüle ettikleri meşhur paradokstan otuz yıl sonra, Avrupa Parçacık Fiziği
Merkezinde (CERN)
teorik fizikçi olan John Bell, EPR deneyine dayanan bir teorem ortaya çıkarmıştır. Bu teorem, gizli yerel değişkenlerin varoluşunun, kuantum düşüncesinin istatistiksel tahinin edilebilirliği ile bağdaşmadığım ve dolayısıyla Einstein'm gerçek
kavramıyla birbirine
zıt olduğunu göstermiştir. Deneyler göstermiştir ki iki foton birbirine öyle yakın bir şekilde
bağlıdırlar ki, uzay
ve zaman , İç Zaman farklarına rağmen hiçbir şekilde fotonlarm birbirleriy- le anlık
irtibatına etki etmemiştir.
Başka bir deyişle fotonlar, Dış Zaman içinde iletişim
kuruyorlar. Bu
senaryo,
<*) P. Davies, The Cosmic
Blueprint, s. 176.
(” ) H.J. Eysenck ve C. Sargcnl, Explaining
the Unexplained, s. 144.
uzaktan şifa ve insanlann, düşüncelerini ve dualarını yollamadan önce gözlerinin önünde akrep ve yelkovanı öğlen
12'de olan bir
saati canlandırmaları istendikleri zincirlenmeler ve "armonik toplanma" çeşidinden ezpterik pratiklerde tekrarlanmaktadır; ki bu da Dış Zaman iletişim usulünü
kullanmaktadır.
AYAKKABI BAĞI FELSEFESİ
Bu teoriyi ortaya atan ve destekleyen fizikçi Geoffrey Chevv'dür.
Ayakkabı bağı kavramı, özel bir parçacıklar teorisi kurmak için meslektaşlarıyla üstlendikleri bir çalışmadan çıkmıştır. Ayakkabı bağı felsefesi, modern fizikteki
mekanik dünya görüşünün son inkârını oluşturduğu şeklinde görülmektedir. Evreni; "...birbirine bağlı olayların
dinamik bir ağı. Bu ağın hiçbir
parçasının özellikleri temel değildir; hepsi diğer bölümlerin özelliklerinden çıkmışlardır. Ve bunların
karşılıklı bağlantılarının tutarlılığı, bütün ağın yapısını belirler." (*) şeklinde
algılar. Chew, teorilerinin metafizikle komşu olması
bakımından daha bütünsel bir bilim görüşünü kabul eden yeni tür
fizikçilerden biridir.
BOHM'UN HOLOGRAM ANALOJİSİ
Profesör David Bohm'un, bilimsel bağlamda şuur ile madde arasındaki
ilişkiyi araştırma konusunda, kendi alanında herkesten daha ileri gittiği bazı
fizikçiler tarafından kabul edilmiştir. Bohm'un ana kaygılarından biri "kırılmamış
bütünlük" kavramıydı ve EPR deneyi ile örneklenmiş olan yerel olmayan bağlantıları, kendi teorisine katkıda bulunur biçimde görmüştür.
Bohm uygun bir
analoji olarak holograma yönelmiştir çünki kırılmış olan bütünün her
(*) F. Capra, The Tao of Pİıysics, s. 316.
parçası, görüntünün (daha az detaylı olsa bile) tam bir imajını
içermektedir. Her ne kadar yararlı olsa da, Bohm, hologram analojisinin atomaltı seviyedeki "örtülü
dü- zen"in
bilimsel bir modeli olarak sınırlarının farkındaydı. Bunun sonucu olarak kendi
hipotezini tarif etmek için kendi deyimini ortaya attı: holohareket. Bohm’m vardığı so- nuçlffr, Wholeness and the Implicate Order (Bütünlük ve Örtülü Düzen)
adlı kitabında bulunabilir. Bohm'ın fikri üzerinde görüş bildiren Capra şöyle yazıyor: "Bohm'a göre uzay ve zaman, holohareketten
ortaya çıkan formlar olarak beliriyor; onlar bile düzenin içinde kucaklanıyorlar."
(*) Lyall Watson
daha sonraları reenkarnasyonun metafizik teorisini açıklamak için, aynı hologram analojisini kullanmıştır.
KARA DELİKLER
Wolf kara deliği şöyle tarif eder:
Uzayın , muazzam bir kütle çekim
alanı içeren küresel bir bölgesi. Alan o kadar büyüktür ki yüzeyinde bulunan her şey içine emilir, ışık dahil . Mıknatıs gibi çevresinde bulunan her şeyi çeken bir küre hayal edin. Güneş
ışığını da emdiğini düşünün, işte size bir kara delik. (**)
Wolf un sözünü ettiği uzay içindeki bu bölge, kendi çekim gücü altında
çöken bir yıldız
tarafından meydana
getirilir. Bu oluşumun boyutu o kadar güçlüdür ki, yıldızın çekim alanı her türlü maddenin, ışığın veya diğer manyetik radyasyonun bölgeyi terk etmesini engeller. Başka bir deyişle, bu, dönüşü olmayan bir yolculuktur.
"Kara delik" terimi, 1969'da Amerikalı bilim adamı John Wheeler tarafından ortaya atılmıştır ve 1973'te bir John Taylor klasiği olan Black Holes (Kara
Delikler) ile po-
(*) a.g£., s.353.
(»*) Wolf, Parallel Universes
, s. 50-1.
püler olmuştur. Bu fenomenler bilim kurgu yazarlarına ilham kaynakları oluşturmuş; bu yazarlar halka, bu deliklerden birinde yok olan ve kendilerini
bir paralel evrende veya değişik bir zaman periyodunda bulan uzay araçları konusunda acayip hikâyeler
sunmuşlardır. "Zaman Eğimleriyle Zaman Eğimleri, Düğümleri, Kaymaları ve Kapsülleri" adlı bölümde ilgileneceğimizden, şu an için kara deliğin bu niteliğini bir kenara bırakıyor ve kara deliklerin, bilimsel bakış açısından gerçekten ne olduğu konusuna yoğunlaşmak istiyoruz.
Kara delikler, bazı fizikçiler için, kötü kader gibi görünüyor.
Örneğin, John
Gribbin şunları söylüyor:
Her nerede bir bölgede yeterli madde toplandı ise -'yeter- li'nin yalnızca bizimki gibi birkaç.Güneşe
eşit olması gerekir- rölâtivite teorisinin denklemlerine göre öyle
görünüyor ki, o kütle çekimi nihaî "karşı konulamayan güç"
hâline geliyor, maddeyi matematiksel tekilliğe doğru eziyor ve onunla birlikte, uzay- zamanın dokusunu da eziyor. Tekilliğe
ulaşılmazdan önce, süper yoğun nesnenin etrafındaki kütle çekimi o kadar giiçlüdür ki ışık bile kaçamaz ve dolayısıyla "kara delik" terimi de
buradan gelir. İçinden kaçışın imkânsız olduğu
bölge, bu tekilliğe doğru nihaî çöküşün kaçınılmaz olduğu bu bölge, 'olay ufku' denilen şeyle
sınırlanıyor.([10])
Bütün bunlar, şüphe yok ki sokaktaki adama korku
veren şeyler. Bana göre kara delikler, belirli türdeki maddenin frekanslarını veya dalga bantlarını
ciddî biçimde değiştiren kuantum sıçrayışlarının araçlarıdır. Örneğin, bir evrenin malzemesini başka bir paralel alanın malzemesine döndürüyorlar veya başka bir kozmik zaman bölgesinde yeni bir evren oluşturuyorlar ve dolayısıyla zaman enerjileriyle bağlantıları açıkça ortada. Bir metafizikçi olarak, evreni, ya kendi kendine programlanmış ya da bir tür kavra-
namayan Zihin tarafından etkilenen kesin bir mekanizma
olarak görme eğilimindeyim. Bundan dolayı, her parça; yerine getirmesi gereken, açık şekilde
tanımlanmış bir fonksiyona veya resmin bütünü içinde
oynaması gereken
bir role sahip. Bu özel kapasitelerimizi şimdi belki anlamakta güçlük
çekebiliriz fakat
onlar, türümüz geliştikçe, bizlere gittikçe artan bir şekilde açık
hâle gelecektir.
"Zamanın devreselliği"ni ilgilendiren kendi görüşlerim ışığında, Gribbin, dikkatimi çeken ilgi çekici bir açıklamada bulunuyor:
White Holes (Beyaz Delikler) adlı kitabımda, uzaydaki deliklerin mevcudiyetine
dair fiziksel işaretleri ve Evrendeki uzay-zaman
tekilliklerinin varlığım tarif ettim. Varsayımsal bile olsa böyle delikler sayesinde bir tür kozmik metro yoluyla uzayda
yolculuk fikri, Adrian Berry tarafından The Iron Sun (Demir Güneş) adlı
kitabında ayrıntılı olarak işlenmiştir. Burada tabiî ki uzay-zaımnın,
bir tekilliğin
yoğun kütle çekimi sonucu imha olmasının diğer yanı hakkında, zaman içinde yolculuk olasılıklarının
ortaya çıkması
hakkında bilgi istiyoruz. ([11])
Belki de benim zamanlar-arası şebeke teorisi hiç de o kadar aşırı değildi. Fakat Gribbin'in kitabı 1979'da yayınlanmıştı ve bu alandaki bilimsel buluşlar sonraki on sene içinde o kadar hızlandı ki, fizikçiler bile onları takip etme konusunda zorlandılar.
Gerçekten de, bu
konuda karşılaştığım, tam anlamıyla yetenekli bilim adamları
tarafından yazılmış olan birçok araştırmanın yazarlarının çoğu, çağdaşlarının teori ve buluşlarından tamamen habersiz görünüyorlar;
ayrıca mevcut araştırma malzemesinin yorumlanması konusundaki görüşler, büyük
ölçüde değişiklik arz ediyor. Örneğin Havvking'in kara deliklere yaklaşımı temel olarak tekniktir ve daha çok çökmüş
yıldızlardan aktüel oluşumlarına konsantre oluyor. Dolayısıyla, okuyucu-
lardan teknik bilgiye ilgi gösterenlere Hawking'in eseri önerilir; bu eser uygun diyagramlarla
yeterince izah edilmiştir. Öte yandan Davies, Gribbin ve Wolf; kozmos yorumlarını psikoloji, metafizik ve insan
bilimleri ile harmanlayarak daha geniş bir yaklaşımı kabul etme eğilimindedirler.
BEYAZ DELİKLER
"Kara delikler" terimi ile, yaratıcı bilim kurgu hikâyelerinde veya popüler basında
karşılaşmamıza rağmen, bunların zıtları olan "beyaz delikler"e çok seyrek değinilmiştir.
Beyaz delik,
olay ufkundan geçen uzay-zaman tekilliğinden ortaya çıkan maddenin oluşturduğu
varsayımsal
astrofiziksel nesne şeklinde tarif edilir. Kara delikler gibi beyaz delikler de uzay-zaman tekilliği ile bağlantılıdırlar. Fakat madde kara delikte
kaybolup evrenden dışarı doğru zorlanmasına karşın, beyaz delikten, Gribbin'in
"kozmik fışkırma" diye tanımladığı şekilde, dışarı akar. Burada karşımıza çıkan, maddeyi emen, tekrar organize
eden ve sonra da evrene geri gönderen bir sistem midir? Ama geri gönderilen tıpatıp
aynı madde midir yoksa bir delikten içeri girip diğerinden
çıkana dek yaptığı yolculukta bir değişikliğe
uğramış mıdır? Örneğin, oluşum aşaması içindeki yeni galaksilerin, kara delikteki
dönüştürücü bir değişim için evrendeki yerini boşaltan, yaşlanmakta olan bir sistemin parçası olmadıklarını nereden biliyoruz? Çıkan sonuç
şudur: Yıldızların veya galaksilerin doğum ve ölümleri sürekli devam eden bir oluşumdur ve ezoterik inancın önemli ilkelerinden biri olan doğum, ölüm ve tekrar dirilme çemberine benzetilebilir. Eski Mısırlılar Klıet
Khet veya "Çifte
Ateş" fikrine bağlıydılar:
dağıtma ateşi ve katılaşma ateşi; ve bunlar Nefitis ve Isis tanrıçalarıyla temsil ediliyor-
lardı. Nefitis her zaman
"siyah" veya "gizli" olan kûtsal
varlıktı; oysa Isis,
annelik vasfıyla temsil edildiği üzere - katılaştırma ışığını taşıyordu; Isis yeni oğul (yoksa güneş mi?) Horus’u doğurmuştur. Temel kozmik bilgi, basit bir hikâyede
saklanmıştır ve adı geçen kuvvetler, izah kolaylığı için kişileştirilmişlerdir. Bütün bunlar konusunda daha fazla bilgi
"Efsane, Tarih ve Dindeki Zaman" adlı bölümde ele alınacaktır.
KURT DELİKLERİ
Kara/beyaz deliklere çok yakın dost olanlar ise, belirli bir
evrendeki uzak bölgeleri veya bir evreni diğer bir paralel evrenle bağlayan uzaydaki açıklıklar olarak tanımlanan kurt delikleridir. "Kurt deliği"
adı ilk defa John
Archibald Wheeler tarafından kullanılmıştır ve o zamandan beri, ku- antum topologları
tarafından enerjinin
bir evrenden diğerine sızdığı noktaları tanımlamak için kullanılmıştır. Kurt delikleri, kara deliklerin içinde ortaya çıkar ve türlü şekillerde ve ölçülerde olurlar. Örneğin, küçük bir parçacık, eğer mikroskopik açıdan
bakılırsa, bir kurt deliği olabilir. Wolf, Hawking'in şunu
belirttiğini açıklıyor: Çok açık olmasa bile, kurt delikleri aracılığıyla evrenler arasından sızan tek şey, enerji değildir; bilgi ve düzen kavramı da diğer iki olasılıktır. ([12]) Zamanın labirentli dairesinin bazı kanalları,
gittikçe daha açık şekilde tarif edilmiş hâle
gelmektedir.
"Delik" fenomenleri bazen, denklemlerin "uydurması"
diye eleştirilmiştir.
Eğer kişi bunları bu ölçüte göre tartarsa, Büyük Patlama teorisini üretenin de aynı denklemler olduğu
söylenmelidir. Teorik fizik, birçok hipotez için deney alanı olmuştur; bunlardan bazılan,
örneğin, şu andaki
bazı uzay araştırmaları
nihaî olarak ispatlanmıştır;
halbuki diğerleri hâlâ gizem olarak kalmıştır.
Bütün bu gizemler,
herkesi tatmin edecek biçimde deneysel olarak çözüme kavuşuncaya
kadar,
"kara deliğin içinde ve beyaz delikten dışarı" tabiri, aynen Khet Khet
gibi şaşırtıcı bir şey olarak kalacaktır.
Kitabımızın konusu zaman olduğundan, ister kara ister beyaz,
deliklerin enerji olarak zaman kavramıyla ilgisi nedir diye sorabilirsiniz.
Bilimsel kaynaklardan elde ettiğimiz az miktarda bilgi, ister safi kütle çekimsel alanla bağlantılı olsun ister henüz farkına
varmadığımız başka özellikler taşısın, bu fenomenlerle bağlantılı bulunan bu enerjilerin, dönüştürme vasıfları olduğu fikrini güçlendirir
nitelikte görünmektedir.
Tamamıyla metafizik
bakış açısından bakıldığında, zaman enerjileriyle bağlantıları
açık olarak ortadadır
çünki zaman en yüce
dönüştürücüdür. Kara delik ile onun zıddı arasmda var olduğu
spekülasyonu yapılan "zaman /zamansızlık kanalı" boyunca bir yerde, dönüşüm oluşur.
Tıpkı her birimizin karanlık bir tünel içinden
geçerek "ölümün kara deliğine" girip ötedeki beyaz ışığa
varışımız, güneşimiz diye çağırdığımız yıldızın ışığını gözlemek için benzer bir tünelden
geçerek yeniden doğumda ortaya çıkışımız gibi. Bu metafizik bir göz yıkama mı?
Hayır, değil.
Lyall YVatson, Helen Wambach, Edith Fiore ve kendi alanlarında
seçkin diğer birçok araştırmacı şu fikri onaylıyor görünüyorlar: Bize ne olursa diğer bütün
değişik evrenlerdeki, hatta var olan teknolojimizle henüz saptayamadık- larımızdaki her şeye aynı şey olur. Bu açık şekilde
tanımlanmış daire, en küçük parçacıktan evrenin merkezine kadar, bütün seviyelerde ve her şeyle birlikte tekrar edilir. Metafizik
kardeş olan bizler, Kozmik Kanuna değinmekten hoşlanırız. Peki, ya bunu gerçekleştiren temsilci nedir? Zaman!
Kendi tecrübelerimizin yarattığı sürekli
varoluşta yaşıyoruz.
Kendi başına zaman yoktur.
LUCRETIUS (Yaklaşık M.Ö. 95 - 55)
Zaman araştırmaları dünyası, kendi anlambilim setini geliştirdi;
bunların birçoğunun anlamı sokaktaki adam için pek azdır. Oysa eğlence
sektörü, bu konuya
sürekli biçimde büyüyen ilginin farkına varmada bir hayli hızlıydı. Aynı şekilde medya da zaman konusundaki aşırı derecede teknik olanlardan hayalî anlamda gülünç olanlara kadar, çeşitli fıkra ve programlarıyla,
okurlarım, dinleyicilerini
ve izleyicilerini bombardımana tuttu. Birçoğumuzun ise zaman düğümü, zaman kayması ve zaman eğimi
arasındaki farkları bilmediğimizden, aydınlanmaya ihtiyacımız vardır.
ZAMAN EĞİMLERİ
Zaman eğimi tek bir cümleyle şöyle tarif edilebilir: (Bilim kurguda
tipik biçimde gösterildiği gibi) zamanın geçmişten geleceğe akışındaki
imajinatif bir
bozulma veya kesinti. Televizyondaki "Uzay Yolu" dizisinin hayranları,
aşağıda belirteceğim senaryoya aşinadırlar: Uzay aracı önceden tespit edilmiş
rotasında başarılı bir şekilde ilerle-
mektedir; personel işlerini yapmakta, ortalıkta sakinlik hüküm
sürmektedir. Derken, birdenbire gümbürtüler, çarpmalar ve bariz sallantılar
oluşur. Bunlar,
herkesi oturduğu yerden söküp atar, araçları kontrolden çıkarır, ışıklar yanıp sönmeye başlar ve seyir subayı, kaptana şöyle lütap eder: "Efendim, bir zaman eğiminin içine
emilmiş bulunuyoruz!”
Biz izleyicilerin bundan çıkaracağı anlam şudur: Evrenin çevresinde oluşmuş acayip enerji cepleri vardır ve bazı uzay araçları kazara bunların içine girebilir ve Yeryüzü zamanı
bakımından ya geçmişe ya geleceğe ya da paralel veya bilinmeyen bir evrenin içine
sürüklenebilir. Bu aklı alt üst eden durumdan kurtulma, genellikle uzay aracının zaman eğimine girdiği noktaya tekrar dönüşüyle olur; koordinatlar tekrar geriye doğru ayarlanır
ve uzay aracı tekrar rotasına girer. Hikâyenin
sonrasında ise, uzay
aracı zaman eğimi
içindeyken bazı hoş ve nahoş serüvenler yaşanır ve işin doğrusu, bizler de iyi bir hikâyenin zevkine varmış oluruz.
Ünlerini riske etmekten korkmayan bazı bilim adamları, zaman zaman hayal güçlerini kullanarak mümkün olan zaman eğimlerinin
varoluşu konusunda,
matematiksel formüller ileriye sürmüşlerdir. Dr. John Gribbin Tiıtıe- Hwrps(Zaman Eğimleri) adlı
kitabında; Einstein'm
genel rölâtivite teorisinin gelecekte mümkün görünen zaman yolculuğu ile ilgili yanının, gerçek
bir zaman eğimiyle bağlantısının
olduğunu ileri sürer:
... Buluşlarla ortaya konan şudur: Kütle
çekim alanı kendi civarındaki uzayı ve zamanı bozar ve bilhassa güçlü bir kütle çekimine sahip bir alanda bir saat yavaş ilerler; aynen hızlı ilerleyen bir saatin yaptığı gibi. Eğer çekim
alanı yeteri derecede güçlü ise zaman etkin bir şekilde yerinde kalır; aynen ışık hızında
yolculuk esnasında bir saatin yaptığı gibi ve bu, kara delikler fenomenini anlamanın bir yoludur. Bir kara deliğin
sınırında çekim o kadar yoğundur ki, zaman yerinde durur ve hiçbir şey ka- 96
ra delikten dışarı çıkmaz; -ışık dahil- herhangi bir şeyin kendini kurtarabilmesi, dışarıdaki
dünyadaki saatler için sonsuz zaman demektir.
Kara deliğin içinde, bildiğimiz anlamda zamanın
(bildiğimiz anlamda uzayla birlikte) varoluşu durur. (*)
Öyleyse bize, zaman eğimlerinin kara deliklerle eş anlamlı
oldukları mı söylenmektedir yoksa kara deliklerin, evrene birden fazla şekilde yararlı
olan çok fonksiyonlu enerji hücreleri
olduğu sonucuna da
varabilir miyiz? Daha önceki bölümlerde önerdiğim bilgisayar analojisini kullanarak kara delikleri veya zaman eğimlerini
bütün bir veri kısmını bir bölümden
diğerine kaydıran, tekrar düzenleyen ve değişik açı ve olasılıkları görüntü olarak sunan komutlara denk biçimde
görebiliriz.
Daha önceki bölümde ele aldığımız
üzere, Einstein'm
uzay-zaman eğrisi ve buna eşlik eden tekillikler; büyük çarpılmaların, eğikliklerin meydana geldiği
bölgelerin varlığını önerir. Ve burada fiziğin normal kanunları
geçerli değildir. Bu çarpılmalar, bazı bilim adamları, bilhassa Wolf tarafından,
diğer evrenlere açılan kapıları
içerir biçimde görülmektedir. Wolf, bu görüşü, kendi paralel evren teorisine Einstein’m katkısı olarak gördüğü Einstein-Rosen köprüsüyle destekler. (**)
Kara delikler ile zaman eğimlerinin spesifik özelliği,
bunları birbirleriyle
ilişkilendirirsek, kütle çekimidir, yani evreni birarada tutan anahtar kuvvettir
("Zaman ve Evren" adlı bölüme bakınız). Bundan dolayı, kozmosun anlaşılması
için kütle çekiminin değerlendirilmesi önemlidir. Kara delik fenomenindeki kütle çekimi, zaman enerjilerinin zamansızlık yanıyla
bağlantılı görüldüğünden, kütle çekim güçleri ile zamanın, çok
yakından ve açıklanamaz
biçimde bağlantılı olduğunu öneriyorum. Oysa, aynı şey, bilim
(1)
J. Gribbin, Tiıııeumrps, s. 74.
(2)
) F.A. Wolf, Parallel
Universes, s.143.
adamlarının Büyük Birleşik Teorinin tek kubbesi altında
birleştirmeye çalıştıkları diğer bütün enerji kaynakları için de söylenebilir.
Öyleyse neden zamanı; bilimin katasım karıştırmaya
devam eden, süptil kozmik tesadüfler
zincirindeki son halka olarak düşünmüyoruz?
"Demiryolu" benzetmeme tekrar dönelim. Bu benzetmede kara deliği, tarifede yer alan durak noktasıyla, zaman eğimini ise a) ya noktalan değiştirip
aracın, orijinal yönünden
sapmasını sağlayan bir sinyalizasyon hatası ya da b) araç raydan çıkma noktasına
geri getirildiği ve sinyaller düzeltildiği takdirde düzeltilebilir olan hafif bir raydan çıkma ile denk görebiliriz.
Dr. Gribbin'in, zaman eğimleri ve kara deliklerin, en sonunda
zaman yolculuğuna giden "açıl susam açıl" parolası
olduklarını ispat
edecek olan karmaşık şebekenin bir bölümünü oluşturdukları hakkmdaki varsayımının
doğru olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum. İnsan merak etmeden duramıyor: Acaba Dr. Gribbin veya fizikçi
meslektaşları, zamanın kendisinin aynı zamanda bir enerji olduğu sonucuna ulaştılar mı? Cari Jung'un çok sevdiği (senkronizite) eşzamanlılık kanununa güven duyduğumuzda, ben kişisel olarak, zaman ve zamanın, evrensel enerjinin gelecekte olası bir kaynağı olarak kullanımı konusundaki inançlarımı da hesaba katarak, bu konuda hiç de yalnız olmadığımı
düşünüyorum.
ZAMAN DÜĞÜMLERİ
Wolf bunları şöyle tarif ediyor: "Şimdiden
geleceğe ve tekrar
gerisin geriye şimdiye daire çizerek düğümlenen yolculuklar veya şimdi başlayıp ve zaman içinde geriye giden; tekrar şimdiye dönen yolculuklar veya bunların herhangi bir kombinasyonu." Böyle düğümler Wolfun dediği
ZAMAN EĞİMLERİ, DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİ gibi, "fizik kanunları
tarafından yasaklanmış değildir; özellikle eğer başlama ve bitiş noktalan aynı zaman ve uzayda ancak değişik paralel evrenlerde ise." (*)
Zaman konusunun epey satılabilen bir ürün olduğu
gerçeği, bu
konudaki Geleceğe Dönüş gibi filmlerin ve Ku- antıım
Sıçrayışı gibi TV dizilerinin çok tutulmasıyla kanıtlanabilir. Bunların yapımcıları, bizlerin, lineer Yeryüzü zamanı
boyunca ileri ve
geri gidebileceğimiz olasılığından para kazanmakta acele ettiler.
Oysa dizinin bir iki bölümünü izleyince, kuantum sıçrayışının
gerçek anlamıyla bağlantısı olduğunu göremedim çünki bu fenomenler, tanım gereği,
geçmiş hataları düzeltme amacıyla zamandan zamana zıplamalar biçiminde
gösterilmeleriyle sınırlanmazlar. Ancak bilimsel ve popüler bilim kurgunun mevcut avangard düşünce
ortamında her şey mümkün
göründüğünden, belki de yanılıyorumdur.
Lineer geçmişteki belirli bir noktaya dönen kişiler
hakkında, değişik türden hayalî hikâyeler yazılmıştır. Bu kişiler, daha önce ateşli
biçimde inandıkları şeylerin gerçekte hiçbir zaman olmadığım
keşfetmişlerdir. Böylece, tarih kitaplarım doğru bir şekilde ortaya koymak amacıyla ve birçok kişi
tarafından benimsenen
inançları içermek üzere; ilgili kişiliklerin rol ve rollerini varsayıp, piyesi bugünkü
insanların inandığı şekilde oynamışlardır. Michael Moorcock’ın Behold the Mfln(İnsam
Gözle) adlı kitabı ve Ward Moore'm Bring the Jubillee(Jubilee'yi Getir) adlı kitabı bu türe girer. Bütün bunlar kaliteli bilim kurgu kitaplarıdır fakat acaba gerçek olabilir miydi? Gerçekten de bir kişi, geçmiş bir döneme giderek ve dünya kültürünü
sonradan
etkileyecek bir harekette bulunarak, bütün evrimsel deseni değiştirebilir mi? Öyle zannediyorum ki, bu, resmin kozmik olaylar şemasının neresinden ve nasıl
görüleceğine bağlıdır.
<*) a. g. e., s.
329.
Oysa bir metafizikçi, zaman içinde
zamansız, sonsuz
bir noktanın bulunduğunu size garanti edecektir. Bu noktada bütün zaman birdir ve her evren içinde her seviyede algılanabilen her hayat ve tecrübe
permütasyon,bu noktada birleşir ve bu noktada ansızın mevcuttur. Hiç şüphe yok ki bazı okuyucular, bu sürecin tek bir Zekânın varlığını
içerdiği ve bu Zekânın bütün kozmik senaryoyu yönetme işinde parmağının bulunduğu inancına
katılacaklardır. Durum böyle olunca, hepimizin bildiği ve her iyi yöneticinin alıntı yapmakta usta olduğu o Shakespeare’in bilgece gözlemlediği durum söz konusudur: "Yerde ve gökte, Horatio, senin felsefende hayal ettiğinden çok daha fazla şey vardır.”
Eğer zaman düğümleri
çeşidinden fenomenler
varsa; bunlar, zaman devirleri boyunca olan gidiş dönüş
biletlerinden başka şeyler
değildir ve en
sonunda, bunlarm hangi amaç için kullanılacaklar ise onun sağlanacağı bir dönem gelecektir. Mecazî olarak konuşursak, gelecek zaman yolcularına şu
nasihatleri
verebilirim: Sinyalizasyonun arızalanabileceğim, raydan çıkabileceğinizi,
daha az
merhametli bir zekânın, işaret kutusuyla oynayabileceği olasılıklarını hesaba katın
-Schrödinger’in kedisini hatırlayın! Anlatmaya çalıştığım şey şu: En sonunda zamanın bir enerji olarak kullanılışını
öğrensek bile, her
zaman için başa çıkılması gereken, şüphe edilmeyen olasılıklar
vardır ve belirsizlik
prensibi, nasıl İç Zamanda kestirilemeyen bir şekilde fonksiyon gösteriyorsa Dış Zaman içinde de aynı şekilde
fonksiyon gösterdiği
görülecektir.
ZAMAN KAYMALARI
İşte bu noktada, bilim ve insan tecrübesi, ya biraraya gelir veya boynuzlarını birbirine kilitlerler. Zaman
kayma-
sı kavramı; evrende ve hâliyle bizim gezegenimizde, Dış ve İç Zaman arasındaki
bağlantının nazik olacağı bölgelerin varlığıyla ilgili bir düşüncedir.
Okültistler bunlara fiziksel ve süptil dünyalar
(bilimsel tutuculuğun
gözünde gerçek ve hayal edilmiş dünyalar) arasındaki noktalar olarak değiniyorlardı (bazısı hâlâ böyle
değinir), işte bu noktalarda örtü zayıftır ve dolayısıyla bir taraftan diğerine kolayca geçilebilir. Yıllardan beridir bunlar; "güç merkezleri" "ley hatları" ve bunlarla bağlantılı fenomenler diye bilinen ve birçoğu hâlâ
birçok bilim adamı
tarafından değersiz olarak görülen deyimlerle anılmışlardır.
An Adventure(B\r Serüven) adlı kitapta iki İngiliz bayanın
başından geçen iyi biçimde belgelenmiş hikâyede olduğu gibi, zaman kaymaları hakkında
garip olan şey, bunlarla hiç şüphe etmeyenlerin karşılaşmasıdır.
Bu kitap ilk
olarak 1911'de yayınlandı, oysa gerçek olay 1901’de meydana gelmişti. Olayda adı geçen Bayan Anne Moberly (Ox- ford’ta
St. Hugh College’de müdürlük yapmıştır) ve senelerce müdür yardımcılığı yapmış ve Bayan Moberly'nin ardından kolej müdürü olan Bayan Eleanor F. Jourdain normalde hayallere kapılan
hanımlar değildir. Meydana gelen olay şuydu: Fransa'da tatildeyken, birden
kendilerini, 1789 yılında Versailles Sarayı'nda yürürken buldular; karşılarına, bu aşina
olmadıkları geçmişten değişik tipte insanlar çıkıyordu.
Bu hikâye yıllarca takma isimlerle yayınlandı, sebebi de adı geçen
hanımların önemli eğitim mevkilerinde bulunmaları ve açıkçası kendi bütünlüklerini korumakta yarar görmeleridir. Ancak gerçek kimlikleri bir ara dışarı sızdı ve kitabın daha sonraki baskılarında takma isimler de düzeltildi. Her ikisinin de tarif ettikleri bayıltıcı depresyon ve ağırlık duygusu, sonradan psikologlar ve fizikçilerin ilgi odağı oldu. Bayan Moberly'nin yorumu şöyle: "Her şey
anîden doğa dışı göründü,
dolayısıyla da nahoş. Binaların arkasındaki ağaçlar bile bir goblene işlenmiş
bir ağaç gibi cansız ve düz göründü. Işık ve gölge etkileri yoktu, ağaçları
kıpırdatan rüzgâr yoktu. Her şey yoğun bir biçimde durağandı." ([13])
Tarif edilen olaylar, giyim kuşam, bahçelerin plânı ve diğer fiziksel olarak
gözlenebilen fenomenler sonradan araştırıldı ve en ince noktasına kadar
tarihsel olarak doğru olduğu ortaya çıktı.
Ben kendim de zaman kaymalarını
yaşadım ve ortaya çıkışlarına eşlik eden depresyon ve düzlük duygularını teyit
edebilirim. Ayrıca çok boyutlu farkındalığı da tecrübe ettim (birden fazla
realite durumunu veya zaman bölgesinin eşzamanlı biçimde zihinsel olarak
hesaplanması). Bu olay büyük bir ihtimalle, beynin belirli bir bölgesine bağlıdır
ve en sonunda, zaman bir kez fethedilir edilmez genel kullanıma konu olacaktır;
aksi takdirde böyle bir fenomene maruz kalış, birçokları için delirtici
olabilir.
Belirli bölgeler, zaman kaymalarının
oluştuğu yerler olduklarına inanıldığından meşhur oldu -örneğin Bermuda Şeytan
Üçgeni; her ne kadar bölgede kaybolmuş gemilerin ve uçakların başka boyutlara
veya paralel evrenlere taşındığı teorisi, bazı kaybolmuş uçakların okyanusun dibinde
neredeyse hiç bozulmamış şekilde bulunmasıyla çürütülmüş olsa bile. Sonradan
filmi de yapılan Philadelphia Deneyi adını
taşıyan kitap, büyük bir geminin görünmez yapılabileceği ve böylece düşman
sularına emniyetli şekilde girebileceği fikrine dayanmaktadır. Bu filmde
meydana gelen olay şudur: Teknolojinin geri tepmesi sonucu, gemi ve
mürettebatın tamamı alternatif bir dünyaya projekte olurlarken, en sonunda
yalnızca bir kişi geleceğe ulaşır. Adamın şansına, kendini bulduğu gelecek
zamandaki bi-
ZAMAN EĞİMLERİ, DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİ lim, zamanı
fethetmiştir ve zaman yolcularmdan birisi onu, ait olduğu yer ve yıla geri getirir.
Bilim kurgu mu? Kimbilir? Evlerini bir gün terk edip bir daha hiç görünmeyen bu kadar çok sayıda insana ne oluyor acaba? Bunlardan
bazılarının öldürülmüş olduğu veya üstesinden gelemedikleri bazı aile olaylarından
bilhassa kaçarak ortadan kaybolmaları
olasılıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Bazı olayların açıklanması ise çok zordur. Bu türden olayları
toplamak ve kitap
formunda sunmada uzmanlaşmış bazı yazarlar tarafından, hiç şüphesiz biraz fazla süslenmiş
biçimde sunulmuşlardır. Her ne kadar kaybolmaların büyük bir çoğunluğu
mantıksal bir açıklamaya sahipse de, her zaman orada veya
burada bir zaman kaymasını ve içinde kaza sonucu kaybolmuş bulunan bir kurbanın
bulunduğunu ima eden
garip bir olay vardır.
Bayan Moberly ve Jourdain'm şansları,
yalnızca olaya tanık olmaları ve olayın içinde yer almamalarıdır.
Aynı türden bir tecrübeyi
yaşamış, benim tanıdığım çok bilgili ve sağduyu sahibi yaşlı adam, böyle bir olayı bana ilk elden nakletmiştir. Aristokrat ailelerden birinin üyesi, Iskoç- ya'da eski bir şato bozması olan büyük bir binada kalıyormuş.
Kırsal kesimde yaşadığından
çok sık olarak dışarıda
yürüyüşlere çıkıyormuş. Kendisini çok iyi hissettiği bir gün, ufkunu genişletmeye ve değişik görüntülerin zevkine varmaya karar verir.
Hayli yürüdükten sonra, karşısında bir İskoç çiftliği bulur. Bu eviyle, çevre binalarıyla, akarsuyu ve canlı
varlıklarıyla tam bir çiftliktir. "Ne kadar acayip." diye düşünür ve şunu ekler: "Bu çiftliği daha önce görmedim, ne kadar geri zekâlıyım!"
Binanın dışındaki bazı kişilerin değişik bir dönem stiline göre giyinmiş
olduğu dikkatini çeker. Onları
selâmlar fakat
onlar duymamışlar
gibidirler; yalıuz hayvanlar kafalarım
çevirirler ve
merakla bakarlar. Şatoya geri döndüğünde bu yeni keşfi hakkında sorular sorar. Kendisine bu yörede böyle bir çiftliğin bulunmadığı
söylenir. "Fakat
en ince ayrıntısına kadar onu gördüm." diye ısrar eder. "Hatta, sizi oraya götürüp göstereceğim."
der.
Adı geçen bölgeye ulaştıklarında
çiftliği göremezler. Yalnız açık bir alan, dalgalı bir arazi ve küçük bir akarsu vardır.
Tanıdığımın kafasında birçok soru işareti vardır ve biraz küçük düşmüş olarak eve geri döner. Eğitimli
ve zekâ seviyesi normalin üzerinde bir kişi
olduğundan, olayı orada bırakmaz ve sonraki günlerde birsürü araştırma yapar ve Edinburgh'daki eski kayıtları kontrol eder. Ortaya çıkan gerçek
şudur: Bu noktada 18. yüzyılda bir çiftlik vardı ancak bu yıllar önce
yıkılmıştı. Bu alanın tarifi kesindir. Hikâyeyi
anlattığında beni şaşırtan şey, gördüğü insanların onu görmemeleri veya duymamaları, oysa hayvanların,
varlığından tamamen
haberdar olmalarıdır.
İnsanın akima, ister istemez hayvanların,
Dış Zamanın ne kadarını sezdikleri sorusu geliyor. Benim kedilerimin, beş insan duyusuyla kaydedilmeyen şeyleri gördüklerini ve sezdiklerini biliyorum. Ayrıca ne zaman ölecekleri konusunda önceden haberdar olduklarına da inanıyorum.
Elde bulunan kanıtlardan, yeryüzü atmosferinde bazı noktaların
bulunduğu ve bunlar
aracılığıyla diğer zaman yöreleriyle, alternatif frekanslarla veya paralel evrenlerle irtibatın kolayca sağlanabileceği
görülüyor. Her ne
kadar teknolojinin, en sonunda bizleri zaman şebekesiyle iletişime girme ve enerjilerini kullanma
konusunda muktedir kılacağını yazıyorsam da; ayrıca, insan zihninin bunu, teknolojinin yardımı olmaksızın da gerçekleştirebileceği
görüşündeyim.
ZAMAN KAPSÜLLERİ
Zaman kapsülü şöyle tarif edilmiştir: "Uzak gelecekte araştırılması
için, içinde, modern kültürün eşyalarını ve kayıtlarını koruyan mühürlü bir kap." Buradaki anlamı ile zaman kapsülleri,
yalnızca, tarihçi ve antropologlar tarafından genelde kabul edilen insanlık tarihini ilgilendiren bilgiyle
ilgili görülecektir. Fakat zaman kapsülleri, örneğin tarih öncesine bağlı
çok uzak türden bir bilgi (dürüst olmak gerekirse bunlar hakkmda çok az bilgimiz var) içeriyorlarsa veya bizim dünyamızla irtibat hâlinde olmayan ve zaman bölgelerini
işgal edebilen başka dünyalarla
ilgili bilgi içeriyorsa, ne olacak acaba?
"Bantlar" veya "diskler" gibi maddî nesnelerin geçmişten hatta gelecekten bilgi
edinilmesi için kullanılması konusunda, bilim adamları ve metafizikçiler
tarafından değişik hipotezler ileriye sürülmüştür; eski zaman taşları bu listede en üsttedir. Tarih öncesi
kültürlerin büyük taşlarının (megalitlerin), jeofiziksel faylar içerdiğinden
şüphelenilen bölgelere -bu bölgeler,
yeryüzünün altında değişik türden kayaların bulunduğu yerlerdedir- dikilmiş olması
gerçeği, birçok insana, bu taşların ta kendilerinin zaman kapsülleri olduğu konusunda ilham vermiştir.
1980'lerin başlarında, Arkeoloji Enstitüsünde
araştırmalar yapan bir inorganik kimyacı olan Dr. Don Robins, birçok şeyin
yanı sıra, taşlardan yapılmış dairelerin (örneğin, Oxfordshire bölgesindeki Rollrights taşları) doğal
güç alanları ihtiva ettiğini keşfetmiştir. Ayrıca gece ile gündüzün eşit
olduğu mart ve ekim aylarında,
güneş görünsün veya görünmesin, taşların düzenli biçimde yüksek frekanslı işaretler
yaydığı ortaya çıkarıldı. Yıl,
gündönümlerine yaklaştığında, işaretler kaybolmaktadır. Dr. Robins ve ekibi tarafından gözlenen bir diğer ilgi çekici fenomen, daire-
nin dışındaki doğal radyoaktivite seviyesinin, her
zaman, dairenin içindekinden yüksek olmasıdır. Ayrıca kozmik radyasyonu dışarıda
tuttukları da
bulundu; bu da gösteriyor ki, ya taşların daire şeklinde oluşumundan dolayı ya da daire içinden geçerek
yeryüzünden yayılan doğal enerji sonucu, bir çeşit koruyucu kılıf
oluşmuştur. Dolayısıyla, bu göstergeler; jeolojik fay çizgileri, bu dairelerin mevkileri ve
elektromanyetik radyasyon arasındaki ilişki bakımından önemlidir.
Fenomenlerin çoğu geçmiş zamanlarda UFO'lara bağlandı ve benzeri olayların ortaya çıkışlarının,
elektromanyetik alana etki eden jeofiziksel düzensizliklere kadar izleri sürüldü. Bu alanın etkisinin, kapladığı alanda yaşayan veya buradan geçen insanlarda halüsinasyonlar
görme veya psikokinezi
(PK) oluşturma biçiminde etkilerde bulunduğu görülmüştür. Uzun zamandan beridir araştırmacılar,
dikili taşlar veya diğer megalit yapılarının
bulunduğu bölgelerde, garip parlayan, ışıltılı fenomenler gördüklerini iddia eden tanıklardan
birsürü bilgi topladılar. Bu görgü tanıklarından
bazıları fenomenin,
bir çeşit telepatik tepki doğurduğunu ileri sürdüler. Yani zihninsel istek üzerine, fenomenin parlaklığının kısılması, hatta fenomene son verilmesi gibi. Ancak Gaia hipotezine önem verecek olursak, bu şaşırtıcı
değildir çünki bu hipotez, yeryüzünü kendi başına yaşayan canlı bir organizma olarak düşünmektedir. Hatta taraftarlarının
bazıları, Gaia'ya,
evrimimizin bu noktasında sahip olduğumuza eşit veya daha fazla zekâ seviyesi atfetmişlerdir.
UFO meraklıları, Yeryüzünün elektromanyetik ala- nıhdaki
düzensizlikten ortaya çıkmış türden fenomenlere tek tanık olan insanlar değildir.
İkinci Dünya Savaşı esnasında pilotlar, düşünce gücüne tepki gösterdiği
görülen benzer
fizik ötesi tezahürler tarafından rahatsız edildikleri-
ZAMAN EĞİMLERİ, DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİ ne tanık oldular. Öyleyse belki de, taşların kendileri değil de, dikilmiş
bulundukları yerler zaman kapsülüdürler: Eski çağ insanları bizlerin bugün
olduğumuzdan çok daha az sol beyin yönlendirmesindeydiler ve zihinlerini, içgüdüsel ve sezgi yolu ile kullanmaya, modem
insandan çok daha fazla eğilimliydiler. Belki de Gaia'nm bedeni, yani dünya
üzerindeki hassas noktaların
varlığından daha
fazla haberdardılar ve ibadet yerleri veya yalnızca kutsal yerler olarak işaretlemek
üzere buralarda, taştan yapılmış
ibadet yerleri inşa ettiler.
Gezegenimizi enlemesine ve boylamasına
geçtiğine inanılan seyyal enerji damarları olarak düşünülen (Çinliler tarafından "ejderha hatları" veya Keltliler tarafından "peri hatları” diye adlandırılan) ley hatları, bu bölgeleri birbirine bağlıyor gi.bi görünmektedir.
İlginçtir, bu ley hatlarının, taş
dairelerinde
birbirlerini kesen fay hatlarının paralelinden geçtikleri
anlaşılmıştır. Eğer bu böyleyse, bu bölgelerdeki elektromanyetik enerji ve onun sonucu olan atmosferik fenomenlerin, çevre bölgelerden daha güçlü olma olasılığı
vardır. Eğer doğal zaman kapsülleri denen şeyler varsa şunu önermek istiyorum: Bunlar Gaia'nm (Yeryüzünün) beyninin bir bölümünü
oluştururlar ve o doğduğundan bu yana yüzeyi üzerinde meydana gelen her şeyin kaydını
depolamaktadır. Bu varsayım üzerinde çalışarak, Gaia'nm bellek bankasına girecek kadar hassas olan bir
kimse, bilimin şu anda bildiğine çok şeyler ekleyebilir. Acı gerçek ise şu olguda yatar: Bilimsel
disiplinlerde araştırma yapanların çoğu, sol beyin yönlendirmesinde
olma eğilimindedir ve sağ beyin tarafından ortaya atılanları kabul etmez. Bu söylediklerimiz
bilimsel kuruluşlar
içinde yetküi pozisyonları tutanlar için özellikle geçerlidir. Neyse ki bazı bilim adamları, yavaş
yavaş bunun farkına varıyorlar.
Son zamanlarda oluşturulan Girişim Araştırma Ünitesi
(Dr. Don
Braben tarafından kurulmuştur)
"yaratıcı bilim" in gelişmesini sağlayacak araştırma bursları elde etmeyi amaçlamaktadır
ve gerçek bilimsel araştırmanın hem temel hem de uygulamalı
yanlarım kapsar.
(Bu kitabın yazıldığı tarihte, Girişim Araştırma Ünitesinin adresi, ilgilenenler için şöyledir: BT Britannia House, Moore Lane,
London EC2, İngiltere.)
TAŞ BİLGİSAYARLAR
Her dikili taşm kendi başına bir zaman kapsülü olmamasına
karşın; onları diken insanların, en azından bazılarının, zamanın ritmlerine aşina oldukları
konusunda ise
pek şüphe yoktur. Gribbin şunu belirtiyor: "Stonehenge'in astronomi ile ilgili bir bilgisayar olduğu konusunda artık hiçbir şüphe yoktur zaten, bu amaç için yapıldığı
konusunda şüpheye neredeyse hiç yer yoktur." ([14])
Gribbin ileri sürdüğü fikri, diğerlerinin yanı sıra Fred Hoyle, Colin Renfrew ve Gerald Hawkins adlı
profesörlerin buluşlarıyla da ispat ediyor. Gribbin, megalitleri yaratanların bilgilerini ve güçlerini Doğu Akdeniz, Yunan ve Mısır
kaynaklarından aldıkları görüşlerini paylaşmamaktadır. Radyokarbon teknikleri ve ağaç halkaları
hesaplamalarının (dendrokronolo- ji) kombinasyonu, arkeologlara, eski örenlerin tarihlerini daha kesin şekilde hesaplama konusunda yardımda bulunmuştur.
Bunun sonucunda
da arkaik araştırmalarla ilişkili olan tarihçiler ve diğer disiplinlerin üyeleri, eski görüşlerini tekrar gözden geçirmek
zorunda kalmışlardır.
Gribbin'e göre megalit mezarları, piramitlerden yüzlerce yıl önce yapılmıştır. Mezolitik veya Orta Taş Devrinden (M.Ö. 9000 yılı civarında
başladığı tahmin
edilir) önce ve bu devir boyunca ilerlemiş bir kültürün
varlığım kabul
ZAMAN EĞİMLERİ, DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİ etmeye hazırım ama aynı zamanda bunu, aynı dönemde ortaya çıkan
Mısır'daki, Akdeniz bölgesindeki ve Atlantik kıyısı boyunca oluşan benzer kültürlerden
ayırmak gereğini duymuyorum. Alternatif bir görüş, The Sphinx and the
Mega!iths(Sienks ve Megalitler) adlı kitabında John Ivimy tarafından sunulmuştur. Her iki araştırıcı da bu konuda ayrıntılı bilgi verirler ve her iki görüş de düşünülmeye değerdir;
çünki her ikisi de gerçeğin ayrı bir boyutunu ortaya koyar.
PİRAMİTLER
Metafizikçilerin inançlarına göre, eskiler büyük ihtimalle, zamanın, matematiksel ve geometriksel
sembolleri konusunda bizlerin bugün bildiğimizden daha çok şey biliyorlardı
ve piramitler de
bunun bir örneğidir. Büyük Pi- ramit’in küçük ölçüdeki modellerinin altına
yerleştirilen eşyaların, zamanın normal yıpratmasına karşı koymaları, birçok bilim adamını
düşündürmüştür. Aynı şekilde piramit şeklinin, insan zihni üzerinde garip sonuçlar ürettiği gözlenmiştir.
Yıllar önce bir New
Age festivaline katıldığımda, Büyük Piramit'in küçük ölçüdeki bir modeli bana gösterildi. Bunun büyüklüğü, bir kişiyi içine alabilecek boyuttaydı ve bana içine oturmam ve ne hissedeceğimi
görmem için bir teklif yapıldı. Biraz kuşkulu
olduğumdan ve kobay
olarak kullanılmaktan çekindiğimden, o sırada yanımda
duran bir Doğu mistiği olan Swami Rama'ya ilk olarak onun girmesini önerdim. O zamanlarda benden daha olgun ve
kendine güvenen bir kişi olan Swami hemen teklifimi kabul edip, piramidin içine girdi. Onun sakin oluşundan cesaret alarak, onu takip etmeye
karar verdim. Tecrübe ettiğim şey, geçici bir zaman duraklamasıydı ve sanki geçmiş ve gelecek bir an için önümde
göründü. O za-
mandan beri birkaç çok boyutlu farkındalık
tecrübeleri yaşadım ve şimdi anlıyorum ki bunlar, çocukluğumdan beri yaşadığım
şeylerdi ve ben ne
olduklarım bilmiyordum.
Piramitten çıkan Swami, ne hissettiğimi ve ne gördüğümü sordu. Ona anlattığımda,
aynı fenomenleri aym şekilde yaşadığmı söyledi ve gerçekten de ben yapının içinde iken çevresindekilere
bunları tekrarlamış. O zamandan beri geometrik desen ve zamanı ilgilendiren çok şey öğrendim; fakat bunların çoğu
sübjektif olduğundan, bu konuda daha fazla şey söylemeden önce bunların bilimsel olarak test edilip ispatlanması gerekir. Matematik eğilimi olan araştırmacılar,
Peter
Lemesurier'nin The Great Pyramid De- coded (Büyük Piramidin Sırrı Çözüldü)
adlı kitabından birçok ilgi çekici bilgi elde edebilirler. Bu kitap benim inancımı teyit etmektedir; evrenin bilgisi
açısından, sahneye ilk çıkanlar hiçbir şekilde bizler değiliz.
Kefren piramidindeki o zamana kadar ortaya çıkma - mış gömülü malzemenin araştırılması
için Birleşik Arap Cumhuriyeti tarafından organize edilen bir bilimsel
proje (1967-69) ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Normal X-ışmları- nm taştan geçmeye yetecek güçte
olmadığını hisseden,
fizik dalında Nobel ödülü sahibi ve aynı zamanda Califor- nia Üniversitesinde
Lawrence
Radyasyon Lâbora tuvarında direktör olan Dr. Louis Alvarez, kozmik ışın
saptayıcısının bu iş için kullanılabileceğini önerdi. Sebebi de bu teknolojinin, yeryüzünü dış uzaydan bombardımana
uğratan radyasyon parçacıklarının
ölçümü için geliştirilmiş olmasıydı. Varsayılan şuydu: Eğer alet Kefren piramidinin mevcut lahit odasına yerleştirilirse, taş
şebekesinden geçerek bölüme gelen radyasyon miktarı manyetik banda kaydedilebilir ve yapının
sağlamlığındaki herhangi bir sapmanın farkına varılmasıyla da daha bulunmamış
lâhit odalarının ortaya çıkarılışım kolaylaştırırdı.
Karmaşık radyasyon dedektörleri
usulüne uygun şekilde inşa edildi ve kozmik ışın konusunda büyük bir bilgi
toplandı ve orijinal sorunun cevaplanması için yeterli bilgi bulunmaktadır.
Califomia Üniversitesinden Lauren Yazo- lino bilgisayarda iki bant kullandı ve
aletin düzgün bir şekilde fonksiyon gösterdiğinden emin oldu. Dr. Alvarez
piramidi ziyaret etti, aracından kayıtlı bantları çıkardı ve derken, bulgulan
üzerinde hiçbir yorum yapmaksızın ilkeden ayrıldı. Amerikalılar ülkeyi terk
ettiklerinde Kahire' deki Mısır El Shams Üniversitesinden Dr. Amir Gohed aracı
gözetmekle yükümlü kılındı ve açıkladığına göre deney, tam bir çıkmaza girmiş
durumda. Dikkate değer tek yorumu şu:
Bilim ve elektroniğin bütün bilinen
kanunlarını ihlâl ediyor. Kaydedilen sonuçlar bilimsel olarak imkânsız! Büyük
buluşlar yapacağımızı umduğumuz kayıtlar; karışık, anlamsız bir semboller
yığınından başka bir şey değil. Tamamen aynı olması gereken teyp bantları ise
tamamen farklı. Ya piramidin geometriği tamamen hatalı, ki bunun böyle
olmadığını biliyoruz ya da izahın ötesinde bir giz var. Ne şekilde
adlandırırsanız adlandırın -büyücülük, firavunların bedduası, sihir- Kefren
piramidinde işleyen ve bilinen bütün bilimsel kanunları ihlâl eden bir güç
var.{[15])
Deney hiçbir zaman tekrarlanmadı.
Bildiğim kadany- la, bu fenomen üzerinde başka yorumlar yapılmamıştır. Hiç
şüphe yok ki paralel evrende bulunan birileri kıs kıs gülmekteler ve bizler
bunu, bilinen bilimsel kanunlara uymadığı gerekçesiyle reddediyoruz. Tabiî ki
bunun, fira- vunvari PK veya bu türden saçmalıkla bir ilgisi yoktur. Sadece,
bizler zaman enerjilerinin gerçek doğası ile bilimsel olarak irtibat hâlinde
değiliz.
\
EKİN DAİRELERİ, ZAMAN GÖSTERGELERİ
Mİ?
Artan sayıda ve kompleks bir görüntüde ortaya çıkan ekin daireleri, bazılarının zamanla ilgili olabileceğine
inandıkları bir fenomendir. Öyle görünüyor ki ortaya çıktıkları noktalar arasında ve bu bölgelerden
dışarı yayılan elektromanyetik statik konusunda bazı bağlantılar vardır. Çünki
sıklıkla, yoğun biçimde fay hatlarının olduğu İngiltere'nin batı kısmında oluşuyorlar. Ne oldukları ve neyi temsil ettikleri konusunda birçok
açıklamalar ileriye sürülmüştür.
Açıklamalar arasında şunlar da vardır: öğrenci şakaları, garip rüzgârlar, Gaia tarafından dış uzayda bulunan "akrabalarına"
yardım çağrısı, isteğini duyan ve yardım vaat eden zeki varlıklardan mesajlar, eski bir yazı şeklinden glifler, insanoğluna
yaklaşmakta olan
kozmik felâket konusunda ihtarlar, güneş sistemimiz içindeki
yaklaşmakta olan
gezegensel hareketlerin haritası veya şimdiye kadar gizli kalmış göksel bir cismin gelişi/ortaya
çıkarılışı vs.
Eğer değişik biçimler ve yerleşim
bölgeleri kategorize
edilip bilgisayar analizine tâbi tutulsa, belki de bizim aşağıdaki
hususları anlamamıza yardım eden tutarlı bir desen ortaya çıkabilir:
a) ne ile ilgilenmekte olduğumuz ve, b) sonuçlardan bir anlam çıkaracağımızı farz ederek nasıl tepki göstereceğimiz.
Tuhaf bir hile
de ortaya çıkabilir fakat en akıllıca hareket, bu konudaki hükmü, ileride belirecek kanıtların ortaya çıkmasına bırakmaktır.
Değişik biçimlerde ortaya çıkan ekin alanları konusunda, son zamanlarda bir araştırma
yapılmıştır. Kindred Sp/riKAkrabalık Ruhu) adlı dergide yazan Richard Beau- mont
(Cilt 1, sayı 12, Sonbahar 1990) şunları belirtiyor:
Stroud bölgesinde bulunan HSC (İrlanda ve İngiltere)
başlığını taşıı/an Limited Lâboratuvar özel bir hizmet sunuyor:
Kandaki kristalize yapılar analiz ediliyor ve hastanın
kanındaki benzeri yapılarla aynılık gösteren otların kristalize örnekleri ile karşılaştırılıyor.
Bu, her bireyin ihtiyaçlarına
özgü olan ve hastaları holistik olarak tedavi etmede başarı
sağlayan Spagyrik yönteminin bir bölümüdür.
"Enerji ilâcının" bir türü olan bu yöntem
değişik ekin dairelerinden alman hububat ürünlerine
uygulanmış ve ilgi çeken sonuçlar elde edilmiştir.
Fotoğraflardan açıkça anlaşılıyor ki, daire içinden
alınan ile daire dışından alınan kontrol örneklerinde
mısırın enerji modellerinde göze çarpan bir değişiklik var. Bu bir ara bulgu olup, araştırmalar
devanı etmektedir ve bu yılın sonunda rapor yayınlanacaktır.
Alton Bames bölgesinde ortaya çıkan
olağanüstü karmaşıklıktaki ekin dairesi
GENETİK ZAMAN KAPSÜLLERİ Mİ?
Meşhur Rus bilim adamı Profesör Ivan A. Efremov, zaman
konusundaki avangard görüşlerini bir roman şeklinde açıkladı. Razor's EdgeÇUsturanm Ucu) adlı kitabında Efremov, hücrelerimizin,
sayısız atalarımızın zaman kayıtlarını içerebileceği olasılığını ortaya atıyor ve insan organizmasının,
mağara insanından astronota kadar, değişik sayıda nesillerin birikmiş
tecrübelerini taşıyabileceğini ileri sürüyor. Bunu, reenkamasyon fikrine çok daha mantıklı
bir cevap olarak görüyor çünki bilimsel çalışmaları, onu re- enkamasyon fikrini kabul
etmekten alıkoymaktadır. ([16]) Bu tartışmayla daha önce birçok durumda karşı karşıya
geldim ve yaptığım
gözlemler ve araştırmalar, beni aşağıda
belirttiğim sonuçlara ulaştırdı: Genlerimiz kesin olarak önceki atalarımızın tarihini taşıyorlar fakat hesaba katmamız gereken diğer bir faktör daha var, o da şuurdur. Eğer
şuur yeterli derecede
güçlü ise
genetik etkilerin üstesinden gelebilir. Bu konu, "Zamanın
Metafiziği" adlı bölümde ele alınmıştır.
ANTİMADDE
Rasyonel bilimin kabul edilmiş
gerçeklerini takip eden ve fiziksel dünyada zamanın enerjisiyle ilgili olan bir keşif vardır: Bu da antimadde veya Havvking'in adlandırdığı gibi "antiparçacık"tır.
Kuantum teorisi
ve özel rölativite kombinasyonu üzerinde çalışmakta olan İngiliz matematikçi
ve fizikçi Paul Adrien Maurice Dirac, 1930 başlarında, daha önce
gözlemlenmemiş olan değişik tür bir maddenin varlığım ortaya koymuştur -antimadde- ve böy- lece Dirac Denklemi matematik bir
sezgi sonucu ortaya çıkmıştır.
Neyse ki, bu denklem ciddiyetle karşılanmış ve sonraları
Amerikalı fizikçi Cari Anderson'm çalışmaları pozit- ron'un varlığını ispatlamıştır. Bu pozitron veya antielekt- ron,
antimaddenin bulunuşu ve tanımlanmasında ilk adım olmuştur. O zamandan beri lâboratuvarlarda
tutarlı bir şekilde antimadde üretilmiştir. Oysa antimadde uzun süre baki kalmaz. Pozitif enerji parçacıkları, negatif enerji denizindeki her türlü boşluğu
araştıracaklardır ve eğer sıradan bir elektron böyle bir delikle karşılaşırsa, onun içinde yok
ZAMAN EĞİMLERİ, DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİ olacak ve evrenimizi terk
ederken, yerini bildiren bir gama ışınını salacaktır. Davies şöyle bir yorum yapıyor: "Bu süreç, çift
yaratmanın tersidir
ve bir elektronun bir pozitro- nun, karşılıklı yokoluşlanyla sonuçlanan
karşılaşmalarıdır. Böylece antimadde, ne zaman madde ile karşılaşırsa patlayıcı yokoluşlar ortaya çıkar." (*) Hawking bunu kendi sözlüğünde basit bir dille onaylar:
"Her tür madde parçacığının bir antiparçacık karşılığı vardır. Bir parçacık kendi an- tiparçacığı ile çarpıştığında yok olur ve yalnızca enerji bırakır."
(**)
Her ne kadar bu çarpışan madde ve antimadde parçacıkları birbirlerini bu evrende yok
ediyor görünseler de, belki de onların çarpışması onların değişik bir kozmik zaman bölgesine atılmasına hizmet eder. Böylece değişik
bir frekansta
tekrar doğmuş olurlar ve onların hoşçakalın diyen gama ışını ise, süratle zaman dairelerine yükselişleri
anında yansımaları sonucunda bıraktıkları alevden başka bir şey değildir. Antimadde fenomeninin ayrıca
derinlemesine metafiziksel bir yorumu vardır ve buna ben "Zamanın
Metafiziği" adlı bölümde değineceğim.
Antimadde konusunda bazı bilim adamları,
örneğin Paul
Davies, şu şaşırtıcı soruyu ortaya attılar: Neden evren neredeyse %100 maddeden
oluşur ve antimadde, yokluğu ile dikkati çeker? Ders kitaplarına
göre cevap şudur: Büyük Patlama esnasındaki belirli bir safhada madde/anti-
madde simetrisi bozulmuştur ve bizler, birinin aşırı derecede varlığı, diğerinin yolduğu ile karşı karşıya
kalmışızdır. Birkaç açık görüşlü bilim adamı tarafından desteklenen metafizik bir inanç vardır: Evrende hiçbir şey
gerçekten yok
olmaz, yalnızca şekil değiştirir. Bundan dolayı, acaba şöyle bir spekülasyonda bulunabilir miyiz? Evrenimize paralel ve antimaddeden oluşan bir evren vardır ve
(*) P. Davies, Other Yİforİds, s. 86.
(*») S. Hawking, A Brief History
of Time, s. 183.
maddenin, antimaddeye karşı üstünlüğü
ilk defa oluştuğunda, antimadde işte bu gezegene fışkırtılmıştır.
Bunun, ilk
patlamadan saniyeler sonra oluştuğuna inanılır. Bu oluşumdaki
kuarkların, nükleer parçacıklar ile birleşmesinin yalnızca bir mikrosaniye aldığı
hesaplanır ve böylece ilk saniyenin sonuna kadar, geri
kalan antimadde, madde ile teması sonucu negatif olmuştur. (*)
Teorize olmuş antimadde dünyalar ve paralel evrenler açısından, zamanjokunun tersinmesi ve ima
ettikleriyle ilgili kavram hakkında, bütün bilim adamları aynı
görüşü paylaşmazlar. Coveney ve Highfield, sebeplerini kitaplarında belirtmişlerdir. Bu iki bilim adamı, Newtoncu determinizmi biraz kuşkuyla
karşılamakta ve evrim gerçeğini ve biyolojik ritmlerin varoluşunu, kendi savlarını
güçlendirmesi açısından örnek
olarak verirler.
Madde, antimad- de, uzaysal simetri ve zamanın iki yönü konusu arasında var olan karışık bağı kabul eder ve okuyucularına
şunu da garanti
ederler: G. Lüders (1954) ve Wolfgang Pauli (1955) tarafından geliştirilmiş olan meşhur YPZ, yani Yük-Parite- Zaman teoremi; zaman
simetrisinin, zaman okuna sebep olacak şekilde nasıl kırılabileceğini açıklamak
için kullanılabilir. YPZ teoreminin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, aşağıda belirtilen kombinasyonlar sonucu
simetrinin denenmiş olmasıdır:
-
Y; yükün birleşmesi: bunun aracılığıyla madde anti- maddeye dönüşür.
-
P; paritenin ters yüz oluşu: bu, uzaysal koordinatları aynasal imajlarına
dönüştürür.
-
Z; zamanın geriye gidişi: zamanın
yönünü geriye doğru çevirir. (**)
Coveney ve Highfield zaman oku konusunda iyi bir sunuş yaparlar. Birçok
açılardan da haklıdırlar
çünki yer- İÜ P. Davies, The Cosmic Blııeprint, s.127.
(**) P. Coveney ve K. Highfield, The
Arroıo of
Time, s.139.
ZAMAN EĞİMLERİ, DÜĞÜMLERİ, KAYMALARI ve KAPSÜLLERİ yüzü üzerinde
tecrübe ettiğimiz üzere, lineer zamanda ileri yöne doğru bir empüls olduğu görünür. Ancak, fizik kanunları, tamamen karanlıkta
olduğumuz boyutlar konusunda açık görüşlü olmamız için, bizi uyarıyor gibiler. Ayrıca diğer evrenlerdeki şartlara
önyargı ile yaklaşmaktan
çekinmeliyiz. Çünki bu evrenler keşfedildiklerinde, fonksiyonlarının, fiziksel evrenimizin frekanslarından
daha değişik olduğu
ortaya çıkabilir. Homo sapiens ve Gaia'nın sinesinde paylaştığımız diğer hayat biçimlerinin evrimi konusunda, zamanın geçmesinin etkileri ile ilgili olarak bilgi sahibi doktorlar bazı ilgi çekici
gözlemler yapmışlardır. Bu konulara ayrıntılı olarak sonraki bölümlerde değineceğim.
Determinizm ve paralel evren taraftarı olan lobiye dönüyoruz. Bizim açımızdan zaman içinde geriye doğru gider görünen evren, aııtimaddeden
oluşuyor olabilir.
Bundan dolayı bir kara delik aracılığıyla fiziksel bir gezi yapmış olsak, kendi karşıtımızla
karşılaşabilirdik ve her ikimiz de yok olabilirdik. Antievrenlerden gelen bir erkek ve bir kadın iki zaman yolcusunun birbiriyle
irtibata geçip geçemeyeceği konusunda spekülasyon yapan Wolf, şunu öneriyor: Bunun cevabı,
gerçekten geriye doğru giden zaman akıntıları içinde yaşayıp
yaşamadıklarına bağlıdır. Eğer durum böyle olsaydı, onların gelecekleri bizim geçmişimiz
olacaktı. Evrenlerindeki
ışık, zaman içinde ileriye doğru yolculuk edecekti ve dolayısıyla
alacakaranlık kuşağından geçen yolcular bunu görmezlerdi. Ve şunu ekliyor:
Onların bütün ışığı, geçmiş tekilliğe
doğru geçip gidecekti. Erkek yolcu tarafından görülmeyecek biçimde, zaman içinde
yanlış yöne gidiyor olacaktı.
Böylece kadın yolcu ve erkek yolcu birbirlerini
görmeyeceklerdi. Eğer kadın yolcu, bizimkiyle karşılaştırıldığında
zaman içinde geriye doğru giden bir evrenden geliyorsa; o
da (kadın) untimaddeden yapılmış olacaktı. Bu da düşünülmesi gereken di-
ğer bir konu.
Kadının geçmişi bizim geleceğimiz olsa bile, yanılmış olabiliriz. Bizim için geriye doğru giden, onlar için de geriye gidebilir. Başka bir deyişle,
onların evrenleri, bizlerin geçmişten geleceğe neyi hesapladığımıza
göre, normal olarak ilerleyebilir.(*)
Yani gerçekten emin olamayız. Antimadde konusunda bütün bildiğimiz, parçacıkların
tutumlarında gözlediğimiz şeydir. Makrokozmos ve mikrokozmosun birbirlerini değişik frekanslarda yansıttığım farz ederek şu sonuca ulaşmamız
mantıklı görünüyor: Güneş sistemleri, yıldızlar, galaksiler ve belki bütün evren aynı tür
oluşumu takip edebilir. Eğer evren içinde bütün aşamalardaki bu süreçlerin her birinde ortak olan bir öğe varsa, o da zamandır, ister bir mikrosaniye ister bir
milyon lineer yıl olsun, eğer zaman ilerlemezse ne madde ve antimadde olurdu; ne galaksileri ve evrenleri
yaratan nükleer reaksiyonlar; ne de, ister bilinsin ister bilinmesin, herhangi bir
evrenin bir bölümünde bir evrim ve de bizler olurduk.
(’) Wolf, Parallel Universes,
s.163-4.
ZAMANIN PERİYODİK DEVİRLERİ
Zaman oku bizim bilgimizi arttıran bir araçtır;
cehaletimizi gizleyen bir aygıt değil.
COVENEY ve HİGHFİELD
(*)
Asırlar boyunca, periyodik devirlerin yeryüzü üzerinde yaşayan varlıkların yaşam devirleri üstüne tesir ettiği
hesaplanmıştır. Bu hesaplamalar, âlim ve filozofların
geçmiş büyük medeniyetleri gözlemlemesinden, günümüz bilim adamlarının hava modelleri ve diğer küresel
fenomenlerle ilgili olarak önceden tahminde bulunmasına kadar değişiklik arz etmiştir. Hiç
şüphe yok ki aşağıda
belirtilenlerden bazıları,
diğerlerinden daha fazla aşina görünecektir fakat her biri, bütün olarak zamanın
araştırılmasıyla yakından ilgilidir.
SAROS DEVRİ
Astronomlar, güneş ve ay tutulmalarının her 18 yıl 11 1/3 günde veya 223 kamerî ayda oluştuğunu çok
öncesinden tespit
etmişlerdir. Başka bir deyişle, güneş ve ayın merkezleri neredeyse aynı yerlerine dönerler ve böylece, bir sonraki dönemin
tutulmaları aşağı yukarı aynı düzen içinde tekrar oluşur. Devrin uzunluğu bir günün üçte birini kapsadığmdan, görünebilirlik bölgesi her defasında, 120 derece veya bir devrin üçte biri kadar batıya doğru
yük- O) P.Coveney ve R.Highfieİd, The Arrow of Time, s. 264.
selir. Astronomi ve astroloji
konularında uzman olan Kaideliler, bunu, Saros devri olarak adlandırmışlardır.
(Bu deyim Yunanca olup, Babillilerin 3600 sene anlamında sam kelimesinden
gelir. Modern kullanımı ise, anlaşıldığı kadarıyla orijinal devrin, 18.5
senelik olarak yanlış bir yorumuna dayanır.) Ve bu devre büyülü güçler isnat
edilip, bir gün dünyanın yokoluşuna sebep olmakta aracı olacağı belirtilmiştir.
Bazı bilim adamları bu
açıklamayı, batıl inanç saçmalığı olarak niteleseler de; bu, Saros'un dünya
işleriyle bir ilgisi olmadığı anlamına gelmez. Gerçekten de Fransız psikolog
ve istatistikçi Michel Gauquelin, meslektaşı Le Da- nois'in, bizim
hayatlarımız üzerinde Saros devrinin büyük öneminin olabileceğini vurguladığını
belirtir. Le Danois, güneş ve ayın birleşik kütle çekimlerinin gelgitlere etki
ettiğini; su alanlarında geniş çaplı düzensizliklere sebep olduğunu ve bunun,
asırlar boyunca iklimdeki değişikliklerin sebebi olabileceğini ileri
sürmüştür. Her ne kadar klimatologlar (iklim uzmanları) Le Danois'i gerçekleri
kendi isteğine göre yorumladığı konusunda suçlamışlarsa da, diğer bir hidrolik
mühendisinin (E. Paris-Teynac) gözlemleri de aynı modelin, büyük nehirler için
(örneğin Nil) de geçerli olduğunu göstermiştir.
Nil nehrinin gelgitleri
konusunda mevcut kayıtlar, 4 bin sene öncesine kadar uzanır. Bu kayıtlardan
bazı garip olgular ortaya çıkar. Astronomik devirlere rastlayan ritmik
değişiklikler, bariz bir kanıt olarak ortadadır. Paris-Teynac, güneş lekesi
devri ile ahenkli olan bir on bir yıllık değişiklik ve güneş ay tutulmaları
aralıklarını yansıtan Saros devrine karşılık oluşturan on sekiz yıllık
periyotları tanımlamıştır ve bu bilim adamı, Saros'un, gerçekten de dünyanın
bazı bölgelerindeki su seviyelerini yükselttiğini öne sürmüştür. Başka bir
deyişle, belirli noktalarda güneş ve ay
ZAMANIN PERİYODİK DEVİRLERİ tutulmaları meydana geldiğinde
göksel bir dramanm meydana gelme olasılığı artar.
BUZUL ÇAĞI DEVİRLERİ
Gezegenlerin kütle çekim güçlerinin etkilerini, Buzul Çağlarına
bağlama konusunda
girişimler olmuştur. 1938 senesinde Sırp astronom M. Milankovitch bunları kullanarak, buzul çağlarının birbirini takip edişlerini
açıklamaya çalıştı. Hesabına göre, iklim eğrileri görünüşte kesin bir şekilde, buzul ilerleme eğrilerine denklik oluşturuyordu. 1956 senesinde, California Ünivesitesinden
Hans Suess, aynı jeolojik periyotta, aynı eğrilerin,
okyanuslardaki ısı değişikliklerini
takip ettiğini ileri sürmüştür.
Her ne kadar Milankovitch’in rakamları bilim dünyasından
birçok kişi tarafından şüphe ile karşılanmışsa da, Colorado Üniversitesinden George Gamov, aşağıdaki beyanla onu savunmaya koşmuştur:
İklimdeki birkaç derece farkın buzul çağlarına yol açmayacağını
ileri süren bazı
klimatologların itirazlarına rağmen, öyle görünüyor ki yaşlı Sırp
haklıydı. Dolayısıyla şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: Her 11e kadar gezegenlerin bireylerin hayatlarında
etkileri yoksa
da (astrologlar olduğuna inanırlar), insanların,
hayvanların ve bitkilerin hayatlarına uzun jeolojik periyotlar aracılığıyla
etki ederler. (*)
Artık, genelde güneş ve ayın, sağlık
üzerine etkisi olduğu kabul edilmektedir. 1940 yılında Dr. William Peter- son, verem
yoluyla meydana gelen ölümlerin, dolunaydan 7 gün önce çok
sıklaştığını ve bazen de 11 gün sonra olduğunu ileri sürmüştür. Bu deseni, kandaki pH içeriğine, yani dünyasal manyetizmanın kamerî devrine göre değişen asiditenin alkaliniteye oranına
bağlamıştır. O zamandan beri kamerî safhalar ile değişik biyolojik fenomenler aracı M. Gauquelin, Cosnıic Clocks, s.105.
smdaki uygunluk ortaya çıkmış ve aym zamanda güneş lekelerinin, insan ve iklim üzerindeki etkilerini teyit eden bilgiler belirmiştir.
Rus bilim adamları, dünya dışı cisimlerin, Dünya ve insan ilişkileri
üzerine etkileri
konusunda daha az şüpheci olmuşlardır. Örneğin Sovyet astronomu R.P Romachuk, astrologların
çok dikkat ettiği "gezegenlerin birbirine göre
konumlarını" bilimsel kanunlara karşılık teşkil ettiğini görmüştür.
"Güneş lekeleri
faaliyetlerini belirleyen, Güneş, Jüpiter ve Satürn'ün
pozisyonlarıdır." diyor ve ulaştığı sonuçlan, bir seri haritalara ve bir dönem boyunca gerçekleşen
gözlemlerine dayandırıyor. Andrew Tomas, Znanie-Si- la adlı Rus dergisinde A. Gangnus'un yaptığı yoruma değiniyor:
Eski zamanlarda astrologlar, gezegenlerin pozisyonlarına
göre geleceği tespite yeltenmişlerdir. Bu belki de, o kadar saçma bir şey
değildir. Eğer gezegenlerin pozisyonları gerçekten güneşe etki ediyorsa, o zaman
astronomiye ait tablolar, helio-jeofizik- sel ve daha uzun aralıklı iklimsel öııgörmeler
için bilgi kaynağı
oluşturacaktır.
Rus astronotlar A.A. Leonoff ve Dr. V.I. Lebedeff ayrıca şunları belirtmişlerdir: "Güneşteki
patlamalardan sonraki ikinci günde meydana gelen trafik kazalarının
sayısının, güneşin sakin olduğu günlerde meydana gelen kazalarla karşılaştırıldığında,
dört kez daha fazla olduğu
gözlenir.” (*) Yüksek güneş
düzensizlikleri dönemleri boyunca gerçekleşen intiharlar bile, öyle görünüyor ki, normalden dört veya beş defa daha fazla artmaktadır.
ZAMAN ve SERA ETKİSİ
"Sera" korkusu, bütün olarak gezegenimiz üzerine de-
(*) A.Tomas, Wt." are Not the
First, s.96.
ğişik devirlerin etkisi ve özel olarak da iklimimiz üzerine etkisi konusuyla bağlantılı, ciltler dolusu bilimsel spekülasyon
doğurdu. East
Anglia Üniversitesinin iklim araştırma bölümünden Profesör Hugh Lamb (dünyanın
sayılı klimatologlarından biridir) Evening Standard gazetesine verdiği demeçte
(27 şubat 1990) şunları belirtti: "İngiltere,
gelecek yirmi
sene zarfında hızı saatte 179 mile varan deniz fırtınaları ile karşı karşıya kalabilir. 1987'de ve 1990’da İngiltere'yi mahveden sert rüzgârlar, devirsel bir oluşumun parçasıdırlar. Bu rüzgârlar en azından dört
asır geçmişe sahip olup, son 400 yıl içinde her asrm sonunda kötü fırtınalar
meydana gelmiştir;
dolayısıyla deniz dalgalarını ve rüzgârların etkisini kontrol edici önlemleri
almalıyız."
25 Şubat 1990'da, rüzgâr dışarda
hırçın bir şekilde eserken, dünyanın en ileri iklim uzmanları Edinburgh şehrinde toplantı hâlindeydiler. Konuştukları konu ise, iklimdeki şiddetli değişikliklerin, insan ürünü olan sera etkisinin ilk uyarı verici sonuçları olup olmadığıydı. Halbuki bilim adamları, kendilerini adama söz konusu olduğunda hep ihtiyatlı
davranmışlardı. Birmingham Üniversitesinden Dr. Mike Hamilton, şu beyanatla doğa olaylarını
suçladı: "Bazıları bunu, küresel ısınmaya bağlayabilirler. Ama önerim beklemek ve görmektir."
Dr. David
Parker, şu yorumda bulundu: "Bütün bu olanlar için insanı suçlamaya başlamadan
önce, daha dikkatli araştırmalar
yapılmalıdır." (*) Öte yandan, East Anglia Üniversitesi İklim Araştırma
Bölümünden Dr. Jean
Palutikov, gelecek 125.000 yıl için hava tahmininde bulunmaktan mutlu
olmuş ve bir
grafik sunmuştur. Daily Telegraph gazetesinde yayınlandığı
üzere (22 Ağustos 1990) Dr. Palutikov şu öneride
bulunmuştur: Sera etkisi sonucu oluşan sıcaklık, belki de gelecek Buzul Çağı etkisini ılımlılaştırabilir.
Adı geçen araştırma; milyar-
(’) The Daily Mail, 26 Şubat 1990.
larca paund değerindeki ulusal yeraltı atık deposu projesi için uzun vadeli hava tahminleriyle
ilgilenen nükleer atık şirketi Nirex için yapılmıştır. İnsan yaşamının
başlamasından beri, dünyanın ekseninin, güneşe ve güneş sistemindeki diğer göksel cisimlere bağlı olarak değişmesinden
meydana gelmiş olan buzul çağları, büyük iklim değişikliklerinden bazılarından sorumludurlar. Dr. Palutikov'a göre gelecek buzul çağları, sera etkisi sonucu ılımlılaşabilir
ve böylece de İngiltere, uzak geçmişte olduğu
gibi aşırı derecede kalın buz tabakalarıyla kaplanmaz.
Ayrıca deniz seviyelerinde 50 ile 70
metre arasında düşüşler de öngörülmekte ve bu tahminler, sera etkisini ve
100.000 }yıltboyunca}yeryüzü}yörüngesinde meydanaggele cek
değişiklikleri hesaba katmaktadır. Daha kısa vadeli etkilerin ana hatları
aşağıdaki gibidir:
*
41.000 yıllık bir dönemde yörünge,
mevsimlerin zamanlamasını değiştirebilir.
*
22.000 yıllık bir dönemde dünyanın
ekseninin eğimi değişebilir.
*
Dağların yüksekliği ve kıtaların
pozisyonları gibi diğer faktörler de önemlidir.
*
Bu değişiklikler, dünya tarafından
alman güneş ısısı miktarı bakımından, mevsimsel ve bölgesel değişikliklere yol
açabilir. İşte bu olayın, bugün İngiltere'deki ılıman iklim ile buzul
çağındaki İngiltere koşulları arasındaki farka yol açtığı düşünülmüştür.
*
Fosil yakıt rezervleri bittiğinde, en
sonunda küresel ısınma da sona erecektir. Fakat sera etkisi, iklimi binlerce
yıl etkileyebilir.
* Eğer öngörülen iklim değişikliği
oluşursa, güneş banyosu yapanlar bir gün hava tahmini ile birlikte mor ötesi
uyarıları da alabilirler. İstasyonları mor ötesi radyasyonunu ölçmeye davet
eden Glasgow Üniversitesinden Profesör Rona MacKie şöyle di-
yor: "Eğer küresel ısınma
Britanya 'ya Akdeniz iklimi türünden bir iklim getirirse, İngilizler de
aynetrArizona 'da deri kanserini önlemek için verilen türden mor ötesi
uyarılarından yararlanabilirler."
İNGİLTERE: ÇOK UZUN VADELİ TAHMİN
Diğer bilim adamları
tarafından değişik devirler ileriye sürülmüştür. Örneğin, Sovyet Bilim Akademisi Profesörü D. Nalivkin şu yorumda bulunmuştur:
"Felâket fenomenlerinin, 4.000-6.000 yıldan fazla olmayan zaman aralığı ile sınırlandığı
gözlenmiştir. Jeolojik oluşumlar için bu kısa bir dönemdir ve korkunç
felâketlerin bazılarının insan tarihine kaydedilmemiş olması mümkündür.
Yeryüzünün varoluşundan beri oluşmuş olan bütün her şeyi, modern standartlara uydurmayalım. ([17])
Dünyanın ikliminde dramatik değişiklikler meydana getiren daha önceki eksen eğimleri ve dünyanın sakinleri üstünde yaptığı
uzun vadeli ve kısa vadeli etkiler hakkında daha fazla bilgi, Profesör Charles Hapgood'un çalışmalarında
bulunabilir.
Bu profesörün bu konudaki eserleri şunlardır: Maps of the Ancient Sea
Kings(Kadim Deniz Krallıklarının Haritası), Earth's Shifting Cr»sf(Dünyamn
Yükselen Kabuğu), The Path of the PoleiKutbun Yolu). Bunlara, ayrıca Peter Warlow'm The Reversing
Earth(Geriye Dönen Dünya) ve Jeffrey Goodman'm The Earthquake Generation'ı (Deprem Nesli) da ekleyebiliriz.
Bilimsel açıdan Hapgood'un yaptığı çalışma daha fazla itibara sahiptir çünki
çalışmalarının çoğu, en son uydu görüntüleriyle onaylanmıştır. Bu görüntüler açık bir şekilde, diğer
şeyler arasında, şimdi kıraç olan topraklarda eski nehir izlerinin bulunduğunu gösterir ve bunların
akışları, Dünya’nın, Güneş ve Ay'a göre farklı bir açıda olduğunu öneriyor. Bir araştırmacı
fizikçi olan War-
low, Eflâtun tarafından son derece canlı biçimde tarif edilmiş olan Atlantis kıtasının
yokoluşu gibi
gizemleri açıklamak için kendi teorisini ileri sürer.
İLKEL ZAMAN - KAYITLARI
Pierres Folles, La Filouziere, Vendie ve Brittany gibi
bölgelerde bulunmuş ve tarih öncesi astronomik haritalar olarak kabul edilen taş
oymalarından anlaşılan o ki, zamanı kaydetme, medeniyetten asırlar önce yapılmaya başlanmıştır.
Taş ve kemik üzerine
yontulmuş olan
binlerce çizgi, nokta, dik açılı işaretler ve diğer tutarlı işaretlerin (Azili- yen, Magdalenyan ve
Aurignacyan kültürlerine ait olarak görülürler), aynı zamanda zamanın kaydedilmesi ile bağlantılı
olduğuna inanılır.
Bunlardan bazılarının Eski Taş Devrinin son dönemlerine ait olduklarına
inanılır (yani M.Ö. 35.000 yılından M.Ö. 8000 yılma kadar) ve mitolojide belirtilen
zaman aralıklarıyla ve dünyanın bilinen en eski medeniyetlerinin.(ör-
neğin Hindistan, eski Mısır ve Sümerler) kutsal kitapları ile uyum içindedirler. Bu acayip işaretlerden
birçoğu daha
sonraki İskandinav alfabesiyle yazılmış yazılara benzerlik gösterirler. Andrew Tomas'ın
önerdiğine göre Baltık havzasının takvimi, belki de tarih öncesi işaret sisteminin torunudur. Şunları ekliyor:
Sovyetler Birliği'ııdeıı Dr. L.E. Maistrov'un dediğine
göre Baltık takvimi, 28 yıllık güneş devrine dayanır. Bu takvim sisteminin başlangıcı M.Ö. 4713 yılına kadar gider... Bir kronoloji geliştirmek,
uzun zaman
boyunca birikmiş olan astronomi ve matematik bilgisini gerektirir.([18])
Bu bilgi eski Frizyelilerin masal ve hikâyelerinde
belirir ve Kuzey
Denizinde yapılan son sondaj çalışmaları, bunların orijinal topraklarının İskandinav kıyılan
tarafında olduğunu ve M.Ö. 5000 yılmda battığını ortaya koymuştur.
ASTROLOJİK ve MİTOLOJİK
ÇAĞLAR
Büyük Yıl ismi; Dünya'nın ekseninin kutuptan başlayarak ekliptik etrafında tam bir daireyi tamamladığı
(aşağı yukarı 25.826 yıl olan) zaman periyoduna verilir ve bu ek- liptik, takımyıldızlarını
arkasına alır şekilde bakıfdığmda güneşin, yıldızlar arasındaki yoludur. Dünyanın ekseninin uzay içinde dereceli olarak yön
değiştirmesi, ekinoksların gerilemesi (presesyonu) olarak bilinir. Her yıl, güneşin uzay içinde gök
büyük kuşağını kestiği nokta, -astronomlar buna, ilkbahar noktası, astrologlar ise Koç Burcu der- Dünya'dan
takımyıldızları arkasına alır şekilde bakıldığında, bir önceki yıla
göre işgal ettiği noktadan hafifçe geride olarak görünür. Sonuçta eksenin işaret ettiği Kuzey Yıldızı diye bilinen en yakın yıldız,
çağlar boyunca değişir. 4.0005.000 yyılcöncefKuzey Kutbu, Alpha Draconis'ii işareteediyor du halbuki şimdi Küçük
Ayı'ya doğru işaret etmektedir.
Karışıklık; takımyıldızlarının ön iki burç ile aynı isimleri taşımasından ileri gelmektedir. Dolayısıyla
astronomlar, astrolojinin inceliklerinden habersiz ama meraklısı
olanların, örneğin, "Aslan burcu altında doğduğundan" söz etmelerine küçümseyerek bakarlar. Burçlar, aynı ortak adı kullanan takımyıldızlarla
eş anlamlı değillerdir ve bu gerçek, kişi, astrolojik çağları düşünürken göz önünde tutulmalıdır.
Yıldız haritaları üzerinde yıldız grupları olarak işaretlenmiş olan takımyıldızlar,
sadece referans noktalarıdır
çünki bu yıldızların
ışıklarının bize ulaşması
yüzlerce ışık yılını almıştır ve o zamandan beri çoktan farklı
mahallere hareket etmişlerdir. Bu takımyıldızlar
adlandırıldıkla- rında, ilkbahar noktasından başlayan ekliptiğin bölümü Koç Burcu olarak ve bunun arkasında bulunan takımyıldız da Koç Burcu olarak adlandırılmıştır.
Ekliptiğin bilinen
her 30 derecesi ilkbahar noktasından hesaplanır ve ekinoks
(gün ve gecenin eşitliği) diğer
takımyıldızlarla bağlantılı olarak her yıl, hafifçe geridedir.
BÜYÜK YIL
Bir yılımız nasıl on iki aya ayrılmışsa,
Büyük Yıl da aynı şekilde on iki çağa
ayrılmıştır. Bu zaman periyotları, ekinoksun, kaba taslak olarak ekliptik civarında
olduğu görülen on iki takımyıldızın her birini arkasma almış şekilde kabul edilmesiyle ortaya çıkar.
Söylendiğine göre bu periyotlar gerçek bir kesinlik derecesiyle hesaplanamaz fakat her biri kaba taslak 2000 yıl
civarındadır. Her periyodun başlangıcı da sabit olarak tespit edilemez çünki takımyıldızların sınırları
açık olarak tanımlanmarruştır.
Hareket; takımyıldızın sonundan geriye doğru, yani başlangıcına
yöneldiğinden, burçlar boyunca zaman periyotları geriye doğru bir düzen
içindedir. Son 2000 yılın baskın
şekilde Balık Burcu özellikleri gösterdiği, oysa daha önceki 2000 yıllık periyodun açıkça Koç Burcu özelliğinde olduğu
ve ondan 2000 yıl
öncesindekinin ise kesinlikle Boğa burcu özelliği taşıdığı, astrologlar tarafından
görülmüştür. Bu şekilde geriye doğru giderek İkizlerden, Yengeç ve eski zod- yakçılara göre, Gaia'nm son kuantum sıçramasında ana rolü oynayacak gibi görülen Aslan Burcuna doğru bütün
çağların izleri sürülebilir. Her çağın belirli psikolojik etkiler yaptığı ortaya çıkmış ve bu etkiler kendilerini, kendi özellikleri
altında gelişen medeniyetlerde güçlü bir şekilde göstermiştir. Eski Mısır dininde her tann bu periyotların her birine tahsis edilmiştir.
Kutsallık ile bağlantılı
özellikler ise
bedensel evrim ve ruhsal olgunluk seviyelerine göre ya negatif ya da pozitif şekilde bu zamanların
insanlarına yansımıştır. Astroloji uzmanlarına göre, bütün astrolojik çağrışımlarıyla birlikte, Kova Çağına girmek üzereyiz.
(Sözlüğe balanız.)
ESKİ YUNANİSTAN'IN DÖRT ÇAĞI
Eski Yunanlılar, belirli
"çağların" Hoıno sapieııs’m gelişmesi ve evrimiyle yakın
bağlantılar gösterdiğini kabul ediyorlardı. Bunları da Altın Çağ, Gümüş Çağ,
Bronz Çağ ve Demir Çağ diye adlandırıyorlardı. Bu sonuncusu bizim çağımızı
içeriyordu ve Hesiod'un, görünüşe göre, bu çağa pek önem vermiyordu. Bunları
kesin olarak tarihlemek imkânsız gibi, fakat aşağıdaki tablodaki
medeniyetlerin gelişmesinin incelenmesi bunları daha kolay tanınabilir
kılıyor:
Paleolitik veya Eski Taş Devri:
En eski taş aletlerin yapıldığı tarihten başlayıp (2.5 - 5 milyon yıl önce),
Mezolitik veya Orta Taş Çağına (12.000 yıl önce) kadar uzanan kültürel periyodu
gösterir.
Neolitik veya Yeni Taş Devri:
Orta Doğu ve başka bölgelerdeki M.Ö. 12.000 ile 7.000 tarihleri arasındaki
kültürel periyodu anlatır. Bu çağ, çiftçiliğin gelişmesi ve teknik olarak
gelişmiş, cilalı taş aletlerin yapılışıyla karakterize olmuştur.
Kalkolitik veya Bakır Taş Devri:
Hem taş hem de bakırın kullanıldığı, insanın gelişimindeki bir periyot.
Bronz Çağı: Bu çağ, Taş Çağını
sonuna erdirip, bronzun icadıyla göze çarpar. (M.Ö. 3000 yıllarında)
Demir Çağı: Bronz Çağını takip
etmiştir ve demir aletlerinin yayılması özelliğini göstermiştir. Orta Doğu'da
M.Ö. 12. yy. civarında ve Avrupa’da ise M.Ö. 8. yy. civarında başlamıştır.
Yukarıda belirtilenlerden
Yunanlıların Bronz Çağımn yerini belirlemek kolaydır; oysa Avrupa'daki anaerkil
periyoda karşılık teşkil ettiği söylenebilecek olan Gümüş Çağ ise, büyük
ihtimalle M.Ö. 8.000 ile 6.000 yılları arasında gelişmiştir; yani astrolojik
Yengeç Çağı. Ancak Altın Çağında, bilim metafizikten ayrıldı; bilim bunu, bir
Yunan masalından başka bir şey olmadığı şeklinde görmekteyken, me-
tafizik ise bunu, Eflâtun'un Timeus ve Kritias adlı eserlerinde değinmiş olduğu, M.Ö. 14.000 ile 8.000 yılları arasında (yani Taş Devri ile yan yana) geliştiğine
inanılan hayli
ileri bir medeniyete bağlı olduğu şeklinde anladı.
BABİL ASTRONOMİSİ
Babilli astronom ve tarihçi Berosus, tabiî ki Büyük Yıl ve presesyonuna, yani
gerilemesine aşinaydı. Babillilerin bilgilerini miras aldıkları Sümerliler, zodyak şekillerine ilk olarak isim verenlerdir. Günümüze kadar kalan kayıtların
gösterdiğine göre Sümerliler, göksel fenomenler konusunda, yakın bir zamana dek, artlarından gelen bütün kültürlerden daha geniş bilgiye sahiplerdi. Ruhban sınıfına sahip diğer birçok erken kültürlerde
olduğu üzere, en derin hakikatleri, kaçınılmaz olarak gizlilik örtüsüyle kaplıydı ve böylece inisiye olmayanlar tarafından
kavranamıyorlardı.
SİRİUS FAKTÖRÜ
Eski Mısırlılar güneş, ay ve Sotik takvimlerine sahiplerdi. Yükselen ikili yıldız Sirius'a dayanan Sotik takvimi, Mısırlıların ilk tarihinde güçlü bir şekilde belirtiliyordu. Alsas'lı Mısır
uzmanı ve filozof R.A.
Schwaller de Lubicz, Sotik devrinin ayrıntılı bir araştırmasını
yaptı ve çok ilgi çekici bazı
gerçekler ortaya çıkarttı:
Sotik devri, 365 gimlük
muğlak yıl ile 364 1/4 günlük Sotik (veya Siriun) yılı arasındaki,
her 1460 yılda bir oluşan
karşılaşma üzerine kurulmuştur. Bütün sivil kanunlar muğlak yıla
göre tarihlendirilmiş ve bu muğlak yıl, tanı olarak 360 günden ve tanrılara
adanmış (epagomenal) 5 günden oluşmuştur. Adı geçen tanrılar
Osiris, Isis, Set,
Nefitis ve Horus'tur.
Siriun veya sabit yıl, Sirius'un güneşe bağlı
olarak yiik-
selmesine göre tespit edilmiştir; Sirius'un iki defa güneşe bağlı
yükselmesi arasındaki zaman ne tropik yıla (ki bu kısadır), ne de sidereal (dünyanın
güneş çevresindeki dönüşü) yıla (ki bu da uzundur) karşılık
teşkil eder. Bir taraftan ekinoksların preses- yonu dolayısıyla,
öbür taraftan
Sirius'un hareketi sebebiyle, güneşin Siriııs'a göre pozisyonun I un aynı yönde ve neredeyse aynı
genişlikte yer değiştirmiş olduğu dikkate değer bir noktadır.
Astronomlar tarafından yapılan hesaplamalar göstermiştir
ki M.Ö. 4231 ve 2231 yılları
arasındaki Siriun yılının süresi, bizim 365 1/4 gün olan Julian yılımıza
eşittir. Bu periyot bütün Kadim İmparatorluğu
kapsar ve
bizler, Sirius'un "sabit yıldızlar" arasında bu devre imkân veren tek yıldız
olması sebebiyle, böyle bir rastlantıyı bulabilen bilimin yüceliğini
takdir etmekten başka bir şey
yapamayız. Dolayısıyla Sirius'un, bizim tüm güneş sistemimizin devrinde bir merkez rolü oynadığını
varsayabiliriz. (*)
Firavun takviminin M.Ö. 4240 yılında
kullanıma sunulduğuna inanılır. Beş epagomenal gün, beş Neter'in (yoksa, Büyük Yılın
içindeki astrolojik
çağlar mı?) doğumuyla ilişkilidir ve bütün düzenleme; her 365 1/4 günde periyodik olarak geri gelen tek yıldız olan Sirius'un etrafında
döndüğünden, öyle görünüyor ki lineer zaman devirlerinin Yeryüzüyle tutarlı olması ve bundan kaynaklanan her şey, bizim Sirius diye bildiğimiz ikili yıldız bölgesinden yönetilmektedir. Schwaller de Lubicz de bu sonuca ulaşmış gibi görünmektedir ve Sirius'un etkisi konusundaki inançları şu sözlerle açıklamıştır:
Firavun Mısırı'nda bütün güneş sistemimiz için merkezî
güneş rolünü oynamış olan Sirius ikili yıldızı, bugün için atomik yapıda bir kozmik sistemin varlığını
öneriyor ve bu yapının çekirdeği, eskilerin Sothis dedikleri "Yüce Tedarik Edici"dir.
(*) R.A.Schvvaller de Lubicz,
Sacred Scicııcc, s. 26-7.
Çok uzak olmayan bir gelecekte
kozmolojimizi gözden geçirmemiz gerekebilir. (*)
Schwaller de Lubicz ayrıca Sirius'un, gezegenimizin iklimi üzerinde etkisi olacağım
öngörüyor ve bu
saptama üzerinde şu yorumda bulunuyor: Birkaç derece bile olsa klimatolojik
(iklimsel) bir değişiklik, Dünya üzerindeki bütün hayata etki edebilir. Isıdaki düşüş,
insanları daha az
zorlu bölgelere doğru yöneltiyor; daha ılık iklimler ise yeni bitki ve hayvan
yaşamlarının doğumuna tanık oluyor. Güneş sistemimizdeki bazı ana hareketler çok iyi bilinir, bazıları ise bilinmez. Klimatolojik değişiklikler,
güneşin sabit bir
yıldızdan iki kere geçtiği, yani sidereal yıldaki değişikliklere uyar göründüğünden, de Lubicz , Sirius'un hem bizim iklimimizden hem de bütün güneş sisteminden sorumlu olduğunu kabul eder.
Aşağıda belirteceğim teoriye bağlanan bir düşünce okulu vardır: Bu teoriye göre bir yıl içindeki
günlerin sayısı bir zamanlar 360 gündü; bizim yılımızı tamamlayan 5 epagomenal gün ise, tarih öncesi
dönemdeki bir eksen
eğimi sonucu
elde edilmiştir. Bu olay sonucunda, Dünyamn
yörüngesi güneşe bağlı olarak hafifçe değişmiştir. (Bu tartışma başlı başma bir araştırma konusu teşkil
ettiğinden, ilgilenen okuyuculara şu kitaplarımı okumalarını salık veririm: Atlantis: Hikâye mi Gerçek mi?, Eski Mısır: Sirius Bağlantısı. Bu iki kitap da bu konuda ayrıntılı bilgiler sunuyorlar ve daha fazla araştırma için referans kitapları içeriyorlar.)
Son yıllarda, insan evrimi ile bağlantılı olarak Siri- us'un önemi, dünyaca
ünlü matematikçi ve filozof Dr. Charles Arthur Muses tarafından ayrıntılarıyla araştırılmıştır.
Bu bilim adamının büim ve matematik konularındaki çalışmaları, yüksek cebir, modem fizik, sibernetik ve
(*) a. g. e. s. 28.
zamanın doğası konusunda yayınlanmış
araştırmalara yol açmıştır. The Lion Path (Aslan Yolu) adını taşıyan daha popüler bir çalışmasında, bilimsel tecrübesini; zaman rezonanslarının
rolüne hasretmiştir, ki bu Gaia ile ilgili meselelerde Sirius'un rolünü de kapsar.
Özellikle evrimsel kuantum sıçrayışını
incelemiştir. İnanıldığına göre bu sıçrayış, Sirius ve onun beyaz cüce
arkadaşıyla (Sirius
B) rezonant olan noetik (yani zihinsel, beyinsel faaliyetle ilgili)
enerjilerin aracılığıyla harekete geçecektir. The Lion Path (Aslan Yolu) adlı kitabında, aşağıda belirtilen konularla ilgili yeni şeyler
söylemektedir: a) Henüz genel anlamda bilinmeyen iki tanesini de kapsayacak şekilde, güneş sistemimizdeki gezegenlerin
uzay-zaman rolü ve b) Sirius sisteminin insanlığın geleceği konusundaki önemi. Onun, Sirius'u ve zaman dalgalarının
geleceğimizdeki faal güç olarak önemini vurgulaması; metafizik kavramları için akademik alanda saygın ve vasıflı bir kişiyi temel almayı tercih edenler için ilgi kaynağı olabilir.
Yukarıdaki (a) şıkkı ile ilgili olarak, güneş
sistemimizde, on iki zaman etkileyici cismin bulunduğu fikrini savunur. Aşina olduklarımıza, yani Satürn,
Jüpiter, Merih, Güneş, Venüs,
Merkür, Ay, Uranüs, Neptün ve Plüton’a ek olarak, Pan ve Vulkan'ı da belirtir: (*)
Pan, diğer gök cisimlerinin etkisi sonucu güneş
sistemimizin en dışında kalan bir gezegen olup, güneşe en yakın
noktası; Plüto'nun güneşten en uzak olduğu noktasının biraz dışındadır.
Bunun anlamı da Pan'm, Plüto'nun
yörüngesini tamamen içine alan bir yörüngede olduğudur. Neptün'ü bulan büyük astronom Leverrier tarafından
adlandırılmış olan Vulkan ise, bizim sistemimizdeki tek Merkür ötesi
gezegendir. Bu
saptama, sonraları astronomlar tarafından inkâr edilmiştir fakat bu, 0.24 astro-
(*) Musaios, The Lion
Paih, s. 60 .
nomik birim (böyle bir birim Dünya ile Güneş
arasındaki ortalama uzaklıktır) ortalama uzaklıkta yattığını ve 43 günlük bir periyoda sahip olduğunu
göstermiştir. İlk sıranın ilk sıfırından daha yakın olan yalnızca bir Bessel fonksiyonlu sıfır vardır
ve bu da Merkür ötesi
Vulkan
gezegenine karşılık teşkil eden sıfırına
sıranın ilk sıfırıdır.
Muses, Sirius'u, göğümüzdeki en parlak yıldız olarak görür. Ona göre Sirius, Yeryüzüne
aktarılan dönüştürücü enerjilerin kozmik merkezidir. Bu olay da, daha önce belirttiğimiz
on iki gök cismi ile rezonans olan
uzay-zaman dalgaları aracılığıyla gerçekleşir; bu, aynen mikrokozmik kuantum alanlarında
açığa çıkan ve aktarılan o enerjilerle gibi düşünülebilir.
İnsanoğlundan bu enerjiyle rezonant olmaya muktedir olanlar ve bunları doğru bir şekilde kullananlar, kendi hayatlarında ve evrim içinde zaman unsurunun kontrolünü kazanabilirler ve insanlığı, mevcut politik ve çevresel
çarpışma rotası batağından kurtarabilirler. Bu bir mesajdır.
Dr. Muses'nin Zaman konusundaki ana çalışması Destiny and Control in Human
Systems (Gelecek
ve İnsan Sistemlerindeki Kontrol) başlığını ve "Zamanın
Etkileşimli Bağlantıları üzerine Araştırmalar" alt başlığını
taşır. Bu kitap aşırı derecede tekniktir fakat ana bölümleri olan 3 ve 5, herkes tarafından
anlaşılabilir.
VEDİK YUGALAR
En eski Hindistan belgeleri olarak kabul edilen Hinduizmin Vedaları; Hindistan'ı M.Ö. 1.400'den 500 senesine kadar işgal etmiş olan Arîlerin dinini temsil eder. Vediz- rcıin ana öğretilerinden biri şudur: Evrenin, zaman içindeki rotası
daireseldir. Her
olay daha önce olmuştur ve tekrar olacaktır. Bu teori, sadece bireylerin tekrardoğuşu
konusunda değil, aynı zamanda, toplumlarm tarihi, tanrıların
hayatları ve bütün kozmosun evrimi konularında da geçer- lidir.
Hindu kozmolojisinde, kozmik devirde yer almış en küçük zaman birimleri yugalar
veya dünya çağlarıdır. Bunlar dört adettir ve her biri gittikçe daha kısalır ve evrendeki toplam dharma'nın veya moral düzenin
azalmasını temsil
eder. Bunlar sırasıyla krita (krta da yazılır), t re ta, dvapara ve kali olarak adlandırılmışlardır.
Krita yııga veya mükemmellik
dönemi 1.728.000 yıldan oluşur; treta yuga- da ise erdemlik bir çeyrek
azalmışır ve uzunluğu üç çeyrektir yani 1.296.000 yıl; dvapara yugada ise erdemlik yarıya kadar inmiştir ve uzunluğu
yalnızca 864.000 yıldır. Son dönem olan kali yugada ise
erdemlik bir çeyreğe kadar inmiştir ve süresi yalnızca 432.000 yıldır. Bizim dönemi de kapsayan kali yuganm,
18 Şubat Cuma M.Ö 3102'de başladığına inanılır. Vedik öğretilerine göre kali yuga döneminin sona erişi, sosyal sınıfların yok olması, ibadetin terk edilmesi, kutsal kitaba, hikmet sahiplerine
ve ahlâkî değerlere saygısızlık tarafından karakterize olacaktır. Bu çöküntü, en uç noktasma ulaştığında ise su baskını, ateş ve savaşla yuga sona erecektir. O zaman, mahayuga
veya büyük yuga diye
bilinen dört yuga devrinin tamamı, 4.320.000 yıllık bir süre için tekrar açılmaya
başlayacaktır.
Bin adet mahayuga, yani 4.320.000.000 yıl, bir kalpa oluşturur; yani tanrı
Brahma'nın hayatındaki bir tek günü. Böyle bir günün sonunda, evrendeki bütün madde evrensel ruh içine tekrar emilir ve yine bir kalpa
uzunluğunda olan Brahma gecesi esnasında da madde, tekrar görünecek bir potansiyel olarak kalır. Her şafak vakti, Brahma, Vişnu
tanrısının denizinde
büyüyen nilüfer çiçeğinden tekrar ortaya çıkar ve madde tekrar oluşur. Şu andaki çağ, Brahma'nın
51. yılının ilk günüdür. Yıl, 360 gün ve geceden yapılmıştır. Brahma 100 sene yaşar, bundan sonra bü-
tün evren tamamen çözülür ve bütün varlık
küreleri mev-
cudiyetsiz olarak bir Brahma aşırı boyunca kalır. En sonunda Brahma tekrar doğar ve 311.040.000.000.000 yıl süren muazzam devir yeniden başlar.
Burada, öyle görünüyor ki, şu anda adı Büyük Patlama diye geçen olayın
mükemmel bir
tarifiyle karşı karşıya- yız. Bu olağanüstü evrensel yaradılışın
hayatındaki ilk yıllar, düzenin yüceliğini yansıtır; bundan sonra entropi yavaş ama kaçınılmaz
biçimde ilerler;
en sonunda kaos ve nihaî parçalanmaya götürür; yani Büyük
Çatırtı'ya. Daha önce izah edilmiş olan sinüs dalga teorimiz ile gösterilmiş olan madde/antimadde ardıllığı, bu kavrama uyuyor görünüyor. Bu da mikrokozmos anlamında, evren içindeki diğer
bütün hayat biçimlerinin gibi, insanoğlunun da tâbi olduğu
doğum/olgunlaşma/yaşlanma sürecine paralellik arz ediyor görünür.
BİYOLOJİK RİTMLER
Nasıl gök cisimleri, hem düzenli hem de kaotik şekilde bazı dairesel kalıplara göre fonksiyon gösteriyor görünüyorlarsa,
aynı şekilde insan vücudu da ay, güneş ve diğer dış güçler tarafından belirlenen bazı ritmlere karşılık verirler. Bunlar arasında göze
çarpanlar sirkadiyan
ritm- lerdir (circadian kelimesi Lâtince circa: dolaylarında ve dies: gün kelimelerinden oluşur) ve bunlar, aşağı yukarı 24 saatlik periyotlar gösteren içsel ve dışsal
süreçlere aittir.
Her ne kadar doğaya yakın yaşayanlar, bu doğal devirlerden asırlardan beridir haberdar iseler de,
bilimsel çevreler için elle tutulur bir belge, 1729 yılma kadar yayınlanmamıştır.
Bu tarihte Jean
de Mairan adındaki Fransız astronom, Mimosa pudica'mn (mimoza, küstümdotu)
düzenli devirlerini
keşfetmiştir. O zamandan beri 24 saat uzunlu-
ğundaki ritmlerin değişik
örnekleri tanımlanmış ve onların doğal ritm ile aynı zamanda oluşları
gözlenmiştir. Son senelerde, jet-lag (jetle yapılan yolculuktan sonra duyulan çeşitli
rahatsızlıklar) fenomeni, biz insanların aynen böcekler, hayvanlar ve.bitkilerde olduğu üzere, bizlerin biyolojik saatlerden etkilendiğini teyit etmiştir.
24 saatlik devir sadece bir tanedir ama kadınların takip etmeye eğilimli
göründüğü karışık kamerî ritmler vardır. Örneğin kadınların âdet devri, 29.6 günlük kamerî
ayla bir yakınlık
gösterir. Şunu da eklemek gerekir ki, bütün kadınlar kamerî devre tepki göstermezler. Beden saatleri güneş ritmlerine ayarlı olan birçok kadın biliyorum fakat bu, ayrı bir araştırma konusu oluşturur.
Birçok bitki ve böcekler kamerî enerjilere tepki gösterirler. Bu enerjiler, birçok küçük deniz hayat biçiminin üreme
ve rutin alışkanlıkları
için önemli olan ısı, basınç ve dalga düzensizliklerinde
değişiklikler meydana getiren gelgit devirlerini yaratırlar. Böyle ritmler endojen (içerde
üretilen) saatler tarafından yönlendirilir.
Her ne kadar sürekli olarak yeni bilgiler ortaya çıksa da, bilim adamları, sirkadiyan saatlerin biyokimyasal
mekanizmalarının bilinmediğini söylerler. Örneğin sirkadi- van ritmin, tek bir
saatin değil, aslında 25 saatlik bir devir olan tek bir özel atışı
üretmek üzere birleşen bir dizi karışık organizmanın ürünü olduğuna dair kanıtlar vardır
. Burada gerçekleşen
şey, bedenin, mekanizmalarını
"trene
bindirme” diye bilinen süreç aracılığıyla ayarlamasıdır; bu olay, her gün biraz ilerleyen saatin ayarlanmasına
benzetilmiştir. (*) Beden saatinin 25'ten 24 saatlik devre doğru bu doğal
ayarlanışı, 1972 yılında Fransız
mağara araştırıcısı Michel Siffre tarafından deneysel olarak ispatlanmıştır. Bu araştırıcı Texas'daki Del Rio bölgesindeki Midnight Mağa-
C) Coveney and High field, The
Arrow of Time, s. 302.
rasında 7 ay tek.başma
yaşamıştır. Her ne
kadar Siffre, beden saatini yönlendirecek doğal ışıktan yoksun bir şekilde düzenli
olarak dinlenme
ve faaliyeti gerçekleştirmişse de, 25 saatlik devri rahatlıkla
varsaymıştır.
Tüm bunlar, uzak geçmişte, tarih öncesinde, bizim alışık
olduğumuz 24
saatten ziyade 25 saatlik bir günün varlığını öneriyor. 5 günlük epagomenal sürenin takvime kolayca uyumlanmasını sağlayan takvim yapıcılar gibi, insan bünyesi kendi uyarlamasını
gerçekleştirmiştir. Siffre, içinde Jacques Chabert ve Phillipe Englander'in yer aldığı bir başka deney düzenlemiştir. Bu iki kişi,
Fransa'nın güneyinde bulunan iki ayrı mağaraya 1968 Ağustos ortasında girmişler ve 15 Ocak 1969 tarihinde çıkmışlardır. Her ikisi de mağaradan çıkış
tarihi olarak 15
Kasım 1968
tarihini tespit etmişlerdir ancak yalnızca biyolojik saatlerine göre davrandıklarından,
iki ay geri kalmışlardır. (*)
Bütün bitkiler ve hayvanlar da tıpkı insanoğlu
gibi aynı sirkadiyan ritmleri paylaşmazlar; onlarda 22'den 28'e kadar değişiklik
gösteren biyolojik
saatler tespit edilip, kaydedilmiştir. Bu değişik biyolojik saatler tarafından benimsenmiş
ritmlerdeki ana faktörün, ışık
olduğu görülmüştür ve bu konudaki son araştırmalardan hayli bilgi toplamıştır. Coveney ve Highfield şunları
söylüyor:
Franz Halberg vücut ritmlerinin ayrıntılarının
bazılarını ortaya çıkarmak için bilgisayar analizini kullanmış ve bunların
birçok tempoyu içerdiğini bulmuştur. Bu ritmler spektrumun keşfini, Newton'un 1666'da beyaz ışığın bir prizma aracılığıyla
renkler spektrunıuna
dönüşebileceğini keşfedişiyle karşılaştırmaktan hoşlanır. Bizler, görünen elektromanyetik tayfın her iki ucunu tarif etmek için nasıl mor ötesi ve kızıl ötesi deyimlerini kullanıyorsak,
Halberg de,
sirkadiyan periyodundan kısa ve uzun devirleri tanımlamak
için "ultradyaıı" ve "infradyan" deyimlerini kullanır. Doğada ultradyaıı notalar, sinir sistemi tara-
<*) A.Tomas, Bcı/oıııl the Time Barrier, s.
24.
fından çalınır. Buradaki titreşimler
saniyenin yalnızca onda biri kadar sürer ve bizler kalp atışlarıyla, saniye
başına bir devir civarında ve soluk alışıyla dört saniyede bir devir şeklinde
karşılaştığımızdan, frekansı düşer. Daha uzun honnonal ve metabo- lik
titreşimlerde ve 24 saatlik devirlerde, biyolojik bütünlük bizim zaman
hissimizi yönetiyor gibi görünüyor.(*)
Bizlere, sirkadiyan ritmlerin,
belirli genlere şifrelendi- ği söylenmiştir ve buna göre kişi, bunların
doğumumuzdan önce belirlendiğini ileriye sürebilir. Ancak bunları mantal
olarak tekrar programlamak mümkündür. Ben bunu, özellikle 24 saat veya daha
fazla süren uçuşlarda denedim ve işe yaradığını gördüm. Doğudan batıya uçuldu-
ğunda, sirkadyan ritmlerin daha az soruna neden olduğunu duymuştum: Oysa ben
bunun tam zıddını tespit ettim. Rahatsız uyku, beden ısısındaki değişiklikler,
hormon devirleri ve vardiyalı çalışma, bunların her biri, bizim doğal
ritmlerimizin düşmanı gibi görünmektedir. Bazı insanların bütün gece uyanık
kalıp, sonraki gün öğleye kadar uyumaları beni şaşırtır. Ritmleri, güçlü bir
şekilde güneşsel devir tarafından etkilenen benim gibi insanlar ise, kötü bir
baş ağrısı çekmeksizin, gece aktivitesi veya gündüz boyunca uyumayla baş
edemezler.
Bizim ana saatimizi yöneten
makinede, epifizin (kozalaksı bez) hayatî bir rol oynadığına dair eski inanç,
bilim adamları tarafından da teyit edilmiştir. Metafizikçiler, uzun zamandan
beri bu konudan haberdar idiler fakat kendi inançlarına göre durumu ispat
edecek deneysel araştırmadan yoksundular. Epifiz bezi, beynin üçüncü ka-
rıncığuun arka kısmında, küçük, kırmızı renkte, damarlı bir nesnedir. Son
zamanlara kadar bunun, Homo sapiens' deki fonksiyonu bilinmiyordu;
hayvanlarda ise "melato- nin” diye bilinen maddeyi salgıladığı
bilinmekteydi. Son
(•)
Coveney and Highfield, The Arrmo of Time, s. 303.
araştırmalar ise bununla, ışık ve mevsimsel değişikliklerin
bedenin işleyişi
üzerindeki etkileri arasında bir bağlantı
kurmuştur. Mevsimsel
depresyonların, epifiz bezinden kaynaklandığına inanılır, melatonin pigmenti ise deri ren-
giyle bağlantılıdır. Eskilere göre bu, "üçüncü
göz" idi ve
bir zamanlar René Descartes bunu, "ruhun, beden üzerinde etki yaptığı yer" olarak tarif etmiştir. (*) Şimdi ışığa
duyarlı olduğuna ve retina (ağtabaka) ile birsürü ortak özellikler gösterdiğine inanılır ve salgıladığı melatonin aracılığıyla, bu gezegen üzerindeki
zamanın düzenli devirleri -yani gece, gündüz ve mevsimler hakkında- konusunda hayatî enformasyon sağlar. Epifiz bezi, ayrıca bedenin ısı düzenlemesinden ve karşılaştığımız
değişik ruh durumlarından da sorumludur.
Eski zamanlardaki mevsimsel ayinlerin araştırılması; insanlardaki epifiz bezinin fonksiyonlarının
analizine girişmiş olan bilim adamlarına
yararlı olabilir.
Bu ayinler aslen, epifiz bezini uyarmak için düzenlenmiştir ve böylece kişi, gelecek mevsime intibak etmiş olur. Yani, kabilenin zihinsel ve fiziksel sağlığının bir bölümü, gelecek aylar için garantilenmiş
olur. Giderek popüler olan değişik zihin programlama şekilleri gibi ayinler de, otonom sinir
sistemine, beyine, zihin sistemine ve endokrin sistemine büyük etkiler yapabilir. Bu programlama (veya
duruma göre, kendi kendini programlama) sistemleri akıllıca ve uzman gözetiminde kullanıldığında çok kişiye yararlı olabilir fakat işin içine giren zihinsel ve biyolojik mekaniğin
eğitimi ve ön bilgisi olmaksızın
kullanılırsa tehlikeler ortaya çıkabilir.
Eski anıtların ve megalitlerin araştırılması,
güneş ve kamerî devirler ve onların bütün hayat biçimlerine olan etkilerinin, bunları diken insanlar tarafından
anlaşıldığını önerecek yeterÜ kanıtı sunmuştur. Güneş’in devri ufukta,
(*) a'.'g'e.', s. 309
kış ortasından yaz ortasına
kadar her gün biraz daha kuzeyden gerçekleşir ve bundan sonra doğuş ve
batışını, gelecek kış ortasına kadar her gün biraz güneye kaydırır. Ay'ın
doğuş ve batışı ise, her ne kadar bazı günlerde daha çok kuzeyden ve bazı
günlerde ise daha çok güneyden doğarsa da, böyle kesin yıllık bir desen
izlemez; devir, dünya bakışı açısından 18.61 yıllık bir süre boyunca kendini
tekrarlar. Gribbin dikkatimizi şu gerçeğe çekiyor: "Bu kamerî ritme
mantıklı bir şekilde uyacak en yakın tam yıllar sayısı 56 yıldır ve bu sürede,
devir kendini üç kez tekrarlar. Bu sayının bile, Stonehenge'i inşa edenler için
önemi vardır.." (*) Bu konu ise başka bir araştırmanın konusudur. İlgi duyanlara,
Gribbin'in TimeıuarpsÇZaman Eğimleri) kitabı önerilir.
Epifiz bezinin İç ve Dış Zaman
arasında bir giriş kapısı olarak fonksiyon gördüğü konusunda hiç şüphem yoktur
ve bazi'tarih öncesi medeniyetler, bundan haberdar idiler. Çok boyutlu
farkındalığı tecrübe etme veya zihinsel olarak yolculuk etme yeteneğine sahip
olan kişilerin, noro- hormonal işleyişle bağlantılı olarak bilimsel biçimde
araştı- rılması, ilginç olacaktır. Öyle hissediyorum ki bilim adamlarımız
gelecek araştırmalar için ilgi çekici gerçekler bulacaklardır. Örneğin şamanik
"ısı" etkisi; Dış Zamandaki tecrübeler veya paralel evrenlere
yolculukları kapsayan rüyalarla ilgili olarak değişmiş şuur durumları
sırasında otonom sinir sisteminde tecrübe edilmiş değişiklikler gibi. Paralel
evrenlerden ileride daha fazla söz edeceğiz.
ZAMAN ve EVRİM
Bizlerin artık Dünya'nın gerçek
yaşı diye bildiğimiz şey için "derin jeolojik zaman" deyimi
kullanılır ve bu de-
(*)
J. Gribbin, Tiniewarps, s. 9.
yim, atalarımızın yıllarca inanmaya şartlandıkları
değişik tahminlere
ve dinsel kanaatlere karşıdır. Radyoaktif bo- zunmanm ölçümü bu sayıya daha fazla sıfır ekledi. Bizler, bilhassa türümüzün evriminden milyarlarca yıl önce var olan, hareket eden bir bedende yaşıyor olduğumuz
gerçeğiyle, artık yüz yüze geliyoruz. Derin zaman, çok defa anlaşılması
güç bir kavramdır ve Dünya'nın tahmin edilen yaşını hesaba katınca, onun üstünde ikamet ediş süremiz, lineer zamanda 24 saatlik bir günün içinde bir dakikadan daha az olarak görünmektedir. Ve bizlerin ikameti için uygun bir çevreyi yaratmak, bütün bu uzun yılları aldı;
tabiî eğer Dünya'nın, bir tek insan soyunu rahat ettirme amacıyla tüm o zamanı kendini hazırlamakla
geçirdiği inancına katılıyor iseniz (ben katılmıyorum). Hayatın bizim bildiğimiz anlamıyla, ilkel bataklıklardan ilk ortaya çıkışından bu yana, birsürü tür gelip gitmiştir.
Profesör Sir James
Love- lock'un kısa ve öz olarak ortaya koyduğu gibi, eğer ev sahibimiz olan gezegenimize karşı hakarete devam edersek, dinozorlardan
sonra kapı dışarı edilecekler biz olacağız. İşte, bu kadar basit.
Evrimimizde ve Gaia doğduğundan bu yana geçimlerini dünyadan elde eden diğer türlerin evriminde acaba zamanın rolü nedir? "Türler"
deyimini kullanırken, sadece "canlılar"
diye bildiğimiz
gerçek dünya sakinlerini değil, aynı zamanda, evrimsel gelişmesindeki birbirini izleyen her bir safha için gezegenimizin yüzeyini
hazırlayan orijinal elementel ve mikroorganik enerjileri de kastediyorum. Bütün bunlarda zaman, temel bir rol oynamıştır. Ortaya çıkışımıza kadar acaba kaç milyon sene geçti? Bizim için doğal olan, şu anda bildiğimiz yıl
anlamında düşünmektir. Uzun zaman periyotları boyunca süren değişik sayıda ay ve günden oluşan
yıllar olsa ne olurdu
acaba? Örneğin, Ay biraz daha yakma veya şimdiki pozisyonundan biraz uza-
ğa yerieştirilmiş olsa ve Dünya’nm
Güneş’e olan açısı, bugün
olduğundan biraz
daha değişik olarak doğal ritmlerini gerçekleştirmiş olsa, acaba ne olurdu?
Bu geniş zaman periyotları boyunca Gaia, yani Dünya, bütün zeki türler için bir tecrübe ortamı
sağlamıştır. (Eğer birisi bütün canlı varlıkların bazı dış faktörler tarafından motive olduğu fikrine katılıyorsa; o zaman bu, organize bir grup varlığı veya bireysel bir zihin ya da şuur olabiLr.) Evrimcilere göre mikroorganizmalar ve bakteriler, bizim bildiğimiz
hayatın temelini oluşturmuşlardır
ve böylece en sonunda, bedenlerimizi oluşturan elementlerin gelecekteki büyümesi için
önemli temeli teşkil
etmişlerdir. Bu bakterilerden birçoğuna hâlâ ev sahipliği etmekteyiz ve dengeli bir sağlık durumu için onlara güvenmekteyiz.
Eir televizyon söyleşisinde, James Lovelock, Dünya' nın
yaşından ve
evriminden söz etmiş ve gezegenimizin bünyesini düzenleyen değişik hayat biçimlerine
ayrıntılı bir şdkilde
değinmiştir. Dünya'nm doğası ile ilgili olarak izleyicilere söylediği birsürü gerçek arasında, bana çok önemli gibi görünen şu
beyanı da vardır:
"Etrafındakilere zarara olan herhangi bir tür, yok olacak veya kendi kendini yo.< edecektir". İnancına göre,
insanoğlu kuralları ihlâl etmiştir ve şu ana kadar, idare etmeyi başarmıştır ama eğer Dünya’yı tahrip etmeye devam edersek,
harcanabiliriz çünk: Gaia, kendi evrimsel deseni ile uyum içinde olmayan değişikliklere karşı koyacaktır. Deniz yosunları ve ağaçlar, onun bünyesini uygun hâle getirip, düzenlerler ve sâğhtlı durumda tutarlar. Her ne kadar
Gaia, uzak geçmişte dış uzaydan gelen tecavüze uğramış ve küçük, dünya dışı ösimlerden bir iki tokat yemişse de bunlar onu öldürmez.
Her ne kadar dünya ruhsal gelişmesini temin etmek için bünyesini ayarlasa da, kutupların ve ekvatorun pozis-
yonundaki değişiklikler; arazilerin yükselmesine ve alçalmasına, daha önceleri kıraç olan arazilerin, okyanuslar tarafından
kaplanmasına, verimli düzlüklerin, asırlar boyunca buzla kaplanmasına yol açacaktır;
tıpkı, zeki bir çiftçinin aym araziye bir yıl buğday,
diğer yıl lahana
ekmesi ve ertesi yılda ise toprağı dinlendirerek, toprağı besleyiciliğirü tazelemesine izin vermesi ve doğal bir dengeyi sağlaması gibi. Lovelock; bizlerin, bencilliğimiz
içinde nasıl her şeyi kendi isteklerimiz ve bize uygun olanlar açısından gördüğümüzü,
oysa Gaia'nın, kendi bünyesinde
oluşanları daha
holistik anlamda ele almaya eğilimli olduğu yorumunu da yapmıştır.
Dünyanın yüzeyini kirletenler bitkiler, ağaçlar, hayvanlar, bakteriler veya deniz yosunları
değildir der Lo-
velock; gerçek kirlilik, insanlardır!
Lovelock ayrıca dünyanın karanlık yanına de değinmiştir. Bu ilgi, çekicidir, sebebi de mitlere göre ceza ve mükâfatın intikam alan tanrıçalar
tarafından dağıtılmasıdır. Ve bu tanrıçalar ihlâlcilerin cezalandırılmasında merhametsizdirler. Eğer geçmişin yüce medeniyetleri tarafından bu ilâhlara
verilmiş değişik adlar, dünyanın değişik adlarından başka bir şey değil ise, o zaman mesajlarına kulak aşmalıyız. Bütün bunlara bağlı bulunan ilgi çekici bir nokta, eskilere göre, yok etme ve üretme
tanrıçalarının, kaçınılmaz biçimde zaman tanrılarına bağlı olmalarıdır. Bu konuyla gelecek bölümde
ilgileneceğim.
Eğer zaman (Lyall Watson’m önerdiği gibi) bizlerin içinden geçmekte
olduğumuz sabit
bantlarda var ise, o zaman evrim, sökülemez bir biçimde zaman faktörüyle veya bu gezegenin içinden geçtiği
veya geçmekte olduğu
zaman bantıyla iç içe
geçmiştir. Her
kuantum sıçrayışıyla birlikte, Dünya değişik bir zaman bandına kaymış olabilir mi? Öyleyse frekansların değişikliği ile birlikte evrimimiz yeni bir yön alabilir mi ya da tıpkı dinozorlarda olduğu gibi, bu
noktada durabilir mi?
Düşünülmesi gereken bir husus. NeySe, "gerçek dünya" dediğimize ve Darwin tarafından
takdim edilen evrimsel plâna dönelim. Nobel ödüllü Salvador Luria aşağıdakileri
yazdığında, belki de önemli bir şey söylemek istiyordu:
Evrim; tarih gibi bir yazı tura
atma veya kâğıt oyunu değildir. Daha önemli bir başka özelliği vardır: geri
alınamaz oluşu. Bütün olacak olan, olmakta olanın bir devamıdır; tıpkı olmakta
olanın, ne olabilirdiden değil olmuş olandan geldiği gibi. İnsanlar realitenin
çocuklarıdırlar, farazi durumların değil ve evrimsel realite -gerçekten var
olmuş organizmalar silsilesi- bütün o geçmiş fırsatların küçük bir
örneklemesinden başka bir şey değildir. (*)
Biyolojik evrimde artan
karmaşıklık, onun, zamanın yönettiği bir süreç olduğunun sağlam bir
göstergesidir ve bundan dolayı, Coveney ve Highfield tarafından vurgulanan
zaman okunu onaylar.
Yine de yukarıda belirtilenler
birçok sorulara yol açıyor. Luria'nın beyanı, bu gezegen üzerinde bildiğimiz
evrime uygulandığında, tutarlı görünüyor. Fakat zaman okunun tersine
çevrilemeyişinin, bizim lineer zamana aitmiş gibi görünmesi (bunu tartışmıyorum),
Gâia'yı da içine alan, maddenin bilhassa bu seviyesinde tecrübe edinmek üzere
onun bedenini kullanan biz ve diğer hayat biçimlerini de içeren hiçbir paralel
evren olmadığının bir kanıtı değildir. Bunu dikkate almakla, bize sunduğu
imkânlar konusunda daha değişik, belki daha nazik ve daha tutarlı kararlar
alabilirdik.
Peki,'bilimsel bağlamda, zamanın
yönettiği bir süreç fikri, bizlere bütün bunların arkasında bulunan bir master
plân veya "zihni" mi öneriyor yoksa bir kez daha kaosun rastgeleliği
ile mi karşı karşıyayız? Dine bağlı bir kişi, do-
C)
Coveney and Highfield, The Arrow of Time,
s. 254.
ğal olarak bütün bunların
arkasında "Tanrı"nın olduğunu önerecektir; oysa metafizikçi,
değişik güçleri yani tanrıları, tanrısal varlıkları, Neterleri vb. kapsamına sokacak biçimde bu ufku genişletecektir.
Bunun yanı sıra bütün
araştırmacılar, insanoğlunun, bu gezegen üzerinde evrim sonucunda ortaya çıktığı
görüşünde değillerdir. Örneğin Ric- hard Mooney, Homo sapietıs ın ithal edilen bir tür olduğunu ileri sürer ve bu iddiasını, her ne kadar olağan dışı olsa bile yine de soru işaretleri
uyandıran kanıtlarla destekler. (*)
Büyük ihtimalle, değişik zaman devirleri veya bantları
değişik itici güçler
taşımaktadır. O gezegenin yüzeyinde, en sonunda evrime uğrayarak, maymunların, kedilerin, kertenkelelerin veya böceklerin
baskın türler olup olmayacağım belirleyen faktör, bir gezegenin belirli bir
frekansta seyahat etmesini sağlayan zaman-itiliminin yapısıdır. (Benim inancıma göre, bütün evrenler birden fazla frekans üzerinde
varlıklarım sürdürürler ve dolayısıyla bir tecrübe hiçbir zaman tekrarlanmaz. Bu konuda
daha fazla bilgiyi "Zaman ve Evren" adlı bölümde bulabilirsiniz.)
İnanılması her ne kadar güç de olsa, maymuna benzeyen atalarımız olduğunu inkâr eden dinî düşünce
okulları hâlâ vardır. Halbuki genetik izlerin karşılaştırılması, bizle- re önemli bazı
kanıtlar sunmuştur ve bunlar Darvvin'in orijinal iddiasını destekliyorlar. Her ne kadar
bizler, evrimsel anlamda, kıllı kuzenlerimizden biraz uzakta
duruyorsak da, DNA'mızm yalnızca %1'i şempanzelerinkinden farklılık
gösterir. 1980 sonlarına doğru
VVayne State Üniversitesinden Morris Goodman, insanoğlunu kendi mağrur kategorisi içinde tek başına
bırakmaktansa; şempanzeler, goriller ve insanoğlunu, Homininae adını taşıyan yeni bir alt aileye dahil edebileceğimizi
önerdi. Şempanze ailesinin iki
(*) R.Mooney, Colony: Earth and
Cods of Air and Darkness.
çeşidi vardır; normal şempanze ve cüce şempanze ve bunların her ikisi de, insanlara, biz insanların goriller de dahil olmak üzere herhangi bir türe
bağlılığımızdan, çok daha yakından bağlıdırlar. Los Angeles California Üniversitesinden Jared Diamond, doğru şempanze tipi ayrımının üçlü
olabileceğini önermiştir: normal, cüce ve insan. Goril çizgisi; şempanze çizgisinden sekiz ilâ on bir milyon yıl önce
ayrılmış ve bizim
kendi cinsimiz ile şempanzeler arasındaki ayrılma ise beş milyon yıldan biraz daha fazla süre önce
gerçekleşmiştir. (*)
Ortadaki ezelî soru şu: Bu kopma neden gerçekleşti ve neden şempanze cinsinin iki türü aynı
şekilde kalıp, üçüncü türü biyolojik evrimsel kuantum sıçrayışa dahil oldu? Herhangi bir türün, zamanın sabit bantlarından birinin devresinde hareket
etmekteyken, bir kuantum sıçrayışına denk gelecek bir noktaya vardığında, o türün üyeleri
arasında bu itici güce cevap verecek olanlar ve bunun önemini, zihinsel ve bedensel açıdan kaydedemeyecek kadar yetersiz derecede hassas olanlar bulunacaktır
şeklinde varsayımda bulunulabilir. Bunu açıklamak için bir sınıftaki öğrencileri ele alalım.
Bu öğrenciler, değişik dönemler boyunca aynı öğretmen tarafından eğitilmiş olsunlar. Öğrencilerden
bazıları derslerini
ortalama bir kolaylıkla sindirmiş olsunlar, diğerleri, dikkatsiz olduklarından veya onlara ne öğretildiğini
anlayamadıklarından, kavrayamamış olsunlar ve birkaçının da ilkeleri kolaylıkla
öğrendiklerini ve bundan dolayı geriye kalan dönemin onlar için sıkıcı olduğunu farz edelim. Dönemin yarısında şartlar, öğretmeni,
görevi bırakmaya zorluyor ve yerine yeni ve daha vasıflı bir öğretmen geliyor. Yeni öğretmenin
öğretme temposu
ve ilham gücü, öncekinden daha güçlü ve bunun sonucunda, parlak öğ-
(*) J.Gribbin ve M.Gribbin, Tİıe Guardian (14
Haziran 1988).
renciler göze çarpıyorlar. Orta seviyedeki öğrenciler ise ev ödevleri yaparak veya okul dışı kurslara katılarak dersle güç belâ baş edebiliyorlar. Ağır olanlar ise zaten geriden
seyrettiklerinden, onları bir üst sınıfa taşımak için gerekli dönem sonu sınavlarını
geçemiyorlar.
Bu senaryo Gaia bağlamında uygulandığında, dinozorların
neden anîden (ve bildiğimiz
kadarıyla benzeri görülmemiş bir şekilde) yok oldukları konusunda bir ipucu verebilir. Gerçekten de zamanı enerji anlamında ele almak, insanoğlunu
asırlar boyunca şaşırtmış olan ve hâlâ bilimsel tartışmalara
yakıt sağlayan birsürü evrimsel bilmeceye cevapları sağlayabilir.
Soyutlamalar ve Sonuçlar
EFSANE, TARİH ve DİNDEKİ ZAMAN
Zeki kişi geçmişi hatırlar ve geleceği anlar, fakat bilgisiz kişi yalnızca şu anm fani zevkleri için yaşar.
ZERDÜŞT
(»)
Uzay-zamanın araştırılmasının, modem çağa özgü olduğunu
zannedenler yanılıyorlar. Zaman, insanoğlunun beynini sürekli meşgul
etmiştir ve soyut
prensipler, tarihimizin erken dönemlerinde nasıl hikâye, efsane yolu ile anlatılmışsa
aynı şekilde zaman kavramı da, okuma yazma bilmeyen kişilere âlimler tarafından
aktarılmıştır. Uzak geçmişte bir yerlerde, insanlar zamanın bir enerji olarak tabiatından haberdar olmalıydılar
çünki diğer doğa güçlerini veya enerjileri nasıl kişiselleştirmişler ise aynı şekilde zamana da kutsal bir kimlik vermişlerdir. Bu konuda en erken ipucu, eski Sümer ve Mısır
kaynaklarından gelir ve bu kaynaklara göre zaman tanrılarının
çoğu, kaçınılmaz biçimde kamerî tanrılar idiler.
SÜMER /BABİL
Eski bir metin, Sümerli gök ve yeryüzü
kraliçesi Inannaı'nın, o karardık bölgelerin kraliçesi olan kız kardeşi Ereshkigal'in yaşadığı
"Yüce Yeraltına" inişini hikâye eder. Inanna; Babil efsanesinde sıkça sözü
geçen ay tanrısı Sin'in
kızıydı. Sin ve karısı Ningal'in (Yüce
Hanımefendi, Mısırlı Nut ile aynı düzeyde görülebilir) üç çocuğu vardı: Sümerli tanrıça Inanna (ayrıca Ishtar diye biliniyordu ve Venüs gezegeninin enerjileriyle ilişkilendirilir),
güneşi temsil eden tanrı Shamash ve ateş tanrısı Nusku. Ancak daha sonraki bir
versiyon, Inanna'nın Ereshkigal kişiliğinde bir "karanlık ikiz" sahibi olduğundan söz eder. Sin'in birçok fonksiyonu vardı ve bunlardan pek de önemsiz olmayan biri ise zamanı
ölçmesiydi; bu
fonksiyon onu, aynı zamanda "zaman tanrısı" olan diğer erkek ay tanrısı,
Mısırlı Tot ile bağlıyordu.
Fiziksel yanıyla Sin, aynı zamanda Nannar ismi altında Ur'da saygı görüyordu
ve lâcivert renkli büyük sakallı, normalde sarık giyen yaşlı bir adam şeklinde temsil ediliyordu. Her gece barkasına
(yarımay) girip,
gece göğünün geniş alanlarında geziyordu. Efsaneye göre "bir gün yan- may, diske dönüştü ve gökyüzünde parlayan bir taç gibi durdu" (*) ve o
zamandan beri Sin "Taçm Tanrısı" diye bilinir. Sin'e zaman ölçücü rolü,
anlaşılan bereket tanrısı Mar- duk tarafından,
yaradılış gününde verilmiştir.
■Ayın başında dünya üzerinde
parlayacaksın
Altı günü belirtmek için iki boynuz göstereceksin.
Yedinci günde tacı ikiye ayır
On dördüncü günde tam yüzünü
döndür. (**)
Buradaki kozmolojik çağrışımları belirlemek kolaydır.
Zamanın enerjileri
yoluyla güneş, onun kızgın kardeşi (gezegensel kimliği belirsizdir, orijinalde böyle bir tanesine sahip olduğu
varsayılır) ve Venüs gezegeni yaratılmıştır ve sonradan bunu, Venüs'ün
karanlık ikizi
veya kız kardeş gezegeninin (Dünya mı?) yaradılışı takip etmiştir.
Birçok
(•) Larousse, Encylopedia of
Mythology, s. 56.
(»») a. g. e., s. 56.
eski efsane ve geleneklerde Dünya karanlık veya düşmüş bir yer olarak gösterilmiştir veya benim tercih ettiğim gibi, her nasüsa "kendi zamanı
dışında" olmuş bir gezegen. Gözüme çarpan bir deyim ise "bir gün yarımay diske dönüştü" deyimidir. Bundan acaba, zaman içinde belirli bir noktaya kadar Ay'ın kendini bir bütün küre olarak göstermediğini
mi varsayacağız? Uzun bir zamandan beri, Ay'ın
gökyüzünde her zaman
şimdiki pozisyonunu işgal etmediğinden ve bunu yapmaya başladığı zamandan beri insanoğlunun zaman kavramının da değişmiş
olduğundan şüphelenmişimdir; zaman ile antik ay tanrıları arasındaki bağlantı da böylece ortaya çıkmıştır.
MISIR
Bütün zaman tanrıları
arasında en meşhur olan, sonraları Tot diye de bilinen Mısırlı Tehuti'ye gelmiş bulunuyoruz. Ve bir kez daha Ay, zaman hikâyesinde
güçlü bir şekilde belirmektedir. Tot hakkında ünlü
Mısır uzmanı E. A. Wallis Budge şunları söylemiştir:
...gökyüzünü, yıldızları ve dünyayı
sabitleştirmeyle ilgili hesaplamalar yapmıştır. O, Ra'nın kalbiydi, o, hem fizik hem moral kavramlarında
hukukun
efendisiydi ve 'kutsal konuşmanın' bilgisine vâkıftı.
Birçok pasajdan, onun bütün sanatların ve bilimlerin tanrısı,
"kitapların tanrısı" ve "tanrıların kâtibi" olduğunu
anlıyoruz..X[19])
Yararlandığı şeylerin en ünlüsü ise, beş epagomenal günün ele geçirilmesiydi.
Hikâye şöyledir: Ra’nın çocukları olan, zamanın ikiz aslan-tanrıları,
Şu ve Tefnut, sırasıyla Geb ve Nut'u doğurdular
(Dünya ve Gökyüzü). Bazı
anlatılara göre Nut, Ra'mn karısı idi ve sadakatsizliği ile Ra’yı gücendirdi. Yaşlı tanrı, ona, yılının 360 gününün
hiçbirin-
de çocuk doğuramayacağı cezasını verdi. Bu ceza, eğer Tot Ay ile meşhur oyununu oynamasa, Nut'a sorun yaratacaktı. Bu oyundan Tot, Ay'ın ışığının bir yetmiş iki bölümünü
kazandı (360'ın 1/72'si tam olarak 5'tir) ve Tot bunu "epa- gomenal” veya aynı zamanda "eklenmiş
gün veya ayı olan" diye de bilinen beş yeni güne
dönüştürdü. Bunun sonucunda Nut karnında
taşıdığı beş çocuğu doğurdu, yani Osiris, Büyük Horus, Set, Isis ve Neftis. Bu efsane, Yunan Kronos
(Zaman) mitinde de kendisini göstermiştir. Bu mite göre, Kronos kendi çocuklarının
beşini yutmuştur ve Metis (Adalet) tarafından bir iksirin verilmesiyle onları dışarıya
çıkartmıştır.
Düşünürler, fizikçiler ve romantikler tarafından, bu hikâyelere
dayanılarak değişik mistik ve sihirli yorumlar getirilmiştir! Mitlerin bizlere basit olarak söylediği şey ise şudur: Dünya, Ay ve bizim yıldız sistemimiz dışındaki bir güneş enerjisi arasında
oynanmış olan kozmolojik
bir drama sonucunda takvim değişmek zorunda kalmıştır ve değişikliğin
gerçekleşmesinden sorumlu ay tanrısı Tot’tur. Başka bir deyişle, uzak geçmişte bir noktada Dünya'nın Ay'la olan yörüngesel ekseninde bir değişme
oluşmuştur. Ve bu da Dünya'nın ekseninde, bugünkü takvimlerimizde bulunan ilâve beş
günlük sürenin sebebi olan bir hızlanma meydana getirmiştir. Eski Mısır
kaynaklarına göre bu oluşuma iştirak edenler arasında Sirius da vardı; Büyük Köpek takımyıldızındaki parlak, mavi-beyaz ikili yıldız, bu göksel oyundaki üçüncü ve belki de en etkili oyuncuydu.
Tot, aynca bütün yaşayan varlıkların düşüncelerini, eylemlerini "Akaşa"nm sonsuz tarih kayıtlarına kaydeden kâtip olarak da bilinir. Bunun,
incelemekte olduğumuz zaman ile bağlantılı olarak önemi açıktır.
Ancak, bütün zaman tanrıları erkek değillerdi.
Mısır panteonundaki
iki tanrıçanın da zamansal bağlantıları var-
dı. Bunların isimleri Seşat ve Maat idi; her ikisi de bir dönemde Tot'un karılan (yoksa dişil yânları
mı?) olarak belirtilmiştir.
Seşat bir yazı ve tarih tanrıçası, zaman ölçücü ve aynen Tot gibi kayıt edici idi. Öte yandan Maat ise gerçek ve adalet tanrıçası idi ve onun terazinin kefelerinde
ölen kişinin kalbi kaçınılmaz biçimde tartılırdı. Zaman tanrılan genellikle adalet ve hüküm vermeyle ilişkili
sayılıyordu. Bundan çıkan sonuç ise şudur: Sonuçta terazi kefelerinden birini bir
yana yatıracak olan şey, bizim zaman enerjilerini idare edişimiz olacaktır.
İkiz aslan tanrılar, yani Şu ve Tefnut da aynı zamanda güçlü bir şekilde zaman ile ilişkiliydiler.
Şu gökyüzü tanrısı idi; bazen insan şeklinde ve bazen aslan şeklinde tasvir ediliyordu. Onun kız kardeşi olan Tefnut (o da dişi aslan olarak tasvir ediliyordu)
ise bir çiy, çisilti ve bazen de gökkuşağı tanrıçası idi. Aslan tanrılar ve zaman arasındaki
bağlantı çok eskilere uzanır. En eski, bilinen dişi aslan tanrıça, Aker'di. Aker'in, her sabah, içinden güneş
tanrısının geçtiği şafak kapışım koruduğuna inanılırdı. Piramit kayıtlarından,
bu tanrının
rolünün ve özelliklerinin eski imparatorlukta açıkça tanımlandığı anlaşılır. Daha sonraki hanedanlarda, güneşin; geceleri alt-bölgede bulunan bir çeşit tünelden
geçtiğine inanılırdı. Bu tünelin her bir çıkışı bir aslan tanrı, Akeru veya Akerui ismini taşıyan iki tanrı tarafından
korunuyordu. Aynı kutsal aslan varlıkları
sonraları, arka
arkaya oturmuş, aralarındaki Ra'yı temsil eden güneş diskine destek olacak şekilde,
"dünün ve bugünün" ikiz aslan tanrıları olarak Teban zamamnda ortaya çıkmışlardır.
Ra'ya çok kez "İki Ufkun Ra'sı" diye hitap edilmiştir. Buradaki "ufuk", bazı akademisyenler tarafından, bir boyutlar sistemini veya bir referans çerçevesini ortaya koyan matematiksel bir
terim olarak algılanmıştır. Bu ufuklar, Işık ve Hayat ufkundan oluşuyordu ve her biri maddî
dünyaları ve seyyal boyutları temsil ediyordu. Hayat Ufkunun Ra'sı, ikiz aslan tanrılarının
arkalarına oturtulmuş yassı bir daire veya güneş diski tarafından gösteriliyordu.
Bu semboloji, ezoterikten matematiğe dek değişik yorumlara konu olmuştur.
Örneğin bazıları iki aslanı, hayatın ilk başta var olan güçleri olarak görmüşler -istek ve korku-, bazılarına göre
ise aslanlar,
Sonsuz Şimdi'nin güneşi tarafından birleştirilmiş geçmiş ve gelecektir; başka bir deyişle zamanın
gücü. Arka arkaya duruşları ise şu şeklide yorumlanabilir:
a) Eril "istek" gücü ve dişil "korku" gücü, farklı
yönlere doğru
çekiyorlar (kaos
mu?) ve Ra diskinin ağırlığı onları kontrol altında tutuyor (mantık, kendi kendini kontrol ve düzen); veya b) "zaman" bağlamında ise disk, gezegenimizi yörüngesinde tutan ve böylece gece ve gündüz -saatlerimizdeki zamanı- İç Zamanı meydana getiren güneş gücü olarak görülebilir. Bu aslanlardan biri veya her
ikisi pozisyonlarını hafif bir şekilde bile değiştirseler, o zaman Ra'nm küresi bu değişikliğe
göre ayarlanacak ve
bizler, güneşi bugün gördüğümüzden daha değişik bir açıdan göreceğiz. Eski Mısır
kayıtlarına göre Dünya'nm eksenindeki kaymalar ve beraberindeki iklimsel ve katastrofik fenomenler, her zaman aslan tanrılardan birinin görünmesinden sonra gerçekleşmiştir;
Sekmet tanrıçası ise bu türden
felâketlerin ana habercisi olmuştur. Böylece eski Mısırlılar için aslan sembolü ve zaman, ayrılmaz bir şekilde
birbirlerine bağlıdırlar.
Eski Mısırlılar ayrıca düzen ve kaosun kozmik prensipleri arasındaki sürekli gidip gelmelerden haberdar görünüyorlardı
ve bunlara tanınabilen kimlikler atfetmişlerdi. Bu sonsuz düelloda binlerce yıl boyunca oluşmuş görülen, zaman tarafından
oynanmış role,
Budge şu sözlerle dikkat çekiyor:
İlk Mısır geleneği, ışık tanrısı
ve karanlık tanrısı arasında yer alabilmek için büyük bir savaş vermiştir.
Bundan sonraki günlerde ise Ra'nın kendisi veya onun bir şekli ve genelde Ho-
rus tanrılarından biri; ışık tanrısı ile ve Set ise, öyle veya böyle bir
şekilde, karanlık tanrısı ile özdeşleştirilmiştir. Böylece Ra ile Apep'in,
Heru-Behutet'in ve Set ve Horus'un, Isis'in oğlu ile Set'in arasındaki
savaşlar, değişik dönemlere ait olmakla birlikte aslında tek ve aynı hikâyenin
versiyonları idi. Bütün bu savaşlarda Tot önemli bir rol oynadı çünki Ra'nın
Gözü (Güneş) Set ile savaşırken bu kötü güç, üzerine bulutlar çekiyordu ve Tot
bulutları uzaklaştırıyordu ve "Gözü sağ, bütün, sağlam ve kusursuz"
efendisine getiriyordu. (Ölüler Kitabı ’ndan, xvii)(*)
Bu hikâyedeki "Tot"
yerine "Zaman"ı koyun ve diğer kutsal varlıkların, kozmik olayların
kişileştirilmeleri olduğunu farz edin, o zaman kendimizi., dünya üzerinde
tarih öncesi dönemlerde oluşmuş değişik karışıklıkların doğru bir
tanımlamasıyla karşı karşıya buluruz. Bu olaylar hiç şüphesiz, uzun bir süre
önce yok olmuş bazı ırkların tarihlerine kaydedilmiş ve yok oluşlarından sonra
ise efsane ve peri masallarına indirgenmiştir.
KUZEY AMERİKA
Çok eski geçmişte meydana gelmiş
kozmik olayları gözleyen ve kaydeden tek ırk, sadece Mısırlılar değildir.
Dünyanın eksen dönüşündekiki değişikliklerle bağlantılı olan sembolojinin
evrenselliği, örneğin, Dünya'nın kuzey ve güney eksenlerinin koruyucuları olup,
görevleri gezegeni uygun bir şekilde döner vaziyette tutmak olan ikiz tanrılar
Pokangoya ve Polangavoya'yı konu alan Hopi Kızılderili efsanesinde
görülebilir. Efsane, Yaratıcının yeğeni olan Sotuknang tarafından bu ikiz
tanrılara yerlerini terk
(*)
a. g. e., s. 405.
etmeleri konusunda nasıl emir verildiğinden ve insanlarının
kötü oluşlarından dolayı "ikinci dünya"nm yok edildiğinden söz eder. O zaman dünya, onu kontrol eden kimse kalmadığından dengesini kaybederek sendelemiş , etrafında iki kez dönmüştür. Bunun sonucunda dağlar, su sıçratarak denizlere akmış, denizler ve göller arazi üzerine sıçramış
ve dünya soğuk ve hayatsız uzayda dönerek katı bir buz parçasına
dönüşmüştür. (*) Hopiler "ilk dünyalarının" ateş tarafından,
"üçüncü dünyalarının" ise su tarafından yok edilmiş
olduğunda ısrarlıdırlar.
And Dağları gibi sıra dağlarının
yükselmesine, Buz Çağının ve Tufanın ortaya çıkmasına sebep olan ve jeolojik olarak da kanıtlanabilen bu büyük
karışıklıklara, Yunan, İrlanda, Galler, Kuzey ve Güney Amerika, İskandinavya gibi birçok eski kültürün millerinde, folklorunda ve herkes
tarafından bilinen Eski Ahit'te yer verilmiştir. Başka bir deyişle, zaman enerjisinin güçlü etkileri, geçmiş zamanlarda onun kızgınlığına
tanık olanlar tarafından
farkına varılmıştır ve gözledikleri olayları gelecek nesiller için cömert bir şekilde
kaydetmişlerdir. Bu dönemlerde gezegenimiz, Lyall Watson'in da tarif ettiği üzere daha aktif "sabit bantlara" girmiş ve çocuklarını kendisiyle birlikte ölümün dişlerinin araşma atmıştır.
ROMA
Romalı Lejyonlar arasında meşhur
olan erkek-mer-
kezli Mitra mezhebi, kendine özgü bir zaman tanrısına, yani aslan kafalı Aion'a sahipti: "Bütün evren boyunca hareket etmeden ve hareket ettirilemeden
hüküm süren Sınırsız 'Zaman'" Aion, gündönümüne ait kapüarın iki anahtarını tutuyordu. Mystery Religions^Gizemli
Dinler) adlı kita-
(*) J.Go • odman, The Earthquake
Generation, s.160-1.
bında Joscelyn Godwin şunları
söylüyor:
Gümüş olan anahtar Yengeç Kapısı
içindi, bu, atalar (Pit- ri-yana) ve reenkarnasyona götürüyordu. Altın olanı
ise Oğlak Kapısı içindi ve bu, Gereklilik Dairesi'nin ötesindeki Tanrıların
Kapısına doğru olan yoldu (Deva-yana) ve yani doğum ve ölüm devrinden
kurtarıyordu. İşte bunlar, ölen ruhun dünyadan çıkacağı iki yoldur ve Oğlak
Kapısından ise tanrılar dünyaya inerlerdi.
İnanıldığına göre Mitras, diğer ana
kutsal tanrılarla birlikte kış gündoğumu zamanında doğmuştu.
Aion, büyük bir olasılıkla,
Budist Shin-je, Ölüm Yargıcı ile bir tutulabilir. Bu benzerlik ise Aion'u,
Mısırlı Tot ve yargılama rolü verilmiş diğer zaman tanrılanyla birlikte aynı
çizgiye getirir. Aion, her zaman aslan kafalı olarak çizilmiştir ve bazen dört
kanadı olup bir yılan tarafından çember içine alınmıştır. Bu semboller, dört
katlı ayrımı ve zamanın devirsel hareketini temsil ettiği şeklinde görülmüştür.
Diğer yokediş ve yenilenme tanrılarıyla birlikte Aion'un açık aslansı ağzı, her
kozmik tezahür devresinin sonunda, neslini yutar. Bu olgu bize kendi
çocuklarını yutan Yunanlı Kronos'u hatırlatır. Aion'un açık bir şekilde
yeraltı dünyasını çağrıştıran birçok sembolü, zamanın atomalli bölgeler üstündeki
etkisini vurgular. Diğer bir çizimde zodyak tarafından çevrelenmiş bir küre
üzerine oturmuş şekilde gösterilmiştir ve elinde bir asa taşımaktadır. Bu asa
üzerinde ise zodyağa ait işaretler açık bir şekilde on iki bölüm aracılığıyla
gösterilmiştir. Godwin şöyle diyor:
Küreden geçen iki bant,
Eflâtunun Timaeus adlı eserindeki Dünya Ruhunun yaradılış metodunu
hatırlatmaktadır. Bu iki bant dünyanın iki dairesini bir X işareti şeklinde
geçmektedir. Aion bir yaratıcıdır fakat dünyaların yaratıcısı değildir; metafizik
ilkeleri ve tanrıları yaratır. İran tanrılar kitabında o, Zer- van’dır.
Zervan'ın iki oğlu Ormuzd ve Ahriman birbirine karşı-
dırlar ve onların
arasında Mitras aracılık yapar. Bir bakımdan Zervan, Mitras'm daha yüksek bir veçhesidir
çünki iki karşıtın arasında değil ötesindedir.
Yukarıda bahsedilenlerden zamanın, düzen ve ka- os’un iki kutup ucuna
etkileri kolayca görülebilir. Gözüme çarpan diğer nokta ise Yengeç Kapışma,
Atalara doğru olan yol olarak değinilmesidir;
zira, Sirius, bazılarının
inandığına göre zamanın ortaya çıkışında temel bir rol oynamaktaydı ve astronomik olarak Yengeç'e 13 derece ve 24 dakika bir
mesafede bulunuyordu. Doğum ve ölüm devresinden kopmanın imasının açıklaması, kuantum mekaniğindeki
parçacık ve antiparçacık keşiflerinde
görülebilir. Bunun metafiziksel yorumunu "Zamanın Metafiziği ve Bir Enerji Olarak Zaman" adlı bölümlerde
bulabilirsiniz.
YUNAN
Kronos adı "zaman" anlamına
geldiğinden, Yunanlı tanrı Kronos’un mitinin araştırılması, Yunanlı âlimlerin, filozofların
ve düşünürlerin zaman ile ilgili olarak sahip oldukları bilgiye ışık
tutacaktır. Birçok düşünür tarafından bilimsel ve felsefî önyargılar ve açıklamalarındaki
türlü soyutlamalar sonucu ilk bulunduğu noktadan uzaklaştığına inanılan Orfik Kozmogoniye göre, Kronos veya zaman, ilk ilkedir.
Zaman, Sonsuzu (Dış Zaman veya ebedîliği) sembolize eden Kaos ve sınırlı olanı (İçsel veya lineer zamanı) temsil eden Ether tarafından takip edilmiştir.
Kronos; Titanlardan veya ilk kutsal ırktan biriydi ve adı "kral" anlamına gelen Girit kelimesinden türemiştir. Yunan’da, Titanlar, insanların
ataları olarak onurlandırılmışlardı
ve sanat ve büyünün icadı onlara atfedilmişti. At- lantolojinin (kayıp kıta Atlantis bilimi) öğrencileri,
Titanların, kayıp kıta Atlantis'in insanları olduklanna sıkı bir şe-
kilde inanırlar. Atlantis'in insanları çök ileri bir medeniyete sahiplerdi
ve Atlantik Okyanusu ortasında bulunan ada kıtaları,
Dünyanın ekseninin
eğimi sırasında tamamen batmıştır ve bu olay beş epagomenal günün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Eflâtun meşhur Timaeus ve Kriiias adlı
diyaloglarında bunu tarif etmiştir.
Yukarıda belirtilenlerden,
"Kronos"un isminin kendisinden, mit ve efsaneden elde edilen diğer
kanıtlardan yola çıkarak şu
varsayımda bulunmak mantıklı görünüyor:
İlk takvim büyük ihtimalle Atlantik orijinliydi
(belki de eski Mısırlılar tarafından kabul edilmiş Sotik takvim miydi?) ve kim
olurlarsa olsunlar, bu tarih öncesi insanlar, bizimkine denk veya
daha üstün bir zaman ve evren bilgisine sahiplerdi.
Doğduklarında her bir çocuğunu yutan Kronos efsanesine değinmiştik, fakat zaman bu olaydan önce de vardı. Uranüs
(Gökyüzü) ve
Gaia’dan (Yeryüzü) ilk doğan çocuklar on iki Titanlardı. Altısı erkek ve altısı kızdı ve bunlardan en küçüğü Kronos'tu. Çocukları yakışıklı,
zeki, güzeldiler, dolayısıyla anne babalarına
hiçbir sorun çıkarmadılar. Fakat zaman içinde Gaia, ayrıca birsürü
korkunç ve şekli bozuk canavarlar dünyaya getirdi. Bu olay kocasını çok
rahatsız etti ve doğduklarında
onları Dünyanın derinliklerine kapadı. Nazik bir anne olan Gaia, doğal olarak, kaybolan çocukları için yas tuttu ve zaman içinde üzüntüsü
kızgınlığa dönüştü ve kocasından korkunç bir intikam almayı plânladı. Parlayan bir orak (veya arp)
ortaya çıkararak, plânını çocuklarına açıkladı ve çocukları çok
korktular; yalnızca Kronos bu alçakça işi yerine getirmeyi kabul etti. O
gece, Uranüs hiçbir şeyden şüphelenmeden uyur- ken,'Kronos, babasının testislerini kesti ve denize attı. Mitin ardındaki mesaj, zaman tarafından,
bütün bir medeniyetin iktidarsız kılınmış olduğudur.
Kronos'un çocuklarını nasıl yuttuğundan daha önce
bahsetmiştik. Sırasıyla Hestia, Demeter, Hera, Hades ve Poseidon her biri yutuldu ama Kronos'un eşi Rhea, Zeus'u doğuracağı zaman, kocasının
davranışından çok rahatsız oldu ve anne babasına (Uranüs ve Gaia) son çocuğunu kurtarmaları için yalvardı. Anne babasının tavsiyeleri üzerine Girit'e gitti; burada Aegeum Dağı'nın
ormanları altındaki derin bir mağarada çocuğunu doğurdu. Gaia yeni doğmuş çocuğun
bakımım üstlendi ve Rhea, büyük bir taşı kundağa sararak, hiçbir şeyden şüphelenmeyen Kronos'a sundu ve Kronos bunu
hemen yuttu. Sonraları Zeus olgunluk yaşma ulaştığında, hapisteki kardeşlerini kurtarmak için Metis’in yardımını istedi. Bunun üzerine Metis, yaşlı tanrıya bir cereyan gönderip,
kusmasına sebep
oldu. Bu kusma sonucunda Hestia, Demeter, Hera, Hades, Pose- idon ve taş ortaya çıktılar. Bu olaydan sonra Kronos mutluluk içinde yaşamak üzere belirlenemeyen bir bölgeye gitti veya başka otoritelere göre, Thule’de gizemli bir uykuya daldı. (*)
İşte, beş epagomenal günün edinilmesini konu edinen Mısır
hikâyesini teyit
eden mesel türünden bir hikâye. Aynı zamanda, zamanın dünya üzerinde birbirini takip eden nesilleri nasıl ortaya çıkardığım ve yok ettiğini ve aynı şekilde bu nesillerin kendilerini ifade
ettikleri kültürleri yaratıp yok ettiğini açıklıyor.
Zaman ile bağlantılı diğer bir Yunan ilâhı Hermes'ti. Aynen İskandinav
karşılığı Loki gibi
hilecinin biriydi. İskandinav versiyonunda Loki, kaotik bir unsurdu ve tanrılar arasına sürekli felâket getiriyordu, oysa Yunanlılar, Hermes'i değişik bir ışık altmda görüyorlardı.
Yunanlılara göre Hemıes, ulaştırma ve ticaret tanrısı idi, tanrıların habercisiydi ve eğer bir kimse, onun gizlerine sürekli olarak
(1)
Larousse, Ena/dopcdia of
Mythology, s. 96.
uyanık ise, aynen Zaman gibi, iyi bir hizmetçi olabilirdi. Simyada ise Merkürius;
Zaman/Tot/Merkür'dür ve Jung, bunun hakkında serbest bir şekilde yorumda bulunmuştur ("Bir Enerji Olarak
Zaman" adlı bölüme bakınız).
Yunanlılar ayrıca, zamanla bağlantılı üç
ölümsüz kadına da sahiplerdi. Bunlara Moera veya Fdtes denirdi. İlki, Döndürücü
olan Clotho idi;
özelliği, hayatın ipliğini eğiren mekiği veya tekerleği
döndürmekti; şimdiki anda şekillenen geleceği temsil ediyordu. Clotho'dan sonra Taksim Edici olan Lachesis geliyordu; ölçü aleti olarak kullanılan bir sopa veya değnek
tutmaktaydı ve bu değnek, her kişinin hak ettiği farz edilen şans unsurunu temsil ediyordu. Bu kül renkli saçlı
tanrıçalar üçlüsünün en son üyesi ise Atropos, yani Kaçınılmaz idi. Atropos, ölüm diye adlandırdığımız
entropinin kaçınılmaz modelini vurgulayan, uygun bir
kesici alet tutar şekilde resmedilirdi.
AVUSTRALYA
Avustralya yerlileri (aborijinler) zaman bulmacasma
verilecek cevabm, "olaylar ne önceleri ne de sonraları vardı fakat hepsi birden vardı"
şeklindeki inançlarında yatmakta olduğunu görürler. Rüya zamanında bütün geçmiş, şimdi ve gelecek birlikte var olurlar
ve temel kabile inisiyasyon- larmdan biri, inisiyeye sonsuz hiçbir yer'den haberdar olma konusunda yardım etmekten oluşur. (*)
HİNDİSTAN
Hindu tanrısı Şiva, birçok araştırmacı
tarafından Zamanın bir örneği olarak görünür. Aynen Zaman gibi yok eder, fakat aynen Zaman gibi merhametlidir. Şiva, Natard-
(*) Tomas, Beyond tfıe Time Barrier, s.
43.
ja idi yani dans kralı idi ve onu çevreleyen ateş
ile püskül- lenmiş hale bütün kozmosu temsil eder ve onun diğer
özellikleri, bütün seviyelerde oynanan hayat-ölüm devresini temsil eder. Tandava dansında, tanrı
yok eder ve yaratır ve her bir kozmik periyodun
sonunda, görüntüler dünyası yok olur fakat gerçekte Mutlak ile tekrar bütünleşmiştir.
Şiva'nm dansı ayrıca kutsal aktiviteyi, evrendeki hareket kaynağı olarak sembolize eder ve bu, özellikle
yaradılışın kozmik fonksiyonlarıyla
bağlantılı olarak gerçekleşir. Koruma, yok etme, enkamasyon ve özgürleştirme. (*)
Tomas, üç yüzlü Brahma'nın Trimurti'jsini, Vişnu’yu ve Şiva'yı, zaman devresini sembolize etmek üzere eski Hindistan bilgeleri tarafından icat edilmiş olarak görür. Ve şunları ekler: "Brahma, geçmişte,
görünen dünyayı yaratmıştır. Vişnu onu şu anda korur ve Şiva, eskinin enkazından yeni dünyalar inşa etmek üzere, gelecekte yaradılışı yok edecektir. Ölüm, hayatın ziyafetinde ortaya çıkar fakat hayat, her zaman dünyaların cenazelerinde doğmuştur"
(**)
Zamanın, dünyadaki evrimle bağlantılı olarak geçişi de, Hindistan'ın eski insanları
tarafından anlaşılmıştır. Sanskrit Mamı Kitabı (M.Ö. ikinci yüzyıl); bakteriler ve
mikroorganizmalardan bitki, böcek, balık, sürüngen, memeliler ve insana kadar hayat biçimlerini kapsayacak evrimsel gelişmeyi tarif etmiştir. Buna benzer şekilde Viş-
mı 'mm Enkarnasyonları, aşağıda belirtilen düzen içinde sıralanmıştır:
balık, kaplumbağa, domuz, aslan adam, cüce, baltalı insan, Rama ve Krişna.f***)
Muğlak fakat anlamlı bir kutsal prensibin bu farklı
tezahüründe tarif edilmiş sembolizminin derinlemesine araştırılması,
öğrenciler için yararlı olabilir. Bunlara dair kendi fikirlerim vardır ve her
(*) Larousse, Eııcyclopedia of
Mythology, s. 386.
(2)
) Tomas, Beyoııd the Time Barrier, s.
34.
(w ) A. Tomas, We are Not the
First, s. 98-9.
EFSANE, TARİH ve DİNDEKİ ZAMAN ne kadar bunlardan birçoğu antropolojik olarak tanınsalar da, eğer hakkında
düşünürseniz, uyumsuz olanları da vardır. Enteresan bir şekilde, eski İrlanda efsaneleri ve özellikle Boz İnek Kitabı, buna çok yakın bir hikâyeden bahseder. Bu hikâyeye göre bir insan, ölümü üzerine
aşağıdaki düzen içinde bir seri yaratığın bedenlerini almıştır: geyik, domuz, kartal ve somon balığı; ve bunlardan her birine kitapta bir bölüm
ayrılmıştır.
Gautama Buda'nın zamanla ilgili olarak söylediği bir- sürü sözden bahsedilir ve en iyi şeküde bilinenleri belki de şunlardır:
"İnanıyorum ki dünya sonsuza kadar var olacaktır. Hiçbir zaman son'a gelmeyecektir. Ve
sonu olmayan herhangi bir şeyin, başı da yoktur. Dünya hiçbir kimse tarafından
yaratılmamıştır. Dünya her zaman vardı." Şu anı tarif ederken de şöyle demiştin "Nasıl araba tekerleğindeki tekerlek, tekerlek çemberinin
yalnızca bir
noktasmda dönüyorsa ve durduğunda yalnızca bir noktasmda duruyor ise, aynı şekilde
yaşayan bir varlığın
hayatı, yalnızca bir düşünce periyodu kadar sürer." En son söz ile ilgili olarak yazar Andrew Tomas şunu
eklemiştir: "Ama
bütün olarak
Zaman, tekerlektir." (*)
Zamanın araştırılması, ayrıca, diğer
birsürü eski kültürde kendini göstermektedir.
Çin, İnka, Kopan ve
Palenque Mayaları ve Orta ve Güney Amerika’nın diğer eski insanları; her biri de, zaman oklarının
tanınması ve kayıt etme metotları konusunda kendi usullerine
sahiplerdi. Zaman, uzun geçmişte bir noktada adım eski bir kaynaktan almış olması gereken şifalı bir bitki (yani kekik -thyme-, İngilizce "zaman" anlamındaki "time” kelimesi ile benzeştirilerek) şeklinde, batıl inançlar alanına bile sızmıştır. Eski bir folklorik inanca göre, bir zamanlar ölen kişilerin
ruhları, fasulye çiçeklerinde ve yüksükotunda
olduğu kadar kekik
(*) A.Tomas, Beyond the Time
Barrier, s.24 ve s.42.
çiçeklerinde de (zamansızlık - belki de daha derin metafizik bir kabile hatırası?) ikamet ediyorlardı.
Bu son iki bağlantının kökü, eski Mısır inancında
bulunabilir. Bu inanç, Paraselsus'un daha sonraları meşhur İmzalar Doktrini'ne dahil ettiği şeyle ilgilidir. Bizi şu anda ilgilendiren konu zaman olduğuna göre, bu ilginç batıl
inançtan neler çıkaracağımıza
bakalım ve sözler üzerinde
oynayalım. Öyle görünüyor ki kekiğin kokusu her zaman için bu dünyadan göç edenlerin psişik
tezahürleriyle bağlantılı görünmüştür. İngiltere’nin bazı bölgelerinde bir ölümün
ardından eve kekik
ve kara pelin getirmek ve ceset gömülmek üzere dışarı çıkartılıncaya dek evde tutmak âdetti. Oysa tabut süslenmesinde kekik hiç
kullanılmazdı çünki "ölünün zamanla yapacak hiçbir işi yoktu.” (*) Bu acayip batıl inanç
ayrıca diğer birsürü ülkede de bulunuyordu. Ölümle bağlantısı yanında kekik, ayrıca cesaret ile de bağlantılıydı ve kabile ilâçları
arasında depresyona
bir şifa olarak yer alıyordu (zaman her şeyi tedavi eder?).
ATALARIMIZ ARASINDA BİLİMSEL BİLGİ
Hermes'in Zümrüt Tabloları diye adlandırılan
şeyler, eski
bilim ve ezoterizm öğrencileri arasında ilgi uyandırmıştır.
Mistikler
tarafmdan, (Yunanlılar tarafından Hermes olarak bilinen) Tot'un bizzat kendisi
tarafmdan, eski Mısır papazlarına vasiyet edildiğine inanılır ve en eski simya metinlerinden
birini oluştururlardı. Orijinal tablolar, iddia edildiğine göre
Büyük İskender tarafmdan Hermes'in mezarında bulanmıştı. Efsaneye göre Hermes, onların şifrelerini bir zümrüt plâka
üzerine sivri bir
elmas ile kazımıştı. Bu metin en sonunda, 18. yüzyıl Arap düşünürü ve simyacısı El Cebir’in gözetiminde Arapça
bir nüsha olarak ortaya
(*) E.Radford, Encydop ' edia of Superslitions,. s.
340.
EFSANE, TARİH ve DİNDEKİ ZAMAN çıkarılmıştır. Bu Arap düşünürü hâlâ,
bazıları tarafından, bilimin babası olarak kabul edilir. Bu metnin Karanlık Çağlar boyunca ne kadarının
değiştirildiğini ise hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Yıllarca bu tabloların içeriği, Orta Çağın bir ürünü olarak kabul edildi. Fakat 18. yüzyıl düşünürü
Dr. Sigismund
Bacstrom tarafından gerçekleştirilen araştırma sonucunda köklerinin M.Ö.
2500 yılında olduğu ortaya çıkarıldı. Bu metinler içinde bulunan değişik beyanlar, hem zamanla hem de
modem fizikle bağlantılı bulunan bilimsel ve kozmolojik çağrışımlar taşırlar.
Açılış cümlesi, örneğin, şöyledir: Yukarıdaki
aşağıdakine benzer ve aşağıdaki yukandakine benzer ve her biri, tek
ve aynı işin mucizelerini gerçekleştirir. Buradaki
mikrokozmik/makrokozmik ima çok açıktır; bu basit beyan ayrıca kuantum fiziği
ve balpeteği evrenler seviyesinde de okunabilir. Diğer bir bölümde ise şöyle
denmektedir:
Bütiin şeyler varlıklarını Tek Bir'e
borçludurlar, böy- lece bütün şeyler orijinlerini Tek Bir Şey'e borçludurlar.
Dünyayı ateşten, inceyi kabadan,
dikkatle ve ustaca ayır. Bu öz, dünyadan gökyüzüne yükselir ve tekrar, dünyaya
gelir. Ve böylece üstün olanın da ve aşağı olanın da giiçii artırılır.
Bu, bütün güçlerin saklı gücüdür ve
iyi olanların tümünü üstün getirecektir ve bütün kaba olanların içine nüfuz
edecektir çünki dünya, bu yolla yaratılmıştır. (*)
Hesap edilemez hızla hareket eden
küçük parçacıklar, daha yoğun parçacıklara nüfuz etmektedirler - eskiler bu
gerçeklerin pekâlâ farkındaydılar ve bunların prensiplerini fiziksel teyide
gerek kalmaksızın anlamakla yetiniyorlardı gibi görünüyor. Bizler ise, tam
tersine, maddî olarak ölçül- meyenlerin ölçülebilen tezahürünü tekrar
üretebilmek için, parçacık hızlandırıcılarımızla ve sürekli olarak artan tek-
(*) A.Tomas, VVfi are Not the First, s. 71-2.
nolojik engeller silsilesi ile mücadele ediyoruz.
Birsürü mitoloji arasında ortak olan konu, Tufandan önce var olan ve yok olmuş bulunan Altın Çağ olgusudur. İnsanoğlu böyle
çok tehlikeli bir
bilgiye sahip olduğunda, tanrılar bütün ırkı yok etmenin gerekli olduğunu düşündüler.
Maya Popol Vıth'ta örneğin şöyle
denmiştir: "İlk İnsanlar" uzakta olanı ve çok küçük
olanı görebiliyorlardı ve kürenin dört bir tarafım
araştırmışlardı. Tanrılar ilk insanların gözlerini kapattılar ve onların
bütün bilgileri kaybolduX*) Burada çok açık bir şekilde kuantum ve süperuzay dünyaların bilgileri ima edilmektedir.
Halbuki eski bilgeler tarafmdan, evrenin gerçek doğasının
derin bir
bilgisini aktarmak için yalnızca mitoloji seçilmiş değildir. Yunan filozofu ve bilim adamı olan Abde- ralı Demokritus (M.Ö. 460-370), evrenin küçük
parçacıklardan veya atomlardan yapıldığını, maddenin değişik özelliklerini ortaya koyar şekilde çok
çeşitli şekilde düzenlendiğini ileri sürmüştür. Fizikçi Heisenberg (Belirsizlik Prensibi ile ünlüdür),
Eflâtun ve
Demokritus arasındaki tartışma ile ilgili bir bilimsel araştırma
yazmıştır ve bu araştırma, alt başlıkları
altında şunları içermektedir: "Eski Felsefede Madde Kavramı", "Modem Bilimin Eski
Problemlere Cevabı" ve "Günümüzde İnsan Düşüncesi Evriminin Sonuçları".
Bunlar, sayfa
72-85'te yer alan Kuantum Sorularında yayınlanmıştır.
Andrew Tomas'a göre, Demokritus bilgisini Finikeli
Moschus'tan almıştır: Moschus'un bilgisi gerçeğe daha yakındır çünki
atomun bölünebilirliğini
vurgulamıştır. Görünüşe göre Yunan filozofları Hermes'in Zümrüt Tablolarında
bulunan bilgiden
etkilenmişlerdir ve ayrıca diğer yıldız cisimler ile Dünya arasında bir ayrım
olmadığını da iddia etmişlerdir.
(*) R.Mooney, Cods of Air and
Darkness, s.47.
Leucippus (M.Ö. 5. yy.) ve Epikür (M.Ö. 341-270) de atomik teoriyi desteklemişlerdir.
Romalı düşünür Lucretius (M.Ö. 1. yy.) atomlar hakkında şunları söylemiştir: "Bütün uzay boyunca hiç durmaksızın
koşuşmaktadırlar" ve "çarpışmaların rahatsız edici etkisi altında binlerce değişikliğe"
(*) uğramaktadırlar.
Nature of the
Universe (Evrenin
Tabiatı) adlı eserinde Lucretius şunları belirtmiştir: "... Sonsuzlukta hiçbir merkez olamaz" (**),
ki bazılarınca bu sözler Einstein'm Rölâtivite Teorisinin temel taşım temsil eder.
\Ne are Not the First (Biz İlk Değiliz) ve Beyond the Time Barrier(Zaman
Engelinin Ötesinde) adlı kitaplarında To- mas, bizlere daha önce bilinen bilgilerden şu aşağıdaki örnekleri vermektedir:
- Fisagor'un Kroiona'daki (M.Ö. 580-500) okulunda öğretmiş
olduğu, Dünyanın doğasının küre şeklinde olduğu hak- kmdaki inancı.
- Samos'lu Aristarchus'un Dünyanın
güneş etrafında döndüğü hakkındaki teorisi. (M.Ö. 270)
-Heraklitus'un, "Yukarı
yol ve aşağı yol bir ve aynı yoldur-... canlı ve ölü, uyanık ve uykuda, genç ve yaşlı olan tek ve aynı
yaratıktır" beyanı. (M.Ö. 5. yy.)
-Elea'lı Zenon aşağıdaki soru ile M.Ö. 5. yy. hareket ve zamanın
rölativitesini ortaya atmıştır: "Eğer uçan bir ok, uçuşunun her anında,
uzunluğuna eşit bir şekilde uzayda hareketsiz ise, ne zaman hareket etmektedir?
"
-Philolaus, antimaddenin var olduğunu
(M.Ö. 5. yy.) öngördü. Ona göre "antiktoıı" veya "antidünya
" diye adlandırılan
ve göriinemeyen
bir cisim olan
bir şey, güneş sistemimizde vardır. Antimadde kanununun küçük
parçacıklara uygulanışının ayrıca büyük cisimlere de uygulandığı
varsayımı üzerinde çalışırsak, Philoaus belki haklı da çıkabilir.
-Anaksimenes, Büyük İskender’i şu beyanıyla şaşkına
çe-
(*) A.Tomas, VVc are Not the
First, s. 72.
<‘ ») a. g. e* s .73.
virmiştir: "Siz bir dünyayı
işgal ettiniz oysa sonsuz uzay içinde birsürü dünya vardır." (M.Ö.
570-500)
-Anaksagoras (M.Ö. 500-428)
ayrıca evrende "başka dünyaların" bulunduğunu öğretmiştir.
-
Eflâtun (M.Ö. 428-347)
"Devlet Adamı" adlı eserinde; gidip gelen, periyodik olarak zaman
okunu geriye döndüren ve bazen gelecekten geçmişe doğru hareket eden evrenden
söz etmiştir. Daha önceki bölümlerde verilen bilgiyi göz önünde tutarsak,
öyle görünüyor ki konuya son derece vâkıftı.
-
İsa Peygamber ile çağdaş Yunanlı
bir Yeni Pisagorcu filozof olan Tyana'lı Apollonius, Consul Valerius'a
bir mektupta şunları yazmıştır: "Hiçbir kimsenin öldüğü yoktur fakat
yalnızca görünüşte öyledir ve kimsenin de doğduğu yoktur, sadece görünüşte
öyledir. Varlıktan olmaya doğru değişme, doğuş olarak görünüyor. Fakat gerçekte
hiçbir kimse ne doğmuştur ne de ölecektir. Bu yalnızca, görünebilir olmak ve
sonra görünmez olmaktır; ilki maddenin yoğunluğu ile, İkincisi de varlığın
seyyal- liği ile oluşur - varlık, her zaman aynıdır ve onun değişikliği
yalnızca hareket ve dinlenmedir.
-
Cusa Kardinali 15. yy. düşünürü Nicolaus da
evreni, merkezi olmayan şeklinde düşünmüştür.
-Bir Dominikan keşişi olup,
gelen bilimsel ve yeni pagan inançlarından dolayı yakılan bir heretik olan
Giordano Bruno da kitaplarından birinde şunları belirtmiştir: "Evrende
sonsuz sayıda güneş vardır. Nasıl bizim güneşimiz dünyamız etrafında dönüyor
ise aynı şekilde birsürü gezegen de bu güneşler etrafında döner". Ayrıca
bu dünyalarda canlıların yaşadığı görüşünü belirtmiştir.
-Taoizmi kuran Lao Tse (M.Ö. 6.
ve 5. yy.) evrendeki her şeyin doğal bir kanuna veya Tao'ya göre yaratıldığını
ve bunun bütün kozmoslarda işlediğini öğretmiştir. Bütün yaradılış iki basit
kozmik prensibin birbiriyle etkileşimi sonucudur - eril Yang ve dişil Yin.
(Nükleer dünyadaki pozitif ve negatif yükler,
doğanın binlerce tezahürünü belirler.)
-Brahmin'in "Vaisesika" ve "Nyaya"
adlı araştırmalarında, maddenin atomik yapısı
vurgulanmıştır. Yoga Vasişta ise şunları belirtmiştir: "Her atomun delikleri içinde çok
geniş dünyalar vardır ve güneş ışığındaki zerreler kadar çok
çeşitlidirler."
Burada belirtilebilecek olan birsürü örnek daha vardır. Burada karşımıza çıkan
soru ise şudur: Bunları
ispatlayacak teknolojinin varoluşundan önce bu insanlar böyle konuları nasıl biliyorlardı? Siz okuyucular kendi teorilerinize, fizikçiler kendilerinkine, fakat ben,
benimkine sahibim.
Eski mitlerin önerdiğine göre eski zamanlarda, bizle- rin sahip
olduğu bilgilere, belki de daha fazlasına sahip olan bir medeniyet vardı. Bu medeniyetin gelişmişlik
seviyesi, insanlığın
şimdiki seviyesinden
çok ileriydi.
Büyük bir eksen
kayması sonucu nihaî kaderi ile karşılaştığında ise hayatlarını kurtaranlar, kendilerini çok ilkel bir ortamda buldular. Bu yeni ortam, onların geniş bilgilerini ileriye yönelik olarak geliştirecek malzeme ve teknolojiyi sunama- mıştır.
Dolayısıyla onların başarılarıyla ilgili masallar; sihir ve batıl inançlar
alanlarına havale edilmiştir.
Büyük psikiyatr Cari Gustav Jung gibi insan zihninin ciddî öğrencileri, eski zamanların bu mitlerine, son zamanlarda önem vermeye başlamışlardır. Bu gözlemi, benimkinden daha büyük olan zihinler yapmıştır.
Fizikçi ve Nobel ödülü sahibi olan Profesör Frederick Soddy örneğin, bu eski kayıtları efsaneden öte bir şey olarak algılamıştır. Interpretation of Radium (Radyumun Yorumu) (1909) adlı kitabında Soddy şöyle
yazmıştır:
Bu efsaneleri, yalnızca
bizleriıı son zamanlarda elde ettiğimiz bilgilere sahip olan değil,
ayrıca bizlerin henüz sahip olmadığı güce sahip olmayı da başarmış, eskinin unutulmuş insan ırklarından birisinin teyidi alarak görmeyecek miyiz? (*)
DI a.g.e., s.
74.
Tabiî ki Soddy bunları
yazdığında nükleer güç daha keşfedilmemişti. Oysa Soddy'ninki gibi bazı büyük
zihinler, şüphesiz,
nükleer gücün çok uzak bir hatırasını şuuraltının derinliklerinde taşıyordu. Bu geçmiş
başarıların hatıralarının kaydedildiği konusuna inanıyorum. Jung bu kay- dedilişe "kolektif şuuraltı"
demiştir. Metafizikçiler ise bunu geçmiş hayatların hatırası olarak görebilirler. Benim ise bunu, diğer zaman bölgeleri veya evrenlerdeki şuur parçalarının
tecrübeleri çlarak düşünmek hoşuma gider: geçmiş, şimdi ve gelecek. Bundan daha ayrıntılı olarak ileride bahsedeceğiz.
1978 senesinde, yaptığı çalışmalardan dolayı daha önceleri Nobel ödülüne lâyık
görülmüş bir bilim
adamı tarafından öğlen yemeğine davet edilme onuruna eriştim. Yemek esnasında bu bilim adamı bana bazı sırlar verdi. Dediğine göre,
saygılı bir biçimde "Eski Ülke" diye söz ettiği ve hatırası
gözlerini yaşlarla dolduran Atlantis'te bir ses bilimcisi olduğuna dair gençliğinden beri, bazı açık
hatıralara sahipti.
Ona, niye şimdiki hayatında ses üzerine araştırma yapmadığını sordum. "Dünyanın bu türden bir gücü idare etmeye yeterli güce daha henüz sahip olmadığı" ve bundan dolayı, bu tür bir bilimsel araştırma
yapmaması gerektiği konusunda, şuuraltında ikaz edildiği cevabını verdi. İlginç olan yön, bilim adamları her ne kadar normal- üstü bir şeye karşı bariz bir şekilde
düşmanca tavır takınsalar da, özel durumlarda birçoğu, Profesör Soddy ve benim tecrübemde olduğu gibi aynı görüşleri
paylaşırlar. Gerçekten de bazı üstün yetenekli kişilerle derin sohbetlere girdim ve bu sohbetlerin önkoşulu, bu konuşulanların
hiçbirinin açıkça toplum önünde
tekrarlanmamasıydı. Kişi kariyerini düşünmek zorundadır.
Uzak geçmişe ilgi duyan modern bilim öğrencilerinden birçoğu, yeteneklerini eski metinlerin incelenmesine
uyguladılar. Bu metinler, dinsel ve maddî konulan kapsamaktadır;
umutları ise mit
ile bilimsel gerçeklik arasında sağlam bir bağlantı
bulmaktır. Örneğin, İşaya'nın Vizyonu adlı bölümde, Eski Ahit peygamberi bir melek tarafından göğe
çıkartılıyor ve semavî ev sahipleri arasında iki hafta kalma zevkine varıyor.
Dönüşte, uzakta kaldığı süre
içinde, Dünya üzerinde otuz iki yılın geçtiğini
öğrendiğinde ise şoke oluyor. Zaman genişlemesi mi? Bazısı böyle olduğunu kabul edebilir fakat mantıklı varsayım
ile deneysel gerçek
arasındaki uçurum, çoğu bilim adamı için, bazı sakin anlarda sağ beyin sezgileri onları bunu düşünmeye itse bile kapanması çok zor olan bir genişliktedir.
Mit, tarih ve din içindeki zaman araştırmamız, bu noktaya kadar Hristiyanlık
öncesi inançlarla sınırlı bulunmaktadır. Bu dönemin düşünürleri, iş evrenin doğasına
geldiğinde, sebep ve araştırmaya, Hristiyan meslektaşlarından
çok daha fazla açık
bulunuyorlardı. Oysa Aziz Augustine bu kurala istisna teşkil ediyordu. Bu gerçeği gören
ünlü astronom, matematikçi ve fizikçi Sir James Jeans (1877-1946) şu yorumda bulunmayı uygun gördü:
Modern bilim teorisi bizleri, yaratıcının,
zaman ve uzay
-ki aslında, zaman ve uzay da onun yarattıklarının
bir parçasıdır-
dışmda çalıştığını düşünmeye zorluyor, aynen bir ressamın, tuvalinin dışında olması gibi. Bu Augustine'in varsayımı ile uyum içindedir: 'Non in tempore, sed cum tempore,
finxit Deus mundıım.' Gerçekten de doktrin gerilere, Eflâtun'a kadar uzanıyor: Zaman ve sema aynı anda oluştular; sebebi de eğer
çözülürlerse, birlikte çözülsünler diye. Zamanın yaradılışında, Tanrının fikri ve düşüncesi,
işte buydu.(*)
Augustine bir defasında da şöyle
yazmıştır: "Zaman,
aynen bir ırmak gibi oluşan olaylardan yapılmıştır ve akıntısı güçlüdür; bir şeyin
görünmesiyle, sürüklenmesi bir olur."
(') Quantum Questions,
s.143.
İlk Hristiyan gnostikler,
bilgilerinin çoğunu aldıkları Yunan, Mısır ve Doğu
kaynaklarına katkıda bulunanlar gibi zaman fenomeni konusunda meraklı görünmekteydiler. 19. yüzyılın sonuna doğru teozofi düşünürü G.R.S. Mead, Yunan teozofisinden
ve gnosisten bir seri risale ve bölümler toparladı; bunların arasında değişik eski filozofların,
düşünürlerin, tarihçilerin, Kilise ileri gelenlerinin seçilmiş parçalan ve öğütleri vardı.
Mead, bütün bunları Yunanca- dan , ilk Mısır
versiyonlarından ve İbranice metinlerden tercüme etti ve bu derlemeye, Thrice Greatest Hermes (Üç Kez Büyük Hermes) adı verildi. Bu metinlere uygulanan değişik
sayıdaki tercümeler göz önüne alındığında, okuyucunun dikkati, yorumlardaki kaçınılmaz hatalar konusuna çekilmelidir.
Böyle hataların olasılığı yüksektir çünki bir çağın düşünürleri, daha önceki bir neslin görüş ve teorileriyle uğraşmışlardır. Mead'in Hermes Trismegistus
adlı yapıtı üç ciltten oluşur. Aşağıda sıralanan, zamanla ilgili alıntılar ise bu eserin, 3. cildinin ilk bölümündeki "Stobaeus" başlığım
taşıyan parçadan alınmıştır:
1)
Şimdi üç zaman ile ilgilenelim. Onlar ne
kendi başlarına ne de (henüz) birliktedirler; yine de birdirler
ve (bir o kadar da) kendi başlarınadırlar.
Şu anın geçmişsiz olabileceğini
düşünme: eğer geçmiş olmazsa şu an olmaz.1
Çünki geçmişten şimdi oluşur ve şimdiden gelecek oluşur.
Fakat eğer yakından inceleı/ecek olursak, şöyle
tartışalım:
2)
Geçmiş zaman, şimdiye1
geçer ve gelecek (zaman), şu anda var olmadığından
yoktur; şu an bile, devam ederken şu an değildir.
Sabit kalmayan fakat duracak merkezî bir noktası
olmaksızın dönen zaman, sabit kalacak güce sahip olmadığım
göre göre nasıl şimdf diye tanımlanabilir.
Tekrar, şimdiyle birleşen geçmiş ve gelecekle birleşen
şimdi birdir; çünki aynılıklarında, tekliklerinde ve devamlılıklarında
birbirlerinden3 ayrı
değiller.
Böylece zaman, bir ve aynı (zaman) olmasına
rağmen hem süreklidir hem de kesintilidir.
1yani şimdi
2an,şu an
3yani diğer ikisi olmaksızın biri veya diğer biri olmaksızın ikisi (*)
Buraya yazarın notlarını almamın sebebi, okuyucuların
arasında muhtemelen
bulunabilecek olan Yunanlı düşünürlere, Mead'in yorumlarım sorgulama olanağı verebilmektir.
Yukarıda belirtilenlerden öyle
anlaşılıyor ki,
burada hem zaman oku hem de rölativite ortamı içindeki zaman, tartışılmış bulunuyor. Böyle bir bilginin, sonraki asırlarda uygar dünyayı etldleyecek olan öğretilerde ihmal edilmiş olması
inşam üzüyor. İnsan, geçmişin yüce kütüphanelerinin yok edilmesi sonucu bize ulaşmayan bilimsel bilgi ve eski bilgelik
cevherleri merak etmeden duramıyor. Bu yok edilen kütüphaneler konusunda burada birkaç örnek
vereceğim; oysa şüphesiz, rakam bunun çok çok
üzerinde: Memphis'teki
Ptah tapmağındaki kütüphanenin Papirüsleri tamamen yok edilmiştir; Atina'daki Pisistratus koleksiyonu (M.Ö. 6. yy.) tahrip edilmiştir; 200.000 ciltlik kitap bulunduran Küçük Asya'daki Bergama kütüphanesi de aynı kaderi paylaşmıştır;
yarım milyon ciltlik kitaplarıyla
birlikte Kartaca
kütüphanesi de Romalılar tarafından M.Ö. 146'da yerle bir edilmiştir; ve hepsinden daha büyük olan trajedi ise Sezar'ın Mısır
çıkartması sırasmda, İskenderiye kütüphanesinin yakılmasıdır. Bu yangın
sırasında, (400.000
adedi Bruchion'da ve 300.000 ise Serapis'te) 700.000 civa-
(*) G.R.S.Mead, Thrice
Grcalcst Hermes, 3.cilt, s.28-9.
rmda paha biçilmez tomar kaybolmuştur. Lucian ismini taşıyan hayal gücü kuvvetli bir şair ise büyük yangımn
alevlerinin, Roma'dan bile görüldüğünü ileri sürmüştür. Bu yıkımın
ardından Bruchion
tekrar inşa edilmiş ve Bergama kütüphanesinden geri kalmış olanlar da yeni binaya taşınmıştır. Bu yeni bina, şehir
tarafından Senatoya
vasiyet edilmiş ve kara sevdaya kapılmış Antonius tarafından, Bat- lamyusların en sonuncusu olan Kleopalra'ya devredilmiştir.
İskenderiye'nin çöküşü ile birlikte kütüphaneleri de aynı kaderi paylaşmıştır. 387 senesinde Hristiyan fanatikler Serapis'e saldırmışlar,
tapınağı yerle bir
etmişler ve bir zamanların meşhur kütüphanesinden geriye yalnızca boş
raflarını bırakmışlardır. Öğrenmeye karşı en son saldırı ise 641'de, Peygamberin
halifelerinin İkincisi olan Ömer'in generali Amru tarafından gerçekleştirilmiştir; İskenderiye'nin 4.000 hamamının
ocaklarında altı ay boyunca, Bruc- hion'm paha biçilmez hâzineleri yakılmıştır. ([20])
ZAMANIN PSİKOLOJİSİ
Psişik varlığımızın en azından bir parçasının, uzay ve zamanın
rölâtivilesi tarafından tanımlandığına kaııi- yimdir. Bu rölâtivite,
öyle görünüyor ki, şuura olan mesafeyle orantılı olarak, bir mutlak zamansızlık ve uzaysızlık durumuna kadar artmakladır.
C. G. JUNG ([21])
Zamanın, insan psikolojisinde her. birey için farklı fonksiyon gördüğü konusunda hiç şüphe yok gibidir. Zamanı
kavrayışımız da, hayatlarımızı işgal eden olaylar silsilesi tarafından değiştirilmekte veya renklenmektedir. Psikolojik açıdan zamanın geçişini, hepimizin aynı şekilde algıladığı
söylenemez. Zamanm
bize nasıl etki ettiği konusunu belirleyen faktörler arasında, kişilik tipleri ve kişisel tepkiler vardır.
ZAMAN ve İNSAN ŞUURU
Acaba hangimiz on sene önce olmuş
olayları isabetli
bir şekilde hatırlayabilir? Kişi, genel manzarayı koruyor ama bireysel tecrübeler, beyin diye adlandırdığımız
karmaşık bilgisayarın hafıza bankasının bir yerinde kayboluyor. Tabiî ki gerçekten yok olmuyorlar fakat hayat şartları ve bizlerin sağdan ziyade sol beyin yan küresine dayanma
eğilimimizden dolayı; şuuraltı zihinlerimizin, önemsizlik
bölgelerine indirgediği veya travmatik sebeplerden şuuraltımızın bazı karanlık
köşelerine yığdığı şeyleri unutuyoruz. Bazı araştırmacılar tarafından, insanın ana hafıza devrelerinin, derin şuurdışında kilitli bulunduğuna dair spekülasyonlar
yapılmıştır. Bu görüşü ben de onaylıyorum. Şu andaki "realitemiz" olarak değindiğimiz zaman bandındaki varoluşumuzla ilgili travmalarla birlikte, bu
"uzak hatıralar", sağ beyin vasıtasıyla Dış Zaman'a çıkıp uygun derinlikleri araştırabilen yetenekli bir psikolog veya
ipnotera- pist tarafından ortaya çıkarılabilir.
Hafıza, geçmişimizin mutsuz yanlarının
unutulmasını sağlar ve bunun yerine, nostalji diye adlandırdığımız o pembe renkli zihin ülkesini teşvik
eder. Kaçımız,
örneğin, ıstırap veren ağrı durumlarını hatırlayabilir? Ancak aşırı derecede bir travma tecrübe
edildiğinde, yoğun fiziksel (veya zihinsel) ıstırabın psişemiz üstündeki izleri o kadar derindir ki, bunları, bizlere zamansız bir deyim veya olay, bazı haberlerin içerikleri veya belgesel programlar biçiminde ya da uyku hâlinde
hatırlatıldıklarında tekrar tekrar yaşarız. Neyse ki çoğumuzda beynin savunma sistemi eyleme geçer, apandisit ıstırabı veya trafik kazası unutulur. Bu zaman bandındaki
konaklamamız süresince karşılaştığımız acil durumlara nasıl tepki göstereceğimizi
belirleyen faktör, bu durumların bedenlerimizde bıraktıkları
izlerinden ziyade şuur üstünde
bıraktıkları izlerdir.
Nostalji, bizlere geçmişte her şeyin çok iyi göründüğü
günleri hatırlatıyor. Savaş yıllarında meslektaşlarımızın yoldaşlıklarını
içimiz ısınarak hatırlayabiliriz. Ne iyi arkadaşlardı onlar! Kendimize karşı daha dürüst olmuş olsak, aynı zamanda başımızdan
geçen zorlukları ve zahmetleri ve bizlere zorluk çektiren bir subaya nasıl
katlanamadığı- mızı hatırlarız. Aynı şekilde, zamanın etkisi, çocukları bü-
yüyüp evden uzaklaşmış bulunan anne babalann zihinleri üzerinde kolayca gözlenebilir.
Çocuk büyütme tecrübelerinin zorlukları, gözyaşları ve acısı unutulmuştur; yalnızca çoğu tamamen hayal olan renkli hatıralar
hatırlanır. Yıllarca münakaşa etmiş bulunan ve komşularına, akrabalarına ve arkadaşlarına, bir diğerinin
ölmesi hâlinde mutlu olacaklarım söylemekten zevk duyan kan kocalarda da aynı tepki gözlenmiştir. Kronos'un tırpanı
düştüğünde ise değişik bir hikâyeyle karşı
karşıya kalırız; ölmüş olan eş, hatıralarda neredeyse ilâhlaşmış bir yer alır. Gerçek olan şudur: Zaman, hem gerçeklik duyumuzu çarpıtır hem de insan duygularına
bazı acayip oyunlar
oynar.
Bazı psikolojik tipler, zamanın
acımasızlığına kurban gitmeye diğerlerinden daha yatkındırlar, örneğin paranoyaklar, depresifler, obsesifler. Stres
ve depresyon dönemlerinde, Jung'un "Zaman yok" diye tarif ettiği duruma kaçma eğilimi
içinde oluşumuzdan, hepimiz suçluyuz. Gerçekte ise bu, zamamn "güvenli limanlarından" biridir ve şimdinin şartlarını cesaretle karşılamak çok zor olduğunda, hepimiz bu limana çekilebiliriz. Belirli uyuşturucuların
etkisi altında bulunan insanlar da, zamamn
kendileri için yavaşladığını tecrübe etmişlerdir. Bu ve diğer
gözlemlerden şunu gözleyebiliriz:
Zaman enerjileri
ne iyi ne kötüdür; ama onları kullananların zihinleri tarafından, şuursuzca da olsa, etkileninceye kadar aynen diğer bütün
doğal kozmik enerji şekilleri gibi nötrdür.
BEYİN, ZİHİN ve PSİŞE
Hoşça vakit geçirdiğimizde,
zaman, bizlere çok hızlı
geçiyor gibi
geliyor. Her şeyin ters gider göründüğü kara günlerimizde veya canımız sıkıldığında ise zaman, çok ağır
geçiyor izlenimi
veriyor. Bu acaba neden böyle? Bizim
ruhsal hâlimiz değişse bile, saatlerimizdeki zaman aynı süratle ilerler. Acaba bu illüzyonlar zihinlerimiz, beyinlerimiz, psişemiz tarafından mı yaratılmıştır?
Her şeyden önce a) beyin b) zihin ve c) psişe veya kişilik ötesi
benliğin, zaman enerjilerinin emilmesi ve düzenlenmesi konusunda oynadıkları
rolü inceleyelim. Bu
bizleri, çoğu tartışma konusu olan ve çoğumuzun, birinden birinin tarafını tutma eğilimi
gösterdiğimiz davranış, şuurun doğası, özgür irade terimi, rüyalar ve paralel evrenler gibi
kavramlara götürür. Örneğin bizim düşünce mekanizmamız, beyin içinde sadece mekanik fonksiyonlara
indirgenebilir mi? Bu konu hakkında üç düşünce ekolü vardır:
Monoizm: Bu görüş zihni, fizikse! beynin sadece bir
ifadesi olarak görür. Bireyin ne türden bir mantaüteye sahip olacağını belirleyen faktör; bu organın boyutu, doğası ve iç çalışmasıdır.
Diializm:Bu görüş bugüne kadar ölçiilemeyen
bir tür dışsal enerji alanı ile ilgilenir. Ve bu enerji alanı, fiziksel beyin üzerine programlayıcı bir etki yapar.
Metafizik inanç: Bu görüş ise beyni sadece psişe, ruh veya "öziiıı" maddî aracı olarak görür.
Beynin ameliyat sonucu değiştirilebilmesi
olgusu ve bunun
sonucunda zihnin yine de güçlü kalabileceği beyin soruya açıktır, oysa zihin, ahlâkî veya dinsel önyargıları
işin içine katmamak şartıyla
psişeyi tarif
etmenin daha bilimsel yolu olabilir. Paul Davies şu yorumda bulunuyor:
Sinir fizyolojisi açısından beyin, iki aşamada incelenebilir. Alt aşama, tekil nöronların (beyin hücrelerinin)
çalışmaları ve birbiriyle bağlantıları konusu ile ilgilenir; onları
ateşleyenin ne olduğunu ve nöronlar arasındaki elektrik darbelerinin nasıl
oluştuğunu ortaya koyar. Daha yüksek aşamada, beyin çok karmaşık
bir şebeke olarak kabul edilebilir ve bu şebekenin
etrafında elektriksel desenler döner. Eğer, ki açıkça öyle
göriinmekte-
dir, mantal işlemler, belirli
nöronların durumuna bağlı olmaktan ziyade sinirsel aktivite modellerine
bağlanıyorsa, o zaman, davranış ve şuurun yüksek fonksiyonlarını aydınlatması
en muhtemel olan yaklaşım, İkincisidir. (*)
Davies ayrıca, okuyucularına
bilgisayar plânlayıcıla- rının, zihnin belirli birleştirici görevlerini bulma
konusunda nasıl istekli olduklarını ve bu yüzden, "zeki" makineler
tasarlamayı düşündüklerini belirtiyor.
Burada ele alınması gereken
belirli noktalar vardır. İlki zekâ ile ilgili olanıdır ve halen bilinmeyen bir
faktör olup, yaratıcılık ile eş anlamlı değildir. Gerçekte yaratıcı süreçler
temel olarak sağ beyin kaynaklıdırlar ve Einstein' m ileri sürdüğü gibi,
sıklıkla sol beyin mantığı ile uyuşmazlar. Medeniyetin büyümesine yardım eden
buluşlardan sorumlu olan, yaratıcı zihindir ve sol beyin ağırlıklı teknoloji
uzmanlan, bu buluşları geliştirirler. Her ne kadar yüksek zekâ bölümü,
genellikle zekâ yeteneğinin bir göstergesi olarak kabul edilse de, Mensa testini
en üst dereceyle geçen ve şahsen tanıdığım bazı kişiler yalnızca orijinal
düşünürlerdi ve tek yetenekleri, belki daha düşük IQ'ye ama daha yaratıcı zihin
sahibi olanların hünerlerini geliştirmek veya yorumlamaktır.
İkinci konu programlama ile
ilgili. Bilgisayar programsız çalışmaz. Tek başına yalnızca metal, plastik ve
mik- roçip bileşimidir fakat doğru programı eklediğinizde eyleme geçer.
Psişenin veya programlama kabiliyetine sahip dış bir gücün yokluğunu
varsayarsak, acaba bizim programları kim tasarlıyor? Sosyolojik açıdan bu
bizleri, doğa ile beslenme arasındaki zıtlığın kaygan kapısı önünde indiriyor.
Genel manzara açısından ise bunların her ikisi de aslında zaman tarafından
kullanılırlar çünki içinden geçtiğimiz zaman enerjilerinin kullanılması
konusunda, belirleyici faktörleri oluşturmaktadırlar.
(’)P.Davies,
The Cosmic Blucprint, s.183.
Bu bizleri diğer bir konuya götürür: şuurun
doğası. Bu, üstü örtülü bir kavram olup zihin, zekâ, mantık, far- kmdalık, özgür irade, uyanıklık ve buna benzer şeyleri belirlemek için kullanılır. Zaman bağlamında, zihinle eşit bir şekilde görülen
şuur, fizyolojik ussal
fonksiyondan ayrı olarak görülür ve psişenin, "özün" veya kişilik ötesi
benliğin bir
ifadesi olarak kabul edilir. Ve bu sırasıyla sağ beyin yarıküresi
aracılığıyla kendi Dış Zaman talimatlarını beyne bildirir. Psikoloji, hümanizm, metafizik veya dinsel ekollere bağlı olunuşa göre "zihin" teriminin değişik insanlar için değişik anlamlar ifade etmesine rağmen, şüphe yoktur ki "zihin" bu hâliyle bile, gerçek doğası veya fonksiyonu ne olursa olsun, kendiliğinden bir kuvvettir. Bu kuvvet, maddenin gelişimini ve davranışını motive eder ve etkiler; bu hâliyle de zamamn temsilcisidir. Bu etki;
negatif olarak (örneğin psikosomatik hastalıklarda) veya bireyin eğilimlerine ve karakter gücüne göre herhangi bir yararlı zihinsel disiplin yoluyla uygulanabilir.
ZAMAN ve EŞZAMANLILIK
Jung, fiziksel olayların açıklanmasında bilimsel düşüncenin sebepsiz bir şekilde nedensellik kavramlarının
baskısı altında olduğu görüşündeydi. Dolayısıyla, kuan- tum mekaniğindeki
olasılık faktörü onu etkilemiştir; bunun nedeni, katı nedenselliği ortadan kaldırma
eğilimidir ve Jung,
bundan şu fikri çıkarmıştır: Nedenselliğin yanı sıra, normalde bağımsız
biçimde fonksiyon
gördüğü gözlenen olayları bağlayan başka bir fiziksel prensip var olabilir. "Olaylar, genelde bir yanda
nedensellik zincirleriyle ve öte yanda, bir tür anlamlı
çapraz bağlantı yoluyla birbirlerine bağlıdırlar."!*) İşte bu fiziksel prensibe Jung, "eşzaman-
(*) C.G. Jung, The Stnıclure and Dynamics of Ihe Psychc, s.
423.
lılık" adını verdi. Bu eşzamanlılık prensibi için çok sayıda
anlatı biçiminde ve birçoğumuzun kolaylıkla bağlantı kurabileceği kanıt topladı;
örneğin, bir kişinin uzun yıllar görüşmediği
eski bir arkadaşı
hakkında konuşmasından hemen sonra onunla karşılaşması veya yanlış telefon numarasını
çevirmeniz sonucu
telefonu açan kişinin, yıllardan beri aradığınız bir kişi olması gibi.
Başımdan geçen bu türden iki olaya değineceğim.
İlki bir zamanlar bir
kız lisesinde
okumuş olan bir kız arkadaşımla ilgili. Bir klâsik müzik konserindeki resitaline gitmeden önce, bana yirmi senedir görmediği okul arkadaşına ne olduğunu merak ettiğini
söyledi. Yola çıktığında,
arabasıyla üç yönlü bir yolda trafiğe takılıp durmak zorunda kaldı. Yanındaki araçtaki kadın ona hiç yabancı
gelmiyordu ve bu kişi, o sabah bana sözünü ettiği okul arkadaşından başkası değildi. Söylemeye gerek yok sanırım,
ilerideki benzin
istasyonunda buluşmak üzere sözleştiler.
ikinci "tesadüf ise araştırma
amacıyla belirli
bir kitaba ihtiyacım olduğunda ortaya çıktı. Londra metrosunda yolculuk
ederken, gürültülü bir öğrenci grubu trene bindi; gürültü yapmalarının sebebi tıp
fakültesinden diplomalarını almış olmalarıydı. Bir kız öğrenci,
içinde birsürü kitap olan bir çanta taşıyordu ve erkek arkadaşı ona şöyle hitap etti: "Hayatım,
artık bunlara ihtiyacın yok, hemen dışarı
fırlat!" Bunun üzerine kız, üç ciltlik kalın kitabı "İyi Günler!" diyerek kucağıma
bıraktı. İşte o anda istasyona geldik, kapılar açıldı ve öğrenciler,
şarkı söyleyerek ve çılgınca bağrışarak treni terk ettiler. Söylemeye gerek yok, bana verilen hediyeler, tam o sırada aradığım
kitapların ta kendileriydi.
Her ne kadar Jung, kendi eşzamanlılık fikrini sayısız vaka örnekleri ile takviye etmiş ve görüşleri Arthur Koest- ler’in The Roots
of Coincidence (Rastlantının Kökleri) adlı ki-
tabında benimsenmiş Ve takip edilmişse de, çok az bilim adamı onu gerçekten
ciddîye almıştır. Bu çok büyük bir üzüntü kaynağıdır çünki araştırması bilimseldi ve kusursuzdu. Bir disiplin yalnızca mekanik olanla, diğeri ise, mekanik türden nöral fonksiyon göstermesine
rağmen, hassas
nedensellik kanunlarına nadiren tepki gösteren insan zihni ile ilgileniyorsa
olacak olan budur. Rastlantının sınırları ile ilgili olarak Jung şöyle yazıyor:
Bütün bu türden doğal
fenomenler
kendine özgüdürler ve aşırı derecede garip şans
birleşimleridir. Başka bir şeyle karıştı- alamayacak bir bütün
oluşturmak üzere bölümlerinin ortak anlamı ile birarada tutulur. Her ne
kadar anlamlı rastlantılar, fe- nomenolojilerinde sonsuz şekilde
değişiklik arz etseler de, nedensel olmayan olaylar olarak yine de, dünyanın bilimsel manzarasının
bir parçası olan bir öğeyi
oluştururlar. Nedensellik denen şeyle, birbirini takip eden olaylar arasındaki
bağlantıyı açıklarız. Eşzamanlılık, psişik ve psikofiziksel olaylar arasındaki zaman ve anlamın
paralelliğini düzenler. Bilimsel bilgi şu ana kadar bunları ortak bir prensibe indirgeyememiştir.
(*)
Halbuki Paul Davies kuantum mekaniğinin, uzayda birbirinden ayrılmış olan eşzamanlı olaylar arasında bağlantıların
varoluşuna izin verdiğini kabul eder. Bu, bilindiği
üzere, herhangi bir
geleneksel bilimsel realite kavramında imkânsızdır. Paul Davies, eşzamanlılık prensibinin, bi-
limsel-metafiziksel geçilmezlik sınırını geçmeksizin parçacık fiziği
tarafından içine alınabileceği bir yolu kavramlan- dırmıştır.
İkinci kavram ve açıklayıcı diyagram tamamıyla onundur.
Gördüğüm kadarıyla birsürü açıklama var: 1) Bildiğimiz zaman, birsürü "bantlardan" yalnızca biridir. Arada bir bunlar geçici olarak birbirine dokunurlar veya
sadece, mikrosaniye süresince birbirine yaklaşırlar fakat bu, aşırı
(*) a. g. e., s. 530.
derecede hassas olan beynin sinir hücrelerinin
yakalaması ve
yorumda bulunması için yeterlidir. Her biri özel bir program taşıyan iki zaman bölgesinin belirli bir noktada yakınlaştığım farz edelim. Bir kişi, bir programla meşguldür,
diğeri ise İkincisi ile uğraşmaktadır.
Dolayısıyla her
ikisinin yolları, birleşme noktasında birleşir. Öyle ki belirli programlar arasında
paylaşılan herhangi
bir nitelik, benim "kitap" anekdotu örneğindeki gibi, her ne kadar şuuraltında da olsa, söz konusu kişiler
tarafından otomatik
olarak kaydedilecektir. Eminim ki bu kavram, kuantum terimleriyle kolay bir şekilde
açıklanabilir. 2) Evren içinde belirli bir frekansta, tüm zaman bir olduğundan ve bütün sezgi sahibi varlıklar
pekâlâ, hem İç hem de Dış Zamanı, şuurlu
olmasa da şuurdışı
biçimde, aynı anda yaşama yeteneği
ile donatılmış olabileceklerinden, o zaman hem
birey hem de daha geniş kapsamda dünya içinde evrimsel süreçleri gerçekleştiren
kozmik kanunlar işin içine
karışacaktır. Başka bir deyişle, zaman doğru olduğunda gelişmemiz için önemli farz edilen veya dünyanın
gelişmesi için önemli olan olaylar, olaylann doğal akışı içinde oluşacaktır. Şunu
göz önünde bulundurunuz;
yakından bakıldığında kaotik biçimde görünen küçük parçacık hareketleri, uzaktan bakıldığında,
büyük güzellik simetrilerine ve tek amaca sebebiyet verebilirler; tıpkı fraktallerin incelenmesindeki
gibi (Sözlüğe bakınız). Bilgisayar Bilimi ile Kaos Biliminin birleşimi son zamanlarda, bilhassa
fraktaller konusunda, soyuta biçim vermemize yardımcı olarak, değişik
frekanslarda işleyen kozmik ilkeler bilgimize cömertçe
katkıda bulunmuştur.
Uzay-zaman sürekliliği ile eşzamanlılık
arasında etkileşim ve ayrıca insan psişesi, Jung'un şu beyamyla vurgulanmıştır:
Eşzamanlılığı; psişik biçimde koşullanmış
uzay ve zaman
göreliği olarak tanımladım.
Rhine'ın tecrübeleri şunu gösteriyor: Psişe ile bağlantılarında uzay ve zaman, "elâstiktirler"
ve görünüşte neredeyse yokoluş
noktasına kadar küçültülebilirler; sanki psişik
koşullara bağlıdırlar ve kendiliklerinden var olmayıp, şuurlu zihin tarafından
"oluşturulmuşlardır"! İlkel insanlar arasında gördüğümüz üzere, insanın ilk dünya
görüşünde, uzay ve zaman çok şüpheli bir varoluştu. Bunlar, insanın
zihinsel gelişmesi sonucunda "sabit"
kavramlar oldular ve bu da ölçünün ortaya çıkışı sayesinde gerçekleşti.!*)
ZAMAN ve UYKU HÂLİ
Zamanın, uyku hâlinde değişik
bir değer
üstlendiği gerçeği, sayısız deneylerle gösterilmiştir. Zamanın algılanmasındaki bu şuur-şuurdışı
değişikliğinin, çocukluğumdan beri farkındayım. 20 yaşıma kadar, bunun olaylara dayanan geçerliliğini kuracak,sağlam bir dayanağım yoktu. Derken küçük,
görünüşte önemsiz bir olay oldu. Çalmaya başlamadan üç saniye önce rahatsız edici yüksek sesli bir takırtı çıkaran
bir çalar saatim vardı. Zaman zaman bu takırtıyı duyuyordum ve sonraki sert çalar saat sesinden kurtulmak için başımı
örtülerin altına sokuyordum. Bir sabah bu takırtıyı duydum ve hemen tekrar uykuya daldım. Bu üç saniye sırasında bir rüya gördüm. Bu rüyanın
"gerçek" dünya dediğimiz ortamda gerçekleşmesi birkaç saati alır. Saat alarmı çalmaya
başlayınca, ne olduğunun
farkına vardım. Senelerden beri hem kendi, hem de başkalarının rüyalarını araştırdığım
için şu sonuca ulaştım: Bizler uykudayken, beyinlerimiz İç Zamandan kurtulurlar ve böylece
psişelerimizin zamansızlıkta serbestçe dolaşmasına izin verirler. Ayrıca rüya
araştırmalarında şunlara kani oldum: Paralel evrenler vardır ve hepimiz böyle zamanlarda eşza-
('*) C.G. Jung, Synchronicily,
s. 28.
manii biçimde birsürü varlıklarla içli
dışlı oluruz; bu da
sol beyin yarı küremiz, sağ küreye teslim olduğunda ve böyle- ce, psişe
aracılığıyla zamansızlığı erişilebilir küdığmda gerçekleşir.
Rüyalarla bağlantılı olarak bana yöneltilen sorulardan biri, neden bazı insanların
gece esnasındaki
tecrübeleri hatırladıkları, diğerlerinin ise hatırlayamadıklarıdır. Bu tabiî ki, bir taraftan kişilik tipine ve kişisel psikolojiye, öbür taraftan ise metafizikçilerin
ruhsal olgunluk aşaması olarak kavradıkları
şeye bağlıdır. Okuyucularımın iki gruba gireceğini sanmaktayım: Birinci gruba dahil olanlar, yukarıdaki en son varsayımı hemen göz ardı edip bu kitabın sayfalarını
hızla tarayarak
normale dönüp dönmeyeceğime ve kitabın geri kalanının okumaya değip
değmeyeceğine bakanlardır. İkinci gruba ise; ruhlarımızın, şu anda işgal etmekte olduğumuz vücutlarımızdan bağımsız bir varoluşa sahip oldukları fikrine ya tereddütlü ya da ateşli bir şekilde sahip olanlar girer. Ümit ediyorum ki, bütün bu görüşlerde yalnız olmadığımı göstereceğim ve aslında, bu görüşleri destekleyecek yeterli bilimsel kanıt da mevcuttur. Bu konuların çoğu
"Zamanın Metafiziği" adlı bölümde işlendiğinden, şimdi uyku diyarına ve beden dinlenip enerjilerini tazelerken, psişenin uzay-zaman içindeki
serüvenlerine dönelim.
Son günlerinde Jung şöyle yazmıştı:
"Yalnız benim rüyalarım değil, bazen başkalarının rüyaları da, ölümden sonraki yaşam hakkmdaki görüşlerimi
oluşturmaya, tekrar gözden geçirmeye veya teyit etmeye yardım etti." Ayrıca jung, dünyanın tam bir görüntüsü için,
diğer bir boyutun ilâve edilmesi gerektiği fikrini savunuyordu.
... yalnızca o zaman, fenomenlerin hepsi bütünleştirici
bir açıklamaya
kavuşabilir. Bugüne kadar yalnızca rasyonalistler, parapsikolojik tecrübelerin
gerçekte var olmadığı görüşünde ıs-
rar ettiklerinden; onların diinya görüşü bu soruyla ayakta kalır ya da düşer. Eğer
böyle bir fenomen varsa, rasyonalist evren görüşü
geçersizdir çürıki tam değildirX[22])
Kabul edelim ya da etmeyelim, uyku halindeyken zihin, beyin, psişe, şuur veya bunu nasıl adlandırırsak
adlandıralım, seyyal bir öz kendi varoluşumuzu ateşler ve hem geçmişe hem geleceğe
erişime izin
veren zamansızlık ve mekânsızlık durumuna doğru hareket eder. Bazı psikologlara göre rüyalar bizleri, yaklaşmakta olan travmatik ve belki de akıl sağlığımızı
veya dengemizi
olumsuz yönde etkileyebilecek olaylara karşı önceden programlar veya hazırlar. Radyoda bir bilim adamı ve bir psikolog arasında tam bu konunun tartışıldığını
hatırlıyorum ve buradaki bir anekdot dikkatimi çekti. Radyodaki bilim adamı, bir rüya görüyor.
Rüyasında onun gibi
bilim adamı olan babası (Avustralya'da bilimsel bir araştırma programı gerçekleştirmektedir), kalp krizinden anîden ölüyor.
Uyanması üzerine normal mantığı geçici olarak durağanlaşıyor ve gerçekten iyi olup olmadığını
öğrenmek üzere babasına telefon ediyor. Eski Helmholtz geleneğinden
yetişmiş olan babası,
oğlunun kaygısına anlayış göstermek yerine, oğlunu "aptalca, boş şeylere
inandığı için" azarlıyor. Oğlan normal mantığına kavuşuyor, fakat rüyada tecrübe
ettiği şok, sanki olay gerçekten oluşmuş gibi, olaydan sonra belirli bir süre etkisini koruyor. Birkaç ay sonra babası
İngiltere'ye dönüyor ve gelişinden bir iki hafta sonra, yaşlı adam kalp krizi geçiriyor ve ölüyor. Bu olayın geçtiği oda, çocuğun rüyasında
gördüğü oda ile tıpatıp
aynıdır. "Gerçek" dünyada bu olay gerçekten gerçekleştiğinde, oğlun şok
hissi büyük derecede hafiflemişti ve psişesi, onu uyku durumunda, şuuraltında olaya hazırlamıştı.
TELEPATİ
Bizim zaman incelememiz ile tamamen ilgili olan bir şey de telepati gücüdür çünki hem zamanı hem de uzayı (mekân)
dışarıda bırakmaktadır ve mesajları, ışık hızının önünden gitmektedir. Metafizik araştırmalarla ilk defa karşılaştığımda,
ilk öğrendiğim
şeylerden biri, düşüncelerin
"şeyler" olduğudur. Anlamı da, her düşüncenin bir enerji parçası
taşıması ve bunun
sonucunda bir zaman bölgesinden diğerine transfer edilebilmeleridir. Düşünceler, büyük ölçüde soyut ve yönsüz
olduklarından, bana öyle görünüyor ki, kuantum dünyalarmda yer alabilirler. Başka bir deyimle, belirli tür parçacıklar
olduklarını varsayarak,
bazılarının "bulanık" (belirsiz veya düzensiz), bazılarının ise "göze çarpan" veya "belirgin" oldukları zamanlar vardır; bu ikinci özellikte olanlar ayrıca belirli bir yönü ima ederler. Dolayısıyla
eğitimli zihin, göze çarpan
parçacıklar üretmeye disiplin altında olmayan zihinden çok daha eğilimli olacaktır.
Bu da şu olguyu açıklar: Bazı
kişiler, kendi sağlıkları ve fiziksel bünyeleri (veya genel olarak fiziksel fenomenler) üzerinde zihinsel bir kontrol gerçekleştirebilirler;
halbuki, kendi
kendine şifa veya zihinde canlandırma gibi popüler pratiklere başvuranlar ise çok küçük bir başarıyla
karşılaşabilirler.
Birçok kişi, düşüncelerinin
kontrolsüz bir şekilde zaman ve uzay içinde
dolaşmalarına izin verirler ve böylelikle, telepatlar için kolay bir hedef olurlar (bunlara "psişikler" adı verirler). Benim inancıma göre
psişizm diye geçen şeyin
çoğu, yalnızca telepatidir. Gerçekte, bunu eylem hâlinde gördüm; özellikle de sorucunun, "okuma" sırasında güçlü bir biçimde gözünde
canlandırdığı, güçlü, aşın isteğe sahip olduğu durumlarda. Bu türden
düşünceler kasıtlı olarak maskelenmedikçe veya gizlenmedikçe, herhan-
gi bir telepat bunlan bulmakta hiç zorluk çekmez.
Normal ötesi fenomenlerin varlığını ispat etmeyi ya da çürütmeyi
amaçlayan bir araştırma
programı üzerinde çalışmakta olan parapsikologlar, "deneyci etkisi" diye bilinen bir şeyle
karşılaştılar. Basit bir deyimle bunun anlamı; deneyi gerçekleştirenin,
bunun sonucuna
belirli bir şekilde etki edebileceğidir. Gözlemcilerin gözlediğine göre, ateşli bir inançsız
tarafından bir test gerçekleştirildiğinde
elde edilen sonuçlar, aşırı
derecede düşüktü. Oysa inanmak isteyen bir bilim adamı veya araştırmacının
yönetiminde, deneklerin performansının kesinliği artıyordu. Bu ayrıca, daha önce değinilmiş
olan Schrödinger'in Kedisi ve Wig- ner'in Arkadaşı gibi kuantum paradokslarında
teyit edilmiş olarak görülebilir. Bu örneklerde, deneyin sonucu, kaçınılmaz olarak mevcut olan bir kişinin eylemi veya gözlemi sonucunda belirlenmiştir.
Gelecekte, uzun boylu, esmer, çalı bıyıklı bir erkek veya sokağın karşısındaki tatlı sarışın ile birlikte olacağınız günü
söylemesi ümidi ile yaklaştığınız bir medyom varsa eğer; bunun, tam olarak sizi okuyan
medyomdan alacağınız bilgi olması ihtimali çok yüksektir.
Tabiî ki size söylenen şeyin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği,
kendi düşüncelerinizin özel niteliğine bağlıdır. Bunlar acaba, örneğin, fantezinin oluşturduğu
şeyler midir yoksa
vizyonu bir realite yapacak olan, zamanın uygun frekanslarının tezahürü için sağlam bir temel getiren daha belirgin parçacıklar mıdır?
Basit bir dille
bunun anlamı, her şeyin zihnin içinde olduğudur ve bazılarımız, diğerlerinden daha güçlü bir zihne sahiptirler!
ZAMAN ve KEHANET
Kehanet, her zaman için rasyonalizm merhemindeki
bir sinek gibi görünmüştür.
Einstein'ın denklemleri zamanın ileri ve geri doğru hareketine müsaade
ettiğinden, acaba niye hâlâ sorun oluyor? Cevap, tabiî ki, bilimin değişik
dallarının hâlâ Jung ve onun takipçilerinin görüşüne katılmayı reddetmelerinde
yatmaktadır. Bu görüşe göre insan şuuru, a) bedenden bağımsız olarak vardır; ve
b) Dış Zamam kapsayacak
yetenektedir. Bu da bütün zaman anlamındadır, yani hem geri hem ileri hem de
yukarı, aşağı ve yana doğru.
Amerikalı kâhin Edgar Cayce’den,
genellikle yirminci asrın en iyi tanınan medyomlanndan biri olarak söz edilir.
Okumaları, kendi ismini taşıyan vakıf tarafından iyi bir şekilde
belgelendirilmiştir. Cayce'ye çok defa "uyuyan kâhin" denmiştir.
Bunun sebebi ise, şu gerçekten ileri gelir: Bütün kehanetleri, karşı
koyamayacak bir biçimde kendinden geçmiş bir durumda veya "uykuda
iken" ortaya atılmıştır. Bu duruma ise bugünkü parapsikolojide
"değiştirilmiş şuur hâlleri" denmektedir. Bu seanslar esnasında, Cay-
ce, hiçbir tıbbî bilgiye sahip olmaksızm herhangi bir hastalığı teşhis
etmesiyle ve dünya üzerinde gelecekte oluşacak muhtemel olaylar hakkında
yorumda bulunmasıyla tanmı- yordu. Onu hayatı boyunca incelemiş olanlar
arasındaki genel görüş birliğine göre, o, bu gezegenin kayıtlarını içeren
merkezî bilgi birikim sistemine kilitlenme yeteneğine sahipti. Kehanetlerinin
geçerliliği konusunda (her ne kadar birçoğunun gerçekleştiğine inanılmakta ise
de), onun ileri sürdüğü bilgiler bu bin yılın sonunda gerçekleşecek olaylarla
ilgilidir. Bunları, nefesimiz kesilmiş olarak beklemekteyiz!
Edgar Cayce olayı ve tarihsel
olarak göze batan aynı türden kâhinler, örneğin efsanevî Nostradamus ve Kont
Louis de Hamon (Cheiro) hakkında bizler ne düşünürsek düşünelim, uyku hâlinde
veya tam şuurluluk hâlinde pre-
kognisyon, hem günlük hayatta hem de deney şartlan altında,
gerçekten oluşmuştur. Bizzat ben, bu her iki türün birçok örneği ile uğraştım ve bunlardan biri ise, Radio 4 kanalındaki "Zaman Okları"
adlı programında Leslie Smith ile yaptığımız görüşme esnasında meydana geldi. Canlı
yayınından birkaç hafta önce, Dr. Lyall Watson'u konu alan ve Dr. Lyall Watson'un belirli bir beyanda bulunduğu bir televizyon programına
değindim. Benden
habersiz olarak program yapımcıları Dr. Watson ile irtibata geçmişler ve benim değindiğim
programın (ki yukarıda belirtilen beyanı
içeriyordu) birkaç hafta daha gösterime girmesinin söz konusu olmadığını öğrenmişlerdi. Bir başka zaman ve bir başka programda Dr. Watson böyle bir beyanda da bulunmamıştı. Smith ona, benim prekognisyonumu
(bu, bütün samimiyetle söylemek gerekirse, kehanette bulunmak amacıyla
yapılmamıştır) nasıl izah edebileceğini sordu. Gerçekten de adı geçen
programı gördüğüme inanıyordum fakat nasıl ve ne zaman olduğunu
hatırlayamıyordum. Belki de rüyamda görmüştüm! Watson şu cevabı verdi: "Eğer bir kimse bu uzay-zamanı
içinde ise, geleceği hatırlayabilir."
Bu iyi belgelenmiş ve bilimsel olarak ispatlanmış, istek dışı bir prekognisyon olayıdır. Daha birsürü vardır.
Bazıları oldukça mucizevîdir; içlerinde yeteneğin, isteğe bağlı olarak kullanımı
örnekleri vardır. Bu durumlarda kehanette bulunan araştırmacı veya deneyi yapan kişi, aynen falcıların
panayırlarda yaptığı gibi geçmiş ve geleceği düşünerek ortaya çıkarmaya çalışır. İnsan zihnini, zamanı inceleyecek yetenekte olduğunu destekleyen yeterli derecede kanıt vardır. Her ne kadar bu konuda birsürü kitap yazılmışsa da benim en beğendiğim Ex-plaining the Unexplained (Açıklanamayanı
Açıklama) adlı eserdir. Bu kitap saygıdeğer psikiyatri profesörü Hans Eysenck ve Cambridge'li pa-
rapsikolog Dr. Carl Sargent tarafından
yazılmıştır ve bu iki
araştırmacı, araştırmalarını çok sıkı bilimsel şartlar altında
gerçekleştirmişlerdir. Vardıkları sonuca gelince: Profesör Eysenck, çeyrek yüzyıl
önce yazılmış olan kendi sözlerini tekrarlamıştır:
Dünyanın her yanından otuz civarında
üniversite departmanım ve değişik alanlardan, çoğu ilk başlarda
psişik araştırmacıların iddialarına kuşkucu yaklaşmış olan yüzlerce
saygın bilim adamını içeren devasa bir komplo olmadığı takdirde, tarafsız bir gözlemcinin
ulaşabileceği tek sonuç şu olmalıdır: Az sayıda da olsa, diğer
insanların zihinlerinden veya dış dünyadan, bilim tarafından
şu ana kadar
bilinmeyen araçlarla bilgi alan insanlar vardır.
Gerekli olan tek düzeltme, şu
anda bu insanların
sayısının geçıııiştekilerden daha fazla olmasıdır.
Bilimdeki, hile konusundaki kaygı, normaldir. Fakat her şeyi "hile" ile açıklamak muteber değildir.
Bazı bilim adamlarını
kaygılandıran diğer bir tarihsel faktör; parapsikolojinin, bilimin uzun
zaman önce düşman olarak ilâıı ettiği sihir kokusu taşımasıdır.
Bazı bilim adamlarının
korkusu ise, psi'yi bilimsel bir temel üzerine oturtma girişiminin,
batıl itikada dayanan, mantıksız, bilim karşıtı bir tavrı teşvik
etmesidir. Buna iyi bir cevap Amerikan "Hümanist" dergisindeki başyazarın astroloji konusundaki engelleyici
yazısına saldıran astronom Cari Sağan’dan gelmiştir: "Temel nokta, astrolojinin
orijininin batıl inançlarda gizlendiği değildir. Sadece üç örnek vermek gerekirse, bu aynı zamanda kimya, tıp ve astronomi için de geçeri idi r.(*)
Eysenck ve Sargent'in bakış açılarına
göre, fanatik şüphecilik de aynen aşırı saflık gibi mantıksızdır. Her ikisi de o şahısların
kişiliklerindeki, eğitimli gözlemciye zaten bariz olan zayıflık ve güvensizlikleri
açığa çıkarırlar. Daha
(*) H.Eysenck ve C.Sargent, Explaining
the Unexplained, s.182.
önce katıldığım bir yayını
hatırlıyorum. Bu yayında bir psikolog, bir psikiyatrist ve bir de beyin cerrahı da yer almışlardı. Bu beyin cerrahına
Profesör X diye
hitap edeceğim. Bu Profesör X, aynen büyük bilim adamı Helmholtz gibi telepati ve prekognisyon konusunda hoşgörüsüz idi. Helmholtz'un meşhur beyanı
şöyledir: "Ne
Kraliyet Akademisindeki akademi üyelerinin tanıklığı ne de benim kendi duyularımın tanıklığı, beni bir kişiden diğer bir kişiye, bilinen duyu kanallarından
bağımsız olarak, düşünce aktarılması
hususunda
inanmaya itebilir." (*) Bu cümle, çok sık olarak kapalı akim klâsik bir örneği olarak ortaya atılmıştır.
Profesör X'in
reaksiyonu, hem psikologda hem de psi- kiyatristte bir tür şaşkınlığa yol açmıştı. Her ikisiyle, yayından sonraki yarım saat içinde BBC'nin kantininde, adı geçen beyin "çok açık psikolojik takıntılarını"
tartıştık. Acaba
zihnin Dış Zamanda fonksiyon gösterebileceği hususunda fikir ileri sürmeye hazır
mıydılar? Kendi araştırmaları
süresince, şüphesiz, rasyonel bilimin tahmin edeceğinden de fazla bir şekilde olaylarla karşılaşmışlardı
ve aynen Ey-
senck ve Sargent gibi, onlar da bu aşırı rasyonelliği, genel "korku"
sendromunun bir parçası olarak gördüler. Bilindiği üzere, "yetkililer" diye adlandırılanlar;
makamlarının tehdit edildiğini hissettiklerinde bu korkuya kurban gitmeye eğilimlidirler.
ZAMAN ve İPNOZ
İpnoz altında geriye doğru gitme, yani regresyon, tedavi alanlarında yıllarca çalışmış olan psikiyatristler ve
profesyonel şifacılar tarafından kullanılmıştır. Yapılışının amacı ise müşteri veya hastayı zaman içinde geriye götürüp, şu anda onlara zihinsel sorun
yaratan travmanın, geç-
(*)
a.g. e.,s.!84.
mişte hangi noktada oluştuğunu ortaya çıkarmıştır.
Şuurun gerçek
döllenmeden önce ve belki de bundan daha önce (başka bir şekilde olsa bile) var olduğunun
keşfedilmesinden önce bebekliğe veya daha önceki safha olan ana rahmine kadar
geriye gidiş sık görülen bir yol değildi. İpnoz aracılığı ile geçmişe doğru
gidişi deneyen birçok ipno- terapistler,
psikiyatristler veya psikologlar, müşterilerinin, daha önceki
hayatlarına veya
"reenkarnasyonlarma" döğru kaydıklarını keşfetmişlerdir. Bu bulgular da birçok kişi tarafından,
insanların daha önceden dünya
üzerinde yaşadıklarının kanıtı olarak kabul edilmiştir. Bu konuda yayınlanmış olan eserlerin çoğunluğu, lineer zaman içinde, insanların
başlarından geçtiğine inandıkları insan hayatlarıyla ilgilidir. Genelde kamuoyunun ve
özelde bilim dünyasının alay konusu olma hususunda kaygüı olmayan diğer
araştırmacılar ise sarsıcı biçimde farklı sonuçlarla ortaya çıkmışlardır;
bunların ima ettiğine göre,
bazılarımız, gezegenimize yabancı olan hayat biçimlerini deneyimlemişiz- dir. Benim dikkatimi çeken iki örnek şudur: a) İpnotize
edilmiş bir kişi, uzak bir yıldızda
oluşmuş olan sürekli bir atomik sürecin
içindeki elementel
parçacık veya helyum atomu olduğunu hatırlamıştır, ve b) kişi hem Dünya zamanı ve hem de genel evrimsel gelişme
açısından asırlarca önümüzde, ileri derecede gelişmiş bir kedigil hayat biçimi enkarnasyonu hatırlamıştır. Bu türde dünya
öncesi tecrübeler, ipnoz ile gerçekleştirilmiş deneyler esnasında, Rusya'da da ortaya çıkmıştır.
Evrenlerde bulunan bütün hayat biçimlerinin bir zekâ, psişe,
öz veya siz bunlan nasıl
adlandırırsanız adlandırın, içerdiği ve bu özün, hem zaman hem de uzay içinde hareket kabiliyetine sahip olduğu ve kozmosta Homo Sapiens
dışındaki hayat biçimlerini de tecrübe ettiği hakkında- ki önermemde
hiçbir şekilde yalnız değilim. Metafizik göz
boyama mı? Hiç de değil çünki
uzay-zaman sürekliliği boyunca birbirine gizli mesajlar gönderen küçük
parçacıkların bu sırlarını bulmanın eşiğindeyiz. Bunlardan bazılarının
taşıdığı bilgi çok ileri düzeyde olup, bütün bir türün genetik ve kimyasal
inşasını sağlayacak türdendir. Eğer evrenlerin ve Homo sapiens gibi bir
türün evrimsel plânının arkasında gelişmiş bir Zekâ varsa, bu Özün, kendi dişinin
iç görünüşünü görmek üzere belirli bir noktada insan bedenine bürünmesi, mantık
sınırları dışında değildir.
Böyle bir düşünce-tarzı Profesör
Fred Hoyle'ı^n "pans- permia" teorisi ile uyum hâlindedir. Bu teoriye
göre evren; yaşayan, zeki bir varlıktır ve yıldızlar arası parçacıklarını
(tohumlarını mı?) plânlı ve düzenli bir şekilde yaymaktadır. Hoyle şunları
söylüyor:
Yıldızlar arası uzayda dağıtılan
mikroorganizmalar kavramı, tamamen yeni bir kavram değildir. 19. yy.'da
İngiliz fizikçi Lord Kelvin tarafından düşünülmüştür. Ne yazık ki, bıı dünya
üzerindeki biyolojik evrimin, bu kavram bağlamında anlaşılması olasılığı takdir
görmemiştir. Bunun sonucunda Darvinciliğin yükselen dalgası ile bilim adamları
doğru teoriden uzaklaşmışlardır. Bu olay, "panspermia" (kelime
anlamı "her yerdeki to- humlar"dır) teorisini dikkatli olarak
gerekçelendirilıııiş tartışmalarla desteklemek isteyen İsveç’ti kimyacı Svante
Arrheııi- us’un bu asırdaki cesur girişimlerine rağmen gerçekleşmiştir.(*)
Dr. Rupert Sheldrake aynı türden
kozmik şuuru kucaklayan diğer bir bilim adamıdır. Sheldrake gelişim biyolojisinin
morfogenetik alan kavramını ciddî bir şekilde ele alıp, bu fenomenleri tamamen
yeni türden fiziksel etkiler şeklinde yorumlamıştır. Önerdiğine göre, alan,
embriyonun son şekli konusundaki bilgiyi belirli bir şekilde depolar ve
büyüdükçe, gelişmesine yol göstermeye devam eder. Her ne kadar Gribbin türünden
bilim adamları, bunu eski
(*)
F.Hoyİe, The Intelligent Uıüverse, s. 158.
teleolojinin canlandırılması şeklinde görmüşlerse de, Sheldrake "morfik
rezonans" şeklinde yeni bir unsur ortaya atmaktadır. Buna göre, yeni bir form türü ortaya çıktığında, bu tür kendi morfogenetik alanını
kurmaktadır. Daha sonra bu teknolojik bilgi yayılır ve doğa, adı geçen
organizmaların gelişmesine kılavuzluk edebilir. (*)
Bu morfogenetik alanlar, yalnızca
yaşayan organizmalara özgü değillerdir. Sheldrake'in dediğine göre, kristaller de bu alanlara sahiptirler ve bu
alanlar ayrıca hatırlama yeteneği ile yakından ilişkilidirler. Örneğin, bir hayvan yeni bir şey
öğrendiğinde, aynı türün diğer hayvanlan onu taklit ederler. Sheldrake'in alanları, uzay ve zaman içinde normal sebep-sonuç
bağı içinde hareket
etmezler. Gerçekte ise onların doğası, genelde fizikçiler için aforoz edilecek bir şeydir ve dolayısıyla Sheldrake'in çalışması, ana bilim buluşlarının bir parçası olarak kabul edilmez. Kişisel olarak, kendi zekâlarını ortaya koyar görünen kristallerin, neden yaşayan organizmalar olarak kabul
edilmediklerine şaşarım; fakat bu ileride yazılacak başka bir kitabın konusudur. Eğer küçük
parçacıkları olduğumuz büyük evrensel şuuru kavramak istiyorsak, Teilhard de Chardin'in şuurlu atom filozofisi daha çok anlam ifade eder. William Blake şöyle yazmış: "Her şey mevcuttur ve ne bir iç çekiş, ne gülüş, ne gözyaşı, ne bir saç, ne bir toz parçacığı ve ne de bir kişi yok olabilir." (**) Kırk küsur
yıldan beridir yaptığım
araştırmalarımın ve gözlemlerimin ışığında, bu kavramı daha çok kabul edilebilir buluyorum.
Şimdi ipnotik regresyona veya duruma göre ileri gidişe, yani progresyona dönelim, ipnotize olmuş zihin, zaman içinde ileri gidebileceği gibi geri de gidebilir. İnsanın , ipnotize olduğunda
hatırladığı ayrıntıları, hafızaya alışılagelen müracaat sırasında neden normal şuurlu zihnine ge-
(1)
Davies, The Cosnıic Blucprint,
s.164.
(2)
) A.Tomas, Beyond l iıe Time Barricr, s.
26.
tiremediği konusu sık sık
tartışılmıştır. Gribbin şu gerçeğe işaret eder: İpnotik kendinden geçme hâli, uyku hâline bir benzerlik gösterir ve rüya gören zihin, şuurlu ve uyanık zihinden farklı olarak dünyasal
hayatın zaman
devrelerine daha az bağlıdır. Gerçekten de Gribbin, sorusunda çok ikna edici bir noktayı ortaya atıyor:
Bu deneklerin trans hâlinde, kendi geçmiş
hayatlarını tekrar yaşamaktansa, zaman engelinin çok ötesinde
tetkikler yaparak, geçmişten bazı insanlarla irtibatta bulunmaları
mümkün müdür? (Unutmamalıyız ki bazı felsefelere, örneğin bu kitabın
başka bir bölümünde tartışılmış olan Hoyle'unkine göre, hepimiz zaten tek bir şuurun
tezahürleri olabiliriz!) Böyle bir olasılığı
göz önünde bulundurarak, böyle tecrübeleri rüya tecrübelerine daha kolayca bağlayabiliriz.
Bazı zihinlerin,
trans hâlindeki bir deneğe diğerlerinden daha kolay bir şekilde
uyumlanabileceği fikrine bir itirazım yok ve çütıki, bu geriye gidişlerin
yakın idan- tifikasyonu, zaman dışına kaymış yalnızca birkaç sahneyle ger- çekleşiri*)
Dr.Gribbin, bu konuda sizinle tamamen aynı sonuca ulaştım. Kleopatralann, Kraliçe Nefertitilerin, İsa Peygamberlerin, Kral Arthurların ve lineer tarihsel geçmişten gelip, bu yüzyıla uzanan diğer sayısız karakterlere bir an için bile inanmıyorum. Bu türden fantezi ürünü
ego-yolculuğu, mantıklı düşünen insanların alay konusu olmaya adaydır. Jung'un "kolektif şuurdışı" teorisi ise sıklıkla,
geçmiş hayatlarının hatıraları olarak geçen şeyler için suçlanmıştır; oysa diğer bir düşünce okulu ise, bütün bu bilgilerin şu şüpheli zaman kapsülleri
içinde bulunduğunu ileri sürer - bu zaman kapsülleri "Zaman Eğimleri, Düğümleri, Kaymaları ve Kapsülleri"
adlı bölümde tartıştığımız genleri- mizdir. Bu sonuncusu, bazı otoriteler tarafından kabul edilmemiştir; sebepleri de tek yumurta
ikizlerinin, geriye
(*) j. Gribbin, Timeıvarps, s.130.
doğru götürüldüklerinde değişik "karmik" geçmişle ortaya çıkmalarıdır.
Başka bir deyimle, "geçmiş hayat" modelleri tamamen farklıydı.
İpnoz muammasıyla ilgili bütün cevaplara sahip olduğumuza bir an için bile inanmıyorum ama buna karşın, diğer
açık görüşlü araştırmacılarla birlikte hareket ederek, öyle zannediyorum ki ipnoz altında
hatırlanan daha Önceki hayatlar fikrine karşı ileri sürülmüş savlar, en azından,
tuhaftı. Örneğin Galli genç kız vakası. Bu kız, diş dokto- rundayken kaza sonucu
ipnotik uyku hâline dalmış ve eski Fransızca konuşmaya başlamış. Diş doktorunun yanında teyp kayıt cihazı
varmış ve teyp bandı sonradan bazı "uzmanlara" dinletiliyor. Bu uzmanlar kızın,
hayatında eski Fransızca dilini öğrenmeye
çalışıp çalışmadığını araştırıyorlar fakat hiçbir bulguya rastlamıyorlar.
Ta ki biri, anîden, bir akşam üzeri, bu kızın iki saatlik bir süre için yerel rahibin evinde temizlik
yapmak için bulunduğunu ve bu rahibin, zengin kütüphanesinde
diğer kitaplar arasında birkaç
eski Fransızca
kitabın bulunduğunu hatırlıyor. Uzmanlar "Cevap işte bu." diyorlar ve şunu ekliyorlar: "Belirli bir
anda, bu kız çocuğu bu kitapları gözden geçirdi ve zihni, bu dili görüntüledi."
Bunun üzerine, bulmaca çözülmüş olarak görüldü ve bu bilgili beyler, bürolarına
döndüler; bilimi, rahatsız edici batıl
inançların ağından bir kez daha kurtarmayı başardıkları için rahattılar. (Kız çocuğu ise herhangi bir kitaba dokunduğunu
inkâr etmişti.)
Geçmiş hayatlar ve ipnotik geriye gidiş
konularında ilgi çekici ve aydınlatıcı
sonuçlarla, geniş araştırmalar yapmış bulunan iki Amerikalı psikolog vardır.
Kitapları olan Geçmiş Hayata Dönüş (*) (Dr. Edith Fiore) ve Doğmadan
Önceki Hayatımız (*) (Dr. Helen Wambach), şimdiye kadar burada tartışılmış
birsürü teorinin ışığında, dikkatle okun-
C*) Ruh ve Madde Yayınları., 1995.
maya değer. Belirli EEG
kayıtlarının, belirli bir beyin dalgası hâlinde tecrübe edilmiş olan sübjektif
fenomenlere bağlı olduğu görülmüştür. Örneğin Wambach, doğum öncesi
tecrübe konusunda bilgi almak için, ideal durum olarak 5 Hz'i seçmiştir. ([23])
Hiç şüphe yok ki, müşteri İnsanî tecrübeyi aşıp Dış Zamana ulaştığında bu rakam
değişecektir. Başka bir deyimle, Kozmosa açıldığında!
Yukarıda belirtilen örnekler ve
bilgiler, şu görüşü güçlendirir: Belirli değişmiş şuur hâlleri esnasında
zihin, uzay ve zaman engellerinden kurtulur ve bizlerin anladığı anlamda zaman
bulunmayan dünyalara, boyutlara ve paralel evrenlere girer. Rüya durumundaki
paralel evrenler konusunda ilk elden tecrübelerim var. Bu yerlere hiçbir zaman
gitmişliğim yok, bu insanları tanımıyorum veya normal şuur durumunda hiç
karşılaşmadım, bu olaylar gerçek dünyadaki hayatımda hiç gerçekleşmedi. Ayrıca
zamanın geriye doğru giden oku boyunca yolculuk ettim: "Rüya olaymda"
ölü, parçalara ayrılmış, kötürüm olmuş bir kedinin, gözlerim önünde
yokoluşundan önceki tam, canlı hayvan hâlinde tekrar birleşmesini seyrettim.
(Burada şunu belirteyim ki değiştirilmiş şuur hâllerini başlatmak üzere
herhangi bir çeşit uyuşturucu kullanmadım. Yirmisinden beri içki içmeyen, et
yemeyen biriyim. Akşam üzerleri de geç saatlerde hiç yemek yemedim. Bunu
söyleyişimin sebebi, "rüyalarımın", uyku öncesi alınmış belirli
sıvılara veya yiyeceklere bağlanmaması içindir.) Bunun sonucunda ulaştığım
sonuç şu oldu: Bizlerin günlük hayatlarımızda şu anda tecrübe ettiğimiz
problemlerin birçoğu, başka evrendeki paralel bir dünyada
sonuçlandırılmaktadır. Aynen eski bir deyişin söylediği gibi: "Onu
düşünerek yat ve sabaha, cevabı bileceksin." Ve işe yarıyor gibi
görünüyor.
HAYVANLAR ve ZAMAN
Bana sık sık yöneltilen sorulardan biri, hayvanların veya böceklerin, bizler gibi aynı türden zaman kavramını paylaşıp
paylaşmadıklarıdır. Açıktır ki, bir böceğin birkaç gün süren veya bazen birkaç saat tutan sınırlı yaşamı,
(hastalığı, kazada veya benzeri durumlarda geçen süreleri hesaba katmasak bile) bizim yaşamamız beklenen süre ile karşılaştırılamaz.
Uzmanların ileri sürdüklerine
göre bu yaratıklar için
bu birkaç saat ya da gün, bizim gözümüze az görünen 75 yıl veya daha fazlası
türünden bir tecrübe
oluşturur. Başka bir deyişle zamanın geçişi göreli bir kavramdır ve her tür için,
anlamı değişiktir.
Hayvanlar ve zaman ile ilgili olarak benim tecrübelerimin olduğu alan, kedigülerin
dünyasıdır. Bir
kedinin uyku süreleri esnasında zamansızlığı tecrübe edebileceği konusunda hiçbir şüphem yok. REM’ler (hızlı göz
hareketleri) normal olarak rüya faaliyeti ile bağlantılı olmalarına rağmen, kedilerde kesinlikle görülebilir. Kediler ayrıca prekognisyonda son derece
yeteneklidirler. Örneğin, çok soğuk bir kışın gelmesinden önce, kedilerim bu zor günlere hazırlık için ekstra tüy büyütmüşler
ve kendilerini şiş- manlatmışlardır.
Bunu nasıl
biliyorlardı? Siz, eğer hoşunuza giderse, bunu içgüdü olarak adlandırabilirsiniz
fakat ben, onların prekognisyon yeteneklerinde, insanlarınkin- den bir fark görmüyorum.
Ayrıca güçlü bir zaman hissine sahipler ve buna kanıtım da şöyle: Yıllar
önce zeki, yaşlı bir kadın bana şunları
söyledi: Eğer uzak bir yere gitmen ve kedileri belirli bir süre evde bırakman gerekirse, onlara döneceğin konusunda garanti vermek üzere yapman gereken, evde bulunmayacağın gece ve gündüz
sayısınca kafalarına hafifçe vurmandır. Bunu ben sürekli olarak yaptım. 1978'de Kanada'ya gitmezden önce kedilerimin hava-
yoluyla Kanada’ya gelmeleri için belirli bir gün ayarladım.
_Bırakacağım günden döneceğim güne kadarki süre sayısınca kafalarına hafifçe vurdum ve onları,
sevdiğim ve samimî olduğum
arkadaşlanmm ailesine bıraktım.
Ancak Kanada'ya ulaşmamdan birkaç gün sonra, işlerin isteğim doğrultusunda gitmemesi üzerine
arkadaşlarıma telefon edip kedilerin uçuş tarihini iptal etmelerini istedim. O ana kadar üç kedim (ikisi Siyam biri Birmanez)
de iyi ve mutluymuşlar. Bundan sonra ise, çöküş içine girip rahatsız
olmuşlar. Gerçekten de Siyamlı yaşlı kedi o kadar hasta olmuş ki veteriner, ölümün eşiğinde
olduğunu söylemiş. Diğer ikisi de aşırı hastalık belirtileri göstermişler. Arkadaşım bu bilgilerle beni üzmek istememiş
fakat yazar ve
psikolog olan diğer bir arkadaşım ise bunun bana söylenmesi gerektiğine inanarak telefon etmiş. Eşyalarımı toplayıp ilk uçakla, tekrar dönmemek üzere Kanada'dan ayrıldım.
Arkadaşımın babası beni Heathrow'da karşıladı ve arabasıyla Cheltenham'a götürdü. Orada, kedilerimi, arkadaşımın evinin dışmdaki
kaldırımda, hasta
olsalar da beklerken gördüm. Söylemeye hiç gerek yok; yaşlı Siyam kedisi hızlı ve mucizevî bir iyileşme
gösterdi ve yirmi yaşma kadar yaşadı. Garip ve sebebi bilinmeyen bir
nedenden ötürü, onların kafalanna hafifçe vuruşum, benim yokluğum
süresince bir işaret olarak kaldı. Ayrıca onlar dönüşümün kesin zamanını
biliyorlardı. Sonradan arkadaşımın teyit ettiğine göre, Vancouver'dan uçağa bindiğimde, her biri heyecan hâli
göstermişler. Acaba hayvanlar, Dış Zaman içinde fonksiyon gösterme
yeteneğine sahipler
mi? Benim kararım: Tabiî ki sahipler!
ZAMANIN METAFİZİĞİ
Bugiin, bilgi akışının mekanik olmayan bir gerçekliğe
doğru gidiyor ve evrenin, büyük bir makineden ziyade büyük bir düşünceye benziyor olduğuna dair büyük bir fikir birliği var
Sir JAMES JEANS (1877-1946)
Daha önceki bölümde "psi"ye değinmemiz,
kısaca, metafiziğin daha soyut olan bölgeleri için mükemmel bir başlangıç
noktasını teşkil eden parapsikoloji konusuna girişimizi sağladı. Metafizik, felsefenin bir dalıdır ve sistematik olarak son realitenin ilk
prensiplerini ve problemlerini araştırır. "Varlığın" araştırılması (ontoloji) ile sık olarak evrenin yapısının (kozmoloji) araştırılmasını
kapsar. Genel
olarak eleştirel felsefeyi kucaklamasına rağmen, ayrıca spekülatif akıl yürütmenin seyyal veya soyut açılarım da vurgular. Metafizik kelimesi Yunanca Ta meta ta phusika kelimesinden türer; anlamı da "fizikten sonraki işler"dir.
Aristo'nun aşkın felsefe konusundaki araştırması bu adı taşır; sebebi de fizik üstündeki
çalışmalarını takip etmesidir.(*)
Yukarıda belirtilen tanıma şunu eklemek istiyorum: Günümüzde metafizik, bilim ile felsefe arasında (ya da eğer tercih ederseniz, fizik ile
mistisizm arasında) köprü yaratmakla meşguldür çünki metafizikçinin bakış
açısından baktığımızda, her biri temelde aynı şeyi
söylüyor fakat değişik kelimeler veya referans deyimleri
kullanıyorlar.
(*) Reader's Digest Great Iliustrated Diclionary,
2.cilt, s.1070.
Metafizik, bazılarının inanabildiği gibi büyü, sihir veya psikolojinin değişik
tezahürlerinin bir başka adı değildir; metafizikçi, belirli bir dinsel, felsefî veya deney ötesi düşünce okulu veya araştırmasıyla
kaçınılmaz olarak bağlantılı
değildir. Tabiî ki büyük dinlerden birinde, Hermetik geleneklerde veya felsefe okullarında teselli bulan metafi- ziksel eğilimler
vardır fakat yazarınız,
onların arasmda değildir.
Kimyanın simyadan, astronominin
astrolojiden ve tıbbın doğal tçdaviden ayrıldığı andan itibaren; bilim ve fizik ötesi arasında bulunan uçurum, 20. yüzyılın ilk elli yılında en uç noktasına
ulaşmıştır. Artık bu uçurum, yavaş fakat anlamlı bir şekilde
kapanıyor ve eğer her iki taraf, uygulamalarının
en az istenen bölümlerini atmaya hazır iseler, eski ve modern bilgi arasındaki
birleşme gelecekteki
mirasımızın bir bölümü olabilir.
The Tao of Physics (Fiziğin Taosu) gibi en son çıkan kitapların
popülerliği; geçmiş asırda ortaya çıkmış olan modern kuantum fiziği ile mistisizm arasındaki ilişkiye olan eşi benzeri görülmemiş ilgiye kanıt teşkil eder. Gerçekten de bilim adamı ve The Holographic Paradigm
and Other Pa- radoxes (Holografik Paradigma ve Diğer Paradokslar) adlı eserin yazarı olan Ken Wilber tarafından yayınlanmış
olan Quantum
Questions (Kuantum Soruları) adlı kitapta yazar, Heisenberg, Schrödinger, Einstein, de Broglie, Jeans,
Planck, Pauli ve Eddington gibi dünyanın en meşhur fizikçileri
tarafından yazılmış mistik yazıların bazılarına değinir. Kapak yazısında, bu yazarların hepsinin "fizik ile mis-
tisizm'in bir tür kardeş ikizler olduklarına dair derin bir inana ifade ettikleri" belirtilir.
Bilhassa Heisenberg, bilim adamı olmasının yanısıra,
Fisagorcu/Eflâtuncu okulun hem mistiği hem de metafizikçisiydi. Onların ilgilendikleri bilim dalını göz
önünde bulundurarak şu soruyu sorabili-
riz: Neden bu büyük fizikçilerin hepsi şöyle veya böyle mistisizmi kucaklamayı
seçmişlerdir? Jung, "insan psişesi, semavî olanı kabul etmek üzere inşa
edilmiş bulunan şuuraltı
ihtiyacını barındırır" dediğinde, belki de yukarıdaki sorunun cevabını vermek istiyordu. Her ne kadar,
ateist eğilimleri bulunanlar, bunu mantıksız bir saçmalık olarak kmasalar da, tecrübenin teyit ettiğine göre en ateşli inançsızların
bile aşırı zor durumlarda o ana kadar inkâr ettikleri görünmez bir gücü yardıma
çağırdıkları bilinmektedir. Herhangi bir psikoloğun işaret etmekte çabuk davranacağı,
telâfi edici bir açı da vardır. Herhangi bir araştırma veya çalışmaya aşırı derecede yüklenme; mantıklı,
zihinsel bir
denge sağlamak amacıyla, şu veya bu şekilde kaçınılmaz olarak karşıta
yönelmeye sebep
olur.
"KUANTUM BENLİK" TEORİSİ
Holistik-bilimsel-metafiziksel alandaki avangard düşünürlerden biri de fizikçi Dana Zohar'dır. Bu fizikçi, psi- kiyatrist olan kocasının (I.N. Marshall) yardımı ile The Quantum Self
(Kuantum Benlik) adlı kitabı yazmıştır. Zohar, inançlı bir şekilde, tutucu bilimsel araştırmanın bir kişiye
kaçınılmaz olarak verdiği kendine güven ile profesyonel bilgisini
kullanarak, bazılarımızın yıllardan beridir öğrettiği şeyleri ifade etmektedir. Bu kitap,
Oxford Union'da, 1990 yılının soğuk bir Ocak gününde
tanıtıldığında; bu toplantıda seçkin fizikçiler, psikiyatristler, filozoflar, papazlar ve aynca iki Musevî dinî lider bulunuyordu. Bu kadar seçkin düşünürlerin huzurunda Zohar, acaba ne söylemek istiyordu? Teorisi kısaca şuydu:
Şuur, bir kuantum-fi-
ziksel sistemdir. Bütün yaşayan varlıkları diğerleriyle sürekli bir etkileşim
içinde tutar; yani doğa, tarih ve Tanrı ile. Zamanla irtibatı da buradan gelir.
Zohar, herkesi, fiziksel olarak diğer herkesin ve her şeyin bir parçası olarak görür. Bizlerin, ruhsal bağlamda
düşündüğümüz "dalga yanımız" ve fiziksel olarak nitelediğimiz
"parçacık yanımız" gerçekte birdir. Dolayısıyla bizler gerçekte hiçbir
zaman ölmeyiz çünki bizlerin bir parçası, diğer
insanların kuantum şuurunda kalır.
Bu, Jung'un kolektif şuurdışı teorisinin, ipnotik regresyondan
toplanan bilgilerin ve diğer bilimsel olarak "şüpheli"
psi şekillerinin
ışığında, bir anlam
ifade eder. Zohar'm teorisi; çevrecilerin, doğaya bütünsel
yaklaşmaya yönelik çağrılarına bir cevap olarak görülebilir. Bu aynı zamanda ruh/madde ikiliğinden bir kaçıştır. Bu ikilik, Yunanlı
filozofların animizmi ve diğer eski inançları rasyonalleştirmeyi
seçmelerinden itibaren Batı düşüncesini etkilemiştir. Bizlerden birçoğu gibi Zohar'm da inandığına
göre, bütün hayvanların ve bitkilerin ruhları vardır. Kuantum fiziği ise psişe, öz veya ruh olarak adlandırılmış olan ve her ikisinde de bulunan şuur, kişilik ve motive edici faktörün
açıklanması için eksik olan ipucunu vermektedir.
Kuantum sistemleri, zaman ve uzayı fethederler çünki
parçacıklar, sebebi anlaşılamayan bir bağlantı olmadan da (yerel olmayış) uzun mesafelere rağmen
etkileşirler ve maddenin kuantum dalgalan, en sonunda büyük kümeleri
oluşturacak biçimde çökene kadar, sonsuz olasılıklar çeşitliliği içerirler (Belirsizlik Prensibi). Aynı şekilde,
psişe veya ruh olarak adlandırdığımız
şuur, zaman zaman, bedenlerimiz olarak adlandırdığımız
madde parçacıklan
şeklinde çökerek, benzer şekilde hareket ediyor görünebilir. Schrö- dinger'm Kedisi paradoksuna göre; varoluş ve var olmayış, hayat ve ölüm birbirlerini örterler ve ancak gözlendikleri
takdirde
belirgin bir realiteyi üstlenirler. Zohar'm ileri sürdüğü gibi, "Gözlem veya ölçümleme
anında, hem dalga
hem de parçacık olup, daha önce gözlemlenmemiş elekt-
ronlar; dalga veya parçacık olurlar". (*)
Eysenck ve Sargent, olayı başka bir şekilde
açıklarlar. Gözlemden önce, bir parçacığın özellikleri belirsizdir, veya ayın anda pozisyonlar ya da oluşan bir menzil içinde dalgalanırlar.
Bu dalgalanışa, bazen "bulanıklık"
denir ve bazı otoritelerin düşündüğüne
göre, evren belki de gerçekte bulanık
olabilir. (**) Fizikçi Dr. Evan Harris Walker tarafından verilen, bir evin kapı eşiğinde bir ayağı içeride bir ayağı dışarıda
bulunur şekilde duran bir kişi benzetmesine değinirler: Bu kişi, aynı anda, kapının hem içinde hem de dışındadır. Bedene ve psişeye
uygulandığında, bu prensip; bireyi, herhangi veya çok sayıda hayatta, süregelen bir bütün olarak ele alır. Çünki her enkamasyon, bulanık dalga özelliğiyle birlikte tüm Özü kapsayan o gözlenebilen
parçacığın, belki de ö kadar rastgele olmayan düzenlemelerinin sonucudur. Dolayısıyla beden ve ruhu/psişeyi,
birbirinden tamamen ayrı iki varlık olarak görmek
yanlıştır. Çünki gerçekte bunlar tek bir birimdir; bazı parçalan Dış Zamanın bulanık
dünyasında fonksiyon
gösterir, diğerleri ise belirgin, gözlenebilen İç Zamanda ortaya çıkarlar. Bu çeşit bir mantık yürütme,
aynı zamanda,
psikoterapi veya danışma esnasında yüzeye çıkan kişiliklerimizin çok
değişik yönlerini; gerçek dışı veya fantezi sınırlarına tutunma eğilimi
gösteren Dış Zaman tecrübelerini ve gerçek dünya anlamında daha rasyonel görünen İç Zaman "benliğini"
açıklar.
Sağ beyin yarım
küresinin; şuurlu benliklerimiz ve Dış Zaman arasında bir bağlantı
oluşturduğu; sol beyinlerimizin, mevcut realitemizin daha az soyut olan ve daha fazla
belirgin yanlarıyla başa çıkmak için düzenlenmiş olduğu önerilmiştir.
Bu, belki de böyledir fakat eğer sağ yan küre bilgilerini, bulanık veya dalga kuantumu (psişe) özel-
(1)
D. Zohar, The Quantum
Self, s.24.
(2)
) H.Eysenck ve C.Saı^enl, Explaining
the Unexplained, s.139.
liginden alırsa; (tabiî burada corpııs callosum'un birbirinden ayrılmadığını ve bireyin, psikolojik olarak bütünlük içinde
olduğunu varsayıyoruz) o zaman, iki yarım küre arasından geçen mesajlar, her ikisinin
kombinasyonu ile birlikte çözümlenir, kategorize edilir ve uygun
referans deyimlerine dönüştürülür.
Bu noktada düşünülecek olan üçüncü faktör, bireyin ruhsal olgunluğudur. Bu, eğer kuantum anlamında yorumlanırsa,
o bireye özgü, kuantum parçacığı/dalgası
tarafından gerçekleştirilmiş dönüşümler ve değişiklikler sayısına eşittir. Eğer
bedensel evrime
paralel olarak işleyen, ruhsal olgunluk oluşumu kavramına dayanan mistik öğretilere dikkat etmek gerekirse, şunu ileri sürebiliriz ki, bazı
parçacıklar diğerlerine göre evrenin daha fazlasını görmüşlerdir. Halbuki böyle
spekülasyonlar tamamen felsefî olduklarından ve dolayısıyla deneysel veya teorik dayanaktan yoksun bulunduklarından,
sonuçta bizim inanmayı
seçtiklerimiz; neyin sonlu ve sonsuz olduğuna dair bireysel yorumumuzla karara bağlanacaktır.
Zohar ve Marshall, şuurun bir kuantum-fiziksel sistem olduğunu ilk belirtenlerin kendileri olduklarını iddia ederler. Öbür yandan, şuur ve kuantum oluşumları
arasındaki acayip benzerliğin
fizikçi David
Bohm ve Profesör Fritjof Capra tarafından da gözlendiğini kabul ederler. Bu listeye daha birçok isim ekleyebilirim - duyarlılıklarına
ve öngörü yeteneklerine rağmen, toplumun, yüce düşünürlerinden beklediği akademik geçmişten yoksun olan insanları
düşünerek, bunu söylüyorum.
Zohar'ın kuantum teorisini benlik terimleriyle yorumlayışı; felsefe, parapsikoloji ve dinin gelecekteki
eğilimlerinin perde arkasını ortaya çıkarabilir fakat şu anda birsürü belirsiz metafizik konu vardır. Ortalama bir insanın kuantum dünyasını
anlaması ile
ilgili olarak, belki de kuantum sıçrayışmı beklememiz lâzım. Bu
sıçrayış bize; bunun gibi ve daha seyyal
ama bizlerin ne olduğu, şu anda uzay-zaman bölgesi olarak adlandırdığımız
yerde ne yaptığımız
türünden bir o
kadar aydınlatıcı gerçekler hakkında, insanların şuurlarını dünya
çapında açacak kilidi sunar.
KARA DELİKLER, BEYAZ DELİKLER ve
ÖLÜME YAKIN DENEYİMLER
Kuantum kimliğine sahip olduğumuzu varsayarsak, bu, acaba pratikte nasıl çalışır ve zaman enerjisinden ne dereceye
kadar etkilenir? Daha önceki bölümlerden birinde kara ve beyaz delikler konusunda
yazarken, paralel evren kavramı, yani bir kara delikten kaybolup, değişik boyut veya evrendeki bir beyaz
delikten ortaya çıkabileceğimiz olgusu ile Dr.Lyall VVatson gibi güvenilir
araştırmacılar tarafından
kataloglandınlmış (Romeo Hatası) çok sayıda ölüme yakın deneyimleri (ÖYD) arasındaki benzerlik beni etkilemiştir.
ÖYD tarifleri
genelde şu şekildedir: Hasta bir araba kazasında, ağır bir şekilde
yaralanmıştır veya ciddî bir kalp krizi geçirmiştir veya iç organlarındaki bir komplikasyondan ötürü bir hastaneye götürülmüştür ve kendini, ameliyat yapan
doktorun üstünda, havada asüı durup, ölüm-kalım mücadelesine tanık olarak bulmuştur... Bu tecrübeler, ipnoz altındaki zaman yolculuğu ve değişmiş şuur
hâlleri sırasında isteğe bağlı olan veya olmayan vecd hâli vizyonları
ile birsürü ortak şeyi
paylaşırlar.
İşte tipik bir örnek. Bu kitabı yazarken, mahallî doktoruma bir ziyarette bulunmak zorunda kaldım. Sıramı
beklerken, yanımda oturan diğer hasta benimle konuşmaya
başladı ve biraz
sonra görüşeceğimiz Doktor X'in, bir mucize yaratıcısı olduğunu söyledi.
Anlattığına göre, bu kadının kocası ciddî bir kalp krizi geçirmiş ve neyse ki telefona
Dr. X'in hemen cevap verişi ve
hızlı tedavisiyle, kocası hayatta kalmış ve tamamen iyileşmiş. Oysa kriz
anında kocası acayip bir tecrübe yaşamış. Kendini uzun, karanlık bir tünele
girerken bulmuş. Bu tünelin sonunda küçük bir ışık bulunuyormuş ve bu ışığa
doğru güçlü bir şekilde çekildiğini hissetmiş. Bu ışığa doğru yola devam
edecekken, o anda, doktorun sesini çok berrak olarak duymuş: "Geri gel
yaşlı delikanlı, hepimiz senin için buradayız ve sen, şimdi gidemezsin".
Bir an için kararsız kalmış ve ilerlemesi için çok istekli olmasına rağmen,
aynı zamanda geride'bıraktıklarına karşı olan sorumluluklarmı hatırlamış.
Böylece isteksiz olarak dönmüş ve doktorun sesine doğru, tünelden geçerek geri
gelmiş. Gözlerini açtığında, karşısında ayakta durur şekilde Doktor X'i
buluyor: "Yaşlı delikanlı geri geldin, biliyorum bu bir özveriydi, fakat
senin için iyi olan bu."
Bu hikâye, gözyaşları içindeki
karısı tarafından bana anlatıldı. Bana neden anlatma ihtiyacı duyduğunu -veya
sık olarak bu hikâyeyi yabancılara anlatıp anlatmadığını sordum. Verdiği
cevapta herhangi bir kişiye bu hikâyeyi anlatmadığını, bu hikâyeyi yalnızca
kendisinin ve doktorun bildiğini söyledi fakat bir şeyler ona sanki şunu
söyler gibiydi: "Bu bayana hikâyeyi anlatman gerek çünki önemli." Bu
kadar basit işte.
Sevdiğim bir arkadaşım, ipnoz
altında geçmişe geri götürüldüğünde oradaydım ve bu olayda, bir çocuk düşürme
olayım yaşadı; cenin, kendisi idi. Şüphesiz karanlık doğum tüneli vardı; çıkış
ucundaki ışığı bulamama paniği ve "çok ışık olan diğer bir bölüme
dönme" olayı vardı. Bundan sonraki olayda, aynı tünele girdiğinde sona
ulaşmayı başardı ve doğdu.
Şimdi, eğer ölüm bir kara delik
ile ve doğum bir beyaz delik ile eşanlama gelirse, bu ne demektir? Başka bir
şekilde ortaya koyalım:
Öldüğümüzde, bizlerin kuantum benliği olan parçacık, bir zaman eğimine (kara delik) girerek, zamansızlığın dalga fonksiyonunu tecrübe eder. Aynen bir parçacık
hızlandırıcısı içinde hareket eden bir parçacık gibi, kara delikte, zaman
enerjisi devrelerinden biri içinde yolculuk eder. Yalnız bu örnekte,
hızlanma için gerekli enerjiyi zaman sağlar. Bu oluşum esnasında zamansızlık durumunda bulunan kuantum benliği,
bulanık veya
belirsizdir. Bunun anlamı da şudur: Dünya gerçeği anlamında, ne buradadır ne de orada fakat kara deliği bırakıp,
tekrardoğuşun beyaz deliğine girdiğinde gözlemlenebilir ve dolayısıyla
belirginleşir. Başka bir deyimle zamansızlık cebinden (buna genel olarak ezoterik deyimiyle
"seyyal boyutlar", "ruh dünyası" türünden kelimeler verilir) geçmiştir ve bütün şeylerin
farklı veya belirgin
karakter gösterdiği, maddenin zaman bölgelerinden birine tekrar girmiştir.
Schrödinger'in Kedisi Paradoksu veya
Heisenberg'in Belirsizlik İlkesinde olduğu gibi, zaman ve zamansızlık aynı
anda var olduğundan; bizim kendi düşüncelerimizle
etkilediklerimizin dışında ruh ile madde arasında hiçbir
fark yoktur; biz
bu ayrımı, olayların çoğunluğunda, içinde doğduğumuz toplumun isteklerine uygun şartlanmalar
sonucu yaratırız. Durum bu olunca, daha önce de ima ettiğim gibi, zihnimizdeki bazı bölümler, zihinsel denge için önemli olan çok boyutlu farkındalığı
içerecek ve şuurlu bir şekilde Dış Zamana maruz kaldığımızda ise parçalanmayacak şekilde yaratılmıştır. Bundan dolayı,
zamansızlık ve zaman kavramları bir enerji olarak tamamen
kavranmaz- dan önce, evrimsel lazer, onları harekete geçirmek için, uyuyan sinir hücreleri
üzerinde denenmelidir.
Ancak o zaman, zamanın devirsel damarları içinde ilerleyen sonsuz güç kaynağıyla bağlantı kurabiliriz.
ÖLÜM ve ZAMANIN GERİYE
DOĞRU GİDEN OKU
Daha önceki bölümlerde değindiğimiz gibi, zamanın, bazı evrenlerde geriye doğru yolculuk edebileceği fikri, hem Newtoncu hem de Einsteincı fizik ile uyum hâlinde
görünmektedir. Bilim adamlarının düşüncelerine göre, böyle bir dünyada bir kişi yavaş bir şekilde
gençliğe ve bebeklik dönemine ve belki de ileri doğru hareket eden bir dünyaya doğum ile aynı anlama gelebilecek ölüme doğru gider. Birçok okuyucu bu fikri, imkânsız diye kabul etmeyebilir. Yıllar boyunca karşılaştığım
birsürü tesadüfler olmasaydı, ben de aynısını yapardım. Bunlardan ilki, yirmi yaşımda iken meydana geldi. Belirli bir kültüre sahip bir adamın
liderliğinde, Londra’da, bir araştırma/tartışma grubuna katılmaktaydım.
Ayda bir bizlere
bir konu veriliyordu ve bizlerden on dakikalık bir süre içinde buna neden inandığımız veya inanmadığımız
türünden bir yorumda bulunmamız isteniyordu.
Bir hafta, söyleşinin konusu "Ölüm sonrası
hayata inanıyor musunuz? Bu konudaki görüşünüzü ispatlayacak kanıtınız var mı?" idi. Grup üyelerinden biri, iri, kemikli, Yorkshire'lı biriydi ve genelde çok az konuşuyordu. Bu olayda ise cesaretini topladı ve şöyle dedi:
Ölüm sonrası ı/aşama inanıyorum.
Çünki bir gece yarısı acayip bir duygu ile uyandım. Zaman durmuş gibiydi. Karını
yanımda derin bir uykudaydı ve hiçbir
şeyden haberdar görünmüyordu. Oda garip bir aydınlıkla dolu gibiydi ve yatağımın ayak ucunda annem duruyordu. Yalnız en son olarak öldüğünde olduğu gibi yaşlı
değildi. Piyanonun üzerinde duran fotoğrafındaki
gibi genç bir hanımdı.
Bu hikâyeyi anlatmaktan ötürü rahatsız gibi görünüyordu. Aşağıdaki sözlerini eklerken savunmaya geçmiş gi-
biydi: "Eğer herhangi bir kişi beni burada yalancı diye suçlamak isterse, onunla dışarıda erkek erkeğe
dövüşebilirim." Derken, gömleğinin kollarım sıvamaya başladı!
Eklemeye gerek yok, hiç kimse bir şey söylemedi.
Birkaç nazik öksürme vardı ve ben arkadaşımla birlikte ellerimizle ağzımızı kapatıp kıkırdadık. (Ne kadar ayıp!) Bu olayı,
yıllarca önce yaşlı olarak kaybetmiş olduğum sevdiğim kişiler hakkında birsürü rüya
görmeye başlayana dek tamamen unutmuştum. Bu kişiler, birbirini takip eden rüyalarımda,
yavaş bir şekilde
gençleşiyorlardı.
O zamandan beri diğer insanlara sorular yönelttim ve aynı türden fenomenleri tecrübe ettiklerini keşfettim. Örneğin
ruhçular arasında şu ortak inanç var: Ruh ölümden sonra, "kaybolmadığını" varsayarsak (zamanın kara deliklerinden birinde); hayalimizin çok ötesinde
gençlik, sıhhat ve mutluluk tecrübe ettiği bir yere gider. Belki de sevdiğimiz kişiler, ölümlerinin kara deliğinde kaybolduktan son- ray başka bir evrendeki beyaz delik ışığında ortaya çıkarlar. Burada zamanın oku, bilim adamlarının ileri sürdüğü üzere ters yönde
işleyebilir. Bunun avantaj ve dezavantajlarını düşünmek, biraz hayal gücü gerektirir fakat bu bir fikirdir.
Swedenborg şu iddiada bulunmadı mı: "Gökyüzünde melekler, sürekli olarak gençliklerinin
baharına doğru ilerlerler ve bunun sonucunda, en yaşlı melek, en genci olarak görünür." (*) Belki de, antidünya veya paralel bir evrenle ilgili
ruhsal bir bilgiye değinmektedir.
PARÇA TEORİSİ
Kişi; sıra, şuurun doğasım ilgilendiren birsürü fikir ve teoriye gelince, az da
olsa bir tercih göstermeksizin, metafizik konusunda yazamaz. Lineer
reenkamasyon olgusunu araştırmış biri olarak, senelerden beri sağlam bir alternatif
(*) A.Tomas, Beyond Ihc Time
Barrier, s. 30.
sunamama karşın, bu konudaki çoğu şeyin bir bütün oluşturmadığını,
birbirini tutmadığını buldum. Hem mantık ve hem de Eysenck ve Sargent gibi
meşhur ve muteber araştırmacılar tarafından kategorize edilmiş ve derlenmiş sayısız
ÖYD'ler ve
benzeri beden dışı deneyimlere (BDD) imkân veren görüş
açısından; daha
fazla araştırmaya, tecrübeye ve gözleme ihtiyaç vardır. İhtiyacım olan ipucuna, en sonunda, Lyall
VVatson'un, "parçalanmış hologram teorisinde" kavuştum. Bu teorisinde, Watson, Öz'ün bütününü
(yani kuantum benliğinin
birleşmiş yanlarını), tam bir hologram olarak ele almıştır. Bu hologram, parçalanmış ve parçaları,
zamanın bütün periyotları ve bütün evrenlerin sınırsız boyutları içinde aynı arıda dağılmıştır. Her parça, bütün olarak aynı imajı
içerdiğinden; aslî Benliğin bir parçası (dalga/parçacık?), her hayat biçiminde
alıkonmuştur ve bu, "daha yüksek" veya kişi ötesi Benlik kavramını ortaya çıkaran, temel Oz'le olan bağlantıdır.
Dolayısıyla, bazı hayatları genç parçalar olarak, bazılarını ise orta veya olgun şekillerde tecrübe ederiz. Bu teori, ezoterik ve
mistik inanç tarafından benimsenen ve bir dizi enkarnasyonu lineer veya İç Zaman içinde yaşanır gibi anlayan ve böylece
yalnızca zamanın ileriye doğru yönelik okuna müsaade eden meşhur inanç ile zıttır. Belki de Coveney ve Highfi-
eld’in ileri sürdüğü gibi, aynı performansı her ayrıntısı ile tekrarlayanlayız
ama belki de
daha önceki hatalarımızdan kaçındığımızda, başka bir zaman bandı içinde,
birkaç sahneyi oynamamıza izin verilebilir.
Teorilerimin birçoğu, bana rüyalarımda
göründü ve
genellikle de, uygun akademik vasıfları olan birinin, bunun hakkında bir şeyler
yazmasıyla teyit
edildi. Uykumda, bir keresinde bir sinemaya ziyaret sembolü
verilmişti. Seyretmeye zorlanıyor gibi göründüğüm film, çok ürkütücüydü. Kan, çile, korku içeriyordu. Film bittiğinde, derin bir
rahatlama hissettim, ışıklar yandı ve şu rahatlatıcı bilgi ile eve yöneldim: Tanık
olduğum bu rahatsız edici performans esnasında akan gözyaşlarım,
damarlarımda dolaşan adrenalin; Hollyvvood rüya makinesi tarafından
yapılandan farklı bir şey değildi.
Istırap veren
film ile aynı derecede rahatsız edici dünyasal hayat arasındaki paralellik ve gösterim bitip (ölüm mü?) sinemayı terk ettiğimde
hissettiğim rahatlama, beni güçlü bir şekilde etkiledi ve daha en başta paramı (zaman enerjisi) ne diye böyle kötü bir filme yatırdığımı sordum kendime. Ama,
reenkarnasyonun en ateşli inananlarının bile, homurdanarak "Bu rezil
hayatı seçtiğime göre delirmiş olmalıyım!" dediğini kaç kez duydum.
Lineer zamanın anayollarında ve yan yollarında ilerleyişe,
sıklıkla sıkıntı ve ıstırap eşlik eder. Bu, zamanın enerjisine karşı ittiğimiz
maddenin kalıpları içine
tıkıldığı- mızda böyledir; hem yıpratıcı hem de yorucu bir uğraştır. Kadim Mısır Ammonitlerin, bu kabilenin üyeleri tarafından yüzyıllardan beri canlı tutulan felsefesine göre:
Bu pek, Kaos'a üstün gelmek değildir;
kişinin, yapabildiği kadarım tezahür ettirmeyi öğrenmesidir. Bu, iradenin gücüne ve yaklaşmakta olanla yüzleşmekten
ziyade bir
kimlik edinme arzusuna bağlıdır. Yine, bu bir tezahürün
üstadı olmak için başlama yeri, Benliğin içindedir. Lineer ilerleyiş,
kişinin, Benliği; hedefe yararlı olduğu sürece, farkındaltk, yön, kavis veya açı çizgisinin hiç önemi olmayacak biçimde
ilerlettiği yol hâline ge- lir.(*)
Bu felsefenin yeni öğrencilerinden
biri olarak,
evrenin gerçek doğasının kapsamı ve derinliği konusunda ileri sürdükleriyle
şaşkına döndüm. Bu insanlar hakkında şunu söyleyebiliriz: Ataları, Kaos Bilimi, Avrupa medenileşmeden asırlarca önce öğretmişlerdir. Bu verdiğim, tek örnek-
(*) The Ammonite Teaclnııgs.
ten çok daha geniş olan
bilgilerinin, M.Ö.12.000 ve daha öncesine gittiğini iddia ediyorlar. Bu da
bize, "dünya bilgisinin" bir ouroborik devresel bir düşüş
kaydettiğini gösterir; nihayet, bu düşüşün en alt noktasından tekrar yükselmeye
başlamıştır.
Zamanın gerçek veya gerçek
dışılığına ilişkin tahmin, bilimsel mesleğe özgü değildir. Büyük Doğu
düşünürleri, örneğin Advaita Vedanta'nm hocası olan Shankara, şunu önermiştir:
Şu an, gerçekten yoksundur, dolayısıyla yalnızca bir illüzyon veya
"maya"dır. (*) Daha yakın zamanlarda ise, 19. yy.'da ipnotizm
konusunda geniş araştırmalar yapmış olan ve bütün canlıları çevreleyen aurik
enerji alanlarına değinen ilk bilimsel gözlemcilerden biri olan Baron von
Reichenbach, şu yorumda bulunmuştur: "Yarın, dünün oluştuğu anlamda çoktan
oluştu. Ancak bütün sebeplerin toplamı, gelecekle ilgili bir anlayışa izin
verir."(**) Hâlâ öğrenmemiz veya tekrardan öğrenmemiz gereken çok şey var
gibi görünüyor.
ZAMAN, BİREYSELLEŞME ve EVRENSEL
BEYİN
Jung, birey olma sürecini,
bireysel psişede düzen ve denge durumu üretmek üzere, kişilikteki anima ve ani-
mus'un (eril ve dişil unsurları) birleşmesi olarak tanımlamıştır. Ayrıca bu,
bir bireyin kendi başına tek, seçkin ve dengeli bir olmasını, bir "benlik
hâline gelmesini" veya kozmik kimliğin farkındalığını sağlayan bir
psikolojik evrimsel oluşum olarak yorumlanabilir. Bundan dolayı birey olmama
durumu; sinir sisteminin, şuur kontrolünden yoksun olarak işleyen otonom
tepkilerine benzetilebilir; öyle ki birey olmadan önce, bızler sadece, engin
bir beyindeki hücrelerizdir ve bu beyin, madde bantları içinde fonk- (*)
Tomas, Bcyotıd the Time Barrier, s. 30.
(”)
a. g. e. s. 44.
siyon gösterirken,
hayatlarımızın motor (maddî) yanını kontrol eder. Dolayısıyla bazı filozoflar
ve metafizikçiler, birey olma sürecini; psişenin, İç Zamanın dünyalarındaki
serüveninin ardındaki varoluş sebebi olarak görmeye eğilim göstermişlerdir.
Doğal olarak sonraki soru şudur:
Birey oluşun acaba zamam kavrayışımıza etkisi var mıdır? Sol beyin yarı küresine
bağlı vasıfların sıklıkla dişilden ziyade eril olarak görüldüğü göz önünde
bulundurulursa (sağ beyin için ise aksi geçerlidir), burada acaba ayrıca
soyutu rasyonalize etme yeteneğinden bahsetmiyor muyuz? Bu tabiî ki zamanın harekete
geçmiş devrelerini müzakere etmeyi arzulayan herhangi bir kişi için önemli bir
zihinsel önkoşuldur. Bize anlatıldığına göre, ilkel insanın sezgi yetileri
bizlerden çok daha gelişmiş idi; örneğin Avustralya yerlileri, birsürü eğitilmiş
insanın anlamakta güçlük çektiği zamansızhk anlayışına sahiplerdi ve hâlâ da
sahipler. Bu, zihinsel fonksiyonlar açısından acaba nasıl açıklanabilir?
Fonksiyonları, tıp bilim
adamları tarafından hâlâ tartışılan beynin, birsürü bölgesi vardır. Örneğin:
Art beyin: Rhombencephalon adını
taşıyan eınbriyonik beyin bölümünden, metencephalon, myelencephalon ve en
sonunda da beyincik ve soğanilik gelişir. Art beynin ilkel gelişim ile
ilişkisi, bazı araştırmacıları, onu bir taraftan kolektif şuurdışı (Dış Zaman?)
ile, öbür taraftan ise belirli içgüdüsel farkıııdalık modelleriyle bağlantı
kurmaya teşvik etti.
Linıbik Sistem: Bu sistem, yarı
daire şeklinde, beynin ortasında yer almıştır ve kendini koruma, üreme, korku
ve kızgınlık ifadeleri türünden basit faaliyetleri yönetir. Hafıza sistemi ve
fonksiyonları ve rüyalar ile de bir ilişkisi gözlenmiştir ve bu ilişki, bazı
araştırmacıların, psişe veya zihne, limbik sistem içinde yer tahsis etmelerine
yol açmıştır.
Talatnus: Yunanca bir kelime
olup,"gizli oda" anlamına
gelir. Bazı bilim adamları buna "eski beyin " veya
"sürüngen beyin" der. Yumurta şeklindeki iki tane kütleden
oluşur ve bunlar, (koku hariç) bütün duyulardan gelen sinir uyarılarını beyin korteksiııe
(kabuğuna) iletirler. Psikoanalist Dr. Eric Berne, bazı DDA yeteneklerini ve diğer psi becerilerini, aşırı derecede hassas olan talamus'a mal etmiştir. Sonradan Dr. Alexis Carrel şöyle
yazmıştır: "Normal olarak, talamasun esrarengiz güçleri, beyin korteksi (kabuğu)
tarafından bastırılmış ve ayak altına alınmıştır. Bilim, ilkel geçmişimizdeki
gizem perdesini kaldırırken, bizler de sadece
potansiyellerimizle bağlantı kurduğumuzu anlamaya başlıyoruz.
Altıncı hissin varoluşunun kesinliği, uzun zamandan beri uyku hâlinde bulunan zihin kabiliyetlerinin araştırılmasını, acil ve heyecan verici bir yükümlülük
hâline getiriyor. "(*)
Metafizik ve psikoloji, yıllardan beridir değişik isimler verilmiş olan insan şuurunun
değişik yanlarını kabul etmekte birleşirler. En popüler olanı, üçlü sınıflandırmadır:
içgüdüsel, Rasyonel
ve Sezgisel. İlki ya art beyne veya tala- musa, sonraki de limbik sisteme atfedilir. Son araştırmalar limbik aktivite ile atomaltı
dünyalar arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Oysa rasyonel sonuç çıkarma ile beynin sol yarım küresi
arasındaki ilişki, açıkça ortadadır.
Yukarıda anlatılanlardan gözleyebiliriz
ki, zamanın,
değişik yönlerinin anlaşılması, pekâlâ, insan beyninin limitleri dahilindedir. Ama birçoğumuz
henüz daha birey olmadığımızdan,
ya gerçek potansiyellerimizden tamamen
yoksun olarak ilkel, otonom bir zemin üzerinde fonksiyon gösteriyoruz ya da bizleri kontrol eden dışsal zihin tarafından yönetiliyoruz. Bu durum da, bu şeyleri kendimiz için
yapabileceğimiz gerçeğinin farkına varıncaya kadar devam eder; aynen hamile
bir kadının, karnında taşıdığı çocuğun fonksiyonlannı üstlenmeye
çocuk doğuncaya kadar devam etmesi gibi. Belki de kozmik realite şuuru içine do-
(*) M.Hop ’ e, fİ I ıe Psychology oj Ritual, s.
291.
ğuşumuz için zaman yaklaşmaktadır ve sancılarını
yaşayarak ve üstesinden gelerek, zamanın realitelerini bütün ima ettikleriyle idrak edeceğiz.
ZAMAN, ANTİMADDE ve PSİŞE
Bir öğrencimle yakınlarda yaptığım bir konuşmada bana, bir parçacığın,
antiparçacığı tarafından devre dışı bırakıldığı bir ortamda, madde/antimadde fenomenleri ile
metafiziksel bir paralel kurup kuramayacağım sorulmuştu. Parçacık ve antiparçacığın daha önce var olduğuna dair tek kanıt, oluşum
esnasında birikmiş olan küçük bir enerji cebiydi (yani gamma ışını) "Zaman Eğimleri,
Düğümleri, Kaymaları ve Kapsülleri" adlı bölüme bakınız). Paul Davi- es'e göre, bilim adamları şu
gerçekle şaşkına dönmüşlerdir: Evren, neredeyse %100 oranında maddeden oluşmuştur ve antimadde, yokluğu ile dikkati çekmektedir. Benim buna metafizik cevabım şu
olacaktır: Fiziksel varoluş
dünyalarına zincirli
olduğumuz sürece (Budistler buna "Karma Tekerleğine zincirli olma" veya benim
referans terminolojime göre ise ayru zaman devresinde dönüp durmak veya yukarı ve aşağı gitmektir), antibenliğimiz veya antiparçacığımız
ile karşılaşmamız
imkân dışıdır. Bunun sonucunda da, biz- lerin parçacık/dalga durumları, kendi yarılarıyle irtibatta olmadıklarından,
dokunulmamış olarak kalırlar.
Yine de, er ya da geç, psişelerimiz yeterince olgunlaşacak veya kozmik biçimde şuurlu
olacaklardır ve bizim, madde dünyalarını (özellikle maddî/fiziksel durum ile bağlantılı olan zaman devrelerini) terk
etmemize izin vereceklerdir. İşte o zaman bizlerin antiparçacığı, bir görüntüye bürünecektir. Bunun sonucunda da bizlerin parça-
cık/dalga durumu
yok olacak, kendini belirli bir şekilde veya belirli bir frekansta tezahür ettirme gereği kalmadı-
ğıııdan, sadece, fiziksel hayat okulundaki
öğrencilik kaydını gamma işareti şeklinde bırakacaktır. Parçalanışından önceki tam holograma eşit bir şekilde
görülecek olan
temel Öz, belki de antiparçacığmı elinde tutmaktadır. Bu elde tutuş da, kendi ikizinin madde
evrenleri içindeki yolculuklarından dönüşüne ve yeterli derecede aydınlanıp veya kozmik açıdan şuur sahibi olup, birleşmeyi hak edinceye kadar devam eder. Bu teori; Gnostik
Hristos/Sophia hikâyesinden, ayrılmış Nommo ikizlerinin semavî eşleri ile tekrar birleşmek için
giriştikleri ebedî arayış hakkmdaki Dogon inancına kadar değişen mistik öğretilerde ortaya atılmıştır. En sonunda, eşiyle
karşılaştığında ise, aşkın bireyselleşme- yi yaşar ve bir metafiziksel şuur olarak olgunlaşmış bir varlık olduktan sonra ise, tekrar dönmemek üzere madde dünyalarını terk ederler. Eskiler işte bu prensipten andro- jin (hem
eril hem de dişil olma) kavramını ortaya çıkarmışlardır ve hepimiz, başlangıçtaki bu birleşik durumdan ortaya çıkmışız ve en sonunda da ona döneceğiz.
ZAMAN ve "ALTINCI HİS"
"Benliklerimizin"; bazı bölümleri (Zohar'a göre dalga bölümü) Dış Zaman içinde
şuurluluk durumunu yaşarken, diğer
bölümleri (parçacık bölümü) madde dünyalarının gözlenebilen gerçekliğini tecrübe eden kuantum faktörleri
olduklarım varsayarsak,
şöyle bir varsayımda bulunmak acaba mantıklı olmaz mı? Bizlerin yerel olmayan dalga yanımız, bütün
diğer hayat biçimlerinin dalga yanları ile irtibat sağlayamaz mı? Kuantum mekaniği
göstermiştir ki, büyük bir mesafe içinde ayrı tutulmuş olsalar bile, belirli koşullar
altında, bir parçacık çifti birbirinden tamamen bağımsız olarak düşünülemez (bu, bir biçimde matematiksel olarak uygun biçimde ifade edilebilir). Aynı şekilde, Ver-
mont'taki Montpelier Üniversitesinde
gerçekleştirilen deneyler de ağaçların birbirleriyle irtibatta bulunduğu konusunda önemli bilimsel kanıtlar
sunmuştur. Buna
Rupert Sheldrake'in "morfik rezonans" teorisini de eklersek, görüntü daha net hâle gelir.
Bir yüzyıl önce saygın fizikçi Lord Kelvin, altıncı hisse inanıp
inanmadığı sorulduğunda, "inanıyorum" dediğinde çağdaşlarını
şaşırtmıştır. Hiç inanmadığı okült fenomenlere değinmiyordu tabiî ki. Onun tahminine göre, içimizde belki de manyetik alanları kavrayacak bir yetenek vardı. Radyasyon sonucu X-ışmları, gamma ışınları ve diğer kozmik fenomenlerden etkilendiğimiz
keşfedilirken, son araştırmalar da Kelvin’in fikrini teyit etmiştir.
Saygıdeğer profesörler, psi çeşidinden ekstra bir duyu hakkında, inançlarında değişiklikler yaptılar.
Örneğin John
Taylor, kendi deneylerinin kanıtları ile geçici olarak ikna olmuştu fakat bunun, bilim tarafından bilinen kuvvetler tarafından
açıkla- hamayacağı sebebiyle ilk görüşünden vazgeçti. Öbür taraftan Profesör John Hasted, The Metal Benders
(Metal Bükücüler) adlı kitabında psikokinezi hakkında bir dolu kanıt üretti. Oysa psikokinezi, psikolojik
fenomenlerin yalnızca bir örneğiydi. Birsürü bilim adamını kaygılandırması gereken (bu konuda tabiî ki metafizikçileri
de) soru şu olmalıdır:
Bütün bu cansız nesneler, durağan hayat biçimleri ve küçük
parçacıklar, eğer iletişim işiyle meşgul iseler, o zaman çizgilerimiz neden ve ne zaman kesişir? Cevap tabiî ki iletişim
hâlinde olmadıklarıdır. Öyleyse, niçin bu büyük gizem?
Benim inancımda olan birsürü bilim adamına göre, ruhsal/fiziksel, süperşuurlu/şuurlu
benliklerimiz (eğer tercih ederseniz, dalga/parçacık kuantum yanlan diyebilirsiniz), doğal olmayan bir biçimde
ayrılmışlardır. Seyyal bir ikiye bölünme oluşmuş ve fülen ikiye ayrılmışız. Bu,
asırlardan beridir felsefî, sosyolojik ve dinsel kaynaklar tarafından
gerçekleştirilen negatif programlama sonucu oluşmuştur; hele dinsel etki belki de çoğumuzda en ağır basan faktördür. Kendi dalga nitelikleriyle veya Dış Zaman dalga bantlarında hareket eden diğer zekâlar ile irtibata geçme eğilimi gösteren birkaç kişi;
hâkim felsefî veya ruhban akıma göre, ya iyi ya da kötü gitmiştir. Örneğin eski zamanlarda, kadın kâhinler
saygı görürlerdi ve hiçbir imparator, kral veya lider, böyle bir kâhine danışmaksızın
bir savaşa girmeyi göze alamazdı.
Hristiyanlık dalgaları dünyada yayılmaktayken, Engizisyonun parmağı hedefi buldu ve "Psi"ye
eğilim gösterdikleri gerekçesiyle milyonlarca masum insan korkunç şekilde
öldürüldü. Cadı avına bugün hâlâ devam edilmektedir; muğlak biçimde de olsa mistisizm, metafizik ve
hatta psikoloji ve bilim ile ilgilenen herhangi bir kişi, dinci fanatikler tarafından
"Şeytan ile işbirliği içinde" (ne anlama geliyorsa) bulunduğu
gerekçesiyle hâlâ suçlamyor.
Bilgisini ve farkındalığmı
genişletmesi için zihne hiç yer bırakmayan ve gezegenimizin yaşı ve nasıl var olduğu gibi saptanmış
gerçeklerin varlığını inkâr eden herhangi bir rejim veya inanç, özgürlük ve özgür irade adına sorgulanmalıdır. Kabul etmemiz gerekir ki, insanların kendi inançlarına sahip olmaya hakları vardır;
fakat bu inançları hile veya zorla başkalarına kabul ettirmeye gelince, bunun bir mesafesi olmalıdır. Öyle
zannediyorum ki,
şu cümleyi söyleyen, en son Amerikan başkanlarmdan biri idi: "Diğer herkesin özgürlüğü,
yüzümün on beş santim ötesinde, durur."
ZAMAN ve ÖZGÜR İRADE
Özgür irade sorusu, geçmişte ve şu anda, bilhassa Fransız filozofu Henri Louis Bergson
(1859-1941) gibi bir-
sürü büyük düşünür için bir mücadele alanı
oluşturmuştur. Prof. Bergson'un felsefesinin ana teması, hayat gücü ile maddî dünya
arasındaki zıtlıktır ve bu teoriyi, çok iyi bilinen Time and Free Will (Zaman ve Özgür İrade)
adlı eserinde ileriye
sürmüştür. Ayrıca, insanın gerçeği kavramasında, rasyonel zekâya muhalefet eden sezgiye de önemli bir rol yüklemiştir. Bergson şöyle diyordu:
... iki ayrı benlik. Bunlardan biri diğerinin
dış projeksiyonu, uzamsal ve sosyal temsilcisidir. Birincisine derin iç gözlemi sonucunda ulaşırız ve bu, canlı şeyler
olarak bizleri, iç hâllerimizi; sürekli oluşan ve ölçüye vurulamayan hâller olarak algılamamıza
götürür. Bu hâller birbirlerinin içinden geçer ve bunların birbirini zaman içinde takip etmelerinin, homojen uzay içindeki
bitişme ile hiçbir ortak noktası yoktur. Fakat kendimizi kavradığımız
anlar çok seyrektir ve dolayısıyla
çok seyrek
olarak özgiiriizdür. Kendimiz dışında yaşadığımız zamanın büyük bölümünde,
kendimizden çok ender olarak herhangi bir şey algılayabiliriz; yalnızca kendi hayaletimiz olan, homojen
uzay içinde saf şiire projeleri olan renksiz bir gölgeyi
algılayabiliriz. Hayatlarımız, zaman içinden ziyade uzay içinde
yayıldığından, bizler kendimizden çok dış dünya için yaşarız;
düşünmekten çok konuşuyoruz; hareket etmekten çok " hareket ettiriliyoruz". Özgür bir şekilde hareket etmek, bir kimsenin kendi
hâkimiyetini tekrar elde etmesi ve kusursuz bir sürece tekrar geri gelmesidir.(*)
Bu pasajında Bergson, yarıuyamk olan bireyselleşmemiş
kişinin hem dış
manipülasyonunu (aldanmasını) hem de bazıları tarafından birkaç kişinin isteklerinin diğer bir- sürü insan üzerine empoze edilmesi sonucu ortaya çıkmış olarak görülen şuur ve süperşuur benlikleri arasındaki ay- nmı özetler. Acaba bir kez enkarne olduktan
sonra gerçekte ne kadar özgür iradeye sahibizdir? Bu konudaki görüşler doğal olarak çeşitlilik arz eder. Bir ezoterik düşünce
(*) H.L.Bergson, T/mtf atid Free
Will, s. 231-2.
okuluna göre, özgür irademiz, enkarnasyona
girmemizden önce tatbik edilir. Bu konu üzerinde fikri sorulan, şu, teorik kedisi çok ünlü olan Erwin Schrödinger şöyle
yazmıştı:
Belki de ilân edilmiş olan belirsizlik; Tabiat
Kanununun belirlenmemiş olarak bıraktığı olayları özgür iradenin belirlemesi biçiminde bir boşluğa
özgür iradenin adım atmasını sağlar. Bu umut, ilk bakışta,
açık ve anlaşılabilirdir.(*)
Schrödinger, gerçekten de bu konu üzerinde, daha önce adı geçmiş olan Kuantınıı
Soruları'nda yer almış olan ve Neden Fizik Konuşmuyoruz adını taşıyan
yazıda, geniş bir şekilde yorumda bulunmuştur.
Determinist evren görüşü, bütün şeylerde önceden
saptanmış model
fikrine yatkındır ve bu, astrolojide teyit edilmiş gibidir; gezegenlerin doğumdaki pozisyonu, belirli bir hayatta ne
olacağı konusunda belirleyici bir faktördür. Öbür taraftan birsürü astrolog, doğum
haritasını, bu hayatın krokisine (karma) uygun birtakım
araçlar şeklinde görürler; biz bunu ya geliştirir ve dikkatlice kullanırız veya ihmal eder ve karmik sonuçlarına
katlanırız. Ne de
olsa, sağlığımıza olumsuz yönde etki ettiği kesin olan uyuşturucu, alkol ve yiyeceklere hayır diyebilme özgür iradesine sahibiz. Her ne kadar kibar, müşfik veya vahşi ve kötü olmayı
seçebilirsek de, Bergson'un gözlemlerine göre, çoğumuz bu hakkı kullanmakta başarısızız
çünki yakın ihtiyaçlarımızın ötesinde düşünecek derecede şuurlu
değilizdir.
Herhangi bir inancın, disiplinin veya eylemin seçilmesinde uygulayabileceğimiz düşünce
güçlerimiz konusundaki belirleyici faktör, içinde doğduğumuz veya üstlenmeyi seçtiğimiz şu andaki müştereklerin
içinde ağır basan eğilimlerdir. Kolektif davranış psikolojisi, diğer kitaplarda üzerinde yorumda bulunduğum bir konudur. Fakat zaman ve özgür irade ile bağlantılı olarak şunu söylemek ye- terlidir ki, birsürü insan kendini, kolektivizmm
hapseden (*) Quantum Qucstions, Editör K.Wilmer, s. 80.
ve bazen de boğan bağlarından kurtarmayı başaramaz.
Bireyselliklerini tatbik edecek yerde, kolektif olarak hareket ederler; halbuki bireyselleşmiş
kişilik, kalabalıktan gerekli kopuşu başarır ve kendi özgür irade ifadesini kurar ve böylece zaman enerjileriyle uzlaşır. Kolektif düşünce ve hareket fenomeni, birsürü meşhur bilim adamı ve psikolog tarafından
gözlenilmiş ve üzerinde yorum yapılmıştır. Bunlar arasında Lyall YVatsoıı, Elias Canetti ve Rupert
Sheldrake'i belirtebiliriz.
Aynı zamanda öyle
görünmektedir ki zamanın saati, mecazî anlamda saati çalarak bildirir ve yalnızca belirli aralıklarda, bu belirli hayat için seçilmiş olan krokiyi bizle- re hatırlatır. Aradaki altmış dakika içinde ne yapacağımız,
özgür irademize bağlıdır - bu ayrıcalığı
kullanmayı seçtiğimizi varsayarsak. Ve önhayatımız (dalga-benliğimiz?) biz- lere önemli bir karar almayı veya belirli bir zamanda bedenlerimizi boşaltmayı emrederse, zamanın çanları
uygun biçimde
çalacaktır.
ZAMAN BEDENLERİ
Ezoterizm öğrencileri, bilim adamlarını
rahatsız eden bir
kelime anlamları dizisini kullanmaya eğilim göstermişlerdir, halbuki sıra kuantum dünyalarına gelince, her ikisi de temelde aynı şeyleri
söylüyor hâle geldiler. Gençliğimde bana, fiziksel bedenin eterik, astral, mantal, kozal
ve ruhsal karşılıklarının bulunduğu söyleniyordu ve bunlara, bizim madde diye adlandırdığımız,
donmuş enerji sınırlan
dışındaki birsürü varoluş plânlarıyla iletişimde bulunmak için ihtiyaç
vardı. Aslında, bu gizli "bedenlerin" tam bir dizisi kendilerini değişik mistik öğretilerde ortaya çıkarmışlardır.
Örneğin Eski Mısır'ın Sahu, Khu, Ba ve Ka'sı.
Bu ayrımlarla ilgili olarak genelde kabul edilmiş olan
metafiziksel görüşe hiçbir zaman inanmadım ve bunlan; psişenin başka boyutlarda, zaman bölgelerinde veya paralel evrenlerdeki tezahürlerine uygun referans deyimleri olarak görmeye
eğilimliydim. Oysa bu konudaki eski Mısır Ammonit öğretileri, kuantum dünyalarından gelen kanıtların
ışığında, anlam
ifade ediyor gibidir. Yani nasıl burada, dünyada ayrımlar varsa, hiç şüphe yok ki, uzay-zaman içinde de farklılıklar
vardır. Hepimiz
bireysellikleri değişmesi pek mümkün olmayan bireysel varlıklarız,
çünki dal-
ga-benliklerimiz ya uzaktaki bir galaksiyle ya da Stonehen- ge'deki monolitler
ile iletişimde bulunuyor diye değişmesi pek muhtemel değildir!
Benim kavradığım kadarıyla, evren içinde, sonsuz bir frekans aralığı var. Burada, Big Bang ile bağlantılı
görünebilir evrene değinmiyorum. Daha ziyade bizlere tek başına bir parça şeklinde
görünmeyen (ve dolayısıyla diyalektik düşünürler
tarafından reddedilen)
ama benliklerimiz veya kuantum-dalga yönlerimizin, üzerinde anlaşmaya
varabilecekleri bütün bu seyyal boyutlara değiniyorum.
Ammonitler ile fikir birliği içinde
olduğum nokta, bu
ayrıcalığı kullanma yeteneğimizin, kozmik farkmdalık seviyemize bağlı bulunmasıdır veya Ammonitlerin ifade edebileceği gibi, kendi becerilerimizle Khu,
Sahu veya Ba'yı kazanıp kazanmadığımızdır. Sonuçta, bunların hepsi de aynı şeyi
oluştururlar.
Yukarıda belirtilmiş olan evrensel çok-frekanslılıklar
arasındaki temel ayırıcı
faktörün, hız olduğu görülmektedir; ve parçacıklar, bazı seviyelerde diğer seviyelerdekin- den daha hızlı hareket etmektedirler. Bu teoriyi
kanıtlayacak bilimsel kanıta şu anda sahip değilim fakat aklıma şu geliyor: Bir atom veya parçacık ne kadar hızlı hareket ederse, frekansı o kadar ince ve o kadar algılanamaz olur. Dolayısıyla
süratli hareket
eden frekanslar ile irtibatta olabil-
mek için, çok ileri derecede bulunan bir duyarlılık
gereklidir; oysa sağ ve sol beyin yarım küreleri
arasındaki gerçekten sağlam bir birlik (yoksa bireyselleşme mi?), doğru bir bilginin bu ince dalga bantlarından,
"gerçek" düpya ile bağlantılı daha yoğun madde bedenlerine taşınması için bir önkoşuldur. Buna semantik problemini de
eklersek (uygun referans deyimleri olmaksızın soyut olanı nasıl tarif edebiliriz), o zaman psişizm ve dinsel ilham adına neden bu kadar karışık
kavramların ortaya atıldığını anlamak kolaylaşır. Görebildiğim kadarıyla bilim, özellikle bilgisayar ve kaos araştırmaları alanlarmda, kendi dağarcığına itaatle katkıda
bulunmaktadır.
Belirli bir inancın veya felsefî düşünce
okulunun bir sempatizanının,
değiştirilmiş şuur hâlleri altındayken, kendi tecrübelerini bu inancın prensiplerine bağlama eğiliminde olması kulağa anlamlı gelmektedir. Örneğin bir Pagan, güzel bir kadın "vizyonu" ile karşılaştığında,
bunu hemen Dünya Ana, İsis veya Demeter ile ilişkilendirecektir;
eğer bu kişi Cadılar
kültünde ise, o
zaman "vizyon" Aradia veya Artemis olacaktır. Katolik biri Hazreti Meryem tarafından ziyaret edildiğine yemin edecek; Hindu ise, kendini gösteren Sarasvati'nin varlığından bahsedecektir. Görünen o ki, Dış Zaman tecrübelerimizin
tualini, maddî uygunluk boyaları ile renklendiriyoruz. Bütün bunlar, bir kişinin
"uygunluğunun" birdenbire bir dogmalar dizisi biçiminde diğerlerinin üzerine
çullanmasına kadar iyi ve güzel şeylerdir. Ve bu, bizleri dikenli bir polemik konusuna getiriyor - tutucu din.
DİN ve UZAY-ZAMAN
Mısırlı Ammonitlerin tarifine göre din, "gerçekte,
bir kişiye, seçmiş
bulunduğu hedeflerinin
gerçekleşmesinde
yardımcı olan günlük aksiyonlar, düşünceler rejimidir..." (*); aynı zamanda dinin, grup iştirakinden
oluşan'bir seremoniden çok, hem bireysel hem da grup tecrübesi olduğunu ve ağırlığın bireyde bulunduğunu da dikkatle vurgulamaktadırlar.
Bu, dualarını
papağan gibi
tekrarlayan, kullandıkları metinlerin orijinlerine ve anlamlarına ne dikkat eden ne de ilgi duyan, popüler Batı dinsel seremonilerindeki katılımcılardan çok değişiktir. Bütün
dinler, zaman içinde belli bir noktada kurulmuştur ve eğer bir kimse, bu oluşumla aynı zamana düşen tarihsel olaylara bir göz atarsa, başarılarının arkasındaki sebep açıkça ortaya çıkar. Fakat zaman ilerliyor ve dünya koşulları
değişiyor. Her ne
kadar belirli temel ilkeler, Aldebaran, Sirius, Orion bölgelerinde geçerli iseler de, asırlar önce
dünya üzerinde konulmuş olan kural ve düzenlemelere uyum sağlamaları pek muhtemel değildir.
Dine değinmenin ortaya çıkarttığı soru, "Tanrı",,
bütün bunların neresine uymaktadır sorusudur. Guardian gazetesinde düzenli yayınlanan İnançla Baş
Başa adlı yazıda (28 Mayıs 1990), psikolojik danışman Dr. James Hemming bazı
olasılıkları araştırdı. Bunlar arasında, uzaya uygun biçimde adımımızı attığımızda bulabileceğimiz imkânların ne olabileceğinin
yanı sıra, değişik dünya dinleri liderlerine yöneltilmiş etkileyici sorular da vardı. Ayrıca
başka yerlerde hayat bulunma olasılıklarının matematiksel olarak kısaldığı ve dünya dışı
hayatın var olduğuna karşı
iddiaların yavaşça çökmekte olduğu üzerinde yorumda bulundu. Kendini
kopyalayan molekül, artık, sağlıklı ve şartlar uygun olduğunda gelişme olasılığı yüksek
biçimde görülmektedir. Sir James Lovelock ve onun görüşlerini paylaşanlar, ilk hayat geliştiğinde, onun, daha ileri gelişimi için gerekli atmosferi ortaya çıkardığım savunurlar ve böylelik-
(‘) The Ammonite Teachiııgs.
le hayatın aksi yöndeki gezegensel şartlar altında
gelişe- meyeceği fikrine karşı çıkarlar. Buradan çıkan sonuç, hayatın, kozmosta potansiyel hâlde olduğu ve değişik yer ve şekillerde ortaya çıkabileceği
olasılığının yüksek olduğudur.
Kopernik, Kepler ve Galile'nin buluşları,
dünyayı, teologların desteklediğinden daha değişik bir perspektif içinde gösterdiklerinde, meydana gelen zulümleri göz
önünde bulunduran Dr.
Hemming (hiç şüphe yok ki daha birçoğu) doğal olarak şu soruyu soruyor: Günümüz teolojisi, dünyanın,
birçok dinin asırlardan beri inandığı
biçimde "Bir
ve Tek İlâh"ın imtiyazlı rehberliğinde olan eşiz bir yer olmadığı fikriyle nasıl başa
çıkabilir? Hemming,
bu konuyu, değişik büyük dinlerin temsilcileriyle konuştu. Bir din adamı, diğer
dünyaların da "kurtuluş"
kavramı içinde bulunabileceği olasılığı konusunda şaşkına döndü; diğer bir Hristi- yan inancının temsilcisi ise şöyle bir görüş belirtti: Dünya belki de kutsal bir sırrın ortaya çıkarılması için
seçildi ve
"iyi haberleri" etraftaki galaksilere ve evrendeki diğer yerlere taşıma
yükümlülüğünü taşıyordu.
Roma Katolik görüş ise, dünyanın,
kurtuluşa ihtiyaç duyan düşmüş bir gezegen olduğunu ve böylece, başka dünyalara yapılacak bu türden bir ziyaretin, o gezegenlerin de düşmüş olup olmadıkları fikrine bağlı olduğu
etrafında odaklaşır. Bir Musevî din lideri ise, bu diğer dünyaların "Tanrı'mn.yüce
ihtişamına katkıda bulunduğu" fikrine katılıp, Musevî inancının zaten her zaman için kozmik bir yönelime sahip olduğunu ileri sürmüştür.
Musevîlerin seçilmiş bir ırk oldukları konusunda hiçbir problemi yoktu çünki bu sadece, dünya
üzerindeki belirli
bir yükümlülüğe değiniyordu. İslâm dininin temsilcisi de ortada bir problem görmeyip, Musevî dini lidere katılarak,
İslâmî inancın da her zaman bakış açısının kozmik olduğu görüşünü ileri
sürmüştür. Oysa Hemming'in, İslâmırı, Peygamberin (Hz. Muhammed) değişik
versiyonlarının, değişik dünyalarda tezahürünü kabul edip etmeyeceği konusunda şüpheleri
vardı. Hemming yazışım şu
sözlerle bitiriyor:
Kolejlerin ve ilahiyat fakültelerinin
çatılarının altında, çağdaş sorulara ne türden çözümler ortaya atılırsa
atılsın, bunlar sıradan insanlar tarafından paylaşılmıyor. Bu insanlar geleneksel dogmalarla baş başa
bırakılmışlar ve önlerinde yeni bir kozmos görüşü
açılıyor ama bununla, dogma birbirine pek de uymuyor. Çözüm, tabiî
ki dogmaların
çoğunun atalardan kalmış olduğunu kabul etmek ve bunun yerine büyük dinlerin pozitif öğretilerine yönelmektir.
Örneğin, İnciller, kötü ve cehennem ateşi eklerinden arındığında,
Yeryüzü gezegenini korumanın kaçınılmaz yükümlülüğüne sahip bir nesil için bilgelik gösteren zenginliktedir. Acaba dogmayı dogma ile karşı
karşıya getirmeyi bırakıp, uzay içindeki küçük ve güzel
adamızdaki hayat kalitesini yükseltme zamanı gelmedi mi?(*)
Çok cesur sözler bunlar, Dr. Hemming ama korkarım ki dogma duvarlarının temellerini sarsmak çok zordur; bu, özellikle, bu türden esnemeyen ve aşırı inançlar,
kalplerinde ve
zihinlerinde temel bir psikolojik malzeme oluşturan kişiler için geçerlidir.
ZAMAN ve TANRI
Sir James Jeans, evrene, bir Büyük Düşünce
demektedir. Diğer bilim adamları ise, evreni, bir zaman makinesi
veya büyük bir bilgisayar şeklinde görmüşlerdir. Eğer bütün hayatın merkezinde bir Zekânın var olduğunu varsayarsak, onun Doğası nedir acaba? Bu gerçekte,
hiçbirimizin kesin olarak bilmediği bir şeydir. Bu bir düalizm (iki- (*) The Guardian 28 Mayıs 1990.
lik) - sürekli bir çarpışma içinde
olan Kaos ve Düzen - olarak görülmüştür ve bu, belirli bir dereceye kadar
kuantum dünyaları hakkındaki bilgimiz ile uyum içindedir. Kaos yanı, Belirsizlik Prensibi veya dalga yanı ile eşittir ve Düzen de, parçacık veya parçacıkların
gözlenebilen tezahürleri ile eşittir. (Ama Zaman da aynı şekilde hareket eder! Bu konudan ilerki bölümde daha fazla bahsedeceğiz.) O, her ne ise veya her nerede
ise, şu varsayımda bulunmak mantıklı görünüyor: Bu, bütün sonsuz evrenlerin içinde bulunan şeyleri
içermeli veya en azından bunlara anında
erişebilmelidir.
Çocukluğumda, Tanrı'ya neden her zaman eril bağlamda değinildiğini merak etmişimdir. Bize söylendiğine
göre o, bizlerin babası idi. "O zaman annemiz
kimdir?" diye sorduğumda, bana verilen cevap "Anne yoktur, yalnızca Baba Tanrı
vardır." olmuştu. "Fakat bu mantık dışı!" diye itirazda bulundum. Bunu söylediğim için
ceza aldım ve bana "şeytanî bir zihnim" olduğu
söylendi. Başka bir deyişle, kurulmuş olan inançları sorgulamak cüretinde bulunmuştum. Feministler, Yüce Varlığın dişil olduğuna inanırlar. Bu görüşlerini desteklemek üzere, tutucu bünyelerin eril fikrini desteklemek için
sunduklarından daha mantıklı kanıtlar ileri sürerler. Fakat sonuçta,
hiçbirimiz bunu gerçekten bilmiyoruz ve ne olacağını beklemek ve görmek, bence en iyi yoldur. Ölümden hiçbir korkum yok ve Zaman kapımı çaldığında, merakla ve yaşlı dadımın
öğüdünü izleyerek
"kara deliğe" gireceğim: "En iyisini ümit et, en kötüsünü bekle ve geleni al!"
Olayların tesadüf yanlan -alternatif olasılık dünyaları-
kuantum mekaniği ve istatistiksel olasılık. Hepsi ayrılmaz bir şekilde
birbiriyle iç içe geçmiştir...
JOHN
GRIBBIN (*)
Bu kitabın daha önceki
bölümlerinde, gerçek doğalarını açıklamaksızın zaman enerjilerinin fiziksel,
psikolojik, doğa ötesi ve aşkın tezahürlerinin birkaçına değindim. Büyük
Birleşik Teorinin olasılığım düşündüğümüzde; kütle çekimsel, elektromanyetik ve
nükleer alanlardan kaçınılmaz olarak söz edildi ama bunların her biri, çeşitli
süreçleri esnasında zamanı gerçekten kullanmakta mıdırlar? Herhangi bir kesin
sonuca ulaşmazdan önce, zamanın madde üzerindeki açık etkilerine yakından bir
göz atalım ve ayrıca enerjilerinin, şuuraltı ve süperşuurun daha az algılanabilen
fakat eşit derecede ilgili alanlarına değinelim.
ZAMAN ve MADDE
Ana rahmine düştükten doğuma
kadarki 9 aylık bir süre içinde, küçük bir cenin, yeni bir insan şekline dönüşür.
Tıpkı bütün diğer hayat biçimlerinde olduğu üzere, doğal olarak gebelik
dönemleri her türde değişiklik arz eder. Doğar doğmaz büyümeye başlarız ve
sağlığımız mü-
(1) J.Gribbin, Tiıııeıvarps,
s.158.
saade ettiği sürece zamanın sarkacı ile birlikte dengenin en uç noktasına kadar gideriz ve bu, bizlere tam
bir olgunluğun güç ve enerjisini bahşeder. Bugün kuantum mekaniğinin kabul ettiğine göre,
bütün parçacıklar gerçekte dalgalardır ve bir parçacığın enerjisi ne kadar yüksek ise, karşılık
teşkil eden dalganın
uzunluğu da o
kadar kısadır. (*) Bunu metafizik diline aktaracak olursak, şu anlama gelir: Ne kadar
materyalist olursak, üstün veya aşkın
benliklerimizin varlığının
farkına o kadar
az varırız. Zaten genelde bizim en iyi fiziksel (parçacık yönelimli mi?) günlerine karşılık
teşkil eden hayatlarımızın "rasyonel" veya orta dönemi, genellikle dünya işlerine en fazla girmiş
bulunduğumuz zamandır. Ancak sarkaç,
"düzenin" en uç noktasına ulaştığında, kaosa doğru geriye gitmeye başlar. Eski zamanların bilgeleri gözlemlerinde;
çocukluk ve ilk gençliğin
içgüdüsel yeteneklerimizin
gelişimi ile, olgunluk ve orta yaşın rasyonelliğimiz ile ve ileri yaşın da sezginin işgali ile (gerçek mistikler, istisnadırlar)
tesadüf ettiğine çok çabuk dikkat etmişlerdi. Dişil-yönelimli toplumlarda bu aşamalar; Bakire, Ana ve Kocakarı
şeklinde ele alınmıştır.
Doğduğumuz andan itibaren zamanın enerjisi ile karşı karşıya geliriz ve kurtuluşa
ulaşmak için de zamanı itmemiz gerekmektedir. Eğer bunu yapmayı
başaramazsak o zaman ölüm bizi otomatik olarak zamansızlığa götürür ve burada "beyaz bir deliğin"
içine yerleşip madde dünyasında ortaya çıkıncaya kadar kalırız. Ve böylece
mücadelelerimize devam ederiz ve bir süre için zaman ile karşılaşmamız bizleri canlandırır. Aynen galip geldiği bir savaş alanından
gelen genç bir savaşçı gibi, gençliğimizin ve olgunluğumuzun
en parlak döneminde yeriz, içeriz ve mutlu oluruz. İşte sürekli bir itiş kakıştan yorgun olduğumuz bir an, kaçınılmaz olarak zaman gelir ve bizlere yavaşça
(*) S.Hawking, A Brief
History of Time, s. 65-6.
hâkim olur. Bedenlerimizin molekül
yapısını aşamalı olarak gevşetip, "ileri yaş" dediğimiz şekle dönüştürür. Zamanın strateji kurnazı yaşlı generali olan entropi, en sonunda
galip gelir ve bedenlerimizi oluşturan molekül yapı, atomlar ve parçacıklar, tekrar dönüşüm için evrene dönerler ve psişemiz veya parçacık/dalga
yanımız tekrar zamansızlık durumuna girer. Hangi açıdan
bakarsanız bakın, bütün oluşum içindeki hâkim faktör, zamandır.
Fiziksel koşullara bağlı olarak zaman enerjileri, farklı yoğunluk
arz ederler. Büyük
Birleştirici Teori için büim tarafından uygun adaylar olarak düşünülen ana güç kaynakları
-kütle çekimi, nükleer enerji ve elektrodinamik-, belirli bir andaki maddenin hayat süresi için belirleyici faktörlerdir. Lederman ve Schramm dört katlı bir bölüm öneriyorlar. Daha önce bir gezegenin dışında, güçlü bir çekim alanında,
uzay aracının içinde
bulunan bir kişinin, bu gezegenin yüzeyine yaklaşan oğlundan daha yavaş
ihtiyarladığını görmüştük. Aynı şekilde nükleer veya elektromanyetik enerjiler, çılgın bir şekilde serbest bırakıldıklarında,
hayata etkileri korkunç olur. Aynı zamanda bu enerji kaynaklarının uygun bir şekilde
kullanıldıklarında nasıl yararlı olabileceklerini düşünelim. Dolayısıyla enerjinin bu tezahürlerini, zamanın "oluşları", zaman ordusundaki kıdemli memurlar veya aynen Yunan tanrıçaları Temis ve Nemesis gibi hem adaleti hem de cezayı dağıtan zaman hizmetçileri olarak düşünelim. Zaten, gezegenimizin tarihinin göstereceği
üzere, doğa kanunlarının ihlâli er veya geç zamanın hiddetine yol açar.
Daha teknik düşünenler için, bu aşamada belirtmek gerekir ki, genel
olarak zamanla veya fizikle ilişkili olarak kuantum mekaniğinin, evrensel bir rol modeli olarak geçerliliği konusunda bütün bilim adamları memnun değildirler. Bunlar arasında en ünlüsü Oxford matematikçisi
Roger Penrose'dir. Bu matematikçi,
düşüncesini kara deliklerin ve kozmolojinin ayrıntılı incelemelerine dayandırır:
Kııantum mekaniğinin mevcut geleneksei formülasyonu
konusunda çok derin bir tatminsizlik var; formülasyon iki adet tamamen ayrı evrim modelini barındırıyor:
Biri Schrödinger'in
denklemine göre tamamen determinist, diğeri ise olasılığa
dayanan bir çöküş. Geleneksel teorinin en büyük
zayıflığı, kişiye, bir evrimsel şeklin bir diğerine muhtemelen ne zaman yol açacağını
söylemiyor olmasıdır. Tek söylediği, bir gözlem yapılmazdan önce, oluşacak olmasıdır... Eğer
haklıysam, o zaman Schrödinger' in denklemi bir şekilde
düzeltilmelidir.(*)
Penrose ayrıca, kütle çekiminin, dalga fonksiyonunun yok olmasında bir rol oynadığı konusuna tamamıyla yeni bir öneri getirir. Bu öneriyi kabul etmekte hiçbir zorluk çekmiyorum; zaten bu öneri, zamanın,
bir enerji
olarak metafizikse! bir kavram olmasına müdahale etmez, hatta kıymetini
arttırır. Kütle çekiminin etkisi, maddeyi kesinlikle ön plâna çıkarmaktadır. Dolayısıyla çekim ne kadar güçlü olursa, metafiziksel veya
psikolojik karşılıkları anlamında ele alındığında, parçacık ve dalga fonksiyonu arasmda uçurum da o kadar geniş olur. Yani zaman, bizleri madde dünyasında
hapsettiğinde, madde ne kadar yoğun ise, aşkın benliklerimiz ile temasta bulunma
olasüığı da o kadar azdır. Ancak zaman, değişik yoğunluklarda tecrübelerde bulunmamızı da emrettiğinden,
bütünsel gelişmemiz için bu izolasyon gerekli olduğunda, evrimsel devirlerimiz içinde açık bir şekilde periyotlar bulunmalıdır.
Zaman konusunda Ilya Prigogine şu yorumda bulunmuştur: "Belirli bir bilgi birliğine mi ulaştık yoksa bilim, çelişkili
öneriler üzerine dayanan değişik parçalara mı ayrılmıştır? Bu türden sorular bizleri, zamanın rolünü daha iyi bir şekilde anlamaya götürecektir."
(**) Penrose gibi, (*) P.Davies, The
Cosmic Blueprinl, s.171.
(2)
) P.Coveney ve R.Highfield, The
Arrow of Time, s.293.
Prigogine de belirli kuantum teorilerini sorgular. Fiziğin mikroskopik kanunlarını
değiştirmek için bir öneri sunarken şunları vurgular: "...Mekanik kanunlarının tabiatında bulunan zaman simetrisi, formüle edildikleri üzere, karmaşıklığın
zaman-asimetrik büyümesinden asla sorumlu olmayacaklarını
ima
etmektedir." (*) Buna karşılık, dinamik yasalarında bir değişikliği
önermektedir. Burada ku- antum mekaniği hatırlatan, yaradılıştaki indeterminizmi sunuyor ama biraz
daha ileriye giderek, açıkça zamanı asimetrik bir şekilde ele alıyor. (**) Basit bir dille söyleyecek olursak, atomaltı dünya ile bağlantılı olan kaos, en sonunda kendi kendini organize
etmektedir. Oysa bu oluşum esnasında, zaman okuna bağlı olarak, hem simetrik hem asimetrik veya ya simetrik ya asimetrik
olarak görülebilir. Zaman, dolayısıyla, gözlenebilenden ezoterik olana kadar bütün
dünyalara hükmeder çünki açık bir şekilde, kaos-dü- zen sarkacının
gidiş gelişlerini kontrol eder.
Zaman, saatlerimiz aracılığıyla
hayatlarımıza hükmeder. Saatlerimiz de, Dünya'nın kendi ana yıldızına bağlı
olaraktan gerçekleştirdiği
hareketlerine dayanır. Bu ana yıldızın enerjileri de zaman kaynaklıdır
çünki bizler gibi
"General" Entropi'nin emri altındadır! Kaçınılmaz bir şekilde zaman, ayrı bir parçacık
şeklinde mi (maddî dünya)
tezahür edeceğimiz veya zamansızlığın dalga hapishanesinde mi kalacağımız konusunda karar verir. Bütün zamanın bir olduğu belirli bir frekansı
varsaydığımızda, bizlere somut şekilde olmamızı emreden çekimin bulunduğu ayrı bir zaman cebine takılıp
kaldığımızda, işte o zaman, kendimizi ve çevremizdeki evreni katı ve göze çarpan bir şekilde gözleyebiliriz. Frekansı
değiştirdiğimizde, her şey tekrardan Birlik hâline dönüşür. Bilim adamlarının ve sokaktaki adamın zihinlerini her şeyin birliği
kavramına açan ki-
(») P.Davies, The Cusmic
Blueprinl, s.155.
(*») a.g.e. s.155.
şi olan Fritjof Capra, satış rekorları
kıran The Tao
of Physics (Fiziğin Taosu) adlı kitabında şunları yazmıştır:
Doğu dünya görüşünün en önemli
özelliği -özü de diyebiliriz-; birliğe ve biilün şeylerin ve olayların
karşılıklı bağlantısına ait bir şuurluluk dünyadaki bütün fenomenlerin, temel bir birliğin
tezahürleri olduğuna dair bir farkındalıktır. Bütün şeyler, kozmik bütünün, birbirine bağlı ve ayrılabilen
parçaları, aynı nihaî realitenin farklı tezahürleri olarak görülmüştürX[24])
ZAMANIN BOYUTLARI
Son yıllarda, zamanın, bildiğimizden çok daha fazla boyutları
bulunduğu olasılığı hakkında değişik teoriler ileri sürüldü. Bazı araştırmacılar
tarafından (on bir
veya on iki kişi) birkaç yıl önce bu teoriler (on bir veya on iki adettir) ileriye sürülmüştür fakat böyle
önermeleri vasıflandıran belirli evrakları bulamadım ve dolayısıyla, bu türden iddialar şimdilik
spekülasyon olarak kalacaktır. Kara deliklerde var olduğuna
inanılan zamansızlık durumları, her ne kadar tanınabilen enerji alanlarının
tezahürü olarak görünmese de, bu, gerçekten uzak olamaz. Benim ulaştığım
sonuçlara göre zaman, bütün diğer enerji kaynaklan gibi
yükselme-gözlenebilir mod-İç Zaman
azalma-görülemez mod-Dış Zaman
sinüs dalgalarında fonksiyon
gösterir; hızlanmış veya parçacık modu gözlemlenebilen ve de yavaşlamış veya
dalga modu ise "zamansızlık" olarak görünür ve kendi enerjilerinin daha
az algılanan (veya algılanamayan) yanıdır.
Zamanın, büyük bir frekans
değişikliği gerçekleştirdiği ve bir modun diğerine yol verdiği nokta (merkezî
çizgi ile temsil edilmiştir), bilim kurgu yazarlarının söylemekten hoşlandığı
gibi ışık hızı ile veya "eğim hızı" ile eşit olabilir.
ZAMAN ve ZİHİN
Zihin ve şuur, mekanik yönelimli
bilim adamlarmı rahatsız edeceği kesin olan iki deyimdir. "Enerji"
deyiminin zaman ile ilişkili kullanımı da (ki bu kullanım fiziksel bilimler
ile bağlantısında tartışmalı bir niteliğe bürünür) aynı şekildedir; bunun
sebebi de fizikçi için anlamının, tıp pratisyenine, metafizikçiye veya sıradan
bir insana göre değişik olmasıdır. Peki, bütünsel açıdan bakıldığında, acaba
bu ayrımlar geçerli midir? Cevabım hayır. Bilim adamları belki de katı fizik
kuralları içinde enerjiyi tarif edebilirler; fakat ayrıca bireyler, hayvanlar,
bitkiler vs. tarafından yayılan kişisel enerjiler, parapsikologlar tarafından
ispatlanmış psikokinetik (PK) ve birleşik enerji alanları vardır. Benim anladığım
kadarıyla, hepsi aynı olup, değişik frekanslarda fonksiyon gösterirler.
Eleştirilerden kurtulmak amacı ile kabul edilmiş ayrımları tanımaya hazırım ve
bu deyimi katı bir şekilde kullanmadığımı da kabul ediyorum. Aynı şey, bu
çalışmanın ana hipotezi için de geçerlidir; belki me- tafiziksel olarak bir
anlam ifade eder fakat fiziksel bilimin kabul edilmiş kalıbı içine girmez. Eğer
bir enerji olarak zamanın, bilimin mevcut bünyesi içinde olduğu ispat edilebilseydi,
bu kitap için duyulan ihtiyaç ortadan kalkardı ve hiç şüphe yok ki, bazı mutlu
bilim adamları, gururlu bir
şekilde Nobel ödüllerini
gösterirlerdi.
"Zihin" ve "şuur"
ile ilgili
olarak kuantum teorisyeni Dr. Evan Harris Walker tarafından
ulaşılan sonuçlara katılma eğilimi gösteriyorum. Bu teorisyen, uzayı; sayısız, bir- biriyle bağlı, şuurlu
varlıkların ikamet ettiği yer olarak görür ve bu varlıklar evrenin ayrıntılı
çalışması konusundan
sorumludurlar... "Şuur," der, "her yerdedir." Sheldrake’in, benzer şeyleri anında,
eş zamanlı ve uzay içinde birbirine bağlamaya hizmet eden, görünemeyen morfogenelik (biçim yaratan alanlar) kavramı, bu teori ile uyum hâlinde görünüyor.
Bell Teoremi ve
Chew ile Bohm'm çalışmaları için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Aynı
şekilde metafizikçiler ve parapsikologlar, düşünce hızının ışık hızını aştığını
kavramışlardır. Prekognitif telepati deneyleri ise, insan zihninin, zamanın devreleri ile iletişime
geçebileceği gerçeğini vurgulamıştır.
Düşünce, daha önce de önerdiğim
üzere, kendi başına bir enerjidir ve bunun üzerinde kontrol edici bir etki yapabilir. Zihnin maddeyi etkileyebileceği
gerçeği, lâboratuvar koşullan altında birçok defa ispat edilmiştir. Buna ek olarak cansız nesnelere, elektrik devrelerine
vs. ve aynca kendi bedenine ve zihnine, diğer kişilerin zihin ve bedenlerine etki
edebilir.
Duyduğuma göre hem insanlar, hem de diğer şuurlu fiziksel hayat biçimleri, proton ve nötronlara benzetiliyor ve küçük
parçacıklara yaydıkları düşüncelerin birçoğu hâlâ keşfedilmiş değil; fakat her biri belirli bir tür enerji yükü taşır.
Dolayısıyla, düşüncelerimizin patronları olarak ve hayatın iniş çıkışlarının kolay ve sakin bir şekilde müzakeresine müsaade edecek türden zihinsel bir disiplini sağlamak; zamanın gelgitleri ile savaşıp kendimizi gereksiz yere tüketmek yerine, onlarla birlikte yüzmemize
yardım eder.
Düşünce veya zihin enerjisi zamanı
düzenleyebildiği- ne göre, zaman kendi başına bir enerji olmalıdır. Yerçekiminin kullanımında hâlâ öğrenmemiz gereken çok şey bulunmasına
karşın; elektromanyetiğin ve belirli bir dereceye kadar nükleer alanların kontrol ve düzenlenmesini
başardığımızdan, neden zamanmkini de başaramayalım? Fakat her şeyden önce ne türden bir enerji potansiyeli ile karşı karşıya
bulunduğumuzu anlamamız lâzım ve muamma da orada yatmakta.
Bildiğimiz şey; zamanın, bir dizi temel kurala göre fonksiyon gösterdiğidir ve isterseniz bu kurallara
"kozmik kanunlar" diyebilirsiniz. Bu kurallardan birine göre her şey, en iyi şekilde kendi frekansı içinde
iş görür. Bizim parçacık veya fiziksel yönümüz vurgulanmışken,
anlaşılması için, bu moda bağlı her şeyin fiziksel kavramlarla açıklanması gerekir. Dolayısıyla dalga açımız (psişe,
kişi ötesi benlik
veya kullanacağımız herhangi bir terim), parçacık
yanımızla bağlı olarak bir değişiklik gerçekleştirmek istediğinde, bu parçacığa bağlı
frekanslar aracılığıyla bunu yapmak zorundadır.
(Rahatsız olmuş bir fizikçi üzerime yürümeden önce şunu aceleyle ekleyeyim ki, şimdi metafi- ziksel olarak konuşuyorum.) Psi'nin, fiziksel terimlerle açıklanamayacağını
belirten nedenlerden
biri budur -kişi, kesinlikle maddî dünyanmkilerle uyuşmayan, denk düşmeyen ve dolayısıyla normal fiziksel ölçümlere göre
smıf- landırılamayan yerel olmayışla ilgili frekanslarlar içindedir.
Örneğin bir kimse, benim kendi dalga açılarım ile iyi bir irtibat hâlinde ise, o zaman dezenkarne varlıkların (bir kimsenin kendi "dalga-benliği”nin
ve/veya diğerlerinin ”dalga-benlikleri"nin yönleri) her zaman için kendi fikirlerini, önerilerini ve buluşlarını aktarmak için, neden dünya
seviyesinde birilerine ihtiyaç duyduğunu tam olarak anlayabilirim. Ayrıca anladığıma göre başka bir paralel evrenden olan varlıklar,
değişik dalga bandında bulunanlar ile temas kurmaya giriştiklerinde
(özellikle ilkinin frekansları
diğerinkinden daha hızlı ise), bu son derecede hayal kırıklığı yaratan bir olaydır. Böyle bir olaya "Paralel Evrenler
mi?" adlı bölümde, belirli bir rüyayı anlatırken değinmiştim. Eğer tamamlayıcı bir rezonans olursa, problem o zaman büyük ölçüde azalır.
Tekrar zaman enerjilerine dönmek istiyorum. Günlük
varoluşun bir parçası olarak algıladığımız
açık tezahürlerinden başka, bunları (zaman enerjilerini) aynen elektriği
kullandığımız gibi acaba nasıl kullanabiliriz? Elektrik enerjisini her ne kadar görmesek de, etkilerini gözleyebildiği-
mizden var olduğunu biliriz. Aynı şekilde ilkel insanlar da, yıldırım ve şimşek şeklinde
tezahür eden
enerjilerine tanık oluyorlardı fakat gördükleri şeyi rasyonel bir şekilde kavramaktan yoksun olduklarından, bu fenomenleri bazı doğaüstü
güçlere bağlıyorlardı. Böylece yıldırım ve şimşek tanrıları her eski inançta ortaya çıktı: Tor, Donner, Zeus, Indra vs. En
sonunda bilim adamları elektriği bir güç olarak tanımlayıp dizginleyebildiler; bunun
sonucunda da bütün elektromanyetik alanın muazzamlığını keşfettiler.
Biliyoruz ki zaman var çünki
etrafımızdaki her şeyde onun kamtını görüyoruz. Aynı şekilde ilkel insanlar da yıldırım ve şimşeğin etkilerinden tamamen haberdar
idiler çünki gözleyebiliyorlardı. Yine, "gözleme modu'muza gelmiş bulunuyoruz -fiziksel evren vardır çünki
gözlenebilir. Yalnızca teorik fizik, gözlenemeyeni varsayan dalga fonksiyonunu kavrar. Şunu
söyleyebiliriz ki sonuçta, zaman enerjisi faktörünü ortaya çıkaracağımız yer, teorik fizik alanı olacaktır. Öbür taraftan fizikçiler,
küçük parçacıkların
davranışları konusunda sürekli olarak yeni şeyler öğreniyorlar. Bunun sonucunda mikrokozmiğin enerji modelleri, belki de makrokozmiğin zaman enerjisi devirlerinin tamamı konusundaki cevabı sunabilirler. Er geç bunu yaptıklarında ise bana öyle geliyor ki ancak birkaç şok yiyecekler. Zümrüt
Tabloların dediği gibi, "Yukarıdaki aşağıdakine benzer."
Bilim adamlarryıllardan beri, atomun varoluş içindeki en küçük parçacık
olduğuna ve
tamamen yök edilemez olduğuna inanıyorlardı. Böyle bir dogmatizme karşı konuşmak,
fiziksel bilime karşı sapık bir görüşün savunulması
olacaktı. Sapık bir görüşe sahip biri olmak tehlikesini göze alarak, şöyle bir öneride bulunmak istiyorum: Parçacıkların
büyüklüğü veya
yolculuk edecekleri hız konusunda bir sınır yoktur. Teknoloji, bilim adamlarına daha rafine araçlar
sağladığı sürece, daha küçük olanları ortaya çıkacaktır. Bu, ayrıca evrenin kendi boyutu için de geçerlidir - zaman, enerjilerini bütün yönlere yayar. Hiç şüphem yok ki, birçok bilim adamı, benim gibi, zaman konusunda aym
sonuca ulaşmışlardır. Fakat şu anda, ispat etmek için gereken doğru denklemden veya gerekli araçtan yoksundurlar. Teknolojideki hızlı
iyileştirmeler, özellikle zamanın pozitif doğası konusundaki gerçeğin
ipuçlarının yattığı Belirsizlik Prensibi ve yerel olmayışla ilgili olarak ufuklarını
yavaş yavaş genişletmelerine imkân verdiğinden, yakında birkaç sürprizle karşı
karşıya geleceğiz.
Bir ucuyla aşağıya, diğeri ile yukarıya doğru
işaret eden çifte piramit, basit bir model sunmaktadır;
merkezdeki buluşma noktası
madde dünyalarmı, iki uzantısı ise ato- maltı dünyası ve genişleyen evreni temsil ediyor; bu uzantıların
uçları ise her iki uçta da sonsuzluğa
girişimde bulunuyor. Veya her zaman sonsuzluk için kabul edilmiş sembol vardır ve o kendisini anlatır!
ZAMAN ENERJİSİNİN
METAFİZİKSEL TEZAHÜRLERİ
Zaman, metafiziksel olarak, madde içindeki enerji dönüşümü ile çok yakından ilgili bir pozitif güç olarak kabul edilmiştir.
Düşünce de ayrıca bir yaratıcı enerjidir ve İç Zaman seviyesinde biçim üretmek
üzere madde ile etkileşir.
Ölüme götüren zamanın geçişini takiben, bu şekil, devre dışı bırakılır ve mekânlık
yaptığı zekâ, varlığım Dış Zaman içinde devam ettirir veya paralel evrene ya da alternatif dünyaya sıçrar.
Eğer ilkiyse, artık fiziksel evrenimiz için geçerli olan zamanın sinüs
dalgasına tâbi değildir ve eğer İkincisi ise, pekâlâ, zaman enerjilerinin tamamen değişik
tezahürü ile karşı karşıya gelebilir.
Fiziksel evrim araçlarını yavaş yavaş mükemmelleş-
tirdikçe, bir dönüşümü (kuantum sıçramasını)
barındırmaya hazır olana dek, daha fazla
ego-enerjisi onun yoluyla tezahür edebilir. Buna, fiziksel türden fenomenler, eksen kaymaları veya benzeri eşlik edebilir veya edemez, ama Homo
sapiens gibi baskın türlerde, o zamana kadar batıl inançlar veya soyut düşünce
bölgelerine indirgenmiş kav-
ramlarla rasyonel bir şekilde başa
çıkmak üzere, yeni bir zihinsel yetenek ortaya çıkarabilir. En sonunda, kontrol eden
ego-enerjisinin frekansı veya şuur o kadar yoğunlaşır ki, maddenin molekül
yapısının yoğunluğuna tolerans göstermez ve böylece fiziksel tecrübe için gerekli olan yakın atomik birleşmeyi
sağlayamaz. Bu zamana
kadar, söz konusu olan gezegen veya kozmik "yerleşim", fiziksel evrim devresinin sonuna yaklaşır ve bundan sonra konuyu fizikçilere devredebiliriz; onlar da bizlere,
yıldızının enerjisi tükenmiş olan bir sistemin en sonunda nasıl "öldüğünü"
açıklayabilirler.
Tüm maddelerin donmuş enerji olduğu önermesi
üzerinde çalışarak, bunu dalgalar terimleriyle açıkladığımızda, ağır atomik maddeler, uzun dalgalar
veya derin fazlarla, ince frekanslar ise kısa ve sığ dalga bantları ile denk olarak görülebilirler. Katı enerji, uzayı işgal eder ve böyle yaparak zaman elementini meşgul eder veya zaman momentini kullanarak evrimsel devrinde
ileri doğru hareket ettirir; tıpkı hayat boyunca olan yolculuğumuz esnasında, zamanın enerji bantları boyunca hareket etmemiz gibi.
Hangi yol olursa olsun, bu süreç, kendi başına enerji harekete geçiricidir.
Uzay da aynen zaman gibi, bir tecrübe seviyesine bağlıdır; yani maddenin maddî veya katı dünyası. Uzay gerçekte bir illüzyondur; her ne kadar madde onun içinde hareket etse veya gerilemekte olan evren
ile birlikte geriliyor görünse de. O hâlde acaba, madde sınırlamalarından
kurtulan zihin,
herhangi bir kozmik frekansa doğru düşünce hızı ile yolculuk edebilir diye bir önermede mi bulunuyoruz? Teoride, evet. Fakat pratikte bu
şekilde işlemiyor. Niçin işlemediğiyle ilgilenen koca bir psikoloji var
ve bunlardan dinsel ve sosyal şartlanma, bireyselleşme ve kozmik olgunluk ile ilgili
olan bazılarına değindik. Daha önceki
bölümde değinilen, herhangi bir türün evrimsel programının
ardındaki yönetici odaklar tarafmdan kararlaştırılan, bir tür aşılması yasak sınır
bulunduğuna da inanılıyordu. Ancak, bizim "gerçek"
diye bildiğimiz
dünya bağlamında, bizlerle ilişkili olan şeyin zaman olmasından ve şu anda onunla ilgilendiğimizden dolayı, bu türden karışık
konuları geçici olarak terk edelim.
Bu kadar metafizik yeter. Bir sonraki adımımız; yukarıda
belirtilmiş olanları, "şu an içinde" gözleyebilir olduğumuz olaylara bağlamaktır.
Dünya üzerindeki hayatımızın belirli bir amacı olduğu fikrine eğer katılıyorsak, zamanın, bütün
türlerin hem
fiziksel hem de ruhsal evrimsel gelişimi için bir sıçrama tahtası
olarak hareket ettiğini düşünmek yerindedir. Kaos, evrim hâlinde olan şuurun düzensizliği
ile temsil
edilmektedir. Evrim hâlindeki şuur, zaman enerjilerini bir arıtma aracı olarak kullanarak, daha ince ve
daha süratli frekanslara geçer. İnsanın fiziksel sisteminin entropik düzensizliği,
yaşlılık sürecinde yalnızca bir zaman cebi içinde gözlenebilir.
Parçacık (beden) gözlenebilecek tezahürden yoksun olunca, dalga yanı, geçici olarak hâkimiyeti ele geçirir; çünki
Penrose'ın önerdiği gibi kütle çekiminden artık etkilenmez. Zamansızlığın kaotik alanında bulunduğunda ise belirginleşir; aynen parçacık
yanının madde dünyasında iken belirginleşmesi
gibi. Zaman enerjisi bu her iki dünyayı da kapsar ve nasıl fiziksel evrende tezahür ediyorsa, aynı şekilde
zamansızlık içinde de tezahür eder.
İnsan ve bütün diğer
şuur hâlleri anlanunda, her bir zaman periyodu (fiziksel ya da fiziksel olmayan dünyalarda olsun), kendi inançlarına ve karakterlerine özgü olan belirli bir tecrübeyi sunar. Hiçbir tecrübe ikinci defa oluşmaz ya da tekrarlanmaz. Bilim adamları ayrıca
şu fenomenleri gözlemişlerdir:
Örneğin Penrose,
kristalimsiler (*)
(*) Davies, The Cosmic Blueprinl,
s.79.
konusundaki araştırmasında ve de Coveney ve Highfield şöyle bir yorumda bulunuyorlar:
Evrenin doğumu ve genişlemesi,
zamanın oku konusunda tanıklık ediyorlar. Uzun süre yaşamış
kaon'uıı garip bozu uması; ışık dalgalarının geçmişe
değil de geleceğe yayılma eğilimi göstermesi; şeylerin karışma, soğuma
ve çürüme
eğilimi; ve evrimsel ağaçta asimetrik farklılık da bu oka tanıklık eder. Yalnızca tersinmeyen bir dünyada sebep ve sonuç belirgindir ve böylelikle, olayların mantıklı bir açıklanması ortaya konabilir.
Tersinmezlik, heyecan veren yeni olasılıklar
çeşitliliğine imkân verir. Bu ayrıca yaradılış ve hayat için de çok önemlidir.
Birçok kişinin yaptığı gibi rolünü azaltmaya çalışmak yerine, şimdi onu nasıl
kullanacağımızı biliyoruz. (*)
Aynı bağlamda, Yunanlı filozof Heraklitus zamanla ilgili olarak şöyle demiştir:
"Aynı nehir içine iki defa adımınızı
atamazsınız çünki diğer sular daima akmaktadırlar." (**) Şunu
ekleyeceğim: Bu evren içinde değil.
PARALEL ZAMAN
Bazı fizikçilere göre, zamanın
tersinebilirliğini içerebi- len diğer dünyalar kavramı, nasıl bir şeydir acaba? Örneğin, eğer
yaşlılıktan bebekliğe doğru gidişimizde geçmiş bulunduğumuz yerlerden aynı şekilde geriye doğru gidişimizde de geçecek miyiz? Sanmıyorum, sebebi de aynı tekrarlanmama kanununun geçerli
olacağıdır. Şimdi zamanın ileriye yönelik okuna bağlı bulunan tersinemeyişin, paralel bir evrende nasıl işleyeceğini
düşünelim. Bir tren çarpışır çünki
yanlış bir karar verilmiştir; bunun sonucunda da bir- sürü insan hayatlarını kaybeder, diğerleri de yaralanır veya sakatlanır. Diğer bir zaman boyutunda veya paralel evrende, bu aynı insanlar aynı türden bir tren içinde yolcu-
(») Coveney ve Highfield, The
Arrmo of Time, s.293.
(*») A.Tomas, Beyoıııl tlıe Time
Barricr, s.21.
luk eder olabilirler fakat burada hata yapılmayacaktır
ve hiçbir kimse ölmeyecek ya da yaralanmayacaktır.
Bu türden küçük değişiklikler teorik metafizikçilere
göre, bizlere, daha önceki hata ve seçeneklerimizi
düzeltme ve değiştirme imkânı vermektedir.
Her ne kadar kişiye, bir zaman bölgesi veya paralel varoluşta
tecrübe ettiği giysi, gelenek ve maddî teçhizatlar bir diğerindekiyle
aynı gibi görünse de, her zaman için ikisi arasında ince farklılıklar
vardır. Bazı insanlar, aslında, bu değişik zaman bölgelerini uyku hâlinde ziyaret edebilir ve deneyimleri,
bir diğerindekilerle dengeleyebilirler. Kaçımız,
rahatsız edici bir
rüyadan uyanıp da, karşı karşıya bulunduğumuz tehlikelerin bu dünyada hiçbir
gerçeklik ifade etmediğini
anlayıp rahatlamamışızdır? Ama yine de, diğer bir boyut içinde ürettikleri korku veya endişe dalgası;
şu an diye ifade ettiğimiz realiteye girecek otonom sinir
sisteminde belirgin etkiler üretecek kadar güçlü olmuştur.
Birkaç yıl kadar önce, gördüğüm
rüya dizilerinden bazılarının,
şimdi yaşadığım hayattan tamamen değişik bir hayatla ilişkili
olduklarını anladım. Bazı ortak noktalar vardı, fakat sonuçlar büyük ölçüde değişikti.
Şimdi bu paralel manzaralar ile içli dışlı oldum, onların
etrafında yolumu bulabiliyorum, hangi yolun nereye götürdüğünü ve oyun esnasında
karşılaştığım insanlarla bağlantısını hatırlıyorum ancak bunlar, uyanık
hayatımda karşılaştığım insanlara çok seyrek olarak, bir benzerlik gösteriyorlar. Bazen zıt bir geçiş var ve bir akrabam, arkadaşım ya da çok sevdiğim bir hayvan, rüya senaryosunda görünüyorlar. Buna ek olarak, hiçbir şekilde bu fiziksel dünyadaki hayatla ilişkisi olmayan şekiller ve hisler ile rüya görüyorum.
İpnoz altında geriye doğru
gittiğimde, hayatı, helyum atomundan bir parçacık olarak tecrübe ettim ve uzak bir güneşte gerçekleşen güneşe ait oluşumlarda yer aldım. Uy-
kumda da bu hâle döndüm ve ne kadar insanın benimle birlikte aynı türden bir tecrübeyi
paylaştığını hep merak etmişimdir. Fakat rüyalar konusu o kadar engin ki, sayısız
karmaşıklığını tarif etmek için birsürü kitaba ihtiyaç var. Hiç şüphe yok ki Zohar ve Marshall, bunu, bütün yaşamların
birbiriyle bağlılığını savunan teorilerinin teyidi
olarak göreceklerdir ve belki de bunda haklıdırlar. Bununla birlikte benim dalga parçacığıma
özgü olan helyum
atomu tecrübelerimin, daha önceki bir varoluş durumuna bağlı olduğunu ispat edemem; aynı şekilde evrensel kolektif şu- urdışına
girdiğim de tartışılabilir.
Şüphesiz rüyalar bizleri, Dış Zaman içine
götürürler ve oradan
da paralel hayatların çoklu mevcudiyetlerine. Birçok zaman araştırıcısına Arı
Experiment with
Time (Zamanla Bir Deney) adlı üstün
çalışması ile yol gösteren merhum John William Dunne, şöyle bir sonuca ulaşmıştır: Zaman, sade bir kronoloji olmaktan çok, diğer daha seyyal şekiller içinde
var olmaktadır. Bir havacılık
mühendisi olan
Dunne, fikirlerini, prekognisyon ile bağlantılı rüyalar serisine dayandırmıştır.
İleri sürdüğü şeyler geçerli ve araştırması titiz olmasına rağmen, 1920'lerde bulgularını
yayınladığında, bunlar bilim adamları ve sokaktaki adam tarafından kabul görmemiştir. Daha ileriki tarihte ise gözlemlerinin geçerliliği; kuantum fiziğinden parapsikolojiye yayılan birsürü
araştırma alanında teyit edilmiştir.
Dunne'nin önermesine göre zaman, tam olarak sonu olan ve ölçülebilen
türden görünmüyor ve bir enerji olarak, standart kronoloji kavramı ile uyuşmayan
açılarda veya frekanslarda var oluyor. Dunne'nin rüya tecrübelerinden birçoğu şüphe ile karşılanmıştır fakat onun kitabını okumuş
biri olarak böyle
"tesadüflerin" meydana geldiğini teyit edebilirim. Bu türden olaylar, çocukluğumun ilk yıllarından beri benim başımdan da geçti. Yürümeye
başlamaz-
dan önce gördüğüm bir rüyada bir yetişkinin
berraklığına ve algılama gücüne sahip bir yetişkin olduğumu hatırlıyorum; gerçekte hiçbir zaman, bir çocuk olduğumu
rüyamda görmedim. Bir keresinde uykuya daldığımda, zaman ve uzay içinde hareket edebilen ve o sıralarda (1930'lar), dünyada oluşmakta olan olayları
gözleyebilen tamamen değişik biriydim. Bunları ertesi gün dadıma anlatıyordum ve kaçınılmaz bir şekilde bunlar prekognitif idiler. Çocukluğumda
gördüğüm bir rüya, İkinci
Dünya Savaşından sonra televizyonda eski bir filmi görme şansını elde edene kadar, "tamama ermemişti".
Film, çocukluk
rüyamın tam olarak bir tekrar gösterimiydi!
Dunne; gece tecrübelerini, kendi hayatı ve fiillerinin bir tür önceden bilinmesi biçiminde görme
eğilimindeydi ve durugörüyü, medyomluğu veya telepatiyi bir kenara bırakıyordu. Bu fenomenler üzerinde Tlıe
Mask of Time (Zamanın Maskesi) adlı kitabında yorumda bulunan Joan Fo- reman şöyle bir gözlemde
bulunmuştur: Dunne'nin rüyaları, onun geleceğini önceden ortaya atıyorlardı veya gelecek (zaman?), bilgileri
ona geriye doğru gönderiyordu. Joan Foreman şöyle devam ediyor:
Eğer ilk varsayım
doğru ise o zaman gelecek, evvelce var olmalıdır çiinki öngörülmüştür; eğer ikinci varsayım
doğru ise, kendi
ayrıntılarını şu ana geri gönderebilecek biçimde var olan bir gelecek düşünülmelidir.
Böylelikle her iki durumda da gelecek ayrıntılarıyla vardır; oysa siije, kronolojik zaman anlamında, onun belirli bir bölümünden
geçişi kendisine bildirildiğinden, belirli bir uzaklıktadır.
Şu an
bilinir çünki yaşanmaktadır; geçmiş bilinir çünki
yaşanmıştır ve gelecek bilinebilir çünki çoktan oradadır.(*)
Bayan Foreman'ın kitabı; prekognisyon, zaman kaymaları ve kendi felsefeleri ile bağlantılı olarak zamanın İl-
Cl J.Foreman, Tİıe Mask of Time,
s.82-3.
gisini vurgulamayan çeşitli mistiklerin (Gurdjieff, Ous-
pensky, Maurice Nicholl, J.G.Bennett, T.S. Eliot ve son olarak da Lyall Watson ve
J.B.Priestley) öğretileriyle ilgili ilginç anekdotlarla doludur.
Priestley'nin zaman kavramı ilgi çekicidir çünki zihni kontrol eden zaman olasılığına yer verir. Priestley, zamanı, üç yollu bir parça olarak kavramıştır.
İlk zaman, saat zamanı; ikinci zaman rüyalar, olasılıklar
ve kapsayıcı gelecek; ve üçüncü zaman ise içinde irade ile eylemin birleştiği yaratıcı
imajinasyondur.
Burada imajinasyonun veya vizüalizasyonun gücü basit bir "şimdiki" zamandan bir kaçış olmayıp, realitenin kendisi de olabilir. ([25]) *
Dunne'ye ve deneylerine ilgi duyanlar için, yukarıda
belirtilmiş olan klâsiklere ek olarak bu konu ile ilgili olan
eserlerini salık verebilirim: The Serial Universe (Seri Evren), Nothing Dies (Hiçbir Şey Ölmez), Intrusions?(Davet- siz Misafirler) ve The
New Mortality (Yeni Fanilik). En son belirtilen eserinde şöyle diyor: "İnsan
ırkı tarafından gösterilen belirgin sezgisel farkındalık, kendi işlerinde
zamanın oynadığı rolü gösterir." ([26])
Kişisel olarak Dunne'nin bazı yazılarını karışık buluyorum. Bu yazıların
şifreleri çözüldüğünde ise, onun varsayımlarının gerçeği açık bir şekilde ortaya çıkar. Öbür taraftan Foreman, okunması zevk veren bir yazardır ve onun bütün
kitaplarım önermede hiçbir tereddüt göstermeyeceğim.
ZAMAN, EVREN ve TANRI
Dunne, zamanı, kendi başına bir varoluş olarak görmüştür. Son zamanlarda ise zaman; dördüncü,
beşinci veya altıncı boyut, bir süreç, bir seviyeler dizisi vs. olarak gö-
rülmüştür. Eski günlerin
insanlarından farklı olarak birçoğumuz, ona belirli bir kimlik bulamamışızdır.
Zamanın varliğı hakkında "geçen zaman", "belirleyici zaman", "zaman, bir düşman", "zaman ve gelgit insanı beklemez" ve daha birçoğu gibi günlük deyimlerle yorumda bulunmamız
yukarıdaki saptamayı değiştirmez. Ben, Dunne'nin görüşlerine katılıyorum. Zaman; yaşayan, şuurlu
ve kendi kendini
düzenleyen bir varlıktır. Damarları; enerjisinin içinde yürüdüğü devirlerdir; tıpkı evren gibi, o da algılanabilen (ve genellikle algılanamayan) Her boyutta birbirini takip eden
kaos ve düzen, madde ve antimaddeyi kapsar. Aynı anda hem dalga hem de parçacıktır;
maddî evren, onun
fiziksel tezahürlerinin (İç Zaman) birinden başka bir şey değildir ve seyyal evrenler ise onun dalga
yanları veya seyyal bedenleridir (Dış Zaman). Kendi kendini enerjilen-
diren bir zekâdır; ayak sesleri kütle çekimi olup, sesi ise so- niktir. Nükleer enerji, onun içsel dönüşüm sistemi; elektrodinamik, dalgalanan nabzı ve uzay içindeki
değişik "delikler", onun ağzıdır.
Zaman, kozmik bir kanundur ve onun ileriye yönelik
atılımları ile ya
birlikte gideriz ya da onlara karşı savaşırız. Eğer onlarla birlikte gidersek kârlı çıkarız; fakat onlara karşı didinmeyi seçersek,
geçici bir enerji yükselişine yol açarız ve en sonunda bu bizleri yok
eder. Zaman çok yüzlüdür ve bu birçok yüzü veya yönleri, her bireysel evrenin ihtiyaçlarına veya içinde tezahür
ettiği kozmik frekansa göre değişir. Bu bir kaos ve düzen
ikiliğidir ve aynen
,en yüksek ortak faktör gibi, ayrıca en büyük ortak bölendir. Simyasal ve kaotik açısı, Jung tarafından
gözlemlenmiş ve üzerinde yorumda bulunulmuştur. Jung, kaotik ve zaman bağlantıları olan Merkürius
(Merkür'ün gezegensel
ruhu) ile Satürn, yani Vahşi Biçici arasındaki yakın ve mistik ilişkiyi vurgulamıştır. Gnostisizmde Satürn, en yüksek hü-
kümdardır, aslan kafalı Ildabaoth'tur ("kaosun çocuğu"); fakat simyada ise kaosun çocuğu
Merkürius’tur. Jung şöyle devam ediyor:
Myliııs diyor ki eğer Merkiirins arındırılacaksa,
o zaman Lüsifer cennetten düşer. Elimdeki, 17. yüzyıl bilimine ait bir çağdaş marjinal not, Merkiirius'un eril
prensibi olan sülfür (kükürt) deyimini, diabolus (şeytansı) olarak açıklar.
Eğer Merkür'ün kendisi tamamen Kötü Olan değilse bile en azından onu kapsamaktadır.
Yani, ahlaksal
olarak nötr, iyi ve kötüdür veya Kunralh'ın
dediği gibi: "İyi ile iyi, kötü ile kötü."
Eğer kişi onu kötü ile başlayan ve iyi ile sona eren bir süreç olarak kavrarsa, doğası daha iyi bir şekilde tarif edilmiş olur. (*)
Merkiirius'un simgesi olan Caduceus (yılanlı asa), merkezde bulunan kanatlı bir değneğe
sarılmış bulunan
biri negatif (kaotik) diğeri ise pozitif (düzenli) iki yılanı
gösterir. Bu güçleri zihnin dengeleyebileceği
olgusu, aşkın kişilik veya Yüksek Benliği temsil eden tepedeki kanatlarla gösterilmiştir.
Jung'un bilgece ortaya koyduğu gibi, Merküryen enerjiler (Merkür, Tot, Sin, Hermes, Kronos, Aion
veya zaman tanrılarından herhangi biri), düalistik olmaları bakımından
nötrdürler. Her ne
kadar kaos/düzen sarkacı, evrende belirli bir periyodik düzen içinde gidip geliyor gibi görünse de, belirli bir anda herhangi bir
"zihnin" veya "zekânın" bu enerjileri düzenleyiş
biçiminin, onun
kendine özgü bir varlık olarak gelişmesinde veya Jung'un dediği gibi bireyselleşmesinde
etkisi olduğu
görülebilir. Zaman tanrıları, kaçınılmaz hakemlerdi; örneğin Mısır mitlerinde Tot/Tehuti; Işık veya Düzen tanrıları
Horus ile Kaosun
karanlık tanrısı Set arasında tekrar eden savaşta hakemdi. Aynı şekilde, astrologların
inandığına göre, doğum haritalarımızda, bizlerin diğer zaman bölgeleri veya paralel ev-
Cl C.G.Jung, Alchetnical Studics,
s. 228.
renlerdeki (normal metafiziksel deyişle geçmiş
yaşamlar) fiillerimiz
ile ilgilenen Satürn’dür. Öyleyse diyebiliriz ki, Shakespeare, Zamana, "Yaşlı Ortak Arabulucu" dediğinde
haksız değildi.
Zaman tanrılarının çoğu, eril cinsiyetinde ortaya çıkarlar ve bunun neden böyle olduğu sorusu ile sık sık karşılaştım.
Tabiî ki dişil zaman tanrıları da vardır:
Örneğin, Mısırlı tanrıçalar Seşat ve Maat,Yunan Moerae, Clotho, Lachesis ve Atropos
(bunlara "Efsane, Tarih ve Dindeki Zaman" adlı bölümde
değinmiştik). Bunlar zamanın kaotik biçiminden ziyade genelde düzenli yanı ile bağlantılıdırlar ve bu ilginç bir gözlemdir. Belki de, bizim evrendeki dişi-
nin rolü ile ilgili olarak bundan öğreneceğimiz bir şeyler
olmalıdır.
Sıra, zamanı kendi başına bir güç olarak düşünmeye
geldiğinde ise,
kendimize sormamız gereken sorular şunlardır: Zaman bizi gerçekten de denemeye tâbi tutuyor mu veya bizler onu, şuursuz bir şekilde de olsa kullanıyor muyuz? Zamanın ana yolları veya yan yollarındaki
yolculuklarımız esnasında gerçekleştirdiğimiz başarıların veya başarısızlıkların
hakemleri, gerçekte bizler miyiz? Zamanın bizler üzerinde hüküm verici bir tesir uyguladığı olgusu, eski zaman bilgeleri tarafından açık
bir şekilde
gözlenmiştir; belki de bizler zaman enerjileri tarafından kışkırtılan ve dolayısıyla
sıra, kişilik ötesi gelişmemizi veya eksikliğini değerlendirmeye
geldiğinde, bizler
Tot, Kronos, Yaşlı Baba Tanrı veya buna benzer olanların rolünü üstlenenler bizle- rizdir.
Yukarıda söylediklerimden, Zamanı
Tanrı gibi veya belki
de, Tanrıyı Zaman gibi gördüğüm sonucu çıkarılabilir. Her şey "Tanrı" ile ne kastettiğinize
bağlıdır. Hawking,
Aziz Augustine tarafından vurgulanmış aldatıcılığa değinir: "Tanrıyı zaman içinde var olan bir varlık olarak hayal etmek: Zaman, sadece
Tanrımn yarattığı evrenin bir özelliğidir. Bu dünyayı yarattığında da, ne yaratmak istediğini biliyordu." (*) Dinsel
anlamda, Tanrının bulunduğu veya Tanrının Erkek olduğu konusunda ne türden bir kanıtımız
(tabiî ki bilimsel) vardır? Tabiî ki yukarıda
değinilen mitsel
eril Zaman karakterleri söz konusu olduğunda, cevap olumlu olur; bu eril
karakterlerin hepsi, zamanın düzenli yanlarından ziyade kaotik yanlarını
içeriyor gibi görünüyorlar. Öbür taraftan Zaman, çok bariz bir faktördür ve hepimiz, onun belirli bir tezahürüne fiziksel duyularımız ile tanık olabiliriz. Ayrıca
kandırıcı, illüzyon yaratıcı veya da-
(*) Hawking, A Brief History of
Time, s.166.
ha ezoterik yanlara sahiptir ve bunlar kuantum, rüyalar ve normal ötesi
dünyalarda bile kanıtlanabilir.
Sir James Jeans, evrenin "Büyük bir Makineden" ziyade "Büyük bir Düşünce"
olduğunu ima etti
ve bu, geçerli bir metafiziksel düşüncedir. Bu "Büyük
Düşünce"ye bizler acaba ne ad vereceğiz? Tanrı mı? Zaman mı? Tehuti eski Mısırlılar
için, Sin Sümerliler
için, Kronos Yunanlılar
için, Aion Romalılar için yeterliydi. Tanrı acaba aynen zaman gibi çok yüzlü olarak mı
gösterilecektir? Kişisel olarak, yüce bir varlığı teklik anlamında kavrayamıyorum. Daha çok bütün
zamanı kapsayan çok yönlü bir zekâyı düşünüyorum ve bizler, ruhsal ve bedensel
evrimimizin şu aşamasında onun Zihnini idrakten yoksunuz. Tanrıya eril biçimde hitap etmek birçok kadını
rahatsız ediyor, çünki cinsiyeti olup olmadığını kimse bilmiyor. Bazı büyük dinlerin inanmamızı
salık verdiği üzere, Tanrının en güçlü varlık olduğunu varsayarsak, mantık bize, Onun hem eril hem de dişil ilkeleri eşit biçimde
kapsıyor olduğunu söyler. Alfred North VVhitehead'in dediği gibi, "Doktrinlerin çarpışması bir felâket değil, bir fırsattır."
([27])
ve ben de davamı buna dayandırıyorum.
UZAY-ZAMAN YOLCULUĞU
ve GELECEK
Şimdiki zaman ve geçmiş zaman
Belki birliktedir gelecek zamanda.
Ve gelecek zamanı kapsar geçmiş zaman
T.S. ELIOT, Dört Dörllii
Dr.John Gribbin, Timeıoarps'ı (Zaman Eğimleri) yazarken, zaman yolculuğu için iyi olasılığın insan zihni olduğu
görüşünü bildirdi.
Bu şüphesiz, fiziksel zaman yolculuğu imkân dışıdır anlamına gelmiyor ve bu olasılıklar,
araştırmaya çağrıda bulunuyorlar.
UZAY YOLCULUĞU
Zamanda yolculuk ile yakından ilgili olan şey, uzay yolculuğudur. Bununla yalnızca Ay'a ve oradan da geriye, roket
tepkime gücü ile yapılan yolculuk anlaşılmaz. Bilim kurgu yazarları ile birlikte ileriyi gören bazı bilim adamları, uzay ve zaman boyutları
içindeki geleceğimiz konusunda aklı karmakarışık eden fikirler ileriye sürmüşlerdir. 1987/88 yıllarında New York Hofstra Üniversitesinden
Charles
Pellegrino ile Brookhaven Ulusal Lâboratuvarları Nükleer Enerji Bölümünden James Powell, antimadde roketleri kullanarak yıldızlararası
uçuş olasılıklarını araştır-
mışlardır. Aralarında New Hampshire'deki Dartford Kolejinde astronomi profesörü olan Robert Jastrow, NASA'da
astronom olan Jill Tarter, Hughes Corporation'da (Califor- nia) enerji bilim adamı olan Robert Forward ve Virginia
Arlington'daki Kaman Uzay Havacılık Şirketinde başkan
yardımcısı olan John
Rather da bulunan diğer araştırmacılar da buna katılmışlardır.
Guardian gazetesinde, 10 Temmuz 1987'de, Paul Simons tarafından
yayınlanan bir habere
göre, ilk uçuş için, bize en yakın yıldız ve uzaklığı 4.3 ışık yılı olan Alfa Centauri seçilmiştir.
Dünya zamanına göre uzay yolcuları, yaklaşık olarak on üç yıl dönmeyeceklerdir. Fakat ışık hızına
yakın bir hızla yolculuk eden mürettebat için yolculuk yalnızca altı
yıl sürecek ve bu süre,
ulaştıkları yerde geçirecekleri bir yılı da kapsayacaktır. Si- mons şöyle diyor:
Uzay aracı hızım ilk altı ay içinde
sürekli olarak hızlandıracak ve bundan sonra , bir yıldan daha fazla bir süre için
ışık hızına yakın bir hızla uzayda ilerleyecek ve ondan sonra da altı ay için
süratini azaltacaktır (bütün bu rakamlar mürettebat tarafından
algılananlardır). Alfa Centauri'nin civarına ulaştığı zaman ise, mürettebat
bölümü, bağlama noktasında ayrılacak, ayrı bir uzay aracı olarak araştmrıalarını
sürdürecektir.
Alfa Centauri'yi ilgi çekici yapan diğer bir faktör ise Alfa Centauri A ile B'nin, yerleşilebilir
bölgelerde bulunan
gezegenlerin, sabit yörüngelere sahip olabilecek kadar birbirinden yeterince uzak olmalarıdır. Bu yüzden belki de bizim anladığımız anlamda bir hayat var olabilir.
Böyle ilginç bir yolculuk için kullanılan
itici güç ile ilgili olarak Simons şu açıklamalarda
bulunuyor: "Yıldızla-
rarası uzay aracını götüren
motor, gerçekten de 'Uzay Yo- lu'ndan çıkmadır. Hayrete düşürücü güç
sağlamak üzere madde ile antimaddeyi birleştirir. Bunun için gerekli teknoloji halihazırda süratle gelişmektedir..." Amerika Birleşik
Devletleri, antiprotonları manyetik bir tuzakta dizginleme
konusunda belirli bir başarı sağlamıştır; antiproton, negatif yerine
pozitif yükle yüklenmiştir. Fakat bir antiproton normal veya negatif yüklenmiş proton ile karşılaştığında
bütün kütleleri enerjiye dönüşür. Simons daha ileri giderek şunu ekliyor: "Bir perspektif içine koyarsak maddenin enerjiye dönüşmesi, hidrojen bombasının yüz
katıdır."
Sanırım bu, dünya teknolojimizin geçmeye mecbur olduğu bir safhadır ama ben gelecekteki bir zamanı şöyle düşünüyorum:
Bu türden
demir-eşyacılığa gerek olmayacak. Uzay yolcuları sakin bir şekilde bir galaksiden diğerine veya bir evrenden diğerine,
zamanın serbest
enerjisi ile yolculuk edecek. Ayrıca zamanın gözlenebilen bir şekilde tezahür
ettiği madde dünyalarına inmek için antikütle
çekim güçleri
kullanılacak. İlk uzay araştırmaları, hiç şüphe yok ki, bilim adamlarımızı zaman enerjilerinin varlığı konusunda uyaracaktır veya gökyüzü diye adlandırdığımız
yıldızlı semanın bir yerinde bulunan dost uzaylılar, bilim adamlarına bu konuda bilgi verecektir. Oysa göz ardı etmememiz gereken bir olay var: En
sonunda, üstünde canlıların yaşadığı bir gezegeni ziyaret ettiğimizde,
uzaylılar biz olacağız!
Kozmosun, haritası belirsiz derinliklerindeki
gelecek için önceden ayarlandığımızı varsaysak bile, elde edilecek
bilgi için ödenecek bedelin bir parçası olarak görünen, fiziksel bedenlerimizdeki yıpranmayı acaba nasıl
açıklarız? Anlatıldığına göre astronotlar, ağırsızlığa (çekimsizliğe) aşırı derecede maruz kaldıklarında fiziksel olarak ıstırap
çekmektedirler ve Dış Zaman ve uzaydaki tecrübeleri ise onlarda zihinsel/psikolojik
problemlere sebebiyet verebilir. Bir iddiaya göre, zaman genişlemesi acayip bazı fenomenler doğurabilir. Örneğin ışık hızına
yakın bir şekilde yıldızlar
arasında yolculuk
edenler, birbirlerine değişik gö-
rünebilirler ve belki de, şu ana kadar düşünülmemiş
diğer bazı fiziksel
yan etkilere maruz kalabilirler. Bütün bunlara mantıklı bir cevap tabiî ki vardır ama şu anda onunla başa çıkacak teknolojiye sahip değiliz.
Dolayısıyla girişimci ve uzak görüşlü bir bilim adamı, bu bilginin gizli -bulunduğu zaman kapsülüne
tesadüfen rastgelinceye
kadar, bu gerçek, gelecek içinde gömülü kalacaktır.
ZAMAN YOLCULUĞU MU?
Zaman makinesi fikri yeni bir şey değildir. H.G. Wells’in aynı adı
taşıyan romanında ölümsüzleştirilmiştir. Zaman yolculuğu konusunda hayatı boyunca araştırma
yapmış bulunan Fransız
mühendis ve
astronom Emile Drouet şöyle yazmıştır: "Birkaç asır ya da binyıl içinde,
Zaman içinde yolculuk, bir gerçek ve pratik bir imkân olacaktır
ve bunu kabul
etmemiz gerekir." (*) Birçok bilim adamı gibi Drouet de zamanı statik olarak kabul etmiştir: Zaman durur, bizler hareket
ederiz. Dolayısıyla geçmişe doğru geriye gitmemiz için, izlerimizi takip etmemiz ve belirli
bir günde, dünyanın işgal ettiği yeri bulmamız gerekiyor. Dünya güneşin
etrafında saatte
107.181 kilometre bir hızla, helezonî bir iz takip ederek yıldızlararası uzayda hareket ettiğinden ve sırasıyla bütün
sistem saatte
69.198 kilometre bir hızla Vega'ya yakın bir noktada, Herkül
takımyıldızına doğru uzay içinde hareket ettiğinden, yukarıda söylediğimiz yerin bulunması zor olabilir. Hem zaten, kişi geriye nasıl döner?
Coveney ve Highfield zaman yolculuğunu, hem özel hem de göreli zaman genişlemesine izin veren rölâtivitenin
büyüleyici bir
sonucu olarak görürler:
Bir gözlemcinin zaman yolculuğu,
diğerinkine görelidir.
(*) A.Tomas, Beyond the Time
Barrier, s.48.
Oysa olayların zamansal şekilde
düzenlenmesi bütün gözlemciler için aynıdır; evrensel "şimdi" üzerinde
anlaşanınsalar bile durum değişmez. Hiçbir gözlemci, hareketin herhangi bir durumunda, yıldızlarda parlamadan önce, bir ışığın
dünyaya ulaştığını göremez. (*)
Öyle görünüyor ki Kurt Gödel ismini taşıyan bir mantıkçı,
dönen bir evrenin kozmolojik
bir modelini tasavvur etmişti ve buna göre,
Einstein'ın genel rölâtivite
denklemlerine uygun bir şekilde geçmişe yolculuklar mümkündür. Bununla birlikte Gödel, ortaya çıkabilecek garip olasılıklara da değinmiştir. Bu olasılıklar
arasında, bir kişinin, daha genç bir versiyonü ile karşı karşıya gelmesini belirtebiliriz. Bilim adamlarının genelde ve mantıkçıların
özelde reddettikleri "parça" veya reenkarnasyon faktörünü ise belirtmeye gerek yok zannediyorum. Karar
nedir acaba? Reductio ad absürdüm! (yani, mantıksızlığa indirgeme) Öyle görünüyor
ki bilgili arkadaşlarımız,
Oxford astronomu
Cedric Lacey'in sözlerini önemsemişlerdir ve bu yazar aynen şöyle yazmıştı: "Zaman yolculuğuna,
hiçbir mantıklı kozmolojik modelde müsaade edilmemiştir. (Öyle tahmin ediyorum ki bu, mantığın da tanımıdır!)"
(**) Bu biraz
iki taraf için de bahse girmek değil midir?
Kurt delikleri, bazı bilim adamlarına göre
(örneğin John
Wheeler) zaman içinde bulunan yolları sağlar gibi görünmüşlerdir ama bilim adamları
arasında kurt deliğinin
müzakeresinin, Newtoncu veya Einsteincı mekanik veya maddenin kuantum özelliklerine
karşı bir ağırlık teşkil edip etmeyeceği
tartışmalıdır. Eğer ilki geçerli ise şans, sıfır olarak görünüyor; İkincisi geçerli ise bu en azından bir olasılığı öneriyor;
yani eğer doğru bir kurt deliğinden düşersek
belki de geçmişteki bir yere çıkabiliriz. Ama neden gelecekteki bir yer olmasın?
(*) P.Covoncv ve R.Highfield, The
Arrow of Time, s.103.
(»*) a. g. e., s.l'04.
Birçok düşünürün önerdiğine göre, zaman içinde geriye doğru yolculuk edip kendini bu dönemin "normal" insanları
arasında bir yabancı bulmaktan başka, zamanı
daha basit bir şekilde
araştırma yollan bulunmalıdır. Bu, daha önce "Paralel Evrenler mi?" adlı bölümde ortaya attığım
zamanlararası telepati sorusunu gündeme getiriyor. EPR paradoksunun
(sayfa 86) ve benzeri deneylerin önerdiğine göre parçacıklar, uzay ve zamanın normal sınırlan
dışında irtibatta
bulunabilmektedirler ve düşünce de aynı çizgiler boyunca fonksiyon gösteriyor gibi görünmektedir. O zaman bizleri, binlerce yıl önce
yaşamış insanlarla
telepati yoluyla haberleşmekten ne alıkoyabilir ki? Durum bu olunca, insan,
(belki bilinçaltıyla algılanarak süperşuura kaydedilmiş) böyle
haberleşmeler sonucunda acaba ne kadar ilham parıltıları ortaya çıkmıştır diye merak etmeden duramıyor.
Aynı şey, gelecekten geçmişe yönelen
zaman yolculuğu için
de söylenebilir. Belki birden çok yoldan çıkmış "krononot" (sözlüğe bu yeni eklemeye ne dersiniz?) mistiğin
"Şam'a giden
yolu"na düşmüş veya dua eden basit bir kıza üzülerek, ona dünyanın
geleceğine bir göz atma imkânı tanımış olabilirler! Merak ettiğim konulardan biri de, daha önce
bahsettiğim ("Zaman
Eğimleri, Düğümleri, Kaymaları ve Kapsülleri" adı bölüm) bayan Moberly ve Jo- urdain'ın Fransa'ya yolculukları
esnasında, Trianon'da
gördükleri Fransız soylularının, gerçekten misafirlerini (bayanları)
görüp görmedikleridir. Eğer gördüler ise acaba bayanları hayalet olarak mı yoksa gerçek insan olarak nn gördüler?
İkinci olasılığı varsayarsak, giyimleri onlara acayip geldi mi acaba? Eğer ben, anîden
alışılmadık derecede
garip giyinişli iki kişi ile karşılaşsam (tabiî ki bugünün modasının izin verdiği giysi çeşitliliğini
göz önünde bulunduruyorum), içimde bir merak uyanırdı. Eğer "orta kesimi"
karşısında görme alışkanlığı olmayan bir Fransız soylusu olsaydım,
hizmetçilere bu durumu araştırmalarını emrederdim. Belki de, bu geçmişteki insanlar, bu iki akademik bayanı, onların
gördüğü şekilde görememişlerdi.
Sonra, İskoç çiftliğini gören bir adamın olayı
vardı ("Zaman Eğimleri,
Düğümleri, Kaymaları ve Kapsülleri" adı bölüm). Anlattığına göre, selâm vermesine rağmen, insanlar onu görmüyorlar gibiydi; oysa hayvanlar yukarı bakarak karşılık veriyorlardı ve gördüklerini belirten bir tavır
içindeydiler. Bütün bunlar beni, benimle birinci elden ilgili olan bir hikâyeye getiriyorlar. Ancak mahremiyet sebebiyle, olayda adı geçen
insanların gerçek adlarını belirtmeyeceğim.
Orta yaşlı ve hayli saygın bir doktorun kansı, tekrarlanan rüyalar görmeye başlamıştı ve bu olay onu kaygılandırmaya
başlamıştı. Bu gece dolaşmaları o kadar nettiler ki kadın,
olayların yer aldığı bölgeyi ve evi, en ince ayrıntısına kadar tarif edebiliyordu. Bütün bu rüyalara önemli
bir korku öğesi eşlik
ettiğinden, sağlığı olumsuz yönde etkilendi ve bu durum, doğal olarak kocasında
üzüntüye yol açtı çünki
karısı normalde çok mantıklı ve ayağı yere basan biriydi. Karısının psikiyatriste gitmesini önereceği ve meslektaşları olan birçok arkadaşı
tarafından önerilen reenkar- nasyon teorisine değer vereceği yerde, karısına
rüyasında beliren özellikteki evin yerini tanımlayıp
tanımlayamaya- cağmı sordu. Karısı, o yerin Fransa'da bulunduğu konusunda emin olduğunu ve nerede olduğu hakkında
iyi bir fikre
sahip olduğunu belirtti. "Oraya gideceğiz ve bu hayaleti tamamen ortadan kaldıracağız."
dedi ve
gittiler.
Fransa'da araba ile dolaşmaya
başladıkları ilk iki gün sırasında, kadının rüyasında gördüğüyle ilgisi olan bir yerle karşılaşamadılar. Fakat üçüncü gün, Kuzey Fransa'nın bir köyünün yakınlarından
geçerlerken, kadın kocasmın
dikkatini, bir kiliseye ve sollarında bulunan ve küçük bir korunun yanından geçen bir yola çekti. Ondan sondaki yönleri açık bir şekilde belliydi: Buralarda bir kavşak bulunması
gerekiyordu, işaretin bir kolu gevşemiş bir şekilde duruyor olacaktı, sol tarafta bazı çiftlik
binaları bulunmalı ve yol daralarak, üç küçük evin yanından
geçmeliydi. Her şey aynen kadının tarif ettiği
şekildeydi. Kadının tavsiyelerine uyarak daha ileri doğru gittiler ve bitiminde Gotik stilinde (hep öyle değiller midir!) büyük bir bina olan özel bir yolla karşı karşıya geldiler. Bu sırada kadın,
aşırı derecede
korkuyordu fakat kocası, rasyonalist biri olarak, binaya giderek sorunu çözmeleri
gerektiğini vurguladı.
Koca, gidip kapının zilini çaldı ve kapı gıcırtı ile açıldı; adamın
karşısında ciddî yüzlü bir kadın duruyordu ve muhtemelen orta yaşın üstündeydi. Biraz soğuk bir şekilde adamı
selâmladı ve başını, adamm karısına doğru
döndürdüğünde beti benzi attı ve anîden bayıldı! Doktorun, yani adamm yardım istemesi üzerine evin sakinlerinden diğer iki kişi hemen ortaya çıktılar; biri kadının oğlu,
diğeri ise hizmetçisiydi.
Kadın uygun bir yere taşındığında ailenin diğer üyeleri de geldiler ve çabucak
açıklama getirdiler.
Son aylarda, gece yarılan evin üst katında, bir bayamn hayaleti sürekli olarak ortaya çıkıyordu;
görünüşe göre sorunları vardı ve yukarıdan aşağı inerken kendi kendine hafif hafif ağlıyordu. Ev sakinlerinin hepsi "bu
hayaleti" görmüşlerdi ve bu hayalet, yaşlı kadının sinirlerini bozmuştu. Doktorun karısı,
gördükleri hayaletin
tanımına tıpatıp uyuyordu ve bundan başka, doktorun karısının
birçok defa kocasma anlattığı rüya,
aynen Fransız ailesinin tarif ettiği
şekildeydi.
Bu anlatılan olay, mekanik anlamda, belki de
zaman yolculuğuna uymayabilir ama dalga yanlarımızın, uyku esnasında
"yabancı bir ülkeye" yolculuk edebilme yetene-
ğini vurgular. Oysa metafizik
eğilimli okuyucularım, doktorun karısının daha önceki yaşamında belki de bu
evde yaşadığını ve bu esnada, rahatsız edici bir olayla karşılaşmış
olabileceği önerisiyle ortaya çıkabilirler. Karı-koca ayrıca Fransız aileye,
eskiden beri bu evin sahibi olup olmadıklarını sordular. Bu ev onlara dul
amcalarından kalmıştı ve onun özel yaşamı hakkında çok az bir şey biliyorlardı;
tek bildikleri beş yaşındaki oğlunun basamaklardan düşerek ölmüş olması ve
karısının da kısa bir süre sonra üzüntüden ölmüş olmasıydı. En azından onlara
olayın anlatılışı bu şekildeydi. Fakat bu olay çok, çok uzun bir zaman önce
gerçekleşmişti!
Acaba bu türden bir olay,
diyalektik materyalistlerce kabul edilebilen terimlerle anlatılabilir mi? Belki
de Roger Penrose
bu sorunun cevabını, aşağıdaki açıklaması ile veriyordu:
Kuantum fiziği, birçok karışık
ve gizemli davranış biçimlerini içerir. Bunların çoğu (yerel olmayış) kuantum
bağlantılıdırlar ve geniş bir şekilde ayrılmış mesafeler arasında gerçekleşebilirler.
Bana öyle geliyor ki, böyle şeylerin şuur ve düşünce biçimlerinde rol oynaması
kesin bir olasılıktır. Kuantum bağlantılarının, beynin geniş alanlarında
belirleyici bir rol oynamalarını önermek belki de o kadar saçına değildir.
"Farkındalık hâli" ve beyindeki hayli tutarlı kuantum durumu arasında
herhangi bir ilişki var mıdır acaba? Şuurun bir özelliği olarak görünen
"teklik" veya "globallik" bununla ilişkili midir acaba?
Böyle olduğuna inanmak daha tutarlı galiba.(*)
1950 yılında zaman konusu ile
ilgili birkaç kısa hikâyem bir dergide yayınlandı. Bu hikâyelerden ilki,
l.Elizabeth'in hükümdarlığı sırasında, İngiltere'de geçmektedir. Burada kaza
sonucu bir zaman eğimine rastlayan ve geçici olarak kendini İkinci Dünya Savaşı
esnasındaki bir İngiliz hava alanı içinde bulan genç bir çobanın hikâyesin-
(*)
D.Zohar, The Quaittum Self,
s. 61.
den bahsedilir. İkinci hikâye "Zaman Kamerası"
adını taşıyordu. Konusu ise zaman dışında fotoğraflar
çekebilen bir
elektronik alet yapmış olan Yeni ZelandalI bir araştırmacı ile ilgili idi; ancak bu araştırmacının bir problemi vardı, gelişmenin
şu aşamasında ne ile karşılaşıp karşılaşmayacağını kontrol edemiyordu. Bununla
ilgili haberler, kısa sürede yayılır ve politik, dinî ve ticarî temsilcilikler, araştırmacıyı ve kamerasını yok etmek için ortaya çıkarlar.
Hikâye, alaycı bir muhabir tarafından birinci tekil şahıs ağzından anlatılıyor ve alaycı bir üslûpla sona eriyordu.
Yaklaşık olarak yirmi yıl sonra Andrew Tomas'ın kitabı
ilk defa ortaya çıktığında
aşağıdaki beyan gözüme çarptı:
Geçmişteki oiayiar, oluşumlarından
sonra acaba görüntülenebilirler mi? İlk bakışta bu soru saçma gibi görünebilir.
Fakat 17 Ağustos 1958’de Miami Herald gazetesi tarafından
yayınlanan AP ajansı haberi, ABD'ıtiıı Hava Kuvvetlerinin bu sıralarda yürüttüğü, dünyayı sarsan tecrübelerini
tarif etmiştir.
Özel bir kızıl ötesi kamera, bir araştırma
uçağından boş bir park alanı görüntülemiştir. Bu fotoğraf,
birkaç saat önce bu alana park edilmiş
arabaların görüntüsünü taşıyordu ama bu arabalar fotoğraf çekildiği aııda yerlerinde değildi.{*)
Hiç şüphe yok ki günümüzde bu fenomeni, ısı imajları ile açıklayabiliriz
ama bu, zaman fotoğrafçılığının
bir gelecek olasılığı olmadığı anlamına gelmez. Taşların,
ağaçların ve hatta
jeofiziksel yerleşim yerlerinin, zaman kaydediciler olarak hareket etmeleri olasılığını
araştırdık ve bunun
yeterli derecede duyarlı olanlar tarafından anlaşılabileceğini ortaya koyduk. İngiliz bilim adamı Arthur Clarke'ın görüşüne
göre, bütün olaylar
evren üzerinde bizim şu andaki teknolojimizin kavrayamadığı etkiler bırakmaktadır.
Görünüşe göre bu fikirler, kolektif şuurdışmda eşzamanlılaşmış gibi görünmektedir.
Ünlü bilim kurgu yazarı Isaac Asi-
<*) Tomas, Baeyomi the Time
Barrier, s. 51.
mov'un The Dead Past (Ölü
Geçmiş) adlı kitabında da zaman görüntülemesini mümkün kılan bir kayıt aracım
icat eden bir kişi anlatılmıştır.
EFSANE - GERÇEK Mİ HAYAL Mİ?
"Efsane, Tarih ve Dindeki
Zaman" adlı bölümde daha önce ele aldığımız üzere, tarih öncesinde var
olan medeniyetlerin; zaman, uzay, ses, kütle çekimi, nükleer güç ve
elektrodinamik hakkında gelişmiş bilgiye sahip oldukları ileri sürülmüştür.
Bütün bu medeniyetler sonradan yok edildiler ve belki, yakın bir gelecekte
gidişatım değiştirmediği takdirde bizimki de aynı kaderi paylaşacaktır. Bu teoriyi
destekleyen küçük de olsa bir kanıt ortaya çıkmıştır ve birçok yörenin mitoloji
ve efsanelerinden, bu konuda bilgi toparlanmıştır. Büdiğimiz kadarıyla
mitoloji, mecaz açısından zengindir ve bir örnek vermek gerekirse Truva
hikâyelerinin gerçek bir temeli olduğu son yıllara kadar ispat edilememişti.
Jung, mitoloji ve efsanenin karşılaştırmalı araştırması konusunda geniş bir
incelemede bulunmuş ve bu onu, şu sonuca ulaştırmıştır:
İç vizyonumuza göre ne olduğumuz
ve insanın alt bir cins olarak görüntüsü, yalnızca efsane yolu ile ifade
edilebilir. Efsane daha bireyseldir ve bilimden farklı olarak, hayatı daha bir
kesinlikle ifade eder. Bilim ortalama kavramları ile çalışır ve bunlar
bireysel yaşamın sübjektif değişikliğini tam olarak anlatmaktan çok
uzaktırlar.(*)
Jung'un duyguları, Sovyet
Profesörü I.A.Efremov'un sözlerinde tekrar yankılanmıştır. Efremov,
"tarihçilerin eski, gelenek ve folklorlara daha fazla saygı göstermeleri
gerektiği" konusu üzerinde durmuş ve Batılı bilim adamlarının
"sözde sıradan insanların hikâyeleri diye bilinen şeyler
(*)
C.G.Jung, Memories, Dreams and Reflcctions, s.17. —
konusunda züppelik yaptıkları"
suçlamasında bulunmuştur. (*) Zamanın uç noktalarına giden kapıların kısa bir süre içinde açılacağını varsayarsak, bütün bu sorular uzak olmayan bir gelecekte cevaplarına
ulaşacaktır.
Geçmiş zaman içinde var olduğuna
inanılan saygın bilimlerden biri de, ses bilimidir. Sesin, insan ve hayvanların psikoloji ve biyoritmleri üzerindeki etkileri yıllarca bilimsel olarak gözlenmiştir. Bir inanç okuluna göre hepimiz kişisel bir "anahtar notaya"
sahibiz ve bu bilgi yanlış ellere geçerse, hayatlarımızda psikolojik ve fiziksel hasar meydana getirebilir. Belki de bu,
"Efsane, Tarih ve Dindeki Zaman" adı bölümde değindiğim bilimci arkadaşımın bu bilimsel araştırma çizgisini takip etmesi konusunda çekimser
olmasının sebeplerinden
biridir.
Stalking the Wild Pendulum (Vahşi Sarkacın
Yaklaşması) adlı ilgi uyandıran kitabında Çekoslovakya doğumlu biyotıp mühendisi Itzhak Bentov, zaman ve değiştirilmiş
şuur hâllerine bağlı ses dalga ve titreşimlerini işlemiştir. Bentov'un zaman, uzay ve kuantum dünyaLarı konularındaki teorileri ilk defa 1976'da yayınlanmıştır ve bu yazar, parçacık-dalga
ikiliğini, insan şuuru anlamında
ilk kavrayanlar arasında bulunduğunu iddia edebilir. Zohar gibi Bentov
da "dalga paketlerinden" söz eder (bu dalga paketleri, ne tamamen parçacık ne de tamamen dalga ama her
ikisinin birleşimi olan elektronlar ve diğer atomaltı parçacıklardır).
Parçacık-dalga ikiliği prensibinin yalnızca fotonlar, elektronlar ve nükleer
parçacıklar sınırlı bölgesi için geçerli olmayıp, aynı zamanda daha geniş bir alan olan madde topluluklarını da kapsadığım
görür. Bentov aynca
ses, ışık, elektrodinamik ve nükleer radyasyon dalgalanrun birleşimi için yeni bir teori ortaya atmıştır.
Bunların her birini yalmzca insan şuuruna
bağlamakla kalmıyor, aynı za-
(*) A.Tomas, Atlantis,
From Legend to Discovery, s. 27.
manda her animistin maddenin
tamamında var olduğuna inandığı, yaradılıştan gelen şuura da bağlıyor. Bentov
şunları söylüyor:
Bir an için düşüncelerin, eşya
ve insanlar üzerindeki etkilerine bakalım. Düşünce bir enerjidir ve beyindeki
sinir hücrelerinin belirli bir şekilde ateşlenmesine sebep olur. Bu doğal
olarak beyin kabuğunda küçük akımlar üretir ve bunlar kafatasının yüzeyindeki
elektrotlar aracılığıyla, duyarlı araçlarla anlaşılabilir. Başka bir deyimle
bir düşünce; küçük bir hareket olarak başlamasına rağmen, en sonunda tam
olgunlaşmış bir düşünce şekline dönüşür ve beyin kabuğunda, en azından 70
milivolt gücündeki bir gerilim üretir. İlk sinir hücresini ateşler ve bu sinir
hücresi de sırasıyla diğer sinir hücrelerinin belirli aralıklarla ateşlenmesine
sebep olur. Oysa bu evren içinde hiçbir enerji yok olmaz. Düşünce tarafından
üretilen akımı kafamızın dışında yakalayabilirsek bunun anlamı şu olur:
Düşünce enerjisi, elektromanyetik dalgalar şeklindeki bir yayındır ve
bulunduğumuz çevre içinde ve nihaî olarak kozmos içinde, ışık hızına sahiptir.(*)
Bentov, bu pasajında ve
kitabındaki buna benzer diğer pasajlarında, bütün enerji sistemlerinin
birbiriyle bağlı olduğu fikrini vurgular ve tezahürlerinde, genel olarak
"bütün tamamen duygusal hayat" diye değindiğimiz şeyle sınırlı
olmadıklarını ileri sürer. Dolayısıyla bireyselleşme süreci örneğin nasıl bir
çiçeğe, bir kristale, bir hayvana veya bir insana bağlı bulunuyorsa aynı
şekilde bir parçacığa da bağlıdır ve sonuçta evrensel Zaman-Zihin, en küçük
parçacıktan, kozmosun sonsuzluğuna kadar bütün yaradılış içinde aynı şekilde
hareket eder. Ses ve diğer enerji alanları arasındaki ilişki ile ilgili
teorileri, Nikola Tesla tarafından gerçekleştirilen araştırmalarda teyit
edilmiştir. Nikola Tesla, halkın baskısı sonucu araştırmalarından vaz-
(*)
I.Bentov, Slalking the Wild Pendulum, s.100.
geçmeye zorlanmıştır; sebebi de ses ile ilgili
deneylerinin, yaşamakta olduğu New York bölgesindeki elektrik enerjisi dağıtımını olumsuz yönde etkilemesiydi! Hislerime göre ses biliminin gizli sırları, aynen zamanınkiler gibi en sonunda tekrar yüzeye
çıkacaklardır. Bu da, herhalde insanlık, böyle evrensel enerjilerin, yalnızca yok edici amaçlar için var olmadığını
anladığında gerçekleşecektir. Yoksa hayal mi kuruyorum?
Öyle görünüyor ki ikilik, şu ana kadar araştırdığımız
bütün sistemlerde
ortaya çıkmaktadır. Bu saptama, enerji anlamında kavranan zamanı da kapsar. Kuantum dünyasının
parçacık-dalga yanlarına mikroskobik plânda sahip olduğumuzdan, bunun doğal sonucu, aynı prensibin daha geniş olan makroskobik seviyede de
tekrar yankılanmasıdır. Benim sinüs-dalga teorimin, zaman ve evreni kapsayacak şekilde bütün enerji kaynaklarına rahat bir şekilde uygulanabilir olması da bunu gösterir.
Eğer zamanı (kişileştirilmiş veya değil) bir enerji olarak kavrarsak ve yetkili kişilerin ima ettikleri gibi (zihinlerimizi pozitif bir şekilde kullanarak zaman enerjilerini yapıcı bir şekilde
kullanmayı bir
tarafa bıraktığımızda) pek azımızın, etrafımızda ne olduğu konusunda yeterli derecede şuurlu olduğunu göz önünde bulunduracak olursak; acaba
bizler zamanın elindeki zarlar mıyız? Birkaç yıl önce fason ve Argonotlar adını taşıyan bir film izlediğimi
hatırlıyorum. Bu filmde Olimpos'un tanrıları satranç oynuyorlardı ve satranç
taşları, mücadele içindeki kahramanlan temsil ediyordu. İlk olarak Zeus kendi hareketini yaptı ve parçalanan
taşların, Jason’un
gemisine yaklaşmasına sebebiyet verdi. Hera, karşı harekette bulundu ve Poseidon'un denizden çıkarak parçalanan taşları tutmasına ve küçük geminin emniyetli bir şekilde
yolculuğuna devam
etmesine olanak sağladı. Bu sahneden çok etkilendiğimi hatırlıyo-
rum ve kendi kendime, gerçekte ne kadar otonomiye veya özgür iradeye sahip olduğumuzu sordum. Aradan yıllar geçti ve şu sonuca ulaştım: Bizler genellikle tanrıların oyunundaki piyonlarız ve bunun oluşumuna
müsaade ettiğimiz sürece, bu hep böyle devam edecektir. İnsanın kendini böyle bir durumdan kurtarmayı ileri sürmesi kolay fakat gerçekleştirmesi
zor bir şeydir ve tamamen yeni bir zihin programlanmasını
gerektirir. Buna
ek olarak kuantum benliklerimiz, bazı kuantum "grup
benliklerinin" parçası olabilir; bu durumda düşünmemiz gereken, bireyler olarak yalnız bizlerin değil, aynı zamanda aşkın
bağlantıları sonucu aynı kozmik yolda yolculuk edenler de bulunacaktır.
Başka bir deyimle hiçbirimiz
yalnız değilizdir; belki de çok iyi çalışmış ve uyum içindeki bir orkestradaki çalgıcılar gibi bütün gösterinin uyumuna katkıda bulunuyoruz.
ZİHİN YOLCULUĞU, KEHANET ve GELECEK
Kitabımın değişik yerlerinde, bazı şeylerin ve olayların ön bilgisi ile doğduğumu ima etmiştim. Şu ana kadar 62 yıllık lineer zamanımı
oluşturan yaşam içinde, sık sık "geleceği hatırlayabildim"; bazıları buna "geçmişin
hatırlanması' diyebilirler. Bunu göz önünde bulundurarak, Dünya diye adlandırdığımız
bu gezegenin geleceği ile ilgili tahminlerde bulunmadan
bu kitabı bitirmeyeceğim.
1)
DünyDünya,sküreselnısınma sonucuaya
edaabaşkab çimde sona ermeyecektir. James Lovelock’un, Gaia (Dünya) ile ilgili
görüşüne katılıyorum. Bu görüşe göre Gaia, maceralı bir şekilde dalgınlığından
kurtulabilir ve çoğumuza, kozmik cevaplar bulmada yardımcı olabilir. Bunun
sonucunda da bizler kozmik bütün hakkında daha fazla bilgiye sahip olabiliriz.
Bu kategori içine, inançları ve bilimsel eğilimleri ne olursa olsun (belki
sizleri de kapsar!),
"kapalı zihin sendromundan" mustarip
olan herkesi dahil ediyorum. Tabiî ki Gaia Anne ve Zaman Amca, benim
bu değerlendirmeme katılmayabilirler. Bunun için de göstergenin en-sonunda nereye yöneleceğini beklemek ve görmek gerekir.
2)
Beni Benim cinancıma ; göre,ydünyanm
yörünge vey seninde büyük, korkunç ve katastrofik bir değişiklik olacaktır ve
bu, kutupların ve ekvatorun pozisyonlarında değişikliğe sebebiyet verecektir.
Ne zaman? Bu konuda bir ipucuna sahip değilim! Fakat bunu çok açık bir şekilde
gördüm ve zamanı geldiğinde, bu olaya tanık olacağım konusunda tereddüt
ediyorum. Belki de kara deliğimin sakinliğini yaşayacağım veya birçok ışık yıl
ilerideki doğal evrenime döndüğüm için mutlu olacağım. Sevgili Gaia'ya nazik ve
iyileştirici düşünceler göndereceğim ve insanların kendi hemcinsleri ve diğer
türler üzerinde açtıkları yaraların tedavisinin, zaman tarafından yapüacağma
güveneceğim.
Ancak, bu önsezimde hiçbir şekilde
yalnız değilim ve düzenli olarak psi kaynaklarından ortaya çıkan değişik kehanetlere
de değinmiyorum. 1960'larda Almanya doğumlu psikiyatrist Dr.Charlotte Wolfe
tarafından çay içmeye davet edüdim. Konuşmamız esnasında kaçınılmaz olarak rüyalar
konusu ortaya atıldı ve tekrar tekrar gördüğüm, büyük bir eksen eğiminin söz
konusu olduğu bir rüyamdan bahsettim. Bu konuda yalnız olmadığımdan emin olmamı
ve aynı rüyanın bütün dünyadaki insanlar tarafından görüldüğünü söyledi. Gerçekten
de bu konuda birçok meşhur kadm ve erkek onun bu konudaki tavsiyelerine başvurmuşlardı
ve bu insanlar "gece hayali" gördüklerine inanıyorlardı. Bana
anlattığına göre, onlara şunlan söylemiş: Dünya tarihindeki gelecek olaylar
kaçınılmaz olarak gölgelerini ortaya koyarlar ve kolektif şuurdışında
bilindiklerin-
den, hassas ve sosyal açıdan bilinçli
olan herhangi
bir kişi, uyku hâlinde veya değişmiş şuur hâllerinde böyle bir bilgiyi elde edebilir.
3)
Büyük Birleşik Teori, en sonunda, Lederman ve
Schramm'm önerileri doğrultusunda kabul edilecektir ve tabiî birkaç
sürpriz de işin içine girecektir, insanoğlu yıl-
dızlararası uzaya adımını
atacaktır ve böyle yapmakla, en sonunda düşüncenin
gücünün değerini ve nasıl kullanılabileceğini anlayacaktır. Bütün bunlar onu mükemmel yapacak mıdır? Hayır! Evrimin her aşamasında problemler ve tehlikeler bulunacaktır ve bunlar, şu anda karşılaştıklarından
biraz değişik
olacaktır.
4)
Ve bunlar son sözlerim. Dünyanın geleceğinde, sakinlerinin, zaman enerjilerini kullanacakları ve bunun sonucunda, tamamen yeni, bilimsel ve
metafiziksel tecrübe alanları yaratacakları bir ortam oluşacaktır.
Şuursuz şekilde hizmet eden uykucular, uyku hâllerinden uyandırıla- caklardır ve kolektif veya grup düşüncesine
katılacaklardır. Geçmişin tarihî olayları onlara açıldığından, iktidar peşindeki art arda gelen nesillerin onlara anlattıklarıyla
değil, gerçekte ne olduğunun ışığı altında; dinsel, kültürel, sosyolojik inanç ve tercihlerini tekrar değerlendireceklerdir.
Bütün hayatın tekliğinin ve şuurun en küçük hücrelerde bile bulunduğu idraki, bütün Gaia çocuklarının uyum ve anlayış içinde
yaşamalarına yardımcı olacaktır.
Bu kitabın okuyucuları; barış, sevgi, ilgi, anlayış ve uyum değerlerinin
hâkim olduğu bir dünyayı tamamen sıkıcı buluyor ise; onların parçalan kendilerini, Orion bölgesindeki savaş yanlısı, hazcı bir ırkın yanında
bulacaktır. Kaos, en
sonunda kendi kendini organize ettiğinden, Gaia; kendi üzerinde
gerçekleşen saygısızlıklardan sonra cömertliğine belki de geri dönmekte mutlu olacaktır; aynen "zamanın her şeyi tedavi ettiği"
deyişinde olduğu gibi.
Akaşa: Sanskritçe Atosn'dan gelmektedir. Anlamı ise, doğanın beş ana prensibinden biri olan
"ses çıkartan eter"dir.
Bu sözcük Fisagor
tarafından kullanılmıştır ve özün beşinci elementine uygulanmıştır (başlıca dördü hava, ateş, toprak ve su’dur). Fisagor'a göre yıldız ışığının semavî eteri bütün uzayı doldurmaktadır. Fisagor'un
takipçilerine göre fiziksel
dünyada oluşan her
eylem ve düşünce, semaya
kaydedilmektedir (Akaşik Kayıtlar) ve bu
fikir, o zamandan beri metafi- ziksel araştırmalarda gözlenmiştir. Fisagor'un bu bilgileri,
Orfeci okullardan elde ettiğine inanılır. Örfe okulları Doğu havası taşıyorlardı, oysa
bu kavramın asırlar
önce var olduğuna inanılıyordu.
Antimadde (Antiparçacık): Madde dünyasında, her parçacığın karşılığı olan
bir antiparçacık
vardır. Bu parçacık, kendi antiparçacığı ile çarpıştığında, her
ikisi de yok olur ve ortamda yalnızca gamma ışını şeklinde bir
enerji yükü kalır.
Çok Boyutlu Farkındalık: Zihinsel olarak birden fazla realite
veya zaman bölgesini aynı anda
hesap edebilme yeteneğidir.
Deneycinin Etkisi: Normalüstü fenomenlerin varlığını ispat etmek (ya da aksini
ispat etmek) için düzenlenmiş
araştırma programlan üzerinde çalışan parapsikologlar,
deneyi gerçekleştirelim
belirli bir şekilde sonucuna etki edebileceğini gözlemişlerdir. Gözlemcilerin dikkat ettiğine göre, aşırı inançsız bir kişi tarafından bir
test gerçekleştirildiğinde,
gerçekleşen sonuçlar aşırı derecede düşüktür. Oysa inanan bir bilim adamının ya da araştırmacının yönetiminde ise deneklerin performansının isabeti
çok yüksektir.
Determinizm: Olayların, özgür irade
veya rastlantısal
faktörler tarafından etkilenmeyip, tamamen daha önceki sebepler tarafından belirlendiğini kabul
eden doktrin. Determinizm, Neıvtoncu kütle çekimi teorisi ile uyum halindedir ve 19. yüzyılın başında Fransız bilim
ada-
mı Marquis de Laplace tarafından desteklenmiştir. Determinizmin
bilimsel doktrini, birçok
kişi tarafından bireysel özgür irade ve dünya işlerine kutsal varlığın müdahalesi olasılığım kaldırdığından bir tecavüz olarak görülmüştür.
Dış Zaman: (Metafizik) Bizim küçük evrenimizi aşan bölümde bulunan, lineer olmayan zamandır. Ayrıca zamansızlığı da
kapsar. Zamansızlığın gizli
boyutlarda bulunduğuna
inanılır ve ruh, fiziksel dünya veya dünyaların İç Zaman devrinden serbest kaldığında, zamansızlığı tecrübe eder.
Düşman: Zamanın kişiselleşmiş niteliğidir ve günlük anlamında genel
olarak zamanın geçmesi ile
empoze olunan sınırlamaları
gösterir: Bir kişinin belirlenmiş bir yükümlülüğü yerine getirmesi için, belirli bir randevuya zamanında gitmesi için yeterli zamanı yoktur. Bilimsel bağlamda ise daha çok anlam ifade eder çünki zamanın geçmesi kaçınılmaz olarak
entropi eylemini içerir ve bu
, insan sisteminde yaşlanma süreci olarak kendini gösterir.
Elektromanyetik Alan: Sürekli olarak artan elektrik yükü ile bağımlı güç alanı. Hem
elektriksel hem de manyetik kısımlardan oluşur ve belirli bir miktarda
elektromanyetik enerji içerir.
Elektromanyetik Tayf: Yaklaşık olarak 1021 hertz'den 0
hertz'e kadar değişen frekansa
sahip olan tam bir radyasyon aralığıdır (veya 10-13 metreden sonsuza kadar
olan dalga uzunluklarına
karşılık teşkil eder) ve azalan bir frekans düzeni içinde, gamma ışınlarını, X-ışınla- rını, morötesi radyasyonu,
görünen ışığı, kızılötesi radyasyonu,
mikrodalgaları ve
radyo dalgalarını kaps
Entropi: Yunanca en (içeri) ve trope (dönüş) kelimelerinden oluşur. Düzenden düzensizliğe geçişi veya
organizasyondan çözülmeye
gidişi gösterir.
1)
Anî bir değişiklik geçirmesi için bir sistemin kapasite ölçüm birimidir.
Termodinamikte bu dS=dQ/T formülüyle gösterilir. dS, ölçümdeki sınırı sıfıra yaklaşan değişikliği ifade
eder, T termodinamik ısı olup, dQ ise sının sıfıra yaklaşan ısı miktarıdır.
2)
Evrenin kendini kapsayacak şekilde kapalı bir
sistemin enerjisinin, zamanın geçmesi ile
daha az iş yapma özelliğine sahip olma eğilimidir.
3)
Statik mekanikte S=klnP+c formülüyle belirlenen rastlantı, düzensizlik ve
kaos ölçümüdür. S, verilmiş bir durumun değerini ifade
eder. P ise bu durumun oluşma olasılığıdır; k
Boitzmann sabitidir ve c ise indî bir sabittir.
Epagomenal: Yunanca efxtgomenos
sözcüğünden ileri
gelir (e/büzerin- de, û£eı'ıı=getirmek). Eski güneş yılındaki ayın bölümünü oluşturmayan ilâve edilmiş günlerdir. Mısırlı tanrılara bu günlerde ibadet edilmekteydi.
Eşzamanlılık: Olayların gerçekten aynı zamanda
oluşmuş olması için aynı zamanda
oluşması yeterli
değildir, aynı yerde
de oluşması gereklidir. Örneğin Jüpiter üzerindeki bir
olay, Dünya üzerindeki
bir olay ile aynı anda oluşmuş olabilir. Her iki olay da değişik referans boyutu içinde meydana geldiğinden ve bilgi, bir referans boyutundan diğerine ışık hızından daha süratle yolculuk edemeyeceğinden, iki
olay ayru anda oluşmuş
sayılmaz.
Fermion: Aynen elektron,
proton veya nötron gibi
bir parçacıktır. Herhangi bir çiftin koordinatları birbiriyle
değiştiğinde, değişik benzer
parçacıkların dalga
fonksiyonunun işaret
değiştirmesi ile ilgili kurala uyar. Dolayısıyla Pavli Dışlama Prensibine riayet eder.
Fraktaller: Bilgisayar
bilimindeki sivri uçlu,
karmakarışık, bükülmüş, kıymıklanmış ve kırılmış şekiller ailesi
ve düzensiz modeller.
Bunların, doğadaki organize
eden prensibi temsil ettiğine inanılır ve buna ayrıca "doğa geometrisi"
denir. Gerçek nesnelerin
parçalanmış boyutlarını belirli
bir şekilde hesaplamak
için özel bir
yol, Benoit Man- delbrot tarafından bulunmuştur. Kendi şekillerini, boyutlarını ve geometrisini tarif etmek için bir isme ihtiyaç duyan Mandelbrot, oğlunun Lâtince sözlüğüne göz atarken,
fractus sıfatı ile karşılaşmış. Bu kelime frangere
fiilinden ileri gelmektedir ve anlamı kırmak'tır. Aynı kökten gelen İngilizce kelimeler de -fradure
ve fradion- uygun görünmektedir.
"Fraktaller, kendi
kendine benzerlik temel özelliğini ortaya koyarlar - bütün uzunluk boyutlarında tekrarlanan ve motifler içinde motifler oluşturan sonsuz bir seridir."
Fraktaller bazı bilim adamları tarafından sonsuzluğu görmenin veya belirsizliğe, tanınabilen bir şekil vermenin bir yolu olarak görülürler.
Gaia Hipotezi: Profesör Sir James Lovelock’un, kendi başına kendi kendini düzenleyen Dünya kavramı. Lovelock
bu kavrama eski Yunan mitolojisinden seçilmiş Gaia sözcüğü ile değinmiştir. Gaia teorisi çok taraftar bulmuştur. Bu taraftarların çoğu, Gaia'nm
yaşayan bir varlık
olduğu ve yüzeyinde meydana gelen şeylerden tamamen haberdar olduğu fikrine katılırlar.
Holografi: Uç boyutlu imajları ortaya koymak ve kaydetmek için, film ve lazer ışığı kullanan bir metottur.
Hologram: Holografiye maruz bırakılan, ışığa duyarlı bir araç üzerinde üretilen desendir
ve bu sonradan fotoğraf
biçiminde basılır. Ortaya çıkan imajın, üç boyutta
var olduğu görünür ve dolayısıyla birçok açıdan görülebilir. Görüş
açısındaki her değişiklik ile imaj da değişikliğe uğrar.
Işık Hızı: Genel olarak saniyede 300.000
kilometredir. Uzay içinde ise hız 2,997925 X 108 ms'1 'dir.
İç Zaman: Lineer zamandır. Bu zamanı, saatlerimizde görürüz ve bu zaman, gezegenimizin güneşe bağlı olarak hareketine göre belirlenir.
Karma: Hinduizm ve Budizmde,
insan hayatının durumunu
belirleyen ödüllendirici adalet
prensibi ve geçmiş
başarıların sonucu olarak re- enkarnasyon durumu
olarak tarif edilmiştir. Karma kavramı "Ne ekersen onu biçersin" prensibine
dayanır ve ayrıca "ataların günahları" temasının meşhur
metafiziksel çeşitlemesi olarak da görülebilir . Bunun anlamı da daha önceki yaşamlarımızda gerçekleştirdiğimiz kötü hareketlerimizi
affettirici hareketlerde bulunmamız gerekliğidir. (Burada lineer reenkarnasyon
teorisinin kabulünü
varsayıyoruz ve yazarınız, bu teoriyi kabul etmiyor.) Ayrıca "Zamanın Metafiziği" adlı
bölümdeki Parça Teorisine bakınız.
Kırmızıya Kayma: İşığın ve uzak galaksilerden gelen
elektromanyetik radyasyon şekillerinin dalga uzunluklarının arttığı miktardır.
Kopenhag Yorumu: DanimarkalI
bilim adamı Nils
Bohr tarafından ortaya atılmıştır ve kuantum fiziğinin öncüsü olarak
görünür. Bohr okuluna göre, nesneler Nevvtoncu fiziğin onlara atfettiği özelliklere artık bağlı değillerdir.
Kova Çağı: Astrolojide bir çağ, yaklaşık olarak 2160 yıllık bir dönemdir veya 25.900 yıllık bir güneş devrinin 12'de biridir ve bu
da aşağı yukarı presesyon
hâlindeki ilkbahar
noktasının bütün zodyak
etrafında yolculuk
etmesi için gerekli
süredir. Yirminci
yüzyıl bu
noktaya yaklaştığından (ki bu
her zaman Koç Burcunun
sıfır derecesidir)
Balık Burcu Çağını terk etme noktasındadır. Presesyon,
zodyak kuşağı boyunca
geriye doğru hareket
eder. İlkbahar noktası
Kova Burcuna ulaştığında, Kova Burcu Çağına gireceğiz. Takımyıldızların kesin
bir
sınırları olmadığından, astrologlar arasında, Kova Çağma ne zaman gireceğimiz konusunda anlaşmazlık vardır. Dolayısıyla her dönemin başlangıç ve sonları tahminidir.
Kozmoloji: Evrenin doğum, büyüme ve gelişme teorisi.
Kuanlum Sıçraması: Bir seviye veya kategoriden
tamamen değişik bir diğerine anî bir geçiş; özellikle bilgi alanında.
Kuanlum Teorisi: Bu teoriyi
ortaya atan, Berlin Üniversitesinde profesör iken (1889-1928), Alman fizikçi Max (Karl Ernst Ludwig)
Planck (1858-1947) olmuştur.
Planck' m Kuantum teorisi, ona 1918'de Nobel ödülünü kazandırmıştır. Bu
teori Einstein, Bohr ve diğerleri tarafından 20. yüzyıl fiziğini değişikliğe uğratarak
uygulanmıştır. Bu teori klâsik Newloncu mekanikten uzaklaşmayı içermektedir.
Newton Hareket Kanunları: Hareketi tarif eden üç kanun, Newton Mekaniğinin temeli olarak kullanılmıştır. Bu üç kanun şunlardır: Dış güçler tarafından etkilenmedikçe bir
cisim, birleşik hareketin
dinlenme
durumunu doğrusal bir şekilde devam ettirir. Bir cismin momentinin değişim hızı, dış güçle orantılıdır. Herhangi
bir sistem üzerindeki güç, eşit ve karşıt bir gücün ortaya çıkmasına sebebiyet verir (reaksiyon).
Pauli Dışlama Prensibi: Aynı türden iki fermionun, aynı anda kuantum durumunu işgal edemeyeceği prensibi.
Periyodiklik: Periyodik olma özelliği. Düzenli aralıklarla tekrar
oluşma.
Planck Kanunu: Kuantum
teorisinin temelini oluşturan kanun. Elektromanyetik
radyasyon enerjisi, küçük, bölünemeyen "foton" paketlerine hapsedilmiştir. Her
biri hız enerjisine
sahiptir. V radyasyon frekansıdır, h ise Planck sabitidir.
Psi: Parapsikolojide kullanılan bir deyim. Bu deyim telepati,
altıncı duyu, gözle görünmeyen şeyleri görme, prekognisyon,
psikokinezi ve buna bağlı fenomen alanlarını kapsar.
Quarternion (Matematik):
Elementlerin ortaya çıkardığı gerçek sayı üzerinde bölüm cebiri.
Quarternion Cebiri: F alanı üzerindeki herhangi
bir dört boyutlu,
bağlantılı bulunmayan
cebir. İki boyutlu
bağlantısız cebirden
Cayley- Dickinson yöntemi ile
elde edilir. F veya F’nin kendisi ile direkt toplamından oluşur veya F
üzerindeki ayrı bir dörtlü alandan oluşur. İşte bu, quarternion kavramım ortaya çıkarır.
Sonik (Sesle ilgili): 1)
Duyulabilir sese bağlı olan,
bir sonik dalga. 2) Hızı, hava içindeki sesin hızına yakındır ve
deniz seviyesinde ise saniyede 332 metredir. Lâtince son (us) -ses-
kelimesinden gelmektedir.
Soniks (Ses bilimi): Ses dalgalarının bir enerji şekli olarak uygulanmasının araştırılması.
Tekillik: "Uzay-zaman eğiminin sonsuz olduğu uzay-zaman içindeki bir noktadır. Teorik olarak bir kara delik içindeki maddenin nihaî kaderidir. Çıplak tekillik, kara delik tarafından çevrelenmiş tekillik
değildir (Hawking).
'Tekilliklerin, kara deliklerin en merkezinden yükseldiklerine inanılır" (Wolf).
"Tekillikler, uzay-zaman içindeki uzay-zaman gösteriminin ötesindeki giriş ve çıkış noktalarıdır (Grib-
bin).
Teleoloji: 1) Doğal oluşumlardaki plân ve amaç tezahürlerinin felsefî araştırılması. 2) Doğal fenomenlerde ortaya konulan amaç ya da yöntem. 3) Böyle amaç veya yöntemin doğal oluşumları belirlediğini ileri
siiren doktrin.
Termodinamik: Termodinamiğin birinci
kanunu: Isı bir enerji şeklidir ve kapalı bir sistem içinde bütün enerji çeşitlerinin toplamı, sabittir.
Termodinamiğin ikinci kanunu: Bu
kural, herhangi bir kimyasal veya fiziksel oluşumun yer aldığı yönle ilgilidir ve Carnot devrini
ve Profesör Davies
tarafından değinilen entropi'yi
içerir. Enlropi,
geriye doğru hareket
edebilen bir termodinamik niceliğidir ve miktarı; termodinamik ısı tarafından bölünmüş olan emilmiş ya da yayılmış ısı miktarına eşittir. Değişik birsürü
permütasyon vardır ve bunlardan en iyi bilineni Boltzmann
enlropi hipotezidir.
TermodinamFiğin iiçüncii kanunu:
Toplam ısı denen oluşum ile de ilgilidir. Bir sistemin kendi iç enerji toplamına eşit olan
termodinamik fonksiyonudur.
Yerel Olmayış: Yerel bir sebep yokken, bir şeyin etkilenebileceği prensibi. Yerel
olmayış, kuantum
fiziğinde açık bir şekilde EPR paradoksu deneyinde
ortaya çıkmıştır. Bu
paradoksta iki parçacık birbiriyle
etkileşir ve büyük bir mesafe oluşturacak şekilde birbirlerinden
ayrılırlar. Bir parçacık üzerinde gerçekleştirilen ölçümlerin diğer
parçacığa da aradaki uzak mesafeye rağmen etki ettiği gözlenmiştir. Başka bir
deyimle, her iki parçacık da aynı yerelliği paylaşmamaktadır. Ayrıntılı bilgi için "Paralel Evrenler
mi?" adlı bölüme
bakınız.
Zaman ve Hareket: Newton mekaniği: Hareket (dinamik) ile ilgilenen fizik
dalıdır.
Einstein
'ın özel ve genel rölativite teorileri: Hareket ve kütle çekimini tarif
eder.
Kuantum mekaniği: Atom ve moleküllerin dünyalarını yöneten kanunlardır.
Termodinamik: Isı değişimi ve enerji korunumu ile
ilgilenir.
Kaos: Görünüşe göre gelişigüzel hareketin,
determinist kanunlar tarafından yönetildiği yerdir.
Evrim: Dünya üzerindeki ardışık nesiller boyunca
değişik hayat biçimlerinin gelişmesini açıklar.
Zamanın genişlemesi: Özel rölâtivitenin sonucudur. Bu fenomene göre
eğer iki gözlemci birbirlerine bağımlı olarak sürekli bir hızla hareket
ediyorlarsa, her birine diğerinin saatleri yavaşlamış görünecektir. Bu
eşzamanlılık kavramına da etki eder.
Belirsizlik Prensibi: Aynı zamanda "indeterminizm
prensibi" olarak da bilinir. Geçmiş ya da şimdiki zamana dayanarak
geleceği kestirmenin imkânsız olduğunu yansıtır. İlk önce VVerner Heisenberg
(1901-16) tarafından 1926 veya 1927 yılında ortaya atılmıştır ve kuantum
fiziğinin temel taşı olmuştur. Tamamen sebep ve sonuç kanunlarına bağlı olarak
açıklanamayan olaylardan yola çıkarak, neden dünyanın oluştuğunun açıklamasını
yapar. Kuantum anlamında iddia ettiği ise şudur: "Bir kimse hiçbir zaman
tam olarak bir parçaa- ğın pozisyonundan ve hızından emin olamaz. Kişi,
birisini ne kadar kesin bir şekilde biliyorsa, diğerini ise o kadar az
bilir" (Hawking). Sir Arthur Eddington'un belirsizlik prensibi üzerindeki
yorumu şöy- ledir: "Bilinmeyen bir şey, bilmediğimiz bir şey
yapmaktadır".
Bentov, Itzhak. Slalkh
I ıg The
Wild Pendulum Fontana/Collins, Londra 1977
Bergson, H.L. Time and Freewill,
Macmillan, Londra 1911
Berlitz, Charles. Atlantis,
Macmillan, Londra 1984
Bohm, David. Wholeness and
the Implicate Order, Routledge and Kegan Paul, Londra 1983
Capra, Fritjof. The Tao of
Physics, Fontana Paperback, Londra 1985
Coveney, P. ve Highfield, R. The
Arrow of Time, W.H. Allen, Londra 1990
Davies, Paul. The Cosmic
Blueprint, Unwin Paperbacks, Londra 1989
Davies, Paul. O ther Worlds,
J.M. Dent veSons Ltd, Londra 19S1
Dunne, J.W. An Experiment With
Time, Faber and Faber, Londra 1958
Eysenck, Hans J. ve Sargent,
Carl. Explaining the Unexplained, Weiden- feld and Nicolson, Londra 1982
Fiore, Edith. You Have
Been Here Before, Sphere Books, Londra 1980
Foreman, Joan. The Mask of
Time, Corgi Books, Londra 1989
Gauquelin, M. The Cosmic
Clocks, Granada Publications, St Albans 1980
Gleick, James. Chaos,
Heinemann, Londra 1987
Gribbin, John. Timewarjis,
Sphere Books, Londra 1979
Hawking Stephen. A Brief
History of Time, Bantam Press, Londra 19S8
Hope, Murry. Atlanlis-Mythe
or Reality? Penguin/Arkana, Londra 1991
Hope, Murry. Ancient
Egypt: The Sirius ConnectionI, Element Books, Shaf- tesbury 1990
Hope, Murry. The Lion
People. Thoth Publications, Loughborough 1985
Hoyle, F. The Intelligent
Universe, Michael Joseph, Londra 1983
Ivimy, John. The Sphinx and the
Megaliths, Abacus Books, Londra 1976
Jung, C.G. Alchemical Studies,
Routledge and Kegan Paul, Londra 1983
Jung, C.G. The Archetypes
and the Collective Unconscious, Routledge and Kegan Paul, Londra 1979
Jung, C.G. Memories, D
reams and Reflections, Routledge and Kegan Paul, Londra 1973
Jung, C.G. Synchronicily,
(Picador Edition), Routledge and Kegan Paul, Londra 1972
Jung, C.G. The Structure and
Dynamics of the Psyche, Routledge and Ke- gan Paul, Londra 1960
Lederman, L.M. ve Schramm, D.M. From
Quarks to the CosmIos, Scientific American Library, New York 1989
Lemesurier, Peter. The Gread
Pyramid Decoded, Compton Russell Element, Tibsury 1977
Man, John, (ed.) The Encyclopedia of Space Travel and
Astronomy, Octopus Books, Londra 1979
Mead, G.R.S. Fragments of a Faith
Forgotten, John M. Watkins, Londra 1931
Mead, G.R.S. Thrice Greatest
Hermes Cilt 1-2-3, The Theosophical Publis- hing Society, Londra 1906
Moberley, A. ve Jourdain, E. An A
dven ture, Faber and Faber, Londra 1937
Mooney, Richard. Gods of Air and
Darkness, Souvenir Press, Londra 1975 Mooney, Richard. Colony Earth,
Souvenir Press, Londra 1974
Musaios. The Lion Path, 4. Baskı, Golden Sceptre Publishing,
California 1990
Muses, Charles. Destiny and
Control in Human Systems, Kluwer-Nijhoff Publishing, Dorchester 1985
Pitt, Valerie E. (ed.) A
Dictionary of Physics, Penguin, Londra 1988
Radford, Edwin. Encyclopedia of
Sup1erstitions,
(Christina Hole tarafından
edit edildi ve düzenlendi), Hutchinson, Londra 1961
Sagan Carl. Cosmos, Random
House, New York, NY 1980
Schwaller de Lubicz, R.A. Sacred
Science, Inner Traditions International, Rochester, VT 1961
Sheldrake Rupert. The Presence of
the Past Muller, Blond and White, Londra 1986
Sheldrake, Rupert. A New Science
of Life, Paladin Books, Londra 1981 Temple, Robert. The Sirius Mystery,
Sidgwick and Jackson, Londra 1976 Tomas, Andrew. Beyond the ti I mte Barrier, Sphere Books, Londra 1974 Tomas, Andrew. We are
Not the First, Souvenier Press, Londra 1971 Wambach, Helen. Life Before
Life, Bantam Books, New York, NY 1979 Watson, Lyall. The Nature of
Things, Hodder and Stoughton, Londra 1990
Wilber, Ken, (ed.) Quantum Questions, Shambhala Publications,
Boston, MA 1984
Wolf, Fred Alan. Parallel Universes, Bodley Head Ltd, Londra 1988
Zohar, Danah. The Quantum Self, Bloomsbury Publishing Ltd. Londra
1990
Zohar, Danah. Through the Time Barrier, Paladin Books, Londra 1983.
Aion 65,160-1,257 altına his 222-4 Altın Çağ
130-1,170 Alvarez, Louis 110-1 Ammonitler 217,228,229 Anaksagoras 172
Anaksimenes'171 Anderson, Cari 114 anlimadde 51,70,114-8,171,221- 2,253,258
antropik ilke 44-48 Apollonius 170 Aristarchus 169 art beyin 219 Asimov, Isaac
267 astrofizik 13,30,69 astrolojik çağlar 127-129 Atlantis 126,163,174
Avustralya yerlileri 165,219 ayakkabı bağı felsefesi 85,88 Aziz Augustine 175,256
Babil mitolojisi 131,153-155 Beaumont,
Richard 112 Belirsizlik İlkesi 32-6,85,208, 213, 233,244
Bell, John 87 Bell Teoremi 85,87-8,241
Bentov, Itzhak 269-70 Bergson, Henri Louis 224-5 Bermuda Şeytan Üçgeni 102
Berne, Eric 220 Berosus 131 beyaz delikler 92-3,211-14,235
bireyselleşme 218-21,222,227, 229,246,254,271
biyolojik ritmler 137,142
Blake, William 199
Bohm, David 88-9,210,241
Bohm'un hologram analojisi 85, 88-9
Braben, Don 107
Brahma 55,138,169
Bronz Çağı 130
< Bruno, Giordano 172
Buda 167
Budge, E.A. VVallis 155,158-9
Buzul Çağı devirleri 121-2
Büyük Birleşik Teori 31-2,98,234, 236,274
Büvük Çatırtı 49,51,54, 58,70, 137
Büyük Patlama 48-55,58,60,69, 93,115,137
Capra, Fritjof 89,210,238
Carrel, Alexis 218
Carter, Brandon 45
Cayce, Edgarl91
Chandrasekhar, Subrahmanyan 53
Chevv, Geoffrey 88,240
Clarke, Arthur 266
Close, Frank 80
Collard, Jared 50-54
Coveney, Peter ve Highfield Roger 27-28,30,44,116,139,
146,216,248,261
oik boyutlu farkındalık 102,110, 142,213
dlalgalar 37,49,63,69,78,208-10,
221-22,235,237
dlalga paketleri 78,270
Darwin, Charles 146,149
Davies, Paul 25-6,43-4,48,58-9,
67,84,92,115,182-3,221
değişmiş şuur hâlleri 202,211,
229,269
Demir Çağ 130
Demokritus 170
derin zaman 142-3
Dış Zaman 19,30,35,59,64,67,
75,87-8,101,104,142,162,
180,18!4,187,193,202,209,
213,219,222,229,245,250,
253
Diamond, jared 148
din 229-32
Dirac, Paul U4
Disney, Michael 78-9
Drouet, Emily 261
Dunne, John William 250
düalizm 182
Eddington, Arthur 21,33,72,206
Eflâtun 126,131,161,163,172
Efremov, Ivan A. 113,268-9
Einstein, Albert 22,29,30,41,63, 74,84,86,96,183,192,206
Einstein - Podolsky - Rosen paradoksu 85,86
Einstein - Rosen köprüsü 97
ekin daireleri 112-3
El Cebir 169
Elea'h Zenon 171
elektronlar 81,114
Ellis, Richard 55
enerji 29-30,32,35,57,70,73,76, 93-4,97,98,114,135,213,221 234-57,271
entropi 25-6,40,49,6 I
0,62,70,165, . 236,238,247
epagomenat günler 131,133,155,
163
epıfiz 140-2
Eski Ahit 160,175 eşzamanlılık 98,184-8
Everett, Hugh III 77
Everett teorisi 59
evren 39,41,43-70,115-8,163,
197,221,228,236,244,248,
253-7,273-
Eysenck, Hans 85,194 . -5,209-10,
216
Feynman, Richard 38
Fiore, Edith 94,201
Fisagor 171
Foreman, Joan 251
fotonlar 36,38,87
Gaia 27,33,107-7,117,129,134, 144-6,149,163,272-4
Gaia Hipotezi 42,106
Gamov, George 121
Gangnus, A. 122
Gauquelin, Michel 121
genler 114
Gleick, James 26-7
Gnostikler 65,176,222
Godwin, Joscelyn 161,162
Gohed, Amir 111
Goodman, Morris 147
Gödel, Kurt 262
Green, Mike 80
Gribbin, John 24-5,39,79,92,967,98,108,142,198-200,234,
258
Grist, Tony 84
Gümüş Çağ 130
hafıza 179-81,199
Halberg, Franz 139
Hamilton, Charles 123
Hasted, John 223
Hawking, Stephen 31-2,40,44,
48-9,91,93,115,256
hayvanlar 203-4
Heisenberg, Werner 21,32-3,38,
40,170,206
Helmholtz; Herman von 49,196
Hemming, James 231-32
Heraklitus 171,248
Hermes 65,164-5,168,254
Hermes'in Zümrüt Tabloları 168
her şey teorisi 45
Highfield, Roger bkz. Coveney ve
Highfield
Hint mitolojisi 165-8 holohareket 89
Hopi Kızılderilileri 159-60
Hoyle, Fred 46,48, 108,198
Ivimy, John 82-109
İç Zaman 30,59,64,87,100,142, 158, 162, 187,188,197,209,
219,245,253
İncil 68
İndeterminizm İlkesi, bkz. Belirsizlik İlkesi
ipnoz 196-202,208,211,212,218, 250
Jeans, James 175,205,232,257
Jourdain, Eleanor bkz. Moberly ve
Jourdain
Jung, Carl Gustav 98,165,173,
179,181,184,186,187-8,193, 200,207,208,253,254,268
kaos 26-8,58-9,62,64,137,146,
233,238,247,253,254
Kaos Bilimi 26-8,62,70,187,218 kara
delikler 89-91,96-8,211-3, 239
karanlık madde 52,56, 78-80
kehanet 192-6
Kelvin, Lord 223
Khel Klıel 92,94
kırmızıya kayma 56
Kopenhag Yorumu 45
Krauss, Lawrence 79
Kronos 161-4,181,256,257 kuantum
benlik 207-11, 213,216,
222,227-8,272
kuantum elektrodinamiği 38
kuantum fiziği 26,31,32,34,37-
42,70,74,78,86i, 169, 184,
206,208,235,236-7,266
kuantum sıçrayışları 61,68,70-1,
90,129,134, 145,148, 245
kuarklar 81-5,116
kuaza ! r156
kurt delikleri 93-4,262
Lacey, Cedric 262
Lamb, Hung 123
Lao Tse 170-1
Laplace, Pierre de 22-3
Lebedeff, V.l. 122
Lederman, Leon M. ve Schramm,
David N. 32,45-6,82,236,274
Leonoff A. A. 122
ley hatları 101,107
Lifshilz ve Khalatnikov teorisi 52
limbik sistem 219
lineer zaman, bkz. İç Zaman
Loki 164
Lovelock, James 42,48,144-5,230,
272
Lucretius 171
Lurra, Salvador 145-6
Lüders, G. 116
Maat 157
Mackie, Rona 124-5
mahayugalar 136
makrokozmos/mikrokozmos il
kesi 69,118,169
Marshall, I. N. 207,209,250
Mayalar 167,170
Mead, G. R. S. 176-7
Merkür 64,165,253
Mısır mitolojisi 155-9,168,228
Milankovitch, M. 121
mistisizm ve bilim 205-6
Mitras 161-2
Moberly, Anne ve Jourdain, Elea- nor
101-2,263
monoizm 182
Mooney, Richard 182
Musds, Charles Arthur 133-5
Nalivkin, D. 126
Newton, Isaac 22-4,28,30,41,63,
74
Nicolaus 172
ourobQros teorisi 64-5,218
ölüme yakın deneyimler 211-14
öz 59,60,182,184,197,216.222
(ayrıca bkz. psişe)
özgür irade 226-7,272
Palutikov, Jean 123-4
Pan 134
paralel evrenler 43,57,58-60,728,84-6,90-1,93,99,102,104,
142,146,182,188-9,202,2113,228,243,245,248-52,2 ! 54
parçacıklar 35,40,69,78,81-3,867,162,169,191,198,208-10,
221-2,227-8,235,253,269-70
Parçalanmış Hologram teorisi 41, 216
parça teorisi 215-8,262
Paris - Teynac, E. 120
Parker, David 123
Pauli Dışlama Prensibi 53-4
Pauli, Wolfgang 116, 206
Penrose, Roger 237,247-8,266
Peterson, William 121
Philolaus 171
piramitler 109-11
Podolski, Boris 86
Presesyon 128
Priestley, J.B. 252
Prigogine, Ilya 39, 237-8
psi 87,195,205,208,220,223-4,
242,273
psişe 181-84,187-8,189,190,208
9,218-9,221-2,228,236 (ayrıca bkz. öz)
Ra 54-5
Radford, Tim 80
Rama, Swami 109-10
Rees, Martin 80
Reichenbach, Baron von 218
Rhine, J. B. 188
Robins, Don 105-6
Romachuk, R. P. 122
Rosen, Nathan 86
Rölativite 21,26,28-31,32,34,75,
261
rüyalar 59-60,188-90,200,202,
216-7,249-50,256,264-5,273
Sagan, Carl 47,195
Salam, Abdus 82
Sargent, Carl 85,194-6,209,216
Saros devri 119-21
Schramm, David N. bkz. Leder- man ve
Schramm
Schrödinger denklemi 37,237
Schrödinger, Erwin 22,37-8,85, 206,226
Schrödinger'in Kedisi 85,192,208, 213
Schwaller de Lubicz, R. A. 131-2 sera
etkisi 122-4
Seşat 157
Sheldrake, Rupert 69,198-9,227, 241
Siffre, Michel 138-9
Simons, Paul 260
Sin 65,156-7,257
Sirius 131-5
sirkadiyan ritmler 137-40
Soddy, Frederick 173-4
Sotik takvim 131-5,163
Stonehenge 108,142
Stuart, J. M. 35-6
Sümer mitolojisi
131,153-5
süpers i
icimler80-l, 84
süperuzay
58-9,61-3,75,170
Swedenborg,
Emmanuel 215
Şiva 165-6
Şu 157
talamus 219-20
Tann
28,41,67-8,146,175,207,
231-33,256-7
Taylor, John
89,223
Tefnut 155,157
tekillik
50-4,92,97,117
tekyönlü değişim,
bkz. zamanın oklan
telepati 191-2
Termodinamiğin
İkinci Yasası 256,49
Tesla, Nikola
271-2
Tomas, Andrew
122,127,166-7,
171,267
Tot
65,155-7,168,25 . 4,256
UFO'lar 76,106
uyku 188-90
uzay yolculuğu
$4,36^59-61
uzay - zâıVıan
&4 ! 6,50,52,61,668,90; 91,92* 9 ' ?,
134,155,187, 189,198,227
Vallée, Jacques 76
Vedalar 135-6
Vişnu 136
Vulkan 134
Walker, Evan
Harris 242,209
Wambach, Helen
94,201,202
Watson, Lyall
35,42,89,94,145,
160,194,211,216,227,252
Wheeler, John
Archibald 77,89, 93,262
Wigner, Eugene 86
Wigner'in Arkadaşı
85-6,192
Wolf, Fred Alan 6 । 6,74-5,77,86, 89,92> 93,97,98-9,117-8
Wolfe, Charlotte
273
Yoga Vasişta 173
yugalar 135-6
Yunan mitolojisi
162-5
Yük - Parité -
Zaman Teorisi 116
zaman düğümleri
95,98-100 zaman eğimleri 73,95-8,266 zamanın oklan 21-2,26,116,214-
5,238,2!48
zaman kapsülleri
105-8,113
zaman kaymalan
73,95,1 I 00-4
zaman koridoru 21
zaman sapması
29-31
zaman yolculuğu
261-8
Zekâ
54,57,90-1,100,198,232-3
Zihin, bkz. Zekâ
zihin 240-4
(ayrıca bkz. psişe)
Zohar, Danah
41,85,207-8,250,
269
Dinlerde, Bilimde
ve Metafizikte
Murry Hope
Yazar Murry Hope, bu eserde, Zamanın tanınması
ve anlaşılması gerekli bir enerji olduğunu ifade etmektedir. Bu enerji
kendisini birçok şekilde göstermekte ve Dünya üzerindeki her hayat biçiminin fiziksel,
psikolojik ve ruhsal evrimini etkilemektedir.
Bu kapsamlı araştırmasında Murry Hope,
•
Zamanı bir enerji olarak keşfetmenin yollarını
açan kuantum fiziği, kaos bilimi ve psikoloji gibi dallardaki araştırmalardan
elde edilen son bulguları,
•
Zamanın yapısını ele alarak yeni bilgilerin
temelini oluşturmuş dinler ve mitolojilerdeki eski inançları,
•
Zamanın psikolojik ve metafizik işaretlerini ve
zamanın bizim günlük yaşamımızda, düşüncelerimizde ve ilhamlarımızda oynadığı
rolü vurgulamaktadır.
(*) A.Tomas, Beyond the Time
Barrier, s. 43.
[1] a. s. e. (adı gecen
eser), s. 15.
[2] J. Gleick, Chaos, s. 6.
[3] L.M. Lederman ve D. N. Schramm, Front Qnarkss to
thc Cosmos, s. 160.
[4] S.W.
Hasvking, A Brief Hislory of
Time, s. 145.
[5] P.Coveney ve R. Highfield, The Arrmu of Time,
s. 103.
[6] C.E. Cirİol, A Dictionary öf Symbols, s. 235.
[7] F. A. Wolf, Parallel Universes, s. 328-9.
[8] F.A Wolf, Parallel Universes, s. 21.
[9] Flying Saucer Review, cilt 32, No.3,1987.
[10] J. Gribbin, Timcımrps, s. 78.
[11] * ■8-) s. 78-9İ..........................
[12] Wolf, Parallel Univ erses, s.195.
[13] A.Moberly ve E.F. Jourdain, An Adventure, s 45 - 6.
[14] Gribbin, Time Warps, s. 5-6.
[15]
P.Donaghy, Prediclion, Mart 1986.
[16] A. Tomas, Beyond the Time Bnrrîcr,
s. 64-6.
[17] C. Berlitz, Atlantis:, s.193-4
[18] Tomas, Beyond the Time Barrier, s. 79-80.
[19] E.A. Wallis Budge, The Cods of the Egyptians,
1 .cilt, s. 401.
[20] G.R.S.Mead, Fragments of
a Faith Forgotten, s.105-6.
[21] C.G. Jung, Memories, Dreams and Reflections, s. 283.
[22] C.G.Jung, Memories, Dreanısand
Reflections, s. 282-3.
[23] H.Wambach,
Life Before Life (Doğmadan Önceki
Hayatımız) ,sA7.
[24] F.Capra, TheTao of Physics,s.14l.
[25] a. g. e., s.89.
[27] Covency ve Highfield, The Arrmo of Time, s. 260.